Haberler logo Kasım '07 Arşivi

25 Kasım - 1 Aralık 2007

CUMALIKIZIK İÇİN 35 PROJE YARIŞIYOR

 

'3. Bin Yılda Yaşayan Osmanlı Köyü Cumalıkızık' fikir proje yarışması değerlendirme toplantısı için jüri üyeleri bir araya geldi.

 

Bursa'nın önemli tarihi değerlerinden olan Cumalıkızık Köyü için Yıldırım Belediye- si'nce düzenlenen fikir proje yarışması değerlendirme toplantısı başladı. Jüri üyeleri, Barış Manço Kültür Merkezi'nde üç gün süresince yarışmaya katılan 35 proje üzerinde ince eleyip sık dokuyacak.
Jüri üyeleri, A kategorisinde mimarlar, B kategorisinde mimarlık fakültesi öğrencileri ve C kategorisinde ise genel katılımcıların hazırladığı projeleri inceleyecek.

 

Yıldırım Belediye Başkanı Özgen Keskin, belediye olarak çok önemli bir projenin altına imza attıklarını belirterek, proje sayesinde Cumalıkızık Köyü'nün gelecek nesillere daha sağlıklı bir şekilde aktarılacağını söyledi.

Bursa Hakimiyet, 01.12.2007

TARİHİN BABASININ YAŞINI DÜZELTTİLER

 

"Tarihin Babası" olarak bilinen Bodrumlu Herodot'un doğum tarihi, ilçede tartışma konusu oldu.

 

Bodrum Su Altı Arkeoloji Müzesi'nde bulunan tarihi Herodot büstünde, ünlü tarihçinin MÖ 480'de doğduğu yazılırken, Bodrum Belediye tarafından 2003'te yaptırılan heykelde Herodot'un MÖ 484'te doğduğu belirtiliyor. Olaya el koyan Müze Müdürü Yaşar Yıldız, eski müdürün yazdırdığı tarihin yanlış olduğunu savunarak büstteki plakayı söktürdü. Bodrum Belediye Başkanı Mazlum Ağan diktikleri heykelde yer alan tarihi bilgilerin doğru olduğunu belirterek büste yeni plaka yerleştirileceğini söyledi. Farklı ansiklopedilerde ünlü tarihçi Herodot'un doğumunun MÖ 484 olduğu belirtiliyor. 

Bugün, Haber: İrfan Dumlu, 01.12.2007

KAPALIÇARŞI'DA ÇÖKME TEHDİDİ

 

 

Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş, İstanbul'un kültür mirasları arasında önemli bir yer tutan Kapalıçarşı'nın fiziksel olarak kurtarılması için ellerinden geleni yapacaklarını söyledi. Çökme tehdidi altında bulunan tarihi çarşının çatısındaki kurşunların bile çalındığını belirten Topbaş "Yer kazanmak, belki de bir dolap yapmak adına taşıyıcı sistemler kesilmiş. Önce çatılardan başlamak üzere bu duruma mutlaka bir son vereceğiz. Konu halen Bakanlar Kurulu'nda. En kısa sürede karar haline geleceğine inanıyoruz. Bunun ardından da gerekli restorasyonlara hemen başlanacak" diye konuştu.

Topbaş ayrıca Süleymaniye'yi eski canlılığına kavuşturmak için hazırlanan projenin son aşamaya geldiğini belirterek "Tarihin çeyiz sandığı olarak gördüğümüz Süleymaniye'nin tekrar yaşanır hale getirilmesi için hazırlanan proje, son aşamasına geldi. Projeyi önümüzdeki marttan önce somut olarak başlatacağız. Gideceğin yeri bilmiyorsan, vardığın yer önemli değil. İstanbul uzun yılların ihmalinden kurtulmuş ve artık gideceği yeri bilen bir kent durumundadır. Projenin uygulanması sırasında bölgede yaşayan veya mülkü olan hiç kimse mağdur edilmeyecek" dedi.

Sabah, 01.12.2007

MARDİN'DE TARİHİ ESER OPERASYONU

 

Mardin’de polis, tarihi eser kaçakçılığı yaptığını belirledikleri 2 kişiyi takibe aldı. Bu kişilerin evlerinde yapılan aramada 1980 sikke, 25 süs eşyası, 6 çanak, 1 topaç, 1 gözyaşı şişesi, 1 mühür, 5 kandil çömleği olmak üzere; Selçuklu, Bizans ve Artuklu dönemlerine ait toplam 2019 tarihi eser ele geçirildi. Polis gözaltına aldığı A.U. ve H.U. ile ilgili soruşturmayı sürdürüyor.

Hürriyet, 01.12.2007

GÜZEL SANATLAR'IN BAŞINA KADIN BAŞKAN

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğüne Doç.Dr. Ayşenur İslam atandı.

 

Doç.Dr. İslam’ın atanmasına ilişkin kararname, Resmi Gazete’nin dünkü sayısında yayımlandı. İslam, Başkent Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde görev yapıyordu.

Türkiye Gazetesi, 01.12.2007

TARİH YIKAN RESTORASYON

 

 

Makedonya'nın başkenti Üsküp'ün simgesi olan Osmanlı döneminden kalma Taş Köprü restore edildi. Ancak çalışmalar sırasında köprünün orijinal haline uyulmaması, Makedonyalı Türklerin tepkisini çekiyor.

 

Üsküp'teki Vardar Nehri üzerinde bulunan tarihi Taş Köprünün yapımı Osmanlı Padişahı Sultan İkinci Murad zamanında başlamış, Fatih Sultan Mehmed döneminde de tamamlanmış.

 

Tarihi köprüde, Hollanda'dan alınan krediyle, 5 yıl önce restorasyon çalışması başlatıldı. Çalışmalar sırasında köprünün mihrabı yıkıldı, taşları Vardar Nehri'ne düştü. Restorasyon çalışmaları tamamlanmasına rağmen, köprünün Osmanlı'yı simgeleyen kitabesi yerine konulmadı.

Her gün binlerce insanın üzerinden geçtiği ve turistlerin büyük ilgi gösterdiği Taş Köprü'nün mihrap kısmı, geçici olarak demirlerle örtülmüş şekilde duruyor.

 

Makedon yetkililerin Osmanlı mirası köprünün adını da Justinyan olarak değiştirmek istediği öne sürülüyor. Bunun gerekçesi ise, Makedonların, köprüyü 515 yılında Doğu Roma İmparatoru Justinyan'ın yaptırdığını ileri sürmesi.

Makedonyalı Türkler, Osmanlı dönemine ait köprüye, Roma kimliği kazandırma çabasına büyük tepki gösteriyor.

Trt/Haber, 30.11.2007

OSMAN HAMDİ BEY'İN EVİNİN RESTORASYONU TAMAMLANDI

 

 

Türkiye'de müzeciliğin öncüsü olan, ilk arkeolojik kazılarını Muğla'nın Yatağan İlçesi'ne bağlı Turgut beldesindeki Lagina antik şehrinde başlatan arkeolog ve ressam Osman Hamdi Bey'in evi müze haline getirildi. Muğla Valiliği'nce restore ettirilen Osman Hamdi Bey'in evi aynı zamanda Kültür Merkezi olarak kullanılacak.

İstanbul Arkeoloji Müzesi ve İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi'nin kurucularından, dünyaca tanınan "Kaplumbağa Terbiyecisi" adlı tablosuyla ünlü Osman Hamdi Bey'in evinin restorasyonuna, Kültür ve Turizm Bakanlığı işbirliğiyle bu yılın başında başlanmıştı.

 

Restorasyonla birlikte, evin bulunduğu 1.5 dönümlük arazide bahçe düzenlemesi de yapılarak çimlendirildi. Yaklaşık 320 bin YTL harcanan evin bahçesindeki ek binalar ve üniteler de yöre halkına çeşitli kültür hizmetleri sunulmasında kullanılacak. Turgut Belediye Başkanı Muammer Bahçeli, Osman Hamdi Bey'in evinin beldelerinde bulunmasından onur duyduklarını söyledi. Başkan Bahçeli, ressamın Lagina kazıları sırasında Turgut'taki evinde otururken birçok ünlü resmini de burada yaptığını kaydetti. Restorasyonu yapan kuruluşlara teşekkür eden Bahçeli, Osman Hamdi Bey adının beldelerinde bundan sonra da yaşatılacağını sözlerine ekledi. Osman Hamdi Bey,1870 yılında yapılan evde 1892 yılı Lagina arkeolojik kazıları sırasında iki yıl, daha sonra da aralıklarla 19 yıl oturmuştu.

haberler.com, 30.11.2007

SEYİT HARUN CAMİİ YANINDAKİ TARİHİ HAMAM RESTORE EDİLİYOR

 

Seydişehir'deki tarihi Seyit Harun Camii yanındaki tarihi hamamın restorasyonu ve tarihi caminin avlusuna şadırvan yapılması için ihaleler düzenlendi.

 

AKP Konya Milletvekili Harun Tüfekçi, Konya Vakıflar Bölge Müdürlüğünce tarihi Seyit Harun Camii avlusuna şadırvan yapımı ve hemen yanında bulunan tarihi Seydişehir Hamamı'nın restorasyonu için ihale yapıldığını belirtti. Ayrı ayrı düzenlenen 2 ihalenin de Yağmur İnşaat Firması tarafından alındığını belirten Tüfekçi, ''Seyit Harun Camii şadırvanının yıl sonuna kadar bitirilmesi hedefleniyor. Hamam restorasyonu ise 2007 yılı sonunda başlanacak, 2008 yılı içerisinde tamamlanacaktır'' diye konuştu.

Konya Hakimiyet, 30.11.2007

ÇAMLIK TREN MÜZESİ ZİYARETÇİ BEKLİYOR





İzmir'in Selçuk İlçesi'ne bağlı Çamlık Köyü'ndeki Buharlı Lokomotif Açık Hava Müzesi ziyaretçilerin ilgisini bekliyor.

Türkiye'nin ilk demiryolu olan İzmir-Aydın demiryolunun Çamlık Köyü'nden de geçmesi dolayısıyla 1991 yılında tren müzesi kurulan Çamlık'ta 1936 yılında Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk de Beyaz Tren ile gelerek konaklamıştı. Çamlık, bugün tarihe tanıklık etmiş Alman, İngiliz, Fransız, Amerikan, İsveç ve Çekoslovak yapımı 30 buharlı lokomotif ve dünyada sadece 2 tane bulunan ve odunla çalışan İngiliz yapımı bir lokomotifin yanı sıra 4 vinç, su pompaları, motorin taşıma tankı, 1 açık ve 1 kapalı yolcu vagonu, su cenderesi, tamir atölyesi, 1850 yılından kalma bir tuvalet ve 900 metre uzunluğunda eski tüneli ile müze haline getirilerek geçmişi aynı atmosferde yaşamak isteyen ziyaretçilerini bekliyor.

 

Müze Sorumlusu Atilla Mısırlıoğlu, müzenin 160 dönümlük bir arazi üzerine kurulduğunu ve hem gezi amaçlı hem de çeşitli organizasyonlara ev sahipliği yapmak üzere tasarlandığını söyledi. Babasının Türkiye'de kurulan ilk tren istasyonunun ilk istasyon şefi olduğunu hatırlatan Mısırlıoğlu, “Çamlık Buharlı Lokomofit Açık Hava Müzesi, Avrupa'nın en büyük tren müzesidir. Bu, 160 dönümlük arazi üzerinde çok büyük bir tarihi aynı canlılığı ile yaşatmaya çalışıyorum. Burası, Osmanlı zamanında ilk demiryolu merkezi kabul edilen Aziziye İstasyonu'dur. 1937 yılında, Ulu Önderimizin, Ege manevralarını yapmak üzere gelip ikamet ettiği yerdir ve o günden sonra burasının ismini kendi arzusu ile Çamlık olarak değiştirmiştir. Müzemizde, lokomotiflerin yanı sıra Mustafa Kemal Atatürk'ün çok özel fotoğraflarından oluşan bir bölümümüz, restoranımız ve cafemiz de bulunmaktadır. Dileğim, başta vatandaşlarımız olmak üzere, bu atmosferi tüm dünyanın solumasıdır. Vatandaşlarımız müzemize gelsinler ve gezsinler istiyorum. Bu güne kadar bizlere destek olan herkese teşekkür Ediyorum” dedi.

haberler.com, 30.11.2007

TARİHİ ESER OPERASYONU

 

Adıyaman'da tarihi eser kaçakçılığı yaptığı iddia edilen bir kişi tutuklandı. Tarihi eser kaçakçılığı yaptığı iddia edilen kişilere yönelik düzenlenen operasyonda 4 kişi yakalandı.
Zanlılarla birlikte birlikte 12 parça tarihi eser niteliği taşıyan eser, 1 adet metal arama detektörü ele geçirildi. Yakalanan zanlılardan Z.A, çıkarıldığı mahkemede tutuklandı. Diğer zanlılar ise tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı.

Bursa Hakimiyet, 30.11.2007

TARİH VE DOĞA İÇİN ÖLÜM EMRİ

 

İzmir II Numaralı KTVK Bölge Kurulu'nun aldığı talihsiz kararla Allianoi farklı bir dönemece girdi.





Kültür ve Turizm Bakanlığı, Bergama'daki Yortanlı Barajı'nın su tutmasıyla birlikte sular altında kalacak olan antik Allianoi kenti hakkında son kararını verdi. Karara göre, alan kil ile kaplanacak, 218 metre duvar inşa edilecek. Kazı Başkanı Ahmet Yaraş, antik kentin bu yöntemle korunamayacağı söyledi.

Su altında kaldı- söylentileri şimdiden çıkmaya başladı. Bugüne kadar en az 3 kez I. Derecede Arkeolojik Sit kararında direnen, İzmir II. Numaralı KTVK Kurulu, Kültür ve Turizm Bakanlığının oluşturduğu Bilim Komisyonu'nun kararını, kendine dayanak bularak Allianoi'u su altında bırakılmasına yeşil ışık yaktı.

 

Kazı Başkanı Dr. Ahmet Yaraş en son yaptığı açıklarsında Bilim Komisyonunun herkese açık olması gereken 6 ay süren rapor kimseye dağıtılmadı" diyerek şu bilgileri verdi. "Bilgi edinme yasasına ve onlarca başvuruya rağmen rapor taraflara verilmedi. Devlet sırrı gibi saklandı. Rapor basına yansıdığı kadarı, bir takım önerilerle birlikte 6 seçenek ileri sürülmüştü. Rapor üzerine İzmir II Numaralı KTVK Koruma Kurulu acilen toplandı Ancak toplantı STK'lardan gizlendi.

 

Saddam'ın infazının verildiği tarihlerde karar verilmişti. Allianoi'un infazı da seçim öncesinde mutlaka gerçekleşmesi gerekiyordu. Kazı bilimsel heyet başkanının görüşü alınmadan tamamen DSİ nin inisiyatifinde bir duvar yapılması sözde koruma için yeterli bulunmuştu. Alınan talisiz karar, yasal olarak 15 gün içinde dağıtımı yapılması gerekirken kurumlara dağıtımı yapılmadı. DSİ sözde koruma duvar projesini sözüm ona gerçekleştirmek için mal bulmuş magribi gibi projelendirdi. Böylece İzmir II Numaralı KTVK Koruma Kurulu'nun ve DSİ'nin ne kadar bilimsel kafa yapısına sahip olduğu gözler önüne serildi" dedi.

 

Kazı Başkanı Dr. Ahmet Yaraş, Bu süreçte, Bergama Müzesi olayı kale arkasındaki türübünden izlemeye her zaman karar vermekle yetindi diyerek sözlerine şöyle devam etti. "Zaman, zaman DSİ lehine -Orası Zaten Allianoi Değil- diyerek tezaurat yapmayı ihmal etmedi. Sanki Allianoi olmaması su altında bırakılması için bir gerekçe idi. Allianoi Gönüllüleri hemen hem Bölge kurulunun kararını hem de Anıtlar Yüksek Kurulu'nun kararının iptali için dava açtı. Allianoi kazı evindeki köpekler özellikle zehirleniyor.


Peki Sonuç? Bilim komisyonu nasıl su altında bırakılacağına dair ayrıntılı rapor yazıyor. Koruma(ma) kurulu bilim komisyonundan gelecek kararı bekliyor. DSİ kırmızı halıları bölgeye çoktan getirmiş, yolluk ve yevmiyeler hazırlanmış bekliyor. Bergama Müzesi yaklaşık 10 bin eseri müzesinin en kuytu depolarına koymuş huzur içinde kulağının üzerine yatmış, Kültür ve Turizm Bakanı'nın törene gelip gelmeyeceğini merak ediyor. Turizmden ekmek yiyen 400-500 Bergamalı Allianoi'un varlığını DSİ'nin törenlerinde ücretsiz otobüs kaldıracak DSİ'nin haberini bekliyor.

Hazırladığı belgesel taraftar toplamasın diye Allianoi'un su altında bırakılmasını TRT de sabırsızlıkla bekliyor. Kültür ve turizmle uğraşan bir grup Bergama'lı STK veya aydınlar biz çok uğraştık hem barajı hem de Allianoi'u istiyorduk olmadı. Kaderi buymuş diye birbirleri ile konuşuyorlar. Avrupa Parlementosu Allianoi ile ilgili korunması yönünde tasviye kararları alıyor. Hükümet Allianoi ve çevresinin Termal Türizm Bölgesi ilan ediyor. Üstelik kararı tüm bakanların imzası ile Resmi Gazete'de yayınlıyor. Kazı heyeti 2007 kazı ruhsatını bekliyor. Duyarlı STK ların ve vatandaşların davaları devam ediyor. Allianoi Gönüllüleri ise bazılarının gözünde ; Vatan Haini Olmaya Devam Ediyor"dedi.

Bergama KuzeyEge, Haber: Tahsin Tuna, 30.11.2007

ÇORAPÇI HANI'NIN RESTORASYON ÇALIŞMALARI ÇOK UZAYACAK

 

Mülkiyeti Sivas Belediyesi’ne ait Çorapçı Hanı’nın restorasyon çalışmalarına bir türlü başlanamıyor. Farklı mülkiyetler nedeniyle bir türlü aşılamayan sıkıntılar onarım işlerini bir hayli geciktireceğe benziyor.

Yıllardır kullanılmayan ve kaderine terkedilmiş bir görüntüye sahip olan Çorapçı Hanı için Belediye harekete geçmişti. Çorapçı Hanı için yapılacak çalışmalar öncesinde bilgi veren Belediye Başkanı Sami Aydın, burada farklı mülkiyetlerden kaynaklanan sıkıntıların olduğunu dile getirdi. Çorapçı Hanı’nın önünde imarda Vakıflar Bölge Müdürlüğü’ne ait olan bir parselin olduğunu söyleyen Başkan Aydın, sıkıntıların biran önce aşılıp restorasyonun başlayacağını kaydetti. Projenin hazırlanması için Vakıflar Bölge Müdürlüğü ile ilgili o yerin halledilmesinin gerektiğini belirten Aydın’ın bu açıklamasına rağmen bu yolda henüz büyük bir adım atılmadı. Tarihi hanın önündeki parselin sahibi olan Vakıflar Bölge Müdürlüğü’nden edinilen bilgiye göre ise henüz Belediye tarafından resmi bir girişimin yapılmadığı öğrenildi.

Durum böyle olunca restorasyon çalışmasına başlamanın uzun süre alacağı su yüzüne çıkıyor.

Sivas Hürdoğan, 30.11.2007

MİMARLAR ODASI'NDAN FORUM İSTANBUL İLE İLGİLİ AÇIKLAMA

 

TMMOB Mimarlar Odası, 12 - 13 Kasım tarihleri arasında düzenlenen; Ken Yeang, Zaha Hadid gibi isimlerin konuşmacı olarak katıldığı Forum İstanbul, "Mimar Sinan'dan Olimpiyat Kentine" Kentsel Dönüşüm ve Gayrimenkul Yatırımları başlıklı etkinlikle ilgili olarak bir basın açıklamasında bulundu. Açıklamada; Mimar Sinan'ın isminin "gayrimenkul dehası" olarak anılmasının mimarlık kültür tarihine karşı yapılmış bir saygısızlık olduğu; Mimarlar Odası ve Uluslararası Mimarlar Birliği üyesi Suha Özkan'nın bu tür ticari platformlarda Mimarlar Odası’nı ve Uluslararası Mimarlar Birliği’ni temsilen bulunduğu izlenimi verecek şekilde unvan kullanması, Mimarlar Odası’nın dava açtığı konularda UIA Konsey Üyesi sıfatını kullanarak, “World Architecture Community” adı altında danışmanlık ve / veya yarışma koordinatörü görevini sürdürmesinin doğru olmadığı vurgulandı.

TMMOB Mimarlar Odası'nın Forum İstanbul ile ilgili yaptığı açıklamanın tam metninde şu ifadeler yer alıyor:

"Mimar Sinan'ı gayrimenkul dehasına indirgeyen bir zihniyete hizmet edenler mimarlardan, mimarlık kültür tarihinden ve ülkemiz insanlarından derhal özür dilemelidir!..

12 - 13 Kasım’da İstanbul Swiss Otel’de yapılan Forum İstanbul Gayrimenkul Zirvesi; ülkemiz kentlerinin ve mimarlığının, küresel emlak geliştiriciler ve yerli taşeronlar aracılığı ile küresel sermayenin gayrimenkul pazarına dönüşmekte olduğunu gösteriyor!...

Başta İstanbul olmak üzere büyükkentlerimiz, artık uluslarararası emlak piyasasının yeni ilgi alanında... Planlama anlayışından ve bilimsel temelden yoksun, kamu ve toplum yararını gözetmeyen, insanı, yereli, kültürü yok sayan, sadece rant odaklı, ayrıcalıklı imar haklarıyla donatılmış birçok kentsel projenin gündeme alındığı, bir kısmının da gerçekleştirilmeye çalışıldığı günleri yaşıyoruz. Küresel sermayenin giderek artan bu saldırısı yerel ve merkezi iktidarlar ve yerli aracıların işbirliği ile ülkemiz ve toplumumuz açısından yıkıcı sonuçlar doğurabilecektir. Bu durum yeni bir mimarlık düzenini de beraberinde getirmekte; mimarlık; ulusal, evrensel ve kültürel değerlerinden koparılmakta, yıldız mimarlar aracılığıyla sermayenin beklentileri doğrultusunda bir pazarlama aracı haline gelmektedir. Bu “yeni mimarlık düzeni” yalnızca merkez pazarını belirlememekte; taşıdıkları model olma özellikleriyle tüm mimarlık üretimini de etkilemektedirler.
Emlak - toprak yağmasının, yıllardır ülkemize özgü bir sermaye birikim modeli olarak şekillendiğini, bunun kentlerimizi ne hale getirdiğini hep birlikte gördük. Sorunlarımız çözülmediği gibi, yeni sorunların kaynakları oldular. 1980’lerden sonra yoğunlaşan ayrıcalıklı turizm bölgeleri, ormanlarımıza ve su havzalarına sıçrayan yapılaşmalar, yeşil alan yağması ile bugün, İstanbul başta olmak üzere, kentlerimizin yaşam standartları oldukça düşmüştür, düşmektedir.

Tabiidir ki, oluşturulmaya çalışılan bu pazarın yıldızı varolan olanaklarıyla İstanbul’dur.

İstanbul yerel yöneticileri tarafından, uluslararası gayrimenkul platformlarında pazara sunulmaktadır. Meşruluğu tartışmalı İMP (İstanbul Metropoliten Planlama Bürosu) tarafından oluşturulan planlarla ve kentsel proje uygulamalarıyla ayrıcalıklı imar hakları yaratılarak, doğal kaynaklarımız yerli-yabancı sermaye grupları ve inşaat firmaları aracılığı ile küresel güçlerin kontrolüne açılmak isteniliyor. Giderek güçlenen bu eğilim, ne yazık ki çağdaş-bilimsel kaygı, mesleki disiplin ve hiç bir insani değer tanımıyor. Meslek insanları olarak üzüldüğümüz başka bir konu da; her iki kurumun başında da, bizlerle aynı disiplinden gelen, aynı değerlere sahip olmaları gerektiğini düşündüğümüz akademik unvanlı meslektaşlarımızın bulunmasıdır. Bu duruma mimarlık alanından ve toplumsal alandan yeterince karşı konulamazsa, kentlerimizin, yaşam alanlarımızın tahribatı hızlanacaktır.

En çok gündemde olan, Haydarpaşaport, Galataport, Zeyport vb. kruvazier liman projeleri, Dubai Kuleleri, Büyükdere asındaki ve Karayolları arazisindeki yapılaşmalar gibi büyük projeler, “dönüşüm” ve “özel projeler” adıyla yapılmak istenen uygulamalar, ülkemize, İstanbul’a ve halkımıza bir şey kazandırmayacak, aksine ülke rantı küresel sermayeye devredilecektir. İstanbul geçmişinden, kültürel kimliğinden, özgünlüğünden, ulusal ve evrensel değerlerinden koparılacak, sıradanlaşacak ve değersizleşecektir. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı açıkça, “İstanbul’da yaşamanın bedelini ödeyebilenler kentte kalacak” diyebilmektedir. Bu dönüştürülecek yaşam çevrelerini var eden ve yaşatan insanların, sosyal çevrelerin yok olması; kente ve birbirlerine yabancılaşarak, kültürel köklerinden de uzaklaşarak, yeniden üretilen yaşam çevrelerine ve değerler sistemine tabi olarak kimliksizleşmeleri anlamına gelmektedir.

Gayrimenkul Zirvesi gündeminde bir özel proje olarak yer alan “Riva Projesi” ile İstanbul’un kuzeyinde son kalan ekolojik rezerv alanlarından biri olan Riva’nın yapılaşmaya açılmak istendiğini görüyoruz. Bu durum açıkça, İstanbul’un yıkımına yol açacak 3. Köprü projesinin zihinlerde meşrulaşmasının amaçlandığını; bu sürecin uzun bir süredir özel hukuk ve ayrıcalıklı imar hakları ile, ormanları tahrip ederek oluşmuş “Acarkent” benzeri sayısız yerleşmeyle nasıl kurgulandığını göstermektedir.

Kentlerimizin, özellikle İstanbulumuzun ve mimarlığımızın elde kalan değerlerinin yok edilme senaryolarının gösteri alanı haline gelen 'Forum İstanbul / Gayrimenkul Zirvesi'nin aktörlerinin bizlere özür borçları vardır:

- Davet broşüründe 'Mimar Sinan / Gayrimenkul Tarihinin Eşsiz Dehasına Onurla, Saygıyla...' yapıldığı belirtilen etkinlik için kullanılan bu ifadeyle, anlayamayacakları kadar zenginlik taşıyan ve bir dönemi Mimar Sinan’la simgeleşen mimarlık kültür tarihine saygısızlık etmişlerdir. Hem anısından, hem de simgesel anlamından ellerini çekmeli ve özür dilemelidirler.

- Bu ifadenin de gösterdiği gibi 'küresel güç merkezlerine dayandırdıkları güçlerinin sarhoşluğu içinde' büyük bir aymazlıkla niyetlerini açığa vuran; binlerce yıllık birikimle oluşmuş mimarlık eylemini ve kültürünü gayrimenkulleştirmeye indirgeyen ve bu yolla yok sayan, böylece günümüz mimarlık birikimine de saygısızlık eden tutumları kabul edilemez. Günümüz mimarlığından ve mimarlarından ellerini çekmeli ve özür dilemelidirler.

- Gene güncel olarak “kentsel dönüşüm” adıyla kente ve kentliye dayattıkları kentsel rant projeleriyle, İstanbul’un kendi değerlerine saldırmaktadırlar; bu yüzden İstanbul’dan da ellerini çekmeli ve özür dilemelidirler.

- Projeleriyle yaşattıkları ve yaşatacakları olumsuzluklar için toplumdan ve özelde İstanbullulardan özür dilemelidirler.

Her ne ad altında olursa olsun üretilen kentsel projelerin, kuralsız ve denetimsiz bir biçimde uluslararası mimarlık pazarının star mimarlarının fantezilerine bırakılmasına; kentlerimizin böyle bir anlayışla pazarlama metaı haline getirilmesine suskun ve seyirci kalmayacağımızın bilinmesi gerekir.

TMMOB Mimarlar Odası; mimarlık kamuoyunun büyük tepkisini çeken Kartal ve Küçükçekmece proje elde etme süreçlerinde olduğu gibi, Gayrimenkul Zirvesinde aktif rol alan, üyemiz Suha Özkan’ın tutum ve davranışlarını onaylamamaktadır.

TMMOB Mimarlar Odası, (UIA) Uluslararası Mimarlar Birliği’nin üyesidir ve Suha Özkan UIA Konsey üyeliğini halen sürdürmektedir; UIA Başkan Yardımcılığı görevi bulunmamaktadır. Bu tür ticari platformlarda Mimarlar Odası’nı ve Uluslararası Mimarlar Birliği’ni temsilen bulunduğu izlenimi verecek şekilde unvan kullanılmasını, bu şekilde duyurulmasına izin verilmesini doğru bulmuyoruz. Her şeyden önce, Mimar Sinan anısına ve onuruna yapılan haksızlığa Suha Özkan’ın mimar kimliği ile de seyirci kalmasını yadırgıyoruz.

Ayrıca, Suha Özkan’ın, Mimarlar Odası’nın dava açtığı konularda UIA Konsey Üyesi sıfatını kullanarak, 'World Architecture Community' adı altında danışmanlık ve / veya yarışma koordinatörü görevini sürdürmesini doğru bulmadığımızı; yarışmalar konusunda benimsenen ve uygulanan yöntemlerin tartışmalı sonuçlar ürettiğini, bu yöntemlerin Mimarlar Odası tarafından adil ve mimarlığın ruhuna uygun bulunmadığını belirtmek isteriz.

TMMOB Mimarlar Odası, kentsel gelişmelerin son Gayrimenkul Zirvesinde ulaştığı çerçeveden duyduğu rahatsızlığı mimarlar ve kamuoyu ile paylaşmakta; bu bağlamda başta yetki ve sorumlulukları olanlar olmak üzere herkesi mimarlığa, kentte ve kentliye karşı duyarlı olmaya çağırmaktadır."

Arkitera, 30.11.2007

YERALTINDAKİ PAMUKKALE ZİYARETÇİLERİNİ BEKLİYOR

 

 

Denizli'nin Honaz İlçesi Kaklık Beldesi’nde bulunan ve “Yeraltındaki Pamukkale” olarak bilinen Kaklık Mağarası, içindeki travertenler ile dikkat çekiyor. Gerek oluşum ve gerekse gelişim özelliği ile Pamukkale benzeri traverten havuzlarının ilginçliği, damlataşı, sarkıt ve dikitler eşsiz güzellikte. İçersinde bol miktarda termal su bulunan mağarada, berrak ve kükürtlü olan bu suyun bazı cilt hastalıklarına iyi geldiği bildirildi. Suyun şelaleler yaparak mağara içindeki akıntısı gün boyu yaptığı ışık oyunları, mağaranın cazibesini de artırıyor. Mağaranın ayrıntılı plan ve kesitleri ilk kez 2000 yılında, Maden Tetkik ve Arama (MTA) Genel Müdürlüğü, Jeoloji Etütleri Dairesi Karst ve Mağara Araştırmaları Birimi elemanlarınca çıkarıldıktan sonra Koruma ve Kullanım Projesi hazırlandı.

Pamukkale ve Denizli gibi önemli turizm merkezleriyle büyük bir turizm potansiyeli oluşturan Kaklık Mağarası’nın oluşum ve gelişimi bakımından ülkemizde benzerine rastlanmayan farklılıklar sunduğunu belirten Denizli Turizm İl Müdürü Mehmet Korkmaz, doğal SİT alanı olarak belirlenen ve 2002’de turizme açılan Kaklık Mağarası’nın günümüzden yaklaşık 2-2.5 milyon yıl önce çökelen kireçtaşlarını kükürtlü termal suların eritmeleri sonucu oluşmaya başladığını söyledi. Korkmaz, “ İlk oluşan yeraltı boşluğunun tavanının çökmesi sonucu meydana gelen çöküntü konisinin üzeri, mağara dışındaki bir kaynaktan gelen karbonatlı suyun oluşturduğu traverten havuzları ile kaplı. Pamukkale’deki havuzlara çok benzeyen bu şekiller, basamaklar halinde üst üste gelişmiş. Mağara ağzından şelale oluşturarak giren sular, bir havuzdan diğerine geçerek, güneş ışınlarının gün içindeki geliş açılarına göre her an değişen görüntüler yaratıyor. Gezinti yolları, bu koninin etrafından geçiyor” dedi.

Korkmaz, her tarafından su girişleri bulunan mağaranın, birbirini kesen iki fayın kesişme noktasında ve büyük bir jeotermal kaynağın üzerinde bulunduğunu vurguladı.

Akşam Ege, Haber: Sebahattin Alp, Fotoğraf: Honaz Kaymakamlığı, 30.11.2007

ASPENDOS'TA DEVE VAR, AMBULANS YOK

 

Aspendos Tiyatrosu’nda sağlık önlemlerinin olmaması, turistler kadar rehberleri de isyan ettirdi. Tarihi mekanda gezerken merdivenden ayağı kayarak düşen Gisella Madolen (57), kafasını sert zemine çarptı. Turistik geziler için 3 devenin bulunduğu Aspendos’ta, bir tane ambulans olmayınca yaralı kadın da ancak çevredekilerin yardımıyla hastaneye götürüldü.

Antalya’ya gelen 40 kişilik Fransız turist grubu, 50 kilometre uzaklıktaki Aspendos Tiyatrosu’nu gezmek istedi. Ancak mermer merdivenlerden ayağı kayarak düşen 57 yaşındaki Gisella Madolen, dört basamak yuvarlanıp kafasını sert zemine çarptı.

Kanlar içinde kalan ve baygınlık geçiren Madolen’i gören Fransız turistler paniğe kapıldı. Rehberler, 112’den ambulans istedi, ancak dakikalar birbirini kovaladı ve ambulans bir türlü gelmedi. Yaralı turiste yardım etmeye çalışan jandarmalara tepki gösteren turistler, bazı Türk vatandaşlarına da küfür etti. Turistler, jandarmalara da hakaret edince antik tiyatrodan çıkarıldı.

Yaklaşık 45 dakika sonra kendine gelen Madolen, arkadaşları ve Türk rehberlerin yardımıyla özel bir hastaneye götürüldü. Madolen’in başına 5 dikiş atıldı ve taburcu edilerek oteline gönderildi.

15 yıldır profesyonel tur rehberi olarak çalışan ve İspanyol turistleri Aspendos’a getirdiğini söyleyen Özkan Aydın, "Bu mevsimde bölgeye yaşlı turistler geliyor. Biri düşse, fenalık geçirse, dakikalarla yaşam mücadelesi veren insana en yakın müdahale, 50 kilometre uzaklıktaki Antalya’dan geliyor. Aspendos’un önünde turist gezdirmek için üç deve var ama bir ambulans yok" diye konuştu.

Aspendos Ören Yeri Müdürü Şaban Akkuş ise sağlık ekiplerinin sadece tarihi mekanda düzenlenen konser ve gösterilerde bulundurulduğunu, bunun dışında tasarruf tedbirleri nedeniyle sağlık ekibi ve araç bulundurulmadığını söyledi. Aspendos’u yılda yaklaşık 600 bin turist ziyaret ediyor.

Hürriyet, Haber: Yaşar Anter, 30.11.2007

BAŞIMIZA BU DA MI GELECEKTİ?

 

 

Soruyorum size ey Türk aydınları, liderleri, partileri ve Milletvekilleri. Hiç mi vicdanınız sızlamadı? Biz sizi, tarih eserlerimizin elden çıkmasını oturup seyredesiniz diye mi seçtik? Peki sıra bize ne zaman gelecek? Hiçbirşey yetmedi, son olarak asırlık hanlardan biri, Büyükelçiliğin respesyonlarına şahit olan o tarihi Kurşunlu Han elden gitti, sizin sesiniz çıkmıyor. Bu kadar mı çaresiz Makedonya Türkleri? Bu gidişle acaba Makedonya Türkleri diye birşey kalacak mı? Merak ediyorum nedir sizi korkutan? Bu kadar mı güçsüz şanlı Türk milleti? Bu kadar mı çaresiz Evlad-ı Fatihan? Hiç olmasa koskoca handan tek bir oda alsaydınız. TMBH’nin Üsküp’te yeri yok, TDP’nin Gençlik Forumu’nun doğru dürüst yeri yok. Çocuklarımız Türk gecelerinde, kahvelerde, orda burada toplanırken hiçmi aklımıza gelmedi bu hanlardan yararlanmak, hiç mi aklımıza gelmiyor kendi mirasımızı korumak ve kullanmak? Arnavutlar, Makedonlar Türklere karşı işlerini yürütsünler diye mi bıraktılar Atalarımız bize bu mirası? Hiçbir şey yapmadınız madem, oyunu topladığınız onlarca insanı toplayıp bir protesto da mı düzenleyemediniz? Türk Aydınları olarak siz, bir yazı da mı bir yazı yazamadınız halka tercüman olmak, uyuyanları uyandırmak için; tepkinizi koymalıydınız...Türk olduğunuzu ifade etmek ve Makedonya Türk varlığının sona ermediğini göstermek için. Daha ne kadar gazeteleri korkuyla okuyacağız- nerde hangi Türk eseri yok oldu diye? Ama ben Türklere yakışır bir şekilde Arnavut milletini can-ı gönülden tebrik ediyorum; göz göre göre camileri, çarşıyı, hanları ve “Türklerin” dediğimiz her  şeyi aldılar ve güle güle kullanıyorlar. Bu da vatana millete hayırlı olsun.Ey “Türkleri temsil edenler”! Halka hiçbir şekilde bilgi de mi veremediniz, nedir bu yerlerin hukuki statüsü, bir çıkar yolu yok mu diye? Yoksa rahat koltuklarınızda uyuyamı kaldınız ya da Türkiye’den  yardım istemekten zamanınız mı kalmadı? Ben ailemle nereye çıkayım diye düşünürken bir kültür mekanı bile açılmadı, Türklerin buluşup kaynaşacağı bir yer bile yok. Partiler, dernekler orada burada yer ararken neden Kurşunlu Han’da yer alınmaya çalışılmadı? Her ulus tarihinden kalan bir taş parçasını bile gözü gibi bakarken biz koskoca tarihi yapılarımızın yok olmasına, elimizden çıkmasına göz yumuyoruz. Başkaları Türk mirasında manevi değerleri korumaya çalışırken bizim kılımız bile kıpırdamıyor. Türküm diyen, özellikle Türklük üzerinden geçinmeye çalışan ama böyle durumlarda tepki bile vermeyenlere yazıklar olsun!

Yeni Balkan, Yazı: Fettah Arif, Üsküp, Fotoğraf: virtualtourists.com, 30.11.2007

GÜNEYDOĞU KÜLTÜREL MİRAS TOPLANTISI MARDİN'DE YAPILDI

 

 

Güneydoğu Anadolu Kültürel Miras ve Turizm Kalkındırma Birliği olağan toplantısı Mardin'de gerçekleştirildi.

İl özel idare toplantı salonunda Vali Mehmet Kılıçlar başkanlığında GAP bölgesinde bulunan 9 il valiliği ile 7 üye belediyenin katılımı ile birliğin olağan toplantısı yapıldı.

Toplantıya Adıyaman Valisi Halil Işık, Şanlıurfa Valisi Yusuf Yavaşcan, Diyarbakır Vali Yardımcısı Canan Hançer Baştürk, Mardin Belediye Başkanı Metin Pamukçu, Şırnak Belediye Başkanı Ahmet Ertak, bazı belediyeleri temsilen il encümen üyeleri katıldı.

Mardin Valisi Mehmet Kılıçlar, bölgedeki illerin toplu halde turizm alanında kalkındırılması için, kurulan birliğe üye olan il ve belediyelerin katılım paylarını tam olarak yatırmadığını belirterek, katılımların bütçeye göre değil her il ve her belediyeye aynı miktarda katılım payı ödemesi durumunda birliğe bütçelerden para akışının zamanında yapılabileceğini söyledi. Oylamaya sunulan öneri oy çokluğu ile kabul edildi.

Vali Mehmet Kılıçlar, "Bölgeyi bir bütün olarak turizm alanında pazarlamamız gerekiyor. Bölge turizmin kalkındırılması ile hayat bulacak. Ancak şimdiye kadar çok yararlı hizmetler yapamadık. Çünkü üyelerimiz katılım paylarını zamanında ödemedi. AB destekli bir projemiz vardı. GAP zamanında AB temsilciliğine gönderdiğini belirtiyor AB temsilciği de proje 10 gün geç gönderildiğini belirtiyor. Sanırım kurumlardan kaynaklanmayan personelin bireysel hatasından doğan bir aksaklık. 2 milyon Euro'luk bir projeydi." dedi.


Şırnak Belediye Başkanı Ahmet Ertak, katılım paylarının illerin gelir ve nüfuslarına bakılmaksızın aynı miktarda tutulmasına karış olduklarını bu uygulama karşısında birlikten ayrılacağını söyledi.

Haber Diyarbakır, 29.11.2007

HİSAR BELDESİNDE 9 BİN YILLIK HÖYÜK BULUNDU

 

 

 

Batman'ın Gercüş İlçesi'ne bağlı Hisar Beldesi sınırlarında Neolitik döneme ait bir höyük bulundu. Batman Kültür ve Turizm İl Müdür yardımcısı ve kültür uzmanı Şehmus Kartal, yapılan çalışmalarda höyüğün 200 dönüm arazi üzerinde kurulduğunu tespit ettiklerini açıkladı.

 

Hisar Beldesi sınırları içinde halk arasında ‘Hırbe Selim’ olarak bilinen bölgede bulunan tarihi höyük alanı üzerinde daha önce uzmanların yaptıkları incelemede höyüğün 9 bin yıl öncesine ait olduğuna dair bulgulara ulaşıldığını kaydeden Müdür yardımcısı ve kültür uzmanı Şehmus Kartal, gelecek yıldan itibaren höyük üzerinde bilimsel araştırmaların başlatılacağını ifade etti.

 

Höyüğün bulunduğu alanın Dicle nehri ile Batman nehrinin buluştuğu yere çok yakın olduğunu ve höyük yakınlarında da küçük bir akarsuyun geçtiğini belirten Kartal, höyüğün Batman kültür envanterine geçileceğini dile getirdi. Müdür Kartal, "Bölge çok zengin bir tarihi dokuya sahip." dedi.

 

Bölgenin Dicle nehrine yakın olması nedeniyle bölgede çok sayıda höyüğün bulunduğunu da belirten Kartal, bunlar üzerindeki araştırmaların ise devam ettiğini kaydetti.

 

Müdür Yardımcısı Kartal, 9 bin yıllık tarihi höyüğün üzerinden Gercüş-Kayapınar karayolunun geçtiğini ve höyüğün ikiye böldüğünü ifade ederek, bölgedeki höyüklerin korunması konusunda halka tembihte bulunduklarını dile getirdi.

Batman Haber, 29.11.2007

MERYEMANA'YI ÇALDILAR

 

Gökçeada'daki Meryem Ana Kilisesi'nden iki adet ikona ile iki adet dua kitabı çalındı. Dereköy'deki kilisenin pencere korkuluklarını kaynak yerinden kırarak içeriye giren ve kimliği henüz belirlenemeyen kişi ya da kişiler, 120x100 ebadında, üzerinde Meryem Ana figürü bulunan ikona ile 30x35 ebadında elips şeklinde ikona ve 2 adet dua kitabını çaldı. Çalınan eserlerin maddi değerleri isi henüz açıklanmadı.

Haber Ekspres, 29.11.2007

HAYALİNDEKİ MÜZE AKM'YE YAPILACAK

 

Ulus’un tarihi yapısını ortaya çıkarmak için çalışmalara başlayan Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, Ankara’ya büyük bir müze yapılacağını açıkladı. "Büyük Türkiye Müzesi" adını taşıyacak olan yapının yeri olarak ise Atatürk Kültür Merkezi (AKM) alanı düşünülüyor.

Küçük küçük müzeler yerine, bölge müzeleri fikrini desteklediğini belirten Bakan Günay, yeni projenin Anadolu uygarlıklarını kapsayan, Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nin 5-10 katı büyüklüğünde olacağını vurguladı. Türkiye’de böyle bir müzenin hep eksikliğini hissettiğini ve hayalini kurduğunu ifade eden Günay, "Neden böyle bir müzemiz yok? Belki dünyadan birileri sadece bu müzeyi gezmek için gelecek. Böyle bir şey yapmamız gerekir" dedi.

"Sınırlı tarihi olan ülkeler bunu yaparken, on binlerce yıl tarihi olan Türkiye de bunu yapmalıdır. Bunun yeri de Ankara olmalıdır" diyen Günay, çalışmalar için de düğmeye başladı. Bakanlık, "Büyük Türkiye Müzesi" firkirinin hayata geçirilmesi için üç kişi Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü’nden, üç kişi de Yatırım ve İşletmeler Genel Müdürlüğü’nden olmak üzere altı uzman görevlendirdi.

Hürriyet Ankara, Haber: Umut Erdem, 29.11.2007

BU YUMURTA 22 MİLYON YTL

 

Christie's müzayede evi tarafından satışa çıkarılan mine ve altın kaplamalı nadide Faberge yumurtası, 9 milyon sterline (22 milyon YTL) satıldı.


Pembe mineli, saatli Faberge yumurtasının, resimler dışındaki Rus sanat eserleri arasında en yüksek fiyata satılarak dünya rekoru kırdığı belirtiliyor. İkinci sırada ise 2002'de 11,5 milyon YTL'ye satılan başka bir Faberge yumurtası bulunuyor.


Müzayede evi, yumurtanın adı açıklanmayan özel bir Rus müşteriye satıldığını kaydetti. Faberge yumurtaları ilk olarak, Rus Çarı 3. Alexander tarafından eşi Maria Fedorovna'ya hediye edilmek üzere mücevherci Peter Carl Faberge'e sipariş edilmişti. Çar, oğlu 2. Nicholas çar oluncaya kadar Faberge'den her yıl bu yumurtalardan bir adet üretmesini istedi. 2. Nicholas, bu geleneği bozarak, karısı ve annesi için her yıl iki yumurta yaptırdı.
Faberge, Rus Kraliyet ailesi için, hepsi günümüze kadar ulaşmayan 50'den fazla nadide yumurta işledi.


Bugün satılan Rothschild Faberge yumurtasının, 12 özel müşteri için kraliyet standartlarında üretilen özel ürünlerden birisi olduğu belirtiliyor.

Bursa Hakimiyet, 29.11.2007

TARİHİ KENT PROJESİ'NDE İKİ PLANA İPTAL DAVASI

 

Şehir Plancıları Odası Ankara Şubesi, Büyükşehir Belediye Meclisince onaylanan, Ulus Tarihi Kent Projesine ilişkin iki planın iptali için dava açtı. Dava dilekçesinde, "Plan, Cumhuriyet tarihinin en pahalı ve en büyük yıkım operasyonuna yol açacaktır" denildi.





TMMOB Şehir Plancıları Odası Ankara Şubesi, Ankara Büyükşehir Belediye Meclisince 15 Haziran 2007 tarihinde onaylanan, "1/5000 ölçekli Ankara Tarihi Kent Merkezi Kentsel Yenileme Alanı Koruma Amaçlı Nazım İmar Planı" ve "1/1000 ölçekli Ankara Tarihi Kentsel Yenileme Alanı Koruma Amaçlı Uygulama İmar Planı’na" ilişkin kararlarının, yürütmesinin durdurulması ve iptali için Ankara İdare Mahkemesinde dava açtı.

İptali istenen nazım imar planlarının, 3194 sayılı İmar Kanunu, 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu, 4734 sayılı Kamu İhale Kanunu ve 5366 sayılı Yıpranan Tarihi ve Kültürel Taşınmaz Varlıkların Yenilenerek Korunması ve Yaşatılarak Kullanılması Hakkındaki Kanun’a ve bu kanunlarla ilişkili mevzuat hükümlerine aykırı olduğu ileri sürüldü.

Söz konusu Koruma Amaçlı İmar Planı’nı inceleyen kurulun, yenileme projeleri arasında sayılmayan koruma amaçlı nazım imar planı ile koruma amaçlı uygulama imar planını, yetkilerini aşarak onayladığı belirtilen dilekçede, "Yeni planda kentin kültürel mirasını dışlayan ve ranta dayalı çözümler üretilmiştir. Ulus Tarihi Kent Merkezi’nin, kentin belleğini oluşturan ve gelecek kuşaklara korunarak aktarılması gereken kültürel ve tarihi miras niteliği yok sayılmıştır" denildi.

Dilekçede, planın, yıkımı istenen bölgede yaşayan ailelere, çalışanlara ve iş yerlerine yeni olanaklar, stratejiler geliştirmediği kaydedilerek, planın bu yönüyle koruma amaçlı imar planı niteliği taşımadığı ileri sürüldü.

Plana göre, Anafartalar Çarşısı, Ulus İşhanı, Ulus Şehir Çarşısı, Ankara Hali, PTT ve Türk Telekom binaları, Gümrük Müsteşarlığı ek binası ve 100. Yıl Çarşısı’nın yıkılacağı hatırlatılan dilekçede, planın, Cumhuriyet tarihinin en pahalı ve en büyük yıkım operasyonuna yol açacağı savunuldu.

Dava dilekçesinde, iptali istenen planların yapım süreçlerinin ve onay süreçlerinin hukuka aykırı olduğu ifade edilerek, "Terörün yıkamadığı Anafartalar Çarşısı bombalamadan sonra sivil toplum kuruluşları ve halkın katkılarıyla onarılmış ve yenilenmiştir. Dava konusu planla, Anafartalar Çarşısı bu kez belediye tarafından yıkılacak, terörün yapamadığı, bir imar planı ile yapılmış olacaktır" görüşüne yer verildi.
Hürriyet Ankara, 29.11.2007

14 RUS TABLOSUNA 54 MİLYON EURO

 

İngiltere’nin başkenti Londra’da düzenlenen Rus eserleri müzayedesi günleri kapsamında yapılan 2 ayrı satışta 54 milyon euroluk rekor gelir sağlandı. İngiliz müzayede evi Sotheby’s’de yapılan müzayedede aralarında avangart ressam Natalya Gonçarova’nın bir tablosunun da yer aldığı 14 parça eserin satışı rekor olarak duyuruldu.

Türkiye Gazetesi, 29.11.2007

BEYDAĞLARI HAZİN SONA YAKLAŞIYOR

 

Antik yerleşimlerin envanterini çıkarmak için 10 yıldır Beydağları’nda yüzey araştırması yapan Akdeniz Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Başkanı Prof.Dr. Nevzat Çevik, insanoğlunun 500 bin yıl içinde barındığı bu dağları, bugün yok etmeye başladığını savundu. Bu dağlardaki insanlık tarihinin 500 bin yıl öncesine kadar uzandığını açıkladı. Karain Mağarası’nın tarihinin 500 bin yıl öncesine kadar uzandığını hatırlatan Prof.Dr. Çevik, sayısız canlı türünü de içinde barındıran Beydağları’nın büyüleyici bir atmosferinin olduğunu söyledi. Çevik, Antalya’daki betonlaşmanın ise son yıllarda Beydağları’ndaki hayatı olumsuz etkilediğini ifade etti. Eskiden Beydağları’nın büyüsünden etkilenen insanların çevresindeki güzellikleri mezarlarındaki lahitlere bile resmederek yansıttığını anlatan Çevik, “Artık dağlardaki bu güzellikler ve zenginlikler sadece 2 bin yıllık lahitler üzerindeki resim sahnelerinde kaldı. Bir zamanlar var olduklarına tanık olduğumuz pek çok bitki, hayvan ve insan bu eksilmeyi anlatmaktadır. Sınırsız sahiplenme ve günlük yaşama moduna kurulu insan, önüne çıkanları hızla tüketmekte. Ne yazık ki gelecek yıllar Beydağları’nın resmini olumsuz yönde değiştirecektir. Hiçbir şey daha güzel ve daha doğal olmayacaktır” dedi.

Binaların yükselmesiyle yeşilliğin azaldığını belirten Prof.Dr. Nevzat Çevik, “Antalya’nın binlerce konut, Hurma Vadisi’nden taşınan kum ve çakıllarla örülmektedir. O kadar çok ihtiyaç artmaktadır ki, sıra Doyran Vadileri’ne gelmiştir. Binlerce ağaç kesilip, Roma dönemi çiftlik kalıntıları yok edilerek yerine taş ocakları açılmaktadır. Aslında, gelecekteki manzarayı düşündüğümüzde bugün çok masum kalmaktadır. İşte gelecek: tepelerinde tek tük ağaç kalmış ve artık insan dışında canlı barındırmayan kel tepeler; taş ocaklarıyla iş makineleri cenneti olmuş dağlar; tamamen konut dolmuş vadiler; tamamen tahrip edilmiş tarihsel kalıntılar ve kirlenmiş gökyüzü ile deniz. Ve, bu yarattığına çok yakışan doğada kalmış tek canlı, en kirlenmişiyle insan” şeklinde konuştu.

Akşam Akdeniz, Haber: Mustafa Kozak, 29.11.2007

ÇAĞDAŞ SANATIN ÖRNEKLERİ LÜTFİ KIRDAR'DA

 

Uluslararası Çağdaş Sanat Fuarı, Lütfi Kırdar Uluslararası Kongre ve Sergi Sarayı'nda açıldı.

Bu yıl ikincisi düzenlenen ve "Contemporary İstanbul" ismini taşıyan fuarda, 16 ülkeden 76 galeri ve 31 ülkeden 379 sanatçı tarafından üretilen 2 bine yakın resim, heykel, fotoğraf, video art ve dijital sanat eseri yer alıyor. Ünlü sanatçıların yanı sıra güncel sanatın yerli ve yabancı temsilcilerinin eserlerinin bulunduğu fuarı ilk gün çok sayıda sanatsever, koleksiyoncu ve sanat eleştirmeni ziyaret etti.

ABD'li ressam Andy Warhol'un 100'er milyon Euro değerindeki 6 tablosunun da aralarında bulunduğu sanat ürünlerinin satışa sunulduğu fuar, 2 Aralık'a kadar sürecek.

Sabah, 29.11.2007

TARİHİ MİMARİSİNİ KORUYAN BEYPAZARI'NA TURİST YAĞIYOR





Ankara’nın Beypazarı İlçesi, 2007 yılında 250 bin turistten 20 milyon YTL kazandı. Belediye Başkanı Mansur Yavaş, tarihi Türk evleriyle öne çıkan ve yöresel kültürün ürünleri ile ün yapan Beypazarı için kalıcı turistik altyapı oluşturacaklarını vurguladı. Bu kapsamda mevcut yerleşim yerini tarihi doku olması itibarıyla tamamen turizmin hizmetine sunmayı planladıklarını belirten Başkan Yavaş, "İlçenin aşağı kesiminde kalan bölgeye yeni bir Beypazarı yerleşim merkezi kurmak istiyoruz. Böylece halkımızın yaşayacağı yeni bir alan oluşacak ve mevcut tarihi alanlar tamamen turizmin hizmetinde olacak. Ben görevde kaldığım sürece bunun altyapısını oluşturacağım, benden sonra gelecek arkadaşlar bu projeyi devam ettirir" dedi.

Göreve geldiği 1999 yılında ilk olarak Beypazarı’nı medya ile tanıtma atağına geçtiklerini belirten Başkan Mansur Yavaş, ilçenin turistik gelişiminin artık ülke gündeminde önemli yer edindiğine dikkat çekti. İlçede dizi çekimleri yapıldığını söyleyen Yavaş, 2006 yılında ulusal televizyon kanallarında 150 toplam saatlik haber ve canlı yayın, ulusal gazetelerde ise bin 400 tane haber çıktığını vurguladı. Yavaş, "İlçemizin tanıtımında en büyük rolü medya aldı. Bunun için teşekkür ediyorum" dedi.

Türkiye’nin turizmde marka ilçeleri

Cumalıkızık: Bursa İl Özel İdaresi, Yıldırım Belediyesi ve Mimarlar Odası Bursa Şubesi işbirliği ile Bursa’da 700 yıllık geçmişe sahip olan Cumalıkızık’ı koruma ve otantik yapısının geleceğe aktarma projesi olan ’3 Bin Yılda Yaşayan Bir Osmanlı Köyü Cumalıkızık’ı geçen Nisan ayında uygulamaya başladı.

Safranbolu: Osmanlı’dan kalan tarihi mimarisini günümüze kadar yaşatan Karabük’ün Safranbolu İlçesi, tarihi binalar restore edilerek turizme kazandırıldı. 1975 yılında zamanın Safranbolu Belediye Başkanı Kızıltan Ulukavak tarafından, Osmanlı döneminden kalma tarihi binaların korunmasına yönelik başlatılan çalışmalar kapsamında, tarihi ev ve konaklar orijinaline uygun restore edilmeye başlandı.

Alaçatı: İzmir’in Çeşme İlçesi geçmişte yapılan hatalı uygulamalarla tarihi yapılarını koruyamazken Alaçatı Beldesi’nde ise tersi durum yaşandı. Geçmişte turizm furyasında atıl kalan Alaçatı’da son 10 yılda tarihi yapılan aslına uygun restore edildi.

Şirince: Benzer bir durum da Selçuk’un Şirince köyünde yaşandı. Mübadelenin ardından Rumların boşalttığı köy yakın zamana kadar üzümcülük ve zeytincilikle güçlükle geçinirken, eski evlerin restore edilip turizme kazandırılmasıyla büyük bir hamla yaptı.

Birgi: İzmir’in Tire İlçesi’ne bağlı Birgi Beldesi de ikinci bir Şirince olma yolunda ilerliyor. Aydınoğlu Beyliği’nin başkenti olan Birgi’deki başta Çakıroğlu Konağı olmak üzere tarihi yapılar bir bir restore edilmeye başladı.

Adatepe: Çanakkale’nin Küçükkuyu İlçesi’ne bağlı Adatepe Köyü de tarihi yapıları aslına uygun olarak düzenleyip turizme kazandırdı.

Midyat: Mardin’in Midyat İlçesi’nin kültür yapısının korunması için koruma planı yapıldı. Kültür Müdürü Alaattin Aydın, alınacak önlemlerin her fırsatta gözden geçirilerek belediyeye iletildiği söyledi.

Hürriyet, Haber: Metin Özdemir, 29.11.2007

"ZEUGMA'YA EŞDEĞER"





Malatya'nın Doğanşehir İlçesi'nde, yaklaşık 2 bin yıllık olduğu tahmin edilen Roma dönemine ait mozaik bulundu.

İlçenin Günedoğru Köyü'nde Doğanşehir Belediye Başkanı Hanifi Bayram'a ait olan arazide yapılan kazılar neticesinde, Roma dönemine ait paha biçilemez değerde bir tarihi eser bulunduğu bildirildi. Başkan Hanifi Bayram, yaptığı açıklamada, "Sanatsal değeri yüksek olan bu mozaiği biz 3 sene önce bulduk. O zaman çoktu. Defineciler yarısından çoğunu tahrip etmiş. Müze Müdürlüğü talebimize cevap verdi, yasal prosedüre takıldık. Bu kurtarma kazısı önceden yapılsaydı eserin daha fazla bölümü kurtarılabilirdi" ifadelerini kullandı.

Malatya Müzesi Müdürü İzzet Esen, restoratör Aysel Aksüt ve arkeologlar Mustafa Poyraz ve Zeynep Yıldırım da kazı çalışmaları hakkında açıklama yaptı.

Müze Müdürü İzzet Esen, "Malatya Müzesi tarafından 2007 yılı Haziran ayından itibaren gündeme alınan Doğanşehir İlçesi Günedoğru köyü İçmeler mevkiinde kurtarma kazısı yapıldı. MS 200-300 yıllarına ait mozaikler, Kurul kararı ve Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın izni ile yapılacak kurtarma kazısında açığa çıkarılacak ve Malatya Müzesi'nde sergilenecek. Kazı çalışmalarının 2008'in Mayıs ayında tamamlanması hedeflenmiştir. Kazı çalışmalarımız uzman ekip tarafından gerçekleştirilmektedir" şeklinde konuştu.

Restoratör konservatör Aysel Aksüt ise, "Önemli bir kısmı tahrip edilen mozaikler, renkli taşlardan oluşan otlayan karaca ve önünde muhtemelen nar ağacı olan motiflerden ibaret" dedi. Mozaiklerin Roma dönemine ait özel bir konutun bir odasının taban mozaiği olduğunu vurgulayan Aksüt, "İnce bir işçilik ve yüksek sanatsal değere sahip. Mozaikli alanın kenar bölümleri genellikle motiflerle süslenmiş. Mozaikler bu anlamda 'Zeugma' mozaikleriyle eşdeğer bir nitelik taşımaktadır" ifadelerini kullandı.

Malatya Haber, 28.11.2007

TARİHİ BENDİMAHİ KÖPRÜSÜ ONARILDI

 

İpek yolu güzergahının önemli geçiş noktalarından olan Van'ın Muradiye İlçesi'ndeki tarihi Bendimahi Köprüsü, Karayolları 11. Bölge Müdürlüğünce onarıldı.

 

Karayolları 11. Bölge Müdürlüğü yetkilileri, köprünün ihale projesinin Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'nca hazırlandığını; projenin hazırlanmasının ardından ihalenin, geçen yıl yapıldığını söylediler.

 

Köprünün, tarihi dokusuna bağlı kalarak restore edildiğini; proje maliyetinin 750 bin YTL olduğunu belirten yetkililer, çalışmaların 2 ay önce tamamlandığını bildirdiler. Karayolları Bölge Müdürlüğü olarak tarihi yapılara önem verdiklerini söyleyen yetkililer, bölgedeki diğer tarihi köprülerde de çalışmalarının devam ettiğini ifade ettiler.

 

Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü Öğretim Üyesi Yrd.Doç.Dr. Mehmet Top, Bendimahi Köprüsü'nün İlhanlı döneminde Van Gölü çevresinde yapılmış önemli kültür varlıklarından olduğunu belirtti. Köprünün üzerinde bulunduğu tarihi İpek Yolu'nun, Selçuklu döneminden Osmanlı dönemine kadar geniş bir zaman dilimi içinde kullanıldığını belirten Top, köprünün Anadolu'yu İran'a bağlayan önemli bir geçiş noktası olduğunu kaydetti.

 

Uzun yıllar harabe görünümünde olan köprünün, Karayolları Bölge Müdürlüğü'nün tarihi yapılara verdiği önem kapsamında onarıldığını, bununda yapının gelecek nesillere aktarılması açısından önemli olduğunu bildiren Top, şöyle devam etti:

"Köprünün onarımı güzel ancak, köprüyü tanıtan herhangi bir levhanın bulunmaması ve köprüye ulaşımı sağlayan 2 kilometrelik yolun bozuk olması, burayı ziyaret etmek isteyenler açısından olumsuz bir durum yaratıyor. Köprüyü tanıtacak levhalar ana yola yerleştirilmeli, köprüye ulaşımı sağlayan yol ise düzenlenmelidir. Bu çalışmaların yapılması durumunda, köprü için harcanan emek ve para amacına ulaşmış olur.

Yeni Şafak, 28.11.2007

İSA ARAMIZDA

 

 

Kuşadası’nda Hz. İsa’nın çarmıha gerilişini anımsatan meşe, koruma altına alındı. Önceleri kısıtlı sayıda ziyaretçiye açılan ağacı, artık herkes görebilecek

Kuşadası’nda bulunan Dilek Yarımadası’ndaki Nero Koyu Mevkii’ndeki 400 yıllık palamut meşesi, İsa’nın çarmıha gerilişini anımsatıyor. Bu ilginç silüeti inceleyen Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Yüksek Kurulu, ağacı ‘korunması gerekli anıt ağaç’ olarak tescilledi. Onayın çıkması ardından konuşan Kuşadası Milli Park Şefi Erdinç Kutsav, “Ağacın bulunduğu SİT alanı Yunanistan’ın Susam Adası’nın karşısında. Bu yüzden askeri karakolların içinde yer alıyordu. Eskiden ziyaretçiler isim yazdırmak şartıyla ağacı görebiliyordu. Fakat, güvenlik nedeniyle herkese izin çıkmıyordu. Tescilden sonra artık hiç kimsenin izin isteğini geri çevirmeyeceğiz. Ayrıca, turlar artık bir rehber eşliğinde yapılacak. Zaten önceden de ağacı görmek için büyük bir talep vardı. Ağacın yakınlarında da Kurşunlu Manastırı’nın kalıntıları var” diye konuştu.

27 metre yüksekliğinde ve 4.75 metre çapındaki meşe ağacı, Hazreti İsa’nın çarmıhıyla çıktığı son yolculuğundaki görüntülerini andırıyor.

Akşam, Haber: Zafer hHacısalihoğlu, 28.11.2007

KALE YOLU YENİDEN YAPILIYOR

 

Antalya'nın Demre İlçesi'nde, Simena antik kentinin yer aldığı Kaleköy Mahallesi'nin yolu tarihi mimarisine uygun olarak yeniden yapılıyor.

 

Simena Antik Kenti'nin de yer aldığı Kaleköy'e karayolu ulaşımının olmadığını belirten bir vatandaş, "Ulaşım sadece deniz yoluyla yapılıyor. Bir kartal yuvasını andıran yamaçta kurulu Simena Antik Kenti'nin tepesinde, denizden 400 metre yüksekliğinde bir kalesi var. Denizden Simena Kalesi'ne doğru tırmanarak yürünüyor. Bu yol boyunca evler yer alıyor" dedi.

 

Evlere ve kaleye çıkan dik yola taştan merdivenler yapılırken, antik kentin tarihi mimari yapısına uygun çalışmalar harç kullanılmadan sürdürülüyor. Yol yapım çalışmalarını inceleyen Demre Kaymakamı Murat Sefa Demiryürek, "Antik kente özellikle yaz döneminde binlerce yerli ve yabancı turist geliyor. Deniz yoluyla gelen turistler kaleye çıkarken çok zorlanıyorlar. Birçok turist kaleye çıkmadan geri dönüyordu.

Merdivenler Antalya Valiliği'nin sağladığı ödenekle yapılıyor. Merdivenler bitince daha çok turist kaleye çıkabilecek" diye konuştu.

Antalya Kent Haber, 28.11.2007

MİNARE YENİLENECEK

 

Taksim "Cumhuriyet Müzesi" olarak restore edilmeye başlanan Sular İdaresi binasının yapım çalışmaları sırasında açığa çıkan mescidin minaresi yenilenecek. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş "Bir mimar arkadaşımdan buraya uygun, abartısız, belki ahşap, estetik bir minare yapılması için çalışmasını istedik. Mescidin büyütülmesi söz konusu değil, boyanıp temizlenecek" dedi. Cumhuriyet Müzesi yapımı için gerçekleştirilen yıkım sonunda, arka tarafta kalan fıçı görünümlü, basit düzenekli oluşturulmuş minarenin çirkin görüntü verdiğini belirten Büyükşehir Belediye Başkanı Topbaş, "Boyanıp temizlenecek. Aynı boyutlarda, biraz daha estetik temiz bir şey yapmak gerekir" dedi.

Sabah, Haber: Çağdaş Çetindemir, 28.11.2007

MARIE ANTOINETTE'İN GERDANLIĞI SATILIYOR

 

Fransız ihtilalinin ardından eşi XVI. Louis ile birlikte 1793'te giyotinle ölüme mahkum edilen Fransa Kraliçesi Marie Antoinette'in gerdanlığı satışa çıkarıldı.

Hong Kong'da basına tanıtılan elmas ve incilerle süslü gerdanlık, aralıkta Londra'da 827 bin dolardan başlayacak açık artırma ile satılacak.

Sabah, 28.11.2007

TARİHİ TAŞHAN AYAĞA KALKIYOR

 

 

Amasya'nın önemli tarihi eserlerinden birisi olan tarihi Taşhan, tadilatının yapılmasından sonra hem ticari anlamda hem de turizm sektöründe hizmet verecek.

Amasya Mutasarrıfı Hacı Mehmet Paşa tarafından 1758 yılında yaptırılan tarihi Taşhan'ın onarılması için Amasya İl Genel Meclisi tarafından önemli bir karar alındı. Taşhan'ın onarımı için alınan bu önemli kararın İl Genel Meclisi'nin 2007 yılı içerisinde aldığı kararların en önemlilerinden birisi olduğunu belirten Vali Celaleddin Lekesiz, "Taşhan'ın yapılması için İl Genel Meclisi tarafından karar alındı. Taşhan'ın yapılması sonucunda 75 tane içeride, 25 tane dışarıda işyeri oluşacak. Amasya'nın ticari nabzı tarihi Taşhan'da atacak" dedi. 1 ay içerisinde tarihi binanın onarımı için ihalenin yapılacağını ifade eden Vali Lekesiz, "Taşhan'ın onarımı ile birlikte hem Amasya tarihi ile buluşacak hem de Amasya'nın kültür turizmi iddiası ile paralel bir alış veriş merkezi ortaya çıkacak. 15 gün içerisinde Vakıflar Genel Müdürlüğü ile protokol imzalayacağız ve arkasından hemen işin ihalesine geçeceğiz" diye konuştu.

haberler.xom, 27.11.2007

BEŞKONAKLAR YENİLENDİ

 

 

Malatya'da Beşkonaklar’da yapılan restorasyon çalışmaları tamamlandı. Restorasyon çalışmalarına 1.5 Milyon YTL harcama yapıldığı bildirildi.

Sinema Caddesi’nde bulunan Beşkonakların geçen yıl Aralık ayında başlayan restorasyon çalışmaları yaklaşık bir yıl sürdükten sonra tamamlandı. Çalışmaların tamamlaması nedeniyle Vali Halil İbrahim Daşöz, Beşkonaklarda incelemelerde bulundu ve İl Kültür ve Turizm Müdürü Derviş Özbay’dan bilgi aldı.

Vali Daşöz, konakları gezdikten sonra basın mensuplarına yaptığı açıklamada,” Bu yapılan çalışma tarihe, kültüre sahip çıkmadır. Bu önemli kültürel eserler bakımsızlıktan adeta yıkılmış haldelerdi” dedi.

Daşöz, Malatya’da göreve başladıktan kısa bir süre sonra düzenlenen bir sergide Malatya’nın eski görüntülerinin yer aldığı fotoğrafları görünce o binaların nerede olduğunu sorduğunda birçoğunun yıkılarak beton bina yapıldığını bazılarının ise adeta yıkılma aşamasına geldiğinin söylendiğini belirterek, “ Beşkonaklar Malatya kültürünü yansıtan önemli eserlerden biriydi. Buranın restora edilerek korunması amacıyla çalışmalar başlatıldı. Biz gerek bundan önceki, gerekse şu andaki Kültür Bakanlarımıza teşekkür ediyoruz. Gerekli desteği verdiler ve buradaki kültürel değerlerimiz kurtarıldı. Buradaki 5 konaktan biri Kültür İl Müdürlüğü hizmet binası olacak. Diğer bir konak Malatya Mutfağı , biri Sanat Evi, diğer iki konak ise Etnoğrafya Müzesi olacak. “ dedi.

Daşöz, Malatya ‘da bu tür konakların fazla olduğunu, meslek kuruluşlarının veya durumları uygun olanların bu konakları alarak aslına uygun restore etmelerini de beklediklerini kaydetti.

Kültür ve Turizm Müdürü Derviş Özbay’da 2006 yılı Aralık ayında başlayan restore çalışmalarının tamamlandığını, Bakanlığa başvurularak bir komisyon kurulmasının teklif edildiğini, bu komisyonun çalışmaların tamamlanması nedeniyle geçici kabul yapacağını kaydetti. Özbay, restorasyon çalışmaları için yapılan harcamanın 1 Milyon 557 Bin YTL olduğunu da kaydetti.

Malatya Haber, 27.11.2007

BİRECİK KÖPRÜSÜ, CUMHURİYET DÖNEMİ ESERİ

 

51 yaşına giren Birecik Köprüsü, Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu'nun aldığı kararla Cumhuriyet dönemi eseri olarak tescil edildi.

 

Konu ile ilgili gazetemiz muhabirine açıklamada bulunan Bircik Belediyesi Fen İşleri Müdürü Selçuk Tekayak, 15 Kasım 2007 tarihinde Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'nun yapmış olduğu toplantıda Birecik Köprüsü'nün Cumhuriyet dönemi eseri olarak tescil edildiğini ifade ederek bunun, Türkiye'de Cumhuriyet dönemi eseri olarak tescil edilen ilk köprü olduğunu ifade etti.

 

Şanlıurfa TBMM evinde her ay yapılan toplantılara katıldığını belirten Tekayak, Birecik Köprüsü'nün Cumhuriyet döneminin ilk tescilli köprüsü olarak kabul edilmesinin, Birecik için önemli olduğunu kaydetti

GAP Gündemi, Haber: Abdullah Yiğit, 27.11.2007

TARİHİ ESER OPERASYONU

 

Afyonkarahisar'da polis ve jandarma tarafından yapılan operasyonda, 1 adet tarihi mermer heykel ile 2 adet tabanca ele geçirilirken, olayla ilgili 4 kişi gözaltına alındı. 

Edinilen bilgiye göre, bir istihbaratı değerlendiren Afyonkarahisar İl Jandarma Komutanlığı ekipleri, İl Emniyet Müdürlüğü ile işbirliği yaparak, tarihi eser kaçakçılığı yaptığı ileri sürülen A.D. isimli şahsı yakaladı. Şahsın üzerinde ve işyerinde yapılan aramada, 1 adet kadın figürlü mermer heykel, 1 adet ruhsatsız tabanca, 1 adet şarjör, 8 adet tabanca fişeği ve 1 adet kurusıkı tabanca ele geçirildi. A.D.'nin verdiği ifade doğrultusunda G.Ç., İ.T. ve H.Ç. de gözaltına alındı. 

Olayla ilgili soruşturma sürüyor.

Afyonkarahisar Kent Haber, 27.11.2007

TATLARİN YERALTI KENTİ TURİZME KAZANDIRILACAK

 

Nevşehir'in Acıgöl İlçesi'ne bağlı Tatlarin beldesinde bulunan yeraltı kentinin, halen turizme açık olan ilk 2 katı dışında kalan katlarının da turistlerin ziyaretine açılabilmesi için çalışmalar başlatıldı.

 

Tatlarin Belediye Başkanı Mesut Baydemir, beldelerinde halk arasında 'Kale' olarak adlandırılan tepenin yamaçlarında bulunan Tatlarin Yeraltı Kenti'nin, MÖ 3 binli yıllarda Hititliler tarafından kullanılmaya başlandığının belirlendiğini söyledi. Baydemir, Hititlilerden sonra Romalılardan kaçan ilk Hıristiyanlar tarafından sığınma amaçlı kullanılan kentin ilk olarak 1975 yılında tespit edildiğini ve 1991 yılında yapılan temizleme çalışmalarının ardından turistlerin ziyaretine açıldığını kaydetti. Ziyarete açılan katların birinde aynı zamanda bu günkü tuvaletleri andıran bir de tuvaletin bulunduğunu ve bu tuvaletin Anadolu'da tuvalet geleneğinin 5 bin yıl öncesine dayandığını ortaya koyduğunu ifade eden Belediye Başkanı Baydemir, kentin kalan diğer katlarının da turistlerin ziyaretine açılmasını istediklerini vurguladı. Yılda yaklaşık 5 bin turistin geldiği Tatlarin'de turistlerin yeraltı kentinin ancak ilk iki katını gezebildiklerini, kapalı olan diğer katlarında temizlenerek turizme açılması için gerekli girişimlere başladıklarını belirten Tatlarin Belediye Başkanı Mesut Baydemir, "Kültür ve Turizm Bakanlığı'na bu konuda bir başvuru yaptık. Şu anda tahminimizce 4 kat olan toprak altındaki katların açılması için gerekli proje çalışmaları tamamlanmak üzere. Öyle umuyoruz ki 2008 yılının İlkbaharında burada çalışmalar başlayacak "dedi.

 

Tatlarin Yeraltı Kenti'nin tüm katlarının turizme açılması ile birlikte beldeye gelen turist sayısında önemli bir artış yaşanacağını da ifade eden Baydemir, "Yeraltı Kenti ile birlikte beldemizde bir de Golf Sahası projemiz var. Bununla ilgili olarak ta önemli adımlar atıldı. Her iki çalışmanın tamamlanması ile Kapadokya turizmi içerisinde önemli bir yer edinebileceğimizi düşünüyorum" diye konuştu.

Yeni Şafak, 27.11.2007

TARİHİ MİRAS'TA BELEDİYELER YARIŞA GİRDİLER

 

Tarihi Kentler Birliği, 2000 yılında dönemin İçişleri Bakanı Sadettin Tantan’ın desteği ile 60 belediye tarafından kurulmuş. Belediyelerin kentlerindeki tarihi mirası sahiplenmesinden sorumlu olmasını amaçlayan birliğin kuruluşunda ÇEKÜL ve Mimarlar Odası da yer almış. Tantan bu konuya o kadar önem vermiş ki, valilerin ’liyakat’ koşulları arasına, illerindeki kültürel mirası restore etme koşulunu da eklemiş. Türkiye’nin bütün kimlik değerlerinin yaşatılması için geniş bir işbirliği oluşmuş. Bugün 228 belediye üye birliğe... Her yıl dört seminer, iki kongre düzenleyerek çalışmalar gözden geçiriliyor. Bu buluşmalara her seferinde 500’den fazla STK, bürokrat, teknisyen ve akademisyen katılıyor. Birliğin başkanlığını, Kayseri Belediye Başkanı Mehmet Özhaseki yürütüyor; 6 belediye başkanı Encümen’i oluşturuyor. Prof. Metin Sözen’in başkanlığındaki Danışma Kurulu’nda Prof. Haluk Abbasoğlu, Oktay Ekinci, Prof. Cevat Geray, Prof. Ruşen Keleş, Mithat Kırayoğlu, Fikret Toksöz gibi imar ve kentsel kültürde uzman kişiler bulunuyor.

Tarihi eserlerin korunma ve onarım çalışmalarına ÇEKÜL, danışmanlık hizmeti veriyor. Birliğe üye belediyelerin başlattıkları 100’e yakın restorasyon projesi bulunuyor.

Özhaseki, "Eğer kültürümüzü bilmezsek geçmişimizi de bilmeyiz" diyor. Prof. Sözen "Birliği üye olmanın belediyelerimiz için artık bir prestij konusu sayıldığını" söylüyor. Avrupa Tarihi Kentler Birliği’nin 2 numaralı kurucusu olan birlik, üye belediyelerin aidatları ile kaynak sağlıyor. Birliğin hafta sonundaki ’Tekirdağ Buluşması’nda, dünya kentleri ile kültürel işbirliği konusu ele alındı. Buluşmaya ev sahibi yapan Tekirdağ Belediye Başkanı Ahmet Aydın, Yunanistan ve Türkiye’deki Trakya kültürünü barındıran belediyeler arasındaki işbirliği örneklerini anlattı. Tekirdağ’da onarım bekleyen 200’den fazla sivil mimari örneği bulunuyor. Bunların yok olmaması için oluşturulacak yöntemleri Aydın açıkladı. Kastamonu’da 60 konağın onarıldığı düşünülürse, Tekirdağ’da bu konuda geniş bir çalışmanın yapılması gerekiyor. Kastamonu’da geçmişte 60 konak onarılarak ayağa kaldırılmış ve valilik birlik tarafından ödüle layık görülmüştü. Tekirdağ’da, tarihi eserleri onarma ve koruma çalışmalarında Selçuk Dulkadiroğlu (Dulkadirli-Kırşehir), Mehmet Osmanbaşoğlu (Ağırnaslı-Kayseri) ile Midyat Belediye Başkanı Şeyhmuz Nasıroğlu’nun çalışmaları övgüyle anlatıldı.

