26 Ağustos - 1 Eylül 2007
|
DEV ALEVLER ALTINDA YUNAN TRAJEDİSİ
|
Yunanistan tarihinin en büyük yangın felaketlerinden biriyle mücadele ediyor. Başta Mora Yarımadası, Atina ve Eğriboz adasını etkisi altına alan yangınlarda can kaybı 63’e yükseldi. Antik Olympia kentiyse alevlerden son anda kurtarıldı. Yunan hükümeti, yangınların sabotaj kaynaklı olduğu görüşünde. Başta Avrupa Birliği üyeleri olmak üzere birçok ülke yangınların kontrol altına alınabilmesi için yardım seferberliği başlattı.
Yunanistan’da Olimpiyat Oyunları’nın doğduğu yer
olan antik Olympia dün alevler içinde kaldı.
Yetkililer ören yerinin korunduğunu söylüyor.
Yunanistan’ın en değerli arkeolojik
koleksiyonlarından birine sahip olan müzenin
bahçesine dek uzanan yangın, antik olimpiyat
stadyumunun kenarlarına vardı. Tehlike altında kalan müze, Zeus Mabedi’nden
heykelleri ve antik Olimpiyatlar’dan kalma eserleri
barındırıyor.
Kültür Bakanı Yorgos Vulgarakis, kurtarma
çalışmalarını yerinde izlemek üzere Olympia’ya
gitti.
Olympia yakınlarında yer alan Pelopi’den bildiren
BBC muhabiri Malcolm Brabant, çevredeki ormanlık
alanı hızla yutan alevlerin çok sayıda köyün tahliye
edilmesine neden olduğunu söylüyor. Muhabirimize
göre rüzgarlı hava nedeniyle yangın bir ara bir
kilometreyi birkaç dakikada alacak kadar süratli
yayılıyordu.
Yangınlar Yunanistan’ın Mora yarımadasını, Atina
ve çevresini ve Eğriboz adasını etkisi altına aldı.
Hızla ilerleyen yangının çok sayıda kişiyi habersiz
yakaladığı bildirilen Eğriboz’da boşaltılan köylerin
sakinleri feribotla Atina yakınlarına taşınıyor.
Başkent Atina’da gökyüzü, kent yakınlarında birkaç
yerde birden devam eden yangınlar yüzünden dumanla
kaplandı.
Çok sayıda yerleşim birimi tahliye edildi ancak
yine de can kayıpları ve yaralanmaların önüne
geçilemedi. Ölenlerin sayısı 63’e ulaştı, yüzlerce
yaralı var. En büyük can kaybı, Mora yarımadasının
batısında bulunan ve en az 39 kişinin cesedine
ulaşılan Zaharo’da meydana geldi.
Yüzlerce ev ve binlerce hektarlık alan da kül oldu.
Başbakan Kostas Karamanlis, yakınlarını ya da
evlerine kaybedenlere 10 bin Euro’ya kadar yardım
vaadinde bulundu. Yangınların birçoğunun kundaklama olayları
olduğunu düşünen Yunanistan Başbakanı Kostas
Karamanlis, televizyondan halka seslendiği
konuşmasında “Aynı anda bu kadar çok sayıda yangının
meydana gelmesi bir tesadüf olamaz” dedi.
Yunanistan’ın güney ucunda bulunan Aeropolis’te 65
yaşında bir adam kundaklama ve 6 kişinin ölümüne yol
açma iddiasıyla tutuklanmış bulunuyor. Kuzeydeki
Kavala kentinde de iki genç yangınlarla ilgili
olarak gözaltına alındı.
Başbakan Karamanlis, bu felakete
karşı ülkenin bütün olanaklarının seferber
edilmesini isterken, itfaiye sözcüsü Nikos Diamandis
Yunanistan’ın yarısını aşkın bölgesinde yangınlarla
mücadele edildiğini açıkladı.
Yangınların kontrol altına alınması çalışmaları
sürdürülürken, Yunan basını, ‘yardım çığlıkları,
hayalet köylerden felaket görüntüleri, hükümetin
yetersizliği ve ölüm sessizliği’ yorumunu yapıyor.
İngiliz Guardian gazetesi,
olimpiyatların doğum yerini kurtarmak için canla
başla mücadele verildiğini duyururken, karamsar bir
tablo çizdi. Antik Olympia kentini içine alan ilin
yerel yöneticilerinden birinin, “Tarihimizi korumak
için elimizden geleni yapıyoruz fakat, bu arada
hepimizin fareler gibi yanıp ölmesinden korkuyorum”
ifadesine yer veren gazete, muhalefet partilerinin,
itifaiyenin başına tecrübesiz siyasi yandaşlarını
atadığı için Karamanlis hükümetini suçladığını
kaydetti.
Times gazetesi de, Yunanlı
yetkililerin ülkeyi saran alevlerle terör
saldırıları arasında paralellik kurduğunu yazdı. Sağ
kanat siyasi lider Yorgos Karacaferis’in, “Bu
Yunanistan’ın 11 Eylül’üdür” sözüne yer veren Times,
“Bu sözler birçok Yunanlı açısından hiç de abartılı
gelmedi” diye ekledi. Gazete, “Muhafazakar
siyasetçilerden hiç kimse açıkça telaffuz etmese de
çoğunun aklından geçen bir olasılık, yangınların
arkasında seçimlerden önce ortalığı karıştırmak
isteyen radikal solcuların bulunabileceği yönünde”
yorumu da yaptı.
ntvmsnbc.com, 27.08.2007
YANGIN
Peloponez yanıyor. Ispartalılar'ın
yurdunu alevler yutuyor. Ve her saat Antik Çağ'ın
bir tanığı daha sonsuza kadar kayboluyor.
Uydu fotoğraflarıyla yangınların (130 yerde birden
başladı) ilerleyişini izleyenler iç çekerek bir
noktayı gösteriyorlar:
"Burası Argos'tu. Zeus'un oğlunun kurduğu ve
adını verdiği kent."
Yanındaki iç çekerek parmağını fotoğrafın az ötesine
götürüyor:
"Burası Homeros'un İlyada'da anlata anlata
bitiremediği, bağları ve zeytinlikleriyle ünlü
Epidaure'du. MÖ 5'inci yüzyıldaki Med
Savaşları'na 8 kadırgayla katılan kent devlet."
Bir başkası atılıyor: "Nemee de yanıyor. İo'nun
ineğe dönüştüğü yer." Sonra efsaneyi anlatıyor:
"Zeus buralarda dolaşırken Hera tapınağı
rahibelerinden İo'yu görmüş ve vurulmuş. Hemen
haremine katmış onu. Ancak karısı işkillenmiş. Zeus
da İo'yu inek yapmış. Ne zaman onu canı çekse
kendisi de boğaya dönüşür, Nemee'nin yemyeşil
kırlarında sevişirlermiş."
Diğeri araya giriyor: "Alevler Epikourios'taki
Apollon tapınağını yutmak üzere. Arkadya
Dağları'nın zirvesinde Atina'daki Partheon'un mimarı
Ictinos tarafından yapılan, Manisalı gezgin
Pausanias'ın notlarıyla ortaya çıkarılan tapınak yok
olmak üzere."
Peloponez yanıyor. Peleponez'le birlikte Zeus'un
Kalisto'dan olan oğlu Arcas'ın kurduğu Arkadya da
yanıyor. Her birinden bin efsanenin fışkırdığı
Mycenes, Korint, Tripolis de yanıyor.
Peloponez yanıyor. Peloponez'le birlikte günümüze
ulaşabilen en eski Bizans kasabası Mistra ve Osmanlı
tarihinin kara sayfalarından birinin yazıldığı
Navarin de yanıyor. 20 Ekim 1827'de
Yunanistan'ın bağımsızlık mücadelesine destek veren
"Batı güçleri" İngiltere, Fransa ve Rusya'nın
gönderdikleri filolarla Osmanlı donanmasının
kapıştıkları Navarin. Gün boyu süren savaş 29
gemisini ve 6 bin askerini yitiren Osmanlı'nın
yenilgisiyle sonuçlanmıştı. "Batılı güçler"in kaybı
124 denizciydi.
Peloponez yanıyor. Peloponez'le birlikte tarihçi ve
düşünür Thucydide'in (Tusidid) 8 ciltlik kitabı
sayesinde günümüze ulaşan, Ispartalılar ile
Atinalılar arasındaki uzun savaşın (MÖ 431-404
arası) kahramanlarının (Perikles, Demosten,
Alsibiado, 2'nci Arşidamos, Lisandr) son izlerini de
alevler yutuyor.
Peloponez Savaşları, Isparta'nın zaferiyle
noktalanmıştı. Katı disipline dayalı krallığın
demokrasiyi alt etmesiyle. Ve demokrasiyi yaymak
için savaşı başlatan Atina, Ispartalı komutan
Lisandr'ın siyasi mühendisliğini yaptığı bir başka
rejimi kabullenmek zorunda kalmıştı: 30'lar
hükümeti. 30 tirandan, Critias başkanlığındaki 30
yargıçtan kurulu ve halkı terörle sindiren oligarşi
yönetimi. Atina rövanşı 2 bin yıl sonra
alabilecekti. Demokrasinin modern çağlarda en uygun
veya İngiltere Başbakanı Churchill'in ifadesiyle
"Kötüler içinde en az kötü" rejim kabul edilmesiyle.
Şimdi diktatörlüğün beşiği Isparta yanıyor,
külleri demokrasinin yurdu Atina'ya yağıyor. Ve
bir ay sonra erken seçime gidecek olan Yunanistan'da
Başbakan Kostas Karamanlis, eşi görülmemiş bir
"Trajedi" yaşadıklarını söylüyor.
Trajedi ne? Isparta despotluğu izlerinin yok olması
mı? On binlerce hektar ormanın tüm canlılarıyla
birlikte insan eliyle (Yangınların en az yarısının
nedeni kundaklama) yok edilmesi mi? Demokrasi ve
insan hakları sayesinde bu kundakçıların birkaç yıl
hapisle paçalarını kurtarmaları mı?
Yoksa Ege'nin iki yakasında da arazi mafyasının ve
işbirlikçilerinin dünyayı ateşe verecek kadar
çıldırması mı?
Trajedi ne? Hangisi trajedi?
Sabah, Yazı: Erdal Şafak, 27.08.2007
|
|
İSHAKPAŞA ŞEFFAF ÇATI İLE KAPATILACAK
Sarp kayalar üzerine kurulmuş, kartal yuvasını andıran, Türk mimarisinin en güzel örneklerinden İshakpaşa Sarayı, Doğu Anadolu'nun hırçın iklimine artık daha rahat göğüs gerecek.
Kültür ve Turizm Bakanlığı'nca sarayın üstü şeffaf çatı ile kapatılacak, yapıların hepsi elden geçirilerek restore edilecek. Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürü Orhan Düzgün, İshakpaşa Sarayı'nın restorasyonu için Ağrı İl Özel İdaresi tarafından ihale yapılacak. İhale sonrasında, öncelikli ve ağırlıklı olarak çatı onarımı ve güçlendirmeye önem verilecek. Sarayın, yağış ve kış şartlarından etkilenmemesi için üstü şeffaf çatı ile kapatılacak, yapıların tamamı da restore edilecek. Bu çalışmalara da önümüzdeki ay başlanacak. Saray için, geçen yıl bakanlık tarafından Bilimsel Danışma Kurulu oluşturulmuş, kurulda Ortadoğu Teknik Üniversitesi öğretim üyeleri Emine Caner Saltık, Yard. Doç. Dr. Ahmet Türer, Yard. Doç. Dr. Gülsün Bilgin Altınöz ile Affan Yatman görev almıştı. Kurulun önerileri doğrultusunda restorasyon projelerinin rezervleri yaptırılmış, daha sonra projeler, Erzurum Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'nda onaylanmıştı.
Zaman, 01.09.2007
|
|
HAREMÜŞŞERİF'TE YİNE
HAFRİYAT KRİZİ
İsrail'in kutsal
Haremüşşerif'te "yolları yenileyeceğiz" diyerek
başlattığı hafriyat çalışmaları Müslümanlarca
tepkiyle karşılanınca kriz yaşanmıştı. 6 ay sonra bu
kez İsrailliler Müslümanlarca yapılan bir kazı
çalışmasının tarihi yapıya zarar verdiğini öne
sürdü. Haremüşşerif''te yapılan çalışma eskiyen
elektirik kablolarının değiştirilmesini amaçlıyordu.
İsrailli arkeologlar tarihi bir duvarın temeline
zarar verildiği görüşünde.
Sabah, 01.09.2007
|
HEKİMOĞLU ALİ PAŞA
ÇEŞMESİ YENİDEN
Saka Su, Osmanlı çeşme mimarisinin en güzel
örneklerinden biri olan Tophane Meydan Çeşmesi’nin
restorasyonunun ardından şimdi de 275 yıllık
Hekimoğlu Ali Paşa Meydan Çeşmesi’nin onarımını
üstlendi. 1732 yılında Hekimoğlu Ali Paşa tarafından
yaptırılan çeşmenin restorasyonu bu ay içerisinde
başlayacak. 1 yıl sürmesi planlanan çalışmalar
bittiğinde mermer işleme sanatının güzel örnekleri
ile süslü olan Hekimoğlu Ali Paşa Meydan Çeşmesi
yeniden hizmete açılacak.
Türkiye Gazetesi, Haber: İnan Arvas, 01.09.2007
|
|
AB FONLARIYLA RESTORE EDİLEN KERVANSARAYIN KULLANIM AMACI BELLİ DEĞİL
Edirne Valisi Nusret Miroğlu, Türkiye- Bulgaristan arasında 2004-2006 Sınır Ötesi İşbirliği (SÖİ) Programı çerçevesinde restorasyonuna başlanan ve tamamlanmak üzere olan Ekmekçizade Kervansarayı'nın ne amaçla kullanılacağı konusunda tereddüt yaşadıklarını söyledi. Vali Miroğlu, konuyla ilgili yaptıkları açıklamada, "Burayı ne amaçla kullanacağımıza hala karar vermiş değiliz. Araştırmalarımız devam ediyor." dedi.
Pankreas kanserinden dolayı hayatını kaybeden Edirne eski Valisi Fahri Yücel döneminde Balkan Ticaret Merkezi olarak restorasyon çalışmalarına başlanan kervansarayın yıl sonunda restorasyonu tamamlanacak. Vali Miroğlu, söz konusu kervansarayı en iyi şekilde değerlendirebilmek için büyük yatırımcıları kente davet ettiklerini söyledi.
haberler.com, Fotoğraf: edirneden.com, 31.08.2007
|
PAŞAKÖYÜ'NDE HİTİT DÖNEMİNE AİT 3500 YILLIK MADEN OCAĞI BULUNDU
Yozgat'ın Şefaatli İlçesi'ne bağlı Paşaköyü beldesi yakınlarında Hitit İmparatorluğu döneminde kullanıldığı tahmin edilen 3 kilometre uzunluğunda 1 kilometre genişliğinde granit ocağı ve keşişler tarafından kullanıldığı sanılan 4 mağara tespit edildi.
Yozgat İl Kültür ve Turizm Müdürü Fuat Dursun, müze görevlileri ile birlikte Paşaköy beldesi belediyesinin müracaatı sonucu, Cemalin İni olarak bilinen yerde yapılan incelemelerde 4 ayrı mağaranın bulunduğunu söyledi. Hıristiyanlarda hiç evlenmemiş papaz olarak bilinen keşişlerin dinlenme yeri olarak kullanıldığı sanılan mağaralar koruma altına alınacak.
Bölgede mağaraları incelemek için giden müze müdürlüğü arkeologları tarafından tesadüfen tespit edilen granit ocağının ise Hitit İmparatorluğu döneminde kullanıldığı sanılıyor. 3500 yıllık olduğu tahmin edilen granit ocağının Hitit İmparatorluğu zamanında Hattuşaş ve Alacahöyük'te kullanıldığını tahmin ettiklerini söyleyen Yozgat İl Kültür ve Turizm Müdürü Fuat Dursun konuyla ilgili şunları söyledi: "Şefaatli ilçemize bağlı Paşaköyü beldesi belediyemizin teklifi üzerine araştırmak üzere gittiğimiz Cemalin İni olarak bilinen yerde 4 adet mağara tespit ettik. Mağaraların keşişler tarafından dinlenme yeri olarak kullanıldığını tahmin ediyoruz. Bölgeyi özel koruma altına almak için çalışmalarımızı hemen başlattık. Ayrıca bölgede yaptığımız incelemeler sırasında Hitit İmparatorluğu tarafından kullanılmış olduğunu düşündüğümüz 3 kilometre uzunluğunda ve 1 kilometre genişliğinde bir granit ocağı tespit ettik. Arkeologlarımız çalışmalarını sürdürüyor. Granit ocağında bulanan taşlarda yapılan ilk incelemelerde Hititler döneminde Hattuşaş ve Alacahöyük'te kullanılan granitlerin buradan gittiğini düşünüyoruz".
İl Kültür ve Turizm Müdürü Dursun, her iki alanın da 1'inci derece sit alanı ilan edilmesi için çalışmaların başladığını sözlerine ekledi.
TürkiyeTurizm.com, 31.08.2007
|
|
|
TİLMENHÖYÜK'TE MÖ 1700'DEN KALMA KRAL IBALADO'NUN SARAYI KAZILIYOR
Gaziantep'in İslahiye İlçesi sınırları içerisinde yer alan ve MÖ 1700 yıllarında Kral İbalado tarafından yaptırılan sarayın bulunduğu tarihi Tilmenhöyük'te 4. kazı çalışmaları başladı.
Suriye, Hatay ve Gaziantep çevresinde bulunan antik kentlerin birbirleriyle olan ilişkilerinin belirlendiği kazı çalışmaları İtalya Bologna Üniversitesi Öğretim Üyesi Arkeolog Nicola Marchetti başkanlığında sürüyor.
Kazıların 60 gün süreyle devam edeceği belirtilirken, ekipte 24 Bologna Üniversitesi ile Ankara Üniversitesi ve İstanbul Üniversitesi'nin Arkeolojik ve Restorasyon bölümlerinden 9 öğrencinin görev aldığın bildirildi.
Kazı çalışmalarına başkanlık eden Marchetti, Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü ve İtalyan Büyükelçisi ile görüşerek Ekim ayında Tilmen Arkeoloji Parkı'nın resmen açılmasını kararlaştırdıklarını söyledi.
Projenin İslahiye'nin tanıtımına büyük katkıda sağlayacağını ifade eden Marchetti, ilk defa Tilmenhöyükte birbirine sıralı banyoların bulunduğu duvarların büyük düzgün kesme taşlardan yapıldığını tespit ettiklerini söyledi.
Sandık duvar tekniği ile surların yapıldığını ve buradaki sarayın Zincirlihöyük, yesemek sıralamasının birer parçası olduğunu aktaran Marchetti, Etiler, Yunanlar, Bizanslar, Mısırlılar, Osmanlıların egemenliği altında kalmış olan bölgede Etiler döneminde zincirli hükümet merkezliği Heykel ve Abide atölyelerinin kurulduğunu belirlediklerini kaydetti.
Prof.Dr. Nicola Marchetti kazının 3 yıl daha süreceğini belirterek, her yıl biraz daha ileriye giderek merkeze doğru adım adım gittiklerini dile getirdi.
İslahiye Kaymakamı Bekir Yılmaz, kaymakamlık olarak kazı çalışmalarına her türlü desteği verdiklerini herkesin mutlaka buraları görmesi gerektiğini kaydetti.
Türkiyeturizm.com, 31.08.2007
|
TARİHİ ASLANPAŞA CAMİİ VE KÜLLİYESİ YENİ GÖRÜNÜME KAVUŞUYOR
Erzurum'un Oltu İlçesi'nde bulunan tarihi Aslanpaşa Camii ve külliyesi yeni görünüme kavuşuyor.
Önümüzdeki günlerde ibadete kapatılacağı bilinen Aslanpaşa Camisi'nin, Vakıflar Genel Müdürlüğü'nün yapımına başladığı restorasyon çalışması ile tekrar ibadethane olarak kullanılacağı bildirildi.
13 Temmuz 2007 tarihinde başlanan Aslanpaşa Camii ve külliyesinin onarım işlemini Akgünlü LTD.Şirketi Osman Gülsüm ortaklığı üstlendi. Bitiş tarihi 25 Aralık 2007 olan onarım işleminin bir ay kadar önce tamamlanacağı bildirildi.
Toplam 18 oda bulunan külliyenin ise onarımdan sonra ne olarak kullanılacağı kesin olarak bilinmiyor. Oltu Müftüsü Nurullah Koçhan, ''Onarım işlemi bittikten sonra Vakıflar Genel Müdürlüğü'nün vereceği karar doğrultusunda Kur'an kursu veya yoksullar için bir aşevi olarak kullanılabilir.'' dedi.
Şirketin inşaat sorumlusu Servet Çolak ise çalışmalar hakkında şöyle bilgi verdi; ''Önceki onarım çalışmalarında minareye atılan boyanın ve hava şartlarından dolayı kirli bir görünüm alan minarenin temizlenmesi ve caminin güneyinde bulunan şehitliğin dış cephe duvarlarının tekrar yapılması söz konusudur.Tüm işlerin yapılıp tamamlanması iş bitirme tarhinden bir ay kadar önce olacaktır."
TürkiyeTurizm.com, 31.08.2007
|
|
|
MAHMUT NEDİM KONAĞI KURTULUŞ SAVAŞI MÜZESİ OLACAK MI?
Şanlıurfa’nın simge yapılarından olan Mahmut Nedim Konağı, Şanlıurfa Kültür Eğitim Sanat ve Araştırma Vakfı (ŞURKAV) tarafından restore edilecek. Tarihi mekanın Kurtuluş Savaşı Müzesi olarak değerlendirilip değerlendirilmeyeceği merakla bekleniyor.
Atatürk Mahallesi Kehriz Sokak ile Hastane Caddesi arasında bulunan ve taşıdığı binlerce mermi izi ile Urfa’nın kurtuluşuna tanıklık eden Mahmut Nedim Konağı, Avrupa mimarisi ile geleneksel Urfa mimarisinin bir kaynaşması olarak görülüyor. Yapılan ihale sonunda ŞURKAV Ltd. Şti. tarafından restorasyon işi alınan Mahmut Nedim Konağı’nın 2008 yılı ortalarında Kurtuluş Savaşı Müzesi olarak hizmete açılması bekleniyor.Mahmut Nedim Konağı’nın restore edilip Kurtuluş Savaşı Müzesi olarak hizmete girmesi, Urfa kurtuluş savaşının nasıl kazanıldığının yeni nesle anlatılması açısından büyük önem taşıyor.
Güneyindeki arsa ile birlikte İl Özel İdaresi’ne 800 milyar liraya mal olan Mahmut Nedim Konağı’nın restorasyonunun yapıldıktan sonra “Kurtuluş Müzesi” olarak Şanlıurfa’ya kazandırılması bekleniyor. Urfa Kurtuluşu’nun belgelerinin sergileneceği Kurtuluş Savaşı Müzesi olmak maksadıyla dönemin Valisi Muzaffer Dilek tarafından büyük bir hukuk mücadelesinin ardından Şubat 2003’de kamulaştırılan Mahmut Nedim Konağı restorasyonuna, aradan beş yıl geçtikten sonra başlanması sevinçle karşılandı. Yine eski valilerimizden Şükrü Kocatepe ise, konağın alt katlarının restoran, sadece üst katının müze olarak kullanılması maksadıyla hazırlattığı Projeyi AB Kültürel Mirası Geliştirme Hibe Programı’na sunmuştu. Ancak bu proje AB Komisyonu tarafından kabul edilmemişti.
Mahmut Nedim Konağı Urfa Kurtuluş Savaşı’nın kilit yapılarından biri. Bu konağı işgal eden Fransız askerlerine karşı Urfalı mücahitler tarafından düzenlenen bir gece baskınında 100’den fazla şehit verdiğimiz sembol bir yapı.
urfatimes.com, Haber: Yusuf Kürkçüoğlu, Fotoğraf: Şanlıurfa Valiliği, 31.08.2007
|
AZİZ VLAS MEZARI ONARIMDA
Hıristiyanlar için önem taşıyan ve adına Avrupa'da
bin 200 kilise ve manastır ithaf edildiği belirtilen
dünyaca ünlü Aziz Vlas'ın Sivas'ta bulunan mezarında
ve çevresinde düzenleme çalışması başlatıldı.
Edinilen bilgiye göre,
geçmişte Müslümanların göz, Hıristiyanların boğaz
evliyası olarak adlandırdığı ve hem Hıristiyan hem
de Müslümanların ziyaret ettiği uluslararası üne
sahip Aziz Vlas'ın Sivas'ta tarihi Gökmedrese'nin
tam karşısında bulunan mezarında ve çevresinde,
Sivas Belediyesi ekiplerince düzenleme çalışması
başlatıldı.
Sivas Valisi Veysel Dalmaz'ın da bir süre önce
inanç turizmine kazandırılması yönünde çalışma
başlatılacağını açıkladığı mezardaki düzenleme
çalışmalarının, kısa bir süre sonra tamamlanması
planlanıyor.
Hakkında Arman Çuhacıyan'ın yazdığı "Aziz Vlas
Uluslararası Üne Sahip Sivaslı" adlı bir kitap
bulunan ve bazı bilimsel makalelere de konu olan
Aziz Vlas'ın, 280-316 yıllarında Sivas'ta yaşadığı
biliniyor.
Anadolu'da Hristiyanlığın ilk piskopos ve
şehitlerinden olduğu ifade edilen Aziz Vlas'ın,
sağlığında bir hekim olarak halka yakınlığı ve
öldürülmesi sırasında gerçekleştiğine inanılan
mucizelerinin, onu bir aziz haline getirdiği
kaydediliyor.
Fransa, İtalya ve Belçika'da tarımda iyi ürün
alabilmek için, Malta'da doğumları kolaylaştırmak,
Rusya'da hasta hayvanları iyileştirmek, İspanya'da
anjine, Belçika'da kuduza, Fransa'da difteri, diş
ağrısı, gut hastalığı, raşitizm ve romatizmaya
karşı, birçok ülkede solunum yolları problemleri ve
boğaz hastalıkları için onun yardımına başvurulduğu
ifade ediliyor.
Adı Rumca ile Latince'ye Blasios, Fransızca'ya
Blaise, Almanca'ya Blasien olarak geçen ve Azizlik
sıfatını Vatikan'ın 1527 yılında resmen onayladığı
belirtilen Aziz Vlas, cerrahların, bağcıların,
balıkçıların, mimarların hamisi olarak Hristiyan
mitolojisinde yer alıyor.
Önceleri mezarını boğazından rahatsız olan
Hristiyan ve Müslümanların ziyaret ettiği Aziz
Vlas'a, Sivaslılar'ın lahit kapağındaki oyuk
nedeniyle "Göz Baba Türbesi" adını taktığı
belirtiliyor.
Fransa'da her 5 bin çocuktan birinin adını
taşıdığı Aziz Vlas'ı, 3 bin ailenin soyadı olarak
tercih ettiği, Avrupa'da bin 200 kilise ve
manastırın adına ithaf edildiği biliniyor.
Uluslararası üne sahip olmasına rağmen bugün
artık bulunduğu ülke ve yaşadığı yer Sivas'ta pek
tanınmayan Aziz Vlas'ın mezarının başucu taşı, mezar
kapağı ve ayakucu taşından oluşan lahdi, Sivas
Kongre ve Etnografya Müzesi'nin deposunda korunuyor.
Trt/Haber, 31.08.2007
|
SADBERK HANIM MÜZESİ 18 BİN ESERE ULAŞTI
Türkiye'nin ilk özel
müzesi olan ve bu yıl kuruluşunun 27. yılını
kutlayan 'Sadberk Hanım Müzesi', çeşitli dönemlere
ait çok sayıda eseri sergiliyor. Sadberk Hanım
Müzesi Müdür Vekili Hülya Bilgi, verdiği bilgide,
müzenin, Sadberk Koç'un tüm hayatı boyunca topladığı
Türk işlemeleri, porselenler ve Osmanlı
kıyafetlerinden oluşan kişisel koleksiyonunun bir
araya getirilmesiyle 1980 yılında Azeryan Yalısı'nda
açıldığını söyledi. Bilgi, Sadberk Koç'un tüm
hayalinin, kişisel koleksiyonunu kendi adına bir
müzede sergilemek olduğunu ifade ederek, sağlığında
bu hayalini gerçekleştiremediğini ve müzenin ancak
vefatından sonra, eşi ve çocukları tarafından
kurulan Koç Vakfının desteği ile açıldığını dile
getirdi. Bilgi, ilk açıldığı dönemde müzede yalnızca
işlemeler, porselenler ve gümüşlerden oluşan 3 bin
500 parça eser bulunduğunu, zamanla koleksiyonun
satın alma ve hibelerle büyüdüğünü ve eser sayısının
18 bini bulduğunu bildirdi.
Yeni Şafak, 31.08.2007
|
2 BİN 600 YILLIK SUSKUNLUK
Friglerin Tanrıça Kibele'ye adadığı Yazılıkaya Anıtı'nın üzerindeki gizemli yazılar okunamadan silinmeye başladı.
17 metre yüksekliğiyle kaya anıtın sağ ve sol üst kısmına Frig alfabesiyle yazılanlar 2 bin 600 yıldır okunmayı bekliyordu.
Eskişehir'in Han ilçesindeki yazıt, yerli ve yabancı uzmanların çabalarına rağmen sökülemedi.
MÖ 600'lü yıllarda yaptırılan Yazılıkaya açıkhava tapınağı, çözümlenememiş yazıtları, kaya mezarları, altarlar ve kaya oymalarıyla Frigya döneminden en önemli kalıntısı sayılıyor.
Radikal, Fotoğraf: Cihan Yıldırım/AA, 31.08.2007
|
|
"KAÇAK KAZILAR YAZ AYLARINDA ARTIYOR"
Müze
Müdürü Mustafa Erkmen, kaçak kazıların yaz aylarında
artış gösterdiğini belirterek, define avcılarının
tarihi eserlerde önemli tahribatlar oluşturduğunu
ifade etti.
Kaçak kazıların önemli tahribatlar oluşturduğunu
belirten Erkmen, “Yaz aylarında yaptığımız kazı
çalışmalarında kaçak kazıların arttığına tanık
oluyoruz. Sorunun aşılması noktasında vatandaşın
duyarlı olmasını bekliyoruz. Özellikle define bulma
amacıyla yapılan kaçak kazı çalışmaları, tarihi
bulgu ve bilgilerin tamamen kaybolmasına neden
olabiliyor. Bunun yanı sıra, tarihi niteliğe sahip
mekanlar da tahrip edilmiş oluyor. Şayet kaçak kazı
girişimlerinde bulunanlar varsa, bu girişimlerinden
vazgeçsinler. Bu konudaki cezalarda geçmişe göre
daha yoğun uygulanıyor.” dedi.
Erkmen, bölge bazında yaptıkları çalışmalara da
değinerek, Ağrı İshak Paşa Sarayı ve Bayburt
Kalesi'nin de, yine Erzurum Müzesi ekibi tarafından
kazılacağını ifade etti.
Söz
konusu kazılar için de, talimat beklendiğinin altını
çizen Erkmen, kazılardaki amacın geçmiş dönemlere
ait seramik, mühür ve mekanların bulunması ve bu
tarihi bulguların bilgiye çevrilmesi olduğunu
kaydetti.
Erzurum Gazetesi, 31.08.2007
|
CENGİZ HAN'A GÖRE EŞCİNSEL İLİŞKİ İDAMLIK SUÇMUŞ
Cengiz Han döneminde eşcinsel ilişkilerin idamla
cezalandırıldığı ortaya çıktı. Bir yılı aşkın
süredir Moğol fatihinin yasalarını inceleyen Çinli
uzmanların bulgularına göre, Cengiz Han yasalarının
48'inci maddesinde "Eşcinsel ilişkiye teşebbüs eden
erkekler öldürülür" ifadesi yer alıyor.
13. yüzyılda Asya'dan Orta Avrupa'ya kadar uzanan
bir imparatorluğun hükümdarı olan Cengiz Han'ın söz
konusu yasayı o zamanlar 1.5 milyon olan Moğol
nüfusunun daha hızlı bir şekilde artmasını sağlamak
için yürürlüğe koyduğu sanılıyor. Aynı dönemde
Cengiz Han'ın en büyük düşmanı olan Çin'in Song
Hanedanı tebasının nüfusu 100 milyondu.
Eski Moğol Yasaları ve Sosyolojisi Araştırma
Enstitüsü uzmanlarının araştırması, Cengiz Han'ın
yeşil alanları tahrip edenlerin ve yangın
çıkaranların da ölümle cezalandırıldığını ortaya
koydu. Moğol yasalarının orijinal metinleri 600
yıldır kayıp. Araştırmalar, Marco Polo'nun
seyahatnamesi başta olmak üzere tarihi bazı kayıtlar
üzerinden yapılıyor.
Milliyet, 31.08.2007
|
"TARİHİ SULARA GÖMECEK ILISU BARAJI'NA ONAY
VERMEYİN"
Hasankeyf
Yaşatma Girişimi üyeleri, Ilısu Barajı'yla su
altında kalacak tarihi kentten hangi eserlerin
taşınacağına karar verecek bilimseli kurulun yedi
üyesine mektup yazdı: "Tarihi sulara gömecek baraja
izin vermeyin."
Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından seçilen
bilimsel kurul önümüzdeki hafta sonu Batman'ın
Hasankeyf İlçesi'ne gelerek incelemelere başlayacak.
Bölgedeki sivil toplum kuruluşlarının üyesi olduğu
Hasankeyf Yaşatma Girişimi adına koordinatör Diren
Özkan bilimsel kurulda bulunan yedi öğretim üyesine
mektup yazdı. Mektupta şöyle denildi: "Bildiğiniz
gibi Ilısu Barajı'nın yapılması planlanan alan
içerisinde yüzlerce arkeolojik sit alanı
bulunmaktadır. Tarihimizi seviyorsak onu yerinde
korumamız gerekiyor. Ülke ve bölge tarihi ve
kültürel zenginliği açısından çok önemli olan Yukarı
Dicle havzasını 50-60 yıllık ömrü olan bir barajın
pençesi altında bırakmamız büyük bir acıya sebep
olacaktır. Bu insanlık tarihi açısından büyük bir
yıkımdır, bundan dolayı gelecek kuşaklar bizi asla
affetmeyecektir. Sizden talebimiz Hasankeyf'in ve en
az 289 arkeolojik sit alanının sular altında
kalmaması için çaba sarf etmeniz, yani buraları
sulara gömecek Ilısu Barajı'na onay vermemenizdir."
Bilimsel heyette Prof.Dr. Hayat Erkanal, Prof.Dr.
Kaya Özgen, Prof.Dr. Zekai Şen, Prof.Dr. Necdet
Türk, Prof.Dr. Oğuz Müftüoğlu, Doç.Dr. Kadir
Pektaş ve Yrd. Doç.Dr. Bilal Söğüt yer alıyor.
Radikal, 31.08.2007
|
"KOZAN'IN HER YERİNDEN TARİH FIŞKIRIYOR"
Adana'nın
Kozan İlçesi'nde belediye tarafından Butik Otel
olarak restorasyonu yapılan Yaverin Konağı'nda
incelemelerde bulunan Adana Kültür ve Turizm Müdürü
Osman Arık; "Yaver'in Konağı gibi değerlerin
yaşatıldığını görmek bizi ziyadesi ile memnun eder.
Anavarza, Efes'i gölgede bırakacak kadar büyük
bir kent. Anavarza Kozan'ın lokomotifi olacak" dedi.
Adana Kültür ve Turizm Müdürü Osman Arık, Kozan'da
bulunan tarihi eserlere gezi ve incelemelerde
bulundu. Adana Müze Müdürlüğü'nde Arkeolog olarak
görev yapan Huriye Solakoğlu ile birlikte Anavarza,
Yaverin Konağı ve Bedesten'de incelemelerde bulunan
Arık, kaleleri de kapsayan bir tanıtım projesinin
hazırlanması gerektiğini belirtti. Arık, "Yaverin
Konağı gibi değerlerin yaşatıldığını görmek bizi
ziyadesi ile memnun eder. Bu tip binalara fonksiyon
kazandırmak gerekir, kültürel değerlerin tanıtımı
açısından butik otellerin ayrı bir yeri var. Doğru
tespitler ve profesyonel işletmeciler tarafından
işletilirse Kozan'ın ve Adana'nın kültürel turizmine
ciddi katkılar sağlayacaktır." dedi.
Anavarza'da da incelemelerde bulunduklarını
aktaran Arık, "Şehir ve kale surlarını dikkatle
inceledik, kazı çalışmasının başlatılması gerekiyor.
Bunun için de 1. ve 2. derecede sit alanı olan
Dilekkaya Köyü'nün boşaltılması gerekiyor. Anavarza
Kalesi aslına uygun olarak restorasyonu yapıldığında
önümüzdeki 5, 10 yıl gibi bir zamanda Çukurova'nın
kültür merkezi haline gelecektir. Anavarza, Efes'i
gölgede bırakacak kadar büyük bir kent. Anavarza
Kozan'ın lokomotifi olacak." şeklinde konuştu.
Zaman, Haber: İbrahim Çınar, 30.08.2007
|
BURSA ULU CAMİİ'NİN HATLARI TEMİZLENECEK
Bursa'nın
tarihi sembollerinden Ulucami'de, kündekari
sanatının zirvesi ve Osmanlı astronomi biliminin
damgası olan 600 yıllık minberin orijinal haline
getirilmesini sağlayan Bursa Ticaret ve Sanayi Odası
(BTSO), 30 yıldır üzerine dokunulmayan hat
yazılarının temizlenmesi için de 700 bin liralık
kaynak aktardı. BTSO Başkanı Celal Sönmez, tarihi
minberin üzerine şuursuzca tatbik edilen 12 kat
vernik ve cilanın temizlenerek, orijinal ahşap
minbere ulaşıldığını belirterek, "Ulucami'de işinin
ehli güzel bir ekiple yapılan çalışmalar ile çok
nadide eserlerimiz yeniden gün yüzüne çıkıyorlar.
