25 Şubat - 3 Mart 2007
|
YAĞMANIN VE TALANIN ÖYKÜSÜ: ATATÜRK ORMAN ÇİFTLİĞİ
Atatürk Orman Çiftliği 1925 yılında Cumhuriyet ve çağdaşlaşmanın sembolü olan başkent Ankara'nın yanı başına kuruldu. Amaç, Ankara halkına, topluca yararlanabileceği dinlenme ve eğlenme alanları sağlamak ve ülkemize de, örnek ve modern bir tarım işletmesi kazandırmaktı.
Çiftlik kuruluşundan itibaren hızla büyüdü. Çiftliğe ait toprakların satın alınmasındaki temel kaynak, Atatürk'ün kişisel tasarrufları idi. Ancak, bu konu çiftliğin kuruluşundan bugüne kadar hiçbir zaman sorun olmadı. Zira çiftlik bir kamu malı gibi gelişti, büyüdü, korundu ve kamu işletmesi gibi yönetildi. Öyle ki, Atatürk'ün sağlığında çiftliğin ürünleri Cumhurbaşkanlığı Köşkü'nce parası karşılığı satın alındı. 1937'de de Çiftlik Atatürk'çe bağış senedinde gösterilen şartlarla Hazine'ye bağışlandı.
Atatürk Orman Çiftliği, sahibi, kurucusu ve koruyucusu büyük Ata'nın ölümünden sonra çeşitli kanunlarla ve idari kararlarla her anlamda yağmalandı. Çiftlik, sahip olduğu arazinin beşte ikisini kaybetti, daraldı ve küçüldü. Devletçe kötü yönetildi. Çiftlik, işlevinin önemli bir bölümünü yapamaz hale geldi.
Çiftliğin adım adım ve yavaş yavaş erimesine neden olan kanunlar ve idari uygulamalar, görünüşte hep kutsal amaçlarla ve sözlerle gerçekleşti. Sanayi tesisleri kurmak, işçi kooperatiflerine arsa temin etmek, Tarım ve Orman bakanlıkları teşkilatına yeni yerleşkeler yapmak, Ankara'nın Cumhuriyetle yaşıt spor kulüplerine spor ve antrenman sahaları ile devletimizin saygın kurumlarına gerekli sosyal tesisler kazandırmak, turistik tesisler ile çiftliği bütünleştirmek gibi sevimli gerekçelerle çiftlik bugünlere geldi.
Bütün bunların yanında, çiftliğin yönetiminden sorumlu Tarım Bakanlığı, çiftliği amacından uzak bir şekilde yöneterek yozlaştırdı. Çiftliği yapılaşmaya açtı. Lojmanlarla doldurdu. Tarım Bakanlığı bünyesindeki asalak bazı vakıflar çiftliğin bir bölümünü ticari alan haline getirdiler.
Halkın dinlenmesi ve eğlenmesi için yapılan tesisler yok edildi ve halktan koparıldı: Marmara Havuzu "MİT" kuruluşunun sosyal tesisi oldu. Karadeniz Havuzu yerine Devlet Mezarlığı yapıldı. Bira Parkı buharlaştı. Hayvanat Bahçesi eridi ve tükendi. Çiftlik arazisi üzerinde, bu büyük tarihi ve kültürel mirasla adeta alay edercesine, bovlingçilere, kokoreçcilere, köftecilere, düğün salonlarına, yoz alaturka lokantalara yerler verildi. Çiftlik merkezi, döküntü ayaküstü yiyecek satan esnafla dolduruldu. Çiftliğe sanki bir yerleşim alanı gibi iki cami yapıldı.
Çiftlik kent trafiğinin bir bölümüne açıldı. Arazi tahsisi ve kiralama yöntemi ile asalaklar çiftliğe yerleşti. Çiftliğin bütünlüğü bozuldu. Çiftlik kirlendi.
Daha önce yapılanlar yetmedi. Çiftliğe son bir darbe daha vurularak çiftliğin yok edilmesinin hukuki temelleri atıldı. Atatürk Orman Çiftliği'nin bugünkü hukuki statüsünü belirleyen 24 Mart 1950 tarihli ve 5659 Sayılı Kuruluş Yasası'na 21 Haziran 2006 tarihinde eklenen bir ek madde ile çiftlik Ankara Büyükşehir Belediyesi'ne teslim edildi. Çiftliğin geleceğini belirleyecek olan çok önemli ve geniş yetkiler Ankara Büyükşehir Belediyesi'ne verildi.
Bize göre, bu yeni kanunun verdiği yetkilere dayanılarak yapılacak imar planları ile çiftlik yakın gelecekte daha kolay kemirilecek, küçülecek ve yapılaşacaktır. Bu yasa ile çiftliğe ait arazi ve tesisler, bu yeni süreç içinde parça parça ve kolayca elden çıkarılabilecektir. Sonuçta çiftliğin kuruluş amacına uygun olarak kullanılması olanağı hiç kalmayacaktır.
Çiftlik için çıkarılan yeni yasa, yeni bir düşüncenin; bağımsız bir düşüncenin; ürünü değildir. Son yirmi beş yıl içinde yeşil alanlara ve kamu emlakine (ormanlar, araziler, arsalar, kent içindeki yeşil alan ve parklar, hizmet binaları, fabrika ve üretim tesisleri, hava alanları ve limanlar gibi) göz diken, dadanan ve onu talan etmek isteyen politikaların ve uygulamaların devamıdır.
Yakın geçmişte kamu emlakinin elden çıkarılması, yeşil alanların daraltılması ve yozlaştırılması ve adeta devletin mülksüzleştirilmesi için pek çok yasa yapıldı.
Bu konuda, Ankara'da yapılan düzenlemeleri ve bunların önemli bir bölümü aracılığı ile belirli kesimlere rant aktarımına neden olan uygulamaları hatırlayalım: Belediye hudutları içinde kalan veya sonradan belediye sınırları içine alınan Hazine arazileri yasalarla belediyelerce devredildi.
Özelleştirmenin ilk önemli uygulaması ve ilk özelleştirme talanı, Ankara Çimento Fabrikası'nın ve arazisinin özelleştirilmesinde yaşandı. Ankara Çimento Fabrikası'nın yalnız fabrika ve işletme alanı değil, daha önce AOÇ'den alınan arazinin bütünü özel bir kuruluşa satıldı. Fabrika 750 dekar arsalaşmış kıymetli bir arazi ile birlikte yok pahasına elden çıkarılmış oldu. İzmirli ünlü sanayicinin deneyimi ile Ankara Çimento Fabrikası ile birlikte diğer üç çimento fabrikası, bir fabrikanın bir yıllık karına satıldı. Bu geniş arazi, taş ocakları açılması için çiftlikten alınmıştı. Bu arazinin devri yerine bu arazinin mülkiyetinin çiftliğe iadesi ile taş ocaklarının maden kanunu kapsamına alınarak işletme ruhsatına bağlanması sağlanabilirdi.
Gençlik Parkı, önce kirletildi ve Ankara halkından koparıldı. Adeta yok edildi. Tamirat adı altında bitmeyen bir inşaat alanına çevrildi. Büyüyen Ankara için yeni yeni spor tesisleri ve özellikle 19 Mayıs Spor Yerleşkesi gibi tesisler yapılacak yerde, 19 Mayıs Spor Tesisleri eklentiler ve yeni yapılaşmalarla yozlaştırıldı ve beton yığını haline getirildi. Başta Hacettepe ve Kocatepe parkları olmak üzere Ankara'daki yeşil alanlar daraltıldı, yok edildi ve yapılaşmaya açıldı. Kimi yeşil alanlar da kirlenmeye terk edildi.
Ankara'da; Gençlik Parkı, 19 Mayıs Stadyumu ve Spor Tesisleri, eski Hipodrom, Atatürk Orman Çiftliği ve Ankara Şeker Fabrikası alanı olarak devam eden yeşil koridorun sonunda yer alan Şeker Fabrikası ile Makine Fabrikası ve pancar ekim alanları Ankara Belediyesi'ne devredildi. Yakın bir gelecekte de imara açılacak.
Ankara çevresindeki üç büyük yeşil alan ile dinlenme tesis alanları; Çubuk Barajı, Kurt Boğazı Barajı ve Kızılcahamam Orman Mesire Yeri Ankara Büyükşehir Belediyesi'ne devredildi.
Kentsel dönüşüm projesi adı altında Ankara Büyükşehir Belediyesi'ne verilen sınırsız yetkilerle (Ankara Dikmenderesi Vadisi'nin sonundaki iştah kabartıcı rant alanında olduğu gibi) mülkiyet hakkının çiğnenmesi yolu açıldı. Hiçbir sağlam ön çalışma yapılmadan ve önceden halka ve ilgililere duyurulmadan adeta baskın yöntemi ile çıkarılan yasalarla Ankara'nın birçok ilçe, belde ve köyü Ankara Büyükşehir Belediyesi'nce ilhak olundu.
Üstelik bütün bu yasal ve idari değişiklikler yapılırken, büyük mali kaynaklar belediyelere aktarılırken ve belediyelere yeni idari ve siyasi etkinlik gücü verilirken belediyelerin herkesçe bilinen moral, entelektüel ve teknik yetersizlikleri ile idari geleneklerden yoksun yapılanmaları gerçeği göz önünde tutulmadı. Merkezi yönetime gerekli olan yeni vesayet yetkileri tanınmadı. Yeni denetim yetkileri verilmedi ve kontrol mekanizmaları kurulmadı. Tam tersine klasik denetim sistemleri işletilmedi veya körleştirildi.
21 Haziran 2006 tarihli ve 5524 sayılı kanunla Atatürk Orman Çiftliği kuruluş kanununa eklenen yeni kurallarla Büyükşehir Belediyesi'ne çiftliğin yapısını değiştirebilecek geniş yetkiler verildi. Yeni Yasa Kuralları ile;
- Orman çiftliği sınırları içindeki araziler, imar mevzuatına tabi kent arazisi gibi kabul edilerek çiftliğin arazisi imar planlamasına konu edildi. Böylece AOÇ hakkında üst ölçekli imar planı, koruma amaçlı imar planı ve imar planları yapılabilecektir. Değişik amaçlarla ve çeşitli ölçeklerle yapılacak imar planları ile AOÇ kentin bir parçası haline gelebilecektir. Daha açık anlatımla çiftlik kentleşebilecektir.
- Kaynağı Büyükşehir Belediyesi'nin hatalı planlanması olan imar uygulamaları ve bazı kooperatiflerin sorumsuz tutumları nedeniyle çiftlik arazisine yapılan tecavüzler mahkeme kararıyla tescil edilmesine rağmen çiftliğe hiçbir tazminat ödenmeden mevcut fiili durumun hukukileşmesi sağlanacaktır.
- Yapılacak yeni imar planları gereğince açılacak yol, meydan, alt-üst geçitler, raylı toplu taşım araçlarının geçeceği yollar ve yeraltı geçitleri, bu araçlar için gerekli yerler, dere ıslah alanı ile ilgili olarak belediye lehine intifa hakkı tesis edilecektir. Özetle buraların mülkiyeti çiftliğin elinden çıkacaktır. Hem de herhangi bir karşılık ödenmeden...
- Dere ıslahı adı altında verilen sınırları belirsiz bir yetki ile çiftliğin Ankara Çayı'na bitişik arazisinin Ankara Büyükşehir Belediyesi'ne geçmesi imkanı tanınmıştır. Yapılacak imar planları ile yeri belirlenecek yeni hayvanat bahçesi için gerekli arazinin sağlanması bahane edilerek yapılacak geniş ticari alanlarının rantı Ankara Büyükşehir Belediyesi'ne sunulmaktadır.
1950 tarihli kuruluş yasasına göre Atatürk Orman Çiftliği arazisi içinde bulunan taşınmazların ancak özel kanunla devir ve temlik edilebileceği kuralı çiğnenmiştir. Tapu Kadastro mevzuatına göre sınırları ve alanı (ada, parsel ve miktarı) belirsiz bir tasarruf işlemi söz konusu olamaz. Yeni yasa hiçbir yasal ölçü ve sınır tanımadan Büyükşehir Belediyesi'ne planlama adı altında çiftlik topraklarına el koyma yetkisi tanımıştır. Kısacası bu kanunla çiftliğin kaderi planlama süreci de dahil olmak üzere Ankara Büyükşehir Belediyesi'nin eline teslim edilmiştir.
Çiftliğin talanı için çıkarılmış yeni yasanın TBMM'deki yasalaşma sürecinin bütün Ankaralılarca ve yurttaşlarca iyi bilinmesi gerekir. Yeni yasa bir hükümet tasarısı değildir. Bir milletvekili teklifi olarak parlamentoya sunulmuştur. Çağdaş demokrasilerde yasa tasarıları temelde hükümetçe uzun ve ciddi çalışmalarla hazırlanır ve parlamentodaki komisyon çalışmalarından sonra olgunlaşarak genel kurulda görüşülür.
Bu yasa hükümetçe değil bir milletvekili tarafından hazırlanmıştır. Daha doğrusu bu milletvekili Ankara Büyükşehir Belediyesi'nce hazırlanan bir metni imzalayarak Meclis'e sunmuştur. İşin en ilginç yönü de çiftliğin yok edilmesi için hazırlanan bu yasayı teklif eden milletvekilinin bir Ankara milletvekili olmasıdır. Biz Ankaralılar, bu talan yasası sayesinde sayın milletvekilimizin adını öğendik.
Tasarının gerekçesinde yer alan bilgilerle Meclis görüşmelerinde Tarım Bakanı tarafından yapılan açıklamalarla yer alan bilgiler gerçek değildir:
- AOÇ ile Batıkent yönündeki bazı kooperatiflerle olan mülkiyet uyuşmazlıklarında çiftlik yönetimi, topraklarını korumuş ve açtığı davaları kazanmıştır. Burada geçmişte yapılmış bir hata varsa bunun sorumlusu, ilgili kooperatifler ile Ankara belediyeleridir. Bu hataların sonuçlarından çiftlik yönetimini kimse suçlayamaz. Konunun çözümünde, çiftlik yönetiminden ancak "himmet" ve "atıfet" istenebilir. Eğer adil çözüm isteniyorsa ayrıca çiftliğe gerekli tazminatın da ödenmesi düşünülmelidir.
- Çiftlik civarındaki ulusal karayollarında ve bu yollara çıkış güzergahında ve kavşaklarda olan trafik kazaları çiftlikte olmuş gibi gösterilmiştir. Bahsi geçen trafik kazaları ile AOÇ'nin hiçbir ilişkisi yoktur.
- Yeni yasanın çıkarılmasında temel olan yol ve özellikle metro çalışmalarının kolaylaştırılması gerekçesi de bir bahane ve yalandır. Ankara'da kentin bütünü kapsayan bir metropoliten imar planı yoktur. Ayrıca kentin ulaşım planı da yoktur. Metro ile ilgili var olduğu söylenen sorunlar çiftliğin sınırlarında veya Yenimahalle-Batıkent tarafında bulunan çekirdek çiftlik arazisinin dışındadır. Bunların çözümü için sınırlı bazı düzeltmeler yapılabilirdi. Yasada bunlar bahane edilerek çiftliğin bütününe el konulmak istenmektedir.
- Hayvanat bahçesinin yenilenmesi projesi de bir bahanedir. Senelerce bakımsızlığa terk edilen bu tesis düzeltilebilir ve yenilenebilirdi. Hayvanat bahçesinin etrafındaki arazinin tamamı çiftliğe aittir. Hayvanat Bahçesi kolayca genişletilebilir. Ankara Büyükşehir Belediyesi ve Ankara'daki diğer belediyeler bugüne kadar hayvanat bahçesine hiç ilgi göstermemişlerdir.
Dere ıslahı gerekçesi de bahanedir. Ankara Çayı'nın çiftlik sınırlarını çok aşan yolculuğunda yalnız küçük bir bölümüne ilgi gösterilmektedir. Hayvanat bahçesi yapımı ve dere ıslahı adı altında yeni imar rantları çıkarılacaktır. Yeni üleşim kaynakları yaratılacaktır.
Aşağıdaki nedenlerle yasa, hukuka ve Anayasal düzene aykırıdır.
- Çiftlik 1937 yılında, Atatürk'ün çiftliği kurarken duyduğu özlem ve amaç doğrultusunda "Ankara halkının dinlenmesinde kullanılmak" ve "örnek tarım yapılmak" üzere şartlı olarak Hazine'ye bağışlanmıştır. Çiftliğin mülkiyeti ve kullanım tarzı dünden bugüne bağışlayanın iradesi ile sınırlıdır. Yani bağış senedine bağlıdır.
- Çiftliğin kuruluş yasasının 9. maddesinde "Çiftlik mallarının devlet malı" olduğu ve bunlar aleyhine suç işleyenlerin de "devlet malı aleyhine suç işleyenler gibi ceza görecekleri" öngörülmüştür.
- AOÇ Yasası'nın 10. maddesine göre: "AOÇ'nin bu kanunun yayımı tarihteki (1950) sınırları içinde bulunan gayrimenkullerin gerçek ve tüzel kişilere devir ve temliki ve kamulaştırılması özel bir kanunla izin alınmasına bağlıdır." Bu kuralla çiftlik toprakları TBMM'nin yüksek koruyuculuğuna bırakılmıştır. İdari kararla çiftliğin mülkiyeti üzerinde tasarrufta bulunulamaz. Bütün bunlar şu hukuki gerçeği ortaya koyuyor:
- Devletin çiftlik üzerinde diğer Hazine malları gibi genel bir tasarruf yetkisi yoktur. Devlet, çiftlik arazisi üzerinde ancak idame ve yönetim için gerekli yetkilere sahiptir.
- Çiftlik bir bütündür. Bölünemez. Bağışlayanın iradesi sınırları içinde kullanılabilir. Hukuki ifadesi ile çiftlik kamu malıdır. Ancak devlet, kendisine devredilen çiftliği bağış senedinde belirtilen kurallara göre kullanabilir ve yönetir. Başka amaca tahsis edemez.
- Çiftliğin mülkiyetinde bulunan emlak ve araziye ancak gerektiğinde TBMM'ce ada-parsel ve alan miktarı belirtilerek sınırlı olarak tasarruf edilebilir. Çiftlik üzerinde kanunla da olsa, açık bono şeklinde devir, temlik ve intifa hakkı tesisi yetkisi verilemez.
- Yeni yasa bir Cumhuriyet kurumunun ve Atatürk'ün kültürel mirasının tasfiyesi için çıkarılmıştır.
- Atatürk Orman Çiftliği, Türkiye Cumhuriyeti'nin ve başkent Ankara'nın kuruluş düşüncesinin bir parçasıdır. Cumhuriyetin Ankara'da yarattığı pek çok kurumdan biridir. Atatürk'ün hukuki mirasının da yanında kültürel mirasının bir parçasıdır. Cumhuriyete açıkça karşı çıkamayanlar, Cumhuriyetin kurumlarını birer birer yok etmeye çalışıyorlar. Bunlara çalışanlara dur demek bütün Cumhuriyetçilerin görevidir.
Cumhuriyet Ankara, Yazı: Güven Dinçer/Emekli Anayasa Mahkemesi Başkanvekili, 03.03.2007
|
SİDE MÜZESİ ARKEOLOJİK ESERLERİ DİJİTAL ORTAMA TAŞIDI
Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın hazırladığı proje çerçevesinde Side Müze Müdürlüğü, 3312 arkeolojik eser ve 9652 sikkeyi dijital ortama aktardı.
Side Müze Müdürü Arif Küçükçoban yaptığı yazılı açıklamada, beş kişilik bir ekiple bir yıldır süren çalışmalar sonucunda eserlerin dijital ortama aktarıldığını belirtti. Müzede teşhir edilen eserlerin yerleşim planının dijital ortama aktarımının da yapım aşamasında olduğunu bildiren Küçükçoban, şunları kaydetti: ''Çalışmalarımız tamamlandıktan sonra, araştırmacılar, müzedeki depolara girmeden ve beklemeden kataloglar üzerinden veya Kültür ve Turizm Bakanlığının internet adresinden eserlere ulaşabilecekler. İnceledikleri eser hakkında daha detaylı bilgi isteyenlere elektronik posta ile yardımcı olacağız.''
Turizm Gazetesi, 03.03.2007
|
İSPANYA YOK ETTİĞİ TARİHİ ARIYOR
Müslümanların 8 asır boyunca hüküm sürdüğü İspanya tarihini arıyor. Avrupa’ya medeniyeti taşıyan Endülüs Devleti’nin izleri artık yok denecek kadar az ancak İspanyollar, bir zamanlar yüzlerce cami, kütüphane, hamam, çeşme ve sarayın süslediği kenti ayakta tutamadıkları için şimdi bin pişman. Sadece Granada’daki El-Hamra Sarayı’nın yılda 2 milyondan fazla turist ağırladığını düşünürsek pişmanlıklarının sebebi daha iyi anlaşılır. Günümüzde İspanya’nın güneyindeki bir eyaletin adı olan Endülüs, Müslümanların İspanya’ya verdikleri bir isim. Endülüs’ün başkenti, Avrupa’daki ilk üniversitenin kurulduğu Kurtuba (Cordoba) o eski ihtişamını kaybetmiş. Kentten günümüze kalan çok az eserden biri Katolik Katedral. Gerçekte bir cami olan bu muhteşem eser sonradan kiliseye çevrilmiş. 24 bin metre karelik Kurtuba Camii veya şimdiki haliyle Katedralin yapımına, Endülüs Emevi Hükümdarı I. Abdurrahman’ın talimatıyla 785 yılında başlanmış ve 987 yılına kadar çeşitli eklemeler yapılmış.
Endülüs’ün en görkemli yapılarından biri de El Hamra Sarayı. Endülüs Medeniyetini haykıran eser Kurtuba’dan otobüs ile Granada’ya bir saat uzaklıkta. Duvarları kırmızı tuğladan inşa edildiği için Arapça ‘hamr’ kökünden gelen El Hamra adı verilen sarayın kızıl rengi bugün hüznünü açığa vuruyor. Saray, 1870 yılında ulusal anıt ilan edilene kadar yüzyıllar boyunca bakımsız bırakılmış. Temeli 1232 yılında atılan El Hamra, birbiriyle bağlantılı sayısız odalar ve salonlar, bu mekanların arasında yer alan avlular, yeşillikler, havuzlar, akar çeşmeler ve bahçelerden oluşuyor. Bütün bu mekanlar belli bir ahenk içinde dizilmiş ve insanı rahatsız etmeyen geçişlerle bezenmiş. Sanat tarihi kitaplarında Endülüs mimarisinin ulaşabildiği en yüksek nokta diye nitelenen “Aslanlı Avlu” incecik 124 mermer sütunla çevrili. Çeşitli çiçekler ve ağaçlarla süslü avlu, dışa kapalı bir mekanın bile insanda ferahlık duygusu uyandırabileceğinin en iyi örneği. Cennet’ül Arifin adı verilen bahçe bölümünde ise elektriğin ve motorun olmadığı bir zamanda suyun eğimi hesaplanarak kompleks fıskiye sistemleri yapılmış.
Endülüs’ün önemli kentlerinden Sevilla, 800 bin nüfuslu caddeleri sağlı sollu portakal ağaçlarıyla bezenmiş yeşili bol bir kent. Ortasından İspanya’yı boydan boya kat eden 600 kilometre uzunluğundaki Guadelguivir nehri geçen kentte 500 yıllık harika manolya ağaçları var. Yıktıkları eserlerin bazılarının üzerine kendi eserlerini inşa eden İspanyollar, Endülüs’ün etkisinden yine de kurtulamamış. Sevilla’yı gezerken bu durum binaların yapılarından çok rahat anlaşılabiliyor. Bunlardan biri de şimdilerde askeri garnizon olarak kullanılan Plaza De Espana. Cami temelleri üzerine yükselmiş ve minaresi çan kulesine çevrilmiş ünlü Giralda Katedralinde Kristof Kolomb’un da mezarı bulunuyor. İspanyollar, bir zamanlar yüzlerce cami, kütüphane, hamam, çeşme ve sarayların süslediği bu büyük medeniyetin izlerini sildiklerine şimdi bin pişman. Sadece Granada’daki El-Hamra Sarayı’nın yılda 2 milyondan fazla turist ağırladığını düşünürsek pişmanlıklarının sebebi daha iyi anlaşılır. Sevilla’da caddelerin bir çoğunun ismi Arapça. Zaten Arapça’dan İspanyolca’ya 2 bin 500’den fazla kelime geçmiş.
1492 yılında Müslümanların elinde kalan son toprak olan Granada’nın da kaybedilmesi ile Endülüs Devleti tamamen sona ermişti. Ferdinand ve İsabella’nın yaklaşık 100 bin kişilik orduyla kuşattığı Granada’yı en son gören tepenin ismi “Suspiro del Moro”, yani Mağriplinin Istırabı. Yaklaşık elli maddelik bir anlaşmayla Granada’yı Katolik Ferdinand’a teslim etmek zorunda kalan Ebu Abdullah, bu tepeden Granada’ya son kez bakar ve ruhunun ıstırabı gözyaşlarıyla bu tepenin topraklarına düşer. Ebu Abdullah Fas’a geçer. Perişan olur, fakir bir hayat sürer ve kimsesizlere karışır. Akıbeti ise bilinmez...
El Hamra Sarayı birbiriyle bağlantılı sayısız odalar ve salonlar, bu mekanların arasında yer alan avlular, yeşillikler, havuzlar, akar çeşmeler ve bahçelerden oluşuyor. Endülüs mimarisinin ulaşabildiği en yüksek nokta diye nitelenen “ Aslanlı Avlu” incecik 124 mermer sütunla çevrili. Ortada bulunan her birinin ağzından sular fışkıran 12 aslan heykelinin üzeri, restorasyon sebebi ile kapatılmış.
Endülüs devletinin Avrupa üzerindeki etkisini inceleyen pek çok tarihçi, sosyal yapısı ve ulaşmış olduğu medeniyet seviyesi Avrupa toplumlarının çok ilerisinde olan bu devletin, Avrupa medeniyetinin gelişiminde en önemli faktörlerden birisi olduğu konusunda hemfikir. 10. yüzyılda sultanlık yapan III. Abdurrahman zamanında Kurtuba’nın nüfusunun 500 bin civarında olduğu ve şehrin Vadi el-Kebir boyunca 5 kilometre uzandığı belirtiliyor. İbni Rüşd’ün kadılık yaptığı, bir kütüphanesinde 600 bin eserin bulunduğu edebiyat ve ilim alanında zirve bir şehir olan Granada ise 21 banliyö, 500 cami, 70 halk kütüphanesi, 300 hamam, 13 bin dokumacı, kilometrelerce uzunluğundaki kaldırımlı ve ışıklı yollarıyla Avrupa’nın en büyük metropolüydü. Kent halkının yüzde 99’u okuma- yazma bilirken o sıralarda Paris, Londra gibi Avrupa kentleri, pis, karanlık ve bakımsızdı. Bu sebeple, Kurtuba’ya gelen Avrupalı Hristiyanlar, şehirde gördükleri büyük ihtişam, kültür ve sanat karşısında şaşkınlığa kapılıyordu.
Türkiye Gazetesi, 03.03.2007
|
"ANADOLU ATEŞİ ASPENDOS'U YAKAR"
Anadolu Ateşi dans ve gösteri grubunun Genel Sanat Yönetmeni Mustafa Erdoğan'ın Aspendos Antik Tiyatrosu'nun 6 ay süreyle kendilerine tahsis edilmesi için bakanlıkla ön protokol imzaladığını açıklaması bilim çevrelerini ayağa kaldırdı. Erdoğan, bu tahsise karşılık Aspendos Uluslararası Opera ve Bale Festivali'nin organizasyonunu ve masraflarını üstleneceklerini belirtmişti.
1 Mayıs- 1 Kasım 2007 arasınde Aspendos'un Anadolu Ateşi'ne tahsisine Akdeniz Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Başkanı Prof. Dr. Nevzat Çevik de karşı çıktı. Prof. Çevik, gösterilerin tiyatronun direncini daha da kıracağını savunarak şöyle dedi: "Ben Anadolu Ateşi'ne karşı değilim. Aksine çok da beğendiğim bir topluluk ama gösteri yapacağı yer Aspendos değil. Çünkü bu tarihi tiyatronun önce bakıma ihtiyacı var. Bazı bölümlerinde oturmak bile yasakken yüksek desibelli gösterilere tahsis etmek tahribatı daha da artıracak. Bu yapı 'ben yaşlandım, Benim gücüm zayıfladı. Benim üzerimdeki yükü artırırsanız kaldıramam' diyor. Durum böyleyken yüksek desibelli gösteriler yapmak onu öldürür. “
Akşam, Haber; Mustafa Kozak, 03.03.2007
|
İTALYA DA VINCI'NIN 'MERYEM'İNİ JAPONYA'YA GÖNDERMEK İSTEMİYOR
Leonardo Da Vinci'nin 'Meryem'e Müjde' adlı tablosunun sergilenmek amacıyla Japonya'ya gönderilmesi İtalya'da tartışma yarattı. İtalyan Kültür Bakanlığı'nın onay kararına rağmen tablonun korunduğu Floransa kentindeki Uffizi Galerisi'nin müdürü 'Meryem'e Müjde'nin Japonya'ya gitmesini reddetti. Uffizi'yi ve Rönesans kentindeki diğer müzeleri denetleyen Polo Museale Fiorentino'nun müdürü Christina Acidini boyu iki metreyi aşan tablonun 15 bin km'lik bir seyahate çıkmasının sakıncası olmadığını söyleyerek "Sıcaklık ve neme karşı kristal mahfaza ve ahşap yastıklarla nakilde hiçbir tehlike yok. 100 milyon avro'luk sigortayla karayoluyla 250 km güneye Roma'ya ve oradan Japonya'ya uçakla götürülecek" dedi. Ancak Acidini'nin bu açıklamaları diğer yetkilileri tatmin etmedi. Kültür Bakanlığı'nın eski müsteşarı Vittorio Scarbi ile Uffizi Müdürü Antonio Natali'nin aralarında olduğu bir grup 12 Mart'ta yapılması beklenen nakle karşı çıkarak "Biz kendimizi müzenin önüne zincirleriz" açıklamasında bulundu. Aralarında sanat uzmanlarının da olduğu nakil karşıtları 'Meryem'e Müjde'nin Da Vinci gibi Rönesans'ın önemli isimleri için açılacak dizi sergide yer almasına ve 2.5 ay Japonya'da kalmasına izin veren İtalya Kültür Bakanı Francesco Rutelli'ye de mektup yazdı. 1472-75 arası yaptığı tabloda Da Vinci meleğin oturan Hz. Meryem'e İsa'ya hamile olduğunu söylemesini betimliyor.
Radikal, 03.03.2007
|
|
"DEĞERLERE SAHİP ÇIKIN"
Yıkmak o kadar kolay, yapmak o kadar zor ki! Atatürk Kültür Merkezi, ihtiyacı karşılamıyor, yapı eskidi, yıkalım! Beyler, bir yapı demir, beton ve çimentodan ibaret değildir! Yapıların da yaşamları, ruhları vardır! Orası bir kültür varlığıdır.
Orayı kültür varlığı yapan yalnızca mimar Hayati Tabanlıoğlu'nun tasarımı, çizimleri değil, yıllar boyu orada yaşananlar! Tiyatro, opera, müzik, dans, bale, şiir dolu anlar! Bu anların içimizde kopardığı fırtınalar, yüreğimize ektiği tohumlar, aklımıza düşürdüğü umutlar! Orası kentin belleği!
Atatürk Kültür Merkezi'ni yıkmakmış! Biz, orada yaşadıklarımız sonucu kimliğimizi biledik, çoğaldık, zenginleştik; oradaki deneyimlerimizle değiştik, geliştik! Şimdi bunları yok sayıp yıkamazsınız! Orası bizim kültürel belleğimiz! Silip atamazsınız!
Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu Başkanı Mete Tapan ısrarla, tekrar tekrar, yıkımdan sonra orada yeniden bir Kültür Merkezi kurulacağını vurgulasa da, kimse kusura bakmasın ama.. ben bu hükümete gü-ven-mi-yo-rum! Yıkıldıktan sonra nasıl oyuna geleceğimizi adım gibi biliyorum. Buranın da rant çıkarlarının hizmetine verileceğinden hiç ama hiç kuşkum yok!
Evet, AKM'nin çok eksiği var, nasılsa yıkılacak diye yıllardır bir çivi bile çakılamıyor. Onarmak, yıkıp yeniden yapmaktan daha pahalı diyenlere söyleyeceğim ise değerleri birbirine karıştırmamak. Kültür ve sanat birikimlerine, üç verip beş almak gibi ilkel hesaplarla bakılamaz.
Yalnız AKM değil, üzerinde fırtınalar estirilen bir başka mekan da Darphane! Anımsarsınız, yıllarca (neredeyse 30 yıl kadar) kendi kaderine terk edilen, çöplük olarak kullanılan Darphane binaları, 1996'da Habitat Zirvesi kapsamında "Dünya Kenti İstanbul" ve "Tarihten Günümüze Anadolu'da Konut" sergileri ve ardından İstanbul Kent Müzesi kurması için 49 yıllığına Tarih Vakfı'na verildi.
Tarih Vakfı kısa bir sürede bu "çöplük"ten bir mucize yarattı! Binaları temizletti, yapısal açıdan güçlendirdi, güvenliğini sağladı, hurdacılara satılmayıp elde kalan makineleri gün ışığına çıkardı, sergi mekanları hazırdı. 10 ayda hazırlıkları tamamladı, sergileri açtı, ziyaretçiler doldu taştı... İstanbul Kent Müzesi için bağlantılar kuruldu, kavram belirlendi, mimari program çizildi, hazırlıklara başlandı...
O gün bugün, yani 11 yıldır burası sanatla, kültürle ilişkisi olan insanların uğrak yeri oldu, Etkinlikler birbirini izledi. Dile kolay 600 kadar sanatsal etkinlik! Birçoğunun tadı damağımda, coşkusu yüreğimde, öğrettikleri belleğimdedir!
Sanırsınız ki, Kültür ve Turizm Bakanlığı bu başarıdan dolayı Tarih Vakfı'nı kutlayıp madalya verdi ya da verecek! Yanıldınız! Bizde adet olduğu üzere başarı cezalandırılır.
Daha ilk günden (temizlendi onarıldı ya) burası herkesin iştahını kabartmaya başladı: Tarih Vakfı yöneticileri "tarihe zarar verdikleri" gerekçesiyle Ağır Ceza Mahkemesi'ne verildiler. Tapudaki irtifak hakkının iptali davası açıldı. Yani Vakıf çıkarılmak istendi. Dava, Vakıf lehine sonuçlandı: Yani Tarih Vakfı tarihe zarar vermemişti; tam tersine, yapılan uygulamalar doğruydu, Tarih Vakfı, Darphane tapusuna sahip olmaya devam edecekti... Bu arada "İstanbul Müzesi" için verilmişti ya yapılar, yeni hükümetle göreve gelenler, bu düşünceden vazgeçmişlerdi.
Sevgili Okurlar, şu yukarıdaki paragrafta özetlediğim dava süreci tam 7 yıl sürdü! Yazıyla yedi yıl! Bir yandan etkinlikler, bir yandan mahkemeler... Öte yandan Kent Müzesi Projesi... Gelin görün ki, Koruma Kurulu'nun aldığı bir karar Vakfın elini kolunu bağlıyor. Çünkü restorasyon projesi, ancak işleve bağlı olarak yapılabilir. Ve bu işlev (kent müzesi) hükümet değişikliğinden sonra Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın tasarrufuna geçti. Geçen yıl İstanbul 2010 Kültür Başkenti ilan edilince, Kültür Bakanlığı, Tarih Vakfı'na bir öneride bulundu: "Bize hakkınızı devredin, birlikte kuralım müzeyi.. Bakanlık, Vakıf, İstanbul Büyük Şehir Belediyesi ve Valilik birlikte işletelim."
Tarih Vakfı kabul etti. Mutabakat sağlandı. Protokol hazırlandı. Tarih Vakfı model oluşturup öneri hazırladı. Bakanlığa yolladı. Ve yanıt bekledi... Beklerken beklerken... Sürpriz!!! Darphane binaları yıkılmaya eğimli, can mal güvenliği yok diyerek bir rapor ve Bakanlığın yazısı döne dolaşa Eminönü Belediyesi Zabıtası'na ulaşmamış mı! Dahiyane (!) formül diye ben buna derim!
Tanrı aşkına el insaf! Devlet işine geldiği vakit, başı sıkıştıkça sivil toplum kuruluşunu bağrına basacak, canı istedi mi canına okuyacak! Geçen yıl UNESCO ve Avrupa Birliği, Türkiye STK'leri dışlıyor dediğinde, İstanbul "Tehlike Altındaki Kültür Mirası'' listesine alınmak istendiğinde, Bakanlık, yukarıdaki protokolü sunmuştu, bakın biz STK'lerle işbirliği içindeyiz diyebilmek için!
Açıkçası, Bakanlığın bu tutumundan sonra onların hangi sözüne güvenebilir insan? Darphane yapıları yıkılma tehlikesi içinde olup can, mal güvenliği yoksa, Bakanlık burayı alıp yıkacak mı? Yoksa Tarih Vakfı'nı buradan atıp.. başka amaçlar için mi kullanacak?
Bakanlık geçen yıl İstanbul Kent Müzesi için Tarih Vakfı'na Sirkeci Garı'nı önermişti. Sakın bu da bir olta olmasın? Bu muhteşem yapının geleceği Marmaray'a bağlı olduğuna göre bu da bir oyalama taktiği olmasın?
Özel müzelerin başarısını dilinden düşürmeyen Kültür ve Turizm Bakanı, Darphane yapılarını ve Kent Müzesi Projesi'ni de özelleştirmek mi istiyor? Çulsuzlar bu işleri yapamaz mı diyor?
Bakanlığın hazırlattığı, Darphane yapıları yıkılma tehlikesinde, can mal güvenliği yok raporu fos çıktı. İTÜ'nün hazırladığı gerçek raporda tehlikeli bir durum olmadığı saptandı. Peki şimdi Bakanlık yeni gerekçeler mi icat edecek?
Bu ve benzeri soruların yanıtlarını bilmiyorum. Bildiğim, İstanbul'un bir Kent Müzesi yok! Ama Kent Müzesi'ne müthiş gereksinimi var! Tarih Vakfı Başkanı Halim Bulutoğlu'nun deyişiyle "İstanbul'da hangi kültürlerin var olduğunu bilmeyenler, bir arada nasıl yaşar?"
Tarih Vakfı'nın asıl meselesi Darphane binalarını elinde tutmak değil, bir an önce İstanbul Kent Müzesi'ni gerçekleştirmek. Önümüzde eşsiz bir fırsat var: 2010 İstanbul Kültür Başkenti! Bakanlığın görevi STK'lerin önünü açmak olmalı, çalışmalarını engellemek değil! Bakanlık bir an önce, mutabakata varılan protokolü hayata geçirmeli! STK (Burada Tarih Vakfı), yerel yönetim işbirliği ve devlet desteğiyle gerçekleştirilecek Kent Müzesi muhteşem bir örnek olabilir. Yeter ki, bu kültür projesi inatlaşmalarla yok edilmesin, rant çıkarları ön plana geçmesin, sağduyuyla çözüm üretilsin!
Cumhuriyet, Yazı: Zeynep Oral, 02.03.2007
|
ANKARA ÜNİVERSİTESİ V. ARKEOLOJİK ARAŞTIRMALAR SEMPOZYUMU
Genç araştırmacılara destek vermek ve çalışmalarını sunabilecekleri bir ortam sağlamak amacıyla Ankara Üniversitesi, Dil veTarih-Coğrafya Fakültesi, Arkeoloji Bölümü tarafından 07-09 Mayıs 2007 tarihleri arasında Arkeolojik Araştırmalar Sempozyumu’nun beşincisi düzenlenecektir.
Yapılan açıklamada, sempozyuma bildiri sunmak isteyenlerin 20 Mart tarihine kadar başvurmaları istenmektedir.
TAYHaber, 02.03.2007
|
|
Ağzı Olan Konuşuyor!
"HÜKM-İ KARAKUŞİ" PROJELERİNDEN BİRİ DAHA... |
"TOPKAPI, EMPERYAL PALAS OLACAK"
Kültür ve Turizm Bakanı Koç, Topkapı Sarayı’nın etrafındaki tüm binaların aslına uygun hale getirileceğini söyledi. Koç, "Helikopterden bakıldığında oranın bir ’Emperyal Palas, Emperyal Court’ olduğu görülecek" dedi.
Koç, Bakanlık Müsteşarı Mustafa İsen’in Hürriyet’e açıkladığı projeyle ilgili olarak şunları söyledi:
"Etraftaki tüm binalar aslına uygun hale getirilecek veya yıkılacak. Aya İrini’nin hemen arkasında lojmanlar var. Hangi mantıkla oraya o binalar yapılmış anlamak mümkün değil. Hepsi yıkılacak. Deniz kenarındaki saraylarla kasırları da asıllarına uygun halde yaptıracağız. Şu anda 100 milyon YTL harcama yapıyoruz. Buna ilave olarak her yıl 20-50 milyon YTL daha harcama yapmak gerekebilir. Her yıl 50 milyon YTL de veririz. Bugün orada eserlerin yüzde 75’i hálá sergilenemiyor, bunu sağlayacağız. Sarayın temelleri güçlü değil. Allah göstermesin, bir su yükselmesi olsa, ne yaparız bilemem. Bu konuyu bir an önce halledeceğiz."
Koç, eski Darphane binası için Tarih Vakfı ile hukuki sürecin devam ettiğini de belirterek, "Bu binanın bize döneceğine inanıyorum. Tarih Vakfı burayı 15 yıl önce almış ve manzara şimdi ortada. Yapılamadığına göre, yapamayan gider, yapan gelir" dedi.
Hürriyet, 02.03.2007
**********
SUR-I SULTANİ DENİZLE BULUŞUYOR
Haftasonu Kültür ve Turizm Bakanlığı Müsteşarı Mustafa İsen’le İstanbul’da, tarihi yarımadada kemik sızlatan rüzgara rağmen keyifli bir gezi yaptık.
Mimar Hilmi Şenalp’in de katıldığı İsen’in, yarımada ile ilgili projeleri büyük bir heyecanla anlattığı tura Ayasofya’dan başladık. Ayasofya’nın girişinin sağ tarafında II. Selim, III. Mehmed, III. Murad, I. Mustafa ve I. Ahmed’in türbelerinin bulunduğu bölüm var.
Burada hızla süren restorasyon çalışmaları altı ay sonra bitiyor.
Ayasofya’dan çıkıp meydana bakıyoruz; karşıda Sultanahmet Camii, solda Hürrem Sultan Hamamı, Alman Çeşmesi, Dikilitaş, Türk İslam Eserleri Müzesi.
Sadece camiyi değil, bütün bu eserleri kapsayan ses ve ışık gösterisi için bir Fransız mimar bir yıldır sürdürdüğü çalışmaları bitirmek üzere.
Bu arada, İstanbul’u iyi bildiğime inanan biri olarak, Yerebatan Sarayı’nın önündeki beyaz taş anıtın, milenyum nedeniyle dikildiğini ve o gün o taşın meridyenlerin başlangıç noktası kabul edildiğini öğreniyorum.
O beyaz milenyum taşı, bundan sonra daha iyi gösterilecek.
Gülhane Parkı’nda ilk durağımız, yaz sonundan itibaren Türk İslam Teknoloji Tarihi Müzesi’ne dönüştürülmüş olacak olan Has Ahırlar.
Gülhane artık Topkapı Sarayı’nın hasbahçesi haline getirilecek ve Sarayburnu’ndan denizle bütünleştirilecek.
Böylece Saray, eskisi gibi arka bahçesine de, denize de kavuşacak.
"Topkapı Sarayı Bütünleştirme ve Sur-u Sultani Kapsamında Düzenleme Projesi" kapsamındaki bu kavuşma ile Sultan Abdülaziz’in, "Demiryolu geçsin de yatak odamdan geçsin" sözü nedeniyle Saray’ın yıkılan deniz kenarındaki bazı köşklerin yeniden inşa edilmesi için harekete geçiliyor.
Bunlar, İncili, Mermer, Yalı köşkleri ve Şevkiye Kasrı olabilir.
Sarayburnu’ndaki İDO atölyeleri, büyük bir kültür merkezine dönüştürülecek olan Sirkeci Garı, vapur iskeleleri proje gereği tarih olurken, demiryolu ve sarayla deniz arasındaki yol yeraltına çekilecek. Sonradan yapılanlar dahil Saray alanında 20’ye yakın kamu kuruluşu arasında bölüşülmüş binaların tamamı yeniden Saray’a bağlanıyor.
Bazı bölümleri yıkılmak üzere olan eski Darphane binasıyla ilgili olarak Türk Tarih Kurumu ile görüşmeler sürdürülüyor.
Elmadağ’daki Mehter Takımı’nın Saray içine taşınıp, tarihteki gibi dış bahçede günlük gösteri yapması için de Genelkurmay’la temas sürüyor.
Yeni bölümleri de yakında restore edilip hizmete sokulacak olan Arkeoloji Müzesi ile Topkapı Sarayı arasındaki kapı yeniden açılacak.
Kombine bilet uygulamasına geçilerek, Arkeloji Müzesi’nin cazibesi artırılacak; çünkü günlük ziyaretçi sayısı Saray ve Ayasofya’da 5 bini aşarken, 2 milyon obje bulunan müzeyi ziyaret edenler 500’de kalıyor.
Topkapı çevresini gezdikten sonra Süleymaniye’ye geçtik.
İsen, cami ekleri olan Doğumevi ile Darüşiffa binalarını Kitap Hastanesi ve sergisi yapılmak üzere devraldıklarını büyük bir keyifle ifade ediyor. Türkiye’deki 300 bin el yazması eserin kısa sürede dijital ortamda kredi kartından bedel ödenerek okunabilir hale geleceğini anlatıyor.
Külliyedeki medreselerden birinin Türkiye Bilimler Akademisi’ne tahsis edileceğini de söyleyen İsen, tüm bu projelerin 2009 yılı sonunda tamamlanacağı iddiasında.
Hürriyet, Yazı: Şükrü Küçükşahin, 26.02.2007
**********
"SARAYDA ÖYLE HER AKLINIZA ESENİ YAPAMAZSINIZ MUSTAFA BEY!"
Kültür ve Turizm Bakanlığı Müsteşarı Prof. Dr. Mustafa İsen, bir gazeteye İstanbul'un tarihi yarımadasında yapmayı planladıkları değişiklikleri anlatmış.
Prof. İsen'in söylediklerinden, değişikliklerin öyle küçük işler değil, son derece önemli ve yarımadanın dokusunu baştan aşağı farklı kılacak projeler olduğu anlaşılıyor.
Mesela, Gülhane Parkı, Topkapı Sarayı'nın bahçesi haline getirilecek ve saray denizle bütünleştirilecekmiş. 19. asırda, Sultan Abdülaziz zamanında demiryolu inşası sırasında yıkılan sahildeki köşkler yeniden inşa edilecek, Sarayburnu'ndaki demiryolu atölyeleri kültür merkezi olacak, eskiden Saray'a ait olan sahildeki binalar restorasyondan geçirilip Saray'a verilecekmiş.
Prof. İsen, bütün bu projelerin yanısıra bir başka işten daha sözediyor: Sirkeci Garı'nın kültür merkezi haline getirilip vapur iskelelerinin kaldırılmasından ve Saray ile deniz arasındaki yolun yeraltına çekilmesinden...
Sözün kısası, Kültür Bakanlığı, Sur-ı Sultani denilen Topkapı Sarayı'nın çevresini baştan aşağı değiştirmeye karar vermiş ve işe başlamış...
Değişikliğe konu olan yer sıradan bir tarihi bina yahut şehrin kenar mahallelerindeki herhangi bir meydan falan değil, Topkapı Sarayı ve çevresi; yani imparatorluğun dört buçuk asır idare merkezi olmuş bir yer...
Böylesine tarihi bir mekanda bu derece önemli değişikliklere karar verildiği takdirde yapılması gereken ilk iş nedir? Değişikliklerin tarihçilerden, arkeologlardan, şehir planlamacılarından, sanat tarihçilerinden ve diğer uzmanlardan oluşacak bilimsel bir heyet kurup ciddi araştırmalardan sonra belirlenmesi ve mekanın önemi ile uygun ulusal, hatta uluslararası bir proje yarışması açılması değil mi?
Ama, Kültür Bakanlığı bunların hiçbirini yapmadı ve ortaya birdenbire "Topkapı Sarayı Bütünleştirme ve Sur-ı Sultani Kapsamında Düzenleme" isimli bir proje çıkardı. Konuyla şimdi hem başbakanın, hem de bakanın yakınında bulunan bir mimar, Hilmi Şenalp alakadar oluyor!
İstanbul'un en merkezi yerlerinin bile bugün tatsız ve zevksiz bir varoşu andırır hale gelmesinin başta gelen sebebi, "Ben yaptım, oldu" mantığıyla girişilen bu gibi işler; paldır küldür yapılan böyle faaliyetlerin en gözönündeki örneği de, 40 küsur seneden buyana şehrin göbeğinde bir çirkinlik zirvesi gibi varolan Bayezit Meydanı'dır. Önceleri şehrin en hoş meydanlarından biri olan Bayezit, "Büyük Yapılar Proje Bürosu"nun kimselere danışmadan ve kendi başına aldığı bir kararla o yıllarda büroda çalışan bir mimara teslim edilmiş ve neticede bugün hala tartışılan bir zevksizliğe kurban edilmiştir.
Ben, hemen her konuda görüş bildirmesine artık alışık olduğumuz Mimarlar Odası'nın sadece İstanbul'da değil, tarihimizin yüzlerce senelik diliminde de son derece önemli bir yer işgal eden Topkapı Sarayı ile çevresi ile ilgili hükm-i karakuşi misali bu proje hakkında bugüne kadar neden tek bir söz bile etmediğini merak ediyorum. Türkiye'nin "kuş alanları" ile ilgilenen, İller Bankası'nın tasfiyesi hakkında bildiri yayınlayan, "küresel sermaye grupları" ve "işgal" gibi kavramlarla yakından alakadar olan ve Maltepe Başıbüyük'teki imar planını değiştirmek için bile dava açan Mimarlar Odası'ndan Sur-ı Sultani konusunda her nedense çıt bile çıkmıyor!
Prof. Dr. Mustafa İsen'in Sur-ı Sultani projesi ile ilgili olarak söyledikleri, İstanbul'u ve şehrin tarihi dokusunu biraz olsun bilenlerin tüylerini diken diken etmeye kafidir. Zira, Saray çevresinde kimselere sormadan, danışılmadan, detayları açıklanmadan ve yangından mal kaçırırcasına birkaç eşdost mimarın eline teslim edilecek olan bu projenin sonuçlarından geriye dönüş, çok zordur. Sur-ı Sultani denilen bölge "Sayın bakanım, gelin şurayı eski haline getirelim, Sultan Aziz'in yıktırdığı köşkleri yeniden yapalım. Sirkeci Garı'nı kapatıp yolu da yeraltına aldık mı, harika olur" mantığıyla pattadanak karar verilemeyecek derecede önemli bir mekandır, kimsenin aklına eseni yapabileceği bir aile mülkü değildir ve böyle bir proje, Başbakan'ın evinin civarına mescid yapmaktan çok daha ciddi ve bilgi gerektiren bir iştir.
Sabah, Yazı: Murat Bardakçı, 01.03.2007
|
|
|
HAYDARPAŞA MÜZE GİBİ OLACAK
TCDD Genel Müdürü Süleyman Karaman, halkın istediği doğrultuda “Haydarpaşa Gar ve Dönüşüm Projesi”nde düzenlemeye gidildiğini belirterek, Haydarpaşa’daki rayların tarihi eser statüsü kazandığını söyledi. Boğaz Tüp geçit Projesi’nin 2009 yılında hayata geçmesinin ardından acı ve tatlı birçok hatıranın yaşandığı Haydarpaşa Tren Garı kullanılmayacak. Marmaray projesinin tamamlanması ve Ankara-İstanbul arası hızlı tren seferlerinin başlamasıyla, artık trenler Haydarpaşa’ya uğramadan Kadıköy üzerinden Avrupa yakasına geçecek. Böylece Haydarpaşa Garı boşa çıkacak. Devlet Demiryolları da 1 milyon 320 bin metrekarelik tarihi bu alana yaklaşık 5 milyar dolarlık Yap-İşlet-Devret (YİD) modeli ile içinde, müze, yat limanı, hastane, oteller, fuar ve kongre merkezi, ticaret alanları ve spor merkezi gibi birçok aktivitenin yer alacağı “Haydarpaşa Gar ve Dönüşüm Projesi”ni inşa edecek.
Türkiye Cumhuriyeti Devlet Demiryolları (TCDD) Genel Müdürü Süleyman Karaman, yapılacak dönüşüm projesi sonrası bu nostaljik mekandan halkın koparılmaması gerektiğini söyledi. Haydarpaşa için halkın, Çırağan Sarayı’nı örnek verdiğine dikkat çeken Karaman, “Vatandaş, Çırağan Sarayı otel yapılırken isyan etmiş. Saraya girmek serbest ama, zor. Biz Çırağan Sarayı'na giremiyoruz diyorlar. Halk, ‘Ben İstanbul’a gelirken çoluğum çocuğumla bavulumla geldiğimde gördüğüm ilk yer burasıydı, buraya ilişkin hatıralarım var?’ diyor. Herhangi bir ücret vermeden bu nostaljik mekanı görmek istiyor. Bu nedenle biz projeyi halk ile birlikte yapmalıyız. Halkı projenin her anından bilgilendirmeliyiz. Bunu da yapıyoruz.” diye konuştu. Karaman, halkın isteği doğrultuda projede düzenlemeye gidildiğini belirterek, Haydarpaşa’daki rayların tarihi eser statüsü kazandığını söyledi. Projede koruma amaçlı imar planını kabul ettiklerini de kaydeden Karaman, “Haydarpaşa halka açık bir müze gibi olacak. Vatandaşımız, istediği zaman gelip görebilecek. Oturup hatıralarını tazeleyecek.” dedi.
Dönüşüm projesi kapsamında temel ilkelerin belirlendiğinin altını çizen Kahraman, “Bu ilkelere göre Haydarpaşa Garı dahil tescilli tüm tarihi binalar korunacak. Gelecek kuşaklara doğal kaynakları korunmuş ve kalkınmış bir İstanbul’un miras bırakılması esas alacağız. İstanbul’un turizm, ticari, kültürel ve sosyal potansiyelini artıracak bir model uygulanması düşünülüyor. Dönüşüm projesine göre, Haydarpaşa’nın etrafından Manhattan’da olduğu gibi gökdelenler bulunmayacak. Şehrin tarihi ve kültürel yapısı ile kentsel kimliği ve dokusunun bütünleştiği bir proje olacak. Yap-İşlet-Devret (YİD) modeli ile 49 yıllığına inşa edilecek dönüşüm projesinde, şirketler ihalede mali ve teknik değerlendirmeye tabi tutulacak.
Türkiye Gazetesi, 01.03.2007
|
|
726 YILLIK KEBİR CAMİİ ASLINA GÖRE RESTORE EDİLDİ
Isparta'nın Şarkikaraağaç İlçesi'ndeki Kebir Camii'nin restorasyon çalışmaları sona erdi.
Selçuklular'dan kalma 726 yıllık caminin restorasyonu için 298 bin YTL'nin harcandığı bildirildi. Beş ay süren restorasyon çalışmalarla cami eski görünümüne yeniden kavuşturuldu. Camide incelemelerde bulunan Antalya Vakıflar Bölge Müdürü Mustafa Emek, "Bu caminin önemi ve ihtişamı, çok eski olmasından kaynaklanıyor. Cumhuriyet döneminde yapılan bilinçsiz tamiratlar camiyi orijinalinden uzaklaştırmış." dedi. Kebir Camii'nin ilk olarak 1455 yılında tamir edildiğini açıklayan Emek, sonraki yıllarda minaresiyle beraber birçok kez onarımdan geçtiğini, dam olan üzerinin çatı yapılarak çinko ile örtüldüğünü söyledi. Emek, kendilerinin yaptığı restorasyonda bu yanlışın düzeltildiğini kaydetti. İlçe Müftüsü Seyfettin Kocaoğlu, duvarındaki taş örmelerin aslına uygun olarak restore edilen camiyi en kısa zamanda hizmete açılacağını söyledi.
Zaman, Haber: Savaş Karaman, 01.03.2007
|
BURDUR MÜZESİ EN İYİ MÜZELER ARASINA GİRMEYİ HEDEFLİYOR
Burdur Müzesi ''Europen Museum Of The Year Award'' (EMYA) yarışmasına aday olabilmek için Kültür ve Turizm Bakanlığı'na başvurdu.
Burdur Müzesi Müdürü Hacı Ali Ekinci, Kültür ve Turizm Bakanı Atilla Koç tarafından geçen yıl açılan müzede, 58 bin 292 eserin sergilendiğini söyledi. Burdur Müzesinin EMYA standartlarına uygun olduğunu ifade eden Ekinci, yarışmaya aday olabilmek için Kültür ve Turizm Bakanlığı'na başvurduklarını bildirdi. Ekinci, ''Müzemizi ziyaretçi ve bilim dünyasının hizmetine sunduk. Niye yarışmaya katılmayalım? 2 bin 384 metre kare açık alanımız, müze kompleksimiz, konferans salonumuz, depolarımız var'' dedi. Ekinci, yarışmanın Burdur'un tanıtımına da büyük katkı sağlayacağını kaydetti. Burdur Müzesi'nde 9 bin yıllık Hacılar Höyüğü, 7 bin yıllık Sagalassos, Kremna ve Kbrya gibi tarihi kentlerden çıkarılan eserler sergileniyor.
Turizm Gazetesi, 01.03.2007
|
MÜZELER VE ÖREN YERLERİNİ 13 MİLYON KİŞİ ZİYARET ETTİ
Kültür ve Turizm Bakanı Atilla Koç, Türkiye'de yaklaşık 3 milyon dolayında tarihi eserin bulunduğu müzeler ile birlikte ören yerlerini Eylül 2006 itibariyle yaklaşık 13 milyon kişinin ziyaret etttiğini söyledi.
Koç, "Bugün ülkemizde 93 müze müdürlüğü ve bunlara bağlı 92 adet birimin yanı sıra 99 adet de özel müze bulunmaktadır. Yaklaşık 3 milyon dolayında tarihi eserin bulunduğu müzelerimiz ile birlikte ören yerlerimizi Eylül 2006 itibariyle yaklaşık 13 milyon kişi ziyaret etmiştir. Bu çok güzel bir gelişmedir. Hedefimiz bu rakamları önümüzdeki yıllarda daha artırmak istiyoruz'' dedi.
Türkiye'deki 93'ü devlet bünyesinde olan toplam 192 müzenin iyileştirilmesi için çalıştıklarını ve kapalı olan mevcut müzelerin de açılması için büyük gayret gösterdiklerini vurgulayan Koç, ''Bakan olduğum zaman öğrendim ki İstanbul Arkeoloji Müzesi 1 trilyon yüzünden 14 yıldır kapalıymış. İki yıldır bu müzeyi açmak için çalışıyoruz. Kısmetse Nisan ayında bu müzemizi açacağız." diye konuştu.
Turizm Gazetesi, 01.03.2007
|
EŞREFOĞLU CAMİİ'NİN 7 ASIRLIK SIRRI
Konya’nın Beyşehir İlçesi'nde 1299’da ahşaptan yapılan Eşrefoğlu Camii’ndeki ağaç bölümlerinin nasıl olup da çürümeden bugüne kadar geldiği hala anlaşılamıyor.
7 asırlık cami, taş, tuğla, çini ve renkli boyama gibi birçok süsleme sanatının bir arada ve yoğun olarak kullanıldığı tek ahşap cami olması nedeniyle Türk mimarlık tarihinde özel bir yer işgal ediyor. Eşrefoğlu Süleyman Bey tarafından 1297- 1299 yılları arasında yaptırılan Eşrefoğlu Camii, ahşap direkler üzerine oturtulan düz tavanlı camilerin en büyüğü olarak biliniyor. Halen ibadete açık olan tarihi yapı, üstün ağaç ve çini işçiliği yönünden bir “Türk ağaç cami müzesi” sayılıyor. Anadolu’nun olduğu kadar İslam cami mimarisinin de eşsiz bir örneğini oluşturan Eşrefoğlu Camii, zengin taş, tuğla ve çini süslemelerinin yanında, özellikle ahşap destek ve tavan sistemindeki işleme ve nakışlarıyla dikkati çekiyor. Caminin en önemli özelliklerinden birinin ortasında bulunan, 4-5 metre derinliğindeki “karlık” denilen kuyu olduğunu ifade eden Selçuk Üniversitesi Sanat Tarihi Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Yaşar Erdemir, “Orijinalinde üstü açık bırakılan karlığın yapılış nedeni tam olarak bilinmemektedir. Ancak karlığın, caminin çürümesini önlemek amacıyla yapıldığı sanılmaktadır. Caminin minberi de ‘kündekari’ adı verilen teknikle, oymalı, çatmalı ve tutkalsız olarak yapılmıştır. Sadece Türklerde kullanılan bu tekniğin en göz alıcı örneğini bu eserde görmek mümkün” diye konuştu.
Bugün, 01.03.2007
|
|
İLK TÜRK MÜZESİ İLGİ BEKLİYOR
Dünyanın en büyük müzelerinden İstanbul Arkeoloji Müzeleri’ni, çoğunluğu öğrencilerden oluşan, yılda ortalama 200 bin kişi ziyaret ediyor. Müze Müdürü İsmail Karamut: “Halkımız Topkapı Sarayı’ndaki bir padişah kaftanına gösterdiği ilgiyi buradaki binlerce yıllık eserlere de göstermelidir” diyor.
Osman Hamdi Bey’in 1891 yılında kurduğu ilk Türk müzesi ve 1 milyondan fazla eseriyle dünyanın en büyük müzelerinden biri olan Müze-i Hümayun (İmparatorluk Müzesi), bugünkü adıyla İstanbul Arkeoloji Müzeleri’ni yılda sadece 200 bin kişi ziyaret ediyor. Balkanlar, Afrika, Anadolu, Mezopotamya, Arap yarımadası ve Afganistan gibi Osmanlı sınırları içinde yer almış bölgelerden toplanan 1 milyona yakın eserle dünyanın önde gelen müzeleri arasında bulunan Arkeoloji Müzeleri’nin ana binası Osman Hamdi Bey tarafından 1891’de mimar Alexandre Vallaury’ye inşa ettirildi. 1902 ile 1908’deki ilavelerle bugünkü durumuma getirilen müze ana binasının, müzede sergilenen İskender Lahdi ile Ağlayan Kadınlar Lahdi’nden esinlenilerek yapılmış olan dış cephesi, İstanbul’daki neo-klasik tarz yapıların en iyi örneklerinden biri olarak biliniyor.
Müzelerin, eğitim kuruluşları olduğunu ifade eden İstanbul Arkeoloji Müzeleri Müdürü İsmail Karamut, “Müzeler, aydınlanma yolunda önemli bir kilometre taşı, çağdaşlaşmanın en önemli unsurlarından biridir. Müzelerden geçmeyen toplum bana göre çağdaşlaşamaz” dedi. Arkeoloji Müzeleri’nin, dünyanın en önemli müzelerinden biri olmasına rağmen, Topkapı Sarayı ve Ayasofya Müzesi ile kıyaslandığında yeterli ilgiyi gördüğünün söylenemeyeceğini kaydeden Karamut, şöyle konuştu: “2004 sonu itibarıyla müzelerimizi ziyaret edenlerin sayısı 117 bin civarındaydı. Kapalı bölümlerin de açılmasıyla bir artış sağlandı ve 200 bine yaklaştık. Bunların yüzde 50’den fazlası yerli turist ve çoğunluğu da zaten öğrencilerden ve kalan kısmı da yabancı turistlerden oluşuyor. Bu rakam, yılda ortalama 1 milyon ziyaretçi alan Topkapı Sarayı’nın çok çok altında. Bunun farklı nedenleri var. Ayasofya ve Topkapı popüler yerler, elbette onların ziyaretçisi fazla olacak ama bizim hedefimiz de o rakamları yakalamaktır.”
Müzenin halen kapalı olan bölümlerinin mayıs ayında açılacağını söyleyen Karamut, müzeye girişin “halk günü” olan pazartesi günleri ve öğrenciler için ücretsiz olduğunu vurgulayarak, “Halkımız Topkapı Sarayı’ndaki bir padişah kaftanına gösterdiği ilgiyi buradaki binlerce yıllık eserlere de göstermelidir. Şu anda devlet menşeli ve devletin kontrolünde bir müzeciliğimiz var. Bunu yapmalıyız, ama müzelerin en azından yarı özerk bir yapıya kavuşturulması, bağımsız olması gerektiğine inanıyorum. Geçtiğimiz yıllarda çıkartılan bir yasa ile bunun bir anlamda sağlanmasına çalışıldı. Yani müzelerin kendi geliriyle geçinen ve kendi kaynağını yaratan kurumlar olacağına inanıyorduk, fakat bu uygulamaya tam anlamıyla geçilemedi. Her şeyden önce yeterli uzman gerekiyor. Uzman sıkıntısı giderilerek müzeler ekonomik bağımsızlığa kavuşturulmalı” şeklinde konuştu.
İstanbul Arkeoloji Müzeleri Müdürü İsmail Karamut, müzelere yönelik ilgisizliğin giderilmesi konusunda BUGÜN’e şu açıklamayı yaptı: “Okullarla işbirliği yaparak öğrencileri müzeye çekmeliyiz. Bu biraz da Türkiye’nin kültür politikasıyla ilgili. Öte yandan müzemizi tanıtan, rehber nitileğinde yeterli dökümanlar da yok. En önemlisi ise müzede yer alan eserleri halkımız kendine ait kültür mirası olarak kabul etmiyor. Oysa geçmişten günümüze bu topraklarda yaşamış bütün uygarlıklar bize miras bırakılmıştır. Halkımız da bu mirasa sahip çıkmalıdır. Müzeler ziyaret edilen mekanlar olmaktan çıkıp yaşanılan mekanlar olmalı. Kaldı ki tüm dünyada da müzelere yönelik uygulama bu yönde.”
Bugün, 01.03.2007
|
İSTANBUL'UN DERSAADET OLDUĞU YILLAR
Prof. Dr. Nurhan Atasoy'un yıllar önce tesadüfen karşılaştığı büyük bir hazinenin küçük; ama pek değerli bir parçası gün yüzüne çıktı.
Herkesin duyup bildiği, fakat pek az kimsenin gördüğü Yıldız Sarayı fotoğraf albümlerinden derlenen İstanbul fotoğrafları, 'Yadigar-i İstanbul' adıyla Akkök Yayınları tarafından yayınlandı. Kitaba Yıldız Sarayı Silahhane Binası'nda bugün açılacak bir de sergi eşlik ediyor. Fotoğraflar alışılmışın aksine duvara asılan resimlerden değil, etrafa yerleştirilmiş masalarda, bordo kapaklı dev albümlerden izleniyor. Sergi 16 Mart'a kadar görülebilecek; ama bordo kapaklı kitap kalıcı...
Prof. Dr. Nurhan Atasoy ve Akkök Şirketler Grubu İcra Kurulu Başkanı Mehmet Ali Berkman, dün düzenlenen bir basın toplantısıyla kitabın hikayesini anlattı. Atasoy, 1970'lerde İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi'nde çalışırken keşfettiği koleksiyonu önceleri kendi arşivi için fotoğraflamış. Sonra daha kapsamlı bir katalog hazırlama fikri düşmüş aklına. Kütüphane müdürünün de desteğiyle 35 binden fazla fotoğraf, 5 yılda tek tek elden geçmiş. Ortaya ancak 17 cilde sığacak binlerce sayfa doküman çıkmış. Kimse bu çapta bir çalışmanın maliyetinin altına imza koymayınca öylece kalmış. 37 yıllık tanışıklığın rüyası, ancak bugün gerçekleşebilmiş.
2 bin 200'den fazla İstanbul görüntüsü arasından damıtılan 279 fotoğrafa ve 13 panoramaya, Başbakanlık Arşivi'ndeki fotoğrafçılıkla ilgili belgeler de eşlik ediyor. Asıl ağırlığı bugün ortadan kalkmış veya daha az tanınan veya değişilikliğe uğramış yapılara veren Atasoy, fotoğraflar arasına bir kahvehaneyi, bir hastane koğuşunu da koymuş. Kitap, hergün geçtiğimiz yerlerde, bir asırda nelerin değiştiğini de gösteriyor. Tophane'deki kocaman bina yok olmuş, tanıdık çeşmeler başka yerlere taşınmış, pek çok bina yıkılmamış; ama etrafı kalabalıklaştığından görünmez hale gelmiş. En eskisi 1857 tarihini taşıyan fotoğraflarda pek fazla insan görünmemesini, o dönemde hareketli görüntülerin çekilmesinin zorluğuna bağlıyor Atasoy.
Bir kısmı Sultan Abdülaziz ve Sultan Reşad devrinden, çoğunluğu ise Sultan II. Abdülhamid zamanından seçilmiş fotoğraflar, dönemin İstanbul'unun yanında sarayın İstanbul'a bakışını da yansıtıyor. Osmanlı'da fotoğrafın ortaya çıkışına ilişkin ipuçları arasında nüfus tezkerelerine fotoğraf konulması, suçluların fotoğraflarla belgelenmesi, yabancılara fotoğraf çekme izni verilmesi gibi çok ilginç konular var. Boğaziçi kıyılarında arsası olanların bu fotoğraflara özel bir ilgi göstermesi gerekiyor Atasoy'a göre. Çünkü yıkılmış bir köşkün fotoğrafını getiren arsa sahibi, aynını yaptırabiliyormuş. "Bunlar bilimsel birer kaynak." diyen Atasoy'un en büyük dileği araştırmaların devamı ve yeni ayrıntıların tarih belleğimize eklenmesi. Atasoy'un bundan sonraki isteği Yıldız Sarayı'nın içinde yaşananların anlatıldığı bir albüm kitap. Abdülhamid'i yakıştırılmış unvanların ardından tanıdığımızı söyleyen Atasoy, "Onun ne kadar Batı'ya açık olduğunu görmek için Yıldız'daki kütüphanesine bakmak bile tek başına yeterli." diyor.
İstanbul ve Anadolu'nun her köşesini; Mısır'dan Balkanlar'a, Arabistan'dan Kafkaslar'a kadar uzanan imparatorluk topraklarını; Japonya, Çin, Orta Asya, Rusya, Hindistan, Ortadoğu, Balkanlar, Avrupa ve Amerika Birleşik Devletleri'nin önemli şehirlerini fotoğraf karelerine kaydettiren Sultan Abdülhamid, affedeceği şahısları belirlemek için hapishanelerdeki katilleri bile objektif karşısına geçirmiş. Ortaya çıkan 911 adet albüm 1857-1920 yıllarını ayrıntılı şekilde anlatan birer belge. Toplam 36 bin 535 fotoğraf barındıran koleksiyonun bazı fotoğrafları zaman zaman sandıklara dolup yolculuklara da çıkmış. Yıldız Sarayı Kütüphanesi, 1924'te İstanbul Üniversitesi'nin hizmetine verilmişti. Albümdeki Mekke ve Medine ile Osmanlı coğrafyasına ait fotoğraflar ise geçtiğimiz yıl Kaynak Yayınları tarafından kitaplaştırılmıştı.
Yıldız Albümü'ndeki İstanbul fotoğrafları, Prof. Dr. Nurhan Atasoy'un emekleri ile kitaplaştı. Atasoy, "Boğaziçi kıyılarında arsası olanlar, bu fotoğraflara özel ilgi göstermeli. Çünkü yıkılmış bir köşkün fotoğrafını getiren arsa sahibi, aynını yaptırabilir." diyor.
Zaman, Haber: Jülide Karahan, 01.03.2007
|
ATATÜRK'ÜN KONAKLADIĞI EV RESTORE EDİLDİ
Tekirdağ'ın Muratlı İlçesi'nde, ''Atatürk Evi'' restore edilerek ziyarete açıldı.
Edinilen bilgiye göre, Muratlı tren istasyonundaki Atatürk Evi'nde, Atatürk'ün kişisel eşyalarının yanı sıra Atatürk'ün 96 adet fotoğrafı sergileniyor. Restorasyonu tamamlanan Atatürk Evi, hafta içi her gün saat 08.00-17.00 saatleri arasında gezilebilecek.
Mustafa Kemal Atatürk, restore edilen evde, 3 Haziran 1936 tarihinde çıktığı yurt gezileri esnasında konaklamıştı.
Edirne Internet Gazetesi, 01.03.2007
|
PADİŞAH TÜRBELERİ ZİYARETE AÇILIYOR
Ayasofya'da bulunan Sultan 3. Selim, Sultan 3. Murad, Sultan 3. Mehmed, Sultan 1. Mustafa ve Sultan 1. İbrahim'in türbeleri, mayıs ayında ziyarete açılacak. Kültür ve Turizm Bakanlığı, türbelerin önünde bulunan tuvaletleri yıktırarak, başka yere taşıyacak.
1960'lı yıllarda türbelerin önüne yaptırılan tuvaletler sebebiyle kapalı olan türbeler herhangi bir onarımdan da geçmemişti. Bakanlık, türbelerin onarımı ve tuvaletlerin kaldırılması için 1 milyon 917 bin YTL ödenek ayırdı.
Kültür ve Turizm Bakanlığı'na bağlı Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdür Yardımcısı Yalçın Kurt, tuvaletlerin taşınma çalışmalarının başlatıldığını söyledi. Tuvaletlerin 1960'lı yıllarda yan yana duran 5 padişah türbesi ile Sultan 3. Murad'ın 4 oğlu ve bir kızının bulunduğu şehzadeler türbesinin hemen önüne inşa edildiğini belirten Kurt, bu tarihten itibaren türbelerin ziyarete kapandığını kaydetti. Bu arada 2. Selim ve şehzadeler türbesinin mimarının Mimar Sinan olduğu belirtiliyor.
Mayıs ayında türbelerin önünde bulunan tuvaletlerin yıkılması ve türbelerin restorasyon işlemi tamamlanacak. Yeni tuvaletler ise Türkiye Seyahat Acenteleri Birliği tarafından dış tarafa yapılacak. Yaklaşık 2 milyon YTL kaynak ile ayağa kaldırılacak türbelerin yanı sıra, İstanbul Rölöve ve Anıtlar Müdürlüğü'nün denetiminde Ayasofya'nın cephe restorasyonunda aykırı uygulamalar da ortadan kaldırılarak, özgün cephe ortaya çıkarılacak. Bakanlık, cephe çalışmaları için de yaklaşık 1,5 milyon YTL kaynak ayırdı. Ayrıca müzedeki 1. Mahmud Kütüphanesi'nin restorasyonu ile 1. Mahmud şadırvanının restorasyonu yapılacak. Ayasofya'nın güvenlik, kamera algılama sistemleri ile iç ve dış aydınlatma sistemi de yeniden kurulacak.
Ayasofya'yı ayağa kaldıracak çalışmalar şöyle: Türbe önlerindeki tuvaletlerin taşınması, kurşun kaplama çatı örtüsünün yenilenmesi, dış cephe restorasyonu, türbelerin iç yüzeylerinde bulunan kalem işi ve malakari süslemelerinin onarımı, kargir ahşap döşeme onarımı, ahşap sandukaların onarımı, aydınlatma ve güvenlik tesisatlarının onarımı, çevre düzenleme işleri.
Zaman, Haber: Aslıhan Aydın, 01.03.2007
|
TARİHİ İSTASYONA TARTIŞILAN MÜDAHALE
Balıkesir’de 1912 yılında Fransızlar tarafından yapılan Gar Binası’nda, iki yıl önce yapılan onarımda ortaya çıkan ‘Balıkessir’ yazısı kriz yaratmıştı.
Bu kez Bandırma Garı’ndaki ‘Banderma’ yazısı ortalığı karıştırdı ve yazı tabelayla kapatıldı. Bandırma Müze Derneği Başkanı Erdoğan Moralı, binanın tescilli yapı olduğunu ve orijinalliği bozulmadan korunması gerektiğini savundu. Binadaki ‘Balıkessir’ yazısının ortaya çıkmasıyla Gar önünde eylem yapan İşçi Partililer, “Kendi diline, kendi onuruna ihaneti tekrar hafızalarımızda tazeleyen bu tabelaya kayıtsız kalan sorumlularımızı kınıyoruz” şeklinde açıklama yapmıştı.
Vatan, 01.03.2007
|
SAATLİ BOMBA GİBİ
"Yıkılsın mı, yıkılmasın mı?" diye tartışılan İstanbul Atatürk Kültür Merkezi (AKM) adeta dökülüyor. Bodrum katından çatısına kadar her yerini dolaştığımız AKM'nin duvarları nemden çürümüş. Ekonomik ömrünü tamamlamış 50 yıllık dev makinelerin bulunduğu AKM'nin altı saatli bombayı andırıyor. Dev kalorifer kazanları eskimiş teknoloji olduğundan her an patlama riski taşıyor.
İstanbul Rölöve Anıtlar Müdürlüğü'nün hazırladığı AKM raporuna göre, tahmini onarım bütçesi 118 milyon YTL. Depreme karşı statik yapısı konusunda İstanbul Teknik ve Yıldız Teknik üniversitelerinden rapor bekleniyor. Koruma Kurulu, bu raporlar doğrultusunda yıkılma konusunda son kararı verecek.
AKM Müdürü Hayrullah Cengiz ile dolaştığımız AKM gezimizin ilk durağı bodrum katları oldu. Duvarlar nemden adeta çürümüş. Boyaların kalktığı duvarlardaki metal elektrik tesisatlarının tümü nemden paslanmış. Binada 1960 model klima sistemleri var. Ancak 2 dev klimadan biri çalışmıyor. Çalışmayan klimayı onaracak usta da, yedek parça da yok.
Arızalı klima, yedek parça olarak sökülüp çalışan klimaya ilave ediliyor. Çalışan klima da istenen performansı veremiyor. Eski teknoloji olduğundan yaz aylarında oyuncular ve seyirciler sıcaktan bunalıyor.
Binadaki dev jeneratör elektrikler kesildiğinde büyük bir gürültüyle devreye giriyor. Akaryakıtla çalışan jeneratör ihtiyaca cevap vermediği gibi yakıtı nedeniyle çevre kirliliğine de yol açıyor. Yetkililer, Rahmi Koç Sanayi Müzesi'nde sergilenecek kadar eski olan makinelerin ekonomik ömürlerini çoktan tamamladığının altını çiziyor.
Kolorifer tesisatının asbestli kanserojen bir maddeyle sarılı olduğu öne sürülüyor. Pek çok yerde çürüme meydana geldiği için delik borulardan, başta sahne olmak üzere pek çok yere su damlıyor. Bu nedenle de o hatlarda sıcak su deşarjı yapılamıyor. Isınma için yılda akaryakıta 500 bin YTL harcanıyor, ancak istenen seviyede bir ısınma sağlanamıyor.