Birlik üyeleri Marmara Ereğli’yi ziyaretlerinde, bir tarafta imar yağmasına üzülürlerken, bir taraftan da ’Perinthos’ antik kentinde bulunan mozaikleri de merakla izlediler. Zeugma’dan sonra büyük yankı yaratacağını söyleyebiliriz.

Türkiye Çevre Platformu’nun (TÜRÇEP) madenlere, ormana, suya, çevreye, doğaya, yaşam hakkına sahip çıkmak için 23 Kasım’da Türkiye genelinde 7 noktadan (Artvin, Akçakoca, Çanakkale, Edirne, Samandağ, Taşucu, Konya) başlattıkları yürüyüş bugün Ankara’da son buluyor. TÜRÇEP bileşenleri, Çevre ve Orman Bakanlığı’nda yapılacak bir toplantıyla talepleri ve yasa önerilerini içeren dosyayı ilgili bakanlıklara sunacak.

Hürriyet, Yazı: Yalçın Bayer, 27.11.2007

TARİHİ ESER VE SİLAH KAÇAKÇILIĞI

 

Giresun'da tarihi eser ve silah kaçakçılığı yaptığı belirlenen 2 kişi gözaltına alındı.

 

Edinilen bilgiye göre, Gemilerçekeği Mahallesi'nde bir ihbarı değerlendiren jandarma ekipleri, R.M.K. (43) isimli şahsın aracında yaptıkları aramalarda 2'si heykel 10 tarihi eser, bir adet ruhsatsız tabanca ile define aramada kullanılan malzemeler ele geçirdi. Olayla ilgili olarak R.M.K., jandarma ekipleri tarafından gözaltına alındı.

 

Tirebolu İlçesi'nin Karaahmetli Köyü'nde de bir ihbarı değerlendiren jandarma ekipleri, E.G.'nin (32) kullandığı minibüste yapılan aramada 3 adet ruhsatsız tabanca ele geçirildi. E.G., gözaltına alınırken, her iki olayla da ilgili soruşturmanın sürdürüldüğü bildirildi.

Giresun Kent Haber, 27.11.2007

MİMAR SİNAN'IN APTAL TORUNLARI

 

Tarihi Kentler Birliği’nin hafta sonu yapılan toplantısına giderken, son selin bırakmış olduğu tahribatı gördük... Mimar Sinan’ı (Silivri ve Küçükçekmece’de) yaptığı köprülerle hatırladık; bir yandan da karayollarımıza yapılan ancak ’rant’a kurban giden köprüleri...

Kent kimliklerimize böyle mi sahip çıkacağız?

Mimar Sinan, uzun köprüler yapmış... Bizimkiler ise açıklık ve uzunluklar hesaba katılmadan dar menfezlerle sele boğulmuş. Feyazan debileri hiç düşünülmemiş. Bunun sonucunda da şiddetli yağış sonucunda oluşan seller, dere yataklarına sürüklenen ağaç kütükleri ve çamurla yolunu bulamamış, bunun sonucunda da bütün tarla ve yazlık konutları basmış. Tarlalarda yol bulamayan su nedeniyle ekili buğdaylar mahvolmuş.

Özelikle İstanbul-Tekirdağ yolunda menfezlerde görülen manzara karşısında bir mühendis dostumuzun ifade ettiği gibi şu söze hak verilmez mi?

"Sinan’ın aptal torunlarını sel basmış!"

Altyapı ve yol mühendisliğimiz, köprü-su mühendisliğimiz, kent plancılığımız ve de yerel yönetimciliğimiz... Ranta dayalı bir anlayışa karşı doğanın isyanına karşı tuş olmuşlar.

Yerleşim yerleri ve tarım alanlarında ’köşeyi’ dönmek isteyen yağmacı zihniyet, sele gömülmüş. Mimar Sinan’ın lanetine uğramışlar sanki... Mühendislik ayıplarının sonucunda meydana gelen zararı gördüğünüzde kahroluyorsunuz. Tekirdağ sahili boyunca yapılan köprülerde feyazan debileri hiç göze alınmaz mı? Marmara’ya akan o dere yataklarını kimler imara açmış; bu yağmadan kimler nemalanmış, hiç düşünülmüyor mu?

Yetkisi olup sorumluluğu olmayan ’gaspçılar’dan kimse hesap sorulmaz mı? Eski-yeni mühendislerin dosyalarını açarsanız, orada o isimleri bulacaksınız. Hemen yargıya gitmelisiniz... Bilirkişi raporlarına dayalı iddianame üzerinde hákim, felaketin olduğu yerde (dere ağzı, köprü veya viyadük önünde) kararını hemen vermelidir. Halk ’rantçı hırsızların’ kim olduğunu biliyor.

Hürriyet, Yazı: Yalçın Bayer, 27.11.2007

IRAK'TA 50 BİN EL YAZMASI KURAN KAYIP

 

İçlerinde Hz. Ali'nin yazdığı nüshanın da bulunduğu 50 bin el yazması Kuran ortadan kayboldu. İsmini vermeyen bir kütüphane müdürü, çoğu bin yıllık nüshalara ABD askerlerince el konduğunu iddia etti.

 

"Önceki hükümet 50 bin nüshayı milli kütüphaneden başkent Bağdat'taki Umm'ül Tebul Camisi'nin bodrumuna götürdü. Askerler bu nüshaları bodrumdan arabalara taşıdı. Şimdi ise kimse akıbetlerini bilmiyor" dedi.

Sabah, 27.11.2007

İZİNSİZ KAZI YAPAN 4 KİŞİ TUTUKLANDI

 

Muğla'nın Milas İlçesi'nde izinsiz kazı yaptıkları iddiasıyla gözaltına alınan 10 kişiden 4'ü tutuklandı.

 

Alınan bilgiye göre, Milas İlçesi'ne bağlı Damlıboğaz mevkisinde kaçak kazı yapıldığı ihbarını alan Muğla Jandarma Komutanlığı ekipleri, operasyon düzenledi. Operasyonda, izinsiz kazı yaptıkları iddia edilen 10 kişi gözaltına alındı. Gözaltına alınan 10 zanlı, emniyette sorgulandıktan sonra adliyeye sevk edildi. Zanlılardan A.C, Y.A, B.T.A. ve E.A. tutuklandı, diğer zanlılar tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı.

Zaman, 27.11.2007

ÇEMBERLİTAŞ İSKELESİ RÜZGARA KARŞI KAPATILINCA HAÇ ŞEKLİNİ ALMIŞ

 

Restorasyonu 5 yıldır tamamlanamayan Çemberlitaş'ın iskelesinde dev bir haç görüntüsü oluşmasının, teknik nedenlerden dolayı meydana geldiği açıklandı.

 

Projeyi yürüten İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB), yaptığı açıklamada, sütunun üst kısmındaki çatlaklara enjeksiyon yapıldığını ve bu bölgenin hava şartlarından korunması için brandayla kapatılması sonucu haç görüntüsünün oluştuğunu kaydetti. Taş parçası gibi malzemelerin de aşağıya düşmesini engelleyen brandanın çalışma tamamlandığında kaldırılıp başka bir kısma taşınacağı belirtildi.

 

İBB yetkililerinin verdiği bilgiye göre, Çemberlitaş Sütunu'nun etrafına restorasyon için kurulan iskele 36 metre yüksekliğinde. İskelenin alt tarafındaki ilk 10-12 metrelik bölümün çevresi saçlarla kaplı, geriye kalan bölümün etrafı ise açık. Bunun nedeninin rüzgar geçişini sağlamak olduğu belirtiliyor. Aksi takdirde rüzgardan oluşacak basıncın iskele için büyük tehlike oluşturabileceği tahmin ediliyor. Restorasyon çalışmalarında, İstanbul Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi Mimarlık Bölümü Restorasyon Anabilim Dalı Başkanı Prof.Dr. Zeynep Ahunbay, bilimsel danışman olarak görev yapıyor. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Taşınabilir Kültür Varlıklarını Koruma ve Onarım Bölümü Öğretim Üyesi Doç.Dr. Ahmet Güleç de çalışmaya katkıda bulunuyor. Belediyenin açıklamasının devamında şu hususlara dikkat çekiliyor: "Doç.Dr. Ahmet Güleç'in malzeme konusundaki önerileri ile üst bölümlerde çatlak kısımlarda enjeksiyon yapılmış ve hava şartlarından korunması için çalışması tamamlanan yer branda ile kapatılmıştır. Çalışmalar, kaidenin en üst bölümünden başlayarak aşağıya doğru yapılmaktadır."

 

Porfir taşının üst bölümünde çalışmanın yapıldığı katın etrafını kapatan brandanın bu görüntüyü oluşturduğu belirtilirken, "Branda, çalışma yapılan yükseklikte, çalışanların emniyeti ve çalışma esnasında kopan veya çalışanların ellerinden kayan taş parçaları gibi malzemelerin aşağıya düşmesini engellemek ve enjeksiyon sonrası o bölgeyi belli bir ısıda tutmak için kullanılmaktadır. Çalışmalar süresince bunun her katta uygulanması gerekmektedir. Çalışmanın bittiği katta branda sökülüp bir sonrakine takılacaktır." ifadelerine yer veriliyor.

Zaman, Haber: Mühenna Kahveci, 27.11.2007

SON HALİFENİN SANATINDA SANSÜR YOKTU

 

Ressam Ayşegül Yarar'ın, Gaziantep'te Sanko Sanat Galerisi'nin uyarısı üzerine nü tablolarını örterek sergilemesiyle başlayan tartışmada "Son Halife" Abdülmecid Efendi'nin yaptığı "nü" tablolar gündeme damgasını vurdu. Abdülmecid Efendi yaptığı "Harem" adlı tabloda, sanat anlayışının getirdiği hoşgörüyle harem kadınlarının çıplaklığını sergilemekten çekinmemişti.


Abdülmecid Efendi, Osmanoğulları'nın ve İslam dünyasının son halifesi olmasının yanı sıra döneminin en seçkin entelektüellerinden ve Türk resim sanatının da öncülerindendi. İstanbul'da 1868'de doğan, 85 yıl önce Kasım 1922'de Büyük Millet Meclisi tarafından hilafet makamına getirilen Abdülmecid, halifeliğin Mart 1924'te kaldırılması üzerine sürgüne gönderildi ve 1944'te Paris'te öldü.


Birkaç yabancı dil bilen, resmin yanı sıra Batı müziğiyle de uğraşan Abdülmecid Efendi, Osmanlı Ressamlar Cemiyeti'nin kurucularındandı. Çamlıca'daki köşkü, devrin entelektüellerinin uğrak yeri, bir çeşit akademiydi.


Türkiye içinde ve dışında açılan resim sergilerine yağlıboya tablolarını gönderen Abdülmecid Efendi, konçertolar ve oda müziği eserleri besteler, bunları kadınlardan oluşturduğu topluluklara çaldırırdı. İstanbul'daki yabancı büyükelçiler, başkentlerine gönderdikleri raporlarda Abdülmecid Efendi'den bahsederken "Fes giymediği zamanlarda iyi yetişmiş bir Fransızı andırıyor" şeklinde ifadeler kullanırdı.
 

Halife Abdülmecid Efendi'nin "Harem" adlı tablosu, onun yaptığı yüzlerce eserden sadece biri ama en cüretlisiydi. Abdülmecid Efendi, ilk bakışta oryantalist ressamların etkisi altında kalarak yaptığı belli olan bu tabloda hayali bir haremin havuz sahnesini canlandırmış, sanat anlayışının getirdiği hoşgörüyle harem kadınlarının çıplaklığını sergilemekten de çekinmemişti.


Fotoğrafı ilk kez Hamit Kınaytürk'ün çıkardığı "Sanat Çevresi" adlı dergide 1980'lerde yayımlanan "Harem" tablosunun bugün nerede olduğu bilinmiyor. Tablo belki bir müzenin deposunda, belki de özel bir koleksiyonda duruyor.

Milliyet, 27.11.2007

KÜMBET'TE KÜLTÜR KATLİAMI

 

CHP Ardahan Milletvekili Ensar Öğüt, restorasyonu devam 12 Havariler Kilisesi'nin (Kümbet Camii) orijinal haline sadık kalınmadığını belirterek yapılanın kültür katliamı olduğunu öne sürdü.





Vali Mehmet Ufuk Erden, eski İçişleri Bakanı İsmet Sezgin ve Belediye Başkanı Naif Alibeyoğlu ile birlikte kentin tarihi ve turistik mekanlarını gezen CHP Ardahan Milletvekili Ensar Öğüt, 12 Havariler Kilisesi'ne gittiklerinde gördüğü manzara karşısında şaşırdı. Kilise olarak inşa edilen ve ardından da camiye çevrilen binanın iç restorasyonunda orijinal haline sadık kalınmadığını gördüğünü belirten Öğüt, konuyu Meclis'e taşıyacağını ifade etti.

 

Öğüt, "12 Havariler Kilisesi şu anda Kümbet Camisi olarak kullanılıyor ama orijinali haline sadık kalınmadan kullanılması gerektiğine inanıyorum. Şu anda içeri girdim tavana baktım ve tavanda orijinal haline sadık kalınmayan bir restorasyonla karşılaştım. Bu hem Kars için hem de ülkemiz için çok önem taşımaktadır. Buradaki 12 Havariler Kilisesi'nin dünyada yeri var. Bu bakımdan Kars'ın tarihi özelliklerini taşıyan 12 Havariler Kilisesi'nin orijinalinin bozulmadan mutlaka korunması lazım. Vakıfların burayı kendilerine göre restore ettiğini gördüm. Burada gerçekten bir kültür katliamı var. Bütün herkesin dikkatini çekiyorum. Burası orijinali korunursa değer kazanır, orijinali korunmazsa taklidi yapılırsa bunda eleştiri olur ve hem ülkemiz hem de Kars kaybeder. Bu bakımdan ben milletvekili olarak bu sorunları Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne taşıyacağım. Buranın orijinalinin korunması için girimde bulunacağım. Burası cami olarak da kullanılsa, kilise olarak da kullanılsa orijinali kesinlikle korunmalıdır" dedi.

 

Vali Mehmet Ufuk Erden de eski İçişleri Bakanı İsmet Sezgin'e 12 Havariler Kilisesi'yle ilgili bilgi verdi. Vali Erden, Kültür Bakanlığı, Vakıflar ve Erzurum Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu tarafından restorasyon çalışmalarının yürütüldüğünü ifade etti

Kars Kent Haber, 26.11.2007

TARİHİ KÖPRÜLERE İNCELEME

 

Karayolları Genel Müdür Yardımcısı Ali Gürgür, Tarihi Köprüler Şube Müdürü Halide Sert, Karayolları 1. Bölge Müdür Yardımcısı Nurettin Şahinler, Köprüler Başmühendisi Mesut Konukluoğlu Cumartesi günü incelemelerde bulunmak üzere Edirne'deydi. Öncelikle Tunca ve Meriç Köprülerini, daha sonra da diğer tarihi köprüleri gezen heyet, Selimiye Taş Odalar`da bir toplantı düzenledi.

Heyet, Kültür Bakanlığı`nın finansmanı, Karayolları Genel Müdürlüğü`nün teknik kontrollüğünde, il Özel İdaresi tarafından ihalesi yapılarak restore edilen Tarihi Tunca, Meriç, Gazimihal, Yalnızgöz, Bayezid, Fatih, Kanuni ve Saraçhane Köprüleri`nde incelemelerde bulundu. Tarihi köprülerin restorasyon, istimlak, sedde bağlantıları, elektrik ve aydınlatma iş ve işlemlerine ilişkin inceleme ve değerlendirme toplantısına,

Vali Yardımcısı İlhami Doğan başkanlığında, TREDAŞ İşletme Müdür vekili Taşkın Tez, DSİ 11. Bölge Müdürü Vehber Önal da katıldı. Taş Odalar'daki toplantı sonrası, her köprü için ayrı değerlendirme yapılma kararı alınırken Tunca ve Saraçhane Köprülerine öncelik verileceği bildirildi. Ayrıca köprülerin giriş kısmına tonaj düzenlemesi yapmak amacıyla bariyer konması kararlaştırıldı. Toplantının ardından bir açıklama yapan Vali Nusret Miroğlu, toplantının taşkından dolayı yapılmadığını, daha önce böyle bir çalışma yapmaya karar verildiğini söyledi. Köprü bağlantılarının esas problem olduğunu belirten Miroğlu, "Saraçhane ve Yalnızgöz Köprüleri`nin kenar bağlantılarında sorun yaşanıyor. Öncelikli amacımız bu sorunların giderilmesidir" dedi.

Edirne Internet Gazetesi, 26.11.2007

GÖBEKLİ TEPE





Bundan daha 75-80 yıl önce, yalnız Türkiye’de değil bütün yeryüzünde, belki birkaç kişi dışında Hititleri kimseler bilmiyordu. Mustafa Kemal Atatürk, arkeoloji eğitimi görmeleri için sınavla belirlenen öğrencilerin yurtdışına –Almanya’ya- gönderilmelerini istedi önce, sonra da Hitit kazılarının başlatılmasını buyurdu. Besbelli kazıları bizden birilerinin yapmasını istiyordu...


Bugün, yapılanı iki tümceyle özetleyivermek ne denli kolay... Oysa bu denli uzak görüşlü kişi kolay kolay gelmiyor yeryüzüne...


O günlere dek her şey Hellen kültürüne bağlanıyordu. Ahmet Arif’in dediği gibi, o daha dünkü çocuktu oysa...


Arkeoloji ilerleyip, bilim niteliğini kazandıkça, bunun böyle olduğu anlaşıldı.


Arkeoloji, biliyorsunuz, geçmiş uygarlıkların yapıtlarının saptanması, toprak altında kalmış olanların kazıcılarca ortaya çıkarılması bilimi... Başlangıcı da topu topu yüz elli yıl önceye dayanıyor. Bizim uzmanlarımızın çalışmaları da 75-80 öncesine gidiyor.


Arkeolojinin kullandığı yöntemlerin bugün bile yeterince geliştiği söylenemez. Toprak altında korunmuş olarak duran yapıtlar, kazılarla ortaya, gün ışığına çıkarılınca, oksitlenmeğe (yanmağa) bırakılmış oluyorlar. 5-6 kuşak sonra ne olacaklarını bilemiyoruz. Ayrıca, onaracağız, koruyacağız derken büsbütün zarar verildiği de oluyor yapıtlara...


İşin bu yanına girecek değilim.


Ama, ne olursa olsun, şunu bir kez daha vurgulamak istiyorum: Arkeologlar, özellikle bize bir kültür vatanı armağan ediyorlar bana göre... Bunu hep dile getirdim...


Örneğin, Prof.Dr. Halet Çambel, Prof.Dr. Robert Braidwood ile birlikte Çayönü’nü ortaya çıkardığında ortalık karıştı. O gün için yeryüzünde en eski yerleşmeydi Çayönü çünkü... Hem de o günlere dek, ancak olası görülen yerlerde değil de bizim ülkemizde, Anadolu’muzdaydı yeryüzünün en eski yarleşmesi.


Yeni Taş Döneminden öyle çok yer bulundu ki sonra...


Çayönü günümüzden 10.000 yıl eskiye gidiyor. Oysa Göbekli Tepe kazılarıyla geçmişimiz 2.000 yıl daha derinleşerek, günümüzden 12.000 yıl öncesine indi.


Avcılıkla doyunan insanoğlu, yiyeceğini avlayabilmek için öteki insanlarla işbirliği gerçekleştirebilen, yöntemler geliştirebilen aşamaya gelmişti. Göbekli Tepe bunun kanıtıydı. Ortalama yükseklikleri 4.5 metreyi bulan, insan simgeleri oldukları düşünülen T biçimli sayısız dikili taşları olan bir kutsal alan... (Bugünkü bilgiler kazıcıları bu yoruma götürüyor sanırım.)
Bunları gerçekleştirenler bu aşamaya dünden bugüne gelmediler kuşkusuz... Öncesi de bulunacak bir gün kuşkusuz...


Klaus Schmidt’in, burada yaptığı bilimsel kazıları anlattığı yapıtı (kitabı) 2006 da Almanya’da ençok satanlar arasındaydı. Gene bir bilim adamının, Rüstem Aslan’ın çevirisiyle birkaç hafta önce Türkçesi de yayınlandı. Sevgili Nezih Başgelen, Arkeoloji ve Sanat Yayınları arasında yayınladı...


Şu günlerde Yapı Kredi Bankası’nın Galatasaray’daki Vedat Nedim Tör sergi yerinde, başarılı bir sergiyle anlatılıyor Göbekli Tepe... Bence kaçırılmamalı...


Ben dayanamadım... Bir hafta önce Urfa’ya uçtum... Oradaki elli-atmış, genç-yaşlı mimarla birlikte gittim, 15-20 km ötedeki Göbekli Tepe’ye... Hepimiz heyecanlıydık, bambaşka duygular içinde, 12.000 yıl öncesinin coğrafyasında...

Evrensel, Yazı: Cengiz Bektaş, 26.11.2007

HASANKEYF'TE KEYFİ KAMULAŞTIRMA

 

Hasankeyf'i Yaşatma Girişimi'nin raporuna göre, llısu Baraj Projesi' ile su altında kalacak olan köylerde DSİ daha önce belirlediği kamulaştırma bedellerinin yarısını ödüyor. Aldatıldıklarını düşünen köylüler taşınmazlarının gerçek bedelini almak için mahkemeye başvurdu.

 

Almanya, Avusturya, İsviçre ve Türkiye'nin ortaklığıyla finanse idelen Ilusu Baraj Baraj Projesi kapsamında kamulaştırma çalışmalarına başlanan Hasankeyf te köylülerin aldatıldığı ortaya çıktı. Hasankeyf'i Yaşatma Girişimi'nin yayınladığı "llısu kamulaştırma raporu'nda DSİ'nin köylülere kamulaştırma öncesi vaddettiği bedelin yarısını ödediği belirtiliyor. Girişim'den bir ekip baraj inşaatının planlandığı Mardin'in Dargeçit İlçesine bağlı llısu ve Karabayır köylerinde kamulaştırma çalışmalarını yerinde inceleyerek projeden etkilenen köylülerle görüştü.

 

llısu köyü muhtarı ve diğer köylülerle yapılan görüşmelerde köylüler, taşınmazlarının gerçek bedelini ödemeyen DSİ'ye güvenlerinin kalmadığın söylüyor. Rapora göre, evleri sular altında kalacak olan köylülere yeni yerleşim yerleri gösterildi. Ancak projenin yapı gereklilikleri ve şikayet mekanizması hazır olmadığı halde llısu ve Karabayır köylerinde kamulaştırma çalışmasına başlandı. Raporda porjeden dolayı eski yerleşim yerlerini terk etmek zorunda kalacak olan köylüler için "Yeniden yerleşim ile ilgili hakları ve yararları konusunda bilgilendirilmemiştir" deniliyor.

 

Kamulaştırma işlemlerinde TOR'un (llısu Baraj Projesi'nin finans anlaşması. Bu anlaşmaya İsviçre, Avusturya, Almanya ve DSİ taraftır) 13. ve 14. maddelerinin çiğnendiği belirtilen raporda, köylülere yeni yerleşim yeri olarak gösterilen bölgenin tarıma elverişli olmadığının altı çizilerek şöyle deniliyor: "DSİ tarafından llısu köylülerine önerilen tek yerleşim yeri yaşanılır durumda değildir. Çünkü su kaynakları ve verimli toprağı bulunmamakta, taşlık ve sarp kayalıklardan oluşmaktadır. Köylülerin projenin başlangıcında yeniden yerleşim yeri belirlenmesi yönündeki önerisi DSİ tarafından önemsenmemiştir."

 

Yine llısu ve Karabayır köylülerinin tarım ve hayvancılıkla uğraştığı, tarıma elverişsiz yeni bölgeye nakillerinden sonra ekonomik ve sosyal yoksullaşma yaşacakları belirtiliyor.

 

Baraj sularından etkilenecek ailelere önerilen para miktarının bölgedeki ev arazi fiyatlarının yarısına denk geldiği belirtilen raporda "bu miktar ile kesinlikle başka bir yerde yeni bir hayat kurulamaz. Bunun üzerine bütün aileler mahkeme sürecin başlatmış" deniliyor. Rapora göre, köylülerin tazminat davası açma nedenlerinin başında Ilusu'ya yakın bir yere taşınmak istemeleri, ancak buna rağmen taliplerini dikkate almayan DSİ'nin önlerine tek bir yerleşim yerini konulması geliyor.

 

DSİ'nin projenin başlangıcında önerdiği bedelin yarısı ile karşılaşan köylüler kandırıldıklarını düşünüyor. Rapor Kamulaştırma ve tazminat sürecinde TOR'un tamamen çiğnendiğinin altı çiziliyor.

 

Rapor hazırlanırken görüşülen köylülerden Abdül-selam Verim, meyve bahçesine DSİ'nin daha önce sözlü olarak 12 bin YTL değer biçtiğini ancak daha sonra verilen paranın 6712 YTL olduğunu söylüyor. Verim, yeni yaptığı iki katlı 180 metrekarelik evine de 60 bin YTL verildiğini belirterek haksızlığa uğradığını dile getiriyor. Benzer şikayetleri daha birçok köylüden duymak da münkün. Köylülerin tazminat bedellerinin yükseltilmesi için açtığı davaların Yargıtay süreci ise devam ediyor.

Birgün, 26.11.2007

TARİHİ MÜZEDE RESTORASYON

İznik'te bulunan tarihi Ayasofya Müzesi restore edilecek. MS 325 yılında ilk konsüle ev sahipliği yapan ve 3 tanrı (teslis) akidesinin kabul edildiği Ayasofya, restore edilerek ziyarete açılacak.


1331 yılında İznik'in Orhan Gazi tarafından fethedilmesiyle kiliseden camiye çevrilen, Cumhuriyet döneminde ise müze olarak kullanılan Ayasofya, yapılacak restorasyonla eski ihtişamına kavuşacak. Vakıflar Bursa Bölge Müdürlüğü tarafından ihalesi yapılan restorasyon 375 bin YTL'ye mal olacak. Anıtlar Kurulu'nun verdiği projeye göre restore edilecek tarihi yapının duvarlardaki Hz. Meryem ve havarilere ait resimler gün ışığına çıkartılacak.


Sultan Orhan tarafından yaptırılan ve İstiklal Savaşı'nda Yunanlılar'ın top atışlarıyla yıkılan minarede Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'ndan geçen restorasyon projesine göre yeniden inşa edilecek. İçerisinde yerde bulunan mozaiklerde tek tek temizlenecek. Tarihi yapının restorasyon çalışmaları 5 ayda tamamlanarak, müze olarak fonksiyonuna önümüzdeki yaz aylarında devam edecek.


Hıristiyanlar tarafından kutsal kabul edilen ilk konsülün toplandığı İznik Ayasofya'da birçok yabancı ziyaretçi yaz aylarında ziyaretleri sırasında izinsiz olarak ayinlerini yapıyorlar. İznik'teki vatandaşlarda her tarafı tarihi olduğu için koruma altında olan ilçe merkezinde, cuma günleri cami yetersizliği sebebiyle, Ayasofya'da cuma namazının kılınmasını istiyorlar.

Bursa Hakimiyet, 26.11.2007

KÖMÜR YIKAMA TESİSİ TARİHİ ESER DİYE KORUMA ALTINA ALINDI

 

Zonguldak'ta harabe haldeki eski kömür yıkama tesisi 'tarihi eser' olduğu gerekçesiyle koruma altına alındı. Fransızlar tarafından inşa edilerek 1957 yılında işletmeye açılan bina 'dokunulmazlık' zırhına büründü.





Yıkılma tehlikesi taşıyan binanın bulunduğu yaklaşık 200 dönümlük arazi üzerine şimdi bir çivi bile çakılamıyor. Zonguldak Belediye Başkanı Secaattin Gonca, Koruma Kurulu'nun verdiği karara tepkili. Denize sıfır noktada metruk binanın yerini yeşil alan olarak düzenlemek istediklerini belirten Gonca, "Entel takımı 'bu binanın tarihi özelliği varmış, koruma altına alalım' dediler, buyurun korusunlar. Hepsi çekip gittiler, yine biz bize kaldık. Burayı koruma altına alanları da aldıranları da kınıyorum." diyor.

 

Karabük Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Müdürü Mustafa Sucu ise kömür tesisini koruma altına alan kararın uzmanlar tarafından verildiğini belirtti. Sucu, "Her korunan varlık tarihi eser olamaz. Tarihi olmayan eser de kültür varlığı olabilir" dedi.

 

İlginç karar, Zonguldak Belediyesi'nin Türkiye Taşkömürü Kurumu (TTK) Merkez Lavvarı'ndan geriye kalan harabe binayı yıkmak için çalışma başlatması üzerine alındı. CHP'li belediye meclis üyeleri binanın tarihi özellik taşıdığı gerekçesiyle yıkımın durdurulması için Tabiat ve Tarih Varlıklarını Koruma Kurulu'na başvurmuştu. Anıtlar Kurulu'nun kararıyla şehrin göbeğindeki 'çirkinlik abidesi' olarak görülen binanın korunacağı tescillendi. Karara isyan eden Belediye Başkanı Secaattin Gonca, "Bu binanın neresi tarihtir ve neresi koruma altına alınacaktır? Akşamları burada olur olmaz insanlar kalıyor. Burayı koruma altına aldıranlar gelsinler tarihi bina dedikleri rezilliği korusunlar." dedi. Gonca, kararın kaldırılması için hukuki mücadele yapacaklarını kaydetti.

 

Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Hilmi Güler de lavvar alanındaki incelemede koruma kararına tepki göstermişti. Güler, "Lavvarın nesini koruyacağız? Lavvarı, onu koruyacak arkadaşlara verelim tarihi bir şey olarak alsın götürsünler. Lavvar kömür yıkamak, kalitesini artırmak içindir. Taşı toprağı taşımamak içindir. Bu müzelik olay değil." demişti.

 

Karabük Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Müdürü Mustafa Sucu, kararın Türkiye'nin çeşitli üniversitelerindeki uzman öğretim üyelerinden oluşan bağımsız kurul tarafından alındığını söyledi. Her korunan varlığın tarihi eser olmayacağını belirten Sucu, "Tarihi olmayan bir eser de kültür varlığı olabilir. Tarihi eser değil, kültür varlığı olarak tescil edildi." ifadelerini kullandı. Lavvar tesisi 1957 yılında kurulmuştu.

 

Zonguldak Belediyesi'nin harabe bina ve çevresini düzenlemek için başlattığı çalışma Anıtlar Kurulu kararıyla durdurulmuştu. Bir yıldır bina ve çevresine çivi çakılamadı. TTK Genel Müdürlüğü ve Zonguldak Belediye Başkanlığı, bu kararın iptali için dava açtı; ancak çabalar netice vermedi. 'Bu bina, Anıtlar Kurulu tarafından koruma altına alınmıştır' tabelası asan Anıtlar Kurulu, bu kararıyla 'çirkinlik abidesi'nin korunacağını tescillemiş oldu.

Zaman, Haber: Abdullah Karabacak, 26.11.2007

 

 


Nano Yorum

Amacı, tarihi anıtlar ve sitlerin korunması, muhafaza edilmesi ve değerlendirilmesine yönelik teoriler, yöntemler, teknikler ile ilgili her türlü araştırmayı desteklemek ve yönlendirmek olan Uluslararası ve hükümetler dışı bir organizasyon olan ICOMOS endüstri mirası hakkında şöyle diyor: "Endüstri mirası, dünyadaki diğer kültür mirası alanlarında olduğu gibi tehdit altındadır. Son ikiyüz yılı tanımlayan hızlı ekonomik ve endüstri alanındaki değişimlerin, çoğunlukla teknolojik değişimler ya da doğal kaynakların tüketilmesi sonucu terkedilmiş çok sayıda sit üzerinde etkileri olmuştur. Endüstri tarihi içinde ve geçmiş yüzyıllarda bu sitlerin değeri, ne olursa olsun  çoğunlukla yanlış anlaşılmış ve genelde bu mirasın önemine yönelik bilinç ve özellikle de halkın onunla bütünleşme isteği eksik kalmıştır. Fabrikalar, büyük tarım işletmeleri, dökümevleri, maden ocakları, tren istasyonları ve diğer endüstri mirası tipleri, dinsel sitler ve çoğunlukla kendilerine öncelik tanınan konutlarla aynı öneme sahip bir çalışma ve üretim yerinin göstergeleridir. Endüstri mirası genellikle insanlığın yaratıcı gücünün en büyük tanıklarından bazılarını tehdit eden yıkımlar ve terkler nedeniyle yok olma tehlikesi içindedir."

 

Zonguldak'da bulunan lavuarın Anıtlar Kurulu tarafından endüstri mirası olarak koruma altına alınmasının ardından başlayan tartışmalar şaşırtıcı değil. Ülkemizde henüz oturmayan "Kültür mirası" tanımından sonra "endüstri mirası" tanımı da anlaşılan zor kabul görecek.

 

Eğer sizlerin arasında da bu konuda terddütü olan varsa, sanıyorum Zonguldak ve endüstri mirasıyla ilgili aşağıdaki yazı ilginizi çekecektir.

Ayşe Didem Bayvas



*****


CUMHURİYETİN YENİ KENTİ ZONGULDAK VE ENDÜSTRİ MİRASI

 

Endüstri mirası, cumhuriyetin mimari mirası, modern mimarlık mirası koruma tanım ve kavramları arasında yer alan yeni sözcüklerdir. Gerek tanımsal, gerekse koruma sorunu açısından bu konular 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren ulusal ve uluslararası ortamlarda değişik ölçek ve içerikte tartışılmıştır. Yakın geçmişin mimarlık ürünleri olan eserler henüz toplumun tüm paydaşları / kesimi tarafından yeterince benimsenmediği için, bu eserlerin korunması konusunda yeni bir içerik ve buna bağlı koruma ölçütleri belirlenmeli ve bu ölçütler hızla yaygınlaşmalıdır.

 

Ülke ekonomisine katkı koyan bir sektörün (sanayi/endüstri) bir dönemin yapı grubuna referansla tartışılan yapılarının korunmasında, bu yapıların ''mimarlık ürünü" ve ''mimarlık kültürü''nün bir öğesi odaklı ele alınması gerekmektedir. Ülkenin mimarlık kültürünün somut fiziksel verilerini içeren ve bu nedenle belge ve eğitim değeri yüksek olan mimari yapıtlar, 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Yasası'nda ''sosyal yaşama konu olmuş, bilimsel ve kültürel açıdan özgün değer taşıyan [...] tüm eserler" olarak tanımlanmaktadır. Bu tanımla ''sosyal yaşama konu" olmak, ''bilimsel ve kültürel açıdan özgün değer'' taşımak önem kazanmaktadır. Korumadaki tüm bu yeni tanım ve kavramlar bu iki ölçüt üzerinden değerlendirilmek durumundadır.

 

Ülkede 19. yüzyıl sonu ve 20. yüzyılın başlarını içeren süreçte sanayi devrimi ve modern çağın ürettiği alan ve yapıların korunması, yaşatılması ve sürdürülebilirliklerinin sağlanabilmesi bu eserlerin ancak kentin paydaşları tarafından bir mimarlık kültürü / mirası olarak kavranması ve bu konuda bilinçlenmesi ile mümkündür.

 

Türkiye'de yapı ya da alanların sürdürülebilirlik kavramının yerleşmemesinden kaynaklı fiziksel ömrü, doğal ömürden daha kısa olmaktadır. Alanın getiriminin / rantının yüksekliği, kent topraklarının aşırı değerlenmesi, yapıların fiziksel yaşamını tamamlamadan geçmişten günümüze her dönemde ölçek ve niteliği farklı olan kentsel getirime / ranta dayalı sermaye birikim süreçleri ülkelerin fiziksel, toplumsal yapısının yeniden biçimlenmesinde ve değişim ve dönüşümünde etkin olmuştur. Zaman içinde kent merkez ya da alt merkezlerinde kalan değişik işlevlerin konumlanmış olduğu alanlar ve yapılar her zaman rant beklentilerinin yüksek olduğu, kentin eskiyen yüzü olarak ilk müdahale edilecek, öncelikli alanlar olarak görülmüş ve sürekli yenilenerek dönüştürülmüş ya da dönüştürülmek istenmiştir.

 

Konumları itibariyle sermayenin cazibe alanı olan eskimiş yapılar ve alanlar sonuçta kapitalizmin gücü olan mekanlar olarak kentte kendine yeni bir ifade biçimi bulmuşlardır. Yakın geçmişin mimarlık eserlerinin işlevsel olarak eskiyen (özgün işlevlerini yitirmiş) mekanları tüm kentlerde bugün siyasi güçlerin ve sermayenin ilgi odağı olmaktadır. Kentlerin yakın geçmişinin somut belgesi olan mimarlık kültürlerinin tek tek yok edildiği alanlar, genç cumhuriyetin değişik mimarlık anlayışını, kültürünü ve yapı türünü yansıtan alanlardır. Cumhuriyet mimari miras ve cumhuriyet sitlerinin yok edildiği alanlar ne yazık ki yerel ve merkezi yönetimler kanalıyla gerçekleşmekte ve bu dönüşümlerde kurumlar ideolojilerini mekana yansıtarak gücün mekana yansımasına da neden olmaktadırlar. Son yıllarda, AB uyum süreci odaklı çıkan yasalar, henüz altyapısını ve kültür devrimini gerçekleştirememiş olan ülkede bu alanlarla ilgili süreçleri ve dolayısıyla yıkımları hızlandırmaktadır. Tüm bunların sonucunda, toplum bir süre sonra mimari, mekansal ve bunlara bağlı olarak toplumsal belleğini de yitirecektir.

 

13 Haziran 2006'da Cumhuriyetin başkenti Ankara'da yaşanan, mimarlık kültürünün bir ürünü, kent bellek ve kimliğinin somut bir belgesi olan tescilli Ankara Havagazı Fabrikası, Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Bölge Kurulu'nun kararı ile tescilden düşerek, yerel yönetimin, "bir gece yarısı harekatı" ile yok edilmiştir. Kent endüstri mirasının ve türünün ilk örnekleri yapı ve makinelerden oluşan bu sanayi yerleşkesi, sermaye odaklarının talebine yerel yönetimin katkısı ile yenik düşmüştür. Ankara Cumhuriyetin başkentidir ve bu niteliği ile Cumhuriyetin mimari tasarım anlayışını sergileyen bir duruş ve yapıya sahiptir. Çevremizde izlediğimiz sosyal, kültürel, ekonomik, yönetsel vb. etkinlikler için gerekli yapılar ve mekanlar 1920'Ii yıllardan günümüze sadece başkentin değil, Cumhuriyetin de hikayesini anlatmaktadır. Bu yapılar bir döneme tanıklık etmiş, döneminin mimari, kültürel, sosyal, ekonomik özelliklerini taşıyan ve gelecek nesiller için somut belge değeri olan öğelerdir. Bizlerin görevi ise kültürel miras olarak tanımladığımız bu belgeleri korumak, geliştirmek ve bizden sonraki nesillere iletmektir.

 

Son yıllarda endüstri mirasının bir başka yok oluşu da Cumhuriyetin Anadolu kentlerinden biri olan ve sanayi kenti olarak kurulmuş Zonguldak Taş Kömürü işletmeleri'nde gerçekleşmiştir. Arazi getiriminin yüksek olduğu kıyıda ve kent merkezinde kalmış, Türkiye Taşkömürü Kurumu'nun mülkiyetinde olan Lavuar (kömür yıkama) tesisleri ve alanı, bir başka yerel yönetim tarafından kent belleğinden silinmiştir. Tesis, Cumhuriyet öncesi Zonguldak'ta yabancı şirketlerin kurduğu tesislerin bulunduğu alana 1950'Ii yıllarda inşa edilmiştir. Kömür yıkama işleminin kurumun diğer tesislerine kaydırılmasıyla boşaltılan, yarım asırdan beri işlevini sürdüren alanda yıkım, tesisin çelik aksamının hurda olarak değerlendirilmek üzere sökülmesi ile başlamıştır. Şehir merkezinde yer alan ve Zonguldak ili ile özdeşleşen bu tesis, Türkiye'nin sanayileşmesine önderlik etmiş, Zonguldak ilinin, hatta Cumhuriyet dönemi Türkiye'sinin önemli sanayi yapılarından biri idi.

 

Tescilli Ankara Havagazı Fabrikası ve Zonguldak Lavuar Tesisleri'nin yıkımı ICOMOS'un "Sanayi Miras Yılı" olarak tanımladığı 2006 yılında gerçekleşmiştir. Ankara Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Bölge Kurulu'nun tescilden düşme kararına karşın, Karabük Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Bölge Kurulu, büyük ölçüde yıkılmış olan tesisin "Cumhuriyetin sanayi tesislerinden biri olduğuna, bir dönemin kültürünü belgelemesi ve geçmişin değerlerini gelecek nesillere aktarılması sorumluluğu ile tesisin yeni işlevler ve tasarımlarla yaşatılması gerektiği" şeklinde değerlendirme yaparak, tesisin yıkılmamış ünitelerinden kent tarihi açısından simgesel özelliği bulunan üç adet "kule"nin ve yeraltındaki "silo altı" olarak tanımlanan birimin ve alan içinde kalabilmiş olan bir diğer yapının korunarak kullanılabileceği görüşü ile taşınmaz kültür varlığı olarak tesciline karar vermiştir. Aynı kurumun iki farklı biriminden birisi, daha önce kültür varlığı olarak tescillenmiş bir sanayi yapısının tescil kaydının kaldırırken, diğeri daha yeni olan diğer bir sanayi yapısının kalabilen bölümlerini kültür varlığı olarak tescil etmiştir. Farklı davranış ve değerlendirme referanslarını içeren bu kararların başka platformlarda tartışılması gerekmektedir.

 

Zonguldak ve Endüstri Yapıları


Zonguldak, bölgedeki kömür ve maden yataklarının zenginliği ile var olmuş ve Cumhuriyetin ilanından sonra il olan Anadolu'nun yeni kentlerinden biridir. Kent bir taşkömürü yerleşkesidir; kömür işletmesi ile var olmuş, tesislerin ek servisleri, işletme birimleri ve işçi konutları ile yapılanmış bir sanayi kentidir.

 

Zonguldak'ın tarihi, bölgenin ve kömür işletmeleri tarihinde önemli bir kişi olan Uzun Mehmet'in 1829 yılın- da Ereğli İlçesinde taşkömürünü bulması ve 1848 yılında da bölgede kömür işletmeciliğine geçilmesi ile başlar. 1930’larda Zonguldak şehir merkezi Ereğli kazasına bağlı, Karadeniz sahilinde "ahşap iskelesi'' olan bir koydur. İskele ve çevresi Tersane-i Amire'ye -Devlet tersanesine- bağlı, bahriye subay ve askerlerinin görev yaptığı az sayıda birimin olduğu bir yerleşim alanı olarak tanımlanmaktadır.' Kömür üretiminin başlamasından sonra, kısa zamanda şehir merkezi haline gelen Zonguldak, kömür ocaklarının açılması ve ocaklar etrafında gerekli servis ve destekleyici birimlerin eklenmesiyle gelişmiştir.

 

Kaynaklardan 1848 yılı öncesi bölgede küçük ölçekte üretiminin yapıldığı, buna paralel olarak da havzada sınır tespiti ve kömür rezervinin belirlenmesi çalışmaların sürdürüldüğü, 1840 tarihi öncesinde ise bölgede Kozlu iskelelerinin varlığı ve Kozlu'da maden ocaklarının çalıştığı, Ereğli'de kömür madenlerinin bulunduğu anlaşılmaktadır. 1840'Ii yıllarda başlayan taşkömürü üretimi 1850'den sonra hızlanınca, kömür yükleme iskeleleri çevresinde başlayan madencilik ve buna ait yapılanmalar, yeni açılan kömür ocakları ile birlikte bu ocaklar etrafındaki yeni yerleşimlerle kömür havzası ocaklar etrafında gelişerek büyümüştür.

 

1850 Kırım savaşı esnasında havzada ilk taşıma projesi olan demiryolu İngiliz uzmanlar tarafından yapılmıştır. Savaş esnasında Fransız ve İngiliz donanmasının tüm kömür ihtiyacı da bölgedeki havzadan karşılanmıştır. 1860'Iarın sonlarında raylı sistem, kömür akıtma kanalları yenilenmiş ve bu yenilemelere ek olarak yeni raylı sistemler inşa edilerek tesisler ve mekanik kömür taşıma donanımları gelişmiştir.

 

1890'da Fransız, Belçika, Alman ve İtalyan şirketleri havzaya yerleşir. 1896 yılında, uzun yıllar Zonguldak'ta kalan Fransızların "Ereğli Şirketi Osmaniye"si, bölgeye mühendis ve teknik elamanlar getirerek, havzada demiryolları ve limanlar kurar. Bu dönemde Havza'da Ruslar ve yerli Ermenilerle, Rumların şirketleri de bulunmaktadır.

 

Dünyada kömürün öneminin artmasıyla Zonguldak Kömür Havzası'nın da önemi artmış, üretim ve ihracat artarken sadece Zonguldak ve çevre köylerden değil yakın illerden gelen insanlar da Zonguldak'ta yerleşmeye başlamıştır. Kent havzaya yerli ve yabancı sermayenin girişi ile göç alarak büyük bir yerleşim alanına ve sanayi bölgesine dönüşmüştür.

 

Doğal kaynakların yönlendirdiği bir ekonomik yapıya sahip olan kent, yeraltı kaynakları açısından ülkenin en zengin illerinden biridir. Bu zenginlik yerüstüne inşa edilen değişik dönem yapılar ile fiziksel olarak da zenginleşmiştir. Bu nedenle, bölge ve kent her dönemde gelişmiş Emperyalist ülkelerin çekim noktası olmuştur. 1914 yılında 1. Dünya Savaşı ile birlikte Almanlar kömür havzasının yönetimini ele almış, aynı zamanda bir Alman albay, Harp Akademisi Merkezi'ni yöneterek ülkenin her kolunda kendi yapılanmalarını da oluşturmaya çalışmışlardır. Değerlerinden dolayı bölgenin yönetimi sürekli değişkenlik göstermiş, 1848 yılında ilk kömür ocağının açılması ile birlikte değişik kurumlar yönetimde bulunmuştur.

 

Osmanlı İmparatorluğu ve 1. Dünya savaşı sırasında gelişmiş ülkelerin hedefi olan bölge Cumhuriyetin ilanı ve bağımsızlığın ve kalkınmanın temel kaynaklarından biri olarak ele alınmış ve ulus devletin modernleşme ve kalkınma projesine dönüşmüştür. Cumhuriyetin yeni kadroları bölgeye, maden işçilerine dönmüş ve yöre insanına sahip çıkmışlardır. 1935'Iere gelindiğinde daha ciddi atılımlar içine giren genç Türkiye Cumhuriyeti, devlet adına şirketler kurmakla işin yürüyemeyeceğini görünce, sanayinin geleceği için kesin çözümü, 1940 yılında bütün kömür havzasını devletleştirmekte bulmuştur. Bu dönüm noktasından itibaren Zonguldak Maden Ocakları, devlet eliyle tasarlanan ve doğrudan doğruya bütün Türkiye'ye kaynak aktarmaya başlayan bir sanayi bölgesi olmuştur.

 

Cumhuriyetin ilanı ile birlikte planlı yerleşme düzenine geçen kentte ve bölgede 1924 yılından itibaren kömür ocaklarına bağlı olarak değişik nitelikte ve ölçekte sanayi tesisleri inşa edilmiştir. Bugün havza 11.150 km karesi karada, 2.200 km karesi de denizde olmak üzere 13.350 km karelik bir alanı kapsamaktadır.

 

Ulus-devlet kapsamında sanayi ve madencilikle gelişip belli bir uygarlık düzeyine erişen Cumhuriyet kenti Zonguldak, yeni neo-liberal politikalar ile sanayisizleşme sürecinden öncelikle etkilenerek gücünü ve kimliğini hızla yitirmeye başlamıştır. Cumhuriyet'in ilke ve hedefleriyle yaratılan kent başlangıçtaki planlı ve ilkeli gelişiminin ardından son yıllarda sanayideki gerileme ile birlikte bugüne kadar üretilmiş olan ve var olma nedeni olan tüm unsurları, kurumları ve onların üretmiş olduğu sanayi mirasını terk ederek ''var oluş değerlerini" ve dolayısıyla kendini yok etmeye başlamıştır.

 

Çağdaş koruma yaklaşımları kapsamında bugün sanayi dönemine ve üretim kültürüne ait kalıntılar ait oldukları dönemin bilimsel, teknolojik, mimari, estetik, sosyal ve kültürel özelliklerini yansıtmalarından dolayı endüstri / sanayi mirası olarak tanımlanmaktadır. Bu kalıtlar üretim, ulaşım ve kamusal hizmetlere (elektrik üretimi, altyapı, vb.) ait mimari yapı ve makineler ile buralarda çalışan insanlar için planlanmış toplu konut, eğitim ve dini yapıları gibi sosyal, kültürel mimari çevrelerden oluşmaktadır.

 

Tanıklık ettiği döneme ait üretim teknik ve süreçlerinin bilimsel, teknolojik, mimari ve estetik özelliklerini sunan, döneminin fiziksel, sosyal, kültürel ve ekonomik yapısını yansıtan sosyal yaşama konu olmuş bilimsel ve kültürel açıdan özgün değer taşıyan bu alanlar ve yapılar korunması gerekli kültür mirasıdır.

 

Avrupa Konseyi Bakanlar Kurulu, teknik, endüstriyel ve bayındırlık alanlarındaki mirasın Avrupa'nın tarihsel mirasının ayrılmaz bir parçası olduğunu hatırlatarak; bu mirasın, özel karakteri dikkate alınarak uygun önlemlerle korunması ve muhafaza edilmesi için üye Devletlere şu tavsiyelerde bulunmaktadır.

 

* Teknik, endüstriyel ve bayındırlık alanlarındaki mira- sın belirlenmesi, incelenmesi ve bilimsel bakımdan çözümlenmesine elverişli önlemler alınmalı ve bu önlemlerin uygulanması izlenmelidir;

 * Bu mirasın kendine özgü özelliklerine uygun olarak, korunmasına ve muhafazasına ilişkin yasal önlemler alınmalıdır;

* Teknik ve endüstriyel alanlardaki miras konusunda halk daha fazla bilgilendirilmeli; bu bilginin güçlendiril- mesi; turizmin geliştirilmesine özel önem verilmelidir.

 

Koruma konusunda dikkat edilmesi gereken hususlar konusunda ise aşağıdaki tavsiyelerde bulunmaktadır:
1. Korumaya yönelik olarak:
* Yasal önlemler almak;
* Gelecekte araştırmalar için rezerv alanları temsil eden boşaltılmış endüstriyel arazilere dair bir arazi politikası belirlemek;
*   Bölgesel düzeyde pilot araştırma ve koruma programları başlatmak.
 
2. Teşvik unsurları sağlamaya yönelik olarak:
* Vergi teşvikleri aracılığıyla işletmelerden destek alınması çabalarını artırmak;
* Bu mirasın değişik alanlarında çalışmalar yapan kurumların bu çalışmalarını güçlendirmek.

 

Endüstri mirası konusunda halkı bilinçlendirmeye dönük önlemleri ise şu şekilde sıralamaktadır.

1. Üniversite ya da belirli meslek dalları düzeyinde bu alanda uzman eğitimini teşvik etmek;
2. Aşağıda belirtilen konularda bilgi sağlamak ve halkı bilinçlendirmeye yönelik özel kampanyalar düzenlemek.

 

18. yüzyılın sonundan itibaren enerji kullanımındaki yenilikler üretimde sosyal, teknolojik ve ekonomik yönden hızlı bir değişime neden olmuş; bu değişim daha sonra sanayi devrimi olarak adlandırılan ve bütün insanlığı etkileyen ve etkileri günümüze kadar ulaşan tarihi bir dönemin başlangıcı olmuştur. Günümüzde kentler, Sanayi Devrimi ile bugünkü niteliğine bürünme yolunda önemli bir dönemeç kat etmiş ve son tahlilde kapitalizmin de en önemli "uygarlık" göstergelerinden biri olmuştur. Bu uygarlığın somut verileri ve mimarlık kültürünün birer mirası olan sanayi yapıları da korunması ve kamu yararına değerlendirilmesi gereken kültür varlığı değerlerimiz arasındadır. Bu konuda tüm kurum ve kuruluşların, Cumhuriyetin kurumsal yapılarına ve bunun fiziksel yansıması olan alan ve yapılarına sahip çıkması gerekmektedir.

 

KAYNAKÇA
* 1981, "Zonguldak" madde5, Yurt Ansiklopedisi, Anadolu Yayınları, 15tanbul, C:10, 55.7709-7794.
* 1990, Recommendation No.R(90) 20, On the Protection and Con5ervation of the Industrial, Technical and Civil Engineering Heritage in Europe, Council of Europe, 13 Eylül1990.

* 2003, The Nizhny Tagil Charter for the Indu5trial Heritage, TICCIH, Haziran 2003.
* Cemal, A. 1932, Kastamonu ve Zonguldak, Kanaat Kütüphanesi, İstanbul.
* Oskay, Ülgen, 1983, Geçiş Dönemi Tipi Olarak Zonguldak Kömür Havzası Maden işçisi, Ticaret Matbaacılık, Izmir.
* Öktem, Sezen, 2006, "Karabük Demir Çelik Fabrikaları ve Yerleşkesi", Bülten (Dosya 03), Sayı: 45 (Kasım 2006), 55.28- 35.
* Quataert, D. 1999- 2000, "Zonguldak Maden İşçilerinin Hayatı, 1870-1920: Başlangıç Niteliğinde Bazı Gözlemler", Toplum ve Bilim, 5ayı: 83, 55.80-91.
* Zaman, Ekrem Murat, 2004, Zonguldak Kömür Havzasının iki Yüzyılı, TMMOB Maden Mühendis1eri Odas1, Ankara.
* http//www.mnactec.com/TICCIH/ (7 Haziran 2007)
*http//www.zonguldak.mmo.org.tr (7 Haziran 2007)

 

Zonguldak Kent ve Kültür Rehberi, Dr. Nimet Özgönül, ODTÜ Mimarlık Bölümü Öğretim Görevlisi, TMMOB Mimarlar Odası Ankara Şubesi Başkanı, 18.09.2007

ŞABANİ TEKKESİ HAYAT BULUYOR

 

Bursa'da, 17. yüzyılda Hacı Şevki Efendi tarafından yaptırılan Şabani Tekkesi restore edilerek, yeniden hayat bulacak. Yıldırım'da bulunan 4 asırlık Şabani Tekkesi'nin restorasyonu başladı.

 

Geçtiğimiz aylarda yıkılan tarihi yapı, Vakıflar Bölge Müdürlüğü tarafından aslına uygun olarak yeniden restore edilecek. 3 katlı tarihi yapının ihalesi geçtiğimiz günlerde tamamlandı. 333 bin YTL haracanarak yeniden inşa edilecek yapı, yaklaşık 7 ay sonra tamamlanacak. 17 yüzyılda Hacı Şevki Efendi tarafından yaptırılan Şabani Tekkesi tamamlandığında yepyeni görüntüsüyle tarihe ışık tutacak.

Bursa Hakimiyet, 26.11.2007

TARİH SAHİPSİZ KALDI TEPKİSİ

 

Alaattin Keykubad’ın 1230 yılında ilk kale komutanı Akşebe Sultan için yaptırdığı, Alanya Kalesi’nde bulunan Akşebe Sultan Mescidi’nin yıkık minaresi atıl durumda bekliyor. 10 yılı aşkın süredir onarımı yapılmayan minareyi görenler, “Alanya’da tarihimizle övünürüz. Ancak tarihi mescidin minaresinin yıllardır bu şekilde bırakılması hepimizi üzüyor” diyorlar. Emekli öğretmen, araştırmacı ve yazar Haşim Yetkin, yaklaşık 10 yıl önce ALKOD olarak mescidin minaresinin onarımı için Antalya Vakıflar İl Müdürlüğü’ne müracaat ettiklerini, ancak olumlu bir yanıt ve izin alamadıklarını belirtti.

Antalya Vakıflar İl Müdürlüğü’nden yapılan açıklamada ise, 2003’de mescitte basit bir onarım yapıldığı, bunun dışında ise onarım konusunda bir çalışma olmadığı belirtildi. Müdürlük, Alanya Müftülüğü ya da Kaymakamlık tarafından talep gelmesi halinde teknik bir ekibin mescitte inceleme yapmak üzere görevlendirilebileceği ifade edildi. Alanya Müftülüğü yetkilileri ise konuyla Vakıflar İl Müdürlüğü’nün ilgilenmesi gerektiğini söylediler.
Akşam Akdeniz, 26.11.2007

KARACA MAĞARASI'NI 51 BİN KİŞİ ZİYARET ETTİ

 

Gümüşhane'nin doğal güzelliklerinden biri olan ünlü Karaca Mağarası bu yılki turizm sezonunu kapattı.

 

Torul İlçesi'ne bağlı Cebeli Köyü'ndeki Karaca Mağarası turizm sezonunun sona ermesi nedeniyle ziyarete kapatıldı. Her yıl 15 Nisan tarihinde ziyarete açılan mağara 15 Kasım'da ziyarete kapatılarak bakım çalışmaları yapılıyor. Mağarayla ilgili bilgi veren Özel İdare Genel Sekreter vekili Bayram Akçay, mağarayı 15 Nisan-15 Kasım 2007 tarihleri arasında 17 bin 309'u öğrenci, 34 bin 160'ı sivil ve 356 yabancı turist olmak üzere toplam 51 bin 469 kişinin ziyaret ettiğini bildirdi. Ziyaretçi sayısında 2006 yılına oranla yüzde 9 artış sağlandığını söyledi. Önümüzdeki yıllarda bu oranların daha da arttırılması için tanıtım broşürleri basılıp turizm şirketlerinin bilgilendirildiklerini söyleyen Akçay, bunların dışında mağaranın tanıtımı için gereken bütün çalışmaların yapılacağını sözlerine ekledi.

Zaman, Haber: Zafer Göder, 26.11.2007

DTP'Lİ BAŞKAN TARİHİ ESERLERLE EV YAPMIŞ

 

 

Adana'nın merkez Yüreğir İlçesi'ne bağlı Yakapınar beldesinin DTP'li Belediye Başkanı Osman Keser'in kardeşleriyle birlikte yaptırdığı iddia edilen evde, çeşitli dönemlere ait 38 tarihi eser ele geçirildi.

 

Şırnak'taki operasyonlarda ölü ele geçirilen terörist için açılan taziye çadırını ziyaret ettiği gerekçesiyle tutuklanan Yakapınar Belediye Başkanı Osman Keser'in, kardeşleri M.K. ve M.K. ile beldede birlikte yaptırdığı öne sürülen Namık Kemal Sokak'taki eve Jandarma, operasyon düzenlendi. Adana 3. Sulh Ceza Mahkemesi'nin kararıyla yapılan operasyonda, yapımı yeni tamamlanan ev ve evi çevreleyen duvarda, Geç Roma ve Erken Bizans dönemlerine ait olduğu kaydedilen 5 mimari yapı elemanı, üzerinde Latince yazılar bulunan kitabe, üzerinde farklı figürlerin yer aldığı 36 tarihi taş ele geçirildi. Tarihi eserlerin Adana Müze Müdürlüğü'nce yerlerinden sökülerek Misis Mozaik Müzesi'ne teslim edildiği, M.K. ve M.K.'nın ise çıkarıldıkları mahkemece tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldıkları belirtildi.

Zaman, 25.11.2007




HAFTANIN HABERİ



ANKARA'NIN KOÇU, SONRA ÇIKAR OYUNU...


"TAM BİR REZALET"





Kültür ve Turizm Bakanlığı Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü, 2006'da "Atatürk'ün Doğumunun 125. Yılında Türkiye Resimleniyor" isimli bir proje gerçekleştirdi.


Proje çerçevesinde 96 ressam 81 ili tanıtan resimler yaptı. Amaç, 2006 yılı Türkiye'sini belgelemek, geleceğe taşımaktı. Ancak kataloğa seçilen resimler ne şehirleri anlattı ne de 2006 Türkiye'sini. Katologda en dikkat çekici "eser" ise "Abuziddin Ankara Kalesi'nde" ve "Abuziddin Ulus Atatürk Heykeli'nde"ydi. Kataloğun önsözünü yazan eski Kültür ve Turizm Bakanı Atilla Koç, şu ifadeleri kullandı:

"Şehirlerimizin siluetlerinin hızla değiştiği günümüzde 2006 Türkiye'sine ait tarihi, kültürel, sanatsal ve folklorik değerlerimizin tablolar halinde tespiti, hiç şüphesiz gelecek açısından önemli bir belgesel çalışma niteliği de taşımaktadır."


Proje mimarı olan ve usulsüzlük yaptığı gerekçesiyle müfettiş raporuyla görevden alınan eski Güzel Sanatlar Genel Müdürü Bayram Bilge Toker ise katalogda şöyle dedi:

"96 ressamımızın 81 ilimizi tuvale aktarmasından oluşan 169 parçalık bu muhteşem koleksiyon çalışmamızda feyz aldığımız 1938-1943 yıllarındaki genç Cumhuriyet'i sanatsal bir bakışla belgelemek için 'Yurt Gezileri'ne bir saygı duruşu niteliği de taşımaktadır."


Ressamların hangi kriterlere göre belirlendiğini ve ne kadar ücret ödendiğini sorduğumuz Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü ise şu açıklamayı yaptı:
"Yurdumuzun eşsiz güzelliklerine sahip 81 ilinin görünümleri tuvale yansıtılarak bu illerimizde ressamlarımızın yapacağı tabloları toplu olarak yurdumuzun çeşitli illerinde sergilemek ve bu güzelliklerin halkımız tarafından izlenmesini sağlamak, yöre halkının kültür ve sanat gelişimine katkıda bulunmak ve plastik sanatlara olan ilgiyi artırmak amacıyla resimler yapmak üzere öğretim görevlisi sanatçılarımız ile derneklere üye alanında uzman sanatçılar genel müdürlüğümüzce belirlendi."


Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay'a bakanlığının yaptığı kataloğu gösterdik. Katoloğu inceleyen Günay şöyle konuştu:
"Bu tam bir rezalet. Ülkenin başkenti ile dalga geçmek. Abuziddin kim? Ankara bu resimle tanıtılır mı? Bunun bir de devlet kataloğunu basmış. Aaa Atilla Bey'in önsözü var. Bakan Bey bunu görmemiştir. Aman her şeye önsöz yazıyoruz. Dikkat edelim nelere yazdıklarımıza. Bu resimleri ilkokul çocukları yapmaz. Yine memleketimin (Ordu) resimleri fena değil. Ancak Ankara tam bir rezalet."






 

  • Katalogda başkent Ankara'ya ait ressam Emine Öztürk imzasını taşıyan iki resim bulunuyor. Katalogda şu bilgiler veriliyor: "Resimlerden biri 100x120 cm ebatlarında tuval üzerine yağlıboya resmin ismi 'Abuziddin Ankara Kalesinde', başkente ait diğer resmin ismi ise 'Abuziddin Ulus Atatürk Heykeli'nde.'

  • Marmara Denizi'ne sahili olan küçük ve şirin şehrimiz Tekirdağ, köftesi, rakısı, tarihi evleri ile meşhur. Ressam Çiğdem Buçak Tekirdağ'ı resmetmiş. Tabii şehrin en meşhur yiyeceği köfteyi 200x100 cm tuval üzerine yağlıboya olarak boyamış. Ancak tabloya bakanlar bunun köfte olduğunu anlamakta zorlanıyor.

  • Peribacaları ile meşhur ilimiz Nevşehir, ressam Ozan Bilginer tarafından resmedilmiş. Yağlı boya resimde Abuziddin'in farklı bir versiyonu bulunuyor.

  • Milliyet, Haber: Ömer Erbil, 25.11.2007


    YEDİ HARİKA ARANIYOR

     

    Konya Turizm Platformu, etkin tanıtımla bölgedeki turizm potansiyelinin değerlendirilmesi için Konya'nın 7 harikasını belirleyecek.

     

    Kentteki birçok sivil toplum örgütü ve kurumun içinde yer aldığı Konya Turizm Platformu Başkanı Bekir Şahiner yaptığı açıklamada, Konya'nın 9 bin yıllık tarihe beşiklik eden, Selçuklu, Beylikler ve Osmanlı dönemine ait 500'e yakın esere sahip bir il olduğunu söyledi.


    Tarih ve kültür kenti Konya'nın, sahip olduğu turizm potansiyeline ve Kapadokya gibi önemli bir merkeze yakın olmasına karşın turizmde fazla tanınmadığını vurgulayan Şahiner, bu amaçla Konya'nın yurt içi başta olmak üzere daha fazla tanınması için platform olarak ciddi bir çalışma başlattıklarını bildirdi.


    Bu amaçla dünyanın 7 harikası gibi Konya'nın da 7 harikasını belirleyeceklerini anlatan Şahiner, şunları kaydetti: 'Bu fikri platform genel sekreteri İsmail Topaloğlu, gündeme getirdi. Selçuk Üniversitesi bu konuda çalışmalara başladı. Yeryüzündeki en eski yerleşimlerden biri olan 9 bin yıllık Çatalhöyük, 5 milyon yıl önce oluşan 'Dünyanın Nazar Boncuğu' olarak nitelendirilen Meke Gölü, her yıl 1,5 milyona yakın insanı ağırlayan Mevlana Müzesi, erken Hristiyanlık dönemi eserlerinden Kilistra Antik Kenti, Hititler'den kalma kaya üzerine oyulmuş İvriz Tarım Anıtı, Beyşehir'deki Fasıllar Anıtı ve Tuz Gölü gibi birçok değere sahip olan Konya'nın 7 harikasını halka soracağız.'


    Önce Selçuk Üniversitesi'nin öğrenciler arasında bir çalışma yapacağını ifade eden Şahiner, 'Ardından televizyonlar aracılığıyla SMS'ler ile düzenlenecek anketlerle Konya'nın 7 harikası, belirlenecek. Bu Konya'nın Anadolu'nun turizm merkezi olma yolundaki en önemli ve ciddi adımı olacak' dedi.
     

    Konya'nın 7 harikasının belirlenmesinin ardından Anadolu'yu turizm merkezi yapma konusunda çalışmaların genişletilerek süreceğini dile getiren Şahiner, yer altı şehirlerini, kaya oyma kiliseleri, Hititler dönemine ait eserleri, Selçuklu dönemine ait 101, Beylikler dönemine ait 130 ve Osmanlı dönemine ait 224 eserin tanıtımının yapılacağını bildirdi.


    İnanç ve kültür destinasyonunun da hayata geçirilmesiyle bölgenin Akdeniz gibi dünyada tanınan bir yer olacağını vurgulayan Şahiner, şunları kaydetti: 'Konya ve çevresi Hristiyan ve İslam eserleri açısından oldukça zengin. Özellikle Aksaray da bizim gibi turizmde istediğini alamıyor. Bizim amacımız Konya merkezli yapılacak çalışmalara Ankara, Karaman, Aksaray, Tarsus, Nevşehir ve Hatay'ı alarak Anadolu'yu turizm merkezi yapmak. Anadolu'da tarih, kültür, inanç, doğa, ne ararsan var. Ama bunları bilen, duyan ve bunlar için gelen yok. Bunları dünyaya tanıtmalıyız. Deniz turizminin alternatifi olacak Anadolu, her yıl milyonlarca turisti çekecek potansiyele sahip.'

     

    Şu anda sadece Mevlana Müzesi'ne yılda yaklaşık 1.5 milyon turist geldiğini belirten Şahiner, 'Konya'ya gelen yerli ve yabancı sayısı bundan fazla değil. Gelenlerin bir bölümü diğer müzeleri geziyor. Buraya gelen Çatalhöyük'ten ya da Sille'den girecek Kapadokya'yı gezip Hatay'dan çıkacak. Bunu sağlarsak Konya merkezli bölgeye yılda 5 milyon turisti çok rahat çekebiliriz. 5 milyon turistin bırakacağı geliri, ekonomiye katkısını tahmin bile edemeyiz' diye konuştu.

    Merhaba Gazetesi, 25.11.2007

    PERİ BACALARINA ALÇILI ONARIM

     

    Kapadokya Bölgesi'nde, peribacalarının daha uzun ömürlü hale getirilmesi amacıyla çatlak kısımlar alçıyla sıvanarak tehlikenin giderilmesine çalışılıyor.


    Nevşehir'in Göreme Beldesi Belediye Başkanı Fevzi Günal, peribacalarında çökme başta olmak üzere çatlakların arttığını söyledi. Günal şunları kaydetti:
    "Tehlike oluşturan peribacalarındaki çatlakları sıvayla kapatıp, tehlikeyi ortadan kaldırmaya çalıştık. Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu ilgilileriyle de bu konuda görüştük. Yetkililer, korumaya yönelik proje yapmamızı istiyor. Proje gönderdim, kimse elini uzatmadı. UNESCO bu alanları koruma listesine aldı, ama bir haber çıkmadı."

    Milliyet, Haber: Ahmet Korkmazer, 25.11.2007

    ROMA DÖNEMİNE AİT CEYLAN DERİLİ DİNİ KİTAP

     

    Siirt'te yapılan operasyonda Roma dönemine ait olduğu düşünülen bir adet dini kitap ele geçirildi.

     

    Emniyet Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü ekipleri, bazı kişilerin Bitlis'ten Siirt'in Baykan İlçesine tarihi eser getirip satacakları bilgisine ulaştı.

     

    Yapılan çalışmaların ardından düzenlenen operasyonla Roma dönemine ait olduğu değerlendirilen, üzerinde İbranice yazılar ve değişik figürler bulunan, ceylan derisinden olduğu tahmin edilen bir dini kitap ele geçirildi. Konu ile ilgili olarak yakalanan 5 kişinin, tarihi eser kaçakçılığı suçundan adli makamlara sevk edildiği belirtildi.

    Zaman, 25.11.2007

    TÜRK HAMAMININ ONARIMINA DURDURMA

     

    Kosova'nın Piriştine kentindeki önemli tarihi eserlerden 500 yıllık Fatih Sultan Mehmet Hamamı'nın onarım çalışmaları durduruldu.

     

    Piriştine'de 15' inci yüzyılda inşa edilen ve zamanla harabeye dönen hamamın onarımı için İsviçre'nin Kosova eş güdüm bürosu ve Kosova Belediyesi tarafından çalışma başlatılmıştı.

     

    İsviçre'nin Kosova eş güdüm bürosu onarım için 900 bin avro bağışta bulunmuştu.

    Hamamın onarımının durdurulması Piriştine'de yaşayan halk tarafından tepkiyle karşılandı.

    Trt/Haber, 26.11.2007

    SÜLEYMANİYE'DE YENİLEME PROGRAMI MART'TA BAŞLIYOR

     

    İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş, yenileme bölgesi ilan edilen Süleymaniye'de çalışmaların 2008'in Mart ayında başlayacağını açıkladı. Topbaş, "Yenileme çalışmaları, betonarme üzerine limon sandığı tahtası kaplayarak değil, doğru şekilde yapılacak.'' dedi.

     

    Eminönü Belediyesi ile Kültür Ocağı Vakfı'nca düzenlenen "Ulusal Süleymaniye Şehir ve Medeniyet Sempozyumu''nun açılışında konuşan Başkan Topbaş, İstanbul'da yaşayan herkesin, bu şehre karşı sorumluluk taşıdığını söyledi. Eminönü'nün, tarihi bakımdan en önemli yerleşim alanlarının bulunduğu bir ilçe olduğunu ifade eden Topbaş, "Maalesef son 50 yılda aldığı göçle nüfusu 13 milyona çıkan, yerleşim olarak geniş bir alana yayılıp şehrin karmaşa ve kargaşasını ortaya çıkarmışız. Son süreç içerisinde bu kente büyük haksızlıklar yapmışız. İstanbul sadece Türkiye'ye karşı değil, dünyaya karşı sorumludur. Bu sorumluluğu yerine getirmek adına biz, özellikle tarihi yapılar başta olmak üzere İstanbul'u geleceğe daha mükemmel bir şekilde taşımak için çeşitli çalışmalar yapıyoruz." dedi.

     

    Topbaş, "tarihin çeyiz sandığı'' olarak nitelendirilen Süleymaniye başta olmak üzere İstanbul'un tarihi bölgeleriyle ilgili koruma amaçlı imar planlarını hazırlamak amacıyla envanter çalışmalarının tamamlanmak üzere olduğunu kaydetti.

     

    Başkan Kadir Topbaş, sempozyumdaki konuşmasının ardından gazetecilere yaptığı açıklamada da Süleymaniye'de, bölgenin Türk sivil mimarisini yaşatacak şekilde ve iskan alanlarına yönelik planlamayı başlatacaklarını söyledi. Süleymaniye'nin büyük bir kıymet olduğunu belirten Topbaş, "Burada yenileme çalışmaları, betonarme üzerine limon sandığı tahtası kaplayarak değil, doğru şekilde yapılacak. Maalesef bunun örneklerini görüyoruz. Tescilli, korunması gereken yapılardan ayakta tutulabilenler tutularak, olmayanlar gerekirse sökülerek yeniden yapılacak.'' dedi.

    Topbaş, hedeflerinin, betonarme yapıların kaldırılması ve gerçekten Süleymaniye'nin ihya edilmesi olduğunu ifade ederek, şunları kaydetti: "Süleymaniye'de ilk etapta yeraltında bin 500 araçlık otoparkı olacak. Kendi içinde iç bahçesi olan; ama dışından bakıldığında tarihi kimliği yansıtan bir yapılanma olacak. Bu yapıların ihyası bir maliyet gerektiriyor. Malikler kendileri yapmak istiyorlarsa İl Özel İdaresi'nin yüzde 60'a kadar maliyete katkısı var. Kalan yüzde 40'lık kısmı kendilerinin karşılaması gerekiyor. Yüzde 40'ı karşılamayacak olanlar, KİPTAŞ'la beraber çalışıp KİPTAŞ'ın tedarik edeceği krediyi uzun vadeli geri ödemek suretiyle de yapılarını korumuş olacaklar.''

     

    Topbaş, Kapalıçarşı'nın ihya edilmesi için de çalışmalar yapılacağını bildirdi. Buranın, dünyanın en eski çarşılardan biri olduğunu vurgulayan Topbaş, "Kapalıçarşı, maalesef çok yorgun ve yıpranmış. Burayı korumayı ve yaşatmayı görev sayıyoruz ve ihya edilmesine öncülük edeceğiz. Çatılardaki kurşunlar çalınmış ya da yok edilmiş. Değişik etkenlere açık hale geldiği için de duvarlarında ve kubbelerde ciddi hasarlar ortaya çıkmış. Çarşıyla ilgilenen derneğin bunu kendi başına yapması mümkün değil. Büyükşehir olarak biz buna öncülük etmek için çalışmalar yapıyoruz. Öncelikle çatının ve kubbelerin onarılması gerekiyor."

    Zaman, 24.11.2007




    18 - 24 Kasım 2007

    DEFİNE ARARKEN YAKALANDILAR

     

    İnegöl`de oturan 8 arkadaş, Yenişehir`in Kirazlıyayla Köyü Evkaya Mevkii`ne önceki gece define aramaya gitti.

    Bir metre derinliğinde çukur kazan bu kişiler, Jandarma tarafından suçüstü yakalandı.


    ‘İzinsiz kazı yapmak`tan Adliye`ye sevk edilen 8 arkadaştan 7`si tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılırken, Ahmet Ç. ise tutuklandı.

    Bursa Olay, 24.11.2007

    BİRGİ UNESCO LİSTESİ'NE ALINMAYI BEKLİYOR

     

    Ödemiş'e bağlı Birgi beldesinin Belediye Başkanı Cumhur Şener, Birgi'nin, 2008 yılında Birleşmiş Milletler (BM) Eğitim, Kültür ve Bilim Örgütünün (UNESCO), "Dünya Kültür Mirası Listesi"ne alınmasını beklediklerini söyledi.


    Şener, doğal koruma alanı içindeki Birgi'de, Mimar Sinan Üniversitesi (MSÜ), Çevre ve Kültür Değerlerini Koruma Vakfı (ÇEKÜL), İzmir Vakıflar Bölge Müdürlüğü, Küçük Menderes Havzası Araştırma Merkezi ve Birgi Belediyesinin işbirliğiyle hazırlanan projeler ile 9 yıldır tarihi ve kültürel zenginliklerin gün ışığına çıkarılmasına çalıştıklarını bildirdi.


    Beldenin zengin tarihi varlıklarıyla "bir açık hava müzesi" konumunda bulunduğunu, ancak eserlerin bugüne kadar yeterince korunamadığını belirten Şener, "Kültür hazinesinin üzerinde oturuyoruz. Bugüne kadar Birgi iyi tanıtılmamış" dedi.


    Şener, Birgi'nin UNESCO tarafından 2008'de "Dünya Kültür Mirası Listesi"ne alınmasını beklediklerini ifade ederek, şunları söyledi: "Kültür Bakanlığı ve Vakıflar Genel Müdürlüğü, bir yıl içinde 320 bin YTL'ye Aydınoğlu Mehmet Bey Cami, 215 bin YTL'ye Derviş Ağa Cami ve 110 bin YTL'ye Çakırağa Konağı'nın restorasyonu için yardım etti. İzmir Valiliğinden 600 bin YTL yardım aldık. Birgi'nin Tarihi Kentler Birliğine üye olması nedeniyle 800 bin YTL de buradan yardım alarak, Aydınoğlu Mehmet Bey Meydanından çarşıya uzanan Fatih Mehmet Bey Caddesini granit taşlarla yeniledik. Aydınoğlu Mehmet Bey Meydanı ile Beyzade ve Bahadır sokakların restorasyonlarını tamamlandık. Derviş Ağa Hamamı Medresesi ve değirmeninin restorasyonuna önümüzdeki yıl başlanacak."


    Şener, Birgi'de "tarihi ayağa kaldırırken", Küçük Menderes Havzasını da uluslararası boyuta taşımak istediklerini belirtti.

    Haber Ekspres, 24.11.2007

    TARİHİ ESERLERE 'ÇİP' TAKILACAK

     

    Kanatlı Denizatı Broşu’nun çalınmasından ders alan Kültür ve Turizm Bakanlığı, çözümü "çipli takip" yönteminde buldu.

    Bakanlık, "Radyo Frekanslı Tanımlama Sistemi" (RFID) adı verilen bir teknoloji ile tarihi eserlere fark edilemeyecek küçüklükte çipler yerleştirecek. Proje, TÜBİTAK Kamu Kurumları Araştırma Projelerini Destekleme Programı kapsamında ele alınacak. Projenin ilk denemeleri 2008 yılında Ankara’daki Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nde yapılacak. Bu çipler sayesinde, taşınır kültür varlıklarındaki en ufak bir hareket bile hırsızları yakalamaya yetecek. Türkiye’deki tüm müzelere yaygınlaştırılması planlanan RFID teknolojisi, eserlerin yurtdışında sergilenmesi sırasında da kullanılacak.