Yapılan temizleme çalışmaları sırasında duvarlardaki
boyaların altında kalan orijinal yazılar, süslemeler
ortaya çıkartıldı. İyi ki BTSO olarak bu çalışmaları
başlatmışız. Minberin tezyin rölövesinin
hazırlanması, üzerinin temizlenmesinden sonra, eksik
parçaların tamamlanarak restorasyonun eksiksiz bir
şekilde bitirilmesi bizleri mutlu edecek. Ayrıca
bütün sanat kitaplarında hat konusunda dünyanın en
önemli merkezi gösterilen Bursa Ulucami'deki asırlık
hat yazılarının üzerleri de, orijinal boyalara zarar
vermeyen bir usulle temizleniyor. Bu çalışmalar ve
caminin genel bakımı için ihtiyaç olan 700 bin
liralık kaynağı meclisimizin de oybirliği ile
aktaracağız. Bursa'nın yaşayan müzesi, en önemli
tarihi eserlerinden Ulucami'nin bakımı için her
türlü imkanı sunmaya hazırız" şeklinde konuştu.
Ulucami Yaptırma ve Onarma Derneği Başkanı
İbrahim Aydın da, Ticaret ve Sanayi Odası'nın
yaptığı bu ilave katkı ile kendilerine duyduğu
güveni teyit ettiğini ifade etti. Aydın,
"Türkiye'nin dünya çapında uzman olan ekipleri ile
çalışıyoruz. Göz nuru el emeği geceli gündüzlü
çalışmalar ile çok şuurlu bir şekilde restorasyon
yürütülüyor. Cemaatimiz biraz daha sabrettiklerinde,
ortaya çok değerli yazılara, eserlere sahip olan
Ulucamimizi göz kamaştırıcı bir güzellikte görme
imkanını sağlayacağız. Yazıların temizlenmesi ve
genel bakım için ilave maddi desteğin de sağlanması
ile BTSO Bursa'nın ortak fayda kuruluşu olma
konusundaki takipçiliğini ve liderliğini de gözler
önüne serdi. Hem yaptığımız bu titiz çalışmaların
teyit edildiğini hissettik, hem de Ticaret ve Sanayi
Odası Meclisi'nin kültürel ve tarihi miras
konusundaki hassasiyetini gördük" dedi.
Dünyaca ünlü hattat Semih İrteş yönetiminde
Ulucami'de çalışan ekipler, üzerinde Güneş
Sistemi'nin tasviri bulunan minberin hem 36 metre
boyunda tezyin rölevesini çizdiler, böylece tarihi
minber kayıt altına alındı. Hem de tek tek elle
minber üzerindeki lüzumsuz sentetik boyalar
temizlenerek, orijinal ahşap zemin ve eksiklikler
ortaya çıkarıldı. Bu eksiklikler giderilerek minber
özel bir aydınlatma ve korunma ile ziyaretçilere
sergilenecek. Hat yazıları ve levhalarda ikinci
ödenek ile temizlenerek ilkgünkü orijinalliğine
kavuşturulacak. Ulucami içerisindeki plastik boyalar
ortadan kaldırılarak binanın nefes alması
sağlanırken, sıva altından çıkan orijinal desenler
de ustalar tarafından elden geçirilecek.
Bursa Hakimiyet, 30.08.2007
|
BADEMAĞACI HÖYÜĞÜ KAZILARI
Antalya´daki Bademağacı Höyüğü´nde 15 yıldır sürdürülen kazı çalışmalarında, Neolitik döneme ait yerleşim alanları ile MÖ 7 binli yıllara ait labirenti andıran taş yapısı saray kalıntısı ortaya çıkarıldı.
İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji
Bölümü öğretim üyelerinden emekli Prof.Dr. Refik
Duru ve Prof.Dr. Gülsüm Umurtak yönetiminde 15
yıldır sürdürülen kazı çalışmalarında, Neolotik
döneme ait yerleşim alanları ile MÖ 7 binli
yıllara ait saray kalıntısı bulundu.
Prof.Dr. Umurtak, yaptığı açıklamada,
Bademağacı Höyüğü´ndeki kazılarda, Neolotik dönemin
çok güzel mimari özelliğini taşıyan, bir beye ait
olduğu düşünülen yaşam alanının ortaya çıkarıldığını
söyledi. Üstü dallarla kaplı, kerpiç ve 18 silolu
evin önünde fırın ve yaşam alanları olan ev
kalıntısı bulunduğunu belirten Prof.Dr. Umurtak,
´´Neolitik dönemde 12 yapı katı bulunabiliyor. Yani
12 kez yıkılıp 12 kez kurulmuş. En alt tabakada, ana
toprak üzerinde bulunan evler ve insan yaşamına
ilişkin bulgular var´´ dedi.
Bademağacı Höyüğü´nde ortaya çıkarılan mimari açıdan
çok güzel olan hububat saklanmasını sağlayan 18
gözlü silo ile fırını bulunan evin her zaman
görülmediğini bildiren Prof.Dr. Umurtak, şöyle
devam etti:
"İnsanoğlunun dal ve çamurdan yapılmış basit
kulübelerde yaşandığı veya ilk yerleşildiğinde çok
basit bir yaşam tarzının egemen olduğu bu
dönemlerde, ilk tabakalardan itibaren çanak çömlek
üretmeyi bildikleri, hayvan evcilleştirdikleri ve
basit ölçüde tarım uygulayabildikleri anlaşılıyor.
MÖ 6400 dolaylarında bu binalar kurulmaya
başlanılıyor. Bu, çok önemli yaşam kalitesini
getirmiş. Burada ortaya çıkarılan yapıdaki mimari
deneyim nerede olgunlaşmış bilemiyoruz. Daha sonraki
tabakalarda insanlar, dörtgen planda, hafif yamuk
kapının karşısında fırını olan tek odalı konutlarda
yaşıyor."
Bölgede 500-600 yıl süren mimarlık geleneğinin var
olduğunu, bunların içinde basit çanak çömlekler,
mutfak gereksinimlerine hitap edecek eşyaların
bulunduğunu söyleyen Prof.Dr. Umurtak, kazılarda
bir beye ait olduğu sanılan yerleşim yerinde kemik
kaşıklar, iğneler, deliciler, tarımı kanıtlayan
yontma taştan bıçaklar, ezgi taşları, havanlar,
havan erleri gibi bulguların ortaya çıkarıldığını
kaydetti.
Kalıntıların ortaya çıkarıldığı neolotik yerleşim
alanında ana tanrıça dininin egemen, ana tanrıçanın
bütün vücut organlarının abartılı olduğunu, buna ait
küçük heykelcikler, küçük sunak masalarının da
ortaya çıkarıldığını ifade eden Prof.Dr. Umurtak,
´´Bu bölgede egemen olan ayak kültüründen söz
edilinebilir. Pabuç ve ayak şeklinde çeşitli
heykelcikler, küçük eserler de ortaya çıktı´´ diye
konuştu.
Bademağacı Höyüğü´nde ortaya çıkarılan yapının çok
büyük olduğunu, 18 gözlü ambar bulunduğunu belirten
Prof.Dr. Umurtak, şöyle devam etti:
"Neolitik Çağ'a ait büyük bir evde 18 gözlü ambar
bulundu. Sandık şeklinde kilden yapılmış, hemen
önünde bir işlik var. Burada sürtme taşları,
havanlar, onlarca sapan tanesi bulundu. Burası çok
özel bir kompleks. Belki bir beyin evi ya da kamusal
bir bina. Köyün ortak önemli iş alanı. Evlerin en
güzeli, fırını çok güzel. Önemli kişilerin konutu
gibi. Tencere yemeği yemedikleri kesin. Çok fazla
çanak çömlek var, ama bunların arasında hiçbiri
pişirme kabı değil. Herhalde av etlerini yiyorlar.
Un ya da unumsu, bulgurumsu şeyler. Lavaş, ya da
tandır ekmeği yedikleri düşünülebilir. Mercimek,
buğday, arpa, baklagiller var. Onları kırarak
tüketiyor olabilirler. Meyve de tüketiyorlar.
Karain ya da Karaöz´deki paleolitik çağda gelişimini
tamamlamış insan toplulukları, tarımı deneyecek
geniş topraklar aradılar ve doğal geçitlerden
geçerek ilk ovaya ilk yaylaya ulaşarak ilk yerleşik
düzene geçme süresini burada tamamlamış olabilirler.
Burası en eski yerleşim bölgesi."
Prof.Dr. Umurtak, 18 gözlü silonun her birinin
350-600 kilogram depolamaya sahip olduğunu, bu
kültürün de yangın felaketi sonucunda kaybolduğunu
kaydetti. Üç yıl önce kazı sırasında ikisi yetişkin,
7 çocuğun yanmış iskeletlerinin bulunduğunu da
belirten Prof.Dr. Umurtak, bu alanda 200 kişinin
yaşamış olabileceğini kaydetti.
Prof.Dr. Umurtak, sözlerini şöyle tamamladı:
"Siloların içinde çok fazla tahıl bulunmadı. İki
odalı çok güzel bir evmiş. Yangın, siloların
boşaldığı bir mevsime rastlanmış olmalı ki siloların
içinde kilolarca tahıl bulunmadı. Boş küçük
çömlekler bulundu. Çatı ahşap, günümüzdeki düz damlı
kerpiç köy evleri gibi. Düz damlı kerpiç evler de bu
mimari kültürden kaynaklanıyor. Mimarlıkta çağlar
boyunca çok büyük atılım olmamış. Aynı ham madde ile
aynı tarz evler ve aynı çatı uygulanmış. Bütün
Anadolu´da gördüğümüz tabanı bastırılmış toprak.
Kerpiç ev tarzı. Hiçbir değişiklik yok."
Prof.Dr. Refik Duru da Neolotik döneme ait yerleşim
alanının hemen yanı başında, MÖ 7 binli yıllara
ait saray kalıntısını ortaya çıkardıklarını söyledi.
Taş sarayın Neolotik dönemden çok farklı bir kültürü
yansıttığını, ilk Tunç Çağı´na ait olduğunu bildiren
Prof.Dr. Duru, şunları kaydetti:
"Bu dönemde konutların temelleri tamamen taştan,
kutu kutu, birbirine bitişik, adeta kooperatif
evleri gibi, ama çok kurallara uygun şekilde yapmış.
Belediye İmar Yasası´na uymuşlar. Birbirine bitişik
60-70 ev var. 30 kadarını kazdık. Dolayısıyla bu ilk
Tunç Çağı´nda insanlar kibrit kutusu gibi planda
olan evleri yapıyorlar. Bu konutların hepsinin
kapısı höyüğün ortasına bakıyor. Arkaları ise
kapalı. Arka duvar dışarıya bakıyor. Kapalı olması
nedeniyle dışardan şehre giriş konusunda bir engel
oluşturuyor. Ayrı bir sur, ayrı bir duvar
yapmamışlar. Evlerin arkası kör duvar, sur gibi.
Eteklere ise taş döşemişler. 20-30 santimetre
kalınlığında yamaç döşemesi var. Bu insanların
evleri kurallara uygun şekilde hazırlanmış."
İlk Tunç Çağı döneminde çok düzenli iskan planlaması
olduğunu ifade eden Prof.Dr. Duru, şöyle konuştu:
"Bu iskan planlaması öyle kendiliğinden olmaz.
Burada kural koyucu var. Bu ne demek? Bu ilk Tunç
Çağı topluluğun bir organizasyonu var. Bir bey, bir
prens, bir kral. Ancak böyle bir güç, böyle bir
irade halkı böyle ´sen şunu şöyle yapacaksın´ diye
zorlayabilir, uygulatabilir. Çok karmaşık bir plan.
Bu çok odalı bir yapı. Saray dediğimiz beyin,
ailesinin oturduğu, kralın etrafında oturduğu bir
bina. 18 odalı bir bina. Kraliyet ailesinin meskeni,
aynı zamanda resmi bina. Yöneticiler oturmuş.
Burasını bir saray diye nitelendirmek hiç de
abartılı sayılmaz. Anlaşılıyor ki bu bina
görüldüğünden daha büyük. Odalar birbirine iç içe
bağlı, labirent yapılar."
Anadolu´da İlk Tunç Çağı´nda böyle bir yapı grubuna
rastlanmadığına işaret eden Prof.Dr. Duru,
´´Anlaşılıyor ki Anadolu çok şeyin merkezi,
kentleşmenin, devletleşmenin merkezi. Yani pek çok
yeni öge Anadolu´da görülüyor. Bu da Anadolu´da
ilklerden biri´´ dedi.
Prof.Dr. Duru şöyle devam etti: "Çok iddialı demiyorum, ama bu durum şimdilik
gösteriyor ki İlk Tunç Çağı yerleşmesi. Şimdiye
kadar yapılan çalışmalar için Troya´ya başvurulurdu.
Troya´daki binalar, tek bir defada yapılmış, sonra
yıkılmış değil. Burada her temelin altında daha
erken bir evreye ait bina temeli var. Yıkılıyor,
yerine başka yapılıyor. Burada görülen binaların
hepsinde onarım yapılmış. Yıkılmış, yeniden
yapılmış. Bu taştan bir saray. Troya ise bir
kraliyet. Troya güçlü. Oradaki binalar biraz daha
anıtsal. Burası da bir krallık."
Anadolu´da bu dönemde küçük küçük krallıklar
olduğunu ifade eden Prof.Dr. Duru, şunları söyledi:
´´Bulunan saray, labirent gibi, çok karmaşık. Burada
hiç umulmayacak kadar gelişkin bir yerleşim
planlaması var. Bu insana hayret veriyor.
Anadolu´nun kıyısında kalan bir yer, kıyıda köşede
kalmış bir eyalet, nasıl oluyor da bu kadar
zenginlik burada birikiyor. Bunu cevaplamak şimdilik
bizim açımızdan da kolay değil, ama görülüyor ki
burada bu yaşanmış. İlk Tunç Çağı, ana tanrıçanın
tasvir şekli değişiyor, ama ana tanrıça kültürü
devam ediyor.´´
Gazete Bir Antalya,
Fotoğraflar: Türk Eskiçağ Bilimleri Enstitüsü, 30.08.2007
|
|
ÇİN SEDDİ ERİDİ, 40 KM KISALDI
Şinhua haber ajansının bildirdiğine göre, MÖ 206 - MS 220 yıllarında hüküm süren Han hanedanlığı döneminde yapılan seddin Gansu eyaletine bağlı Minqin'deki 60 kilometrelik bölümü, "hızla yok oluyor".
Yetkililer, Çin Seddi'nin bu bölümü taş ve tuğla yerine topraktan inşa edilmiş olduğu için erozyona karşı daha zayıf olduğunu söylediler. Yetkililer, hava koşulları yüzünden toprak duvarın zaman içinde akarak ortadan kalktığını belirttiler.
Yetkililer, son 20 yılda duvarın 40 kilometrelik kısmının yok olduğunu, duvar yüksekliğinin de yer yer 5 metreden 2 metreye kadar düştüğünü, gözcü kulelerininse tamamen yok olduğunu söylediler.
Benzer erozyonun duvarın başka yerlerinde de söz konusu olduğunu belirten yetkililer, ancak oralardaki durumun Minqin'deki kadar kötü olmadığını ifade ettiler.
Bir yılan gibi kıvrılarak uzanan Çin Seddi'nin uzunluğu 6 bin 400 kilometre.
Hürriyet, 30.08.2007
|
BOZCAADA'DA ÇANLAR ERDOĞAN SAYESİNDE ÇALIYOR
Bozcaada'da ibadete açık Rum Ortodoks cemaatine ait tarihi Kimisis Teodoku Kilisesi'nin yıkılan dört katlı çan kulesi, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın talimatıyla yeniden yapıldı.
Bozcaada'da Rum mahallesinin ortasında 1869 yılında yaptırılan Kimisis Teodoku Rum Ortodoks Kilisesi, ibadete açık tek kilise olarak günümüze kadar ayakta kalmayı başardı. Kilisenin avlusuna 1895 yılında inşa edilen dört katlı çan kulesi, zaman ve hava koşullarına direnemedi. Kulenin iki katı yıkıldı. Kalan iki kat 1980'den sonra tehlike yaratmaması için metal kafes içine alındı.
Çan kulesinin kaderi Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın 25 Nisan 2005 tarihinde Bozcaada'ya yaptığı ziyaretle değişti. Erdoğan, Rum vatandaşların isteği üzerine kilisenin çan kulesinin restore edilmesi için yetkililere talimat verdi. Başbakanlık Tanıtma Fonu'ndan ayrılan 280 bin YTL ödenekle orijinal yüksekliği 23.8 metre olan çan kulesi tamamen yıkıldı. 2006 Eylülünde başlatılan restorasyon çalışmalarında ilk olarak zemin güçlendirildi. Kayseri'den gelen taş ustaları el işçiliğiyle dört katlı çan kulesini orijinaline uygun olarak yeniden inşa etti. Kulenin en üst katına, dört cephesine de saat takıldı. Ayrıca kule aydınlatıldı.
Geçen temmuz ayında tamamlanan çalışmaların ardından kilise yeniden çan kulesine kavuştu. Bozcaada'da üç dönemdir görev yapan Anavatanlı belediye başkanı Mustafa Mutay, Erdoğan'ın büyük bir duyarlılık gösterdiğini söyledi. Bağcılıkla uğraşan Rum Ortodoks cemaatinin başkanı Simyon Salto da "Başbakan Erdoğan çok büyük bir insanlık sergiledi" diye konuştu.
Radikal, Fotoğraf: Burak Gezen/DHA, 30.08.2007
|
Kimisis Teodoku Kilisesi'nin çan kuleleri
eski haline uygun olarak inşa edildi. |
ALTINBEŞİK MAĞARASI İLGİ BEKLİYOR
Antalya´nın
İbradı İlçesi'ne bağlı Ürünlü Köyü sınırları içinde
bulunan, dünyanın üçüncü, Türkiye´nin ise en büyük
yeraltı gölüne sahip mağarası olan Altınbeşik, ilgi
bekliyor.
Toplam uzunluğu 2 bin 500 metre olan Altınbeşik
Mağarası, milyonlarca yıllık bir sürecin izlerini
taşıyor.
İbradı İlçesi'ne 7 kilometre uzaklıktaki Ürünlü Köyü
sınırları içinde bulunan Altınbeşik, dünyanın
üçüncü, Türkiye´nin ise en büyük yeraltı gölüne
sahip mağarası durumunda.
Mağara içindeki sarkıt ve dikitler görülmeye değer
manzaralar sunarken, beyaz renkli kalın traverten
oluşumlar, mağaranın görsel açıdan en güzel bölümünü
oluşturuyor.
2.5 kilometre uzunluğundaki mağara, içindeki gölet
oluşumlarıyla da dikkati çekiyor. Mağara içinden
çıkan suyun yeraltından Beyşehir Gölü´yle bağlantılı
olduğu belirtiliyor.
Bölgeyi ziyarete gelen yerli ve yabancı turistler,
mağara girişindeki deniz bisikletleriyle de bu
muhteşem doğa oluşumunu görme imkanı buluyorlar.
Adını üst kısımda yer alan Altınbeşik Tepesi´nden
alan Altınbeşik Mağarası, bölge için de önemli bir
ekonomik kaynak.
Mağaranın bulunduğu Ürünlü Köyü Muhtarı Sacit
Yılmazsoy, yaptığı açıklamada,
hedeflerinin mağarayı turizme açarak, yörenin
ekonomik olarak gelişmesini sağlamak olduğunu
belirtti.
Altınbeşik´in turizme açılması yönündeki
çalışmaların çok yavaş ilerlemesinden yakınan
Yılmazsoy, mağaranın içinde bulunduğu alanın Milli
Parklar´a ait olması nedeniyle uzun devreli gelişim
planının hazırlanmasının zaman aldığını ifade etti.
Yılmazsoy, şöyle konuştu:
"Son 2-3 yıldır genel müdürlük ve bakanlık
tarafından bu planın yapılacağı söyleniyor. Bunun
için de turizmin buraya girmesi gecikmektedir. Böyle
bir değerin hem köyümüze hem de ülkemize
katkılarının neler olabileceğinin hepimiz tarafından
bilinmesi gerekiyor. Bunun için yetkililerin bir an
önce bu planı yaparak ve mağaraya gereken ilgiyi
göstererek bu doğa harikasını hem ülke turizmine hem
de dünya turizmine açması gerekiyor. Bu yörenin
ekonomik kurtuluşu da bu mağaranın turizme açılması
ve turizm yönünden belli bir girdinin sağlanmasına
bağlı."
Gazete Bir
Antalya, Fotoğraf: MTA Genel Müdürlüğü, 30.08.2007
|
TAM DA ESERLERİ MÜZEYE GÖTÜRÜRKEN YAKALANMIŞ
Tarihi eser
kaçakçılığı yapmak suçundan 23 kere gözaltına alınan
ve her defasında serbest bırakılan Mustafa İ.,
üzerinde 77 parça kaçak tarihi eserle yakalandı.
Zanlı kendisini, "Eserleri tam da müzeye
götrüyordum" diyerek savundu. İstanbul polisince
önceki gün Eminönü Harem iskelesinde göz altına
alınan Mustafa İ.'nin çantasında yapılan aramada 77
parça tarihi eser çıktı. Zanlının ifadesinde,
"Eserleri bana Ahmet diye biri verdi, ben de tam
müzeye götürüyordum" dediği kaydedildi. Zanlının
daha önce aynı suçtan 23 kere savcı karşısına
çıktığı ve her defasında da serbest bırakıldığı
öğrenildi.
Yeni Şafak, 30.08.2007
|
12. YÜZYILDAN BUDİST HEYKEL
Endonezya'da 12.
yüzyılda Budist rahipler tarafından meditasyon için
kullanılan bir mağarada, Buda'nın ruhsal yolculuğunu
gösteren, daha önce keşfedilmemiş heykeller bulundu.
Mağara 20 yıl önce Doğu Cava'da bulunmuştu. Fakat
ulaşılması zor bir yerde olduğu için, içi tam olarak
araştırılamamıştı. Mağarayı 12 Ağustos'ta ziyaret
eden ülkenin en büyük Budist organizasyonundan bir
yetkili, "Bildiğim kadarıyla bu mağara, Budist
rahiplerin meditasyon için kullandığı dünyadaki tek
Budist mağara" diye konuştu. Bulunan heykeller
arasında fil, inek, maymun ve lotus (Budizm'in barış
sembolü) heykelleri var.
Radikal, 30.08.2007
|
ÇANKAYA BELEDİYESİ, TARİHİ KENTLER BİRLİĞİ'NE ÜYE
OLDU
Çankaya Belediyesi İç Anadolu Belediyeleri
Birliği ve Sağlıklı Kentler Birliği’nden sonra
Tarihi Kentler Birliği’ne de üye oldu. Belediye
Başkanı Muzaffer Eryılmaz, "Kentlerin tarihi
insanlık için vazgeçilmez bir mirastır. Yapacağımız
çalışmalarla Çankaya’nın çehresi değişecek" dedi.
ÜYE sayısı 179’u bulan Tarihi Kentler Birliği
son yıllarda Türkiye’deki umut verici gelişmelerden
biri. Çankaya Belediyesi İç Anadolu Belediyeleri
Birliği ve Sağlıklı Kentler Birliği’nden sonra
Tarihi Kentler Birliği’ne de üye oldu. Büyükşehir,
Altındağ, Polatlı ve Beypazarı Belediyesi’nin de
üyesi olduğu birlik her yıl bir kere toplanıyor.
Kentlerin tarihi dokusunun korunmasını esas alan
birliğe katılan Çankaya Belediyesi’nin projeleri
arasında, Anıtkabir, Çankaya yerleşkesi, TBMM,
Papazın Bağı, Saraçoğlu mahallesi, Abidin Paşa
Konağı ve Anıt ağaçlar yer alıyor.
Çankaya Belediye Başkanı Muzaffer Eryılmaz,
"Kentlerin tarihi insanlık için vazgeçilmez bir
mirastır. Yapacağımız çalışmalarla Çankaya’nın
çehresi değişecek" dedi. Ankara’nın farklı
medeniyetlerin yerleşkesi olarak önemli eserleri
bünyesinde taşıdığını belirten Eryılmaz şöyle
konuştu:
"Ankara, ulusumuzun, Cumhuriyetimizin mirasını
taşıması açısından vazgeçilmezdir. Bizim için miras
niteliğinde. Bize emanet edilen bütün eserleri
gelecek kuşaklara aktarmak yurttaşlık görevimiz."
Hürriyet Ankara, Haber: Deniz Bilir, 30.08.2007
|
|
YALNIZ MİNARELER
Malatya'nın Darende İlçesi'nde Selçuklu ve Dulkadiroğlu beylikleri dönemlerinde inşa edilen ancak daha sonra camileri yıkılan ''Yalnız Minareler''in restorasyonu tamamlandı.
Edinilen bilgiye göre, Vakıflar Genel Müdürlüğü'nce onaylanan restorasyon çalışmaları çerçevesinde eserlerin eskiyen taşları yenilendi, kubbeleri kurşunla kaplandı. Çevre düzenlemeleri yapılacak eserlerin sosyal amaçlı kullanılacağı öğrenildi.
Selçuklu ve Dulkadiroğlu beylikleri dönemlerinde inşa edilen ancak daha sonra camileri yıkılan ve ''Yalnız Minareler'' olarak adlandırılan eserle Sadrazam Mehmet Paşa Kütüphanesi ve Sadrazam Mehmet Paşa Minaresi'nin 262 bin YTL'ye onarıldığı belirtildi.
Malatya Aktüel, 30.08.2007
|
KABAKTEPE ŞEHİTLİĞİ RESTORASYONU TAMAMLANDI
Gümüşhane'nin Kürtün İlçesi sınırları içerisinde
bulunan Kabaktepe Şehitliği'nin restorasyonu
tamamlandı.
2 bin 500 rakımlı Kabaktepe'de 1. Dünya Savaşı
sırasında şehit düşen 7 askerin bulunduğu şehitliğin
restorasyonunun tamamlanması üzerine bir tören
düzenlendi. Törene Vali
Enver Salihoğlu, eşi Sabiha Salihoğlu, İl
Jandarma Komutan Vekili Binbaşı Muharrem Güney,
Kürtün Kaymakamı
Osman Bilgin, şehit yakınlarından eski
Emniyet Genel Müdürlüğü Özel Hareket Dairesi Başkan
Vekili
İbrahim Şahin, akrabaları ve vatandaşlar
katıldı. Sisli ve soğuk havada yapılan törende saygı
duruşunda bulunuldu, İstiklal Marşı'nın
ardından şehitler için Kuran-ı Kerim okundu. "Ülkeyi
düşman işgalinden kurtarmak için nasıl zorlu
mücadelenin verildiğinin en canlı örneğinin bir
tanesi de Kabaktepe'dir" diyerek konuşmasına
başlayan Vali
Enver Salihoğlu, "Memleketimizin
savunmasında tarihin en eski çağlarından beri
şahadet mertebesine ulaşmak bizim toplumumuz için
bizim askerimiz için bir şeref kabul edilmiş ve ülke
savunması için binlerce, yüz binlerce şehit verdik.
Sadece Çanakkale'de, Dumlupınar'da, Sarıkamış'ta
verdiğimiz şehitleri
sayarsak milyonların üzerinde olduğunu görüyoruz. Bu
yüksek rakımlı tepede, güzel bölgemizi düşman
işgalinden kurtarmak için çok zorlu bir mücadele
yapıldığı bellidir. 90 yıl kadar önce, bu zor doğa
koşullarında, bu değerli kahramanlar hangi zor
koşullarda savaştıklarını elbette hepimiz tahmin
edebiliyoruz. Bu ülkeyi bize emanet edenler böyle
mücadele ettiler. 'Topu namlusundan gören'
kahramanların sadece 7 tanesi burada yatıyor.
Ülkemizin dört bir yanından milyonlarca şahadet
mertebesine ulaşmış insanımız
yatıyor. Hepsini buradan rahmetle, şükranla bir kez
daha anıyoruz, Onların torunları olarak bizler de
dersler almalıyız. Güç almalıyız. Tokat'tan buraya
kadar gelen, yanında bir çok arkadaşını şehit vermiş
değerli emniyet mensubumuz ve yakınlarına da hoş
geldiniz diyorum, böyle bir kahramanların torunları
oldukları için de onları kutluyorum. Büyük devlet
uğruna insanlarını veren bu kahramanların çocukları
daha da yükselir daha da yüce makamlara çıkarılır"
dedi.
Kürtün Kaymakamı
Osman Bilgin ise, ilçeye 28 kilometre
uzaklıkta ve 2 bin 500 rakımda bulunan Kabaktepe
Şehitliği'nin 20 gün içerisinde restorasyonunun
tamamlandığını, kabristan için Bayburt taşının
kullandığını, şehitliğin bitişiğinde bulunan
mescidin de şehitlikle birlikte restore edildiğini
söyledi. Yapılan konuşmalardan sonra Tokat doğumlu
şehit Esat Uzunömeroğulları torunlarından olan eski
Özel Hareket Dairesi Başkan Vekili
İbrahim Şahin'e törene katılan yakınları
adına plaket verildi. Plaketi alan
İbrahim Şahin ise yaptığı kısa konuşmada
"Ben burada dedelerimizin şehit olarak yattığını
bilmiyordum. Davet edildiğimizde çok şaşırdım ve çok
mutlu oldum. Vatan savunmasında üç kez yaralanarak
gazi olmuş bir Türk vatandaşı olarak burada bulunmak
bizleri çok memnun etti" diye konuştu.
Çevresi dikenli telle çevrilen, içerisinde 7 şehidin
bulunduğu kabristan ve mescidin açılışı Vali
Salihoğlu ve
İbrahim Şahin ve törene katılanlar
tarafından yapıldı. Şehitler için dua edildi.
İbrahim Şahin'in ise şehitlerin mezarı
başında duası ise oldukça uzun sürdüğü görüldü.
Kürtün ilçesinde bulunan Kabaktepe Şehitliği'nde,
Milli Savunma Bakanlığı Arşivler Müdürlüğü'nün 1.
Dünya Savaşı Zaiyat Defteri'nde yer alan şehitlerin
kimlikleri ise şöyle:
"11. Kolordu 102. Alay 2. Bölük Komutan Vekili Kastamonu Tosya 1297 doğumlu Mehmet Efendi, 88. Tabur 2. Bölük Piyade Er 1309 İznik Doğumlu Hüseyin Muhacirkorucuoğulları, Piyade Er Tokat Reşadiye İlçesi Çakırlı Köyü 1308 doğumlu Esat Uzunömeroğulları, 102. Kafkas Taburu 2. Bölük Takım Zabiti İçel Silifke 1304 doğumlu Osman Nuri Efendi ve 11. Kafkas Hücum Bölüğü Takım Zabiti Piyade Teğmen Artvin Yusufeli 1304 doğumlu Ziya Efendi." Diğer iki şehidin ise kimlikleri tespit edilemedi.
haberler.com, Fotoğraf:
catak.org.tr, 30.08.2007
|
TARİHİ MANASTIR KÖPRÜSÜ ÇÜRÜYOR
Balıkesir'de, Altınoluk-Güre beldeleri arasında bulunan tarihi Manastır Köprüsü bakımsızlıktan çökmeye yüz tuttu.
1934 yılında Manastır Mola Otel'de Atatürk'ün mola vererek Çanakkale'ye bu köprüden geçerek gittiğini belirten Atalay Demircioğlu, kemeri kesme taştan yapılan köprünün bakımının yapılmadığından alt direklerinin çöktüğünü söyledi.
Demircioğlu, "Bu köprü geçmişi günümüze bağlayan yapıların başında gelmektedir. Yüzyıllardır insanları birbirlerine kavuşturuyor. Yıllara meydan okuyan bu tarihi köprünün bir an önce bakımının yapılmasını bekliyoruz. Tarihi İpek ve Baharat Yolu güzergahında bulunan stratejik önem taşıyan bu köprü kurtarılsın" şeklinde konuştu.
Haber Ekspres, Fotoğraflar: haberler.com, 30.08.2007
|
|
HOŞAP KALESİ'NDE İLK KAZI ÇALIŞMALARI
Yüzüncü Yıl Üniversitesi (YYÜ) Sanat Tarihi
Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç.Dr. Mehmet Top,
tarihi Hoşap Kalesi'nde 10 yıl boyunca kazı
çalışması yapılacağını söyledi.
Gürpınar İlçesi Güzelsu Köyü'nde bulunan ve 1643
yılında Mahmudi aşiretinden Sarı Süleyman Bey
tarafından yaptırılan Hoşap Kalesi'ndeki kazı
çalışmalarına, YYÜ Sanat Tarihi Bölümü Öğretim Üyesi
Yrd. Doç.Dr. Mehmet Top başkanlığında start
verildi. Dün başlanan ve 10 yıl sürecek olan kazı
çalışmalarına 15 kişilik bir ekiple devam ediliyor.
Kazı çalışmalarının ilki kale girişinde bulanan ve
taşları dökülen duvarın tamiratıyla başladı.
Yapılan kazı çalışmaları hakkında basın mensuplarına
bilgi veren Yrd. Doç.Dr. Top, tarihi Hoşap
Kalesi'nin eski bir yerleşim yeri olduğunu ve
Osmanlı döneminde yaşayan Mahmudi beyleri tarafından
yaptırıldığını söyledi. Kalenin tarihine ilişkin
ellerindeki tek kanıtın giriş kapısının üzerinde
bulunan kitabe olduğunu kaydeden Yrd. Doç.Dr. Top,
"Kalenin bu duruma göre 1643 yıllarında Mahmudiye
aşiretinden Süleyman Bey tarafından yaptırıldığı
anlaşılıyor. Kalenin 16. yüzyıla hatta Urartu
dönemine kadar inen bir tarihi var. Burası bugün
olduğu gibi geçmişte de Van-İran güzergahında önemli
bir nokta teşkil ediyordu. Hem askeri amaçlı hem de
ticari amaçlı bir geçiş güzergahı oluşturduğundan
kalenin önemi büyüktür. Hoşap Kalesi, Van bölgesinde
surları ile içerisindeki yapılarıyla ayakta
kalabilen en önemli yapılardan bir tanesidir. Dış ve
iç kaleden oluşan yapıda en üst kesime çıkış
sağlayan zindan diye tabir ettiğimiz bölümün
yanındaki dolgu toprağını kaldırmak suretiyle burada
bir açma gerçekleştirdik. 10 yıl boyunca Hoşap
Kalesi'nde kazı çalışmalarımızı sürdüreceğiz" dedi.
80 yıllık Cumhuriyet tarihinde bugüne kadar kalede
hiçbir kazı çalışması yapılmadığını, kalenin kapalı
olması dolayısıyla gelen turistlerin kapıdan
döndüğünü vurgulayan Yrd. Doç.Dr. Top, bugüne kadar
özellikle Urartu dönemine ilişkin kazıların
yapıldığını kaydetti. Kültür ve Turizm Bakanlığı,
Van İl Özel İdaresi ve YYÜ desteklediği kazı
çalışmalarının yanı sıra kalenin onarımının
yapılarak bir an önce ziyarete açılması gerektiğini
belirten Yrd. Doç.Dr. Top, "Bu, Hoşap Kalesi'nde
yapılan ilk kazı çalışmasıdır. Bu nedenle
ilgililerin ve yetkililerin bu noktada bize daha
fazla destek vermesini istiyoruz. Hoşap Kalesi, Van
Gölü çevresinde önemli bir tarihsel mekandır. Bizim
ileriki önemlerdeki projelerimiz sadece kazı ile
sınırlı kalmayacak. Buranın kültür turizmine
kazandırılması için çalışacağız. Dış kalede görmüş
olduğunuz köy evleri var. Şu anda arkeolojik SİT
alanı. Burada da yapılaşma dondurulmuş durumda.
İleriki dönemlerde bunların taşınması gündemde. Eğer
buradaki insanlar başka bir yere taşınırsa burayı
pansiyon gibi konaklama imkanlarının da olabileceği
biraz da turizme katkı sağlayacak bir mekan haline
getirmeyi tasarlıyoruz" şeklinde konuştu.
Mahmudi aşireti beylerinden Sarı Süleyman tarafından
1643 yılında eski bir Urartu kalesinin temelleri
üzerinde kurulmuş olan Hoşap Kalesi'nde çok sayıda
eski hamam, medrese, çeşme, su sarnıcı, zindan ve
oda bulunuyor.
Van Kent Haber, 30.08.2007
|
|
KALE PROJESİ ADIM ADIM İLERLİYOR
Adıyaman'ın
tarihi kalesi Hısn-ı Mansur Kalesi'ni kurtarmak için
başlatılan proje kapsamında kale eteklerinde bulunan
evlerin yıkım işleri devam ediyor.
Adıyaman Belediyesi tarafından yürütülen kale
projesi kapsamında bir evin daha istimlaki yapılarak
yıkımı gerçekleştirildi. Fen İşleri Müdürlüğü'ne
bağlı ekipler proje kapsamında bugüne kadar 50 evin
yıkımını yaptı. Yapılan çalışmalar neticesinde 2
katlı bir evin daha yıkımı yapılarak, projenin
gerçekleşmesi için çalışmaların devam ettiği
bildirildi.
Belediye Başkanı Necip Büyükaslan, kale
çalışmalarının hızlı bir şekilde yürütüldüğünü dile
getirerek, kısa sürede projeyi bitireceklerini
kaydetti.
haberler.com, 29.08.2007
|
ŞANLIURFA'DA 103 ARKEOLOJİK ZENGİNLİK KORUMA ALTINA ALINDI
Şanlıurfa'da 103 arkeolojik, kentsel, doğal ve tarihi SİT alanının Kültür ve Turizm Bakanlığı'nca tescil edilerek koruma altına alındığı bildirildi.
Şanlıurfa Valiliği'nin internet sitesinde yer alan açıklamada; 97 adet arkeolojik SİT alanı, 3 adet kentsel SİT alanı, 2 adet doğal SİT alanı olmak üzere toplam 103 SİT alanının Kültür ve Turizm Bakanlığı'nca tescil edilerek koruma altına alındığı belirtildi. Kentin 11 bin yıllık tarihi geçmişe sahip olduğuna ve bu özeliğiyle birçok medeniyete ev sahipliği yaptığına işaret edilen açıklamada, arkeolojik SİT alanları dışında Şanlıurfa, Harran ve Birecik ilçe merkezlerinde bazı yerleşim alanlarının kentsel SİT alanı olarak tescil edildiği kaydedildi.