Sahnelerin ahşapları çürümüş. Sahne asansörü de eski teknoloji olduğundan risk taşıyor.
Yangın ihbar sistemini gösteren paneller tamamen arızalı. Tamiratı da mümkün değil. Bu nedenle yangın algılama sistemi gözle kontrol edilerek yapılıyor. AKM'de sistem insan gücüyle ayakta tutulmaya çalışılıyor, ancak yangın tehlikesi AKM yetkililerine uyku uyutmuyor.
Kültür ve Turizm Bakanlığı, AKM'yi yıkıp yerine yeni bina yapmak istiyor. Yeni bina yapılıncaya kadar da İstanbul Kültür Sanat Vakfı'ndan alınan Maslak'taki binayı kullanmayı düşünüyor.
Yeni AKM binasının bir proje yarışmasıyla belirlenmesi, AKM'nin yanındaki otoparkı içine alacak şekilde büyük bir kompleks yapılması planlanıyor.
Tamir edecek usta yok
AKM Müdürü Hayrullah Cengiz şöyle konuştu:
"Su elektrik, kalorifer, klima, güvenlik sistemi ya ömrünü tamamlamış ya da son demlerini yaşıyor. Su, elektrik ve kalorifer tesisatı baştan aşağı değişmek zorunda. Çünkü korozyona uğramış ve çürümüş. Bir an önce doğalgaz sistemine ve yeni teknolojiye geçilmesi gerekir. Sistem o kadar eski ki, tamir edecek usta bile yok. Az sayıda tecrübeli personelle AKM ayakta tutuluyor. Tabii bunun yanında yangın tehlikesi bizi korkutuyor."
Koç, tepki göstermişti
Kültür ve Turizm Bakanı Atilla Koç'un yaklaşık 2 yıl önce AKM'nin yıkılacağını açıklaması tepki çekmişti. AKM'nin cumhuriyet döneminin önemli eserlerinden biri olduğu belirtilerek, yapının yerine otel ve alışveriş merkezi yapılacağı öne sürülmüştü. Eleştirilere karşı AKM'nin ekonomik ömrünü tamamladığını belirten Koç, "Bir şey yaptırmamak isteyen gericilere ayıracak vaktim yok. AKM'nin yerine 100 bin metrekare kullanım alanına sahip çağdaş bir AKM yapacağız" demişti.
5 barı geçerse patlayacak
Binayı ısıtmak için kazanlardaki barometre saatinin 16'ya çıkması gerekiyor, ancak AKM'de 5 bar geçilemiyor. Çünkü 5 bar geçildiği takdirde patlama riski bulunuyor, bu nedenle kazanlar 24 saat gözetim altında tutuluyor.
Milliyet, Haber: Ömer Erbil, 01.03.2007
|
TARİHİ ÇINAR AĞACI
Çanakkale'nin Yenice İlçesi'ne bağlı Akçakoyun beldesinde, gövde çevresi 12.5 metre olan 7 asırlık çınar ağacı, yıllara meydan okuyor. Akçakoyun Belde Belediye Başkanı Feyzullah Ergün, belde meydanındaki 7 asırlık yaşlı çınar ağacının kovuğunun bir süre öncesine kadar berber dükkanı olarak kullanıldığını söyledi. Ergün, çınar ağacının, beldenin tanıtımı yönünden büyük öneme sahip olduğunu anlattı.
Ergün: "7 asırlık çınar ağacımızın kim tarafından dikildiğini bilmiyoruz. Ancak, gövde çevresi 12.5 metre, boyu 25 metre olan bu ağacın, ülkemizdeki nadide ağaçlardan biri olduğuna inanıyoruz. Belediye olarak, ağaca zarar gelmemesi için koruma altına aldık. Belde halkı da bize destek veriyor. Beldemizin bir çok doğal güzelliği var. Ancak, yıllara meydan okuyan bu tarihi çınar ağacı beldemizin simgesi haline geldi. Bu nedenle bizim için ayrı bir önem taşıyor." diye konuştu.
Haber Ekspres, 01.03.2007
|
HAYDARPAŞA PROJESİNE YÜRÜTMEYİ DURDURMA
YPK kararıyla tarihi Haydarpaşa Garı projesi yürüten TCDD’ye, Danıştay 10. Dairesi’nden yürütmeyi durdurma kararı geldi.
Daire, Devlet Demiryolları İşletmesi Genel Müdürlüğü’nün (TCDD) ana statüsünü değiştiren Yüksek Planlama Kurulu (YPK) kararının bazı hükümlerinin yürütmesini durdurdu. Liman İş Sendikası’nın, TCDD Taşınmaz İhale Yönetmeliği ile TCDD Genel Müdürlüğü ana statüsünü değiştiren 13 Kasım 2004 tarihli YPK kararının iptali ve yürütmesinin durdurulması istemiyle açtığı davanın ilk aşaması sonuçlandı. Kararda, kamu hizmeti yürüten kamu iktisadi kuruluşlarının, mülkiyet devri dışındaki yöntemlerle özelleştirilmesinde 4046 sayılı Özelleştirme Yasası hükümlerinin uygulanmasının zorunlu olduğuna dikkat çekildi.
Hürriyet, 01.03.2007
|
KEMER'DE 1. DERECE SİT ALANINA 10 YILLIK MADEN RUHSATI ÇIKTI
Antalya’nın Kemer İlçesi’nde birinci derece doğal ve arkeolojik sit alanı olan Çalık Tepesi’nde TUİ Turizm Uluslararası İşletmecilik ve Seyahat Acentesi’nin sahibi Nurettin Çevik’e 10 yıllık maden arama ve işletme ruhsatı verildi. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı Maden İşleri Genel Müdürlüğü’nün izni doğrultusunda, sahada bej mermeri aramak için tesis kurulabilecek. Bakanlığın Jeoloji mühendisi Selahattin Erdoğan ve maden mühendisleri Aynur Çalışkan ile Ekrem Uzun’un imzalarının yer aldığı 20 Ocak 2007 tarihli tutanağında, sit alanı olarak bilinen Çalış Tepesi’nin ’orman alanı’ olduğu görüşüne yer verildi. İşletmenin enerji ihtiyacı için TEDAŞ tarafından, 400 kilowatt gücünde trafo kurulmasına izin verildi. Karar, girişimci Nurettin Çevik’in ruhsat fotokopisi ve diğer belgeleri Kemer Belediyesi’ne ulaştırmasıyla ortaya çıktı. Nurettin Çevik, ruhsat uyarınca, her yıl 5 bin metreküpü aşmamak kaydıyla 10 yıl boyunca bej mermeri üreteceklerini söyledi. İlçenin tam göbeğinde, turistik Kiriş Mahallesi ile Kemer arasında bulunan ve Fransız tatil köyü Club Med’i de içine alan tepeye ruhsatın verilmesi, turizmcileri ve yerel yönetimi ayağa kaldırdı. ANAVATANLI Kemer Belediye Başkanı Hasan Şeker, "Kemer halkı buna müsaade etmez. Belediye meclisimizde de gündeme getireceğiz. Tüylerimiz diken diken oldu. 100 bin yatak kapasitesi bulunan Türkiye’nin gözde turizm kenti Kemer’de, maden için ruhsat verilmesi imzasını nasıl atabiliyorlar? Bir defa bu tabiata aykırı. Hiç kimsenin bu güzelliği yok etmesine göz yumamayız. Gerekirse Ankara’ya yürürüz" dedi. Akdeniz Turistik İşletmeler Birliği (AKTOB) Başkanı Osman Ayık ise tepkisini, "Milyonlarca dolar yatırılarak Kemer 1977 yılında Türkiye’nin ilk planlı turizm kenti haline getirildi. Şimdi Kemer’in göbeğine maden arama ruhsatı veriyorsunuz. Demek ki burada turizm yapılması istenmiyor" sözleriyle dile getirdi. Kemer Yöresi Tanıtım Vakfı (KETAV) ve Kemer Turistik Otelciler Birliği Derneği (KETOB) Başkanı Mustafa Çalık da kararın ’turizmi baltalamak’ anlamına geldiğini söyledi. Kemerli İşadamları Derneği (KEMİAD) Başkanı Ali Nail Kılıç da "Bu bir şaka olmalı. Turizmin göbeğinde bu tür çalışmaların yorumu bile yapılamaz" dedi.
Hürriyet, Haber: Saffet Yenigün, 01.03.2007
|
|
İSTANBUL'UN HAZİNESİ YOK EDİLİYOR
Yirmi küsur yıldır süren surların restorasyonu konusu belki de İstanbul tarihindeki en trajik olaylardan biri. Bugün surların güya 'restore' edilen bölümlerinin artık hiçbir tarihi belge niteliği yok. Bunlar her zaman inşa edilebilecek duvarlara dönüşmüş durumda. Bırakalım uzmanları, sıradan vatandaşların bile gözleri yapılan uygulamaları görünce yerinden fırlıyor.
Durumu farkedenler, "Süreç neden 'monitor' edilmiyor, İstanbul'da bu işi yapacak kurumlar yok mu?" diye soruyor. Elbette var. Ancak İstanbul'da korumacılık belediyeden iş bekleyen, bağımsız araştırmalara ve fikirlere kapalı bir çevrenin etkinliği haline gelmiş durumda. Bu konuda en yetkili zannettiğimiz kurumların adını kullanan kişilerin dahi yönetimlerle özelleşmiş ilişkileri var. Gözlemleme çalışmasının bile yapılamaması bilgi üretiminin nasıl bağımlı hale geldiğini gösteriyor.
Size kısaca gözlemlerimi aktarmak istiyorum.
Surlar ve çevresindeki yerleşim alanlarında şu anda yaşamakta olan sorunlarda interdisipliner çalışmalara ihtiyaç olduğu açık. Surların, özellikle Topkapı-Yedikule arasındaki bölümünde çatlaklar ve parçaların kendi iç gerilmelerindeki, fiziksel kompozisyonlarındaki değişimler, statik yapılarındaki gelişmeler hala gözlem altına alınmış değil. Belediyede bu konuyla ilgili yüzlerce insan çalışmasına ve bir takım kuruluşlara sürekli ihaleler yapılmasına rağmen profesyonel gruplara ve araştırmalara ilişkin böyle bir çalışma olmadığı gözlemleniyor. UNESCO kararına uymak için inşaat işlerinin durdurulmuş olması, araştırmaların yapılmasını, gözlem yapmayı ve yorumlamayı engellememeli. UNESCO Dünya Kültür Mirası Komitesi "araştırma ve bilgi üretimini de durdurun" mu dedi?
Koruma planı surlar çevresinde bir yeşil kuşak öngörüyor. Oysa surlar, çevresindeki tarihsel yerleşim dokusu ile bir bütün. Sulukule'deki mevcut dokunun yıkılması planlanırken Yediku-le çevresindeki sur diplerindeki yedi-sekiz katlı binalar, belediyelerin yaptığı kazulet yapılar hakkında hiçbir girişim yok. Plana göre bunların da yıkılacağını zannedenler yanılıyor. Yıkım için tam tersine kentin bugüne kadar dönüşmemiş bölgeleri, az katlı yapıları ele alınıyor. Surlar çevresindeki kent morfolojisine dair bilgiler koruma planında bulunmuyor. Bulunmadığı gibi, yeni binalardan oluşan kapalı bir çevreye iş fırsatları sunan projelerle uygulamaya girişiliyor. Su-lukule, Ayvansaray, Zeytinburnu gibi surlara bitişik alanlarda geçmişte olduğu gibi böylesine yatırım amaçlı bir dönüşüm öngörmek, İstanbul'a çok şey kaybettirir. Surlar çevresinde çok sayıda tarihi yapı var ve bunlar önemli olsun olmasın bir doku olarak rehabilite edilmeli.
'Tarihi Yarımada Koruma Planı' adı verilen yönlendirici belgede kendi evini onarmak isteyenlere belediyelerin nasıl bir destek vereceğine, süreçleri açmak için sorumluluklarının neler olduğuna dair en ufak bir bilgi yok. Buna karşılık İstanbul'un tarihi yarımadası gibi dünyada mücevher gibi değer taşıyan bir bölge için çağdaş profesyonel standartlarla çelişen bir dolu kestirim var. Oysa bu tür uygulamalar artık bütün dünyada yerel ve uluslararası profesyonel deneyimlere ve işbirliğine açılıyor.
Belediyeler yeterli ekspertize sahip değil ve kendi şirketleri aracılığıyla hizmet aldıkları için karar vericiler ile proje müellifleri aynı kişiler. Bu model Türkiye Cumhuriyeti yasalarına, uymakla yükümlü olduğumuz uluslararası normlara aykırı. İBB sunumlarında, örneğin ahşap yapıların olduğu Ayvansaray gibi semtlerde ahşap, kagir yapıların olduğu Fener, Balat gibi yerlerde kagir, Eminönü'nde taş yapıların olduğu hanlar bölgesinde taş yapıların yapılacağı söyleniyor. Mimarlıkta böyle bir zorunluluk olabilir mi?
Surlar çevresinde şirketlerde görev alan uzmanlar kapalı modeli paylaşıyor ve tercihlerini yaptıklarını, tasarım kararlarını verdiklerini söylüyor. Koruma planı bu bölgedeki uygulamaları mimarlara, mühendislere, uygulamacılara kapatma işlevi mi görüyor?
Tekfur Sarayı adı verilen, dünyadaki tek sivil Bizans yapısı örneği için İBB'nin ne yaptığı, nasıl bir yöntemle konuyu ele aldığı bilinmiyor. Yapılan yanlış uygulamaların nasıl ele alınacağına dair bile bir yöntem açıklığı yok. İBB bu önemli örneği bile workshoplar düzenleyerek, araştırma projelerini destekleyerek tartışmaya açmıyor. Yalnızca makine ile kesilmiş taşların kenarları elle kırılarak, eski taşlara benzetilerek uygulama sürdürülüyor. Böyle bir uygulama bu kadar basit bir araştırma/uygulama modeliyle gerçekleştirilebilir mi?
Bu sorunları gören ve eleştirenler de yönetimlere yardımcı olmuyor. Kapalı ilişkiler içinde hareket ederek kendilerine fırsat sağlamaya çalışıyorlar. Bu yüzden projeler aynı kapalılık içinde devam ediyor. İstanbul'un Dünya Kültür Mirası Listesi'nden çıkarılması için sanki aralarında (açık olarak dile getirilmeyen) bir konsensüs var. Bu nedenle İstanbul'un elindeki en değerli hazineyi daha fazla yok etmemesini ve Dünya Kültür Mirası Listesi'nden çıkarılmamasını isteyenlerin acil olarak bir İzleme Komitesi oluşturması ve yeterli bir iş planını uygulamaya koyması gerekiyor.
Kültür mirası konusunun öncelikle mimarları, sanat tarihçilerini, arkeologları ilgilendirdiği varsayılıyor. Oysa kültür mirası ile ilginin bu şekilde sınırlandırılmasına uzmanların itiraz etmesi gerekli. Araştırma ve fikir üretiminin sınırlandırılmasına, tartışmasız kabullere dayanmasına, kamusal gücün birilerinin tekelinde toplanmasına, bunu sağlayan kapalı modellere, farklı tecrübeler gerektiren konunun basit bir inşaat uygulaması işine tercüme edilip sürecin yaratıcı düşünceye kapatılmasına yalnızca mimarların, arkeologların değil, mühendislerin, araştırmacıların, sosyologların, siyasetbilimcilerin hatta işini ciddiye alan müteahhitlerin itiraz etmeleri beklenmeli. Çünkü sorunu ancak kapalı ilişkilerden yana olmayan kişiler ve kurumlar çözebilir.
Birgün, Yazı: Korhan Gümüş, 28.02.2007
|
MERSİN'DE TARİHİ ESER OPERASYONU
Mersin’in Çamlıyayla İlçesi'ne bağlı Darıpınarı Köyü'nde bir eve yapılan baskında 49 parça tarihi eser ele geçirilirken 1 kişi gözaltına alındı.
İl Jandarma Komutanlığı ekipleri ihbar üzerine Darıpınarı Köyü'nde oturan 48 yaşındaki Fikret Şahin'in evine baskın yaptı. Yapılan aramada çeşitli dönemlere ait 40 sikke, 2 altın yüzük, 1 mızrak ucu ve 6 obje bulundu.
Fikret Şahin gözaltına alınırken, 49 parça tarihi eser incelenmek üzere Tarsus Müze Müdürlüğü’ne teslim edildi. Soruşturma sürdürülüyor.
Mersin Kent Haber, 28.02.2007
|
HASANKEYF'DE 20 MAĞARA ÇÖKTÜ
Batman'ın tarihi Hasankeyf İlçesi'nde, ağır kış koşulları nedeniyle Karaköy yolu üzerinde, 20 mağaranın çöktüğü bildirildi.Hasankeyf kazılarından sorumlu Prof.Dr. Abdülselam Uluçam, 1 Nisan'da başlayacakları kazı çalışmalarında yıkılma tehlikesi taşıyan bazı tarihi yapıtları koruma altına alacaklarını söyledi.
Son 60 yılın en sert kışının yaşandığı Batman'ın tarihi Hasankeyf İlçesi'nde, bazı tarihi eserlerin bir bölümü don ve kar yağışından olumsuz etkilendi. Hasankeyf- Karaköy yolu üzerindeki, Hellenistik döneme ait 20 mağara çöktü. Hasankeyf kazılarından sorumlu Prof.Dr. Abdülselam Uluçam, bazı tarihi eserlerin olumsuz hava şartlarından etkilendiğini söyleyerek, "Nisan'ın ilk haftasında kazılara başlayacağız. Yaklaşık 1.5 milyon YTL'lik bir ödenekle altı ay süreyle tekrar kazılara kaldığımız yerden devam edeceğiz. Daha önce kazılarda görev alan meslektaşım Prof. Dr. Oluş Arık'ın açtığı dava yüzünden bazı eserlere dokunamıyoruz. Küçüksaray ve Ulu caminin onarım ve tadilata ihtiyacı var, ancak mahkeme yüzünden bu eserlere dokunamıyoruz. Bu yıl Hasankeyf kalesinde yarım bıraktığımız yerlerde mağaraların bir bölümünü temizlemeyi hedefliyoruz" dedi.
Definecilerin de antik kentteki eserlere büyük zarar verdiğini söyleyen Prof. Dr. Uluçam, "Turist görünümündeki defineciler, tarihi eserlere zarar veriyor. Kültür ve Turizm Bakanlığı'ndan en azından antik kentte nöbet tutacak görevli talebinde bulunacağız" dedi.
Turizm Gazetesi, 28.02.2007
|
ÖZBEKİSTAN, TARİHİ SEMERKAND'IN 2750. YILDÖNÜMÜNÜ KUTLAYACAK
Özbekistan'ın tarihi kenti Semerkand'ın kuruluşunun 2750. yıldönümü bu yaz görkemli bir şekilde kutlanacak.
Doğu-Batı hattındaki tarihi İpek Yol'u üzerinde bulunan önemli mekanlardan biri olan kentin kuruluş yıl dönümü kutlamalarına hazırlık devam ederken, kent büyük bir şenliğe hazırlanıyor. Bu yaz yapılacak kutlamalara başta Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü'nden (UNESCO) olmak üzere sayıda yabancı kuruluş katılacak.
Cumhurbaşkanı İslam Kerimov'un genelgesi doğrultusunda kuruluş yıl dönümünü hazırlık çalışmaları devam eden Semerkand'ın bu coşkulu bayramının Özbekistan'ın 1 Eylül Bağımsızlık Bayramı'na yakın bir tarihte kutlanması planlanıyor.
Bu arada Semerkand valiliği ise kutlama etkinliklerinde seslendirilecek şarkıyı belirlemek için ülke genelinde kapsamlı bir yarışma düzenledi. Yarışma ile belirlenecek şarkı Semerkand kutlamalarında kente atfen söylenecek şarkı olarak seslendirilecek.
Kutlama hazırlıkları çerçevesinde kentte çevre düzenlemeleri yapılıyor, eskimiş binalar ve tarihi abideler onarılıyor. Kentin kutlama etkinliklerine yönelik yürütülen hazırlık çalışmalarında ipi çeken kent idaresine hükümet, Özbekistan Spor ve Kültür Bakanlığı da yardımcı oluyor.
Semerkand'ın kuruluş yıl dönümü kutlamalarını yürüten hazırlık organizasyonu heyetine Başbakan Şavkat Mirziyoyev Başkanlık ediyor.
UNESCO, 20 Ekim 2005'te yapılan 33. oturumunda Semerkand'ın 2750. yıl dönümü kutlamalarına dair bir karar kabul etmişti. Başkent Taşkent'ten 354 km uzakta olan Semerkand ülkenin ikinci büyük kenti. 1925-30 yılları arasında ülkeye başkentlik etmiş. Deniz seviyesinden 695 metre yükseklikte. 1897'de 55 bin kişinin yaşadığı kentin bugünkü nüfusu 550 bin dolayında.
MÖ 329'da Büyük İskender tarafından alınan Semerkand, MS 712'de Müslüman Araplar tarafından fethedildi. Önemli bir konumda olan kent, Samanoğulları döneminde iktisadi açıdan hızla gelişti. 1220'de Cengiz Han tarafından yakılıp yıkıldıktan sonra, Timur'un kenti başkent yapmasıyla yeniden önemli ölçüde gelişti ve önemli bir kültür merkezine dönüştü. 15. Asırda Özbekler tarafından alınan Semerkand, 1868'de ise Ruslara geçerek Türkistan'a bağlandı.
Geçmişi 2750 yıl öncesine dayanan kentte tarihi ve modern binalar içi içe bulunuyor. Zengin tarihi abidelere sahip Semerkand, ülkenin en çok turist çeken gözde turizm merkezlerinin başında geliyor.
Geçmişi milattan bin yıl öncesine dayanan kentin o dönemde "Marokand" diye hitap edildiği belirtilirken kent ile ilgili ilk yazılı belgelere ise MÖ 329'larda rastlanıldığı dile getiriliyor.
14. ve 15. asırlarda bölgenin önde gelen iktisadi merkezlerden biri haline gelen Semerkand, bugün de Tarihi İpek Yolu üzerinde kültür ve ticari merkez konumunda.
TürkiyeTurizm.com, 28.02.2007
|
ZEUGMA'DA İLK MODELLEMELER ÇIKTI
Dünya'da ilk kez Zeugma'da uygulanan üç boyutlu dijital lazer ölçümlerinin ilk modellemeleri elde edildi. Gerçeğinin aynısı olan dijital modeller, öncelikli olarak restorasyon ve konservasyon çalışmalarında, daha sonra ise tamamlama (restitüsyon) çalışmalarında kullanılacak.Zeugma'nın en etkili biçiminde tanıtımı için kullanılan RIEGL-2 360 cihazının ilk modellemeleri çıktı. 2006 yılında Zeugma'da Dionysos ve Danae evlerinde gerçekleştirilen 3 boyutlu laser scanner taramalar sonucunda elde edilen modeller, bu iki Roma evinin milimetrik hassasiyetteki dijital 3 boyutlu kopyaları olma özelliği taşıyor.
Geçtiğimiz yıl yurtdışından getirilen, dünyada tek olan ve ilk kez Zeugma'da kullanılan RIEGL-2 360 cihazı sayesinde 2 bin nokta okundu ve Zeugma'nın fotoğrafyasını 400 metreye kadar ölçebildi. Zeugma Kazı Başkanı Doç. Dr. Kutalmış Görkay, cihaz sayesinde elde edilen verilen ilk sonuçlarının çıktığını söyledi.
3 boyutlu dijital lazer ölçümlerinin görüntülerinin Dünya'nın diğer ucundan izlendiğini kaydeden Görkay, "Bu çalışma öncelikli olarak restorasyon ve konservasyon çalışmalarında, daha sonra restitüsyon (tamamlama) çalışmalarında kullanılacak. Ancak sadece bu amaca değil, aynı zamanda Zeugma'daki bu iki Roma evinin sanal olarak gezilmesine, maketlerinin yapılmasına imkan sağlayacaktır. Bu sayede dünyanın öbür ucundaki insanlar sanal ortamda Zeugma'daki bu evlerin her mekanını gezebileceklerdir" dedi.
Dünya'da tek model olan ve ilk uygulamasının Zeugma'da yapılan cihazın çalışmalara alt yapı teşkil ettiğini vurgulayan Görkay, "Cihaz 360 dereceye kadar gösterebiliyor, dikeyde ise 80 derece açısı var. Bu açılardan gördüğü tüm alanları tarayıp, cd haline getirdik ve böyle bütün kentin bire bir görsel modellemesine sahip olduk. İlk olarak Dionysos ve Danae evlerinde gerçekleştirdiğimiz 3 boyutlu laser scanner taramalar sonucu elde ettiğimiz modellemeler, projemizin sonunda gelmek istediği noktayı ortaya çıkardı. Bizler Antik kentin şu andaki durumunu renkli ve 3 boyutlu olarak ölümsüzleştirdik. Yani aradan yıllar da geçse antik kentin bugünkü halini bilgisayarımızda 3 boyutlu ve renkli olarak görmemiz artık mümkün" diye konuştu. Görkay, bu çalışmanın Kültür Bakanlığı'nın maddi desteği ve özel firmaların sponsorluğunda Zeugma Kazı başkanlığı tarafından yapıldığını da sözlerine ekledi.
Gaziantep 27 Gazetesi, 28.02.2007
|
|
PICASSO'NUN İKİ TABLOSU ÇALINDI
20. yüzyılın önde gelen sanatçılarından Picasso'nun iki tablosunun, İspanyol ressamın torununun Paris'teki evinden çalındığı açıklandı.
Polis, yaklaşık 66 milyon dolar değerinde olduğunu belirttiği tabloların, ressamın torununun Paris'teki evine pazartesiyi salıya bağlayan gece giren hırsızlar tarafından çalındığını bildirdi.
Paris'teki Picasso Müzesi'nin müdürü de ressamın torununun evinden bazı Picasso tabloları ve resimlerinin çalındığını açıkladı ancak çalınan eserlerin maddi değerine ilişkin tahminde bulunulmadığını kaydetti.
Çalınan sanat eserleriyle ilgili başka ayrıntı verilmedi.
Trt/Haber, 28.02.2007
|
MEZARDAKİ ŞİFRELER
Yazar Dan Brown’un ’Da Vinci Şifresi’nden sonra bu kez, Titanic filmiyle Oscar alan yönetmeni James Cameron’un ’İsa’nın Kayıp Mezarı’ isimli belgeseli Hıristiyan alemini sarsacak. 4 Mart’ta Discovery Channel’da yayınlanacak olan belgeseldeki iddialar, şimdiden büyük tartışma yarattı.
Hazreti İsa’nın Mecdeleli Meryem’den bir çocuk sahibi olduğunu iddia eden Dan Brown’un Da Vinci Şifresi’nin ardından bu kez İsa Peygamber ve oğlunun da dahil olduğu ailesinin mezarının bulunduğuna dair belgesel büyük tartışma yarattı. 1980 yılında Kudüs’ün eski bölümünde bulunan taş lahitlerin Hz. İsa, Mecdeleli Meryem ve oğulları Yehuda’ya ait olabileceğini öne süren belgesel, Hıristiyanlığın göğe yükseliş inancını sorgularken din adamlarının tepkisini çekti.
Tartışma yaratan belgeselin adı, "İsa’nın Kayıp Mezarı." Titanic filmiyle en iyi yönetmen dalında Oscar alan James Cameron ile İsrail doğumlu Kanadalı Simcha Jacobovici’nin imzasını taşıyan belgesel, 4 Mart tarihinde Discovery Channel kanalında yayınlanacak. Film daha yayınlanmadan hem arkeoloji, hem de Hıristiyan ilahiyatçılar arasında tartışmaları beraberinde getirdi.
Aslında belgeselin ortaya attığı iddia yeni değil. 1980 yılında 10 adet kireç taşından yapılmış kemik lahiti bulunmuştu. Bunların beşinin üzerinde Aramice İsa, Meryem, Matta, Yusuf ve Mecdeleli Meryem ifadeleri yer alıyordu. Altıncı da ise "İsa’nın oğlu Yehuda" yazıyordu.
Yeni Ahit’te geçen Hıristiyan dininin önde gelen isimleriyle "İsa’nın oğlu Yehuda"yı bir araya getiren mezar sonraki dönemde de kimi şüphelere yol açmış, arkeolog, tarihçi ve din adamlarının dikkatini çekmiş, fakat fazla tartışmaya yol açmamıştı. Amerikalı Dan Brown’un kaleme aldığı "Da Vinci Şifresi" isimli kitapta Hz. İsa’nın Mecdeleli Meryem ile evlendiği ve bu beraberlikten soyunun devam ettiği öne sürülmüştü. Sonrasında Mısır’daki bir çöl mağarasında bulunan 1700 yıllık el yazması "Yehuda İncili"nin içeriği kamuoyuna açıklanmıştı. Hz. İsa’nın yerini ihbar eden havari olarak bilinen Yehuda’nın aslında hain olmadığı öne sürülmüştü. Bu incile göre Yehuda "sadık havari" idi ve Hz. İsa kendisine, ruhunu hapseden bedenden kurtarma görevini vermişti. İşte bu iddiaların ardından Hz. İsa’nın hayatı ve Hıristiyanlığın temel inançları daha rahat tartışılır bir hale geldi.
Şimdi ise yeni belgeselde, kireçtaşı lahitlerden, kazının yapıldığı yer ve DNA bulgularından yola çıkarak bu mezarların Hz. İsa ve ailesine ait olabileceği öne sürülüyor. Paleobiyolog Charles Peligrino ve yapımcı Jacobovici bu iddiaları daha önce de "İsa Ailesi’nin Mezarı" isimli kitapta gündeme getirmişti. Lakin, yeni iddialar Hıristiyan inancının en önemli öğelerinden biri olan "göğe yükselişi" sorgular hale getiriyor. Çünkü Hıristiyanlar, Hz. İsa’nın şimdiki Kudüs’ün eski kent bölümündeki Kutsal Mezar Kilisesi’nin bulunduğu yerde üç gün kaldıktan sonra fiziksel olarak göğe yükseldiğine inanıyor.
Kuzey Carolina Üniversitesi’nin dini araştırmalar profesörü James Tabor, İncil’in klasik yorumlarından, Hz. İsa’nın dirilip bedensel olarak göğe yükseldiğinin anlaşıldığını, ancak bunun ruhani bir yükseliş de olabileceğini söylüyor. Southern Baptist Teoloji Fakültesi Dekanı Albert Mohler ise Hz. İsa’nın göğe yükselişinin hep bedensel bir vaka olarak algılandığını belirtiyor.
Belgeselciler ise de iddialarını, hem istatiki, hem de genetik verileriyle güvenilir bir zemine oturtmak istemişler. Bu nedenle "Yusuf’un oğlu İsa" ve Mecdeleli Meryem’e ait olduğu sanılan "Mariamene e Mara" yazan kemik lahitlerinden alınan kalıntılara DNA ve kimyasal testler uygulanmış. Kanada’daki Lakehead Üniversitesi laboratuvarlarında yapılan testlerde anneden geçen mitakondriyal DNA bulgularından yola çıkarak bu iki kişinin kan bağı olan akraba olmadıkları anlaşılıyor. Bu veriden yola çıkarak da tabuttakilerin İsa ve karısı Meryem’e ait olabileceği öne sürülüyor.
DNA'lı İddialar
Hz. İsa’nın göğe yükselişi fiziki değil, ruhani olabilir.
1980’de Kudüs’te bulunan lahitler İsa, eşi olduğu öne sürülen Mecdeleli Meryem ve oğulları Yehuda’ya ait.
İsa ve Mecdeleli Meryem lahitlerine yapılan DNA testlerinden aralarında kan bağı olmadığı anlaşılıyor. Karı-koca olabilirler.
Bu lahit Mecdelli Meryem'inmiş
Kireçtaşından yapılmış 2000 yıllık bu lahitin Hz. İsa’nın gizli eşi olduğu öne sürülen Mecdeleli Meryem’e ait olabileceği öne sürülüyor. Din adamları ise bu iddiaya şüpheyle yaklaşıyor. Lahitlerden birinde Aramice yazılmış "Yoseh" ifadesi yer alıyor. Bunun Hz. Yusuf’un kemiklerini ihtiva eden lahit olabileceği iddia ediliyor. Bir diğer lahitte ise "Matia" ifadesi bulunuyor. Bunun da Matta’nın taştan tabutu olabileceğini öne sürülüyor.
Kim, ne diyor?
Belgeselciler: Kudüs’te bulunan kemik lahitleri Hz. İsa ve ailesine ait olabilir.
Karşı görüş: Hıristiyan inancına göre Hz.İsa göğe yükselmiştir, mezarı yoktur.
Belgeselciler: Hz. İsa ile eşi Mecdeleli Meryem ve oğulları Yehuda’nın da mezarı bulunuyor.
Karşı görüş: İsa evlenmemiştir, ayrıca o dönemde Meryem, İsa, Yusuf ve Yehuda isimleri çok yaygındı.
Belgeselciler: Gerçeğin ortaya çıkarılması için çalışıyoruz.
Karşı görüş: Sansasyonla para kazanmak arzusundalar.
Hürriyet, 28.02.2007
"BUNLAR GERÇEK, YÜZYILIN KEŞFİNİ YAPTIK"
Titanic’in Oscar’lı yönetmeni James Cameron eleştirilere önceki gün düzenlediği basın toplantısında yanıt verdi. Cameron, "Arkeolog ya da İncil uzmanı değilim. Ancak bir belgesel yapımcısı, gerçeği kovalamaktan çekinmemeli. Kudüs’teki bulgular, yüzyılın en önemli arkeolojik keşfidir. Hıristiyanlığa zarar vermek istediğimizi iddia edebilirler. Ama durum bu değildir. Bu araştırmadan bu kişilerin gerçekte yaşadığını anlıyoruz" dedi. 4 Mart’ta Amerikan Discovery Chanel’da yayınlanacak olan belgeselin yarattığı fırtınadan tartışmaların uzun bir süre devam edeceği anlaşılıyor.
Hem tarihçiler, hem de arkeologlar, "İsa", "Meryem", "Yehuda" gibi isimlerin o dönemde Kudüs’te yaygın olan isimler olduğunu, bu nedenle hepsinin bir arada bulunmasının sürpriz olmaması gerektiğini savunuyor. Buna karşılık belgeselin yönetmenliğini ve metin yazarlığını üstlenen Jacobovici, kutsal kitapta adı geçen 6 kişinin bir arada bulunmasının bir tesadüf olmadığını, bunun da Hz. İsa’nın ailesine işaret ettiğini öne sürüyor. Belgeselcilerin tuttuğu Toronto Üniversitesi matematik profesörü Andrey Feuerverger de bu isimlerin aynı mezarda bir araya gelme olasılığının 600’de bir olduğunu savunuyor.
Hz. İsa ve ailesine ait olabileceği öne sürülen kireçtaşından yapılma küçük lahitler, 1980 yılında Kudüs’ün güneyindeki bir mağaranın içindeki mezarlıkta bulundu. Küçük lahitlerde bir zamanlar İncil’de adı geçen kutsal kişilerin kemiklerinin bulunduğu öne sürülüyor. Belgeselin yapımcılarından Simcha Jabovici, adli tıp bulgularının da iddialarını desteklediğini savunuyor.
Hürriyet, 27.02.2007
|
ORTAK MİRASA BÜYÜK ARAŞTIRMA
Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Coğrafya Bölümü, Ayvalık ve Midilli’yi kültürel ve turizm coğrafyası olarak inceleyecek yeni bir projenin hazırlığına başladı. Yunanistan’ın Aegean Üniversitesi Coğrafya Bölümü ile birlikte yürütülecek proje öncesi, Ayvalık’ta bilgilendirme toplantısı düzenlendi.
Coğrafya Bölüm Başkanı Prof. Dr. Füsun Soykan, projenin ilk etabına 1 Mayıs’ta başlayacaklarını söyledi. Soykan, projeyi Yrd. Doç. Dr. Gözde Emekli, Prof. Dr. Zeki Arıkan, Dr. Theano Terkalli, Dr. Georgios Skliropoulos ile öğrencilerin yürüteceğini açıkladı.
Projenin amacı, yöntemi, aşamaları ve beklenen yararlarını anlatan Soykan, "İlk olarak Ayvalık ve Midilli’nin doğal coğrafya yapısı, beşeri ve ekonomik coğrafyaları üzerine araştırma yapılacak. Kültürel coğrafya karşılaştırması ve turizm coğrafyası açısından incelenecek. Bunun için öğrencilerimiz, yerel halka, yerli ve yabancı turiste, turizmle ilgili kişilere anket uygulayacak. Yazılı kaynaklardan veri alınacak. Daha önce yapılmış çalışmalar bir araya getirilecek. Haritalama çalışması olacak. Elde edilen verilerin sentez haline getirilmesinden sonra bir kitap hazırlamayı düşünüyoruz. Ayvalık ve Midilli’de ortak kültür mirası saptayıp, bunların Unesco kültür mirası listesine alınması için girişimde bulunulabilir. Turizm potansiyelleri saptanacak. Kültürel ilişkilerin artması ve turizmin gelişmesi de hedefler arasında" diye konuştu.
Hürriyet Ege, Haber: Ahmet Ertan, 28.02.2007
|
|
İŞTE 14 BİN YILLIK KADININ YÜZÜ
İtalya'nın Sicilya Adası'nda bulunan kemikleri inceleyen bilim adamları, Taş Devri kadınını ortaya çıkardı. Mısırlı firavunların yüzlerinin yapısını ortaya çıkarmada kullanılan yöntemden faydalanan İtalyan antropologlar ve heykeltraşlar, bilgisayar ortamında "Thea"yı yarattı. Uzmanlara göre, 14 bin yıl önce yaşadığı sanılan Thea adlı kadının kemikleri, 1937 yılında adadaki Messina bölgesinde bir mağarada bulundu. Ancak üzerindeki incelemeler 1980'lerde başladı. Palermo Üniversitesi uzmanları da 6 ay boyunca Taş Devri'nde yaşayanların özelliklerinden yola çıkarak Thea'yı baştan yarattı. Ekibin başındaki Valerio Agnesi, o dönem kadınların siyah saçlı olduklarını aktardı.
Agnesi'ye göre Thea, 30'lu yaşlarında, 1,65 cm. boyunda bir kadındı. İtalyan bilim adamı, "Aslında çok güzel bir kadın olduğu söylenemez. Ancak o çağda yaşayan kadınlardan çok daha uzun yaşadığı ve boyunun da ortalamanın çok üstünde olduğunu söyleyebiliriz. Henüz nasıl öldüğünü de bilmiyoruz" dedi.
Sabah, 28.02.2007
|
FINDIKLI'DA TARİHİ ESER OPERASYONU
Rize'nin Fındıklı İlçesi'nde düzenlenen operasyonda 176 tarihi sikke ele geçirildi.
Rize Emniyet Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü ekipleri, M.K. ve İ.C'nin otomobille Erzurum'dan gelerek Rize'de tarihi eser satacakları ihbarı üzerine araştırma başlattı. Ekipler, M.K, İ.C. ve G.C'nin içinde bulunduğu otomobili ilçe girişinde durdurdular. Otomobilde yapılan aramada, 176 tarihi sikke ele geçirildi.
M.K, İ.C. ve G.C, Emniyet Müdürlüğündeki işlemlerinin ardından adliyeye sevk edildi. Zanlılar, çıkarıldıkları savcılıkca ifadelerinin alınmasının ardından serbest bırakıldı.
Bizans dönemine ait oldukları tahmin edilen sikkelerin, İstanbul'a götürülmek istendikleri öğrenildi.
Rize Kent Haber, 28.02.2007
|
|
URLA'DA 2600 YILLIK MEZAR BULUNDU
İzmir'in Urla İlçesi Atatürk Mahallesi'nde Anadolu Lisesi yapılacak arsadaki sondaj çalışmasında 2600 yıllık mezar bulundu. Milli Emlak'a ait olan ve Anadolu Lisesi yapılmak üzere Milli Eğitim Müdürlüğü'ne verilen 8 bin metrekare arazide sondaj çalışmalarına başlandı.
Çalışmalar sırasında, bir takım tarihi eserlere ulaşılınca Müze Müdürlüğü yetkililerine haber verildi. İncelemede MÖ 6'ncı Yüzyıl Klazomenai Dönemi'ne ait pişmiş toprak ve taştan oyulmuş lahitlere rastlandı. Gelişmeler üzerine Prof. Dr. Güven Bakır ve ekibi, Urla Milli Eğitim Müdürü Fazlı Karatürk ve Mal Müdürü Arif Akgün olay yerine gelerek incelemelerde bulundu.
Prof. Dr. Güven Bakır, arazinin güney bölümündeki sondaj çalışmalarında herhangi bir şeye rastlanmadığını söyleyerek, “Arazinin güney bölümde arkeolojik buluntuya rastlanmadığından bu bölümde inşaat çalışmaları yapılabilir.
Kuzey bölümde bulanan lahitler buradan alınarak Müze Müdürlüğü'ne teslim edilecek” dedi.
MÖ 6'ncı Yüzyıl lahitleri Klazomenai Kazı Ekibi tarafından çıkartılarak Urla tarihine ışık tutacak.
İzmir Kent Haber, 28.02.2007
|
TARİHİ DARPHANE BİNALARINA BİLİRKİŞİ İNCELEMESİ
Tarih Vakfı'na 49 yıllığına irtifak hakkı devredilen tarihi Darphane binalarının tahliye kararına ilişkin açılan yürütmeyi durdurma davasında, bilirkişi inceleme yaptı.
Kültür ve Turizm Bakanlığına bağlı İstanbul Rölöve ve Anıtlar Müdürlüğü, tarihi Darphane binalarının yıkılabilecek derecede tehlikeli olduğu gerekçesiyle tahliyesini istemiş, bunun üzerine Tarih Vakfı da yürütmenin durdurulması için İdari Mahkemesine dava açmıştı. Dava sürecinde konuyu inceleyen İstanbul 4. İdare Mahkemesinin aldığı bilirkişi incelemesi kararına göre, bugün mahkemenin görevlendirdiği bilirkişi heyeti keşif ve incelemelerde bulundu.
Tarih Vakfı Başkanı Halim Bulutoğlu, amaçlarının Darphane binalarını vakfın elinde tutmak değil, İstanbul Müzesi'ni gösterilen yeni bir mekanda kurmak olduğunu söyledi. Bulutoğlu, mahkemenin vereceği karardan umutlu olduklarını dile getirdi. Vakıf Müze ve Sergiler Koordinatörü Bülent Özden de, binaların iddia edildiği gibi yıkılmak üzere olmadığını savunarak, vakfın buradaki varlığının binaların korunmasını sağladığını söyledi. Özden, ''Tarihi binaya zarar gelecek olsa nasıl Tarih Vakfı oluruz'' dedi.
Vatan, 27.02.2007
|
İZMİR'E 'MÜZİK MÜZESİ'
İzmir Valisi Oğuz Kağan Köksal, eski eserlerin restorasyonu için belediyelerin sundukları projelere her türlü desteği vermeye hazır olduklarını söyledi. Köksal, "Eski eserleri ayağa kaldırmak istiyoruz" dedi. Mülkiyeti Türkiye İş Kurumu Genel Müdürlüğü'ne ait olan Alsancak'taki eski İş ve İşçi Bulma Kurumu binası Konak Belediyesi tarafından restore edilerek müzik müzesi yapılması amacıyla İzmir Kültür Sanat ve Eğitim Vakfı'na (İKSEV) törenle teslim edildi.
Vali Köksal, son günlerde eski eserlerin restorasyonu projelerinin tamamlanmasından büyük memnuniyet duyduğunu belirtti. Köksal, buradaki binanın da sadece eski eserlerin gezildiği bir yer olmayacağını, sempozyum, müzik eğitimlerinin verildiği ve daima yaşayacak bir merkez olacağını söyledi.
İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu, Avrupa kentlerinde özel müzelerin sayılarının çok olduğunu, 200-300 bin kişinin yaşadığı kentlerde bile 50-100 tane müze bulunduğuna dikkat çekti. Konak Belediye Başkanı Muzaffer Tunçağ da, uzun süre boş kalan binanın İKSEV'e müzik müzesi yapılmak şartı ile devredildiğini, ancak uzun süre bu onarımın yapılmaması nedeniyle valilikle ortak bir çalışma yaptıklarını ve restorasyonu tamamladıklarını açıkladı.
İKSEV Başkanı Filiz Sarper Eczacıbaşı ise, çalışmanın kent kültürünün gelişmesine katkı sağlayacağını belirtti. Eczacıbaşı, bu binada kuracakları müzenin yaşayan ve çeşitli etkinliklerin yapıldığı bir müze olacağını ve EXPO 2015 sürecine de katkı sağlayacağını vurguladı.
Bina uzun yıllar Türkiye İş Kurumu İzmir Kurum Binası olarak kullanıldı. Daha sonra engelliler için kullanılan bina yaklaşık 50 yıldır boş duruyordu. Binanın kullanım hakkı İş-Kur tarafından İzmir Kültür ve Sanat Eğitim Vakfı'na onarılmak ve kullanılmak şartı ile devredilmişti. Atatürk caddesinin girişinde bulunan yapının 1458 sokağa açılan bahçe kapısı bulunuyor.
Yeni Asır, Haber: Ertan Gürcaner, 27.02.2007
|
|
GENELKURMAY'DAN
HEDİYELİK EŞYA
Genelkurmay, internet sitesinden Askeri Müze’de sergilenen biblo, kalemlik, VCD, CD gibi hediyelik eşya satışlarına başladı.
Genelkurmay’ın, "Askeri Müze Eserler" başlığı altında yayınlanan internet sayfasında, askeri müzede sergilenen ürünlerin 23’ünün aslına uygun modelleri biblo, VCD, kalemlik, Osmanlı arması, pano üzerine desen olarak satılıyor.
Bunlar arasında mehteran takımı, çorbacıbaşı, Çanakkale askeri, zırhlı muhafız, asker postalı şeklinde kalemlik, mehter VCD ve CD’si, mehteran müzik kasedi, müze CD’si yer alıyor.
Sitede satışı yapılan figürlerin ne olduğu kısa bir şekilde anlatılıyor. 4 YTL’ye satılan zurnacıbaşı, çorbacıbaşı, 28 YTL’ye satılan mehteran takımı gibi hediyelik eşyalar alıcı adresine ödemeli olarak gönderiliyor ya da Kültür Sitesi Komutanlığı’ndan satın alınabiliyor.
Hürriyet, Haber: Özgür Ekşi, 27.02.2007
|
ÖĞRENCİLERİN RHODIAPOLIS GEZİSİ
Akdeniz Üniversitesi Arkeoloji bölümü, Serik Meslek Yüksek Okulu Restorasyon bölümü ve Korkuteli Meslek Yüksek Okulundan toplam 207 kişilik öğrenci grubu Kumluca'da bulunan Rhodiapolis Antik Kentini gezdi.
Rhodiapolis kazısı görevlilerinden Arkeolog Erhan Özkan, yüksek lisans öğrencisi Havva keskin, Öğretim Görevlisi Muhammet Hamdi Kan'ın önderliğindeki öğrenciler 4 otobüsle Kumluca'ya geldi. Öğrencilerin gezisine Kumluca Belediyesi basın bürosu görevlileri rehberlik etti.
Arkelog Erkan Özkan öğrencilere Kumluca Belediye Başkanı Hüsamettin Çetinkaya ve bölge insanının kazı için gösterdiği ilgi ve yakınlığı anlattı. Özkan, geçtiğimiz yıl yaz döneminde Rhodiapolis Antik Kentinde gerçekleştirilen kazı çalışmalarını ve tarihini anlattı
Antalya Kent Haber, 27.02.2007
|
|
'TARİHE SAYGI' İLE GELİBOLU YENİLENDİ
Çanakkale Savaşları’nın geçtiği Gelibolu Yarımadası’nda OPET’in geçen şubatta başlattığı Tarihe Saygı Projesi, tarihi yarımadanın ve köylerin çehresini değiştiriyor.
Projeyle yarımadanın girişinde yer alan Eceabat, 18 Mart Çanakkale Savaşlarını Anma etkinliklerine hazırlanıyor. İlçede, tüm evlerin dış cepheleri boyanarak temiz bir görünüme kavuşurken, bölgeyi ziyaret eden öğrencilerin konaklamasına imkan verecek olan Gençlik Merkezi binasının inşaatı da 18 Mart’ta hizmete girmek üzere devam ediyor. Proje kapsamında, Alçıtepe, Seddülbahir, Bigalı, Kilitbahir ve Büyük Anafarta köylerinde gerçekleştirilen çalışmalardan bazıları şöyle:
-
3500 kutu boya dağıtıldı.
-
13 bin metrekare granit taş döşendi.
-
1000 adet ağaç, 10 bin adet bitki ve çiçek dikildi.
-
1500 metrekare çim döşendi.
-
6000 metrekare Atatürk görüntüsü ve sözlerinden oluşan branda yapıldı. Bunlar yol kenarları ve bina yüzlerinin görünen kısımlarına yerleştirildi.
-
150 adet şehir mobilyası (oturma bankı, çöp kovası vb.) konuldu.
-
Köy kahvelerine 300 masa,1200 sandalye verildi.
-
Restoran ve köy kahvelerine 15 bin adet çay, 10 bin adet su bardağı, 500 porselen takım dağıtıldı.
-
2 müze restore edildi, 1 müzenin peyzajı yapıldı, 1 bina kültür merkezi haline getirildi.
-
2 köye Atatürk heykeli yapılırken, 2 köyde Atatürk büstleri yenilendi.
Hürriyet, 27.02.2007
|
AKBÜK RUM KİLİSESİ RESTORASYONU
Aydın'ın Didim İlçesi'ne bağlı Akbük beldesinde restorasyonuna başlanılan 200 yıllık Rum Ortodoks Kilisesi'nin restorasyonun usule uygun olmadığı hakkında çıkan haberlerden sonra Anı Anıtsal Yapılarda Koruma ve Değerlendirme ve Yapım Mimarlık Restorasyon Şirketi’nin sahibi Mehmet Fikri Aktan tarafından gönderilen yazılı açıklamada ;
Rölöve , restitüsyon ve restorasyon projeleri tarafımdan hizmet bağışı oılarak yapılmış olup , ve Aydın Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu tarafından 30.03.2006 tarih ve 92 sayılı kararı ile onaylandığı,
Eski Eserler ve Anıtlar Genel Müdürlüğü'nün 29.08.2006 tarih ve 141835 sayılı yazısı ile işin ihale ve kontrollük hizmetleri İzmir Rölöve ve Anıtlar Müdürlüğü tarafından yapılması talimatının verildiği,
04.10.2006 tarihinde ilgili belediyesi yetkilileri ve İzmir Rölöve ve Anıtlar Müdürlüğü teknik uzman personeli ile oluşturulan bir heyet tarafından belediyesinde ihalesinin yapıldığı,
Kilisenin kırmızı boyanmadığı, kullanılan ve asıl özgün örneği kilisede bulunan horasan harcın analiz edilerek, tıpkısının 150 yıl sonra özenle yeniden imal edilerek kullanıldığı, üzerinde herhangi bir boya tabakası olmayıp malzemenin tamamı aynı renk ve özellikte olduğu,
Balyozla kırılma iddaasının ise kilise çevresine yeni yaptırılan çevre duvarı üzerine sözleşmesinin amir hükümleri çerçevesinde yapılan imitasyon harpuştanın taraklanmasından başka bir şey olmadığı,
Kilisenin terkedilmişliği ve kötü niyetli insanların çok önceleri yapıya verdiği zararlar nedeni ile maili-inhidam durumunda iken işe başlandığında bırakın darbe vurmayı ,özenle askılanmış, çelik ayaklar ve kasnaklarla güçlendirildiği,
belirtilmiştir. Aktan, bu konuda Bakanlık elemanlarının raporu olduğunu, doğruluğunun da İzmir Rölöve Müdürlüğü'nden veya Akbük Belediyesi'nden teyit edilebileceğini söylemektedir.
TAYHaber, 27.02.2007
|
'KÜLTÜR'Ü TURİZM KISKACINDAN KURTARMAK
Arkitera Mimarlık Merkezi ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi Metropoliten Planlama ve Kentsel Tasarım Merkezi (İMP)’nin 9 Kasım 2006 tarihinden bu yana her hafta düzenli olarak gerçekleştirdiği “İstanbul Metropoliten Planlama Toplantıları”nın bu haftaki konusu “Kültür ve Turizm Dinamikleri”ydi. 23 Şubat 2007 tarihinde, İMP Konferans Salonu’nda gerçekleştirilen panelin yürütücülüğünü İMP - Kültür Endüstrileri ve Kültür Turizmi Grubu Yürütücüsü, YTÜ Şehir ve Bölge Planlama Bölümü Öğretim Üyesi Doç.Dr. İclal Dinçer yaptı. İMP- Kültür Endüstrileri ve Kültür Turizmi Grubu Yürütücüsü ve YTÜ Şehir ve Bölge Planlama Bölümü Öğretim Üyesi Doç.Dr. Zeynep Merey Enlil, EPA Mimarlık’ın Kurucusu Ersen Gürsel, Turizm Yatırımcıları Derneğinden Tavit Köletavitoğlu, Sanat Eleştirmeni – Küratör Beral Madra ve TÜRSAB Yönetim Kurulu Başkanı Başaran Ulusoy panele konuşmacı olarak katıldı.
Küreselleşme süreciyle birlikte “yaratıcılık”, “özgünlük” gibi kavramlar önem kazanırken, bunlarla beslenmekte olan “kültür endüstrileri” dünyada yükselen sektörler arasında gösteriliyor. Yaratıcılık ve özgünlük, bir ürün ölçeğinden bir kent ölçeğine kadar farklı boyutlarda yansımalarını buluyor. Küresel kentsel sistemler ağına eklemlenebilen kentler bu özellikleri iyi kullanabilme, yönetebilme ve yönlendirebilme özelliği taşıyorlar. Diğer taraftan kentlerin kendileri de paketlenmiş birer ürün gibi belli vizyonlar çevresinde ele alınıp şekillendiriliyor, reklamları yapılıyor ve “yarışan kentler“ söylemi içerisinde rekabette üstünlük sağlamaya çalışılıyor. Bu söylem içinde en çok öne çıkan vizyonlardan biri ise “kültür kenti” yaklaşımı.
Böyle bir konjonktürel yapı içinde, 2010 Avrupa Kültür Başkenti olmasının netleşmesiyle birlikte “Dünya Kenti İstanbul” için üretilen vizyonlar arasında “kültür kenti” söyleminin odak noktayı oluşturduğu görülüyor. Peki İstanbul nasıl bir kültür kenti olacak? Bu kültür yaklaşımının altında İstanbul’un tanıtımı ve turizm potansiyelinin artırılması ana amaçlar arasında yer alıyor. Bununla birlikte “kültür” ve “turizm” kavramlarının birlikte ele alınması pek çok soru işaretini de berberinde getiriyor. Bu yöndeki sorgulamalar “Kültür ve Turizm Dinamikleri” panelinde de en çok vurgu yapılan konular arasında yer aldı.
İMP’de faaliyet gösteren alt gruplardan biri olan Kültür Endüstrileri ve Kültür Turizmi Grubu, Türkiye’de planlama sürecine ilk kez “kültür” eksenli bir turizm anlayışını getirmiş olması bakımından önem taşıyor. Grup yürütücülerinden Doç.Dr. Zeynep Merey Enlil panelde yaptığı sunumda plan çalışması kapsamında yaptıkları çalışmaları ve geliştirmiş oldukları stratejileri anlattı. Zeynep Enlil’in verdiği bilgilere göre, grup çalışmaları üç temel başlıktan oluşuyor. “Kültür Endüstrileri”, “Kültürel ve Doğal Varlıklar” ve “Turizm”. “Kültürel ve Doğal Varlıklar” başlığı altında yapılan çalışmalar doğal, kentsel ve arkeolojik sit alanlarını ve anıtsal yapı envanterini kapsıyorken İstanbul’da gelişme potansiyeline sahip kültür endüstrileri olarak; filim sektörü, kültür ve sanat festivalleri, moda tasarımı ve yaratıcılığını genç nüfustan alacak yazılım sektörü gösteriliyor. İstanbul’un uluslararası yarışmacı ortama kültür endüstrileri ve alternatif turizm türleri aracılığıyla katılma kapasitesinin artırılması temel stratejiyi oluşturuyor. Bu yaklaşımın uluslararası düzlemde “tanınırlık ve yarışabilirlik” gücüne, yerel düzlemde ise özellikle istihdamın artırılmasına önemli katkılar sağlayacağı ifade ediliyor.
Kültür endüstrilerinde mevcut durumun niceliksel ve mekansal yansımalarına yönelik bilgiler veren, sektörün geliştirilmesi için öneriler ve stratejiler getirilen sunumda, film sektörünün merkezde ve çeperde yer seçen firmalar olmak üzere mekansal olarak ikili bir yapı gösterdiği ve İstanbul’un özellikle gerçekleştirilen festivallerle “kültür kenti” imajını güçlendirmekte olduğuna dikkat çekildi. Verilen bilgilere göre, 1996 - 2004 döneminde Türkiye için azalan gelen turist sayısı İstanbul için artış gösterirken, kalış süresi 4,5 günden 2,5 güne düştü. İstanbul, Paris, Londra, Lizbon ve Barselona gibi Avrupa kentleriyle kıyaslandığında, ortalama kalış süresi, otellerin yıllık doluluk oranları ve yabancı ziyaretçi sayısı gibi kriterler açısından çok düşük değerler taşıyor.
Turizme yönelik geliştirilen stratejiler arasında; kültür - sanat ortamını geliştirerek “kentsel deneyim çeşitliliğini artırmak” ve ”turizm türlerini çeşitlendirmek ve metropol geneline yaymak” yer alıyor. Bu stratejiler açısından müzelerin desteklenmesi, tematik müzeler oluşturulması, kültür gezileri ve güzergahları oluşturulması, yenilikçi sanatçıların desteklenmesi, kongre merkezlerinin kapasitelerinin iyi değerlendirilmesi, konaklama kapasitesinin arttırılması ve kültür turizminin beklentilerine yönelik olarak özellikle “butik otel” ve “üç yıldızlı otel” kapasitesinin artırılması önem taşıyor. Bununla beraber tamamlayıcı stratejiler olarak ise, turizm aktivitelerinin metropolün bütününe yayılması gösteriliyor; anıtsal yapıların ortaya çıkarılarak çevresiyle birlikte bir çekim alanı haline getirilmesi, eko - turizm temelli bir yaklaşımla kıyı, orman alanları ve yeşil alanların rekreasyon amaçlı kullanımını ve yerel halkın da bundan ekonomik olarak yararlanmasının sağlanması öneriliyor.
Zeynep Enlil’in, planlama yaklaşımlarını ve stratejilerini özetleyen sunumdan sonra, turizm kavramı içine yerleşmiş bir kültür anlayışına eleştiriler getiren Beral Madra, yaptığı konuşmada, özellikle kültür kavramına yönelik tanımsal yaklaşımlara ve bu bağlamda söz konusu olabilecek ayrışmalara, kültürün turizmle birlikte ele alınmasına ve kitle kültürüne yönelik sorgulamalara, kültür endüstrilerinin Türkiye’deki durumuna ve AB ile taşıdığı uyuşmazlıklara yer verdi.
Aynı zamanda Uluslararası Sanat Eleştirmenleri Derneği Başkanlığı yapan Beral Madra, kapitalizm ve postmodern düşünce savlarının kültürün ele alınışı üzerindeki etkilerini ifade ederken, bu yaklaşım biçimleriyle kültürün turizmin bir öznesi haline getirildiğine; ötekilik, çok kültürlülük, kültür mozaiği gibi söylemlerle eleştirilerin evcilleştirildiğine ve hatta eleştirel yapının yok edildiğine dikkat çekti. Sanat ve yaratıcılıkla beslenen kültür endüstrileri için, ekonomik ve siyasal iktidar tarafından yaratılan gerilime karşın “eleştirel yapının” çok önemli olduğunu vurgulayan Madra, Türkiye’de bu yönün çok zayıf olmasına dikkat çekti. Küresel kültürel endüstrilere eklemlenme sürecinde kendi çıkarlarını gözeten davranışlar sergileyen özel sektöre karşı ve kültürün tamamen bir “tüketim” öğesi olarak kullanılmasına karşı, eleştirel - yorumsal yapının gelişmesi, bunun için de sanat, antropoloji gibi branşlarda eğitimcilerin ve uzmanların geliştirilmesi gerektiğinin üzerinde durdu ve sektördeki “eğitim” sorununun altını çizdi. Kültür sanayi içindeki üretici insanın rolünün önemine değindi, bu insanların farklı kültürlerden olması gerektiğini, farklı kitlelerden gelen insanlarla ve ülkelerle işbirliğini geliştirerek küresel ağa eklemlenilebileceğini ifade etti.
Başaran Ulusoy da kültürü, turizmin içine girmesine yönelik kaygılarını ifade ederken, doğanın ve kültürel varlıkların pazarlama öğeleri olarak kullanımına karşı eleştiriler getirdi. Konaklama, ulaşım ve sağlık standartlarının önemini vurgulayan Başaran, İstanbul’un “değerlerinin” etkin kullanılmadığını; İstanbul’un kültür faaliyetlerinin ağırlıkta olduğu bir yapı kazanması, deniz kullanımının geliştirilmesi, müze, opera, tiyatro salonları gibi sosyo - kültürel yapıların artırılması gerektiğini ifade etti.
Tavit Köletavitoğlu ise, İstanbul’un kültür ve turizmi ele alışta kendine özgü bir norm geliştirmek zorunda olduğuna dikkat çekti. Kültürün ulaşılmaz olmaması gerektiğini, “sokaktaki insanla buluşamayan bir kültür öğesinin yanlış bir yaklaşım içerdiğini”, sokaktaki yaşam kalitesinin artması ve turistin de bunun içinde kendine yer alabilmesi gerektiğini ifade etti. Dünyada “multiple governence” modelinin gelişmesine rağmen, Türkiye’de hala merkezi yönetim modelinin gelişme eğilimini devam ettirdiğine dikkat çeken Köletavitoğlu, yönetişim ve planlama yaklaşımının nasıl olması gerektiği üzerine yorumlar getirdi. Yaklaşımını katılımcı ve çoğulcu bir yönetişim modeline oturturken, kültür ve turizmin böyle bir yaklaşımla ele alınmamasından ve İstanbul’a özgü bir norm geliştirilmemiş olmasından dolayı ortaya çıkan olumsuz sonuçlar olarak Galataport ve Haydarpaşa projelerini gösterdi. İstanbul’da kent kültürünün oluşma dinamiklerinin önünde; trafik - ulaşım, güvenlik ve deprem gibi üç temel engelin çok önemli olduğunu ve bu sorunların öncelikli olarak ele alınması gerektiğini ifade etti. Yapılan önceki konuşmalara referansla, kültürel farklılaşmanın çok önemli olduğuna ancak kültürel ve siyasal etnisiteye dönüşme riski taşıdığına dikkat çekti. Ayrıca, kültürel etkinliklerin metropol bütününe yayılması konusunda ise, kültürel etkinliğin bir merkez fonksiyonu olduğunu, bu işlevin metropol bütününe yayıldığında verimsizleşeceğini sözlerine ekledi.
Mimar Ersen Gürsel de, kültürel değerlerin yaşayan sokak düzeyinde yansımalarının bulunması gerektiğini ifade ederken, turizmin İstanbul gibi kentlerde sadece ulaşım ve konaklama açısından planlanması gerektiğini belirtti. Ersen, İstanbul’un kültür başkenti olması sürecinde bir fırsat niteliği taşıdığını ifade ettiği, İstanbul’u bir liman kenti olarak ele alan ve tarihi merkezin geleneksel işlevlerinin 21. yüzyıla taşınmasını öngören bir senaryoya dayalı olarak geliştirdikleri projeden bahsetti. Tarihi Yarımada, Haliç ve Perşembe Pazarı için öneriler getiren proje, kıyı alanlarının kamusal açık alanlar olarak kullanımını, yerleşim alanları ile deniz bağlantısının kurulmasını, peyzajla ilişkiyi kesen antrepo binalarının kaldırılmasını ve bu alanın kent yaşamına yeniden işlevlendirilerek katılmasını, Perşembe Pazarı-Tarihi Yarımada bağlantısının eskiden olduğu gibi tekrar kurulmasını ve tüm aktörlerin katılımına dayanan bir dönüşüm modelini içeriyor
“Kültür ve Turizm Dinamikleri” Paneli dinleyicilerin yaptığı katkılarla ve sorularla devam etti. Kültürün turizmin bir öğesi olarak ele alınmasına karşın; turizmin, kültürü nasıl besleyeceğine yönelik sorgulamalara gidildi. Festivallerle ilgili yapılan planlama stratejilerine karşın daha çok alt açılımlar getirilmesi gerektiği ve sektörün yaşadığı sorunlara değinildi, kültürel aktiviteler için vergi indirimleri ve teşvikler içeren finansal ve hukuksal düzenlemelere gidilmesi gerektiğine dikkat çekildi. Sanat ürünlerinin seri üretime dönüşmesinin sanatçının varlığını sürdürmesi için gerekli olduğu ifade edilirken sanatın elitist bir yapıya oturtulması sorgulandı.
İMP toplantıları, “Kültür ve Turizm Dinamikleri”nden sonra 1 Mart 2007 tarihinde, yine İMP konferans salonunda bu kez “Kent ve Sanayi Dinamikleri” konulu tartışmalarla devam edecek.
Arkitera, Haber: Yasemin Aslan, 26.02.2007
|
OLYMPOS'UN FOTOĞRAFLARI
Son yıllarda “Beyoğlu Geceleri” adlı Fotoğraf enstalasyonu, “Dışarıdakiler”, “Dolapdere Zamansız” gibi projeksiyon gösterileriyle adından sıkça söz ettiren Timurtaş Onan ile Japonya, Tayvan, Almanya gibi ülkelerde birçok doğa sanatı sergilerine katılan obje sanatçısı Tamer Serbay, “Nekropolis” sergisini Olympos antik şehrinde hazırladılar. Bu sergiyi disiplinler arası bir sanat etkinliği ‘olarak yorumlayan Tamer Serbay; arkeolojik eserler ve çağdaş sanat arasında çok güçlü bir etkileşim olduğunu ve bunun sanatçıyı etkilerken, izleyiciye de sanatı algılama açısından yeni boyutlar kazandırdığını söyledi. Timurtaş Onan ise, “Esasında biz güçlü ve her an yıkılacakmış gibi duran harabelere çok hafif bir malzemeyle dokunduk ve bunu çok güçlü karelerle sergi salonlarına taşıdık” sözleriyle sergiyi yorumladı. Sergi, 2 Mart - 17 Nisan 2007 tarihleri arasında Berlin Charlottenburg Müzesi’nin arkeoloji bölümünde, Perşembe-Pazar günleri, 14:00-17:00 saatleri arasında gezilebilecek.
Türkiye Gazetesi, 26.02.2007
|
|
TARİHİ KÖPRÜYE ÖZEL GÜVENLİK
Büyükçekmece Belediyesi, tarihi Kanuni Sultan Süleyman Köprüsü'ne yazılar yazarak zarar veren kişilere karşı özel güvenlik ekibi oluşturdu.
Belediyeden yapılan yazılı açıklamada, son zamanlarda tarihi köprünün özellikle Mimarsinan beldesi tarafındaki kısmına yazılar yazarak "550 yıllık tarihe saygısızlık edenler"e karşı özel güvenlik ekibi kurularak önlemler alındığı bildirildi.
Açıklamada, Belediye Başkanı Hasan Akgün de Büyükçekmece'nin simgesi olan bu eserlere hiç kimsenin zarar verme hakkının olmadığını belirtti. Akgün, "Halkımız tarihi eserlere gözü gibi bakıyor. Bu zararları verenler, Büyükçekmece dışından gelenlerdir. Geçmişte emniyet birimlerine isimlerini vermiştik. Bu tür olaylar yeniden başladı" dedi.
Milliyet, 26.02.2007
|
AKHİSAR MÜZESİ'NE OBJE ARANIYOR
Akhisar’da Ali Şefik Ortaokulu binasının müzeye çevrilmesi için harekete geçildi. Belediye Başkanı Salih Hızlı, İl Genel Meclisi Kültür ve Turizm Komisyonu Başkanı Kefayettin Öz ile projeyle ilgili açıklama yaptı.
Başkan Hızlı, belediye binasında 1800’lü yıllardan itibaren kullanılmaya başlanan mühürleri ve amblemleri müzeye teslim edeceklerini belirterek şunları söyledi: "Öğretmenevi olan eski Ali Şefik Ortaokulu binası müze yeri olarak belirlendi. Kültür ve Turizm Bakanlığı teknik daire başkanlıkları projeyi hazırladı. Röleve, restorasyon ve çevre düzenleme projeleri ihalesi yapılarak koruma kurulundan görüş alındı.
Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü, İzmir Röleve ve Anıtlar Müdürlüğü sergilenmeye uygun, yöresel, antik, mimari, arkeolojik ve etnografik objelerin listelerinin belirlenme aşamasına gelindiğini açıkladı. Bizlerden de yardım talebinde bulunuluyor. Biz de halkımızın elindeki eski eserlerin, fotoğrafların, dökümanların, bize bildirilmesi çağrısı yapıyoruz" dedi.
Kefayettin Öz de halka, sandıklarda duran, kimsenin görmediği eski giysiler, tüfekler, bölgeye özel yemeniler, örtülerin müzede sergilenmesi çağrısı yaptı.
Hürriyet Ege, Haber: Haldun Akyüz, 26.02.2007
|
TARİHİ ARASTA, VALİ KÖKSAL İLE CANLANDI
İzmir’in Ödemiş İlçesi’nde, altı ay önce başlanan çalışmalarla restore edilen tarihi Arasta, Vali Oğuz Kağan Köksal tarafından, törenle hizmete açıldı.
Kaymakam Abdurrahman Koçoğlu, AKP’li Ödemiş Belediye Başkanı Mahmut Badem, Çekül Vakfı Genel Başkanı Prof.Dr.Metin Sözen, Birgi Çekül Koordinatörü Emin Başaranbilek, İl Genel Meclisi Üyeleri, çevre ilçe belde belediye başkanları, muhtarlar, kamu kurum ve kuruluş temsilcileri, vatandaşlar ve arasta esnafının katıldığı açılışta, Vali Köksal efelerin ’Zeybek’ oyunuyla karşılandı.
Türkiye’nin geleceği adına gençlere bırakılacak en önemli mirasın tarih olduğunu söyleyen Köksal, geleceğin kurulabilmesi için geçmişin bilinmesi gerektiğini, tarihi eserlerin geçmişle gelecek arasında köprü görevi gördüğünü belirtti. Köksal, "Bu tür tarihi eserleri yaşatmak, ülkenin geleceği adına gençlere bırakabileceğimiz en önemli mirastır" dedi. Köksal, geçmişin büyüklüğünü bilmeden geleceğe atılacak adımların, ürkek ve korkak olacağını da ileri sürdü.
Arasta’nın 1856 yılında kurulduğunu hatırlatan Ödemiş Belediye Başkanı Mahmut Badem, 116 dükkanı ve çevresindeki 17 hanıyla birlikte, ticaretin merkezi olduğunu kaydetti. Restorasyon çalışmalarının çarşıya büyük canlılık getirdiğini de dile getiren Badem, restorasyonun 950 bin YTL’ye mal olduğunu açıkladı. Çevre ve Kültür Değerlerini
Koruma ve Tanıtma Vakfı (ÇEKÜL) Genel Başkanı Metin Sözen de konuşmasında, çarşı esnafından restore edilen Arasta’nın temiz tutulması ve korunması konusunda destek istedi.
Hürriyet Ege, Haber: Yüksel Balcı, 26.02.2007
|
TARİHİ ESERLER MÜZE'DEN Mİ ÇALINDI?
Son aylarda Kayseri´de ve çevre illerde binlerce tarihi eser ele geçirildi. Jandarma ve Emniyet güçlerinin yaptığı operasyonlarda ele geçirilen tarihi eserlerin çoğununu Kayseri´den gitmesi ilginç iddiaların ortaya atılmasına neden oldu.
Özellikte Türkiye genelinde patlak veren müzelerdeki çalıntı ve yerine sahteleri konulan tarihi eserler sonrasında Kayseri Arkeoloji müzesinde de eski bir çalışanın mektupla yaptığı ihbarda Kayseri Müzesi'nde de bu tür olayların olduğu iddiası akıllarda soru işareti bırakmıştı.
Şimdilerde de Kayseri'de ve çevre illerinde ele geçirilen tarihi eserlerin müzeden çalındığı iddiaları ortalığı karıştırdı.
Müze Müdürlüğü'nden konuyla ilgili her hangi bir açıklama yapılmazken, sayıları binleri bulan tarihi eserlerin nereden bulunduğu ise merak konusu oldu. Geçen hafta Emniyet Müdürlüğü ekipleri yaptığı bir operasyonda bir antika dükkanın da Roma dönemine ait 2 bin 950 sikke ele geçirmişti.
Ocak ayında da bir otomobile operasyon düzenleyen jandarma ekipleri, Roma dönemine ait altın eşek heykeli ve çok sayıda altın sikke ele geçirdiği haberleri basına yansımıştı. Bunun yanında Kayseri'den götürülen bazı tarihi eserlerde Yozgat ve başka illerde de yakalandı.
Kayseri Gündem, 26.02.2007
|
|
MİLLİ KÜTÜPHANE YOKSULLAŞIYOR
2.5 milyon kitap, CD, el yazması ve basma eserle Türkiye'nin en büyük kütüphanesi olan Milli Kütüphane, yayın evlerinin yasalara uymaması yüzünden zor günler geçiriyor. Kütüphaneye, Türkiye'de her yıl basılan ortalama 20 bin kitaptan 4-5 bininin ulaştırılmadığı öğrenildi. Son 10 yılda piyasaya çıkan kitapların yaklaşık 50 bini kütüphanede yok. Bu durum ileride araştırmacıların işini zorlaştıracak, aradıkları bir çok eseri bulamayacaklar. Milli Kütüphane'den günde 2 bin kişi yararlanıyor. Lise öğrencileri ise kütüphaneye kabul edilmiyor. Bu durum eleştirilere yol açarken, yetkililer, "Liseli çocukların gidebileceği başka kütüphaneler var. Burası araştırmaya yönelik bir kütüphane" diyerek kendilerini savunuyorlar.
Milli Kütüphane'de yaklaşık 1 milyon 111 bin kitap, 55 bin eski harfli basma eser, yaklaşık 26 bin 300 yazma eser, 1 milyon 178 bin süreli yayın ile 94 bin mikrofiş ve 17 bin 114 mikrofilm bulunuyor. Ayrıca, kütüphanede bir çok harita, atlas, nota, plak, makara, müzik plağı ve CD'ye de ulaşılabiliyor.
Birgün, Haber: Özlem Zorcan, 25.02.2007
|
SÜRYANİLERE KİLİSE JESTİ
Türkiye'nin İslam ülkeleri arasında en demokratik ülkesi olduğu tezini güçlendiren bir olay Mardin'de yaşandı.
Üç ulvi dinin bir arada bulunduğu Mardin'de, valilik, cami olarak kullanılan bir kilisenin mimari yapısının bozukluğu, kıblesinin tam olarak kıbleyi göstermemesi sebebiyle Mardin'de yaşayan Süryanilere jest yaptı. Mardin Valisi Mehmet Kılıçlar, Keldaniler olarak bilinen Katolik Süryaniler'in Bardakçı Köyü'ndeki caminin, kendilerine ait eski bir kilise olduğu yönündeki başvuruları üzerine harekete geçti. Bardakçı köyüne giderek, camide incelemelerde bulunan Vali Mehmet Kılıçlar, caminin, camiden çok kiliseyi andıran bir mimariye sahip olduğunu gördü. Daha sonra müftülükle görüşen Kılıçlar, "Caminin kıblesi, kıbleyi tam tutmuyor" bilgisi üzerine, camiyi boşaltarak Keldaniler'e devretti. Vali Mehmet Kılıçlar, "Kendi kaynaklarımızla, içinde Gasilhane gibi bölümleri de olan, güzel bir cami yapacağız. Kiliseyi de Keldaniler restore edecek" dedi. Süryanilerin yaşamadığı köyde restore edilmiş bir kilise ve 1 kilise görevlisi bulunuyor.
Bugün, Haber: Necdet Tunaç, 25.02.2007
|
İSTANBUL'DA TARİHİ BÜROKRASİ
Çemberlitaş'ın restorasyonu, bürokrasi eziyetine dönüştü. 5 dakikalık yürüme mesafesinden rapor 3 ayda geldi. İş 210 günde bitecekti ama sadece onayın gelmesi 240 gün sürdü.
Türkiye'deki bürokrasi çilesini gözler önüne seren olay şöyle gelişti. İstanbul Büyükşehir Belediyesi yıllardır bakımı yapılmayan tarihi eserlerin onarılması için Kültür Bakanlığı'na defalarca müracaat etti. Eserleri kendi bütçesinden onarma kararı alan Büyükşehir Belediyesi, projelerinin ilkini Çemberlitaş Sütunu'nda başlattı. Projeler, 2001 yılında hazırlandı ve 2003 yılında 1 milyon YTL'lik ödenekle çalışmalar başladı. Sütundaki çalışmaların 1 yılda biteceği öngörüldü. Çalışmalar hızlı bir şekilde başladı. Ancak, sütundaki her değişik çalışma için kuruldan onay alınması gerekti. Her onay için yüklenici firma 3 ay beklenmek zorunda bırakıldı. Bir yılda bitmesi hedeflenen temizleme, üç yılda ancak tamamlandı.
İlk etap çalışma 2006 yılında tamamlandı. Sıra, ikinci etap çalışmaya geldi. İhale hızlı bir şekilde yapıldı. İlk etap çalışmayı tamamlayan Afa İnşaat ile 2006 yılının Nisan ayında sözleşme imzalandı. Büyükşehir Belediyesi, müteahhide 210 işgünü süre tanıdı. Firma sözleşmenin hemen ardından ekip oluşturdu. İstanbul 4 Nolu Koruma Kurulu'na resmi başvuru yapılarak enjeksiyon ve çemberlerin katılması projesi için onay istedi. Ancak 4 Nolu Kurul, sütunda yer alacak olan metal çemberlerin niteliğini ve sıvanın karışımını belirlemek için yapılan başvuruyu 8 ayda onayladı. 210 günde bitmesi gereken restorasyonda 240 günde izin çıktı.
Koruma Kurulu, 2006 yılının Ekim ayında projeyi görüştü ve onadı. Ancak, onaylanmış proje bir türlü belediyeye ulaşmadı. Saraçhane'ye 5 dakika uzaklıktaki 4 Nolu Koruma Kurulu, onay iznini belediyeye 90 günde ulaştı. Aralık ayında kuruldan onay çıkması da çalışmaların başlamasına yetmedi. Akademisyenlerden oluşan şirket danışmanları, hava sıcaklığının en az 15 derece olması gerektiğini belirterek Aralık ayında enjeksiyon çalışmalarına başlanamayacağını bildirdi. Belediye çalışmaların başlamaması üzerine firmayı bir ay içinde iki defa yazılı olarak uyardı. Firma 20 uzman personeli ile tam 9 aydır çalışmalarına başlayamadı. Firma iflasın eşiğine geldi.