    Hürriyet, Haber: Umut Erdem, 24.11.2007

    ABİDİN DİNO'YA AİT BİR DÜNYA

     

    Abidin Dino'nun geniş bir yelpazeye yayılan üretimi, coğrafyalar arası yaşamı ve çok sayıda dostunu kapsayan 'Bir Dünya' başlıklı sergi Sabancı Müzesi'nde açıldı.





    Bu bir retrospektif sergi değil... "Böylesi bir retrospektif çok daha kolay olurdu, ama aynı zamanda yanlış olurdu. Zira söz konusu sanatçı Abidin Dino, yalnızca bir ressam değildir" diyor Ferit Edgü... Sabancı Üniversitesi Sakıp Sabancı Müzesi'nde (SSM) bugün açılan 'Abidin Dino- Bir Dünya' başlıklı sergi; karikatürist, illüstratör, dekoratör, sinemacı, tiyatrocu ve yazar Abidin Dino'nun tüm zenginliğini yansıtmayı amaçlıyor. Sadece ressam kimliğini öne çıkaran bir sergi değil...


    Dün düzenlenen basın toplantısında konuşan SSM Müdürü Nazan Ölçer, bu sergiyi bir senedir hazırladıklarını ve bu sürede 1300'den fazla eseri taradıklarını belirtti: "Çok kolay bir iş olmadığını kabul ediyorum"... Serginin genel konseptini oluşturan ekipte yer alan Ferit Edgü'yse toplantıda Abidin Dino'nun sanat hayatına değindi. Edgü; "Bu sergi, onu tüm bu yönleriyle kuşatmak amacı güden bir düşüncenin sonucunda doğdu. Tabii, onun kişiliğinin odak noktasındaki, yaşamına ve sanatına yön veren dünya görüşü göz ardı edilmeden. Abidin, büyük dostu Nâzım Hikmet gibi, Marksçı öğretiye bağlıydı. Dünyadaki tüm değişikliklere, yaşanan büyük tragedyalara, reel sosyalizmin çöküşüne karşın, bu inancını hiçbir zaman yitirmedi. Bu inancın gereği olarak da halktan, özgürlükten, barıştan yana bir sanat yolunu izledi" dedi.


    Abidin Dino'unun yakın dostlarını gösteren bir bölümün ayrıldığı sergide ayrıca sanatçının karakalem, tuval üzerine yağlıboya, heykel, film, çini gibi çalışmaları yer alıyor.


    Ferit Edgü, serginin katalog yazısında Abidin Dino'nun sıradışı yaşamının altını çiziyor: "Serginin hazırlanışını üstlenmiş, ne yazık ki amansız (denilen) hastalığın aramızdan aldığı Samih Rifat'ın, Abidin'in yaşamöyküsünü okuduktan sonra, Enis Batur'a söylediği gibi: "Artık böyle yaşanmıyor." Gerçekten de bugün, Abidin'ler gibi yaşanmıyor. Onlar, başka bir zamana ait, artık var olmayan bir düşün, bir dünyanın insanlarıydı. Ne yazık ki, düşledikleri dünyayı göremediler. Hatta birçoğu (çok şükür) o dünyanın çöküşünü de görmedi." Açılışa katılan, sanatçının eşi Güzin Dino da sergiden duyduğu memnuniyeti anlattı.


    Abidin Dino için hazırlanan katalogda sanatçıyla yapılmış söyleşilerin yanı sıra Ahmet Oktay, Ferit Edgü, Enis Batur, John Berger gibi isimlerin onun için yazdığı yazılar yer alıyor. Can Yayınları da Dino'nun 'Sensiz Her Şey Renksiz', 'Kısa Hayat Öyküm', 'Sinan', ve 'Yeditepe Öyküleri' adlı kitaplarını yeniden yayımladı. Philips sponsorluğunda gerçekleştirilen sergi 27 Ocak 2008'e kadar açık kalacak.

    Radikal, 24.11.2007

    HAYDARPAŞA-PORT KOMİSYONA GELİYOR

     

    Bir süre önce, Anıtlar Kurulu tarafından reddedilen Haydarpaşa-Port Projesi'nin, AKP'li İBB Meclis üyelerinin oy çokluğu ile yeniden İmar Komisyonu'na sevkedildi. Projede, Haydarpaşa Gar binasının rezidans otel haline getirilmesinin yanı sıra, Kadıköy-Haydarpaşa sahil yolunun da, iş ve fuar merkezi olması öngörülüyor Anıdar Kurulu'nca kısa süre önce reddedilen Haydarpaşa-Port Projesi, yeniden İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı İmar Komisyonu'na sevkedildi. AKP'li üyelerin oy çokluğuyla komisyon gündemine getirilmesi kararlaştırılan proje, özelikle tarihi Haydarpaşa Gar Binası'nın rezidans-otel haline getirilmesine ilişkin planlamayı da içeriyor. Kadıköy-Haydarpaşa sahil yolunun, iş ve fuar merkezi olarak imara açılmasını da öngören projenin, bu ay sonuna kadar bütçe görüşmeleri nedeniyle sürekli toplantı halinde olan meclis gündemine yetiştirilmesi bekleniyor.

     

    İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı'nın, projenin belediye meclisinden onay alması halinde, aralarında İmar Komisyonu üyelerinin de bulunduğu bir heyet, Ulaştırma Bakanlğı ve TCDD ile irtibata geçerek, gar binasının devrine ilişkin prosedürleri tamamlayacak. Devrin ardından Haydarpaşa Garı, merkez istasyon olmaktan çıkartılacak ve binanın dış cephesine dokunulmadan, rezidans otel düzenlemesi yapılması için inşaata başlanacak. 2012 Ağustos ayına yetiştirilmesi hedeflenen proje için ihalenin ise, 2008 Şubat ayında gerçekleştirileceği vurgulanıyor.

    Birgün, Haber: Boğaç Yüzgül, 23.11.2007

    "SUMELA'DAKİ ONARIM REZALET"





    Son dönemde restorasyon sorunlarıyla gündeme gelen Trabzon'un Maçka İlçesi'ndeki Sumela Manastırı'nı inceleyen Kültür Bakanlığı Bilim Heyeti restorasyona olumlu not vermedi.

    Maçka İlçesi'ndeki Altındere Milli Parkı'nda bulunan ve Türkiye'nin en önemli tarihi ve turistik mekanlarından biri olan Sümela Manastırı'nda restorasyon çalışmaları 1987 yılından bu yana sürdürülüyor.

    20 yılı aşkın süre geçmesine rağmen bitirilemeyen ve son dönemlerde de tartışma konusu olan restorasyon çalışmalarını yerinde incelemek üzere oluşturulan bir Bilim Heyeti bugün Sumela Manastırı'na gitti.

    "Restorasyon yapılmıyor adeta yeniden inşa ediliyor" yönünde birçok şikayet alan manastırdaki çalışmalara heyet de geçer not vermedi. Manastırdaki incelemeler sırasında özellikle kullanılan malzemenin aslına uygun olmadığını belirleyen heyet üyeleri, işçiliği de beğenmedi.

    Trabzon Kültür ve Turizm Müdürlüğü yetkililerinden bilgi alan Bilim Heyeti üyelerinden ODTÜ Mimarlık Fakültesi Öğretim Üyesi Dr. Fuat Gökçe, manastırda kullanılan malzeme için, 'rezalet' tanımını kullandı.

    Fuat Gökçe, "Kullanılan taşların hiçbiri eskisi gibi değil. Yapılmasa daha iyiydi. Eskitilmeye çalışılıyor fakat bu doğru değil. Taşları eskiterek geçmişindeki formuna getiremezsiniz. Bu çok yanlış bir uygulama" dedi. Gökçe, manastırda sonradan yapılan tahta kapıları da göstererek, "Bu bence dünyanın en iğrenç şeyi, bunları bana savunmayın. Orijinaliyle alakası bile yok" diye konuştu.

    Sumela Manastırı restorasyonunda kullanılan malzemelerin tarihi dokuyu değiştirmeye başladığını da vurgulayan heyet üyeleri, kapı kollarının günümüzde evlerde kullanılan malzemeden olmasına ve yerdeki orijinal andezit taşlarının eksik kısımlarının da orijinal olmayan yeni taşlarla örülmesine dikkat çekti.

    Bilindiği gibi bir süre önce Trabzon'da yapılan TÜRSAB toplantısının ardından Sumela'ya çıkan TÜRSAB Başkanı Başaran Ulusoy ve kurul üyeleri, restorasyon çalışmalarına tepki göstermiş ve alkışlarla protesto etmişlerdi.

    Trabzon Kent Haber, 23.11.2007

    SURLAR AHIRLARDAN TEMİZLENDİ

     

    Çin Seddi'nden sonra 5 kilometre uzunluğunda 82 burçtan oluşan tarihi Diyarbakır surlarının dipleri ahırlardan temizlendi.

     

     

    Sur Belediyesi'nin zabıta ekipleri, tarihi Diyarbakır Sur etrafında bulunan ve ahır olarak kullanılan mahzenleri temizlemek amacıyla çalışmalar başlattı.

    Sur Başkan vekili Hüseyin Kaya, tarihi Diyarbakır surlarının güzelliğini ortaya çıkarılması için büyük çaba harcadıklarını belirterek,"Toplumlar geçmişlerini tanıyarak geleceklerine yön verebilirler. Taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarını korumaya almasak tek tek yok olmaya mahkum olurlar. Bu nedenle Büyükşehir Belediyesi ile koordineli çalışarak simdiye kadar tarihi surların etrafında bulunan 500 işyeri ve 99' a yakı konut yıkılarak yerlerine yeşil alana dönüştürdük" dedi.

    Özellikle Saraykapı ve İçkale kısmındaki alanda sur diplerindeki mahzenleri ahır olarak kullan 5 mahzenin içlerini temizleyerek, Turizm ve Kültür Müdürlüğü'ne teslim ettiklerini ifade eden Kaya, "Bundan sonra buraların sorumlukları Kültür ve Turizm Müdürlüğü'ne aittir. Belediye olarak bu tür şeylere müsaade etmeyeceğiz. Amacımız bacasız sanayi olan kültürel değerimiz Surlarımızı görkemli haliyle gelenlere göstermektir. Bu konuda elimizden gelen her şeyi yapacağız. Halkımızın bu konuda duyarlı olmalarını ve belediyeye yardımcı olmalarını istiyoruz" diye konuştu.

    Haber Diyarbakır, 23.11.2007

    BİRAZ MİMAR, BİRAZ CAHİL

     

    Paris, çok büyük görünen küçük bir kenttir. Çünkü “intro muros” yani eskiden var olan surlar arası diye adlandırılan ve 75 posta koduyla başlayan 20 bölgeye ayrılan şehir, 10 bin 540 hektar yüzölçümlü bir yerleşim alanına karşılık, yüzyıldır artmayan (ya da artırılmayan) nüfusuyla son sayıma göre 2 milyon 144 bin 700 kişi tarafından “mesken” tutulur. Paris’i çevreleyen ve nüfusu 9 milyona ulaşan banliyö kentlerinden her gün 5 milyon insan Paris’e gelir, çalışır ve gece banliyölere döner.

    2,5 milyonluk Paris, her gün gelip giden 5 milyon çalışan dışında her yıl ortalama 20 milyon turisti ağırlar. 2006 yılı turist sayısı 21 milyon 700 bine ulaşmıştır.

    Başka bir deyişle, küçücük Paris’i ziyaret eden turist sayısı bütün Türkiye turist sayısının iki katıdır.

    İstanbul, görüntüsü ve nüfusuyla çok büyük bir kenttir. 5 bin 512 kilometrekare yüzölçümüyle nüfusu tahminen 11 milyon olup, rivayete göre 14 milyona vurmak üzeredir. Evrensel şehircilik mantığına göre en azından iki ayrı “il” idaresine ayrılması gereken bu muhteşem şehir, iktidarını genişletmek hırsıyla yönetilmesi olanaksız uzaklıkları sınırlarına katan çapsız zekalar sayesinde obezleştirilmiş, altyapısı nüfusu da, rant yapılaşmasını da taşıyamaz hale gelmiş, hantal ve tıknefestir.

    İstanbul, sakil gösteriş merakları dışında hiçbir kent kültürü ve zaten herhangi bir kültür birikimi olmayan yöneticilerin keyfiyetinde bu yıl “çok arttı” diye sevine sevine hepi topu 5 milyon 400 bin turist ağırlamıştır. Yani dört kat büyük olduğu Paris’ten dört kat azını.

    Kendisini “biraz mimar” olarak tanımlayan İstanbul BŞB Başkanı, bu sütunda yıllardır konu ettiğim bir “yare”ye ilaç olmak için kolları sıvadı ve sokaklara levha, kapılara numara takmaya başladı. Niyet, vallahi iyi. Üstelik, sokak levhalarının dizaynı da ne yaptığını bilen zevkli insanlar, Bülent Erkmen ve Aykut Köksal’a hazırlatılmış, o da güzel. Gel gör ki, levhaları herhalde Bülent ve Aykut beyler tek tek yazacak değil, takacak da değiller, işte işler bu noktada karışmış. Levhaların yazım, basım ve takım durumları, yani uygulama hangi “taşekafaron”a verildiyse, izan ve imla hak getire denilmiş, ama hak getirmeyince kültür, nereye sürsün düldül:

    Nuru Ziya Sokak, olmuş size Nur-i Ziya...

    Çiftevav Sokak, Çiftevay Sokak olaraktan naralanmakta...

    Kaşane Sokak, Keşhane Sokak diye, kafayı bulmak isteyenlere yol gösteriyor...

    Ama en acısı, Latinceden Türkçeye tıp sözlüğünün dil ustası Doktor Nurettin Ali Berkol’un başına gelenler.

    “Dr. Nurettin Ali Berkol Çıkmazı”, “Nr. Ali Berkol Çıkmazı”na dönüşerek, biçare hekimin doktorluk unvanı numaralandırılmış, adı da sünnet edilmiş.

    Bunlar sadece benim gördüklerim, kimbilir daha neler, neler var.

    İstanbul’un Belediye Başkanı “biraz mimar” olunca, eh, taşekafaronları da “biraz cahil” çıkıyor bittabi. Ama bak, hece kesmek konusunda hiç hata yapmamışlar. Şöyle ki: Dudu Odaları Sokağı “Dudu Oda-ları Sokağı” diye yazılmış. “Büyük Parmakkapı”, parmağının yarısı ayrılıp (zafer işareti yapıyordu herhalde) “Büyük Par” ve “Mak Kapı” diye açılmış sizlere. Daha neler var, neler...

    Geçen gün dolaştım, bazı levhalardaki yanlışları düzeltmişler. Örneğin durup dururken “şeyh”likle taltif edilen “Şehbender Sokak”, aslına kavuşmuş. Dudu Oda-ları da sökülmüş, daha yenisi konulmamış.

    Zaten konulsa ne olacak?

    Çünkü sokakların ismini doğru yazamayanlar, levhalarını da doğru yere çakacak değiller. Sokak levhalandırması, sokağın başında, sonunda ve her kavşakta yapılır. Oysa İstanbul’da, bir sokağın başına koyuyorlar, bitiyor. Daha çok bekleriz, “kahveciden sağa dön, kebapçıyı karşına alıp sola sap” tarifelerinin kadük olmasını.

    Biraz cahil ve biraz mimar, tabii ki herşeyi biraz eksik, biraz çarpık yapar.

    Vatan, Yazı: Mine G. Kırıkkanat, 23.11.2007

    KATKI



    COĞRAFİ VE POLİTİK SINIRLARI OLMAYAN BİR DÜNYA İSTİYORUM,
    KÜLTÜREL SINIRSIZLIĞA ULAŞMAK İÇİN...


    Bu yazı 16.03.2006 tarihinde bu sayfada yayınlanmıştı. Fotoğraflar ise geçtiğimiz hafta çekildi. Aşağıda söz edilen 38 yılın üzerine 20 ay daha eklendi, manzara değişmedi. Biz de fotoğrafın görsel dil etkisini kullanıp aynı yazıyı kullanıyoruz. Başka söyleyecek sözümüz yok.

    Dokuz sütuna manşet 2. BASKI








    "Türk-Bulgar Suakacağı Barajı 1968'den beri gündemde. Yani tam tamına 38 yıl. Ve tam 38 yıldır yapılacak baraj üzerinde meydana gelecek adacığın hangi ülkeye ait olacağı konusunda ısrarla anlaşma sağlanamadığından, her kapak açılışında koca Edirne biraz daha suya gömülüyor." (Hürriyet, 16.03.2006)

    Ben çocukken bir hikaye anlatırlardı. Hiç çocuğu olmayan bir kadın bir gün kuyunun başında dövünüp ağlarken kocası gelmiş. Niye ağladığını sorunca, kadın "Ah, bir çocuğumuz olsaydı, burada koşup oynasaydı, oynarken kuyuya düşseydi, ben ne yapardım diye ağlıyorum" demiş.

    Belki de masallardan ders almadığımız için bugün Edirne sular altında. Olmayan bir adacığın kime ait olacağının tartışması bir türlü sonuçlanmadığı için.

    Halkın çektiği sefaleti, çocukların hastalanmaya başlamasını, kadınların evlerini ve çocuklarını kurtarmaya çalışmalarını, esnafın zararını anlatmaya benim dilim varmaz. Neredeyse tüm Osmanlı ve Türk tarihi boyunca sınır kapımız olan, yeri geldiğinde "batıya açılan kapımız" Edirne, bugün neredeyse afet bölgesi. İşin bu kısmını siyasetçilere, sosyologlara, mühendislere ve çevre bilimcilere bırakalım, biz de işimize bakalım...

    Edirne sadece Osmanlı-Türk kültürünü yansıtan 606 adet eseriyle bile bir anıt kent. Bunların yanısıra kentte Roma İmparatoru Hadrianus tarafından yaptırılan Edirne Kalesi'nden günümüze kalan sur ve burç duvarlarını da görebiliriz. Doğa da fazlasıyla cömert davranmış ve kent üç güzel nehirle süslenmiş. Tunca, Meriç ve Arda nehirleri tarafından çevrilen şehri gören Evliya Çelebi, Seyahatnamesi'nde "Sonunda bu nehirler Edirne'nin helakına sebep olacak" diye yazmış. Ne diyeyim, Çelebi vizyon sahibiymiş.

    Amacım Edirne hakkında bilgi vermek değil, sadece aşağıdaki birkaç fotoğrafa bakarken aklınızda olsun istedim.





    Tunca (Ekmekçizade Ahmet Paşa) Köprüsü, 1607-1615, Sultan II.Mehmet zamanında defterdarlık görevinde bulunmuş olan Ekmekçizade Ahmet Paşa tarafından yaptırılmıştır.




    Meriç Köprüsü, 1842-1847, Sultan Abdülmecid tarafından yaptırılmıştır.




    Adalet Kasrı, 1561, Kanuni Sultan Süleyman tarafından Mimar Sinan’a yaptırılmıştır (Solda).Karaağaç Balkan Şehitliği, I. Balkan Savaşı sırasında Bulgarlara esir düşen ve Edirne Sarayiçi'nde aç bırakılarak ölüme mahkum edilen asker-sivil 20.000 şehidin bulunduğu yerdir.




    Kasım Paşa Camii, 1479, Fatih Sultan Mehmet ve II.Beyazıt zamanında Vezirlik ve bir süre de Sadrazamlık yapmış olan Kasım Paşa tarafından yaptırılmıştır.

    Ayşe Didem Bayvas, Fotoğraflar: Hürriyet, 23.11.2007

    DAYI AHMET KONAĞI TURİZME AÇILIYOR





    Gaziantep'teki tarihi yapılar arasında bulunan ve İl Özel İdaresi tarafından restore ettirilen Dayı Ahmet Ağa Konağı, turizme açılıyor.

     

    Gaziantep İl Özel İdaresi Genel Sekreteri Abdulkadir Demir, AB-GAP Bölgesel Kalkınma Programı Kültürel Mirası Geliştirme Projesi'nden aldıkları destekle yürüttükleri çalışmayla tarihi Dayı Ahmet Ağa Konağı'nı restore ettirdiklerini söyledi.

     

    ''Dayı Ahmet Ağa Konağı Restorasyonu ve Kültürel İşlev Kazandırılması'' projesinin koordinatörlüğünü de yapan Demir, 18 ay süren çalışmayla kentteki tarihi yapılar arasında bulunan konağı yok olmaktan kurtardıklarını, konağın bundan sonra Gaziantep'e gelen yerli ve yabancı turistlere butik otel ve restoran olarak hizmet vereceğini belirtti.

     

    Demir, Gaziantep Vakıflar Bölge Müdürlüğü ile proje ortaklığı yaparak gerçekleştirdikleri restorasyon çalışması sonrasında yeniden hayat bulan Dayı Ahmet Ağa Konağı'nı 26 Kasım 2007'de hizmete açacaklarını bildirerek, sözlerini şöyle sürdürdü: ''Yıllarca atıl kalan, hızlı kentleşmeye yenik düşerek yıkılacağı günü bekleyen tarihi Dayı Ahmet Ağa Konağı, AB'den aldığımız 650 bin avro destekle yürüttüğümüz çalışmayla adeta yeniden doğdu. Projenin bütünü için ise 843 bin 617 avro harcadık. Projeyi 21 Eylül 2007'de tamamladık. Projeyle öncelikli hedefimiz, ilimizin sahip olduğu kültürel zenginliği yansıtan eski eser tescilli Dayı Ahmet Ağa Konağı'nın korunmasını ve gelecek nesillere taşınmasını sağlamaktı. Bunun için öncelikle konağın restore edilmesi gerekiyordu. Biz projemizle önce bu ihtiyacı giderdik. Sonra burayı özgün bir yere dönüştürmek istedik.''

     

    Butik otel ve restoran olarak hizmet verecek olan Dayı Ahmet Ağa Konağı'nın 8 oda ve 28 yatak kapasitesine sahip olduğunu ifade eden Demir, konakta ayrıca birer restoran, misafir salonu ve toplantı salonu bulunduğunu söyledi.

     

    Konakta bu mekanların yanı sıra yöresel el sanatları ürünlerinin satışının yapılacağı bir bölümün de bulunduğunu bildiren Demir, ''Antep Savaşı'nda kumandanlık yapan Dayı Ahmet Ağa'ya ait asırlık konak, savaştan derin izler taşıyor. Antep Savaşı sırasında düşmanın attığı ve konağın duvarına saplanan patlamamış top mermisi hala duruyor'' dedi.

       

    Dayı Ahmet Ağa Konağı, kent merkezindeki Düğmeci Mahallesi'nde bulunuyor. Bulunduğu sokağa adını veren Dayı Ahmet Ağa Konağı, kentte geleneksel Osmanlı mimarisiyle yapılmış en önemli yapılar arasında gösteriliyor. Dayı Ahmet Ağa Konağı'nı oluşturan 2 ayrı yapının köşe eyvanlı olanının 2 katlı, farklı dönemlerde yapıldığı belirlenen diğer yapının ise 3 katlı inşa edildiği dikkati çekiyor.

     

    Dayı Ahmet Ağa Konağı'nın butik otel ve restoran olarak işletilmesi işi, restorasyon projesinin tamamlanmasının ardından 5 yıllığına ihale edildi.

    Gaziantep 27 Gazetesi, 23.11.2007

    BAKAN GÜNAY'IN ANKARA İÇİN TÜRKİYE MÜZESİ HAYALİ VAR

     

    Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, dünyanın dört bir yanından Türkiye’ye gelen insanların bir müzeye ihtiyaç olduğunu belirterek, "Hayalim, bir büyük Türkiye müzesi. Bunun yeri de Cumhuriyet’in Başkenti Ankara" dedi.

    Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, Türkiye’nin, günlerce, haftalarca gezilebilecek ve dünya insanının özellikle gelip gezebileceği bir müzeye hakkı olduğunu belirterek, "Hayalim, bir Büyük Türkiye Müzesi. Bunun yeri de Cumhuriyetin Başkenti Ankara" dedi.

    Günay, Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi’nin tarihsel gelişimini anlatan, fakülte kampüsü içindeki müzenin açılışına katıldı. Müzik dinletisi ve tiyatro gösterisi ile başlayan açılış töreninde, Müzenin Danışmanı Prof.Dr. Yüksel Öztan, Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’dan "Anadolu Uygarlıklarında Tarım" konulu kültür parkı yapılmasını istedi.

    Günay da burada yaptığı konuşmada, Ankara için önerilen "Tarım Kültür Parkı" projesini heyecanla karşıladığını, Ankara’nın buna ihtiyacı olduğunu aktardı. Heyecan duyulacağını düşündüğü yeni bir haberi söylemek istediğini aktaran Günay, Ankara’da, Newyork ve Londra’da olduğu gibi "tek bir günde gezilemeyecek, özel olarak gidilmesi gereken, gezildikçe gezilmesi istenen bir Büyük Türkiye Müzesi yapmak istediğini" bildirdi.

    Böyle bir müze kurmanın, dünyada birinci olarak, Türkiye’nin hakkı olduğunu belirten Günay, şöyle devam etti: "Bu topraklarda birkaç yüzyıl değil, birkaç bin yıllık değil, on binlerce yıllık uygarlıklar var. İnsanlığın ilk ayak izleri, savaş, üretim, barış burada. Ama biz ne yazık ki birkaç saatte tükenen müzeler yapmaktan henüz kendimizi ötesine taşıyamamışız.

    Benim hayalim, bir Büyük Türkiye Müzesi. Türkiye’nin, Anadolu’nun geçmişten bu yana bütün uygarlıklarını sahiplenen, İslam öncesi-sonrası, Selçuklu, Bizans gibi bir çok devletin yer aldığı, günlerce, haftalarca gezilebilecek ve dünya insanının gelip özellikle gezebileceği bir müzeye hakkı var. Hayalim bir Büyük Türkiye Müzesi. Bunun yeri de Cumhuriyetin Başkenti Ankara."

    Ankara Üniversitesi Rektörü Prof.Dr. Nusret Aras Fakülte’nin müzesi için çalışmalarda bulunanları kutlayarak, Üniversite geneline yönelik de müze açmayı düşündüklerini, ancak kampüsler farklı yerlerde olduğu için bunu gerçekleştiremediklerini söyledi. Aras, yine de değerlerin kaybolmaması için fakülteler bazında küçük müzelerin açılmasını istediklerini kaydetti. Ziraat Fakültesi Dekanı Prof.Dr. Cemal Taluğ ise çok eskiden beri bu müzeyi açmayı istediklerini, müzenin de üç yıllık bir çalışmanın ürünü olduğunu dile getirdi. Taluğ, "Müzemiz, Fakültemizi yükseklere taşıyacağı için bize güç ve moral duygusu sağlayacak" dedi.

    Hürriyet Ankara, 23.11.2007




    HAFTANIN HABERİ



    NÜMAHREM





    Gaziantep'te Sanko Sanat Galerisi’nde düzenlenen ressam Ayşegül Yarar’ın 9. kişisel resim sergisine sansür damgasını vurdu. Doğum, yaşam, çoğalma, ritüel, arayış gibi temaların ele alındığı resimlerden nü (çıplak beden tasviri) olanlar galeri yönetiminin talebiyle, Gaziantep halkına ağır (!) geleceği gerekçesiyle sansürlendi.

     

    Ressam Ayşegül Yarar’ın 2004-2007 yılları arasında, “zaman, yaşanmışlıklar, anımsama, doğum, ölüm, yaşam” gibi temaları ele aldığı, tuval ve kağıt üzerine yağlı boya ve akrilik teknikleriyle yapılan toplam 38 resmin beğeniye sunulduğu sergide 10 adet nü resimde modellerin kalça kısımları turkuaz rengi tülbentlerle kapatıldı. “Hayata Dair Düşünce”, “Geçmişe Sırt Çevirme” gibi isimler taşıyan resimler 400 YTL’den başlayarak satışa sunuldu.

     

    Sergi için, “daha önce Ankara ve İstanbul’da toplam 8 kişisel resim sergisi açtım. İlk kez bu illerin dışında bir ilde sergi açıyorum” diyen ressam Yarar, sansür talebinin galeri yönetiminden geldiğini belirterek, “Galeri yönetimi nü resimlerimin bölge halkı için ağır kaçacağını belirterek, sergiden çıkarılmalarını ya da nü kısımların üzerlerinin kapatılmasını teklif etti. Resimlerimin sergilenilerek, sanatseverlere ulaşabilmesi için bu talebi üzülerek kabul etmek zorunda kaldım. Tülbentleri keserek estetik bir şekilde resimlerin üzerlerini kapattım. Böylesi bir olayın başıma geleceğini düşünmezdim” dedi.

     

    Resimlerinde kübist parçalanma etkisinin, sembolist mitolojik öğelerin ve empresyonist algı anlayışının etkisiyle biçimlenen zaman zaman sürrealizmin masalsı havasını yansıtan Yarar, eserlerinde mitoloji ve tarihten yoğun olarak faydalanıyor. Eserlerinde, algıları güçlendirme amacını taşıdığını ifade eden Yarar, zaman sıkışıklığı. kaçış, zaman, kalabalıklar, yoğunluk gibi kent yaşamının kaosundan kurtulma eğilimini ele almaya çalıştığını dile getirdi.

    Gaziantep 27 Gazetesi, 21.11.2007


    ******


    EY OKUR, BU RESME İYİ BAKALIM

     

    Ne yapmalıyız şimdi…
    Ne demeliyiz..
    Durup bir daha soruyorum…
    “Üzeri çaputla sansürlenmiş bu resim sergisi için ne başlık vermeliyiz?”
    Bulamadım…
    Düşündüm, yine bulamadım…
    İnsan ruhunun sansürlendiği bu “ortaçağ kafası” için ne diyebiliriz ki…
    Valilerin “hacı adaylarını uğurlama töreni için yarışa girdiği” bir Türkiye’de, resim sergisindeki “kadın figürleri”nin çaputla sansürlendiği bir Gaziantep…
    İşte geldiğimiz nokta…
    İşte insan ruhunun, estetiğin sansürlendiği ağır tablo bu…
    Budur, karanlık bir uçurum gibi içine kapatıldığımız zihniyetin son resmi…
    İnsanlar, estetikle ahlak, çıplaklıkla sanat, duyguyla renk arasındaki o müthiş dünyadan koparılıyor…
    Budur işte acı olan…
    Budur işte unutturulan…
    Budur işte; sureti yasaklayıp, aynaları kırdırtan zihniyet..
    Budur işte bu coğrafyada geriye doğru işletilen zaman…
    Budur işte, terörden, şehit cenazelerinden, açlıktan ve acıdan kavrulmuş bir toplumdan çıkartılmak istenen manzara…
    Yani, Vali Yardımcısı’nın açılışını yaptığı sergide yağlı boya kadın resimlerinin çaputla sansürlenmesi…
    Ne demeliyiz ey millet…
    Ne söylemeliyiz ey okur…
    Ne dersiniz ey Kültür Bakanı Ertuğrul Günay…

    Hürriyet, Yazı: Fatih Çekirge, 24.11.2007


    ******


    SON HALİFE DE NÜ YAPTI

     

    Ayşegül Yarar'ın, "mahalle baskısı" olarak nitelenen uyarılara rağmen kendi resimlerine sansür uygulamasını da eleştiren sanatçılar, Milliyet'e şu değerlendirmeyi yaptılar:

     

  • Hüsamettin Koçan: Abdülmecid Efendi'ye ait nü'ler var. Bu yaşananlar bildiğimiz tipik, sansürcü, ürkek, halkı küçümseyen, sığ bir siyasal davranış. Yaşanan durum, tamamen sansürcü zihniyetin çabasıdır. Ve bu sansürü hiç kimse mazur gösteremez. Bunun bir sanat galerisi tarafından yapılması da ayrıca düşünülmesi gereken bir durum.

  • Balkan Naci İslimyeli: Haber çok utanç verici. Sanatçının çevre baskısına boyun eğişi bence o baskılardan daha da vahim. Bu sansür durumunun giderek yaygınlaşacağından kuşkuluyum. Osmanlı döneminde bile yaşanmamış bu durum. Vahşet boyutunda bir çirkinlik. İnsan güzel bir yaratıktır ve insanın çıplak hali utanılacak bir durum değildir. Ama özellikle kadın vücuduna baskı yaparak bir siyasi malzeme çıkarmak amacındalar.

  • Mehmet Güleryüz: Şunu sormak lazım öncelikle: Bu kişi niçin nü yapıyor? Resimlerini örtebiliyorsa o kadar da önemli değil nü yapması. Çünkü icabında kendisi giydiriyor resimlerini. Yapıtının yanında durmadığı ve bunun korumasını yapmadığı için sanatçı olarak vasıflandırmıyorum onu. Sanatçı olmayan bir kişinin meselesini de ciddiye almak istemiyorum.

  • Devrim Erbil: Sanatın sansürü yapılmaz. Fakat maalesef dünyada da yapılmıştır zaman zaman. Bu olaylar olacak ki sanatın ne olduğu anlatılabilsin. Bağnazlığa karşı bir haykırıştır sanat. Sanat eğitiminin temelinde insan vücudu vardır. Bir sanatçının kendisine baskı yapıldığı zaman eserlerini tülle örtmesi sanatla bağdaşan bir durum değil. Eserlere sansür uygulanmasını kabul edemediğim kadar sanatçının tavrını da kabullenemem.

  • Selma Gürbüz: Sanatçının tavrı kabul edilemez, buna tamamen karşıyım. Sanatından sanatçı hiçbir şekilde ödün veremez. Ben kimse için ne tablomu örterim ne değiştiririm. Öte yandan günümüzde bunları tartışmamız gerekir. Fakat bu yaşanılanlar gösteriyor ki özellikle sanatla, kültürle ilgili yanımız çok zayıf. Bu da az gelişmişliğin bir göstergesi bence.

    Milliyet, Haber: Yasemin Bay, 25.11.2007


    *****


    YARAR: DAVETİYEYE TEPKİ GELMEDİ

     

    Gaziantep'teki kişisel resim sergisinde "nü" tablolarının üzerini turkuaz renkli tülbentle kapatan ressam Ayşegül Yarar, Sanko Sanat Galerisi'nin nü resimlere karşı olan tavrını son gün serginin açılışına 5 saat kala öğrendiğini belirterek "Bu tavır sessiz kalmama isteğimin bir göstergesidir" dedi.


    Yarar,Gaziantep'te bulunan Sanko Sanat Galerisi'nde 4 Aralık'a kadar sergilenecek olan kişisel sergisinde nü resimlerinin üzerini tülbentle kapatarak sansüre uğrattığı gerekçesiyle kendisine yöneltilen eleştirileri kabul etmedi. Yarar, Milliyet'e şunları anlattı:


    "Serginin başlamasına 5 saat vardı. Ya resimleri Ankara'ya geri gönderip dönecektim ya da böyle bir uygulamaya gidecektim. Davet ettiğim kişileri düşündüm ve bir Gaziantepli olarak bu serginin böyle açılmasına karar verdim. Bu karar, sessiz kalmama isteğimin bir göstergesidir."


    Sergiden bir ay önce bastırdığı davetiyelere de göğüsleri açık bir kadın resmi koyduğunu belirten Yarar, "Bu resme galeri olumsuz bir tepki vermediğinden sergi günü yaşayacaklarımı tahmin edemedim" diye konuştu.

    Milliyet, Haber: Gülay Fırat - Meriç Tafolar, 25.11.2007


    *****


    VALİ DEĞİL, SANKO RAHATSIZ OLDU

     

    Ressam Ayşegül Yarar'ın "nü tabloların üzerinin örtülmesi" skandalıyla sonuçlanan Gaziantep'teki resim sergisine ilişkin tartışma sürüyor. Gaziantep Valisi Süleyman Kamçı, serginin açılışını yapan Vali Yardımcısı Gökhan Veli Kişioğlu'nun valilikçe özel olarak görevlendirilmediğini duyurdu.


    Skandala sahne olan Sanko Sanat Galerisi'ni de bünyesinde bulunduran Sanko Holding'in Yönetim Kurulu Başkanı Abdülkadir Konukoğlu da nü resimlerin insanları rahatsız edebileceğini söyledi.


    Kamçı, Milliyet'e de şu açıklamayı yaptı: "Sergiyi açan galeri özel bir galeridir. Sanatçı ile galeri arasında olay yaşanmıştır. Valiliğimizin bu konuda hiçbir tasarrufu ya da girişimi olmamıştır. Zaten davetiyeler de nü tablo sergisi olarak gönderilmiştir... Kaldı ki Gaziantep modern bir yerdir. Sanata ve sanatçıya da saygılıdır. Bu tabloların üzerleri kapatılmasa bile Gaziantep halkının herhangi bir tepkisinin olması söz konusu olmazdı. Böyle bir durumla karşılaşan sanatçı da istiyorsa sergiyi açmayabilirdi."

    Sanko Holding Yönetim Kurulu Başkanı Abdülkadir Konukoğlu ise Milliyet'e, "Burası herkese açık bir galeri. İnsanlar rahatsız olmasın diye bazı resimleri örtmüşler. Olabilir" açıklamasını yaptı. Sanko grubunun sosyal faaliyetleri kapsamında kurulan galeri, Haziran 2004'ten beri faaliyet gösteriyor. Galeri yönetimi şu isimlerden oluşuyor: "Başkan Adil Sani Konukoğlu, Başkan Yardımcısı Gülay Karslıgil, üyeler Murat Köylüoğlu, Sevim Karakaş, Akten Köylüoğlu."

    Milliyet, 25.11.2007


  • SÜTUN VE KAİDE DIŞ YÜZEYLERİ DÖKÜLEN SİDE APOLLON TAPINAĞI YENİDEN ONARILMAYI BEKLİYOR





    Antalya'nın Manavgat İlçesi Side beldesinin simgesi Apollon Tapınağı'nın sütun ve kaidelerinin dış yüzeyinde dökülmeler başladı.

    Her yıl turizm beldesini ziyarete gelen binlerce turistin önünde hatıra fotoğrafı çektirdiği Apollon Tapınağı ikinci kez restore edilmeyi bekliyor. Side Antik Kent'te MÖ 2. yüzyıldan kalma ve günümüzde 5 sütunu ayakta olan Apollon Tapınağı'nın onarımı 1977-1991 yılları arasında İstanbul Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi öğretim üyesi Prof.Dr. Zeynep Ahunbay ile Karadeniz Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi öğretim üyesi Prof.Dr. Müfit Yorulmaz tarafından yapılmıştı.

     

    Apollon Tapınağı'nın onarımının Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın izni ve Arkeolog Prof.Dr. Jale İnan gözetiminde ABD'li Uluslararası Side Dostları Derneği Başkanı Başkanı Jean Friendly'nin maddi destekleri ile yapıldığını belirten Alman heykeltıraş Dietmar Frieze (78), tapınağın 14 yıl süren onarım aşamasının tüm evresinde yer aldığını söyledi.





    78 yıllık hayatının 50 yılını Side'deki tarihi eserlerin onarım ve bakımına harcadığını belirten Dietmar Frieze, 3 yıl içinde Side Müzesi'nde 81 heykelin onarımını yaparak gün yüzüne çıkardığını söyledi. Dietmar Frieze, "Apollon Tapınağı'nın iki kaidesi ve 2 sütunun acilen yeniden restore edilmesi gerekir. Kültür ve Turizm Bakanlığı, öncülük ederse 6 yıl önce aramızdan ayrılan Prof.Dr. Jale İnan'ın anısına yeniden onarım çalışmasına gönüllü katılırım. Bu konuda mütevazılık yapmayacağım, heykel ve tapınak restorasyonunda başta Türkiye ve Avrupa ülkelerinde otorite isim olduğuma inanıyorum. Dönemin imkanlarına göre kaide başları içine konan demir, yerine çelik konmalı." diye konuştu.

    Öte yandan CHP Antalya Milletvekili Tayfur Süner, Side Antik Kent'teki tarihi eserlerin onarımı ve restorasyon çalışmalarının ne aşamada olduğuna dair Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay'ın yazılı cevaplaması için soru önergesi verdi. Bakan Ertuğrul Günay'a yazılı cevaplaması için verdiği soru önergesinde Side Antik Kent kazı çalışmalarına ayrılan bütçe ile Apollon Tapınağı'nın yeniden onarımı ve gündeme getirdiğini belirten milletvekili Tayfur Süner, onarımı konusunun TBMM'de sonuna kadar takipçisi olacağını kaydetti.

    haberler.com, 22.11.2007

    TARİHİ ESERLERE BÜYÜK SAYGISIZLIK

     

     

    Van'ın Akköprü Mahallesi'nde bulunan Urartular dönemine ait tarihi 'Meher Kapı', ilgisizlik ve bilinçsizlikten dolayı üzerine yazılan çeşitli yazılarla ve etrafına atılan çöplerle çirkin bir görünüme büründü.

     

    Halk arasında Taş Kapı veya Hazine Kapısı olarak da bilinen, Van Kalesi'nin 5 kilometre kuzeydoğusundaki 'Meher Kapı'nın hali görenleri şaşırtıyor. Urartuların ilk ulusal tanrısı olan "Haldi" adına inşa edilen yapıt, günümüzde üzerine çeşitli renkteki boyalarla yazılan ve çoğunlukla aşk, sevgiyi anlatan cümleler ile etrafındaki çöplerden dolayı kötü bir görünüm arz ediyor.

     

    Urartuların tapınak olarak kullandıkları, kayalara oyulmuş yapıtın ilgisizlikten ve bilinçsizlikten dolayı bu hale geldiğini belirten Akköprü Mahallesi sakinlerinden Fatma Akkuş, her yıl bu tarihi yapıtı yüzlerce turistin ziyaret ettiğini belirterek, "Biz gelen turistlere çay ikram ederken çocuklarımızda kendilerine rehberlik yapıyordu. Fakat son zamanlarda başıboş gençler, gelen ziyaretçilere hakaret ederek kendilerinden para istiyorlardı. Durum böyle olunca artık kimse buraya uğramaz oldu" dedi.

     

    Urartu Medeniyeti'nin inanç sistemi hakkında bilgiler veren ve uygarlığın inandığı 79 tanrının isminin bulunduğu yapıtta, ayrıca ülke içinde kutsanan tüm tanrı ve tanrıçalar, bunlara sunulan günlük kurban listeleri ve kutsal sayılan dağ, nehir ve kentler bildiriliyor. Dönem hakkında bilgiler veren en önemli kaynaklardan biri olan Meher Kapısı'nın tarihi MÖ 9. yüzyılda Urartu kralı 'İşpvini' ile oğlu 'Manva'nın dönemine kadar uzanıyor.

    Van Kent Haber, 22.11.2007

    URFA KALESİ ONARILACAK





    Şanlıurfa Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu, ''Urfa Kalesi''nin onarımına ilişkin hazırlanan rölöve, restitüsyon ve restorasyon projelerini kabul etti.

     

    Alınan bilgiye göre, Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın onayıyla birkaç ay önce kalenin onarımı için ihale yapıldı. Restorasyon ve diğer işlemler ihaleyle bir şirkete verildi. ''Urfa Kalesi''nde, 69 yıl aradan sonra ilk kez gerçekleştirilecek restorasyon çalışmasının ardından arkeolojik kazılara başlanacak.

    Bu kapsamda, ilk etapta kalenin mancınıklarında yer alan Aslanlı Burç'un onarımı tamamlanacak. Böylece burcun karşı karşıya bulunduğu yıkılma tehlikesi ortadan kaldırılacak. Ardından Kültür ve Turizm Bakanlığınca görevlendirilecek arkeologlar, kale çevresinde bulunduğu sanılan saray, mescit ve hamam kalıntılarını ortaya çıkarmaya çalışacak.

    Şanlıurfa Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu, arkeolojik ve kentsel SİT alanı içerisinde yer alan ''Urfa Kalesi''nin güneyinde bulunan gecekonduların yıkılmasından sonra oluşan boş arazide, İl Özel İdare Müdürlüğü'nce hazırlanan ''Urfa Kalesi Eteği Çevre Düzenleme'' projesinin uygulanmasına karar verdi.

    Ayrıca Şanlıurfa Belediyesi'nce kale eteğindeki çift kubbe mevkisinde yapılması planlanan ''Şanlıurfa Kalesi Seyir Tepesi'' projesi de kurul üyelerince onaylandı. Kurul üyeleri, Haleplibahçe Mahallesi'nde altyapı çalışmaları sırasında tesadüfen ortaya çıkarılan ve Amazon Kraliçeleri'nin av sahnesinin tasvir edildiği mozaiklerin korunmasına da karar verdi.

    Kazı alanın olumsuz hava koşullarına karşı korunması amacıyla geçici olarak kullanılabilen, modüler çadır yapımının uygun olduğuna, kazı alanına çevreden gelebilecek yağmur sularına karşı drenaj kanallarının yapılmasına ve tüm alanın giriş çıkışlarının kontrolünün sağlanması amacıyla çevresinin galvanizli kafes tel örgüyle çevrilmesi uygun bulundu.

    İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü kaynaklarından derlenen bilgiye göre, son olarak 1938 yılında kapsamlı onarımdan geçirilen Urfa Kalesi, Balıklıgöl Yerleşkesi'ndeki Damlacık Dağı'nın kuzey eteğinde yer alıyor.

    Doğu, batı ve güney tarafı kayadan oyma, derin savunma hendeğiyle çevrili, kuzey tarafında sarp kayalıkların bulunduğu kalenin, Abbasiler döneminde şehir sularının yeniden inşa edilmesi sırasında Seleukoslar dönemine ait eski kalıntılar üzerine yeniden inşa edildiği sanılıyor.

    Güneydeki kayadan oyma hendeğin MS 3. yüzyıla ait kaya mezarlarının üzerine yapıldığı ifade ediliyor. Romalılar tarafından inşa edilen iç kalede toplam 25 burç bulunuyor. Surların MS 812 yılında Hristiyanların, Arap akınlarına karşı kenti korumak amacıyla yaptırıldığı tahmin ediliyor. Dış kale ise Haçlılar zamanında büyütülerek restore edildi.

    Kale üzerindeki ''Korinth başlıklı'' iki sütundan birinin üzerinde yer alan Estrangela türündeki Süryanice kitabede, ''Ben askeri komutan Barşamaş (Güneşin Oğlunun oğlu Aftuha). Bu sütunu ve üzerindeki heykeli veliaht prens MA'NU kızı, Kral MA'NU eşi hanımefendim ve velinimetim kraliçe Şalmeth için yaptım'' yazıyor. Kaynaklarda, kitabede adı geçen Edessa Kralı'nın 9. MA'NU (214-240) olduğu belirtiliyor. Saltanat tarihleri dikkate alınırsa, bu sütunların 814 yılındaki surlar ve kalenin esas inşa tarihinden önce buraya birer anıt sütun olarak dikildikleri ortaya çıkıyor.

    Seleukoslar, Bizans ve İslami devirlere ait çok sayıda yapı kalıntısının bulunduğu kale, Selçuklular, Eyyubiler, Memluklüler, Akkoyunlular ve Osmanlılar döneminde onarımdan geçirildi.

    Haber Diyarbakır, 22.11.2007

    NEMRUT DAĞI'NA ULAŞIMI SAĞLAYAN İKİNCİ YOLDA ÇALIŞMALAR BAŞLADI





    Nemrut Dağı'na çıkışı sağlayan 2. yolun, kilitli parke taş döşenerek yapımına başlanıldı.

     

    Nemrut Dağı ile Karadut Köyü arasındaki 7 kilometrelik yolun 3 yıl süren kilitli parke taş döşeme çalışmasının bitirilmesinin ardından, 2. yol olan ve Nemrut Dağı'na çıkışı sağlayan Nemrut Dağı ile Arsemia Ören yeri arasındaki stabilize yolda çalışmalar başladı. KÖYDES Projesi kapsamında 2 bin 500 metre uzunluğundaki stabilize yola 15 bin metrekare kilitli parke taş döşenecek.

     

    2007 yılı yatırım programına alınan 2008 yılı içerisinde bitirilmesi hedeflenen Arsemia, Nemrut Dağı arasındaki yolun 424 Bin YTL'ye ihale edildiği belirtildi. Vali Halil Işık, turizmde iyi bir yere gelinebilmesi için alt yapının önemli olduğuna dikkat çekerek, fiziki alt yapının daha da iyileştirilmesi gerektiğine dikkat çekti.

     

    Işık, "Turizmdeki fiziki alt yapımızı iyi bir konuma getirmemiz gerekiyor. Adıyaman valiliği olarak bunun bilincindeyiz. Öncelikle Nemrut yolu üzerindeki köylerimizin kanalizasyon sorunlarını çözmeye çalıştık. Yol üzerinde bulunan köy içi geçişlerini yeniden yapmak için çalışmalarda bulunduk" dedi. Nemrut Dağı ile Karadut Köyü arasındaki yol yapım çalışmalarının toplam 2 milyon 287 Bin YTL bedelle yapımına başlandığını ve çalışmaların 3 yıl sürdüğünü kaydeden Işık, "Bu çalışmalar kapsamında Karadut Köyü içersinde alt yapı sorununu çözdükten sonra köy içini 63 Bin YTL harcayarak kilitli parke taş döşedik. Nemrut Dağı ile Arsemia Ören yeri arasındaki 2,5 kilometrelik stabilize yolun yapımı KÖYDES bütçesinden 424 Bin YTL bedelle ihale ederek çalışmalara başladık. Yol güzergahında bulunan bağlantı yolları ile köylerin alt yapı ve üst yapılarında çalışmalarda bulunacağız. Bütün bağlantı yolları ve köyleri de çalışmalarımızı tamamladığımızda fiziki alt yapımız hazır hale gelecek" şeklinde konuştu.

     

    Daha önceden hazırlanan Nemrut Dağı'nın Koruma ve Restorasyon Projesini üstlenen Ortadoğu Teknik Üniversitesi'nin projeyi beğenmediğini sözlerine ekleyen Işık, yeni proje hazırlandığını söyledi.

    Adıyaman Haber, 22.11.2007

    DADAY'DA ATATÜRK'ÜN KALDIĞI KONAK İŞLETİLMEYİ BEKLİYOR

     

    Kastamonu'nun Daday İlçesi'nde bulunan ve 30 Ağustos 1925 tarihinde Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk`ün ilçeyi ziyareti sırasında kaldığı tarihi konak, 13 yıl süren restorasyonunun tamamlanmasının ardından 5 aydır boş olarak bekliyor.

     

    Alınan bilgiye göre, Kültür Bakanlığı 1994 yılında, Daday ilçe merkezinde 3 Nisan 1912 tarihinde 3 katlı olarak inşa edilen, 30 Ağustos 1925`te Büyük Önder`i ağırlayan Köpekçioğlu Konağı`nın restorasyonuna başladı. Ödenek yetersizliği ve çeşitli nedenlerle uzun süre restorasyonu durdurulan binanın restorasyonunun tamamlanması için Kültür ve Turizm Bakanlığı geçen yıl çalışma başlattı.Tarihi konağın restorasyonu gönderilen ödeneğin ardından yaklaşık 5 ay önce tamamlandı.

     

    Daday Belediye Başkanı Kadir Er, yaptığı açıklamada, ilçenin en önemli tarihi yapılarından biri olan Köpekçioğlu Konağı`nın, tavan, kapı ve pencere süslemeleriyle çok önemli bir yapıt olduğunu bildirdi. Hem tarihi hem de mimari açıdan ilçe için çok önemli olan Köpekçioğlu Konağı`nın işletmesine talip olduklarını belirten Er, burayı turizme kazandırmayı hedeflediklerini söyledi.

     

    Er, restorasyonu 13 yıl süren binanın faaliyete geçmesinin de bir 13 yıl sürmemesi gerektiğini belirterek, şunları kaydetti: "Tarihi bina bir süredir boş bekliyor. Bu nedenle vatandaşlardan sürekli şikayet alıyoruz. İlçemizde otel bulunmadığı için bu tarihi binanın bir katını 25-30 yataklı bir otel, giriş katını el dokuma atölyesi ve el sanatları teşhir merkezi, en alt kısmını ise restoran şeklinde çok fonksiyonlu olarak ilçe turizmine kazandırmak istiyoruz. Bu konuda gerekli girişimleri başlatacağız."

     

    Bu arada, Kastamonu İl Kültür Müdürü Mehmet Taşkın, bir süre önce binanın en az 5 yıl kiraya verilmesi için Milli Emlak Genel Müdürlüğü'nden izin alınacağını açıklamıştı.

    kastamonulife.com, 22.11.2007

    ONARILAN TARİHİ KÖPRÜLER SULARA GÖMÜLDÜ

     

    Ekmekçizade (Tunca), İkinci Bayezid, Yalnızgöz, Fatih, Kanuni ve Saraçhane (Şehabettin Paşa) köprüleri, Edirne’yi vuran taşkınlardan nasibini aldı.

    Milyarlarca lira harcanarak restore edilen ve bir kısmının restorasyonu halen süren köprülerdeki hasar sular çekildikten sonra ortaya çıkacak.

    Restorasyonu tamamlanan ve devam eden tarihi köprüler de taşkından nasibini aldı. Hafta boyunca yağan yağmur ve Bulgaristan’ın Ivoylavgrad Barajı'nın taşması sonucu baraj kapaklarını açması, restorasyonu süren ve tamamlanan tarihi köprüleri de büyük riskle karşı karşıya bıraktı.

    İl Özel İdaresi tarafından aktarılan kaynakla onarılan ve onarılmaya devam eden köprülerden Yalnızgöz, İkinci Bayezid ve Saraçhane köprüleri daha önce hiç olmadıkları derecede sular altında kaldı.

    Ekmekçizade (Tunca) Köprüsü: İhaleyi 1 milyon 382 bin 898 YTL bedelle alan ÖzBa İnşaat Sanayi ve Ticaret Limited Şirketi tarafından onarımı taşkın nedeniyle yarıda kalan Tunca Köprüsü 3 Haziran 2007 günü akşamı onarım nedeniyle araç ve yaya trafiğine kapatılmıştı. Finansmanı Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın katkısıyla Karayolları 1'nci Bölge Müdürlüğü kontrolünde Edirne Valiliği İl Özel İdaresi tarafından onarılan köprü yaya trafiğine açılmaya hazırlanırken, yeniden taşkın molası verdi.

    Saraçhane (Şehabettin Paşa) Köprüsü: Onarımdan önce kanat duvarının yıkılmasıyla akıbeti Tunca Köprüsü'ne benzeyen Saraçhane Köprüsü de (Şehabettin Paşa) taşkın sularına gömüldü. Onarımını Mostar Köprüsü'nü yapan ErBu İnşaat Firması'nın gerçekleştirdiği ve sadece yayaya hizmet veren köprü bağlantı yollarının yapılamadığı için araç trafiğine açılamamıştı. İhalesi Beyazid Köprüsü ile birlikte yapılan ve ihale bedeli 790 bin YTL olan köprü, Tunca'nın yatağından taşmasıyla sel sularına gömüldü.

    Yalnızgöz Köprüsü: İhalesi Fatih ve Kanuni Köprüleri ile birlikte yapılan ve onarımı ERBU İnşaat tarafından gerçekleştirilen Yeniimaret'teki Yalnızgöz Köprüsü ve Bayezid Köprüsü de bu taşkın sırasında hiç olmadıkları kadar suyun altında kaldı. Bölge halkının “Adı gibi yalnız” dediği Yalnızgöz Köprüsü ile tarihi semte ulaşımı sağlayan İkinci Bayezid Köprüsü taşkın sularının altında görünmez hale geldi. 13 Ağustos 2007 tarihi itibarı ile araç trafiğine kapanan köprülerde hasar olup olmadığı varsa hasarın boyutları sularının çekilmesinden sonra tespit edilebilecek.

    Fatih ve Kanuni Köprüleri: Saraçhane ve Meriç Köprüsü'nü onaran ERBU İnşaat Ticaret Kollektif Şirketi tarafından onarılan ve onarımları tamamlanan Sarayiçi'ndeki Fatih ve Kanuni Köprüleri de sular altında kaldı. Kentin Yeniimaret ve Sarayiçi bölgesine olan ulaşımı sadece Gazimihal Köprüsü'nden sağlanabiliyor.

    Edirne Internet Gazetesi, 22.11.2007

    BOZYAZI'DA TARİHİ ESER OPERASYONU

     

    Mersin'in Bozyazı İlçesi'nde, tarihi eser niteliği taşıdığı belirtilen 239 sikke ile 100 gram kurutulmuş kenevir ve 79 kök Hint keneviri ele geçirildi.

     

    Bozyazı Emniyet Müdürlüğü'nden yapılan açıklamaya göre, ihbar üzerine, ekipler, Çubukkoyağı Mahallesi'nde, K.U. ve H.U'ya ait evde, mahkeme kararıyla yaptığı aramada, 100 gram kurutulmuş kenevir, 79 yetişmiş kök ve 798 dikilmeye hazır Hint keneviri fidesi ele geçirdi. Evde ayrıca, tarihi eser niteliği taşıdığı belirtilen 239 sikke bulundu. İki kişinin gözaltına alındığı, soruşturmanın sürdürüldüğü bildirildi.

    Zaman, 22.11.2007

    ÇÖPTEN ÇIKAN TABLOYA 1 MİLYON DOLAR

     

    ABD'nin New York kentinde yıllar önce çöpte bulunan, Meksikalı ressam Rufino Tamayo'nun 1970 yılında yaptığı tablosu Sotheby's müzayede evinde 1 milyon 49 bin dolara satıldı.

     

    Sotheby's'in Latin Amerikan sanatı bölümünde satışa sunduğu 'Tres Personajes' (Üç Şahsiyet) adlı tablonun, müzayedeye telefonla katılan bir alıcı tarafından satın alındığı belirtildi. Sotheby's, Tamayo'nun olgunluk dönemine ait önemli parça olarak değerlendirdiği tablo için 750 bin ila 1 milyon dolar fiyat biçmişti. Tablo, 1977'de düzenlenen bir müzayedede satın alındıktan sonra Houston'daki depoya konulmuş ve buradan çalınmıştı. Tablo yıllar sonra sabah yürüyüşüne çıkan New Yorklu Elizabeth Gibson tarafından cadde kenarındaki bir çöp yığını içinde bulunmuştu. Gibson aylarca evinin duvarında asılı kalan tabloyu, bir arkadaşının değerli olabileceği uyarısı üzerine araştırmış ve değerini öğrendikten sonra sahiplerine geri vermişti. Çöpten tabloyu kurtaran Gibson, çalındığı dönemde sahipleri tarafından konan 15 bin dolar ödülün sahibi de oldu.

    Zaman, 22.11.2007

    RÜSTEM PAŞA BEDESTENİ RESTORE EDİLİYOR

     

    Erzurum'da, Oltu taşı ürünlerinin satıldığı 500 yıllık tarihi Rüstem Paşa Bedesteni, aslına uygun olarak restore ediliyor. Tarihi handaki iş yerleri tek tip olarak düzenleniyor. 





    Vakıflar Genel Müdürlüğü yetkililerinden alınan bilgiye göre, hanın duvarlarında bulunan taşların temizlenmesi ve yapının sağlamlaştırılması için restorasyon çalışmaları başladı. Çalışmaların 4 ayda tamamlanmasının planlandığını ifade eden yetkililer, söz konusu handa bulunan iş yerlerinin de tarihi yapıya uygun duruma getirileceğini bildirdiler.

     

    Restore kapsamında, iş yerlerinin vitrinleri tek tip doğrama yapılacak, özgünlüğü bozan elemanlar kaldırılacak. Avluya açılan iş yerlerine yeni revaklar yapılacak. Handa sonradan açılarak kapı haline getirilen yerler özgün durumuna getirilecek. Handaki çatlaklar Bölge Koruma Kurulu tarafından onaylanan proje kapsamında epoksi harcı ile doldurulacak. Ayrıca handa ekonomik ömrünü tamamlayan elektrik tesisatı ile tuvalet yenilenecek.

     

    Rüstem Paşa Bedesteni'nde daha önce 1961-1970 yıllarında onarım yapıldığını anımsatan yetkililer, çarşının bir turizm çarşısı olması ve özgün haline getirilmesi için yeniden restorasyon çalışması yapıldığını ifade ettiler. Rüstem Paşa Bedesteni'nin yüzeyindeki mevcut özgün taşların kirlenmiş ya da bozulmuş olduğunu bildiren yetkililer, duvarlardaki taşların bir kısmının çürümüş olduğunu, handaki iş yerlerinin vitrininde ve içlerinde tarihi yapının özgünlüğüne aykırı durumların söz konusu olduğunu, mevcut kapıların ise bozulduğunu kaydettiler.

     

    Kanuni Sultan Süleyman'ın veziri Rüstem Paşa tarafından 16. yüzyılın ortalarında yaptırılan bedestende kare bir avlunun etrafındaki kemerli payelerin gerisinde odalar yer alıyor. İki katlı olarak inşa edilen yapının üst katında da karşılıklı odalar mevcut. Her iki katta günümüzde oltu taşı ürünlerin satıldığı iş yerleri bulunuyor.

    Erzurum Gazetesi, 22.11.2007

    2.5 METRELİK DEV DENİZ AKREBİ

     

    Denizlerde 390 milyon yıl önce yaşadığına inanılan insan boyundan büyük yamyam deniz akrebinin fosili bulundu.

    "Jaekelopterus rhenaniae" adından dolayı "Jake" lakabı verilen akrep yarımşar metre uzunluğunda kıskaçları ve daha önce bilinenlerden yarım metre daha fazla olan 2.5 metre uzunluğunda boyu ile şu ana kadar bulunan en büyüğü. Fosili inceleyen bilim adamları "Bu muhteşem bir keşif. Bir zamanlar böceklerin büyük olduklarını biliyorduk. Ancak, asla bu kadar büyük olabileceklerini tahmin etmiyorduk" dedi. Hem suda hem karada nefes alabilen bu tür böcekler çiftleşmek için karada toplanıyorlar ve bazen birbirlerini yiyorlardı.

    Hürriyet, 22.11.2007

    TARİHİ HARPUT EVLERİ TURİZME AÇILACAK

     

    Tarihi Harput evleri restorasyonu yapılarak turizme açılacak. Restorasyon için firma arandığını belirten Elazığ Belediye Başkanı Süleyman Selmanoğlu, Harput evlerinin yap-işlet-devret modeli ile tadilatının yapılacağını söyledi.

     

    Ortaçağ şehri Harput'a daha fazla turistin getirilmesini hedeflediklerini aktaran Başkan Selmanoğlu, restorasyon çalışmalarında son aşamaya gelindiğini, Elazığlı işadamlarına çağrıda bulunarak amaçlarının Harput'u daha turistik bir mekan haline getirmek olduğunu söyledi. Restorasyon çalışmalarını ihalesiz yapılacağını hatırlatan Başkan Selmanoğlu, "Bu tarihi evler için yap-işlet-devret modelini uygulayacağız. Bu evlerin restorasyonu yapacak firmalar, çalışmanın karşılığında mekanı 49 yıllığına işletme hakkına sahip olacak. Turizm konusunda ilgilenen iş adamlarımız ile görüşmeye hazırız." şeklinde konuştu. Harput evlerine gerekli önemin verilmesi gerektiğini söyleyen Harput Mahallesi Muhtarı Feyzi Kahraman, turizmin geliştirilmesi için artık somut adımların atılması gerektiğini söyledi. Restorasyonun evlerin tarihi dokusuna zarar vermeden yapılması gerektiğini hatırlatan Muhtar Kahraman, "Dünü bugüne taşımışsak, bugünü yarına da sağlam bir şekilde teslim etmemiz lazım. Harput'un her yerinin kamulaştırması gerek. Ondan sonra tarihi dokusuna zarar vermeden restorasyon çalışması yapılmalı. Bu çalışmalar sonrası turist sayısında ciddi artış olacaktır. Bölge turizmi açısından Harput çok önemli bir yere sahiptir." diye konuştu.

    Zaman, Haber: Orhan Akkurt, 22.11.2007

    SUŞEHRİ'NDE TARİH BULUNDU

     

    Sivas'ın Suşehri İlçesi'ne bağlı Küçükgüzel Köyü yakınlarında MÖ 323 yıllarında Hellenistik çağına ait olduğu tahmin edilen Roma dönemine ait 2300 yıllık kent kalıntıları bulundu.

     

    Suşehri İlçesi'ne bağlı Küçükgüzel Köyü'nün eski yerleşim alanında incelemelerde bulunan Sivas Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Müdürlüğü ekipleri, 100 dönümlük arazide inceleme yaptı. Yapılan kazılarda Hellenistik ve Roma dönemine ait kalıntılar olan mimari bloklar, seramik parçaları, sur duvarları ve tarihi taş parçalar bulundu.


    Bunun üzerine söz konusu bölgede yapılacak kazı çalışmaları için kurul oluşturuldu. Kuruldan çıkacak sonuç neticesinde ise Küçükgüzel Köyü'nün eski yerleşim alanının arkeolojik sit alanı olması için çalışmalar başlatıldı.

     

    Daha önce yine Küçükgüzel Köyü eski yerleşim alanında Roma dönemine ait tarihi aslan baş heykeli ve bir çok çeşitli tarihi taşlar Sivas Müze Müdürlüğü'ne gönderilmişti. Suşehri'nde heyecan yaratan bu gelişmeler vatandaşlarında ilgisine neden oldu.

    Sivas Kent Haber, 22.11.2007

    HADRIANOPOLIS KAZILARININ 2007 SEZONU TAMAMLANDI

     

    Batı Karadeniz'in geçmişini su yüzüne çıkarması planlanan, antik çağda 'Paphlagonia' ismi verilen bölgenin güneyinde bulunan Hadrianoupolis antik kenti kazı çalışmalarında 2007 yılı sezonunu tamamlandı.





    Karabük'ün Eskipazar İlçesi'nde bulunan ve MÖ 1. yüzyılda kurulan, MS 8. yüzyıla kadar yerleşim amacıyla kullanılan Hadrianoupolis'in, bölgenin en büyük kenti olduğunu söyleyen Paphlagonia Hadrianoupolis'i Arkeolojik Kazısı Başkanı Yard.Doç.Dr. Ergün Laflı, bu yıl kazı çalışmalarının 7 alan üzerindeki Hamam A, Geç Roma Villası, Hamam B ve Apsisli Yapı, Teatron, Roma Anıt Mezarı, Roma Kuzeybatı Mezarı ve Test Sondajları'ndan oluştuğunu belirtti.






    Laflı, "Bu yaz başında, daha önce yüzey araştırmalarında tespit edilen alanlardan Hamam A adını verdiğimiz kent merkezindeki anıtsal yapıda çalışmalara başladık. 2005 yılındaki yüzey araştırmaları sırasında keşfedilen Hamam A adını verdiğimiz kent merkezindeki anıtsal yapıda, 2007 sezonu sonuna değin 15 ana mekanı ortaya çıkardık. Binaya ait kalıntılar Bizans devri dini yapılarının yoğunlaştığı ve Erken Bizans B Kilisesi'nin de bulunduğu mevkinin yaklaşık 350 metre güneybatısında olup, güneyindeki Göksu Deresi'ne bir set oluşturacak şekilde oldukça dik, doğal bir teras üzerinde inşa edilmiştir. Daha önce Anadolu'da örneklerine hiç rastlanmayan bazı zemin mozaiklerine rastlandı. Bu mozaikler de en az Gaziantep'te ortaya çıkan Zeugma mozaikleri kadar güzel. Mozaikler üzerinde at, fil, panter, geyik, grifon gibi bir çok hayvan tasvir edilmiş. Ayrıca kilise neflerinden birinde 12 farklı kuş figürü farklı pozisyonlarda resmedilmiş. Hamam B üzerindeki çalışmalarımızda bulduğumuz Hacıahmetler Mahallesi'nin doğu girişinin yaklaşık 50 metre doğusunda, Eskipazar-Hacıahmetler yolunun hemen güneyindeki bu yapı oldukça büyük anıtsal bir yapıdır. 2007 yılında başlayan kazılarda yapının henüz 9 mekanı ortaya çıkarılabilmiştir. Bu mekanlar en az iki ana kanada oturtulmuş olup, Hamam A gibi yine doğal bir teras üzerine yerleştirilmişlerdir. Yapının 10 metre kuzeybatısında modern asfaltın hemen kuzeyinde sekizgen planlı, mozaik zeminli, apsidal bir yapı ortaya çıkarılmıştır. Hamam B ile bu yapının arasındaki ilişki henüz aydınlatılmamıştır. Her iki kompleksin de tabanı geometrik motifli mozaiklerle süslenmiştir. Geç Roma villası, Erken Bizans B Kilisesi'nin yaklaşık 150 m. doğusunda bir düzlük üzerinde yerleştirilmiştir. 2007 yılında kazısına başlanan bu alanda geniş avlu içine yerleştirilmiş olan en az 10 mekandan oluşan bir villa keşfedilmiştir. Villanın 2 numaralı mekanının tabanında evin sahibinin ve karısının portreleri resmedilmiştir. Mekanlardan ikisinin duvarlarında ise freskolar mevcuttur" dedi.





    Kazı başkanı Laflı, 2007 yılında kazısına başlanan ve tiyatro olduğu tahmin edilen bölümün de doğal bir kaya yüzeyine konuşlandırıldığını belirterek, "Kentin Roma döneminden kalma en önemli yapısı anıtsal mezar yapısıdır. Hamam A yapısının hemen 10 m. kadar güneyinde, dik bir terasın içine oyulan bu kaya mezarı 3 adet klineye sahiptir ve giriş kısmı vurgulanmıştır. 2007 yılında kazısını yaptığımız bu mezar, tiyatro olduğunu düşündüğümüz kayalık bir sırta oyulmuş yapının 5 metre kadar güneyinde yine kayalık bir yüzeye oyulmuştur. Kentte çok sayıda yer alan kaya mezarlarından güzel bir örneği teşkil eder" şeklinde açıklamalarda bulundu.

    Eskipazar İlçesi'nde bulunan Hadrianoupolis antik kentinin kazı çalışmalarının 2008 yılında da devam edeceği kaydedildi.

    haberler.com, 21.11.2007

    "SULTANAHMET YERİNE KARACAAHMET'E GİDİN"

     

    Alman Bild Gazetesi, " Dünyanın en büyük turist tuzakları" adlı bir liste yayınladı. Farklı ülkelerde yer alan popüler mekanlardan "ziyarete değmeyecek olanları" sıralayan gazete altenatif ziyaret noktaları tavsiyesinde de bulundu. Bild'e göre İstanbul'a gelen turistler Sultanahmet yerine Karacaahmet'e gitmeliler...





    Alman Bild Gazetesi'nde, dünyanın önde gelen destinasyonları ve tanınmış mekanları ile ilgili ilginç bir haber yayınlandı. " Dünyanın en büyük turist tuzakları" başlığıyla yayınlanan haberde "ziyarete değmeyecek" mekanlar sıralanırken altenatif ziyaret noktaları tavsiyesinde de bulunuluyor. İşte Bild Gazetesi'nden "Turist tuzakları" ve alternatif olabilecek mekan tavsiyeleri:

     

    1- Bild Gazetesi Pisa Kulesi için "Aslında utanç verici bir yapı hatası olan Pisa kulesini bir turist çekim merkezine dönüştüren İtalyanlar kurnaz insanlar. Üstelik giriş de 15 Euro" ifadelerini kullanırken okurlarına Pisa Kulesi yerine 500 yıla yaklaşan geçmişi ve nadir bulunan doğal güzellikleri ile Orto Botanico botanik bahçesini gezmeleri tavsiyesinde bulunuyor.

    2- Bild'in turist tuzağı olarak tanımladığı bir diğer mekan Roma'daki Aşk Çeşmesi. Roma'nın en büyük çeşmesi olan çeşmenin "La Dolce Vita" filmi sonrasında popülaritesinin arttığı ve batıl inançlı turistlerin bozuk paralarının havada uçuştuğu bir mekan haline geldiği ifade ediliyor. Bunun yerine Roma'nın dört bir tarafına yayılmış diğer çeşmelerin görülebileceği belirtiliyor.

    3- "Turist tuzağı" olarak yer verilen üçüncü mekan Paris'teki Notre Dame Katedrali. Şehrin simgesi olan ve en çok ziyaret edilen mekanlarından olan katedralin güzel olduğu vurgulanırken etrafta dolaşıp duran ve hep aynı şeyleri anlatan rehberlerin sükuneti bozduğu ifade ediliyor. Bild, okuyucularına Notre Dame yerine 13.yy'dan kalma bir kilise olan ve yer yer o dönemden kalma olan vitray camlarla süslü Sainte Chapelle'i ziyaret etmelerini öneriyor.

    4- Mısır'da Giza'da yer alan piramitler ve Sfenks'in büyüleyici bir yer olduğu belirtilirken daha sakin bir yer isteyenlere Krallar Vadisi olarak bilinen bölgeyi ziyaret etmeleri öneriliyor.

    5- İtalya'daki Capri Adası'nın çok güzel bir yer olduğu ve bundan dolayı buradaki fiyatların çok yüksek olduğunu belirten Bild Gazetesi, okurlarına Capri yerine daha uygun fiyatlı Ischia Adası'nı ziyaret etmelerini öneriyor.

     

    6- Yunanistan'ın Mikonos Adası'nın çok güzel bir yer olduğu ama sezon içerisinde sakin bir tatil geçirmek isteyenlere uygun olmayacağını vurgulanan Bild Gazetesi'nin haberinde, Mikonos yerine Artemis ve Apollo'nun doğduğu yer olan ve sükuneti ile ön plana çıkan Delos adası tavsiye ediliyor.


    7- Bild Gazetesi'nin, Londra'nın en çok ziyaret edilen noktalarından olan Picadilly Meydanı'nın özel bir yer olmadığı hatta bazı dönemlerde yaşanan aşırı yoğunluk nedeniyle izdiham oluştuğu belirtilerek okurlara gerçek Londralıların bulunduğu Leicester Meydanına gitmeleri öneriliyor.

    8- Venedik'te kuşlara yem verilen ünlü Markus meydanı ve çevresini çok pahalı olduğu için "turist tuzakları" listesine dahil eden Bild Gazetesi, bunun yerine okurlarına Venedik'te saklı kalmış yerleri keşfetmelerini öneriyor.

     

    9- Türkiye'ye gelen herkesin Sultanahmet civarındaki çarşı ve pazarlara uğramadan gitmediğini belirten Bild Gazetesi, dar yolları ve yerel özelliklere sahip ürünlerin bulunmadığı Sultanahmet bölgesi yerine okurlarına Üsküdar ve Karacaahmet tarafına gitmelerini öneriyor. İstanbul'u geleneksel yönleriyle tanımak isteyenlere Boğazın karşı kıyısında yer alan Üsküdar'a gitmeleri tavsiyesinde bulunan Bild, Karacaahmet mezarlığını da görülmesi gereken yer olarak okuyucularına tavsiye ediyor.

    10- New York'ta bulunan Times Meydanına yılda 35 milyon insan geldiğini belirten Bild, burasının kirli bir yer olduğunu bunun yerine okuyucularının New York Central-Park'ta gezintiye çıkabilecekleri ifade ediliyor.

    11- Bild gazetesi'nin haberinde ABD'nin popüler mekanlarından San Fransisco iskelesinin fiyatları ile tam bir "turist tuzağı" olduğu belirtilirken okuyuculara alternatif mekan olarak Golden Gate parkını gezmeleri öneriliyor.

    12- Bild Gazetesi'nde, Los Angeles'te Hollywood starlarının yıldızlarının yer aldığı "Walk of Fame" yolunun 2. sınıf aktör ve aktrislerin yıldızlarının da yola işlenmesi ile özelliğini yitirdiği belirtilirken, sergilenen sanatsal eserler ve güzel peyzajlı bahçesi ile Getty Müzesi'nin alternatif mekan olarak ziyaret edilebileceği ifade ediliyor.

    13- Meksika'daki Cancun plajının yüksek fiyatları kalabalığı ve rahatsız edici satıcıları ile Bild'in okurlarına tavsiye etmediği yerler arasında. Bild, Cancun'a alternatif olarak ise Mayan sahillerini öneriyor.

    14- Çin'deki Yasak Şehir'in görülmesi gereken yerlerden birisi olduğunu fakat işportacıların rahatsızlık verici olduğunu belirten Bild Gazetesi, okurlarına alternatif olarak Huangshan Dağlık bölgesini ziyaret etmeleri tavsiyesinde bulunuyor.

    Turizmdebusabah.com, Haber: Fatih Gönül, 21.11.2007

    TARİHİ ÇEŞMELER TEMİZLENİYOR

     

    Bursa Yıldırım'da, tarihi çeşmeler temizleniyor. Belediye bünyesinde hizmet veren Yıl-Güzel ekibi, çalışmalarını 500 bar basınç sağlayan özel bir makine kullanarak yapıyor. Anıtlar Yüksek Kurulu'ndan bir yetkilinin de hazır bulunduğu temizlik çalışması titizlikle yürütülüyor.

     

    Yıldırım Belediye Başkanı Özgen Keskin, "Tarihimize vermiş olduğumuz önem ortada. Balabanbey Kalesi, Molla Yegan Medresesi, Cumalıkızık, Minia Yıldırım ve Tarihi Yaya Aksı, bunlara en güzel örnek olsa gerek. Virane bir şekilde yıllarca kalan tarihi eserlerimiz yaptırdığımız restorasyon çalışmaları ile bir bir ortaya çıkarılıyor. Yıldırım'da tarihi çeşmelerimizin de temizliğini aslına uygun bir şekilde Anıtlar Yüksek Kurulu'nun da onayladığı şekilde gerçekleştiriyoruz.
    Çünkü bu tarihi eserlerimiz ilimizin mührü" dedi.

    Bursa Hakimiyet, 21.11.2007

    YALOVA'DAKİ OSMANLI HAMAMI RESTORE EDİLECEK

     

    Yalova'nın Çiftlikköy İlçesi Gacık Köyü'nde bulunan Osmanlı döneminden kalma tarihi hamamın restorasyonu için Yalova Valisi Yusuf Erbay düğmeye bastı.

     

    Gacık köyüne giden Vali Erbay, tarihi hamamda incelemelerde bulunarak halkın görüşlerini aldı. Yıllardır atıl durumda kalarak çürümeye yüz tutan tarihi hamamın restorasyonu ve turizme açılması için Yalova Valiliği ve Çiftlikköy Belediyesi ortak bir proje yürütecek. Gacık köyüne giden Vali Yusuf Erbay, Çiftlikköy Kaymakamı Hüseyin İçten, Belediye Başkanı Metin Dağ, İl Kültür ve Turizm Müdürü Cemal Ulusoy, köylülerle birlikte incelemelerde bulundu. Halk tarafından tarihi köy kahvesinde karşılanan Vali Erbay, daha sonra Osmanlı döneminde yapılan hamamın içini gezdi. Köylülerden ve yetkililerden bilgiler alan Erbay, kahvehanede halkın görüşlerini alırken, tarihi hamamın önemli bir kültürel hazine olduğunu ve Altınova'daki Hersekzade Ahmet Paşa Camii'ne benzer bir restorasyon projesini buraya da uygulamak istediklerini dile getirdi.

    Zaman, Haber: Mustafa Arslan, 21.11.2007

    TARİHİ ESERLER INTERPOL ARACILIĞIYLA YURDA DÖNDÜ

     

    Kültür ve Turizm Bakanlığı, 2007 yılında 338 adet tarihi eserin Türkiye'ye dönmesini sağladı. Dünyanın en önemli müzelerinde Anadolu topraklarından çıkmış önemli tarihi eserler bulunurken en çok eser kaçırılan ülkelerin başında da Türkiye geliyor.

