Haberler logo Ağustos '07 Arşivi

26 Ağustos - 1 Eylül 2007


DEV ALEVLER ALTINDA YUNAN TRAJEDİSİ

Yunanistan tarihinin en büyük yangın felaketlerinden biriyle mücadele ediyor. Başta Mora Yarımadası, Atina ve Eğriboz adasını etkisi altına alan yangınlarda can kaybı 63’e yükseldi. Antik Olympia kentiyse alevlerden son anda kurtarıldı. Yunan hükümeti, yangınların sabotaj kaynaklı olduğu görüşünde. Başta Avrupa Birliği üyeleri olmak üzere birçok ülke yangınların kontrol altına alınabilmesi için yardım seferberliği başlattı.





Yunanistan’da Olimpiyat Oyunları’nın doğduğu yer olan antik Olympia dün alevler içinde kaldı. Yetkililer ören yerinin korunduğunu söylüyor. Yunanistan’ın en değerli arkeolojik koleksiyonlarından birine sahip olan müzenin bahçesine dek uzanan yangın, antik olimpiyat stadyumunun kenarlarına vardı. Tehlike altında kalan müze, Zeus Mabedi’nden heykelleri ve antik Olimpiyatlar’dan kalma eserleri barındırıyor.

Kültür Bakanı Yorgos Vulgarakis, kurtarma çalışmalarını yerinde izlemek üzere Olympia’ya gitti.

Olympia yakınlarında yer alan Pelopi’den bildiren BBC muhabiri Malcolm Brabant, çevredeki ormanlık alanı hızla yutan alevlerin çok sayıda köyün tahliye edilmesine neden olduğunu söylüyor. Muhabirimize göre rüzgarlı hava nedeniyle yangın bir ara bir kilometreyi birkaç dakikada alacak kadar süratli yayılıyordu.






Yangınlar Yunanistan’ın Mora yarımadasını, Atina ve çevresini ve Eğriboz adasını etkisi altına aldı. Hızla ilerleyen yangının çok sayıda kişiyi habersiz yakaladığı bildirilen Eğriboz’da boşaltılan köylerin sakinleri feribotla Atina yakınlarına taşınıyor.

Başkent Atina’da gökyüzü, kent yakınlarında birkaç yerde birden devam eden yangınlar yüzünden dumanla kaplandı.

 

Çok sayıda yerleşim birimi tahliye edildi ancak yine de can kayıpları ve yaralanmaların önüne geçilemedi. Ölenlerin sayısı 63’e ulaştı, yüzlerce yaralı var. En büyük can kaybı, Mora yarımadasının batısında bulunan ve en az 39 kişinin cesedine ulaşılan Zaharo’da meydana geldi.

Yüzlerce ev ve binlerce hektarlık alan da kül oldu. Başbakan Kostas Karamanlis, yakınlarını ya da evlerine kaybedenlere 10 bin Euro’ya kadar yardım vaadinde bulundu. Yangınların birçoğunun kundaklama olayları olduğunu düşünen Yunanistan Başbakanı Kostas Karamanlis, televizyondan halka seslendiği konuşmasında “Aynı anda bu kadar çok sayıda yangının meydana gelmesi bir tesadüf olamaz” dedi.

Yunanistan’ın güney ucunda bulunan Aeropolis’te 65 yaşında bir adam kundaklama ve 6 kişinin ölümüne yol açma iddiasıyla tutuklanmış bulunuyor. Kuzeydeki Kavala kentinde de iki genç yangınlarla ilgili olarak gözaltına alındı.






Başbakan Karamanlis, bu felakete karşı ülkenin bütün olanaklarının seferber edilmesini isterken, itfaiye sözcüsü Nikos Diamandis Yunanistan’ın yarısını aşkın bölgesinde yangınlarla mücadele edildiğini açıkladı.

Yangınların kontrol altına alınması çalışmaları sürdürülürken, Yunan basını, ‘yardım çığlıkları, hayalet köylerden felaket görüntüleri, hükümetin yetersizliği ve ölüm sessizliği’ yorumunu yapıyor.


İngiliz Guardian gazetesi, olimpiyatların doğum yerini kurtarmak için canla başla mücadele verildiğini duyururken, karamsar bir tablo çizdi. Antik Olympia kentini içine alan ilin yerel yöneticilerinden birinin, “Tarihimizi korumak için elimizden geleni yapıyoruz fakat, bu arada hepimizin fareler gibi yanıp ölmesinden korkuyorum” ifadesine yer veren gazete, muhalefet partilerinin, itifaiyenin başına tecrübesiz siyasi yandaşlarını atadığı için Karamanlis hükümetini suçladığını kaydetti.





Times gazetesi de, Yunanlı yetkililerin ülkeyi saran alevlerle terör saldırıları arasında paralellik kurduğunu yazdı. Sağ kanat siyasi lider Yorgos Karacaferis’in, “Bu Yunanistan’ın 11 Eylül’üdür” sözüne yer veren Times, “Bu sözler birçok Yunanlı açısından hiç de abartılı gelmedi” diye ekledi. Gazete, “Muhafazakar siyasetçilerden hiç kimse açıkça telaffuz etmese de çoğunun aklından geçen bir olasılık, yangınların arkasında seçimlerden önce ortalığı karıştırmak isteyen radikal solcuların bulunabileceği yönünde” yorumu da yaptı.

  

ntvmsnbc.com, 27.08.2007

 

 

YANGIN

 

Peloponez yanıyor. Ispartalılar'ın yurdunu alevler yutuyor. Ve her saat Antik Çağ'ın bir tanığı daha sonsuza kadar kayboluyor.


Uydu fotoğraflarıyla yangınların (130 yerde birden başladı) ilerleyişini izleyenler iç çekerek bir noktayı gösteriyorlar:


"Burası Argos'tu. Zeus'un oğlunun kurduğu ve adını verdiği kent."


Yanındaki iç çekerek parmağını fotoğrafın az ötesine götürüyor:
"Burası Homeros'un İlyada'da anlata anlata bitiremediği, bağları ve zeytinlikleriyle ünlü Epidaure'du. MÖ 5'inci yüzyıldaki Med Savaşları'na 8 kadırgayla katılan kent devlet."


Bir başkası atılıyor: "Nemee de yanıyor. İo'nun ineğe dönüştüğü yer." Sonra efsaneyi anlatıyor: "Zeus buralarda dolaşırken Hera tapınağı rahibelerinden İo'yu görmüş ve vurulmuş. Hemen haremine katmış onu. Ancak karısı işkillenmiş. Zeus da İo'yu inek yapmış. Ne zaman onu canı çekse kendisi de boğaya dönüşür, Nemee'nin yemyeşil kırlarında sevişirlermiş."


Diğeri araya giriyor: "Alevler Epikourios'taki Apollon tapınağını yutmak üzere. Arkadya Dağları'nın zirvesinde Atina'daki Partheon'un mimarı Ictinos tarafından yapılan, Manisalı gezgin Pausanias'ın notlarıyla ortaya çıkarılan tapınak yok olmak üzere."


Peloponez yanıyor. Peleponez'le birlikte Zeus'un Kalisto'dan olan oğlu Arcas'ın kurduğu Arkadya da yanıyor. Her birinden bin efsanenin fışkırdığı Mycenes, Korint, Tripolis de yanıyor.


Peloponez yanıyor. Peloponez'le birlikte günümüze ulaşabilen en eski Bizans kasabası Mistra ve Osmanlı tarihinin kara sayfalarından birinin yazıldığı Navarin de yanıyor. 20 Ekim 1827'de Yunanistan'ın bağımsızlık mücadelesine destek veren "Batı güçleri" İngiltere, Fransa ve Rusya'nın gönderdikleri filolarla Osmanlı donanmasının kapıştıkları Navarin. Gün boyu süren savaş 29 gemisini ve 6 bin askerini yitiren Osmanlı'nın yenilgisiyle sonuçlanmıştı. "Batılı güçler"in kaybı 124 denizciydi.

Peloponez yanıyor. Peloponez'le birlikte tarihçi ve düşünür Thucydide'in (Tusidid) 8 ciltlik kitabı sayesinde günümüze ulaşan, Ispartalılar ile Atinalılar arasındaki uzun savaşın (MÖ 431-404 arası) kahramanlarının (Perikles, Demosten, Alsibiado, 2'nci Arşidamos, Lisandr) son izlerini de alevler yutuyor.


Peloponez Savaşları, Isparta'nın zaferiyle noktalanmıştı. Katı disipline dayalı krallığın demokrasiyi alt etmesiyle. Ve demokrasiyi yaymak için savaşı başlatan Atina, Ispartalı komutan Lisandr'ın siyasi mühendisliğini yaptığı bir başka rejimi kabullenmek zorunda kalmıştı: 30'lar hükümeti. 30 tirandan, Critias başkanlığındaki 30 yargıçtan kurulu ve halkı terörle sindiren oligarşi yönetimi. Atina rövanşı 2 bin yıl sonra alabilecekti. Demokrasinin modern çağlarda en uygun veya İngiltere Başbakanı Churchill'in ifadesiyle "Kötüler içinde en az kötü" rejim kabul edilmesiyle.


Şimdi diktatörlüğün beşiği Isparta yanıyor, külleri demokrasinin yurdu Atina'ya yağıyor. Ve bir ay sonra erken seçime gidecek olan Yunanistan'da Başbakan Kostas Karamanlis, eşi görülmemiş bir "Trajedi" yaşadıklarını söylüyor.


Trajedi ne? Isparta despotluğu izlerinin yok olması mı? On binlerce hektar ormanın tüm canlılarıyla birlikte insan eliyle (Yangınların en az yarısının nedeni kundaklama) yok edilmesi mi? Demokrasi ve insan hakları sayesinde bu kundakçıların birkaç yıl hapisle paçalarını kurtarmaları mı?


Yoksa Ege'nin iki yakasında da arazi mafyasının ve işbirlikçilerinin dünyayı ateşe verecek kadar çıldırması mı?


Trajedi ne? Hangisi trajedi?


Sabah, Yazı: Erdal Şafak, 27.08.2007


İSHAKPAŞA ŞEFFAF ÇATI İLE KAPATILACAK

 

 

Sarp kayalar üzerine kurulmuş, kartal yuvasını andıran, Türk mimarisinin en güzel örneklerinden İshakpaşa Sarayı, Doğu Anadolu'nun hırçın iklimine artık daha rahat göğüs gerecek.

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı'nca sarayın üstü şeffaf çatı ile kapatılacak, yapıların hepsi elden geçirilerek restore edilecek. Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürü Orhan Düzgün, İshakpaşa Sarayı'nın restorasyonu için Ağrı İl Özel İdaresi tarafından ihale yapılacak. İhale sonrasında, öncelikli ve ağırlıklı olarak çatı onarımı ve güçlendirmeye önem verilecek. Sarayın, yağış ve kış şartlarından etkilenmemesi için üstü şeffaf çatı ile kapatılacak, yapıların tamamı da restore edilecek. Bu çalışmalara da önümüzdeki ay başlanacak. Saray için, geçen yıl bakanlık tarafından Bilimsel Danışma Kurulu oluşturulmuş, kurulda Ortadoğu Teknik Üniversitesi öğretim üyeleri Emine Caner Saltık, Yard. Doç. Dr. Ahmet Türer, Yard. Doç. Dr. Gülsün Bilgin Altınöz ile Affan Yatman görev almıştı. Kurulun önerileri doğrultusunda restorasyon projelerinin rezervleri yaptırılmış, daha sonra projeler, Erzurum Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'nda onaylanmıştı.

Zaman, 01.09.2007

HAREMÜŞŞERİF'TE YİNE HAFRİYAT KRİZİ

 

İsrail'in kutsal Haremüşşerif'te "yolları yenileyeceğiz" diyerek başlattığı hafriyat çalışmaları Müslümanlarca tepkiyle karşılanınca kriz yaşanmıştı. 6 ay sonra bu kez İsrailliler Müslümanlarca yapılan bir kazı çalışmasının tarihi yapıya zarar verdiğini öne sürdü. Haremüşşerif''te yapılan çalışma eskiyen elektirik kablolarının değiştirilmesini amaçlıyordu. İsrailli arkeologlar tarihi bir duvarın temeline zarar verildiği görüşünde.

Sabah, 01.09.2007

HEKİMOĞLU ALİ PAŞA ÇEŞMESİ YENİDEN

 

Saka Su, Osmanlı çeşme mimarisinin en güzel örneklerinden biri olan Tophane Meydan Çeşmesi’nin restorasyonunun ardından şimdi de 275 yıllık Hekimoğlu Ali Paşa Meydan Çeşmesi’nin onarımını üstlendi. 1732 yılında Hekimoğlu Ali Paşa tarafından yaptırılan çeşmenin restorasyonu bu ay içerisinde başlayacak. 1 yıl sürmesi planlanan çalışmalar bittiğinde mermer işleme sanatının güzel örnekleri ile süslü olan Hekimoğlu Ali Paşa Meydan Çeşmesi yeniden hizmete açılacak.

Türkiye Gazetesi, Haber: İnan Arvas, 01.09.2007

AB FONLARIYLA RESTORE EDİLEN KERVANSARAYIN KULLANIM AMACI BELLİ DEĞİL

 

Edirne Valisi Nusret Miroğlu, Türkiye- Bulgaristan arasında 2004-2006 Sınır Ötesi İşbirliği (SÖİ) Programı çerçevesinde restorasyonuna başlanan ve tamamlanmak üzere olan Ekmekçizade Kervansarayı'nın ne amaçla kullanılacağı konusunda tereddüt yaşadıklarını söyledi. Vali Miroğlu, konuyla ilgili yaptıkları açıklamada, "Burayı ne amaçla kullanacağımıza hala karar vermiş değiliz. Araştırmalarımız devam ediyor." dedi.

Pankreas kanserinden dolayı hayatını kaybeden Edirne eski Valisi Fahri Yücel döneminde Balkan Ticaret Merkezi olarak restorasyon çalışmalarına başlanan kervansarayın yıl sonunda restorasyonu tamamlanacak. Vali Miroğlu, söz konusu kervansarayı en iyi şekilde değerlendirebilmek için büyük yatırımcıları kente davet ettiklerini söyledi.

 

haberler.com, Fotoğraf: edirneden.com, 31.08.2007

PAŞAKÖYÜ'NDE HİTİT DÖNEMİNE AİT 3500 YILLIK MADEN OCAĞI BULUNDU

 

 

Yozgat'ın Şefaatli İlçesi'ne bağlı Paşaköyü beldesi yakınlarında Hitit İmparatorluğu döneminde kullanıldığı tahmin edilen 3 kilometre uzunluğunda 1 kilometre genişliğinde granit ocağı ve keşişler tarafından kullanıldığı sanılan 4 mağara tespit edildi.

 

 

Yozgat İl Kültür ve Turizm Müdürü Fuat Dursun, müze görevlileri ile birlikte Paşaköy beldesi belediyesinin müracaatı sonucu, Cemalin İni olarak bilinen yerde yapılan incelemelerde 4 ayrı mağaranın bulunduğunu söyledi. Hıristiyanlarda hiç evlenmemiş papaz olarak bilinen keşişlerin dinlenme yeri olarak kullanıldığı sanılan mağaralar koruma altına alınacak.

 

 

Bölgede mağaraları incelemek için giden müze müdürlüğü arkeologları tarafından tesadüfen tespit edilen granit ocağının ise Hitit İmparatorluğu döneminde kullanıldığı sanılıyor. 3500 yıllık olduğu tahmin edilen granit ocağının Hitit İmparatorluğu zamanında Hattuşaş ve Alacahöyük'te kullanıldığını tahmin ettiklerini söyleyen Yozgat İl Kültür ve Turizm Müdürü Fuat Dursun konuyla ilgili şunları söyledi: "Şefaatli ilçemize bağlı Paşaköyü beldesi belediyemizin teklifi üzerine araştırmak üzere gittiğimiz Cemalin İni olarak bilinen yerde 4 adet mağara tespit ettik. Mağaraların keşişler tarafından dinlenme yeri olarak kullanıldığını tahmin ediyoruz. Bölgeyi özel koruma altına almak için çalışmalarımızı hemen başlattık. Ayrıca bölgede yaptığımız incelemeler sırasında Hitit İmparatorluğu tarafından kullanılmış olduğunu düşündüğümüz 3 kilometre uzunluğunda ve 1 kilometre genişliğinde bir granit ocağı tespit ettik. Arkeologlarımız çalışmalarını sürdürüyor. Granit ocağında bulanan taşlarda yapılan ilk incelemelerde Hititler döneminde Hattuşaş ve Alacahöyük'te kullanılan granitlerin buradan gittiğini düşünüyoruz".

 

İl Kültür ve Turizm Müdürü Dursun, her iki alanın da 1'inci derece sit alanı ilan edilmesi için çalışmaların başladığını sözlerine ekledi.

TürkiyeTurizm.com, 31.08.2007











TİLMENHÖYÜK'TE MÖ 1700'DEN KALMA KRAL IBALADO'NUN SARAYI KAZILIYOR

 

 

Gaziantep'in İslahiye İlçesi sınırları içerisinde yer alan ve MÖ 1700 yıllarında Kral İbalado tarafından yaptırılan sarayın bulunduğu tarihi Tilmenhöyük'te 4. kazı çalışmaları başladı.

 

 

Suriye, Hatay ve Gaziantep çevresinde bulunan antik kentlerin birbirleriyle olan ilişkilerinin belirlendiği kazı çalışmaları İtalya Bologna Üniversitesi Öğretim Üyesi Arkeolog Nicola Marchetti başkanlığında sürüyor.

 

Kazıların 60 gün süreyle devam edeceği belirtilirken, ekipte 24 Bologna Üniversitesi ile Ankara Üniversitesi ve İstanbul Üniversitesi'nin Arkeolojik ve Restorasyon bölümlerinden 9 öğrencinin görev aldığın bildirildi.

 

Kazı çalışmalarına başkanlık eden Marchetti, Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü ve İtalyan Büyükelçisi ile görüşerek Ekim ayında Tilmen Arkeoloji Parkı'nın resmen açılmasını kararlaştırdıklarını söyledi.

 

Projenin İslahiye'nin tanıtımına büyük katkıda sağlayacağını ifade eden Marchetti, ilk defa Tilmenhöyükte birbirine sıralı banyoların bulunduğu duvarların büyük düzgün kesme taşlardan yapıldığını tespit ettiklerini söyledi.

 

Sandık duvar tekniği ile surların yapıldığını ve buradaki sarayın Zincirlihöyük, yesemek sıralamasının birer parçası olduğunu aktaran Marchetti, Etiler, Yunanlar, Bizanslar, Mısırlılar, Osmanlıların egemenliği altında kalmış olan bölgede Etiler döneminde zincirli hükümet merkezliği Heykel ve Abide atölyelerinin kurulduğunu belirlediklerini kaydetti.

 

Prof.Dr. Nicola Marchetti kazının 3 yıl daha süreceğini belirterek, her yıl biraz daha ileriye giderek merkeze doğru adım adım gittiklerini dile getirdi.

 

İslahiye Kaymakamı Bekir Yılmaz, kaymakamlık olarak kazı çalışmalarına her türlü desteği verdiklerini herkesin mutlaka buraları görmesi gerektiğini kaydetti.

Türkiyeturizm.com, 31.08.2007

TARİHİ ASLANPAŞA CAMİİ VE KÜLLİYESİ YENİ GÖRÜNÜME KAVUŞUYOR

 

 

Erzurum'un Oltu İlçesi'nde bulunan tarihi Aslanpaşa Camii ve külliyesi yeni görünüme kavuşuyor.

Önümüzdeki günlerde ibadete kapatılacağı bilinen Aslanpaşa Camisi'nin, Vakıflar Genel Müdürlüğü'nün yapımına başladığı restorasyon çalışması ile tekrar ibadethane olarak kullanılacağı bildirildi.

 

13 Temmuz 2007 tarihinde başlanan Aslanpaşa Camii ve külliyesinin onarım işlemini Akgünlü LTD.Şirketi Osman Gülsüm ortaklığı üstlendi. Bitiş tarihi 25 Aralık 2007 olan onarım işleminin bir ay kadar önce tamamlanacağı bildirildi.

 

Toplam 18 oda bulunan külliyenin ise onarımdan sonra ne olarak kullanılacağı kesin olarak bilinmiyor. Oltu Müftüsü Nurullah Koçhan, ''Onarım işlemi bittikten sonra Vakıflar Genel Müdürlüğü'nün vereceği karar doğrultusunda Kur'an kursu veya yoksullar için bir aşevi olarak kullanılabilir.'' dedi.

 

Şirketin inşaat sorumlusu Servet Çolak ise çalışmalar hakkında şöyle bilgi verdi; ''Önceki onarım çalışmalarında minareye atılan boyanın ve hava şartlarından dolayı kirli bir görünüm alan minarenin temizlenmesi ve caminin güneyinde bulunan şehitliğin dış cephe duvarlarının tekrar yapılması söz konusudur.Tüm işlerin yapılıp tamamlanması iş bitirme tarhinden bir ay kadar önce olacaktır."

TürkiyeTurizm.com, 31.08.2007

MAHMUT NEDİM KONAĞI KURTULUŞ SAVAŞI MÜZESİ OLACAK MI?

 

Şanlıurfa’nın simge yapılarından olan Mahmut Nedim Konağı, Şanlıurfa Kültür Eğitim Sanat ve Araştırma Vakfı (ŞURKAV) tarafından restore edilecek. Tarihi mekanın Kurtuluş Savaşı Müzesi olarak değerlendirilip değerlendirilmeyeceği merakla bekleniyor.

 

 

Atatürk Mahallesi Kehriz Sokak ile Hastane Caddesi arasında bulunan ve taşıdığı binlerce mermi izi ile Urfa’nın kurtuluşuna tanıklık eden Mahmut Nedim Konağı, Avrupa mimarisi ile geleneksel Urfa mimarisinin bir kaynaşması olarak görülüyor. Yapılan ihale sonunda ŞURKAV Ltd. Şti. tarafından restorasyon işi alınan Mahmut Nedim Konağı’nın 2008 yılı ortalarında Kurtuluş Savaşı Müzesi olarak hizmete açılması bekleniyor.Mahmut Nedim Konağı’nın restore edilip Kurtuluş Savaşı Müzesi olarak hizmete girmesi, Urfa kurtuluş savaşının nasıl kazanıldığının yeni nesle anlatılması açısından büyük önem taşıyor.

 

Güneyindeki arsa ile birlikte İl Özel İdaresi’ne 800 milyar liraya mal olan Mahmut Nedim Konağı’nın restorasyonunun yapıldıktan sonra “Kurtuluş Müzesi” olarak Şanlıurfa’ya kazandırılması bekleniyor. Urfa Kurtuluşu’nun belgelerinin sergileneceği Kurtuluş Savaşı Müzesi olmak maksadıyla dönemin Valisi Muzaffer Dilek tarafından büyük bir hukuk mücadelesinin ardından Şubat 2003’de kamulaştırılan Mahmut Nedim Konağı restorasyonuna, aradan beş yıl geçtikten sonra başlanması sevinçle karşılandı. Yine eski valilerimizden Şükrü Kocatepe ise, konağın alt katlarının restoran, sadece üst katının müze olarak kullanılması maksadıyla hazırlattığı Projeyi AB Kültürel Mirası Geliştirme Hibe Programı’na sunmuştu. Ancak bu proje AB Komisyonu tarafından kabul edilmemişti.


Mahmut Nedim Konağı Urfa Kurtuluş Savaşı’nın kilit yapılarından biri. Bu konağı işgal eden Fransız askerlerine karşı Urfalı mücahitler tarafından düzenlenen bir gece baskınında 100’den fazla şehit verdiğimiz sembol bir yapı.

 

urfatimes.com, Haber: Yusuf Kürkçüoğlu, Fotoğraf: Şanlıurfa Valiliği, 31.08.2007

AZİZ VLAS MEZARI ONARIMDA





Hıristiyanlar için önem taşıyan ve adına Avrupa'da bin 200 kilise ve manastır ithaf edildiği belirtilen dünyaca ünlü Aziz Vlas'ın Sivas'ta bulunan mezarında ve çevresinde düzenleme çalışması başlatıldı.

 

Edinilen bilgiye göre, geçmişte Müslümanların göz, Hıristiyanların boğaz evliyası olarak adlandırdığı ve hem Hıristiyan hem de Müslümanların ziyaret ettiği uluslararası üne sahip Aziz Vlas'ın Sivas'ta tarihi Gökmedrese'nin tam karşısında bulunan mezarında ve çevresinde, Sivas Belediyesi ekiplerince düzenleme çalışması başlatıldı.

 

Sivas Valisi Veysel Dalmaz'ın da bir süre önce inanç turizmine kazandırılması yönünde çalışma başlatılacağını açıkladığı mezardaki düzenleme çalışmalarının, kısa bir süre sonra tamamlanması planlanıyor.

 

Hakkında Arman Çuhacıyan'ın yazdığı "Aziz Vlas Uluslararası Üne Sahip Sivaslı" adlı bir kitap bulunan ve bazı bilimsel makalelere de konu olan Aziz Vlas'ın, 280-316 yıllarında Sivas'ta yaşadığı biliniyor.

 

Anadolu'da Hristiyanlığın ilk piskopos ve şehitlerinden olduğu ifade edilen Aziz Vlas'ın, sağlığında bir hekim olarak halka yakınlığı ve öldürülmesi sırasında gerçekleştiğine inanılan mucizelerinin, onu bir aziz haline getirdiği kaydediliyor.

 

Fransa, İtalya ve Belçika'da tarımda iyi ürün alabilmek için, Malta'da doğumları kolaylaştırmak, Rusya'da hasta hayvanları iyileştirmek, İspanya'da anjine, Belçika'da kuduza, Fransa'da difteri, diş ağrısı, gut hastalığı, raşitizm ve romatizmaya karşı, birçok ülkede solunum yolları problemleri ve boğaz hastalıkları için onun yardımına başvurulduğu ifade ediliyor.

 

Adı Rumca ile Latince'ye Blasios, Fransızca'ya Blaise, Almanca'ya Blasien olarak geçen ve Azizlik sıfatını Vatikan'ın 1527 yılında resmen onayladığı belirtilen Aziz Vlas, cerrahların, bağcıların, balıkçıların, mimarların hamisi olarak Hristiyan mitolojisinde yer alıyor.

 

Önceleri mezarını boğazından rahatsız olan Hristiyan ve Müslümanların ziyaret ettiği Aziz Vlas'a, Sivaslılar'ın lahit kapağındaki oyuk nedeniyle "Göz Baba Türbesi" adını taktığı belirtiliyor.

Fransa'da her 5 bin çocuktan birinin adını taşıdığı Aziz Vlas'ı, 3 bin ailenin soyadı olarak tercih ettiği, Avrupa'da bin 200 kilise ve manastırın adına ithaf edildiği biliniyor.

 

Uluslararası üne sahip olmasına rağmen bugün artık bulunduğu ülke ve yaşadığı yer Sivas'ta pek tanınmayan Aziz Vlas'ın mezarının başucu taşı, mezar kapağı ve ayakucu taşından oluşan lahdi, Sivas Kongre ve Etnografya Müzesi'nin deposunda korunuyor.

Trt/Haber, 31.08.2007

SADBERK HANIM MÜZESİ 18 BİN ESERE ULAŞTI

 

Türkiye'nin ilk özel müzesi olan ve bu yıl kuruluşunun 27. yılını kutlayan 'Sadberk Hanım Müzesi', çeşitli dönemlere ait çok sayıda eseri sergiliyor. Sadberk Hanım Müzesi Müdür Vekili Hülya Bilgi, verdiği bilgide, müzenin, Sadberk Koç'un tüm hayatı boyunca topladığı Türk işlemeleri, porselenler ve Osmanlı kıyafetlerinden oluşan kişisel koleksiyonunun bir araya getirilmesiyle 1980 yılında Azeryan Yalısı'nda açıldığını söyledi. Bilgi, Sadberk Koç'un tüm hayalinin, kişisel koleksiyonunu kendi adına bir müzede sergilemek olduğunu ifade ederek, sağlığında bu hayalini gerçekleştiremediğini ve müzenin ancak vefatından sonra, eşi ve çocukları tarafından kurulan Koç Vakfının desteği ile açıldığını dile getirdi. Bilgi, ilk açıldığı dönemde müzede yalnızca işlemeler, porselenler ve gümüşlerden oluşan 3 bin 500 parça eser bulunduğunu, zamanla koleksiyonun satın alma ve hibelerle büyüdüğünü ve eser sayısının 18 bini bulduğunu bildirdi.

Yeni Şafak, 31.08.2007

2 BİN 600 YILLIK SUSKUNLUK

 

Friglerin Tanrıça Kibele'ye adadığı Yazılıkaya Anıtı'nın üzerindeki gizemli yazılar okunamadan silinmeye başladı.

17 metre yüksekliğiyle kaya anıtın sağ ve sol üst kısmına Frig alfabesiyle yazılanlar 2 bin 600 yıldır okunmayı bekliyordu.

Eskişehir'in Han ilçesindeki yazıt, yerli ve yabancı uzmanların çabalarına rağmen sökülemedi.

MÖ 600'lü yıllarda yaptırılan Yazılıkaya açıkhava tapınağı, çözümlenememiş yazıtları, kaya mezarları, altarlar ve kaya oymalarıyla Frigya döneminden en önemli kalıntısı sayılıyor.

Radikal, Fotoğraf: Cihan Yıldırım/AA, 31.08.2007

"KAÇAK KAZILAR YAZ AYLARINDA ARTIYOR"

 

Müze Müdürü Mustafa Erkmen, kaçak kazıların yaz aylarında artış gösterdiğini belirterek, define avcılarının tarihi eserlerde önemli tahribatlar oluşturduğunu ifade etti.

 

Kaçak kazıların önemli tahribatlar oluşturduğunu belirten Erkmen, “Yaz aylarında yaptığımız kazı çalışmalarında kaçak kazıların arttığına tanık oluyoruz. Sorunun aşılması noktasında vatandaşın duyarlı olmasını bekliyoruz. Özellikle define bulma amacıyla yapılan kaçak kazı çalışmaları, tarihi bulgu ve bilgilerin tamamen kaybolmasına neden olabiliyor. Bunun yanı sıra, tarihi niteliğe sahip mekanlar da tahrip edilmiş oluyor. Şayet kaçak kazı girişimlerinde bulunanlar varsa, bu girişimlerinden vazgeçsinler. Bu konudaki cezalarda geçmişe göre daha yoğun uygulanıyor.” dedi.

 

Erkmen, bölge bazında yaptıkları çalışmalara da değinerek, Ağrı İshak Paşa Sarayı ve Bayburt Kalesi'nin de, yine Erzurum Müzesi ekibi tarafından kazılacağını ifade etti.

 

Söz konusu kazılar için de, talimat beklendiğinin altını çizen Erkmen, kazılardaki amacın geçmiş dönemlere ait seramik, mühür ve mekanların bulunması ve bu tarihi bulguların bilgiye çevrilmesi olduğunu kaydetti.

Erzurum Gazetesi, 31.08.2007

CENGİZ HAN'A GÖRE EŞCİNSEL İLİŞKİ İDAMLIK SUÇMUŞ

 

Cengiz Han döneminde eşcinsel ilişkilerin idamla cezalandırıldığı ortaya çıktı. Bir yılı aşkın süredir Moğol fatihinin yasalarını inceleyen Çinli uzmanların bulgularına göre, Cengiz Han yasalarının 48'inci maddesinde "Eşcinsel ilişkiye teşebbüs eden erkekler öldürülür" ifadesi yer alıyor.


13. yüzyılda Asya'dan Orta Avrupa'ya kadar uzanan bir imparatorluğun hükümdarı olan Cengiz Han'ın söz konusu yasayı o zamanlar 1.5 milyon olan Moğol nüfusunun daha hızlı bir şekilde artmasını sağlamak için yürürlüğe koyduğu sanılıyor. Aynı dönemde Cengiz Han'ın en büyük düşmanı olan Çin'in Song Hanedanı tebasının nüfusu 100 milyondu.
 

Eski Moğol Yasaları ve Sosyolojisi Araştırma Enstitüsü uzmanlarının araştırması, Cengiz Han'ın yeşil alanları tahrip edenlerin ve yangın çıkaranların da ölümle cezalandırıldığını ortaya koydu. Moğol yasalarının orijinal metinleri 600 yıldır kayıp. Araştırmalar, Marco Polo'nun seyahatnamesi başta olmak üzere tarihi bazı kayıtlar üzerinden yapılıyor.

Milliyet, 31.08.2007

"TARİHİ SULARA GÖMECEK ILISU BARAJI'NA ONAY VERMEYİN"

 

Hasankeyf Yaşatma Girişimi üyeleri, Ilısu Barajı'yla su altında kalacak tarihi kentten hangi eserlerin taşınacağına karar verecek bilimseli kurulun yedi üyesine mektup yazdı: "Tarihi sulara gömecek baraja izin vermeyin."


Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından seçilen bilimsel kurul önümüzdeki hafta sonu Batman'ın Hasankeyf İlçesi'ne gelerek incelemelere başlayacak. Bölgedeki sivil toplum kuruluşlarının üyesi olduğu Hasankeyf Yaşatma Girişimi adına koordinatör Diren Özkan bilimsel kurulda bulunan yedi öğretim üyesine mektup yazdı. Mektupta şöyle denildi: "Bildiğiniz gibi Ilısu Barajı'nın yapılması planlanan alan içerisinde yüzlerce arkeolojik sit alanı bulunmaktadır. Tarihimizi seviyorsak onu yerinde korumamız gerekiyor. Ülke ve bölge tarihi ve kültürel zenginliği açısından çok önemli olan Yukarı Dicle havzasını 50-60 yıllık ömrü olan bir barajın pençesi altında bırakmamız büyük bir acıya sebep olacaktır. Bu insanlık tarihi açısından büyük bir yıkımdır, bundan dolayı gelecek kuşaklar bizi asla affetmeyecektir. Sizden talebimiz Hasankeyf'in ve en az 289 arkeolojik sit alanının sular altında kalmaması için çaba sarf etmeniz, yani buraları sulara gömecek Ilısu Barajı'na onay vermemenizdir."


Bilimsel heyette Prof.Dr. Hayat Erkanal, Prof.Dr. Kaya Özgen, Prof.Dr. Zekai Şen, Prof.Dr. Necdet Türk, Prof.Dr. Oğuz Müftüoğlu, Doç.Dr. Kadir Pektaş ve Yrd. Doç.Dr. Bilal Söğüt yer alıyor.

Radikal, 31.08.2007

"KOZAN'IN HER YERİNDEN TARİH FIŞKIRIYOR"

 

Adana'nın Kozan İlçesi'nde belediye tarafından Butik Otel olarak restorasyonu yapılan Yaverin Konağı'nda incelemelerde bulunan Adana Kültür ve Turizm Müdürü Osman Arık; "Yaver'in Konağı gibi değerlerin yaşatıldığını görmek bizi ziyadesi ile memnun eder.

 

Anavarza, Efes'i gölgede bırakacak kadar büyük bir kent. Anavarza Kozan'ın lokomotifi olacak" dedi. Adana Kültür ve Turizm Müdürü Osman Arık, Kozan'da bulunan tarihi eserlere gezi ve incelemelerde bulundu. Adana Müze Müdürlüğü'nde Arkeolog olarak görev yapan Huriye Solakoğlu ile birlikte Anavarza, Yaverin Konağı ve Bedesten'de incelemelerde bulunan Arık, kaleleri de kapsayan bir tanıtım projesinin hazırlanması gerektiğini belirtti. Arık, "Yaverin Konağı gibi değerlerin yaşatıldığını görmek bizi ziyadesi ile memnun eder. Bu tip binalara fonksiyon kazandırmak gerekir, kültürel değerlerin tanıtımı açısından butik otellerin ayrı bir yeri var. Doğru tespitler ve profesyonel işletmeciler tarafından işletilirse Kozan'ın ve Adana'nın kültürel turizmine ciddi katkılar sağlayacaktır." dedi.

 

Anavarza'da da incelemelerde bulunduklarını aktaran Arık, "Şehir ve kale surlarını dikkatle inceledik, kazı çalışmasının başlatılması gerekiyor. Bunun için de 1. ve 2. derecede sit alanı olan Dilekkaya Köyü'nün boşaltılması gerekiyor. Anavarza Kalesi aslına uygun olarak restorasyonu yapıldığında önümüzdeki 5, 10 yıl gibi bir zamanda Çukurova'nın kültür merkezi haline gelecektir. Anavarza, Efes'i gölgede bırakacak kadar büyük bir kent. Anavarza Kozan'ın lokomotifi olacak." şeklinde konuştu.

Zaman, Haber: İbrahim Çınar, 30.08.2007

BURSA ULU CAMİİ'NİN HATLARI TEMİZLENECEK





Bursa'nın tarihi sembollerinden Ulucami'de, kündekari sanatının zirvesi ve Osmanlı astronomi biliminin damgası olan 600 yıllık minberin orijinal haline getirilmesini sağlayan Bursa Ticaret ve Sanayi Odası (BTSO), 30 yıldır üzerine dokunulmayan hat yazılarının temizlenmesi için de 700 bin liralık kaynak aktardı. BTSO Başkanı Celal Sönmez, tarihi minberin üzerine şuursuzca tatbik edilen 12 kat vernik ve cilanın temizlenerek, orijinal ahşap minbere ulaşıldığını belirterek, "Ulucami'de işinin ehli güzel bir ekiple yapılan çalışmalar ile çok nadide eserlerimiz yeniden gün yüzüne çıkıyorlar. Yapılan temizleme çalışmaları sırasında duvarlardaki boyaların altında kalan orijinal yazılar, süslemeler ortaya çıkartıldı. İyi ki BTSO olarak bu çalışmaları başlatmışız. Minberin tezyin rölövesinin hazırlanması, üzerinin temizlenmesinden sonra, eksik parçaların tamamlanarak restorasyonun eksiksiz bir şekilde bitirilmesi bizleri mutlu edecek. Ayrıca bütün sanat kitaplarında hat konusunda dünyanın en önemli merkezi gösterilen Bursa Ulucami'deki asırlık hat yazılarının üzerleri de, orijinal boyalara zarar vermeyen bir usulle temizleniyor. Bu çalışmalar ve caminin genel bakımı için ihtiyaç olan 700 bin liralık kaynağı meclisimizin de oybirliği ile aktaracağız. Bursa'nın yaşayan müzesi, en önemli tarihi eserlerinden Ulucami'nin bakımı için her türlü imkanı sunmaya hazırız" şeklinde konuştu.

 

Ulucami Yaptırma ve Onarma Derneği Başkanı İbrahim Aydın da, Ticaret ve Sanayi Odası'nın yaptığı bu ilave katkı ile kendilerine duyduğu güveni teyit ettiğini ifade etti. Aydın, "Türkiye'nin dünya çapında uzman olan ekipleri ile çalışıyoruz. Göz nuru el emeği geceli gündüzlü çalışmalar ile çok şuurlu bir şekilde restorasyon yürütülüyor. Cemaatimiz biraz daha sabrettiklerinde, ortaya çok değerli yazılara, eserlere sahip olan Ulucamimizi göz kamaştırıcı bir güzellikte görme imkanını sağlayacağız. Yazıların temizlenmesi ve genel bakım için ilave maddi desteğin de sağlanması ile BTSO Bursa'nın ortak fayda kuruluşu olma konusundaki takipçiliğini ve liderliğini de gözler önüne serdi. Hem yaptığımız bu titiz çalışmaların teyit edildiğini hissettik, hem de Ticaret ve Sanayi Odası Meclisi'nin kültürel ve tarihi miras konusundaki hassasiyetini gördük" dedi.

 

Dünyaca ünlü hattat Semih İrteş yönetiminde Ulucami'de çalışan ekipler, üzerinde Güneş Sistemi'nin tasviri bulunan minberin hem 36 metre boyunda tezyin rölevesini çizdiler, böylece tarihi minber kayıt altına alındı. Hem de tek tek elle minber üzerindeki lüzumsuz sentetik boyalar temizlenerek, orijinal ahşap zemin ve eksiklikler ortaya çıkarıldı. Bu eksiklikler giderilerek minber özel bir aydınlatma ve korunma ile ziyaretçilere sergilenecek. Hat yazıları ve levhalarda ikinci ödenek ile temizlenerek ilkgünkü orijinalliğine kavuşturulacak. Ulucami içerisindeki plastik boyalar ortadan kaldırılarak binanın nefes alması sağlanırken, sıva altından çıkan orijinal desenler de ustalar tarafından elden geçirilecek.

Bursa Hakimiyet, 30.08.2007

BADEMAĞACI HÖYÜĞÜ KAZILARI

 

Antalya´daki Bademağacı Höyüğü´nde 15 yıldır sürdürülen kazı çalışmalarında, Neolitik döneme ait yerleşim alanları ile MÖ 7 binli yıllara ait labirenti andıran taş yapısı saray kalıntısı ortaya çıkarıldı.





İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü öğretim üyelerinden emekli Prof.Dr. Refik Duru ve Prof.Dr. Gülsüm Umurtak yönetiminde 15 yıldır sürdürülen kazı çalışmalarında, Neolotik döneme ait yerleşim alanları ile MÖ 7 binli yıllara ait saray kalıntısı bulundu.


Prof.Dr. Umurtak, yaptığı açıklamada, Bademağacı Höyüğü´ndeki kazılarda, Neolotik dönemin çok güzel mimari özelliğini taşıyan, bir beye ait olduğu düşünülen yaşam alanının ortaya çıkarıldığını söyledi. Üstü dallarla kaplı, kerpiç ve 18 silolu evin önünde fırın ve yaşam alanları olan ev kalıntısı bulunduğunu belirten Prof.Dr. Umurtak, ´´Neolitik dönemde 12 yapı katı bulunabiliyor. Yani 12 kez yıkılıp 12 kez kurulmuş. En alt tabakada, ana toprak üzerinde bulunan evler ve insan yaşamına ilişkin bulgular var´´ dedi.






Bademağacı Höyüğü´nde ortaya çıkarılan mimari açıdan çok güzel olan hububat saklanmasını sağlayan 18 gözlü silo ile fırını bulunan evin her zaman görülmediğini bildiren Prof.Dr. Umurtak, şöyle devam etti:


"İnsanoğlunun dal ve çamurdan yapılmış basit kulübelerde yaşandığı veya ilk yerleşildiğinde çok basit bir yaşam tarzının egemen olduğu bu dönemlerde, ilk tabakalardan itibaren çanak çömlek üretmeyi bildikleri, hayvan evcilleştirdikleri ve basit ölçüde tarım uygulayabildikleri anlaşılıyor. MÖ 6400 dolaylarında bu binalar kurulmaya başlanılıyor. Bu, çok önemli yaşam kalitesini getirmiş. Burada ortaya çıkarılan yapıdaki mimari deneyim nerede olgunlaşmış bilemiyoruz. Daha sonraki tabakalarda insanlar, dörtgen planda, hafif yamuk kapının karşısında fırını olan tek odalı konutlarda yaşıyor."


Bölgede 500-600 yıl süren mimarlık geleneğinin var olduğunu, bunların içinde basit çanak çömlekler, mutfak gereksinimlerine hitap edecek eşyaların bulunduğunu söyleyen Prof.Dr. Umurtak, kazılarda bir beye ait olduğu sanılan yerleşim yerinde kemik kaşıklar, iğneler, deliciler, tarımı kanıtlayan yontma taştan bıçaklar, ezgi taşları, havanlar, havan erleri gibi bulguların ortaya çıkarıldığını kaydetti.


Kalıntıların ortaya çıkarıldığı neolotik yerleşim alanında ana tanrıça dininin egemen, ana tanrıçanın bütün vücut organlarının abartılı olduğunu, buna ait küçük heykelcikler, küçük sunak masalarının da ortaya çıkarıldığını ifade eden Prof.Dr. Umurtak, ´´Bu bölgede egemen olan ayak kültüründen söz edilinebilir. Pabuç ve ayak şeklinde çeşitli heykelcikler, küçük eserler de ortaya çıktı´´ diye konuştu.


Bademağacı Höyüğü´nde ortaya çıkarılan yapının çok büyük olduğunu, 18 gözlü ambar bulunduğunu belirten Prof.Dr. Umurtak, şöyle devam etti:
"Neolitik Çağ'a ait büyük bir evde 18 gözlü ambar bulundu. Sandık şeklinde kilden yapılmış, hemen önünde bir işlik var. Burada sürtme taşları, havanlar, onlarca sapan tanesi bulundu. Burası çok özel bir kompleks. Belki bir beyin evi ya da kamusal bir bina. Köyün ortak önemli iş alanı. Evlerin en güzeli, fırını çok güzel. Önemli kişilerin konutu gibi. Tencere yemeği yemedikleri kesin. Çok fazla çanak çömlek var, ama bunların arasında hiçbiri pişirme kabı değil. Herhalde av etlerini yiyorlar. Un ya da unumsu, bulgurumsu şeyler. Lavaş, ya da tandır ekmeği yedikleri düşünülebilir. Mercimek, buğday, arpa, baklagiller var. Onları kırarak tüketiyor olabilirler. Meyve de tüketiyorlar.


Karain ya da Karaöz´deki paleolitik çağda gelişimini tamamlamış insan toplulukları, tarımı deneyecek geniş topraklar aradılar ve doğal geçitlerden geçerek ilk ovaya ilk yaylaya ulaşarak ilk yerleşik düzene geçme süresini burada tamamlamış olabilirler. Burası en eski yerleşim bölgesi."


Prof.Dr. Umurtak, 18 gözlü silonun her birinin 350-600 kilogram depolamaya sahip olduğunu, bu kültürün de yangın felaketi sonucunda kaybolduğunu kaydetti. Üç yıl önce kazı sırasında ikisi yetişkin, 7 çocuğun yanmış iskeletlerinin bulunduğunu da belirten Prof.Dr. Umurtak, bu alanda 200 kişinin yaşamış olabileceğini kaydetti.


Prof.Dr. Umurtak, sözlerini şöyle tamamladı: "Siloların içinde çok fazla tahıl bulunmadı. İki odalı çok güzel bir evmiş. Yangın, siloların boşaldığı bir mevsime rastlanmış olmalı ki siloların içinde kilolarca tahıl bulunmadı. Boş küçük çömlekler bulundu. Çatı ahşap, günümüzdeki düz damlı kerpiç köy evleri gibi. Düz damlı kerpiç evler de bu mimari kültürden kaynaklanıyor. Mimarlıkta çağlar boyunca çok büyük atılım olmamış. Aynı ham madde ile aynı tarz evler ve aynı çatı uygulanmış. Bütün Anadolu´da gördüğümüz tabanı bastırılmış toprak. Kerpiç ev tarzı. Hiçbir değişiklik yok."

 
Prof.Dr. Refik Duru da Neolotik döneme ait yerleşim alanının hemen yanı başında, MÖ 7 binli yıllara ait saray kalıntısını ortaya çıkardıklarını söyledi. Taş sarayın Neolotik dönemden çok farklı bir kültürü yansıttığını, ilk Tunç Çağı´na ait olduğunu bildiren Prof.Dr. Duru, şunları kaydetti:


"Bu dönemde konutların temelleri tamamen taştan, kutu kutu, birbirine bitişik, adeta kooperatif evleri gibi, ama çok kurallara uygun şekilde yapmış. Belediye İmar Yasası´na uymuşlar. Birbirine bitişik 60-70 ev var. 30 kadarını kazdık. Dolayısıyla bu ilk Tunç Çağı´nda insanlar kibrit kutusu gibi planda olan evleri yapıyorlar. Bu konutların hepsinin kapısı höyüğün ortasına bakıyor. Arkaları ise kapalı. Arka duvar dışarıya bakıyor. Kapalı olması nedeniyle dışardan şehre giriş konusunda bir engel oluşturuyor. Ayrı bir sur, ayrı bir duvar yapmamışlar. Evlerin arkası kör duvar, sur gibi. Eteklere ise taş döşemişler. 20-30 santimetre kalınlığında yamaç döşemesi var. Bu insanların evleri kurallara uygun şekilde hazırlanmış."


İlk Tunç Çağı döneminde çok düzenli iskan planlaması olduğunu ifade eden Prof.Dr. Duru, şöyle konuştu: "Bu iskan planlaması öyle kendiliğinden olmaz. Burada kural koyucu var. Bu ne demek? Bu ilk Tunç Çağı topluluğun bir organizasyonu var. Bir bey, bir prens, bir kral. Ancak böyle bir güç, böyle bir irade halkı böyle ´sen şunu şöyle yapacaksın´ diye zorlayabilir, uygulatabilir. Çok karmaşık bir plan. Bu çok odalı bir yapı. Saray dediğimiz beyin, ailesinin oturduğu, kralın etrafında oturduğu bir bina. 18 odalı bir bina. Kraliyet ailesinin meskeni, aynı zamanda resmi bina. Yöneticiler oturmuş. Burasını bir saray diye nitelendirmek hiç de abartılı sayılmaz. Anlaşılıyor ki bu bina görüldüğünden daha büyük. Odalar birbirine iç içe bağlı, labirent yapılar."

 
Anadolu´da İlk Tunç Çağı´nda böyle bir yapı grubuna rastlanmadığına işaret eden Prof.Dr. Duru, ´´Anlaşılıyor ki Anadolu çok şeyin merkezi, kentleşmenin, devletleşmenin merkezi. Yani pek çok yeni öge Anadolu´da görülüyor. Bu da Anadolu´da ilklerden biri´´ dedi.


Prof.Dr. Duru şöyle devam etti: "Çok iddialı demiyorum, ama bu durum şimdilik gösteriyor ki İlk Tunç Çağı yerleşmesi. Şimdiye kadar yapılan çalışmalar için Troya´ya başvurulurdu. Troya´daki binalar, tek bir defada yapılmış, sonra yıkılmış değil. Burada her temelin altında daha erken bir evreye ait bina temeli var. Yıkılıyor, yerine başka yapılıyor. Burada görülen binaların hepsinde onarım yapılmış. Yıkılmış, yeniden yapılmış. Bu taştan bir saray. Troya ise bir kraliyet. Troya güçlü. Oradaki binalar biraz daha anıtsal. Burası da bir krallık."


Anadolu´da bu dönemde küçük küçük krallıklar olduğunu ifade eden Prof.Dr. Duru, şunları söyledi: ´´Bulunan saray, labirent gibi, çok karmaşık. Burada hiç umulmayacak kadar gelişkin bir yerleşim planlaması var. Bu insana hayret veriyor. Anadolu´nun kıyısında kalan bir yer, kıyıda köşede kalmış bir eyalet, nasıl oluyor da bu kadar zenginlik burada birikiyor. Bunu cevaplamak şimdilik bizim açımızdan da kolay değil, ama görülüyor ki burada bu yaşanmış. İlk Tunç Çağı, ana tanrıçanın tasvir şekli değişiyor, ama ana tanrıça kültürü devam ediyor.´´

Gazete Bir Antalya, Fotoğraflar: Türk Eskiçağ Bilimleri Enstitüsü, 30.08.2007

ÇİN SEDDİ ERİDİ, 40 KM KISALDI

 

Şinhua haber ajansının bildirdiğine göre, MÖ 206 - MS 220 yıllarında hüküm süren Han hanedanlığı döneminde yapılan seddin Gansu eyaletine bağlı Minqin'deki 60 kilometrelik bölümü, "hızla yok oluyor".

 


Yetkililer, Çin Seddi'nin bu bölümü taş ve tuğla yerine topraktan inşa edilmiş olduğu için erozyona karşı daha zayıf olduğunu söylediler. Yetkililer, hava koşulları yüzünden toprak duvarın zaman içinde akarak ortadan kalktığını belirttiler.

Yetkililer, son 20 yılda duvarın 40 kilometrelik kısmının yok olduğunu, duvar yüksekliğinin de yer yer 5 metreden 2 metreye kadar düştüğünü, gözcü kulelerininse tamamen yok olduğunu söylediler.

Benzer erozyonun duvarın başka yerlerinde de söz konusu olduğunu belirten yetkililer, ancak oralardaki durumun Minqin'deki kadar kötü olmadığını ifade ettiler.

Bir yılan gibi kıvrılarak uzanan Çin Seddi'nin uzunluğu 6 bin 400 kilometre.

Hürriyet, 30.08.2007

BOZCAADA'DA ÇANLAR ERDOĞAN SAYESİNDE ÇALIYOR

 

 

Bozcaada'da ibadete açık Rum Ortodoks cemaatine ait tarihi Kimisis Teodoku Kilisesi'nin yıkılan dört katlı çan kulesi, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın talimatıyla yeniden yapıldı.


Bozcaada'da Rum mahallesinin ortasında 1869 yılında yaptırılan Kimisis Teodoku Rum Ortodoks Kilisesi, ibadete açık tek kilise olarak günümüze kadar ayakta kalmayı başardı. Kilisenin avlusuna 1895 yılında inşa edilen dört katlı çan kulesi, zaman ve hava koşullarına direnemedi. Kulenin iki katı yıkıldı. Kalan iki kat 1980'den sonra tehlike yaratmaması için metal kafes içine alındı.
 

Çan kulesinin kaderi Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın 25 Nisan 2005 tarihinde Bozcaada'ya yaptığı ziyaretle değişti. Erdoğan, Rum vatandaşların isteği üzerine kilisenin çan kulesinin restore edilmesi için yetkililere talimat verdi. Başbakanlık Tanıtma Fonu'ndan ayrılan 280 bin YTL ödenekle orijinal yüksekliği 23.8 metre olan çan kulesi tamamen yıkıldı. 2006 Eylülünde başlatılan restorasyon çalışmalarında ilk olarak zemin güçlendirildi. Kayseri'den gelen taş ustaları el işçiliğiyle dört katlı çan kulesini orijinaline uygun olarak yeniden inşa etti. Kulenin en üst katına, dört cephesine de saat takıldı. Ayrıca kule aydınlatıldı.


Geçen temmuz ayında tamamlanan çalışmaların ardından kilise yeniden çan kulesine kavuştu. Bozcaada'da üç dönemdir görev yapan Anavatanlı belediye başkanı Mustafa Mutay, Erdoğan'ın büyük bir duyarlılık gösterdiğini söyledi. Bağcılıkla uğraşan Rum Ortodoks cemaatinin başkanı Simyon Salto da "Başbakan Erdoğan çok büyük bir insanlık sergiledi" diye konuştu.

Radikal, Fotoğraf: Burak Gezen/DHA, 30.08.2007



Kimisis Teodoku Kilisesi'nin çan kuleleri
eski haline uygun olarak inşa edildi.

ALTINBEŞİK MAĞARASI İLGİ BEKLİYOR





Antalya´nın İbradı İlçesi'ne bağlı Ürünlü Köyü sınırları içinde bulunan, dünyanın üçüncü, Türkiye´nin ise en büyük yeraltı gölüne sahip mağarası olan Altınbeşik, ilgi bekliyor.
Toplam uzunluğu 2 bin 500 metre olan Altınbeşik Mağarası, milyonlarca yıllık bir sürecin izlerini taşıyor.


İbradı İlçesi'ne 7 kilometre uzaklıktaki Ürünlü Köyü sınırları içinde bulunan Altınbeşik, dünyanın üçüncü, Türkiye´nin ise en büyük yeraltı gölüne sahip mağarası durumunda.
Mağara içindeki sarkıt ve dikitler görülmeye değer manzaralar sunarken, beyaz renkli kalın traverten oluşumlar, mağaranın görsel açıdan en güzel bölümünü oluşturuyor.


2.5 kilometre uzunluğundaki mağara, içindeki gölet oluşumlarıyla da dikkati çekiyor. Mağara içinden çıkan suyun yeraltından Beyşehir Gölü´yle bağlantılı olduğu belirtiliyor. Bölgeyi ziyarete gelen yerli ve yabancı turistler, mağara girişindeki deniz bisikletleriyle de bu muhteşem doğa oluşumunu görme imkanı buluyorlar.

Adını üst kısımda yer alan Altınbeşik Tepesi´nden alan Altınbeşik Mağarası, bölge için de önemli bir ekonomik kaynak. Mağaranın bulunduğu Ürünlü Köyü Muhtarı Sacit Yılmazsoy, yaptığı açıklamada, hedeflerinin mağarayı turizme açarak, yörenin ekonomik olarak gelişmesini sağlamak olduğunu belirtti.


Altınbeşik´in turizme açılması yönündeki çalışmaların çok yavaş ilerlemesinden yakınan Yılmazsoy, mağaranın içinde bulunduğu alanın Milli Parklar´a ait olması nedeniyle uzun devreli gelişim planının hazırlanmasının zaman aldığını ifade etti. Yılmazsoy, şöyle konuştu:
"Son 2-3 yıldır genel müdürlük ve bakanlık tarafından bu planın yapılacağı söyleniyor. Bunun için de turizmin buraya girmesi gecikmektedir. Böyle bir değerin hem köyümüze hem de ülkemize katkılarının neler olabileceğinin hepimiz tarafından bilinmesi gerekiyor. Bunun için yetkililerin bir an önce bu planı yaparak ve mağaraya gereken ilgiyi göstererek bu doğa harikasını hem ülke turizmine hem de dünya turizmine açması gerekiyor. Bu yörenin ekonomik kurtuluşu da bu mağaranın turizme açılması ve turizm yönünden belli bir girdinin sağlanmasına bağlı."

Gazete Bir Antalya, Fotoğraf: MTA Genel Müdürlüğü, 30.08.2007

TAM DA ESERLERİ MÜZEYE GÖTÜRÜRKEN YAKALANMIŞ

 

Tarihi eser kaçakçılığı yapmak suçundan 23 kere gözaltına alınan ve her defasında serbest bırakılan Mustafa İ., üzerinde 77 parça kaçak tarihi eserle yakalandı. Zanlı kendisini, "Eserleri tam da müzeye götrüyordum" diyerek savundu. İstanbul polisince önceki gün Eminönü Harem iskelesinde göz altına alınan Mustafa İ.'nin çantasında yapılan aramada 77 parça tarihi eser çıktı. Zanlının ifadesinde, "Eserleri bana Ahmet diye biri verdi, ben de tam müzeye götürüyordum" dediği kaydedildi. Zanlının daha önce aynı suçtan 23 kere savcı karşısına çıktığı ve her defasında da serbest bırakıldığı öğrenildi.

Yeni Şafak, 30.08.2007

12. YÜZYILDAN BUDİST HEYKEL

 

Endonezya'da 12. yüzyılda Budist rahipler tarafından meditasyon için kullanılan bir mağarada, Buda'nın ruhsal yolculuğunu gösteren, daha önce keşfedilmemiş heykeller bulundu. Mağara 20 yıl önce Doğu Cava'da bulunmuştu. Fakat ulaşılması zor bir yerde olduğu için, içi tam olarak araştırılamamıştı. Mağarayı 12 Ağustos'ta ziyaret eden ülkenin en büyük Budist organizasyonundan bir yetkili, "Bildiğim kadarıyla bu mağara, Budist rahiplerin meditasyon için kullandığı dünyadaki tek Budist mağara" diye konuştu. Bulunan heykeller arasında fil, inek, maymun ve lotus (Budizm'in barış sembolü) heykelleri var.

Radikal, 30.08.2007

ÇANKAYA BELEDİYESİ, TARİHİ KENTLER BİRLİĞİ'NE ÜYE OLDU

 

Çankaya Belediyesi İç Anadolu Belediyeleri Birliği ve Sağlıklı Kentler Birliği’nden sonra Tarihi Kentler Birliği’ne de üye oldu. Belediye Başkanı Muzaffer Eryılmaz, "Kentlerin tarihi insanlık için vazgeçilmez bir mirastır. Yapacağımız çalışmalarla Çankaya’nın çehresi değişecek" dedi.

ÜYE sayısı 179’u bulan Tarihi Kentler Birliği son yıllarda Türkiye’deki umut verici gelişmelerden biri. Çankaya Belediyesi İç Anadolu Belediyeleri Birliği ve Sağlıklı Kentler Birliği’nden sonra Tarihi Kentler Birliği’ne de üye oldu. Büyükşehir, Altındağ, Polatlı ve Beypazarı Belediyesi’nin de üyesi olduğu birlik her yıl bir kere toplanıyor.

Kentlerin tarihi dokusunun korunmasını esas alan birliğe katılan Çankaya Belediyesi’nin projeleri arasında, Anıtkabir, Çankaya yerleşkesi, TBMM, Papazın Bağı, Saraçoğlu mahallesi, Abidin Paşa Konağı ve Anıt ağaçlar yer alıyor.

Çankaya Belediye Başkanı Muzaffer Eryılmaz, "Kentlerin tarihi insanlık için vazgeçilmez bir mirastır. Yapacağımız çalışmalarla Çankaya’nın çehresi değişecek" dedi. Ankara’nın farklı medeniyetlerin yerleşkesi olarak önemli eserleri bünyesinde taşıdığını belirten Eryılmaz şöyle konuştu:

"Ankara, ulusumuzun, Cumhuriyetimizin mirasını taşıması açısından vazgeçilmezdir. Bizim için miras niteliğinde. Bize emanet edilen bütün eserleri gelecek kuşaklara aktarmak yurttaşlık görevimiz."
Hürriyet Ankara, Haber: Deniz Bilir, 30.08.2007

YALNIZ MİNARELER

 

Malatya'nın Darende İlçesi'nde Selçuklu ve Dulkadiroğlu beylikleri dönemlerinde inşa edilen ancak daha sonra camileri yıkılan ''Yalnız Minareler''in restorasyonu tamamlandı.


Edinilen bilgiye göre, Vakıflar Genel Müdürlüğü'nce onaylanan restorasyon çalışmaları çerçevesinde eserlerin eskiyen taşları yenilendi, kubbeleri kurşunla kaplandı. Çevre düzenlemeleri yapılacak eserlerin sosyal amaçlı kullanılacağı öğrenildi.
 

Selçuklu ve Dulkadiroğlu beylikleri dönemlerinde inşa edilen ancak daha sonra camileri yıkılan ve ''Yalnız Minareler'' olarak adlandırılan eserle Sadrazam Mehmet Paşa Kütüphanesi ve Sadrazam Mehmet Paşa Minaresi'nin 262 bin YTL'ye onarıldığı belirtildi.

Malatya Aktüel, 30.08.2007

KABAKTEPE ŞEHİTLİĞİ RESTORASYONU TAMAMLANDI





Gümüşhane'nin Kürtün İlçesi sınırları içerisinde bulunan Kabaktepe Şehitliği'nin restorasyonu tamamlandı.

2 bin 500 rakımlı Kabaktepe'de 1. Dünya Savaşı sırasında şehit düşen 7 askerin bulunduğu şehitliğin restorasyonunun tamamlanması üzerine bir tören düzenlendi. Törene Vali Enver Salihoğlu, eşi Sabiha Salihoğlu, İl Jandarma Komutan Vekili Binbaşı Muharrem Güney, Kürtün Kaymakamı Osman Bilgin, şehit yakınlarından eski Emniyet Genel Müdürlüğü Özel Hareket Dairesi Başkan Vekili İbrahim Şahin, akrabaları ve vatandaşlar katıldı. Sisli ve soğuk havada yapılan törende saygı duruşunda bulunuldu, İstiklal Marşı'nın ardından şehitler için Kuran-ı Kerim okundu. "Ülkeyi düşman işgalinden kurtarmak için nasıl zorlu mücadelenin verildiğinin en canlı örneğinin bir tanesi de Kabaktepe'dir" diyerek konuşmasına başlayan Vali Enver Salihoğlu, "Memleketimizin savunmasında tarihin en eski çağlarından beri şahadet mertebesine ulaşmak bizim toplumumuz için bizim askerimiz için bir şeref kabul edilmiş ve ülke savunması için binlerce, yüz binlerce şehit verdik. Sadece Çanakkale'de, Dumlupınar'da, Sarıkamış'ta verdiğimiz şehitleri sayarsak milyonların üzerinde olduğunu görüyoruz. Bu yüksek rakımlı tepede, güzel bölgemizi düşman işgalinden kurtarmak için çok zorlu bir mücadele yapıldığı bellidir. 90 yıl kadar önce, bu zor doğa koşullarında, bu değerli kahramanlar hangi zor koşullarda savaştıklarını elbette hepimiz tahmin edebiliyoruz. Bu ülkeyi bize emanet edenler böyle mücadele ettiler. 'Topu namlusundan gören' kahramanların sadece 7 tanesi burada yatıyor. Ülkemizin dört bir yanından milyonlarca şahadet mertebesine ulaşmış insanımız yatıyor. Hepsini buradan rahmetle, şükranla bir kez daha anıyoruz, Onların torunları olarak bizler de dersler almalıyız. Güç almalıyız. Tokat'tan buraya kadar gelen, yanında bir çok arkadaşını şehit vermiş değerli emniyet mensubumuz ve yakınlarına da hoş geldiniz diyorum, böyle bir kahramanların torunları oldukları için de onları kutluyorum. Büyük devlet uğruna insanlarını veren bu kahramanların çocukları daha da yükselir daha da yüce makamlara çıkarılır" dedi.

Kürtün Kaymakamı Osman Bilgin ise, ilçeye 28 kilometre uzaklıkta ve 2 bin 500 rakımda bulunan Kabaktepe Şehitliği'nin 20 gün içerisinde restorasyonunun tamamlandığını, kabristan için Bayburt taşının kullandığını, şehitliğin bitişiğinde bulunan mescidin de şehitlikle birlikte restore edildiğini söyledi. Yapılan konuşmalardan sonra Tokat doğumlu şehit Esat Uzunömeroğulları torunlarından olan eski Özel Hareket Dairesi Başkan Vekili İbrahim Şahin'e törene katılan yakınları adına plaket verildi. Plaketi alan İbrahim Şahin ise yaptığı kısa konuşmada "Ben burada dedelerimizin şehit olarak yattığını bilmiyordum. Davet edildiğimizde çok şaşırdım ve çok mutlu oldum. Vatan savunmasında üç kez yaralanarak gazi olmuş bir Türk vatandaşı olarak burada bulunmak bizleri çok memnun etti" diye konuştu.

Çevresi dikenli telle çevrilen, içerisinde 7 şehidin bulunduğu kabristan ve mescidin açılışı Vali Salihoğlu ve İbrahim Şahin ve törene katılanlar tarafından yapıldı. Şehitler için dua edildi. İbrahim Şahin'in ise şehitlerin mezarı başında duası ise oldukça uzun sürdüğü görüldü. Kürtün ilçesinde bulunan Kabaktepe Şehitliği'nde, Milli Savunma Bakanlığı Arşivler Müdürlüğü'nün 1. Dünya Savaşı Zaiyat Defteri'nde yer alan şehitlerin kimlikleri ise şöyle:

"11. Kolordu 102. Alay 2. Bölük Komutan Vekili Kastamonu Tosya 1297 doğumlu Mehmet Efendi, 88. Tabur 2. Bölük Piyade Er 1309 İznik Doğumlu Hüseyin Muhacirkorucuoğulları, Piyade Er Tokat Reşadiye İlçesi Çakırlı Köyü 1308 doğumlu Esat Uzunömeroğulları, 102. Kafkas Taburu 2. Bölük Takım Zabiti İçel Silifke 1304 doğumlu Osman Nuri Efendi ve 11. Kafkas Hücum Bölüğü Takım Zabiti Piyade Teğmen Artvin Yusufeli 1304 doğumlu Ziya Efendi." Diğer iki şehidin ise kimlikleri tespit edilemedi.

haberler.com, Fotoğraf: catak.org.tr, 30.08.2007

TARİHİ MANASTIR KÖPRÜSÜ ÇÜRÜYOR

 

Balıkesir'de, Altınoluk-Güre beldeleri arasında bulunan tarihi Manastır Köprüsü bakımsızlıktan çökmeye yüz tuttu.

1934 yılında Manastır Mola Otel'de Atatürk'ün mola vererek Çanakkale'ye bu köprüden geçerek gittiğini belirten Atalay Demircioğlu, kemeri kesme taştan yapılan köprünün bakımının yapılmadığından alt direklerinin çöktüğünü söyledi.

Demircioğlu, "Bu köprü geçmişi günümüze bağlayan yapıların başında gelmektedir. Yüzyıllardır insanları birbirlerine kavuşturuyor. Yıllara meydan okuyan bu tarihi köprünün bir an önce bakımının yapılmasını bekliyoruz. Tarihi İpek ve Baharat Yolu güzergahında bulunan stratejik önem taşıyan bu köprü kurtarılsın" şeklinde konuştu.

Haber Ekspres, Fotoğraflar: haberler.com, 30.08.2007

HOŞAP KALESİ'NDE İLK KAZI ÇALIŞMALARI





Yüzüncü Yıl Üniversitesi (YYÜ) Sanat Tarihi Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç.Dr. Mehmet Top, tarihi Hoşap Kalesi'nde 10 yıl boyunca kazı çalışması yapılacağını söyledi.


Gürpınar İlçesi Güzelsu Köyü'nde bulunan ve 1643 yılında Mahmudi aşiretinden Sarı Süleyman Bey tarafından yaptırılan Hoşap Kalesi'ndeki kazı çalışmalarına, YYÜ Sanat Tarihi Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç.Dr. Mehmet Top başkanlığında start verildi. Dün başlanan ve 10 yıl sürecek olan kazı çalışmalarına 15 kişilik bir ekiple devam ediliyor. Kazı çalışmalarının ilki kale girişinde bulanan ve taşları dökülen duvarın tamiratıyla başladı.


Yapılan kazı çalışmaları hakkında basın mensuplarına bilgi veren Yrd. Doç.Dr. Top, tarihi Hoşap Kalesi'nin eski bir yerleşim yeri olduğunu ve Osmanlı döneminde yaşayan Mahmudi beyleri tarafından yaptırıldığını söyledi. Kalenin tarihine ilişkin ellerindeki tek kanıtın giriş kapısının üzerinde bulunan kitabe olduğunu kaydeden Yrd. Doç.Dr. Top, "Kalenin bu duruma göre 1643 yıllarında Mahmudiye aşiretinden Süleyman Bey tarafından yaptırıldığı anlaşılıyor. Kalenin 16. yüzyıla hatta Urartu dönemine kadar inen bir tarihi var. Burası bugün olduğu gibi geçmişte de Van-İran güzergahında önemli bir nokta teşkil ediyordu. Hem askeri amaçlı hem de ticari amaçlı bir geçiş güzergahı oluşturduğundan kalenin önemi büyüktür. Hoşap Kalesi, Van bölgesinde surları ile içerisindeki yapılarıyla ayakta kalabilen en önemli yapılardan bir tanesidir. Dış ve iç kaleden oluşan yapıda en üst kesime çıkış sağlayan zindan diye tabir ettiğimiz bölümün yanındaki dolgu toprağını kaldırmak suretiyle burada bir açma gerçekleştirdik. 10 yıl boyunca Hoşap Kalesi'nde kazı çalışmalarımızı sürdüreceğiz" dedi.


80 yıllık Cumhuriyet tarihinde bugüne kadar kalede hiçbir kazı çalışması yapılmadığını, kalenin kapalı olması dolayısıyla gelen turistlerin kapıdan döndüğünü vurgulayan Yrd. Doç.Dr. Top, bugüne kadar özellikle Urartu dönemine ilişkin kazıların yapıldığını kaydetti. Kültür ve Turizm Bakanlığı, Van İl Özel İdaresi ve YYÜ desteklediği kazı çalışmalarının yanı sıra kalenin onarımının yapılarak bir an önce ziyarete açılması gerektiğini belirten Yrd. Doç.Dr. Top, "Bu, Hoşap Kalesi'nde yapılan ilk kazı çalışmasıdır. Bu nedenle ilgililerin ve yetkililerin bu noktada bize daha fazla destek vermesini istiyoruz. Hoşap Kalesi, Van Gölü çevresinde önemli bir tarihsel mekandır. Bizim ileriki önemlerdeki projelerimiz sadece kazı ile sınırlı kalmayacak. Buranın kültür turizmine kazandırılması için çalışacağız. Dış kalede görmüş olduğunuz köy evleri var. Şu anda arkeolojik SİT alanı. Burada da yapılaşma dondurulmuş durumda. İleriki dönemlerde bunların taşınması gündemde. Eğer buradaki insanlar başka bir yere taşınırsa burayı pansiyon gibi konaklama imkanlarının da olabileceği biraz da turizme katkı sağlayacak bir mekan haline getirmeyi tasarlıyoruz" şeklinde konuştu.


Mahmudi aşireti beylerinden Sarı Süleyman tarafından 1643 yılında eski bir Urartu kalesinin temelleri üzerinde kurulmuş olan Hoşap Kalesi'nde çok sayıda eski hamam, medrese, çeşme, su sarnıcı, zindan ve oda bulunuyor.

Van Kent Haber, 30.08.2007

KALE PROJESİ ADIM ADIM İLERLİYOR

 

Adıyaman'ın tarihi kalesi Hısn-ı Mansur Kalesi'ni kurtarmak için başlatılan proje kapsamında kale eteklerinde bulunan evlerin yıkım işleri devam ediyor.

Adıyaman Belediyesi tarafından yürütülen kale projesi kapsamında bir evin daha istimlaki yapılarak yıkımı gerçekleştirildi. Fen İşleri Müdürlüğü'ne bağlı ekipler proje kapsamında bugüne kadar 50 evin yıkımını yaptı. Yapılan çalışmalar neticesinde 2 katlı bir evin daha yıkımı yapılarak, projenin gerçekleşmesi için çalışmaların devam ettiği bildirildi.

Belediye Başkanı Necip Büyükaslan, kale çalışmalarının hızlı bir şekilde yürütüldüğünü dile getirerek, kısa sürede projeyi bitireceklerini kaydetti.

haberler.com, 29.08.2007

ŞANLIURFA'DA 103 ARKEOLOJİK ZENGİNLİK KORUMA ALTINA ALINDI

 

Şanlıurfa'da 103 arkeolojik, kentsel, doğal ve tarihi SİT alanının Kültür ve Turizm Bakanlığı'nca tescil edilerek koruma altına alındığı bildirildi.

 

Şanlıurfa Valiliği'nin internet sitesinde yer alan açıklamada; 97 adet arkeolojik SİT alanı, 3 adet kentsel SİT alanı, 2 adet doğal SİT alanı olmak üzere toplam 103 SİT alanının Kültür ve Turizm Bakanlığı'nca tescil edilerek koruma altına alındığı belirtildi. Kentin 11 bin yıllık tarihi geçmişe sahip olduğuna ve bu özeliğiyle birçok medeniyete ev sahipliği yaptığına işaret edilen açıklamada, arkeolojik SİT alanları dışında Şanlıurfa, Harran ve Birecik ilçe merkezlerinde bazı yerleşim alanlarının kentsel SİT alanı olarak tescil edildiği kaydedildi.

 

Şanlıurfa kent merkezi ve Birecik ilçe merkezinin bir kısmının doğal SİT alanı olarak koruma altına alındığına dikkat çekilen açıklamaya göre, Kurtuluş Savaşı'nda şiddetli çatışmaların yaşandığı Şanlıurfa-Gaziantep karayolu üzerindeki Şebeke mevkii de tarihi SİT alanı olarak tescil edildi.

Açıklamada, ayrıca Şanlıurfa'da ve Birecik ilçesinde 1 askeri yapı, 27 dinsel ve kültürel yapı, 278 sivil mimarlık örneği ev olmak üzere toplam 306 taşınmaz kültür varlığının tescil edildiği ifade edildi.

TürkiyeTurizm.com, 29.08.2007

HAKKARİ'DE TARİHİ ESER KAÇAKÇILIĞI

 

Hakkari'de üzerinde dini içerikli altın sarısı yazılar bulunan 22 sayfalık deri bir tabaka ele geçirildi.

Hakkari Valiliği'nden yapılan açıklamada, İl Emniyet Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü tarafından yapılan istihbarat çalışmaları neticesinde, il merkezine bağlı Gazi Mahallesi'nde bulunan Y.D. isimli şahsın ikametinde arama yapıldığı belirtildi. Evde yapılan aramada 15 santimetre çapında, üzerinde dini içerikli altın sarısı yazılar ve şekiller bulunan 22 sayfalık ceylan derisi bir tabaka ele geçirildiği bildirildi. Olayla ilgili olarak Y.D. isimli şahsın gözaltına alındığı ve hakkında "tarihi eser kaçakçılığı yapmak" suçundan hazırlanan tahkikat evrakı ile birlikte Hakkari Cumhuriyet Başsavcılığı'na sevk edildiği kaydedildi.

Öte yandan Asuri yazılı ve en az bin 500 yıllık olduğu değerlendirilen tarihi eserin paha biçilmez olduğu belirtildi.

haberler.com, 29.08.2007

BİTLİS ETNOGRAFYA MÜZESİ ZİYARETÇİ AKININA UĞRUYOR





Bitlis'in eski yaşayış tarzını anlatan ve 2 yıl önce açılan Etnografya Müzesi vatandaşların akınına uğruyor. Haftanın 6 günü açık olan ve giriş için 2 YTL ücret alınan müzeyi haftada yaklaşık 700 kişi ziyaret ediyor.

 

Bitlislilerin eski yaşam tarzlarıyla ilgili eşyaların bulunduğu müzeyi, okulları tarafından bilgi edinmek için gönderilen öğretmen ve öğrenciler ücretsiz gezebiliyor.





Yabancı turistlerin büyük ilgi gösterdiği müzeye, ilk girdiğinizde karşınıza çıkan ilk şey kor ateş içerisinde demir döven bir demir ustası oluyor. Hemen yanındaki taş ustası, hamur yoğuran bayan, ayran çalkalayan ve topraktan çömlek yapan kadınlar, tamirci erkekler ve benzeri çalışmalarla Bitlislilerin yaşam tarzı anlatılıyor.

TürkiyeTurizm.com, 29.08.2007

ISPARTA'DAKİ PINARGÖZÜ MAĞARASI, TÜRKİYE'NİN EN BÜYÜK MAĞARASI

 

Isparta'da yer alan Türkiye'nin ölçülebilen en büyük mağarası olan Pınargözü Mağarası'nın, bugüne kadar 16 kilometrelik bölümüne ulaşılabildi.


Isparta Kültür ve Turizm İl Müdürü Abdullah Kılıç, yaptığı açıklamada, Pınargözü Mağarası'nın uzunluğu, girişe göre yüksekliği, su sıcaklığı ve rüzgar hızı bakımından Türkiye'nin en büyük mağarası olduğunu belirtti.

 

Uzun süreli araştırmalarla bugüne kadar mağaranın 16 kilometrelik  bölümünün ölçülebildiğini anlatan Kılıç, şu bilgileri verdi:
''Mağaranın sonuna kadar henüz ulaşılamamıştır. Burası, Yenişarbademli  İlçesi'ne 8 kilometre uzaklıkta, Çaydere ormanlarının içinde bulunan ve  yaşlı kireç taşlarından oluşan bir fay üzerinde gelişmiş aktif bir mağaradır. İçerisinden debisi 7 litre/saniye olan büyük bir kaynak  çıkmaktadır. Ayrıca mağaranın içerisinde birçok sifon ve büyük çağlayan vardır. Bu mağaranın 1995 yılına kadar yapılan uzun süreli araştırmalarla 16 kilometrelik bölümü ölçülebilmiştir, Belirlenen son nokta girişten  660 metre yukarıdadır. Bu yükseklik ülkemizde ölçülen en büyük yüksekliktir. Mağaranın içinde değişik büyüklükte gölcükler, şelaleler, damlataş havuzları ve her türden damlataş birikimleri geniş yer kaplamaktadırlar. Mağaranın girişinde ise saatte hızı 150-160 kilometre olan şiddetli bir rüzgar vardır Pınargözü Mağarası'nın uzunluğu, girişe göre yüksekliği, su sıcaklığı ve rüzgar hızı bakımından Türkiye'nin önemli ve en büyük mağarası olduğu bilinmektedir. Turizm açısından Avrupa'nın en uzun mağarası olarak da kabul edilmektedir. Bu mağaranın etüdü yapıldığı takdirde ülke turizmine katkısı büyük olacaktır.''

 

Pınargözü Mağarası'nın turizme açılması konusunda İl Genel Meclisi'nin bir çalışma başlattığını belirten Kılıç, bu yöndeki çalışmaların sürdürüldüğünü dile getirdi.

Turizm Gazetesi, 29.08.2007

3.400 YILLIK YOL YENİDEN AÇILIYOR

 

Çroum'un Boğazkale İlçesi'nde "Hattuşa" örenyerlerinin 2.5 kilometre kuzeybatısında yer alan Yazılıkaya Açık Hava Tapınağı'ndaki 3 bin 400 yıllık yolun, tekrar açılacağı bildirildi.

 

Boğazkale Kaymakamı Fırat Çelik, Kazı Başkanı Doç.Dr. Andreas Schacner'in hazırladığı proje kapsamında, Hitit döneminde kutsal alanlara ulaşmak için kullanan yolun orijinal haliyle ziyarete açılmasının amaçlandığını söyledi. Proje dahilindeki çalışmalarda doğal malzemelerin kullanılacağını belirten Çelik açık hava tapınağının tarihi, mimari ve doğal güzelliğinin korunacağını belirtti.

Çorum Haber, 29.08.2007

MİLAS'TA TARİHİ YERLEŞİM ALANI ORTAYA ÇIKARILDI

 

Milas'a bağlı Çakıralan Köyü ile Hüsamlar Köyü arasında tarihi yerleşim alanı ortaya çıkarıldı. Bölgede kazı çalışmalarını yürüten heyetin üyelerinden arkeolog Tuncay Özdemir, yaklaşık 8 ay önce başladıkları çalışmaların altı ayında, Çakıralan Belen Tepesi mevkiinde kazı yaptıklarını, ancak Hüsamlar Köyü sınırları içinde başka bir tarihi alanın ortaya çıkmasıyla bu bölgede de çalıştıklarını söyledi.

 

Çakıralan Köyü Belen Tepesi'ndeki kazı çalışmalarında 38 adet mezar ortaya çıkarıldığını ifade eden Özdemir, şöyle konuştu: "Bazı mezarlar, oda mezar şeklinde, iki odalı olarak düzenlenmiş. Tonoz çatılı oda mezarların bazılarında Anadolu'da ender görünen izler var. Mezarlar MÖ 700 ile MÖ 100 yılları arasına ait olabilir. Mezarların hemen yanında yerleşim alanlarını ve çalışma alanlarını görmek mümkün. Ayrıca zeytin ve tahıl işlikleri bulduk. Bu işliklerin neredeyse tamamında ibadet edilmek için ayrı bir oda yapılmış."

 

Hüsamlar Köyü yakınlarında yaptıkları kazılarda da 36 tarihi mezar bulduklarını belirten Özdemir, "Bugüne kadar bunlara benzer bir mezar bulunmadı. Mezarların giriş kısımları diğer tüm mezarlardan farklı. Kendine has bir özelliği var" dedi. Her iki kazı alanı arasında 6 kilometrelik bir mesafe olduğunu, bu nedenle çalışmaların uzun süre devam edeceğini belirten Özdemir, şunları kaydetti: "Tarihi yerleşim alanı, Çakıralan Köyü ile Hüsamlar Köyü arasına yayılmış. Burada bulduğumuz eserler arkeolojik açıdan çok önemli. Bulduğumuz geometrik mezarlarda ortaya çıkan kalıntılar, tartışmalara son verecek cinsten. Bu yüzden bu kazı çok önemli ve tarihe geçecek. Mezarlarda, çalışma alanlarında ve yerleşim alanlarında yüzlerce önemli kalıntı bulduk. Bu kalıntılar Milas Müzesi için çok büyük bir kazanç. Türkiye'deki en sistemli kazı çalışmalarından birisini yürütüyoruz."
 

Yerleşim alanında bulunan ve bilim adamlarının "Arkeolojik açıdan bir hazine" dediği yüzlerce kalıntı sergilenmek üzere Milas Müzesi'ne gönderilecek.
Haber Ekspres, 29.08.2007

AHLAT'TAKİ TARİHİ BUDİST TAPINAĞI'NDA TEMİZLİK ÇALIŞMALARI YAPILACAK

 

 

Bitlis'in Ahlat İlçesi'nde yapılan kazı çalışmalarının başkanlığını yapan Doç.Dr. Nakış Karamağaralı, Harabeşehir Mahallesi'nde ortaya çıkarılan Budist tapınağında ateş dumanından dolayı oluşan sis tabakasının temizlik çalışmalarına önümüzdeki haftalarda başlayacaklarını söyledi.

 

Karamağaralı, tapınakta bulunan sis tabakasının eski dönemlerde yakılan ateş dumanından kaynaklandığını kaydetti.

 

 

Tapınakta yer yer 3 santimetreye kadar ulaşan sis tabakasına rastladıklarını ifade eden Karamağaralı, tapınakta incelemelerde bulunduklarını ve sis tabakasıyla kaplı olan bölgede 2 tane tavus kuşu resmi olduğunu tespit ettiklerini, bunlara zarar vermemek içinde çok dikkatli çalışmaları gerektiğini belirtti.

 

Tarihi yerlerdeki temizlik çalışmalarının çok dikkat istediğini anlatan Karamağaralı, "Bu temizlik çok uzun zaman ve uğraş ister. Özel birtakım solüsyonlar hazırladık. Hassas bir temizlik çalışması olacak." dedi.

TürkiyeTurizm.com, 29.08.2007

TARİHİ EDİRNE ÇEŞMELERİ BAKIMSIZLIKTAN YOK OLUYOR

 

Edirne'de devlet kademesinin üst mevkiindeki isimler kadar, varlıklı kişilerin de "insanlığa hayırda bulunma" ve "ölümünden sonra ismini yaşatma" gibi amaçlarla yaptırdıkları çeşmeler bir bir yıkılarak yok oluyor.

 

Osmanlı'dan günümüze miras kalan tarihi Edirne çeşmeleri, bakımsızlık ve ilgisizlikten dolayı göz göre göre yok oluyor. Şehirdeki tarihi çeşmelerin önemli bölümü yıkılarak kaybolurken, kalanlar da yıkılmak üzere. Bir zamanlar gürül gürül su akan çeşmelerde şimdi ağaç dalları yeşeriyor. Eski İstanbul Caddesi kavşağındaki tarihi çeşmenin üzerinde yetişen ağaç ve çeşitli otlar, çeşmelere ne kadar sahip çıkıldığını gösteriyor.

 

Edirne'deki tarihi çeşmelerin sayıca çokluğunun yanı sıra, ön plana çıkan estetik unsurları, suya büyük önem veren İslamiyet'in de etkisiyle, özellikle Osmanlı İmparatorluğu döneminde doruğa ulaşmıştı. Devlet kademesinin üst düzey mevkiindeki isimler kadar, varlıklı kişiler de "insanlığa hayırda bulunma" amacıyla kendi isimleri veya yakınlarının ismiyle çeşme inşa ettiriyordu. Çeşmeler, hayırseverlerin "ölümünden sonra da adını yaşatma" arzusunu yerine getiriyordu. Tarihi kaynaklara göre, Edirne'de Osmanlı döneminde birçok çeşme inşa edildi. Bugünkü araştırmalarda ise bu çeşmelerden çok azının günümüzde bulunduğu belirtiliyor. Doğma büyüme Edirneli olan ünlü yazar Abdurrahman Hibri, 1635 yılında tamamladığı Enisü'l Müsamirin isimli eserinde, Edirne'de o dönemde 160'tan fazla çeşme ve 17 sebilin bulunduğunu belirtiyor. Riyaz-ı Belde-i Edirne (Edirne Şehri Bahçeleri) adlı eserin yazarı Ahmet Badi Efendi de, eserinde Edirne çeşmeleri hakkında özel olarak 1.300 adedin üzerinde çeşme bulunduğunu, tarihi bilinenleri ve yaptıranları belli olan 123 adedinin isimlerini ve bulundukları yerleri belirtmekte, bunlar haricinde 67 çeşmenin daha bulunduğunu kaydetmektedir.

 

Osmanlı döneminde genellikle yerleşim yerlerinin içinde inşa edilen ve hepsi de "hayrat" niteliğinde olan çeşmelerin genel olarak mermer malzeme kullanılarak kesme taştan yapılmış olduğu görülüyor. Çeşmelerin inşasında mermer kullanımı, kemer, ayna taşları ve diğer yüzeylerin zengin motiflerle işlenmesiyle gösterişli bir görünüm kazanmasını sağlamıştır. Edirne'de bulunan çeşmelerin çok önemli özelliklerinden biri, yabancı motiflerin İstanbul'daki eserlerden daha önce kullanılmış olmasıdır. Kentteki çeşmelerde bu etki ilk defa 1669 tarihli Saraçhane semtindeki Sinan Ağa Çeşmesi, ayna taşlarında bulunan üzüm salkımlarının köşelerindeki "S" ve "C" kıvrımları ile görülmüştür. Söz konusu bu Barok kökenli motifler, Türk sanatına sonradan giren yabancı motifler olarak tanımlanıyor.

 

Tarihi zenginlikleriyle tanınan Edirne'de çeşmeler başta olmak üzere tarihi eserlerin restorasyon ile yok olmalarının engellenmesi isteniyor. Vatandaşlar, suları akmasa da çeşmelerin görünümünün güzelleştirilip, bilgilendirici yazılar asılmasının, eserlerin yeniden canlanmasını sağlayacağını dile getiriyor.

Zaman, Haber: Muhammet Çakan, 29.08.2007

KARAİN MAĞARASI'NDA ANTİK YAŞAMLAR KEŞFİ

 

Karain Mağarası'nda 500 bin yıl öncesine ait eserler bulundu.

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürü Orhan Düzgün, yaptığı açıklamada, Antalya'nın 27 kilometre kuzeybatısında, Katran Dağları'ndaki Karain Mağarası'nda 500 bin yıl öncesine ait obsidyen taşları ve takılara rastlandığını kaydetti. Anadolu ve Yakın Doğu tarihi açısından önemli bir Paleolitik merkez olan Karain Mağarası'nın, daha önce yapılan kazılarda, günümüzden 50 bin yıl kadar önce de yerleşim merkezi olarak kullanıldığı sonucuna varılmıştı. Mağara, Türkiye'nin, içinde insan yaşamış en büyük mağarası olarak biliniyor. Türkiye'nin en büyük doğal mağaraları arasında yer alan Karain mağarası, önünde bulunan traverten ovasından 150 m., denizden ise 430-450 m. yükseklikte.

Birgün, Fotoğraf: Antalya Valiliği, 29.08.2007

DAMLATAŞ MAĞARASI'NI ZİYARET EDENLERİN SAYISI GEÇEN YILA GÖRE YÜZDE 22 AZALDI





Antalya'nın Alanya İlçesi'nde bulunan Damlataş Mağarası'nı bu yılın 8 aylık diliminde ziyaret edenlerin sayısı, geçtiğimiz yılın aynı dönemine göre 46 bin 629 kişi azaldı.

 

Mağarayı ziyaret edenlerin azalması ile birlikte elde edilen gelirde de düşüş kaydedildi. Bu yıl içinde yüzde 22'lik bir düşüşle mağarayı ziyaret edenlerin sayısı 152 bin 507 olarak gerçekleşirken, 2006 yılının aynı döneminde 199 bin 136 kişi mağarayı ziyaret etmişti.

 

Alanya'ya gelen turist sayısındaki artış, Damlataş Mağarası'nı ziyaret edenlerin sayısına yansımıyor. Damlataş Mağarası'nı ziyaret edenlerin sayısında artış beklenirken geçen yıla göre düşüş yaşanıyor. 2007'ye erken tanıtım kampanyalarıyla ve yeni yatırımlarla başlayan Alanya'da 2006 turizm sezonu sorunlarla geçti. Temmuz ve ağustos aylarında doluluk oranı yüzde 100'e yaklaşırken, bu durum bazı kesimlere yansımadı. Özellikle Alanya esnafı iş yapamamaktan yakınırken, en çok şikayet edilen konu otellerde uygulanan 'Her Şey Dahil Sistemi' nedeniyle turistlerin çarşıya çıkmamaları oldu. Turistlerin çarşıya çıkmamasından olumsuz etkilenen tek kesim esnaflar olmadı. Bu durumdan Damlataş Mağarası da etkilendi. 2007'nin 8 aylık dönemde mağarayı gezen ziyaretçi sayısı 152 bin 507 olarak gerçekleşti.

 

Alanya Belediyesi Gelir Müdürü Mustafa Şenol, mağarayı ziyaret edenlerin sayısındaki düşüşün elde edilen gelire de yansıdığını söyledi. 2006 yılına göre bu yılki gelirde yaklaşık yüzde 25 düşüş yaşandığına dikkat çeken Şenol, "2006 yılının 8 aylık diliminde Damlataş Mağarası'nı 199 bin 136 kişi ziyaret etti. Bu ziyaretçilerden ise toplam 451 bin 978 YTL gelir elde edildi. 2007'de ise şu ana kadar mağarayı ziyaret edenlerin sayısı 152 bin 507 olarak gerçekleşti. Bu ziyaretçilerden ise 345 bin 119 YTL gelir elde edildi." dedi.

 

Her yıl özellikle yabancı turistlerin ilgi gösterdiği Damlataş Mağarası'nı ziyaret edenlerdeki düşüşün düşündürücü olduğunu anlatan Şenol, "Bu yıl hem gelirde, hem de ziyaretçi sayısında düşüş yaşıyoruz. Maalesef bu sezon mağarayı ziyaret etmek için çok fazla grup gelmedi. Ayrıca turizm sezonu beklenen gibi geçmiyor. Oteller dolu olmasına karşın turist otelden dışarı çıkmıyor. Bu duruma Alanya ekonomisindeki sıkıntılar da eklenince, mağaradan elde edilen gelirlerde de düşüş kaydedildi." şeklinde konuştu.

Zaman, Haber: Ahmet Yeşil, Fotoğraf: Antalya Valiliği, 29.08.2007

KALEDE FIRIN BULUNDU

 

Gaziantep Kalesi’nin batı yönüne bakan kısmında tarihi bir ekmek fırını ile kemer bulundu.

 

Müze Müdürlüğü'nde görevli arkeologların çalışmaları neticesinde ortaya çıkartılan fırın ile kemerin yanı sıra, kaynağının kale içerisinde olduğu vurgulanan acı ve tatlı suyun izine de rastlanıldı. Kalenin Batı kısmında arkeologlar tarafından yürütülen çalışmalar kapsamında bulunan ekmek fırını ile kemer çevresinde çalışmalar sürdürülüyor. Gaziantep Müze Müdürlüğü görevlileri tarafından yürütülen çalışmalarda şu ana kadar kalenin zemininden itibaren 2 metre aşağı inildi.

 

Kalede tatlı ve acı su bulunduğu yönünde ki söylentilerden yola çıkan arkeologlar, kalenin Batı kısmında yapılan kazı çalışmalarından su kaynağına ulaşıldığını açıkladılar. 8 metre eninde olan kemerin yan tarafında ulaşılan su kaynağı, kazı çalışmalarının yavaş ilerlemesine neden oldu. Yerden 7 metre aşağıda sürdürülen sondaj çalışması ardından kale içerisinde su kaynağının bulunduğu netleşti.

Gaziantep Hakimiyet, 29.08.2007

TEPE DEĞİL, HÖYÜK

 

Çoğu zaman tarla olarak kullanılan ve doğal bir tepe gibi görüldüğü için fark edilmeyen höyükler, geçmiş dönemlere ait yerleşim birimleri hakkında ipuçları veriyor. Ancak bu tarihi alanlar, bilerek ya da bilmeyerek çeşitli şekillerde tahrip ediliyor.


Selçuk Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr. Hasan Bahar, pek çok kişinin bu höyükleri doğal şekilde oluşmuş tepecikler sandığını söyledi.


İç ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde bol miktarda höyük olduğunu anlatan Prof.Dr. Bahar, “Uzun yıllardır höyükler üzerinde araştırma yapıyorum. Araştırmalarımızda, Konya ve çevresinde 400 höyük tespit ettik. Bugüne kadar tescillenmemiş bu rakamdan çok daha fazla höyük bulunduğunu tahmin ediyoruz” dedi.


10 bin yıllık bir tarihin arşivleriyle dolu bu höyüklerden bazen hafriyat, bazen de “verimli” diye bahçede kullanmak için toprak bile çekildiğine dikkati çeken Bahar, şunları kaydetti: “Konya’nın merkezinde bulunan, pek çok kişinin Selçuklu Sultanı Alaaddin Keykubat’ın toprak taşıyarak yığdırdığını sandığı ünlü Alaaddin Tepesi bile Tunç Çağı’ndan kalan höyüktür. Ayrıca, 1950’li yıllarda bulunan, kazıları halen devam eden, dünyanın en eski ve sanatsal eserlerin bulunduğu 9 bin yıllık Çatalhöyük de bu yerleşimler arasında yer almaktadır. Bu höyükler, geçmişe ışık tutacak her türlü bilginin bulunduğu arşiv ambarı gibidir. Ancak, binlerce yıl öncesinden günümüze çok önemli mesajlar taşıyan bu höyükleri koruyamıyoruz. Çoğu ya parçalanıp düzleniyor ya da definecilerin tahribatına kurban gidiyor.”

Türkiye Gazetesi, 29.08.2007

İSTANBUL'DA 'TARİH' CANLANDIRILIYOR

 

 

İstanbul'un binlerce yıllık tarihi yeniden canlandırılıyor. Tarihi surların içindeki birçok Osmanlı ve Bizans eseri, onarım ve yenileme çalışmalarıyla yeniden hayat bulacak.

 

Edirnekapı'dan Ayvansaray'a uzanan surların içinde bulunan çok sayıda eser, uzun yıllar kaderine terkedildi, adeta yokolma tehlikesiyle karşı karşıya bırakıldı. Ancak 2 yıl önce başlatılan proje, tarihi kentin bu önemli mekanlarının kaderini değiştirdi. Proje kapsamında bölgede bulunan 11 tarihi eser restore ediliyor.


Konuyla ilgili bilgi veren Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir, "Hem İstanbul'un tanıtımına, hem de Türkiye'nin tanıtımına katkıda bulunacak, Türkiye'nin uluslararası boyutta turizm pastasına katkıda bulunacak, büyük bir proje" diye konuştu.


Bu eserlerden biri de Bizans sivil mimarisinin ayakta kalan tek örneği olan Tekfur Sarayı.

Demir, "Burası bir defa kültürel etkinliklerde kullanılacak, İstanbul Bienali'nde kullanılacak mekanlar. 2010'da mutlaka değerlendirilecek mekanlar. Türk ve Batı musikisinin icra edileceği bir alan" dedi.


Projenin en önemli ayaklarından birini de tarihi Anemas Zindanları oluşturuyor. Bizans döneminden kalma tek yeraltı zindanları olan Anemas Zindanları'nda daha çok soylu mahkumlar tutulurmuş. Birçok Türk filmine de evsahipliği yapan ve dünyada bir eşi daha bulunmayan bu zindanlar, restorasyon çalışmaları sonucunda yeniden hayat bulacak.

Restorasyonun, 2010 yılına kadar tamamlanması planlanıyor.

Trt/Haber, 29.08.2007

AVRUPA'NIN GURURU LEONARDO

 

Avrupa Birliği'nin (AB) merkezi Brüksel, şu sıralar dev bir Leonardo Da Vinci sergisini ağırlıyor. AB'nin 50. kuruluş yıldönümü kutlamaları kapsamında açılan 'Da Vinci-Avrupalı Dahi' başlıklı
sergi izleyicilerin de yoğun ilgisini çekiyor. Sergi, ilk haftasında 10 bin sanatsever tarafından ziyaret edildi.


Ulusal Koekelberg Bazilikası'nda Da Vinci'nin çok yönlü sanatçı kimliğine uygun olarak sergilenen eserler 'Sanatçı', 'Mühendis' ve 'Hümanist' başlıkları altında sınıflandırıldı. Şimdiye kadarki en kapsamlı Da Vinci sergisi olarak lanse edilen projede sanatçının tablolarının yanı sıra, orijinal çizimlerinden yapılan paraşüt, helikopter, planör, yüzer köprü, katamaran modelleri bulunuyor. Organizatörler boş alan temin edilmesi halinde 'Bilim Adamı', 'Matematikçi', 'Mucit', 'Mimar', 'Müzisyen' ve 'Yazar' bölümlerinin de Mart 2008'e kadar devam edecek olan sergiye dahil edileceğini açıkladı.

Radikal, 29.08.2007

OYLUM HÖYÜK'TE KAZILAR SONA ERİYOR





Oylum Höyük'teki kazı çalışmalarının başkanlığını yürüten Cumhuriyet Üniversitesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç.Dr. Atilla Engin, 1989 yılında başlanan 18. dönem kazı çalışmalarının 31 Ağustos tarihinde sona ereceğini söyledi.

Engin, yaptığı açıklamada, 18. dönem Oylum Höyük kazılarına höyüğün batı cephesinden başlandığını belirterek, "Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nin en büyük höyüğü olarak bilinen Oylum Höyük'teki kazılara çeşitli dönemlerde ABD, Almanya, İngiltere, Japonya ve Hollanda'nın yanı sıra Türkiye'den de çok sayıda arkeolog katıldı. 18. dönem kazılarını cuma günü sona erdiriliyoruz. Hellenistik-Roma devrine ait kerpiç ve kil blokajlarla yapılmış yerleşim merkezleri ortaya çıkarıldı. Maden eritmede kullanıldığı tahmin edilen ocaklar ile kerpiç ve kil bloklarla teras şeklinde düzenlenmiş, kalın duvarlara sahip yerleşim merkezleri ortaya çıkarıldı. Batı cephedeki büyük evlerin büyük bir ihtimalle askeri garnizon maksatlı kullanıldığını tahmin ediyoruz. Elde edilen verilerle iki haftalık çalışma sonucu bu yıl elde edilen verilerin fotoğraf, restorasyon ve dokümantasyon işlemleri ile kazı evinde çalışacağız" dedi.

18. dönem Oylum Höyük kazılarının bu yılki çalışmaların büyük bir bölümünün tamamlandığını belirten Engin, "MÖ 1500-1600-1700 ve 2000 yıllarına ait bulgulara rastladığımız kazı çalışmalarının genel manada arkeoloji açısından çok verimli geçtiğini söyleyebilirim. Burada büyük bir evin tabanında kırılmış çok sayıda kap ile Hitit dönemine ait iki adet bronz heykelcik bulduk. Bu bulgulardan, bölgede Hititler'in yaşama şekli ile ilgili önemli bilgilere ulaştık. Tarihte çeşitli dönemler boyunca Hitit egemenliği altında kalmış bulunan bölgede, Hitit-Mısır savaşı ile birlikte bu savaşın sonunda yapılan Kadeş Antlaşması'nın işaretlerine rastlıyoruz. Bu savaş ve anlaşma ile bölgede hakim olmak arzusunun yattığı gerçeğinden hareketle, bu bölgenin MÖ 1000-2000 yılları arasında önemli bir yerleşim merkezi olduğu sonucuna ulaşılmaktadır" diye konuştu.

Yrd. Doç.Dr. Atilla Engin, Oylum Höyük'teki bu yılki kazılarda höyüğün kuzeybatı yamacında Roma devrinde kerpiç teraslar şeklinde yapılanma olduğunun ortaya çıktığını vurgulayarak, " Üst açmanlarda Roma devrine ait kerpiç teraslı yapılar, büyük kerpiç duvarlar ve taş temellere rastladık. Böylesi bir yapı tarzının o zamanlar bölgeyi kontrol eden garnizona ait olduğunu biliyoruz. Roma devri tabakalarının altında Hellenistik dönemi MÖ 30-330 ve demir çağlarına ait MÖ 330-1000 yıllarına ait yapı katmanları ve topraktan oyularak yine toprak ile sıvanmış yuvarlak tahıl siloları ortaya çıkarılmıştır" açıklamasını yaptı.

Engin, geçmiş kazı döneminde Oylum Höyük'te bulunan Roma dönemine ait bin 500 yıllık kilisenin kaide ve mozaiklerinin koruma altına alındığını belirterek, "Kazı çalışmaları, kilisenin tüm ayrıntılarıyla gün yüzüne çıkarılması için yerli ve yabancı bilim adamları ve öğrencilerin katılımıyla sistematik bir şekilde yürütülmektedir. Kilis'in 70 kilometre doğusunda bulunan, 22-37 metre yüksekliğe ve 170 dekar yüzey alanına sahip Oylum Höyük, Türkiye'de ve Ön Asya'daki en büyük höyükler arasında gösteriliyor.

MÖ 10.000 yılının ortalarında iskana açıldığı tahmin edilen ve Anadolu, Suriye ve Mezopotamya arasında oldukça stratejik bir konuma sahip olduğu yapılan kazılarda ortaya çıkan Oylum Höyük, dünyanın en eski yerleşim yerlerinden biri olarak biliniyor" dedi.

haberler.com, Fotoğraf: TAY Projesi, 28.08.2007

TAŞKÖPRÜ'DE ROMA DÖNEMİNE AİT MAĞARA TURİZME KAZANDIRILIYOR

 

 

Kastamonu'nun Taşköprü İlçesi'nde, 2. etap kazı çalışmaları devam eden Pompeipolis Antik Kenti sınırları içerisinde bulunan Roma dönemine ait mağarada temizleme ve çevre düzenlemesi çalışmaları yapılıyor.

 

Bölgede devam eden kültürel kazıları Kültür ve Turizm Bakanlığı adına takip eden Arkeolog Ali Sinan Özbey'in önerileri doğrultusunda atıl duran tarihi mağarada önce temizlik ve sonra da aslına uygun çevre düzenlemesi yapılacak. Arkeolog Ali Sinan Özbey, Taşköprü Zımbıllı Tepesi mevkiinde bulunan bu mağaranın muhtemelen geç Roma dönemine ait olduğunu ve bugüne kadar zarar görmeden iyi bir şekilde günümüze kadar gelmesinin memnuniyet verici olduğunu ifade etti. Tuflu kaya içine oyulan bu mağaranın ilk olarak mezarlık ve mabet amaçlı kullanıldığını dile getiren Arkeolog Özbey, mağaranın yakın tarihlere kadar konut olarak kullanıldığını kaydetti.

 

 

Taşköprü Belediye Başkanı Mustafa Günay da bu mağaranın yıllardan beri Taşköprü ile iç içe olmasına karşın tarihi dokuları bozulmadan, özelliğini kaybetmeden günümüze kadar geldiğini aktardı. Başkan Günay, "Pompeipolis Antik Kenti kazıları ile yeni gündeme gelen mağara bir bütünlük oluşturdu. Bu alan adeta tarih turizminin altyapısı konumuna geldi. Bu mağarayı da kendi yerel imkanlarımız ile önce temizleyip sonra da dokusuna uygun çevre düzenlemesi yaparak Taşköprü turizmine bir eser daha kazandırmayı hedefledik." dedi.

TürkiyeTurizm.com, 28.08.2007





DAYR'ÜL ZAFERAN MANASTIRI AÇILDI

 

Mardin'de 16 asırlık Süryani Patriklik Merkezi olarak bilinen Dayr'ül Zaferan Süryani Manastırı restorasyon sonunda düzenlenen törenle hizmete açıldı.

15 aydan beri restorasyon çalışmaları devam eden Dayr'ül Zaferan Manastırı'nın Metropoliti Nuri Salibe Özmen, manastırın milattan önce güneş tapınağı, daha sonra da Romalılarca kale olarak kullanıldığını belirterek, "Tapınak 5. yüzyılda Aziz Şleymun tarafından manastıra çevrildi. Önceleri Mor Şleymun Manastırı olarak biliniyordu. Mardin ve Kefertüth Metropoliti
Aziz Hananyo'nun 793 yılından başlayarak büyük bir tadilat yapmasından sonra Manastır onun adıyla Mor Hananyo Manastırı olarak bilindi. 15. yüzyıldan sonra da Manastır'ın etrafında yetişen zafaran (safran) bitkisinden dolayı Manastır, Dayr'ül Zaferan (Safran Manastırı) adıyla anılmaya başladı. Manastır son olarak 15 aylık bir restorasyon çalışmasıyla tekrar eski ihtişamına kavuştu" dedi.
Haber Diyarbakır, 28.08.2007

AUGUSTUS TAPINAĞI'NA ULAŞILDI

 

 

Pompeiopolis'te dünyaca ünlü Alman jeofizikçi Dr. Jörg Fassbinder başkanlığında yürütülen jeofizik çalışması sonucunda, Roma İmparatoru Augustus'un adını taşıyan büyük bir tapınağa ulaşıldı. Kazı hakkında bilgi veren Dr. Alexander Von Kienlin, ulaşılan Augustus Tapınağı'nın Karadeniz Bölgesi'nde başka bir örneğinin bulunmadığını ve tek örneğinin Pompeiopolis'te bulunduğunu ifade etti.

 

Kazı çalışmasından yazıt, sikke gibi eserler bulmayı beklediklerini belirten Kienlin, mabet yerini şaşırtıcı ve sansasyonel olarak değerlendirdi. Kazı başkanı Almanya Münih Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof.Dr. Latife Summerer de Augustus Tapınağı'nın bir örneğininde Ankara ve Bergama'da bulunduğunu söyleyerek o tapınağında Roma Augustus Tapınağı olduğunu belirtti. Jeofizik çalışmaları yürütülen kazı alanında ayrıca Forum tespit edildiğini ifade eden Summerer, "80x25 metre boyutlarındaki ölçümlerden çıkacak sonuçlara göre açmalar devam edecek. Jeofizik çalışmaları kapsamında 6 hektarlık alan ölçüldü. Ölçümlerden gayet iyi sonuçlar aldık. Pompeiopolis, zengin bir tarihe sahiptir" dedi.

 

Dünyaca ünlü Alman jeofizikçi Fassbinder de Pompeiopolis Antik Kenti'ni oldukça beğendiğini söyleyerek Forum ve Augustus Tapınağı kalıntılarına ulaşılmasının ileriki çalışmalar açısından umut verici olduğunu dile getirdi.

Yeni Şafak, 28.08.2007

RODOS'UN HAZİNELERİ KORUMA BEKLİYOR

 

Rodos'taki Hafız Ahmet Ağa Kütüphanesi Yöneticisi Yusuf Kıbrıslı, "Kütüphanede en eskisi 900 yıllık olan el yazması, paha biçilmez eserler bulunuyor" dedi.


10 yıldır Hafız Ahmet Ağa Kütühanesi'nde görev yapan Yusuf Kıbrıslı, kütüphanede 2 bin 500 kitap bulunduğunu söyledi. Bunların bininin el yazması olduğunu belirten kıbrıslı, "En eski kitap ise 900 yıllık bir el yazması. Kütüphanede çok sayıda el yazması Kur'an'ı Kerim ve tefsir de bulunuyor" dedi.


Kütüphanenin bir vakıf tarafından yönetildiğine de işaret eden Kıbrıslı, kütüphanenin 1793 yılında Hafız Ahmet Ağa tarafından inşa edildiğini ve 1840 yılında ise oğlu Ahmet Fethi Paşa tarafından vakfa dönüştürüldüğünü hatırlattı. Kıbrıslı, "Kütüphaneyi görmeye Türkiye'den de ziyaretçiler geliyor, ama yetersiz. Bu eserlerin korunması ve kütüphanenin ayakta durması için destek verilmesi lazım. Kütüphanede paha biçilmez eserler bulunuyor" diye konuştu.

Osmanlı'dan bugüne kalan üç vakıf Rodos'ta faaliyetlerine devam ediyor. Bunlardan Fethi Paşa Vakfı, mütevellisi İstanbul'da "Müstesna Vakıf" statüsünde faaliyetlerini icra ediyor. Vakfa ait kütüphane, 1793 yılında Rodosi Hafız Ahmet Ağa tarafından inşa edilmiş, 1840 yılında ise oğlu Ahmet Fethi Paşa tarafından vakfa dönüştürülmüş.


Kütüphanenin en değerli parçalarından birini, 1401 yılında altın varaklarla yazılmış iki adet Kur'an-ı Kerim oluşturuyor. 650 yıllık eserlerden biri, daha önce çalınmış ve İngiltere'deki bir müzayede evinde satılığa çıkarıldığı gün aile fertlerinden Esra Bereket tarafından tespit edilerek geri alınmış. Kütüphanedeki 2 bin 500 kitabın bini el yazması. Yaşanan olay sonrasında, kütüphanede değerli kitapların bulunduğu bölüm ziyaret kapatılmış. Bu bölüm sadece bilimsel çalışmalar için ziyarete açılıyor. Kütüphanenin her köşesi güvenlik kameraları ile izleniyor ve korunuyor.

Türkiye'den turlarla gelen Türk turistlere rehberlik eden turist rehberi Olcay Yılmaz ise Rodos'a gelen Türklerin ilk ziyaret ettikleri yerlerin başında Hafız Ahmet Ağa Kütüphanesi ve Osmanlı dönemine ait camiler olduğunu ifade ederek, "Kütüphanede değerli kitapların bulunduğu bölüm turistik ziyaretlere kapalı. Kütüphanede Kanuni Sultan Süleyman ve Hafız Ahmet Ağa'nın tabloları duvarları süslüyor" dedi.

Haber Ekspres, 28.08.2007

KARATAY NEDEN KAPALI?

 

 

Konya'da en çok ziyaret edilen ikinci müze olma özelliği taşıyan Karatay Medresesi'nde yürütülen tadilat çalışmaları bir yılı aşmasına rağmen hala bitirilemedi. 2007'nin UNESCO tarafından Mevlana Yılı ilan edilmesi sonrası Konya'ya gelen yerli ve yabancı turist sayısında artış yaşandığı bir dönemde Karatay Medresesi'ndeki restorasyon çalışmalarının gecikmeli bir şekilde sürdürülmesi akıllarda soru işaretleri bıraktı.

Türkiye'nin tek çini eserler müzesi olma özelliği taşıyan Karatay Medresesi'nde bir yılı aşkındır devam eden restorasyon çalışmalarının tamamlanmamasının nedenlerinin bir an önce kamuoyuna açıklanması isteniyor. Bununla birlikte bir yıldır devam eden çalışmalara rağmen Karatay Medresesi'nin eksik olan hücre kısmının tamamlanması yönünde herhangi bir çalışmanın yapılmaması da dikkatleri çekiyor. Aylardır Karatay Medresesi'nin önünden geçipte kapısının kapalı olması ve üzerinde "tadilat nedeniyle kapalı" yazısını okuyan vatandaşlar, asıl tamamlanması gereken eksik hücre konusunda bir çalışma yapılmadığını görünce tepki göstermeye başladı. Vatandaşlar, "Bir yıldan fazla bir süredir tadilat yapıldığı söyleniyor. Tadilat çalışmaları kapsamsında yapılması gereken en önemli iş Karatay Medresesi'nin eksik hücresinin tamamlanmasıdır. Bu konuda hiçbir çalışma yok. Konya'ya turistin geldiği önemli bir yılda Karatay Medresesi'nin kapılarını turizme kapatmış bekliyorlar. Bu duruma bir son verilmeli. Ne yapılacaksa bir an önce yapılık, daha fazla zaman kaybetmeden, Karatay Medresesi ziyaretçilerine açılmalıdır" değerlendirmesinde bulunuyor.

Konuyla ilgili olarak gazetemize açıklama yapan Rölöve ve Anıtlar Müdürlüğü yetkilileri, Karatay Medresesi'ndeki onarım ve restorasyon çalışmalarında son aşamaya gelindiğini ve teşhir tanzim çalışmalarının yapıldığı müzenin önümüzdeki günlerde ziyaretçilere açılacağını bildirdi.
Karatay Medresesi'nde uzun süredir devam eden çalışmaların nasıl başladığını da anlatan yetkililer, "Eyvanın arka duvarı yıkılmak üzereydi. Duvarlar bir buçuk metreye kadar geniş, dışa bakan yüzeylerde özel taşlar kullanılmış ve ortası molozla doldurulmuş. Bu yüzden duvar içten çatlamıştı ama dışarıdan hiç belli olmuyordu. Duvardaki bir metrekarelik alanda yapacağımız onarımda çatlakları fark ettik. Dış duvar göçmek üzereydi, hep çatlamıştı. Bunun üzerine bakım çalışmalarını genişletmek durumunda kaldık" diyerek, bu çatlakların görülmemesi durumunda medresenin dış duvarlarının yıkılabileceğine işaret etti.


Duvarın restore edilmesinin ardından içerideki çinilerin de bakımdan geçirildiğini belirten yetkililer, giriş ve sağdaki eksik hücrenin yapımının da projelendirilip önümüzdeki dönemde tamamlanacağını söyledi. Yetkililer, çalışmaların bu kadar uzamasında ödenek sorununun da neden olduğunu bildirdi.

Merhaba Gazetesi, 28.08.2007

EFES ANTİK KENTİ VE MERYEM ANA EVİ'NİN ZİYARETÇİ SAYILARI YÜZDE 60 ARTTI

 

Doluluk oranlarının yüzde 100’e yaklaştığı belirtilen İzmir’in Selçuk İlçesi'nde Efes Antik Kenti ve Meryem Ana Evi girişlerinde de geçen yıla göre yüzde 60 artış gözlendi. Efes Antik Kenti'ne yılın 7 ayında toplam 1 milyon 400 bin 100 turistin giriş yaptığı bildirildi.

 

Papa 16. Benediktus'un ziyaretiyle uluslararası alanda iyi bir tanıtım yapan ilçede, inanç turizminde büyük artış yaşanıyor.

Turizm Gazetesi, 28.08.2007

HARABEDEN KÜLTÜR MERKEZİ'NE

 

 

Restorasyon çalışmaları sonrası Osmangazi Belediyesi Yerel Gündem 21 koordinasyonunda yeni kimliğine kavuşan Haraçcıoğlu Medresesi, Bursalıları geçmişin derinliklerine götürüyor. Ziyaretçiler, Türk Sanat ve Tasavvuf Müziği dinletisi yapılan medresede zamanda yolculuğa çıkıyor.


Haraçcıoğlu Medresesi'nin 1750'lü yıllarda Bursa'nın ikinci büyük kütüphanesi olduğunu belirten Haraçcıoğlu işletme sorumlusu Baki Süha Banaz, Haraçcıoğlu’nda içilen bir kahvenin ya da çayın 250 yıllık hatırı olduğunu söyledi.


Mekanın dinlence yeri olmasının yanı sıra kitap bağışı da aldıklarını belirten Banaz, herkesin Haraçcıoğlu'na gelip istediği kitaptan yararlanabileceğini kaydetti. Ödünç kitap verilmediğini sözlerine ekleyen Banaz, bunun medrese sahibi Hacı Hüseyin Ağa'nın vasiyeti olduğunu hatırlattı.
Haraçcıoğlu'nu ilk kez ziyaret eden Umut Uysal, mekanın büyüleyici atmosferinin kendisini çok fazla etkilediğini belirtti.

Bursa Hakimiyet, 28.08.2007

TARİHİ CAMİ YENİLENİYOR

 

 

Kurtuluş Savaşı öncesinde Orhangazi`nin en büyük köylerinden biri olan Gürle Köyü`ndeki 650 yıllık tarihi Orhan Bey Camii`nin restorasyonu devam ediyor.

İkinci Osmanlı padişahı Orhan Gazi`nin Bursa`nın fethi sıralarında köyde kendi adına yaptırdığı cami 1960`lı yıllara kadar ibadete açık kalırken, bu tarihten sonra aynı kaderi paylaştığı, 14. asırdan kalma hamamı ile birlikte doğanın tahribatına yenik düşmüş ve bakımsızlıktan kaderlerine terkedilmişti. 1980`lı yıllara kadar ayakta kalan köy tüzel kişiliğine ait cami ve hamamı, köy muhtarlığınca Vakıflar Genel Müdürlüğü`ne terkedildi. Ahşap tavanı ile birlikte bir çok bölümü çöken ve orijinal olarak sadece minaresi ile güneydoğu duvarının köşe bölümü kalan caminin yanısıra, hamamın da restorasyonuna geçen yıl Vakıflar Genel Müdürlüğü`nce karar verildi. 27 Ekim 2006`da başlayan restore çalışmalarının Ağustos 2007`de bitmesi gerekiyordu. Ancak, yüklenici Gül-Sa firması iki ay duran çalışmalar nedeniyle ek süre aldı. Yıl sonuna kadar bitirilmesi gereken cami restorasyonun yanısıra, hamamın restoresi ise çevre düzenlemeleri dışında tamamlandı. 495 bin YTL`lik sözleşme bedeli bulunan ve Bursa İnşaat ve Abide Şube Müdürlüğü`nün denetimindeki Gürle Camii`nin restoresi bittiğinde, hem cami ikinci kez yaşama dönecek, hem de tarihi iki esere sahip çıkılmış olacak.

Bursa Olay, 28.08.2007

SAVAŞTAN KALMA TOP MERMİSİ İMHA EDİLDİ

 

Çanakkale'de, Atatürk Caddesi'ndeki kanalizasyon çalışmaları sırasında bulunan ve Çanakkale Savaşları'ndan kaldığı belirlenen patlamamış top mermisi, uzman ekiplerce imha edildi.

Vince yüklenen bomba, jandarma, polis ve itfaiye ekiplerince, Atikhisar Barajı yakınlarındaki boş bir araziye götürüldü.

120 santimetre uzunluğundaki ve 200 kilogram ağırlığındaki mermi, boş bir alanda 20 kilogram patlayıcı kullanılarak imha edildi.

Sabah, 28.08.2007

TARİHİ İNCESU KANYONU DEFİNECİ TEHDİDİ ALTINDA

Definecilerin yeni hedefi ören yerleri ve turistik bölgeler. Bitlis'in Ahlat İlçesi'nde tarihi Selçuklu mezarlığı ve tarihi Ahlat harabe şehirde yapılan kazılar, çalışma döneminin bitmesinden sonra definecilerin istilasına uğradı.

 

Bir türlü turizme kazandırılamayan Çorum'un Ortaköy İlçesi'ndeki İncesu Kanyonu'nu da turistlerden çok defineciler ziyaret ediyor. Eski Ahlat şehri kazı alanı başkanı Doç.Dr. Nakış Karamağaralı, bin bir emekle gün yüzüne çıkarılan alanları, definecilerin yerle bir ettiğini söyledi. Ören yerlerinde yeterli koruma görevlisi olmaması sebebiyle yaşanan sıkıntılara her dönem yenileri ekleniyor. Kars'taki Ani Harabeleri gibi bazı tarihi harabeler geceleri hayvan barınakları haline getirilirken, kimi yerler de definecilerin hışmına uğruyor. Son dönemde birden zengin olmak isteyen define avcıları tarihi kazılar ve turistik bölgelere dadandı.

 

Bitlis'in Ahlat ilçesindeki 12. ve 13. yüzyıllardan kalma Selçuklu Mezarlığı da definecilerin tahrip ettiği ören yerlerinden biri. Selçuklu Mezarlığı, açık hava müzesi görünümüne sahip. Yetkililer, teknik elemanların ölçümleri ve mezar taşı sayımlarında 8 bin mezar taşının belirlendiği Selçuklu Mezarlığı'nda yapılan kazılar sonrası define avcılarının istilasından muzdarip. Kazı alanı başkanı Doç.Dr. Nakış Karamağaralı, her yıl yapılan kazılar sonrası definecilerin kazı alanına dadandığını belirtti. Ortaya çıkarılan kümbet, eski evler, mağaralar, tapınak ve mezarların define bulmak için yerle bir edildiğini kaydeden Karamağaralı, "Her sene gün yüzüne çıkardığımız tarihi yerleri yok ediyorlar. Kazı alanını korumakta güçlük çekiyoruz. Mutlak suretle kazı yaptığımız yerlerde bekçi tutulması gerekir." dedi.

 

Çorum'un Ortaköy İlçesi'ndeki İncesu Kanyonu da definecilerin yeni gözdelerinden. Doğa harikası kanyon, turistlerden çok definecilerin uğrak yeri haline geldi. Tarihi kanyonda hazine arayan define avcıları, binlerce yıllık geçmişe aldırmadan yaptıkları kaçak kazılarla kanyonun tarihi dokusunu tahrip ediyor.

Zaman, Haber: Mehmet Okay - Selçuk Dokgöz, 28.08.2007

KÖYLÜLERLE ELELE ROMA'YI BULDU

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın Allianoi Antik Kenti’ni gözden çıkarmasının ardından, bölgenin kazı başkanı Yrd. Doç. Ahmet Yaraş çalışmalarına bir başka tarihi ılıca olan Güre’de başladı.