Bugün, Haber: Ali Kuş, 25.02.2007
|
"TARİHİ BİR ÇARŞIMIZ OLSUN"
Tarihi eser zenginliği nedeniyle açık hava müzesi görünümünde olan Konya’da, tarihi dokunun kendisini daha çok hissettirdiği Aziziye Camii yakınındaki Vakıf Nakıp Hacı İbrahim İş Hanı’nın, yerli ve yabacı turistlerin Konya adıyla özdeşleşen ürünleri alabileceği tarihi bir çarşı olması isteniyor. Osmanlı dönemi eserlerinden olan tarihi han, bir dönemler tellal pazarı ve Konya Ticaret Odası’nın hizmet yeri olarak ta kullanıldı.
Selçuk Üniversitesi Mimarlık-Mühendislik Fakültesi, Vakıflar Bölge Müdürlüğü ile Belediyenin yapacağı ortak çalışma ile İstanbul Mısır Çarşısı gibi önemli bir ticaret merkezi haline gelecek Vakıf Nakıp Hacı İbrahim İş Hanı’nın, Konya kültürünün sergileneceği ‘Pazar-Müze’ görevini de yapacağı ifade ediliyor. Projenin hayata geçmesi, bakımsız bir görünüm içine düşen tarihi eserin herkesin ilgi gösterdiği tarihi bir çarşı olmasını sağlayacaktır.
Merhaba Gazetesi, 25.02.2007
|
İZNİK ÇİNİLERİ PARİS'TE MÜZAYEDEDE
Paris’teki dünyaca ünlü Christie’s müzayede evinde 16. ve 17. yüzyıllara ait tarihi İznik çinileri satışa çıkıyor. Toplam 200 parça olan ve dünyada örnekleri ender rastlanan bu çinilerin Osmanlı eserleri arasında en değerlilerden olduğu belirtildi. İsviçre gazetesi Tribune de Geneve’nin geniş yer ayırdığı haberde, Osmanlı eserlerini çok sayıda müzenin talip olacağını bildirdi. Gazete, Osmanlı sanatının o dönemlerde çok özel ve dekoratif ürünler verdiğini, birçok batı eserinin de bu dönemde İslam sanatıyla başedemediği ifadelerinde yer verdi. 1600 yıllarına ait olan 4 lale motifli tarihi çininin her bir tanesinin ilk açılış fiatının 4 ila 6 bin euro arası bir fiyatla müzayedeye çıkması bekleniyor. Christie’s’de önce sergilenecek olan İznik çinileri, 7 Martta yeni sahiplerini arayacak.
Türkiye Gazetesi, 25.02.2007
|
BİRİ İSTANBUL'U, DİĞERİ KADINLARI ANLATIYOR
Eski Osmanlı sokaklarının dar, insancıl ve de sevimli havasını solumak isteyenler için korunmuş bir mekan olan Soğukçeşme’deki İstanbul Kütüphanesi, adından da anlaşılacağı gibi İstanbul üzerine yazılmış kitapların bir arada bulunduğu özel bir yapı. Fikir, geçtiğimiz yıllarda kaybettiğimiz Çelik Gülersoy’un 1986’da Sultanahmet Soğukçeşme Sokak’taki harap ahşap evlerin restore edilmesi sırasında sokağın en büyük binasının bir İstanbul Kitaplığı yapılması düşüncesiyle oluştu. 15 yaşından beri topladığı eserlerin tümünü bağışladığı kütüphanede, 50 yıl boyunca dünyanın her köşesinden topadığı koleksiyonunu buraya verdi. Kütüphane 1990 yılında açıldığında 7 bin kitabı varken bu sayı daha sonraları 10 bini geçti. Kitap sayısı Beyazıt Kütüphanesi gibi yüzbinleri geçmese de kitapların nitelikleri ve ne derece nadir bulundukları İstanbul Kütüphanesi’ni emsalsiz, özel bir mekan haline getiriyor.
Kütüphanede yer alan eserler arasında İsveç’in 1700’li yıllar sonunda İstanbul’daki elçisinin yazdığı Osmanlı İmparatorluğu’nun Genel Tablosu adını taşıyan üç ciltlik, Fransızca Osmanlı tarihi eseri ve Fransız elçisinin 1550’de yazdığı üç büyük ciltten oluşan ve gravürleri ile dikkat çeken İstanbul’un askeri kalelerinin anlatıldığı eser var. Ama adı sayılmayacak kadar çok ve dünyada bir kaç tane nüshası olan eserleri de unutmamalı. Kütüphanede İstanbul ile ilgili çıkan yeni yayınlar da düzenli olarak takip ediliyor. Kitaplıkta, kitapların dışında bir de görsel malzeme arşivi var. Gravür ve fotoğraflardan oluşan bu arşivin en eski örnekleri 1700’lü yıllara kadar uzanıyor. Gün yüzüne çıkmamış, semtlere göre tasnif edilmiş binlerce fotoğraf adeta İstanbul’u anlatıyor.
İstanbul’un dikkat çeken kütüphanelerinden biri de dünyada da emsali pek olmayan “Kadın Eserleri Kütüphanesi”. Fener’de sahile nazır eski, küçücük bir yapı olan bu mekanın geçmişi de İstanbul kütüphanesi gibi pek yeni. Kütüphane, kadınların geçmişini iyi tanımak, bu bilgileri bugünün araştırmacılarına derli toplu bir şekilde sunmak ve bugünün yazılı belgelerini gelecek nesiller için saklamak amacıyla 1990 yılında açılmış. Neredeyse büyük bir koliyi bile doldurmayacak kadar az kitapla işe başlayan kütüphane, geniş arşiviyle okuyucularına hizmet veriyor bugünlerde. Kadın Eserleri Kütüphanesi, diğer büyük kütüphaneler gibi çok kitaba, eski el yazmalara, 150 yıllık gazete arşivine sahip değil, en büyük kütüphane olmak gibi de bir iddiası yok. Onu diğerlerinden farkı sadece “kadınlara özel” olması. Kütüphanede; kadınlar tarafından ya da onlar hakkında yazılan 10 bini aşkın başlıkta kitap, yine kadınlara ilişkin 200’ü aşkın süreli yayın ve on binlerce kupür, kadınlarla ilgili yazılmış makale ve belgeden oluşan koleksiyonlar ve hemen hepsi kadınları ilgilendiren fotoğraf, dia, kartpostal ve video arşivi bulunuyor.
Tüm yazarların kadın olması ve kitapların konusunun sadece kadınları ilgilendirmesi onu farklı kılıyor. Kitap koleksiyonunda; Türkiye’de kadın konusunda yapılmış araştırmalara, kadın romancılar, öykücüler, deneme yazarlarının ürünlerine, Türkiye’de ve dünyada kadın hareketi ile ilgili eserler yer alıyor kitaplık raflarında.
Harf devriminden önce kadın konusunda yazılmış ya da kadınların yazmış oldukları kitapları da koleksiyonunda barındıran kütüphanede, Halide Edip Adıvar ve Suat Derviş’in, Şukufe Nihal’in Halide Nusret’in hem Osmanlıca hem de Latin harfleriyle basılan kitaplarını bulmak mümkün. Süreli yayınlar bölümüne gelince başta edebiyat olmak üzere müzik, moda, yemek, karikatür, tıp tarihi, şehircilik tarihi ve ilanları ile araştırmacıların kullanımına sunulmuş. Güncel dergilerin arşivinin yanında 1867’den 1928’e dek yayımlanan kadın konulu 40’a yakın Osmanlıca derginin tüm sayılarının orijinal ya da fotokopileri bulunuyor. Osmanlıca süreli yayınlar arasında haftalık olarak yayınlanan Kadınlar Dünyası’nı, Şükrüfezar’ı, Hanımlar Alem’i Gazetesi’nin orijinal sayılarını, Süs dergisini, Şehbal’ı , Musavver Kadın’ı, 1887 yılında yayınlanan Parça Bohçası adlı dergiyi bulmak mümkün.
Türkiye Gazetesi, Haber: Tolga Uslubaş, 25.02.2007
|
|
MERMER OCAĞINDAN MAĞARA ÇIKTI
Denizli'nin Çal İlçesi'ne bağlı Çakırlar Köyü'nde bir mermer ocağı işletmesinin yaptığı kazılar sırasında mağara ortaya çıkarıldı.
Bodrum mevkiinde faaliyet gösteren Ayda Mermer, çalışmalarını devam ettirirken yeni bir mağaraya rastladı. Mermer fabrikası sahipleri, konuyu köy muhtarlığına bildirdi. Muhtarlığın da Denizli İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü yetkilileriyle görüşmesi sonrasında yapılan incelemelerde, mağara ve çevresi SİT ilan edildi.
Çakırlar Köyü Muhtarı Bircan Küçük, mağaranın 50 kişiyi alabildiğini, sarkıtlarının doğa harikası olduğunu belirtti. Doğa Koruma ve Milli Parklar Şube Müdürlüğü ile Denizli Mimar Sinan Derneği'yle görüştüklerini ve projelendirmelere hazır olduklarını belirten muhtar Küçük, mağaranın aktif hale getirilip ziyaretçilere açılmasını talep edeceklerini bildirdi. Aza Zafer Şahin ise doğal bir güzellik ortaya çıktığı için mutluluk duyduklarını ancak mağaraya giden yolun bir an önce düzeltilmesi gerektiğini söyledi.
Denizlili.net, Fotoğraf: DRT, 25.02.2007
|
KÜLTÜR VANDALİZMİ
Büyükçekmece'de Mimar Sinan'ın eseri olan Kanuni Sultan Süleyman Köprüsü'nün tam 442 yıldır değişmeyen görünümü, yol yapımı nedeniyle yok edildi. Büyükşehir Belediyesi, "Yapılan kavşak silueti bozmaz sanmıştık" diye bir açıklamada bulundu. Bu tür kültür vandalizminin son zamanlarda iyice arttığı belirtildi.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi, yüzde 80'i tamamlandıktan sonra, 442 yıllık Mimar Sinan yapımı Kanuni Sultan Süleyman Köprüsü'nün "siluetini bozduğu" gerekçesiyle Koruma Kurulu tarafından inşaatı durdurulan Mimar Sinan Kavşağı'yla ilgili olarak İstanbul 1 No'lu Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğü'ne başvurdu. Belediye yetkilileri, yaklaşık 1.9 milyon YTL harcanan kavşağın tarihi köprüden çok uzakta olduğunu düşünerek bugüne kadar Koruma Kurulu'na görüş sormadıklarını açıkladılar. Kavşağın akıbeti, kurul kararına göre belirlenecek.
İstanbul Mimarlar Odası Başkanı Eyüp Muhcu, inşaata başlanmadan önce kurulun görüşünün alınması gerektiğini belirterek şunları söyledi:
"Kavşak ihale edilmiş, daha sonra fiili işlem başlamış. Koruma Kurulu'na 'Zaten bunu yapıyoruz, usulen izin verin' diyorlar. Önceden karar alınıyor, sonra da kamunun bu konularla ilgili yetkili kuruluşlarına baskı uygulanıyor. Bu süreç, planlanama ve hukuk devleti açısından çok tehlikeli. Koruma Yasası'na göre bir suç işlenmiştir. Bu tip uygulamalar giderek artıyor." Büyükçekmece ilçe sınırları içinde bulunan Kanuni Sultan Süleyman Köprüsü, Eski Eserler ve Anıtlar Yüksek Kurulu'nun 1980'de aldığı kararla tescilli kültür varlığı olarak belirlendi.
Hürriyet, Haber: Hasan Ay, 25.02.2007
|
|
PARİS'İN AFRODIT'E ELMA VERDİĞİ ANTANDROS YENİ KÜLTÜR MERKEZİ
Mitolojide Paris'in Afrodit'e altın elmayı verdiği yer olarak geçen "İkinci Efes" olarak adlandırılabilecek kadar iyi durumda olan Altınoluk'taki Antandros antik kentinin kültür turizminin merkezi olacağı bildirildi.
Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Klasik Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Doç.Dr. Gürcan Polat "Antandros Kazıları" konulu bir seminer düzenledi.
Kazılar hakkında bilgi veren Doç. Dr. Polat "Kazılar şehrin kuruluş aşamasındaki kanalizasyon ve yerleşim yerlerindeki tabakalanmayı anlamaya yönelik çalışmalardır. Kaz Dağları'nın batı etekleri üzerine kurulmuş olan Antandros şehri Edremit-Çanakkale yolu üzerindedir." dedi.
Antik çağda Antandros'un Kaz Dağları'ndan elde edilen kerestelerle yapılan gemilerle ünlendiğini bildiren Doç.Dr. Polat "Bizans döneminde bu gemilerle önemli savaşlara gidilip birçok zaferler kazanılmıştır. Ayrıca deniz ve tersanelerden dolayı Antandros kentinin iki önemli limana sahip olduğu antik kaynaklar sayesinde ortaya çıkarıldı." şeklinde konuştu.
Kazı çalışmalarına 2001 yılında başlandığını belirten Doç. Dr. Polat, sözlerine "Gerek sivil toplum kuruluşları, gerekse belediyelerden her türlü desteği almaktayız." diye devam etti.
Dr. Polat, kazılarda Bizans dönemine ait mimari dokuların ve sikkelerin bulunduğunu kaydetti ve bu şehrin gelecekte önemli bir turizm merkezi olacağını söyledi.
Antandros Antik Kenti:
Kaz Dağları'nın güney eteğinde, Edremit Körfezi’nin kuzey kıyısında, Altınoluk sınırları içerisinde antik bir yerleşim yeri olan Antandros için ünlütarihçi Strabon, Antandros "Üst kısmında Aleksandreia adı verilen bir dağa sahiptir ve bu tanrıçalar, Paris tarafından seçilmek için gelmişlerdir." diyerek Hera, Athena ve Aphrodite arasındaki güzellik yarışması mitosuna Antandros’un ev sahipliği yaptığını ifade etmiştir.
Troas bölgesinde yer alan bu önemli kentin ilk kuruluş evresi hakkında antik kaynaklar farklı bilgiler vermektedir.
Alkaios’a göre bir Leleg yerleşimi, Skepsisli Demetrios’a göre bir Kilikia kuruluşu, tarihin babası olarak kabul edilen Herodoto’a göre bir Pelasg yerleşmesi, Thukydides’e göre bir Aiol yerleşimidir. Stephanos Byzantios ise Antandros'un Edonis ve Kimmeris olarak da adlandırıldığını ve yaklaşık yüz yıl Kimmerlerce işgal edildiğini öne sürer.
Antik kaynaklardan Virgilius’un günümüze kadar ulaşmış olan Aeneas kitabından elde edilen bilgilerden Antandros kentinin gemi yapımında kullanılan kerestelerinin şöhretinin ünlü Troia Savaşı’na kadar eskiye gittiği görülür.
İda Dağı’ndan elde edilen keresteler nedeniyle antik dönemde önemli bir tersane olan Antandros, bu özelliği ile tarih boyunca dikkatleri üzerine çekmiş, hasımlarının iştahını kabartmıştır.
TürkiyeTurizm.com, 25.02.2007
|
YOZGAT'TA TARİHİ ESER KAÇAKÇILIĞI
Yozgat Müze Müdürü Mustafa Akkaya, ilin her bölgesinde höyüklerin bulunduğunu, tarihi eser kaçakçılığını önlemek için güvenlik güçleriyle iyi bir iletişim içinde olduklarını bildirdi.
Son 1,5 aylık dönemde, 13 kişi, kaçak kazı yaparken ya da buldukları tarihi eserleri satarken yakalandı. Yakalanan 13 kişiden, aralarında FİFA kokartlı eski hakemlerden Sadık İlhan'ın da bulunduğu 5 kişi tutuklandı. Diğer zanlılar, tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı.
Yozgat merkez, Yerköy, Akdağmadeni ve Şefaatli ilçesinde yapılan operasyonlarda, Roma dönemine ait 51 bronz sikke, tarihi değeri bulunan 3 pipo, bronz kap, şarap kadehi, 2 mühür, 2 yüzük ve kırık testi parçaları ele geçirildi.
Yozgat Müze Müdürü Mustafa Akkaya, yaptığı açıklamada, Yozgat'ın birçok medeniyete ev sahipliği yaptığını anımsattı. Akkaya, Yozgat'ta 7 yıldır Avusturya Klegenfurt Üniversitesinden Prof. Dr. Karl Strobel, Almanya Heidelberg Üniversitesinden Dr. Christoph Gerber, İtalya Studi Di Udine Üniversitesi'nden Prof. Dr. Frederıck Marıo Fales ve ekibinin yüzey araştırması ve kazı çalışması yaptığını bildirdi.
Mustafa Akkaya, Galatların Başşehri Tavium Antik Kenti Araştırma Projesi kapsamında yapılan çalışmada, 15 ayrı bölgede daha Roma, Tunç Çağı, Bizans, Hitit, İlk Tunç, Galat, Kalkolitik, Genç Kalkolitik, Orta ve Genç Demir Çağı, Osmanlı, Hellenistik, Genç Roma, Erken Bizans dönemlerine ait antik eserler ve yerleşim yerlerine rastlandığını ifade etti.
Yozgat'ın her bölgesinde höyüklerin bulunduğunu belirten Akkaya, buraların tahrip edilip, eserlerin bilinçsizce çıkartılmasını engellemeye çalıştıklarını söyledi. Akkaya, “Güvenlik birimlerimizle iyi bir iletişim içerisindeyiz. Geçen yıl olduğu gibi bu yıl da ilimize gelip, kaçak kazı yapmak isteyen ya da buldukları eserleri yasal olmayan yollardan satmaya kalkanlara yönelik operasyonlar düzenleniyor” diye konuştu.
Operasyonlarda ele geçirilen tarihi eserlerin bir bölümünün müzede muhafaza altına alındığını bildiren Akkaya, diğer bir bölümünün ise yakalanan kişilerle ilgili yargılamaların devam etmesi nedeniyle mahkeme emanetlerinde bulunduğunu da sözlerine ekledi.
Yozgat Kent Haber, 24.02.2007
|
AYASOFYA MÜZESİ ESKİ MÜDÜRÜ AKKAYA MAHKEME KARARIYLA DÖNDÜ
Ayasofya Müzesi eski Müdürü Mustafa Akkaya mahkemeyi kazanarak görevine başlamak üzere Yozgat'tan ayrıldı.
İstanbul Ayasofya Müzesi Müdürlüğü'nde ki turnike yolsuzluğu kapsamında geçirdiği soruşturma sonrası dönemin Kültür ve Turizm Bakanı Erkan Mumcu tarafından görevden alınan Müze Müdürü Mustafa Akkaya, açtığı davayı kazanarak görevine geri döndü. Ayasofya Müzesi'nden alınarak Yozgat Arkeloji ve Etnografya Müze Müdürlüğü görevine atanan Akkaya, düzenlediği veda yemeğinin ardından Yozgat'tan ayrıldı.
İstanbul Ayasofya Müzesi Müdürü iken, turnike yolsuzluğu yapıldığı iddiasıyla hakkında soruşturma açılan ve ardından Kültür ve Turizm eski Bakanı Erkan Mumcu tarafından görevden alınarak Yozgat Arkeloji ve Etnografya Müzesi Müdürlüğü görevine atanan Mustafa Akkaya, İdare Mahkemesi'ne açtığı davayı kazanarak 13 ay sonra Ayasofya Müze Müdürlüğü görevine geri dönüyor.
Ayasofya Müze Müdürlüğü görevine tekrar başlamak üzere Yozgat'tan ayrılmadan önce verilen veda yemeğine katılan Akkaya, çok duygulu olduğunu ancak üzgün olmadığını söyledi. Memleketi Yozgat'ta görev yapma imkanı bulduğu için çok mutlu olduğunu ifade eden Akkaya; 'Bildiğiniz gibi 13 aylık bir hizmetim oldu. Ancak gururla söyleyebilirim ki 13 ayda neredeyse 13 yılda yapılamayanları yaptık, yapmaya gayret gösterdik. Ben bütün bilgi birikimi ve tecrübemi Yozgat Etnografya Müzesi'nin daha iyi konuma gelmesi, müzeciliğin gerekleri doğrultusunda bir konuma kavuşması noktasında kullanmaya özen gösterdim. Başarılı olduğumu düşünüyorum. Katkıda bulunan herkese de teşekkür ediyorum' dedi.
TürkiyeTurizm.com, 24.02.2007
|
SUNA VE İNAN KIRAÇ VAKFI, İSTANBUL ARAŞTIRMALARI ENSTİTÜSÜ AÇILDI
2003 yılından bugüne kültür, sanat, eğitim ve sağlık alanında çalışmalarını sürdüren Suna ve İnan Kıraç Vakfı, 2005’de açılan Pera Müzesi’nin ardından İstanbul Araştırmaları Enstitüsü’nü bilim dünyasının, araştırmacıların ve İstanbulluların hizmetine açıldı.
Mimar Guglielmo Semprini'nin 19. yüzyılın sonlarında Tepebaşı’nda inşa ettiği tarihi bir yapıda hizmete giren İstanbul Araştırmaları Enstitüsü imparatorluklar başkenti İstanbul’un Bizans, Osmanlı ve Cumhuriyet dönemlerine yönelik araştırma, kayıt ve koruma çalışmaları yaparak, projeler üreterek ve geliştirilecek bilimsel projelere destek vererek kentin zengin kültürel mirasının ulusal ve uluslararası platformlarda gelecek kuşaklara aktarılmasını hedefliyor.
Sergi katı olarak kullanılan girişteki galeri dahil altı kata yerleşik İstanbul Araştırmaları Enstitüsü’nde Atatürk ve Cumhuriyet Araştırmaları, Osmanlı Araştırmaları ve Bizans Araştırmaları bölümlerinin yanısıra her kesimden okuyucuya açık bir referans kitaplığı yer alıyor.
Nitelikli projeleriyle ve şu an için sayısı 50.000'i aşan kitap ve arşiv materyaliyle çağdaş bilimsel ölçütlere titizlikle sahip çıkan bir araştırma kurumu olarak yapılanan İstanbul Araştırmaları Enstitüsü 1 Mart Perşembe 19:00’da düzenlenen bir açılış davetinden sonra, 2 Mart’tan itibaren araştırma bölümleri, kitaplık ve arşivleriyle bilim dünyasının ve değişik disiplinlerden araştırmacıların hizmetine girdi.
Suna ve İnan Kıraç Vakfı İstanbul Araştırmaları Enstitüsü, tüm katlardaki hizmetlerini bilim dünyası ve araştırmacılara ücretsiz olarak sunuyor.
TürkiyeTurizm.com, 23.02.2007
|
|
BURSA İNEGÖL İLÇESİ'NDE BULUNAN OYLAT MAĞARASI TURİZME AÇILDI
Türkiye’nin ilk üç mağarasından biri olan Oylat Mağarası, 665 m uzunluğundaki sarkıt, dikit ve damla taş havuzlarıyla dikkat çekiyor. Mağara çevresindeki yeşil doğa ve muhteşem dik kayalıklardan oluşan görüntü yerli ve yabancı turistleri cezbediyor.
Esperi Turizm tarafından turizme açılan Oylat Mağarası, Türkiye genelinde işletmeye açılan 17 mağara arasında büyüklük açısından üçüncü sıra da yer alıyor ve 200 metrelik bölümün de açılmasıyla Türkiye'nin ikinci büyük mağarası olacak.
Mağaranın içinde yaz-kış 14-18 C sıcaklığın olduğu doğa harikası mağara her gün 08.00-21.00 arasında ziyarete açık olacak.
TürkiyeTurizm.com, 21.02.2007
|
18 - 24 Şubat 2007
|
ASPENDOS'U DANS YIKAR MI?
Kullanım hakkı Anadolu Ateşi'nde olan Aspendos Antik Tiyatrosu'nun, gösterilerden kaynaklanan gürültü nedeniyle yıkılma tehlikesiyle karşı karşıya olduğu öne sürüldü. İnşaat Mühendisleri Odası Antalya Şube Başkanı Cem Oğuz, fazla gürültü nedeniyle Aspendos Antik Tiyatrosu'nun sahne kısmında çatlaklar oluştuğunu iddia etti. Cem Oğuz, dün yaptığı açıklamada, Aspendos Antik Tiyatrosu'nun konserler nedeniyle yıkılma tehlikesi yaşadığına dikkati çekerek, yüksek ses ve titreşim yaratan konserlerin tiyatroda deprem etkisi yarattığını kaydetti. Tiyatronun sahne kısmında çatlaklar oluştuğunu ifade eden Oğuz, yüksek ses ve artçı depremler gibi titreşimler nedeniyle çatlakların daha da büyüyeceğini söyledi. ODTÜ Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Ahmet Türer'in, Aspendos'ta gürültü araştırması yaptığına işaret eden Cem Oğuz, "Bu araştırmada, Aspendos'un sahne kısmında gürültü nedeniyle bazı çatlaklar oluştuğu belirlendi. Araştırmaya göre, 115 desibeli aşan gürültü burada deprem etkisi yapıyor” dedi. Aspendos'un kullanım hakkını Anadolu Ateşi’nin sanat yönetmeni Mustafa Erdoğan'ın aldığını hatırlatan Oğuz, “Anadolu Ateşi'nin bu yaz yapacağı 80'den fazla gösteri bu çatlakların daha da büyümesine neden olacak. Ayrıca yazın Aspendos'ta Opera ve Bale Festivali de düzenlenecek. Mustafa Erdoğan para kazabilmek için burayı konserlere verebilecek. Aspendos bu kadar gürültüyü kaldıramaz. Anadolu Ateşi’nin sert ayak oyunları da deprem etkisine neden olur. Büyük tehlike altında olan Aspendos’ta kesinlikle konserlere verilmemeli" diye konuştu.İnşaat Mühendisleri Odası Antalya Şube Başkanı Cem Oğuz, dünyaca ünlü Aspendos Antik Tiyatrosu’nun, konserler ve Anadolu Ateşi’nin gösterileri nedeniyle büyük tehlike altında olduğunu öne sürüyor.
Bugün, 24.02.2007
|
|
TARİHİ BİNA SEMT MERKEZİ OLDU
Konak Belediyesi, Oteller Sokağı'nda bulunan "Nebahat Tabat Yetiştirme Yurdu" binasını, Basmane Semt Merkezi olarak kullanılmak üzere restore etti.
32 yıldır atıl durumda olan bina, Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu'nun mülkiyetinde yıllarca yurt binası olarak hizmet verdi. Yapı, bu çalışma sonucunda tarihi dokusuna kavuşturuldu, Basmane Semt Merkezi tören ile hizmete açıldı. Yıllarca Çocuk Esirgeme Kurumu'nun mülkiyetinde 'Nebahat Tabat Yetiştirme Yurdu' olarak kullanıldıktan sonra atıl kalan binada Konak Halk Eğitim Merkezi eğitmenleri tarafından çeşitli eğitimlerin verileceği belirtildi. 1973 yılından bu yana kullanılmayan ve bakımsızlık nedeniyle tahrip olan binanın restorasyonun maliyetinin yüzde 60'ını İl Özel İdaresi tarafından oluşturulan 'Koruma altındaki tarihi binaları destekleme fonundan karşılandığı açıklandı.
İzmir 1 Numaralı Tarihi ve Kültürel Varlıkları Koruma Kurulu tarafından 2. Derece Arkeolojik Sit Alanı içine alınan Semt Merkezi binasına tarihi kimlik kazandırmaktan büyük bir mutluluk duyduklarını belirten Konak Belediye Başkanı Muzaffer Tunçağ, önceden kentin ileri gelenlerinin yaşadığı bölgede Basmane Tren Garı'nın yapılmasının ardından binaların otel olarak kullanılmaya başlandığını ifade etti. 1999 yılından dönemin İzmir Valisi Kemal Nehrozoğlu'nun binayı restore edilmesi için ÇEKÜL'e bağışladığını hatırlatan Tunçağ, aradan geçen uzun zamana karşın restorasyonun yapılmadığını söyledi.
Tunçağ,"Biz de ÇEKÜL' ile onlaşarak protokol imzaladık ve restorasyon projesini üstlendik. Binanın kullanımı 10 yıllığına Konak Belediyesi'ne devredildi. Ağırlama ve karşılama odası, çalışma odalarının bulunduğu Basmane Semt Merkezi'nde Halk Eğitim Merkezi eğitmenlerinin çeşitli konulurda eğitimler verecek.Restorasyon 390 bin YTL' na maloldu. Maliyetin 240 bin YTL'lık yüzde 60'lık bölümünü İl Özel İdaresi'nin oluşturduğu 'Koruma altındaki binaları destekleme fonu'ndan karşıladık" dedi.
İzmir Valisi Oğuz Kağan Köksal ise Basmane Semt Merkezi binasının restorasyonunun yüzde 60'ını karşılayarak projeye ivme kazandırdıklarını belirtti. Vali Köksal, tarihi binaların restorasyonu için proje getiren belediyelere maliyetlerin yüzde 60'ı ile yüzde 80'i arasında katkı yaparak destek olduklarını söyledi. Geçen sene 15 projeye bu şekilde destek verdiklerini bu sene de 11 projeyi desteklemeyi kararlaştırdıklarına değinen Vali Köksal, "Geçen yıl bize proje getirenlerin tümüne destek verdik "dedi.
Haber Ekspres, Fotoğraf: Trt/Haber, 24.02.2007
|
TARİHİ ESER OPERASYONU
Denizli İl Jandarma Komutanlığı'nın yaptığı 2 ayrı operasyonda, Roma dönemine ait çocuk lahdi ile 42 adet gümüş ve bronz sikke ele geçirildi. Bir ihbarı değerlendiren Denizli İl Jandarma Komutanlığı İstihbarat Şube Müdürlüğü ekipleri, Denizli'nin Baklan ilçesinde A.D'nin tarihi eser bulundurduğunu tespit etti. Bu kişiye ait evde yapılan aramada MS 3. yüzyıldan kalma Roma dönemine ait çocuk lahdi ele geçirildi. A.D, ifadesinin alınmasının ardından adliyeye sevk edildi. Öte yandan, merkeze bağlı Bağbaşı beldesinde gerçekleştirilen operasyonda, Ö.K'nİn tarihi eser niteliğindeki sikkeleri satmak için müşteri aradığı tespit edildi. Jandarmanın yakaladığı Ö.K'nin üzerinde yapılan aramada, Roma dönemine ait 42 adet gümüş ve bronz sikke ele geçirdi. Ö.K ifadesinin alınmasının ardından adliyeye sevk edildi.
Haber Ekspres, 24.02.2007
|
Isfahan'daki Darb-i İmam (solda) ve Bursa Yeşil Camii'nin (sağda) girişinde yer alan süslemeler 'mükemmel' geometriye örnek. |
İSLAM MİMARİSİ GEOMETRİYİ ÇÖZMÜŞ
Ortaçağ dönemi İslam mimarisinin mozaik çini tekniğiyle yapılan karakteristik geometrik süslemelerinin, Batılı matematikçilerin ancak 500 yıl sonra keşfedebileceği kadar gelişmiş özelliklere sahip olduğu ortaya çıktı.
Tarihçiler uzun zamandır cami, türbe gibi İslami binaların duvarlarında iç içe geçmiş, birbirini tekrar etmeyen çokgen süslemeleri yaparken kumpas ve cetvel kullanıldığına inanıyordu.
Ancak Harvard Üniversitesi'nden Peter Lu ile Princeton Üniversitesi'nden Paul J. Steinhardt'ın yürüttüğü ve Science dergisinde yayımlanan araştırmada 'kumpas ve cetvel basit hatlar oluşturmaya yetse de, mozaik çinilerdeki mükemmel beşli ve 10'lu simetrinin, ancak çok karmaşık bir sistemle açıklanabileceği' belirtildi.
Lu, 13. yüzyıl itibarıyla yapılan taş süslemelerinde, matematikçilerin bugün 'quasicrystalline tasarımlar' diye tanımladığı karmaşık sistemin kullanıldığını söyledi. Özbekistan tatilinde gördüğü taş işlemesinden sonra bu konuyu araştırmaya karar veren Lu, mozaik çinilerdeki mükemmel simetrinin, 'şimdiye kadar sanıldığından çok daha gelişmiş ve karmaşık bir İslam kültürüne işaret ettiğini' söyledi.
'Quasicrystal'ler beşgen, ongen gibi şekillerin, diğer bina süslemelerinden farklı şekilde tekrar etmeyecek şekilde bir araya getirilmesiyle ortaya çıkıyor. Lu ve Steinhardt, gelişmiş geometrik özelliklere sahip mozaik çinilere 12. yüzyıldan 15. yüzyıla kadar olan dönemde yapılmış İslami binaların pek çoğunda rastlandığını da açıkladı. İran'dan Hindistan'a çeşitli İslami yapılarda görülebilen geometrik mozaik çinilere Türkiye'de de rastlanıyor. Erzincan'daki Mama Hatun Külliyesi, Bursa'daki Yeşil Camii ve şu anda Topkapı Müzesi'ndeki Timur dönemine (15. yüzyıl) ait süsleme, karmaşık geometrik sistemle yapılmış mozaik çinilere örnek.
Radikal, 24.02.2007
|
GÖKMEDRESE'NİN ÜZERİ KAPATILIYOR
Temel takviyesine başlanan ve restorasyon çalışmaları yapılmaya hazır hale gelen Gökmedrese’nin üzeri hava şartlarından etkilenmemesi için kapatılmaya başlandı. Geçtiğimiz aylarda Gökmedrese’nin restorasyonu için başlatılan alt yapı çalışmaları bitme aşamasına geldi. Yapılacak olan restorasyon çalışmaları kapsamında Gökmedrese’nin üzeri çelik konsorsiyumlarla kapatılmaya başlandı. Konuyla ilgili olarak bir açıklama yapan Şantiye Şefi Coşkun Kahraman, kış şartlarının Sivas’ta zor geçtiğini, bahar aylarında yağacak yağmur nedeniyle de önlemlerini almak istediklerini belirtti. Taban takviyesi işlemlerinin yüzde 90 oranında tamamlandığını söyleyen Kahraman, “Önümüzdeki günlerde restorasyon işlemlerine başlayacağız. Restorasyon işlemleri öncesinde hava şartlarından gerek yapının gerekse çalışanların etkilenmemesi için üzerini kapatmak istedik. İlk aşama bitti. Bir kaç gün içinde çatının ikinci bölümünü kapatacağız. Bu çatı ise geçici bir süreliğine kalacak.
Yakında başlayacak olan çalışmalar ile orjinal çatıyı inşa edip yaptığımız çatıyı devre dışı bırakacağız. Buradaki amacımız tarihi yapının zarar görmemesi ve işlerin hızlanmasıdır. Mart ayının girmesiyle birlikte restorasyon işlemlerine başlanacak” dedi.
Mart ayıyla birlikte restorasyon çalışmalarının resmen başlayacağını söyleyen Kahraman, “Buradaki çalışmamızın resmi bitiş tarihi 31 Aralık 2007. Ama biz bu çalışmalarımızı çok daha önce bitireceğiz. Yeni ayla birlikte 200 kişilik bir dev ekiple restorasyona başlıyoruz. Gruplar halinde her yerden çalışmalar başlayacak. Aynı anda bir çok yerde çalışmalar yapılacak. Kısa süre içerisinde de bitecek. Şu anda Gökmedrese’nin aslına uygun taşların arayışındayız. Bu çalışmamız ise bir kaç gün içinde tamamlanacak” dedi.
Sivas Hürdoğan, Fotoğraf: Memleket Sivas, 23.02.2007
|
|
600 YILLIK DÖRT MAHALLEYE 2400 LÜKS KONUT İNŞA EDİLECEK
Bursa'nın 600 yıllık geçmişe sahip dört mahallesinde eski evler yıkılarak yerlerine Osmangazi Belediyesi ve TOKİ işbirliğiyle 2400 konut yapılacak. Proje için hak sahipleriyle anlaşma senetleri imzalanmaya başlandı.
Bursa’nın Gazcılar Caddesi ile Haşim İşcan Caddesi arasında kalan ve yaklaşık 600 yıllık geçmişe sahip olan 4 mahallede kentsel dönüşüm başlıyor. Osmangazi Belediyesi ve Toplu Konut İdaresi (TOKİ) tarafından yürütülecek “Doğanbey Kentsel Dönüşüm Projesi” kapsamında, hak sahipleriyle anlaşma senetleri imzalanmaya başlandı.
Bursa'nın Tayakadın, Kiremitçi, Doğanbey ve Kırcaali mahallelerinde yaklaşık 280 bin metrekarelik alanda gerçekleştirilecek projenin tüm ekonomik getirisi, bölgedeki mülk sahiplerine paylaştırılacak.
Mülk sahiplerine 2’ye 3 oranında daire verilecek proje kapsamında bölgede 75, 112.5 ve 150 metrekare olmak üzere toplam 3 tipte 2100-2400 adet arasında lüks konut inşa edilecek. Proje, hak sahiplerinin senetleri imzalamasından sonra hayata geçirilmeye başlanacak. Bölgede senet imzalamaya yanaşmayanların yerleri de kamulaştırılıp proje içine dahil edilecek. TOKİ, proje için 6 milyon YTL'lik yatırım yapacak.
Osmangazi Belediye Başkanı Recep Altepe, projenin hayata geçirilmesinden önce bölgedeki vatandaşlar arasında kamuoyu araştırması ve anketler gerçekleştirdiklerini belirterek “Harabe bir görüntü veren bu bölgemizde daha önce defalarca imar planları hazırlanmış. Ancak yer sahipleri bir araya gelip 5-6 katlı binaları bir türlü yapamamışlar. Biz de anket ve araştırmalar sonucu kentsel dönüşüm projesi hazırladık ve TOKİ’ye götürdük. Proje öncesi TOKİ ile birlikte de tekrar anketler yaptık. Sonunda Başbakanlık'ın onayı ile proje gerçekleşti” dedi.
Recep Altepe, projenin imza töreninde yaptığı konuşmada ise yerel yönetim ve merkezi hükümet işbirliğinin somut bir örneği olan projenin, imarlı ve ruhsatlı bir bölgede gerçekleştirilecek olması açısından Bursa’da bir ilk olma özelliği taşıdığını söyledi.
Bursa’nın tam göbeğinde olan 4 mahallenin Bursa’ya yakışır şekilde çağdaş yerleşim birimleri haline geleceğini ifade eden Recep Altepe, “Bu projenin tek bir amacı var: Kentsel dönüşümü gerçekleştirmek. Bölge dışından kişilere buradan konut satışı yapılmayacak. Bu projede vatandaşlarımız, Türkiye’nin diğer illerinde yürütülen benzer projelere oranla çok daha fazla avantajlı. Burada 5 metrekare ve daha fazla arsası olan herkese ev verebileceğiz” dedi. Böyle bir uygulamanın Türkiye’nin başka bir yerinde olmadığına dikkat çeken Altepe, normal uygulamaların 100 metrekareden başladığını, proje alanındaki her 2 metrekarelik tapulu arsaya karşılık 3 metrekare bitmiş konut verileceğini aktardı. Altepe, bölgede 108 metrekare arsası olan bir vatandaşın, 162 metrekarelik konut hakkı doğacağını belirtti. İmzalar bittiğinde inşaatın başlayacağını belirten Altepe, bölgede mülkü olan 2 bin civarında aileyi ilgilendiren projeyle ilgili tüm ayrıntıların, belediyenin Haşim İşcan Caddesi’nde kurduğu Doğanbey Kentsel Dönüşüm Projesi İrtibat Bürosu'ndan alınabileceğini vurguladı.
Doğanbey Mahallesi Muhtarı Muhittin Seymen: Böyle bir proje özellikle bizim köhne mahallemiz açısından çok olumlu. Ancak belediye muhtarlara bu proje konusunda en ufak bir bilgi vermedi. Vatandaşlarımız bize gelip ne yapacaklarını soruyor. Kaybımız kazancımız ne olacak deniyor. Biz ise ne cevap vereceğimizi bilmiyoruz.
Kiremitçi Mahallesi Muhtarı Şadi Büker: Mahalle muhtarları proje hakkında en ufak bir bilgiye sahip değil. Mahallemizdeki vatandaşlarımız bir tereddüt içinde. Eski evi olan projeye razı ama 8-10 adet dairesi olan var. Bazı daireler 250 metrekare büyüklüğünde. Bazı kişilerin canı yanabilir. Çünkü bu hakka karşılık ne verileceğini bilmiyoruz.
Referans, 23.02.2007
|
HAREMÜŞŞERİF'TEKİ KAZIYI YÜRÜTEN PROFESÖR: AĞLAMA DUVARI 1967'DE 3 METREYDİ
İsrail'in Mescid-i Aksa'nın da içinde bulunduğu Haremüşşerif'in Mağrib Kapısı'nda yaptığı kazıya ilişkin tartışmalar sürüyor. Türkiye'nin incelemek için bir heyet göndereceği kazı çalışmaları İslam dünyasında, İsrail'in Haremüşşerif'i ele geçirme adımlarının bir parçası olarak yorumlanıyor.
Kudüs'teki kazıyı yürüten ekibin başında bulunan Prof. Bahat, şu anda 80 metre olan Ağlama Duvarı'yla ilgili çarpıcı açıklamalarda bulundu.
Kazı çalışmalarını yürüten ekibin başındaki İsrailli Prof. Dr. Dan Bahat'ın açıklamaları ise bu endişeleri derinleştirecek nitelikte. Cihan Haber Ajansı'na konuşan Prof. Bahat, mevcut kazı çalışmasının Haremüşşerif'i ele geçirmeye veya Mescid-i Aksa'ya zarar vermeye yönelik olmadığını savundu. Haremüşşerif civarındaki çalışmalarının 1967'deki İsrail işgalinin ardından başladığını ifade eden Prof. Dan Bahat, projeye başladıklarında Yahudilerin ibadet yeri olan Ağlama Duvarı'nın genişliğinin 3 metre olduğunu söyledi. Ağlama Duvarı'nın genişliği bugün yaklaşık 80 metre.
Kazı çalışmalarının başındaki iki profesörden biri olan Bar İlan ve Toronto üniversitelerinde görev yapan Bahat, Haremüşşerif'teki kazı çalışmalarını yerinde incelemek üzere bir Türk heyetinin yakında Kudüs'e gelecek olmasını memnuniyetle karşıladıklarını da belirtti. Dan Bahat, Türk heyetinin ziyareti öncesinde Cihan muhabirine proje hakkında bilgi vererek iddiaları cevapladı. Bölgedeki inşaat çalışmalarının 1967'de Kudüs'e gelmeleriyle başladığını aktaran Bahat, "O zaman gelip gördüğümüzde burada ibadet alanı sadece 3 metre idi." dedi. Bahat, işe 'Kudüs'ün en berbat yerleşim birimlerinden biri' olarak nitelendirdiği kutsal bölgedeki mahalleyi kaldırmakla başladıklarını ifade ederek, bugün yılda 2,5 milyon insanın ibadet için geldiği bir alan oluşturmayı başardıklarını vurguladı.
Gayrimüslimlerin Haremüşşerif'e çıkmak için kullandıkları tek yolun 2004 yılındaki deprem ve yoğun kar yağışı nedeniyle zarar gördüğünü anlatan İsrailli arkeolog, amaçlarının bu yolu düzenlemekten ibaret olduğunu savundu. "İslam'ın kutsal mekanlarına dokunmuyoruz." diyen Dan Bahat, Yahudi ve Hıristiyanlara ait kalıntıları korumaya verdikleri önemi Müslümanların değerleri için de verdiklerini söyledi. Kudüs'ü üç semavi dine ait eserlerin oluşturduğu 'altın üçgen' olarak niteleyen Bahat, "Bunlardan herhangi birini çıkarırsan o zaman Kudüs, Kudüs olmaktan çıkar." diye konuştu. İsrailli arkeolog, "Mahalle berbat olmasına rağmen, tarihi bir mekan olduğu için kazı yapmak doğru mu?" şeklindeki soruya, İstanbul'da Haliç'le ilgili çalışmaları hatırlatarak cevap verdi. Bahat, "İstanbul'un Haliç'ini hatırlıyorum ki fabrikalarla doluydu, orası da berbat bir haldeydi. Belediye buraları temizledi ve parklar kurdu. Burası da aslında tarihin bir parçasıdır. Biz gelecekte her yerin daha güzel olmasını istiyoruz, asıl önemli olan da budur." diye konuştu. Dan Bahat, Türk uzmanların bölgede inceleme yapması gündeme gelince çalışmalarda 40 yıl boyunca görev yapan biri olarak çok sevindiğini ifade etti. Bahat, "Gelecek kişi, Mescid-i Aksa ile ilgili bir şey yapmadığımızı çok iyi bir şekilde anlayacaktır. Bizim burada hiçbir şeyi yıkmadığımızı, herhangi bir kutsal kalıntıya zarar vermediğimizi görecektir." diye konuştu. Bahat, çalışmaların Mescid-i Aksa'nın temellerini zayıflatma amacını taşıdığı yönündeki iddiaları 'provokasyon' olarak değerlendirdi. İsrailli profesör, bölgedeki çalışmalar kapsamında bir medresenin ortaya çıkarıldığı şeklindeki açıklamanın hatalı olduğunu iddia etti. Bahat, bölgede bulunan bazı kalıntıların medrese mihrabına benzetilmesi nedeniyle böyle bir açıklamanın yapıldığını ileri sürdü. Profesör Bahat, Selahaddin Eyyubi'nin oğlu El Melik El Efdal tarafından inşa edilen medresenin ise 1546'daki depremde yıkıldığını savundu. İsrail Başbakanı Ehud Olmert, geçtiğimiz hafta gerçekleştirdiği Ankara ziyaretinde Başbakan Tayyip Erdoğan'dan gelen talep üzerine, Kudüs'e inceleme yapmak için bir Türk heyetinin gelmesini kabul etmişti. Olmert'in bu kararı İsrail'de ciddi eleştirilere yol açmış ve "egemenliğin ihlali" olarak değerlendirilmişti. Türkiye, bölgeye gidecek heyeti belirleme çalışmalarını sürdürüyor.
İsrail'in Haremüşşerif'e giden rampaya üstgeçit inşa etmek amacıyla başlattığı kazı çalışmaları Müslümanların tepkisine rağmen sürüyor. İsrail'in Ağlama Duvarı'nın kuzey uzantısını ortaya çıkaran tünele 1996'da çıkış açmasıyla başlayan çatışmalarda 61 Filistinli ve 15 İsrail askeri ölmüştü. Yahudiler, söz konusu tünellere girerek Ağlama Duvarı'nın devamında da ibadet yapıyor.
Zaman, Haber: Mustafa Bağ, 23.02.2007
|
HAYDARPAŞA'YA YÜRÜTMEYİ DURDURMA
Danıştay, Haydarpaşa İstasyonu ve limanını da kapsayan demiryolu taşınmazlarının özelleştirilmesini ve üzerlerinde tesisler yapılmak üzere 99 yıllığına tahsisini öngören TCDD Ana Statüsü'nü değiştiren Yüksek Planlama Kurulu kararının kimi maddelerinin yürürlüğünü durdurdu.
Liman-İş Sendikası'nın konuya ilişkin başvurusunu değerlendiren Danıştay 10. Dairesi, geçen günlerde konuya ilişkin verdiği kararda, TCDD Genel Müdürlüğü'nün kamu yararını gözeterek tekel niteliğinde mal ve hizmet üreten ve pazarlayan, gördüğü bu hizmetleri "imtiyaz" sayılan bir kamu iktisadi kuruluşu olduğunu belirterek "Tekel niteliğinde kamu hizmetini yürüten KİT'lerin 4046 sayılı Özelleştirme Yasası dışında özelleştirilmesine, tekel sahibi kuruluş dışında yerli, yabancı gerçek ve tüzelkişilere devrine olanak bulunmadığı" görüşüne vardı.
Danıştay, dava konusu Yüksek Planlama kararı ile değişik TCDD Genel Müdürlüğü Ana Statüsü'nde yer alan "TCDD taşınmazları üzerinde yat limanları, ticaret, kongre, fuar, kültür, alışveriş merkezleri, hastane, otel, konut, ofis, park, spor amaçlı ve benzeri tesisler yaptırma ve işlettirme" yi, bu tesisleri "başkaları eliyle yaptırma" yı ve "mülkiyet devri olmadan 99 yıla kadar tahsisi" ni içeren hükümlerin yürürlüğünü durdurdu.
Kayseri 1. Bölge İdare Mahkemesi, Birleşik Taşımacılık Çalışanları Sendikası'nın açtığı dava üzerine, Ankara-Sıvas demiryolunun Kayseri kent merkezi içerisinde kalan 25 kilometrelik kısmı ile Kayseri gar sahasının belediyeye devrini, demiryolları ve tesislerin de kent dışına taşınmasını içeren protokolün iptaline karar verdi.
Cumhuriyet, Haber: Işık Kansu, 23.2.2007
|
|
|
TARİHİ MİRASA IŞIK
İznik'te, I. Murat döneminde yapılan hamamın restorasyonu devam ediyor. Tarihi Osmanlı hamamının geç Roma ya da Bizans sarayı kalıntısı üzerine kurulduğu tahmin edliyor.
Müze ve sanat tarihçisi görevlilerinin nezaretinde yapılan restorasyonda hamamın temeline inilmeye çalışırken, zeminde devasa kesme taş ve sütun başlığı bulundu. Hamamın inşa edildiği zeminde ortaya çıkan tarihi kalıntıların saraya ait olabileceği belirtildi. Yetkililer kazılara devam ediyor.
I. Murat hamamının restorasyonunun 3 milyon YTL'ye mal olacağı sanılıyor. Hamam tamamlandığında çini sanatının icra edildiği bir kültür merkezi olarak faaliyet gösterecek.
Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın Vakıflar Bölge Müdürlüğü'ne şehirdeki tarihi eserlerin restorasyonu için gönderdiği ödeneği İznik'e yönlendirmeyi başaran Kaymakam Hüseyin Avcı ve Belediye Başkanı Kadri Eryılmaz, ilçeye aktarılan 6 milyon YTL'ye yakın para ile I. Murat hamamı, Ayasofya ile diğer tarihi yapıları restore edecek.
Bursa Hakimiyet, 23.02.2007
|
TARİHİ NİĞDE EVLERİ BAKANLIĞIN HAZIRLADIĞI PROJE İLE KURTULACAK
Niğde Kültür ve Turizm Müdürü Mehmet Öncel Koç, tarihi Niğde evlerinin bulunduğu Cullaz Sokağı için Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından yeni bir proje hazırlandığını söyledi.
Niğde'de çok sayıda tarihi eser bulunduğuna işaret eden Koç, kentin tarihi eser zengini olmasına rağmen el değmemiş bir bölge olduğunu ve turizmi canlandırmak için kente yeni bir ivme kazandırılması gerektiğini dile getirdi. Kentte, Roma, Bizans, Selçuklu ve Osmanlı dönemlerine ait yüzlerce eserin varlığına dikkat çeken Koç, bu tarihi dokuyu gerek kültür turizmi, gerekse inanç turizmi boyutunda değerlendireceklerini kaydetti.
Koç şunları söyledi: "Sokak sağlıklaştırma projesi kapsamında yaşayan Niğde evlerini oluşturacağız. Bakanlığımız bu konuda yeni bir proje hazırladı. Kurula girecek ve kurulun ardından yaklaşık bir maliyet çıkartılacak. Bu bölgede oturan vatandaşlarımızın evleri istimlak edilmeyecek, bedelsiz, kimseden para almadan bu tarihi evlerin cepheleri, statik unsurları ve çatı sistemlerinde gerekli iyileştirmeler yapılarak bu sokağı turizme açacağız. Halen oturmakta olan vatandaşlarımız evlerinden çıkartılmayacak hatta oturmaları teşvik edilecek. Böylece yaşayan bir tarihi sokak oluşturacağız ve aktivasyonları artıracağız. Bu çalışmaları da 2007 yılı içerisinde tamamlamayı düşünüyoruz."
Niğde'nin tanıtımına da önem verilmesi gerektiğini anlatan Koç, "Öncelikli olarak Niğde'yi yurt içi ve dışı fuarlarda mutlaka tanıtmalıyız. Alt yapı çalışmaları için oldukça yüklü yatırımlar ve kaynaklar aktarılıyor. Niğde'de şu an için dağcılık ve sağlık turizmi gözde. Bu kadar tarihi eserin arasında bir de Kapadokya bölgesinde olması burası için çok daha farklı bir ayrıcalıktır." dedi. Koç, Konya'da bulunan Alaaddin tepesinden hiçbir farkı bulunmayan Niğde Alaaddin kalesinin turizmin hizmetine açılması için gerekli çalışmaların hızla sürdürüldüğünü de hatırlattı.
Zaman, Haber: Levent Uğurlu, 23.02.2007
|
ANTROPOLOGLARA GÖRE SİLAH KADINLARIN İCADI
ABD'NİN Iowa ve İngiltere'nin Cambridge üniversiteleri tarafından yapılan ve Current Biology dergisinde 6 Mart'ta yayımlanacak olan araştırmaya göre, avlanmak için erkeklerle rekabette ne gücü ne de zamanı olan dişi primatlar, avlarını yakalamak için silah icat etmek zorunda kaldı. Erkeklerin avlanmak için yeterince güçlü ve hızlı oldukları için bu silahları kullanmadıkları belirtildi.
Milliyet, 23.02.2007
|
KONFERANS : "DADANMA EYLEMİ: HALE TENGER'İN ÇALIŞMALARINDAKİ SES"
Sanat Tarihi Derneği'nin bilimsel çizgisinde sürdürdüğü konferansları devam ediyor. 3 Mart 2007, Cumartesi günü saat 15.00'de Caddebostan Kültür Merkezi, A Salonu'nda düzenlenecek olan konferansın başlığı "Dadanma Eylemi: Hale Tenger'in Çalışmalarındaki Ses" olarak belirlendi.
Sanat Tarihi Derneği'nden yapılan yazılı açıklamada "Hale Tenger’in işlerinde ses, anlatılar kurmakta ve senaryolar üretmekte görüş kadar önemli bir malzemedir. Bu sunuşta sesin, özellikle de insan sesinin, Tenger’in yerleştirmelerinde nasıl başka bir ‘nesne’, video-işlerinde ne şekilde başka bir ‘öğe’ haline dönüştüğü tartışmaya açılacaktır. Sesin ‘maddeselliği’ üzerine odaklanan sözkonusu tartışmanın görüşün alanınını yeniden değerlendirmenin yolunu açacak açılımlar getirmesi amaçlanmaktadır. Aynı zamanda şimdiye kadar güncel sanatta sesin görüş ile olan ilişkisinin yeterince işlenmemiş olduğu gerçeği sorunsallaştırılacaktır.
Tenger sesi görünür ile görünmez olan, maddesel ile cisimsiz olan, sarih ile müphem olan arasındaki bir yerde ikamet eden ‘hayaletler’in varlığını hissettirecek şekilde kullanarak, görünenin ötesine bakmamız konusunda ısrarcıdır. Sanatçının ‘hayaletler’i, güncel sanat işlerini daha kapsamlı bir biçimde okumamız, bakma, görme, görsellik ve kavrama arasında daha karmaşık ilişkiler kurmamız için belli bir taleple gelirler." dendi.
Konferans, MSGSÜ Sanat Tarihi Bölümü’nün araştırma görevlisi olan ve halen doktora çalışmasını Londra Üniversitesi’nde sürdüren Nermin Saybaşılı tarafından verilecek. 2001-2003 eğitim yıllarında Londra Üniversitesi’nde Goldsmiths College’ın Görsel Kültürler Bölümü’nde lisans düzeyinde dersler veren Saybaşılı, 2005 yılında Edinburgh Üniversitesi’nde Mimarlık Bölümü’nde konuk hoca olarak bulunmuştur. Türkiye’de güncel sanat ve görsel kültür, film ve video sanatı ile kuramı, görüşün rejiminde ‘görünürlükler’ ve ‘görünmezlikler’ sorunsalları, kentsel mekan ve göç, öznellikler ve kültürel direnç konuları üzerine çalışmaktadır.
TAYHaber, 23.02.2007
|
MİMARLAR ODASI: AKM YIKILMAMALI
TMMOB Mimarlar Odası Merkez Yönetim Kurulu yaptığı yazılı basın açıklamasıyla, dönemin önemli simgelerinden biri olan İstanbul Atatürk Kültür Merkezi binasının yıkımını öngören sürecin başlatılmasını kınadı.
“İstanbul Atatürk Kültür Merkezi Cumhuriyet Dönemi mimari mirası kapsamında dönemin simgesel bir yapısıdır, yıkılmamalıdır” ifadelerinin kullanıldığı açıklamada, Mimarlar Odası tarafından hazırlanan ve AKM’nin yıkılmasına yol açabilecek gelişmelerin değerlendirildiği raporun sonuçları hakkında kamuoyu bilgilendirildi.
Konunun ekonomik, sosyal ve kültürel boyutları ile birlikte bütün olarak değerlendirilmesinin önerildiği açıklamada şu cümlelere yer verildi:
“2010 Avrupa Kültür Başkenti hazırlığında olan, dünya metropolü İstanbul’un Cumhuriyet Dönemi mimarisinin önemli eserlerinden ve aynı zamanda Taksim Meydanı’nın simgesel yapılarından biri olan Atatürk Kültür Merkezi binasının, 1999 yılında Kültür Bakanlığı İstanbul 1 Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıları Koruma Kurulu tarafından tescil edilmesine rağmen; alınan tescil kararının kaldırılması önerisinin 2006 yılında, yine Kültür Bakanlığı tarafından gündeme getirilmesini talihsizlik olarak değerlendiriyoruz. Kurul üyelerinin değerlendirmelerinde ve kamuoyuna yaptıkları açıklamalarda ileri sürdükleri gerekçelerin bilimselliği ve objektifliği konusunda mimarlık kamuoyunda ciddi tereddütler oluşmuştur. Kent kültürünün gelişmesinde önemli bir yeri olan bu binanın yıkımını öngören bir sürecin başlatılmasını kabul edilemez buluyoruz”
Açıklamada, AKM’nin zaman, mekan ve nitelik boyutunda yapılan çalışmaya göre, yıkılmamasını gerektiren maddeler şöyle sıralandı;
* AKM’nin günümüze yakın bir süreçte tasarlanması ve inşa edilmesinin, zaman boyutu açısından herhangi bir olumsuzluk yaratmadığı açıkça görülmektedir. Bir diğer deyişle, çok yakın geçmişte yapılmış bir yapı da kültür varlığı niteliği kazanabilir.
* AKM’nin Türkiye’nin 1970’li yıllarda, kültürel etkinliklerin en yoğun olduğu kentinde, toplumun kültürel gereksinmelerinin karşılanması için tasarlanan bir yapı olması, bir tasarım anlayışını yansıtması, dönemin yapım teknolojilerine sahip olması, özetle toplumun kültürel yaşamını mekana yansıtması nedeniyle belge değeri vardır.
* AKM’nin fiziki olarak İstanbul kentinin belleğinin bir parçası olarak kimlik değeri vardır. AKM ayrıca sadece İstanbul kent sakinlerinin değil, tüm ülke insanlarının belleğinde olan, şu veya bu nedenle tüm toplum katmanları tarafından kullanılan ve bilinen bir yapıdır.
* AKM, yapıldığı dönemin tasarım, mimari ve teknoloji anlayışını yansıtması açısından mimari değere sahiptir.
* AKM, toplumun gereksinimlerini halen karşılayabilmesi açısından işlevsel ve ekonomik değere sahiptir.
* AKM’nin yapıldığı 40 yıldan fazla süredir kendisine çağdaş toplumda bir yer bulabilmesinden kaynaklanan süreklilik değeri vardır.
* AKM’nin kültür varlığı olması tartışılmayan birçok yapıdan çok daha fazla belleğimizdeki değişik olaylarla ilişkisi bakımından anı değeri vardır.
*AKM, bunun da ötesinde çok önemli bir simge değerine sahiptir.
*AKM’nin özgünlük değeri vardır.
Yapı, 22.02.2007
|
MARDİN'DE TARİHİ MEKANLARA İŞLERLİK KAZANDIRILACAK
Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından UNESCO'nun dünya kültür mirasına aday gösterilmeye hazırlanan 7 bin yıllık tarihi Mardin kentinde, restore edilen tarihi yapılara işlerlik kazandırılacak.
Yeni turizm sezonu hazırlıklarının başlatıldığı Mardin'de, tarihi ve kültürel mekanlara dönük hummalı bir çalışma başlatıldı. Artuklu mimarisinden günümüze kadar gelen ihtişamlı taş mimarisi medrese, han, hamam, kervansaray, manastır ve kiliselerin turizm sezonu öncesi bakım ve onarım çalışmaları devam ederken Vali Mehmet Kılıçlar, tarihi mekanların canlandırılması için bu binalara işlevsellik kazandıracaklarını söyledi. Restorasyonları devam eden tarihi mekanlar hakkında bilgi veren Vali Kılıçlar, "Dantel gibi işlenmiş bu ihtişamlı yapılarımıza işlerlik kazandıramazsak, daha kısa zamanda çürümelerine zemin hazırlamış oluruz. Bu nedenle, ibadethaneler dışındaki kısımları farklı kültürel alanlara dönük hizmetlere tahsis edeceğiz. Tümüne görevliler vereceğiz. Tarihi 7 bin yıllık kentimizin artık tek bir hedefi var o da inanç ve kültür turizmidir" dedi.
Turizme dönük yatırım hamlelerine özel müteşebbislerin de özellikle beslenme ve barınma alanları yapmasını isteyen Vali Kılıçlar, "Gerek Kültür ve Turizm Bakanlığı, gerek ise Vakıflar Genel Müdürlüğü'ne ait olan mimari eserlerin korunma altına alınması yönündeki hamlemiz devam edecektir. Şu anda bitirilen Tekkiye, Zinciriye Medreseleri'ne önümüzdeki 40-45 gün içinde Kasım Paşa Medresesi de eklenecektir. Bütün abbaralar İstanbul Valiliği ve Büyükşehir Belediyesi tarafından onarımdan geçirildi. Çeşmelerimiz için bir projelendirme çalışmasını başlattık. Deyrul-Zafaran Manastırı'nın da restorasyon çalışmaları devam ediyor. Tarihi ilimizi dış dünyada tanıtmakla birlikte kendi kültürel varlıklarımızı da elden geçiriyoruz" şeklinde konuştu.
2006 yılında tüm Türkiye'de turist sayısında bir düşüş yaşanmasına rağmen Mardin'e 300 bine yakın yerli ve yabancı turistin ziyaret ettiğini hatırlatan Vali Kılıçlar, turizm fuarları ve acenteleri aracılığıyla yaptıkları tanıtımlarla sayının bu yıl ikiye katlanacağı beklentisi içinde olduklarını sözlerine ekledi.
Mardin Belediye Başkanı Metin Pamukçu da, mimariye daha çok değer verme hamlesinin kentsel dönüşüm projesiyle hayata geçirileceğini kaydetti. Mardin'de son 6 yılda restore edilen mimari yapılar ise şunlar:
"Hatuniye Medresesi, Sultan Hazma ve babası Emir Sultan Türbeleri, Cihangir Bey Zaviyesi, Latifiye, Şehidiye, Ulu, Şeyh Çabuk, Melik Mahmut Camileri Tetlı Dede Evleri, Abbaralar (yaya metroları), Deyrulzafaran Manastırı çevre düzenlemesi, Süryani Ortodoksları'na ait bazı kiliseler."
Turizm Gazetesi, 22.02.2007
|
KERVANSARAY ONARIM İHALESİ
Malatya, Battalgazi'deki Kervansaray'ın 'onarım' ihale tarihi belli oldu. Bu arada, 4 tarihi eserin restorasyon projelerinin hazırlanmasına ilişkin ihale tarihleri de açıklandı.
Vakıflar Bölge Müdürlüğü tarafından yapılan açıklamada, Battalgazi ilçesindeki Silahtar Mustafa Paşa Kervansarayı'nın onarımının yaptırılacağı belirtilerek, ihalenin bölge müdürlüğünde 20 Mart 2007 tarihinde yapılacağı kaydedildi. Açıklamada, ihaleden sonra yer tesliminin 5 gün içerisinde yapılacağı ve onarım süresinin 500 gün olduğu belirtildi. İhaleye, ancak yerli isteklilerin teklif verebileceği kaydedildi.İhale şartnamesini alan firmaların, daha önce hazırlanan projeye göre fiyat tekliflerini sunacakları belirtildi.
Bu arada, Malatya'nın Battalgazi, Arapgir ve Darende ilçelerindeki 4 ayrı tarihi eserin restorasyon projelerinin çizimi için ihale düzenleneceği bildirildi.
Vakıflar Bölge Müdürlüğü tarafından yapılan açıklamada, Battalgazi İlçesi'ndeki Karahan Camii ile Toptaş Camii'nin restorasyon projesi ihalesinin 27 Şubat 2007 günü, Darende İlçesi'ndeki tarihi Hüseyin Paşa Camii restorasyon projesi ihalesi ile Arapgir ilçesindeki Mirliva Ahmet Bey Camii restorasyon ihalesinin ise 1 Mart 2007 günü yapılacağı kaydedildi.
Malatya Haber, 22.02.2007
|
|
|
5 BİN YILLIK ALTIN GÖZ
İran'da 5 bin yıllık bir altın yapay göz buldu. İşte geleceği gösterdiğine inanılan gözün sırrı!..
Arkeologlar İran'da 5 bin yıllık bir altın yapay göz buldu. Kahin ya da rahibe olduğu olduğu sanılan kadının gözünü oyarak takma gözü yerleştirdiği sanılıyor.
O dönemde yaşayan insanların bu yapay göz sayesinde gizli güçlere sahip olduğuna ve geleceği görebildiğine inanılıyordu.Yaklaşık 30 yaşlarındaki kadının mezarında süslü bir bronz ayna da bulundu.
Afganistan sınırında 5 bin yıllık keşfi yapan İtalyan ve İranlı arkeolog grubunun lideri Lorenzo Costantini, gözün kadına gizemli güçleri olduğu izlenimini verdiği için takıldığını söyledi.
Hürriyet, 22.02.2007
|
MÜZE KİTAPLA TANITILIYOR
Arkeoloji Müzesi Müdür Vekili Dr. Mehmet Önal, Sanko Holding'in sponsorluğunda bastırılan ''Belkıs-Zeugma ve Mozaikleri'' adlı kitabın dağıtımının devam ettiğini söyledi. Dr. Önal, 5 bini Türkçe, 5 bini de İngilizce olarak bastırılan kitabın, en kısa zamanda İl Özel İdaresi'nin müze içerisinde bulunan standında satışa sunulmasının planlandığını belirtti. Yurt içinde ve yurt dışında yapılan tanıtım faaliyetleri sonucunda ziyaretçi sayısında da önemli artışlar olduğunu ifade eden Dr. Önal, "2005 yılında 2 bini yabancı olmak üzere toplam 42 bin kişi Gaziantep Arkeoloji Müzesi'ni ziyaret etti. 2006'da bu sayı, 4 bini yabancı olmak üzere 68 bine çıktı. Hedefimiz, 2007'de bu sayıyı 150 bine çıkartabilmek. Ziyaretçi sayısını arttırmaya büyük önem veriyoruz. Son yıllarda, tarihi kent dokusu ve kültürel varlıkları ile de gündeme gelen Gaziantep'te, müzeye gelen ziyaretçi sayısının artmasının, kültürel bilinçlenmeyi göstermesi bakımından son derece önemli olduğunu düşünüyoruz. Müzeler, kültür turizminin en gözde uğrak mekanları arasında yer alıyor. Son yıllarda, özellikle GAP kapsamında bulunan illeri ziyarete gelen yerli ve yabancı turistlerin, kafileler halinde müzemize gelmesi, kültür turizminin gelişmesi bakımından son derece önemli" dedi. 2007 yılında Gaziantep Arkeoloji Müzesi'nin tanıtımına ağırlık vereceklerini dile getiren Dr. Önal, "Halen dağıtımı devam eden Zeugma Kitabı ile tanıtımda önemli bir adım attık. Bu adımı, müzemiz tarafından bastırılacak olan kitapçık, tanıtım CD'leri ve broşürler takip edecek. Ayrıca, Avrupa Müze Formu tarafından düzenlenen Yılın Müzesi Ödülü'ne katılıp, ön elemeyi kazanarak finale kalma başarısı göstermemiz, uluslararası alanda önemli bir tanıtım başarısı olarak değerlendirilebilir. Bilindiği gibi EMYA ödülü için 20 ülkeden 49 müze başvuruda bulundu. Bu müzelerden 34'ü finale kaldı. Yarışmanın finali ise mayıs ayında İspanya'da yapılacak. Ben, Gaziantep Arkeoloji Müzesi'nin bu yarışmada da başarılı olup, uluslararası tanıtım açısından son derece önemli bir adımı daha atacağına inanıyorum" dedi.
Gaziantep 27 Gazetesi, 22.02.2007
|
|
|
HARPUT KALESİ KAMERALARLA İZLENİYOR
Elazığ'ın eski yerleşim yeri Harput'ta bulunan tarihi Harput Kalesi kameralarla izleniyor. Kültür ve Turizm Müdürü Tahsin Öztürk, 4 kameradan oluşan sistemle kalenin çevresi ve içinde yapılan kazı alanının izlendiğini söyledi.
Öztürk, çok sayıda uygarlığın yaşadığı ve döneminde yoğun bir sosyal hayatın bulunduğu Harput'un, bünyesinde birçok tarihi ve kültürel değer taşıyan eserleri barındırdığını ifade etti. Harput'un bu özelliği nedeniyle kötü niyetli kişilerden korunması gerektiğini, bunun için bir dizi çalışma başlattıklarını kaydeden Öztürk, Harput'ta, sorumlu oldukları kalenin zarar görmemesi için buraya kamera sistemi yerleştirdiklerini belirtti.
Öztürk, ''4 kameradan oluşan sistemle kalenin çevresi ve içinde yapılan kazı alanı izleniyor. Bu uygulama art niyetli kişiler için bir caydırıcılık olacak. Gece ve gündüz görüş özelliğine sahip sistem, jandarma tarafından takip ediliyor'' dedi. Öztürk, kalenin girişine bir kapı yapılması yönünde proje hazırladıklarını da sözlerine ekledi.
Turizm Gazetesi, Fotoğraf: Elazığ Belediyesi, 22.02.2007
|
"SAMİMİYSENİZ MÜZE İÇİN YER GÖSTERİN"
Kültür Bakanlığı kurumlarının Tarih Vakfı'nı Darphane-i Amire binalarından çıkartma teşebbüsleri yeni bir aşamaya girdi. Binaların oturulamaz olduğuna dair bir rapor sonucu yarın vakfın polis zoruyla binalardan çıkarılması söz konusu. Oysa bu yapı topluluğu İstanbul'un 'Kent Müzesi' için hazırlığı yapılmış tek alternatifi.
İstanbul, 2010'da Avrupa'nın kültür başkentlerinden biri olacak. Bu projenin en önemli hedeflerinden biri İstanbul Müzesi'nin kurulması. En son Kültür Bakanlığı, Büyükşehir Belediyesi, Valilik ve Tarih Vakfı'nın işbirliğiyle hayata geçirilmesi kararlaştırılan İstanbul Müzesi'nin nerede ve ne zaman kurulacağı ise son gelişmelerle tamamen bir belirsizliğe gömüldü.
Müzenin Topkapı Sarayı avlusu içerisinde bulunan tarihi Darphane binalarında kurulması bekleniyordu. Fakat ocak ayında Belediye Başkanı Kadir Topbaş, Radikal'e müzenin Sirkeci Garı'nda kurulacağını açıklamıştı. Tarih Vakfı ile Kültür Bakanlığı arasında yaşanan son gelişmelerse müze mekanının hala belli olmadığını gösteriyor.
Çünkü Kültür ve Turizm Bakanlığı, Tarih Vakfı'nı yer göstermeden, 1996 yılında İstanbul Müzesi'ni kurması için verilen Darphane binalarından çıkarmak istiyor. Sebep olarak da İstanbul Rölöve ve Anıtlar Müdürlüğü'nün hazırladığı yeni bir raporu gösteriyor. Rapora göre Darphane binaları her an yıkılabilir. Bu gelişme üzerine Tarih Vakfı'nın İstanbul Teknik Üniversitesi'ne hazırlattığı rapor ise bunu yalanlıyor.
Tarih Vakfı'na binaları boşaltması için verilen süre yarın dolacak. Ama Vakıf yetkileri raporun düzmece olduğunu iddia ediyor. Tarih Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı Halim Bulutgil, "Raporun hiçbir inceleme yapılmadan hazırlandığı çok belli. Biz İTÜ Deprem ve Yapı Araştırmaları Merkezi'ne başvurduk. İki profesörün içinde olduğu bir ekip binaları inceledi. Binaların her yıkılabilecek durumda olmadığını belirten bir rapor hazırladılar. Biz de yürütmeyi durdurma kararı için İdari Mahkeme'ye başvurduk" diyor. 4. İdare Mahkeme'sinde görülen davada mahkeme bilirkişi inceleme kararı aldı; 27 Şubat'ta bilirkişi incelemesi yapılacak. Yani binaların boşaltılması için verilen sürenin dolmasından dört gün sonra...
İstanbul Müzesi, Türkiye'nin kültür hayatı için çok önemli bir proje. Çünkü ilk kez STK'larla devletin büyük bir kültür projesinde ortaklık yolu açabilecek. Bu yol ise birçok müzenin yeniden yapılandırılmasına olanak sağlayacak. Ama görülen o ki devlet bu işbirliğinde ayak sürüyor.
Bulutgil de bunun altını çiziyor zaten. Tarih Vakfı'nın amacının İstanbul Müzesi'ni yapmak olduğunu söyleyen Bulutgil "İlla tarihi Darphane binalarında kalacağız diye bir durum yok. Ama hala müzenin nerede ve nasıl yapılacağı belli değil" diyor.
İstanbul'un kültür başkenti olacağı açıklandıktan sonra Atilla Koç ve Kadir Topbaş'la yaptıkları toplantıda "Darphane binalarında müze kurulamıyor, size yer gösterelim, İstanbul Müzesi'ni orada birlikte yapalım" kararı alındığını ve bunun için kendilerinin bir protokol hazırlayıp bakanlığa gönderdiklerini belirten Bulutgil, kendilerine mekan gösterilmesini beklerken, Atilla Koç imzalı bir yazı aldıklarını söylüyor: "Yazıda 'Siz altı yıldır burada müze yapacağınızı söylüyordunuz yapmadınız binalar da çürüyor bu yüzden buradan çıkın' kararı iletiliyordu bize."
Bakanlığın hem müzenin kurulması için vakıf ile işbirliği yapar gibi göründüğünü hem de Darphane binalarından kendilerini çıkartmak istediğini belirten Bulutgil, "Buna bir anlam veremiyoruz" diyor ve ekliyor: "Bakan Koç ve Belediye Başkanı Topbaş samimiyse, Darphane binalarında ya da aynı büyüklükte ve merkezi bir yerde bir an önce müzenin hayata geçirilmesi için çalışmalara başlanması gerekiyor. Üç yıl kaldı İstanbul'un kültür başkenti olmasına."
Tarih Vakfı, 1996'da bakanlıktan devraldığı binalarda, HABİTAT sırasında büyük bir İstanbul sergisi düzenlemiş, daha sonra da mekanın birçok etkinliğe ev sahipliği yapmasını sağlamıştı. Koruma kurullarının gerekli izni vermemesi nedeniyle gerekli düzenlemeleri gerçekleştiremeyen vakıf, defalarca binalardan çıkarılmak istendi. İstanbul Arkeoloji ve Topkapı Sarayı müzelerinin binalarla ilgili planlarının bu çabalarda etkili olduğu gündeme gelmişti.
Radikal, Haber: Olkan Özyurt, 22.02.2007
|
TARİHİ MEYDANA ÇAĞDAŞ MÜZE
Marmara Üniversitesi'nin Sultanahmet'teki rektörlük binasına bir müze açılacak. Binanın giriş ve bodrum katlarını kapsayacak olan 'Cumhuriyet Müzesi'nde üniversitenin 200 yapıtlık koleksiyonu sergilenecek.
Müzenin tanıtım toplantısı, dün rektörlük konferans salonunda Kültür ve Turizm Bakanı Atilla Koç'un katılımıyla yapıldı. Toplantıda bir konuşma yapan MÜ Rektörü Prof. Dr. Necla Pur, müzede Güzel Sanatlar Fakültesi'nin 90 sanatçının özgün baskı eserlerinden oluşan 200 yapıtlık bir koleksiyonun sergileneceğini söyledi.
Rektörlük binasının 1899 yılında, Osmanlı saray mimarlarından İtalyan Raimondo d'Aronco tarafından yapıldığını anlatan Pur, müzenin Sultanahmet'in tarihi kimliğiyle çağdaş sanatı buluşturacağını da ifade etti. Müzenin 29 Ekim'de açılması planlanıyor.
Milliyet, 22.02.2007
|
GÜMÜŞ PARFÜM ŞİŞESİ DE SAHTE
Uşak Arkeoloji Müzesi'nde sergilenen Karun hazinelerinin en değerli parçalarından Kanatlı Denizatı Broşu'nun orjinalinin sahtesiyle değiştirilmesine ilişkin Uşak Ağır Ceza Mahkemesi'ndeki davanın 4. duruşmasında, tutuklu sanıklardan eski Müze müdürü Kazım Akbıyıkoğlu mağdur olduğunu iddia ederek ağladı.
Akbıyıkoğlu, Kanatlı Denizatı görünümlü altın broşun dışında, gümüşten yapılmış parfüm şişesinin de sahtesinin bulunduğunu ancak bunun henüz ortaya çıkmadığını iddia etti.
Metropolitan Müzesi'nden söz konusu eserleri almak için 5 gün kaldığını belirten Akbıyıkoğlu, ifadesinde şunları söyledi:
"Sadece bir gününde teslimat yapıldı. Formaliteler bakanlık görevlileri tarafından yerine getirildiği için ben eserleri alıp Türkiye'ye getirdim. Eserler, emanet olarak Anadolu Medeniyetleri Müzesi'ne bırakıldı. Oraya ve Uşak'a gelirken herhangi şekilde ölçümleri yapılmaksızın, bana teslim edilen eserleri 8 sandık içinde teslim aldım. Yani sadece kuryelik yaptım. Eserlerin sahtelerini ve adımın kullanılarak satıldığını öğrendiğimde, Uşak valisine bilgi verdim. Valinin yönlendirmesiyle Uşak Alay Komutanı'na ve tanık olarak dinlenen Bilal Yıldız'a durumu anlattım. Notlar alındı. Şimdi bu durumun inkar edilmesine anlam veremiyorum."