Şanlıurfa kent merkezi ve Birecik ilçe merkezinin bir kısmının doğal SİT alanı olarak koruma altına alındığına dikkat çekilen açıklamaya göre, Kurtuluş Savaşı'nda şiddetli çatışmaların yaşandığı Şanlıurfa-Gaziantep karayolu üzerindeki Şebeke mevkii de tarihi SİT alanı olarak tescil edildi.
Açıklamada, ayrıca Şanlıurfa'da ve Birecik ilçesinde 1 askeri yapı, 27 dinsel ve kültürel yapı, 278 sivil mimarlık örneği ev olmak üzere toplam 306 taşınmaz kültür varlığının tescil edildiği ifade edildi.
TürkiyeTurizm.com, 29.08.2007
|
|
|
HAKKARİ'DE TARİHİ ESER KAÇAKÇILIĞI
Hakkari'de
üzerinde dini içerikli altın sarısı yazılar bulunan
22 sayfalık deri bir tabaka ele geçirildi.
Hakkari Valiliği'nden yapılan açıklamada, İl Emniyet
Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele
Şube Müdürlüğü tarafından yapılan istihbarat
çalışmaları neticesinde, il merkezine bağlı Gazi
Mahallesi'nde bulunan Y.D. isimli şahsın ikametinde
arama yapıldığı belirtildi. Evde yapılan aramada 15
santimetre çapında, üzerinde dini içerikli altın
sarısı yazılar ve şekiller bulunan 22 sayfalık
ceylan derisi bir tabaka ele geçirildiği bildirildi.
Olayla ilgili olarak Y.D. isimli şahsın gözaltına
alındığı
ve hakkında "tarihi eser kaçakçılığı yapmak"
suçundan hazırlanan tahkikat evrakı ile birlikte
Hakkari Cumhuriyet Başsavcılığı'na sevk edildiği
kaydedildi.
Öte yandan Asuri yazılı ve en az bin 500 yıllık
olduğu değerlendirilen tarihi eserin paha biçilmez
olduğu belirtildi.
haberler.com, 29.08.2007
|
BİTLİS ETNOGRAFYA MÜZESİ ZİYARETÇİ AKININA UĞRUYOR
Bitlis'in eski yaşayış tarzını
anlatan ve 2 yıl önce açılan Etnografya Müzesi
vatandaşların akınına uğruyor. Haftanın 6 günü açık
olan ve giriş için 2 YTL ücret alınan müzeyi haftada
yaklaşık 700 kişi ziyaret ediyor.
Bitlislilerin eski yaşam tarzlarıyla ilgili eşyaların bulunduğu müzeyi, okulları tarafından bilgi edinmek için gönderilen öğretmen ve öğrenciler ücretsiz gezebiliyor.
Yabancı turistlerin büyük ilgi
gösterdiği müzeye, ilk girdiğinizde karşınıza çıkan
ilk şey kor ateş içerisinde demir döven bir demir
ustası oluyor. Hemen yanındaki taş ustası, hamur
yoğuran bayan, ayran çalkalayan ve topraktan çömlek
yapan kadınlar, tamirci erkekler ve benzeri
çalışmalarla Bitlislilerin yaşam tarzı anlatılıyor.
TürkiyeTurizm.com, 29.08.2007
|
ISPARTA'DAKİ PINARGÖZÜ MAĞARASI, TÜRKİYE'NİN EN
BÜYÜK MAĞARASI
Isparta'da yer alan Türkiye'nin
ölçülebilen en büyük mağarası olan Pınargözü
Mağarası'nın, bugüne kadar 16 kilometrelik bölümüne
ulaşılabildi.
Isparta Kültür
ve Turizm İl Müdürü Abdullah Kılıç, yaptığı açıklamada, Pınargözü Mağarası'nın uzunluğu,
girişe göre yüksekliği, su sıcaklığı ve rüzgar hızı
bakımından Türkiye'nin en büyük mağarası olduğunu
belirtti.
Uzun süreli
araştırmalarla bugüne kadar mağaranın 16
kilometrelik bölümünün ölçülebildiğini anlatan
Kılıç, şu bilgileri verdi:
''Mağaranın sonuna kadar henüz ulaşılamamıştır.
Burası, Yenişarbademli İlçesi'ne 8 kilometre
uzaklıkta, Çaydere ormanlarının içinde bulunan ve
yaşlı kireç taşlarından oluşan bir fay üzerinde
gelişmiş aktif bir mağaradır. İçerisinden debisi 7
litre/saniye olan büyük bir kaynak çıkmaktadır.
Ayrıca mağaranın içerisinde birçok sifon ve büyük
çağlayan vardır. Bu mağaranın 1995 yılına kadar
yapılan uzun süreli araştırmalarla 16 kilometrelik
bölümü ölçülebilmiştir, Belirlenen son nokta
girişten 660 metre yukarıdadır. Bu yükseklik
ülkemizde ölçülen en büyük yüksekliktir. Mağaranın
içinde değişik büyüklükte gölcükler, şelaleler,
damlataş havuzları ve her türden damlataş
birikimleri geniş yer kaplamaktadırlar. Mağaranın
girişinde ise saatte hızı 150-160 kilometre olan
şiddetli bir rüzgar vardır Pınargözü Mağarası'nın
uzunluğu, girişe göre yüksekliği, su sıcaklığı ve
rüzgar hızı bakımından Türkiye'nin önemli ve en
büyük mağarası olduğu bilinmektedir. Turizm
açısından Avrupa'nın en uzun mağarası olarak da
kabul edilmektedir. Bu mağaranın etüdü yapıldığı
takdirde ülke turizmine katkısı büyük olacaktır.''
Pınargözü
Mağarası'nın turizme açılması konusunda İl Genel
Meclisi'nin bir çalışma başlattığını belirten Kılıç,
bu yöndeki çalışmaların sürdürüldüğünü dile getirdi.
Turizm Gazetesi, 29.08.2007
|
3.400 YILLIK YOL YENİDEN AÇILIYOR
Çroum'un Boğazkale İlçesi'nde "Hattuşa" örenyerlerinin 2.5 kilometre kuzeybatısında yer alan Yazılıkaya Açık Hava Tapınağı'ndaki 3 bin 400 yıllık yolun, tekrar açılacağı bildirildi.
Boğazkale Kaymakamı Fırat Çelik, Kazı Başkanı Doç.Dr. Andreas Schacner'in hazırladığı proje kapsamında, Hitit döneminde kutsal alanlara ulaşmak için kullanan yolun orijinal haliyle ziyarete açılmasının amaçlandığını söyledi. Proje dahilindeki çalışmalarda doğal malzemelerin kullanılacağını belirten Çelik açık hava tapınağının tarihi, mimari ve doğal güzelliğinin korunacağını belirtti.
Çorum Haber, 29.08.2007
|
|
MİLAS'TA TARİHİ YERLEŞİM ALANI ORTAYA ÇIKARILDI
Milas'a bağlı Çakıralan
Köyü ile Hüsamlar Köyü
arasında tarihi yerleşim alanı ortaya çıkarıldı.
Bölgede kazı çalışmalarını yürüten heyetin
üyelerinden arkeolog Tuncay Özdemir, yaklaşık 8 ay
önce başladıkları çalışmaların altı ayında,
Çakıralan Belen Tepesi mevkiinde kazı yaptıklarını,
ancak Hüsamlar Köyü sınırları içinde başka bir
tarihi alanın ortaya çıkmasıyla bu bölgede de
çalıştıklarını söyledi.
Çakıralan Köyü Belen
Tepesi'ndeki kazı çalışmalarında 38 adet mezar ortaya
çıkarıldığını ifade eden Özdemir, şöyle konuştu:
"Bazı mezarlar, oda mezar şeklinde, iki odalı olarak
düzenlenmiş. Tonoz çatılı oda mezarların bazılarında
Anadolu'da ender görünen izler var. Mezarlar MÖ 700
ile MÖ 100 yılları arasına ait olabilir. Mezarların
hemen yanında yerleşim alanlarını ve çalışma
alanlarını görmek mümkün. Ayrıca zeytin ve tahıl
işlikleri bulduk. Bu işliklerin neredeyse tamamında
ibadet edilmek için ayrı bir oda yapılmış."
Hüsamlar Köyü
yakınlarında yaptıkları kazılarda da 36 tarihi mezar
bulduklarını belirten Özdemir, "Bugüne kadar bunlara
benzer bir mezar bulunmadı. Mezarların giriş
kısımları diğer tüm mezarlardan farklı. Kendine has
bir özelliği var" dedi. Her iki kazı alanı arasında
6 kilometrelik bir mesafe olduğunu, bu nedenle
çalışmaların uzun süre devam edeceğini belirten
Özdemir, şunları kaydetti: "Tarihi yerleşim alanı,
Çakıralan Köyü ile Hüsamlar Köyü arasına yayılmış.
Burada bulduğumuz eserler arkeolojik açıdan çok
önemli. Bulduğumuz geometrik mezarlarda ortaya çıkan
kalıntılar, tartışmalara son verecek cinsten. Bu
yüzden bu kazı çok önemli ve tarihe geçecek.
Mezarlarda, çalışma alanlarında ve yerleşim
alanlarında yüzlerce önemli kalıntı bulduk. Bu
kalıntılar Milas Müzesi için çok büyük bir kazanç.
Türkiye'deki en sistemli kazı çalışmalarından
birisini yürütüyoruz."
Yerleşim alanında bulunan ve bilim
adamlarının "Arkeolojik açıdan bir hazine" dediği
yüzlerce kalıntı sergilenmek üzere Milas Müzesi'ne
gönderilecek.
Haber Ekspres, 29.08.2007
|
|
AHLAT'TAKİ TARİHİ BUDİST TAPINAĞI'NDA TEMİZLİK ÇALIŞMALARI YAPILACAK
Bitlis'in Ahlat İlçesi'nde yapılan kazı çalışmalarının başkanlığını yapan Doç.Dr. Nakış Karamağaralı, Harabeşehir Mahallesi'nde ortaya çıkarılan Budist tapınağında ateş dumanından dolayı oluşan sis tabakasının temizlik çalışmalarına önümüzdeki haftalarda başlayacaklarını söyledi.
Karamağaralı, tapınakta bulunan sis tabakasının eski dönemlerde yakılan ateş dumanından kaynaklandığını kaydetti.
Tapınakta yer yer 3 santimetreye kadar ulaşan sis tabakasına rastladıklarını ifade eden Karamağaralı, tapınakta incelemelerde bulunduklarını ve sis tabakasıyla kaplı olan bölgede 2 tane tavus kuşu resmi olduğunu tespit ettiklerini, bunlara zarar vermemek içinde çok dikkatli çalışmaları gerektiğini belirtti.
Tarihi yerlerdeki temizlik çalışmalarının çok dikkat istediğini anlatan Karamağaralı, "Bu temizlik çok uzun zaman ve uğraş ister. Özel birtakım solüsyonlar hazırladık. Hassas bir temizlik çalışması olacak." dedi.
TürkiyeTurizm.com, 29.08.2007
|
TARİHİ EDİRNE ÇEŞMELERİ BAKIMSIZLIKTAN YOK OLUYOR
Edirne'de devlet kademesinin üst mevkiindeki isimler
kadar, varlıklı kişilerin de "insanlığa hayırda
bulunma" ve "ölümünden sonra ismini yaşatma" gibi
amaçlarla yaptırdıkları çeşmeler bir bir yıkılarak
yok oluyor.
Osmanlı'dan günümüze miras kalan tarihi Edirne
çeşmeleri, bakımsızlık ve ilgisizlikten dolayı göz
göre göre yok oluyor. Şehirdeki tarihi çeşmelerin
önemli bölümü yıkılarak kaybolurken, kalanlar da
yıkılmak üzere. Bir zamanlar gürül gürül su akan
çeşmelerde şimdi ağaç dalları yeşeriyor. Eski
İstanbul Caddesi kavşağındaki tarihi çeşmenin
üzerinde yetişen ağaç ve çeşitli otlar, çeşmelere ne
kadar sahip çıkıldığını gösteriyor.
Edirne'deki tarihi çeşmelerin sayıca çokluğunun
yanı sıra, ön plana çıkan estetik unsurları, suya
büyük önem veren İslamiyet'in de etkisiyle,
özellikle Osmanlı İmparatorluğu döneminde doruğa
ulaşmıştı. Devlet kademesinin üst düzey mevkiindeki
isimler kadar, varlıklı kişiler de "insanlığa
hayırda bulunma" amacıyla kendi isimleri veya
yakınlarının ismiyle çeşme inşa ettiriyordu.
Çeşmeler, hayırseverlerin "ölümünden sonra da adını
yaşatma" arzusunu yerine getiriyordu. Tarihi
kaynaklara göre, Edirne'de Osmanlı döneminde birçok
çeşme inşa edildi. Bugünkü araştırmalarda ise bu
çeşmelerden çok azının günümüzde bulunduğu
belirtiliyor. Doğma büyüme Edirneli olan ünlü yazar
Abdurrahman Hibri, 1635 yılında tamamladığı Enisü'l
Müsamirin isimli eserinde, Edirne'de o dönemde
160'tan fazla çeşme ve 17 sebilin bulunduğunu
belirtiyor. Riyaz-ı Belde-i Edirne (Edirne Şehri
Bahçeleri) adlı eserin yazarı Ahmet Badi Efendi de,
eserinde Edirne çeşmeleri hakkında özel olarak 1.300
adedin üzerinde çeşme bulunduğunu, tarihi
bilinenleri ve yaptıranları belli olan 123 adedinin
isimlerini ve bulundukları yerleri belirtmekte,
bunlar haricinde 67 çeşmenin daha bulunduğunu
kaydetmektedir.
Osmanlı döneminde genellikle yerleşim yerlerinin
içinde inşa edilen ve hepsi de "hayrat" niteliğinde
olan çeşmelerin genel olarak mermer malzeme
kullanılarak kesme taştan yapılmış olduğu görülüyor.
Çeşmelerin inşasında mermer kullanımı, kemer, ayna
taşları ve diğer yüzeylerin zengin motiflerle
işlenmesiyle gösterişli bir görünüm kazanmasını
sağlamıştır. Edirne'de bulunan çeşmelerin çok önemli
özelliklerinden biri, yabancı motiflerin
İstanbul'daki eserlerden daha önce kullanılmış
olmasıdır. Kentteki çeşmelerde bu etki ilk defa 1669
tarihli Saraçhane semtindeki Sinan Ağa Çeşmesi, ayna
taşlarında bulunan üzüm salkımlarının köşelerindeki
"S" ve "C" kıvrımları ile görülmüştür. Söz konusu bu
Barok kökenli motifler, Türk sanatına sonradan giren
yabancı motifler olarak tanımlanıyor.
Tarihi zenginlikleriyle tanınan Edirne'de
çeşmeler başta olmak üzere tarihi eserlerin
restorasyon ile yok olmalarının engellenmesi
isteniyor. Vatandaşlar, suları akmasa da çeşmelerin
görünümünün güzelleştirilip, bilgilendirici yazılar
asılmasının, eserlerin yeniden canlanmasını
sağlayacağını dile getiriyor.
Zaman, Haber: Muhammet Çakan, 29.08.2007
|
KARAİN MAĞARASI'NDA ANTİK YAŞAMLAR KEŞFİ
Karain Mağarası'nda 500
bin yıl öncesine ait eserler bulundu.
Kültür ve Turizm
Bakanlığı Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürü
Orhan Düzgün, yaptığı açıklamada, Antalya'nın 27
kilometre kuzeybatısında, Katran Dağları'ndaki
Karain Mağarası'nda 500 bin yıl öncesine ait
obsidyen taşları ve takılara rastlandığını kaydetti.
Anadolu ve Yakın Doğu tarihi açısından önemli bir
Paleolitik merkez olan Karain Mağarası'nın, daha
önce yapılan kazılarda, günümüzden 50 bin yıl kadar
önce de yerleşim merkezi olarak kullanıldığı
sonucuna varılmıştı. Mağara, Türkiye'nin, içinde
insan yaşamış en büyük mağarası olarak biliniyor.
Türkiye'nin en büyük doğal mağaraları arasında yer
alan Karain mağarası, önünde bulunan traverten
ovasından 150 m., denizden ise 430-450 m.
yükseklikte.
Birgün, Fotoğraf:
Antalya Valiliği, 29.08.2007
|
|
DAMLATAŞ MAĞARASI'NI ZİYARET EDENLERİN SAYISI GEÇEN
YILA GÖRE YÜZDE 22 AZALDI
Antalya'nın Alanya
İlçesi'nde bulunan Damlataş Mağarası'nı bu yılın 8
aylık diliminde ziyaret edenlerin sayısı, geçtiğimiz
yılın aynı dönemine göre 46 bin 629 kişi azaldı.
Mağarayı ziyaret edenlerin azalması ile birlikte
elde edilen gelirde de düşüş kaydedildi. Bu yıl
içinde yüzde 22'lik bir düşüşle mağarayı ziyaret
edenlerin sayısı 152 bin 507 olarak gerçekleşirken,
2006 yılının aynı döneminde 199 bin 136 kişi
mağarayı ziyaret etmişti.
Alanya'ya gelen turist sayısındaki artış,
Damlataş Mağarası'nı ziyaret edenlerin sayısına
yansımıyor. Damlataş Mağarası'nı ziyaret edenlerin
sayısında artış beklenirken geçen yıla göre düşüş
yaşanıyor. 2007'ye erken tanıtım kampanyalarıyla ve
yeni yatırımlarla başlayan Alanya'da 2006 turizm
sezonu sorunlarla geçti. Temmuz ve ağustos aylarında
doluluk oranı yüzde 100'e yaklaşırken, bu durum bazı
kesimlere yansımadı. Özellikle Alanya esnafı iş
yapamamaktan yakınırken, en çok şikayet edilen konu
otellerde uygulanan 'Her Şey Dahil Sistemi'
nedeniyle turistlerin çarşıya çıkmamaları oldu.
Turistlerin çarşıya çıkmamasından olumsuz etkilenen
tek kesim esnaflar olmadı. Bu durumdan Damlataş
Mağarası da etkilendi. 2007'nin 8 aylık dönemde
mağarayı gezen ziyaretçi sayısı 152 bin 507 olarak
gerçekleşti.
Alanya Belediyesi Gelir Müdürü Mustafa Şenol,
mağarayı ziyaret edenlerin sayısındaki düşüşün elde
edilen gelire de yansıdığını söyledi. 2006 yılına
göre bu yılki gelirde yaklaşık yüzde 25 düşüş
yaşandığına dikkat çeken Şenol, "2006 yılının 8
aylık diliminde Damlataş Mağarası'nı 199 bin 136
kişi ziyaret etti. Bu ziyaretçilerden ise toplam 451
bin 978 YTL gelir elde edildi. 2007'de ise şu ana
kadar mağarayı ziyaret edenlerin sayısı 152 bin 507
olarak gerçekleşti. Bu ziyaretçilerden ise 345 bin
119 YTL gelir elde edildi." dedi.
Her yıl özellikle yabancı turistlerin ilgi
gösterdiği Damlataş Mağarası'nı ziyaret edenlerdeki
düşüşün düşündürücü olduğunu anlatan Şenol, "Bu yıl
hem gelirde, hem de ziyaretçi sayısında düşüş
yaşıyoruz. Maalesef bu sezon mağarayı ziyaret etmek
için çok fazla grup gelmedi. Ayrıca turizm sezonu
beklenen gibi geçmiyor. Oteller dolu olmasına karşın
turist otelden dışarı çıkmıyor. Bu duruma Alanya
ekonomisindeki sıkıntılar da eklenince, mağaradan
elde edilen gelirlerde de düşüş kaydedildi."
şeklinde konuştu.
Zaman, Haber: Ahmet
Yeşil, Fotoğraf: Antalya Valiliği, 29.08.2007
|
|
KALEDE FIRIN BULUNDU
Gaziantep Kalesi’nin batı
yönüne bakan kısmında tarihi bir ekmek fırını ile
kemer bulundu.
Müze Müdürlüğü'nde görevli
arkeologların çalışmaları neticesinde ortaya
çıkartılan fırın ile kemerin yanı sıra, kaynağının
kale içerisinde olduğu vurgulanan acı ve tatlı suyun
izine de rastlanıldı. Kalenin Batı kısmında
arkeologlar tarafından yürütülen çalışmalar
kapsamında bulunan ekmek fırını ile kemer çevresinde
çalışmalar sürdürülüyor. Gaziantep Müze Müdürlüğü
görevlileri tarafından yürütülen çalışmalarda şu ana
kadar kalenin zemininden itibaren 2 metre aşağı
inildi.
Kalede tatlı ve acı su bulunduğu yönünde ki
söylentilerden yola çıkan arkeologlar, kalenin Batı
kısmında yapılan kazı çalışmalarından su kaynağına
ulaşıldığını açıkladılar. 8 metre eninde olan
kemerin yan tarafında ulaşılan su kaynağı, kazı
çalışmalarının yavaş ilerlemesine neden oldu. Yerden
7 metre aşağıda sürdürülen sondaj çalışması ardından
kale içerisinde su kaynağının bulunduğu netleşti.
Gaziantep Hakimiyet, 29.08.2007
|
TEPE DEĞİL, HÖYÜK
Çoğu zaman tarla olarak kullanılan ve doğal bir tepe gibi görüldüğü için fark edilmeyen höyükler, geçmiş dönemlere ait yerleşim birimleri hakkında ipuçları veriyor. Ancak bu tarihi alanlar, bilerek ya da bilmeyerek çeşitli şekillerde tahrip ediliyor.
Selçuk Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr. Hasan Bahar, pek çok kişinin bu höyükleri doğal şekilde oluşmuş tepecikler sandığını söyledi.
İç ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde bol miktarda höyük olduğunu anlatan Prof.Dr. Bahar, “Uzun yıllardır höyükler üzerinde araştırma yapıyorum. Araştırmalarımızda, Konya ve çevresinde 400 höyük tespit ettik. Bugüne kadar tescillenmemiş bu rakamdan çok daha fazla höyük bulunduğunu tahmin ediyoruz” dedi.
10 bin yıllık bir tarihin arşivleriyle dolu bu höyüklerden bazen hafriyat, bazen de “verimli” diye bahçede kullanmak için toprak bile çekildiğine dikkati çeken Bahar, şunları kaydetti: “Konya’nın merkezinde bulunan, pek çok kişinin Selçuklu Sultanı Alaaddin Keykubat’ın toprak taşıyarak yığdırdığını sandığı ünlü Alaaddin Tepesi bile Tunç Çağı’ndan kalan höyüktür. Ayrıca, 1950’li yıllarda bulunan, kazıları halen devam eden, dünyanın en eski ve sanatsal eserlerin bulunduğu 9 bin yıllık Çatalhöyük de bu yerleşimler arasında yer almaktadır. Bu höyükler, geçmişe ışık tutacak her türlü bilginin bulunduğu arşiv ambarı gibidir. Ancak, binlerce yıl öncesinden günümüze çok önemli mesajlar taşıyan bu höyükleri koruyamıyoruz. Çoğu ya parçalanıp düzleniyor ya da definecilerin tahribatına kurban gidiyor.”
Türkiye Gazetesi, 29.08.2007
|
|
|
İSTANBUL'DA 'TARİH' CANLANDIRILIYOR
İstanbul'un binlerce yıllık tarihi yeniden canlandırılıyor. Tarihi surların içindeki birçok Osmanlı ve Bizans eseri, onarım ve yenileme çalışmalarıyla yeniden hayat bulacak.
Edirnekapı'dan Ayvansaray'a uzanan surların içinde bulunan çok sayıda eser, uzun yıllar kaderine terkedildi, adeta yokolma tehlikesiyle karşı karşıya bırakıldı. Ancak 2 yıl önce başlatılan proje, tarihi kentin bu önemli mekanlarının kaderini değiştirdi. Proje kapsamında bölgede bulunan 11 tarihi eser restore ediliyor.
Konuyla ilgili bilgi veren Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir, "Hem İstanbul'un tanıtımına, hem de Türkiye'nin tanıtımına katkıda bulunacak, Türkiye'nin uluslararası boyutta turizm pastasına katkıda bulunacak, büyük bir proje" diye konuştu.
Bu eserlerden biri de Bizans sivil mimarisinin ayakta kalan tek örneği olan Tekfur Sarayı.
Demir, "Burası bir defa kültürel etkinliklerde kullanılacak, İstanbul Bienali'nde kullanılacak mekanlar. 2010'da mutlaka değerlendirilecek mekanlar. Türk ve Batı musikisinin icra edileceği bir alan" dedi.
Projenin en önemli ayaklarından birini de tarihi Anemas Zindanları oluşturuyor. Bizans döneminden kalma tek yeraltı zindanları olan Anemas Zindanları'nda daha çok soylu mahkumlar tutulurmuş. Birçok Türk filmine de evsahipliği yapan ve dünyada bir eşi daha bulunmayan bu zindanlar, restorasyon çalışmaları sonucunda yeniden hayat bulacak.
Restorasyonun, 2010 yılına kadar tamamlanması planlanıyor.
Trt/Haber, 29.08.2007
|
AVRUPA'NIN GURURU LEONARDO
Avrupa Birliği'nin (AB)
merkezi Brüksel, şu sıralar dev bir Leonardo Da
Vinci sergisini ağırlıyor. AB'nin 50. kuruluş
yıldönümü kutlamaları kapsamında açılan 'Da
Vinci-Avrupalı Dahi' başlıklı
sergi izleyicilerin de yoğun ilgisini çekiyor.
Sergi, ilk haftasında 10 bin sanatsever tarafından
ziyaret edildi.
Ulusal Koekelberg Bazilikası'nda Da Vinci'nin çok
yönlü sanatçı kimliğine uygun olarak sergilenen
eserler 'Sanatçı', 'Mühendis' ve 'Hümanist'
başlıkları altında sınıflandırıldı. Şimdiye kadarki
en kapsamlı Da Vinci sergisi olarak lanse edilen
projede sanatçının tablolarının yanı sıra, orijinal
çizimlerinden yapılan paraşüt, helikopter, planör,
yüzer köprü, katamaran modelleri bulunuyor.
Organizatörler boş alan temin edilmesi halinde
'Bilim Adamı', 'Matematikçi', 'Mucit', 'Mimar',
'Müzisyen' ve 'Yazar' bölümlerinin de Mart 2008'e
kadar devam edecek olan sergiye dahil edileceğini
açıkladı.
Radikal, 29.08.2007
|
OYLUM HÖYÜK'TE KAZILAR SONA ERİYOR
Oylum
Höyük'teki kazı çalışmalarının başkanlığını yürüten
Cumhuriyet Üniversitesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç.Dr.
Atilla Engin, 1989 yılında başlanan 18. dönem kazı
çalışmalarının 31 Ağustos tarihinde sona ereceğini
söyledi.
Engin, yaptığı açıklamada, 18. dönem Oylum Höyük
kazılarına höyüğün batı cephesinden başlandığını
belirterek, "Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nin en büyük
höyüğü olarak bilinen Oylum Höyük'teki kazılara
çeşitli dönemlerde
ABD, Almanya, İngiltere, Japonya ve
Hollanda'nın yanı sıra Türkiye'den de çok sayıda
arkeolog katıldı. 18. dönem kazılarını cuma günü
sona erdiriliyoruz. Hellenistik-Roma devrine ait
kerpiç ve kil blokajlarla yapılmış yerleşim
merkezleri ortaya çıkarıldı. Maden eritmede
kullanıldığı tahmin edilen ocaklar ile kerpiç ve kil bloklarla teras
şeklinde düzenlenmiş, kalın duvarlara sahip yerleşim
merkezleri ortaya çıkarıldı. Batı cephedeki büyük
evlerin büyük bir ihtimalle askeri garnizon maksatlı
kullanıldığını tahmin ediyoruz. Elde edilen
verilerle iki haftalık çalışma sonucu bu yıl elde
edilen verilerin fotoğraf, restorasyon ve
dokümantasyon işlemleri ile kazı evinde çalışacağız"
dedi.
18. dönem Oylum Höyük kazılarının bu yılki
çalışmaların büyük bir bölümünün tamamlandığını
belirten Engin, "MÖ 1500-1600-1700 ve 2000
yıllarına ait bulgulara rastladığımız kazı
çalışmalarının genel manada arkeoloji açısından çok
verimli geçtiğini söyleyebilirim. Burada büyük bir
evin tabanında kırılmış çok sayıda kap ile Hitit
dönemine ait iki adet bronz heykelcik bulduk. Bu
bulgulardan, bölgede Hititler'in yaşama şekli ile
ilgili önemli bilgilere ulaştık. Tarihte çeşitli
dönemler boyunca Hitit
egemenliği altında kalmış bulunan bölgede,
Hitit-Mısır savaşı ile birlikte bu savaşın sonunda
yapılan Kadeş Antlaşması'nın işaretlerine
rastlıyoruz. Bu savaş ve anlaşma ile bölgede hakim
olmak arzusunun yattığı gerçeğinden hareketle, bu
bölgenin MÖ 1000-2000 yılları arasında önemli bir
yerleşim merkezi olduğu sonucuna ulaşılmaktadır"
diye konuştu.
Yrd. Doç.Dr. Atilla Engin, Oylum Höyük'teki bu
yılki kazılarda höyüğün kuzeybatı yamacında Roma
devrinde kerpiç teraslar şeklinde yapılanma
olduğunun ortaya çıktığını vurgulayarak, " Üst
açmanlarda Roma devrine ait kerpiç teraslı yapılar,
büyük kerpiç duvarlar ve taş temellere rastladık.
Böylesi bir yapı tarzının o zamanlar bölgeyi kontrol eden garnizona ait olduğunu
biliyoruz. Roma devri tabakalarının altında
Hellenistik dönemi MÖ 30-330 ve demir çağlarına
ait MÖ 330-1000 yıllarına ait yapı
katmanları ve topraktan oyularak yine toprak ile
sıvanmış yuvarlak tahıl siloları ortaya
çıkarılmıştır" açıklamasını yaptı.
Engin, geçmiş kazı döneminde Oylum Höyük'te bulunan
Roma dönemine ait bin 500 yıllık kilisenin kaide ve
mozaiklerinin koruma altına alındığını belirterek,
"Kazı çalışmaları, kilisenin tüm ayrıntılarıyla gün
yüzüne çıkarılması için yerli ve yabancı bilim
adamları ve öğrencilerin katılımıyla sistematik bir
şekilde yürütülmektedir. Kilis'in 70 kilometre
doğusunda bulunan, 22-37 metre yüksekliğe ve 170
dekar yüzey alanına sahip Oylum Höyük, Türkiye'de ve
Ön Asya'daki en büyük höyükler arasında
gösteriliyor.
MÖ 10.000 yılının ortalarında iskana açıldığı
tahmin edilen ve Anadolu, Suriye ve Mezopotamya
arasında oldukça stratejik bir konuma sahip olduğu
yapılan kazılarda ortaya çıkan Oylum Höyük, dünyanın
en eski yerleşim yerlerinden biri olarak biliniyor"
dedi.
haberler.com, Fotoğraf:
TAY Projesi, 28.08.2007
|
TAŞKÖPRÜ'DE ROMA DÖNEMİNE AİT MAĞARA TURİZME KAZANDIRILIYOR
Kastamonu'nun Taşköprü İlçesi'nde, 2. etap kazı çalışmaları devam eden Pompeipolis Antik Kenti sınırları içerisinde bulunan Roma dönemine ait mağarada temizleme ve çevre düzenlemesi çalışmaları yapılıyor.
Bölgede devam eden kültürel kazıları Kültür ve Turizm Bakanlığı adına takip eden Arkeolog Ali Sinan Özbey'in önerileri doğrultusunda atıl duran tarihi mağarada önce temizlik ve sonra da aslına uygun çevre düzenlemesi yapılacak. Arkeolog Ali Sinan Özbey, Taşköprü Zımbıllı Tepesi mevkiinde bulunan bu mağaranın muhtemelen geç Roma dönemine ait olduğunu ve bugüne kadar zarar görmeden iyi bir şekilde günümüze kadar gelmesinin memnuniyet verici olduğunu ifade etti. Tuflu kaya içine oyulan bu mağaranın ilk olarak mezarlık ve mabet amaçlı kullanıldığını dile getiren Arkeolog Özbey, mağaranın yakın tarihlere kadar konut olarak kullanıldığını kaydetti.
Taşköprü Belediye Başkanı Mustafa Günay da bu mağaranın yıllardan beri Taşköprü ile iç içe olmasına karşın tarihi dokuları bozulmadan, özelliğini kaybetmeden günümüze kadar geldiğini aktardı. Başkan Günay, "Pompeipolis Antik Kenti kazıları ile yeni gündeme gelen mağara bir bütünlük oluşturdu. Bu alan adeta tarih turizminin altyapısı konumuna geldi. Bu mağarayı da kendi yerel imkanlarımız ile önce temizleyip sonra da dokusuna uygun çevre düzenlemesi yaparak Taşköprü turizmine bir eser daha kazandırmayı hedefledik." dedi.
TürkiyeTurizm.com, 28.08.2007
|
|
|
DAYR'ÜL ZAFERAN MANASTIRI AÇILDI
Mardin'de 16 asırlık Süryani Patriklik Merkezi olarak bilinen Dayr'ül Zaferan Süryani Manastırı restorasyon sonunda düzenlenen törenle hizmete açıldı.
15 aydan beri restorasyon çalışmaları devam eden Dayr'ül Zaferan Manastırı'nın Metropoliti Nuri Salibe Özmen, manastırın milattan önce güneş tapınağı, daha sonra da Romalılarca kale olarak kullanıldığını belirterek, "Tapınak 5. yüzyılda Aziz Şleymun tarafından manastıra çevrildi. Önceleri Mor Şleymun Manastırı olarak biliniyordu. Mardin ve Kefertüth Metropoliti
Aziz Hananyo'nun 793 yılından başlayarak büyük bir tadilat yapmasından sonra Manastır onun adıyla Mor Hananyo Manastırı olarak bilindi. 15. yüzyıldan sonra da Manastır'ın etrafında yetişen zafaran (safran) bitkisinden dolayı Manastır, Dayr'ül Zaferan (Safran Manastırı) adıyla anılmaya başladı. Manastır son olarak 15 aylık bir restorasyon çalışmasıyla tekrar eski ihtişamına kavuştu" dedi.
Haber Diyarbakır, 28.08.2007
|
AUGUSTUS TAPINAĞI'NA ULAŞILDI
Pompeiopolis'te dünyaca ünlü Alman jeofizikçi Dr. Jörg Fassbinder başkanlığında yürütülen jeofizik çalışması sonucunda, Roma İmparatoru Augustus'un adını taşıyan büyük bir tapınağa ulaşıldı. Kazı hakkında bilgi veren Dr. Alexander Von Kienlin, ulaşılan Augustus Tapınağı'nın Karadeniz Bölgesi'nde başka bir örneğinin bulunmadığını ve tek örneğinin Pompeiopolis'te bulunduğunu ifade etti.
Kazı çalışmasından yazıt, sikke gibi eserler bulmayı beklediklerini belirten Kienlin, mabet yerini şaşırtıcı ve sansasyonel olarak değerlendirdi. Kazı başkanı Almanya Münih Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof.Dr. Latife Summerer de Augustus Tapınağı'nın bir örneğininde Ankara ve Bergama'da bulunduğunu söyleyerek o tapınağında Roma Augustus Tapınağı olduğunu belirtti. Jeofizik çalışmaları yürütülen kazı alanında ayrıca Forum tespit edildiğini ifade eden Summerer, "80x25 metre boyutlarındaki ölçümlerden çıkacak sonuçlara göre açmalar devam edecek. Jeofizik çalışmaları kapsamında 6 hektarlık alan ölçüldü. Ölçümlerden gayet iyi sonuçlar aldık. Pompeiopolis, zengin bir tarihe sahiptir" dedi.
Dünyaca ünlü Alman jeofizikçi Fassbinder de Pompeiopolis Antik Kenti'ni oldukça beğendiğini söyleyerek Forum ve Augustus Tapınağı kalıntılarına ulaşılmasının ileriki çalışmalar açısından umut verici olduğunu dile getirdi.
Yeni Şafak, 28.08.2007
|
|
RODOS'UN HAZİNELERİ
KORUMA BEKLİYOR
Rodos'taki
Hafız Ahmet Ağa Kütüphanesi Yöneticisi Yusuf
Kıbrıslı, "Kütüphanede en eskisi 900 yıllık olan el
yazması, paha biçilmez eserler bulunuyor" dedi.
10 yıldır Hafız Ahmet Ağa Kütühanesi'nde görev yapan
Yusuf Kıbrıslı, kütüphanede 2 bin 500 kitap
bulunduğunu söyledi. Bunların bininin el yazması
olduğunu belirten kıbrıslı, "En eski kitap ise 900
yıllık bir el yazması. Kütüphanede çok sayıda el
yazması Kur'an'ı Kerim ve tefsir de bulunuyor" dedi.
Kütüphanenin bir vakıf tarafından yönetildiğine de
işaret eden Kıbrıslı, kütüphanenin 1793 yılında
Hafız Ahmet Ağa tarafından inşa edildiğini ve 1840
yılında ise oğlu Ahmet Fethi Paşa tarafından vakfa
dönüştürüldüğünü hatırlattı. Kıbrıslı, "Kütüphaneyi
görmeye Türkiye'den de ziyaretçiler geliyor, ama
yetersiz. Bu eserlerin korunması ve kütüphanenin
ayakta durması için destek verilmesi lazım.
Kütüphanede paha biçilmez eserler bulunuyor" diye
konuştu.
Osmanlı'dan bugüne kalan üç vakıf Rodos'ta
faaliyetlerine devam ediyor. Bunlardan Fethi Paşa
Vakfı, mütevellisi İstanbul'da "Müstesna Vakıf"
statüsünde faaliyetlerini icra ediyor. Vakfa ait
kütüphane, 1793 yılında Rodosi Hafız Ahmet Ağa
tarafından inşa edilmiş, 1840 yılında ise oğlu Ahmet
Fethi Paşa tarafından vakfa dönüştürülmüş.