Yaraş, geçtiğimiz hafta yanına aldığı 20 köylüyle beraber, Osmanlı’ya ait ılıca kentinin altında bir Roma uygarlığının izlerini buldu. Homeros’un destanlarında "1000 pınarlı İda" olarak anlatılan Kaz Dağları’nın eteğinde yer alan Güre’de, kazı ekibi önceki yıl kuruldu. Yaraş, bölgeye, Bakanlığın, Allianoi Antik Ilıcası’na kazı izni vermemesi üzerine, Güre Belediye Başkanı Kamil Saka’nın talebi üzerine gitti ve 1 Temmuz’da çalışmaya başladı.

Hürriyet, Haber: Umut Erdem, 28.08.2007

KİLİS MEVLEVİHANESİ AÇILIYOR

 

Kilis'in en eski taş yapısı olan Kilis Mevlevihanesi'nin yeniden Mevlevihane olarak kullanılmasını sağlayacak proje tamamlandı. 2007 Mevlana yılı dolayısıyla yapılan çeşitli etkinler, bu tarihi yapılara olan ilgiyi artırıyor.

Önümüzdeki yıl hizmete girecek olan bina, Konya, Manisa, İstanbul-Galata, Çanakkale-Gelibolu ve Gaziantep Mevlevihaneleri ile birlikte Mevlevi kültürünün yaşadığı bir mekan haline gelecek. Kilis Kültür ve Turizm Müdürü Raif Tokel, Mevlevihanenin 3 boyutlu resimlerini çekerek DVD ortamında ve yüksek çözünürlükte bakanlığa gönderdiklerini söyledi. Mevlevihane'nin resimleri, Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından yeni hazırlanan web sitesinde de üç boyutlu olarak yer alacak.

Zaman, Haber: Fatih Arıgüloğlu, 28.08.2007

HAREM'E SAYGI GEREĞİ GÜRÜLTÜ YAPILMAYACAK

 

Topkapı Sarayı Müzesi'ndeki Harem bölümünde sıra bekleyen turist grupları ve Harem dairesi içinde birikmelerle sürekli yaşanan sorun artık çözüldü. Yüksek sesle anlatım yapılan ve turistlerin girdikleri zaman uzun süre kalmak istediği Harem için Turist Rehberleri Birliği (TUREB) yetkilileri ile Saray Müdürü Prof.Dr. İlber Ortaylı bir araya geldi. Haremde kalabalık ve benzeri sorunlar yaşanması nedeniyle çözümler ele alındı.

İlk aşamada Harem için TUREB, uyarı panoları hazırladı. İki pano önceki gün Harem'e giriş gişesinin yanına ve Harem'e yerleştirildi. Panolar ile rehberlerden Harem ziyareti esnasında kurallara uymaları ve turistlerin de uymasını sağlamaları istendi. Uyarılarda "Harem içinde lütfen sessiz olunuz", "Duvarlara, kapılara, duvar resimlerine ve objelere kesinlikle dokunmayınız", "Turist rehberleri, genel bilgileri Harem'e girmeden önce veya çıktıktan sonra veriniz, Harem içinde sadece yönlendirme konusunda yardımcı olunuz. Turist rehberleri, lütfen görevlilere yardımcı olarak sessizliği ve grubunuzun ilerlemesini sağlayınız" yazıları konuldu.

 

Sabah, Haber: Hasan Erşan, 27.08.2007

"ŞARAP 3 BİN 200 YILDIR AYNI ŞEKİLDE KORUNUYOR"

 

Bulunan Asur dönemine ait şarap depolama kuyusu bir gerçeği ortaya çıkardı: 3 bin 200 yıldır şarap aynı şekilde depolanıyor.


Ilısu Baraj Gölü altında kalacak olan tarihi eserlerin kurtarılması amacıyla Diyarbakır Bismil'de süren dokuz kazıdan biri olan Kavuşan Höyük'te Asur dönemine ait 3 bin 200 yıllık şarap depolama kuyusu bulundu. Kazı ekibi başkanı Prof.Dr. Gülriz Kozbe, üzüm örneklerinden yola çıkarak şarabın işletildiği tesislere ulaştıklarını söyledi. Kozbe şöyle konuştu: "Bulduğumuz kuyunun özelliği, bölgede halen günümüzde bile uygulanan, özellikle Mardin'in Savur ilçesindeki kuyularla büyük benzerlik göstermektedir. Böylelikle Asur döneminden günümüze kadar bu şarapçılık tekniğinin bölgede aynı tarzda uygulandığını anlamış bulunmaktayız. Asur döneminden günümüze kadar aynı teknikle şarap muhafaza edildiğini belirledik. Şarap yapıldıktan sonra kuyulara alınıyor ve dinlendiriliyor. Sonra da tortusunun çukur kısma çökmesi bekleniyor."

Radikal, 27.08.2007

SEMERKANT HIZLA YAŞLANIYOR





11 yıl önce 2500. Kuruluş Yıldönümünü kutlayan Semerkant, bu hafta sonu da 2750. Kuruluş Yıldönümünü kutlamaya hazırlanıyor! Bu saçmalığın yeni arkeolojik buluntularla bağlantılı olduğu iddia edilmekte. Fakat, tarihi ne olursa olsun, bu camiler, medreseler ve türbeler şehri yıpranarak eskiyor.

 

Bilimadamları, şehri yıldönümüne hazırlamaya çalışan Özbek görevlilerin eski eserleri tahrip ettiğini düşünüyorlar ve arkeolojik yerlerin hemen yakınında yapılmakta olan dört şeritli yol Birleşmiş Milletler’den yoğun eleştiri almakta.

 

Semerkant, bir zamanlar imparatorluğu bugünkü Türkiye’den Hindistan’a kadar uzanan Timur’un başşehri idi ve Özbekistan’ın bugünkü devlet başkanı İslam Kerimov’un da doğduğu yer.

 

Orta Asya ve özellikle Semerkant konusunda uzman olan Özbek arkeolog Nina Nemtsova’nın söylediğine göre “Restorasyon teknikleri yokoldu. Bu işi yapan insanların tarih ve restorasyon bilgileri yok.” Afrosiyap Tepesi’ndeki mezarlığa yapılan bir ziyaret bu uzmanı haklı çıkartıyor: Kasım ibn Abbas’ın türbesindeki eski, soluk mavi ve sarı çiniler artık pırıl pırıl parlayan yenileri ile değiştirilmiş!

 

Özbekistan Arkeoloji Enstitüsü’nden Margarita Filonovich “Bu yıldönümü tabi ki devletimiz için önemli. Ama neden bu önem mimari mirasımızı yok etmemiz anlamına geliyor?” diye sormakta ve “Eğer Timur bugün yaşasa idi birçok kelle giderdi” diye eklemekte.

 

Diğer bir tartışmalı karar ise, yetkililerin Semerkant’ın en önemli arkeolojik yeri olan Afrosiyab’ın çok yakınından geçecek olan yol projesi. UNESCO Asya ve Pasifik Dünya Mirası Merkezi başkanı Francis Childe, Reuters’e yaptığı açıklamada “Dünya Mirası Komitesi bu yolun yapılmamasını Özbekistan hükümetine şiddetle önerdi. Dünya Mirası Konvansiyonu kurallarına göre böyle bir şey yapamaz, Dünya Mirası listesinde bulunan bir yerin ortasından böyle bir yol geçiremezsiniz. Bu tavrımızın Özbek yetkililer tarafından anlaşıldığına ise pek emin emin değilim” dedi.

Reuters, 24.08.2007

FOÇA'DA OKUL GİDECEK, TAPINAK YÜKSELECEK

 

İzmir Foça antik kentinde yıllar önce Ord. Prof. Ekrem Akurgal tarafından bulunan ancak üzerinde bir okul olduğu için ayağa kaldırılamayan Anadolu'nun en eski İon tapınaklarından olan Athena Tapınağı, sonunda ayağa kaldırılıyor. Foça Kaymakamlığı, Belediye Başkanlığı ve Phokai Arkeolojik Kazı Başkanlığı'nın girişimiyle okul başka bir yere nakledilerek, altındaki tapınak ortaya çıkarılacak.





Athena Tapınağı üzerinde kurulan Foça Cemil Midilli Lisesi, birinci derece arkeolojik sit alanında bulunuyor. 1950'de inşa edilen lise, milattan önce 6. yüzyılın başlarında yapılmış olan ve halen dünyanın bilinen en eski İon tapınağının tam üzerine kurulu.


Ord. Prof.Dr. Ekrem Akurgal, keşfettiği tapınağın güney ve batı bölümünde kazılar yapmış ancak bu kazılar orada okul olması nedeniyle tamamlanamamıştı. Kazı ekiplerinin müracaatına karşın okulun yıkımı için izin çıkmadı. Okulun etrafında Prof. Ömer Özyiğit tarafından sürdürülen yeni dönem kazılarda ise tapınakla ilgili çok önemli bilgilere ulaşıldı.
 

Çalışmalarda tapınağın, körfeze ve kente hakim kayalık düzlükte yer aldığı, bu kayalık alanda ise Anadolu'nun ana tanrıçası Kybele'nin bulunduğu belirlendi. İon düzeninde ve tüf taşından yapılmış ilk tapınak Roma döneminde mermerden yeniden yapıldı.




Şimdiki hali


Yeni kazılarda tapınağın, tüf taşından dikdörtgen biçiminde büyük bloklarla yapılmış bir "podium"a oturduğu anlaşıldı. Tapınağa ait çok sayıda sütun tamburları, üst yapı elemanları, pişmiş topraktan yapılmış pek çok heykel, at ve grifon başlıkları bulundu.




Böyle olacak


Son kazı çalışmalarından sonra kazı ekibi ve ilçenin yerel yöneticileri tapınağı ayağa kaldırma konusunda birleşti. Belediye 10 dönümlük bir araziyi okulun yeniden yapılması için ayırdı. Kaymakamlık okulun taşınabilmesi için girişimlerde bulundu. İzmir Valiliği'nin de çabasıyla okulun taşınmasına karar verildi.

Milliyet, Haber: Ömer Erbil, 27.08.2007

SİLİVRİ'DE İNSANLIK TARİHİNİN İZLERİ

 

 

Kocaeli Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Şengül Aydıngün’ün öğrencileriyle Silivri Danamandıra Köyü’nde bulduğu mağaradaki kaya resimleri tüm arkeoloji dünyasını heyecanlandırdı.

Avrupa sanat tarihi için çok önemli olan resimler, Afrika’dan Anadolu’ya ve buradan Avrupa geçen insan topluluklarıyla ilgili izler olarak görülüyor. Kayalara oyulan primitif tarzda 40 santimetre uzunluğundaki insan ve labirent resimleri üçgen baş, el ve kollar iki yana açık çöpten adamları anımsatıyor.

Aydıngün ve ekibi bu çalışmayı yürütürken dikenli bitkiler ve sarmaşıklar arasında bir antik kent de buldular. Kylopik kaya duvarların ve tümüslerin yer aldığı kentin Trakya’ya adını veren antik Trak uygarlığına ait olduğu sanılıyor. Bölgede kazı çalışmalarına Kültür Bakanlığı’nın izin vermesinden sonra başlanacak. Aydıngün’ün çalışması A sınıfı bilimsel indeksli Amerikan Arkeoloji Enstitüsü’nün "Archaeology" dergisinin ağustos sayısında da yer aldı.

Hürriyet, Haber: Ali Dağlar, 27.08.2007

MOZAİĞİ BOL HASANKEYF

 

Hasankeyf  İlçesi'nde yürütülen kazı çalışmalarında Roma dönemine ait mozaik bulunduğu bildirildi. Hasankeyf Kazı Başkanı Prof.Dr. Abdusselam Uluçam, Hasankeyf te ilk kez duvar mozaiklerine rastlanıldığını söyledi.

 

Uluçam, 2005 kazılarında ortaya çıkardıkları kale kapısı girişindeki nöbetçi kulübesinde, gelen bir ihbar üzerine yaptıkları çalışmalarda renkli duvar mozaiklerine ulaştıklarını ifade ederek, "Yapılan çalışmalarda binanın tarihi yapısına uygun, renkli mozaiklerden oluşan bir kompozisyon parçası tespit ettik" dedi.

 

Hasankeyf te yürütülen kazı çalışmalarında ilk defa duvar mozaiğinin ortaya çıkarıldığını belirten Prof.Dr. Uluçam, şöyle dedi: "Hasankeyf'te ilk kez duvar mozaiklerine rastlanıldı. Roma döneminin bu anıtsal yapısının duvarlarının üst kısımlarının yerden yaklaşık 1,5 metreden sonrasının mozaiklerle kaplı olduğu ortaya çıktı. Bu da Hasankeyf kültürü açısından önemli bir nokta. Çünkü biz sadece döşeme mozaikleriyle bu bölgede Roma döneminin varlığını, sanatını algılıyorduk. Ancak bu duvardaki mozaikler Hasankeyf in Roma döneminde sadece bir askeri üs olarak kullanılmadığını ortaya koydu. Mozaikler gösteriyor ki Roma döneminde zevke yönelik, süslemeye yönelik birtakım sanatsal faaliyederde de bulunulmuş. Uluçam, şöyle devam etti: "2005 yılı kazılarında bulduğumuz mozaikleri 'döşeme mozaik' sanıyorduk. 2005 yılı kazılarında bulunan mozaikleri Mardin İl Müzesi'ne göndermiştik. Şimdi bulduklarımızla onları birleştirdiğimizde kompozisyon ortaya çıkmış olacak."

Birgün, 27.08.2007

HATTUŞA ÖREN YERLERİNDEKİ YOL ÇALIŞMALARI TAMAMLANDI

 

Çorum'un Boğazkale İlçesi'nde bulunan ''Hattuşa'' ören yerlerindeki yol çalışmaları tamamlandı bildirildi. Çorum Özel İdaresi ile Boğazkale Belediyesinin ortak çalışmasıyla ''Hattuşa'' ören yerlerini çevreleyen surlara paralel uzanan ve toplam uzunluğu 6 bin 500 metre olan yolun rampaları (bin 600 metre) kilitli parke taşıyla kaplandı. Yaklaşık bin metrelik asfaltlama çalışması yapıldı.


Hattuşa ören yerlerinde bulunan ve ziyaretçilerin en çok ilgi gösterdiği yerlerden birisi olan Büyük Mabet'in önündeki otopark alanı da renkli kilitli parke taşıyla kaplandı. Kaplama yapılan alanın ortasına ''Hitit güneşi'' figürü çizildi.

 

Çorum Valisi Mustafa Toprak, çalışmaları yerinde inceleyerek,Kaymakam Fırat Çelik ve Belediye Başkanı Ali Rıza Soysat'tan bilgi aldı. Vali Toprak, yolun bu yıl yapılması planlanan kısmının 1 ay gibi kısa sürede tamamlanmasından duyduğu mutluluğu dile getirerek, Kaymakam Çelik ve Belediye Başkanı Soysat'ı kutladı.

 

Çorum'un ve Türkiye'nin önemli bir turizm bölgesinin en büyük sorunlarından olan yol çalışmalarının gelecek yıllarda tamamen çözüleceğini belirten Vali Toprak, hedeflerinin Hattuşa'daki tüm gezi yollarının kilitli parke taşıyla kaplanması olduğunu, bunun tarihi  dokuya zarar vermediğini ve estetik bir görüntü oluşturduğunu kaydetti.

Turizm Gazetesi, 27.08.2007

KAYALARI ŞEHRE DOĞRU KAYAN MARDİN KALESİ RESTORASYON BEKLİYOR





Gecesi gerdanlık, gündüzü seyranlık olarak bilinen Mardin'in kalesi 7 bin yıllık tarihin verdiği yorgunlukla kayalarını artık taşıyamaz hale geldi. Mardin Mimarlar Odası Başkanı Yılmaz Altındağ, kalenin hızla şehre doğru kaydığını belirterek, acil tedbir alınmasını istedi.





Mardin Kalesi'nin üç yıldır büyük tehlike arz ettiğini bildirmesine rağmen hiç kimsenin buna kulak asmadığını ileri süren Yılmaz Altındağ, "Mardin Kalesi restore edilmezse büyük bir felaketle karşı karşıya kalabiliriz." uyarısında bulundu. Altındağ, "Kale hızla şehre doğru kaymaktadır. Kayalar çatlamaktadır. Ayrıca kale üzerinde yapılan taş yapılar da yıkılmaktadır. Kale altında bulunan evlerin derhal boşaltılması ve buranın afet bölgesi ilan edilmesi gerekir. Aksi takdirde kışın yağacak kar ve yağmurlar, kaya parçaların kaymasına ve yıkılmasına neden olacaktır. Zaten kale tehlike sinyalleri vermeye başladı. Kalenin acil olarak onarım ve bakıma alınması gerekir. Böyle özel bir yapıya yapılacak müdahale bir Artuklu Camisi'ne ya da medresesine yapılacak müdahaleden farklı bir uygulama gerektirmektedir. Bunun için teknolojinin nimetinden faydalanmak şart." dedi

 

Kalede oluşan oyukların çelik tel donatılı beton püskürtme yöntemi ile kapatılması gerektiğini vurgulayan Altındağ, şunları söyledi: "Mardin Kalesi'nde uygulanabilecek bu yöntem sırasında betona taş tozu da karıştırılarak yarıklara yapılacak dolgunun kaya yüzeyi ile aynı dokuda olması sağlanabilir. Kaleye yapılabilecek bir başka uygulama da payandalama sistemidir. Bunlar özellikle dik yamaçta bulunan kale gözetleme kulesinin ve kale camisinin altındaki kaya yüzeylere destek olarak yapılabilir. Tabii bu yüzeydeki yarıklara dolgu yapıldıktan sonra, payandalama yöntemini Mimar Sinan Ayasofya Camii için zamanımızdan 550 sene evvel uygulamıştır. Tabi o zamanın teknikleri ile bu payandalar bugün biraz bize kaba görünebilir ama yapıyı kurtarmıştır. Çağımızda ise kale kulesine ve camisine yapılacak payandalama betonarme destek şeklinde olup yüzeyi yöresel Mardin taşı ile kaplanarak kale ile uyumlu bir duvar görünümünde olabilir."

 

Mardin Valisi Mehmet Kılıçlar da, kale için gereken önlemlerin alınması için Kültür ve Turizm Bakanlığı'na gerekli raporları gönderdiklerini belirtti.

TürkiyeTurizm.com, 27.08.2007

PARION ANTİK KENTİ'NDEKİ KAZILAR SONA ERDİ

 

Çanakkale'nin Biga İlçesi'ne bağlı Kemer Köyü'ndeki Parion Antik Kenti'nin 4. dönem kazıları sona erdi.

 

Kazı Heyeti Başkanı ve Atatürk Üniversitesi (AÜ) Fen-Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Başkanı Prof.Dr. Cevat Başaran, bu yıl Kültür ve Turizm Bakanlığından ayrılan 80 bin YTL ödenekle, antik kentin 4 ayrı bölgesinde kazı çalışması yapıldığını söyledi.

 

Bu sezon kazıların antik kentin tiyatrosu, akropoldeki tapınak, Roma villası ile nekropolde yoğunlaştırıldığını belirten Prof.Dr. Başaran, MS 1400'lerde akropol ve tiyatroda bulunan mermer malzemelerin Doğu Roma İmparatorluğu döneminde kent savunması için sur duvarlarının güçlendirilmesinde kullanıldığının tespit edildiğini ifade ederek, şöyle konuştu: ''Antik tiyatrodan elde edilecek yeterli mimari parçayla, tiyatronun skenefrons ve kaveası restore edilecek. Bu yıl kazı çalışmalarının yürütüldüğü Roma Villası ise MS 2'nci yüzyılda yapılmış. Renkli boyayla sıvanmış duvarlarının alt bölümleri ile mermer levhalarla döşeli villada iç avluya ait mekan ortaya çıkartıldı. Villanın o dönemde Romalı bir zengine ait olduğu düşünüyoruz.''

Turizm Gazetesi, 27.08.2007

TARİHİ OSMANLI ÇEŞMESİ RESTORE EDİLDİ

 

Balıkesir'in Bandırma İlçesi Cumhuriyet Meydanı'ndaki tarihi Haydar Çavuş Çeşmesi yıllar sonra belediye tarafından onarılıp temizlendi.

Padişah 2. Selim emriyle Sarayın Mabeyan Çavuşu Haydar Çavuş Efendi adına yaptırılan şifalı tatlı su çeşmesi yıllar sonra belediye tarafından onarılıp,

bir tonluk su deposu temizlendi. Belediye Başkanı Recep Eraydın, tarihi çeşmenin yanına "Biz temizledik, siz koruyun" yazan bir tabela taktı. Vatandaşlardan gelen yoğun talep üzerine belediye tarafından üç ay süreyle bakım ve onarıma alınan tarihi çeşmenin blok mermerden yapılan üç yüzündeki Arapça kitabede çeşmenin yapılış öyküsü anlatılıyor. Osmanlı döneminden günümüze kadar kesilmeden akan şifalı serin kaynak suyu ile tüm vatandaşları serinleten tarihi çeşmenin çevresine koruyucu demir parmaklıklar
konup Osmanlı işi tarihi kurnalar takıldı.

haberler.com, 26.08.2007

AVRUPA'NIN KALBİNDE OSMANLI ESERLERİ SERGİSİ

 

Fransa’nın başkenti Paris, Osmanlı eserlerini ağırlıyor. “Osmanlı, Üç Deniz ve Üç Kıta” başlığıyla açılan sergide Fatih Sultan Mehmed Han’ın İstanbul’u fethini anlatan gravür tablodan, 16. yüzyılda komutanların giydiği miğferler, fermanlar ve çeşitli askeri malzemeler tanıtılıyor. Sergi, 16. yüzyıldan itibaren Akdeniz’in en büyük imparatorluğu olan ve tarih sahnesinden çekilene kadar üç kıtaya hükmeden Osmanlı Devleti’nin tarihine ışık tutuyor.

Türkiye Gazetesi, 26.08.2007

KIBYRA ANTİK KENTİ HAVADAN KEŞFEDİLİYOR

 

MS 200’lerde yaşanan deprem felaketi sonucu yıkılan Kibyra Antik Kenti’ndeki kazılar, Burdur Müze Müdürlüğü’nün başkanlığı ve Akdeniz Üniversitesi Arkeoloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof.Dr. Fahri Işık ve Havva İşkan Işık’ın bilimsel danışmanlığında devam ediyor. Kazı çalışmalarını sürdüren ekipte bulunan Akdeniz Üniversitesi’nden Yrd. Doç.Dr. Şükrü Özüdoğru, yaptığı açıklamada, antik kentin haritasının çıkarılması için balon kullandıklarını bildirdi. Balona bağlı fotoğraf makinesi aracılığıyla antik kenti havadan fotoğrafladıklarını anlatan Özüdoğru, “Balona bağlı makineden çektiğimiz fotoğraflar bize bölge hakkında son derece önemli bulgular veriyor. Çekilen fotoğrafları birleştirerek, çalışacağımız kalıntıların uzantılarını tespit ediyoruz” dedi.

Kibyra’nın tamamının bu şekilde fotoğraflandığını ifade eden Özüdoğru, çekilen fotoğraflarla antik kentin haritasının çıkarıldığını kaydetti. Oldukça iyi korunmuş antik kentlerinden Kibyra’nın sahip olduğu stadyum ve 4 bin kişi kapasiteli odeon, kentin geçmişte sosyal ve kültürel olarak hareketli bir yer olduğunu gösteriyor. Tarihte atları ve silahşörleriyle ün kazanan Kibyra, Antik Frigya, Pisidya, Likya ve Karya arasında bir geçiş bölgesi olan Kibyra, dört antik bölge kültürünün ortak izlerini taşıyor.

Akşam Akdeniz, 26.08.2007

HABİB-İ NECCAR CAMİİ RESTORE EDİLİYOR

 

Vakıflar Genel Müdürlüğü Anadolu'nun ilk camisi olma özelliğini taşıyan Habib-i Neccar Camii'ni restore ediyor. Tarihi dokusuna uygun bir şekilde restore edilecek cami için 541 bin 620 YTL harcama yapılacağı bildirildi. Kasım ayına kadar restorasyonu tamamlanması beklenen Habib-i Neccar Cami'nin çevre düzenlemesini ise Antakya Belediyesi yapacak. Her yıl yüzlerce yerli ve yabancı turistin ziyare ettiği caminin çatısı ve dış cephesinin yanı sıra minaresini de onarılacak. Habib-i Neccar Camii, Hz. Ömer'in komutanlarından Ebu Ubeyde Bin Cerrah tarafından M. S 636 yılında inşa edildi. Hz. İsa'nın havarilerine ilk inanan Habib-i Neccar bir inanç abidesi ve Kur'an-ı Kerim'de Yasin suresinde övülen bir şehit olarak biliniyor. Habib-Neccar'ın mezarı da caminin içinde bulunuyor. Ayrıca, çok tanrılı dönemde Roma halkını Allah'a inanmaları için Antakya'ya iknaya Hz. İsa tarafından gönderilen elçiler Yuhanna, Pavlos ve Şemun Safa'nın da mezarları da caminin içinide yer alıyor.

Yeni Şafak, 26.08.2007

DÜNYA MİRASINA BİR KİBRİT DAHA

 

UNESCO'nun İstanbul'u Dünya Mirası listesinden çıkarma tehlikesi üzerine Büyükşehir Belediyesi'nin restore etmek üzere istimlak ettiği Eminönü'ndeki boş ahşap binalarda yangın çıktı.

Küçükpazar, Mehmet Paşa Yokuşu ve Meslek Sokak'taki, bazıları Anıtlar Kurulu'nca koruma altına alınan 2'şer 3'er katlı 5 ahşap binadaki yangın dün saat 15.00 sıralarında eş zamanlı başladı. Alevler, rüzgarın da etkisiyle kısa sürede ahşap binaların büyük bölümünü sardı. Eminönü, Fatih ve Beyoğlu itfaiye ekiplerinin müdahale ettiği yangına mahalle sakinleri, bahçe hortumları ve kovalarla yardımcı oldu. 2 saatte 3 bina tamamen, 2 binanın ise çatısı yandı. Mehmet Paşa Camii'nin çatısındaki su olukları da sıcak nedeniyle zarar gördü. Mahalleli yangına boş binaları mekan tutan tinercilerin neden olduğunu söylerken, polis, yangınları otopark mafyasısının çıkarmış olabileceği ihtimalini de araştırıyor.

Hürriyet, Haber: Serhat Akkoç, 26.08.2007

İMPARATORUN YERALTI SARAYININ İÇİNDE





Çok büyük bir alanı kaplamasına karşılık, Çin’in ilk imparatorunun ölümünden sonra kullanması için inşa edilen yeraltı sarayının henüz ufak bir kısmı kazılmış durumda. Bir tepenin 30 m altında bulunan bu mezarın tarafından üç boyutlu bir modeli Shaanxi Arkeoloji Enstitüsü’nde görevli arkeologlar tarafından, Duan Quingbo liderliğinde hazırlandı.

 

Mezarda bulunan, savaşçılardan bürokratlara, müzisyen ve akrobatlara kadar birçok heykel 13 Eylül’den itibaren British Museum’da teşhir edilecek. Bu sergi, bu müzede 1972 de yapılan Tutankhamun Sergisi’nden bu yana gerçekleşen en büyük sergi olma özelliğine sahip.





Mezarda yapılan kazılarda şu ana dek yaklaşık 1000 heykel bulundu ve toprak altında 7000 adet daha olduğu düşünülüyor. MÖ 89 yılında, yapımından yaklaşık 100 yıl sonra bu mezarı anlatan bir belge, mezarda saraylar, büyük odalar, arabalar ve değerli taşlarla dolu defineler olduğunu yazmakta. Yapının ne tür çatıya sahip olduğu hiçbir zaman anlaşılamadı. Eğer ahşapsa da, çok uzun bir zaman önce çökerek altında bulunan tüm eser ve yapıları örtmüş olması gerekiyor.

 

Kazıların başlamasından bu yana, Shaanxi bölgesindeki Xian şehri civarından yaklaşık 3000 aile göç ettirildi ve tüm arazi koruma altın alındı. Kazıların onlarca yıl daha süreceği tahmin ediliyor. Kazının dünya arkeoloji tarihinde bir benzeri yok. 1974 yılında bir tesadüf sonucu bulunan mezar her kazı sezonunda yepyeni sürprizler sunuyor.





Mezar, Qin Hanedanı’nın ilk imparatoru Qin Shihuang’ın emri ile yapıldı. O, yaklaşık 2000 yıl önce Çin Devleti’nin kurucusu idi. MÖ 221 yılında birbirleri ile savaşan tüm Çin Beyliklerini tek bir yapı altında toplamayı başardı ve bugün dünya üzerinde varolan en eski siyasi yapılardan birisini oluşturdu. Tek bir para biriminin yanısıra, ortak ağırlık birimini ve ortak bir yazıyı uygulamaya koyarak Çin’in bir ulus olmasında en önemli adımları gerçekleştirdi.

 

Etkileyici Sayılar:

95 kilometre kare – Xian’ın büyüklüğü

25,000 metre kare – Savaşçı heykellerinin bulunduğu alanın büyüklüğü

36 yıl – Mezarı inşa etmek için geçen zaman MÖ 246 dan 210 a kadar  

70,000 – Mezarı yapmak için çalıştığı tahmin edilen insan sayısı

13 – MÖ 246 da  Ying Zheng’in Qin Kralı olduğu yaş

 

   

Dalya Alberge, The Times Sanat Danışmanı, 22 08.2007

GAZİ MESTAN TÜRBESİ TÜRBESİ ONARILMAYI BEKLİYOR

 

 

Kosova'da Osmanlı eserlerinden Bayraktarlar da olarak bilinen Gazi Mestan Türbesi'ne geçtiğimiz günlerde yapılan saldırının izleri hala duruyor. Kimliği belirsiz kişilerce yapılan hain saldırı sonucu harabeye dönüşen türbe içindeki manzara içler acısı.

Saldırının üzerinden 3 hafta geçmesine rağmen son derece tarihi öneme haiz bu esere verilen tahribattın ortadan kaldırılmasına yönelik herhangi bir adım atılmadı. Priştine yakınlarında 1389 yılında Sultan 1. Murat Hüdavendigar'ın şehit düştüğü Kosova Meydan Muharebesi'nin yapıldığı ovaya bakan tepede yer alan Bayraktarlar Türbesi'nin içindeki molozlar, saldırıyı yapanların acımasızlığını sergiliyor. Türbe içindeki iki beton mezarın, uzun sakallı olduğu iddia edilen saldırganlar tarafından balyozlarla yıkılması üzerine, geride kalan beton, tuğla ve taş yığınları, Osmanlı eserlerinin yeryüzünden silinmesinin hedeflediğini gösteriyor. Bir an önce onarım ve restorasyon çalışmalarına ihtiyaç duyan bu tarihi eserin Kosova'da Sırp Ortodoks kilise ve tarihi eserlerinin korunduğu gibi fiziki korunmasının gündeme alınacağı öğreniliyor. Geçen yıl Kosova Türk Taburu ve Kosova Kültür Bakanlığı tarafından kısmen restore edilen türbenin çok daha kapsamlı restorasyon çalışmalarının ne zaman başlayacağı henüz belli değil. Türbeye yapılan saldırı Kosova'da tüm kesimler tarafından kınanarak, saldırganların bir an önce cezalandırılması istendi. Bu arada saldırıyla ilgili olarak polis tarafından yapılan araştırmalar devam ediyor. Priştine Polisi Sözcüsü Sabriye Kamberi, her çeşit kınamaya laik Bayraktarlar ya da Gazi Mestan Türbesi'ne yapılan saldırının tüm ipuçlarının araştırıldığını belirterek, saldırıyı gerçekleştirenlerin tutuklanması için Kosova Polis Teşkilatı'nın elindeki bütün imkanlardan yararlanıldığını ifade etti. Kamberi, saldırganların yakın bir zaman içinde adalet önüne çıkarılacağını umut ettiğini bildirdi.

haberler.com, Fotoğraf: haberodasi.com, 26.08.2007

DOLMABAHÇE'Yİ KAMERALAR DELİK DEŞİK ETTİ





Duvarlarına izinsiz bir çivi dahi çakılması yasak olan Dolmabahçe Sarayı'nda, sekiz ay önce tarihi nakışların arasına 25 santimlik çivilerle monte edilen 25 güvenlik kamerası; sütunları, duvarları, kiriş ve kolonları delik deşik etti. Dolmabahçe Sarayı'na güvenlik gerekçesiyle kamera takılması, geçtiğimiz ocak ayında ihaleyle BİMSA şirketine verildi. Güvenlik kameraları siyah kalın saçlarla; Metal Salon, Büyükelçi Ağırlama Salonu, Mavi ve Pembe Salonlar, Değerli Eşyalar Salonları ile saray içerisinde bazı koridorlara monte edildi. Kameraların kabloları ise duvar köşelerine açılan deliklerle ana kumandaya bağlandı. Kameraların çivilerle tutturulduğu bazı noktalarda ise duvarların çatladığı görüldü. Milli Saraylar Daire Başkanlığı İletişim Sorumlusu Yasin Yıldız, çalışmayla ilgili Bilim Kurulu'ndan gerekli iznin alındığını savunarak, "Saraya zarar verilerek bir şey yapılmadı" diye konuştu.





Milli Saraylar Daire Başkanlığı Bilim Kurulu Başkanı Prof.Dr. Metin Sözen ise, kendilerine bu konuda bir proje getirilmediğini belirterek şöyle dedi: "Ömrümün yarısını burada geçirdim. Sıkıldım artık bu işlerden. Böyle bir etüt gelirse çizimle gelir. Tarihi dokuya zarar verecek bir çalışmaya onay vermem mümkün değil. Görev yaptığım süreçte iç ve dış aydınlatmayla ilgili tam 400 kere rapor istedim." Dolmabahçe Sarayı Bilim Kurulu Üyesi Doç.Dr. Cengiz Can ise, böyle bir çalışmaya izin vermediklerine dikkati çekerek, "Önümüzdeki hafta bizzat gidip yapılan işi inceleyeceğim. Ayaklı sistem veya sütunlara, nakışlara ve duvarlara zarar vermeyecek başka bir sistem geliştirilebilir" dedi. Yaklaşık 10 yıl Ayasofya Müzesi müdürlüğü yapan Erdem Yücel ise, "Böyle bir çalışma eski eser tahribatına girer. Bir yıl ile üç yıl arasında hapis cezası öngörülür" diye konuştu.

 

1856'da açılışı yapılan Saray'a konulan güvenlik kameralarına ait kabloların, belli olmaması için benzer renklere boyandığı gözlerden kaçmadı. Kameraların çivilerle tutturulduğu bazı noktalarda da duvarların çatladığı görüldü. Milli Saraylar Daire Başkanlığı Bilim Kurulu Başkanı Prof.Dr. Metin Sözen ise tepkisini, "Böyle bir hata yapılamaz" diyerek dile getirdi.

 

Prof.Dr. Semavi Eyice (İstanbul Üni.)
"Avrupa'da kadınlar saraylara, parkelere çukur açar diye sivri topuklu ayakkabılar ile alınmıyor. Bizde ise hak getire... Bu duvarlarda nakışlar, işlemeler var. Buralara çivi çakılamaz. Saraylarda zaman zaman toplantılar yapılıyor. Bunların kesinlikle yasaklanması lazım. Elimizde kala kala bir Dolmabahçe bir de Beylerbeyi kaldı. Bunları yok etmemeliyiz."

 

Prof.Dr. Selçuk Mülayim (Marmara Üni.):
"Kamera için önceden izin alınması gerekir. Yapılan iş açık açık yapıya müdahaledir. Tesisat projesi olmalı. Yapan ve yaptıranlarla ilgili hiç vakit kaybetmeden yasal soruşturma başlatılmalı. Kılına bile dokunamazlar. Boyasının rengini bile değiştiremezler. Bunun için kılın kırk yarılması gerekiyor. Duvarına girmek imkansız. Böyle bir çalışmaya hiçbir kurul izin vermez."

Sabah, Haber Erhan Öztürk, 26.08.2007

TARİHİ ESERİNİ GETİR, PARASINI AL

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı, evinde, çevresinde veya tarlasında tarihi eser bulan ve yetkililere teslim edenlere, 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu kapsamında, eserin değeri kadar para ödüyor.
 

Adana Arkeoloji Müze Müdürü Kazım Tosun, yaptığı açıklamada, tarihi eserlerin, ülkenin en önemli kültür varlığı olduğunu belirterek, bu bilinci aşılamak için yoğun çaba gösterdiklerini söyledi.

 

Milli servet olan tarihi eserleri herkesin korumasını isteyen Tosun, bu kapsamda vatandaşların müzelere güvenmesi ve çekinmeden buldukları eserleri getirmeleri, gördüklerini de bildirmeleri gerektiğini vurguladı.

 

Tosun, tarihi eserleri kaçırıp suçlu olmaktansa değerinin tamamını alarak milli servete de katkıda bulunulabileceğini ifade ederek, şunları söyledi: “Kaçakçılar rant elde edecekleri için elinde tarihi eser bulunan vatandaşları, 'müzeye gitmeyin, sizi hapse atarlar' gibi aldatıcı söylemler ile ikna edip suça ortak ediyor. Vatandaşların çoğu 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu kapsamında, tarihi eserleri bulup müzelere getirenlere eserin değerinin yüzde 100'ünün verildiğini, görüp kendilerine haber verenlere ise yüzde 40'ının ikramiye olarak ödendiğini ne yazık ki bilmiyor.”

 

Tosun, yaptıkları çalışmalarla müzelerin önemini kavrayan kişilerden bu yılın ilk 6 ayında müzelerine 179 tarihi eser getirildiği, bu eserler genellikle sikke gibi küçük parçalar olduğu için karşılığında da 3 bin 405 YTL ücret ödendiğini bildirdi.

 

Müzelerinde sergilenen eserlerin önemli bölümünün vatandaşlardan temin edildiğini de vurgulayan Tosun, bu eserler arasında en önemlisi olan Romalı bir senatörün müzelerinde sergilenen heykelinin, 1982 yılında Karataş ilçesinde dalış yapan emekli öğretmen Ercan Işık tarafından sahilden yaklaşık 300 metre açıkta, 15 metre derinlikte bulunduğunu kaydetti.

 

Tosun ayrıca, MÖ 800'lü yıllara dayanan ve çok nadir olan 'Arabalı Tanrı Tarhunda” heykelinin ise Yüreğir ilçesinde bir tarlada iki köylü tarafından bulunduğunu, köylülerin bu eserden elde ettikleri gelirle kendilerine araba aldıklarını da sözlerine ekledi.

Uygarlıklar beşiği Türkiye'de, eser kaçakçılığının önüne geçmek ve kültür varlıklarını korunmak için çıkarılan 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu'nda, kültür varlığı bulanlara çeşitli ödemeler yapılıyor.

 

Kanunda, taşınır ve taşınmaz kültür-tabiat varlıklarını bulan veya eserden yeni haberdar olanlar, en geç üç gün içinde en yakın müze müdürlüğüne, köyde muhtara, diğer yerlerde de mülki idare amirlerine durumu bildirmekle mecbur tutuluyor.

 

Buna göre, ülkede yer altı, yer üstü ve su altında bulunan taşınır kültür varlıklarını yetkililere haber verenler çeşitli ikramiyeler alıyor. Kanun'un 64. maddesinde düzenlenen ikramiyeler özetle şöyle:

  • Kültür ve Turizm Bakanlığı, kendi mülkü içinde eser bulanlara, eserin değerini ödeyerek satın alabiliyor. Ayrıca ikramiye verilmiyor.

  • Milli Mücadele, Türkiye Cumhuriyeti Tarihi ve Atatürk'e ait korunması gerekli taşınır kültür varlıkları, Kültür ve Turizm ve Milli Savunma Bakanlıkları ile Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumunca satın alınabiliyor.

  • Eser başkasının mülkü içinde bulunmuşsa, Bakanlık “varlığın belirlenen bedelinin” yüzde 80'ini, bulan ile mülk sahibi arasında ikramiye olarak yarı yarıya paylaştırıyor.

  • Vatandaş, devlete ait arazide kültür varlığı ortaya çıkarırsa da “eserin takdir olunacak bedelinin” yüzde 40'ını ikramiye olarak alıyor.

  • Nerede olursa olsun yeni bulunup da üç gün içinde haber verilmediğinden dolayı gizlenmiş sayılan kültür varlıklarını haber verenler ile bunları yakalayan kamu görevlilerine ise 1905 sayılı Menkul ve Gayrimenkul Emval ile Bunların İntifa Haklarının ve Daimi Vergilerin Mektumlarını Haber Verenlere Verilecek İkramiyelere Dair Kanun'da, taşınır mallar için gösterilen oranlarda tespit edilen bedel, ikramiye olarak veriliyor.

  • Eğer kültür varlıklarını bulan, haber veren veya yakalayan kişi sayısı birden fazla olursa, ikramiyeler kişiler arasında eşit paylaştırılıyor.

Hürriyet, 26.08.2007

DEMİRCİ'DE LİDYA KRALI KREZÜS'ÜN 'YAYLA HAMAMI' TURİZME AÇILIYOR

 

Manisa'nın Demirci İlçesi'nde MÖ 2. yüzyılda inşa edildiği ve Lidya Kralı Krazüs'ün yayla hamamı olarak kullandığı ifade edilen ve "Kralın Hamamı" olarak adlandırılan yapının turizme açılacağı bildirildi.





Mülkiyeti Demirci Belediyesi'ne ait olan Hisar Kaplıcaları içinde yeralan ve restorasyon çalışmaları süren yapının kısa bir süre içinde hizmete açılacağı, bundan sonra kaplıcalar için yapılacak tanıtımların ''Kralın Hamamında Yıkanmak İster misiniz?'' sloganıyla gerçekleştirileceği bildirildi.

Demirci Belediye Başkanı Mithat Erşahin, apart tesislerde kalan turistlerin de ilgiyle izledikleri restorasyon çalışmalarıyla ilgili olarak yaptığı açıklamada bir hafta içinde kubbenin tamamlanacağını bildirdi.

 

Daha sonra havuz kısmında çalışmaların başlayacağını ifade eden Erşahin, restorasyonun Ramazan Bayramı'na kadar tamamlanması ve ardından hizmete açılmasının planlandığını ifade etti. Erşahin ''Restorasyon çalışmaları için 25 bin YTL kaynak ayırdık. Bundan sonra yapılacak olan kaplıca reklamlarında, kullanılacak suyun özelliklerinin yanında mutlaka 'Kralın Hamamında Yıkanmak İster misiniz?' ibaresi de yer alacak.'' dedi.

 

Erşahin şöyle konuştu: ''Tarihi kaplıca binasının aslına uygun olarak restorasyonuna başladık. Günübirlik tesislerimize gelen veya apart otellerde konaklayan ziyaretçilerimizin de ilgisini çeken bu tarihi kalıntının eski ihtişamlı günlerine dönmesi, çok yakında Hisar Kaplıcaları'nın şifalı suyunun yanında bu kalıntının da turizm açısından büyük fayda sağlamasına yol açacaktır.''

Erşahin restorasyonun tamamlanmasının ardından tesislerin turizme kazandırılacağını sözlerine ekledi.

 

Lidya Kralı Krazüs'ün yayla hamamı olarak kullandığı belirlenen Hisar Kaplıcaları'nın bulunduğu bölge, Kültür ve Turizm Bakanlığı'nca termal turizm alanı olarak ilan edilmişti. Tesislerin gördüğü rağbet üzerine kaplıca binasının restorasyonuna başlanmıştı.

TürkiyeTurizm.com, 26.08.2007

ZEUGMA'DA YENİ BİR MOZAİK DAHA BULUNDU

 

Gaziantep'in Nizip İlçesi'ndeki Birecik Baraj Gölü kıyısında bulunan antik Zeugma kentinde yeni bir mozaik bulundu. Kazı Başkanı Doç.Dr. Kutalmış Görkay, yaptığı açıklamada, 1 hafta önce yeni bir mozaiğin ipuçlarını yakaladıklarını ve yaptıkları çalışmalarla mozaiğin bir bölümünü gün yüzüne çıkardıklarını belirtti.

 

Yeni bulunan mozaiğin, büyük bir ev kompleksine ait havuzun taban döşemesi konumunda olduğunu kaydeden Görkay, "Mozaikte sahne olarak arabasıyla birlikte Poseidon yer alıyor. Su yaratıklarının betimlendiği çok güzel bir mozaik. Yeni bulduğumuz mozaik, Zeugma'dan daha önce çıkarılan mozaiklerden daha farklı. Bu açıdan bulunan bu mozaiğin önemi çok büyük. Mozaiğin büyüklüğü, bulunduğu mekanın bize oldukça büyük olduğunu da gösteriyor" dedi.

 

Çeşitli balık figürlerinin de yer aldığı mozaiğin çok önemli olduğunu dile getiren Görkay, "Biz bu seneki çalışmamızı biraz daha genişleteceğiz. Bulunan mozaiklerin yerinde sergilenmesi için çeşitli projelere başlayacağız. Buluntular olduğu sürece medyanın da etkisiyle ilgi artıyor. Ancak Zeugma'ya gösterilen ilgi, bilinçli olmalı. Biz bunu istiyoruz. Çünkü, kültür varlıkları çok çabuk yitirilebilen şeyler. Onun için ilgiyi de biraz bilinçli göstermek lazım. Ama şu anda gösterilen ilgiden memnunuz. İnanıyorum ki yakın gelecekte Zeugma'da turizm potansiyelini de etkileyecek yeni buluntular ve gelişmeler olacak" diye konuştu.

 

Görkay, bu seneki çalışmaların 2007 Ekim ayı başına kadar devam edeceğini, ek ödenek verildiği takdirde çalışmaları daha uzun bir zamanda sürdürmeyi amaçladıklarını ifade etti.
Antik Zeugma kentinde bu yıl yaptıkları bilimsel çalışmaları 25 kişilik bir ekiple sürdürdüklerini ve 4 ayrı bilimsel çalışma gerçekleştireceklerine dikkat çeken Görkay, "Zeugma'yı arkeopark yaparak bölge ve ülke turizmine önemli katkı sağlayan bir turizm merkezi haline getirmeyi amaçlıyoruz. Ancak, önceliğimiz Zeugma'nın en iyi biçimde korunmasını sağlamak" şeklinde konuştu. Görkay, Zeugma'daki kazılar ve bilimsel çalışmalara Bakanlar Kurulu kararı çerçevesinde 2005 yılında başladıklarını hatırlatarak Zeugma'nın büyük bir bölümünün halen yerin altında olduğunu vurguladı.

 

Görkay, Zeugma'nın bir bütün olarak gün ışığına çıkarılması, koruma kaygısı ön planda düşünülerek arkeopark haline getirilmesinin uzun yıllar alacak bir çalışma olduğunu dile getirdi.
Turizm Gazetesi, 25.08.2007

KOCAELİ'DE TARİHİ SÜLEYMAN PAŞA HAMAMI RESTORE EDİLECEK

 

Kocaeli'nin en önemli tarihi eserlerinden biri olan Süleyman Paşa Hamamı restore edilecek. Harabeye dönen tarihi eser, onarım çalışmasından sonra eski görünümüne kavuşturulacak.

 

Çok sayıda medeniyetin yaşadığı Kocaeli, adeta bir açık hava müzesi konumunda. İlin dört bir yanında her döneme ait tarihi eserlere rastlamak mümkün. Geçen süre zarfından bakımı yapılmadığı için büyük bir kısmı harabeye dönmüş durumda. Bunlardan biri de Akçakoca Mahallesi'nde bulunan Süleyman Paşa Hamamı.

 

14. yüzyılda yapılan hamam, erkek ve kadınlara ayrı ayrı çift hamam şeklinde inşa edilmiş. Her iki kısım bir birine eşit planlı yapılırken, soğukluk ve halvet kısımları da bulunuyor. İzmit'te günümüze kadar ayakta kalabilen en erken tarihi Osmanlı dönemi yapısıdır. Bir kısmı yıkılan hamamın büyük bir bölümü halen ayakta durmaktadır. Yıllardır kendi kaderine terk edilen hamam, gece alemcilerin mekanı haline gelmiş. Tarihi eseri kurtarmak için Kocaeli Büyükşehir Belediyesi kolları sıvadı.

Şimdiye kadar bir çok tarihi eseri restore ederek eski görünümüne kavuşturan belediye, Süleyman Paşa Hamamı'nı da aslına göre restore edecek. Hamamın, aydınlatma çevre düzenlemesi konusundaki eksiklikleri de tamamlanacak. Binanın badana işleri, yağmur boruları, pencere menteşeleri ile ısı yalıtımları baştan yenilenecek.

 

Söz konusu iş için belediye bir ihale yaptı. Süleymanpaşa Hamamı Restarasyonu Yapım İşi adı altında düzenlenen ihaleye dört firma teklif verdi. İhaleye katılan firmalardan İstanbul İnşaat 488 bin YTL ile en düşük teklifi verirken, Kaya İnşaat 697 bin 500 YTL ile en yüksek teklifi verdi. Teklifler değerlendirildikten sonra restorasyon çalışması başlayacak.

TürkiyeTurizm.com, 25.08.2007





MAĞARALAR TURİZME DÜZENSİZ AÇILIYOR

 

Turistik gelir amacıyla son yıllarda yerel yönetimler ile yatırımcıların ilgi odağı haline gelen mağaraların turizme gelişigüzel açıldığı savunuldu.

 

Mağara Araştırma Derneği (MAD) Başkanı Kubilay Erdoğan, Türkiye'nin mağara ve yer altı dereleri açısından dünyanın sayılı ülkeleri arasında yer aldığını belirtti. Özellikle Akdeniz Bölgesinin Batı ve Orta Toroslar kısmı ile Orta Anadolu'nun Toroslara yakın bölgelerinin mağaralar açısından oldukça büyük potansiyele sahip olduğunu belirten Erdoğan, Türkiye'de bulunan mağara araştırma gruplarının birçoğunun bu bölgelerde faaliyet  gösterdiğini ifade etti.

 

Erdoğan, Türkiye'de 40 binin üzerinde mağara olduğunun tahmin edildiğini vurgulayarak, mağaraların, taşıdıkları turistik önem nedeniyle, özellikle son yıllarda, yerel yönetimlerin ve yatırımcıların ilgi odağı olmaya başladığını kaydetti.

 

Turizm çeşitliliğinin artırılması, turizmin kıyı bölgeleriyle kısıtlı kalmaması, iç bölgelere çekilmesi ve bu bölgelerde de kalkınmanın sağlanması amacıyla, her yıl illere ödenekler gönderildiğini, il ve ilçe yönetimlerinin mağaraların turizme açılması için teşvik edildiğini

 belirten Erdoğan, ''Bu amaçla, Kültür ve Turizm Bakanlığı 'Mağara Turizmi Projesi' başlattı ve projeyle bugüne kadar 210 mağara kültür ve tabiat varlığı olarak tescil edildi, bunlardan 13'ü de turizmin hizmetine sunuldu'' dedi.

 

Erdoğan, buna karşın, kültür ve turizm koruma ve gelişim bölgeleri dışında kaldığı için Kültür ve Turizm Bakanlığının denetimi dışında da çok sayıda mağaranın turizm geliri elde etme adına düzenlendiğini belirterek, şunları söyledi:

 

''Ülkemizde zengin bir mirasa sahip olmasına karşın mağaralar ile ilgili yasal bir düzenleme bulunmadığı gibi bu konuda hiçbir kurum doğrudan yetkiye sahip değil. Vatandaşların da mağaralar konusunda yeteri kadar bilinci yok. Mağaraların turizme kazandırılması uğruna doğallığının bozulduğunu, adeta talan edildiğini üzülerek görüyoruz. Turizm elbette bir ülkenin gelişmesinde oldukça etkili bir araç ve ekonomik kaynak ancak, bilinçli ve kontrollü yapılmalı. Mağaralar Türk turizminin geleceği açısından çok önemli. Mağara turizminin gündeme gelmesiyle birlikte yerel veya bölgesel idareler ile bazı resmi kuruluşların mağaralara yaptığı yanlış müdahalenin telafisi olmaz.''

 

Erdoğan, mağara turizmi konusunda yasal düzenlemeler yapılarak bu konuda, neyin kazanılıp neyin kaybedileceğinin muhasebesinin yapılmasını istediklerini ifade etti.

Turizm Gazetesi, 25.08.2007

OSMAN PAŞA TAMAM, CAFER PAŞA DEVAM

 

 

Malatya'nın Arapgir İlçesi'ndeki tarihi Gümrükçü Osman Paşa Camii'nin onarımı tamamlanırken, Cafer Paşa Camii'ndeki çalışmalara da hız verildi.

Arapgir İlçesi'ndeki 305 yıllık geçmişi olan Cafer Paşa Camii'nin 2004 yılında başlanan restorasyonuna hız verildiğini belirten Arapgir Belediye Başkanı Halit Konukçu, Millet Hanı ve Buğday Meydanı'nın eski nostaljik görüntüye kavuşturulması için çalışmalar yapıldığını söyledi. Konukçu, Millet Hanı'nın restorasyon çalışmalarına bu yıl başlanacağını belirterek, ayrıca Millet Han'ı ile birlikte çevredeki iş yerlerinin de restore edileceğini kaydetti. Başkan Konukçu, ilçedeki tarihi güzelliklerin korunması için ellerinden geleni yaptığını ifade etti.

Bu arada, Vakıflar Bölge Müdürlüğü tarafından ihale edilen ve restorasyon çalışmaları sürdürülen tarihi Gümrükçü Osman Paşa Camii'nin onarımı tamamlandı. Caminin lojman inşaatının ve çevre düzenlemesinin ise devam ettiği belirtildi. 1823 yılında yapılmış olan cami 184 yıllık bir geçmişe sahip. 2004 yılında restorasyonuna başlanan caminin, 9 Eylül 2007 tarihinde düzenlenecek Bağbozumu Şenlikleri kapsamında ibadete açılacağı öğrenildi.
Malatya Haber, 24.08.2007

BÜYÜK İSKENDER'İN YAPTIRDIĞI BİTLİS KALESİ KAZISI DEVAM EDİYOR

 

 

MÖ 312 yılında Büyük İskender tarafından Bitlis'e yaptırılan ve yıllardır bir sır gibi şehir merkezinde duran tarihi Bitlis Kalesi'nde kazı çalışmaları tüm hızıyla devam ediyor. Kazı çalışmalarında hamam mutfak yanı sıra sikke tandır pipo, kolye, boncuk ve benzeri çok sayıda eşyalar çıkıyor.

 

Kazı çalışmalarını yürüten Pamukkkale Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölüm Başkanı Öğretim Üyesi Prof.Dr. Kadir Pektaş, "Bitlis Kalesi'nden çıkan eşyalar bize Bitlis'in tarihini tanıtmak ve tanıma açısından çok yararlı oluyor." dedi.

 

2004 yılında başlatılan ve 10 yıl sürecek olan kazı çalışmalarının ardından kalenin sırrının çözülerek Bitlis'in tarihine ışık tutacağı belirtildi.

TürkiyeTurizm.com, 24.08.2007

RUSYA'DA ÇARIN AİLESİ BULUNDU

 

Rus arkeologlar, 1918 de Bolşevikler tarafından öldürülen son çarın iki çocuğunun kalıntılarını bulduklarını düşünüyorlar. Prens Alexei ve ablası Maria’ya ait olduğu  tahmin edilen kemiklere DNA testi uygulanacak. Yekaterinburg yakınlarında, aynı bölgede 1991 yılında yapılan kazılarda çar, eşi ve diğer üç çocuğuna ait kemikler bulunmuştu. Arkeolog Sergei Pogorelov’un açıklamasına göre, kazı alanında bulunan kurşunlar çocukların vurularak öldürüldüğünü ispatlıyor. Rusya televizyonuna yaptığı açıklamada, kazı sırasında ele geçen iskeletlerden birisinin 10-13 yaşlarında bir erkek çocuğuna, diğerinin ise 18-23 yaşlarında bir genç kıza ait olduğunu belirtti.

 

İskeletlerin yakınında bulunan ve içinde sülfürik asit olduğu anlaşılan kseramik kaplar ise müfrezeden bir askerin anlattıklarını doğrulamakta.  Açıklandığına göre, ölümlerinden sonra cesetlerin tanınmasını engellemek için vücutlara sülfürik asit dökülmüş.

 

Bölgesel adli tıp uzmanı Nikolai Nevolin, Itar-Tass haber ajansına yaptığı açıklamada, kendisine 44 parça kemik teslim edildiğini, Prens Alexei’nin hemofili hastası olduğunun bilindiğini ve yapılacak analizlerde bu hastalığın genomlarının araştırılacağını söyledi.

BBC News, 24.08.2007

ARNAVUTLUK'UN KUZEYİNDE 'TEPEGÖZ' DUVARLARI ORTAYA ÇIKARILDI




Arnavutluk'un dağlık kuzey bölgesi Avrupa'nın en ücra köşelerinden biri.


Arnavutluk'un kuzeyinde Osmanlı dönemine ait kaçakların izlerini arayan arkeologlar, çok daha eski bir şey bulduklarına şaşırdılar: Yaklaşık olarak MÖ 800 yıllarına dayanan geçmişe sahip, Bronz Çağı'ndan kalma bir kalenin kalıntıları. Duvarlar, antik Yunan Mikene'de rastlanan "Tepegöz" tekniği kullanılarak çimentosuz şekilde birleştirilmiş kaya parçalarından oluşuyorlar.

 

Ekibin lideri ABD'li araştırma görevlisi Michael Galaty'ye göre, keşif Avrupa'nın en ücra köşelerinden biri olan bölgenin binlerce yıl kullanıldığını gösteriyor. Kalenin inşa edildiği zamanlarda İlirya krallıkları Adriyatik Kıyısı'nda faalken, Yunanistan Karanlık Çağ'dan yeni çıkıyordu. Galaty'nin ekibi, burada kimlerin yaşadığının henüz belli olmadığını söylüyor.

peshkupauje sitesinde yazan Krasta, daha keşfedilecek çok şey olduğunu söylüyor. "Gerçekten de çok ilginç!" diyen yazar şöyle devam ediyor: "Arnavutluk'un dağlık kuzey bölgelerini kazarken gerçek hazineler bulacaklar. Sonunda, en azından Mikene'deki kadar eski bir medeniyete sahip olduğumuzu gösterdiler."

 

Krasta, "Arnavutluk'un antik kökeni hakkında bugüne kadar şaka gibi görünen pek çok teorinin ciddi şekilde ortaya çıkacağını düşünüyorum!" diye de ekliyor.

 

Berti şöyle bir yorumda bulunuyor: "Bu keşif hiç de garip değil. Yalnızca Arnavutluk topraklarında nadir görülmekle birlikte, bu döneme ait bu tarzdaki İlirya şehirleri Hırvatistan ve Bosna-Hersek'te mevcut. Hırvatistan'da bulunmuş ve bu tarzda inşa edilmiş ilk İlirya şehirleri MÖ 12. yüzyıla dayanıyor.

 

Yazar, "Arnavutluk topraklarında keşfedilmiş en eski kalıntılar MÖ 6. yüzyıla dayanıyor." diye de ekliyor.

 

Pjer antik İlirya'nın "etrafındaki ülkelerle aynı şekilde hatta daha yüksek seviyede ilerleme gösterdiğine" inanıyor. "Ne de olsa oğullarını İlirya'ya (Durres/Durrah) okumaya gönderenler Romalılardı. Bu, o döneme ait Romalı yazarların 2 bin önce bizlere verdikleri ifade."

 

Bir diğer yazıda, Xhulieta Arnavutluk'a gelen yabancı turistlerin deneyimleri hakkında yazıyor.

"Arnavutluk'un en ünlü turistik kentlerinden biri olan Saranda'da bir sürü yabancı turiste rastlayabilirsiniz. Tatillerini geçirmek üzere her yıl Arnavutluk'a gelen insanlar var. Bir turist şöyle diyor: "Arnavutluk'ta, dünyanın diğer güzel yerleriyle karşılaştırabileceğiniz, gerçekten gidilmesi gereken yerler buldum. Karakteristik şehirler var ve gerçekten etkileyici birkaç eski kenti ziyaret ettim."

 

Yazar, "Dış basında Arnavutluk hakkında bir sürü kötü bilgi yer alıyor. Yabancıların Arnavutluk'un güzel bir ülke ve insanlarının iyi olup olmadığı konusunda şüpheye düşmelerinin nedenlerinden biri de bu." diye tamamlıyor.

Southeast European Times, Der.: Klocan Seferay, Fotoğraf: Shala Vadisi Projesi, 24.08.2007




19 - 25 Ağustos 2007


YİNE, YENİ, YENİDEN... UŞAK MÜZESİ

SOYGUN VAR MI, YOK MU?

 

2006 yılının Nisan ayı Türk müzecilik tarihinde kara bir leke olarak durmaya devam ederken konuyla ilgili yeni haberler nedeniyle de leke büyüyor.

 

Bilindiği gibi, Karun Hazineleri'nin en değerli parçalarından "Kanatlı Denizatı Broşu"nun orijinalinin sahtesiyle değiştirilmesi davasında tutuklananlar tek tek tahliye olurken tek tutuklu Müze Müdürü Kazım Akbıyıkoğlu kalmış, eserin çalınmasında birinci derece sorumlu tutularak memurluktan atılmış ve 24 yıl hapis cezasıyla yargılanmaya başlamıştı.

 

21 Ağustos'ta Milliyet Gazetesi'nde yayınlanan habere göre de bu aşamadan sonra müfettişler tarafından sayımı yapılan 38 arkeolojik değerde altın eserin müzenin çelik kasasından son 1 yıl içinde çalındığı ortaya çıktı. Müzede Haziran 2007'de yapılan sayım sırasında ortaya çıkan soygunun kim ya da kimler tarafından yapıldığı belirlenemedi.

 

Müzede genel teftiş sırasında müze uzmanlarınca sayımı yapılan eserler arasında görünmeyen 38 parça eserle ilgili olarak, Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü'nce görevlendirilen komisyon üyesi Necati Kodalak, 4 Haziran 2007 tarihli raporunda şu ifadelere yer verdi:
"Müze Müdürü'nün Mayıs 2006'da tutuklanmasından sonra çelik kasanın içinde korunan altın eserlerin herhangi bir tespitinin yapılmadan 2006'dan bu yana komisyonumuzun teşekkülüne kadar birden fazla açılıp kapatıldığı kanaatine varılmıştır.


Çünkü müzeye arkeolog olarak Kasım 2006 tarihinde atanan Nazan Bayraktaroğlu'nun ifadesine göre, kendisi bile çelik kasayı açtığını söylemişti. Komisyonumuzca açılan çelik kasada olması gereken 38 adet altın eserin noksan olduğu tespit edilmiştir.


Çelik kasanın komisyon sayımı haricinde müze müdürünün tutuklanması sırasında polis tarafından aranmasından sonra bakanlığımız müfettişi tarafından odasında tespit yapılarak tutanağa bağlanmasına rağmen, daha sonra müze uzmanlarınca düzenlenen tutanak ile müdür odasındaki masa ve çekmecede bulunan altın eserler ve diğer sikkeleri çelik kasaya koydukları ifade edilmektir."

 

Kodalak, raporda sayım sırasında zorluklarla karşılaştıklarını, çalışanların işi ağırdan aldıklarını da şu sözlerle ifade etti:
"Müze Müdürlüğü, eser sayımının altın broşun sahtesiyle değiştirilmesi yüzünden çok hassas bir durum söz konusu olmasına ve buradaki eserlerin akıbetinin bir an önce açıklığa kavuşturulması gerekmesine rağmen, Haziran 2006'dan bugüne gelinmesinin altında hangi sebeplerin yattığını irdelemek ve anlamak gerekmektedir. Gözlemlerimize göre sayımın aksatılmak ve savsaklanmak istenmesinin altına zimmet almama ve sayımın gerçekleşmesini engelleme düşüncesinin hakim olduğu bir gerçektir. Bütün bu gelişmelere rağmen birçok şey gizlenerek Genel Müdürlüğümüze iletilmemiş adeta saklanmıştır."

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürü Orhan Düzgün de "Uşak Müzesi'nde envanter bilgilerine göre 20 bin 566 arkeolojik eser kayıt olması gerekiyor. Ancak yapılan teftiş sonucunda 122 eserin eksik olduğu görüldü. Bunların hangi dönemde kaybolduklarına ilişkin müfettiş soruşturması devam ediyor" dedi.


Düzgün, Uşak Müzesi ile ilgili çıkan haberle ilgili olarak Uşak Müze Müdürü Kazım Akbıyıkoğlu tutuklandığında bir müfettiş nezaretinde makam odasındaki çekmece ve dolapların kontrol edildiğini, orada bulunan eserlerin müzedeki değerli eserlerin saklandığı kasaya konulduğunu anlattı. Eserler kasaya yerleştirilirken sayımının yapılmadığını, ancak kasanın mühürlendiğini belirten Düzgün, müzede bir yıldır sürdürülen eser sayım kapsamında, kasanın da açıldığını ifade etti. Düzgün, kasada eksik eser çıkması ile ilgili olarak, "Değerli eserler müzenin kasasında korunuyor. Müzenin kasasının içinde zaten var olan eserler bulunuyor. Müdürün çekmecesinden alınıp kasaya konulanlar değil, sayımda kasada öteden beri saklanan eserler arasında eksikler çıktı" dedi.


Düzgün, Uşak Müzesi'nde, envanter bilgilerine göre 2006 sonu itibarıyla 20 bin 566 arkeolojik eserin olması gerektiğini, teftiş sonucunda, 20 bin 444 olduğunun tespit edildiğini söyledi. Müfettiş soruşturması tamamlanıncaya ve suçluluğu ispat edilinceye kadar kimsenin zan altında bırakılmaması gerektiğine de değinen Düzgün, "Personeli zan altında bırakmamak gerekli. Zaten suçluluğu tespit edilen müze müdürü şu an cezaevinde" dedi. Düzgün, müzeye altı personel daha atadıklarını, fiziki şartlarının iyi olmaması nedeniyle de müzenin Devlet Demiryolları'nın gar alanında yapılacak yeni müze binasına taşınması için çalışmalar yaptıklarını da söyledi.

 

Ancak Uşak Valisi Kayhan Kavas, Uşak Müzesi'ndeki sayımdan sonra kasada korumaya alınan 38 altın eserin çalındığı yönündeki haberlerin doğru olmadığını söyledi. Haberle ilgili açıklamalarda bulunan Kavas, "Kanatlı Denizatı Broşu ile ilgili yargı süreci devam ediyor. Bunun dışında 38 adet parçanın daha kayıp olduğu ile ilgili bir yeni haber var. Bu bilgiler yanlış. Geçen sene bu olay meydana geldikten sonra Kültür Bakanlığı'mızca bir komisyon oluşturuldu. Bu komisyonca müzedeki eserlerin tek tek sayımı ve dökümü yapılıyor. Bununla ilgili komisyon, çalışmalarını sona erdirdi. Ancak Kültür Bakanlığı ile mevcut olan envanterlerin kontrolünün olması gerekiyor ve bu kontrol süresi devam ediyor. Gazetedeki haberde sanki 38 tane eser varmış, bu 38 tane eser kasada saklanıyormuş, daha sonra kasadan alınmış gibi bir anlam ortaya çıkıyor. Bu bilgi doğru değil. Envanterde gözükmesine rağmen bu sayım esnasında 38 tane esere rastlanılamamış." dedi.

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı da Uşak Müzesi'nden çalındığı belirtilen eserlerin son 1 yıl içerisinde yeniden gerçekleştirilen bir soygun olduğu iddiasının henüz doğrulanmadığını bildirdi. Bakanlıktan yapılan açıklamada, "Şu anda kesin olarak bilinen husus 15 yıldır sayım yapılmayan Uşak Müzesi'nde bakanlığımızca yaptırılan denetim ve sayımlar sonucu bazı eserlerin eksik çıktığıdır. Soruşturma tamamlandıktan sonra eksik olduğu tespit edilen eserlerin ne zaman kaybolduğu veya çalındığı hususunda gerekli açıklama yapılacaktır." denildi.

 

Geçen yıl ortaya çıkan bu soygun ve sahtecilik olayından sonra müzede yapılan tespitlerde Karun Hazinesi'nin sergilendiği müzede büyük güvenlik zafiyeti yaşandığı ortaya çıkmıştı. Kapı girişinde ziyaretçilerin üzerleri aranmadığı gibi, kapıda dedektör gibi cihazlar da bulunmuyordu. Müzede kameralı sistem Aralık 2005'te devreye girmişti ancak 6 kameranın görüntüleri tek monitörden izleniyordu. Müzenin bahçesi de 1 metre yüksekliğinde demir parmaklıklı bir çitle korunduğu anlaşılmıştı.

Eserlerin sergilendiği vitrinlerin camlarının kırılması veya başka türlü bir müdahalede bulunulması durumunda devreye girecek alarm sistemi yoktu. Eşi bulunmaz eserler küçük bir vitrin kilidi ve kurşun mühürle korunmaya çalışılıyordu. Monitöre bakan görevli aynı zamanda bilet kesip ziyaretçilere de bilgi verdiğinden bir kişi bilet kesen görevliyi oyaladığı zaman güvenlik tamamen pasif bir duruma düşüyordu.

 

Kültür Bakanlığı da bu işin düzeltilmesi için yapılacak çalışmaları bizzat üstlenmişti. Ancak geçen bir yıl içinde müzede güvenlik yönünden de pek fazla bir değişikliğin olmadığı görüldü. Müze girişinde bir koruma memuru bile yoktu, arıza yapan bazı güvenlik kameralarının tamiri için mühendis bulunamadı. Uşak İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü yetkilileri, müzedeki arıza yapan bazı güvenlik kameraları için İzmir Rölöve ve Anıtlar Müdürlüğü'nden sorunun giderilmesi için mühendis talep ettiklerini ancak müdürlüğün kendilerine ellerindeki mühendisin emekliye ayrıldığını söylediğini ve yerel imkanlarla sorunun giderilmesi yönünde tavsiyede bulunduklarını bildirdi.

 

Bir soygun daha var mı yok mu pek anlaşılamadı aslında. Ancak şu bir gerçek ki, derhal ve derhal müzeler konusuna (da) bir çare bulunmalı. Yoksa... Yoksa ne diyeyim bilmem ki?

Milliyet, Haber: Ömer Erbil - Zaman, Haber: Melik Evren - Pınar Acar - Radikal - TAYHaber, Ayşe Didem Bayvas, 21-23.08.2007


Nane-Yorum:


KÜLTÜR SOYGUNLARI DA İSTİKRAR İLE SÜRÜYOR...


Şöyle birkaçını hatırlayalım:

• Manisa Etnografya Müzesi'nden çalınan Eros ve Maryas heykelleri...

• İzmir Tire Müzesi'nden 52 Midilli ile 90 adet Pers Gümüş sikke uçtu...

• Uşak Arkeoloji Müzesi'nde üç hafta süren incelemelerde, yerinde duran broşun çalındığı ve yerine sahtesinin konulduğu belirlendi...

• Topkapı Sarayı Müzesi Hırka-i Saadet Bölümü'nde sergilenen Sakal-ı Şerifler'den üçünün kaybolması üzerine başlatılan soruşturma...

• Uşak ve ilçelerindeki Vakıflar Genel Müdürlüğü'ne ait cami ve mescitlerden toplanarak Uşak Müzesi'ne teslim edilen 210 tarihi halı ve kilimden 71'i kayboldu...

• Kahramanmaras¸ Müzesi'nde sayım yapan Kültür ve Turizm Bakanlığı müfettişleri, 545 adet sikkenin sahteleriyle değiştirilerek çalındığını ortaya çıkardı...

• Afrodisias Müzesi'ndeki 141 sikke kayıp...

• Erzurum Müzesinde eksik eserler olduğu ortaya çıktı...

• Kanatlı deniz atı broşunun sahtesiyle değiştirildiği yönündeki iddiadan sonra yapılan sayımda Uşak Müzesi'nde 126 eserin daha bulunamadığı öğrenildi...

Vesaire vesaire...

İşte bunlar bir "bakan" dönemindeki onlarca olaydan çok küçük bir kısmı (İsteyen daha ayrıntılı bilgiye şu adresten ulaşabilir: http://www.tayproject.org/MuzeDosyasi.html).

Tabii bu arada arazide yapılan ve son 3 yılda sayısal olarak doruğa ulaşan soygunları, kaçak kazıları, kültür varlıklarının üzerine yapılan inşaatları, ömrü üç günlük barajları saymıyoruz.

*****

"Türkiye'de 95 müze ve bunlara bağlı 91 birim var. Müzelerden 2002'de 151, 2003'te 160, 2004'te 361 parça eser çalındı. 16 müze kapalı, 28'inde müdür bulunmuyor.

Sayıştay raporu ise şoyle diyor:

• 2.5 milyon yapıttan 137 bininin kaydı yok.

• Güvenlik önlemleri yetersiz, görevliler, bekçiler nitelik ve nicelik açısından istenen düzeyde değiller. Afet ve yangın planları, kurtarma öncelikleri ile çoğunda yangın alarmı yok.

• Müze envanter defterleri tek. "Ya yanar ya da kaybolursa"nın yanıtı yok.

• Uzman bulunmadığı için özellikle sikkeler kayıtsız.

• Müzelerin çoğunda değil fotoğrafçı, fotoğraf makinesi bile yok, envanterler bu yüzden sorunlu."*

Tüm bunların yanında Sayıştay'ın atladığı bir şey daha var: Türkiye'de Kültür Bakanlığı diye bir şey yok!

Kusura bakmasınlar ama tüm bunlar safsata. Asıl mesele gittikçe artan bir rantçılar/hırsızlar düzeninde yaşıyor olmamızdır.

*****

Sonuç: Kültür ve Turizm ayrılsa da ayrılmasa da; islam, siyaset, ortadoğu uzmanı, şu "meşhur Utah Üniversitesi" öğretim üyesinin eşi E. Sözen, "eskilerden" E. Günay ya da Dizici Osman Aabi "bakan" olsa da hiçbir şey değişmeyeceğine kalıbımı basarım.

Amma Cübbeli Ahmet Efendi’yi bakan yaparlarsa işte o zaman tadından yenmez! Hemi de yakışır...

Ne hal ise, TÜBA**'ya "TUUBA" diyen bu kafa etrafta dolaştıkça, her kim olursa olsun, "O benim 'kültür bakanım' olmayacak!". Çünkü bu ve daha başka rezaletler sürüp gidecek...

İşte aradığınız istikrar budur, güle güle kullanın!..

S.B. Sinirli


* Ö. Acar

**TÜBA: Türkiye Bilimler Akademisi


HİTİT GÜNEŞİ ÜNİVERSİTEYE KALDI

 

 

Türk Patent Enstitüsü (TPE), Büyükşehir Belediyesi’nin Ankara’nın amblemi olarak kabul etmediği Hitit uygarlığının simgesi sayılan ve güneşi sembolize eden dairesel biçim üzerine yerleştirilmiş öğelerden oluşan "Güneş Kursu"nu, Ankara Üniversitesi’nin marka ve logosu olarak tescilledi.

Ankara Üniversitesi tarafından geçen yıl Güneş Kursu’nu tescil ettirmek üzere kuruma yapılan başvuru incelemeye alındı. Aralık ayında inceleme tamamlandı ve Güneş Kursu’nun Ankara Üniversitesinin ’marka ve logosu’ olarak tescillenmesi yönünde karara varılarak tescil yayına açıldı.

Bu süreçte Enstitü'ye 2 adet "olumsuz" üçüncü kişi görüşü, bir de itiraz geldi. Bu itiraz ve görüşler, Ağustos’ta reddedildi ve bu işlemle birlikte itiraz sahibi için 2 aylık yasal süre başladı.

Bu süre içinde itiraz sahibi itirazını yenilerse, konu TPE’nin Yeniden İnceleme ve Değerlendirme Kurulu’nca incelenecek. Kurulun itirazı reddetmesi durumunda itiraz sahibi isterse mahkemeye başvurabilecek. Önümüzdeki 2 aylık süreçte itiraz gelmemesi halinde ise tescil gerçekleşmiş olacak.

Markayı tescil ettirmek, o markayla ticaret yapma amacına hizmet ediyor. Ankara Üniversitesi de yıllardır kullandığı Güneş Kursu’nu, marka ve logo olarak kullanacak. Çorum’un sivil toplum kuruluşları üniversitenin tescil başvurusuna itirazda bulunmuştu.

Hürriyet Ankara, 25.08.2007

RODOS'TA EL YAZMASI HAZİNELER

 

Hafız Ahmet Ağa Kütüphanesi’nde en eskisi 900 yıllık olan toplam bin adet el yazması eser bulunuyor. Kütüphanenin yöneticisi Yusuf Kıbrıslı, kütüphanede 2 bin 500 kitap bulunduğunu belirtti. En değerli parçalarından biri ise 1401 yılında altın varaklarla yazılmış iki adet Mushaf-ı Şerif...

 

 650 yıllık eserlerden biri, daha önce çalınmış ve İngiltere’deki bir müzayede evinde satılığa çıkarıldığı gün aile fertlerinden Esra Bereket tarafından tespit edilerek geri alınmış. Olay sonrasında, kütüphanede değerli kitapların bulunduğu bölüm ziyarete kapatılmış. Kütüphane güvenlik kameralarıyla izleniyor ve korunuyor.

Türkiye Gazetesi, 25.08.2007

ÇATALHÖYÜK'TE AYI KABARTMASI

 

Neolitik Çağ yerleşim birimi Çatalhöyük’te yapılan kazılarda, yeni bir ayı figürlü duvar kabartması daha bulundu.

 

Çatalhöyük Kazı Projesi Başkan Asistanı Arkeolog Banu Aydınoğlugil, kısa süre önce sona eren Çatalhöyük 2007 kazı sezonunun son günlerinde, yeni buluntular ortaya çıkarıldığını söyledi. Bir odanın iki duvarının kesiştiği köşede duvar kabartmasına rastlandığını anlatan Aydınoğlugil, “Bulunan bu kabartmada ayının yalnızca alt kısmı ile yukarı doğru olarak yapılmış ayakları bulunabilmiştir. Merkezde ise ayının göbek kısmı olduğunu düşündüğümüz bölümü ile göbek deliği açık bir şekilde belirtilmiştir” dedi.

Türkiye Gazetesi, 25.08.2007

DEFİNE AVCILARINA UYARI

 

Trakya Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Başkanı Prof.Dr. Sümer Atasoy, tarihi ve turistik yerlerde kazı yaparak define arayanların boşuna çabaladığını söyledi.

Sümer Atasoy, Zonguldak'ın Çaycuma İlçesi'ne bağlı Filyos beldesinde kazı çalışmalarını yürütüyor. Prof.Dr. Sümer Atasoy, define bulma hayalinin belli bir yaştan sonra hastalığa dönüşerek yaygınlaştığını ifade ederek bu hastalığa birçok meslek grubundan kişinin yakalandığını söyledi.

 

Define bulma hikayelerinin gerçeği yansıtmadığını ifade eden Atasoy, "Küple altın bulma hayaliyle insanlarımız tarihi, turistik ve kültürel yerleri kazıyor. Ben de 40 yıldır ülkenin çeşitli bölgelerinde profesyonel anlamda kazı çalışmaları yürütüyorum. Bugüne kadar hiç küp bulmadım, bulana da rastlamadım. Çünkü medeniyetler ve milletler göç edeceği zaman değerli eşyaları ile birlikte göç ediyor. Savaşlarda ise kazananlar kaybedenlerin hazinelerini ele geçiriyor" dedi.

Buralarda altın madeni olmadığı için böyle define ya da küp bulmanın tamamen bir hayal olduğunu anlatan Atasoy, sözlerine şöyle devam etti: "Ancak bu konuda birçok hikaye anlatılıyor. Bu hikayeler hayal ürünü. Çünkü, kazı ve tarihi eserde kazan insanlardan çok aracılar kar ediyor. Bu hikayeler onlar tarafından kasıtlı uyduruluyor. Ama maalesef dağ, bayır, mezar, taş, beton demeden kazılarak altın aranıyor. Bu arada çıkan tarihi eserler tahrip ediliyor. Bölgenin tarihi ve kültürü hakkında bize ışık tutacak olan önemli iz ve işaretler yok oluyor."

Atasoy, Filyos beldesinde geçen yıl başlanan kazı çalışmalarında bugüne kadar önemli bulgular elde ettiklerini ama birçok önemi bulgunun da define avcıları tarafından yok edildiğini anlattı.

Atasoy, ayrıca, Kdz. Ereğli Müzesi ile ortaklaşa yürüttükleri, İstanbul Üniversitesi, Marmara Üniversitesi, Çanakkale 18 Mart Üniversitesi, Bursa Uludağ Üniversitesi, Eskişehir Üniversitesi'nden öğretim görevlisi ve öğrencilerden oluşan 30 kişilik uzman ekibin de destek verdiği kazı çalışmalarında çok önemli sikke, çanak, çömlek, çeşmenin yanı sıra tarihi ve ticari gelişmelerle ilgili bilgi veren mezarlar bulunduğunu sözlerine ekledi.

haberler.com, 24.08.2007

ALİNDA KAZILARI İÇİN MUTLU SONA YAKLAŞILIYOR





Aydın'ın Karpuzlu İlçesi'nde bulunan 2 bin 700 yıllık Alinda Antik Kenti'nin gün yüzüne çıkması yolunda Belediye Başkanı Hayrettin Anmak'ın çalışmaları sonuç vermeye başladı. Karpuzlu'ya gelen Avusturya Bilimler Akademisi'nden Arkeolog Dr. Peter Ruggendorfer Alinda Antik Kenti kazıları için Belediye Başkanı Hayrettin Anmak'ı makamında ziyaret etti.

 

Antik kent ile ilgili Arkeolog Dr. Ruggendorfer'e bilgiler veren Anmak ziyaretten duyduğu memnuniyeti diler getirerek antik kentin bir an önce gün yüzüne çıkmasıyla ilçenin kaderinin değişeceğine inandığını söyledi.

Karpuzlu'nun tarım, hayvancılık ve tarıma dayalı sanayi ile her geçen gün geliştiğini belirten Başkan Anmak, tarımın yanında turizm şehri olmak istediklerini söyledi. Aydın'da en doğal yaşantının Karpuzlu'da var odluğunu kaydeden Anmak "Alinda Antik Kenti gün yüzüne çıkarılırsa, Muğla-Milas yolu üzerinde bulunan ilçemizin cazibe merkezi olacağına inanıyorum" dedi.

Anmak, aynı zamanda doğal sit alanı görünümündeki Karpuzlu'nun gelişmesi için görünümüne sokan Alinda'nın bir an önce kazılması gerektiğini ve bu konuda bakanlığın yanı sıra bazı üniversitelerle görüşmelerin devam ettiğini belirten Anmak Alinda'nın aynı zamanda Türkiye'nin tek granit mermer antik kenti özelliğine sahip olduğunu kaydetti.

Kazı yapılması için yapılan girişimlerin dünyaca ünlü Avusturya Bilimler Akademisi'nden Arkeolog Dr. Peter Ruggendorfer tarafından olumlu yanıt geldiği için mutlu olduklarını ifade eden Belediye Başkanı Anmak "İlk planda yüzey araştırmaları için Kültür ve Turizm Bakanlığı'na izin müracaatında bulunduk. Bu talebe çok yakın zamanda olumlu cevap verileceğini düşünüyoruz. Alinda Antik Kenti'nde kazıların başlaması, beldemizin turizm merkezi haline geleceği, tarih turizminin merkezi olacağı anlamını taşımaktadır. Aynı zamanda bir dönem burada yaşayan bir medeniyetin izlerinin tarih sahnesine çıkartılması bilim tarihine de ışık tutacaktır. Avusturya Bilimler Akademisi'ne ve Sayın Ruggendorfer'e çok teşekkür ediyorum" dedi.

Tamamen bir Karia yerleşim merkezi olan Alinda'nın köykenti hakkında hiçbir şey bilinmiyor. Şehrin tarihte ilk ve hemen hemen tek görünüşü Mousolos'un kardeşi Kraliçe Ada ile ilişkili. Milattan Önce yaklaşık 340 yılında, kardeşi Piksodaros tarafından tahttan indirilen ve Alinda'ya sürülen Ada, burada saltanatını kısmen de olsa sürdürmeye devam etmiş. Bu arada da tahtını tekrar ele geçirme fırsatını yakalamayı bekleyen kraliçenin bu bekleyişi, çok uzun sürmemiş. Büyük İskender Karia'ya geldiğinde, Ada, onu görmeye giderek Alinda'yı teslim etmeyi ve erkek kardeşine karşı da yardımda bulunmayı teklif etmiş. Alinda Antik Kenti'nde tiyatro ve görkemli market yapısının her ikisinin de Hellenistik dönemde inşa edildiği bildirilirken, gümüş para basımının da en yaygın tip olan Herakles'li örneklere de rastlanmakta olduğu bildirildi.

haberler.com, 24.08.2007

ASIRLIK OKUL YIKILIYOR

 

 

Antalya'daki tarihi İnönü İlköğretim Okulu binasının yıkımına başlandı. Tarihi İnönü İlköğretim Okulu'nun yıkımına, Antalya Büyükşehir Belediyesi Kentsel Dönüşüm Projesi kapsamında kent meydanı yapılması amacıyla başlandı. Okula yıkım için iş makinelerinin geldiğini gören Eğitim-Sen üyeleri, okul kapısında bir basın açıklaması yaptı. Yıkım kararının durdurulması istemiyle dava açtıklarını anlatan Eğitim Sen Antalya Şube Başkanı Kadir Zeybek, "Antalya İkinci İdare Mahkemesi davamızı reddetmiş olsa da bizim bu karara 7 gün içerisinde itiraz etme hakkımız var. Ancak ekipler bizim itirazımızı beklemeden yıkıma başladı. Belki itirazımız sonucunda okulun yıkımının durdurulması kararı çıkacak. O zaman ne olacak? Okulu yeniden mi yapacaklar? Antalya Büyükşehir Belediye Başkanı Menderes Türel de bu okuldan mezun olmuştur" dedi. Bölge İdare Mahkemesi evraklarını iş makinelerine yapıştıran Eğitim-Sen üyeleri, polis ekipleri tarafından okuldan uzaklaştırıldı. Daha sonra çevredekilerin hüzünlü bakışları arasında okulun yıkımına başlandı.
Yeni Alanya, 24.08.2007

İRAN'DA BÜYÜK ARKEOLOJİK KEŞİF

 

 

İran'da uzun bir süredir yürütülen arkeolojik çalışmalar meyvesini verdi. Sasani hanedanı dönemine ait 1400 yıllık tarihi bir kale gün ışığına çıkarıldı. Kalenin UNESCO'nun "Dünya Mirası Listesi"ne alınması da bekleniyor. MS 650 yılına dek İran ve çevresinde hüküm süren Sasani İmparatorluğu dönemine ait kale, Yezid bölgesi yakınlarındaki tarihi Meybod kentinde keşfedildi. Kerpiç tuğlalarla inşa edilmiş olan ve 500 metrekare alanı kaplıyan tarihi kalenin zaten turistlerin gözdesi olan Meybod kentine ilgiyi daha da arttıracağı belirtiliyor. Kale, keşfin ardından Meybod'u ziyaret eden UNESCO ekibini de şaşkına çevirdi. Çünkü tarihi kale, gerek inşasında kullanılan malzemeler, gerek günümüze sapasağlam ayakta kalmış olması ve bin 400 yıl önce burada yaşayan insanların çöl iklimine nasıl uyum sağladığını göstermesi açısından oldukça dikkat çekiciydi. İranlılar, altında onlarca su kanalı da keşfedilen tarihi kalenin bu özellikleriyle UNESCO Dünya Mirasları Listesi'ne alınacağı günü heyecanla bekliyor.

Makedonya Radyo Televizyon Kurumu, 24.08.2007

"ESERLERİ KORUMAK GÖREVİMİZ"

 

Arapgir Belediye Başkanı Halit Konukçu, ilçede tarihi güzellikleri korumak için çalıştıklarını bildirdi.


Halit Konukçu, yaptığı açıklamada, tarihi Millet Hanı'nın restore edileceğini, Gümrükçü Osman Paşa Camisi ve Caferpaşa Camisi'nin de restorasyonuna hız verildiğini söyledi.


Konukçu, ''İlçedeki tarihi güzellikleri korumak için çalışıyoruz. Bu kapsamda tarihi Millet Hanı'nın restorasyonuna bu yıl başlanacak. Millet Hanı'nın restore edilmesinin yanı sıra çevredeki iş yerleri de restore edilecek.''


2004 yılında restorasyon çalışmalarına başlanan Osmanpaşa Mahallesi'ndeki 184 yıllık Gümrükçü Osman Paşa Camisi'nin çevre düzenlemesinin yapıldığını, restorasyonunun tamamlanmak üzere olduğunu, caminin Bağbozumu Şenlikleri kapsamında ibadete açılacağını vurgulayan Konukçu, Osmanpaşa Mahallesi'nde bulunan 305 yıllık tarihi Cafer Paşa Camisi'nin de restorasyon çalışmalarına hız verildiğini kaydetti.

Malatya Aktüel, 24.08.2007

ULUABAT'TA ALTI KİLOMETRELİK AYVAİNİ MAĞARASI ZİYARETÇİ BEKLİYOR





Mağara yoğunluğu bakımından dünyanın önde gelen ülkelerinden olan ülkemiz, doğal güzellikleri ile turistleri adeta büyüleyen bu mağaralarından yeterince yararlanamıyor. Dağların derinliklerinde saklı kalan güzelliklerin turizme kazandırılamaması bölgeler için büyük gelir kayıplarına neden oluyor. Bursa'da, yeni yeni turizme kazandırılan 7 kilometrelik Oylat Mağarası'nın aksine, iki girişi bulunan 6 kilometrelik Ayvaini Mağarası fark edilmeyi bekliyor.

 

Uluabat Gölü'nün güney bölümünde yer alan Ayvaini Mağarası, doğal güzellikleri, gizemli derinlikleri ve gölleri ile meraklıları cezbediyor. Mağara, Bursa'ya 40 kilometre mesafedeki Ayva Köyü'de bulunuyor. Türkiye'nin en uzun 6. mağarası olan Ayvaini Mağarası'nın, Ayva Köyü ve Mustafakemalpaşa İlçesi'ne bağlı Kazanpınar köylerindeki ağızları ile iki ayrı girişi bulunuyor.





Derinlikleri yer yer 3- 4 metreye ulaşan 60 adet gölcük bulunan mağaranın çıkışındaki gölcüğün uzunluğu ise yaklaşık 400 metre. Su seviyesinin mevsimlere göre değişiklik gösterdiği, sarkıtlarla kaplı, el değmemiş yapısı ile gerçek bir doğa harikası olan Ayvaini Mağarası, özellikle üniversitelerin mağaracılık kulüplerinin ilgi odağı oluyor.

 

Güney Marmara Bölgesi'nin en uzun yer altı geçidi olduğu belirlenen ve sarkıt, dikit, duvar damlataşları, sulu damlataş havuzları ve küçük gölcükleriyle doğa harikası olan mağara, giriş kısmı hariç yatay gelişmiş bir mağara. Bir noktadan girilip, diğer tarafından çıkılabilen mağarada ilerleyebilmek için göllerle kaplı alanlarının botlarla geçilmesi gerekiyor.

 

 

Geçimini meyvecilikten sağlayan Ayva köylüleri, mağaranın bir an önce turizme kazandırılacağı günü iple çekiyor. Köy muhtarı Nuri Ceylan, mağaranın 1970 yılında 3 İspanyol turist tarafından keşfedildiğini anlatıyor. İspanyol turistlerin köy okulunda bir hafta kaldıklarını ve mağarayı incelediklerini belirten Ceylan, daha sonra ülkelerine dönen turistlerin mağara hakkında bir kitap yazdıklarını, kitabın piyasaya çıkması üzerine mağaranın fark edildiğini aktarıyor.

 

Mağaranın kendileri için çok önemli bir gelir kaynağı olduğunu vurgulayan muhtar Ceylan, özellikle hafta sonları gelen ziyaretçilerin köylerinden alışveriş yapması nedeniyle köy halkının önemli ölçüde yan gelir elde ettiğini kaydetti.

 

Mağaranın turizme açılması durumunda daha fazla ziyaretçinin köylerine geleceğini belirten Ceylan, yol haricinde mağaranın ışıklandırılması gibi konuların halledilmesini beklediklerini anlattı. Özellikle Arap turistlerin mağara için köye geldiklerini belirten Ceylan, "Arap turistler özellikle yazın çok sık geliyorlar. Ama mağaranın yolu olmadığını görünce geri dönüyorlar. Bu konuyu Valimiz Nihat Canpolat'a açtık. Kendisi köye geldi, mağarayı gezdi. Mağaraya yol yapılması için 50 bin YTL para çıkarttı. Konunun Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından onaylanmasını bekliyoruz. Bir an önce buranın ihaleye verilerek yapılması gerekiyor. Mağaranın yolunun yapılması durumunda ziyaretçi oranı 3-4 katına çıkacaktır." diye konuştu.

Türkiyeturizm.com, 24.08.2007

HEYKELCİĞİ SATAMADILAR

 

Denizli'de Hellenistik-Roma dönemine ait 62 gram ağırlığında som altından yapılmış bir aslan heykelciği ele geçirildi.

 

Heykeli 100 bin dolara satmak isteyen Tarık Kara (29), ağabeyi Mehmet Kara (30) ile Kafi Kurun (29) ve kardeşi Altan Kurun (27) gözaltına alındı.

Sabah, 24.08.2007

4 BİN 500 YILLIK SIR

 

 

Samsun'un Bafra İlçesi'ne bağlı İkiztepe Örenyeri'nde devam eden kazılar sırasında bulunan ve Samsun Arkeoloji ve Etnografya Müzesi'nde teşhir edilen yaklaşık 4 bin 500 yıl önce yaşamış insanlara ait "ameliyatlı kafatasları"nın sırrı çözülemiyor. İkiztepe Köyü'nde 1974 yılından beri sürdürülen arkeolojik kazılarda ortaya çıkarılan 630 iskeletten 13'ünün kafasında görülen deliklerin tıbbi müdahale için açılmış olabileceği ileri sürülüyor. Dördü Samsun Arkeoloji ve Etnografya Müzesi'nde teşhir edilen kafataslarının antropolojik açıdan incelenmesi sonucunda deliklerin bilinçli olarak ve iki ayrı yöntem kullanılarak açılmış olduğu anlaşıldı. Tıp uzmanlarının yaptığı incelemelerde ise, kafatasları açılan insanların 15 - 20 yıl yaşadığı belirlendi. Samsun Arkeoloji ve Etnografya Müzesi yetkilileri ise, bunun bir beyin ameliyatı olmadığını ileri sürerek, ruh hastalarının kafasına girdiği sanılan kötü ruhların çıkarılması için yapılmış olabileceğini iddia etti. Ancak, bu operasyonlar sırasında kafatası açılan insanlara nasıl bir anestezi uygulandığı şimdilik bilinmiyor. Arkeolojik kazıları yürüten ekibin başkanı İstanbul Üniversitesi Arkeoloji ve Sanat Tarihi Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr. Önder Bilgi'nin açıklamalarına göre, kafatasların açılmasında iki ayrı yöntem kullanılmış. Kafataslarının tepesinde bulunan delikler kapak kaldırma, arka yanlarında bulunan delikler yontma yöntemi ile açılmış. Prof.Dr. Bilgin, kazılarda ortaya çıkartılan tunçtan yapılmış alet, silah, takı, çanak, çömlek ve fosilleşmiş tekstil ürünü gibi buluntulardan MÖ 2 bin 400 - 2 bin 500 yıllarında, yani İlk Tunç Çağı ortalarında yaşayan bu insanların o çağa göre çok ileri bir uygarlık düzeyinde bulunduklarının belli olduğunu ifade ediyor. Samsun Arkeoloji ve Etnografya Müzesi'ni ziyaret edenlerin ilgisini de en çok söz konusu kafatasları çekiyor.

Yeni Alanya, 24.08.2007

TARİHİ SURLARDA HAYVAN BESLİYORLAR

 

Diyarbakır’ın en önemli tarihi değerlerinin başında gelen surlarda, daha önce defalarca dile getirilmesine rağmen hayvan beslenilmesine devam ediliyor.

Geçtiğimiz yıllarda Büyükşehir ve Sur Belde Belediyesi tarafından yapılan masraflı çalışmalar neticesinde Diyarbakır’ın tarihini anlatan ve en önemli değerleri arasında yer alan Diyarbakır Surları, gecekondular ve iş yerlerinden arındırıldı. Surların etrafı içten ve dıştan yaklaşık 50’şer metre yeşil kuşakla çevrelenerek, tüm görkemiyle gün yüzüne çıkarıldı.

Ancak, Saray Kapı civarında bulunan surların ahır olarak kullanılması defalarca dile getirilmesine rağmen engellenemedi. Surlarda halen büyükbaş hayvan beslenirken, ahır olarak kullanılan kısımlar, kullananlar tarafından demir kapılarla da korunuyor. Diyarbakır Kültür ve Turizm Müdürü Tevfik Arıtürk ise, konu ile ilgili çalışmalara başladıklarını ve yazışmaların tamamlandığını söyledi. Arıtürk, sorunu en kısa süre zarfından çözeceklerini müjdeledi.

Haber Diyarbakır, 24.08.2007

DİVRİĞİ'DE BİR HAMAM DAHA GÜN YÜZÜNE ÇIKARILIYOR

 

 

Tarihi eserler eserler açısından önemli bir potansiyele sahip olan Divriği'de bu tarihi yapıların korunarak ileriki kuşaklara aktarılması amacıyla Vakıflar Bölge Müdürlüğü tarafından başlatılan çalışmalar çerçevesinde tarihi Aşağıhamam ortaya çıkmış  oldu. Yıllardır bakım ve onarımı yapılamayan ve restorasyonu gerçekleştirilemeyen Aşağıhamam'ın yapılan restorasyon çalışmaları ile yeniden su yüzüne çıktığı görülürken, restorasyon işini alan firma çalışmaların büyük bir bölümünü tamamladı. Aşağıhamam'ın restorasyon işini 700 bin YTL bedel ile alan Umut Yapı firması çalışmaları en kısa sürede bitirecek.

Aşağıhamam'da yapılacak çalışmalar çerçevesinde hamamın köprüye bakan pencere kısmındaki duvar 1.5 ile 2 metre arasında dışarıya çekilirken, hamamın topraktan olan kubbe kısmı da bakırla kaplanarak koruma altına alınmış olacak.

Aşağıhamam'da başlatılan restorasyon çalışmaları meyvesini verirken, çalışmalara kısa bir süre önce başlanmasına rağmen tarihi yapının su yüzüne çıktığı da görülüyor.

Memleket Sivas, 24.08.2007

DEFİNECİLER SUÇÜSTÜ YAKALANDI

 

Malatya'da kaçak yollardan define arayan 4 kişi suçüstü yakalandı.

Edinilen bilgiye göre olay, Malatya Merkez Çilesiz Mahallesi'nde meydana geldi. Emniyet Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Şubesi ekiplerince yapılan istihbarat çalışmaları sonucunda Çilesiz Mahallesi'ndeki bir arazide define aradıkları tespit edilen ve isimleri gizli tutulan 4 şüphelinin suçüstü yakalandığı bildirildi.

Define aramada kullanılan malzemelerle birlikte yakalanan 4 şüpheli, adliyeye sevk edildi. Olayla ilgili soruşturma devam ediyor.

haberler.com, 24.08.2007

LAODİKYA KAZILARI 600 YIL SÜRECEK

 

Antik kent Laodikya Pamukkale Üniversitesi Arkeoloji Bölümü öğretim görevleri ve öğrencileri tarafından gün yüzüne çıkartılıyor. Kentin tamamının gün yüzüne çıkması için 600 yıl çalışmak gerekiyor.

Denizli’nin en önemli tarihi şehirlerinden olan Laodikya, Pamukkale Üniversitesi Arkeoloji Bölümü tarafından gün yüzüne çıkartılıyor. 2000 yılına kadar Eskihisarlı köylüler tarafından arazi olarak kullanılan ve Pamukkale Üniversitesi tarafından keşfedilen bölge, yapılan kazılar sonucunda gün yüzüne çıkmaya başladı.

 

Pamukkale Üniversitesi (PAÜ) Arkeoloji Bölümü Başkanı Doç.Dr. Celal Şimşek'in liderliğindeki kazı çalışmalarında, tarihin önemli kentlerinden Laodikya, yeniden hayat buldu.. Öğretim görevlisi, öğrenci ve işçi olmak üzere toplam 150 kişilik bir ekip ile yürütülen kazı çalışmalarında, tarihi mekanın en önemli yeri olan Suriye Yolu da gün ışığına kavuştu. 4 yıl gibi kısa sürede kazıyı gerçekleştiren ekip, bu başarısı ile de bakanlık tarafından en iyi kazı ekibi seçildi.

 

Hıristiyanlıkta, hacı olabilmek için ziyaret edilmesi gereken yerler arasında bulunan Laodikya, her gün yaklaşık bin kişilik turist kafilelerini ağırlıyor. Böyle bir tarihi yerin gün yüzüne çıkarmanın zorluklarına değinen Doç.Dr. Celal Şimşek, “ Üzerinde birçok medeniyetin geçtiği bu şehir, çıkan savaşlar, dönemlerin değişmesi ve yaşanan doğa olaylarıyla yok olmuş. Ama bizler çalışmalara başladığımızda ve elde ettiğimiz sonuçlarda bu şehrin halen canlı olan bir şehir olduğunu gördük. Bunun en önemli sebebi de bu kadar talan edilen yerden halen bu kadar değerli eserlerin çıkması. Şu anda çıkan eserlerin her biri birinci sınıf” dedi.

 

Kazı çalışmalarındaki başarının en büyük kaynağının Denizli’deki idareciler olduğunu söyleyen Şimşek, “Pamukkale Üniversitesi, Denizli Valiliği, İl Özel İdare, Denizli Belediyesi ve Bakanlığın desteği ile yapılan çalışmalarda başarıyı elde etmemizin en önemli sebebi Denizlili idarecilerin bu yere sahip çıkmasıdır. Örnek olarak hiçbir vilayet tarihi kazılar için 250 bin YTL para ayırmaz Denizli Valiliği bunu bize yaptı. Belediye Başkanımız da bizlere yüksek maliyeti olan ve bizler için çok faydalı olan vinç kiraladı.”dedi.

 

Laodikya’nın gün yüzüne çıkması için ilk olarak bin yıl gibi bir süre veren yetkililer, daha sonra çalışmaların hızlı gitmesi nedeniyle 600 yıl gibi sürede tarihi şehrin tamamen gün yüzüne çıkartılacağı açıkladılar. 4 yıl gibi kısa bir sürede önemli bir bölümü ortaya çıkarılan tarihi şehrin ortaya çıkan en önemli yeri ise Suriye yolu. Laodikya’nın giriş bölümü olarak kabul edilen ve 900 metre uzunlukta olan yolun 400 metrelik bölümü ziyarete hazır hale getirildi. 7 Eylül’de törenle açacağız. Kazı çalışmaları boyunca önemli eserleri de gün yüzüne çıkardıklarını söyleyen Şimşek, “ Laodikya’nın ekonomik yapısı, yaşam tarzı, kullanılan eşyalar ve bölgedeki önemi artık tam anlamıyla ortadadır. Şu anda Laodikya antik kentindeki kazılarda MS 2. yüzyıla ait imparatoriçe heykeli bulundu. Bizans kapısının bulunduğu bölgede ikinci kabartmayı bulduk. Hamam, villa heykeller, mezarlar bizlerin ortaya çıkardığı en önemli eserlerdir.”dedi.

denizlili.net, 24.08.2007

146 YILLIK FENER İLGİ BEKLİYOR

 

Çanakkale'nin Bozcaada İlçesi'nin güney doğusunda 1861 yılında hizmete giren tarihi Batıfeneri ilgi bekliyor.

Her gün yüzlerce kişinin güneşin batışını seyretmek için geldikleri bölgede 146 yıllık tarihi Batıfeneri'nin boyaların dökük ve bakımsız haline tepki gösteren tatilciler, en kısa sürede burada bir çalışma yapılmasını istediler.

20 metre yüksekliğindeki tarihi fenere gerekli bakımın yapılmasının şart olduğunu belirten tatilciler, "Güneş enerjisi ile çalışan bu fener adanın sembolü haline gelmiş durumda. Dış cephesi oldukça kötü görünen bu yere sahip çıkılması ve daha güzel bir görünüme kavuşturulması şart" dediler.

Haber Ekspres, Fotoğraf: Kıyı Emniyet Genel Müdürlüğü, 24.08.2007

TARSUS'TA YENİ BİR TARİHİ KALINTI

 

 

Mersin'in Tarsus İlçesi'ndeki tarihi Ulu Cami'de yapılan restorasyon çalışmaları, yeni bir tarihi kalıntıyı ortaya çıkardı. Çalışmalar sırasında, Bizans dönemine ait komutan kabartmalı "Adak Taşı" bulundu.

 

Lokman Hekim ve Şit Peygamber'in makamları ile Abbasi Halifesi Mem'un'un mezarının bulunduğu Tarsus'taki Ulu Cami'nin tarihi, bin 300'lü yıllara dayanıyor. Caminin bahçesindeki hafriyat çalışmaları sırasında, Bizans dönemine ait bin 200 yıllık bir adak taşı bulundu. Yaklaşık 2 metre uzunluğundaki adak taşının üzerinde kabartma olarak elinde kılıç, mızrak ve kalkan bulunan bir Bizans komutanı tasvir ediliyor. Tarsus Müzesi'nde sergilenen taşın arkasında ise kabartmayı yapan sanatçının adak yazısı yeralıyor.

 

Tarsus Müze Müdür Vekili Abdülbari Yıldız: "Bu zaferi kazanan bir Bizans komutanına ithafen yazılmış bir adak taşıdır. Muhtemelen büyük bir mimari yapının giriş kapısında dikey olarak durmaktadır. Ve çevresinde de bizans yazıları mevcut. Ve taşın altında da sanatçının el yazısıyla yazmış olduğu imzası ve kime ve niye adak adadığına ait bir yazı mevcut" dedi.

Trt/Haber, 24.08.2007

'AYRILIK' ÇOK DAHA ESKİYE DAYANIYOR

 

 

Etiyopya'da çalışan araştırmacılar 10 milyon yıllık, eski maymun türüne ait fosili gün ışığına çıkardı. Keşif, insan ve Afrika maymunlarının sanıldığından erken bir tarihte birbirinden ayrışmış olabileceğini gösteriyor. Etiyopyalı ve Japon bilim insanlarından oluşan karma araştırma grubu, buldukları yeni türe 'Chororapithecus abyssinicus' adını verdi. Bu türün, bugün yaşayan goril, şempanze ve bonobolarla doğrudan ilişkili olarak bilinen primatların en eskisi olduğu belirtiliyor. Araştırmacılar "İnsan fosiliyle ilgili kayıtlar 6-7 milyon yıl öncesine dayanıyor, ancak insan türünün maymundan evrilme çizgisi hakkında hiçbir şey bilmiyoruz. Chororapithecus bize insanın kökenine dair hikayenin maymunlar cephesinden bir ipucu sağlıyor" diyor.


Addis Ababa'nın 170 kilometre doğusundaki dik ve sert arazide bulunan fosiller, bir köpekdişi ve sekiz azıdişi olmak üzere dokuz parçadan oluşuyor. Bugün yaşayan gorillerinkine benzeyen azıdişleri, fosilin ya bir gorilin ilkel biçimi ya da goril türünün ortaya çıkışına benzer bir adaptasyonu gösteren bağımsız bir tür olduğuna dair ipuçları sunuyor.
Britanya Doğal Tarih Müzesi'nden paleontolog ve insan kökeni uzmanı Peter Andrews'a göre keşif etkileyici çünkü insanların yaşayan en yakın akrabaları olarak bilinen dev maymunların fosil kalıntıları neredeyse hiç bulunamıyor. Bu son bulgular da, Afrika'nın hem insanın, hem de bugünün Afrika maymunlarının köklerinin dayandığı yer olduğu fikrini destekliyor. Bu durum gorillerin, insan ve şempanzelerin ortak atasından, önceden 7-8 milyon yıl olarak tahmin edilenden çok daha önceki tarihlerde ayrıştığını gösteriyor.

Radikal, Fotoğraf: AFP, 24.08.2007

SATILIK TARİHİ ESERLERİ POLİS ELE GEÇİRDİ

 

Kocaeli Emniyet Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Şubesi ekipleri, önemli bir tarihe eser kaçakçılığını engelledi.


Ellerindeki değerli tarihi eserleri satmak için müşteri arayan kaçakçıları polis takibe aldı. F.Y. isimli şahıs yönetimindeki 41 R 3022 plakalı özel otomobil, Kandıra turnikeleri mevkiinde durmuş, üç sanık İstanbul’dan eserleri almak için gelen bir şahısla pazarlık etmeye başlamıştı. İhbarı değerlendiren polis, bu pazarlığı bastı.


Şok operasyonda, alıcıya gösterilmek üzere örnek olarak getirilen üç adet tarihi sikke ele geçti. M.Y., N.G., M.B, F.Y. isimli sanıkların Tavşantepe’deki evlerinde yapılan aramada da define aramasında kullanılan aletler ile birlikte tarihi eserler, çok sayıda tüfek ele geçti. Adalete teslim edilen sanıklar, tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı.

Özgür Kocaeli, 24.08.2007

RUM KİLİSESİ SANAT GALERİSİ SIFATIYLA SATILDI

 

Kanunlara göre mabetlerin satışı yasak olduğu için Antalya’da Osmanlı döneminden kalma Rum Ortodoks Kilisesi ‘sanat galesi’, yanındaki papaz evi de ‘depo’ olarak satıldı. Kiliseye şimdi Bartholomeus talip.

Antalya’da daha önce Saint Paul Protestan İncil Kilisesi’nin talip olduğu Yenikapı semtindeki Rum Ortodoks Kilisesi ile bu kiliseye ait papaz binası, ‘depo ve sanat galerisi’ sıfatıyla Gülseren Yiğit ile Cennet Türksoy isimli iki kız kardeşe satıldı. Satış işleminden sonra kilisede onarım işlemi başlatıldı. Kilisenin yeni sahibi Gülseren Yiğit, tavanında İsa Peygamber’e ait olduğu düşünülen bir ikonanın da bulunduğu kilisenin onarıldıktan sonra sanat galerisi olarak kullanılacağını söyledi. Yiğit, Fener Rum Patriği Bartholomeus’un tarihi kiliseyi kendilerinden satın almayı düşündüğünü açıkladı. Yiğit, 250 bin YTL’ye satın aldığı kiliseyi 1 milyon dolara satabileceklerini açıkladı. Kilisenin geçmişi ile ilgili de bili veren Yiğit, binanın yapım tarihi konusunda net bir bilginin olmadığını açıkladı. Ancak kilisenin 19’uncu yüzyıldan daha önceki bir dönemde inşa edildiğini tahmin ettiklerini anlatan Yiğit, bu binanın Antalyalı Rumlar Yunanistan’a göç edince mülkiyetinin vakıflara geçtiğini söyledi. Vakıfların da bu kiliseyi ve karşısındaki papaza ait evle birlikte 1945’te Antalyalı bir işadamına sattığını bildiren Yiğit, “İhale ile satılan bu kilise ile papaza ait ev yıllarca depo olarak kullanılmış. Aradan yıllar geçtikten sonra bu işadamının varisleri de kilise ile papaza ait binayı satışa çıkardı. Yıllarca depo olarak kullanılan kilisenin tapu kaydında da kilise yazılıydı. O dönemde tapuya böyle bir ibareyi nasıl koymuşlar bilmiyoruz. Papazın kullandığı bina ise tapu kayıdında depo olarak geçiyordu” dedi.

Kiliseye önce yanıbaşındaki Antalya’daki Protestan Kilisesi’ne ait Agape şirketinin talip olduğunu belirten Yiğit, “Şirket tapu kaydında olduğu gibi kilisenin kendilerine satışını istedi. Ancak kanunlara göre cami, kilise gibi yerlerin satışı yasak. Bu tür yerler depo sıfatıyla satılabiliyor. Hristiyan şirketinin talep ettiği şekilde tapudan satış yapılamayınca Saint Paul İncil Kilisesi bu binayı almaktan vazgeçti. Kiliseye daha sonra ben talip oldum. Fiyat konusunda da anlaşma sağlanınca Noter’den satış yaptık. Ardından da tapu kaydındaki kilise ibaresini kaldırılıp sanat galerisi şeklinde düzenleme yapıldı. Böylece satışın önündeki engeller ortadan kalkmış oldu” diye konuştu.

Türkİye’de belki de kilisesi olan ilk kişinin kendisi olduğunu bildiren Yiğit, “Kilise, arsasıyla birlikte 200 metrekarelik bir alana sahip. Kız kardeşimin aldığı papaza ait bina ise 65 metrekarelik bir alana sahip. Kız kardeşim Papaz Binası'nı restore ettirdi. Yakında burada emlakçı ofisi açacak. Benim satın aldığım Kilise ise aldığımda yıkılmak üzereydi. Ben yıkılmak üzere olan binayı restore ettirmeye başladım. Kısmen göçük olan kilisenin batı cephesindeki duvarı yeniden ayağa kaldırttım. Ancak bu iş için 100 bin YTL kadar para harcadım. Maddi sıkıntıya girdik. Kültür ve Turizm Bakanlığı’ndan bu yapının ayağa kaldırılması için destek istedim. Ancak, Antalya’da bakanlığın ilgili merciilerine müracaat ettiğimde bana hristiyan mısınız diye soru sordular. Ben elhamdülillah müslümanım dedim. Maddi bir destek vermediler. Bunun üzerine moralimiz bozuldu. Kızkardeşimle birlikte Fener Rum Patrikhanesi'ne gittim. Kiliseyi satın aldığımı ancak onarım için para bulamadığımı söyledim. Bartholomeus’la görüştüm. Patrikhane, kaynak temin edebilirse, bu binayı bizden satın alabileceğini bildirdi. Şimdilik, binayı yıkılmamak üzere restore ettiriyorum. Bir milyon dolara bu kiliseyi satabilirim” dedi.

Akşam Akdeniz, Haber: Mustafa Kozak, 24.08.2007

DÜNYA KADAR ESKİ ELMAS PARÇALARI

 

Batı Avustralya'da 4 milyar 250 milyon yıllık elmaslar bulundu. Neredeyse Dünya kadar eski olan elmasların, gezegenin tarihiyle ilgili önemli bilgiler vereceği sanılıyor. Çıplak gözle görülmesi çok zor olan 50 elmas parçasının her biri bir saç teli kalınlığında. Jeolog Alexander Nemchin, elmasların oluşabilmesi için gezegenin tektonik tabakalarından yoğun baskı görmesi gerektiğini söylüyor. Fakat uzmanlar şu ana kadar, elmasların oluştuğu Dünya'nın ilk dönemlerinde, tabakaların çok zayıf ve ince olduğuna inanmıştı. Nemchin, "Bu elmaslar, gezegenin önceden tahmin edilenden daha önce soğumaya başladığını ve kabuk oluşturduğunu gösteriyor. Yani Dünya'nın şimdiki hali, tahmin edilenden daha önce oluşmuş olabilir" diyor.

Radikal, 24.08.2007

'FİRAVUNUN LANETİ' HORTLADI

 

Berlin'de bir Alman, Mısır Büyükelçiliği'ne bir firavun oyması parçasını içeren bir paket gönderdi. Alman, paketin içine bıraktığı mektupta üvey babasının bu parçayı çaldığı için 'firavunların gazabına uğradığını' yazdı. Üvey babanın parçayı 2004'te Mısır'a yaptığı ziyarette çaldığı ve Almanya'ya dönüşünde felç, mide bulantısı, açıklanamayan ateş ve kanserden acı çekerek kısa sürede öldüğü söyleniyor. Parça diplomatik yollarla Mısır'a ulaştırıldı. Bir uzman grubu parçanın gerçek olup olmadığını belirlemek için inceleme yapıyor. Mısır firavunlarının mezarlarını rahatsız edenlerin lanetleneceği inancı, Tutankamun'un mezarının 1922'de bulunmasından sonra ortaya çıktı. Kazıya maddi destek veren Lord Carnarvon, mumya bulunduktan sonra, açıklanamayan bir rahatsızlıktan dolayı aniden ölmüştü.

Radikal, 24.08.2007

2200 YILLIK YÜZE DEFİNECİ TOKADI

 

Henüz milli park statüsünde olmadığı için korunmayan İncesu Kanyonu'ndaki tarihi Kibele heykeli, içinde altın saklandığını düşünenler tarafından her gün biraz daha tahrip ediliyor.

 

Çorum ve Yozgat sınırları arasında bulunan, sekiz farklı medeniyetin izlerini taşıyan İncesu Kanyonu'nun doğal güzelliklerinin korunması için milli park statüsüne alınmasının gerektiği belirtildi. Kanyonun bazı bölümleri define avcıları yüzünden şimdiden zarar görmüş durumda. Yüzü tahrip edilmiş Kibele kabartması da bunlardan biri.


12.5 kilometre uzunluğunda ve yaklaşık 60 metre genişliğindeki kanyonda eski medeniyetlere ait kalıntılarla Kibele kabartması bulunuyor. 2 bin 200 yıllık olduğu tahmin edilen ve 1985 yılında odun toplayan bir köylü tarafından bulunan kayalar üzerindeki Kibele kabartması, içinde altın olduğu sanıldığı için defineciler tarafından tahrip edildi.

Çorum Kültür ve Turizm İl Müdürü Ali Özüdoğru, "Çevre kirliliği yaşanmaması ve bölgenin defineciler tarafından tahrip edilmemesi için İncesu Kanyonu'nun milli park olarak tescillenmesi gerekiyor. Kibele kabartmasının yüzü tahrip edilmiş. Doğal alanlar açısından Milli Parklar denetim yapıyor" diye konuştu.

Milliyet, Haber: Mustafa Demirer, 24.08.2007

VAN KALESİ 6 TERMAL KAMERA İLE İZLENECEK

 

Van Kültür ve Turizm İl Müdürü İzzet Kütükoğlu, define avcılarına karşı Van Kalesi'ne 3'ü termal olmak üzere 6 kamera yerleştirmeyi planladıklarını belirtti.

 

Kültür ve Turizm İl Müdürlüğü, son günlerde define avcılarının Van Kalesi'nde yaptığı kaçak kazıların önüne geçmek için çalışma başlattı. Şehir merkezinden 5 kilometre uzaklıktaki Van Gölü kıyısında ovaya hakim bir kayalık üzerinde kurulmuş olan kalenin bin 800 metre uzunluğunda, 120 metre genişliğinde ve yaklaşık 80 metre yüksekliğinde olduğunu belirten Kütükoğlu, sadece gündüz görev yapan bir bekçi ile bölgeyi kontrol altında tutmanın çok zor olduğunu söyledi. Define avcıları tarafından tahrip edilen kaleye ilk etapta 3'ü termal olmak üzere 6 kamera yerleştirmeyi planladıklarını anlatan Kütükoğlu, altyapı çalışmalarını İl Emniyet Müdürlüğü ile birlikte yürüttüklerini ifade etti.

 

Kütükoğlu, definecilerin geçmişten günümüze kadar gelen tarihi mirası da yok ettiğini belirterek bu durumun ilin turizmine büyük darbe vurduğunu kaydetti. Define aramak isteyenlerin SİT alanları dışında kalan bölgelerde kazı yapmak istemeleri durumunda kendilerine müracaat etmeleri gerektiğini bildiren Kütükoğlu, kaçak kazıların tarihi mekanlara zarar verdiğini ve bunu yapmak isteyen bir kişinin önce vicdanının sesini dinlemesi gerektiğini söyledi.

MÖ 855 yılında Urartu Kralı I. Sadur tarafından yaptırılan Van Kalesi, iç ve dış kaleler olmak üzere 2 kısımdan meydana geliyor. Kalede, Urartu döneminde kalma en önemli yapılar Sardur burcu, sur duvarları, Urartu kralları Menua ve 1. Argişti'ye ait mezar, su sarnıcına ulaşan bin bir merdiven, açık hava tapınağı ve Analıkız olarak adlandırılan 2 adet tapınak yer alıyor.

Turizm Gazetesi, 23.08.2007

TARİH ÖNCESİNİN HIZ REKORTMENLERİ

 

Önceleri, günümüz hayvanlarının özelliklerinden yola çıkılarak yapılan modellemelerin aksine, İngiltere'de yapılan yeni bir çalışma, doğrudan dinozor fosillerinden elde edilen verilere göre düzenlendi. Manchester Üniversitesi'nin Proceedings of the Royal Society B dergisinde yayımlanan çalışmasına göre, T-Rex olarak da bilinen Tyrannosaurus Rex, saniyede 8 metre hıza ulaşabiliyor. Çalışma, T-Rex'in daha önce düşünülenden daha hızlı olduğunu ortaya koydu.

Dinozorların en hızlısı ise iki ayaklı ve etobur olan Compsognathus. Yaklaşık olarak bir tavuk boyutunda olan bu hayvan dakikada 18 metre hıza ulaşa-biliyormuş. Günümüz türleri içinde bu hıza ulaşabilen tek kuş ise devekuşu. 200 metrelik bir pisti tam hızla koşan bir atletin ulaşabildiği en yüksek hız ise bir saniyede 12 metrelik bir hız oluyor. T-Rex'in saniyede 8 santimetrelik hızı ise, ortalama bir futbolcunun hızının üzerinde.

 

Üniversitenin yürüttüğü çalışma şimdilik etobur dinozorlar üzerine odaklanıyor. Çalışmanın yazarlarından Dr. Bill Sellers, "Dinozorların hızlarının keşfedilmesi, 'neden bu kadar hızlı koşuyorlardı; neyin peşindeydiler' gibi soruların ortaya sorulmasını sağladı" diyor. Sellers, şimdi ise T-Rex'in avladığı dinozorlardan biri olduğunu düşündükleri Hadrosaurus üzerine çalışmaya başladıklarını söylüyor. Hadrosaurus'un T-Rex'in avlarından olduğu düşüncesine ise, bu dinozorun fosillerinde buldukları T-Rex'in diş izleri nedeniyle vardıklarını söylüyor. Sellers, Hadrosaurus'un da çok hızlı olduğunu keşfettiklerini ve bununda çok mantıklı olduğunu söylüyor ve ekliyor, "Eğer hızlı bir yırtıcı iseniz, büyük ihtimalle yakalamak istediğiniz avlar çok hızlı oldukları içindir."

 

Manchester Üniversitesi'nin bu çalışması, modern hayvan hareketlerini temel almadan gerçekleştirilen ilk çalışma oluyor. Dr. Sellers, "Burada hiçbir animasyona çizim eklemedik tamamıyla dinamik bir model bu. Dolayısıyla fosil kayıtları bize hayvanın şekliyle ilgili ne söylüyorsa, sadece onu kullandık," diyor. Sellers ayrıca, "Geçmişte, dinozorların insanlar ya da devekuşları gibi hareket ettiklerine dair beklentilerimiz vardı. Oysa insanlara ya da devekuş-larına pek benzemiyorlar, dolayısıyla dinozor gibi hareket ediyorlar, bizim gibi değil. Bizce, böyle düşünmek daha doğru bilgilere ulaştırabilir." Ancak Sellers, kendi çalışmalarında, kasların gücü ve yoğunluklarıyla ilgili "verilere dayanan tahminler" yürütmek zorunda kaldıklarını da ekliyor. Dr. Sellers ve ekibi dinozorların üç boyutlu simülasyonlarını üretmeyi planlıyor ve bu yolla sürüngenlerin tüm harekederini inceleyebileceklerini düşünüyorlar.

 

"Bilgisayarlar şu anda üretmek istediğimiz modeli geliştirmek için yeterince güçlü değiller. Hayvanın yürümesini sağlamak çok vakit alıyor. Bir sonraki aşama ise, bu hareketleri üç boyutlu olarak verebilmek," diyor Sellers.

Birgün, 23.08.2007

SİİRT'TE BİR EVDE 4 BİN YILLIK MADEN İŞLEME TEZGAHI BULUNDU

 

Siirt'te, evinin onarımını yapan belediye işçisi, evin zemininde 4 bin yıllık maden işleme tezgahı ile topraktan yapılmış su boruları buldu. Siirt Belediyesi'nde işçi olarak çalışan Cafer Aldemir, bölgeye özgü taştan yapılmış evini onarırken, evin zemininde boraks taşından yapılma maden işleme tezgahı ile topraktan yapılmış su boruları buldu.