Müzede 1980'den beri görev yaptığını kaydeden Akbıyıkoğlu, "Çalışmalar nedeniyle yuvam dağıldı. Çocuklarıma yiyecek ekmek götüremezken borç para bularak arazide kazı yapan işçilerin paralarını verdim. Hazinelerin getirilmesi için benim gibi ailesini dağıtan bir başka şahıs daha yok" dedi.
Mahkeme heyeti tutuklu sanıklar Akbıyıkoğlu, Fehmi İşler, Suat Yanmez ve Mehmet Polat'ın tutukluluk hallerinin devamına ve duruşmanın 18 Nisan 2007'ye ertelenmesine karar verdi.
Milliyet, 22.02.2007
|
ARTIK ARKEOLOJİ KÜTÜPHANEMİZ VAR
2005 yılında Çanakkale Belediyesince, Özelleştirme İdaresinden 53 bin YTL’ye satın alınan eski TEKEL binası, yaklaşık 1.5 yıl önce hayatını kaybeden Troia Antik Kenti Kazı Heyeti Başkanı Prof. Dr. Manfred Osman Korfmann’ın, uzun yıllar biriktirdiği Troia, Troas ve Anadolu arkeolojisi konusunda yazılan kitaplardan oluşan kütüphane haline getiriliyor. Troia Kazı Heyeti ve Troia Vakfı Mütevelli Heyeti Üyesi Yrd. Doç. Dr. Rüstem Aslan, vakıf olarak önce kütüphanenin restorasyon çalışmalarını tamamladıklarını, ardından Prof. Dr. Korfmann’ın Almanya’daki özel kütüphanesinde yer alan kitapları Çanakkale’ye getirdiklerini söyledi. Kitapların kütüphanede dizildiğini ve ayrıntılı düzenlemelerinin halen yapıldığını belirten Yrd. Doç. Dr. Aslan, “Kütüphanede, çoğunluğu Troas olmak üzere, Anadolu, Yakın Doğu, kısmen de Balkan ve Avrupa arkeolojisine ait 6 bin kitap, 10 bine yakın ayrı basım fotokopi ve belge var. Kütüphane 24 Şubatta açılacak” dedi. Çanakkale-Tübingen Troia Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı Enver Sadık Yılmaz ise bundan sonra Korfmann Kütüphanesi’nin tanıtımı üzerinde yoğunlaşacaklarını söyledi. Kitap sayısının bu kadarla kalmayacağını ifade eden Yılmaz, “Burası bir uzmanlık kütüphanesidir. Troia hakkında pek çok kitap bulunuyor. Ancak genel arkeoloji konusunda kitapları olanlar ve bunları vermek isteyenlerin bağışlarını her zaman bekliyor ve kabul ediyoruz” dedi. Tübingen Troia Vakfı Başkanı Dr. Hans Jansen ise tarihi binanın bu kadar iyi şekilde kütüphane olarak restore edilmesinin kendilerini çok mutlu ettiğini, kütüphanenin daha da büyüyecek kapasiteye sahip olmasının, Troia ve Anadolu arkeolojisi için önem taşıdığını kaydetti.
Türkiye Gazetesi, 22.02.2007
|
|
SINIR ÖTESİ PROJE
Kırklareli İli Pınarhisar İlçe Belediyesi Başkanlığı ve Bulgaristan'ın Tsarevo Belediyesi arasında imzalan Sınır Ötesi Proje'de Türkiye ve Bulgaristan Arasındaki Ortak Kültürel Miras ele alınırken, bu sayede iki ülke arasındaki ilişkilerin de olumlu yönde gelişmesi sağlanıyor. Trakya Üniversitesi Fen ve Edebiyat Fakültesi'nden Prof. Dr. Engin Beksaç'ın Genel Koordinatörlüğünü yürüttüğü Türk-Bulgar Kültürel Mirası konulu proje ile ilgili bir açıklama yapan Pınarhisar Belediye Başkanı Mehmet Kapılı, oldukça önemli bir olguyu ele alan proje hakkında şunları söyledi;
"Pınarhisar Trakya’nın kültürel mirasıyla en çok dikkat çeken ilçelerinden biridir. Buna rağmen yeterince tanıtıldığını söylememiz mümkün değildir. Bu nedenle Bulgaristan’ın Tsarevo beldesiyle Belediyemiz arasında yapılan Avrupa Birliği, Sınır Ötesi İşbirliği anlaşmasının önemi büyüktür. Bu sayede daha iyi bir tanıtma faaliyetini gerçekleştireceğimiz gibi, komşumuz Bulgaristan’da yaşayan birçok kişiyle de dostluk bağları kurmamız da mümkün olacaktır. Ulusların kardeşliği uzun çetin bir yolda alınan mesafelerle tesisi edilecek bir olgudur. Bu noktada bizim Tsarevo Belediyesi ile yaptığımız anlaşma sadece bizim yerleşmelerimizin tanıtılması için değil, gelişecek kardeşlik bağlarının tesisi için de bir temel oluşturacaktır.
Pınarhisar çok eskilere giden geçmişiyle göz dolduran bir ilçe olarak hak ettiği tanıtılmaya doğru hızlı bir biçimde yol almaktadır. Pınarhisar’ın hemen hemen her köyü ve hemen hemen her karış toprağı binlerce yıl ötesinden gelen tarihi eserlerle doludur. Bunların çalışması da şu anda sürdürülmekte olan araştırmalarla ortaya konmaktadır. Pınarhisar erken, çok erken devirlerden beri insanların yaşamaktan mutluluk duydukları bir yer olmuştur. Onların izlerini bulmak bizleri çok mutlu ediyor.
Tsarevo hakkında sahip olduğumuz bilgiler ve tanışıklığımız bu güzel sahil yerleşmesi ve çevresinin bize uzattığı dostluk elini hararetle sıkmamıza neden teşkil etmiştir. Tsarevo’nun gerçekleştirmeyi planladığı Eski bir Trak yerleşmesini canlandırma projesi kadar, burada yapmayı düşündükleri Trak Şenlikleri olgusu gerçekten bizim için de önemli olgulardır.
Binlerce yıl gerimizde kalan Trakların bize bıraktığı tarihi miras Balkanlar’ın doğusunda kalan topraklarda bu gün yaşamakta olan her kez için ortak bir geçmişin uzantısıdır. Trak geçmişinin kanıtı olan tarihsel miras, tüm Trakya’nın görkemli geçmişini yansıtan ortak bir tarihsel mirastır. Her ne kadar Trak dili yok olsa da, artık Trak kimliği ortadan kalksa da Trak kültür mirası tüm ihtişamıyla ayakta durmakta ve bilimsel değerlendirmeler yapılmasını beklemektedir. Bu bir başlangıç ve ilerde gerçekleştirilecek tüm yeni projelerin ve işbirliği faaliyetlerinin de temellerinin atıldığı bir eylemdir.
Bulgaristan’daki bir belediye ile bu tip bir işbirliği yapmak benim için ayrıca çok önem taşıyor. Köken itibariyle atalarımın geldiği bu topraklara beni ruhen bağlayan nedenler sayılamayacak kadar çok. Ama yaşadığım topraklara olan sevgim de sonsuz. Bu nedenle bu anlaşma benim için gerçekten çok büyük bir sevgi ve dostluk ağının başlangıcı olmasını da temenni ettiğim bir olgu. Bu bakımdan tüm Pınarhisarlılar, Kırklarelililer ve tüm Türk milleti için olduğu kadar, Tsarevo’nun kimliğinde Bulgaristan’da yaşayan herkese de hayırlı olmasını temenni ederim."
Kırklareli Kent Haber, 22.02.2007
|
|
ÖKÜZ MEHMET PAŞA KERVANSARAYI'NIN ÇEVRE DÜZENLEMESİ ONAYLANDI
Aydın'ın Kuşadası İlçesi'nin simgelerinden birisi olan Öküz Mehmet Paşa Kervansarayı'nın çevre düzenlemesi için gereken iznin alınmasından sonra çalışmaların başladığı bildirildi.
Geçen yılın başında Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulunun onayı ve Kuşadası Belediyesi'nin girişimiyle çevresindeki bütün barakaların temizlendiği Öküz Mehmet Paşa Kervansarayı'nda, 12 binanın dış cephe giydirmelerinin yapılabilmesi için hazırlanan proje de Aydın Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'nca onaylandı.
Kuşadası Belediye Başkanı Fuat Akdoğan, yaptığı açıklamada, kervansaray etrafındaki 12 binanın dış cephe giydirmelerinin, tarihi dokuya uygun olarak yapılacağını bildirdi. Akdoğan, şunları kaydetti: ''Kentsel dönüşüm projesi çerçevesinde Barbaros Bulvarı, Sağlık Caddesi ve Kaleiçi'nde yürüttüğümüz dış cephe düzenleme çalışmasını, Kervansaray etrafında sürdüreceğiz. Barakaların kaldırılmasından sonra etrafı açılan kervansarayın etrafındaki 12 binanın dış cephelerinin tarihi dokuya, eski Kuşadası mimarisine uydurulması için hazırladığımız proje onaylandı. Turizm sezonu başına kadar bu çalışmaların tamamlanmasını hedefliyoruz.''
Kuşadası Orient ve Grand Bazaar esnafıyla bir toplantı düzenleyen Akdoğan, gemilerden inen turistin ilk gördüğü çarşı ve ilçenin vizyonunu oluşturan merkezi binaların tarihi dokuyla giydirileceğini belirtti. Akdoğan, ''Belediyemizin tüm imkanları ve çarşı esnafımızın katkılarıyla hummalı bir çalışmayla 2007 turizm sezonu başlamadan kötü görünüme son
verilecek'' dedi.
Turizm Gazetesi, 21.02.2007
|
KIŞLADAN MÜZEYE DÖNDÜ
Osmanlı döneminde askeri kışla ve talimgah olarak kullanılan yapı, bugün Anadolu Üniversitesi Çağdaş Sanatlar Binası olarak hizmet veriyor. Anadolu Üniversitesi Yunus Emre Yerleşkesi içinde yer alan müzede paha biçilmez yapıtlar, sanatseverlerin ilgisini çekiyor.
Anadolu Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Dekanı Prof. Atilla Atar , binanın mimari yapısı açısından birinci ulusal mimarlık dönemine ait olduğunu belirterek "Bina 19. yüzyıl başlarında yapılmış bir yapıdır. Bu özelliği ile Osmanlı dönemini de kapsıyor. Zaten bina hem Osmanlı döneminde, hem de Cumhuriyet döneminde ülkeye askeri kışla ve talimgah binası olarak hizmet verdi. Binanın Anadolu Üniversitesi denetimine geçmesi ise 1982 yılında olmuştur. Bina o tarihten beri üniversitemiz denetimindedir. Ayrıca bina Anadolu Üniversitesi'nin isteği üzerine TC Kültür Bakanlığı Konya Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'nun 09.12.1988 tarih ve 358 sayılı yazısı ile tescillenmiştir. Bina üniversite hizmetine geçince 1998 yılına kadar cam ve demir atölyesi olarak kullanıldı. Kasım 2001'de Çağdaş Sanatlar Müzesi olarak tasarlandı ve inşa edildi" diye konuştu.
Binanın müze olarak tasarlanmasında etkili olanın binanın kendi mimari yapısı olduğuna da vurgu yapan Prof. Atar, "Binanın birinci ulusal mimarlık dönemine ait oluşu ve önemli bir yapı oluşu, binanın bir restoran veya kafe değil de müze olarak tasarlanmasında etkili oldu. Zaten böyle bir özelliğe sahip olan binanın müze dışında başka bir yapı olarak tasarlanması düşünülemezdi" şeklinde konuştu.
Müze koleksiyonunun Eskişehir'de yıllar içinde oluşan sanatsal birikimin sonucu gerçekleştiğini de belirten Anadolu Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Dekanı Prof. Atilla Atar, şunları söyledi: "Önce Uygulamalı Güzel Sanatlar Yüksek Okulu, daha sonra Güzel Sanatlar Fakültesi'nin denetiminde Türk sanatına aralıksız 10 yıl hizmet veren Palet Sanat Galerisi, burada ürünlerini sergileyen yerli, yabancı sanatçıların yapıtlarını üniversite koleksiyonuna kazandırmıştır. Üniversite koleksiyonundan seçilen y apıtlarla da Çağdaş Sanatlar Müzesi'nin koleksiyonu oluşturulmuştur. Zaman içerisinde zenginleşen müze koleksiyonunda 134 Türk, 46 yabancı, 180 sanatçının yapıtı bulunmaktadır. Bunların hepsi kendi içerisinde güzel ve özel, ama örnek verecek olursak Abidin Dino 'nun eserleri ön plana çıkıyor. Abidin Dino dışında örnek olarak 1981 42. DRHS Başarı Ödülü sahibi Nuri Abaç, 1971 İtalya Ugo Carpi Uluslararası Gravür Sergisi bronz madalyası sahibi Mustafa Aslıer ve A ğahan Mimarlık Ödülü Finalisti Erol Akyavaş 'ı verebiliriz." Müze koleksiyonunda 134 Türk, 46 yabancı, toplam 180 sanatçının yapıtı bulunuyor.
Cumhuriyet, Haber: Can Hacıoğlu, 21.02.2007
|
MİLAT ÖNCESİ AT FİGÜRLERİ BULUNDU
Eskişehir'e bağlı Sivrihisar ilçesinde MÖ 6. binin ikinci yarısına ait olduğu tahmin edilen kaya resimleri bulundu. Anadolu Üniversitesi (AÜ) Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Ali Umut Türkcan'ın Eskişehir Arkeoloji Müzesi ile yürüttüğü çalışmada Anadolu'da şimdiye dek bulunmuş en eski at figürleri belirlendi. Figürlerin Orta Anadolu Böl-gesi'nde şu ana kadar bilinen ilk örnek olduğunu belirlediklerini belirten Türkcan, kaya resminin içerdiği figürler açısından ilginç olduğunu bildirdi. Resimde 20 at figürü, karşılarında da ellerini açmış insan figürü olduğu tahmin edilen bir betime rastlandığını söyleyen Türkcan, "Avrasya steplerinde en erken MÖ 4. binde atların evcilleştirildiği biliniyor. Bu figürler insan ile at ilişkisini betimliyor. Atın evcilleştirilmesinin ilk adımlarını atan bir tastır olabilir" dedi. Bu resmin, Anadolu'da bulunan ilk at figürleri olması nedeniyle de ilginç olduğunu söyleyen Türkcan, "At figürleri özellikle bu bölge içinde önemli. Çünkü Frigya Bölgesi at yetiştiriciliğiyle ün salmış bir bölge" dedi.
Birgün, 21.02.2007
|
'YENİ HARİKA' AYASOFYA İÇİN INTERNET BAŞINA
’Dünyanın 7 Harikası’ küresel çapta yapılan bir halk oylamasıyla yeniden belirleniyor.
Bu amaçla seçilen 21 eser ve bina arasında, Türkiye’den de Ayasofya Müzesi bulunuyor. Merkezi İsviçre’de olan ’Yeni 7 Harika Vakfı’ adlı uzmanlar grubunun girişimiyle başlatılan oylama işlemleri “www.new7wonders.com” sitesi üzerinden günde 200 bin oyla devam ediyor. Geçen yıl aday eserlerin sayısı 77’den 21’e düşürülmüş ve Ayasofya finalistlerden olmuştu. Yeni 7 harika 07.07.2007 tarihinde, 07:07’de açıklanacak. Kolezyum (Roma), Tac Mahal (Hindistan), Çin Seddi, Giza Piramitleri (Mısır), favoriler arasında. Oylama 100 milyon oyla tarihin en büyük anketi olacak.
Vatan, 21.02.2007
|
|
RESİM HEYKEL MÜZESİ'NDE BİLDİK TÜRKİYE MANZARASI
İstanbul Resim ve Heykel Müzesi açılalı tam 70 yıl olmuş. 70 yıl, bir müzenin ömründe hiç de kısa bir süre sayılmaz; 70 yılda zengin bir koleksiyon, zengin bir kütüphane oluşturulamaz mı? Sanat tarihine kaynaklık edebilecek en azından birkaç yayın çıkarılamaz mı? İyi bir etkinlik programıyla, Türkiye'nin sanat ortamına entelektüel katkı üreten bir merkez haline gelinemez mi? 1937'de Ar dergisinin, 'Plastik sanatlar şimdi kök bulmuştur' sözleriyle açılışını duyurduğu bir müze, 70 yılda -Türkiye'nin maddi koşullarında dahi- kök salamaz mı?..
Müzenin, yıllardır sıkıntı çektiğini; bırakın koleksiyonmuş, kütüphaneymiş, yayınmış, bürokrasi sorunu, bina sorunu, nem sorunu, depo sorunu vb. sorunlarla boğuşup durduğunu biliyoruz. Peki bütün bu sorunların nedeni, yalnızca para mıydı? Neden hiçbir kültür bakanı, bu müzeye sahip çıkmadı? Bir yandan da düşünmeden edemiyor insan: Müzenin olanaksızlıkları yanında bazı olanakları hiç mi yoktu? Örneğin, sanatçıları, mimarları, sanat tarihçileri, restoratörleri, fotoğrafçıları, grafik tasarımcıları vb. uzmanlık birikimiyle ülkemizin en köklü sanat okulunun bünyesinde bulunması da mı bir şeyi değiştiremedi? Peki neden değiştiremedi?
Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi'ni suçladığım sanılmasın: Orada bu müze için çaba harcayacak çok sayıda gönüllü bulunabileceğine eminim; ayrıca üniversiteden müzeye tayin edilen son derece gayretli birkaç insanın, müzeyi gönülden seven bazı müdürlerin hakkı yenemez. Ne var ki, onların da elini kolunu bağlayan çıkmazlar, müzeyi atıl vaziyette bırakan durumlar geçen yıllara her seferinde damgasını vurdu. Müzemiz, ben hala anlayabilmiş değilim ama, nasıl olduysa 70 yılda ancak bir arpa boyu kadar yol geldi.
Bu olumsuz tablo, bilmiyorum artık değişecek mi? Resim ve Heykel Müzesi'nde şu sıralar büyük bir restorasyon var. Bu restorasyon sırasında açılan '70 Yıla 70 Eser' sergisi, müzedeki koleksiyonun özünü izleyiciyle buluşturmaya devam ediyor. Koleksiyonu bu belli başlı örnekleriyle yeniden görmek açısından ziyaret edilebilir bir sergi bu; günümüz Türk sanatıyla karşılaştırmalar yapmak, sanatçıların konuları, teknikleri ve düş güçleri nereden nereye uzanıyor diye bir bakmak açısından ilginç.
Sergide, Turan Erol, Adnan Çoker ve Özdemir Altan dışındaki sanatçıların hiçbiri hayatta değil; en yeni yapıt örnekleri de 1960'lı yıllara ait. Abdülmecit Efendi'nin 'Haremde Goethe'sinden Osman Hamdi'nin 'Konuşan Hocalar'ına, Şeker Ahmet Paşa'nın 'Orman'ından Çallı'nın 'Manolyalı Natürmort'una, Ali Avni Çelebi'nin 'Maskeli Balosu'ndan Nurullah Berk'in 'Ütü Yapan Kadın'ına, Zeki Faik İzer'in 'Kuş'undan Cihat Burak'ın 'Dolmabahçe Kapısı'na ve Hadi Bara, Kuzgun Acar, Zühtü Müritoğlu, İlhan Koman gibi ustaların heykellerine uzanan sergi, Türk sanatının başyapıtlarını toplu halde görme olanağını sağlıyor.
Başlı başına bir tarihsel anıt olan binanın restorasyonu yapılırken, yapıtların kendi yıpranmışlığı da ayrıca dikkat çekici. Halil Paşa'nın 'Yatan Kadın'ının biraz bakıma ihtiyacı yok mu? Bir de o köşesi kırık çerçevede sergilenmiyor mu, doğrusu insanın içi acıyor. Ya da daha yeni örneklerden, örneğin Altan Gürman'ın 'M1'i, öyle yıpranmış ki, sanki başka bir çağdan kalmış.
Bu yapıtlar hep oradaydı; biliyorsunuz. Müzeye sürekli gidip gelen biriyseniz, bu sergiyi görmenize gerek yok. Hiç gitmediyseniz, ya da uzun zaman olduysa, gidip görün. Hem resimlere bakarsınız, hem de bizi bize çok güzel anlatan bir Türkiye manzarasına. Neyse ki, bir şey yapmak gereği sonunda hissedilmiş.
Radikal, Haber: Ahu Antmen, Fotoğraf: Muhsin Akgün/AA, 21.02.2007
|
ŞEHZADELER ŞEHRİNE ŞEHZADELER MÜZESİ
Amasya Valisi Celaleddin Lekesiz, Kültür ve Turizm Bakanlığı Anıtlar ve Müzeler Genel Müdürlüğü'nden gelen heyetle birlikte Hatuniye Mahallesi'nde yapımına başlanılan Turizm Danışma Müdürlüğü binası ve Şehzadeler Müzesi'nde incelemelerde bulundu.
Kültür ve Turizm Bakanlığı Anıtlar ve Müzeler Genel Müdürlüğü süsleme sanatçıları ve mimarları ile birlikte tarihi Hatuniye Mahallesi'nin girişinde 350 bin YTL'ye yüklenici firma tarafından aslına uygun olarak yapılan Turizm Danışma Müdürlüğü binası ve Şehzadeler Müzesi'nde incelemelerde bulunan Vali Lekesiz, 12 Haziran'a yetiştirilmeye çalışılan binanın içerisinde turizm danışma bürosu, Amasya'da valilik yapmış şehzadelerin ve Amasyalı olan Yavuz Sultan Selim'in de aralarında bulunduğu 11 padişahın balmumundan yapılmış heykellerinin sergileneceği Şehzadeler Müzesi, DÖSİM ürünleri satış reyonu, Valilik Koruma Uygulama Denetleme Bürosu ve bina içerisinde özürlü asansörü bulunacağını belirtti.
Şehzade Müzesi'nin yapımına çok önem verdiklerini söyleyen Vali Lekesiz, "Bu bina bitirildiğinde eşsiz güzelliğiyle göz kamaştıracak. Şehzade Müzesi'nde 11 Türk büyüğünün balmumundan yapılmış heykellerini sergileyeceğiz. Ayrıca Amasya gibi bir kentte bir kulübe içerisinde turizm danışma bürosu olması bizi üzüyordu, böylece Amasya'ya yaraşır bir danışma bürosu olacak" diye konuştu.
Amasya Kent Haber, 20.02.2007
|
"DRENAJ SİSTEMİ YERALTINA ALINABİLİRDİ"
II. Bayezid Külliyesi'ni taşkın sularından kurtarma amaçlı yapılan, drenaj motorlarının bağlandığı ve tarihi yapının görüntüsünü bozan bina için Makine Yüksek Mühendisi Hüseyin Erkin bir çözüm önerisinde bulundu. Vakıflar Bölge Müdürü Hüseyin Özer'in, binanın çaresizlikten yapıldığını ifade etmesinin ardından görüştüğümüz Erkin, “Drenaj sistemleri yer altına yapılarak dışarıya bina yapılmayabilirdi” dedi.
Yıllarca DSİ'de görev yapıp bu kurumdan emekli olan ve İkinci Bayezid Külliyesi dış avlusundaki yapı için bilgisine başvurduğumuz Hüseyin Erkin, külliyenin silüetini bozan yapı için Edirne'de hassas bir tepki oluşmadığına dikkat çekti. Bu konuda, Trakya Üniversitesi'nin, kurum veya kuruluşların tepkisinin olmayışının üzücü olduğuna değinen Erkin, tarihi eserlerin binalar ve büyük ağaçlarla kamufle edilmesinden çok rahatsız olduğunu söyledi.
Genel manada tarihi eserlerin ortaya çıkartılıp gösterilmesinin turizmin en önemli parametrelerinden biri olduğunu kaydeden Erkin, “Biz bu tarihi eserlerin tanıtımı için uğraşıyoruz. Ama ne yazık ki, ilimizde ve başka illerde bu önemli yapılar büyük ağaçlar veya yanlarına sonradan yapılan yapılarla kamufle edilerek, o ihtişamlı görüntüler kısmen kayboluyor. Çirkin yapılaşmalar oluşuyor. Değişik şekillerle tarihi yapılar çirkinleştiriliyor” dedi. Bayezid Külliyesinin yanına yapılan drenaj istasyonu gibi, yapıları gizleyerek yapılmasını mümkün olduğuna da değinen Erkin, şunları söyledi.
“Drenaj ve pompayla ilgili teknoloji dünyada çok üst düzeye çıktı. Türkiye'de de bu konuda bir çok çalışma yapılmış durumda. Yeni İller Bankası, DSİ veya Belediye hizmetlerinde çok güzel drenaj sistemleri yapılıyor. Hatta bir çok futbol sahasında bile drenaj sistemlerinin uygulandığını biliyoruz. Buradaki pompalar dalgıç pompalardır. Bunlar su içinde çalışır. Bir futbol sahasının drenajında bile bu pompaları göremezsiniz, bunlar uygun bir yere monte edilmiştir. Çim sahanın veya toprak zeminin altındadır. Külliyenin bahçesindeki yapı da bu şekilde yapılabilirdi.
Külliye bahçesinde birikecek su ne şekilde hesaplandı, ne miktar birikecek bilmiyorum. Drenaj yapılacak alanda toplanacak suyun hesaplanmasının ardından bu drenaj yapılıyor. Böylece ne şekilde pompaların kullanılacağı ortaya çıkıyor. Hudut Gazetesi'ndeki haberlerden öğrendiğim kadarıyla, bu alana iki adet 600 lt/saniyelik pompa düşünülmüş konmuş. Tahminimce bu pompalar o alan için oldukça büyük. Halbuki, drenaj yapacak pompaların yağmur suları veya nehirden yükselecek suları azar azar atacak bir şekilde dizaynı yapılsa çok daha iyi olacaktı.
Bizim DSİ'de geçmişte yaptığımız uygulamalar da bu şekildedir. O zaman hiçbir su birikintisi olmadan gelen su atılacağı için pompa bunları atar, fazla su artarsa ikinci pompa, üçüncü pompa devreye girer. Küçük pompalar yer kaplamayacaktır. Bir kuyu içinde toplanan pompalar bir borudan drenaj edilebilir. Buradaki drenaj sisteminin nasıl projelendirildiğini bilmiyorum.
Pompalar büyüdüğünde bunlara vinç sistemleri yapılacağı için yapı dışarıya da çıkar. Küçük pompalar kullanılsa, bu şekilde hantal yapılaşma da olmaz. Küçük pompalar kullanılsaydı şu anki çirkin görüntü olmayacaktı. Pompaların üzeri toprakla kapatılırdı. Bu alanda sadece bir kapak olurdu. Kontrol paneli de duvara yapışık bir şekilde kamufle edilebilirdi. Böyle bir şey düşünülmemiş burada. Belki aceleye gelmiş. Burada toplanacak suyun hesaplanması ve öncelikle pompa seviyesinin belirlenmesi lazımdı. Toplama boruları uygun şekilde dizilip su bir yerde toplanmalı. Uygun pompalarla dediğim şekilde yapılsa çok daha ucuza mal olur.”
Edirne Internet Gazetesi, Fotoğraf: Behiç Günalan/Edirne Vergi Dairesi Başkanlığı, 20.02.2007
|
"KARA MAĞARA TURİZME AÇILSIN"
Hatay, Yayladağı Yeditepe Beldesi Yayıkdamlar Köyüne bağlı Karamağara yolu geçtiğimiz ayda başlayan parke çalışmalarına Vali Ahmet Kayhan da katılmış ve yerinde incelemelerde bulunmuştu.
Edinilen bilgilere göre yaklaşık 6 km'lik parke çalışmalarının bitmek üzere olduğu açıklandı. Karamağara'nın yaz aylarında da turizme açılmasının beklendiği belirtildi.
Hatay Gazetesi, 21.02.2007
|
İŞ MAKİNESİYLE KAÇAK KAZI
Kayseri'de Boyacı Köyü yakınlarındaki Roma dönemine ait tümülüste, iş makinesiyle gece kazı yapmaya başlayan köyün muhtarı Naci D. ile İhlas Ö, Mehmet C. ve iş makinesi operatörü Fikret Ç. jandarma ekiplerince suçüstü yakalandı. Kazı bölgesindeki araştırmada, tümülüsün mezar odasını bulmak için iş makineleriyle açılmış 20 metrelik bir kanala rastladı.Bulunan gaz maskelerinin, kazı sonucu bulunacak mezar odasına girerken zehirli gazlardan korunmak için kullanılacağı kaydedildi.
Birgün, 20.02.2007
|
|
"ŞATOMU GERİ İSTİYORUM"
Saraybosna’da 93 yıl önce suikasta kurban giden Avusturya-Macaristan Arşidükü Franz Ferdinand’ın torunu Prenses Sofie von Hohenberg, 1.Dünya Savaşı’nın sona ermesinden hemen sonra ellerinden alınan Çek Cumhuriyeti’ndeki Konopiste Şatosu’nu geri istiyor.
1919 yılında, Habsburglar’ın elindeki tüm mal varlığına el konduğunu belirten Prenses von Hohenberg, şatonun Habsburglara değil, imparator tarafından Prenses Hohenberg ünvanı verilen büyükannesi Sofie’ye ait olduğunu, savunuyor. Avusturya-Macaristan İmparatoru Franz Josef’in, Ferdinand’ın Sofie ile evlenmesine, doğacak çocuklarının veliaht kabul edilmemesi şartıyla izin verdiğini belirten Prenses von Hohenberg, işte bu yüzden şatoya el konulmasının yasa dışı olduğunu vurguluyor.
Uzun süredir Çek yasalarıyla mücadele ettiğini ifade eden Prenses von Hohenberg, "Eğer davayı kazanırsam, şatoyu halka kapatmayı düşünmüyorum" diye konuştu. Şato, Çek Cumhuriyeti’nin tarihi kültürel mirası kabul ediliyor ve Prenses davayı kazansa bile, içinden bir çöp bile alamayacağına dikkat çekiliyor.
1914 yılında, Gavrilo Princip adlı militan bir Sırp genci, Arşidük Franz Ferdinand ile eşi Sofie’yi, Saraybosna’daki caddeden geçtiği sırada vurarak öldürmüştü. Suikastın ardından patlak veren 1.Dünya Savaşı 4 yıl sürmüş ve Avrupa haritası yeniden çizilmişti.
Hürriyet, 20.02.2007
|
EVRENSEL DEHA LEONARDO ANKARA'DA
İstanbul'da yoğun ilgi gören "Leonardo: Evrensel Deha" sergisi, şimdi de Ankara'daki sanatseverlerle buluşacak. Sergi, Arçelik AŞ'nin katkılarıyla, 24 Şubat'ta Orta Doğu Teknik Üniversitesi'nde açılacak.
Sanatçının mühendislik harikası olarak kabul edilen orijinal çizimlerinden inşa edilmiş makinelerin replikalarını barındıran uluslararası üne sahip sergi, 24 Mart'a kadar gezilebilecek. İstanbul'da iki ay açık kalan sergiyi, 114 binin üzerinde ziyaretçi gezmişti.
Zaman, 20.02.2007
|
TOPKAPI PALACE'A TAKLİT DAVASINDA BAKANLIK DEVREDE
Kültür ve Turizm Bakanlığı, Osmanlı mirasının en önemli eserlerinden Topkapı Sarayı'nı hem mimari açıdan hem de isim olarak taklit eden Topkapı Palace Oteli'ni dava etmek için girişimlere başladı.
Zaman'ın haberinin ardından harekete geçen Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü, İstanbul Valiliği'nden resmi yazıyla konuyla ilgili bilgi ve belgeleri istedi. Valilik de bakanlığın talebini Topkapı Sarayı Müzesi Müdürlüğü'ne iletti. Gerekli belgelerin Ankara'ya ulaşmasının ardından bakanlık, sarayın mimarisini ve isim hakkını taklit ederek 1997 yılında Antalya'da kurulan 'Topkapı Palace'a dava açacak. Mahkeme sürecinin önümüzdeki günlerde başlayacağı ve MNG Holding'e ait otelden, bugüne kadar Topkapı Sarayı'nın ismini kullandığı için yüz binlerce dolarlık tazminat talep edileceği belirtiliyor. Daha önce Topkapı Palace yönetimine 'tasarım ve marka tecavüzü yapıyorsunuz' diyerek ihtarname çeken avukat Bülent Gökçen, sürecin artık devletin inisiyatifinde yürüyeceğini söylüyor. İstanbul Topkapı Sarayı'nı Sevenler Derneği'nin 2. başkanlığını da yürüten Gökçen, "Söz konusu otel tarihi sarayın ismini ve mimarisini kullanarak yüz binlerce dolar kazanıyor. Fakat marka parası olarak tek kuruş ödemiyor. Biz konunun takipçisi olacağız." diyor.
'Topkapı Sarayı' markasını tescilli bir marka olarak kullanmak hukuken mümkün değil. Antalya'da bulunan Topkapı Palace Oteli'nin avukatı Ayhan Yılmaz ise ihtarname çeken Topkapı Sarayı'nı Sevenler Derneği'ni muhatap olarak kabul etmeyeceklerini söylemişti.
Zaman, Haber: Emre Soncan, 20.02.2007
|
|
|
KÖY CAMİSİNDE 600 YILLIK SANCAK
Bursa'nın İnegöl İlçesi'ne bağlı Kulaca Köyü Camii'nde bulunan sancağın Osmanlı dönemine ait olduğu tespit edildi. Sancak, İnegöl Kaymakamlığı talimatıyla halk eğitim merkezine getirildi.
Sancağın yaklaşık 600 yıllık olduğu tahmin ediliyor. Orijinali muhafaza edilerek kumaş üzerine ilaçla yapıştırılan sancağın yapımı tamamlandıktan sonra kaymakamlığa teslim edilecek. Sancağın üzerinde Fetih ve Saffat sureleri bulunuyor.
İnegöl Kaymakamı Erdoğan Bektaş, köy gezileri sebebiyle gittiği Kulaca köyünde vatandaşların camilerinde tarihi sancağın bulunduğunu söylemeleri üzerine konuyla ilgilendiklerini söyledi. Orijinal Osmanlı sancağının daha önce İnegöl'ün kurtuluş yıldönümü etkinliklerine getirildiğini ifade eden Bektaş, "Sancak nemli olarak katlanıp saklanınca harfler dışında kalan bezi iyice dağılmış. Köylüler de yıllardır kutu içerisinde saklamış. Sancak çok eski olduğu için sadece harfleri duruyordu. Şu an halk eğitim merkezi, sancağın orijinalliğini korumak için çalışma yapıyor." dedi.
Bezi yün kumaştan yapılmış ve balmumuyla koruma altına alınmış olan sancağın üzerindeki harfler o günün şartlarıyla toprak boyayla yazılmış. Yazı sanatı olarak kufi süsleme sanatı kullanılmış. Sancağın orijinal alemi ve sapı köy camisinde duruyor. Sancakta 14 harfin eksik olduğunu tespit ettiklerini belirten Halk Eğitim Merkezi Müdürü İdris Yüzer, eksiklikleri tamamladıklarını söyledi. Harflerin görevlendirilen bir imam hatip ve resim öğretmeni tarafından dizildiğini anlatan Yüzer, "Sancak üzerinde Lafzatullah, Peygamberimiz'in (sas) ismi, dört halife, Ashabı Kehf'ten yatan üç kişinin ismi ve Hz. Hasan ile Hz. Hüseyin'in isimleri bulunuyor." diye konuştu. Yüzer, tarihi sancağın araştırılması için parçaların resimlerini Askeri Harp Müzesi'ne gönderdiklerini aktarırken, müzeden gelen raporun sancağın Osmanlılara ait olduğunu doğruladığını ifade etti. Şu ana kadar bir yüzü bitirilen sancağın her iki kısmının yapım çalışması iki hafta sonunda tamamlanacak.
Zaman, Haber: M. Emin Karakurt, 20.02.2007
|
25 ESERİN RESTORASYONU
Malatya'da 12 eserin restorasyon çalışmasının bitirildiği, 7 eserin restorasyon çalışmasına bu yıl başlanacağı ve 6 eserin restorasyon çalışmasının ise devam ettiği bildirildi
Vakıflar Genel Müdürlüğü'nden alınan bilgiye göre, 2004 yılı ile 2006 yılı arasında toplam 12 adet tarihi eserin projesini temin edilerek, restorasyon çalışmasını bitirildiği kaydedildi.
Restorasyon çalışması bitirilen tarihi eserlerin Arapgir Gümrükçü Osman Paşa Camii, Yazıhan Fethiye Uzun Hasan Camii, Battalgazi Ulu Camii, Battalgazi Kanlı Kümbet, Darende Sadrazam Mehmet Paşa Kütüphanesi, Sadrazam Mehmet Paşa Camii Minaresi ve Hasan Rıza Paşa Kabri, Malatya merkez Yeni Camii, Darende Hacı Müşrif Camii minaresi, Battalgazi Sütlü Camii Minaresi, Battalgazi Emir Ömer Efendi Mescidi ve Türbesi olduğu kaydedildi.
Malatya'da projeleri bitirilerek restorasyonlarına 2006 yılı içerisinde başlanılan Hekimhan Taşhan ve Köprülü Mehmet Paşa Camii, Darende Yusuf Paşa Bedesteni ve Hüseyin Paşa Camii Minaresi, Arapgir Cafer Paşa Camii ve Battalgazi ilçesindeki Üçkardeşler (Halfetih Minaresi) Beşkardeşler (Şahabiye-i Kübra Medresesi) araştırma kazısı çalışmalarının ise devam ettiği aktarıldı.
Vakıflar Genel Müdürlüğü'nden alınan bilgilere göre Battalgazi İlçesi'ndeki Ak Minare, Silahtar Mustafa Paşa Kervansarayı, Ahmet Duran Mescidi ve Türbesi, Melik Sunullah Camii, Nefise Hatun Kümbeti, Malatya merkez Yusuf Ziya Paşa Camii ve Yeşilyurt Kölükoğlu Camii'nin onarımları için projelerin tamamlandığı ve 2007 yılı içerisinde restorasyonlarına başlanacağı öğrenildi.
Malatya Haber, 19.02.2007
|
|
TARİHİ 190 SİKKEYİ JANDARMAYA SATACAKTI
Denizli İl Jandarma Komutanlığı ekipleri, Bağbaşı Beldesi’nde oturan A.A’nın elindeki tarihi eserlere müşteri aradığını belirledi.
Alıcı gibi davranan jandarma ekipleri, dün A.A. ile irtibata geçerek Roma ve Bizans dönemine ait 190 sikkeyi almak için pazarlık yaptı. Pazarlığın sonunda gerçek kimliklerini açıklayan jandarmalar, A.A’yı gözaltına alıp sikkelere de el koydu. İşlemlerinin ardından adliyeye sevk edilen A.A. tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı.
Hürriyet, Haber: Ramazan Çetin, 20.02.2007
|
YOZGAT'TA DEPODAKİ ESERLER GÖRÜCÜYE ÇIKARILDI
Yozgat Valisi Amir Çiçek, Yozgat'ın çeşitli medeniyetlere ev sahipliği yaptığını hatırlatarak, 'Yozgat'ta toprağı kazdığın zaman tarihi eser çıkıyor' dedi.
Yozgat Valisi Amir Çiçek, İl Jandarma Komutanı Albay Sezai Akgün, İl Emniyet Müdürü Cumhur Kuluy ile birlikte Yozgat Müzesini gezip, Müze Müdürü Mustafa Akkaya'dan bilgiler aldı. Yozgat Müzesinde bir süredir düzenleme çalışmaları yapıldığını, depoda bulunan eserlerin çıkartılarak, müzede sergilenmeye başladığını belirten Vali Çiçek, tarihi eserlerin tamamının tek müzede sergilendiğini hatırlattı. Vali Çiçek, 'Etnografik eserler ile arkeolojik eserleri ayrı müzelerde sergilemek istiyoruz. Bunun için bazı çalışmalarımız var' diye konuştu.
Yozgat'ta bulunan tarihi alanların yeryüzüne çıkartılmasına yönelik kazı çalışmalarının yapıldığına da dikkati çeken Vali Çiçek, daha sonra şöyle konuştu: 'Yozgat, çeşitli medeniyetlere ev sahipliği yapmış bir il. Yozgat'ın toprağını kazdığınız zaman önemli tarihi eserler çıkıyor. Çeşitli bölgelerimizde toprak altındaki şehir kalıntılarının yer üstüne çıkartılması yönünde çalışmalar devam ediyor. Buralardan çıkan eserlerin derlenip, toparlanması ve teşhir edilmesi gerekiyor. Mevcut müzemizi daha iyi konuma getirmek için çalışmalar yapılıyor. Depolarda bulunan tarihi eserler çıkartılıp, sergilenmeye başlandı. Müze görevlilerimiz, tarihi eserlerin sayımlarını yapıyor. Yozgat, tarihi kalıntılar bakımından oldukça zengin bir bölge. Bunun bilinmesi gerekir, tanıtılması gerekir. Önce Yozgatlılar buralara gidip, görecekler, bilgi edinecekler, sonra da başkalarına anlatıp, tanıtımını yapacaklar ki, buralara turistler gelsin.'
Vatan, 19.02.2007
|
|
İZMİR'İN SEMBOLÜ 100 YAŞINDA
İzmir’in sembol yapılarından biri Asansör yüz yaşına girdi. 1907 yılında Yahudi Nesim Levy’nin inşa ettirdiği ünlü Asansör bütün güzelliğiyle İzmir’in körfeze bakan yüzünü süslüyor. Yaşlıların, kadın ve çocukların Mithat Paşa Caddesi’nden Halil Rıfat Paşa’ya çıkarken 155 basamaklı merdiveni kullanma zorunluluğundan kurtulması için sarp kayalıkların üzerine inşa ettirilen Asansör, 1907’de yaptırıldığında buhar gücüyle çalışıyordu.
İzmir Büyükşehir Belediyesi’ne geçtikten sonra elektrikle tanışan Asansör, yüz yıl önce çelik kontrüksiyon ile yapılan, İzmir’in ilk depreme dayanıklı yapısı.
Evrensel, 19.02.2007
|
ÜFTADE DERGAHI RESTORE EDİLİYOR
Bursa'da tasavvuf kültürünün önemli mekanlarından İvazpaşa Mahallesi`ndeki Muhammet Üftade Dergahı, hayırseverlerin desteğiyle restore edilmeye başlandı. Kestanelik Caddesi üzerindeki cami ve dergahın restorasyonunu üstlenen vatandaşlar, tarihi binanın çürüyen ahşaplarını değiştirirken yıkılmak üzere olan taş duvarları da yeniden inşa ediyor. Çalışmaların aralıksız sürdürülebilmesi için her ay 15 bin YTL işçilik ödemesi yapılıyor.
Dernek yetkilileri, hayırseverlerin bir-iki bin YTL`lik katkıları ile bugüne geldiklerini, ancak büyük kuruluşların dergahın restorasyonuna gereken ilgiyi göstermediklerini belirtti. Dernek yetkilileri, çalışmaları görmeye gelen Osmangazi Belediye Başkanı Recep Altepe`den ve AKP Bursa Milletvekili Şevket Orhan`dan destek istedi. Vakıflar Bölge Müdürü Mürsel Sarı`nın da hazır bulunduğu incelemede, binanın Vakıflar`ın mülkü olması sebebiyle firmaların yapacakları yardımların, tarihi eserler sponsorluk kanunu çerçevesinde vergiden de düşülebildiğine dikkat çekildi.
Osmangazi Belediye Başkanı Recep Altepe, belediye olarak dergahın restorasyonuna destek vereceklerini ve en kısa sürede bitirileceğini belirterek, `Dergah inşaatından sonra hemen yanındaki tarihi caminin tamiratı hususunu da takip edeceğiz. Uludağ`ın sırtlarındaki bu önemli mekan yine gönül dostları için hizmete devam edecek` dedi.
Pınarbaşı`ndaki Bursa Mevlihanesi`nin restorasyonu ile ilgili de bir proje başlattıklarını kayeden Altepe, Ahmet Cununi Dede`nin kurduğu Bursa Mevlivihanesi`ni de tekrar günümüz kültürüne kavuşturacağız. İnsanlarımız bu mekanlarda gönüllerini tazeleyecekler. Asırlarca Mesnevi okunan bu mekan yeniden ortaya çıkartılacak. Dünya 2007 Mevlana Yılı ilan ederken, Biz Bursa`daki tarihi mevlevihaneyi görmezden gelemeyiz` diye konuştu.
Bursa Olay, Fotoğraf: seyyahin.blogcu.com, 19.02.2007
|
|
ERZURUM'UN KÜLTÜREL MİRASINA DESTEK
Erzurum Kültür-Sanat ve Diyaloğu Geliştirme Derneği (ERKÜSAD) Başkanı Ünal Şahin, kentin tarihi, kültürel mirasını korumak ve gelecek nesillere aktarmak için çalıştıklarını söyledi.
Şahin, gazetecilere yaptığı açıklamada, dernek olarak 9 Mart'ta düzenleyecek programa, Prof. Dr. Fatin Sezgin, Prof. Dr. Hamza Gündoğdu, ve Yazar Talha Uğurluel'in konuşmacı olarak katılacağını söyledi.
Erzurum'un Cumhuriyetin kuruluş mayasının çalışmasında önemli bir rol üstlendiğini belirten Şahin, ''Erzurum, bu yüzyılda da önemini koruyacaktır. Kentin tarihi ve kültürel mirasını korumak ve gelecek nesillere aktarmak için çalışıyoruz'' dedi. Şahin, ayrıca liseler arası şiir ve kompozisyon yarışması düzenlediklerini belirterek, yarışmaya katılmak isteyenlerin, 20 Şubata kadar eserlerini derneğe ulaştırmaları gerektiğini kaydetti.
Erzurum Gazetesi, 19.02.2007
|
|
'KAPLUMBAĞA TERBİYECİSİ'NİN EVİ TURİZME KAZANDIRILACAK
Türkiye’nin ilk müzecisi, ressam Osman Hamdi Bey’in Yatağan’ın Turgut beldesindeki evi restore ediliyor. Muğla Valisi Temel Koçaklar, Muğla genelindeki kültürel değerlerin restore edilerek yaşatılması ve bu değerlerin gelecek kuşaklara aktarılabilmesi amacıyla bu yıl içinde 13 projenin hayata geçirileceğini söyledi. Bu projelerden en önemlilerinden birinin de Yatağan’ın Turgut beldesindeki, Osman Hamdi Bey’in evinin restorasyonu olduğunu belirten Vali Koçaklar, çalışmaların başladığını bildirdi. Restorasyonu, Osman Hamdi Bey’in kurduğu Güzel Sanatlar Fakültesinden mezun olan bir mimarın başkanlığındaki ekibin yapacağını ifade eden Koçaklar, şunları söyledi:
“Türkiye için tarihsel öneme sahip bir insanın evinin restore edilmesi heyecan verici. Kendisi Yatağan’ın antik kentlerinden Lagina’da da ilk arkeolojik çalışmayı yapan kişidir. O yıllarda oturduğu evi restore ediyoruz. Restorasyonu 300 bin YTL’ye ihale edilen evi, özgün şekilde restore ettirerek kültür turizmine kazandıracağız.”
Çalışmada görev yapan Metin Güçlü, 1890’lı yıllarda yapıldığını öğrendikleri evin restore çalışmasının 7 ay içinde bitirilmesinin hedeflendiğini belirterek, “Evin içinde bulunan eşyalar özenli bir şekilde dışarıya çıkartıldı . Yöre halkı çalışmanın tamamlanmasını heyecan içinde bekliyor” dedi.
Türkiye Gazetesi, 19.02.2007
|
TARİHİ MEKANLARA 'AKS' BAĞLANTISI
Bursa'da Yıldırım Belediyesi tarafından yaptırılan “yaya aksı" ilçedeki tarihi mekanları birbirine bağlıyor. Yerli ve yabancı turistlerin takdirini toplayan yaya aksı sayesinde Emirsultan, Yeşil ve Yıldırım'daki mekanlar birbirine bağlanmış oldu.
Tarihi Yaya Aksı, Bursa için önem arz eden tarihi yapılar arasında yapılan özel malzeme ve ışıklı parke çalışmasından oluşuyor. Gündüz renkli bordür taşları gece ise ışıklarının yanmasıyla hoş görüntüler oluşturuyor. Fotoğraf çekmeyi hobi olarak gerçekleştiren vatandaşlara gece çekimlerinde sahne olan Yıldırım Belediyesi tarihi yaya aksı , Yeşil Camisi ve Türbesi, Emirsultan Camisi, Yıldırım Darüşşifa ve Yıldırım Bayezıt Camisi' ni birbirine bağlıyor.
Yıldırım Belediye Başkanı Özgen Keskin, tarihi ve kültürel mirası koruma ve yaşatma projeleri kapsamında Balabanbey Kalesi, dünyanın 29. Türkiye'nin 2.Miniası, Cumalıkızık evleri 63. parsel restorasyonu ve tarihi yaya aksı çalışmalarının bitirilip hizmete açıldığını, Molla Yegan Medresesi çalışmasının da bitim aşamasına geldiğini söyledi.
Bursa Hakimiyet, 18.02.2007
|
|
EL YAZMASINA PAHA BİÇİLEMİYOR
Marmaris’te Mezopotamya dönemine ait bir orijinal el yazmasını satmak isteyen iki kişi yakalandı.
Arkeologların paha biçemediği el yazmasını Güneydoğu illerinden temin ederek, pazarlamak isteyen M.A.M. (35) ve satışa aracılık eden M.Y. (31) polisin düzenlediği “Estrangela” operasyonu ile ele geçirildi. Tarihi eserin Marmaris’e getirildiği ihbarı üzerine harekete geçen Emniyet Birimleri M.A.M ve M.Y isimli şahısların araç içinde pazarlık ettiği sırada baskın düzenledi.
Yapılan aramada, birbirine geçmeli olan taş muhafaza içerisinde Sami kökenli Süryani Alfabesi Estrangela ile ceylan derisi üzerine yazılmış Mezopotamya yöresine ait olduğu tahmin edilen, el yazması ele geçirildi. Daha sonra alıcı temin edeceği öğrenilen ve Marmaris’te ikamet eden M.Y.’nin evinde de arama yapan ekipler, tarihi eser kaçakçılarını Marmaris Cumhuriyet Savcılığı’na sevk etti.
Akşam, Haber: Selda Erçetin, 18.02.2007
|
|
KORUMA KURULU KENDİ YASAĞINI KENDİ DELDİ
Denizli'nin dünyaca ünlü cenneti Pamukkale'de travertenlerin doğal dokusuna zarar verdiği gerekçesiyle ayakkabıyla gezilmesini yasaklayan Kültür ve Tabiat Varlıkları'nı Koruma Kurulu, kendi koyduğu yasağı yine kendisi deldi.
Kurul üyeleri ve beraberindeki heyet, ayakkabılarıyla travertenlerin üzerinde incelemelerde bulundu. Üyeler, travertenlerde sürekli ayakkabıyla dolaşmanın doğal dokuya zarar verebileceğini, kısa bir inceleme gezisinin "yasak delme" olarak yorumlanmaması gerektiğini söyledi.
İncelemeler sırasında Vali Hasan Canpolat, Vali Yardımcısı Kemal Özgün, İl Kültür ve Turizm Müdürü Mehmet Korkmaz, Denizli Müze Müdürü Hasan Hüseyin Baysal, Pamukkale Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Celal Şimşek, Mimarlar Odası Başkanı Süleyman Boz ile mimar Ahmet Yoldaş da kurul üyelerine eşlik etti Grup daha sonra, Kocaçukur, seyir terasları, antik havuz, müze ve uzay çatıların bulunduğu giriş kapılarını ve Karahayıt Turizm bölgesini gezdi.
UNESCO'nun 'Dünya Doğal ve Kültür Mirası' listesinde yer alan ve uluslararası koruma kapsamında bulunan Pamukkale'deki travertenler, 90'lı yılların başlarında kirlilik nedeniyle renklerini neredeyse kaybetme aşamasına gelmişti. Kirliliğin kaynağı olarak gösterilen bölgedeki otellerin yıkılmasıyla ve alınan çeşitli tedbirlerle kirlenmenin önüne geçildi. Bu tedbirlerin en önemlilerinden biri de travertenlerde ayakkabıyla dolaşılmasının yasaklanmasıydı. Yasak, 1997'den bu yana uygulanıyor.
Milliyet, 18.02.2007
|
POST POST POST MODERN MÜZELER
On yıldır müze deyince artık turistlerin aklına tarihin ağırlığı altında ezilmiş, eski, tozlu binalar değil, en yeni mimarlık fikirlerinden doğmuş, garip ve kışkırtıcı yeni yapılar geliyor. Fransa’da yayınlanan Beaux-Arts sanat dergisine göre bu müzelerin koleksiyonları fazla önemli değil.
Mimarileri, özel efektleri ve sundukları kültürel eğlenceler ön planda. İşte bu yüzden turistler Londra’ya gidince Tate Modern’in yeni halini, İspanya’ya gidince Guggenheim Müzesi’ni görmeden dönmüyorlar. Şu anda dört kıtada bunlar gibi birçok çılgın müze yapılıyor.
Müzelerin yüzü 19 Ekim 1997’de değişti. O gün, İspanya’da Bilbao kentinde Guggenheim Müzesi açılmıştı. Gerçi ondan yirmi yıl önce Paris’teki Pompidou Merkezi de sansasyon yaratmıştı ama devamı gelmemişti.
Titanyumdan plakaların oluşturduğu Guggenheim Müzesi, gri bir sanayi şehri olan Bilbao’yu değiştirdi. Şehir hemen turistler için kaçırılmayacak bir ziyaret yeri oldu. Hiçbir tanıtım kampanyasının yapamadığını başarmıştı bir müze. Bunu sağlayan koleksiyonları değildi, çünkü koleksiyonu filan yoktu, ama sergilerindeki kalite ve mimarisindeki cesaret Guggenheim’ı müze dünyasını 21. yüzyıla hazırlayan öncü kurum haline getirmişti.
Aralık 2000’de The Art Newspaper adlı sanat dergisinde mimar Charles Jencks bir yazı yazarak, müzenin çok yakın bir zamanda, eski çağlarda ibadet yerlerinin, kilise, cami ve sinagogların sahip olduğu prestije ulaşacağını söylüyordu. Yazıda Guggenheim’ın Müdürü Lisa Dennison’ın şu sözlerine de yer vermişti: "Önce inşa edin, her şey arkasından gelir. Sadece halk değil, koleksiyonlar, sanatçılar ve para da. İşte şimdi bu çağdayız."
On yıl sonra, yazıda söylenenler doğrulandı. Artık müze dediğimizde akla önce bir mimarlık gösterisi geliyor. Bir kültür, bir eğlence merkezi bu. Koleksiyon önemli değil. Her kent, eğlence mekanları, restoran ve mağazaları da içine alan boş müzeler yaratmak için uğraşıyor. 1995-2020 arasında dünyada turistlerin sayısının üç kat artacağı düşünülüyor. Dünya kentleri bu akından pay kapabilmek için rekabet içindeler.
Bu durum, mimarlar için de yeni bir alan yarattı. Çılgın müze planlayarak üne kavuşan mimarlar var. Bunların başında da Herzog ve Meuton geliyor. Londra’daki Tate Modern Müzesi’ni yeniden tasarlayan mimarlar, 5 bin ton çelik ve 7200 bakır levha kullandılar. Aralık 2005’teki açılışından sonra bir yıl geçmeden tam 1 milyon 600 bin turist Tate Modern’in nasıl bir şeye dönüştüğünü görmek için müzeye hücum etti. Mimarlar, 2012’de müzeyi bir kere daha ele alıp bu defa cama dönüştürmeyi planlıyorlar.
Başka önemli müze mimarları da var: Berlin ve San Francisco’da Yahudi müzeleri yapan Libeskind, New York’taki New Museum ve Japonya’daki Kanazawa Müzesi’nin mimarları Sejima & Nishizawa (SANAA) bunlardan birkaçı. Zaten Zaha Hadid’den Frank Gehry’ye kadar bir müze planlamayan ünlü mimar yok gibi. Çünkü proje başına 50-200 milyon dolar arası bütçeler ayrılıyor. Üstelik müşteriler, mimarlara sonsuz bir özgürlük tanıyor. Çünkü zaten amaç, mümkün olan en çılgın binayı tasarlamak. Katar’da İslam eserlerine ayrılacak Doha Müzesi’ni ünlü mimar Ieoh Ming Pei yapıyor. Katar Şeyhi, "uçabildiğin kadar uç" demiş mimara. Üstelik bu müze, teknolojinin de son nimetlerinden yararlanacak, herşey elektronik olacak.
Herzog ve Meuton, 2010 yılında ABD’de Miami kentinde Miami Art Museum adlı yeni bir sanat müzesi inşa edecekler. Müze, kentin terk edilmiş bir bölgesinde yapılacak. İşte yeni müzelerin bir özelliği de bu. Genellikle şehirlerin yoksul bir mahallesinde veya artık insanların oturmadığı bir bölgesinde yapılıyor. Örneğin Boston’da ihmal edilmiş olan limanlarda havalı bir Çağdaş Sanat Enstitüsü inşa ediliyor. New York’taki New Museum da Broadway’deki yerini bırakıp Bowery’ye taşınıyor.
Peki müzelerin geleceği bu fütürist binalarda mı? Belediye başkanları ve tur operatörleri bundan emin gözüküyorlar ama sanat dünyasından gelen eleştiriler de var. Hatta müzelerde bir tür "Disneyleşme"den söz ediliyor. Cenevre Çağdaş Sanat Müzesi Müdürü Christian Bernard’a göre, 21. yüzyılın müzesi, bu çelik ve cam devler değil. "Bu büyük gösteri merkezlerinin önemli bir sorunu var. Ziyaretçi sayılarının çok yüksek olması gerekiyor. Eğer Tate Modern’de bir sergiye 300 binden az ziyaretçi gelirse, bundan edilen zarar bir sonraki sergiyle karşılanmaya çalışılıyor. Mimarların çoğu da bir müze yaparken içinde nelerin olabileceğini düşünmüyor, etkileyici bir bina yapmaya yoğunlaşıyor."
Tayland’ın başkenti Bangkok’ta yapılacak olan Bangkok Müzesi’ni sanat dünyası merakla bekliyor. R&Sie(n) Mimarlar Ajansı’nın yapımını üstlendiği müzenin açılışı, tsunami faciası nedeniyle ertelendi. Bu müze, çevre koşullarından etkilenen bir bina olacak. Elektrostatik metal yüzeyi, kentin kirlenmiş havasından gelen toz zerreciklerini çekecek, toz müzeye yapışacak. Bu nedenle inşaat sırasında binanın biçimi ve tasarımı da sürekli değişecek. Mimarlar bu nedenle müzenin "bukalemun" veya "delikli" olduğunu söylüyorlar. Ajans bunu soyut bir düzleme de taşıyor: "Şimdiki müzelerin hepsi su geçirmez tanklara benziyor. Oysa bir müze, sadece binasıyla değil programı, prosedürleri, senaryolarıyla da geçirgen olmalı, çevreden etkilenmeli."
Arka Arkaya Müze Patlamaları
2007
-
Akron Sanat Müzesi, ABD Ohio: Coop Himmelb(l)au
-
Akropol Müzesi, Atina: Bernard Tschumi
-
Doha İslam Eserleri Müzesi, Katar: Ieoh Ming Pei
-
Prado Müzesi’nin genişletilmesi, Madrid: Rafael Moneo
-
New Museum of Contemporary Art, New York: SANAA
-
Mimarlık ve Tarihi Miras Sitesi, Paris: Jean-François Bodin
2008
-
Avrupa ve Akdeniz Medeniyetleri Müzesi, Marsilya: Rudy Ricciotti
-
Çağdaş Yahudi Müzesi, San Francisco: Daniel Libeskind
-
Pompidou Merkezi, Metz, Fransa: Shigeru Ban ve Jean de Gastines
2009
-
Rijksmuseum, Amsterdam: Cruz & Ortiz ve Jean-Michel Wilmotte
-
Etkileşimler Müzesi, Lyon: Coop Himmelb(l)au
-
Louvre İslam Eserleri Bölümü, Paris: Rudy Ricciotti
-
Herge (Tenten’in yaratıcısı) Müzesi, Louvain, Belçika: Christian de Portzamparc
2010
-
Louvre Müzesi, Lenz: SANAA
-
Miami Art Museum, Miami: Herzog & Meuron
-
Louis Vuitton Vakfı Müzesi, Paris: Frank O. Gehry
Hürriyet Pazar, 18.02.2007
|
TARİHİ PAŞA KAPISI'NA FERFORJE KAPI
Hükümet Konağı çevre düzenleme çalışmaları kapsamında Valilik makamına giriş çıkışlar, uzun süre kapısız olan Tarihi Paşa Kapısı'ndan sağlanırken, kapısız girişe ferforje kapı takıldı.
Avrupa Birliği Edirne Bilgi Bürosu ve Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfı ile Deveci Han Kültür Merkezi olarak kullanılan tarihi mekanlar ile günümüz koşullarına göre inşaat edilen vilayet makamına uygun olarak çevre düzenlemesi çalışması kapsamında uzun süre kapısız kalan Tarihi Paşa Kapısı olarak adlandırılan girişe kapı monte edildi.
Geçtiğimiz hafta vilayetin arka bahçesinde otopark alanındaki düzenlemeler tamamlanırken, ölçüsü alınan kapı da akşam saatlerinde takıldı.
Edirne Internet Gazetesi, 17.02.2007
|
MICIRA DÖNÜŞEN MOZAİKLERE İNCELEME
Dünyada ilk darphanenin kurulduğu Uşak'ın Ahat Köyü sınırları içindeki antik şehir Akmonia'da 7 yıldan beri naylon altında kaldığı için özelliğini kaybeden mozaikler, Kültür ve Turizm Bakanlığı'nca görevlendirilen iki uzmanca incelendi. Uzmanların düzenleyeceği rapora göre soruşturma başlatılacak.
Geçen hafta Zaman, 'Antik şehrin mozaikleri naylon altında mıcır oldu' başlığıyla Akmonia'nın kurtarılması gerektiğini gündeme taşıdı. Haber üzerine Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü'nde görevli yüksek mimar Berna Görgün ile Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü'ne bağlı İstanbul Restorasyon ve Konservasyon Laboratuvar Müdürlüğü'nden yüksek restoratör Gülseren Dikilitaş, mıcıra dönüşmüş mozaikleri inceledi. Koruma için örtülen naylonu üç yerden açtırıp fotoğraf çeken ve topraktan numuneler alan uzmanlar, bölgeyi jandarma destekli koruyan bekçilere de sorular yöneltti. İzlenimlerini rapor haline getirecek olan uzmanlar, Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü'ne sunacak. Müdürlük yetkilileri de rapora göre inceleme ve soruşturma için müfettiş görevlendirecek.
Uşak Arkeoloji Müzesi Müdürü Sabiha Pazarcı ve Ahat Köyü Muhtarı İbrahim Aybey'in de hazır bulunduğu bir günlük incelemeden sonra uzmanlar Uşak'tan ayrıldı. Zaman'ın söz konusu haberinde, mozaiklerin mıcır haline geldiğini Uşak İl Kültür ve Turizm Müdürü Şerif Arıtürk de doğrulayarak, naylona temas eden kısımlarında kararmalar ve bozulmalar olduğunu söylemişti. Anadolu'daki en önemli Yahudi merkezlerinden biri olan Akmonia'da, yağmayı önlemek için jandarma destekli güvenlik görevlisi bulunduruluyor. Uşak Arkeoloji Müzesi'nin de geçen yıl bölgede incelemeler yaparak fotoğraf çekip rapor düzenlediği öğrenildi.
Zaman, Haber: Melik Evren, 17.02.2007
|
|
|
ATATÜRK EVİ'NDE YANGIN
Kayseri Atatürk Evi'nde kalorifer yakıtı boşaltılırken çıkan yangın büyümeden söndürüldü.
Doğal gazla ısıtma sistemine geçilmesi için fuel oil ile çalışan kalorifer kazanı kaynakla kesilerek çıkarılan Cumhuriyet Mahallesi'ndeki tarihi Atatürk Evi'nde, depodaki fuel oil yakıtının inceltilmesi için pürmüzle ısıtma yapılırken yangın çıktı.
Yakıt deposunun tutuşması sonucu başlayan yangın, itfaiye ekiplerinin müdahalesi sonucu çevreye yayılmadan söndürüldü. Yetkililer, yangında bin YTL dolayında maddi zarar meydana geldiğini, soruşturmanın sürdüğünü kaydetti. Atatürk, Heyet-i Temsiliye Reisi olarak 19 Aralık 1919 tarihinde Kayseri'ye geldiğinde 19. yüzyılda kesme taş tekniğiyle yaptırılan Raşit Ağa Konağı'nda misafir edilmişti.
Tarihi konak bir süre önce Atatürk Evi olarak müzeye dönüştürülmüştü.
Kayseri Kent Haber, Fotoğraf: TBMM (Resim: Işık Okşan), 17.02.2007
|
SÜLEYMANİYE'DE NELER OLUYOR?
Eminönü İlçesi, Tarihi Yarımada’nın belki en karmaşık alanlarından birisi. Gece ve gündüz nüfusu arasında milyonlarla ifade edilen bir fark olan bu bölgenin sorunları da karmaşık. Her mahallesi farklı bir yüz olan bu ilçede Süleymaniye bölgesinde şu sıralar dönüşüm kıpırtıları görünüyor.
Arkitera.com olarak “İstanbul Müze-Kent” projesi kapsamında dönüşüm projelerine başlanan bölge ile ilgili Eminönü Belediye Başkanı Sayın Nevzat Er’e çalışmalarla ilgili bir kaç soru sorduk.
Gökçe Aras: Müze Kent Projesi kapsamında pilot bölge seçilen Süleymaniye’deki çalışmalar şu an ne aşamada?
Nevzat Er: Bana göre İstanbul’da yenileme anlamında en büyük en önemli proje. O bölgede yıkımlar yapmayı hedefliyoruz. Bu aşamada metruk ve deprem riski altında bulunan binaları tespit edip yıkacağız. Yıkmadan bir şeyler yapmak zor. Önce o pislikleri temizlemek gerekir. Çalışmalar şu an yıkım aşamasında devam ediyor.
Yine Süleymaniye Bölgesi’nde KİPTAŞ’la birlikte ortaklaşa yaptığımız bir proje var. Özellikle Mimar Sinan İlköğretim Okulu’nun bulunduğu yer. O bölge; planlarda altı otopark üstünde kültür merkezi ve ahşap evler otopark olarak görünüyor. O projeyi biraz da geliştiriyoruz. O bölgede mülkiyetler genelde özel mülkiyetler, otopark da bir şahsa ait fakat o bölgeyle ilgili protokol hazırlandı sadece imzalamak kaldı.
Aynı zamanda Süleymaniye Doğum Evi’nin karşısında yenileme alanı kapsamında bir alan var. O alanın tescilini de belediye olarak aldık ve o alanla ilgili bir protokol hazırlıyacağız. Biz belediye olarak bize ait olan yenileme kapsamındaki yeri il özel idaresine vereceğiz il özel idaresi kendi okul yerini KİPTAŞ’a verecek, KİPTAŞ’ta bizim verdiğimiz yere karşılık kültür merkezi yapacak. Böyle güzel örnek ve gözle görülür bir projeyle çalışmalara da başlayacağız.
Bunun dışında sıkıntı özel mülkiyetler. Özel mülk sahipleri de ilgilenmiyorlar maalesef. Bu sebepten istimlakı düşünüyoruz. Bütün özel mülkiyetlerin tespitini yaptık şimdi iş bunun çözümünde.
GA: Bu müze kentler oluştuktan sonra buradaki sosyolojik yapının nasıl olması öngörülüyor?
NE: Bu projeyle bölgedeki sosyolojik yapı da düzelecek. Bu değişim ve dönüşümle sosyo – ekonomik yapı da değişecek. Bir kalite olacak. Örneğin şu anda o bölgede İstanbul’un merkezi olmasına rağmen elektrik kaçak kullanılıyor.
GA: Eski dokuyu da turistik bölge olarak değil de yaşanır bir şekilde bırakmak daha doğru değil mi?
NE: Bu bölgede konaklama değil konut olacak. Bir zamanlar Osmanlı’nın elit tabakası orada yaşamış, şimdi de bunu hedefliyoruz.
GA: Şu anda orada yaşamakta olan insanlar ne yapacaklar?
NE: Biz o insanlara gidiyoruz diyoruz bakın burası yıkılacak. Zaten %99’u kiracı hemen ev bul para hazır al ve git. 40 tane ev yıktım ben böyle.
GA: Bölgedeki ulaşımı nasıl çözeceksiniz? Yayalaştırmaya gidilecek mi?
NE: Yayalaştırma projesini bitirdik. İhaleyle yaptırmayı istedik ama bir şekilde olmadı. Biz bu çalışmalarda Eminönü bölgesinin yarısına yakınını yayalaştırıyoruz çünkü başka türlü olmaz. Bu bölgeye araba değil insanların gimesi lazım. Geçenlerde Aksaray’dan çıktım Eminönü meydanına 20 dakikada vardım. Çok küçük bir alan zaten arabaya binmeye gerek yok. Elime fırsat geçtiği an bu projeyi gerçekleştirmek istiyorum.
GA: Bu çalışmaları paylaşmayı düşünüyor musunuz?
NE: Biz paylaşmak istiyoruz zaten gelsinler paylaşalım.
Arkitera, Haber: Gökçe Aras, 16.02.2007
|
YOZGAT'TA TARİHİ ESER OPERASYONU
Yozgat'ta jandarmanın düzenlediği bir operasyonla, tarihi eser satmak isteyen 2 kişi suçüstü yakalandı.
Edinilen bilgiye göre, İl Jandarma Komutanlığı ekipleri yaptıkları istihbarat çalışmaları sonucunda, Kayseri'den Yozgat'a gelen 2 kişinin ellerinde tarihi eser bulundurduğu ve bunları satmak için müşteri aradıkları bilgisine ulaştı.
Tarihi eserleri satmak isteyen F.E. (28) ve F.Y. (24) ile irtibata geçen ekipler, Boğazlıyan-Sarıkaya ilçe yolunda buluştu. Alıcı kılığındaki ekiplere tarihi eser satmaya çalışırken suçüstü yakalanan şahıslar gözaltına alınırken, operasyonda çeşitli dönemlere ait 21 adet sikke, 2 adet altın küpe ve 3 adet mühür ele geçirildi.
Yapılan ilk sorgulamanın ardından adliyeye çıkartılan F.E. ve F.Y. serbest bırakıldı.
Yozgat Kent Haber, 16.02.2007
|
11 - 17 Şubat 2007
|
EN YENİSİ
Çanakkale'nin Eceabat İlçesi'ne bağlı Kilitbahir Köyü'ndeki Mecidiye Tabyası'nda bulunan Çanakkale Savaşı kahramanı "Topçu Seyit Onbaşı" heykeli yeniden değiştiriliyor.
Yeni heykelde, konu mankeni olarak vücutçular kullanılıyor. Kültür ve Turizm Bakanlığı, geçen yıl heykeltıraş Hüseyin Anka Özkan'a ait olan ve 10 yıl boyunca Tabya'da yer alan heykeli "Tarihi hata var" diyerek yenisiyle değiştirmişti. Onbaşının eski heykelde mermiyi kucağında taşımasını hatalı bulan bakanlık, yeni heykeli mermiyi sırtında taşır bir şekilde yaptırmıştı. Ancak heykeltıraş Eray Okkan ve 7 kişilik ekibi tarafından 15 günde yapılan heykel, ünlü heykeltıraşlar tarafından çok sert eleştirilmişti. Hürriyet'in eleştirileri duyurmasının ardından, bakanlığın sessiz sedasız başka bir heykel daha yaptırdığı ortaya çıktı. Heykeltıraş Murat Daşkın'ın yaptığı yeni Topçu Seyit Onbaşı heykeli 18 Mart'a yetiştirilecek. Çamur aşaması biten heykeli Daşkın'ın atölyesinde görüntüledik. Heykeli yapmak için 21 gündür geceli gündüzlü çalıştığını belirten Daşkın, konu mankeni olarak da vücutçuları kullandığını açıkladı. Vücutçulara mermi şeklinde kum torbaları veren Daşkın heykelle ilgili şunları söyledi: "Heykel dik durduğunda 3 metre 80 cm oluyor. Eğimli iken 3 metre. Önce 3-4 günlük bir araştırma yaptım. Spor salonlarına gittim ve 'Böyle bir ağırlığı insanlar nasıl kaldırabilir'in yanıtını aradım. Mermiyi kaldırma pozisyonunu yakalamaya çalıştım. Orijinal fotoğrafında Topçu Seyit Onbaşı sivil kıyafetlerle ve şapkasız. Genel Müdürlük, 'Türk askeri şapkasız olmaz' dedi, ben de şapkalı yaptım. Eserin orijinaline yakın olması için merminin çapı, boyu, kilosu hakkında da EDOG Komutanlığı'ndan yardım aldım."
Hürriyet, Haber: Umut Erdem, 17.02.2007
|
|
DENİZLİ'DE TARİHİ VALİLİK BİNASI
Denizli Valisi Hasan Canpolat, tarihi vilayet binasının tescilinin kaldırılması için Aydın Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kuruluna müracaat ettiklerini, kabul edilmesi halinde binanın yıkılarak, yeni hükümet konağı, müze ve kültür merkezi yapmayı planladıklarını bildirdi.
Denizli Valiliği, tarihi değeri bulunduğu gerekçesiyle koruma altına alınan vilayet binasının tescilinin kaldırılması için Aydın Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kuruluna başvuruda bulundu.
Canpolat, Pamukkale Üniversitesinin (PAÜ) daha önce yaptığı incelemelerde, binanın depreme dayanıksız olduğu, depreme dayanıklı hale getirilmesinin de mümkün olmadığının tespit edildiğini belirtti.
Binanın tescil kararının kaldırılmasını talep ettiklerini bildiren Canpolat, "Tescil kararı kaldırılırsa, valilik binası yıkılacak. Vilayet ile okulların olduğu alana yeni hükümet konağı, müze ve kültür merkezi yapmayı planlıyoruz. Okulları, yapacağımız yeni binalara kaydıracağız" dedi.
Haber Ekspres, 17.02.2007
|
|
ŞİŞİRME İŞLER-1:
HAREM-İ ŞERİF ya da SEÇİMLERE AZ KALDI... |
ERDOĞAN'DAN OLMERT'E HAREM-İ ŞERİF UYARISI
İsrail Başbakanı Ehud Olmert’in bugün başlayacak Ankara ziyareti öncesinde, Türkiye-İsrail ilişkilerine Filistin’de "Harem-i Şerif krizi" damgasını vurdu. Başbakan Tayyip Erdoğan, Filistinlileri ayağa kaldıran Harem-i Şerif’teki kazı çalışmasını durdurması konusunda İsrail’i sert bir dille uyardı.
Erdoğan, partisinin dünkü Meclis grubunda, İsrail’in Harem-i Şerif’teki tarihi köprünün kullanılamaz hale geldiği gerekçesiyle başlattığı kazı çalışmasının İslam dünyasını infiale sevkettiğini söyledi. Tünel inşaatı ile eski Başbakan Ariel Şaron’un ikinci intifadayı başlatan Harem-i Şerif ziyaretini de anımsatan Erdoğan, şöyle konuştu:
"Bugün tam El Fetih ve HAMAS tarafından ulusal birlik hükümeti kurulması kararının verildiği anda yeniden böyle bir girişimde bulunulması anlamlıdır. Harem-i Şerif tüm dünya Müslümanlarının en kutsal mekanları arasında yer almaktadır. Buraya yönelik her türlü girişim İslam dünyasının, Müslümanların haklı tepkisiyle ve hassasiyetiyle karşılaşacaktır. Kudüs’te Müslümanlara ait dini mekanların korunmasına ilişkin anlaşmalar var. İsrail bu anlaşmalara uymak zorundadır. Üç büyük dinin de kutsal mekanlarının yer aldığı Kudüs’te ’Ben yaptım oldu’ şeklinde politika izlemeye hiçkimsenin hakkı yoktur, olamaz. İsrail Hükümeti tek taraflı ve kaygı uyandıracak girişimlerde bulunmamalıdır. Eski Kudüs bölgesinde yapacağı her türlü girişimde, herkesimin onayına başvurmalıdır."
Hürriyet, 14.02.2007
*****
HAREM-İ ŞERİF'E TÜRKİYE'DEN HEYET
İsrail Başbakanı Olmert’in Ankara ziyaretine Harem-i Şerif’teki kazı damgasını vurdu. Olmert Başbakan Erdoğan’ı kazı çalışmasının Mescid-i Aksa’ya zarar vermediğine ikna etmek için fotoğraflar gösterdi
|
Eski yolun çökmesini gerekçe gösteren İsrail,
Mağrib Kapısı'na gidecek yeni yolun
inşaatına başlayınca Müslümanlar öfkelendi. |
Erdoğan ise yerinde incelemek üzere Türkiye’nin büyükelçisiyle birlikte bir teknik heyet göndereceğini söyledi. Bunun üzerine Olmert, sözde Ermeni soykırımı tasarısıyla ilgili Erdoğan’ın beklediği desteği vermedi.
Başbakan Tayyip Erdoğan’ın, İsrail’in Harem-i Şerif’teki kazı çalışmasına yönelik sert uyarısına İsrail Başbakanı Ehud Olmert de aynı biçimde karşılık verdi. Olmert, Erdoğan’ın ABD Temsilciler Meclisi’ndeki sözde Ermeni soykırım tasarısına karşı Türkiye’nin istediği desteği vermedi. Olmert, "Bu konuda Kongre üyelerinin görüşlerine saygı duyuyorum. Herhalde neyin doğru olduğunun kararını kendileri vereceklerdir" dedi.
Olmert, Erdoğan’ı, yanında getirdiği kazı fotoğraflarını göstererek ikna etmeye çalıştı. Erdoğan ise "Fotoğraflar beni dört dörtlük tatmin etmedi" diyerek, Olmert’e, kazı çalışmalarını yerinde incelemek üzere Türkiye’nin büyükelçisiyle birlikte bir teknik heyet göndereceğini söyledi. Erdoğan, bu heyetin orada nelerin yapıldığını görüp, bu çalışmanın Mescid-i Aksa’ya zarar verip vermediğine bakacağını belirterek, "Biz de bu gördüğümüz netice üzerinden, ’Bu oradaki kutsal mekanlara zarar veren değil, tam aksine oradaki binaları koruma altına alan bir çalışma’ deriz. Ama bunu resimler üzerinden söylememiz mümkün değil" dedi. Erdoğan, "Bütün derdimiz tansiyonun düşürülerek adil ve kalıcı barışa katkı sağlamak" dedi.