     

    Bakanlık, eserlerin yakalanması için Avrupa'da gerçekleştirilen birçok müzayedeyi takip ederken, yabancı müzelerde sergilenen eserlerin geri getirilmesi için de diplomatik girişimlerini devam ettiriyor. İnterpol'ün de destek olduğu Türkiye, 2007 yılını bu anlamda başarılı geçirdi. Birleşik Arap Emirlikleri, Almanya, İsviçre, Avusturya, İngiltere eserlerin geri alındığı ülkeler oldu. Ayrıca Almanya, Rusya Federasyonu, Hırvatistan, ABD, Danimarka, İtalya, Fransa, İsviçre, Sırbistan-Karadağ, Bulgaristan ve İngiltere gibi ülkelerde bulunup Türkiye'ye getirilmesi amacıyla, bu yıl takip edilmiş ve 2008'de yurda iadeleri için girişimlerin sürdürüleceği pek çok eser bulunuyor. Kültür varlıklarının kanunsuz dolaşımını önlemek amacıyla, eski eser kaçakçılığına ilişkin uluslararası sözleşmeler, yasal düzenlemeler takip ediliyor. Türkiye'den yasadışı yollarla yurtdışına kaçırılan Anadolu kökenli eserlerin iadesi, Dışişleri Bakanlığı, Adalet Bakanlığı ve İçişleri Bakanlığı İnterpol Dairesi ile ortaklaşa yürütülüyor.

     

    2007 yılında gerçekleştirilen girişimlerle iadesi sağlanan eserler şunlar: Birleşik Arap Emirlikleri'nde ele geçirilen 23 eser, Londra'dan getirilen Roma dönemine ait 2000 yıllık yüzük, Avusturya'dan getirilen Anadolu kökenli 316 parça eser, Almanya'da ele geçirilen 4 adet sikke, Nürnberg'de ele geçirilen iki mermer stel parçası, İzmir Agora Örenyeri'nden çalınan ve Almanya'da ele geçirilen heykel başı, Laodikya Antik Kenti'nden çalınan ve İsviçre'de ele geçirilen bronz el.

    Zaman, Haber: Aslıhan Aydın, 21.11.2007

    ROMUS'LA ROMULUS'UN MAĞARASI BULUNDU

     

    Efsaneye göre Roma’nın kurucuları sayılan Romus ve Romulus kardeşlerin dişi kurt tarafından emzirildiği mağara ortaya çıkarıldı.

    İtalya Kültür Bakanı Francesca Rutelli, mağaranın, Roma’nın göbeğindeki Palatino tepesinde bulunduğunu açıkladı.


    Bakan, "mitolojik bir şeyin hakikate dönüşmesinin inanılmaz bir şey olduğunu" belirtti. Metrelerce toprak altında kalan "Lupercale" adlı mağaranın sondayla tespit edildiği belirtildi.

    Hürriyet, 21.11.2007

    'BEYOĞLU'NUN BELLEĞİ' PLAKETLERDE YAŞAYACAK

     

    150. yılını kutlayan Beyoğlu Belediyesi, Beyoğlu’nun eski çehresini ve kültürel kimliğini canlandırmak amacıyla “Beyoğlu’nun Belleği” adlı bir proje başlatıyor. Proje, Beyoğlu’nun kültürel tarihinden izler taşıyan ve bugün birçoğu iz bırakmadan ortadan kaybolan önemli mekanların belirlenmesini ve birer plaketle topluma hatırlatılmasını amaçlıyor. Proje kapsamında, Beyoğlu’nda bulunan ve döneminin en seçkin mimarlarının imzasını taşıyan 63 tarihi binanın cephesine bilgilendirme plaketleri yerleştirilecek. “Beyoğlu’nun Belleği” projesi için, çeşitli yönleriyle toplumsal hayatta iz bırakmış atölye, stüdyo, pastane, kahvehane, sinema, tiyatro, müzikhol, mağaza gibi işletmeler belirlendi. Foto Süreyya, Botter Apartmanı, Markiz Pastanesi ve Le Bon Pastanesi de plaket çakılması için kararlaştırılan ilk mekanlar oldu.


    Proje hakkında basına bilgi veren Beyoğlu Belediye Başkanı Ahmet Misbah Demircan, “Beyoğlu’nun belleği aynı zamanda İstanbul’un da belleğidir. 2010 Avrupa Kültür Başkenti İstanbul’a yakışacak projeleri bir bir hayata geçiriyoruz. Burası ‘ilk’lerin mekanı. Kentin en önemli değişim ve dönüşüm merkezi. Genç kuşaklar kültürel değerlerimiz hakkında bilgilenecek tarihini sahiplenecek ve koruyacak” dedi. Projede danışman olarak görev alan mimarlık tarihi yazarı Mimar Hasan Kuruyazıcı ise, kagir binaların sadece Beyoğlu’nun fiziksel çehresini yansıtmakla kalmadığını, aynı zamanda bu semtin kültürel kimliğinin de taşıyıcısı olduğunu söyledi.

    Türkiye Gazetesi, Haber. Tuncay Önür, 21.11.2007

    ANADOLU ATEŞİ'NE ASPENDOS YASAĞI

     

    Kültür ve Turizm Bakanlığı, yaz sezonu boyunca Aspendos Antik Tiyatrosu'nun kullanım hakkını verdiği Anadolu Ateşi'ne kusurlu hareketleri nedeniyle 310 bin YTL para cezası verdi. Sözleşmesi feshedilen Anadolu Ateşi, artık Aspendos'u kullanamayacak.

    Antalya İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü uzmanlarının tespitine göre Anadolu Ateşi, şartnameye aykırı 31 kusurlu davranışta bulundu. Yetkililer, gösterinin öngörülenden yüksek desibelde ses kullandığını ve seyirci sayısının iki bin 500'ün üzerine çıktığını tespit etti. Anadolu Ateşi ile Bakanlık arasında imzalanan sözleşmedeki "Her kusurlu davranışa 10 bin YTL para cezası uygulanır" hükmüne göre, 31 kusur için 310 bin YTL para cezası kesildi.

    Sabah, Haber: Ceyda Dinçbakır, 21.11.2007

    TARİH HAZİNESİ AGORA DAHA DA GENİŞLEYECEK

     

     

    İzmir'in tarihi zenginliği her geçen gün biraz daha ortaya çıkıyor. Kent merkezindeki Agora kazı alanında, eski Roma dönemine ait meclis binasının bulunduğu bölge de tespit edildi. Kazı Başkanı, Dokuz Eylül Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Yrd.Doç.Dr. Akın Ersoy, eserin üzerindeki, Osmanlı'nın son dönemi ile Cumhuriyet yıllarına ait kalıntıların temizlendiğini söyledi.

    Agora'da, 4-5 yıl içinde büyük değişim yaşanacağını ve yeni buluntularla buranın daha da genişleyeceğini belirten Ersoy, şu bilgileri verdi: ''Faustina kapısının altından geçen, Kemeraltı'na doğru giden yol ortaya çıkarılacak. Bazı dehlizlerde gidebildiğimiz yere kadar gideceğiz. Konak Meydanı ile Agora'yı birleştirmeye çalışacağız. Agora daha da zenginleşecek.

    Milliyet Ege, 21.11.2007

    MİMAR KEMALETTİN BEY ESERLERİYLE ANILACAK

     

     

    Gazi Üniversitesi’nin tarihi binasının da mimarı olan Kemalettin Bey, TMMOB Mimarlar Odası’nın düzenlediği sempozyum ile anılacak.

    TMMOB Mimarlar Odası, 7-8 Aralık tarihleri arasında, Kemalettin Bey’in mimarı olduğu Gazi Üniversitesi Rektörlüğü’nde "Mimar Kemalettin ve Çağı: Mimarlık / Toplumsal Yaşam / Politika Sempozyumu"nu düzenleyecek.

    TMMOB Mimarlar Odası’nın "Türkiye’nin mimarlık kültürüne katkıda bulunmuş ve bugün hayatta olmayan mimarların anısını yaşatmak üzere" düzenlediği ve bu dönem Mimar Kemalettin Bey’in gündeme alındığı Anma Programı 7 Kasım’da başlayacak. Mimarlar Odası’nın bu doğrultuda oluşturduğu ve Günkut Akın, Afife Batur, Ali Cengizkan, Bülend Tuna ve Yıldırım Yavuz’dan oluşan Anma Programı Komitesi’nin 2006 yılından beri yürüttüğü çalışmalar sonucunda, 7-8 Aralık tarihleri arasında "Mimar Kemalettin ve Çağı: Mimarlık / Toplumsal Yaşam / Politika Sempozyumu" düzenlenecek. Sempozyumun ilk günü açılacak retrospektif sergi, 14 Aralık’a kadar Gazi Üniversitesi Rektörlüğü’nde, 24 Aralık tarihinden itibaren ise İstanbul’da Taksim Sanat galerisi’nde açık kalacak. Serginin daha sonra Türkiye kentlerini gezmesi hedefleniyor.

    Sempozyum kapsamında Mimar Kemalettin’i ve dönemini anlamak amacıyla mimarın yaşamı ve yapıtları üzerine kapsamlı bir retrospektif kitap yayımlanması planlanıyor. Ayrıca mimarın ayakta olan yapılarına plaket çakılarak tanınmalarının sağlanması ve eserlerinin bulunduğu kentler için özel mimarlık rehberlerinin yayımlanması çalışmaları da sempozyumda tartışılacak.

    Açılış konuşmalarını Kültür Bakanı Ertuğrul Günay, Gazi Üniversitesi Rektörü Kadri Yamaç, Mmarlar Odası Başkanı Bülend Tuna ve Kemalettin Bey’in ailesi adına Güngör Mimaroğlu’nun yapacağı sempozyumda, Osmanlı mimarisi de ele alınacak.
    Hürriyet Ankara, 21.11.2007

    ADIYAMAN'DA "KOMMAGENE'DEN GÜNÜMÜZE HEYKEL SANATI" SEMPOZYUMU

     

    Adıyaman Kent Konseyi tarafından Kültür, Sanat ve Edebiyat Komisyonu 2. Sanat Günleri kapsamında, Kommagene’den Günümüze Heykel Sanatı’ konulu bir panel düzenlendi.

     

    Adıyaman Üniversitesi Vehbi Koç Konferans Salonu’nda düzenlenen panele Adıyaman Valisi Halil Işık, Belediye Başkanı Necip Büyükaslan, Adıyaman Üniversitesi Rektörü Prof.Dr. Mustafa Gündüz, Kültür ve Turizm İl Müdürü Abdullah Güven, Adıyaman üniversitesi öğretim üyeleri, heykel sanatçıları ve öğrenciler katıldı.

     

    Panel öncesinde konuşan Adıyaman Valisi Halil Işık, Adıyaman tarihinin çok eskiye dayandığını belirterek, “MÖ 40 bin yıllarına kadar uzanan engin tarihi ile Adıyaman ili 21 medeniyete ev sahipliği yapmıştır. Bugün için Adıyaman’da 21 medeniyetin bırakmış olduğu 190 dolayında tarihi eser ve bunun yanında da doğal zenginlikler bulunmaktadır. 170 sayılı eser tescilli konumundadır. Bu nedenle de Adıyaman ili adeta bir açık hava müzesi durumundadır” dedi.

     

    Adıyaman Belediye Başkanı Necip Büyükaslan ise, Kommagene Krallığı’nın insanlığa büyük bir kardeşlik mirası bıraktığını kaydederek, “Geçmişi 40 bin yıllık tarihe dayanan şehrimiz, dünya insanına verdiği kardeşlik mesajıyla ön plana çıkmaktadır. İnsanlık tarihinde hiç savaş görmemiş bir medeniyet olan Kommagene Krallığı insanı tek bir noktada birleştirmeyi amaç edinmiş ve bütün insanlığa ortak bir miras bırakmıştır” şeklinde konuştu.

     

    Daha sonra Heykel Sanatçısı Uli Mueller, Heykel Sanatçısı Kemal Tufan, Adıyaman Müze Müdürü Arkeolog Fehmi Eraslan, Adıyaman Üniversitesi Sanat Tarihçisi Yard.Doç.Dr. Recep Özman ve Adıyaman Kent Konseyi Kültür, Sanat ve Edebiyat Komisyonu Başkanı Heykel Sanatçısı Kazım Durmaz tarafından ve başkanlığını Kocaeli Üniversitesi Heykel Sanatçısı Yard. Doç. Nevzat Atalay’ın yaptığı, Kommagene’den Günümüze Heykel Sanatı konulu panel verildi.

    Adıyaman Haber, 21.11.2007

    YERKAPI SURLARI HAYAT BULDU

     

    Bursa'daki surların günyüzüne çıkartılması kapsamında Yerkapı bilgesindeki 11 metre yüksekliğinde, 250 metre uzunluğunda, orijinal parçalar korunarak düzenleme yapıldı.

    Osmangazi Belediyesi'nin tarihi Bursa surlarını günyüzüne çıkartıp yenileme projesi aralıksız devam ediyor. Bizans döneminden kalma, devşirme malzemelerin yoğun olduğu Yerkapı'da, surları gölgeleyen özel mülkiyetlerin kamulaştırılarak yıkılması sürerken, devlete ait okul, su deposu gibi alanlarda da yıkımlar için bürokratik yazışmalar hızlandı. Osmangazi Belediye Başkanı Recep Altepe, Yerkapı'da 11 metre yüksekliğinde, 250 metre uzunluğunda, orijinal parçalar korunarak sur düzenlemesi yaptıklarını belirterek,"Yerkapı'da, Pınarbaşı mezarlığı karşısında, eski bir dokuma fabrikası ve evler sebebiyle hiç gözükmeyen bölgede kamulaştırma yaparak çalışmalara başladık. Şimdi Pınarbaşı mezarlığı karşısında 2 dekarlık bir alan ve 200 metreye yakın bir alanda sur düzenleme çalışması yürütüyoruz. Bu bölgede ayrıca iç surlar da yer alıyor. Bu iç surlarda çeşitli depremlerden sonra kullanılan devşirme tabir edilen Bizans sütunları gibi çıkma malzemelerin bulunduğu parçaları da koruyarak restorasyonumuzu sürdürüyoruz. Şu anda çalışmalar Milli Eğitim Müdürlüğü'ne ait, Osmangazi İlköğretim Okulu'na kadar geldi. Milli Eğitim'den bu okulun boşaltılarak yıkılmasını talep ediyoruz. Bu konuda gelişme sağladığımızda, Yerkapı'dan Fetih Kapı'ya uzanan sur aksını tamamen açmış olacağız. Bu yıkım kararı da çıktığında Bursa'nın fethi törenlerinde protokol yürüyüşü Yer Kapı'dan başlayıp Fetih Kapı'ya uzanacak" dedi.

     

    Üftade Camii'nin altında surların önüne inşa edilmiş Yokuş Caddesi'nin sağ tarafındaki 4-5 binanın kamulaştırılarak yıkılacağını açıklayan Başkan Recep Altepe, bölgeye iki tane de kapı inşa edileceğini bildirdi. Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'na sunulan projeye göre, Tahtakale'den Kavaklı Caddesi'ne çıkan Yokuş Caddesi üzerine, Üftade Camii'nin altındaki merdivenlerin başladığı bölge ile Kavaklı Caddesi'nde Dar'ül Kura'nın yanındaki Cizyedarzade haziresinin önünde, orijinal fotoğrafları bulunan Yerkapı kemerlerini inşa etmeyi planladıklarını belirten Recep Altepe, "Kavaklı Caddesi üzerindeki kapıyı, araç geçişini engellememesi için biraz yüksek yapmayı düşünüyoruz. Tahtakale'den Kavaklı'ya çıkan Yokuş Caddesi'nin de trafiğe kapatılmasının Hisar halkı için bir sıkıntı meydana getirip getirmeyeceğini tartışıyoruz.Yokuş Caddesine araç ulaşımında alternatif üretilebilirse araç girişine kapatacağız" dedi.
    Yeni Şafak, 20.11.2007

    KÜTAHYA'DA TARİHİ EVLER TEHLİKE SAÇIYOR

     

    Kütahya'da harabe halindeki tarihi evler tehlike saçıyor.

    Mecidiye Mahallesi Çapraz Sokak'ta bulunan ve yıkılmak için adeta küçük bir sarsıntı bekleyen metruk evin bulunduğu yolun, hem yaya hem de araç trafiğine açık tutulması vatandaşları tedirgin ediyor. Evlerine ulaşmak için yıkılmasına ramak kalmış evin bulunduğu sokaktan geçmek mecburiyetinde olduklarını belirten vatandaşlar, yetkililere seslendi. Çok hisseli olması sebebiyle yetkililerin karşısında muhatap bulamadığı evin üst katını ayakta tutan iki direğin de kırıldığını ifade eden mahalle sakinleri, "Bölgede harabe halinde yüzlerce tarihi bina var. Bunların tamir edilmesi veya yıkılıp yerlerine yenilerinin yapılması kurulun iznine tabi. Her an yıkılma tehlikesi olan bu evler tehlike saçıyor" dedi.

     

    Kütahya Belediyesi'nin, yıkılmak üzere olan metruk evin önüne set çekerek koyduğu ikaz levhasının da yerlerde gezmesi dikkat çekiyor. Kütahya'da çok hisseli olması ve hissedarların şehir dışında olması yüzünden tarihi evlerin yok olmaya terk edildiği belirtildi. Kütahya'da çok hisseli kaderine terk edilen yüzlerce tarihi evin bulunduğu öğrenildi.

    Kütahya Kent Haber, 20.11.2007

    OSMANLI PARA KESELERİNİ KOLEKSİYONERLER TOPLUYOR

     

    Osmanlı’da altın, gümüş, bakır ve nikel paraları koymak için ipek, kadife, boncuk gibi çeşitli malzemelerden yapılan para keseleri, artık antikacılarda bulunabiliyor. Kesenin, madeni paraların konulduğu, ağzı bağlanıp çözülen ve günlük yaşamda kullanılan küçük torbacıklar olduğunu belirten Perge Antik sahibi koleksiyoner Barış Albayrak, para keselerinin, Osmanlı erkeğinin kullandığı aksesuarların başında geldiğini ve Cumhuriyet Dönemi’nin başlarına kadar kullanıldığını söyledi. Albayrak, para keselerinin kullanıldığı dönemde erkeklerin, ondan daha küçük mühür kesesi ve yuvarlak saat kesesi de taşıdıklarını belirterek, şunları kaydetti: “Para, saat, mühür keselerinin yanı sıra sigara içenlerin de tütün kesesi vardı. Bu keseleri erkekler günlük yaşamlarında üzerlerinde taşırlardı. Para kesesi, tütün kesesi, bele sarılan kuşak arasına veya giysi ceplerine konulurdu.”

    Para keselerinin yerini cüzdanların aldığını belirten Albayrak, kadınlar tarafından yapılan keselerin ilginç motifler taşıdığını bildirdi. İşlemelerde inancın, geleneğin, kadının erkeğine duyduğu sevginin yer aldığına dikkati çeken Albayrak, bir dönem para keseleri yapan ustaların da olduğunu, ancak zamanla bu mesleğin de kaybolduğunu söyledi. İnsanların makam ve mevkilerine göre yanlarında para keseleri taşıdığını da belirten Albayrak, “Cumhuriyetin ilk dönemine kadar Türkiye’de para keseleri sıklıkla kullanılıyordu. Kağıt paranın hızlı bir şekilde kentlerden köylere kadar yayılmasıyla birlikte bu el işlemeli keseler önemini yitirdi. Şimdilerde bunları koleksiyonerler topluyor. İşlemesine ve kumaşına göre bir para kesesi 100 YTL’den 10 bin YTL’ye kadar satılabiliyor” şeklinde konuştu.

    Akşam, 20.11.2007

    KUŞLAR SARAYSIZ KALDI





    Osmanlı Devletinin hayvanlara olduğu gibi kuşlara karşıda büyük bir sevgi beslediği herkes tarafından biliniyor. Ecdadımızın ince hislerinin ve sanat zevklerinin birer nişaneleri olan kuş evleri, bakımsızlık ve ilgisizlik yüzünden yok olma tehlikesiyle karşı karşıya. Türk mimarisinde, bilhassa 16. yüzyıldan itibaren kendini gösteren ve genellikle binaların en çok güneş alan, sert ve soğuk rüzgarları tutmayan cephelerinde, yüksekçe, emniyetli yerlerine yapılan kuş evlerinden bazıları günümüzde ihtişamını muhafaza ederken, ne yazık ki bazıları ise yavaş yavaş tarihe karışıyor. Tarihi yuvalarını kaybeden kuşlar da gecekondulara sığındı.

    İstanbul eserlerinde örnekleri görülen ve saka, serçe, kırlangıç gibi korunmaya muhtaç kuşlar için yapılan bu barınaklar, Doğu Beyazıd, Tokat, Amasya, Kayseri, Niğde, Antakya, İzmir, Bolu, Bursa, Tekirdağ, Kırklareli, Edirne, Filibe, Tırnova’da da bulunuyor. Klasik devir Osmanlı mimarisiyle başlayan ve 19. yüzyıl sonlarına kadar rastlanan kuş evleri, diğer bir tabiriyle minyatür saraylar, Türk sanatkarlarının ince zevki, ustaca kompozisyonları ve kalplerindeki merhamet hissinin ortaya çıkmasıyla zamanla geliştirilerek ilgi çekici duruma geldi. Ecdadımız sadece kuş evleri, kuş sarayları yapmakla kalmamış, leylek, kurt gibi evcil olmayan diğer hayvanlar için de vakıflar, hastaneler kurmuş. Öyle ki soğuk kış günlerinde kurtların aç kalmamaları için kar-tipi demeden ıssız dağ başlarında et dağıtmışlar.

    Evliya Çelebi’nin anlattıklarına göre, Türk erkekleri, kadınları, çocukları İstanbul’da kurulan büyük kuş pazarlarına haftada bir giderek kafesteki kuşları satın alıp bunları oracıkta uçurup hürriyetlerini sağlarlardı. Bu bilgiyi başka asırlarda yaşamış olan Le Bruyn (1732) ve Dr. Brayner (1836), eserlerinde teyit eder. Castellan 1811’deki gözlemlerini “Bir Türk meskeni inşaa edilirken, güvercinlerin ve diğer kuşların susuz kalmamaları için münasip yerlere yalaklar yapmak, Türk sivil mimarisinin vazgeçilmez özelliklerindendir. İstanbul’a hububat, gemilerle gelir ve limanlara boşaltılır. Binlerce kuş boşaltmayı bekleyip hücuma geçer. Onlar için çuvallar açılır ve Türk gümrüğünün harç olarak aldığı miktardan fazlasını tüketirler” ifadesiyle de ecdadın hayvan sevgisine dikkat çekiyor.


    Tornton ise 1812’deki gözlemlerini anlatırken, “Kuşlara ateş etmek büyük cür’ettir. Bu cür’ette bulunan bazı Hıristiyanları Türk zabitleri derhal tutuklarlar. Hiç kimse hububat limanları önünde biriken güvercin, martı, kırlangıç gibi kuşları kovamaz” diye yazıyor. Hayvanlara gösterilen sevgi, bunlar için vakıflar kurmaya kadar ileri gitmiştir.

    Osmanlı'daki bu engin sevgiye, hassasiyete şaşırıp, hayret ve tenkid edenler de yok değildir. Du Loir da onlardan biri... Osmanlı’nın hayvan şefkatini zaman zaman abarttığını düşünen Du Loir, 1654’te şunları yazıyor: “Osmanlı’nın birçok şehrinde kedilerin barınıp beslenmesi için vakıflar kurulduğunu hayretle gördüm. Bu vakıflarda uşaklar, vekilharçlar, hayvanlara hizmet ediyorlar. Köpek sevgisi de yaygındır. Birçok kibar Türk’ün, kasaplardan et, kebapçılardan kebap getirtip kendi elleriyle kedilere köpeklere büyük sabırla yedirdiklerini gördüm. Kuşlara sevgileri ise bunlardan daha fazladır.”


    Osmanlı’nın hayvanlara nasıl titizlikle yaklaştığı batı dünyasında kafaları uzun süre meşgul etmiş ve dilden dile dolaşmıştı. Kuşların tarihte süregelen en önemli özelliklerinden biri haber getiren varlıklar olmasıydı. Mesela Hazreti Süleyman Aleyhisselam, Saba Melikesi Belkıs ile Hüthüt kuşu sayesinde haberleşmişti. Bu yüzden birçok yerde kuş resim ve işaretlerine suret gözüyle bakılmaz değer verilirdi. Kuşların her davranışlarına bir mana verildiğinden uçarken insanın üzerine pislemesi dahi “şans getireceğine” yorumlanırdı! Geçmişte böylesine değer verilen kuşlar ve sarayları zaman değiştikçe umursanmaz olmuş.

    Türkiye Gazetesi, 20.11.2007

    TARİHE KISKACA AKADEMİK TEPKİ

     

    Tarihi 2. Bayezid'e dayanan Galatasaray Lisesi duvarının üzerine Amerikan tarzı 2,5 katlı çelik bina inşaatına akademisyen ve şehir plancılarının tepkisini çekti.

     

    Osmanlı'nın son döneminde de 'Mektebi Sultani' diye anılan Galatasaray Lisesi'nin arka bahçesine 1. derece SİT alanı üzerine, tarihi eser ve taşınmaz kültür varlığı olmasına rağmen 'gecekondu' yapıldı. Amerikan tarzı 2,5 katlı çelik yapının inşaatının 2006 yılında izinsiz başlanmasına rağmen hiçbir yetkili kurum kaçak yapının yıkılması için yasal süreci başlatmadı.

     

    Türkiye'de mimari konusunda otorite sayılan Mimar Sinan Üniversitesi Öğretim Üyesi Yüksek Mimar Prof. Suphi Saatçi, "Galasaray Lisesi'ne kantin bahanesiyle bir yapı yapılamaz. Kurul mahkemeye verilmelidir" derken yerel yöneticileri de uyardı, "günün şartları adı altında sit alanlarda bazı inşaatlar için kılıflar hazırlanıyor, katakulliye gelmeyin!" SİT alanlarında yapılacak inşaatların tarihi eser ile aynı formda olması gerektiğine işaret eden Saatçi, "Galatasaray'da nasıl böyle bir inşaata izin verilmiş anlaması güç. İşi yukardan halletmişler anlaşılan" dedi.

     

    Prof. Cengiz Eruzun da SİT alanlarındaki yapıların tarihi dokuyla özdeşleşmiş bir kimlikte olması gerektiğini vurgularken, "Mesela bir mescidin yanına yapılacak bina onun görünümünü engellememeli, mimari yapısını bozmamalıdır. Bu yüzden Koruma Kurulu, yapı izni verirken çok hassas olmalı" dedi.

     

    Galatasaray Lisesi tarafından "öğrenciler için kantin olacak" denilen Amerikan tarzı iki katlı çelik yapı, binlerce öğrenciyi alacak boyutta değil. Ayrıca ancak okul duvarının üzerinden merdiven yapılarak gidilebilecek kadar uzakta. Ancak İstiklal Caddesi'nden ayrılan özel bir yolla ulaşılabilen bu alana yapılan binanın 1972-73 mezunları için özel lokal olacağı ve restoran haline getirilip ticari olarak işletileceği öne sürülüyor.

    Yeni Şafak, 20.11.2007

    TARİHİ ESERLER TESCİLLENİYOR

     

    Ordu Kültür ve Turizm Müdürü Muzaffer Günay, il genelinde bulunan bir çok tarihi eseri tescil ettirme çalışması başlattıklarını belirterek, vatandaşların bildiği tarihi eserleri kendilerine bildirmelerini istedi.

     

    Ordu'da bilinen ve bilinmeyen yüzlerce tarihi eser ve taşınmaz kültür varlığı bulunduğunu, ancak bazı kesimlerin kamuoyunda 'Ordu'da tarih yok, bir mezar kitabesi bile yok' dediğini hatırlatan Günay, bunun doğru olmadığını söyledi.

     

    Ordu ilinin 10 binlerce yıllık insan yerleşmesi olduğunu dile getiren Günay, "Ordu'da binlerce yıl içinde bir çok kavim binlerce eser bırakmış, ancak nemli iklim ve ahşap malzemeye dayalı mimari nedeniyle bunların büyük bir kısmı yok olmuştur. Bununla birlikte halen yüzlerce eser ya toprak altında, ya bitki örtüsünün sakladığı noktalarda varlığını sürdürmektedir. Biz bunları buldukça Samsun Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu'na gönderiyor, tescil edilmesini sağlıyoruz" dedi.

     

    Son 3 ayda 120 yıllık tarihe sahip Kumru Merkez Camisi, Gülyalı Kestane köyündeki iki adet kemer köprü ve 200 yıllık çeşme ve Fatsa-İslamdağ beldesindeki tarihi camiinin tescil işlemlerinin yapıldığını belirten Günay, "Ezantaşı, silo kitabesi, harf öncesi kaya çizimleri gibi sayısız eserlerin bulunduğu Ordu'da vatandaşlarımız bildikleri eserleri Kültür ve Turizm Müdürlüğü'ne, kaymakamlıklara, belediyelere, muhtarlıklara bildirmelerini rica ediyoruz" diye konuştu.

    Ordu Kent Haber, 19.11.2007

    "İPLİKÇİ CAMİİİ'NE ORİJİNAL MİNARE YAPILSIN"

     

    Mevcut minaresinin sonradan yapıldığı belirtilen İplikçi Camii'nde halen süren restorasyon çalışmaları kapsamında minarenin de aslına uygun şekilde yapılması gerektiği belirtiliyor.

     

    Konya İl Özel İdaresi binasının karşısında bulunan tarihi İplikçi Camii'nin restorasyon çalışmaları bir ayı aşkındır devam ediyor. Bakım ve restorasyon çalışmaları kapsamında caminin iç sıvası temizlenerek, duvarları ilk yapıldığı şekle uygun, Horasan harcı ile yeniden sıvanıyor. İplikçi Camii'nin sonradan eklendiği belirtilen minaresinin de yıkılarak yeniden, aslına uygun şekilde yapılması gerektiği belirtiliyor.


    İsmail Hakkı Konyalı'nın Konya Tarihi kitabında yer alan bilgilere göre, İplikçi Camii'nin minaresi sonradan yapıldı. Yapılan mevcut minarenin cami mimarisine uygun olmadığı dikkatleri çekiyor, ayrıca büyüklüğünden dolayı camide çatlamalara neden olduğu da gözleniyor. İplikçi Camii'nde yapılan restorasyon çalışmaları kapsamında eski minarenin göz önünde bulundurulması ve buna göre hareket edilerek mevcut minare yerine caminin mimarisine uygun yeni bir minare yapılması gerektiği ifade ediliyor.

    Merhaba Gazetesi, 19.11.2007

    HASANKEYF'TE ESNAF KEPENK KAPATTI

     

     

    Batman’ın Hasankeyf İlçesi'nde bu sabah esnaf kazı başkanı Abdüsselam Uluçam'a tepki için kepenk kapatarak kaleden çarşı merkezine kadar yürüdü.

     

    Kültür Bakanlığı Diyarbakır Tabiat Varlıkları Kurulu'nun almış olduğu kararı kınayan Hasankeyf esnafı, ellerine Atatürk posteri ve Türk bayraklarını alarak kale de basın açıklaması yaptılar. Esnaf Adına basın açıklamasını Ahmet Akdeniz yaptı. Akdeniz açıklamasında "Burada toplanmamızın tek nedeni Tabiat Varlıkları Kurulu'dur. Kültür Bakanlığı Tabiat Varlıkları Kurulu bir karar alarak Hasankeyf esnafını yok etmiştir.

    Kale başı mağaralar ve Dicle nehri kenarındaki iş yerlerin kapatılmasına yönelik alınan kararı kınıyoruz. 54 yıldır Hasankeyf esnafı canından bezdirildi. Yatırım adına bir şey yapılmadı. Bizler Hasankeyf esnafı olarak ülkenin sonsuz bütünlüğüne ihtiyacımız vardır. Tek gelirimiz turizmdir bu da biterse perişan oluruz. Bu yüzden alınan karara karşıyız. Bu kararın geri çekilmesini istiyoruz.

    Hasankeyf kazı başkanı Abdüsselam Uluçam’ın gelip kalede kazı yapmasına karşıyız. Gelirse olaylar çıkar şeklinde yapılan açıklamada kazı başkanı uyarıldı. Ellerinde Türk bayrağı ve Atütürk posteri ile çarşı merkezine kadar yürüyen esnaf tabiat varlıkları kurulunun almış olduğu kararın altına imza atanları yuhaladı ve kınadı. Hasankeyf esnafını kalede ve çarşı merkezinde yapmış olduğu alkışlı eylem ve yürüyüşte her hangi bir olay çıkmadan sona erdi.

    Haber Diyarbakır, 19.11.2007

    "NUH TUFANI" AVRUPA'DA TARIMI BAŞLATMIŞ OLABİLİR Mİ?

     

    Exeter ve Wollogong üniversitelerinin ortak bir çalışmasına göre “Nuh Tufanı” Avrupa’da tarımı başlatmış olabilir.  Bu araştırmaya göre, yaklaşık 8.000 yıl önce son Buz Çağı’nın sona ermesi ile deniz seviyesinde büyük bir yükselme oldu. Bu da, Karadeniz sahillerinin su altında kalmasına ve Avrupa kıtasında büyük sosyal değişikliklere yol açtı.





    Son Buz Çağı’nın ardından artan ısı dolayısıyla Laurentide Buz Tabakası eridi ve bu durum deniz seviyesinde yaklaşık 1.4 m lik yükselmeye yol açtı. Akdeniz’deki su seviyesi arttı ve o zamana dek bir göl olan Karadeniz’i doldurmaya başladı.

     

    Bu olay, artık yaygın olarak Nuh Tufanı’nın kaynağını oluşturan mitolojik hikayelerin temeli olarak kabul ediliyor. Aynı döneme ait arkeolojik buluntular, Avrupa’da bu dönemde Mezolitik avcı-toplayıcı toplumlardan Neolitik tarım toplumuna doğru bir geçiş olduğunu göstermekte. Yükselen su seviyesi ile bu denli büyük bir sosyal değişimin arasındaki bağ ise bugüne dek açıklanabilmiş değildi.

     

    Araştırmacılar Akdeniz ile Karadeniz’in deniz seviyesindeki yükselmeden öncesini ve sonrasını karşılaştırdılar. Sonuçta, kabaca 34 yıl içinde yaklaşık 73.000 kilometre kare toprağın su altında kaldığını buldular. Tarihsel nüfus bilgilerimize göre bu durum, yaklaşık olarak 145.000 insanın yer değiştirmesi demek.

     

    Arkeolojik kayıtlar, bu dönemde güneydoğu Avrupa’da yaşayan toplumların çanak çömlek yaptıklarını ve tarımla uğraştıklarını göstermekte. Su seviyesinin yükselmesi ile bu insanlar batıya göç etmiş ve bu bilgilerini daha batıda yaşayan ve o güne dek avcı-toplayıcı olan toplumlara öğretmiş olabilirler.

     

    Burada özeti verilen bu araştırma Quaternary Science Reviews Dergisi’nin son sayısında yayınlandı.

    Science Daily, 19.11.2007

    TARİHİ YARIMADA TARTIŞILDI

     

    TMMOB Mimarlar Odası İstanbul Büyük Kent Şubesi tarafından düzenlenen Tarihi Yarımada Sempozyumu sona erdi. İTÜ Mimarlık Fakültesi Taşkışla Yerleşkesin’ de gerçekleştirilen sempozyuma İstanbul Büyükşehir Belediyesi Tarihi Çevreyi Koruma Müdürü Cem Eriş, İstanbul Planlama Mali Müdürü Muzaffer Şahin yanı sıra birçok öğretim üyesi mimar ve şehir planlamacısı katıldı.

    İlk oturumda söz alan İstanbul Büyükşehir Belediyesi Mali Müdürü Muzaffer Şahin Belediyenin tarihi yarımada ile ilgili yaptığı çalışmalara ilişkin sunum yaptı. Çalışma alanlarını 10 bölgeye ayrıldığına değinen Şahin konularında uzman kişilerle çalışıldığını detaylı tespitler yapıldığını dile getirdi. 60’a yakın kurum ve kuruluştan görüş alındığını ifade eden Şahin ne tür çalışmalar istendiğini beklentilerin neler olduğunu öğrenmeyi amaçladıklarını anlattı. Tarihi yarımadada sivil tarihi eserlerin yok olduğuna değinen Şahin, tarihi eser değeri taşıyan fakat günümüze kadar tescillenmemiş olan eserlere fişler hazırlandığını ifade etti. “Tarihi Yarımadayı yarımada yapan süriyetleridir ve tarihi yapısıdır” diyen Şahin çalışmaların amacının geçmiş ve gelecek arasında güçlü bir bağ oluşturmak toplumda aidiyet düşüncesini uyandırmak olduğunu ifade etti.

    “Kentsel Dönüşüm, Kentsel Yenileme Kavramları” üzerine konuşan İclal Dinçer, günümüzde kavramların anlaşılmadığını sadece fiziksel yapının değiştirilmek istendiğini söyledi. Fiziki müdahalenin yapıldığı bölgede soylulaştırmanın yapıldığını söyleyen Dinçer, Sulukule projesini örnek gösterdi. Kentsel dönüşümde fiziki,ekonomi,sosyal yapının korunması gerektiğine değindi. Sulukule’de sivil bir hareketin oluştuğuna değinen Dinçer, sorunun hem Sulukule’deki surları hem de oradaki insanları yaşadıkları yerde korumak olduğunu anlattı.

    İstanbul’un sadece sur için değil dünya için evrensel bir alan olduğuna değinen Prof.Dr. İsmet Okyay UNESCO’nun yapılan işlerin yetersizliği ve kapsamı açısından 14 maddelik ilerleme raporu hazırladığını anlattı.

    Okyay rapordaki maddeler gerçekleştirilmezse 2008’de İstanbul’un risk altında olan dünya kültür mirası olarak değerlendirileceğini bunun da Türkiye için prestij kaybı olduğuna değindi. Oturum katılımcıların İstanbul’un değişik yerlerindeki çalışmalarını ve gözlemlerini anlatması ile son buldu.

    Evrensel, 19.11.2007


    ******


    TARİHİ YARIMADA RİSK ALTINDA

     

    İstanbul'un 2010 yılında Avrupa Kültür Başkenti hazırlıkları kapsamında birçok tartışmalı projenin uygulandığı Tarihi Yarımada'nın büyük bir risk altında olduğuna dikkat çeken uzmanlar, bölgenin özel bir statüye kavuşturulması gerektiğini vurguladılar.

    Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi'nce İTÜ Mimarlık Fakültesi'nde düzenlenen 2 günlük "Tarihi Yarımada Sempozyumu", dün sona erdi. Sempozyumun açılışında konuşan Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi Başkanı Eyüp Muhcu , kentsel dönüşüm politikalarının küresel güç ve rant merkezleri tarafından yönetildiğini belirterek "Geçmişte onurlu bir kraliçeye benzetilen İstanbul, şimdi yanlış politikalar ile megaköy yapılıyor. Kentin siluetinin en önemli öğesi olan Tarihi Yarımada da bu tehlikeyle karşı karşıya" dedi.

    Tarihi Yarımada'nın içinde bulunduğu olumsuz koşulları örneklerle anlatan usta mimar Prof.Dr. Doğan Kuban da "Roma ve Bizans arkeolojilerini, Osmanlı döneminin sivil mimari örneklerini yok ettik" dedi .

    Eleştirileri yanıtlayan İstanbul Vali Yardımcısı Cumhur Güven Taşbaşı ise kentin yıkılması, yok edilmesi gibi bir durumun söz konusu olmadığını savundu. Sempozyumun dünkü bölümünde oturum başkanlığı yapan Prof.Dr. Afife Batur da Tarihi Yarımada'da Osmanlı döneminde bile örneği olmayan yöntemlerle restorasyon çalışması yapıldığını ifade ederek, "Bize emanet edilmiş tarihi kentin korunması için önce akıl sağlığımızı korumalıyız" dedi.

    Cumhuriyet, 19.11.2007

    TARİHİ KİLİSE SANAT GALERİSİ OLACAK

     

    Kültür ve Turizm Bakanlığı Diyarbakır İçkale'de bulunan tarihi Saint George Kilisesi'nin sanat galerisi yapacak.

     

    Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü'nden edinilen bilgiye göre, Bakanlık Diyarbakır İçkale'deki kazı ve restorasyon çalışmalarına hız verdi. Bu çalışma kapsamında 2005 yılında İçkale'de bulunan, eski kolordu binası, adliye binaları, cephanelik binasının iç ve dış yüzeylerinde, yüzey araştırması için çalışmalar, Saint George Kilisesi'nde ise araştırma kazısı yapıldı. Bu binaların eklenti yapıları kaldırıldı. Çalışmalar kapsamında Jandarma Karakol binasının restorasyonu tamamlanarak İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü olarak hizmete açıldı. Jandarma istihbarat binası, cezaevi binası, kolordu binası, adliye binaları ile cephanelik binasının restorasyon işlerine başlandı. Kilise, cezaevi ve surlar arasında yer alan alanda araştırma kazısı yapılarak, toprak altında bulunan yapı kalıntıları ortaya çıkarıldı. İçkale'nin güney doğusunda ve camii arkasında bulunan duvarların onarımı da yapıldı. İçkale'de bulunan Saint George Kilisesi'nin restorasyonuna da başlandı. Restorasyonu tamamlanan kilise sanat galerisi olarak kullanılacak. Ayrıca, kongre merkezi olarak kullanılması planlanan cezaevinin 2006 yılında başlanan restorasyonu sürüyor.

    Zaman, 19.11.2007

    SURLAR HAYAT BULDU

     

    Bizans döneminden kalma, devşirme malzemelerin yoğun olduğu Yerkapı'da surları gölgeleyen özel mülkiyetlerin kamulaştırılarak yıkımı sürüyor.

     

    Osmangazi Belediye Başkanı Recep Altepe, Yerkapı'da 11 metre yüksekliğinde, 250 metre uzunluğunda, orijinal parçalar korunarak sur düzenlemesi yaptıklarını belirterek, "Yerkapı'da, Pınarbaşı Mezarlığı karşısında, eski bir dokuma fabrikası ve evler sebebiyle hiç gözükmeyen bölgede kamulaştırma yaparak çalışmalara başladık. Şimdi Pınarbaşı Mezarlığı karşısında 2 dekarlık bir alan ve 200 metreye yakın bir alanda sur düzenleme çalışması yürütüyoruz.
    Bu bölgede ayrıca iç surlar da yer alıyor. Bu iç surlarda çeşitli depremlerden sonra kullanılan devşirme tabir edilen Bizans sütunları gibi çıkma malzemelerin bulunduğu parçaları da koruyarak restorasyonumuzu sürdürüyoruz. Şu anda çalışmalar Milli Eğitim Müdürlüğü'ne ait, Osmangazi İlköğretim Okulu'na kadar geldi. Milli Eğitim'den bu okulun boşaltılarak yıkılmasını talep ediyoruz. Bu konuda gelişme sağladığımızda, Yerkapı'dan Fetih Kapı'ya uzanan sur aksını tamamen açmış olacağız. Bu yıkım kararı da çıktığında Bursa'nın fethi törenlerinde protokol yürüyüşü Yer Kapı'dan başlayıp Fetih Kapı'ya uzanacak" dedi.


    Üftade Camii'nin altında surların önüne inşa edilmiş Yokuş Caddesi'nin sağ tarafındaki 4-5 binanın kamulaştırılarak yıkılacağını açıklayan Başkan Recep Altepe, bölgeye iki tane de kapı inşa edileceğini bildirdi. Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'na sunulan projeye göre, Tahtakale'den Kavaklı Caddesi'ne çıkan Yokuş Caddesi üzerine, Üftade Camii'nin altındaki merdivenlerin başladığı bölge ile Kavaklı Caddesi'nde Dar'ül Kura'nın yanındaki Cizyedarzade haziresinin önünde, orijinal fotoğrafları bulunan Yerkapı kemerlerini inşa etmeyi planladıklarını belirten Recep Altepe, "Kavaklı Caddesi üzerindeki kapıyı, araç geçişini engellememesi için biraz yüksek yapmayı düşünüyoruz. Tahtakale'den Kavaklı'ya çıkan Yokuş Caddesi'nin de trafiğe kapatılmasının Hisar halkı için bir sıkıntı meydana getirip getirmeyeceğini tartışıyoruz.Yokuş Caddesi’ne araç ulaşımında alternatif üretilebilirse araç girişine kapatacağız" dedi.

    Bursa Hakimiyet, 19.11.2007

    BALTIK DENİZİ'NDE SAPASAĞLAM BİR DENİZALTI

     

    İsveç televizyonunun haberine göre, Baltık Denizi’nde 17. yüzyıldan kalma ve hemen hemen tümü ile sağlam bir batık bulundu.

     

    Keşif, bir su altı belgeselinin hazırlığı sırasında gerçekleşti. SVT televizyonun haberine göre, bulunan enkaz 1628 yılında ilk yolculuğunda batan meşhur Vasa kalyonu ile aynı döneme ait olabilir. Haberde açıklandığına göre, Baltık Denizi’nin düşük oksijen seviyesi ve soğuk suyu, batığın bu denli sağlam kalmasına sebep olmuş. Geminin bu döneme ait en sağlam kalıntı olduğunu belirten uzmanlar, bunun Hollanda tarzı bir gemi olduğunu düşünüyorlar.

     

    Deniz arkeoloğu Manders, geminin durumunun kendisini çok etkilediğini belirterek, “Buna bir kalıntı demek bile çok zor” dedi. Manders, geminin yaklaşık 20-25 m uzunluğunda, iki veya üç direkli bir ticaret gemisi olduğunu tahmin ettiğini söyledi.

     

    Aslında, Latviya ile İsveç karasuları arasında bulunan geminin varlığı 2003 yılında tesbit edilmişti. Ama, ancak bu yılın Mayıs ayında, “Batık Dalışı” isimli belgeselin çekimi sırasında, uzaktan kumandalı bir sualtı kamerası ile ilk görüntüleri alınabildi. Belgeselin yapımcısı Malcolm Dixelius’un BBC’ye söylediğine göre batık 125 m derinlikte bulunuyor.

    BBC News, 15.11.2007



    ABİDE-İ HÜRRİYET'İN MİRAŞÇILARI ÇIKTI

     

    İstanbul’un en büyük meydanlarından biri olan Abide-i Hürriyet'in mirasçısı olan iki Rum asıllı Türk vatandaşı dava açtı





    İstanbul’un en büyük meydanlarından biri olan Abide-i Hürriyet Meydanı’nın 1949 yılından beri kendilerine ait olduğunu öne süren Rum asıllı iki Türk vatandaşı Manol ve Yosif Lindiridi kardeşler, 50 dönümlük araziyi geri almak için dava açtı.

    Halen biri Atina’da, diğeri İsviçre’nin Baden şehrinde yaşayan Lindiridi kardeşlerin avukatı Abdullah Demirhan, açtığı davada, müvekkillerine ait arsanın kamu kurumları arasında bölüştürüldüğünü iddia etti. Abide-i Hürriyet Meydanı’nın bulunduğu arazinin bir kısmının İstanbul Belediyesi adına kaydolduğu, bir kısmının da Karayolları Bölge Müdürlüğü’nce istimlak edildiğinin belirtildiğini savunan Avukat Demirhan, müvekkillerinin adına tapuya kayıtlı olan gayrimenkulün, devlet kuruluşu da olsa bir kuruma geçmesinin Türk Medeni Kanunu’na göre mümkün olmadığını savundu. Meydanın karayolları adına kaydedilen kısımda Boğaz Köprüsü’nün yolu, kamulaştırılan bir kısımda da okul yapılırken, kalan kısım miting meydanı olarak kullanılıyor.

    1960’lardaki siyasi kaostan etkilenen Lindiridi kardeşlerin yurt dışına gitmek zorunda kaldıklarını, bu sırada gayrimenkulleriyle ilgili yapılan işlemlerden haberleri olmadığını ileri süren Avukat Demirhan, devletin mirasçılara herhangi bir bedel ödenmediği belirtti. Lindiridi kardeşlerin annesi Victoria Lindiridi’nin 1968’de yaptığı hukuki mücadelenin reddi ile sonuçlanmasının üzerinden 39 yıl geçtikten sonra yeniden açılan davada, arazinin rayiç değerinin faiziyle davalılardan tahsili istendi.

    Davalık arazi Lindiridi kardeşlerin 1968’de ölen anneleri Victoria Lindiridi tarafından başka bir Rum’dan 1949’da satın alındı. Yaklaşık 165 dönümlük arazinin üçte birinin satın alınmasının ardından 1966 yılında kadastroya geçildi. Kadastronun yapılması ile birlikte arazinin tamamı çocuk parkı ve mezarlık yapılacağı gerekçesiyle belediyenin üzerine geçirildi.

    1977’de İstanbul Belediye Başkanı Aytekin Kotil zamanında arazinin 20 dönümlük bölümü 10 bin liraya Karayolları’na satıldı. Bu bölüm Boğaz Köprüsü’nün ayaklarına bağlanan yollar ve E-5 Karayolu yolu olarak düzenlendi. Arazi üzerine ayrıca bir okul ve İSTOÇ deposu yapıldı. Meydana ayrıca bir Adliye Binası yapılıyor.

    Abide-i Hürriyet Osmanlı’nın son döneminin özgürlüğün ve aydınlığın simgesi sayılıyor. Anıt, 31 Mart Vakası olarak bilinen meşrutiyet karşıtı ayaklanmanın bastırılması sırasında şehit olanların anısına yaptırılmıştır. Yapımına 1909’da başlanmış 1911’de bitirilmiştir. Anıt I. Ulusal Mimarlık Üslubu’nun tanınmış mimarlarından Muzaffer Bey’e aittir. Anıt havaya atış yapan bir top şeklindedir. Örme taştan yapılan bu anıtın alt zemininde şehit olan askerler gömülüdür. Ayrıca Sadrazam ve Harbiye Nazırı Mahmut Şevket Paşa Türbesi ile Mithad Paşa’nın ve Talat Paşa’nın ve Enver Paşa’nın mezarları da anıt çevresi içindedir. Enver Paşa’nın kemikleri 1996’da Tacikistan’daki mezarından alınıp buraya gömülmüştü.
    Vatan, 19.11.2007

    TARİHİ ESER KAÇAKÇILIĞI

     

    Tarih hırsızları bu kez başarılı olamadı.

     

    İstanbul'da yapılan operasyonda çeşitli dönemlere ait toplam 125 parça tarihi eser ele geçirildi. Olayla ilgili adliyeye sevkedilen 5 kişi tutuklandı.

     

    İl jandarma ekipleri ihbar üzerinde Sarıyer'de bir aracı durdurdu. Araçta ve sürücünün üzerinde yapılan aramada çeşitli dönemlere ait 4 parça tarihi eser bulundu.

     

    Operasyonun devamında Roma, Bizans ve Osmanlı dönemlerine ait 121 gümüş ve bakır sikke ele geçirildi.

    Trt/Haber, 18.11.2007

    ANTİK KAMBOÇYA'DA KADIN SAVAŞÇILAR

     

    Kamboçya’da yapılan bir kazıda kılıçları ile gömülmüş kadınlar bulundu. Kazı başkanına göre, bu buluntular kadınlarında savaştığı yepyeni bir kültüre işaret edebilir. Kazıyı yürüten Japon araştırmacı Yoshinori Yasuda, Kuzeybatı Kamboçya’da, Phum Snay’de ekibin beş ayrı bölgede toplam 35 insan iskeleti bulduğunu açıkladı. MS 1. ila 5. yüzyıla ait oldukları tahmin edilen bu iskeletlerden beş tanesi kadınlara aitti. Bu beş kadın bronz veya çelik kılıçları ve miğferleri ile gömülmüşlerdi. Yasuda “Kadınların kılıçla gömülmesi çok enderdir. Bu durum ancak kadınların birer savaşçı olarak aktif rol aldıkları toplumlarda olabilir” dedi.

     

    Yaklaşık 2000 yıl önce binlerce insanın pirinç tarımı ile uğraştığı Phum Snay bölgesindeki büyük ölçekli kazılar 1999 yılında başladı.

    Yahoonews.com ve AFP, 15.11.2007

    HATAY MÜZESİ DEPO OLMAKTAN KURTARILIYOR

     

    Hatay Arkeoloji Müzesi'nin tarihi eser deposuna dönüşmesinin ardından Hatay Valiliği yeni bir müze yaptırmak için Kültür ve Turizm Bakanlığı'ndan 7 milyon YTL ödenek talebinde bulundu.

     

    35 binden fazla eseri bulunan Hatay Arkeoloji Müzesi'nde yer darlığı nedeniyle yalnızca 2 bin 700 eser sergileniyor. Hatay'ın yeni bir müzeye ihtiyacı olduğunu belirten Hatay Valisi Ahmet Kayhan, "Bu müze ile ilgili kamulaştırma çalışmaları devam ediyor. Kamulaştırma ile ilgili turizm bakanlığından bir ödenek talebimiz oldu. Bu geldiği taktirde yeni bir müze binasını St. Pierre kilesisin önündeki alana yapacağız." dedi. Yeni müzenin yapılacağı alanda İl Özel İdare bütçesiyle 14 bin metre karenin kamulaştırıldığını hatırlatan Kayhan, 26 bin metre karelik alanın kamulaştırılması için 7 milyon YTL ye ihtiyaç duyulduğunu söyledi. Bu paranın da geçtiğimz günlerden Kültür ve turizm Bakanlığı'ndan istendiğini dile getiren Kayhan, söz konusu ödenek geldiği taktirde 40 bin metre karelik alana yeni bir müze yapılacağını ifade etti. Öte yandan Hatay Müze Müdürlüğü arkeologlarından Demet Kara, 13 medeniyete ev sahipliği yapan Hatay'da yürüttükleri kazı çalışmalarında çıkartılan mozaiklerin şuan müzeye bile sığmadığını depolarda sergilenmeyi beklediğini vurguladı. Bu arada uygarlıkların beşiği olarak nitelendirilen Hatay'da yaklaşık 100 yıl önce başlayan arkeolojik kazılar 50 civarında yerde tüm hızıyla sürüyor. Yalnızca Antakya-Reyhanlı kara yolu üzerinde bulunan ve 1930'lu yıllarından bu yana kazı yapılan Aççana Höyüğü'nden her 10'nun üzerinde eser müzeye kazandırılıyor. Her yıl yerli yabancı binlerce turistin ziyaret ettiği Hatay'ın merkez ileçesi Antakya'da bulunan Arkeoloji Müzesi bir tarihi eser mezarlığını andırıyor. Müzedeki 32 bin civarındaki eser yer darlığından dolayı depolarda tutuluyor. Mozaik bakımında dünyanın en büyük 2. müzesi olan Hatay'ın merkez İlçesi Antakya'daki Arkeoloji Müzesinde mozaikler de sergilenemiyor. Müzede 17 bin 894 adet Arkeolojik, 984 adet etnoğrafik, 14 bin 388 sikke, 421 adet tablet, bin 373 adet mühür ve mühür baskısı, 77 adette elyazması kitap eserleri bulunuyor.

    Zaman, Haber: Mehmet Dener, 18.11.2007

    KAZILAR, KÖYLÜLER İÇİN EKMEK KAPISI





    Aksaray'ın Yeşilova beldesinde bulunan Acemhöyük kazısında çalışan Yeşilovalılar, toprağın altındaki binlerce yıllık tarihin gün ışığına çıkarılmasına yardımcı oluyorlar.

     

    Ankara Üniversitesi Dil Tarih Coğrafya Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr. Aliye Öztan yaptığı açıklamada, 1962 yılından bu yana Asurlular döneminden kalan Acemhöyük'te kazı çalışması yürütüldüğünü söyledi.


    Arkeoloji kazılarının özen isteyen bir iş olduğunu ifade eden Öztan, 'Kazı ekibinde çoğunluğu Yeşilovalı erkekler oluşturuyor. İnsanlar bir işte çalıştıkça ustalaşıyor. Acemhöyük'te çalışanlar da arkeolojide ustalaştı' dedi. Öztan, kazı ekibinin bulduğu malzeme ve eserlerin kazı evinde temizlenerek, uygun olanların birleştirildiğini belirtti.


    Acemhöyük kazılarında Asur ticaret kolonilerine ilişkin önemli yapılar saptandığını bildiren Öztan, şöyle devam etti: 'Bugüne kadar MÖ 2600-1700 yılları arasına tekabül eden 12 tabaka çıkarıldı. Anadolu'nun en büyük höyüklerinden biri olan Acemhöyük'te, Sarıkaya Sarayı ve Hatipler Sarayı, evler, damga ve silindir mühürler, çeşitli bezeme ve biçimlerde çanak çömlek, kumaş izleri ve boncuklar, altın süs eşyası, fildişi yapıtlar ve oyun tahtası gibi buluntular ortaya çıkarıldı. Bu eserlerin ortaya çıkarılmasında Yeşilovalıların büyük emeği var.'

    Ekipte bulunan Yeşilovalıların bir kısmının en önemli geçim kaynağının kazı çalışması olduğunu vurgulayan Öztan, bu kişilerin bu sayede geçimlerini sağladıklarını ve çocuklarını okuttuklarını anlattı.


    Acemhöyük kazısında çalışanların sigortalı olduğunu, bu durum çalışanlar için çok önemli olduğunu belirten Öztan, şunları kaydetti: 'Çalışanların sigorta başlangıçlarının çoğu bizdedir. Buradan emekli olanlar var. Eksik günlerini ödeme veya başka yerde çalışmayla emekli olmuşlar. Özellikle lise mezunu, askerliğe gitmemiş veya askerden yeni gelmiş gençler, sigorta için burada çalışıyor. Kalıcı bir işe girdiklerinde avantajlı olmak istiyorlar. İşçi sayımız 30 ile 40 arasında değişiyor. 35 yıldır Acemhöyük'te çalışan 2 işçim var. Bunlar, diğerlerinin gözünden kaçan en ufak eserleri bile toprak içinde tespit edip, bulunan malzemenin ne olduğunu söyleyebiliyorlar.'

    Acemhöyük kazısında 1972 yılında beri çalışan Ramazan Özcan da buradan kazandığı parayla 2 kızını okuttuğunu belirtti. İlk başta kazıda çalışıp, çıkan toprakları taşıma işi yaptıklarını anlatan Özcan, 'Kazıda ustalaştıkça, seramik yıkama ve temizliğinde görev aldım. Çıkan malzemeleri kurutup, arkeologlara sunuyoruz. Hatipler ve Sarıkaya Sarayı'nı ortaya çıkardık. Bir dönem de Niğde'deki Tepebağları kazısına gittik. Burası dışında önemli bir geçim kaynağım yok. Burada kazandığımla Güzel Sanatlar Lisesi'nde 2 kızımı okutuyorum.'

    Merhaba Gazetesi, 18.11.2007

    3.500 YILLIK SÜMER KAZI ALANINDA SİLAHLI SOYGUN

     

    Irak Eski Eserler Dairesi’nin verdiği bilgiye göre meşhur Sumer yerleşimi Tell Asmar geçenlerde soyuldu. Yıllar önce yapılan kazılarda bulunan mermer heykelleri ve adak taşları ile bilinen ve Mezopotamya uzmanlarınca antik ismi Eshnunna ismi ile tanınan bu ören yerine gelen silahlı soyguncular bekçileri kelepçeledikten sonra kazı deposunu soydular.

     

    Son zamanlarda sayısı artan bu tür silahlı soygunlar, Irak eski eserlerinin bombalama ve kaçak kazılardan sonra üçüncü büyük sorunu haline geldi. Bu soygunda çalınan eserlerin arkeolojik açıdan çok değerli olmaması da ülkenin antik tarihinin büyük bir tehlike altında olduğu gerçeğini değiştirmiyor.

     

    Güvenlik gerekçeleri ile isimlerini vermek istemeyen Iraklı arkeologlar, hükümetin birçok antik eser soygununu ve kaçak kazıyı örtbas etme çabasında olduğunu belirttiler.

    Azzaman, 13.11.2007

    TÜRKİYE'NİN HAREM-İ ŞERİF RAPORU





    İsrail'in 7 Şubat'ta Mescid-i Aksa'nın da bulunduğu Haremüşşerif'teki Faslılar Kapısı'nda başlattığı tepki çeken kazılara ilişkin sır gibi saklanan Türk raporunu Today's Zaman ele geçirdi.

     

    Türk heyetinin, bölgede yaptığı incelemelerin ardından haziran ayında tamamlanan; ancak bir türlü açıklanmayan rapor, İsrail'e bölgedeki kazıları durdurması çağrısı yapıyor ve yapılan kazıların bölgedeki İslam izlerini silmeye yönelik bilinçli ve sistemli bir gayretin parçası oldukları hissini uyardığını söylüyor. Türk heyetinin 20-23 Mart tarihlerinde bölgede yaptığı incelemelerin sonuçlarını içeren raporda, 'arkeolojik kazının müdahale şekli ile sınırlarını belirleyen net bir çalışma planı bulunmadığı' belirtilerek, "Emevi, Eyyubi, Memlük ve Osmanlı dönemlerine ait muhtelif izler taşıyan, Mağribi Rampası'ndaki arkeolojik kazı derhal durdurulmalıdır." denildi. Rapor, salı günü Ankara'da bir araya gelen İsrail Devlet Başkanı Şimon Peres ile Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas'a sunuldu. Konuyu siyasileştirmek istemediklerini belirten Türk yetkililer, raporun açıklanmasının herhangi bir İsrailli veya Yahudi/Musevi tutumuna tepki olarak algılanmaması için 'uygun zamanı' beklediklerini ifade etti.

     

    Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü (UNESCO) heyetinin 27 Şubat-2 Mart tarihleri arasındaki incelemelerinin ardından yayınladıkları rapora paralellik arz eden çalışmada, "Belli bir karar, plan ve neticesindeki proje çerçevesinde, önce mevcut tarihi miras kabul edilebilecek kısımlara zarar vermeden son dönemin muhdesleri ayıklanıp, koruma, sağlamlaştırma ve onarım yoluna gidilmeli, mevcut durumda konsolidasyon ve konservasyon yapılarak rampa restore edilmeli, kullanıma açılmalıdır.'' ifadelerine yer verildi. İsrail otoritelerinin kazıdan sonra ne olacağı hususunda net bir beyanda bulunmadıklarını vurgulayan Türk raporu, Yeni ihdas edilecek Mağribi Yolu'nun ve bölgenin tanzimi için; İsrail, Ürdün ve Filistinli mimarların da dahil olabileceği uluslararası bir proje yarışması açılabileceğini'' tavsiye ediyor. Raporda, Harem-i Şerif üzerinde garantörlük hakkıyla denetleyici rolü bulunan Ürdün Devleti'yle işbirliğine gidilebileceği vurgulanıyor. Yine, uluslararası uzmanlardan oluşan bir gözlem heyetinin öncülüğünde, İsrail ve Filistinli uzmanlarla birlikte uygulama yapılabileceği ve bu hususta UNESCO, İCOMOS, İslam Konferansı Örgütü ve Kudüs Komitesi gibi kuruluşlardan yardım istenebileceği de dile getiriliyor. Kazı çalışmalarına uluslararası tepkilerin tırmandığı şubat ayında Ankara'yı ziyaret eden İsrail Başbakanı Ehud Olmert ile Başbakan Tayyip Erdoğan'ın ortak kararıyla oluşturulan Türk heyetinde Kudüs Başkonsolosu Ercan Özer, Büyükelçi ve Mimar Dr. Muharrem Hilmi Şenalp, arkeolojist Prof. Sait Başaran, jeoloji ve jeofizik mühendisi Prof. O. Metin İlkışık yer almıştı. Başbakanlık kaynaklarına göre rapor ilk olarak Başbakan Erdoğan tarafında eylül ayı sonunda Londra'daki görüşmelerinde İsrail Başbakanı Olmert'e sunuldu. Rapor, salı günü de Ankara'da bir araya gelen İsrail Devlet Başkanı Şimon Peres ile Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas'a sunuldu. Başbakanlık'tan ismini açıklamayan yetkililer, raporu siyasileştirmek istemediklerni ve bu nedenle raporun açıklanmasının dünya siyasi sahnesindeki herhangi bir İsrailli veya Musevi tutumuna karşı bir tepki olarak algılanmaması için raporun açıklanmasını uygun zamana kadar beklediklerini söyledi. Kaynaklar, "Amerika'daki Yahudi kuruluşu, İftira ve İnkarla Mücadele Birliği (ADL) tarafından yapılan talihsiz sözde Ermeni soykırımı iddialarıyla ilgili açıklamalar raporun açıklanmasını biraz daha geciktirdi. Filistinliler raporun neden yayımlanmadığı konusunda meraklıydılar; ancak biz böyle hararetli bir zamanda yayımlayarak raporun objektifliğine zarar gelmesini istemedik. Eğer raporu ADL iddiaları sırasında yayımlasaydık rapor bilimsel ve teknik olmasına rağmen misilleme olarak algılanabilirdi." ifadelerini kullandı.

     

    Kazıları temmuz ayında askıya alan İsrail'in geçtiğimiz ay çalışmaları yeniden başlatma kararı aldığına dair haberler çıkmıştı. Bunun üzerine İsrail'in Ankara Büyükelçisi Gabby Levy, Başbakanlık'a giderek ülkesinin bölgede tek taraflı inşaat çalışması yapmayacağını bildirmişti. Büyükelçi Levy, geçtiğimiz ay Zaman'a verdiği mülakatta, Türkiye'nin açıklayacağı raporu saygıyla karşılayacaklarını, içeriğinin olumsuz çıkmasının da iki ülke ilişkilerine zarar vermeyeceğini söylemişti.

     

    Kudüs'ün İslam, Hıristiyanlık ve Yahudilik için önemi üzerine mülahazalarla başlanan Türk heyeti raporu, kentin ve özellikle Haremüşşerif bölgesinin tarihine, eserlerine ve günümüze intikal eden arkeolojik eserlerine dair tarihi bilgilerle devam ediyor. Hz. Muhammed'in (sas) Mirac'a yükseldiği Mescid-i Aksa Camii ve Kubbetü's-Sahra Camii'nin yer aldığı Haremüşşerif bölgesine ilişkin detaylı bilgiler içeren rapor, 16 maddeden oluşan tespit ve tavsiyelere yer veriyor. Bunlardan bazılar şöyle:

     

    1. Tarihi Kudüs şehri, şehir dokusunun barındırdığı bütün kutsal mekanlar; üzerinde yaşayan üç dine mensup insan unsuruyla dini, kültürel ve zihni alaka ve irtibat içindedir. Bu kutsal mekanların bulunduğu doku ve çevresi, dünyanın medeniyet birikimine dahil, insanlığın ortak değeri ve ortak mirasıdır. Bu farklı kültürler ve insan unsuru şehri tasarruf ederken, herhangi bir din ve kültür namına, şehrin bütünlük arz eden asgari ve azami hadlerine halel getirmemelidirler.

     

    2. Bugün sürdürülen kavga ve anlaşmazlığın temelinde, şehrin tarihinin ve yüzyıllar içinde oluşmuş karakterinin Yahudilik vurgulanarak çarpıtılması veya Araplık'la aynileştirilmesi inadı vardır. Halbuki tarihteki Eski Kudüs'te Müslüman, Yahudi, Hıristiyan ve Ermeni cemaatleri, daha çok ayrı mahalleler halinde, şehirde belli mevkilerde yaşamaktaydılar. Tarih içinde burada yaşayanlar, aralarında duvar ve barikatlar olmadan barış içinde yaşayan, farklılıkta müştereği yaşama sanatında buluşturan, farklı dinden, dilden ve ırktan mütecanis olmayan bir nüfustu.

     

    3. BM'nin "Kudüs'ün Statüsü" ile ilgili 252 sayılı, 21 Mayıs 1968 tarihli kararında (madde 2) "İsrail'in Kudüs'ün yasal statüsünü değiştirmeye yönelik olarak, oradaki arazilerin ve malların istimlak edilmesi de dahil olmak üzere, aldığı tüm kanuni ve idari tedbirler ile yaptığı tüm eylemlerin geçersiz olduğunu ve statüyü değiştiremeyeceğini" ifade ile teyit eder ve "İsrail'e Kudüs'ün statüsünü değiştirmeye yönelik herhangi bir eylemde bulunmaktan derhal vazgeçmesi" için acil çağrıda bulunur." denilmektedir.

     

    4. Ağlama Duvarı boyunca, heyetimize gösterilen tünel ve kazı çalışmaları ve büyük boşaltmalar; Haremüşşerif'e doğru yapılan bir kazı olmasa bile, müdahaledeki ölçek derinliği ile, bilimsel kastını aşan müdahaleler yapıldığı intibaını vermektedir.

     

    5. Ağlama Duvarı boyunca yapılan tünel ve kazı çalışmaları ile ortaya çıkarılan mekanların bazılarına "Kutsalların en kutsalına en yakın nokta" levhaları konularak, yeraltı sinagogları tesis edilmiştir. Bu husus her an içeriye, Haremüşşerif'in altına doğru müdahale edilecekmiş izlenimi vermekte, Filistinliler başta olmak üzere İslam ülkeleri nezdinde büyük rahatsızlık uyandırmaktadır.

     

    6. İsrail tarafı, Haremüşşerif'in altına girmediklerini, yapılan bütün arkeolojik kazıların bilimsel usullere uygun olduğunu, tarih ve kültürlerini araştırmak için yaptıklarını iddia ederken, Filistinliler bilimsel çalışma olarak yapılan kazıların siyasi maksatlı olup, tarihi Kudüs'ü İsraillileştirmek ve Yahudileştirmek amacı güttüğünü söylemektedirler.

     

    7. İnsanlık için kara bir leke olan soykırıma maruz kalmış Yahudi cemaatinin, tarih içinde defalarca mağdur ve ibadetten men edilmesine rağmen, Yahudi cemaatine, Ağlama Duvarı'nda özgürce ibadet etme imkanı sağlayan Müslümanların, kendilerine ait kültür tabakalarının, Mağribi Mahallesi'nin yok edilerek adını buradan alan Mağribi Kapısı'nı kullanmalarının yasaklanması, herşeyden önce insaf ölçüleriyle birlikte insan haklarıyla bağdaşmamaktadır.

     

    8. Arkeolojik park ilan edilen alanda üst katmanlara kontrol kazısı yapılarak, İslami olsun veya olmasın, var olan bir dönem tamamen kaldırılmamalıdır. Tarih, bilim ve sanat; din ve siyasetin aleti haline getirilmemeli, insanlığın ortak değerleri gözetilerek hareket edilmelidir. Yıkılan Efdaliye Medresesi'nden kalabilen kısımlar konsolide edilerek korunmalıdır.

     

    9. Mağribiler Yolu, Dünya Mirası listesinde belirtilen alanın ayrılmaz bir parçasıdır. Yolun kültürel miras değeri, arkeolojik faaliyetlerle sınırlandırılarak ortadan kaldırılmamalı, uluslararası kabullere göre usulüne uygun olarak yapılacak konsolidasyon ve restorasyonların her aşamasında, yolun ve bölgenin dini, kültürel ve sembolik yönleri ile beraber karşılıklı hassasiyetler önemle gözetilmelidir.

     

    Raporda İsrail'e 4 açık mesaj var:

     

    1-Arkeolojik kazının şekli ve sınırlarını belirleyen plan yok. Taraflarla müşterek bir eylem planı hazırlanmalı.

    2-Mağribi Rampası'ndaki arkeolojik kazı derhal durdurulmalı. Mevcut durumda sağlamlaştırma yapılarak rampa restore edilmeli.

    3-Mağribi Yolu'nun ve bölgenin tanzimi için İsrail, Ürdün ve Filistinli mimarların dahil olabileceği bir proje yarışması açılabilir.

    4-Uluslararası bir gözlem heyetinin öncülüğünde İsrail ve Filistinli uzmanlarla birlikte uygulama yapılabilir. Uzlaşma ve barışın, müreffeh iki yurtlu topluma kapı açacağı açıktır.

     

    Türk heyetinin hazırladığı 78 sayfalık raporun sonuç bölümünde İsrail'e şu mesajlar veriliyor:

     

    UNESCO heyetine sunulan Mağribi Girişi ve rampanın iki mimari taslağı, bunlardan artık vazgeçildiği söylenerek heyete sunulmamıştır. İsrail otoriteleri kazıdan sonra ne olacağı hususunda net bir beyanda bulunamamışlar, buna belediyenin karar vereceğini ifade etmişlerdir. Arkeolojik kazının müdahale şekli ile sınırlarını belirleyen net bir çalışma planı bulunmadığından, tarafların müşterek bir eylem planı üzerinde mutabakata vararak, bu konuda belirlenecek yöntem ve uygulama şeklinde, bir an önce karar vermeleri gereklidir.

     

    UNESCO Teknik Heyeti'nin raporunda açıkça ifade edildiği gibi, Emevi, Eyyubi, Memlük ve Osmanlı dönemlerine ait muhtelif izler taşıyan, Mağribi Rampası'ndaki arkeolojik kazı derhal durdurulmalıdır. Belli bir karar, plan ve neticesindeki proje çerçevesinde, önce mevcut tarihi miras kabul edilebilecek kısımlara zarar vermeden son dönemin muhdesleri ayıklanıp, koruma, sağlamlaştırma ve onarım yoluna gidilmeli, mevcut durumda konsolidasyon ve konservasyon yapılarak rampa restore edilmeli, kullanıma açılmalıdır. Buradaki kemer-tonoz sistemi ile tarihi ve arkeolojik yapılanmanın, üstü açık bir şekilde bir kış daha geçirmesi doğru olmayacaktır.

    Yeni ihdas edilecek Mağribi Yolu'nun ve bölgenin tanzimi için İsrail, Ürdün ve Filistinli mimarların da dahil olabileceği uluslararası bir proje yarışması açılabilir. Haremüşşerif üzerinde garantörlük hakkıyla denetleyici rolü bulunan Ürdün Devleti'yle işbirliğine gidilebilir.

     

    Uluslararası uzmanlardan oluşan bir gözlem heyetinin öncülüğünde, İsrail ve Filistinli uzmanlarla birlikte uygulama yapılabilir ve bu hususta UNESCO, ICOMOS, İslam Konferansı Örgütü ve Kudüs Komitesi gibi kuruluşlardan yardım istenebilir. Bu birliktelik, tarihi anlaşmazlığa son verecek, karşılıklı işbirliği ve uzlaşmaya giden yolda önemli bir köşe taşı olacaktır. Bu hususta gösterilecek uzlaşma ve barışın, müreffeh iki yurtlu topluma kapı açacağı açıktır.





    20-23 Mart tarihleri arasında Kudüs'te incelemelerde bulunan Türk heyetinin hazırladığı, 'Kudüs'te Haremüşşerif civarında yapılan kazı çalışmalarına dair teknik heyet raporu' başlıklı rapor 5 bölüm ve 78 sayfadan oluşuyor. Haziranda tamamlanan; ancak açıklanmayan raporda, bölgeye ilişkin detaylı fotoğraf, kroki ve tarihi vesikalara yer veriliyor.

     

    İsrail'in Haremüşşerif'te yürüttüğü, Mescid-i Aksa'ya zarar verdiği gerekçesiyle Müslümanların tepkisine yol açan hafriyat çalışmalarını incelemek üzere geçtiğimiz şubat ayı sonunda Kudüs'e bir heyet gönderen Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü (UNESCO), kazı çalışmalarını durdurulmasını istemişti. Yapılan çalışmalarının Haremüşşerif'e çıkan geçidi onarmak için "yeterli" olduğunu bildiren heyet, örgütün Genel Müdürü Koichiro Matsuura'ya sunduğu raporda İsrail'i "arkeolojik kazılara derhal son vermeye" çağırıyordu. İsrail'in müdahalesinin sınırlarını belirleyen bir hareket planı olmamasından endişe duyulduğu ifade edilen 12 Mart 2007 tarihli raporda, bu durumun "daha geniş ve gerek duyulmayan kazılara yol açtığı" belirtiliyor. İsrail'den Mağrib Kapısı'ndaki rampanın onarılmasını öngören açık bir plan belirlemesini isteyen örgüt, çalışmaların Müslümanlarla diyalog halinde yapılmasını talep ediyor. Fakat, İsrail'in kazılarla ilgili Müslümanların diyalog çağrılarına cevap vermediği not ediliyor. İsrail'den, hazırlayacağı planı en kısa zamanda UNESCO Dünya Kültür Mirası Komitesi'ne göndermesini talep eden heyet, geçidin onarımıyla ilgili sürecin UNESCO Başkanlığı tarafından koordine edilecek, arkeoloji ve inşaat mühendislerinin de katılacağı uluslararası bir ekip tarafından denetlenmesinin "en uygun çözüm olacağını" savunuyor. Dünya Kültür Mirası Listesi'nde olan Mağrib Kapısı'nın girişinin, öneminin sadece arkeolojik değeriyle sınırlandırılamayacağına işaret edilen raporda, bölgenin taraflar için dini, kültürel ve sembolik bir önemi haiz olduğu, bu yüzden yapılan çalışmalarda bunların göz önünde bulundurulması gerektiğine dikkat çekiliyor.

    Zaman, 16.11.2007


    *****


    TÜRK ARKEOLOGLAR İSRAİL KAZISINI ÇOK SERT ELEŞTİRDİLER





    Zaman Gazetesi’nin yazdığına göre, bir grup Türk uzman İsrail’in Kudüs’te sürdürdüğü tartışmalı kazıyı çok sert bir dille eleştirdiler. Türk uzmanlar, kazı yapılan bölgede 12. yüzyıldan 20. yüzyıla kadar Eyyubi, Memluk ve Osmanlı devletlerinin hüküm sürmüş olması dolayısıyla, kazı bölgesini ziyaret etmişlerdi. İngilizce yayınlanan gazetenin, yazılan rapora dayanarak verdiği habere göre, Türk heyeti “sürdürülen faaliyetler, kültürel değerlerin ve bu kültürlere ait bilgi kaynaklarının yokedilmesine yönelik planlı ve sistematik olarak düzenlenmiş bir faaliyet intibaını vermekte” demekte. 

     

    Şubat ayında İsrail, İslam dünyasının tepkilerine ve UNESCO’nun kazının durdurulması yönündeki acil çağrılarına rağmen, Batı Duvarı’ndan (Ağlama Duvarı) El Aksa Camii’ne uzanan yürüyüş yolunda bir kazıya başlamıştı.

     

    Zaman Gazetesi’nde yayınlanan habere göre, Temmuz ayında yayınlanan ama İsrail devletini rencide etmemek için yetkililer tarafından gizlenen rapor, kazı yerini Mart ayında gezen arkeolog ve mimarlar tarafından kaleme alındı.

     

    Bu rapora göre “İsrailli uzmanlar tarafından sürdürülen kazılarda, Eyyubi, Memluk ve Osmanlı dönemlerine ait bilgi ve kalıntının korunmasına yönelik hiçbir tedbir alınmadığı açıkça görülmekte”ydi.

     

    Kudüs Belediyesi, 12 Şubat’ta kazının durdurulmasına karar vermiş ama bu karar bile, her ne kadar kazı caminin altına kadar uzanmasa da, kazının  El Aksa Camii’ne zarar verdiğini düşünen Müslümanların tepkisini dindirmemişti.