Aldemir, bunun üzerine durumu Kültür ve Turizm Müdürü Yaşar Baran'a iletti. Evde inceleme yaptıran Baran, ''Gerekli çalışmalara başladık. Gerekirse bir proje dahilinde bu vatandaşımızın evini aslına uygun yaptırıp, yer altında bulduğu tarihi yapıları da restore edeceğiz'' dedi. Siirt'te Türbehöyük kazı çalışmalarını yürüten Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç.Dr. Haluk Sağlamtemir de, evde yaptıkları incelemenin ardından zeminde bulunan topraktan yapılmış su borularının 250-300 yıllık olduğunu tahmin ettiklerini, boraks taşından yapılmış maden işleme tezgahının ise yaklaşık 4 bin yıllık olduğunu söyledi.

 

Çevre ve Kültür Değerlerini Araştırma Vakfı Siirt Temsilcisi Ayhan Mergen ise belediye işçisi Aldemir'in davranışının örnek teşkil etmesi gerektiğini belirtti. Mergen, ''Bu su kanalları ve ev bize Siirt'in gerçekten çok köklü bir tarihe sahip olduğunu bir kez daha göstermesi açısından çok önemli. Kültür ve Turizm Müdürlüğü yetkilileri ile görüştük ve burada gereken her şeyin yapılması için çalışma başlatıldı'' diye konuştu.

Turizm Gazetesi, 23.08.2007

13 YILLIK KAZIDA BİR ARPA BOYU YOL

 

Tarihi kazıların ne kadar zor ve fedakarca bir çaba istediğinin son örneği Muğla'daki Beçim Kalesi kazıları. Kazı heyeti 13 yıldır kazıyor, bugüne kadar çok sayıda eser ortaya çıkarıldı ama onlara göre bu yeterli değil. Heyettekiler "Tarihi anlamda bir arpa boyu gittik" diyor.





Milas'taki Beçin Kalesi'nde kazı çalışmalarını yürüten heyetin başkanı Prof.Dr. Rahmi Hüseyin Ünal, Menteşe Beyliği'nin yöneticilerinden İlyas Bey'in sarayı olduğu tahmin edilen bir yapı ortaya çıkardıklarını bildirdi. Prof.Dr. Ünal, kaledeki Ahmet Gazi Medresesi'nde düzenlediği basın toplantısında, 13 yıldır devam eden kazı çalışmalarının bu yılki bölümünü tamamladıklarını söyledi.

Çalışmalara 7 Temmuzda başladıklarını belirten Prof.Dr. Ünal, kazı ekibinde 4 akademisyen, 7 öğrenci ve 11 işçi olduğunu söyledi.


Bu yıl çalışmalarını Yelli Hamamı'nda yoğunlaştırdıklarını belirten Prof.Dr. Ünal, şöyle dedi:
"Buradaki çalışmalarımızda 280 sikke bulduk. İçlerinden 18'i çok değerli, bir kaç tanesi türünün tek örneği. Bu, bizleri fazlasıyla memnun etti. Ancak sikkelerin birçoğunun hangi döneme ait olduğu henüz belli değil. Hamamın tabanında yaptığımız çalışmalarımızda ise işlenmiş mermerler bulduk. Çok değerli mermerlerin üzerini zarar görmemesi için kumla kapattık."


Kaledeki Emir avlusunda yaptıkları çalışmalarda, Menteşe Beyliği'nin yöneticilerinden İlyas Bey'in sarayı olduğu tahmin edilen bir yapı ortaya çıkardıklarını söyleyen Prof.Dr. Ünal, şunları kaydetti:
"Emir avlusunda yaptığımız çalışmalarda derine indikçe yeni bir yapı gördük. Bu yapının çok katlı olduğunu düşünüyoruz. Hocalarımız, avluda bulunan yapının Menteşe Beyliği'nin yöneticilerinden İlyas Bey'in sarayı olduğunu ifade ettiler. Tabanda ayrıca İznik çinisinden bir tabak bulduk. Ancak tabağın dörtte birini toparlayabildik. İleride çıkarılacak yeni bulgular bize burayla ilgili daha net bir bilgi verebilir." Prof.Dr. Ünal, 13 yıldır devam eden çalışmaya rağmen, istedikleri sonucu henüz alamadıklarını da sözlerine ekledi.

Haber Ekspres, Fotoğraf: Muğla İL Kültür ve Turizm Müdürlüğü, 23.08.2007

MİMAR SİNAN'IN KAYSERİ'DEKİ TEK ESERİ RESTORE EDİLİYOR

 

Mimar Sinan’ın Kayseri’deki tek eseri olan Kurşunlu Cami, Vakıflar Bölge Müdürlüğü'nce restore ediliyor.

 

Vakıflar Bölge Müdürü Abdullah Kayan, Osmanlı döneminin büyük yapı ustası Mimar Sinan’ın Kayseri’deki tek eseri olan Kurşunlu Camii’nde restorasyon çalışmalarının başladığını bildirdi. 430 yıllık geçmişine rağmen ayakta duran caminin aslına uygun olarak restore edileceğini belirten Kayan, “Cami içindeki beton sökülerek, aslına uygun olarak taş döşemeyle kaplanacak. Ayrıca caminin kubbelerinin bakımı da yapılacak. Minarede bozulan yerler orijinali gibi onarılacak. Caminin dış duvarları ise ilaçlı suyla temizlenecek” dedi. Restorasyon çalışmaları sebebiyle ibadete kapanan tarihi caminin ramazan ayında açılması planlanıyor.

Türkiye Gazetesi, Fotoğraf: Trt/Haber, 23.08.2007

KÜLTÜREL MİRASLAR RESTORE EDİLECEK

 

Konya'da emlak vergisinden kesilen yüzde 10'luk paylar, Özel İdare Bütçesi'nde toplanarak ilçe ve beldelerdeki taşınmaz kültür varlıkları restore ediliyor. Bu maksatla Vali Osman Aydın başkanlığında bir araya gelen yetkililer, 2007 yılı için 3 ilçe belediyenin taşınmazlarının restore edilmesi için 300 bin YTL ödenek ayrılmasına karar verildi.

 

Taşınmaz Kültür Varlıkları'nın korunmasını sağlamak amacıyla, 2004 yılında yürürlüğe giren Yönetmelik gereği, emlak vergilerinden kesilen yüzde 10'luk paylar Özel İdare Bütçesi'nde ayrı bir hesapta toplanarak proje karşılığı belediyelere dağıtılıyor. Bu kapsamda talepte bulunan belediyelerin projelerinin değerlendirilmesi ve projelerinin incelenmesi amacıyla Vali Osman Aydın Başkanlığında Valilikte toplantı düzenlendi. İl Özel İdaresi Genel Sekreter Vekili Osman Günaydın, İl Genel Meclisi Üyesi Mustafa Gürbüz, Vakıflar Bölge Müdürlüğü, İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü, Rölöve ve Anıtlar Müdürlüğü, Kültür Tabiatlarını Koruma ve Kurtarma Müdürlüğü, Meram Belediyesi, Ereğli Belediyesi, Seydişehir Belediyesi, Beyşehir Belediyesinden yetkililer ile İl Özel İdaresi Mali Hizmetler Daire Başkan Vekili Osman Akyüz'ün katıldığı toplantıda 5 ilçenin projesi değerlendirildi.


Toplantıda projeler arasında; Meram Belediyesi'nin sunduğu, Hükümet Konağı'nın (Valilik Hizmet Binası) rölöve, restorasyon, restitüsyon, elektrik, mekanik tesisat projelerinin hazırlanması, (200 bin YTL) Ereğli Belediyesi'nin koruma amaçlı imar planı hazırlanması (60 bin YTL), Seydişehir Belediyesi'nin kamulaştırma planı projesi (50 bin YTL) değerlendirildi. Meram, Ereğli ve Seydişehir ilçelerinin toplam 310 bin YTL projesi kabul edilerek İl Özel İdare Bütçesi'nden ödenek aktarılması kararlaştırıldı.


Emlak vergilerinden kesilen yüzde 10'luk payları bütün ilçe ve belde belediyelerin ödemesi gerektiğini belirten Vali Osman Aydın, "27 Temmuz 2004'te yürürlüğe giren 5226 sayılı Kanun'la emlak sahiplerine 'Taşınmaz kültür varlıklarının korunmasına katkı payı' adı altında yeni bir yükümlülük getirildi. Bu yükümlülük, ilgili belediye tarafından mükellef hakkında tahakkuk eden Emlak Vergisi'nin yüzde 10'u oranında tahakkuk ettirilip, Emlak Vergisi taksitleri ile birlikte alınıyor. Amacımız bütün ilçe belde belediyelerden yüzde onluk emlak vergisini toplayarak tabiat varlıklarının korunmasında kullanmak istiyoruz. Toplanan kaynak, kültür varlıklarının korunması ve değerlendirilmesi amacıyla hazırlanan projeler kapsamında kamulaştırma, projelendirme, planlama ve uygulama konularında kullanılmak üzere il sınırları içindeki belediyelere kullandırıyoruz"� dedi.

Merhaba Gazetesi, 23.08.2007

YOZGAT'TA HİTİT DÖNEMİNDEN KALMA MAĞARALAR BULUNDU

 

Yozgat'ta Hitit dönemine ait bir taş ocağı ile Bizans döneminden kalma mağaralar bulundu. İleriki günlerde kapsamlı arkeolojik çalışmalar başlatılacağı bildirildi.


Yozgat Kültür ve Turizm Müdürü Fuat Dursun, Şefaatli İlçesi'ne bağlı Paşaköyü beldesinde Cemalin İn diye bilinen mevkide yapılan araştırmada Hitit dönemine ait bir granit ocağı bulunduğunu belirterek, "Ocaktan çıkarılan taşların işlenerek Alacahöyük ve Hattuşaş'a gönderildiğini tahmin ediyoruz" dedi.

 

Aynı mevkide Bizans dönemine ait mağaralar tespit edildiğini ifade eden Dursun, keşişlerin bu mağaraları ibadethane olarak kullandığını tahmin ettiklerini söyledi. Bu alanın birinci derecede SİT alanı ilan edilmesi yönünde çalışmalar başlattıklarını vurgulayan İl Kültür ve Turizm Müdürü Dursun, "Bu alanda ileriki günlerde kapsamlı bir arkeolojik araştırma çalışması başlatacağız" şeklinde konuştu.

Turizm Gazetesi, 23.08.2007

RİZE'DE 5 BİN YIL ÖNCESİNE AİT KALINTI BULUNDU

 

İlk yerleşimin MÖ 600'lü yıllarda başladığı sanılan Rize'de, MÖ 3 binli yıllara dayanan kalıntılar bulundu.


Rize'de yapılan arkeolojik çalışmalar Rize ile ilgili bilinen birçok şeyi değiştirdi. Rize Müze Müdürü Emine Yılmaz kontrolünde Rize'nin Çamlıhemşin İlçesi Dikkaya Köyü'nde yapılan zemin üstü arama çalışmalarında Tunç Çağı'na ait kalıntılara rastlandı. Seramik kalıntılar üzerinde yapılan incelemelerde kalıntıların 5 bin yıl öncesinden kalma olduğu tespit edildi.


Konuyla ilgili açıklama yapan Rize Müze Müdürü Arkeolog Emine Yılmaz, Rize'de insan tarihinin Kalkolitik Çağ olan 7 bin yıl öncesine dayanabileceğini belirterek, "Çamlıhemşin İlçesi'ne  gittiğimizde gördük ki MÖ 3 binli yıllara ait yerleşme ve kalıntı izleri var. Bu bir kaya, yamaç yerleşmesi... MÖ 3 binli yıllara ait, yani yaklaşık 5 bin yıl öncesinden kalma seramik kap kacak parçaları elde ettik. Yine taştan bir sapan ve bileği taşı bulduk. Daha geniş bir araştırma yaparak bölge tarihinin Kalkolitik Çağ'a kadar ulaşıp ulaşmadığını kontrol edeceğiz" dedi.

Karadeniz Gazetesi, 23.08.2007

"GİRNE KALESİ'NDE DE ELEKTRİK OLMASIN"

 

Başbakan Ferdi Sabit Soyer, Zafer Burnu Milli Park Yasası´nın 20 Eylül´e kadar hazırlanıp Bakanlar Kurulu´ndan Meclis´e sevk edileceğini söyledi.

 

Çevre örgütleri, bir çok aydın ve Dipkarpaz bölgesinde yaşayan halkın çevrenin bozulmamasına yönelik duyarlılığını büyük bir sevinçle karşıladığını vurgulayan Soyer, fakat bunu bir çatışma noktasına götürmemek gerektiğini belirtti.

 

Bakanlar Kurulu toplantısına girişinde yaptığı açıklamada Soyer, Milli Park Alanı´nın çok önemli bir kısmının orman arazisi olduğunu belirtti ve önemli bir kısmının SİT alanı olduğunu, önemli bir diğer kısmının da sahilden 100 metre geride, çerçevesindeki yapılaşma yasağıyla sınırlandırılmış bölge olduğunu kaydetti. Bu bölgeyle ilgili bir de emirname bulunduğunu ve tüm bölgenin koruma alanında olduğunu ifade eden Soyer, bu unsurlar nedeniyle yapılaşmanın bu bölgede mümkün olmadığının altını çizdi.

 

Bazı çevrelerin, hükümeti, yasaları çiğnemekle suçladığını dile getiren Soyer, gerekçe olarak Anıtlar Yüksek Kurulu´nun SİT alanlarına dönük elektrik götürülemez şeklindeki bir kararına dayanıldığını, ancak bunun "hiç bir mantıki yanı olmayan bir düşünce biçimi olduğunu" söyledi.

Böyle bir karar varsa bunun doğru olmadığını ifade eden Başbakan Soyer, "SİT alanlarına elektrik götürülmesi olanaksızsa, yasal değilse, Salamis, Girne Kalesi, St Hilarion´da elektrik olmaması gerekir. Bu mantıklı değildir" dedi.

 

Elektrikle imarın aynı şey olamadığını kaydeden Soyer, ikisinin bir birine karıştırılmaması gerektiğini ifade etti.

 

Soyer, hükümet olarak Çevre ve İçişleri Bakanlıklarının ilgili bütün devlet dairelerinin müdür ve yetkilileriyle yaptıkları son toplantıda, 20 Eylül´e kadar bugüne kadar çıkmayan Zafer Burnu Milli Park Yasası´nı çıkartma kararı aldıklarını açıkladı. Soyer, 20 Eylül´e kadar yasanın hazırlanıp Bakanlar Kurulu´ndan Meclis´e sevk edileceğini anlattı.

Kuzy Kıbrıs Vatan, 23.08.2007

"BATININ TEMELİ TÜRK UYGARLIĞI

 

Burdur'un Gölhisar İlçesi'nde geçen yıl başlatılan Kibyra Antik Kent kazılarına bilimsel danışmanlık da yapan Akdeniz Üniversitesi Arkeoloji Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof.Dr. Fahri Işık, Türk bilim adamlarının son yıllarda yapılan kazılarda önemli bulgulara ulaştığını bildirdi. Işık, ortaya çıkarılan eserlerin, antik uygarlığın Yunan uygarlığı olmadığını, Anadolu kültüründen oluştuğunu belgelediğini bildirdi.

Işık, sözlerini şöyle sürdürdü: “Türk bilim adamlarımız, bizim söylediklerimizin tamamını son üç yılda yapılan kazılarda belgeledi. Eski çağ biliminde bir ön yargı vardır. Her ne varsa ve her ne bulunursa Batıda Yunan uygarlığı ile özdeşleştirilirdi. 200 yıldır bütün dünya bunu böyle bilirdi. Biz bu ön yargıları kazma ile parçaladık ama bu hiç de kolay olmadı. Bizim yıllardır söylediğimiz Pamfilya’nın bir Anadolu kültürünün toprağı olduğu gerçeğini Almanlar’ın yaptığı kazılar belgeledi. Anadolu kültürlerinin bugünkü Batı uygarlığını oluşturduğu gerçeğini kimse bozamaz.”

Türkiye Gazetesi, 23.08.2007

OSMANLI KIYAFETLERİ ANKARA KALESİ'NDE

 

Yaklaşık 2 yıldır boş bulunan ve 3 ay kadar önce de antikacılıkla uğraşan iki girişimci tarafından devralınarak restore edilen Ankara Kalesi’ndeki tarihi Kınacızade Konağı’na farklı bir çehre kazandırıldı. Yenilenen konakta oluşturulan Osmanlı kıyafetleri müzesinde, hayırsever Yurdusev Arığ tarafından bağışlanan tarihi giysiler, antika takılar ve çeşitli süslemeler yer alıyor. Bu kıyafetler arasında, altın işlemelerin ve ipeklilerin ağırlıkta olduğunu ve bunların geçen zamana rağmen herhangi bir deformasyona da uğramadığını aktaran Arığ, “Burada bir de Hereke dokuması var. Hereke dokumaları Enderun’a bağlanmadan önce, henüz özel bir teşebbüsken 1843’te dokunmuş kırmızı bir kıyafet. Çok da değerli” sözleriyle tarihi kıyafetin kıymetini anlattı. Osmanlı döneminde yurt dışından getirilen ve ‘kutu kıyafet’ tabir edilen giysilerin de el üstünde tutulduğunu belirten Yurdusev Arığ, kutu içinde getirilen bu modern kıyafetlerden birinin de müzeye konulduğunu söyledi.

Türkiye Gazetesi, 23.08.2007

BAKANLIK, MİMARLARA KORUMA ÖDÜLÜ VERECEK

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı, kültür varlıklarını korumaya yönelik çalışan mimarları ödüllendirecek.

 

'Koruma Uygulama Başarı', 'Koruma Projeleri Başarı', 'Koruma Uygulaması Ustalık', 'Korumaya Katkı' ve 'Koruma Onur Ödülü' olmak üzere 5 ana dal ve 9 alt kategoride verilecek '2. Ulusal Mimarlık Koruma Ödülleri'ne başvurmak isteyenler 17-21 Eylül günleri arasında projelerini bakanlığa teslim edecek. Bilim kurulunun ön elemesinden geçen başvurular, ulusal jüri tarafından değerlendirilecek. Sonuçlar 9 Kasım'da açıklanacak.

Zaman, 23.08.2007

ÇORUM MÜZE VE ÖREN YERLERİNİ 7 AYDA 38 BİN 439 KİŞİ ZİYARET ETTİ

 

Çorum'da bulunan müze ve ören yerlerini 2007 yılının ilk 7 ayında 38 bin 439 kişinin ziyaret ettiği bildirildi. Çorum Kültür ve Turizm Müdürü Ali Özüdoğru, Hititlerin başkenti Çorum'da bulunan müze ve ören yerlerini 2007 yılının ilk 7 ayında 12 bin 165'i yabancı olmak üzere 38 bin 439 kişinin gezdiğini belirterek, toplam 36 bin 970 YTL gelir elde ettiklerini kaydetti. Son yıllarda başta yabancı turistler olmak üzere Hitit medeniyetine büyük ilginin olduğunu anlatan Özüdoğru, daha önceki yıllarda günü birlik Çorum'a gelen yerli ve yabancı turistlerin konaklamaya başlamalarından dolayı Çorum'un turizm gelirinin artığını vurguladı. Özüdoğru, yerli ve yabancı turist sayısının eylül ayında daha da artmasını beklediklerini ifade etti.

Turizm Gazetesi, 23.08.2007

JANDARMAYA TARİHİ ESER SATMAYA ÇALIŞAN 2 KİŞİ GÖZALTINA ALINDI

 

Van'da alıcı kılığına giren jandarma ekiplerine tarihi eser satmaya çalışan 2 kişi, yakalanarak gözaltına alındı.

Edinilen bilgiye göre, İl Jandarma Komutanlığı'na bağlı Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele (KOM) Şube Müdürlüğü ekipleri, yaptıkları istihbarat çalışmaları neticesinde S.B. ve A.T. isimli şahısların elinde bulunan tarihi eserleri satacağı bilgisine ulaştı. Ekipler, alıcı kimliği ile bu şahıslarla irtibata geçerek Edremit ilçesinde bulunan otelde bir araya geldi. Şahıslar ellerinde 5 adet fotoğraf albümü içerisinde dizili olarak getirdikleri çeşitli dönemlere ait 693 adet sikkeyi satmaya çalışırken yakalanarak gözaltına alındı. Gözaltına alınan şahısların alınan ifadeleri doğrultusunda S.B.'nin evinde yapılan aramada ise 2 adet fotoğraf albümü içerisinde dizilmiş 354 adet sikke ele geçirildi. Her 2 olayda toplam bin 47 adet geçmiş dönemlere ait tarihi sikke ele geçirildi.

Şahısların jandarma tarafından yapılan sorgularının ardından çıkarıldıkları adli makamlarca tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldıkları, ele geçirilen sikkelerin ise Van Müze Müdürlüğü'ne teslim edildiği belirtildi.

haberler.com, 23.08.2007

DA VINCI'NIN KÖPRÜSÜ SERGİYE ÇIKIYOR





Hiçbir projeyi vaad ettiği zamanda bitiremediği için sürekli işsiz kalan İtalyan ressam, mimar ve mucit Leonardo Da Vinci'nin, Sultan II. Bayezid'den mektupla iş istediğini ve Haliç'in üzerine bir köprü projesi olduğunu bilen pek az kişi vardır.

 

Bu tarihi olayın serüvenini belgeleriyle görmek isteyenlerin yolu, 6 Eylül'de İstanbul Modern'de açılacak 'Köprü6 - Galata Fotoğrafları' sergisine çıkacak. Sergide Da Vinci'nin Galata röprodüksiyonlarıyla birlikte, fotoğraf sanatçılarının farklı bir bakış açısıyla oluşturduğu Galata fotoğrafları yer alacak. Yeni bir kent okumasına kapı açacak olan sergi, Doğu ile Batı'yı bir araya getiren Galata'nın öteki yüzünü ortaya koymayı amaçlıyor.

 

Da Vinci, tasarladığı proje için "Köprüyü öylesine inşa edeceğim ki, ortasında yüksek bir kemer oluşturacak ve en hızlı giden gemiler bile hızlarını hiç düşürmeye gerek kalmadan köprünün altından rahatlıkla geçecekler.'' diye yazıyordu 1502 tarihli mektubunda. Bu projeye Sultan II. Bayezid ne yazık ki pek iltifat etmemiş. Lakin hayata geçseydi, Haliç'in üzerinde şimdilerde Da Vinci'nin ifadesiyle "40 arşın eninde, 70 arşın deniz seviyesinden yükseklikte, 600 arşın uzunluğunda; bunun 400 arşını deniz üstünde, 200 arşını ise karanın üstünde" bir köprü olacaktı. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş, 2005'te "Leonardo Da Vinci'nin Haliç için tasarladığı köprüyü, Eyüp-Sütlüce arasında yapmayı planlıyoruz. Köprünün bir ayağı Haliç'teki adaya basacak ve böylece yayalar Haliç'in iki yakası arasında yürüyerek geçiş yapabilecekler." demişti, fakat 2001 yılında Norveç'te Da Vinci'nin tasarımını temel alan daha küçük bir köprü, çoktan hayata geçirilmişti.

 

İstanbul Modern'de açılacak sergide, Da Vinci'nin Sultan II. Bayezid'e yazdığı ve orijinali Topkapı Sarayı'nda bulunan mektup ve Paris'te Leonardo'nun çizim defterinden Galata Köprüsü için yaptığı tasarımın röprodüksiyonları bulunacak. Küratörlüğünü Engin Özendes'in yaptığı sergide fotoğraf sanatçıları Ahmet Elhan, Murat Germen, Cemal Emden, Orhan Cem Çetin, Merih Akoğul ve Ömer Orhun'un, Galata Köprüsü ve çevresine odaklanan yeni çalışmaları, galeri içinde 6 ayrı odada yer alacak. Türk fotoğrafının önemli ve yenilikçi isimleri arasında yer alan fotoğrafçılar, Galata'ya farklı bir bakış açısıyla yaklaşmış. Bir yandan mekanın tarihsel önemini, İstanbul için taşıdığı farklı anlam ve imgeleri yansıtmayı, bir yandan da değişen hayat şartlarını sunmayı amaçlıyorlar. Ortaya çıkacak 'Galata' portresi, mekanın edindiği yeni anlamları kavrama imkanı verirken farklı bakış açılarıyla yepyeni bir Galata okuması da vaat ediyor. Sergide yer alan çalışmalar, Galata'nın farklı dönemlerini, çok kültürlü geçmişini, mimari niteliklerini, Doğu ile Batı'yı bir araya getirişini ve farklı kentsel gerçeklikler arasında bir bağlantı noktası olma konumunu ortaya koyuyor. Sergide, Galata Köprüsü üzerinde farklı zamanları tek bir karede birleştiren fotoğraflardan, Galata'nın çok kültürlü tarihini çeşitli görsel ve yazılı malzemeleri birleştirerek, yeniden kurgulayan kolaj çalışmaları bulunuyor. Duvardan duvara uzanan geniş, panoramik görüntüler iç mekanlara odaklanan fotoğraf yerleştirmeleri de sergide görülebilecek diğer çalışmalar arasında. İstanbul Modern fotoğraf arşivinde bulunan Sebah&Joaillier fotoğraf stüdyosunun 1890'da çektiği, Galata Köprüsü'nü de içine alan bir panorama da 'köprü' fotoğrafları arasında gün yüzüne çıkıyor.

 

10. İstanbul Bienali'nin odaklandığı Mimari / Kent / Bağlantı / Zaman temalarının yorumlarından oluşan "Köprü6" fotoğraf sergisi, sonbahar boyunca ziyaretçilere, 'köprü' ve 'sonsuzluk' kavramları üzerine düşünmeye davet ettikten sonra, 6 Ocak 2008'de veda edecek.

 

Leonardo'dan II. Bayezid'e: Ben kulunuzu daima hizmetinizde bilip emrediniz

"... Bu kulunuz şunu işittim ki İstanbul'dan Galata'ya bir köprü yapmak kasdinde imişsiniz. Ama bilir kişi bulamadığınızdan yapamamışsınız. Ben kulunuz bilirim, (köprü)yü bir yay gibi yüksek kaldırayım ki hiç kimse yüksekliğinden dolayı üzerinden geçmeye razı olmaya. Ama düşündüm ki bir çıkma (dalgakıran-rıhtım) yaparak ondan sonra suyu çıkarayım ve kazıklar koyayım. Şöyle yapayım ki altından hemen yelken ile bir gemi çıka ve öyle bir şekil vereyim ki kalktığı zaman istedikleri vakit (gemiler) Haliç'ten Anadolu yakasına geçeler. Ama sular daim aktığı için kenarlar yenir. Bu husus için bir tertip yapayım ki o akan su aşağıdan akıp kenara zarar etmiye. Senden sonra olan padişahlar kolay harçla yapalar. Bu sözlerin doğruluğuna inşallah inanırsınız ve ben kulunuzu daima hizmetinizde bilip emredersiniz. Bu mektup temmuz ayının üçünde yazılmıştır."

Zaman, Haber: Özlem Akıncı, 23.08.2007

ULU CAMİNİN EĞİK MİNARESİNE UYDUDAN TAKİP

 

Anadolu'nun en eski camilerinden biri olma özelliğini taşıyan Sivas Ulu Camii'nin eğikliğiyle dikkat çeken minaresinin uydudan izlenerek, hareketliliğin 1 yıl boyunca takibe alınacağı bildirildi.

 

Alemden kaideye göre 116 santimetre eğik olan ve birkaç defa yıldırım isabet etmesi nedeniyle kıymetli süslemelerin bulunduğu gövdesi boydan boya yıpranan caminin minaresindeki eğikliğin araştırılması için Sivas Vakıflar Bölge Müdürlüğü çalışma başlattı. Bu kapsamda camiye yerleştirilecek uydu izleme cihazıyla eğik minarenin hareketliliğinin 1 yıl boyunca takibe alınacağı belirtildi. Bu süre içerisinde minarenin hangi yöne ne kadar eğildiği tespit edilerek, 1 yılın sonunda Vakıflar Bölge Müdürlüğü'nün, çıkacak raporu Sivas Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'na sunacağı kaydedildi. Kuruldan çıkan karar sonrasında Ulu Cami ve eğik minaresinin onarıma alınacağı ve çevre düzenlemesi çalışmasının yapılacağı belirtildi. Bu arada, Vakıflar Bölge Müdürlüğü'nün, eseri uydudan takip edecek firmayı da ihale yoluyla belirleyeceği kaydedildi. Yetkililer, ihale çalışmalarının sürdüğünü belirtti.

Zaman, 23.08.2007

ANİ HARABELERİ AÇIK HAVA AHIRI OLDU

 

 

Gündüzleri kazı çalışmaları yürütülen Türkiye ile Ermenistan sınırındaki tarihi Ani Harabeleri geceleri hayvanların istilasına uğruyor. Ağustos sonunda bitecek çalışmaları yürüten Doç.Dr. Yaşar Çoruhlu, köylülerin sürülerini başıboş bırakmasından yakınıyor. Çoruhlu, "Yeterli koruma elemanı yok. Sürüler burada geceliyor. Burası açık hava müzesi değil de 'açık hava ahırı' gibi kullanılıyor." dedi.

 

Kuruluşu MÖ 5 binli yıllara dayanan ve birçok medeniyete beşiklik yapan Ani Harabeleri'nde kazı çalışmaları bir yıl aradan sonra tekrar başladı. 2 Ağustos'ta başlayan kazı çalışmalarının aksatılmadan yürütülmesi için tedbir alan Kültür ve Turizm Bakanlığı, ören yerinde bulunan günübirlik konaklama tesisini kazı ekibi için tahsis etti. Bu sayede çalışanların 45 kilometre uzaklıkta bulunan Kars kent merkezine gidip gelmeleri önleyen Bakanlık, ekibin kazıyı aksatmadan yürütmesini sağladı. Antik kentte yürütülen kazı çalışmaları iki farklı alanda yapılıyor. Selçuklulardan kaldığı zannedilen bir saray kalıntısı ve şehrin çarşı kısmında yapılan çalışmaların başkanlığını Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Öğretim Görevlisi Doç.Dr. Yaşar Çoruhlu yürütüyor. Çoruhlu, çalışma yaptıkları alan hakkında da bilgi vererek, "Burası, Selçuklulardan kaldığı kanısında olduğumuz bir saray kalıntısı. 30 oda ortaya çıktı. Şu an 31'inciyi ortaya çıkarıyoruz. Her bir odanın planı farklı, değişik özellikleri ve fonksiyonları var." ifadelerini kullandı. Doç.Dr. Çoruhlu, Ani Harabeleri'nin turizmin merkezi olacağını; ancak bunun için net bir süre vermenin zor olduğunu dile getirdi. Harabeler için her türden ödeneklerin ayrılması ve elemanın alınmasının gerekli olduğuna işaret eden Çoruhlu, "Yeterince büyüklükte bir ekip olduğu zaman 8-10 yıl içerisinde burası Türkiye'de en tanınmış yerlerden biri olacaktır. Ani'nin, İshakpaşa değil, Efes ölçüsünde bir yer olacağını düşünüyorum." diye konuştu. Ani Antik Kenti'nde yakın zamanda koruma amaçlı olarak tel örgüler çekildiğini hatırlatan Çoruhlu sözlerini şöyle sürdürdü: "Ama yeterli koruma elemanı olmadığı için köylüler sürekli buraya sürülerini sokuyor ve sürüler burada geceliyor. Yani burası açık hava müzesi değil de 'açık hava ahırı' gibi kullanılıyor."

Zaman, Haber: Murat Kaban, 23.08.2007

HASANKEYF'TE SON TANGO BAŞLADI

 

Türkiye, Ilısu Barajı ve ve Hidroelektrik Santralı Projesi'nin finansmanı için 1 milyar 277 milyon euro tutarında finansman sağlayınca, baraj suları altında kalacak olan Hasankeyf'deki tarihi eserlerin taşınıp taşınmaması konusunda da karar aşamasına gelindi.


Önümüzdeki hafta ilçeye gelecek 10 kişilik Bilimsel Danışma Kurulu'nun hazırlayacağı rapora göre, Diyarbakır Tabiat ve Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu, eserlerin taşınıp taşınmayacağına karar verecek. Hasankeyf kazıları başkanı Prof.Dr. Abdulselam Uluçam "Bilimsel Kurul bana fikrimi sorarsa, onlara hiçbir eserin taşınamayacağını söyleyeceğim. Çünkü hangisine el atarsanız elinizde kalır" dedi.


Başbakan Recep Tayyip Erdoğan tarafından geçen yıl temeli atılan Ilısu Barajı'nın suları altında kalacak antik Hasankeyf'deki tarihi kurtarma telaşı var. Çoğunluğu İstanbul Teknik Üniversitesi öğretim üyelerinden oluşan Bilimsel Danışma Kurulu nihayet Hasankeyf'e gelecek. Kazı heyeti başkanı Prof.Dr. Abdulselam Uluçam, kendisini arayan yetkililerin, "Kurul 30 Ağustos günü ilçeye gelecek" diye bilgi verdiğini söyledi.


Heyet tarihi eserlerin taşınıp taşınmayacağına karar verecek ama Uluçam'ın görüşü, 'Hiçbirini taşıyamazsınız' olacak:
"Bilimsel kurulda, arkeolog, jeolog, mimari tarihçi, statikçi, kimyacı gibi çeşitli dallarda uzmanlar yer alacak. Bunlar hangi yapının taşınıp taşınamayacağı yönünde rapor hazırlayacak. Kurul bana fikrimi sorarsa hiçbir eserin taşınamayacağını söyleyeceğim. Çünkü hangi yapıya el atarsanız elinizde kalır. Ama takdir yetkisi onlarındır. Raporlarını benim de üyesi olduğum Diyarbakır Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'na sunucaklar. Son sözü Diyarbakır'daki kurul söyleyecek."
 

Sular altında kalacak bölgelerde dokuz kurtarma kazısı yürütülüyor. Ama Uluçam, asıl ve önemli tarihi eserlerin hala toprak altında olduğunu vurguluyor:
"Asıl önemli tarihi eserler mevcut ilçenin altında. Onun için taşınma işleminin bir an evvel yapılması gerekir. Bakanlığın talebiyle DSİ 11 kişiyle mahkemelik oldu. Bu sorunun çözülmesi halinde istimlak edilecek yerlerde kazı yapmak istiyoruz. Aslında sit alanı olan bu yerlerde oturan vatandaşların mağdur edilmemesi için anlaşmalarını bekliyoruz."
 

Mağaralarında 12 bin yıl öncesine ait buluntulara rastlanan Hasankeyf'te Roma, Artuklu-Eyyübi, Osmanlı dönemine ait eserler iç içe geçmiş vaziyette. Kale bölgesi, antik çağda 50-60 bin kişinin yaşadığı büyük bir yerleşimdi. Bölgede İslam dönemi yerleşimi dört halife döneminde başladı. Kente asıl kimliğini verense 1100'lerde Artuklular oldu. Mardin ve Amid (Diyarbakır) Artuklulara 130 yıl başkentlik yapan Hasankeyf'e bağlıydı.
 

Ilısu Barajı ve Hidroelektrik Santralı, Dicle Nehri üzerinde, Suriye sınırına yaklaşık 45 kilometre uzaklıkta inşa edilecek. Proje, Diyarbakır, Batman, Mardin, Siirt ve Şırnak illerini kapsayacak.
Ilısu tamamlandığında gövde büyüklüğü açısından Türkiye'nin ikinci, kurulu güç ve yıllık enerji üretim kapasitesi bakımından da dördüncü büyük barajı olacak. Projenin tamamlanma süresi yedi yıl olarak öngörülüyor.

Radikal, 23.08.2007

BULGARİSTAN'DA BALKANLARIN EN BÜYÜK SU TANKI BULUNDU

 

Bulgar arkeologlar, güney Bulgaristan’da Kırcaali yakınlarındaki antik kaya sunağı Perperikon’da, Balkanlar’ın en büyük su deposunun bulunduğunu açıkladılar.

 

Arkeolog Nikolay Ovcharov, keşfin, antik çağlarda Perperikon’un yoğun olarak iskan edildiğinin bir ispatı olduğunu söyledi. 12 m uzunluğunda, 6 m derinliğinde ve 6 m eninde olan su deposu ana kayaya oyularak inşa edilmiş ve 432.000 litre kapasiteye sahip.
 
Bir ay kadar önce de, yine Ovcharov tarafından Perperikon kaya sunağında sürdürülen kazılarda kobra, ejderha kafası, falluslu bir taht görüntüleri içeren ilginç seramik parçalar bulunmuştu.

novinite.com, 17.08.2007

TAKSİM'E CAMİ YERİNE CUMHURİYET MÜZESİ

 

 

Taksim'e adını veren tarihi 'Maksem' binası, Cumhuriyet Müzesi oluyor. Taksim Meydanı'nın hakim köşesindeki tarihi Maksem binasının hemen arkasına, 1960'lı yılların sonunda da cami kurulması gündeme gelmiş, yıl yıl olgunlaşan proje, 12 Eylül darbesiyle rafa kalkmıştı. Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş, dün İstiklal Caddesi'nin hemen girişinde yer alan tarihi Su Maksemi'ni Cumhuriyet Müzesi yapacaklarını açıkladı. Topbaş, projenin Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'nca onaylandığını belirterek, açılışı 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı'na yetiştirmeyi hedeflediklerini söyledi.


Ne bilen var ne de bakan Osmanlı'da bentlerden künklerle kentin yüksek kesimlerine taşınan su, 'maksem' adı verilen binalarda toplanarak şehre dağıtılırdı. 18'inci yüzyılda da Avrupa yakasına gelen su, şu anda İstiklal Caddesi'nin girişinde, hemen sağda kalan ve pek az İstanbullu'nun dikkatini çeken küfeki taştan, sivri külahlı yapıda toplanır, kentin üç kısmına taksim edilirdi. Meydana 'Taksim' adını veren de üzeri hala kuş köşkleriyle süslü bu bina ve yanında uzayan 90 metrelik su depoları oldu.


Taksim Meydanı'nı düzenleme çalışmalarıysa cumhuriyetin ilk yıllarında Fransız Mimar Henri Prost'la başladı. Meydan söz konusu olduğunda bitmeyen tartışmalardan biri de, cami tartışması. 1960'ların sonlarında, meydan düzenlemesi, bir cami inşaatı önerisiyle yeniden gündeme geldi. Başbakan Süleyman Demirel'in kurduğu Milliyetçi Cephe (MC) hükümeti döneminde, Kültür Bakanlığı'ndan Anıtlar Yüksek Kurulu'na gönderilen 13 Mayıs 1977 tarihli başvuru yazısıyla, Taksim Camii Şerifi Külliyesi'nin inşaatı için ilk resmi adım atılmış oldu.

Cami, tarihi su maksemi arkasında bulunan, Belediye, Hazine, Vakıflar ve Ziraat Bankası'na ait parseller üzerinde inşa edilmek isteniyordu. Bayındırlık ve İskan Bakanlığı da Taksim maksemi bitişiğindeki arsanın cami yeri olarak değerlendirilmesi için gereken değişikliği yapmış, inşaat ruhsatının alınması çalışmaları tamamlanmıştı ki 12 Eylül darbesi geldi, proje kaldı.
Recep Tayyip Erdoğan'ın 1994'te yılındaki İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı döneminde de Gezi Parkı'na bir camii projesi gündeme geldi, ama bu da gerçekleşemedi.

Radikal, 23.08.2007



Cumhuriyet Müzesi yapılacak 18. yüzyıldan kalma bina,
meydandan İstiklal Caddesi'ne girişte,
hemen sağda.
Yanı başında su depoları sıralanıyor.

ABDÜLHAMİD'İN AV KÖŞKÜ ZİYARETÇİLERİNİ BEKLİYOR

 

Ümraniye'de bulunan tarihi Hekimbaşı Av Köşkü, uzun süre devam eden restorasyon çalışmalarının sonuçlanmasının ardından ziyarete açıldı.

 

1881'de Mimar Sarkis Balyan'a yaptırıldığı ve Sultan Abdülhamid tarafından av köşkü olarak kullanıldığı tahmin edilen üç katlı binanın restorasyon projesini Prof. Haluk Sezgin ve Prof. İlgi Yüce Aşkın hazırladı. Bünyesinde 20 metrelik bir merdiven kulesi de barındıran, İtalyan Rönesansı tarzındaki yapının yenileme çalışmalarına, 1999 yılında Yapı İşleri Müdürlüğü tarafından başlanmıştı. 1200 metrekarelik bir alanda sürdürülen ve 2001 yılı mart ayında tamamlanan 1. etap çalışmalarından sonra ara verilen inşaat faaliyetine, 2005 yılı mayıs ayında kaldığı yerden devam edilerek, binanın zemin kaplaması, boya, tavan, çıta işleri ve bahçe peyzajı yenilendi ve tarihi köşk orijinal haline döndürüldü.

Radikal, 23.08.2007

TARİH YENİDEN CANLANIYOR

 

 

Bergama'nın turizm merkezi olması için yapılan çalışmalara yeni bir porje daha eklendi. Bu amaçla tarihi eserlerin restorasyonuna başlandı. Geçtiğimiz yıl İl Özel İdaresi desteği ile eski Kız Meslek Lisesi restore edildi.


Eski belediye binası, Arasta'daki mescidin ardından bu kez tarihi Osmanlı Çarşısı, Küplü Hamam, Tarihi Hacı Hekim Hamamı aslına uygun olarak restore edilmeye başlandı. Yıl sonunda bitmesi planlanan çalışmaların ardından mekanlar, turistik hamam olarak hizmet verecek.


Belediye Başkanı Raşit Ülper, Bergama'nın kurtuluşunun turizmden olacağını ve ilçe ekonomisinin bu sayede canlanacağını belirterek şunları söyledi: ''Bergama'daki çeşitli eserlerin restorasyonu için İzmir Valiliği'nden 3.2 trilyon talep ettik. Eski Bergama dediğimiz alanda bulunan hanlar, hamamlar, bedesten, okul ve havra gibi birçok önemli eser restore edilerek hizmete ve turizme açılacak. Geçen yıl altyapı sorununu çözümlediğimiz tarihi Kale Mahallesi Evleri'nin de bir bölümünde cephe ve sokak sağlıklı hale getirilecek. Aynı zamanda burada bazı evler ve konaklar özel şahıslar tarafından butik otel, kafe şeklinde restore edilmeye başlandı. Teleferik de birkaç ay içinde hizmet vermeye başlayınca, Bergama'da yerli ve yabancı turistin konaklama yaparak, turizm sektörünün hareketleneceğini ve zamanla hedeflediğimiz ve istihdam sağlayan seviyeye eriştiğini göreceğimize inanıyorum.''

Milliyet Ege, 23.08.2007

KADEŞ ANLAŞMASI'NIN PANELİ KİTAPLAŞTIRILDI

 

Nevşehir Belediyesi ve Erciyes Üniversitesi işbirliğinde düzenlenen ve Kadeş Antlaşması'nı konu alan panelin kitaplaştırıldığı bildirildi.

Dünya tarihinde barışın üstlendiği temel değerler açısından büyük bir öneme sahip olan Kadeş Barış Antlaşması ve Nevşehir Belediyesi ile Erciyes Üniversitesi Kapadokya Araştırma Merkezi tarafından ortaklaşa düzenlenen "Mısır-Ebedi Barış Antlaşması (KADEŞ) ve Ön Asya'da Barış" konulu panel kitaplaştırıldı.

 

UNESCO tarafından Dünya Barış Konferansı Merkezi olarak da kayıt altına alınan Nevşehir'de imzalanan ve dünyanın büyük devletler arasında eşit şartlar altında yapılan ilk uluslararası barış antlaşması olan Kadeş Barış Antlaşması (MÖ 1280) ve o dönemin sosyal, kültürel ve ekonomik boyutlarının ele alındığı "Kadeş Antlaşması ve Ön Asya'da Barış Paneli", bir kitap halinde Nevşehir Belediyesi tarafından yayınlandı.

Nevşehir Belediye Başkanı Hasan Ünver ve Erciyes Üniversitesi Rektörü Cengiz Utaş'ın görüşleri ile başlayan kitapta, paneldeki bilim adamlarının sunumları yer alıyor.

haberler.com, 22.08.2007

PEDASA KAZILARI BODRUM'DA BAŞLIYOR

 

Konacık Belediyesi’nin katkılarıyla altı yıldır yüzey araştırmaları yürütülen Muğla Bodrum’daki Pedasa Antik Kenti’nde Prof.Dr. Adnan Diler’in başkanlığında, başta arkeologlar olmak üzere birçok disiplinden uzman grupların katılımı ile kazı çalışmaları başladı. Kültür ve Turizm Bakanlığı ve Muğla Üniversitesi adına yürütülecek çalışmaların kazı ödeneğini Bakanlık karşılıyor.


Kazı Başkanı Prof.Dr Adnan Diler, “Pedasa, yöreye özgü ve iyi tanınmayan Leleg Uygarlığı ve onlara ait eşsiz kalıntıları barındıran neredeyse en ünlü Leleg Kentidir. Kent salt arazisinin genişliği ile değil, zengin ve çoğu ayakta kalmış Tümülüsleri ve iyi korunmuş akropolü ile de tüm Leleg yerleşmeleri içinde erken tarihe giden yoğun bir malzeme içermesi ile de oldukça önemlidir. Gerçekleştirilecek çalışmalar hem Leleglerin kimliği, dönemi, dinsel ve yaşama gelenekleri konusunda bugüne dek karanlıkta kalan sorunlara açıklık getirecektir hem de Pedasa ve Leleg uygarlığının ülkemize ve dünyaya tanıtımını sağlayacaktır” dedi.






Pedasa için uygulanması öngörülen projelerden birinin de ziyaretçilerin uzmanlar eşliğinde arkeolojik çalışmalara ilgilerini artırmak ve dolaylı ya da doğrudan katılımını sağlamak olduğunu belirten Diler, bu çalışmalardan elde edilecek gelirin, kültürel mirasa yönelik restorasyon ve koruma uygulamalarına ek olarak, yöre halkının gelir elde edebileceği hobi arkeolojisi ve arkeoloji parkı işletme modelini tasarlamak ve uygulamak amacıyla da kullanılacağını bildirdi.

 

“Proje, tüm bunları kalıcı ve sürekli bir organizasyon haline getirerek ‘Kültürel Sürekliliği’ hedeflemektedir” diyen Prof.Dr. Adnan Diler, şöyle devam etti: “1800’lü yıllardan itibaren birçok yabancı bilim adamının da ilgisini çeken Leleg toplumu üzerine yapılan tüm araştırmalar yüzey araştırmaları ile sınırlı kalması nedeni ile çalışma sonuçları yetersiz kalmış ve kazı çalışmalarını zorunlu kılmıştır.”

 

Sekiz Leleg Kenti içinde ulaşımı en kolay yerleşim olan Pedasa’da gerçekleştirilmeye başlanılan kazı çalışmalarının, neredeyse hiç bilinmeyen bu uygarlığın izlerini yakalamayı ve onları tanıyıp gelecek kuşaklara aktarmaya yardımcı olacağını ifade eden Prof.Dr. Diler, kazıların yüksek kaliteli kültür turizminin Bodrum Yarımadasında yaygınlaşmasına da katkı sağlayacağını vurguladı.

 

Konacık Belediye Başkanı Mehmet Tosun da,  Konacık Beldesi’nde yer alan Pedesa Antik Kenti kazılarının çok önemli olduğunu belirterek, “Yapılan çalışmalara belediye olarak destek vermek bizi mutlu ediyor. Bu antik kent beldemize büyük bir turizm potansiyeli olarak yansıyacaktır. Yaptıkları başarılı çalışmalarından dolayı Sayın Prof.Dr. Adnan Diler ve kazı ekibine teşekkür ediyorum. Bundan sonrada bu eşsiz antik kentin ortaya çıkarılması için desteğimiz devam edecektir” dedi.

Turizm Gazetesi, 22.08.2007

NEMRUT'A 7 AYDA 77 BİN TURİST GELDİ

 

UNESCO tarafından Dünya Kültür Mirasları Listesi'ne alınan Nemrut Dağı'nı, 7 ayda 77 bin 277 turist ziyaret etti.

 

Güneşin doğuşu ve batışının en güzel izlendiği yer olarak da bilinen Nemrut Dağı'na, 2006 yılında 55 bin 289 yerli ve yabancı turist ziyaret etmişti. Yetkililer, bu yılki hedefin 100 bin turist olduğunu söyledi.


Adıyaman'da otel işletmeciliği yapan Habip Bozdoğan, geçen yıla göre turist sayısında bir artış olduğunu, ancak bu dönem aşırı sıcakların gelen turist sayısını etkilediğini söyledi. Bozdoğan, "Turizm açısından Eylül ayının ilk haftasından itibaren daha hareketli bir döneme gireceğiz. Doluluk oranımız şimdiden yüzde 80'lerde. Ancak günübirlik turlar ve özel turlarla birlikte oldukça yoğun bir döneme gireceğiz" dedi.

turizmdebusabah.com, 22.08.2007

AYDIN MÜZE MÜDÜRÜ GÖREVE İADE EDİLDİ

 

Aydın Müze Müdürlüğü görevini 12 yıldır yürütürken Karun Hazinesi'nin en değerli parçalarından "Kanatlı Deniz Atı Broşu"nun sahtesiyle değiştirilmesiyle gündeme gelen Uşak Müze Müdürlüğü'ne atanan Emin Yener, mahkeme kararıyla görevine geri döndü. Aydın Müze Müdürlüğü görevini yürütürken yaptığı başarılı çalışmalar nedeniyle "Kanatlı Deniz Atı Broşu"nun sahtesiyle değiştirilmesi olayının yaşandığı Uşak Müze Müdürlüğüne atanan Yener, yürütmenin durdurulması için Aydın İdare Mahkemesi'ne dava açmıştı. Uşak Müze Müdürlüğü'ndeki görevine resmi olarak başlamasına karşın izin ve raporlarla müdürlük makamına hiç oturmadan 3 ay geçiren Yener, Aydın İdare Mahkemesi'nin yürütmeyi durdurma kararıyla Aydın Müze Müdürlüğü görevine geri döndü.

Haber Ekspres, 22.08.2007

ÇİFTE MİNARELER'İN DE SABRI TÜKENDİ





Anadolu Selçuklu Devleti döneminde yapılan Çifte Minareli Medrese restore edilecek. Vakıflar Genel Müdürlüğü yetkililerinin, yaptığı açıklamada, Erzurum merkezde bulunan ve 13. yüzyılda yapılan Çifte Minareli Medrese'nin restorasyonu için çalışmaların başladığını bildirdi.

Yıldız Teknik Üniversitesi ve Atatürk Üniversitesinde görevli öğretim üyelerinden oluşan bir heyetin yapıda jeofizik ve jeoteknik incelemelerde bulunduğunu ifade eden yetkililer, bu incelemede restorasyon çalışmalarında kullanılacak malzemelerin de belirlendiğini söyledi.

 

Belirlenen malzemelerin temin edilmesi için Vakıflar Genel Müdürlüğü Erzurum Bölge Müdürlüğü tarafından gelecek ay ihaleye çıkılacağını belirten yetkililer, şu bilgileri verdiler:

''Çifte Minareli Medrese 13. yüzyılın önemli eserleri arasında yer almaktadır. Medrese, 2002'de Kültür ve Turizm Bakanlığına tahsis edilmişti. 2006'da medrese yeniden Vakıflar Genel Müdürlüğü'nün sorumluluğuna verildi. Restorasyon çalışmaları kapsamında yapılan ilk incelemelerin ardından yapının sağlam olduğu, ancak yenileme istediği belirlendi. Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu'nun onaylamasının ardından yapının ana binasında ve çevre düzeninde gelecek yıl restorasyon çalışmaları yapacağız.''

 

Yetkililer, yapacakları restorasyonun Çifte Minareli Medrese'nin yapıldığı dönemin özelliklerini taşıyacak nitelikte olacağını da sözlerine ekledi.

 

Çifte Minareli Medrese'nin Selçuklu Sultanı Alaaddin Keykubad'ın kızı Hundi Hatun veya İlhanlı Hanedanı'ndan Padişah Hatun tarafından 13. yüzyılda yaptırılmış olabileceği düşünülüyor. 4. Murat döneminde tophane olarak kullanılan medrese, Anadolu'daki en büyük avlulu medrese örneği olarak kabul ediliyor.

 

Taç kapısı ve kapının iki yanındaki silindirik minareleri ile değişik bir görünüme sahip olan yapının minareleri tuğla ve mozaik çinilerle süslü. Çifte Minareli Medrese'nin dış cephesinden bulunan ejder, hayat ağacı, kartal motifleri cephenin en gösterişli bölümlerini oluşturuyor. Söz konusu motiflerin Orta Asya Türk inanışına kadar uzanan gücü ve ölümsüzlüğü dile getirdiği düşünülüyor.

Girişin iki yanında kubbeyle örtülü odaların yer aldığı medresenin ortasında bir havuz yer alıyor. Medresenin ana avlusunun sonunda mumyalık ve gövde kısmı yer alırken medresenin dışında kalan sekiz cephede ise pencereler bulunuyor. 

Erzurum Gazetesi, 22.08.2007

HEREKE'DE MERMER HEYKELLER YÜKSELİYOR

 

 

Kocaeli Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Heykel Bölümü tarafından, ilki 2003 yılında, ikincisi 2005 yılında gerçekleştirilen Uluslararası Heykel Mermer Sempozyumu'nun üçüncüsü bu yıl 15 Ağustos-10 Eylül 2007 tarihleri arasında gerçekleştiriliyor. Kocaeli Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’nin öncelikli hedefleri arasında bulunan sanatsal üretimlerin çevre ile paylaşımı, çoğalımı ve yaygınlaştırılması, karşılıklı etkileşim yollarının arttırılmasını hedefleyen sosyal sorumluluk projeleri kapsamında yürütülmekte olan heykel sempozyumu bölgenin sosyo-kültürel açıdan gelişmesine katkı sağlıyor.


Hereke Belediyesi’nin işbirliğinde yürütülen sempozyumda ulusal ve uluslararası olmak üzere 9 heykel sanatçısı 10 Eylül’e kadar burada konaklayacak. Bölge halkı da yabancısı olduğu heykel sanatının üretim aşamasını takip ederek bu sürece dahil oluyor ve çalışmaları izleme fırsatı buluyor.


Yaklaşık 25 metreküp Muğla beyaz mermerinin kullanılacağı sempozyumda, sanatçılar kendi sanat anlayışları doğrultusunda eserlerini gerçekleştirecekler. Sempozyuma; Türkiye’den Ayla Turan Tan, Okan Sabuncular, Nilhan Sesalan, Gürcistan’dan Malhaz Tsiskadze, İtalya’dan Giuliano Giussani, Arjantin’den Jorge Myrodias, Sırbistan’dan Giorgie Cpajak ve Romanya’dan Vlademir Ciobanu katılıyor. Davetli heykeltıraş grubunun sempozyum bitiminde meydana getirecekleri heykeller Kocaeli Üniversitesi Umuttepe Yerleşkesi’ne ve Hereke Beldesi’ne yerleştirilecek.

Özgür Kocaeli, 22.08.2007

BU ÇEŞME HAYIRSEVER BEKLİYOR

 

Bolu'da Büyük Cami Mahallesi'nde Otel Rahmi karşısında bulunan çeşme ayakta durmaya çalışıyor.

Şehir merkezine yakın yerde bulunan çeşme eski özelliğini kaybetme aşamasında.

Her tarafı harabeye dönen çeşme hayırseverleri bekliyor.

Bolu Olay, 22.08.2007

MÜZE PROJESİ İSTANBUL'DA TANITILDI

 

 

Gaziantep'te Tekel Binası'nın yerine yapılması düşünülen müze ve kompleksi yapımını üstlenmeye talip olan firmalar, İstanbul'da düzenlenen bir toplantı ile projelerini tanıttılar. İstanbul'da düzenlenen toplantıda Büyükşehir Belediye Başkanı Asım Güzelbey, GSO Meclis Başkanı Abdulkadir Konukoğlu, GSO Başkanı Nejat Koçer, bazı sivil toplum örgütlerinin temsilcileri ve yetkililer katıldı.

 

Gaziantepli yetkililere, Yıldız Teknik Üniversitesi'nden Ali Esat Göksel tarafından proje ile ilgili bir sunum yapıldı. İstanbul'da düzenlenen toplantıda 2 ayrı müze projesi tanıtıldı. Bu projelerden birincisi klasik görünüşe ağırlık veren, ikincisi ise modern bir konsepte sahip proje olarak dikkatleri çekti.

 

Toplam 45 bin metrekarelik bir alan üzerine yapılması planlanan müze kompleksinin altında ziyaretçilerin ve grupların araçları için geniş bir otoparkın yer alması planlanırken, müzeden kaleye uzanan bir ring hattı ile ziyaretçilerin buraları da ziyaret etmeleri amaçlanıyor. 20 Milyon YTL' ye mal olması planlanan proje için kaynak daha önce satışı gerçekleştirilen fuar alanından elde edilen gelirden sağlanacağı, müzenin tamamlanmasının ardından Gaziantep'in kültürel, sosyal ve turizm yaşamında büyük ilerlemeler sağlanması hedeflendiği ifade edildi. Bu arada, İstanbul'da yapılan tanıtım toplantısının ardından ilerleyen günlerde Gaziantep'te de geniş katılımlı bir toplantı daha yapılacağı kaydedildi.

Gaziantep 27 Gazetesi, 22.08.2007

AFGAN İMPARATORLUĞU'NUN SON SİMGELERİ TEHDİT ALTINDA

 

“Zafer Kuleleri”, Afganistan’ın en büyük imparatorluğu zamanında Gazne’de inşa edildiler  ve 8 yüzyıl boyunca savaşlara, istilalara direndiler. Ama ihmal ve hava koşulları dolayısıyla artık yıkılmak üzereler. 12. yüzyılda, Afgan askerlerinin başarılarını sembolize etmek üzere Sultan Mahmud döneminde inşa ettirilmişlerdi. Bu tarihten sonra Afganistan çoğunlukla işgal altında kaldı ve geçen yüzyılların ihmali sonunda kulelerin üst kısımları tamamen yok oldu. Şu anda ayakta olan kısımlar sadece 7 m yüksekliğindeki kaideler.





Gazne Kültür Bölümü yöneticisi Aqa Mohammad Khoshazada’nın söylediğine göre bahar yağmurları ve seller, kışın ise kar kuleleri hızla tahrip etmekte. Eğer özen gösterilmezse yakın bir zamanda yok olacaklar.

 

Afgan kültürünün beşiği sayılan Gazne, Mahmut döneminde bilimadamlarınının, şairlerin sarayda misafir edildiği bir şehirdi. Mahmut’un 1030 da ölümünden sonra tahta çıkan oğlu Mesut kulelerden birisini inşa ettirdi. Diğeri ise daha sonra yapıldı. Gaznevilerin hükümdarlığı 200 yıldan fazla sürdü, şehir daha sonra Orta Afganistan’dan Alaattin Gori’nin eline geçti. Bu işgal sırasında tamamen yandı, yıkıldı ve büyük bir katliam yapıldı. Yeniden gelişen Gazne 1221 yılında, bu defa cengiz Han’ın oğulları tarafından tahrip edildi. Aynı kader 19. yüzyılda İngiliz-Afgan çatışmalarında, 1980 lerde Sovyet işgalinde ve 1990 lardaki iç savaş sırasında tekrar edildi.

 

Tüm bu felaketleri yaşamış ve ayakta kalmış bu iki eser artık son günlerini yaşamaktalar.

yahoonews.com ve Reuters, Haber: Sayed Selahaddin, 14.08.2007

ESHAB-I KEHF KÜLLİYESİ AFŞİN'İ İHYA EDECEK

 

Afşin Eshab-ı Kehf Külliyesi Koruma Derneği Başkanı Bekir Sıtkı Can, külliyenin restorasyon projesinin ilçeyi inanç turizmi açısından merkez haline getireceğini söyledi.


Can, Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün, Eshab-ı Kehf Külliyesi restorasyonu için 3 milyon YTL’lik bütçe ayrıldığını belirtti. Bir yıl içinde bitirilmesi amaçlanan proje için önümüzdeki günlerde yer teslimi yapılacağını ve restorasyon çalışmasının ilçe için büyük önem taşıdığını ifade eden Can, “Dernek olarak yaptığımız çalışmalarla külliyenin sahipsiz olmadığını kanıtladık” dedi.


Can, projenin, restorasyon uzmanı yüksek mimar Ferhan Meraki başkanlığında aralarında mimar, mühendis ve sanat tarihi uzmanlarının da bulunduğu, dalında deneyimli ve uzman bir ekip tarafından hazırlandığını belirtti.

Külliyede yapılacak onarım ve restorasyon çalışmaları sırasında görsel ve tarihsel yapının bozulmayacağını, külliyedeki bekçi evi ve tuvaletlerin olduğu yerden kaldırılarak, arka tarafta otopark olarak kullanılacak alana alınacağını ifade eden Can, “Bu tür projelerin en önemli özelliği Anıtlar Yüksek Kurulunun ince detayları dikkate alarak, tarihi dokuya zarar vermeyecek şekilde teknik olarak incelemesidir” dedi.

Türkiye Gazetesi, 22.08.2007

İLGİSİZLİK TARİHİ YOK EDİYOR





Samsun'un Bafra İlçesi Kolay beldesi sınırları içinde Kızılırmak Nehri üzerinde bulunan ve MÖ 300'lü yıllarda yapıldığı tahmin edilen Asarkale'yi, ilgisizlik yok ediyor.

Altınkaya Barajı'na giden yol üzerinde Asar Köyü sınırları içinde yer alan, 2 bin 300 yıllık tarihe sahip olan Asarkale, Samsun'un en önemli ve en eski tarihi eserlerinden biri. Kızılırmak kıyısındaki bir tepe üzerinde kurulu olan ve tünelden ulaşılan Asarkale, bakımsızlıktan harabeye dönmüş durumda. Bazı kısımları yıkılan Asarkale, yılların verdiği yorgunlukla pes etmek üzere.

 

Hellenistik (MÖ 330-30) dönemde inşa edildiği anlaşılan Asarkale, Roma, Bizans ve Osmanlı dönemlerinde onarılarak kullanılmış, ancak daha sonra terk edilmiş. Surların dış yüzü düzgün kesme taştan yapılmış ve aralarda tuğla örgü olan kalenin içi, yapılara ait duvar kalıntıları ve bir sarnıç görünümünde.

Karadeniz sahilinde bulunan en eski ve en büyük kalelerden biri olan Asarkale, Paflagonya Bölgesi içerisinde stratejik yönden önemli konumda olup, Hellenistik döneminde savuma amaçlı kullanılmıştır. Irmak seviyesinden yaklaşık 300 metre yükseklikteki kaleye, girişi yol hizasında olan bir tünelle çıkılabilmektedir. Askeri amaçla yapılmış olan ve dışarıdan hiç fark edilmeyen bu tünel, asfalt yol yapılmadan önce ırmağa açılıyordu. Bölgede ikisi kalenin yamaçlarında, birisi de Kızılırmak'ın karşı yakasında olmak üzere Grek mimarisinin özelliklerini taşıyan 3 adet kaya mezarı bulunuyor. Asarkale ve Paflagonya tipi bu 3 kaya mezarının, Hellenistik dönemde yıllarda yapıldığı anlaşılmıştır.

Tarihi bölge, doğal güzelliğiyle de ilgi çekiyor. Derbent Baraj Gölü, tarihi kale ve kral mezarlarının bulunduğu yer, manzarası ile görenleri kendine hayran bırakıyor. Harabe halde bulunan ve yıkılmak üzere olan kalenin, restore edilerek turizme kazandırılması gerektiği belirtildi.

İl Kültür ve Turizm Müdürü Yüksel Ünal, bölgenin sit alanı olduğunu hatırlatarak, restorasyon ve çevre düzenlemesi yapılması için hazırladıkları projeyi Kültür ve Turizm Bakanlığı'na gönderdiklerini, Bakanlık'tan cevap beklediklerini söyledi.

haberler.com, Fotoğraf: Samsun İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü, 22.08.2007

ANTALYA SURLARININ TRAJİK YIKIM ÖYKÜSÜ

 

Antalya’da tarihi surlar 1930 yılında “Şehir meltem alamıyor” gerekçesiyle yıkılırken, Perge Antik Kenti'ndeki tarihi eserlerin de geçmişte evlerde yapı malzemesi olarak kullanılmak üzere köylülerce yağmalandığı ortaya çıktı

Suna İnan Kıraç Akdeniz Medeniyetleri Araştırma Enstitüsü Müdürü Arkeolog Kayhan Dörtlük, Antalya’da 1930’lu yılların başında sur duvarlarının hikayesini trajik bir yok ediliş öyküsü olarak nitelendirdi. Surların yıkılışıyla ilgili belgelere ulaşan Dörtlük, bu konudaki belgeleri Taç Vakfı’nın ‘Türkiye’de Risk Altındaki Doğal ve Kültürel Miras’ başlığını taşıyan anı kitabında yayınladı.

 

Kayhan Dörtlük, makalesinde surların “Şehir meltem almıyor” gerekçesiyle yıkıldığını söyledi. Ancak bu yıkımın gerçek nedeninin meltem olmadığını belirten Dörtlük, “Antalya’nın şehir surlarının yıkılış, trajik bir yok ediliş öyküsüdür. Dönemin belediyesi, şehir meltem alamıyor diyerek insan sağlığını gerekçe gösterip surları yıktırmaya başlıyor” dedi. Dönemin müze müdürününü yıkıma engel olamadığını ifade eden Dörtlük, “Antalya Müzesi’nin kurucusu Süleyman Fikri Bey de kentin binlerce yıllık surlarının yıkılmasına bir müze müdürü olarak engel olamıyor. Belediye bu yıkım işini de Çingene Hasan lakaplı birine veriyor. Çingene Hasan Mermerli’deki surları yıkarken taşların altında kalarak hayatını kaybediyor” diye konuştu. O dönemde yıkım olaylarını yerinde incelemek üzere Antalya’ya Asar-ı Atika (Eski Eser) Müfettişleri gönderildiğini bildiren Dörtlük, “Dönemin tanınmış Arkeologlarından Aziz Ogan ile Remzi Arıktan oluşan bu müfettişler, bir rapor hazırlıyor. Aziz Ogan Perge Antik Kentinin ilk kazılarını yapan Prof.Dr. Jale İnan’ın babasıdır. Remzi Arık ise Anadolu Selçukluları konusunda uzmanlığıyla tanınan Prof.Dr. Oluş Arık’ın babasıdır. Bu iki müfettişin hazırladığı raporda, Antalya kasaba surlarının muhtelif devirlere ait olduğu ve üzerlerinde Selçuklu kitabelerinin bulunduğu için çok önemli olduğu belirtiliyor” dedi.

Arkeolog Kayhan Dörtlük, raporda belediyenin sağlıklı modern bir şehir bahanesiyle yıktırmaya karar verdiği bu surlardan satmak üzere taş ve arsa elde etmek istediğine de dikkat çekti. Dörtlük sözlerine şöyle devam etti: “Raporda belediyenin ‘Meltem alamıyoruz’ iddiası da tarihi Hadrianus Kapısı’nın önüne inşa edilen evin fotoğrafı gösterilerek çürütülüyor. Aziz Ogan ile Remzi Arık tarafından düzenlenen raporlardan aldığımız pasajlar Türkiye’de kültürel mirası koruma sorunlarının aradan geçen süreye rağmen yazışma dili dışında pek değişmediğini gösteriyor.”

Öte yandan Antalya’nın Aksu Beldesi’ndeki Perge Antik Kenti'ndeki birçok tarihi eserin de geçmişte taş temin etmek için yıkıldığı öğrenildi. Sahibi olduğu arazisinin altından tarih fışkıran Adnan Çoban, şu addiada bulundu: “Eskiden tuğla olmadığı için taş çok değerliydi. Köylüler, bir ev yapacağı zaman gelip tarihi eserleri yıkıyordu. Tarihi eserlerde kullanılan taşlar, yontuluk olduğu için ev yapmaya da çok elverişliydi. Bu yüzden her ev yapan Perge’deki tarihi eserleri yıkıyordu. Bu bölgedeki köy evlerinin neredeyse tamamı Perge’nin taşlarıyla inşa edildi. Hatta Aksu’daki Öğretmen Lisesi bile Perge'nin taşlarından yapıldı.”

Antik çağdan kalma eserlerin bir başka binada yapı malzemesi olarak kullanılması konusu aslında binlerce yıl öncesine dayanıyor. Her gelen medeniyet kendisinden önceki döneme ait yapıların malzemesini kullanıyor. Arkeoloji dünyasında buna devşirme malzeme adı veriliyor.

Akşam Akdeniz, Haber: Mustafa Kozak, 22.08.2007

KORTİKTEPE KAZISINDA 877 ESER ÇIKARILDI

 

Ilısu Barajı'nın altında kalması beklenilen Bismil İlçesi'ne bağlı Kortiktepe'deki arkeolojik kurtarma kazısında, bir yılda 358'i envanterlik toplam 877 eser çıkarıldı.

7 yıldan beri devam eden Diyarbakır-Batman sınırında bulunan Kortiktepe'deki kazılarda bir yılda 877 eser çıkarıldı. Kazı ekibi Başkanı Dicle Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölüm Başkanı Prof.Dr. Vecihi Özkaya, Ilısu Baraj inşaatı projesi sebebiyle başlatılan arkeolojik kazıların, yeterince bilinmeyen yukarı Mezopotamya coğrafyasının kültürel zenginliklerini ortaya çıkardığını ve ortaya çıkarılan bulguların bilim dünyasında küresel heyecan uyandırdığını söyledi. Kortiktepe'de bu yıl 358'i envanterlik, 519'u etütlük olan toplam 877 eserin çıkarıldığını söyleyen Prof.Dr. Özkaya, "Kortiktepe'nin Neolitik dönemin bulguları bakımından en zengin, kültürel dokusu bakımından ise en gelişmiş bir merkezi olduğu ortaya çıkmıştır. Bir yılda çıkardığımız eser sayısı, bölgedeki kazılarda son 10 yılda çıkarılan tüm eser sayısından fazladır. Günümüzde bir kentteki araba sayısı nasıl zenginliği ifade ediyorsa, bu kadar çok ve süslü eşya da Neolitik dönemde Kortiktepe'nin zenginliğini ifade ediyor. Bu özellik de Kortiktepe'nin zenginliğine tanıklık ettiği gibi bu en erken uygarlığın ne denli gelişkin olduğunu da ortaya koymaktadır. Tabii çıkarılan eserlerle Diyarbakır Müzesi de ulusal ve küresel nitelikli bir müze haline gelmiştir" dedi.

Kazılarda taş ve hayvan kemikleri üzerine figürlü bezemeler işlenmiş çok sayıda eser bulunduğunu da belirten Özkaya, inanç değerlerini temsil eden bu durumun Neolitik dönem için bilinmeyen bir uygulama olduğunu ve ilk kez Kortiktepe'de ortaya çıktığını söyledi.

Taş ve kemik nesneler üzerinde dağ keçisi, yılan ve akrep gibi figürlerde ısrar edilmesi ve bunların yoğun kullanılmasının dinsel sembollerle açıklandığını ifade eden Özkaya, sembollerin içerdiği bazı inanç değerlerinin günümüzde de sürdüğüne işaret etti. Kortiktepe'nin Yakın Doğu coğrafyasında yerleşik düzene geçişin başlarında yerleşim görmüş bir Neolitik merkez olarak, bilimsel sonuçlarıyla Anadolu arkeolojisi konusunda bilinenlere yeni yaklaşımlar getirdiğini de belirten Özkaya, "Yerleşik düzene geçişte Anadolu'nun rolü tartışmalı olmakla beraber, Kortiktepe kazısı bu yönde bilinenleri değiştirmiş, varsayımları kuşkulu hale getirmiştir.

Yerleşimin karakterini belirleyen arkeolojik bulguların sağladığı veriler, Yakındoğu coğrafyasında yerleşik düzene geçişin en erken yaşandığı bölgelerden birisinin Yukarı Dicle Vadisi olduğunu ortaya koyduğu gibi çağdaşlarına göre daha gelişkin bir kültürün geliştirildiği de kanıtlanmış durumdadır. Mezarlardan elde edilen bulguların da toplulukta belirgin dinsel inanış biçimlerinin geliştiği ve kurallaştığının algılanmakta olduğunu, daha çok günlük hayatta kullanılan eşyaların armağan olarak gömüldüğü mezarlarda bütünüyle taştan üretilmiş eşyalar bulunuyor. Ölü armağanlarında nicelik ve nitelik açısından gözlemlenen farklılık, söz konusu bu en erken yerleşik toplulukta sosyal sınıfların ve statülerin varlığına işaret ediyor. Elde ettiğimiz sonuçlar, küresel uygarlığın ilklerinin Yukarı Dicle Vadisi'nde yaşandığına tanıklık etmektedir" diye konuştu.

Haber Diyarbakır, 22.08.2007

KÜLTÜR VARLIKLARI ENVANTERİ ÇIKARILIYOR

 

Kayseri Kültür ve Turizm Müdürü İsmet Taymuş,  Kültür ve Turizm Bakanlığının talimatı doğrultusunda kent merkezindeki tarihi taşınmaz kültür varlıklarının envanterini çıkardıklarını bildirdi.


Taşınmaz kültür varlığının bütün özelliklerini araştırdıklarını belirten Taymuş, şöyle konuştu:
''Bir tarihi eseri araştırırken kentin neresinde, kim, ne zaman, nasıl yapmış, eserde kullanılan malzeme, yapılış amacı ve yapılış planı hakkında tüm bilgilerini topluyoruz. Bu çerçevede, yaklaşık bin tarihi taşınmaz kültür varlığı üzerinde 1,5 aydan beri çalışıyoruz. Bu çalışmalarımızı yıl sonuna doğru bitireceğiz. Çalışmalar 7 uzman nezaretinde gerçekleştiriliyor.''


Envanter çalışması sonucu elde edilecek bilgilerin kitapta toplanacağını ifade eden Taymuş, şöyle devam etti: ''Böylece hem taşınmaz kültür varlıkları hakkında bilgi sahibi olacağız, hem onları daha rahat koruyabileceğiz, hem de o bilgilerden faydalanan insanlara bir kaynak hazırlamış olacağız. Şu anda Kayseri'de bin 500 civarında taşınmaz kültür varlığı olduğunu tahmin ediyoruz. Yıl sonuna kadar net rakamlar ortaya çıkacak.''


Mevcut taşınmaz tescilli kültür varlıklarının dışında şimdiye kadar tescil edilmemiş ve unutulmuş hatta tarihi değeri sonradan anlaşılmış eserlerin de tescil işlemlerinin devam ettiğini belirten Taymuş, bu eserlerin kendileri için övünç kaynağı olduğunu ifade etti.


Taymuş, kentte Frig, Hitit, Bizans, Roma, Selçuk, Osmanlı ve Cumhuriyet dönemlerine ait taşınmaz kültür varlıkları bulunduğunu söyledi.

Kayseri Gündem, 22.08.2007

ASLANTEPE'DE 2007 KAZISI

 

 

Malatya Arslantepe Höyüğü'nde 37 yıldır çalışma yapan İtalyan Arkeolog Prof.Dr. Marcella Frangipane, bu yılki kazı çalışmalarına başladı.

İtalya Roma La Sapienza Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Arkeolog Prof.Dr. Marcella Frangipane ve La Sapienza Üniversitesi Arkeoloji Bölümü'nden bir grup öğrenci, Malatya'ya gelerek Merkez Orduzu beldesinde bulunan Arslantepe Höyüğü'nde kazı çalışmalarına başladı.

Kültür ve Turizm Müdürü Derviş Özbay, çalışmaların 1 ay civarında sürmesinin beklendiğini ifade ederek çıkarılacak eserlerin Malatya Müzesi'ne teslim edileceğini bildirdi.

Arslantepe Höyüğü'nde ciddi kazı çalışmalarının 1961 yılında başladığını belirten Özbay, "Arslantepe Höyüğü, yoğunlukla MÖ 900-1200 yılları arasında yaşanmış bir Hitit yerleşim yeridir. Atatürk'ün emriyle Cumhuriyet döneminde kazılara başlandı ancak ciddi kazılar 1961 yılından itibaren yapıldı. Bugüne kadar yapılan kazılarda Eski Tunç, Hitit İmparatorluk, Hellenistik, Roma ve Bizans kültür tabakalarına rastlandı. Hitit ve Asur hükümdarlıklarına ait saray kalıntıları, kabartmalar, aslan heykeller ve süslü vazolar bulunarak bir kısmı Ankara Arkeoloji Müzesi'ne götürüldü. Eserlerin büyük kısmı da Malatya Müzesi'nde sergilenmektedir" dedi.

Diğer yandan, Arslantepe Höyüğü'nün açık hava müzesi olması için hazırlanan çalışmanın son aşamaya geldiği ve projenin önümüzdeki günlerde ihaleye çıkarılacağı öğrenildi.

Malatya Haber, 22.08.2007

SARDUNYA'DA FİNİKE YERLEŞİMİ

 

 

Sardunya’nın batı sahilinde yeni bulunan bir Finike kolonisi bu bölgenin uzun zamandır bilinmeyen gizemini çözebilir. Finikeliler tarafından 2600 yıl önce kurulan Othoca’nın bir kısmı ne yazık ki modern yerleşim Santa Giusta’nın altında kalmış. Fakat antik yerleşimin büyük kısmı bir gölün dibindeki çamurun altında.

 

Uzmanlar bugün küçük bir toprak parçası ile denizden ayrılan bu gölün eskiden Othoca’nın limanı olduğunu düşünüyorlar. Kazının planlanması sırasında Santa Giusta Belediye Başkanı Atonello Figus ve Cagliari Üniversitesi arkeoloğu Carlo Del Vais, gölün 20-30 metre karelik ufak bir kısmı üzerinde yoğunlaşacaklarını söylediler. Bu bölgenin işlenmiş tahtalar üzerinde 100 kadar amfora barındırdığına inanılıyor. Zemindeki ağaç kalıntıları çamurun içerdiği yüksek mineral oranı yüzünden çok iyi korunmuş durumda. Del Vais, bu denli iyi korunmuş bir ağaçta başarılı bir radyokarbon tarihlemesi yapılabileceğine inanıyor.
Daha önce yapılan kazılarda aynı bölgeden, içlerinde yiyecek kalıntıları bulunan 50 amfora çıkartılmıştı.
ANSA, 17.08.2007

İSTANBUL 2010 KÜLTÜR BAŞKENTİ PROJESİ SARAYLARI SANAL ORTAMA TAŞIDI

 

 

Kültürel mirasımız birer birer üç boyutlu modellenerek sanal ortama taşınmaya devam ediyor. İstanbul'un 2010 yılı Kültür Başkenti seçilmesinin ardından kültürel çalışmalar yapılaya başladı.

 

Tooneffects Animasyon Stüdyosu ve Milli Saraylar Daire Başkanlığı'nın ortaklaşa yürüttüğü projede bir sene içerisinde Dolmabahçe Sarayı, Beylerbeyi Sarayı, Ihlamur Kasrı, Küçüksu Kasrı, Yıldız Şale ve son olarak Maslak Kasrı iç, dış mekanları ve eserleriyle birlikte bire bir üç boyutlu modellenerek kültürel tanıtım filmleri hazırlandı.

 

Dolmabahçe Sarayı'nın geçen sene 150. yıl kutlamalarına yetiştirilen 3D tanıtım filmlerinin gördüğü ilgiden dolayı devam eden projelerle müze ve kültürel alanlar modellenerek dijital ortamda saklanıyor. Bu teknik sayesinde ek gelir ve tanıtım sağlanmasının dışında restorasyon ve diğer projelerde dijital ortamda yapılacak olan çalışmalar önceden planlanarak eser ve binaların korunmasını da sağlanıyor.

 

Yok olmaya yüz tutmuş mekanlar ve dönemin yaşanış tarzını aktaracak çalışmalarla devam edecek proje yurtiçi ve yurtdışında da büyük ilgi görerek çalışamaların başarısını kanıtlamaya devam ediyor. Küçüksu Kasrı'na ait çalışmanın videosunun da izlendiği şirketin web sitesinde proje hakkında ayrıntılı bilgi alınabiliniyor.

Türkiyeturizm.com, 21.08.2007

SURLAR ESKİ İHTİŞAMINA KAVUŞACAK

Yıllardır unutulmaya yüz tutmuş, dünya genelinde burçların büyüklüğü ve yüksekliği bakamından birinci, uzunluğu bakımından da Çin Seddi'nden sonra ikinci olarak bilinen Diyarbakır'ın tarihi surlarının onarılması için 50 Milyon Euro'luk bir ödenek ayrıldı.


Konuyla ilgili bilgi veren Turizm ve Tanıtma Derneği Başkanı Nedim Çizmeci, yıllardır unutulmaya yüz tutmuş, burçların büyüklüğü ve yüksekliği itibariyle birinci, uzunluğu bakımında Çin Seddi'nden sonra dünyada ikinci olarak bilinen Diyarbakır'ın tarihi surlarının onarılması için 50 Milyon Euro'luk bir ödenek ayrılığını belirtti. Nedim Çizmeci, "Her tarafı çeşitli devir ve medeniyetleri yansıtan surlar artık onarılacak. Diyarbakır'ı dünya kenti yapma konusunda en önemli adım ise surların onarılması için 50 milyon Euro'luk ödeneğin ayrılması oldu. Ödenek daha çok Suriçi bölgesinin restoresinde kullanılacak. Burçların büyüklüğü ve yüksekliği itibariyle dünyada birinci, uzunluğu bakımından Çin Seddi'nden sonra dünyada ikinci olarak bilinen Diyarbakır'ın tarihi surları proje tamamlandığında Çin Seddi'ne rakip olacaktır" dedi.


Karpuz Festivali hakkında da bilgi veren Çizmeci, festivalin 18 ile 20 Ekim tarihleri arasında yapılacağını belirterek, "Diyarbakır'da yapılan Karpuz Festivali, şehrin tanıtılmasına büyük katkı sağlamaktadır. Bu tür etkinliklerde Diyarbakır'a gelecek turistlere yardımcı olmak amacıyla şehrin belli başlı noktalarına harita koyarak yeni bir çalışma başlattık. Ayrıca şehrimize daha kaliteli hizmet sunmak için turistik yerlere dilek ve şikayet kutusu koyduk. Amacımız bu konuda vatandaşlarımızın da tavsiyelerini almaktır" diye konuştu.

Diyarbakır Kent Haber, 21.08.2007

KALEİÇİ YENİDEN DOĞUYOR

 

 

Antalya Büyükşehir Belediyesi'nin Kaleiçi Hesapçı Sokak'ta gerçekleştirdiği örenk çalışma, bölgenin çehresini değiştirdi. Antalyalılar ve turistlerin girmeye korktukları harabe halindeki sokakta yıkılmaya yüz tutan evlerde yapılan restorasyon çalışmaları 2 milyon YTL'ye mal oldu.

ANTEPE Genel Müdürü Bahadır Yantaç, Sabah Gazetesi Akdeniz ekine şu bilgiyi verdi:
"Mart'ta başladığımız çalışmayı Mayıs'ta bitirdik. Sokağın su, elektrik, telekomünikasyon ve aydınlatma sistemleri yenilendi. Alanya'dan getirttiğimiz traversten ve diabaz taşlarını yola döşedik. Çok emek verdik ama iyi sonuç aldık."

Yantaç, bir sonraki aşamanın tüm Kaleiçi'ni kapsayacağını ve proje çalışmalarının başladığını kaydetti. Yantaç bu konuda da şu bilgiyi aktardı: "Çalışmalara Ekim ayında başlayacağız ve turizm sezonu başlamadan bitireceğiz. Şu anda projenin maliyeti hesaplanıyor ve kaynak oluşturma çalışması yapılıyor. Tarihi Kaleiçi, projenin tamamlanmasıyla birlikte hak ettiği muhteşem görüntüye kavuşacak ve yine bir turizm merkezi olarak anılacak..

Çalışmalara üç sokakta birden aynı anda başlayacağız. Çok hızlı çalışacağız ve aşamalarla tüm Kaleiçi'ne yayılacağız. Her sokaktaki çalışma aşama aşama yapılacak. Yani bir sokaktaki çalışmayı tamamlayıp, hemen diğer sokağa geçeceğiz. Bu arada yolları uzun sürelerle kapatmamış olacağız ve esnafı mağdur etmeyeceğiz. Hesapçı Skak'ta çalışma başlattığımızda halktan ve esnaftan yoğun şikayet gelmişti. Şimdi ise çok memnunlar, teşekkür ediyorlar. "

turizmdebusabah.com, 21.08.2007

KAHRAMANMARAŞ SÜLEYMANLI'DAKİ ESERLER RESTORE EDİLECEK

 

Kahramanmaraş Valiliği'nin Turizm Eylem Planı dahilinde restore edilecek eserler belirleniyor. Bu kapsamda Kahramanmaraş'ın merkeze bağlı Süleymanlı Köyü'ndeki tarihi eserler restore edilecek.


Kahramanmaraş 2007 Turizm Eylem Planı çerçevesinde Vali M. Niyazi Tanılır ve İl Kültür Turizm Müdürü Seydi Küçükdağlı, Süleymanlı Köyü'nde incelemelerde bulundu.


Köyde bulunan tarihi tescilli Kantarma Köprüsü, Kanlı Köprü, Tekke Köprü, Soğuk Pınar Çeşmesi, Tarihi Hamam ve Süleymanlı Kalesi'ni gezen Vali Tanılı, ilk etapta Kanlıdere Köprüsü, Kantarma Köprüsü ve Soğuk Pınar Çeşmesi'nin restore edileceğini belirtti.

 

Tarihi Jandarma Kışlası'nı da gezen Tanılır, köy halkının yerli ve yabancı turistler tarafından sürekli ziyaret edildiğinin söylenmesi üzerine restorasyon çalışmalarına en kısa sürede başlanacağını kaydetti.

Turizm Gazetesi, Fotoğraf: Kahramanmaraş Valiliği, 21.08.2007

AMANOS DAĞLARI'NDA 'TRIPLEKS' MAĞARALAR KEŞFEDİLDİ

 

Hatay'ın Amanos Dağları kısmında MS 11. yüzyılda Bizans dönemine ait olduğu belirlenen mağara içerisinde 3 katlı “tripleks” yerleşim yerleri keşfedildi.

 

Yayladağı yolu üzerinde yer alan Güneydam köyünün Amanos Dağları'nın içi oyularak üç katlı meskenlerin oluşturulduğu gözlenen yerleşim yerinin tripleks özelliği taşıdığı bildirildi. Hatay İl Kültür Müdürü Nizameddin Duran ve Antakya Arkeoloji Müzesi'nden Arkeolog Demet Kara, yaptıkları incelemelerde mağara içerisinde 3 katlı tripleks yerleşim yerlerinin Bizans dönemine ait tespit edilebilen ilk yerleşim yeri olduğunu aktardı.

 

Yetkililer mağara içindeki çoık katlı yerleşim yeri içerisinde ibadet yerlerine de yapılacak araştırmalar sonucu ulaşacaklarını belirtti. Duran ve Kara, Hatay tarihinde bir ilk olarak lanse ettikleri tarihi yerleşim yerinde kısa süre içinde teknik heyetle birlikte geniş çaplı inceleme yapacaklarını ve elde edilecek rapora göre buranın turizme kazandırılabileceğini söyledi.

 

Güneydam köy sakinlerinin Hatay İl Kültür Müdürlüğü ile Müze Müdürlüğü'ne konuyu bildirmesi üzerine harekete geçen yetkiler gördükleri tripleks mağaralar karşısında şaşkınlıklarını gizleyemedi.

 

Köyden traktörlerle Amanos Dağları'nın zirvesine tırmanan Hatay İl Kültür Müdürü Nizameddin Duran ve Antakya Arkeoloji Müzesi'nden Arkeolog Demet Kara, tripleks mağaralarının içindeki işçiliğe hayran kaldıklarını dile getirdi.

 

Mağaranın iç kısımda günlük yaşamı kolaylaştıracak argümanların mimari bir zeka ile yapıldığı belirten arkeolog Demet Kara, "Odalardan yukarıya doğru oyma usulle yapılan merdivenler, üst katlara çıkışı bir hayli kolaylaştırıyor. Muhteşem bir yaşam alanı oluşturulmuş. İçeriden yapılan merdivenlerle 3 katlı tripleks, olarak yapılan yerleşim yerinin hemen etrafında da aynı özelliği taşıyan bir çok mekan bulunuyor" şeklinde konuştu.

 

Hatay İl Kültür ve Turizm Müdürü Nizameddin Duran, burada teknik heyet nezaretinde en kısa süre içinde yapılacak araştırmalar sonucunda elde edilecek rapor doğrultusunda çalışmalara başlayacaklarını vurguladı.
 
Teknik raporlar ardından yasal olarak gerekli adımları atacakları bilgisini veren Duran, "Yerleşim yerinde inancı ilgilendiren öğe rastlanması halinde, ortaya çıkacak verileri değerlendirerek burayı inanç turizmine dahil biliriz." dedi.

Turizm Gazetesi, 21.08.2007

TRABZON'DAN TARİH FIŞKIRIYOR

 

Trabzon'da yapılan arkeolojik kazılarda Osmanlı ve Bizans dönemine ait çeşitli eserler bulundu.

 

Kentte son yıllarda yapılan kazılarda, tarihi ve kültürel özelliğe sahip pek çok eser gün yüzüne çıkartıldı. Bu çalışmalardan biri de Akçaabat İlçesi'ne bağlı Akçakale Beldesi'nde yürütülüyor.

 

Bu yıl başlayan kazılarda çeşitli dönemlere ait eserlere ulaşıldı. 2008 yılında da devam edecek kazılarda ortaya çıkartılacak eserler, Trabzon Müzesi'nde sergilenecek.

Trt/Haber, 21.08.2007

TROPEZ'DE PICASSO İLE BİZİMKİLER YANYANA

 

Saint Tropez'de düzenlenen Akdeniz Diyalogları başlıklı çağdaş sanat sergisinde 8 Türk sanatçı, dünyanın önemli sanatçıları ile beraber yer alıyor. Orijinal adı Dialogues Mediterranees olan sergi Saint Tropez'deki Annonciade Müzesi, Donjon de la Citadel ve Lavoir Vasserot gibi mekanlarda yer alıyor. Sergide Akdeniz havzasından 81 sanatçı bir arada işlerini sunuyor. Sergi yapımcılığını Susanne van Hagen'in yürütmüş olduğu sergide, Ghada Amer, Louise Bourgeois, Wang Du, Nella Golanda, Miguel Chevalier, Laurent Grasso, Mona Hatoum ve Takis gibi önemli sanatçılar yer alıyor. Picasso'nun da aralarında bulunduğu kabarık sanatçı listesinde yer alan Türk Sanatçılar şunlar: Genco Gülan, Selda Asal, Gülsen Bal, Haluk Akakçe, Mustafa Hulusi, Gül İlgaz, Nü Yalter ve İskender Yediler. Türkiye katılımını PG Art Gallery, İstanbul Çağdaş Sanat Müzesi, iS.CaM ve Proje 4L, Elgiz Koleksiyonu'nun organize ettiği sergi için ünlü Fransız sanat dergisi "Beux Arts" özel bir sayı hazırladı. 7 Temmuz'da açılan sergi 15 Ekim'e kadar sürecek.

Birgün, 21.08.2007

GÖBEKLİTEPE'NİN SERGİSİ BİR BAŞKA

 

Dünyanın en eski tapınak kalıntılarına ev sahipliği yapan Göbeklitepe'deki buluntular, fotoğraf sergisiyle tanıtılacak.

 

Alman Arkeoloji Enstitüsü'nden yapılan yazılı açıklamaya göre, 1 Eylül Cumartesi günü Şanlıurfa'daki Vali Kemalettin Gazezoğlu Kültür Merkezi'nde açılacak sergide, Prof.Dr. Klaus Schmidt başkanlığında Şanlıurfa'nın Örencik Köyü yakınlarında yürütülen kazı çalışmaları sonucu elde edilen buluntuların fotoğrafları yer alacak. Fotoğraf sanatçısı Berthold Steinhilber'in, geçen yıl GEO dergisi için çektiği fotoğrafların yer aldığı sergi, bir hafta süreyle açık kalacak.

 

Göbeklitepe Kazıları Bilimsel Başkanı Prof.Dr. Schmidt, fotoğraf sergisiyle özellikle en önemli buluntu grubunu oluşturan kabartma motiflerin görkemine ve eşsizliğine bir kez daha dikkat çekmek istediklerini belirtti.

Birgün, 21.08.2007

BEŞİKTAŞ'IN TESCİLLİ MÜZESİ VAR

 

Beşiktaş Jimnastik Kulübü tarihine ait kültür mirasının sergilendiği Kulüp Müzesi, Kültür ve Turizm Bakanlığı'na bağlı ilk özel spor kulübü müzesi olarak tescil edildi.

 

Beşiktaş Kulübü'nden yapılan açıklamada, siyah-beyazlı kulübün müzesinin, Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın onayı ile "Özel Beşiktaş Jimnastik Kulübü Müzesi" olarak tescil edildiği ifade edildi.

 

Beşiktaş Kulübü Müze Kurulu Başkanı Zülal Gök, 2005 yılından bu yana sürdürdükleri çalışmaların neticesinde bu büyük gurura eriştiklerini belirterek, "Amacımız, kalıcı bir esere imza atmak ve tarihi emanetlerimizi gelecek nesillere resmi bir müze çatısı altında taşımaktı. Yoğun çabalarımız sonucunda bu arzumuzu gerçekleştirdik. Emeği geçen herkese teşekkür ediyoruz" dedi.

Birgün, 21.08.2007

MÜZELERE ZİYARETÇİ SAYISI GEÇEN YILA GÖRE YÜZDE 50 ARTTI

 

Müzeleri ziyaret eden yerli ve yabancı turist sayısı geçen yıla oranla yüzde 50 oranında arttı.

Geçtiğimiz yıl müzeleri 98 bin 797 kişi ziyaret ederken, bu yıl müzeyi ziyaret eden ziyaretçi sayısının 140 bin 229 olduğu bildirildi.

 

Bu yıl 136 bin 734'ü yerli, 3 bin 495'i de yabancı olmak üzere toplam 140 bin 229 turistin ziyaret ettiği Erzurum'daki müzeler, son yılların en kalabalık sezonunu yaşadı. Ziyaretlerden elde edilen gelirin 56 bin 226 YTL olduğu kaydedildi. Erzurum Müze Müdürü Mustafa Erkmen, Arkeoloji ve Etnografya müzelerinin yanı sıra, Erzurum'daki Atatürk Evi'nin yerli ve yabancı turistler tarafından büyük ilgi gördüğünü söyledi. 

 

2011 kış olimpiyatları sonrası kentin önemli bir konuma geldiğini belirten Müze Müdürü Erkmen, "2006 yılı ile 2007 yılı arasında yüzde 50'ye yakın bir artış var. Geçen yıl yerli ve yabancı olmak üzere toplam 98 bin 797 turistin ziyaret ettiği müzelerimizi, bu yıl 140 bin 229 turist ziyaret etti. Bu artış, son yılların en kalabalık sezonunun, yaşandığını ortaya koyuyor" dedi.
 

Arkeoloji Müzesi'nde 20 bin eserin sergilendiğini belirten Erkmen, "Erzurum da eski medeniyetlere ilişkin eserleri müzelerimizde sergiliyoruz. Toplam 20 bin civarında eser depolarımızda ve vitrinlerde bulunuyor. Atatürk ve arkadaşlarının 52 gün boyunca kaldığı Atatürk evi de önemli oranda ziyaret edilen mekanlar içerisinde yer alıyor. Atatürk evi bu yönüyle önemli bir yere sahiptir "dedi.

Erzurum Gazetesi, 21.08.2007

İSHAK PAŞA SARAYI'NDA RESTORASYON ÇALIŞMALARI

 

Ağrı Kültür ve Turizm Müdürü Muhsin Bulut,İshak Paşa Sarayı'nın restorasyonu çalışmaları kapsamında sarayın duvarlarının güçlendirilmesi ve tarihi dokuya zarar verilmeden yapının yenilenmesinin amaçlandığını söyledi.

 

Bulut, yaptığı açıklamada, gelecek günlerde ihalesiyapılacak İshak Paşa Sarayı'nın restorasyonu ve çevre düzenlemesi ileilgili ciddi ve titiz bir çalışma yürüttüklerini belirtti.

 

Sarayın restorasyonu konusunda Orta Doğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ)yetkilileriyle iş birliği yaptıklarını belirten Bulut, "Yıllardır restorasyon çalışmaları adı altında tarihi mekana büyük zarar verildi"dedi.

 

Bulut, sarayın yüzyıllardan bu yana ayakta kalmayı başardığını ancak son dönemlerde büyük tahribatlara maruz kaldığını ifade ederek, "Bizim dönemimizde yapılacak olan çalışmalarla saray duvarlarının güçlendirilmesi ve tarihi dokuya zarar verilmeden yapının yenilenmesi amaçlanmaktadır" diye konuştu.

Yeni Şafak, 21.08.2007

ESKİ TARSUS EVLERİ BUTİK OTEL OLACAK

 

Hıristiyanlarca 'kutsal hac yeri' olarak kabul edilen eski Tarsus evleri, turizme hizmet verecek. Bu evlerden bakanlık tahsisli olanlar, 'butik otel' olarak yatırımcıya açılacak. Bu otellerin, özellikle Hıristiyan turistler için gözde bir konaklama merkezi olması planlanıyor.





Papa'nın 2008'i "Saint Paul Yılı" ilan etmesi, Mersin'in Tarsus İlçesi açısından önemli bir fırsat olarak değerlendiriliyor. Çünkü buradaki eski Tarsus evleri, Hıristiyanlarca kutsal hac yeri kabul ediliyor.


Mersin Valisi Hüseyin Aksoy, Mersin'in doğadan, denize ve inanç turizmine kadar turizm çeşitliliğine sahip gözde kentlerden biri olduğunu bildirdi. Yörenin turizmdeki en önemli sıkıntısının tanıtım eksikliği olduğunu kaydeden Vali Aksoy, "2008'in Papa tarafından "St. Paul Yılı" olarak ilan edilmesini, Tarsus'un tanıtımı için iyi bir fırsat olarak değerlendirmek istediklerini söyledi. Aksoy, İsa'nın 12 havarisinden birisi olan St. Paul'un bu kentte yaşaması nedeniyle Hristiyanlarca "kutsal hac yeri olarak" kabul edildiğini vurgulayarak, şunları söyledi:

 

"Tarsus'ta, St. Paul'un yaşadığına inanılan ev, bazı kaynaklarda da kendisinin inşasını gerçekleştirdiği belirtilen kilise ve kutsal sayılan St. Paul kuyusu bulunuyor. Buraya gelen Hristiyan turist sayısını artırırsak yöre turizminin kalkınacağını düşünüyoruz."


St. Paul kuyusu ve kilisesinin bulunduğu sokakta yer alan eski Tarsus evlerinden, Kültür ve Turizm Bakanlığına tahsisli olanları 'butik otel' olarak yatırımcıya açmak istediklerini vurgulayan Aksoy, şöyle devam etti:
"Butik otellerin, önümüzdeki yıl ağırlamaya hazırlandığımız Hıristiyanlar için gözde bir konaklama merkezi olacağını düşünüyoruz. Çünkü zengin ve üst düzey turisti çekebilen, gelenleri evlerinde hissettirerek alışkanlık yaratan, çok özel hizmetler verebilen küçük, şık ve konforlu oteller olarak bilinen butik oteller için bu evler oldukça uygun."


Vali Aksoy, butik otellerin restoresi uzun süren ve özen isteyen bir çalışma olduğunu belirterek, "Ancak, önümüzdeki günlerde tahsise çıkarak, butik otellerin bir an önce turistin hizmetine hazır hale getirilmesine çalışacağız" dedi. Aksoy, 3'ü belediyeye ait toplam 189 eski Tarsus evinin 8'inin kamulaştırılmasının tamamlanıp, Kültür ve Turizm Bakanlığı'na tahsisinin yapıldığını, ilk etapta bu evlerin butik otele dönüştürüleceğini, 4 evin daha kamulaştırılması çalışmaların ise sürdüğünü kaydetti.

turizmdebusabah.com, 21.08.2007

CİLALI TAŞ DEVRİNDEN SAKIZ

 

Finlandiya'da yapılan arkeolojik kazılarda, cilalı taş devrinden kalma dünyanın en eski sakızı bulundu.

 

Arkeolojik kazılarda gönüllü olarak çalışan İngiliz öğrenci Sarah Pickin tarafından bulunan sakızın en az 5 bin yıllık olduğu belirtildi. Uzmanlar "dünyanın en eski sakızının" eski insanlar tarafından ağız yaralarını iyileştirmek ya da kırık çömlekleri yapıştırmak için kullanıldığını belirtti.

Sabah, 21.08.2007

EN ESKİ İNSAN AYAK İZİ OLABİLİR

 

Mısırlı arkeologlar tarihteki en eski insan ayak izini bulmuş olabileceklerini açıkladı. Mısır Antikite Yüksek Konseyi Genel Sekreteri Zahi Hawass, "İzler 2 milyon yıl öncesine kadar gidiyor olabilir. Bu, Mısır tarihindeki en önemli keşif" dedi. Bir vaha olan Siwa'daki tarih öncesi yerleşim biriminin araştırılması sırasında bulunan ayak izi çamur üzerine basılmış, zemin daha sonra sertleşerek kayaya dönüşmüş. Bilim insanları kayanın içinde bulunan bitkiler üzerinde karbon testleri yaparak izin gerçek yaşını belirleyecek. Konseyin tarih öncesi çağlar direktörü Halid Saad, kayanın yaşına bakılırsa izin, 1974 yılında Etiyopya'da bulunan, 3 milyon yaşındaki ünlü maymun-adam iskeleti Lucy'den bile yaşlı olabileceğini belirtti.

Radikal, 22.08.2007

OBRUK HANI ONARILACAK

 

Gazetemizin gündeme getirdiği Obruk Hanı ile ilgili olarak Vakıflar Bölge Müdürlüğü'nden açıklama geldi. Bölge Müdürlüğü yetkilileri, Obruk Hanı'nın restorasyonu için gerekli çalışmaların yapılmakta olduğunu, ihalenin gerçekleştiğini belirterek, "Yaptığımız ihale sonucu onarım gerçekleştirilecek ve Han turizmimize kazandırılacaktır. Tarihi bir eserimizin canlanacak olmasından dolayı son derece mutluyuz" dedi.


Öte yandan Han yakınlarındaki Göl'ün çevre düzenlemesinin yapılması, ağaçlandırılması için Çevre ve Orman İl Müdürlüğü ile İl Özel İdaresi'nin proje yürütmesi bekleniyor.

Merhaba Gazetesi, 21.08.2007

TARİHİ SİKKE OPERASYONU

 

Marmaris'te bir takside yapılan aramada piyasa değeri yaklaşık 5 milyon YTL olduğu bildirilen 595 adet tarihi gümüş sikke ele geçirildi.

 

Dün öğlen saatlerinde Çetibeli Jandarma Kontrol Noktası'nda jandarma trafik ve asayiş ekipleri tarafından sürdürülen rutin kontroller sırasında A.İ. (51) ve H.E. (45) isimli şahısları müşteri olarak taşıyan taksi durduruldu. Yapılan kimlik kontrollerinin ardından A.İ. ve H.E ye ait olduğu belirlenen çantaların içinde 595 adet gümüş tarihi sikke bulundu. Çantalarından tarihi sikkeler çıkan zanlılar, jandarma tarafından gözaltına alınırken gümüş sikkeler, Marmaris Müze Müdürlüğü'nde bulunan uzmanlara incelettirildi.

 

Yapılan inceleme sonrasında ele geçirilen sikkelerin 314 adedinin milattan önce birinci yüzyılda bugünkü İran topraklarında hüküm süren Pers İmparatorluğu dönemine ait olduğu anlaşıldı. Diğer 281 adedinin ise 13'üncü yüzyılda yine İran topraklarında kurulan İlhanlılar dönemine ait olduğu belirlendi. Sadece Pers İmparatorluğu dönemine ait olan sikkelerin tanesinin piyasa değerinin 10 bin YTL olduğu ve ele geçirilen tüm sikkelerin piyasa değerinin ise en az 5 milyon YTL olduğu belirtildi. Tarihi sikkeler Marmaris Müze Müdürlüğü'ne teslim edildi.

Sabah, Fotoğraf: Bugün, 21.08.2007

KONAK'TA BİR TARİHİ BİNA DAHA ESKİ HALİNE DÖNECEK

 

İzmir'de; Abacıoğlu Han, 926 Sokak, Basmane Semt Merkezi, Reşat Nuri Güntekin Çocuk Kitaplığı, İKSEV Müzik Evi gibi eski yapıları günümüze kazandıran Konak Belediyesi, bir binaya daha el attı. Tarihi Kemeraltı Çarşısı'ndaki Türkyılmaz Mahallesi'nde, Ayla Ökmen'in bağışladığı koruma altındaki binanın restorasyonu için gerekli izinler alındı, uygulama ihalesi yapıldı.


Önümüzdeki günlerde Altınordu külüp binasının restorasyon çalışmalarının da başlayacağını belirten Başkan Muzaffer Tunçağ, şöyle konuştu: ''Rölöve, restitüsyon, restorasyon ve mühendislik uygulama projeleri, "Taşınmaz Kültür Varlıklarının Korunmasına Ait Katkı Payı Fonu'ndan ödenek sağlanması yöntemiyle hazırlandı. Yapının restorasyonu tamamlandıktan sonra, hizmet-eğitim ve semt merkezi gibi sosyal amaçlı kullanmayı planlıyoruz.''

Milliyet Ege, 21.08.2007

KAYIP NOTALAR BULUNDU

 

Alman besteci Kurt Striegler'in 1923 yılında bestelemesinden sonra Almanya ve Türkiye'de defalarca çalınan Türk-İzmir Marşı'nın kaybolan notaları, Ahmet Piriştina Kert Arşivi ve Müzesi görevlilerinin çalışmaları sonucu bulundu.
 

Kayıp olduğu için seslendirilemeyen marşın, İzmir Devlet Senfoni Orkestrası'nın (İZDSO) ekim ayındaki sezon açılışında icra edileceği bildirildi.


İzmir Büyükşehir Belediyesi'nden yapılan yazılı açıklamaya göre, İzmir Devlet Senfoni Orkestrası (İZDSO) Müdürü Kenan Gökkaya, Yönetim Kurulu Üyesi Akgün Çavuş, Klarnet Grup Şefi Atıf Peynirci, Flüt Grup Şefi Selma Özörten, Obua Grup Şefi Murat Özülgen ve Başkemancı Kartal Akıncı, aralık ayından bu yana yapımı devam eden Adnan Saygun Sanat Merkezi için Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu'na teşekkür ziyaretinde bulundu.


İZDSO Müdürü Gökkaya, Adnan Saygun Sanat Merkezi'nin inşaatının hızla ilerlemesinden mutluluk duyduklarını belirterek, “İzmir Devlet Senfoni Orkestrası sanatçıları olarak 32 yıllık bir hayalimize ruh ve beden veriyorsunuz. Adnan Saygun Sanat Merkezi, İzmir'in misyonuna ve vizyonuna önemli katkıda bulunacak çok büyük bir proje” dedi.


Proje sayesinde İzmir'in örnek bir salon da kazandığını ifade eden Gökkaya, şöyle devam etti:“Türkiye'ye gelen bir kişi 'Ülkenizde sanat icra edilecek çağdaş bir mekan var mı?' diye sorduğunda 'Evet İzmir'de var' denilerek bu salon örnek gösterilecektir. İzmir Büyükşehir Belediyesi, en zor günlerimizde yanımızda oldu. Gün geldi sokağa atıldık, çalışacak yer bulamadık ama Büyükşehir Belediyesi hep yardım elini uzattı. Bugün hala belediyemizin tahsis ettiği salonda çalışıyoruz ve Adnan Saygun Sanat Merkezi'nin tamamlanmasını dört gözle bekliyoruz. Gözlerinize baktığımda, İzmir Devlet Senfoni Orkestrası sanatçılarını o muhteşem salonda çalarken görüyorum.”
 

Gökkaya, Alman besteci Kurt Striegler'in 1923 yılında bestelediği, Almanya ve Türkiye'de defalarca çalındıktan sonra notaları kaybolduğu için bir daha icra edilmeyen Türk-İzmir Marşı'nın İZDSO'nun 5 Ekim günündeki açılışında yıllar sonra ilk kez seslendirileceğini belirtti.

Kaybolan notaların, İzmir Büyükşehir Belediyesi Ahmet Piriştina Kent Arşivi ve Müzesi'nin çalışmaları sonucu bulunduğunu söyleyen Gökkaya, “Başkanımız Aziz Kocaoğlu fahri şefimiz. Lütfederlerse bu çok anlamlı konserimizde böylesine onursal bir eserin ilk vuruşunu yaparak orkestrayı yönetmesini istiyoruz” dedi.
Klarnet Grup Şefi Peynirci ise salonun sanatçılar için yarı enstrüman anlamına geldiğini ifade etti.

Hürriyet, 21.08.2007



Şehir Kapısı

ANTİK KENTİN SUYU KESİLDİ

 

Muğla’nın Yatağan İlçesi’ne bağlı Eskihisar Köyü’nde bulunan Stratonikeia Antik Kenti’nde su sıkıntısı başladı. Restorasyon çalışmaları tamamlanmak üzere olan antik kent girişindeki tarihi Şabanağa Camii ve Muğla Genç İşadamları Derneği tarafından restorasyonu yapılmakta olan Osmanlı Kahvesi önünde bulunan antik kentin tek çeşmesinde de sular kesildi.

Antik kentin içindeki altı hanede yaşamlarını sürdürmeye çalışan 20 kişi ihtiyaçlarını, Güney Ege Linyitleri İşletmesi Müdürlüğü’ne (GELİ) su taşıyan borulardan damlayan suyu bidonlara doldurarak gidermeye başladı.

Antik kentte yaşayan 76 yaşındaki Hatice Sarı, susuzluğun, kendilerinin yanı sıra antik kente gelen turistleri de zor durumda bıraktığını belirtti.

Hürriyet Ege, Fotoğraf: stratonikeia.com, 21.08.2007

ARKEOLOGLARIN EN BÜYÜK ZEVKİ

 

Amasya Kalesi'nde Müze Müdürlüğü tarafından yapılan arkeolojik kazılarda MÖ 1750-1800'lü yıllara dayanan kalıntılar çıkartılıyor.

 

Amasya Kalesi'nde yapılan kazı çalışmalarına başkanlık eden Amasya Müze Müdürü Celal Özdemir, yapılan kazırlarda tarihe ait önemli bilgilere ulaştıklarını söyleyerek, arkeolojide en zevkli olan şeyin, yüzyıllar önce yaşayan insanların bıraktıkları kalıntıları bulmak olduğunu söyledi. Büyük bir titizlik ile yapılan çalışmalardan sonra bulunan eserleri yerlerinden yine büyük bir titizlik içerisinde çıkarttıklarını söyleyen Celal Özdemir, "Yüzlerce yıldır toprağın altında kalmış kalıntıları gün yüzüne çıkarmak çok güzel bir duygu. Arkeolojide önemli olan konu o günkü insanların bıraktıkları malzemeyi o gün ki hali ile ele geçirmektir. İnsanların yüzyıllar önce bıraktıklarını ellerinize almak, arkeolojinin en büyük zevklerinden birisi. Bu eserler bizlerin sayesinde gün ışığına çıkıyor" dedi.

haberler.com, 21.08.2007

KAZI ÇALIŞMALARINA DESTEK ÇAĞRISI

 

 

Bitlis'in Ahlat İlçesi'nde kazı çalışmalarına devam eden Eski Ahlat Şehri Kazı Başkanı Doç Dr. Nakış Karamağaralı; Bitlisli işadamları, yöneticiler ve siyasilerinden kazı çalışmalarına destek vermelerini istedi.


Ahlat'ın kültür ve sanat tarihi bakımından herkesçe bilinen bir öneme sahip olduğunu belirten Karamağaralı, kazı ve projelere sağlanacak maddi desteğin ilçe tanıtımında etkin rol oynayacağını söyledi. Karamağaralı, "Kafkasya, Orta Asya ve Yakın Doğu kültürlerinin buluştuğu, Malazgirt Zaferi'nde Alparslan'ın ordularına üs vazifesi görerek Türklüğün Anadolu'ya giriş kapısı ve Ortaçağ'ın en önemli kültür ve ticaret merkezlerinden biri olan Ahlat, daha fazla desteği hak etmektedir. Eski Ahlat Şehri 11.5 x 4.5 kilometre büyüklüğünde bir alanı kaplamaktadır. Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın Ahlat'a verdiği önem doğrultusunda, bütçesinin önemli bir kısmını buraya ayırmakla beraber, bu yeterli olmamaktadır. Şehrin büyüklüğü göz önüne alındığında bu alandaki arkeolojik kazıların ve projelerin gerektirdiği maliyet de aşikardır. Burada başta yerel yönetimler ve Bitlisli işadamları olmak üzere pek çok kurum ve kuruluşa görev düşmektedir. Özellikle Bitlis milletvekillerinin buraya her bakımdan daha duyarlı davranmaları gerektiği, Ahlat'ın tanıtımında ve buradaki kazı ve projelere maddi destek sağlanmasında çok daha etkin rol oynayabilecekleri görüşündeyiz. Milletvekillerimizle beraber konuyu inceleyip birlikte çözümler üretebilmeyi umuyoruz" şeklinde konuştu.


Bitlis, Van ve yakın çevreye yapılan turistik gezi ve turlarda Ahlat'ın da içinde yer alacağı bir paket programın oluşturulup yerli ve yabancı turistlerin ilçeye çekilmesi gerektiğini vurgulayan Karamağaralı şunları söyledi:
"Gereken maddi ve manevi destek sağlandığı takdirde burada yapılacak kapsamlı kazı, onarım ve çevre düzenleme çalışmalarının Ahlat'ın ve yörenin kültürü ile ekonomisine yapacağı katkı şüphesiz büyük olacaktır. Bu amaçla işadamları, yerel yönetimler ve milletvekillerimizden yardım bekliyoruz."

Bitlis Kent Haber, 21.08.2007

KYBIRA KAZI EVİYLE DAHA RAHAT KAZILACAK

 

Burdur'un Gölhisar İlçesi'ndeki Kibyra Antik Kenti'nde kazı çalışmalarının daha sağlıklı yürütülmesi ve çalışanların rahat edebilmeleri için yapılan hizmet binası açıldı.

Açılışa Burdur Valisi Mustafa Rasih Özbek, Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürü Orhan Düzgün, Akdeniz Üniversitesi Rektörü Prof.Dr. Mustafa Akaydın, Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi Rektörü Prof.Dr. Gökay Yıldız, Akdeniz Üniversitesi Arkeoloji Araştırma Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof.Dr. Fahri Işık, Gölhisar Kaymakamı Selami Kapankaya, daire amirleri ve çevre ilçelerin kaymakamları katıldı.

haberler.com, 21.08.2007

ANKARA KIZ LİSESİ'NİN BAHÇESİ OTOPARK MI YAPILMAYA ÇALIŞILIYOR?




Lisenin 2006 yılındaki görünümü


TMMOB Mimarlar Odası Ankara Şubesi, bir basın açıklaması yaparak, Türkiye’de modernleşme projesinin örnek öğrenim mekanlarından biri olarak nitelendirdiği Ankara Kız Lisesi bahçesinin de pek çok tarihi miras gibi katledilmeye başlandığı uyarısında bulundu.

Lisenin eğitim hayatına Cumhuriyet’in ilanından onsekiz gün önce, 11 Ekim 1923 yılında başladığının ve 1930 yılında genç kızlar için yeterli alt yapıyı sağlanmak üzere yeni ve modern bir binanın inşası ile bugünkü eğitim olanaklarına kavuştuğunun hatırlatıldığı açıklama şöyle devam ediyor:

"Ankara Kız Lisesi, ünlü mimar Ernst Arnold Egli (1893-1974) tarafından 1930 yılında tasarlanmıştır. Okulun arkasında bulunan büyük bahçe, okul ve etrafındaki diğer eğitim ve kültür yapıları ile bir bağlantı oluşturmaktadır. Bu binanın ailelerinden ayrılan genç kızlar için düşünülen ana kucağı şeklinde tasarlanmış bahçesinin, 70 yıllık ağaçlarının rant uğruna katledilmesini esefle kınıyoruz. Bu bahçenin katli ile okulun civardaki diğer eğitim binaları ve kültür yapıları ile olan ilişkisi resmen kopmaktadır. Eğitim yapılarımızın birer rant aracı haline getirilerek Cumhuriyetin ilk yıllarında büyük ideallerle kurulmuş olan altyapılarının yok edilmesine müsaade eden yetkilileri kınıyoruz.






Bugün pek çok okul yapımızın bahçesi bulunmamakta, öğrencilerimiz, çocuklarımız egzoz dumanları içerisinde asfalt kaplı, beton kaplı bahçelerde araçlar ortasında eğitim görmeye çalışmaktadırlar. Eğitimi bir ticari araç olarak görerek her türlü eğitim araçlarını ranta çevirmeye çalışan “girişimci ruhlu yetkililerin” ellerini kamusal alanlardan çekerek özel sektöre yönelmelerini tavsiye ediyoruz".

yapi.com.tr, Fotoğraflar: Ankara Kız Lisesi, 20.08.2007

KÖŞK KORUMASIZ





Yüzyıllarca Anadolu ve İslam alemine önderlik yapan Selçuklu Devleti'nin sarayının son kalıntılarını koruyan beton şemsiye kalıntılar üzerine yıkılma tehlikesiyle karşı karşıya.1961 yılında Selçuklu Köşkü'nün son kalıntıları yağmur ve rüzgardan koruma amacıyla yapılan şemsiyenin yer yer çatlaması, demirlerinin ise çürümüş olması kalıntıların üzerine çökme tehdidini ortaya çıkarıyor.

 

Selçuklu Köşkü'nün son parçaları olan seyirlik kısmının kalıntıları korunmayı bekliyor. Büyükşehir Belediyesi seyirliğin tekrardan ayağa kaldırılması için çalışma başlatırken, kalıntılar üzerinde kapsamlı bir inceleme çalışması yürütülüyor. Bazı uzmanlar artık kalıntıların korunması için yapılan şemsiyenin de korunması gerektiği uyarısında bulunurken, şemsiyenin de artık tarihi bir değer taşıdığı görüşünde. Zamanla kalıntıların da önüne geçerek ayrı bir önem kazanan şemsiyenin biran önce restore edilmesi ya da kalıntıların korunması için yeni bir düzeneğin hazırlanması büyük bir ihtiyaç haline geldi. Uzmanlar, şemsiyenin artık kalıntıları koruma vazifesini yerine getirmediği görüşünde birleşirken, şemsiyenin tehdit unsuru olup olmadığı konusunda ayrılıyor.

 

Görüşlerini aldığımız Selçuk Üniversitesi Mimarlık Bölümü Başkanı Prof.Dr. Kerim Çınar, kalıntıların önemli bir değere sahip olduğunu açıklayarak, "Anadolu'da önemli izler bırakan Selçuklu Devleti Köşkü'nün bu kalıntıları son derece büyük öneme sahip. Fakat maalesef bu değeri koruma konusunda ciddi sorunlar yaşanıyor. Sarayın kerpiçten yapılması nedeniyle kalıntıları yağmur ve rüzgara hiç dayanamıyor. Yapılan şemsiye şimdiye kadar görevini yaptı fakat artık kalıntıları korumak bir yana kalıntıların üzerine düşme tehdidi taşıyor. Alaaddin zemininin sağlam olmaması da şemsiyenin zarar görmesinde büyük etkili" diye konuştu. Şemsiyenin birçok yerinin çatladığını döküldüğünü, parçalarının kalıntıların üzerine döküldüğünü ifade eden Prof.Dr. Çınar, şemsiyenin artık görevini tamamladığını kalıntılar için bir tehdit unsuru haline geldiğine dikkat çekti.

 

Çınar, şemsiyenin biran önce yenilenmesi gerektiğinin altını çizerek, "Varolanın yerine daha estetik, mimari açıdan daha uygun, kalıntıları daha çok öne çıkaracak bir korunak yapılabilir. Var olan korunağın restore edilmesi hem kalıntılara zarar verebilir hem de ileride yine aynı sorunun yaşanmasına neden olabilir. Bu yüzden var olanı tamir etmek yerine daha güzelini yapmak çok daha uygun olacaktır" diye konuştu. Şemsiyenin demirlerinin çürümüş olduğunu Alaaddin zemininin de sağlam olmaması nedeniyle kalıntıların üzerine düşme riski taşıdığını açıklayan Çınar, kalıntıların çökmeden büyük zarar göreceğini biran önce önlem alınması gerektiğini kaydetti.

 

1960'lı yıllarda kalıntıları korumak için o günün şartları ile yapılan şemsiyenin şimdilerde kalıntıların önüne geçtiğine dikkat çeken Çınar, "İnsanlar orada önemli olanın şemsiye olduğunu düşünüyor. Konyalılar da dahil insanların birçoğu kalıntılara değil şemsiyeye dikkat ediyor onun değer taşıdığını düşünüyor. Zaman içinde kalıntıları korumak için yapılan bu şemsiye kalıntıların da önüne geçti. Bu yüzden kalıntıları ön plana çıkaracak yeni bir korunağın dizayn edilmesi büyük önem arz ediyor" değerlendirmesini yaptı.

 

Büyükşehir Belediyesi öncülüğünde kalıntıların korunması ve tekrardan ayağa kaldırılması amacıyla kurulan komisyonun koordinatörü SÜ Mimarlık Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç.Dr. Ömer Nuri Dülgerler, şemsiyenin kalıntıları tam anlamıyla koruyamadığını fakat çökme tehlikesi yaşamadığını ifade etti. Selçuklu Sarayı'nın haçlı seferlerinin en yoğun olduğu dönemde yapıldığını vurgulayan Dülgerler, sarayın bir parçası olan seyirlik köşkünün de o dönemde yapıldığının bugünkü kalıntıların bu köşke ait olduğunu ifade etti. Seyirlik köşkünün son kalıntılarının sarayın da son kalıntıları olduğunu belirten Dülgerler, "Bu yüzden kalıntılar son derece büyük bir tarihi öneme sahip. Orijinal yapısı bilinmeyen bu seyirlik Konya'nın her tarafının rahatlıkla görünmesine müsait bir yapıya sahipti. Seyirlik 17. yüzyıla kadar düzenli şekilde kullanılmış. Kalıntılar üzerinde yapılan incelemeler 800 yıllık bir tarihe sahip olduğunu gösteriyor" diye konuştu.

 

Kendilerinin iki yıldır bu konuda çalışma yaptıklarını belirten Dülgerler, Tabii Anıtlar Kurulu'ndan kalıntılar üzerinde inceleme yapmak için izin aldıklarını ön tespitlerin şu anda tamamlandığını kaydetti. Dülgerler, bundan sonra bilimsel metotlar kullanılarak, tespitlerin daha da geliştirilmesi için çalışmalarını sürdüreceklerine dikkat çekerek, "Kalıntının dayanıklılık testini ölçerek, belediyenin düşüncesi olan kalıntı üzerine aslına uygun eklemeler yaparak seyirliği tekrar canlandırmaya çalışacağız. Ama öncelikli hedefimiz kalıntıların korunmasını sağlamak. Araştırma ve incelemelerimizin bitmesinin ardından ulusal ve uluslar arası alanda konuyla ilgilenen herkesi çağırarak, bu yapının nasıl korunabileceği konusunda görüş ve düşüncelerini açıklayacak. Burada neyin yapılması gerektiği karara bağlanacak" dedi. Kalıntıların şemsiyeden ziyade tramvaydan olumsuz etkilendiğini vurgulayan Dülgerler, her tramvay geçişinde zeminin titrediğini kalıntıların da bundan zarar gördüğünü açıkladı. Dülgerler 800 yıllık tarihe sahip kalıntıları korumanın sadece kurum ve kuruluşların değil tüm toplumun sorumluluğu altında olduğunun altını çizerek, korumanın kazancından da tüm toplumun faydalanabileceğini anlattı.