Olmert de kutsal mekanların dışında, tümüyle ziyaretçilere verilen hizmetin iyileştirilmesine yönelik kazı çalışması için "Saklayacak hiçbir şeyimiz yok. Doğrudan izlenime dayalı bir beyanatın yapılması için bu heyeti kabul edeceğiz" dedi. Olmert, konunun medya tarafından abartıldığından da yakınırken, iki lider, Türkiye’den gidecek heyetin, ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice’ın pazartesi günü Olmert ve Filistin Devlet Başkanı Mahmut Abbas ile yapacağı görüşmeden sonra bölgeye gidip incelemelerde bulunması konusunda anlaştı. Olmert, Erdoğan ile birlikte düzenlediği ortak basın toplantısında, Amerikan Temsilciler Meclisi’ndeki sözde Ermeni soykırım tasarısına ilişkin bu ziyaret sırasında kendisinden beklenen mesajı vermedi. Olmert, "Bu konuda kongre üyelerinin görüşlerine saygı duyuyorum. Herhalde neyin doğru olduğunun kararını kendileri vereceklerdir" dedi. Olmert, Türkiye’nin bu konuda uzmanlardan oluşan bir komisyonun inceleme yapması önerisine ilişkin de "Uluslararası kamuoyunu meşgul eden ahlaki ve tarihi bu konunun irdelenip açığa kavuşturulması için hiçbir yere bağımlı olmayan uzmanların bu konuyu incelemelerinde ben de fayda görüyorum" diye konuştu.
Hürriyet, Haber: Turan Yılmaz, Fotoğraf: Radikal, 16.02.2007
*****
MESCİD-İ AKSA'NIN ÖNEMİ NEDİR?
Tanınmış tefsir alimlerinden Kasımi'ye göre "Aksa" kelimesi "en uzak" anlamındadır. Mescid-i Aksa da Mekke'ye olan uzaklığından dolayı böyle adlandırılmıştır."
Tefsir kitaplarında yer alan rivayetlere ve tarihi kayıtlara göre Mescid-i Aksa ilk olarak Hz. Süleyman tarafından inşa edilmiştir. Bu özelliğinden dolayı da İslam'da ayrı bir öneme sahiptir.
Hicret'in ikinci yılından sonra Kabe'nin kıble olarak kabul edilmesiyle, tüm Müslümanlar namazlarını Mescid-i Aksa yerine Kabe'ye dönerek kılmaya başlamışlardır. Şimdilerde Mescid-i Aksa, eski Süleyman mabedinin güneyindeki camiye denilmektedir. Cami Haçlı Seferleri'nin başlamasıyla Müslümanlarla Hıristiyanlar arasında birkaç kez el değiştirdikten sonra 1967 yılında İsrail topraklarında kalmıştır.
İslam’da en yüksek mertebeli camiler, Mekke’deki Mescid-i Haram, Medine’deki Mescid-i Nebevi, Kudüs’teki Mescid-i Aksa, Şam’daki Emeviye Camii’dir. Beşincilik kimilerine göre Anadolu’da inşa edilen ilk cami olan Diyarbakır’daki Ulu Cami’ye aittir; ancak Emir Sultan, Akşemsettin, Molla Gürani gibi din adamlarının konuşmalarına göre beşincisi Bursa’daki Ulu Cami’dir.
TAY Haber, 16.02.2007
Nano Yorum:
Bu işlerin yolunun birilerini azarlamak, uyarmak olmadığı hala anlaşılamadı mı? Bu dünyada kültürel mirası korumaya çalışan örgütler var. Onları devreye sokmak için çalışmalar yapmak daha bilimsel ve haliyle daha da yaptırımsal olmaz mı? Ama tabii kendi kültürel mirasını bile korumaktan aciz bir ülke olduğumuz gerçeği de var, değil mi? Mescid-i Aksa kutsal bir yer olmasının yanısıra bir kültürel miras(*)dır. Öncelikli koruma evrensel olan bu nedenle olmalıdır ki kutsal mekan niteliği geleceğe taşınabilsin.
(*) Kültürel Miras:
Kültürel ve doğal mirasın tanımı; 1972 yılında Paris’te imzalanan "Dünya Kültür ve Doğal Mirasının Korunması Hakkında Sözleşme" yoluyla verilmektedir ("The Convention Concerning the Protection of the World Cultural and Natural Heritage", Paris. 1972)
- “anıtlar:
arkeolojik çalışmalar, anıtsal heykeltraşlık, ve ressamlık, yapı gruplarının birimleri veya alt parçaları (arkeolojik değeri ve peyzajla homojenliği ayrı veya bitişik yapılar), tarih, sanat ve bilim gözüyle bakıldığında üstün evrensel değerler olarak değerlendirilen varlıklar;
- beldeler:
insanın veya insan ile birlikte doğanın beraber ortaya çıkardığı işler, tarihsel, estetik, etnolojik ve antropolojik bakış açısıyla arkeolojik doğa, yazıtlar, mağara tipi konutlar, veya bunların birleşimi gibi; tarih, sanat ve bilim gözüyle bakıldığında üstün evrensel değerler olarak değerlendirilen varlıklar”
Bu tanımlara uyan anıtlar ve beldeler; korunması gereken mirasın bir parçası olarak dikkate alınmaktadır. Bu amaçla, kalıcı temeller üzerine oturtulan ve çağdaş bilimsel yöntemlerle uyum içinde bulunan bir biçimde, üstün evrensel değerlerle ifade edilen kültürel ve doğal mirasların topluca korunması gerekmektedir. Bunun için ise, etkin sistemler kuran bir sözleşme şeklinde ele alınacak yeni öngörülere sahip olunması zorunlu görülmektedir”
|
|
|
|
ABDÜLAZİZ'İN SANDIĞI SATILIYOR
Antik A.Ş’nin Swissotel’de gerçekleştireceği müzayede, son yılların en heyecan verici müzayedesi olacak.
Türk resim sanatının Nazmi Ziya, Peyhaman Duran, Hüseyin Zekai Paşa, İbrahim Çallı, Hoca Ali Rıza, Hikmet Onat, Sami Yetik gibi kilometre taşlarının başyapıtları arasında gösterilen birbirinden değerli tablolar ve Osmanlı sanat eserleri ilk kez gün ışığına çıkacak.
Bir eşine daha önce rastlanmamış, müzelerde dahi yer almayan ve Sultan Abdülaziz’e ait olduğu belirtilen seyahat sandığı, iki dev tombak müzayedenin en ilgi çekici parçalarını oluşturuyor. Sandık, Sultan Abdülaziz’e İngiliz Kraliyet Ailesi tarafından hediye edilmiş. İki dev tombak, 450 bin YTL gibi çok yüksek bir açılış fiyatıyla satışa sunulacak. Osmanlı saray ressamı Fausto Zonaro’nun Yıldız Sarayı’nda çalıştığı yıllarda tuvaline aktardığı "Yıldız Parkı" konulu yağlıboya eseri ise 200 bin YTL açılış fiyatıyla satışa sunulacak.
Hürriyet, 17.02.2007
|
BAŞKENTTE 6 YILLIK 'SANAT' AYIBI
Ankara Resim ve Heykel Müzesi 6 yıldır açılmayı bekliyor. Tadilat gerekçesiyle kapatılan ancak aradan geçen sürede yeterli kaynak aktarılmadığı için bir türlü açılamayan müzede onlarca eser depolarda tutuluyor. Öğretim üyeleri bu durumu "sanat ayıbı" olarak nitelendirirken, müzenin yıllardır kapalı olmasının düşündürücü olduğunu vurguluyor.
Ulus'taki tarihi Türkocağı binasının restore edilmesi sonucu 1980 yılında faaliyete geçen Ankara Resim ve Heykel Müzesi, çatısının onarılamaması nedeniyle bünyesindeki değerli eserleri sergileyemiyor. Uzun bir süredir kapalı olan müzenin sadece bazı galeri salonları açık. Kültür ve Turizm Bakanlığı Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü'ne bağlı olan müzede, "Korutürk" , "Arif Hikmet Koyunoğlu" ve "Sedat Simavi" adlarında 3 sanat galerisi; resim, heykel ve seramik atölyeleri, bir restorasyon atölyesi, 6 teşhir salonu, güzel sanatlar uzmanlık kitaplığı, şark salonu, konser-tiyatro salonu, yönetim bölümü, kafeterya ve depolar bulunuyor.
1976'da başlayan çalışmalarla seçici kurul tarafından yurtiçindeki sergilerden ve yurtdışındaki müzayedelerden tablo satın alınarak, ayrıca bağış yoluyla da oluşturulan müze koleksiyonunda, ödül kazanan yapıtlara öncelik veriliyor. Müzenin bünyesinde Osman Hamdi Bey 'in "Silah Taciri" , V. Vereshchagin 'in "Timur'un Mezarı Başında" , Zonaro 'nun "Genç Kız Portresi" , Emel Cimcoz 'un "Gazi'ye Şükran" gibi değerli tablolar bulunmasına karşın, bu tablolar sergilenmeyip depolarda muhafaza ediliyor. Müzedeki eserlerin oluşturulmasında görev alan seçici kurul üyelerinden Prof. Turan Erol , müzenin kurulma aşamasında gösterilen çabanın devam ettirilmemesi nedeniyle kapalı kaldığını belirtti. İktidarın sanatı geri plana itmesinden yakınan Erol, şunları kaydetti:
"Müzeyi kurarken nasıl imkanlar zorlanıp kaynak bulunabiliyorsa, bunun devamının da getirilmesi gerekmektedir. Bu yapılmıyor. Önce onarım söz konusu oldu; çatı akıyor falan dendi. Yıllardır onarılamadı. Müzeler maalesef en son akla gelen yerlerden biri oluyor. Çağdaş Sanatlar Müzesi adıyla başlayan inşaat aşağı yukarı yüzde 70 bitmişti. O müze inşaatı da AKP iktidara geldikten sonra olduğu gibi kaldı. Ankara Resim Heykel Müzesi'nde klasik eserleri bırakıp, bu yeni müzede de modern Türk eserlerini sergilemek istiyorduk."
Ankara'daki üniversitelerin Güzel Sanatlar Fakülteleri'nde görev yapan öğretim üyeleri de müzenin yıllardır kapalı tutulmasını eleştiriyor. Öğretim üyelerinin görüşleri şöyle:
- Prof. Dr. Tansel Türkdoğan (Gazi Üniversitesi-Güzel Sanatlar Fakültesi): Müzeler öğrencilerimizin eğitiminin büyük bir parçasıdır. Ankara Resim ve Heykel Müzesi de bu ihtiyaca cevap veren değerli eserler barındıran bir kuruluştu, ancak yıllardır kapalı olması düşündürücü. Başkentlilerin çatı onarımına kaynak bulunamaması gerekçesiyle bu müzeden uzak bırakılması üzücü bir durum.
- Prof. Dr. Filiz Yenişehiroğlu (Başkent Üniversitesi-Güzel Sanatlar Fakültesi): Bu müze, çok uzun zamanlar kapalı kaldı. Özellikle de tamiratlar ciddi sıkıntılar yaratıyor. Zamandan çalan bu onarım aksaklıkları bir türlü giderilemedi. Çağdaş Türk resim sanatıyla ilgili bir kesit de orada bulunuyor. Tabii kapalı olması nedeniyle bunu ne öğrenciler ne de başkentliler görebiliyor.
Cumhuriyet Ankara, Haber: Ardagül Yıldız, 16.02.2007
|
TARİHİ YARIMADA İÇİN YIKIM ZORUNLU
Arkitera Mimarlık Merkezi ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi Metropoliten Planlama ve Kentsel Tasarım Merkezi (İMP)’nin ortaklaşa düzenlediği “İstanbul Metropoliten Planlama Toplantıları” 15 Ocak 2007 tarihinde, “Tarihi Yarımada ve Kentsel Koruma” başlığıyla İMP Konferans Salonu’nda gerçekleştirildi.
Mimarlar Odası Eski Genel Başkanı Oktay Ekinci’nın yürütücülüğünde gerçekleştirilen toplantıya, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Etüd ve Proje Daire Başkanı Murat Tuncay, İstanbul Bölgesi Alan Başkanı İhsan Sarı, İMP Tarihi Yarımada Planlama Yürütücüsü Prof. Dr. Cengiz Eruzun, Eminönü Belediye Başkanı Nevzat Er, Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir ve Nergiz Başkaya konuşmacı olarak katıldılar.
Toplantı yürütücüsü Oktay Ekinci, “Yarımadayı nasıl planlayacağız?”, “Uygulama ve kararlara yönelik önerilerimiz nelerdir?” sorularıyla toplantıyı başlattı. Etüd ve Proje Daire Başkanı Murat Tuncay, “Tarihi Yarımada Koruma Amaçlı Nazım İmar Planı Analitik Etüd Çalışması”nı sunarak, 1990’da başlayıp 2000 yılında biten, 2006 yılı itibariyle onaylanarak tamamlanan plan yapım sürecini anlattı. Plan çalışması, Eminönü ve Fatih ilçelerini içeren, gelişme düzenleri ve özellikleri farklılıklar içeren 10 ayrı bölgede ve 10 ayrı çalışma grubu ile yapıldı. “Yedi Tepe”nin vurgulandığı planda, parsel bazında yükseklikler ve yoğunluklar incelenerek, tüm tarihsel veriler ve haritalar incelenerek bilgiler planlama sürecine aktarıldı. Murat Tuncay’ın verdiği bilgilere göre, bölgedeki yapıların %20’si iyi durumda, %59,7’si orta seviyede, %20’si kötü, %0,3’ü ise çok kötü durumda. Tuncay, topografik zorlukları ve yanlış ulaşım kararlarının getirdiği sorunları ifade ederken, bölgenin siluetinin önemine dikkat çekti ve kot farklılıklarına bağlı olarak alınan yoğunluk ve kat yüksekliğiyle ilgili ve özellikle kaçak yapılaşmış alanlarda yeşil alan ve yoğunluk düşürme yönünde aldıkları plan kararlarını ifade etti. Plan çalışması, bölge için getirilen üç önemli araç ve aşamayı içeriyor. Bunlardan ilk ikisi, “Genel Tipoloji Envanteri” ve “Kentsel Tasarım Rehberi”. Bu rehber bir yönetmelik ve yasal zorunluluk taşımamakla birlikte, bölge için getirilen kentsel tasarım çalışmalarına bir öneri ve esinlenme kaynağı olarak sunuluyor. Şu ana kadar, genel tipoloji envanterinden yararlanılarak, 100’e yakın yapıda çalışma yapıldığı ifade ediliyor. Üçüncü Aşaması ise, kentsel tasarım projesi plan hedeflerini içine alacak, koruma, yenileme ve dönüşümü içeren ekonometrik bir model oluşturulması. Tuncay, 203 kişilik ekiple yapılmış plan çalışmasının, bu ölçekte dünyadaki ilk kentsel tasarım projesini geliştirmiş olduğuna, yapı envanteri, kentsel tasarım rehberi ve ekonometrik model içermesiyle, korumaya metodolojik bir yaklaşım getirmiş olduğuna dikkat çekti.
İstanbul Bölgesi Alan Başkanı İhsan Sarı, Tarihi Yarımada Koruma Planı’nın nasıl hayata geçirileceği, nüfusunun ne olacağı ve nasıl yönlendirileceği, bu bölgedeki önceliklerin neler olacağı, planın uygulama aşamasında finansal kaynaklarının nasıl karşılanacağını sorgulayan sorular yöneltti ve tüm bu soruların çözüm bulması için bir “stratejik eylem planı” yapılması gerektiğini ifade etti. Bu stratejik plan çalışmasının, uzmanlardan, ilgili meslek örgütü üyelerinden, sivil toplum kuruluşlarından ve halktan oluşması gerektiğini belirtti ve Tarihi Yarımada’da “kimlik” konusunun sorgulanması gerektiğini vurguladı. Nergis Başkaya da, “kimlik” sorununa dikkat çekerek, bunun nasıl bir çerçeveye oturtulması gerektiğini sorguladı. Korumanın sadece fiziki koruma düzeyinde olmadığına dikkat çeken Nergis, kimlik ve koruma sürecindeki “insan” boyutunu vurguladı. Toprakla, insani boyutla ve ölçekle ilişki koptuğunda değerler sistemiyle de ilişkilerin koptuğunu ifade eden Nergis, fiziki yapının kimliğinin ifade edilmesinde, “insanın korunması”nın önemini vurguladı. Tarihi Yarımada’da 3 ayrı sit alanının (birinci derece “arkeolojik sit” - Topkapı Sarayı’nın bulunduğu bölge, ikincisi “kentsel tarihsel sit”, üçüncüsü ise, bu iki sitin ara bölgesinde kalan, “kentsel ve arkeolojik sit”) bulunmasını eleştirdi ve bazı tarihi kalıntıların toprak altında kalması gerektiğini, böyle çok daha iyi korunacaklarını ifade etti. Nergis, bölgenin geçmişteki haline referanslar vererek, anıt eserlerin taşıdığı organik bütünlüğü, cami ve hastane bahçelerinin aynı zamanda “park” olarak da kullanıldığını ifade etti ve denizle ilişkinin tekrar kurulması gerektiğini vurguladı. Bu noktada Ekinci de, bölgedeki geçmiş yaşam biçimine ait özellikleri dile getirdi; sinemalara, deniz ilişkisine, çukur bostanların spor alanı olarak taşıdığı işleve ve bunların bir kısmının tekrar yaratılabileceğine değindi.
Cengiz Eruzun yaptığı konuşmada, bölge için yapılan birbirinden bağımsız planların getirdiği plansızlığa ve yıpranmaya dikkat çekti, İMP bünyesinde bölge için yapılan çalışmalara getirilen eleştirilere yönelik açıklamalarda bulundu ve yaptıkları projeye dair bilgiler sundu. Eruzun, tarihte bölgenin iki kere çok büyük zarara uğradığını ifade etti; Dördüncü Haçlı Seferleri ve 1950’lerde başlayan yıkımlar.
Vurgulanan bir diğer konu ise Prost Planı ile alınan yanlış ulaşım kararları, sonrasında yaşan yıkımlar ve açılan yeni yollar. Bu noktada özellikle Atatürk, Millet ve Vatan Caddeleri’nin bölücü etkisi ve Tarihi Yarımada’ya taşıdığı yük ve getirdiği riskler dile getirildi.
Eruzun ayrıca bölgede Bizans anıtları ile Osmanlı anıtlarının aynı oranda korunduğunu, ancak yerüstündeki anıtların yer altındakilere göre öncelik taşımakta olduğunu ifade etti. Gündüz nüfusunun 2.5 milyon seviyelerinde olduğu Eminönü’nde gece nüfusunun 35.000’e düştüğüne dikkat çekti ve bölgedeki aşırı göç, işlev kargaşası, kaçak yapılaşma , beton yapıların ahşap yapılar üzerinde yarattığı yıkıcı etkiye dikkat çekti. Kentsel kimliğin korunması için ahşap yapının şart olduğunu vurgulayan Eruzun, prensip olarak geleneksel malzeme ve betonun yerini tutacak çelik yapıların tercih edildiğini ifade etti ve yaptıkları çalışmalarla ilgili aldıkları bazı ana kararları açıkladı: Atatürk Bulvarı’nın yayalaştırılıp, Marmaray’ı Haliç’e bağlayacak rekreasyon alanlarının geliştirilmesi, Kenedy Caddesinin yayalaştırılarak denizle bağlantının kurulması ve ulaşımın hafif metro ile sağlanması, anıtsal özellik taşımayan yapıların, anıtsal yapılarla yarışacak ölçeklerde olmaması, Divan Yolu’nun ve meydanların yayalaştırılması, metro köprüsüyle Atatürk Köprüsü’nün birleştirilerek Yenikapı’ya bağlantının yeraltından sağlanması, lastik tekerlekli araç kullanımının azaltılması, Vefa Bölgesi için getirilen kat sınırlamaları, 100 bin nüfusun bölgeden desantralize edilmesi, Cerrahpaşa ve Çapa’nın desantralize olması, Çapa’nın mevcut alanının depremde toplanma alanı olarak kullanılması, ihtisas hastanesi ve polikliniklerin yine burada yer alması.
Eruzun ayrıca, Hanlar Bölgesi’ndeki yabancı yatırımcıların turizm amaçlı baskılarına da dikkat çekerek, buralarda var olan otellerin korunacağını ve ancak çok büyük binaların otel olarak kullanılabileceğini ifade etti. Bu bölgenin ticari fonksiyonunu devam ettirmesi gerektiğini vurguladı. Tüm bu çalışmaları yaparken Bizans ve Osmanlı’nın temel unsur olarak alındığını belirten Eruzun, 1922 - 1945 döneminde yapılan Pervetichi Haritası’nın bir rehber olarak ele alındığını sözlerine ekledi. Eruzun, Tarihi Yarımada Kent Mobilyaları tasarım örneklerini sundu ve İstanbul’a özgü modellerlin, modernleştirilerek geliştirildiğini ifade etti.
Eminönü Belediye Başkanı Nevzat Er ise, bölgenin ticari kimliğine vurgu yaparak, yurtdışında pek çok ülkede bilinen “Laleli”’nin bir marka yarattığına dikkat çekti. Bu bölgenin ortadan kaldırılmaması, daha kaliteli hale getirilmesi gerektiğini ifade etti. Hanlar Bölgesi’nin son 10 yılda çok daha fazla kirlenmiş olduğuna dikkat çekerek bölgede bazı hanların otel olarak kullanılabileceğini, bu bölgedeki imalatçıların buradan mutlaka desantralize edilmesi gerektiğini vurguladı. İMÇ’nin bu bölgeyi besleyen bir alışveriş merkezi olabileceğini ifade ederken, bölgede yıkım faaliyetlerinin mutlaka olması gerektiğini ve bunun için bütçe alındığını, Eminönü ilçesinin konut gelişiminin desteklenmemesi gerektiğini, bu bölgenin ticari fonksiyonlarını devam ettirmesi gerektiğini, Fatih Bölgesi’nin konut alanları ve nüfusuyla bölgenin beslenebileceğini sözlerine ekledi.
Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir ise, acil çözülmesi gereken sorunlara dikkat çekti ve geliştirdikleri dönüşüm ve rehabilitasyon projelerinden bahsetti. Sulukule’de yapılan dönüşüm çalışmalarına yönelik getirilen eleştirilere karşın, Sulukule Bölgesi’nde uygulanan dönüşüm projesinin çok küçük bir bölümünü oluşturduğunu ve orada yaşayan insanların, çözümün bir parçası olarak ele alındıklarını; mülk hakları, kültürel - sosyal haklar açısından dünyadaki en adil proje olduğunu ifade etti.
Oktay Ekinci, getirilen tüm bu önerilere ve dikkat çekilen konulara ek olarak, Tarihi Yarımada için “özel bir yasa” getirilmesi gerektiğini vurguladı. Her büyük kentin ve kent merkezinin ayrı yasaları olduğunu ifade eden Ekinci, 16 yıla yayıldığı söylenebilecek plan çalışmasının, bürokratik süreçlerle uzadığına dikkat çekti. Hanlar Bölgesi’ndeki parçalanmış ve karmaşık mülkiyet yapısına da dikkat çekerek, bunun sur içi yasası ile değiştirilmesi ve çözülmesi gerektiğini vurguladı. Ayrıca sur içinin, iki belediyeye ayrılmış olmasını da eleştirdi ve bunun tek belediyeye dönüşmesi gerektiğini vurguladı. Arkeolojik parkların ve alanların yaratılması, 2600 yıllık arkeolojik yapının mutlaka görünür hale getirilmesi gerektiğini, bunun için kamulaştırmanın zorunlu olduğunu ifade etti.
Ekinci ayrıca, İstanbul kent bütünü için alınacak kararların, planlama çalışmalarının Tarihi Yarımada’nın korunması ve yaşatılmasına hizmet edecek şekilde kararlar içermesi gerektiğini vurguladı. Bu noktada, kentte gelişen büyük alışveriş merkezlerinin buradaki ticari faaliyetleri tehdit ettiğini sözlerine ekledi. Sulukule’deki dönüşüme yönelik soru işaretleri getirirken, konut kredilerinin bu bölgelerdeki yapılarının restorasyonu için de geliştirilmesi gerektiğini, Yenikapı Feribot iskelesinin kaçak yapı statüsünde olduğunu belirterek, bu fonksiyonun Tarihi yarımada ile ilgisi olmayan, gereksiz bir trafik yükü getirdiğini ve yer seçimindeki yanlışlığı vurguladı.
Tarihi Yarımada’ya yönelik koruma tartışmaları, dinleyicilerin katılımlarıyla devam etti. Dinleyiciler tarafından da bölgeye özel bir yasa çıkarılması ve bu yasayla yetkisini almış özel bir teşkilat kurulması gerektiği vurgulandı.
Yarımada içinde kullanılması düşünülen kent mobilyalarına yönelik eleştiriler dile getirildi. “Aşırı” korumacı yaklaşıma yönelik soru işaretleri yöneltildi. Bölge için öngörülen senaryonun ne olduğu ve sosyal yapıya ilişkin nasıl bir dönüşümün öngörüldüğü sorgulandı. Bölge için belediyeye bağlı planlama gruplarının dışında da alternatif senaryoların üretilmesi önerisi getirildi. Buradaki üretim ve ticaret faaliyetlerinin oluşturduğu “network” e dikkat çekildi ve bu birikimin değerlendirilebileceği ifade edildi. Kentsel proje geliştirme sürecindeki kapalı ilişkiler ağına dikkat çekilerek, profesyonel enerjinin, yaratıcı enerjinin bu projelerin üretiminde kullanılması için yeni bir yaklaşıma gereksinim olduğu ifade edildi.
Bir sonraki İMP toplantısı, 23 Şubat 2007 tarihinde, “Kültür ve Turizm Dinamikleri” başlıklı olarak İMP Konferans Salonu’nda gerçekleştirilecek.
Arkitera, Haber: Yasemin Aslan, 16.02.2007
|
BİR HALİÇ MÜZESİ KURULSA
İnsancıklar hiç farkına varmadan kendi yaşadıkları ortamlarda, daha önce yaşamış olanların da gölgelerini taşırlar; sürüp giden göçlerle birlikte taşıdıkları gölgeler yavaş yavaş erimeye başlasa da...
Farkına varmadan taşıdığımız gölgelerin, yüzyıllarca öncesinden nasıl harmanlandığını çıplak gözlerle görüp seyretmenin, derin boyutlu hafif çıngırakları çalar müzelerde...
Ne yazık ki bir türlü burjuvalaşamamış ve "saltanat sektörü"nün gizli kulları olarak paslanmış Şark toplumlarında; hangi eski gölgelerin son tefrikası olduğumuz merakı güdük kalmış ve müzecilik uzmanlığında serpilip boy atılamamıştır yeterince...
İstanbul Boğazı'nın; şarkılarıyla, şiirleriyle, ressamlarıyla, lokantaları ve yalılarıyla; Haliç'in çok değişik ve titrek solosunun sesini kısmış olması, bendenizin de yüreğini çimdirir nedense...
Haliç... Yarısı Bizans ve Osmanlı, yarısı da Ceneviz ve Levanten gölgelerinin oynaştığı Haliç...
Haliç'in hiç mi şarkıları, şiirleri, romanları, öyküleri, ressamları, konakları yoktur yani?
Vardır, var olmasına ama; onları şöyle evrensel bir çarpıcılıkta değişik bir buket haline getirme merakı, boynu bükük bir cücelikte kalmış.
Bilir misiniz ki Haliç, kendi aşıkları aracılığıyla, Puccini'nin "Madama Butterfly" operasına kadar kol atar.
Bir Fransız deniz subayı olan Julien Viaud, uzun süre Uzakdoğu'daki Japonya ile okyanus adalarının da kıyılarında dolaşmış ve o adalarda yetişen "Loti" adlı bir çiçeğin adını, yazdığı romanlarda "müstear" bir ad olarak kullanmaya başlamıştı.
19'uncu yüzyılın sonlarında Osmanlı alaturkasının çarpıcı bir silueti olan Eyüp ve Haliç; 1879'da Julien Viaud'nun ilk romanı "Aziyade"ye gerdanlık etmişti.
Pierre Loti takma adıyla birdenbire Avrupa edebiyatında ünlenen deniz subayı, 10 yıl sonra da Japonya'da geçen "Madam Krizantem"i yazdı.
Ve İtalyan besteci Puccini, Avrupa'da Pierre Loti'nin de öncülüğünü ettiği bir Japon egzotizminin etkisiyle besteledi "Madama Butterfly"ı...
Bir Fransız deniz subayı, Eyüp'le Haliç'i çok sevmiş de; öyle bir yaşam ortamının sahnesinde yazmış da, ilk romanını da; sonra gidip Japonya'yı da dantelleyen bir roman yazmış da ve o da, bir İtalyan besteciyi etkilemiş de...
- Bize ne bütün bunlardan yahu...
Da denebilir.
Ola ki köylü ağırlıklı; kadınsız kahkahasız 450 bin erkek erkeğe kahveli bir toplumda; sislenmiş kul yığınları üstündeki oligarşik bir egemenliği sürdürebilmek için, "onlar-biz" ayrımı, can kurtarma simididir.
Şakımasını bilmeyen bir bülbülün, bülbüllüğüyle övünüp durması benzeri; kendi anadilinin okuyup yazma boyutundan kopuk kişiler de; Türk olmakla övünüp, Türkçenin yazı doruklarında ona layık bir lezzet yaratmaya bir ömür feda etmiş kalemleri; eziyet çarmıhlarına gerip, kafalarına bir odun vurarak öldürebilirler. Ve bayrak direklerini büyütmeyi yeterli görürler, Türklüğü yükseltmek için.
O nedenle de haklı olabilirler, Uzakdoğu dünyalarıyla Batı dünyalarını ortak bir sentezde buluşturmanın öncülüğünü yapmış yazı ve müzik adamları için de:
- Bize ne bütün bunlardan yahu, demekte...
Ama şayet, değişik temalarla da olsa İNSANLIĞIN ortak bahçesini oluşturan yazı, müzik, resim, heykel, mimari gibi sanat dünyalarına; -yerli yabancı- buralardan da bir karanfilcik atmaya çalışmışları, seven ve anlayanlar; 21. yüzyılın küreselleşme sürecine bir basamak daha eklemek isterlerse; lütfedip bir Haliç müzesi kursunlar...
Aynı ortamlarda daha önce yaşamışlardan hangi gölgeleri üstümüzde taşıdığımız; renkleri, sesleri ve bıraktıklarıyla evrenselleşiversin.
Bir yanda, Nedim'in:
O gül endam bir al şala bürünsün yürüsün
Ucu gönlüm gibi ardında sürünsün yürüsün
Bir yanda Aziyade, bir yanda Madama Butterfly aryaları...
Ve bir yanda da Halit Fahri'nin Haliç şiiri...
Haliç'in çok daha eski tarihine inildiğinde, "onlar-biz" ayrımı çok çabuk girer gerdeğe...
Değerleri yerine, koltukları kadar önemli olmayı hedeflemişler; buralardan fıskıyelenmiş değerlerin de, önemsenmeye başlamasını istemeyebilirler.
Sürüp gitsin isteyebilirler aryaların susturulup, heykellerle kalemlerin kırılmasını...
Ama uzay çağının ağırlığı altında kalmak yerine, kanatları büyüyen bir orkestrada gerçekten ortak bir melodinin paylaşımı isteniyorsa; küllenmiş çok hazine vardır Haliç'te de, Küçük Asya'da da...
Milliyet, Çetin Altan, 16.02.2007
|
YOZGAT'TA TARİHİ ESER OPERASYONU
Yozgat'ta jandarmanın düzenlediği bir operasyonla, tarihi eser satmak isteyen 2 kişi suçüstü yakalandı.
Edinilen bilgiye göre, İl Jandarma Komutanlığı ekipleri yaptıkları istihbarat çalışmaları sonucunda, Kayseri'den Yozgat'a gelen 2 kişinin ellerinde tarihi eser bulundurduğu ve bunları satmak için müşteri aradıkları bilgisine ulaştı.
Tarihi eserleri satmak isteyen F.E. (28) ve F.Y. (24) ile irtibata geçen ekipler, Boğazlıyan-Sarıkaya ilçe yolunda buluştu. Alıcı kılığındaki ekiplere tarihi eser satmaya çalışırken suçüstü yakalanan şahıslar gözaltına alınırken, operasyonda çeşitli dönemlere ait 21 adet sikke, 2 adet altın küpe ve 3 adet mühür ele geçirildi.
Yapılan ilk sorgulamanın ardından adliyeye çıkartılan F.E. ve F.Y. serbest bırakıldı.
Yozgat Kent Haber, 16.02.2007
|
AYNALI ÇARŞI KİMLİĞİNE KAVUŞTU
Adı türkülere konu olan ve Çanakkale'nin sembolü haline gelen tarihi Aynalı Çarşı'nın son bölümünün restorasyonu tamamlandı.
Belediye yetkilileri, Aynalı Çarşı'nın restorasyon çalışmalarına 4 yıl önce başlandığını belirterek, "İlk etapta çarşının İnönü Caddesi'ne bakan kısmına 11 dükkan yapılmıştı. Ardından ikinci etap çalışmalar tamamlandı. Bu bölümde de 32 dükkan bulunuyor. Son etap çalışmalarında 15 dükkan tamamlandı. Şu an burada işyerlerinin ahşaptan yapılan kapı ve pencerelerinin takılması ile ilgili çalışmalar gece gündüz sürüyor. Kısa süre içinde bu çalışmalar da tamamlanacak ve diğer bölümde bulunan esnaflarımızdan isteyenler yeni bölüme taşınacak. Tarihi çarşının açılışını 18 Mart Çanakkale Deniz Zaferi'nin 92. yıldönümünde törenle yapacağız" dedi.
Burası Çanakkale, 16.02.2007
|
|
|
ŞİŞİRME İŞLER-2:
"HİİÇ ANLAMIYORUM BU İŞLERDEN!..." |
AKM'Yİ 'KÜLTÜREL VARLIK' OLMAKTAN ÇIKARIYORLAR
1997'de "Taksim'e cami" tartışmaları sırasında dönemin Kültür Bakanı İstemihan Talay tarafından, "Kültür varlığı" olarak tescil edilen AKM, şimdi aynı bakanlık tarafından tescilden düşürülmek isteniyor.
Anıtlar Kurulu, önümüzdeki hafta, SIT alanında bulunan AKM'nin geleceğiyle ilgili karar vermek üzere toplanacak. Kültür ve Turizm Bakanı Atilla Koç, geçen yıl, onarım masraflarını gerekçe göstererek, AKM'nin yıkılıp yeniden yapılacağını söylemişti. Konu bir süre tartışıldıktan sonra unutuldu. Bakanlık, geçtiğimiz günlerde İstanbul 2 No'lu Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu'na başvurarak, AKM'nin tescilinin kaldırılmasını istedi. Kurul, 7 Şubat Çarşamba günkü toplantısının ardından, Bakan Danışmanı Yalçın Kurt başkanlığındaki heyetle AKM'de incelemelerde bulundu. Kurul üyeleri, bakanlık yetkililerine,yapılması planlanan binanın farklı amaçlı olmaması gerektiğini anlattı.
Bakanlığın AKM'yi tescilden düşürülmesi için kendilerine resmi talepte bulunduğunu söyleyen 2. No'lu Kurul Başkanı Prof. Mete Tapan, "Bakanlık AKM'nin ihtiyacı karşılamayıp, çağdaş hizmet veremediği gerekçesiyle burayı tescilden düşürmek istiyor. Çağdaş bir Atatürk Kültür Merkezi olarak yeniden inşa etmek istiyorlar" dedi. Bir binanın tescilden düşmesi için gerekli şartların olması gerektiğini vurgulayan Tapan şunları söyledi:
"Bize sunulan raporda en önemli konu AKM'nin 1999 depreminden önce inşa edilmiş olması. Henüz yıkım diye bir şey yok. Sadece tescilin kalkması sözkonusu. Ama bu da yeni bina yapılabilmesinin ön iznidir. Binanın iç mimarisi, bugünün koşullarına uygun değil. Bakanlık elemanlarının, binanın statik güçlendirmesi için hesapladığı rakamlara baktığınızda, yıkıp yeniden yapılması halinde ortaya çıkan rakam daha uygun. Benim şahsi düşüncem, binanın, tarihi ve kültürel değeri çok büyük değil. Israrla üzerinde durmak istediğim, burada mutlaka Atatürk Kültür Merkezi olacak. Burada başka bir şey yapılamaz."
Hürriyet, Haber: Fatma Aksu, 12.02.2007
*****
AKM'NİN KADER GÜNÜ
"Taksim’e cami" tartışmaları zirveye tırmanınca İstemihan Talay’ın bakanlığı döneminde, "Kültür varlığı" olarak tescil edilen Atatürk Kültür Merkezi, şimdi Kültür Bakanlığı tarafından tescilden düşürülmek isteniyor.
Anıtlar Kurulu, bugün (Çarşamba), AKM’nin geleceğiyle ilgili karar vermek üzere toplanacak. Kültür ve Turizm Bakanlığı geçtiğimiz günlerde İstanbul 2 No’lu Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’na başvurarak, AKM’nin tescilinin kaldırılmasını istedi.
Hürriyet, Haber: Fatma Aksu, 14.02.2007
*****
BAKAN KOÇ: AKM'NİN EKONOMİK ÖMRÜ BİTTİ
Kültür ve Turizm Bakanı Atilla Koç, 'ekonomik ömrünü tamamladığını' iddia ettiği Atatürk Kültür Merkezi'nin (AKM) yenilenmesi için ısrarlı. Koç, Taksim'deki AKM binasının yenilenmesi düşüncesinde olduklarını yineledi.
Bir imza töreni için İstanbul'a gelen Bakan Koç şöyle konuştu: "AKM'nin daha önce yaşanan yangın ve ekonomik ömrünü tamamlaması nedeniyle önemli sorunları var. Giderilmesi için maliyet 118 milyon 655 bin YTL. Bu karşılansa bile yapının mevcut haliyle İstanbul'da yapılacak uluslararası organizasyonlarda yeterli hizmeti veremeyeceği düşüncesindeyiz. Bakanlık olarak mevcut AKM'nin yerine çağdaş, dünya standartlarında, aynı kültürel işlevi olan, kontür-gabarisi (şekil ve yükseklik) Koruma Kurulu'nca uygun görülmesi halinde yeni bir AKM yapılması düşüncesindeyiz."
Radikal, 16.02.2007
*****
"GERİCİLERE AYIRACAK VAKTİM YOK"
Yıldız Sarayı Büyük Mabeyn’deki restorasyon törenine katılan Kültür ve Turizm Bakanı Atilla Koç, bir gazetecinin, "Toplumsal tepkiye rağmen Atatürk Kültür Merkezi’nin (AKM) yıkımı konusunda kararlı mısınız?" sorusuna sinirlendi.
Atilla Koç, "Ben başkalarının benim hakkımdaki önyargılarının tedavisini yapacak bir doktor değilim. Ama ben ne olduğumu, ne yapmak istediğimi gayet iyi anlatıyorum. Anlayanlar anlıyor ve onun için de gayet memnunum, şevk içindeyim. Ha, anlamayanlar olursa ne yapayım?" karşılığını verdi. Koç, AKM için yerli ve yabancı mimarların katılacağı proje yarışmasıyla, bugünün ve yarının ihtiyaçlarını karşılayacak bir merkez kurmak istediklerini belirterek, "Onun için toplumsal tepki lafları kulağımın birisinden giriyor, diğerinden çıkıyor. Neyin tepkisi? Çok açık ve net, bir şey yaptırmamak isteyen gericilere ayıracak vaktim yoktur" diye konuştu.
Hürriyet, Haber: Aslı Sözbilir, 17.02.2007
*****
ATATÜRK KÜLTÜR MERKEZİ
Batı kaynaklı sanatların icra edilebilecegi bir mekan oluşturmak amacıyla Taksim'de İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nce 1946'da yapımına başlanan ve İstanbul'un fethinin 500. yıldönümünde açılması planlanan AKM'nin ilk projesi Mimar Feridun Kip ve Rüknettin Güney'e aittir. Ancak maddi imkansızlıklar nedeniyle beklenen tarihte açılış gerçekleşmemiştir. Daha sonra binanın yapım işi Bayındırlık Bakanlığı'na devredilmiş; proje mühendis Hayati Tabanlıoğlu tarafından küçültülerek 1969 yılında tamamlanmıştır.
İstanbul Kültür Sarayı adıyla hizmet veren bina 1970 yılında çıkan bir yangında büyük hasar görmüştür. Mimar Willi Ehle ve Hayati Tabanlıoğlu yönetiminde sürdürülen onarım çalışmaları esnasında yapıda bazı eklemeler ve değişiklikler yapılmıştır. Bina 1978 yılında bugünkü haliyle ve Atatürk Kültür Merkezi adıyla hizmete girmiştir.
AKM günümüzde 1.300 kişilik büyük salonu, 500 kişilik konser salonu, 250 kişilik sinema salonu, 200 kişilik oda tiyatrosu, sergi salonları ile Türkiye'nin en büyük sanat kurumudur. Çağdaş mimarinin bütün özelliklerine sahip olan bina birbiri ardına sıralanmış dikdörtgen prizmalar şeklinde tasarlanmıştır. İşlevselci ekolün bir temsilcisi sayılan binanın içi de. gösterişsiz bir biçimde dizayn edilmiştir. .
TAY Haber, Bilgi: ibb.gov.tr, 16.02.2007
|
|
|
|
ÖREN YERLERİ IŞIKLANDIRILIYOR
13 yıl önce Belediye tarafından ışıklandırılan Kızıl Avlu (Bazilika) Yeniden gece ışıklandırılması ile turizmin hizmetine sunuldu.Tarihi kale, mahalle civarını geceleri güneş gibi aydınlatan Bazilika'nın Bergama için son derece önemli tarihi bir mekan olduğunu ifade eden Belediye Başkanı Raşit Ürper, "Bu yapı içinde geniş çaplı bir yenileme yapılması gerkiyor. Söz konusu yapı şehir merkezinde olması nedeniyle ilçemiz için son derce önem arz eden eserdir. Bu çirkinlikte durması da yakışıksız bir durum arz ediyor" dedi. Belediye Başkanı Raşit Ürper, "Bazilika'yı yeniden ışıklandırma suretiyle pırıl pırıl yaptık, şimdi sıra diğer önemli ören yerlerimiz olan Viran Kapı ve Akropol var. En kısa zamanda bu eserlerimizde ışıklandıracağız. Benim vatandaşlarımızdan tek istediğim bu tarihi değerlerimiz sahip çıkarak hep birlikte korumaktır" dedi.
Bergama Kuzey Ege, 16.02.2007
|
KAYIP KRALİÇENİN SIRRI BELGESELDE
“Discovery Channel”in yaptığı bir belgeselde Mısır tarihinin en büyük sırlarından biri olan kraliçe Nefertiti’nin hayatı 13 yıllık bir araştırma eseri olarak gözler önüne seriliyor. Belgeselde, binlerce yıllık Mısır tarihinin en önemli karakterlerinden biri olan Nefertiti yani diğer manası ile “güzel olan geldi” ‘neden unutturulmaya çalışıldı?’ sorusuna cevaplar aranıyor. Antik Mısır’ın en güçlü ve güzel kadınlarından biri olan Nefertiti, kocası Firavun Ahenaton’la birlikte Mısır’ı tamamen değiştiren bir devrime öncülük eder. Kraliyet çifti, bir daha geri dönmemek üzere antik başkentten bir kitle göçü başlatarak, çölün ortasında büyülü bir şehir kurarlar. Bilinmedik bir sebeple Nefertiti, üç bin yıl boyunca çölün kumları arasında saklanmaya çalışılır. Nefertiti’nin gizemini çözmek için bu işe 13 yılını veren bir Mısır bilimcisi, bir kraliçenin; aşk, ihanet ve trajik bir güçle dolu hayatını ve belki de bir cinayet öyküsünü ortaya çıkaracaktı. İlginç görüntülerin yer aldığı belgeseli A.E. Film, dvd formatında piyasaya hazırlayıp sunmuş. A.E. Film, Discovery Channel’ın hazırladığı “Nefertiti” adlı belgeselin yanında, “Aşkın Bilimi” ile rüyaların nedenlerini, oluşumlarını araştıran “Uykunun Bilimi” adlı belgeselleri de DVD formatında tüm mağazalarda satışa sundu.
Türkiye Gazetesi, 16.02.2007
|
ABDÜLAZİZ'İN KANLI GÖMLEĞİ TOPKAPI SARAYI'NDA SERGİLENECEK
Sultan Abdülaziz'in şehadeti sırasında üzerinde bulunan kanlı kıyafetlerin ortaya çıkması kamuoyunda büyük yankı uyandırdı. Yayınlanan haber ve fotoğraflar üzerine birçok tarihçi önemli bir olayın üzerindeki sır perdesinin kaldırıldığına dikkat çekti.
|
Padişah'ın annesi Pertevniyal Valide Sultan'ın
sandıkta sakladığı giysiler, Topkapı Sarayı'nda bulundu.
Envanter numarası ise 698. |
30 Mayıs 1876'da tahttan indirildikten dört gün sonra iki bileğini keserek intihar ettiği söylenen Sultan Abdülaziz'in kanlar içindeki giysileri o günlerde yaşanan acıyı bir kez daha yüreklerde hissettirdi. Topkapı Sarayı'nın depolarından gün yüzüne çıkarılan gerçek, tarihçilerin 'intihar etmedi, öldürüldü' tezini de belgeledi. Haberden sonra görüşlerini açıklayan sanat tarihçileri ve müzeciler, padişahın kanlı elbiselerinin sergilenmesini isterken, çağrılara Kültür ve Turizm Bakanı Atilla Koç'tan olumlu cevap geldi. Kıyafetlerin yakın bir zamanda Topkapı Sarayı Müzesi Padişah Elbiseleri Bölümü'nde sergileneceğini açıklayan Bakan Koç, haberi okurken yakın tarihi iyi bildiği için şaşırmadığını söyledi. Tarihçi yazar Yılmaz Öztuna da, "Tarihimizdeki bu vahşeti bilmeyenler öğrensin." sözleriyle kıyafetlerin sergilenmesi fikrine destek verdi. Kanlı elbiselerin o dönemde mahkemeye delil olarak sunulduğunu; ancak o tarihten sonra bir daha kimsenin görmediğini vurgulayan Öztuna, "Sultan Abdülaziz'in öldürüldüğü ortada. Yayınladığınız fotoğrafta görülen, bir İslam halifesine, bir padişaha yapılan muamele alçakça. Bunun başka bir ifadesi yok. Bu elbiseler saklanmasın, teşhir edilsin." dedi. Abdülaziz'e karşı yapılan darbenin devletin mekanizmasını değiştirdiğine de işaret eden Öztuna, 27 Mayıs 1960 ihtilalinin, 1876 darbesi örnek alınarak yapıldığının altını çizdi: "Aynı metotlar kullanıldı. 1960 darbesi 1876'nın taklididir. 1876 darbesi bu tarihten sonra Osmanlı'da ve Cumhuriyet'te yapılan askeri darbelere örnek teşkil etmiştir."
Kendisinin yıllarca sarayda çalışmalar yapmasına rağmen bu elbiselerden haberi olmadığını, ancak bulunmasına çok sevindiğini söyleyen sanat tarihçisi Prof. Dr. Nurhan Atasoy, elbiselerin konservasyon açısından bir engel yoksa teşhir edilmesini istedi. Sultan Abdülaziz'in ölümünün hala tartışıldığını belirten Atasoy, "İntihar mı etti, öldürüldü mü? Bu konuda tarihçiler geniş kapsamlı bir çalışma yapabilir. Belki bir sempozyum da olabilir. Bu esnada da bu kıyafetlerin sergilenmesi anlamlı olur." dedi. Padişahın kanlı giysileri için, "Tarihi değeri var. Birinci derecede önemli tarihi obje konumunda hatta." diyen sanat tarihçisi Prof. Dr. Selçuk Mülayim de bunların sergilenmesinden yana. Ancak Mülayim, bu giysileri sergilerken çocuklar için önlem alınmasını da istiyor.
Yılların müzecisi Sakıp Sabancı Müzesi Müdürü Dr. Nazan Ölçer de bir konsept dahilinde bu eserin sergilenebileceğini belirtiyor, ancak bu konudaki takdir hakkının müzede olduğunu ifade ediyor: "Ben olsam acele etmem. Tarihin belirsiz konularıyla ilgili objeler her zaman değerlidir, bunların toplum tarafından bilinmesinde de yarar var. Bu elbiselerin Sultan'ın da ruhunu rencide etmeden, geri plan çalışmalarıyla birlikte sergilenmesinde bir sakınca yok!"
1960 darbesinin mağduru Başbakan Adnan Menderes'in oğlu Aydın Menderes kanlı gömleği, Abdülaziz'in öldürüldüğünün belgesi olarak nitelendiriyor. Abdülaziz'in tahttan indirilmesinin Osmanlı tarihinin en uğursuz olaylarından biri olduğunu söyleyen Menderes, "Abdülaziz'in darbeyi yapanlar tarafından öldürüldüğü iddia edilmiştir. Doğru olan da budur. Bulunan zati eşyaların söz konusu gerçeği tam olarak ispatlanmasına yeterli olacağını tahmin ediyorum. Söz konusu gömleğin muhafaza edilmiş olması çok önemlidir. Gecikmiş olması ise hepimizin kendi tarihimizle gerektiği kadar ilgilenmediğimizin göstergesi olarak kabul edilmelidir." diyor.
"Abdülaziz'in şehit edildiği mahkeme ile de teyit edilmiştir." diyen eski Bakan ve yazar Hasan Celal Güzel de konuyla ilgili şu değerlendirmeyi yaptı: "Bizim tarihimiz meşru iradelere karşı dayatmalarla doludur. Sultan Abdülaziz, kendisi tarafından serasker yapılan Hüseyin Avni Paşa tarafından şehit edilmiştir. Bu konudan en fazla Mithat Paşa sorumludur. Zaman Gazetesi'nin haberi de göstermiştir ki Abdülaziz Han dönemin komitacıları tarafından katledilmiştir. Bu gömlek bunun ispatıdır. Utanmadan Abdülaziz Han'ın intihar ettiğini söylemişlerdir. Kaldı ki II. Abdülhamit tarafından Abdülaziz'i katledenler yargılanmıştır. Bu da göstermiştir ki 27 Mayıs'ta ne yapılmışsa Abdülaziz döneminde de aynısı yapılmıştır."
"Sultan Abdülaziz'in öldürüldüğü ortada. Aksini iddia edenler tarihi bilmiyor. Zaten bu kanlı elbiselerin fotoğrafları da o dönemde mahkemeye delil olarak sunulmuştu. O elbiseleri, o tarihten sonra gören olamamıştı. Ben, Bir Darbenin Anatomisi kitabımda bunları uzun uzun anlattım. Darbeyi yapan Hüseyin Avni Paşa, İngilizlere her şeyi itiraf da etmiştir. Yayınladığınız fotoğrafta bir İslam halifesine, bir padişaha yapılan muamele alçakça. Bunun başka bir ifadesi yok. Bu elbiseler saklanmasın, teşhir edilsin. Bilmeyenler öğrensin tarihimizdeki bu vahşeti. Sultan Abdülaziz'e karşı yapılan darbe, devletin mekanizmasını değiştirdi. 1960 İhtilali, 1876 darbesi örnek alınarak yapıldı. Askerlerin kandırılması, darbeye inandırılması dahil 1960'taki birçok şey, 1876 askeri darbesine benziyor. 1960 darbesi 1876'nın taklididir."
Zaman, Haber: Abdullah Kılıç, 17.02.2007
İŞTE ABDÜLAZİZ'İN KANLI GÖMLEĞİ
Zaman, bileklerini keserek intihar ettiği ileri sürülen Sultan Abdülaziz'in kanlı giysilerini ortaya çıkardı. 131 yıldır Topkapı Sarayı'nın depolarında saklanan kıyafetler, cinayet iddiasını güçlendiriyor.
Sultan Abdülaziz'in ölümünden birkaç gün önce çekilmiş son fotoğrafını gündeme taşıyan Zaman, şimdi de padişahın 'şehadeti'nde üzerinde bulunan kanlı giysileri buldu. 131 yıldır saklanan kıyafetler, Topkapı Sarayı'nın depolarında ortaya çıktı. Giysiler pantolon, hırka, dizlik, gömlek, atkı ve iç kıyafetten oluşuyor. Yanlarında, Sultan'ın bileklerini kestiği iddia edilen bir makas da var. Tanıtıcı etikette, "Abdülaziz'in şehadetinde üzerinde bulunan giysiler" kaydı düşülmüş. Olayın üzerinden bir asırdan fazla zaman geçmesine rağmen elbiseler hala kan kokuyor. Padişahın cenazesini yıkayan imamın, "Hala bileklerinden kanlar süzülüyordu, vücudunda darp izleri vardı." ifadesini doğrularcasına kıyafetler kanlar içinde. Ancak herhangi bir yırtılma yok.
Resmi tarih, Sultan Abdülaziz'in 30 Mayıs 1876'da tahttan indirildikten dört gün sonra iki bileğini keserek intihar ettiğini yazsa da, tarihçilerin büyük bölümü öldürüldüğü konusunda hemfikir. Giysileri sandıkta saklayan Pertevniyal Valide Sultan da, oğlunun intihar ettiğine hiçbir zaman inanmadı. Hatıratında, Abdülaziz'in Feriye Sarayı'na gizlice sokulan üç pehlivan tarafından öldürüldüğünü söyledi.
Pertevniyal Valide Sultan'ın, elbiseleri bugüne ulaşmasını sağlayarak tarihi gerçeklerin ortaya çıkmasını amaçladığı belirtiliyor. Tarihçiler, bir insanın her iki bileğini keserek intihar etmesinin mantıken mümkün olmadığına işaret ediyor.
Abdülaziz dönemiyle ilgili çalışmalarıyla tanınan Prof. Dr. Vahdettin Engin, padişahın öldürüldüğü kanaatini yineliyor. Serasker Hüseyin Avni Paşa ile meşrutiyet arayışında olan Yeni Osmanlılar'ın bir olup Sultan'ı katlettiğini düşünen Engin, tarihin bu belgeler ışığında yeniden yazılması gerektiğini söylüyor. "Sultan Abdülaziz neden öldürüldü?" sorusunu ise şöyle cevaplıyor:
"Abdülaziz'den sonra başa geçen V. Murad, akli dengesi yerinde olmayan sağlıksız biriydi. Bunu herkes biliyordu. Onun başarısızlığı halinde başa yeniden geçecek ilk isim Abdülaziz olacaktı. Darbeciler bu ihtimali göz önünde bulundurarak padişahı katletti." Tartışmalı tarihi olaylarla ilgili kitaplarıyla tanınan Dr. Erhan Afyoncu, "Sultan Abdülaziz'in öldürüldüğü şüphe edilmeyecek bir gerçektir. Bir bileğini kesen biri diğer bileğini nasıl keser? Bu bir kere akla mantığa ters. Sultan, gerek hapsedildiği sarayda gerekse bu saraya götürülürken ağır hakaretlere uğradı. Sadece o değil, Harem'de yaşayan annesi, ablası da hakaret gördü. O dönemde kimse tahttan indirilse bile padişah ailesine bunu yapmaya cesaret edemezdi. Öldürüldükten sonra padişahın cesedi günlerce karakolda bekletildi. Bu bile çok ağır ve birçok soruyu içinde barındıran bir durum. Zaten padişahın kayınbiraderi Çerkes Hasan, bir süre sonra Hüseyin Avni Paşa'yı öldürüyor. Bu cinayet de bize padişahın intikamını almak için yapıldığını gösteriyor." diye konuştu.
Abdülmecid döneminde başlayan yenilik hareketlerini sürdüren Abdülaziz (1830-76), 14 yıl 11 ay 5 gün tahtta kaldı. Mithat Paşa'nın kışkırtmalarıyla üniversite öğrencileri 10 Mayıs 1876'da bir protesto yürüyüşü düzenledi. 30 Mayıs 1876 Salı günü sabaha doğru saray Hüseyin Avni Paşa komutasındaki askerlerce basılmış ve Abdülaziz kansız şekilde tahttan indirilmiştir. Abdülaziz'in tahttan indirildikten 4 gün sonra, hapis hayatı yaşadığı Feriye Sarayı'nda sakalını düzeltmek için istediği söylenen makasla bileklerini keserek intihar ettiği iddia edilse de öldürülmüş olabileceğine dair kanıtlar var.
Evet gerçekten de Sultan Abdülaziz'in kanlı kıyafetlerinin Topkapı Sarayı Müzesi'nde saklanıyor olması son derece önemli. Bu her şeyden önce Osmanlı'nın tarihe, atalarının mirasına verdiği önemi gösterir. Müzecilik tarihi açısından da fevkalade önemli bir şey. Kanlar içindeki elbise ibret verici. Kanlı bir elbiseyi atmamış, yakmamış, bugüne kadar aynen korumuşuz. Atalarımızdan kalan Kaşıkçı Elması da, bir kumaş parçası da müzeciler için değerlidir. Sultan Abdülaziz'in ölümüne gelince, intihar etti demek mümkün değil, basbayağı öldürülmüştür. Bu kadar net.
İki yıl önce yayınladığımız Sultan Abdülaziz'in son fotoğrafı, Osmanlı sultanına reva görülen 'aşağılayıcı' tavrı gözler önüne seriyordu. Saray fotoğrafçılarından Vasilaki Kargopulo tarafından çekilen fotoğrafta, padişahın giydiği kıyafetler ve arkasında laubali şekilde duran sarayın alt görevlileri dikkat çekiyor. Endişeli gözlerle bir sandalye üzerinde oturan Abdülaziz'in arkasında duran iki görevli, sultanın omuzuna dirsek dayamış şekilde poz veriyor. Fotoğraf, Bahattin Öztuncay'ın hazırladığı "Hatıra-i Uhuvvet: Portre Fotoğraflarının Cazibesi 1846-1950" adlı kitapta yayınlanmıştı.
Zaman, Haber: Abdullah Kılıç, 16.02.2007
|
MERİNOS TARİHİ UÇUP GİDİYOR
Bursa tarihine sahip çıkmazsa, ilk sayfasını Atatürk`ün yazdığı defter, paha biçilmez tablolar ve tarihi değerleri İstanbul kapacak.
Tarım kenti Bursa`nın sanayi devine dönüşmesinde öncü rol oynayan Merinos`un tarihi elden gitmek üzere. Daha önce, fabrika içinde kurulacak müzede sergileneceği söylenen onlarca eserin İstanbul Baltalimanı`na götürülmesi için düğmeye basıldı.
Geçtiğimiz günlerde taşınacak parçaları belirlemek üzere Ankara`dan heyet geldiğini açıklayan Merinos`un eski Müdür Yardımcısı Bülent Adısönmez, başta Büyükşehir Belediyesi olmak üzere tüm Bursalılar`ı tarihine sahip çıkmaya çağırdı.
Paha biçilmez parçalar arasında, ilk sayfasını Atatürk`ün yazdığı, İsmet İnönü, Celal Bayar gibi önemli isimlerin de görüşlerinin bulunduğu defter ilk sırada. Ünlü ressamların Merinos tabloları, fabrikanın aldığı takdir beratları da diğerlerinden bazıları.
**********
23 Eylül 2004 tarihinde kapatılarak Bursa Büyükşehir Belediyesi`ne devredilen Merinos fabrikasındaki makine, teçhizat, malzeme, mamul ve yarı mamuller, görevde bulunan Merinos çalışanı tarafından sayıldı ve ilgililere teslim edildi. Bu tip malzemeler Sümer Holding tarafından çeşitli şekillerde değerlendiriliyor.
Ancak Merinos Fabrikasında maddi ve manevi değeri fazla olan, fabrikanın tarihi ile bütünleşmiş bazı eşya ve sanat eserleri mevcut. Bunlar fabrika içerisinde muhafaza ediliyor. Bizlerin ve kamuoyunun genel kanısı da bu eşyaların, Büyükşehir Belediyesi tarafından törenle ilan edilen `Kongre ve Kültür Merkezi Projesi` kapsamında düşünülen Merinos Müzesi ya da Bursa Tekstil müzesinde sergilenecek olması idi.
Ancak durum hiç de böyle değil. Çünkü geçtiğimiz günlerde Ankara`dan fabrikaya gelen bir heyet bu tip eşyaları gözden geçirdi. Kültür Bakanlığı`ndan uzmanların da bulunduğu bu heyetten alınan bilgiye göre, eşyalar İstanbul Baltalimanı`nda bulunan bir müzeye taşınacak ve Sümerbank`ın diğer fabrikalarından toplanan bu tip eserler ile birlikte orada sergilenecek.
LİSTEDE NELER VAR ? :
Merinos Fabrikası'nın açıldığı 2 Şubat 1938`de Atatürk`ün ilk sayfasına duygularını yazdığı, İsmet İnönü, Celal Bayar gibi önemli kişilerin de yazılarının bulunduğu Fabrika'nın Şeref Defteri. Merinos Fabrikasının çeşitli zamanlarda aldığı ulusal ve uluslararası takdir beratları, şiltler, madalyalar.
Türk resim sanatının en önde gelen ressamlarından Cevat Dereli`ye sipariş ile yaptırılan ve Merinos Fabrikası'nın görüntülendiği tablo. Bu tablo ressamın bilinen en büyük tablosudur. Geçtiğimiz günlerde vefat eden soyut Türk Ressamı Hasan Kavruk`a ait bir tablo. Fabrika ile ilgili çeşitli ressamlarca yapılmış tablolar. Yemek takımı, avize gibi tarihi ve kıymetli eşyalar. Merinos Spor Kulübü'ne ait kupa, şilt ve madalyalar.
Bu eserlerin Bursa`da kalması konudan haberi olmayan Büyükşehir Belediyesi`nin tavrına bağlı. Ancak bu konuda acele etmek gerek. Bir kere elden gitti mi geri gelmesi çok daha zor oluyor. Dileğimiz, Bursa ile özdeşleşmiş Merinos Fabrikası`na ait kıymetli eserlerin de Bursa`da kalarak Bursa`da sergilenmesidir.
Öte yandan Merinos Kulübünün dernek merkezi, evrakları, malzemeleri ve arşivi fabrika içerisinde bulunmakta idi. Ancak fabrikanın kapatılması ile zor duruma düşen kulüp, Merinos stadının da yeniden düzenlenmesi ile mekansız kalmıştı. Son olarak Merinos Stadını devralan Bursaspor Kulübü`ne yapılan başvuru olumlu sonuçlandı ve kulüp, bugünlerde statta kendisine tahsis edilen yere taşınmak için düzenleme yapıyor. Bu arada 69 yıllık tarihinde kazanılan çeşitli branşlara ait kupa, şilt ve madalyalarını da geri istiyor. Sorun burada çıktı. Sümer Holding Genel Müdürlüğü ile Özelleştirme dairesine yapılan başvurulara verilen cevap çok anlamsız:
"Bunlar kıymetli eser listesine girdi, ÖYK onayladı size veremeyiz.."
Merinos Kulübü şimdi fabrikaya gelen heyetin vereceği kararı bekliyor. Burada da sonuç çıkmazsa hukuki yollara başvurulacak.
Bursa Olay, 16.02.2007
|
SİT ALANINDAKİ EVLERİ ONARAMAYAN KÖYLÜ, GÖÇÜK KORKUSUYLA YAŞIYOR
Köylerinin yarısı sit alanında bulunduğu için duvarları çökmüş toprak evlerin tamiratını yaptıramayan köylüler, her an göçük altında kalma korkusuyla yaşıyor. Türkiye'nin birçok yerinde olduğu gibi Afyonkarahisar'ın Sandıklı İlçesi'ne bağlı Baştepe Köyü'nde de 'sit sorunu' yaşanıyor.
Baştepe'nin yarısı sit alanı içinde bulunuyor. Evinin yıkılmasından korkan bazı köylüler, şiddetli yağmurlarda bahçeye yaptıkları naylon barakalarda kalıyor. Eskişehir Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Bölge Kurulu Müdürü Hülya Çopuroğlu, Baştepe köyünün bir bölümünün 1. derece Arkeolojik sit alanı içerisinde olduğunu belirterek, kesinlikle evlerde onarım yapılamayacağını, boşaltılması gerektiğini söylüyor.
Baştepe'deki sit alanı, 1994'te dönemin köy muhtarı Ahmet Harmankaya'nın Tarım Kredi Kooperatifi binası yapmak için müracaat etmesiyle ortaya çıktı. Bina inşaatı için başvuru yapıldığında köyün ortasında tepelik olarak bilinen yerin höyük olduğu belirtilerek, buranın sit alanı olduğu için inşaat ve onarım yaptırılamayacağı bildirilmiş. 140 hane ve yaklaşık bin nüfuslu Baştepe Köyü'nün 33 hanesi sit alanında. Evi oturulamaz hale gelen ve imkanı olanlar, akrabalarının evine ya da başka bir yere taşınmış. Ancak maddi gücü olmayanlar yarısı yıkık, çatısı çürük evlerde oturuyor. Eski muhtar Harmankaya, "Tarım Kredi Kooperatifi için başvuru yapmadan önce sit alanı olduğu bilinmediği için inşaat da onarım da yapılıyordu. Ancak 1994'den beri vatandaş evine çivi bile çakamıyor." diye konuşuyor. Hatice Erkek (44), 4 çocuğuyla birlikte yıkılmaya yüz tutmuş virane evde yaşıyor. Yaklaşık 20 yıldır burada oturduklarını anlatan Erkek, yaşadıklarını şöyle anlatıyor: "Başka gidecek yerimiz yok. Yıkılan yeri onaramıyoruz. Şiddetli yağmurlarda ev üstümüze yıkılır diye bahçeye yaptığımız naylon barakada kalıyoruz. En küçük sarsıntıda dışarı çıkıyoruz. Korku içinde yaşıyoruz." Mehmet Ali (85) ve Hasibe Koç (78) çifti, 3 yetim torunuyla birlikte yıkılmak üzere olan evde yaşıyor. Tamirat yapamadıkları için çatısı çöker korkusuyla evin altını mağara gibi kazıp orada kalan yaşlı çift çaresiz.
Köy muhtarı Yaşar Özkan, bir süre önce binalar yıkılıyor vatandaş çaresiz diye jandarmaya gitmiş. Geri geldiğinde kullanılan bir evin çatısı çökmüş. Göçük altında kalan kimse olmadığı için kimsenin ilgilenmediğini ifade eden muhtar Özkan, "Bu şekilde burada oturulması çok tehlikeli. Devlet, vatandaşa yer göstersin onlar da ev yapsın." diye konuşuyor. Eskişehir Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Bölge Kurulu Müdürü Hülya Çopuroğlu, kayıtlara göre buranın ilk defa 1994'te Konya Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Müdürlüğü tarafından tescil edildiği bilgisini verdi. Çopuroğlu, "Toprak altında ne var diye kazıp bakmaya kalkınca buna zaman yetmez. Toprak üstündeki kalıntılar altta ne olduğunu kanıtlar." diyor. Afyonkarahisar Vali Yardımcısı Nevzat Ünsal, konudan haberdar olmadıklarını belirterek, kendilerine başvuru yapılmadığını ifade etti. Resmi olarak muhtarlığın Valiliğe başvuru yaptıktan sonra araştırma yapacaklarını kaydeden Ünsal, evlerin gerçekten oturulamayacak durumda olduğu belirlendikten sonra gerekenin yapılacağını söyledi.
Zaman, Haber: Halil Özcan, 15.02.2007
|
KASTAMONU'DAKİ TARİHİ ESERLER
Kastamonu Vakıflar Bölge Müdürlüğü tarafından oluşturulan Vakıf Müzesi 2007 yılının Mayıs ayında hizmete girecek. Kastamonu için büyük fayda sağlaması beklenen Vakıf Müzesi`nin Kastamonu`da hizmete açılmasıyla birlikte, yıllardır elimizden uçup giden Vakıf eserleri tekrar bu müzede toplanacak. 16 kamera ve 8 güvenlik görevlisi tarafından korunacak olan Vakıf Müzesi`ne iki de müze araştırmacısı atandı.
Vakıflar Bölge Müdürü Yavuz Yücebıyık, "Nasrullah ve Atabey Camii`nden İstanbul`a giden 21 adet Kuranı Kerimler tekrar müzemize dönecek. Livapaşa Konağı`nda bulunan ve Kasaba Köyü Mahmutbey Camii`ne ait olan kapıyı biz kendi müzemize alacağız. Diğer sağda solda ne varsa biz bunların çalışmasını yapacağız" şeklinde konuştu.
Vakıflar Bölge Müdürü Yavuz Yücebıyık aynen şunları söyledi; "Bütün camilerde olan eski eser kabul edilebilecek hiç bir tane halı bile yoktur. Tamamen bunlar güvenlik içine alındı, yıkattırıldı, temizlendi ve standlara asıldı. Camilerin en köhne köşesinde rutubetli halde bırakılan bu halıları biz bur da topladık. Depolarda çürümeye yüz tutmuş bütün halıları değerlendiriyoruz. Bu müzenin Kastamonu`ya çok faydası olacak. Buraya iki tane de müze araştırmacısı geldi. Ayrıca Şeyh Şaban-ı Veli`de yaptığımız Vakıf Müzesi`nde Şeyh Şaban-ı Veli`nin eşyalarını sergileyeceğiz. Kültür Vakfı`ndan bunları zimmetle aldık, bu eşyalara ayrı bir oda yaptık ve bu odada gayet güzel bir şekilde sergilemeye çalışıyoruz. Orada 8 güvenlikçi var. Müzeyi de sanırım Vakıf Haftası`na doğru, Genel Müdürlüğümüzden gelecek talimata göre açmaya çalışacağız. Ufak tefek eksiklikleri dışındada herhangi birşey kalmadı. Şeyh Şaban-ı Veli`den konuşmuşken, orada da yeni bir düzenleme yapıyoruz. Orayı projelendirdik. Tekrar restorasyonunu yapacağız. Cami`nin dış cephesi ve çevre düzenlemesi olsun, ayrıca oradan tuvaletleri kaldıracağız. Yani Şeyh Şaban-ı Veli Külliyesini oraya yakışır bir hale getireceğiz."
Teknik eleman yönünden biraz sıkıntı çektiklerini ifade eden Yücebıyık; "Malum bizim bölgemizde iki mimar, bir inşaat mühendisi var. Bu arkadaşlar yeni oldukları için biraz tecrübesizler. Onun dışında gayet özverili bir şekilde çalışıyorlar. Genel Müdürlük takviyesiyle işin üstesinden gelmeye çalışıyoruz. 2007 yılı programımızda oldukça ağırlıklı olacak" dedi.
Yavuz Yücebıyık Kırkodalı Konağı ile ilgili de şunları söyledi; "İşletmeci, Kırkodalı Konağı'nı bırakacağını bize iletti. Tabii kira sözleşmesi hukuken devam ediyor. Dolayısıyla bunu çözmemiz lazım ve bu çözüldükten sonra da tekrar ihale yapılacak. Onun dışında şu anda yapılacak pek fazla birşey yok."
Balkapanı Hanı ile ilgili `Münire Medresesi`ne bakarak burası neden geri planda kaldı` şeklindeki sorumuzu cevaplayan Vakıflar Bölge Müdürü Yavuz Yücebıyık şunları söyledi; "Balkapanı Hanı`nı alan işletmeci biraz zayıf. Fakat biz neticede kira ihalesi yapıyoruz. Doğal olarak da her Türk vatandaşı ihalelere girebiliyor ve orayı alıyor. İşletmeci malesef burayı bizim istediğimiz gibi işletemedi. Burası tabi hem Cem Sultan Bedesteni'nin açılmasına da bağlı bir konu. Bir de o yörenin esnafı hem çevrenin güzelleşmesi açısından, hemde iş kolları açısından o bölgede bir değişiklik olması gerekir. Yani burada da mutlaka hem halkımızın hazır olması lazım, hemde belediyemizin buraya biraz daha el atması gerekiyor. Ben buranın canlanması için öyle düşünüyorum."
Yavuz Yücebıyık restorasyonu tamamlanan Yılanlı Camii ile ilgili de şunları söyledi; "Yılanlı Camii`nin restorasyonu tamamlandı, Yılanlı Camii`nin önünde özel mülkiyete ait bir tane konut var. Buda tescilli ve eski eser. Özel mülkiyet olduğu için bizde restorasyonunu yapamıyoruz. Ama hem cami için, hem camiye gelenler için tehlikeli. Kastamonu içinde çok çirkin bir görüntü arz ediyor. Biz defalarca mal sahibine, belediyemize ve kültür müdürlüğümüze defalarca yazı gönderdik. Buranın tehlikeli olduğunu, buranın bir şekilde bu vatandaşa yaptırılması gerektiğini söyledik. En son caminin ibadete açılabileceğini müftülüğe yazdığımız yazıda ancak buranın tehlikeli olduğunu, bu tehlike içinde gerekli tedbirlerin alınması gerektiğini belirttik. Yani vatandaşlarımızı uyardık ve görevimizi yerine getirdik. Ama diğer kurumlarımızda bir harekete geçerse herhangi bir tehlikeye maruz kalmadan gerekli önlemlerin alınması gerekir. Ve en sonunda da bu vatandaşımız burayı yapmazsa biz kamulaştırma yoluna gideceğiz, bunun tek çözümü de budur diye düşünüyoruz."
Yücebıyık yaptığı röportajı şu cümlelerle tamamladı; "Biraz önce de söylediğim gibi Genel Müdürümüz teşkilatın önünü açtığı için şu anda hiçbir sıkıntımız yok, yapmayacağımız işte yok, yeter ki para olsun. Eski eser olması nedeniyle de projesiz iş yapamıyoruz. Dolayısıyla da hem İhale Kanunu`ndan kaynaklanan, hem de eski eserden kaynaklanan nedenlerden dolayı önce proje ihaleleri yapıyoruz, daha sonra restorasyonlarını bir bir yapıyoruz. Amacımız hem Kastamonu`da, hem bölgemizde boynu bükük vakıf eseri bırakmamak, değer-lendirilmemiş vakıf arazisi bırakmamak, değerlendirilmemiş vakıf taşınmazı bırakmamak."
Kastamonu Postası, 15.02.2007
|
ABU DABİ BRITISH MUSEUM'UN PEŞİNDE
|
The British Museum |
Ben Flanagan’ın haberine göre 1753 yılında kurulan British Museum, Saadiyat Adası Kültür Bölgesi’nde yer alacak müzelerden bir tanesi olabilir. British Museum’un 27 milyar dolarlık bütçeye sahip Saadiyat Adası Kültür Bölgesi Projesine dahil edilmesine ilişkin görüşmeler devam ediyor.
Turizm Geliştirme ve Yatırım Firması’nın (Tourism Development & Investment Company / TDIC) CEO’su Lee Tabler’e göre, British Museum’un Guggenheim ve Louvre Müzesi gibi Saadiyat Adası’nda yer alacak diğer müzelerin yanında yer alıp almayacağı yakın zamanda belli olacak.
Arabianbusiness.com ile yaptığı görüşmede Tabler, İngiliz Büyükelçiliği’nin de diğer Avrupalı ateşeler gibi, Avrupa’da yer alan belli başlı kültür merkezlerinin Abu Dabi’ye gelmesine sıcak baktığını belirtti.
Tabler ayrıca Avusturya, Rusya ve İtalya’dan temsilcilerin de şu an Abu Dabi yönetimi ile bu tip görüşmeler yaptıklarını ve TDIC’nin Saadiyat Adası’nda farklı sanatların bir araya gelmesinden mutluluk duyacaklarını söyledi. Tabler British Museum ile şu an sadece görüşme yapmakta olduklarını ve kesin bir karara varmadıklarını da yineledi. TDIC’nin yaptığı görüşmelerde telafuz edilen bütçenin 800 milyon dolar ile 1 milyar dolar arasında olduğu belirtiliyor.
|
Saadiyat Adası Kültür Bölgesi |
Saadiyat Adası'nın 5 Merkezi :
Tabler, Saadiyat Adası için gerçekleştirilmesi kesinleşen aşağıdaki projeler tamamlandığında ziyaretçilerden müzelere giriş ücreti alınacağını ve bu ücretlerin her müze için farklı olacağını belirtti.
1. Abu Dabi Performans Sanatları Merkezi / Zaha Hadid Mimarlık
2. Çağdaş Sanatlar Müzesi (Guggenheim Abu Dabi) / Frank Gehry Partners
3. Klasik Sanatlar Müzesi /Jean Nouvel Studios
4. Deniz Müzesi / Tadao Ando
5. Şeyh Zayed Ulusal Müzesi / Bu yapı için mimar henüz belirlenmedi
Yapı Dergisi, 15.02.2007 |
|
ŞİŞİRME İŞLER-3:
EYÜP İMPARATORU GENÇİYANOS I |
AKP'Lİ BELEDİYENİN ŞAŞIRTAN TEKLİFİ
AKP'li Ahmet Genç'in başkanlığını yaptığı Eyüp Belediyesi, yaklaşık yüz yıllık Piyer Loti Tepesi'nin adını "Eyüp Sultan Tepesi" olarak değiştirmek için İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi'ne teklif sundu. Teklif, ilgili komisyona sevk edilirken, CHP'liler Piyer Loti isminin ortadan kaldırılmak istenmesini "fanatizm" olarak nitelendirdi.
Piyer Loti Tepesi'ne "Eyüp Sultan Tepesi" isminin verilmesiyle ilgili Eyüp Belediye Meclisi tarafından alınan teklif kararı dün Büyükşehir Belediye Meclisi'ne getirildi. Teklifin başlığında, "Eyüp Belediyesi Sosyal Tesisleri ve teleferik üst ayağının bulunduğu tepenin 'Eyüp Sultan Tepesi' olarak isimlendirilmesi" başlığı yer aldı. Meclis de teklifi Harita Komisyonu'na havale etti. Bu teklif, Komisyon'un hazırlayacağı raporla birlikte tekrar Büyükşehir Meclisi'ne gelecek ve görüşmeye açılacak.
CHP'li Eyüp Belediye Meclis Üyesi Ali Lütfü Gündoğdu, teklifin Eyüp Belediye Meclisi'ne, "Başkanlık Makamı"na olarak geldiğini belirterek şunları söyledi: "Biz teklife muhalefet ettik. Böyle bir isim değişikliğinin doğru olmayacağını, bütün dünyanın burasını Piyer Loti Tepesi olarak bildiğini söyledik. Ancak AKP'liler böyle bir teklif kararı aldı."
Büyükşehir Belediye Meclisi CHP Grup Başkanvekili Kemal Akar da, "Piyer Loti sıradan bir isim değil. İstanbul'un kültürüne kazınmış bir isim. 2010 Avrupa Kültür Başkenti olma iddiasındaki İstanbul'da Piyer Loti ismini yok etmek değil, korumak gerekir. Bunun altında fanatizm yatıyor" diye konuştu.
Değişikliğin kültürel mirasa saygısızlık olacağını kaydeden Akar, şöyle devam etti:
"Hani yerleşik isimleri değiştirmeme konusunda ilke kararı alınmıştı. Bir gün Ayasofya'nın, Aya İrini'nin adının değiştirilmesi de istenebilir mi? Eyüp Belediyesi'nden gelen bu teklifi, İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi'nin kabul edeceğini zannetmiyorum."