Kütüphanenin en değerli parçalarından birini, 1401
yılında altın varaklarla yazılmış iki adet Kur'an-ı
Kerim oluşturuyor. 650 yıllık eserlerden biri, daha
önce çalınmış ve İngiltere'deki bir müzayede evinde
satılığa çıkarıldığı gün aile fertlerinden Esra
Bereket tarafından tespit edilerek geri alınmış.
Kütüphanedeki 2 bin 500 kitabın bini el yazması.
Yaşanan olay sonrasında, kütüphanede değerli
kitapların bulunduğu bölüm ziyaret kapatılmış. Bu
bölüm sadece bilimsel çalışmalar için ziyarete
açılıyor. Kütüphanenin her köşesi güvenlik
kameraları ile izleniyor ve korunuyor.
Türkiye'den turlarla gelen Türk turistlere rehberlik
eden turist rehberi Olcay Yılmaz ise Rodos'a gelen
Türklerin ilk ziyaret ettikleri yerlerin başında
Hafız Ahmet Ağa Kütüphanesi ve Osmanlı dönemine ait
camiler olduğunu ifade ederek, "Kütüphanede değerli
kitapların bulunduğu bölüm turistik ziyaretlere
kapalı. Kütüphanede Kanuni Sultan Süleyman ve Hafız
Ahmet Ağa'nın tabloları duvarları süslüyor" dedi.
Haber Ekspres, 28.08.2007
|
KARATAY NEDEN KAPALI?
Konya'da en çok ziyaret edilen ikinci müze olma özelliği taşıyan Karatay Medresesi'nde yürütülen tadilat çalışmaları bir yılı aşmasına rağmen hala bitirilemedi. 2007'nin UNESCO tarafından Mevlana Yılı ilan edilmesi sonrası Konya'ya gelen yerli ve yabancı turist sayısında artış yaşandığı bir dönemde Karatay Medresesi'ndeki restorasyon çalışmalarının gecikmeli bir şekilde sürdürülmesi akıllarda soru işaretleri bıraktı.
Türkiye'nin tek çini eserler müzesi olma özelliği taşıyan Karatay Medresesi'nde bir yılı aşkındır devam eden restorasyon çalışmalarının tamamlanmamasının nedenlerinin bir an önce kamuoyuna açıklanması isteniyor. Bununla birlikte bir yıldır devam eden çalışmalara rağmen Karatay Medresesi'nin eksik olan hücre kısmının tamamlanması yönünde herhangi bir çalışmanın yapılmaması da dikkatleri çekiyor. Aylardır Karatay Medresesi'nin önünden geçipte kapısının kapalı olması ve üzerinde "tadilat nedeniyle kapalı" yazısını okuyan vatandaşlar, asıl tamamlanması gereken eksik hücre konusunda bir çalışma yapılmadığını görünce tepki göstermeye başladı. Vatandaşlar, "Bir yıldan fazla bir süredir tadilat yapıldığı söyleniyor. Tadilat çalışmaları kapsamsında yapılması gereken en önemli iş Karatay Medresesi'nin eksik hücresinin tamamlanmasıdır. Bu konuda hiçbir çalışma yok. Konya'ya turistin geldiği önemli bir yılda Karatay Medresesi'nin kapılarını turizme kapatmış bekliyorlar. Bu duruma bir son verilmeli. Ne yapılacaksa bir an önce yapılık, daha fazla zaman kaybetmeden, Karatay Medresesi ziyaretçilerine açılmalıdır" değerlendirmesinde bulunuyor.
Konuyla ilgili olarak gazetemize açıklama yapan Rölöve ve Anıtlar Müdürlüğü yetkilileri, Karatay Medresesi'ndeki onarım ve restorasyon çalışmalarında son aşamaya gelindiğini ve teşhir tanzim çalışmalarının yapıldığı müzenin önümüzdeki günlerde ziyaretçilere açılacağını bildirdi.
Karatay Medresesi'nde uzun süredir devam eden çalışmaların nasıl başladığını da anlatan yetkililer, "Eyvanın arka duvarı yıkılmak üzereydi. Duvarlar bir buçuk metreye kadar geniş, dışa bakan yüzeylerde özel taşlar kullanılmış ve ortası molozla doldurulmuş. Bu yüzden duvar içten çatlamıştı ama dışarıdan hiç belli olmuyordu. Duvardaki bir metrekarelik alanda yapacağımız onarımda çatlakları fark ettik. Dış duvar göçmek üzereydi, hep çatlamıştı. Bunun üzerine bakım çalışmalarını genişletmek durumunda kaldık" diyerek, bu çatlakların görülmemesi durumunda medresenin dış duvarlarının yıkılabileceğine işaret etti.
Duvarın restore edilmesinin ardından içerideki çinilerin de bakımdan geçirildiğini belirten yetkililer, giriş ve sağdaki eksik hücrenin yapımının da projelendirilip önümüzdeki dönemde tamamlanacağını söyledi. Yetkililer, çalışmaların bu kadar uzamasında ödenek sorununun da neden olduğunu bildirdi.
Merhaba Gazetesi, 28.08.2007
|
|
|
EFES ANTİK KENTİ VE MERYEM ANA EVİ'NİN ZİYARETÇİ SAYILARI YÜZDE 60 ARTTI
Doluluk oranlarının yüzde 100’e yaklaştığı belirtilen İzmir’in Selçuk İlçesi'nde Efes Antik Kenti ve Meryem Ana Evi girişlerinde de geçen yıla göre yüzde 60 artış gözlendi. Efes Antik Kenti'ne yılın 7 ayında toplam 1 milyon 400 bin 100 turistin giriş yaptığı bildirildi.
Papa 16. Benediktus'un ziyaretiyle uluslararası alanda iyi bir tanıtım yapan ilçede, inanç turizminde büyük artış yaşanıyor.
Turizm Gazetesi, 28.08.2007
|
HARABEDEN KÜLTÜR MERKEZİ'NE
Restorasyon çalışmaları sonrası Osmangazi Belediyesi Yerel Gündem 21 koordinasyonunda yeni kimliğine kavuşan Haraçcıoğlu Medresesi, Bursalıları geçmişin derinliklerine götürüyor. Ziyaretçiler, Türk Sanat ve Tasavvuf Müziği dinletisi yapılan medresede zamanda yolculuğa çıkıyor.
Haraçcıoğlu Medresesi'nin 1750'lü yıllarda Bursa'nın ikinci büyük kütüphanesi olduğunu belirten Haraçcıoğlu işletme sorumlusu Baki Süha Banaz, Haraçcıoğlu’nda içilen bir kahvenin ya da çayın 250 yıllık hatırı olduğunu söyledi.
Mekanın dinlence yeri olmasının yanı sıra kitap bağışı da aldıklarını belirten Banaz, herkesin Haraçcıoğlu'na gelip istediği kitaptan yararlanabileceğini kaydetti. Ödünç kitap verilmediğini sözlerine ekleyen Banaz, bunun medrese sahibi Hacı Hüseyin Ağa'nın vasiyeti olduğunu hatırlattı.
Haraçcıoğlu'nu ilk kez ziyaret eden Umut Uysal, mekanın büyüleyici atmosferinin kendisini çok fazla etkilediğini belirtti.
Bursa Hakimiyet, 28.08.2007
|
|
|
TARİHİ CAMİ YENİLENİYOR
Kurtuluş Savaşı öncesinde Orhangazi`nin en büyük köylerinden biri olan Gürle Köyü`ndeki 650 yıllık tarihi Orhan Bey Camii`nin restorasyonu devam ediyor.
İkinci Osmanlı padişahı Orhan Gazi`nin Bursa`nın fethi sıralarında köyde kendi adına yaptırdığı cami 1960`lı yıllara kadar ibadete açık kalırken, bu tarihten sonra aynı kaderi paylaştığı, 14. asırdan kalma hamamı ile birlikte doğanın tahribatına yenik düşmüş ve bakımsızlıktan kaderlerine terkedilmişti. 1980`lı yıllara kadar ayakta kalan köy tüzel kişiliğine ait cami ve hamamı, köy muhtarlığınca Vakıflar Genel Müdürlüğü`ne terkedildi. Ahşap tavanı ile birlikte bir çok bölümü çöken ve orijinal olarak sadece minaresi ile güneydoğu duvarının köşe bölümü kalan caminin yanısıra, hamamın da restorasyonuna geçen yıl Vakıflar Genel Müdürlüğü`nce karar verildi. 27 Ekim 2006`da başlayan restore çalışmalarının Ağustos 2007`de bitmesi gerekiyordu. Ancak, yüklenici Gül-Sa firması iki ay duran çalışmalar nedeniyle ek süre aldı. Yıl sonuna kadar bitirilmesi gereken cami restorasyonun yanısıra, hamamın restoresi ise çevre düzenlemeleri dışında tamamlandı. 495 bin YTL`lik sözleşme bedeli bulunan ve Bursa İnşaat ve Abide Şube Müdürlüğü`nün denetimindeki Gürle Camii`nin restoresi bittiğinde, hem cami ikinci kez yaşama dönecek, hem de tarihi iki esere sahip çıkılmış olacak.
Bursa Olay, 28.08.2007
|
SAVAŞTAN KALMA TOP MERMİSİ İMHA EDİLDİ
Çanakkale'de, Atatürk Caddesi'ndeki kanalizasyon çalışmaları sırasında bulunan ve Çanakkale Savaşları'ndan kaldığı belirlenen patlamamış top mermisi, uzman ekiplerce imha edildi.
Vince yüklenen bomba, jandarma, polis ve itfaiye ekiplerince, Atikhisar Barajı yakınlarındaki boş bir araziye götürüldü.
120 santimetre uzunluğundaki ve 200 kilogram ağırlığındaki mermi, boş bir alanda 20 kilogram patlayıcı kullanılarak imha edildi.
Sabah, 28.08.2007
|
|
TARİHİ İNCESU KANYONU DEFİNECİ TEHDİDİ ALTINDA
Definecilerin yeni hedefi ören yerleri ve
turistik bölgeler. Bitlis'in Ahlat İlçesi'nde tarihi
Selçuklu mezarlığı ve tarihi Ahlat harabe şehirde
yapılan kazılar, çalışma döneminin bitmesinden sonra
definecilerin istilasına uğradı.
Bir türlü turizme kazandırılamayan Çorum'un
Ortaköy İlçesi'ndeki İncesu Kanyonu'nu da
turistlerden çok defineciler ziyaret ediyor. Eski
Ahlat şehri kazı alanı başkanı Doç.Dr. Nakış
Karamağaralı, bin bir emekle gün yüzüne çıkarılan
alanları, definecilerin yerle bir ettiğini söyledi.
Ören yerlerinde yeterli koruma görevlisi olmaması
sebebiyle yaşanan sıkıntılara her dönem yenileri
ekleniyor. Kars'taki Ani Harabeleri gibi bazı tarihi
harabeler geceleri hayvan barınakları haline
getirilirken, kimi yerler de definecilerin hışmına
uğruyor. Son dönemde birden zengin olmak isteyen
define avcıları tarihi kazılar ve turistik bölgelere
dadandı.
Bitlis'in Ahlat ilçesindeki 12. ve 13.
yüzyıllardan kalma Selçuklu Mezarlığı da
definecilerin tahrip ettiği ören yerlerinden biri.
Selçuklu Mezarlığı, açık hava müzesi görünümüne
sahip. Yetkililer, teknik elemanların ölçümleri ve
mezar taşı sayımlarında 8 bin mezar taşının
belirlendiği Selçuklu Mezarlığı'nda yapılan kazılar
sonrası define avcılarının istilasından muzdarip.
Kazı alanı başkanı Doç.Dr. Nakış Karamağaralı, her
yıl yapılan kazılar sonrası definecilerin kazı
alanına dadandığını belirtti. Ortaya çıkarılan
kümbet, eski evler, mağaralar, tapınak ve mezarların
define bulmak için yerle bir edildiğini kaydeden
Karamağaralı, "Her sene gün yüzüne çıkardığımız
tarihi yerleri yok ediyorlar. Kazı alanını korumakta
güçlük çekiyoruz. Mutlak suretle kazı yaptığımız
yerlerde bekçi tutulması gerekir." dedi.
Çorum'un Ortaköy İlçesi'ndeki İncesu Kanyonu da
definecilerin yeni gözdelerinden. Doğa harikası
kanyon, turistlerden çok definecilerin uğrak yeri
haline geldi. Tarihi kanyonda hazine arayan define
avcıları, binlerce yıllık geçmişe aldırmadan
yaptıkları kaçak kazılarla kanyonun tarihi dokusunu
tahrip ediyor.
Zaman, Haber: Mehmet Okay - Selçuk Dokgöz,
28.08.2007
|
KÖYLÜLERLE ELELE ROMA'YI BULDU
Kültür ve Turizm
Bakanlığı’nın Allianoi Antik Kenti’ni gözden
çıkarmasının ardından, bölgenin kazı başkanı Yrd.
Doç. Ahmet Yaraş çalışmalarına bir başka tarihi
ılıca olan Güre’de başladı.
Yaraş, geçtiğimiz hafta yanına aldığı 20 köylüyle
beraber, Osmanlı’ya ait ılıca kentinin altında bir
Roma uygarlığının izlerini buldu. Homeros’un
destanlarında "1000 pınarlı İda" olarak anlatılan
Kaz Dağları’nın eteğinde yer alan Güre’de, kazı
ekibi önceki yıl kuruldu. Yaraş, bölgeye,
Bakanlığın, Allianoi Antik Ilıcası’na kazı izni
vermemesi üzerine, Güre Belediye Başkanı Kamil
Saka’nın talebi üzerine gitti ve 1 Temmuz’da
çalışmaya başladı.
Hürriyet, Haber: Umut Erdem, 28.08.2007
|
KİLİS MEVLEVİHANESİ AÇILIYOR
Kilis'in en eski taş
yapısı olan Kilis Mevlevihanesi'nin yeniden
Mevlevihane olarak kullanılmasını sağlayacak proje
tamamlandı. 2007 Mevlana yılı dolayısıyla yapılan
çeşitli etkinler, bu tarihi yapılara olan ilgiyi
artırıyor.
Önümüzdeki yıl hizmete girecek olan bina, Konya,
Manisa, İstanbul-Galata, Çanakkale-Gelibolu ve
Gaziantep Mevlevihaneleri ile birlikte Mevlevi
kültürünün yaşadığı bir mekan haline gelecek. Kilis
Kültür ve Turizm Müdürü Raif Tokel, Mevlevihanenin 3
boyutlu resimlerini çekerek DVD ortamında ve yüksek
çözünürlükte bakanlığa gönderdiklerini söyledi.
Mevlevihane'nin resimleri, Kültür ve Turizm
Bakanlığı tarafından yeni hazırlanan web sitesinde
de üç boyutlu olarak yer alacak.
Zaman, Haber: Fatih Arıgüloğlu, 28.08.2007
|
|
HAREM'E SAYGI GEREĞİ GÜRÜLTÜ YAPILMAYACAK
Topkapı Sarayı Müzesi'ndeki Harem bölümünde sıra bekleyen turist grupları ve Harem dairesi içinde birikmelerle sürekli yaşanan sorun artık çözüldü. Yüksek sesle anlatım yapılan ve turistlerin girdikleri zaman uzun süre kalmak istediği Harem için Turist Rehberleri Birliği (TUREB) yetkilileri ile Saray Müdürü Prof.Dr. İlber Ortaylı bir araya geldi. Haremde kalabalık ve benzeri sorunlar yaşanması nedeniyle çözümler ele alındı.
İlk aşamada Harem için TUREB, uyarı panoları hazırladı. İki pano önceki gün Harem'e giriş gişesinin yanına ve Harem'e yerleştirildi. Panolar ile rehberlerden Harem ziyareti esnasında kurallara uymaları ve turistlerin de uymasını sağlamaları istendi. Uyarılarda "Harem içinde lütfen sessiz olunuz", "Duvarlara, kapılara, duvar resimlerine ve objelere kesinlikle dokunmayınız", "Turist rehberleri, genel bilgileri Harem'e girmeden önce veya çıktıktan sonra veriniz, Harem içinde sadece yönlendirme konusunda yardımcı olunuz. Turist rehberleri, lütfen görevlilere yardımcı olarak sessizliği ve grubunuzun ilerlemesini sağlayınız" yazıları konuldu.
Sabah, Haber: Hasan Erşan, 27.08.2007
|
"ŞARAP 3 BİN 200 YILDIR AYNI ŞEKİLDE KORUNUYOR"
Bulunan Asur dönemine
ait şarap depolama kuyusu bir gerçeği ortaya
çıkardı: 3 bin 200 yıldır şarap aynı şekilde
depolanıyor.
Ilısu Baraj Gölü altında kalacak olan tarihi
eserlerin kurtarılması amacıyla Diyarbakır Bismil'de
süren dokuz kazıdan biri olan Kavuşan Höyük'te Asur
dönemine ait 3 bin 200 yıllık şarap depolama kuyusu
bulundu. Kazı ekibi başkanı Prof.Dr. Gülriz Kozbe,
üzüm örneklerinden yola çıkarak şarabın işletildiği
tesislere ulaştıklarını söyledi. Kozbe şöyle
konuştu: "Bulduğumuz kuyunun özelliği, bölgede halen
günümüzde bile uygulanan, özellikle Mardin'in Savur
ilçesindeki kuyularla büyük benzerlik
göstermektedir. Böylelikle Asur döneminden günümüze
kadar bu şarapçılık tekniğinin bölgede aynı tarzda
uygulandığını anlamış bulunmaktayız. Asur döneminden
günümüze kadar aynı teknikle şarap muhafaza
edildiğini belirledik. Şarap yapıldıktan sonra
kuyulara alınıyor ve dinlendiriliyor. Sonra da
tortusunun çukur kısma çökmesi bekleniyor."
Radikal, 27.08.2007
|
SEMERKANT HIZLA YAŞLANIYOR
11 yıl önce 2500. Kuruluş
Yıldönümünü kutlayan Semerkant, bu hafta sonu da
2750. Kuruluş Yıldönümünü kutlamaya hazırlanıyor! Bu
saçmalığın yeni arkeolojik buluntularla bağlantılı
olduğu iddia edilmekte. Fakat, tarihi ne olursa
olsun, bu camiler, medreseler ve türbeler şehri
yıpranarak eskiyor.
Bilimadamları, şehri
yıldönümüne hazırlamaya çalışan Özbek görevlilerin
eski eserleri tahrip ettiğini düşünüyorlar ve
arkeolojik yerlerin hemen yakınında yapılmakta olan
dört şeritli yol Birleşmiş Milletler’den yoğun
eleştiri almakta.
Semerkant, bir zamanlar
imparatorluğu bugünkü Türkiye’den Hindistan’a kadar
uzanan Timur’un başşehri idi ve Özbekistan’ın
bugünkü devlet başkanı İslam Kerimov’un da doğduğu
yer.
Orta Asya ve özellikle
Semerkant konusunda uzman olan Özbek arkeolog Nina
Nemtsova’nın söylediğine göre “Restorasyon
teknikleri yokoldu. Bu işi yapan insanların tarih ve
restorasyon bilgileri yok.” Afrosiyap Tepesi’ndeki
mezarlığa yapılan bir ziyaret bu uzmanı haklı
çıkartıyor: Kasım ibn Abbas’ın türbesindeki eski,
soluk mavi ve sarı çiniler artık pırıl pırıl
parlayan yenileri ile değiştirilmiş!
Özbekistan Arkeoloji
Enstitüsü’nden Margarita Filonovich “Bu yıldönümü
tabi ki devletimiz için önemli. Ama neden bu önem
mimari mirasımızı yok etmemiz anlamına geliyor?”
diye sormakta ve “Eğer Timur bugün yaşasa idi birçok
kelle giderdi” diye eklemekte.
Diğer bir tartışmalı karar ise,
yetkililerin Semerkant’ın en önemli arkeolojik yeri
olan Afrosiyab’ın çok yakınından geçecek olan yol
projesi. UNESCO Asya ve Pasifik Dünya Mirası Merkezi
başkanı Francis Childe, Reuters’e yaptığı açıklamada
“Dünya Mirası Komitesi bu yolun yapılmamasını
Özbekistan hükümetine şiddetle önerdi. Dünya Mirası
Konvansiyonu kurallarına göre böyle bir şey yapamaz,
Dünya Mirası listesinde bulunan bir yerin ortasından
böyle bir yol geçiremezsiniz. Bu tavrımızın Özbek
yetkililer tarafından anlaşıldığına ise pek emin
emin değilim” dedi.
Reuters, 24.08.2007
|
FOÇA'DA OKUL GİDECEK, TAPINAK YÜKSELECEK
İzmir
Foça antik kentinde yıllar önce Ord. Prof. Ekrem
Akurgal tarafından bulunan ancak üzerinde bir okul
olduğu için ayağa kaldırılamayan Anadolu'nun en eski
İon tapınaklarından olan Athena Tapınağı, sonunda
ayağa kaldırılıyor. Foça Kaymakamlığı, Belediye
Başkanlığı ve Phokai Arkeolojik Kazı Başkanlığı'nın
girişimiyle okul başka bir yere nakledilerek,
altındaki tapınak ortaya çıkarılacak.
Athena Tapınağı üzerinde kurulan Foça Cemil
Midilli Lisesi, birinci derece arkeolojik sit
alanında bulunuyor. 1950'de inşa edilen lise,
milattan önce 6. yüzyılın başlarında yapılmış olan
ve halen dünyanın bilinen en eski İon tapınağının
tam üzerine kurulu.
Ord. Prof.Dr. Ekrem Akurgal, keşfettiği tapınağın
güney ve batı bölümünde kazılar yapmış ancak bu
kazılar orada okul olması nedeniyle
tamamlanamamıştı. Kazı ekiplerinin müracaatına
karşın okulun yıkımı için izin çıkmadı. Okulun
etrafında Prof. Ömer Özyiğit tarafından sürdürülen
yeni dönem kazılarda ise tapınakla ilgili çok önemli
bilgilere ulaşıldı.
Çalışmalarda tapınağın, körfeze ve kente hakim
kayalık düzlükte yer aldığı, bu kayalık alanda ise
Anadolu'nun ana tanrıçası Kybele'nin bulunduğu
belirlendi. İon düzeninde ve tüf taşından yapılmış
ilk tapınak Roma döneminde mermerden yeniden
yapıldı.
Şimdiki hali
Yeni kazılarda tapınağın, tüf taşından dikdörtgen
biçiminde büyük bloklarla yapılmış bir "podium"a
oturduğu anlaşıldı. Tapınağa ait çok sayıda sütun
tamburları, üst yapı elemanları, pişmiş topraktan
yapılmış pek çok heykel, at ve grifon başlıkları
bulundu.
Böyle olacak
Son kazı çalışmalarından sonra kazı ekibi ve ilçenin
yerel yöneticileri tapınağı ayağa kaldırma konusunda
birleşti. Belediye 10 dönümlük bir araziyi okulun
yeniden yapılması için ayırdı. Kaymakamlık okulun
taşınabilmesi için girişimlerde bulundu. İzmir
Valiliği'nin de çabasıyla okulun taşınmasına karar
verildi.
Milliyet, Haber: Ömer Erbil, 27.08.2007
|
SİLİVRİ'DE İNSANLIK TARİHİNİN İZLERİ
Kocaeli Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Şengül Aydıngün’ün öğrencileriyle Silivri Danamandıra Köyü’nde bulduğu mağaradaki kaya resimleri tüm arkeoloji dünyasını heyecanlandırdı.
Avrupa sanat tarihi için çok önemli olan resimler, Afrika’dan Anadolu’ya ve buradan Avrupa geçen insan topluluklarıyla ilgili izler olarak görülüyor. Kayalara oyulan primitif tarzda 40 santimetre uzunluğundaki insan ve labirent resimleri üçgen baş, el ve kollar iki yana açık çöpten adamları anımsatıyor.
Aydıngün ve ekibi bu çalışmayı yürütürken dikenli bitkiler ve sarmaşıklar arasında bir antik kent de buldular. Kylopik kaya duvarların ve tümüslerin yer aldığı kentin Trakya’ya adını veren antik Trak uygarlığına ait olduğu sanılıyor. Bölgede kazı çalışmalarına Kültür Bakanlığı’nın izin vermesinden sonra başlanacak. Aydıngün’ün çalışması A sınıfı bilimsel indeksli Amerikan Arkeoloji Enstitüsü’nün "Archaeology" dergisinin ağustos sayısında da yer aldı.
Hürriyet, Haber: Ali Dağlar, 27.08.2007
|
|
MOZAİĞİ BOL HASANKEYF
Hasankeyf İlçesi'nde
yürütülen kazı çalışmalarında Roma dönemine ait
mozaik bulunduğu bildirildi. Hasankeyf Kazı Başkanı
Prof.Dr. Abdusselam Uluçam, Hasankeyf te ilk kez
duvar mozaiklerine rastlanıldığını söyledi.
Uluçam, 2005 kazılarında ortaya
çıkardıkları kale kapısı girişindeki nöbetçi
kulübesinde, gelen bir ihbar üzerine yaptıkları
çalışmalarda renkli duvar mozaiklerine ulaştıklarını
ifade ederek, "Yapılan çalışmalarda binanın tarihi
yapısına uygun, renkli mozaiklerden oluşan bir
kompozisyon parçası tespit ettik" dedi.
Hasankeyf te yürütülen kazı
çalışmalarında ilk defa duvar mozaiğinin ortaya
çıkarıldığını belirten Prof.Dr. Uluçam, şöyle dedi:
"Hasankeyf'te ilk kez duvar mozaiklerine rastlanıldı.
Roma döneminin bu anıtsal yapısının duvarlarının üst
kısımlarının yerden yaklaşık 1,5 metreden sonrasının
mozaiklerle kaplı olduğu ortaya çıktı. Bu da
Hasankeyf kültürü açısından önemli bir nokta. Çünkü
biz sadece döşeme mozaikleriyle bu bölgede Roma
döneminin varlığını, sanatını algılıyorduk. Ancak bu
duvardaki mozaikler Hasankeyf in Roma döneminde
sadece bir askeri üs olarak kullanılmadığını ortaya
koydu. Mozaikler gösteriyor ki Roma döneminde zevke
yönelik, süslemeye yönelik birtakım sanatsal
faaliyederde de bulunulmuş. Uluçam, şöyle devam
etti: "2005 yılı kazılarında bulduğumuz mozaikleri
'döşeme mozaik' sanıyorduk. 2005 yılı kazılarında
bulunan mozaikleri Mardin İl Müzesi'ne göndermiştik.
Şimdi bulduklarımızla onları birleştirdiğimizde
kompozisyon ortaya çıkmış olacak."
Birgün, 27.08.2007
|
HATTUŞA ÖREN YERLERİNDEKİ YOL ÇALIŞMALARI TAMAMLANDI
Çorum'un Boğazkale İlçesi'nde bulunan ''Hattuşa''
ören yerlerindeki yol çalışmaları tamamlandı
bildirildi. Çorum Özel İdaresi ile Boğazkale
Belediyesinin ortak çalışmasıyla ''Hattuşa'' ören
yerlerini çevreleyen surlara paralel uzanan ve
toplam uzunluğu 6 bin 500 metre olan yolun rampaları
(bin 600 metre) kilitli parke taşıyla kaplandı.
Yaklaşık bin metrelik asfaltlama çalışması yapıldı.
Hattuşa ören
yerlerinde bulunan ve ziyaretçilerin en çok ilgi
gösterdiği yerlerden birisi olan Büyük Mabet'in
önündeki otopark alanı da renkli kilitli parke
taşıyla kaplandı. Kaplama yapılan alanın ortasına
''Hitit güneşi'' figürü çizildi.
Çorum
Valisi Mustafa Toprak, çalışmaları yerinde
inceleyerek,Kaymakam Fırat Çelik ve Belediye Başkanı
Ali Rıza Soysat'tan bilgi aldı. Vali Toprak, yolun
bu yıl yapılması planlanan kısmının 1 ay gibi kısa
sürede tamamlanmasından duyduğu mutluluğu dile
getirerek, Kaymakam Çelik ve Belediye Başkanı
Soysat'ı kutladı.
Çorum'un ve
Türkiye'nin önemli bir turizm bölgesinin en büyük
sorunlarından olan yol çalışmalarının gelecek
yıllarda tamamen çözüleceğini belirten Vali Toprak,
hedeflerinin Hattuşa'daki tüm gezi yollarının
kilitli parke taşıyla kaplanması olduğunu, bunun
tarihi dokuya zarar vermediğini ve estetik bir
görüntü oluşturduğunu kaydetti.
Turizm Gazetesi, 27.08.2007
|
KAYALARI ŞEHRE DOĞRU KAYAN MARDİN KALESİ RESTORASYON
BEKLİYOR
Gecesi gerdanlık, gündüzü
seyranlık olarak bilinen Mardin'in kalesi 7 bin
yıllık tarihin verdiği yorgunlukla kayalarını artık
taşıyamaz hale geldi. Mardin Mimarlar Odası Başkanı
Yılmaz Altındağ, kalenin hızla şehre doğru kaydığını
belirterek, acil tedbir alınmasını istedi.
Mardin Kalesi'nin üç yıldır büyük
tehlike arz ettiğini bildirmesine rağmen hiç
kimsenin buna kulak asmadığını ileri süren Yılmaz
Altındağ, "Mardin Kalesi restore edilmezse büyük bir
felaketle karşı karşıya kalabiliriz." uyarısında
bulundu. Altındağ, "Kale hızla şehre doğru
kaymaktadır. Kayalar çatlamaktadır. Ayrıca kale
üzerinde yapılan taş yapılar da yıkılmaktadır. Kale
altında bulunan evlerin derhal boşaltılması ve
buranın afet bölgesi ilan edilmesi gerekir. Aksi
takdirde kışın yağacak kar ve yağmurlar, kaya
parçaların kaymasına ve yıkılmasına neden olacaktır.
Zaten kale tehlike sinyalleri vermeye başladı.
Kalenin acil olarak onarım ve bakıma alınması
gerekir. Böyle özel bir yapıya yapılacak müdahale
bir Artuklu Camisi'ne ya da medresesine yapılacak
müdahaleden farklı bir uygulama gerektirmektedir.
Bunun için teknolojinin nimetinden faydalanmak
şart." dedi
Kalede oluşan oyukların çelik tel
donatılı beton püskürtme yöntemi ile kapatılması
gerektiğini vurgulayan Altındağ, şunları söyledi:
"Mardin Kalesi'nde uygulanabilecek bu yöntem
sırasında betona taş tozu da karıştırılarak
yarıklara yapılacak dolgunun kaya yüzeyi ile aynı
dokuda olması sağlanabilir. Kaleye yapılabilecek bir
başka uygulama da payandalama sistemidir. Bunlar
özellikle dik yamaçta bulunan kale gözetleme
kulesinin ve kale camisinin altındaki kaya yüzeylere
destek olarak yapılabilir. Tabii bu yüzeydeki
yarıklara dolgu yapıldıktan sonra, payandalama
yöntemini Mimar Sinan Ayasofya Camii için
zamanımızdan 550 sene evvel uygulamıştır. Tabi o
zamanın teknikleri ile bu payandalar bugün biraz
bize kaba görünebilir ama yapıyı kurtarmıştır.
Çağımızda ise kale kulesine ve camisine yapılacak
payandalama betonarme destek şeklinde olup yüzeyi
yöresel Mardin taşı ile kaplanarak kale ile uyumlu
bir duvar görünümünde olabilir."
Mardin Valisi Mehmet Kılıçlar da,
kale için gereken önlemlerin alınması için Kültür ve
Turizm Bakanlığı'na gerekli raporları
gönderdiklerini belirtti.
TürkiyeTurizm.com, 27.08.2007
|
PARION ANTİK KENTİ'NDEKİ KAZILAR
SONA ERDİ
Çanakkale'nin Biga İlçesi'ne bağlı
Kemer Köyü'ndeki Parion Antik Kenti'nin 4. dönem
kazıları sona erdi.
Kazı Heyeti
Başkanı ve Atatürk Üniversitesi (AÜ) Fen-Edebiyat
Fakültesi Arkeoloji Bölümü Başkanı Prof.Dr. Cevat
Başaran, bu yıl Kültür ve Turizm Bakanlığından
ayrılan 80 bin YTL ödenekle, antik kentin 4 ayrı
bölgesinde kazı çalışması yapıldığını söyledi.
Bu sezon
kazıların antik kentin tiyatrosu, akropoldeki
tapınak, Roma villası ile nekropolde
yoğunlaştırıldığını belirten Prof.Dr. Başaran, MS
1400'lerde akropol ve tiyatroda bulunan mermer
malzemelerin Doğu Roma İmparatorluğu döneminde kent
savunması için sur duvarlarının güçlendirilmesinde
kullanıldığının tespit edildiğini ifade ederek,
şöyle konuştu: ''Antik
tiyatrodan elde edilecek yeterli mimari parçayla,
tiyatronun skenefrons ve kaveası restore edilecek.
Bu yıl kazı çalışmalarının yürütüldüğü Roma Villası
ise MS 2'nci yüzyılda yapılmış. Renkli boyayla
sıvanmış duvarlarının alt bölümleri ile mermer
levhalarla döşeli villada iç avluya ait mekan ortaya
çıkartıldı. Villanın o dönemde Romalı bir zengine
ait olduğu düşünüyoruz.''
Turizm Gazetesi, 27.08.2007
|
|
TARİHİ OSMANLI ÇEŞMESİ RESTORE EDİLDİ
Balıkesir'in
Bandırma İlçesi Cumhuriyet Meydanı'ndaki tarihi
Haydar Çavuş Çeşmesi yıllar sonra belediye
tarafından onarılıp temizlendi.
Padişah 2. Selim emriyle Sarayın Mabeyan Çavuşu
Haydar Çavuş Efendi adına yaptırılan şifalı tatlı su
çeşmesi yıllar sonra belediye tarafından onarılıp,
bir tonluk su deposu temizlendi. Belediye Başkanı
Recep Eraydın, tarihi çeşmenin yanına "Biz
temizledik, siz koruyun" yazan bir tabela taktı.
Vatandaşlardan gelen yoğun talep üzerine belediye
tarafından üç ay süreyle bakım ve onarıma alınan
tarihi çeşmenin blok mermerden yapılan üç yüzündeki
Arapça kitabede çeşmenin yapılış öyküsü anlatılıyor.
Osmanlı döneminden günümüze kadar kesilmeden akan
şifalı serin kaynak suyu ile tüm vatandaşları
serinleten tarihi çeşmenin çevresine koruyucu demir parmaklıklar
konup Osmanlı işi tarihi kurnalar takıldı.
haberler.com, 26.08.2007
|
AVRUPA'NIN
KALBİNDE OSMANLI ESERLERİ SERGİSİ
Fransa’nın başkenti Paris, Osmanlı eserlerini
ağırlıyor. “Osmanlı, Üç Deniz ve Üç Kıta” başlığıyla
açılan sergide Fatih Sultan Mehmed Han’ın İstanbul’u
fethini anlatan gravür tablodan, 16. yüzyılda
komutanların giydiği miğferler, fermanlar ve çeşitli
askeri malzemeler tanıtılıyor. Sergi, 16. yüzyıldan
itibaren Akdeniz’in en büyük imparatorluğu olan ve
tarih sahnesinden çekilene kadar üç kıtaya hükmeden
Osmanlı Devleti’nin tarihine ışık tutuyor.
Türkiye Gazetesi, 26.08.2007
|
KIBYRA ANTİK KENTİ HAVADAN KEŞFEDİLİYOR
MS
200’lerde yaşanan deprem felaketi sonucu yıkılan
Kibyra Antik Kenti’ndeki kazılar, Burdur Müze
Müdürlüğü’nün başkanlığı ve Akdeniz Üniversitesi
Arkeoloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof.Dr.
Fahri Işık ve Havva İşkan Işık’ın bilimsel
danışmanlığında devam ediyor. Kazı çalışmalarını
sürdüren ekipte bulunan Akdeniz Üniversitesi’nden
Yrd. Doç.Dr. Şükrü Özüdoğru, yaptığı açıklamada,
antik kentin haritasının çıkarılması için balon
kullandıklarını bildirdi. Balona bağlı fotoğraf
makinesi aracılığıyla antik kenti havadan
fotoğrafladıklarını anlatan Özüdoğru, “Balona bağlı
makineden çektiğimiz fotoğraflar bize bölge hakkında
son derece önemli bulgular veriyor. Çekilen
fotoğrafları birleştirerek, çalışacağımız
kalıntıların uzantılarını tespit ediyoruz” dedi.
Kibyra’nın tamamının bu şekilde fotoğraflandığını
ifade eden Özüdoğru, çekilen fotoğraflarla antik
kentin haritasının çıkarıldığını kaydetti. Oldukça
iyi korunmuş antik kentlerinden Kibyra’nın sahip
olduğu stadyum ve 4 bin kişi kapasiteli odeon,
kentin geçmişte sosyal ve kültürel olarak hareketli
bir yer olduğunu gösteriyor. Tarihte atları ve
silahşörleriyle ün kazanan Kibyra, Antik Frigya,
Pisidya, Likya ve Karya arasında bir geçiş bölgesi
olan Kibyra, dört antik bölge kültürünün ortak
izlerini taşıyor.
Akşam Akdeniz, 26.08.2007
|
HABİB-İ
NECCAR CAMİİ RESTORE EDİLİYOR
Vakıflar Genel
Müdürlüğü Anadolu'nun ilk camisi olma özelliğini
taşıyan Habib-i Neccar Camii'ni restore ediyor.
Tarihi dokusuna uygun bir şekilde restore edilecek
cami için 541 bin 620 YTL harcama yapılacağı
bildirildi. Kasım ayına kadar restorasyonu
tamamlanması beklenen Habib-i Neccar Cami'nin çevre
düzenlemesini ise Antakya Belediyesi yapacak. Her
yıl yüzlerce yerli ve yabancı turistin ziyare ettiği
caminin çatısı ve dış cephesinin yanı sıra
minaresini de onarılacak. Habib-i Neccar Camii, Hz.