Merhaba Gazetesi, Haber: Mehmet Gülüm, 20.08.2007

TARİHİ ÖRDEKLİ HAMAMI KÜLTÜR MERKEZİ OLACAK





Kullanım hakkı mülk sahibi Vakıflar Bölge Müdürlüğü`nden 20 yıllığına Osmangazi Belediyesi`ne geçen tarihi Ördekli Hamamı`nın restorasyonu büyük bir hızla ilerliyor. Restorasyon çalışmaları tamamlandıktan sonra tarihi hamam, kentin sosyal ve kültürel ihtiyaçlarını karşılayan bir mekan olarak kullanılacak.


Dış cephe ve kubbelerinin restorasyonu büyük ölçüde tamamlanan tarihi hamamdaki çalışmalar iç bölmelerde yoğunlaştırıldı. Yıldırım Beyazıd döneminde inşaatına başlanan ve yapımı 1400`lü yılların başında tamamlanan tarihi yapının restorasyonu 2006 yılı sonunda başlamıştı. 2007 yılı sonuna kadar da tamamlanmasının hedeflendiği açıklandı.

 

Planı itibarıyla şehirdeki diğer hamamlara benzemeyen Ördekli Hamamı, iç içe geçmiş 4 aşamalı odalardan oluşuyor. Yapıldıktan sonra 1496 yılında kiraya verilen, 1620 yılında halvet ve soğukluk bölümleri onarılan Ördekli Hamamı, Cumhuriyet döneminde de onarılmıştı. Ancak, bir bölümü bütünüyle yıkılmış olan hamamın restorasyon çalışmalarına ara verilmiş, tüm çabalara rağmen son 50 yıldır da metruk bir vaziyette kaderine terk edilmişti. Ördekli Hamamı restorasyonunun, bölgedeki kamulaştırma ve çevre düzenlemeleriyle birlikte Osmangazi Belediyesi`ne yaklaşık 3.5 trilyon liraya mal olması bekleniyor.

 

Çalışmalarla ilgili bilgi veren Osmangazi Belediye Başkanı Recep Altepe, Bursa`nın tarihi kimliğine kavuşması için tüm imkanları kullandıklarını söyledi. `Bizim en büyük sermayemiz; tarihimiz, geçmişimiz` diyen Altepe, ayağa kaldırılan eserlerde, esere ait kültürün yaşatılmaya çalışıldığını kaydetti.


Altepe, `Burası da Bursa`nın ziynetleri arasında yer alan 600 yıllık bir eser. 50 yıldan fazla zamandır metruk bir vaziyette durduğu için yıllarca `yıkık hamam` olarak anıldı. Şimdi kültür merkezi olarak şehre yeniden kazandırıyoruz` dedi.


Tarihi Ördekli Hamamı, restorasyonunun tamamlanmasıyla birlikte eski el sanatlarını icra edildiği bir mekaan olacak. Tarihi yapıdaki 5 salon sergi ve toplantı salonu olarak kullanılacak. 200 kişilik 2 büyük salon ile tiyatro oyunlarının sahnelenebileceği oditoryum tarzı bir salon da bulunacak. Hol ve odalar ise; Hat, Ebru, Minyatür ve Tezhip gibi geleneksel el sanatlarının icra edilebileceği şekilde düzenleniyor. Yapı içerisinde; fuaye, depo, arşiv ve büfe gibi aksamlar da bulunacak. Restorasyon kapsamında otopark da yapılacak.

Bursa Olay, Fotoğraf: Bursa Hakimiyet, 20.08.2007

MALTEPE HÖYÜĞÜ'NE YENİDEN GÜN IŞIĞI

 

Mersin'in Mut İlçesi'ne bağlı Kışla Köyü'ndeki Maltepe höyüğünde kazılar, 9 yıl aradan sonra yeniden başlatıldı.

 

Kazı çalışmasını yürüten arkeologlar, höyüğün, Tunç ve Bronz çağlarına kadar uzanan geçmişini araştırıyor. Maltepe höyüğündeki kazı çalışması, Silifke Müze Müdürlüğü, İngiltere'deki Cambridge ve Newcastle ile Selçuk üniversitelerinden bilimadamlarının oluşturduğu ekip tarafından yapılıyor.

 

Höyükte bugüne kadar bir kilise ortaya çıkarıldı, ayrıca bronz devrine ait aletler, süs eşyaları, fayans boncuklar ve mühür bulundu. İlk Tunç Çağı ve Hitit katmanlarına ulaşmaya çalışan kazı ekibi, bölgenin Doğu Akdeniz ve Kıbrıs'la olan ticari ve kültürel yakınlığını araştırıyor.

 

İngiltere, Amerika, Avusturalya ve Kanada'daki üniversitelerden 25 kişilik öğrenci grubunun da katıldığı çalışmaların, Eylül başında tamamlanması planlanıyor.

Trt/Haber, 20.08.2007

BORLUK VADİSİ'NDE TÜRK MEDENİYETİ MÜHRÜ





Kars Valisi Mehmet Ufuk Erden, Borluk Vadisi'nde binlerce yıldır varlığı bilinmeyen 6 bin yıl öncesine ait insanların burada yaşadıklarına dair izlerin bulunduğunu söyleyerek, “Anadolu'da, 6 bin yıllık eski tarihi derinliğe ve geçmişe sahip dört beş yer var. Bu yerlerden biride Kars'tır.” dedi.

 

Borluk Vadisi'yle ilgili açıklamada bulunan Vali Erden:“Havaalanı asfalt yapımında kullanılan taşın özelliğinin çok sert yapıda olması gerekmektedir. Bu nedenle yapılan araştırmalar neticesinde en uygun taşın burada Borluk Vadisi'nde olduğu anlaşılmıştır. Daha sonrada Enerji Bakanlığı'ndan çalışma izni alınmıştır. Bunun yanında ayrıca geçen yıl tarihçi bir hocamızın araştırmaları neticesinde bu vadi boyunda bulunan kayaların üzerinde bazı resimlerin olduğu görmüş ve inceleme sonucunda 6 bin yıl öncesinde burada insanların yaşamış olduğunu gösterir izler var. Böylece Erzurum Koruma Kurulu Borluk Vadisi'ni Sit alanı olarak ilan etmiştir. Sit alanına alınınca da tabiki havaalanı çalışmalarını da etkilemekte idi. Böylece Koruma Kurulu'nu buraya davet ettik incelemeler yaptılar. Ve dediler ki burada vadi boyunca bir çalışma yapılmasın, kayalara zarar verilmeden bir çalışma yapılsın. Sonuçta biz bu bilgiyi aldığımızda burada çalışan ilgili arkadaşlara ve firmaya söyledik bu alandaki çalışmalarınızı belli bir yerde durdurun. İşte gördüğünüz gibi de dar bir alanda kaliteli olan taş, mıcır ve ince malzemeyi havaalanının asfalt yapımı için devam edilmiştir.” dedi.

 

Borluk Vadisi'ni gelecekte imkanlar ölçüsünde tarihi zenginliğini turizme açacaklarını da ifade eden Vali Erden, “Buranın tarihini ve vadi olması dolayısı ile de doğal yapısını turizme açmak bizim gündemimiz olacaktır. Ben zaman zaman Müze ve Kültür müdürlerimizi de buraya gönderdim. Takip ve tespitlerde yaptırdım. Jandarma ve diğer birimlerimize de burasının üzerinde hassasiyetle durmaları içi gerekli emir ve yazışmaları da yaptım. Sonuç olarak biz hem kamunun ihtiyacını sağlamak için her şeyi yapmak hem de tarihimizi ve geçmişimizi korumak ve kazanmak zorundayız. Bu değerler sadece Kars'ımızın değil aynı zamanda Türkiye'nindir. Ben hocamızla görüştüğümüzde bana dedi ki “Eski tarihi derinliğe ve geçmişe giden Anadolu'da dört beş yerdedir. Bu yerlerden biride Kars'tır” deyince ben bundan büyük bir mutluluk duydum. Buranın hem il merkezine yakınlığı yanında burası bize çok şey kazandıracaktır. Tabi ki buranın hazırlanması gerekir, tanıtılması gerekir. Bu konuda önümüzde uzun bir yol var” diye konuştu.

Erzurum Gazetesi, Fotoğraf: haberler.com, 20.08.2007

BALLARD KARADENİZ'DE TARİHİN PEŞİNDE

 

120 m derinlikte bir robot kol yardımı ile 900 yıllık bir batığı santim santim kazmak son derece yorucu bir yöntem. Ukrayna sahillerinden 10 km kadar açıkta Robert Ballard Chersonesos A adını verdiği gemiyi kazıyor. Bu isim, Kırım sahillerindeki bir Yunan kolonisinden geliyor. Gemi ise, Karadeniz’de çok rastlanan antik kargo gemilerinden, şarap, zeytinyağı veya balık taşıyor. Buluntular daha sonra restore edilmek ve sergilenmek üzere Ukrayna’ya teslim edilecek.





Karadeniz’de sualtı araştırmaları iki sebepten dolayı bir hazine değerinde. İlki, Soğuk savaş dolayısıyla bu sularda daha önce hiç sualtı kazısı yapılmamış olması. İkincisi ise, bu sularda tüm buluntuların bozulmadan korunması. Akdeniz’in Karadeniz’e boşalmasının ardından, buradaki göle akan tüm tuzlu su dibe çöekerek dipte oksijensiz bir ortam yaratmış. Bu da gemiyi veya içindekileri tahrip eden organizmalar ve kurtların bu sularda yaşamaması anlamına geliyor.

 

Kazı, Ballard tarafından kurulan Mistik Akvaryum Enstitüsü ile Rhode Island Üniversitesi Oşinografi Bölümü tarafından yürütülen üç ayaklı bir projenin parçası. İlk aşamada araştırmacılar Güney Ege’de, Girit açıklarında su altında toprak kaymaları buldular. Bu da, bölgedeki yanardağ deprem veya tsunami tarafından tetiklenen bir başka büyük doğal afet olabilir. İkinci aşamada bir Bizans gemi kazısı ve onun civarındaki su altının haritalanması sürdürülmekte. Üçüncü aşama ise Chersonesos ile Türkiye sahillerinde daha önce bulunan ve Sinop D adı verilen gemi karşılaştırılacak.





Ballard “Antik Dünya’nın otoyolunu bulduk. Karadeniz tahminlerimizin çok ötesinde verimli” demekte. Yapılan çalışmaların tümü anında ve canlı olarak enstitünün web sayfasından (http://iao.gso.uri.edu/iao/) yayınlandığı gibi, bir uzman e-maille sorulan tüm sorulara cevap vermekte.

theday.com, 20.08.2007

KIZLAR MANASTIRI'NDAN TARİH ÇIKIYOR





Trabzon'daki Kızlar Manastırı'nda sürdürülen kazı çalışmaları kapsamında, Selçuklu mimarisine ait izler bulundu.

Trabzon Müzeler Müdürü Nilgün Yılmazer, yaptığı açıklamada, mülkiyeti Trabzon Belediyesi'ne ait olan Kızlar Manastırı'nda kazı çalışmalarına 7 Kasım 2006 tarihinde başlanıldığını belirtti. Manastırın 14. yüzyılda 3. Aleksios tarafından yaptırıldığını, 18. ve 19. yüzyıllarda ise ilaveler yapılarak son şeklini aldığının bilindiğini ifade eden Yılmazer, yaklaşık 2 yıl süren kazı çalışmalarının tamamlanmak üzere olduğunu söyledi.

Yürüttükleri kazı çalışmalarının ilk günlerinde 18. yüzyıl öncesine ait olduğu tahmin edilen 2 bütün iskelet ile kafatası ve kemik parçaları bulduklarını anımsatan Yılmazer, iskeletlerin incelenmesi için İstanbul Üniversitesi'ne başvuruda bulunduklarını kaydetti.

Kızlar Manastırı'nda sonradan eklenti olduğunu düşündükleri 5-6 duvar olduğunu belirten Yılmazer, bu duvarların kaldırılması için Trabzon Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'na başvurularının olacağını ifade etti. Yılmazer, çalışma kapsamında seramik parçalar, bronz objeler bulduklarını belirterek, şöyle devam etti:
“Manastırın kuzey batısındaki öğrenci odaları içinde, erken döneme ait bir mimariyle karşılaştık. 14. yüzyıldan önce yapılmış mimari bulgular var. O noktadaki 2 bağımsız duvar kalıntısını kaldırmalıyız. 'Selçuklular Trabzon'a gelmedi' denilse de bu kazıda Selçuklu mimarisi tarzında tonozlu bir yapı görüldü. Bu yapılar, Kızlar Manastırı kurulmadan önce bu alanda Selçuklu mimarisine ait izler olarak değerlendirilebilir. Buna paralel olarak bu tespitlerimiz netleşmemiş olup, ancak kazı çalışmaları tamamlandıktan ve konuya ilişkin taşınır bulgular elde ettikten sonra net bir değerlendirme yapılabilir.”

Maçka İlçesi'ndeki Sümela Ören yerinde Selçuklu mimarisine özgü çeşme, Ayasofya Müzesi'nde ise Selçuklu mimarisi özelliği taşıyan bazı süslemeler bulunduğunu belirten Yılmazer, “Bu da Trabzon'a Selçukluların gelip gelmediği konusunda daha derin incelemeler yapılması gerektiği kanaati taşımamıza neden oluyor” dedi.

Yılmazer, kazı çalışmalarının ardından Trabzon Belediyesi'nce Kızlar Manastırı'nın restorasyonunun yapılacağını söyledi. Kazı çalışmaları sonunda rapor hazırlayacaklarını, bu raporun ardından hazırlanacak restorasyon projesine yönelik bilim heyeti oluşturulması gerektiğini dile getiren Yılmazer, “Trabzon Belediyesi'nin restorasyon projesini uzmanlardan oluşan bilim heyetiyle birlikte hazırlamasının uygun olacağını düşünüyoruz. Çünkü Kızlar Manastırı il merkezinde olup turizm için çok elverişli bir alan. O alanda restorasyonda yapılacak en küçük bir hata turizme zarar verir. Bu görüşümüzü Trabzon Belediyesi yetkilileriyle paylaştık, çalışmalarımız sürüyor” diye konuştu.

İl merkezinde Boztepe'nin yamacında şehre hakim bir mevkide kurulan Kızlar Manastırı, 1349-1390 yılları arasında 3. Aleksios zamanında kurulmuş, birkaç defa onarılarak son şeklini 19. yüzyılda almış.  İki teras üzerine inşa edilen manastır kompleksi yüksek bir koruma duvarı ile çevrilmiş. İlk olarak güneyde içinde kutsal su bulunan kaya kilisesi ve onun girişindeki şapel ve birkaç hücreden ibaret. Kaya kilisesinin içerisinde kitabeler ve 3. Aleksios'un karısı Theodora ve annesi Eirene'nin portreleri yer almakta.

Trabzon Kent Haber, 20.08.2007

ESHAB-I KEHF'İN YERİ KÜLLİYE İLE BELİRLENDİ

 

Adana Vakıflar Bölge Müdürlüğü tarafından Mersin’in Tarsus İlçesi'ndeki “Yedi Uyurlar” olarak da bilinen Eshab-ı Kehf’in yakınındaki alana 2 milyon YTL tutarında “külliye” yaptırılması, gerçek mağaranın Mersin’in Tarsus İlçesi'nde olduğunun tescili olarak değerlendirildi. Tarsus Belediye Başkanı Burhanettin Kocamaz, Vakıflar Bölge Müdürlüğü’nün Dedeler köyündeki mağaranın yakınına “Eshab-ı Kehf Külliyesi” yaptırmasıyla, Kahramanmaraş’ın Afşin İlçesi ile uzun süredir Eshab-ı Kehf’in nerede olduğu yönündeki tartışmalara son noktayı koyduğunu ifade etti.

Türkiye Gazetesi, Fotoğraf: eshabikehf.org, 20.08.2007

NEFERTİTİ'NİN MÜHRÜ BODRUM MÜZESİ'NDE

 

 

1984-1995 yılları arasındaki Uluburun batığında bulunan tarihi kalıntılar, Anadolu’nun ne kadar eski medeniyetlere ev sahipliği yaptığını bir daha ispatlıyor. Uluburun batığının erken tarihi, ilginç buluntuları ve taşıdığı muhteşem kargosu ile arkeolojik açıdan çok önemli olduğunu kaydeden Bodrum Kalesi ve Sualtı Arkeoloji Müze Müdürü Yaşar Yıldız, burada bulunan kalıntıların Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi’nde sergilendiğini belirtti. Uluburun batığının bugüne kadar bulunan ender batıklardan bir tanesi olduğunu ifade eden Yıldız, “Uluburun kazısı 11 yaz dönemi devam etti ve kazı sürecinde 22 bin 400 dalış gerçekleştirildi. Uluburun batığında arkeologları şaşırtacak zenginlikte eşyalar ve mücevherler bulundu. Gemideki 150 cam külçe, Miken ve Kıbrıs orijinli çanak çömlek, Mısır ve Kenan ülkesinden mühürler, mücevherler, Afrika’dan fildişi, Hippopotamus dişleri, şimdiye kadar eşine rastlanmamış bir kargoyu işaret ediyor. Şüphesiz arkeologları en çok sevindiren buluntu, Mısır Firavunu Akheneton’un karısı Nefertiti’ye ait mühür. Bu, kraliçenin bugüne kadar gelebilmiş tek altın mührüdür” dedi.

Uluburun batığında dünyanın en eski kitapçığının da bulunduğunu belirten Yaşar Yıldız, “Bizim için en önemlisi dünyanın en eski kitapçığı olarak bilinen fildişi menteşe ile kapatılmış eser. Kitapçığın, kaptanın not defteri olarak kullanıldığını düşünüyoruz. Kitap bal mumu ile yazılmış ve menteşeyle kapatılmış. Bal mumunun üzerine yazılan yazılar su altında dağılmış. Bu yüzden kitapçığın üzerinde ne yazdığı konusunda
bir bilgi yok” dedi.
Türkiye Gazetesi, 20.08.2007

TÜRBEHÖYÜK'TE GÖZ İDOLLERİ

 

Ilısu Barajı altında kalacak olan Siirt'teki Türbehöyük ören yerinde 6 yıldır sürdürülen kazının bu yılki kısmı tamamlandı.

 

Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Yard. Doç.Dr. Haluk Sağlamtemir başkanlığındaki ekibin yaptığı kazılarda göz idolleri ve kil heykelciklere ulaşıldı.

Milliyet, 20.08.2007

EBUL HASAN HARAKANİ KÜLLİYESİ YÜZYILLAR ÖNCESİNDEN KALAN HİZMETİ DEVAM ETTİRECEK

 

Anadolu'ya Sultan Alparslan'dan önce gelen ve buraların fethedilmesine zemin hazırlayan Şehit Ebul Hasan Harakani Hazretleri adına kurulan külliyede çalışmalar son hızıyla devam ediyor.

 

Harakani Hazretleri'nin asırlar önce bu topraklarda yürüttüğü hizmet, külliye ile tekrar hayata geçirilecek. Şehit Ebul Hasan Harakani Külliyesi Yaptırma ve Yaşatma Derneği Başkanı Yavuz Uzgur, "Ebul Hasan Harakani Hazretleri'nin Anadolu'ya geldiğinde hangi misyonu ve hangi amacı gütmüşse şu anda külliyenin yeniden yapılandırılmasının amacı da budur" diye konuştu.

 

Selçuklu Sultanı Alparslan, 1071 yılında Malazgirt Savaşı'nı kazanmasından ve Anadolu'nun Türkleşmesini sağlamadan önce Kars'ı fethetti. 1064 yılında Ani'den Kars'a giren ve bu topraklarda Malazgirt Savaşı hazırlıklarını yürüten Alparslan için de yaklaşık 40 yıl öncesinden Ebul Hasan Harakani Hazretleri tarafından zemin hazırlanmıştı. Sultan Alparslan, kendisinden uzun yıllar önce buraya gelen ve bir Kars muhasarasında şehit düşen Ebul Hasan Harakani Hazretleri için bir türbe ve mescit inşa ettirdi. Daha sonra bu türbe ve mescit merkezli bir külliye kuruldu. Tam teşekküllü olarak 1579 yılında 3. Murat'ın emriyle Lala Mustafa Paşa tarafından kurulan bu külliye çeşitli işgallerde yıkıldı. En son 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşından (93 Harbinden) sonraki Rus hakimiyetinde büyük zarara uğrayan külliye, Cumhuriyetin ilanından sonra onarıldı, Kümbet Mescidi ibadete açıldı, Selçuklu minaresinin yanına da kargir bir cami yapıldı ve türbe onarıldı. Ardından 1996 yılında Şehit Ebul Hasan Harakani Hazretleri adına kurulan derneğin yanı sıra Kültür Bakanlığı, Vakıflar Genel Müdürlüğü, Diyanet İşleri Başkanlığı, Kars Valiliği, Kars Belediyesi, İl Müftlüğü işbirliği ile 1579 yılında kurulan külliyenin yeniden inşası için büyük bir faaliyet başlattı. 1996 yılında başlayan külliye çalışmaları Başbakan Tayyip Erdoğan'ın geçtiğimiz yıl Kars'ı ziyaretinden sonra hızlandırıldı. Erdoğan'ın külliye yerini bizzat gezmesi ve talimatları vermesinin ardından yürütülen çalışmalarda büyük mesafeler kat edildi. Önümüzdeki sene hizmete açılması planlanan külliye ile Kars yeni bir vizyona ve misyona sahip olacak.

haberler.com, 20.08.2007

ANİ HARABELERİ HAVAALANI KURBANI OLDU

 

Kars Havaalanı'nın 4 ayı aşkın bir zamandır bakım ve onarımda, müzesinin de tadilatta olması en çok turizm sektörünü etkiledi. Kars'a 45 kilometre uzaklıkta, Ermenistan sınırında bulunan Ani Ören Yeri'ni tercih eden yerli ve yabancı gezginlerin uçuş engeline takılması turizmin yönünü de değiştirdi. Kente gelen turist sayısında geçen yıllara nazaran yüzde 20'lik bir düşüş yaşanırken, havaalanının bir an önce uçuşlara açılması bekleniyor.

 

Tarihi ve turistik açıdan bölgenin en gözde yerlerinden olan Kars'ta bu sene turizm mevsimi biraz durgun geçiyor. Bunun en büyük sebebi ise Kars Havaalanı'nın geçtiğimiz nisan ayında bakıma alınmasıydı. Buraya gelmek için genellikle uçağı tercih edenlerin gelişlerini ertelemesi ve veya iptal etmesi ise turist sayısında geçen yıllara nazaran bir düşüş meydana getirdi. Geçen yıl sadece Ani Harabeleri'ni ziyaret edenlerin sayısı 10 bini aşarken, bu sene bu sayı 7 binde kaldı.

haberler.com, 20.08.2007

YANIKALİ TURİZMİN HİZMETİNDE

 

Kastamonu'nun Azdavay İlçesi'nde bulunan, Cumhuriyet’in efsane isimlerinden Yanıkali’nin konağı, ekoturizm eğitim merkezine dönüştürülecek. Ilgaz Dağı ve Küre Dağları Milli parklarında Ekoloji Temelli Doğa Eğitimi Proje Yürütücüsü Dr. İsmail Menteş, konağın ruhuna ve özüne uygun restore edileceğini belirterek, “Yıl sonunda kadar restorasyonu tamamlanacak Konak ekoturizmin geliştirilmesinde kullanılacak” dedi.

Türkiye Gazetesi, Fotoğraf: azdavay.com, 19.08.2007

TIBERIAS'DA ANTİK BİZANS KİLİSESİ BULUNDU





İsrail Eski Eserler Müdürlüğü tarafından Tiberias’da sürdürülen kazılar sırasında şehrin tarihine ışık tutabilecek, çok önemli buluntulara rastlandı. Kazılara, şehirde yapılacak bir atık su kanal inşaatı sebebi ile başlanmıştı. Üç aylık kazı sonunda ele geçen buluntular MS 1. yüzyıldan, şehrin büyük bir deprem sonrası terk edildiği 11. yüzyıla dek uzanıyor. Şehrin güneyinde 4. veya 5. yüzyıldan kaldığı tahmin edilen, zemini tümü ile çok renkli, geometrik motifli mozaikler ve haçlarla kaplı, büyük bir Bizans Kilisesi açığa çıkarıldı.

 

Kilisenin kalıntıları, daha önce kazılmış olan, hamam ve dükkanlara bitişik. İsrail Eski Eserler Müdürlüğü uzmanı Dr. Moshe Hartal’ın açıklamasına göre kilise MS 427 yılında, üzerine basılmasını engellemek için kiliselerin zeminine haç motifi konmasını yasaklamıştı. Bu durum, kilisenin bu tarihten önce inşa edildiğini gösteriyor.

 

Dağın yamacında, Bizans kilisesine komşu bir Yahudi yerleşim grubu da kazıya dahil edildi. Böylesine içiçe bir yerleşim, bölgedeki klasik dönem şehirciliği üzerine yepyeni tezler yaratmakta. Holiday Inn Oteli’nin otoparkında yapılan kazılarda ise Erken İslam Dönemine (8-11. yüzyıllar) ait yapıların yanısıra etkileyici seramik ve cam buluntular ile bunların imalatına yarayan aletlere rastlandı.

scoop.co.nz, Israil Hükümeti Basın Bülteni, 09.08.2007

ANGKOR WATT'DA BÜYÜK BİR YERLEŞME BULUNDU

 

Kamboçya’da, Angkor Wat’ın çevresinde çok büyük bir şehirleşme olduğu meydana çıktı. Angkor’un civarında yaşayan bu nüfusun, toplumun çökmesine sebep olan çevresel felakete neden olduğu düşünülmekte. Yüksek çözünürlüklü sismik radar ve uydu fotoğraflarından elde edilen verilerle  yepyeni bir harita oluşturuldu. Vejetasyondaki ufak değişikliklerin ve yeraltında bulunan yapılar dolayısıyla yeryüzü nemindeki değişimlerin incelenmesi sonucunda radar inanılmaz detaylarla yepyeni tapınakların, göllerin, yol ve kanalların yerlerini belirledi. Yeni bulunan 94 tapınağa ilave olarak 74 tanesinin de yerden kontrol edilmesi gerekiyor.

 

Projeyi yürüten Sydney Üniversitesi araştırmacıları ve onlarla birlikte çalışan Kamboçyalı ve Fransız arkeologlar tüm Angkor bölgesinin incelenmesi için ileri teknoloji ekipman ve gelişmiş bir teknik kullanmaktalar. Bölge, çoğu yoğun bitki örtüsü altında, 3000 kilmetre kareden oluşuyor. Eski haritalar yetersiz hava fotoğrafı ve ıssız bölgelere ulaşılamaması gibi sorunlar yüzünden çok eksikti.





Araştırmacılar, bölgenin yaklaşık 2/3 ünün yerleşim olduğunu tesbit etmiş durumdalar. Bu, şu ana kadar belgelenmiş en büyük sanayi-öncesi yerleşim anlamına geliyor. Şehrin çekirdeği hemen hemen 1000 kilometre kare ve banliyöler nerede ise araştırma sahasının sınırlarının dışına kadar uzanıyor. Şehrin bir milyon civarında bir nüfusu barındırdığı düşünülüyor. Bu durum da, 9. ila 16. yüzyıl arasında büyük bir devlet iken, 1860'larda ilk Avrupalılar geldiğinde neden bitkiler arasında yokolmuş olduğunu açıklıyor. Angkor’un çökmesinin en önemli sebeplerinden birisi olarak gösterilen teori, doğal su kaynaklarına büyük yönlendirmeler yapılmış olması. Doğal yapıyı mahveden bu yönlendirmeler sonunda - ciddi bir çelişki olarak- susuzluğa ve kıtlığa yol açmış. Son buluşlar bu teorinin doğru olabileceğini gösteriyor.

NewScientist.com, Haber: Emma Young, 13.08.2007

POMPEIOPOLİS'İ COLA KAPAKLARINDAN ÇOCUKLAR TEMİZLİYOR

 

Kastamonu'nun Taşköprü İlçesi'nde bulunan Pompeiopolis Antik Kenti`nde ikinci yılına giren kazı çalışmaları sırasında alanda bulunan çok sayıda gazoz kapağı yaz tatilinde olan ilköğretim çocukları topluyor.
    

Kültür ve Turizm Bakanlığı'ndan geçen yıl çıkan izin ve Taşköprü Belediyesi'nin desteğiyle Almanya Münih Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof.Dr. Latife Summerer`in başkanlığında temmuz ayında başlayan kazı çalışmasının 70 gün devam edeceği belirtildi.
    

Pompeiopolis`te gelecek hafta yapılacak jeofizik çalışması öncesi kazı alanı, başta meşrubat ve bira kapağı olmak üzere cam kırığı ve plastik maddelerden arındırılmaya başlandı.
    

Alanın kapak ve doğadan olmayan parçacıklardan temizlenmesi çalışmasını ise yaz tatilinde bulunan Bahri Alp İlköğretim Okulu öğrencileri üstlendi. Kazı alanına gelerek kazı ekibiyle sıcak ilişki kuran ilköğretim çağındaki çocuklar, Prof.Dr. Summerer`in teşvikiyle alandaki çöpleri toplamaya başladı. En çok kapağı toplayan ise kazı başkanı Summerer tarafından en büyük dondurmayla ödüllendiriliyor. 
 

Açıklama yapan Prof.Dr. Summerer, gelecek hafta yapılacak jeofizik çalışması öncesi böyle bir uygulamaya gittiklerini, çocukları teşvik etmek için de günün sonunda en çok kapak ve malzemeyi kim topladıysa en büyük dondurmayı ona aldıklarını ifade etti.

Kastamonu Life, 19.08.2007

ŞANLIURFA'DA 103 ARKEOLOJİK ZENGİNLİK KORUMA ALTINA ALINDI

Şanlıurfa'da 103 arkeolojik, kentsel, doğal ve tarihi SİT alanının Kültür ve Turizm Bakanlığı'nca tescil edilerek koruma altına alındığı bildirildi.

 

Şanlıurfa Valiliği'nin internet sitesinde yer alan açıklamada; 97 adet arkeolojik SİT alanı, 3 adet kentsel SİT alanı, 2 adet doğal SİT alanı olmak üzere toplam 103 SİT alanının Kültür ve Turizm Bakanlığı'nca tescil edilerek koruma altına alındığı belirtildi. Kentin 11 bin yıllık tarihi geçmişe sahip olduğuna ve bu özeliğiyle birçok medeniyete ev sahipliği yaptığına işaret edilen açıklamada, arkeolojik SİT alanları dışında Şanlıurfa, Harran ve Birecik ilçe merkezlerinde bazı yerleşim alanlarının kentsel SİT alanı olarak tescil edildiği kaydedildi.

 

Şanlıurfa kent merkezi ve Birecik ilçe merkezinin bir kısmının doğal SİT alanı olarak koruma altına alındığına dikkat çekilen açıklamaya göre, Kurtuluş Savaşı'nda şiddetli çatışmaların yaşandığı Şanlıurfa-Gaziantep karayolu üzerindeki Şebeke mevkii de tarihi SİT alanı olarak tescil edildi.

Açıklamada, ayrıca Şanlıurfa'da ve Birecik ilçesinde 1 askeri yapı, 27 dinsel ve kültürel yapı, 278 sivil mimarlık örneği ev olmak üzere toplam 306 taşınmaz kültür varlığının tescil edildiği ifade edildi.

TürkiyeTurizm.com, 19.08.2007

BU OCAK 8 BİN YAŞINDA

 

Diyarbakır'ın Bismil İlçesi'nde günümüzden 8 bin yıl öncesine ait ocaklar bulundu.

 

Ilısu Baraj Gölü altında kalacak olan tarihi eserlerin kurtarılması amacıyla Bismil'de süren 9 kazıdan biri olan Hakemi Use Tepesi'ndeki kazılarda 30'dan fazla ocak gün ışığına çıkarıldı. Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü öğretim üyesi Yrd. Doç.Dr. Halil Tekin, "Burada Neolotik döneme ait tarımcı ve köy topluluğunun bir evresini tespit ettik'' dedi.

Sabah, 19.08.2007

APOLLON'UN HEYKELİ BULUNDU

 

 

Efes'ten sonra Anadolu'daki en önemli yerleşim yerlerinden biri olan Laodikya'da Apollon'un üç ayaklı kazanına dolanmış heykeli bulundu.

Denizli'nin 6 kilometre kuzeyinde yer alan antik Laodikya kentindeki kazı çalışmaları 150 kişilik çalışma grubuyla Pamukkale Üniversitesi (PAÜ) Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Doç.Dr. Celal Şimşek başkanlığında sürdürülüyor.

Şimşek, 5 kilometrekarelik tel örgülerle çevrili alanda yapılan kazı çalışmalarında Suriye Caddesi'de daha önce buldukları tapınak sunağının kabartmalı parçasını bulduklarını açıkladı.
Doç.Dr. Celal Şimşek, "Doğu Bizans kapısında devşirme malzeme olarak kullanılmış ikinci kabarmalı parçayı da bulduk. Apollon'un üçayaklı kazana dolanmış yılan kabartmasını bulduk. Yılan sağlık sembolü olarak kullanılıyor. Çok kaliteli bir kabartmadır." dedi.

Laodikya'daki kazı çalışmalarına Kültür ve Turizm Bakanlığı 110 bin, Denizli İl Özel İdaresi 350 bin ödenek sağlarken TÜBİTAK, Denizli Belediyesi ve Pamukkale Üniversitesi de kazılara destek veriyor.

Haber Ekspres, Fotoğraf: haberler.com, 19.08.2007

KAZDIKÇA TARİH ÇIKIYOR

 

İzmir'de turizme katkı sağlayacak Agora kazılarında yeni eserler gün ışığına çıktı.

 

Dokuz Eylül Üniversitesi'nden Yrd. Doç.Dr. Akın Ersoy başkanlığındaki 37 kişilik ekip, MS 3. yüzyıla ait olduğu sanılan bir kadın başı heykeli buldu. 45 santim boyundaki eserin bir imparatoriçeye ait olabileceği belirtildi.
Milliyet Ege, Haber: Mustafa Oğuz, 19.08.2007

VE TARİHİ ŞAPEL GÜN IŞIĞINDA





Hatay'ın Kırıkhan İlçesi'nde, köylünün, bahçesinde sarımsak ekmek için çapa yaparken bulduğu, ancak ödenek yokluğu nedeniyle 13 yıldır toprak altında bekletilen 2 odalı gizli tapınma yeri olan tarihi şapel, başlatılan kazı çalışması sonucu gün ışığına çıkarıldı.

 

Hatay Arkeoloji Müzesi arkeoloğu ve kazı ekibi Başkanı Ömer Çelik,İncirli köyünde, Nazik Dinler'in evinin önündeki bahçede, sarımsak ekmek için toprağı çapalarken yapının bir bölüm ile karşılaşması üzerine yaptığı bildirim üzerine tespit edilen şapelin, kazıların başlayacağı döneme kadar üzerinin yeniden toprakla örtüldüğünü söyledi.

Olanakların sağlanması ve gerekli işlemlerin ardından, bakanlıktan temin edilen 30 bin YTL ödenekle kazı çalışmalarına başlandığını belirten Çelik, 3 arkeolog ve 12 işçi ile 15 günlük çalışmayla MS 5'inci yüzyıla ait olduğu anlaşılan şapeli gün ışığına çıkardıklarını belirtti.

Çalışmada, şapelin anahtarı ve ayinler sırasında kullanılan kandilin de bulunduğunu ifade eden Çelik, şöyle devam etti: “Roma'nın Hristiyanlığı baskı altında tuttuğu döneme ait olan ve gizli bir tapınma yeri olarak yapılan şapelin zaman içerisinde çok fazla tahrip olduğunu gözlemledik. 2 odadan oluşan ve 40 metrekarelik şapelin tavan bölümü neredeyse tamamı ile yok olmuş. Tabanda bulunan mozaiklerde kuş, geyik, tavus kuşu gibi hayvan figürleri yer alıyor. Ayrıca, Hristiyanlar için kutsal sayılan ve cennet meyvesi olarak kabul edilen nar ağacı da dikkati çekiyor. Mozaiklerle, doğal hayat anlatılıyor.”
 

Şapelin bulunduğu İncirli Köyü'nde, geçmişi aydınlatacak daha başka yerleşim birimlerinin olabileceğini tahmin ettiklerini vurgulayan Çelik, bu nedenle çalışmanın köy içerisinde devam ederek genişletileceğini ifade etti.

Nazik Dinler (72), bahçesinde sarımsak ektiği sırada tesadüfen karşılaştığı yapının tarihi değerde olabileceğini düşünerek durumu yetkililere bildirdiğini, yapılan tespitte de şapel ve mozaik bulgularına rastlanması dolayısıyla kaçak kazı yapılabileceği endişesi taşıdığını belirtti.

 

Bahçesinde şapelin bulunduğu bölümde o tarihten bu yana hiçbir şey ekmediğini anlatan Dinler, “Tarihi değerlere bir şey olmasın, zarar görmesin diye hep tedirgin oldum. Kaçak kazı endişesiyle geceleri nöbet tuttum. Bahçemde tarihe ışık tutacak bu kadar güzel şapelin çıkması beni onurlandırdı” diye konuştu.

Hatay Kent Haber, 18.08.2007

BU YIL ARTEMİS HEYKELİNİN BULUNUŞUNUN 51. YILI





Tam 51 yıl önce Efes Harabeleri'nde gerçekleşen kazılarda ortaya çıkan "Güzel Artemis Heykeli" şu anda Efes Müzesi'nde korunuyor.

 

Efes Antik Kenti Kazi Başkani Prof.Dr. Fritz Krinzinger, Artemis Heykelinin bulunuşunu anlatarak öneminden bahsetti. Artemis Heykellerinin 1956 yılında Prytaneion (Belediye Binası) kazısında bulunduğunu ifade eden Prof. Krinzinger, Prytaneion'un ( Belediye Binası ) Hestia Sunağı ile birlikte şehrin kutsal alanı olarak kullanıldığını, burada politik işlerin görüşülüp, kabullerin yapıldığını, önemli törenler ve şölenlerin düzenlendiğini belirtti.

 

Prof. Krinzinger şöyle konuştu: "Doğu ile batı (Asya ile Avrupa) arasındaki başlıca kapı durumunda ve önemli bir liman kenti olan Efes'in bu ideal coğrafi konumu, çağının en önemli politik ve ticaret merkezi olarak gelişmesini ve Roma Dönemi'nde Asia Eyaleti'nin başkenti olmasını sağlamıştır. Ancak Efes Antik Çağ'daki önemini sadece büyük bir ticaret merkezi olarak gelişmesine ve başkent oluşuna borçlu değildir. Anadolu'nun en eski anatanrıçası geleceğine dayalı Artemis Kültü'nün en büyük tapınağı da Efes'te yer alır. Bu gerçekte yine Antik Efes'in Artemis Kültü'ne verdiği önemi gösterir".

 

Antik Efes Kentinin önemli fonksiyonları olduğundan bahseden Prof. Krinzinger, "Kentin hem erkek hem de kadınları tarafından üstlenilen en yüksek dinsel ve yönetimsel görevi Prytanlık'tı. Kent içinde seçkin sınıftan olan Prytan'ın görevi; Prytaneion'da bulunan ve Efes'teki tüm evlerin ocaklarının, kentin varlığını simgeleyen "Kent Ocağı"ndaki ölümsüz ateşin gece-gündüz durmadan yanmasını sağlamaktı. Ocak tanrıçası Hestia adına Prytan bu görevi büyük kıvançla yürütürdü. Yapılan harcamalar Prytan tarafından karşılanırdı. Efes Prytaneion'u, yan yapıları dışında önde, çevresi portikli bir avlu ve gerisinde bulunan kapalı büyük bir salondan oluşmaktadır. Cephesinde sekiz adet yüksek ve kalın Dor stilindeki sütunlarıyla büyük bir tapınak görünümündedir. Salonun tam ortasında bazalttan yapılmış sunağın temelleri vardır. Efes'in gece-gündüz hiç sönmeyen ateşi "Hestia (Ocak Tanrıçası) Kutsal Alanı" denilen bu yerde yüzyıllar boyunca yanmıştır. Efes Müzesi'nde sergilenmekte olan Artemis heykelleri 1956 yılında bu kutsal alanda sağlam olarak bulunmuşlardır. Sütunlar ve yapının çevreye saçılmış durumdaki mimari parçaları üzerinde görülen yazıtlardan bir bölümü "Kuretler Birliği" nin listesini verir. Ayrıca bu yazıtlar içerisinde insanların özgürlüğüne kavuşması, aldıkları cezaların bağışlanması ve bununla beraber ödüllendirilmesi gibi yazıtlar da bulunuyor. Efes Kentinin Artemis Kültüne bağlılığının kanıtı olan Artemis heykeli, kentin hem idari hem de manevi merkezi olan bu yerde bulunmuştur" dedi.

 

Prof. Krinzinger, önemli olan başka bir konuya daha işaret çekerek; "Bu yıl Prytaneion'da (Belediye Binası) yeniden çalışmalara başladık. Bu çalışmalarımız önümzdeki yıllarda da devam edecek ve yayına hazırlanacaktır" dedi.

Selçuk Bölge Haberleri, 18.08.2007

AMASYA MÜZESİ'NDE 24 BİN TARİHİ ESERLE 7 BİN YILLIK TARİHE YOLCULUK

 

 

Birçok medeniyete ait başta sikke, mühür, el yazması ve mumyalar olmak üzere yaklaşık 24 bin eserle bölgenin en modern ve en zengin müzesi olan Amasya Müzesi'ni ziyaret edenler 7 bin yıllık tarih içinde yolculuğa çıkıyor. İlk defa 1925 yılında Sultan Bayezid Külliyesi'ndeki medrese binasının iki odasında toplanan az sayıda arkeolojik eserle İslami devir mumyalarının bir araya getirilmesiyle kurulan müze deposu daha sonra eserlerin çoğalması ve teşhir edilecek mekanlara ihtiyaç duyulması nedeniyle 1962 yılında Selçuklu eserlerinden olan 1266 yılında yapılmış Gökmedrese Camii'ne nakledilerek Amasya Müzesi adını aldı.

 

1958 yılına kadar fahri memurlukla idare edilirken aynı yılın Haziran ayından itibaren Amasya Müze Müdürlüğü'ne dönüştürüldü. 1977 yılında bu günkü modern binasına taşınan Amasya Müzesi 1980 yılında ziyarete açıldı.Bu tarihte tekrar kapatılıp onarıma alınan müze 2003 yılında açılarak hizmete devam etti. Üç katlı olarak yapılan müzenin içerisinde sikke ve arkeolojik eserlerle dinlenme salonu, Osmanlı ve Selçuklu dönemlerine ait etnografik eserler salonu ile mumyaların sergilendiği bölümler yer alıyor. Müzedeki çekici eserlerin başında Teşup heykelciği ve mumyalar geliyor.

TürkiyeTurizm.com, 18.08.2007

TARİHİ CAMİDE YENİLEME ÇALIŞMASI BAŞLATILDI

 

 

Burdur'un Değirmenler Mahallesi'nde bulunan 150 yıllık Saden Camii, restore ediliyor. Tüm güzellikleri ile eski haline yeniden döndürülmeye çalışan camideki çalışmaların Ramazan ayına yetiştirilmesi hedefleniyor.

 

Başbakanlığa bağlı Vakıflar Genel Müdürlüğü, tarihi camilerin restore çalışmalarını sürdürüyor. Bu çalışmalardan bir tanesi de Burdur'un Saden Camii'nde yapılıyor. 1961 yılında inşa edilen cami, Cumhuriyet'in ilk yıllarında yaşanan bir deprem sonucu hasar görmüş. Zamanla ahşap doğramaları, duvarları, minber ve mihrabı çürümeye başlayan cami çalışmalar ile yeniden eski güzel günlerine dönecek. Çalışmayı ihale ile alan Kaan Restorasyon şirketine bağlı mimar olarak görev yapan Mustafa Cumhur Batur, caminin özellikle minber ve mihrabının değerli olduğunu söyledi. Batur, "Bu mukaddes mekanın birçok bölümü zamanla eskiyip, yıpranmış. Yaptığımız çalışmalar ile camiyi orijinaline uygun olarak baştan aşağıya yeniliyoruz. Özellikle minberin etrafındaki yine 150 yıllık Ayet-el Kürsi Vakıflar Genel Müdürlüğü'nün kontrolünde yeniden düzenlenecek." diye konuştu. Ancak Ayet-el Kürsi yazısının yerde dağınık bir şekilde bekletilmesi dikkatlerden kaçmadı.

 

Batur, caminin bahçesindeki tuvaletin yeraltına alındığını, ahşap minarenin koruyucu boya ile boyandığını, bahçe düzenlemesinin yeniden yapıldığını aktardı. Tüm bu çalışmaları Ramazan ayından önce bitirmeyi hedeflediklerini vurgulayan Batur, "İnşallah amacımıza ulaşır ve köklü bir camiyi güzelleştirerek en kısa zamanda ibadete açabiliriz." diye konuştu.

Zaman, Haber: M. Ali Bülbül, Fotoğraf: burdurmuzesi.cgov.tr, 18.08.2007

İTALYA'DAN ALINACAK DERSLER!





İtalya'nın ortasındaki Tuskani bölgesi zamanında Etrüsklerin de merkezi idi. 25 yıl önce bir Arkeoloji öğrencisi olan Andrea Marcocci, ormanlık arazide bir Etrüsk mezarı saptadı. Orman arazisi içinde kimsenin görmeyeceğini düşünerek fazla endişelenmedi. Yıllar sonra, ormancıların mezarın olduğu bölgeyi temizlemeye başlamasından dolayı artık harekete geçmesi gerektiğine kadar verdi. Resmi yerlerden gerekli izinleri aldıktan sonra (İtalya'da toprak altından çıkan herşey devlete aittir) bir ekip ile birlikte mezarın kazısına başladı. Ekip kazı sırasında mezarın hiç dokunulmamış olduğunu görerek şaşırdı. Büyük bir sevinç yaratan bu gelişme, mezarın içinden 2000 yıldır gün ışığı görmemiş neredeyse tüm seramik kaplar, bronz gömü eşyaları ve yaklaşık iki düzine insanın küllerinin olduğu urnelerin elde edilmesiyle sonuçlandı. Mezarda herhangi bir resim bulunamadı. Mezarın Hellenistik döneme ait olduğu düşünülmekte.
 

Arkeoloji adına çok büyük bir keşif olmasa da, kazıyı yapan ekip için bu, Tutankamon'un mezarını açmak gibi bir şeydi. Bir diğer önemli nokta da, kazıyı yapan ekibin gönüllü Arkeologlardan oluşması idi. Odysseus adındaki Amatör Arkeologlar Derneği, İtalya'daki eski eserlerin korunmasına yardımcı olan bir kurum. Özellikle acil müdahale edilmesi gereken zamanlarda, bölgedeki en yakın yerel üyeler, resmi izin alarak küçük çapta kurtarma kazıları yapabilmekteler. Dernek, kazı tecrübesi ve eğitimi almış üyelerden oluşuyor zira yeterli donanımı olmayan kişilere kazı yaptırmak İtalya'da yasak. Ülkenin çok geniş bir kesiminde, devletin eski eserlere yönelik müdahale olanağının bu tarz oluşumlar sayesinde arttırıldığı yetkililerce belirtilmekte. Resmi bir yetkili nezaretinde yapılan kazılar, bizdeki müze kurtarma kazıları ile benzeşmekte. Fakat arada önemli bir fark var, müzelerin sınırlı eleman sayısı olması nedeni ile, bölgeyi denetleme ve gerektiğinde kazı yapma imkanları genellikle sınırlı ölçüde gerçekleştirilmekte. Bu tür kazıların maddi yükü de ayrı bir sorun. Gönüllü Arkeologlar sayesinde, hem eleman sıkıntısı hem de maddi sorunlar ortadan kalkıyor. Ayrıca İtalya'daki bu tarz dernekler aracılığı ile, eğitimli ve deneyimli Arkeologlar ülkenin kültür mirasına gönüllü olarak katılabilme imkanı bulmaktalar. Üstelik her üye, kendi yaşadığı bölgedeki olup bitenleri izleyerek, koruma ağının daha geniş ve işlevsel olmasına katkıda bulunuyor.

 

İtalya sadece bu tarz gönüllü dernekleri ile farklı değil. İtalya'da da kaçakçılık önemli bir sorun. Arkeolojik alanların güvenliği son yıllarda arttırıldı. Sadece eski eserlerden ve arkeolojik alanların güvenliğinden sorumlu güvenlik güçleri oluşturuldu. Başarılı lobi çalışmaları sayesinde, daha önce ülkeden götürülen ve çeşitli müzelerde sergilenen pek çok eser ülkeye geri getirildi. Bu müzeler arasında Metropolitan Müzesi ve Boston Müzesi de bulunuyor. En son J. Paul Getty Müzesi'nden 40 parça geri getirtildi. 2001-2006 yılları arasında, tam 345.320 çalınmış eser tespit edilerek tekrar ülkeye geri kazandırıldı. Polis teşkilatı içinde 1969 yılında kurulan özel bir birim, akademisyenler ve diğer Polis birimleri ile birlikte çalışarak yurtiçi ve dışında çalınan eserleri takip etmekte ve suçluları yakalamakta.

 

İtalya bunları yapıyor. Peki ya biz?

Yüksek Zemin Arayışı (zemin.terapad.com), Kaynak: Herald Tribune, Haber: Elizabetta Povoledo, 17.08.2007

150 YILDIR ANADOLU'YU KAZIYORUZ

 

1800’lü yıllarda casus arkeologlar aracılığıyla birçok tarihi kalıntısı yurt dışına kaçırılan ve kimi kaynaklara göre ilk arkeolojik kazıları Troia’da 1854’te Frank Calvert tarafından, kimilerine göre de 1871’de Henrich Schliemann tarafından gerçekleştirilen Anadolu’da, bugün 200’ü aşkın noktada kazı çalışması yapılıyor.

 

MUĞLA

Türkiye’de halen an çok arkeolojik kazıların yapıldığı illerin başında Muğla geliyor. Muğla’daki, Karia ve Likya gibi uygarlıklara başkentlik yapmış ve bu uygarlıkların izlerini taşıyan tarihi antik kentlerde ve ören yerlerinde, kültürel değerlerin gün ışığına çıkarılması için 2006 yılında 11 yerde bilimsel, 7 yerde kurtarma kazısı, 6 yerde ise yüzey araştırması yapıldı.

Farklı uygarlıkların izlerini taşıyan 195 tarihi antik kentin bulunduğu Muğla’da, 2007 yılı içinde bir bölümü başlayan, bir bölümü de önümüzdeki günlerde başlayacak arkeolojik kazı yerleri şöyle sıralanıyor:

ARKEOLOJİK BİLİMSEL KAZILAR

Köyceğiz-Kaunos Kazısı, Fethiye-Tlos Kazısı, Fethiye-Letoon Kazısı, Datça-Knidos Kazısı, Datça-Knidos Antik Kenti Kazısı, Yatağan-Lagina Kutsal Alan Kazısı, Milas-Beçin Kazısı, Milas-İassos Kazısı, Milas-Labranda Kazısı, Bodrum-Gümüşlük Myndos Kazısı.

ARKEOLOJİK KURTARMA KAZILARI

Muğla-Özlüce Fosil Yatakları Kazısı, Kavaklıdere-Hylarima Kazısı, Yatağan-Alaşar Çatlıbası Kazısı, Bodrum Omurça Mah Kazısı, Milas-Gümüşkesen İlköğretim Okulu Bahçesi Kazısı, Marmaris-Yalancıboğaz Kazısı, Datça-Emecik Köyü Apollon Kutsal Alanı Kazısı.

ARKEOLOJİK YÜZEY ARAŞTIRMALARI

Muğla-Kentsel Sit Alanı, Milas-İassos Ören Yeri, Milas-Heraklia, Marmaris-Kıran Gölü, Fethiye-Likya Pamfilya, Aydın ve Muğla İlleri Yüzey Araştırması.

İZMİR VE MANİSA

İzmir’de her yıl haziran ayı civarında başlayan ve eylül ayına kadar süren arkeolojik kazılar devam ediyor. İzmir’de kazıların ağırlık noktalarını, dünyanın başta gelen kültür merkezleri arasında yer alan Bergama, Selçuk İlçesi'ndeki Efes Harabeleri ve Aliağa İlçesi'ndeki Kyme Antik Kenti kazıları oluşturuyor.


Kentteki en eski kazı çalışması Efes Antik Kenti’nde yapılıyor ve yaklaşık 100 yıldır bu çalışmalar devam ediyor. Burada çıkarılan eserler Selçuk Müzesi’nde sergileniyor.


İzmir’in Aliağa İlçesi'nde Anadolu’nun Ege sahillerindeki en eski şehirlerinden biri olan Kyme Antik Kenti kazı çalışmaları sürüyor. Burada bulunan eserler İzmir Arkeoloji Müzesi’nde sergileniyor. Bergama İlçesi'ndeki Pergamon Antik Kenti, Urla İlçesi'ndeki Limantepe ve Klazomenai ve Torbalı İlçesi'ndeki Metropolis Antik Kenti kazıları ise devam eden çalışmalar arasında yer alıyor.


Manisa genelinde halen Salihli İlçesi'ne bağlı Sart beldesinde Sart Antik Kazısı ve Aigai Antik Kenti'nde kazı çalışmaları sürdürülüyor. 1958 yılında kazı çalışmalarına başlanılan Sart Antik Kenti kazıları ABD’li bir profesör başkanlığındaki kurul tarafından sürdürülüyor. Aigai Antik Kenti’ndeki kazı çalışması ise 2005 yılından bu yana sürdürülüyor.

ÇANAKKALE’DE ANTİK ÇAĞLARIN BİLİNMEYENLERİ

Eski çağlarda Hellespontos ve Dardanel olarak anılan ve MÖ 3000 yılından beri yerleşim alanı niteliğini koruyan, birçok medeniyete ev sahipliği yapan Çanakkale’de, bugün yüzlerce bilim adamı tarafından yürütülen 6 farklı yöredeki arkeolojik kazılarda, antik çağların bilinmeyenleri gün yüzüne çıkarılmaya çalışılıyor.


Erken Bronz Dönemi’nden bu yana önemli bir yerleşim merkezi olan Çanakkale’de Troia, Aleksandreia Troas, Assos, Apollon Smintheus, Yenibademli ve Parion’da her yıl yerli ve yabancı çok sayıda bilim adamı tarafından bilimsel çalışmalar yürütülüyor.

TROİA ANTİK KENTİ

Ticaret, zenginlik ve savaş kenti olarak anılan Troia Antik Kenti, dünya arkeolojisi ve kent turizmi açısından büyük önem taşıyor.


Zengin bir tüccar olan ve okuduğu kitaplardan Troia’dan etkilenen Henrich Schliemann Çanakkale’ye gelerek, 1871-1878 yılları arasında kazı çalışması yaptı. Arkeoloji bilginden yoksun ve Priamos’un hazinelerinin peşinde olan Schliemann, yaptığı bir kazıda bakır leğenler, tencereler, altın, gümüş, elektron ve tunç kupalar, bakır mızrak uçları, altın yüzükler, bilezikler, küpeler ve baş süsleri buldu. Bulduklarını yasal olmayan yollarla Atina’ya kaçırdı.


Arkeolog Prof.Dr. Manfred Korfmann tarafından 1988 yılında başlanan bilimsel kazılar, iki yıldır arkeolog Prof.Dr. Ernest Pernicka ve yardımcısı Yard. Doç.Dr. Rüstem Aslan tarafından yürütülüyor.


Pernicka, Prof.Dr. Manfred Korfmann’ın, Troia Antik Kenti’nde 1988’de başlattığı kazı çalışmalarını içeren 8-10 ciltlik son yayınını 2010 yılına kadar tamamlayarak, bilim dünyasına sunmayı hedeflediklerini belirtti.

PARİON ANTİK KENTİ


Troas bölgesinin MÖ 4. yüzyılda en önemli ticaret merkezi ve Bizans, Roma, Hellenistik, Klasik ve Arkaik dönemlere doğru uzanan bir yerleşim birimi olan Parion, özellikle Hellenistik döneme ait zenginliğiyle göze çarpıyor.


Atatürk Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölüm Başkanı Prof.Dr. Cevat Başaran’ın kazı heyeti başkanlığı yürüttüğü antik kentte, 2005 yılından itibaren kazı çalışmaları sürdürülüyor.

ALEKSANDREİA TROAS

Çanakkale’nin Ezine İlçesi'ne bağlı Dalyan Köyü yakınlarında bulunan Aleksandreia Troas (İskender’in Yurdu), MÖ 4. yüzyılın sonlarına doğru Büyük İskender’in komutanlarından ve sonra da Kral olan Antigonas tarafından kuruldu.


En görkemli yıllarını Roma döneminde yaşayan Aleksandreia Troas, bir ara İstanbul’a alternatif olarak Doğu Roma’nın başkenti olması için gündeme geldi.


Bugün yalnızca MS 2. yüzyılda Hadrianus’un yaptırmış olduğu hamam ve su kemerlerinin kalıntılarının yanı sıra stadion, tiyatro, sur duvarları ile dor üslubunda olduğu sanılan bir mabedin izleri görülmektedir. Buradaki kazı çalışmaları 4 yıldır, Alman arkeolog Prof.Dr. Elmar Schwertheim tarafından yürütülüyor.

ASSOS

Antik çağların önemli liman kentlerinden olan Assos, Aristoteles’in ilk felsefe okulunu kurduğu bir yerleşim birimi olarak dünya tarihine geçti.


Sur duvarlarıyla korunan, yuvarlak ve kare kulelerle desteklenen antik kentte kazı çalışmaları 1980’de Prof.Dr. Ümit Serdaroğlu tarafından başlatıldı.


Tiyatro, agora, meclis binası, liman, nekropol ve gymnasiondan oluşan antik kentte kazılar, Prof.Dr. Serdaroğlu’nun vefatının ardından, Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Klasik Arkeoloji Ana Bilim Dalı Başkanı Doç.Dr. Nurettin Aslan ve ekibi tarafından yürütülüyor.

APOLLON SMİNTHEUS

O günkü inanışa göre, Tanrı Apollon’un fareler üzerindeki gücüne adanan ve Çanakkale’nin Gülpınar köyünde bulunan tapınak, kent turizminin önemli parçaları arasında yer alıyor.


Hellenistik dönemdeki enflasyon nedeniyle tamamlanamayan tapınakta, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Klasik Arkeoloji Anabilim Dalı Başkanı Prof.Dr. Coşkun Özgünel başkanlığında kazı çalışmaları 27 yıldır sürdürülüyor.


Gökçeada’nın kültür tarihinin aydınlatılmasında önemli bir rol oynayan Yenibademli Höyük’te 12 yıldır Prof.Dr. Halime Hüryılmaz başkanlığında kazı çalışması yürütülüyor.

ESKİŞEHİR

Eskişehir’in 2 ilçesinde devam eden kazılar geçmişe ışık tutuyor.


Seyitgazi İlçesi'ne bağlı Yenikent Köyü'nde 1994’te Prof.Dr. Turan Efe başkanlığında başlatılan Küllüoba Höyük kazısında ilk tunç çağına ait eserler bulundu. Küllüoba Höyüğü MÖ 5 bin yılına kadar uzanan geçmişe sahip.


Kazıda, saray niteliğinde anıtsal bir yapı ile çanak, çömlek ve mimari yapılar ortaya çıkarıldı.
Eskişehir Müze Müdürlüğü başkanlığında, Anadolu Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç.Dr. Oğuz Alp’in önderliğinde Han İlçesi'nde yürütülen Han yer altı şehir kazılarında ise mezar taşları ve 30-40 santimetrelik adak heykelcikler bulundu.


Kurtarma kazısı şeklinde süren kazılar 2004’te İl Özel İdaresi'nin desteğiyle başladı. Kazılar, 2008’de Kültür ve Turizm Bakanlığı başkanlığında sürdürülecek.

AMASYA’DAKİ ARKEOLOJİK KAZILAR

Kültür ve Turizm Bakanlığı ile çeşitli üniversitelerin iş birliğinde Amasya’da bu yıl çeşitli bölgelerde kazı çalışması gerçekleştirilecek.


Bu kapsamda, 3 Temmuzda başlayan Amasya Kalesi (Harşena Dağı) sistemli arkeolojik kazılarına devam ediliyor. Yaklaşık 3 ay sürmesi planlanan kazılarda şu ana kadar Osmanlı ve Selçuklu dönemi su sarnıçları ile çeşitli toprak ve metal kaplar elde edildi.


Merkez Doğantepe beldesinde ise eylül ayında başlanacak ve yaklaşık 40 gün sürecek kurtarma kazısında Hitit dönemiyle ilgili araştırma yapılacak.


Merkez Tolucak Köyü (Oluz) hudutları içinde yer alan Yassıhöyük yöresinde de arkeolojik kazı çalışması başlatılacak. Söz konusu kazıların her yıl yaklaşık 40’ar günlük sürelerle 10 yılda tamamlanması planlanıyor.


Göynücek İlçesi Şerefter köyü yakınlarında bulunan ve Asur ticaret kolonilerine ait buluntuların (MÖ 2 bin) araştırılacağı höyük kazılarına ise Amerikan The Chicago Üniversity Oriental Institute ve Danimarka Arkeologie Enstitute Müdürlüğünden bilim adamlarının katılımı ile bu ay içinde başlanacak.


Yetkililer, bu bölgede periyodik aralıklarla yapılacak kazı çalışmalarının yaklaşık 25 yıl sürmesinin beklendiğini ve toplam bütçesinin yaklaşık 1 milyon doları bulacağını söylediler.

İKİZTEPE KAZILARI

Samsun’un Bafra İlçesi'nde 1974’ten bu yana sürdürülen İkiztepe kazılarının bu yılki bölümüne başlandı.


Samsun yakınlarındaki Dündartepe’de 1940 yılında kazı yapan arkeologlar tarafından keşfedilen İkiztepe’de, İstanbul Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof.Dr. Önder Bilgi başkanlığında gerçekleştirilen kazıların bu yılki bölümü Tepe 1’de devam ediyor. Prof.Dr. Önder Bilgi, bu yılki çalışmaların 8 hafta olarak planlandığını söyledi.


Çalışmalarda MÖ 3000-2400 yılları arasındaki dönemin araştırılacağını belirten Prof.Dr. Bilgi, kazıları 15’i kazı ekibi olmak üzere 45 kişilik ekiple sürdürdüklerini kaydetti. Çalışmalara geçen yıl kazılan Tepe 1’deki alanın yanında devam edildiğini anlatan Prof.Dr. Bilgi, “İlk Tunç Çağı tabakalarına inene kadar kazıları sürdüreceğiz. O dönemin mimari ve kültürel yapısını ortaya çıkaracağız” dedi.


İkiztepe ören yerinde bugüne kadar yapılan kazılarda, bölgede Kalkolitik döneme (MÖ 5000-4000) ait yerleşmelerin izine rastlandı, MÖ 4000 ile MÖ 1700 yıllarına kadar sürekli yerleşim yapıldığı anlaşıldı.


Kazılarda İlk Tunç Çağı (MÖ 3000-2000) ve Erken Hitit (MÖ 1900-1800) dönemine ait çok sayıda eser ve kalıntı bulundu. Ayrıca Hellenistik döneme (MÖ 330-30) ait anıt mezar ortaya çıkarıldı.
İkiztepe’deki kazılarda elde edilen arkeolojik parçalar arasındaki en ilginç buluntuları ise ameliyatlı kafatasları oluşturuyor.


Ayrıca bu eserlerin incelenmesi sonucunda, burada yaşayan insanların, Akdeniz ırkının özelliklerini taşımadıkları ve Alacahöyük’te yaşayan Orta Anadolu ırkından farklı, Güney Rusya ile Bulgaristan’da yaşamış insanlardan geldikleri anlaşıldı.


Kazılarda bugüne kadar yaklaşık 10 bin dolayında buluntu elde edildi. Bunların önemli bölümü, Samsun Arkeoloji ve Etnografya Müzesi’nde sergileniyor.

YOZGAT

Yozgat’ta Alman, ABD, İtalyan, İngiliz, Avusturyalı arkeologlar, değişik bölgelerde araştırma ve kazı çalışması gerçekleştiriyor.

Yozgat’ın Sorgun İlçesi'nde İngiliz Arkeologlar, kayıp şehir “Pteria” kentinin gizemini çözmeye, Alman ve İtalyan Arkeologlar Büyük Nefes Köyü'nde bulunan Galatların Başkenti “Tavium”da atalarının izlerini bulmaya çalışırken, ABD’li arkeologlar da Sorgun’da 5 ayrı medeniyetin izlerinin bulunduğu bölgede yüzey araştırması ve kazı çalışmaları yapıyor.

“KAYIP ŞEHİR PTERİA”

İngiliz Arkeolog Geoffrey Summers ve karısı Françoise Summers başkanlığında 1993 yılında Yozgat’ın Sorgun İlçesi'ne bağlı Şahmuratlı Köyü yakınlarında bulunan Kerkenes Dağı’nda yaptıkları araştırma ve kazılarda önemli bulgular elde ettiler. Bu yılki çalışmalarına yeniden başlayan İngiliz Arkeologlar, bugüne kadar yaptıkları araştırma ve kazılarda, tarihte kayıp şehir olarak bilinen antik “Pteria” şehrinin izlerine rastladılar.

“GALATLARIN BAŞŞEHRİ”

Yozgat’ın Büyük Nefes Köyü ve çevresindeki köylerde, 8 yıldır Avusturya Klegenfurt Üniversitesi'nden Prof.Dr. Karl Strobel, Almanya Heidelberg Üniversitesi'nden Dr. Christoph Gerber, İtalya Studi Di Udine Üniversitesi’nden Prof.Dr. Frederıck Marıo Fales, araştırmalarını sürdürüyor. Galatların Başşehri Tavium Antik Kenti'nde yürütülen çalışmalar, geçen yıldan itibaren genişletildi. Yapılan ön araştırmada Yozgat’ın 15 ayrı bölgesinde Roma, Tunç Çağı, Bizans, Hitit, İlk Tunç, Galat, Kalkolitik, Genç Kalkolitik, Orta ve Genç Demir Çağı, Osmanlı, Hellenistik, Genç Roma, Erken Bizans dönemlerine ait antik eserler ve yerleşim yerlerine rastlanıldı. Ekip, çalışmalarına önümüzdeki günlerde yeniden başlayacak.

“ÇADIRHÖYÜK KAZILARI”

Yozgat’ın Sorgun İlçesi Peyniryemez Köyü yakınlarındaki Çadırhöyük’te bugüne kadar sürdürülen kazı çalışmalarında da önemli eserlere rastlanıldı.


MÖ 5 bin yıllarından başlayarak 5 ayrı medeniyetin yaşadığı belirtilen bölgede sürdürülen kazılara ABD’nin Chicago Üniversitesi'nden Prof. Ronald Gorny başkanlık ediyor. Bu yılki çalışmalarına önümüzdeki günlerde başlayacak olan ekip, bugüne kadar yaptığı araştırma ve kazılarda Kalkolitik, Tunç, Hitit, Hellenistik ve Üst Bizans olmak üzere 5 ayrı döneme ait tarihi kalıntı ve eserler buldu.

MALATYA’DA ASLANTEPE’DEKİ KAZILAR

Malatya Kültür ve Turizm Müdürü Derviş Özbay, dünyanın en eski yerleşim yerlerinden Aslantepe Höyüğü’nün Açık Hava Müzesi olacağını bildirdi. Höyükteki kazıların 1938 yılına dayandığını belirten Özbay, şunları söyledi:
“Höyüğün tarihi MÖ 5 bin 500 yıllarına dayanıyor. Kazılarda yalnız milattan önce 3 bin 500 yıllarına kadar inilebildi. Aslantepe’deki kazıların 3’te biri dahi tamamlanmadı, kazılar 20 yıl daha sürer. Höyükte kalkolitik döneme ait bir saray var. Kazılar bu saray etrafında şekilleniyor. Bu saray dünyanın en eski saraylarından biri.”

ASLANTEPE HÖYÜĞÜ

Malatya’nın Orduzu beldesinde bulunan Aslantepe Höyüğü’nde ilk kazı çalışmaları, 1938’de Fransızlar tarafından başlatıldı. 1961’den itibaren ise İtalyanlar devam ettirdi.

Prof.Dr. Frangipane’nin başkanlığını yaptığı kazılarda, aralarında saray ve kral mezarının da bulunduğu çok sayıda tarihi eser ortaya çıkarıldı. Kral mezarı Malatya Müzesi’nde sergileniyor.

Aslantepe Höyüğü’nde gün yüzüne çıkarılan sarayda, yazının olmadığı dönemde mühür kullanıldığı belirtiliyor.

DOĞU ANADOLU BÖLGESİ

Doğu Anadolu Bölgesi’nde bu yıl Erzurum, ve Kars’ta arkeolojik kazı çalışması yapılacak. Erzincan’ın Altıntepe bölgesindeki kazı çalışmaları ise ağustos ayı başında sona erdi. Atatürk Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof.Dr. Mehmet Karaosmanoğlu’nun sorumluluğunda yürütülen kazı çalışmalarında Urartu dönemine ait iç kaledeki kabul salonu yapıları ortaya çıkarıldı. Kazıda ayrıca yaklaşık 2 bin 700 yıllık kanalizasyon yapısı ile bu döneme ait ilk ve tek örnek mimari buluntu olarak lavabo, alaturka tuvalet, banyo ve çağ taşı bulundu. Beş yıl önce başlanan kazı çalışmalarında ortaya çıkarılan Bizans dönemine ait yapılar da koruma altına alındı.

ERZURUM KALESİ KAZISI

Erzurum Kalesi’nde 2005 yılında başlanan kazı çalışmalarına bu yıl da devam edilecek. Önümüzdeki günlerde başlaması planlanan kazı çalışmalarında geçen yıl ortaya çıkarılan düzgün kesme taşlarla yapılan ve yüzeyden birkaç metre derinde bulunan tarihi mekanların tamamen açığa çıkarılması planlanıyor.

ANİ ÖREN YERİ

Kars’a bağlı Ocaklı Köyü sınırları içerisinde yer alan ve Türkiye-Ermenistan sınırını çizen Arpaçay Nehri üzerindeki tepede kurulu Ani Ören Yeri’nde de bu yıl kazı çalışması yapılacak.

Doğu Anadolu Bölgesi’nin en önemli tarihi mekanlarında olan ve içinde 10 kilise, 1 köprü ile çok sayıda bina kalıntısı temellerinin bulunduğu ören yerinde yapılacak kazıda yeni tarihi bulgular ortaya çıkarılması planlanıyor.

VAN

Uyarlıkların beşiği Anadolu’daki en önemli kazı merkezlerinden birisi de Van. Van’da Urartu döneminde yapılan Ayanis ve Anzaf kaleleri, yıllardır süren kazı çalışmalarıyla tarihe ışık tutuyor.

Van’a 50 kilometre uzaklıkta bulunan Ayanis Köyü'ndeki kalede 1989 yılından bu yana kazı çalışması yürüten Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr. Altan Çilingiroğlu, bu yılki çalışmalara 6’sı Amerika ve Almanya’dan gelen 25 kişilik ekiple başladıklarını belirtti.

18 yıllık dönemde kalenin yüzde 20’lik bölümünün kazıldığını bildiren Çilingiroğlu, 2 yıl öncesine kadar çalışma yürüttükleri tapınak alanında tanrılara sunulan adak eşyalarına rastladıklarını söyledi. Bu yılki kazılarda bulunan 7 damga mühürün Urartu Krallığı’nın yapısına ilişkin bilgi verdiğini de ifade eden Çilingiroğlu, “Biz şimdiye kadar Urartu Krallığı’nın mutlak egemen olduğunu, bütün arazilere sahip olduğunu, halkın kendine ait özel mülkünün bulunmadığını düşünürdük, ancak bu mühürlerin varlığı, Urartu halkının da kendilerine ait özel mülkiyetinin bulunduğuna işaret ediyor” dedi.

İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Eski Çağ Tarihi Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr. Oktay Belli, Yukarı Anzaf Kalesi’nde üç hafta önce başlayan çalışmalarda, Tanrı Haldi’ye ait tapınağın kuzeyindeki saray yapısını ortaya çıkardıklarını belirtti. Şu andaki saray yapısının Urartu Krallığı’nda en erken döneme ait yapılar olduğunu ifade eden Belli, ortaya çıkan çivi yazısı sütun kaidelerinde, “Tanrı Haldi’nin gücü sayesinde İşpuni oğlu Menua çok güçlü bir saray yaptırdı” ifadesinin yer aldığını bildirdi.

17 yıldır devam eden çalışmalarda Anzaf kalesinin sadece yüzde 35’lik bölümünün kazıldığını anlatan Belli, şöyle konuştu: “Bu yapı, Doğu Anadolu’da Kafkasya’da ve Kuzey Batı İran’da yer alan Urartu kalelerinin en büyüğünü oluşturuyor. Bu bölgenin en büyük ekonomik yönetim merkezi Yukarı Anzaf Kalesi, 60 bin metrekarelik bir alana yayılmıştır. Bu kaledeki kazılar, Urartu Krallığı’nın erken dönem mimarisini aydınlatıyor.”

İSHAKPAŞA MEZARLIĞINDA KURTARMA KAZISI

Ağrı’nın Doğubayazıt İlçesi'ndeki İshakpaşa Sarayı’nın güneyinde bulunan ve sarayda yaşayanlara ait mezarlık bölümünde kurtarma kazılarına başlandı.

Ağrı Dağı Üniversitesi Sanat Tarihi Bölümü Öğretim Görevlisi Dr. Yusuf Çetin, çalışmanın Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Erzurum Müzesi ve Ağrı Kültür Müdürlüğü işbirliğiyle başlatıldığını söyledi.

İshakpaşa Sarayı’na ait mezarlıkta kurtarma kazısına ihtiyaç duyulduğunu belirten Çetin, “Mezarlık çok kötü durumdaydı. Bu çalışmayla mezarlığın genel dokusunu ortaya çıkarmayı amaçlıyoruz” dedi.

Çalışmalar sırasında, mezarlığın çevre duvarı ile mezarların baş ve ayak uçlarının ortaya çıkarılacağını anlatan Çetin, “Bu bölümleri toprak altından çıkararak görünür bir duruma getireceğiz. Daha sonra restorasyon çalışması başlatılacak. Kazı ve restorasyon çalışmalarının ardından bu bölüm, sarayın bir parçası olarak turizme kazandırılacak” diye konuştu.

Çetin, 37 kişilik bir ekiple yürütülen çalışmaların 1 ay süreceğini bildirdi.

BURSA’DA ANTİK ROMA TİYATROSU

Bursa’nın İznik İlçesi'nde, 20 bin kişilik kapasitesiyle Marmara Bölgesi’nin en görkemli arkeolojik kalıntılarından biri olan “Antik Roma Tiyatrosu”nda kazı çalışmalarına başlanması için Kültür ve Turizm Bakanlığından izin beklendiği bildirildi.

Kazı çalışmalarına başkanlık eden Uludağ Üniversitesi Güzel Sanatlar Bölümü Öğretim Üyesi Doç.Dr. Bedri Yalman, “Nikaia Antik Kenti” sınırları içinde yer alan tiyatronun, Roma İmparatoru Trajanus tarafından MS 2. yüzyılda inşa edildiğini söyledi.

Tiyatroda, bu yıl kazı çalışmalarına başlamak için her şeyin programlandığını belirten Yalman, ancak Kültür ve Turizm Bakanlığından kazı için gerekli izinin henüz çıkmadığını kaydetti.

MS 8. yüzyılda İstanbul’u fethetmek için gelen Arap ordularının, Bizans ordusunun önemli bölümünün bulunduğu İznik’i almak için de kente saldırdığını ifade eden Yalman, “Bu saldırı sırasında Bizans ordusu, tiyatronun taşlarını yerlerinden sökerek kent surlarını güçlendirmek için kullanmış. Tiyatronun birçok parçası günümüzde surlarda gözüküyor. Temeller üzerindeki mimari parçaları teker teker surlarda tespit ediyoruz” diye konuştu.

“DASKYLEİON ANTİK KENTİ”

Balıkesir’in Bandırma İlçesi'ne bağlı Ergili Köyü yakınlarındaki Hisartepe’de bulunan “Daskyleion Antik Kenti”ndeki kazılar sürüyor.

Kazı ekibi başkanı Prof.Dr. Tomris Bakır, bu yıl 25 Temmuzda başladıkları kazıların eylül ayı sonunda tamamlanmasını beklediklerini söyledi.

Son beş yıldır kazıları yürüttükleri, “Pers Sarayı” temellerinin bulunduğu bölgede çalışmalara devam edeceklerini belirten Bakır, yine bu sarayın dinsel merkezi yöresindeki kazı çalışmalarını da sürdürmeyi planladıklarını kaydetti.

Bu yıl ilk kez Persler’in yönetim merkezi olan Hisartepe’nin kuzeydoğusu ile alt bölümünde yer alan ana kent bölgesinde de kazı gerçekleştireceklerini dile getiren Bakır, bu bölgede, görkemli bir kent kapısı bulmayı umut ettiklerini anlattı.

Bu yılki kazı ekibinde, Ege, Muğla, Çukurova ve Mersin üniversitelerinden arkeolog, öğretim üyesi ve öğrenci olmak üzere 15 kişinin bulunduğunu belirten Bakır, kazılarda görevli işçilerle birlikte 56 kişilik bir grup oluşturduklarını bildirdi.

Bir ören yerinin, arkeolojik turizme açılmasının çok büyük zaman ve harcama gerektirdiğini ifade eden Bakır, Daskyleion kazılarının da en az 100-150 yıl süreceğini kaydetti.

Türkiye’de şu anda 270 yerde arkeolojik kazı yapıldığını belirten Bakır, “Bu kazılarda, ören yerlerinin arkeolojik turizme açılması için yalnız işçi paraları yetmiyor. Bu kazıların, mutlaka sponsorlarca desteklenmesi gerekiyor. Yoksa bu ödenek ve paralarla, ören yerlerinin arkeolojik turizme açılması uzun süre alır” dedi.

“KYZIKOS ANTİK KENTİ”NDEKİ KAZI ÇALIŞMALARI

Balıkesir’in Erdek İlçesi yakınlarında bulunan “Kyzikos Antik Kenti”nde yer alan ve “Dünyanın 8. harikası” olarak nitelendirilen “Hadrianus Tapınağı”nda kazı çalışmalarına devam ediliyor. Antik kentteki arkeolojik kazıları yürüten ekibin başkanı Atatürk Üniversitesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç.Dr. Nurettin Koçhan, 6 Temmuzda başladıkları bu yılki kazı çalışmaların, ağustos ayının ilk haftasında sona erdiğini belirtti.

“SEYİTÖMER HÖYÜĞÜ”

Kütahya Dumlupınar Üniversitesi (DPÜ) Arkeoloji Bölümünce, Seyitömer Termik Santrali’ne ait kömür havzasındaki höyükte yürütülen kazı çalışmalarına devam ediliyor.

DPÜ Fen-Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Başkanı Doç.Dr. Ahmet Nejat Bilgen, höyükte geçen yıl başlatılan kazı çalışmalarının bu yıl 100 kişilik ekiple sürdürüldüğünü bildirdi. Kazılarda seramik kalıplar bulunduğunu ifade eden Bilgen, bunun yanı sıra Hitit uygarlığına ait demir atölyeleri ve demir cüruflara rastladıklarını kaydetti.

KONYA VE AKSARAY’DA DEVAM EDEN KAZILAR

Konya’nın Çumra İlçesi yakınlarındaki Çatalhöyük kazısı, ilk olarak 1960 yılında James Mellaart tarafından yapıldı.

Uzun bir süre ara verilen kazılara, 1993 yılında yeniden başlandı. Türkiye ve dünyanın önemli arkeolojik sitelerinden biri haline gelen Çatalhöyük’te bugüne kadar gerçekleştirilen kazılarda uygarlık tarihinin ilklerine ulaşıldı.

İlk kumaş, ilk ayna, ilk tahta kaseler, ilk tarım ve hayvancılık, ilk binaların bulunduğu kazılar halen sürüyor ve yaklaşık 150 kişilik bir ekip çalışıyor.

Çatalhöyük, 9 bin yıllık geçmişi insanlık tarihiyle ilgili çok sayıda gizemi de barındırıyor. Dünyanın en eski yerleşim birimleri arasında gösterilen Çatalhöyük, ilk ev mimarisi ve ilk kutsal yapılara ait özgün buluntular ile yazının bulunmasından önceki insanlık tarihine ışık tutan merkezlerin başında geliyor.

AKSARAY’DAKİ KAZILAR

Aksaray’da 1962’de başlayan Acemhöyük’teki kazı, Ankara Üniversitesi öğretim üyesi Prof.Dr. Aliye Öztan tarafından yürütülüyor.

Akkad ve Hitit yazıtlarında adı geçen Asur kenti Puruşanda’yı ortaya çıkarmak amacıyla sürdürülen kazılarda Asur ticaret kolonilerine ilişkin 4 yapı saptandı.

Bu katlarda Sarıkaya Sarayı, Hatipler Sarayı, evler, damga ve silindir mühürler, çeşitli bezeme ve biçimlerde çanak çömlek, kumaş izleri ve boncuklar, altın süs eşyası, fildişi yapıtlar ve oyun tahtası gibi buluntular ortaya çıkarıldı.

1989 yılında başlayan ve İstanbul Üniversitesi’nden Prof.Dr. Ufuk Esin başkanlığındaki ilk etabı 2002 yılına kadar süren Aşıklıhöyük kazılarında, neolotik köy yerleşmesi ortaya çıkarıldı.

İLK BEYİN AMELİYATI

İstanbul Üniversitesi’nden Dr. Mihriban Özbaşaran başkanlığında 2006 yılında yeniden başlayan kazılarda 10 bin yıl öncesine dayanan ilk beyin ameliyatı izlerinin rastlandığı bir kadın kafatası saptandı.

Orta Kalkolitik Çağ’a (MÖ 5200 - 4750) tarihlenen Güvercin Kayası’ndaki kazılarda da tahıl siloları, depolama ünitelerinde tahıl peteklerine rastlandı.

Stilize ya da natüralistik üslupta hayvan yüzü betimlemelerinin, evcil ve yabani hayvanların günlük ve tinsel yaşamdaki önemini vurguladığı belirtiliyor. Ayrıca, kilden üretilmiş insan ve hayvan heykelcikleri de dinsel yaşamla ilgili diğer önemli bulgular olarak öne çıkıyor.

İstanbul Üniversitesinden Prof.Dr. Sevil Gülçur başkanlığında yürütülen kazılar sürüyor.

ANTALYA’DAKİ ARKEOLOJİK KAZILAR

Antalya’da bu yıl Xanthos, Patara, Rhodiapolis, Perge, Karain, Olympos’ta kazı çalışmaları yapıldı. Bu kazılardan Xanthos tamamlanırken, diğer alanlardaki kazıların ise Eylül ayı sonuna doğru tamamlanacağı bildirildi.

XANTHOS

Kaş İlçesi'ne bağlı Kınık beldesindeki Xanthos Antik Kenti’nde Fransa’daki Bordeaux Üniversitesi’nden gelen 25 kişilik ekip ve Türk öğrencilerin katılımıyla 26 Haziranda başlayan kazıların bu yılki bölümü tamamlandı.

Bordeaux Üniversitesi’nden Prof.Dr. Jacgues Des Courtils başkanlığında yürütülen kazılarda bu yıl şehir içindeki sondaj kazılarının yapıldığı bildirildi.

Kazı Başkanı Courtils, bu yılki kazılarda 5. yüzyıla ait mozaiklerin ortaya çıkarıldığını, mozaikleri korumak için üzerini kumla kapattıklarını anlattı.

PATARA

Likya Uygarlığı’nın başkenti olan Patara kentinde, Akdeniz Üniversitesi Fen ve Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü’nden Prof.Dr. Fahri Işık başkanlığında yürütülen kazılar 20’nci yılını doldurdu. 70 kişilik bilim ekibi ve 29 işçinin çalıştığı kazılara bu yıl, Akdeniz Üniversitesi’nin yanı sıra, Anadolu Üniversitesi, Almanya’nın Hannover Teknik Üniversitesi ve Magdeburg Teknik Yüksekokulundan bilim adamları katıldı.

Antik kentte, tepe düzlüğü, liman hamamı, meclis binası, tiyatro, Doğu Roma hamamı ve çömlek işçiliği bölümlerinde kazı çalışmalarının yürütüldüğü bildirildi.

Akdeniz Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Öğretim Üyesi Doç.Dr. Gül Işın, bu yılki kazıların çok geniş bir alanda devam ettiğini ifade etti.

Patara’nın büyük bir uygarlığa başkentlik yaptığını, dünyanın ilk anayasasının burada yazıldığını, dünyada Noel Baba olarak tanınan Aziz Nicolaus’un da burada doğduğunu belirten Işın, “Kazılar her yönüyle memnuniyet verici. Kazılarda yeni ortaya çıkarılan buluntular, bilime ve tarihe ışık tutuyor” dedi.

Kazıların bu yılki bölümünün 19 Eylülde sona ereceği bildirildi.

RHODIAPOLIS

Kumluca İlçesi'ndeki Rhodiapolis Antik Kenti’nde yürütülen kazı çalışmalarının önümüzdeki birkaç gün içinde tamamlanacağı bildirildi.

Akdeniz Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Başkanı Prof.Dr. Nevzat Çevik, bu yıl ağırlıklı olarak kentte yaşayan ve tarihin ilk hayırseveri olduğu belirtilen Opramoas’a ait mezarın günışığına çıkarıldığını söyledi.

Çevik, “Bu antik kentin önemini artıran Rhodiapolis Antik Kenti’nin kurucusu Opramoas, dünyada bilinen en büyük hayırsever insandır. Bu nedenle buranın tarihi ve kültürel önemi bir kat daha artmaktadır” dedi.

Rhodiapolis’teki kazıların Antalya’nın en yeni kazısı olduğunu vurgulayan Çevik, burada günışığına çıkacak her eserin ülkeye büyük katkı sağlayacağına dikkati çekti.

PERGE

Antalya’nın 18 kilometre doğusunda, Aksu beldesi yakınlarındaki Perge Antik Kenti’ndeki kazıların bu yılki bölümü 1 Ağustosta başladı.

Kazı çalışmalarına başkanlık eden Prof.Dr. Haluk Abbasoğlu, 32 kişilik bilim ekibinin görev yaptığı kazılarda bu sezon sütunlu cadde, antik mezarlık, güney hamamı ve mozaikler üzerinde çalışılacağını bildirdi.

Çalışmaların 20-25 Eylülde tamamlanmasını hedeflediklerini belirten Abbasoğlu, “Perge Antik Kenti’ndeki kazı çalışmaları 1946 yılında başladı. Perge, klasik arkeoloji alanında Türkiye’nin en uzun soluklu kazısıdır” dedi.

Kilikya - Pisidia ticaret yolunun üstünde yer aldığı için önemli bir Pamphylia şehri olan Perge’nin kuruluşu milattan önce 7. yüzyıla dayanıyor. Hristiyanlar için önemli bir kent olan Perge’de tiyatro, stadyum, sütunlu cadde, agoradan oluşan şehir kalıntıları bulunuyor.

KARAİN

Antalya’nın 27 kilometre kuzeybatısındaki Karain Mağarası'ndaki kazılar ise Prof.Dr. Işın Yalçınkaya başkanlığında yürütülüyor.

Temmuz ayının son haftasında başlanan kazı çalışmalarının bu ayın sonuna kadar devam edeceği bildirildi.

Antalya’nın Kumluca İlçesi sınırları içinde bulunan Olympos Antik Kenti’ndeki kazılar ise 13 Temmuzda başladı.

Kazı Başkanı Doç.Dr. Yelda Olcay Uçkan, 2000 yılında başlanan kazıların bu yılki bölümünde belgeleme, röleve ve sondaj çalışmalarının yapıldığını bildirdi.

Kazı çalışmalarının 24 Ağustosa kadar devam edeceğini belirten Uçkan, 25 kişilik ekibin, kazı alanındaki güvenlik sorunu nedeniyle sistematik kazıya geçemediğini vurguladı.

Olympos Antik Kenti’nin içinde bulunduğu Yazır Köyü'nde tatil yapan kişilerin denize ulaşmak için antik kentten geçtiğine dikkati çeken Uçkan, antik kentin denetimsiz durumda olduğunu vurguladı.

ISPARTA’DA KAZI ÇALIŞMALARI

Isparta’daki kazı çalışmaları Yalvaç İlçesi'ndeki Pisidia Antiocheia Antik Kenti’nde yürütülüyor. Isparta Kültür ve Turizm Müdürü Abdullah Kılıç, antik kentteki kazıların Roma Hamamı olarak bilinen bölgede sürdüğünü, bakanlık tarafından gönderilen 600 bin YTL ödenekle ortaya çıkan eserin restorasyon çalışmasının yapılacağını bildirdi.

Yalvaç ilçe merkezine bir kilometre mesafede bulunan Pisidia Antiocheia Antik Kenti'nde bulunan kilise, Hristiyanlarca önemli sayılıyor.

MS 46 yılında Aziz Paul ve Barnabas’ın bu kilisenin yerinde bulunan Sinagog’da Hristiyanlığı yaymak için ilk vaazlarını verdikleri, daha sonra aynı yere Aziz Paul adına bir kilise yapıldığı belirtiliyor.

Pisidia Antiocheia Antik Kenti’nde bugün sadece temelleri bulunan kilisenin, Hristiyanlar’ın yaptığı ilk kilise olduğu bildiriliyor.

BURDUR

Tarihten günümüze birçok medeniyete ev sahipliği yapan Burdur’da yürütülen kazılar, 10 milyon yıl öncesine ışık tutuyor.

Dünyanın en büyük kazı merkezlerinden sayılan ve 17 yıldır Belçikalı Prof.Dr. Marc Waelkens başkanlığında yürütülen Sagalassos Antik Kenti kazıları, Burdur Müzesi’nin tarihi eser kaynağı... Kazı İkinci Başkanı Belçika Leuven Katolik Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof.Dr. Jeroen Poblome, Sagalassos Antik Kenti’nin MS 13’üncü yüzyıla kadar bölgenin en önemli yerleşim birimlerinden olduğunu, kentin yaşanan büyük bir afetle üzerinin toprak ve çamurla kapandığını söyledi.

Antik kentteki kazıları bir okula dönüştürerek Avrupa’nın her yerinden arkeologların staj gördükleri bir bölge haline getirdiklerini belirten Poblome, kazı çalışmalarının 17’nci yılına girildiğine dikkati çekti.

Sagalassos Antik Kenti’nde yürütülen kazılarda günümüze ışık tutacak birçok delile ulaştıklarını anlatan Poblome, “Sagalassos’tan Mısır’a kiremit ürünleri ihraç ettiklerini, yiyecek olarak başta üzüm olmak üzere zeytin, buğday, çetimek, ceviz gibi ürünleri tükettiklerini belirledik” dedi.

İlk Sagalassos olarak anılan Düzentepe mevkisindeki kazılara da başlandığını belirten Poblome, MÖ 8. yüzyılda kurulduğu sanılan kentin Sagalassos’tan daha büyük olduğunun tahmin edildiğini vurguladı.

Poblome, bu yılki kazılarda 80’i yabancı uyruklu öğrenci olmak üzere 156 kişinin görev yaptığını, kazı çalışmalarının Roma hamamı, konser salonu, et ve balık pazarı, yamaç evleri, Antoninler Ceşmesi, onursal anıt, aşağı ve yukarı agora ile Apollo Klarios Tapınağı’nda sürdüğünü ifade etti.

FİLİN ATASI MASTADON

Burdur’da yapılan diğer kazı çalışması ise Kemer İlçesi'ne bağlı Elmacık Köyü'nde yürütülüyor. Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi Burdur Eğitim Fakültesi Öğretim Üyesi Yard. Doç.Dr. Nurfettin Yıldırım ve öğrencilerinin Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğünün katkılarıyla yaptıkları kazılarda, 10 milyon yıl önce yaşamış ve filin atası olarak bilinen mastadona ait kemikler bulundu.

Kazı çalışmalarını yürüten Nurfettin Yıldırım, bölgede çok sayıda hayvana ait fosile rastlandığını ifade etti.

Mastadon türüne ait kemiklerin geçen yıl yürütülen kazılarda bulunduğunu anlatan Yıldırım, şöyle konuştu: “Kuzey Amerika’da, Çin’de 450 bin yıl öncesine ait mastadon fosilleri bulunmuş. Bizimkisi verilen ölçülere göre onlardan büyük. Bunların yanında bilimsel acıdan büyük önem taşıyan parçalar da bulduk. Bunlar özellikle kuş türlerine ait. Bu yılki 4 haftalık kazı dönemimizin büyük bölümünü bu çalışmalarla geçirdik. Ayrıca atların atası olan hipparionlar çok fazla. Onlara ait çok sayıda diş örnekleri, kemik parçaları buluyoruz. Bunun yanında yırtıcıların atalarına da rastlıyoruz.”

KÜLTEPE HÖYÜĞÜ’NDEKİ KAZILAR 59 YILDIR SÜRÜYOR

Anadolu’da yaklaşık 150 yıl önce başlayan kazılar tüm hızıyla sürerken, bazı bölgelerdeki kazılar da bölgeye damgasını vurdu.

Kayseri-Sivas kara yolunun 20. kilometresinde bulunan Kültepe Ören Yeri’nde Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından yürütülen kazı çalışmaları 59 yıldan beri devam ediyor.

Ankara Üniversitesi'nden Prof.Dr. Kutlu Emre ve Prof.Dr. Fikri Kulakoğlu başkanlığındaki ekip tarafından yürütülen kazıların bu yılki bölümünün eylül ayı sonuna kadar sürmesi planlanıyor. Prof.Dr. Fikri Kulakoğlu, bu yılki kazılara yurt içi ve dışından çok sayıda bilim adamının katılacağını söyledi.

Kültepe’nin, Kayseri’nin 21 kilometre kuzey doğusunda bulunduğunu ifade eden Kulakoğlu, “Kültepe, Kaniş Krallığı’nın merkezi ve Anadolu’daki Asur Ticaret Kolonileri sisteminin baş şehridir. Şimdiye kadar Kültepe kazı merkezindeki Kaniş ve Karum alanlarında 25 bin yazılı tablet ve 50 bine yakın arkeolojik eser gün yüzüne çıkarıldı” dedi.

Çıkarılan eserlerin Kayseri’de sergileneceği müzenin bulunmadığını belirten Kulakoğlu, “Yeni bir müze yapılması konusunda Kayseri Büyükşehir Belediyesi ciddi bir arkeoloji müzesi projesi üzerinde duruyor. Umuyorum ki kısa bir gelecekte, Kültepe’de çıkartılan eserler artık Kayseri’de rahatlıkla sergilenebilecek” dedi.

SOBESOS’TA 100’DEN FAZLA MEZAR BULUNDU

Nevşehir’in Ürgüp İlçesi'ne bağlı Şahinefendi Köyü'ndeki Sobesos Antik Kenti’nde yazın başlayan kazıların eylül ayında sona ereceği, kazıların 20 kişilik bir ekiple yürütüldüğü bildirildi.

4. yüzyıl Roma dönemine ait Sobesos Antik Kenti’nde bugüne dek yapılan kazılarda çeşitli kalıntılar ortaya çıkarıldığı, ancak son dönemlerde herhangi bir kalıntıya rastlanmadığı belirtildi.

Sobesos Antik Kenti’nde bugüne kadar yapılan kazılarda geç Roma dönemine ait mozaikli bir toplantı salonu, bir hamam, iki adet erken Bizans dönemine ait şapel ve 100’ü aşkın mezar bulunduğu kaydedildi.

NİĞDE’DE 6 MERKEZDE KAZI ÇALIŞMALARI DEVAM EDİYOR

Tarihi ve turistik değerler açısından Türkiye’nin en zengin illerinden birisi olan Niğde’nin 6 yerleşim biriminde, 2’si Bakanlar Kurulu kararı ile olmak üzere toplam 6 merkezde arkeolojik kazı çalışması yürütülüyor.

Niğde’de sürdürülen 6 merkezdeki kazı çalışması ve kazıyı yapan ekipler şöyle:

* 600 bin yıl öncesine kadar giden Kaletepe, Opsidiyon volkanik cam atölyesi kazısı Niğde Müzesi başkanlığında İstanbul Üniversitesi'nden Prof.Dr. Nur Balkan Atlı’nın bilimsel danışmanlığında sürdürülüyor.

* Yaklaşık 8 bin yıl öncesine ait olan Bor İlçesi'ne bağlı Bahçeli beldesindeki Köşk Höyük kazısı Niğde Müzesi başkanlığında Ankara Üniversitesi öğretim üyelerinden Prof.Dr. Aliye Öztan’ın bilimsel danışmanlığında sürdürülüyor.

* 7 bin yıl öncesine ait Çiftlik İlçesi'ndeki Tepecik Höyük kazısı Niğde Müzesi başkanlığında İstanbul Üniversitesi'nden Doç.Dr. Erhan Balıkçı’nın bilimsel danışmanlığında yürütülüyor.

* Ulukışla İlçesi'ne bağlı Porsuk Köyü sınırlarında yer alan Zeyve’de (Porsuk Höyük) yaklaşık 3 bin 200 yıl öncesini araştıran kazı, Bakanlar Kurulu Kararıyla Fransız bilim adamı Prof.Dr. Dominuque Beer başkanlığında sürdürülüyor.

* Bor İlçesi'ne bağlı Kemerhisar beldesinde İtalya’nın Podova Üniversitesi öğretim üyelerinden Prof.Dr. Guido Rosoda başkanlığında yürütülen Tyana Antik Kenti kazısı yaklaşık 2 bin yıl önceye dayanan kalıntıları araştırıyor.

* Merkez ilçeye bağlı Aktaş beldesi yakınlarında yaklaşık 1500 yıl öncesine ait Andaval Kilisesi kazısı ve restorasyon çalışması Niğde Müzesi Müdürlüğü başkanlığında Hacettepe Üniversitesi öğretim üyelerinden Sacit Pekak’ın bilimsel danışmanlığında yürütülüyor.

TRALLEİS VE NYSA ANTİK KENTİ

Aydın’da Tralles ve Nysa Antik kentinde kazı çalışmaları sürüyor.

Bugünkü Aydın il sınırları içinde olan Tralleis Antik Kenti, Argoslular ve barbar Trakyalı Tralleislilerce kurulmuş. MÖ 334’te İskender tarafından alınmasından sonra, Hellenistik krallıklar arasında sık sık el değiştirmiş. Kent üzerinde bugün ayakta kalan tek yapı, Aydınlılarca ‘Üçgözler’ olarak adlandırılan MS 2. yüzyılda yapılmış ‘gymnasiona’ ait kalıntı. Bunun dışında agora, tiyatro, stadion kentin diğer yapılarından.

1996 yılında Aydın Kültür Müdürlüğü, Aydın Belediyesi ve Adnan Menderes Üniversitesi iş birliği ile başlayan Tralleis Antik Kenti kazıları aralıksız sürüyor. Tralles Antik Kenti’nde askeri barınak, hamam ve çok sayıda eser ortaya çıkarıldı.

ADÜ Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr. Abdullah Yaylalı, kazılarda tarihi bir tuvaletin geçen yıl gün yüzüne çıkarıldığını, (U) oturma planlı antik tuvaletin, Efes’teki tuvaletten daha büyük olduğunu söyledi.

NYSA ANTİK KENTİ KAZILARI

Antik Karia bölgesinin önemli bir kenti olan Nysa, Aydın-Denizli kara yolu üzerinde, Sultanhisar ilçesine 3 kilometre uzakta bulunuyor.

Kentteki ilk kazı çalışması 1907 yılında Alman arkeolog Walther Von Diest tarafından yapıldı.

Nysa Kalkındırma Derneği Başkanı Ercan Çerçioğlu, Kültür ve Turizm Bakanlığının 2007 yılında Türkiye’deki ilk üç proje içine aldığı Nysa’nın önümüzdeki yıllarda yerli ve yabancı turistler için bir cazibe merkezi olacağını belirtti.

Aydın’da Tralleis ve Nysa Antik kenti dışında Kuşadası Kadı Kalesi, Germencik ilçesine bağlı Ortaklar beldesinde bulunan Magnesia ve Tepecik Höyüğün de de kazı çalışmaları yürütülüyor.

ŞANLIURFA

Arkeolojik kazı sayısı bakamından Türkiye’nin en zengin kentlerinden biri olan Şanlıurfa’da, ilk arkeolojik kazı çalışmalarına 1964 yılında başlandı.

O tarihten bu yana çeşitli zamanlarda 35 kazı yapılırken, halen 9 yerde kazı çalışması yapılıyor. Müze Müdürlüğü başkanlığında Birecik İlçesi'nde Mezraa, Mezraa Teleilat, Akarçay, Akarçaytepe, Surtepe höyükleri, Şanlıurfa merkezde Haleplibahçe kazıları ile Kültür ve Turizm Bakanlığı'nca yürütülen Harran İlçesi'nde Harran Höyüğü, Merkez Konuklu Köyü'nde Kazane Höyüğü ve Merkez Örencik Köyü'nde Göbeklitepe kazıları halen devam ediyor.

DÜNYANIN EN ESKİ TAPINAK TEPESİ: GÖBEKLİTEPE

Şanlıurfa’nın 15 kilometre kuzey doğusundaki Örencik Köyü yakınlarındaki Göbeklitepe’de 1963 yılında başlayan ve 1995 yılından itibaren Şanlıurfa Müzesi ve Berlin Alman Arkeoloji Enstitüsü iş birliğinde yapılan kazı çalışmaları, Berlin Alman Arkeoloji Enstitüsünden Prof.Dr. Klaus Schmidt başkanlığında devam ediyor.

Şimdiye kadar yapılan çalışmalarda, MÖ 11 bin 500 yıllık yabani hayvan figürlü “T” biçimli dikili taşların yanı sıra çapları 15 metreye varan daire ve dikdörtgen biçimli dünyanın en eski tapınak kalıntılarının bulunduğu kazı alanındaki jeofizik taramasında, Göbeklitepe’nin 11 bin yıl öncesinde avcı-toplayıcı insanlar tarafından oluşturulan ve dünyanın en eski tapınak merkezi olduğu anlaşılıyor.

HALEPLİBAHÇE MOZAİKLERİ

Tarihi kaynaklarda Edessa kenti olarak anılan Haleplibahçe semtinde yürütülen Haleplibahçe Projesi çalışmaları sırasında tesadüfen bulunan ve “Savaşcı Amazon Kraliçeleri” olarak tanımlanan mozaiklerin olduğu alanda, Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü'nün izniyle Şanlıurfa Müzesinde görevli arkeologlar nezaretinde çalışmalar yürütülüyor.

Mozaik üzerinde yapılan incelemede “tek göğüslü efsanevi savaşçılar” olarak da bilinen “Savaşçı Amazon Kraliçeleri”nin, av sahnesinin yanı sıra gülümseyen kız (Edessa Güzeli), keklik, aslan, “çocuk erosu” ve tabiat figürleri bulunuyor.

HARRAN HÖYÜK KAZILARI

Harran İlçesi'nde 1983’te çalışmalara başlanan Harran Kazılarının Bilimsel Başkanlığını Dr. Nurettin Yardımcı tarafından yapılıyor. Kazılarda MÖ 600’lü yıllara ait Babil devleti döneminden kalma kalıntılar bulunmuştur.

İslami döneme ait buluntuların da yer aldığı höyükte, bugünkü atık su arıtma sisteminin benzeri, oturma odalarını ve değirmen sanayinin örneklerini görmek mümkün.

MERSİN/HATAY/ADANA

Mersin’in Mezitli beldesindeki Soli Pompeipolis Antik Kenti’nde, 12 Temmuzda başlayan kazı çalışmalarının sürdüğü bildirildi.

9 Eylül Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç.Dr. Remzi Yağcı başkanlığındaki 37 kişilik ekip tarafından, bu yıl 9’uncusu gerçekleştirilen kazı çalışmaları, Sütunlu Cadde ve Soli Höyük olmak üzere iki ayrı noktada yürütülüyor.

Doç.Dr. Yağcı, Soli Höyük’te yapılan çalışmalarda, birçok buluntuya ulaştıklarını, fakat en önemlisinin Hitit katlarında buldukları “zaire küpü” olduğunu söyledi.

Küpün içinde ölçek kabı ve buğday kalıntıları elde ettiklerini belirten Yağcı, zaire kaplarının, olası bir kıtlığa karşı alınmış önlem olduğu yönünde değerlendirildiğini ifade etti.

Yağcı, kazı çalışmalarının 25 Ağustosa kadar sürdürüleceğini sözlerine ekledi.

YUMUKTEPE HÖYÜĞÜ

Anadolu’nun en eski yerleşim yerlerinden olan ve “Soğuksutepe” adıyla da anılan Yumuktepe’de, sistemli arkeolojik kazılar, İngiliz John Garstang başkanlığında 1936-1937 yıllarında yapıldı. İkinci Dünya Savaşı’nın başlaması nedeniyle ara verilen kazılara, 1946’da yeniden başlanıp 1947’de sonuçlandırıldı.

1993 yılında yeniden başlanan Yumuktepe arkeolojik kazıları o tarihten bu yana her yaz sürdürülüyor.

Bugüne kadarki kazılarda, Yumuktepe’de ilk yerleşimin Neolitik dönemde başladığı ve kesintisiz olarak Kalkolitik, Tunç, Hitit, Doğu Roma İmparatorluğu ve İslam dönemlerinde de devam ettiği ortaya çıktı.

Kazıların bu yılki bölümüne, İtalya’nın Lecce Üniversitesinden arkeoloji bölümü öğretim üyesi Prof.Dr. İsabella Caneva başkanlığında önümüzdeki haftalarda başlanacağı bildirildi.

HATAY

Antakya-Reyhanlı kara yolu üzerinde bulunan ve 1936 yılından bu yana kazı yapılan Aççana Höyüğü’nden müzeye binlerce yeni eser kazandırıldığı bildirildi.

Chicago Üniversitesi Anadolu Sorumlusu ve Aççana Höyüğü Kazı Başkanı Prof.Dr. Kutlu Aslıhan Yener, 1936 yılından beri kazı çalışmaları devam eden Aççana’nın, “Mukish” bölgesinin başkenti olduğunu, bölgede milattan önce 2000-1300 yıllarına ait 17 şehir saptandığını kaydetti.

Yener, 7. ve 4. şehirlerde saray, tapınak ve içinde tabletler bulunan arşiv odaları ile heykeller ve birçok arkeoloji buluntunun müzeye kazandırıldığını, sarayın tablet arşivinde geleceğe ışık tutacak Hititçe, Hurrice ve Akadca yazılmış toplam 550 çivi yazılı belge bulunduğunu kaydetti.

ADANA

Adana Arkeoloji Müzesi Müdürü Kazım Tosun, Ceyhan İlçesi'ne bağlı Sirkeli Köyü'nün batısında yer alan Sirkeli Höyük’te Almanya’nın Tübingen Üniversitesi'nden Doç.Dr. Miroslav Novak başkanlığındaki 36 kişilik ekip tarafından önümüzdeki günlerde kazı gerçekleştirileceğini kaydetti.

Hitit Kralı Muvattalliş’in kabartmasının bulunduğu höyüğün, bölgedeki önemli tarihsel alanlardan birisi olduğunu kaydeden Tosun, höyüğün yakınında Roma dönemi nekropollerinin bulunduğunu, karşısında ise 12. yüzyılda Bizanslılar tarafından yaptırılan Yılankale’nin yer aldığını kaydetti.

TRABZON

Trabzon’da Kızlar Manastırı ve Akçakale Kalesi, Bayburt’ta ise Bayburt Kalesi’nde kazı çalışmaları yürütülüyor.

Trabzon Müzeler Müdürü Nilgün Yılmazer, Kızlar Manastırı’nın 14. yüzyılda 3. Aleksios tarafından yaptırıldığı, 18. ve 19. yüzyıllarda ise ilaveler yapılarak ve onarılarak son şeklini aldığının bilindiğini belirtti.

Mülkiyeti Trabzon Belediyesi'nde olan Kızlar Manastırı’nda kazı çalışmalarına 7 Kasım 2006 tarihinde başlandığını ifade eden Yılmazer, kazılarda bugüne kadar bütün iskelet, kemik parçaları, seramik parçaları gibi çeşitli kalıntılar bulduklarını kaydetti.

Yılmazer, Trabzon’un Akçaabat İlçesi'ne bağlı Akçakale beldesindeki Akçakale Kalesi’nde ise kurtarma kazısının 19 Temmuz 2007’de başladığını belirtti.

Akçakale Kalesi’nin 1297-1300 yılları arasında İmparator Aleksios 2 tarafından yaptırıldığını ifade eden Yılmazer, Trabzon’un fethi olan 1461 yılından itibaren kalenin 7 yıl direndiğini ve 1468 yılında Fatih Sultan Mehmet’in komutanlarından Mahmut Paşa tarafından ele geçirildiğini kaydetti.

Kalede bugüne kadar yürütülen çalışmalarda iskelet, kemik parçaları, toprak kaplar, bronz çiviler ve Bizans seramiği bulunduğunu dile getiren Yılmazer, kurtarma kazısının muhtemelen 2008 yılı sonuna kadar bitirileceğini söyledi.

BAYBURT KALESİ

Bayburt Kültür ve Turizm Müdürü Bahri Akbulut, Erzurum Müze Müdürlüğü'nce Bayburt Kalesi’nde 15 Haziran 2006’da kazı çalışmalarına başlandığını belirtti.

Bayburt kent merkezinin kuzeyinde yer alan Bayburt Kalesi’nin yapımıyla ilgili bilgilerin kesin olmadığını, yerel prens ve krallıkların savaşlarında önemli rol oynayan kalenin MS 58’de yapıldığının tahmin edildiğini ifade eden Akbulut, yapılan kazı çalışmalarında Selçuklu ve genellikle Osmanlı dönemine ait seramik eşyalar ve eski ev kalıntılarına rastlanıldığını söyledi.

Akbulut, kış aylarında ara verilen kazı çalışmalarına, yaz aylarıyla birlikte yeniden başladıklarını da sözlerine ekledi.

BU YIL GAZİANTEP, KİLİS, KAHRAMANMARAŞ VE ADIYAMAN’DA TOPLAM 7 ARKEOLOJİK KAZI YAPILACAK

Zeugma Antik Kenti’yle adını dünyaya duyuran Gaziantep ile Kilis, Kahramanmaraş ve Adıyaman’da bu yıl toplam 7 arkeolojik kazı yapılacak.

Gaziantep Arkeoloji Müzesi Müdürü Ahmet Denizhanoğulları, Gaziantep’te Bakanlık izniyle Tilmen Höyük, Zincirli Höyük, Dülük Antik Kenti ile Zeugma Antik Kenti’nde arkeolojik kazılar yapılacağını söyledi.

TİLMEN HÖYÜK

Denizhanoğulları, Gaziantep’in İslahiye İlçesi'nin 10 kilometre doğusunda bulunan Tilmen Höyük'te ağustos ayı içinde İtalyan Prof.Dr. Nicola Marçetti başkanlığındaki bir heyetin bilimsel kazı yapacağını bildirdi.

Daha önce yapılan kazılarda Tilmen Höyük'ün MÖ 3000 yılının son dönemlerinde büyük bir şehir olduğunun anlaşıldığını ifade eden Denizhanoğulları, “Şehir, iç ve dış kaleden oluşuyor. Kalenin surları büyük ve düzgün kesme taştan yapılmış. Kazılar sonucunda, höyükten pek çok araç gereç, çanak, çömlek, takılar ve süs eşyaları çıkartıldı” dedi.

ZİNCİRLİ HÖYÜK

Gaziantep’in İslahiye İlçesi'ne bağlı Zincirli Köyü sınırları içinde yer alan Zincirli Höyük'te, ABD Chicago Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof.Dr. David Schloen başkanlığındaki yerli ve yabancı ekiplerden oluşan 102 kişilik kazı ekibi, 17 Temmuz 2007’de kazıya başladı. Kazı ekibi, bölgede 2 ay süreli çalışma yapacak.

Zincirli Höyük'te İlk Tunç Çağı’ndan (MÖ 300) Roma dönemine (yaklaşık 2000 yıl önce) kadar yerleşim görülüyor. Höyükte, 15 yıl önce bazalt taşından yapılmış aslan heykeli, 50 yıl önce de Hititler dönemine ait kadın heykeli ve kabartmalar bulundu. Bulunan eserler Gaziantep Arkeoloji Müzesi’nde sergileniyor.

DÜLÜK ANTİK KENTİ

Dülük Antik Kenti’nde, Almanya’nın Münstern Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof.Dr. Engelberd Winter başkanlığında 37 kişilik bir ekip tarafından ağustos ayı içinde 45 gün süreli kazı çalışması yapılacak.

Gaziantep Arkeoloji Müzesi Müdürü Ahmet Denizhanoğulları, dünyada bilinen en eski yerleşim birimlerinden olan Dülük’ün, Teşup, Zeus ve Jupiter Dolikhenos inançlarının merkezi olduğunu, 1997-1998 yılları arasında yapılan kazılarda dünyada yer altında yapılan en büyük Mitras tapınağının ortaya çıkarıldığını söyledi.

ZEUGMA ANTİK KENTİ

Zeugma Antik Kenti’nde, Ankara Üniversitesi Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi Öğretim Üyesi Doç.Dr. Kutalmış Görkay başkanlığında 110 kişilik bir ekip, 17 Temmuz 2007 tarihinde bilimsel kazılara başladı.

Zeugma Antik Kenti, MÖ 300’de Büyük İskender tarafından “Selevkia Euphrates” adıyla kuruldu.

Kommagene Krallığı’nın 4 büyük şehrinden biri olan kent, MÖ 31’den itibaren tamamıyla Roma İmparatorluğuna bağlandı ve “köprü”, “geçit” anlamına gelen “Zeugma” adını aldı.

Zeugma’da ilk kazı, kaçak kazı ihbarı üzerine Gaziantep Arkeoloji Müzesi Müdürlüğü tarafından 1987’de yapıldı. Kazıda oda biçimli aile kaya mezarı, mezarın sahiplerine ait heykeller bulundu. Antik kentte ikinci kazı 1992’de yine bir kaçak kazı ihbarı üzerine Gaziantep Arkeoloji Müzesi Müdürü Rıfat Ergeç tarafından yaptırıldı. Bu kazıda taban mozaiği ve ilk villa gün ışığına çıkartıldı.

Antik kentin önemli bir bölümünün GAP kapsamında inşa edilen Birecik Barajı’nın göl suları altında kalacak olması nedeniyle 1993’ten itibaren yerli ve yabancı bilim adamlarından oluşan çok sayıda ekip, Zeugma Antik Kenti’nde kurtarma kazıları yürüttü.

Kurtarma kazılarında gün ışığına çıkarılan eserlerin en önemlileri olan mozaikler, Mark heykeli, duvar resimleri ve kil mühür baskı koleksiyonu halen Gaziantep Arkeoloji Müzesi’nde sergileniyor.

Bakanlar Kurulunun 2005 yılında aldığı kararla, antik kentte yürütülecek çalışmalara başkanlık etme görevi Doç.Dr. Kutalmış Görkay’a verildi.

GAZİANTEP MÜZESİ BAŞKANLIĞINDA YAPILAN KAZILAR

Gaziantep Arkeoloji Müzesi Başkanlığında, 2007 yılında Gaziantep’te yapılan çalışmalar şöyle: Dülük Antik Kenti’nde, 10 Haziran 2006 tarihinde temizlik ve çevre düzenleme çalışmaları başlatıldı. Gaziantep’in Metropol İlçesi Şehitkamil Belediyesi tarafından finanse edilen bu çalışmaların ilk bölümü tamamlandı. Uzun süreli çalışmalar sonucunda, bölgenin kültür turizmine kazandırılması hedefleniyor.

Kent merkezinde bulunan Hışva Han’da restorasyona yönelik hafriyat çalışmaları 20 Haziran 2007’de başladı. 2 ay sürecek bu çalışma Gaziantep Büyükşehir Belediyesi'nin sponsorluğunda yürütülüyor.

2007 yılı içinde Gaziantep Kalesi’nde restorasyona yönelik kazı çalışması yapılacak. Bununla ilgili İl Özel İdaresi ile proje ve diğer konuların görüşmeleri devam ediyor. Bir ay süreyle hendek temizleme çalışmaları da yapılacak.

Yesemek Açık Hava Müzesi’nde ise Ağustos 2007 yılında Arkeolog İlhan Temizsoy başkanlığındaki bir ekip tarafından 45 gün süreli temizlik ve çevre düzenleme çalışması yapılacak.

KİLİS OYLUM HÖYÜK

Kilis’in Oylum Köyü sınırları içinde bulunan Oylum Höyük'te Hacettepe Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof.Dr. Engin Özgen başkanlığındaki 40 kişilik ekip, 23 Temmuz 2007 tarihinde kazı çalışması başlattı. Kazı çalışmaları 2 ay sürecek.

Kilis Gaziantep kara yolu üzerinde bulunan Oylum Höyük, biri 22 metre, diğeri 37 metre yüksekliğinde ve bir boyunla birbirine bağlanan iki yükseltiden oluşuyor. Ovadaki alçak bir yükselti üzerinde kurulan Oylum Höyük, yüksek Anadolu platosunun bittiği ve Suriye’ye doğru uzanan düzlüklerin başladığı verimli topraklar üzerinde bulunuyor.

Oylum Höyük çevresindeki uydu yerleşme niteliğindeki birçok höyükle birlikte, başta Tunç Çağı (MÖ 300-1200) olmak üzere çeşitli dönemler boyunca bölgesel bir merkez durumunda. Höyükte kazı çalışmaları 1989 yılından beri devam ediyor.

ADIYAMAN PERRE ANTİK KENTİ

Perre Antik Kenti Nekropol alanında Adıyaman Valiliği Özel İdare bütçesinden ayrılan kaynakla Adıyaman Müze Müdürlüğü'nün başkanlığında 22 Mayıs 2007 tarihinde birinci dönem kazı ve temizlik çalışmaları başladı. Çalışmalar, 30 Haziran 2007’de sona erdi.

Adıyaman Müze Müdürü Arkeolog Fehmi Erarslan başkanlığındaki çalışmalara 80 kişilik ekip katıldı. Kazı ve temizlik çalışmaları için 110 bin YTL harcandı. 10 galeride yapılan kazı ve temizlik sonucu galeriler tamamen açılıp temizlendi.

Açılan galerilerde toplan 5 oda mezar ve 33 lahit mezar ortaya çıkartıldı. Kazılarda bir altın yüzük, bir damga mühür, bir kabartma ve sikkeler ortaya çıkartıldı. Perre Antik Kenti’nde havaların sıcak olması nedeniyle kazı ve temizlik çalışmalarına 1 Eylüle kadar ara verildi. 1 Eylülde aynı ekip tarafından bölgede iki aylık kazı ve temizlik çalışmalarına devam edilecek.

Adıyaman’da bulunan Kommagene Krallığı’nın 5 büyük kentinden biri olan Perre Antik Kenti’nde 2001 yılından beri kazı çalışmaları yapılıyor. Son 6 yıl içerisinde devam eden kazı çalışmaları sonucunda yüzlerce kaya mezar odası toprak altından gün ışığına çıkartılarak turizme kazandırıldı. Kazılarda elde edilen 222 parça eser ise Adıyaman Müzesi’ne kazandırıldı.

KAHRAMANMARAŞ DÖNGEL MAĞARASI

Kahramanmaraş’ta, Döngel Mağaraları içerisinde bulunan Dikili Mağara’da, Hatay Mustafa Kemal Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç.Dr. Cevdet Erek başkanlığında 15 kişilik bir ekip, Kahramanmaraş Müzesi ile birlikte 1 Ağustos 2007 tarihinde kazı çalışmaları başlattı.

Döngel Mağaraları, Kahramanmaraş Kayseri kara yolunun 50. kilometresinde üst üste ve birbirine bağlı olmak üzere üç mağaradan oluşuyor. Mağaranın tabandan tavana kadar olan yüksekliği 102 metre. Eşsiz bir güzelliğe sahip olan Döngel Mağaralarında, ilk defa olarak bu yıl kazılar yapılıyor.

ELAZIĞ

Elazığ’ın eski yerleşim yeri Harput’ta kale içinde gerçekleştirilen kazı çalışmasının 3 etabı başladı. Kazının bu yılki bölümünde ağırlıkla ortaya çıkan yapıların restorasyonu ile sokak dokularının belirlenmesi üzerinde çalışılacak.

Kazının bilimsel sorumlusu emekli öğretim üyesi Prof.Dr. Veli Sevin, kazının 15 Eylüle kadar süreceğini söyledi.

Son 5 yüzyıl yoğun bir Osmanlı yerleşmesine sahne olalan kazı yerinin 1850 yılından itibaren boşalmaya başladığını belirten Sevin, amaçlarının 150 yıl önce terk edilmiş, ancak Osmanlı karakterini aynen dokuyan bir dokuyu ortaya çıkarıp, restore etmek olduğunu kaydetti.

KARADENİZ’İN “EFES”İ

Zonguldak’ın Çaycuma ilçesine bağlı Filyos beldesindeki Antik Teion Kenti’nde, 3 Ağustosta başlayan kazılarla ve arkeolojik su dalışlarıyla MÖ 7. yüzyılda kurulan antik kentin mimari yapısının ortaya çıkarılması hedefleniyor.

Trakya Üniversitesi Arkeoloji Bölüm Başkanı Prof.Dr. Sümer Atasoy, Ege Bölgesi’ndeki Miletos kentinden gelenlerin kurduğu antik kentin, Persler, Romalılar, Cenovalılar ve Osmanlılara kadar çok sayıda dönemde yerleşim merkezi olduğunu söyledi.

Atasoy, Türkiye’de Karadeniz sahillerinde ilk defa burada yapılan kazıların, bölgenin önemli ticaret kenti olduğunu gösterdiğini anlattı.

MOZAİK CENNETİ

Karabük’ün Eskipazar İlçesi'ndeki, geçen yıl başlayan Hadrianoupolis Antik Kenti’nde başlayan kazı çalışmaları, bu yıl 14 Temmuzda 10 kişilik bilimsel ekip ve 40 işçiyle sürdürülüyor.

Paphlagonia Hadrianoupolis Arkeolojik Kazısı Başkanı ve Dokuz Eylül Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç.Dr. Ergün Laflı, yaklaşık 90 gün devam edecek çalışmalar kapsamında antik tiyatro, Roma dönemi anıt mezarı ve Geç Roma dönemi mozaik döşemeli bölümlerde kazıların sürdürüleceğini söyledi.

Laflı, kazılarda, eşsiz taban mozaikleri bulduklarını, Roma Anıt Mezarı’nın da tamamen ortaya çıkartıldığını ifade etti.

TRAKYA

Osmanlı İmparatorluğuna başkentlik etmiş olan Edirne’de 1994 yılında başlayan Yeni Edirne Sarayı’nda (Saray-ı Cedid-i Amire) kazı çalışmaları halen devam ediyor.

Edirne Müze Müdürlüğü yetkilileri, Edirne Valiliğinin maddi destek sağladığı ve Edirne Müzesi’nin konturolü altında gerçekleştirilen kazı çalışmalarının 19 Temmuzda başladığını ve halen toprak hafriyatı ile otların temizlenmesi çalışmalarının sürdürüldüğünü kaydettiler.

Yetkililer kazı çalışmalarında bugüne kadar, Balkan Savaşı’ndan kalma mermi kovanları, top gülleleri, Osmanlı ordusunun kullandığı ocak kalıntıları, sikkeler, seramikler, silah parçaları bulunduğunu ifade ettiler.

ENEZ’DE 37 YILLIK KAZI ÇALIŞMALARI

Enez İlçesi'nde devam eden kazı çalışmalarında bugüne kadar Kalkolitik, Neolitik, Demir Çağ, Klasik Çağlar, Hellenistik, Roma ve Osmanlı dönemlerine ait üst üste tabakalar şeklinde kalıntılar bulundu. 1970 yılında başlanan ve kazı çalışmalarından Enez’in tarihinin MÖ. 3000’e kadar uzandığını belirlendi.

İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Taşınabilir Kültür Varlıklarını Koruma ve Onarım Bölümü Başkanı Prof.Dr. Sait Başaran, Ainos adını taşıyan Enez’e, Homeros destanında da rastlandığını belirtti.

KIRKLARELİ

Kırklareli Kültür Müdürlüğü yetkilileri, Aşağıpınar mevkisinde 1993 yılında başlanan arkeolojik kazıların devam ettiğini belirttiler.