Cadde, sokak ve meydanlara isim verilmesi, isimlerin değiştirilmesi, yasa gereği Büyükşehir Belediye Meclisi'ne ait. İlçe belediyeleri sadece Büyükşehir Meclisi'ne teklifte bulunabiliyor. Bu teklif Harita Müdürlüğü aracılığıyla Meclis'e geliyor. Meclis kabul ederse isimlendirme yapılıyor.
Eyüp Belediyesi'nin teklifi tartışma yarattı. Tarih Vakfı Başkanı Halim Bulutoğlu ve Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şube Başkanı Eyüp Muhçu kararı eleştirdi.
Tarih Vakfı Başkanı Halim Bulutoğlu:
Semt ve cadde isimlerini değiştirmek kent belleğini ortadan kaldırmaktır. İsim değiştirmek tekdüzeleştirmek, farklılıkları ortadan kaldırmaktır. Böyle bir şey Türkiye'nin son zamanlarda bozulan imajının daha da bozulmasına katkı sağlar. Bu, Türkiye'de Osmanlı'nın hoşgörüsüne bile tahammül kalmadığını gösterir.
Piyer Loti ismi, üstelik İstanbul'un tanıtımı için son derece önemlidir. Böyle bir şey, etnisite ve ümmet üzerinden kente bakılıyor demektir. Eyüp Sultan'ın ne kadar önemli olduğu tartışılmaz bile. Ama, tepenin adını değiştirerek oraya Eyüp Sultan'ın adının verilmesi, Eyüp Sultan'ın tarihini yüceltmez. Eyüp Sultan Camii, meydanı ve çevresindeki külliyesi ona hak ettiği saygınlığı zaten sağlıyor. Piyer Loti adı Eyüp'e ayrı bir değer katıyor. Hem turizm açısından hem tarih açısından.
Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şube Başkanı Eyüp Muhçu:
Cadde, sokak, meydan isimleri bir kentin kimliğidir. Bu isimlerle o kentin tarihteki yerini, önemini anlarız. Bu isimler o kentle ilgili geçmişten günümüze yazılmış bir mektup gibidir. Cadde, sokak isimlerini değiştirmek geleceğe yazılmış mektupları yok etmek demektir. Piyer Loti'nin ismi o tepeye, Osmanlı'ya yaptığı hizmetlerin bir takdiri olarak verilmiştir. Piyer Loti ismi o bölgenin tarihinin bir parçasıdır. Bu ismin şu veya bu şekilde ortadan kaldırılmak istenmesi çok yanlış olur. İstanbul'un tarihi kimliğine zarar verir.
Milliyet, Haber: Mehmet Demirkaya, 13.02.2007
PİYER LOTİ ADSIZMIŞ
AKP'li Eyüp Belediye Başkanı Ahmet Genç, bir İstanbul aşığı olan Piyer Loti'nin adıyla anılan tepeyi 'isimsiz' ilan etti. Ve Genç'e göre, Piyer Loti de yalnızca tepe üzerindeki kahvehanenin ismiydi. Oysa Genç'in, başkanı olduğu Eyüp Belediyesi'nin resmi internet sitesinde, bu tepenin adı Piyer Loti Tepesi olarak anılıyor.
Eyüp Belediyesi, önceki gün Büyükşehir Belediye Meclisi'ne sunduğu teklifle 'Piyer Loti' adıyla anılan tepeye 'Eyüp Sultan Tepesi' adı verilmesini istemişti. CHP'li Eyüp Belediye Meclis Üyesi Ali Lütfü Gündoğdu'ya göre, teklif ilçe belediye meclisine, 'başkanlık makamınca' gelmişti:
"İsim değişikliğinin doğru olmayacağını, bütün dünyanın burasını Pierre Loti Tepesi olarak bildiğini söylememize rağmen AKP'liler böyle bir teklif kararı aldı."
Genç'in, 'isimsiz' ilan ettiği, hatta tarihçilere 'hodri meydan' dediği tepe, başkanlığını yaptığı Eyüp Belediyesi'nin resmi internet sitesinde de 'Piyer Loti Tepesi' olarak yer alıyor. Sitede, Genç'in kendi fotoğrafıyla yayımlanan '2007-2009 Yatırım Projeleri' bölümünde, 'Piyer Loti Projelerimiz' başlığı altındaki iki proje şöyle: 'Piyerloti Tepesi'ne Kat Otoparkı Yapılması Projesi ve Piyerloti Kulesi Projesi."
Bu teklif, Genç'in başkanlığını yaptığı Eyüp Belediyesi'nin bu türden ilk icraatı değil. Belediye Nisan 2006'da 'Kutlu Doğum Haftası'nda bastırdığı, içinde 'Örtünmemek gühantır' yazılı kitapçığı ilçede ve okullarda dağıttı. Temmuz 2005'te ise ÖSYM tarafından hazırlanan 2005 Kamu Personeli Tercih Kılavuzu'na ilan vererek, zabıta olmak için başvurmayı düşünen kişilere imam-hatip mezunu olma şartını getirdi.
Topbaş ve CHP'li meclis üyelerinin itirazı üzerine Ahmet Genç, dün Eyüp Sultan adını verdiği Piyer Loti Tepesi'nde gazetecilerin sorularını yanıtladı. Genç, Eyüp'ten tepeye uzanan bir teleferik yaptıklarını, teleferiğin bir ayağına 'Eyüp Sultan' ismini verdiklerini, tepedeki ayağına da isim vermek istediklerini söyledi. Genç'e göre, isim arayışına giren belediye, 'bir durak ismi' olarak 'Eyüp Sultan Tepesi'ni uygun görmüştü:
"Burada 22 bin metrekarelik tesisler yaptırdık, gelen 40 bin Fransız turisti ağırlayalım diye. Mezarlıkların içinden yol vardı, turistlere tecavüzler olurdu. Turistleri yürütmeyelim diye teleferik yaptık. Teleferiğin bir kulesini aşağıya, diğer kulesini mezarlıkların içine yaptık. Eyüp Sultan üzerindeki tepe 250 dönüm arazi mezarlıktır, buranın ismi yoktur. Bu kulenin adına Eyüp Sultan Tepesi dedik. Bu bir teleferik durağıdır."
Genç, tepenin 'Piyer Loti' adını taşımadığı, isimsiz olduğu görüşündeydi. Genç'e göre, Piyer Loti, tepe üzerindeki kahvehanenin adıydı: "Piyer Loti kahvesi yerinde. Şu anda mezarlıkların içerisindeki kulenin adına Eyüp Sultan Tepesi'ne çıkıyorsunuz. Burası da Eyüp Merkez Mahallesi, Eyüp Sultan Tepesi'dir, Piyer Loti değildir. Tarihin hiçbir sayfasında Piyer Loti diye geçmez. Piyer Loti kahvedir, böyle bir mevki yoktur. Vardır diyen tarihçi varsa hodri meydan!"
Bu arada, toplantı bitiminde tepede gezinen Genç'e, direğe asılmış 'Eyüp Sultan Tepesi' levhası gösterildi. Genç, levhanın Büyükşehir Belediyesi'nce konulmuş olabileceğini söyledi. Ancak bu açıklama, yalanlandı. Büyükşehir Belediyesi, levhayı kendilerinin koymadığını kaydetti.
AKP Genel Merkez yönetimi de Piyer Loti Tepesi'nin adının değiştirilmesine sıcak bakmadı. Yerel yönetimlerden sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Nihat Ergün, konunun basına yansıması üzerine Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş'ı telefonla arayarak bu değişikiliğin belediye meclisinde kabul edilmemesini istedi. Ergün, yerleşik bir ismin değiştirilmesinin uygun olmayacağını, tartışma yaratacak kararlardan kaçınılması gerektiğini söyledi.
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş da, Harita Komisyonu'na gönderilen teklife sıcak bakmıyor: "Bazı mekan isimlerinin değiştirilmesi o kentin tarihiyle kopukluğunu ortaya çıkarır. Bugün bir yerin ismini değiştirirsiniz, yarın bir başkası gelir başka isim koyar. Bazı mekanlar var ki artık isimleri değiştirilemez. Çünkü 4 bin 500 yıllık tarihi olan birtakım mekanlarda yeni izler oluşturup yeni tarih yazmanız mümkün değil. O kayıtlara girmiştir, arşivlerde vardır ve kentin hafızasıdır o bölgeler... Değiştirmek tarihle bağları kopartmak anlamına gelir."
Radikal, Haber: Emre Boztepe, Fotoğraf: Gürsel Eser/AA, 14.02.2007
OYBİRLİĞİYLE PİYER LOTİ
Eyüp Belediyesi’nin Piyerloti Tepesi’ne Eyüp Sultan Tepesi adı verilmesi teklifi İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi’nde dün oybirliğiyle reddedildi. Piyer Loti Tepesi’nde önceki gün düzenlediği basın toplantısında teklifinde ısrarcı olan Eyüp Belediye Başkanı Ahmet Genç, oylamada karşı oy kullanmadı.
Harita Komisyonu ve Eğitim-Kültür-Gençlik ve Spor Komisyonu’nun ortak görüşünde, "Eyüp İlçesi Merkez Mahallesi’nde bulunan Belediye Sosyal Tesisleri’nin ve Teleferik üst ayağının bulunduğu tepeye ’Eyüp Sultan Tepesi’ isminin verilmesi komisyonumuzca uygun görülmemiştir" denildi. Hazırlanan rapor, oybirliğiyle kabul edildi.
Eyüp Belediye Başkanı Ahmet Genç, Meclis toplantısı sonrasında basın mensuplarının, "Dünkü basın toplantısında çok ısrarcıydınız? Bugün neden ısrar etmediniz?" sorusunu, "Biz bir teşkilatız. Grubumuzun vermiş olduğu karara saygı duyarız. Benim getirdiğim bir tekliftir, bu teklifin doğruluğuna inanarak getirdim. Ama grubum böyle layık ve uygun gördüyse biz gruba saygı duyarız" diye yanıtladı. "Ankara veya Kadir Topbaş’tan telkin oldu mu" sorusuna ise "Hiç kimsenin telkini olmamıştır" cevabını verdi.
Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş ise "Ben kendi şahsi kanaatimi söylemiştim. Meclisimiz komisyondan gelen raporu değerlendirip en uygun olan karar vermiştir" dedi. Topbaş, "Ahmet Genç’e telkininiz ya da tavsiyeniz oldu mu?" sorusunu ise şöyle yanıtladı: "Dün AKP İl Merkezi’nde Belediye Başkanları toplantısı vardı. Bu toplantı sonrasında Ahmet Genç ile özel bir görüşme yaptık. Görüşmemizde Ahmet Bey, yanlış anlaşıldığını, Piyer Loti Kahvesi’nin bulunduğu yerle buranın alakası olmadığını söyledi. ’Burası müstakil bir tepe ve boşluk olan bu nokta için bir teklifte bulunduk’ dedi. Ben kendisine bu kadar yakın mesafelerde bunun yanlış anlaşılabileceğini söyledim."
Hürriyet, Haber: Hasan Ay, 15.02.2007
PİYER LOTİ'Yİ KALDIRAMADI AMA KENDİ ADINI VERDİ
Piyer Loti Tepesi'nin adını Eyüp Sultan Tepesi olarak değiştirme girişimi İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi'nden dönen Eyüp Belediye Başkanı Ahmet Genç, bir caddeye de kendi adını vermiş.
Eylül ayında, ilçedeki yaklaşık 1800 cadde ve sokağın yeniden düzenlendiği Eyüp İlçesi Adres Bilgi Sistemi çalışması sırasında, Yayla Köyü Yolu’nun adı Ahmet Genç Bulvarı olarak değiştirilmiş. Ayrıca, ilçedeki isimsiz bir sokağa da İskenderpaşa Cemaati'nin lideri olarak tanınan, Avustralya’nın Dubbo Kenti girişinde geçirdiği trafik kazasında hayatını kaybeden Prof. Dr. Esat Coşan’ın adı verildi. Suikaste kurban giden DİSK Genel Başkanı Kemal Türkler'in adını taşıyan sokağın adı Kaynak Sokak, 6. Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk'ün adını taşıyan caddenin adı ise Yusuf Muhlis Paşa Caddesi olarak değiştirildi.
Hürriyet, Haber: Hasan Ay, 16.02.2007
BELGELER GENÇ'İ YALANLIYOR
Piyer Loti Tepesi'ni Eyüp Sultan Tepesi yapma girişimiyle tartışma yaratan, ardından ilçede onlarca sokak adını soyadını çağrıştıran isimlerle değiştirdiği ortaya çıkan Eyüp Belediye Başkanı Ahmet Genç iddiaları yalanladı. Eyüp Belediyesi'ne göre, sokaklara ErGenç, FiGenç, ÖzGenç gibi isimler verildiği iddiası doğru değildi. Ancak Harita Müdürlüğü'nden Meclis onayına gönderilen cadde ve sokak isimleri listesi de Genç'i yalancı çıkardı.
Ulusal adres veri tabanının kurulması ve güncellenmesini kapsayan 'Adres ve Numaralamaya İlişkin Yönetmelik' gereği tamamlanan çalışmalar sırasında Eyüp Belediyesi bazı cadde ve sokak isimlerini değiştirdi. Eylül ayında onay için Büyükşehir Belediye Meclisi'ne sunulduğunda fark edilmeyen uygulama, değişikliklerin vatandaşlara tebligatta bulunulmasıyla önceki gün ortaya çıktı. Buna göre Yayla Köyü Yolu'nun adı Ahmet Genç Bulvarı olmuş, 6. Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk adını taşıyan cadde de Yusuf Muhlispaşa adını almıştı. İsimsiz bir sokağa İskenderpaşa Cemaati lideri Esat Coşan adı verilirken, 22 Temmuz 1980'de bir suikast sonucu öldürülen Kemal Türkler Caddesi'nin adı da 'Kaynak Sokak' olarak değiştirildi.
Yeni bazı sokaklara da Belediye Başkanı Ahmet Genç'in soyadını çağrıştıran isimler verildi. ErGenç, Ergençkon, FiGenç, GezeGenç, ÖzGenç adları alan sokak isimlerinde G harfi büyük yazıldı. Başkan Ahmet Genç dün konuyla ilgili konuşmak istemezken, Eyüp Belediyesi'nden yazılı bir açıklama yapılarak iddialar yalanlandı. Açıklamaya göre yönetmelik esasınca belediye sınırları içindeki aynı ad veya numaralı bulvar, cadde ve sokakların adı değiştirilmişti.
ErGenç, FiGenç, GezeGenç, ÖzGenç, GürGenç gibi isimlerin verildiği ve G harflerinin büyük yazıldığı iddiasıysa tamamen yalandı. Fakat Büyükşehir Belediyesi Harita Müdürlüğü'nden meclis onayına gönderilen sokak listesi, Eyüp Belediyesi'nce yapılan açıklamayı yalanlıyordu. Söz konusu isimlerin hepsi listede yer alıyordu.
Yine belediye açıklamasında, 'Kemal Türkler' adında bir sokak bulunmadığı, sokak isminin 'Kaynak Sokak' olarak değiştirilmediği belirtildi. Ancak Kaynak Sokak olarak belirtilen cadde, Harita Müdürlüğü'nün listesinin yanı sıra Büyükşehir Belediyesi'ne ait Sehirrehberi.ibb.gov.tr ve kentrehberi.ibbi.gov.tr adreslerindeki uydu fotoğrafları ve haritalarında Kemal Türkler Caddesi olarak yer alıyordu.
'Turan Güneş Sokağı'nın 'Güneş Sokak' adını alması ise Eyüp Belediyesi'ne göre çok normaldi. Değişiklikle ilgili belediye açıklamasında "Bu sokağımızın resmi ismi 1996 yılından bu yana Güneş Sokak olarak bilinmektedir" denildi. Eyüp Belediyesi'nce 'Fahri Korutürk' Caddesi'ndeki isim değişikliği de sıradışı değildi. Piyer Loti Tepesi'nin adını 'Eyüp Sultan Tepesi' olarak değiştirmek isterken, tarihi geçmişiyle pek ilgilenmeyen Eyüp Belediyesi, bu kez tarihi geçmişi gerekçe gösterdi. Bu cadde 250 yıllık Eyüp tarihi içinde Yusuf Muhlis Paşa diye biliniyordu ve bu kayıtlarda tespit edilmişti.
Ahmet Genç adının bir bulvara, cemaat lideri Esat Coşan adının da bir sokağa verilmesi konusunda ise yazılı açıklamada herhangi bir bilgi yer almadı.
Radikal, 17.02.2007
*****
PİYER LOTi
Ünlü Fransız romancı Pierre Loti, 1850-1923 yılları arasında yaşadı. Gerçek adı Louis Marie Julien Viaud olan yazar aynı zamanda bir deniz subayıydı. 1867 yılındaki Okyanusya seferi sırasında, Büyük Okyanus'ta yetişen bir çiçeğin adı olan Loti takma adını aldı. Mesleği sayesinde Ortadoğu ve Uzakdoğu ülkelerini, kültürlerini görme fırsatı buldu ve yazdığı anı ve romanlarda bu seyahatlerinde edindiği bilgilerden çok faydalandı. Denizcilik öğreniminin ardından 1881'de yüzbaşı, 1906 yılında da albay rütbesini aldı. İstanbul'u da ziyaret eden Loti, bu şehirden ve Osmanlı kültüründen çok etkilendi ve daha sonra defalarca buraya gelerek uzun süre burada yaşadı. İstanbul'a ikinci gelişinde (1879) o zamanın Osmanlı Dönemi Türkiyesi'ni anlattığı "Aziyadé" adlı romanına adını veren kadınla tanıştı. Loti, bu romanla birçok eleştirmenden olumlu not aldı ve geniş bir kitle tarafından tanınmış oldu. Daha sonra roman yazmaya devam etti ve birçok önemli yapıta imzasını attı. Gözlem yönü kuvvetli olan Pierre Loti, yazılarında oldukça yalın bir dil kullandı ve aşk, ölüm, umutsuzluk gibi öğelere fazlaca yer verdi.
Eyüp sırtındaki Pierre Loti Kahvesi, bütün Haliç'in tepeden görülebildiği, doğal ve sakin bir mekan. Eyüp, dini mekanları, mezarlıkları, doğal güzellikleriyle önemli ve eski bir yerleşim bölgesi. Eyüp'ten Eminönü'ne kadar tüm Haliç'in tepeden görülebildiği Pierre Loti Kahvesi, yerli ve yabancı turistlerin oldukça ilgi gösterdiği bir yer. Osmanlı kültürüne ve yaşayış biçimine hayranlık duyan yazar Pierre Loti, İstanbul'da bulunduğu dönemlerde bu kahveye sürekli gelirdi. Özellikle nargileye meraklı olan Loti, burada saatlerce oturur, insanlarla sohbet ederdi.
Pierre Loti'nin eserlerinde, kendi hayatının serüveniyle hayalhanesinde kurguladığı hayatın bir karışımı vardır. Adeta bir rüya gözlüğü ile hayatın yalın yüzünü seyreder. Yer yer hayat, yer yer de rüya ve hayaller baskın çıkar. Onun böyle bir yapıda oluşturduğu, ortaya koyduğu eserleri; okuyucuyu bağımlılık derecesinde etkileyip sürükleyici bir anlatım ırmağına götürür.Hayatın iki ayrı yönünü aşkı ve ölümü batılı bir düşünce yapısı içinde değil de Doğu- İslam anlayışı ekseninde karşılaştırmalı olarak değerlendirmeye çalışır.
TAY Haber, Bilgi: biyografi.net, 16.02.2007
|
|
|
ANTİK TİYATROYA 'BAŞKANKONDU'
Bodrum'da yakalanan bir kaçakçı 'Tarihi eserleri belediye başkanından satın aldım' deyince ortalık karıştı. Bodrum Çamlıbel Belediye Başkanı'nın evini antik tiyatronun üzerine kurduğu, 2 bin yıllık sütunları inşaatta kullandığı ortaya çıktı.
Muğla'nın Bodrum İlçesi'nde Turizmci Yüksel Kuru, iki bin yıllık tarihi eserlerle yakalanmıştı. Paha biçilmez eserlerin arasında Fatih Sultan Mehmet'in Amasya Fermanı'nın bir bölümü de bulunmuştu.
Turizmci Kuru, tarihi eserlerin bir bölümünü Muğla Kavaklıdere İlçesi Çamlıbel Belde Belediye Başkanı Hilmi Çalışkan'dan aldığını öne sürdü. Jandarma ekipleri, Belediye Başkanı Hilmi Çalışkan'ın Çamlıbel Beldesi'ndeki antik tiyatronun dehlizleri ve merdivenleri üzerindeki evine baskın düzenledi. Evin altındaki tarihi dehlizlerde yapılan aramada Osmanlı dönemine ait olduğu sanılan antika bir tüfek ele geçirildi. Belediye Başkanı, tüfeğin dedelerinden kaldığını iddia etti.
Jandarma tarafından gerçekleştirilen operasyonda, Belediye Başkanı Hilmi Çalışkan'ın, antik bir tiyatronun üzerine ev yaptığı gibi inşaatta iki bin yıllık tarihi sütun ve taşları evinin inşaatında kullandığı belirlendi. Antik tiyatroya çıkan dehlizleri de depo olarak kullanan Çalışkan, tiyatronun sahnesini ise belediyenin döşediği taşlarla kendisine özel bir otoparka dönüştürmüş. Başkan, antik tiyatronun seyirci bölümüne ise evine kolay çıkabilmek için demirden merdiven yapmış.
Gözaltına alınan Belediye Başkanı Hüseyin Çalışkan, tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı.
Haber Ekspres, 15.02.2007
|
DEFİNE UMUDU BOŞ ÇIKTI
Aydın'ın Söke İlçesi'nde, bahçesinde define olduğunu öne sürüp resmi izinle kazı yaptıran Belediye Meclis Üyesi, umduğunu bulamadı.
Güllübahçe Belediye Meclisi üyesi Hasan Onursal, Antik Priene Kenti yakınlarındaki Turunçlar mevkisindeki evinin bahçesinde, tarihi kente yakınlığı nedeniyle define olabileceğini düşündü. Onursal, resmi makamlara başvuruda bulunarak, bahçesinde define araması yapılması için izin aldı. Milet Müzesi'nden Arkeolog Erkan Dede, Mal Müdürlüğü Milli Emlak Şefi Mustafa Koçak ve jandarma ekibinin katıldığı kazı çalışmasını, Güllübahçe Belediye Başkanı Yılmaz Salbaş da izledi.
Define arama kazısının yapıldığını duyan belde sakinleri, kazının yapıldığı alanda toplandı. Yaklaşık 3 saat süren kazı çalışmasından sonuç alınamadı.
Güllübahçe Belediye Başkanı Yılmaz Salbaş, Onursal'ın örnek bir davranışta bulunduğunu belirtti. Salbaş, "Arkadaşımızı kutluyorum. Yer altı zenginliklerimizin yer üzerine çıkarılması elbette gerekiyor. Ancak bu tür define ve tarihi eser aramalarının yasal yollardan yapılması gerekiyor" dedi.
Haber Ekspres, 15.02.2007
|
GEYVE HAN ÇARŞIYA AÇILDI
15. yüzyılda Yeşil Cami`ye gelir sağlamak amacıyla yaptırılan Geyve Han`ın, yüzyılı aşkın süredir kapalı olan kuzey kapısı, restorasyon çalışmaları kapsamında törenle açıldı.
Osmangazi Belediyesi, yüzyılı aşkın süredir kapalı olan Geyve Han`ın kuzey kapısını hanın restorasyonu kapsamında törenle açtı. Yüzyıldır kapalı duran kapının açılmasıyla karihi Geyve Han çarşıyla yeniden buluşmuş oldu. Duvarı kırarak hanı çarşıyla buluşturan Osmangazi Belediye Başkanı Recep Altepe, restorasyon tamamlandığında Geyve Han`ın gerçek kimliğine kavuşacağını söyledi.
Geyve Han`da düzenlenen törende yüzyıllık duvarı yıkan Osmangazi Belediye Başkanı Recep Altepe, Geyve Han`ın kuzey kapasının kapalı olmasının hanı çarşıdan kopardığını ve işlevselliğini engellediğini belirterek, güney ve doğu kapılarının da tali kapıları olduğu için handa insan sirkülasyonun sağlanamadığını kaydetti. Kuzey kapısının açılmasıyla hem hana hem de çarşıya yeni bir heyecan hareketliliğin kazanacağının altını çizen Altepe, `Bundan böyle Geyve Han, tarihle buluşuyor, çarşıya kavuşuyor ve Cumhuriyet Caddesi`ne açılıyor. Geyve Han, restorasyonun tamamlanmasıyla gerçek kimliğine kavuşacak` diye konuştu.
Osmangazi Belediyesi, bugüne kadar Hanlar Bölgesi`nin ihmal edilmiş yegane yapılarından birisi olan Geyve Han`ın restorasyonuna yaklaşık 6 ay önce başladı. 15. yüzyılda Yeşil Cami`ine gelir sağlamak için Hacı İvaz tarafından yaptırılan Geyve Han`da, güney, batı ve ana kapı niteliğindeki kuzey kapısı olmak üzere 3 kapı bulunuyor. Yüzyılı başlarında meydana gelen kapalı çarşı yangınlarında hanın kuzey kapısı, 10 metrekarelik bir dükkana dönüştürüldü. Bununla birlikte hanın doğu ve kuzey duvarları orjinaline uygun olarak restore edilerek, çatı sistemi baştan aşağıya yenilendi. Belediye, iç düzenlemeler kapsamında avluda zemin düzenlemesi ve iç cephenin bakımı gibi çalışmalara da kısa süre içerisinde başlayacak.
Bursa Olay, 15.02.2007
|
TARİHTE SANAT İZLERİ
Antalya’daki Side Antik Kenti’nin tapınaklar bölgesinde geçen yıl yapılan restorasyon çalışmaları sırasında bulunan, 5x5 metre ebadında tek parça halinde, geometrik ve bitkisel motiflerden oluşan erken Bizans dönemine ait mozaiğin bu yıl sergileneceği bildirildi.
Side Müzesi Müdürü Arif Küçükçoban, çalışma kapsamında Apollon ve Athena antik yerleşkesinde rastgele duran tüm taşların belirlenerek, belli bir düzen içinde yerleştirildiklerini söyledi. Apollon ve Athena bölgesinin ot ve çöplerden temizlendiğini anlatan Küçükçoban, bazilikaya ait simetrik 2 mekandaki taşların düzenlenmesi sırasında, mekanın birinin zemininin mozaikle kaplı olduğunun görüldüğünü ifade etti. Küçükçoban, “Zeminin hiç bozulmamış yekpare bir mozaikle kaplandığı tespit edildi. Mozaik jeotekstil adlı bir malzemeyle nefes almasını sağlayacak şekilde kapatılarak üzeri toprakla örtüldü. Bu yıl içerisinde ziyaretçilerin görüşüne açılacak” dedi.
Türkiye Gazetesi, 15.02.2007
|
GÜRÜN'DE TARİHİ ESER VE PATLAYICI ELE GEÇİRİLDİ
Sivas’ın Gürün İlçesi'nde emniyet ekipleri tarafından bir ev ve iş yerine yapılan baskın sırasında çok sayıda tarihi eser ve patlayıcı madde ele geçirildi. Alınan bilgiye göre yapılan bir ihbarı değerlendiren emniyet ekipleri, Kirazlık Mahallesi Hasan Caddesi’nde bulan bir ev ve iş yerine operasyon düzenledi.
Erol B. ve Kemal K. isimli vatandaşların evlerinde ve işyerlerine arama yapan polis ekipleri, Erol B.’ye ait evin bahçesine gömülü değişik dönemlere ait çeşitli cinste ve çok sayıda tarihi eser ve patlayıcı buldu.
Konu ile ilgili soruşturma başlatılırken, şüpheliler ifadeleri alındıktan sonra serbest bırakıldı.
Sivas Hürdoğan, 15.02.2007
|
İSTANBUL MÜZE-KENT OLABİLECEK Mİ?
|
Süleymaniye Külliyesi |
25 Mayıs 2004 tarihinde Topkapı Sarayı’nda Kültür ve Turizm Bakanı Erkan Mumcu başkanlığında, İstanbul Valisi Muammer Güler, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş ve Başbakanlık Vakıflar Genel Müdürü Yusuf Beyazıt’ın katılımıyla, İstanbul’un kültürel mirasını konu alan bir toplantı gerçekleştirildi ve bu toplantıda “İstanbul Müze-Kent” kavramı çerçevesinde ortak bir çalışma başlatılmasına karar verildi. Bu kararın ardından 11 Ağustos 2004 tarihinde de bu dört kurum "İstanbul Müze-Kent" Projesi ortaklık protokolünü imzaladılar.
Ayvansaray'dan Beyoğlu'na ve Boğaz'a uzanan hatta, binlerce metruk binanın kısa sürede yenilenmesini içeren “dönüşüm projesi”nde ilk kazma Mayıs 2006’da vuruldu.
“Müze-Kent”projesi kapsamı içinde, ”Tarihi Yarımada”da (Eminönü-Sirkeci-Sultanahmet-Süleymaniye-Zeyrek gibi yerleşim alanlarından oluşan bölge) özellikle Osmanlı mimarisinin örneklerini ve diğer tarihi yapıları yenilemek ve çeşitli faaliyet alanları olarak yeniden topluma kazandırmak için de çalışmalara başlandı.
Proje kapsamında pilot bölge olarak Zeyrek ve Süleymaniye seçildi ve çalışmalara başlandı. Süleymaniye bölgesinde, Süleymaniye Külliyesi ve çevresinin çirkin yapılaşmanın etkisinden kurtarılabilmesi ve tarihi dokunun tekrar canlandırabilmesi amacıyla, Salis ve Rabi Medreseleri’nin bulunduğu Mimar Sinan Caddesi’nden başlayıp, Namahrem Sokağı takip ederek Ayrancı ve Hayriye Hanım Sokağı’na inen güzergahta, pilot uygulama başlatıldı.
Proje, Zeyrek Bölgesi’nde ise Zeyrek Cami'nin etrafındaki tarihi dokunun korunabilmesi için İbadethane Sokak, İbadethane Arkası Sokak, Fazilet Sokak ve Zeyrek Mehmet Paşa Sokakları'nın sınırladığı adalarda gerçekleşecek.
Pilot bölgedeki çalışmaların başarıya ulaşabilmesi için geniş kapsamlı sosyo-ekonomik projelerin de eşzamanlı olarak yürütüleceği söyleniyor. Tüm tarihi Yarımada'da olduğu gibi Zeyrek ve Süleymaniye'de de tarihi çevreye zarar veren niteliksiz bir yapılaşma (imalathaneler vb.) ve bölgenin kültürel miras değerinden bihaber bir göçmen nüfus mevcut. İmalathanelerin başka bölgelere taşınması ve kiracı nüfusun belirlenecek başka bölgelere yerleştirilmesi için çalışmalar yapılacağı da düşünülüyor.
İstanbul Büyükşehir, Beyoğlu ve Fatih belediyeleri bu dönüşüm projelerini TOKİ, KİPTAŞ ve özel sektörle birlikte uygulamaya koyacak. Süleymaniye'de yürütülecek ilk uygulamada 1.280 evden 300'ünü KİPTAŞ yeniliyor
Restore Etmek İstemeyenlerin Evleri Kamulaştırılıyor
İstanbul'da binlerce evin neredeyse bir anda yenilenmesini içeren projenin dayanağı, Beyoğlu ve Fatih'teki çöküntü bölgeleri için Temmuz 2005'te çıkarılan 5366 sayılı yasa. Yasayla tüm Türkiye'de eski yerleşim alanlarında, “dönüşüm projeleri” yürütmesinin önü açıldı. Yasayla, belediyeler projeye katılmayan yapıları kamulaştırabiliyor, projeye onay verecek özel koruma kurulları oluşturabiliyor, inşaat harçlarından muafiyetle maliyeti yüzde 30 azaltabiliyor.
Tarihi Yarımada’da ilk olarak 1.280 bina dönüştürülecek. Bu binalardan 600'ü orta vadede ve 515'iyse acilen yenilenecek, çökme riski bulunan 382 bina da tamamen yıkılarak yeniden inşa edilecek.
İsteyen sadece restorasyon bedelini ödeyerek evinde oturmaya devam edecek. Sahibi restorasyon bedelini “ödemediği/ödeyemediği” için kamulaştırılan evleriyse belediye restore edecek, sonra piyasa fiyatıyla satışa sunacak. Eski cumbalı, ahşap kapılı, motifli Türk evleri ortaya çıkarılırken, bölgeye yeni yapılacak evler üç katı aşamayacak. Projede hedef, evlerin eski ve yeni sahipleriyle birlikte Tarihi Yarımada'da “zengin, orta ve dar gelirli vatandaşların bir arada yaşayacağı” eski tadında yeni mahalleler yaratmak.
İstanbul Müze-Kent Projesi'nde, profesyonel bilgiden yararlanma ve katılımcılık açısından farklı bir kurumlaşma öngörülüyor. Bu nedenle gönüllü bir Danışma Kurulu oluşturulmuş. İlk yapılan toplantıda bütün uygulamaların bu kurulun bilgisi ve öngördüğü prensipler dahilinde yapılacağını belirtilmiş. Ancak bu Danışma Kurulu’nun bilgisi olmadan kararların alınmakta ve uygulamaların yapılmakta olduğu da görülüyor.
İnsan Yerleşimleri Derneği 09 Şubat 2006 tarihinde Müze Kent Projesi ile ilgili önerilerini şöyle dile getiriyor: “Müze-Kent Projesi'nde başlangıçta öngörüldüğü gibi, bir yönlendirici kurul oluşturulmalı. Bu kurul uygulamadan bağımsız olmalı (işlevi sadece proje yonetimi olan ve uygulamaya girmeyen) ve bir yönetmelikle tanımlanmış/tanımlanmamış bir görev üstlenmeli. Kurulun yönetmelikte belirtilen esaslara göre değerlendirmesinden ve onayından geçmeyen hiçbir uygulama Büyükşehir Belediyesi’nin yönetim organlarına teklif edilmemeli.”
İstanbul Metropoliten Planlama ve Kentsel Tasarım Merkezi (İMP) ve Arkitera Mimarlık Merkezi’nin düzenlediği İMP Toplantıları’nda da bugün (15 Şubat 2007) saat 19:00’da yöneticiliğini Mimarlar Odası Eski Başkanı Oktay Ekinci'nin yapacağı, Eminönü Belediyesi Belediye Başkanı Nevzat Er, İMP Müze Kent Grubu Yöneticisi Prof. Dr. Cengiz Eruzun ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi Etüd ve Projeler Daire Başkanı Murat Tuncay'ın konuşmacı olarak katılacağı “Tarihi Yarımada ve Kentsel Koruma” konulu panelde “Müze Kent” kavramı da ele alınacak.
Arkitera, Derleyen: Gökçe Aras, 15.02.2007
|
ZEUGMA ANTİK KENTİ KORUMASIZ
Zeugma Kazı Başkanı Doç. Dr. Kutalmış Görkay, yaptığı açıklamada, Nizip’teki Zeugma antik kentinin arkeolojik öneme sahip bölümünün yaklaşık 700 dekar olduğunu, bu alanın şimdiye kadar 170 dekarının kamulaştırılabildiğini belirtti.
Zeugma Antik Kenti yerleşim yerinin hala büyük bölümünün vatandaşın elinde olduğunu söyleyen Görkay, “Zeugma’yı arkeoloji parkı haline getirmek için yürüttüğümüz çalışmalar içinde kamulaştırma önemli yer tutuyor. Zeugma’nın güvenliğini tam anlamıyla sağlayabilmemiz için kamulaştırılmış alan en az 300 dekar olmalı. Zeugma’yı korumada başarılı olabilmemiz için de öncelikle mülkiyet sorununun çözülmesi gerekiyor.” şeklinde konuştu.
Bakanlar Kurulu kararıyla yürütülen bilimsel kazı ve diğer çalışmaların ana amacının Zeugma’yı turizme kazandırmak olduğunu vurgulayan Görkay, Zeugma’nın kötü niyetli kişiler tarafından uzun yıllardan bu yana bilinen bir yer olduğunu, kaçak kazı ya da mevcut eserlerin çalınmasının önüne geçilebilmesi için yerleşim alanının bütünüyle kamulaştırılması, kamulaştırılan alana insanların girmesine yalnızca belli saatlerde izin verilmesi gerektiğini bildirdi.
Türkiye Gazetesi, 15.02.2007
|
MONA LISA GREVİ
Da Vinci Şifresi'ni her okuyan Mona Lisa için Louvre Müzesi'ne koşunca tablonun korumaları strese girdi. "Zam istiyoruz" diyerek grev kararı alındı.
Paris'teki Louvre Müzesi'nde sıcak günler yaşanıyor. Ziyaretçileri müzenin en önemli parçası Mona Lisa tablosundan uzak tutmak, önünde sıraya sokmak ve fotoğraf çekmelerine engel olmakla görevli korumalar greve gitti. Her yıl 7 milyon kişi Da Vinci'nin bu tablosunu görmek için geliyor. Bu nedenle tablonun önü her zaman kalabalık oluyor. Bu durumun sinirlerini harap ettiğini ve ağır işçi gibi çalıştıklarını söyleyen Louvre korumaları, bin 500 euro olan maaşlarına 150 euro zam yapılmazsa greve devam edeceklerini belirtti.
Vatan, 15.02.2007
|
GAZİANTEP MÜZESİ, YILIN MÜZESİ ADAYI
Gaziantep Arkeoloji Müzesi 30 dolayında ülkeden katılan çok sayıda müze ile yarışarak, Avrupa'da Yılın Müzesi finaline kalmayı başardı.
Yarışmanın finali, Mayıs ayında İspanya'nın Alicante kentinde yapılacak.
Gaziantep Müzesi, yenilenen teşhir düzeni ve zengin mozaikleriyle dünyanın ikinci mozaik müzesi konumunda bulunuyor.
Müzenin 3 bin 500 metrekarelik teşhir alanında, freskler ve arkeolojik eserler de sergileniyor.
Yaklaşık 90 bin tarihi eser de depolarda bulunuyor.
10 yıl önce de Ankara'daki Anadolu Medeniyetleri Müzesi Avrupa'da Yılın Müzesi ödülünü kazanmıştı.
Trt/Haber, 15.02.2007
|
|
|
TAŞ MEDRESE RESTORE EDİLECEK
Konya'nın Beyşehir İlçesi'nde Eşrefoğlu Süleyman Bey Camii'nin batısında yer alan ve halk arasında “Taş Medrese” olarak bilinen tarihi İsmail Ağa Medresesi restore edilecek.
Beyşehir Belediye Başkanı Nazif Tekinöz, İçerişehir Mahallesi sınırları içerisinde Seyfettin Süleyman Halil Bey tarafından yaptırıldığı bilinen ve daha sonra İsmail Ağa tarafından onarılan, 1912 yılına kadar medrese olarak açık kaldığı belirtilen İsmail Ağa Medresesi'nin de tarihi hamamın ardından aslına uygun olarak restore edileceğini söyledi. Tarihi mekanın restorasyonu konusunda belediyenin de görüşünün alındığını ve Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu'nun hazırlanan projeye onay verdiğini belirten Tekinöz, “Vakıflar Bölge Müdürlüğü'müz, aslına uygun olarak restorasyon yapılacak medresenin onarım işini üstlenecek firmanın belirlenmesi için 23 Aralık 2007 tarihinde ihale açacak. Ardından restorasyon çalışmaları başlayacak” dedi.
Yakın zamana kadar virane bir halde iken Vakıflar Bölge Müdürlüğü tarafından geçtiğimiz yıllarda kısmen restore edilerek yok olmaktan kurtarılan Taş Medrese'nin portali ve türbesi dışında kalan diğer kısımlarının tarihçiler tarafından orjinalliğini kaybettiği ileri sürülüyor.
Konya Hakimiyet, 15.02.2007
|
KLEOPATRA VE AŞKI ANTONIUS SANILANIN AKSİNE ÇİRKİNMİŞ
Tarihin en romantik çiftlerinden kabul edilen Antonius ile Kleopatra’nın sanılanın aksine çirkin kişiler oldukları belirtildi. 2 bin yıl öncesine ait bir gümüş sikkeyi inceleyen Newcastle Üniversitesi uzmanları, Hollywood filmlerinde menekşe gözlü yıldız Elizabeth Taylor’ın canlandırdığı Mısır Kraliçesi Kleopatra’nın çıkık çenesi, ince dudakları ve keskin bir burnu olduğunu belirtti.
Bir yüzünde Kleopatra, diğerinde Antonius’un portrelerinin bulunduğu MÖ 32 yılına ait sikke, kraliçenin sevgilisinin patlak gözlü, kalın boyunlu ve çengel burunlu biri olduğunu ortaya koydu.
Müze müdürü uzman Lindsay Allason-Jones da "Romalı yazarlar, zaten Kleopatra’nın zeki ve karizmatik olduğunu, baştan çıkarıcı bir sesi bulunduğunu yazıyor, güzelliğinden hiç söz etmiyor" dedi.
Hürriyet, 15.02.2007
|
|
|
'YENİDEN İNŞA' OLMASIN DA...
Malatya'nın Battalgazi İlçesi'nde bulunan tarihi Silahtar Mustafa Paşa Kervansarayı'nın restore ihalesinin Mart ayında yapılarak onarım çalışmalarına bu yıl içinde başlanacağı bildirildi.
Vakıflar Genel Müdürlüğü'nden alınan bilgiye göre, Batalgazi İlçesi'ndeki 17. yüzyıl Osmanlı eseri olan Silahtar Mustafa Paşa Kervansarayı'nın restorasyon ihalesinin Mart ayında yapılacağı bildirildi. Restorasyon projesi Malatya Belediyesi tarafından yaptırılan Silahtar Mustafa Paşa Kervansarayı'nın restore çalışmalarının ihaleden hemen sonra başlatılacağı kaydedildi. Restore çalışmalarının yaklaşık 6 milyon YTL tutarında olmasının tahmin edildiği öğrenildi.
2003 yılında yapılan protokolle yap işlet-devret modeli ile 30 yıllığına Malatya Belediyesi'ne devredilen Silahtar Mustafa Paşa Kervansarayı, restorasyonun gecikmesi üzerine Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından protokol iptal edilmişti.
Bu arada, restorasyonu gündeme gelen tarihi kervansarayın, "restore" adı altında başka bazı örneklerinde görüldüğü gibi "kısmen yeniden yapma" olarak da nitelendirilen "onarım" faaliyetiyle "tahrip edilmemesi" için, gereken özenin gösterilmesi isteniyor.
Battalgazi ilçesinde daha önce "restorasyon" adı altında tarihi Kanlı Künbet "adeta yeniden inşa edilmiş", Ulucami'nin restorasyonu sırasında ise yaklaşık 700 yıllık alçı kemerlerin ortadan kaldırıldığı öne sürülmüştü.
Malatya Haber, 14.02.2007
|
ÖMER BABA YATIRI İÇİN SUÇ DUYURUSU
Edirne, Ağaçpazarı semtinde 1980'li yıllarda inşa edilen bir binanın önünde bulunan yatır, aradan 27 yıl geçtikten sonra Edirne Belediyesi'nin suçlanmasına neden oldu. Ev sahibinin geçtiğimiz yıl tapuya bir işlem için müracaat etmesiyle durumu fark eden Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu, yatıra zarar gelmediği halde Edirne Belediyesi hakkında suç duyurusunda bulundu. Edirne Valiliği de belediyeyi suçlu bularak konunun araştırılması için bilir kişi tayin edilmesini talep etti.
İkinci Beyazıd Külliyesi bahçesinde tarihi dokunun görüntüsünü bozan yapılaşma konusunda açıklama yapmaktan bile kaçınan yetkililer, yatır konusunda gerekli prosedürü hemen işleme koydu. Basında defalarca yer almasına karşın bir oldu bittiye getirilen Külliye bahçesindeki yapılaşma tüm çirkinliği ile ortada dururken, yıllar önce inşaatı tamamlanan binanın önündeki yatır için yapılan suç duyurusuna bir anlam veremeyen semt sakinleri, “Valiliğin işi gücü bitti evliyalar yatırlarla mı uğraşıyor?” diye tepki gösterdi.
Ağaçpazarı caddesinde bulunan arsaya 1980'li yıllarda 3 katlı bir bina inşa edilirken, binanın önünde bulunan tescilli “Ömer Baba” yatırı da çevresi koruma altına alınarak evin önünde bırakıldı. Yaklaşık 27 yıl sonra binanın sahipleri kat irtifakını korumak için Edirne Tapu ve Kadastro İl Müdürlüğüne müracaat ettiklerinde, kendilerine binanın önünde tescilli bir yapı olduğu söylendi ve konu Anıtlar Kurulu'na iletildi.
Belediye hakkında, 27 yıl önce tescilli yapının önüne inşaat yapılmasına izin verdiği gerekçesiyle Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu tarafından savcılığa suç duyurusunda bulunuldu. Savcılık konuyu Edirne Valiliğine iletti ve belediyeyi suçlu bulan Edirne Valiliği ise konuyla ilgili bilir kişi tayin edilmesini istedi. İdare mahkemesindeki “yatır” davası devam ediyor.
Edirne Internet Gazetesi, 14.02.2007
|
KAYIP TABLO BULUNDU
Paul Cezanne'ın 1945'ten beri kayıp olan tablosunun bulunduğu, tablonun Floransa'da Cezanne Retrospektifi sergisinde sergileneceği bildirildi. Serginin düzenleyicileri, bir İtalyan sanat tarihçisinin bulduğu küçük ebatlı tablonun, İtalyan ressam Paolo Veronese'nin 1570'de yaptığı "Simon'da yemek" adlı tablosunun kopyası olduğunu belirtti. Düzenleyiciler, özel bir İtalyan koleksiyonunda bulunan tablonun, Cezanne'ın, geçmiş döneme ait başyapıtları özellikle de İtalyan ressamların eserlerinin kopyalarını yapmak amacıyla 1860-1870 yılları arasında yapıldığını açıkladı. Tablo, kaybolmadan önce en son i945'te Floransa'da sergilenmişti. "Cezanne Floransa'da" adlı retrospektif sergi, 2 Mart-29 Temmuz arasında Palazzo Strozzi'de düzenlenecek.
Birgün, 14.02.2007
|
İSTANBUL'A MÜZİK MÜZESİ
Kültür ve Turizm Bakanlığı Güzel Sanatlar Genel Müdürü Bayram Bilge Tokel, İstanbul Üsküdar'da bulunan Tekel eski binasını Müzik Müzesi'ne dönüştürme çalışmalarının sürdüğünü belirterek, "İstanbul'da Müzik Müzesi'ni bu yıl açacağız" dedi. Yozgat Müzesi'ni gezen ve müzede 1876'dan kalma piyanoyu inceleyen Tokel, piyanonun bakım ve onarımının yapılarak kullanılır hale getirilmesi için desteğin verileceğini ifade etti. İstanbul'da büyük bir "Müzik Müzesi" kurmak üzere çalışmaların başlatıldığını da belirten Tokel, şunları söyledi: "Üsküdar'da bulunan Tekel eski binasındaki restorasyon sürüyor. İstanbul'daki bu binada büyük bir Müzik Müzesi açacağız. Avrupa standartlarının üzerinde bir müze olacak. Türkiye'deki müzik aletlerini topluyoruz, Topkapı Müzesi'ndekiler de dahil. Müzikle ilgili her şey. Mevlana Müzesi'nden, Divan Edebiyatı Müzesi'nden, Anadolu'daki müzelerden toplayacağımız müzikle ilgili eserleri bu müzede sergileyeceğiz. Müzik Müzesi'nin kuruluşuyla ilgili Bakanlar Kurulu kararı çıktı. Müzik Müzesi Müdürlüğü kuruldu. Maliye Bakanlığı 2 milyon YTL'lik ödenek ayırdı. Müzenin açılışını bu yıl yapacağız."
Birgün, 14.02.2007
|
BÜYÜK MABEYN KÖŞKÜ ONARILIYOR
İl Özel İdaresi’nin, kentin paha biçilmez tarihi kültür mirasını korumaya ve iyileştirmeye yönelik çalışmaları sürüyor. İdare bütçesinden karşılanacak kaynakla, projesi ve uygulaması İstanbul Rölöve ve Anıtlar Müdürlüğü denetiminde yapılan, Yıldız Sarayı Büyük Mabeyn Köşkü’nde restorasyon çalışmalarına başlandı.
19. yüzyılda, Sultan Abdülaziz döneminde yaptırılan köşkün restorasyonu için 5 milyon YTL harcanacak. Türk-Osmanlı saray mimarisinin en son örneklerinden olan köşk, Yıldız Sarayı’nın en büyük yapısı olma niteliğini taşıyor. Köşkün en önemli özelliği ise kristalden yapılan merdiven korkuluklarına sert bir cisimle dokunulduğunda piyano tuşları gibi ayrı sesler çıkarması. 3 bin ayrı kristal parça bulunan korkuluklardan 3 bin ayrı ses çıkıyor.
Mimari ve tarihi açıdan büyük öneme sahip köşkte, öncelikle restorasyonda kullanılacak malzemeler temin edilerek, iskele kuruldu. Yaklaşık bir yıl sürecek restorasyon çalışmalarında, orijinal mimariye sadık kalınarak, çatı ahşap ve kurşun kaplama, dış cephe onarımları ahşap döşeme işleri, ısıtma ve yangın söndürme sisteminin düzenlenmesi gibi çalışmalar yapılacak. Tarihi yapıların rölöve, restorasyon ve restitüsyon çalışmaları hakkında açıklamalarda bulunan İstanbul İl Özel İdaresi Genel Sekreteri Sabri Kaya, “İdare olarak İstanbul’daki tarihi yapıların restorasyon ve onarımlarının yapılması için seferberlik başlattık. İstanbul’un tarihi ve kültürel değerleriyle 2010 Avrupa Kültür Başkenti ev sahipliğine hazır olması için çalışıyoruz. Büyük Mabeyn Köşkü’nün onarım çalışmalarının tamamlanmasıyla İstanbul büyük bir tarihi eserine tekrar kavuşacak” dedi. Köşkün onarım çalışmaları 2008 yılı başında tamamlanacak.
Türkiye Gazetesi, 14.02.2007
|
MEVLANA MÜZESİ USTA ELLERE EMANET
En son yaklaşık 43 yıl önce restorasyonu yapılan Mevlana Müzesi’nin kubbesinin, zaman içinde yıpranarak üzerindeki 10 çini parçasının bozulması nedeniyle, Mevlana’nın 734. vuslat yıldönümü etkinlikleri öncesinde bakımının yapılması planlanıyor. İlk olarak 1926 yılında Konya Asar-ı Atika Müzesi adı altında müze olarak hizmete açılan Mevlana Müzesi ve dergahı, 1954 yılında ismi değiştirilerek Mevlana Müzesi olarak hizmete devam etti. Bugüne kadar kent merkezinde kar yağışı, yağmur ile sıcak ve soğuk havalar müzenin yeşil kubbesindeki çinilerin yıpranmasına neden olurken, belli zaman aralıklarında yıpranan 1-2 çinisi yenilendi. Kültür ve Turizm Bakanlığına kubbenin üzerindeki çinilerin yenilenmesi yönünde talepte bulunduklarını ifade eden İl Kültür ve Turizm Müdürü Abdüsettar Yarar, Bakanlık tarafından Mevlana Müzesi’ndeki tahrip olan çinilerin incelenip, neler yapılabileceği konusunda araştırma yapması için bir kurul oluşturulduğunu belirtti. Türkiye’nin farklı illerindeki üniversitelerden öğretim üyelerinin müzenin kubbesinin incelenmesi için Konya’ya gelmelerini beklediklerini dile getiren Yarar, şunları kaydetti: “Konya’ya gelecek bu uzman kişiler, müzenin yıpranan çinileri üzerinde inceleme yaparak, kubbenin tamamı veya yıpranan, eskiyen çinilerin değiştirilmesi yönünde rapor hazırlayacak. Daha sonra bu rapor doğrultusunda kubbenin restorasyonu için proje hazırlayarak, onarım işlemine başlayacağız. Mevlana Müzesi’nin yeşil kubbesinin, Türkiye’de başka bir örneği yok. Türkiye’de tek olan bu kubbe, yıpranan ve deforme olan kısımlarının da yenilenmesiyle oldukça hoş bir görünüme kavuşacak.” Yarar, UNESCO tarafından Mevlana Yılı ilan edilen 2007’de Mevlana’nın 734. Vuslat Yıldönümü etkinlikleri öncesi, yeşil kubbenin restorasyonunu tamamlamayı planladıklarını, bunun için Kültür ve Turizm Bakanlığından gelecek uzman ekibi beklediklerini sözlerine ekledi.
Bugün, 14.02.2007
|
|
|
KUMLUCA'YA MÜZE ŞART OLDU
Antalya'nın Kumluca İlçesi'ne ait tarihi eserler Antalya'daki müzelerde yer olmaması nedeniyle sergilenemiyor. Modern şehirleşme yolunda adım adım ilerleyen ilçenin müze ihtiyacı iyice hissedilir oldu.
İlçe merkezinin sahile 7 kilometre uzaklıkta olması, turizmden alacağı payı tıkarken, çok eski ve zengin yerleşim alanlarına sahip ilçenin tarihi yerleri, müze yapımını da gerekli kılıyor. Çevre ilçelerde yapılan kazılardan çıkan ve ilçeye bağlı tarihi yerlerden çıkartılan eserler, merkezi konumda bulunan Kumluca'da yapılacak bir müze ile gün yüzüne çıkacak. İlçe halkı da artık Kumluca'nın müze iksikliğinin giderilmesini istiyor. Tarihi doku ile inşa edilecek bir müze hem zengin tarihi kaynakları atıl durumdan kurtaracak hem de tanıtım açısından değeri ölçülemiyecek bir adım olacak.
Yeni Şafak, Haber: Mustafa Aras, 14.02.2007
|
MEDENİYETİMİZİ TANITIM HAMLESİ
Kültür ve Turizm Bakanlığı, Türkiye’nin zengin tarihi ve kültürel mirasını 4 ülkede görücüye çıkarıyor. Alınan bilgiye göre, bu yıl Japonya, ABD, Kore ve Avustralya’da, Osmanlı Hanedanlığı, Türkiye seramikleri, Venedik ve İslam dünyası ile gladyatörleri konu alan sergiler açılacak.
Amerika Birleşik Devletleri’nde açılacak “Venedik ve İslam Dünyası: 828-1797” konulu sergi, 6 Mart’ta başlayacak ve 8 Temmuz’a kadar sürecek. “Batı ve Doğu’nun Buluştuğu Yer Türkiye-Seramiklerin Kavşak Noktası” adlı sergi ise 28 Nisan’da Güney Kore’de açılacak. Sergi, 24 Haziran’a kadar açık kalacak. Japonya’da ise Osmanlı Hanedanının hayatını konu alan “Muhteşem Osmanlı Hanedanlığı” adlı sergi Ağustos 2007-Şubat 2008 tarihleri arasında gezilebilecek. Bakanlık, 2007 yılının ilk sergisini 10 Ocakta İtalya’nın başkenti Roma’da “Türkiye: 7000 Yıllık Tarih” adıyla açmıştı. Almanya’nın Karlsruhe kentindeki Eyalet Müzesi’nde, 20 Ocak’ta açılan “12 Bin Yıl Önce Anadolu: İnsanlık tarihinin En Eski Anıtları” sergisinde de Türkiye’nin 11 farklı ilindeki müzelerden seçilen toplam 386 eser teşhir edilmişti. Anadolu’daki neolitik döneme ait kazılarda ele geçen buluntular ve günümüze ulaşan eserler vasıtasıyla sunulan sergi, 17 Haziran’a kadar açık kalacak. Aralık ayında Hollanda’nın başkenti Amsterdam’da açılan “İstanbul Şehir ve Sultan” isimli sergi de 15 Nisan’a kadar sürecek.
Türkiye Gazetesi, 14.02.2007
|
MÜZELERE YENİ YÜZ
Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürü Orhan Düzgün, 2007 yılında, Bilecik Müzesi, Isparta Uluborlu Müzesi, Karabük Safranbolu Müzesi ve Osmaniye Kadirli Karatepe Müzesi olmak üzere 4 yeni müze açılacağını söyledi. Düzgün, Tokat, Diyarbakır, Elazığ, Van ve Samsun gibi 15 ilin onarım ve restorasyon nedeniyle kapalı olan müzelerinin de yıl içinde açılmasının hedeflendiğini bildirdi.
Konya, Nevşehir, Kahramanmaraş, Adana, Gaziantep, Erzurum ve Sivas’taki 13 müzenin de “yeniden yapılandırılacağını” belirten Düzgün, eski tekniklerle teşhir edilen eserlerin teşhir ve tanziminin yenileneceğini ve sergileme mekanlarının tekrar düzenleneceğini kaydetti. Müzelerde yaklaşık 3 milyon eser olduğunu belirten Düzgün, geçen yıl 46 müzeye elektronik güvenlik sistemi kurulduğunu veya yenilendiğini, kalan müzelerin güvenlik sistemlerini de yıl içinde yenilemeyi planladıklarını söyledi. Anadolu Medeniyetleri Müzesi’ndeki eserlerin dijital ortama aktarılması ve kontrolü amacıyla yaptıkları çalışmaları anlatan Düzgün, “Akıllı Kamera Sistemleri” adlı pilot proje uygulamasının başlatıldığını bildirdi.
Orhan Düzgün, güvenlik hizmeti için 2005 yılında 118 olan personel sayısının 2006’da 316’ya çıkarıldığını kaydetti. Düzgün, hırsızlıkları engellemek ve müzeleri denetlemek için son bir yıldır genel sayım ve teftişe başladıklarını hatırlattı. Bakanlık müfettişleri nezaretindeki sayım komisyonlarının, 36 müzedeki çalışmasını tamamladığını belirten Düzgün, Afrodisyas Müzesi’nden çalınan sikkelere değinerek, “Müzenin kurulduğu 1979 yılından beri, ilk defa biz teftiş yapmışız. Teftiş sonucunda ortaya çıktı” dedi.
Orhan Düzgün, müzelerin 2006’daki ziyaretçi sayısının yaklaşık 16 milyon kişi olduğunu belirtti. Düzgün’ün verdiği bilgiye göre, 65 yaş üstü, üniversitelerin arkeoloji, sanat tarihi gibi ilgili bölümleri, öğrenci grupları ve basın mensupları için uygulanan indirimler genişletilecek. 1 Martta başlayacak uygulamayla, SSK, Emekli Sandığı ve Bağ-Kur mensupları ile emeklilere müze girişlerinde yüzde 50 indirim uygulanacak.
“Müzelerin Gecesi” etkinlikleri ile halkın ücretsiz olarak müze ziyaret etmesi sağlanacak. Ayrıca, geçen yıl başlanan ve on ayda 160 bin kişinin müzeleri ziyaret etmesini sağlayan “Halk Günü” uygulamasına 2007’de de devam edilecek. Bu uygulama kapsamında müze ve örenyerlerine pazartesi günleri ücretsiz girilebilecek. Halk Günü uygulaması, Topkapı Sarayı’nda salı günleri yapılacak. Öğrenciler müzeleri ücretsiz gezmeye devam edecek.
Türkiye Gazetesi, 14.02.2007
|
|
ŞİŞİRME İŞLER-4:
İYİ BİR EKİP, DERHAL BAKAN'I DA RESTORE ETMELİ... |
RESTORASYON REZALETİ
Aydın'ın Didim İlçesi'ne bağlı Akbük beldesinde restorasyonuna başlanılan 200 yıllık Rum Ortodoks Kilisesi'nin duvarlarındaki mozaikler ve işlemeler, keser ve balyozlarla parçalandı. Kilisedeki eserler iddiaya göre, şantiye şefi tarafından eve götürüldü. Orijinali taş olan kilisenin dış yüzeyi de turuncu ve pembe karışımı bir renge boyandı.
Tarihi Akbük Rum Ortodoks Kilisesi'nin, Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü'ne bağlı İzmir Rölöve ve Anıtlar Müdürlüğü denetiminde yapılacak olan restorasyon ihalesi, belediye tarafından 129 bin YTL'ye Anı Anıtsal Yapılarda Koruma ve Değerlendirme ve Yapım Mimarlık Restorasyon Limited Şirketi'ne verildi. Restorasyon çalışmasıyla birlikte tuhaflıklar zinciri başladı. Önce, 200 yıllık taş kilisenin orijinal duvarları, üzerindeki işlemeleri ve mozaikleri keserler ve balyozlarla tahrip edilerek üzeri betonla sıvandı.
Akbük Belediyesi'nin kültür amaçlı kullanmak üzere restore ettirdiği kilisenin dış yüzeyi tamamen harçla sıvanarak turuncu ve pembe karışımı bir renge boyandı. Bunlar yapılırken kilisede, Koruma Kurulu veya Müze Müdürlüğü'nden bir yetkili de bulunmadı.
DYP'li Akbük Beldesi Belediye Başkanı İbrahim Şam, hazırladıkları projenin Koruma Kurulu'nca onaylanmasından sonra ihale yaparak inşaatı başlattıklarını belirtti. Şam şöyle dedi:
"İnşaat süresince müzeden veya koruma kurulundan bir yetkili bulunmadı. Restorasyon nisan sonunda bitecek ve kilise kültür amaçlı kullanılacak. Bahçesini de yazlık sinema haline getirmeyi düşünüyoruz. Kilisede yaşananlar abartılacak boyutta değil."
İşçiler, onarım çalışmaları sırasında, iki çift kulplu testi, beş altın ve bakır zincir, bir yüzük ve kırık küp parçaları bularak şantiye şefi Oğuzhan Öztürk'e (34) teslim etti. İddiaya göre, Öztürk'ün tarihi eserleri satmak istediği ihbarı üzerine jandarma harekete geçti. Jandarmanın, Öztürk'ün evine yaptığı baskında, eserlerin bazıları ele geçirildi. Jandarma tarafından gözaltına alınan Öztürk ve iki işçi nöbetçi mahkemece tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı.
Milliyet, Haber: Hasan Bayrak - Yaşar Anter, 11.02.2007
"RESTORASYONDA SORUN YAŞANMADI"
Anı Anıtsal Yapılarda Koruma ve Değerlendirme ve Yapım Mimarlık Restorasyon Şirketi’nin sahibi Mehmet Fikri Aktan, Aydın’ın Didim İlçesi’ne bağlı Akbük Beldesi’ndeki Rum Ortodoks Kilisesi’nin restorasyonu sırasında, bazı yerlerinin keser ve balyozlarla parçalandığı, kilisenin dış yüzeyinin de orijinalinden farklı bir renge boyandığı iddialarının asılsız olduğu söyledi.
Aktan, "Projemiz Bakanlık onaylıdır ve İzmir Rölöve ve Anıtlar Müdürlüğü denetiminde çalışmalar yürütülmektedir" dedi.
Kilisenin orijinalinin aslında taş olmadığını, ilk yapım tarihi olan 1850’de yapımda harç kullanıldığını bu sebeple de restorasyonda "Horasan Harcı" denilen bir sıva kullanıldığına dikkati çeken Aktan, kiliseden iddia edildiği gibi değerli tarihi eserler çıkmadığını söyledi. Aktan, kilisenin yeni renginin de orijinaline uygun olduğunu kaydetti. Aktan, basında çıkan gerçek dışı olduğunu öne sürdüğü haberlerle ilgili olarak, dava açacaklarını da ifade etti.
Hürriyet Ege, Haber: Hasan Bayrak, 14.02.2007
|
|
|
TARİHİ ESERE 'ÖZÜR' SAYGISIZLIĞI
Amasya'da sevdiği kızın kalbini kıran gencin Sevgililer Günü'ndeki özrü görenlere, "Özrü kabahatinden büyük" dedirtti.
Yüzevler Mahallesi'nde bulunan yaklaşık 900 yıllık Hilafet Gazi Kümbeti'nin duvarına "Senden özür dilerim, Damlam" diye yazarak kalbini kırdığı sevgilisinden özür dileyen çılgın aşığın özür dileme yöntemi, "Özrü kabahatinden büyük" yorumuna neden oldu.
14 Şubat Sevgililer Günü'ne sevgilisiyle küskün olarak girmeyi istemeyen gencin özrünün kabul olup olmadığı bilinmiyor, ama yaklaşık 900 yıllık tarihi eserin duvarına çıkmayan boyayla yazı yazılması mahalle sakinlerinin tepkisine yol açtı.
Amasya Kent Haber, 14.02.2007
|
|
|
JANDARMADAN TARİHİ ESER OPERASYONU
Muğla'nın Bodrum İlçesi'nde, İlçe Jandarma Komutanlığı ekipleri tarafından düzenlenen operasyonda çok sayıda tarihi eser ele geçirilirken, olayla ilgili 1 kişi yakalandı.
Edinilen bilgiye göre, bir ihbarı değerlendiren Bodrum İlçe Jandarma Komutanlığı'na bağlı ekipler, Y.K. (55) isimli şahsı takibe aldı. İstanbul da sahaflık yaptığı öğrenilen ve Bodrum Gümbet Mahallesi'nde bir otel işleten Y.K'nın evine yapılan operasyonda çok sayıda tarihi eser ve suikast silahı olarak tanımlanan bir adet uzi tipi silah ele geçirildi.
Şahsın evinde yapılan aramada, 2 adet İbranice yazı figürlü el, 2 adet Roma dönemine ait başsız kadın heykeli, 3 adet Roma dönemine ait testi başı, 21 adet mühür, 13 adet küçük sikke, 7 kabartmalı bakır levha, 8 bakır yüzük, 5 adet Roma dönemine ait sürahi, 4 adet gözyaşı şişesi, 6 adet başı kulpu kopuk testicik, 5 adet kadın heykelciği, 5 adet Roma dönemine ait kandil, 3 adet kadın figürü portresi, 19 adet Osmanlı Bizans dönemi sikkesi, 15 adet Bizans dönemine ait süsleme parçası, 7 adet mühür, 1 adet Osmanlı fermanı, 1 adet Hellenistik döneme ait mermer yazıtlı mimari yapı bloğu, 486 adet yabancı kağıt para, 60 adet MKE yapımı 7.65 mermi, 45 adet geco marka 7.65 mermi, 11 adet 9'luk mermi 89 adet 9b65 lik speck marka mermi, 1 şarjör, 1 adet she 74 j 2874 marka Çin yapımı makineli tabanca ele geçirildi.
Şahsın sorgusunun tamamlanmasının ardından Bodrum Cumhuriyet Savcılığı'na sevk edileceği belirtildi.
Heryerden Haber, 13.02.2007
|
BU KARAR ÇOK TARTIŞILIR
Vali Hasan Canpolat, Pamukkale’nin travertenlerini insan temasına açacaklarını söyledi. Travertenlerin kapanmasıyla kıyametin koptuğu Pamukkale’de, bu kararın da çok tartışılacağı kesin…
“Pamukkale kararıyor” nidalarıyla dünya gündemine oturan, konulan yasaklar nedeniyle içine kapanan Beyaz Cennet, yeniden ayağa kaldırılıyor. Denizli Valiliği, travertenlere giriş yasağının ardından halkla teması bıçak gibi kesilen Pamukkale’de bir dizi proje hazırlığında. Travertenlerin geniş bir bölümü insan temasına açılması, seyir terasları güzelliği gözler önüne serecek mevkilerde kurulması planlanıyor.
UNESCO’nun dünya miras listesinde yer alan Beyaz Cennet Pamukkale’nin yeniden ayağa kaldırılması için umut ışığı doğdu. 1992 yılında uygulamaya sokulan Pamukkale Koruma Amaçlı İmar Planı’nın ardından bir dizi önlem alınan Beyaz Cennet, 15 yıldan bu yana sürekli tartışmaların odağında yer aldı. 1997 yılında alınan radikal kararlarla travertenlerle insan temasının kesilmesi, Pamukkale için bir dönem noktası oldu. Pamukkale’ye gelen turistlerin büyük bölümü hayal kırıklığı yaşadı, Beyaz Cennet’te geçirilen süre de aynı ölçüde azaldı.
Denizli Valiliği yaşanan olumsuz gelişmelerin ardından harekete geçti. Travertenlere giriş yasağının ardından, turistlerin suyla temasının sağlanması için yol güzergahında oluşturulan travertenlerin çözüm olmadığını belirten Vali Hasan Canpolat, bölgenin dik olmasının sorunları da beraberinde getirdiğini kaydetti.
Vali Yardımcısı Kemal Özgün başkanlığında oluşturulan komitenin çalışmalara başladığını anlatan Vali Canpolat, “Pamukkale’de suyla temas çok önemli. Eski Tusan ve Koru Motel arasında kalan eski jandarmanın önündeki sığ ve yayvan çanakların bulunduğu bölge ile şu andaki turizm danışma bürosuyla eski Beltes arasındaki yine sığ ve yayvan çanakların bulunduğu bölge dönüşümlü olarak temasa açılacak. İki bölge arasında sağlanacak dönüşüm ile travertenlerin 3-4 gün dinlenmesi sağlanacak, bu sayade de sararmanın önüne geçilecek. İki bölgede 25-30 dönüm traverten alanı kullanılacak, Pamukkale’nin yeniden halkla barışması için bu çok önemli” dedi.
Belirlenen iki bölgenin pilot olarak planlandığını dile getiren Vali Canpolat, kabul görmesi halinde çalışmanın daha da detaylandırılacağını vurguladı.
Pamukkale’nin kararmasının faturasının vatandaşa kesilemeyeceğini kaydeden Vali Canpolat, “Travertenlerin oluşması ve beyaz kalmasının tek koşulu yeterli düzeyde su sağlanmasıyla olur. Zamanında suyu oteller kullanmış, sulama için tarlalara verilmiş, ama asıl gerekli olan travertenlerden sakınılmış. Bunun sonunda da kararma kaçınılmaz olmuş. Şu anda sulamaya verilen suyu tamamen kestik. Buradaki su kaynağı tamamen amacına uygun halde kullanılmalı, bu sağlanacak” dedi.
Suyla temas ile birlikte Pamukkale’nin görsel güzelliğinin ön plana çıkarılması ve turistlerin bundan faydalanması için de yeni bir proje hazırlığında olduklarını da dile getiren Vali Canpolat, “Mevcut seyir terasları kısmı bir görünüş sağlıyor, bu da turisti cezbetmiyor. Pamukkale, 3 duyuya hitap ettiği sürece cazibesini artırır. Görme, dokunma ve işitme sağlanırsa, Pamukkale gerçekten cennet olur” dedi.
Projelerin detaylandırılmasının ardından Kültür ve Tabii Varlıkları Koruma Kurulu’nun onayına sunulacağını ifade eden Vali Canpolat, olumlu görüş alınması halinde de çok ciddi bir çalışmanın ortaya çıkacağını kaydetti.
Ayrıca, Pamukkale Yönetim Birimi’nin oluşturulduğunu, bürolar hazırlığının da sürdüğünü dile getiren Vali Canpolat, Danışma Yönlendirme Kurulu’nun da çok kısa süre içinde aktif hale geleceğini vurguladı.
Denizlili.net, 13.02.2007
|
DÜNYANIN EN ESKİ AŞK ŞARKISI
İşte o şarkının sözleri:
"Güvey kalbimin sevgilisi,
Güzelliğin büyüktür, bal gibi tatlı
, Arslan, kalbimin kıymetlisi,
Güzelliğin büyüktür, bal gibi tatlı.
Beni büyüledin, önünde titreyerek durayım,
Güvey, senin tarafından yatak odasına
götürüleyim,
Beni büyüledin, önünde titreyerek durayım,
Arslan, senin tarafından yatak odasına
götürüleyim."
Tarih Sümer'de başlar kitabından derlenen bilgiye göre, en eski aşk şarkısı 4 bin yıl öncesine ait. Yazarı ilk sümerologlardan olan Prof. Noah Kramer'in, 1952'de İstanbul Arkeoloji Müzeleri Eski Şark bölümünde yaptığı çalışmalar esnasında eline geçen bir tablette yer alan yazı, dünyanın bilinen ilk aşk şarkısını ortaya çıkardı.
Tabletin Sümer Kralı Şuşin'e yazılmış bir aşk şiiri olduğunu ve en eski aşk şarkısı olduğunu fark eden Kramer, tablet üzerindeki şiirin kral ile onun için seçilmiş bir gelin arasında söylenen ve kutsal evlenme töreni ile ilgili bir şarkı olduğunu tespit etti.
Birgün, 13.02.2007
|
|
PADİŞAHLARIN SANDUKA ÖRTÜLERİ YENİLENİYOR
İstanbul Türbeler Müzesi Müdürlüğü, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Sanat ve Meslek Eğitimi Kursları (İSMEK) ile işbirliği yaparak İstanbul’daki tüm padişah türbelerindeki puşideleri (sanduka örtülerini) yeniliyor.
1979 yılından bu yana İstanbul’da bulunan 120 türbe ve 300 müzeyi ayakta tutmaya çalışan İstanbul Türbeler Müzesi Müdürlüğü, proje kapsamında ilk olarak Kanuni Türbesi’nde yatan üç padişah Kanuni Sultan Süleyman, II. Süleyman ve II. Ahmed’in puşidesini yenileme çalışmasına başladı. Projenin hayata geçiren komisyonda, Hattat Dr. Süleyman Berk, Müzehhibe Dr. Münevver Üçer, hattat Tahsin Kurt gibi alanında tanınmış uzman isimler yer aldı. Yenilenme çalışmaları için, Seniha Güvenç liderliğinde, İSMEK öğrencilerinden 9 kişilik ekip oluşturuldu. Fatih’teki merkezde günde 8 saat çalışan ekip, ilk puşideyi bir ayda tamamladı. Bir puşide için en az 22 metre ipek kadife kumaş kullanılıyor. Puşidelerin desenleri Maraş işi. Kanuni Sultan Süleyman’ın sandukasına örtülecek puşidenin süslemelerinde 26 bin 400 metre simli iplik kullanıldı.
Hürriyet, Haber: Asım Güneş, 13.02.2007
|
TARİHİ AKŞEHİR EVLERİ İLGİ BEKLİYOR
Akşehir'de Osmanlı ve Cumhuriyet dönemi sivil mimari özelliklerini yansıtan, yıkılmaya yüz tutmuş birçok tarihi ev, gelecek kuşaklara kazandırılacağı günü bekliyor. Akşehir Müze Müdürü Ömer Faruk Türkan yaptığı açıklamada, Akşehir'de Orta Anadolu Bölgesinin en iyi korunabilmiş, sokak dokuları ve sivil mimarlık örneği olan Osmanlı döneminden kalma 30 tarihi evin bulunduğunu belirtti. Akşehir'de Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından hibe edilen ödenek ile bir hamam ve tarihi ev için proje desteği alındığını, restorasyon çalışmalarının devam ettiğini belirten Türkan, tarihe sahip çıkmak, evlerin tümünü tarihi özellikleri ile geri kazanmak için ev sahiplerinin de istekli olması gerektiğini kaydetti. Türkan, tarihi Akşehir evlerinin kazandırılması için çalışmaların sürdürüldüğünü vurgulayarak, şunları kaydetti:
''Kültür ve Turizm Bakanlığınca başlatılan 'Sokak Sağlıklaştırması Projesi' kapsamında Akşehir'de 9 ev ve 13 iş yerinin dış cephelerinin restorasyonu tamamlandı. Belediye tarafından tarihi yapıların, evlerin restorasyonu için kullanılması söz konusu olan emlak vergisi gelirlerinin yüzde 10'u ile, tarihi eser statüsündeki ve atıl bir vaziyette duran Cumhuriyet İlköğretim Okulu binasının projesi hazırlandı. 677 yıllık Meydan Hamamı ve bir tarihi ev, Bakanlığının proje desteği ile restore ediliyor. Akşehir'de 10 tarihi ev ve 13 iş yeri dış cephelerinin restorasyonu tamamlanırken, Nasreddin Hoca ve Etnografya Müzesi komple restore edildi.'' Türkan, proje desteği alan tarihi hamam ve tarihi evin restore işlerinin ise devam ettiğini sözlerine ekledi.
Merhaba Gazetesi, 13.02.2007
|
ÜÇ BİN YILLIK ÇEŞMEYİ ÇALDILAR
Bodrum’un Konacık Beldesi’ndeki 3 bin 500 yıllık tarihi kalıntıların bulunduğu Pedasa Antik Kenti yağmacıların akınına uğradı.
Son bir haftada bölgede 20’den fazla kazı yapan tarih yağmacılarının, antik kentteki 3 bin yıllık antik çeşmeyi de sütunlarıyla birlikte götürdüğü belirlendi. Konacık Kalkındırma ve Güzelleştirme Derneği (KONKAD) Başkanı Mehmet Melengeç, gerektiği gibi korunmayan antik kenti yağmacıların mahvettiğini söyledi. Bodrum Müzesi Müdürü Yaşar Yıldız da, soruşturma başlattıklarını belirtti.
Hürriyet, Haber: Yaşar Anter, 12.02.2007
|
ORTAK ATA'YA 'ALET'Lİ KANIT
Kanada Calgary Üniversitesi'nden Julio Mercader başkanlığındaki ekibin Afrika'da bulduğu 4300 yıllık taşlar, şempanzelerin tarih öncesi dönemlerde de alet kullanabildiğini gösterdi. Bu buluş, şempanze ve insanın alet kullanma becerisini ortak bir atadan genetik aktarımla edindiği kuramını destekliyor. Amerikan Bilimler Akademisi yıllığında yayımlanan araştırmanın sonuçları, insanlarla karşılaşmadan uzun zaman önce de şempanzelerin taşları çekiç gibi kullanmayı bildiğini kanıtlıyor.
Radikal, 13.02.2007
|
MAĞARSUS KAZILARINA TAPU ENGELİ
Adana’nın tarihi ve kültürel mirasıyla Türkiye’nin cazibe merkezi haline gelmesi beklenen Karataş İlçesi’nin 5 kilometre batısındaki Mağarsus Antik Kenti’nin gün yüzüne çıkarılmasına tapu engeli çıktı. Geçmişi MÖ 6 bin yılına dayanan ve Efes Antik Kenti’nden 3 kat daha büyük bir alanı kaplayan Mağarsus Antik Kenti 1988’de SİT alanı ilan edildi. Antik dünyanın önemli kehanet merkezlerinden olduğu sanılan ve üzeri toprakla örtülü olan Antik Kent’te tarihe ışık tutacak kazıların yapılabilmesi için İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü, kamulaştırma çalışması başlattı. Antik kentin içinde bulunduğu 34 dönümlük alanın kamulaştırılması için arazi sahibi olan 19 kişi ile 15 gün önce masaya oturuldu. Vali Cahit Kıraç’ın da katıldığı görüşmede, arazi sahipleri, dönüm başıma 50 bin YTL kamulaştırma bedeli istedi. Bu bölgede tarım arazileri 5- 8 bin YTL’ye alıcı bulurken, istenilen rakam çok yüksek bulundu. Vali Kıraç, arazi sahiplerine son olarak dönüm başına 5 bin YTL önerdi. Ancak, 19 kişi, 50 bin YTL’den aşağıya inmeyince kamulaştırma çalışması askıya alındı.