Ömer'in komutanlarından Ebu Ubeyde Bin Cerrah
tarafından M. S 636 yılında inşa edildi. Hz. İsa'nın
havarilerine ilk inanan Habib-i Neccar bir inanç
abidesi ve Kur'an-ı Kerim'de Yasin suresinde övülen
bir şehit olarak biliniyor. Habib-Neccar'ın mezarı
da caminin içinde bulunuyor. Ayrıca, çok tanrılı
dönemde Roma halkını Allah'a inanmaları için
Antakya'ya iknaya Hz. İsa tarafından gönderilen
elçiler Yuhanna, Pavlos ve Şemun Safa'nın da
mezarları da caminin içinide yer alıyor.
Yeni Şafak, 26.08.2007
|
DÜNYA
MİRASINA BİR KİBRİT DAHA
UNESCO'nun İstanbul'u
Dünya Mirası listesinden çıkarma tehlikesi üzerine
Büyükşehir Belediyesi'nin restore etmek üzere
istimlak ettiği Eminönü'ndeki boş ahşap binalarda
yangın çıktı.
Küçükpazar, Mehmet Paşa Yokuşu ve Meslek Sokak'taki,
bazıları Anıtlar Kurulu'nca koruma altına alınan
2'şer 3'er katlı 5 ahşap binadaki yangın dün saat
15.00 sıralarında eş zamanlı başladı. Alevler,
rüzgarın da etkisiyle kısa sürede ahşap binaların
büyük bölümünü sardı. Eminönü, Fatih ve Beyoğlu
itfaiye ekiplerinin müdahale ettiği yangına mahalle
sakinleri, bahçe hortumları ve kovalarla yardımcı
oldu. 2 saatte 3 bina tamamen, 2 binanın ise çatısı
yandı. Mehmet Paşa Camii'nin çatısındaki su olukları
da sıcak nedeniyle zarar gördü. Mahalleli yangına
boş binaları mekan tutan tinercilerin neden olduğunu
söylerken, polis, yangınları otopark mafyasısının
çıkarmış olabileceği ihtimalini de araştırıyor.
Hürriyet, Haber: Serhat Akkoç, 26.08.2007
|
İMPARATORUN YERALTI SARAYININ İÇİNDE
Çok büyük bir alanı kaplamasına
karşılık, Çin’in ilk imparatorunun ölümünden sonra
kullanması için inşa edilen yeraltı sarayının henüz
ufak bir kısmı kazılmış durumda. Bir tepenin 30 m
altında bulunan bu mezarın tarafından üç boyutlu bir
modeli Shaanxi Arkeoloji Enstitüsü’nde görevli
arkeologlar tarafından, Duan Quingbo liderliğinde
hazırlandı.
Mezarda bulunan, savaşçılardan
bürokratlara, müzisyen ve akrobatlara kadar birçok
heykel 13 Eylül’den itibaren British Museum’da
teşhir edilecek. Bu sergi, bu müzede 1972 de yapılan
Tutankhamun Sergisi’nden bu yana gerçekleşen en
büyük sergi olma özelliğine sahip.
Mezarda yapılan kazılarda şu
ana dek yaklaşık 1000 heykel bulundu ve toprak
altında 7000 adet daha olduğu düşünülüyor. MÖ 89
yılında, yapımından yaklaşık 100 yıl sonra bu mezarı
anlatan bir belge, mezarda saraylar, büyük odalar,
arabalar ve değerli taşlarla dolu defineler olduğunu
yazmakta. Yapının ne tür çatıya sahip olduğu hiçbir
zaman anlaşılamadı. Eğer ahşapsa da, çok uzun bir
zaman önce çökerek altında bulunan tüm eser ve
yapıları örtmüş olması gerekiyor.
Kazıların başlamasından bu yana, Shaanxi bölgesindeki Xian şehri civarından yaklaşık 3000 aile göç ettirildi ve tüm arazi koruma altın alındı. Kazıların onlarca yıl daha süreceği tahmin ediliyor. Kazının dünya arkeoloji tarihinde bir benzeri yok. 1974 yılında bir tesadüf sonucu bulunan mezar her kazı sezonunda yepyeni sürprizler sunuyor.
Mezar, Qin Hanedanı’nın ilk
imparatoru Qin Shihuang’ın emri ile yapıldı. O,
yaklaşık 2000 yıl önce Çin Devleti’nin kurucusu idi.
MÖ 221 yılında birbirleri ile savaşan tüm Çin
Beyliklerini tek bir yapı altında toplamayı başardı
ve bugün dünya üzerinde varolan en eski siyasi
yapılardan birisini oluşturdu. Tek bir para
biriminin yanısıra, ortak ağırlık birimini ve ortak
bir yazıyı uygulamaya koyarak Çin’in bir ulus
olmasında en önemli adımları gerçekleştirdi.
Etkileyici Sayılar:
95 kilometre kare – Xian’ın
büyüklüğü
25,000 metre kare – Savaşçı
heykellerinin bulunduğu alanın büyüklüğü
36 yıl – Mezarı inşa etmek için
geçen zaman MÖ 246 dan 210 a kadar
70,000 – Mezarı yapmak için
çalıştığı tahmin edilen insan sayısı
13 – MÖ 246 da Ying Zheng’in
Qin Kralı olduğu yaş
Dalya Alberge, The Times Sanat Danışmanı, 22
08.2007
|
|
GAZİ MESTAN TÜRBESİ TÜRBESİ ONARILMAYI BEKLİYOR
Kosova'da Osmanlı eserlerinden Bayraktarlar da olarak bilinen Gazi Mestan Türbesi'ne geçtiğimiz günlerde yapılan saldırının izleri hala duruyor. Kimliği belirsiz kişilerce yapılan hain saldırı sonucu harabeye dönüşen türbe içindeki manzara içler acısı.
Saldırının üzerinden 3 hafta geçmesine rağmen son derece tarihi öneme haiz bu esere verilen tahribattın ortadan kaldırılmasına yönelik herhangi bir adım atılmadı. Priştine yakınlarında 1389 yılında Sultan 1. Murat Hüdavendigar'ın şehit düştüğü Kosova Meydan Muharebesi'nin yapıldığı ovaya bakan tepede yer alan Bayraktarlar Türbesi'nin içindeki molozlar, saldırıyı yapanların acımasızlığını sergiliyor. Türbe içindeki iki beton mezarın, uzun sakallı olduğu iddia edilen saldırganlar tarafından balyozlarla yıkılması üzerine, geride kalan beton, tuğla ve taş yığınları, Osmanlı eserlerinin yeryüzünden silinmesinin hedeflediğini gösteriyor. Bir an önce onarım ve restorasyon çalışmalarına ihtiyaç duyan bu tarihi eserin Kosova'da Sırp Ortodoks kilise ve tarihi eserlerinin korunduğu gibi fiziki korunmasının gündeme alınacağı öğreniliyor. Geçen yıl Kosova Türk Taburu ve Kosova Kültür Bakanlığı tarafından kısmen restore edilen türbenin çok daha kapsamlı restorasyon çalışmalarının ne zaman başlayacağı henüz belli değil. Türbeye yapılan saldırı Kosova'da tüm kesimler tarafından kınanarak, saldırganların bir an önce cezalandırılması istendi. Bu arada saldırıyla ilgili olarak polis tarafından yapılan araştırmalar devam ediyor. Priştine Polisi Sözcüsü Sabriye Kamberi, her çeşit kınamaya laik Bayraktarlar ya da Gazi Mestan Türbesi'ne yapılan saldırının tüm ipuçlarının araştırıldığını belirterek, saldırıyı gerçekleştirenlerin tutuklanması için Kosova Polis Teşkilatı'nın elindeki bütün imkanlardan yararlanıldığını ifade etti. Kamberi, saldırganların yakın bir zaman içinde adalet önüne çıkarılacağını umut ettiğini bildirdi.
haberler.com, Fotoğraf: haberodasi.com, 26.08.2007
|
DOLMABAHÇE'Yİ KAMERALAR DELİK DEŞİK ETTİ
Duvarlarına izinsiz bir çivi dahi çakılması yasak
olan Dolmabahçe Sarayı'nda, sekiz ay önce tarihi
nakışların arasına 25 santimlik çivilerle monte
edilen 25 güvenlik kamerası; sütunları, duvarları,
kiriş ve kolonları delik deşik etti. Dolmabahçe
Sarayı'na güvenlik gerekçesiyle kamera takılması,
geçtiğimiz ocak ayında ihaleyle BİMSA şirketine
verildi. Güvenlik kameraları siyah kalın saçlarla;
Metal Salon, Büyükelçi Ağırlama Salonu, Mavi ve
Pembe Salonlar, Değerli Eşyalar Salonları ile saray
içerisinde bazı koridorlara monte edildi.
Kameraların kabloları ise duvar köşelerine açılan
deliklerle ana kumandaya bağlandı. Kameraların
çivilerle tutturulduğu bazı noktalarda ise
duvarların çatladığı görüldü. Milli Saraylar Daire
Başkanlığı İletişim Sorumlusu Yasin Yıldız,
çalışmayla ilgili Bilim Kurulu'ndan gerekli iznin
alındığını savunarak, "Saraya zarar verilerek bir
şey yapılmadı" diye konuştu.
Milli Saraylar Daire Başkanlığı Bilim Kurulu
Başkanı Prof.Dr. Metin Sözen ise, kendilerine bu
konuda bir proje getirilmediğini belirterek şöyle
dedi: "Ömrümün yarısını burada geçirdim. Sıkıldım
artık bu işlerden. Böyle bir etüt gelirse çizimle
gelir. Tarihi dokuya zarar verecek bir çalışmaya
onay vermem mümkün değil. Görev yaptığım süreçte iç
ve dış aydınlatmayla ilgili tam 400 kere rapor
istedim." Dolmabahçe Sarayı Bilim Kurulu Üyesi
Doç.Dr. Cengiz Can ise, böyle bir çalışmaya izin
vermediklerine dikkati çekerek, "Önümüzdeki hafta
bizzat gidip yapılan işi inceleyeceğim. Ayaklı
sistem veya sütunlara, nakışlara ve duvarlara zarar
vermeyecek başka bir sistem geliştirilebilir" dedi.
Yaklaşık 10 yıl Ayasofya Müzesi müdürlüğü yapan
Erdem Yücel ise, "Böyle bir çalışma eski eser
tahribatına girer. Bir yıl ile üç yıl arasında hapis
cezası öngörülür" diye konuştu.
1856'da açılışı yapılan Saray'a konulan güvenlik
kameralarına ait kabloların, belli olmaması için
benzer renklere boyandığı gözlerden kaçmadı.
Kameraların çivilerle tutturulduğu bazı noktalarda
da duvarların çatladığı görüldü. Milli Saraylar
Daire Başkanlığı Bilim Kurulu Başkanı Prof.Dr.
Metin Sözen ise tepkisini, "Böyle bir hata
yapılamaz" diyerek dile getirdi.
Prof.Dr. Semavi Eyice (İstanbul Üni.)
"Avrupa'da kadınlar saraylara, parkelere çukur
açar diye sivri topuklu ayakkabılar ile alınmıyor.
Bizde ise hak getire... Bu duvarlarda nakışlar,
işlemeler var. Buralara çivi çakılamaz. Saraylarda
zaman zaman toplantılar yapılıyor. Bunların
kesinlikle yasaklanması lazım. Elimizde kala kala
bir Dolmabahçe bir de Beylerbeyi kaldı. Bunları yok
etmemeliyiz."
Prof.Dr. Selçuk Mülayim (Marmara Üni.):
"Kamera için önceden izin alınması gerekir.
Yapılan iş açık açık yapıya müdahaledir. Tesisat
projesi olmalı. Yapan ve yaptıranlarla ilgili hiç
vakit kaybetmeden yasal soruşturma başlatılmalı.
Kılına bile dokunamazlar. Boyasının rengini bile
değiştiremezler. Bunun için kılın kırk yarılması
gerekiyor. Duvarına girmek imkansız. Böyle bir
çalışmaya hiçbir kurul izin vermez."
Sabah, Haber Erhan Öztürk, 26.08.2007
|
TARİHİ ESERİNİ GETİR, PARASINI AL
Kültür ve
Turizm Bakanlığı, evinde, çevresinde veya tarlasında
tarihi eser bulan ve yetkililere teslim edenlere,
2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma
Kanunu kapsamında, eserin değeri kadar para ödüyor.
Adana Arkeoloji Müze Müdürü Kazım Tosun, yaptığı
açıklamada, tarihi eserlerin, ülkenin en önemli
kültür varlığı olduğunu belirterek, bu bilinci
aşılamak için yoğun çaba gösterdiklerini söyledi.
Milli servet olan tarihi eserleri herkesin
korumasını isteyen Tosun, bu kapsamda vatandaşların
müzelere güvenmesi ve çekinmeden buldukları eserleri
getirmeleri, gördüklerini de bildirmeleri
gerektiğini vurguladı.
Tosun, tarihi eserleri kaçırıp suçlu olmaktansa
değerinin tamamını alarak milli servete de katkıda
bulunulabileceğini ifade ederek, şunları söyledi: “Kaçakçılar rant elde edecekleri için elinde
tarihi eser bulunan vatandaşları, 'müzeye gitmeyin,
sizi hapse atarlar' gibi aldatıcı söylemler ile ikna
edip suça ortak ediyor. Vatandaşların çoğu 2863
sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu
kapsamında, tarihi eserleri bulup müzelere
getirenlere eserin değerinin yüzde 100'ünün
verildiğini, görüp kendilerine haber verenlere ise
yüzde 40'ının ikramiye olarak ödendiğini ne yazık ki
bilmiyor.”
Tosun, yaptıkları çalışmalarla müzelerin önemini
kavrayan kişilerden bu yılın ilk 6 ayında müzelerine
179 tarihi eser getirildiği, bu eserler genellikle
sikke gibi küçük parçalar olduğu için karşılığında
da 3 bin 405 YTL ücret ödendiğini bildirdi.
Müzelerinde sergilenen eserlerin önemli bölümünün
vatandaşlardan temin edildiğini de vurgulayan Tosun,
bu eserler arasında en önemlisi olan Romalı bir
senatörün müzelerinde sergilenen heykelinin, 1982
yılında Karataş ilçesinde dalış yapan emekli
öğretmen Ercan Işık tarafından sahilden yaklaşık 300
metre açıkta, 15 metre derinlikte bulunduğunu
kaydetti.
Tosun ayrıca, MÖ 800'lü yıllara dayanan ve çok
nadir olan 'Arabalı Tanrı Tarhunda” heykelinin ise
Yüreğir ilçesinde bir tarlada iki köylü tarafından
bulunduğunu, köylülerin bu eserden elde ettikleri
gelirle kendilerine araba aldıklarını da sözlerine
ekledi.
Uygarlıklar beşiği Türkiye'de, eser kaçakçılığının
önüne geçmek ve kültür varlıklarını korunmak için
çıkarılan 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını
Koruma Kanunu'nda, kültür varlığı bulanlara çeşitli
ödemeler yapılıyor.
Kanunda, taşınır ve taşınmaz kültür-tabiat
varlıklarını bulan veya eserden yeni haberdar
olanlar, en geç üç gün içinde en yakın müze
müdürlüğüne, köyde muhtara, diğer yerlerde de mülki
idare amirlerine durumu bildirmekle mecbur
tutuluyor.
Buna göre, ülkede yer altı, yer üstü ve su
altında bulunan taşınır kültür varlıklarını
yetkililere haber verenler çeşitli ikramiyeler
alıyor. Kanun'un 64. maddesinde düzenlenen
ikramiyeler özetle şöyle:
-
Kültür ve Turizm Bakanlığı, kendi mülkü içinde
eser bulanlara, eserin değerini ödeyerek satın
alabiliyor. Ayrıca ikramiye verilmiyor.
-
Milli Mücadele, Türkiye
Cumhuriyeti Tarihi ve Atatürk'e ait korunması
gerekli taşınır kültür varlıkları, Kültür ve Turizm
ve Milli Savunma Bakanlıkları ile Atatürk Kültür,
Dil ve Tarih Yüksek Kurumunca satın alınabiliyor.
-
Eser başkasının mülkü
içinde bulunmuşsa, Bakanlık “varlığın belirlenen
bedelinin” yüzde 80'ini, bulan ile mülk sahibi
arasında ikramiye olarak yarı yarıya paylaştırıyor.
-
Vatandaş, devlete ait
arazide kültür varlığı ortaya çıkarırsa da “eserin
takdir olunacak bedelinin” yüzde 40'ını ikramiye
olarak alıyor.
-
Nerede olursa olsun yeni
bulunup da üç gün içinde haber verilmediğinden
dolayı gizlenmiş sayılan kültür varlıklarını haber
verenler ile bunları yakalayan kamu görevlilerine
ise 1905 sayılı Menkul ve Gayrimenkul Emval ile
Bunların İntifa Haklarının ve Daimi Vergilerin
Mektumlarını Haber Verenlere Verilecek İkramiyelere
Dair Kanun'da, taşınır mallar için gösterilen
oranlarda tespit edilen bedel, ikramiye olarak
veriliyor.
-
Eğer kültür varlıklarını
bulan, haber veren veya yakalayan kişi sayısı birden
fazla olursa, ikramiyeler kişiler arasında eşit
paylaştırılıyor.
Hürriyet, 26.08.2007
|
DEMİRCİ'DE LİDYA KRALI KREZÜS'ÜN 'YAYLA HAMAMI'
TURİZME AÇILIYOR
Manisa'nın
Demirci İlçesi'nde MÖ 2. yüzyılda inşa edildiği ve
Lidya Kralı Krazüs'ün yayla hamamı olarak kullandığı
ifade edilen ve "Kralın Hamamı" olarak adlandırılan
yapının turizme açılacağı bildirildi.
Mülkiyeti Demirci Belediyesi'ne ait
olan Hisar Kaplıcaları içinde yeralan ve restorasyon
çalışmaları süren yapının kısa bir süre içinde
hizmete açılacağı, bundan sonra kaplıcalar için
yapılacak tanıtımların ''Kralın Hamamında Yıkanmak
İster misiniz?'' sloganıyla gerçekleştirileceği
bildirildi.
Demirci Belediye Başkanı Mithat
Erşahin, apart tesislerde kalan turistlerin de
ilgiyle izledikleri restorasyon çalışmalarıyla
ilgili olarak yaptığı açıklamada bir hafta içinde
kubbenin tamamlanacağını bildirdi.
Daha sonra havuz kısmında
çalışmaların başlayacağını ifade eden Erşahin,
restorasyonun Ramazan Bayramı'na kadar tamamlanması
ve ardından hizmete açılmasının planlandığını ifade
etti. Erşahin ''Restorasyon çalışmaları
için 25 bin YTL kaynak ayırdık. Bundan sonra
yapılacak olan kaplıca reklamlarında, kullanılacak
suyun özelliklerinin yanında mutlaka 'Kralın
Hamamında Yıkanmak İster misiniz?' ibaresi de yer
alacak.'' dedi.
Erşahin şöyle konuştu: ''Tarihi kaplıca binasının aslına
uygun olarak restorasyonuna başladık. Günübirlik
tesislerimize gelen veya apart otellerde konaklayan
ziyaretçilerimizin de ilgisini çeken bu tarihi
kalıntının eski ihtişamlı günlerine dönmesi, çok
yakında Hisar Kaplıcaları'nın şifalı suyunun yanında
bu kalıntının da turizm açısından büyük fayda
sağlamasına yol açacaktır.''
Erşahin restorasyonun
tamamlanmasının ardından tesislerin turizme
kazandırılacağını sözlerine ekledi.
Lidya Kralı Krazüs'ün yayla hamamı
olarak kullandığı belirlenen Hisar Kaplıcaları'nın
bulunduğu bölge, Kültür ve Turizm Bakanlığı'nca
termal turizm alanı olarak ilan edilmişti. Tesislerin gördüğü rağbet üzerine
kaplıca binasının restorasyonuna başlanmıştı.
TürkiyeTurizm.com, 26.08.2007
|
ZEUGMA'DA YENİ BİR MOZAİK DAHA BULUNDU
Gaziantep'in Nizip İlçesi'ndeki Birecik Baraj Gölü
kıyısında bulunan antik Zeugma kentinde yeni bir
mozaik bulundu. Kazı Başkanı Doç.Dr. Kutalmış
Görkay, yaptığı açıklamada, 1 hafta önce yeni bir
mozaiğin ipuçlarını yakaladıklarını ve yaptıkları
çalışmalarla mozaiğin bir bölümünü gün yüzüne
çıkardıklarını belirtti.
Yeni
bulunan mozaiğin, büyük bir ev kompleksine ait
havuzun taban döşemesi konumunda olduğunu kaydeden
Görkay, "Mozaikte sahne olarak arabasıyla birlikte
Poseidon yer alıyor. Su yaratıklarının betimlendiği
çok güzel bir mozaik. Yeni bulduğumuz mozaik,
Zeugma'dan daha önce çıkarılan mozaiklerden daha
farklı. Bu açıdan bulunan bu mozaiğin önemi çok
büyük. Mozaiğin büyüklüğü, bulunduğu mekanın bize
oldukça büyük olduğunu da gösteriyor" dedi.
Çeşitli
balık figürlerinin de yer aldığı mozaiğin çok önemli
olduğunu dile getiren Görkay, "Biz bu seneki
çalışmamızı biraz daha genişleteceğiz. Bulunan
mozaiklerin yerinde sergilenmesi için çeşitli
projelere başlayacağız. Buluntular olduğu sürece
medyanın da etkisiyle ilgi artıyor. Ancak Zeugma'ya
gösterilen ilgi, bilinçli olmalı. Biz bunu
istiyoruz. Çünkü, kültür varlıkları çok çabuk
yitirilebilen şeyler. Onun için ilgiyi de biraz
bilinçli göstermek lazım. Ama şu anda gösterilen
ilgiden memnunuz. İnanıyorum ki yakın gelecekte
Zeugma'da turizm potansiyelini de etkileyecek yeni
buluntular ve gelişmeler olacak" diye konuştu.
Görkay, bu
seneki çalışmaların 2007 Ekim ayı başına kadar devam
edeceğini, ek ödenek verildiği takdirde çalışmaları
daha uzun bir zamanda sürdürmeyi amaçladıklarını
ifade etti.
Antik Zeugma kentinde bu yıl yaptıkları bilimsel
çalışmaları 25 kişilik bir ekiple sürdürdüklerini ve
4 ayrı bilimsel çalışma gerçekleştireceklerine
dikkat çeken Görkay, "Zeugma'yı arkeopark yaparak
bölge ve ülke turizmine önemli katkı sağlayan bir
turizm merkezi haline getirmeyi amaçlıyoruz. Ancak,
önceliğimiz Zeugma'nın en iyi biçimde korunmasını
sağlamak" şeklinde konuştu. Görkay, Zeugma'daki
kazılar ve bilimsel çalışmalara Bakanlar Kurulu
kararı çerçevesinde 2005 yılında başladıklarını
hatırlatarak
Zeugma'nın büyük bir bölümünün halen yerin altında
olduğunu vurguladı.
Görkay,
Zeugma'nın bir bütün olarak gün ışığına çıkarılması,
koruma kaygısı ön planda düşünülerek arkeopark
haline getirilmesinin uzun yıllar alacak bir çalışma
olduğunu dile getirdi.
Turizm Gazetesi, 25.08.2007
|
KOCAELİ'DE TARİHİ SÜLEYMAN PAŞA HAMAMI RESTORE
EDİLECEK
Kocaeli'nin en önemli tarihi
eserlerinden biri olan Süleyman Paşa Hamamı restore
edilecek. Harabeye dönen tarihi eser, onarım
çalışmasından sonra eski görünümüne kavuşturulacak.
Çok sayıda medeniyetin yaşadığı
Kocaeli, adeta bir açık hava müzesi konumunda. İlin
dört bir yanında her döneme ait tarihi eserlere
rastlamak mümkün. Geçen süre zarfından bakımı
yapılmadığı için büyük bir kısmı harabeye dönmüş
durumda. Bunlardan biri de Akçakoca Mahallesi'nde
bulunan Süleyman Paşa Hamamı.
14.
yüzyılda yapılan hamam, erkek
ve kadınlara ayrı ayrı çift hamam şeklinde inşa
edilmiş. Her iki kısım bir birine eşit planlı
yapılırken, soğukluk ve halvet kısımları da
bulunuyor. İzmit'te günümüze kadar ayakta kalabilen
en erken tarihi Osmanlı dönemi yapısıdır. Bir kısmı
yıkılan hamamın büyük bir bölümü halen ayakta
durmaktadır. Yıllardır kendi kaderine terk edilen
hamam, gece alemcilerin mekanı haline gelmiş. Tarihi
eseri kurtarmak için Kocaeli Büyükşehir Belediyesi
kolları sıvadı.
Şimdiye kadar bir çok tarihi eseri
restore ederek eski görünümüne kavuşturan
belediye, Süleyman Paşa Hamamı'nı da aslına göre
restore edecek. Hamamın, aydınlatma çevre
düzenlemesi konusundaki eksiklikleri de
tamamlanacak. Binanın badana işleri, yağmur
boruları, pencere menteşeleri ile ısı yalıtımları
baştan yenilenecek.
Söz konusu iş için belediye bir
ihale yaptı. Süleymanpaşa Hamamı Restarasyonu
Yapım İşi adı altında düzenlenen ihaleye dört
firma teklif verdi. İhaleye katılan firmalardan
İstanbul İnşaat 488 bin YTL ile en düşük teklifi
verirken, Kaya İnşaat 697 bin 500 YTL ile en
yüksek teklifi verdi. Teklifler
değerlendirildikten sonra restorasyon çalışması
başlayacak.
TürkiyeTurizm.com, 25.08.2007
|
|
MAĞARALAR TURİZME DÜZENSİZ AÇILIYOR
Turistik gelir amacıyla son
yıllarda yerel yönetimler ile yatırımcıların ilgi
odağı haline gelen mağaraların turizme gelişigüzel
açıldığı savunuldu.
Mağara
Araştırma Derneği (MAD) Başkanı Kubilay Erdoğan,
Türkiye'nin mağara ve yer altı dereleri açısından
dünyanın sayılı ülkeleri arasında yer aldığını
belirtti. Özellikle
Akdeniz Bölgesinin Batı ve Orta Toroslar kısmı ile
Orta Anadolu'nun Toroslara yakın bölgelerinin
mağaralar açısından oldukça büyük potansiyele sahip
olduğunu belirten Erdoğan, Türkiye'de bulunan mağara
araştırma gruplarının birçoğunun bu bölgelerde
faaliyet gösterdiğini ifade
etti.
Erdoğan,
Türkiye'de 40 binin üzerinde mağara olduğunun tahmin
edildiğini vurgulayarak, mağaraların, taşıdıkları
turistik önem nedeniyle, özellikle son yıllarda,
yerel yönetimlerin ve yatırımcıların ilgi odağı
olmaya başladığını kaydetti.
Turizm
çeşitliliğinin artırılması, turizmin kıyı
bölgeleriyle kısıtlı kalmaması, iç bölgelere
çekilmesi ve bu bölgelerde de kalkınmanın sağlanması
amacıyla, her yıl illere ödenekler gönderildiğini,
il ve ilçe yönetimlerinin mağaraların turizme
açılması için teşvik edildiğini
belirten
Erdoğan, ''Bu amaçla, Kültür ve Turizm Bakanlığı
'Mağara Turizmi Projesi' başlattı ve projeyle bugüne
kadar 210 mağara kültür ve tabiat varlığı olarak
tescil edildi, bunlardan 13'ü de turizmin hizmetine
sunuldu'' dedi.
Erdoğan, buna
karşın, kültür ve turizm koruma ve gelişim bölgeleri
dışında kaldığı için Kültür ve Turizm Bakanlığının
denetimi dışında da çok sayıda mağaranın turizm
geliri elde etme adına düzenlendiğini belirterek,
şunları söyledi:
''Ülkemizde
zengin bir mirasa sahip olmasına karşın mağaralar
ile ilgili yasal bir düzenleme bulunmadığı gibi bu
konuda hiçbir kurum doğrudan yetkiye sahip değil.
Vatandaşların da mağaralar konusunda yeteri kadar
bilinci yok. Mağaraların turizme kazandırılması
uğruna doğallığının bozulduğunu, adeta talan
edildiğini üzülerek görüyoruz. Turizm elbette bir
ülkenin gelişmesinde oldukça etkili bir araç ve
ekonomik kaynak ancak, bilinçli ve kontrollü
yapılmalı. Mağaralar Türk turizminin geleceği
açısından çok önemli. Mağara turizminin gündeme
gelmesiyle birlikte yerel veya bölgesel idareler ile
bazı resmi kuruluşların mağaralara yaptığı yanlış
müdahalenin telafisi olmaz.''
Erdoğan,
mağara turizmi konusunda yasal düzenlemeler
yapılarak bu konuda, neyin kazanılıp neyin
kaybedileceğinin muhasebesinin yapılmasını
istediklerini ifade etti.
Turizm Gazetesi, 25.08.2007
|
|
OSMAN PAŞA TAMAM, CAFER PAŞA DEVAM
Malatya'nın Arapgir İlçesi'ndeki tarihi Gümrükçü Osman Paşa Camii'nin onarımı tamamlanırken, Cafer Paşa Camii'ndeki çalışmalara da hız verildi.
Arapgir İlçesi'ndeki 305 yıllık geçmişi olan Cafer Paşa Camii'nin 2004 yılında başlanan restorasyonuna hız verildiğini belirten Arapgir Belediye Başkanı Halit Konukçu, Millet Hanı ve Buğday Meydanı'nın eski nostaljik görüntüye kavuşturulması için çalışmalar yapıldığını söyledi. Konukçu, Millet Hanı'nın restorasyon çalışmalarına bu yıl başlanacağını belirterek, ayrıca Millet Han'ı ile birlikte çevredeki iş yerlerinin de restore edileceğini kaydetti. Başkan Konukçu, ilçedeki tarihi güzelliklerin korunması için ellerinden geleni yaptığını ifade etti.
Bu arada, Vakıflar Bölge Müdürlüğü tarafından ihale edilen ve restorasyon çalışmaları sürdürülen tarihi Gümrükçü Osman Paşa Camii'nin onarımı tamamlandı. Caminin lojman inşaatının ve çevre düzenlemesinin ise devam ettiği belirtildi. 1823 yılında yapılmış olan cami 184 yıllık bir geçmişe sahip. 2004 yılında restorasyonuna başlanan caminin, 9 Eylül 2007 tarihinde düzenlenecek Bağbozumu Şenlikleri kapsamında ibadete açılacağı öğrenildi.
Malatya Haber, 24.08.2007
|
BÜYÜK İSKENDER'İN YAPTIRDIĞI BİTLİS KALESİ KAZISI DEVAM EDİYOR
MÖ 312 yılında Büyük İskender tarafından Bitlis'e yaptırılan ve yıllardır bir sır gibi şehir merkezinde duran tarihi Bitlis Kalesi'nde kazı çalışmaları tüm hızıyla devam ediyor. Kazı çalışmalarında hamam mutfak yanı sıra sikke tandır pipo, kolye, boncuk ve benzeri çok sayıda eşyalar çıkıyor.
Kazı çalışmalarını yürüten Pamukkkale Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölüm Başkanı Öğretim Üyesi Prof.Dr. Kadir Pektaş, "Bitlis Kalesi'nden çıkan eşyalar bize Bitlis'in tarihini tanıtmak ve tanıma açısından çok yararlı oluyor." dedi.
2004 yılında başlatılan ve 10 yıl sürecek olan kazı çalışmalarının ardından kalenin sırrının çözülerek Bitlis'in tarihine ışık tutacağı belirtildi.
TürkiyeTurizm.com, 24.08.2007
|
|
|
RUSYA'DA ÇARIN AİLESİ BULUNDU
Rus arkeologlar, 1918 de Bolşevikler tarafından öldürülen son çarın iki çocuğunun kalıntılarını bulduklarını düşünüyorlar. Prens Alexei ve ablası Maria’ya ait olduğu tahmin edilen kemiklere DNA testi uygulanacak. Yekaterinburg yakınlarında, aynı bölgede 1991 yılında yapılan kazılarda çar, eşi ve diğer üç çocuğuna ait kemikler bulunmuştu. Arkeolog Sergei Pogorelov’un açıklamasına göre, kazı alanında bulunan kurşunlar çocukların vurularak öldürüldüğünü ispatlıyor. Rusya televizyonuna yaptığı açıklamada, kazı sırasında ele geçen iskeletlerden birisinin 10-13 yaşlarında bir erkek çocuğuna, diğerinin ise 18-23 yaşlarında bir genç kıza ait olduğunu belirtti.
İskeletlerin yakınında bulunan ve içinde sülfürik asit olduğu anlaşılan kseramik kaplar ise müfrezeden bir askerin anlattıklarını doğrulamakta. Açıklandığına göre, ölümlerinden sonra cesetlerin tanınmasını engellemek için vücutlara sülfürik asit dökülmüş.
Bölgesel adli tıp uzmanı Nikolai Nevolin, Itar-Tass haber ajansına yaptığı açıklamada, kendisine 44 parça kemik teslim edildiğini, Prens Alexei’nin hemofili hastası olduğunun bilindiğini ve yapılacak analizlerde bu hastalığın genomlarının araştırılacağını söyledi.
BBC News, 24.08.2007
|
ARNAVUTLUK'UN KUZEYİNDE 'TEPEGÖZ'
DUVARLARI ORTAYA ÇIKARILDI
Arnavutluk'un dağlık kuzey bölgesi Avrupa'nın en ücra köşelerinden biri.
Arnavutluk'un kuzeyinde Osmanlı
dönemine ait kaçakların izlerini arayan arkeologlar,
çok daha eski bir şey bulduklarına şaşırdılar:
Yaklaşık olarak MÖ 800 yıllarına dayanan geçmişe
sahip, Bronz Çağı'ndan kalma bir kalenin
kalıntıları. Duvarlar, antik Yunan Mikene'de
rastlanan "Tepegöz" tekniği kullanılarak çimentosuz
şekilde birleştirilmiş kaya parçalarından
oluşuyorlar.
Ekibin lideri ABD'li araştırma
görevlisi Michael Galaty'ye göre, keşif Avrupa'nın
en ücra köşelerinden biri olan bölgenin binlerce yıl
kullanıldığını gösteriyor. Kalenin inşa edildiği
zamanlarda İlirya krallıkları Adriyatik Kıyısı'nda
faalken, Yunanistan Karanlık Çağ'dan yeni çıkıyordu.
Galaty'nin ekibi, burada kimlerin yaşadığının henüz
belli olmadığını söylüyor.
peshkupauje sitesinde yazan
Krasta, daha keşfedilecek çok şey olduğunu
söylüyor. "Gerçekten de çok ilginç!" diyen yazar
şöyle devam ediyor: "Arnavutluk'un dağlık kuzey
bölgelerini kazarken gerçek hazineler bulacaklar.
Sonunda, en azından Mikene'deki kadar eski bir
medeniyete sahip olduğumuzu gösterdiler."
Krasta, "Arnavutluk'un antik kökeni
hakkında bugüne kadar şaka gibi görünen pek çok
teorinin ciddi şekilde ortaya çıkacağını
düşünüyorum!" diye de ekliyor.
Berti şöyle bir yorumda bulunuyor: "Bu keşif hiç
de garip değil. Yalnızca Arnavutluk topraklarında
nadir görülmekle birlikte, bu döneme ait bu tarzdaki
İlirya şehirleri Hırvatistan ve Bosna-Hersek'te
mevcut. Hırvatistan'da bulunmuş ve bu tarzda inşa
edilmiş ilk İlirya şehirleri MÖ 12. yüzyıla
dayanıyor.
Yazar, "Arnavutluk topraklarında
keşfedilmiş en eski kalıntılar MÖ 6. yüzyıla
dayanıyor." diye de ekliyor.
Pjer antik İlirya'nın "etrafındaki ülkelerle
aynı şekilde hatta daha yüksek seviyede ilerleme
gösterdiğine" inanıyor. "Ne de olsa oğullarını İlirya'ya
(Durres/Durrah) okumaya gönderenler Romalılardı. Bu,
o döneme ait Romalı yazarların 2 bin önce bizlere
verdikleri ifade."
Bir diğer yazıda,
Xhulieta Arnavutluk'a gelen yabancı turistlerin
deneyimleri hakkında yazıyor.
"Arnavutluk'un en ünlü turistik
kentlerinden biri olan Saranda'da bir sürü yabancı
turiste rastlayabilirsiniz. Tatillerini geçirmek
üzere her yıl Arnavutluk'a gelen insanlar var. Bir
turist şöyle diyor: "Arnavutluk'ta, dünyanın diğer
güzel yerleriyle karşılaştırabileceğiniz, gerçekten
gidilmesi gereken yerler buldum. Karakteristik
şehirler var ve gerçekten etkileyici birkaç eski
kenti ziyaret ettim."
Yazar, "Dış basında Arnavutluk
hakkında bir sürü kötü bilgi yer alıyor.
Yabancıların Arnavutluk'un güzel bir ülke ve
insanlarının iyi olup olmadığı konusunda şüpheye
düşmelerinin nedenlerinden biri de bu." diye
tamamlıyor.
Southeast European Times,
Der.:
Klocan Seferay, Fotoğraf: Shala Vadisi Projesi,
24.08.2007
|
19 - 25 Ağustos 2007
|
YİNE, YENİ, YENİDEN... UŞAK MÜZESİ
|
SOYGUN VAR MI, YOK
MU?
2006 yılının Nisan ayı
Türk müzecilik tarihinde kara bir leke olarak
durmaya devam ederken konuyla ilgili yeni haberler
nedeniyle de leke büyüyor.
Bilindiği gibi, Karun
Hazineleri'nin en değerli parçalarından "Kanatlı
Denizatı Broşu"nun orijinalinin sahtesiyle
değiştirilmesi davasında tutuklananlar tek tek
tahliye olurken tek tutuklu Müze Müdürü Kazım
Akbıyıkoğlu kalmış, eserin çalınmasında birinci
derece sorumlu tutularak memurluktan atılmış ve 24
yıl hapis cezasıyla yargılanmaya başlamıştı.
21 Ağustos'ta Milliyet
Gazetesi'nde yayınlanan habere göre de bu aşamadan
sonra müfettişler tarafından sayımı yapılan 38
arkeolojik değerde altın eserin müzenin çelik
kasasından son 1 yıl içinde çalındığı ortaya çıktı.
Müzede Haziran 2007'de yapılan sayım sırasında
ortaya çıkan soygunun kim ya da kimler tarafından
yapıldığı belirlenemedi.