İstanbul Üniversitesi Prehistorya Ana Bilim Dalı Başkanı Mehmet Özdoğan başkanlığında sürdürülen kazı çalışmalarında, Balkanlar’daki en büyük ve en iyi korunmuş yerleşim bölgesi olması nedeniyle Aşağıpınar mevkisinde tarih öncesi kültürlere ait zengin buluntulara rastlandı.

Kırklareli’nin Vize İlçesi'nde, Çömlektepe Höyüğü kazısında genç Roma dönemine ait antik tiyatro bulundu.

Yetkililer, kazı çalışmalarında tiyatronun oturma kademeleri, bunların arasındaki yollar, sahne binası ve orkestra bölümlerinin günümüze kadar ulaştığını söylediler.

Kazılar sırasında çok sayıda Roma, Bizans ve Osmanlı seramikleri, cam ve metal buluntular ile kadın heykeli bulundu.

TEKİRDAĞ’DA 5 ARKEOLOJİK KAZI ÇALIŞMASI

Tekirdağ’da merkez ve ilçelerinde devam eden 5 ayrı arkeolojik kazı çalışmalarında çeşitli dönemlere ait kalıntılara rastlandı.

Tekirdağ Kültür Müdürü Akif Işın, merkeze bağlı Naip Köyü, Menekşe Çatağı, Karaevlialtı bölgeleri ile Marmara Ereğli İlçesi'nde ve Şarköy İlçesi'ne bağlı Beyoğlu Köyü'nde yapılan arkeolojik kazılarda çeşitli tarihlere ait bulgulara rastlandığını söyledi.

1984 yılında Naip Köyü, Kızlar Höyüğü tümülüsünde Müze Müdürlüğü'nce yapılan kazılarda dramaos’lu (Öngeçitli) bir mezar odasına rastlanıldı. Yapılan kazı çalışmalarında ziyafet masası, 2 adet sehpadan oluşan oda takımları ile gümüş, pişmiş toprak ve bronz eserlere rastlandı. MÖ 325-320 yollarına ait olduğu belirlenen bu mezarın Kral Kersepleptes’in oğlu Teres’e ait olduğu biliniyor.

1993 yıllarında başlanan ve halen devam eden Menekşe Çatağı bölümündeki kazılarda ise tarih öncesi çağları içeren ve Traklar’a (Erken Demir Çağları) ait önemli mimari ve dini kalıntılar ortaya çıkarıldı.

Karaevlialtı’da (Heraion Teichos) yapılan kazılarda ise bölgenin önemli bir Trak kenti olduğu belirlendi. Kazılar sırasında bulunan krallara ait paralardan bölgenin, MÖ 6. yüzyıldan Roma dönemine kadar ilişkisinin bulunduğu belirlendi.

Bir liman kenti de olan Heraion Teichos’ta da bugüne kadar madeni paralar, mühürlü amfora kulpları ortaya çıkarıldı.

Şarköy’e bağlı Beyoğlu Köyü'ndeki Asker Tepe Tümülüsü’ndeki kazı çalışmalarında MÖ 330-320 yıllara ait taştan bir mezar odası ile mezar odası önünde taş döşemeli bir ön avludan oluşan bir mezar yapısı ortaya çıkarıldı.

ÇORUM

Çorum’un Uğurludağ İlçesi Resuloğlu ören yerinde yürütülen kazıların başkanı Doç.Dr. Tayfun Yıldırım, 2003 yılında Müze Başkanlığı ile başlatılan kazılarda 157 mezarın açıldığını ifade etti. Kazılarda Hattiler’in ölü gömme geleneklerini gösteren bulgular elde ettiklerini belirten Yıldırım, ören yerinde çıkan süs eşyalarının önemli eserler arasında yer aldığını söyledi.

Doç.Dr. Yıldırım, eylül sonuna kadar devam edecek kazılarda 10 kişilik kazı heyeti ile 20’ye yakın işçinin görev alacağını kaydetti.

Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğünce de 13 Ağustos-7 Eylül tarihleri arasında Mecitözü ilçesine bağlı Beyözü köyünde yüzey araştırmaları yapılacak. Yapılan yüzey araştırmalarının ardından belirlenen noktalarda kazı çalışmaları başlatılacak.

Çorum’da Hitit ve Hatti dönemine ait kalıntıların çıkarılması için Alacahöyük, Boğazkale, Şapinuva, Resuloğlu ve Boyalıhöyük’ün ardından Beyözü köyü de Çorum’un 6. kazı alanı olacak.

BİTLİS KALESİ’NDEKİ KAZI ÇALIŞMALARI

Bitlis Kalesi’nde 3 yıldır kazı çalışmalarını yürüten Pamukkale Üniversitesi öğretim görevlisi ve Bitlis Kalesi Kazı Başkanı Kadir Pektaş, 2005 yılında kalede hamam ortaya çıkardıklarını belirtti.

Kazılarda bol miktarda lüle, pipo, seramikler ve sikkeler bulduklarını belirten Pektaş, “Sikkelerin içinde Osmanlı dönemi çoğunlukta” dedi.

Ahlat Kazısı Başkanı Doç.Dr. Nakış Karamağaralı da “Eski Ahlat Şehri Kazısı”nın 2007 yılında da devam edeceğini söyledi.

Karamağaralı, 2007 sezonu kazı planlamasında önceki yıllarda başlanmış olan cami, zaviye ve çifte hamam kazılarının devam edeceğini dile getirdi.

KOCAELİ’NDEKİ TÜMÜLÜSLER GÜN YÜZÜNE ÇIKARILACAK

Kocaeli’nde, Hellenistik ve Erken Roma dönemine ait olduğu tahmin edilen 7 tümülüs, Kocaeli Kültür ve Turizm Müdürlüğünce yapılacak kazı çalışmaları kapsamında gün yüzüne çıkarılacak.

Kocaeli Müze Müdürü İlksen Özbay, Üçtepeler, Akmeşe köyleri, Kabaoğlu Köyü, Aytepe Mevkii, Erenler Bayırı’nda bulunan 7 tümülüsün gün ışığına çıkarılması için Kocaeli’ndeki bazı belediyelerle iş birliği içinde çalışma başlattıklarını söyledi.

Özbay, Üçtepeler Köyü'ndeki Büyük Tümülüs'ün gün yüzüne çıkarılması için 1994 yılında yapılan kazıda bir kral ailesine ait 12 metre yüksekliğinde 75 santimetre çapında tümülüse rastlandığını ifade etti.

İlksen Özbay, Kocaeli’nde bulunan 11 su kemerinin de onarılıp turizmin hizmetine sunacaklarını sözlerine ekledi.

ntvmsnbc.com, 16.08.2007

SELÇUK KALESİ'NDE KAZI ÇALIŞMALARI BU YIL YENİDEN BAŞLIYOR

 

Selçuk'taki tarihi Ayasuluk Kalesi'ndeki kazı çalışmaları Bakanlar Kurulu kararıyla Yar.Doç.Dr.Mustafa Büyükkolancı'ya verildi. Bu yılki çalışmaların ilk bölümü 15 Eylül 2007 tarihinde sona erecek.





1975 yılından bu yana Müze adına arazilerde yapılan kazıları arkeolog olarak yöneten Mustafa Büyükkolancı 2002 yılında Pamukkale Üniversitesine Yar. Doç. olarak geçti. 2006 yılında Ayasuluk tepesi ve St. Jean'da yapılacak kazıları Bakanlar Kurulu izinli kazı haline getirilebilmesi için Üniversite olarak Kültür Bakanlığına müracaatta bulundu. 2007 yılında bu konuda olumlu cevap alarak 6 Haziran 2007 tarihinden itibaren Bakanlar Kurulu'nun kararıyla Ayasuluk Kazılarının sorumlusu olarak görevlendirildi.

 

1960 yılında başlayan St. Jean ve Ayasuluk tepesindeki kazı çalışmalarının 1965 yılına kadar devam ettiğini belirten Selçuk Kalesi Kazı sorumlusu Yar.Doç.Dr.Mustafa Büyükkolancı, 1965 yılında ara verilen bu çalışmaların 1975 yılında Prof.Dr.Ekrem Akurgal gözetiminde ve Efes Müzesi Müdürleri başkanlığında yeni çalışmalara başlanıldığını ifade etti. 2006 yılına kadar devam eden bu çalışmalarda Ayasuluk Kalesi ve özellikle st.Jean Kilisesinin kazıları tamamlanıp, onarımlarına büyük önem verildiğini vurgulayan Büyükkolancı; "Selçuk ilçesinin merkezinde önemli bir arkeolojik park oluşuyor. Kazı ve restorasyon çalışmalarının yanında çevre düzenlemesi çalışmalarına da büyük ağırlık veriliyor. Bu konuda mümkün olduğunca kaledeki kazılara ilk adımlar atılarak kale ve st.jean kilisesi arasında yapılan sontaj çalışmalarında MÖ 3 bin yıllarında ilk Efes'in burada kurulduğu belgeleniyor" dedi.





2007 yılı itibariyle 15 Ağustos, 15 eylül tarihleri arasında öğrenci arkeolog ve asistanlardan oluşan bir ekiple özellikle kale içinde geniş çaplı kazılara başlamak istediklerini belirten Büyükkolancı; "Amacımız beş yıl içinde kaleyi arkeolojik bir park haline getirebilmektir. Ayrıca Selçuk ilçesine gelen ziyaretçilere kale, st.jean, İsabey Camii ve mümkün olursa Artemisyon'u da içine alan yeni bir ziyaretçi güzergahı yaratmak ve bu güzergahı Efes'e alternatif olarak Selçuk ilçesine gelen gelen ziyaretçilerin burada kalma sürelerini artıran önemli bir fonksiyon yaratacağını düşünüyoruz. Bunun yanında mümkün olursa geçen yıllarda başlayan St. Jean çalışmalarını ve Apazas (eski Efes) ile ilgili çalışmalarına da bilimsel çalışmalar olarak devam etmek istiyoruz. Kültür ve Turizm Bakanlığına sunduğumuz beş ve on yıllık çalışma programlarında bütün bunlar detaylanmıştır" dedi.

Selçuk Bölge Haberleri, 13.08.2007

100 BİN YILLIK MAĞARA TURİZME AÇILACAK

 

2004 yılında düzenlenerek doğa severlerin hizmetine açılan Fürth Yürüyüş yolunun ardından, çok önemli bir doğal değerimiz daha turizme kazandırılıyor.





Yerli halkın verdiği bilgilerle gün ışığına çıkartılan Cennet Adası Mağarası geçen hafta başlayan kurtarma kazısının ardından turizme açılacak. 3 metreye ulaşan sayısız sarkıt ve dikitlerin jeolojik evriminden yola çıkan araştırmacılar mağaranın 100 bin yıllık bir geçmişe sahip olduğunu ve antik dönemde insanlar tarafından tapınma amaçlı kullanıldığını tahmin ediyor.

 

Yapılacak kurtarma kazısıyla birlikte mağaraya giden yaklaşık 2 km’lik yolda da peyzaj çalışmaları yürütülecek, tabelalarla bölgenin flora ve faunası hakkında yerli ve yabancı misafirlere bilgi verilecek. Doğal mirası kurumak ve mağara içinde yapılan kaçak kazıları önlemek amacıyla hayata geçirilen projenin maddi giderleri Marmaris Belediyesi tarafından karşılanacak.

 

Antik adı Nimara olan ve 1999 yılında tescillenerek arkeolojik ve doğal sit alanı ilan edilen mağarada Müzeler Genel Müdürlüğü’nün izniyle yapılacak olan kurtarma kazısında yaklaşık 25 kişiden oluşan bir ekip görev alacak. Ekipte akademisyenler, Marmaris Belediyesi Fen İşleri Müdürlüğü çalışanları, arkeologlar, jeoloji ve elektrik mühendisi, mimar ve peyzaj mimarı yer alacak. Kurtarma Kazısı hakkında bir basın toplantısı düzenleyen Marmaris Müze Müdürü Neşe Kırdemir ve Marmaris Belediye Meclis Üyesi İsmet Kamil Öner, Fethiye Kelebekler Vadisi’nde yaşayan kelebeklere benzer bir türün de mağarada bulunduğunu ifade etti.

 

Bir yaşamın tespit edildiği ilk mağara olması nedeniyle bölge için büyük önem taşıyan mağaranın kaçak kazılar nedeniyle bir an önce koruma altına alınması gerektiğini ifade eden Kırdemir, “Cennet adası da 2. derece doğal sit alanı. Kazının amacı mağarayı turizme kazandırmak. Muğla Üniversitesi arkeoloji bölümü de projeye destek veriyor. Çalışmaların 2007 yılı sonuna kadar tamamlanmasını planlanıyoruz. Projenin maddi giderleri Marmaris Belediyesi tarafından karşılanacak. Hilmi Kıvrak da yerel işletme olarak projeye maddi destek sağlayacak” dedi.

 

Bin 790 metrelik yürüyüş parkurunda yapılacak çevre düzenlemesi ile yöreyi ziyaret eden turistlerin hem tarihi hem de doğal bir zenginlikle karşılaşacağını, projenin alternatif turizm için de iyi bir başlangıç olacağını ifade eden Marmaris Belediyesi Meclis Üyesi İsmet Kamil Öner, “Mağara şu ana kaçak kazılar ve alkoliklerin istilası ile karşı karşıya kalmış. Böyle tarihi ve doğal bir mağarada mangal bile yakılmış. Projenin hayata geçmesinin ardından kışın bölgemizi ziyaret eden turistler de alternatif bir gezi programına kavuşacak” şeklinde konuştu.
Marmaris Rehberi, 03.08.2007


Nano-Yorum:



Ben bir speleolog değilim. Mağaracılık hobim de değil. Hatta girebildiğim mağara sayısı da bir elin parmaklarını geçmez. Ancak biraz mürekkep yalamış, iyi-kötü çevre-doğa-tarih-kültür meselelerine kafa yormuş biri olarak söyleyebilirim ki bir cinayet daha işlenmek üzere.  Bu sayfada 18.12.2006 tarihinde yayınlanan yazımızda şöyle demiştik:

 

 "... bir mağaranın tescil edilmesi, korunması için yeterli olmamaktadır. Türkiye mağaraları kaçak kazılar, yerel halkın bilgisizliği ve maalesef turizm amaçlı olarak da devlet eliyle tahrip edilmektedir. Bir mağaranın turizme açılabilmesi için gerekli olan jeolojik, hidrojeolojik, biospeleolojik araştırmaların yanısıra arkeolojik ve antropolojik araştırmaların da yapılması zorunludur. Mağara girişinde karşılaşılabilecek çanak-çömlek buluntuları bir gösterge kabul edilmeliyse de yeterli değildir. Hiçbir buluntu olmamasına rağmen mağara içlerinde resimler, yazıtlar ya da eski çağa ait mezarlar olma ihtimali de göz önüne alınmalıdır. Araştırmalar yapılırken, mağaraların koruma altına alınması zorunluluğunu da belirtmekte fayda var sanırım."

 

Aynı yazının altına bir daha imza atıyoruz.

Ayşe Didem Bayvas




12 - 18 Ağustos 2007

PROF.DR. HÜSAMETTİN AKSU'YU KAYBETTİK





İstanbul Üniversitesi Sanat Tarihi Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Hüsamettin Aksu'yu kaybettik.

 

1942 yılında Elazığ'da doğan Aksu, İstanbul Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Fars Dili ve Edebiyatı Filolojisi'ni bitirdikten sonra "Emir Gıyaseddin Muhammed el-Esterabadi ve İstivanamesi" başlıklı teziyle doktora yaptı. 1972 - 1978 yılları arasında İ.Ü. Kütüphanesi'nde, 1978'den sonra da Sanat Tarihi Bölümü Genel Sanat Tarihi Anabilim Dalı'nda görev yaptı. Aynı bölümde 1995 yılında Doçent, 2006 yılında da Profesör oldu.

 

Feryal İrez ile birlikte hazırladığı "Boğaziçi Sefarethaneleri" adlı kitabının dışında "1782 Yılı Yangınları", "İstanbul Yapılarındaki Bazı Dekoratif Kufi Hatlar" ve "Fihrist-i Nushaha-yi Hatti-yi Farisi-yi Kitabhane-i Danişgah-i İstanbul" adlı kitapları da olan Aksu'nun çok sayıda makalesi, bildirileri ve kaleme aldığı ansiklopedi maddeleri de vardı. Hüsamettin Aksu 2002 yılında İstanbul Üniversitesi Rektörlüğü Hizmet Ödülü almıştı.

TAYHaber, 14.08.2007

700 YILLIK EŞREFOĞLU CAMİİ YANLIŞ RESTORASYON KURBANI





Selçuklu sanatının şaheseri sayılan Konya Beyşehir’deki Eşrefoğlu Camii, yanlış restorasyon kurbanı. Anıtsal taçkapısı, eşsiz mihrap ve minberi, üstün ağaç ve çini isçiliğiyle Türk sanat müzesi niteliğindeki eserin bilinçsizçe restore edilmesine sanat tarihçileri tepkili.

 

Uzmanlar özellikle kalem işi süslemelerin aslına uygun yapılmadığını ve restorasyonun eserin orijinalliğine zarar verdiğini söylüyor. Vakıflar Bölge Müdürlüğü ise bu suçlamaları kabul etmiyor. Türkiye'de konunun en yetkin isimlerinden biri olan Dr. Yaşar Erdemir, "Bağırdım, çağırdım, ağladım; ama kime gittiysem bu rezaleti durduramadım.” diyor.

 

Dünyanın 7 harikasından biri olmayı hak eden Selçuklu sanatının en önemli ahşap eseri Beyşehir Eşrefoğlu Süleyman Bey Camii, yanlış restorasyon kurbanı oldu. Anıtsal taç kapısı, eşsiz mihrap ve minberi, üstün ağaç ve çini işçiliğiyle Türk sanat müzesi niteliğinde olan tarihî eserin bilinçsizce restore edilmesine sanat tarihçileri ateş püskürüyor. Uzmanlar, özellikle kalem işi süslemelerin aslına uygun yapılmadığını ve ehil olmayan kişilerce yürütülen restorasyonun eserin orijinalliğine zarar verdiğini söylüyor. Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından yürütülen restorasyonla ilgili ahşap sanatlar konusunda Türkiye’de konunun en yetkin isimlerinden biri olan Yard. Doç. Dr. Yaşar Erdemir, “Kalem işi süslemeleri berbat etmişler. Bağırdım, çağırdım, feveran ettim ama kime gittiysem bu rezaleti durduramadım. Cami tüm orijinalliğini kaybetti.” diyor. Hünkâr Mahfili’nde özel bez ve kumaşlar üzerine astar çekip motifler nakşedildiğini belirten Erdemir’e göre orijinal motifler kazınmış: “Kültür Bakanlığı’na bağlı kurulların ne iş yaptığını çok merak ediyorum. Bunların orada bulunmasının, tarihî eserlere sahip çıkmaktan öte ne gibi bir gayesi olabilir, bilmiyorum.”

 

Zengin taş ve çini süslemelerin yanı sıra ahşap destek ve tavan sistemindeki işleme ve nakışlarıyla görenleri büyüleyen eser, sadece Anadolu’nun değil, İslam mimarisinin de nadide örneklerinden. Caminin en önemli özelliklerinden biri, gölgeli nakış tekniğinin uygulandığı ilk eser olması. Aynı zamanda “Beyşehir Eşrefoğlu Süleyman Bey Camii ve Külliyesi” adlı kitabın yazarı olan Erdemir, “Bu katliamı yapanların bu teknikten haberi bile yok. Şu anki motiflerin eskiyle alakası kalmadı. Yeniden yaptılar. Bu çok nadide eseri, inşaat boyar gibi sentetik boyayla boyadılar.” diyor.

 

Selçuk Üniversitesi Sanat Tarihi Bölüm Başkanı Prof. Dr. Haşim Karpuz da yapılan restorasyonun çok sorunlu olduğu görüşünde. Kötü restorasyon izlerinin bütün külliyede görüldüğünü belirten Karpuz, caminin ve medresenin yanında yer alan hamamda da her yanın mermerle kaplandığını ve süslemelerin tamamen kaybolduğunu söylüyor. Sanatın detaylarda gizli olduğunu belirten Karpuz, şöyle devam ediyor: “Restorasyon yaparken, alçı sistemini, çini motifini yahut bir kuş figürünü yok ettiğinizde o döneme ait önemli simgeleri de yok etmiş olursunuz. Eşrefoğlu Camii gibi, her alanda birinci sınıf bir esere böyle rastgele insanların, öğrencilerin, acemilerin el atmaması lazım. Türkiye’nin en iyi nakkaşı kimse o getirilmeli. Hem teorisi hem de pratiğini bilen uzmanların bu işle bizzat ilgilenmesi gerekiyor.” Bölgede birçok kervansarayın restore edileceğini, hiç olmazsa bunlarda daha dikkatli davranılmasını isteyen Karpuz’a göre restorasyonların durumu hiç de iç açıcı değil. Kervansaraylarda yürütülen çalışmaları bir vesileyle gördüğünü ifade eden Karpuz, manzarayla karşılaştığında dehşete kapıldığını söylüyor. Karpuz, “Çanak, çömlek parçaları, çini parçaları, küçük buluntular sağa sola atılmış vaziyetteydi. Geçtiğimiz günlerde restorasyonuna başlanan Zazadin Han çok önemli bir eser. Bizim korkumuz bu kervansaraylar. Hiç olmazsa bunları kurtarabilsek... Keşke uzman nakkaşlar, mimarlar, ustalar yetiştirebilsek de bu tür tahribatlarla hiç karşılaşmasak.” diyor. Bir daha Eşrefoğlu Camii gibi bir eserin yapılamayacağını söyleyen Karpuz, ilginç bir iddiada bulunuyor: “Vakıflar Genel Müdürlüğü, bu işlere maddi anlamda ciddi kaynaklar sağlıyor, bölge müdürlükleri ise paranın tekrar merkeze dönmesini istemedikleri için derhal ihale yapıyor. Hal böyle olunca, ihale ehil olmayan kişilere bırakılıyor ve restorasyonlar sorunlu oluyor.”

 

Selçuk Üniversitesi Mimarlık Fakültesi Restorasyon Bölümü Başkanı Doç. Dr. Osman Nuri Dülgerler, Eşrefoğlu Süleyman Bey Camii ve Külliyesi’nde tam anlamıyla kültür katliamı yapıldığını söylüyor. Restorasyonda eskiyi inkâr etmemenin şart olduğunu anlatan Dülgerler, motiflerde bir tamamlama yapıldığında sırıtmayacak şekilde yapılması gerektiğini ifade ediyor. Sadece Konya’da değil Türkiye’de yapılan çalışmaların hemen hepsinin sorunlu olduğunu belirten Dülgerler, “Daha korkuncu, orijinalleri yerinde duran bir eserde zemini güçlendirmek yerine sıvayı kazıyıp, desenleri alıp, yerine kopyalarını koyuyorlar. Bu bir restorasyon değil, tarihi katletmektir.” diyor. Vakıfların yaptığı ihalelerin ‘adrese teslim’ olduğunu söyleyen Doç. Dr. Dülgerler, durumu şu sözlerle özetliyor: “Koruma kurulları adeta mafyaların eline geçti. Sorumluluk verdiğiniz kişinin liyakati olup olmadığına bakmanız gerekiyor. Restorasyon işi birileri için gelir kapısı olmaktan kurtarılmalı. Eski eser müteahhitlerinden kaç tanesi restorasyon, mimarlık tarihi ya da sanat tarihi eğitimi almıştır? Sizin ihale yasanızda bu kişilerin hepsi böyle bir yapının onarımına karşılıksız girerken, bu işin ehilleri niye sokulmuyor? ‘Bu ülkede ticaret ve iş yapma özgürlüğü vardır, parası olan adam girebilir.’ deniyor. Parası var diye kimsenin kültürümüzü katletmeye hakkı yok.” Bu durumun toplumsal bir duyarlılıkla üstesinden gelinebileceğini anlatan Dülgerler, bir eserin restorasyonunda hatanın yapılabileceğini; ancak bu hatadan dönmek için bir çabanın gösterilmesi gerektiğini vurguluyor. Dülgerler, “Maalesef bizde eser tamamen yok olana kadar yanlış devam ediyor.” diye konuşuyor.

 

Konya'nın Beyşehir ilçesinde bulunan Eşrefoğlu Süleyman Bey Camii, Selçuklu ahşap mimarisinin en önemli örneği olmakla beraber Anadolu'daki ahşap direkli camilerin en büyüğü. Eşrefoğlu Süleyman Bey tarafından 1299'da yapılan eser, 48 ahşap sütun üzerine inşa edilmiş. 6 metre yüksekliğinde, çini mozaik ile kaplı çok görkemli bir mihraba sahip. Anıtsal bir taç kapısı olan caminin minberi tamamen ceviz ağacından, kündekâri (çivi ve tutkal kullanmadan) tekniğiyle yapılmış. Minberi geometrik şekiller ve bitkisel bezemelerle kaplı olan caminin tavanında tamamen ahşap ve kalem işi süslemeler var. Beylikler Dönemi'nde Eşrefoğlu Beyi Süleyman Bey tarafından yaptırılan cami, Eşrefoğlu Külliyesi içinde yer alıyor. Eser, Cumhuriyet döneminde 1934'ten itibaren zaman zaman tamir görmüş. Bu tamiratlar sonucu caminin çatısı, önce kiremitle, sonra bakırla kaplanmış, şimdi ise kurşunla örtülü. Caminin işlemelerini yapan usta ise adını mütevazı bir şeklide 'Amele İsa' olarak yazmış.

 

Beylikler döneminde inşa edilen ve ahşap eserlerin en önemlisi olarak gösterilen Eşrefoğlu Süleyman Bey Camii'nde herhangi bir yangın tertibatı bulunmuyor. Muhtemel bir yangında kül olacak caminin büyük bir tehlikeyle karşı karşıya kaldığını söyleyen Eşrefoğlu Camii İmam Hatibi İsmail Efe, Vakıflar Bölge Müdürlüğü'ne yangın tertibatı için birçok kez müracaatta bulunduğunu; fakat ödenek olmadığı gerekçesiyle müracaatının dikkate alınmadığını söylüyor. Efe, "Camiyi ziyarete gelen bir işadamından para buldum. Bu sefer de proje olmadığı gerekçesiyle reddedildim. Aylardır cevap bekliyorum. Cami, büyük tehlike altında. 700 yıllık ecdat yadigârı her an kül olabilir." diye konuşuyor.

 

Eleştirileri kesin bir dille reddeden Konya Vakıflar Bölge Müdürü İbrahim Genç, yapılan çalışmaların doğru olduğunu dile getiriyor. Üniversite hocalarının restorasyon bilgisinin olmadığını savunan Genç, Eşrefoğlu Camii'nde restorasyon ve konservasyon çalışması yürüttüklerini ve gereken müdahalelerin dışında hiçbir şey yapmadıklarını söylüyor. Taşa, ahşaba, çiniye dokunulmadan korunduğunu ifade eden Vakıflar Bölge Müdürü, sözlerine şöyle devam ediyor: "Mukarnas sütunlarda orijinal renkleri kullansaydık iki kat daha fazla kırmızı renk kullanmamız lazımdı. Biz daha pastel renk kullandık. Bizim ne kullandığımızı bilen de yok anlayan da. Zaman zaman kusurlar da olur ama Beyşehir Eşrefoğlu Camii'yle birebir ilgilendik. Herhangi bir problem yok. Hocalar aslında bizimle gurur duymaları gerekirken, tenkit ediyorlar. Onlar bu çalışmaların ne olduğunu, nasıl yürütüldüğünü bilmezler. Tesadüfen buraya yolları düşer, sonra da yapılan çalışmaları beğenmezler. İyi niyet, doğruluk ve dürüstlük yok. Tamamen dedikodu mantığıyla hareket ediliyor. Bizi üzen nokta bu." Ecdat yadigârı birçok eserin tamamlanması için çabaladıklarını sözlerine ekleyen Genç, akademisyenlerin aksine Eşrefoğlu Camii restorasyonunun örnek bir çalışma olduğunu savunuyor.

Zaman Cumartesi, Haber: Mehmet Rıfat Yeğen, 18.08.2007

YURT DIŞINDAKİ SERGİLERİ 600 BİN KİŞİ GEZDİ

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın Türkiye'nin tarihi değerlerini tanıtmak için bu yıl yurtdışında açtığı sergiler yoğun ilgi görüyor. Biri halen devam eden toplam 5 sergiyi, bugüne kadar 591 bin 237 kişi gezdi.

 

"Seramiklerin Kavşak Noktası Türkiye: Doğu ve Batının Buluştuğu Yer" sergisi 28 Nisan-24 Haziran tarihleri arasında Güney Kore'de, "12 Bin Yıl Önce Anadolu: İnsanlık Tarihinin En Eski Anıtları" sergisi 19 Ocak-17 Haziran tarihleri arasında Almanya'da, "İstanbul: Şehir ve Sultan" sergisi ise Hollanda'nın başkenti Amsterdam'da 14 Aralık 2006-15 Nisan 2007 tarihlerinde ziyarete açılmıştı. Japonya'da Tokyo Metropolitan Sanat Müzesi'nde 1 Ağustos'ta görücüye çıkan "Topkapı Sarayı'nın Hazineleri-Muhteşem Osmanlı Hanedanlığı" sergisi ise 24 Eylül'e kadar açık kalacak. Sergiyi ilk 5 günde 16 bin kişi ziyaret etti. Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürü Orhan Düzgün, sergilerin Türk kültürünün Avrupa ve dünyada tanınmasına katkı sağladığını belirterek, "Sergileri gezen yabancılar eserlerin daha fazlasının bulunduğu müzeleri de ziyaret etmek istiyor. Sergiler, Türkiye'ye gelecek turist sayısının da artışına neden oluyor." dedi.

Zaman, 18.08.2007

ANTİK DEPREM MEZARLIĞI

 

Anadolu'nun deprem gerçeği arkeolojik kazılardan da fışkırıyor. Burdur'un Ağlasun İlçesi'ndeki Sagalassos antik kentinde toplu mezar bulundu. Apollon Tapınağı'nın güneyindeki mezarda, MÖ 6/7'nci yüzyıllardaki büyük depremde ölenlere ait olduğu sanılıyor.

Belçika Leuven Katolik Üniversitesi yetkilileri şimdiye kadar beş mezar açıldığını, ikisinin kadınlara ait olduğunu, bir kadının bebeğiyle birlikte gömüldüğünü söyledi. 1706'da keşfedilen, 1987'de kazılmaya başlanan kentin altından fay hattı geçiyor.

Radikal, 18.08.2007

ASLANTEPE HÖYÜĞÜ AÇIK HAVA MÜZESİ OLACAK





Malatya Kültür ve Turizm İl Müdürü Derviş Özbay, Aslantepe Höyüğü'nün açık hava müzesi olacağını bildirdi. Özbay, yaptığı açıklamada, höyükteki kazıların 1938 yılına kadar dayandığını belirterek, şunları söyledi:

 

''İtalya'nın La Spienza Üniversitesi Arkeoloji Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Marcella Frangipane başkanlığındaki ekip Aslantepe'deki ilk kazılarını 1961 yılında yaptı. Höyüğün tarihi MÖ 5 bin 500 yıllarına dayanıyor. Kazılarda yalnız MÖ 3 bin 500 yıllarına kadar inilebildi. Böylece Aslantepe'deki kazıların 3'te biri dahi tamamlanmadı, kazılar 20 yıl daha sürer. Höyükte Kalkolitik döneme ait bir saray var. Kazılar bu saray etrafında şekilleniyor. Bu saray dünyanın en eski saraylarından biri.''

 

İtalya ekibinin höyüğün açık hava müzesine dönüşmesi için proje hazırladığına işaret eden Özbay, şu bilgiyi verdi: ''Kazı yapan Frangıiane başkanlığındaki ekip, höyüğün Açık Hava Müzesi olması için bize teklifte bulundu. Teklifleri Sivas Koruma Kurulu'nda kabul edildi. Aslantepe, Açık Hava Müzesi olacak. Kayseri Koruma Kurulu'ndaki arkadaşlar burada keşif yapacaklar. Açık Hava Müzesi yapılması için bir maliyet çıkaracaklar. Biz de bu verileri Bakanlığa yazacağız. Ödeneğin gelmesinden sonra Aslantepe Açık Hava Müzesi olacak.''

 

Aslantepe'yi gezmek isteyen yabancı turistleri il müdürlüğündeki çalışanların kontrolünde gezdirdiklerine değinen Özbay, Açık Hava Müzesi olması halinde turistlerin rahatça höyüğü gezeceklerini ve böylelikle Malatya'da da tarih turizminin daha da gelişeceğini sözlerine ekledi.

 

Malatya'nın Orduzu beldesinde bulunan Aslantepe Höyüğü'nde ilk kazı çalışmaları, 1938'de Fransızlar tarafından başlatıldı. 1961'den itibaren ise İtalyanlar devam ettirdi. Prof. Dr. Frangipane'nin başkanlığını yaptığı kazılarda, aralarında saray ve kral mezarının da bulunduğu çok sayıda tarihi eser ortaya çıkarıldı. Kral mezarı Malatya Müzesi'nde sergileniyor. Aslantepe Höyüğü'nde gün yüzüne çıkarılan sarayda, yazının olmadığı dönemde mühür kullanıldığı belirtiliyor.

Malatya Aktüel, 17.08.2007

DÖRDÜNCÜ HAREM-İ ŞERİF ONARILIYOR





İslam Ümmetinin Dördüncü Harem-i Şerifi ve Anadolu’nun en eski camisi olan Diyarbakır Ulu Camii’de onarım çalışmaları başlatılıyor.

 

İslam Orduları Diyarbakır’ı fethedince, Mar-Toma Kilisesi’nin camiye çevrilmesiyle kurulan ve Anadolu’nun en eski camisi olan Diyarbakır Ulu Camii’de hem turizm açısından, hem de vatandaşların daha rahat ibadet etmelerini sağlamak amacıyla onarım çalışmaları başlatılıyor. Vakıflar Bölge Müdürlüğü tarafından başlatılacak restorasyon çalışması kapsamında, öncelikle Ulu Camii’nin etrafındaki kötü yapılaşma kamulaştırılarak yıkılacak. Caminin iç kısmında ise aslına uygun onarımlar yapılacak. Ayrıca caminin etrafında bulunan medreselerde de onarım çalışmaları başlayacak.

Çok sağlam kara taşlardan yapılan ve duvarlarında birçok uygarlığın kitabesi bulunan tarihi ve mimari özellikleri ile muhteşem olan Ulu Camii, yıllar sonra restorasyon çalışmalarıyla etrafındaki kötü yapılaşmadan kurtulacak.

Restorasyon çalışmalarının zemin etüdleri hazırlanırken, çalışmalar için 3,5 trilyon lira ödenek ayrıldığı bildirildi. 3,5 trilyon liralık ödenekle yıl sonunda başlanacak olan restorasyon çalışmaları kapsamında, Ulu Camii’ye bitişik yapıların kamulaştırılarak yıkılacağı, caminin etrafındaki medreselerin onarılacağı, caminin iç kısımlarında ise aslına uygun onarımların yapılacağı kaydedildi. Restorasyon çalışmalarının Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu kararı doğrultusunda yapılacağı belirtildi.

Vakıflar Bölge Müdürlüğü yetkilileri, restorasyon çalışmaları için zemin etüdlerinin hazırlandığını ve çalışmalara en geç yıl sonunda başlanacağını belirttiler. Yetkililer, “Sadece Diyarbakır’a değil, Türkiye’ye mal olmuş bir eserin hem turizm açısından, hem de vatandaşların daha rahat ibadet etmelerini sağlamak ve vakıf eserlerini korumak amacıyla onarım başlatacağız. Kültür Varlıkları Koruma Kurulu’nun kararları doğrultusunda restorasyon çalışmalarımızı başlatacağız” dediler.

Haber Diyarbakır, 17.08.2007

TARİHİ MEKANLARA RESTORE

Hatay'da Belen İlçesi'nde bulunan tarihi Kurtuluş Hamamı'nın restorasyon çalışmaları devam ederken, hemen yanında bulunan tarihi caminin de restore edileceği bildirildi.

Osmanlı İmparatorluğu döneminde Kanuni Sultan Süleyman'ın emri ile yaptırılan ve kendi adının verildiği caminin restorasyonu için projenin Anıtlar Yüksek Kurulu'ndan geçtiği ve ihale aşamasında olduğu bildirildi.

Kurtuluş Hamamı'nda çalışmalar yoğun bir şekilde devam ediyor. Kasım ayında bitirilecek olan hamamın hemen yanındaki Kanuni Sultan Süleyman Camii'nin de restore edilecek olması ile Belen'deki tarihi mekanlar aslına uygun hale getirilecek.

Kervansaray işletmecisi turizmci Ayşu Barutçu, Belen'in ipek you üzerinde bulunduğunu ve çok önemli bir konuma sahip olduğuna dikkat çekerek, "Belen gerek havası gerekse konumu itibari ile yerli ve yabancı turistlerin ilgi gösterdiği mekanlardan biri. Ortadoğu'yu Avrupa'ya bağlayan en önemli geçitlerinden biri olan Belen'de kervansaray başta olmak üzere hamam ve caminin de restore edilmesi ile Belen'e öremli ölçüde canlılık kazandıracak" dedi.

Hatay Kardelen, 17.08.2007

PÜ'NÜN BİTLİS'TEKİ KAZISI SÜRÜYOR

 

Pamukkale Üniversitesi'nden (PÜ) 20 kişilik bir ekibin Bitlis Kalesi'nde sürdürdüğü arkeolojik kazı çalışmalarında, kale hamamından sonra mutfak ve çok sayıda tandır bulundu.





MÖ 312 yılında Büyük İskender tarafından Komutan Bitlis'e yaptırılan ve yıllardır bir sır gibi şehir merkezinde duran tarihi Bitlis Kalesi'nde kazı çalışmaları tüm hızıyla devam ediyor. 2004 yılında başlatılan ve 10 yıl sürecek olan kazı çalışmalarının ardından kalenin sırrının çözülerek Bitlis'in tarihine ışık tutacağı belirtildi.


PÜ Fen Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölüm Başkanı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Kadir Pektaş başkanlığındaki çalışmalarda hamam, mutfak ve çok sayıda tandır bulundu. Çalışmalar hakkında bilgi veren Pektaş, "Bu yılki kazı çalışmalarına 11 Temmuz'da başladık. 20 öğrenci ve öğretim görevlisi ile geldik, Bitlis'ten de 30 işçi aldık ve toplam 50 kişi ile çalışmalarımızı sürdürüyoruz. 3 ayrı noktada çalışmalara başladık. Geçtiğimiz yıl ortaya çıkardığımız hamamın doğu tarafından genişletme çalışması yapıyoruz.


Diğer 2 bölgede mutfak kısmı ortaya çıktı. Her 2 yerde de çok sayıda tandır bulundu. Bir arada olan tandırlarda ya büryan kebabı yapılıyordu ya da toplu yemeklerin yapıldığı yer olarak kullanılıyordu. Buraların son 100 yıl içinde kullanıldığını düşünüyoruz" dedi.


Pektaş, derine inildikten sonra Bitlis'in tarihine ışık tutacak kalıntılar bulabileceklerini belirterek, "Şu anda ortaya çıkardığımız yapılar en son kaledeki yerleşime ait. Asıl tarih daha derinlerde. İleriki yıllarda daha derine indiğimizde burada Bitlis tarihine ışık tutacak kalıntıları bulabileceğimizi düşünüyoruz. Bu yılki çalışmalarımız eylülün ilk haftasında sona erecek" şeklinde konuştu.

denizlili.net, 17.08.2007

ZONGULDAK'TA TARİHİ BİR MAĞARANIN OLDUĞU YERE TAŞ OCAĞI MI AÇILIYOR?

 

Zonguldak’ta bulunan ve ilin yağmur sularını yeraltına taşıdığı belirtilen Erçek Mağarası’nın yanına taş ocağı açılacağı söylentileri turizmcileri harekete geçirdi.

 

Zonguldak’ta turizme olan katkısı ile bilinen Engin Zaman, Zonguldak’ı yönetenlere şu çağrıyı yaptı; “Bilindiği gibi ilimiz ülkemizin en önemli mağara bölgesidir. Ülkemizde son dönemde mağara turizmine ilgi giderek artmaktadır. Yıllardır ilimizin mağaralarının korunması ve tanıtılması için var gücümle çalışmaktayım. 2013 yılında Dünya Mağaracılar Birliği toplantısını ülkemize ve ilimize alabilmek için yoğun çaba gösterirken, Gökgöl havzasının ülkemizin mağara turizm merkezi olması için çabalarken, üzülerek belirtmek isterim ki bazı çıkar gurupları mağaralarımızı yok etmek için elinden geleni yapmaktadır.

 

İlimizin önemli mağaralarından bir tanesi olan Erçek Mağarası uzunluktadır. İlimizin bir kültür varlığıdır. Aynı zamanda Gökgöl havzasında bulunan mağara sistemleri sayesinde il merkezimiz sel tehlikesinden korunmaktadır. Bu bölgede yapılacak yanlışlar ileride hem doğal güzelliklerimizin kaybolmasına sebep olacaktır hem de il merkezimiz tehlike altında kalacaktır.

Erçek Mağarası’nın etrafında taş ocağı açılmak istenmektedir. Bu taş ocağı mağaranın yok olması demektir. Erçek Mağarası aynı zamanda bulunduğu bölgenin yağmur sularını yeraltına taşıyan bir sistemdir. Burada taş ocağı açmak cinayettir. Ayrıca ÇED raporu olmadan nasıl oluyor da burada taş ocağı açılmaya çalışılıyor? Buna hangi yetkili imza koydu bunu anlayamıyorum. Derhal Zonguldak Valisi Yavuz Erkmen başta olmak üzere tüm yetkilileri göreve davet ediyorum. Bu cinayete dur desinler aksi taktirde bunun cezasını Zonguldak halkı çeker. Rant uğruna Zonguldak’ın geleceği ile oynamaya kimsenin hakkı yoktur.”

Değişim Medya, 17.08.2007

"ASIL HASANKEYF YERLEŞİM ALANININ ALTINDA

 

DSİ Genel Müdürlüğü ile Almanya, İsviçre ve Avusturya'dan oluşan Ilısu Konsorsiyumu arasında imzalanan Ilısu Barajı ve Hidroelektrik Santrali'nin (Hes) Ticari Anlaşması, Hasankeyf'teki tarihi sırların açığa çıkmadan sular altında kalma tehlikesini beraberinde getirdi.

Hasankeyf'in asıl tarihinin şu andaki yerleşim yerinin altında olması ve baraj yapımının 7 yıl gibi kısa bir sürede bitirilecek olmasından dolayı Hasankeyfteki kazı çalışmalarının sonuçlanmadan tarihin sulara gömülmesini gündeme getirdi. 2004 yılına kadar Hasankeyf kazılarına Başkanlık yapan Prof. Dr. Oluş Arık, Hasankeyf'in gerçek tarihine ulaşmak için en az 50 yıl gerektiğini açıklamıştı. 2004 yılından bu yana Hasankeyf kazılarına başkanlık eden Prof. Dr Abdüsselam Uluçam, Hasankeyf'in geçmişine ışık tutacak asıl tarihinin şu anda vatandaşların ikamet ettiği meskun mahallin altında bulunduğunu belirterek, "Bu alanda hiçbir çalışma yapılmadı. Çünkü vatandaşlara ait bu alan istimlak edilmedi. Barajın 7 yılda bitirilmesinin öngörülmesi nedeniyle acil eylem planlarını değiştirmek zorunda kaldık. Ilısu Barajı'yla ilgili yabancı konsorsiyumla Türkiye Cumhuriyeti hükümeti arasında kredi anlaşması imzalandı. Bu süreç biraz daha boyut değiştirdi. Artık önümüzdeki yıl 2012 yılına kadar hazırladığımız uzun dönemli eylem planında bir değişiklik olması gerekiyor. Hasankeyf'te kültür tarihini ortaya çıkaracak kazı çalışmaları tıkandı. Bunun başlıca sebebi Hasankeyf'te kamuya ait kazı yapılacak yer kalmamasıdır. Son yıllarda gerçekleştirilen istimlak çalışmaları, DSİ ile mülk sahibi vatandaşların mahkemelik olması nedeniyle durdu. Bu konu halen çözülmüş değil. Ne olabilir? Eğer baraj yapımı konsorsiyumla imzalanan anlaşma gereği 7 yıllık süreç içinde olacaksa o halde Hasankeyf'te geniş kapsamlı sistematik bir kazı çalışması yapmak gerekiyor" dedi.

Hasankeyf denince ilk akla gelen kaya kitlelerinden oluşan Ortaçağ dünyasının iç kale olarak kullandığı ama antik dönemde Hasankeyf adının verildiği oyma mağaraların şekillendiği şehrin geldiğini ifade eden Prof. Dr Abdüsselam Uluçam, Ortaçağ'ın asıl kentinin şu anda Hasankeyf'in yerleşim alanının altı olduğunu kaydetti. Hasankeyf denince akla kaya kitlelerinin geldiğini söyleyen Uluçam, "Herkes orayı ziyaret eder ve böyle bilinir. Ancak Ortaçağ'ın asıl kenti, Ortaçağ'da Artukluların başkenti, Eyyübilerin büyük ticaret merkezi olan asıl kent şu anda Hasankeyflilerin yaşadığı benim gecekondu olarak tabir ettiğim uydurma yapıların altında bulunuyor. Yani asıl kazı çalışmaları burada gerçekleştirilecek" diye konuştu.

Hasankeyf Kazı ekibi Başkanı A. Selam Uluçam, arkeolojik kazı çalışmalarında bir süre tayin etmenin imkansız olduğunu açıkladı. Toprak altından çıkacak olan kültür varlıklarının niteliği ve niceliğinin bunun belirleyicisi olduğunu belirten Başkan Uluçam, "Çünkü öyle anlar gelir ki bir metrekarelik alan üzerinde haftalarca hatta aylarca çalışmanız gerekir. Ama toprak üstünde belirgin olan mimari yapıyı, dokuyu canlandıran örneklerle de duvar takibiyle bu işi daha hızlandırabilirsiniz. 7 yıllık süreç yeterli mi sorusuna cevap olarak biz hiçbir zaman belirleyici olamayız. Bilimsel açıdan kazıların belirli bir ömrü ve zamanı sınırlı olmaz. Ancak zaruret olacaksa yeni bir planlamayla, yeni bir programlamayla bunun kapsamı genişletilerek çalışmalar daha hızlandırılabilir veya kapsam genişletilebilir" şeklinde konuştu.

Hasankeyf'in kültür tarihinin gerçek yönüyle ve gerçek boyutuyla ortaya çıkarılması için baraja bağlı kalınmadan Hasankeyflilerin şu anda yaşadığı meskenlerin mutlaka kaldırılması gerektiğini savunan kazı ekibi Başkanı Selam Uluçam, "Yani baraj olsun yada olmasın Hasankeyf'in esas Ortaçağ dünyasındaki kenti ortaya çıkarılabilsin. Artık önümüzdeki yıldan itibaren ister baraja bağlı olsun, ister baraja bağlı olmasın kazı çalışmaları ancak Hasankeyflilerin şu anda yaşadığı yerlerin kaldırılması yada başka yere taşınmasıyla mümkün olacaktır. O bir defa şart yani. 1966 yılında yanlış bir uygulamayla eski kent düzlenerek üzerine bu gecekondular yerleştirilmiş. Bunların kaldırılması gerekiyor ki arkeolojik kazı çalışmaları devam edebilsin. Kaya katmanlarından oluşan Hasankeyf'in kültür tarihi net olarak ortaya çıktı. Asur çağı döneminde Urartuların çağdaşı pareleli İsa'dan önce yada MÖ 9 ila 7. yüzyıl arasında şekillenmiş kültürden öne hiçbir kültür yok. Yani kaya kitleleri bunu verdi. Yani kale başı yada iç kale dediğimiz kaya kitlesinin oturduğu Hasankeyf'in en eski tarihi 3 bin yıllık. Bundan ötesine geçemez çünkü kayaların altında bir şey aramak imkansız. Ondan önceki medeniyetlerin ortaya çıkarılması için toprak tabakalarına inmek gerekir. Bu alan da bugünkü Hasankeyf'in altında bulunuyor. Bunun dışında Dicle Nehri boyunca uzanan höyüklerde Hasankeyf'in geçmiş kültürünü aramak gerekecek. Höyüklerde Neolitik döneme kadar hatta Paleolitik döneme kadar uzanan kültür verilerine, bulgularına rastlanıyor" dedi.

Şehrin esas dokusunun binaların altında bulunduğunu belirten kazı ekibi Başkanı Uluçam, "Hasankeyf'in gizemi halen duruyor. Asıl Hasankeyf'in tarihi halen bu evlerin altında duruyor. Onun için biran önce evler boşaltılarak istimlak edilmeli. Hiçbir tarihi eserin taşınması mümkün değil. Son yıllardaki insan tahribi, iklimlerin sert olmasından dolayı yapılardaki çözülmeyi göz önünde tutarak artık diyorum ki, Hasankeyf'te gözle görülen kültür varlıklarının hemen hiç birisi bir başka yere taşınabilecek pozisyonda ve dirençte değil. Bu yıl Şap Vadisi, Selahiye bahçeleri ve Büyüksaray'da başlattığımız kazı çalışmaları 31 Ağustos tarihinde son bulacak. Şap Vadisi'nde gerçekleştirdiğimiz kazı çalışmalarında Roma döneminden başlayıp Osmanlı dönemine kadar şekillenmiş 47 dükkandan oluşan bir ticaret merkezi ortaya çıkardık. Bu kültür tarihi açısından önemli. Kamuya ait kazılacak alan kalmadığı için ödeneğin bir bölümünü bu yıl da iade edeceğiz" diye konuştu.

Hasankeyf kazılarında gelişmeler yaşanırken, baraj yapımı için yapılan anlaşma Hasankeyfli vatandaşları memnun etmedi. Vatandaşların büyük bölümü baraj istemediklerini ifade ederken, bir bölümü belirsizliğin ortadan kalkmasının sevindirici olduğunu açıkladı. Vatandaşların büyük bir bölümü ata yadigarı topraklarından ayrılmak istemediklerini, hem barajın yapılmasını hem de tarihin korumasını talep etti. Hasankeyf kalesinde bulunan bir mağarada doğan ve 1 yıl önce kaymakamlık girişimiyle kale başındaki mağaradan ayrılmak zorunda kalan 26 yaşındaki Ali Ayhan isimli genç, Hasankeyf'in sular altında kalacak olmasından ötürü çok üzgün olduğunu belirtti. Mağarada doğup büyüdüğünü ve şehir hayatına alışamadığını belirten Ayhan, "Halen zorluk çekiyorum. Çünkü kalede yaşarken biz yalnızdık, yalnızlığa alıştım. Şimdi zor oluyor. Mağara yaşamını unutmak mümkün değil. Bazen nefes almak ve rahatlamak için kale başındaki mağaralara geliyorum. En büyük mutluluğu mağarada buluyorum" şeklinde konuştu.

Hasankeyf'te çoban Ahmet olarak bilinen Ahmet Akdeniz, artık imzanın atılmasıyla geleceğe dair plan ve proje hazırlayabileceklerini söyleyerek, "Yeni kurulacak şehirde insanca yaşabileceğiz. Yeni şehir Hasankeyfliler için umut ışığı olacak. Baraj bizim sorunumuz değildir. Bizim sorunumuz aş, iş ve ekmektir. Ve bu tarihin nasıl korunacağıdır. Belirsizliğin ortadan kalkması halkı sevindirmiştir. Çünkü daha önce yarınlarımız için plan ve proje yapamıyorduk. Çok zor şartlarda yaşıyorduk" dedi.

Hasankeyfli vatandaşlardan Mehmet Nuri Aydın ise, baraj yapılmasına karşı olduklarını ifade ederek, "Dünyanın hiçbir yerinde olmayan tarihi eserler Hasankeyf'te bulunuyor. Havası olsun, güzelliği olsun böyle bir yeri bir daha bulamayız. Baraj yapılmasına karşıyım. Hasankeyf korunmalıdır. 20 yıldır hep baraj dendi, bir yatırım yapılmadı. Gençler çalışmak için batıya gidiyor. Baraj yerine iş sahaları açılsın" diye konuştu.

Ilısu Barajı ve Hidroelektrik Santrali, Fırat'tan sonra en büyük hidroelektrik potansiyele sahip bulunan Dicle Nehri üzerinde, Suriye sınırına yaklaşık 45 kilometre mesafede inşa edilecek. Proje Diyarbakır, Batman, Mardin, Siirt ve Şırnak illerini kapsayacak. Tamamlandığında gövde büyüklüğü açısından Türkiye'nin 2. büyük kurulu güç, yıllık enerji üretim kapasitesi bakımından da 4. büyük barajı olma özelliği kazanacak Ilısu Barajı, Dicle Nehri akımlarını ekonomik ölçüler dahilinde düzenleme yeteneğine sahip bir depolama tesisi olacak. Tesis, DSİ Genel Müdürlüğü tarafından geliştirilen ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nin uzun vadeli bölgesel kalkınma planının temel unsuru GAP'ın en önemli yatırımlarından biri olacak.

haberler.com, 17.08.2007

VALİ KIRAÇ'TAN BERGAMA'DA RESTORASYON SÖZÜ

 

İzmir Valiliği'ne atandıktan sonra ilçeleri tanıma gezilerine devam eden ve önceki gün Bergama'ya gelen İzmir Valisi Cahit Kıraç, Bergama'daki tarihi eser restorasyonlarına destek vereceğini söyledi. Bergama Kaymakamı Hüseyin Eren ve Belediye Başkanı Raşit Ürper ile görüşen ve ilçenin genel sorunları hakkında bilgi alan Vali Kıraç, belediyeyi ziyareti sırasında Başkan Raşit Ürper'den geniş bilgi aldı. Ve tarihi eser restorasyonuna yönelik yapılacak her projeye destek sözü verdi.

İzmir Valisi Cahit Kıraç, ilçeleri tanıma gezileri kapsamında önceki gün Bergama'yı ziyaret etti. Bergama'da İlçe Kaymakamı Hüseyin Eren ve Belediye Başkanı Raşit Ürper'le görüştü ve ilçenin genel sorunları ve beklentileri hakkında bilgi aldı.

Belediyeyi ziyareti sırasında Bergama Belediye Başkanı Raşit Ürper'den ilçede belediye eliyle yürütülen hizmetler ve büyük projeler hakkında bilgi alan Vali Cahit Kıraç, ilçe merkezinde 600'e yakın tescilli yapının bulunduğu tarihi eser restorasyonlarına büyük ilgi duydu. Şuan Belediye tarafından hazırlanan proje kapsamında Küplü Hamamın restore edildiğini, Arasta içerisinde bulunan mescit altı mescidin ve domuz alanında şuan restoran olarak işletilen tarihi binanın restorasyon çalışmalarının tamamlandığını, geçen yıl İl Özel İdare'nin desteği ile eski kız meslek lisesinin restore edilip, yıkılmaktan kurtarıldığını, Bergama Ticaret Odası tarafından Domuz alanında yine bir tarihi binanın restore edildiğini aldığı bilgilerde duyan Vali Cahit Kıraç, "Tarihi eserlerimizi korumamız gerekiyor. Turizm merkezi olma yolunda ilerleyen Bergama'da tarihi eserlerin bir hayli fazla olduğunu görüyorum. Bu eserlerimizi korumak ve restorasyonlarla yıkılmaktan kurtarmak için elimizden geleni yapmamız lazım. Tarihi eserlerin restorasyonuna yönelik olarak hazırlanacak her türlü olumlu projeye destek vermeye hazırım. Projelerinizi hazırlayın ve bana gönderin" dedi.

Vali Kıraç'ın Bergama gezisini değerlendiren Belediye Başkanı Raşit Ürper, "Sayın Valimizin Bergama'ya gelişinden son derece memnun olduk. Çalışmalarımız hakkında verdiğimiz bilgiler ardından, tarihi eser restorasyonlarımıza destek sözü vermesini, turizm merkezi olma yolunda emin adımlarla ilerleyen Bergamamız açısından son derece önemli bir gelişme olarak görüyorum. Hazırlayacağımız projelerle restorasyon çalışmalarına daha büyük hız verip, Sayın Valimiz Kıraç'tan aldığımız güçle tarihi eserlerimizi tek tek yıkılmaktan kurtarıp, onlara işlerlik kazandıracağız" dedi.

Bergama Kuzey Ege, 17.08.2007

NYSA AY SONUNA KADAR KAZILACAK

 

Aydın'ın Sultanhisar İlçesi'nde bulunan Nysa Antik Kent'teki kazı çalışmalarının bu yılki bölümünün ay sonunda tamamlanacağı belirtildi. Ankara Üniversitesi Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi Öğretim Üyesi ve kazı sorumlusu Doç. Dr. Musa Kadıoğlu, kazıların daha geniş kapsamlı yapılabilmesi için güçlü sponsorlara ihtiyaç duyulduğunu söyledi. Yaklaşık 1.5 ay önce başlayan Nysa kazılarının, bu yıl 3 boyutlu araştırma çalışmaları, restorasyon ve Angora'da yapılan kazılarla tamamlandığını ifade eden Kadıoğlu, Nysa ve bağlantısı olan Akharaka'daki kalıntıların yüzde 10'luk bir bölümünün gün yüzüne çıkarıldığını belirtti.


Doç. Dr. Kadıoğlu, Nysa'nın dünya turizminde önemli yeri bulunduğunu kaydetti. Öte yandan, kazı çalışmaları sırasında yeni tarihi eserler bulunduğu şeklinde çıkan haberleri yalanlayan Kadıoğlu, çalışmalar hakkında basın toplantısı düzenleyeceğini kaydetti.


1905 yılında Almanların ve Yunanlıların başlattığı kazılara, 1917 yılında ara verilmişti. Ankara Üniversitesi Dil Ve Tarih Coğrafya Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Vedat İdil başkanlığında 1990 yılında yeniden başlanan kazılarda, geçen yıl kütüphane, stadyum ve tiyatro bölümlerinde çalışma yapılmıştı. Sultanhisar Nysa Ören Yeri Dayanışma Derneğince maddi olarak desteklenen kazılarda, 2006 yılında 100 bin YTL harcama yapılmıştı.

Haber Ekspres, 17.08.2007

BİR İHBAR

 

İznik'teki Antik Tiyatro kazısı, bu yıl, 25 yıldır kazan Arkeolog Bedri Yalman'a (eski Bursa Kültür Müdürü) verilmedi.

 

Gerçek gerekçe: Kaymakamın bir an önce bitirip kullanmak istediği tiyatroya kepçe gibi büyük kazı araçları sokarak bir an önce temizleyip onararak teslim etmemiş olması. Aynı kaymakam, İznik'teki 1. Murat Hamamı'nı bu yöntemle kazıp betonlayıp onararak 6 ay gibi bir sürede bitirdi ve açılışı yapmak üzere... Aynı kaymakam, 2. İznik konsilinin yapıldığı İznik Ayasofya Kilisesi'nin, yine aynı "hızlı" yöntemlerle onarıp çatısını kapatma ve camiye çevrildikten sonra yapılmış olan yıkık minaresini tamamlama girişimini de sürdürüyor. Yine aynı kaymakam, İznik'te bulunan eski bir İznik evini gerçeğine uygun olarak onarmadığı için Bursa Eski Eserler Kurulu tarafından durdurulan inşaatını gizli ve gece çalışmalarıyla istediği gibi onarmayı sürdürüyor. Daha benim bilemediğim ne gibi "onarım"lar yapmakta olduğunu bilemiyorum. Bu tarih katliamlarını bütün arkeolog ve kültür tarihçilerinin dikkat, bilgi ve ilgisine sunuyor ve yardım istiyorum.

İhbarı yapan: Ömer Tuncer

TARİHİ DEĞİŞTİRDİ, ŞİMDİ ÇÜRÜYOR

 

1856 yılında seferlerine başlayan ve özellikle cephelere taşıdığı cephane, silah ve askerle Kurtuluş Savaşı'nın kazanılmasında önemli rol oynayan buharlı lokomotifler, kaderlerine terk edildi.

Ortadoğu'ya ticari mal taşınmasında kullanılan buharlı lokomotifler, daha sonraki zamanlarda ise Kurtuluş Savaşı'nda aktif görev aldı. Özellikle Ankara'dan cephane, erzak, silah ve asker taşıyan buharlı lokomotifler, Kurtuluş Savaşı'nın kazanılmasından sonra Mustafa Kemal Atatürk'ün Türkiye gezisi sırasında kullanıldı. Ata’nın, ölümünün ardından naaşı İstanbul'dan Ankara'ya bu lokomatiflerle getirildi. Geçmişte bir çok önemli olayla aktif rol oynayan bu lokomotifler şimdi kaderlerine terk edilmiş durumda. Konya Gar'ında çürümeye yüz tutan tarihi buharlı lokomotifler, kültür mirası olarak fark edilmeyi bekliyor.

Bugün, 17.08.2007

HİTİT UYGARLIĞI'NIN SONUNU KURAKLIK GETİRMİŞ





Selçuk Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi, Eski Çağ Tarihi uzmanı Prof. Dr. Hasan Bahar, son yıllarda yaşanan kuraklığın, Anadolu'da tarih boyunca hüküm süren pek çok medeniyetin de en önemli problemlerinden biri olduğunu belirtti.

 

Bahar, Anadolu'da hüküm sürmüş kavimler içinde kuraklıktan en fazla etkilenen medeniyetin milattan önce hüküm süren Hititler olduğunu vurguladı. Tarihi kaynaklara göre başkenti, Çorum sınırları içinde yer alan Hattuşaş olan, Hitit İmparatorluğu'nun yaşadığı kuraklığın kaç yıl sürdüğü tam olarak bilinmiyor.

 

Hititler'in sürekli savaştıkları Mısır ile ünlü Kadeş anlaşmasını imzalayarak, bir barış dönemine girdiklerini belirten Bahar, "Bu dönem ve sonrasında Hititler, kimsenin topraklarına göz dikemeyeceği kadar güçlü bir devletti. Hititler en parlak dönemlerini yaşarken 3. Hattuşiliş'in oğlu 4. Tuthalia döneminde, Anadolu'da büyük bir kuraklık yaşandı." dedi.

 

Bu kuraklığın yıkıcı etkiler bıraktığının kesin olduğunu belirten Bahar, "Ağaç halkalarını sayma yöntemiyle ahşapların yaşını hesaplayan ABD'li ünlü Arkeolog Prof. Dr. Peter Ian Kuniholm'a göre, Hititler döneminde yaşanan kuraklığın şiddeti, o döneme ait ağaçların yağışsızlık nedeniyle büyüyememesi, buna bağlı olarak da son derece dar halkalara sahip olmasından net bir şekilde anlaşılıyor." diye konuştu. Bahar, Kadeş anlaşması nedeniyle aralarında derin dostluklar oluşan Mısır'ın, kıtlık yaşayan Hititler'e, gemilerle buğday yardımı getirdiğini ifade etti. Bu topraklarda yoğun şekilde su azlığı sorunu yaşayan Hititler'in suya çok büyük önem verdiklerine dikkat çeken Bahar, "Bu nedenle Hititler'den günümüze sadece Konya'da Ereğli İvriz, Ilgın Layburt, Kadınhanı Köylütolu, Hatıp Kuruta, Fasıllar, Eflatunpınar gibi çok sayıda anıt havuz bulunmaktadır. Hititler suya öyle önem veriyordu ki temiz su kaynağını kirleten kişinin suçu ölümdü. Bu durum, Hititler ve bu topraklarda tarih boyunca yaşamış medeniyetlerin en büyük sorununun kuraklık olduğunu açık şekilde gösteriyor." diye konuştu.

Zaman, 17.08.2007

BARAJIN İÇİNDEN 300 YILLIK OSMANLI KÖYÜ ÇIKTI





Bodrum'un su ihtiyacının yüzde 70'ni karşılayan Mumcular Barajı'nda su miktarının tarihinde en düşük seviyeye inmesi nedeniyle yaklaşık 300 yıllık Osmanlı köyü Çömlekçi'den kalan han, yel değirmenleri, su kemeri ve kiremit fabrikası gün ışığına çıktı.

Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi Müdürü Yaşar Yıldız, "Ortaya çıkan yapılar yörenin tipik yaşam özelliklerini sergiliyor. Böyle bir yerleşim alanı olduğunu bilmiyordum. Antik özellik taşımıyor. Barajın içinden, yakın çağımıza ait başka kalıntıların ortaya çıkacağına da inanıyorum" dedi.

Yaklaşık 300 yıl önce kurulduğu belirtilen Çömlekçi Köyü'nün sakinleri, 100 yıl önce evlerinin giderek çevreden gelen suların altında kalması nedeniyle, Mumcular Çırkan dağı eteklerine taşındı. Köyün yerleşim alanı da zaman içinde bir gölete dönüştü. DSİ'nin yörede yaptırdığı Mumcular Barajı da 1991 yılından itibaren hizmet vermeye başladı. Ancak son yılların en kurak yazının yaşanması nedeniyle Mumcular Barajı'ndaki su miktarı 20 milyon metreküpten 2 milyon metreküpe, su seviyesi de 78 metreden sekiz metreye kadar düştü. Yaklaşık 1 milyon 500 bin metrekare yüzölçümüne sahip Mumcular Barajı'nın suları çekilince, altındaki, 300 yıl önce Anadolu'dan göçen yörüklerin kurduğu Çömlekçi Köyü'nün harabeleri ortaya çıktı.

Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi Müdürü Yaşar Yıldız, sakinlerinin geçimlerini çömlekçilikten ve kiremitçilikten kazdığı için Çömlekçi adı verilen köyün, sular altından çıkan kiremit fabrikası, 7 yel değirmeni ve bir hanın antik değer taşımadığını belirterek, "Yıllardır bölgede inceleme ve araştırma yaparız. Barajın altında eski köy ve sosyal üniteleri olduğunu bilmiyorduk. Yörede detaylı ve geniş bir araştırma yapacağız. Yeni kalıntılar olabilir" dedi.

Baraj inşaatında 6 yıl çalıştıktan sonra idarecilik yapan 81 yaşındaki Ali Ergen de "Burada yaşayanlar yörenin çamuru çok iyi olduğu için çömlekçilik ve kiremitçilik yaparmış. Çömlekçi Köyü'nün kalıntılarının bulunduğu söylenirdi. Meğer hepsi baraj sularının altındaymış" diye konuştu.
Vatan, Fotoğraf: Milliyet, 17.08.2007

ŞEYH HAMDULLAH VE KANDINSKY AYNI SERGİDE




'Habersiz Buluşma' başlıklı sergide
Sigmar Polke 'İsimsiz' tablosu ve
Tony Crogg'un 'Salgılar' adlı heykeli de var.

 

Sakıp Sabancı Müzesi ilk kez çağdaş sanat eserleri ağırlayacak. 10. Uluslararası İstanbul Bienali'ne paralel olarak açılacak olan 'Habersiz Buluşma' (Blind Date) başlıklı sergi, dünyada bir bankaya ait en büyük çağdaş sanat koleksiyonlarından birinin sahibi olan Deutsche Bank ve Sabancı Müzesi işbirliğiyle düzenleniyor.


8 Eylül-1 Kasım 2007 tarihleri arasında gerçekleşecek olan sergi, Deutsche Bank çağdaş sanat koleksiyonuna yeni katılan eserlerle, Sakıp Sabancı Müzesi'nin hat koleksiyonunda yer alan eserleri buluşturacak.


'Habersiz Buluşma'da Deutsche Bank koleksiyonundan Hans Arp, Joseph Beuys, Paul Klee, Wassily Kandinsky, Adolf Hölzel, Sylvie Fleury, Frances Stark, Karin Sander, Tony Cragg gibi çağdaş sanatçıların eserleri yer alacak. Şeyh Hamdullah, Hafız Osman, Derviş Ali, Mustafa Rakım, İsmail Zühdi, Yedikuleli Seyyid Abdullah, Eğrikapılı Mehmed Rasim, Kadıasker Mustafa İzzet ve Sami Efendi gibi hat sanatçılarının eserleriyle Deutsche Bank koleksiyonundaki çağdaş sanat eserleriyle birlikte sergilenecek. Sergide yer alan 400 eserin 47'isi Sabancı Müzesi'ne, dördü Tük İslam Eserleri Müzesi'ne, geri kalanıysa Deutsche Bank koleksiyonuna ait.


Serginin dünkü basın toplantısında konuşan müze müdürü Dr. Nazan Ölçer, 'sıra dışı karşılaşmalar ve beklenmedik ilişkiler' temasının işlendiği sergiyi 10. Uluslararası İstanbul Bienali'ne armağan ettiklerini söyledi. Ölçer, 'bu çok çarpıcı' sergiyle kapılarını ilk kez çağdaş sanata açacak olmalarının kendilerini oldukça heyecanlandırdığını belirtti. Ölçer, diğer sanat dallarının da bir araya geldiğini belirterek İstanbul Müzik Festivali'nde Kutsi Erguner'in flamenkoyla buluşmasını örnek verdi.


Deutsche Bank Sanat Bölümü Başkanı Dr. Ariane Grigoteit ise, Sakıp Sabancı Müzesi'nin zengin Osmanlı hat koleksiyonuyla bankanın çağdaş sanat koleksiyonu arasındaki karşıtlığı ön plana çıkaran serginin, bugüne kadar Deutsche Bank koleksiyonunun yer aldığı en sıra dışı projelerden biri olduğunu söyledi. Bankanın ağırlıklı olarak çağdaş sanat eserlerinden oluşan koleksiyonuyla, Sabancı Müzesi'nin hat koleksiyonu arasındaki karşılaşmanın, her iki kurum için önemli bir işbirliği olduğunu vurguladı.


Sakıp Sabancı Müzesi Müdürü Dr. Nazan Ölçer ayrıca; bu tarz sergileri dünyanın önde gelen müzeleri ve koleksiyonlarıyla yapacakları işbirliklariyle devam ettireceklerini belirtti.

Radikal, 17.08.2007

KALE'YE ÖNLEM ŞART

 

Sivas'ta son dönemlerde kötü bir şöhrete sahip olmaya başlayan Kale, bu yönüyle vatandaşların tepkisini çekmeye başladı. Akşam saatlerinde alemcilerin mekanı haline dönen tarihi mekan artık vatandaşları korkutmaya başladı.

Yaşanan bu olumsuzluklardan dolayı şikayetlerini dile getiren vatandaşlar, Sivas’ta sosyal faaliyetlerin gerçekleştirilebileceği alanlardan birisi olan Kale’nin bu kadar güvensiz hale dönüştürülmesinin sebebini yetkililerin duyarsızlığına bağladılar.

Belediye’nin her yerde bir yenilik yaptığını belirten vatandaşlar neden buraya hiç önlem alınmadığını merak ettiklerini belirttiler. Vatandaşlar neredeyse her gece alemcilerin buralara gelerek alkol aldıklarını ve taşkınlık yaptıklarını söylediler. Özellikle akşamları buradan geçerken çekinir hale geldiklerini belirten mahalle sakinleri, “Çocuklarımızı gece dışarı kesinlikle çıkartmıyoruz. Biz bile akşam buradan geçerken korkuyoruz. Çünkü kalenin dibinde ağaçların arasında her gece birileri oluyor ve içki içiyorlar. Artık buraya da önlem alınsın” şeklinde konuştular. İçki şişeleriyle dolu olan Kale’nin kenarı her gece buralarda alkol alındığının en güzel kanıtı. Vatandaşlar ayrıca alkol alan şahısların kimi zamanda taşkınlık çıkarttıklarını belirterek, “Gece çıkan gürültüler sonrası uyanıyoruz. Bakıyoruz ki kalenin dibinde içki içenler ya kavga ediyor ya da nara atıyorlar. Yaşanan bu olaylar yüzünden huzurumuzda kalmıyor” dediler.

Çevre sakinleri ayrıca buranın aynı 27 Haziran Öğretmenler Parkı’nda olduğu gibi ışıklandırılarak kurtarılabileceğini belirttiler.

Sivas Hürdoğan, 16.08.2007

BASMANE HALKI TARİHİ EVLERE YATIRIMCI İLGİSİNDEN RAHATSIZ

 

İzmir Basmane’de oruma ve turizm bölgesi ilan edilen 270 hektarlık Kemeraltı bölgesindeki 500'e yakın tarihi evin önemli bölümünün İstanbul kökenli yatırımcılar tarafından satın alınmasının yöre halkını tedirgin ettiği belirtiliyor.

Referans gazetesinin haberine göre, İzmir'in otelleri ve gece kulüpleri ile tanınan Basmane semtinin kaderi, 270 hektarlık Kemeraltı bölgesinin tarihi koruma ve turizm bölgesi ilan edilmesi ile değişti. Bölgede tarihi evler ve binalar tescillenirken 500'e yaklaşan tarihi evin önemli bölümünün İstanbul kökenli yatırımcılar tarafından satın alınması, semt sakinlerini tedirgin etti.

Semtte yaşayanlar tarafından kurulan Basmane Altınpark Tarih ve Yaşamı Koruma Derneği'nin Başkanı Okan Akgenç, İstanbul'dan bazı firmaların ve şahısların bugüne kadar semtte 200'ün üzerinde tarihi evi satın aldığını iddia etti. Semtte 444 adet resmi tescili olan tarihi bina bulunduğunu, bu sayının her geçen gün arttığını belirten Akgenç, "Basmane'deki tarihi evler çok güzel özelliklere sahip. İleride butik otel, restoran yapmak için taş evler alınıyor. Bu binalar alınırken insanlar kandırılıyor. Biz de yörenin kimliğinin değişmesini istiyoruz. Bölgenin turizm merkezi olacağını biliyoruz. Turizm yatırımları yapıldıkça semt halkı da para kazanmaya başlayacak. Ancak insanlar evlerinin gelecek 10 yıldaki değerini tahmin edemiyor. Bu nedenle düşük fiyata satıyorlar. Biz bu duruma karşı çıkıyoruz. Vatandaşlar evlerini yok pahasına satmasın" diye konuştu.

Basmane'deki tarihi tescili olan evleri düşük fiyata satın aldığı ifade edilen ve İstanbul'daki Cezayir Sokağı Projesi'ni gerçekleştiren Afitaş firmasının sahibi Mehmet Taşdiken ise kendisine yönelik iddialara yanıt vermek istemediğini söyledi.

Tarihi Kemeraltı Esnaf Derneği Başkanı Mehmet Gülaylar ise 270 hektar büyüklüğe sahip Kemeraltı'nın 50 hektarının ticari alan, geri kalanının ise tarih ve turizm alanı olarak belirlendiğine dikkat çekerek, "Kemeraltı'nın ticaret alanı olarak belirlenen bölgesinde çeşitli projeler gerçekleştiriyoruz. Burada esnafın ve yöre halkının ortak olacağı bir şirket kurarak butik oteller kurmayı planlıyoruz. Yörenin değişmesi ve turizm merkezi olması için yeni yatırımcıları da Kemeraltı'na davet ediyoruz. Bugünlerde Basmane'de bazı girişimcilerin tarihi evleri düşük fiyata satın aldıklarını duyuyoruz. İstanbul'da Cezayir Sokağı'nı yapan girişimciler burada çeşitli projeler yapmak istiyor. Fakat bu işleri gizli şekilde yürütüyorlar. Kamuoyuna, yöre halkına, belediyeye, esnafa bilgi vermiyorlar. Oysa bölgeye dışarıdan gelen girişimcilerin kendilerini ve projelerini anlatmaları, yapacakları işler konusunda bizleri ikna etmesi gerekiyor. Projeler konusunda belirsizliğin olması bizleri ürkütüyor" dedi.

İzmir'in UNESCO Dünya Mirası Listesi'ne eklenmesi için geçtiğimiz yıl bir proje hazırlayan İzmir Ticaret Odası (İZTO), projede Basmane ve Kemeraltı'nda yapılacak çalışmalara yer verdi. Projede kentin tarihi merkezi olarak düşünülen alan, Pasaport İskelesi, Kültürpark, Basmane Garı, Kadifekale ve Varyant ile çevrelenen bölge. Bu bölgede Agora, Kadifekale ve Surları, Antik Tiyatro, Roma Yolu, Değirmendere Tapınağı, Antik Stadyum, tarihi cami, sinagog ve kilise ile tarihi çarşılar bulunuyor.

Turizm Gazetesi, 16.08.2007

NERİK'İN İZLERİNİ BULABİLMEK İÇİN KAZI YAPACAK

 

Almanya'nın Freie Üniversitesi'nden bir ekip, Samsun'un Vezirköprü İlçesi'nde Hititler'in dini merkezi Nerik'in izlerini bulabilmek için kazı çalışmalarına başladı.

 

Edinilen bilgiye göre, Alman Gerda Henkel Vakfı'nın katkıları ile Vezirköprü İlçesi'ne bağlı Oymaağaç Köyü sınırlarında yer alan Oymaağaç Höyük'te 2005-2006 yılları arasında yüzey araştırması yapan Doç. Dr. Rainer Czichon başkanlığındaki ekip, Kültür ve Turizm Bakanlığı'ndan gerekli izinleri alarak kazı çalışmalarına başladı.

 

Ekip başkanı Doç. Dr. Czichon, Oymaağaç Höyük'ün Tunç Çağı'ndan Demir Çağı'na kadar, en az 2000 yıl boyunca tercih edilmiş bir yerleşim yeri olduğunu belirterek, ''Şu anda 100 kilometre kuzeyde yer alan İkiztepe Eski Tunç Çağı için, 200 kilometre güneyde bulunan Boğazköy, ikinci ve birinci bin yıl için en yakın referans kaynakları oluyor'' dedi.

 

Hitit İmparatorluğu'nun kuruluş devri hakkında şu anda fazla bir bilginin bulunmadığını belirten Doç. Dr. Czichon, şöyle konuştu: ''Zalpuwa ülkesinin, kuruluş devri içinde önemli rol oynadığı belli. Bunu Hattuşa'da bulunan mitolojik Zalpa Metni'nden öğreniyoruz. Oymaağaç Höyük, Zalpuwa ülkesi içindedir. Eğer Oymaağaç Höyük'te Asur ticaret kolonileri ya da eski Hitit tabakaları içinde çivi yazılı tabletler bulursak belki Hitit İmparatorluğu'nun kuruluş dönemini tarihsel kanıtlar ile aydınlatabiliriz. Zalpa'nın nerede olduğu belli değil. Bazı Hititologlar Zalpa'yı İkiztepe'de görmek istiyorlar ama İkiztepe'nin Kazı Başkanı Prof. Dr. Önder Bilgi, Zalpa'nın daha güney tarafta belki Oymaağaç Höyük'te olabileceğini söylüyor. Şu anda emin olmamakla birlikte 4 maddelik kanıt doğrultusunda Oymaağaç Höyük'ün Hititlerin kült şehri Nerik olduğunu düşünüyoruz.''

Turizm Gazetesi, 16.08.2007

REKOR ÖDENEKLE TRALLEIS ANTİK KENTİ 3 YIL İÇERİNDE ZİYARETE AÇILACAK





Aydın İl Kültür Müdürlüğü, Aydın Belediyesi ve Adnan Menderes Üniversitesi (ADÜ) işbirliği ile 1996 yılında başlayan Tralleis Antik Kenti kazılarında çalışmalar hızlandı. 2002 yılında duran kazıların, dört yıl aradan sonra geçtiğimiz yıl tekrar başlamasının ardından geçen sürede büyük bir mesafe kat edildi. Bu yıl Kültür ve Turizm Bakanlığı'ndan rekor denilebilecek seviyede gelen ödenek ve Aydın'daki sivil toplum örgütlerinin ve iş adamlarının destekleriyle halen devam eden kazılarda bugüne kadar çok sayıda eser gün yüzüne çıkarıldı.

 

Devam eden çalışmalar hakkında bilgi veren kazı başkanı Yaylalı, Tralleis Antik Kenti'nde bu güne kadar gün yüzüne çıkarılan bölümlerin denizde bir damla olduğunu söyledi. Antik kentin çok büyük bir alan üzerinde oturmakta olduğuna işaret eden Yaylalı, toplam kazı alanının 2 bin 400 dönüm bulduğunu ifade etti. En büyük hayallerinin 3 yıl içerisinde Tralleis'i ziyaretlere açmak olduğunu belirten Yaylalı, kazı çalışmalarının 90 kişilik bir ekiple yoğun bir şekilde devam ettiğini söyledi. 2010 yılına kadar çalışmaların önemli bir bölümünü bitirmeyi hedeflediklerini belirten Yaylalı, "Hazırlanan üç yıllık çalışma programı içerisinde öncelikle antik kentteki iş yerleri, arsenal olarak tabir edilen antik kentin askeri deposunu tamamen ortaya çıkarmayı planlıyoruz. Ayrıca gün yüzüne çıkmış olan ve kentin girişi olarak bilinen 3 gözleri sağlamlaştırarak kentin bir bölümünü tam olarak ziyarete açmak istiyoruz. Bilindiği gibi kazı çalışmaları yılın belli bölümlerinde yapılıyor. O nedenle bu yıl gün yüzüne çıkarılan bölümlerin üzerlerini kapatmaya çalışacağız. Bunu yapamazsak yağan yağmurlarla gün yüzüne çıkardığımız eserler yine toprak altında kalarak gelecek sezonda bu eserlerin tekrar gün yüzüne çıkarılmasıyla uğraşmak zorunda kalırız." diye konuştu.

 

Üç yıllık hedefleri yakalamaları halinde kazı alanını genişletmeyi düşündüklerine değinen Yaylalı, bu doğrultuda antik kentin yanında bulunan askeri birliğin sınırları içerisinde kazıların yapılacağını dile getirdi. Yaylalı, "Şu anda tabur komutanlığının burada olması bizim için büyük bir avantaj. Çünkü kazı çalışmalarında eserlerin çıkarılması kadar, çıkan eserlerin korunması da çok önemli." dedi.

TürkiyeTurizm.com, 16.08.2007

KARAMAN MÜZESİ'Nİ 8 BİN 465 KİŞİ ZİYARET ETTİ

 

İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü'nün resmi internet sitesinden alınan bilgiye göre, bu yılın ocak ayından temmuz ayına kadar geçen 7 aylık sürede, müzeyi ziyaret eden yerli turist sayısının 8 bin 457, yabancı turist sayısının ise sadece 8 olduğu öğrenildi.

İstatistiklere göre, müzeyi ziyaret eden yabancı turist sayısında her geçen yıl azalma görülüyor. 2005 yılında 609, 2006 yılında 243 yabancı turistin ziyaret ettiği müzeyi bu yılın ilk 7 ayında toplam sadece 8 yabancı turist gezdi.

Karaman'da konaklama ve geceleme istatistiklerine göre, 7 aylık sürede yerli ve yabancı olmak üzere 28 bin 560 turistin konakladığı tespit edildi.

Merhaba Gazetesi, 16.08.2007

"İSRAİL KAZISI AKSA'NIN YIKIMI OLACAK"

 

Arap STK'larının çatı kuruluşlarından İtilaful Hayr'ın bu yıl üçüncüsünü gerçekleştirdiği kongre için İstanbul'a gelen Mescid-i Aksa İmamı İkrime Sabri, İsrail'in ördüğü duvarlarla Kudüs'ü adeta bir hapishane haline getirdiğini söyledi. 3 gün süren kongrenin son gününde Yeni Şafak'a konuşan İkrime Sabri, İsrail'in Haremüşşerif'te yaptığı kazı çalışmasının Mescid-i Aksa'nın yıkımıyla sonuçlanacağını anlattı. Başbakan Tayyip Erdoğan'ın talimatıyla geçtiğimiz Şubat ayında Kudüs'e giden Türk heyetinin geçen 6 ayın ardından raporunu kamuoyuna halen açıklamamasını eleştiren İkrime Sabri, “Raporun açıklanması için Aksa'nın yıkılması mı bekleniyor” diye sordu.

 

Heyetin hazırlayacağı raporu görmek istediklerini söylediklerini anlatan Sabri, “Raporlarını Ankara'da yazacaklarını söyleyerek Kudüs'ten ayrıldılar. Bize ulaşan bilgilere göre, raporda, kazı çalışmasının Mescid-i Aksa'ya zarar vermediği ifade edilmiş. Büyük bir şaşkınlık içindeyiz. Türk heyetinin Kudüs'e geleceğini duyduğumuzda çok sevinmiştik. Politik oyunlar bu çalışmanın üzerini örtmesin” dedi. Sabri, raporun kamuoyuna açıklanmasını istedi.

 

Hamas ve El Fetih arasında süren iktidar mücadelesinin neden olduğu kanlı çatışmalar üzerine yorum yapmaktan kaçınan İkrime Sabri, “Biz geçmişte de birliğe çağırıyorduk, gelecekte de çağıracağız” demekle yetindi. Filistinli grupların silahlarını bırakıp ortak bir masaya oturması gerektiğini ifade eden Sabri, İslam dininin Müslümanların birbirlerine silah doğrultmasını yasakladığını hatırlattı. Sabri, İsrail'in güvenlik gerekçesiyle Cuma günleri Mescit-i Aksa'da 45 yaşın altındaki Müslümanların namaz kılmasına izin vermediğini bildirdi.

 

Kudüs'te Türklere ait binlerce tarihi yapı olduğunu anlatan Sabri, Türkiye'nin Kudüs konusunda daha ciddi adımlar atması gerektiğini savundu. Ailesinin Kudüs'ün 500 yıllık ilim sahibi ailelerinden biri olduğunu anlatan Sabri, kendisinden önce 30 yıl babasının Mescid-i Aksa İmamlığı yaptığını, kendisinin ise bu görevi 34 yıldır yürüttüğünü söyledi. Sabri, İslam hukuku eğitimi alan oğlunun da Mescid-i Aksa İmamlığı'nı kendisinden sonra yürütebileceğini söyleyerek hassasiyetlerini vurguladı.

Yeni Şafak, 16.08.2007

YENİ BİR KİLİSE BULUNDU

 

 

Muğla'nın Milas İlçesi'ne bağlı Kargıcak Köyü’ndeki Labraunda Antik Kenti'nde sürdürülen kazılarda yeni bir kilisenin kalıntıları ortaya çıkarıldı. 1948 yılından bu yana her yıl düzenli olarak İsveçli bir ekip tarafından yapılan kazı çalışmalarının bu yılki bölümü tamamlandı. Kazı çalışmalarında Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın temsilcisi olarak görev yapan Anadolu Medeniyetleri Müzesi Arkeoloğu Nilgün Şentürk, burada yapılan kazı çalışmalarının Türkiye için büyük önem taşıdığını söyledi. Havaların çok sıcak olmasına rağmen çalışmalara ara vermediklerini ifade eden Şentürk, ''Çalışmalarımız esnasında geçen yıllarda ortaya çıkartılan ve bir hamamın içerisine daha sonradan uydurma olarak yapıldığı tespit edilen kilisenin dışında gerçek bir kilise kalıntılarına ulaştık. Gelecek yıl yapılacak olan çalışmalar yeni bulunan kilise üzerinde yoğunlaşacak. Bu arada, Bakanlıktan gerekli izinleri aldıktan sonra 1948 yılından bu yana yapılan çalışmalarda ortaya çıkan tarihi eserleri, İzmir Arkeoloji Müzesi’nden alarak, Labranda Antik Kenti deposuna koyduk.'' şeklinde konuştu. Antik kent için en büyük tehlikenin bölgede maden çıkarmak için atılan dinamitler olduğunu ifade eden Şentürk, ''2 bin 500 yıldan bu yana yerli yerinde duran eserler, atılan dinamitler yüzünden her geçen gün yerinden oynuyor ve yerleri kayboluyor. Bu çok kötü bir durum'' diye konuştu.

Bursa Hakimiyet, 16.08.2007

170 YILLIK CAMİ RESTORE EDİLDİ

 

Akçakoca'nın Hemşin Köyü'nde bulunan ve mimarisi ile dikkat çeken Hemşin Camii Kaymakamlık tarafından restore edildi. Yaklaşık 170 yıl önce inşa edilen cami çevre düzenleme çalışmalarının da tamamlanmasıyla Akçakoca kültürüne yeni bir renk katacak.

 

Hiç çivi çakılmadan geçme tekniği kullanılarak yapılan caminin tamamında kestane ağacının kullanıldığı belirtiliyor. Minaresi ve tavanları da ahşap olan yapıda el oyması figürlerde bulunuyor. Mihrabı da oyma taştan oluşan Hemşin Camii el emeğinin en güzel örneklerinden biri olarak tarih severlerin ilgisini çekeceğe benziyor.

 

İlçeye 10km uzaklıkta bulunan cami Kaymakamlığın özverili çalışması ile hem Akçakoca’nın hem de Düzce’nin kültürel varlıkları arasında yerini aldı.

Düzce Damla, Fotoğraf: akcakoca-hemsin.com, 16.08.2007

EDREMİT GÜRE KAZILARI DEVAM EDİYOR

 

Balıkesir'in Edremit İlçesi'ne bağlı Güre beldesinde 2006 yılında başlayan arkeolojik kazılar, bu sezon da devam ediyor. 25 Haziran'da başlayan kazılarda bu yıl özellikle antik ılıcaya ağırlık veriliyor.


Trakya Üniversitesi öğretim üyelerinden Yard. Doç. Dr. Ahmet Yaraş'ın başkanlığında sürdürülen kazıda, değişik üniversitelerden akademisyen ve öğrencilerden oluşan 15 kişi ve yakın çevre köylerden 20 işçinin çalıştığı açıklandı. Doç. Dr. Yaraş, Güre'de kültürel varlıklarının olmasının belde için çok büyük kazanç olduğunu vurguladı. Modern ılıca tesislerin hemen yanında ortaya çıkartılmaya başlanan antik kalıntıların, zaten var olan sağlık turizmini, kültür turizmi ile destekleyeceği ve bundan böyle bölgeye gelen ziyaretçilerin antik eserleri da görebileceği ifade edildi.

 

Yaraş, Almanya'da Baden Baden, Badenweiler ve İngiltere'de Bath gibi tarihsel kalıntıların modern ılıcalarla birlikte ziyaretçilere hizmet verdiklerini söyleyerek, "Diğer belediyelere örnek olan bu görüş, zaman içinde daha iyi anlaşılacaktır. Ilıca ile birlikte Astyra antik kentinin bulunması Güre için çok önemlidir. Bölgede yoğun define avcılığı da bu çalışmalarla asgariye indirilecek. Çalışma bölgemizde bugüne kadar seramik, metal ve cam eserlerin yanı sıra 50 civarında sikke bulundu.

Eserler, konservasyon ve restorasyonu tamamlandıktan sonra müze uzmanlarına teslim edilecek. Daha uzun süreli ve yoğun çalışılabilmek için sponsor arayışı içindeyiz" diye konuştu. Güre sınırı içinde tescil edilmesi gereken en az on yerleşmenin daha bulunduğu bildirildi.

Turizm Gazetesi, 16.08.2007

KUM OCAĞINDAN TARİH ÇIKTI

 

Karacabey'de faaliyet gösteren kum ocağında Hellenistik döneme ait tarihi eserler ele geçirildi.


Çarık Köyü Karadere Mevkii'nde, faaliyet gösteren bir kum ocağında tarihi eser bulunduğu ihbarını alan jandarma harekete geçti. Ekipler, söz konusu yere operasyon düzenledi. Hellenistik döneme ait olduğu tespit edilen bir adet toprak vazo ile üzerinde işlemeler olan mermer sütun bulundu. Jandarma, Mehmet G. (56) ile Mahmut P.'yi (38) gözaltına aldı. Savcılığa sevk edilen Mehmet G. ile Mahmut P. tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılırken, tarihi eserler Karacabey Cumhuriyet Savcılığı'na teslim edildi.

Bursa Hakimiyet, 16.08.2007

SAGALASSOS'TA AYAK FİGÜRÜ BULUNDU

 

Belçika Leuven Katolik Üniversitesi Arkeoloji Bölümü ve Sagalassos Kazı Başkanı Prof. Dr. Jeroen Poblome, yaptığı açıklamada, Roma hamamının batı bölümünde yürütülen kazılarda bir heykele ait ayak figürü bulunduğunu ve henüz parçayla ilgili günümüze ışık tutacak bir bilgiye sahip olmadıklarını söyledi. Ayak figürünün bir kadın heykeline ait olduğunu belirten Poblome, “Yapacağımız kazılarda bir kadın heykeli bulursak, belki bu konu üzerinde de bilgi sahibi olabiliriz” dedi. Poblome, geç Roma dönemine ait mermer heykelin, muhtemelen depremin ardından yıkılmış olabileceğine dikkati çekti. Jerome Poblome, gün ışığına çıkarılan ayak figürünün gerekli incelemelerin yapılmasının ardından Ağlasun’daki Belçika kazı evine taşınacağını kaydetti.

Kazı Başkanı Prof. Dr. Jeroen Poblome, Roma hamamının batı bölümünde yürütülen kazı çalışmalarında mermer bir heykele ait ayak figürünün bulunduğunu söyledi. Poblome, eserin, bir kadın heykele ait olabileceğini dile getirdi.

Akşam Akdeniz, 16.08.2007

100 YILLIK TARİHİ ÇEŞME KURUDU

 

Kastamonu'nun Taşköprü İlçesi Avşar Köyü'nde bulunan Osmanlı döneminden kalan tarihi 100 yıllık köyün tek içme suyu kaynağı olan çeşmesi küresel ısınmanın etkisiyle kurudu.

Köy muhtarı İbrahim Çakır, köyün suyunun bu yıla kadar hiç kesilmediğini belirterek, "Köyümüzde yaklaşık 100 yıldır akan su aşırı kuraklık nedeniyle kesildi" dedi.

Köyün yaşlılarından Musa Doğan ise "Benim dedem dahi bu çeşmenin ne zaman yapıldığı konusunda bir bilgiye sahip değil bu çeşmenin hiç kuruduğunu bilmem bu yıl ne olduysa çeşmemiz kurudu biz de suyumuzu komşu köylerden temin ediyoruz'' şeklinde konuştu.

Tarihi çeşmenin suyunun Horasan arkları ile köye geldiğini ifade eden Musa Doğan, "Geçen yıllarda bunları borularla değiştirmek istedik fakat suyun çıktığı yere ulaşamadığı için tekrar kapatarak eski halinde bıraktık" dedi.

Kastamonu Kent Haber, 16.08.2007

KEYKUBAD'IN MÜHRÜ RÖNESANSI ETKİLEDİ

 

Alaaddin Keykubad’ın portresinin bulunduğu mühür, İslamiyet’te tasvir yasağı olup olmadığı konusunda yeni bir tartışma başlattı. Mühürün üzerindeki gerçekçi portrenin Avrupa’da başlayan Rönenansı etkilediği de öne sürülüyor.





Antalya’da 2000 yılında bir köylü tarafından tarlada bulunan ve üzerinde profilden insan kabartması olan mühürün Anadolu Selçuklu Sultanı Alaaddin Keykubad’a ait olduğu ortaya çıktı. İrlandalı Sanat Tarihçi Michael Duggan yaptığı araştırmada mühürün üzerindeki insan kabartmasının da Alaaddin Keykubad’a ait olduğunu tespit etti. Mühürün üzerindeki insan kabartmasının bizzat Alaaddin Keykubad’a bakılarak yapıldığını belirten Duggan, bu konuda bir makale yazdı. Dugggan’ın makalesi, Antalya’da Anadolu Akdenizinin tarihine ışık tutmak amacıyla Suna ve İnan Kıraç tarafından kurulan Akdeniz Medeniyetleri Araştırma Enstitüsü’nün Adalya isimli kitabında yayınlandı. Duggan, İtalya’nların da portre sanatını Anadolu Selçuklu Devletinden öğrendiğini belirterek, “Bu tür portreleri Rönenanstan önce Anadolu’da başlamıştır. Anadolu Selçuklu Sultanı’nın bu portresi İtalya’da başlayan Rönenans’ın da köklerinin Anadolu’da olduğunu gösteriyor” dedi.

 

“Sultan Birinci Alaeddin Keykubad’ın profilden portresini taşıyan bir 13. yüzyıl Mührü: Öncüleri ve Olası Etkileri” başlığını taşıyan makalesinin dört bölümden oluştuğunu bildiren Duggan, “İlk kez bu makalede yayınlanan mühür, 2000 yılında Antalya’nın Gündoğmuş İlçesi’ndeki Karaköy Kalesi’nde bulundu. Bir köylünün Roma parası sanarak müzeye getirdiği bu para, Antalya Müzesi’nde korunuyor. 25 milimetre çapında, 4 milimetre kalınlığında olan bu mühürün ağırlığı 15.8 gram. İki kurşun puldan basılan mühürün ön yüzünde kabartma halinde Keykubat’a ait profilden bir insan portresi bulunuyor. Mühürün arka yüzünde ise, Abbasi Halifeliği’ni temsilen bir aslan kabartması yer alıyor” diye konuştu.

Mühürün üzerindeki profilden portrenin hünkarın bilinen tasvirlerinden farklı olduğuna dikkati çeken Duggan, “Bu mühürde betimlenen bireyin gerçek yüzünün kişisel özellikleri olduğu gibi gösterilmiştir. Büyük, düz bir burnu olan hünkarın ağzının kenarına kadar uzanan gür bir bıyıkları var. Gözleri ise, minyatürlerdeki gibi çekik gözlü değil, oldukça geniş ve iri. Topuz halinde bağlanan bir saçı olan hünkarın kalın bıyıklarına karşın incecik bir sakalı bulunuyor. Bu figür çağdaş bir şahsiyeti betimlemektedir. 30’lu yaşlardaki birini gösteren bu mühürün Keykubat’a ait olduğu üzerindeki yazının yanısıra hünkarın doğum tarihiyle de örtüşüyor. Keykubad 1190’da doğmuştur. Mühür 1221’den sonra yapıldığı için de portredeki şahısla Keykubad'ın yaşı da örtüşüyor” diye konuştu.

Avrupalıların bu mühür sayesinde profilden insan portresini yapmayı öğrendiğini savunan Duggan, “Anadolu Selçuklu Sultanı Keykubad, üzerinde portresi bulunan bu mühürleri imzaladığı anlaşmalarda kullanıyordu. Venedik, Pisa, Floransa ile yapılan antlaşmalara eklenen bu tür Anadolu Selçuklu mühürlerindeki profilden portreciliğin etkileri İtalya’da Rönenansa da ilham kaynağı olmuştur. O döneme kadar Avrupa’da insan yüzüne bakarak gerçekçi bir resim yapma olayı yoktu. Anadolu Selçuklu Sultanı Keykubad, Venedik ile 1220 yılında yapılan anlaşmada bu mühürü kullanmıştır. Bu mühürdeki gerçekçi portre erken italyanları da etkilemiştir. Erken italyan rönesansında portreler kişilere bakılarak çizilmeye başlanmıştır” dedi. Keykubad'ın Antalya’da bulunan mühürünün yanısıra altın bir mühürünün de olduğunu belirten Duggan, altın mühürün ise şu anda kayıp olduğunu da sözlerine ekledi.

Akşam Akdeniz, Haber: Mustafa Kozak, Fotoğraf: ntvmsnbc.com, 16.08.2007

ASIRLIK ÇINAR ZAMANA YENİK

 

Bursa, Yıldırım'da, 230 yaşındaki bir çınar ağacının kırılan dalları, 2 otomobilde ağır hasara yol açtı. Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Müdürlüğü'nce koruma altına alınan Setbaşı Caddesi'ndeki 230 yıllık 'Doğu Çınarı'nın bazı dalları kırıldı.


Dallar, ağacın altında park halindeki iki otomobilin üzerine düştü. Her iki otomobilde maddi hasar meydana geldi. Yeşil ile Namazgah Caddesi de bir süre araç trafiğine kapandı.
Çevredeki vatandaşların ihbarı üzerine olay yerine gelen Büyükşehir Belediyesi ekipleri dalları kaldırarak, yolu trafiğe açtı.

Bursa Hakimiyet, 16.08.2007

MİDAS'IN TAHTINDA TENCERE İZLERİ





ABD'li araştırmacı Elizabeth Simpson, bir gün 'bir hata' gördü, 27 yıl sürecek bir bilmecenin içine düştü. Simpson, Midas'ın Anadolu'daki mezarında bulunan binlerce ahşap parçasını, 27 yılda yap-boz gibi bir araya getirdi, Midas'ın üç kutsal masasını gün ışığına çıkardı.


Pennsylvania Üniversitesi Arkeoloji ve Antropoloji Müzesi Gordion Mobilya Projesi Başkanı Prof. Dr. Elizabeth'in Midas merakı üniversite yıllarında başladı. Midas'ın Gordian'daki (Eskişehir sınırları içinde) mezarını bulan Prof. Dr. Rodney Young'un ölümünden sonra başlatılan kitap çalışmasına katıldı. Ona Young'un kazı çizimlerini temize çekme görevi verildi.


Ama mezar fotoğraflarıyla karşılaştırdığında çizimlerin farklı olduğu anladı. Üniversite yönetimi "Öyleyse doğrusunu çiz" dedi, hatta onu Türkiye'ye, Anadolu Medeniyetleri Müzesi deposuna da gönderdi.


Simpson o günleri anlatırken "Sandım ki ahşapların sırrını çözmek iki üç senemi alır. Şimdi 27 sene oldu, hala bitmedi. Neredeyse Kral Midas'la evlendim ve ahşaplar da çocuklarım" diyor!
İşe müzedeki 40 büyük ve binlerce küçük parça halindeki 'Kakma İşlemeli Masa'yla başladı. Bir yıl evden çıkmadan çizim yapıp parçaları birleştirmeye çalıştı. Bitirdiğinde artık her yaz geldiği Anadolu Medeniyetleri Müzesi çalışanlarıyla birlikte, parçaları birleştirip, masayı ortaya çıkardılar. Bu beş altı yılını aldı!

Sonra sıra Prof. Dr. Young'un Midas'ın tahtı zannettiği diğer iki ahşap esere geldi. Prof. Dr. Simpson bu kez de oval bölümlerin üzerinde bazı yanık ve lekeler fark etti. Sanki tencere yanığı gibiydiler: "Hatta, tencerelerin altları oval bölümler üzerine tam oturuyordu. Ve eserin taht değil servis masası olduğunu keşfettik."


Simpson ve arkadaşlarının kazanlarda yaptığı analizler sonucu Midas'ın bira, şarap ve bal karışımından oluşan bir kokteyli sevdiği, bu içkinin onun cenaze töreninde de ikram edildiği anlaşıldı.


Simpson, iki kutsal servis masasındaki desenleri çözmeye de 20 yılını verdi: "Masadaki desen ilk bakışta Nazi sembolü gibi ama ortasında uzantı var. Çizimi yapanlar dört figür çıkarmış tek desenden. İlk figürü aynen koyup, ikinciyi 90 derece döndürmüş, üçüncüde 90 derece dönen figürü ters çevirmiş, dördüncüde de üçüncü figürü önce 90 derece çevirmiş, sonra ters döndürmüş. Bu, Frig sanatında yok, hatta dünyada yok. Sadece bu masada var."


Masanın üzerindeki desenlerle Frig dönemine ait Arslan Kaya arasındaki benzerliği ve masanın aynı zamanda portatif bir mabet olduğunu keşfeden Prof. Dr. Simpson, 27 yıldır her yıl belirli aylarda Türkiye'de yaşıyor ve Gordion'dan çıkan ahşaplar üzerinde çalışıyor.

Radikal, Fotoğraf: Barışkan Ünal/AA, 16.08.2007

BARAJLAR TARİHİ DOKUYU ALTINDA BIRAKACAK





Artvin'de yapılmakta olan ve yapılacak bir dizi baraj nedeniyle yollar, köyler, Yusufeli ilçe merkezi, tarihi eserler, vadiler ve tarım alanlarının yok olma süreci ile karşı karşıya.

Artvin Şavşat yolu üzerinde bulunan tarihi Berta Köprüsü ve Ardanuç yolu üzerinde bulunan tarihi eserler , mezarlıklar ve en verimli tarım alanları sular altında kalacak olmasına Kültür Sanat-Sen Artvin İl Temsilcisi Muhammet Bilgin'den tepki geldi.

Bilgin , konuyla ilgili olarak yaptığı açıklamada, “Berta köprüsü 1878 yılında yapılmıştır Osmanlı mimarisidir. Kuzey Doğu Anadolu da ki belli başlı Türk izleri Artvin'de de yoğunlaşmıştır. Dolaysıyla Artvin Deriner barajı altında kalan tarihi eserler bulunmaktadır. Henüz yetkililerden ve ilgili kurumlardan bu tarihi eserlerin kurtarılmasına ilişkin ciddi bir çalışma görülmemiştir. Dinamitler yükseklerde patlamaya başladı ve bu nedenle köprü yavaş yavaş kayalıkların arasında kaybolmaya başlamıştır.Sulardan önce köprüyü kayalıklar yıkmaya ve tahrip etmeye başlamıştır. Biyolojik yapı değişiyor doku değişiyor. Ülkenin enerji ihtiyacı vardır gerçeğinden hareketle Artvin mezarlarını bile kaldırmak pahasıyla buna karşı durmamıştır aksine destek olmuştur. Sadece istediğimiz somut kültür varlıklarımızın taşınarak açık hava müzesinde yaşatılması, soyut kültür varlıklarımızın da sosyolojik ve halk kültürleri açısından belgelenmesi akademik olarak çalışılması ve arşivlenmesidir. Zaten tarımsal alan ve yaşamsal alan vadi tabanında dizilmiştir. Binlerce kilometrelik yol ağındaki pek çok köy, hatta bir ilçe merkezimiz ve ekim alanlarımız sular altında kalmıştır ve kalmaya devam edecektir. Coğrafya değişmektedir, Artvin haritası değişmektedir ve yeniden şekillenmektedir. Artvin bölgesindeki, söz konusu baraj inşaatları nedeniyle kurulan şantiyelerde teknolojinin son imkanları kullanılırken Çoruh Vadisi insanlarının sosyo-kültürel durumu hakkında hiçbir kimseden ve kurumdan ses çıkmıyor.

Berta Köprüsü, Zeytinlik türbeleri, kümbetleri, Ferhatlı Kemer Köprüsü, Oruçlu ve Zeytinlik camileri, Şükrü ağa Konağı. Bütün bu eserler sular altında kalacaktır! Eserlerin kurtarılması, taşınması konusunda her hangi bir uygulama yoktur.
Artvin Kent Haber, 16.08.2007

TARİHİ KİLİSE KÜLTÜR MERKEZİ OLARAK HİZMET VERECEK

 

Aydın'ın Didim İlçesi'ne bağlı Akbük beldesindeki tarihi Rum Ortodoks kilisesi yapılan restorasyon çalışmaları sonunda kültür merkezi olarak hizmete açıldı.

 

Kültür Merkezi'nin açılışı dolayısıyla düzenlenen törende konuşan, Mimar Fikri Aktan, Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğüne bağlı İzmir Rölöve ve Anıtlar Müdürlüğü denetiminde yapılan restorasyon çalışmasının son derece başarılı gerçekleştiğini tarihi binanın dokusunun aynen korunduğunu söyledi.

 

Bölgedeki ilk yerleşim dönemine ait olan kilisenin 1823 yılında yörede yaşayan Rumlar tarafından yapıldığını anlatan Aktan, mübadele sonrasında önemini yitiren kilisenin, harap bir durumda iken, Akbük Belediye Başkanı İbrahim Şam'ın Kültür ve Turizm Bakanlığı'yla yaptığı yazışmalar sonucunda belediyeye devredildiğini ardından restorasyonun yapıldığını anlattı.

 

Aktan, şöyle konuştu:''Bu restorasyonu yaparken çok eleştirildik, ama sonunda çok güzel bir eser ortaya çıkardık. Meyve veren ağaç taşlanır.  Akbük bir zamanlar köydü. Daha sonra belde oldu. Ve çok hızlı bir yapılaşma gösterdi. Bu yapılaşmanın yanında buranın bir de kimliğe ihtiyacı vardı. Biz bunun için harap durumdaki kiliseyi kurtarmak için çalışmaya başladık. Kültür ve Turizm Bakanlığı'na projeler hazırlandı. Bakanlığın desteği, belediyenin finansmanıyla burasını bir kültür merkezine dönüştürdük."

Turizm Gazetesi, 16.08.2007

ÇATALHÖYÜK'TE 32 KİŞİNİN MEZARI BULUNDU

 

 

Çatalhöyük'teki bu yıl yapılan kazılar sona erdi. Bu yıl yapılan kazıların son bölümünde bir odada 32 kişilik mezara ulaştıklarını vurgulayan görevliler, "Bu mezarlara toplu gömü yapılmıyor. Biri ölüyor, gömüp mezarı kapatıyorlar. Daha sonra biri daha öldüğünde mezarı açıp iskeletleri kenara itip, diğerini gömüyorlar. Bu şekilde aralıklarla 32 kişi gömülmüş. Çünkü iskeletler birbirine karışmış durumda. Bu evde yaşayanların oldukça kalabalık bir aile olduğu görülüyor" dedi.


Görevliler, bu şekilde fazlaca kişinin gömüldüğü odalara ya da mezarlara çok sık rastlamadıklarını belirterek, böylesi durumlarda iskeletleri zarar vermeden çıkarmak için çaba harcadıklarını bu nedenle kazı çalışmalarının oldukça yavaş ilerlediğini bildirdi.


32 kişilik mezarda keseyle konulmuş mavi boya ve spatulaya rastladıklarını belirten görevliler, şu "Daha önce mezarlarda farklı renkler gördük. Çatalhöyük insanlarının vücutlarını boyadığını biliyoruz. Ölen kişilerle birlikte mezara boya da konuluyor. Bunun nasıl konulduğunu bilmiyorduk. Bu son mezarda, boyanın özel küçük kese içine konulduğunu belirledik. Kese çürümüş ancak, toprağın sıkışması sonucu kesenin şeklini alan mavi boya halen duruyor. Hatta kese içine konulan kemik spatulayı bile mavi boya ile birlikte bulduk. Kazı süresince bunun gibi birçok yeni bilgiye ulaşıyoruz."

Merhaba Gazetesi, 15.08.2007

DÜNYANIN 4. BÜYÜK MAĞARASI: ILGARİNİ

 

Küre Dağları üzerindekidünyanın 4. büyük mağarası olarak kabul edilen Ilgarini Mağarası,antropolojik kalıntıları ve çevresindeki doğal alanlarıyla yerli veyabancı turistlerin ilgisini çekiyor.





Ilgaz Dağı ve Küre Dağları Milli Parkları'nda Ekoloji Temelli Doğa Eğitimi`ne katılan 30 katılımcı, program çerçevesinde Ilgarini Mağarası`nı gezdi. Katılımcılar, mağara ekosistemi ve mağara içi antropolojik kalıntılar hakkında bilgilendirildi. Ilgaz Dağı ve Küre Dağları Milli Parklarında Ekoloji Temelli DoğaEğitimi Projesi Yürütücüsü Dr. İsmail Menteş, yaptığı açıklamada, Ilgarini Mağarası`nın Küre Dağları Milli Parkı SorkunYaylası`nda Cide ve Pınarbaşı ilçelerinin sınırlarında bulunduğunu söyledi.Menteş, Küre Dağları üzerinde bulunan, dünyanın 4. büyük mağarası olarak kabul edilen Ilgarini Mağarası`nın, antropolojik kalıntıları ve çevresindeki doğal alanlarıyla her yıl binlerce yerli ve yabancı turist tarafından ziyaret edildiğini söyledi. Mağara içinde antropolojik kalıntıların bulunmasının mağaraya tarihsel bir değer kazandırdığını ifade eden Menteş, antropolojik kalıntıların erken Bizans dönemine ait olduğunu bildirdi.Mağara içinde mezar yapıları ve şapel şeklinde dini yapıların bulunduğunu anlatan Menteş, "Bu durum, mağaranın dinsel bir mekanolarak görüldüğünü de göstermektedir. Ayrıca mağara çevresinde inşa edilen bazı yapıların kalıntıları dikkati çekiyor" dedi.

 

Ilgarini Mağarası`nın denizden 1250 metre yükseklikte olduğunu belirten Menteş, şu bilgileri de verdi: "Ilgarini, 858 metre uzunluk ve 250 metre derinliğe sahip büyük birmağara... 3. ve 4. zamanda 160-220 milyon yılda oluşmuş olup, mağaradakis arkıt ve dikitlerin bir milyon yıllık olduğu tahmin ediliyor. Yılda yaklaşık 2 bin turistin ziyaret ettiği mağara, geçmiş yıllarda defineceler tarafından tahrip edilmiş."

Kastamonu Postası, Fotoğraf: dagbasi.com, 15.08.2007

"ÇEŞMELER YAŞATILSIN"





Sıcaklıkların iyice arttığı ve küresel ısınma sendromunun toplumun bütün bireylerinin hayatını kuşattığı bu günlerde yaşanan su kesintilerinde tatlı su çeşmeleri kurtarıcı görevini üstleniyor. Çünkü herhangi bir su kesintisi yaşanması durumunda herkes evinin üç-beş adım ötesindeki tatlı su çeşmesinden karşılıyor su ihtiyacını. Suyun insan hayatı için bu kadar önemli olduğu dönemde su medeniyetinin yapıtları olan çeşmeler de büyük önem kazanıyor.

 

Selçuklu ve Osmanlı döneminde yapılan sebil, çeşme ve şadırvanlar, hayata ve insana ne kadar önem verildiğini gösteriyor. Günümüze kadar varlığını koruyan tarihi çeşmelerin birçoğu bakımsızlıktan yıkılmaya yüz tutmuş durumda. Konya'da 150'nin üzerinde kitabesi bulunan tarihi çeşme bulunduğu belirten Sanat Tarihçisi Prof. Dr. Haşim Karpuz, kıyıda köşede kalan çeşmelerin onarılması gerektiğini vurguladı.

 

Çeşmelerin, insanların su ihtiyacını karşılamanın yanında toplumsal tarih açısından da büyük önem taşıdığına dikkat çeken Haşim Karpuz, "Eskiden evlerde şebeke suyu yokken, çeşme başları toplumsal olayların öğrenildiği, konuşulduğu yerlerdi. Toplumsal tarih bakımından çeşmeler önemlidir" dedi. Haşim Karpuz, toplumsal tarihimize tanıklık eden, sanat değeri taşıyan su kültürü yapıları olarak ifade ettiği çeşmelerin korunup yaşatılmasını istedi.

 

Konya şehir merkezinde, Selçuklu ve Osmanlı döneminden kalma kitabesi bulunan 100'ün üzerinde tarihi çeşme var. Bunun yanında Konya İçme Suları Vakfı ve KOSKİ tarafından şehir merkezinde önemli noktalara tatlı su çeşmeleri yaptırıldı. Yapılan çeşmelerin hepsinden tatlı su akıp akmadığı belli değil ama yine de şebeke sularında yaşanan kesintilerde vatandaş su ihtiyacını buradan karşılıyor.

Su medeniyetinin ilk adımlarını oluşturan "su hayrı"nda bulunmanın temelleri İslam'ın doğuşuyla başladı. İslam'ın ilk devirlerinde, Medine'de her tarafta su bulunmuyordu. Arap yarımadasında günümüzde olduğu gibi o dönemde de su konusu insanlar için öncelikliydi. Halkın para ile suyu temin edebildiği su kuyusunu bir Yahudi'ye aitti. Bu kişinin halka suyu pahalı satmasından dolayı Hz. Muhammed bir yolunun bulunup kuyunun satın alınmasını istedi. Bunun üzerine Hz. Osman, Yahudi adama cazip bir fiyat teklif ederek su kuyusunu satın aldı ve onu vakfetti. Peygamber Efendimiz Hz. Osman'ın bu hizmetini görünce; "Allah'ım cenneti ona vacip kıl!" diye dua etti. Peygamber Efendimiz'in örnek davranış ve sözlerini düstur haline getiren Müslümanlar, bu hadise üzerine su hayrı konusunda birbirleriyle yarıştı. Sahabelerden Sa'd b. Ubade annesi vefat edince Peygamber Efendimiz'e gelerek, annesi için en faziletli sadakanın hangisi olduğunu sordu. Allah Resulü de, "insanlara su vermek" olduğunu haber verdi. Bunun üzerine, Sa'd bir kuyu kazdırarak ölümünden sonra annesinin sevabının artmasını istedi. Bu hadiseden sonra Müslümanlar arasında ölmüş yakınlarına sevap hediye etmek için kuyu açma ve çeşme yapmak yarışı başladı.

 
İslam medeniyetinde su hayrının temelleri böylece atılmış oldu. Hz. Osman ile başlayan su hayrı hizmeti Selçuklu ve Osmanlı döneminde ise doruk noktasına ulaştı. Vakıf anlayışı ile birlikte su hayrı yapanların sayısı binleri buldu. Sadece su hayrı değil, han, medrese ve günümüze ulaşan yüzlerce tarihi eserin hayır amaçlı olarak hizmete geçirildiği bir gerçek olarak tarih sayfalarındaki yerini aldı.
 

Peygamber Efendimiz, "sadaka-i cariye" olarak tanımladığı yol, köprü, çeşme, okul gibi yerleri vakfetmenin, kişinin ölümünden sonra amel defterine sevap kazandıran hususlardan olduğunu ifade etmiştir. Bu mükafatı elde etmek için imkanı olan Müslümanlar vakıf kurarak birbirleriyle yarıştı. Çeşmeler de bu vakıflar arasında en çok yapılanlardan oldu.


Yapılan evlerde, medreselerde, camilerde, çarşılarda, çeşme ve şadırvan gibi su ihtiyacının karşılandığı yerlerde ustalar sanatlarını sergilemişlerdir. Sanat eserlerindeki mermer işlemeler, tezhipler, kitabeler ve süslemeler, insan ruhuna hitap eden yönleri ile bu eserlere ayrı bir güzellik kazandırmıştır.


Selçuklu ve Osmanlı döneminde yapılan sebil, çeşme ve şadırvanlar, hayata ve insana ne kadar önem verildiğini gösteriyor. Çarşıların, medreselerin, mahallelerin her köşesinde yapılan çeşmeler ile şehir dışında yollar üzerinde ve kırdaki çeşmeler, buralardan faydalanan insanların susuzluğunu gidermekte büyük rol oynadı. Bu çeşme ve şadırvanlardan su içenler de çeşmeyi yaptıranların ruhuna fatiha ve dualar gönderirdi.
 

Selçuk Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölüm Başkanı Prof. Dr. Haşim Karpuz, Konya'daki tarihi çeşmelerin genel durumu ve ihyası konusunda yapılması gerekenleri anlattı.
Geçmişte Konya'nın kurulduğu Alaeddin Tepesi ile çevresinin su kaynakları ve verimli topraklara sahip olduğunu anımsatan Prof. Dr. Haşim Karpuz, tarih öncesi ve ilk çağlarda şehirlerin de böyle yerlerde kurulduğunu aktardı. Bu şehirlere kaliteli suyun pişmiş toprak borularla ya da kanallarla pınarlardan geldiğini belirten Haşim Karpuz, yaz aylarında ve kurak zamanlarda ise ihtiyaç olan suyun kuyu ve sarnıçlardan temin edildiğini söyledi. Haşim Karpuz, buradan anlaşıldığı üzere Konya'nın su bakımından zengin bir şehir olduğunu ifade etti.


Konya'da şu an 150 civarında tarihi çeşme bulunduğunu belirten Prof. Dr. Haşim Karpuz, KOSKİ'nin tarihi çeşmelerin çoğunu koruyup tatlı su bağlayarak yaşatmaya çalıştığını, kıyıda köşede kalanların da onarılması gerektiğini vurguladı. Konya çeşmelerinin mimari özellikleri hakkında da bilgi veren Haşim Karpuz, mevcut çeşmelerin sivri kemerli sokak çeşmeleri tipinde olduğunu, tek veya çift musluklu olan bu çeşmelerin doğrudan boru ile su kaynağına bağlandığını, çok azında depo bulunduğunu söyledi. Karpuz, çeşmelerin kemerleri ayna taşları üzerinde taş süsleme ve kitabeler bulunduğunu aktardı.
 

Çeşmelerin toplumsal tarih açısından önemine de dikkat çeken Haşim Karpuz, şöyle devam etti: "Eskiden evlerde şebeke suyu yokken, çeşme başları toplumsal olayların öğrenildiği, konuşulduğu yerlerdi. Toplumsal tarih bakımından çeşmeler önemlidir." Karpuz, toplumsal tarihimize tanıklık eden, eski su kaynaklarımızın zenginliğini belgeleyen, sanat değeri taşıyan su kültürü yapılarının koruyup yaşatılması gerektiğinin altını çizdi.


Günümüz toplumunun müsrif, tüketim toplumu olduğunu, şükretmesini bilmediğini ifade eden Haşim Karpuz, "Allah'ın verdiği en değerli nimeti, hayatımızın temel kaynağı suyu hoyratça tüketiyoruz. Bir ayette, "Her şeyi sudan yarattık, içesiniz diye su kaynakları verdik" deniliyor. Eski su kültürümüzde su kutsal sayılıyordu. Su içme adabı vardı. Kıbleye dönülüp, besmeleyle içilip, Allah'a şükrediliyordu. En fazla 8 litre su ile banyo yapılabiliyordu. Ya şimdi, şampuan reklamları, duşlar, küvetler" diye konuştu.


Tarihin ibret alınacak, yaşanmış olaylar bütünü olduğunu aktaran Haşim Karpuz, şunları söyledi: "Hayatımızın temel kaynağı suyu, su yapıları tarihi çeşmelerimizi iyi koruyup kollamalıyız. Dünya kültür ve mimarlık tarihinde su mimarisi Türk milleti kadar zengin bir millet yoktur. Çeşme yaptıranların sevap defteri kapanmaz, mealindeki hadisi şerif bu bakımdan çok etkili olmuştur. Günümüz Konya'sında böyle çeşmeler var ve hala sahiplerine sevap aktarıyor."
Merhaba Gazetesi, Haber: Ali Özcan, 15.08.2007

3 BİN YILLIK KIBYRA'DA KAZILAR SÜRÜYOR

 

Burdur'un Gölhisar İlçesi'nde bulunan 3 bin yıllık Kibyra antik kentini gün yüzüne çıkarma çalışmaları bu yıl da başladı. İkinci sezonununa giren Kibyra antik kenti kazı ve temizlik çalışmaları, Burdur Arkeoloji Müzesi Müdürü Hacı Ali Ekinci'nin başkanlığında yapılıyor.

 

Akdeniz Üniversitesi Arkeoloji Anabilim Dalı Öğretim Üyeleri Prof. Dr. Havva İşkan Işık ve Prof. Dr. Fahri Işık'ın bilimsel danışmanlığı ve yine Akdeniz Üniversitesi'nden Yrd. Doç. Dr. Şükrü Özüdoğru, Dr. Eray Dökü ve Uzman Arkeolog Gökhan Tiryaki'nin katıldıkları yirmi kişilik kazı ekibi, çalışmalarına başladı.

 

2006 yılında temizlik çalışmalarını neticelendirerek kazı için hazır bırakmış oldukları Stadion'un bu yılki tek kazı alanı olacağını ifade eden Yrd. Doç. Dr. Şükrü Özüdoğru "Kazılarımız, Akdeniz ve Dokuz Eylül üniversitelerinden katılan stajyer-öğrencilerin yanı sıra yedi işçi ile topograf ve mimarlardan oluşan ikincil ekibin katkılarıyla devam edecek. Umuyoruz yapının batı oturma alanının hemen arkasında tespit edilmiş bulunan sütunlu yolu ve batısında bulunan teras duvarları takip ederek bu alandaki yapılanmanın tespit edilmesi olacak." dedi. Bugün itibarıyla Kibyra kentinin yüzeyde bulunan kalıntılarının gerek konumu ve gerekse niteliğinin modern teknolojinin de yardımıyla artık kayıt altına alındığını anlatan Özüğdoğru, "Bu yılki temizlik çalışmalarımız yukarı kentte üç alanda; Tiyatro, Hamam ve Agora'nın doğu yanındaki geç dönem sur duvarında gerçekleşti." dedi.

Zaman, 15.06.2007

ŞANLIURFA MÜZESİ TANITIM BROŞÜRÜ HAZIRLADI

 

Şanlıurfa Valiliği İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü tarafından "63. Kentte 63 Yayın" sloganıyla başlatılan yayın projesi çerçevesinde "Şanlıurfa Müzesi" adlı bir broşür bastırıldı. 5 bin adet bastırılan broşürde, Şanlıurfa Müzesi konu alındı.