Mağarsus Antik Kenti’nde kazı çalışması bu şekilde tıkanırken İl Kültür ve Turizm Müdürü Zeki Yılmaz, istenen kamulaştırma bedelinin piyasa koşullarından çok yüksek olduğunu belirterek, “Fırsatçılık yapılıyor” dedi. Antik Kent’in gün yüzüne çıkartılması halinde Karataş’ın dünyaya açılabileceğini, kentin Efes Antik Kenti’nten 3 kat daha büyük olduğunun sanıldığını ifade eden Zeki Yılmaz, “Antik Kent, kazılıp gün yüzüne çıkartılabilseydi, Karataş, Türkiye’nin cazibe merkezi haline gelirdi. Nasıl Efes’e turist yağıyorsa, aynı ilgi Karataş’a da olacaktı. Fırsatçı insanların direnci, bu çalışmaları sekteye uğratmıştır” dedi. Zeki Yılmaz, TEKFEN’in bölgenin kamulaştırılması için sponsor olduğunu ancak istenen toplam 1 milyon 700 YTL’yi bütçelerinden çıkartamadıkları için bu uygulamanın da hayata geçirilemediğini kaydetti.
Hürriyet, 12.02.2007
|
|
ÜÇ MEDENİYETİN İZLERİNİ TAŞIYOR
Osmaniye’nin Kadirli İlçesi'nde bulunan ve Roma, Bizans ve Türk medeniyetlerini bir arada yaşatan tek canlı yapı olan tarihi Alacami’de başlatılan restorasyon çalışmalarının ikinci etabı için ödenek bekleniyor.
Kadirli Kaymakamı Rauf Ulusoy, tarihi Alacami’nin Roma, Bizans ve Türk medeniyetleri gibi 3 medeniyeti bir arada yaşatan bir eser olduğunu, birinci etap çalışmalarının geçen yıl tamamlandığını ve toplam 80 bin YTL harcandığını belirtti. Ulusoy, birinci etap çalışmaları kapsamında yerleştirilen güvenlik kameralarıyla tarihi caminin “yağmacılara” karşı 24 saat korunduğunu bildirdi. Onarım projesi kapsamında Adana Rölöve ve Anıtlar Müdürlüğü’nün kontrolü altında ikinci etap çalışmalarının başlatılacağını ifade eden Ulusoy, ödenek gelmesi halinde ikin etabın en yakın zamanda başlayacağını söyledi. Ulusoy, restorasyonun tamamlanmasının ardından Türkiye’nin sayılı tarihi eserleri arasında yer alan yapının, daha sonra anıt müzeye dönüştürüleceğini ve yerli-yabancı turistlerin ziyaretine açılacağını vurguladı.
Türkiye Gazetesi, 13.02.2007
|
|
2 KM'LİK MAĞARADA OKSİJENSİZ KALDILAR
Bir grup doğaseverin, Kanarya Adaları’ndaki Tenerife’de gezmek için girdiği 2 kilometre derinliğindeki mağara 6’sına mezar oldu.
Aralarında bilim adamının da bulunduğu, çoğu İspanyol 30 kişilik grup önceki gün, Tenerife’deki mağara labirentine indiler. Çok derin olan mağarada saatlerce mahsur kalan grubun bir bölümü polis ve itfaiyenin yardımıyla çıkarıldı. Ancak 6 kişi içeride kaldı. Kurtarma ekipleri, 2 km. derinlikteki mağaranın dibine ulaştığında 6’sının cesediyle karşılaştı.
Mağaradan dün sabah çıkarılan 8 kişi solunum yetersizliği çektikleri için hastaneye kaldırıldı. Daracık dehlizlerin bulunduğu oksijensiz bölgeye ancak dün öğlen saatlerinde ulaşılabildi. Tenerife’deki labirentlerin bir kısmının 19. yüzyılda su aramak için kazıldığı ve genellikle içeriye volkanik gazlar dolduğu bildiriliyor.
Hürriyet, 12.02.2007
|
AYİOS HARALAMBOS KİLİSESİ'NİN RESTORASYONU İÇİN PROJE ÇİZİLDİ
İzmir'in Çeşme ilçesindeki tarihi Ayios Haralambos Kilisesi'nin restorasyonu için proje çizildi.
Restorasyonun amacı, az müdahaleyle yapının öncelikle koruma altına alınması, daha sonra işlevine uygun bütün çalışmaların orijinaline uygun yapılması olarak açıklandı. Çeşme Belediyesi öncülüğünde İzmir Rölöve ve Anıtlar Kurulu tarafından restorasyonu başlatılan kilisenin proje çalışmaları, Dor Yapı-Cem Bilginpark İzmir Mimarlık Ofisi tarafından yapılıyor.
Son dönemlerde Çaka Bey Sanat Galerisi olarak kullanılan kilisenin 1832 yılında yapıldığını belirten mimar ve restorasyon uzmanı Tolga Çolak, doğu-batı ekseninde uzanan üç nef bulunduğunu, bu neflerin üzerinde galeri katlarıyla bazilika planlı bir Rum Ortodosk dini yapısı olduğunu anlattı. Çolak, yapının mübadele yılları olan 1922'den sonraki yıllarda özgün işlevini sürdüremez olduğunu ve değişik amaçlarla kullanıldığını söyledi. Çeşme gibi önemli bir turizm merkezindeki bu önemli anıt eserin korunması ve iyileştirilmesinin önemine dikkat çeken Çolak, "Ayios Haralambos kilisesinin restorasyonu, tarih ve kültür değerlerimize sahip çıkmanın güzel bir örneği olacak" dedi.
Kilisenin restore edilecek olması esnafı da sevindirdi. Bunun başka inançlara da saygı gösterilmesi anlamı taşıması itibariyle çok önemli olacağını belirten bölge esnafı, "Başkasının kutsal değerlerine ne kadar değer verip sahip çıkarsak, onlar da kendi bölgelerinde bulunan camilere ve tarihi eserlerimize sahip çıkacaktır" diye konuştu. Restorasyonu yürüten mimar Perçin Erturan ve inşaat mühensi Efe Sevtekin de, çalışmaların modern alet ve metotlar yardımıyla büyük bir dikkat ve titizlik içinde devam ettiğini söylediler.
Turizm Gazetesi, 12.02.2007
|
SİİRT'TE KÜLTÜR VE TURİZM ENVANTERİ ÇIKARILACAK
Siirt Kültür ve Turizm İl Müdürü Yaşar Baran, kültür ve turizm envanteri ile tescilli kültür ve tabiat varlıkları envanterinin hazırlama planlaması yaptıklarını ifade etti.
Siirt'in inanç turizmi bakımından büyük önem arzettiğini ifade eden Baran, 2007 yılında tarihi, kültürel, sanatsal ve turistik değerlerinin kültür ve turizm bakımından önem taşıyan kıymetleri için envanter çalışmasının planlandığını söyledi.
Kültür ve turizm envanteri ile tescilli kültür ve tabiat varlıkların envanterinin hazırlanmasının önemine değinen Yaşar Baran, birçok eser ve sanatın gün yüzüne çıkarılarak kamuoyuna sunulacağını, envanter çalışmasının iyi sonuçlar getireceğine inandığını belirtti.
Turizm Gazetesi, 12.02.2007
|
TARİHİ MEKANLAR CANLANACAK
Üsküdar Belediye Başkanı Mehmet Çakır, ilçedeki tarihi mekanların amacına uygun olarak restore ettirildikten sonra kütüphane ve kültür merkezi olarak kullanıma açılacağını bildirdi. Çakır, yaptığı açıklamada, Vakıflar Genel Müdürlüğü ile 10 yıllık kiralama protokolü imzaladıklarını, bu protokolle ilçe sınırları içerisinde kalan ve 1925 yılında kapatılan tekke ve dergahların bir kısmının restorasyonuna başladıklarını söyledi. Divitçiler ve Şehit Ahmet Paşa Sübyan Mektepleri ile Valide Sultan, Şeyh Sadık Efendi, Feyzullah Efendi, Sandıkçılar Tekkeleri, İskender Baba Türbesi ve Şeyh Balaban Dergahı’nın amacına uygun olarak bir yıl içerisinde restore edileceğini belirtti.
Türkiye Gazetesi, 12.02.2007
|
"GILGAMIŞ EŞİNİ DÖVMÜŞ, HEYKELİNİ İSTEMİYORUZ"
Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi tarafından Kayapınar Beldesi’nde yapımı süren parka konulması düşünülen ve "Gılgamış Destanı"nı anlatan rölyefe kadınlar karşı çıktı. DTP’li kadınlar, "Gılgamış eşini dövmüş, destanı da çok erkeksi" diye konuştular. Uzmanlar ise kadınların Gılgamış Destanı’nı yanlış bildiğini belirterek "Gılgamış hiç evlenmedi ki" dediler.
DTP Genel Başkanı Ahmet Türk ve Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir tarafından temeli atılan Ayşe Nur Zarakolu Kadın Özgürlük Parkı’nın içinde 20 bin metrekarelik alan, Gılgamış Destanı’nın rölyefinin konulması için ayrıldı. İranlı heykeltıraş Babek Sobhi, 120 metre uzunluğunda 6 metre yüksekliğindeki 50 tonluk seramik rölyefi 150 bin YTL’ye yapıp hazırladı. Rölyefin içinde kalacak olan birbirine dayanmış iki güvercin heykeli de parka dikildi. Baydemir, rölyefin Ortadoğu’nun en büyük rölyefi olacağını belirtti.
Ama Diyarbakır’da başta DTP’li kadınlar olmak üzere bazı kadın örgütleri, parka Gılgamış Destanı rölyefinin konulmasına karşı çıktı. Başkan Baydemir ile görüşen kadınlar, Gılgamış Destanı’nı "çok erkeksi" bulduklarını, Gılgamış’ın "eşini döven biri" olduğunu, ayrıca rölyefin özgürlüğü simgeleyen güvercin heykellerini çevrelediği ve hapsettiğini ileri sürerek karşı çıktılar. Kadınların bu tavrı üzerine Gılgamış Destanı rölyefinin Ayşe Nur Zarakolu Kadın Özgürlük Parkı’na konulmasından vazgeçildi. Ardından da rölyefin Yenişehir Beldesi’ndeki Sümer Park’a konulmasına karar verildi.
Uzmanlar ise rölyefe karşı çıkan kadınların Gılgamış Destanı’nı hiç bilmediklerini söylediler ve "Gılgamış hiç evlenmedi, dolayısıyla eşini dövdüğü iddiası da asılsız" dediler.
Gılgamış Destanı :
Mezopotamya’da ortaya çıkan ve insanlığın "yazılı en eski destanı" olan Gılgamış Destanı, ölümsüzlüğün ardındaki insanın trajedisini yansıtır. Bu uzun destanda yarı insan-yarı tanrı olan Uruk Kralı Gılgamış’ın ölümsüzlüğü bulma peşinde geçen dramatik maceraları işlenir. Daha sonraki "tufan destanı"nı ve "Herakles söylenceleri"ni etkilemiş olan Gılgamış Destanı’nı Orhan Asena "Tanrılar ve İnsanlar" adıyla bir tiyatro oyunu haline getirdi (1959). Nevit Kodallı da "Gılgamış" adında sevilen bir opera besteledi (1963).
Hürriyet, Haber: Ferit Aslan, 12.02.2007
|
BİR HAZİNEYİ YAVAŞÇA KURTARMAK
Hemeid Sobhy soğuk bir sabah günü, güneş daha çöl kumlarını ısıtmadan uyanıp, yaşadığı küçük Bedevi köyünden yola çıkıyor. Yaklaşık 40 dakika yürüyerek varacağı yer ise St. Catherine Manastırı. Kalın duvarlar arasındaki küçücük kapıdan geçerek binaların arasından dolaşıyor ve ve manastırın güney kanadındaki kütüphaneye ulaşıp işe koyuluyor. Ofisi 2,5 metre kare büyüklüğünde, üstüne plastik bir örtü serilmiş metal bir masa. Havalandırma sistemi tozu dışarıda tutmakta. Büyük bir kütüphanenin ucuna yerleştirilmiş bu plastik çadır bilgisayar, dijital fotoğraf makinası ve flaşlarla donatılmış. Tüm bu sistem kütüphanenin çok narin elyazmalarını belgelemek için hazırlanmış.
Tüm bu teknik malzemeler Hristiyanlığın sürekli faal olan en eski manastırı için biraz garip olabilir. Fakat artık St. Catherine Manastırı, Amerikalı keşiş Justin Sinaites ve Bedevi Hemeid sayesinde, teknoloji çağına giriyor. Onlar beraberce manastır kütüphanesinin çok iyi korunan yazmalarının dijital kopyalarını alıyorlar.
11 dilde yazılmış birbirinden süslü ve değerli 3300 yazma ile, bu kütüphanenin elyazmaları Vatikan’dan sonra dünyanın en değerli ikinci dini elyazmaları grubu olarak kabul ediliyor. Sina Yarımadası’nın bu ücra köşesinde bulunan tüm bu yazmalar 6. yüzyıldan bu yana uzanan dini metinlerin dışında klasik Yunan eserlerini de içeriyorlar.
Bugün fotoğraflanmak için bekleyen eser ise 897 yılında yazılmış Arapça bir Hristiyan dua kitabı. Sayfaları özel bir vakum ile çevriliyor. Hemeid bilgisayar ekranındaki görüntüyü netledikten sonra aynı sayfanın dört resmini çekiyor. Bilgisayar bu dört resmi yüksek çözünürlüklü tek bir dijital görüntü haline getirecek.
Keşiş Justin “Eğer hesabını yaparsanız, bu iş çok cesaret kırıcı” demekte. “1975 de keşfedilenleri, eski baskıları ve tomarları hariç tutsak bile bu kütüphanede 1.8 milyon sayfa var ve el yazması ünik. Tüm kütüphanenin arşivlenmesi gerçekçi bir hedef olamaz. Fakat burada araştırmaya gelenlerin % 90 ı eserlerin belirli bir % 10 u ile ilgileniyorlar. Bu % 10 un dijital kayda alınması bizim için gerçekçi bir hedef olabilir.”
Los Angeles Times, Haber: Suzanne Muchnic, 05.02.2007
|
|
|
MISIR'DA 4 BİN YILLIK ÜÇ MEZAR BULUNDU
Japon arkeoloji ekibi, Mısır'da Orta Krallık dönemine ait, üç adet resimli tabut buldu.
Lahitler Kahire'nin güneyindeki Sakkara mezarlığından çıkarıldı. Şu ana kadar Eski ve Yeni Krallık dönemlerine ait pek çok mezarın bulunmasına karşın, MÖ 2 bin yılında hüküm süren Orta Krallık dönemine ait az sayıda eşya bulunmuştu. Tabutlardan ilki Sabak Hatab isimli bir adama, ikincisi Sint Ays Ess isimli bir kadına ait. MÖ 1500 tarihli, siyah renkli ve üzerinde Tanrı Horus'un dört oğlunun resimleri bulunan üçüncü tabutun içinde bir mumya olduğu tahmin ediliyor.
Radikal, Fotoğraf: AP, 12.02.2007
|
TARİHİ AHŞAP CAMİDE 'NEM' ENDİŞESİ
Beyşehir Eşrefoğlu Camii'nin iç kısmında bulunan, “Karlık” olarak bilinen bölümün kullanılmaması, akşap aksamın çürümesine yol açacağı endişesine neden oluyor. Anadolu'da direkli düz tavanlı ulu camilerin en büyüğü ve en görkemlisi olarak kabul edilen Konya'nın Beyşehir İlçesi'ndeki tarihi Eşrefoğlu Camii, anıtsal taç kapısı, eşsiz mihrap ve mimberi, üstün ağaç ve çini işçiliği yönlerinden bir Türk ağaç cami müzesi görünümü veriyor. 1297-1299 yılları arasında Eşrefoğlu Süleyman Bey'in yaptırmış olduğu caminin iç kısmında bulunan ve halk arasında “karlık” olarak bilinen bölümün, günümüzde kullanılmaması, “Cami mimarisinde kullanılan ahşap aksamın çürümesine yol açar mı?” endişesine neden oluyor. Beyşehir'de yaşanan bu endişenin tarihi camiden sorumlu olan Vakıflar Bölge Müdürlüğü yetkililerine de iletildiğini belirten Belediye Başkanı Nazif Tekinöz, “Halk arasında karlık olarak bilinen derin çukura, caminin yapıldığı yıllarda üzerinin açık olması nedeniyle kış aylarında yağan karların dolduğu, bunun da camideki ahşap yapının nem ihtiyacını karşıladığı söyleniyor. Bu karın aynı zamanda yaz aylarında bölgedeki kar ve buz ihtiyacına da cevap verdiği rivayet ediliyor. Ancak, günümüzde Eşrefoğlu Camii'nin karlığı üzerinde bulunan çatının yapılan restorasyon çalışmaları neticesinde kapatılması nedeniyle, bu işlev yerine gelmiyor. Dolayısıyla, halk arasında karlığın kullanılmaması nedeniyle, ağaçların çürüyebileceği yönünde bir inanış hakim. Tabi, bu camideki ağaçların bilimsel olarak ne kadar neme ihtiyacı var. Ya da böyle bir ihtiyaç var mı yok mu, öncelikle konunun uzmanı olan bilim adamlarının bu konuda bir araştırma yapmasına ihtiyaç olduğunu düşünüyoruz” dedi. Günümüzde cami içindeki karlık bölüme kar doldurmanın normal olmayacağını da vurgulayan Tekinöz, bugünkü teknolojik imkanlarla eğer ağaçların nem ihtiyacı varsa, cami içerisine takılacak cihazlarla bunun sağlanabileceğini sözlerine ekledi.
Konya Hakimiyet, 12.02.2007
|
|
|
İTALYA ANTİK ÇAĞIN 'SEVGİLİLERİNİ' BİRBİRİNDEN AYIRMAYACAK
Bilimadamları, 5000 ila 6000 yıl önce birbirlerine sarılı şekilde gömülmüş olan çifti, ülkeye bir Sevgililer Günü armağanı olarak aynışekilde korumaya karar verdiler. Reuters’e bildirildiğine göre, kemiklerin daha sonra yeniden birleştirmek üzere tek tek çıkartılması yerine, çiftin gömülü olduğu toprak parçası kemiklerle birlikte komple çıkartılarak korunacak. Bir hafta önce keşfi bildiren arkeolog Elena Menotti, “Şu ana dek nasıl idilerse bundan sonra da aynı şekilde, yani birlikte olmalarını istiyoruz” dedi. İtalya’nın kuzeyinde, Mantova yakınlarındaki Valdaro bölgesinde bulunan mezarın kaldırılması arkeologların da derin bir nefes almaslarını sağlayacak. Çünkü dünya çapında maşetlere taşındıktan sonra mezarı korumak için ilave güvenlik güçler görevlendirildi. Öte yandan kazının sonuçlanmasının ardından yapılacak araştırmaların bu çiftin sırrını aydınlatacağına inanılıyor. Bu Neolitik çift birbirlerine sarılmış şekilde gömülmüşlerdi. Bu ani bir ölüm müydü, yoksa bir tören kurbanları mıydılar veya intihar mı etmişlerdi? Bu son olasılık, Shakespeare’in meşhur eseri, Romeo ve Jülyet’in geçtiği yer olan Verona’nın mezarın bulunduğu yere oldukça yakın olması dolayısıyla, şu sıralar bölge halkının en favori teorisi.
Reuters, Haber: Phil Stewart, 12.02.2007
|
DUCHAMP'IN 'ÇEŞME'SİNE ÇEKİÇ İLE SELAMDAN CEZA ÇIKMAZ
Pierre Pinoncelli adlı 78 yaşındaki Fransız sanatçının, 2006 yılı ocak ayında Dada akımı üzerine Paris'teki Georges Pompidou Kültür ve Sanat Merkezi'nde açılan sergi sırasında 3 milyon 600 bin dolar değerindeki Marcel Duchamp imzalı ünlü porselen pisuvara yönelik 'sanatsal' saldırısı, mahkemece 'masum' karşılandı ve sanatçı Pinoncelli, müze tarafından talep edilen 260 bin dolarlık tazminatı ödemekten kurtuldu. Fransa'da tanınmış bir eylem - sanatçısı olan Pinoncelli, olay döneminde basına yaptığı bir çok açıklamada eyleminin vandali-zim olmamakla beraber, 1968 yılında ölen sanatçı Marcel Duchamp'ın kişiliğinde, 20 yüzyıl sanat akımına yönelik bir 'selam' ifadesi olduğunu anlatmıştı.
'Entelektüel' eylemi üzerine üç aylık hapis cezası ile karşı karşıya kalan Pinoncelli, Pompidou yönetimi tarafından 18 bin 600 dolarlık hasar masrafı ve 260 bin Dolarlık bir diğer ceza ile de karşı karşıya bırakıldı.
Sanatçı Pinoncelli 1993 yılında da Fransa'nın Nimes kentinde izlenen aynı eser üzerinde 'ihtiyacını görmüş'tü. Sanatçı ayrıca, Kolombiyada gerillalar tarafından kaçırılan Fransız / Kolombiya kökenli Ingrid Betancourt'la dayanışma içinde olduğunu ifade etmek için de kendi parmağını kesmişti.
Birgün, 12.02.2007
|
ÇANKIRILI EMEKLİDEN 60 BİN YTL TOKATLADILAR
Efsane dolandırıcılar Sülün Osman’ı da, Selçuk Parsadan’ı da kıskandıracak bir dolandırıcılık hikayesi yaşandı Çankırı’da geçen ay. Dolandırıcılık tarihine altın harflerle girmeye namzet bu olayın senaryosunda yok, yok.
Tarlada içinde altın heykeller bulunan ve değeri 10 milyon Euro olduğu söylenen bir gömü, gömünün lanetini bozacak yurtdışından gelen bir papaz, papaz gelene kadar "Ne olur ne olmaz" denilerek lanete karşı alınmış Türk usulü tedbir olarak horoz kanı akıtma, papazın Mercedes marka bir arabayla köye gelmesi, gömünün sahibi adamı çok sevdiği için Mercedes’i ona hediye etmesi, Mercedes’in bagajındaki 10 milyon Euro’nun polis tarafından yakalanıp "Bunlar PKK parası" diyerek el konması vesaire vesaire...
Hikáyesini okuyacağınız mağdurlardan İ.S’den geçen ay 60 bin YTL, Ş.K’den ise 33 bin YTL "tokatlayan" dolandırıcılardan Y.Y ve R.K, bütün maddi deliller polisin elinde olmasına rağmen, "Onları biz dolandırmadık. Bizi benzetiyorlar" diyerek suçlarını inkar etseler de, 15 gün önce tutuklanarak Çankırı Cezaevi’ne gönderildi. Çetenin aranan bir başka üyesi İ.D. ise arkadaşlarının tutuklanmasından bir hafta sonra İzmir’de yakalandı. Banka hesaplarında, 1,5 milyon YTL’ye yakın hesap hareketi vardı. Daha pek çok kişiyi dolandırdığı, fakat dolandırdıkları kişileri "Polis tarihi eser kaçakçısı olarak sizi de suçlar" diyerek korkuttukları, onların da şikayetçi olmadığı düşünülüyor. İşte, dolandırılan İ.S ve Ş.K’nın başına gelenler. Okuyun, bu hikayeye ağlanır mı, gülünür mü siz karar verin.
Geçen kurban bayramına birkaç gün kala, İ.S.’nin ev telefonu çaldı. Bir erkek, "Babanın arkadaşının oğluyum, İzmir’den arıyorum. Adım Mehmet. Seni ziyarete geleceğim" dedi. İ.S. tanımadığı bu kişiye, ne gel, ne de gelme dedi. İki gün sonra davetsiz misafirler, iki erkek, bir kadın, kucaklarında iki yaşında bebekle çat kapı geldiler. "Babam imamdı, senin rahmetli babanla da tanışıklıkları varmış, hep sizden bahsederdi. Ankara’da işimiz vardı, gelmişken Çankırı’ya uğrayıp sizi de ziyaret edelim istedik" dedi.
İ.S. "Kimsiniz, nesiniz" diye sorguladıkça, zaten çok önceden tertiplenen planın ilk adımı uygulandı: "Aslında işin aslı şu. Babamız sizin buralarda bir gömü olduğunu söylemişti. Dedektörlerle aradık, yerini tespit ettik. Ama mutlaka yardımın lazım. Abim İsviçre’de Mercedes fabrikasında çalışıyor, fabrikanın sahibi papazın Çankırı’daki bu gömüden haberi varmış. Gömü karşılığında 10 milyon Euro verecek, bunun 3 milyon Euro’su senin olacak. Fakat hiç kimseye haber verme, yoksa tarihi eser kaçakçılığından hepimiz hapsi boylarız." Kendini Mehmet olarak tanıtan kişi, başlarının belaya girmeyeceğini teyit için, iki yaşındaki çocuğunun başı üzerine yemin etmeyi de ihmal etmedi.
Heyecanlanan İ.S. "Nerede bu gömü" deyince, hep beraber kazmalar kürekler omuzlandı ve kazıya gidildi. İki metrelik bir çukur açtıktan sonra,üzerinde haç ve o yörenin haritasına benzer şekiller olan küp bulundu. Salladıklarında içi tıkır tıkır ses verince hepsinde bir sevinç, eve dönüldü. Misafir erkeklerden Mehmet, eve gittiklerinde, "Dayanamıyorum bunun içinde ne olduğuna açıp bakmam lazım" deyince diğer misafir Ali, "Saçmalama, Papaz küpün okunmadan açılmayacağını söyledi ya" dedi.
Küp açılamazdı çünkü Papaz efendi okumadan o küp açılırsa, maazallah ortalığa lanet yağardı. Ama Mehmet, ısrar etti: "Dayanamayacağım, küçücük bir delik açıp bakacağım." Hepsi o kadarcık delikten lanet saçılmayacağına mutabık kaldılar ve küçük bir delik açtılar. Açtıkları deliğe gözlerini dayayıp baktıklarında som altından(!) üç heykelcik görmeleriyle, sevinçten birbirlerine sarılmaları bir oldu.
Mehmet, ev sahibi İ.S.’ye dönerek "Aman abicim sakın bundan kimseye söz etme. Kimsenin görmeyeceği bir yere sakla. Yarın Ali, İsviçre elçiliğine gidecek pasaport işlemlerine başlayacak. Papazı alıp gelecek" dedi. Bir de tavsiyesi vardı: Ne olur, ne olmaz laneti kovmak için Türk usulü kan akıtalım. 3 milyon Euro’nun hayalini kuran ev sahibi İ.S. kaz gelecek yerden horozunu esirgeyecek değildi. Oğluna seslendi: "Getir oğlum horozu!"
Ali birkaç gün sonra aradığında, güya Ankara’da İsviçre Elçiliği’ndeydi ve küçük bir maruzatı vardı: "Abi pasaport işlemlerimiz yapılıyor ama vize için teminat istiyorlar. 25 bin Euro istediler. 15 bin Euro’yu buldum ama 10 bin eksik kaldı. Hemen yollarsan vizeyi alabiliyorum." İ.S. Ali’nin verdiği banka hesap numarasına ancak 10 bin 500 YTL gönderebildi. Parayı alan Ali, sorun çıkmadığını, hemen İsviçre’ye hareket ettiğini söyledi ve 12 gün sesi soluğu çıkmadı.
İ.S’nin telefonu günler sonra tekrar çaldığında ekranda 0049 rakamları gözüküyordu. İ.S sevindi, "Hah yurtdışından arıyorlar." Telefonun ucundaki Ali heyecanla anlatıyordu: "Abi, İsviçre’den iki Mercedes’le yola çıktık, geliyoruz. Mercedes’in birini papazın oğlu kullanıyor. Şimdi Almanya’dayız. Paraları 5’er milyon Euro olarak iki arabaya koyduk getiriyoruz. Papazın dokunulmazlığı var, Kapıkule’den geçerken sorun olmaz zaten. Dur Papaz yanımda, seninle konuşmak istiyor."
Okey, yes ve no’dan başka İngilizce bilmeyen İ.S. anlamadan papazı dinledi telefonda. Papaz cümlesini OK? diye bitirince, İ.S "Hah tanıdık bir kelime işte" diyerek atıldı: "Okey okey."
Ali telefonu aldığında diyaloğu sevabına tercüme etti: "Papaz polise gitmediğin ve altınların tamamını sahiplenmediğin için sana teşekkür ediyor. Türkiye’de böyle temiz adamlar var demek ki, diyor. Sana vereceği 3 milyon euro dışında bir de hediye olarak Mercedes getiriyor. Bunu kabul etmeni istedi. Sana "Okey mi" dedi, sen de "Okey" diye cevap verdin. Sakın reddetme, adama çok ayıp olur."
Birkaç gün sonra Ali tekrar aradığında bu kez Kapıkule’deydi. Arabalar Türk tarafına geçmişti ama onlar gümrük işlemlerinin tamamlanabilmesi için diğer taraftaydı. Mercedes’e 280 bin YTL değer biçilmişti ve 50 bin Euro gümrük parası vermek gerekiyordu. Arabalar yanlarında olsa, bagajı açar, milyonluk euro balyalarından bir demet gümrük memuruna sunarlardı ama kahretsin ki, arabalar Türk tarafındaydı.
İ.S o kadar para bulmasının mümkün olmadığını sadece 40 bin YTL olduğunu söyledi. Eh olsundu, o kadarla da işlerini hallederlerdi herhalde. İ.S, Ali’nin tembihiyle Edirne postanesine parayı gönderdi. Ayrıca Mercedes’in İ.S’nin üzerine yapılabilmesi için kimlik fotokopisiyle vergi numarası gerekiyordu. Gerekli evrakları fakslaması için 0284 ile başlayan bir telefon numarası verdi Ali. İ.S’nin içine kurt düşeli epey olmuştu, Ali’nin verdiği numarayı arayıp kontrol etti. "Orası neresi" diye sorduğunda "Kapıkule Gümrüğü" cevabını aldı. Rahatladı. Fakat beş dakika sonra Ali tekrar arayıp, "Abi oradan faks kötü geliyor sen bir de şu numaraya yolla" dedi. Bu kez numarayı kontrol etme gereği hissetmedi. Halbuki arasa, gümrüğün yakınlarında kamyonculara faks hizmeti veren bir manav olduğunu anlayacaktı.
Ali bütün işlemler tamamlanınca müjdeli haberi verdi: "Yola çıktık geliyoruz. Gece 3 gibi Çankırı’da oluruz." İ.S’nin evinde yollarda aç bitap, perişan seferilere yemek hazırlığı yapıldı. Fakat gece 3’tü, 5’ti derken gelen giden olmadı. Sabah ezanı okunurken, bu kez Mehmet aradı. "Abi senin puşt ne yapmış biliyor musun? Benzinlikte yemek molası verdiklerinde bagajdan para çıkarmış. Parayı çıkarırken bir kısmını yere düşürmüş. İki Mercedes yola çıktıklarında benzinlikteki çocuklar arkalarından yetişmeye çalışmış ama başaramamış. Sonra da polise haber vermişler. Polisler bunları durdurduklarında papazın bulunduğu arabaya dokunulmazlığı olduğu için dokunmamışlar ama bizimkinin arabasından 4 milyon 800 bin euro çıkınca hesap sormuşlar. O da ’İsviçre’de biriktirdim, Türkiye’ye fabrika kuracağım’ demiş ama inanmamışlar. Bu para kesin PKK’ya gidiyor diye suçlamışlar. Buradaki avukatlar bu işi beceremez. Hemen İstanbul’dan gözü kara bir avukat buldum. Ama zor bir iş olduğu için paranın yüzde 10’unu alacak haberin olsun. Sana eksik para getirdiğimizde hesap sorma sonra. Paralara el konulduğu için avukat parasını da veremiyoruz. 10 bin YTL çıkarır mısın? Ali’yle görüşmek istersen birazdan görüştürürüm."
Artık iyice sinirlenen İ.S. kalayı bastı. Para falan göndermek istemiyordu artık ama işin içinde hem lanet, hem PKK, hem de tarihi eser kaçakçılığı vardı. Mümkün değil polise şikayet de edemezdi. Eli mahkum cebinde kalan son 5 bin YTL’yi de avukat parası olarak gönderdi. Ali ile telefonda konuştuğunda Ali’nin sesi, vızztt, cızzzt telsiz sesleri arasında kayboluyordu. Görünen köy kılavuz istemezdi işte; Ali düpedüz polisin elindeydi, telsiz sesleri de bunu doğruluyordu.
Neyse ki müjdeli haber iki gün sonra Mehmet’ten geldi: "Abi gözümüz aydın Ali çıktı. Ama polis paraya el koydu, Merkez bankasına yatıracaklarmış. Bize de para karşılığında bir çek verdiler. Ankara’dan bu çekle parayı çekebiliyormuşuz. Yarın hemen Ankara’ya gel parayı birlikte çekelim." Nihayet İ.S. paralarına dokunabilecekti. Ancak Mehmet’ten gelen bir telefon yine omuzlarının çökmesine sebep oldu. "Abi biz düşündük de, şimdi parayı çekmek için hepimiz oraya gidersek şüphelenirler. Şimdi bankanın önündeyiz, senin gelmene gerek yok. Biz çeker sana yollarız."
Parayı çekeceklerdi çekmesine de kör şeytan yine işin içine girdi! Mehmet, İ.S’yi arayıp şunları söyledi:"Abi, parayı vermek için bizden 25 bin euro istiyorlar. Hemen gönderirsen parayı hemen alıyoruz" demesiyle İ.S’nin zembereği boşaldı, lugatındaki bütün küfürleri savurdu. Ama baskın basanındır ve Mehmet çıkıştı: "Biz senin için heba olalım, polislerle başımız derde girsin, sen bize bunu yap. Ayıp be! Hiç insanlığın kalmamış senin."
Ama Mehmet’te çare tükenmez. İkinci kez İ.S’yi aradığında müjdeli haberi verir: "Elalemin insanları bizim için uğraşıyor. Avukat, hanımının kredi kartından bu parayı çekti ama 4 bin YTL eksik var bari onu gönder." İ.S. sıtkı sıyrılmış bir şekilde, son olarak bu parayı da yolladı. Mehmet’in söylediğine göre parayı nihayet alabilmişlerdi.
Sonunda para verme değil, alma sırası İ.S’deydi. İ.S hemen bankaya koştu ama hesabında emekli maaşından başka bir para yoktu. Bir daha da ne arayan ne soran oldu. İ.S’nin artık lanet falan umurunda değildi, kuyumcu bir esnafı eve getirdi, küpü kırarak altınları gösterdi. Kuyumcu "Bunlar çöp" dediğinde yıkıldı. İyi de şimdi nasıl polise gidecekti? Ya tarihi eser kaçakçılığı yapmak istediği için onu hapse atarlarsa? Avukatına danışır. "Hiçbir şey olmaz, sen düpedüz dolandırılmışsın, şikayetçi olmalısın" deyince cesaretlenir ve Çankırı Savcılığı’nın yolunu tutar.
Polis, samanlıkta iğne aramaya koyulduğunda en büyük ipucu, Edirne ;Postanesi'ne gönderilen paraydı. Parayı çeken kişinin mutlaka bir kimlik fotokopisi olmalıydı postanede. Kimlik sahte çıksa bile, fotoğraftaki kişiyle parayı çeken aynı olmak zorundaydı. Fotoğrafa ulaştıklarında sabıkalıların fotoğraflarıyla karşılaştırıldı. Kendisini Mehmet Yıldız olarak tanıtan kişinin daha önce defalarca dolandırıcılıktan sabıkalı 33 yaşındaki Y.Y olduğu ortaya çıktı. İzmir’de yaşadığı tespit edilen eve baskın yapıldığında, ilk gün kucağında iki yaşındaki çocukla İ.S’nin evine gelen R.K ve Y.Y. yakalandı. Suç aletleri(!) de evdeydi; birkaç altın yaldızlı boya, fırça, bol miktarda sahte nüfus cüzdanı. "Papazı aldım geliyorum" diyen Ali Yıldız gerçek ismiyle İ.D, bir hafta sonra yine İzmir’de yakalanarak cezaevine kondu.
İ.S şikayetçi olduktan sonra, polisle başının belaya girmediğini gören bir başka mağdur Ş.K da 20 gün sonra tıpatıp aynı senaryoyla kandırıldığını söyleyerek polise şikayetçi oldu. Senaryodaki tek fark, İ.S’ye yanaştıkları gibi, "Babalarımız arkadaş" yerine, "Oğlunla asker arkadaşıyım" denmesi. Nitekim dolandırıcı Y.Y’ nin gerçekten Ş.K’nın oğlunun asker arkadaşı olduğu daha sonra ortaya çıktı. Ş.K. "Ben böyle bir gaflete nasıl düştüm" dediği dolandırıcılara toplam 33 bin YTL kaptırdı. Dolandırıcıların sadece bu iki mağdurdan 93 bin YTL aldığı ortada.
Fakat hesapları incelendiğinde, tam 1.5 milyon YTL’lik hesap hareketi olduğu görülüyor. Bu durumda dolandırıldıkları halde, polisle başlarının derde girmesinden korkup, şikayetçi olmayan nice mağdurlar bulunduğu şüphesi akla geliyor. Daha önce Uğur Dündar tarafından aynı tür hikayeler defalarca ortaya çıkarılsa da, "Bir musibet bin nasihatten iyidir" sözünden ders almayanlar, dolandırıcıların tuzağına düşmeye devam ediyor.
Hürriyet Pazar, Haber: Şermin Terzi, 11.02.2007
|
HEKİMHAN'DA 'TARİHİ' KURTARMA
Malatya'nın Hekimhan İlçesi'nde bulunan tarihi Taşhan ve hamamının onarımına başlandı.
Hekimhan Belediye Başkanı Vahit Mutlu, yaptığı açıklamada, tarihi Taşhan ve hamamının kurtarılması için çalışma başlatıldığını belirtti. Mutlu, "2006 Aralık ayı içerisinde Malatya Vakıflar Bölge Müdürlüğümüzün ilçemizdeki Köprülü Mehmet Paşa Cami ve Taşhan'ın restorasyonunun iki aşamalı çalışmasının birinci aşaması başlatılmıştır. Birinci aşamada Taşhan'ın üst kısmının özellikle kenar kısımları sökülerek üzerine 80 ton kurşun geçirilmesi söz konusu. Bunun yanı sıra Taşhan'ın zemini sökülerek yeniden döşenmesi ve hamamın tamamen aslına uygun olarak yapılması hedefleniyor" dedi. Onarım çalışmasında ikinci aşama çalışmanın ise 2006 yılında kamulaştırma kapsamına giren tarihi binanın çevresindeki istimlak edilecek iş yerleri, ev ve arsalar için çalışmalar yapıldığını ifade eden Mutlu, şunları söyledi: "Buradaki iş yerlerinin, evlerin ve arsaların birim fiyatlarının metrekare itibariyle belirlenmesi yapıldıktan sonra Vakıflar Bölge Müdürlüğü'ne müracaat edeceğiz. Vakıflar Bölge Müdürlüğü öncelikle istimlak edilecek yerlerin sahipleriyle anlaşmak suretiyle 2942 sayılı kamulaştırma kanununun ilgili hükümlerince önce pazarlık usulüyle anlaşılacak, anlaşma sağlanamayan birkaç kişi çıkarsa onun parasını bloke edip Mahkemeye başvurmak suretiyle onun bedel tesbiti yapılacak. Bedel tesbitinden sonra da oradaki istimlak işlemleri tamamlanmış olacak. Bu kamulaştırma ve yıkım işlemleri 2007 yılı içerisinde bitirilecek. Ancak gerek Hamam'ın gerekse Taşhan'ın tamiri, onarımı Eski Eserler ve Anıtlar Yüksek Kurulu'nun verdiği raporlar doğrultusunda, özüne uygun bir şekilde yapılması sağlanacak."
Malatya Haber, 11.02.2007
|
|
|
ŞUHUT'TA TARİHİ ESER BULUNDU
Afyonkarahisar ın Şuhut İlçesi'ne bağlı Hallaç Köyü Kınık Ören mevkiinde, Roma dönemine ait olduğu tahmin edilen belden yukarısı kopmuş bir heykel bulundu.
Hallaç Köyü Kınık Ören mevkiinde Ali Keskin ve Hüseyin Koç adındaki iki avcı, bölgede avlanmak amacıyla dolaşırken bir çukurda üzeri örtülü bir cisimden şüphelenerek İlçe Jandarma Komutanlığı'na haber verdi. Olay yerine gelen jandarma ekipleri, yaptıkları inceleme sonucu bir heykelle karşılaştı. Jandarma ekipleri, heykeli Afyonkarahisar Müze Müdürlüğü nden gelen uzmanlara teslim etti.
Müze Müdürlüğü yetkilileri, heykelin 1 metre 20 santimetre uzunluğunda olduğunu belirterek, *Heykelin üst kısmı bulunduğu yoktu. Heykel bulunduğu yere başka bir yerden getirilmiş. Heykelin sol ayağı dizden itibaren kırık ve kesik. Sağ ayak dibinde ise ayaktan dize kadar birleşik bir çocuk heykeli bulundu. Heykelin Roma dönemine ait olduğunu tahmin ediyoruz* dedi.
Heykelin hangi döneme ait olduğu yapılan incelemenin ardından belli olacak.
Afyon Haber, 11.02.2007
|
YOK OLMAYA YÜZ TUTAN YAPILAR
Van'da, teknik özelliklerine göre 4 gruba ayrılan ve günümüzde sadece 4 adeti ulaşabilen tarihi 'Van Evleri'nin, 'Örnek Van Evi ve Çevre Düzenlemesi' projesi ile gelecek kuşaklara aktarılması hedefleniliyor.
Bir ve iki katlı olarak geleneksel kerpiç malzeme ile inşa edilen evlerinin ilk örnekleri, tarihi Van Kalesi'nin güneyinde yer alan üç tarafı surlarla çevrili Eski Van Şehri'nde görülüyor. Eski Van Şehri'nde arazinin sınırlı olmasından dolayı evler bitişik nizamda inşa edilirken, günümüzde Van şehrinde ise her ev bağımsız olarak ayrık nizamda, bahçe, hayat ve sokak ilişkisi içinde düzenli olarak inşa ediliyor. Anonim mimari tarzında mahalli ustalar tarafından inşa edilen Van evlerinin örtü sistemi ise düz damlı olarak yapılıyor.
Van Valiliği'nin 'www.van.gov.tr' internet adresinden edinilen bilgilere göre, Birinci Dünya Savaşı'nın başlamasının ardından Ruslar ve Ermeniler'in bölgeden 1918'de çekilmesiyle eski ve günümüz Van Şehri'nde bulunan tüm mimari yapıların yakılıp yıkıldı. Günümüz Van Şehri'ndeki evlerin çoğu yeniden onarılarak bir kısmı günümüze ulaştırılırken, Eski Van Şehri içindeki evlerin yıkıntılarının günümüzde mevcut olmadığı kaydedildi. Van Valiliği'nin hazırladığı 'Tuşba Sanat Merkezi' projesi kapsamında eski Van Şehri'nin yeniden gün yüzüne çıkarılması hedefleniliyor. 1990 yılına kadar, günümüz Van şehrinde sayıları 20 olan tarihi Van evlerinin bugün ayakta kalanların sayısının 4 olduğu açıklandı.
Türkiye'de özellikle 1940 yılından günümüze kadar geleneksel evlerin hızla yok olması karşısında, birçok araştırmacı ve bilim adamının Anadolu'da geleneksel evleri inceleyerek belgelediği bilgisine de yer veren internet sitesi, "Van evinin tümü 'İç Sofalı Plan Tipi' tipolojiği içerisinde yer almaktadır. Eski Van Şehri'ndeki evler, diğer yapılarla birlikte şehrin genel mimarisini oluşturur. Evler, tek ve iki katlı olarak bitişik nizamda düz damlı olarak kerpiç ana malzemesi ile inşa edilmiştir. 1918 yılından sonra günümüz Van Şehri'nde oluşan evler arazinin genişliğinden dolayı, Eski Van Şehri'ndeki evlerin aksine bağımsız olarak ayrık nizamda yapılmıştır. Her ev, bahçe, hayat, tandır evi, ahır, samanlık gibi tamamlayıcı bölümlerden oluşmakta, çevresi ihata duvarı ile çevrelenmiştir. Evlerin tamamlayıcı bölümlerinin durumu, fonksiyonel yapısı, büyüklüğü, kat adedi gibi unsurlar dikkate alındığında, Van evlerini 'İç Sofalı Plan Tipi' olarak kendi arasında iki grupta değerlendirmek mümkündür" denildi.
Tarihi Van Evleri'nin mimarı özelliklerinin korunması, tanıtımı ve gelecek kuşaklara sağlıklı bir şekilde aktarılmasını sağlamak amacıyla, Van Valiliği ve Yüzüncü Yıl Üniversitesi tarafından ortaklaşa "Örnek Van Evi ve Çevre Düzenleme Projesi" hayata geçirildi. Tarihi Van Kalesi'nin kuzeybatısında hayata geçirilen proje kapsamında bir örnek Van evi (Çift Katlı Cumbalı Ev), beş geleneksel dükkan, bir tandır evi, dört adet bölge mimarisine uygun köprü, bir Van Kahvesi ve çevre düzenlenmesi ile tamamlandı. Bu proje dahilindeki tüm yapı birimlerine işlevsellik kazandırılarak, başta yöre halkı olmak üzere, yerli ve yabancı turistlere hizmet verdiği belirtildi.
Değişik planlarda ve formlardan inşa edilmelerine rağmen, işlevsellik olarak birbirleriyle benzerlik gösteren evler, teknik özellikleri olarak 4 gruba ayrıldığı belirtilerek, "Tek katlı, çift katlı cumbasız, çift katlı cumbalı ve özel evler olarak ayrılan tarihi Van Evleri, Van'ın geleneksel mimarisinin günümüze taşıyan önemli unsurlardır. Tarihi Van Kalesi'nin güneyinde bulunan eski Van şehri, çarşıları, sokakları, mahalleleri, han, hamam, taş döşeli caddeleri yanında Van Evleri ile Osmanlı kentlerinin tipik özelliklerini taşımaktadır" denildi.
Van Kent Haber, 09.02.2007
|
NERON’UN ALTIN SARAYI KISMEN AÇILDI
Neron’un ziyarete açılan Altın Saray’ı, arkeologların 1. yüzyıldan kalma bir yapıyı rutubet ve çökmekten kurtarmak için gösterdikleri çabayı yansıtıyor. Ziyaretçiler sarayın hemen hemen yarısını ve yer altı tünellerini gezebilecek, 13 m yüksekliğindeki platforma tırmanıp tavan fresklerini de görebilecekler. Arkeolog Irene Pignatelli basın turu sırasında “İnsanlar, yapıyı tanımak dışında onu tamir ve restore etme çabalarını da takdir edecekler” dedi. Latince ismi Domus Aurea olarak da bilinen saray MS 64 yılında Roma’yı tahrip eden yangın sonrası inşa edilmiş ve MS 68 yılında tamamlanmış. 18 yıl süren bir restorasyonun ardından saray Haziran 1999 da ziyarete açılmıştı. İki yıl sonra, büyük bir yağmurun ardından tavanın bir kısmı çökünce kapatıldı. Sarayın konumu ve yapım şekli açısından çok ciddi sorunları var, bunların başında da rutubet gelmekte. Kış aylarında sarayın rutubeti %82 ile %98 arasında değişiyor. Bu durum ise duvarlarda mantar ve yosun oluşumun yol açarak freskleri ve duvarları mahvediyor. Öte yandan, restorasyon sırasında rutubetin tamamen sona erdirilmesi de istenmiyor. Bu durum da, fresklerin yaklaşık 2000 yıldır alıştıkları ortamın tamamen değişmesi demek olacak ve rutubetten belki de daha bile zararlı. Arkeolog Pignatelli’nin açıkladığına göre sarayın tavanları fresklerin yanısıra, yer yer fildişi kaplı ve incilerle süslü imiş. Tüm bu lüks ise Neron’un Roma halkına koyduğu ağır vergilerle yapılabilmiş. Mermer ve diğer değerli yapı malzemelerinin çoğu Yunanistan, Mısır ve diğer ülkelerden ithal edilmiş.
AP, Haber: Marta Falconi, 31.01.2007
|
|
4 -10 Şubat 2007
|
HASANKEYF İÇİN GEÇİCİ KURTULUŞ
Danıştay, tarihi Hasankeyf'i sular altında bırakacak Ilısu Barajı'nın inşaatına başlanmasını, verdiği kararla şimdilik engelledi.
Avukat Kemal Vuraldoğan ile TMMOB, Hasankeyf'in sular altında kalmasına yol açacak Ilısu Barajı'nın yapılması için ihaleye çıkılmasına ilişkin 20 Mart 1997 tarihli Bakanlar Kurulu kararının iptali istemiyle dava açtı. Danıştay 10. Daire, söz konusu istemi reddetti. Vuraldoğan ve TMMOB karara itiraz etti. Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu, 10. Daire'nin kararını bozdu. Gerekçeli kararda, barajın yapımı halinde, birinci derece arkeolojik sit alanı olan Hasankeyf'in su altında kalacağı ve bunun idare tarafından da kabul edildiği belirtildi. Ilısu Barajı ile hidroelektrik santral inşa edilmesi için İsviçre şirketler grubuyla imzalanan sözleşmenin iptali istemiyle Diyarbakır İdare Mahkemesi'nde dava açıldığının anımsatıldığı kararda, buradan çıkacak kararın, Bakanlar Kurulu kararının iptali istemiyle açılan davayı da etkileyeceği belirtildi.
Bu nedenle, Diyarbakır'daki davanın "bekletici ön mesele" olduğunun ifade edildiği kararda, 10. Daire'nin buna rağmen iptal istemini reddetmesinin hukuka aykırı olduğu bildirildi. Danıştay 10. Daire, davayı karara bağlamak için Diyarbakır'daki mahkemenin vereceği kararı beklemek zorunda kalacak. Mahkeme, İsviçre şirketleriyle yapılan sözleşmeyi hukuka aykırı bulursa, 10. Daire'nin de Bakanlar Kurulu kararını iptal etmesi ihtimali doğacak. Olası bir iptal halinde, Hasankeyf sular altında kalmaktan kurtulacak.
Milliyet, 10.02.2007
|
|
URLA'NIN TARİHİ DENİZALTINDAN ÇIKARILIYOR
Limantepe Kazı Başkanı Prof. Dr. Hayat Erkanal ve Urla Belediye Başkanı M. Selçuk Karaosmanoğlu Urla'da yürütülen sualtı kazıları hakkında yeni elde edilen bulgular hakkında bilgi verdi. Urla'da tarih öncesi yerleşimin büyük kısmının şu an deniz altında bulunduğunu söyleyen Prof. Dr. Hayat Erkanal, Limantepe kazıları hakkında bilgi verdikten sonra sualtında yürütülen çalışmalardan ve elde edilen yeni buluntuları gösterdi. Prof. Erkanal, "Yerleşimin sur duvarının doğal bir uzantısı olarak inşa edilmiş ve güçlü kuzey rüzgarlarını kesmeye yönelik bir de mendireğe sahip olan liman tesisi, tüm dünyada bugüne dek tespit edilmiş en eski örneği oluşturmaktadır" dedi.
Limantepe'de yapılan sualtı çalışmalarının dünyada İsrail ve Mısır'dan sonra üçüncü olduğuna değinen Prof. Dr. Hayat Erkanal, "Bu yıl sualtı çalışmalarında ilginç çalışmalar da gerçekleştirdik. Kanada Mcmaster Üniversitesi ile Ecosander dediğimiz bir sistemle deniz tabanının haritasını çıkartıyoruz ve bununla bazı kalıntıları saptayabiliyoruz. Burada deniz tabanında sismik kesitler alındı. Deniz tabanından sonra ne kadar toprak deniz tabanına dolmuş ve bu dolgular arasında ne tür malzemeler var bunlar araştırılmaya başlandı. Su altında kalan mimari özelliklerin daha iyi belgelenebilmesi ve prehistorik kıyı çizgisinin tespitine yönelik detaylı çalışmalar 4 kilometrekareden geniş bir alanda gerçekleştirilerek Karantina Adası ve modern Urla limanını da içine alacak şekilde yürütüldü. Çalışmalar insan yapımı mendireği ortaya çıkardı" dedi.
Urla Belediye Başkanı M. Selçuk Karaosmanoğlu da, arkeolojik kazılara büyük önem verdiklerini ve bu konuda her türlü desteği sağladıklarını, bundan sonra da sağlayacaklarını söyledi.
Haber Ekspres, 10.02.2007
|
TARİHİ PINAR HAYAT BULDU
Bursa'nın en eski su şebekesi restore edildi. Tarihi kayıtlara göre Kartaca Komutanı Hannibal tarafından MÖ 202'de kurulan, 1885'te etrafı parmaklıkla çevrilen, cumhuriyet döneminde de camekan ile kapatılan, 'Pınarbaşı Çarşaf Su Yapısı', Büyükşehir Belediyesi tarafından aslına uygun olarak restore edildikten sonra hizmete açıldı.Büyükşehir Belediye Başkanı Hikmet Şahin, törende yaptığı konuşmada, Bursa'nın, hem yüzeysel hem de yeraltı su kaynaklarına sahip ender şehirlerden biri olduğunu vurgulad›.
Evliya Çelebi'nin, "Velhasıl Bursa sudan ibarettir" sözünün doğruluğuna dikkati çeken Şahin, suyun insan yaşamının vazgeçilmez unsuru olduğunu ve günümüzde küresel ısınma sonucu yaşanan kuraklıkla değerinin daha iyi anlaşıldığını belirtti. Başkan Şahin, suyun temini konusunda eski çağlardan günümüze kadar çok çeşitli teknolojilerin geliştirildiğini kaydederek, tarihi hakkında da bilgi verdi.
Pınarbaşı kaynağının MÖ 202'de Kartaca Komutanı Hannibal tarafından bulunduğunu tarih kitaplarının yazıdığını hatırlatan Başkan Şahin, "Bu kaynak, geniş bir alanda depolandığı için de 'çarşaf' olarak adlandırılıyor. Pınarbaşı kaynak bölgesi 1885'de parmaklık ile çevrilerek korunma altına alınmış. Bursa'nın kurulduğu tarihten itibaren içme suyu ve kullanma suyu ihtiyacını künk ve Bursa'ya özgü evden eve akan sistem ile karşılayan Pınarbaşı kaynağının, modern şekille depolanarak, şehre verilmesi işlemine 1953 yılında başlanmış. Kaynak, zamanla bakımsızlıktan dolayı metruk bir yer haline gelmişti. Yaptığımız restorasyonla hem Pınarbaşı Su Kaynağının korunmasını sağladık hem de Bursa'nın ilk su şebekesinin bulunduğu tarihi mirasımızı canlandırdık" şeklinde konuştu.
Ortalama debisi saniyede 150 litre olan , 'Pınarbaşı Çarşaf Su Kaynağı'ndan günlük 65 bin kişinin su ihtiyacının karşılandığını belirten Şahin, yapının restorasyon çalışmaları kapsamında yeni deprem yönetmeliğine uygun biçimde projelendirildiğini kaydetti.
Yapının içinde kullanılır durumdaki unsurların aynen korunduğunu ifade eden Şahin, "Geçmiş yıllarda orijinalliğini bozacak şekilde yapılmış tadilatları aslına döndürdük. Taşıyıcı çelik konstrüksiyon, çatı makasları ve kubbelerinin tamamı yenilenerek, üzerine betonarme çatı döşemesi yapıldı. Çatı betonun üzeri aslına uygun olacak şekilde bakır levhalar ile kaplandı. Camlar orijinal renklerine uygun olarak yenilendi" dedi.
Bursa Hakimiyet, 10.02.2007
|
TAŞINACAK SURLAR ÇİZİLEREK İŞARETLENDİ
Taksim-Yenikapı Metrosu'nun önündeki engel olarak bulunan 700 yıllık tarihi Ceneviz Surları'nın taşınacak olan 40 metrelik bölüm ise kırmızı boyayla çizilerek belirlendi.
Büyükşehir Belediyesi ekipleri Tarihi Ceneviz Surları'na bitişik olarak yapılan betonarme yapılar ve tarihi özelliğinin ortaya çıkarılması için surların temizlenmesi ve traşlanması çalışmasına başladı.
Surların denize yakın bölümden geçecek olan tünelin önünde engel olarak bulunan su haznesi ile bir zamanlar Zeki Müren'in de müşterisi olduğu tarihi Yeşil Hamamı'nın nasıl düzenleneceğine karar verilemediği belirtildi.
Sabah, Haber: Mustafa Kaya, 10.02.2007
|
|
İZMİR'İN EN ESKİ TARİHİNE ULAŞTI
İzmir'in kültür tarihinin değişmesine neden oldu. Yeşilova Höyüğü’nde, 5 bin yıllık geçmişi olduğu sanılan İzmir’in 8 bin 500 hatta 9 bin yıllık geçmişi olduğu yönünde kalıntılar buldu. Yrd. Doç. Dr. Zafer Derin ile söyleştik.
Yeşilova Höyüğü kazısı nasıl başladı, nasıl gelişti?
Yeşilova Höyüğü park ve bahçelere toprak çekilirken 2003'te tesadüfen tespit edildi. Yaptığım incelemeden sonra yüzey toprağının bir metre altındaki prehistorik yerleşimi tespit ederek İzmir Arkeoloji Müzesi'ne bildirdim. Ege Bölgesi'ndeki on yıllık çalışmalarda kent içinde bu kadar eski yerleşimle karşılaşmamıştım.
Sıfır ödenekle 2005'te İzmir Arkeoloji Müzesi ve arkeoloji bölümümüzün ortaklığında, bilimsel başkanlığımızda kazı başlatıldı. Kazının ilk ayı kendi olanaklarımla, iki ayı Büyükşehir Belediyesi ve Ege Üniversitesi Rektörlüğü’nün desteğiyle üç ay sürdü. İlk haftada, tespitlerimizi doğrulayan buluntulara ulaştık. 2006 çalışmaları beklentilerimizin ilerisindeydi.
Kazıdan çıkan eserlerden bahseder misiniz? Araştırmalarınız ne aşamada?
İzmir içinde ve çevresindeki araştırmalar kent tarihinin eskiye gidebileceği ipuçları vermişti. Yeşilova Höyüğü İzmir’in ilk sahiplerinin bulundukları yerdi. Yeşilova Höyüğü’nde 2 yıllık çalışmalarla Neolitik Çağ adı verilen ve bilinen tanımıyla cilalı taş dönemine ait uzun süreli bir yerleşimin bir bölümünü çıkardık. Bulduğumuz 339 envanterlik ve etüdlük eseri müzeye teslim ettik. Araştırma yapılabilecek yaklaşık 16 bin parça buluntu elde ettik. İzmir’de insanların ilk yerleşik hayata başladıkları, ağaç ve dallardan yaptıkları kulübelerde oturdukları dönemde toplumun kimliğini, tarzını ortaya koyan buluntulardı. Buluntular büyük ve küçük baş hayvan besiciliğinin yanısıra halkın domuz, geyik gibi yaban hayvanları avlayıp yediklerini, kemiklerden aletler yaptıklarını göstermiştir. En önemli grubu geçen yılki pişmiş toprak mühürler oldu. Toplumun belirgin organizasyon ve yönetime sahip olduğunu göstermiştir.
İzmir’in tarihi ne kadar açığa çıktı?
Neolitik dönemde köy türündeki yerleşimlerin 8 kez yerleşilip terk edildiğini anladık. Almanya’daki inceleme, 8 bin 500 yıl önceki tarihi verdi. Ancak buradaki laboratuvarın teknik açıdan yetersiz kalması nedeniyle şimdi ABD'ye örnekler gönderiyoruz. Buradan gelecek sonuçlar ve özellikle en eski tabakadan elde edilecek tarihlerle bulgular İzmir’in tarihini kesin değiştirecektir. Çünkü buluntulardaki tespitim tarihin 9 bin yıl öncesine gidebileceği yönündedir.
Kazı projesi ne kadar sürecek?
Kazı ilk etapta 2-3 yıllık dönemi içermektedir. Kamu alanlarındaki gerekli yerlerin çoğunu kazdık. Yerleşim özellikle özel arazilere doğru yayılıyor. Bu alanlar için girişimlerimiz sürüyor. Bugüne kadarki çalışmaları Kültür Bakanlığı’nın katkısı olmadan, Büyükşehir Belediyesi, İzbeton ile Ege Üniversitesi desteğiyle sürdürdük ve aksilik olmazsa bunun devam edeceğini düşünüyoruz. Bize sorunsuz bir çalışma ortamı sağlayan İzmir Arkeoloji Müzesi'nin katkılarının da önemi büyük.
Hürriyet Ege, Haber: Veli Şakır,10.02.2007
|
|
PERSONEL YOKLUĞUNDAN MÜZE KAPANDI
Konya Selçuklu’da tamamı SİT alanı ilan edilen Sille Mahallesi’ndeki Aya Elena Kilisesi, personel olmadığı gerekçesiyle Müzeler Müdürlüğü tarafından 20 gün önce ziyarete kapatıldı.
Kapısına asma kilit vurulan 1700 yıllık kiliseye gelen yerli ve yabancı turistler, artık kilisenin içini göremeden geri dönüyor. Konyalı turizmciler, tarihi öneme sahip, gelen yabancı turistlerin mutlaka görmek istedikleri kilisenin bir an önce açılmasını istiyor. Tarihi kaynaklara göre, Aya Elena Kilisesi, Bizans İmparatoru Konstantinus’un annesi Helena tarafından yaptırılmış. 4 kez büyük çaplı onarım gören kilisenin içerisinde bulunan ahşaptan, üzeri alçı süslü bir vaaz kürsüsü ile apsisle ana mekanı ayıran ahşap alçılı kafes bir sanat şaheseri olarak niteleniyor.
Bölgede restoran işletmecisi olan Ahmet Büyükkoyuncu, “Kilisede daha önce Müzeler Müdürlüğü tarafından geçici görevlendirilen bir personel bulunuyordu. Ama, şimdi kimse yok. Turistlerin tamamı Aya Elena Kilisesi’ni görmek için Sille’ye geliyor. Ancak 20 gündür kapısına kilit vurulan kiliseye hiç kimse giremiyor. Durumu, İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü ile Müzeler Müdürlüğü’ne bildirdik. Personel olmadığı için kilisenin kapatıldığını söylüyorlar” dedi.
Gelen turistlerin kapıyı kilitli görünce şaşırdıklarını anlatan Büyükkoyuncu, “Durumu bize soruyorlar ama anlatmakta zorlanıyoruz. Tarihi kilisenin içini göremeden geri dönmek zorunda kalıyorlar. Yetkililer bir an önce bu sorunu çözüp, kiliseyi yeniden turizme açmalı. Biz Sille’ye turist çekebilmek için her fedakarlığı yaparken, yetkililerin bu duyarsızlığına anlam vermek mümkün değil” dedi.
Konya Müzeler Müdürü Erdoğan Erol ise kilisenin personel sıkıntısı nedeniyle kapatıldığını söylemekle yetindi.
Konya Kent Haber, 09.02.2007
|
MEYDAN PROJESİ BU YIL START ALIYOR
Sivas şehir merkezinin eski tarihi dokusuna kavuşturulması amacıyla hazırlanan Meydan Projesi bu yıl Belediye tarafından hayata geçirilecek olurken, bu kapsamda meydanda kapsamlı bir değişiklik yapılacak. Meydan Projesi ile ilgili gazetemize özel açıklamalarda bulunan Belediye Başkanı Sami Aydın, projeye bu yıl start vereceklerini söyledi.
Meydan Projesi’nde Kültür Bakanlığı’nın da kendilerine maddi olarak destek de bulunacağını açıklayan Belediye Başkanı Sami Aydın, tarihi eserlerin bulunduğu bölgede mülkiyet sorunu yaşandığını, Vakıflar Genel Müdürlüğü ile bu sorunların aşıldıktan sonra çalışmalara bu yıl başlanacağını ifade etti.
Meydan Projesi çerçevesinde ilk etapta Selçuk Park’ta düzenleme çalışmalarına başlayacaklarını söyleyen Belediye Başkanı Sami Aydın, “Buradaki baraka ve büfelerin yanısıra diğer esnafları çalışmalara başlamadan önce tahliye edeceğiz. Bu esnaflarımızın da mağdur olmaması amacıyla belirlenen üç bölgeye esnaflarımız için dükkanlar yaparak bu bölgede dükkanı bulunan esnaflara öncelik tanıyacağız” dedi. Proje kapsamında İl Halk Kütüphanesi binasının da yıkılacağını ve burada bulunan taksi durağının da kaldırılacağını söyleyen Belediye Başkanı Sami Aydın, “Tarihi eserlerimizin bulunduğu bölge yapılan çalışmaların ardından koruma altına alınmış olacak. Ayrıca şehir trafiğinde de çeşitli düzenlemeler yapacağız. Hükümet Meydanı ortasında bulunan havuzu da bu yıl yıkarak biraz daha ileri alıp yeni ve Sivas’a yakışır bir havuz yapacağız” dedi.
Bu yıl başlayacakları Meydan Projesi ile Sivas şehir merkezinin daha düzenli bir hal alacağını söyleyen Belediye Başkanı Sami Aydın, “Projenin ilk etabını bu yıl yapacağız. Selçuk Parkı içerisindeki eski ağaç dokusunu kaldırarak burayı vatandaşlarımızın kullanabilecekleri düzeye getireceğiz. Ayrıca bu bölgenin zemininde de düzenlemeler yapacağız. Yeşillendirme çalışmalarının yanısıra ağaçlandırma da yaparak tarihi dokunun çevresini aslına uygun bir hale getirmiş olacağız” dedi.
Sivas Hürdoğan, 09.02.2007
|
ARASTA TURİZM MERKEZİ OLUYOR
Üç bin yıllık tarihi geçmişiyle dinlerin, bilimin ve medeniyetlerin beşiği olan Bergama'ya Osmanlı'dan yadigar kalan eski çarşı turizm merkezi olma yolunda.
Bu kapsamda Arasta esnafı ile bir toplantı yapan Başkan Ürper, çarşı için röleve projelerinin hazırlanması ile başlayacak olan çalışmaları anlattı. Bütün özelliklerine rağmen turizmden yeteri kadar ekonomik girdi sağlayamayan Bergama'nın makus kaderini Arasta'nın turizme açılması ile yenebileceğine işaret eden Bergama Belediye Başkanı Raşit Ürper, "Osmanlı çarşısı Arasta'yı öyle bir duruma getireceğiz ki; günübirlik ilçemize gelen turist Arasta'ya girmeden, birkaç eşya almadan Bergama'yı terk etmeyecek. Arasta turistin mutlaka görmesi ve gezmesi gereken listesi arasına girecek" dedi.
Bir dünya markası olarak bilinen Bergama'nın, turizm gelirlerinden yeteri kadar yararlanabilmesi için turizm alt yapı çalışmalarına ağırlık veren Bergama Belediye Başkanı Raşit Ürper, ilçenin turizm ekonomisine yön verebilecek olan ve bir lokomotif görevi yapacak olan bir projeyi yaşama geçirmek için start verdi. Başkan Ürper, "Bu projemiz kapsamında günümüze kadar çok fazla bir bozulma olmadan gelebilmiş eski Osmanlı çarşısı Arasta'yı baştan aşağıya restore edeceğiz. Ve Arasta'yı ilçemize gelen turistlerin vazgeçilmezi yapacağız. Turist Arasta'ya girmeden Bergama'dan gitmek istemeyecek" dedi.
Belediye Encümen salonunda Arasta esnafı ile bir toplantı yapan Belediye Başkanı Raşit Ürper, "Arasta'ya yönelik olarak yapmayı planladıkları projeyi adım adım esnafa anlattı. Projenin aslında geçtiğimiz yıl yaşama geçirildiğini açıklayan Başkan Ürper, "Geçen yıl Arasta için çok önemli bir çalışmaya başladık. Arasta'da görüntü ve çevre kirliliğine neden olan elektrik ve telefon kablolarının tamamını yer altına aldık. Yıllar öncesinden yapılan ve Arasta'nın ruhu ile hiçbir uyumu olmayan yollardaki betonları söküp, yerine granit zar taşı ile yol yapmaya başladık. Çınar altı mevkiine Arasta'ya nefes aldırabilecek bir meydan düzenlemesi yapmaya başladık. Kuyumcu esnafının bulunduğu bölümün yollarını Andezitle kaplıyoruz. Şimdi sıra Arasta'da bulunan ve günümüze kadar pek fazla bir bozulmaya maruz kalmayan işyerlerinin rölövelerinin çıkarılması ve restorasyon çalışmalarına geldi.
Bu çalışmalarımızda Belediyemiz esnaftan hiçbir ücret istemeden restorasyon için gerekli olan rölöve projelerini hazırlayacak. Bu projeler hazırlanınca Tabiat ve Kültür Varlıkları'nı Koruma Kurulu'na müracaat edip restorasyon iznini alacağız.
Restorasyonda en fazla zamanın harcandığı kurul izinlerini böylelikle bir defada ve bütün Arasta için alacağız. Böylelikle restorasyon çalışmaları için bütün pürüzleri ortadan kaldırmış olacağız. Bu çalışmalarımızı siz esnafımızla hep birlikte yapacağız. Hep beraber Arasta'yı canlandırıp, hem de ilçemizin makus kaderini yenmek için önemli bir misyon yükleyeceğiz. Turizm gelirlerinden yeteri kadar faydalanabilmek için Arasta bir lokomotif görevi yapacak. Bergama'ya gelen turist, Arasta'yı görmeden, gezmeden ve birkaç parça eşya almadan ilçemizden ayrılmak istemeyecek" dedi.
Toplantıda Arasta esnafının yapılacak olan çalışmalara yönelik olarak dile getirdikleri kaygıları da tek tek cevaplayan Başkan Ürper, "Bu çalışmamızda esnafımızdan hiçbir ücret talep etmeyeceğiz. Rölöve çalışmaları tamamlandıktan sonra, restorasyon aşamasında da hedefimiz bir kaynak bularak restorasyon çalışmalarını tamamlamak. Bunun için gerek Tarihi Kentler Birliği nezrinde, gerekse Avrupa Birliği'nin bu tür çalışmalar için verdiği hibe krediler nezrinde çalışmalarımızı aralıksız sürdürüyoruz" dedi . Toplantıya katılan esnaflarda Başkan Ürper'e teşekkür ederek, "Yıllardır Arasta hep göz ardı edildi. İlçemize gelen turistin doğru düzgün alış veriş yapabileceği yerleri oluşturamadık. Şimdi Belediyemiz bu konuda bize öncülük ediyor. El birliği içerisinde Arasta'yı turizm merkezi ve cazibe merkezi haline getireceğimize gönülden inanıyoruz" dediler.
Bergama Kuzey Ege, 09.02.2007
|
SAAT KULESİ'NİN İKİ HAFTALIK İŞİ KALDI
Yıllardır bakım görmediği için yıpranan İzmit'in sembolü, en önemli tarihi eseri Saat Kulesi'nin Büyükşehir Belediyesi tarafından yaptırılan restorasyon ve onarım işinin en az iki hafta daha süreceği öğrenildi.
Saat Kulesi'nin onarımı sırasında binanın üzerine giydirilen dev branda kalktı. Restorasyon ve temizlik işini üstlenen Alfa İnşaat firması yetkilileri, taşların büyük bölümünün Kandıra taşı ile yenilendiğini açıkladılar. 80 bin YTL'ye malolan restorasyon ve temizleme işinin, 30 Aralık'ta bitirilmesi bekleniyordu. Firma yetkilileri, şubat ayı sonuna kadar Saat Kulesi'ndeki işin bitmiş olacağını söylediler. Ancak sık sık bozulan ve duran kule'ye ait saatlerin onarımı daha sonra yapılacak.
Özgür Kocaeli, 09.02.2007
|
|
|
JANDARMADAN TARİHİ ESER OPERASYONU
Kocaeli'nin Gebze İlçesi'nde, çeşitli dönemlere ait 120 adet tarihi sikkeye müşteri aradığı öne sürülen bir kişi jandarma ekiplerince gözaltına alındı.
Edinilen bilgiye göre, Gebze İlçe Jandarma Komutanlığı ekipleri, yaptıkları istihbari çalışmalar sonucunda, Necmettin P.'nin (37) elinde bulunan tarihi eserleri piyasaya sürmek için müşteri aradığını tespit etti. Bunun üzerine alıcı kılığına giren sivil jandarma ekipleri, tarihi eser satıcısıyla, Gebze'nin Eskihisar Köyü'nde buluştu. Eskihisar'a 34 NE 860 plakalı otomobiliyle gelen ve Osmanlı, Roma, Yunan ve Bizans dönemlerine ait olduğu tahmin edilen 120 adet gümüş ve bronz tarihi sikkeyi, müşteri zannetiği jandarma ekiplerine satmak isteyen Necmettin P. suçüstü yakalandı. İstanbul'un Tuzla İlçesi'nden geldiği öğrenilen şahıs sorgulanmak üzere Gebze İlçe Jandarma Komutanlığı'na götürüldü. Ele geçirilen tarihi sikkelerin maddi değeri henüz belirlenemezken, sikkeler incelenmek üzere Kocaeli İl Müze Müdürlüğü'ne teslim edildi. Olayla ilgili soruşturmaya ise devam ediliyor.
Kocaeli Kent haber, 09.02.2007
|
"KAZI DEVAM EDERSE SİNAGOGLARA SALDIRIRIZ"
Filistin'deki el Fetih'e bağlı el Aksa Şehitleri Tugayı, İsrail'in, Haremüşşerif yakınlarındaki kazı çalışmalarını sürdürmesi halinde, sinagoglara saldırı düzenleyeceği tehdidinde bulundu.
El Aksa Şehitleri Tugayı'ndan yapılan açıklamada, tüm sinagogların birer meşru hedef haline geleceği belirtilerek, “El Aksa Camii'nin kutsiyeti, sinagoglardan daha az değildir” denildi. Grup, tüm Filistinlileri, çalışmalar durduruluncaya dek olayı protesto etmeye çağırdı. Yahudiler, Haremüşşerif'in yıkılan Süleyman Tapınağı üzerine inşa edildiğine inanıyor. Söz konusu arkeolojik kazılar da bu nedenle yapılıyor.
Bu arada Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü (UNESCO), İsrail'in Haremüşşerif yakınındaki kazı çalışmasını durdurmasını istedi.
Yeni Şafak, 09.02.2007
|
FRANCIS BACON TABLOSUNA
REKOR FİYAT
İngiliz ekspresyonist ressam Francis Bacon'un bir tablosuna 14,2 milyon sterlin verildi.
Christie's müzayede evi tarafından yapılan bu satış bir Bacon tablosu için ödenen en yüksek fiyat olarak kayıtlara geçti.
Bacon'un, Velasquez'in bir tablosundan esinlenerek 1956'da yaptığı tablonun New York'taki Richard Gray Vakfı galerisi için Andrew Fabricant tarafından satın alındığı belirtildi.
Trt/Haber, 09.02.2007
|
|
1 MART'TAN İTİBAREN MÜZELERDE İNDİRİM VAR
Geçen yıl başlayan müzelere ayda bir gün ücretsiz giriş uygulaması bu yıl da devam ediyor.
Kültürel Varlıklar ve Müzeler Genel Müdürü Orhan Düzgün, geçen yıl başlattıkları ayda bir gün müzelerin ücretsiz olması konusundaki kararlarını müzelere bildirdiklerini, bu yıl da aynı uygulamayı sürdüreceklerini açıkladı dünkü telefon konuşmamızda.
Tüm Müze ve Ören Yerleri, her pazartesi ücretsiz olarak gezilebilecek, Topkapı Sarayı Müzesi’nin ücretsiz gezi günü salı olarak belirlendi.
O günlerde Topkapı Sarayı Müzesi’nde gezilecek bölümler içinde Harem Dairesi yok.
Orhan Düzgün, 1 Mart’tan itibaren bütün müzelerde, Sosyal Sigortalar Kurumu, Emekli Sandığı, Bağ-Kur mensuplarına ve emeklilere yüzde 50 indirim uygulanacağını da belirtti.
Öğrenciler zaten müzeleri ücretsiz gezebiliyor.
Müzelere giriş 2 YTL ile 10 YTL arasında değişiyor, Topkapı Sarayı Müzesi 10 YTL.
Genel müdür, böyle bir eşitleme yapmak zorunda kaldıklarını, farklılık konusunda AB standartlarına uyulması gerektiği konusunda bir yazı aldıklarını, ondan sonra da bu eşit giriş ücreti tespitine geçildiğini belirtti.
Bu girişimlerin, çözümlerin döner sermaye konusundaki düzenlemelerle de ilgili olduğunu eklemekte yarar var.
Bu tür girişimleri, birçok kimsenin müzeleri görmesini sağlayabildiklerinden ötürü destekliyorum.
Müze ziyaretlerinin; kültür tarihini, yaşama biçimimizi öğrenmek açısından işlevlerini özellikle öğretmenlerin öğrencilere anlatması gerekir. Yalnız öyle bir bilinç verilmeli ki öğrenciye, müze ziyareti ancak öğrencilik yıllarında yapılır, bir daha da kapısından geçilmez anlayışı egemen olmamalı.
İstanbul Modern’i de perşembe günleri Marshall’ın sponsorluğunda herkes akşam saat 20.00’ye kadar ücretsiz gezebilir. Her gün kapanma saati 18.00 iken o gün ziyaret iki saat uzatılıyor.
Ayda bir olan ücretsiz günlerde ziyaretin artacağından, indirimin de kişi sayısını artıracağından kuşkum yok.
Hürriyet, Yazı: Doğan Hızlan, 09.02.2007
|
GİRESUN'DA ETNOGRAFYA MÜZESİ KURULACAK
Giresun Kültür ve Turizm İl Müdürü Emin Yılmaz, kuruluş çalışmalarına başlanan Giresun Evi ve Etnografya Müzesi'nin hizmete açılmasıyla, kentin tarihi ve kültürel değerlerinin gelecek kuşaklara çok daha iyi aktarılacağına inandıklarını bildirdi.
Yılmaz, gazetecilere yaptığı açıklamada, tarihi tescilli bir yapı konumunda bulunan eski Kültür ve Turizm Müdürlüğü'nün, Valilik tarafından müze olarak düzenlenmesine karar verildiğini ve bu yönde çalışmalar başlatıldığını belirtti. Müzenin, Giresun ve yöresinde, kurum, kuruluş ile vatandaşların elinde bulunan tarihi, yöresel etnografik eser, taşınır kültür varlıklarının bir araya getirilmesiyle zenginlik kazanacağını ifade eden Yılmaz, ''Bu konuda tüm vatandaşlarımıza büyük görev düşmektedir. Müzemizin daha zengin hale gelebilmesi için tüm kesimlerin desteğine ihtiyacımız var'' dedi.