Müzede genel teftiş sırasında müze uzmanlarınca
sayımı yapılan eserler arasında görünmeyen 38 parça
eserle ilgili olarak, Kültür Varlıkları ve Müzeler
Genel Müdürlüğü'nce görevlendirilen komisyon üyesi
Necati Kodalak, 4 Haziran 2007 tarihli raporunda şu
ifadelere yer verdi:
"Müze Müdürü'nün Mayıs 2006'da tutuklanmasından
sonra çelik kasanın içinde korunan altın eserlerin
herhangi bir tespitinin yapılmadan 2006'dan bu yana
komisyonumuzun teşekkülüne kadar birden fazla açılıp
kapatıldığı kanaatine varılmıştır.
Çünkü müzeye arkeolog olarak Kasım 2006 tarihinde
atanan Nazan Bayraktaroğlu'nun ifadesine göre,
kendisi bile çelik kasayı açtığını söylemişti.
Komisyonumuzca açılan çelik kasada olması gereken 38
adet altın eserin noksan olduğu tespit edilmiştir.
Çelik kasanın komisyon sayımı haricinde müze
müdürünün tutuklanması sırasında polis tarafından
aranmasından sonra bakanlığımız müfettişi tarafından
odasında tespit yapılarak tutanağa bağlanmasına
rağmen, daha sonra müze uzmanlarınca düzenlenen
tutanak ile müdür odasındaki masa ve çekmecede
bulunan altın eserler ve diğer sikkeleri çelik
kasaya koydukları ifade edilmektir."
Kodalak, raporda sayım sırasında zorluklarla
karşılaştıklarını, çalışanların işi ağırdan
aldıklarını da şu sözlerle ifade etti:
"Müze Müdürlüğü, eser sayımının altın broşun
sahtesiyle değiştirilmesi yüzünden çok hassas bir
durum söz konusu olmasına ve buradaki eserlerin
akıbetinin bir an önce açıklığa kavuşturulması
gerekmesine rağmen, Haziran 2006'dan bugüne
gelinmesinin altında hangi sebeplerin yattığını
irdelemek ve anlamak gerekmektedir. Gözlemlerimize
göre sayımın aksatılmak ve savsaklanmak istenmesinin
altına zimmet almama ve sayımın gerçekleşmesini
engelleme düşüncesinin hakim olduğu bir gerçektir.
Bütün bu gelişmelere rağmen birçok şey gizlenerek
Genel Müdürlüğümüze iletilmemiş adeta saklanmıştır."
Kültür ve Turizm
Bakanlığı Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürü
Orhan Düzgün de "Uşak Müzesi'nde envanter
bilgilerine göre 20 bin 566 arkeolojik eser kayıt
olması gerekiyor. Ancak yapılan teftiş sonucunda 122
eserin eksik olduğu görüldü. Bunların hangi dönemde
kaybolduklarına ilişkin müfettiş soruşturması devam
ediyor" dedi.
Düzgün, Uşak Müzesi ile ilgili çıkan haberle ilgili
olarak Uşak Müze Müdürü Kazım Akbıyıkoğlu
tutuklandığında bir müfettiş nezaretinde makam
odasındaki çekmece ve dolapların kontrol edildiğini,
orada bulunan eserlerin müzedeki değerli eserlerin
saklandığı kasaya konulduğunu anlattı. Eserler
kasaya yerleştirilirken sayımının yapılmadığını,
ancak kasanın mühürlendiğini belirten Düzgün, müzede
bir yıldır sürdürülen eser sayım kapsamında, kasanın
da açıldığını ifade etti. Düzgün, kasada eksik eser
çıkması ile ilgili olarak, "Değerli eserler müzenin
kasasında korunuyor. Müzenin kasasının içinde zaten
var olan eserler bulunuyor. Müdürün çekmecesinden
alınıp kasaya konulanlar değil, sayımda kasada
öteden beri saklanan eserler arasında eksikler
çıktı" dedi.
Düzgün, Uşak Müzesi'nde, envanter bilgilerine göre
2006 sonu itibarıyla 20 bin 566 arkeolojik eserin
olması gerektiğini, teftiş sonucunda, 20 bin 444
olduğunun tespit edildiğini söyledi. Müfettiş
soruşturması tamamlanıncaya ve suçluluğu ispat
edilinceye kadar kimsenin zan altında bırakılmaması
gerektiğine de değinen Düzgün, "Personeli zan
altında bırakmamak gerekli. Zaten suçluluğu tespit
edilen müze müdürü şu an cezaevinde" dedi. Düzgün,
müzeye altı personel daha atadıklarını, fiziki
şartlarının iyi olmaması nedeniyle de müzenin Devlet
Demiryolları'nın gar alanında yapılacak yeni müze
binasına taşınması için çalışmalar yaptıklarını da
söyledi.
Ancak Uşak Valisi
Kayhan Kavas, Uşak Müzesi'ndeki sayımdan sonra
kasada korumaya alınan 38 altın eserin çalındığı
yönündeki haberlerin doğru olmadığını söyledi.
Haberle ilgili açıklamalarda bulunan Kavas, "Kanatlı
Denizatı Broşu ile ilgili yargı süreci devam ediyor.
Bunun dışında 38 adet parçanın daha kayıp olduğu ile
ilgili bir yeni haber var. Bu bilgiler yanlış. Geçen
sene bu olay meydana geldikten sonra Kültür
Bakanlığı'mızca bir komisyon oluşturuldu. Bu
komisyonca müzedeki eserlerin tek tek sayımı ve
dökümü yapılıyor. Bununla ilgili komisyon,
çalışmalarını sona erdirdi. Ancak Kültür Bakanlığı
ile mevcut olan envanterlerin kontrolünün olması
gerekiyor ve bu kontrol süresi devam ediyor.
Gazetedeki haberde sanki 38 tane eser varmış, bu 38
tane eser kasada saklanıyormuş, daha sonra kasadan
alınmış gibi bir anlam ortaya çıkıyor. Bu bilgi
doğru değil. Envanterde gözükmesine rağmen bu sayım
esnasında 38 tane esere rastlanılamamış." dedi.
Kültür ve Turizm
Bakanlığı da Uşak Müzesi'nden çalındığı belirtilen
eserlerin son 1 yıl içerisinde yeniden
gerçekleştirilen bir soygun olduğu iddiasının henüz
doğrulanmadığını bildirdi. Bakanlıktan yapılan
açıklamada, "Şu anda kesin olarak bilinen husus 15
yıldır sayım yapılmayan Uşak Müzesi'nde
bakanlığımızca yaptırılan denetim ve sayımlar sonucu
bazı eserlerin eksik çıktığıdır. Soruşturma
tamamlandıktan sonra eksik olduğu tespit edilen
eserlerin ne zaman kaybolduğu veya çalındığı
hususunda gerekli açıklama yapılacaktır." denildi.
Geçen yıl ortaya çıkan
bu soygun ve sahtecilik olayından sonra müzede
yapılan tespitlerde Karun Hazinesi'nin sergilendiği
müzede büyük güvenlik zafiyeti yaşandığı ortaya
çıkmıştı. Kapı girişinde ziyaretçilerin üzerleri
aranmadığı gibi, kapıda dedektör gibi cihazlar da
bulunmuyordu. Müzede kameralı sistem Aralık 2005'te
devreye girmişti ancak 6 kameranın görüntüleri tek
monitörden izleniyordu. Müzenin bahçesi de 1 metre
yüksekliğinde demir parmaklıklı bir çitle korunduğu
anlaşılmıştı.
Eserlerin sergilendiği vitrinlerin camlarının
kırılması veya başka türlü bir müdahalede
bulunulması durumunda devreye girecek alarm sistemi
yoktu. Eşi bulunmaz eserler küçük bir vitrin kilidi
ve kurşun mühürle korunmaya çalışılıyordu. Monitöre
bakan görevli aynı zamanda bilet kesip ziyaretçilere
de bilgi verdiğinden bir kişi bilet kesen görevliyi
oyaladığı zaman güvenlik tamamen pasif bir duruma
düşüyordu.
Kültür Bakanlığı da bu
işin düzeltilmesi için yapılacak çalışmaları bizzat
üstlenmişti. Ancak geçen bir yıl içinde
müzede güvenlik yönünden de pek fazla bir
değişikliğin olmadığı görüldü. Müze girişinde bir
koruma memuru bile yoktu, arıza yapan bazı güvenlik
kameralarının tamiri için mühendis bulunamadı. Uşak
İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü yetkilileri, müzedeki
arıza yapan bazı güvenlik kameraları için İzmir
Rölöve ve Anıtlar Müdürlüğü'nden sorunun giderilmesi
için mühendis talep ettiklerini ancak müdürlüğün
kendilerine ellerindeki mühendisin emekliye
ayrıldığını söylediğini ve yerel imkanlarla sorunun
giderilmesi yönünde tavsiyede bulunduklarını
bildirdi.
Bir soygun daha var mı
yok mu pek anlaşılamadı aslında. Ancak şu bir gerçek
ki, derhal ve derhal müzeler konusuna (da) bir çare
bulunmalı. Yoksa... Yoksa ne diyeyim bilmem ki?
Milliyet, Haber: Ömer
Erbil - Zaman, Haber: Melik Evren - Pınar Acar -
Radikal - TAYHaber, Ayşe Didem Bayvas, 21-23.08.2007
Nane-Yorum:
KÜLTÜR SOYGUNLARI DA İSTİKRAR İLE SÜRÜYOR...
Şöyle birkaçını hatırlayalım:
• Manisa Etnografya Müzesi'nden çalınan Eros ve Maryas heykelleri...
• İzmir Tire Müzesi'nden 52 Midilli ile 90 adet Pers Gümüş sikke uçtu...
• Uşak Arkeoloji Müzesi'nde üç hafta süren incelemelerde, yerinde duran broşun çalındığı ve yerine sahtesinin konulduğu belirlendi...
• Topkapı Sarayı Müzesi Hırka-i Saadet Bölümü'nde sergilenen Sakal-ı Şerifler'den üçünün kaybolması üzerine başlatılan soruşturma...
• Uşak ve ilçelerindeki Vakıflar Genel Müdürlüğü'ne ait cami ve mescitlerden toplanarak Uşak Müzesi'ne teslim edilen 210 tarihi halı ve kilimden 71'i kayboldu...
• Kahramanmaras¸ Müzesi'nde sayım yapan Kültür ve Turizm Bakanlığı müfettişleri, 545 adet sikkenin sahteleriyle değiştirilerek çalındığını ortaya çıkardı...
• Afrodisias Müzesi'ndeki 141 sikke kayıp...
• Erzurum Müzesinde eksik eserler olduğu ortaya çıktı...
• Kanatlı deniz atı broşunun sahtesiyle değiştirildiği yönündeki iddiadan sonra yapılan sayımda Uşak Müzesi'nde 126 eserin daha bulunamadığı öğrenildi...
Vesaire vesaire...
İşte bunlar bir "bakan" dönemindeki onlarca olaydan çok küçük bir kısmı (İsteyen daha ayrıntılı bilgiye şu adresten ulaşabilir: http://www.tayproject.org/MuzeDosyasi.html).
Tabii bu arada arazide yapılan ve son 3 yılda sayısal olarak doruğa ulaşan soygunları, kaçak kazıları, kültür varlıklarının üzerine yapılan inşaatları, ömrü üç günlük barajları saymıyoruz.
*****
"Türkiye'de 95 müze ve bunlara bağlı 91 birim var. Müzelerden 2002'de 151, 2003'te 160, 2004'te 361 parça eser çalındı. 16 müze kapalı, 28'inde müdür bulunmuyor.
Sayıştay raporu ise şoyle diyor:
• 2.5 milyon yapıttan 137 bininin kaydı yok.
• Güvenlik önlemleri yetersiz, görevliler, bekçiler nitelik ve nicelik açısından istenen düzeyde değiller. Afet ve yangın planları, kurtarma öncelikleri ile çoğunda yangın alarmı yok.
• Müze envanter defterleri tek. "Ya yanar ya da kaybolursa"nın yanıtı yok.
• Uzman bulunmadığı için özellikle sikkeler kayıtsız.
• Müzelerin çoğunda değil fotoğrafçı, fotoğraf makinesi bile yok, envanterler bu yüzden sorunlu."*
Tüm bunların yanında Sayıştay'ın atladığı bir şey daha var: Türkiye'de Kültür Bakanlığı diye bir şey yok!
Kusura bakmasınlar ama tüm bunlar safsata. Asıl mesele gittikçe artan bir rantçılar/hırsızlar düzeninde yaşıyor olmamızdır.
*****
Sonuç: Kültür ve Turizm ayrılsa da ayrılmasa da; islam, siyaset, ortadoğu uzmanı, şu "meşhur Utah Üniversitesi" öğretim üyesinin eşi E. Sözen, "eskilerden" E. Günay ya da Dizici Osman Aabi "bakan" olsa da hiçbir şey değişmeyeceğine kalıbımı basarım.
Amma Cübbeli Ahmet Efendi’yi bakan yaparlarsa işte o zaman tadından yenmez! Hemi de yakışır...
Ne hal ise, TÜBA**'ya "TUUBA" diyen bu kafa etrafta dolaştıkça, her kim olursa olsun, "O benim 'kültür bakanım' olmayacak!". Çünkü bu ve daha başka rezaletler sürüp gidecek...
İşte aradığınız istikrar budur, güle güle kullanın!..
S.B. Sinirli
* Ö. Acar
**TÜBA: Türkiye Bilimler Akademisi
|
|
|
HİTİT GÜNEŞİ ÜNİVERSİTEYE KALDI
Türk Patent Enstitüsü (TPE), Büyükşehir Belediyesi’nin Ankara’nın amblemi olarak kabul etmediği Hitit uygarlığının simgesi sayılan ve güneşi sembolize eden dairesel biçim üzerine yerleştirilmiş öğelerden oluşan "Güneş Kursu"nu, Ankara Üniversitesi’nin marka ve logosu olarak tescilledi.
Ankara Üniversitesi tarafından geçen yıl Güneş Kursu’nu tescil ettirmek üzere kuruma yapılan başvuru incelemeye alındı. Aralık ayında inceleme tamamlandı ve Güneş Kursu’nun Ankara Üniversitesinin ’marka ve logosu’ olarak tescillenmesi yönünde karara varılarak tescil yayına açıldı.
Bu süreçte Enstitü'ye 2 adet "olumsuz" üçüncü kişi görüşü, bir de itiraz geldi. Bu itiraz ve görüşler, Ağustos’ta reddedildi ve bu işlemle birlikte itiraz sahibi için 2 aylık yasal süre başladı.
Bu süre içinde itiraz sahibi itirazını yenilerse, konu TPE’nin Yeniden İnceleme ve Değerlendirme Kurulu’nca incelenecek. Kurulun itirazı reddetmesi durumunda itiraz sahibi isterse mahkemeye başvurabilecek. Önümüzdeki 2 aylık süreçte itiraz gelmemesi halinde ise tescil gerçekleşmiş olacak.
Markayı tescil ettirmek, o markayla ticaret yapma amacına hizmet ediyor. Ankara Üniversitesi de yıllardır kullandığı Güneş Kursu’nu, marka ve logo olarak kullanacak. Çorum’un sivil toplum kuruluşları üniversitenin tescil başvurusuna itirazda bulunmuştu.
Hürriyet Ankara, 25.08.2007
|
|
RODOS'TA EL YAZMASI
HAZİNELER
Hafız Ahmet Ağa Kütüphanesi’nde en eskisi 900 yıllık
olan toplam bin adet el yazması eser bulunuyor.
Kütüphanenin yöneticisi Yusuf Kıbrıslı, kütüphanede
2 bin 500 kitap bulunduğunu belirtti. En değerli
parçalarından biri ise 1401 yılında altın varaklarla
yazılmış iki adet Mushaf-ı Şerif...
650 yıllık eserlerden biri, daha önce çalınmış
ve İngiltere’deki bir müzayede evinde satılığa
çıkarıldığı gün aile fertlerinden Esra Bereket
tarafından tespit edilerek geri alınmış. Olay
sonrasında, kütüphanede değerli kitapların bulunduğu
bölüm ziyarete kapatılmış. Kütüphane güvenlik
kameralarıyla izleniyor ve korunuyor.
Türkiye Gazetesi, 25.08.2007
|
ÇATALHÖYÜK'TE AYI
KABARTMASI
Neolitik Çağ yerleşim birimi Çatalhöyük’te yapılan
kazılarda, yeni bir ayı figürlü duvar kabartması
daha bulundu.
Çatalhöyük Kazı Projesi Başkan Asistanı Arkeolog
Banu Aydınoğlugil, kısa süre önce sona eren
Çatalhöyük 2007 kazı sezonunun son günlerinde, yeni
buluntular ortaya çıkarıldığını söyledi. Bir odanın
iki duvarının kesiştiği köşede duvar kabartmasına
rastlandığını anlatan Aydınoğlugil, “Bulunan bu
kabartmada ayının yalnızca alt kısmı ile yukarı
doğru olarak yapılmış ayakları bulunabilmiştir.
Merkezde ise ayının göbek kısmı olduğunu
düşündüğümüz bölümü ile göbek deliği açık bir
şekilde belirtilmiştir” dedi.
Türkiye Gazetesi, 25.08.2007
|
DEFİNE AVCILARINA UYARI
Trakya Üniversitesi
Arkeoloji Bölümü Başkanı Prof.Dr. Sümer Atasoy,
tarihi ve turistik yerlerde kazı yaparak define
arayanların boşuna çabaladığını söyledi.
Sümer Atasoy, Zonguldak'ın Çaycuma İlçesi'ne bağlı
Filyos beldesinde kazı çalışmalarını yürütüyor.
Prof.Dr. Sümer Atasoy, define bulma hayalinin belli
bir yaştan sonra hastalığa dönüşerek yaygınlaştığını
ifade ederek bu hastalığa birçok meslek grubundan
kişinin yakalandığını söyledi.
Define bulma hikayelerinin gerçeği yansıtmadığını
ifade eden Atasoy, "Küple
altın bulma hayaliyle insanlarımız
tarihi, turistik ve kültürel yerleri kazıyor. Ben de
40 yıldır ülkenin çeşitli bölgelerinde profesyonel
anlamda kazı çalışmaları yürütüyorum. Bugüne kadar
hiç küp bulmadım, bulana da rastlamadım. Çünkü
medeniyetler ve milletler göç edeceği zaman değerli
eşyaları ile birlikte göç ediyor. Savaşlarda ise
kazananlar kaybedenlerin hazinelerini ele geçiriyor"
dedi.
Buralarda altın madeni olmadığı için böyle define ya
da küp bulmanın tamamen bir hayal olduğunu anlatan
Atasoy, sözlerine şöyle devam etti: "Ancak bu konuda
birçok hikaye anlatılıyor. Bu hikayeler hayal ürünü.
Çünkü, kazı ve tarihi eserde kazan insanlardan çok
aracılar kar ediyor. Bu hikayeler onlar tarafından
kasıtlı uyduruluyor. Ama maalesef dağ, bayır, mezar,
taş, beton demeden kazılarak altın aranıyor. Bu
arada çıkan tarihi eserler tahrip ediliyor. Bölgenin
tarihi ve kültürü hakkında bize ışık tutacak olan
önemli iz ve işaretler yok oluyor."
Atasoy, Filyos beldesinde geçen yıl başlanan kazı
çalışmalarında bugüne kadar önemli bulgular elde
ettiklerini ama birçok önemi bulgunun da define
avcıları tarafından yok edildiğini anlattı.
Atasoy, ayrıca, Kdz. Ereğli Müzesi ile ortaklaşa
yürüttükleri, İstanbul Üniversitesi, Marmara
Üniversitesi, Çanakkale 18 Mart Üniversitesi, Bursa
Uludağ Üniversitesi, Eskişehir Üniversitesi'nden
öğretim görevlisi ve öğrencilerden oluşan 30 kişilik
uzman ekibin de destek verdiği kazı çalışmalarında
çok önemli sikke, çanak, çömlek, çeşmenin yanı sıra
tarihi ve ticari gelişmelerle ilgili bilgi veren
mezarlar bulunduğunu sözlerine ekledi.
haberler.com, 24.08.2007
|
ALİNDA KAZILARI İÇİN MUTLU SONA YAKLAŞILIYOR
Aydın'ın Karpuzlu İlçesi'nde bulunan 2 bin 700
yıllık Alinda Antik Kenti'nin gün yüzüne çıkması
yolunda Belediye Başkanı
Hayrettin Anmak'ın çalışmaları sonuç
vermeye başladı. Karpuzlu'ya gelen Avusturya
Bilimler Akademisi'nden Arkeolog Dr. Peter
Ruggendorfer Alinda Antik Kenti kazıları için
Belediye Başkanı
Hayrettin Anmak'ı makamında ziyaret etti.
Antik kent ile ilgili Arkeolog Dr. Ruggendorfer'e
bilgiler veren Anmak ziyaretten duyduğu memnuniyeti
diler getirerek antik kentin bir an önce gün yüzüne
çıkmasıyla ilçenin kaderinin değişeceğine inandığını
söyledi.
Karpuzlu'nun tarım, hayvancılık ve tarıma dayalı
sanayi ile her geçen gün geliştiğini belirten Başkan
Anmak, tarımın yanında turizm şehri olmak
istediklerini söyledi. Aydın'da en doğal yaşantının
Karpuzlu'da var odluğunu kaydeden Anmak "Alinda
Antik Kenti gün yüzüne çıkarılırsa, Muğla-Milas yolu
üzerinde bulunan ilçemizin cazibe merkezi olacağına
inanıyorum" dedi.
Anmak, aynı zamanda doğal sit alanı görünümündeki
Karpuzlu'nun gelişmesi için görünümüne sokan
Alinda'nın bir an önce kazılması gerektiğini ve bu
konuda bakanlığın yanı sıra bazı üniversitelerle
görüşmelerin devam ettiğini belirten Anmak
Alinda'nın aynı zamanda Türkiye'nin tek granit
mermer antik kenti özelliğine sahip olduğunu
kaydetti.
Kazı yapılması için yapılan girişimlerin dünyaca
ünlü Avusturya Bilimler Akademisi'nden Arkeolog Dr.
Peter Ruggendorfer tarafından olumlu yanıt geldiği
için mutlu olduklarını ifade eden Belediye Başkanı
Anmak "İlk planda yüzey araştırmaları için Kültür ve
Turizm Bakanlığı'na izin müracaatında bulunduk. Bu
talebe çok yakın zamanda olumlu cevap verileceğini
düşünüyoruz. Alinda Antik Kenti'nde kazıların
başlaması, beldemizin turizm merkezi haline
geleceği, tarih turizminin merkezi olacağı anlamını
taşımaktadır. Aynı zamanda bir dönem burada yaşayan
bir medeniyetin izlerinin tarih sahnesine
çıkartılması bilim tarihine de ışık tutacaktır.
Avusturya Bilimler Akademisi'ne ve Sayın
Ruggendorfer'e çok teşekkür ediyorum" dedi.
Tamamen bir Karia yerleşim merkezi olan Alinda'nın
köykenti hakkında hiçbir şey bilinmiyor. Şehrin
tarihte ilk ve hemen hemen tek görünüşü Mousolos'un
kardeşi Kraliçe Ada ile ilişkili. Milattan Önce
yaklaşık 340 yılında, kardeşi Piksodaros tarafından
tahttan indirilen ve Alinda'ya sürülen Ada, burada
saltanatını kısmen de olsa sürdürmeye devam etmiş.
Bu arada da tahtını tekrar ele geçirme fırsatını
yakalamayı bekleyen kraliçenin bu bekleyişi, çok
uzun sürmemiş.
Büyük İskender Karia'ya geldiğinde, Ada,
onu görmeye giderek Alinda'yı teslim etmeyi ve erkek
kardeşine karşı da yardımda bulunmayı teklif etmiş.
Alinda Antik Kenti'nde tiyatro ve görkemli market
yapısının her ikisinin de Hellenistik dönemde inşa
edildiği bildirilirken, gümüş para basımının da en
yaygın tip olan Herakles'li örneklere de
rastlanmakta olduğu bildirildi.
haberler.com, 24.08.2007
|
|
ASIRLIK OKUL YIKILIYOR
Antalya'daki tarihi İnönü İlköğretim Okulu binasının yıkımına başlandı. Tarihi İnönü İlköğretim Okulu'nun yıkımına, Antalya Büyükşehir Belediyesi Kentsel Dönüşüm Projesi kapsamında kent meydanı yapılması amacıyla başlandı. Okula yıkım için iş makinelerinin geldiğini gören Eğitim-Sen üyeleri, okul kapısında bir basın açıklaması yaptı. Yıkım kararının durdurulması istemiyle dava açtıklarını anlatan Eğitim Sen Antalya Şube Başkanı Kadir Zeybek, "Antalya İkinci İdare Mahkemesi davamızı reddetmiş olsa da bizim bu karara 7 gün içerisinde itiraz etme hakkımız var. Ancak ekipler bizim itirazımızı beklemeden yıkıma başladı. Belki itirazımız sonucunda okulun yıkımının durdurulması kararı çıkacak. O zaman ne olacak? Okulu yeniden mi yapacaklar? Antalya Büyükşehir Belediye Başkanı Menderes Türel de bu okuldan mezun olmuştur" dedi. Bölge İdare Mahkemesi evraklarını iş makinelerine yapıştıran Eğitim-Sen üyeleri, polis ekipleri tarafından okuldan uzaklaştırıldı. Daha sonra çevredekilerin hüzünlü bakışları arasında okulun yıkımına başlandı.
Yeni Alanya, 24.08.2007
|
İRAN'DA BÜYÜK ARKEOLOJİK KEŞİF
İran'da uzun bir süredir yürütülen arkeolojik çalışmalar meyvesini verdi. Sasani hanedanı dönemine ait 1400 yıllık tarihi bir kale gün ışığına çıkarıldı. Kalenin UNESCO'nun "Dünya Mirası Listesi"ne alınması da bekleniyor. MS 650 yılına dek İran ve çevresinde hüküm süren Sasani İmparatorluğu dönemine ait kale, Yezid bölgesi yakınlarındaki tarihi Meybod kentinde keşfedildi. Kerpiç tuğlalarla inşa edilmiş olan ve 500 metrekare alanı kaplıyan tarihi kalenin zaten turistlerin gözdesi olan Meybod kentine ilgiyi daha da arttıracağı belirtiliyor. Kale, keşfin ardından Meybod'u ziyaret eden UNESCO ekibini de şaşkına çevirdi. Çünkü tarihi kale, gerek inşasında kullanılan malzemeler, gerek günümüze sapasağlam ayakta kalmış olması ve bin 400 yıl önce burada yaşayan insanların çöl iklimine nasıl uyum sağladığını göstermesi açısından oldukça dikkat çekiciydi. İranlılar, altında onlarca su kanalı da keşfedilen tarihi kalenin bu özellikleriyle UNESCO Dünya Mirasları Listesi'ne alınacağı günü heyecanla bekliyor.
Makedonya Radyo Televizyon Kurumu, 24.08.2007
|
|
|
"ESERLERİ KORUMAK GÖREVİMİZ"
Arapgir Belediye
Başkanı Halit Konukçu, ilçede tarihi güzellikleri
korumak için çalıştıklarını bildirdi.
Halit Konukçu, yaptığı
açıklamada, tarihi Millet Hanı'nın restore
edileceğini, Gümrükçü Osman Paşa Camisi ve Caferpaşa
Camisi'nin de restorasyonuna hız verildiğini
söyledi.
Konukçu, ''İlçedeki tarihi güzellikleri korumak
için çalışıyoruz. Bu kapsamda tarihi Millet Hanı'nın
restorasyonuna bu yıl başlanacak. Millet Hanı'nın
restore edilmesinin yanı sıra çevredeki iş yerleri
de restore edilecek.''
2004 yılında restorasyon çalışmalarına başlanan
Osmanpaşa Mahallesi'ndeki 184 yıllık Gümrükçü Osman
Paşa Camisi'nin çevre düzenlemesinin yapıldığını,
restorasyonunun tamamlanmak üzere olduğunu, caminin
Bağbozumu Şenlikleri kapsamında ibadete açılacağını
vurgulayan Konukçu, Osmanpaşa Mahallesi'nde bulunan
305 yıllık tarihi Cafer Paşa Camisi'nin de
restorasyon çalışmalarına hız verildiğini kaydetti.
Malatya Aktüel, 24.08.2007
|
ULUABAT'TA ALTI KİLOMETRELİK AYVAİNİ MAĞARASI
ZİYARETÇİ BEKLİYOR
Mağara yoğunluğu bakımından dünyanın
önde gelen ülkelerinden olan ülkemiz, doğal
güzellikleri ile turistleri adeta büyüleyen bu
mağaralarından yeterince yararlanamıyor. Dağların
derinliklerinde saklı kalan güzelliklerin turizme
kazandırılamaması bölgeler için büyük gelir
kayıplarına neden oluyor. Bursa'da, yeni yeni
turizme kazandırılan 7 kilometrelik Oylat Mağarası'nın
aksine, iki girişi bulunan 6 kilometrelik Ayvaini
Mağarası fark edilmeyi bekliyor.
Uluabat Gölü'nün güney bölümünde yer
alan Ayvaini Mağarası, doğal güzellikleri, gizemli
derinlikleri ve gölleri ile meraklıları cezbediyor.
Mağara, Bursa'ya 40 kilometre mesafedeki Ayva
Köyü'de bulunuyor. Türkiye'nin en uzun 6. mağarası
olan Ayvaini Mağarası'nın, Ayva Köyü ve
Mustafakemalpaşa İlçesi'ne bağlı Kazanpınar
köylerindeki ağızları ile iki ayrı girişi bulunuyor.
Derinlikleri yer yer 3- 4 metreye
ulaşan 60 adet gölcük bulunan mağaranın çıkışındaki
gölcüğün uzunluğu ise yaklaşık 400 metre. Su
seviyesinin mevsimlere göre değişiklik gösterdiği,
sarkıtlarla kaplı, el değmemiş yapısı ile gerçek bir
doğa harikası olan Ayvaini Mağarası, özellikle
üniversitelerin mağaracılık kulüplerinin ilgi odağı
oluyor.
Güney Marmara Bölgesi'nin en uzun
yer altı geçidi olduğu belirlenen ve sarkıt, dikit,
duvar damlataşları, sulu damlataş havuzları ve küçük
gölcükleriyle doğa harikası olan mağara, giriş kısmı
hariç yatay gelişmiş bir mağara. Bir noktadan
girilip, diğer tarafından çıkılabilen mağarada
ilerleyebilmek için göllerle kaplı alanlarının
botlarla geçilmesi gerekiyor.
Geçimini meyvecilikten sağlayan Ayva
köylüleri, mağaranın bir an önce turizme
kazandırılacağı günü iple çekiyor. Köy muhtarı Nuri
Ceylan, mağaranın 1970 yılında 3 İspanyol turist
tarafından keşfedildiğini anlatıyor. İspanyol
turistlerin köy okulunda bir hafta kaldıklarını ve
mağarayı incelediklerini belirten Ceylan, daha sonra
ülkelerine dönen turistlerin mağara hakkında bir
kitap yazdıklarını, kitabın piyasaya çıkması üzerine
mağaranın fark edildiğini aktarıyor.
Mağaranın kendileri için çok önemli
bir gelir kaynağı olduğunu vurgulayan muhtar Ceylan,
özellikle hafta sonları gelen ziyaretçilerin
köylerinden alışveriş yapması nedeniyle köy halkının
önemli ölçüde yan gelir elde ettiğini kaydetti.
Mağaranın turizme açılması durumunda
daha fazla ziyaretçinin köylerine geleceğini
belirten Ceylan, yol haricinde mağaranın
ışıklandırılması gibi konuların halledilmesini
beklediklerini anlattı. Özellikle Arap turistlerin
mağara için köye geldiklerini belirten Ceylan, "Arap
turistler özellikle yazın çok sık geliyorlar. Ama
mağaranın yolu olmadığını görünce geri dönüyorlar.
Bu konuyu Valimiz Nihat Canpolat'a açtık. Kendisi
köye geldi, mağarayı gezdi. Mağaraya yol yapılması
için 50 bin YTL para çıkarttı. Konunun Kültür ve
Turizm Bakanlığı tarafından onaylanmasını
bekliyoruz. Bir an önce buranın ihaleye verilerek
yapılması gerekiyor. Mağaranın yolunun yapılması
durumunda ziyaretçi oranı 3-4 katına çıkacaktır."
diye konuştu.
Türkiyeturizm.com, 24.08.2007
|
HEYKELCİĞİ SATAMADILAR
Denizli'de
Hellenistik-Roma dönemine ait 62 gram ağırlığında
som altından yapılmış bir aslan heykelciği ele
geçirildi.
Heykeli 100 bin dolara
satmak isteyen Tarık Kara (29), ağabeyi Mehmet Kara
(30) ile Kafi Kurun (29) ve kardeşi Altan Kurun (27)
gözaltına alındı.
Sabah, 24.08.2007
|
|
|
4 BİN 500 YILLIK SIR
Samsun'un Bafra İlçesi'ne bağlı İkiztepe Örenyeri'nde devam eden kazılar sırasında bulunan ve Samsun Arkeoloji ve Etnografya Müzesi'nde teşhir edilen yaklaşık 4 bin 500 yıl önce yaşamış insanlara ait "ameliyatlı kafatasları"nın sırrı çözülemiyor. İkiztepe Köyü'nde 1974 yılından beri sürdürülen arkeolojik kazılarda ortaya çıkarılan 630 iskeletten 13'ünün kafasında görülen deliklerin tıbbi müdahale için açılmış olabileceği ileri sürülüyor. Dördü Samsun Arkeoloji ve Etnografya Müzesi'nde teşhir edilen kafataslarının antropolojik açıdan incelenmesi sonucunda deliklerin bilinçli olarak ve iki ayrı yöntem kullanılarak açılmış olduğu anlaşıldı. Tıp uzmanlarının yaptığı incelemelerde ise, kafatasları açılan insanların 15 - 20 yıl yaşadığı belirlendi. Samsun Arkeoloji ve Etnografya Müzesi yetkilileri ise, bunun bir beyin ameliyatı olmadığını ileri sürerek, ruh hastalarının kafasına girdiği sanılan kötü ruhların çıkarılması için yapılmış olabileceğini iddia etti. Ancak, bu operasyonlar sırasında kafatası açılan insanlara nasıl bir anestezi uygulandığı şimdilik bilinmiyor. Arkeolojik kazıları yürüten ekibin başkanı İstanbul Üniversitesi Arkeoloji ve Sanat Tarihi Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr. Önder Bilgi'nin açıklamalarına göre, kafatasların açılmasında iki ayrı yöntem kullanılmış. Kafataslarının tepesinde bulunan delikler kapak kaldırma, arka yanlarında bulunan delikler yontma yöntemi ile açılmış. Prof.Dr. Bilgin, kazılarda ortaya çıkartılan tunçtan yapılmış alet, silah, takı, çanak, çömlek ve fosilleşmiş tekstil ürünü gibi buluntulardan MÖ 2 bin 400 - 2 bin 500 yıllarında, yani İlk Tunç Çağı ortalarında yaşayan bu insanların o çağa göre çok ileri bir uygarlık düzeyinde bulunduklarının belli olduğunu ifade ediyor. Samsun Arkeoloji ve Etnografya Müzesi'ni ziyaret edenlerin ilgisini de en çok söz konusu kafatasları çekiyor.
Yeni Alanya, 24.08.2007
|
TARİHİ SURLARDA HAYVAN BESLİYORLAR
Diyarbakır’ın
en önemli tarihi değerlerinin başında gelen
surlarda, daha önce defalarca dile getirilmesine
rağmen hayvan beslenilmesine devam ediliyor.
Geçtiğimiz yıllarda Büyükşehir ve Sur Belde
Belediyesi tarafından yapılan masraflı çalışmalar
neticesinde Diyarbakır’ın tarihini anlatan ve en
önemli değerleri arasında yer alan Diyarbakır
Surları, gecekondular ve iş yerlerinden arındırıldı.
Surların etrafı içten ve dıştan yaklaşık 50’şer
metre yeşil kuşakla çevrelenerek, tüm görkemiyle gün
yüzüne çıkarıldı.
Ancak, Saray Kapı civarında bulunan surların ahır
olarak kullanılması defalarca dile getirilmesine
rağmen engellenemedi. Surlarda halen büyükbaş hayvan
beslenirken, ahır olarak kullanılan kısımlar,
kullananlar tarafından demir kapılarla da korunuyor.
Diyarbakır Kültür ve Turizm Müdürü Tevfik Arıtürk
ise, konu ile ilgili çalışmalara başladıklarını ve
yazışmaların tamamlandığını söyledi. Arıtürk, sorunu
en kısa süre zarfından çözeceklerini müjdeledi.
Haber Diyarbakır, 24.08.2007
|
|
|
DİVRİĞİ'DE BİR HAMAM DAHA GÜN YÜZÜNE ÇIKARILIYOR
Tarihi eserler eserler açısından önemli bir potansiyele sahip olan Divriği'de bu tarihi yapıların korunarak ileriki kuşaklara aktarılması amacıyla Vakıflar Bölge Müdürlüğü tarafından başlatılan çalışmalar çerçevesinde tarihi Aşağıhamam ortaya çıkmış oldu. Yıllardır bakım ve onarımı yapılamayan ve restorasyonu gerçekleştirilemeyen Aşağıhamam'ın yapılan restorasyon çalışmaları ile yeniden su yüzüne çıktığı görülürken, restorasyon işini alan firma çalışmaların büyük bir bölümünü tamamladı. Aşağıhamam'ın restorasyon işini 700 bin YTL bedel ile alan Umut Yapı firması çalışmaları en kısa sürede bitirecek.
Aşağıhamam'da yapılacak çalışmalar çerçevesinde hamamın köprüye bakan pencere kısmındaki duvar 1.5 ile 2 metre arasında dışarıya çekilirken, hamamın topraktan olan kubbe kısmı da bakırla kaplanarak koruma altına alınmış olacak.
Aşağıhamam'da başlatılan restorasyon çalışmaları meyvesini verirken, çalışmalara kısa bir süre önce başlanmasına rağmen tarihi yapının su yüzüne çıktığı da görülüyor.