 

Broşürde, Şanlıurfa Müzesi'nin tarihçesi, Şanlıurfa'da ilk müze girişimleri, müzenin başlıca bölümleri, 11 bin 500 yıllık dünyanın en eski heykeli olan Balıklıgöl Heykeli başta olmak üzere müzede yer alan başlıca eserler tanıtılıyor.


İl Kültür ve Turizm Müdür Vekili Sait Özgür, "Şanlıurfa Müzesi tarih turizminde önemli bir durak noktasıdır. Bugüne kadar hazırlanan tur programlarının bir çoğu müze olmaksızın hazırlanmaktaydı. Amacımız, Şanlıurfa müzesini tanıtmak ve tur programlarında yer almasını sağlamaktır. Müzenin, Şanlıurfa turizmine kazandırılması noktasında Şanlıurfa Valiliği’nin desteği ile bu broşürü hazırladık. 170 gram kuşe kağıda, Avrupa standartlarında hazırladığımız bu broşürümüzle birlikte bir yıllık süre zarfında 33. yayınımızı çıkarmış bulunuyoruz" dedi.

Turizm Gazetesi, 15.08.2007

TARİH CAZİBE KURBANI OLDU

 

Osmanlı’nın son dönemi ve cumhuriyetin ilk yıllarına ait kamu binaları birer birer yok oluyor. İşte yıkım hikayeleri ve gerekçeleri...

Antalya’da ilk yıkımlara surlardan başlandı. Roma Dönemi’nden bu yana binlerce yıldır dimdik ayakta duran surlarından evleri kale duvarlarından kapanan hatırlı kişiler rahatsız oldu. Bir gurup hatırlı kişi, şehri kuşatan surların kentin hava almasına engel olduğunu söyleyerek kamuoyu yarattı. Bunun üzerine 1930’lu yıllarda şehrin hava almasına engel olduğu gerekçesiyle Kaleiçi’ni kuşatan sur duvarları el birliğiyle yıkıldı. Yıkılan kalelerden elde edilen taşlar, Karaalioğlu Parkı’nın inşaasında dolgu malzemesi olarak kullanıldı. Hava alamıyoruz iddiasıyla Surları yıktıran hatırlı kişiler bu yıkımdan sonra deniz manzaralı evlere kavuşmuş oldu.

Yıkım dalgasının ikincisi ise 1970’yi yıllarda meydana geldi. Bu dönemde Karaalioğlu Parkı’nın girişindeki Eski Kütüphane ve Vatan Kahvesi yıkıldı. Bu alan, parka dahil edildi. Bunda herhangi bir kişiye rant sağlanmadı. Yıkılan alan yeşil alana dahil edildi. Ancak bu yıkımdan yıllar sonra pişmanlık duyuldu. Şimdi yıkılan kahvenin bir benzerini Değirmenevi’nin önünde yeniden inşa edilmeye çalışılıyor.





Hükümet Konağı


Tarihi Antalya Hükümet Konağı: Osmanlı dönemi yapısıydı. Rum mimarisinin izlerini taşıyordu. 1970’lerde yıkılıp yerine şimdiki valilik binası inşa edildi. Fotoğraflarda yaşayan eski valilik binasının resimlerini görenler, “Keşke yıkılmasaydı. Çok güzel bir binaymış” diyerek üzüntüsünü dile getiriyorlar.




Vatan Kahvesi


Antalya Eski Belediye Binası: Osmanlı dönemi yapısıydı. Şimdiki Kışlahan Otelinin güneyinde idi. Yıkılıp, yerine şimdiki Büyükşehir Belediyesi İş Merkezi inşa edildi. Bu bina da halen fotoğraflarda yaşıyor. Herkes bu hatayı idareciler nasıl yaptı diyerek üzüntüsünü dile getiriyor.

Yeni Kapı Karakolu: Antalya’nın Yenikapı semtinde Karaalioğlu Parkı’nın girişindeydi. Cumhuriyet Dönemi yapısıydı. Antalya’da bir işadamı, dükkanlarının önünü kapatan bu karakolun yıkılması karşılığında Gençlik Mahallesi’nde yeni bir karakol yaptırdı. Yenikapı Karakolu yenisi yapılınca, işadamının dükkanlarını kapatan eski karakol yerle bir edildi. Karakol tarafından önü kapandığı için hiçbir değeri olmayan dükkanların değeri birdenbire bir servet haline dönüştü. Ayrıca işadamının ismi de yeni yapılan karakolun kapısına yazıldı.

Kız Meslek Lisesi: Antalya’da son yıkım çalışmasının kararı ise Büyükşehir Belediyesi Meclisi’nin 15.07.2005 günü yaptığı oturumunda onaylanan plan ile verildi. İsmet İnönü Kız Meslek Lisesi, İnönü İlkokulu, Doğumevi ve Antalya Hükümet Konağı yıkılmasını öngören plan gereğince, çalışmalara Ali Çetinkaya Caddesi üzerindeki İsmet İnönü Kız Meslek Lisesi’nden başlandı. Büyükşehir, bir gecede Cumhuriyet Dönemi’nin ilk yapılarından Kız Meslek Lisesi’ni yerle bir etti. Son yıkımların gerekçesi kent trafiğini rahatlatıp, şehir içinin cazibesini artırmak.

Akşam Akdeniz, Haber: Mustafa Kozak, Foto: wowturkey.com, Antalya İl Kültür Müdürlüğü, 15.08.2007

DOLMABAHÇE SARAYI'NIN ÇATISI 7 YIL SONRA YENİLENDİ

 

Dolmabahçe Sarayı'nın 14 bin 559 metrekare izdüşüm alanına sahip kurşun kaplı çatısı 7 yıl süren çalışmalar sonrasında yenilendi. Milli Saraylar Dairesi Başkanlığı'na bağlı Dolmabahçe Sarayı Müzesi Kurşun Atölyesi'nde, Dolmabahçe Sarayı'nın çatısından söktükleri 750 ton ağırlığındaki kurşun levhaları atölyede eriterek yeniden plaka haline getiren 20 kişilik ekip, bu plakaları yine kendi imkanlarıyla levha çatıya monte etti.

Yeni Şafak, 15.08.2007

SARAY-I CEDİD-İ AMİRE KAZISI

 

 

Yeni Edirne Sarayı, Saray-ı Cedid-i Amire'de kazı çalışmalarına yeniden başlandı. Edirne Valiliği'nin maddi destek sağladığı ve Edirne Müze Müdürlüğü'nün kontrolörlüğünde başlayan kazılar, bu yıl Eylül ayına kadar sürecek.

 

Edirne'de 1994 yılından bu yana süren saray kazısı, 3 sanat tarihçisi, 2 arkeolog, 1 restoratör, 1 mimar, 2 öğrenci ve 20 işçiden oluşan ekip tarafından gerçekleştiriliyor. Kazı ekibi, öncelikle sarayın temellerinin çıkarılması için toprak hafriyatı ve otların temizlenmesi çalışmalarını yapıyor.

 

Kazılarda bugüne kadar eski dönemlere ait su kanalları, Balkan savaşından kalma mermi kovanları, top gülleleri, Osmanlı ordusunun kullandığı ocak kalıntıları, sikkeler, seramikler, silah parçaları bulundu.

 

Tunca Nehri kenarına kurulan Yeni Edirne Sarayı'nın, II. Murad'ın emriyle 1450 yılında yapımına başlandı. II. Murad'ın vefatından sonra Fatih Sultan Mehmed, Kanuni Sultan Süleyman, II. Selim, I. Ahmed, II. Ahmed, Sultan Mustafa, III. Süleyman ve IV. Mehmed saraya yeni yapılar ekleyerek genişletti. Saray, 1874'te Osmanlı-Rus Savaşı'nda, Edirne'nin istila edileceği düşünülerek, dönemin Edirne Valisi Cemil Paşa'nın emriyle Rusların eline geçmemesi için yıktırılmıştı.

Trt/Haber, 15.08.2007

LAODIKYA'DA MS 2. YÜZYILA AİT BAŞSIZ BİR İMPARATORİÇE HEYKELİ BULUNDU

 

 

Denizli merkeze bağlı Eskihisar Köyü yakınlarındaki Laodikya antik kentindeki kazılarda MS 2. yüzyıla ait imparatoriçe heykeli bulundu.

 

Laodikya'nın 5 kilometre alanında Suriye Caddesi'nin 400 metrelik bölümünü açmak için Pamukkale Üniversitesi (PAÜ) Arkeoloji bölümünde görevli öğretim üyeleri ve 60 öğrenci çalışıyor. Doç. Dr. Celal Şimşek'in kazı heyetinin başkanlığını yaptığı Laodikya kazı çalışmalarına Denizli İl Özel İdaresi 250 bin, Kültür ve Turizm Bakanlığı 110 bin YTL ödenek sağlıyor. Kazılar TÜBİTAK, Denizli Belediyesi ve Pamukkale Üniversitesi tarafından da destekleniyor.

 

PAÜ Arkeoloji Bölümü Araştırma Görevlisi Ayşem Tarhan, çalışmaların ağırlıklı olarak merkezi hamamda devam ettiğini söyledi. Tarhan, son derece verimli bir sezon geçirdiklerini en son yapılan kazı çalışmalarında ise MS. 2. yüzyıla ait imparatoriçe heykeli bulunduğunu söyledi. Tarhan, "Heykelin henüz başını bulamadık. Bu sezon içerisinde heykelin eksik parçalarını bularak tamamlamak istiyoruz. İmparatoriçe heykeli MS 2. yüzyıla ait, ince işçilik gösteren bir eser." dedi.

TürkiyeTurizm.com, 15.08.2007

HARPUT KALESİ'NDE KAZI ÇALIŞMALARI BAŞLADI





Elazığ'ın en eski tarihi ve turistik yerleşim merkezi olan Harput Kale içinde (Süt Kalesi) 3. dönem kazı çalışmalarına yeniden başlandı.

 

Kazı çalışmaları ile özellikle Osmanlı dönemine ait yerleşkelerin ortaya çıkarılması hedeflenirken, gün yüzüne çıkarılan yapıların restorasyonu ve sokak dokuları belirlenecek.

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın izniyle, Elazığ Valiliği'nin öncülüğünde yapılan kazı çalışmaları Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nden emekli Arkeolog Prof. Dr. Veli Sevin ile eşi Prof. Dr. Nejla Sevin ve Fırat Üniversitesi Tarih Bölüm Başkanı Prof. Dr. M. Beşir Aşan başkanlıklarında yürütülüyor. Elazığ Kültür ve Turizm Müdürlüğü ve Müze Müdürlüğü adına yapılan kazı çalışmaları Türkiye'nin önde gelen üniversitelerinden arkeolog ve sanat tarihi uzmanları ile öğrencilerin yanı sıra 40 kişilik bir ekiple sürdürülüyor.

 

Kazı çalışmalarının bilimsel sorumlusu emekli öğretim üyesi Prof. Dr. Veli Sevin, Ağustos başında başlayan kazıları bu yıl daha uzun süre devam ettireceklerini belirtti. 15 Eylül'e kadar sürecek kazıların son 500 yıllık Osmanlı döneminin yaşandığı yerleşkelere sahne olduğunu belirten Prof. Dr. Sevin, "Kale içindeki Osmanlı yerleşkeleri 1850 yılından itibaren boşalmaya başlamış. Bizim amacımız 150 yıl önce terk edilen ancak Osmanlı karakterini aynen taşıyan dokuyu ortaya çıkararak restorasyonla gelecek nesillere aktarmaktır." dedi.

 

Yapılan kazı çalışmalarında önemli tarihi dokuya rastladıklarını vurgulayan Sevin, "Bu güne kadar 2 katlı 2 ev ile 1 kalaycı dükkanı ve Anadolu'nun en eski camiini yani 11. yüzyıl Artuklu dönemine ait 800 yıllık bir camiyi ortaya çıkardık. Bu cami başta olmak üzere tarihi bulguların restorasyonu içinde bu yıl çalışmalarımızı hızlandıracağız." şeklinde konuştu.

 

Bunun yanında Harput kalesinde bir darphanenin bulunduğunu vurgulayan Prof. Dr. Sevin, "Burada bir darphane olduğunu anlıyoruz. Yavuz Sultan Selim zamanında kurulduğunu tahmin ettiğimiz darphanede basılan bakır sikkeler bulduk. Şimdi yapacağımız kazılarla bu darphanenin yerini tespit etmeye çalışıyoruz." diye konuştu.

 

Yaptıkları çalışmalarda özellikle yerleşkeler üzerine yoğunlaştıklarını ifade eden Prof. Dr. Sevin, şunları söyledi: "Kazı çalışmalarında özellikle evlerin yapısı ve mimari dokuları, yapılışı ve kullanılan malzemeler, bunların geleneksel Elazığ mimarisi ile örtüşmesi gibi konuları araştırmaktayız. Kazılarda son 150 yıllık Osmanlı yaşantısına ait önemli verilere ulaştık. Bu yılki kazı çalışmalarımızda ise Osmanlı dönemine ait sokak dokularını ortaya çıkarmak üzere çalışmalarımızı yoğunlaştırdık."

Zaman, Haber: Tuna Alatürk, Fotoğraf: Kültür ve Turizm Bakanlığı, 14.08.2007

BESNİ'DEKİ TARİHİ YAPILAR RESTORE EDİLECEK

 

Adıyaman'ın Besni İlçesi'nde, 5 tarihi yapının yeniden ayağa kaldırılması için bilimsel kazılar yapılıyor. Gaziantep Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Turgut Hacı Zeyrek, yaptığı açıklamada, Besni'deki Tarihi Yapıların Restorasyonu Projesi ile ilçedeki 5 tarihi yapının restore ettirilmesinin hedeflendiğini söyledi. Restore ettirilecek tarihi yapıların ileri derecede tahrip olduğunu ifade eden Zeyrek, "Besni'deki Tarihi Yapıların Restorasyonu Projesi kapsamında bilimsel kazılar yapıyoruz. Hedefimiz restore ettirilecek tarihi yapıların ayrıntılı planlarını gün ışığına çıkarabilmek" dedi. Zeyrek, önceki yıllarda da bilimsel çalışmalar yürüttüğü eski Besni ören yerindeki Ulu Cami ve Bekir Bey Hamamı'ndaki bilimsel kazılara 22 Mayıs 2007'de başladıklarını, çalışmalarını bu ayın sonunda tamamlayacaklarını belirtti. Kazıların Adıyaman Valiliği, Besni Kaymakamlığı, Şanlıurfa Vakıflar Bölge Müdürlüğü ve Besni Belediyesi'nin katkılarıyla gerçekleştirildiğini ifade eden Zeyrek, sözlerini şöyle sürdürdü: "Besni'deki Tarihi Yapıların Restorasyonu Projesi eski Besni ören yerindeki 5 tarihi yapının yeniden ayağa kaldırılmasını öngörüyor. Bu yapılardan 3 tanesi cami, 2 tanesi hamam. Kazı çalışması yürüttüğümüz Ulu Cami ve Bekir Bay Hamamı'nın aslına uygun biçimde yeniden ayağa kaldırılabilmesi için öncelikle yer altındaki kısımlarının ayrıntılı olarak gün ışığına çıkarılması gerekir. Biz çalışmalarımızla bunu gerçekleştirmeyi amaçlıyoruz." Zeyrek, 47 kişinin görev aldığı kazı çalışmaları sırasında arkeolojik değeri bulunan bazı eserlere ulaştıklarını, bu eserler sayesinde Besni İlçesi'nin tarihine ilişkin yeni bilgiler elde edilebileceğini bildirdi.

Zaman, Foto: Besni Kaymakamlığı, 14.08.2007



Besni Ulu Cami (Kurşunlu Cami)

"TARİHİ MEZARLIK KORUMAYA ALINMALI"

 

Bitlis'in Güroymak İlçesinde vatandaşlar, 700 yıldır canlı bir şekilde hiç bozulmadan yeşeren meşe ağaçları ve tarihi 800 yıllık mezarlığın koruma altına alınmasını istiyor.

 

Güroymak Erenler Mahallesi'ndeki tarihi mezarlıkta hala defin işleri yapılıyor. Tarihi çınar ve meşe ağaçları ise 700 yıldır mezarlığa ayrı bir güzellik katıyor. Tarihi mezarlığa defineciler büyük zarar veriyor. Mezarlıkların taşlarında çeşitli şekilleri gören defineciler birçok mezarı kazıp, mezar taşlarına zarar vermiş.

Zaman, Haber: Mahir Oyak, 14.08.2007

KALE KAZILARI BAŞLADI

 

 

Erzurum Kalesi'nde kazı çalışmaları başlatıldı. Konu ile ilgili bir açıklama yapan Erzurum Müze Müdürü Mustafa Erkmen, Erzurum Kalesi'ndeki çalışmalarla Osmanlı dönemine ait bulguların ortaya çıktığını belirtti.

 

Erkmen, “Kale'de geçtiğimiz yıl yaptığımız çalışmalara bu yıl tekrar başladık ödenek konusundaki sorun kısmen de olsa çözüme kavuştu. Erzurum’un tarihine ışık tutacağız” dedi.

 

Hava şartları uygun olduğu müddetçe çalışma devam edeceklerini vurgulayan Erkmen çalışmaların süreci hakkında bilgiler verdi. “Hava şartları uygun olduğu ve ödenek yettiği müddetçe çalışmalara devam edeciğiz. Kazı çalışmalarından sonra onarım çalışmalarına başlanacak. Kale'deki çalışmalar, uzun süreçte yapılacak çalışmalar, yapılacak kazı çalışmalardan sonra peyzaj düzenlemelerine geçilecek. Kale içerisinde değişik mekanlar inşa edilecek, çalışmalar kısa bir süreci kapsamıyor” diye konuştu.

 

Müze Müdürü Erkmen, Erzurum’un tarih ve kültür kenti olduğunu belirterek, tarihi eserlerin köklü geçmişe sahip olduğunu vurgulayarak Erzurum Kalesi'ndeki çalışmalar konusunda geç kalındığı, Erzurum’un çeşitli uygarlıklara beşiklik etmiş tarih ve kültür kenti olduğunu ifade etti.

Erzurum Gazetesi, 14.08.2007

MUDURNU GELECEĞİNİ TARİHİNDE ARIYOR

 

Tarihi evleri ile ünlü Bolu’nun Mudurnu İlçesi'ne Kültür ve Turizm Bakanlığı'ndan sağlanan hibe destek yardımları ile onarım çalışmaları devam ediyor.


 

Mudurnu Belediye Başkanı Metin Soygür 2006 yılında Sokak Sağlıklaştırması Projesi ile Mudurnu’da 26 evin onarıldığını belirterek, 2006 yılında Mudurnu Belediyesi Organizesinde Turizm Bakanlığına yapılan 27 başvurudan 5 başvuru için 2007 yılında toplam 105 bin YTL’nin aktarıldığını belirtti.


Belediye olarak geçen yıl 27 adet Tarihi Doku Evlerinden Taşınmaz Varlıklara ait dosyalar oluşturarak bakanlığa götürdüklerini belirten, Soygür, bu evlerden 3 tanesine 85 bin YTL onarım yardımı alındığını, diğer 2 tarihi taşınmaza ise Proje yardım bedeli olarak 20 bin YTL gönderildiğini belirtti. Bakanlığın hibe olarak verdiği desteklerine devam edeceğini belirten Soygür, “Mudurnu Belediyesi olarak Mudurnu’da bulunan tarihi taşınmaz kültür varlıklarımıza sahip çıkıyoruz, Ankara ile devamlı irtibat halindeyiz 2008 yılında daha geniş bir uygulama fırsatı bulacağız” dedi. Soygür Mudurnu'da bulunan Tarihi taşınmazlara sahip çıktıklarını da sözlerine ekledi.

Bolu Olay, 14.08.2007

KAÇAK KAZI YAPAN 2 KİŞİ YAKALANDI

 

Kahramanmaraş'ta, kent merkezinde bulunan çiftlik evinde yaptıkları kaçak kazı sonucunda taban mozaiğini ortaya çıkartan 2 kişi yakalandı.

Kahramanmaraş Emniyet Müdürlüğü tarafından yapılan açıklamada, Dulkadiroğulları Mahallesi 37 numaralı Sokak'ta bulunan iki katlı çiftlik evinin zemin katında, kaçak kazı yaparak taban mozaiğini ortaya çıkartan ev sahipleri A.S. ile M.K'nin, ihbar üzerine Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü ekipleri tarafından gözaltına alındığı bildirildi.

Açıklamada, kazılı alanda 60 santimetre derinliğinde taban mozaiğine ulaşıldığı, üzerinde çeşitli hayvan motifleri ve kenar süslemeleri bulunan mozaiğin, Genç Roma Dönemi'ne ait olduğunun tespit edildiği kaydedildi.

Aynı evde, 2000 yılında ek bina inşaatının yapımı sırasında ortaya çıkartılan taban mozaiğinin de Kahramanmaraş Müzesine kazandırıldığı ve halen müzede sergilendiği öğrenildi.

Açıklamada, Kahramanmaraş Müze Müdürlüğü tarafından, taban mozaiğinin bulunduğu alanda kurtarma kazısı yapılacağı belirtildi.
Kahramanmaraş Kent Haber, 14.08.2007

KOSOVA'DA OSMANLI TÜRBESİ'NE SALDIRI

 

 

Türkiye tarafından geçtiğimiz yıl onarılan Kosova'daki Bayraktarlar (Gazimestan) Türbesi ve bitişiğinde bulunan Şeyh Sadik Metrovci Türbesi kimliği belirsiz kişiler tarafından tahrip edildi. Bayraktarlar Türbesi demir kapısı kırıldıktan sonra içinde bulunan iki mezar balyozlarla parçalandı. Patlayıcı madde atılan Şeyh Sadik Türbesi'nin de içi tamamen yanarken patlamanın şiddetinden türbenin tavanı da zarar gördü. Priştine'den 5 kilometre uzaklıkta olan ve 2006 yılının Eylül ayında Kosova Kültür Bakanlığı, Kosova Türk Tabur Görev Kuvvet Komutanlığı ve hayırseverler desteği ile kısmen onarımı yapılan Bayraktarlar Türbesi'ne yapılan saldırı etraftaki halkı da oldukça rahatsız etti. Türbe yakınında bulunan 3 bin 800 nüfuslu Shkobaj Köyü Muhtarı ve İlkokul Müdürü Bajram Borovci, türbelerin karşısında birkaç yüz metre mesafede KFOR güçlerinin bulunmasına rağmen türbelerin tahrip edilmesine anlam veremediğini belirtti. Borovci, bu hain saldırıyı kınarken Osmanlı eserlerinin korunmasında Türkiye'nin daha aktif rol oynamasını istedi. Daha önce de türbelere saldırıların yapıldığını söyleyen Borovci, Osmanlı mirasçısı olarak gördüğü Kosova'da görev yapan KFOR, UNMİK ve diğer Türkiye yetkililerinin tarihi değerden olan bu bölgeye daha fazla önem vermesini talep etti. Borovci, saldırıdan sonra Şeyh Sadik Türbesi yakınlarındaki mezarların tahrip ederken kullanılan balyozları bulduklarını ve olay yerinde inceleme yapan Kosova Polis Teşkilatı mensuplarına teslim ettiklerini vurguladı.

Zaman, Haber: Enis Tabak, 14.08.2007


ILISU DOSYASI

ILISU BARAJI İÇİN KREDİ TAMAM MI?

 

Projesi 1954'te hazırlanmaya başlanan ve tarihi Hasankeyf kentini sular altında bırakacağı için yapımı yıllardır tartışma konusu olan Ilısu Barajı için bugün taraflar arasında 'ticari sözleşme' imzalanacak. Konsorsiyumu oluşturan Avusturya, İsviçre ve Almanya şirketleriyle DSİ Genel Müdürlüğü arasında imzalanacak anlaşmayla projeye başlanıp başlanmayacağı hala muamma.
Hasankeyf'in sular altında kalmaması için mücadele eden sivil toplum örgütleri, imzalanacak anlaşmanın proje için gerekli olan 1 milyar 200 milyon avroluk kredi problemin çözüldüğü anlamına gelmediğini savundu. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı'nca yapılan açıklamaya göre, tamamlandığında gövde hacmi bakımından Türkiye'nin 2., kurulu güç ve yıllık enerji üretim kapasitesi bakımından da 4. büyük barajı özelliğini kazanacak olan Ilısu Barajı ve Hidroelektrik Santralı Projesi için, taraflar bugün 'ticari sözleşme' imzalayacak.


Proje için 6 Ekim 2006'da DSİ ve Avusturya, Almanya ve İsvicre İhracat kredi kurumları arasinda değerlendirme toplantısı yapıldı. Konsorsiyumu oluşturan ülkelerin Kredi Ihracat Kurumları 28 Mart 2007'de prensipte baraja destek vereceklerini duyurdu ancak Haziran 2007'de Zurich Kantonal Bank (ZKB) projeden çekildi. Bunun üzerine projenin Türkiye'deki koordinatörlüğünü yürüten Nurol İnşaat, Haziran ayında gerekli kredinin ismi açıklanmayan bir kuruluştan temin edildiğini duyurdu.
Hasankeyf'i yaşatmak için mücadele veren sivil toplum örgütlerine göre, imzalanacak anlaşmanın ne ifade ettiği tam olarak belli değil. Avustrurya, İsviçre ve Almanya hükümetlerinin proje için kredi onayı verip vermediği henüz netlik kazanmadı.


Fırat'tan sonra en büyük hidroelektrik potansiyele sahip bulunan Dicle üzerinde Suriye sınırına yaklaşık 45 kilometre mesafede inşa edilecek projenin ticari anlaşmasının imza töreni Enerji Bakanı Hilmi Güler'in katılımıyla gerçekleşecek.

Radikal, 14.08.2007


******


HASANKEYF İÇİN SON İMZA ATILDI

 

Hasankeyf'i sular altında bırakacak Ilısu Barajı’nın yapımı için düğmeye basıldı. Yedi yılda bitirilecek Ilısu Barajı’nın ticari anlaşması, DSİ Genel Müdürlüğü ve 14 firmadan oluşan Ilısu Konsorsiyumu arasında dün imzalandı.

Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Hilmi Güler, su tutulmasıyla antik kentin yok edileceği eleştirilerine, "Tarihi dokuya enerjiden daha fazla önem veriyoruz. Bütün eserleri taşıyarak koruyacağız. Bunun için de 30 milyon dolar kaynak ayrıldı" sözleriyle yanıt verdi.

Proje için 10 bin 995 sayfa sözleşme hazırlandığını belirten Güler, duygularını "Hayatımda bu kadar anlamlı bir çalışmaya imza atmamıştım" diyerek dile getirdi.

Hürriyet, Haber: Umut Erdem, 15.08.2007



Nano-Yorum: Bu bir idam kararı olduğuna göre sonra da kalemini kırmalıydı....


******


İKİNCİ BÜYÜK BARAJ İNŞAATI BAŞLIYOR

1954 yılından beri gündemde olan ve Hasankeyf'teki tarihi eserleri su altında bırakacağı için yapımı tartışmalara yol açan Ilısu Barajının kredi sorunu nihayet çözüldü. Dicle nehri üzerinde yapılacak Güneydoğu Anadolu Projesi'nin (GAP) en önemli ayaklarından birini oluşturan Ilısu Barajı'nın temeli geçen yıl ağustos ayında Başbakan Tayyip Erdoğan tarafından atıldı. Nurol inşaat başkanlığındaki konsorsiyum tarafından yapılacak barajın kredi sorunu çözülemediği için bir yıldan beri hiçbir çalışma yapılamadı.
 

Enerji Bakanlığı'nda dün düzenlenen törenle Devlet Su İşleri (DSİ) Genel Müdürlüğü ile Avusturyalı Vatech Finance Gmbh başkanlığındaki konsorsiyum arasında imzalanan anlaşmayla Ilısu Barajı'nın yapımı için gerekli 1.2 milyar avroluk kredi sağlandı. Konsorsiyumda Avusturya'nın yanı sıra Alman ve İsviçreli finans kuruluşları da yeralıyor.


Mardin'in Dargeçit İlçesi'ne 15 kilometre, Suriye sınırına da 45 kilometre mesafede kurulacak baraj, Türkiye'nin gövde büyüklüğünde ikinci, enerji miktarında da dördüncü büyük barajı olacak. Baraj gölü Diyarbakır, Batman, Mardin, Siirt ve Şırnak illerini kapsayacak. Ilısu Barajı, elektrik üretimi kadar sulamada da kullanılacağı için bölge ekonomisine katkıda bulunacak. Barajın elektrik üretiminden ülke ekonomisine yıllık katkısı 300 milyon dolar, sulamadan dolayı bölge ekonomisine katkısı da 150 milyon dolar olarak hesaplanıyor. Ilısu Barajı'nın diğer bir özelliği de daha aşağıda inşa edilecek Cizre Barajı'nın hem maliyetini düşürecek, hem de verimliliğini artıracak olması. Yapımı yedi yıl sürecek barajdan, yılda yaklaşık 3.8 milyar kilovatsaat, yani Türkiye'nin şu anki yıllık elektrik tüketiminin yaklaşık yüzde 1.5'i düzeyinde elektrik üretilecek. Kredi sözleşmesinin imzalanması dolayısıyla düzenlenen törene Enerji Bakanı Hilmi Güler'in yanı sıra İsviçre'nin Ankara Büyükelçisi ile Almanya ve Avusturya büyükelçiliği müsteşarları katıldı. Güler, Ilısu Barajı Projesi'nin kararlılığın sembolü olduğunu belirterek, projede 14 firma ve dört ülkenin yer aldığını söyledi.
 

Projenin hem çevresel etki hem de kültürel varlıkların korunması ve yeniden yerleşim açısından Avrupa Birliği ve Dünya Bankası normlarında olduğunu belirten Hilmi Güler, "Projeyle ilgili çok spekülasyonlar yapıldı. Ama biz kültüre de tarihi dokuya da enerji kadar hatta daha fazla önem veriyoruz. Bunun altını anlamlı bir şekilde çiziyoruz" dedi.
Güler Hasankeyf ile ilgili, kredinin 25 milyon avroluk bölümünün Hasankeyf'teki tarihi eserlerin yeni yerleşim merkezine taşınması için kullanılacağını, eserlerin restore edileceğini de söyledi. Güler, baraj gölünde su sporları imkanını da dikkate alarak Hasankeyf'i bir turizm merkezi yapacaklarını ifade etti.

* * * * *

Projenin bu aşamasına kadar 95 toplantı yaptıklarını ve 10 bin 995 sayfalık sözleşme hazırlandığını kaydeden Hilmi Güler, sözleşmeye 241 bin 530 paraf atıldığını anlattı. Bugüne kadar altına imza attığı projeler içerisinde en anlamlısının ve en zorunun Ilısı Barajı olduğunu kaydeden Güler, projede 14 firmanın ve dört ülkenin bulunduğunu dile getirdi. Ilısu barajının çevre ve su kaynaklarının yönetilmesi bakımından da son derece önemli bir proje olduğunu ifade eden Güler şöyle konuştu: "Petrol fiyatlarının değeri bazen düşüyor, bazen yükseliyor ama suyun değeri devamlı artıyor. Bu bakımdan suya özel önem veriyoruz. Bu baraj hükümetimizin son taç projelerinden bir tanesi. Bu projeyi gerçekleştirmenin mutluluğunu yaşıyoruz. Almanya, İsviçre, Avusturya kredi sağladı. Bu proje en zor projelerimizden biri oldu ama kararlı duruşumuzla zorun üstesinden geldik."

 

Hasankeyf için ne dediler?
 

Diren Özkan (Hasankeyf'i Yaşatma Girişimi Koordinatörü): Kredi veren ülkeleri en sert biçimde kınıyoruz. Kendi topraklarındaki tarihe ve doğaya karşı çok duyarlı olduklarını biliyoruz. Orada böylesi tarihi eserlere zarar vermeyi akıllarından bile geçiremezler. Ama bizim ülkemizde 9 bin yıllık, onlarca medeniyete ev sahipliği yapmış Hasankeyf'in yok edilmesi için kredi veriyorlar. Biz buna karşı mücadele edeceğiz. Ticari sözleşmenin imzalanmasından sonra baraj inşaatına başlanması bekleniyor. Ancak Hasankeyf halen sit alanı. Hukuki olarak buranın kurtarılması için verdiğimiz mücadele sürüyor. Önümüzdeki günlerde de Türkiye ve dünya kamuoyunun dikkatini çekmek, Hasankeyfi kurtarmak için etkinliklerimiz olacak. Ekimde bir şenlik düzenlemeyi planlıyoruz.

Özcan Yüksek (Atlas Dergisi Genel Yayın Yönetmeni): Kredinin bulunmasıyla 'Hasankeyf artık sular altında kalacak' diye düşünmek doğru değil. Bunu engellemek için kamuoyunun duyarlılığı devam edecektir. Bunu sadece halk sahip çıkarsa durdurabilir. 'Hasankeyf'e Sadakat Treni' iki yıl aradan sonra tekrar İstanbul'dan kalkarak Batman'a gidecek. Doğa Derneği, Atlas Dergisi ve Doğa Turizm işbirliğiyle düzenlenen tren yolculuğunda Hasankeyf'e gönül verenler buluşacak. Biz Hasankeyf'in sular altında kalmasını engelleyebileceğimizi düşünüyoruz. Ancak kredinin verilmesi tek kelimeyle bu ülkelerin ikiyüzlülüğüdür.

Ahmet Akdeniz (Hasankeyfi Yaşatma Derneği Başkanı): Biz baraja karşı değiliz. Tarihin yok olup gitmesine karşıyız. Belki bu konsorsiyumla beraber yıkılıp gidecek olan tarihin bir kısmının ayakta kalarak gelecek nesillere devredilmesi mümkün olacak. Yeni yapılan ilçe merkezine buradaki 15 tarihi eser taşınacak. Bu Ilusu Barajı tahminime göre bölgeyi rahatlatacak. Biz burada yokluk içinde yaşıyoruz. 45 metrekarelik afet evlerinde yaşıyoruz. Hasankeyf güzel. Biz de biliyoruz. Ama karnımız açsa ne yapalım güzelliği. Ben de eskiden bu baraja karşıydım ama konsorsiyum beni ikna etti."

Radikal, 15.08.2007


******


ILISU: KARARLILIĞIN MÜKAFATI

 

Başbakan tarafından temeli atıldıktan bir yıl geçtikten sonra Ilısu Barajı'na finansman bulundu, inşaat başlayabilecek. Bu konuyu yakından izleyen gazetecilerden biri olarak törene davet edilmeyi beklerdim, ama haberim bile olmadı. 1.2 milyar euro'luk krediyle ilgili imzaların Ankara'da Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü'nde atıldığını Anka Ajansı'nın haberinden öğrendim.

Enerji Bakanı Hilmi Güler törende, "Bu proje en zor projelerden birisiydi. Kararlılıkla üstesinden geldik" demiş. Gerçekten kararlılık gösterdiler. Projeyi ihalesiz vermeye karar verdiler ve bu nedenle finansman bulmak bir yıllarını almış olsa da kararlarından dönmediler.

Neden dönsünler? Onlara kim mani olacak? Neden ihalesiz verdiniz, ihalesiz vermenin yasal çerçevesi nedir diye kim soracak? Hangi siyasi parti konuyu Meclis'e götürecek? Hangi savcı araştıracak?

Proje için 1,2 milyar euro'luk finansman bulundu, ama işin bununla bitmeyeceği kesin. Ne kadara çıkacağı bilinmiyor. Ucu açık. Bu büyüklükte bir projenin ihale edilmesi gerekir. Hem yasalar hem de kamu yararı bunu gerektirir. Uluslararası uygulama da bu yöndedir. Doğru yol, uluslararası rekabete de açık bir ihale açmaktı. Durum bu iken, Avusturya-Türkiye Ticaret Protokolü'ne geçerliliği tartışmalı bir cümle eklendi, buna dayanarak bir Bakanlar Kurulu Kararı çıkarıldı ve ihale uluslararası rekabetten kaçırıldı. Japon Toshiba, Fransız Alstom, İsveçli ABB, Amerikan Westinghouse gibi kanıtlanmış firmaların teklif vermesine mani olundu.

İş, ikinci sınıf bir makine imalatçısına ve aralarında baraj deneyimi olmayan bir müteahhitler grubuna verildi.

Neden Sayın Güler? Neden işin ihalesiz verilmesinde kararlıydınız? Türk bankaları işin tamamını finanse etmeye hazırken neden, hiç gerekli olmadığı halde, yabancı devletlerin ihracat garantisinde ısrar ettiniz? Neden, dün merasimde de itiraf ettiğiniz gibi, 95 toplantı yapma gereği oldu yabancı devlet temsilcileriyle? Neden finansmanın tamamını Türk bankalarından alıp makine ve ekipman için ayrı, inşaat için ayrı ihale açmadınız?

Çünkü krediyi Türk bankalarından alsaydınız ihale yapmak kaçınılmaz olacaktı. Bu da işinize gelmedi. Neden gelmedi Sayın Bakan? Bana söylemenize gerek yok. Ama gene de belki cevabınızı düşünmeye başlasanız iyi olur. Bir gün Cumhur Ersümer'e uğrayan savcılar sizin de kapınızı çalarlarsa cevabınız hazır olur.

Milliyet, Yazı: Metin Münir, 15.08.2007


KANLI DİVANE KEŞFEDİLMEYİ BEKLİYOR

 

Geçmişte birçok medeniyete ev sahipliği yapan ve MÖ 11. yüzyılda kurulduğu tahmin edilen Mersin'in Erdemli İlçesi'ne bağlı Ayaş beldesindeki Kanlı Divane Antik Kenti, turizmden hak ettiği payı alabilmek için ilgi bekliyor.

Erdemli-Silifke kara yolunun 3'üncü kilometresinin kuzeyinde bulunan Kanlı Divane Antik Kenti, birçok uygarlığın yerleşim merkezi olarak kullanıldı. MÖ 11. yüzyıl sonlarında kurulduğu tahmin edilen kent, Doğu Akdeniz'deki en büyük ticaret merkezi konumundayken, bölgede üretilen zeytinyağı ve şaraplık üzüm çeşitleri nedeniyle de ün saldı.

Yapılan araştırmalarda geçmişte bulunan liman sayesinde deniz aşırı ülkelere önemli miktarda ticaret yapıldığı tahmin edilen bölge, aynı zamanda Doğu Akdeniz'in en büyük ticaret merkezi olarak da biliniyor.

Adı nedeniyle günümüze kadar çeşitli rivayetlere sahip olan Kanlı Divane ismindeki ''kanlı'' ifadesi hakkında getirilen yorumlar ise oldukça ilginç. Kanlı Divane'nin ''kanlı'' ifadesinin bölgedeki obruk içindeki kayaların ve harabelerin kanlı gibi kırmızı renkte görünüşünden kaynaklanabileceği ileri sürülürken, bir başka rivayete göre ise suçluların obruk içerisine bırakılıp buradaki arslanlara parçalatılmasından dolayı ''kanlı'' ifadesinin kullanıldığı tahmin edilmekte.
Mersin Kent Haber, 15.08.2007

KİLİS'İN KÜLTÜR VE TURİZM ENVANTERİ ÇIKARILARAK KİTAPLAŞTIRILDI

 

 

Kilis İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü tarafından kentin kültür ve turizm envanteri çıkarıldı. Çıkarılan envanter kitap haline getirildi.

Kilis Kültür ve Turizm Müdürlüğü tarafından hazırlanan “Kilis 2007 Kültür ve Turizm Envanteri”nde, Kilis ve ilçelerinin tarihi yerleri, kültür ve turizm alanları, meslekler, kentteki tarihi camiler, çeşmeler, türbeler, hamamlar, dini yapılar, el sanatları, Osmanlı öncesi ve sonrasındaki Kilis, cumhuriyet sonrasındaki kentin yapısı Kilis yemekleri, yörenin tarım durumu, ekonomik ve coğrafi durumu anlatıldı.

Kilis İl Kültür ve Turizm Müdürü Raif Toker, Kilis'in kültür envanterinin çıkarılmasına dönük yapılan çalışmaların sona erdiğini belirtti. Toker, kitabın hazırlanmasında emeği geçen Vali Nevzat Turhan başta olmak üzere herkese teşekkür etti. Toker, “Kilis'e yakışan bir kitap hazırladık. Uzun süre yapılan araştırma sonucu bu kitap ortaya çıktı" dedi.

Kilis Rehberi, 13.08.2006

PARION ANTİK KENTİ KAZILARI

 

Çanakkale'nin Biga İlçesi'ne bağlı Kemer köyündeki Parion Antik Kenti'nin 3. dönem kazılarında, Roma dönemine ait 8 adet kiremit mezar, saray benzeri yapı ile antik tiyatroya ait mermer sütunlar ve başlıklar ortaya çıkarıldı.

 

Kazı heyeti başkanı ve Atatürk Üniversitesi (AÜ) Fen-Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Başkanı Başaran, yaptığı açıklamada, Parion Antik Kenti'nin güney nekropolünde (mezarlık) kazılarda yeni bulguları gün yüzüne çıkardıklarını söyledi.

 

Başaran, 1 Ağustos'tan beri devam ettikleri 3. dönem kazılarında, Roma dönemine ait 8 adet kiremit mezar, saray benzeri yapı ile antik tiyatroya ait mermer sütunlar ve başlıklar ortaya çıkardıklarını belirtti.

Mezarlardaki çalışmaların sürdüğünü anlatan Başaran, ayrıca Parion'un "Bodrum Burnu" olarak adlandırılan "Aleropal" bölgesinin kuzeydoğu yamacında yer alan antik tiyatroda, işlemeli mermer parçaları elde ettiklerini ifade etti.

 

Başaran, ilk bulgulara göre, Parion tiyatrosunun MS 2. yüzyılda inşa edildiğini tespit ettiklerini belirtti. Ayrıca, antik tiyatronun karşısında duvarları mermerden yapılan büyük bir saray benzeri yapının yer aldığını söyleyen Başaran, bu yapıya ait 3 adet sütun tabanı ve 2 adet sütun başlığı ortaya çıkardıklarını kaydetti.

Trt/Haber, 13.08.2007

ANADOLU'YU 150 YILDIR KAZIYORUZ

 

 

Kimi kaynaklara göre 1854 yılında başlayan Anadolu'daki kazılar tüm hızıyla sürüyor. Farklı uygarlıkların izlerini taşıyan 195 antik kentin bulunduğu Muğla bu kazılarda ilk sırada Uygarlıkların beşiği olarak nitelendirilen Anadolu'da yaklaşık 150 yıl önce başlayan arkeolojik kazılar, tüm hızıyla sürüyor.

1800'lü yıllarda casus arkeologlar aracılığıyla birçok tarihi kalıntısı yurt dışına kaçırılan ve kimi kaynaklara göre ilk arkeolojik kazıları Troia'da 1854'te Frank Calvert tarafından, kimilerine göre de 1871'de Henrich Schliemann tarafından gerçekleştirilen Anadolu'da, bugün 200'ü aşkın noktada kazı çalışması yapılıyor. Türkiye'de halen en çok arkeolojik kazırın yapıldığı illerin başında Muğla geliyor. Muğla'daki, Karia ve Likya gibi uygarlıklara başkentlik yapmış ve bu uygarlıkların izlerini taşıyan tarihi antik kentlerde ve ören yerlerinde, kültürel değerlerin gün ışığına çıkarılması için 2006 yılında 11 yerde bilimsel, 7 yerde kurtarma kazısı, 6 yerde ise yüzey araştırması yapıldı.

İstanbul Üniversitesi'nden Dr. Mihriban Özbaşaran başkanlığında 2006 yılında yeniden başlayan kazılarda 10 bin yıl öncesine dayanan ilk beyin ameliyatı izlerinin rastlandığı bir kadın kafatası saptandı. Orta Kalkolitik Çağ'a tarihlenen Güvercin Kayası'ndaki kazılarda da tahıl siloları, depolama ünitelerinde tahıl peteklerine rastlandı. İstanbul İniversitesinden Prof.Dr. Sevil Gülçur başkanlığında yürütülen kazılar sürüyor.

Bugün, 13.08.2007

OSMAN HAMDİ BEY'İN EVİNE RESTORASYON

 

Batı Anadolu'da ilk antik kazıları gerçekleştiren ressam ve arkeolog Osman Hamdi Bey'in Muğla'nın Yatağan İlçesi'ndeki evi yeniden hayat buluyor.

 

Türkiye'nin ilk müzecisi Osman Hamdi Bey'in, Lagine Kutsal alanı ve Hekate Tapınağının arkeolojik kazıları sırasında oturduğu ev Muğla Valiliği'nce aslına uygun restore ediliyor.

 

Kaba inşaatının büyük ölçüde tamamlandığı ev, yöredeki ustalar tarafından orjinal malzemeler kullanılarak yapılıyor. Evin restorasyon çalışmalarının tamamlanmasının kültür turizmine açılacak.

Trt/Haber, 13.08.2007


AYRILMALI MI, AYRILMAMALI MI?

MÜSTEŞAR AYRILMAMAYI SAVUNUYOR

 

Önce olayı bir özetlemeliyim. Konu: Yeni kurulacak kabinede Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın ayrılması.

"Kültür ve Turizm Bakanlığı ayrılmalı" yazımdan sonra (7 Ağustos 2007), Milliyet Gazetesi’nde (8 Ağustos 2007) Yasemin Bay-Nevin Donat’ın "Kültür ve Turizm ayrılsın mı?" başlıklı soruşturması yayımlandı, bu soruşturmada eski kültür bakanları, Erkan Mumcu hariç hepsi ayrılmasını savunuyorlardı.

Benim devam yazım da, "Başbakan hiç şüphem yok görüşleri önemseyecektir" (9 Ağustos 2007) başlığı ile yayımlandı. Hürriyet Ankara’da (9 Ağustos 2007) "Yükselen Öneri. Kültür ve Turizm yeniden ayrılsın" başlıklı bir araştırma-haber, bir de Yaşar Sökmensüer’in "Kültür-Turizm ayrılmalı" yazısı yayımlandı.

Benim köşemde de "Eski kültür bakanlarının birleşmeye karşı bildirgesi" (10 Ağustos 2007) yer aldı. Bu bildirgeyi eski bakanlar, birleşme Meclis’te gerçekleşmeden önce, Erkan Mumcu’yu ziyaret ederek verdikleri yazıydı.

Kültür ve Turizm Bakanlığı Müsteşarı Mustafa İsen, bu ayrılmayı savunun yazılardan sonra, bir açıklama ve örnekleme gönderdi. Önce mektubun giriş bölümünü yazıma alacağım: "Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın birleşmesi ile ilgili son günlerde Sayın Doğan Hızlan’ın yazısı üzerine birtakım tartışmalar başlamış ve bu birleşmenin yarar ve zararları üzerine farklı görüşler gündeme gelmiştir.

Bakanlık olarak bu birleşmenin zannedilenin tersine kültürle ilgili çalışmalar açısından büyük kolaylıklar sağladığını, bazı somut verilere dayalı olarak, ifade etmek gerekli görülmüştür.

Birleşmenin ardından gerçekleştirilen bir seri yasal düzenleme sonucu özellikle 2005 yılından itibaren bir sinerji yaratılmış ve ortaya başarılı örnekler konmuştur.

Şöyle ki; Bakanlığın önemli çalışma alanlarından biri olan kazı ödeneklerine bakıldığında durum gayet açık bir biçimde görülecektir.

Aynı şekilde uzun yıllar önce şehirlerimizde temelleri atılmış ve bir türlü tamamlanamamış Kültür Merkezleri de yine aktarılan bütçedışı kaynaklar sayesinde tamamlanmış ve böylece tiyatro, opera, bale ve güzel sanatların en iyi şekilde ifade edebilecekleri mekánlara kavuşmuşlardır."

* * *

Müsteşar’ın açıklaması bu şekilde. Aynı mektupta, yapılan icraatlar ve rakamsal veriler var. Ancak bu tartışma devam edecek gibi görünüyor ve örnekler, rakamlar başka yazıya kaldı.

Hürriyet, Yazı: Doğan Hızlan, 13.08.2007


******


BAĞIMSIZ BİR KÜLTÜR BAKANLIĞI

 

Kültür Bakanlığı'nın yeniden bağımsızlığını kazanması bu alanda atılması gereken olumlu adımlara zemin hazırlayacaktır. Tabii ki atılacak bilinçli ve sağlam adımlar, ancak kültürün devlet bütçesi içinde giderek azalan payının artırılması ile gerçekleşecektir. Yüzümüzü döndüğümüz dünyanın kültür ve sanata ayırdığı paylar düşünüldüğünde bizim nerede durduğumuz ve de kültür ve sanata hangi pencereden baktığımız zaten kendiliğinden çıkıyor ortaya.

Geçen hafta, 2003 yılında birleştirilen Kültür ve Turizm bakanlıklarının ayrılması gerektiğini söyleyerek önemli bir sorunu gündeme getirdi Doğan Hızlan . Kendisiyle aynı görüşü paylaşanlar, olması gerektiği gibi, çoğunlukta. Umarım AKP de bu konu üzerine eğilir.

Bilindiği gibi, Kültür Bakanlığı 1971'de Nihat Erim Hükümeti tarafından kuruldu ve Talat Halman , "son derecede çeşitlilik arz eden Türk sanatını, müziğini, tarihi eserlerini, tiyatrosunu, yani kültürünü kollamak.. ve Türk sanatlarının özelliklerini ve yaratıcılığını korumak ve sürdürülmesini sağlamak" (Cultural Horizons Volume I) amacıyla Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk Kültür Bakanı olarak göreve başladı. Ne yazık ki çok kısa bir süre sonra istifa etti. Yine aynı yıl içinde koalisyon bozuldu. Kültür Bakanlığı kaldırıldı ama, neyse ki yapılan yanlıştan hemen dönüldü. 1982'de Kültür Bakanlığı Turizm Bakanlığı'nın bünyesine alındı. Bu da kısa bir süreçti ve Kültür Bakanlığı yeniden özerkliğini kazandı... 2003 yılında ise AKP hükümeti Kültür ve Turizm bakanlıklarını bir kez daha aynı çatı altında birleştirdi.

Talat Halman, kendisiyle yaptığım bir konuşmada bu iki bakanlığın ortak bir vizyonda buluşmaya zorlanmasının ve bu yolla belirli bir stratejik yapılanmaya gidilmesinin organik olarak mümkün olmayacağına değiniyordu. Bugün, Halman'ın söyledikleri üzerine bir kez daha düşünmekte yarar var: "Birleştirmeyi 1981 sonunda ilk tasarladıklarında zamanın başbakanı beni New York'tan Ankara'ya çağırarak 'birleşik bakanlığı' önermişti. Kendisine o zaman söylediğim bugün için de geçerlidir. ...Bu yanılgı korkarım tarihi bir hataya yol açacak. Bu yüzden kültürümüz yıpranacak, sanatımızın hakkı yenecek. Turizm sanayidir, kültür büyük ölçüde sanattır. Turizm yatırımcılıktır, kültür yaratıcılıktır. Tek bir bakanlıkta birbirlerine zıt düşerler. Kültür üvey durumunda kalır; kısa vadede ihmale uğrar, uzun sürede hırpalanır."

Türkiye'nin kültür zenginlikleri bakımından dünyanın sayılı ülkelerinden biri olduğu her fırsatta tekrar edilen bir gerçek.. ama bu zenginliklerin korunması, toplumda kültür bilincinin oluşması için atılan adımlar yetersiz. Kültürü turizmin kanatları altına sokarak cılızlaştırmak her şeyden önce sahip olduğumuz maddi ve manevi değerlere yeterince sahip çıkamadığımızın kanıtı. 1998'de İKSV Kültür Girişimi tarafından düzenlenen Kültür Politikaları Sempozyumu'nda eski Kültür Bakanı ve o dönemin Dışişleri Bakanı İsmail Cem; "Türkiye olarak, biz hem Dede Efendi 'yi hem Mozart 'ı birlikte anlayabilen ve sevebilen imtiyazlı bir toplumuz" diyordu. "Türkiyemiz sıradan bir toplum, el yordamıyla meydana getirilmiş derme çatma bir ülke değildir. 700 yılın, önceki uygarlıkların, Cumhuriyet ihtilalinin kültürünü birlikte yoğurmuş ve özümsemiş bir toplumuz... Kültürü, kültür hizmetini, kültür zenginliğini mümkün olan en geniş kitleye yaymak durumundayız, bunları ulaştırmak zorundayız... ekonomik ve sosyal koşulların eksikleri, yanlışları nedeniyle kültür olayının dışında bırakılmış olan insanlarımıza öncelik vermek durumundayız. Kültür alanındaki eksiklikleri mümkün olabildiğince azaltmamız gerekiyor..." Kültür Bakanlığı'nın yeniden bağımsızlığını kazanması bu alanda atılması gereken olumlu adımlara zemin hazırlayacaktır. Tabii ki atılacak bilinçli ve sağlam adımlar ancak kültürün devlet bütçesi içinde giderek azalan payının artırılması ile gerçekleşecektir. Yüzümüzü döndüğümüz dünyanın kültür ve sanata ayırdığı paylar düşünüldüğünde bizim nerede durduğumuz ve de kültür ve sanata hangi pencereden baktığımız zaten kendiliğinden çıkıyor ortaya. Atatürk 'ün "Türkiye Cumhuriyeti'nin temeli kültürdür" sözünün altında yatan doğruları ve buna bağlı olarak da Kültür Bakanlığı yapısını bir kez daha elden geçirmekte kuşkusuz pek çok yararlar var.

Cumhuriyet, 14.08.2007


******


KÜLTÜR VE TURİZMİ AYIRSAK MI AYIRMASAK MI?

 

Pek çok kez birleşip ayrılan Kültür ve Turizm bakanlıkları, yeniden tartışma konusu oldu. Geçmişteki tartışmalara ideolojiler damgasını vurmuştu. Şimdi yapılması gereken ise iki bakanlığın birleştiği ve ayrıldığı dönemleri incelemek.

 

Pek çok kişi, bugünlerde açıklanması beklenen kabinede hangi bakanlığa kimin getirileceğini düşünedursun; kültür ve sanat dünyası, bir haftadır Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın ayrılıp ayrılmamasını tartışıyor. Doğan Hızlan'ın 7 Ağustos 2007 tarihli Hürriyet gazetesindeki "Kültür ve Turizm Bakanlığı ayrılmalı" başlıklı yazısı, yaz aylarını genellikle 'sakin ve huzurlu' geçiren kültür-sanat adamlarını bu tartışmanın içine soktu. Şimdi, en son Nisan 2003'te AK Parti hükümeti tarafından birleştirilen Kültür ve Turizm bakanlıklarının ayrılması üzerine senaryolar yazılıyor. Köşesinde Başbakan'dan iki bakanlığı ayırmasını isteyen Hızlan, kültürün bu birleşmeyle ikinci dereceye düştüğü kanısında. "Turizm para getiriyor, kültür ise para götürüyor. Turizm, bir bakanı, bir müsteşarı öylesine meşgul eder ki, sıra kültüre gelmez. Haklarını yememek gerekir, son kültür bakanının ve müsteşarın görevi sırasında böyle bir ihmale uğranılmadı. Ama bundan sonrası için ben şimdiden uyarmak istiyorum." diyen Hızlan'ın görüşleri, ertesi gün hemen haber oldu. Milliyet gazetesinde yayınlanan "Kültür ve Turizm ayrılsın mı?" başlıklı soruşturma dosyasında, görüşlerine yer verilen eski kültür bakanları, (Erkan Mumcu hariç) iki bakanlığın da ayrılmasını istiyor. 2003'te iki bakanlığın birleşmesi sırasında Erkan Mumcu'yu ziyaret ederek bir bildirge yayınlayan eski kültür bakanlarından Ercan Karakaş ve Fikri Sağlar, bu haberde de bildik görüşlerini tekrar ediyor. Doğrul Yol Partisi ile Anavatan'ın birleşememesinde kilit rol oynadığı iddia edilen Erkan Mumcu ise kültür ve turizmin birliğinden 'güç doğduğu' şeklindeki görüşüne devam ediyor. Şakir Eczacıbaşı, Derviş Zaim ve Murathan Mungan gibi kültür adamları da 'ayrılsın' noktasında Hızlan'a destek verenlerden. Bu konuda aslında eski Kültür Bakanı İstemihan Talay'ın görüşünü almak gerekiyor; çünkü Talay, daha ortada duran bir isim olduğu için söyleyecekleri önemli.

 

Kültür ve Turizm bakanlıklarının birleşmesi ya da ayrılması konusu aslında yeni değil. Bakanlığın kurulmasından itibaren bu tartışmalar sürekli yapılageldi. 1971'de kurulan Kültür Bakanlığı, sonraki yıllarda birkaç kez birleştirilip ayrıldı. Bütün bu birleşme ve ayrılmalara ideolojiler damgasını vurdu. Yeniden başlayan 'iki bakanlık ayrılsın' tartışmalarının artık gerçekçi bir zeminde yapılması gerekiyor. Bunun için de bu bakanlıkların ayrı olduğu ve birleştiği dönemlerdeki hizmetleri incelenmeli. Mesela 2003'ten bu yana müzeler, sinema, güzel sanatlar, yayıncılık, yatırımlar gibi kalemlere ayrı ayrı bakılmalı.

 

Kültür ve turizmin tek çatı altında birleşmesinden sonra kültürel faaliyetler için önemli miktarda para aktarıldı. Bu paranın kaynağı ise turizm gelirleri. Bütçe dışı kaynak olarak tabir edilen turizm alanlarının yatırımcıya açılmasından (49 yıllığına kiralanması) elde edilen son üç yıllık gelir yaklaşık 250 milyon YTL. Bu gelirden, müzelerin iyileştirilmesi, tarihi eserin restorasyonu ve kültür merkezlerinin açılmasında yararlanıldı. Sadece Topkapı Sarayı Müzesi'ne bu yıl bir kerede ayrılan para 30 milyon YTL. Bu, neredeyse bakanlık tarihinde bütün müzelere ayrılan miktara eşit. Yine turizmden elde edilen gelirin bir kısmı kütüphanelere kullanıldı. Mesela 2002 yılında 87 bin kitap alınırken, geçtiğimiz yıl bu miktar 600 bin kitaba ulaşmış. 2002'de bir adet kültür merkezi açılırken, bu yıl 11 kültür merkezi hizmete sokulmuş. Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü'nün 2003'e kadar proje sayısı yılda 50'yi geçmezken, iki bakanlığın birleşmesinden sonra yapılan proje ve uygulamalar 250'nin altına düşmemiş. Genel müdürlük, çeşitli müze ve ören yerlerinde 2006'da 515 projeyi hayata geçirmiş. Bakanlığın turizmden elde ettiği gelirleri yatırıma dönüştürdüğü bir alan da arkeolojik kazı ve yüzey araştırmaları. 2002'de arkeolojik kazı için 1,8 milyon YTL kaynak aktaran bakanlık, kazılara 2006'da 10 milyon, 2007'de 12,5 milyon YTL para göndermiş.

 

İki bakanlığın ayrılmasını isteyenlerle ayrılmamasını isteyenlerin ortak gerekçesi 'kültürel mirası' korumak. Bu mirası korumak için önce bilinç ve birikim sonra para gerekiyor. Dört yıl öncesine kadar kültür bakanları ve bürokratları bir kültürel mirasın korunması için "her şey var; ama para yok" derlerdi. Son dört yıldır ise kimse 'para yok' gerekçesine sığınmıyor. Bakanlıkların ayrılmasına karar vermeden önce, 'evlilikte' dört yılını dolduran Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın ortaya koyduğu performansı ve verileri göz önünde bulundurmakta fayda var. Ancak, bu mukayeseden sonra sağlıklı bir karara varılabilir.

Zaman, Yazı: Abdullah Kılıç, 16.08.2007


TARİHİ SU DEĞİRMENİNİ KURAKLIK VURDU

 

Bursa'da Yenişehir'e bağlı Osmaniye'nin Kayalı Köyü’nde 100 yıllık su değirmeni, kuraklık nedeniyle işlevini yitirince kapatıldı.

 

Su değirmeninin sahibi Ömer Kurum, kent merkezine yaklaşık 10 kilometre uzaklıkta bulunan Kayalı Köyü’nde, dedesi Ömer Kurum tarafından 100 yıl önce yaptırılan ve yörede tek olan su değirmenine, kuraklık nedeniyle kilit vurmak zorunda kaldığını söyledi.


Dedesinden sonra babası İsmail Müftü Kurum'un da işlettiği su değirmeninde yakın bir zamana kadar, dövme, bulgur ve kepekli un üretimi yaptıklarını ve geçimlerini de bu yolla sağladıklarını belirten Kurum, ''Şimdi işsiz kaldım'' dedi. Kurum, asırlık değirmenin zamanla yok olacağı endişesi taşıdığını belirterek, ''Dede yadigarı değirmeni torunlarıma miras bırakmak istiyorum'' diye konuştu. İşletmeye açık olduğu dönemlerde yılda yaklaşık 30 bin YTL gelir elde ettikleri değirmene, yerli ve yabancı turistlerin de ilgi gösterdiğini vurgulayan Kurum, ''Kuraklık kurbanı olan değirmen, 'Al Yazmalım' ve 'Dila Hanım' gibi birçok Türk filminde set olarak kullanıldı.

Bursa Hakimiyet, 13.08.2007

İNSUYU MAĞARASI CAN ÇEKİŞİYOR

 

Kaybolan keçisini arayan bir çobanın 1960'lı yıllarda bulduğu ve yapılan düzenlemelerle Türkiye'nin turizme açılan ilk mağarası olan Burdur'un İnsuyu mağarası artık ''can çekişiyor''.

Yaklaşık 2 bin 100 metre uzunluğundaki mağaranın 600 metresi ziyarete açıldı. Mağaranın ziyarete açılmasıyla, insan elinin değdiği ve teknolojik ihtiyaçlarla donatılan mağarada tahribatlar başladı. Mağaradaki tahribatla ilgili olarak, Burdur Valiliği İl Özel İdaresi'nde çalışan Jeoloji Mühendisi Tamer Kutman bir rapor hazırladı. Kutman hazırladığı raporda, mağaradaki elektrik hatlarının çoğunun yerde, doğal yapıyı bozacak şekilde etrafa yayılmış demetler görüntüsünde olduğuna, kabloların neme ve diğer dış etkenlere açık olduğuna dikkati çekti. Kutman, mağaranın bir süreliğine ziyarete kapatılmasını önerdi.

Bugün, 13.08.2007







YIKILMADIM, AYAKTAYIM

 

  

 

Osmanlı İmparatorluğu'na başkentlik yapan, "anıtsal" ve "sivil mimari" açısından bünyesinde binlerce konut barındıran Bursa'nın tarihi can çekişiyor!.. İşte, buna tipik bir örnek: Gemlik Belediyesi sınırları içindeki yaklaşık 75 tane "sivil mimarlık örneği" tescilli bina, zamana meydan okurcasına, ayakta durabilmenin savaşını veriyor. Çürümeye terk edilen binaların birçoğu aynı zamanda can sağlığı açısından tehdit unsuru. Bursa Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu Başkanı Prof. Dr. Neslihan Dostoğlu, BHA muhabirine yaptığı açıklamada, sorunun Gemlik ile sınırlı olmadığına değindi ve bir müjde verdi. Dostoğlu, gerek "anıtsal", gerekse "sivil mimarlık örneği" bina sahiplerine, 2004 yılından bu yana hibe yardımı yapıldığını söyledi.


Prof. Dr. Dostoğlu, Avrupa Birliği'nin (AB) desteğiyle Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından başlatılan bu uygulamanın yeni bir süreç olması dolayısıyla herkes tarafından bilinmediğinden yakınarak, "Avrupa'da 2000 yılında 'kültür varlıklarının korunması' yönünde bir karar alındı. AB bu doğrultuda 2004 itibariyle Türkiye'ye de hibe vermeye başladı. Kültür ve Turizm Bakanlığı'na başvuruda bulunan herkese projeden tutun restorasyona kadar karşılıksız maddi yardım yapmakta, ancak pek çok kişinin bundan haberi bile yok" dedi.


Prof. Dr. Dostoğlu, bu konuda belediyelere büyük görevler düştüğünü, mal sahiplerinin zaman geçmeden bilinçlendirilmesi gerektiğini vurgulayarak, vatandaşların konuyla ilgili Kültür ve Turizm İl Müdürlüğü'ne başvurabileceklerini kaydetti.


Başvuruların ardından tescilli binaların tarihi derecesine göre sıraya konulduğunu anlatan Prof. Dr. Dostoğlu, "Desteğe en önemlisinden başlanıyor, ancak hepsine yardım yapılmakta. Bir zamanlar mal sahipleri maddi yetersizlik nedeniyle tescilli binalarını onaramadıklarını söylerlerdi. Hatta kimisi yakmak isterdi! Bazısı da 'tescilini kaldırın' talebiyle gelirdi. Oysa şimdi hibe yardımını duyanlar binalarını tescillememizi istiyorlar" diye konuştu.


Prof. Dr. Dostoğlu, kullanılmayan ve bakımı yapılmayan binaların tehlike arz ettiğini, çatısında yıkılma meydana gelenlerin ise hava koşulları nedeniyle zamanla sağlamlığını daha da yitirdiğini kaydederek, "Eğer bina ayakta duramayacak kadar yıprandıysa rapor alınıp, yıkılıyor. Daha sonra aynı malzeme ve teknikle yeniden inşa ediliyor. Vatandaşlarımızı tarihi değerlerimize sahip çıkmaya davet ediyorum" dedi.

 

İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü Başkan Vekili Hayrettin İnce de, Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından hazırlanan 'taşınmaz kültür varlıklarının onarımına yardım sağlanması'na yönelik yönetmeliğin 15 Temmuz 2005 itibariyle yürürlüğe girdiği bilgisini verdi.


Bakanlığın her il için ödenek çıkardığını anlatan İnce, konuyla ilgili belediyeleri bilgilendirdiklerini, ancak şu an için fazla bir yoğunluğun olmadığını kaydetti.

Bursa Hakimiyet, 13.08.2007

YÜZ BİN YILLIK İNSAN İSKELETİ BULUNDU

 

Suriye-İsviçre arkeoloji heyetinin, Suriye'nin Tadmour kentinde yaptığı kazılarda 100 bin yıllık bir insan iskeleti bulduğu bildirildi. Yaklaşık 100 bin yıllık olduğu tespit edilen insan iskeletinin dişleri ilkel insan dişlerine benziyor. Ayrıca, kazı yapılan Tadmour bölgesinde 400 bin yıllık bir kültüre de rastlandığı belirtildi.

Yeni Şafak, 13.08.2007

İPEK YOLU DA TEHDİT ALTINDA

 

Tarihi İpek Yolu'ndaki Çin şehri Dunhuang ve kalıntılar, iklim değişikliği ve yanlış yönetim yüzünden tehdit altında.

Birleşmiş Milletler Dünya Mirası listesindeki Mogao Mağaraları'na da ev sahipliği yapan şehirde nehirler kuruyor, bitki örtüsü ölüyor, kum fırtınaları artıyor.

Dunhuan'daki mağaralarda bin 500 yıllık Budist tapınakları bulunuyor.

Tapınakların korunması için, acilen özel bir ekolojik rezerv oluşturulması şart.

Radikal, Fotoğraf: turkish.cri.cn, 13.08.2007

ANADOLU'DAN TARİH FIŞKIRIYOR





Medeniyetlerin beşiği olan Anadolu’da yaklaşık 150 yıl önce başlayan arkeolojik kazılar, tüm hızıyla sürerken, kazı alanlarından adeta tarih fışkırıyor.


1800’lü yıllarda casus arkeologlar aracılığıyla birçok tarihi eseri yurt dışına kaçırılan Anadolu’da, bugün 270 noktada kazı çalışması yapılıyor. Yerli ve yabancı çok sayıda bilim adamı tarafından yürütülen çalışmalar, Anadolu ve dünya medeniyet tarihine de ışık tutuyor. İşte birçok tarihi ‘ilk’i barındıran Anadolu’nun zenginlikleri:


* Türkiye’de halen en çok arkeolojik kazıların yapıldığı illerin başında 195 tarihi antik kentin bulunduğu Muğla geliyor. İlde 20’ye yakın yerde kazı yapılıyor.


* İzmir’in en önemli tarihi antik kentlerinden biri olan Selçuk İlçesi'ndeki Efes Harabeleri’nde yaklaşık 100 yıldır kazı çalışmaları yapılıyor. Aliağa’daki Kyme, Bergama’daki Pergamon, Urla’daki Limantepe ve Klazomenai ile Torbalı’daki Metropolis antik kentleri kazıları devam eden bölgeler arasında bulunuyor.


* Manisa’nın Salihli İlçesi'nde Sart Antik Kazısı ve Aigai Antik Kentinde 1958 yılında başlayan kazı çalışmaları sürdürülüyor.


* Çanakkale’de, ticaret, zenginlik ve savaş kenti olarak anılan Troia Antik Kenti’nde 1871-1878 yılları arasında ilk kazı çalışmasını yapan Henrich Schliemann çıkardığı yüzlerce eseri Atina’ya kaçırdı.


* Aristoteles’in ilk felsefe okulunu kurduğu yerleşim birimi olarak dünya tarihine geçen Çanakkale’deki Assos’ta, 30 yıldır kazı çalışması yapılıyor.


* Samsun’un Bafra İlçesi'nde 1974’ten bu yana sürdürülen İkiztepe kazılarında Eski Tunç Çağı ve Erken Hitit dönemine ait 10 bin dolayında eser ve kalıntı bulundu.


* Yozgat’ın Sorgun İlçesi'nde İngiliz arkeologlar, 5 ayrı medeniyetin izlerinin bulunduğu bölgede kayıp şehir “Pteria”nın gizemini çözmeye çalışıyor.


* 1938 yılında Fransızların başlattığı, 1961’den itibaren de İtalyanların sürdürdüğü Malatya Aslantepe Höyüğü’ndeki kazılarda MÖ 3 bin 500 yıllarına kadar inilebildi. Höyükte bulunan saray dünyanın en eski saraylarından biri.


* Van’da Urartu döneminde yapılan Ayanis ve Anzaf kaleleri, yıllardır süren kazı çalışmalarıyla tarihe ışık tutuyor.


* Ağrı’nın Doğubayazıt İlçesi'ndeki İshakpaşa Sarayı’nın güneyinde bulunan ve sarayda yaşayanlara ait mezarlık bölümünde kurtarma kazılarına başlandı.


* Aksaray’da 2006 yılında yeniden başlayan kazılarda 10 bin yıl öncesine dayanan ilk beyin ameliyatı izlerinin rastlandığı bir kadın kafatası tespit edildi.


* Antalya’nın Perge Antik Kenti’ndeki kazılar ise klasik arkeoloji alanında Türkiye’nin en uzun soluklu kazısı olarak kabul ediliyor.


* Tarihten günümüze birçok medeniyete ev sahipliği yapan Burdur’da yapılan kazılarda, 10 milyon yıl önce yaşamış ve filin atası olarak bilinen mastadona ait kemikler bulundu.


* Kayseri’de 60 yıldır kazı çalışması yapılan Kültepe Ören Yeri’nde 25 bin yazılı tablet ve 50 bine yakın arkeolojik eser gün yüzüne çıkarıldı.


* İlk kazıları 1960 yılında James Mellaart tarafından yapılan Konya’nın Çumra İlçesi yakınlarındaki Çatalhöyük’te dünya medeniyet tarihinin ilklerine ulaşıldı. İlk kumaş, ilk ayna, ilk tahta kaseler, ilk tarım ve hayvancılık, ilk binaların bulunduğu kazılar halen sürüyor ve yaklaşık 150 kişilik bir ekip çalışıyor. Çatalhöyük, 9 bin yıllık geçmişi insanlık tarihiyle ilgili çok sayıda gizemi de barındırıyor.


* Bandırma İlçesi'ne bağlı Ergili Köyü yakınlarındaki Hisartepe’de bulunan “Daskyleion Antik Kenti”ndeki kazılar sırasında “Pers Sarayı” temelleri bulundu.


* Balıkesir’in Erdek İlçesi'ndeki “Kyzikos Antik Kenti”nde yer alan ve “Dünyanın 8. harikası” olarak nitelendirilen “Hadrianus Tapınağı”nda kazı çalışmalarına devam ediliyor.


* Şanlıurfa’nın Örencik Köyü yakınlarındaki Göbeklitepe’deki çalışmalarda, 11 bin 500 yıllık yabani hayvan figürlü dikili taşların yanı sıra dünyanın en eski tapınak merkezi bulundu.


* Anadolu’nun en eski yerleşim yerlerinden olan Mersin’deki Yumuktepe’de, 15 yıldır kazı çalışması yapılıyor.


* Zeugma Antik Kenti’yle adını dünyaya duyuran Gaziantep’in Dülük Antik Kenti’ndeki kazılarda dünyada yer altında yapılan en büyük Mitras tapınağı bulundu.


* Ege Bölgesi’ndeki Milet kentinden gelenlerin kurduğu Zonguldak’ın Çaycuma İlçesi'ne bağlı Filyos beldesindeki Antik Teion Kenti’ndeki kazılar ilk defa bu yıl başlatıldı.

Türkiye Gazetesi, 13.08.2007

URARTULARIN BARAJI DEPREME, KURAKLIĞA DİRENİYOR

 

 

Dünyanın en eski, en yüksek rakımlı ve muhtemelen ilk baraj zinciri örneği olan Van’daki Rusa Barajı bölgedeki kuraklığa rağmen sularını koruyor. Urartular tarafından 2600 yıl önce inşa edilen baraj, Erek Dağı’nın eteklerinde. 2544 metre yükseklikte. 7 kilometrekarelik alana yayılıyor. Tam dolduğunda 40 milyon metreküp su barındırıyor. Baraj, 3200 metrelik dağın sularından besleniyor. Çevresinde 11 küçük göl bulunuyor.

İstanbul Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Oktay Belli, dünyadaki en yüksek rakımlı su tesisi olan barajın aynı zamanda ilk baraj zinciri örneklerinden biri olduğunu söylüyor:

"Urartu Kralı 2. Rusa, suyu Van Ovası’na akıtmak ve dinlendirmek için birbiriyle bağlantılı barajlar kurmuş. Bu yöntem günümüzde Fırat ve Dicle gibi ırmaklar üzerinde birbiriyle bağlantılı yapılan barajların ilk örneği. Güneybatı ve kuzeybatıda iki gövde duvarı var. Güneybatı duvarı Osmanlı döneminde köreltilmiş. Su kuzeybatı yönündeki gövde duvarından akıyor."

Rusa Barajı’nın çivi yazılı inşa yazıtı, 1899’da Almanya’ya kaçırıldı. Berlin’deki Bergama Müzesi’nde sergileniyor. Prof. Dr. Belli, barajın ikinci derece deprem kuşağında bulunmasına karşın 2600 yıldır hizmet vermesine dikkat çekiyor: "Küçük onarımlarla halen çalışıyor olması Urartular’ın su mühendisliği alanında ne kadar geliştiğini gösteriyor. Bunun nedeni suyu altından daha değerli kabul etmeleri."
 

Hürriyet Seyahat, 13.08.2007

TEM'DE 1500 YILLIK CEYLAN DERİSİNE İNCİL

 

Mersin'in Tarsus İlçesi'nde Doğu Roma İmparatorluğu dönemine ait olduğu bildirilen İncil ele geçirildi. Jandarma ekipleri, TEM Otoyolu'nun Adana-Mersin Avadan gişelerinde, ihbar üzerine 33 DN 892 plakalı otomobili durdurdu. Araçta yapılan aramada, Doğu Roma İmparatorluğu dönemine ait ceylan derisi üzerine İbranice yazılmış, altın yaldız işlemeli 19 sayfalık İncil ele geçirildi. Otomobilde ayrıca her biri 36 bin YTL'lik olan 7 adet senet fotokopisi bulundu. Otomobilde üç kişi gözaltına alındı.

Vatan, 13.08.2007

SEYİT USUL TEKKESİ RESTORE EDİLİYOR

 

Bursa`nın en eski tekkelerinden biri olan Seyit Usul Tekkesi Osmangazi Belediyesi`nce restore ediliyor. 13. yüzyılda yapıldığı tahmin edilen ve günümüze gelinceye kadar semahane ve diğer aksamı yıkılan tarihi yapı, restore edildikten sonra `sosyal ve kültürel amaçlı tesis` olarak Bursa`nın manevi odak noktaları arasına katılacak.


Tarihi yapının semahanesinin ve müştemilat bölümlerinin yeniden yapılacağını ifade eden yetkililer, `Yapının yanı sıra, bahçe ve hazire bölümleri de düzenlenecek. Bahçeye orijinaline uygun olarak bir şadırvan yapılacak. Tarihi yapı, içinde bulunduğu mahalleye de önemli bir hareketlilik kazandıracak. Şu an restorasyon ve rekontrüksiyon çalışmaları mümkün olduğunca hızla ilerliyor. Seyyid Usul Tekkesi, zaman zaman sema gösterileri, zaman zaman şiir matineleri ve sohbetlerin yapılabileceği bir kültür mekanı olacak` diye konuştu. Yıkıntı durumdaki bir kent ziynetinin ortaya çıkarıldığına dikkat çeken yetkililer, `Bursa, önümüzdeki aylarda yeni bir değerine daha kavuşacak` dedi.


Seyyid Usul Tekkesi`nin restorasyonu Osmangazi Belediyesi`ne yaklaşık bir trilyon liraya mal olacak. Önceleri Celveti, daha sonra ise Kadiri tarikatı mensuplarının kullandığı tarihi tekke, 1925 yılında faaliyetine son vermişti. Tekkenin bilinen ilk şeyhi Seyyid Usul Buhari, son şeyhi ise Ali Haydar Efendi`dir.

 

Rivayete göre, vakti zamanında Bursa`da kadılık yapan bir zatın karşısına, toplumsal açıdan çok büyük suç sayılan bir olay gelir. Kadı efendi olayı etraflıca değerlendirir ve taraflardan birini suçlu bulup idamına hükmeder. Kararın sabahına da idam infaz edilir. Fakat kadı, bir süre sonra yanlış karar verdiğini fark eder, ama iş işten geçmiştir, hükümlü çoktan bu dünyadan göçüp gitmiştir. Yanlış kararıyla bir kişinin ölümüne sebep olan kadı, kendini affetmez ve vicdan azabıyla, `Beni öyle bir yere gömünki, her gelen geçen üzerime bassın, beni çiğnesin` diye vasiyette bulunur.
Bugün Seyyid Usul Tekkesi`nin girişinin her iki yanında yer alan mezar taşlarının, yanlış karar verdiği için kendini affetmeyen kadı efendiye ait olduğu rivayet olunur.

Bursa Olay, 13.08.2007

LAODİKYA'DA FİLOZOF EPİKÜROS HEYKELİ

 

Denizli’de Eskihisar Köyü yakınlarındaki Laodikya Antik Kenti'ndeki kazılarda Filozof Epiküros, kraliçe ve Knidos Aphroditi heykelleri ile topraktan yapılmış çok sayıda tarihi eser çıkarıldı.

Laodikya Kazı Heyeti Başkanı Doç. Dr. Celal Şimşek, bu yıl haziran ayında başladıkları kazı çalışmalarında 900 metrelik Suriye Caddesi’nin 400 metrelik bölümünü açmayı hedeflediklerini, çalışmalarının devam ettiğini söyledi.

Doç. Suriye Caddesi’nin MS 494 yılındaki depremde yıkıldığını hatırlatarak "Ancak cadde yıkıldığı gibi kalmamış. Yedinci yüzyıldan itibaren insanlar bugünkü Denizli’nin olduğu yere taşınmış. Buradan götürülen mermerler kireç yapılmış, Denizli ve çevresindeki köylere götürülüp ev olmuş, dam olmuş. 1300 yıl Laodikya talan edilmiş" dedi.

Kazılarda tanrıçalaştırılmış bir imparatoriçe heykeli bulduklarını bildiren Şimşek, MS 2. yüzyıla ait heykelin başının olmadığını, elinde ise başak ve afyon kozaları bulunduğunu belirtti. Şimşek, kazılarda MS 1. yüzyılda yapılan Filozof Epiküros’a ait bir heykelin baş kısmını bulduklarını söyledi.

Hürriyet, 13.08.2007

EYÜP SULTAN'DAKİ GÖLGELİĞE KURUL ENGELİ

 

İTÜ Mimarlık Fakültesi Restorasyon Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Zeynep Ahunbay, Eyüp Sultan Camii avlusunda yapılmak üzere olan gölgelikleri Anıtlar Kurulu’na şikayet etti.

Prof. Dr. Ahunbay, Feshane’deki bir toplantıya katıldıktan sonra Eyüp Sultan Camii’ne gitti. Avluda açılan beş çukuru gören Prof. Dr. Ahunbay’ın soruları üzerine, görevliler, avluya gölgelik yapılacağını söylediler. Prof. Dr. Ahunbay, Eyüp Belediyesi’ndeki Anıtlar Kurulu temsilcisi ile görüştü. Çalışmanın İstanbul Büyükşehir Belediyesi Yapı İşleri Müdürlüğü’nce yürütüldüğünü öğrenen Prof. Dr. Ahunbay, Koruma Kuruu’na başvurarak, çalışmayı durdurdu. İstanbul Büyükşehir Belediyesi gölgelik için mermerleri kaldırarak, açtığı çukurların üzerini betonla kapladı. Prof. Dr. Ahunbay, "500 yıllık bir caminin avlusuna gölgelik yapma fikri kimin bilmiyorum ama yanlış bir uygulama. Orada ulu çınarlar, hünkar kasrı var. Bu mekan serbest olmalı, geçici gölgelik de yakışmaz. Görünüşü bozar" dedi. Prof. Dr. Ahunbay, avlunun betonla kaplı bölümlerinin çirkin göründüğünü belirterek, sökülen mermerlerin de tarihi olsun olmasın yerine konulması gerektiğini söyledi.

İstanbul Büyükşehir Belediyesi Basın Danışmanı Ahmet Faruk Yanardağ ise gölgelik inşaatının durdurulduğunu ancak Koruma Kurulu’nun dış avluya böyle bir yapı için izin verebileceğini belirterek, sonucunu beklediklerini söyledi.

Hürriyet, Haber: Mustafa Kınalı, 13.08.2007

ALA CAMİ'DE RESTORASYON ÇALIŞMASI

 

Osmaniye'nin Kadirli İlçesi'nde bulunan ve ödenek sıkıntısı nedeniyle çalışmaları duran tarihi Ala Cami'nin restorasyonunun tamamlanmasının ardından, ibadete de açılacağı bildirildi.

 

Camide incelemelerde bulunan Osmaniye il Kültür ve Turizm Müdür Vekili Veli Aba, yaptığı açıklamada, birinci etap çalışmaları tamamlanan caminin restorasyonunun devam edebilmesi için gerekli girişimlerin sürdüğünü söyledi.

 

Birinci etap çalışmaları sonunda caminin ana gövde çatısı ve bahçedeki mozaiklerin ortaya çıkarıldığını belirten Aba, şunları söyledi: "Restorasyonun tamamlanmasının ardından Ala Cami, hem ibadete hem de ziyarete açılacak. Ala Cami'nin içerisinde namaz ibadeti yapılabilecek. Bahçe kısımlarında ise yapılan çalışmalar sonunda müze olarak ziyaretçilerine hizmet verecek."

Aba, tarihi caminin ibadete açılabilmesi için Diyanet İşleri Başkanlığı ile yazışmaların sürdüğünü de sözlerine ekledi.

 

Bölgede, 1133 yılında meydana gelen büyük depremde hasara uğrayan kilise, 1147'den sonra Haçlılar tarafından yumuşak taşlarla onarıldı. Dulkadiroğlu Alaüddevle Bozkurt Bey'in, Sarı Kaplan namıyla anılan oğlu Kasım Bey, 1488 yılında bu kiliseyi camiye çevirerek "Alaüddevle Mescidi" adını verdi. Cami, 1691 yılında Rakka'dan (Suriye) firar eden aşiretlerce yağma ve tahrip sonucu kullanılamaz hale geldikten sonra 1865 Islahatı'nda Binbaşı Hüsnü Bey tarafından restore ettirilerek cami ve medrese olarak yeniden hizmete girdi. Alaüddevle adı daha sonra "Ala Cami" adını aldı. Yapı, 1868'de bir yıl askeri levazım ambarı, 1873-1875 yılları arasında yaz aylarında aşar zahire ambarı olarak kullanıldı. Tarihi yapı, 1865'ten 1924'e kadar aralıksız cami ve medrese olarak hizmet verdi.

Trt/Haber, 13.08.2007




TARİHİ KÜLLİYE RESTORE EDİLİYOR

 

Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nin önemli tarihi mekanlarından olan Sultan Şehmus Külliyesi restore ediliyor.

 

Diyarbakır-Mardin Karayolu üzerinde bulunan Sultan Şehmus Külliyesi, bölgenin önemli bir ziyaret ve ibadet merkezi.

 

Özellikle hafta sonları önemli sayıda ziyaretçi akınına uğrayan Külliye'de, restorasyon ve çevre düzenleme çalışmaları başlatıldı.

 

Proje kapsamında ilk etapta alandaki dükkanlar boşaltıldı ve tarihi eserlerde restore çalışmaları başladı.

 

Sultan Şehmus Külliyesi, restorasyon ve çevre düzenleme çalışmalarının yıl sonunda tamamlanmasının ardından ziyaretçilere açılacak.

Trt/Haber, 13.08.2007

TARİHİ TARAKLI EVLERİ YENİDEN KEŞFEDİLDİ





Sakarya'nın en uzak ilçesi olan ve tarihi Osmanlı evlerinin bulunduğu Taraklı, yeniden keşfedildi. Birbirinden güzel tarihi ahşap evleriyle dikkat çeken Taraklı'ya ziyaretçi sayısı her yıl daha fazla artıyor.

Safranbolu benzeri evleri ile bilinen Taraklı, Sakarya'nın en uzak ilçesi. İlçe, Sakarya'ya 60, İstanbul'a 135 kilometre uzaklıkta.

Bir zamanlar hiç gidilmeyen ve kaderi ile baş başa bırakılan Taraklı'da değişim sürüyor. Sakarya Valiliği ve Kültür Bakanlığı'nın yıkılmak üzere olan tarihi evleri onarması ve tanıtım çalışmaları sonuç vermeye başladı. Taraklı, artık Sakarya'ya gelip de, görmeden gidilmeyecek yerler arasında bulunuyor. Kaymakamlık ve belediye kaynaklarına göre Taraklı'daki tarihi evleri görmeye gelenlerin sayısında önceki yıllara göre ciddi bir artış yaşanıyor. Tarihi dokusunu koruyabilmiş bir Osmanlı şehri olan Taraklı, görenleri hayran bırakıyor. Sakarya'nın en güney ucunda yer alan Taraklı, koruma altındaki 19. yüzyıl Osmanlı evleriyle dikkat çekiyor. Her yeri burum buram tarih kokan Taraklı yeniden keşfediliyor. Ahşap mimarisinin eşsiz eserleri bulunan Taraklı ilçesi, 5 bin 200 nüfusa sahip. Taraklı'ya girer girmez, ziyaretçileri, muhteşem evler ile sıcak, misafirperver ve güler yüzlü insanlar karşılıyor. Her sokağı tablo güzelliğindeki tarihi evlerle dolu olan ilçe, denizden 800 metre yüksekte bulunuyor. Rutubetsiz ve temiz havasında, betona yenik düşmemiş, odun kokulu daracık sokaklarında yapılan gezi, ziyaretçileri zaman makinesiyle tarihi yolculuğa çıkmış gibi hissettiriyor.

İlçeye ismini veren şimşir veya manda boynuzundan yapılan tarak yapımına çoktan son verilmiş olsa bile hediyelik ağaç oyma el sanatı halen canlılığını koruyor. Bunların arasında da tahta kaşıkçılık başı çekiyor. 1900'lü yıllarda Taraklı kaşıklarının Paris'te sergilendiği kayıtlarda yer alıyor. Küçük bir ilçe olmasına rağmen çok fazla dokümana sahip olan Taraklı, Evliya Çelebi ve Cumhuriyet tarihi dönemi yayınlarına kadar pek çok yazılı kaynakta bahis konusu edilmiş. Hititler, Frigler, Bitinyalılar ve Bizans İmparatorluğu, Taraklı'da hüküm sürmüş devletlerden bazıları.

Yaklaşık 300 adet ahşap yapıya sahip olan Taraklı'da bu binalardan 91 tanesi tescilli. 1516 yılında yapılan bir cami, tüm orijinalliği ile duruyor. Yavuz Sultan Selim'in Ridaniye Seferi sırasında Taraklı'da kışlayan veziri Yunus Paşa tarafından yapıldığı bilinen ve Taraklı tepesinin hemen eteğinde kurulan cami, altından geçirilen termal suyla ısıtılıyor. 4 mevsim başka bir güzelliği olan Taraklı, yakınlığı sayesinde İstanbul'dan bile ziyaretçi alıyor. Taraklı'ya gelmek için İstanbul Çamlıca gişelerinden sonra otoban tercihini Adapazarı-Bilecik sapağına kadar kullanmak mümkün. Sakarya Otoyolu Bilecik istikametinden ayrıldıktan sonra Sakarya Nehri boyunca uzanan tepeli dumanlı dağlar arasından 20. kilometrede yer alan Geyve kavşağını kullanarak Taraklı yoluna girilerek rampa tırmanılıyor. Dağ eteklerinde kurulmuş birbirinden şirin ve güzel Anadolu köyleri geçildikten sonra 800 rakımlı tarihi ilçe Taraklı'ya ulaşılmış oluyor. Sakarya'ya 60 kilometre uzaklıkta bulunan Taraklı, İstanbul'a 135 kilometre mesafede bulunuyor ve 2 saat sürüyor.

Zaman, Haber: Duran Savaş, 13.08.2007

KAZIYI BOLU YAPIYOR, ESERLERİ BOLU GÖTÜRÜYOR

 

Bünyesinde barındırdığı eserler ile tarihte bir dönemine ışık tutan Konuralp Müzesi'nde kadro olmadığından kazılar Bolu Müze Müdürlüğü tarafından yapılıyor. Çıkarılan eserler ise Bolu’ya götürülüyor.

 

Yasal uygulama gereği yapılacak 1 Müdür ve 1 Arkeolog atamasıyla kazı çalışmalarının müdürlükçe yürütebileceği çıkarılan eserlerin ise Müzede barındırılabileceği belirtildi. İhtiyaç duyulan kadroların açılması durumunda kazı çalışmaları Bolu’dan bağımsız yürütülecek.

Düzca Damla, 13.08.2007

KARAKAŞ KONAĞI YENİDEN...

 

 

Malatya'daki tarihi Karakaş Konağı yeniden restore edilmeye başlandı.

Niyazi Mısri Caddesi'nde bulunan tarihi Karakaş Konağı, Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından 2000 yılından itibaren restore edilmeye başlanmış ve yaklaşık 610 bin YTL harcama sonrasında, 2003 yılında kesin teslimi yapılmıştı. Şimdiye kadar kullanılmadan bekletilen, çatısı olmadığı için yağışlardan zarar görüp yeniden onarıma muhtaç hale gelen Karakaş Konağı'nın, İl Özel İdaresi Genel Sekreterliği'ne devredilmesinin ardından yapılan çatısı ve iç dizaynı ile yeniden restore çalışması başlatıldı.

İl Özel İdare Genel Sekreteri Ali Kazgan, yapılan çalışmaların Karakaş Konağı'nın orjinaline uygun olarak yürütüldüğünü söyledi. Kazgan, konağın kültür ve turizm amaçlı olarak kullanılacağını belirtti. Kazgan, Karakaş Konağı'ndaki çalışmaların 1 ay içinde tamamlanacağını ifade etti.

Malatya Haber, 12.08.2007

DOĞUBEYAZIT İSHAK PAŞA SARAYI'NIN SARAY MEZARLIĞI DÜZENLENİYOR





Ağrı'nın Doğubayazıt İlçesi'nde bulunan İshak Paşa Sarayı'nda restorasyon çalışmaları başladı.

 

İshak Paşa Sarayı'nın karşısında bulunan tarihi saray mezarlığı düzenleniyor. Düzenleme kapsamında kazı, mezar taşlarının onarımı, çevre düzenlemesi ve mezarlık içinde bulunan küçük mescidin restoresi yer alıyor.

 

Ağrı Kültür ve Turizm Müdürü Muhsin Bulut, "2 yıldır sarayın karşısındaki mezarlığın düzenlenmesi için çalışmalarımız devam etmekte idi. Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü'nden bu projeyle ilgili gerekli izinler tamamlandı. Döner sermayesi Merkez Müdürlüğü'müzden alınan ödenekle işe başlayacağız." dedi.

 

Muhsin Bulut, "Ayrıca Valimiz Sayın Halil İbrahim Akpınar'ın bu kazıya maddi anlamda ciddi destek verdiği mezarlığın çevre düzenlenmesi alanda bulunan tarihi yapının restoresi için özel ilgisinin ve talimatının olduğunu belirtmek isterim. İnşallah en kısa zamanda Sayın Valimiz'in ve Doğubayazıt Kaymakamlığı'nın katkılarıyla mezarlık alanı ecdada layık bir düzenlemeyle turizme açılır." dedi.

 

1789' da vezir olan Hasan Paşanın oğlu İshak Paşa'nın Doğu Bayazıt'da bir tepe üzerinde, yaptırdığı saray, 360'ı bulan oda ve salonları ile Osmanlı saray teşkilatına uymaktadır.

 

760 m2'lik bir alanı kaplayan sarayın yapımının 99 yıl sürdüğü söylenmektedir. "U" şeklinde, iç içe iki avlu çevresinde toplanmış binalarının mimarisinde (cami-harem daireleri-aşevi-hamam, selamlık-merasim ve eğlence salonu-türbe vs.) mükemmel taş işçiliği, oymacılığında ve duvar süslemelerinde ise Fars, Selçukluve Osmanlı medeniyetlerinin ortak etkisi görülür.

 

İshak Paşa Cami, sarayın ikinci avlusunda, harem ile selamlık daireleri arasında yer alır. Beden duvarları sarayın iki katı yüksekliğindedir. Cami, kubbesi ve minaresi ile bütün saraya hakimdir. Sivri kemerli, mukarnaslı büyük portalleri Osmanlılardançok Selçuklu mimarisini hatırlatır. Taş üzerine iri plastik natüralist bitki süslemeleri Türk sanatına yabancı, Kafkaslardan gelen etkileri gösterir.

 

Tamamen Türk üslubu ile yapılmış kare planlı minaresi başlı başına bir abide görünümündedir. Caminin kıble tarafında dış duvarlarının hemen kenarına inşa edilmiş olan sekizgen türbe, Selçuklu türbe mimarisi geleneğine uygun olarak iki katlıdır.

TürkiyeTurizm.com, 12.08.2007

MÜZE GELİRİNDEN PAY ALAMIYORUZ

 

Didim Belediye Başkanı Mümin Kamacı, "Belediye müze gelirlerinden yararlanamıyor"dedi.

 

Kamacı, yıllardır, Apollon Tapınağı'ndan Didim Belediyesi'ne ödenmesi gereken müze gelirlerinin yüzde 5'i olan bölümün ve geçmiş yıllara ait 280 bin YTL'lik borcun mahkeme kararı olmasına rağmen ödenmediğini öne sürdü:


Kamacı, "Tapınakla ilgili pek çok sıkıntı var. Işıklandırılmasını dahi çevre esnaf karşılıyor yıllardır. Belediye müze gelirlerinden payını alamıyor. Çok şükür bu yıl bir temizlik yapıldı. Onu bile yapmıyorlardı. Her yıl belediyeden bir kişi burada görevlendiriyorduk. Bu yıl görevlendirmedik. Üstelik Belediye'ye verilmesi gereken Müze ,gelirlerinin yüzde 5'lik bölümü verilmediği gibi, 280 bin YTL, mahkeme kararıyla kesinleşmiş olan alacağımızı da vermiyorlar. Yazışmalarımız yapıldı ancak bir cevap dahi alamadık"dedi.

Haber Ekspres, 12.08.2007

PORTAKAL MESCİDİ SIFIRDAN YAPILACAK

 

Kocaeli’nin unutulan, sahipsiz kalan ve çürümeye terk edilmiş olan tarihi miraslarından Portakal Mescidi, aslına uygun olarak yeniden yapılıyor.


İzmit Akçakoca Mahallesi’nde bulunan tarihi Portakal Mescidi, Kocaeli’nin sembollerinden biri olarak biliniyor. Tarihi eserin yıllarca kaderine terk edilmesi ile çürümeye başlaması, Büyükşehir Belediyesi’ni harekete geçirdi. Tarihi eseri kent insanına yeniden kazandırmak için proje hazırlayan Büyükşehir Belediyesi, yıkılmak üzere olan binayı aslına uygun olarak inşa ettirmek için yıktı.


Ahşap iskelet üzerine yığma tuğla ile yapılan Portakal Mescidi, her biri 45’er metre kare olmak üzere iki kattan oluşuyor. Aslına uygun olarak yeniden inşa edilecek olan Portakal Mescidi’nin aydınlatma ve çevre düzenlemesi konusundaki eksiklikleri de giderilecek. Binanın badana işleri, yağmur boruları, pencere ve kapı menteşeleri, ısı yalıtımları, baştan sona yenilenecek ve binaya klima takılacak.
Büyükşehir Belediyesi yetkilileri Portakal Mescidi’nin yaklaşık 3 ay içinde tamamlanacağını belirtti. Dış görünüşü ile de tarihi geçmişi anımsatacak olan Portakal Mescidi, hem güzelliği, hem ilginçliği ile tarihe ışık tutmakla kalmayacak, çevre güzelliğine ayrı bir güzellik katacak.

Özgür Kocaeli, 12.08.2007

ÇAKIRCALI KONAĞI KURTARILMAYI BEKLİYOR

 

İzmir'in "efeler diyarı" olarak bilinen Ödemiş İlçesi'nin önemli efelerinden Çakırcalı Mehmet Efe'nin, Kayaköy beldesinde bulunan konağının bakımsızlık nedeniyle yıkılmak üzere olduğu bildirildi.


Kayaköy Belediye Başkanı Abdullah Erdemir, efe kültürü içinde önemli bir yere sahip olan Çakırcalı Mehmet Efe'nin, memleketi Kayaköy'deki konağının restorasyonunun verilen sözlerin yerine getirilmemesi nedeniyle bir türlü gerçekleştirilemediğini belirtti.


Çakırcalı Mehmet Efe'nin yöredeki efelerin en önemlilerinden biri olduğunu ve gösterdiği kahramanlıklarla adına türküler yakıldığını ifade eden Erdemir, şunları kaydetti:
"Çakırcalı, efeliğe birçok kural getirerek, şan ve onur kazandırmıştır. Kendisinden önce Atçalı Kel Mehmet Efe gibi bir siyasi düzen kurma yolunda ilerlememiş olsa da belli bir adalet anlayışını her zaman temsil etmiştir. Kendisinden sonra Yörük Ali Efe, Demirci Mehmet Efe ve diğerleri, bu etik değerlere bağlı kalarak, Kurtuluş Savaşı'nda da efeliğe şan ve şeref getirmişlerdir. Yani, efelik dendiğinde Çakırcalı'nın adı ilk sıralarda anılır. Ancak bugün, onun beldemizde yaşadığı 100 yıllık tarihi konağı yıkılma tehlikesi ile karşı karşıya bulunuyor."


Erdemir, belde için tarihi ve kültürel değer taşıyan Çakırcalı Mehmet Efe Konağı'nı restore ettirerek, müze haline getirmek istediklerini belirterek, "Ancak, Çakırcalı Efe'nin konağı için söz veren çok, iş yapan yok. Buranın bakım ve onarımı konusunda bizlere söz verenlerden hala ses çıkmaması, beni ve Kayaköy halkını üzmektedir. Uğruna türküler yakılan ve kitaplar yazılan efemizin evine sahip çıkılması gerekli" dedi.

Haber Ekspres, Fotoğraf, yapı.com.tr, 12.08.2007

KEŞFEDİLMEYİ BEKLİYOR

 

 

Sinop'un Durağan İlçesi'nde vatandaşlar tarafından bulunan zengin damlataş oluşumlu mağarada inceleme yapan Yrd. Doç. Dr. Nuray Türker mağaranın daha tam olarak keşfedilmediğini belirtti.


İlçeye yaklaşık 30 kilometre uzaklıkta Cevizlibağ Köyü'nün üst kısmında yer alan Ağcaçal yöresinde vatandaşlar tarafından bulunan mağarada, Karaelmas Üniversitesi Safranbolu Meslek Yüksekokulu Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Nuray Türker başkanlığındaki 3 kişilik ekip, TÜBİTAK tarafından desteklenen ''Batı Karadeniz Bölgesi Ekoturizm Olanaklarının Araştırılması ve Batı Karadeniz'de Ekoturizmin Geliştirilmesi Projesi'' kapsamında incelemede bulundu. Yrd. Doç. Dr. Türker, yaptığı açıklamada, mağaranın sarkıt ve dikitleri ile damlataş oluşumu bakımından zengin, karstik bir mağara olduğunu, binlerce yıldan beri oluşan bu mağaranın tahribatını önlemek için vakit kaybetmeden korunması gerektiğini söyledi. Özellikle mağaranın giriş kısmının açılması halinde içerideki oluşumların kararacağına işaret eden Türker, gerekli çalışmalar yapıldıktan sonra turizme açılacak mağaranın, Damlataş, Karaca, Ballıca gibi mağaraların benzeri olarak yöreye ciddi bir turizm canlılığı kazandıracağını vurguladı. Türker, 'Mağara taşıdığı özelliklerle gerçekten eşsiz ve muhteşem bir dokuya sahip. Mağaradaki sarkıt ve dikitler, makarna figürleri kesinlikle mükemmel ve eşsiz. Burası kesinlikle görülmesi gereken yerlerin başında geliyor." dedi.

Bursa Hakimiyet, 12.08.2007

ORHAN CAMİİ'NİN MİNARESİ YAPILIYOR

 

İzmit Körfezini kuşbakışı gören, tarihi kalenin ortasındaki set üzerinde yer alan ve İzmit’in fetih simgesi olan tarihi Orhan Camii'nin 17 Ağustos 1999 depreminde hazar görerek yıkılan minaresi yeniden yapılıyor.


Osmanlı İmparatorluğunun ikinci padişahı Orhan Gazi tarafından Süleyman Paşa'ya 1332-1333 yıllarında yaptırılan Orhan Camii'nin minaresi 17 Ağustos 1999 deprem felaketinde hazar görerek yıkılmıştı. İç onarımı aslına uygun olarak gerçekleştirilen caminin minaresi yapılamamıştı.
İl Özel İdare Müdürlüğü tarafından geçen ay yapılan ihaleyi 67 bin 897 YTL teklif veren İKS İnşaat firması kazanmıştı. Firma ilk olarak caminin minaresini aslına uygun şekilde yapıyor. Minarenin bitirilmesinden sonra iç dekorasyonla ilgili eksiklikler giderilecek. Orhan Camiindeki çalışmanın 3 ay içinde tamamlanması hedefleniyor.

Özgür Kocaeli, Fotoğraf: Kocaeli Valiliği, 12.08.2007

ROMA YOLUNU ARIYORLAR

 

Denizli'nin Buldan İlçesi'ne bağlı Yenicekent beldesi yakınlarındaki Tripolis antik kentini gün ışığına çıkaracak kazı çalışmalarına başlandı.


MS 2. yüzyılda kurulan Tripolis'te kazı çalışmasına Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Aytekin Erdoğan başkanlık ediyor. Denizli Valiliğinin 100 bin YTL ödenek sağladığı kazı çalışmasında, 18'i arkeolog toplam 40 kişi görev alıyor.


Araştırma Görevlisi Ufuk Çörtük, önce etüt çalışması gerçekleştirdiklerini, 2 haftalık yüzey araştırmasıyla antik kentin ne kadar alana yayıldığını, kalıntıların konumunu, Nekropol'deki mezarların sayısını belirlemeye çalıştıklarını söyledi.


Kazı heyeti başkanı Yrd. Doç. Dr. Erdoğan da 230 hektar alana yayılan Tripolis'in 3 kentin birleşmesinden oluştuğunu, kazılara 1991-1993 yılları arasında Denizli Müze Müdürlüğünce çalışma yapılan Roma Yolu'nda başladıklarını belirtti. Erdoğan, Tripolis'te 1,5 ay kazı, 2 ay da toprak altından çıkan eserlerin tasnif çalışmasını yapacaklarını kaydetti.


Tripolis'te 10 bin kişilik tiyatro, dış duvarları kısmen ayakta kalan hamam, sadece temelleri kalan kent binası, Nekropol, kale ve surlar, kentteki önemli yapılar olarak dikkati çekiyor.

Haber Ekspres, Fotoğraf: ykentcumhuriyet.k12.tr, 12.08.2007

TARİH TESADÜFEN BULUNDU

 

"Mozaikler Kenti" Şanlıurfa'nın orta yerinde, her gün yüzlerce insanın yürüdüğü açıkhava fuar alanında "Edessa Güzeli" olarak adlandırılan genç kız figürü bulundu. Mimari öğelerin de yer aldığı buluntuların büyük bir saray kalıntısına ait olduğu düşünülürken, mozaiklerin ise sarayın taban süslemelerine ait olduğu belirtiliyor, Küçük taşlardan yapılmış mozaiklerin içerisinde Amazonlara ait avlanma sahneleri de var. Şanlıurfa Arkeoloji Müzesi'nin Müdürü Arkeolog Nurten Aydemir, eşi benzeri olmayan mozaik süslemelerine değer biçilemediğini söyledi.

Sabah, Haber: Ceyda Dinçbakır, 12.08.2007

İSTANBUL TEHLİKELİ LİSTEYE Mİ DÜŞÜYOR?

 

2010 Yılı Avrupa Kültür Başkenti seçilen İstanbul, "Dünya Mirası" listesinden "Tehlikede Olan Dünya Mirası" listesine düşme tehlikesiyle karşı karşıya. UNESCO, 6 ay sonra İstanbul’un kültürel varlıkları korumada yeterli çalışma yapıp yapmadığını, İlerleme Raporu’yla açıklayacak. İstanbul bu sınavı geçemezse UNESCO’nun temmuz toplantısında "Dünya Mirası" listesinden çıkarılıp "Tehlikede Olan Dünya Mirası" listesine alınacak.

UNESCO’nun bir kolu olan Uluslararası Anıtlar ve Sitler Konseyi’nin (ICOMOS) Türkiye üyesi Prof. Dr. Zeynep Ahunbay, İstanbul’un "Tehlikede Olan Dünya Mirası" listesine alınmasının 1 yıl önce karar aşamasına geldiğini, ancak İstanbul Valiliği, sivil toplum kuruluşları ve Büyükşehir Belediyesi’nin kararlı tutumlarıyla yeni süre aldığını söyledi.

Bütün ülkeler kendi değerlerini dünya mirası listesinde görmek için çaba sarf ederken, "Tehlikede Olan Dünya Mirası" listesine düşmenin büyük yanlış olacağını belirten Prof. Ahunbay, "UNESCO uzmanları, Dünya Mirası listesindeki İstanbul’da Topkapı Sarayı, Ayasofya, Hipodromu kapsayan tarihi yarımadanın doğu ucundaki kısım, Süleymaniye, Zeyrek ve surların onarımını sürekli gözetliyor" dedi.

İstanbul Vali Yardımcısı Taşbaşı ise Şubat’ta bir sınavdan geçeceklerini belirterek, "Hem Avrupa Kültür Başkenti seçilip hem de Dünya Miras listesinden düşersek bu çok büyük bir çelişki olur" dedi.

Hürriyet, Haber: Mustafa Kınalı, 12.08.2007

DÖNER KÜMBET RESTORE EDİLİYOR

 

Anadolu Selçuklu Devleti döneminden kalma ve Kayseri'nin simgelerinden biri haline gelen tarihi Döner Kümbet'te, restorasyon çalışmalarına başlandı.

 

Vakıflar Bölge Müdürlüğü yetkililerinden alınan bilgiye göre, Kartal Kavşağı'ndaki tarihi Döner Kümbet, yıl sonuna kadar ihaleyi alan firma tarafından aslına uygun bir şekilde restore edilecek.

 

12 köşeli konik külahlı bir yapıya sahip olması nedeniyle adına "Döner Kümbet" denilen tarihi yapının çevresinde geçmiş dönemlere ait mitolojik figürler bulunmakta.

 

Anadolu Selçuklu Sultanı Alaaddin Keykubad'ın kızı Şah Cihan Hatun için 1276-1279 yıllarında yaptırılan Döner Kümbet'in diğer adı da bu yüzden "Şah Cihan Hatun Kümbeti" olarak da biliniyor.

Trt/Haber, 12.08.2007

ESKİ RUM KÖYÜNDE RESTORASYON

 

 

Fethiye Kaymakamı Hasan Karakaş, Kayaköy'ün koruma amaçlı imar planının tamamlandığını, evlerin, restore edildikten sonra turizme açılacağını bildirdi.

Kaymakam Hasan Karakaş, yaptığı açıklamada, Fethiye'de 6 antik tiyatro ve çok sayıda ören yeri bulunduğunu söyledi. Fethiye'de bulunan eski Rum köyü Kayaköy'le ilgili koruma amaçlı imar planının tamamlandığını ifade eden Karakaş, şöyle konuştu:


'Kayaköy'ün bulunduğu ova kesiminde imar planı tamamlanmak üzere. Bunlar bittikten sonra Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın burayla ilgili bir tasarrufta bulunmasını bekliyoruz. Buradaki evlerin restorasyonu yapılacak, belki bir turizm gelişme alanı ilan edilebilecek. Restore edilen evlerin bir kısmı apart, bir kısmı iş yeri şeklinde düzenlenebilir. Evler, Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın izni doğrultusunda ziyaret ve kullanıma açılarak daha hareketli bir alana dönüşecek."

Fethiye'de son zamanlarda doğada yapılan etkinliklerin ön plana çıktığını kaydeden Kaymakam Karakaş, şunları söyledi: "Özellikle 'Likya Yolu' turistlerin yoğun ilgi gösterdiği bir güzergah. Bu güzergahı yürürken çok sayıda koyu keşfetme şansı var. Kayaköy'de insanların doğayla baş başa kalacağı çok sayıda mekan var. Fethiye'yi yılda yaklaşık ortalama 600-650 bin kişi ziyaret ediyor. Yatak kapasitemiz 50 bin, bu yatak kapasitesi tam dolu olunca 900 bin kişiye ulaşıyor. Hedefimiz yılda 1 milyon turist."

Fethiye'de bulunan 'Kelebekler Vadisi'nin doğa tutkunlarını, dünyanın en önemli ikinci yamaç paraşütü parkuru olan Babadağ'ın ise yamaç paraşütüyle atlamak isteyenleri çektiğini belirten Karakaş, "Fethiye, turistlere deniz, kum ve güneş dışında çok sayıda alternatif sunulan nadir yerlerden biri" diye konuştu.

Trt/Haber, 12.08.2007

TARİHİ CAMİLER RESTORE EDİLİYOR

 

Afyonkarahisar'da bulunan tarihi camiler restore ediliyor.

Başbakanlık Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından yapılan restorasyonlar sonucunda, yıllardır bakımsız halde olan camilerin çehresi değişecek. Yıl sonuna kadar bitirilmesi planlanan Kura ve Ot Pazarı camileri 297 bin YTL, Başçeşme ve Kuyulu camileri 249 bin YTL, Akmescit ve Kubeli camileri 310 bin YTL, Kızılören ilçesi Ekinova Camii 120 bin YTL ve İhsaniye ilçesinde yapılan Bakşi Dede Türbesi de 96 bin YTL ihale bedeliyle restore ediliyor. Mevlevi, Yeni ve Hacı Nuh camilerinin de restore edilmesi için ihale aşamasında olduğu öğrenildi.
Afyonkarahisar Kent Haber, 11.08.2007

KADİRLİ'DE 7 BİN YILLIK MAĞARA İDDİASI

 

Osmaniye Valiliği, tarih araştırmacısı Cezmi Yurtsever'in Kadirli İlçesi'nde 7 bin yıl önce sığınak olarak kullanıldığını iddia ettiği mağarada inceleme başlattı.

Osmaniye Kültür ve Turizm Müdür Vekili Veli Aba, arkeolog ve sanat tarihçisi iki kişiyle, Yurtsever'in, Nuh Tufanı'nın izlerine ulaşabilmek amacıyla sürdürdüğü araştırma kapsamında Kadirli'de bulduğunu öne sürdüğü mağarayı inceledi.

Mağaranın 7 bin yıl önce yerleşim yeri olarak kullanıldığına ilişkin izler bulunduğunu belirten Aba, kısa zamanda gerekli işlemlerin tamamlanarak kazı çalışmalarına başlanacağını söyledi.

Tarih araştırmacısı Cezmi Yurtsever, Roma, Bizans ve Türk medeniyetlerini bir arada yaşatan bin 800 yıllık tarihi geçmişe sahip Alacami'nin yakınında, insanlık tarihinin başlangıç dönemine ait izler taşıyan mağara bulduğunu iddia etmişti.
Osmaniye Kent Haber, 11.08.2007

ARICA KÖYÜ'NDE TARİHİ SU SARNIÇLARI BULUNDU

 

Batman´ın Gercüş İlçesi'nde yapılan kazı çalışmalarında, kuyulara oyulmuş yüzyıllar öncesine ait 50 adet su sarnıcı bulundu.


 

1995 yılına kadar Müslümanlarla birlikte Süryaniler'in ikamet ettiği ve daha sonra Süryaniler'in göç ettiği Arıca köyünde yapılan arkeolojik çalışmalar sırasında, kuyulara oyulmuş 50 adet su sarnıcı bulundu. Köydeki sarnıçlarda inceleme yapan İl Kültür ve Turizm Müdürü Selahattin Ortaboy ile görevli uzman Şehmus Kartal, su sarnıçlarının korunması amacıyla çalışma başlattı. Arıca köyünde yaptıkları yüzey araştırmasında yüzyıllar öncesine ait su sarnıçlarına rastladıklarını belirten Kartal, "Her biri binlerce ton kapasiteli olan bu su sarnıçlarının tamamı kayalık alanda oyulmuş ağzı dar dibe inildikçe genişleyen armut biçimli bir tarzda yapılmıştır. Köyün çevresi kayalık zemin olduğu için yağış sularıyla dolan bu sarnıçlar, kurak geçen yıllarda köy halkının ve besledikleri hayvanların su ihtiyaçlarını karşılıyordu" dedi.

Batman Doğuş, 10.08.2007

HER BİRİNİN İŞLEVİ BELLİ

 

Malatya'da restorasyonu devam eden tarihi Beşkonaklar'ın dış bölümlerinin tamamlandığı ve Ekim ayı başlarında hizmete açılacağı bildirildi.

Kültür ve Turizm Müdürü Derviş Özbay, yaptığı açıklamada, Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından Kartalkaya Şirketi'ne bir milyon YTL artı KDV'ye ihale edilen 150 yıllık geçmişe sahip Sinema Caddesi'ndeki tarihi 5 konağın dış bölümünün büyük oranda tamamlandığını belirtti.

Özbay, "Beşkonaklar semtindeki tarihi beş konağın yenileme çalışmaları en kısa zamanda tamamlanarak bunlardan 2'si Etnografya Müzesi, birisi Malatya Kültür ve Sanat Evi, birisi Malatya Mutfağı, diğeri ise İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü olarak hizmet verecek"dedi.

Özbay, restorasyonun Eylül ayı sonu veya Ekim ayı başlarında tamamlanmasının planlandığını kaydederek, "'Niyazi Mısri Caddesi'ndeki Karakaş Konağı'nın çatı yapımı tamamlandı. Sıva yenilemesi yapılıyor. Darende İlçesi'ndeki Namık Paksoy Konağı ile Hüseyin Paşa Bedesteni restorasyonu ve yine Darende ilçesindeki Günpınar Şelalesi çevre düzenlemesi devam ediyor. Arapgir ilçesindeki Gümrükçü Osman Paşa Camisi'nin çevre düzenlemesi yapılıyor ve Millet Hanı'nın rölövesi çiziliyor. Hekimhan ilçesindeki Taşhan'ın ve Battalgazi ilçesindeki Ak Minare ile Toptaşı Camisi'nin onarımı devam ediyor" diye konuştu.

Malatya Haber, 10.08.2007



BİZANS DÖNEMİNE AİT HEYKEL ELE GEÇİRİLDİ

 

Acıpayam’da Bizans Dönemi'ne ait mermer kadın heykel başı bulundu. Jandarma’nın Pınaryazı Köyü yakınlarındaki operasyonda 4 kişi gözaltına alındı, serbest bırakıldı.

 

Denizli İl Jandarma Alay Komutanlığı ekipleri tarafından tarihi kültür mirasının korunması kapsamında eski eser kaçakçılığına yönelik yürütülen çalışmalar neticesinde Acıpayam İlçesi'nde 4 kişinin ellerinde Bizans Dönemine ait mermer kadın heykel başı bulunduğu ve satmak için müşteri aradığı tespit edildi.  

 

Adli makamlardan alınan arama kararına istinaden Pınaryazı Köyü yakınlarında M.Ö. yönetimindeki araç durdurularak arama yapıldı. Olayda, şoför koltuğunun altında poşet içinde mermer kadın heykel başı bulundu. Ele geçirilen eserin Denizli Müze Müdürlüğü ekiplerince yapılan incelemesinde, 2863 Sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu kapsamında ve etütlük mahiyette olduğu tespit edildi. Operasyonda yakalanan kişiler ifadelerinin ardından serbest bırakıldı.

denizlili.net, 10.08.2007

İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ OLUZ HÖYÜK'TE HİTİT UYGARLIĞI'NI ARIYOR

 

İstanbul Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Şevket Dönmez başkanlığındaki ekip, Hitit Uygarlığı için önemli bir yerleşim merkezi olan Doğantepe yakınlarında bulunan Oluz Höyük'te kazı çalışmalarına başladı.

Amasya'ya yaklaşık 20 kilometre uzaklıkta bulunan, Hitit Uygarlığı için önemli bir yerleşim yeri olan ve Hitit Uygarlığı'na ait en önemli eser olan Fırtına Tanrısı Teşup'un heykelinin bulunduğu yer olan Doğantepe'ye 5 kilometre yakınlıktaki Oluz Höyük'te Kültür ve Turizm Bakanlığı DÖSİM Genel Müdürlüğü ve İstanbul Üniversitesi'nin finanse ettiği Amasya Valiliği ve Amasya Belediyesi'nin de destek verdiği 50 bin YTL'lik ödenekli kazı çalışmaları, İstanbul Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Şevket Dönmez başkanlığındakindaki ekip tarafından başladı.

Yrd. Doç. Dr. Şevket Dönmez'in yanı sıra eşi ve kazı başkan yardımcısı Yrd. Doç Dr. Emine Dönmez, Jeofizik Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Ahmet Fethi Yüksel, Araştırma Görevlisi Oya Tarhan Bal, 2 arkeolog, 1 sanat tarihçi ve 7 öğrenciden oluşan ekibin çalışmalara 6 Ağustos tarihinde başladığını söyleyen Yrd. Doç. Dr. Şevket Dönmez, bu çalışmanın 10 yıllık bir çalışmanın ilk ayağı olduğunu ve 1 ay sonra bu ilk ayağın tamamlanacağını ifade etti.

Oluz Höyük kazılarının Amasya'nın ilk üniversite kazıları olduğunu söyleyen Yrd. Doç. Dr. Şevket Dönmez, "Yaklaşık 45 dönüm bir alana sahip Oluz Höyük'te saptanan yüzey buluntularından güçlü bir Roma Dönemi ve güçlü bir Demir Çağı tabakası ki, yüzeyde çok sayıda çanak çömlek bulunmakta. Bizim burada çalışmalarımızın en önemli sebebi olan Hitit Çağı uygarlığı da bulunuyor. Oluz Höyük Doğantepe'nin 5 kilometre yakınında bulunuyor. Doğantepe Hitit Uygarlığı için çok önemli bir merkezdi, Hititler'e ait en

önemli ve en büyük metal heykel olan Fırtına Tanrısı Teşup Heykeli de burada bulundu. Doğantepe ile Oluz Höyük'ün konumsal olarak ilişkisi çok dikkatimizi çekti, neden birbirlerine yakın olduklarını çözmek için kazılara başladık" dedi.

Oluz Höyük'te başlayan kazıların 1 ay süreceği bildirildi.

haberler.com, 09.08.2007

SİNAN ÜZERİNE SAÇMASAPAN

 

Adamın biri otoyolda arabasıyla ters şeride girmiş. Karşıdan gelenlere rağmen kararlılıkla ilerlerken, bir yandan da polis radyosundaki anonsu dinliyormuş: “Bir sürücü otoyolda ters yönde araç kullanmaktadır. İlgililerin dikkatine...” Adam kendi kendine başını sallamış; şaşkınlıkla sormuş: “Allahım, hangi bir sürücü, hangi biri ters yönde?”

İtiraf ediyorum: Fıkradaki adam benim; otoyolda ters şeride girdim ve karşıdan gelenlerin durumunu anlamakta zorlanıyorum. Üstelik sorumlusu olduğum olaydaki pozisyonum otoyolda yol açtığım aksaklıktan daha karmaşık. Kısaca özetleyeyim. Bir kitap yazdım: “Mimarlığın Aktörleri: Türkiye 1900-2000”. GG tarafından bir ay kadar önce basıldı. Kitap sözkonusu kurumun halkla ilişkiler şirketi tarafından basın-yayın organlarına tanıtım amacıyla iletildi. Kimileri tanıtımını da yaptılar, hatta değerlendirme yazanlar da oldu. Milliyet gazetesiyse benimle kitap konusunda bir söyleşi yapmak istedi. Kabul ettim. Kitabın yazılma nedenlerini de açıklayan bir konuşma yaptım ve bizzat edite ettim. Böylece zaten epeyi uzun olan konuşma, birincisi bilgim dahilinde, ikincisi haricinde olmak üzere iki kez kısaltılmış oldu. Başlık olarak da konuşmanın en sansasyonel kesimini bunun oluşturduğu varsayılarak, kabaca “Tanyeli’ye göre Mimar Sinan kişiliği muhayyelmiş” gibi bir ifade seçildi. Onu ise ben belirlemedim. Özetle, konuşma 463 (dörtyüzaltmışüç) sayfalık bir kitabı kısaca kamuya sunan birbuçuk daktilo sayfalık bir mini söyleşi hacminde basıldı. Ne var ki, ben bilmeden ters şeride girmişim. Ertesi gün önce aynı gazetede çeşitli “mimar akademisyenler”in ve bir de “mimar”ın itiraz metinlerini okudum. Yeni Şafak’ta bir köşe yazarı, görüşlerimin Batılılaşmanın eleştirisine soyunanların kendilerini nasıl Batılılaşmanın açmazlarından koparamadıklarına örnek olduğunu beyan etti. Pekaz kişiye verdiğim e-mail adresime Sinan’ı anlamaktan aciz olduğum, “yüce kişiliğine” hakaret ettiğim, böyle büyük başarıları tabii ki yetersiz aklımla kavrayamayacağım türünden postalar geldi. Tanıdığım bir genç mimarlık tarihçisi Arkitera’da Sinan’ı abartmak kadar azımsamanın da problem olduğu şeklinde bir kısa eleştiri yayımladı. Sinan’a ilişkin –benim söylediğimin aksine- “üç sayfa”dan fazla bilgi bulunduğunu, hafif bir deyişle, ima etti. Uzatmayayım, kervana başka yayın organları ve –eksik olmasın- Kültür Bakanı bile katıldı. Bir dizi gazete ve TV kanalından fikir belirtmem için davet aldım ve ilk ikisi dışında hepsini geri çevirdim.