Yılmaz, tarihi dokusu bulunan her türlü eşyayı ve eseri kabul ederek müzeye kazandırmak amacında olduklarını kaydederek, şunları söyledi: ''Türkiye'nin birçok ilinde yörelerin tanıtımına yönelik bu tür çalışmalar yapılmaktadır. Giresun'da da bu çalışmanın yapılması, zengin tarihi ve kültürel değerlere sahip ilimizin tanıtımında önemli bir adım olacaktır. Kuruluş çalışmalarına başlanan Giresun Evi ve etnografya Müzesi'nin hizmete açılmasıyla kentin tarihi ve kültürel değerlerinin gelecek kuşaklara çok daha iyi aktarılacağına inanıyoruz. Halkımızın bu konuda desteklerini her zaman bekliyoruz. Giresun'u tanıtan ve tarihi dokusu bulunan eserlerin müzeye kazandırılması, kentimizin ne kadar zengin bir geçmişe sahip olduğunun da bir göstergesi olacağını düşünüyoruz.''
Giresun Müze Müdürü Hulusi Güleç ise Şebinkarahisar Kaymakamlığı ile bir iş adamının müzede sergilenmek üzere bazı eserler verdiğini ifade ederek, ''Şu ana kadar bakır mutfak eşyaları, tüfekler, ahşaptan çekme sofra, sandık, kahve değirmeni, közle çalışan ütü, topraktan yapılmış kaplar, radyo, halı ve kilim gibi eserler elimizde mevcut. Çevreden toplanan eserleri bir araya getirip güzel bir şekilde halkımızın hizmetine sunmayı amaçlıyoruz'' diye konuştu.
Turizm Gazetesi, 08.02.2007
|
KARATAY MEDRESESİ'NDE BİTMEYEN TADİLAT
Mimari düzeni, planı ve zengin bezemesiyle Selçuklular’dan kalma en önemli eserlerin başında yer alan Karatay Medresesi’nde yürütülen restorasyon çalışmaları bitmek bilmiyor. Geçtiğimiz yılın Nisan ayında başlayan çalışmaların yine aynı yılın Ekim ayında bitmesi gerekirken üzerinden beş ay geçmesine rağmen bitmemesi tepkilere neden oldu. Konya turizmi açısından büyük önem taşıyan medresenin ne zaman turizme açılacağı merak konusu.
Selçuklu döneminden kalma önemli eserlerin başında yer alan Karatay Medresesi’nde geçtiğimiz yılın Nisan ayında başlatılan restorasyon çalışmaları hala bitmedi. Ekim ayında bitmesi gereken ancak üzerinden beş aya yakın zamanın geçmesine rağmen tadilatı bitmeyen medresenin kapısında yazan ‘tadilat nedeniyle kapalıyız’ uyarı yazısının ne zaman kaldırılıp turizme açılacağı merak konusu oldu.
Sultan II. Keykavus döneminde Emir Celaleddin Karatay tarafından 1251-1252 yıllarında yaptırılan Karatay Medresesi’nin, kitabeleri bulunmasına rağmen mimarının isminin yazılmaması ile dikkatleri çekiyor. Selçuklu döneminin önemli bir eğitim kurumu olan Karatay Medresesi; mimari düzeni, planı ve zengin bezemesi ile Selçukluların en önemli eserleri arasında yer alıyor. Bu medrese orta avlunun üzerinin örtülmesiyle kendine özgü bir özellik ortaya koyuyor. Medrese kesme taş, sınırlı ve sınırsız tuğla, mermer ve çini süslemeleri bir arada ve uyumlu biçimde kullanılmıştır. Giriş kapısının eksende olmayıp, yana kaydırılıp olmasına karşılık mekan düzenlemeleri son derece yerindedir.
Medresenin bir birinden farklı motifli firuze, lacivert, mor çini mozaikleri Selçuklu çini sanatının en önemli örneklerini burada bir araya getirmiştir. Medresenin bezemeleri kubbeli avlu ve ana eyvandan diğer bölümlere göre daha yoğunluk kazanmıştır. Geometrik bitkisel motifli ve kitabeli çini mozaikler Selçuklu çini sanatının teknik üstünlüğünü ve gücünü ortaya koymaktadır. Geniş alanlarda daha çok geometrik motifler kullanılmış bordürler ile yazı frizlerinin altında bitkisel bezeme ön plana çıkmıştır. Örgü ve geometrik kufi ve nesih yazılar medresedeki bezemeye daha da zenginlik kazandırmıştır. Eyvan kemerinin iç dokusundaki kabartmalı geometrik geçmeler gölge ışık oyunları ile daha da etkili bir görünüm kazanmıştır. Orta kubbe firuze ve mavi rengin çeşitli tonlarındaki oldukça iri yıldızlar, geçmeler ile adeta gök yüzünü andırmaktadır. Böylesine yoğun ve zengin çini bezeme yapının mimarisini bozmamaktadır.
Merhaba Gazetesi, 08.02.2007
|
ETRÜSKLERİN KÖKENİ ANADOLU'DAYMIŞ
İtalya’da antik dönemlerde yaşamış en eski halklardan biri olan Etrüskler’in kökenlerinin Anadolu topraklarına dayanmakta olduğu, DNA testlerine dayalı yeni bir araştırmayla kanıtlandı. İtalya’nın Pavia Üniversitesi’nde çalışan genetikbilimciler, mitekondrial DNA örneklerini inceleme suretiyle yaptıkları araştırmada, Etrüskler’in kökenlerinin Türkiye’nin Batı kesimdeki antik Lidya bölgesine dayanmakta olduğu sonucuna ulaştılar. Araştırmaya esas oluşturan mitekondrial DNA örneklerinin, İtalya’nın Toscana bölgesinde Etrüskler’in yaşamış olduğu 3 yöreden derlenmiş olduğu açıklandı. Bu yöreler, Siena’ya bağlı kücük bir belde olan Murlo, Volterra ve Valle del Casentino’dan oluşuyor. Anılan 3 yöreden derlenen toplam 322 mitekondrial DNA örneğine ilişkin incelemenin sonuçları, “The American Journal of Human Genetics” adlı dergide yayımlandı.
Türkiye Gazetesi, 08.02.2007
|
|
SULTAN SELİM'İN VİAGRASI SATILIYOR
Antik AŞ'nin 18 Şubat'ta Swissotel'de düzenleyeceği müzayedede, çoğu Osmanlı dönemine ait 350 obje satışa çıkarılacak. Müzayedenin ilginç parçaları arasında, Sultan III. Selim için hazırlanan tuğralı amber tablet, Sultan Abdülaziz'e İngiltere Kraliyet Ailesi tarafından hediye edilen seyahat sandığı ve Türkiye'nin ilk matbaacısı İbrahim Müteferrika'nın 1732'de sınırlı sayıda bastığı Katip Çelebi'ye ait "Kitab-ı Cihannüma" yer alıyor.
Sultan III. Selim için yaptırılan, macunlara ya da kahveye katılarak tüketilen amber tabletlerin, Osmanlı döneminde kalp kuvvetlendirici, iştah açıcı, özellikle de cinsel gücü artırıcı olarak kullanıldığı biliniyor. Kaşalot balığının iyice hazmetmeden dışarı attığı maddelerden oluşan amberden yapılan 2 tablet, 8 bin YTL'den satışa sunulacak.
Sultan Abdülaziz'in seyahat sandığı da iç içe açılan dokuz bölümden, çoğu altın ve gümüş kaplamalı 100'e yakın parçadan oluşuyor. Sandığın içinde tarak, cımbız, şarap açacağı, fırçalar, makaslar, ağızlık, dürbün, ayakkabı çekeceği gibi eşyalar yer alıyor.
Müzayedede Aliye Berger'e ait 2 resim ve 3 gravürden oluşan ve sanatçının özel notlarının bulunduğu koleksiyon 4 bin 500 YTL'den satışa sunulacak.
Osmanlı'da ilk basılan eserler arasında yer alan 'Kitab-ı Cihannüma'nın ise İbrahim Müteferrika tarafından 500 adet basıldığı biliniyor. Derviş Ali'nin az sayıdaki değerli Kuran-ı Kerim'i 80 bin YTL'den satışa çıkarılırken, Hz. Muhammed'in Medine'deki kütüphanesinde kullanılan mühür ise kapalı teklif usulüyle satılacak.
Milliyet, Haber: Serhat Oğuz, 08.02.2007
|
TARİHİ ESER OPERASYONU
İspanya'nın Endülüs, Madrid ve Bacelona bölgelerinde tarihi eser kaçakçılığına karşı düzenlenen operasyonda, 50'den fazla kişinin yakalandığı bildirildi. İspanyol resmi haber ajansı EFE'nin jandarmaya dayanarak verdiği haberlerde, tarihi eser hırsızlığına karşı ülkede şimdiye kadar düzenlenen en kapsamlı operasyonun yürütüldüğü belirtildi. Operasyon kapsamında yakalananlar arasında tarihi eser hırsızları, arabulucular ve koleksiyoncular bulunduğu, güvenlik güçlerinin 60'tan fazla yere baskın düzenlediği kaydedildi.
Haber Ekspres, 08.02.2007
|
ÇANAKKALE'DEKİ TARİHİ BİNANIN RESTORASYON ÇALIŞMALARI YIL SONUNDA TAMAMLANACAK
Çanakkale Belediyesi tarafından geçen yıl satın alınarak "Tarih Kültür Evi ve Kent Müzesi" haline getirilmesi planlanan Çarşı Caddesi'ndeki 3 katlı tarihi binanın restorasyonu sürüyor. Restorasyon çerçevesinde iç kısımı yıkılan binanın dış cephesinde de bazı yıkılmalar meydana gelmişti. Bu konuda gerekli yerlerden izinleri alarak çalışmalarına başladıklarını ifade eden belediye yetkilileri, "Tarih Kültür Evi ve Kent Müzesi" haline getirilecek binadaki çalışmaların yıl sonunda tamamlanacağını bildirdiler.
Turizm Gazetesi, 08.02.2007
|
İŞTE AŞKIN FOTOĞRAFI
İtalya'nın kuzeyindeki Mantua kasabasında yapılan arkeolojik kazılarda üzerinden 5 bin yıldan fazla zaman geçen ama görenleri bugün bile şaşkına çeviren bir aşkın kalıntıları bulundu. Bir kadın ve erkeğin birbirine sarılmış kemikleri arkeoloji ekibini bile şaşırttı. Kalıntıların bulunduğu kasabanın Romeo ve Juliet'in aşkına konukluk etmiş olması olayın esrarını daha da artırdı.
İskeletlerin bulunduğu bölgenin Cilalı Taş Devri'ne ait bir bölge olduğu sanılıyor. Uzmanlar şimdi buldukları bu kemiklerin gerçek yaşlarını tespit etmeye çalışıyor. Arkeologlar ilk aşamada erkeğin herhangi bir nedenle öldüğünü, kadının ise onun yanına uzanarak intihar ettiği tahmininde bulundu. Ancak esrarı laboratuvar çalışmaları çözecek.
Valdaro Nehri yakınlarında yapılan kazının lideri Elena Menotti, daha önce böyle bir şeyin bulunmadığını söyleyerek "Bu eşsiz bir görüntü" dedi. Menotti, daha önce buna benzer buluş yapıldığını, ancak kemiklerin bir anne ile çocuğuna ait olduğunu vurguladı.
Daha önce birçok kazıda çalıştığını söyleyen Menotti, "Bu işi 25 yıldır yapıyorum, Pompei de dahil bir çok ünlü kazı alanında çalıştım. Ancak daha önce hiçbir şey beni bu kadar heyecanlandırmamıştı. Bu bulduğum en özel şey" dedi.
5 bin yıl önce Mantua, bataklık bir bölgeydi ve bir çok nehrin kesişme noktasında yer alıyordu. Avcılık ve balıkçılıkla hayatını devam ettiren halkın yaşadığı bu bölgenin bir diğer özelliği ise Romeo ve Juliet'in hikayesine de ev sahipliği yapması.
Kitapta, Romeo düşmanı Tybalt Capulet'i öldürmek üzere Mantua'ya gittiğinde Juliet'e aşık olmuştu. Kasabanın tarihin en büyük aşklarından birine ev sahipliği yaptığı düşünüldüğünde binlerce yıllık bu iskeletlerin Romeo ve Juliet'e ait olduğu iddia ediliyor.
William Shakespeare'in eserlerini yaşanmış halk hikayelerine dayandırdığı düşünüldüğünde iddianın gerçeklik olasılığı da artıyor.
Hürriyet, 08.02.2007
|
ÇALINAN ALTIN KUR'AN
İNGİLTERE'DE ÇIKTI
Antika uzmanı Michel Van Rijn, 1980’lerde Türkiye’den çalınan altın Kur'an’ın 5 sayfasının İngiltere’de olduğunu iddia etti.
Hollandalı uzmana göre, tamamı 10 milyon sterlin değerindeki 9. yüzyıla ait Kuran’ın 62 sayfasından 5’i, David Khalili’nin koleksiyonunda.
Hürriyet, 08.02.2007
|
|
MAUSOLEUM'A 118 BİN İMZA
Bodrum'daki, dünyanın yedi harikasından biri olan Mausoleum'un İngiltere'den iadesi için uzun süredir yürütülen imza kampanyası ile toplanan 118 bini aşkın imza Kültür ve Turizm Bakanı Atilla Koç'a, Bodrum ziyareti sırasında iletildi.
Kampanyayı yürüten Bodrum Sanatçılar Platformu ve Alternatif Sinema adına konuşan yönetmen-avukat Remzi Kazmaz Bakan Koç'a kampanya ile ilgili bilgi verirken Mausoleum'un geri getirilmesi konusunda Bakan'dan yardım talep etti. Konuyu bildiğini ancak bazı uluslararası yasalar gereği belirli tarihten önce yurtdışına çıkarılan eserlerin geri istenemediğini belirten Bakan Koç'a bu konuda toplanan torbalar dolusu imza sunuldu.
Tarihi mirasımızın korunmasına yönelik Bodrum ve Didim'i konu alan belgeseller de gerçekleştiren Remzi Kazmaz, tüm kamuoyunu ilgilendiren bu konuda, kısa bir sürede 118 bin imza topladıklarını, bu imzaların Kültür ve Turizm Bakanı'na ulaştırıldığını ve bundan sonraki gelişmeleri takip etmeye devam edeceklerini söyledi.
Birgün, 07.02.2007
|
PRINCETON KÜTÜPHANESİ INTERNETTE
ABD'nin ünlü Princeton Üniversitesi kütüphanesine yakında internetten girilebilecek. Google arama motoru, yeryüzündeki bütün yazılı eserleri dijital ortama aktarıp internette yayınlama projesi kapsamında Princeton Üniversitesi ile anlaştı. Anlaşma uyarınca, telif hakkı bulunmayan bütün kütüphane eserleri internette kullanıcıların hizmetine sunulacak. 250 yıllık Princeton Kütüphanesinde 6 milyondan fazla yazılı çalışma ve 5 milyon elyazması bulunuyor. Princeton, Google'ın yayınevlerince eleştiri konusu yapılan iddialı projesine katılan 12'nci üniversite kütüphanesi oluyor.
Birgün, 07.02.2007
|
MEKTUP
ŞEKERİM... HALAM... EDİBE UZUNOĞLU
Hep kucağında oturalım isterdi. Hikayeler anlatırdı. Eşek kulaklı kral en hoşuma gideniydi. Neredeyse her yaz tatilinde arkeoloji müzesindeydim. Hala bilirim müzede neyin nerede olduğunu, hangi eserlerin yerinin zamanla değiştiğini.
Sorarlardı her sene, arkeolog mu olacaksın diye. Hayır asla derdim bende her sene. Halam üzülürdü biraz. Ama yanmış çocuğum ben. En canlı aklımda kalan; Edremit’te bizim evde geçen bir olay. 5-6 yaşındayım, Halam ve Korfmann oturmuş, masanın üstünde topraktan bir nesne ve iki kocaman insan neredeyse kavgaya tutulmuş.
’’Edibeciğim, bak bana öyle geliyorki bu bir hayvan, kaplumbağa gibi.’’
’’Şekerim ayol, neyapıyorsun bu bir tanrıça.’’
O zaman dedim kendi kendime arkeoloji, ıhıh, asla.
Bugün benim hayatımı yönlendiren bu iki insanın o zaman birbirlerine takıldığını, espri mahiyetinde tartıştıklarını büyüyünce anladım. Zaman geçti lise bitti, üniversite hayatı devam ediyor (arkeoloji okumuyorum ama!) artık kader deyin bilmiyorum, bizim üniversitenin botanik bölümünde bir hocanın yanında öğrencilere asistanlık yapmaya başladım. Hoca arkeobotanikçi. Tabii ben de öğrenmeye başlıyorum bu bilimdalını. Hadi gel de şimdi sana neyapıyorsun diye soranlara anlat bunu. Halam bizimkilerden öğreniyor tabii, benim yeni ilgi alanımı. Nedense hiç tepki yok, olumlu yada olumsuz. Sonra pratik kazanmak, arkeoloğu ve arkeoloğun bizden isteklerini anlamak için kazılarda çalışmaya başladım. Halam çok hoştu. Benim kazıda olduğumu bilir, ama dem vermezdi. Ben de anlatırdım bu bulundu, şu yapıldı diye. Bir gün tutamadı kendini; demek benim ayak izlerimi sürdüreceksin dedi. Evet itiraf ediyorum dedim ben de, ben kazısız yapamıyorum.
Mesleğini yeniden dünyaya gelirsem yine arkeolog olurum diyecek derecede seviyordu. İzin alır bayramlarda bize gelirdi. Edremit ve Ege hep özlemi kalmıştır. Bir müddet kalır, mutludur ama ah o müze... Hayatı idi... Sonra emekli oldu, Ören’de bir yazlığım olsa dediği hayalini gerçekleştirdi. İyi ki ömrü yetti ve daha sağlıği yerindeyken Ören'in tadını bir nebze de olsa çıkarabildi. Hep hayatı dolu dolu yaşamayı severdi, son zamanı çok sıkıntılıydı, yine de bana ve kardeşlerime belli ettirmemeye çalıştı hep.
İnatçıydı, hayata canıyla sarılıydı, halamdı...
Halacığım, şekerim, haklıydın, o nesne bir tanrıça idi.
Şirin Uzunoğlu
|
|
MARDİN'DE TARİHİ BİNALARIN RESTORASYON ÇALIŞMALARI DEVAM EDİYOR
Sahip olduğu tarihi ve mimari yapısıyla turist akınına uğrayan Mardin'de, tarihi ve kültürel mekanların restorasyonları devam ediyor. Artuklu mimarisinden günümüze miras kalan tarihi Zinciriye ve aynı döneme ait 940 yıllık Tekiye Medresesi, restorasyonları tamamlanarak turizme hizmet verecek hale getirildi.
Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından Artuklu döneminden günümüze miras kalan Zinciriye ve Tekiye medreselerinin restorasyon çalışmaları son aşamaya geldi. Elektrik tesisatları bitirilme aşamasına gelinen her 2 medresenin de 940 yıllık tarihi geçmişi bulunuyor. Zinciriye Medresesi'nde Sultan İsa, Tekiye Medresesi'nde ise Abdulkadir Geylani'nin 3 torununun türbesinin de hizmete girmesiyle inanç ve kültür turizmi bağlamında büyük bir hareketlilik kazandıracak.
Yeni turizm sezonuna dönük hazırlıklar kapsamında geçen yıldan başlattıkları Zinciriye ve Tekiye medreselerinin restorasyon çalışmalarının tamamlandığına işaret eden Vali Kılıçlar, "Vakıflar Genel Müdürlüğü'nün artırılan bütçesiyle yurt çapındaki tarihi ve kültürel mirasımızın korunup gelecek kuşaklara kazanımı için başlatılan hamleler kapsamında Mardin'de de Zinciriye ve Tekiye medreseleri aslına uygun bir şekilde restore edilerek, açılışa hazır hale getirildi. Bir aksilik olmaz ise Kasımpaşa Medresesi'ndeki bakım onarım çalışmaları da ilkbahar mevsiminde bitirilip inanç ve kültür turizmimize hizmet sağlayacaktır" dedi.
Geçtiğimiz yıl Mardin'de başlatılan restorasyon çalışmaları kapsamına katkı sağlayan özel mülkiyetli 10 tarihi taş mimarisine sahip ev ve konağın bakım ve onarımlarının bitirilerek yeni turizm sezonuna hazırlandığı ifade edildi.
Mardin'de kentsel dönüşüm projesi kapsamında betonarme binaların da peyderpey dış cephelerinin özgün taş mimarisine dönüştürülmesi yönünde çalışmaların sürdürüldüğü belirtildi.
Turizm Gazetesi, 07.02.2007
|
VAKIF MÜZELERİ YÖNETMELİĞİ RESMEN YÜRÜRLÜĞE GİRDİ
Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne bağlı müzeler ile ilgili düzenlemeler içeren “Vakıflar Genel Müdürlüğü Müzeler Yönetmeliği”, Resmi Gazete’nin dünkü nksayısında yayımlanarak yürürlüğe girdi. Yönetmeliğe göre, vakıf kültür varlıkları, bulundukları veya ihbar edildikleri yerlerde ilgili müze uzman personeli tarafından inceleme yapılana kadar bölge müdürlükleri tarafından emanete alınacak ve ilgili müzeye en kısa zamanda bildirilecek. Müzeler, genel sergileme faaliyetlerinin yanı sıra; özellik taşıyan malzemelerinden özel konulu sergiler, kişisel çalışmalar, kurum koleksiyonları ve özel koleksiyonlardan oluşan yurt içi ve yurt dışı sergiler açabilecek. Çalınan eserleri bulanların ödüllendirlimesi, müzelerin güvenliği, fotoğraf arşivlemeve çekimi gibi birçok maddelerin yer aldığı yeni yönetmelikte, müzelerin pazartesi haricindeki günlerde 9.00 ile 17.00 arasında çakı olması da öngörülüyor.
Türkiye Gazetesi, 07.02.2007
|
ANTİK KENTİN MOZAİKLERİ NAYLON ALTINDA MICIR OLDU
Tarihi eserlere sahip çıkma konusunda iyi sınav veremeyen Türkiye'de inanılması güç bir ihmal örneği daha ortaya çıktı. Uşak'ın Banaz İlçesi'ne bağlı Ahat Köyü'ndeki kazılarda ortaya çıkarılan paha biçilmez mozaikler önce, sergilenmek üzere bırakıldığı kazı alanından çalındı.
Mozaiğin çalınmayan kısımları ise kar, yağmur ve çamura karşı naylon altında korumaya alındı. Ancak bu defa da uzun süre naylon altında havasız kalan mozaiklerin yüzeylerinde bozulma ve kararmalar oldu. Dünyada ilk darphanenin kurulduğu ve ilk voleybolun oynandığı antik Akmonia kentindeki mozaikler, 7 yıldır naylon altında tutulduğu için mıcıra dönüştü. Uşak Kültür ve Turizm İl Müdürü Şerif Arıtürk, mozaiklerin naylona temas eden kısımlarında kararmalar, bozulmalar olduğunu doğruladı. Tarihi eserlerin naylonla korunmasının mümkün olmadığını belirten uzmanlar ise toprakla örtülmesinin daha doğru olduğunu belirtti. Anadolu'daki en önemli Yahudi merkezlerinden biri olan Akmonia'da, yağmayı önlemek için jandarma destekli nöbetçi güven-lik görevlisi bulunduruluyor.
Akmonia Antik Kenti'ni gün yüzüne çıkarmayı amaçlayan kazılar, 2000 yılında başladı. Kazılarda, her yıl bereket ve güç tanrıçası Tykhe adına olimpiyat oyunları düzenlenen bölüm bulundu. Daha sonra Tykhe tasvirinin olduğu taban mozaiği ortaya çıkarıldı. Ancak mozaiğin büyük bir kısmı, sergilenmek üzere bırakıldığı kazı alanından 31 Temmuz 2000'de çalındı. Dönemin Kültür Bakanı İstemihan Talay, tarihi eserlerin, ortaya çıkarılıp perişan olacağına toprak altında kalmasının daha uygun olduğunu açıkladı. Bunun üzerine Tykhe mozaiğinin çalınmayan bölümleri naylonla kapatıldı. Ancak mozaiklerin uzun süre naylon altında kalması deforme olmasını önleyemedi. Arkeologların incelemeleri sırasında naylonlar açıldı, bu sırada mozaiklerin dağılarak mıcır haline geldiği, bazı tarihi eserlerin bulunduğu bölümde çeşitli bitki türlerinin yeşerdiği ortaya çıktı. Mozaiğin çalınan kısımları ise 2003 yılında İstanbul Maltepe'deki bir işyerinde polis operasyonu ile ele geçirildi. Davası devam eden çalıntı mozaik, halen İstanbul'da bulunuyor.
Ahat Köyü muhtarı İbrahim Aybey 2005 yılında Uşak'a gelen Kültür Bakanı Atilla Koç'a Akmonia Kenti ile ilgili iki sayfalık yazı verdiklerini belirtti. Aybey, "Bakan Koç 'Buraya çok para ayırttım. Kazı olacak muhtarım' dedi." diye konuştu. Ege Üniversitesi Arkeoloji Bölümü'nde Öğretim Görevlisi Prof. Dr. Ersin Doğer, mozaiklerin naylonla değil toprakla örtülmesinin uygun olacağını söyledi. Prof. Dr. Doğer, "Hava almayan mozaiklerin tahrip olması daha kolay. Mozaikler, Uşak Müzesi'ne götürülerek daha iyi korunabilir. Bunun için çok büyük bir masraf da gerekmez." ifadelerini kullandı. Uşak Kültür ve Turizm İl Müdürü Şerif Arıtürk ise mozaiklerin naylona temas eden kısımlarında kararmalar, deformeler olduğunu doğruladı. Arıtürk, mozaikleri yağmur, kar ve çamurdan korumak için üzerine çelik çatı yapılacağını bildirdi.
Uşak'taki kazılarda ortaya çıkarılan paha biçilmez mozaikler naylon altında saklanmaya çalışılınca mıcır haline geldi. Bu tür mozaikleri naylona sarma yönteminin büyük bir bilinçsizlik örneği olduğunu vurgulayan uzmanlar, eserlerin toprakla örtülmesi halinde bile bozulmanın önleneceğini kaydediyor.
Zaman, Haber: Melik Evren, 07.02.2007
|
DATÇA'DAKİ YEL DEĞİRMENLERİNDEN BİRİ ASLINA UYGUN ŞEKİLDE RESTORE EDİLDİ
Muğla'nın Datça İlçesi'nin simgesi haline gelen 6 yel değirmeninden biri, aslına uygun olarak restore edildi. Restore edilen yel değirmeninin turizm sezonunun başlamasıyla birlikte hizmete açılacağı bildirildi.
Datça'nın Kızlan Köyü'nde bulunan yel değirmenlerinin turizme kazandırılması amacıyla bir süre önce çalışma başlatıldı. Çalışma kapsamında değirmenlerden biri, aslına uygun olarak restore edilirken, değirmenin içine un öğütebilecek ekipmanlar da yerleştirildi. Restore edilen yel değirmeninin turizm sezonunun başlamasıyla birlikte hizmete açılacağı bildirildi. Turistlere hizmet verecek olan yel değirmeninin girişinde, yörede yaşayan köylülerin ürettiği el sanatları ile Datça'nın dünyaca ünlü bademi satışa sunulacak.
Kızlan Köyü muhtarı Ali Geremeli, köyde bulunan 6 yel değirmeninden birinin restore edilerek aslına uygun hale getirilmesinden mutluluk duyduklarını söyledi. Geremeli, ilçenin simgesi haline gelen atıl durumdaki 6 yel değirmeninin de turizme kazandırılacağını belirtti. Köydeki yel değirmenlerinin tamamını restore ederek turizme kazandırmayı planladıklarını ifade eden Geremeli, şunları kaydetti:
''Datça'ya gelen yerli ve yabancı turistlerin ilk uğrak yerlerinden birisi olan yel değirmenlerinin turizm amaçlı kullanılması Datça Yarımadası'nın tanıtımı açısından da iyi olacak. Yel değirmenleri 35 yıl öncesine kadar kullanılıyordu. O dönemde, bu değirmenleri çalıştıran ustalar da restorasyonun tamamlanmasıyla, değirmenlerde çalışmaya başlayacaklar. Nisan ayında açılacak değirmende, 30 yılını değirmenciliğe adamış Demir Yücel, yeni nesillere değirmenlerin nasıl çalıştığını gösterecek.''
Turizm Gazetesi, 07.02.2007
|
"TANRININ OLMADIĞI YER" YAZISI SAHTE ÇIKTI, AMA SİLİNMEYECEK
Kültür ve Turizm Bakanlığı Müzeler Genel Müdürlüğü'nün oluşturduğu komisyon, Bodrum Müzesi'nde tartışma konusu olan 'Tanrı'nın olmadığı yer' yazısının tarihi olmadığına karar verdi.
Komisyon, Latincesi "Inde Deus Abest" olan yazıyı 'tarihi yapıda ikinci bir tahribat oluşturmamak' amacıyla silmeme kararı aldı. Bodrum Müzesi'ndeki tartışma geçtiğimiz haziran ayında yaşanmıştı. Zindanın girişinde yer alan 'Inde Deus Abest' yazısı, bu durumdan rahatsız olan bir turistin müze müdürlüğüne şikayeti üzerine gündeme gelmişti. Şikayeti inceleyen Kültür ve Turizm Bakanlığı, yazının iddia edildiği gibi Saint Jean Şövalyeleri tarafından yazılmadığını ve 500 yıllık olmadığını belirledi. Yazının 1994'te müzenin eski müdürü Oğuz Alpözen'in talimatıyla bir teknisyene yazdırıldığı iddia edildi. Müzeye müfettiş gönderildi. Ayrıca yazının tarihi olup olmadığını belirlemesi için bir komisyon oluşturuldu. Müzeler Genel Müdürlüğü Daire Başkanı Durmuş Güven de yazının tarihi olmadığının belirlendiğini açıkladı.
Zaman, Haber: Ali Rıza Karasu, 07.02.2007
|
|
|
316 ESERİN İADESİ İÇİN DÜĞMEYE BASILDI
Türkiye’den bir yolcu otobüsü içinde kaçırılırken Avusturya’da yakalanan 316 parça Anadolu kökenli tarihi eserin Türkiye’ye iade edilmesi için harekete geçildi.
Adalet Bakanlığı, Avusturya Adalet Bakanlığı’nın eserlerin iadesine ilişkin istediği yazıyı gönderdi. Avusturya eserlerin iadesine resmen onay vermiş ve Avusturya Adalet Bakanlığı, 11 Ocak 2007 tarihinde Türk Adalet Bakanlığı’na bir yazı göndererek, "Gelin eserlerinizi alın" demişti. Bakanlık da bu yazıya yanıt verdi. Şimdi eserlerin Türkiye’ye iadesi bekleniyor. Avusturya Adalet Bakanlığı basın sözcüsü Thomas Geiblinger, konuyla ilgili şu açıklamayı yaptı: "Biz Türkiye’ye ait olduğu tespit edilen bu eserlerin geri verilmesini onayladık. Bu eserlerin Türkiye’ye iadesinde bizim açımızdan hiçbir sakınca yoktur. Eserler halen Innsbruck Emniyet Müdürlüğü’nde güvence altında tutulmaktadır. Türkiye doğrudan Innsbruck Emniyet Müdürlüğüne başvurup bu eserleri hemen alabilir."
Hürriyet, Haber: Oya Armutçu, 07.02.2007
|
65 MİLYON YILLIK DİNAZOR YUMURTASI BULUNDU
Hindistan'ın batısında bulunan Bhopal kentindeki bir arkeolojik kazıda 65 milyon yıllık olduğuna inanılan 100 dinozor yumurtası bulundu.
Yumurtaların dinozorların yaşadığı Cretaceous çağından kalma olduğu belirtildi. Hindistan'da yapılan kazıların Dhar bölgesinin geniş bir alanında devam ettiği belirtildi.
Ankara Haber, 06.02.2007
|
|
|
OSMANGAZİ'DE ONARILMAMIŞ TARİHİ ESER KALMAYACAK
Bursa merkez Osmangazi Belediyesi, ilçedeki tarihi eserleri baştan başa restore etmekte kararlı. Tarihi Bursa surlarının restore edilen Saltanat Kapı ve Fetih Kapısı'ndan sonra Yerkapı'nın restorasyonu için de ihale süreci başlatıldı.
Belediye tarafından restorasyonu yapılan tarihi Bursa surlarının Saltanat Kapı ve Fetih Kapısı'nın tamamlanmasının ardından şimdi de sıra Yerkapı ve çevresinin tamiratına geldi. Belediye, Yerkapı'nın restorasyonu için ihale açtı.
Osmangazi Belediyesi tarafından 20 Şubat günü saat 14.00'te yapılacak olan ihale, sözleşmenin yapıldığının tebliğ tarihinden ve yer tesliminden itibaren toplam 320 günlük süreyi kapsayacak. Sadece yerli firmaların katılabileceği ihale için, işin dokümanlarını, Osmangazi Belediyesi Satınalma Müdürlüğü'nden görebilecekleri gibi bedeli mukabili aynı yerden temin edebilecekler. Teknik şartnameye göre hazırlanacak olan teklif mektupları, ihale günü ihale saatine kadar Osmangazi Belediyesi İhale Komisyon Başkanlığı'na verilecek. Katılımcılar, teklif ettikleri bedelin yüzde 3'ünden az olmamak üzere kendi belirleyecekleri tutarda geçici teminat verecekler.
Zaman, Haber: Adem Elitok, 06.02.2007
|
KİLİSEDEN TARİHİ ESER KAÇAKÇILIĞI
Aydın'da tarihi eser kaçakçılığı yaptığı iddiasıyla bir kişi gözaltına alındı.
Aydın Jandarma Komutanlığından yapılan yazılı açıklamaya göre, Didim'in Akbük beldesinde, birinci kordon mevkisinde bulunan eski Rum Ortodoks Kilisesi'ndeki restorasyon çalışması sırasında tarihi niteliği olduğu tespit edilen kalıntıları evinde sakladığı iddia edilen yan Oğuzhan Ö. yakalandı. Gözaltına alınan zanlının evinde yapılan aramada 2 adet çift kulplu testi, küp parçaları, 5 adet zincir, 3 adet içinde çivi bulunan tahta parçası, 1 adet iğne şeklinde metal nesne, 49 parça insan kemiği ile çeşitli tarihi eserler ele geçirildi.
Haber Ekspres, 06.02.2007
|
YENİ HASANKEYF'E DOĞRU
Bayındırlık ve İskan Bakanlığı Afet İşleri Genel Müdürlüğü Daire Başkanı Ayhan Çiftçi, yeni Hasankeyf'in konut, resmi daire, sosyal tesis ve diğer binaları için 312 hektar alan gerektiğini söyledi. Çiftçi, beraberinde 10 kişilik heyetle Batman'ın tarihi Hasankeyf ilçesinde incelemelerde bulunarak yetkililerden bilgi aldı. Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü ve Toplu Konut İdaresinden gelen heyetlerin çalışmalarını tamamladıklarını ifade eden Çiftçi, 10 kişiden oluşan heyetin, Bakanlar Kurulu kararıyla yeri belirlenen yeni Hasankeyf'te imar plan ve proje çalışmaları yürüttüğünü kaydetti.
Haber Ekspres, 06.02.2007
|
YANLIŞ RESTORE EDİLEN TARİHİ CAMİ SAĞLIK OCAĞI YAPILACAK
Uşak'taki 180 yıllık Kırık Minare Camii'nin sağlık ocağı yapılması düşünülüyor. Belediyenin talebi, şu anda Vakıflar Genel Müdürlüğü'nün gündeminde.
Uşak Belediyesi, yaklaşık altı ay önce yanlış restorasyonla gündeme gelen Kırık Minare Camii'ni sağlık ocağı olarak kullanmak için Vakıflar Genel Müdürlüğü'ne müracaat etti. Belediye Başkan Yardımcısı Ahmet Karagöz, Belediye Baştabipliği'ni sözkonusu camiye taşıyıp bölge halkına sağlık ocağı olarak hizmet vermek istediklerini söyledi. Köme, Işık, Karaağaç ve merkeze hizmet verecek sağlık ocağı bulunmadığını belirten Başkan yardımcısı Karagöz, Kırık Minare'nin yerinin buna çok uygun olduğunu, ayrıca bu tarihi eserin korunması ve tanınması amacıyla da tercih ettiklerini söyledi. Karagöz, belediye binası altında bulunan baştabipliğin yerine de kadın danışma merkezi kuracaklarını anlattı.
Sözkonusu caminin sağlık ocağı olarak kullanılabileceğini ifade eden Uşak İl Müftüsü Osman Akdemir, binanın eski devirlerde namaz kılınan bölümünün, yıkılan ikinci katı olduğunu vurgulayarak, alt kısmının eskiden de işyeri olarak kullanıldığını anlattı. Müftü Akdemir, "Kırık Minare'nin üst kısmı mescit olarak kullanılmış. Bu sebeple alt katın sağlık ocağı olmasında bir sakınca yok." dedi.
Tarihi Kırık Minare Camisi, Kütahya Vakıflar Bölge Müdürlüğü'nün açtığı ihaleyi kazanan Hak İş firması tarafından restore edilmeye başlamış, binanın dış yüzeyi kireçli çimentoyla sıvanmıştı. Uşak Valisi Kayhan Kavas duruma müdahale ederek inşaatı durdurmuş, uzmanlar çağırarak bu yanlışı düzeltmiş ve cami, aslına uygun olarak restore edilmişti. Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından 102 bin 660 YTL harcanarak üç ayda restorasyonu tamamlanan Kırık Minare Camisi, üç dört aydır kapıları kilitli halde duruyor. Belediyenin sağlık ocağı talebini değerlendirmeye aldıklarını belirten Vakıflar Genel Müdürü Yusuf Beyazıt, Bozkır Mahallesi'ndeki Kırık Minare Camisi'nin, tapuda Kabaklı Hacı Ağa Vakfı adına kayıtlı olduğunu açıkladı. Genel Müdür Yusuf Beyazıt, binayı 1850'li yıllarda Aşçızade Elhaç Hüseyin adında bir zatın yaptırdığının, minarenin gövdesindeki kitabeden anlaşıldığını söyledi. Tapu kayıtlarında, 'üstü yıkılmış cami, altında beş dükkan ve yıkık bir minare' şeklinde bahsedilen binanın iki katlı olduğunu, üst katı mescit, alt katı bağımsız beş dükkan veya istenirse tek bir mekan olarak kullanılabilecek plana sahip olduğunu anlatan Genel Müdür Beyazıt, "Minaresinin ve üst katının ne zaman yıkıldığı konusunda bir kayda rastlanılmamıştır. Muhtemelen bir deprem sonrası üst kat ve minarenin üst kısmı tamamen yıkılmış olan yapının alt katı, 1990 yılına kadar dükkan olarak kiraya verilmiş ve işletilmiştir. Zaman içinde bakımsızlık sebebiyle virane kalmıştır." şeklinde konuştu. Kırık Minare'nin Uşak'a hizmet vermesi düşüncesiyle ticari kaygılar ikinci plana atılarak sosyal, kültürel ve tarihi bir fonksiyon üstlenmesinin amaçlandığını dile getiren Vakıflar Genel Müdürü, belediyenin sağlık ocağı olarak kullanma talebinin değerlendirildiğini söyledi.
Zaman, Haber: Melik Evren, 06.02.2007
|
FRANSA'DA MALİ ESERLERİ ELE GEÇİRİLDİ
“Arkeolojik bir define” olarak tanımlanan ve ABD’li alıcılara sevk edilmek üzere iken ele geçen eserlerin çoğu Neolitik Dönem’e ait olmakla beraber aralarında milyon yıllık buluntular da olduğu uzmanlar tarafından bildirildi.
Eserlerin Sahra Çölü kenarındaki arkeolojik yerleşimlerden alındığı tahmin edilmekte. 601 taş eser ve 68 bilezikten oluşan eser grubu 19 Ocak günü Charles de Gaulle havaalanında müsadere edilmdi. Eserlerin çoğunun birkaç bin yıllık olmasına karşın aralarında çok daha eski dönemlere ait olanlar da bulunmakta.
Dokuz paket halinde Mali’nin başkenti Bamako’dan sevk edilen malların evraklarında el sanatı mallar olduğu yazılı idi. Bir gümrük görevlisinin BBC ye verdiği beyanatta belirttiği gibi, Fransız gümrük memurları ciddi bir kaçakçılık potansiyeli olduğu için Mali, Nijer gibi bazı ülkelerden gelen paketlere özel önem veriyorlar. 2005 yılı içinde bu havaalanında Nijer’den gelen iki büyük parti eski eser ele geçirilmişti. Bu ülkelerden yolcu beraberinde gelen veya hava kargo ile gönderilen paketler tek tek açılıp inceleniyor ve şüphe üzerine Paris’te bulunan Doğa Tarihi Müzesi’nin prehistorya uzmanları çağırılıyor.
BBC, 30.01.2007
|
|
Bir yerin 'antik kent' sayılması için tiyatrosunun
olması gerekiyor. İçini ağaçlar ve otlar saran
Arykanda Tiyatrosu bir zamanlar
3 bin 500 izleyici alıyordu.
|
"YUNANİSTAN'DAN İLERİDE, ANTİK ÇAĞDAN GERİDEYİZ"
Kültür ve Turizm Bakanı Atilla Koç, İsviçreli konuklarını ağırlarken, Türkiye'deki antik tiyatro sayısının 206 olduğunu, bu konuda Türkiye'nin İtalya ve Yunanistan'ı geçtiğini söyledi. Ama Koç'un övünmesine yol açan tiyatro bolluğu, ne yazık ki antik dünyada kaldı. 'Modern' Türkiye'de 13 ilde 40 devlet sahnesi var. Özel tiyatroların sayısı da 100'ü geçmiyor ve bunların da yarısından fazlası İstanbul'da.
Dün İsviçre Konfederasyonu turizmden sorumlu Başkan Yardımcısı Pascal Couchepin'la bir araya gelen Bakan Koç, envanter çalışmalarına değindi: "Özellikle Yunanlı ve İtalyan dostlarımıza söyleyeyim. Bizim bildiğimiz 110 antik tiyatro olduğuydu, 206 antik tiyatro çıktı. Bu sayıya ne İtalya ne Yunanistan sahip değil. Bu eserlerin restorasyonuna ve restrüksiyonuna başladık. Bu, bizim iftiharımız olacak." Koç, kazı yapılmayı bekleyen 20 bin höyük ve 3 bin antik köy bulunduğunu, ancak 120 tanesini kazabildiklerini de vurguladı.
Radikal, 06.02.2007
|
KAPADOKYA TARİHİ SINIRLARINA KAVUŞUYOR
Hititler döneminin "güzel atlar ülkesi" Kapadokya tarihi sınırlarına geri dönüyor. Avrupa Birliği'nin mali katkılarıyla düzenlenen profe ile yeraltındaki binlerce kilometrelik tarihi tünellerle birbirine bağlanan Kırıkkale, Kırşehir, Nevşehir ve Niğde yerüstünde de bir platformla bir araya geliyor.
“Türkiye’de Sivil Toplumun Güçlendirilmesi: Sivil Ağların, Kapasite Geliştirme Projelerinin ve Katılımcı Yerel Projelerin Desteklenmesi Programı” kapsamında, Anadolu Sürdürülebilir Kalkınma Ajansı Derneği (ASKA) ve Yeşil ve Estetik Kapadokya Çalışma Grupları Derneği (YESCAP)tarafından ortaklaşa sürdürülecek “Bozkır’dan AB’ye Adım Adım: Sivil Toplum Yürüyor” Projesi, 4 ilde uygulanmaya başlıyor.
Bu çok katmanlı proje kapsamında geniş Kapadokya’nın ve yer altı şehirlerinin tanıtımı için kampanya ve yürüyüşler düzenlenecek. Bölgedeki sivil toplum kuruluşlarından 100 üyeye STK’lara yönelik eğitimler verilecek. 25 STK yöneticisi, Ankara’da donör kuruluşlara tanışma ziyaretlerine katılacak. 4 ilin STK’larının oluşturacağı “Yer altı Şehirleri Platformu” kurulacak.
Hürriyet, 06.02.2007
|
|
|
TEKKELERDE KÜLTÜR MERKEZİ
Üsküdar Belediyesi ile Vakıflar Genel Müdürlüğü arasında imzalanan protokolle ilçede bulunan tekke ile sübyan mekteplerine ait binalarda eğitim ve kültürel merkezler açılacak.
Üsküdar Belediyesi, Şehit Ahmet Paşa Sübyan Mektebi, Şeyh Sadık Efendi Tekkesi, Şeyh Balaban Dergahı, Bahçeli Ahşap Dergah (Sandıkçılar Tekkesi), Valide Sultan Tekkesi, Divitçiler Sübyan Mektebi'nin işletme hakkını aldı.
Restore edilecek olan bu 4 tekke ve 2 sübyan mektebinin binası kültür merkezi olarak Üsküdarlılar'ın hizmetine sunulacak. Üsküdar Belediye Başkanı Mehmet Çakır ile Vakıflar İstanbul Bölge Müdür Vekili Dr. Adnan Ertem arasında imzalananprotokol, geçen hafta Bütçe ve Hukuk Ortak Komisyonu'nda görüşülerek kabul edildi.
Ancak komisyonun CHP'li üyeleri karara "Cumhuriyet yasalarına aykırı buldukları" gerekçesiyle muhalefet şerhi koydu. Protokol dün de Belediye Meclisi'nde oy çokluğuyla kabul edildi.
Valide Sultan Tekkesi, restore edildikten sonra "Türk İslam Medeniyeti Araştırma Merkezi", Divitçiler Sübyan Mektebi ise "kütüphane" olacak. Diğer binalar için ise protokolde "amacına uygun kullanılacak" ifadesi yer aldı. CHP'li komisyon üyeleri de belediyenin söz konusu yerleri, eski amaçla kullanmayı istediğini öne sürerek muhalefet şerhi koydu.
Sabah, Haber: Erhan Öztürk, 06.02.2007
|
|
AYDIN'DA NELER OLUYOR
"AYDINLI" EPTEN UYUYOR!.. |
İKİNCİ MÜZE SKANDALI AYDIN'DA
Müzelerde başlatılan sayımlar sırasında yeni skandallar ortaya çıkıyor. Kültür Bakanlığı müfettişleri, Aydın Afrodisias Müzesi'nde büyük bir hırsızlık olayı tespit etti.
İhbar üzerine harekete geçen müfettişler, Hellenistik, Roma ve Osmanlı dönemine ait 141 adet altın sikkenin çalındığını belirledi. Paha biçilemeyen sikkeler için emniyet güçleri ve İnterpol devreye girdi. Altı ay önce Side Müzesi'nden sürgün olarak Afrodisias Müzesi'ne görevlendirilen arkeolog Yıldırım Turan'a teslim edilen sikkeler, geçtiğimiz hafta müfettişlerin yaptığı sayımda bulunamadı. Hemen açığa alınan Yıldırım Turan, ilk ifadesinde zimmetinde bulunan sikkelerin nerede olduğunu bilmediğini söyledi. Sikkeleri müzede göreve başladığı 2006 Ağustos'unda teslim alan Turan, eserlerin çalınmış olabileceğini belirtiyor.
Geçtiğimiz yıl Uşak Müzesi'nde Karun Hazineleri'ne ait Kanatlı Denizatı Broşu'nun çalınmasından sonra Türkiye'deki 40 müzede başlayan envanter sayım çalışmaları, müzelerdeki talanın boyutlarını ortaya koydu. Cumhuriyet tarihinde ilk kez bu kadar kapsamlı sayım yapıldığına dikkat çeken Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürü Orhan Düzgün, Uşak'taki hırsızlığın müzeler için milat olduğunu kaydetti. Düzgün, yaklaşık bir yıldır 40'ı aşkın müzede karşılaştırmalı eser sayımı yapıldığını söyledi. Bu sayımlarda pek çok eksik eser tespit edildiği gibi kayıt altında olmayan çok sayıda tarihi eser de bulunmuş. Afrodisias Müzesi'ndeki hırsızlık olayının bu kapsamda ortaya çıkarıldığını ifade eden Orhan Düzgün, müzelerde incelemelerin sürdürüleceğini vurguladı.
Müzelerde Cumhuriyet tarihinde ilk kez bu kadar kapsamlı sayım yapıldığına dikkat çeken Kültür ve Turizm Bakanı Atilla Koç, Uşak'taki Kanatlı Denizaltı bronşunun çalınmasının müzeler için bir milat olduğunu belirtiyor. "Hangi müzeye elimizi atsak maalesef bu tür olaylarla karşılaşıyoruz. Cumhuriyet tarihinde ilk kez müzeler bu kadar kapsamlı bir sayıma tabii tutuldu. Netice ortada. Her müzeden böyle skandallar çıkıyor" diyen Koç, Afrodisias Müzesi'ndeki hırsızlık olayının da yaptıkları bir sayım sırasında ortaya çıktığını söylüyor. Eserlerin üzerine zimmetli olan uzmanı savcılığa verdilerini belirten Koç, Kanatlı Denizaltı bronşunun peşinde olduklarını, tarihi eserleri çalanların ennide sonunda yakalanacağını ifade ediyor. Koç, tarihi eser kaçakçılığının merkezi olarak İstanbul'u adres gösteriyor.
Yaklaşık bir yıldır 40'ı aşkın müzeyi bakanlık müfettişleri ve uzmanlarının karşılaştırmalı eser sayımı yaparak denetlediğini söyleyen Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürü Orhan Düzgün ise bu sayımlarda pek çok eksik esere rastlandığı gibi kayıt altında olmayan çok sayıda tarihi eser de bulduklarını ifade ediyor. Afrodisias Müzesi'ndeki hırsızlık olayının da bu kapsamda ortaya çıkarıldığını söyleyen Düzgün, müzelerde incelemelerin genişleyerek sürdürüleceğini söylüyor: "Müzelerdeki uzmanlar büyük fedakarlıklarla çalışıyor. Ancak yanlış yapan personel bunun cezasını çeker. Gereken neyse o yapılır."
Uşak Müzesi, tarihi eser hırsızlığında Türkiye'de sembol haline geldi. Müzelerde yaşanan hırsızlık olaylarıyla ilgili her gün yeni bir gerçek ortaya çıkmaya başladı. Kültür ve Turizm Bakanlığı, bütün müzelerde mevcut eserlerin sağlıklı bir şekilde sayımı için çalışma başlatarak 32 müzeye müfettiş gönderdi. Bu sayımlar, müzelerin elemanları değil, genel müdürlükçe görevlendirilen uzmanlar tarafından yapıldığı için sağlıklı sonuçlara ulaşıldı. Yapılan teftişlerde Topkapı Sarayı Müzesi, Erzurum, Maraş, Anadolu Medeniyetleri Müzesi, Afrodisias Müzesi gibi birçok müzede tarihi eserlerin kayıp olduğu saptandı.
Türkiye'de 100'e yakın müze var. Bunlara bağlı 90 birimle birlikte bu rakam 190'a ulaşıyor. Toplam eser sayısının 3 milyonu bulduğu müzelerde sadece 1.585 personel görev yapıyor. Yani bir uzman, yaklaşık 20 bin eserin koruması, bakımı ve bu eserlerle ilgili bilimsel çalışma yapmaktan sorumlu. Yaşanan skandalların en büyük sebebi personel yetersizliği. Amerika'daki Metropolitan Müzesi'nde 1.500 uzman çalıştığı göz önüne alınırsa Türkiye'deki durumun vahameti daha iyi anlaşılır. Müzelere 1998-2005 yılları arasında 67 kişi alınmış. Sadece 2006 yılında ise 700 uzman personel müzelere kazandırılmış. Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürü Orhan Düzgün, müzelerdeki uzman sayısının artırılması ve müzelerin çağdaş standartlara kavuşturulması için büyük gayret gösterildiğini söylüyor.
Kültür ve Turizm Bakanı Atilla Koç, hangi müzeye el atılsa bu tür skandallarla karşılaşıldığını belirterek, eserlerin zimmetli olduğu uzmanı savcılığa verdiklerini belirtti. "Cumhuriyet tarihinde ilk kez müzeler bu kadar kapsamlı bir sayıma tabi tutuldu." diyen Bakan Koç, "Bazen çekiniyorum; bunlar hep senin döneminde ortaya çıkıyor, niye acaba şeklinde sorarlar diye. Ama sonu nereye giderse gitsin hırsızlığın peşinde olacağım." ifadelerini kullandı.
Zaman, Haber: Abdullah Kılıç, 06.02.2007
|
"MÜZE HIRSIZIN DIŞARIDA ARAMAYIN"
Aydın'ın Karacasu ilçesinde bulunan Afrodisias Müzesi'nde Hellenistik, Roma ve Osmanlı dönemine ait 141 adet altın sikkenin çalındığı haberi Kültür Bakanı Atilla Koç'un hemşehrilerini şaşırttı.
Afrodisias'tan emekli olan Geyre Belde Belediye Başkanı Hüseyin Kunak, "Mutlaka bu iş içeriden birileri tarafından yapılmıştır. Yoksa mühürlü depolarda korunan eserleri kim alacak? Güvenlik sistemleri, kameralar ve korumalar var. Bunlar 24 saat görev yapıyor, dışarıdan birinin buraya girip hırsızlık yapması çok zor." dedi. Kunak, "Peynirin kurdu içinde olduktan sonra yapacak bir şey yok." ifadesini kullandı.
141 altın sikkenin zimmetine verildiği arkeolog Yıldırım Turan açığa alınırken, hakkında soruşturma başlatıldı. 4 kişilik sayım ve denetleme komisyonu tarafından hazırlanan 141 parça sikkenin kayıp olduğunu belirten tutanak bakanlık yetkililerine iletildi. Konuyla ilgili olarak açıklamalarda bulunan İl Kültür Müdürü Nuri Aktakka, Afrodisias Müzesi'nde sayım işlemlerinin 2 haftadan bu yana devam ettiğini söyledi. Aktakka, "İddialarla ilgili olarak gerekli açıklama, çalışmaların sonrasında yapılacaktır." diye konuştu. Uşak Müzesi'nden kanatlı deniz atı broşunun çalınmasının ardından 40 müzede envanter sayım çalışmaları başlamıştı. Bu kapsamda Afrodisias Müzesi'nde görevli arkeolog Yıldırım Turan'a teslim edilen sikkeler geçtiğimiz hafta müfettişlerin yaptığı sayımda bulunamadı. Sikkelerin çalınmış olabileceği belirtiliyor. Bir zamanlar 25 personelle korunan müzede geçtiğimiz yıllarda güvenlik sorunu yaşandığını hatırlatan Hüseyin Kunak, zamanla personel sayısının müze müdürü dahil yedi kişiye düştüğünü kaydetti. Kendisinin de yıllarca Afrodisias Müzesi'nde çalıştıktan sonra emekli olduğunu açıklayan Kunak, şöyle konuştu: "Dünya Anıtlar Fonu, 2005 yılında yaptığı açıklamada, yok olma tehlikesi altında gösterilen Afrodisias Antik Kenti'nin en büyük sorununun güvenlik ve kaçakçılık olduğuna işaret etmişti. Gelen bu taleplerin ardından bölgede çalışmalara başlayan Kültür ve Turizm Bakanlığı, ilk başta görevli bekçilerin görevine son vererek yeni bir güvenlik ağı oluşturdu. Yaklaşık 1 milyon YTL ödenek ayrılan Afrodisias Müzesi, güvenlik kameraları ve sistemleri yenilenerek çok iyi korunan bir merkez haline getirildi. Son alınan önlemlerin arkasından Afrodisias Antik Kenti'nde güvenlik sorunlarının bulunduğunu sanmıyorum."
Öte yandan Afrodisias Müzesi'ndeki sayım işlemleri sırasında kayboldukları anlaşılan Hellenistik, Roma ve Osmanlı dönemine ait 140 altın ve 1 adet gümüş sikkenin 8 yıl önce Karacasu ilçe merkezindeki bir kanalizasyon kazısı sırasında bulunduğu öğrenildi. Osmanlı padişahları Abdülhamit, Abdülaziz ve İngiltere Kraliçesi Viktorya dönemlerine ait olduğu tespit edilen bu 141 parça sikkenin Afrodisias Müzesi'ne getirilerek, envanter kayıtlarına alındığı bildirildi. Geçtiğimiz eylül ayı içerisinde, Afrodisias ören yerinde 1984 yılında dönemin kazı başkanı merhum Prof. Dr. Kenan Erim tarafından gün ışığına çıkarılan friz bloklarından 1989 yılında çalınan 3 eser, Avrupa'daki değişik ülkelerden getirilerek 17 yıl aradan sonra törenle Afrodisias Müzesi'ne teslim edilmişti.
520 hektarlık alan üzerinde kurulu bulunan Afrodisias Antik Kenti, şu anda devriye gezen 7 güvenlik görevlisi ile korunuyor. Kent içinde yer alan müze ve müzenin çevresi modern bir güvenlik kamerası ağı ile 24 saat izleniyor. Kameralar, eserlerin çalındığı bu müzenin içerisindeki ve dışarısındaki tüm noktaları aynı anda görebiliyor. Afrodisias Müzesi'nde, geçtiğimiz ekim ayında başlayan tadilat çalışmaları devam ediyor. 2007 yılı Mart ayı sonunda tamamlanması beklenen tadilat çalışmaları boyunca müze, ziyaretlere kapalı tutulacak.
Zaman, Haber: Mehmet Barlas, 07.02.2007
|
RESTORASYON ADI ALTINDA KÜLTÜR YAĞMASI
Aydın’ın Didim İlçesi’nde tarihi Akbük Rum Ortodoks Kilisesi’nin restorasyon ihalesi, 129 bin YTL’ye bir şirkete verildi. Restorasyon çalışmasıyla birlikte de tuhaflıklar zinciri başladı. Önce, 200 yıllık taş kilisenin orijinal duvarları, üzerindeki işlemeleri ve mozaikleri keserler ve balyozlarla tahrip edilerek üzeri betonla sıvandı. Akbük Belediyesi’nin kültür amaçlı kullanmak üzere restore ettirdiği kilisenin dış yüzeyi tamamen harçla sıvanarak turuncu-pembe karışımı bir renge boyandı. Çalışmalar sırasında çıkan tarihi eserler şantiye şefi O.Ö’nün (34) evinde jandarma tarafından ele geçirildi, bazıları ise bulunamadı. Ö.Ö. ve iki işçi tutuksuz yargılanacak.
Hürriyet, 11.02.2207 |
|
|
|
HEKİMHAN'DA 'TARİHİ' KURTARMA
Malatya'nın Hekimhan İlçesi'nde bulunan tarihi Taşhan ve hamamının onarımına başlandı.
Hekimhan Belediye Başkanı Vahit Mutlu, yaptığı açıklamada, tarihi Taşhan ve hamamının kurtarılması için çalışma başlatıldığını belirtti. Mutlu, "2006 Aralık ayı içerisinde Malatya Vakıflar Bölge Müdürlüğümüzün ilçemizdeki Köprülü Mehmet Paşa Cami ve Taşhan'ın restorasyonunun iki aşamalı çalışmasının birinci aşaması başlatılmıştır. Birinci aşamada Taşhan'ın üst kısmının özellikle kenar kısımları sökülerek üzerine 80 ton kurşun geçirilmesi söz konusu. Bunun yanı sıra Taşhan'ın zemini sökülerek yeniden döşenmesi ve hamamın tamamen aslına uygun olarak yapılması hedefleniyor" dedi.
Onarım çalışmasında ikinci aşama çalışmanın ise 2006 yılında kamulaştırma kapsamına giren tarihi binanın çevresindeki istimlak edilecek iş yerleri, ev ve arsalar için çalışmalar yapıldığını ifade eden Mutlu, şunları söyledi:
"Buradaki iş yerlerinin, evlerin ve arsaların birim fiyatlarının metrekare itibariyle belirlenmesi yapıldıktan sonra Vakıflar Bölge Müdürlüğüne müracaat edeceğiz. Vakıflar Bölge Müdürlüğü öncelikle istimlak edilecek yerlerin sahipleriyle anlaşmak suretiyle 2942 sayılı kamulaştırma kanununun ilgili hükümlerince önce pazarlık usulüyle anlaşılacak, anlaşma sağlanamayan birkaç kişi çıkarsa onun parasını bloke edip Mahkemeye başvurmak suretiyle onun bedel tesbiti yapılacak. Bedel tesbitinden sonra da oradaki istimlak işlemleri tamamlanmış olacak. Bu kamulaştırma ve yıkım işlemleri 2007 yılı içerisinde bitirilecek. Ancak gerek Hamam'ın gerekse Taşhan'ın tamiri, onarımı Eski Eserler ve Anıtlar Yüksek Kurulunun verdiği raporlar doğrultusunda, özüne uygun bir şekilde yapılması sağlanacak."
Malatya Haber, 06.02.2007
|
GÖKMEDRESE RENGİNE KAVUŞUYOR
Sivas'ta adını gök mavisi çinilerinden alan ve "Mavi Medrese" olarak da anılan tarihi Gökmedrese'nin düşen çinileri toplanarak yerine monte edilecek. Bulanamayan parçaların yerine ise Kütahya'da özel çini yaptırılacak.
Sivas Anıtlar Kurulu Başkan Yardımcısı ve sanat tarihçisi Burhan Bilget, 1271 yılında Selçuklu Veziri Sahip Ata Fahrettin Ali'nin yaptırdığı tarihi Gökmedrese'nin ayakta kalabilmesi için geçen yıl yaz aylarında başlatılan onarım çalışmalarının aralıksız devam ettiğini belirtti.
Bilimsel olarak onarılan eserde başlatılan zemin güçlendirme çalışmalarının tamamlanmak üzere olduğunu ifade eden Bilget, "Eser 3 metreye yakın toprak altında kalmış. Bu çalışmaların ardından Gökmedrese bütün ihtişamıyla ortaya çıktı" dedi.
Bilget, "Ortaçağın en mükemmel eseri onarılıyor. Bu Sivas için büyük bir şans. Dış cephesi mermer olan ender eserlerden biri Gökmedrese, Anadolu'ya ve bütün dünyaya miras bir eser.
Sivas Kent Haber, 05.02.2007
|
|
|
İRLANDA'DAKİ NEHİR BULUNTUSU BİR VİKİNG GEMİSİ OLABİLİR
Çevre ve Miras Bakanı Dick Roche’un söylediğine göre, Dublin kuzeyinde bir nehir yatağında bulunan antik gemi bu ülkede rastalanan ilk Viking teknesi olabilir. Drogheda Limanı yakınlarında, Boyne Nehri’nde bulunan batık, Roche’un ifadesi ile “inanılmaz heyecanlı bir keşif”.
9 m eninde ve 16 m uzunluğundaki tekne, Kasım ayında kanal temzileme çalışmaları esnasında bulunmuş fakat bugüne kadar açıklanmamış. Roche’un söylediğine göre teknenin işçiliği, Viking döneminde kullanılan ama o dönemden sonra da uzun bir süre kullanılmaya devam edilen bir teknik. Dolayısıyla teknenin yapım tarihini belirlemek için Karbon 14 analizleri yapılacak. Kazı ve incelemenin Mart ayı sonunda tamamlanması bekleniyor. Çevre koşullarına karşı çok hassas olan bu tür batıkların bulundukları koşullarda korunması gerekmekte. Fakat bahsi geçen batık akıntının tam ortasında olduğu için bulunduğu yerde korunması mümkün değil. Roche’un açıklamasına göre korunma şekline kazı sonucunda karar verilecek. Eğer korunabileceğine karar verilirse teşhire açılacak veya nehrin daha uygun bir yerinde tekrar gömülecek.
AFP, Haber: Andrew Bushe, 26.01.2007
|
MAĞARALAR FOTOĞRAFLANDI
Ankara bugüne kadar yapılmayan ilginç bir sergiye ev sahipliği yapıyor. Jeoloji Mühendisi Hamdi Mengi’nin fotoğraflarından oluşan sergide, mağaraların eşsiz güzelliği izleyicilere sunuluyor
Türkiye’deki mağaraların ve birçok yöredeki doğal güzelliklerin fotoğrafını çeken fotoğraf sanatçısı ve aynı zamanda jeoloji mühendisi olan Hamdi Mengi, derinliklerdeki güzellikleri objektifine yansıttı. Mühendis olmasının avantajını kullanarak, mağaraların girilmeyen, en derinlerdeki bölgelerine inen Mengi, buradaki eşsiz doğa harikası oluşumları çekme fırsatını yakaladı.
Bugüne kadar yapılmayan bir çalışmayı yaptığını söyleyen Mengi, “Hem jeoloji mühendisi hem de fotoğraf sanatçısı olunca böyle bir çalışma yapmam kaçınılmaz oldu” dedi. Bu çalışmayı yapmanın tehlikesine dikkat çeken Mengi, mağaralarda derinlere inildikçe tehlikenin arttığını ve çekim yapmanın zorlaştığını söyledi. Mengi, “Böyle bir sergiyi açmak istemenin verdiği heyecanla tehlike ister istemez göze alınıyor. Şu tabloyu görmek mutluluk verici. İnsanın emeğinin karşılığını alması çok güzel bir şey. Çünkü dar alanlarda çok zor çekimler yaptım. Çektiğimi beğenmedim. Tekrar çektim” dedi.
Mağaralardaki oluşumları tek tek kareleyen Mengi, aynı zamanda bu fotoğraflarla öğretici olmayı da hedefliyor. Şekillerin nasıl oluştuğunu, hangi aşamalardan geçtiğini anlatan Mengi, mağaraya akan suların içerisindeki elementlerin oluşan şekillerde farklı renkler yarattığını söyledi. İçerisinde demir ve çinko içeren suların sarı ve bakır rengini alarak kristalleştiğini anlatan Mengi, farklı elementler içeren suların da farklı bir renk aldığını belirtti. Mengi, “Oluşan şekilleri yakın markajdan çektim ki, bu sergiyi gezenler de o doğal güzellikleri yakından görme fırsatı bulsun” dedi.
Sergide sadece mağara fotoğrafları değil, aynı zamanda Türkiye’nin tarihi binaları, eskimeye yüz tutan, bugün artık kullanılmayan nostaljik takalar, Safranbolu ve eski Ankara evleri, yeşil ve kahverengiyle bütünleşen tarlalar ve doğa manzaraları da bulunuyor. Mengi bir fotoğrafında da kuruyan ve parçalara ayrılan toprağın küresel ısınmanın belirtisi olduğunu söyleyerek, “Bu fotoğraf gelecekte küresel ısınmadan dolayı yaşanacak susuzluğu gözler önüne seriyor. Bu fotoğrafı çekmekle bir mesaj vermek istedim” dedi. Sergi 10 gün boyunca Çağdaş Sanatlar Merkezi’nde gezilebilir.
Ulusal ve uluslararası yarışmalarda ödüller alan Mengi, Ankara’da doğdu. Ankara Üniversitesi Jeoloji Mühendisliği bölümünü 1978 yılında bitirerek, aynı yıl Maden Tetkik ve Arama (MTA) Genel Müdürlüğü’nde göreve başladı. 1985 yılında Ankara Fotoğraf Sanatçıları Derneği (AFSAD) ne üye oldu. Kişisel sergiler açan ve saydam gösteriler yapan Mengi, bir dönem AFSAD yönetim kurulunda da bulundu. 1993 yılında Uluslararası Fotoğraf Federasyonu (FIAP) üyeliğine kabul edildi ve AFIAP ünvanını aldı. 2003 yılında MTA’dan emekli olan Mengi’nin ‘Zonguldak Mağaraları’, ‘Türkiye’nin Doğal Mağaraları’, ‘Eskişehir Mağaraları’ adlı kitapları bulunuyor.
Bugün, Haber: İmge Yücetürk, 05.02.2007
|
TARİHİ HAMAM GÖZ KAMAŞTIRDI
1326–27 yıllarında Hacı Hacıvatoğlu ve Hafız Hüsnü tarafından Bolu, Yeniçağa’ya yaptırılan tarihi hamam ilçelerdeki halkın yoğun ilgisiyle karşılaşıyor. Yıllardır Yeniçağa’da yer alan tarihi hamamın 2000 yılında Belediye Başkanı Ömer Sayın tarafından restore edilmesi tarihi hamamı modern bir görünüme kavuşturdu.
Modern bir görünüme kavuşan hamamın %70’lik müşterisi diğer ilçelerden gelirken Yeniçağa’lıların ise hamamı pek fazla tercih etmedikleri gözlendi. Geçtiğimiz hafta Yeniçağa Belediye Başkanı Ömer Sayın’la beraber gezdiğimiz tarihi hamamın restore edilmiş hali Yeniçağa’ya oldukça renk katmışa benziyor. Diğer yandan 1326’lı yıllarda Hacı Hacıvatoğlu ve Hafız Hüsnü tarafından yaptırılan tarihi hamama daha çok Geredeli ve Mengen’li vatandaşların uğraması dikkat çekerken, tarihi hamama müşterilerin %70’lik bölümünün diğer ilçelerden geldiklerini öğrenildi.
Bolu Olay, 05.02.2007
|
TARİHİ ÇEŞMELER REHABİLİTE EDİLECEK
Erzurum’da akmayan tarihi çeşmeler konusunda ESKİ tarafından proje hazırlandı. ESKİ Genel Müdürü Vahit Kılınboz, tarihi çeşmelerle ilgili rehabilitasyon çalışmalarının içme suyu isale hattı projesinin çözüme ulaştıktan sonra gerçekleştireceklerin belirterek, sorunu aşılması noktasında proje hazırladıklarını ifade etti.
Tarihi çeşmelerle ilgili olarak sizinde belirttiğiniz gibi geniş kapsamlı bir proje hazırladıklarını belirten Kılınboz, “Tarihi çeşmeler içme suyu isale hattının bitirilmesinden sonra faaliyete geçireceğiz. İçme suyu isale hattından aldığımız suyu bir depoda toplayıp, Yıldızkent ve Dadaşkent Beldesinde çeşmeler yaptırılacak, çeşme kültürünü yaygınlaştıracağız. Bunun yanında “Erzurum tarihi ve çeşmeler” kitabımızın ikinci baskısı yapılacak” dedi.
Çeşmelere isim koyarak onları yaşatacakların belirten Kılınboz, “Bu yeni yaptıracağımız çeşmelere Erzurum'daki önemli şahsiyetlerin adını koyacağız ve tarihi çeşmeleri de akıtacağız. Mevcudu koruyup, mevcuda da ilaveler eklemek hedefiyle çalışmalarımızı devam ettireceğiz. Ben bu görevde olsam da olmasam da göreve gelecek arkadaşımla koordinasyon içerisinde olup, bu konuda takipçi olunmasını sağlayacağım” diye konuştu.
Erzurum Gazetesi, 05.02.2007
|
İTALYAN POLİSİ MERMER BİR GLADYATÖR RÖLYEFİNİ KURTARDI
Yetkililerin bildirdiklerine göre mezar soyguncularının gizli deposunu basan polis antik Roma mermer rölyefleri de ele geçirdi. Roma’nın 35 km kuzeyindeki Fiano Romano yakınlarında bir evin bahçesinde 12 panel gömülmüş olarak bulundu. Yapılan açıklamaya göre; bu buluntularla hem önemli arkeolojik eserler ele geçirilmiş, hem de kanun dışı antika piyasasına bir darbe vurulmuş oldu.
Kuzey Roma Eski Eserleri Sorumlusu Anna Maria Moretti’nin açıklamasına göre, ele geçen mermer rölyefler Roma yerleşimi Lucus Feroniae’de bulunan ve henüz tam yeri tesbit edilemeyen, MÖ 1. yüzyıla ait bir mezarın süslemeleri. Moretti, yüksek kalite Carrara mermerinden yapılmış ve hem dönemleri, hem de ölçüleri ile dikkat çekici olan rölyeflerdeki “detaylara gösterilen önem inanılmaz” demekte.
Rölyefler incelenip restore edildikten sonra Villa Giulia Müzesi’nde teşhir edilecekler.
Associated Press, 24.01.2007
|
|
SOTHEBY'S YENİDEN REKORLAR KIRACAK GİBİ
Avrupa'nın gördüğü en pahalı sanat eserleri katalogunun içinde taşıyacak olan Sotheby's Müzayedesi bugünden itibaren, dört gün süreyle sanat ortamını meşgul edecek. İzlenimciler, gerçeküstücüler ve güncel sanatın yükselen yıldızlarını buluşturacak müzayedede 200 milyon pound'un (yaklaşık 5 trilyon eski Türk lirası) üzerinde satışın yapılması öngörülüyor. İngiltere'nin başkenti Lon-dra'daki New Bond Caddesi üzerindeki müzayede evinde yapılacak etkinlikte, Edgar Degas, Auguste Renoir, Camille Pissarro, Eduard Monet, Paul Gauguin, Amadeo Modigliani, Pablo Ruiz Picasso ve Soutine gibi modern sanatçıların yanı sıra, Rene Magritte, Max Ernst, Marcel Duchamp, Salvador Dali ve Masson gibi gerçeküstücülerin eserleri de yeni sahiplerini bulacak. Müzayede katalogu ayrıca Egon Schiele ile Kandinsky, Nolde ve Meidner gibi Alman ve Avusturyalı sanatçılarla da göz doldururken, katalogun 'güncel sanat' başlığı altında, Andy Warhol, Gerhard Rich-ter, Francis Bacon, Roy Lichtenstein, Jean Michel Basquiat ve Riley'in yanı sıra Doig, Banksy, Damien Hirst ve Chris Ofili'nin çalışmaları da müstakbel sahiplerinin ilgisine sunulacak. Bilindiği gibi 'Banksy' adıyla ünlenen anonim sanatçı, daha önce Londra ve Gazze şeridi gibi çeşitli mekanlarda duvarlara yaptığı sprey boyalı, siyasi içerikli baskıresimlerle ilgi çekmişti.
Birgün, 04.02.2007
|
YERALTI PAMUKKALESİ'NDE ÇÖKME TEHLİKESİ
Denizli'nin Honaz İlçesi Kaklık beldesinde bulunan, 'Yerin altındaki Pamukkale' olarak anılan Kaklık Mağarası'nın çökme tehlikesi yaşadığı iddia ediliyor.
Maden Tetkik Arama (MTA) Genel Müdürlüğü Karst ve Mağara Araştırmaları Birim Yöneticisi Jeomorfolog Dr. Lütfi Nazik, mağaranın karstik özelliği gereği kurumalar sebebiyle çökebileceğini söyledi. Çökme riskini gidermek için bir dizi önlem alınması gerektiğini belirten Nazik, bunların başında yüzeye çıkan karbonatlı suların bir bölümünün, mağaranın üzerine yapılacak kanallardan geçirilmesinin geldiğini ifade etti.
Dr. Nazik, "Önceki yıllarda hızla yok olma tehlikesiyle yüz yüze gelen Pamukkale'nin kurtarılması için yapılan çalışmalarda olduğu gibi bol karbonatlı sular, sıcaklıktan dolayı gerilerek açılmaya başlayan çatlakların arasında traverten çökelterek zamanla kapanmasını sağlayacaktır. Kolay ama zaman alacak bu işlemle mağara, doğal bir süreçle kendini onaracak ve yenileyecektir." dedi. Nazik'in verdiği bilgiye göre belirgin bir fay üzerinde çıkan büyük bir yeraltı deresinin oluşturduğu boşluğun tavanının çökmesi sonucu meydana gelen mağara, ilk defa 2000 yılında MTA tarafından incelenerek turizm için kullanıma açıldı. 2002 yılında mağaranın uygulama projesinin Denizli Valiliği'ne sunulduğunu; fakat yerel yönetimlerin uygulamadığını öne süren Nazik, "Türkiye'de başka bir örneği bulunmayan ve bölge turizmi için büyük önem taşıyan bu mağara ihmal edilmemeli." diye konuştu.
Kaklık Belediye Başkanı Mehmet Gülbaş ise mağarayı 2006 yılında 40 bine yakın kişinin ziyaret ettiğini, kendilerine çökme tehlikesiyle ilgili bir bilgi gelmediğini aktardı. Bahsedilen çatlakların yıllardan beri olduğunu savunan Gülbaş, ayrıca suyun akışını zaman zaman değiştirerek söz konusu işlemi yaptıklarını savundu. Mağaranın işletmesinin yerel yönetime ait olduğunu belirten Denizli İl Kültür ve Turizm Müdürü Mehmet Korkmaz da kendilerinde mağaranın tehlikeli durumda olduğuna dair bir rapor olmadığını kaydetti. Korkmaz, "Madem öyle bir şey var, bize neden bildirilmedi? MTA da bir devlet kurumu, biz de. Elimizdeki bilgiler doğrultusunda tedbir alınmaktadır. Şu anda çökme tehlikesi söz konusu değil." ifadelerini kullandı.
Karbonat ve sülfatlı kayaların yeraltı sularınca eritilmesi sonucu oluşan Kaklık Mağarası'nda, Pamukkale'deki gibi traverten kitlesi bulunuyor. Bu kitle mağaranın yakınında yeraltından çıkan Kokarhamam Pınarı sularının mağaraya şelaleler halinde akması sonucu oluşmuş. Basamaklı havuzlardan meydana gelen travertenlerin gelişimi halen sürüyor. Mağaranın kuzey duvarından küçük şelaleler şeklinde sızan sular da yer yer duvar travertenleri oluşturuyor. Mağaranın büyük kısmının güneş ışığı alması, duvarlarında yosun ve sarmaşıkların yetişmesine sebep oluyor. Gün içinde yeşilin değişik tonlarına bürünen bu bitkiler, olağandışı bir güzellik sunuyor. Bu arada mağarayı besleyen Kokarhamam Pınarı'nın kükürt ve karbonatlı jeotermal suları, cilt hastalıklarına iyi geliyor.
Zaman, Resul Cengiz - Bayram Taş, 04.02.2007
|
|
SIRLARLA DOLU KÜTÜPHANE
On binlerce yazma ve matbu eserin bulunduğu Konya Bölge Yazma Eserler Kütüphanesi'nde 85 bin eser keşfedilmeyi bekliyor.
Kütüphane Müdürü Bekir Şahin, Süleymaniye'den sonra alanında Türkiye'nin ikinci büyük kütüphanesi olan Konya Bölge Yazma Eserler Kütüphanesi'nin dünyanın en önemli yazma eserler kütüphaneleri arasında bulunduğunu söyledi.
Kütüphanede, Türkiye genelindeki 60 kütüphaneden gelenlerle birlikte 85 binin üzerinde yazma ve matbu eserin bulunduğunu ifade eden Şahin şöyle konuştu:
"Süleymaniye Kütüphanesi'ndeki bütün eserlerin künyeleri çıkarıldı ve içeriği biliniyor. Bizde ise henüz yeni çıkarmaya başladık. Araştırma yaptıkça tarihe ışık tutacak yeni bilgilere ve belgelere ulaşıyoruz. Kütüphanede yazma eserlerden de daha değerli Osmanlıca yazılmış matbu eserler bile bulunuyor. Bu eserler arasında matbaanın icadından sonra çıkarılmış olanlar da var. Bu özelliği nedeniyle yerli-yabancı birçok bilim adamı eserleri incelemek için Konya'ya geliyor. Eserlerdeki sır, bilim adamlarını kendisine çekiyor."
Radikal, 04.02.2007
|