     

    El Aksa Camii'nin bulunduğu alan, Yahudiler tarafından MS 70 yılında Roma’lıların yıktığı antik tapınaklarının yeri olarak kabul ediliyor.

    Yahoonews ve AFP, 16.11.2007




    11 - 17 Kasım 2007

    ŞAŞIRTAN MUMYA

     

    Çin’de bir çoban tarafından bulunan mumyanın mükemmel biçimde korunmuş olması arkeologları şaşırttı.

    Ülkenin kuzeyindeki Xinjiang bölgesinde eylül ayında bulunan mumyanın binlerce yıllık olduğu sanılıyor. Mumyanın yaşı için DNA testinin sonuçları beklenirken 40 yaşındaki erkek cesedinin kuru ve tuzlu toprak sayesinde korunduğu söylendi. Çobanın koyunlarını otlatırken bulduğu mumya arkeoloji için hazine değerinde. Uzmanlar birçok kavmi ağırlamış Çin topraklarında araştırmalara devam ediyor.

    Hürriyet, 17.11.2007

    RUSYA KUTSAL HAZİNE PEŞİNDE

     

     

    Rusya, Finlandiya yakınlarında 300 yıl önce batan ve İkinci Katerina'ya ait olduğu bildirilen hazine dolu gemiyi tekrar alabilmek için çalışmalara başladı. Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov birinci elden takip ettiği konu için Finlandiya'ya gitti. Burada Finlandiyalı meslektaşı Ilkka Kanerva ile bir araya gelecek Lavrov, 18 yüzyılda batan geminin kime ait olacağı konusunda görüşlerini bildirecek.

     

    II. Katerina Hollanda'da yaptığı alış verişlerini 'Kutsal Meryem' gemisi ile Rusya'ya göndermişti. Fırtına sonrası batan gemi, içindeki hazinelerle birlikte kaybolmuştu. 1999 yılında hazine avcıları tarafından bulunan gemiye Finlandya hükümeti el koydu. Rus hükümeti, 40 milyon dolarlık masrafı karşılayarak gemiyi sudan çıkarıp müze haline getirmeyi planlıyor.

     

    Yaklaşık 300 yıl önce, Rus Çariçesi 2. Ekaterina'nın Avrupa'da yaptığı gezideki yüklü alışverişte aldıklarını St. Petersburg'a götürmek için hollanda'dan çıkan gemi Finlandiya açıklarında batmıştı. Rusya şimdi hazine değerindeki bu malları aramak için kolları sıvadı.

     

    Batık gemiyi çıkarmak için çalışma başlattıklarını kaydeden Rus Dışişleri Bakanı Lavrov, Helsinki'de hazineyi aramaya koyulduklarını açıkladı. Finlandiya hükümetinin el koyduğu gemi Rus araştırmacılar tarafından denizden çıkarılacak.

    Yeni Şafak, 17.11.2007

    "YAPILAN YANLIŞLAR İSTANBUL'U TIKADI"

     

    Tarihi Yarımada Sempozyumu’nda konuşan İstanbul Vali Yardımcısı Cumhur Güven Taşbaşı, yıllardır yapılan yanlışların önlerini tıkadığını belirtti.


    TMMOB Mimarlar Odası İstanbul Büyük Kent Şubesi’nin düzenlediği ve iki gün boyunca devam edecek olan “Tarihi Yarımada Sempozyumu” dün başladı. İTÜ Mimarlık Fakültesi Taşkışla Yerleşkesi’nde yapılan sempozyuma, TMMOB İKK Sekreteri Tores Dinçöz, İstanbul Vali Yardımcısı Cumhur Güven Taşbaşı’nın yanı sıra birçok öğretim üyesi, mimar ve şehir planlamacısı katıldı.


    Sempozyumun açılış konuşmasını yapan TMMOB Mimarlar Odası İstanbul Büyük Kent Şubesi Başkanı Eyüp Muhcu, sempozyumun amacının, tarihi yarımadada artan risklerle ilgili sorunların masaya yatırılması ve bu risklerin değerlendirilmesi olduğunu belirtti. İstanbul’un, dünya mirası niteliğinde özgün ve önemli bir yeri olduğunu anlatan Muhcu, İstanbul’un birçok kültüre ev sahipliği yaptığını ve bu kültürlerin barış içinde yaşadığını söyledi. İstanbul’un eskiden hemşehrilerinin övündüğü bir şehir olduğuna değinen Muhcu, bu övgünün verilen adlardan belli olduğunu vurguladı. Kentin bir kraliçeye benzetilerek “Megapulismundi” adını aldığını dile getiren Muhcu, “Ancak kent artık megaköy olarak değerlendiriliyor” dedi.
     

    Sempozyuma konuşmacı olarak katılan İstanbul Vali Yardımcısı Cumhur Güven Taşbaşı, İstanbul’da rant peşinde koşanların sadece küresel sermaye olmadığını vurguladı. Rant peşinde koşanlar arasında meslek insanlarının da bulunduğunu iddia eden Taşbaşı, “Kendimizi de eleştirmemiz gerekli” dedi. Belirli bir mekanizmanın kurulması gerektiğine değinen Taşbaşı, ortak bir doğrunun etrafında birleşmenin sağlanması gerektiğine dikkat çekti. “Yıllardır İstanbul’da yapılan yanlışlıklar önümüzü tıkadı. Kent yaşamına alışmak kolay değil. Kente göçe insanları biz teşvik etmedik mi?” diyen Taşbaşı, göç edenleri kent kültürüne alıştırmanın kendi görevleri olduğunu söyledi.


    İstanbul’un UNESCO’nun dünya miras listesinde olduğunu belirten Taşbaşı, bu mirasın artık bütün dünyanın mirası olduğunu anlattı. 2005 yılında İstanbul Valiliği, Dışişleri ve İçişleri Bakanlığı, Büyükşehir Belediye Başkanlığı ile meslek odalarının katılımıyla bir komisyon kurulduğunu dile getiren Taşbaşı, bu komitenin UNESCO’yu İstanbul’a çağırdığını ifade etti.

    Evrensel, 16.11.2007

    ÇALINAN İKİ TARİHİ ESER TÜRKİYE'YE GETİRİLDİ

     

    Türkiye'den geçtiğimiz yıllarda çalınan iki tarihi eser Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın çalışmaları sonucunda iade edildi.

    Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü'nden edinilen bilgiye göre, İzmir'in Agora Örenyeri deposundan 2004 yılında çalınan, Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın çalışmalar sonucunda uluslararası İnterpol Bülteni'nde yayınlanması sağlanan, mermer erkek heykeline ait baş Münih polisince 16 Nisan 2004 tarihinde Gorny & Mosch Müzayede Evi'nde açık artırmaya sunulmak üzereyken ele geçirildi. Eserin ele geçirilmesinin hemen ardından iade edilmesi için Bakanlığın istinabe talebinde bulunması üzerine İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı'nın yürüttüğü soruşturma sonucunda, talep Alman makamlarına ulaştırıldı ve Mart 2005'te eser Alman Makamlarınca adli muhafaza altına alınarak mülkiyet hakkının açıklığa kavuşturulması istendi. Kültür ve Turizm Bakanlığınca mülkiyet hakkının tespiti için dava açılması amacıyla ödenek ayrıldı, ancak dava süreci başlamadan karşı tarafın mülkiyet hakkından vazgeçmesi üzerine eserin Türkiye'ye iade süreci başlatıldı. Eser kasım ayı içerisinde Anadolu Medeniyetleri Müzesi'ne getirildi.

     

    Ayrıca Denizli'deki Laodikya antik kenti kazı deposundan 2005 yılında çalındığı tespit edilen, Kültür ve Turizm Bakanlığı'nca uluslararası İnterpol bülteninde yayınlanması sağlanan Roma dönemine ait bir bronz heykelin sağ eli de İsviçre Polisi tarafından 2006 yılı kasım ayında ele geçirildi. Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü, eserin Türkiye'ye iadesi için gerekli girişimleri başlattı. Eser Kasım ayı içinde Türkiye'ye getirilerek Anadolu Medeniyetleri Müzesi'ne teslim edildi.

    haberler.com, 16.11.2007

    TATARLI HÖYÜK'TE 'LAZAWANTIYA KENTİ' ARANIYOR

     

      

     

    Adana'nın Ceyhan İlçesi'ndeki Tatarlı Höyük'te bu yıl yapılan kazı çalışmalarının tamamlandığı bildirildi. Kazıda ortaya çıkarılan Geç Tunç Çağı'na ait buluntulardan höyüğün, Kraliçe Puduhepa'nın memleketi Lawazantiya olduğu tahmin ediliyor.

    Çukurova Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Başkanı Yrd.Doç.Dr. K.Serdar Girginer başkanlığında 15 Eylül'de başlayan Tatarlı Höyük'teki bu yıl yapılan kazı çalışmaları çok sayıda uzmanın katılımıyla 26 Ekim 2007'de tamamlandı.






    Münih Üniversitesi'nden Prof.Dr. Ahmet Ünal, yaptığı açıklamada, Tatarlı Höyük'teki ilk kazmayı vurmadan önce bazı hipotezlerden hareket ettiklerini belirterek, bazı antik Kizzuwatna kentlerinin burada lokalize edilebileceğini düşündüklerini ve bu düşüncelerle kazıya başladıklarını söyledi.

    Tatarlı Höyük'te, Anadolu ve Kilikya'daki önemli şahsiyetlerden biri olan büyük kraliçe Puduhepa'nın memleketi Lawazantiya'yı bulmayı ümit ettiklerini vurgulayan Ünal, "Lawazantiya uzun bir tarih, din ve kültür geleneğine sahip bir kenttir. Burası ortaya çıkarıldığında mutlaka çivi yazılı belge verecektir ve bu belgeler Kizzuwatna'nın ilk otokton yazılı kaynaklarını oluşturacaktır. Ne var ki kesin sonuç elbette, kazılar ilerledikçe ortaya çıkacaktır. Tatarlı Höyük, Lawazantiya ile eşit olmasa bile coğrafi konumu, ona tüm Çukurova höyükleri arasında eşsiz bir pay vermektedir. Su kaynaklarının hem bolluğu, hem de yapısı bakımından Anadolu'da bir benzeri yoktur. Boyutları en az aşağı kentle birlikte 300x400 metredir. Bahsettiğimiz gibi alışılmışın dışında çok geniş bir alana yayılmış aşağı kenti vardır. Yapılacak kazılar bu aşağı kentte kimlerin oturduklarını, buranın bir surla çevrili olup olmadığını gösterecek" dedi.

    Lawazantiya'nın coğrafi konumunun ve öneminin bir diğer özelliğinin de Çukurova'nın çok doğusunda, yani Antitoros ve Amanos Dağlarına çok yakın, yaklaşık 15-20 kilometre mesafede bulunması olduğunu anlatan Ünal, "Bunun önemi çok büyüktür, çünkü bu dağ silsilelerinin hemen öbür tarafında, tarafımızdan o zamanların "Avrupa"sı olarak adlandırdığımız yüksek uygarlıklar ülkesi Mezopotamya ve Suriye başlamaktadır. Gerçekten devrin en önemli kentleri Alalah, Tilmen-Hassu, Gedikli, Zincirli, Ursu, Zalpa, Halpa-Halep ve Kargamiş hep bahsedilen alanlarda yer almaktadır. "Avrupa" dünyasının içinde yer alan bu kentler, gerek boyutları, gerekse içlerinde barındırdıkları resmi, özel, dini ve politik yapılar bakımından hakikaten Kizzuwatna ve Orta Anadolu'daki kent merkezlerine göre daha gelişmişlerdir. Dolayısıyla bu uygar dünyaya en yakın coğrafi konumda bulunan Tatarlı'nın da bu yapılaşmalardan birçoklarına sahip olmadığını kimse söyleyemez. Nitekim höyüğün en üstünde yer alan büyük taş yapı, daha şimdiden Tilmen ve Alalah'taki devasa saray ve tapınakları anımsatmaktadır" diye konuştu.

    Geç Assur Kralı 2. Salmanassar'dan beri (MÖ 859) sürekli Kilikya'ya yayılmak isteyen Geç Asur krallarının Amanos ve Gavur Dağlarını aşıp ister doğudan Bahçe-Düziçi-Osmaniye üzerinden, isterlerse Beylan-İskenderun-Dörtyol-Toprakkale üzerinden Çukurova'ya ilk ayak bastıklarında, Tatarlı'yı ele geçirmek anlatan Ünal, şöyle devam etti:






    "Azitawata'nın Karatepe'deki yazıtlarından da öğrendiğimiz üzere, bu kral Asur emperyalizmine karşı bu tampon bölgede müstahkem kaleler kurmuştur. Tatarlı'nın bu kalelerden birisini barındırdığından hiç kuşku yoktur. Şundan gayet eminiz ki, Tatarlı kazıları bölgede ilklerden birisi olacak. Mersin-Yumuktepe ve Tarsus-Gözlükule çok batıda kalmakta, "Avrupa" uygarlığından biraz uzak düşmektedir. Uzun zamandan beri ısrarla belirttiğimiz Sirkeli'de Muwatalli kabartması dışında Hitit malzemesi veya MÖ 2. binyıl yerleşim izleri yoktur. Orada Lawazantiya aramak boşuna uğraştır."

    Kazı Başkanı Çukurova Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölüm Başkanı Yrd.Doç.Dr. K. Serdar Girginer ise Tatarlı Höyük'teki kazı çalışmalarının Çukurova Üniversitesi'nin ilk bilimsel kazısı olduğunu belirterek, "Özellikle Çukurova yerleşmelerinin boyutlarıyla göze çarpan Tarsus Gözlükule, Yüreğir Misis Höyük, Adana Seyhan Tepebağ Höyük ve Ceyhan Tatarlı Höyük'ün Hitit ve çevre kültür bölgelerinin yazılı metinlerinden bilinen henüz isimleri tespit edilememiş 50'den fazla Kizzuwatna kentlerinden en önemlilerine ait olduğunu söyledi.

    Tatarlı Höyük'te bu yıl yapılan çalışmalarda, saray ya da tapınak olabilecek büyük bir yapının açılmaya başlandığını kaydeden Girginer, ele geçen küçük buluntuların ve seramiklere göre şimdilik MÖ 2. binyılda ilk yapımı başlamış olan yapının, daha sonra Demir Çağı'nda da kullanılmış olduğunu gördüklerini belirtti.

    Höyükte ve çevresinde yaptıkları araştırmalarda Neolitik Çağ ile Bizans dönemi arasında kesintisiz iskanı olan höyüğün, bu bölgede en önemli yerleşmelerden birisi olduğunu söyleyen Girginer, "Zaten aşağı kentinin varlığı ve höyük tepesinde yar alan akropolüyle de bu düşüncemiz desteklenir niteliktedir. Önümüzdeki yıllarda Tatarlı Höyük çalışmaları hem Çukurova'nın, hem de tüm Doğu Akdeniz bölgesinin iskan tarihine açıklık getirecek, yeni sonuçlar tüm bilinenleri tekrar gözden geçirmemizi zorunlu kılacak.

    Tatarlı Höyüğün, Büyük Hitit Kralı 3.Hattusili'nin eşi Hurri kökenli Büyük Kraliçe Puduhepa'nın memleketi Lawazantiya olduğunu düşünüyoruz. Bu yerleşmenin Lawazantiya kenti ile özdeş olup olmadığını önümüzdeki yıllarda yapacağımız kazılar çözüme ulaştıracak" dedi.

    Girginer, 2008 yılı kazı sezonunun en az 4 ay sürmesinin planlandığını, bu programın gerçekleşebilmesinin de sponsorların desteği ile mümkün olacağını sözlerine ekledi.

    haberler.com, 16.11.2007

    BEDESTEN SARAYI İLGİ BEKLİYOR

     

     

    Konya Vakıflar Bölge Müdürlüğü'ne ait Bedesten Sarayı, yıkılmaya yüz tutmuş görünümüyle restore edileceği günü bekliyor. Bugüne kadar bir bölümü restore edilip kiraya verilerek halka açılan sarayın tamamının restore edilip turizme ve ekonomiye kazandırılması isteniyor.
     

    Ilgın'ın merkezinde olmasına rağmen bakımsızlığı nedeniyle halkın tepkisini çeken Bedesten Sarayı, tamamının restore edilerek bölgeye ve turizme kazandırılacağı günü bekliyor. Sarayın bir an önce restore edilmesini isteyen yöre halkı, "Bedesten Sarayı aslına uygun olarak restore edilmeli ve tarihimize sahip çıkılmalı" şeklinde görüş bildirdi.
     

    Yaptığımız araştırmaya göre yıllardır atıl vaziyette kalan sarayın Ilgın halkına kazandırılması, hem Ilgın hem de Konya turizmi için önemli bir kazanç olacak. Bedesten Sarayı civarında yıllardır esnaflık yapan vatandaşlar, sarayın restore edilip turizme kazandırılması ile ilçe ekonomisinin de canlanacağını ümit ediyor.
     

    Vakıflar Bölge Müdürlüğü'nün Bedesten Sarayı'nın tamamında bir an önce restore çalışmalarına başlamasını isteyen vatandaşlar, turizmle ilgili çalışmaları olan Ilgın Belediyesi'nin de bu çalışmaya destek vermesi gerektiğine işaret etti. Bedesten Sarayı'nın Ilgın'ın merkezinde olmasının avantaj olduğuna dikkat çeken vatandaşlar, restore ile ilgili olarak Vakıflar Bölge Müdürlüğü yetkililerinden yapabilecekleri konusunda cevap bekliyor.

    Manşet Gazetesi, 16.11.2007

    ÇELEBİ MEHMED CAMİSİ RESTORE EDİLİYOR

     

    Vakıflar Tokat Bölge Müdürü İsmail Aktaş, Amasya'nın Merzifon İlçesi'nde tadilatı devam eden tarihi Çelebi Mehmed Camisi'nde incelemelerde bulundu. 

    Belediye Başkanı Kadri Aydınlı ile birlikte Çelebi Mehmed Camisi'ndeki çalışmaları inceleyen İsmail Aktaş, tarihi dokuya zarar verilmeden 100 gün içinde restorasyonun bitirileceğini açıkladı. Merzifon'un tarihi dokusunun canlanması, tarihi eserlerin ortaya çıkması ve kayıp medeniyetlerin keşfedilmesi için büyük bir özveri gösterdiklerini söyleyen Başkan Kadri Aydınlı, "Merzifon Belediyesi ve Vakıflar Genel Müdürlüğü'nün beraber çalışmaları neticesinde en kısa zamanda bu tarihi eserimizi de aslına uygun olarak şehrimize kazandıracağız." dedi.

    Amasya Kent Haber, 16.11.2007

    HİTİT BARAJI'NIN RESMİ AÇILIŞI SALI GÜNÜ

     

    Çorum'un 45 kilometre güneyindeki Alacahöyük Antik Kenti'nde MÖ 1240 yılında yaptırılan ve Tanrıça Hepat'a ithaf edilen Hitit Barajı'nın 20 Kasım'da resmi açılışının yapılacağı bildirildi. Alacahöyük'teki arkeolojik çalışmaların başkanlığını yapan Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi (DTCF) Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr. Aykut Çınaroğlu, yaptığı açıklamada, Alacahöyük kazılarının 100. yılında Hitit Barajı'nın resmi açılışının yapılacağını kaydetti. Alacahöyük'te 20 Kasım Salı günü saat 11.00'de düzenlenecek törenle barajın açılışının yapılacağını belirten Çınaroğlu, törene Ankara Üniversitesi Rektörü Prof.Dr. Nusret Aras, eski Kültür Bakanı İstemihan Atalay ve çok sayıda kişinin davet edildiğini söyledi. Çınaroğlu, barajın açılışından sonra Kazı Evi'nde resepsiyon verileceğini kaydetti.





    Alacahöyük'teki arkeolojik çalışmaların başkanı Prof.Dr. Aykut Çınaroğlu, Hitit Barajı'yla ilgili ilk araştırmaların ve yüzey incelemelerinin 1907 yılında gerçekleştirildiğini anımsattı. Sistemli kazılara ise 1936 yılında Büyük Önder Atatürk'ün talimatıyla başlanıldığını ifade eden Çınaroğlu, Alacahöyük'te daha önce bataklık bir halde olan Hitit Barajı'nın yapılan kazı çalışmalarıyla 2003 yılında işlevselliğinin tespit edildiğini bildirdi.

     

    Prof.Dr. Çınaroğlu, baraj konusunda Hititlere ait tabletlerden bilgi edindiklerini belirterek, söz konusu barajın Hitit Kralı IV. Tudhalia tarafından Tanrıça Hepat'a atfen yapıldığını kaydetti. Prof.Dr. Çınaroğlu, Hititlerin Anadolu'da MÖ 1200'lü yıllarda yaşanan kuraklık üzerine MÖ 1240 yılında Orta Anadolu'da 11 ile 13 baraj inşa ettirdiğini belirterek, ''Bu barajlardan Alacahöyük'teki hariç hepsi işlevini yitirdi. Alacahöyük'teki baraj ise kaynak suyu gövdesi içinden çıktığı için bu su, günümüze kadar akmaya devam etmiştir'' dedi. Barajın taş dolgu setinin bugünkü barajların yapım tekniği ile aynı olduğuna işaret eden Prof.Dr. Çınaroğlu, ancak Hititlerin barajın gövdesindeki kaya dolgusunda çimento yerine kil kullandıklarını kaydetti. Hititler döneminde barajın içme ve sulama suyu olarak kullanıldığını anlatan Prof.Dr. Çınaroğlu, ''Antik çağda, bu barajdan içme suyu olarak kullanılacak su, bir havuzda toplanmış. Havuzdan da filtrelerle temizlenip arıtıldıktan sonra, 2 kilometre uzaklıktaki kent merkezine götürülmüş'' diye konuştu.

     

    Prof.Dr. Çınaroğlu, şu anda yaklaşık 15 bin metreküp suyun barajda bulunduğunu ifade ederek, bu suyu bölge halkının tarım arazilerinde kullanmaya başladıklarına dikkat çekerek, 3240 yıl sonra ilk kez antik bir barajın asıl işlevini yürüttüğünü bildirdi.

    Çorum Haber, 16.11.2007

    LODOS 600 YILLIK ÇINARI YIKTI

     

    Kayseri'deki lodos, 600 yıllık tarihi Balaban Çınarı'nı yıktı. Koruma altındaki ağacın kaldırılıp kaldırılmayacağı krize sebep oldu. Hisarcık Belediyesi ile Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Müdürlüğü arasında ağacın kaldırılması konusunda yazışmalar devam ediyor.

     

    Hisarcık Belediye Başkanı Ali Veral, bir vatandaşın şikayeti üzerine asırlık çınarın yıkıldığı haberini aldıklarını söyledi. Olayı duyar duymaz ağacın bulunduğu bölgeye gittiklerini ve ağacın kaldırılması için Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Müdürlüğü ile yazışmalara başladıklarını kaydeden Veral, "Koruma Müdürlüğü ilk olarak ağacın 3 aydan önce yerinden kaldırılamayacağını söyledi. Sürenin çok uzun olduğunu ve bu kadarlık zaman diliminde ağacın orada kalamayacağını bildirdik. Görüşmeler sonrasında süreyi ancak bir haftaya indirebildik. Ağaç en az bir hafta daha tarihi Balaban Konağı'nda kalacak." diye konuştu.

    Zaman, Haber: Musa Özyürek, 16.11.2007

    TARİHİ KALINTILARA TAHRİP

     

    Gaziantep Üniversitesi öğretim görevlisi arkeolog Yrd.Doç.Dr. Eyüp Ay, Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nde tarihi kalıntıların tahribinin engellenmesi için yetkililere çağrıda bulundu.


    Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nde yer alan tarihi Hasankeyf, Mezopotamya ve Dara kentlerindeki kazı çalışmaları kış mevsimiyle birlikte sona ererken, Gaziantep Üniversitesi öğretim görevlisi arkeolog Yrd.Doç.Dr. Eyüp Ay, Suriye sınırında kazı çalışmalarını değerlendirdi. Çalışmaların yapıldığı Mardin'in Kızıltepe İlçesi'ne bağlı Çağıl Köyü muhtarı tarafından tehdit edildiklerini iddia eden Ay, "Çağıl-Meşkok'ta çalışırken köy muhtarı tarafından ölümle tehdit edildim. Meşkok'ta çok önemli bir höyük var. MÖ 3000 yılına ait bir kent devleti olduğunu düşünüyoruz. Burada çok yoğun bir tahribat var. Biz bu höyüğü yaptığımız çalışmalar sonucunda muhtara zimmetlemek istedik. Kendisi zimmetine almak istemeyince şu anda höyüğü belgelendirdiğimizi söyledik. 2863 sayılı yasa gereği bundan sonra höyüğü kim tahrip ederse hakkında suç duyurusunda bulunacağımızı söyleyince muhtar da bu durumda can güvenliğimizin ortadan kalkacağını söyledi. Bölgede çalışırken birçok zorlukla karşılaştık. Bölgedeki tarihi bulgu ve kalıntılar üzerindeki tahribatlar define avcıları tarafından yapılmaktadır. İdari yapı, valilik, belediyeler, yöneticiler bize yeteri kadar destek sağlamıyor. Bölge insanının yanında resmi kurumlar da arkeolojik kazı yapanlara düşman gözüyle bakıyor" dedi.


    Tahribatların büyük kısmının KÖYDES projesi kapsamında köylere hizmet götürürken olduğunu söyleyen Eyüp Ay, "Biz hizmete karşı değiliz. Fakat hizmet götürürken tarihi dokulara da dikkat etmek gerekiyor. Arkeologlar olarak adeta yatırımcılara, burada çalışan mühendislere ve idarecilere düşmanmışız gibi bir durumla karşı karşıya kalıyoruz. Arkeologları hizmeti engelleyen birileri gibi algılıyorlar. Oysa işbirliği halinde çalışarak bölgeye yararlı hizmetlerde bulunabiliriz. Mesela yatırım yapmadan önce bizi veya müzeyi haberdar etsinler. O zaman tarihi yapılar ve höyükleri tahrip etmekten birlikte kurtarabiliriz. Üst düzey yöneticiler bizim bu duyarlılığımızı kendilerine engel olarak gördükleri için bize her konuda engel çıkarıyorlar. Bu tarih bizim tarihimiz, bizim mirasımız, bizim kültürümüz. Bu yerler gerek turizme kazandırılması açısından, gerekse de geçmişin aydınlatılması açıcısından son derece önemli. Buradaki vatandaşlardan, özellikle sivil toplum örgütlerinden, aydınlardan, öğretmenlerden beklentimiz bu konuda halkı bilinçlendirmeleridir" diye konuştu.

    Olay Medya, 16.11.2007

    TARİHİ MEZAR TAŞLARI KONUŞUYOR





    Ahlat'taki tarihi mezar taşlarının Anadolu'nun eski dönemlerine ilişkin birçok bilgiyi gün ışığına çıkardığı belirtildi.


    Gazi Üniversitesi Mimarlık ve Mühendislik Fakültesi Mühendislik Bölümü Öğretim Üyesi Doç.Dr. Nakış Karamağaralı, Bitlis'in Ahlat İlçesi'nde bulunan tarihi Selçuklu Mezarlığı'nda bulunan binlerce mezar taşı üzerindeki bezemelerin tarihe ışık tuttuğunu anlattı. Doç.Dr. Karamağaralı bilim, kültür ve sanat alanındaki gelişmelerin yanı sıra Ahilik Teşkilatı'nın Ahlat'ta olduğunun buradaki mezar taşlarından teyit edildiğini söyledi.

     

    Doç.Dr. Nakış Karamağaralı, Ahlat'ın özellikle 13. ve 14. yüzyılların çok büyük ilim, kültür ve ticaret merkezi olduğunu belirterek buranın Orta Çağ'da 'mimarlar kenti' olduğunu söyledi. Buradaki mezar taşlarının çok önemli olduğunu ve dünyada çok az örneği bulunduğunu vurgulayan Karamağaralı, her bir taşın bir ustası, mimarı olduğunu belirterek, "Selçuklu mezar taşlarının üzerlerinde barındırdıkları kitabeler, bezemeler, yazılar, şiirler burayı daha da önemli kılıyor çünkü bunlar inkar edilemez Türklük belgeleri niteliğindedir. Diğer taraftan mezar taşlarından buradaki halkın kimya, astronomi, matematik gibi ilimlerde de son derecede ileri olduğu anlaşılıyor. Burada bilimin, kültürün, sanatın geliştiğini ve en önemlisi o dönemde Ahilik Teşkilatı'nın Ahlat'ta olduğunu buradaki mezar taşlarından teyit ederek öğrenebiliyoruz. Bir kısmının ustaları da yapanı da belli. Aynı zamanda mezar taşlarını yapanların mimar olduklarını da biliyoruz. Ve Selçuklu döneminin en önemli eserlerinde buradaki taşları yapan
    ustaların imzaları var. Örnek olarak Tercan'daki Mama Hatun Türbesi, Divriği Ulu Camii, Gevaş'taki Halime Hatun Kümbeti veya Konya, Aksaray, Kayseri arasındaki Alay Hanı'nı verebiliriz. Ahlat, Avrupa ve dünya standartlarına bakıldığında çok tipik özellikler arz eden bir Orta Çağ şehridir. Selçuklu Mezarlığı'nın dünyada birkaç tane benzer örnekleri olan ve Türkiye'de tek örneği olan bir açık hava müzesi şeklindedir. Bu anlamda hem dünya arkeolojisi, dünya sanatı ve kültürü anlamında hem Türk kültürü açısından çok büyük önem arz ediyor" dedi.

     

    Doç.Dr. Nakış Karamağaralı, mezar taşlarındaki yüksekliklerin dikkat çektiğini de anlatarak, "Geometrik şekiller, bitkisel motifler, rumi ve palmetler, ejder başlıklar, mukarnas ve nişler ile tezyin edilmiş mezar taşlarını, Asya tesiri ile Orhun Anıtları'na bağlıyoruz. Bunun dışında buradaki kitabelerden kimlere ait olduğunu öğreniyoruz. Burada birtakım meslek grupları, ileri gelenler, yöneticiler, kadılar olduğunu öğreniyoruz" diye konuştu.

     

    Taşların 4 metreyi aşan yüksekliklerinin Orta Asya ile yakın alakası olduğunu vurgulayan Doç.Dr. Nakış Karamağaralı, aynı zamanda burada bütün Asya tesiri ile birlikte yoğun bir Moğol etkisinin de görüldüğünü belirterek, "Bazı mezar taşlarında ejder motiflerini ve kuyruklarıyla daire yapan ejderleri görüyoruz. Bunlar Asya kültürü ile Moğollarla ve Budizm'in hüküm sürdüğü coğrafyayla alakalı motiflerdir. Dolayısıyla gerek motifler gerek boyutları bizi Orta Asya'ya ve Budist inancının olduğu bölgelere götürüyor. Tabii buraya Kafkasya'yı, Türkmenistan'ı ve bütün bu bölgeyi katabiliriz" diye belirtti.

    Bitlis Kent Haber, 15.11.2007

    TÜRKMEN MEZARLARINI YOK EDEN PEŞMERGE, KİLİSELERİ ONARIYOR

     

    Erbil'de Türkmen mezarlarını yok eden Kuzey Irak Kürt Yönetimi, hem Kürt tarihi varlıklarının korunması hem de Hristiyan Kürt kültürünün korunması amacı ile Zaho'da bulunan 1.300 yıllık Meryem El Azra Kilisesi ile kilisenin yanıbaşında bulunan Yeni Kilise'yi restore ettiriyor.

    Kuzey Irak Bölgesel Yönetimi'nin, bu iki kilisenin restore edilmesi için özel bir bütçe ayırdığı bildiriliyor. Kilise'de 500 yıllık olduğu tahmin edilen bir vazoda saklanmış insan külü bulunuyor. Beş Habur Köyü'nün girişinde yeniden restore edilen kiliselerle Hıristiyan Keldani varlığının korunması amaçlanıyor. Kiliselerin şimdilik ziyaretçileri bölgedeki köylüler. Kilisenin tek görevlisi Rahib Yusuf Davud, her iki kilisenin restore edilmesinden duyduğu memnuniyeti dile getirerek, Meryem El Azra Kilisesi'nin tarihini anlattı.

    Türkmen nüfusun en eski yerleşim yerlerinden biri olan Erbil Kalesi'nin hemen yanı başında bulunan Şeyhhalla Mahallesi'ndeki mezarlıkta Selçuklu ve Osmanlı dönemine ait mezarlar, alışveriş merkezi yapılacağı gerekçesiyle geçtiğimiz günlerde yerle bir edilmişti.
    haberler.com, 15.11.2007

    DİYARBAKIR HİLAR MAĞARALARI VE ÇAYÖNÜ TURİZME KAZANDIRILACAK

     

    Diyarbakır'ın Ergani İlçesi'nde bulunan ve Anadolu'nun en eski mağara yerleşim alanlarından biri olan Hilar Mağaraları ile Neolotik dönemde insanların avcılıktan yerleşik düzene geçtiği, ilk üretim yaptığı yeri olarak kabul edilen Çayönü'nün koruma altına alınması ve kültür turizmine açılması için başlatılan çalışmalar yoğun bir tempoyla sürüyor.


    Çalışmalar kapsamında Hilar Mağaraları'nın gün ışığına çıkarılması için Diyarbakır Arkeoloji Müzesi başkanlığında 2 arkeolog ve yaklaşık 50  işçiyle yapılan kazılar devam ediyor. Kazılarda Roma, Bizans ve Artuklu dönemine lahit, sikke ile insan ve hayvanlara ait olduğu bildirilen kemikler de açığa çıkıyor.

    İl Kültür ve Turizm Müdürü Tevfik Arıtürk, ilçeye bağlı Sesverenpınar (Hilar) Köyü sınırları içinde yer alan tarihi Hilar Mağaraları'nda, Diyarbakır Arkeoloji Müzesi Müdür Yardımcısı Nevin Soyukaya ve Ergani Kaymakamı Enver Ünlü ile incelemelerde bulunarak kazı çalışmaları hakkında bilgi aldı. Arıtürk, yaptığı açıklamada, Hilar kayalıkları ve mağaraları ile 50  metre kuzeyindeki Çayönü yerleşiminin 1990 yılında “1. derecede arkeolojik ve doğal SİT alanı” olarak tescillendiğini söyledi.

    Çayönü Tepesi'nin MÖ 7 bin 500 ile 5 bin 500 tarihleri arasında, Hilar kayalıklarının ise MS 100 ile 325 yılları arasında yerleşim yeri olduğunu ifade eden Arıtürk, bu alanda 2005 yılında kazı çalışmalarına  başladıklarını anımsattı. Arıtürk, çalışmaların devam ettiğini, Kültür ve Turizm Bakanlığı, Diyarbakır İl Özel İdaresi, İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü ile Müze Müdürlüğünce hazırlanan, Dicle Üniversitesi, Ergani Kaymakamlığı ve Hilar köyü muhtarlığının katkısıyla ''Hilar Mağaraları ve Çayönü Tepesi'nin Korunarak Turizme Açılması Projesi'' kapsamında, alanı, ören yeri olarak  düzenleyerek ulusal ve uluslararası turizme açmayı planladıklarını kaydetti.

    Alan tamamen turizme açıldıktan sonra Diyarbakır'ın ve Türkiye'nin tanıtımında önemli bir rol oynayacağını anlatan Arıtürk, şöyle konuştu: “Burasını ören yeri olarak açtıktan sonra tanıcı yayınlar oluşturmayı  planlıyoruz. Kayalıkların 50 metre kuzeyinde bulunan Çayönü bölgesi dünyada ilk yerleşim yeri. Mağara devrinden çıkıp toplu yaşama geçildiği ve tahılla uğraşılmaya başlandığı dünyanın ilk yerleşim yeri Çayönü'dür. Buradaki mağaralarda da çeşitli kabartmalar, yazılar, insan ve hayvanlara ait kemikler çıkmaktadır. Çıkan eserleri müzemize götürüyoruz, envanterliyoruz. Burası tamamen bittikten sonra bu eserleri yerinde teşhir etmeyi planlıyoruz. Kazılarda şu an 50 civarında işçi çalışıyor. İklim şartları elverdiği sürece kazılar devam edecek.”

    Turizm Gazetesi, 15.11.2007

    BERGAMA'DAKİ ROMA HAMAMI RESTORE EDİLECEK

     

    Bergama Belediye Başkanı Raşit Ürper, Kleopatra Güzellik Ilıcası içindeki Roma Hamamı'nı restore edeceklerini bildirdi.





    Ürper, gazetecilere yaptığa açıklamada, Kleopatra Güzellik Ilıcası'ndaki restoranı yenileyerek halkın hizmetine açtıklarını; Ilıca bölgesinde bulunan ve yıllardır kullanılmayan, yıkılmaya yüz tutmuş Roma Hamamını da restore edeceklerini söyledi. Ürper, Bergama'nın ''dünya markası'' bir yerleşim yeri olduğunu ifade ederek, şunları söyledi: ''Roma Hamamını restore ederek turizmin hizmetine açmayı planlıyoruz. Rehberler, ilçemize gelen turistlere, bu güzellikleri tanıtmıyor, anlatmıyor, gezdirmiyor. Belediye olarak ilçemizin turizmden daha fazla pay alması için çalışma yapıyoruz. Bergama'da tarihi hanları, hamamları, camileri, okulları restore etmeye başladık. Bergama için çok önemli, tarihi değeri bulunan Roma Hamamı'nı restore ederek, dünya mirasına sahip çıkacağız. Bölgeye termal oteller kurulması için de girişimlerimiz devam ediyor.''


    Ürper, Kleopatra Güzellik Ilıcası'na yakın bölgedeki yarım kalmış, olimpik yüzme havuzunu da tamamlayarak, hizmete açacaklarını bildirdi.
       
    Dünyanın ilk telkinle tedavi hastanelerinden biri olan Asklepieon'un yakınında yer alan Kleopatra Güzellik Ilıcası, sıcak suyla tedavi amacıyla antik çağlardan beri kullanılıyor. Anadolu'daki ilk kaplıca tedavisinin Bergama'da MÖ 400'lü yıllarda başladığı belgelerle kanıtlanmış.
     

    Ilıca, Antik Bergama Kralı II. Eumenes tarafından yapılmış ve tedavi amacıyla 2000 yılı aşkın bir süre binlerce kişiye tedavi amaçlı hizmet vermiş. Büyük ilgi görmesine rağmen bakımsızlık nedeniyle 1988 yılında kapatılmış.
     

    Mısır kraliçesi Kleopatra'nın (MÖ 69-30) bu kaplıcada yıkandığı ve dillere destan güzelliğini bu ılıcaya borçlu olduğu rivayet ediliyor. Kaplıca suyunun içerdiği minerallerin cilt hastalıklarına iyi geldiği belirtiliyor.

    Ege Güncel, Fotoğraf: Bergama Belediyesi, 15.11.2007

    SURİYE'DE BİN 700 YILLIK ROMA TAPINAĞI

     

     

    Suriye'de kazı yapan arkeologlar, üçüncü yüzyıla ait bir Roma mezarlığını ortaya çıkardı.

    El Tavra gazetesinin haberine göre, kireç taşından yapma haçlar bulunan mezarlık, başkent Şam'ın yaklaşık 700 kilometre kuzeydoğusuna düşen Nasıriye bölgesinde bulundu.

    Mezarlarda Aramaik dönemi sonlarına ait sikkeler, çömlek kırıkları, gerdanlıklar ortaya çıkarıldı.

    Hasaka Arkeoloji Müdürü Halid El Ahmed, alanda kazıların devam ettiğini belirtti. Bölgedeki Palmira harabelerinde önceki gün yapılan kazılarda ise 2. yüzyıla ait bir mezarlık daha bulundu.

    Palmira, Roma İmparatorluğu'na bağlı bir Arap devletinin başkentiydi.

    Kraliçe Zenobia liderliğinde Roma'ya başkaldıran Palmira'da, Romalılar tarafından tekrar ele geçirilip yıkılmadan önce kısa bir süre bağımsız bir Arap Krallığı kurulmuştu.

    Cnn Türk, 16.11.2007

    KAÇAK KAZIDAN 2 GÖZALTI

     

    Malatya'da kaçak olarak define aradığı iddiasıyla 2 kişi gözaltına alındı.

     

    Edinilen bilgiye göre olay, Yazıhan İlçesi Buzluk Köyü Zeynepoğlu mezrası Tavşancıl Tepe mevkiinde meydana geldi. N.E.K. (25) ve F.G. (28) isimli şahıslar, kazma ve kürek ile kaçak kazı yaptıkları iddiasıyla yakalandı.

     

    Zanlıların jandarma tarafından gözaltına alındığı ve olayla ilgili soruşturmanın sürdürüldüğü bildirildi.

    Malatya Kent Haber, 15.11.2007

    BURSA'DAKİ TARİHİ ÇARŞILARA 3.5 TRİLYONLUK PRESTİJ MAKYAJ





    Sosyal ve ekonomik açıdan Bursa'nın kalbi olmasına karşın yıllardır bakımsızlık çeken Hanlar Bölgesi, Osmangazi Belediyesi'nin çabalarıyla kentin prestij mekanları haline geliyor.

     

    Uzun Çarşı'ya modern bir görünüm kazandıran Osmangazi Belediyesi, kentin en eski çarşılarından biri olan Okçular Çarşısı'na da el attı. Okçular Çarşısı üst örtü ve cephe düzenleme projesi bölgeyi modern bir alışveriş mekanına dönüştürecek. Ahşap ağırlıklı proje tarihi dokuyla bütünleşecek şekilde tasarlandı. Mayıs 2008'de tamamlanacak proje Osmangazi Belediyesi'ne yaklaşık 3. 5 trilyon liraya mal olacak.

     

    Projeyi değerlendiren Osmangazi Belediye Başkanı Recep Altepe, tarihi Kayan Çarşısı'ndan Bakırcılar çarşısına kadar uzanan tüm bölgeyi yaya aksı haline getireceklerini ve bu hattı cazibe merkezine dönüştüreceklerini söyledi.

     

    Hanlar Bölgesi'ne el atan Osmangazi Belediyesi, ilk iş olarak tarihi Uzun Çarşı'yı düzenledi. Bunun üzerine bölgedeki diğer çarşıların esnafları da çarşılarında benzer çalışmanın yapılması için Osmangazi Belediyesi'ne başvurdu.

     

    Uzun Çarşı'nın devamındaki Okçular Çarşısı da, bu kapsamda Osmangazi Belediyesi'nin üzerinde çalıştığı yerler arasındaydı. Çarşı üst örtüsü ve cephe düzenlemeleriyle ilgili restorasyon ve rekontrüksiyon projeleri hazırlanarak Bursa Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'na sunuldu. Kurul onayının ardından da ihaleye çıkıldı. İhaleyi Engin Çelik İnşaat Şirketi aldı. Okçular Çarşısı üst örtü ve cephe düzenleme projesinin başlaması nedeniyle önceki gün tarihi çarşıda düzenlenen toplantıda proje esnafa anlatıldı ve çalışmaya destek istendi.

     

    Toplantıda konuşan Osmangazi Belediye Başkan Yardımcısı Bayram Vardar, deneyimli bir ekibin işi üstlendiğini söyledi ve esnafın da destek olması halinde resmi olarak tanınan sürenin çok öncesinde işin tamamlanacağını söyledi. Vardar, "Burası kentin en yoğun noktalarından biri. Biz çalışırken esnafın uzun süreli kepenk kapatmasını da istemeyeceğiz. Ancak, esnafın bu çalışmalarda bizimle işbirliği yapmasını isteyeceğiz. Özellikle geceleri çalışarak esnafın mağduriyetini en aza indireceğiz" dedi.

     

    Benzer bir çalışmanın Uzun Çarşı'da yapıldığını hatırlatan Başkan Yardımcısı Vardar, şu bilgileri verdi; "Uzun Çarşı'ya göre daha modern bir proje olacak. Ancak çalışma mekanı açısından işimiz biraz daha zor. Bazen projede öngörülenin ötesinde işler yapmamız gerekebilir. Bu süreci belediye, müteahhit firma ve esnaf olarak birlikte göğüsleyeceğiz. Sürecin sonunda biz bu tarihi çarşıyı çağdaş bir alışveriş mekanı haline getirmiş olacağız, siz esnaflar da daha güzel, daha kullanışlı ve iş hacmi açısından daha iyi işyerlerine sahip olacaksınız. "Uzun Çarşı Derneği Başkanı Muhsin Özyıldırım da, çalışmalar esnasında bir miktar zorluk yaşanacağına dikkat çekti ve "Özlediğimiz günler bugünlerdi. Biz 700 yıllık çarşıyız ama 3-5 yıllık alışveriş merkezlerine yenik düştük. Yaşayabilmek için bu projeye şiddetle ihtiyacımız var. Çalışmalara destek vererek bu süreci kısaltmalıyız." dedi.

    Yeni Şafak, 15.11.2007

    TARİHİ KONAKLAR EĞİTİM MERKEZİ OLUYOR





    Edirne Valisi Nusret Miroğlu, kentin bünyesindeki tarihi konakları değerlendirmek için çeşitli çalışmalar yaptıklarını belirterek, ''Konaklarımızın bazılarını eğitim yuvası olarak hizmet vermesi için restore ediyoruz'' dedi.

     

    Miroğlu, yaptığı açıklamada, Edirne'de 41 bin 458 ilköğretim, 15 bin 424 de orta öğretim öğrencisinin olduğunu söyledi. İlde ortalama ilköğretimde bir dersliğe 21, orta öğretimde ise 25 öğrencinin düştüğünü ifade eden Miroğlu, öğrencilerin en iyi eğitimi alması için okullarda sürekli fiziki iyileştirme de yapıldığını belirtti.

     

    Miroğlu, yeni binaların yanı sıra ildeki konakların bir bölümünün okul olarak düzenlendiğini de belirterek Edirne Lisesi, Anadolu Öğretmen Lisesi, Atatürk İlköğretim Okulu (İÖO), İnönü İÖO, 1. Murat Lisesi, Fevzipaşa İÖO, Mustafa Necati İÖO, eski Ticaret Lisesi, Teknik Lise ve Endüstri Meslek Lisesi, Halk Eğitimi Merkezi, Şehit Asım İÖO ve İstiklal İÖO'nun tarihi binalarda eğitim verdiğini belirtti.

     

    Halen Şehit Asım İlköğretim Okulu için 3 tarihi konağın onarıldığını kaydeden Miroğlu, şöyle devam etti: ''Konaklarımızın bazılarını eğitim yuvası olarak hizmet vermesi için restore ediyoruz. Çalışmalar kapsamında konakların duvarlarında olan kalem işleri de uzmanlar tarafından üzerinden yeniden çizilerek belirgin hale getiriyor. Şehit Asım İÖO için hazırlanan konakların restorasyon çalışmasının 2 ayda bitirilmesi hedefleniyor. 2008 yılının sonlarına doğru da eğitime açabileceğiz. Konak doğal gaz sistemine göre onarıldığından işler biraz uzadı.''
     

    1. Murat Lisesi'nin bahçesinde bulunan tarihi binanın da onarıldığını ifade eden Miroğlu, binanın çok amaçlı salon olarak kullanılacağını söyledi.

    Trakya Net Haber, 15.11.2007

    ESKİ AVRASYA ARKEOLOJİ VE TARİH DERGİSİ ÇIKTI

     

    Arkeoloji dergilerine bir yenisi katıldı. Eski Avrasya Arkeoloji ve Tarih dergisi Kasım-Aralık sayısıyla yayın hayatına başladı.

     

    Derginin amacı ilk etapta; ülkemizin maddi manevi bütün kültür mirasını korumak ve bunu tüm kitlelere duyurarak insanları bilinçlerdirmek olarak açıklandı. Dergi, bu konuda ilk önce Arkeoloji bilimi olmak üzere bütün sosyal bilimlere açık olduğunu belirterek bu konuda çalışan bütün bilim insanlarının gerek fikir olarak, gerekse yazı ve makale olarak desteklerini bekliyor.

    TAYHaber, 15.11.2007

    "TARİH YAĞMALANIYOR"

     

    Turist Rehberleri Birliği ve ARO Başkanı Osman Özbuldu, "Müze ve ören yerlerimizin hali içler acısıdır. Tarihi, doğal, kültürel değerlerimiz keyfi anlayışlara ve yağmacılara terk edilemez" dedi.


    Türkiye coğrafyasının zenginliğiyle, sahip olduğu doğal, kültürel ve tarihi birikimleriyle yabancı turistlerin ilgisindeki artışa dikkat çeken Özbuldu, günübirlik turizm anlayışı ile ülkemize gelen turist sayısına odaklanıldığını belirterek, "Turist sayısı ülkemize ne getiriyor ya da neleri bizden söküp alıyor, bunların araştırılması yeterince yapılmıyor ve de yapılmamaktadır" dedi.
    Müze ve ören yerlerinin durumunun içler acısı olduğunu, turizmin çevre koruma ve kollama dengelerinin gözetilerek gelişeceğini, ancak tüm bunların dikkate alınmadığını belirten Osman Özbuldu, "Tarihi, doğal, kültürel değerlerimiz keyfi anlayışlara ve yağmacılara terk edilemez" şeklinde konuştu.


    "Turizm, ülkeye turistleri getirip başı boş bırakmak olmamalı!" diyen Özbuldu şöyle konuştu:
    "Sürdürülebilir turizm politikasını çizmek yalnızca bir grup imtiyazlı çevrenin olmamalıdır. Turizm içinde bulunan ve etkileyen her sektörün ortak planlamaları gerekmektedir. Plansız ve denetimsiz turizm anlayışı, ülkemizin bütün güzelliklerini elimizden alıp giderken bizlerin bunu seyretmesi olanaksızdır. Bizler ülkemizin bütün güzelliklerini seviyor ve korunması amaçlı çalışmalarda her zaman destek oluyoruz. Müze ve ören yerlerinde yaşanan tahribat ve talanların önlenmesi konusunda verilen sözler tutulmadı, tarihimiz ya yurt dışına kaçırılmakta ya da kendini bilmez kişiler tarafından parçalanmakta, yağmalanmaktadır.


    Müze ve ören yerleri bu durumdayken tabi güzelliğimiz ve koruma altındaki sit alanlarımız da günü birlik turizm nedeniyle tehdit altındadır. Kontrolsüz ve denetimsiz yapılan jeep safari, treking gibi turların sebep olduğu, görünen turizm amacı dışında bir çok faktör nedeniyle ülkemize yarar yerine zararlara uğratmaktadır."

    Yeni Alanya, 15.11.2007

    ÇALINAN, SATIŞA ÇIKAN BAZI VAKIF ESERLERİNİN İHBARI BİLE YAPILMAMIŞ

     

    Vakıflar Genel Müdürü Yusuf Beyazıt, geçmiş dönemlerde çalınan bazı vakıf eserlerinin ihbarının bile yapılmadığını belirterek, bu nedenle söz konusu eserlerin satışının durdurulduğunu, ancak geri alınması konusunda sıkıntılar yaşandığını açıkladı.

     

    Vakıflar Genel Müdürü Yusuf Beyazıt, Cihan'a yaptığı açıklamada, tarihi eser kaçakçılığı ile mücadeleye önem verdiklerini söyledi. Genel Müdürlük bünyesinde kurulan Kaçakçılık Bürosu ile çalınan vakıf eserlerinin internet üzerinden takip edildiğini belirten Beyazıt, "Uzman sanat tarihçilerimiz, internet üzerinden dünyadaki tüm müzayedeleri takip ediyor ve satışa çıkartılan eserleri izliyor. Yarım saat içinde harekete geçiyor ve tek kuruş para vermeden eseri ülkeye geri getiriyoruz" dedi.

     

    Beyazıt, zamanla uluslararası en büyük kaçakçılar, en büyük tarihi eser hırsızları, yağmacılarının Türkiye'deki vakıf eserlerini almaz olduklarını, çünkü, takip ettikleri için, en son satın alanın elinde patladığını, böyle olunca da Batı dünyasındaki talebin kırıldığını kaydetti.

     

    Beyazıt, geçmiş dönemlerde bazı eserlerin çalındığının bile ihbar edilmediğini vurguladı. Uluslararası sözleşmelere göre ihbarların 1 yıl içinde yapılması gerektiğini söyleyen Beyazıt, "En geç 10 yıl içinde de takip edilmesi lazım. İhbar edilmediği için bazı eserlerin şu anda satışlarını durdurduk ama geri getirilmesi konusunda bazı sorunlarımız var." ifadesini kullandı.

     

    Buradan hareketle şu anda bütün tarihi eserlerin çekimlerini yaptırdıklarını ifade eden Beyazıt, "12 milyondan fazla belgemizin, tüm tarihi eserlerimizin tamamanın çekimleri ile beraber demirbaş kayıtları yapılmış olacak. Bundan sonra herhangi bir yerden bir şey çalındığı zaman herkes bunu görecek, bilecek. Bunun önüne geçecek organizasyonu bitirmek üzereyiz" dedi.

     

    Hırsızlık olaylarının en sık İstanbul'da yaşandığını kaydeden Beyazıt, bu nedenle camilere güvenlik sistemi kurduklarını aktardı. Beyazıt, çalışmanın büyük oranda tamamlandığını dile getirdi.

     

    Bütün eserlerde sigorta yaptırma zorunluluğu getirdiklerini de anlatan Beyazıt, "Bundan sonra bizim tahsis ettiğimiz yeri alan insanlar depreme karşı, yangına karşı, hırsızlığa kaşı sigorta ettirecekler" şeklinde konuştu.

    TürkiyeTurizm.com, 15.11.2007

    DEFİNE AVCILARININ SONU

     

    Bursa'da Nilüfer'e bağlı Kayapa beldesindeki göletin üzerindeki su oyuğuna 3 arkadaş önceki gece define aramak için geldi. Şehir merkezinde oturduğu öğrenilen Murat A. (30), Mustafa A. (30) ve 45 yaşındaki Mehmet K. adlı kişi, oyuğa girerek çalışmaya başladı. Define bulma umuduyla gece karanlığında kolları sıvayan 3 kişi, çalıştırdıkları jeneratörün dumanından zehirlenerek olay yerinde can verdi.


    Define peşindeki 3 arkadaşı su oyuğunun bulunduğu bölgeye araçla bırakıp dün sabah saatlerinde almaya giden Şaban K. (27), buluşma noktasına gelmeyen arkadaşlarını aramak için oyuğa girdiğinde korkunç manzarayla karşılaştı. Şaban K. olayı hemen jandarmaya haber verdi.

    Arama kurtarma ekipleri 3 define avcısının cansız bedenini oyuktan dışarı güçlükle çıkarırken, acı haber üzerine olay yerine gelen yakınları gözyaşlarına boğuldu. Aile fertleri güçlükle teselli edildi. Cumhuriyet savcısının talimatıyla 3 kişinin cenazesi Adli Tıp Kurumu morguna kaldırıldı.
    3 arkadaşın, İstanbul'dan bazı kişilerin kendilerini yönlendirmesiyle mağaraya girdikleri ve yanlarında harita benzeri kağıtlar bulunduğu öne sürüldü.

    Bursa Hakimiyet, 15.11.2007

    RESSAM OSMAN HAMDİ BEY'İN EVİ RESTORE EDİLDİ

     

    "Kaplumbağa Terbiyecisi" adlı eseriyle tanınan Türkiye'nin ilk müzecisi ressam Osman Hamdi Bey'in, Muğla'nın Yatağan İlçesi'ne bağlı Turgut beldesindeki evinin restorasyonu tamamlandı.
    Muğla Valisi Lütfi Yiğenoğlu, Osman Hamdi Bey'in, Lagina antik kentindeki kazıları sırasında, Turgut beldesinde, 2 yılı sürekli 17 yıl kaldığı evini, aslına uygun olarak restore ettirdiklerini söyledi. Restorasyon çalışmalarının 10 ayda tamamlandığını bildiren Yiğenoğlu, evin, kültürel ve turistlik amaçlı kullanılacağını söyledi.


    Döneminde yaptığı birçok çalışmayla uluslararası üne kavuşan Osman Hamdi Bey, 1842-1910 yıllarında yaşadı. Osman Hamdi Bey, 1883 yılında Güzel Sanatlar Akademisi ile İstanbul Arkeoloji Müzesi'ni kurdu ve müdürlüklerini üstlendi. 1884'te antik eserlerin yurt dışına çıkarılmasını yasaklayan bir yasayı yürürlüğe sokan Osman Hamdi Bey, böylece çok değerli bazı eserlerin yurt dışına çıkarılmasını engellemiş oldu.


    Osman Hamdi Bey, Nemrut Dağı, Lagina ve Sayda'da arkeolojik kazılar yaptı. Sayda'da yaptığı kazılarda bulduğu İskender Lahiti, arkeoloji dünyasının başyapıtlarından sayılıyor. Lahit, İstanbul Arkeoloji müzesinde sergileniyor. Osman Hamdi Bey'in, "Kaplumbağa Terbiyecisi" adlı tablosu ise sanat çevrelerince "Türk Mona Lisa'sı" olarak kabul ediliyor.

    Urla Gazetesi, 15.11.2007

    "O TABLONUN ASLI BENDE" İHBARI HAREKETE GEÇİRDİ

     

     

    Nişantaşı Müzayede Şirketi tarafından satışa çıkarılan Avni Arbaş'ın Atlılar Tablosu'nun sahte olduğu ortaya çıktı. Tablonun sahte olduğunu bilerek satışa çıkarmaya çalışan müzayede salonu sahipleri A.Ö. ve R.K. gözaltına alındı.

     

    'Atlılar' tablosunun aslının kendisinde bulunduğunu iddia eden koleksiyoner Ahmet Aslanbek, Şişli Cumhuriyet Savcılığı'na şikayette bulundu. Aslanbek yaptığı şikayette, "Nişantaşı Müzayede Şirketi'nin katalogunda, evimde bulunan Avni Arbaş imzalı tablonun kopyasını gördüm. Müzayede başlamadan önce gidip şirketin yöneticilerinden Ali Ulukaya ile görüştüm. Evimdeki resmin fotoğrafını gösterdim. Ulukaya önce ellerinde rapor olduğunu söyledi, sonra geri adım attı. Orijinali evimde bulunan tablonun el altından satılacağı kanaatiyle adı geçen müzayede şirketi ve sahiplerinden şikayetçiyim" dedi.

     

    Şikayeti değerlendiren Şişli Cumhuriyet Savcılığı'nın emriyle dün akşam saatlerinde harekete geçen polis, Nişantaşı Müzayede Şirketi'ne baskın düzenledi. Baskında şirketin iki sahibi A.Ö. ve R.K. gözaltına alındı. Uzmanlar tarafından yapılan ilk incelemelerde, orijinali 20 bin dolar değerinde olan tablonun sahte olduğu belirlendi.

    Yeni Şafak, 15.11.2007

    HITLER'İN 'DÜNYA'SI ARTIK BİR YAHUDİNİN ELİNDE

     

    ABD'de bir açık artırmada, Nazi diktatörü Adolf Hitler'in 2. Dünya Savaşı sırasında kullandığı Dünya küresini 100 bin dolara (yaklaşık 120 bin YTL) Yahudi bir işadamı satın aldı.

     

    Kaliforniya'daki müzayedede, Hitler'in evinin enkazında bulunan küre, San Francisco otellerinin sahibi Bob Pritikin'in 40 milyon dolarlık antika sanat eserlerine katıldı. Pritikin'in küre için 200 bin doları gözden çıkardığını söyleyen sözcüsü Matt Davis, "Bu, sahip olmanız gereken bir şey, tarihin bir parçası" dedi.

     

    Tahmini değerinin beş katına satılan küre, Hitler'in Bavyera dağlarındaki Berhtesgaden'deki evinde, şimdi 91 yaşında olan Amerikan askeri John Barsamian tarafından, Hitler'in intiharından 10 gün sonra bulunmuştu.

    Radikal, Fotoğraf: AFP, 15.11.2007

    İSRAİL, 2 BİN 700 YILLIK SİLOAM KİTABELERİ'Nİ ANKARA'DAN İSTEDİ

     

    İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres'in, Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas'la buluştuğu tarihi Ankara ziyaretinde Türkiye'den ilginç bir talepte bulunduğu ortaya çıktı.





    İsrail Cumhurbaşkanı, Yahudi tarihi için büyük önemi bulunan 'Siloam Kitabelerini' Kudüs'te sergilemek için Türkiye'den istedi. Peres, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'e, "Ülkemizin kuruluşunun 60. yıldönümü olan 2008 yılında sergilenmek üzere Siloam Kitabeleri'ni sizden ödünç istiyoruz." dedi. Gül, İsrail Cumhurbaşkanı'na 'elinden geleni yapacağı'nı söyledi. Ankara, gerekli güvenlik şartlarının yerine getirilmesi halinde kitabelerin İsrail'de sergilenmesine sıcak bakıyor. Yahudiler, 1880 yılında bir kazı sırasında bulunan 2 bin 700 yıllık kitabeleri, 'Küdüs'ün geçmişte Yahudi yerleşimi olduğuna' delil olarak görüyor. Kitabelerin İsrail'de sergilenmesi geçtiğimiz temmuz ayında Kudüs Belediye Başkanı Uri Lupolinanski'nin, Türkiye'nin Tel Aviv Büyükelçisi Namık Tan'ı ziyaretinde de gündeme gelmişti.

     

    1880 yılında Kudüs'te yapılan bir kazı sırasında İbranice yazılı bir kitabe bulundu. Kitabe, milattan önce 700 tarihine ait ve su yolunun bitirildiğini anlatıyor. Kazı yapıldığı dönemde Kudüs, Osmanlı İmparatorluğu'nun bir parçası idi ve kitabe İstanbul'a getirildi. Yahudiler, kitabeyi oldukça önemsiyor. Kitabe, Yahudilik tarihi için bugüne kadar bulunan en eski tarihli İbranice eser. 'Siloam Kitabeleri'nde anlatılan su yolundan Eski Ahit'te de bahsediliyor. Yahudiler, kitabeyi 2 bin 700 yıl öncesinde kendilerinin Kudüs'te yaşadıklarının bir ispatı olarak görüyor. Eski dönemlerde Kudüs kentinin, surların dışındaki suyu güvenli biçimde surların içine ulaştırması en önemli sorundu. Asuri düşmanların kenti kuşattığı zamanlarda Kudüs'ün susuz kalması ihtimalini ortadan kaldırmak için Kral Hezekiah döneminde 500 metrelik su yolunun inşasına başlandı. Yahudiler, içeriden ve su kaynağının bulunduğu yerden başlamak üzere tünel inşasına başladı. İki ucun birleştiği yere de söz konusu kitabe konuldu.

     

    'Siloam Kitabeleri', son olarak geçtiğimiz temmuz ayında Kudüs Belediye Başkanı Uri Lupolinanski'nin, Türkiye'nin Tel Aviv Büyükelçisi Namık Tan'ı ziyaretinde gündeme gelmişti. Lupolianski, tabletin iadesini istemişti. Belediye başkanı, tabletin önemine değinirken, Türkiye ve İsrail arasındaki ilişkiler çerçevesinde iadenin kendilerini çok memnun edeceğini belirtmiş, bunun olmaması durumunda ise "bir süre için Kudüs'te sergilenmesinin kendilerini memnun edeceğini" söylemişti.

     

    Kitabe, 1880'de Kudüs'te yapılan bir kazı sırasında bulundu. Kazının yapıldığı dönemde Kudüs, Osmanlı İmparatorluğu'nun parçasıydı. 'Siloam Kitabeleri' İstanbul'a getirildi. Kitabe, halen İstanbul Arkeoloji Müzesi'nde sergileniyor. Kitabenin bir kopyası İsrail'in elinde bulunuyor. Kudüs'teki su yolu, 1967'den bu yana İsrail işgali altında bulunan Doğu Kudüs'teki Arap mahallesi Silwan'da yer alıyor. Siloam Kitabeleri', son olarak geçtiğimiz temmuz ayında Kudüs Belediye Başkanı Uri Lupolinanski'nin, Türkiye'nin Tel Aviv Büyükelçisi Namık Tan'ı ziyaretinde gündeme gelmişti. Lupolianski, tabletin iadesini istemişti. Belediye Başkanı, iadeden memnuniyet duyacaklarını belirtmiş, bunun olmaması durumunda ise bir süre için Kudüs'te sergilenmesine de sıcak baktıklarını dile getirmişti.

    Zaman, 15.11.2007

    ZEUGMA'YA EFES ÖRNEĞİ

     

     

    Zeugma Antik Kenti'nde gün ışığına çıkan villaların, tıpkı Efes Antik Kenti'nde olduğu gibi üzeri çatıyla örtülerek korunacağı bildirildi. İl Özel İdaresi Genel Sekreteri Abdülkadir Demir, her yıl bilimsel kazı yapılan Zeugma Antik Kenti'nin büyük bir yerleşim alanına sahip olduğunu, antik kentte gün ışığına çıkan eserlerin korunmasının büyük önem taşıdığını vurguladı. Birecik Barajı kıyısında bulunan ve barajda su tutulmaya başlanmasıyla arkeoloji dünyasının ilgisinin odaklandığı Zeugma'da bilimsel kazıların sürdüğünü ifade eden Demir, Mars Heykeli, Kil Mühür Baskı Koleksiyonu, mozaikler ve duvar resimlerinin Gaziantep Arkeoloji Müzesi'nde sergilendiğini ve yoğun ilgi gördüğünü kaydetti.

     

    Demir, antik kentte koruma kaygısı ön planda düşünülerek yapılacak çalışmaların, uzun yıllar alacağına dikkati çekti. Kazılarda ortaya çıkarılan villa ve diğer kalıntıların iyi korunarak gelecek nesillere taşınmasının önemli olduğunu ifade eden Demir, "Zeugma'da 2005 yılından bu yana, Bakanlar Kurulu kararı çerçevesinde kazı yürütülüyor. Bilimsel kazıların gerekliliği bir yana, ortaya çıkan eserlerin korunması da çok büyük önem taşıyor. Bir tarihin yattığı Zeugma'daki eserler kışın yağmur ve kar altında kalıyor, göz göre göre tahrip oluyor. Proje yapıyoruz; Zeugma'nın üzerini kapatarak eserlerin zarar görmesinin önüne geçeceğiz. Kazı başkanı Kutalmış Görkay ile çalışma yürütüyoruz. Zeugma villalarının üzeri tıpkı Efes Harabelerinde olduğu gibi örtülecek. Eserlerin üzerini çatı inşa ettirerek örtmeyi düşünüyoruz. Elbette bunu yapmak için Anıtlar Kurulu'ndan onay alacağız" dedi

    Gaziantep 27 Gazetesi, 15.11.2007

    JANDARMADAN TARİHİ OPERASYON

     

     

    İl Jandarma Ekipleri tarafından Konuralp'te gerçekleştirilen operasyonda Bizans dönemine ait 5 adet sikke ile 2 bronz heykel ele geçirildi. Olayla ilgili iki şüpheli techizatları ile yakalandı.

     
    Düzce Valiliği tarafından yapılan açıklamada Jandarma ekiplerinin yaptığı operasyonda Bizans dönemine ait 5 adet sikke, 2 adet bronz heykel ele geçirildiği bildirildi. Dedektör, jeneratör, telsiz, zehirli gazlardan korunmak için bot ve techizat, il tarih medeniyetlerini tanıtan 9 adet arkelojik kitap ile yakalanan 2 kişiden biri tutuklandı. Operasyonda ele geçirilen malzemelere el konuldu.

    Düzce Haber, 15.11.2007

    METROPOLİS'İN TUR PROGRAMI MÜCADELESİ

     

    Kazı çalışmaları süren Torbalı’daki Metrolopolis Antik Kenti’nin tur programına alınması için çalışma başlatıldı. Bu amaçla kazı çalışmalarına sponsor olan Philips Morris/Sabancı şirketinin Kurumsal İlişkiler Müdürü Arzu Imrak, Kuşadası Rehberler Derneği’ne (KURED) ziyarette bulundu. KURED binasında Dernek Başkanı Ali Karapınar ve dernek üyeleri Aslı ve İsmail Yelkenci ile görüşen Metropolis Antik Kenti sponsoru Philip Morris/Sabancı şirketinin Kurumsal İlişkiler Müdürü Arzu Imrak, Metropolis’in tur programlarına alınması için yapılması gerekenler konusunda bilgi alışverişinde bulunarak, destek istedi.

    Imrak, ayrıca KURED yönetim kurulu üyelerine Metropolis kazılarıyla ilgili bir prestij kitabı armağan etti.

    Kuşadası Rehberler Derneği Başkanı Ali Karapınar ise, KURED olarak Metropolis’in, görkemli tarihine layık bir şekilde tanıtılması için Philip Morris/Sabancı ile ciddi işbirliğine hazır olduğumuzu söyledi. Yapılan ziyaretten son derece memnun kaldıklarını belirten Karapınar, “İlk aşamada, kazı heyeti tarafından KURED üyelerine yönelik “Metropolis Rehberliğinde Uzmanlık Semineri” düzenlenmelidir. Bu konuda sponsor firma tarafından gereken hazırlıklar yapılacak. Daha sonra da antik kent tur programlarına rahatlıkla alınabilir” dedi.

    Akşam Ege, Haber: Zafer Hacısalihoğlu, 15.11.2007

    ARTEMİS'İN BAŞINI INTERPOL ARIYOR

     

    Denizli'nin Tavas İlçesi’ne bağlı Vakıf Köyü’ndeki Herakleia Salbace antik kentindeki mermer bloktan 17 Mart 2006 tarihinde çalınan ve bir türlü bulunamayan Av Tanrıçası Artemis’in başı için Interpol harekete geçti.

    Herakleia Salbace’deki tel örgülerle korunan ve bekçisi bulunan alana giren kimliği belirsiz tarihi eser kaçakçıları, 18 ay önce, mermer blok üzerindeki av tanrıçası Artemis heykelinin baş kısmını matkapla sökerek çalmıştı. Dönemin ANAP Hatay Milletvekili Zübeyir Amder, yine dönemin Kültür Bakanı Atilla Koç’a, konuyla ilgili soru önergesi vermişti. Koç, Artemis’in başının çalındığını açıklamıştı. Aradan geçen 1.5 yıla rağmen Artemis heykelinin başı bir türlü bulunamadı. Türkiye’de bulunamayan heykel başı için, Interpol de harekete geçti. Interpol, Artemis heykeli başını, Çalıntı Sanat ve Tarihi Eser Bülteni’ne alarak, tüm dünyada aramaya başladı.

    Hürriyet, Haber: Ramazan Çetin, 15.11.2007


    KUTSAL HAZİNE VAK'ASI II:


    DELİNİN ATTIĞI TAŞIN MAVRASI SÜRÜYOR...


    "OYSA HAZİNE UZAKTA BİR YERDE DEĞİL..."
    (B. Coşkun)

    KUTSAL HAZİNE ÇEMBERLİTAŞ'IN ALTINDA AMA ULAŞMAK İMKANSIZ





    İstanbul’daki Roma dönemi eserlerinin başında gelen Çemberlitaş’ın altındaki bir odada, Hazreti İsa’ya ait eşyaların gömülü olduğu iddia ediliyor. Anıtın restorasyonunu yürüten firmanın Yönetim Kurulu Başkanı Abdülkadir Akpınar, "Tarihi kaynaklara göre kutsal hazine burada, ama ona ulaşmak kıyamet kopmadıkça imkansız" dedi.

    Çemberlitaş’ın restorasyonunu yürüten Akpınar Mimarlık’ın Yönetim Kurulu Başkanı Abdülkadir Akpınar, 2001 yılından itibaren 1.5 yıl süreyle Çemberlitaş’ın restorasyonunda çalıştığını anlattı. Çalışma öncesi, Bizans tarihiyle ilgili ulaşabildikleri tüm kaynakları incelediklerini ifade eden Akpınar, tarihsel kaynaklarda Çemberlitaş’ın altında olduğu ileri sürülen odada, kutsal hazine bulunduğuna dair güçlü kanıtlar olduğunu kaydetti. Kendisinin de bu hazinenin varlığından şüphe duymadığını vurgulayan Akpınar, "Kutsal emanetler 11x11 metre ebadında ve 2,5 metre yüksekliğinde porfir bir blok kaidenin içerisine oyulan küçük bir alan içinde. Bu kaidenin üzerinde ikinci ve üçüncü birer kaide daha var. Kıyamet kopmadıkça, savaş hali olmadıkça o, emanetlere ulaşmak asla söz konusu olamaz" görüşünü savundu. Hazineye ulaşmak için yapılan girişimlerin en önemlisinin 1918 yılında işgal günleri sırasında yapıldığını söyleyen Akpınar, "Vatikan’dan bir grup rahip, Çemberlitaş’ın hemen yakınındaki Vezirhan’da bir oda kiralayarak tünel kazmış. Tünelden çıkan toprağın şüphe uyandırması üzerine yakalanıp, sınır dışı edilmişler. 1929 yılında Mustafa Kemal Atatürk, ne olduğunun tespiti için Avrupa ülkelerinden arkeologlar getirtir" dedi.

    Neler var?

     

    • Hz. İsa’nın mezarından kutsal toprak

    • Hz. İsa’nın gerildiği çarmıhın parçaları

    • Çarmıh çivileri

    • Kaymak taşından yapılmış kutsal kase

    • Kutsal ekmek parçaları

    • Hz Musa’ya ait taş

    • Hz. Lut’a ait olduğuna inanılan asa

    • Hz. Nuh’un baltası

    • Hz. Süleyman’a ait olduğuna inanılan 7 kollu şamdan

    Hürriyet, 15.11.2007



    ******


    "ÇEMBERLİTAŞ EFSANESİ HİÇ BİTMEZ"

     

    Roma dönemi eserlerinin başında gelen Çemberlitaş'ın altındaki bir odada, Hazreti İsa'ya ait eşyaların gömülü olduğu iddiası son günlerde yeniden gündemde. Çemberlitaş'ın restorasyonunu yürüten Akpınar Mimarlık Yönetim Kurulu Başkanı Abdülkadir Akpınar, kutsal emanetlerin Çemberlitaş'ın altındaki 11x11 metre ebadında ve 2.5 metre yüksekliğinde bir blok ve porfir (antik eserlerde kullanılan bir tür taş) bir kaidenin içinde olduğunu söylüyor. Tarihçilere göreyse bu iddia 'şehir efsanesi'.


    Bizans ve Osmanlı sanatı ve İstanbul tarihi uzmanlığıyla tanınan Prof.Dr. Semavi Eyice ise böyle bir iddiaya inanmanın saçma olduğunu söylüyor. Birtakım kutsal eşyaların zamanında Çemberlitaş'a konulsa bile kalmasının mümkün omadığını vurgulayan Eyice şöyle konuşuyor: "Çemberlitaş 4. yüzyılın ilk yarısında dikilmiş bir anıt. 1000 yıldan fazla Bizans devrini, 500 küsur yıl da Türk devrini yaşamış. Bu anıtın içindeki kutsal eşya bugüne kadar durur mu orada ? Farz edelim Bizans devrinde orada duruyordu. 1203 yılında 4. Haçlı Seferi'ni organize eden Batılı şövalyeler, Kudüs'ü Müslümanların elinden almak için hazırlandıklarında önce Bizans'ın elinde olan İstanbul'a geliyorlar. Bunlar İstanbul'u işgal ediyor, yağmalıyorlar. Manastır ve kiliselerde ne kadar kutsal eşya varsa, bunları toplayıp kendi ülkelerine götürüyorlar. Bu kadar kutsal eşyalar yağmalanmışken, Çemberlitaş gibi şehrin göbeğindeki bir yeri soymadan bırakırlar mı? Bu, bitip tükenmek bilmeyen bir masal. Odayı bilen yok. Böyle bir anıtın alt kısmında odacık şekilde kaide olması estetik bakımdan da gerekli. Elektronik bir şeylerle birtakım tespitler yapılıyor, hücre bulunduğu söyleniyor. Ancak Çemberlitaş'ın bulunduğu yerde önceden oval bir meydan vardı, bu anıt onun ortasındaydı. Meydanı çepeçevre sınırlayan sütunlar, dükkanlar vardı. Onların kalıntıları toprak altında olsa gerek."


    İstanbul'un ana toprağı üzerinde büyük bir yükselmenin olduğunu belirten Prof.Dr. Eyice şöyle devam etti: "İstanbul'un ana toprağı metrelerce aşağıda. Sonra Çemberlitaş'ın olduğu yerde, sekiz metre derinde mezarlar var. Bu mezarlığın ucu Beyazıt'ta İstanbul Üniversitesi'nin bahçesine kadar uzanıyor. Bahçede yapılan kazılarda lahitlerden bazıları çıkmıştı. Yani Çemberlitaş'ın çevresinde mezar odaları var yüzde 100."

    Radikal (Kısaltarak), 15.11.2007



    *****


    ÇEMBERLİTAŞ'IN İSKELESİNDE HAÇ GÖRÜNTÜSÜ VAR

     

     

    Restorasyonu bir türlü tamamlanamayan 1700 yıllık Çemberlitaş sütununda gariplikler bitmek bilmiyor. Son dönemde sıkça gündeme gelen tarihî sütunda, restorasyon için kurulan iskele ile büyük bir haç görüntüsünün oluştuğu anlaşıldı.

     

    Çemberlitaş, son günlerde gündemden düşmüyor. İlk önce, 1999 Marmara Depremi'nde zarar gören tarihî sütunun restorasyonunun 5 yılda tamamlanamaması, ardından da Hıristiyanlığa ait kutsal emanetlere ev sahipliği yaptığı iddiası konuşuldu. Bu sefer de sütunun restorasyonu için kurulan iskele ile Hıristiyanlığın sembolü olan haç görüntüsünün oluştuğu ortaya çıktı. İskelenin üst bölümündeki mermer başlığının çevresinin kapatılması sebebiyle böyle bir görüntünün oluştuğu tahmin ediliyor. Çemberlitaş'a biraz uzaktan bakıldığı zaman bu durum rahatlıkla fark edilebiliyor.

     

    Çemberlitaş'ın restorasyon projesinin ilk bölümünü yürüten Akpınar Mimarlık Yönetim Kurulu Başkanı Abdülkadir Akpınar, bu görüntünün kasıtlı olarak oluşturulduğunu düşünmediğini, iskelede yaklaşık 2 metrelik bir alanın perdeyle kapatılması sonucu ortaya çıkmış olabileceğini dile getirdi. Çemberlitaş'ın iskelesini kendi firmasının kurduğunu aktaran Akpınar, "Ödenek sıkıntısı sebebiyle projeyi tamamlayamadık. Yaklaşık 2 yıl sonra yeni bir ihale yapıldı. Başka bir firma aldı. Fakat biz iskeleyi sökmedik." dedi. Haç görüntüsünün başka amaçlarla yapılabileceği ihtimalini de değerlendiren Akpınar, böyle bir davranışın, siluetini camilerin oluşturduğu İstanbul açısından doğru olmayacağını da sözlerine ekledi. Akpınar, geçtiğimiz günlerde, Çemberlitaş'ın altında gizli bir odanın bulunduğu, Bizans İmparatoru Konstantin döneminde Kudüs'ten getirilen kutsal eşyaların da burada saklandığı iddialarını gündeme getirmişti.

     

    Çemberlitaş sütununa kurulan iskele, haç görüntüsü oluşturulduğu için eleştiriliyor. İskeleyi kuran firma, tepedeki 2 metrelik alanın kapatılmasından dolayı böyle bir görüntü oluştuğuna dikkat çekerek, konu ile ilgili kasıt olmadığını söylüyor.

