FİLM GİBİ... TAYHaber 14/3/2009 Osmanlı İmparatorluğu birkaç yüzyılın en büyük imparatorluğu olarak kabul edilir. İstanbul'un fethi ile birlikte bir "İmparatorluk" olan Osmanlı İmparatorluğu hiç kuşkusuz ki bu tarihten itibaren askeri yönden kendini geliştirmek zorundaydı. Karadaki zaferlerin yanı sıra denizler de fethedilmek zorundaydı. Türklerde Sinop'un fethinden sonra gelişmeye başlayan denizcilik Osmanlı devletine gelinceye kadar tecrübe kazanmıştı. Osmanlı denizciliğinin temelinde Türkiye Selçuklu Devleti, Aydın Oğulları ve Karesi Oğullarının teknik ve gelenekleri vardı. Osmanlılar ilk büyük tersanelerini Yıldırım Beyazıd zamanında Gelibolu'da kurdular (1). Osmanlı donanması gerçek anlamda İstanbul'un fethinde sonra Fatih Sultan Mehmet zamanında kalıcı ve büyük fetihlere imza atabilmiştir. İstanbul'da Haliç'te kurulan Tersane-i Amire'de büyük gemiler inşa edilmiş ve ilk deniz fetihleri bundan gerçekleşmiştir (2). İlk kez Fatih Sultan Mehmed'in Kaptan-ı Derya Hamza Paşa'yı görevlendirmesi üzerine Kasımpaşa Deresi'nin Hasköy tarafında sakin, geniş ve derin bir su alanına sahip olan bir yerde 11 Aralık 1455'de inşa edilen ve "Bir kaç göz, bir cami-i şerif ile kaptan paşalar için bir divanhaneden" oluşan tersaneye Sultan Bayezid devrinde yeni ilaveler yapılmıştır. Bu tersanenin bir Devlet Tersanesi (Tersane-i Amire) haline gelişi ise, Yavuz Sultan Selim zamanında gerçekleşmiş (1515) ve Kanuni devrinde geliştirilerek müştemilatıyla devrinin en ünlü tersanesi olmuştur. İtalyan tarihçi R. Romano"nun da belirttiği gibi, XVI. yüzyıl Akdeniz dünyasında etkin iki büyük tersaneden biri İstanbul"da bulunuyordu. Yapılan araştırmalar, İstanbul Tersanesinin aslında Venedik"teki benzerinden çok daha faal ve üstün olduğunu ortaya koymaktadır (3). Bilinenin aksine yüzyıllar boyunca Haliç kıyısında "Camialtı, Taşkızak ve Haliç" gibi üç ayrı tersane şeklinde değil tamamından oluşan tek ve dev bir "Tersane Kompleksi" mevcuttu. İşte bu kompleks, kuruluşundan bu yana 6 asırdır gemi yapım faaliyeti yürütülen; bu özelliği ile de dünya üzerinde başka örneği olmayan bir sanayi işletmesidir. Tarih içinde pek çok tahribata uğramasına rağmen halen bünyesinde önemli yapılar ve eserler barındırmaktadır. Bir süredir konunun uzmanları tarafından bu bölgede bir Denizcilik Müzesi kurulması için girişimler sürerken gündeme bir anda "sinema platosu olması" geldi. Türk sinemasının sorunları bir sinema platosu ile çözülür mü bilemem ama bir sorunu çözerken daha büyük sorunları ortaya çıkarmak konusunda gayet başarılı olduğumuzu biliyorum. Eskiler "Bir deli bir kuyuya taş atmış, kırk akıllı çıkaramamış" derler. Bu konuda da böyle oldu, Cumhurbaşkanı'nın davetine icabet eden sinemacılar bu plato konusunu gündeme getirdiler ve bir anda kendilerini TMMOB Gemi Mühendisleri Odası ile karşı karşıya buldular. Çünkü Cumhurbaşkanı'nın talimatı üzerine harekete geçen Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği'nin girişimi ile işlemlerin başlatıldığı anlaşıldı. Umuyoruz ki; * Sanata ve kültüre gerçekten gönül vermiş herkes bu yanlışlığa karşı çıkar. * Cumhurbaşkanlığı, konunun uzmanlarına danışmadan hareket etmemeyi öğrenir. * Bu benzersiz endüstriyel sit alanı bir müzeye dönüştürülür. (Ayşe Didem Bayvas, Fotoğraflar: barbaros.biz) Kaynaklar: (1) Aydın Taneri, "Osmanlı Kara ve Deniz Kuvvetleri", Ankara, 1981, s.321-322 (2) Ali İhsan Genceri, "Deniz Kuvvetleri", Osmanlı , C.6. Ankara, 1999, s.555-556. (3) Ruggiero Romano, "Economic Aspects of the Construction of Warships in the Sixteenth Century", Crises and Change in the Venetian Economy in the 16th and 17th Centuries, (ed. B. Pullan), London 1968, s.59-87.