Memleket Sivas, 24.08.2007
|
DEFİNECİLER SUÇÜSTÜ YAKALANDI
Malatya'da kaçak
yollardan define arayan 4 kişi suçüstü yakalandı.
Edinilen bilgiye göre olay, Malatya Merkez Çilesiz
Mahallesi'nde meydana geldi. Emniyet Müdürlüğü
Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Şubesi
ekiplerince yapılan istihbarat çalışmaları sonucunda
Çilesiz Mahallesi'ndeki bir arazide define
aradıkları tespit edilen ve isimleri gizli tutulan 4
şüphelinin suçüstü yakalandığı bildirildi.
Define aramada kullanılan malzemelerle birlikte
yakalanan 4 şüpheli, adliyeye sevk edildi. Olayla
ilgili soruşturma devam ediyor.
haberler.com, 24.08.2007
|
LAODİKYA KAZILARI 600 YIL SÜRECEK
Antik kent Laodikya Pamukkale Üniversitesi Arkeoloji
Bölümü öğretim görevleri ve öğrencileri tarafından
gün yüzüne çıkartılıyor. Kentin tamamının gün yüzüne
çıkması için 600 yıl çalışmak gerekiyor.
Denizli’nin en önemli tarihi şehirlerinden olan
Laodikya, Pamukkale Üniversitesi Arkeoloji Bölümü
tarafından gün yüzüne çıkartılıyor. 2000 yılına
kadar Eskihisarlı köylüler tarafından arazi olarak
kullanılan ve Pamukkale Üniversitesi tarafından
keşfedilen bölge, yapılan kazılar sonucunda gün
yüzüne çıkmaya başladı.
Pamukkale Üniversitesi (PAÜ) Arkeoloji Bölümü
Başkanı Doç.Dr. Celal Şimşek'in liderliğindeki kazı
çalışmalarında, tarihin önemli kentlerinden
Laodikya, yeniden hayat buldu.. Öğretim görevlisi,
öğrenci ve işçi olmak üzere toplam 150 kişilik bir
ekip ile yürütülen kazı çalışmalarında, tarihi
mekanın en önemli yeri olan Suriye Yolu da gün
ışığına kavuştu. 4 yıl gibi kısa sürede kazıyı
gerçekleştiren ekip, bu başarısı ile de bakanlık
tarafından en iyi kazı ekibi seçildi.
Hıristiyanlıkta, hacı olabilmek için ziyaret
edilmesi gereken yerler arasında bulunan Laodikya,
her gün yaklaşık bin kişilik turist kafilelerini
ağırlıyor. Böyle bir tarihi yerin gün yüzüne
çıkarmanın zorluklarına değinen Doç.Dr. Celal
Şimşek, “ Üzerinde birçok medeniyetin geçtiği bu
şehir, çıkan savaşlar, dönemlerin değişmesi ve
yaşanan doğa olaylarıyla yok olmuş. Ama bizler
çalışmalara başladığımızda ve elde ettiğimiz
sonuçlarda bu şehrin halen canlı olan bir şehir
olduğunu gördük. Bunun en önemli sebebi de bu kadar
talan edilen yerden halen bu kadar değerli eserlerin
çıkması. Şu anda çıkan eserlerin her biri birinci
sınıf” dedi.
Kazı çalışmalarındaki başarının en büyük kaynağının
Denizli’deki idareciler olduğunu söyleyen Şimşek,
“Pamukkale Üniversitesi, Denizli Valiliği, İl Özel
İdare, Denizli Belediyesi ve Bakanlığın desteği ile
yapılan çalışmalarda başarıyı elde etmemizin en
önemli sebebi Denizlili idarecilerin bu yere sahip
çıkmasıdır. Örnek olarak hiçbir vilayet tarihi
kazılar için 250 bin YTL para ayırmaz Denizli
Valiliği bunu bize yaptı. Belediye Başkanımız da
bizlere yüksek maliyeti olan ve bizler için çok
faydalı olan vinç kiraladı.”dedi.
Laodikya’nın gün yüzüne çıkması için ilk olarak bin
yıl gibi bir süre veren yetkililer, daha sonra
çalışmaların hızlı gitmesi nedeniyle 600 yıl gibi
sürede tarihi şehrin tamamen gün yüzüne
çıkartılacağı açıkladılar. 4 yıl gibi kısa bir
sürede önemli bir bölümü ortaya çıkarılan tarihi
şehrin ortaya çıkan en önemli yeri ise Suriye yolu.
Laodikya’nın giriş bölümü olarak kabul edilen ve
900 metre uzunlukta olan yolun
400 metrelik bölümü ziyarete hazır hale getirildi. 7
Eylül’de törenle açacağız. Kazı çalışmaları boyunca
önemli eserleri de gün yüzüne çıkardıklarını
söyleyen Şimşek, “ Laodikya’nın ekonomik yapısı,
yaşam tarzı, kullanılan eşyalar ve bölgedeki önemi
artık tam anlamıyla ortadadır. Şu anda Laodikya
antik kentindeki kazılarda MS 2. yüzyıla ait
imparatoriçe heykeli bulundu. Bizans kapısının
bulunduğu bölgede ikinci kabartmayı bulduk. Hamam,
villa heykeller, mezarlar bizlerin ortaya çıkardığı
en önemli eserlerdir.”dedi.
denizlili.net, 24.08.2007
|
146 YILLIK FENER İLGİ BEKLİYOR
Çanakkale'nin Bozcaada İlçesi'nin güney doğusunda 1861 yılında hizmete giren tarihi Batıfeneri ilgi bekliyor.
Her gün yüzlerce kişinin güneşin batışını seyretmek için geldikleri bölgede 146 yıllık tarihi Batıfeneri'nin boyaların dökük ve bakımsız haline tepki gösteren tatilciler, en kısa sürede burada bir çalışma yapılmasını istediler.
20 metre yüksekliğindeki tarihi fenere gerekli bakımın yapılmasının şart olduğunu belirten tatilciler, "Güneş enerjisi ile çalışan bu fener adanın sembolü haline gelmiş durumda. Dış cephesi oldukça kötü görünen bu yere sahip çıkılması ve daha güzel bir görünüme kavuşturulması şart" dediler.
Haber Ekspres, Fotoğraf: Kıyı Emniyet Genel Müdürlüğü, 24.08.2007
|
|
|
TARSUS'TA YENİ BİR TARİHİ KALINTI
Mersin'in Tarsus İlçesi'ndeki tarihi Ulu Cami'de yapılan restorasyon çalışmaları, yeni bir tarihi kalıntıyı ortaya çıkardı. Çalışmalar sırasında, Bizans dönemine ait komutan kabartmalı "Adak Taşı" bulundu.
Lokman Hekim ve Şit Peygamber'in makamları ile Abbasi Halifesi Mem'un'un mezarının bulunduğu Tarsus'taki Ulu Cami'nin tarihi, bin 300'lü yıllara dayanıyor. Caminin bahçesindeki hafriyat çalışmaları sırasında, Bizans dönemine ait bin 200 yıllık bir adak taşı bulundu. Yaklaşık 2 metre uzunluğundaki adak taşının üzerinde kabartma olarak elinde kılıç, mızrak ve kalkan bulunan bir Bizans komutanı tasvir ediliyor. Tarsus Müzesi'nde sergilenen taşın arkasında ise kabartmayı yapan sanatçının adak yazısı yeralıyor.
Tarsus Müze Müdür Vekili Abdülbari Yıldız: "Bu zaferi kazanan bir Bizans komutanına ithafen yazılmış bir adak taşıdır. Muhtemelen büyük bir mimari yapının giriş kapısında dikey olarak durmaktadır. Ve çevresinde de bizans yazıları mevcut. Ve taşın altında da sanatçının el yazısıyla yazmış olduğu imzası ve kime ve niye adak adadığına ait bir yazı mevcut" dedi.
Trt/Haber, 24.08.2007
|
'AYRILIK' ÇOK DAHA ESKİYE DAYANIYOR
Etiyopya'da çalışan araştırmacılar 10 milyon yıllık, eski maymun türüne ait fosili gün ışığına çıkardı. Keşif, insan ve Afrika maymunlarının sanıldığından erken bir tarihte birbirinden ayrışmış olabileceğini gösteriyor. Etiyopyalı ve Japon bilim insanlarından oluşan karma araştırma grubu, buldukları yeni türe 'Chororapithecus abyssinicus' adını verdi. Bu türün, bugün yaşayan goril, şempanze ve bonobolarla doğrudan ilişkili olarak bilinen primatların en eskisi olduğu belirtiliyor. Araştırmacılar "İnsan fosiliyle ilgili kayıtlar 6-7 milyon yıl öncesine dayanıyor, ancak insan türünün maymundan evrilme çizgisi hakkında hiçbir şey bilmiyoruz. Chororapithecus bize insanın kökenine dair hikayenin maymunlar cephesinden bir ipucu sağlıyor" diyor.
Addis Ababa'nın 170 kilometre doğusundaki dik ve sert arazide bulunan fosiller, bir köpekdişi ve sekiz azıdişi olmak üzere dokuz parçadan oluşuyor. Bugün yaşayan gorillerinkine benzeyen azıdişleri, fosilin ya bir gorilin ilkel biçimi ya da goril türünün ortaya çıkışına benzer bir adaptasyonu gösteren bağımsız bir tür olduğuna dair ipuçları sunuyor. Britanya Doğal Tarih Müzesi'nden paleontolog ve insan kökeni uzmanı Peter Andrews'a göre keşif etkileyici çünkü insanların yaşayan en yakın akrabaları olarak bilinen dev maymunların fosil kalıntıları neredeyse hiç bulunamıyor. Bu son bulgular da, Afrika'nın hem insanın, hem de bugünün Afrika maymunlarının köklerinin dayandığı yer olduğu fikrini destekliyor. Bu durum gorillerin, insan ve şempanzelerin ortak atasından, önceden 7-8 milyon yıl olarak tahmin edilenden çok daha önceki tarihlerde ayrıştığını gösteriyor.
Radikal, Fotoğraf: AFP, 24.08.2007
|
|
|
SATILIK TARİHİ ESERLERİ POLİS ELE GEÇİRDİ
Kocaeli
Emniyet Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlarla
Mücadele Şubesi ekipleri, önemli bir tarihe eser
kaçakçılığını engelledi.
Ellerindeki değerli tarihi eserleri satmak için
müşteri arayan kaçakçıları polis takibe aldı. F.Y.
isimli şahıs yönetimindeki 41 R 3022 plakalı özel
otomobil, Kandıra turnikeleri mevkiinde durmuş, üç
sanık İstanbul’dan eserleri almak için gelen bir
şahısla pazarlık etmeye başlamıştı. İhbarı
değerlendiren polis, bu pazarlığı bastı.
Şok operasyonda, alıcıya gösterilmek üzere örnek
olarak getirilen üç adet tarihi sikke ele geçti.
M.Y., N.G., M.B, F.Y. isimli sanıkların
Tavşantepe’deki evlerinde yapılan aramada da define
aramasında kullanılan aletler ile birlikte tarihi
eserler, çok sayıda tüfek ele geçti. Adalete teslim
edilen sanıklar, tutuksuz yargılanmak üzere serbest
bırakıldı.
Özgür Kocaeli, 24.08.2007
|
RUM KİLİSESİ SANAT GALERİSİ SIFATIYLA SATILDI
Kanunlara göre mabetlerin satışı yasak olduğu için
Antalya’da Osmanlı döneminden kalma Rum Ortodoks
Kilisesi ‘sanat galesi’, yanındaki papaz evi de
‘depo’ olarak satıldı. Kiliseye şimdi Bartholomeus
talip.
Antalya’da daha önce Saint Paul Protestan İncil
Kilisesi’nin talip olduğu Yenikapı semtindeki Rum
Ortodoks Kilisesi ile bu kiliseye ait papaz binası,
‘depo ve sanat galerisi’ sıfatıyla Gülseren Yiğit
ile Cennet Türksoy isimli iki kız kardeşe satıldı.
Satış işleminden sonra kilisede onarım işlemi
başlatıldı. Kilisenin yeni sahibi Gülseren Yiğit,
tavanında İsa Peygamber’e ait olduğu düşünülen bir
ikonanın da bulunduğu kilisenin onarıldıktan sonra
sanat galerisi olarak kullanılacağını söyledi.
Yiğit, Fener Rum Patriği Bartholomeus’un tarihi
kiliseyi kendilerinden satın almayı düşündüğünü
açıkladı. Yiğit, 250 bin YTL’ye satın aldığı
kiliseyi 1 milyon dolara satabileceklerini açıkladı.
Kilisenin geçmişi ile ilgili de bili veren Yiğit,
binanın yapım tarihi konusunda net bir bilginin
olmadığını açıkladı. Ancak kilisenin 19’uncu
yüzyıldan daha önceki bir dönemde inşa edildiğini
tahmin ettiklerini anlatan Yiğit, bu binanın
Antalyalı Rumlar Yunanistan’a göç edince
mülkiyetinin vakıflara geçtiğini söyledi. Vakıfların
da bu kiliseyi ve karşısındaki papaza ait evle
birlikte 1945’te Antalyalı bir işadamına sattığını
bildiren Yiğit, “İhale ile satılan bu kilise ile
papaza ait ev yıllarca depo olarak kullanılmış.
Aradan yıllar geçtikten sonra bu işadamının
varisleri de kilise ile papaza ait binayı satışa
çıkardı. Yıllarca depo olarak kullanılan kilisenin
tapu kaydında da kilise yazılıydı. O dönemde tapuya
böyle bir ibareyi nasıl koymuşlar bilmiyoruz.
Papazın kullandığı bina ise tapu kayıdında depo
olarak geçiyordu” dedi.
Kiliseye önce yanıbaşındaki Antalya’daki Protestan
Kilisesi’ne ait Agape şirketinin talip olduğunu
belirten Yiğit, “Şirket tapu kaydında olduğu gibi
kilisenin kendilerine satışını istedi. Ancak
kanunlara göre cami, kilise gibi yerlerin satışı
yasak. Bu tür yerler depo sıfatıyla satılabiliyor.
Hristiyan şirketinin talep ettiği şekilde tapudan
satış yapılamayınca Saint Paul İncil Kilisesi bu
binayı almaktan vazgeçti. Kiliseye daha sonra ben
talip oldum. Fiyat konusunda da anlaşma sağlanınca
Noter’den satış yaptık. Ardından da tapu kaydındaki
kilise ibaresini kaldırılıp sanat galerisi şeklinde
düzenleme yapıldı. Böylece satışın önündeki engeller
ortadan kalkmış oldu” diye konuştu.
Türkİye’de belki de kilisesi olan ilk kişinin kendisi
olduğunu bildiren Yiğit, “Kilise, arsasıyla birlikte
200 metrekarelik bir alana sahip. Kız kardeşimin
aldığı papaza ait bina ise 65 metrekarelik bir alana
sahip. Kız kardeşim Papaz Binası'nı restore ettirdi.
Yakında burada emlakçı ofisi açacak. Benim satın
aldığım Kilise ise aldığımda yıkılmak üzereydi. Ben
yıkılmak üzere olan binayı restore ettirmeye
başladım. Kısmen göçük olan kilisenin batı
cephesindeki duvarı yeniden ayağa kaldırttım. Ancak
bu iş için 100 bin YTL kadar para harcadım. Maddi
sıkıntıya girdik. Kültür ve Turizm Bakanlığı’ndan bu
yapının ayağa kaldırılması için destek istedim.
Ancak, Antalya’da bakanlığın ilgili merciilerine
müracaat ettiğimde bana hristiyan mısınız diye soru
sordular. Ben elhamdülillah müslümanım dedim. Maddi
bir destek vermediler. Bunun üzerine moralimiz
bozuldu. Kızkardeşimle birlikte Fener Rum
Patrikhanesi'ne gittim. Kiliseyi satın aldığımı ancak
onarım için para bulamadığımı söyledim.
Bartholomeus’la görüştüm. Patrikhane, kaynak temin
edebilirse, bu binayı bizden satın alabileceğini
bildirdi. Şimdilik, binayı yıkılmamak üzere restore
ettiriyorum. Bir milyon dolara bu kiliseyi
satabilirim” dedi.
Akşam Akdeniz, Haber: Mustafa Kozak, 24.08.2007
|
DÜNYA KADAR ESKİ ELMAS PARÇALARI
Batı Avustralya'da 4
milyar 250 milyon yıllık elmaslar bulundu. Neredeyse
Dünya kadar eski olan elmasların, gezegenin
tarihiyle ilgili önemli bilgiler vereceği sanılıyor.
Çıplak gözle görülmesi çok zor olan 50 elmas
parçasının her biri bir saç teli kalınlığında.
Jeolog Alexander Nemchin, elmasların oluşabilmesi
için gezegenin tektonik tabakalarından yoğun baskı
görmesi gerektiğini söylüyor. Fakat uzmanlar şu ana
kadar, elmasların oluştuğu Dünya'nın ilk
dönemlerinde, tabakaların çok zayıf ve ince olduğuna
inanmıştı. Nemchin, "Bu elmaslar, gezegenin önceden
tahmin edilenden daha önce soğumaya başladığını ve
kabuk oluşturduğunu gösteriyor. Yani Dünya'nın
şimdiki hali, tahmin edilenden daha önce oluşmuş
olabilir" diyor.
Radikal, 24.08.2007
|
'FİRAVUNUN LANETİ' HORTLADI
Berlin'de bir Alman,
Mısır Büyükelçiliği'ne bir firavun oyması parçasını
içeren bir paket gönderdi. Alman, paketin içine
bıraktığı mektupta üvey babasının bu parçayı çaldığı
için 'firavunların gazabına uğradığını' yazdı. Üvey babanın parçayı 2004'te Mısır'a yaptığı
ziyarette çaldığı ve Almanya'ya dönüşünde felç, mide
bulantısı, açıklanamayan ateş ve kanserden acı
çekerek kısa sürede öldüğü söyleniyor. Parça
diplomatik yollarla Mısır'a ulaştırıldı. Bir uzman
grubu parçanın gerçek olup olmadığını belirlemek
için inceleme yapıyor. Mısır firavunlarının
mezarlarını rahatsız edenlerin lanetleneceği inancı,
Tutankamun'un mezarının 1922'de bulunmasından sonra
ortaya çıktı. Kazıya maddi destek veren Lord
Carnarvon, mumya bulunduktan sonra, açıklanamayan
bir rahatsızlıktan dolayı aniden ölmüştü.
Radikal, 24.08.2007
|
2200 YILLIK YÜZE DEFİNECİ TOKADI
Henüz milli park statüsünde olmadığı için korunmayan İncesu Kanyonu'ndaki tarihi Kibele heykeli, içinde altın saklandığını düşünenler tarafından her gün biraz daha tahrip ediliyor.
Çorum ve Yozgat sınırları arasında bulunan, sekiz farklı medeniyetin izlerini taşıyan İncesu Kanyonu'nun doğal güzelliklerinin korunması için milli park statüsüne alınmasının gerektiği belirtildi. Kanyonun bazı bölümleri define avcıları yüzünden şimdiden zarar görmüş durumda. Yüzü tahrip edilmiş Kibele kabartması da bunlardan biri.
12.5 kilometre uzunluğunda ve yaklaşık 60 metre genişliğindeki kanyonda eski medeniyetlere ait kalıntılarla Kibele kabartması bulunuyor. 2 bin 200 yıllık olduğu tahmin edilen ve 1985 yılında odun toplayan bir köylü tarafından bulunan kayalar üzerindeki Kibele kabartması, içinde altın olduğu sanıldığı için defineciler tarafından tahrip edildi.
Çorum Kültür ve Turizm İl Müdürü Ali Özüdoğru, "Çevre kirliliği yaşanmaması ve bölgenin defineciler tarafından tahrip edilmemesi için İncesu Kanyonu'nun milli park olarak tescillenmesi gerekiyor. Kibele kabartmasının yüzü tahrip edilmiş. Doğal alanlar açısından Milli Parklar denetim yapıyor" diye konuştu.
Milliyet, Haber: Mustafa Demirer, 24.08.2007
|
|
VAN KALESİ 6 TERMAL KAMERA İLE İZLENECEK
Van
Kültür ve Turizm İl Müdürü İzzet Kütükoğlu, define
avcılarına karşı Van Kalesi'ne 3'ü termal olmak
üzere 6 kamera yerleştirmeyi planladıklarını
belirtti.
Kültür ve
Turizm İl Müdürlüğü, son günlerde define avcılarının
Van Kalesi'nde yaptığı kaçak kazıların önüne geçmek
için çalışma başlattı. Şehir merkezinden 5 kilometre
uzaklıktaki Van Gölü kıyısında ovaya hakim bir
kayalık üzerinde kurulmuş olan kalenin bin 800 metre
uzunluğunda, 120 metre genişliğinde ve yaklaşık 80
metre yüksekliğinde olduğunu belirten Kütükoğlu,
sadece gündüz görev yapan bir bekçi ile bölgeyi
kontrol altında tutmanın çok zor olduğunu söyledi.
Define avcıları tarafından tahrip edilen kaleye ilk
etapta 3'ü termal olmak üzere 6 kamera yerleştirmeyi
planladıklarını anlatan Kütükoğlu, altyapı
çalışmalarını İl Emniyet Müdürlüğü ile birlikte
yürüttüklerini ifade etti.
Kütükoğlu,
definecilerin geçmişten günümüze kadar gelen tarihi
mirası da yok ettiğini belirterek bu durumun ilin
turizmine büyük darbe vurduğunu kaydetti. Define
aramak isteyenlerin SİT alanları dışında kalan
bölgelerde kazı yapmak istemeleri durumunda
kendilerine müracaat etmeleri gerektiğini bildiren
Kütükoğlu, kaçak kazıların tarihi mekanlara zarar
verdiğini ve bunu yapmak isteyen bir kişinin önce
vicdanının sesini dinlemesi gerektiğini söyledi.
MÖ 855 yılında Urartu Kralı I. Sadur tarafından
yaptırılan Van Kalesi, iç ve dış kaleler olmak üzere
2 kısımdan meydana geliyor. Kalede, Urartu döneminde
kalma en önemli yapılar Sardur burcu, sur duvarları,
Urartu kralları Menua ve 1. Argişti'ye ait mezar, su
sarnıcına ulaşan bin bir merdiven, açık hava
tapınağı ve Analıkız olarak adlandırılan 2 adet
tapınak yer alıyor.
Turizm Gazetesi, 23.08.2007
|
TARİH ÖNCESİNİN HIZ REKORTMENLERİ
Önceleri,
günümüz hayvanlarının özelliklerinden yola çıkılarak
yapılan modellemelerin aksine, İngiltere'de yapılan
yeni bir çalışma, doğrudan dinozor fosillerinden
elde edilen verilere göre düzenlendi. Manchester
Üniversitesi'nin Proceedings of the Royal Society B
dergisinde yayımlanan çalışmasına göre, T-Rex olarak
da bilinen Tyrannosaurus Rex, saniyede 8 metre hıza
ulaşabiliyor. Çalışma, T-Rex'in daha önce
düşünülenden daha hızlı olduğunu ortaya koydu.
Dinozorların en hızlısı ise iki ayaklı ve etobur
olan Compsognathus. Yaklaşık olarak bir tavuk
boyutunda olan bu hayvan dakikada 18 metre hıza
ulaşa-biliyormuş. Günümüz türleri içinde bu hıza
ulaşabilen tek kuş ise devekuşu. 200 metrelik bir
pisti tam hızla koşan bir atletin ulaşabildiği en
yüksek hız ise bir saniyede 12 metrelik bir hız
oluyor. T-Rex'in saniyede 8 santimetrelik hızı ise,
ortalama bir futbolcunun hızının üzerinde.
Üniversitenin yürüttüğü çalışma şimdilik etobur
dinozorlar üzerine odaklanıyor. Çalışmanın
yazarlarından Dr. Bill Sellers, "Dinozorların
hızlarının keşfedilmesi, 'neden bu kadar hızlı
koşuyorlardı; neyin peşindeydiler' gibi soruların
ortaya sorulmasını sağladı" diyor. Sellers, şimdi
ise T-Rex'in avladığı dinozorlardan biri olduğunu
düşündükleri Hadrosaurus üzerine çalışmaya
başladıklarını söylüyor. Hadrosaurus'un T-Rex'in
avlarından olduğu düşüncesine ise, bu dinozorun
fosillerinde buldukları T-Rex'in diş izleri
nedeniyle vardıklarını söylüyor. Sellers,
Hadrosaurus'un da çok hızlı olduğunu keşfettiklerini
ve bununda çok mantıklı olduğunu söylüyor ve
ekliyor, "Eğer hızlı bir yırtıcı iseniz, büyük
ihtimalle yakalamak istediğiniz avlar çok hızlı
oldukları içindir."
Manchester Üniversitesi'nin bu çalışması, modern
hayvan hareketlerini temel almadan gerçekleştirilen
ilk çalışma oluyor. Dr. Sellers, "Burada hiçbir
animasyona çizim eklemedik tamamıyla dinamik bir
model bu. Dolayısıyla fosil kayıtları bize hayvanın
şekliyle ilgili ne söylüyorsa, sadece onu
kullandık," diyor. Sellers ayrıca, "Geçmişte,
dinozorların insanlar ya da devekuşları gibi hareket
ettiklerine dair beklentilerimiz vardı. Oysa
insanlara ya da devekuş-larına pek benzemiyorlar,
dolayısıyla dinozor gibi hareket ediyorlar, bizim
gibi değil. Bizce, böyle düşünmek daha doğru
bilgilere ulaştırabilir." Ancak Sellers, kendi
çalışmalarında, kasların gücü ve yoğunluklarıyla
ilgili "verilere dayanan tahminler" yürütmek zorunda
kaldıklarını da ekliyor. Dr. Sellers ve ekibi
dinozorların üç boyutlu simülasyonlarını üretmeyi
planlıyor ve bu yolla sürüngenlerin tüm harekederini
inceleyebileceklerini düşünüyorlar.
"Bilgisayarlar şu anda üretmek istediğimiz modeli
geliştirmek için yeterince güçlü değiller. Hayvanın
yürümesini sağlamak çok vakit alıyor. Bir sonraki
aşama ise, bu hareketleri üç boyutlu olarak
verebilmek," diyor Sellers.
Birgün, 23.08.2007
|
SİİRT'TE BİR EVDE 4 BİN YILLIK MADEN İŞLEME TEZGAHI BULUNDU
Siirt'te, evinin onarımını yapan
belediye işçisi, evin zemininde 4 bin yıllık maden
işleme tezgahı ile topraktan yapılmış su boruları
buldu. Siirt Belediyesi'nde işçi olarak çalışan Cafer
Aldemir, bölgeye özgü taştan yapılmış evini
onarırken, evin zemininde boraks taşından yapılma
maden işleme tezgahı ile topraktan yapılmış su
boruları buldu.
Aldemir, bunun üzerine durumu Kültür ve Turizm
Müdürü Yaşar Baran'a iletti. Evde inceleme yaptıran
Baran, ''Gerekli çalışmalara başladık. Gerekirse bir
proje dahilinde bu vatandaşımızın evini aslına uygun
yaptırıp, yer altında bulduğu tarihi yapıları da
restore edeceğiz'' dedi. Siirt'te Türbehöyük kazı
çalışmalarını yürüten Ege Üniversitesi Edebiyat
Fakültesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç.Dr. Haluk
Sağlamtemir de, evde yaptıkları incelemenin ardından
zeminde bulunan topraktan yapılmış su borularının
250-300 yıllık olduğunu tahmin ettiklerini, boraks
taşından yapılmış maden işleme tezgahının ise
yaklaşık 4 bin yıllık olduğunu söyledi.
Çevre ve
Kültür Değerlerini Araştırma Vakfı Siirt Temsilcisi
Ayhan Mergen ise belediye işçisi Aldemir'in
davranışının örnek teşkil etmesi gerektiğini
belirtti. Mergen, ''Bu su kanalları ve ev bize
Siirt'in gerçekten çok köklü bir tarihe sahip
olduğunu bir kez daha göstermesi açısından çok
önemli. Kültür ve Turizm Müdürlüğü yetkilileri ile
görüştük ve burada gereken her şeyin yapılması için
çalışma başlatıldı'' diye konuştu.
Turizm Gazetesi, 23.08.2007
|
13 YILLIK KAZIDA BİR ARPA BOYU YOL
Tarihi
kazıların ne kadar zor ve fedakarca bir çaba
istediğinin son örneği Muğla'daki Beçim Kalesi
kazıları. Kazı heyeti 13 yıldır kazıyor, bugüne
kadar çok sayıda eser ortaya çıkarıldı ama onlara
göre bu yeterli değil. Heyettekiler "Tarihi anlamda
bir arpa boyu gittik" diyor.
Milas'taki Beçin Kalesi'nde kazı çalışmalarını
yürüten heyetin başkanı Prof.Dr. Rahmi Hüseyin
Ünal, Menteşe Beyliği'nin yöneticilerinden İlyas
Bey'in sarayı olduğu tahmin edilen bir yapı ortaya
çıkardıklarını bildirdi. Prof.Dr. Ünal, kaledeki Ahmet Gazi Medresesi'nde
düzenlediği basın toplantısında, 13 yıldır devam
eden kazı çalışmalarının bu yılki bölümünü
tamamladıklarını söyledi.
Çalışmalara 7 Temmuzda başladıklarını belirten
Prof.Dr. Ünal, kazı ekibinde 4 akademisyen, 7 öğrenci ve
11 işçi olduğunu söyledi.
Bu yıl çalışmalarını Yelli Hamamı'nda
yoğunlaştırdıklarını belirten Prof.Dr. Ünal, şöyle
dedi:
"Buradaki çalışmalarımızda 280 sikke bulduk.
İçlerinden 18'i çok değerli, bir kaç tanesi türünün
tek örneği. Bu, bizleri fazlasıyla memnun etti.
Ancak sikkelerin birçoğunun hangi döneme ait olduğu
henüz belli değil.
Hamamın tabanında yaptığımız çalışmalarımızda ise
işlenmiş mermerler bulduk. Çok değerli mermerlerin
üzerini zarar görmemesi için kumla kapattık."
Kaledeki Emir avlusunda yaptıkları çalışmalarda,
Menteşe Beyliği'nin yöneticilerinden İlyas Bey'in
sarayı olduğu tahmin edilen bir yapı ortaya
çıkardıklarını söyleyen Prof.Dr. Ünal, şunları
kaydetti:
"Emir avlusunda yaptığımız çalışmalarda derine
indikçe yeni bir yapı gördük. Bu yapının çok katlı
olduğunu düşünüyoruz. Hocalarımız, avluda bulunan
yapının Menteşe Beyliği'nin yöneticilerinden İlyas
Bey'in sarayı olduğunu ifade ettiler. Tabanda ayrıca
İznik çinisinden bir tabak bulduk. Ancak tabağın
dörtte birini toparlayabildik. İleride çıkarılacak
yeni bulgular bize burayla ilgili daha net bir bilgi
verebilir." Prof.Dr. Ünal, 13 yıldır devam eden
çalışmaya rağmen, istedikleri sonucu henüz
alamadıklarını da sözlerine ekledi.
Haber Ekspres, Fotoğraf:
Muğla İL Kültür ve Turizm Müdürlüğü, 23.08.2007
|
|
MİMAR SİNAN'IN KAYSERİ'DEKİ TEK ESERİ RESTORE EDİLİYOR
Mimar Sinan’ın Kayseri’deki tek eseri olan Kurşunlu Cami, Vakıflar Bölge Müdürlüğü'nce restore ediliyor.
Vakıflar Bölge Müdürü Abdullah Kayan, Osmanlı döneminin büyük yapı ustası Mimar Sinan’ın Kayseri’deki tek eseri olan Kurşunlu Camii’nde restorasyon çalışmalarının başladığını bildirdi. 430 yıllık geçmişine rağmen ayakta duran caminin aslına uygun olarak restore edileceğini belirten Kayan, “Cami içindeki beton sökülerek, aslına uygun olarak taş döşemeyle kaplanacak. Ayrıca caminin kubbelerinin bakımı da yapılacak. Minarede bozulan yerler orijinali gibi onarılacak. Caminin dış duvarları ise ilaçlı suyla temizlenecek” dedi. Restorasyon çalışmaları sebebiyle ibadete kapanan tarihi caminin ramazan ayında açılması planlanıyor.
Türkiye Gazetesi, Fotoğraf: Trt/Haber, 23.08.2007
|
KÜLTÜREL MİRASLAR RESTORE EDİLECEK
Konya'da emlak
vergisinden kesilen yüzde 10'luk paylar, Özel İdare
Bütçesi'nde toplanarak ilçe ve beldelerdeki taşınmaz
kültür varlıkları restore ediliyor. Bu maksatla Vali
Osman Aydın başkanlığında bir araya gelen
yetkililer, 2007 yılı için 3 ilçe belediyenin
taşınmazlarının restore edilmesi için 300 bin YTL
ödenek ayrılmasına karar verildi.
Taşınmaz Kültür Varlıkları'nın korunmasını
sağlamak amacıyla, 2004 yılında yürürlüğe giren
Yönetmelik gereği, emlak vergilerinden kesilen yüzde
10'luk paylar Özel İdare Bütçesi'nde ayrı bir hesapta
toplanarak proje karşılığı belediyelere dağıtılıyor.
Bu kapsamda talepte bulunan belediyelerin
projelerinin değerlendirilmesi ve projelerinin
incelenmesi amacıyla Vali Osman Aydın Başkanlığında
Valilikte toplantı düzenlendi. İl Özel İdaresi Genel
Sekreter Vekili Osman Günaydın, İl Genel Meclisi
Üyesi Mustafa Gürbüz, Vakıflar Bölge Müdürlüğü, İl
Kültür ve Turizm Müdürlüğü, Rölöve ve Anıtlar
Müdürlüğü, Kültür Tabiatlarını Koruma ve Kurtarma
Müdürlüğü, Meram Belediyesi, Ereğli Belediyesi,
Seydişehir Belediyesi, Beyşehir Belediyesinden
yetkililer ile İl Özel İdaresi Mali Hizmetler Daire
Başkan Vekili Osman Akyüz'ün katıldığı toplantıda 5
ilçenin projesi değerlendirildi.
Toplantıda projeler arasında; Meram Belediyesi'nin
sunduğu, Hükümet Konağı'nın (Valilik Hizmet Binası)
rölöve, restorasyon, restitüsyon, elektrik, mekanik
tesisat projelerinin hazırlanması, (200 bin YTL)
Ereğli Belediyesi'nin koruma amaçlı imar planı
hazırlanması (60 bin YTL), Seydişehir Belediyesi'nin
kamulaştırma planı projesi (50 bin YTL)
değerlendirildi. Meram, Ereğli ve Seydişehir
ilçelerinin toplam 310 bin YTL projesi kabul
edilerek İl Özel İdare Bütçesi'nden ödenek
aktarılması kararlaştırıldı.
Emlak vergilerinden kesilen yüzde 10'luk payları
bütün ilçe ve belde belediyelerin ödemesi
gerektiğini belirten Vali Osman Aydın, "27 Temmuz
2004'te yürürlüğe giren 5226 sayılı Kanun'la emlak
sahiplerine 'Taşınmaz kültür varlıklarının
korunmasına katkı payı' adı altında yeni bir
yükümlülük getirildi. Bu yükümlülük, ilgili belediye
tarafından mükellef hakkında tahakkuk eden Emlak
Vergisi'nin yüzde 10'u oranında tahakkuk ettirilip,
Emlak Vergisi taksitleri ile birlikte alınıyor.
Amacımız bütün ilçe belde belediyelerden yüzde onluk
emlak vergisini toplayarak tabiat varlıklarının
korunmasında kullanmak istiyoruz. Toplanan kaynak,
kültür varlıklarının korunması ve değerlendirilmesi
amacıyla hazırlanan projeler kapsamında
kamulaştırma, projelendirme, planlama ve uygulama
konularında kullanılmak üzere il sınırları içindeki
belediyelere kullandırıyoruz"� dedi.
Merhaba Gazetesi, 23.08.2007
|
YOZGAT'TA HİTİT DÖNEMİNDEN KALMA MAĞARALAR BULUNDU
Yozgat'ta Hitit dönemine ait bir taş ocağı ile
Bizans döneminden kalma mağaralar bulundu. İleriki
günlerde kapsamlı arkeolojik çalışmalar
başlatılacağı bildirildi.
Yozgat Kültür
ve Turizm Müdürü Fuat Dursun, Şefaatli İlçesi'ne
bağlı Paşaköyü beldesinde Cemalin İn diye bilinen
mevkide yapılan araştırmada Hitit dönemine ait bir
granit ocağı bulunduğunu belirterek, "Ocaktan
çıkarılan taşların işlenerek Alacahöyük ve
Hattuşaş'a gönderildiğini tahmin ediyoruz" dedi.
Aynı
mevkide Bizans dönemine ait mağaralar tespit
edildiğini ifade eden Dursun, keşişlerin bu
mağaraları ibadethane olarak kullandığını tahmin
ettiklerini söyledi. Bu alanın birinci derecede SİT
alanı ilan edilmesi yönünde çalışmalar
başlattıklarını vurgulayan İl Kültür ve Turizm
Müdürü Dursun, "Bu alanda ileriki günlerde kapsamlı
bir arkeolojik araştırma çalışması başlatacağız"
şeklinde konuştu.
Turizm Gazetesi, 23.08.2007
|
RİZE'DE 5 BİN YIL ÖNCESİNE AİT KALINTI BULUNDU
İlk
yerleşimin MÖ 600'lü yıllarda
başladığı sanılan Rize'de, MÖ 3 binli
yıllara dayanan kalıntılar bulundu.
Rize'de yapılan arkeolojik çalışmalar Rize ile
ilgili bilinen birçok şeyi değiştirdi. Rize Müze
Müdürü Emine Yılmaz kontrolünde Rize'nin Çamlıhemşin
İlçesi Dikkaya Köyü'nde yapılan zemin üstü arama
çalışmalarında Tunç Çağı'na ait kalıntılara
rastlandı. Seramik kalıntılar üzerinde yapılan
incelemelerde kalıntıların 5 bin yıl öncesinden
kalma olduğu tespit edildi.