    Zaman, 17.11.2007

    HAZİNE

    Bekir Coşkun

    Çemberlitaş anıtının altında olduğu söylenen hazinenin, şu anda onbinlerce Türk’ün aklına takıldığından eminim.

    Medyada "Çemberlitaş’ın altındaki mermer blokun içinde Hz. İsa’nın hazinesi var" haberi gazetelerde ve televizyonlarda yer alınca, büyük ilgi gördü.

    Hazine işte oradaydı...

    Ve dün gece yine onbinlerce vatandaşımızın, "Çemberlitaş’ın altına delik açıp hazineyi alma" hayali kurduğundan eminim.

    Anıtı restore eden şirketin sahibi, SKY Türk’te "Çok değerli dinsel eşyalar ve hazineyi oradan almak imkánsız. Çünkü dev blok mermerlerden yapılmış bir küçük odacıkta, üzerinde ise dev anıt var" gibi açıklamalar yaptı.

    Olsun...

    Uzaktan bir gizli delik açılarak anıtın altına kadar gidilir. Sonra yukarıya doğru bir ikinci delikle hazineye varılır.

    Trafik polisinin durduğu yere denk gelmez ve polis deliğe düşmezse, işte hazine oradadır.

    Yine dün gece kaç bin kişinin hayalinde, "belediye kanalizasyon işçisi" kılığına girip Çemberlitaş’ın dibinde kazma salladığını, hazineyi alıp götürdüğünü tahmin edebiliyorum.

    Anadolu’da koca toprak yığınlarından yapılmış yüzlerce höyükten bir tekinin dahi dibi sağlam değil. Her hazine haberi alan bir delik açmıştır oralara.

    Devlet koridorlarında oturan odacılar daldıklarında, kahvehanelerde tek başına oturmuş, gözlerini karşı boş sandalyeye dikmiş bir kişi gördüğümde, "hazine bulma hayali" kurduklarını bilirim.

    Vaktim varsa sorarım da:

    "Buldun mu?..."

    ".......!"

    *

    Oysa hazine uzakta bir yerde değildir.

    Çok yakındır bize.

    Bir an için kendi ellerine baksa insan... Gözlerini açıp kapatsa... Bir türkü mırıldansa diliyle...

    Ciğerlerini doldura doldura nefes alsa...

    Yüreğini dinlese; umutları, özlemleri, sevdaları...

    Kafatasının içine özenle konulmuş, Çemberlitaş’ın altına delik açma fikrini üreten o beyni ile en değerli hazinenin aslında kendisi olduğunu düşünse...

    Ve avantacılık, beleşçilik, yağmacılık, cinlik, kurnazlık yüzünden yoksullaştığını bilse...

    Bulacak hazineyi ama...


    Hürriyet, 17.11.2007


    YAKUTİYE MEDRESESİ YENİDEN RESTORE EDİLECEK

     

     

    Yanlış restorasyon sonucu temel tarihi özelliklerini kaybeden Yakutiye Medresesi yeniden onarılacak. Erzurum'un en önemli yapılarından biri olan medrese de şimdiye kadar çimento harç, eserin yapısı ile uyuşmayan sıradan tahta kapı ve pencereler ile mermerler kullanıldığı belirlendi.

     

    Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü, tüm bu yanlış uygulamaları ortadan kaldırmak üzere çalışma başlattı. Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü'nce hazırlatılan ve koruma bölge kurulunca onaylanan proje kapsamında; iç ve dış mekanda yer alan taş bloklar arasındaki çimento harçlı derzler temizlenerek hidrolik kireç harçla derz yapılacak. Yapı içinde bulunan mekanlarda sıva raspaları yapılarak, hidrolik kireç harçla yeniden sıvanacak. Medrese yapısına uygun olmayan kapı, pencereler sökülerek yerlerine yapıyla uyumlu ahşap kapı ve pencere doğramaları takılacak. Abdest mahallinde bulunan mermer duvar ve döşeme kaplamalar sökülerek yeniden yapılacak.

    Zaman, Haber: Aslıhan Aydın, Fotoğraf: Erzurum Defterdarlığı, 15.11.2007

    4 BİN YILLIK TARİHE RESTORASYON

     

     

    Sinop'ta, 3 bin 200 metre uzunluğundaki 4 bin yıllık tarihi Sinop Kalesi'nin onarılacağı belirtildi. Kalede yer yer meydana gelen bozulmaların onarımı ile binlerce yıl birçok medeniyete ev sahipliği yapmış olan ve kenti kuşatan kale surları takrar hayat bulacak.

    Konuyla ilgili bilgi veren Sinop İl Kültür ve Turizm Müdürü Hikmet Tosun, Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay'ın Sinop kale ve surlarının tamamının restorasyon ve çevre düzenlemesi yapım işini yıllara sari olarak yapılmasını onayladığını söyledi. Tosun, "Tarihi Sinop kale surları restorasyon, restitüsyon, rölöve, çevre düzenlemesi projeleri tamamlanarak, Samsun Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğü'nün onayından geçtikten sonra, Kültür ve Turizm Bakanlığı'na sunulmuştur. Bu projeler doğrultusunda sayın bakanımız Ertuğrul Günay, Sinop kale ve surlarının tamamının restorasyon ve çevre düzenlemesi yapım işini yıllara sari olarak yapılmasını onaylamıştır. Sayın Valimiz Zeki Şanal başkanlığında toplanan il encümeninin 369 sayılı kararı ile ihalenin ilkinin önümüzdeki günlerde gerçekleştirilmesine karar verilmiştir. İhale Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu kapsamındaki kültür varlıklarının rölöve, restorasyon, restitüsyon projeleri, sokak sağlıklaştırma, çevre düzenleme projeleri ve bunların uygulamaları ile değerlendirme, muhafaza, nakil işlemi ve kazı çalışmalarına ilişkin mal ve hizmet alımlarına dair yönetmelik çerçevesinde yapılacaktır. İlimiz turizmine hayırlı olması dileğiyle emeği geçenlere teşekkür ediyoruz" diye konuştu.

    haberler.com, Fotoğraf: Sinop İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü, 14.11.2007

    TİMURTAŞ CAMİSİ HAYATA DÖNÜYOR





    Karaağaç'ta 6 ay önce Kaya İnşaat – İyKa İnşaat Ortak Girişimi tarafından restorasyonuna başlanan tarihi Timurtaş Camisi'nin onarımının üç ay içinde tamamlanarak ibadete açılması hedefleniyor. Minaresi yıkılmış camilerden biri olan Timurtaş'ın yerleşim alanı dışında kalması, ibadete açıldığında günlük cemaat bulabilecek mi sorusunu gündeme getirdi. Camideki restorasyon çalışmalarını yerinde inceleyen Vali Nusret Miroğlu, caminin günlük cemaat bulmasının zor olduğunu belirterek, “Bu eser tarihimizin bir hatırası olarak yaşayacak” dedi.

    2007 yılı Restorasyon Uyguluma Programı kapsamında, onarımı Edirne Vakıflar Bölge Müdürlüğü kontrolünde gerçekleşen Timurtaş Cami restorasyon işi, firma elemanlarının kış mevsiminde çalışmaları halinde üç dört ay içinde tamamlanacak. 18 Mayıs 2007'de sözleşme yapan firma 412 bin 500 YTL sözleşme bedelli caminin restorasyon işini aralıksız sürdürüyor. Bitim tarihi 18 Kasım 2007 olan çalışmanın henüz o aşamada olmadığı gözlenirken, yıkılan minare ile iç cephede kurulan iskelelerde firma elamanları da çalışmalarını sürdürüyor.

    Vali Nusret Miroğlu önceki gün Karaağaç Mahallesi'nin çok dışında kalan camide süren restorasyon işini yerinde inceledi. Çalışmaların kışın da sürmesi durumunda, restorasyonun üç dört ay içinde tamamlanabileceğini, işin güç olan yanının bu tür eserlerin onarıldıktan sonra nasıl korunacağı olduğunu vurgulayan Miroğlu, 6 ay önce başlayan onarıma ilişkin şunları söyledi.

    “Kışın çalışma sürerse, onarım üç dört ay içinde tamamlanır. Vakıflar bu işi programına aldı ve yapılıyor. Buna benzer birkaç camimiz daha var. Bir tanesi Tunca Nehri'nin kenarındaki Kasımpaşa Cami, bu camimizi de zaman zaman taşkınlarda su basıyor. Ayrıca Birkaç tane yıkılıp sadece minaresi kalan veya minaresinin yarısı kalmış camilerimiz var. Bunların tümünün tespiti yapılıyor. İşin güçlüğü şu. Bu eserlerimiz onarıldıktan sonra nasıl korunacak? Böyle bir yapı Uzunköprü'deki bir köyün kenarında da var.”

    Onarımın ardından bahçe düzenlemesi de yapılacak olan tarihi caminin yerleşim alanının çok dışında kalması nedeniyle gazetecilerin “Cemaat bulabilecek mi?” sorusuna Vali Miroğlu, caminin günlük cemaat bulmasının zor olduğuna dikkat çekerek şunları söyledi.

    “Günlük cemaat bulamasa da belki şu olabilir. Camiye askeri birliğimiz de yakın. Cuma günleri Karaağaç'tan halkta gelip Cuma namazını bu camimizde kılabilir. Buraya bekçi koyma şansımız yok. Eskiden burası bir yerleşim alanıymış. Edirne'nin yaşadığı tarihi olaylar sonucu buralarda eski hal kalmamış. Bu camimiz de yerleşim alanının çok dışında kalmış. Bu tür eserlerimizi onarıp korumalıyız. Bu eser tarihimizin bir hatırası olarak yaşayacak.”

    Edirne Internet Gazetesi, 14.11.2007

    YEDİ ASIRLIK MEVLEVİ KABİRLERİ MEZAR TAŞINA KAVUŞUYOR

     

    Mevlana Müzesi içerisinde bulunan yedi asırlık Mevlevi mezarlarının yerleri önce tespit ediliyor, ardından da mezar taşları yerlerine konuluyor.

     

    Dergah, Tekke ve Zaviyeler Kanunu çıktığı 1926'dan sonra müzeye dönüştürüldü. Bu tarihe kadar dergaha defin yapıldı. Şimdi dergahın içinde ve dışında kaç mezar bulunduğu bilinemiyor. Müzenin ilk ihata duvarı içerisinde kalan 6 bin 500 metrekarelik alanda kalan Semahanede, yapılan kazı sırasında iki sıra halinde 8 mezar ortaya çıktı. Böylece müze etrafındaki alanın tamamen mezarlık olduğu anlaşıldı. Yeni bir bina yapılacağı veya büyültüleceği zaman mezarlar nakil edilemedi. Müzenin doğu ve kuzeyinde yer alan 12 dönümlük alan 1960 ile 1982 tarihleri arasında Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından istimlak edildi. Bu alan Mevlana Müzesi bahçesine ilave edildi. Şimdi Mevlevi mezarları tek tek tespit edilerek üzerlerine mezar taşı konuluyor.

     

    Mevlana Müzesi Müdür Vekili Dr. Naci Bakırcı, Konya ve civarındaki bütün mezarlıkları ve mezar taşlarını inceledi. Türk tasavvuf tarihinde önemli bir yer tutan Mevleviliğe ait mezar taşlarını araştırdığını ifade eden Dr. Bakırcı, "Eski Konya Mevlevi Dergahı'nı hareket noktası olarak aldık. 1927 yılına kadar mezarlık olan 'Hamuşan', bahçe haline getirildi. Buradan sökülen mezar taşları, Mevlana Müzesi ile Sırçalı Medrese Mezar Anıtları Müzesi'ne nakledildi. Bu iki müzedeki 400'den fazla mezar taşını inceleyerek Mevlevi mezar taşlarını tespit ettik. Bu taşları, mezarların üzerine yerleştirdik. Kalan kısmı da incelemenin tamamlanmasının ardından ait olduğu yere yerleştirilecek" diye konuştu. Dr. Naci Bakırcı, araştırmanın kaybolmaya yüz tutmuş Mevlevi mezar taşlarının sanat tarihi dünyasına tanıtımına bir katkı sağlayacağına inandığını kaydetti.

    Zaman, Haber: Ekrem Aytaş - Ünal Livaneli, 14.11.2007

    AYDIN JANDARMASI TARİHİ ESER KAÇAKÇILARINA DARBE VURDU

     

    Aydın İl Jandarma Komutanlığı Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Birimi ekipleri tarafından beş ilde eşzamanlı düzenlenen operasyonlarda, kültür ve tabiat varlıkları kaçakçılığı yapmak için kurulmuş bir çete çökertildi. Operasyonlar kapsamında adli makamlara sevk edilen iki elebaşı ve 10 çete üyesinden beşi tutuklandı.

    Aydın İl Jandarma Komutanlığı tarafından yürütülen istihbarat çalışmaları sonucunda, kültür ve tabiat varlığı kaçakçılığı yapmak amaçlı suç örgütüne yönelik Germencik ve İncirliova ilçeleriyle Bursa, Burdur, İzmir ve Yalova'da önceden belirlenen adreslere eşzamanlı baskınlar düzenlendi. Baskınlarda suç örgütünün elebaşları Kemal K. ve Osman K.'nin de aralarında bulunduğu İsa G., Halis K., Musa K., Niyazi A., Halil T., Lütfi D., Yücel B., Nurhas K., Erdoğan Ç. ve Mücahit S. yakalanarak gözaltına alındı.

     

    Zanlıların ev ve işyerlerinde yapılan aramalarda kağnı ve Atatürk resimli, cumhuriyetin ilk yıllarına ait birer madalyon, Roma dönemine ait kadın figürlü bir madalyon, bir detektör, 9 milimetre çapında bir tabanca ve buna ait dokuz fişek ele geçirildi. İfadeleri alındıktan sonra Aydın Adliyesi'ne sevk edilen zanlılardan beşi tutuklanarak Aydın E Tipi Kapalı Cezaevi'ne gönderildi. Daha önce gözaltına alınan diğer zanlılar ise tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı. Olayla ilgili soruşturma devam ediyor.

    haberler.com, 14.11.2007

    HİCAZ DEMİRYOLU 'İSTANBUL MEKKE DEMİRYOLU' OLUYOR

     

    II. Abdülhamid tarafından 99 yıl önce hizmete açılan 'Hicaz Demiryolu'nun adı, Suudi Arabistan yetkililerinin isteği üzerine değiştirildi. Hicaz Demiryolu'nun yeni adı, 'İstanbul-Mekke Demiryolu Projesi' oldu.





    Proje hakkında, geçen hafta Türkiye'ye ziyarette bulunan Suudi Arabistan Kralı Abdullah Bin Abdulaziz El Suud'a da bilgi verildi. Türkiye'nin üzerinde ısrarla durduğu, Suriye ve Ürdün'ün de desteklediği projeye Arabistan da onay verirse demiryolu ile Mekke'den Avrupa'ya kesintisiz yolculuk yapılabilecek. Proje hayata geçtiğinde yılda 10 milyon yolcu taşınacak. Bu sayede Türkiye, Suriye, Ürdün ve Suudi Arabistan'ın birbirleriyle ve bölge ülkeleriyle ticaretine de önemli katkı sağlanacak.

     

    Ulaştırma Bakanlığı yetkilileri, 4 yıldan bu yana proje üzerinde çalıştıklarını ve Suudi Arabistan yetkililerinin de projeye eskisi gibi soğuk olmadığını belirtiyor. İkinci Abdülhamid'in hizmete açtığı Hicaz Demiryolu'nun yeniden canlandırılması için yürtülen çalışmada, Suudi Arabistan ile Türkiye arasında yapılan görüşmede, ilk sorun projenin ismi üzerinde yaşandı. Arap yetkililer Osmanlı'yı çağrıştırdığı için 'Hicaz Demiryolu' denilmesine karşı çıkınca projenin adı 'İstanbul-Mekke Demiryolu Projesi' olarak değiştirdi.

     

    İstanbul-Mekke Demiryolu Projesi, İstanbul'dan başlayacak. Türkiye'de İstanbul, Ankara, Konya ve Adana'dan geçecek. Suriye'de Halep, Şam ve Deraa boyunca ilerleyecek. Ürdün'de Amman'dan geçecek olan demiryolu hattı, Suudi Arabistan'da Kurayyat, Hail ve Medine hattını izleyerek Mekke'de son bulacak.

     

    Hicaz Demiryolu Projesi, ilk kez 2'nci Abdülhamid döneminde gündeme geldi, 1 Eylül 1900'de yapımına başlandı. Bağdat demiryolu hattının devamı niteliğinde olan demiryolu İstanbul'u, Şam üzerinden Mekke ve Medine'ye bağlayacaktı. Proje, Hicaz ve Yemen'de Osmanlı'yı güçlendirecek, askerler bölgeye güvenli biçimde gönderilebilecekti. Proje, İngilizler'i rahatsız etti. İngilizler, Arap kabilelerini projeye karşı kışkırttı. İngilizlerin tüm çabasına karşın Hicaz Demiryolu, 30 Ağustos 1908'de hizmete girdi.

    Zaman, Haber: Selim  Kuvel'den kısaltarak, 14.11.2007

    TARİHİ ESER KAÇAKÇISI YAKALANDI

     

    Nevşehir'de Jandarma ekipleri tarafından tarihi eser kaçakçılığı yapan bir kişi beraberinde çok sayıda tarihi eser ile birlikte yakalandı.

    Alınan bilgilere göre, Jandarma ekiplerinin,esi Karacaören Köyü yol ayrımında yaptığı kontrolde M.C isimli şahsın üzerinde ve kullandığı aracında çeşitli dönemlere ait 348 adet çeşitli dönemlere ait sikke, 16 adet yüzük, 4 adet hayvan figürü, 17 adet süs eşyası ve 1 adet gemici taş figürü ele geçirildi. Olayla ilgili soruşturma sürüyor.

    Nevşehir Kent Haber, 14.11.2007

    KÖYDEKİ TARİHİ ANITLAR İÇİN ARAŞTIRMACI İSTİYOR

     

    Aydın'ın Nazilli İlçesi'ne bağlı Bozyurt Köyü muhtarı Ahmet Kösem, köy sınırları içinde bulunan tarihi anıtların tahrip edildiğini öne sürerek, köyde tarihsel bir araştırma yapılması amacıyla Aydın Valiliği ile İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü'ne müracaatta bulundu. Kösem, yaptığı açıklamada, köyün 2 kilometre yakınında bulunan geçit, mağara ve bin kişilik antik tiyatronun Türkiye'nin çeşitli yerlerinden gelen define avcıları tarafından tahrip edildiğini söyledi. Aydın İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü yetkilileri ise konu ile ilgili çalışma yapılacağını kaydettiler.

    Zaman, 14.11.2007

    ANADOLU'DA YAŞAM İZLERİ

     

    Uludağ Üniversitesi (UÜ) Dağcılık Kulübü üyelerinin, Uludağ eteklerindeki bir mağarada, MÖ 100 bin yılında yaşayan insanlar tarafından kullanıldığı bilinen taş aletler ve hayvan kemikleri bulunduğu bildirildi.





    UÜ Rektörü Prof.Dr. Mustafa Yurkuran, düzenlediğİ basın toplantısında, bugüne kadar taş endüstrisine dayalı çağlarda insanoğlunun ağırlıkla Afrika, ön Asya ve Avrupa'da yaşadığının bilindiğini ancak, UÜ Arkeoloji Bölümü ve Dağcılık Kulübü Başkanı Prof.Dr. Mustafa Şahin ve kulüp üyesi bir grup öğrencinin, Uludağ'da yaptıkları bir gezi sırasında buldukları kalıntıların, Anadoluda Paleolitik dönemde de yaşam olduğunu ortaya çıkardığını söyledi.

     

    “Şahinkaya” adı verilen mağarada bulunan kalıntıların MÖ 100 bin yılına ait olduğunun tespit edildiğini ifade eden Yurtkuran, böylece Bursa'nın bilinen MÖ 6 bin yıllık yerleşim tarihinin 90 bin yıl daha geriye gittiğini, böylece Bursa ve çevresinde insan tarihinin MÖ 100 bin yıldan beri var olduğunun ispatlandığını kaydetti.


    Prof.Dr. Mustafa Şahin de Bursa'da tarih öncesiyle ilgili araştırmaların daha çok ova bölümünde yapıldığını ve kentte insanlık tarihinin ancak MÖ 6 bin yılına kadar gittiğinin bilindiğini yineleyerek, şunları kaydetti:


    “İnsanlık tarihin neredeyse yüzde 95'lik bölümünü oluşturan Paleolitik Çağ, insanların genel olarak avcı toplayıcı ve göçebe bir hayat tarzına sahip oldukları bir dönem olarak kabul edilir. Anadolu'da bu dönemle ilgili bilinen yerleşim yerleri yoktu. Oysa Bursa'nın bulunduğu coğrafya insanlığın ilk ortaya çıkışından günümüze kadar Asya'yı Avrupa'ya bağlayan çok önemli bir yol güzergahındadır. Bu bölgenin boş bırakılmaması gerekir. Bu mantıkla başlatmış olduğumuz çalışmalar ilk meyvesini vermiştir ve Şahinkaya Mağarası adını verdiğimiz yerde Paleolitik Taş çağlarına ait yerleşim birimi tespit edilmiştir. Mağarada tespit ettiğimiz hayvan kemikleri ve özellikle taş aletler, stilistik özellikleriyle Orta Paleolitik çağa tarihlenmektedir. Bu dönem yaklaşık MÖ 250 bin yılından başlar ve 50 bin yılına kadar devam eder. Yaptığımız araştırmalarda bu taşların MÖ 100 bin yılında Orta Avrupa'da yaşayan insanların kullandıkları taşlarla benzerlik gösterdikleri ortaya konmuştur. Bundan dolayı da bulduğumuz taş örnekler MÖ 100 bin yılına tarihlendirilmektedir.”





    Mağarada taş aletlerle birlikte bulunan hayvan kemiklerinin at, yaban keçisi, koyun gibi otçul hayvanlara ait olduğuna, bunun da o dönemde yaşayan insanların beslenme tarzlarını gösterdiğine işaret eden Şahin, “Mağarada bulduğumuz kemikler oraya insanlar tarafından götürülen, tüketilen ve sonra da oraya atılan kemiklerdir. Buradan Paleolitik çağda insanların hangi hayvanları yiyerek beslendiklerini çok rahat bir şekilde anlıyoruz. Yapmış olduğumuz keşif, Bursa ve çevresinin değil Anadolu'nun tarihini en az MÖ 100 bin yılına, Paleolitik döneme götürmesi açısından çok önemli. Bugüne kadar yapılan araştırmalarda, Paleolitik çağ insanının Afrika, ön Asya ve Avrupa'da yaşadığı biliniyordu ama Anadolu'dan hiç bahsedilmiyordu. O dönemde Anadolu'da insan yaşadığına dair belge yoktu. Ancak bu keşif Anadolu'da da o dönemde insanların bulunduğunu göstermektedir” diye konuştu.

    Şahin, mağaranın koruma kapsamına alınması için Bursa Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kuruluna başvuruda bulunduklarını, ayrıca Arkeoloji Müze Müdürlüğüne de durumu bildirdiklerini belirterek, “Bir taraftan detaylı bilimsel yayının yapılması için hazırlıklara başlanmış diğer taraftan da arkeolojik kazılara başlanmak üzere konunun uzmanlarından oluşan bir ekibin kurulması yönünde harekete geçilmiştir” dedi.

     

    Bursa Müze Müdürü Enver Sağır ise Şahinkaya Mağarası'ndaki buluntuları “çok önemli bir buluş” olarak nitelendirdi. Anadolu'da ve özellikle Anadolu'nun güneyinde ve doğusunda çok eskiden yapılan kazılarda MÖ 40-10 bin yılları arasındaki “Üst Paleolitik Çağ”a ait kalıntılar ve aletler bulunduğuna dikkati çeken Sağır, “Fakat Orta Paleolitik MÖ 100 bin yılları ile 40 bin yılları arasındadır. Şahinkaya Mağarası Anadolu'da bu döneme ait tek örnek olarak ortaya çıkmıştır” dedi.

    Hürriyet, 14.11.2007

    TAŞ DEVRİ KADINI DA MİNİ ETEK GİYİYORDU

     

    Rusya'nın Sibirya bölgesinde kazılar yapan arkeologlar, kadınların Taş Devri" zamanlarında da mini etek ve kısa tişörtler giydiklerini saptadı. 7 bin 500 yıl öncesine ait olduğu kaydedilen taş figürlerdeki kadınların mücevher de taktığı belirtildi. Arkeolog Julka Kuzmanovic-Cvetkovic, "Bulduklarımıza göre Taş Devri'nde yaşayan genç kadınlar da günümüzdekiler gibi güzel giyiniyor, bilezikler takıyordu" dedi. Sibirya'da Avrupa'nın en eski köylerinden birine rastladıklarını kaydeden arkeolog, burada yaşayanların ticaret, el yapımı eserler, sanat ve metalurji alanında usta olduklarını söyledi.

    Sabah, 14.11.2007

    AVRUPA KÜLTÜR BAŞKENTİ YASASI'NA GÜL'DEN ONAY

     

    Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, 5706 sayılı ''İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Hakkında Kanun'' u onayladı.

     

    Kanuna göre, ''İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Projesi'' kapsamında, İstanbul'u ''Avrupa Kültür Başkenti'' olarak hazırlamak, 2010'da yapılacak etkinlikleri planlamak üzere ''İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı'' kurulacak. AKM binası ve müştemilatlarının projesi ve inşaat yapım işleri, Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu karar ve görüşleri doğrultusunda yapılacak.

    Sabah, 14.11.2007

    BATLAMYUS'UN ÜÇ KITA GEZEN ÇALINTI HARİTALARI YİNE EVİNDE

     

    Fotoğraf Altı: Batlamyus'un çalınan dünya haritalarından 15. yüzyıla tarihlenen bir tanesi... Yunan astronomun haritalarını seyyahlar yüzlerce yıl kullandı. İspanya Ulusal Kütüphanesi'nden ağustosta çalınan, aralarında Yunan astronom Batlamyus'un 15.-16. yüzyıl tarihli kitaplarından kesilenlerin de yer aldığı değerli tarihi haritalar, polisin üç kıtada iz sürmesiyle ele geçirildi. Merkez okuma odasından çalınan 15 haritanın 10'u Kültür Bakanlığı'na teslim edildi. İspanyol araştırmacı Cesar Gomez Rivero elyazması kitaplardan haritaları kesip çalmak ve satmakla suçlanıyordu. Arjantin'de göz altında olan Rivero henüz mahkemeye çıkmadı. Çalınan haritaların bazıları Batlamyus'un 1482 tarihli 'Cosmographia' ve 1507 tarihli 'Coğrafya' kitaplarından kesilmiş. Batlamyus'un haritaları, seyyahlar tarafından yüzlerce yıl kullanıldı, Kristof Kolomb'un da 1492'de Amerika kıtasını, bir Batlamyus haritasıyla keşfettiği sanılıyor. Haritaların sekizi Buenos Aires ve Arjantin'de, ikisi New York'ta ele geçirildi. Biri Sydney'den alınmak için izin bekliyor ancak en az dört harita hala kayıp. Müzenin yeni yöneticisi Milagros del Corral, 1712'de kurulan kütüphanede, ocakta denetleme yapılacağını açıkladı. En son denetleme 1988'de yapılmıştı. 80'lerin ortasına kadar araştırmacıların kullanımına açık bazı kaynaklar hala alfabetik olarak arşivlenmemişti. Kütüphane 1967'de Leonardo da Vinci'nin 200 yıldır kayıp olduğu sanılan elyazmaları, 'Madrid I' ve 'Madrid II' tabloları kazara bulununca, bir skandala imza atmıştı.

    Radikal, Fotoğraf: Reuters, 14.11.2007

    ÇİKOLATAYI 3 BİN YIL ÖNCE ORTA AMERİKALILAR KEŞFETMİŞ

     

    Arkeologlar, Orta Amerika sakinlerinin çikolatalı içecekleri, 3 bin yıldan daha uzun zaman öncesi bildiklerini ortaya çıkardı. Bu bulgu, çikolatanın bilinenden 500 yüz yıl önce tüketilmeye başlandığını gösteriyor.

     

    Cornell Üniversitesi'nden John Henderson öncülüğündeki arkeologlar, Orta Amerika ülkelerinden Honduras'ın kuzeyindeki Ulua vadisinde yaptıkları kazıda buldukları çömlek parçalarında, çikolatanın kaynağı olan ve yalnızca kakao tarlalarında görülen theobromine maddesinin kalıntılarını bulduklarını söyledi.

    Çömlek parçalarının MÖ 1100 yılına ait olduğunu belirten arkeologlar, böylelikle çikolatanın daha önce bilinenden 500 yıl önce kullanıldığını ortaya çıkardıklarını bildirdiler.

    Arkeologlar, çömleklerin biçiminin, kakaonun düğün ve doğum gibi önemli törenlerde sunulduğunu gösterdiğini de kaydettiler.

    Gazete Port, 13.11.2007

    ÜSKÜP'TEKİ OSMANLI KÖPRÜSÜNÜ BÜYÜKŞEHİR BELEDİYESİ ONARIYOR

     

     

    İstanbul Büyükşehir Belediyesi, Üsküp’teki Osmanlı yadigarı “Taşköprü”yü restore ediyor. Mimar Sinan’ın yaptığı tarihi köprünün restorasyonu için 2 milyon YTL kaynak ayrıldı.

    İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi'nin “5. Seçim Dönemi 4. Toplantı Yılının İlk Birleşimi”nde verilen ortak önergede, “İstanbul’un kardeş şehri olan Makedonya’nın Başkenti Üsküp’teki Osmanlı eseri ‘Taşköprü’nün yarım bırakılan restorasyonunun Büyükşehir Belediyesi tarafından tamamlanması için Başkan Kadir Topbaş’a yetki verilmesi” teklif edildi.

    Ecdat yadigarı köprünün “acınılacak halde” olduğunun belirtildiği önerge, Tekli Karar olarak görüşülerek Meclis Üyelerinin oybirliğiyle kabul edildi. Alınan karara göre; İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarihi köprünün restorasyonunu tamamlayacak ve çevre düzenlemesini yapacak. Bu çalışmalar için Büyükşehir Belediyesi’nin bütçesinden 2 milyon YTL kaynak ayrıldı.

    Üsküp’teki Müslümanların “Taşköprü” yada “Fatih Sultan Mehmet Köprüsü” dediği, Hristiyanların ise ısrarla “Jüstinyen Köprüsü” dedikleri Vardar Nehri üzerindeki Osmanlı yapısı köprü, Türk müteşebbisler tarafından yapılan ve geçen hafta yeni akademik yılına başlayan Uluslararası Balkan Üniversitesi’nin de sembolü. Üniversitenin geçen haftaki eğitim sezonu açılışına Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu ile İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş da katılmıştı.

    Bazı kaynaklarda Mimar Sinan tarafından yapıldığı belirtilen Taşköprü, Osmanlı köprü sanatının bütün özelliklerini taşıyor ve hala ihtişamını koruyor. 13 kemer gözlü inşa edilen köprünün kemer açıklıkları her iki yönden ortaya doğru daha geniş ve daha yüksek tutularak üçgen şeklinde yapılmış. Toplam uzunluğu 220 metre olan köprünün kemer açıklıklarının en küçüğü 4,05 metre, en büyüğü ise 13,48 metre genişliğinde.

    İstanbul Büyükşehir Belediyesi, 13.11.2007

    CAMİ MEYDANA ÇIKTI

     

     

    İstanbul Büyükşehir Belediyesi, tarihi yapıyı müzeye dönüştürürken duvarı yıktı. Sular İdaresi olarak bilinen duvar yıkılınca Taksim Mescidi Camisi de, meydanla birleşti. İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin Taksim Meydanı'ndaki eski Sular İdaresi'nde yaptığı restorasyon çalışması, gazete bayisi ve bankamatiklerin arkasında kalan mescidi ortaya çıkardı. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş, ağustosta yaptığı açıklamada 18. yüzyıldan kalma tarihi Sular İdaresi binasının Cumhuriyet Müzesi olarak restore edileceği haberini vermişti. Restorasyon çalışmasında sona yaklaşılırken inşaatın koruma paravanları kaldırılınca metalden minaresi olan mescid görüntüsü öne çıktı. Önündeki gazete bayisi ve bankamatikler kaldırılırken, yerlerine şeffaf paravanlar yerleştirildi. Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi Yönetim Kurulu Başkanı Eyüp Muhcu, kendilerine yeni bir cami yapımı ya da mescidin restorasyonuyla ilgili bir kararın ulaşmadığını belirtiyor. Muhcu, "1994 yılında cami tartışmaları gündeme gelmiş, uzmanlar projeye itiraz etmişler ve proje gündemden kaldırılmıştı. Uzmanların itirazları hala geçerli" yorumunu yapıyor. Bir ikinci tartışma ise Beyoğlu Belediyesi'nin web sayfası dahil birçok kaynakta adı "Taksim Mescidi Camisi" olarak geçen yapının cami olup olmadığı üzerine yapılıyor. Muhcu, bu binanın mescid olduğunun, cami olmadığının da altını çiziyor. Üçüncü Ahmed döneminde İstanbul'un su sorununa çözüm olması için yapılan Sular İdaresi (Taksim Maksemi) binası uzun yıllardır atıl durumdaydı. Sular İdaresi Binası'nın arkasında kalan ve bugün otopark olarak kullanılan alana cami yapılması tartışması ilk kez 1950'li yıllarda gündeme gelmişti.

    Sabah, Haber: Özgür Gürbüz, 13.11.2007

    KÜLTÜREL DEĞERLER VE AMAÇ UZLAŞMASI

     

    Ülkemizde şehir plancılarının yaptıkları işe en az inandıkları, üretimi sonrasında umutsuz bekleyişe girdikleri konuların başında korunması gereken doğal ve kültürel değerlerimiz için üretilmekte olan “koruma amaçlı” planlama çalışmaları geliyor. Özellikle kentsel sit alanları için hazırlanmakta olan koruma amaçlı imar planları, çok değişik nedenlerle gerçekleşemiyor, uygulanamıyor. Son yıllarda konuya ilişkin mevzuatta birbiri ardına yapılan değişiklikler, Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından yürürlüğe sokulan şartnameler, plan hazırlanmasını zorlayıcı süre kısıtları, Tarihi Kentler Birliği benzeri koruma yanlısı oluşumlar, koruma alanına yasal dayanakları da oluşturularak verilen maddi desteklere rağmen, umutlar yeşermiyor. Geçtiğimiz hafta içinde, 8 Kasım Dünya Şehircilik Günü nedeniyle TMMOB Şehir Plancıları Odası tarafından düzenlenen, planlama meslek alanının konuşulduğu Kolokyum’da, kısa süreli de olsa tartışılan “koruma planlaması”nın, yeni bir anlayışla ele alınmaya ve yeni uygulama araçlarının geliştirilmesine gereksinimi var.

    Özellikle, Cumhuriyet öncesi dönemlerden bugüne uzanan geçmişe sahip olan kentlerimizin pek çoğunda, başta geleneksel kent merkezleri olmak üzere, ciddi bozulmalara uğramış olsa da geleneksel kentsel dokuyu, geleneksel dokuyu oluşturan yapılardan ayakta kalanların yoğunlaştığı bölgeleri gözlemlemek mümkün. Bu alanlarda yaşanan bozulmanın başlıca nedeni de ne yazık ki planlama. Geleneksel değerleri görmeden ya da görmezden gelerek yapılan planlama çalışmaları sonucunda, ortaya çıkan yeni ve yüksek yoğunluklu, yüksek katlı imar planı kararları, bu alanlarda yaşanan bozulmanın en önemli nedeni.

    Başta kent merkezleri olmak üzere, kentsel arsa rantlarının en üst değerlere ulaştığı alanlarda, geleneksel dokunun baskıdan etkilenmesi kaçınılmaz bir durum. Bu durum, koruma amaçlı imar planları dışında, ülkemizde hazırlanmakta olan diğer imar planlarının korumayı amaç edinmemesinden kaynaklanıyor. Oysaki, her tür planlama kararının öncelikle koruma-kullanma dengesini gözeten kararlardan oluşması gerekli. Eğer, geçmişten günümüze dek hazırlanan tüm planlar, koruma-kullanma dengesini yeterince gözetse, ne bu değerleri böyle hızlı tüketecektik, ne ahlar vahlar işitecektik, ne de “koruma amaçlı imar planı” gibi garip savunma araçları üretmek zorunda kalacaktık.

    Çünkü, koruma amaçlı imar planları, adı ve içerik tanımıyla bakıldığında, diğer imar planlarından ayrışmakta ve diğer planları doğrudan sabıkalı konuma sokan, korunması gereken alanları diğer planlara karşı savunan araçlara dönüşmektedir. Oysaki, teorik açıdan bakıldığında hiçbir planlama kararı olamaz ki, amaçları arasında “koruma” bulunmasın.

    Bugün geldiğimiz noktada, gecikmeli de olsa, kentlerimizde geleneksel doku izlerinin gözlendiği alanlar kentsel sit alanı ilan edilerek korunmaya çalışılırken, sit sınırları dışında kalan yakın alanlar kendi haline bırakılmaktadır. Bu durum, kentsel sit alanlarını okyanus ortasında savunmasız bir adaya dönüştürürken, alana baskıyı arttırmakta, çöküntüyü kolaylaştırmaktadır.

    Sit sınırında ayakta kalmış bir geleneksel yapı sahibi, hemen sit alanı sınırları dışında verilen yüksek katlı yapılaşmaları gördükçe, uğradığı ekonomik kaybı hesaplayarak, kolaylıkla koruma karşıtına dönüşmektedir. Başta bu neden olmak üzere, kentsel ulaşım sisteminde kilitlenmenin önlenmesi, kentsel sit alanında ortaya çıkan altyapı eksikliğinin yakın alanlardan karşılanabilmesi gibi pek çok gerekçe, kentsel sit alanlarının kentin bütünü ile birlikte ele alınarak planlanmasını zorunlu kılmaktadır. Bugünkü mevzuatta yer alan, etkileme geçiş alanları bu amaçla düzenlenmekte olsa da yetersiz kalmaktadır.

    Bunun yanında, her ne kadar yapılması zorunlu da olsa, planı arzulayan, planı yaptıran, planlayan, inceleyen, onaylayan ve planın onanmasını bekleyenlerin bakış açılarında ve planı isteme amaçlarında var olan farklılaşma ve hatta çelişki, koruma planlaması alanında var olan bir başka önemli sorun olarak ortaya çıkmaktadır.

    Bugün için, ülkemizde koruma duyarlılığına sahip kesimler, sivil toplum oluşumları içinde ve meslek odalarında örgütlü ya da bireysel olarak, hemen her il ve ilçeye yaygınlaşmış durumdadır. Bu kesimler, sahip oldukları dünya görüşleri doğrultusunda, korunması gereken değerlere sahip çıkarak korumayı arzulayan kesim olarak ses vermektedir. Gerek bu kesimlerin baskıları ve gerekse getirilen yasal süre kısıtları, idareleri korunması gereken alanlarda plan yaptırmaya ve onaylamaya zorlamaktadır. Her ne kadar, koruma bilincine erişmiş ve gerçekten isteyerek koruma kararlarına imza atan idareler bulunsa da, büyük bölümü koruma amaçlı planlarını zorunluluktan ya da artan baskıdan dolayı yaptırmaktadır.

    Koruma amaçlı imar planlarının yapımını üstlenen ekipler arasında, az sayıda da olsa, korumaya gönül vermiş, planlama çalışmasını ekonomik beklentiden öte, koruma duyarlılığı ile ele alan gruplar bulunsa da, ekiplerin önemli bir bölümü koruma konusunda yeterli bir birikime sahip olmadan bu planlama çalışmalarını üstlenmektedir. Bu durum, koruma amaçlı imar planı çalışmasının içeriğini sıradanlaştırmakta, planları salt ekonomik beklentilerle üretilen sıradan belgelere dönüştürmektedir.

    Koruma amaçlı imar planlarının yapımını bekleyen, korunması gereken alanda yaşayanların, hazırlanacak plandan beklentisinin, plan yapılmasını isteme amacının da bambaşka olduğunu düşündüğümüzde, koruma amaçlı imar planlarının neden başarıya ulaşamadığını daha açık görebiliyoruz.

    Başarı şansı iyi niyetli rastlantılara kalmış bir sürecin sonunda elde edilen ürünlerle, doğal ve kültürel değerlerimizi, kentsel sit alanlarımızı korumaya, yaşatmaya çalışmak, bugün için koruma amaçlı planlama çalışmalarımızın temel açmazlarındandır. Koruma alanındaki önemli sorunlar arasında yer alan, koruma projelerine uygulamaya yönelik yeterli kaynak yaratılamaması bile, böylesi bir açmaz karşısında önceliğini yitirmektedir.

    Koruma projelerinde başarıya ulaşabilmenin temelinde, ilgili kesimlerin “amaç uzlaşmasının” sağlanması yatıyor. Bunu sağlamanın yolu ise koruma alanlarında doğrudan planlama kararları ile oluşturulan baskının azaltılması ve kültürel değerlerin korunması konusunda bilinçlendirmenin artırılmasından geçiyor. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın, gecikilen her günün, sahip olduğumuz kültürel mirasın bir parçasının daha yitirilmesi anlamına geldiğinin bilinciyle çok hızlı hareket etmesi gerekiyor.

    Evrensel, Yazı: Necati Uyar, 13.11.2007

    MERİÇ VE TUNCA RESTORE EDİLİYOR





    Tarihi Meriç (Mecidiye) Köprüsü'ndeki su tahliye kanalıyla 60 yıl aradan sonra orijinal haline getirilmeye çalışılan Tunca (Ekmekçizade Ahmet Paşa) Köprüsü'ndeki çalışmaları inceleyen Vali Nusret Miroğlu, olası bir taşkın telaşı yaşadıklarını söyledi. Anıtlar Kurulu'nda kemerlerle ilgili yaşanan zaman kaybının işi yavaşlattığını, yaklaşan kış mevsimi nedeniyle onarımın bir an önce tamamlanması gerektiğini belirten Miroğlu, "Su gelse nehir taşacak, seddeyi zorlayacak. Sıkıntı var, bir an önce bitirilmeli. Bütün telaşımız budur" dedi.

     

    Vali Miroğlu, Meriç Köprüsü'nün Öğretmenler Bahçesi tarafında su tahliyesi için aktarım kanalı yapılan alanı gezdi. Miroğlu, onarımı ER-BU İnşaat firması tarafından yapılarak araç ve yaya trafiğine açılan köprünün taşkın ve yağmur suyu tahliyesi aktarım kanalıyla ilgili yapılan çalışmayla taşkın ve yağmur suyu tahliyesi sorununun da ortadan kalktığını kaydetti. Miroğlu, suyun tahliyesi için aktarım kanalının kapalı yapılmasının istendiğini ancak tıkanacağı düşüncesiyle buna razı olmadığını ifade ederek,"Meriç Köprüsü'nde suyun tahliyesi için çalışma yapıldı. Daha önce çok kötü, açıkta berbat bir yerdi. Kapalı kanal yapmak istediler, razı olmadım. Çünkü kapalı kanal tıkanıyor, dolayısıyla anlamsızdı. Öğretmenler Bahçesi yanındaki bu kanalın yapımıyla ilgili karar Anıtlar Kurulu'ndan da geçti. Açık yapıldı ve gayet güzel de oldu" diye konuştu.

     

    Vali Miroğlu restorasyonu ÖZ-BA İnşaat firması tarafından gerçekleştirilen ve projesi Aralık ayında dolan Tunca Köprüsü'nde iki kemer yapımında süren çalışmaları da inceledi. Yaklaşan kış mevsimi nedeniyle çalışmaların aralıksız sürdüğünü ve firmanın Tunca'daki çalışmayı Aralık ayına kadar yetiştirmelerini ümit ettiğini belirten Miroğlu, en azından iskelelerin sökülüp temizlenmesi gerektiğini ifade etti. Su gelmesi halinde restorasyon işinde ciddi problem olacağını kaydeden Miroğlu, köprünün yolla olanbağlantısının da yapılacağını belirterek şöyle konuştu:

     

    "Köprüyle yolun birleştiği alanda da yolun derinleştirilerek, Arnavut kaldırımlarında kullanılan taşlarla köprü bağlantısının güzelce yapılması lazım. Karşı tarafın da açılması gerekiyor. Suya karşı kanatlar yapılabilir, biraz masraf etmek lazım. Köprülerin başı açıldığında köprü tam görünüyor. Biz sadece köprünün onarımını yapıyoruz. Yolu belediye yapacak. Dolgu olduğu için köprü başları görünmüyor. Baştan hata yapılmış ve o hata şimdi devam ediyor. Normalde sahip çıkılsa böyle olmazdı. Nehirlerinkenarlarına seddeler yapılırken köprü kenarındaki yollarla birlikte köprü zemininin de yükseltildiği görülüyor. Görüldüğü gibi mahmuzlar bitiyor, kemerler bağlandı, hava müsaade ederse bitecek. İskeleler kaldırılacak. Su gelse taşacak, seddeyi zorlayacak. Sıkıntı var bir an önce bitirilmeli, telaşımız o. Restorasyon çalışmasında köprünün zemini temizlendi. Fakat şimdi yol köprüden daha yüksekte görünüyor. Biz köprüyle ilgili gereken bütün çalışmayı yapacağız. Fakat yolun Karayolları veya Edirne Belediyesitarafından yapılması gerekiyor. Tarihi yapıların da bu kadar yakınına konut ve restoran gibi yerlerin yapımına izin verilmemesi de gerekiyordu. En başında bu tür hatalar yapıldığından şimdi köprü kenarındaki yollarla ilgili sorun yaşıyoruz. Bilindiği gibi köprünün restorasyonu sırasında içme suyu boruları ve elektrik kabloları da köprüden yeraltına alınmıştı. "

    Yeni Şafak, 13.11.2007

    7 YIL ARADAN SONRA TARİH KAZILACAK

     

    Alanya Müze Müdürü Seher Türkmen, Kadıpaşa Mahallesi’nde 7 yıl aradan sonra 3’üncü derece arkeolojik çalışmaların 15 Kasım’da başlayacağını söyledi. Türkmen, Özel İdare’den alınan 20 bin YTL ödenek ile kazılara devam edileceğini ifade ederek, “2001 yılında Kadıpaşa Mahallesi’nde başlayan kazılar sırasında bulunan mozaik sonrasında, arkeolojik SİT alanı ilan edilen Kadıpaşa Mahallesi arkeolojik kazı alanındaki tüm uygulamalar Alanya Müze Müdürlüğü’nün denetiminde yapılıyor. Ayrıca Roma Dönemi’ne ait yerleşim yerinde ve çevresinde su künkleri, binalara su getirmekte kullanılan pişmiş kiremitten içme suyu şebekesiyle bazı yaban hayvanlarının motiflerinin bulunduğu yer mozaiklerine rastlanmıştı” diye konuştu.

    Türkmen, bölgenin liman kenti olması nedeniyle su altı buluntularının yoğun olarak çıktığını belirterek, özellikle Roma kalıntılarına sıkça rastlandığını kaydetti. Türkmen, Alman Arkeoloji Enstitüsi ile birlikte Gazipaşa Selinus Antik Kenti’nde başlayan kazıların 4’üncü yılında bitirildiğini ve yapılan kazı sonuçlarının bir kitapta toplanacağını ifade etti.

    Alanya’da 3’üncü derece SİT alanı olan Kadıpaşa Mahallesi Ali Haydar Sokak’ta, altyapı kazısı yapılmış ve kazı sırasında 1.5 metre derinlikte, Roma Dönemi’ne ait tarihi mozaik kalıntıları ortaya çıkmıştı. Bölge, 27 Nisan 2001 tarihinde Antalya Koruma Kurulu kararıyla SİT alanı ilan edilirken, bulunan mozaikin üstü kapatılmıştı. Olay tepkiyle karşılanırken, o dönemde gazeteler haberi “Tarihe Türk usülü koruma” başlığıyla kamuoyuna duyurmuştu.

    Selinus (Hacımusa) Çayı’nın denize döküldüğü yerde beşik tonozlu iki odalı hamama ait kalıntıları görmek mümkün. Deniz kenarındaki agoranın sütunları kaybolmuşsa da stylobat izleri görülebilir. Agoradan doğuya doğru gidildiğinde apsisli bir yapıya (kilise) rastlanır. Bu yapının eski bir mabet üzerine kurulmuş olması olasılığı büyüktür. Kilisenin doğusunda anıtsal bir yapı vardır. Kentin tek İslami yapısı olup giriş kapısının çevresi Selçuklu Dönemi motifleri ile süslüdür. Bu kalıntının bir köşke ait olduğu sanılmaktadır. Kentin nekropolündeki mezar yapıları arkasollü, beşik tonozlu, anıt mezarlar olup, Kilikya Bölgesi’nin ölü gömme adetlerini en güzel biçimde ortaya koymaktadır. Kente ait su kemerlerinin bir bölümü günümüze ulaşabilmiştir. Roma İmparatoru Traianus Part seferinden dönerken bu kentte ölmüş ve külleri Roma’ya götürülmüştür. Kalıntılar Roma, Bizans ve Ortaçağ Dönemine tarihlenmektedir. Bugüne kadar gelmiş olan yapılar, sokaklar, evler ve sarnıçlar kısmen Erken Osmanlı Dönemi’ne kadar uzanmaktadır.

    Akşam, Haber: Adem Tekin, 13.11.2007

    AYAVUKLA KİLİSESİ DE TURİZME KAZANDIRILACAK

     

    İzmir'in Basmane semtinde 1886 yılında Rum kilisesi olarak inşaa edilen ve 1927 yılında Atatürk'ün emriyle Arkeoloji Müzesi'ne dönüştürülen Ayavukla Kilisesi'nin yenilenmesi konusunda önemli bir gelişme sağlandı.





    Büyükşehir Belediyesi tarafından yürütülen çalışmada sona yaklaşıldı. Geçtiğimiz haftalarda toplanan İzmir 1 No'lu Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu; Ayavukla Kilisesi'nin yenilenmesiyle ilgili projesini onayladı. Büyükşehir Belediyesi tarafından kent yaşamına kazandırılması öngörülen tarihi yapı için önümüzde ay ihaleye çıkılacağı öğrenildi.

     

    Ortak çalışma Ayavukla Kilisesi'nin röleve ve restitüsyon projeleri, İzmir Yüksek Teknoloji Enstitüsü Mimarlık Fakültesi Restorasyon Ana Bilim Dalı ile Büyükşehir Belediyesi'nin ortaklaşa çalışması sonucu hazırlandı. Restorasyonun ardından çeşitli kültürel etkinliklere ev sahipliği yapacak olan tarihi kilise, aynı zamanda İzmir'e gelen turistler için de önemli bir uğrak yeri olacak.


    Tarihi kilisede meslek edindirme kursları, kültürel etkinlikler ve unutulmaya yüz tutmuş el sanatlarını yeniden canlandırmaya yönelik çalışmalar düzenlenecek. Ayrıca bilgisayar kurslarının da düzenleneceği tarihi mekanın bahçesinde bir de kafeterya oluşturulacak. Altınpark'taki Ayavukla'ya giden yol üzerindeki tarihi yapıların dış cepheleri de düzenlenecek. Yenileme çalışmalarının 2008 Mart'ında başlaması ve 2009 yılı ortalarında tamamlanması hedefleniyor.

    Yeni Asır, Haber: Ertan Gürcaner, 13.11.2007

    TARİHİ ESERLERİ SATMAK İSTEYENLERE SUÇÜSTÜ YAPILDI

     

    Kocaeli, Körfez İlçe Kalburcu Köyü İlimtepe mevkiinde oturan dört kişi, ellerindeki tarihi eserleri jandarmaya satmak isterken suçüstü yakalandı.


    Alıcı kılığına giren jandarma ekipleri, Kalburcu köyü ve İlimtepe’de oturan S.A., N.S., C.D. ve E.G. adlı şahıslarla ellerinde bulunan tarihi eser niteliğindeki kültür ve tabiat varlıklarını almak üzere anlaştı. Şahıslar ellerindeki mallarla geldikleri anlaşma yerinde jandarmaya yakayı ele verdiler.


    Sanıklarla birlikte bir adet altın yazmalı Kur’an-ı Kerim, 85 adet Roma, Bizans ve eski Yunan dönemine ait gümüş ve bronz sikke, 2 adet mermer stel parçası, 1 adet sini ve bir adet Osmanlı dönemine ait yüzük ele geçirildi. Şahısların yapılan detaylı aramasında da 1 adet dedektör, 1 adet 7.65 çaplı Baretta tabanca ile 7 adet tabanca mermisi ve bir adet şarjör ele geçirildi. Gözaltına alınan şahıslarla ilgili soruşturma sürüyor.

    Özgür Kocaeli, 13.11.2007

    NOEL BABA'DA ONARIM TAMAM

     

    Arkeolog Desinatör Rıdvan İşler, bu yılki çalışmaların iki buçuk ay sürdüğünü söyledi. Çalışmaların kilisenin güney şapelinde yürütüldüğünü belirten İşler, duvarda bir aziz resmi ile bir efsanenin anlatıldığı resimlerin ortaya çıktığını kaydetti. İşler, efsane hakkında uzman arkeologların yapacağı çalışma ile bilgi edinilebileceğini ifade etti. Kilisede 13. yüzyıldan kalma çok önemli resimler ortaya çıkarıldığını hatırlatan İşler, “On yıldır süren çalışmalarda, kilisede tarihi değeri çok yüksek resimler ortaya çıktı. Önemli olan bu resimleri yağmurdan, güneşten, nemden ve tozdan koruyacak tedbirleri almak. Bunları korumak gerekir. Çünkü, ülkemizin çok önemli bir zenginliği” dedi. Antalya İl Özel İdaresinde sağlanan ödenekle kilisede yapılacak çalışmalar için, Antalya İl Kültür ve Turizm Müdürü İbrahim Acar, Müdür Yardımcısı Kemal Aköz, Yatırımlar Şefi Uğur Samsunlu Demre’ye geldi. Ekip, Noel Baba Kilisesi’nde Demre Kaymakamı Murat Sefa Yüksel ve arkeolog Rıdvan İşler’le inceleme yaparak, çalışmalar hakkında bilgi aldılar.

    İncelemeler sonunda, kilisenin çatısının onarılması, taban mozaiklerinin üstüne yürüme platformu yapılması, yağmur suyunu tahliye eden motorların onarılması, tuvaletlerin iyileştirilmesi ve Karabucak Mahallesi ile Kaş yolu üzerindeki iki anıtın etrafının acil olarak temizlenmesine karar verildi. Demre Kaymakamı Murat Sefa Yüksel, Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın, acil olarak işlerin tamamlanmasını istediğini belirtti. Kiliseyle ilgili ödenek geldiğini belirten Yüksel, “kısa sürede acil sorunlar giderilecek. Uzun vadedeki sorunlar da Sayın Bakanın takibinde ve ilgisinde olacak” diye konuştu.

    Akşam Akdeniz, 13.11.2007

    PANCHO VILLA'NIN SİLAHLARI HARAÇ MEZAT SATILDI

     

    Meksikalı devrimci Pancho Villa'ya ait üç silah ABD'nin Fredericksburg kentinde düzenlenen açık artırmayla satıldı. Villa'nın Remington marka tabancası 18 bin dolara alıcı bulurken, devrimcinin Rio Grande'de bir çatışma sırasında düşürdüğü tüfek 7 bin 500 dolara satıldı. Villa'nın korumasına ait bir diğer tabancaysa 3 bin 450 dolara müşteri buldu.


    Bu ateşli silahların yanı sıra Pancho Villa'nın İspanyol malı kılıcı da açık artırmaya çıkarıldı. Kılıcın 7 bin 500 dolara satıldığı belirtildi. Bu silahlara verilen paranın düşüklüğü dikkat çekti. Aynı müzayedede "Calamity Jane"e ait bir tabanca da 11 bin dolara satıldı.

    Milliyet, 13.11.2007

    JOSEPHINE'İN SAATİNE 1.6 MİLYON YTL

     

    Napolyon'un  ayrıldığı eşi Josephine'e ait olan ve zamanın dokunarak anlaşılabildiği cep saati, açık artırmada 1.3 milyon dolara (yaklaşık 1.6 milyon YTL) satıldı. İsviçre'nin Cenevre kentindeki Christie's Müzayedeevi'nin düzenlediği açık artırmada satılan altın ve elmas işlemeli saati alan kişinin kimliği açıklanmadı. 18. yüzyılda İsviçreli saat yapımcısı Abraham Louis Breguet'nin yaptığı ve kendisinin icat ettiği bu sistemle, insanlar saatini cebinden çıkarmadan zamanı anlayabiliyor.
    Milliyet, 13.11.2007

    YÜZÜĞÜN HİKAYESİ

     

     

    Amatör bir dalgıcın bulduğu yüzük, hüzünlü bir aşk hikayesini ortaya çıkardı. 1. Dünya Savaşı'nın sonlarında İskoçya açıklarında İngiliz donanmasına ait "Opal" isimli gemi kar fırtınasında batmış, 187 kişilik mürettebat, Kuzey Denizi'nde hayatlarını kaybetmişti. Bölgede dalış yapan amatör dalgıç Peter Brady, gemi enkazında bir nikah yüzüğü buldu ve yüzüğün içindeki "Stanley From Flo, 1916" yazısını gördü.

    Kazada ölenler arasındaki Stanley'leri araştıran Brady, makine dairesinde çalışan ve öldüğünde parmağında eşiyle aşkının sembolü yüzük bulunan, Stanley adlı kişinin yeğeni Malcolm Cubiss'e ulaştı. Brady'den teslim aldığı yüzüğün tekrar aileye dönmesinin mucize olduğunu belirten Cubiss, "Gemi trajedisini biliyorum. Ailemizde sık sık amcamın ölümüne dair sohbetler yapılırdı. Aşkları dillere destandı. Amcam ve yengemin fotoğraf ve mücevherlerini deniz müzesine bağışladım" dedi.

    Sabah, 13.11.2007

    EVRİMDE KAYIP HALKAYI BU FOSİL TAMAMLAYABİLİR

     

    2005'te bulunan bir fosildeki çene kemiğinin, daha önce keşfedilmemiş bir maymun türüne ait olduğu anlaşıldı. Şempanze, goril ve insanın ortak atası olması muhtemel maymunun 11 dişinin de bulunduğu 10 milyon yıllık fosil, Kenya'nın Nakali bölgesinde bulundu. Araştırmalar, insanlar ve büyük maymunların ortak atadan geldiğini gösterirken, arkeologlar günümüzün maymunlarının atalarına ait fosil bulmakta zorlanıyordu. Fosili bulunan yeni maymun türünün, bu boşluğu doldurması ve insanla maymun arasındaki kayıp evrimsel halkayı oluşturması bekleniyor.


    Japon ve Etiyopyalı arkeologların bulduğu fosilin Miyosen döneme ait olduğu düşünülüyor. Bu döneme ait başka bir kemik fosili de 1982'de Kenya'da bulunmuştu. Araştırma raporunda, maymun ve insanın ortak atası olduğu düşünülen türe 'Chororapithecus abyssinicus' adı verildiği belirtildi.

    Radikal, 13.11.2007

    650 BİN DOLARLIK PICASSO ÇALINDI

     

    Meksika'nın başkenti Mexico'da bir evde bulunan 650 bin dolar değerindeki Picasso eskizinin çalındığı bildirildi. Kentin lüks bir semtindeki eve zorla giren hırsızın, Picasso'ya ait olduğu belirtilen ancak adı açıklanmayan eskizin bulunduğu metalik bir çantayı alarak kaçtığı kaydedildi. Hırsızın, eskizin yanı sıra 90 bin dolarlık nakit para ile lüks saatler koleksiyonunu da çaldığı duyuruldu.

    Sabah, 13.11.2007

    YAP-BOZ HEYKEL





    Çanakkale Mecidiye Tabyası'ndaki Seyit Onbaşı heykeli tam bir skandala dönüştü. İtirazlar üzerine, top mermisini kucakta taşıyan heykelin yerine sırtta mermi taşıyan bir heykel yapıldı. Buna da itiraz edilince, yeni heykel yapımına başlandı. Ancak o da mevzuata takıldı.


    İlk heykelin sahibi Hüseyin Anka Özkan'ın varisleri, heykelin eski yerine dikilmesini, dikilmediği takdirde dava açacaklarını söyledi. Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, "İyi niyetle çözeriz. İki heykeli de kullanmak mümkün. Orada arazi geniş" dedi.


    Topu kucağında taşıyan ilk Seyit Onbaşı heykeli, Anıtkabir'in girişindeki üçlü heykel gruplarını ve ünlü Aslanlı Yol'un aslanlarını yapan heykeltıraş Hüseyin Anka Özkan'a aitti. 4 yıl önce hayatını kaybeden Özkan'ın 1996'da yaptığı heykel 10 yıldır Mecidiye Tabyası'nda yer alıyordu. Mermiyi kucağında taşır şekliyle yer alan Seyit Onbaşı'nın heykeli, Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından yaptırılan yeni heykelle 1.5 yıl önce değiştirilmişti.

    Yerine heykeltıraş Eray Okkan'ın yaptığı 4 metre boyundaki Seyit Onbaşı'nın mermiyi sırtında taşıdığı yeni heykeli dikilmişti. Eski heykel de Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü'nün Ankara'daki bahçesine götürülmüştü.


    Özkan'ın varisleri Bakanlığa başvurarak heykelin eski yerine dikilmesini, aksi takdirde dava açacaklarını belirtti. Bakanlık Hukuk Müşavirliği, mirasçıların bakanlık aleyhine manevi tazminat davası açmalarının hukuken mümkün olduğunu bildirdi.






    Topu kucağında taşıyan ilk Seyit Onbaşı heykeli, Anıtkabir'in girişindeki üçlü heykel gruplarını ve ünlü Aslanlı Yol'un aslanlarını yapan heykeltıraş Özkan'a aitti. İtirazlar üzerine, heykeltıraş Eray Okkan'ın yaptığı 4 metre boyundaki Seyit Onbaşı'nın mermiyi sırtında taşıdığı yeni heykeli dikilmişti.

    Milliyet, Haber: Ömer Erbil, 13.11.2007

    ARKEOLOGLAR PSKOV’DA 10. YÜZYILA AİT BİR MEZAR BULDULAR

     

    Pskov’a bağlı kazı alanı Starovoznesensky’de Prenses Olga dönemine ait (10. yüzyıl) bir başka mezar odası daha bulundu.

     

    Pskov Arkeoloji Merkezi yöneticisi Elena Yakovleva’nın açıklamasına göre bu yeni bulunan mezar, daha önceki yıllarda kazılan diğer iki mezardan daha ufak değil. Her ne kadar buluntuların soylu bir insana ait olduğu belliyse de, Yakovleva’nın açıklamasına göre kalıntılar, bulunan iskeletin bir kadın mı, yoksa erkek mi olduğunun bile anlaşılamayacağı kadar kötü durumdalar. 2003 yılında bulunan ilk mezardaki İskandinav kadını 10. yüzyıla aitti ve mezar 4 m derinlikte idi. 2006 yılında keşfedilen ikinci mezarsa ilkine çok benziyordu.

    russia-ic.com, 08.11.2007

    KOCAELİ'NDE YAKALANAN TARİHİ ESER KAÇAKÇISININ AFYONKARAHİSAR'DAKİ EVİNDE ÇOK SAYIDA TARİHİ ESER ELE GEÇİRİLDİ

     

    Afyonkarahisar'da bir evde yapılan aramada çok sayıda tarihi eser ele geçirildi.

    Alınan bilgiye göre, Kocaeli Emniyet Müdürlüğü ekipleri tarafından tarihi eser kaçakçılığı suçundan gözaltına alınan Y.Ö.'nün, Afyonkarahisar Karşıyaka mahallesi 129. sokak üzerinde bulunan evine Afyonkarahisar Emniyet Müdürlüğü ekipleri operasyon düzenledi. Evde yapılan aramada, 66 adet çeşitli dönemlere ait sikke, 6 adet çeşitli dönemlere ait yüzük, Roma dönemine ait 9 adet değişik parçalar, bir 7.65 milimetre çapında 'Fransız onlusu' diye tabir edilen ruhsatsız tabanca, bir şarjör ve 10 adet dolu mermi ele geçirildi.

    haberler.com, 12.11.2007

    TARİHİ AHŞAP BİNA TAMAMEN KÜL OLDU

     

    Beyoğlu'nda içinde İstanbulluların uğrak mekanlarından bir restoranın da bulunduğu 5 katlı tarihi bina dün sabaha karşı çıkan yangında kullanılmaz hale geldi.

     

    İstiklal Caddesi'nde bulunan ahşap binanın çatı katında dün saat 06.00 sıralarında henüz belirlenemeyen bir nedenden çıkan yangın, rüzgarın da etkisiyle kısa sürede alt katlara sıçradı. Olay yerine çağırılan Beyoğlu itfaiye ekipleri yetersiz kalınca, Fatih, Şişli ve Balat ekiplerinden de yardım istendi. Binanın dış cephesinin PVC ile kaplı olması yangının hızla yayılmasına neden oldu. Yaklaşık 2.5 saatte söndürülen yangın sonunda bina kullanılmaz hale geldi.

    Sabah, Haber: Erdoğan Yapık, 12.11.2007

    TÜRBEDE DEFİNE ARAYANLARA SUÇÜSTÜ

     

    Eskişehir'in Seyitgazi İlçesi'nde, suç işlemek maksadıyla örgüt kurup, bir türbede kaçak kazı yaparak define aradıkları iddia edilen 8 kişi, jandarmanın düzenlediği operasyonda tünel kazarken suçüstü yakalandı.

     

    İl Jandarma Komutanlığı timleri, organize suç örgütünü ortaya çıkarmak için ilçeye bağlı Doğançayır beldesindeki Melikgazi Türbesi'nde operasyon düzenledi. SİT alanı içinde olan türbede izinsiz olarak kazı yapan ve 5 metre uzunluğunda tünel kazan E. A. (45), A. E. Ç. (39), M. M. (19), A. Ç. (19), M. O. (37), M. Y. (37), V. Ö. (54) ve A. Ç. (42), jandarma görevlileri tarafından suçüstü yakalandı. Türbede ve şüphelilerin evinde arama yapan ekipler, bir jeneratör, bir kürek, 20 metre kablo, tünel içinde 3 adet aydınlatma araç ve gereci, bir ruhsatsız dedektör, 8 adet uyarıcı hap, bir ruhsatsız tabanca, 2 av tüfeği ve bir bıçak ele geçirildi.

     

    Bu arada, şahıslara liderlik yaptığı ileri sürülen şüpheli H. A. 'nın (39) yakalanması için çalışmaların devam ettiği bildirildi. Olayla alakalı soruşturmaya devam ediliyor.

    Yeni Şafak, 12.11.2007

    LAODİKYA'NIN SEYİR DEFTERİ

     

    Denizli'nin Laodikya Antik Kenti'nde hummalı bir çalışma devam ediyor 6 aydan bu yana. Kazmalar vuruluyor, makaralar son derece önemli tarihi eserleri taşıyor. Kazıda çalışan işçiler yoruluyor ama tarihi eserleri gün ışığına çıkardıkları için bir o kadar da mutlular....

    Pamukkale Üniversitesi (PAÜ) Arkeoloji Bölümü öğretim üyesi Doç.Dr. Celal Şimşek başkanlığında sürdürülen kazı çalışmaları, 6. ayını doldurdu. Suriye Caddesi'ndeki bir yapı kompleksinde sürdürülen kazı çalışmalarında mermer, pişmiş toprak ve diğer metal eserler ortaya çıkarılırken, yeraltı tanrısı olarak bilinen Hades Serapis heykeline ait baş da bulundu.

     

    Laodikya Kazı Heyeti Başkanı Doç.Dr. Celal Şimşek, bulunan heykel başının bugün dünyada ender sayılabilecek bir kalitede yapılmış olduğunu belirterek, "MÖ 4. yüzyılda Biraksis tarafından yapılan heykelin MS 2. yüzyılda yapılmış çok güzel bir örneği" dedi.


    Serapis olarak adlandırılan yeraltı tanrısının ölümden sonraki sonsuz yaşamla ilgili tanrı olarak bilindiğini ifade eden Şimşek, "Bulduğumuz heykel başı, özellikle buradaki inanışlarla ilgili çok önemli bir baş. Antoniler dönemine tarihleyebileceğimiz çok kaliteli bir işçilik göze çarpıyor. Laodikya'da daha önce bir heykel okulunun varlığını, özellikle kentin zenginliğine ve çevre yerleşimlerine hizmet verdiğini açıklamıştık. İnsanlar burada öldükten sonra sonsuz yaşama inanıyorlardı. Serapis inancı doğu inancıdır. Buranın Hellenistik kurucuları Selankoslar'dır. Dolayısıyla doğu inancı ile Selankoslar arasındaki bağlantı ortaya çıkıyor" diye konuştu.


    Antik Laodikya Kenti'nde kazı çalışmalarını sürdürdüklerini söyleyen Şimşek, "Kazılarda ünlü Kridos Afroditesi'nin tıpatıp benzerini bulduk. Bu bizi çok sevindirdi" dedi. Kazılar ilerledikçe Denizli'deki sanayici ve girişimci ruhun kesinlikle Laodikya ile bağlantısının olduğunun ortaya çıktığını dile getiren Şimşek, "Çünkü Laodikyalılar antik dönemde refah olarak üst düzeydeydi. Antik kentteki yaşayışta, bu bölgede Colossae, Laodikya ve Hierapolis kentleri burada bir birlik kurmuşlar. Bugünkü Avrupa Topluluğu gibi bir birlik bu. Esası tamamen ticarete dayalı ve kaliteli ürünler üretmek ve antik dünya pazarına ihraç etmek. Avrupa Topluluğu'nun kaynağı ve ilk temelleri bu bölgede, Lycus Vadisi'nde atılmıştır" diye konuştu.

    Haber Ekspres, 12.11.2007

    PERU'DA 4 BİN YAŞINDA BİR TAPINAK BULUNDU





    Peru'da 4 bin yıl önce yapılmış bir tapınak ortaya çıkarıldı. Perulu arkeolog Walter Alva, kuzey kıyılarındaki Lambayepue Vadisi'nde yapılan kazı çalışmalarında ortaya çıkarılan tapınağa Ventarron adının verildiğini açıkladı.





    Ventarron'un Amerika kıtasında bulunan tapınakların en eskilerinden biri olduğu, yaklaşık olarak milattan 2 bin yıl önce yapıldığı tespit edildi.





    Arkeolog Alva, tapınak duvarlarının resimlerle dolu olduğunu, iç tarafı harabeye dönmüş tapınakta dua edilen alana çıkmak için yapılan bir merdiven bulunduğunu söyledi. Karbon testi, Alva tarafından 1980'lerde ortaya çıkarılan Sipan arkeolojik alanının yakınlarındaki Ventarron'un, Sipan'dan bile daha eski olduğunu gösterdi.

    Milliyet, 12.11.2007

    FATİH'İN GÜLLELERİ TARİHE IŞIK TUTACAK

     

    Boğaziçi Üniversitesi (BÜ) Arkeometri Araştırma Merkezi Müdürü Prof.Dr. Hadi Özbal, ''arkeolojik kazılarda çıkan en ufak malzemeden bile çok ayrıntılı bilgi elde edilebildiğini'' söyledi.

    Osmanlı Devleti'nin Kırklareli'nin Demirköy İlçesindeki top dökümhanesinde incelemelere başlayan Prof.Dr. Özbal, Demirköy top dökümhanesinin önemli bir kazı alanı olduğunu belirtti.

    Arkeolojik kazılarda çıkan en ufak ayrıntının dahi döneme ait önemli bilgilere ulaşılmasında kaynak olabileceğini vurgulayan Özbal, şunları söyledi: ''Arkeolojik kazılarda çıkan en ufak malzemeden bile çok ayrıntılı bilgi elde edilebiliyor. 'Kimyasalı, üretim teknolojisi, yaşının ne kadar olduğu, bu malzeme yerel mi yoksa ithal mi?' gibi sorulara cevap vermek için mutlaka bu malzemenin ayrıntılı analizi gerekiyor. Bizler de dökümhanede dökülen güllelerin tam olarak içindeki karışım maddelerini, hangi yıllarda döküldüğünü, o zamanki teknolojiyle bu kalıplama işinin nasıl gerçekleştirildiğini aldığımız numunelerle laboratuvar ortamında ispatlamaya çalışacağız.''

    Demirköy Doğayı, Kültürel Değerleri Koruma ve Tanıtma Derneği (DEKAT) Başkanı Ahmet Sırrı Tayan ise, ilçe merkezine 5 kilometre uzaklıkta bulunan tarihi dökümhanenin, Fatih Sultan Mehmet tarafından İstanbul'un alınışı sırasında kullanıldığının bilindiğini ifade ederek, şunları söyledi:

    ''Fatih Sultan Mehmet İstanbul'u fetih hazırlıklarını yaparken, demir madeninin bol olarak bulunduğu Demirköy'e de bir demir işleme dökümhanesi kurdurmuş. 15. yüzyıla ait bu sanayi yapısının bazı mimari kalıntıları halen ayaktadır. Demirköy Dökümhanesi, bir proje kapsamında ören yeri olarak restore edilecek.''

    BÜ Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü öğretim üyesi Prof.Dr. Günhan Danışman da Demirköy Dökümhanesi'ndeki kazıların, Bakanlar Kurulundan çıkacak karar sonucu, Kültür Bakanlığından alınacak ruhsatla Müze Kurtarma Kazıları Projesi kapsamında 2008 yılında geniş kapsamlı bir şekilde devam edeceğini belirtti.

    Edirne Internet Gazetesi, 12.11.2007

    'ÇALIKUŞU'NUN EVİNİ SAHİBİ RESTORE EDECEK

     

    Yazar Reşat Nuri Güntekin'in ünlü eseri "Çalıkuşu"nun bir bölümünün yazıldığı söylenen ve restore edilmek amacıyla kamulaştırılan evin kamulaştırma kararı iptal edildi.

     

    Çanakkale'nin "Hastane Bayırı" diye bilinen mahallesinde bulunan 2 katlı tarihi ev yeniden yaşam bulmayı beklerken, evin sahiplerinden Mehmet Okan Günalp, kamulaştırmaya itiraz ederek mahkemeye başvurdu. Ev sahibinin restorasyonu kendisinin yaptırmak istediği, mahkemenin de gerekçeyi yerinde görerek kamulaştırma kararını iptal ettiği öğrenildi. 19. yüzyıl sonu ve 20. yüzyıl başlarındaki mimari üslupla yapılan, valilik konutuna birkaç metre uzaktaki evin, Çanakkale Koruma Kurulu'nda onaylanan proje doğrultusunda aslına uygun olarak restore edilmesi gerekiyor.

    Milliyet, 12.11.2007

    ATATÜRK'ÜN EVİ ANI EVİ OLUYOR

     

    Ulu önder Atatürk’ün, 1937 yılında, Ege manevraları için özel beyaz vagonlu trenle geldiği İzmir’in Selçuk İlçesi’ne bağlı Çamlık Köyü’nde, konakladığı Devlet Demiryolları’na ait tarihi ev, Maliye Bakanlığı ile Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın birlikte yürütecekleri bir programla, bakımı yapılarak ’Atatürk Anı Evi’ne dönüştürülecek.

    Devlet Demiryolları, tarihi evi, Maliye Bakanlığı’na olan borçlarını ödeyebilmek için bir süre önce satışa çıkardı. 220 bin YTL karşılığında satışı yapılan evi Selçuk Kaymakamalığı’nın girişimleriyle, Maliye Bakanlığı aldı. Selçuk Kaymakamı Aziz İnci, iki katlı olan ve 600 metrekare kapalı alana sahip tarihi evin rölövesinin hazır olduğunu, restorasyonuna başlanacağını söyledi.

    Hürriyet Ege, Haber: Veysel Erol, 12.11.2007

    KAPALIÇARŞI '2010 AVRUPA KÜLTÜR BAŞKENTİ' İÇİN TADİLATA ALINACAK

     

    Kapalıçarşı Esnafları Derneği Yönetim Kurulu Başkanı Hasan Fırat, "İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti'' hazırlıkları çerçevesinde, çarşının çevresinin açılacağını ve bir kısmı boş olan bazı kaçak binaların yıkılacağını söyledi. Fırat, bazı tadilat çalışmalarına çarşı esnafının destek olduğunu belirtti.

     

    "İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti'' hazırlıkları kapsamında tadilat yapılan tarihi Kapalıçarşı'da, telefon ve elektrik kablolarının yer altına alınacağı ve çevresinde bulunan bazı kaçak binaların yıkılacağı bildirildi. Kapalıçarşı'daki tadilat çalışmalarına ilişkin bilgi veren Kapalıçarşı Esnafları Derneği Yönetim Kurulu Başkanı Hasan Fırat, "İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti'' hazırlıkları çerçevesinde çarşının çevre düzenlemesiyle ilgili olarak belediyenin bir çalışması bulunduğunu kaydetti. Bu çalışmada, çarşının çevresinin açılacağını ve bir kısmı boş olan bazı kaçak binaların yıkılacağını kaydeden Fırat, "Bunların bir kısmı kuyumcu atölyeleriydi. Ruhsatları iptal oldu. Çalışmıyorlar, enkazları yıkılacak. Çarşı eski kimliğine dönecek. Bir buçuk yıl içinde burayı temizleyecekler.'' dedi. Fırat, Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından üstlenilen röleve çalışmaları için de bir proje hazırlanacağını, 30-40 mühendisten oluşacak büyük bir ekibin yürüteceği bu çalışmanın yaklaşık 6 ay süreceğini bildirdi.

     

    İstanbul Su ve Kanalizasyon İdaresi'nin (İSKİ) de çarşının altyapısını sokak sokak elden geçirdiğine işaret eden Fırat, "28 cadde kaldı. Şu anda mevsim itibarıyla sezon uygun değil, bir müddet sonra tekrar başlayacağız. Kanalizasyonlar bir daha açılmasın diye İSKİ tarafından depreme de dayanıklı yapılıyor. Parasını ise esnaf karşılıyor. Altyapı çalışmaları, tarihi dokuya uygun yapılıyor. Bütün telefon ve elektrik kabloları da yer altına alınıyor.'' diye konuştu. Fırat, esnafın da maddi katkı sağladığı bu tadilat ve tamirat çalışmalarının tamamının, Kapalıçarşı'nın yapısı gereği 2010'a yetişmeyeceğini düşündüğünü söyledi. Çarşının dünyanın en büyük ve en eski çarşılarından biri olduğunu ifade eden Fırat, turizm sezonunda günde ortalama 400 bin kişinin burasını gezdiğini belirtti.

     

    Bu kadar geniş ve 550 yıllık tarihi bir mekanda, önümüzdeki yıldan itibaren festivaller düzenlemek istediklerini vurgulayan Hasan Fırat, ilgili kurumlarla konuya ilişkin görüşmelerinin sürdüğünü ifade ederek, ''Haziran ayı başında bir hafta sürecek 'Uluslararası Altın Fuarı'na ev sahipliği yapmak istiyoruz. 'Halıcılık Fuarı'na da ev sahipliği yapabiliriz.'' dedi. Fırat, özellikle yaz aylarında pazar günleri İstanbul'a gemiyle çok sayıda turist geldiğine işaret ederek, pazar günleri kapalı olan Kapalıçarşı'nın açık kalması için gerekli izinleri aldıklarını ve yılbaşından sonra bu konuya ciddi olarak eğileceklerini vurguladı.