Şimdi bütün bu kendi gerçek şeridinde ilerleyenlere –ve dolayısıyla yaşamlarını tehlikeye attığım kişilere- benim söyleyecek ne sözüm var? Şu kadarını söyleyeyim: Yazdığım şu 463 sayfalık kitabı okudunuz mu? Bırakın okumayı, başlığının farkında mısınız? Kitap, mimarlığın aktörlerinden, yani mimari etkinliğin içinde rol oynayan modern bireylerden söz ediyor. Bunu da 20. yüzyıl bağlamında irdeliyor; çünkü modern mimar kariyeri Türkiye’de bu yüzyılda ve önceki yüzyılın ikinci yarısında ortaya çıktı. Ancak, kitabı okuma zahmetine katlananlar, içinde yalnız mimarların değil, amatörlerden “sokaktaki adam”a dek her toplumsal aktörün rolü bağlamında tartışılmaya çalışıldığını görebilirler. Mimar Sinan, kitabın içinde sadece ve sadece bu ülkede “modern birey” olarak nitelenebilecek toplumsal tipin ortaya çıkışı öncesinde yaşamış bir kişi olarak (bir birey değil) yer tutuyor. Derdim bir Mimar Sinan monografisi ya da değerlendirmesi yazmak olmadığı için bu doğal. Değerlendirmeye çalıştığım Sinan değil, Sinan mimarlığı hiç değil. Kitapta Sinan, daha erken 20. yüzyıldan başlayarak, Türkiye’deki mimarlık tarihi yazım alışkanlıkları içinde “sanki çağdaş bir mimarmış gibi, sanki güncel bir mimar nasıl çalışır ve düşünürse, öyle çalışır ve düşünürmüş gibi” anlatıldığı için, öyle tahayyül edildiği için gündeme taşınıyor. Bu tahayyülün genel bir toplumsal, ve ne yazık ki, aksini bilen ve düşünenlerin varlığına karşın, yaygın bir akademik kabul gördüğüne de kısaca değiniliyor.

Toplumbilim ve historiyografi kavramlarından biraz haberli herkes geçmişin dünyasına, çalışma koşullarına, kişilerine vs.’ye bugünkülere benzermiş gibi yaklaşmanın tehlikelerini bilir. Örneğin, mimar olsun olmasın, “birey”in ve “özne”nin birer toplumsal konstrüksiyon olduğunun, her çağ ve yerde aynen mevcut olmadığının farkındadır. Sinan’ı olduğu gibi, adını önemsediğimiz ya da önemsemediğimiz bir “sade” mimarı da anlamak istiyorsak, içinde yaşadıkları tarih evresindeki o toplumsal kişilik konstrüksiyonlarından konuşmak zorundayız. Yazdığım kitap Türkiye özelinde bundan söz ediyor. Çağdaş dünyada mimarlıktan konuşmak içinse, önce, içinde önemli önemsiz her toplumsal aktörün rol oynadığı, herkesin özne olduğu bir üretimden bahsetmenin zorunlu olduğunu söylemeye çabalıyorum. Aynı nedenle, kitapta yer alan mimarların bile ancak bir kesimi tanınmış denebilecek kişiler. Çünkü, orada anlatılmak istenen şey, fiziksel çevreden, kentten, yapılardan, mimari-estetik kaliteden önce, yani mimarlığın nesnelerinden önce, öznelerini görmek zorunda olduğumuza işaret etmekti. Onları görmek, tanımlamak, ama ondan da fazla, o modern özneleri inşa etmek gerekliliğine bir vurgu yaptığım da söylenebilir.

Peki, madem bu kadar sevilen bir sansasyona odak oluşturdum, bazı itirazcı akademisyenlerin bile anlayabileceği kadar yalın bir dille, kısaca Sinan’ın kişiliğinin neden muhayyel olduğunu açıklayayım. Önce bir soru: Sinan hakkında bilgi bulunduğunu söyleyen değerli akademisyenler, bu bilgilere dayanarak Sinan’ın bir psikolojik profilini çıkarabilir misiniz? Aşkları, aile yaşamı, açmazları, yaşadığı duygu ve kariyere ilişkin zorlukları biliyor musunuz? Çocuklarıyla, astları ve üstleriyle ilişkileri nasıldı? Daha zorlarını sorayım: Geç devşirilmiş bir adam olarak Kayseri’deki Hıristiyan ailesiyle sürdürdüğünü bildiğimiz bağlantısının nasıl bir kişilik yarılmasına yol açtığı hakkında konuşabilir misiniz? Dinini, toplumsal ortamını, etnik aidiyetini yenilemiş bir 16. yüzyıl üst sınıf Osmanlı’sının Sinan özelinde ne gibi psişik karmaşalar yaşadığı konusunda ne diyeceksiniz? Daha kolayını da sorayım: Geç devşirilmiş, ancak çocukluktan itibaren Türkçe’yi sadece konuşma dili olarak kullanan bir Kayserili Hıristiyan köylü çocuğunun Enderun’dan da geçmemişse, Osmanlıca okuma yazma bildiğine emin misiniz? Sayın uzman mimar akademisyenler, eminim uzmanlığınız sayesinde bize şu devşirmelerin Osmanlıca bilgileri konusunu aydınlatıverirsiniz: Örneğin, Enderun kökenli Sokollu Mehmet Paşa’nın bile sarayında suikaste uğradığı sırada neden katibine kitap okutturmakta olduğunu açıklarsınız. Acaba, neden elindeki metni Erken Modern Batı Avrupalı aydınlar gibi sessizce içinden tek başına okumuyordu da, sesli olarak başkasına okutuyordu dersiniz?

Yine yanlış anlaşılacağı için biraz daha açıklayayım: Ben Sinan’ın veya Sokollu’nun Osmanlıca bilgisini sorgulamıyorum. Sizinkini sorguluyorum. Osmanlı mimarlığını ve Osmanlı mimarını anlamak istiyorsanız, çok geç de olsa, önce oturun Osmanlıca öğrenin. Öğrenin ki, bir 16. yüzyıl Osmanlı’sının nasıl düşündüğünü anlamaya çalışın. İkincil kaynaklara dayanmak yerine, çağlarının metinlerine başvurun. Ancak, bütün bunları yapmayı becerdiğinizde, elinizdeki veriler yine o insanların öznelliklerini, psikolojilerini anlamanızı sağlamayacak. Çünkü, o zaman göreceksiniz ki, Gelibolulu Ali gibi ender istisnaların varlığına rağmen, Osmanlı insanının “derin mahremiyet”ine kolay kolay girilemiyor. Onun içindir ki, Sinan’ın kişiliği hakkında konuşulamıyor ve sürekli binalarından bahsediliyor. Sinan hakkında konuşmaya kalktığınızda sadece yapı analizleri yapıyorsanız, konuştuğunuz konu Sinan değildir. Çünkü, o yapılarla onları “yapan” mimar arasındaki öznellik bağını kuramıyoruz. Oysa, sözgelimi Borromini ile yapılarının biçimsel özellikleri arasında mimarın kişiliğiyle, bireyselliğiyle, hatta bunalımlarıyla bağlantılı ilintiler bulmak mümkün oluyor. Bunu Sinan için ve daha sayısız Osmanlı mimarı için yapamıyoruz. Yapamayacağız da... Çünkü, onlar başka bir toplumsal ortamın, başka bir geleneğin, başka bir insan kavrayışının, başka bir inanç sisteminin içinde varlık kazandılar; İtalya’dakiler, Fransa’dakiler, Japonya’dakilerse başka... Bu saptama, Sinan’a da, çağına da, adını anmadığımız başka Osmanlı mimarlarına da değerlerinden hiçbir şey kaybettirmez. Sadece farklı oldukları anlamına gelir. Başka hiçbir şey görmüyorsanız, bari bu farklılığı görün. Ne var ki, bunu görmek için, herşeyden önce, mimarlık tarihini sadece binalara baka baka yapılan bir arkitektonik zihin alıştırması diye düşünmekten vazgeçmek gerekiyor. Örneğin, bir kelime Osmanlıca okuyamadan, gerekliliğini de aklına bile getirmeden, yüzlerce sayfalık “yeni” bir Osmanlı Mimarlığı kitabı yazan Doğan Kuban’ın çağının kapandığını kabul etmek gerekiyor. Bu yargımı, gazetelerin görüş sorduğu ve kitabı okumadan görüş bildiren diğer zevat da aynen paylaşabilir. Kendilerine saygılar sunuyorum. Unutmadan şunu da söylemeden geçmeyeceğim: İlber Ortaylı’ya teşekkür borçluyum. Bana aktarıldığına göre, atılgan akademisyenlerin aksine, görüş sorulanlar arasından sadece o, kitabımı okumadığı için görüş bildiremeyeceğini söylemiş. Bir ülkede yalnızca bunun için bile birisine şapka çıkartmak gerekiyorsa, orada akademya hakkında iyimser olmak zordur.

Bana gelince, ben karşı şeride geçmeye hiç kalkışmadan ters yönde ilerleyebileceğim kadar ilerleyeceğim. Akademik adabın bu denli az dikkate alındığı bir ülkede, düz yoldan gidenlerle aynı yönde hareket etmemek bile, hatta sadece bu bile, bazen marifet olabiliyor. Yani, ne yazık ki, bu ülkede tersten gitmek hem çok daha kolay, hem daha hızlı, hem de daha ahlaki.

NOT: Kitabımda ne söylemeye çalıştığımı gerçekten merak edenler, Hakkı Yırtıcı’nın Yeni Mimar’ın Ağustos sayısında benimle yaptığı konuşmayı okuyabilirler.

Arkitera, Yazı: Uğur Tanyeli, 09.08.2007


******


'SİNAN ÜZERİNE SAÇMASAPAN'A NAÇİZANE BİR CEVAP

 

Eskiden Uğur Tanyeli’nin yazılarını okuduğumda güzel bir tokat yemiş gibi olurdum. Bir süredir belki de artık başlamak üzere olan erişkinliğin (geçkinlik de olabilir) can sıkıcı deneyimi yüzünden bir derin düşünme ardından büyüyen karşı düşünceler oluyor kafamda dolanan. Geçtiğimiz günlerde yayınlanan, okumaktan yine çok zevk aldığım köşe yazısında kendisini ters yolda giden birisi olarak anlatırken karşısında gördüğü diğer herkesi “aynı yönde gidenler” olarak tanımlamış. Oysa onlar kendi aralarında oldukça ayrılardır sanırım. Hatta belki de bazılarının - örneğin benim - o yolun yakınında bile olmadığım söylenebilir. Bu konuda konuşmayı sürdürmem üzerine birisi “sana ne oluyor, sen kimsin kardeşim?” diyebilir. Ben uzak bir coğrafya ve kültürde tarihsel mimaride anlam üzerine doktora yapmaya çalışırken bir türlü karar kılamadığı tarihsel nesnesi ansal tesadüfler ve fikir alışverişleri sonucunda Sinan’a dönüşmüş, sonra da Sinan üzerine yeni bir üst - anlatı yazmamak için doktora danışmanıyla kıyasıya mücadele ederek nihayete erebilmiş körpe bir doktora mezunuyum. Evet, konumun bir kısmı Sinan fenomeniydi ama mimarisi değildi. Artık mezun bir amatörüm. Amatörlüğümü sürdürdüğüm sürece de üretkenliğimi disipline etmeden yürütebilecek ekmek param olsun diye çabalayacak kapitalist dünyanın (modası geçmiş) emek işçilerinden biriyim. Burada yazıyorum çünkü kendimi ters yönde gidenlerden çok Uğur Tanyeli’ye yakın hissetmeme karşılık yine de muhafazakarlık üzerine yazdıklarımdan vazgeçebilmiş değilim.

Öncelikle her fikir belirten kişinin yeni çıkan kitabına mesafeli duracağına ya da okusalar dahi anlamayacaklarına dair olmazsa olmaz bir kanaati var Tanyeli’nin. Fakat örneğin benim özelimde bu doğru değil. Her belli bir dönemin mimarlık pratiği üzerine yazılacak kitabın kronolojik-bütünsel ve evrensel çıkarımların bir toplamı olmayacağını, hele de Uğur Tanyeli’nin son kitabının bundan çok uzak olduğunu sadece ismine bakarak öngörüyorum. “Mimarlığın Aktörleri” bir yirminci yüzyıl mimarlık veya mimar antolojisinden çok sinematografik bir bakış açısına işaret ediyordur sanıyorum; aktörler belli bir zamanda ve mekanda rol alıyorlar ve mimarlığın toplumsal işlevinde ajan rolü görüyorlar ama hiçbiri --Sinan gibi-- bir üst-anlatı değil. Sinan’ın kitaba dahil edilmesinin tamamen amaç ve beklenti dışı olduğunu da anlamak zor değil.

Ne Sinan ya da Osmanlı fanatiği ne de modernite düşmanı olmamama rağmen beni son günlerde bu gazete röportajından sonra ortaya çıkan tepkiler ve olaylar bir toplam olarak yine de rahatsız ediyor. Sorun üzerine röportaj yapılan kitabın dönemi ya da ele aldığı özneler olmaktan çok böyle bir konuda neden Sinan’ın bir anda ön plana çıktığında yatıyor. Neden birileri hala Sinan kutsal demek zorunda? Neden Sinan kutsal demeden Sinan yine de kendini zamanımıza hasbelkader duyurabilmiş bir tarihsel kişiliktir diyebilmek bu kadar zor? Tanyeli’nin dün buna verdiği cevaplar geçmiş hakkındaki iyimser varsayımlarımızın geçmişin belgelerine olan cahilliğimizden kaynaklandığı üzerine odaklanıyordu. Hatta devşirmelerin yetersiz Osmanlıca bilgileri varsayımından hünerli bir retorikle bugünün tarihçisinin Osmanlıca bilgisinin kıtlığına geçen Tanyeli, bu durumda akademya üzerine umut yitirmenin haklı olacağını söylüyordu.

Ben onun kadar kötümser değilim. Osmanlıca bilmemek konusunda hermeneutiğin Avrupa’da insan bilimlerine yayılmasının öncüsü Gadamer’in çevirinin dahi bir metnin anlamlarını koruyacağına dair belki biraz naif inancını paylaşıyorum. Öyle olmasaydı kimse çeviri okumazdı bugün ve dil konusunda zorlanmak geçmişe sağır olmak için sebep değildir. Yine de bu Osmanlıca öğrenmeye çabalamamak için bir gerekçe değil tabi. Hatta Osmanlıca öğrenmenin aşamalarının bir metnin kendini tamamen bize açmasına öyle kolay vesile olamadığını tecrübeyle gördüm. Zaten Gadamer de çeviri üzerine iyimser yazsa bile çeviride yiten ya da dönüşüme uğrayan anlamlara ve bunun her okumada sancılı bir süreç olacağına dikkatimizi ayrıca çekiyordu. Osmanlıca ilgisinin bugün belki de beraberce yükselen İslam empatisinin/önyargılarının etkisiyle eskiden olduğundan daha popülerleştiğini söylemek durumundayım. İlgi duyanlar için herkese açık kurs modüllerinin olduğu bir kaç web sitesinden birinin adresini ekliyorum.1

Tanyeli’ye göre Sinan’ı bir kişilik olarak yorumlamak imkansız. Ben buna katılmıyorum; Sinan’ı bir kişilik olarak yorumlamak mümkün, fakat onun geçen yüzyılın başından beri kurgulanan kişilik olmadığını (Tanyeli’nin çok beğendiğim Sinan mitolojisi argümanı) kabul etmek bazıları için çok zor. Psikoloji ve sosyoloji birer bilim olarak kurulmadan çok önceleri, en fazla da moderniteyi geç yaşayan kültürlerde insanların kendi duygularına ve düşüncelerine şimdiki kadar gram gram analiz ederek kafa yorduklarından şüpheliyim.2 Elbetteki Sinan nişanlısına “ben seni sevme teorisini senden daha fazla seviyorum, hadi ayrılalım artık” demiş sonra da platonik aşk üzerine sayfalar doldurmuş Kierkegaard kadar duygularına karşı analitik değildir.3 Sinan’ın aşklarını, korkularını, umutlarını bilmiyor olabiliriz, ama belki de her şeyin üstünde bir mahremiyet duygusu bütün bu sayılanlardan daha hakikiydi Sinan için. Adolf Loos’un dediği gibi döğme yaptırmak Paris’teki dandi için işlenmiş bir suçtur belki ama bir Papua yerlisi için yaşam gerçeğinin parçasıdır ve dolayısıyla suç değildir. İster zamanda uzak bir insan ister uzak bir kültürün insanı için olsun yasadığımız aynı yabancılık duygusu. Mahremiyet duygusu ya da inanç Sinan ya da başka bir Osmanlı mimarı için Papua yerlisinin döğmesi gibi işlemiş olabilir. Ya da Sokullu sadece zorba patronluk derdiyle kendisine bir katip tutmuş ve ona okutuyor olabilir kitaplarını. Bu yine de kendi toplumlarında ve tarih sahnesinde birer kişi olarak ortaya çıkmalarını engellemez ve bu ortaya çıkış onları birer birey yapar demiyorum.

Nedir o zaman hala Sinan için hazmedemediğimiz? Cumhuriyetten beri hazırlanan Mimar Sinan mimarisi monografilerinin karşısına bir de Tezkiretü’l - Bünyan’ı ve Tuhfetü’l-Mimarin’i koymak lazım. Hatta sonra bir ayıklama yapmak da gerekebilir: atın bunlardan doğrulayamadığınız her Sinan varsayımını. Yakınlarda Amerika’da Sinan’ın otobiyografileri adıyla bu metinlerin bir karşılaştırmalı çevirisi yayınlandı.4 Bu metinlerin güya otobiyografi olduklarına inanmamız için bilginin ille de Amerika’dan mı geliyor olması lazım? Ne de olsa Topkapı sarayı müzesi arşivinin kapılarını her gelene eşit aralamazlar. Ben olsam bu metinlere birer otobiyografi derken çekinirdim; biyografik anlatı demek belki de daha doğru çünkü Sinan bunları başka birisine yazdırmış.

Yazıyı daha fazla uzatmak istemiyorum, buraya kadar sabrı olup okuyanlara diyecek bir sözüm var; ister içini altınla dolduralım ister olduğu gibi kalsın, Sinan bir boş kategori olmayı sürdürdüğü sürece onu ön - değer (default) alarak üzerinden bugünün meselelerini tartışan herkes muhafazakar. Tanyeli belki röportajda bunun kolay düşürülebilinecek bir tuzak olduğunu farketmemiştir.

Sinan’ı bir boş kategori olmaktan çıkarıp tarih sahnesine geçmişte yasamış, ölmüş, eski bir uygarlığa (artık o zaman ne manaya geliyorduysa) mimarların başı olarak hizmet etmiş, kente getirdiği suyu evinin önüne de çekmekte sakınca görmemiş, belki de en beğendiği caminin yakınlarında gömülmek icin türbesini ölmeden tasavvur etmiş, yaradılışı düzgün (yani yakışıklı ve parlak), en azından temsili olarak yirmi yaşlarından sonra sünni bir müslüman - elit erkek kişilik olarak teslim etmenin vaktidir. Bütün bunlara ek olarak Kanuni’yi ikna kabiliyetini üstüste anlatmasından bugünün terimiyle “karizmatik” olduğu kanaatini de çıkarıyorum ya da bu konuda yazamadığı bir sıkıntısı vardı. Sürekli kellesinin derdiyle yaşadığını ve çalıştığını da biyografik anlatılarından sezinlemek ihtimal dahilinde.

1 islamharfleri.com/kurs/index.html  
2 Bu bahsettiğim durumu bugün kırsal kesimde ya da kentin modernliğine fazla bulaşmamış insan topluluklarında da insan bilimlerine ilgili birisi hala gözlemleyebilir. Örneğin başlarına bir felaket geldiğinde oturup bir birey gibi üzülmezler belki ama felaketin tanrılardan ya da Uluru kayasından geldiğine inandıkları bir ritüelle kendilerince bir keder içinde savuştururlar dertlerini. Bunu yaparlarken de birey olamasalar bile birer kişidirler, sadece kitle değildirler.
3 Søren Kierkegaard, Fear and Trembling/Repetition, Princeton: Princeton University Press, 1983.
4 Çevirinin sahipleri Howard Crane ve Esra Akın, önsöz Gülru Necipoğlu’na ait.

Arkitera, Yazı: Selen Morkoç, 14.08.2007




5 - 11 Ağustos 2007

GERÇEK BİR ENTELLEKTÜELİ, SAMİH RİFAT'I KAYBETTİK





Yazar, çevirmen, fotoğrafçı ve mimar Samih Rifat, 4 Ağustos 2007 tarihinde,  62 yaşında hayata veda etti. Ardında pek çok önemli çeviri, kitap ve fotoğraf bırakarak...

 

Türk Dil Kurumu'nun kurucu başkanı Samih Rifat'ın torunu, Türk şiirinin ilk devrimci hareketi sayılan 'Garip Hareketi'ni başlatan isimlerden Oktay Rifat'ın oğlu olan Rifat, 1945 yılında İstanbul'da doğdu. Saint-Benoit Lisesi'ni ve İstanbul Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi'ni bitirdi. Üniversite yıllarından başlayarak çeviriye yöneldi. Renè Char, Jacques Prèvert, Andrè Verdet, Jean Follain, Paul Valèry, Kavafis, Le Corbusier gibi isimlerden çeviriler yaptı. Yine üniversite yıllarında fotoğrafçılıkla ilgilendi. '80'li yıllardan başlayarak çeşitli dergilerde yazdığı yazılara eşlik eden fotoğrafları yayımlandı; fotoğraf üzerine yazılar kaleme aldı.

 

Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık'ta danışman olarak çalışan, 2000'li yıllarda Koç Kültür Sanat bünyesindeki K Kitaplığı ve sadece beş sayı çıkan Aries dergisinde yayın yönetmeni olarak çalışmıştı. İlk yazısı 1978'de Cumhuriyet gazetesinde çıkan Rifat'in birçok deneme ve çevirisi Sanat Dünyamız, Kitap-lık ve P gibi prestijli dergilerde yayımlanmıştı.

 

Rifat, edebiyata kuramsal açıdan yaklaşan ilk yapıt sayılan Aristoteles'in "Poetika"sı başta olmak üzere onlarca kitabı çarpıcı çevirileriyle Türkçeye kazandırdı: "Üç Öykü" (Flaubert), "Yüzüncü Ad" (Amin Maalouf), "Ne Var Ne Yok" (Mayakovski), "Kapadokya Kaya Kiliselerinde Üç Gün" (Seferis), "Seçme Şiirler" (Rene Char), "mge ve Sanrı" (Paul Valery)...


"Akla Kara Arası" adlı kitabıyla fotoğraf yazımına dair de ne kadar usta olduğunu bir kez daha gösteren, Türkçedeki en sağlam Herakleitos denemesi olarak nitelendirilen "Herakleitos - Bir Kapalı Söz Ustasıyla Buluşma Denemesi"ne imza atan Samih Rifat iki yıldır kanserle mücadele ediyordu.

TAYHaber, 11.08.2007


BİR İHBAR



BAĞDAT CADDESİ'NDE BİR TARİH YOK OLUYOR





Bağdat Caddesi’ni süsleyen, birbirinden nadide altmış köşkten 58 tanesi tamamen yokoldu. Çatalçeşme’de bulunan ve ulu önder Atatürk’ün beş defa ziyaret ettiği Cavit Paşa Köşkü ise yokolmaya aday son köşk olarak görünüyor.

Bağdat Caddesi’nin Suadiye ile Bostancı arasında kalan Çatalçeşme durağındaki bu köşk, ünlü Kadıköy köşklerinden en görkemli olan ikinci köşk olarak kabul ediliyordu. Dekorasyonunda Avusturya’dan getirtilen iç mimarların çalıştığı, tavanlarındaki altın varaklı işlemelerin bugün bile kalabildiği nadide köşk, ilgililerin sorumsuzluğu yüzünden her geçen gün biraz daha sona yaklaşıyor.

 

Köşk'le ilgili ilk ihbar Kadıköy Life Dergisi'nin 2005 yılında yayınlanan üçüncü sayısında ilk kez gündeme getirildi. Geçen hafta sitemize yazan Bilge Baydan ise köşkün durumunun giderek kötüleştiğini bildirdi.





İlk Meclis Başkanı Tahsin Coşkan'a ait olduğu zannedilen köşkün şimdiki sahibi Ankaralı Av. Nurettin Daş, Atatürk’ün Çiftlik Müdürü Tahsin Coşkan’ın damadı. Ve köşkün arkasında tren yoluna kadar uzanan köşke ait arsaya 15’er katlı 60 daireden oluşan bloklar yaptırmış. Köşk ise önde, cadde üzerinde bulunuyor.
 
Köşkün bahçesinde bulunan ve bugün pek çoğu inşaat nedeniyle yokolmuş asırlık çam ağaçlarından son kalan üç-beş tanesinden biri kesilmiş ve diğeri de kurutulmaya çalışılıyor gibi…

 
Çatısı bu kış uçan köşk ile ilgilenecek bir "Cesur Yürek" aranıyor.

TAYHaber, Kaynak ve fotoğraflar: Bilge Baydan, Kadıköy Life, 11.08.2007

ÇENGELKÖY İSKELESİ'NDE NELER OLUYOR?

 

Çengelköy, İstanbul Boğazı'nın en eski yerleşim yerlerinden biridir. Vapur iskelesinin kesin yapım tarihi bilinmemekle birlikte, kaynaklardan 17. yüzyılda burada bir pazar iskelesi olduğunu öğreniyoruz. 19. yüzyılda ise iskelenin daha tertipli olduğu biliniyor. Bunun sebeplerinden biri de 1849 yılında kurulan Şirket-i Hayriye ile birlikte daha önceden yapılan Boğaz vapur seferlerinin düzenli hale gelmesi tabii.

 

Günümüzde kullanılan 172 m2 iskele binası ahşap kaplama olarak inşa edilmiştir, denize kazık çakılarak elde edilen 330,75 m2'lik mahal ise iskele platformu olarak kullanılmaktadır. İstanbul III Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu izni ile yakın bir geçmişte aslına uygun olarak restore edildiği halde son zamanlarda gerek dış zemin ve cephede gerekse iç duvarlarda gözle görünür bir tahribat söz konusuydu. Geçtiğimiz hafta kimin yaptırdığı belli olmayan bir tadilat başladı. Ancak biz bu satırları yazarken korkarız çoktan tahribata dönüştü. Gördüğünüz fotoğraflardan da anlaşılacağı gibi herhangi bir tabela yok. İşin sahibi kim belli değil. İDO mu, İBB mi, mahalle esnafı para mı topladı anlaşılır gibi değil. Ancak, kimsenin aklına Koruma Kurulu'na başvurmak gelmemiş belli ki. İçerde hummalı bir zemin çalışması var, yeni mermerler döşenmiş, cilaları yapılıyor, dışarıda ahşap boya yer yer kazınıyor, iskele çevresindeki tüm zemin hak ile yeksan olmuş, el arabaları dolusu moloz çıkıyor gibi tipik acele tadilat/tamirat görüntüleri.


Restorasyon, tadilat ve tamirat arasındaki farkları öğrenmek için bir sözlüğe bakmak yeter. Ancak şüphesiz işin bir sahibinin olması gerek öncelikle. O işin sahibinin, sahip olduğumuz değerlerin farkında olması, anlaması ve koruması da gerek. Korumak için neler yapılması gerektiğini bilecek insanlar da gerek. Bilenlerin uygulamaları denetlemesi de gerek. İşte bütün bu gereklilikler fazla olduğundan biri "şurayı toparlayın" deyince ortaya çıkan manzara da bu gördükleriniz.... Fazla söze gerek yok....

Kaynak: Çiğdem Aksu, “Çengelköy”, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, II., 1994 - sirketihayriye.com

TAYHaber, Ayşe Didem Bayvas, 11.08.2007

AKÇAKALE KALESİ'NDE KAZI ÇALIŞMASI





Trabzon'un Akçaabat İlçesi'ne bağlı Akçakale beldesinde bulunan Akçakale Kalesi'nde yürütülen kurtarma kazısı kapsamında, iskelet ve Bizans seramiklerinin ardından Osmanlı dönemine ait çok sayıda top güllesi bulundu.

 

1297-1300 yılları arasında İmparator II. Aleksios tarafından Selçuklulardan korunmak amacıyla yaptırılan, Trabzon'un fethinden sonra 7 yıl direnen ve Fatih Sultan Mehmet'in komutanı Mahmut Paşa tarafından 1468 yılında ele geçirilen Akçakale Kalesi'nde, Trabzon Müzeler Müdürü Nilgün Yılmazer başkanlığında, arkeolog Muammer Apaydın ve sanat tarihi uzmanı Ali Fatih Akçay tarafından 19 Temmuz'da başlatılan kazı sürüyor.

 

Çalışmaların ilk günlerinde güney kısmında 4 iskelet ve kemik parçaları çıkarılan kalenin kuzey kısmında yoğunlaştırılan çalışmalarda ise Bizans seramiği parçalarının yanı sıra çok sayıda üst üste dizilmiş Osmanlı dönemine ait top güllesi bulundu.





Doğu Karadeniz'de kurtarma kazılarının pek yapılmadığını, bu bakımdan Akçakale Kalesi'ndeki çalışmaların çok önemli olduğunu dile getiren Yılmazer, "Çalışmaların ilk günlerinde kalenin güney kısmında yürüttüğümüz kazılarda iskelet ve kemik parçaları bulunmuştu. Savunma amaçlı kurulan kalede tehlikenin denizden geleceği gerçeğinden hareketle çalışmaları kuzey kısmında yoğunlaştırdık. Bu kısımdaki çalışmalarda Bizans seramiklerinin yanı sıra üst üste dizilmiş, sıralı halde çok sayıda Osmanlı dönemine ait top güllesi bulduk" dedi.

 

Kalenin yıllarca bakımsız kaldığını, kale sahasında defineciler tarafından kaçak kazılar yapıldığını, tarla olarak kullanıldığını ifade eden Nilgün Yılmazer, "Bu bakımdan top güllelerinin hiç bozulmamış olarak bulunması çok önemli. Top gülleleri yaklaşık toprak zeminden 40 metre aşağıda bulundu. Zemine bu kadar yakın bir mesafedeki top güllelerinin defineciler tarafından bulunmamış olması, tahrip edilmemesi bizim için büyük bir şans" diye konuştu.

 

Yılmazer, güllelerin bulunduğu alanın cephanelik ya da dökümhane olabileceğini de kaydederek, kalenin kuzey kısmından top çıkarılma ihtimali olduğunu da söyledi.

Trt/Haber, 11.08.2007

TİTANİK KAŞİFİ ROMA BATIĞI İÇİN GELDİ

 

İlk yolculuğunda buzdağına çarparak sulara gömülen ünlü transatlantik Titanik'in batığını bulan Dr. Robert Ballard, Yalıkavak Roma Batığı ile ilgili araştırma yapmak için Bodrum'a geldi.

Dr. Robert Ballard, Sualtı Arkeoloji Enstitüsü (Institute of Nautical Archaeology-INA) ile Bodrum'daki "Yalıkavak Roma Batığı" ile ilgili araştırma yapacak. INA Türkiye Temsilcisi Tufan Turanlı, Dr. Robert Ballard'ın enstitünün yönetim kurulu üyeliğine getirildiğini ve bundan sonra birlikte çalışacaklarını bildirdi. İlk olarak Bodrum'un Yalıkavak beldesinde MÖ 1. yüzyıla ait "Yalıkavak Roma Batığı"nda araştırma yapmayı planladıklarını belirten Tufanlı, "Bu batığın şarap yüklü olduğunu düşünüyoruz. Batığın araştırılmasında 30 kişilik bir ekip çalışacak. Çalışmalar 50 metre derinlikte yapılacağı için güvenlik açısından fazla dalgıç kullanmayacağız. Daha çok teknolojiyi ön plana çıkarmayı amaçlıyoruz. 25 metre uzunluğundaki batıkta yapılacak çalışmalarda daha çok robotlar kullanılacak" dedi. Ballard'ın, denizin 4-5 bin metre derinliğinde çalışmalar yapabilen büyük bir araştırmacı olduğunu ifade eden Turanlı, Ballard'ın çalışmalarında üstün teknoloji kullanıldığını söyledi.

INA'nın, dünyanın derin veya sığ suda araştırma teknolojisinde önemli bir noktaya geldiğini belirten Dr. Robert Ballard da konuşmasında Bodrum'daki çalışmayla ilgili şu bilgileri verdi: "Yalıkavak'ta kıymetli bir batık var. Batık, Roma dönemine ait olduğu için ayrı bir öneme sahip. Bu kazıda çektiğimiz görüntüler, dünyanın çeşitli yerlerindeki çok sayıda çocuğa gönderilecek. Bunun amacı, çocukları kazı yapmak anlamında heyecanlandırmak ve ilgilerini çekmek. ABD'de 1,5 milyon çocuğa ulaşmayı amaçlıyoruz. Bugün başka bir çalışma için NATO gemisiyle Karadeniz'e açılacağız. Daha sonra Yalıkavak'a geleceğiz. Gemide, suyun altında mükemmel görüntüler alabilen robotlar var. Suyun altında çalışmalar yapılırken bu robotlar çalışmaları görüntüleyecek ve marinaya kurulacak bir sistem sayesinde çalışmalar ekranlardan izlenebilecek" Ballard'ın asistanı Dr. Britget Buxton da Yalıkavak'taki batıkta şarap şişeleri bulunduğunu, bunun da Romalıların Yalıkavak Koyu'na barış için geldiklerini gösterdiğini söyledi. Dr. Buxton "Bu batığı ortaya çıkardığımız zaman Romalıların üstün gemi yapma tekniklerinin tüm sırlarını çözebileceğiz" dedi.

Haber Ekspres, 11.08.2007

III. NAPOLYON'UN SİLAHI TEKSAS'TA

 

Amerikan Federal Soruşturma Bürosu (FBI),
II. Dünya Savaşı sırasında, Alman işgali altındaki Paris'te Silah Müzesi'nden çalınan 3. Napolyon'a ait bir silahı, Teksaslı bir özel silah koleksiyoncusunda buldu.

 

Teksas'a bağlı San Antonio'da yaşayan bir koleksiyoncunun, ustası Louis-Julien Gastinne-Renette tarafından Mart 1853'te Fransız İmparatoru için özel yapılan silahı, 1980'li yılların sonunda satın alındığını söyleniyor. Koleksiyoncunun, paha biçilmez değerdeki silahı satın aldığında çalıntı olduğunu bilmediği, öğrendiğindeyse silahı Fransız yetkililere satma girişiminde bulunmadığı açıklandı. Koleksiyoncu, silahı internette satmaya niyetlenince yakalandı. Fransız yetkililerin, müzeden Alman askerlerince çalındığı sanılan silahın satılmaya çalışıldığını FBI'a bildirmesiyle olay su yüzüne çıktı. El yapımı silahın namlusunda yaprak deseni var

Radikal, Fotoğraf: AFP, 11.08.2007

ROMA'DA TARİH KÜLE DÖNDÜ

 

Fellini'nin 'Dolce Vita' (1960), 'Amarcord' (1973) ve 'Satyricon' (1969) gibi filmlerinin çekildiği ve nisan ayında 70'inci yılını kutlayan Roma'daki Cinecitta Stüdyoları'nda yangın çıktı. Kısa devre yüzünden çıkan yangında 2 bin metrekarelik depodaki dekorlar kül oldu. Görgü tanıklarının ifadesine göre 40 metreyi bulan alevlerin sardığı depoda aralarında dev bütçeli 'Roma' filminin de olduğu birçok filmin dekoru bulunuyordu. İyi haber ise aralarında William Wyler'in 'Ben Hur' filminin (1958) olduğu bazı filmlerin dekorlarının kurtarılmış olması.

Radikal, 11.08.2007

ÇALINAN 2 PARÇA ÇİNİ LONDRA'DA

 

İstanbul Yeni Cami Hünkar Kasrı'ndan 20 Ocak 2003'te çalınan 2 çini pano, Londra'da düzenlenen bir müzayedenin internetteki kataloğunda bulundu. Vakıflar Genel Müdürü Yusuf Beyazıt, Interpol ile yapılan işbirliğinin sonuçlandığını, Londra polis makamlarınca çinilerin iadesine karar verildiğini söyledi.


Hünkar Kasrı'ndan çok sayıda çini pano çalındığını belirten Beyazıt, çalınan eserlerden ikisi hariç diğerlerinin bulunduğunu söyledi. Beyazıt, 24 karoluk İznik çinisinin, Sotheby's Müzayede Evi'nde satışa sunulduğunun tespit edildiğini kaydetti.
Milliyet, 11.08.2007

SULTAN ABDÜLHAMDİ'İN 'AV KÖŞKÜ' GICIR GICIR

 

 

Ümraniye’de bulunan Sultan Abdülhamid Han’ın kullandığı tarihî Hekimbaşı Av Köşkü, 7 yıl süren restorasyonun ardından tıpkı ilk günkü gibi... İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı tarafından yenilenen köşk, tarih meraklılarının ziyaretlerini bekliyor. Sultan Abdülaziz’in av köşkü ya da oğlu Yusuf İzzettin’in ev köşkü olarak da bilinen tarihî eser, Ümraniye’nin Hekimbaşı mevkiinde yeşil bir doğal parkın içinde bulunuyor. İtalyan Rönesans’ı tarzında Hekimbaşızadeler tarafından 1881’de Mimar Sarkis Balyan’a yaptırılmış. 3 kattan oluşan köşkte bir adet merdiven kulesi de bulunuyor.

Türkiye Gazetesi, Haber: İnan Arvas, 11.08.2007

MÜZELİK SEKA





Kocaeli Büyükşehir Belediyesi ile TÜBİTAK, Seka Park içinde ortaklaşa yapacağı bilim merkezi çalışmalarını sürdürüyor. Yapılan toplantıların ardından bilim adamları arazi içindeki eski fabrika binaları ile cihazları nasıl değerlendirebileceklerini araştırdı. İçinde Amerikalı bilim adamlarının da bulunduğu TÜBİTAK heyeti, Seka arazisi içindeki binaları tek tek dolaşıp, keşif yaptı.

 

Seka arazisini kent insanının hizmetine sunan Büyükşehir Belediyesi, arazi içindeki binaları da aslına uygun olarak değerlendirme çalışmalarını sürdürüyor. Seka Park içinde TÜBİTAK ile ortak bilim merkezi kurma çalışmalarında, heyet üyeleri arazi içindeki binaları ve fabrikalardaki cihazları inceledi. Büyükşehir Belediyesi Başkan Danışmanı Erkan Ayan’ın eşlik ettiği heyet, binaların ve cihazların nasıl değerlendirilebileceği konusuna karar verecek. TÜBİTAK danışmanları Wayne Labar, Ellie Marie Lynch, Constans Clemens, Tübitak Bilim Merkezleri Koordinatörü Fulya Coşkun, Tübitak Bilim ve Toplum Uzmanları Korkut Demirtaş ve Müge Şener, daha önce fueloil depolarının, sanat merkezi olarak kullanılabileceğini söyledi. Ayrıca binalardaki bazı bölümlerin kafeye dönüştürülebileceği, açık alanların ise sergi alanı olarak değerlendirilebileceği de dile getirildi. Fabrika binaları müzeye dönüştürülecek ve içindeki makineler ise oluşturulacak müzede sergilenecek.

 

Amerikalı bilim adamları, yapacakları çalışma için sanayiciler, Kocaeli Üniversitesi ve Gebze Yüksek Teknoloji Enstitüsü uzmanlarının görüşlerini almak istediklerini ifade etti. Bilim merkezinin şekillenmesi, bütün görüşler alındıktan sonra gerçekleşecek. Bu sayede bilim merkezi her görüşü yansıtan bir eser olacak. Seka’nın Sekapark alanının üst kısmındaki bölüm, yapılacak bu çalışmayla çok farklı biçimde kent insanının kullanımına sunulacak.

Özgür Kocaeli, 10.08.2007


****


TAY Bilgi:



Seka İzmit Kağıt Fabrikası: Genç Cumhuriyet’in yeni fabrikaları peş peşe açtığı yıllarda açılır İzmit Kağıt Fabrikası. Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemi ile Cumhuriyet’in ilk yıllarında ülkemizde kullanılan kağıtlar, ithal edilen ve yurdumuzda işlenen kağıtlardır. Fransa’da Grenoble Üniversitesi Fransız Kağıt Mühendisliği Okulu’ndan mezun olan genç bir mühendis yurda döndükten sonra, ülkemizde kağıt sanayiinin kurulması için, sabırla bu idealini gerçekleştirmek için çalışır. İsmi Cumhuriyet tarihine yazılacak olan bu genç mühendis Mehmet Ali Kağıtçı’dır.

 

Yerli kağıdı üretecek modern bir kağıt fabrikasının kurulması, İzmit Kağıt Fabrikası’nın kuruluşundan önce 1930’larda gündeme gelir. Mehmet Ali Kağıtçı’nın uğraşları sonuç verir. Önce Tekel Bakanlığı’nın ihtiyaçlarını karşılamak için bir kağıt fabrikası kurulması düşünülür.

 

Ancak böyle bir fabrikanın mutlaka zarar edeceği yolunda yazılar yazılıp karşı bir kamuoyu oluşunca hükümet dosyayı kaldırır. Yerli kağıt üretimini destekleyenlerin itirazları yükseldiğinde konu Atatürk’ün masasına gelmiştir. Başbakan İsmet İnönü ve bakanlar ile yapılan bir toplantı sonucunda hükümetin elindeki verilerle böyle bir fabrikanın başarılı olamayacağı sonucuna varılır. Ve Atatürk, “Cumhuriyet Hükümetinin kuracağı bir fabrikanın zarar etmesi kötü örnek olur. Ümit kırar. Bırakalım” der. Bir süreliğine bu konu kapanmıştır...
 

O günlerde İş Bankası’nın başında bulunan Celal Bayar, böyle bir fabrikanın zarar etmeyeceğine inanmaktadır. Mehmet Ali Kağıtçı Ankara’ya çağırılır. Bayar kendisini dinler ve karar verir; kağıt fabrikası kurulacaktır. Ülkemizde kağıt, karton, ambalaj kağıdı, gazete kağıdı ve sigara kağıdı üretecek bir fabrikanın projeleri Mehmet Ali Kağıtçı’nın yönetiminde hazırlanmaya başlanır.

Bir süre sonra Celal Bayar İktisat Bakanı olur ve kağıt fabrikası projesini kurulacak olan Sümerbank’ın, yani devletin üstlenmesini uygun görür. 3 Haziran 1933’te Sümerbank kurulur. Birinci Sanayi Planı’nda yer alan kağıt fabrikası için çalışmalar başlar. Mehmet Ali Kağıtçı Sümerbank’ta işbaşı yapar. Ve kağıt fabrikası için uygun yer aranmaya başlanır. Bir kağıt fabrikası için gerekli alt yapının; kömürün, suyun ve işçinin bulunduğu ve gerek ham maddenin gerekse de mamul maddenin en kolay nakledileceği kent olarak, İzmit seçilir.
 

İzmit Sümerbank Selüloz ve Kağıt Fabrikası’nın temeli 14 Ağustos 1934’te Başbakan İsmet İnönü tarafından atılır. Fabrikanın tesisi için kuruluş hazırlıkları, bizzat daha sonra fabrikanın müdürü olacak olan Mehmet Ali Kağıtçı tarafından yürütülür. Toplam değeri 30.400 lira olan ve 121.864 metrekare arazi üzerine kurulacak olan İzmit Kağıt Fabrikası, iki ana birimden oluşacaktır: Kağıt fabrikası ve mekanik hamur ünitesi. Ayrıca güç santralı, hizmet binaları, kazan dairesi ve tamirhane gibi bölümler de fabrika ek binaları olarak inşa edilecektir.

 

1934 yılında başlayan fabrika kuruluş çalışmaları çeşitli nedenlerle aksar ve fabrika inşaatı ancak 1936 Ocak ayı sonunda tamamlanabilir. Fabrika deneme üretimini ise 18 Nisan 1936’da yapar. Dönemin İktisat Bakanı Celal Bayar 6 Kasım 1936’da izmit Kağıt Fabrikası’nı törenle açar. Ankara ve İstanbul’dan gelen “iki uzun tren dolusu” davetlinin katılımıyla yapılır açılış töreni.
 

Gelelim ilk üretilen kağıdın öyküsüne. 1930’lu yılların Türkiye’sinde ekonomik koşulların güçlüğüne, olanakların kısıtlılığına rağmen başarılan bu üretim, gerek izmit’te gerekse de bütün yurtta büyük bir sevince neden olur. Cumhuriyet’in İlk kağıt fabrikası olan İzmit Kağıt Fabrikası’nda üretilen ilk kağıdın öyküsünü o günün tanıklarından birisi olan Cevdet Baysal’dan aktaralım. 1 Mayıs 1966 tarihli ‘Seka Postası’nda “ilk Türk Kağıdı Nasıl Çıkmıştı?” başlıklı yazısında Cevdet Baysal, o günü şöyle anlatıyor:
 

“O gün bir Cumartesi idi. Kağıt fabrikamızın kurucusu ve ilk müdürü Sayın Mehmed Ali Kağıtçı, bana müjdeyi birkaç gün önce vermişti. Müjdeyi alır almaz, İstanbul’da çıkan Cumhuriyet, Son Posta, Vakit, Milliyet, Ankara’da Hakimiyet-i Milliye (Ulus) gazetelerine, ‘Kağıt fabrikası ilk tecrübe imalatına Nisan’da başlıyor’ diye haber vermiştim. Anadolu Ajansı da haberi yayınlamıştı.

 

18 Nisan 1936 Cumartesi günü, ilk Türk kağıdına saat 15.03’te kavuşmuştuk. Mütevazı bir tören yapılmıştı. Bu törende o zamanki Kocaeli Valisi Hamit Oskay, Belediye Başkanı rahmetli Kemal Öz, Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı rahmetli Nail Töre, Mehmed Ali Kağıtçı, Dr. Heller, Sefa Ülgen ve şehrin ileri gelenleri bulunmuştu. Herkeste bir heyecan vardı. Kağıt hamurları keçelerin üzerinden su halinde geçerken, bu sulu madde nasıl kağıt olacak diye merak içindeydi.
 

Beyaz beyaz, çarşaf çarşaf kağıtlar bobinlere sarılırken o buhar dumanının içinde gözlerde sevinç yaşları vardı. Davetliler Mehmed Ali Kağıtçı’yı tebrik ediyordu. İlk Türk kağıdını alıp yüzüne gözüne sürüyor, hatıra olarak saklıyordu. İlk Türk kağıdı 70 gramlık mat bir kağıttı. Üzerine şöyle yazmıştım: İzmit 18 Nisan 1936 saat 15.03 ilk kağıdımıza kavuşma hatırası.”
 

Sözü, yerli kağıdın yeni kurulan fabrikanın modern makinelerinden çıktığı o anı anlatmak üzere, Cumhuriyet tarihinin ilk kağıt fabrikasının kurulması için yıllarca mücadele veren, yazılar yazan, konferanslarda kağıt sanayiimizin geleceğini anlatan Mehmet Ali Kağıtçı’ya bırakalım. Mehmet Ali Kağıtçı’nın kaleme aldığı 1974’te yayınlanan ‘Kağıtçılığımız’ adlı kitaptan birlikte okuyoruz:
“18 Nisan 1936 Cumartesi günü saat 14.30’da 1 numaralı Kağıt makinamızdan elde ettiğim ilk kağıt sahifası, uğruna yıllarca mücadele ettiğim idealime kavuşmanın bir belgesi idi. O mutlu andaki sevinçli heyecanımı, bugün de aynı tazelik ve şiddetle hissetmekteyim.”
 

Sanırız Cevdet Baysal, saatte yanılmış çünkü Mehmet Ali Kağıtçı başka yazılarında da saati 14.30 olarak belirtiyor...
 

Gazetelerde İzmit’te üretilen bu ilk yerli kağıt üzerine haberler yayınlanır, köşe yazarları köşelerini bu müjdeli habere ayırır. Bunlardan biri de Peyami Safa’dır. 21 Nisan 1936 tarihli Cumhuriyet gazetesinde yayınlanan ‘Kağıt’ başlıklı makalesinde şunları yazar Peyami Safa: “İzmit Kağıt Fabrikası iki gün evvel yerli kağıdı çıkardı. Ekmeksiz yaşaması mümkün olduğu halde kağıtsız yaşama imkanı olmayan meslek için, yani mesleğimiz için 18 Nisan bir kağıt bayramı günü sayılmaya değer. Kağıt bizim her şeyimizdir. Bütün bilgimizi onunla aldık, gene onunla veriyoruz. Kağıdın aziz delaleti olmasaydı ne öğrenebilir ne de öğretebilirdik; ne haber alabilir ne verebilirdik. Kağıt medeniyetin derisidir, İzmit Kağıt Fabrikası’nda yeni Türk kültürünün nesci (dokusu) dokunuyor”
 

Atatürk’ün izmit Kağıt Fabrikası’nda üretilen yerli kağıtta basılan 19 Mayıs 1936 tarihli Ulus gazetesinin bayram ekini incelediğinde söylediği şu söz, izmit Kağıt Fabrıkası’nın bunca yıllık tarihinin belki de özeti idi: “Medeniyet hamuru...”

Kaynak: Popüler Tarih Dergisi Mart 2005

TÜRK SERAMİK SANATI BU SERGİDE

 

Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi, Seramik ve Cam Tasarımı Bölümü 'Türk Seramik Sanatı' adı altında bugüne dek yapılmış en geniş kapsamlı seramik sergisine ev sahipliği yapacak.

 

3. Boyut Proje Üretim Merkezi işbirliğiyle gerçekleştirilecek sergi 6-30 Eylül tarihleri arasında Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Tophane-i Amire Kültür ve Sanat Merkezi'nde gerçekleştirilecek. Sergide yer alacak sanatçı ve eserlerse Anadolu Üniversitesi, Dokuz Eylül Üniversitesi, Hacettepe Üniversitesi, Marmara Üniversitesi ve Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Seramik Bölüm Başkanlarının da yer alacağı bir danışma kuruluyla belirlenecek.

Radikal, 10.08.2007

TARİHİ CADDE İÇİN DERNEK KURDULAR

 

Diyarbakır tarihi kadar eski olan Gazi Caddesi'nin korunması ve yaşatılması için dernek kuruldu.

 

Dernek yöneticileri Gazi Caddesi'nin sorunlarının çözülmesi ve en kısa zamanda turizme kazandırılması için çalışacak. Gazi Caddesi esnafıyla yapılan bilinçlendirme toplantıları sonuç verdi. Başkanlığını esnaf İrfan Nergiz'in yaptığı Gazi Caddesi Güzelleştirme ve Yaşatma Derneği kuruldu. Gazi Caddesi ve Yenikapı Sokak Rehabilitasyon Projesi Koordinasyon Kurulu tarafından Paşa Hamamı-Yenikapı ve Balıkçılarbaşı-Mardinkapı arasındaki bölgenin projelendirme çalışması için Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi'nin de üyesi olduğu Tarihi Kentler Birliği'nden destek istendi.

Zaman, Haber: Mehmet Gökçe, 09.08.2007

KORUMA KURULU'NDA İŞ ÇOK, PERSONEL YOK





Kocaeli Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu, bilindiği gibi kısa bir süre önce kuruldu. Tarihi Gar Binası’nın ikinci katında kendilerine yer bulan kurulun müdürlüğünü vekaleten arkeolog Taner Aksoy yürütüyor. Yoğun iş temposuna rağmen, kurul 4 geçici personelle sorumluluklarını yerine getirmeye çalışıyor.


Kocaeli ile birlikte kurul, Yalova, Düzce ve Sakarya illerindeki kültür ve tabiat varlıklarını tespit etme, taşınmaz bu varlıklarla ilgili çalışma yapma yetkisine sahip. Kurul, bu alanlardaki tüm yapı ve doğa kentsel arkeolojik sit bölgelerini ilan etmek ve bu alanlardaki uygulamalarla ilgili kararları vermekle de sorumlu.

 

Kocaeli Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Müdürlüğü’nde 10 kadro bulunuyor. Ancak, bir kadrolu bekçinin dışında başka illerden geçici görevle 2 arkeolog, bir şehir plancısı, Özel İdare’den bir memur ile bir hizmetli görev yapıyor. 300 dosyanın incelemeye alındığı kuruldan, 1 Haziran tarihine kadar 106 dosya kuruldan çıktı. Ancak, sürekli yeni dosyalar, incelenmesi gereken konular geliyor.


Kurula, Bakanlık tarafından yeni personel atandığı yolunda sözler dolaşmasına rağmen, gelip göreve b.aşlayan henüz kimse bulunmuyor.


Kocaeli Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’na en az iki arkeolog, bir şehir plancısı, bir mimar, 2 memur ve bir hizmetlinin kadrolu olarak atanması gerekiyor.

 

İzmit 50.Yıl İlköğretim Okulu’nun karşısında bulunan, eski Askeri Savcılık binası olarak kullanılan Redif Binası’nda başlatılan restorasyon çalışmaları da Koruma Kurulu’nun denetimi altında.

İl Özel İdaresi tarafından, 15.Piyade Tümen ile birlikte başlatılan çalışmada binanın şubat ayında rölövesi bitmiş, tarihi binanın restorasyon ve restitüsyon projelerinin hazırlanması bekleniyor.

Mimar Gülhan Dilven’in projesini çizdiği Redif Binası ile ilgili geçen salı günü toplanan kurul, gerekli inceleme sonrası bazı kararlar aldı. Projede bazı eksikler olduğu gözlenirken, bunlarla ilgili inceleme ve düzenleme yapılacak. Kurulun onayı sonrası, Redif Binası’nda çalışmalar yeniden hızlanacak. Kurulda, mimar olmamasından kaynaklanan sıkıntılar ve işlerin gecikmesinin önüne geçmek için biran önce mimar ataması yapılması gerektiği hatırlatıldı.

Özgür Kocaeli, 10.08.2007

TARİHİ ÇARŞI YENİLENİYOR





Bursa'da Hanlar Bölgesi'ni sağlıklaştırma projesi kapsamında Uzun Çarşı'ya modern uzay çatı yaparak tarihi bölgeyi pazaryeri görünümünden kurtaran Osmangazi Belediyesi, benzer çalışmayı Ertaş Çarşısı için de hayata geçiriyor.

 

Bursa'da yaklaşık 5 asırdır ticaret yapılan Ertaş Çarşısı'nda yürütülen çalışmaları yerinde inceleyen Osmangazi Belediye Başkanı Recep Altepe, çarşının üstündeki yenileme ve cephe düzenleme işlemlerinin hızla ilerlediğini söyledi.

 

Proje kapsamında tarihi çarşının üstünün geleneksel mimariyle bütünleşen modern bir çatıyla örtüleceğini ifade eden Altepe, çarşının yer döşemeleri ve cephelerinin de bu kapsamda elden geçirileceğini, dükkanların kepenklerinin tamamen ahşap olarak düzenleneceğini, zemindeki asfaltın da sökülerek, yerine tarihi dokuya uygun bir malzeme döşeneceğini bildirdi.

 

Yıllardır harabe görünümünde olan Ertaş Çarşısı'nın Bursa'ya yakışmadığını belirten Başkan Altepe, "Çarşının çürük çatısının tamamı söküldü. Anıtlar Kurulu'nun da hemen kabul ettiği projeyi uygulamaya başladık. Ahşap konstrüksiyonlu, her noktası özel tasarlanmış, modern bir çatı yapılıyor. Çatı, her yönüyle yeniden düzenlenecek" dedi.


Çatı sisteminin ahşap üzerine cam kaplama olarak yapılacağını ifade eden Altepe, "800 metrekarelik cam çatı, çarşıyı hem güneş ışınlarının zararlı etkilerinden hem de yağmur ve kardan koruyacak. Yıl sonuna kadar tamamlanması hedeflenen proje, belediyemize yaklaşık 2.5 milyon YTL'ye mal olacak. Çalışmalar, çarşı esnafı ve vatandaşların rahatsız olmaması için saat 21.00'den sonra yürütülüyor" şeklinde konuştu.

Bursa Hakimiyet, 10.08.2007

APOLLON TAPINAĞI'NDA KONSERE SERT ELEŞTİRİ

 

Aydın'ın Didim İlçesi'nde önceki akşam Ulusal Gençlik Senfoni Orkestrası'nın verdiği konser, kazı çalışmalarını yürüten Alman arkeolog Dorothea Mauerna ile Didim Kültür Mirasını Koruma Derneği Başkanı Mustafa Şentürk'ün tepkisine neden oldu.





Mauerna, kazı alanında konser düzenlenmesine anlam veremediklerini, bu konserlerin kazı sahasına zarar verdiğini öne sürdü. Her konser sonrası alkollü ve alkolsüz içki şişelerin kazı alanında diğer çöplerle çok kötü bir görüntü kirliliği yarattığını belirten Mauerna şöyle konuştu:

"Konsere gelen izleyicilerin tuvalet ihtiyaçlarını gelişigüzel sütun ve duvar diplerine yaptıklarını görmek bizi olumsuz etkiliyor. Alman kazı heyeti olarak Kültür ve Turizm Bakanlığı'na bu koşullar altında konser verilemeyeceğini iletmemize rağmen, anlayamadığımız şekilde konserlere izin verildiğini üzüntüyle izlemekteyiz."


Şentürk de geçen yıl caz, rock ve diğer müzik türlerinde özel sektörlerin de katkılarıyla düzenlenen konserlerde, 300 kişilik olmasına rağmen 3 bin kişinin kazı alanına girdiğini ve sütunların zarar gördüğünü ifade etti. Kazı sahasında hiçbir önlem alınmadığını bildiren Şentürk, ellerinde konser düzenlenmeyeceğine dair karar olmasına rağmen yine konserlere başlandığını öne sürdü.

Aydın İl Kültür ve Turizm Müdürü Nuri Aktakka de Apollon Tapınağı'nda düzenlenen konserin izin dahilinde yapıldığını, izni de Milet Müze Müdürlüğü'nün verdiğini belirtti. Aktakka, konserin düzenlenmesi için kazı başkanının izninin olması gerektiğini de sözlerine ekledi.


Batı Anadolu kıyılarının en etkileyici bağımsız anıtı kabul edilen Apollon Tapınağı'nı her yıl yüzlerce yerli ve yabancı turist ziyaret ediyor. Birçoğu 1858'de British Museum'a götürülen tapınağa ait heykellerin MÖ 6. yüzyılda yapıldığı biliniyor.


Bu arada, önceki gece verilen konseri, 300 kişilik kapasiteye rağmen 600 kişi izledi. 1 saat süren konser sonunda, kazı alanında oluşan çöp yığınları zabıta ekipleri tarafından toplandı.

Milliyet, 10.08.2007

İMPARATOR HADRIAN'IN DEV HEYKELİ



Güneybatı Anadolu’da, Sagalassos antik kentindeki en son buluntu son derece kaliteli bir işçiliğe sahip, dev bir Hadrian heykeli oldu. Arkeologlar heykelin yaklaşık 4-5 m yüksekliğinde olduğunu tahmin ediyorlar. Kazı yöneticisi Marc Waelkens ise, heykelin Hadrian’ın bugüne dek bulunan en güzel portrelerinden birisi olduğunu söylüyor.



Keşif, Sagalassos antik kentini Waelkens başkanlığında 1990 yılından bu yana kazan Belçika Leuven Üniversitesi arkeologları tarafından gerçekleştirildi. Geçtiğimiz ay başlayan yeni sezon kazılarında Belçika ekibi Roma Hamamı kazısını tamamlayarak yapının güney doğu köşesine yoğunlaştılar.



Geçen hafta içinde dev bir heykelin ilk parçaları bulundu. Bunlar 80 cm büyüklüğünde bir ayak ile bir bacağın 1.5 m büyüklüğündeki alt yarısı idi. Ayakta bulunan sandaletin kalitesi, arkologlara heykelin bir imparatora ait olduğunu ispatlıyordu. Ertesi gün, hemen hemen bütün ve sağlam şekilde İmparator Hadrian’ın başı bulundu. Heykelin, MS 117-138 yılları arasında hüküm süren imparatorun ilk yıllarına ait olduğu tahmin ediliyor. Sagalassos’taki hamam yapılarının inşasına bu dönemde başlanmış ve çok daha sonraları bitirilebilmişti.

Archaeology Magazine, 02.08.2007

GİZLİ KALMIŞ ANTİK KENT

 

Zonguldak'ın sahil beldesi Filyos'ta sürdürülen arkeolojik kazılarda MÖ 7. yüzyıla ait antik bir kentin kalıntıları ortaya çıktı. Kazı Başkanı Trakya Üniversitesi Arkeoloji Bölüm Başkanı Prof. Dr. Sümer Atasoy, Tios, Teion ve Tium gibi isimler alan antik kent yerleşmesinin Helen ve Roma dönemine ait kalıntılar içerdiğini belirterek "Çok önemli bir antik kent burası, çünkü topraküstü kalıntıları onu gösteriyor, ama hiç bahsedilmiyor; tarihte önemsiz bir kentmiş gibi geçiştirilmiş. Nedenini anlamaya çalışıyoruz" dedi.

Zonguldak Valiliği'nin desteği ile Trakya Üniversitesi Arkeoloji Bölümü ile Karadeniz Ereğlisi Müzesi Başkanlığı tarafından yürütülen kazılarda Helen ve Roma dönemine ait kalıntılar ortaya çıktı. Prof. Dr. Atasoy, kale, sahil suru, mendirek, antik liman ve tiyatronun bulunduğu bir yayılım alanı olan kentle ilgili olarak şu bilgileri verdi:

"Tiyatronun hemen altında da mezarlar var ve hepsi tahrip edilmiş. Bir savunma kulesi bulunuyor. Fabrikanın arkasında su kemeri var. Toprak üstünde görünenler bunlar. Deniz altında kalan mendirekse 6 metre genişliğinde 150 metre uzunluğunda, balık adamlar bu sene yapacakları çalışmayla bunun ne olduğunu anlamaya çalışacaklar."

Filyos'un önceleri küçük bir balıkçı kasabası olduğunu, ancak daha sonra gelişmiş bir şehir olduğunu dile getiren Atasoy, "Bu kadar görkemli tiyatrosu olan, bu kadar büyük kulesi olan bir kentten neden söz edilmemiş tarihte, bunu çözmeye çalışıyoruz" diye konuştu.

Cumhuriyet, 09.08.2007

BİLECİK'TE TARİHİ KERVANSARAY OTEL OLACAK

 

Bilecik'in Vezirhan beldesinde tarihi kervansarayın otel olması için çalışmalar devam ediyor. 40 yataklı otel olacak tarihi yapı, Vakıflar tarafından 4.5 milyon YTL'ye ihale edildi.

 

Tarihi ipek yolu üzerinde bulunan ve 1655 yıllarından Köprülü Mehmet Paşa tarafından yaptırılan kervansarayın restorasyonu hakkında Bilecik Vakıflar Şube Müdürü M. Öner Çetinkaya incelemelerde bulunarak yetkililerden bilgi aldı.

 

Çetinkaya, "Bu tarihi yapılar bize ecdadımızan miras, gelecek nesle bunu aktarmamız lazım. Tarihimize sahip çıkarak turizme kazandırmanın mutluluğu içersindeyiz" dedi.

3 bin 6 metrekarelik alanı kapsayan kervansarayın düşen taşları, yöreden çıkan taşlar kullanılarak yenileniyor. Taşlar, aslına uygun şekliyle binanın 8 metrelik duvarlarına horasan harcıyla itinayla yerleştiriliyor. Çatısı tarihi yapıyı bozmadan çelikle yapılacak. Şantiye şefi Hicabi Çelebi, "2008 yılında çalışmalarımız bitecek. Otelde, toplantı salonu, lokanta, düğün salonu yer alacak. Binanın yanında 100 metrekarelik mutfak inşaatı devam etmekte" diye konuştu.

Turizm Gazeetsi, 09.08.2007

MERKEZ CAMİİ SULAR ALTINDA





Şanlıurfa'nın Halfeti İlçesi'nde Birecik Barajı'nın yapımı nedeniyle bir bölümü sular altında kalan ve yıkılma tehlikesi bulunan yaklaşık 200 yıllık tarihi geçmişe sahip Merkez Camii, restore edilerek turizme açılacak.

 

Alınan bilgiye göre, mülkiyeti Vakıflar Genel Müdürlüğüne ait cami, yapımından bu yana birkaç kez onarımından geçirildi. Bazı bölümleri, 2000 yılından itibaren Birecik Barajı'nda su tutulmaya başlanması nedeniyle ilçenin büyük bölümüyle birlikte sular altında kalan cami, 7 yıldan bu yana kullanılamıyor.

 

Bakımsızlık nedeniyle yıkılma tehlikesi bulunan caminin onarımı için Şanlıurfa Valiliği, Halfeti Kaymakamlığı ve ilgili bazı kuruluşlar geçen yıl harekete geçti. Caminin restitüsyon, rölöve ve restorasyon işlerinin gerçekleştirilmesi için Selçuk Üniversitesi'nden uzmanlarla irtibata geçildi. Mayıs ayında bölgede keşif çalışması yapan 10 kişilik teknik ekip, caminin tabanında yer yer şişmeler oluştuğunu belirledi.

 

Birkaç gün önce ilçeye gelen Selçuk Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Sualtı Arkeolojisi Ana Bilim Dalı'ndan uzmanlar koordinatörlüğünde, tarihi Merkez Camii'nde, sualtı çizim çalışmalarına başlandı. Bu çalışmanın ardından caminin namazgahı dışında bulunan ve baraj suları altında kalan avlusu ile tuvaletler ve iş yerleri arasında sızdırmayan bir duvar oluşturulması planlanıyor.

 

Bunun için caminin çevresindeki 30 metrekarelik alana moloz yığınları dökülecek. Tarihi caminin etrafındaki suyun çekilmesiyle bu alan turizme açılacak. Temizlenen alanların amfitiyatro ve turizm amaçlı iş yerleri olarak hizmet vermesi planlanıyor.

 

Birecik Barajı'nın yapımını üstlenen Yüksel İnşaat firmasının yaklaşık 3-3.5 milyon dolarlık desteğiyle gerçekleştirilecek restorasyon çalışmalarının yıl sonuna kadar tamamlanması hedefleniyor.

 

Merkez Camii, yazıtlara göre, 1840 yılında Osmanlı döneminde minaresiyle birlikte kesme taşlar kullanılarak inşa edildi. Dikdörtgen planlı caminin dıştan yatay, içten yuvarlak kemerli kapısında, bitki motifli kabartma süslemeler bulunuyor. 2000 yılına kadar faaliyetini sürdüren caminin namazgah dışındaki bölümleri, bu tarihten itibaren Birecik Barajı'nda su tutulmaya başlanması nedeniyle sular altında kaldı.

Trt/Haber, 09.08.2007

PERTHSHIRE KAYA RESİMLERİ İSKOÇYA'NIN GEÇMİŞİNE IŞIK TUTUYOR

 

Arkeologlar İskoçya’nın Perthshire bölgesinde bir grup kaya resmi buldular.

Şimdiye dek bilinmeyen bu resimlerin Iskoçya’nın tarihöncesi çağlarına ışık tutabileceği düşünülüyor.

Ben Lawers Tarihsel Çevre Projesi kapsamında bölgede araştırmalarını sürdüren bir ekip tarafından tesbit edilen bu resimler Loch Tay ve Kenmore’a bakan bir tepenin yamacında bulundu. Kap ve halka şeklindeki çizimlerin Neolitik Dönem’e ait olabileceği ve en az 5000 yıllık oldukları tahmin ediliyor.

Benzer örneklerine Orkney’den Portekiz’e kadar Avrupa’nın birçok yerinde rastlanan bu “kap ve daire” çizimleri taşa vurarak yapılıyor ve çoğu MÖ 3000-1500 arasına tarihleniyor.

 

Proje arkeologlarından Derek Alexander’ın açıkladığına göre bu çizimlerin kullanıldıkları yere göre farklı anlamları olma olasılığı mevcut. Çizimlerin bulunduğu kayaların civarında yapılan kazılarda ise kullanılmış kuvartz aletlere rastlandı.

Arkeologları şaşırtan bir diğer keşif ise aynı kazıda iki adet Arran çakmaktaşı bulunması idi. Kayalara desenleri çizmek için kullanıldığı anlaşılan bu çakmaktaşları sadece Arran Adası’nda bulunmakta. Dolayısıyla, sadece bu kaya resimleri için bu kadar uzak bir mesafeden buraya taşınmışlar.

24hourmuseum.com, Haber: Graham Spicer, 03.08.2007



ÜST KATTA İLİM, ALT KATTA ŞİFA DAĞITIYOR

 

 

1902 yılında kurulan ve restorasyonla yeniden ayağa kıldırılan Anadolu’nun ilk Türk eczanesi, tarihi binasında hem şifa hem de ilim dağıtıyor. Adana Abidinpaşa Caddesi’nde 1902 yılında Mustafa Refik Gülek tarafından yaptırılan, ancak 1947 yılında Gülek ölünce bir süre çalıştırıldıktan sonra kapatılan tarihi eczane, kuruluşunun 100. yılında restore edilerek çürümekten kurtarıldı ve uzun yıllar sonra tekrar hizmete açıldı. Türk Eczacılar Birliği’ne hibe edilen Mustafa Rıfat Gülek Eczanesi, 5 yıldır Eczacı Hayrettin Gök yönetiminde poliklinik-eczane olarak hizmet veriyor.

Kurtuluş Şavaşına şahitlik eden ve Çanakkale Savaşı’nda cepheye kendi imalatı olan hidrofil pamuk, sargı bezi ve muhtelif antiseptik ilaçlar göndererek ilaç desteği veren tarihi eczane, birinci derece tarihi eser olma özelliğini taşıyor. Altı eczane olan tarihi binanın üst katı ise kütüphane olarak hizmet veriyor. 2005 yılında hizmete açılan kütüphanede bin 500 kitap bulunuyor. Adanalılar, kütüphanedeki kitaplardan istedikleri zaman yararlanabiliyor.

Tarihi eczanenin tarihi de ilginç. Rivayete göre, 1900’lü yılların başına kadar Anadolu’nun çoğu yerinde olduğu gibi, Adana’da da tıp bilimi gayrimüslimlerin elindedir. Türklerin de bu mesleğe girmelerini arzu eden şehrin ileri gelenleri, Gülekzade Mustafa Rıfat Bey’i eczacı olması için İstanbul Tıp Fakültesi’ne gönderirler. Burada eğitimini tamamlayan Rıfat Bey, Adana’ya döner ve 1902 yılında Anadolu’nun ilk Türk eczanesini hizmete açar. Kısa sürede ününü duyuran Mustafa Rıfat Bey, halkın çok rağbet ettiği “Kan Kuvveti Şurubu” gibi birçok ilaç yapar.


Türkiye Eczacılar Birliği’nin çalışmasıyla aslına uygun restore ettirilen bina, yeni haliyle hizmet vermeye devam ediyor.

Türkiye Gazetesi, Haber: Fatih Keçe - Hasan Tosun, 09.08.2007

"OLYMPOS TÜRK TURİZMİNE BÜYÜK KATKI SAĞLAYACAK"

 

Eskişehir’deki Anadolu Üniversitesi tarafından bu yıl başlatılan kazı çalışmalarının yürütüldüğü Olympos Antik Kenti'nin birçok dine de ev sahipliği yapması nedeniyle gün yüzüne çıktığında Türk turizmine büyük katkı sağlayacağı bildirildi.

 

Olympos kazı heyeti başkan yardımcısı Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Öğretim Görevlisi Yalçın Mergen, yaptığı açıklamada, tarihi MÖ 6’ncı yüzyıla kadar dayanan Olympos Antik Kenti'nin Orta Likya bölgesinde birçok liman kentinden birisi olduğunu, kentin daha sonraki tarihlerde ise Roma ve Bizans dönemlerinde önemli bir yerleşim alanı olduğunu bildiklerini kaydetti. Önemli bir tarihi kişilik olan Zeniketes’in Olympos’ta yaşadığının ve Roma ordusuna karşı büyük savaşlar yaptığının bilindiğini vurgulayan Mergen, kent hakkında daha detaylı bilgilerin 17, 18 ve 19’uncu yüzyıllarda bölgeyi ziyaret eden seyyahlardan edinildiğini ifade etti. Olympos Antik Kenti'ne 1992 yılına kadar hiçbir müdahalenin yapılmadığını vurgulayan Mergen, şu bilgileri verdi: “Olympos Antik Kenti'nde ilk defa 1992 yılında Antalya Müzesi tarafından yapıların tespitiyle bir çalışma yapıldı. Daha sonra Anadolu Üniversitesi tarafından yüzey araştırması çalışması yapıldı ve çalışmaya 2000 yılından bu yana aralıksız olarak devam edildi. Bu yıl ilk defa Kültür ve Turizm Bakanlığı Bakanlığı’nın izniyle Olympos antik kenti içerisinde bazı yapıların tarihleri ve işlevleri hakkında sondaj çalışması başlattık. Çalışmalarımız neticesinde kent, MS erken Bizans dönemlerinde çok önemli bir dini merkez olarak karşımıza çıkıyor. Çünkü Olympos’ta neredeyse tüm bölgede bulunan tarihi yapıtların sayısı kadar kilise bulunuyor.”

Olympos Antik Kenti'nin tüm bu bulgular doğrultusunda tamamen gün yüzüne çıkartıldığında hem tarihsel hem arkeolojik hem de doğa turizmi açısından Türk turizmine büyük katkı sağlayacağını dile getiren Yalçın Mergen, “İleriki yıllarda yapılacak daha detaylı çalışmalar sayesinde kentin restorasyonu gerçekleşecek ve kent ağır bitki örtüsü altından kurtularak çıkacaktır. Dolayısıyla önemli bir dini merkez olan Olympos eşsiz doğa örtüsü, doğa turizmi ve tarihsel sit alanı olması sebebiyle önümüzdeki yıllarda turizme büyük katkı sağlayacaktır” dedi.

Olympos, Luwi kökenli bir sözcük olup Batı Anadolu’nun Hellenleştirilmesi sırasında Hellenceye uydurulmuştur. Olympos’un kuruluşu ile ilgili kesin bir tarih verilememektedir. Bununla beraber MÖ 168-178 yıllarında Lykia Birliği içerisinde sikke bastığı da bilinmektedir. Hellenistik dönemde kent uzun süre Akdeniz korsanlarının barınağı olmuştur. Tauros (Toros) dağları yamaçlarında Zeniketos’un korsan kalesi bulunur. Başta Olympos olmak üzere çevreyi korsanlardan temizleme görevi Romalı kumandan Servilius İsauricis’e verilmiştir. MÖ 78’de Tarentum’dan yola çıkan Romalı kumandan 4 yıl boyunca onlarla uğraşmış ve sonunda korsanların reisi Zeniketes’i Olympos’’ta yenmeyi başarmıştır. Kenti de korsanlara yardım ettikleri gerekçesiyle cezalandırarak buradaki heykelleri Roma’ya götürmüştür. MS 200’de yeniden imar edilen Olympos, bunu izleyen yıllarda en parlak dönemini yaşamıştır. Ancak MS 300’de yöreye sürekli yapılan korsan saldırılarından epeyce zarar görmüştür.

Akşam Akdeniz, 09.08.2007

ÇİN ORDUSU BRİTANYA'YI İŞGAL EDECEK!

 

Çin İmparatoru Qin Shihuang'ın UNESCO tarafından dünya kültür mirası listesine alınan kilden yapılma heykel ordusu yüzlerce yıl sonra yeniden "harekete geçti".

Bu eşsiz tarihsel hazinede yer alan bazı savaşçı heykellerinin önümüzdeki ay Londra'daki dünyaca ünlü British Museum'da sergileneceği bildirildi. Serginin küratörü Hiromi Kinoshita, 11 Eylül'de başlayıp 6 ay süreyle açık kalacak sergide bir çok savaşçı heykeli ve başka tarihi eserlerin yer alacağını söyledi. Müze, en ünlü okuma odasını sergi için yeniden düzenledi ve daha şimdiden 30 bin bilet sattı.

 

Heykellerin hepsi Çin'in ilk imparatoru Qin Shihuang'ın koruma birliğindeki askerlerin yüz ve fiziksel görünümlerine bakılarak yapıldığından dolayı, hiç biri bir diğerine benzemiyor. Dikkatli bakılınca, savaşçıların Çin'in hangi bölgesinden oldukları da anlaşılabiliyor. Dünyanın 8'inci harikası olarak kabul edilen "Yeraltı Heykel Ordusu" 1974 yılında rastlantıyla keşfedildi.

Yeni Şafak, 09.08.2007

TARİH ENKAZINDAN 100 RÖMORK ÇÖP ÇIKTI

 

Antalya Kaleiçi’nde üç ayrı inancın izlerini taşıyan ve son olarak cami olarak kullanılan Kesik Minare’den 100 traktör römorku çöp çıktı. Tarihi yapı çöplerden temizlendikten sonra restore edilip arkeolojik park olarak hizmet verecek.

 

Antalya Kaleiçi’nde yaklaşık 2 bin yıllık bir geçmişi bulunan ve ‘Kesik Minare’ adıyla bilinen tarihi binanın yerinde ilk olarak MS 2. yüzyılda tapınak inşa edildi. Yıllarca Roma döneminde tapınak olarak kullanılan bu yapı, Hristiyanlığın kabulüyle yıkıldı. Yıkılan tapınağın yerine 5’inci yüzyılda ‘Meryem Ana’ adına ithaf edilen Panagelia isimli bir kilise inşa edildi. Kilisenin inşaasında da, yıkılan tapınağın malzemeleri kullanıldı. Antalya’nın Türkler tarafından fethedilmesinden sonra ‘Meryem Ana’ya ithaf edilen kilisenin güneyine bir mihrap, kuzey batısına da bir minare inşa edilip, camiye dönüştürüldü. Şehzade Korkut tarafından inşa ettirilen bu caminin adı ‘Korkut Cami’ olarak isimlendirildi. Cuma Namazlarının da bu camide kılındığı için caminin ismi ‘Cumanın Camii’ olarak da tanındı.

Ancak tarihi yapı, 19’uncu yüzyılın sonlarına doğru büyük bir yangın geçirdi. Kimi kaynaklara göre 1846, kimi kaynaklara göre 1851, kimi kaynaklara göre de; 1856 yılında meydana gelen bu yangında binanın çatısı çöktü. Türkler döneminde inşa edilen minarenin ahşap külahı da çıkan yangında kül oldu. O tarihten sonra yapı bir daha kullanılmadı. Mülk sahibi Vakıflar Genel Müdürlüğü, tarihi yapının giriş kapısına bir kilit vurdu. Bu süre içinde Kaleiçi sakinleri de tarihi mabedin bulunduğu alana çöplerini atmaya başladı. 150 yılı aşkın süre kullanılmayan yapının temelinde atılan çöpler zamanla metrelerce yüksekliğe ulaştı. Bu süre içinde Antalya Kaleiçi’ndeki çok sayıda metruk binayı ayağa kaldıran Suna- İnan Kıraç çifti Koç Vakfı olarak, 1990’lı yılların ortalarında Kesik Minare’yi de ayağa kaldırmaya talip olduklarını açıkladı. Ancak, Vakıflar Genel Müdürlüğü’nce bu öneri kabul edilmedi. Bunun üzerine Koç Vakfı bir daha bu yapıya talip olmadı. Aradan 10 yıl geçtikten sonra Vakıflar Genel Müdürlüğü’nce, minaresinin külahı yandıktan sonra adı ‘Kesik Minare’ye çıkan tarihi yapıyla ilgili proje hazırlatıldı. 2 Temmuz 2007 tarihinde de tarihi yapının açık hava müzesine dönüştürülmesi için Akdeniz Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Burhan Varkıvanç’ın Başkanlığı’nda, İstanbul Üniversitesi Sanat Tarihi Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Engin Akyürek’in bilimsel danışmanlığında Kesik Minare’de çalışmalara başlandı. 10 işçi ve 5 akademik üye ile 4 üniversite öğrencisinden oluşan kazı ekibinin ilk işi ise, tarihi binaya atılan çöpleri kaldırmak oldu. 2 Temmuz tarihinden bu yana tarihi binadan tam 100 romörk çöp taşındı. Tarihi yapının içine atılan molozları kaldırmaya devam eden kazı ekibi, bu yıl 15 Ekim 2007 arihine kadar çalışmayı planlıyor.

Önümüzdekİ yıl ise röleöe ve restorasyon çalışmalarına geçmeyi planlayan kazı ekibi, bu çalışmaların iki üç yıl süreceğini tahmin ediyor. Çalışmalar tamamlanınca tarihi yapı arkeolojik park olarak hizmet verecek. Kazı ekibinde görevli Sanat Tarihçilerden Özgen Kurt, “Bugüne kadar Kesik Minare olarak adlandırılan bu tarihi yapıda sondaj çalışmaları dışında hiçbir kazı çalışması yapılmadı. Bu sondaj çalışmalarında bulunan eserler Antalya müzesine taşınmış. Bizim burada yapacağımız kazılarda da binayla ilgili eserlerin çıkacağını tahmin ediyoruz. Daha önceden çıkartılan eserlerle buradan bizim çıkartacağımız eserleri kazı ve restorasyon çalışmaları tamamlanınca burada sergileyeceğiz. Ayrıca, bu yapıda Antalya’nın Kaleiçi’nin fotoğrafları yer alacak. Ziyaretçiler için gezi yolları yapılacak.

Bu eser asla ticari bir mekan olmayacak. Burada hediyelik eşya mağazaları olmayacak. Sadece arkeoloji parkı yani açık hava müzesi olarak hizmet verecek. Kazı çalışmalarında maddi bir sıkıntı da yok. Vakıflar Genel Müdürlüğü tüm ihtiyaçlarımızı karşılıyor. Kazı ekibimizdeki işçiler de gösterdikleri gayretle işlerimizin planlanandan daha hızlı yapılmasını sağladı. Burada bugüne kadar yüz römörk çöp çıktı. Çıkan çöplerin arasında hediyelik eşya kırıntıları çok fazla. Bundan da Kaleiçi’ndeki hediyelik eşya satan kişilerin kırılan ürünlerinin parçalarını buraya attığını anlıyoruz. Buraya atılan parçalardan adeta Antalya’nın hediyelik eşya geleneğini bile takip edebilirsiniz” dedi. Öte yandan, kanunlara göre ibadethane olarak kullanılan yerler, ticari bir amaçla kullanılamıyor.

Akşam Akdeniz, Haber: Mustafa Kozak, 09.08.2007

780 YAŞINDA ÇAM BULUNDU

 

Finlandiyalı bilim insanları, 780 yaşında bir sarıçam ağacını keşfetti. Bu ağacın Finlandiya'da yaşayan en yaşlı organizma olduğu tahmin ediliyor. Metla Ağaç Ekimi Araştırma Enstitüsü, Latince adıyla 'Pinus sylvestris'in geçen yıl Lepland'da yapılan bir araştırmada bulunduğunu açıkladı. Bilim insanları, yaşını belirleyebilmek için ağacın gövdesini inceledi.


Finlandiyalı araştırmacı Tuomo Wallenius, "Ağaç yaşıyor, ama çok iyi bir durumda değil; ne kadar daha yaşayacağını tahmin etmek zor" dedi. Ağaç, Rusya sınırında girişin yasak olduğu ormanlık bir bölgede bulunduğu için, özel olarak korunamayacak. Sarıçam, İskandinavya, Sibirya ve Doğu Avrupa'da yetişiyor. Finlandiya, ülkenin yüzde 70'ini kaplayan sık ormanları ve yaşlı ağaçlarıyla ünlü.

Radikal, Fotoğraf: actualite.aol.fr., Fotoğraf: AFP, 09.08.2007

EVRİM TEORİSİ'NDE BİR 'KAYIP ATA'

 

Ünlü paleontolog Maeve Leakey'in Kenya'da yürüttüğü araştırma, insanın atalarının evrimi konusunda soru işaretleri yarattı. Eski teori, aile ağacındaki ilk ve en eski tür olan Homo habilis'in Homo erectus'a, onun da günümüz insanı Homo sapiens'e evrildiği şeklindeydi. Ancak Nature dergisinde Leakey ve ekibi tarafından yayımlanan rapora göre, Kenya'nın çeşitli bölgelerinde, yaklaşık 1.5 milyon yıl önce, daha erken iki tür daha yaşadı.





Leakey, 2000'de bir Homo erectus kafatasının tamamıyla bir Homo habilis'e ait bir üst çene parçasını birbirine yürüme mesafesi kadar yakınlıkta bulmuştu. İki fosil de aynı döneme tarihleniyor.


Araştırmacılara göre bu, Homo erectus'un, Homo habilis'ten evrildiği ihtimalinin olmadığı anlamına geliyor.


Uzmanlar, "Bu, büyükannenizle büyük büyükannenizin anne-kız değil, kardeş olması gibi bir şeye karşılık geliyor" diye açıklıyor. Araştırma ekibinden University College London'da görevli evrimsel anatomi profesörü Fred Spoor, durumu şöyle yorumluyor: "Bu iki türün, muhtemelen fosil kayıtları bulunmayan, 2-3 milyon yıl önceki dönemde yaşamış ve henüz keşfedilmemiş ortak bir atası vardı."


Leakey'in ekibi, buluşları açıklamadan önce fosilleri yedi yıl analiz etmiş. İki türün muhtemelen bir arada yaşadığı, ancak birbiriyle iletişime geçmediği sanılıyor. Spoor'a göre Homo habilis vejetaryendi, Homo erectus ise et yiyordu.

 

İki türün hala keşfedilmemiş bir ortak atası olduğunu söyleyen Prof. Fred Spoor, bu ihtimal durumunda, evrim halkasına bugüne kadar alıştığımız şekilde düz bir sıralamayla bakılmaması gerektiğini söyleyerek, evrimin bilim dünyasının sandığından daha kaotik bir süreç olduğu yorumunu yapıyor.


Araştırmacılar, insan evrimi konusundaki tüm değişikliklerin, evrim teorisinin zayıflığı olarak görülmemesi gerektiğini, hatta tam aksine bunların, daha fazla kanıt elde etmekten kaynaklanan ve teoriyi daha da geliştirmeyi sağlayan sonuçlar olduğunu söylüyor.

Radikal, Fotoğraf: AP, 09.08.2007

ARKEOLOGLAR SİCİLYA'DA BİR ORTAÇAĞ CAMİİ BULDULAR

 

Kalenin girişine yakın bir yerde bulunan 7x10 m ölçülerindeki kazı alanı hemen hemen kültürlerin ve tarihin kavşağı gibi: 1. Dünya savaşı öncesine ait zemin döşemeleri, Rönesans’a tarihlenen bir duvar kalıntısı, 11. yüzyıl Norman savunma duvarı, MÖ 4. yüzyıldan kalma bir Yunan evi ve MÖ 6. yüzyıldan kalma bir başka ev.

 

Bu kadar arkeolojik define yetmezmiş gibi Haziran ayında bir antik sütunun altından yeni bir keşif geldi: Katolikliğin merkezi olan bir ülkede 9. veya 10. yüzyıla ait bir cami kalıntısı.

 

Sicilya’nın salemi Köyü kalesinde 2004 yılından bu yana süren kazılar NI Üniversitesi’nden antropoloji profesörü Michael Kolb başkanlığında yürütülmekte. Bulunan cami kalıntısı ise Sicilya’nın müslümanlar tarafından istila edilmesine dair şimdiye dek adada ele geçen ilk somut kanıt. Arapların Sicilya’yı, 11. yüzyıldaki Norman istilasına kadar yaklaşık 200 yıl boyunca yönettikleri bilinmekte idi. Her ne kadar bu döneme ait tüm eserler zaman içinde tahrip olsalar da bölgenin kültür ve mimarisinde Arap etkisi devam etti. Köyün ismi olan “Salemi” bile bu etkinin ispatı. Kolb “Arkeolojik anlamda Sicilya’nın Arap ya da müslüman dönemi oldukça kısa ve bu döneme ait somut bulgular çok kısıtlı” demekte.

 

Caminin jips taşından yapılmış zemin döşemesi 2004 yılında kazılmaya başlanmıştı. Ama, ancak bu yıl sütun kaidesinin açığa çıkmasından sonra yapının işlevi anlaşılabildi. Kazılan jips kaplı zeminin büyüklüğü hemen hemen 15 – 20 metre kare ve yapının cami olduğunun kesinlik kazanması için kazılar mihrabın bulunması gereken doğu kısmında yoğunlaştırılmış durumda.

physorg.com, 30.07.2007

ERZURUM'DA AHİ TOMAN BABA KÜMBETİ RESTORE EDİLMEYİ BEKLİYOR





Defineciler tarafından mezarı açılan ve yıllardır harap bir halde bekleyen Ahi Toman Baba'nın Narmanlı Camii arkasındaki kümbeti için 3 yıl önce restorasyon sözü vermesine rağmen hiçbir çalışma yapılmadı.

 

Harap hali defalarca dile getirilen kümbeti inceleyen Büyükşehir Belediye Başkanı Ahmet Küçükler, 2004 yılında "Ahi Toman Baba Kümbeti'nin etrafının açılması için çalışmaları hemen başlatacağız." diyerek söz vermiş ve bu açıklamalar yerel basında önemli yankı uyandırmıştı.





Ancak geçen 3 yıllık zaman diliminde kümbet için hiçbir çalışma gerçekleşmemiş üstelik bu süre içinde Ahi Toman Baba, eşi ve çocuklarına ait olan kabirler defineciler tarafından açılmış ve mezardaki kemikler ve mezar taşları etrafa saçılmıştı.

 

Toman Baba'nın Erzurum'da Ahilik Teşkilatı'nın önderlerinden olduğunu dile getiren Esnaf ve Sanatkarlar Odası Başkanı Rasim Fırat, her yıl düzenlenen Ahilik Kültürü Haftası nedeniyle Ahi Toman Baba'yı andıklarını ifade ederek, "13. Yüzyıldan gelen bir kültürün sahibi Toman Baba'nın bu şekilde atıl halde kalması bizleri ziyadesiyle üzüyor, geçen yıllarda Başkan Ahmet Küçükler'e durumu bildirip restorasyon sözü almıştık. Daha sonra kendileri bizlere kümbet çevresindeki yapılarda istimlak sorunu yaşadıklarını söyleyerek konuyu kapattı." diye konuştu.

 

Tarihçi Muzaffer Taşyürek, kümbetin 1970'li yıllara kadar ayakta olduğunu ayrıca Eski Erzurum Valisi Ahmet Kayhan döneminde kümbet etrafında düzenleme yapılmaya başlandığını dile getirerek, Vali Kayhan dönemindeki girişimlerin sonuçlanmadığı ve sonraki yıllarda kümbetin tavanının çöktüğünü ardından da kabrin açıldığı ifade etti.

 

Ahi Toman Baba hakkında bilgi veren Tarihçi Taşyürek, "Ahi Toman Baba'nın 13'üncü yüzyıl ile 16'ıncı yüzyıllar arasında yaşadığına dair çeşitli rivayetler var. 14'üncü yüzyılın ünlü gezginlerinden olan İbn Batuta, seyahatnamesinde Ahi Tuman Baba'ya yer vererek şu şekilde tasvir etmiştir; "Bu şahıs pek yaşlı olup 130 yaşını aştığı söylendiği halde hala bir değeneye dayanarak yürümekte, hafızası yerinde durmakta, beş vakit namazını kılmakta idi. Yemekte bize şahsen hizmette bulundu. İkinci gün yola çıkmak istediğimizde ise bize gücenerek buna razı olmadı."

 

Tarihçi Taner Özdemir ise 'Kaybolan Şehir Erzurum' adlı kitabında Ahi Tuman Baba hakkında şu bilgileri yazmıştır; "Narmanlı Mahallesi'nde Dere Sokak'ta Veysel Kullebi'nin evinin bahçesindedir. Türbe tarumar olmuş üzeri tamamen açılmıştır. İçerisinde dört sanduka vardır. İkisi küçük ve Selçuk tarzındadır. Türbe tavanındaki taşlar her geçen gün düşmekte ve tamamen açılmaktadır."

 

Geçen yıllarda yerel ve ulusal basında sıkça yer alan bu konunun göz ardı edildiğini ifade eden Tarihçi Özdemir, "Din, tarih ve kültürümüzde kabrin önemli bir yeri var. Önemli bir zatın kabrinin açılması ve tarumar edilmesine asla göz yumulmamalı" diye konuştu.

TürkiyeTurizm.com, 08.08.2007

TÜRBE HÖYÜK'TE 2007 YILI KAZILARI BAŞLIYOR

 

Siirt'te Botan Çayı kenarındaki Türbehöyük'te 2007 yılı kazıları başlıyor.

 

Kazı çalışmalarına başkanlık eden Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi öğretim üyesi Yard. Doç. Dr. Haluk Sağlamtimur, "Bu bölgemizle ilgili çok az bilgiye sahibiz. Bu açıdan Türbehöyük'te yaptığımız kazılar büyük önem taşıyor. Beş yıldan beri büyük bir başarıyla yürütmekte olduğumuz bu kazılarda bölgenin bilinen tarihini değiştirecek nitelikte bulgulara rastladık. Örneğin bu bölge MÖ daha çok göçebe toplulukların yaşadığı ve devlet düzeninin kurulmadığı bir bölge olarak bilinirken kazılarda bulduğumuz kil tablet bunun aksini ispat etmektedir. Bir medeniyetler bölgesi olduğu ortaya çıkıyor. Kazı çalışmaları başından beri öğrencilerimle birlikte Siirt'e geliyoruz. Önümüzdeki hafta 2007 yılı kazılarına başlıyoruz. Kazı çalışmaları işçilerle birlikte yaklaşık 75 kişilik bir ekip tarafından yürütülecektir. Büyük bir aksilik olmazsa Ilısu Baraj Gölü altında kalacak olan bu Türbe Höyükteki kazılarımızı tamamlayacağız." dedi.

 

Siirt için yeni projeleri olduğunu belirten Sağlamtimur, "İlimizde yeni bir kazı çalışmasına başlıyoruz. Başur dinlenme parkının arkasında bulunan ve çapı yaklaşık 200 metre olan bölgenin büyük höyüklerinden biri olan Başur Höyükte çalışmalara başlayacağız." şeklinde konuştu.

TürkiyeTurizm.com, Fotoğraf: Ege Üniversitesi, 08.08.2007

MERİÇ VE TUNCA KÖPRÜLERİNDE ARA VERİLEN RESTORASYONLARA PERSONEL SAYISI ARTTIRILARAK YENİDEN BAŞLANDI

 

Tunca Köprüsü'nün restorasyonunu yüklenen Öz-Ba İnşaat firması yetkilisi Mimar Onur Özer, AA muhabirine yaptığı açıklamada, restorasyonu personel takviyesi yaparak hız kazandırdıklarını belirtti. Köprünün restorasyonunda taahhüt edilen süreden herhangi bir sapma olmadığını ifade eden Özer, Anıtlar Yüksek Kurulu'ndan kemer yapımına onay çıkmasını beklediklerini kaydetti

Seçim döneminde bilgileri dahilinde işçilere 4 gün süreyle izin verdiklerini anlatan Özer, restorasyon çalışmalarına bu verilen izinlerin engel olmadığına işaret etti.
 

Özer şöyle devam etti: ''22 Temmuz Genel Seçimleri için işçilerimize 4 gün izin vermiştik. Bağı bahçesi olan işçilerimizin izinlerini 1-2 gün uzattık. Ancak, bu izinler işlerimize engel olmadı. Kemer bağlantıları için taşları revize ettik. Anıtlar Yüksek Kurulu'ndan çıkacak onay sonucu kemeri de en kısa sürede bitireceğiz. Personel sayımıza yaptığımız takviyelerle söz verdiğimiz süre içinde köprülerin restorasyonunu tamamlayacağız.''

 

Özer, Karaağaç Mahallesi sakinlerinin ve iki köprü arasında işletmecilik yapan esnafın protestolarını olağan karşıladıklarını söyledi. Şehir içinde yapılan çalışmalarda halk tarafından bu tür tepkiler alınabildiğini kaydeden Özer, ''Tepkiler olağan, şehir merkezlerinde yapılan bu tür işlerde bunlar olur. Onlara da hak veriyoruz ve kimsenin şüphesi olmasın elimizden geleni yapıyoruz'' diye konuştu.

 

Edirne Valisi Nusret Miroğlu, Meriç Köprüsü'ndeki çalışmanın da sürdüğünü kaydederek, belirlenen sürede restorasyonun tamamlanacağını bildirdi. Miroğlu, ''Meriç Köprüsü restorasyonu tamamlandığında köprü çok güzel bir görünüme kavuşacak. Esnafımızın sıkıntılarını da anlıyoruz'' diye konuştu.

Trakya Net Haber, 08.08.2007

ÇORUM TANITIMDA HİTİTLERİ ÖN PLANA ÇIKARACAK

 

Hitit Uygarlığı'nın 7 bin yıllık tarihi mirasına ev sahipliği yapan Çorum, tanıtımda Hitit uygarlığını öne çıkaracak. Turizm Geliştirme Planı doğrultusunda 30 bin adet afiş, broşür ve kitap bastıran Çorum Valiliği, uluslararası fuarlarda Hititler'i tanıtacak. Projede Kapadokya'dan turist çekilmesi için de çalışma yapılacak.

 

Çorum Valiliği büyük şehirlerde bilboardlar kiralamayı, İzmir Uluslararası Enternasyonal Fuarı ile Londra'daki Dünya Turizm Fuarı'nda Hititler'i tanıtacak.


Çorum Valisi Mustafa Toprak, Çorum sanayide yaşadığı gelişmeyi turizmde ortaya koyamadığını belirterek, şehirde 643 turizm işletme belgeli tesisin bulunduğunu ve 1654 tesisin de çalışmalarını sürdürdüğünü söyledi. Toprak ayrıca şehirde 5 yıldızlı otel inşaatı başta olmak üzere gelecek yıldan itibaren 2 bin yatak kapasitesine ulaşılacağını vurguladı.

 

Anadolu'da ilk merkezi devleti kuran Hititler'e başkentlik yapan Hattuşa, Çorum toprakları içinde olduğunu hatırlatan Toprak, kente gelecek yıldan itibaren önceki yıllara oranla daha çok turist beklediklerini ifade etti. Kente gelen turistlerin, Çorum'un sınırları içerisinde yer alan Hattuşa, Şapinuva, Alacahöyük, Hitit Barajı, İncesu Kanyonu gibi tarihi ve doğal güzelliklere rahat ulaşabilmeleri için altyapı çalışmalarına başladıklarını bildiren Toprak, ayrıca birçok bölgede çevre düzenlemesi yapılacağını kaydetti.

Turizm Gazetesi, 08.08.2007

BERÇİN KÖYÜ'NDEKİ TARİHİ GÖZETLEME KULESİ ACİLEN RESTORE BEKLİYOR

 

Kütahya'nın Domaniç İlçesi'ne bağlı Berçin Köyü'nde bulunan ve Eskişehir Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu tarafından acilen restore edilmesi tavsiyesinde bulunulan, İzmir Rölöve Anıtlar Müdürlüğü'nden de onay alan Berçin Köyü'ndeki Tarihi Gözetleme Kulesi, 2002 yılında çıkan bu kararların uygulanacağı günü bekliyor.

 

Berçin Köyü Muhtarı Hakkı Uyar tarafından değerlendirilmeye alınan Gözetleme Kulesi, yapılan araştırmalar sonucu Batı Anadolu'da görülen Gözetleme Kuleleri'ne benzediğinden restore edilip korumaya alınmasına karar verildiği halde 6 yıldan beri yıkılmaya terk edilmiş durumda bekliyor.

 

Köy Muhtarı Hakkı Uyar, ''Gerek mimarisi gerekse gerekse tarihi özelliğinden dolayı bu kulenin mutlaka değerlendirilmesini arzuluyoruz. Başvurduğumuz her yerden de olumlu cevap alıyoruz. Ancak bugüne kadar hala bir şey yapılmış değil. İlgililerin ilgisizliği yüzünden bir tarihi eser yok olmak üzere'' dedi.

 

Oldukça ilginç bir mimariye sahip olan Gözetleme Kulesi'nde; gizli bölmeler, yer altından kaçış tünelleri, giriş kapısının yerden oldukça yüksek oluşu dikat çekicidir. Berçin köyünün bu kulenin etrafına yerleşmesindeki nedenlerin ve kulenin yapılış gerekçesinin tarihe ışık tutması açısından mutlaka araştırlması gerekiyor.

TürkiyeTurizm.com, 08.08.2007

ORDU'DA 200 YILLIK AHŞAP AMBAR TESPİT EDİLDİ

 

Ordu Kültür ve Turizm Müdürü Muzaffer Günay, Akkuş İlçesi Akpınar beldesinde üzerinde birbirine bakan kuş motifleri, çam ağaçları, laleler ve kitabenin bulunduğu yaklaşık 200 yıllık bir ahşap ambar tespit ettik'' dedi.

 

Günay, Ordu'nun bütün Anadolu gibi binlerce yıllık geçmişi olduğunu belirterek, İskitler'den Miletioslar'a ve nihayet Osmanlı dönemi dahil bugüne kadar onlarca medeniyete ev sahipliği yapan Ordu genelinde binlerce yıllık eserler bulunduğunu söyledi. Müze Müdürlüğü ile birlikte bu eserleri yerinde araştırmalar yaparak bulduklarını ve kayıt altına aldıklarını belirten Günay, ''Bu kapsamda Akpınar beldesinde bir tarihi ahşap caminin yanında bir tahıl ambarı  tespit ettim. 1812 tarihli tahıl ambarı gerçek bir sanat eseri. Ahşap bezeme sanatının nadide bir örneği. Bu ambarın Türkiye'de benzerinin çok az olduğu kanaatindeyim. Hala 6 satırlık kitabesi bulunması bakımından benzeri olmayan bir eserle karşı karşıyayız'' dedi.

 

Günay, ambarın tahıl boşatma kapağı ve çevresindeki çeşitli bitki motifleri ile renkli süslenmelerin bulunduğunu belirterek, ''Süslemeler insanı hayrete düşüyor. Bugüne kadar bu ambarı özenle koruyan yöre halkına teşekkür ederim'' dedi.

Turizm Gazetesi, 08.08.2007

HATAY'IN BELEN İLÇESİ'NDE BULUNAN TARİHİ ESERLER RESTORE EDİLİYOR





Hatay'ın Belen İlçesi'nde bulunan tarihi Kurtuluş Hamamı'nın restorasyon çalışmaları devam ederken, hemen yanında bulunan tarihi caminin de restore edileceği bildirildi.

 

Osmanlı İmparatorluğu döneminde Kanuni Sultan Süleyman'ın emri ile yaptırılan ve kendi adının verildiği caminin restorasyonu için projenin Anıtlar Yüksek Kurulu'ndan geçtiği ve ihale aşamasında olduğu bildirildi.





Kurtuluş Hamamı'nda çalışmalar yoğun bir şekilde devam ediyor. Kasım ayında bitirilecek olan hamamın hemen yanındaki Kanuni Sultan Süleyman Camii'nin de restore edilecek olması ile Belen'deki tarihi mekanlar aslına uygun hale getirilecek.





Kervansaray işletmecisi turizmci Ayşu Barutçu, Belen'in ipek you üzerinde bulunduğunu ve çok önemli bir konuma sahip olduğuna dikkat çekerek, "Belen gerek havası gerekse konumu itibari ile yerli ve yabancı turistlerin ilgi gösterdiği mekanlardan biri. Ortadoğu'yu Avrupa'ya bağlayan en önemli geçitlerinden biri olan Belen'de kervansaray başta olmak üzere hamam ve caminin de restore edilmesi ile Belen'e öremli ölçüde canlılık kazandıracak." dedi.

TürkiyeTurizm.com, 08.08.2007

SELÇUK BELEDİYESİ EFES ANTİK KANALINI DENİZLE BULUŞTURUYOR





Selçuk Belediyesi Efes Antik Kenti sınırlarından başlayarak Pamucak tatlı su mevkiinde denize dökülen, Yağmur suyu ve yer altı kaynak sularıyla yer yer mini gölcükler oluşturan Efes Antik Kanalı’nın Pamucak deniziyle birleşen ve deniz dalgalarının taşıdığı kumlarla kapalı olan bölümünde sirkülasyon kanalı yapımını başlattı.

 

Selçuklular tarafından tatlı su olarak anılan kanalın denizle buluşturulması için kanal yatağının içersine yüz metre deniz içersine elli metre uzunlukta altı metre genişliğinde ahşap malzemeden yapılan sirkülasyon kanalı yapımı için yaklaşık iki yüz adet kazık çakılacak. Çakılan kazıkların arası ahşap perde ile kaplanıp kumla doldurulacak ve böylece kanal yatağı daraltılıp kanal ağzının kumla kapanması önlenecek. Yapılan ahşap kanalın deniz içersindeki en uç kısmı ise denize girenlerin güneşlenebilmelerini sağlamak için ahşap bir teras biçiminde inşa edilecek.

 

Canlı hayatın devamı ve kanal içersinde yaşayan canlı türlerinin çoğalmasını, ekolojik dengenin korunmasını sağlayacak bu projenin sonunda bölge özellikle olta balıkçılarının vaz geçemeyeceği bir alan haline gelecek. İleriki dönemde gerekli izinler alınarak yapılacak bir planlama ile tatlı su mevkii, civarında balık restoranları ve çay bahçelerinin bulunduğu güzel bir dinlence alanı haline dönüşecebilecek.





Ege Üniversitesi Su Ürünleri Fakültesi uzmanları tarafından aylar süren inceleme ve proje çalışmaları sonucu gerekli izinler alınarak başlatılan çalışmaların süratle tamamlanacağını belirten Belediye Başkanı H.Vefa ÜLGÜR “ Bu proje yıllar süren bir çaba sonucu imar planlarını onaylatmayı başardığımız pamucak bölgemizdeki turistik yol yapım işimizden sonra başlattığımız ilk ciddi proje olacak. Bu projeyle ekolojik denge korunurken tatlı su mevkiinin çevre düzenlemesine de önemli bir başlangıç yapmış olacağız. Kanal üniversitenin yaptığı incelemede doğal yapısı ve su özellikleriyle çıpra, levrek, kefal gibi balık türlerinin yaşayıp, çoğalması için çok uygun bir ortam olarak değerlendirildi. Denizle buluşturacağımız kanal içersine iki yüz elli bin balık yavrusu bırakacağız. Bilim adamları bu yavruların altı aylık bir süreyle korunması halinde kanalın ve körfezin bir balık yaşam bölgesi haline geleceğini belirtiyorlar” diyerek Pamucağın bir cazibe merkezi haline geleceğini vurguladı.

Selçuk Bölge Haberleri, 08.08.2007

ESKİŞEHİR'DE ANTİK KENT

 

Eskişehir'in sahip olduğu tarihi zenginlikler bir bir gün yüzüne çıkarılıyor...

Bölgede yapılan son kazılarda, Bizans döneminden kalma bir askeri üs bulundu. Eskişehir'in Han İlçesi'ndeki yeraltı şehrinde süren kazılarda, kentin tarihine ışık tutacak yeni eserler bulundu.

8. yüzyıla ait olduğu sanılan askeri üste, saklanma mekanları, ambarlar ve sığınaklar bulunuyor. Yaklaşık 3 bin askeri barındırabilecek büyüklükteki üssün, Arap ve Türk ordularına karşı kullanıldığı sanılıyor.

 

Öte yandan, Eskişehir'in Han İlçesi'nde yapılan bir başka kazı çalışmasında, Ortaçağ'a ait bir kilise ortaya çıkarıldı.

 

Kazı Başkanı Oğuz Alp, kilisenin 8 ila 11'inci yüzyıl arasına tarihlendirilebileceğini belirtti. İlçede, yaklaşık 2 yıldır devam eden kazı çalışmalarında ortaya çıkarılan kilisenin yakın çevredeki yerleşimlere de ışık tutabileceği ifade edildi.

Trt/Haber, 08.08.2007

TARİHİ KAÇIRAMADILAR

 

Fethiye'de jandarma ekipleri tarafından düzenlenen tarihi eser kaçakçılığı operasyonunda yakalanan 3 kişi tutuklandı.


Bir ihbarı değerlendiren Fethiye Jandarma Komutanlığı ekipleri Roma, Bizans ve Hellenistik döneme ait tarihi eserleri yurt dışına kaçırmaya çalışan S.A (43) S,S (47) ve H.K'yi (37) yakaladı.
Jandarma'nın S.A'ya ait 20 ZH 153 plakalı araçta yaptığı aramada Roma, Bizans ve Hellenistik dönemlere ait bir adet üzeri işlemeli tepsi, bir adet çift tokalı yuvarlak parça, bir adet ucu ölçekli ölçü aleti, bir adet beyaz yuvarlak taş, 4 adet çeşitli ebatta süs eşyası, bir adet küpe olduğu tahmin edilen parça, bir adet mühür olduğu tahmin edilen parça, bir adet iki ucu yuvarlak parça, 5 adet çeşitli şekillerde bazıları kırık yüzük ile birlikte 29 adet çeşitli büyüklüklerde yuvarlak, bazılarının üzeri değişik şekillerde resimli para olmak üzere toplam 56 adet parça ele geçirildi.
Olayla ilgili olarak gözaltına alınan S.A, H.K ve S.S mahkemece tutuklanarak cezaevine gönderildiler.

Haber Ekspres, 08.08.2007

İSTANBUL'DA TARİHİ ESER OPERASYONU

 

İstanbul'da 15 parça tarihi eser ele geçirildi.

 

Olayla ilgili bir kişi gözaltına alındı.

İstanbul'da tarihi eser kaçakçılığı yaptığı belirlenen bir kişiyi izlemeye alan Mali polis, Eminönü'ndeki bir adrese düzenlediği operasyonda, çeşitli dönemlere ait altın ve gümüş sikkelerle su kapları ele geçirdi.

Olayla ilgili gözaltına alınan 1 kişi adliyeye sevkedildi.

Trt/Haber, 08.08.2007

'AMAZON KRALİÇELERİ' RESTORE EDİLDİ

 

   

 

Şanlıurfa Müzesi yetkililerinin verdiği bilgiye göre, Şanlıurfa Belediyesi tarafından yürütülen Temalı Part Projesi kapsamında kentin en eski yerleşim yerlerinden biri olan ve tarihte ''Edessa'' olarak bilinen Haleplibahçe bölgesinde 2 yıl önce yürütülen altyapı çalışmaları sırasında ''Savaşçı Amazon Kraliçeleri'' mozaikleri bulundu.

''Tek göğüslü efsanevi savaşçılar'' olarak da bilinen ''Savaşçı Amazon Kraliçeleri''nin, av sahnesinin yanı sıra gülümseyen kız (EdessaGüzeli), keklik, aslan, ''çocuk erosu'' ve tabiat figürlerinin bulunduğu mozaiklerin kurtarılması amacıyla Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Şanlıurfa Müzesi'nin işbirliğiyle yürütülen kazı çalışmalarının bu yılki bölümünde bölgede sondoj çalışmaları yapıldı.

Mozaikleri doğal ve fiziksel etkilere karşı korumak amacıyla taşların çevresi yaklaşık 20 gün önce dolgu malzemeleriyle sıkıştırılarak restore edildi. Bölgede Şanlıurfa Müzesi tarafından görevlendirilen bir ekip tarafından arkeolojik kazı çalışmaları sürdürülüyor.

Bursa Hakimiyet, 08.08.2007



DUMANLI YAYLA'DA 1914'DEN KALMA ALMAN KONAĞI HARABEYE DÖNDÜ





Osmaniye'nin Düziçi İlçesi Dumanlı Yayla yolu üzerinde bulunan, 1914 yılında 4 katlı hastane binası olarak inşa edilen, daha sonra da köy enstitüsüne dönüştürülen Alman Konağı, harabeye döndü.





Binanın mutlaka restore edilmesi gerektiğine inanan vatandaşlar, "Yıllardır yenileme yapılmıyor. Hastane binası, köy enstitüsü ve hamam olarak kullanılan binalar her gün biraz daha dökülüyor. Dünya tarihi eserlere büyük önem verirken Türkiye neden bu eserlere sahip çıkmıyor" diye konuştu.

TürkiyeTurizm.com, 08.08.2007

ALİ EMİRİ'NİN KİTAPLARI YUVAYA DÖNÜYOR

 

Meşhur kitap kurdu Ali Emiri Efendi'nin kurduğu Millet Kütüphanesi'nin restorasyonu bitti. Marmara Depremi'nden sonra Beyazıt Kütüphanesi'ne aktarılan kitaplar yuvasına taşınıyor. Bu ay içinde açılacak kütüphanenin müdürü Melek Gençboyacı, 'Burayı bir kültür merkezi haline getireceğiz.' diyor.

 

"Kitabı aldım, eve geldim. Yemeyi, içmeyi unuttum. Bu kitabı, sahaf Burhan 33 liraya sattı. Fakat ben bunu birkaç misli ağırlığındaki elmaslara değişmem..." Hayatını kitap toplamaya adayan ve bu sevdasını 1916'da açtığı Millet Kütüphanesi'yle nihayetlendiren Ali Emiri Efendi (1857/1923), sahaf Burhan'dan 3 lira bahşiş de verip 33 liraya satın aldığı 'Divan-ı Lügati't-Türk'ün hikayesini böyle anlatmıştı. Fatih'teki Millet Kütüphanesi'nde gözü gibi koruduğu eserler ise 1999 Marmara Depremi'nde kütüphane zarar gördüğü için Beyazıt Kütüphanesi'ne taşınmıştı. Bu iflah olmaz kitap kurdunun yıllar yılı topladığı eserler, uzun bir ayrılıktan sonra şimdi yuvasına dönüyor. Restorasyonu tamamlanan kütüphane, önümüzdeki günlerde yeniden açılacak. Ali Emiri'nin paha biçilmez eserleri, günümüzün bir başka kitap sevdalısına, kütüphanenin müdürü Melek Gençboyacı'ya emanet. "Fatih Sultan Mehmet'ten sonra İstanbul'a en büyük hizmeti yapanların başında Ali Emiri Efendi gelir." diyen Gençboyacı, bugünlerde, Millet Kütüphanesi'nin yeniden hayata dönecek olmasının mutluluğunu yaşıyor.

 

Bu yılın ocak ayında Suna ve İnan Kıraç Vakfı ile düzenledikleri 'Ali Emiri Efendi ve Dünyası' sergisinin ardından Ali Emiri'nin daha çok tanındığını söyleyen Melek Gençboyacı, "Diyarbakır'da çocukluğundan beri büyük bir özveriyle kitap toplamaya başlayan Ali Emiri'nin en büyük hayali, Doğu'nun ve Batı'nın bütün temel eserlerini kapsayan bir kütüphane oluşturmaktı. Bu sevda uğruna Osmanlı coğrafyasının çeşitli bölgelerinde memuriyeti gereği gittiği her yerde hiç ara vermeden okumaya ve kitap biriktirmeye devam etti. Ev ev, dükkan dükkan dolaşarak, nadide kitaplar aradı, bulduklarını satın aldı. Böyle bir aşktı onun kitaplara duyduğu." diyor.

 

Ali Emiri Efendi, 1908'de emekli olup İstanbul'a geldiğinde 40 küsur sandıktan oluşan; Osmanlı tarihleri, padişah divanları, şuara tezkireleri ve çoğu nadir ve tek nüsha eserlerden oluşan zengin kütüphanesini beraberinde getirmişti. İstanbul'da uzun süre kütüphanesine yer arayan Ali Emiri'ye, Vakıflar Bakanlığı, 1701'de Darülhadis olarak yaptırılan Feyzullah Efendi Medresesi'ni tahsis eder. Ali Emiri, "Ben bu kitapları milletim için topladım ve milletime vakfediyorum." diyerek kütüphaneye 'Millet Kütüphanesi' adını verir.

 

Bugünlerde raflarına yerleşen birbirinden değerli kitaplar, işlemeli kubbeler, sedir ağacından yapılmış raflar ve daha pek çok yenilik, açılış hazırlıkları tamamlanmak üzere olan kütüphanede okurlarını bekliyor. Fatih semtinde saklı bir vaha gibi duran kütüphane, geniş şadırvanlı avlusu, ferah görüntüsü ve şehrin merkezinde oluşu ile kitapseverlerin mazeretlerini ortadan kaldırıyor. 'Okuyucular buradan çıkmayı istemeyecekler.' diyen Gençboyacı, çeşitli söyleşiler, konferanslar ve imza günleri düzenleyerek okuyucuları buraya çekmeyi hedefliyor.

 

Millet Kütüphanesi'nde 3704'ü Arapça, 519'u Farsça, 2485'i Türkçe toplam 6708 yazma eser bulunuyor. Arap harfli nadir sayılan matbu eserlerle birlikte kütüphanede 30 bin civarında kitap mevcut. Kütüphane 'Feyzullah' ve 'Ali Emiiri Efendi' olmak üzere iki ana koleksiyondan oluşuyor. Kütüphanede ayrıca Cumhuriyet öncesi gazete ve mecmua koleksiyonu ile yine Ali Emiri Efendi'nin topladığı Fransızca kitaplar da yer alıyor.

 

Dönemin Belediye Başkanı Cemil Topuzlu Paşa, Feyzullah Efendi Medresesi'nin yıkılıp, arsanın bando takımının eğitim talimgahı yapılmasına karar verir ve çalışmaları başlatır. O sırada tesadüfen binanın önünden geçen Fransız başkonsolosunun eşi Madam Bombar, kazma küreklerle içeri girip çıkan işçileri görünce merak edip sorar. Binanın yıkılacağını öğrenince konuyu eşine söyler. Konsolos da randevu alarak Sultan Reşat'a durumu bildirir. Sultan, hemen bir ferman yayınlar ve binanın yıkılması bu sayede önlenir.

Zaman, Haber: Musa İğrek, 08.08.2007

PICASSO'NUN KAYIP TABLOLARI BULUNDU

 

Picasso'nun torunu Diana Widmaier Picasso'nun avukatı Olivier Baratelli, Şubat ayında çalınan Picasso'ya ait 2 tablo ile 1 karakalem çalışmasının Fransa'nın başkenti Paris'te polis tarafından ele geçirildiğini söyledi.

Baratelli, "Picasso'nun çalınan çalışmaları iyi durumda görünüyor" dedi. Çalınan tablolar ve karakalem çalışmasının değerinin 50 milyon Euro'dan fazla olduğu ifade ediliyor. Tablolar, Picasso'nun torunu Diana'nın evinden 26 Şubat 2007 tarihinde çalınmıştı.

haber7.com, 07.08.2007

ANTİK KENTTE BİTKİ KAZISI

 

Belçika Leuven Katolik Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Inge Uytterhoeven, Sagalassos’ta çıkan toprak kütlelerinin el arabalarıyla toprak analiz istasyonuna taşındığını belirtti. Uytterhoeven, böylece Sagalassos’ta yaşayan medeniyetin ne gibi yiyeceklerle beslendiğine dair ilk bilgilere ulaşmalarının mümkün olacağını kaydetti. Ağlasun ve çevresinde zeytin yetiştiriciliğinin olmamasına rağmen Sagalassos’ta bol miktarda zeytin çekirdeği bulduklarını ifade eden Uytterhoeven, “Bugüne kadar zeytin çekirdeği başta olmak üzere buğday, arpa, çetimek (Akdeniz ve Ege bölgelerine has leblebi büyüklüğünde kavrularak kuru yemiş gibi tüketilen, aynı zamanda zeytin gibi sıkılarak bol miktarda yağ elde edilen yemeklerde de kullanılan bir meyve) ceviz kabuğu, üzüm çekirdeği ile kömür parçaları, seramik kırıkları, insan kemikleri ve balık kılçıkları bulduk” dedi.

Akşam Akdeniz, 08.08.2007

ORTODOKS ŞAPELİ KÜTÜPHANE OLDU

 

Balıkesir'in Ayvalık İlçesi'ne bağlı Cunda Adası'nda, restore ettirilen eski bir Ortodoks şapelinde kütüphane açıldı.


Coca-Cola İcra Kurulu Başkanı Muhtar Kent'in babası Büyükelçi Necdet Kent'in adı verilen kütüphanenin açılış törenine Koç Holding Şeref Başkanı Rahmi Koç'un yanı sıra Fener Rum Patriği Bartholomeos ve Yunanistan'ın Midilli Adası Valisi Pavlos Vogiatzis de katıldı.
 

Necdet Kent'in Ayvalık'a ilk 1949'da damat olarak geldiğini belirten Kent, babasının diplomat olması nedeniyle hep Ayvalık hasretiyle yaşadığını kaydetti. Kent şunları söyledi: "Önce rahmetli babamın, ardından da kendi üstlendiğim görevler sebebiyle hayatımın çok büyük bir kısmı hep yurt dışında, evimizin, dostlarımızın, komşularımızın özlemiyle geçmiştir. Buraya geldiğimiz her fırsatta için için soluduğumuz havanın, zeytinin, balığın, denizin kokusu, Ege'nin kokusu bizleri bu hayata ve topraklara hep bağlı kılmıştır."


Rahmi Koç, Muhtar Kent'in, bir kilise restore edip babasının kitaplarını içine koymak istediğini, ancak bu konuda müsaade alamadığını ifade etti. Koç, "Bundan bana bahsetti. Bu şekilde bir taşla üç kuş vurmuş olduk. Muhtar Kent'in arzusunu yerine getirdik ve babasından kalma kitapları buraya koyduk. Sevdiğimiz ve saydığımız büyüğümüz Necdet Kent'in ismini yaşattık ve de Türkiye'de güzel bir eski eseri restore ettik" diye konuştu.


Edremitli iki keşiş tarafından Cunda Adası'nın girişine kurulan bir şapelin restore ettirilmesiyle oluşturulan kütüphanede, kültürel mirası yansıtan eski eserlerin yanı sıra Necdet Kent'e ait koleksiyon da sergileniyor.

Milliyet, 08.08.2007

OSMANLI DÖNEMİNE AİT CAMİ YILLARCA AHIR OLARAK KULLANILMIŞ





Batman'ın Hasankeyf İlçesi'nde ahır olarak açılan bir mağaranın, Osmanlı dönemine ait cami olduğu ortaya çıktı. Hasankeyf Arkeolojik Kazı Başkanı Prof. Dr. Abdusselam Uluçam, "Maalesef Osmanlı dönemine ait cami uzun yıllar ahır olarak kullanılmış." dedi.





Bölgede yürütülen arkeolojik kazı çalışmaları, kale önünde Şahap Vadisi'nde yoğunlaştı. Hasankeyf Kale Yolu olarak adlandırılan dükkanların kazısı çalışması sırasında, kayalar ortadan kaldırıldıktan sonra yeni mekanlar ortaya çıktı. Ahır olarak açılan geniş bir mağaranın Osmanlı dönemine ait camii olduğu belirtildi.

 

Mağara Camii'nin minberi ve sütunları halen ayakta dururken, düzgün yer taşları da oldukça dikkat çekiyor. Kazı ekibi, kısa sürede camiyi temizleyerek mimari hatlarını ortaya çıkardı. Caminin en az 500 yıllık olduğu tahmin ediliyor. Hayvan gübresi nedeniyle çürüyen taşlar caminin iç mimarisini bozmuş durumda.

 

Prof. Uluçam yaptığı açıklamada, Hasankeyf'in her tarafının tarih koktuğunu belirterek, "Ahır olarak kullanılan yerin bile Osmanlı döneminde kullanılan cami olduğunu görüyoruz. Osmanlı döneminden sonra tarihi yapılar büyük zarar görürken, hiç korunmamış." diye konuştu.

 

Kazılarla ilgili de bilgi veren Prof. Uluçam, "Hasankeyf kazıları 3 ana konu üzerinde yoğunlaştı. Daha önceki yıllarda kazısı başlayan Büyük Saray, Şahap Vadisi dükkanları ve Selahiye bahçelerinde çalışma yürütülüyor. Kale önündeki Şahap Vadisi'nde 42 dükkandan oluşan çarşı ortaya çıktı. Büyük taşlarla dolu Şahap Vadisi uzun uğraşlar sonucunda temizleniyor. Bu çalışmayla kaleye açılan 2 yol, Selahiye bahçelerinde yapılan çalışmalarda ise zaviyeler ortaya çıkarıldı." şeklinde konuştu.

TürkiyeTurizm.com, 07.08.2007

ARABAN KALESİ ÇÜRÜMEYE TERKEDİLDİ

 

Gaziantep'in, Araban İlçesi'nde bulunan tarihi kale kaderine terkedildi. Bilimsel araştırma ve koruma çalışmaları yapılmadan bugüne kadar dış tahriplere direnen kale, bakımsızlık nedeniyle yok oluyor.