    Zaman, 12.11.2007

    MEDİAN DÖNEMİNE AİT YÜZÜK

     

    İran’ın batısında, üzerinde Zoroastrianizmin sembolü olan Farvahar işlemesi bulunan Median Dönemi’ne tarihlenen ve ilk defa rastlanılan tarzda bir yüzük bulundu.

     

    Luristan olarak bilinen bu bölgede yapılan arkeolojik kazılarda bulunan malzeme, bahsedilen yüzük de dahil olmak üzere, çoğunlukla Bronz Çağı’na ait. Farvahar figürlü yüzük yaklaşık 2,5 cm çapında ve bronzdan yapılmış. Figürde güneşten çıkan, uzun sakallı adamın kıyafeti ve şapkası Mede tarzı.

     

    Aynı kazıda, bu yüzüğün yanısıra bronz bilezikler, başka yüzükler, kamalar ve ok uçları da bulundu. Bugünkü İran’ın kuzeybatısında yaşayan Medeler yüzyıllar boyu aynı bölgede barındıktan sonra MÖ 7. yüzyılda krallıklarını kurdular.

    presstv.ir, 10.11.2007

    TARİHİ ESER OPERASYONU

     

    Kocaeli Emniyet Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Şubesi ekipleri, D-100 karayolu Uzunçiftlik Beşevler kavşağında düzenlenen operasyonda tarihi eserler ele geçirirken, 2 kişi de yakalanarak göz altına alındı.


    Bir otomobili takibe alan Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Şubesi Mali Büro ekipleri, otomobili Beşevler’de durdurdu. Yapılan aramada Roma dönemine ait 2 adet heykelcik, 5 adet sikke ve bir adet metal gerdanlık bulundu. Sanıklar sorgularından sonra adliyeye sevk edilecek.

    Özgür Kocaeli, 11.11.2007

    YÜZYILLIK TEKİRDAĞ VALİLİĞİ BİNASI BAŞTAN SONA YENİLENDİ

     

    Tekirdağ Valiliği'nin tarihi binası yeniden restore edildi. Bayındırlık ve İskan Müdürlüğü'nün projelendirmesiyle yeniden boyanan ve ışıklandırılan bina orijinaline uygun görünüme kavuştu.

     

     

    Taş ve ahşap işçiliğinin estetik yapısını sergileyen binanın solmuş pembe boyası yenilendi. Binanın gündüz olduğu gibi gece de göz zevkine hitap etmesi için tarihi yapı içinde ve dışında profesyonel ışıklandırmaya gidildi. Özel spot ışıklarla binanın tarihi dokusunun ön plana çıkması hedeflendi. Giriş ve ara merdivenlerin eskiyen taşları mermerlerle değiştirildi. Tekirdağ'ın tarihi yapıları arasında önemli bir yere sahip binanın yapımına 1906 yılında başlanıp 1912 yılında bitirilmiş. Cumhuriyet'in ilk yıllarında çeşitli amaçlar için kullanılan bina bir süre adliye ve cezaevi olarak da hizmet vermiş. Osmanlı Devleti'nin son dönemine ait taş ve ahşap işçiliğini yansıtan bina Tekirdağ'ın az sayıda tarihi yapısı arasında yer alıyor.

    Zaman, Haber: Ferhat Akgün, 11.11.2007

    TARİHİ TAŞKÖPRÜ EVLERİ TURİZME KAZANDIRILIYOR

     

    Kastamonu'nun Taşköprü İlçe belediyesi, ilçedeki tarihi evlerin turizme kazandırılması için çalışma başlattı.

     

    Taşköprü Belediye Başkanı Mustafa Günay, 3 bin yıllık tarihe sahip Pompeiopolis Antik Kenti'nin gün ışığına çıkarılması için başlatılan kazı çalışmalarının ardından ilçenin turist akınına uğradığını aktardı. Başkan Günay, yerli ve yabancı turistlerin daha rahat konaklaması amacıyla tarihi konakları restore ettirerek, pansiyon ve otele çevireceklerini söyledi. Tarihi bir konağı satın alarak geçen yıl restorasyon çalışmasına başladıklarını hatırlatan Günay, buradaki çalışmaların tamamlanmak üzere olduğunu; birkaç hafta içinde hizmete açılacağını kaydetti. İlçede 132 tescilli tarihi bina ve konak bulunduğunu belirten Taşköprü Belediye Başkanı Günay, zengin bir görünüme sahip Taşköprü evlerinin, Safranbolu ve Beypazarı evleriyle benzer özellikler taşıdığını söyledi. Bu proje ile ilçenin önemli bir turizm merkezi olacağını vurgulayan Günay, "Bundan sonra ilçemize gelen turistler daha fazla zaman geçirerek, ekonomiye daha fazla katkı sağlayacaklar" dedi.

    Zaman, 11.11.2007

    DEĞERİ BİR MİLYON STERLİN

     

    Çin'in Ming Hanedanı Yongle döneminden kalma porselen seramik termos ve matara, İngiliz Christie's müzayedeevinin Çin seramik eserleri sanatı açık artırmasında 1 milyon sterline satıldı. Büyük ilgi gören sanat eserlerinin satışının ardından yeni sahiplerine verildi.

    Bursa Hakimiyet, 11.11.2007

    ASHMOLEAN MÜZESİ İSLAM VE DOĞU SANATI İÇİN WEB SAYFASI HAZIRLIYOR





    Yousef Jameel tarafından müzeye yapılan ve tutarı açıklanmayan bir bağış, Ashmolean Müzesi İslam ve Doğu Sanatı’nın internet sayfasından tanıtımı için kullanılacak. Böylece müzenin büyük koleksiyonunun daha geniş bir izleyici kitlesine ulaştırılması amaçlanıyor. Aynı kapsamda, Oxford Üniversitesi ile bağlantılı olarak, bu konularla ilgili bir merkez kurulması ve burs verilmesi de projeler arasında.





    Internet bağlantısının müzenin yeniden düzenleneceği 2009 yılına yetiştirilmesi planlanıyor. Ashmolean’ın Doğu Sanatı yetkilisi ve İslam seramikleri uzmanı Dr Oliver Watson “Müzenin dijitalleştirme ve web yayınları ilk aşamada tümü ile İslam eserlerine yönelik olacak. Ama, İslam eserlerinin, Hindistan’dan Japonya’ya kadar tüm Asya sanatsal geleneğinin bir parçası olduğunu da vurgulamak, benzerlik ve farkları ortaya koymak için bu çalışma tüm Asya sanat eserlerini kapsayacak” dedi.





    Ashmolean Müzesi, Orta Asya’dan gelen Ikat boyalı elbiselerden, İslami Dönem Mısır’a ait 1.000 civarı işlemeli kumaşa, 8. yüzyıldan 19. yüzyıla uzanan İslam seramiklerinden, Gujerat’tan 1.200 kumaşa kadar birçok esere ev sahipliği yapıyor.

    24hourmuseum.org.uk, 08.11.2007

    HANLARIN DİYARI DİYAR-I BEKİR

     

    Diyarbakır'da kültürel tarihi dokuların korunması ve çevre düzenlemeleri kapsamında sürdürülen projelerin sayısı giderek artıyor. Diyarbakır'da kültürel ve tarihi açıdan önemli yer tutan hanlar da, yapılan bir dizi çalışma ile halka açılmaya başlandı. Bunlardan birisi olan Hasan Paşa Hanı'na ise halk ilgi göstermeye başladı.

     

    Osmanlı döneminden günümüze kalan handa; yemek ve içecek türü servislerin yanı sıra, sahip olduğu 88 odası ile de çeşitli takı, el sanatları, kilim ve geleneksel otantik eşyaların satıldığı dükkanlar yer alıyor. Dükkan olarak işletilen odalar belli bir bedel karşılığında kiraya verilerken, yemek ve içecek servislerinin yapıldığı bölümü Kadın Merkezi (KAMER) üstlenmiş. Herkesin rahatlıkla gidip çay içebileceği, dinlenebileceği tarihi mekan yoğun ilgi görüyor. Diyarbakır Ulu Cami'nin doğu girişinin karşısında, Gazi Caddesi'nin üzerinde olan Hasan Paşa Hanı, kitabelerden edinilen bilgiye göre Diyarbakır'ın Osmanlılar tarafından alınmasından sonra üçüncü vali olan Sokollu Mehmet Paşa'nın oğlu Vezirzade Hasan Paşa tarafından 1572-1575 yılları arasında yaptırıldı. 1612 yılında Diyarbakır'a gelen ve şehri gezen Polonyalı Simeon, seyahatnamesinde han için şunları yazmaktadır; "Şehri indikten sonra Hasan Paşa Han'ına indim. Muazzam kargir bir bina olan hanın 500 beygiri barındırabilen yer altında iki büyük ahırı, çok güzel bir havuzu. Üç kat üzerinde birçok kargir odaları vardır." Evliya Çelebi de bu yapıdan söz etmiş ve şu ifadeleri kullanmıştır; "Kale misali Hasan Paşa Hanı gayet metin ve müstahkemdir."

    Tarihi Hasan Paşa Hanı'nın en çok dikkat çeken yerlerinin başında batı cephesi geliyor. Üzerinde kare bir çerçeve içerisine alınmış olan kufi yazılı batı kapısı dışarıya taşkınlık yapmamakta içeriye dönük bir eyvana benziyor. Basık kemerli bir kapıdan geçildikten sonra beşik tonozlu bir kısma oradan da avluya çıkılıyor. Avlunun ortasında altı sütunlu, bezemesiz bir şadırvan var. Buradaki alt kat odaları, sivri kemerlerle avluya açılıyor. İki renkli taş sıralarının yatay olarak cephelerde kullanılması yapıyı olduğundan da uzun gösteriyor. Han'da dikkat çeken diğer bir yanı da iki katın revaklarında yer alan sütunların birbiri üzerine oturmasına karşılık, ikinci katta avluya doğru taşan taş konsolların yer alması. Hasan Paşa Hanı günümüzde çeşitli amaçlarla kullanıldığından özelliğini kısmen olsa yitirmiş. Diyarbakır'da hala restore edilmeyi bekleyen çok sayıda han var. Bunların başında Deliller Hanı, Hasan Paşa Hanı, Çifte Han ve Yeni Han geliyor. Diyarbakır'ın İpek Yolu üzerinde bulunmasından ötürü belirli güzergahlar üzerinde han ve kervansaraylar yapıldığı biliniyor. Diyarbakır'da günümüze ulaşan bu tür yapılar Osmanlı döneminde yapılmış.

     

    Hüsrev Paşa Hanı
    Mardin Kapı yakınlarında bulunan Deliller Hanı'nı, Hüsrev Paşa 1527 yılında yaptırmıştır. Hanın karşısındaki geniş alana da "Hacılar Harabesi" ismi verilmiştir. Deliller Hanı'nın önündeki caddeye bakan kısımlarında ahır bölümü yer almaktadır. Doğu-batı yönünde uzanan kemerlerin aralarındaki revaklar, boydan boya beşik tonozlarla örtülmüştür. Günümüzde Deliller Hanı Kervansaray Oteli olarak kullanılmaktadır.

    Çifte Han
    Hasan Paşa Hanı'nın güneyinde, Mardin Kapısı'na giden yolun sağındaki sokağın içerisindedir. Bu hanın ne zaman yapıldığı, kimin tarafından yaptırıldığı ve mimarı belli değildir. Ancak, mimari yapısından 16. yüzyılda yapıldığı sanılmaktadır. Han ilk yapımında çifte han olarak düşünülmüşse de sonradan önünden geçen yoldan ötürü ikinci bölümü yıktırılmıştır. Doğu ve batı doğrultusunda uzanan han siyah beyaz taştan yapılmıştır. Hanın doğu cephesi düz duvar halinde olup, güney cephesi de etrafındaki yapılarla kapatılmıştır.

    Evrensel, 11.11.2007

    KUTSAL TOPRAKLARDA ADIM ADIM

     

    Hz. İbrahim'in 4000 yıl önce Harran'dan El Halil'e yürüdüğü 1200 kilometrelik yol, 'İbrahim Yolu' adıyla yeniden dünyaya tanıtılıyor. Yolun Türkiye sınırları içerisindeki 15 kilometrelik kısmında tanık olduklarımız, Harran'ın yalnızca tarihin değil, pek çok insani değerin de serpilip geliştiği bir yer olduğunu gösteriyor.

     

    Buğdaytepe'de su almak için girdiğim bakkalı bekleyen İbrahim Amca'nın, "Olsun, bir daha geldiğinizde verirsiniz," demesinin nedeni, cüzdanımı 15 saniye kadar çantamın içinde aramamdı. Çantada para aramak, buralarda ya paranızın çok az ya da hiç olmadığı anlamına geliyor. Yolun henüz başlarındaydım ama buralara bir daha geleceğimden emindim. Medeniyetlerin doğum yeri Şanlıurfa ve Harran Ovası çevresinde yaşayanlar, 'inceliğin ve nezaketin' gerektirdiği her şeyi de üzerlerinde taşıyorlar. İklime sabreden, unutulmaya sabreden, zamana sabreden ve daha pek çok duruma sabreden halk, 'Peygamberler Şehri' diye anılmanın hakkını da böylelikle veriyor.

    Yerli ve yabancı basından 100'e yakın gazeteciyi bu yürüyüşe getiren neden ise, Hazreti İbrahim'in kutsal yolculuğuna buradan başlamış olmasıydı. Şanlıurfa'nın Hazreti İbrahim'le ilgisi ise Eski Ahit'ten geliyor. Hz. İbrahim'in çivi yazılı tabletlerde adı 'yola çıkmak' anlamındaki Harranu olarak geçen bu topraklarda doğduğuna inanılıyor. Bu nedenle bugün hala birçok Yahudi, Urfa'ya geliyor ve burada ibadet ediyor. Yalnız İbrahim için değil, Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan'dan Emevi Halifesi İkinci Mervan'a kadar pek çok dini ve siyasi lider, kendini güvende hissetmek için buraya sığınmış. Antik kaynaklarda Harran için 'Yakındoğu'nun kadim kenti' denmesi de, ona sığınanları koruyup kollaması yüzünden... İnanışa göre, Hz. İbrahim'in bundan 4000 yıl önce, Harran'dan El Halil'e yürüdü. Türkiye'nin Güneydoğusu'ndan Ortadoğu'ya yaptığı bu 1200 kimometrelik yolculuğun nedeni, Tanrı'nın bu yolculuğu ona fısıldamış olmasıydı. 'Sesi' dinlemişti ve Tanrı ona, "Git," demişti. İbrahim de iyi bir evlat gibi, onun sözünü dinledi ve Harran'daki Parapara'dan yürümeye başladı. Bugün hala, bazı inanışlara göre dünya üzerinde 3 milyardan fazla insanın onun soyundan geldiği düşünülüyor. Harran'dan başlayıp, Suriye, Ürdün, Lübnan, İsrail ve Filistin'e uzanan bu kutsal yolun bu ülkelerdeki duraklarını birleştirip tek bir yol haline getirmekse şimdilik bir hayal. Bugünkü siyasi koşullar Ortadoğu'da böyle bir ortak yapıya izin vermiyor. Harvard Üniversitesi'nden Hukuk Profesörü ve Müzakere Uzmanı William Ury, daha önce Kuzey İrlanda'da IRA (İrlanda Cumhuriyet Ordusu) ile müzakerelerde bulunarak onlara silahlarını bırakmaları konusunda "Evet," dedirtmiş. Benzer bir müzakerenin İbrahim Yolu için gerçekleşip gerçekleşmeyeceğini sorduğumuzda ise, "Zaman alacaktır, büyük zaman," diyor.

    Yaklaşık 15 kilometrelik yol boyunca, güneşte kalmaktan yüzleri erkenden yaşlanmış çocukların yoksulluğuna, kadınların doktorsuzluğuna, yaşlıların yalnızlığına tanık oluyorsunuz. Ama belki de en çok da erkeklerin, bütün bunları çözemedikleri için yüzlerine yerleşmiş durgun ifadeye... İbrahim Yolu, neredeyse her üç kişiden birinin adının İbrahim olduğu Şanlıurfa'da birkaç kişinin hayatını değiştirirse bile, bir amaca hizmet etmiş olacak. Aksi takdirde, bu coğrafyada yaşayanlar, o yolu yokluktan ötürü her gün katetmeye devam edecekler.






    Parapara'dan başlayan yürüyüş güzergahı için en uygun mevsim, ilkbahar ve sonbahar ayları. Yanınıza yiyecek, su ve ince giysilerinizi koyabileceğiniz hafif bir çanta almanız yeterli. Yol üzerindeki köylerde, bakkal ya da market gibi bazı ihtiyaçlarınızı giderebileceğiniz yerlerin sayısı çok az. Yolun büyük kısmı toprak olduğundan, yürüyüş için seçilen ayakkabının da buna elverişli olmasında yarar var. Gerçi bizim İbrahim Yolu yürüyüşümüzde kösele ayakkabılı ya da topuklu ayakkabılı katılımcılar da vardı.... Buralara kadar gelmişken bu yolu yürümeden dönmektense, ayakkabıları gözden çıkarıp bu yolu yürümek farklı bir deneyim olabilir. Yol boyunca mısır tarlaları, pamuk tarlaları, sebze bahçeleri size eşlik ediyor. Mevsiminde giderseniz öğlen yemeğinde taze sebze yeme imkanı bulabilirsiniz. Eğer köylerden birine yakın bir yerdeyseniz, köylüler de sizin bu mütevazı sofranızı kendi sofrasıyla birleştirmek isteyecek, kendi evinde olmasa bile komşusundan alacağı yoğurt, peynir ve çuvalından çıkan ekmekle misafirinin ikramsız yola koyulmasına gönlü razı gelmeyecektir. Bir süredir 'İbrahim Yolu Girişimi' üzerinde çalışan Harvard Ünivesitesi hukuk profesörü William Ury ve ekibi, İbrahim Yolu'nu yeniden açmak için 2006'da girişimlere başladı. Şanlıurfalılar'ın projenin içeriğine duyduğu heyecanı sezmek güç değil. Çünkü onlar bu yol ile Hz. İbrahim'in Urfa'da doğduğunu da kanıtlamış olacaklar. 'İbrahim Yolu Girişimi' adı verilen projeye, hem Türkiye'de hem de yolun geçtiği diğer ülkelerde turizm faaliyetlerini artırmak ve buralarda sürdürülebilir bir ekonomik faaliyet yaratmak amacıyla başlanmış. Bu nedenle de küçük ve dikkatli adımlar atan Harvard Üniversitesi yetkilileriyle proje destekçilerinden Dedeman Holding, böylelikle yerel halkın da kalkınacağını söylüyor.

    Sabah Pazar, 11.11.2007

    DA VINCI'NİN YENİ ŞİFRESİ

     

    Da Vinci Şifresi kitabıyla gündeme gelen, ünlü ressam Leonardo Da Vinci'nin "Son Yemek" tablosunun bir gizemi daha ortaya çıktı

    ABD'li yazar Dan Brown'ın Da Vinci Şifresi kitabıyla gündeme gelen, ünlü İtalyan ressam Leonardo Da Vinci'nin "Son Yemek" tablosunun bir gizemi daha ortaya çıktı. Duvar resmini kızıl ötesi kameralarla 4 yıldan bu yana inceleyen İtalyan müzisyen Giovanni Pala, eserde gizlenmiş bir beste buldu. 40 saniyelik bestenin ölünün ruhu için okunan ilahilere benzediği belirtildi.

    Vatan, 11.11.2007

    BAKAN'DAN AÇIKLAMA

     

    Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, Topkapı Sarayı'nda Milliyet'e verdiği özel röportajda çarpıcı açıklamalarda bulundu.

     

    Bakan Günay, müzelerin güvenliği ile ilgili olarak "Bazı tarihi eser kayıplar ve değiştirimleri, müzelerdeki denetimler sırasında ortaya çıkıyor. Böylece sürekli bir denetim ihtiyacı olduğu anlaşılmış oldu. Bizden önce başlayan bu çalışma şimdi de aynı hızla sürdürülüyor. Çok ciddi eleman sıkıntımız var. Üzüntüyle gördüm ki Kültür ve Turizm Bakanlığı ikinci konumda kalmış.
    Ülkemizde kamuda çalışanların ücretleri genelde yüksek değil. Bazı bakanlıklarda bir takım uygulamalarla ek destekler sağlanmış. Bu bizim bakanlığımızda ne yazık ki uygulanmamış. Devletin genel politikası içinde eşit işe eşit ücret anlayışı ile çözümlenme yapılacak." dedi.

     

    Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay özel müzesi olan koleksiyonerlere müjde verdi. Yeni yasa hazırlığına göre, arkeolojik eser bulundurmaları yasak olan koleksiyonerlerden özel müzesi olanlar sergilemek şartıyla artık eser bulundurabilecek. Günay, bu düzenlemenin hangi aşamada olduğu sorusunu şöyle yanıtladı:


    "Belli tarihe kadar olanlar eserlerin koleksiyonerlerde kalmasına yönelik bir çalışma yapılmış ama Meclis'e sunulmadı. Koleksiyonerler 'Bunları biz almazsak kaçakçılık oluyor' diye farklı bir açıdan bakıyor. Danıştay kararı bize dar bir alan bırakıyor. Bu karar doğrultusunda koleksiyonerlerle aynı çerçeveden bakamıyoruz. Ancak koleksiyonerlere değil de 'özel müze sahiplerine bunları sergileme imkanı sunabilir miyiz', bunun üzerine çalışıyoruz."

    Milliyet, Haber: Ömer Erbil (Kısaltarak), 11.11.2007


    İBB'DEN BİR "SOSYAL SORUMLULUK PROJESİ" DAHA:

    SARAYDAN TARİH KAÇIRMA!

    TARİHİNİ GÖMEN ÜLKE





    Bizans'ın en eski sarayı sayılan Sultanahmet'teki Büyük Saray'ın (Palatium Magnum) son kalıntılarının üzerinde yer alan tarihi yapı, İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin (İBB) sosyal tesis projesi kapsamında deniz manzaralı restoran oluyor. Tesisin inşaatını, Tokyo Camii'nin mimarı Muharrem Hilmi Şenalp'in şirketi Hassa Mimarlık yürütüyor. Şenalp, Büyükşehir Belediyesi'nin şirketlerinden İSBAK'ta da yönetim kurulu üyesi.


    Sultanahmet Camii'nin güneydoğu ucunda bulunan ve Tarım Bakanlığı'nın eski misafirhanesi olan yaklaşık 7 bin metrekarelik arazi, geçen yıl İstanbul Büyükşehir Belediyesi'ne devredildi. İstanbul Boğazı'nın Marmara Denizi girişini kuşbakışı görebilen bir mevkide bulunan arazi, Büyük Saray Mozaikleri Müzesi'nin hemen karşısında yer alıyor. Arazinin yol tarafındaki yüksek sur duvarları içerideki çalışmanın izlenmesini engelliyor.

    İBB yetkilileri, arazinin geçen yıl 21 Ağustos'ta kendilerine devredildiğini ve devredilme amacına uygun biçimde sosyal tesis olarak yeniden düzenlendiğini söyledi. Arazi içinde bulunan betonarme binanın bakım işleminin yapıldığını, tarihi yapıyla ilgili bir işlem yapılmadığını söyleyen yetkililer, "Eski, derme çatma bir müştemilat da kaldırıldı" dedi.






    Milliyet'in gökyüzünden çektiği fotoğraflar ise çalışmanın boyutunun belediye yetkililerinin söylediğinden farklı olduğunu ortaya koydu. Restoran olarak yeniden düzenlenen binanın, eski fotoğraflarda tarihi bir kalıntı olduğu dikkat çekiyor. Belediyenin araziyi devraldıktan sonra binanın şeklini tamamen değiştirdiği, tarihi duvarların çimentoyla sıvanarak kapatıldığı, farklı kapı ve pencerelerin açıldığı görülüyor. Ayrıca, binanın üzerine demir direkler yerleştirilerek, bir kısmı kapalı ve balkon çıkmaları da olan yeni bir teras kat eklenmiş durumda.

    Belediyenin yeni restoranı, Büyük Saray'ın son kalıntıların bulunduğu bölgeye yapılıyor. Restorana giriş için yol tarafındaki surlara yeni kapı açıldığı ve tahtalarla kapatıldığı görülüyor. Belediye yetkilileri konuya ilişkin şu açıklamayı yaptı: "Tarihi yapı kalıntılarıyla ilgili bir proje hazırlanıyor, anıtlar kuruluna sunulmak üzere. Bunlara kültürel bir fonksiyon verilecek. Bu kalıntıların ne olduğuna ilişkin bir bilgi elimizde yok. Betonarme binanın ise ruhsatı var. Tarım Bakanlığı'ndan devir aldığımızda orası mezbelelik durumdaydı."






    Çeşitli kaynaklarda Palation (Saray), Hieron Palation (Kutsal Saray), Basileos Oikia (İmparator Evi), Hippodromou Palation (Hippodrom Sarayı), Palaion Platation (Eski Saray), Palatium Magnum (Büyük Saray) adlarıyla geçen ve İmparator I. Konstantinus (307-337) tarafından yaptırılan saray, daha sonra yapılan ilavelerle genişletildi. Yaklaşık 100 bin metrekarelik bir alana yayılan sarayın Marmara Denizi yamaçlarındaki teras kalıntıları üzerindeki yer artık restoran olacak. Söz konusu arazinin, bir dönem At Müzesi olacağı belirtilmişti.






    Daha önce Büyük Saray ile ilgili yapılan kazılardan çıkarılanlar, restoran olacak arazinin karşısında bulunan Büyük Saray Mozaikleri Müzesi'nde sergileniyor.

    Belediye yetkilileri, bölgede tarihi yapıyla ilgili bir işlem yapılmadığını öne sürdü. Ancak Milliyet'in gökyüzünden çektiği fotoğraflar, tarihi duvarların çimentoyla sıvanarak kapatıldığını, farklı kapı ve pencerelerin açıldığını ortaya koydu.

    Milliyet, Haber: Mehmet Demirkaya, Fotoğraflar: Murat Öztürk, 11.11.2007

     

    *****


    TARİHİ ALANDAKİ İNŞAAT KAÇAK ÇIKTI

     

    Milliyet'in "Tarihini gömen ülke" manşetiyle duyurduğu Sultanahmet'teki Büyük Saray kalıntıları üzerinde yapılan inşaat çalışmalarının kaçak olduğunun, yaklaşık 20 gün önce İstanbul Arkeoloji Müzesi uzmanları tarafından tespit edildiği anlaşıldı. Uzmanlar, konuyla ilgili bir rapor hazırlayıp, Koruma Kurulu, İstanbul Büyükşehir Belediyesi, Eminönü Belediye Başkanlığı ve Tarihi Çevreyi Koruma Müdürlüğü'ne ihbarda bulundu.


    İstanbul Arkeoloji Müzesi'ne Büyük Bizans Sarayı kalıntılarının bulunduğu yerde kaçak kazı yapıldığı telefonla ihbar edildi. 22 Ekim 2007'de Arkeoloji Müzesi uzmanları ihbarın yapıldığı araziye gitti. Uzmanlar, 23 Ekim tarihli raporlarında gördüklerini şöyle anlattı: "Eminönü Sultanahmet Mahallesi Serin Sokak'ta bulunan Tarım İl Müdürlüğü'nün bulunduğu araziye gidilmiştir. Yerinde yapılan incelemede oldukça geniş bir parsel içinde Bizans ve Osmanlı mimari kalıntıları ve yığma tuğla betondan yapılmış eski binalar bulunduğu görülmüş olup alanın Büyük Saray yapısının devamı niteliğinde olduğu bilinmektedir.


    Parsel zemini denize eğimlidir ve kot farkı vardır. Parselin deniz tarafında hali hazırda sürmekte olan üç katlı inşaat faaliyeti bulunmaktadır. Parselde kısmi kazı yapıldığı, parsel içinde bulunan kazı toprağından anlaşılmıştır. İnşaat Büyükşehir Belediyesi tarafından Hassa İnşaat Mühendislik şirketine verildiği öğrenilmiştir. İnşaatta bulunan yetkiliye gerekli inşaat ruhsatı ve Koruma Kurulu kararı sorulduğunda kendisinde mevcut olmadığı söylenmiştir."

    Uzmanların raporu 26 Ekim'de üst yazıyla 4. No'lu Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'na, İstanbul Büyükşehir Belediyesi'ne, Eminönü Belediye Başkanlığı'na ve Tarihi Çevreyi Koruma Müdürlüğü'ne gönderdi. Yazıda, Koruma Kurulu'nun vereceği karar doğrultusunda işlem yapılabileceği belirtildi.
     

    İstanbul ve Bizans tarihi üzerine uzman sanat tarihçi Prof.Dr. Semavi Eyice de şunları kaydetti: "Yıllar önce Tarım İl Müdürlüğü misafirhanesinin bulunduğu yere gitmiştim. O bina Osmanlı döneminde aygır deposu olarak kullanılmış. Daha sonra misafirhane yapmışlar. Ancak o binanın altı çok önemli. Almanlar 1917'de orada arkeoloji çalışmaları yapmış. Bunları 1930'lu yıllarda yayınladılar. Altında Bizans Saray Kilisesi olduğunu ileri sürdüler. Daha sonra bizde de orayla ilgili yayınlar yapıldı. Hatta bir tanesinde orada Sokullu Mehmet Paşa'nın konağı olduğu ileri sürüldü. Orası kot farkından dolayı set şeklindedir. Üst tarafında da bir tekke vardı, yıkıldı."

    Arkeoloji Müzesi uzmanları şöyle dedi: "Büyüksaray'ın uzantısı orada. Mozaik Müzesi ve Hipodrom hemen yanında. Burada yapılacak her türlü kazıdan müzenin haberi olması gerekir. O bölümde imparatorun yeraltı geçitleri ile hipodroma gittiği söylenir. Yani yeraltı dehlizlerinin olduğu söylenir. Burası tarihin göbeği. Koruma Kurulu kararı olmadan hiçbir şey yapılmamalı."


    Milliyet'te "Tarihini gömen ülke" manşetiyle günverilen haberde, Bizans Sarayı kalıntıları üzerinde İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin sosyal tesis projesi kapsamında restoran yaptırdığı anlatılıyordu. Haber üzerine Belediye'den dün şu açıklama yapıldı: "Habere konu olan yapı, geçmişte betonarme olarak inşa edilmiş olup bir tarihi özellik taşımamaktadır. Binanın üzerine teras katı eklendiği, tarihi yapının çimentoyla kaplandığı ve surlara yeni kapı açıldığı yönündeki bilgiler de doğru değildir."

    Milliyet, Haber: Ömer Erbil, 13.11.2007



    *****


    İBB: 'TARİHİNİ GÖMEN ÜLKE' HABERİNE KONU OLAN YAPI TARİHİ ÖZELLİK TAŞIMIYOR

     

    İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB), bir gazetede "Tarihini gömen ülke" başlığı ile yer alan habere konu olan yapının, geçmişte betonarme olarak inşa edildiğini ve herhangi bir tarihi özellik taşımadığını açıkaldı.

    İBB'den yapılan yazılı açıklamada, dün bir gazetede "Tarihini gömen ülke" başlığı ile manşetten verilen haberle ilgili açıklama yapma gereği duyulduğu ifade edildi.

    Mülkiyeti Maliye Hazinesi'ne ait olan taşınmazın, "imar planındaki amaca uygun olarak, tarihi fonksiyonunun muhafazası şartıyla restore edilerek kültür, turizm ve sosyal hizmetlerde kullanılmak üzere" geçen yıl İstanbul Büyükşehir Belediyesine tahsis edildiği belirtilen açıklamada, söz konusu alanın büyük bir parsel olup, üzerinde birden fazla yapının bulunduğu, mevcut betonarme yapıların tahsisten önce Tarım ve Köyişleri Bakanlığınca da sosyal tesis ve eğitim amaçlı olarak kullanıldığı kaydedildi.

    "Parsel üzerinde yer alan ve habere konu olan yapı, geçmişte betonarme olarak inşa edilmiş olup herhangi bir tarihi özellik taşımamaktadır. Zaman içerisinde eskiyen ve yıpranan bu binalar için genel bakım ve onarım yapılması gerekli olmuştur" denilen açıklamada, şu ifadelere yer verildi:

    "Haberde yer alan (Büyük Saray'ın son kalıntılarının üzerinde yer alan tarihi yapı çimentoyla kaplandı) ifadesi doğru değildir. Fotoğrafta yer alan binanın tamamı, geçmişte betonarme olarak inşa edilmiştir. İddia edilenin aksine binanın tarihi duvarları yoktur. Binanın alt katı geçmişte betonarme üzerine taş kaplama olarak yapıldığından, tarihi kalıntı gibi algılanmıştır. Binanın şeklinde bir değişikliğe gidilmesi söz konusu değildir."

    Binanın üzerine bir teras katın eklenmediği de belirtilen açıklamada, "Haberdeki (Yeni bir teras kat eklenmiş) ifadesi de gerçeği yansıtmamaktadır. Geçmişte kapalı olan teras katın üzerindeki çatı kaldırıldığından açık teras haline gelmiştir. Ayrıca, binanın üzerine yerleştirilen direkler demir değil, ahşap malzemedir" denildi.

    Haberdeki, "Restorana giriş için yol tarafındaki surlara yeni kapı açıldığı ve tahtalarla kapatıldığı" iddiasının da hiçbir şekilde doğru olmadığı, mevcut kapı yerinin tarihi özelliği ile kendini belli ettiği kaydedilen açıklamada, parsel içerisindeki tarihi eserlerle ilgili herhangi bir müdahalenin söz konusu olmadığı, büyük bir parsel içinde yer alan betonarme binalarda bakım ve iyileştirmenin gerekli görüldüğü ifade edildi.

    Dünya, 13.11.2007



    *****


    "ORADA YENİ BİR YAPI ASLA DOĞRU OLMAZ"

     

    İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş, Bizans döneminden kalma "Büyük Saray" kalıntıları üzerine belediye tarafından yapılan restoranla ilgili olarak, "Orası Sit alanı, 'Ben yaptım oldu' yanlış. Doğru olan, Koruma Kurulu'nun bilimsel kararına uygun yapılması" dedi. Yapılan şeyin "inşaat" şeklinde değerlendirilmemesi gerektiğini, bir düzenleme yapıldığını belirten Topbaş, şunları söyledi:
     

    "20-30 yıllık bir süre içinde yapılan bir binadan bahsedilmekte ve bu betonarme bina üzerine taş kaplandı. Ama, tabii ki bölge Sit alanı, tarihi bir bölge, katmanlarında farklı yapılar mutlaka vardır. Bunu biliyoruz."


    Topbaş, sözlerini şöyle sürdürdü: "Daha önce bir bakanlığımızın (Tarım Bakanlığı) hizmet alanı olarak kullanılan yer bize devredildi. Biz de Çamlıca gibi halkımızın o manzarayı kullanacakları bir çalışmayı başlattık. İlgili kurullarla ve birimlerle temas ederek doğru olan yapılmalı. Orada yeni bir yapı yapılması asla doğru olmaz. Zaten bir mimar olarak da buna izin vermem. Kurul da buna asla olumlu bakmaz, bunu biliyoruz. Mevcut yapılar içindeki bir düzenlemeyi, 'Kurul görüşü alınarak yapılması' şeklinde bizim talimatımız vardır. Araştırmayı yapıyoruz."


    Topbaş, "Kurulun görüşünü mü bekleyeceksiniz?" şeklindeki bir soru üzerine de, "Zaten öyle olması lazım. Sit alanı, 'Ben yaptım oldu' yanlış" dedi.


    Başkan Kadir Topbaş, yapılanın inşaat değil bir düzenleme olduğunu söylese de Milliyet muhabiri Murat Öztürk'ün gökyüzünden çektiği fotoğraflar inşatın belgesi niteliği taşıyor.

    Milliyet, Haber: Murat Öztürk, 14.11.2007



    *****



    "TARİHİ DEĞİL" DİYEN MİMARMIŞ





    İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin (İBB) Sultanahmet'teki tarihi kalıntılar üzerine yaptığı restoran inşaatının mimarı Muharrem Hilmi Şenalp "O duvarın tarihi olup olmadığına ben karar verdim. 'Duvar kalkacak' dedim ve projemi öyle çizdim" dedi. Şenalp hatanın, kendisinin çizdiği projeyi İBB'nin Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'na vermemesinden kaynaklandığını da savundu.


    "Tarihini gömen ülke" başlığıyla Milliyet'in manşetten duyurduğu kaçak restoran inşaatının proje sorumlusu Şenalp bilgi verdi. Yıktıkları duvarın tarihi değeri olmadığını savunan Şenalp şunları söyledi:

    "Söz konusu duvar çimento ile çevreden toplanan taşlarla yapılmış bir duvardı. 1918 yılında çekilmiş hava fotoğraflarından burada bir yapının olduğu gözüküyor. Ancak o yapı burada bizden önce yapılmış olan yapıdan daha dar bir yapı. Daha önce yapılan binanın inşaatında kullanılan malzemeden anladığımıza göre tahminen 1950'lerde yapılmış. Bu bina, 1918'de çekilmiş hava fotoğrafında gözüken yapıdan daha geniş yapılmış. Tahminen orjinal bina yıkılmış yerine betonarme bir bina yapılmış ve daha sonra da önüne tarihiymiş izlenimi veren bir duvar örülmüş."
     

    "Duvarın tarihi değeri olup olmadığına kimin karar verdiğini" sormamız üzerine Şenalp, şunları söyledi: "O duvarın tarihi olup olmadığına ben karar verdim. Projemde de o duvarı çizmedim. Rölövesinde o duvar gösterilir, restorasyon projesinde de kaldırılarak orada ne yapacaksanız, o gösterilir. Rölöve mevcudun tespitidir. Restorasyon da ne yapacaksanız odur. Ben o duvarı kaldırdığım için 'Oradaki gecekondularla beraber, muhdesler (sonradan yapılan) de temizlenecek' diye yazmışız projemizin üzerine. Onların hepsini temizlemiş atmışlar. İşin özü bu. 'Hangi uzman karar verdi' deniyor. Zamanında Kurul'a müracaat edilseydi bunların hiçbiri başımıza gelmezdi. Benim itibarımı kim yerden kaldırır, bu hiç kimsenin de umurunda değil."


    Tek yanlışın projenin zamanında Kurul'a sunulmaması olduğunu, bunun dışında bir kusurun bulunmadığını belirten Şenalp, projenin Kurul'a sunulmaması ve Kurul kararı olmadan müteahhidin işe başlatılmasının sorgulanması gerektiğini söyledi.

    Milliyet, Haber: Mehmet Demirkaya, 15.11.2007


    ÇİN, ANTİK KÖYLERİ ARAŞTIRACAK

     

     

     

    Çin Kültür Bakanlığı’nın korumayı arttırma amaçlı projesi kapsamında önümüzdeki yıldan itibaren ülke çapında antik köylerin araştırılması planlanıyor. Çin Folk Edebiyatı ve Sanatı Kurumu başkanı Chang Sixin’in açıkladığına göre, lokal folk edebiyatı ve sanatı uzmanları Çin’in en eski ve özel köylerinin resimlerini çekecekler ve açıklamalar yazacaklar. Çalışma 2010 yılına dek sürecek ve sonuçları 2012 yılında bir kitap olarak yayınlanacak. Bu araştırma, 2003 yılında Kültür Bakanlığı tarfından başlatılan, amacı ise geleceğe kalması gereken yerleşimlerin korunması olan, onyıllık bir miras koruma programının parçası.

     

    Çin Antik Köy Koruma ve Geliştirme Komitesi’nin başkanı Zhang Anmeng’e göre ülkede tarihi 500 yıldan eskiye uzanan en az 100 köy var. Bu köylerden birisi de, ismini Li ailesinden alan ve Shanxi bölgesinde bulunan Lijiashan Köyü. Sarı Nehir’in kenarında, Loess Platosunda bulunan köy 400 den fazla mağara yerleşimine sahip ve geçmişi 500 yıldan geriye uzanıyor. Bu köylerin birçoğu uzak yerler ve imkansızlıklar dolayısıyla fakirlik içindeler. Zhang “Bu insanlar daha iyi bir yaşamı hak ediyorlar. Ama tüm bu köyleri koruyabilmek hem imkansız, hem de bu denli hızlı gelişen bir toplumda gerçekçi bir fikir değil” demekte.

    chinadaily.com, 08.11.2007

    BAŞKENTİN ANITLARI




    Güvenpark Anıtı


    Başkentin farklı semtlerinde, aydınlara ait ya da Cumhuriyet Türkiyesi için simgesel önem taşıyan anıtlar bakımsızlıktan dökülüyor. Bazıları ilçe belediyeleri bazıları ise Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın sorumluluğunda olan anıtlar ve heykellerin, kimisi ise duyarsız yurttaşların kurbanı. Ankara'nın çeşitli noktalarındaki anıtlar ya da heykeller bakımsızlıktan ve yurttaşların verdiği zarardan dolayı "çağdaş şehircilikten uzak" bir görünüme sahip. Bazı anıtların boyası akmış, bazılarının taşları kırılmış, bazılarının da yazıları dökülmüş... Anıtlar arasında sorumluluğu Kültür ve Turizm Bakanlığı Anıtlar ve Müzeler Genel Müdürlüğü'ne ait olanlar da var ilçe belediyelerine ait olanlar da... En kötü karne ise AKP'li Yenimahalle Belediyesi'nin. Birçok aydın adına açılmış parka, anıtlara sahip belediyenin, bunların bakımını yapmaması, koruyamaması dikkat çekiyor. AKP'li Melih Gökçek yönetimindeki Ankara Anakent Belediyesi'nin yaptığı trafik düzenlemeleri de anıtları olumsuz etkiliyor. Sergilenen tavır, Gökçek ve ekibinin sanata ve çağdaş şehirciliğe bakışını da gösteriyor. Gökçek, yeni göreve geldiği dönem olan 1994 yılında da Heykeltraş Mehmet Aksoy 'a ait "Periler Ülkesinde" isimli heykeli müstehcen bulmuş ve "Ben böyle sanatın içine tükürürüm" diyerek kaldırtmıştı. Ancak uzun süren yargısal mücadele sonunda Gökçek, maddi ve manevi tazminat ödemeye mahkum edilmiş, heykelin de yerine konulmasına karar verilmişti. Gökçek, yıllar önce Sıhhiye'deki Hitit Güneşi Anıtı'nı da kaldırmak istemiş ancak başkentlilerin tepkisi üzerine geri adım atmak zorunda kalmıştı. Cumhuriyet Türkiyesi'nin önemli simgelerinden Güvenpark Anıtı, Ulus Zafer Anıtı, Sıhhiye Hitit Güneşi Anıtı gibi yapıların temizliğini, Anakent Belediyesi Ankara Valiliği'nden ya da Kültür Bakanlığı'nın ilgili biriminden izin alarak yapabiliyor. Anakent yetkilileri, bu anıtların restorasyonu ve düzenli bakımının sorumluluğunun kendilerinde olmadığını, Anıtlar ve Müzeler Genel Müdürlüğü'nün ilgilendiğini belirtiyor. Anakent'in sadece, anıtları zaman zaman kuş pisliği gibi kirlerden arındırmak için yıkadığı ifade ediliyor. Ankara'nın farklı noktalarındaki önemli anıtlardan ve heykellerden yansıyan görüntüler şöyle:

    Sakarya Caddesi Heykelleri
    Sakarya Caddesi'nde balıkçıların ve çiçekçilerin bulunduğu sıranın ortasında yer alan heykel, boyanmış, üzerine yazılar yazılmış. Ankaralıların, etrafını dinlenmek için de kullandığı heykel, sprey boyalarla yazılan yazılarla kötü bir görünüm sergiliyor. Daha ilerisindeki, "Barış Anıtı" ise aynı kaderi paylaşmış durumda.

    Cemal Süreya Anıtı
    Dikmen Caddesi üzerinde yer alan Cemal Süreya Parkı'nın içindeki Şair Cemal Süreya 'ya ait heykel, bakımsızlıktan ziyade yurttaşların verdiği zarardan yıpranmış halde. Anıtın üzerinde şairin adının yazılı olduğu metal harfler koparılmış. Harflerden sadece "Ü" ve "R" yerinde duruyor. Hemen altında şairin doğum ve ölüm tarihlerinin yazıldığı rakamlardan ise sadece iki tane "1" kalmış. Harflerin ve rakamların koparılmasının ötesinde, anıtın konulduğu mermer zemine yazılar yazılmış, boyanmış.

    Hasan Ali Yücel Anıtı
    Türkiye'nin kalkınmasında lokomotif rol üstlenen Köy Enstitüleri'nin "babası" olarak kabul edilen, eski Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel adına Batıkent'te açılan parkta yer alan heykel, tahrip edilmiş halde. Yenimahalle Belediyesi'ne ait parktaki heykelin boyası akmış, yer yer kazınmış ve mermer sütun üzerinde Yücel'in adının yazılı olduğu levha koparılmış. Mermer bölmedeki taşlar kırılmış, çatlamış, üzerine yazılar yazılmış, boyanmış. Anıtın hemen önündeki alanda yere sprey boyalar ile yazılan yazılar, çizilen şekiller ise kirli ve estetikten uzak bir görünüm sergiliyor.

    Ahmet Taner Kışlalı Anıtı
    Öldürülen yazarımız Prof.Dr. Ahmet Taner Kışlalı 'nın, adını taşıyan parkta yer alan anıtı, son derece bakımsız. Yenimahalle Belediyesi'nin sorumluluğundaki heykelin altındaki mermer bölümün dört bir yanında taşlar kırılmış, çatlamış. Heykel bölümünün ise boyaları akmış, baştan ayağa yer yer beyazlamış. Mermer bölüm üzerinde Kışlalı'ya dair bilgilerin yer aldığı levhadaki yazıların da boyası akmış. Öte yandan anıt, "dibinden" geçen metro inşaatı nedeniyle tel örgülerle, toprak yığınıyla iç içe bir görüntü sergiliyor. Anakent Belediyesi, Çayyolu Metrosu'nun duraklarından birini buraya yaptığı için parkın bütünlüğü bozularak, ortadan ikiye bölündü.

    Eller Anıtı
    Abdi İpekçi Parkı'nın içinde yer alan, hem parkla hem de Sıhhiye ile özdeş hale gelen "Eller Anıtı" nın, bakımsızlık nedeniyle rengi değişmiş durumda. Anıtın birçok yeri boyası kalktığı için beyazlaşırken, geceleri de ışıklandırılmıyor. Abdi İpekçi Parkı içindeki gece lambaları akşamları yurttaşların yürümesini, banklarda dinlenmesini kolaylaştırıyor ama anıt çevresinde hiçbir aydınlatma yapılmaması, "ellerin" karanlığın içinde kaybolup gitmesine neden oluyor.

    Sıhhiye Atatürk Anıtı
    Atatürk Bulvarı üzerinde Sıhhiye'ye doğru giderken orta refüjde yer alan Atatürk Anıtı, cadde ortasına sıkışmış durumda. Atatürk'ün ayakta dururken görüldüğü heykelin, mermer sütun bölümünün eskimeye yüz tutması dikkat çekiyor.

    Ulus Zafer Anıtı
    Ankara deyince akla gelen simgeler arasında yer alan, Ulus'un göbeğindeki anıt, yeteri kadar temizlenmiyor. Anıtın bulunduğu geniş alan güvercinlerle dolu. Bu nedenle özellikle "kuş pisliği" nedeniyle anıtın çevresi ve heykellerin üzeri kirli. Ayrıca yer yer akan boyalar heykellerin estetiğini bozarken, taş bölme de eskidiği için rengi değişmeye yüz tutmuş. Anıtın dibinde geceleri ateş yakılması nedeniyle de alt kısımdaki bölümler kararmış.

    Hitit Güneşi
    Başkentin simgesi Hitit Güneşi Kursu, yollarla kuşatılmış durumda. Son olarak çevresine U dönüşleri için yeni yollar açıldı. "Bir avuçluk" alana sıkıştırılan anıt, kentin ambleminden de çıkarılmıştı.

    Uğur Mumcu Büstü
    Batıkent'te bakımsızlığın çok net görüldüğü bir diğer anıtsal yapı ise bombalı suikaste kurban giden gazetemiz yazarlarından Uğur Mumcu 'ya ait. Kardelen Mahallesi'nde yer alan ve sorumluluğu Yenimahalle Belediyesi'nde olan Mumcu Büstü'nün üzerinde yer aldığı beton sütunun taşları kırık, parçalar düşmek üzere... Beton bölümün dört bir yanı yazılmış, boyanmış. Büstün ise boyası çıkmış. Siyah büstte yer yer sarı renkler görülüyor.

    Güvenpark Anıtı
    Birinci derecede doğal SİT alanı kabul edilen, başkentin 80 yaşına yaklaşan simge parkı ve parkla özdeş dev anıtı, yıllardır defalarca dile getirilmesine karşın bir türlü temizlenmiyor. Güvenpark Anıtı öylesine kaderine terk edilmiş halde ki siyah olan ön taraftaki heykellerin rengi artık yeşile dönmüş. Akan boyalar, yer yer sarı ve açık kahverengi görüntü de ortaya koyuyor. Anıttaki, "Türk, öğün, çalış, güven. K. Atatürk " yazısının da rengi değişer ek, yeşilimsi hal almış. Yazının iki yanındaki tasviri kabartmalar da kavladığı için yer yer beyaz görünüyor. Anıtın diğer yanındaki Atatürk ve gençlerin bulunduğu heykel ise baştan ayağa akmış boyaları, üzerindeki kuş pislikleriyle bakımsızlığını metrelerce öteden belli ediyor. Anıtın etrafı da kuş pisliğinden, kuruyemiş kabuklarından, sigara izmaritlerinden geçilmiyor. Boyalarla yazılmış yazılar, Güvenpark Anıtı'nı da tahrip etmiş. Çevresindeki yakılan ateş nedeniyle anıtın duvarları da kararmış durumda.

    Yüksel Caddesi Heykelleri
    Kitapçıları, kafeleri, büfeleri, mağazaları ile gün içinde binlerce başkentlinin uğrak mekanı olan Yüksel Caddesi'nde yer alan anıtlar, "şehir kültürüne sahip çıkmamanın sonuçlarını" gösterir nitelikte... Cadde üzerindeki dört ayrı heykel - duyarsız yurttaşlar nedeniyle - git gide caddeye estetik katmaktan uzaklaşıyor. Metronun Yüksel Caddesi çıkışında yer alan "oturan adam heykeli" nin baş kısmının üzeri ve yanları kırılmış ve bu kırık yerler, çöp atmak için kullanılıyor! Heykel üzerine yapıştırılan, sökülen ilanlar, boyamalar, karalamalar kirli bir görüntü ortaya koyuyor. Birkaç metre ileride "kitap okuyan kız heykeli" yer alıyor. Bu heykelin de alt kısmına yazılar yazılmış ve burada bulunan elektrik kablolarının yer aldığı kutu kırılmış. Geceleri cadde üzerinde seyyar satıcılık yapanların ısınmak amacıyla elektrik sobası kullandığı ve bu nedenle elektrik kablolarının olduğu kutuyu kırarak, kaçak elektrik aldığı belirtiliyor.

    Bu heykelin az ilerisindeki "bankta dinlenen yaşlı kadın heykeli" nin gözleri, tırnakları kırmızıya boyanmış. Birkaç adım ötedeki "ayakta duran adam heykeli" nin ise ayağının biri ve sol ceket cebinin yer aldığı bölüm kırılmış. Kırılan bu bölümün içine de yine pet şişe, kağıt gibi çöpler doldurulmuş. Heykele ilanlar yapıştırılmış, boyanmış, karalanmış... Yüksel Caddesi esnafı ise Çankaya Belediyesi'nin artık çaresiz kaldığını, heykellerin bu hale gelişinin sorumlusunun yurttaşlar olduğunu söylüyor. Esnaf, duyarsız başkentlilerden yakınarak, "Belediye de bıktı artık. Onarıyor, tekrar bu hale getiriyorlar. İnsanlarımız koruyacağına zarar veriyor" görüşünü belirtiyor.

    Cumhuriyet, Haber: Zeynep Şahin, 09.11.2007




    4 - 10 Kasım 2007

    FATİH'İN KAYIP YÜZÜ ÇIKARILDI

     

    İstanbul Şehri Kültür Tarihi Araştırmaları Merkezi bünyesindeki arşivlerin taranması için uzun zamandır süren çalışmalar tamamlandı. Yol açma istimlakları veya gereksiz görülerek yıktırılan çeşmeler, camiler, mahalleler gibi tarihi eserlerinin belgeleriyle ortaya çıkarıldığı çalışmada, bugün yerleri bile bilinmeyen semtlerden bazıları da bulundu.

     

    İstanbul Kültür Derneği Başkanı ve Anıtlar Yüksek Kurulu Başkan Yardımcısı Dr. Süleyman Faruk Güncüoğlu başkanlığında yapılan çalışmalarda Sülüklü, Taşkasap, Yenibahçe gibi semtlerin de varlığı ortaya çıkarıldı.

    Yeni Şafak, 09.11.2007

    ATATÜRK EVİ MÜZESİ YENİLENİYOR

     

     

    Kültür ve Turizm Bakanlığı, Selanik Atatürk Evi Müzesi'ndeki restorasyon çalışmaları için harekete geçti.

    Önümüzdeki günlerde Selanik'e gidecek olan uzman heyet, Atatürk Evi'nin çağdaş müzecilik anlayışına uygun hale getirilmesi amacıyla tespitlerde bulunacak.

    Yeniden başlatılacak restorasyon çalışması kapsamında, eserlerin orijinaline uygun bir şekilde bakımları sağlanacak, yapının restorasyonu için ihtiyaçlar tespit edilecek.

    1953 yılında Dolmabahçe ve Topkapı Sarayları'ndan seçilen eserler ile açılan Atatürk Evi Müzesi, 1995 ve geçtiğimiz Mayıs ayında onarımdan geçmişti.

    Trt/Haber, 09.11.2007

    GAZİ ÇİFTLİĞİ RESTORE EDİLECEK

     

    Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün, örnek uygulamalar gerçekleştirmek amacıyla 1936'da kurduğu ve 1 No'lu üyesi olduğu Mersin'in Silifke İlçesi'ne bağlı Atayurt beldesindeki Türkiye'nin ilk kooperatifi ''Gazi Çiftliği''nin harabeye dönen binalarının restore edileceği bildirildi.

    6 Mart 2007 tarihinde, İl Genel Meclisi'nin aldığı kararla 10 yıllığına Atayurt Belediyesi'ne tahsis edilen Gazi Çiftliği'nin, Belediye Başkanlığı ve İl Özel İdaresi işbirliğiyle restore edileceği belirtildi. Adana Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'na gönderilen projenin tasdik edildiği ifade edelirken, 2 bin 790 metrekare üzerine yapılan 11 odalı kooperatif binası ile 130 metrekare üzerine kurulu karakol binasının duvarlarında yıkılma, çatısında çökme meydana geldiği, binaların kapı ve pencerelerinin ise çürüdüğü kaydedildi.

    Atayurt Belediye Başkanı Sedat Yeğiner, Türkiye'nin ilk kooperatifi olması dolayısıyla buranın manevi bir değer taşıdığını belirterek, "Atayurt Belediyesi olarak bu binaları Atamıza yakışır bir şekilde restore edeceğiz. Ulu Önder Atatürk, Türkiye'de ilk kooperatifi kurmak amacıyla beldemiz sınırları içerisinde, eski adı Tekir, bugünkü adıyla Olukbaşı olan yerde 12 bin 607 dönüm araziyi, Silifke Tapu Sicil Müdürlüğü'nün 8 Temmuz 1925 gün ve 4-5-6 numaralı kayıtlarına göre satın almış. Atatürk, ilk traktörü de bu çiftlikte kullanmış. Tarımsal ve hayvansal yeni türler bu çiftlikte denenmiş, üretilerek illere dağıtılmış. Atatürk, daha sonra çevre köylülerin eğitilebilmesi için bir Bölge Ziraat Okulu'nu, yani kooperatif binasını yaptırmış. Kooperatif binasının zemininin seramik kaplı olduğu ve Selanik'ten getirildiği, ayrıca duvarlarında sfenksler olduğu tespit edilmiştir" dedi.

    haberler.com, Fotoğraf: Silifke Kaymakamlığı, 09.11.2007

    SEYDİŞEHİR'DE TARİHİ ESER ELE GEÇİRİLDİ

     

    Konya'nın Seydişehir İlçesi'nde jandarma tarafından yapılan kontrollerde bir araçta tarihi eser ele geçirildi.

    Edinilen bilgiye göre, Seydişehir İlçe Jandarma Komutanlığı ekipleri Seydişehir Antalya Karayolu Çatmakaya köyü yol ayrımında yaptıkları kontroller sırasında 42 NR 697 plakalı otomobili durdurdu. Jandarmanın araçta yaptığı aramada, 1 adet heykel, 1 adet büst ve çok sayıda sikke ele geçirildi. Olayın ardından araç içerisinde bulunan F.Ö. ve A.E. jandarma tarafından gözaltına alındı. Ele geçirilen eserler Konya Müze Müdürlüğü'ne teslim edilirken, olayla ilgili soruşturma başlatıldı.

    haberler.com, 09.11.2007

    MUSTAFA PAŞA CAMİSİ'NİN MİNARESİ YENİDEN YAPILIYOR

     

    Üsküp’teki Mustafa Paşa Camisi'nde restorasyon çalışmaları devam  ediyor. Bu aralar caminin minaresi yapılmaktadır. Ortaya çıkan tahribatların düzeltilmesi amacıyla camii  minaresi temele kadar yıkılıyor ve en kısa zamanda yeniden yapılmaya başlanacaktır. Minarede her hangi bir genişlik veya değişiklik yapılmadan eski minarenin aynısı yapılacaktır.  Mustafa Paşa Camisi'nin restorasyon çalışmalarıyla ilgilen Rena şirketinin sorumlusu Cevdet Tuzcu, minarenin ve caminin çalışmaların  tamamlanasıya ilgili şunları belirtti: “Caminin genişletilmesi ve minarenin yapımıyla ilgili çalışmalar sürüyor. Umarız en kısa zamanda caminin  öngörülen yenileme yerlerini tamamlarız. Hava koşulların çalışmak için elverişli olduğu sürece çalışmalar aynı hızla  devam edecektir. Önümüzdeki  yaza kadar caminin tamamlanması öngörülüyor” dedi.

    Yeni Balkan, Fotoğraf: macedonia.co.uk, 09.11.2007

    TARİHİ ESER OPERASYONU

     

    Tekirdağ ve Edirne'de, tarihi eser kaçakçılığından yakalanan 6 kişi tutuklandı.

    Edinilen bilgiye göre, Tekirdağ İl Jandarma Komutanlığı ekipleri, aldıkları ''tarihi eser kaçakçılığı yapıldığı'' istihbaratı üzerine, Tekirdağ'ın Şarköy ve Malkara ilçeleriyle Edirne'nin Uzunköprü ilçesinde operasyon düzenlediler.

    Operasyonda yakalanan E.G., H.A., H.A., M.K., M.K., R.A.'nın ev ve işyerlerinde, 69 adet sikke, 2 adet tabanca, 8 adet av tüfeği, 34 adet tabanca mermisi, 2 adet biblo ve 2 adet dedektör ele geçirildi.

    Jandarmada sorguları tamamlanan 6 kişi, çıkarıldıkları mahkemece tutuklanarak Tekirdağ Cezaevi'ne konuldu.

    Edirne Internet Gazetesi, 09.11.2007

    İSTANBUL'UN TARİHİ ÇİÇEK GİBİ AÇACAK

     

    İstanbul'un tarihi dokusunu örten çirkin yapılar Kültür Bakanlığı'nın projesiyle birer birer ortadan kaldırılacak. Yakında uygulamaya konacak proje ile ilk etapta Topkapı Sarayı, Süleymaniye Camisi ve Yıldız çevresi yeniden düzenlenecek.

     

    Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, İstanbul'daki kültür varlıklarının etrafındaki çirkin görüntülerin bir dönem içinde kaldırılmasının mümkün olmadığını, öncelikle önemli tarihi mekanlarda “dairesel iyileştirmeler” yapacaklarını söyledi. Günay, ilk etapta Topkapı Sarayı, Süleymaniye Camii ve Yıldız çevresinin ele alınacağını bildirdi.

     

    Günay, İstanbul'un sanayi kenti haline getirilmesinin, "talihsizlik ve on yıllardan geriye uzanan tercih yanlışlığı" olduğunu kaydetti. "Sanayi kenti vasfının İstanbul'un coğrafyası ve tarihine uygun olmadığını" ifade eden Günay, bugün yaşanan tüm sorunların temelinde de bu tercih yanlışlığın yattığını bildirdi. Günay, "siyasetin de içselleştirdiği" bu durumdan yıllardır rahatsız olduğunu belirterek, "İstanbul'un turizm, bilim, eğitim ve kültür kenti olması gerekirdi. İstanbul, bugün, belki, nüfusu 5 milyonu aşmayan, 20-25 milyon yabancının gelip ziyaret edeceği, çok ilgi çekici ve dünya çapında bir kent olmalıydı" dedi. Bakan Günay, tarihi mekanlar etrafında yapılması düşünülen düzenlemelerle ilgili şunları kaydetti:

     

    "Belli alanlar seçildi ve o alanlarla çevresi daire içine alındı. Oralarda iyileştirme yapacağız. Dairesel iyileştirmeler için en uygun alanın Topkapı ve çevresindeki Gülhane Parkı olduğunu düşünüyorum. Oradan başlayan bir çalışmayı İstanbul için çok yaşamsal görüyorum. Onun içindeki mekanların teker teker temizlenmesi için gayretle kollarımızı sıvadık. Aynı şekilde, Süleymaniye Camii ve çevresinde belediyenin başlattığı, bizim de ciddiyetle takip ettiğimiz ve yeni açılımlar getirmeye çalıştığımız iyileşme çalışması var. Yıldız çevresi ise gereksiz birtakım kurum ve kuruluş ile özel dernek, vakıf ve üniversitenin girdiği bir alan haline gelmiş, oysa Yıldız da çok özel alanlardan biridir." Çalışmaların sonuçlarını hafta hafta takip ettiğini, birkaç ay sonra somut sonuçların ortaya çıkacağını anlatan Günay, bunların İstanbul'un 2010 Avrupa Kültür Başkenti olmasına da hazırlık teşkil edeceğini söyledi.

    Yeni Şafak, 09.11.2007

     

    ******


    İSTANBUL TARİHİ KİMLİĞİNE KAVUŞUYOR





    Bu kapsamda, İstanbul'un fethi Rumeli Hisarı'ndaki Saruca Paşa Kulesi'nde anlatılacak. Kulede İstanbul'un fethinin hazırlıkları ile savaş sahneleri, maket, ses ve ışık gösterileri ile canlandırılacak. Osmanlılar’ın İstanbul'da inşa ettiği ilk yapı olan Anadolu Hisarı'nın da müze haline getirilmesi amaçlanıyor. Hisara, gişe, kitap, hediyelik eşya satış ünitesi yerleştirilecek, kafeler yapılacak. Ayrıca, teşhir tanzim çalışmalarıyla Yıldırım Beyazıd'ın hayatı ve Anadolu Hisarını yaptırış öyküsü ile İstanbul'u fetih arzusu, Rumeli Hisarı ile ilişkilendirilerek anlatılacak.

    Bugün, 09.11.2007

    DEFİNE ARARKEN TARİHİ YOK EDİYORLAR





    Çanakkale'nin Biga,Yenice ve Çan ilçelerinde altın bulma umuduyla yapılan kaçak kazılarla, eski medeniyetlere ait bir çok kültürel varlık yok ediliyor.

     

    Çanakkale Arkeoloji Müzesi Müdürü Nurten Sevinç, yaptığı açıklamada, define arayışı içinde olan kişilerin yaptığı kaçak kazılarla Biga, Yenice ve Çan'ın dağlık kesimlerindeki tümülüslerin tahrip edildiğini söyledi.

     

    Sevinç, altın ya da heykel arayışı içindeki definecilerin kazı yaptığı yerlerin, geçmişte altının kullanıldığı yerler arasında bulunmadığını; bilinçsiz ve yasa dışı yollarla yapılan bu kazılarla tarihin yokedildiğini belirtti.

     

    Sevinç, definecilerin "her mezar içinde altın var" düşüncesiyle kazı yaptığını, oysa her mezarın içinde altın bulunmadığını söyledi. Definecilerin kazı yaptığı tümülüslerin bulunduğu medeniyetlerde, birkaç idareci ve komutanın dışında, halkın tamamının tarım ve elsanatlarıyla geçimini sağladığını belirten Sevinç, bu nedenle mezarlarda değerli eşya bulunmasının çok düşük bir ihtimal olduğunu bildirdi.

     

    Kaçak kazı ihbarlarının en çok köylerden geldiğini belirten Sevinç,köylülerin tarihe daha çok sahip çıkmasını istediklerini söyledi. Çok bilinçli olan köylülerin yanı sıra definecilerle ortak çalışanlar da bulunduğunu ifade eden Sevinç, sözlerini şöyle sürdürdü:

     

    "Kaçak kazılar, genellikle dağlık bölgelerde yapıldığı için en fazla köylüler bu durumdan haberdar oluyor. Köylülerin, kaçak kazılara müsaade etmemesi, definecilerle ortaklık yapmaması lazım. Kendi kültüreldeğerlerine sahip çıkmaları gerekir. Bu kültür varlıklarının, bizim geçmişimiz olduğu unutulmamalıdır. Macera uğruna altın peşinde tarih delik deşik edilmemelidir. "

    Yeni Şafak, 09.11.2007

    HIRSIZLAR SAYESİNDE 13 YENİ MÜZEMİZ OLDU

     

    Hırsızların cami ve türbe gibi yapılardaki tarihi eserleri çalması, Vakıflar Genel Müdürlüğü'nün 13 müze açmasına sebep oldu.

     

    Sorumluluğu altında bulunan cami, mescid, türbe gibi yapılardaki eski eserlerin korunması ve sergilenmesi için bir süredir Vakıflar Genel Müdürlüğü'nde bekleyen 'eserleri ortak bir yere taşıma' çalışması neticelendi.

     

    Genel müdürlük bünyesinde, Kur'an-ı Kerim, levha, halı, şamdan ve elyazması gibi eserlerden oluşan binlerce teberrukat eşyası ile çini, ahşap, mermer, alçı gibi eserler için Türkiye'nin farklı şehirlerinde 13 müze açıldı. Vakıflar Genel Müdürü Yusuf Beyazıt, bu eserleri ait olduğu yerlerde sergilemek için müze kurduklarını belirtti.

     

    Yapımı biten müzeler arasında Ankara vakıf eserlerinden bazıları şunlar: Konya Sahip Ata Vakıf Müzesi, Kastamonu Şeyh Şaban-ı Veli Vakıf Müzesi, Tokat Mevlevihanesi Vakıf Müzesi.

    Zaman, Haber Aslıhan Aydın, 09.11.2007

    HAVRA KADERİNE TERK EDİLDİ

     

     

    Gaziantep'te kalenin yakınında bulunan ve 1886 yılında yapıldığı ileri sürülen Sinagog (Havra) kaderine terk edilmiş durumda. Havranın yan duvarlarındaki taşlar tek tek düşerken, tehlike oluşturmaya başladı. Gaziantep Düğmeci Mahallesi Kasap Sokak üzerinde bulunan ve yaklaşık 150 yıllık Sinagog (Havra) moloz taştan dikdörtgen planlı olarak yapılmış. Sinagogun üst örtüsü kırma çatılı. Günümüze harap bir durumda gelen Sinagog, yıkılmaya yüz tutuş görüntüsü dikkat çekiyor. Kullanılamayacak durumdaki yapının çatı kalıntıları, yan duvarları ve ibadet mekanındaki orta kemerlerinden bazıları ayakta. Kapısı belediye tarafından değiştirilen Havra bir süre öncesine kadar tinerciler tarafından işgal edilmişti. Ancak şimdiki hali tehlike oluşturduğundan fazla kimse uğramıyor.

    İstanbul'daki Hahambaşı dahil, Yahudi cemaatinin ileri gelenleri Havra'nın yeniden onarılıp restore edilmesi için başvurduğu halde yanıt verilmediği ileri sürülüyor. Tehlike oluşturan Havra'ya şu ana kadar tek çivi bile çakılmadı. Öte yandan, Gaziantep Büyükşehir Belediye Başkanı Asım Güzelbey yaklaşık 9 ay önce yaptığı açıklama da, kentte yaşayan Müslüman, Ermeni ve Yahudi halkının tarihi dini ibadethanelerini restore edeceklerini açıklamıştı. Güzelbey aynı açıklamasında, Türkiye ve İspanya'nın, Birleşmiş Milletler çatısı altında başlattığı 'Medeniyetler İttifakı Projesi' kapsamında yer alan fondan 10 milyon avro almak için başvurdukların bu fon ile kentte 450 yıllık Gregoryan Ermeni kilisesi, 150 yıllık Havranın ve 105 yıllık bir caminin restorasyonunu yaparak kent yaşamına yeniden kazandıracaklarını ifade etmişti. Ancak aradan geçen zaman içerisinde hiçbir gelişmenin olmaması ise dikkat çekti.

    Gaziantep 27 Gazetesi, 08.11.2007

    EDİRNE'DE TARİHİ DEĞERİ OLAN ANIT RENKLİ YAZILARLA KİRLETİLDİ

     

    Edirne kent merkezinde bulunan parklardaki anıtlar, kimliği belirsiz kişiler tarafından çeşitli renklerdeki yazılarla kirletiliyor.

     

    Bunlardan biri olan ve tarihi öneme sahip Beyaz Park'taki İlhan Koman anıtına, kimliği belirlenemeyen kişiler tarafından yapılan yazılı saldırı sonucu, bembeyaz görünümdeki anıt karalama duvarı haline getirildi. Daha önce de üzerinde yazıların yazıldığı anıtın yetkililer tarafından tekrar boyatılması fayda etmedi. Şahıslar anıtın duvarlarını baştan sona isim ve sözlerle kötü bir görünüme soktu.

    Zaman, Haber: Kadri Kılıç, Fotoğraflar: haberler.com, 08.11.2007

    İZİNSİZ KAZIYA GÖZALTI

     

    Gümüşhane'de izinsiz kazı yaptığı belirlenen 3 kişi gözaltına alındı. Gümüşhane Emniyet Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlar ile Mücadele Amirliği ile Merkez Jandarma Karakol Komutanlığı, izinsiz kazılara karşı ortak çalışma yaptı. Gümüşhane merkez Kocapınar köyünde, koruma altında bulunan kilisede izinsiz kazı yapan A.İ.Y., A.E.S. ve S.T, 2 adet 9 milimetre çapında tabanca, 19 adet tabanca fişeği, kazma, kürek, balyoz ve manivelayla yakalandı.

    Bursa Hakimiyet, 08.11.2007

    ÇİN RESMİ SANAT PİYASASINDA

     

    Çinli 16. yüzyıl ressamı Qiu Ying'e ait bir resim, Pekin'de düzenlenen açık artırmada 79.52 yuana (yaklaşık 13 milyon YTL) alıcı bularak, Çin resmi için bir rekor kırdı. China Guardian Auctions adlı müzayede evi, Ming hanedanı zamanından kalma 'Red Cliff' adlı rulo eserin ismi açıklanmayan bir alıcıya satılmasıyla ilgili olarak, ilk defa bir Çin resminin, 10 milyon dolarlık satış rakamını aştığını belirterek bundan çok memnun oldukları açıklamasını yaptı. Müzayede evi yetkilileri bunun, Çin resmi adına uluslararası sanat piyasasında bir avantaj olduğu görüşünde.

    Radikal, 08.11.2007

    KÜLLİYEYE SUNUM ÖDÜLÜ

    Binası, 8. Osmanlı Padişahı Sultan II. Bayezid tarafından 1488 yılında yaptırılan Sultan II. Bayezid Külliyesi Sağlık Müzesi, uluslararası ödüllere bir yenisini daha ekledi. Müze, Almanya’nın Köln kentinde yapılan ve ödüllü müzelerin davet edildiği Exponatec Fuarı’nda 14 ülkeden 17 müze arasında “En İyi Sunum Ödülü”nü kazandı. Etkinlik Avrupa’nın en köklü müzelerini buluşturdu.

     

    Trakya Üniversitesi (TÜ) Rektörü Prof.Dr. Enver Duran, 1982 yılında vakıflardan alınarak oluşturulan Sultan II. Bayezid Külliyesi Sağlık Müzesi’nin üniversitenin adını uluslararası alanda bir defa daha duyurduğunu söyledi. Duran, “Üniversitemizin Kurucu Rektörü Prof.Dr. Ahmet Karadeniz’nin külliyenin alınmasında büyük emekleri var. Alındığında bakımsız harabe bir şekildeydi. Biz üniversite olarak çok kısa bir sürede müzemize uluslararası başarılar kazandırdık” dedi.

    Sağlık Müzesi’nin, Avrupa Konseyi'nce 2004 yılının En İyi Müzesi seçilerek “Avrupa Müze Ödülü” aldığını hatırlatan Prof.Dr. Enver Duran, şöyle konuştu: “Müzemize gelen ziyaretçiler Osmanlı’daki sağlık sisteminin bu derece ileri olmasını hayretle karşılıyor. Su sesinin 15. yüzyıldan itibaren kullanılmasını enteresan buluyorlar. Müzede genel tertip ve düzenin yanında, tasarımının da güçlü olması sebebiyle gelenler etkilenerek ayrılıyorlar. Müzenin güzelliği dilden dile aktarıldığı için ziyaretçi sayısı her geçen yıl bir önceki yıla oranla ciddi artış gösteriyor.”

    1488 yılında yapılan külliyenin Darüşşifa bölümünün tıp tarihinde önemli yeri bulunuyor. Psikolojik hastaların dönemin hekimlik bilgilerinin yanı sıra tabiattaki su ve kuş sesleriyle tedavi edildiği bu mekanlar, 1900’lü yıllarla birlikte kendi haline terk edildi. 1984 yılında Trakya Üniversitesi tarafından devir alınan bu binalar önce ciddi bir restorasyondan geçirildi ve daha sonra üniversitenin bazı bölümlerinin uygulama alanı olarak kullanıldı. Bu bölümler daha sonra yeni yapılan binalarına taşınınca burası 23 Nisan 1997 tarihinde müzeye dönüştürüldü. 2000’de Şifahane Bölümü, Psikiyatri Tarihi Bölümü olarak düzenlendi. Dönemin bütün özelliklerini yansıtan kostüm ve aksesuarla donatılan, ayrıca cansız mankenlerin kullanıldığı bu bölüm, büyük ilgi çekiyor. Öyle ki Sağlık Müzesi’ni yılın 10 ayında 3 bin 483’ü yabancı 115 bin kişinin ziyaret ettiğini kaydetti.

    Türkiye Gazetesi, 08.11.2007

    TARİHİ BİNA SAĞANAK YAĞMURA YENİK DÜŞTÜ

     

    İzmir'in Tire İlçesi'nde 110 yıllık ahşap cumbalı ev yağmura teslim oldu. Akyol Caddesi'ndeki binanın bazı duvarları sağanak yağışın etkisiyle yıkıldı. Kalan bölümlerine de tehlike yarattığı gerekçesiyle belediye ekipleri tarafından balyoz vuruldu. Tire İnşaat Mühendisleri Odası Başkanı Hüseyin Çapkınoğlu, bir yıl önce sahiplerinden aldıklarını, restorasyon izni beklediklerini söyledi. Çapkınoğlu, ''Bu süreçte yıkılması bizi çok üzdü. Aslına uygun olarak tekrar inşa edeceğiz'' dedi.
    Milliyet Ege, Haber: Anıl Ertan, 08.11.2007

    BU BİNALAR NE OLACAK?

     

    Adapazarı İnönü Caddesi üzerinde bulunan ve Anıtlar Yüksek Kurulu'ndan izin alınamadığı için yıkılamayan tarihi binalar ayyaşların mekanı haline geldi. Ayrıca aynı cadde üzerinde bulunan ve şahsa ait olup depremde zarar gören bazı binalar da aynı durumda. Sakarya Mahalle Muhtarı Kemal Babalı, konu ile ilgili olarak şunları söyledi: "Bu binalar bizler için sıkıntı oluyor. Mahalle sakinleri ve esnaflar geceleri buralarda konaklayan sarhoş ve tinercilerden muzdarip. Yetkililerden tek istediğimiz bu viraneye dönmüş olan binalara bir çözüm bulmalarıdır. Halkımız gece buralardan geçemez duruma geldiği gibi, hızla büyüyen ve gelişen şehrimize bu tür manzaralar hiç yakışmıyor."

    Yeni Sakarya, 08.11.2007

    KAZI ÇALIŞMALARINDA SON NOKTA

     

     

    Amasya, Merkez İlçe, Ovasaray Köyü sınırları içinde Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın izniyle 22.20.2007 tarihinde başlanılan kazı çalışmalarında son noktaya gelindi.

     

    Arkeolog Ali Sinan Özbey ve 11 işçinin katıldığı kazı çalışmalarında şu ana kadar çıkan tarihi eserleri değerlendiren arkeolog Sinan Özbey;  şu ana kadar, kazı alanının tahrip olduğunu yeterli verilere ulaşılamadığını ancak ele geçen seramik parçalarının değerlendirilmesinden Ovasaray’da demir çağı yerleşimi olduğu anlaşılmıştır, bölgenin fazla tahrip olduğundan yeterli mimari dokunun bulunamadığını ileride bu bölgede yapılacak olan yüzey araştırması ve kazılarla birinci bin yerleşimleri ile ilgili daha kapsamlı bilgiler edinebileceklerini söyledi.

     

    Ayrıca Ali Sinan Özbey’den alınan bilgiye göre; kazı alanında yapılan bu çalışmalarla taşınmazın Roma dönemine ait kremasyon gömü alanı olup olmadığı yolunda kanıya varabileceği ve bu çalışmaların sonunda alanın arkeolojik alanın potansiyeli değerlendirilerek konunun Samsun Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğü'ne ve Kültür Vakıfları ve Müzeler Genel Müdürlüğü'ne rapor halinde sunulacağı ifade edildi.

    Amasya Gazetesi, 08.11.2007

    SÜLEYMANİYE SEMPOZYUMU

     

     

    Eminönü Belediyesi tarafından 23-25 Kasım 2007 tarihleri arasında İstanbul'da Süleymaniye Külliyesi içinde bulunan Dar'üz Ziyafe Konferans Salonu'nda Süleymaniye Sempozyumu düzenleniyor.

     

    Sempozyumda Türk ve İslam Medeniyetinin zirve dönemi olarak kabul edilen 16. yüzyıldan itibaren günümüze kadar Süleymaniye semti ve etrafında kümelenen sosyal hayat; tarih, edebiyat, iktisat tarihi, bilim ve düşünce tarihi, mimarlık, şehircilik, sanat tarihi, dini hayat ve müesseseler ile nüfus hareketleri, teknoloji ve sanat ana başlıkları altında ele alınacak.

    TAYHaber, 08.11.2007

    TARİHİN TANIĞI ZAMANA YENİK

     

    Muğla'nın tarihi arasta çarşısında Saatli Kule yanında bulunan tarihi “Yarım Han” yetkililerden ilgi bekliyor. Hanın geçmiş yıllarda dış mekanları kahvehane ve iç mekanları da alışveriş merkezi olarak kullanıldığı ve Muğla’da eski tarihe tanıklık eden tarihi yapıtlardan sadece biri. Handa bulunan 11 işyerinden sadece 2 işyeri faal olarak çalışıyor. Diğer işyerleri ise hanın bakımsız ve dağınık olması nedeniyle boş duruyor. Geçen yıllarda elektrik ve suları kaçak handa işyeri bulunan Nizamettin Çetinkaya, “Benim iki tane işyerim var. Handaki diğer işyeri sahipleri hanı temiz kullanmıyor. Burası tarihi bir han ama değerlerimize sahip çıkamıyoruz. Bu tür eserleri korumamız lazım” dedi.

    Tarihi evlerin bulunduğu Muğla’da belediye 400 evi korumaya aldı. Korumaya alınarak restore edilen 3 Eski Muğla Evi ise turizmin hizmetine açıldı. Muğla’nın geçmişine tanıklık eden “Yarım Han”ın ise elektriği ve sularının geçen yıla kadar kaçak olduğu belirtildi.

    Muğla’da yeterli korunmayan tarihi yapıtlarımızdan 500 yıllık tarihi “Apostolos Hanı” kaderine terk edilince yanarak kül olmuştu.
    Akşam Ege, Haber: Kazım Tokuç, 08.11.2007

    AKM İÇİN ACİL TADİLAT





    "İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Hakkındaki Yasa Tasarısı"ndan Atatürk Kültür Merkezi'nin (AKM) yıkılmasıyla ilgili madde çıkarıldı ancak AKM'nin yıkımından vazgeçilmedi. Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, "AKM'nin yerine yenisini 2010'a kadar yapmamız mümkün olmadığından yıkımı durdurduk. Şimdi acil tadilatlarını yapacağız" dedi.


    Kamuoyunda bir yanlış anlaşılma yaşandığını ve bu yanlış anlaşılmayı gidermek için AKM'nin yerine yeni bir kültür merkezi yapılması fikrinin geçici olarak ortadan kalktığını belirten Günay şöyle konuştu: "Kamuoyundaki korkunun önüne geçmek istedim. 2010 görüşmelerinde de öneri partim tarafından verildi. Peki yeni proje 2010 tarihine yetişir mi? Zor görünüyor. Bu nedenle AKM'nin acil ihtiyaçlarını giderme yoluna gidiyoruz. Isıtma, soğutma sistemi, yangın alarm sistemleri acilen elden geçirilecek. Ancak deprem statiği gibi kolonların güçlendirilmesi konularında tadilata girmemiz 100 milyon doları buluyor. Buna gerek görmüyorum."


    2010 yasasından AKM'yi çıkarmadıklarını kaydeden Günay, "Yenisi konana kadar yıkımını kaldırdık. Kamuoyunda korkulan, yıkılarak yerinin başka amaçla kullanılmasıydı. Bunun önüne geçtik. AKM arazisinin azınlık mezarlığı olduğu yönündeki sözler bir söylentiden ibarettir. Arazide sorun yok. Hatta orası Türk ve azınlık karışık bir mezarlık."


    AKM'nin birçok sorunu da bulunuyor. Kışın ısınmıyor yazın soğumuyor. 50 yıl öncesinin teknolojisi ile binada ısınma ve soğutma yapılıyor. Başta sahne asansörü olmak üzere pek çok teknik malzeme eskimiş teknoloji ürünü. Binanın altındaki kalorifer kazanları da her an patlama riski taşıyor.

    Sakarya Üniversitesi'ne de deprem analiz raporu hazırlatıldı. Prof.Dr. Muzaffer Elmas ve Prof.Dr. Kemalettin Yılmaz tarafından hazırlanan raporun 'Genel Değerlendirme ve Sonuç' bölümünde şöyle denildi: "AKM binasının çok katlı olan bloklarının taşıyıcı sisteminin, '2007 Deprem Bölgelerinde Binalar Hakkında Yönetmelik' kapsamında mevcut binaların güçlendirilmesi esaslarında yer alan kriterleri sağlamadığı sonucuna varılmıştır. Bu nedenle binaların temel, kolon ve kirişlerden oluşan taşıyıcı sisteminin ilgili yönetmelikte belirtilen esaslar doğrultusunda takviye edilmesi gerektiği görüş ve kanaatindeyiz."


    Raporda bahsedilen bu tadilatların olması için ise 120 milyon YTL'ye ihtiyaç olduğu bildirildi.

    Milliyet, Haber: Ömer Erbil, 08.11.2007


    ******


    AKM'NİN SİMGE DEĞERİ TESCİL EDİLDİ

     

    İstanbul 2 No'lu Koruma Kurulu, Atatürk Kültür Merkezi'ni 1. grup kültür varlığı olarak tescil etti. Daha önce 'kültür varlığı' olarak tescil edilen AKM'nin, yenilenme projeleri için grubunun belirlenmesi gerekiyordu. Bu amaçla konuyu ele alan koruma kurulu, kültür merkezini 'simge' değeri dolayısıyla 1. grup kültür varlığı olarak tescilledi. AKM'nin, Cumhuriyet döneminin simge yapılarından biri olması nedeniyle bu kararın alındığı öğrenildi.

    1. grup kültür varlığı olarak tescil edilen yapıların 'bozulmadan' korunması gerekiyor. Bu nedenle yapıda büyük değişiklikler yapılması, yani mekânda, cephede değişikliklere gidilmesi mümkün değil. Ancak bu karar yapının çevresinde ek binalar yapılmasına engel değil. Kurul kararı, geçen hafta çıkan İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Hakkında Yasa'da yer alan AKM'yle ilgili hükümlerle uyumlu bir sonuç doğuruyor. Yasada da 'AKM'nin yıkılması' ifadesi çıkarılmış ama çevresindeki diğer parsellerle birlikte yenilemesinden söz edilmişti. Mimarlık çevrelerinde AKM'nin ek yapılarla genişletileceği bir yenileme projesi bekleniyor.

    Radikal, 10.11.2007

    MATISSE'İN TABLOSU 33.6 MİLYON DOLAR

     

    Ressam Henri Matisse’in 1937’de yaptığı bir tablo açık artırmada 33,6 milyon dolara satıldı.

    "L’Odalisque, Harmonie Blueue" adlı yağlı boya tablo, kimliği açıklanmayan bir kişi tarafından alındı. Christie’s Müzayede Salonu'nda yapılan açık artırmada Camille Pissaro’nun 1872 tarihli "Les Quatre Saisons" adlı tablosu, ressam için rekor bir fiyatla 14,6 milyon dolara ve Paul Signac’ın 1889 tarihli "Cassis. Cap Canaille" adlı tablosu yine ressam için rekor bir fiyat olan 14 milyon dolara satıldı.

    Hürriyet, 08.11.2007

    ÇALINAN ESERLER NEW YORK’TAN İTALYA’YA GERİ DÖNÜYOR

     

    İtalyan yetkililer çalıntı eski eser mücadelesinde yeni bir başarı daha kazandılar. Bu ülkeden kaçak yollarla yurt dışına çıkarılmış sekiz Etrüsk ve Roma eseri, New York’lu bir eski eser tüccarı tarafından İtalya’ya iade edildi. Jerome Eisenberg tarafından müzayedelerden satın alınan eserlerin toplam değerinin 510.000 USD civarında olduğu bildirildi.

    Eserlerin çalıntı veya kaçak olduğunu bilmediğini söyleyen Eisenberg’e, İtalyan yetkililer tarafından soyguna ait kanıtlar gösterilince bu eserleri iade etmeye karar verdiği bildirildi. Tüm eserler Eisenberg tarafından Londra’daki müzayedelerden 1980'li yıllarda satın alınmış. İade edilen eserler arasında bulunan üç bronz heykelciğin 1975'de Pompei yakınlarında Ercolano’daki bir arkeoloji deposuna yapılan silahlı soygunda çalındığı belirtildi.

    Eserlerin iade töreninde bir konuşma yapan İtalya Kültür Bakanı Rutelli, soyguncular tarafından çaılnan eski eserlerin bilimadamları için yerine konulamaz kayıplar yarattığını söyledi. Konuşması sırasında, bir Roma çeşmesinin parçası ve Eisenberg tarafından iade edilen eserlerden birisi olan mermer heykeli parmağı ile işaret eden Rutelli “Bu çeşme neredeydi? Yanında ne vardı? Bundan başka daha nelerimiz çalındı acaba?” dedi.

    AP, Haber: Ariel David, 06.11.2007

    ARKEOLOGLAR DÜNYANIN EN ESKİ YAZISINI JİROFT’DA BULDULAR.

     

    İran televizyonunda yayınlanan bir habere göre arkeologlar tarafından İran’da, Jiroft şehrindeki kazılarda dünyanın, şu ana dek bilinen en eski yazısı bulundu.

     

    Jiroft kazı ekibinin başkanı profesör Yousof Majid-Zadeh “Bir sarayda bulunan yazıt pişmiş tuğlanın üzerine kazınmış ve elimizde sadece alt sol köşesi mevcut. Bu yazıttan önce, bilinen en eski yazılar çiviyazıları ve hiyerogliflerdi” dedi

     

    Daha önce aynı yerde 5 sezon boyunca yapılan kazılarda, MÖ 3. bin yıla tarihlenen zengin bir uygarlığa ait kalıntılar bulunmuştu. 6. sezon kazıları ise, daha önceki kazılarda tabletler bulunan tapınak ve çevresindeki alanlara yoğunlaştı

     

    Arkeologlar, bulunan yazıtın şu ana dek bilinen en eski yazı olduğunu ve Elamit yazısının Jiroft’da ortaya çıktığını, buradan tüm ülkeye yayıldığını düşünüyorlar.

    CAIS News, 05.11.2007

    TİRE'DE TARİHİ GAR BİNASI YENİLENİYOR

     

     

    124 yıllık tarihi gar binası aslına uygun olarak TCDD tarafından restore ediliyor.

     

    1883 yılında İngilizler tarafından inşa edilen Tire tarihi gar binası TCDD tarafından, Tire-Çatal demiryolu hattının modernizasyonu programı kapsamında aslına uygun olarak tekrar onarılıyor.

    2007 aralık ayı başına kadar restorasyon çalışmalarının bitirilmesinin planlandığını ifade eden TCDD 3. Bölge Müdürü Sabahattin Eriş; "Tire'deki tarihi gar binasının aslına uygun olarak onarımına ayrı bir önem veriyoruz. Tire-Çatal demiryolu hattındaki yenileme çalışmalarına 20 milyon YTL'lik kaynak ayırdık. Tire'de sadece gar binasını yenilemekle kalmayacağız. Binanın çevresini de düzenleyerek sosyal amaçlı alanlar yaratacağız. Geceleri de tarihi gar binasını ve çevresini ışıklandırıp turizme katkı sağlayacağız." şeklinde konuştu.

    Selçuk Bölge Haberleri, Haber: Anıl Ertan, 07.11.2007

    TARİHİ EVLERE DEVLET DESTEĞİ

     

    İnanç ve Kültür Turizmi alanında önemle gelişmelerin yaşandığı Mardin'de tapulu müstakil tarihi evlerde devlet katkısı ile restorasyonlar başladı.

    Mimarlar Odası Başkanı Yılmaz Altındağ, kentsel dönüşüm projesi kapsamında tarihi ve mimari taş yapılı binaların bir bir korumaya alındığını söyledi.

    haberler.com, 07.11.2007

    ÖDEMİŞ'TE TARİHİ ESER OPERASYONU

     

    Ödemiş'teki bir evde, 5 el yazması Kur'an-ı Kerim ve tarihi eserler ele geçirildi.


    Ödemiş Jandarma Komutanlığı istihbarat birimleri, Cumhuriyet Mahallesi'nde yaşayan G.T'nin elinde tarihi eserler ve el yazması Kur'an-ı Kerim bulunduğu ihbarı üzerine, mahkeme kararıyla evi aradı. Evde, değişik dönemlere ait olduğu bildirilen 13 sikke, değişik dönemlere ait deri kaplama 5 el yazması Kur'an-ı Kerim, değişik çapta ve boyutta tarihi eser parçaları, kupa, vazo, heykel ile G-3 piyade tüfeği mermisi bulundu. Gözaltına alınan G.T, jandarmada yapılan ilk sorgulamanın ardından, Ödemiş Cumhuriyet Savcılığına sevk edildi.

    Haber Ekspres, 07.11.2007

    NOEL BABA KİLİSESİ'NİN RESTORASYONU İÇİN 40 BİN YTL ÖDENEK

     

    Kültür ve Turizm Bakanlığı, Antalya'nın Demre İlçesi'ndeki Noel Baba Kilisesi'nin bakım ve restorasyon çalışmalarında kullanılmak üzere 40 bin YTL ödenek gönderdi.

     

    Noel Baba Kilisesi'nde duvar resimlerinin restorasyonu işinde 10 yıldan beri çalışan Desinatör Arkeolog Rıdvan İşler, Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay'ın 29 Ekimde Noel Baba Kilisesi'ni ziyaret edip, ilgililerden bilgi almasından sonra Ankara'ya giderek, Bakan Ertuğrul Günay ve bakanlık yetkilileriyle görüşmeler yaptı.

     

    Rıdvan İşler Bakan Günay ile binada yapılması gereken işleri iki ayrı grup halinde ele aldıklarını, ''Acil yapılacak işler'' kapsamında Bakan Günay'ın talimatıyla 40 bin YTL ödeneğin hemen çıkartıldığını bildirdi.

     

    Acil olarak yapılacak işler kapsamında çatı onarımı, kış aylarında kilize zeminine dolan yağmur suyunu tahliye eden pompaların tamiri ve girişteki mermerleri koruyacak geçiş yollarının yapımı ve ortaya çıkan duvar resimlerinin güneş ve nemden korunması işleri bulunduğunu anlatan İşler, ödeneğin bu işler için kullanılacağını belirtti. Kilisedeki acil  işlerin kısa sürede yapılacağını anlatan İşler, uzun vadede yapılması gereken işler konusunda da hazırlıklar yapılacağını kaydetti.

     

    Demre Kaymakamı Murat Sefa Demiryürek de ödeneğin Antalya Valiliği emrine geldiğini belirterek, ''Sayın Valimiz ödeneğin geldiğini bize bildirdi. Gerekli yazışmaları yaparak, Antalya İl Özel İdaresi emrine gönderilen ödeneğin Demre Kaymakamlığı'na aktarılmasını sağlayacağız'' dedi.

    Turizm Gazetesi, 07.11.2007

    HALİFENİN TABLOSU

     

    Artium Sanatevi’nin 63. müzayedesinde aralarında Halife Abdülmecid Efendi’nin “İstanbul Limanı Medhali” adlı eserinin de bulunduğu, geleneksel ve çağdaş resim sanatının seçkin örneklerinden oluşan 210 tablo satışa sunulacak.

     

    18 Kasım 2007 Pazar günü gerçekleştirilecek müzayedede, son halife Abdülmecid Efendi’nin Sarayburnu sülieti ve önünde gün batımının güzelliğini Marmara Denizinin mavi suları ile birleştirdiği “A. Medjid” imzalı, 1904 tarihli, tual üzerine yağlıboya 92x131 cm ölçülerindeki “İstanbul Limanı Medhali” (İstanbul Limanı Girişi) adlı eseri de yeni sahibini bulacak. 500 bin YTL başlangıç fiyatı ile koleksiyonerlerin beğenisine sunulacak olan Sarayburnu peyzajı, müzayedenin en pahalı eserini oluşturuyor.

    Türkiye Gazetesi, Haber: Tuncay Önür, 07.11.2007

    STANFORD DÜNYA ÇAPINDA BİR MISIR KÜTÜPHANESİ SATIN ALDI

     

    Stanford, 20. yüzyılın önde gelen Mısırbilimcilerinden birisi olan Wolja Erichsen’in (1890-1966), kütüphanesini satın aldı. Mısır tarihinin MÖ 650 den MS 1000 yıllarına kadar olan kısmını kapsayan kütüphane artık Stanford Green Kütüphanesi’nde. Klasikler profesörü Joe Manning “Erichsen Kütüphanesi, özel şahısa ait son büyük ve tümü arasında da en önemli Mısırbilim kütüphanelerinden birisidir” dedi.

     

    Kopenhang Üniversitesi profesörlerinden olan Erichsen, demotik Mısır yazısı ve Koptik uzmanı idi.  Uzun yıllar Berlin’de kalan Erichsen, bu konuda hala en önemli eserler arasında kabul edilen Demotisches Glossar (1954) ve Demotische Lesestücke (1937-39) isimli eserleri burada bastırdı. Ölümünden sonra, kütüphanesinin nereye verileceği varisleri arasında çıkan tartışmalar bir sonuca ulaşamayınca koleksiyon, Stanford tarafından satın alınana dek Kopenhang’da kaldı.

    Stanford Report, Haber: Cynthia Haven, 30.10.2007

    FAL BAKARAK DEFİNE ARAYAN 2 DOLANDIRICI YAKALANDI

     

    Hatay'da "Bahçenizde altın dolu küp var" diyerek vatandaşları dolandıran Jozef hoca lakaplı şahıs ile yandaşı yakalandı.

    Alınan bilgiye göre, Antakya ve beldelerinde maddi durumu iyi olan kişileri gözlerine kestiren 3 kardeş, ''Size fal bakmaya, dilekleriniz için büyü yapmaya geldik. Ayrıca evinizde define var'' diyerek irtibata geçtiği bildirildi.

    haberler.com, 07.11.2007

    "ŞEHRİN İMAJI OLUMSUZ ETKİLENİR"

     

    Gaziantep Müze Müdürü Ahmet Denizhanoğulları, Büyükşehir Belediyesi’nin Arkeoloji Müzesi yapmak istediği eski Tekel arazisinin bölge olarak müze yapmaya uygun bir yer olmadığını söyledi. Denizhanoğulları, müzeye çoğunlukla şehir dışından ve yurt dışından turistlerin geldiğini belirterek, çevredeki yapılaşmanın şehrin tanıtımına olumsuz etkiler yaratacağını söyledi.

     

    Müze yapılması düşünülen eski Tekel fabrikasının arazisini gezdiğini söyleyen Denizhanoğulları, bölgedeki gecekondulardan ve izinsiz, plansız yapılardan kaynaklanan çarpık kentleşmenin şehir estetiğine uymadığını belirtti. Denizhanoğulları, “Gaziantep Arkeoloji Müzesi’nin ziyaretçi kitlesinin büyük bir kısmı turlarla şehir dışından veya yurt dışından gelen turistler. Müze Tekel arazisine yapılırsa, müze ziyareti için gelen turistler Gaziantep gibi marka olma iddiasında olan bir kentin gecekondulardan, biçimsiz yapılardan oluştuğunu sanacak. Bu da şehrin imajını çok kötü etkiler.Ayrıca bu bölge yine turistler için güvenli değil” dedi.

     

    Bölgenin sosyoloji durumu hakkında da araştırma yaptığını söyleyen Denizhanoğulları, Müze yapılması düşünülen Tekel arazisinin etrafındaki mahallelerde suç oranının çok yüksek olduğunu öğrendiğini belirterek, bu durumun turistlerin ve müzedeki eserlerin güvenliğini de zafiyete uğratabileceğini söyledi.

     

    Bölgede yapılması düşünülen rekreasyonun on yıl sürebileceğini, müzenin inşaatınınsa bir yılda bitirileceğini söyleyen Denizhanoğulları, müzenin bu süre içerisinde ciddi sıkıntılar yaşayabileceğini söyledi.

     

    Fuar Alanı'nın müzeye yakın olması, şehir merkezinde olması ve daha geniş, bahçeli bir alan olması nedeniyle müze yapılmaya daha uygun olduğunu ifade eden Müze Müdürü Ahmet Denizhanoğulları, “Stadyum büyüklüğünde üç katlı bir müze binasıyla envanterdeki tüm eserleri teşhir edebiliriz. Bu Gaziantep Arkeoloji Müzesi’ni büyüklük ve sergilenen eser sayısı bakımından da  dünyanın sayılı müzeleri arasına sokar.” dedi.

    Gaziantep Hakimiyet, 06.11.2007


    BUNUN ADI DA BAKANLIK OLUYOR!!

    "ALLAH RIZASI İÇİN ŞU ARKEOLOĞA BİR KAZI PARASI..."

    ÖREN YERLERİ DE BİR 'DOST ELİ' BEKLİYOR

     

    Bakanlığın ‘Kültür Dostları’ sitesinde arkeolojik kazılarla ilgili ihtiyaç listesindeki verilere göre de, milyonlarca YTL kaynak gerekiyor. İşte çözüm bekleyen ören yerlerinden bazıları:

    Zeugma: Kazı başkanı Doç.Dr. Kutalmış Görkay. Zeugma’daki kafeterya-tuvalet ve otopark alanı kentin antik Meclis Binası olabilecek Bouleuterion yapısının üzerinde yer almakta olup kaldırılması isteniyor. Bu iş için 165 bin YTL gerekiyor.

    Alanya Kalesi: Prof.Dr. Oluş Arık’ın kazı başkanlığını yaptığı Alanya Kalesi’nde kazı evi ihtiyacı var. Öncelikli olarak İçkale’deki bütün bina kalıntılarının kazı- koruma ve onarım çalışmalarının bir an önce tamamlanarak burasının bir arkeopark haline getirilmesi ve her yapının orada ele geçirilmiş buluntuların yerinde sergilendiği müze-mekanlara dönüştürülmesi amaçlanıyor. Gerekli kaynak 245 bin YTL.

    Karain: Kazı başkanlığını Prof.Dr. Işın Yalçınkaya yapıyor. Kazı evinin tadilatı, otopark düzenlemesine ihtiyaç var. Mağaraya çıkışta bir teleferik ya da telesiyej yapılması isteniyor. Bu iş için 70 bin YTL gerekiyor.

    Perge: Kazı başkanlığını Prof.Dr. Haluk Abbasoğlu yapıyor. Kamulaştırma sorunu var. Karşılama Alanı Planlanması, Kazı Deposu, Onarımlar için ödenek gerekiyor. 125 bin YTL gerekiyor.

    Arikanda: Kazı başkanlığını Prof.Dr. Cevdet Bayburtuoğlu yapıyor. 100 bin YTL’ye ihtiyacı var.

    Patara: Kazı Başkanlığını Prof.Dr. Fahri Işık yapıyor. 212 bin 28 YTL’ye ihtiyacı var.

    Aziz Nikolas (Noel Baba): Kazı Başkanlığını Prof.Dr. Yıldız Ötüken yapıyor. 70 bin YTL’ye ihtiyacı var.

    Bademağacı Höyüğü: Kazı Başkanlığını Prof.Dr. Refik Duru ile Gülsün Umurtak yapıyor. Anadolu’nun bilinen en eski sarayının bulunduğu ve üst üste 12 yerleşimin olduğu 9 bin yıllık Bademağacı Höyüğü için 115 bin YTL gerekiyor.

    Elmalı Hacı Musalar Höyüğü: Kazı Başkanlığını Doç.Dr. İlknur Özgen yapıyor. Güvenlik sorunu var. Ören yerlerinin etraflarının sağlam bir biçimde çevrilmesi gerekmekte. Bu ihtiyaçlar için 60 bin YTL gerekiyor.

    Rhodiapolis: Kazı Başkanlığını Prof.Dr. Nevzat Çevik Yapıyor. Dünyanın gelmiş geçmiş en büyük hayırseveri olarak bilinen Likyalı Opramoas şimdi kendisi yardıma muhtaç hale geldi. Rhodiapolis antik şehrinde Opramoas’a ait mezar anıtının ve diğer tarihi eserlerin onarımı için 300 bin YTL gerekiyor. Prof.Dr. Nevzat Çevik, Opramoas’a sponsor olması için Antalya Ticaret ve Sanayi Odası’na çağrıda bulundu. Ancak ATSO yönetimi, yönetim kurulundan bu konuda onay alamadı. Şimdi Kültür Dostları'ndan bu para temin edilmeye çalışılıyor.

    Kubadabad Sarayı: Kazı Başkanlığını Prof.Dr. Rüçhan Arık yapıyor. Selçuklu sarayında yapılan kazılarda kullanılan kazı evi tadilat, tamirat ve donanımına ihtiyaç var. 71 bin YTL gerekiyor.

    Yatağan: Kazı Başkanı Prof.Dr. Ahmet Tırpan. Buradaki sorunların giderilmesi için de 350 bin YTL’lik kaynağa ihtiyaç var.

    Akşam, 06.11.2007

    'KÜLTÜR DOSTU' İLE TARİH CANLANACAK

     

    Kültür ve Turizm Bakanlığı, Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü’nce yürütülen ‘Kültür Dostları’ ile tarihi ayağa kaldıracak. Bakanlık, kültür varlıklarının bakımı, onarımı, yaşatılması ve restore edilmesiyle ilgili ‘Kültür Dostu’ adı altında bir proje hazırladı.

     

    Projeyle, müze ve ören yerleri ile kazı ekiplerininin ihtiyaçlarının karşılanması amaçlanıyor. Üstelik tıpkı okul yaptıranlar gibi, ‘Kültür Dostu’ projesiyle de, kültür varlıklarına katkıda bulunan hayırseverlere vergi indirimi imkanı sağlanıyor. Buna göre; Kültür Dostları, Kültür ve Turizm Bakanlığı’nca desteklenen veya desteklenmesi uygun görülen faaliyetler için yapılan her türlü bağış ve yardımları vergiden düşebiliyorlar. Kültür Dostu olabilmek için ise; Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü, Koruma Planlaması, Kültür Yatırımları ve Girişilleri Teşvik Daire Başkanlığı, Bilgi Teknolojileri ve Teşvik Şubesi’ne başvurmak gerekiyor. Bakanlık Projeyi tanıtabilmek için bir de internet sitesi kurdu. www.kulturdostu.gov.tr adresindeki sitede Kültür Dostlarını Bekleyen Projeleler de yer alıyor. Kültür Dostlarını bekleyen projelerin başlıkları ise şöyle;

    Müzelerimiz Teknoloji İle Buluşuyor Projesi: Müzelerin bilgi teknolojilerine ilişkin ihtiyaçlarının karşılanması...

    Benim Müzem Projesi: Bir müzenin inşası ve donatılmasına katkıda bulunulması, müzeye arsa bağışlanması...

    Kazı Dostu Projesi: Kazı evinin laboratuarının donatılması veya personel giderlerinin karşılanması ya da antik dönemlerdeki üretim alanlarının kazı, araştırma ve sergilenmelerinde ilgili sektörün desteğini kazanacak projeler ya da bir gıda firmasının bir kazının yiyecek giderlerini üstlenmesi, bir fotoğraf firmasının o kazının fotoğraf giderlerini üstlenmesi.

    Güzelleşen Müzeler Projesi: Bir müzede tıp aletleri ile ilgili bir seksiyonun hazırlanması ve etkin sunumu ya da müzenin çevre düzenlemesi. Müze Dostu Projesi; Bir müzenin ihtiyaçları ile birebir ilgilenilmesi veya bir müzeye gönüllü katkıda bulunulması.

    Yapılacak çalışmalar şöyle:

    Alacahöyük Müze Binası Onarımı: 19.197,09 YTL.

    Boğazköy Müze Binası Onarımı: 424.472,26YTL.

    Hatay Müzesi Güvenlik Sistemi: 7.953,78YTL.

    Anamur Müzesi Güvenlik Sistemi: 21.545,78YTL.

    Silifke Atatürk Müzesi Güvenlik Sistemi: 14.452,06YTL.

    Hasan Süzer Etnoğrafya Müzesi Güvenlik Sistemi: 11.673,38YTL.

    Mersin Müzesi-Mersin Atatürk Evi Güvenlik Sistemi: 14.040,4YTL.

    Şanlıurfa Müzesi Güvenlik Sistemi: 18.615,00YTL.

    Adana Etnoğrafya Müzesi: 5.799,94YTL.

    Silifke Müzesi Güvenlik Sistemi: 13.283,26YTL.

    İstanbul Türk İslam Eserleri Müzesi Onarımı:75.372,50YTL

    Akşam Akdeniz, Haber: Mustafa Kozak, 06.11.2007


    TANRILARIN KAYIP HAZİNELERİ BURADA





    Ancak aklı başında olmayan bir mimar, o şekilde varsayarsak, kendi binası ile Parthenon arasında bir karşılaştırma yapmak isteyebilir. İnsanlık tarihinden en başarıları işleri arasında sayılabailecek yeni Akropol Müzesi, İsviçre doğumlu mimar Bernard Tschumi’nin diğer frapan işlerine bakıldığı zaman sakin bir iş olarak şaşırtıcı gelebilir.

    Fakat Tschumi egosunu bir yana koyarak büyük bir işi başarmış. Parthenon’un üzerini aydınlatan meditasyon, kendi doğruları içinde de büyüleyen bir bina. Daha önce mimarlığın diğer çalışmaları hakkında güzel sözler söyleyen bir tasarım gördüğümü hatırlamıyorum.

    Atina’daki bu müze geçtiğimiz sene açıldı. Parthenon’un yanındaki Eski Akropol Müzesi’ndeki yüzlerce mermer heykel daha iyi korunmaları için yeni yerlerini aldılar. Bununla birlikte 19. yy’da Lord Elgin’den kurtarılanların yarısından fazlası da yer alıyor.

    İngiliz Hükümeti be eserlerin British Museum’a ait olduğu ve kesinlikle geri verilmeyeceği konusunda ısrarlı. Yunan Hükümeti de doğal olarak Atina’ya ait olduğunu savunuyor.

    Şimdiye kadar benim hislerim İngilizler’in yalan söylediği yönündeydi. Dünya’nın büyük müzelerinin çoğunun geçmişinde buna benzer kuşkulu durumlar yer alıyor. Neden binlerce yıllık emparyalist tarihlerinin karşıklığını çözmezler? Akıllı biri bunu görüp harekete geçmeli.






    Eriyen heykelleri, mimarlığı ve antik peyzajıyla güçlü görsel bir öykü sunan Yeni Akropol Müzesi, tatışmalardan yorulmuş ve her iki tarafa da beyaz bayrak sallıyor. Üst katlardaki galerileri, aydınlık çerçeve içindeki yıpranmış Parthenon manzarasına bakarak, heykellerin geri dönmesini arzulamadan gezmek imkansız.

    Müzenin dilsel gücü projeyi 6 senedir takip eden kişileri şaşırtabilir. Tschumi, günümüz müze mimarlığında sıkça görülen frapanlığa karşın sade ve sert tasarımı ile yarışmayı kazanmıştı.

    İnşaat başlamadan önce müze içinde seçilen yerin uygun olmaması, heykellerin taşınması sırasında risk ile karşılacağı gibi konularda 100 davayla ile karşılaştı. Yerel korumacılar, şimdi de müzeden antik tiyatroya kadar müzenin silüetini engelleyen Artdeco ve Neo Klasik iki binanın yıkılmasını engellemek için savaşıyorlar.

    Fakat sonuçta gergin ve göze çarpmayan bir bina var. Dionysiou Areopagitou Sokağı’ndan yaklaşırken ilk izlenim şehrin yoğunluğu içinde kaybolmuş olması.

    Yakından bakıldığında, formları belirsiz bir şekilde büyüyor. İnşaat sırasında bulunan antik şehri korumak için bütün bina büyük kolonlar üzerinde yükseltilmiş. Devasa betonarme güneşlik esas giriş meydanı üzerinde çıkıntı yapıyor. Müzenin en üst katının hemen üzerinde hafifçe kaymış gibi. Köşeleri alttaki katın kenarından kaldırılmış sanki binanın üzerinde kayıyormuş gibi.






    Bu dengesizlik, size Yunan tarihinde yüzyıllar boyunca rehberlik yapan ve Parthenon’u canlı gözlerle görmenize izin veren, dikkatlice yürütülen bir öyküyü kuruyor. Plaza zeminindeki elips şeklindeki yırtık, arkeolojik kalıntılarının izlenmesine olanak sağlıyor. Buradan alçak, loş bir lobiye gidiliyor ve ana galeriye ulaştıran geniş bir rampa dönülüyor.

    Birkaç kat yukarıdan, beton ve camdan oluşan bir ızgaradan gün ışığı aşağıya süzülüyor; rampanın zemini, yeraltı kalıntılarına daha fazla görüş sağlayan, ısıtılmış cam panellerinin oluşturduğu bir ızgara şeklinde. Yukarıya doğru yürüdükçe, rampa üzerine yerleşmiş Arkaik kireçtaşı alınlığa ulaşmadan önce, gri mermer ayaklar üzerinde bir dizi figür yer alıyor.

    Propylaea’nın sade sütunlarından veya girişten önce durakladığınızda son bulan tören alayı, Parthenon’a tırmanışta yankılanıyor. Köşeyi döndüğünüz ve ana galeriye ulaştığınız anda, yolculuğun anlamını kavrıyorsunuz. Şu anda boş olan bu geniş alan, Mycenaean (Yunan) döneminden MÖ erken beşinci yüzyıla kadar olan, tanrı heykelleri ve diğer mitolojik figürler ile doldurulacak. Athena’nın devlerle güreşini resmeden mermer alınlık kısmı – sınırsızlığın ve Yüksek Klasik Dönem’deki önde gelen kontrollü gücün ekspresyonist anlatımına bir örnek – galerinin en sonunda yer alacak. Buradan, asma kattaki restorana ve Atina Tapınağı’ndan kanatlı Nikes tarafından kuşatılan tanrıçanın resmedildiği bir korkuluğa ev sahipliği yapan küçük bir galeriye ulaşarak, daha fazla yürüyen merdiven ve basamağa bağlanabiliyorsunuz.

    Bu düzen, orayı uzayın içinde hareket edermiş gibi deneyimlediğiniz için, Sovyet film yapımcısı Sergei Eisenstein’ın, Acropolis’i en eski filmlerinden biri olarak tanımlayan 1940 tarihli denemesini akla getiriyor. “Bir mimari topluluk için, bir montaj serisini kare kare hayal etmek, binalar arasında, bir bacağımızın yürüyerek yarattığından daha ustaca yapılmış olan bir oluşumdur” diye düşünüyor.






    Tschumi de Eidenstein gibi, görsel deneyimlerin bir montajını yaratmayı amaçlıyor. Kamera için yürüyen ayaklar, yol boyunca bu resimleri topluyor ve yeniden biraraya getiriyor. Hedefinize ulaştığınız zaman, bunlar uyumlu bir görüş haline geliyor.

    Müzenin üst kat galerilerine girdiğiniz zaman, tüm saha beklentilerine ulaşılıyor. Kutsal iç tapınak odası etrafında yerleştirilen kolonat ile, Parthenon’un kendisinin düzenine, yankı yapıyorlar. Merkezi çekirdeğin etrafında, tapınak frizleri devamlı bir dizi şeklinde monte ediliyor, böylece kesintiye uğramadan, öyküyü takip edebiliyorsunuz. Antikaları kaybolan paneller boş bırakılacak, British Museum’da durmakta olanlar ise sahte oldukları anlaşılacak şekilde, yarı saydam örtü ile örtülerek sıva içerisinde tanıtılacak. Giriş katı cam ile çevrelenmiş, böylece etraftaki şehri izleyebiliyorsunuz.

    Odanın, tamamen farklı olan heykel ve mimari parçaları birbirinden, içeriklerine göre doğru bir şekilde koparıyor olmasının altında bir deha yatıyor. Galerinin güney tarafına ilk girdiğiniz zaman, müzenin frizleri ve çatı sütunu tepe taşları, Atina’nın çatı tepelerinin kireçli arka perdesine karşı izleniyor. Bir köşeyi döndüğünüz an, Parthenon tam olarak görüş alanınıza giriyor, eski tapınak sağ tarafınızı büyük pencereleri ile sarmalıyor. Parthenon’un doğu cephesi ve hayal gücünüzde birleşen ve orayı süsleyen heykeller, sizin orayı Periclean Atina zamanındaki tapınak olarak resmetmenizi sağlıyor. Sonunda, Yüksek Klasik Dönem ihtişamının dereceli olarak, Yunan antikalarının Romen kopyalarına yön verdiği, küçük galeriler dizisinin içinden inerseniz, Parthenon, yavaş yavaş gözden kaybolur.






    Bu sihirli bir deneyimdir. Klasik geçmişi yenilemek veya basitçe taklit etmek yerine, Tschumi yüzyıllar arasında uzanan bir diyaloğu vaat ediyor.

    Müzeyi gezdikten biraz sonra, Londra’ya olan akşam uçuşumda, bu düşünceleri beraberimde götürdüm. Ertesi sabah, Elgin Mermerleri’ni gezmek için otelimden British Museum’e yürüdüm. Uzun, ince Duveen Galerisi içerisinde, şiddetli ani bir sızı hissettim. Mermerler şaşırtıyordu; fakat vatan özlemi çekermiş gibi görünüyorlardı.

    Parthenon’da nerede olduklarını ziyaretçilere hissettirebilmek amacıyla, küratörler iki karşılıklı duvar boyunca, galerinin sonlarında yerleştirilen alınlıklarla frizleri asmışlardı. Gene de, kompozisyonun bir parçası gibi değil de, bunları bireysel sanat işleri olarak okuyorsunuz.

    Bir atın geri çekilmekte olan kuyruğunu ve bir diğerinin ileriye atılan başını resmeden ve aralarında boş, geniş bir alanın olduğu bir panel nefes kesicidir. Fakat, Parthenon içerisinde orjinal olarak nasıl yerleştiğini hayal etmek zordur. Orjinal devasa taş bloklardaki içerik eksikliği, iki yüzyıl önce sırf, Lord Elgin’in gemi yolculuğunu kolaylaştırmak amacını güden acımasız bir vandalizm hareketiyle oyulması sonucu arttı.

    Batı medeniyetinin güzelliklerinden birinin kalıntılarının sökümü sırasında, bunları Lord Elgin yağma etti. Bunları medeniyet için üreten, mermerlerin büyük bağlantısı kayboldu.

    Tschumi’nin, büyük başarısı, bu gerçeği mimari formda belli ediyor olması. İhtişam veya yapmacık olmaksızın, binası mermerlerin dönüşünü ispatlıyor.

    New York Times, Yazı: Nicolai Ouroussoff, Çev.: Ceren Bayazıtoğlu, Emine Merdim Yılmaz - Arkitera, 06.11.2007

    KENDİRLİ KİLİSESİ TADİLAT GÖRÜYOR

     

    Gaziantep’te turistik alanlar içerisinde yer alan Kendirli Kilisesi’nde tadilat başlatıldı. 1860 yılında Fransız Misyonerler ve III. Napolyon’ un yardımıyla inşa edilen kilise bugün Öğretmen Evi Müdürlüğü tarafından sanatsal etkinlikler ve konferanslarda kullanılıyor. 

     

    Milli Eğitim Müdürlüğü toplantı salonu olarak da kullanılan Kendirli Kilisesi’nin dış ve iç kısımlarında zarar gören alanlar usta işçiler tarafından titizlikle onarılıyor. Geniş bir bahçe içerisinde siyah kesme taştan bir temel üzerine beyaz kesme taştan yapılan Kendirli Kilisesinin bazilikal planlı ve üçgen çatılı olduğunu belirten yetkililer, tadilat çalışmalarının kısa süre içerisinde tamamlanacağını duyurdu.

     

    1860 yılında Fransız Misyonerler ve III. Napolyon’ un yardımıyla inşa edilen kilisenin, gelecek nesillere daha sağlam şekilde bırakılmasının amaçlandığı tadilatın Adana Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu tarafından kontrol edildiği belirtildi.

    Gaziantep Hakimiyet, 06.11.2007

    80 YILLIK OKUL KAYIT DEFTERİ BULUNDU

     

    Çanakkale'de 1904 yılında 'İlk Erkek Mektebi' adıyla kurulan bugünkü Cumhuriyet İlköğretim Okulu'nun 1926-1927 eğitim öğretim dönemine ait sicil-i umumi (okul kayıt) defteri, o dönemin toplumsal yaşamına ışık tutan bilgileri de içeriyor.

     

    Cumhuriyet İlköğretim Okulu'nun deposunda bulunan 1926-1927 eğitim öğretim dönemine ait okul kayıt defterinde o dönem, Kur'an-ı Kerim ve Dini Bilgiler, Türkçe, Ahlaki ve Medeni Sohbetler, Temel Matematik, Tarih ve Coğrafya, Eşya Dersleri ve Ziraat (Hayat Bilgisi), Resim ve El İşleri, Ev İdaresi ve Mutfak Hizmetleri (kızlara), Beden Terbiyesi, Müzik ve yabancı dil olarak da Fransızca derslerinin yanı sıra Ahlaki ve Medeni Sohbetler ve kız öğrencilere Ev İdaresi ve Mutfak Hizmetleri derslerinin verildiği görülüyor.

     

    Sicil-i umumi defterini inceleyen Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi (ÇOMÜ) Eğitim Fakültesi Öğretim Üyesi Yrd.Doç.Dr. Ahmet Esenkaya, yaptığı açıklamada, defterin Kurtuluş Savaşı sonrasındaki toplumsal yapı hakkında bilgi verdiğini söyledi. Yrd.Doç.Dr. Esenkaya şunları kaydetti: "Kayıt defterinde öğrencilerin 4 yıllık eğitim dönemindeki notları bulunuyor. Aynı zamanda öğrencilerin bir bölümünün gayrimüslim olduğu anlaşılıyor. Gayrimüslim öğrencilerden bazılarının babası manifaturacı, bazılarının mesleği ise bakkalcılık olarak kayıtlara geçmiş. Türk öğrencilerin velilerinin mesleğine bakıldığında ise o yıllarda Çanakkale'deki sivil ve resmi mesleklerin tamamına yakını görülüyor. İlginç ve günümüzde olmayan birkaç meslek ise meyhanecilik. Duyun-u Umumiye'de görevli Türk çalışanlar, tabur imamı ve kayıkçılık gibi meslekler olduğunu da söyleyebiliriz."

    Zaman, 06.11.2007

    ANTİK ŞEHİR AKMONIA KURTARILMAYA ÇALIŞILIYOR

     

    Ahat Köyü’ndeki ‘yukarı şehir’ olarak bilinen Akmonia, 2000 yılından itibaren çeşitli ihmal zincirlerinin kurbanı oldu. MÖ 9. yüzyılda Frigler zamanında kurulduğu bilinen antik şehirdeki 240 metrekarelik alanda bulunan paha biçilmez nitelikteki 2 bin yıllık mozaikler ve diğer tarihi eserler, zaman içinde ya tümüyle yok oldu ya da büyük ölçüde hasar gördü. Antik kentte yapılan kaçak kazılarla birçok eser çalınırken, alan üzerinde bağ kurularak tarım yapılmasıyla devam eden ihmaller, 2000 yılında mozaiklerin kurtarılması için başlatılan çalışmada yapılan hatalarla son noktaya geldi. Halen az sayıda mozaiğin bulunduğu antik kentte, Uşak Valiliği’nce başlatılan ve Konya Müzesi arkeologlarından Kasım Ertek başkanlığındaki bir heyet tarafından bu mozaiklerin kurtarılabilmesi için çalışma yürütülüyor. Kurtarma çalışmalarını yerinde inceleyen Uşak Valisi Kayhan Kavas, tüm gayretleriyle antik kenti kurtarmaya çalıştıklarını belirterek, “Antik kent için yapılabilecek her şey yapılıyor. Bu güne kadar süregelen ihmal zincirinin ardından uzman kişiler tarafından çalışma başlatıldı. Konya Müzesi’nden gelen ekip çalışıyor. Eser bulunduğu yerde korunabilecek. Teknik olarak ihmali olanlarla ilgili yasal işlemler yapılacaktır” dedi.

    Akmonia’da beraberindeki iki uzman ile kurtarma çalışmalarını yürüten arkeolog Kasım Mertek de antik kentin durumu ve çalışmaları hakkında bilgi verdi. Antik kentin 240 metrekarelik gymnasium bölgesinde bulunan mozaiklerin paha biçilemez nitelikte değer taşıdığını, ancak bunların bir kasımının tarihi eser kaçakçıları tarafından çalınmış olduğunu bildiren Mertek, kalan mozaiklerin kurtarılması için 2000 yılında çalışma başlatıldığını söyledi. Ancak bu çalışmalar sırasında, yapılan hataların, hedeflenen kurtarma yerine vahim sonuçlar doğurduğunu belirten Mertek, şunları kaydetti: “Mozaikleri kurtarmak adı altında başlatılan çalışmada mozaiklerin tabanına çimento dökülmüş, mozaiklerin üzeri kireç çözücülerle temizlenmiş, bu tam bir cahillik. Daha sonra mozaiklerin üzerine naylon örtülmüş ve bırakılmış. Naylonun yarattığı sera etkisi sayesinde oluşan bitki örtüsü, kısa sürede mozaikleri parçalayıp, alanı tahrip etmiş. Yani 2 bin yıl bozulmadan bugüne gelen mozaikler kaçakçılar ve yetkililer tarafından mahvedilmiş. Bugün ancak 100 metre karelik alan görülebiliyor.”

    Mertek, bölgenin çok önemli bir tarihsel mekan olduğunun altını çizerek, yapılan çalışmalar hakkında şu bilgileri verdi: “Gymnasium, içinde spor yapılan bir alan. Mozaikler 15 renkten oluşuyor. Kurtarabildiğimiz alanda dolgular yaptık. Horasan alçısı denilen gerçeğine uygun bir dolgu malzemesiyle zemini oturttuk. Avrupa’dan getirdiğimiz bir kaplama malzemesi ve Nevşehir’den getirdiğimiz taşlarla üzerini kapatıp hava şartlarından etkilenmesini önleyeceğiz.

    Daha sonra üzerine çatı yapıldığında, bu malzemeler kalkacak ve sergilenebilir hale gelecek.”

    Uşak’ın Banaz İlçesi’nin 10 kilometre güneyinde bulunan Ahat Köyü’ndeki Akmonia’nın, kesin kuruluş tarihi bilinmemekle birlikte MÖ 9. yüzyılda Frig beyleri ya da Lidya Kralı Manes’in oğlu Akmon tarafından kurulduğu tahmin ediliyor. Özellikle MÖ 3. yüzyılda önem kazanan kentin Lidya Krallığı’nın başkenti Sardes’ten Susa’ya uzanan Kral Yolu’nun üzerinde yer alan kent, para basma hakkını ilk elde eden kentler arasında yer alıyordu.

    Arkeolojik açıdan oldukça önemli antik kentler arasında yer alan Akmonia’da, bölgede tarihi eser kaçakçıları tarafından yapılan kazıların ardından 2000 yılında başlatılan kurtarma kazısında 270 metrekare boyutlarında mozaikle kaplı gymnasium yapısı ortaya çıkarılmış. Bu alandaki mozaiklerden üzerinde Tanrıça Tyhke betimlemesinin bulunduğu bir kısmı çalınıp sonradan bulunan ve büyük ölçüde tahrip edilen mozaik, Türkiye’de bugüne kadar çıkarılmış tek parça en büyük mozaik olma özelliği taşıyor. Antik kentten kurtarılabilen ve gün ışığına çıkarılabilen eserlerin bir kısmı Uşak, bir kısmı da Afyon müzelerinde sergilenmekte.

    Akşam Ege, 06.11.2007

    MOZAİK ÇOK, RESTORATÖR YOK

     

    Milattan önce kurulan uygarlıkların en önemli sembollerinden olan mozaikleri, Türkiye'de gün yüzüne çıkarmak için yurdun her tarafında görevlendirilen Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın tek mozaik restoratörü Kasım Mertek, dünyada bu alanda en çok esere sahip olan ülkede yaşanılmasına rağmen, mozaiklere yeterli ilginin gösterilmemesinden yakındı.

     

    Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın Konya Müzesi'nde görevli arkeolog Kasım Mertek, ilk çağlarda çakıl taşlarının, daha sonra işlenmiş toprak ve taş parçalarının değişik tekniklerle boyanması ve yere yapıştırılmasıyla oluşan mozaik eserlere, zengin tarihi geçmişe sahip Türkiye'de oldukça fazla rastlandığına dikkat çekti.

     

    Özellikle Kahramanmaraş, Sinop, Gordion, Tarsus, Ürgüp, Şanlıurfa, Uşak, Antakya, Zeugma, Karabük gibi pek çok yerleşim yerinde tarihi 2500 yıl öncesine kadar uzanan mozaikler bulunduğunu ifade eden Mertek, bu alanda Kültür ve Turizm Bakanlığı'nda görev yapan tek mozaik restoratörünün kendisi olduğunu, geçmişte bu alanın en önemli kişilerinden olan Behçet Erdal'dan 1990'lı yılların başında ders aldığını belirtti. Son olarak 2000 yılında başlayan kurtarma çalışmalarında önemli ölçüde tahrip edilen Akmonia Antik Kenti'nde görev alan ve buradaki mozaiklerin deforme olmadan önce kaliteli sınıfta yer aldığını bildiren Mertek, dünyada en fazla mozaik bulunan ülkelerden birinde olunmasına rağmen eserlere ilgi gösterilmediğini öne sürdü. Mertek, "Örneğin Uşak'taki 2000 yıllık paha biçilmez mozaikler 6 yılda yok edilmiş. Tarihi eser kaçakçıları tarafından yağmalanmış, kalanların üzerine temizlemek amacıyla kireç çözücü dökülmüş. Bu yetmemiş, Horasan alçısı yerine zemine çimento atılmış. Bu yetmemiş, üzerine naylon örtülmüş, 240 metrekare mozaik tamamen yok olmuş. Bu, tam bir cehalet ve tarihe saygısızlıktır." dedi.

    Zaman, 06.11.2007

    TARİH YENİDEN CANLANIYOR





    Bilecik'in Osmaneli İlçesi'nde tarihi evler restore edilerek turizme kazandırılacak.

     

    Osmanlı sivil mimarisinin izlerini taşıyan tarihi evlerin bulunduğu sokaklarda sağlıklaştırma çalışmaları da yapılıyor. Osmaneli evlerin yaşatılması için altı binada restorasyon başlatıldı. Osmaneli Belediye Başkanı Selahattin Çetintaş ve İl Kültür Turizm Müdür Vekili Mehmet Koçabıçak ve beraberindekiler, restorasyon çalışmaları ile ilgili incelemelerde bulundu.

     

    Çalışmalar, Anıtlar Yüksek Kurulu ve Müzeler Genel Müdürlüğü'nün 2005 yılı programı içersinde Osmaneli Kaymakamlığı, Belediye Başkanlığı, Bilecik Kültür ve Turizm Müdürlüğü ile Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından yürütülüyor. Tarihi yapılar kent dokusuna uygun bir şekilde restore edilirken, çatılar, yağmur olukları, kent mobilyaları, sokak lambaları ve alt yapıları iyileştirilecek.

     

    Belediye Başkanı Selahattin Çetintaş, konu ile bilgi vererek, "2004 yılında başlatmış olduğumuz mahalli kalkınma hamlesinin bir boyutu da şu ana kadar Kültür Bakanlığı'mızın desteği ile 27 adet tarihi evin projelendirilmesi oldu. 2006 yılında evelerin onarımı için talepte bulunduk. Mevcut 106 yapıdan 27'si proje kapsamına alındı. 6 tarihi bina için bize ödenek ayrıldı. Ama ödenek yetersizdi Vatandaşlarımız da buna sahip çıkarak 6 evimiz için onarım çalışmaları başladı. İçine girilemeyen, herkesin korktuğu ecdat yadigarı olan tarihi evler onarılarak yeni nesillere aktarılacak. İlçemiz ileride turizm merkezi adayıdır. İlçemizde kayıtlı tarihi yapı sayısı 117 adettir. Tarihi hükümet konağı, Milli Emlak Genel Müdürlüğü'nden belediyemize tahsis edildi. 20 yataklı butik otel olacak. Yıldız Üniversitesi projesini yaptı. Yakında ihaleye çıkaracağız" dedi.

     

    Projeleri hazırlanan 27 adet evden onarım yardımı için müracaat edenlerden 6'sına bakanlıkça 205 milyon YTL ödenek ayrıldı. İlk etapta şahıslara 41 milyon YTL ön ödeme yapıldı. Onarımın kasım ayı içerisinde bitirilmesi planlanıyor. Yeni yardım talepleri Ocak 2008 ayı sonuna kadar bakanlığa tekrar sunulacak.

    Bilecik Kent Haber, 06.11.2007

    ZONARO TABLOSUNA 700 BİN YTL

     

    Antik A.Ş.'nin 250. müzayedesinde Osmanlı saray ressamı Fausto Zonaro'nun 'Galata Limanı' isimli tablosu 700 bin YTL'ye satıldı. Swissotel'de dün düzenlenen müzayedede, oryantalist ve ünlü Türk ressamlarının tabloları, hat eserleri, Osmanlı antikaları ve mücevherler satışa sunuldu. Ressam Naci Kalmukoğlu'nun 'Süleymaniye'den Haliç'e Bakış' adlı eserinin 650 bin YTL'ye satıldığı müzayedede, İbrahim Çallı'nın 'Manolya' adlı tablosu 200 bin YTL'ye alıcı buldu.

    Milliyet, 05.11.2007

    DÜNYANIN İLK DEMİR ATÖLYESİ GÜN IŞIĞINA ÇIKARILDI





    Ankara Üniversitesi Dil Tarih Coğrafya Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Alacahöyük Kazı Başkanı Prof.Dr. Aykut Çınaroğlu, ören yerinde yaptıkları kazı çalışmaları sonucunda Eski Tunç Çağı tabakasında dünyanın en eski demir atölyesini gün ışığına çıkardıklarını bildirdi.

     

    Prof.Dr. Çınaroğlu, yaptığı açıklamada, dünyanın ilk demir eseri olan "altın kabzalı hançer"in Alacahöyük'teki prens ve prenses mezarlarında bulunduğunu hatırlatarak, bu yılki kazı çalışmalarında dünyanın ilk demir atölyesini de ortaya çıkardıklarını söyledi. Kazı çalışmaları hakkında bilgiler veren Prof.Dr. Çınaroğlu,"Alacahöyük'te bu yılki çalışmalarında İlk Tunç Çağı tabakasında dünyanın ilk demir atölyesini ve bazı demir eserleri bulduk. Hititlerin günlük yaşamları ile ilgili mevcut bilgilerimizi pekiştirmemize yarayan buluntular içinde seramik ve taş eserler de yer alıyor" diye konuştu.

     

    Çalışmalar sonucu yaklaşık 100 parça eseri gün ışığına çıkardıklarını kaydeden Prof.Dr. Çınaroğlu, sözlerine şöyle devam etti: "Çorum Müzesi'ne kazandırdığımız bu eserler içinde süs eşyaları da yer alıyor. Bu yılki çalışmalarımız çerçevesinde, ayrıca kazılar sonunda ortaya çıkardığımız eserleri restore ederek Alacahöyük kazı evindeki eski müze binasında ziyaretçilere teşhir ettik."

     

    Prof.Dr. Aykut Çınaroğlu, hazırladıkları "Alacahöyük Kral Mezarları Canlandırma Projesi"nin de Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın gündeminde olduğunu anlattı. "İlk Tunç Çağı Kralı Mezarları Canlandırma Projesi"nin altyapı çalışmalarının tamamlanmak üzere olduğunu belirten Alacahöyük Kazı Başkanı Prof.Dr. Çınaroğlu, projenin hayata geçmesi için Kültür ve Turizm Bakanlığı'ndan cevap beklediklerini açıkladı.

     

    Ödenek ayrılması durumunda projenin gelecek kazı döneminden itibaren uygulanmaya başlayacağına işaret eden Prof.Dr. Çınaroğlu, amaçlarının Hatti ve Hitit medeniyetleri açısından önemli bir merkez olan Alacahöyük'ü tarih ve kültür turizminin gözde mekanlarından biri haline getirmek olduğunu söyledi.

     

    Proje ile ilgili açıklayıcı levhayı kral mezarlarının bulunduğu bölgeye yerleştirdiklerini dile getiren Prof.Dr. Çınaroğlu, şunları kaydetti: "Dünya çapında bir ilk olan projemiz çerçevesinde Alacahöyük örenyerinde bulunan 6 Hatti mezarını iskelet ve mezar hediyeleri ilebirlikte cam fanus içinde sergileyeceğiz. Alacahöyük'ün kuzeydoğusunda, canlandırma yapılacak mezarların bulunduğu alanda arkeolojik kalıntıları araştırıyoruz. Hazırladığımız proje ile Hatti ve Hitit medeniyetleri açısından büyük önem taşıyan Alacahöyük'ü turizm açısından önemli bir cazibe merkezi haline getirmeyi hedefliyoruz"

    Yeni Şafak, 05.11.2007

    BİRGİ KALESİ HARİTADA

     

    İzmir'in Ödemiş İlçesi'ne bağlı tarihi Birgi beldesinde, Çevre ve Kültür Değerlerini Koruma ve Tanıtma Vakfı (ÇEKÜL) ile Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi ve İzmir Valiliğinin katkılarıyla, tarihteki yol haritasını çıkartmak için çalışmaların hızla sürdüğü bildirildi.


    ÇEKÜL Vakfı Birgi Koordinatörü Arkeolog M.Emin Başaranbilek, antik tarihi 3 bin yıllık geçmişe dayanan, Aydınoğlu Beyliğine başkentlik yapmış Birgi'nin önceleri Pyrgion, daha sonra da Pyrgi olan isminin Kaleiçinde şehir anlamına geldiğini belirledi.


    Birgi Belediye Başkanı Cumhur Şener, "Çekül Vakfı, Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi, İzmir Valiliği ile belediyemizin desteği ile kaleyi harita üzerine işleyerek sınırlarını ortaya çıkarttık. İnceleme çalışmalarımız sürüyor, kısa zamanda tamamlanacak" dedi.

    Haber Ekspres, 05.11.2007

    GİZEMLİ FİRAVUNUN YÜZÜ GÖRÜCÜYE ÇIKIYOR




    Tutankhamun'un yüzünü
    merak eden araştırmacılar,
    dijital teknolojiyle firavunun
    yüz hatlarını belirlemişti.


    Mısır'ın en genç ve gizemli firavunu Tutankhamun'un yüzü ilk kez sergileniyor. Tutankhamun'un mumyası, Mısır'ın Luksor kentindeki Krallar Vadisi içindeki mezarında iklim kontrollü bir kutu içinde bugün sergilenmeye başlandı. Mısır firavunları arasında en fazla ilgi çeken Tutankhamun'un mezarı İngiliz kaşif Howard Carter tarafından 1922'de bulundu. Mezarın bulunmasından bu yana firavunun yüzünü yalnızca 50 kişinin, lahdini ise binlerce kişinin gördüğü tahmin ediliyor. 3 binden fazla yıl önce genç yaşta ölen Tutankhamun'un yüzü, mumyalama tekniği sayesinde aynen korunmuştu. Firavunun yüzü, sergi boyunca da ısı ve nemden korunacak.




    Krallar Vadisi'ndeki 3300 yıllık mezar odasından çıkarılan Tutankamon'un mumyası 2005'te röntgen cihazıyla üç boyutlu olarak incelenmişti.

    Dokuz yaşında taç giyen ve 19'unda ölen Tutankhamun'un mezarındaki hazineler milyonlarca ziyaretçiyi Krallar Vadisi'ne çekmişti. Mısırlı arkeolog Zahi Havas, Tutankhamun'dan geriye kalanların ve diğer kutsal emanetlerin, kalabalık grupların beraberlerinde getirdikleri sıcak ve nemden dolayı tehdit altında olduğunu söylüyor. Krallar Vadisi'nde 3 bin 300 yıllık mezar odasından çıkarılan Tutankhamun mumyası 2005'te röntgen cihazıyla üç boyutlu olarak incelenmiş, firavunun öldürülmediği, muhtemelen uyluk kemiğindeki yaradan öldüğü açıklanmıştı.

    Radikal, Foto: Reuters-Sabah, 05.11.2007

    HASANKEYF İÇİN 'MİLLİ PARK' BAŞVURUSU

     

    Batman Çevre Orman İl Müdürlüğü, Hasankeyf'in "Milli Park" kapsamına alınması için bakanlığa başvuruda bulundu.

     

    Antikkent Hasankeyf'in "Milli Park" kapsamına alınması için gerekli prosedürleri doldurduklarını belirten Batman Çevre İl Müdürü İbrahim Sünger, "Milli parkları bakanlık ilan eder. Hasankeyf'in ölçümü, harita ve koordinatlarının belirlendiği bilgilerle, "Milli Park" formunu doldurup Bakanlığa sunduk. Teklifimiz, Çevre Orman Bakanlığı tarafından Milli Parklar Kanunu kapsamında değerlendirilecek. Teklifimiz uygun görüldüğü takdirde, bizim de bir milli parkımız olacak. Umarım Hasankeyf de bu kapsama alınır. " diye konuştu.

    Yeni Şafak, 05.11.2007

    120 YILLIK TARİHİ BİNA YIKILDI, TARİHİ BELGELER ÇÖPE ATILDI

     

     

    Ardahan'da uzun yıllar kütüphane olarak kullanılan Kızılay'a ait 120 yıllık taş bina, yerine işhanı yapılmak üzere yıkıldı. Yıkım sırasında ortaya çıkan arşiv niteliğindeki belgeler ise çöpe atıldı.

    Kongre caddesindeki taş bina 20 yıl önce kütüphane olarak hizmet veriyordu. Yıkım sırasında binanın bodrum katında Ardahan'ın tarihine ışık tutacak nitelikte yerel ve ulusal arşivin yanı sıra çok sayıda evrak, kitap ve dergi ortaya çıktı. Belgelerin bir bölümü dozerlerle toprağa gömüldü. Diğer kısmı da kamyonlara yüklenerek çöpe atıldı.

    Kızılay Ardahan Şube Başkan Yardımcısı Yüksel Tırpancı, binanın koruma kapsamında olmadığını söyledi. Tarihi belgelerin varlığından haberdar olmadıklarını belirten Tırpancı, "Belgeler yıkımda ortaya çıktı. Muhtemelen kütüphane taşınırken bazı kitap ve dergiler bırakılmış. Yıkım sırasında da bunların ortaya çıktığını tahmin ediyorum. Çıkarılan belgelerin tarihi eserle ilgili belgeler olduğunu sanmıyorum." dedi. Akbabaöz ayrıca, binanın tescilli olmadığını ve tamamen şahsa ait olduğunu da dile getirdi.

    Cnn Türk - Zaman, Haber: Sezgin Uyar, 05-06.11.2007

    OSMANLI KURUŞUNA TÜRK ALICI

     

    Ebay isimli internet sitesinde satışa çıkarılan altın 25 kuruş, bin 800 YTL'ye (720 pounda) satıldı. İskoçya'dan satışa çıkarılan altın kuruşun, 1860 yılına ait olduğu açıklandı.

    Üç gün açık arttırmada kalan ve oldukça iyi durumda olduğu gözlenen 25 kuruşa, oldukça çekişmeli bir açık arttırma sonucu Türk alıcı sahip olabildi. 2.5 YTL'den başlayan ve internet üzerinden süren arttırmada 10 kişi kıyasıya mücadele etti. Türkiye'den arttırmaya katılan alıcı, yaklaşık 150 yıllık olan altın 25 kuruşa sahip olabilmek için bin 800 YTL vermekten çekinmedi.

    Bugün, 05.11.2007





    KÖPRÜLÜ MEHMET PAŞA KERVANSARAYI OTEL OLACAK

     

    Bilecik'te 17. yüzyılda yapılan kervansaray, 4 buçuk milyon YTL'ye mal olacak onarım çalışmaları sonunda otel olarak hizmet verecek.

    Bilecik Merkez'e bağlı Vezirhan beldesinde bulunan Köprülü Mehmet Paşa Kervansarayı'nın 4,5 milyon YTL'ye mal olacak onarım çalışmaları sonunda otel olarak hizmet vereceği bildirildi.

    Vakıflar Şube Müdürü Ömer Çetinkaya, yaptığı açıklamada, Bilecik-Adapazarı yolu üzerinde bulunan ve 17. yüzyıl başlarında Sadrazam Köprülü Mehmet Paşa tarafından yaptırılan kervansarayın, yılların verdiği tahribatla kullanılamaz hale geldiğini söyledi.

    Eski görkemini koruyan kervansarayın onarımına bu yıl başlandığını anlatan Çetinkaya, şöyle konuştu: "Kervansaray daha önce yap, işlet, devret modeliyle onarılmak istendi, ancak taliplisi çıkmadı. Böyle olunca Vakıflar Genel Müdürlüğü kendisi onarmaya karar verdi. Kervansarayın, onarım işi için 4,5 milyon YTL ödenek ayrıldı. Onarım çalışmaları, Temmuz 2008 tarihinde tamamlanacak.

    Otel olarak kullanılacak kervansaray, yaklaşık 60 yatak kapasitesine sahip olacak. Kervansarayın içerisinde restoran ve konferans salonu, yan tarafında da otopark bulunacak. Zamanında ipek yolu üzerinde hizmetveren kervansaray, onarımı tamamlandığında Marmara-Akdeniz kara yolu üzerinde önemli bir konaklama tesisi olarak hizmet verecek. Otelin işletmesini açacağımız ihaleyi kazanan firma ya da şahıs üstlenecek." Kervansarayın, onarılıp otel olarak hizmet vermeye başlamasının beldeye önemli ekonomik canlılık kazandıracağını ifade eden Çetinkaya, gelecek turistlerin hem geçmişi göreceğini hem de beldedeki esnaftan alışveriş yapıp ekonomiye katkı sağlayacağını bildirdi.

    Vakıflar Şube Müdürü Ömer Çetinkaya, Köprülü Mehmet Paşa Kervansarayı'nın Bilecik'te en kapsamlı onarımı yapılan tarihi eser olduğunu da sözlerine ekledi.

    Yeni Şafak, Fotoğraflar: Bilecik Valiliği, 05.11.2007

    ÇİN SEDDİ'NİN 5 KM'LİK BİR BÖLÜMÜ KEŞFEDİLDİ

     

    Pekin Kültürel Miraslar Ofisi, Pekin’in Yançing İlçesi’nde Çin Seddi’nin 5 kilometrelik yeni bir bölümünün keşfedildiğini açıkladı.

    2006 yılının Nisan ayında Çin Seddi’nin toplam uzunluğunu ölçmek için başlatılan çalışmalar kapsamında araştırmanın yarısı tamamlandı. Çin Seddi’nin 5 kilometrelik yeni bölümünün ortaya çıkarıldığını açıklayan Pekin Kültürel Miraslar Ofisi yetkilisi Vang Yuvei, tarihi yapının birçok bölümünün tekrar keşfedilmeyi beklediğini de kaydetti.

    Hürriyet, Haber: Levent Uluçer, 04.11.2007

    KARINCALAR RESSAMI HAYATA VEDA ETTİ

     

    "Yeniler Grubu" olarak anılan ressamlar topluluğunun son iki üyesinden biri olan Mümtaz Yener, önceki gece 80 yaşında hayata veda etti.

    Türk resim tarihinde Yeniler Grubu olarak anılan sanat topluluğu Kemal Sönmezler, Selim Turan, Avni Arbaş, Mümtaz Yener, Nuri İyem, Turgut Atalay Güneri, Haşmet Akal, Agop Arad, Fethi Karakaş ve Ferruh Başağa’dan oluşuyordu. Topluluğun bugün hayatta kalan tek üyesi Ferruh Başağa. 60’lı yıllardan itibaren "toplum ve üretkenlik" temalarından yola çıkarak yaptığı eserlerinde, insanların ve makinelerin yanı sıra karıncalara da yer vermeye başlayan Mümtaz yener, 1969’da yaptığı "Karıncalar Geliyor" isimli tablosuyla Türkiye Ressamlar Cemiyeti’nin Altın Baykuş Ödülü’nü almıştı. 1918’de İstanbul’da doğan Mümtaz Yener, dekoratörlük, sanat yönetmenliği, reji ve senaryo yazarlığı da yaptı.

    Hürriyet, 04.11.2007

    SON KARAR: ANİ DE OLUR ANI DA OLUR

     

    Eski Kültür ve Turizm Bakanı Atilla Koç'un, Kars ili sınırları içinde bulunan Ani ören yerinin adını 'Türk insanının hassasiyetlerine dikkat etmek zorunda olduğunu' belirterek, 'Anı' olarak telaffuz etmesinin ardından başlayan polemiğe son noktayı yine bakanlık koydu. Bakanlığın oluşturduğu bilimsel danışma kurulu, ören yerine hem 'Ani' hem 'Anı' denilebileceğine dair görüş bildirdi. Bakanlık da Kurul'un tavsiyesine uyma kararı aldı.


    Kurulun hazırladığı raporda Ermeni, Arap, Fars ve Batılı kaynaklarında kentin isminin 'Ani' olarak geçtiği belirtildi. Raporda, bazı Türk kaynaklarında, 8'nci yüzyılda yapılan Tonyukuk Anıtı'nda ve bölge halkı tarafından da 'Anı' olarak kullanıldığı dile getirildi. Bilimsel yayınların önemli bir kısmındaysa ören yerinin adının 'Ani' şeklinde geçtiğini vurgulandı.

    Radikal, 04.11.2007

    ZONARO'NUN DOLMABAHÇE'DEN ÇALINAN TABLOSU NASIL GERİ DÖNDÜ?

     

    Bugün size yıllar önce Dolmabahçe Sarayı’ndan çalınan bir tablonun ilginç öyküsünü anlatacağım. Daha doğrusu ait olduğu yere, saraya dönüş öyküsünü.

    Tablo, Dolmabahçe Sarayı Muayede Salonu’nda bugün sona erecek Osmanlı Topraklarında İtalyan Oryantalistler sergisindeki 150 eserin arasında yer alıyor. Yazıyı erken okuduysanız bir koşu gidip görebilirsiniz ama kim bilir belki de bu haberden sonra sergi uzatılır da geç kalanlar da daha sonra görme imkanına kavuşur.

     

    Bildiğiniz gibi bu yıl Dolmabahçe Sarayı’nın 150. yılı vesilesiyle çeşitli etkinlikler düzenlendi. Bunlardan biri Osmanlı Sarayı’nda Oryantalistler sergisiydi. Temmuz ayında açılıp eylülde sona erdi.

    Bu serginin ilgi görmesinden sonra ikinci bir oryantalistler sergisi düzenlendi. Bu kez ressamların ağırlanma mekanı sarayla sınırlandırılmamış, bütün Osmanlı toprakları dahil edilmişti.

    Osmanlı Topraklarında İtalyan Oryantalistler adı verilen bu sergi de 6 Ekim’de TBMM Başkanı Köksal Toptan ve İtalya Büyükelçisi Carlo Marsili’nin de katılımıyla açıldı.






    Özellikle 19. yüzyılın ikinci yarısından sonra Osmanlı topraklarında misafirperverlikle karşılanan, Osmanlı sarayının ilgisini gören çok sayıdaki İtalyan ressamın eserlerini kapsıyordu sergi. Yaklaşık 150 eserden oluşan sergide, Fausto Zonaro, Leonardo De Mango, Amadeo Preziosi, Cesare Biseo, Stefano Ussi gibi çok tanınmış ressamların yanı sıra daha az bilinen, başarılı eserlere imza atmış İtalyan geleneksel resim sanatının elçisi ve tercümanı olan sanatçıların eserleri de vardı.

    Sergide yer alan bir tablo var ki onun hikayesi diğerlerinden çok farklıydı. Çünkü o evine dönmüştü, yani saraya.

    Ünlü İtalyan ressam Fausto Zonaro’nun bir suluboya peyzajıydı bu.

    Eser 1980’li yıllarda o dönem bir saray çalışanı tarafından dışarı çıkartılıp yani çalınıp satılıyor.

    Aradan bir hayli zaman geçtikten sonra, 1993’te tablonun kaybolduğu fark ediliyor. Soruşturma 1999’a kadar sürüyor. Hep öyle olmaz mı? Geç fark edilir ve soruşturma ömür törpüsü gibi sürer de sürer. Mecazi değil gerçekten ömür törpüsü olmuş bu seferki de.

    Bütün bu geçen süre zarfında eseri çalanlar çoktan emekli olmuş ve sonra da vefat etmiş.

    Sorgulanacak kimse kalmayınca da soruşturma kapanmış.

    Böylece çalıntı eserler müzesinin envanterine kaydedilmiş Zonaro’nun bu tablosu.

    Taa ki bu son sergiye kadar.

    Sergi hazırlanırken hem saray koleksiyonundaki hem de özel koleksiyonlardaki İtalyan ressamların tabloları bir araya getirilmiş.

    Zonaro uzmanı ve koleksiyoneri Erol Makzume’nin düzenlediği Osmanlı Topraklarında İtalyan Oryantalistler sergisi açıldıktan sonra sarayın uzmanlarından biri fark ediyor ki sergilenen 150 eserden biri çalınan tablo.

    Yıllardır peşinde oldukları ve artık ümit kestikleri Zonaro tablosu.

    Bu süre zarfında birkaç kez el değiştiren eserin böyle bir geçmişinin olduğunu bilmeyen koleksiyoner tablosunu gönül rahatlığıyla bu sergi için vermiş.

    Ve olay ortaya çıktıktan sonra da eseri gerçek sahibine, yani saraya bağışlamış.

    Evet, bir çalıntı hikayesinde böylece mutlu sona erişilmiş oldu.

    Darısı diğer eserlerimizin başına.

     

    Zonaro’nun çalınan tablosu tuhaf bir rastlantıyla yaklaşık 25 yıl sonra saraya geri döndü ama o tablonun hangisi olduğunu öğrenmek benim için Agatha Christie’nin en karmaşık cinayet kurgusu haline getirildi. Çünkü yetkililer bir türlü çalınan tablo şudur demediler. Ama tariften hareketle Sherlock Holmes gibi iz sürerek olasılığı ikiye indirdim. Sergide suluboya küçük boy peyzaj sadece iki tablo vardı. Ya şundadır ya bunda diyerek ooo piti piti saydım olmadı, yazı tura attım içim elvermedi. Ben de iki tabloyu buraya aldım. Bu oyuna siz de katılın diye.





    1854’te İtalya’da Masi’de doğan Fausto Zonaro, Elisabeth Pante ile 1891’de İstanbul’a geldi. 1892’de evlendiler. Suluboya tabloları beğeni toplayan Zonaro, Osman Hamdi ile tanıştı ve sanat çevresinin içine girdi.

    Fausto Zonaro, 1896’da bir gün Galata Köprüsü üzerinde geçit yapan Ertuğrul Süvari Alayı’nı gördü ve bu gösteriyi çok beğendi; her cuma günü buraya gelerek geçidi izledi ve sonunda bu töreni resmeden ayrıntılı bir tablo yaptı. Bu tabloyu görüp çok beğenen II. Abdülhamid kendisine "Saray Ressamlığı" unvanını verdi. 1905 yılında II. Abdülhamid, ressamdan İstanbul’un Fethi’ni tasvir eden tablolar yapmasını istedi. Zonaro’nun bu tabloları da çok beğenildi.





    31 Mart Ayaklanması’ndan sonra II. Abdülhamid devrildi ve Abdülhamid’in kadroları tasfiye edilmeye başlandı. Zonaro’ya da Ekim 1909’da saray ressamlığı unvanının kaldırıldığı bildirildi. O da 20 Mart 1910’da ailesiyle birlikte İstanbul’u terk etti. 1929’da, 74 yaşında San Remo’da vefat etti. Saray ressamlığı süresince İstanbul yaşamına dair pek çok tablo yaptı. Dolmabahçe Sarayı’ndan çalınan suluboya da onlardan biriydi.

    Hürriyet Pazar, 04.11.2007

    ARTEMİS TAPINAĞI, BM GİBİ OLACAK

     

     

    Dünyanın yedi harikasından biri olarak tarihe geçen Artemis Tapınağı, İzmir'in Selçuk İlçesi'ndeki arkeolojik çalışmalar neticesinde elde edilen veriler sayesinde, Avusturya Üniversitesi Arkeoloji Bölümü emekli Öğretim Üyesi Dr. Anton Bammer tarafından projelendirildi. Proje doğrultusunda tapınağın orijinal şekliyle yeniden inşası için bir vakıf kuruldu.

     

    Selçuk Artemis Kültür ve Sanat Vakfı tarafından yürütülen çalışmaları anlatmak üzere Ahmet Taner Kışlalı Konferans Salonu'nda bir program düzenlendi. Artemis Tapınağı'nın yeniden yapılması projesini, vakıf adına Dr. Atılay İleri tanıttı. Yeni eserin 120 sütununda, Birleşmiş Milletler nezdinde 120 ülkenin din ve kültür motiflerine yer verileceğini belirten Dr. İleri, dünya taş oyma sanatçıları tarafından bütün din, dil ve ırklardan medeniyetlerin bir arada bulunacağı bir eser ortaya koymayı planladıklarını söyledi. İlki yıkıldıktan sonra 6. yüzyılda dönemin en zengin kişisi Lydia Kralı Karun tarafından 20 bin metreküp mermer kullanılarak yaptırılan Artemis Tapınağı, kum ve bataklık üzerinde inşa edilmiş olması sebebiyle zaman içinde yan yatmaya başlamış, dönemin rahipleri endişeyle çareler aramış. Tapınağın bu dönemde, Herastros tarafından kundaklatıldığı biliniyor. Tapınak kültürünün zamanla zayıflaması, ilgisizlik, bakımsızlık, depremler ve hırsızlıklarla eserin tamamen kaybolduğunu anlatan Atılay İleri, bir dünya harikası olan tapınağın yeniden yapılması projesinin gerçekleşmesi halinde, yeryüzünde üçüncü defa inşasına tanıklık edeceklerini vurguladı. Aslıyla birebir projelendirilen tapınağın yapımında, 31 metre yüksekliğinde 120 mermer sütun kullanılacağını dile getiren Dr. İleri, projenin 21 bin metreküp mermer kullanılarak tamamlanabileceğini, bunun da 150 ile 200 milyon dolara mal olacağını tahmin ettiklerini kaydetti. Vakıf olarak dış kaynak bulmada sıkıntı yaşamadıklarını ancak yerel kaynaklarla bu eseri icra etmeye öncelik vermek istediklerini sözlerine ekledi.

    Zaman, Haber: İsmail Toprak, 04.11.2007

    PISA'YA RAKİP KİLİSE

     

    Almanya'nın Suurhusen kasabasında bulunan 13. yüzyıldan kalma kilisenin çan kulesi, 5,07 derecelik eğimiyle, 'dünyanın en eğik kulesi' sayılan İtalya'daki Pisa Kulesi'nin ünvanını elinden almaya hazırlanıyor. Guinness Rekorlar Kitabı yetkilileri, aylar süren ölçümler neticesinde kulenin eğikliğinin Pisa'nınkinden fazla olduğu sonucuna vardıklarını açıkladı. Halen 'en eğik kule' rekorunu elinde tutan İtalya'daki ünlü Pisa Kulesi'nin eğimi 3,97 derece. Kilisenin rekorlar kitabına girmesi için çalışan Alman yetkililer, binanın hala yılın belli dönemlerinde ayinler için kullanıldığını vurguluyor.

    Yeni Şafak, 04.11.2007






    .. TAY Projesi . Kuruçeşme Cad. 67/B
    34345 Kuruçeşme İstanbul
    Tel: 0 (212) 265 7858 - Faks: 0 (212) 287 1298
    e.posta: info@tayproject.org

    Copyright©1998 TAY Projesi