 

Araban Esnaf ve Sanatkarlar Kefalet Kredi Kooperatifi Başkanı Mehmet Bazlama, tarihi Araban İçkale ve Camii'nin koruma altına alınmasını istedi. Bazlama, "Araban'da bulunan ülkemiz ve bölgemiz için önemli bir kültürel varlık İçkale ve Camii bu güne kadar koruma altına alınmadı. Kalenin yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalması, ilçe halkını derinden üzüyor. Araban Kalesi'ni her görüşümde içim sızlıyor. Bu kadar önemli bir tarihi eserimiz var ama yetkililerce keşfedilmemiş, günümüze kadar koruma altına alınmamış. Dış tahriplere dayanarak günümüze kadar gelmiş bu kültürel varlığımızla birlikte, Elif Beldesi, Hisar ve Hasanoğlu köylerindeki tarihi anıt mezarların da koruma altına alınmasını bekliyoruz. Gaziantep Kalesi ve Rum Kale gibi tarih turizmine açılmasını bekliyoruz. Bu konuda, yetkilileri göreve davet ediyorum. Kültür Bakanlığı yetkilileri, Araban'a gelip ilçemiz merkezinde bulunan Araban İç Kale ve Camii'nin ve ilçeye bağlı köylerimizdeki tarihi kültürel varlıklarımızın tespit ve keşifleri için gerekli çalışmalarını istiyoruz. Araban ilçesinde bir sivil toplum örgütü başkanı olarak ilçemizdeki tarihi kültürel varlıklarımızın tanıtımı için elimizden gelen yardımları sağlamaya hazırım" diye konuştu.

Zaman, 07.08.2007

TURİSTLERİN ARTAN ŞİKAYETLERİ İLE YALVAÇ ANTIOKHEIA'YA TABELA DİKİLDİ

 

 

Isparta'nın Yalvaç İlçesi'ndeki Pisidia Antiokheia Antik Kenti'ni ziyarete gelen yerli ve yabancı turistlerin tarihi bölgelere nasıl gideceği konusunda yeterli işaret olmaması şikayeti üzerine belediye ilçeye gelen karayolları ve şehir içine yön tabelaları koydu.

 

Zabıta Amiri Tuncay Kutlu ve Yalvaç Müze Müdürü Ali Harmankaya'nın bizzat yer aldığı çalışma sonunda sekiz nokta tespit etti. Yön levhaların yerleştirileceği noktalar ise şöyle belirlendi: Isparta yönünden gelecekler için anıt kavşağından başlayarak yol boyunca. Yalvaç Belediyesi benzin istasyonu önündeki kavşak, Yeşil Çınar Bulvarı güney girişi.

 

Kaymakamlık önündeki kavşak, Atatürk Lisesi önündeki kavşağı ve Askerlik Şubesi önündeki Şehitliğin köşesine toplam altı adet levha dikilecek. Senirkent yönünden gelenler için ise Yusuf Uysal kavşağına ve Kaymakamlık lojmanı önündeki Ali Latifoğlu kavşağına olmak üzere iki adet olmak üzere toplam sekiz adet yön levhası yerleştirilecek. Bordo renkli zemin üzerine beyaz renk harflerle 'Pisidia Antiokheia' yazan 2 metre 25 santimetre eninde, 90 santimetre boyundaki saç yön levhaları karayolları standardına uygun özelliklere sahip. Söz konusu levhalar iki günlük bir çalışma sonucunda yerlerine monte edilecek.

TürkiyeTurizm.com, 07.08.2007


AYRILSIN MI, AYRILMASIN MI?


KÜLTÜR VE TURİZM BAKANLIĞI AYRILMALI

 

Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, dün 60. hükümeti kurma görevini Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a verdi.

Bilirsiniz ki, beni ilgilendiren kabinede Kültür ve Turizm Bakanı’nın kim olacağı ve onun yapması gerekenlerdir.

Önce Sayın Başbakan’dan bir dileğim var.

Kültür ve Turizm Bakanlığı’nı ayırsın, iki bakanlığın birbirinin gücünü eksilttiği, kültürün bu birleşmede ikinci dereceye düştüğü kanısındayım.

Neden?

Çünkü "turizm" para getiriyor, "kültür" ise para götürüyor.

Turizm, bir bakanı, bir müsteşarı öylesine meşgul eder ki, sıra kültüre gelmez. Haklarını yememek gerekir, son kültür bakanının ve müsteşarın görevi sırasında böyle bir ihmale uğranılmadı. Ama bundan sonrası için ben şimdiden uyarmak istiyorum.

Turizmcilerin devletle çok işleri vardır, sürekli bakanla temas halindedirler; kültür, sanat, edebiyat adamları, bakana, bakanlığa yoğun bir yönelimde bulunmazlar. Çünkü ne tahsis işleri vardır, ne kredi.

Bu geniş alanla uğraşan bakan nasıl kültüre zaman bulacak, ona nasıl vakit ayıracak?

Zaten, gazeteciler, kamuoyu da ondan kültüre yaptıkları yatırımı, kültüre harcanan parayı sormuyor, daha çok turist geldi mi gelmedi mi, gelir tahmini ne olacak, hesaplar tutacak mı soruları yöneltiliyor.

Kafasında hep bu soruların cevabını tasarlamaya çalışan Kültür ve Turizm Bakanı’nın, kültüre yoğun bir ilgi göstereceği kanısında değilim. Geçen dönemde olduğu gibi, iyi bir müsteşar atamışlarsa, kültür ikinci sıraya düşmez.

Bu kadar uygulama göstermiştir ki, tek başına kültür bakanı olanlar, kültüre daha çok zaman ayırmışlardır.

Ben onları daha iyi bakan olarak anmıyorum, öyle bir yanlış anlama olmasın.

Ama iki bakanlığın birbirlerine zıt olduğu kanısındayım. Kültür ve turizmin bağlantısını göremiyorum.

İki bakanlığın bir arada bulunması, bana kötü bir anlayışı, algılayışı çağrıştırıyor.

Kültür, tek başına bir bakanlığı yeterince dolduracak önem, ağırlık taşımıyor. Önemli olan, para getiren turizmdir, biz onun yanına kültürü de katalım, hem kültürü bakanlık düzeyine çıkarmış oluruz, hem de geniş yer vermeyiz düşüncesinin ürünü gibi geliyor.

Böylece kültüre de yer ve önem vermediler diyemezler, bakanlığımız var işte.

Ben bu gerekçenin çağdaş bir hükümete yakışmadığı inancındayım.

Üstelik gelecek yıl 2008’de Türkiye Uluslararası Frankfurt Kitap Fuarı’nın Onur Konuğu, daha sonra da 2010’da İstanbul, Avrupa’nın Kültür Başkenti olacak.

İkisi de o kadar yoğun ilgi ve mesai bekliyor ki, ben bu iki bakanlığın bir aradalığında, bu temponun uygulanamayacağı kanısındayım.

* * *

Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın bölünmesinin, Türk kültürüne, sanatına, edebiyatına daha fazla güç, daha fazla kuvvet katacağı inancındayım.

Bu ayrılma, kültüre duyulan saygının bir göstergesi olacak.

Hürriyet, Yazı: Doğan Hızlan, 07.08.2007



*****



KÜLTÜR VE TURİZM AYRILSIN MI?

 

Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'in, 60. Hükümeti kurma görevini Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'a vermesinin ardından, daha önce pek çok kez tartışılan Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın ayrılması yeniden gündeme geldi.


Doğan Hızlan, dün Hürriyet gazetesindeki köşesinde Erdoğan'a hitaben "Kültür ve Turizm Bakanlığı'nı ayırsın. İki bakanlığın birbirinin gücünü eksilttiği, kültürün bu birleşmede ikinci dereceye düştüğü kanısındayım..." ifadesini kullandı.


Talat Halman'ın ilk Kültür Bakanı olarak göreve başlamasının ardından iki bakanlık daha sonra birkaç kez birleştirip ayrıldı. İlk birleşme 1981'de yaşandı. 1989'da bakanlıklar yeniden ayrılırken, 6 Nisan 2003'te yine birleştirildi. Konuyla ilgili olarak eski bakanlar ve sanat dünyasının önemli isimleri şunları söyledi:

Ercan Karakaş (50. Hükümet'in Kültür Bakanı): Türkiye'nin büyük bir kültürel zenginliği var. Bunlara zaten yeteri kadar sahip çıkılamıyor. Bir de iki bakanlık birleştiğinde turizm, kültürün önüne geçiyor. O yüzden bağımsız bir bakanlık gerekli.


Fikri Sağlar (49 / 50 / 52. Hükümet'in Kültür Bakanı): Sadece kültür bakanlığı söz konusuyken Türkiye'de kültürel hamleler daha hızlı atılmıştır. Ancak son dört yıl içinde kültür turizmin üvey kardeşi olmuş, kültür varlıkları yok edilmiştir. Turizmden başını kaldıramayanlar AKM'nin yıkılmasını söyleyebilecek noktaya gelmiştir. Bu, iki bakanlığın birleşmesinin ne kadar sakıncalı olduğunun en somut örneğidir.


Erkan Mumcu (59. Hükümet'in Kültür ve Turizm Bakanı): Kültürel mirasın, fikri mülkiyet haklarının korunması ve geliştirilmesi, sinema, yayıncılık alanında kaydedilen gelişmelere bakın. Bunları bakanlıkların ayrı olduğu dönemlerle ve bugünle mukayese edin. İki bakanlığın birleştirilmesiyle kültürel mirasın korunması konusunda daha iyi kaynak yaratıldı, bütçeden ayrılan kaynak bin kat daha arttı. Önemli olan bu kurumların hangi vizyon ile idare edileceğidir.


Derviş Zaim (Yönetmen): Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın birbirinden ayrılması, işlerin daha hızlı ve daha kaliteli yürümesini sağlayacaktır. Turizm ile kültür arasında doğrudan ilişki olduğu pek söylenemez. Ülkenin en önemli ihtiyaçlarından birinin kültür olduğunu düşünürsek, kültür için daha diri enerjiler gerekir.


Murathan Mungan (Şair - yazar): Kesinlikle ayrılmalı. Uygulamanın bu olması gerekliliği bir yana, önümüzdeki üç yılın özel önemi nedeniyle özel bir zorunluluktur. 2008, 2009 ve 2010'da önemli etkinlikler var. Bunun için, yalnızca kültüre odaklanmış, kadrolarını buna seferber edecek bir bakanlığa gereksinim var.


Şakir Eczacıbaşı (İstanbul Kültür Sanat Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı): Binlerce yıllık uygarlık kalıntıları üzerinde kurulmuş Türkiye'nin en büyük zenginliği kültürüdür. Kültür Bakanlığı elbette turizmden ayrılmalı, hem de en önde gelen bakanlıklardan biri sayılmalı.

 

AB ülkelerinde kültür ve turizm bakanlıkları konusunda farklı eğilimler olsa da, üyelerin büyük çoğunluğu iki alanı ayrı çatılar altında toplamayı tercih ediyor.


Genel eğilim "kendi başına bir kültür bakanlığı oluşturulması, turizmin de farklı bakanlıkların alt konusu olarak yapılandırılması" şeklinde. Fransa'da ise kültür, Kültür ve Komünikasyon Bakanlığı çatısı altında bulunuyor.


2007'de 2.7 milyar euro'luk bütçesiyle, tüm devlet giderlerinin yaklaşık yüzde 1'ini kontrol etmesine rağmen, Kültür ve Komünikasyon Bakanlığı, genellikle lidere yakınlığıyla bilinen şahsiyetlerin paylaşamadığı, kabinenin en prestijli koltuklarından biri sayılıyor. Daha önce Versailles Şatosu ve Müzesi'nin genel müdürü olan Christine Albanel halen bu bakanlığı yürütüyor. Buna karşılık, GSMH'nin yüzde 6.5'ini üreten turizmcilik, bağımsız bir bakanlık değil.
Ekonomi Bakanlığı çatısı altında bir devlet sekreterliği, yani bakan yardımcılığı şeklinde yürütülüyor.

Haber: Güven Özalp - Sabetay Varol



*****



Turizm çevrelerinde farklı görüşler hakim

Sadettin Ulubay (Club İremtur Yönetim Kurulu Başkanı): Bakanlık ayrılsa da, birlikte de olsa, ekip halinde çalışma olmalı. Kültür ve turizm ayrılmaz iki parçadır. Bakanlıklar ayrıyken, aralarında devamlı çekişme vardı. Birleştirdiler, bu sefer bürokratlarda çatışma başladı. Yine sıkıntılar oldu. Turizm bakanlığı rica bakanlığına dönüyor. Burada önemli olan hükümetin turizme bakışı.


Oktay Varlıer (TYD Yüksek İstişare Başkanı): Kültür ve Turizm Bakanlığı ayrılmamalı. Türkiye'nin arkeolojik, kültürel değerleri ortaya çıkarılıp turizmin içine sunulmalı. Bana göre Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın güçlü bir bakanlık olarak bu iki konuyu bir arada götürmesinde büyük yarar var.


Erhan Çakay (TUROB Genel Sekreteri): İki bakanlık arasında eşgüdüm olması için birleştirilmişti. Ancak böyle bir koo


Murat Ersoy (ETS TUR Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı): Dünyada turizmde önde olan bütün ülkelerde bu iş ayrı yapılıyor. Ayrılması gerektiğine inanıyoruz. İşlevleri bir gibi gözükse de, aslında tamamen ayrı. İstanbul 2010 Kültür Başkenti'nin daha etkin olması için Kültür Bakanlığı ayrılmalı. Kültürel hazinemiz Mısır'dan daha az zengin değil, ancak ortaya çıkarılamadı.

Milliyet, 08.08.2007



*****



BAŞBAKAN HİÇ ŞÜPHEM YOK GÖRÜŞLERİ ÖNEMSEYECEKTİR

 

"Kültür ve Turizm Bakanlığı ayrılmalı" (Hürriyet, 7 Ağustos 2007) yazım üzerine, Yasemin Bay-Nevin Donat arkadaşlarımız, "Kültür ve Turizm ayrılsın mı?" (Milliyet, Çarşamba 8 Ağustos 2007) sorusunu, eski kültür bakanlarına, sanat, edebiyat dünyasının önemli adlarına yöneltmişler, değerlendirmeden uzak tutulmaması gereken yanıtlar almayı başarmışlar.

Soruşturmanın yanındaki sütunda yer alan, Güven Özalp - Sabetay Varol’un hazırladıkları "AB’de genel eğilim ’ayrı bakanlıklar’" da soruşturmayı tamamlamış, karşılaştırma yapma imkánı sağlamış.

Yanıt verenler; Ercan Karakaş, Fikri Sağlar, Erkan Mumcu, Derviş Zaim, Murathan Mungan, Şakir Eczacıbaşı.

Turizm sektöründen cevaplayanlar; Sadettin Ulubay, Oktay Varlıer, Erhan Çakay, Murat Ersoy.

* * *

Erkan Mumcu hariç, gerek kültür bakanları gerek yazarlar, kültür dünyasının tanınmış adları, iki bakanlığın bağımsız olması kanısında birleşiyorlar. İnandırıcı gerekçeleri de var.

Ayrıca, iki bakanlığın bir arada bulunmasının bir başka sakıncası, yatırımların, çalışma saatlerinin bölünmesinin bakanın tercihine kalması. İki bakanlık ayrı ayrı gerektiği alanlarda koordinasyon içinde çalışabilir.

Ercan Karakaş, Fikri Sağlar ayrılmanın yararını savunuyorlar. İkisi de kültür bakanlığı yaptıkları için uygulamadaki ayrı olmanın başarı oranını artıracağını deneyleriyle biliyorlar.

Şakir Eczacıbaşı, kültür zenginliklerimizi her fırsatta dile getiren, hükümetin kültüre ayırdığı bütçenin azlığından yakınan bir kültür ve sanat adamı. O da bağımsızlıktan yana.

Murathan Mungan’ın hatırlatmasını herkes dikkate almalı:

"Kesinlikle ayrılmalı. Uygulamanın bu olması gerekliliği bir yana, önümüzdeki üç yılın özel önemi nedeniyle özel bir zorunluluktur. 2008, 2009 ve 2010’da önemli etkinlikler var."

Benim gibi yalnız İKSV’deki ileriye dönük çalışmaları bilseniz, izleseniz, tek başına bir kültür bakanlığının zorunluluğunu savunursunuz.

Derviş Zaim, iki bakanlık arasında doğrudan ilişki olmadığını belirtiyor.

Sadece Oktay Varlıer, birleşik bakanlıktan yana, diğer iki turizmcinin ayrılmaya bir itirazları yok.

AB ülkelerinde, Turizm bağımsız bir bakanlık değil.

Fransa’da 2007’de 2.7 milyar Euro’luk bütçesiyle, devlet giderlerinin yüzde 1’ini alıyor kültür bakanlığı, üstelik kabinenin en prestijli koltuklarından biri.

* * *

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, bağımsız bir bakanlık yaparak, kültür bakanlığına dinamizm, prestij kazandıracaktır.

Hürriyet, Yazı: Doğan Hızlan, 09.08.2007



*****



ESKİ KÜLTÜR BAKANLARININ BİRLEŞMEYE KARŞI BİLDİRGESİ

 

Eeski kültür bakanlarından Ercan Karakaş telefon etti, iki bakanlık birleştirilirken, eski kültür bakanlarının bu birleşmeye karşı yayınladıkları bildirgeyi gönderdi. Karakaş bir makalesini de faksladı. Onlardan söz edeceğim.

Eski kültür bakanlarının Erkan Mumcu’ya verdikleri, kamuoyuna da açıkladıkları 14 Nisan 2003 tarihli Kültür ve Turizm Bakanlıklarının Birleştirilmesine Karşı Önceki Kültür Bakanlarının Bildirgesi başlıklı yazı şöyle:

Biz aşağıda imzaları bulunan önceki Kültür Bakanları, Türk halkının, Cumhurbaşkanımızın, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin, Başbakan ve Bakanlar Kurulu’nun dikkatini Kültür Bakanlığı ile Turizm Bakanlığı’nın birleştirilmesine ilişkin niyetin ve TBMM’ye sevk edilmiş bulunan kanun tasarısının yanlışlığına çekmeyi bir vicdan görevi olarak görmekteyiz.

1971 Temmuz’undaki kuruluştan 2002 sonlarına kadar, 30 yıldan uzun bir süre içinde birbirinden çok farklı hükümetlerde Kültür Bakanlığı’nı yönetmiş olan eski bakanlar, birleştirme planının ulusal ve kültürel varlığımıza zararlı olabileceği endişesi içindedirler. Nitekim, böyle bir Bakanlık 1980’li yıllarda kısa bir süre denenmiş, sonra yeniden iki ayrı bakanlığa dönülmüştür.

Turizm bir sanayi dalı, bir ticari işletmeciliktir. Kültür ise bir sanat alanıdır. Turizm yatırımcılık, kültür yaratıcılıktır. Tek bir yönetimde, turistik tesis ve etkinliklerin yeryüzündeki en eski uygarlıklardan günümüzdeki dinamik kültürel yaşamımıza kadar süregelen olağanüstü hazinemizi yıpratması gibi bir tehlike vardır. Ülkemiz bu mirası korumak için dünyaya ve gelecek nesillere karşı sorumludur.

Türkiyemizin eski Anadolu uygarlıkları bakımından zenginliği ve çeşitliliği, başka hiçbir ülkeye nasip olmamıştır. Bu topraklar üzerinde biz bin yıldır, görkemli bir Selçuklu, Osmanlı, Türk ve İslam uygarlığı da yarattık. Geçtiğimiz seksen yılda Mustafa Kemal Atatürk’ün "Kültür Cumhuriyeti" iftihar etmemiz gereken bir çağdaş yaratıcılıkla dünyaya örnek oldu.

Birçok ülkede olduğu gibi, bizde de turistik gelişme çoğu zaman, kültürel çevreyi ve varlıkları tehlikeye düşürüyor. Bunun içindir ki hiçbir yerde birleşik bir turizm ve kültür bakanlığı kurulmamıştır.

Türkiye, kültürü turizme kurban etmemelidir. Aksine, Kültür Bakanlığımızın, nitelikli ve uzman kadrolarıyla, bütünlüğü korunmalı. Kültür Bakanlığı güçlendirilmeli, devlet bütçesi içindeki payı binde 3’ten, en az yüzde 1’e çıkarılmalı, koruyucu ve yaratıcı bir kurum olarak geliştirilmelidir. Türkiye öyle bir uygarlıklar hazinesi ve kültür cumhuriyetidir ki hiçbir ülkede kültür bakanlığı olmasa bile bizde güçlü bir Kültür Bakanlığı olmalıdır.

İki bakanlığın birleştirilmesine ilişkin böyle önemli bir kanun tasarısının kültür ve sanatla ilgili kurum ve kişilere sorulmadan ve kamuoyuna yeterince sunulmadan, aceleye getirilerek TBMM’ye sevk edilmesi, bizce vahim bir hatadır. Konunun tekrar düşünülmesini ve danışmalar yapılmasını öneriyoruz.

Bildirgenin altında alfabetik sırayla şu bakanların imzaları yer alıyor:

İsmail Cem - Suat Çağlayan - Agáh Oktay Güner - Talát Halman - Ercan Karakaş - Nermin Neftçi - Fikri Sağlar - Timurçin Savaş - İstemihan Talay - Tınaz Titiz - Namık Kemal Zeybek

Hürriyet, Yazı: Doğan Hızlan, 10.08.2007



MALATYA KALESİ SURLARININ RESTORASYONU BAŞLIYOR

 

Malatya'nın Battalgazi İlçesi'nde bulunan tarihi Malatya Kalesi surlarının son kalıntılarının restorasyon projesinin tamamlandığı, projenin koruma kurulunca onaylanması halinde restorasyon çalışmalarına bu ay başlanacağı bildirildi.

 

Battalgazi Belediye Başkanı Selahattin Gürkan, Batı Roma İmparatoru Justinianus (522-565) döneminde tamamlanan Malatya Kalesi surlarının son kalıntılarının restorasyonu için hazırlanan projenin tamamlandığını belirtti. Projenin önümüzdeki günlerde Koruma Kuruluna gideceğini bildiren Gürkan, ''Proje, koruma kurulunda onay alır, döner sermaye de kaynak ayırırsa restorasyon bu ay başlayacak. Bu yolla 2 bin 700 metre olan surların 550 metresi restore edilmiş olacak'' dedi.

 

1960'lı yıllarda yapılan tapu kadastro çalışmaları sırasında tarihi surların vatandaşlar üzerine tapulandığını hatırlatan Gürkan, yaptıkları çalışmalar sonucu yaklaşık 2 kilometre uzunluğundaki surların 550 metrelik kısmının belediyeye ait olduğunu tespit ettiklerini söyledi.Gürkan, ''Malatya Kalesi'ni oluşturan surların belediyemize ait olan kısmını Kültür ve Turizm Bakanlığına devrettik. Bakanlıkça, surlarla ilgili restorasyon çalışmaları yapılmasını bekliyoruz. Geri kalan kısımlar vatandaşlar üzerine kayıtlı bulunuyor'' diye konuştu.

Turizm Gazetesi, 07.08.2007

ASIRLIK AĞAÇ ANIT OLUYOR

 

Siirt Ticaret ve Sanayi Odası (STSO), merkeze bağlı Çöl köyündeki bin yıllık menengiç ağacının anıt ağaç olarak tescil edilmesi için müracaatta bulundu.

 

STSO ağacın tescil edilmesi için müracaat ettiği Diyarbakır Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'ndan gelen iki kişilik bir heyet ağaç ile ilgili incelemelerde bulundu.

 

STSO Başkan Vekili Nedim Kuzu, "Siirt tarihi, kültürel ve doğal zenginliği bol bir şehir. Oda olarak Siirt'in kalkınması ve gelişmesi üzerimize düşeni yapmaya çalışıyoruz. Diyarbakır Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'ndan gelen heyet ağaç ile ilgili çalışmalarını tamamladı. Tahmini bin yıllık olarak hesaplanan bu anıt ağacın çevre uzunluğu 4 metre 71 santimetre olarak tespit edildi." dedi.

TürkiyeTurizm.com, 07.08.2007

TARİHİ DEĞERLERE SAYGI

 

Gaziantep İl Genel Meclisi, yıkılan Dayı Ahmet Ağa İlköğretim Okulu’nun bulunduğu bölgede yapılacak olan katlı otopark ve işyeri inşaatının tarihi değerlere uygun olarak inşa edilmesi için çalışma başlattı.

İl Genel Meclisi üyesi Mehmet Çetin, bölgede yer alan tarihi Ömeriye Cami’nin yanında yapılması düşünülen katlı otopark ile işyerlerinin, caminin tarihi dokusuna şekilde yapılacağını söyledi. Çetin, “İl Genel Meclisi, aynı zamanda üye olan İnşaat Mühendisleri Odası Başkanı Serdar Uygur ile birlikte proje hazırlanacak. Hazırlanan projede yeraltında 2 kat otopark üzerinde ise tarihi değerlere uygun işyerleri yer alacak” diye konuştu.

 

Projenin en uygun ve ekonomik şekilde yaşama geçmesi için yoğun gayret göstereceklerinin altını çizen Çetin, “Gelecek yıllarda meclis olarak kentimize daha güzel ve farklı projeleri armağan edebilmek için çalışmalara imza atacağız. İl Genel Meclisi eğitim alanında gösterdiği başarılı çalışmalara yenilerini eklerken farklı projelerin yaşama geçirilmesinde etkin rol üstlenecek” dedi.

Gaziantep Hakimiyet, 07.08.2007

KAÇAK KAZI YAPAN 5 KİŞİ YAKALANDI

Mersin’in Silifke İlçesi’nde, kaçak kazı yapan 5 define avcısı jandarmanın düzenlediği operasyonla yakalandı.

İlçe Jandarma Komutanlığı, bir ihbar üzerine ilçeye bağlı Çeltikçi Köyü Mezarlık Mevkii’ne baskın yaptı. Jandarma bölgedeki tarlalarda kepçe ile kaza yapan Hüseyin Bıyık (26), Mehmet Genç (43), Ahmet Usca (23), Ahmet Dur (47) ve İbrahim Usca’yı (42) suçüstü yakaladı.

 

Roma dönemine ait sütun gövdesi ve tarihi taşları parçaladığı belirlenen define avcılarının açtığı çukurdan küp kalıntıları bulundu. Gözaltına alınan zanlıların sorgularında suçlarını kabul etmediği öğrenildi. Soruşturma sürüyor.

Mersin Kent Haber, 07.08.2007

DEFİNE AVCILARI JANDARMA VURDU

 

Amasya'da kaçak kazı yapan bir grupla jandarma ekipleri arasında çıkan çatışmada 1 er yaralandı.

 

Olay, dün Keşlik Köyü Mevkii'nde meydana geldi. Devriye gezen jandarma ekipleri, kaçak kazı yapan bir grupla karşılaştı. Jandarmanın teslim ol çağrısına grup ateşle karşılık verince çatışma çıktı. Çıkan çatışmada er Yılmaz Ünal Ün yaralandı. Jandarmaya ateş eden Ali Şan İ., Yılmaz G., Recep K. ve Ali Durmuş K., etkisiz hale getirilerek gözaltına alındı.

 

Yaralı er, Amasya Sabuncuoğlu Şerafeddin Devlet Hastanesi'ne kaldırıldı.

Milliyet, 07.08.2007

VATANDAŞA TARİH DESTEĞİ





Kocaeli Büyükşehir Belediyesi Tarihi Mekanlar ve Kent Estetiği Müdürlüğü tarafından oluşturulan KUDEP, tarihi mekanlar konusunda vatandaşı bilgilendirme toplantılarını sürdürüyor. Şu ana kadar İzmit’te iki, Gölcük Saraylı Köyü, Tavşancıl, Gebze merkez ve Değirmendere’de tarihi mekan sahibi insanlarla toplantı yapılarak, yapılması gereken, tanınan haklar ve izlenmesi gereken yollar konusunda bilgi verildi. Toplantılarda vatandaşlar küçük bir işlem için bile aylarca bekletildiklerinden dert yandı.

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından Kocaeli’de tescilli 650 eser içinde ev konumunda olan 450 binanın sahipleri, KUDEP tarafından tek tek belirlendi. Bina sahiplerinin onarım, bakım, restorasyon işleri için gösterilen her çabayı destekleyen KUDEP, basit boya, çatı tamiri gibi işlemlere izin verme yetkisine sahip. Bu tür basit işlemler için vatandaşın aylarca bakanlık onayını beklemesi gerekmiyor. KUDEP’in görevleri arasında onaylı projelerin uygulamasını denetlemek ve tamamlananlar hakkında görüş vermek, Koruma Yüksek Kurulu veya Bölge Kurulu’nun kararlarına aykırı uygulamaları denetlemek yetkisine sahip.

 

KUDEP, tarihi yapı sahiplerine bakım ve onarım işlerinde büyük kolaylık sağlıyor. Daha önce basit onarım işlemleri için aylarca beklemek zorunda kalan yapı sahipleri artık KUDEP sayesinde işlemlerini daha hızlı sonuçlandırıyor. Sahibi oldukları tarihi binayı onarmak isteyenler, mülkiyet durumuyla ilgili belgeyi, yapının mevcut durum fotoğraflarını, yapacağı uygulamaya ilişkin açıklayıcı bilgiyi içeren dilekçesiyle beraber KUDEP’ e müracaat edebiliyor. Başvurular KUDEP uzmanlarınca incelendikten sonra yapılacak uygulama ile ilgili koşulların belirtildiği bir izin belgesi düzenleniyor. Tadilat ve tamiratlar tamamlandıktan sonra, yapılan çalışmayı denetleyen KUDEP, çalışma izin belgesi doğrultusunda tamamlanmışsa, uygunluk belgesi veriyor. Onarım, izin belgesi dışına çıkılarak yapılmışsa, durumu Koruma Bölge Kurulu’na rapor ediyor.

 

KUDEP, tarihi yapıların onarım ve bakım sürecinde, Kültür ve Turizm Bakanlığı ile mülk sahipleri arasında köprü oluyor. Binasını onarmak isteyen kişilere, onarımın tahmini tutarı ve teknik rapor hazırlayan KUDEP, bu sayede vatandaşın yükünü de hafifletiyor. Hazırlanan raporlar doğrultusunda vatandaşlar, onarımı yapılacak olan binalar için bakanlık tarafından verilen 50 bin YTL ile 200 bin YTL arasında değişen restorasyon yardımını bu raporlarla alabiliyor.

Özgür Kocaeli, 07.08.2007

MENDİLE İŞLENEN TARİHLER





Türkiye Sualtı Arkeoloji Vakfı Başkanı, Araştırmacı ve Koleksiyoncu Oğuz Aydemir’in 70 parçalık ipek hatıra mendilleri koleksiyonu, 150 yıllık tarihin dönüm noktalarına ışık tutuyor. 2001 yılında ‘kendisini emekli eden’ Aydemir, koleksiyonuna Alaçatı’daki evinde gözü gibi bakıyor.

Osmanlı tarihi, denizcilik ve tarihin önemli savaşlarına ilgi duyan ve bu konularda uzun araştırmalar yapan Aydemir’in, 35 yıl önce tesadüfen başladığı tarihi ipek mendiller koleksiyonu, bugün Türkiye’nin bu konudaki en büyük koleksiyonu haline geldi.

Avrupa ülkelerinde yaygın olan önemli olayların hatırasına mendil bastırma geleneğinin Osmanlı’ya da yayıldığını belirten Aydemir, her biri birer tarihi belge olan ipek mendilleri toplamanın kendisinde bir tutku haline geldiğini söyledi. Koleksiyonunda 1856 yılında Kırım Savaşı’nın kazanılması anısına bastırılan ve savaşı yöneten komutanların resimlerinin yer aldığı ipek mendilden Cumhuriyet tarihine kadar 70’i aşan sayıda parçanın bulunduğunu dile getiren Aydemir, padişahlar, komutanlar ve önemli zaferler anısına sınırlı sayıda dokunan ipek mendillerin, Çanakkale Zaferi’nin kutlama törenleri kapsamında geçen mart ayında Harp Akademileri Komutanlığı’nda sergilendiğini belirtti.

Koleksiyonda, padişahlar Sultan Abdülaziz ve 5. Mehmet Reşat ile Mithat Paşa, Mahmut Şevket Paşa gibi sadrazamların, Kırım, 1897 Yunan Savaşı, Çanakkale ve Kurtuluş savaşlarının, 2. Meşrutiyet, Meclis-i Mebusan’ın kurulması gibi olayların, Hicaz Demiryolları’nın açılışı, Sümerbank’ın kuruluşu gibi projelerin, Hamidiye Kruvazörü’nün alımı, parasının ödenmesine rağmen İngilizlerin vermediği Sultan Osman-ı Evvel gemisinin anısına bastırılan ipek mendillerin yanı sıra, Atatürk anısına bastırılan bir ipek mendil de bulunuyor.
Aydemir’in koleksiyonlarındaki en önemli parçalarından biri ise 1933 yılında Ege Askeri Manevraları’nı izlemek üzere geldiği İzmir’de Bornova Askeri Mektebi Kulübü’nü ziyareti sırasında Atatürk’e kahve ikram edilen Türk kahve takımı.

Osmanlı ferman ve beratlarından oluşan bir koleksiyona daha sahip olan Aydemir, Kanuni Sultan Süleyman’dan son padişahlara kadar hemen tüm padişahlardan ferman ve beratlarının koleksiyon içinde yer aldığını kaydetti. Aydemir, tarihe Çeşme Bozgunu olarak geçen, 1770 yılında Osmanlı-Rus Deniz Savaşı’yla ilgili belgeleri ABD’de açılan bir açık artırmada satın alarak 2004 yılında Çeşme Kalesi içindeki müzede açılan bir holde sergilemişti.

Türkiye Gazetesi, 07.08.2007

CİHANOĞLU CAMİİ İLGİ BEKLİYOR

 

Aydın'ın en eski camileri arasında yer alan Cihanoğlu Camii yetkililerin ilgisini bekliyor.

 

Müderris Cihanoğlu Abdülaziz tarafından 1756 yılında yaptırılan ve Aydın'da bulunan en önemli Osmanlı dönemi eserleri arasında yer alan Cihanoğlu Camii'nin avlusu çöplerle dolu. Vatandaşlardan Ahmet Kılıç, caminin avlusunun uzun zamandır temizlenmediğini öne sürerek, avluda bulunan bölmelerin tahrip edildiğini ve bu bölmelerin sokakta yaşayanlar tarafından yatma yeri olarak kullanıldığını iddia etti. Yetkililerden tarihi camiye sahip çıkmalarını isteyen Kılıç,"Okulların kapanmasıyla birlikte caminin avlusunda büroları bulunan sivil toplum örgütleri de buraya gelmez oldu. Avlunun bir çok yeri çöplerle dolu. Caminin bahçesindeki ağaçlar ve bitkiler sulanmazken, şadırvanın suları boşa akıyor" diye konuştu.

Haber Ekspres, 07.08.2007

10 BİN YIL ÖNCEKİ İNSAN YÜZÜ

 

Anadolu'daki en önemli arkeolojik kazı alanlarından Çatalhöyük'te yaklaşık 10 bin yıl öncesine ait insan yüzü kabartmalı bir çömlek bulundu. 2007 yılı kazılarındaki en önemli buluntulardan biri olan kabartmalı çömleğin parçalarının MÖ 6700 yılına tarihlenen bir çöp yığını içinden çıkarıldığı açıklandı.

 

 

Kazı ekibi tarafından parçaları birleştirilen oval çömleğin iki sivri yüzünde insan yüzü şeklinde kabartma ve işlemeler bulunuyor. Çömleğin diğer yüzlerinde ise boynuz ve kulakları betimlenen boğa motifleri var. Hem insan hem boğa motifleri barındıran kap, Çatalhöyük insanlarının özel eşyalar yaptığını ve sanatsal yeteneklerini gösteriyor.

Zaman, 07.08.2007

TARİH YOLCULUĞUNA YENİDEN ÇIKACAKLAR

 

Perslerden kaçan Foçalı denizcilerin Akdeniz kültürünü kurduğu tarihi yolculukları, 2600 yıl sonra tekrar canlandırılacak. Aslına sadık kalınarak inşa edilecek 2 gemi, 20 kişilik ekiple 2008 Nisan ayında Foça’dan Marsilya’ya hareket edecek.

360 Derece Tarih Araştırmaları Grubu ve Foça Belediyesi’nin yürüttüğü çalışma kapsamında, MÖ 600’lü yıllarda denizcilikte çok güçlü konumdaki Foça’ya özgü tekneler aslına uygun olarak yeniden yapılacak. Tekneler, Yunanistan ve İtalya’ya da uğrayarak Marsilya’ya gidecek. Projenin tanıtımı amacıyla Foça Festivali kapsamında oluşturulan stantta, yapımı süren teknelere ilişkin maket ve parçalar gösterime sunuldu. 360 Derece Grubu’nun daha önce tamamladığı en eski deniz batığı Uluburun’un aslına uygun olarak yapılan teknesi de Foça Limanı’na demirledi.

Uluburun teknesinde açıklamalarda bulunan 360 Derece Koordinasyon Şefi Arkeolog Osman Erkurt, Ege’nin Smyrna ile birlikte en önemli İon kenti olan Fokaia’nın, dayanıklı ve hızlı gemi yapmakta usta bir medeniyet olduğunu belirtti. MÖ 600’lü yıllardaki Pers istilasından kaçan Foçalıların İspanya’ya kadar olan kıyılarda kurdukları kolonilerin gelişerek ortak Akdeniz kültürünü başlattığını dile getiren Erkurt, Marsilya Limanı’ndaki pirinç plakette yazılı “Bu şehir MÖ 600 yılında Anadolu’dan gelen Foçalılar tarafından kurulmuştur” yazısının kendilerini bu konuda bir proje üretmeye ittiğini söyledi.

Anadolu’nun Akdeniz kültürünün oluşumundaki rolünü bir kez daha vurgulamak amacıyla “Foça-Marsilya Tarihe Yolculuk” projesini başlattıklarını belirten Erkurt, proje kapsamında arkeolojik verilere dayanarak o dönemde kullanılan bir ticaret, bir de savaş gemisi yapacaklarını söyledi. Erkurt, şu bilgileri verdi:

“19 metrelik ve 20 kişi kapasiteli bir savaş ve 15 metrelik 14 kişi kapasiteli ticaret gemisi yapacağız. Bir geminin altyapısı şu anda Urla’daki Sualtı Araştırma Merkezi’nde yapılıyor. Teknenin diğer bölümleriyse Foça’da tamamlanacak. İlk tekneyi eylül ayına kadar tamamlayıp, ekim ayında yapacağımız tanıtım toplantısı sonrası Midilli ve İstanbul’a deneme seferine çıkarmayı hedefliyoruz. Gelecek yıla kadar tamamlanacak ikinci gemiyle birlikte 2008 yazı başında düzenlenecek bir törenle Foça’dan Marsilya’ya yolculuk başlayacak. Bin 500 deniz mili sürecek yolculukta Foçalı gemicilerin koloni kurduğu Midilli’nin Molyvoz, İtalya’nın Elea, Syracuse, Olbia ve Alalia limanlarıyla Fransa’nın Nikaia, Antipolis limanlarına da uğrayacak gemiler Marsilya limanına varacak.”

Projenin Avrupa’da da takip edildiğini ve büyük ilgiyle karşılandığını kaydeden Erkurt, kendilerinin çok büyük heyecanla çalışmaları sürdürdüklerini ifade etti.

Foça Belediye Başkanı Gökhan Demirağ, Foça kolonilerinin kurduğu kentlerdeki yerel yöneticilerle iletişim halinde olduklarını, gelecek dönemde bu kentleri bir araya getirecek bir proje hazırlığında olduklarını belirtti.

Akşam Ege, 07.08.2007

3.2 MİLYON YILLIK İSKELET

 

Dünyanın en eski insan iskeleti, ABD'deki müzelerde sergilenmek üzere Etiyopya'nın dışına çıkarıldı. Arkeologlar, “Lucy” adıyla bilinen 3,2 milyon yıllık iskeletin hareket ettirilmesinin sakıncalı olduğunu söylerken, çok sayıda Etiyopyalı iskeletin ülke dışına çıkarılmasına tepki gösterdi. Smithsonian Enstitüsü uzmanlarından Zelalem Assefa, iskeletin hareket ettirilmesini tasvip etmediklerini ve kalıntıların, üzerine kumar oynanamayacak kadar değerli olduklarını söyledi. Etiyopya'nın kuzeydoğusunda 1974 yılında ortaya çıkartılan Lucy, uzmanların, insan gelişimine dair teoriler üzerinde tekrar düşünmelerine yol açmıştı.

 

İskelet, Etiyopya'da sadece iki kez sergilendi.

Yeni Şafak, 07.08.2007

40 DERECEDE TARİH GÜN YÜZÜNE ÇIKIYOR

 

Prof. Dr. Haluk Abbasoğlu başkanlığında İstanbul Üniversitesi Arkeoloji Bölümü’nden 30 kişiden oluşan arkeoloji ekibi, Antalya’nın Perge Antik Kenti’nde 2007 kazı sezonunu açtı. 1 Ağustos’ta başlayan kazı ve restorasyon çalışmalarına; yöredeki köylüler de işgücü takviyesi yapıyor. Hava sıcaklığının 40 dereceyi aştığı kızgın güneş altında tarihi aydınlatmaya çalışan ekibin 2007 kazı sezonu 20 Eylül’de sona erecek. Sıcağa rağmen tarihi aydınlatmaya ve ayağa kaldırmaya çalışan ekip inşaat amelelerine taş çıkartıyor. Aralarında üniversite öğrencisi genç kızların da bulunduğu ekip, Perge’deki mezar tiplerini tespit etmek için nekropoldeki lahitleri açıp, sütunlu caddede kazı yapıp, Perge hamamlarındaki mozaiklerin restorasyonunu gerçekleştiriyorlar. Kazı ekibinde görevli arkeologlar ve yövmiyeli olarak kazılarda çalışan köylüler, sıcağa aldırmadıklarını söylediler.

Antalya kent merkezine en yakın ören yeri sıfatını da taşıyan Aksu Beldesi sınırlarındaki Perge Antik Kenti’ndeki kazı ve restorasyon çalışmalarıyla ilgili İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Araştırma Görevlisi Aşkım Özdizbay bilgi verdi. Kazıların ‘nekropol’ adı verilen antik şehrin mezarlığındaki iki ayrı noktada yoğunlaşacağını belirten Özdizbay, “Geçen yıl 159 numaralı parselde başlattığımız kazılarda birçok lahit ortaya çıkartıldı. Bu parseldeki kazıyla Perge nekropolindeki mezar tiplerini daha iyi anlamış olacağız” dedi.

Bu yıl geçen yıllarda başlanan Sütunlu Cadde'nin kazı çalışmalarını tamamlamayı planladıklarını açıklayan Özdizbay, “Sütünlu Cadde kazıları tamamlanınca burada restorasyon çalışmaları daha rahat gerçekleştirilecek. Sütunlu cadde ziyaretçilerin büyük ilgisini çekiyor. Roma dönemine ait bu caddenin insanı etkileyen antik çağdaki abidevi görüntüsünü sağlamak için yıkık sütunların sıralanması gerekiyor. Bu nedenle önce sağlam sütunları ayağa kaldıracağız. Kültür Bilincini Geliştirme Vakfı’nın ‘Bir sütun da siz dikin’ kampanyasına katılan hayırseverlerden elde edilen gelirle bu sütunları ayağa kaldırıyoruz. Dikilen her sütunun altına da maddi destek sağlayan kişinin adını yazıyoruz” dedi.

 

Perge’deki kazılar, Kültür ve Turizm Bakanlığı başta olmak üzere İstanbul Üniversitesi Araştırma Fonu, Suna İnan Kıraç Akdeniz Medeniyetleri Araştırma Enstitüsü, Kültür Bilincini Geliştirme Vakfı desteğinde gerçekleştiriliyor.

Akşam Akdeniz, Haber: Mustafa Kozak, 07.08.2007

MÜZE SOYMAK İÇİN PARASIZ GİRİLEN GÜNÜ SEÇTİLER

 

Fransa'nın güneyindeki Nice kentinin Güzel Sanatlar Müzesi'nden çok değerli 4 tablo çalındı. Yüksek değerdeki iki Bruegel (sağda), bir Sisley ve bir Monet tablosu, bilinmeyen sayıda hırsız tarafından akşam saatlerinde götürüldü. Pazar günleri müzeye girişin ücretsiz olduğunu hatırlatan polis, hırsızların silahlı olduğunu kaydetti. Müzeden 1998'de de Monet ve Sisley'e ait 2 tablo çalınmış, tablolar bir hafta sonra bulunmuştu.

Milliyet, 07.08.2007

8 MİLYON YILLIK BİR ORMAN BULUNDU

 

Kuzey doğu Macaristan’da,  Bukkabrany’de iyi korunmuş ve fosil durumda olmayan sekiz milyon yıllık bir selvi ormanı bulundu.

 

AFP’ye bir açıklamada bulunan yerel Otto Herman müzesi yöneticisi Tamas Pusztai “Ağaçların, kömür veya fosile dönüşmeden, tahta dokuları ile sapasağlam durması bu keşfi son derece istisnai yapmakta” dedi. Arkeologlar, birkaç haftalık bir kazı sonunda, geçen hafta keşfi açıklamışlardı. Bölgede çalışan işçiler tarafından ilk önce kömürleşmiş birkaç ağaç gövdesi bulnmuştu. Fakat daha alt tabakalarda birdenbire tahta dokuları ile birlikte sağlam durumda 16 ağaç gövdesi bulundu. Kazı, 3.500 metre kare büyüklüğünde bir açık madende, yaklaşık 60 m derinlikte sürdürülmekte.

 

Ağaçların çoğu 2-3 m çapında ve yaklaşık 6 m yüksekliğinde. Bu türün normal yüksekliği 30-40 m arasında olduğu düşünülürse, ağaçların tümünün sadece altlarının kaldığı söylenebilir. Loran Eotvos Doğa Bilimi Üniversitesi’nden paleontoloji bölüm başkanı Miklos Kazmer’in açıklamasına göre Miyosen Dönemde bölgede bulunan çok büyük bir gölün bataklık sahil kesiminde yetişen bu ağaçlar, büyük olasılıkla bir kum fırtınası sonucunda 6 m yuksekliğe kadar kuma gömülerek korunmuşlar.

 

Maden, ağaçların korunması ile ilgili bir çözüm bulunana kadar tüm ziyaretçilere ve çalışmalara kapatılmış durumda. 

AFP ve Yahoonews, Haber: Geza Molnar, 06.08.2007

SULTAN SELİM KÜLLİYESİ RESTORE ÇALIŞMASI BİTTİ

 

Konya Karapınar'da bulunan Sultan Selim Külliyesi'nin restorasyon çalışmaları tamamlandı.

 

Vakıflar Bölge Müdürlüğü'nce 4 yıl önce başlatılan çalışmalar kapsamında, Külliye Çarşısı'nın restorasyonu yapılmıştı. Son olarak arasta bölümü ile mutfak, aşevi ve imaret kısımlarının da restore edilmesiyle çalışmalar tamamlandı. Restorasyon çalışmalarını yürüten firmanın sorumlusu Zekeriya Çayır, uzun süredir devam eden çalışmalar sonucunda, külliyenin program dahilindeki bölümlerinde restorasyon çalışmalarının bittiğini söyledi. Çayır, buraların nasıl değerlendirileceğine Vakıflar Bölge Müdürlüğünün karar vereceğini kaydetti.

Merhaba Gazetesi, 06.08.2007

'SİNAN'A SAYGI'DA YENİ HARİTALAR

 

Mimar Sinan'ın eserlerinin tanıtıldığı, "İstanbul" ve "Trakya" gezi haritalarından sonra "Anadolu" ve "Orta Doğu ve Balkanlar" haritaları üzerinde çalışılıyor. ÇEKÜL Vakfı Ankara Temsilcisi Faruk Soydemir,  "Sinan'a Saygı" projesiyle, Türkiye sınırları içinde ve dışındaki olağanüstü mimarlık mirasının hak ettiği öneme ve bakıma kavuşturulmasını amaçladıklarını belirterek, "Dünyadaki Sinan eserlerinin envanter çalışmasını gerçekleştirirken, onun mirasına saygıyı egemen kılmayı, bu yönde toplumsal bilinç ve sahiplik duygusu yaratmayı hedefledik" dedi. Projenin bir başka boyutunun da Sinan'ın başyapıtlarının tanıtımı, bakımı ve onarımı için kaynak yaratılmasını özendirmek olduğuna işaret eden Soydemir, çalışmanın geçmişinin, 1998 yılında başlayan "Sinan'a Saygı Gezileri"ne dayandığını ifade etti. Soydemir, söz konusu gezilerin yarattığı coşkunun, ÇEKÜL gençlik birimini, "Mimar Sinan Envanteri" çıkarmaya yönelttiğini söyleyerek, şöyle konuştu: "Sonraki yıllarda Sinan eserlerini tanıma, fotoğraflama, günümüzdeki durumlarını belgeleme çalışmaları adım adım yol aldı. ÇEKÜL bölge temsilcilerinin desteğiyle envanterin kapsamı, İstanbul'dan Anadolu'ya, Trakya'ya ve ulusal sınırlar dışına taşındı. Osmanlı İmparatorluğu'nun geniş coğrafyasında, Sinan'ın çağları aşan mirası belgelendi" diye konuştu. "Mimar Sinan Envanteri"ndeki 15 yıllık birikimin, gezi haritalarına dönüşmeye başladığını belirten Faruk Soydemir, "Mimar Sinan Eserleri İstanbul Gezi Haritası"nın, Atlas Dergisi'nin desteğiyle Şubat 2007'de yayımlandığını, "Mimar Sinan Eserleri Trakya Gezi Haritası"nın ise Nisan 2007'de tamamlandığını kaydederek, "Mimar Sinan Eserleri Anadolu Gezi Haritası üzerinde çalışmalar devam ediyor. Yıl sonuna kadar tamamlanması düşünülüyor" dedi. Soydemir, haritaların dördüncü etabı olan, "Mimar Sinan Eserleri Balkanlar ve Ortadoğu Gezi Haritası"nın da gelecek sene hazırlanacağını, Orta Doğu kısmının ise Suriye ve Halep odaklı olacağını söyledi. Haritaların, amacına ulaştığını düşündüklerini söyleyen Soydemir, "İsteyen kişiler, bu haritaları vakfımızdan temin edebilirler. TÜRSAB'la yaptığımız iş birliği çerçevesinde de tanıtım çalışmaları devam ediyor" dedi. Soydemir, İstanbul'da "Sinan'a Saygı" turlarının da gerçekleştirildiğini bildirdi.

Milliyet, 06.08.2007

ESKİŞEHİR'İN ADI TESCİLLENDİ, TARİHİ TAŞ DEVRİNE UZANIYOR

 

Seyitgazi iİçesi'nin Yenikent köyü yakınlarındaki Küllüoba Höyüğü'nde yapılan kazılarda, Eskişehir'in taş devrinde kurulduğu ve MÖ 5000 yıllarında önemli bir ticaret merkezi olduğu saptandı.

 

15 yıl önce tespit edilen Küllüoba Höyüğü'ndeki kazı çalışmaları 12 yıldır sürüyor. Kazı çalışmalarına 2 öğretim üyesi, öğrenci ve işçiden oluşan toplam 30 kişi katılıyor. Bu yılki kazılar temmuz ayında başladı ve ekim ayı sonunda tamamlanacak.

 

İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Protohistorya ve Ön Asya Arkeoloji Anabilim Dalı tarafından yürütülen kazılarda, ilginç bulgulara rastlanıyor. Buna göre Türkiye ekonomisinde önemli rolü olan Eskişehir'in taş devrinde kurulduğu, MÖ 5000 yıllarında da önemli bir ticaret merkezi olduğu tespit edildi. Üniversitenin anabilim dalı ve kazı çalışmasının başkanı Prof. Dr. Turan Efe, Küllüoba'nın Batı Anadolu Prehistoryası için önemli bir yere sahip olduğunu söyledi.

Zaman, Haber: Mehmet Kuru, 06.08.2007

BURSA ULUCAMİ'NİN MİNBER RÖLÖVESİ ÇİZİLDİ

 

Restorasyonu devam eden Ulucami`nin 670 yıllık minberinin rölövesi çıkarıldı. Nakkaş İrteş, Osmanlılar`ın astronomide zirvede olduğunu belgeleyen detayların ortaya çıkarıldığını söyledi.





Ulucami`nin dünyada bir benzeri bulunmayan ahşap minberinin rölövesi çizildi. Bursa Ticaret ve Sanayi Odası`nın desteği ile onarımı başlatılan 670 yıllık minberin üzerindeki bütün motifler en ince teferruatına kadar Nakkaş Mimar Semih İrteş başkanlığındaki bir ekip tarafından çizildi.
Ahşap motif ve sedef kakmaların kaybolmasına yol açan minberin üzerindeki 12 kat vernik ve cila, özel yöntemlerle kazındı. Elle tek tek üzeri temizlenen minberin motifleri net bir şekilde ortaya çıkartıldı. Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu ile Vakıflar Genel Müdürlüğü ekiplerinin kontrolünde temizlenen minberin bir kaydının bulunması için, Nakkaş Semih İrteş ve ekibi tek tek bütün motifleri katmanlarına kadar çizerek rölöve hazırladı.

Yapılan temizlik çalışmasında, Osmanlılar`ın astronomi ilminde de zirve olduğunu belgeleyen detaylar ortaya çıktı. Minbere işlenen güneş sisteminin, bugünkü bilimin tespit ettiği uzaklıklarda olduğu tespit edildi. Güneş sistemindeki gezegenler ile dünyanın etrafında döner halde resmedilen ayın dışında, Plüton`un metal olarak ve gezegenlerden ayrı bir yerde minbere nakşedilmesi dikkati çekti. Metal grubundan helyum gazı ağırlıklı olan Plüton`un, minberde, diğer gezegenlerden farklı bir yerde yer aldığı ve ahşap yerine tunçtan yapıldığı görüldü.


Nakkaş İrteş, Galilo`dan tam 230 yıl önce, 1396 yılında, Osmanlı alimlerinin verdiği projeye göre yapıldığı anlaşılan minberde, Güneş sisteminin günümüzde tespit edilen uzaklıklarına göre resmedilmesinin hayret verici olduğunu söyledi. İrteş, `Biz Ulucami minberinin ahşap motiflerindeki 2-3 katlı parçaların nasıl yapıldığına, minberin geçmeli olarak nasıl birleştirildiğine kafa yorarken, asıl önemli olan figürün güneş sisteminin nakşedildiği doğu cephesi olduğunu görüyoruz. Osmanlı alimlerinin ve sanatkarlarının zirvede olduklarını gösteren muhteşen bir eser olarak Ulucami minberinin rölevisini en ince detayına kadar elle çizerek ortaya çıkarttık. Bir nakkaş olarak bu çalışmayı, mesleğimizin en nadide eserini kurtarmak ve meslek büyüklerimize saygı adına gerçekleştirdik.

Bursalılara, minbere sahip çıkmaları çağrısında bulunan İrteş, `Minberde bazı parçaların 100 yıl kadar önce taklit olarak yapılması ile birlikte, bazı parçaların yerine alçılarla uydurma kapatmaların yapılmış olduğunu gördük. Bunlar çok önemli miktarda değil, şimdi bu parçaların orijinale en yakın özellikteki benzerlerinin yapılarak takılması ve minberin kondüsyonunun arttırılması için son çalışmalar gerçekleştirilecek` dedi.


Bu çalışmanın, Ulucami tarihinde 670 yıllık minber üzerinde yapılan en hassas ve en ciddi bir restorasyon çalışması olduğunu vurgulayan İrteş,  `Bursa ve Türkiye çok önemli bir eseri yeniden kazanıyor. Ulucami`nin minberinin hem kündekari sanatı ile alakalı, hem de Güneş sisteminin motiflendirilmesi ile dünya bilim tarihine yön vermesi bakımından ders kitaplarında geniş olarak yer alması gerektiğini düşünüyorum` diye konuştu.

Bursa Olay, 06.08.2007

MUĞLA'DA TARİHİ ESER OPERASYONU

 

Muğla'nın Milas İlçesi'nde çok sayıda tarihi eser ele geçirildi.

 

Muğla Emniyet Müdürlüğü'nce düzenlenen operasyonda, MÖ 3 bin yıllarına ait Tunç Devri baltalarıyla, değişik dönemlere ait sikke, heykel ve tanrı figürleri ele geçirildi.

 

283 parçadan oluşan tarihi eserlerle ilgili 2 kişi gözaltına alındı.

Trt/Haber, 06.08.2007

ATATÜRK ÜNİVERSİTESİ, ARKEOLOJİ DÜNYASINA IŞIK TUTUYOR

 

Erzurum Atatürk Üniversitesi Arkeoloji Bölümü'nden Yardımcı Doçent Doktor Koçhan'ın başkanlığındaki 4 arkeolog, 20 öğrenci ve 220 işçiyle 1 ay süren kazı çalışmalarının bu yılki bölümünün sona erdiği kaydedildi.

 

Balıkesir'in Erdek ilçesinde 3 bin yıllık tarihi olan Kyzikos Antik Kenti'nde bulunan ve dünyanın en büyük tapınaklarından birisi olarak kabul edilen Hadrian Tapınağı'nda sürdürülen kazı çalışmaları sona erdi.

 

Erdek Düzler mevkiindeki alanda 6 Temmuz'da çalışmalara başlayan Erzurum Atatürk Üniversitesi Arkeoloji Bölümü'nden Yardımcı Doçent Doktor Nurettin Koçhan'ın başkanlığındaki 4 arkeolog, 20 öğrenci ve 220 işçiyle 1 ay süren kazı çalışmalarının bu yılki bölümünün sona erdiği kaydedildi.

 

Kazılar hakkında bilgi veren Kazı Başkanı Nurettin Koçhan, 1 ay süren çalışmalarında arkeoloji dünyasına ışık tutacak Milattan Önce 334 yıllarına ait önemli eserlerini gün ışığına çıkardıklarını belirtti. Hadrian Tapınağı'nın yaklaşık 150 metre genişliği ve 180 metrelik uzunluğuyla dünyanın en büyük tapınaklarından biri olduğuna değinen Koçhan, "Burası, büyüklüğü ve süslemeleriyle çok sayıda kaynak ve araştırmacı tarafından dünyanın 8. harikası olarak nitelendiriliyor. Kyzikos Antik Kenti'ndeki kazı çalışmalarımızda öncelikli olarak bu tapınağı gün yüzüne çıkarmayı amaçlıyoruz. Bu yılki kazılarımız sırasında içerisinde 10 kişiye ait iskelet ve kafataslarıyla, ölü eşyalarının bulunduğu ve hiç bozulmamış bin 800 yıllık lahit mezar da ortaya çıkardık. 5 yıla kadar tapınaktaki çalışmalarımızı büyük ölçüde tamamlayarak buranın turizme açılmasını amaçlıyoruz. Kazı çalışmalarımıza 2 yıldır büyük destek veren Erdek Belediyesi ve Kaymakamlığı'na da çok teşekkür ediyoruz" dedi.

Erzurum Gazetesi, 06.08.2007

İSTANBUL'UN ALTINDAN ÇIKAN HAZİNELER





Gündüz bile yolundan kuş uçmayan, kervan geçmeyen 'İstanbul Arkeoloji Müzeleri' şimdilerde Marmaray Projesi kapsamında gerçekleşen kazı çalışmalarından çıkan eserlere ev sahipliği yapıyor.

 

Bu sayede yoğun günler yaşayan müze, sergilenen eserlerle, İstanbul için söylenen 'taşı toprağı altın' sözünü haklı çıkarıyor. Yedi tepeli şehrin iki yakasını demiryolu hatlarıyla birleştirecek Marmaray Projesi'yle çıkarılan eserler, 'Gün Işığında. İstanbul'un 8000 Yılı. Marmaray, Metro, Sultanahmet Kazıları' başlıklı sergiyle izleniyor. Üsküdar, Sirkeci, Yenikapı ve Sultanahmet Eski Cezaevi'nde yapılan kazılardan çıkan sikkelerden kaselere, çanak çömlekten buhurdanlara, koku şişelerinden İznik çinilerine kentin tarihine ışık tutacak 500'e yakın eser meraklısını bekliyor.

 

Üsküdar, Sirkeci, Yenikapı ve Sultanahmet Eski Cezaevi olarak dört bölümde sunulan sergi, bu tarihi semtlerdeki inancı, günlük yaşamı ve ticareti kısım kısım yansıtıyor. Bir labirenti andıran görüntüsü ile geçmiş zamanı seyre davet eden serginin dört bir yanından bir eser çıkıyor. Camekanların içine oturtulmuş eşyalardan gözünüzü alıp tavana baktığınızda, plastik siyah kasalar içine serpiştirilmiş çanak çömlek kırıklarının sizi gözetlediğini fark ediyorsunuz.  Camekanlara tekrar döndüğünüzde taraklar, oyun zarları, sırlı kaseler, yüzükler, küpeler, suyun içinde bekleyen çıpalar, yemek kapları, kadehler derken, her eser kendi öyküsünü anlatıyor. Yıllarca şehrin bağrında saklı kalmış eserlerde, gün yüzüne çıkmanın sevinci seziliyor.

 

Kazı çalışmaları sırasında, en dikkati çeken semtlerden biri antik çağdaki adı, Kirsopolis olan Üsküdar olmuş. Önemli bir liman olan 'Kirsopolis Koyu' bugünkü meydanın içlerine kadar uzanıyormuş. Antikçağda Kalkedonya'ya (Kadıköy) bağlı bir kasaba yapısı içinde yer alan semtin etrafının o zamanlar tümüyle kale duvarlarıyla çevrili olduğu çeşitli kaynaklarda yazıyor. Nitekim, Evliya Çelebi de Üsküdar surlarının kalıntılarının göründüğünü seyahatnamesinde belirtmekte ve semtin kara tarafında Çamlıca eteklerine kadar, korunma amaçlı hendeklerin bulunduğunu söylemekte. Burada yapılan kazılarda çeşitli kalıntılar, Osmanlı dönemine ait bedestenler, Bizans ve Roma dönemi eserlerinin yanında porselen, mumluk, testi ve İznik çömlekleri bulunmuş.

 

Kazıların ortaya çıkardığı ilginç hikayelerden biri de Yenikapı'ya ait. Eskiden 'Langa Bostanı' diye adlandırılan bu mekan, Bizans ve Osmanlı dönemine ait pek çok eseri bağrında saklıyormuş meğer. 9. yy'a ait bir yolcu, 11. yy'a ait bir ticaret gemisi; zeytinyağı ve şarap taşınan amforalar bunun emareleri. Yemek kapları, küpler, çiviler, sigara içmek için ağızlık ve lüleler, denizcilik malzemeleri, halat, tarak ve paraların yanında Bizans ve Osmanlı dönemine ait 50'den fazla sikke çıkarılmış limandan. MS 9. yüzyıla ait altın sikkeler ve koku şişeleri de koleksiyondaki önemli eşyalardan.

 

Kazı esnasında çekilen kayıtlar da kurulan ekrandan izlenebiliyor. Tozun toprağın arasında çalışmaya alışmış arkeologların şehrin göbeğinde tarihin izini nasıl sürdüklerini ve yaşadıkları tatlı telaşı ekrandan rahatça görebiliyorsunuz. Yerli ve yabancı pek çok arkeoloğun görev aldığı kazı çalışmaları, bilim dünyasına önemli katkılar sunuyor, şüphesiz. 'Gün Işığında. İstanbul'un 8000 Yılı. Marmaray, Metro, Sultanahmet Kazıları' sergisinin, iki kat yukarısına çıktığınızda ise 'Kalanlar. 12 ve 13. Yüzyıllarda Türkiye'de Bizans' adlı bir başka sergi ile karşılaşıyorsunuz. Türkiye'nin dört bir yanından çeşitli müzelerden derlenen sergi, yaklaşık 100 Bizans eserinden oluşuyor. İmparatorluk Müzesi'nde açılan bu iki sergiyi görmek ve ardından müzenin asırlık çınarlarının altında serinlemek için 31 Aralık'a kadar vaktiniz var.

Zaman, Haber. Musa İğrek, 06.08.2007

"RESTORE EDECEĞİM" DEDİ, BETON DİKTİ





İstanbul Şişli'de, Anıtlar Kurulu'na kayıtlı bir binanın başına gelenler, tarihi eserlerin nasıl ranta kurban edildiğini gözler önüne seriyor. İnşaat şirketi sahibi Coşkun Bayram, Şişli'de bina yaparken bitişiğinde bulunan tarihi eseri yıktı.

 

Sonra da Hazine'ye müracaat ederek, yıkılan ahşap binanın arazisini kiraladı. Kira şartı, tarihi binayı aslına ve Anıtlar Kurulu projesine uygun olarak yeniden yapmaktı. Bayram, 7 katlı, sıradan betonarme bir bina yaptı. Sonra da binanın dükkan ve dairelerini kiraya verdi. Bir katını da kendine ofis olarak ayırdı. İstanbul'un göbeğinde yapılan bu tarih katliamına tüm kurumlar seyirci kaldı. Şişli Belediyesi ruhsat verirken, Kayyım İdaresi ve Anıtlar Kurulu hiçbir müdahalede bulunmadı. Daireler kiralandıktan sonra harekete geçen İstanbul Defterdarlığı, Bayram aleyhine dava açılabilmesi için mahkemeye müracaat etti.

 

Şişli'deki 3 katlı ahşap binanın sahibi Polikseni soyadlı bir gayrimüslim vatandaş. Polikseni, 1993 yılında hayatını kaybetti. Varisi olmadığı için, evin mülkiyeti İstanbul Defterdarlığı Kayyım Bürosu'na geçti. 2001 yılında, Özonur İnşaat Ticaret Limitet Şirketi, binanın bitişiğinde inşaat çalışması başlattı. Kısa süre sonra da korunması gerekli kültür varlığı olarak tescilli olan tarihi bina, göçük sebebiyle yıkıldı. M. Oktay Algantürk isimli bir vatandaş, Kayyım Bürosu'na yazdığı şikayet dilekçesi ile binanın nasıl yıkıldığını anlattı. İnşaat şirketi de 4 ay sonra Kayyım Bürosu'na gönderdiği yazıda, tarihi binanın kendileri tarafından yıkıldığını itiraf etti. Dilekçede, "Bu yerin şirketimize kiralanmasını arz ederim." denildi. Binanın aslına ve Anıtlar Kurulu'nun projesine uygun olarak yeniden yapılması şartıyla arsa kiralandı. Kira sözleşmesine göre Bayram'a, arsa üzerine hiçbir suretle sabit tesis yapmama şartı getirildi. Yıkılan tarihi binanın arsasına 3 yılda 7 katlı betonarme bina yapıldı. Bodrum, 1 dükkan ve 5 daireden oluşan binanın bodrum ve giriş katı 2 bin 750 YTL'ye kiraya verildi. 80 metrekarelik 2, 3 ve 4 No'lu daireler ayda 900 YTL, 5 No'lu daire de 800 YTL'ye kiraya verilmiş durumda. Bina yapımına hiçbir müdahalede bulunmayan Anıtlar Kurulu ve ruhsatı veren Şişli Belediyesi, soruları cevapsız bıraktı. Bayram ise, "Yaptığımız bina, projeye yüzde 70 oranında uygun." iddiasında bulundu. Ancak yüzde 70'inin uygun olduğuna dair hiçbir belge gösteremedi. Anıtlar Kurulu'na onaylatıp onaylatmadıkları sorusuna ise, "Henüz müracaat etmedik. Kayyım İdaresi'nin yapacağı birtakım işlemleri bekliyoruz." cevabını verdi. Avukat Erdal Ak da, projeye uygun bina yaptıklarını öne sürdü.

Zaman, 06.08.2007

"2010 İSTANBUL KÜLTÜR BAŞKENTİ CİDDİ BİR PROJE DEĞİL"

 

Dünyanın Başkenti” sloganıyla 2. Uluslararası Eminönü Sempozyomu geçtiğimiz ay İstanbul Ticaret Odası’nda  (İTO) gerçekleştirildi.  Eminönü Belediyesi tarafından düzenlenen sempozyumun danışmanlığını yürüten Topkapı Sarayı Müzesi Başkanı Prof. Dr. İlber Ortaylı kapanış oturumunda yaptığı değerlendirme konuşmasında sempozyumun yöneticiler değişse de hiç aksamadan devam etmesi gerektiğini belirterek Eminönü tarihinin Büyük Konstantin’in kurduğu Konstantinopol’e dayandığını hatırlatarak sakin bir yerleşimi olan İstanbul’un 1950’lilere kadar ahşap, küçük gibi görünen, küçük olmasada sıcak, insanı kucaklayan bir şehir manzarası olduğunu söyledi. İlber Ortaylı “Maalesef Türkiye 20. yüzyılın ihtiyaçlarına cevap verecek klasik mimarisini,  yani ahşap evi tedrici bir şekilde islah etme imkanını bulamadı” diyerek sözlerini şöyle sürdürdü:

 

“Ani zenginleşme ve ani ihtiyaçlar dolayısıyla bu evler belki- ahşapı savunacak değilim çünkü içinde yaşaması hiç kolay değildir- kısmen bırakılabilirdi, kısmen kargir yapılara intibak edilebilirdi. Bunların bir ölçüsünün olması lazımdı. 19. asırda bunları yapamadığımız için yirminci yüzyılda kalfa mimarisiyle en aşağılık biçimde paraya dönük bir yağma şeklinde gitti.”

 

“Efendim bütün mesele şundan ileri gelmektedir: Türk halkı maziden ve mazide yaşadığı mekandan nefret etmektedir. Bunu açıkça itiraf etmemiz gerekmektedir. 1950’lilerin insanı maalesef sağlıklı bir zihniyet ve zevk yapısına sahip değildir. Onun için ahşap ev demek fakirlik sıkıntı, yokluk demektir. Ve insanların şehirli medeni bir yapıya kavuşması lazımdır. Bu medeni yapı nedir dediğin zaman dört köşe beton, geniş bulvarlı evlere özlem duyduğunu açık seçik ortaya koymaktadır.”

 

 Türkiye’de Başbakan Adnan Menderes’in de böyle düşündüğünü ve solcuların desteği ile bu şehri kuranların bile cesaret edemeyeceği imarlar sonunda tarihi dokunun tahrip olup gittiğini belirten Ortaylı, “Bunu yapan insanlar, bazılarımızın tekrarladığı gibi, ne Aydın’lı Başbakan Menderes’tir, ne sadece şoförlerdir, ne sadece basit halktır, ne okuma yazma bilmeyenlerdir, ne sadece solculardır. Türk halkı buydu, Türk okumuşu da buydu” diyor.

 

Bu şehrin renklerini yazamamıştır Türk münevveri, o zaman bu şehrin neresine sahip çıkacak. Çok ilginç bir şeydir bu. Şimdi bu şehri yazan insanların, tasvir etmeye kalkan insanların beş sene okudukları Maçka’dan, o beş yıl içinde kaç kere buraya geldikleri şüphelidir. Suriçi İstanbul... Size açık konuşuyorum, sevki tabii kader ile gelmeseydim belki ben de onlar gibi olacaktım.

 

Suriçi İstanbul ilk başta insana çok da sempatik gelmeyebilir. Çünkü dörtgene alışmışsınızdır, betona alışmışsınızdır. Vakta ki orada üç gece oturursunuz, o zaman, o şehre aşık olur ve onun her köşesiyle konuşmaya başlarsınız. Süleyman peygamberin kuşlarla konuşması gibi. Ve ondan sonra akılbaliğ olunca da araştırmaya başlarsınız. İstanbul’u anlamayan insanların bu şehri anlatacak tasvir ve tavsif edecek  ve insanlara nakledecek bir retorik, yani bir söylem ve zihniyet kurmaları mümkün değildir. Buradan yirmi beş sene nefret eden bir insanın otuz yaşından sonra burayı öğrenip öğretmesi mümkün değildir.

 

Eğer bir insan İstanbul’daki Büyükşehir Belediye binasına gönülden tasdik veriyorsa onun Bizans ve Roma medeniyetine hayran olduğuna ben inanmam. Teferruata bakan bu yurdu sever. Çünkü yurt tarihin ördüğü muhteşem bir eserdir. Bunu anlamayan insanların teferruatla ilgisi olmayan insanların acayip kararlar verdiğini görürsünüz.

 

O belediye binasını Demokrat Parti devrinde çizimlediler ve karar verdiler. O binayı canım, gözüm diye tescil eden insanlar onlarla hayatta siyasi çizgide buluşması hatta kahvehanede buluşması mümkün olmayan adamlardır. Bu çok bariz bir şeydir. Ama o belediye binası orada duruyor. Bizim ecdadımızın Şehzadebaşı Camii’ni lekeleyerek duruyor. Bizim ecdadımızın Şehzadebaşı karakolunu yıkarak orada duruyor. İstanbullular’ın oturduğu konakları yıkarak ve hayatlarını berbat ederek, İstanbul’un Aksaray lehçesini ortadan kaldırarak, İstanbul’un en çok konuşulan Türkçesi de Laleli ve Aksaray’daydı. Bu imar hareketi yüzünden bunlar kalmadı. Bunu yıktılar ve şimdi bunun kimse farkında değil. Buna göz yuman insanlar aynı şekilde o binanın altındaki Roma mirasını da görmezlikten geliyorlar. Halbuki bunu görmezlikten gelemezsin. Ona da saygı duymak zorundasın. Çünkü bu şehir onu da ihtiva ediyor. O da büyük bir medeniyetin eseri. Ve bu iki medeniyet birbirinin takipçisi. Ama siz onu anlayamazsınız, çünkü sizde o ikisini de değerlendirecek zihniyet yok. Bu son derece bariz birşeydir. Siz o ikisini anlamadığınız gibi bizim kültürümüzün yüzde kırkını oluşturan İran’ı da anlayamazsınız o zaman. Çünkü biz o yayladan geçerken o muhteşem medeniyeti de alıp getirmişiz, bir yerden bir yere. O zaman bu sentezi kavrayamıyoruz. Çok önemli bir durum. Dolayısıyla şunun üzerinde ısrarla durmamız gerekiyor: Biz bu retoriği, bu zihniyeti, bu üslubu kuramadıkça hiçbir şey yapamayız. Dolayısıyla bu İstanbul bir anlayış meselesidir.

 

Bu olmayınca hiçbir şey ifade etmez. Sağcıyız diyor; hiç zannetmiyorum ben, bu şehri sevip Necip Fazıl gibi ciddiyetle baktığını. Solcuyuz diyor; hiç zannetmiyorum ben, bu şehri sevip, Nazım Hikmet veya Orhan Veli gibi severek ve ciddiyetle baktığını. İstanbul insanların tartışmak zorunda, bilmek zorunda olduğu bir yerdir. Çok ümitsiz manzaralar var ama unutmayın, benim zamanımda hiç bir Türk bu turla gezmezdi, bugün geziyor. Benim çocukluğumda ve gençliğimde hiçbirimizin rüyasına girmeyecek işti bu.

 

Bugünkü İstanbul’da Eminönü’nde insanlar oturmuyor; gelip gidiyor. İstanbul’un iktisadiyatına, İstanbul’un kültürel hayatına karar veren kitle burada gündüz de yok. Buraya gelenler başka modda. Bütün mesele oradan ileri geliyor. 2010 Başkent projesi diyor. O arada ne güme gitti biliyor musunuz? 2007 ve 2008 deki Türkiye Rusya Kültür Hareketleri güme gitti. Güya 2007’de Rusya’da Türkiye yılı, Türkiye’de Rusya yılı olacaktı. Daha önemli bir şey.. 2010 başkenti hiçbir şey ifade etmez. Yunanistan’daki, Almanya’daki kepaze kasabalar bile başkent olmuşlar, hiçbir şey ifade etmez. 2010 yılı ciddi bir proje değildir. Avrupa Birliği’nin bu gibi bir çok projeleri gibi, bürokratların ortaya attığı, Brüksel de ciddi takip edilmeyen verimli sonuçlar alınmayan projelerden biridir. Bu açık birşeydir. Bir  2010 yılı şamatası gidiyor. Ve 2010 yılı projelerine bakıyorum hiçbir ciddi iş yok, yıkma falan. Kültürel faaliyet zaten oluyor. İstanbul çoktan Avrupa’nın ve dünyanın kültürel merkezlerinden biri haline dönüşmüştür.” 

 

Herkes Karadenizli kalfadan bahsediyor, hiç kimse Bayındırlık Bakanlığı’ndaki mimarlardan, üniversitedeki hocalardan söz etmiyor. Şehri berbat eden bir çok yapıda onların imzası var. Kalfalar onları acemice taklit ediyor. Nasıl olur da bir şehir bu kadar laubali bir şekilde kendi evlatları tarafından tahrip edilir, sorumsuzca harcanabilir?  

 

Maalesef İstanbul’u sevemeyen ona karşı biraz buruk olan bir kitle vardır. İstanbul’u sevmek oyuncak değildir. Senelerce Baylan Pastanesi’nde, Degüstasyon’da oturup, belki kazara bir kere, o da askerlik muamelesi için Fatih Askerlik Şubesi’ne giden insanların İstanbul edebiyatı yapmasına tahammül edilemez. Çünkü bu ciddi bir sorundur. Bu bir sevgi, aynı zamanda da bir disiplin ve ızdırap meselesidir  

 

Asıl önemli şey, neye nereden nasıl el atacağımız, nasıl bakacağımızdır. Biz Eminönü’ne Eminönü olarak sahip çıkalım. Ama bilelim ki aslında tarihi bir çerçevesi olan Eminönü ilçesi tesadüfen çıkmış değildir. Bugün artık Eminönü olarak yaşayamaz. Eminönü ve Fatih ilçeleri birleştirilmelidir. Hiç değilse bir insaf dahilinde burasının Kızılşakşak belediye olmayacağını, Beykoz  Belediyesi olmayacağını anlamamız lazımdır. Çünkü burası merkezdir, bunun sorumluluğu ağırdır. Buna göre bir idare olur. Buna göre bir kanuni mevzuat olur.

Sultanahmet News, 06.08.2007

AZTEKLERİN GİZEMİ MEZARDA SAKLI

Meksikalı arkeologlar, tarihin en büyük arkeolojik buluşlarından biriyle karşı karşıya olma ihtimalinin heyecanını yaşıyor. Arkeologların radar kullanarak buldukları yeraltı odalarının Aztek imparatoru Ahuizotl'un mezarı olduğu düşünülüyor. İmparator Ahuizotl, Kristof Kolomb 'Yeni Dünya'ya geldiğinde Azteklerin başındaydı.


Tahminler doğru çıkarsa, bu bulunan ilk Aztek yöneticisi mezarı olacak. İspanyol rahipler tarafından yazılan kaynaklara göre bu bölge Azteklerin yöneticilerini yakmak ve gömmek için kullandıkları bir yerdi. Fakat, İspanyol işgalciler Aztek'in törensel merkezi üzerine kendi şehirlerini kurdukları için, şimdiye kadar hiçbir Aztek yöneticisinin mezarı bulunamadı.

Arkeologlar yerin dört metre altındaki mezarın 2x2 metrelik girişi tespit ettiklerini, ancak girişin su, kayalar ve çamurla dolu olmasından dolayı çok yavaş ve dikkatli ilerlediklerini açıkladı. Proje ekibinin başı Meksikalı arkeolog Leonardo Lopez Lujan, "Sorumluğumuz çok fazla. Her şeyi kaydetmek istiyoruz. Bu bizim için yeni bir durum ve aşağısı nasıl olacak bilmiyoruz" diye konuştu.


Ekip, sonbahar başında çamurlu ve alçak tavanlı bölgenin içine tamamen girip, tahminen 1502'de yapılan bir cenaze töreniyle yakılan Ahuizotl'ün küllerini bulmayı umuyor. O dönemde, Kolomb, Yeni Dünya'ya inmişti. Aztekler ise İspanyollarla ilk kez 1519'da, Hernan Cortes ve ekibi Mexico Vadisi'ne girip Ahuizotl'un yeğeni Montezuma'yı rehin aldığında karşılaştı. Ahuizotl'un oğlu Cuauhtemoc ise İspanyollara karşı yürüttüğü mücadeleyi 1521'de kaybetti ve İspanyollar tarafında esir alınıp öldürüldü. Montezuma gibi onun da gömüldüğü yer bilinmiyor.

Daha önce hiçbir Aztek mezarı bulunmadığı için arkeologlar, aslında bilinmezliği kazıyor. Radar, mezarda dört odanın olduğunu gösteriyor. Araştırmacılar, mezardaki odalarda, tanrılara sunulan eşyalar olduğunu tahmin ediyor.


Meksika Ulusal Antropoloji ve Tarih Enstitüsü Arkeolojik Çalışmalar Bölümü yöneticisi Luis Alberto Martos, "Ahuizotl, görkemli bir tören, süs eşyaları ve kişisel eşyalarıyla gömülmüş olmalı" dedi. Mezardaki su da işe yaramış olabilir. Lopez Lujan, ph derecesi nötr olan suyun sabit sıcaklığı ve oksijenin olmaması nedeniyle tahta ve kemik gibi materyallerin bozulmasını engellediğini söylüyor. Arizona Devlet Üniversitesi'nden arkeolog Michael Smith ise "Mezar sayesinde krallık, gömülme ve imparatorluk hakkında önemli bilgiler edinebiliriz" diyor.





Mexico City'de bulunan monolit, Aztek tanrısı Tlaltecuhtli'yi tasvir ediyor.
Arkeologlar, İmparator Ahuizotl'a ait olduğunu düşündükleri
yeraltı odasını bu monolitin tam altında tespit etti.

Radikal, Fotoğraf: AP, 06.08.2007

URARTULARIN BARAJI DEPREME, KURAKLIĞA DİRENİYOR

 

Dünyanın en eski, en yüksek rakımlı ve muhtemelen ilk baraj zinciri örneği olan Van’daki Rusa Barajı bölgedeki kuraklığa rağmen sularını koruyor. Urartular tarafından 2600 yıl önce inşa edilen baraj, Erek Dağı’nın eteklerinde. 2544 metre yükseklikte. 7 kilometrekarelik alana yayılıyor. Tam dolduğunda 40 milyon metreküp su barındırıyor. Baraj, 3200 metrelik dağın sularından besleniyor. Çevresinde 11 küçük göl bulunuyor.

İstanbul Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Oktay Belli, dünyadaki en yüksek rakımlı su tesisi olan barajın aynı zamanda ilk baraj zinciri örneklerinden biri olduğunu söylüyor:

"Urartu Kralı 2. Rusa, suyu Van Ovası’na akıtmak ve dinlendirmek için birbiriyle bağlantılı barajlar kurmuş. Bu yöntem günümüzde Fırat ve Dicle gibi ırmaklar üzerinde birbiriyle bağlantılı yapılan barajların ilk örneği. Güneybatı ve kuzeybatıda iki gövde duvarı var. Güneybatı duvarı Osmanlı döneminde köreltilmiş. Su kuzeybatı yönündeki gövde duvarından akıyor."

Rusa Barajı’nın çivi yazılı inşa yazıtı, 1899’da Almanya’ya kaçırıldı. Berlin’deki Bergama Müzesi’nde sergileniyor. Prof. Dr. Belli, barajın ikinci derece deprem kuşağında bulunmasına karşın 2600 yıldır hizmet vermesine dikkat çekiyor: "Küçük onarımlarla halen çalışıyor olması Urartular’ın su mühendisliği alanında ne kadar geliştiğini gösteriyor. Bunun nedeni suyu altından daha değerli kabul etmeleri."

Hürriyet Seyahat, 06.08.2007

ANTALYA'YA ÜNLÜ BİR HEMŞEHRİ: HERAKLEITOS

 

Tıp adamı Herakleitos'un Antalya'da yaşadığı Kumluca'daki Rhodiapolis antik kentinde yapılan kazı çalışmaları sonucu ortaya çıktı.


Rhodiapolis antik kentindeki kazı çalışmalarını yürüten Akdeniz Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Başkanı Prof. Dr. Nevzat Çevik, bölgede yeni yazıtlar ortaya çıkardıklarını söyledi. Çevik, yazıtların üzerinde yer alan simge ve ifadelerin incelendiğini belirterek eserlerin Rhodiapolis antik kentinde yaşamış olan dönemin en ünlü hayırseveri Opramoas ve Herakleitos gibi ünlü insanların anısına dikildiğini söyledi.

 

Yazıtlarda bulunan Herakleitos'un milattan önce 540-480 yılları arasında yaşayan 'Aynı nehirde iki kez yıkanamazsın' sözüyle tanınan Herakleitos'tan farklı olduğunu söyleyen Çevik, şöye konuştu: "Herakleitos 2. yüzyılda burada yaşamış bir bilgin, tıp adamı. Yazıtlardan hastalara bedava baktığı anlaşılıyor. Aynı zamanda bu adam bir entelektüel ve bir şair. Herakleitos, Atina'dan Roma'ya kadar çok ünlü bir birisi. Bu kazılarımız sayesinde Kumluca ve yöresi böyle bir hemşeriyi de kazanmış oldu."

Radikal, Fotoğraf: Veli Gürgah/AA, 05.08.2007

PORTAKAL HAFIZ KONAĞI PERİŞAN BİR HALDE

 

 

İzmit Çukurbağ Mahallesi Bahariye Caddesi üzerinde bulunan, yıllar önce kentin soylularına evsahipliği yapan, tarihe tanıklık eden Portakal Hafız Konağı, bugün perişan bir halde yardım eli uzatılmasını bekliyor.


19. yüzyılın sivil mimari örneklerinden birisi olan, son derece geniş bir alana yayılan Portakal Hafız Konağı, zamana yenik düştü. Sahiplerinin yeterli ilgiyi göstermediği, adeta kaderine terk ettiği konağın çeşitli odalarındaki değerli aksamlar da zaman içinde hırsızlar tarafından çalındı, talan edildi.


Konağın iç kısmındaki tavanda yer alan bezemelerden, dolap ve kapılardan bugün eser kalmadı. Konağın binasındaki perişanlığın yanında, aynı kötü görüntü konağın dış cephesinde, bahçede de geçerliliğini koruyor. Bakımsızlık nedeniyle binanın dış bahçe duvarlarında çökme başladı. Çevre sakinleri, bu durumun bölgede yaşanlar ve yoldan geçen insanlar için de tehlike yarattığını belirtip, yetkililerin bir çözüm yolu bulmasını söylüyorlar.

Özgür Kocaeli, 05.08.2007

TARİHİ ÇEŞMELERDE BİLİMSEL TEMİZLİK

 

İstanbul'un harap durumdaki tarihi çeşmeleri, aslına uygun olarak muhafaza edilmesini sağlamak için artık bilimsel yöntemler kullanılarak temizleniyor. İstanbul'un önemli kültürel miraslarından olan tarihi çeşmelerin aslına uygun olarak muhafaza edilmesi için Büyükşehir Belediyesi yeni geliştirilen bilimsel yöntemlerle onarım yapıyor. Büyükşehir Koruma Uygulama ve Denetim Müdürlüğü'ne (KUDEB) bağlı yenileme laboratuvarında hazırlanan özel karışımlarla tarihi çeşmeler temizleniyor. Tarihi eser hastanesi olarak da bilinen KUDEB laboratuvarı kentteki tüm eski eserlerin yenilenmesinde bilimsel yöntemlerin uygulanmasını sağlıyor. Tarihi 1841 yılına dayanan Eminönü'ndeki Şerife Ayşe Sıdıka Çeşmesi bilimsel yöntemlerle temizlenen ilk yapılardan oldu. KUDEB kentteki tüm tarihi çeşmeleri hazırlanan proje çerçevesinde onarmaya devam edecek.

Yeni Şafak, Haber: Gökhan Yılmaz, 05.08.2007

TARİHİ YOLCULUK TURLARINA BÜYÜK İLGİ

 

Kayseri Büyükşehir Belediyesi'nin başlattığı Kültepe Kaniş-Karum kazı alanına yönelik 'Tarihe yolculuk' turları başladı ve turlara büyük ilgi gösteriliyor.

 

Belediye tarafından düzenlenen ilk tura 60 kişi katılırken, katılımcılara kazı alanının tarihi dokusu ile ilgili özellikler, rehber eşliğinde katılımcılara anlatıldı. Tura, çeşitli inceleme ve temaslarda bulunmak üzere Kayseri'de bulunan Krefeld Belediye Başkanı Gregor Kathstede ve beraberindeki heyet de katıldı.

 

Büyükşehir Belediyesi Kültür Sosyal İşleri Daire Başkanı Oktay Durukan, gezi sırasında yaptığı açıklamada, Kültepe Kaniş-Karum'un tüm dünya için bir merkez olduğunu ifade ederek, tarihin merkezini ziyaret için bu tür bir etkinlik düzenlediklerini belirtti. Bir çok medeniyete ev sahipliği yapmış Kayseri'de en önemli tarihi merkezlerinden birisinin Kültepe olduğunu ifade eden Durukan, şunları söyledi: "Anadolu insanının yazı ile tanıştığı ilk merkez olan ve beş bin yıl öncesine dayanan Kültepe Kaniş-Karum'a düzenlediğimiz kültür turları ile hem insanlarımıza bölgeyi tanıtmak, hem de dikkatleri bölgeye çekmeyi hedefliyoruz. 'Tarihe Yolculuk' başlığı adı altında ücretsiz olarak cumartesi günleri gerçekleştireceğimiz kültür turlarını, tiyatro gösterileri, sunumlar ve ikramlarla eğlenceli hale getireceğiz. Program ile Kültepe'nin daha geniş kitlelere tanıtımını gerçekleştirmiş olacağız. İlginin beklediğimizin üzerinde olması bizleri fazlasıyla sevindirdi."

 

Kültepe Kaniş-Karum Kazı Başkanı Prof. Dr. Fikri Kulakoğlu da, bölgede 1948 yılından beri kazılar yapıldığını hatırlattı. Kayseri halkına Kültepe'yi tanıtmak, öğretmek ve Kayseri'nin geçmişini göstermek istediklerini vurgulayan Kulakoğlu, kazı alanında bilimsel çalışmalar devam ederken bir taraftan bölgenin tanıtımı için büyükşehir belediyesi ile işbirliği yaparak bu tür turlar düzenlediklerini söyledi.

 

Kulakoğlu, bu işbirliğinden dolayı Büyükşehir Belediye Başkanı Mehmet Özhaseki'ye teşekkür etti. Tanıtım turu kapsamında, Büyükşehir Belediye Konservatuvarı Tiyatro Bölümü öğrencilerinin sahnelediği ve 5 bin yıl önceki yaşamı anlatan tiyatro gösterisi de ilgiyle izlendi.

Zaman, 05.08.2007

BOYABAT KALESİ'NDE EV TEMELLERİ ÇIKTI





Boyabat Kalesi’nde bu sene baharla başlayan onarım ve düzenleme çalışmaları zamanlı sınırlı olduğu için hızlı bir şekilde sürdürülüyor. Bilindiği gibi bu çalışmaların masrafı AB fonlarından gelen yardımla karşılanmaktadır. Bu yardımlar alınırken çalışmaların sonbahar’a kadar bitirilmesi şart koşulmuştu.





Kaledeki kaya zemini örten toprak katmanı lastik bantlarla surlardan aşağı atılarak temizlendi. Atılan toprak altından çeşitli ev temelleri ve ev içinde kullanılmış olduğu sanılan çeşitli kaya oymaları ortaya çıkmıştı.

 

Toprak kazılırken kimi yerlerde kömür parçaları ve kiremit kırıkları görüldü. Bu bulgular bu meskenlerin yandığı ve çöktüğü sonra üzerlerinin toprakla kaplandığı anlamına gelmektedir.





Çalışmalar sırasında insan ve hayvan kemiklerine de rastlandı. Hayvan kemiklerinin bulunmasında şaşılacak bir şey yok. Ama insan kemiklerinin bulunmasından zaman zaman kalenin kuşatıldığı ve bu kuşatmalar sırasında ölenlerin zorunlu olarak kale içine gömüldükleri anlaşılıyor.





Kazılar sırasında pişmiş topraktan çeşitli ev eşyasına ait kırık parçalar, taştan yapılmış el değirmenleri, dibek taşları, kargı uçları çıktı. Birde ne işe yaradığı bilinmeyen taştan oyma bir eşya bulundu. Geçen sene sarnıç olduğu sanılan iki bölmeli kısımdaki temizlik çalışmaları sırasında çok sayıda pişmiş topraktan pipo bulunmuştu.





Bu sene kale içini örten toprak tabakasının üst katı kaldırılınca ev yerleri ortaya çıktı. Evlerin bir yanı ile genellikle kale surlarına yaslandığı ve bitişik nizamda yerleştiği görülüyor. Kuşkusuz orta kısımlarda bulunan evler arasında da sokakların bulunması gerekiyor.





Derinlere indikçe yeni şeyler ortaya çıkıyor. Kale içinin batı yanına yakın bir yerde kayaya oyulmuş iki çukur bulundu. Ne için yapıldığı, bilinmeyen bu iki çukur bir delikle birbiri ile bağlantılıdır. Sarnıç olabileceği düşünülmektedir. Kimi yerlerde nereye çıktığı veya nereye indiği bilinmeyen taş merdivenler ortaya çıkmıştır. Kuşkusuz bütün bilinmeyenler titizlikle sürdürülecek arkeolojik kazı çalışmalarının tamamlanmasından sonra açıklanabilecektir.





2700 yaşında olduğu sanılan Boyabat Kalesi'nde günümüzden yaklaşık 200 yıl kadar önce insanların oturduğu bilinmektedir. Temizlik çalışmaları ile şimdi ortaya çıkan bölümler son Osmanlı döneminden kalma olmalıdır. Çalışmaların ilerlemesi ile daha eski dönemlere ait yeni bilgilere ulaşılacaktır.

Yeşil Durağan, 05.08.2007

BURSA'DA KADERİNE TERK EDİLEN ÇUKURKÖŞK, RESTORE EDİLİYOR





Bursa'da, son dönem sivil Osmanlı mimari özelliklerini taşıyan ancak bakımsızlık nedeniyle viraneye dönen Çukurköşk kültür hayatımıza kazandırılıyor.

 

1850'lerde inşa edildiği tahmin edilen Çukurköşk'ün, aslına uygun olarak onarıldıktan sonra turizme kazandırılması hedefleniyor. Üç kattan oluşan ve restoran olarak hizmet edecek olan tarihi mekanda aynı zamanda Japon mutfağı da yer alacak.

 

Bursa'nın en prestijli semtlerinin başında gelen Çekirge'de, adını verdiği Çukurköşk Mahallesi'ndeki tarihi Çukurköşk'ün geçmişi 1850'lı yıllara dayanıyor. Saray'da sandıkçıbaşı olarak hizmet eden bir zat tarafından yazlık olarak kullanılan tarihi köşk, 1931 yılında, Bursa Tarım İl Müdürü tarafından satın alınarak restore edildi. 1950'li yıllarda dönemin genelkurmay başkanları ve meclis başkanları da dahil çok sayıda saygın misafire ev sahipliği yapan Çukurköşk, daha sonra çevredeki yapılaşma nedeniyle binalar arasında yalnız kaldı. Yaklaşık 30 yıldır metruk halde bulunan tarihi bina bakımsızlıktan yıkılmaya yüz tutarken, sarhoşların mekanı haline geldi.

Mustafa Ceylan adlı bir doktor, burayı sahibinden satın alarak restore etmek istedi. İl Kültür Varlıklarını Koruma Müdürlüğü'nden gerekli izni alan Ceylan, binayı aslına uygun bir şekilde yeniden onararak Bursa'nın turizm ve kültür hayatına kazandırmak istediğini söyledi. Tarihi mekanlara sahip çıkmanın önemine işaret eden Mustafa Ceylan, tarihi binayı aynı zamanda insanların aileleriyle birlikte gelip yararlanabilecekleri bir otantik restoran haline getirmek istediğini söyledi.

 

Ceylan, "Bu binayı çocukluğundan beri merak ediyordum. Bu halde görünce de çok üzülüyordum. Sahiplerine ulaştım. Onlar da binanın yıkılmadan aslına uygun bir şekilde yapılmasını istiyorlarmış. Benim iyi niyetli olduğumu görünce verdiler. İl Kültür Varlıklarını Koruma Müdürlüğü'nden gerekli izni alıp restorasyonuna başladık. Binayı yılbaşına kadar yetiştirmeyi hedefliyoruz. Bu kıymetli yapıyı Bursalılarla yeniden buluşturmak, gelecek kuşaklara aktarmak ve yeniden yaşayan bir değer haline getirmek için restorasyon çalışmalarına başlıyoruz. Restorasyon tamamlandığında Çukurköşk, çok prestijli bir restaurant olarak Bursalılara ve Bursa'ya gelen seçkin misafirlerimize hizmet verecek." şeklinde konuştu.

 

Çukurköşk'ün restorasyon projesinin uygulamasını üstlenen Bursa'nın tanınmış mimarlarından Yüksek Mimar Hüseyin Akdeniz de binanın temel çizgilerine sadık kalınarak iyileştirileceğini söyledi. Mekanın ahşap olması nedeniyle ahşap yapı tekniğinin uygulanacağına dikkat çeken Akdeniz, "Bina tarihi bir özelliğe sahip olduğu için İl Kültür Varlıklarını Koruma Müdürlüğünün bize verdiği projeye uygun olarak hareket edeceğiz. Ancak binanın yaşı ve daha önce kullanılan malzemelerin çoğunun çürümeye yüz tutması nedeniyle bazı değişikliklere gidebiliriz. Ancak binanın ana çizgilerinin korunmasına çok önem vereceğiz. Böylece yıllardır adeta kaderine terk edilen bu mekanı Bursa turizmine ve halkımıza kazandırmış olacağız." diye konuştu

TürkiyeTurizm.com, 05.08.2007

LATİFE HANIM KÖŞKÜ ANI EVİ OLACAK

 

Karşıyaka'da Atatürk'ün evliliğinin ilk dört gününü, annesi Zübeyde Hanım'ın da ömrünün son yılını geçirdiği Latife Hanım Köşkü'nün restorasyonu için kaynak bulundu. Valilik, Karşıyaka Belediyesi'nin köşkü, ''anı evi''ne dönüştürmek için harcayacağı paranın yüzde 80'ini üstlendi. İhale bu ay yapılacak. İnşaat yıl sonunda tamamlanacak.

Milliyet Ege, 05.08.2007

RODOS'TAKİ MURADİYE CAMİİ, KİLİSE OLUYOR

 

Yunanistan'a bağlı Rodos adasındaki, tarihi Osmanlı Muradiye Camii, Avrupa Birliği'nden alınan fonlarla kiliseye dönüştürülüyor. Türkiye'nin Rodos Başkonsolosluğu, Rodini bölgesinde yer alan caminin kiliseye dönüştürülmesi çalışmalarının devam ettiğini ve restorasyon tamamlandığında "Kıbrıs Evi"' adıyla kilise olarak hizmete açılacağını bildirdi. Konsolosluk, caminin kiliseye dönüştürülmesi için Avrupa Birliği fonlarından 400 bin Euro'luk bir bütçe alındığını bildirdi. Konuyla iligli SABAH'a konuşan Avrupa Batı Trakya Türk Federasyonu (ABTTF) Başkanı Halit Habipoğlu ise, "Konudan Rodos'ta bulunan bir kişinin ihbarı üzerine haberdar olduk. Ve hemen Rodos Başkonsolosluğu ile itribata geçtik" dedi.





Habiboğlu'nun verdiği bilgiye göre, restorasyon kapsamında minare ve camları yıkılan caminin bahçesindeki Türk mezarlıkları da talan edilmiş durumda. Caminin kubbesinin de Japon tarzı bir tavanla değiştirilmek amacıyla yıkıldığını söyleyen Habiboğlu şunları söylüyor: "Daha önce Rodos'taki Türk cemaatine ait olan cami, 1970'li yılların başlarında Rodos Başmetropolitliği'ne bırakıldı. Cemaat yöneticileri devletten maaş alan kişiler oldukları için kendilerinden istenini yerine getirdiler. Cami, 1990'lı yılların ortalarına kadar ibadete açıktı. Ancak, imam ve müezzinin ölümünden sonra kapısına kilit vuruldu. Bundan sonra da Başmetropolitlik'in camiyi kiliseye dönüştürmek için harekete geçti."

"Avrupa Birliği tarafından Batı Trakya'da tarihi eserlerin yenilenmesi için her yıl 8-9 milyon Euroluk fonlar verildiğini" belirten Habiboğlu, "Türklerin fonları kullanmasına izin verilmezken, Muradiye Cami'nin kiliseye dönüştürülmesi söz konusu olunca fonlar kullandırılıyor" diyor.

Sabah, Haber: Gökçe Kesgin, 05.08.2007


*******


RODOS ADASI'NDA 'OLMAYAN CAMİ' KIBRIS EVİ KİLİSESİ YAPILMIŞ

Rodos Adası'ndaki Muradiye Camii'nin kiliseye dönüştürüleceği iddiasının aslı astarı olmadığı belirtildi. Türkiye'nin Rodos Başkonsolosu Ahmet Arda, "Bu haberler tümüyle yalandır, provokasyondur" dedi.


Osmanlı döneminden kaldığı belirtilen Muradiye Camii'nin AB fonları da kullanılarak yapılan restorasyonla 'Kıbrıs Evi' adıyla kiliseye dönüştürüldüğü haberini 5 Ağustos'ta Sabah gazetesi duyurdu. Habere göre Türkiye'nin Rodos Başkonsolosluğu, Rodini bölgesindeki caminin kiliseye dönüştürülmesi çalışmalarının devam ettiğini ve restorasyon tamamlandığında 'Kıbrıs Evi' adıyla kilise olarak hizmete açılacağını belirtti. İddialara yanıt ise bizzat Başkonsolos Arda'dan geldi:

"Bu haberler tümüyle yalandır, provokasyondur. Böyle bir şey yoktur. O haberde yer alan Rodini semtinde cami yoktur. Ayrıca haberde bu bölgedeki iki yolun kesiştiği noktadan bahsediliyor. O köşede de cami yoktur. Oradaki cami dedikleri yapı, Mısırlı eski Maliye Bakanı Ali Hilmi Paşa'nın 20. yüzyıl başında sadece kendisinin namaz kılması için yaptırdığı camidir. Bu yapının minaresi hiçbir zaman olmamıştır. Orası zaten yıllardır yıkıntı halindeydi, restore edildi ve Kıbrıs Rodos Kadın Ressamlar Derneği'ne tahsis edildi. Üzerindeki yazıtlar restore edildi, bugün sapasağlam durmaktadır."

Arda, haberlerde adı geçen Muradiye Camii'nin Rodos merkezine 10 kilometre mesafedeki Uzgur Köyü'nde yer aldığını söyledi. Burasının 14-15'inci yüzyıldan kalma Bizans Kilisesi'nden camiye dönüştürülen bir yapı olduğunu belirten Arda, yanında halen kullanılan tarihi bir mezarlığın da bulunduğu caminin, 1970'lerin ortasında imamının adayı terk etmesi üzerine kapandığını anlattı.

Arda, halen kullanılmayan yapının, büyük ihtimalle adadaki 20 yapıda olduğu gibi restore edilerek, müze olacağını söyledi.

Radikal, 07.08.2007

TÜRKİYE'NİN İNANÇ MERKEZLERİ HARİTASINDA ADIYAMAN YOK

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından hazırlanan 'Türkiye'nin İnanç Merkezleri' haritasında Adıyaman'ın olmaması tepkiye yol açtı.İnanç ve Kültür turizmi ile her yıl binlerce turisti ağırlayan Adıyaman Bakanlık tarafından hazırlanan 'Türkiye'nin İnanç Merkezleri' haritasında yer almadı. İstanbul'dan Van'a kadar bir çok yerleşim yeri yer alıyor. Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından yaptırılan haritada, İslam, Yahudilik ve Hristiyanlık'a ait kültürel miraslara yer verildi. Haritada, yaklaşık 40 binlik tarihi olan ve Osmanlı, Roma, Bizans gibi dönemlere ait eserlerin bulunduğu Adıyaman'ın olmaması Adıyaman'da şaşkınlıkla karşılandı.

 

TÜRSAB Üyesi Hasan İnandı, haritayı görür görmez şok olduğunu belirterek, haritayı yapanlar hakkında soruşturma açacağını söyledi. Konun takipçisi olacağını söyleyen İnandı, " Harita'da dini bakımdan inanç merkezleri gösterilecekse Adıyaman'da Nakşi Bendi tarikatının merkezi konumunda olan 'Menzil', Samsat İlçesi'nde bulunan ve Türkiye'nin ikinci Eyüp Sultan'ı konumunda yer alan Sahabe Saffan Bin Muattal'ın kabri ve mimarisi ve mimari elemanları 18.yüzyıla ait olduğu tahmin edilen, günümüzde Süryani cemaati tarafından kullanıldığı gibi, Kültür Bakanlığı tarafından eski eser olarak tescil edilmiş bir kilise olan Mara Mahallesi'nde bulunan St.Paul Süryani Kilisesi var. Şayet dini merkezler söz konusu değilse UNESCO tarafından Dünya Kültür Mirasları Listesinde yer alan ve Dünyanın 8. harikası Nemrut Dağı, Kommagene Krallığı'nın 5 büyük kentinden biri olan Perre Antik Kenti bulunmaktadır. Milyonlarca lira harcayarak bastırılan ve Adıyaman'a yer verilmeyen harita, Adıyaman turizmine vurulan büyük darbedir. Bu bakımdan Adıyaman'daki turizm işletmecileri maddi bir kayba uğramaktadır. " diye konuştu.

Adıyaman Haber, 05.08.2007

ARKEOLOGLAR, HATAY'A ARKEOLOJİK PARK KURULMASINI İSTİYOR

 

 

Amerika'nın Chicago Üniversitesi Öğretim Üyesi Anadolu Arkeologu Prof. Dr. Kutlu Aslıhan Yener, turistleri Hatay'a çekmek için Tell Açana Höyüğü civarında Arkeoloji Parkı yapılması için ilgili kurumlara müracaat ettiklerini söyledi. Hatay Havaalanı'nın açılmasının ardından şehre akın edecek turistlerin gezip görecekleri daha fazla yerin bulunması gerektiğini hatırlatan Yener, Tell Açana Höyüğü civarında yapılması gereken arkeolojik parkın çok anlamlı olacağını aktardı.Amik Ovası'nda bulunan höyüklerden en önemlisi olan Tell Açana'ya Arkeoloji Parkı yapılması ve buraları ziyaret etmeye gelen turistlerin dinlenmeleri ve ihtiyaçlarını temin edebilmeleri için alışveriş merkezleri kurulması gerektiğini dile getiren Prof. Dr. Yener, Amik Ovası'nda 346 höyük tespit edildiğini ve bunlardan en önemlisinin Tell Açana ile Tell Tayinat olduğunu vurguladı.Burada çıkan eserleri Arkeolojik Park'ta sergileyerek daha fazla turist çekmenin mümkün olacağını anlatan Yener, "Bu park turistin Hatay'a günü birlik gelmesini de engelleyecektir. Turisti ne kadar uzun süre tutabiliyorsanız o kadar kazanırsınız. 1940 yılından buyana kazı çalışmasının sürdüğü buraların tanıtılması çok önemli. Birçok turist medeniyetlere ışık tutan bu höyüklerdeki kalıntıları görmeye gelmiyor. Ancak burada tuvalet ihtiyaçlarını giderecek, sosyal tesislerinde içinde yer aldığı Arkeolojik Park yapılırsa Hatay daha çok kazanır. Biz çalışırken onlar tarihe tanıklık eden bu eserleri görüp dokunabilirler. Yoksa biz buradan çıkartıyor müzeye gönderiyoruz. Müzede de yer darlığından dolayı bu eserler sergilenmiyor. Hayırseverlerin birazda kültürel varlıkların tarihi varlıkların korunmasına bağışta bulunmalarını istiyorum. Nasıl olsa buraya bulundukları bağışlarda vergiden düşüyor." şeklinde konuştu.

TürkiyeTurizm.com, 05.08.2007

SUMELA YOLUNA VALİ OKUTAN EL KOYDU

 

 

Sümela Örenyeri'nde incelemelerde bulunan Trabzon Valisi Nuri Okutan, restoranlar bölümünden yatay bağlantıyı sağlayan araç yolunun, kışın kar, yağmur v.b doğal etkenlerle bozulmasının turizm sezonunda çeşitli sorunlara yol açtığını görünce duruma el koydu. Vali Okutan, Trabzon İl Özel İdaresi Genel Sekreteri İbrahim Kul?a talimat vererek, yolun ivedilikle düzenlenip, asfaltlanmasını istedi.


Sümela Örenyeri yolunun asfaltlanması için Kültür ve Turizm Bakanlığı Döner Sermaye İşletmeleri Merkez Müdürlüğü ile irtibata geçilerek yeterli ödeneğin Trabzon Özel İdare Bütçesi'ne aktarılması sağlandı.


İl Özel İdare Genel Sekreteri İbrahim Kul?un başkanlığında Çevre ve Orman Müdürlüğü, Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğü ve İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü koordineli çalışarak konunun en kısa sürede çözüme kavuşturulması için çalışma başlattı. İbrahim Kul, mevcut yolun halen turizm sezonu olması nedeniyle kullanılıyor olmasından dolayı dikkatli bir çalışma izleyeceklerini belirterek, önümüzdeki hafta başlayacak çalışmaları olabildiğince kısa sürede bitirmeyi planladıklarını belirtti.


Trabzon Valisi Nuri Okutan, konuyla ilgili şunları söyledi: "Sümela Örenyeri gerek Trabzon'umuz ve gerekse ülkemiz turizminin gelişimi açısından büyük önem taşımaktadır. Bu vesile ile biz önümüzdeki yıllarda meydana gelebilecek hizmet taleplerini şimdiden düşünüp, planlamak zorundayız. Bunu şimdiden planlamayı başaramazsak son yıllarda artış gösteren Karadeniz ve özellikle Trabzon'un turist potansiyeline cevap verme olanağımız kalmayacaktır. İl Özel İdaresi ve İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü ile gerekli çalışmaları devam ettiriyoruz."

Karadeniz Gazetesi, 05.08.2007

ALTINTEPE KAZILARINDA BENZERSİZ MOZAİKLER ORTAYA ÇIKARILDI





Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Erzurum Atatürk Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü işbirliği ile Altıntepe'de başlatılan kazıların 2007 yılı çalışmaları devam ediyor. 2 Temmuz tarihinde Altıntepe mevkiinde başlayan kazı ve inceleme çalışmalarının 3 Ağustos tarihinde sona ereceği belirtildi.





Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Atatürk Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü işbirliği ile Erzincan'ın Üzümlü İlçesi'ne bağlı Altıntepe'de 2003 yılında başlatılan kazı çalışmalarında 2 bin 700 yıl önceki bazı bulgulara ulaşıldı. Daha önce 1959-1968 yılları arasında da bölgede çeşitli kazı çalışmalarının yapıldığı, ancak şuan yapılan çalışmalar sonucunda bir başka emsali olmayan bulgulara rastlandı.

 

Geçtiğimiz günlerde yapılan çalışmalar sonucunda elde edilen bulgulardan başka bir örneği ve eşi olmayan atık su şebekesi ve 2 bin 700 yıl önceki Urartular dönemine ait kanalizasyon şebekesinin dışında, son olarak yine Türkiye'de bir emsali olmayan ve Bizans dönemine ait zemin mozaikleri çalışmaları da devam ediyor. Atatürk Üniversitesi Öğretim Görevlisi Prof. Dr. Mehmet Karaosmanoğlu nezaretindeki ekipte, öğretim görevlileri, öğrenciler ve diğer işçilerden oluşan toplam 32 kişi bulunuyor.

 

Prof. Dr. Mehmet Karaosmanoğlu, bugüne kadar yapılan çalışmalar sonucunda tapınak, mezarlar, açık hava tapınağı, Bizans dönemine ait zemin mozaikleri, kilise mezarları, Urartu dönemine ait kanalizasyon sistemi ve birçok bulgunun gün ışığına çıkarıldığını söyledi. Yapılan çalışmalar sonucunda bulunan zemin mozaikleri hakkında açıklama yapan Atatürk Üniversitesi Arkeoloji Bölümü'nde görevli Yrd. Doç. Dr. Birol Can ise Altıntepe'de ortaya çıkarılan Bizans dönemine ait mozaiklerin zarar görmemesi için üstünün kapatılacağını söyledi.

 

Yrd. Doç. Dr. Can, "Bizans dönemine ait kilise, normal mimarilerden farklı bir özelliğe sahiptir. Farklı mimariye sahip olmasının nedeni ise bulunduğu coğrafi durumdan kaynaklanmaktadır. Bu kilisenin zemini tamamen mozaiklerle kaplı. Üzerlerinde çeşitli figürlerin ve hayvan resimlerinden oluşan figürlerin de mevcut olduğu mozaiklerin, Türkiye'de bir başka eşine bugüne kadar rastlanamamıştır. Şuanda restorasyon çalışmalarımız devam ediyor. Bu çalışmalar kapsamında sağlamlaştırma çalışmaları yapılıyor. Ayrıca zemin mozaiklerinin yanı sıra, duvar figürleri ve cam mozaik eserlere de rastladık. Bunların haricinde bölgede bir yangın yaşandığını düşünmemizi sağlayan çeşitli yanık izleriyle karşılaştık. Kazı çalışmalarımızın tamamlanmasının ardından, herhangi bir bekçi yada görevli bulunmadığından, mozaiklerin üzerini kapatmak için çalışacağız. Mozaiklerin zarar görmemesi için buna mecburuz." diye konuştu.

TürkiyeTurizm.com, 05.08.2007

 

 

URARTU KALESİ KAZI-ONARIM ÇALIŞMALARININ İLK YARISI BİTTİ

 

Erzincan'ın Üzümlü İlçesi'ndeki Urartu dönemine ait Altıntepe'deki kazı çalışmalarının 5 yılı sona erdi. 2003 yılında kazı çalışmalarına başladıklarını belirten Kazı Başkanı Prof. Dr. Mehmet Karaosmanoğlu, 5+5 yıllık projenin ilk beş yılını bitirdiklerini, yapılan kazılarda Urartu dönemine ait ilk ve tek örnek mimari buluntu olarak lavabo, alaturka tuvalet, banyo ve çağ taşı bulunduğunu vurguladı.





Atatürk Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü, Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü tarafından Altıntepe Urartu Kalesi Kazı Onarım Çalışması Projesi, Erzincan'ın Üzümlü ilçesi Altıntepe'deki kazı çalışmalarının 5 yılı sona erdi. Atatürk Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Prof. Dr. Mehmet Karaosmanoğlu başkanlığında yapılan kazıların 2007 yılı çalışmaları 3 Ağustos itibariyle sona erdi. 2003 yılında projenin başladığını ifade eden Prof. Dr. Mehmet Karaosmanoğlu, 5+5 yıllık projenin ilk beş yılını bitirdiklerini ve yılda yaklaşık 1 ay kazı çalışması yaptıklarını vurguladı. Prof. Dr. Karaosmanoğlu; "1970'li yıllarda Tahsin Özgüç tarafından yapılan kazı çalışmalarından sonra Urartu dönemine ait kalenin tahrip edilerek yıkıntıların yeniden eski haline getirmek ve arkeolojik sorunları olan bazı yapıların kazılarını yapmak ve bu durumu çözüme kavuşturmak için kazı çalışmalarına başladık." dedi. Urartu dönemi ve sonrasını araştırdıklarını belirten Karaosmanoğlu, daha önceki kazılarda Bizans dönemine ait yapıları koruma altına alarak yayın yaptıklarını vurguladı. Kazı çalışmalarında bulunan mozaik kaplamalı kilisenin, çevresini duvarlarla çevreleyip ziyaretçiye açmayı düşündüklerini belirten Prof. Dr. Mehmet Karaosmanoğlu; "Urartu dönemine ait iç kaledeki çalışmalar, kabul salonunun yapılarının bulguları ortaya çıktı. Kaledeki yapıların yapılmadan önce planlandığı anlaşıldı. Yaklaşık 2 bin 700 yıllık yer altına yapılmış kanalizasyon ile karşılaşıldı. Urartu dönemine ait ilk ve tek örnek mimari buluntu olarak lavabo, alaturka tuvalet, banyo ve çağ taşı bulundu." şeklinde açıklamada bulundu.

Zaman, Haber: Burhan Torunlar, Fotoğraf: TürkiyeTurizm.com, 05.08.2007

BATI TRAKYA'DA TARİH TALAN EDİLDİ





Bir ülkede olan tarihi eserler, insanlık tarihinin o ülkeye emanetidir, mirasıdır ve verdiği zenginliktir. O nedenle her devlet için, ülkesinde yer alan tarihi eserleri korumak onun insanlığa, medeniyete, tarihe, kültüre ve kendisine olan saygısına karşı görevidir.

 

Bu satırlar sizin için son derecede olağan ve sıradan bir ifade olabilir. Çünkü Türkiye�de her kültürün ortaya koyduğu eserler imkânlar ölçüsünde korunur. Bugün Türkiye, kendi topraklarında yer alan bütün eserler ile övünür. Bu durum, yukarıdaki satırları sizin için daha önemsiz bir hale de getirebilir.

 

Ancak kendisini Avrupa medeniyetinin beşiği sayan ve Avrupa Birliği üyesi olan Yunanistan açısından bu satırlar hala bir anlam ifade etmiyor. Yunanistan'da ve özellikle Batı Trakya'da çok sayıda Osmanlı-Türk eseri yok oldu. Birçoğu kaderine, yani yıkılmaya terk edildi.

 

Batı Trakyalı araştırmacı, yazar İsmail Bıçakçı şu soruları soruyor: Gümülcine'de (Komotini) Gazi Evrenos Bey imaretinin kimliği neden değiştirilmek isteniyor? İskeçe'de (Xsanti) tarihi Tabakhane Camii neden yıktırıldı? Serez'de Mehmet Bey Camii, Tırhala'da (Trikala) görkemli ve Mimar Sinan'ın eseri olan Osman Şah Camii ve Atina'da Fethiye Camii neden kendi kaderlerine bırakılmış, yıkılmaları bekleniyor? Dimetoka'da (Didimotixo) Çelebi Sultan Mehmet Camii de onlardan biri. İçerdiği sanat tarihi, heybeti, bir Osmanlı padişahına ait olması ve sonra bugünkü içler acısı durum, onu bir defa görenin içini sızlatmıyor mu?

 

Bıçakçı bu soruları sormakta sonuna kadar haklı. Çünkü Osmanlı tarihi, aynı zamanda Yunanistan'ın da tarihi. Yunanistan Osmanlı sınırları için en uzun süre kalan milletlerden meydana geliyor. Bugünkü Yunanistan'ın toprakları asırlar boyunca Osmanlı'ya birçok kıymetli evlat yetiştirdi. O nedenle Osmanlı topraklarında doğan ülkeler arasında belki de en çok Yunanistan'ın ona saygı duyması ve sahip çıkması gerekir.

 

Hatta bugünkü Yunanistan'ın tarihi bağları Atina'nın resmi tarih anlayışı çerçevesinde köklerini dayandırmaya çalıştığı- Grek uygarlığı ve siyaseten tercih ettiği Roma İmparatorluğu'ndan ziyade Osmanlı ile daha yakındır. Gerek dil gerekse gelenek ve görenekler açısından belirgin bir etkileşim söz konusu.

 

Bu nedenle Dimetoka'da Çelebi Sultan Mehmet Camii, Selanik'te Hamza Bey ve Alaca İmaret (İshak Paşa) camileri, yine orada Sultan Murat Hamamı, Tırhala'da (Trikala) Osman Şah Camii gibi muhteşem eserler bugünkü acıklı durumlarını hak etmiyorlar.

 

Söz konusu eserler Balkanlar'da en uzun süren barış döneminin de şahidi oldukları gibi, aynı zamanda Yunanistan'ın övünmesi gereken eserler.

 

O nedenle Atina Mustafa Efendi Camii, Anabolu (Nafplion), Pasova, Kesriye (Kastorya), Karaferye (Veriya), Narda'daki (Arta) camiler, Mimar Sinan'ın Tırhala'da (Trikala) yaptığı Osman Şah Camii, Serez'de Mehmet Bey Camii, Yanya'da (Yannina) Aslan Paşa Camii ve külliyesi şimdiki perişan halini hiç, ama hiç hak etmiyor.

 

Ama her biri bir tarihi eser olan Osmanlı-Türk mezar taşlarının bile bir bir kaybolduğunu düşününce, Yunanistan'ın bu zenginliği ile övünmek yerine onlardan korktuğunu düşünmek için daha çok nedenimiz ortaya çıkıyor. Halbuki kilise gibi, sinagog gibi Tanrının evi olan camilerin minarelerinin ve kubbelerinin verdiği gölge, her insan için huzur kaynağıdır.

 

Belki çoğu Yunan böyle bakmak istemiyor, ama Rodos'ta Süleymaniye, Murat Reis, Recep Paşa camiileri, Tırhala'da Osman Şah ve Mehmet Bey camiileri ve Dimetoka'da Çelebi Sultan Mehmet Camii gerçekte Türklere ait olduğu kadar, onlara da ait.

 

Tarih kutsal yerlere saygı gösterenleri ve göstermeyenleri birbirinden ayrı anlatır.

Trakya Net Haber, 03.08.2007

TEKRAR KULLANILMIŞ BİR MISIR MEZARI

 

 

Kahire’nin güneyinde, oldukça sıradışı süslemelere sahip ve yeniden kullanılmış bir mezar bulundu. Mezar, Mısır’ın 26. Sülalesi’nin ( MÖ 664-525) soylularının 5. Sülale Dönemi’ne ait bir mezarlığı yeniden kullanma şekli hakkında bilgi vermekte. Bahsedilen bu mezarlık Kahire’nin 35 km güneyinde, üç adet yıpranmış piramitin bulunduğu Abu Sir bölgesinde yer almakta.

 

Bölgede bulunan yapıların büyük bir kısmı 5. Sülale Dönemi’nde (MÖ 2498-2345) inşa edilmiş. Prag’da bulunan Çek Mısırbilim Enstitütüsü’nden Miroslav Verner’in açıklamasına göre 20 yüzyıl sonra, Sakkara Piramiti’nin yakınlarına gömülmek isteyen Mısır soyluları bu eski mezarları tekrar kullanmaya başlamışlar. Aynı enstitüden Ladislav Bares tarafından kazısı yapılan mezarda “Menekhibnekau” ismi yazılı.

 

Mezarın iç duvarlarına çoğunlukla Ölüler Kitabı’ndan alınmış süslemeler işlenmiş, tavan yıldızlarla kaplı. Fakat, ilginç bir şekilde, ekmek ve bira yapan, günlük işleri gösteren rölyefler de mevcut. Mezar odasında bulunan iki lahidin birisi kireçtaşından, insan şeklinde olan diğer lahit ise gri kumtaşından oyulmuş ve her ikisi de dini yazı ve motiflerle süslenmiş.

 

Çek Mısırbilim Enstitütüsü tarafından, restore edildikten sonra mezar odasının ziyarete açılacağı bildirildi.

National Geographic News, Haber: Dan Morrison, 02.08.2007

MERYEM ANA KİLİSESİ'NİN ÇAN KULESİ'NE RESTORASYON

 

Mardin'in Midyat İlçesi'ne bağlı Anıtlı Köyü'nde bulunan tarihi Meryem Ana Kilisesi'nin yıkılan çan kulesi onarıldı.


Midyat İlçesi'nde bulunan yapılış tarihi bilinmeyen ve dünyanın en eski kiliseleri arasında bulunan Meryem Ana Kilisesi'nin çan kulesi, şimşek çakması sonucu yıkılmıştı. Hıristiyanlığa mensup Süryani Ortodoks vatandaşlara hizmet eden kilise, aynı zamanda Manastır olarak kullanılıyordu. Dünyanın çeşitli ülkelerinden turistlerin görmek için geldikleri tarihi Meryem Ana Kilisesi'nin yıkılan çan kulesinin yanında, bazı bölümleri de onarıldı. Kilisenin rahibi Musa Gürbüz, önümüzdeki aylarda yeni çanında Avrupa'dan getirileceğini belirterek, "Geçen yıllarda restorasyonunu yapmıştık. Kilisenin büyük bir bölümünü tamamlamıştık. Geçtiğimiz kış şimşek çakması sonucu çan kulesi yıkıldı. Kilisenin bazı bölümleri de zarar görmüştü. Avrupa'nın çeşitli ülkelerinde yaşayan Süryani Ortodoks vatandaşların yardımıyla onarıldı. Kiliseyi ve kuleyi aslına uygun olarak restore ederek onardık. Almanya'dan sipariş verdiğimiz çanında yakında getirilerek takılmasını sağlayacağız" dedi.

Mardin Kent Haber, 02.08.2007





.. TAY Projesi . Kuruçeşme Cad. 67/B
34345 Kuruçeşme İstanbul
Tel: 0 (212) 265 7858 - Faks: 0 (212) 287 1298
e.posta: info@tayproject.org

Copyright©1998 TAY Projesi