Konuyla ilgili açıklama yapan Rize Müze Müdürü
Arkeolog Emine Yılmaz, Rize'de insan tarihinin
Kalkolitik Çağ olan 7 bin yıl öncesine
dayanabileceğini belirterek, "Çamlıhemşin İlçesi'ne gittiğimizde gördük ki
MÖ 3 binli
yıllara ait yerleşme ve kalıntı izleri var. Bu bir
kaya, yamaç yerleşmesi... MÖ 3 binli
yıllara ait, yani yaklaşık 5 bin yıl öncesinden
kalma seramik kap kacak parçaları elde ettik. Yine
taştan bir sapan ve bileği taşı bulduk. Daha geniş
bir araştırma yaparak bölge tarihinin Kalkolitik
Çağ'a kadar ulaşıp ulaşmadığını kontrol edeceğiz"
dedi.
Karadeniz Gazetesi, 23.08.2007
|
"GİRNE KALESİ'NDE DE ELEKTRİK OLMASIN"
Başbakan Ferdi Sabit Soyer, Zafer Burnu Milli
Park Yasası´nın 20 Eylül´e kadar hazırlanıp Bakanlar
Kurulu´ndan Meclis´e sevk edileceğini söyledi.
Çevre örgütleri, bir çok aydın ve Dipkarpaz
bölgesinde yaşayan halkın çevrenin bozulmamasına
yönelik duyarlılığını büyük bir sevinçle
karşıladığını vurgulayan Soyer, fakat bunu bir
çatışma noktasına götürmemek gerektiğini belirtti.
Bakanlar Kurulu toplantısına girişinde yaptığı
açıklamada Soyer, Milli Park Alanı´nın çok önemli
bir kısmının orman arazisi olduğunu belirtti ve
önemli bir kısmının SİT alanı olduğunu, önemli bir
diğer kısmının da sahilden 100 metre geride,
çerçevesindeki yapılaşma yasağıyla sınırlandırılmış
bölge olduğunu kaydetti. Bu bölgeyle ilgili bir de
emirname bulunduğunu ve tüm bölgenin koruma alanında
olduğunu ifade eden Soyer, bu unsurlar nedeniyle
yapılaşmanın bu bölgede mümkün olmadığının altını
çizdi.
Bazı çevrelerin, hükümeti, yasaları çiğnemekle
suçladığını dile getiren Soyer, gerekçe olarak
Anıtlar Yüksek Kurulu´nun SİT alanlarına dönük
elektrik götürülemez şeklindeki bir kararına
dayanıldığını, ancak bunun "hiç bir mantıki yanı
olmayan bir düşünce biçimi olduğunu" söyledi.
Böyle bir karar varsa bunun doğru olmadığını
ifade eden Başbakan Soyer, "SİT alanlarına elektrik
götürülmesi olanaksızsa, yasal değilse, Salamis,
Girne Kalesi, St Hilarion´da elektrik olmaması
gerekir. Bu mantıklı değildir" dedi.
Elektrikle imarın aynı şey olamadığını kaydeden
Soyer, ikisinin bir birine karıştırılmaması
gerektiğini ifade etti.
Soyer, hükümet olarak Çevre ve İçişleri
Bakanlıklarının ilgili bütün devlet dairelerinin
müdür ve yetkilileriyle yaptıkları son toplantıda,
20 Eylül´e kadar bugüne kadar çıkmayan Zafer Burnu
Milli Park Yasası´nı çıkartma kararı aldıklarını
açıkladı. Soyer, 20 Eylül´e kadar yasanın hazırlanıp
Bakanlar Kurulu´ndan Meclis´e sevk edileceğini
anlattı.
Kuzy Kıbrıs Vatan, 23.08.2007
|
"BATININ TEMELİ TÜRK UYGARLIĞI
Burdur'un Gölhisar İlçesi'nde geçen yıl başlatılan Kibyra Antik Kent kazılarına bilimsel danışmanlık da yapan Akdeniz Üniversitesi Arkeoloji Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof.Dr. Fahri Işık, Türk bilim adamlarının son yıllarda yapılan kazılarda önemli bulgulara ulaştığını bildirdi. Işık, ortaya çıkarılan eserlerin, antik uygarlığın Yunan uygarlığı olmadığını, Anadolu kültüründen oluştuğunu belgelediğini bildirdi.
Işık, sözlerini şöyle sürdürdü: “Türk bilim adamlarımız, bizim söylediklerimizin tamamını son üç yılda yapılan kazılarda belgeledi. Eski çağ biliminde bir ön yargı vardır. Her ne varsa ve her ne bulunursa Batıda Yunan uygarlığı ile özdeşleştirilirdi. 200 yıldır bütün dünya bunu böyle bilirdi. Biz bu ön yargıları kazma ile parçaladık ama bu hiç de kolay olmadı. Bizim yıllardır söylediğimiz Pamfilya’nın bir Anadolu kültürünün toprağı olduğu gerçeğini Almanlar’ın yaptığı kazılar belgeledi. Anadolu kültürlerinin bugünkü Batı uygarlığını oluşturduğu gerçeğini kimse bozamaz.”
Türkiye Gazetesi, 23.08.2007
|
|
OSMANLI KIYAFETLERİ ANKARA KALESİ'NDE
Yaklaşık 2 yıldır boş bulunan ve 3 ay kadar önce de
antikacılıkla uğraşan iki girişimci tarafından
devralınarak restore edilen Ankara Kalesi’ndeki
tarihi Kınacızade Konağı’na farklı bir çehre
kazandırıldı. Yenilenen konakta oluşturulan Osmanlı
kıyafetleri müzesinde, hayırsever Yurdusev Arığ
tarafından bağışlanan tarihi giysiler, antika
takılar ve çeşitli süslemeler yer alıyor. Bu
kıyafetler arasında, altın işlemelerin ve
ipeklilerin ağırlıkta olduğunu ve bunların geçen
zamana rağmen herhangi bir deformasyona da
uğramadığını aktaran Arığ, “Burada bir de Hereke
dokuması var. Hereke dokumaları Enderun’a
bağlanmadan önce, henüz özel bir teşebbüsken 1843’te
dokunmuş kırmızı bir kıyafet. Çok da değerli”
sözleriyle tarihi kıyafetin kıymetini anlattı.
Osmanlı döneminde yurt dışından getirilen ve ‘kutu
kıyafet’ tabir edilen giysilerin de el üstünde
tutulduğunu belirten Yurdusev Arığ, kutu içinde
getirilen bu modern kıyafetlerden birinin de müzeye
konulduğunu söyledi.
Türkiye Gazetesi, 23.08.2007
|
BAKANLIK, MİMARLARA KORUMA ÖDÜLÜ VERECEK
Kültür ve
Turizm Bakanlığı, kültür varlıklarını korumaya
yönelik çalışan mimarları ödüllendirecek.
'Koruma Uygulama Başarı', 'Koruma Projeleri
Başarı', 'Koruma Uygulaması Ustalık', 'Korumaya
Katkı' ve 'Koruma Onur Ödülü' olmak üzere 5 ana dal
ve 9 alt kategoride verilecek '2. Ulusal Mimarlık
Koruma Ödülleri'ne başvurmak isteyenler 17-21 Eylül
günleri arasında projelerini bakanlığa teslim
edecek. Bilim kurulunun ön elemesinden geçen
başvurular, ulusal jüri tarafından
değerlendirilecek. Sonuçlar 9 Kasım'da açıklanacak.
Zaman, 23.08.2007
|
ÇORUM MÜZE VE ÖREN YERLERİNİ 7 AYDA 38 BİN 439 KİŞİ
ZİYARET ETTİ
Çorum'da bulunan müze ve ören yerlerini 2007 yılının ilk 7 ayında 38 bin 439 kişinin ziyaret ettiği bildirildi. Çorum Kültür ve Turizm Müdürü Ali Özüdoğru, Hititlerin başkenti Çorum'da bulunan müze ve ören yerlerini 2007 yılının ilk 7 ayında 12 bin 165'i yabancı olmak üzere 38 bin 439 kişinin gezdiğini belirterek, toplam 36 bin 970 YTL gelir elde ettiklerini kaydetti. Son yıllarda başta yabancı turistler olmak üzere Hitit medeniyetine büyük ilginin olduğunu anlatan Özüdoğru, daha önceki yıllarda günü birlik Çorum'a gelen yerli ve yabancı turistlerin konaklamaya başlamalarından dolayı Çorum'un turizm gelirinin artığını vurguladı. Özüdoğru, yerli ve yabancı turist sayısının eylül
ayında daha da artmasını beklediklerini ifade etti.
Turizm Gazetesi, 23.08.2007
|
JANDARMAYA TARİHİ ESER SATMAYA ÇALIŞAN 2 KİŞİ
GÖZALTINA ALINDI
Van'da alıcı kılığına giren
jandarma ekiplerine tarihi eser satmaya çalışan 2
kişi, yakalanarak gözaltına alındı.
Edinilen bilgiye göre, İl Jandarma Komutanlığı'na
bağlı Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele (KOM)
Şube Müdürlüğü ekipleri, yaptıkları istihbarat
çalışmaları neticesinde S.B. ve A.T. isimli
şahısların elinde bulunan tarihi eserleri satacağı
bilgisine ulaştı. Ekipler, alıcı kimliği ile bu
şahıslarla irtibata geçerek Edremit ilçesinde
bulunan otelde bir araya geldi. Şahıslar ellerinde 5
adet fotoğraf albümü içerisinde dizili olarak
getirdikleri çeşitli dönemlere ait 693 adet sikkeyi
satmaya çalışırken yakalanarak gözaltına alındı.
Gözaltına alınan şahısların alınan ifadeleri
doğrultusunda S.B.'nin evinde yapılan aramada ise 2
adet fotoğraf albümü içerisinde dizilmiş 354 adet
sikke ele geçirildi. Her 2 olayda toplam bin 47 adet
geçmiş dönemlere ait tarihi sikke ele geçirildi.
Şahısların jandarma tarafından yapılan sorgularının
ardından çıkarıldıkları adli makamlarca tutuksuz
yargılanmak üzere serbest bırakıldıkları, ele
geçirilen sikkelerin ise Van Müze Müdürlüğü'ne
teslim edildiği belirtildi.
haberler.com, 23.08.2007
|
DA VINCI'NIN KÖPRÜSÜ SERGİYE ÇIKIYOR
Hiçbir projeyi vaad ettiği zamanda bitiremediği
için sürekli işsiz kalan İtalyan ressam, mimar ve
mucit Leonardo Da Vinci'nin, Sultan II. Bayezid'den
mektupla iş istediğini ve Haliç'in üzerine bir köprü
projesi olduğunu bilen pek az kişi vardır.
Bu tarihi olayın serüvenini belgeleriyle görmek
isteyenlerin yolu, 6 Eylül'de İstanbul Modern'de
açılacak 'Köprü6 - Galata Fotoğrafları' sergisine
çıkacak. Sergide Da Vinci'nin Galata
röprodüksiyonlarıyla birlikte, fotoğraf
sanatçılarının farklı bir bakış açısıyla oluşturduğu
Galata fotoğrafları yer alacak. Yeni bir kent
okumasına kapı açacak olan sergi, Doğu ile Batı'yı
bir araya getiren Galata'nın öteki yüzünü ortaya
koymayı amaçlıyor.
Da Vinci, tasarladığı proje için "Köprüyü
öylesine inşa edeceğim ki, ortasında yüksek bir
kemer oluşturacak ve en hızlı giden gemiler bile
hızlarını hiç düşürmeye gerek kalmadan köprünün
altından rahatlıkla geçecekler.'' diye yazıyordu
1502 tarihli mektubunda. Bu projeye Sultan II.
Bayezid ne yazık ki pek iltifat etmemiş. Lakin
hayata geçseydi, Haliç'in üzerinde şimdilerde Da
Vinci'nin ifadesiyle "40 arşın eninde, 70 arşın
deniz seviyesinden yükseklikte, 600 arşın
uzunluğunda; bunun 400 arşını deniz üstünde, 200
arşını ise karanın üstünde" bir köprü olacaktı.
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş,
2005'te "Leonardo Da Vinci'nin Haliç için
tasarladığı köprüyü, Eyüp-Sütlüce arasında yapmayı
planlıyoruz. Köprünün bir ayağı Haliç'teki adaya
basacak ve böylece yayalar Haliç'in iki yakası
arasında yürüyerek geçiş yapabilecekler." demişti,
fakat 2001 yılında Norveç'te Da Vinci'nin tasarımını
temel alan daha küçük bir köprü, çoktan hayata
geçirilmişti.
İstanbul Modern'de açılacak sergide, Da Vinci'nin
Sultan II. Bayezid'e yazdığı ve orijinali Topkapı
Sarayı'nda bulunan mektup ve Paris'te Leonardo'nun
çizim defterinden Galata Köprüsü için yaptığı
tasarımın röprodüksiyonları bulunacak. Küratörlüğünü
Engin Özendes'in yaptığı sergide fotoğraf
sanatçıları Ahmet Elhan, Murat Germen, Cemal Emden,
Orhan Cem Çetin, Merih Akoğul ve Ömer Orhun'un,
Galata Köprüsü ve çevresine odaklanan yeni
çalışmaları, galeri içinde 6 ayrı odada yer alacak.
Türk fotoğrafının önemli ve yenilikçi isimleri
arasında yer alan fotoğrafçılar, Galata'ya farklı
bir bakış açısıyla yaklaşmış. Bir yandan mekanın
tarihsel önemini, İstanbul için taşıdığı farklı
anlam ve imgeleri yansıtmayı, bir yandan da değişen
hayat şartlarını sunmayı amaçlıyorlar. Ortaya
çıkacak 'Galata' portresi, mekanın edindiği yeni
anlamları kavrama imkanı verirken farklı bakış
açılarıyla yepyeni bir Galata okuması da vaat
ediyor. Sergide yer alan çalışmalar, Galata'nın
farklı dönemlerini, çok kültürlü geçmişini, mimari
niteliklerini, Doğu ile Batı'yı bir araya getirişini
ve farklı kentsel gerçeklikler arasında bir bağlantı
noktası olma konumunu ortaya koyuyor. Sergide,
Galata Köprüsü üzerinde farklı zamanları tek bir
karede birleştiren fotoğraflardan, Galata'nın çok
kültürlü tarihini çeşitli görsel ve yazılı
malzemeleri birleştirerek, yeniden kurgulayan kolaj
çalışmaları bulunuyor. Duvardan duvara uzanan geniş,
panoramik görüntüler iç mekanlara odaklanan fotoğraf
yerleştirmeleri de sergide görülebilecek diğer
çalışmalar arasında. İstanbul Modern fotoğraf
arşivinde bulunan Sebah&Joaillier fotoğraf
stüdyosunun 1890'da çektiği, Galata Köprüsü'nü de
içine alan bir panorama da 'köprü' fotoğrafları
arasında gün yüzüne çıkıyor.
10. İstanbul Bienali'nin
odaklandığı Mimari / Kent / Bağlantı / Zaman
temalarının yorumlarından oluşan "Köprü6" fotoğraf
sergisi, sonbahar boyunca ziyaretçilere, 'köprü' ve
'sonsuzluk' kavramları üzerine düşünmeye davet
ettikten sonra, 6 Ocak 2008'de veda edecek.
Leonardo'dan II.
Bayezid'e: Ben kulunuzu daima hizmetinizde bilip
emrediniz
"... Bu kulunuz şunu işittim ki İstanbul'dan
Galata'ya bir köprü yapmak kasdinde imişsiniz. Ama
bilir kişi bulamadığınızdan yapamamışsınız. Ben
kulunuz bilirim, (köprü)yü bir yay gibi yüksek
kaldırayım ki hiç kimse yüksekliğinden dolayı
üzerinden geçmeye razı olmaya. Ama düşündüm ki bir
çıkma (dalgakıran-rıhtım) yaparak ondan sonra suyu
çıkarayım ve kazıklar koyayım. Şöyle yapayım ki
altından hemen yelken ile bir gemi çıka ve öyle bir
şekil vereyim ki kalktığı zaman istedikleri vakit
(gemiler) Haliç'ten Anadolu yakasına geçeler. Ama
sular daim aktığı için kenarlar yenir. Bu husus için
bir tertip yapayım ki o akan su aşağıdan akıp kenara
zarar etmiye. Senden sonra olan padişahlar kolay
harçla yapalar. Bu sözlerin doğruluğuna inşallah
inanırsınız ve ben kulunuzu daima hizmetinizde bilip
emredersiniz. Bu mektup temmuz ayının üçünde
yazılmıştır."
Zaman, Haber: Özlem Akıncı, 23.08.2007
|
|
ULU CAMİNİN EĞİK MİNARESİNE UYDUDAN TAKİP
Anadolu'nun en eski camilerinden biri olma özelliğini taşıyan Sivas Ulu Camii'nin eğikliğiyle dikkat çeken minaresinin uydudan izlenerek, hareketliliğin 1 yıl boyunca takibe alınacağı bildirildi.
Alemden kaideye göre 116 santimetre eğik olan ve birkaç defa yıldırım isabet etmesi nedeniyle kıymetli süslemelerin bulunduğu gövdesi boydan boya yıpranan caminin minaresindeki eğikliğin araştırılması için Sivas Vakıflar Bölge Müdürlüğü çalışma başlattı. Bu kapsamda camiye yerleştirilecek uydu izleme cihazıyla eğik minarenin hareketliliğinin 1 yıl boyunca takibe alınacağı belirtildi. Bu süre içerisinde minarenin hangi yöne ne kadar eğildiği tespit edilerek, 1 yılın sonunda Vakıflar Bölge Müdürlüğü'nün, çıkacak raporu Sivas Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'na sunacağı kaydedildi. Kuruldan çıkan karar sonrasında Ulu Cami ve eğik minaresinin onarıma alınacağı ve çevre düzenlemesi çalışmasının yapılacağı belirtildi. Bu arada, Vakıflar Bölge Müdürlüğü'nün, eseri uydudan takip edecek firmayı da ihale yoluyla belirleyeceği kaydedildi. Yetkililer, ihale çalışmalarının sürdüğünü belirtti.
Zaman, 23.08.2007
|
ANİ HARABELERİ AÇIK HAVA AHIRI OLDU
Gündüzleri kazı çalışmaları yürütülen Türkiye ile Ermenistan sınırındaki tarihi Ani Harabeleri geceleri hayvanların istilasına uğruyor. Ağustos sonunda bitecek çalışmaları yürüten Doç.Dr. Yaşar Çoruhlu, köylülerin sürülerini başıboş bırakmasından yakınıyor. Çoruhlu, "Yeterli koruma elemanı yok. Sürüler burada geceliyor. Burası açık hava müzesi değil de 'açık hava ahırı' gibi kullanılıyor." dedi.
Kuruluşu MÖ 5 binli yıllara dayanan ve birçok medeniyete beşiklik yapan Ani Harabeleri'nde kazı çalışmaları bir yıl aradan sonra tekrar başladı. 2 Ağustos'ta başlayan kazı çalışmalarının aksatılmadan yürütülmesi için tedbir alan Kültür ve Turizm Bakanlığı, ören yerinde bulunan günübirlik konaklama tesisini kazı ekibi için tahsis etti. Bu sayede çalışanların 45 kilometre uzaklıkta bulunan Kars kent merkezine gidip gelmeleri önleyen Bakanlık, ekibin kazıyı aksatmadan yürütmesini sağladı. Antik kentte yürütülen kazı çalışmaları iki farklı alanda yapılıyor. Selçuklulardan kaldığı zannedilen bir saray kalıntısı ve şehrin çarşı kısmında yapılan çalışmaların başkanlığını Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Öğretim Görevlisi Doç.Dr. Yaşar Çoruhlu yürütüyor. Çoruhlu, çalışma yaptıkları alan hakkında da bilgi vererek, "Burası, Selçuklulardan kaldığı kanısında olduğumuz bir saray kalıntısı. 30 oda ortaya çıktı. Şu an 31'inciyi ortaya çıkarıyoruz. Her bir odanın planı farklı, değişik özellikleri ve fonksiyonları var." ifadelerini kullandı. Doç.Dr. Çoruhlu, Ani Harabeleri'nin turizmin merkezi olacağını; ancak bunun için net bir süre vermenin zor olduğunu dile getirdi. Harabeler için her türden ödeneklerin ayrılması ve elemanın alınmasının gerekli olduğuna işaret eden Çoruhlu, "Yeterince büyüklükte bir ekip olduğu zaman 8-10 yıl içerisinde burası Türkiye'de en tanınmış yerlerden biri olacaktır. Ani'nin, İshakpaşa değil, Efes ölçüsünde bir yer olacağını düşünüyorum." diye konuştu. Ani Antik Kenti'nde yakın zamanda koruma amaçlı olarak tel örgüler çekildiğini hatırlatan Çoruhlu sözlerini şöyle sürdürdü: "Ama yeterli koruma elemanı olmadığı için köylüler sürekli buraya sürülerini sokuyor ve sürüler burada geceliyor. Yani burası açık hava müzesi değil de 'açık hava ahırı' gibi kullanılıyor."
Zaman, Haber: Murat Kaban, 23.08.2007
|
|
HASANKEYF'TE SON TANGO BAŞLADI
Türkiye, Ilısu Barajı
ve ve Hidroelektrik Santralı Projesi'nin finansmanı
için 1 milyar 277 milyon euro tutarında finansman
sağlayınca, baraj suları altında kalacak olan
Hasankeyf'deki tarihi eserlerin taşınıp taşınmaması
konusunda da karar aşamasına gelindi.
Önümüzdeki hafta ilçeye gelecek 10 kişilik Bilimsel
Danışma Kurulu'nun hazırlayacağı rapora göre,
Diyarbakır Tabiat ve Kültür Varlıklarını Koruma
Kurulu, eserlerin taşınıp taşınmayacağına karar
verecek. Hasankeyf kazıları başkanı Prof.Dr.
Abdulselam Uluçam "Bilimsel Kurul bana fikrimi
sorarsa, onlara hiçbir eserin taşınamayacağını
söyleyeceğim. Çünkü hangisine el atarsanız elinizde
kalır" dedi.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan tarafından geçen yıl
temeli atılan Ilısu Barajı'nın suları altında
kalacak antik Hasankeyf'deki tarihi kurtarma telaşı
var. Çoğunluğu İstanbul Teknik Üniversitesi öğretim
üyelerinden oluşan Bilimsel Danışma Kurulu nihayet
Hasankeyf'e gelecek.
Kazı heyeti başkanı Prof.Dr. Abdulselam Uluçam,
kendisini arayan yetkililerin, "Kurul 30 Ağustos
günü ilçeye gelecek" diye bilgi verdiğini söyledi.
Heyet tarihi eserlerin taşınıp taşınmayacağına karar
verecek ama Uluçam'ın görüşü, 'Hiçbirini
taşıyamazsınız' olacak:
"Bilimsel kurulda, arkeolog, jeolog, mimari tarihçi,
statikçi, kimyacı gibi çeşitli dallarda uzmanlar yer
alacak. Bunlar hangi yapının taşınıp taşınamayacağı
yönünde rapor hazırlayacak. Kurul bana fikrimi
sorarsa hiçbir eserin taşınamayacağını söyleyeceğim.
Çünkü hangi yapıya el atarsanız elinizde kalır. Ama
takdir yetkisi onlarındır. Raporlarını benim de
üyesi olduğum Diyarbakır Tabiat Varlıklarını Koruma
Kurulu'na sunucaklar. Son sözü Diyarbakır'daki kurul
söyleyecek."
Sular altında kalacak bölgelerde dokuz kurtarma
kazısı yürütülüyor. Ama Uluçam, asıl ve önemli
tarihi eserlerin hala toprak altında olduğunu
vurguluyor:
"Asıl önemli tarihi eserler mevcut ilçenin altında.
Onun için taşınma işleminin bir an evvel yapılması
gerekir. Bakanlığın talebiyle DSİ 11 kişiyle
mahkemelik oldu. Bu sorunun çözülmesi halinde
istimlak edilecek yerlerde kazı yapmak istiyoruz.
Aslında sit alanı olan bu yerlerde oturan
vatandaşların mağdur edilmemesi için anlaşmalarını
bekliyoruz."
Mağaralarında 12 bin yıl öncesine ait buluntulara
rastlanan Hasankeyf'te Roma, Artuklu-Eyyübi, Osmanlı
dönemine ait eserler iç içe geçmiş vaziyette. Kale
bölgesi, antik çağda 50-60 bin kişinin yaşadığı
büyük bir yerleşimdi. Bölgede İslam dönemi yerleşimi
dört halife döneminde başladı. Kente asıl kimliğini
verense 1100'lerde Artuklular oldu. Mardin ve Amid
(Diyarbakır) Artuklulara 130 yıl başkentlik yapan
Hasankeyf'e bağlıydı.
Ilısu Barajı ve Hidroelektrik Santralı, Dicle Nehri
üzerinde, Suriye sınırına yaklaşık 45 kilometre
uzaklıkta inşa edilecek. Proje, Diyarbakır, Batman,
Mardin, Siirt ve Şırnak illerini kapsayacak.
Ilısu tamamlandığında gövde büyüklüğü açısından
Türkiye'nin ikinci, kurulu güç ve yıllık enerji
üretim kapasitesi bakımından da dördüncü büyük
barajı olacak. Projenin tamamlanma süresi yedi yıl
olarak öngörülüyor.
Radikal, 23.08.2007
|
|
BULGARİSTAN'DA BALKANLARIN EN BÜYÜK SU TANKI BULUNDU
Bulgar arkeologlar,
güney Bulgaristan’da Kırcaali yakınlarındaki antik
kaya sunağı Perperikon’da, Balkanlar’ın en büyük su
deposunun bulunduğunu açıkladılar.
Arkeolog Nikolay Ovcharov, keşfin, antik
çağlarda Perperikon’un yoğun olarak iskan
edildiğinin bir ispatı olduğunu söyledi. 12 m
uzunluğunda, 6 m derinliğinde ve 6 m eninde olan su
deposu ana kayaya oyularak inşa edilmiş ve 432.000
litre kapasiteye sahip.
Bir ay kadar önce de, yine
Ovcharov tarafından Perperikon kaya sunağında
sürdürülen kazılarda kobra, ejderha kafası, falluslu
bir taht görüntüleri içeren ilginç seramik parçalar
bulunmuştu.
novinite.com, 17.08.2007
|
TAKSİM'E CAMİ YERİNE CUMHURİYET MÜZESİ
Taksim'e adını veren tarihi 'Maksem' binası, Cumhuriyet Müzesi oluyor. Taksim Meydanı'nın hakim köşesindeki tarihi Maksem binasının hemen arkasına, 1960'lı yılların sonunda da cami kurulması gündeme gelmiş, yıl yıl olgunlaşan proje, 12 Eylül darbesiyle rafa kalkmıştı. Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş, dün İstiklal Caddesi'nin hemen girişinde yer alan tarihi Su Maksemi'ni Cumhuriyet Müzesi yapacaklarını açıkladı. Topbaş, projenin Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'nca onaylandığını belirterek, açılışı 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı'na yetiştirmeyi hedeflediklerini söyledi.
Ne bilen var ne de bakan Osmanlı'da bentlerden künklerle kentin yüksek kesimlerine taşınan su, 'maksem' adı verilen binalarda toplanarak şehre dağıtılırdı. 18'inci yüzyılda da Avrupa yakasına gelen su, şu anda İstiklal Caddesi'nin girişinde, hemen sağda kalan ve pek az İstanbullu'nun dikkatini çeken küfeki taştan, sivri külahlı yapıda toplanır, kentin üç kısmına taksim edilirdi. Meydana 'Taksim' adını veren de üzeri hala kuş köşkleriyle süslü bu bina ve yanında uzayan 90 metrelik su depoları oldu.
Taksim Meydanı'nı düzenleme çalışmalarıysa cumhuriyetin ilk yıllarında Fransız Mimar Henri Prost'la başladı. Meydan söz konusu olduğunda bitmeyen tartışmalardan biri de, cami tartışması. 1960'ların sonlarında, meydan düzenlemesi, bir cami inşaatı önerisiyle yeniden gündeme geldi. Başbakan Süleyman Demirel'in kurduğu Milliyetçi Cephe (MC) hükümeti döneminde, Kültür Bakanlığı'ndan Anıtlar Yüksek Kurulu'na gönderilen 13 Mayıs 1977 tarihli başvuru yazısıyla, Taksim Camii Şerifi Külliyesi'nin inşaatı için ilk resmi adım atılmış oldu.
Cami, tarihi su maksemi arkasında bulunan, Belediye, Hazine, Vakıflar ve Ziraat Bankası'na ait parseller üzerinde inşa edilmek isteniyordu. Bayındırlık ve İskan Bakanlığı da Taksim maksemi bitişiğindeki arsanın cami yeri olarak değerlendirilmesi için gereken değişikliği yapmış, inşaat ruhsatının alınması çalışmaları tamamlanmıştı ki 12 Eylül darbesi geldi, proje kaldı.
Recep Tayyip Erdoğan'ın 1994'te yılındaki İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı döneminde de Gezi Parkı'na bir camii projesi gündeme geldi, ama bu da gerçekleşemedi.
Radikal, 23.08.2007
|
Cumhuriyet Müzesi yapılacak 18. yüzyıldan kalma bina,
meydandan İstiklal Caddesi'ne girişte,
hemen sağda.
Yanı başında su depoları sıralanıyor. |
|
ABDÜLHAMİD'İN AV KÖŞKÜ ZİYARETÇİLERİNİ BEKLİYOR
Ümraniye'de bulunan tarihi Hekimbaşı Av Köşkü, uzun süre devam eden restorasyon çalışmalarının sonuçlanmasının ardından ziyarete açıldı.
1881'de Mimar Sarkis Balyan'a yaptırıldığı ve Sultan Abdülhamid tarafından av köşkü olarak kullanıldığı tahmin edilen üç katlı binanın restorasyon projesini Prof. Haluk Sezgin ve Prof. İlgi Yüce Aşkın hazırladı. Bünyesinde 20 metrelik bir merdiven kulesi de barındıran, İtalyan Rönesansı tarzındaki yapının yenileme çalışmalarına, 1999 yılında Yapı İşleri Müdürlüğü tarafından başlanmıştı. 1200 metrekarelik bir alanda sürdürülen ve 2001 yılı mart ayında tamamlanan 1. etap çalışmalarından sonra ara verilen inşaat faaliyetine, 2005 yılı mayıs ayında kaldığı yerden devam edilerek, binanın zemin kaplaması, boya, tavan, çıta işleri ve bahçe peyzajı yenilendi ve tarihi köşk orijinal haline döndürüldü.
Radikal, 23.08.2007
|
TARİH YENİDEN CANLANIYOR
Bergama'nın turizm merkezi olması için yapılan çalışmalara yeni bir porje daha eklendi. Bu amaçla tarihi eserlerin restorasyonuna başlandı. Geçtiğimiz yıl İl Özel İdaresi desteği ile eski Kız Meslek Lisesi restore edildi.
Eski belediye binası, Arasta'daki mescidin ardından bu kez tarihi Osmanlı Çarşısı, Küplü Hamam, Tarihi Hacı Hekim Hamamı aslına uygun olarak restore edilmeye başlandı. Yıl sonunda bitmesi planlanan çalışmaların ardından mekanlar, turistik hamam olarak hizmet verecek.
Belediye Başkanı Raşit Ülper, Bergama'nın kurtuluşunun turizmden olacağını ve ilçe ekonomisinin bu sayede canlanacağını belirterek şunları söyledi: ''Bergama'daki çeşitli eserlerin restorasyonu için İzmir Valiliği'nden 3.2 trilyon talep ettik. Eski Bergama dediğimiz alanda bulunan hanlar, hamamlar, bedesten, okul ve havra gibi birçok önemli eser restore edilerek hizmete ve turizme açılacak. Geçen yıl altyapı sorununu çözümlediğimiz tarihi Kale Mahallesi Evleri'nin de bir bölümünde cephe ve sokak sağlıklı hale getirilecek. Aynı zamanda burada bazı evler ve konaklar özel şahıslar tarafından butik otel, kafe şeklinde restore edilmeye başlandı. Teleferik de birkaç ay içinde hizmet vermeye başlayınca, Bergama'da yerli ve yabancı turistin konaklama yaparak, turizm sektörünün hareketleneceğini ve zamanla hedeflediğimiz ve istihdam sağlayan seviyeye eriştiğini göreceğimize inanıyorum.''
Milliyet Ege, 23.08.2007
|
|
KADEŞ ANLAŞMASI'NIN PANELİ KİTAPLAŞTIRILDI
Nevşehir Belediyesi ve Erciyes Üniversitesi
işbirliğinde düzenlenen ve Kadeş Antlaşması'nı konu
alan panelin kitaplaştırıldığı bildirildi.
Dünya tarihinde barışın üstlendiği temel değerler
açısından büyük bir öneme sahip olan Kadeş Barış
Antlaşması ve Nevşehir Belediyesi ile Erciyes
Üniversitesi Kapadokya Araştırma Merkezi tarafından
ortaklaşa düzenlenen "Mısır-Ebedi Barış Antlaşması
(KADEŞ) ve Ön Asya'da Barış" konulu panel
kitaplaştırıldı.
UNESCO tarafından Dünya Barış Konferansı Merkezi
olarak da kayıt altına alınan Nevşehir'de imzalanan
ve dünyanın büyük devletler arasında eşit şartlar
altında yapılan ilk uluslararası barış antlaşması
olan Kadeş Barış Antlaşması (MÖ 1280) ve o dönemin
sosyal, kültürel ve ekonomik boyutlarının ele
alındığı "Kadeş Antlaşması ve Ön Asya'da Barış
Paneli", bir kitap halinde Nevşehir Belediyesi
tarafından yayınlandı.
Nevşehir Belediye Başkanı
Hasan Ünver ve Erciyes Üniversitesi
Rektörü Cengiz Utaş'ın görüşleri ile başlayan
kitapta, paneldeki bilim adamlarının sunumları yer
alıyor.
haberler.com, 22.08.2007
|
PEDASA KAZILARI BODRUM'DA BAŞLIYOR
Konacık
Belediyesi’nin katkılarıyla altı yıldır yüzey
araştırmaları yürütülen Muğla Bodrum’daki Pedasa
Antik Kenti’nde Prof.Dr. Adnan Diler’in
başkanlığında, başta arkeologlar olmak üzere birçok
disiplinden uzman grupların katılımı ile kazı
çalışmaları başladı. Kültür ve Turizm Bakanlığı ve
Muğla Üniversitesi adına yürütülecek çalışmaların
kazı ödeneğini Bakanlık karşılıyor.
Kazı Başkanı
Prof.Dr Adnan Diler, “Pedasa, yöreye özgü ve iyi
tanınmayan Leleg Uygarlığı ve onlara ait eşsiz
kalıntıları barındıran neredeyse en ünlü Leleg
Kentidir. Kent salt arazisinin genişliği ile değil,
zengin ve çoğu ayakta kalmış Tümülüsleri ve iyi
korunmuş akropolü ile de tüm Leleg yerleşmeleri
içinde erken tarihe giden yoğun bir malzeme içermesi
ile de oldukça önemlidir. Gerçekleştirilecek
çalışmalar hem Leleglerin kimliği, dönemi, dinsel ve
yaşama gelenekleri konusunda bugüne dek karanlıkta
kalan sorunlara açıklık getirecektir hem de Pedasa
ve Leleg uygarlığının ülkemize ve dünyaya tanıtımını
sağlayacaktır” dedi.
Pedasa için
uygulanması öngörülen projelerden birinin de
ziyaretçilerin uzmanlar eşliğinde arkeolojik
çalışmalara ilgilerini artırmak ve dolaylı ya da
doğrudan katılımını sağlamak olduğunu belirten
Diler, bu çalışmalardan elde edilecek gelirin,
kültürel mirasa yönelik restorasyon ve koruma
uygulamalarına ek olarak, yöre halkının gelir elde
edebileceği hobi arkeolojisi ve arkeoloji parkı
işletme modelini tasarlamak ve uygulamak amacıyla da
kullanılacağını bildirdi.
“Proje, tüm
bunları kalıcı ve sürekli bir organizasyon haline
getirerek ‘Kültürel Sürekliliği’ hedeflemektedir”
diyen Prof.Dr. Adnan Diler, şöyle devam etti:
“1800’lü yıllardan itibaren birçok yabancı bilim
adamının da ilgisini çeken Leleg toplumu üzerine
yapılan tüm araştırmalar yüzey araştırmaları ile
sınırlı kalması nedeni ile çalışma sonuçları
yetersiz kalmış ve kazı çalışmalarını zorunlu
kılmıştır.”
Sekiz Leleg
Kenti içinde ulaşımı en kolay yerleşim olan
Pedasa’da gerçekleştirilmeye başlanılan kazı
çalışmalarının, neredeyse hiç bilinmeyen bu
uygarlığın izlerini yakalamayı ve onları tanıyıp
gelecek kuşaklara aktarmaya yardımcı olacağını ifade
eden Prof.Dr. Diler, kazıların yüksek kaliteli
kültür turizminin Bodrum Yarımadasında
yaygınlaşmasına da katkı sağlayacağını vurguladı.
Konacık
Belediye Başkanı Mehmet Tosun da, Konacık
Beldesi’nde yer alan Pedesa Antik Kenti kazılarının
çok önemli olduğunu belirterek, “Yapılan çalışmalara
belediye olarak destek vermek bizi mutlu ediyor. Bu
antik kent beldemize büyük bir turizm potansiyeli
olarak yansıyacaktır. Yaptıkları başarılı
çalışmalarından dolayı Sayın Prof.Dr. Adnan Diler ve
kazı ekibine teşekkür ediyorum. Bundan sonrada bu
eşsiz antik kentin ortaya çıkarılması için
desteğimiz devam edecektir” dedi.
Turizm Gazetesi, 22.08.2007
|
NEMRUT'A 7 AYDA 77 BİN TURİST GELDİ
UNESCO
tarafından Dünya Kültür Mirasları Listesi'ne alınan
Nemrut Dağı'nı, 7 ayda 77 bin 277 turist ziyaret
etti.
Güneşin doğuşu ve batışının en güzel izlendiği
yer olarak da bilinen Nemrut Dağı'na, 2006 yılında
55 bin 289 yerli ve yabancı turist ziyaret etmişti.
Yetkililer, bu yılki hedefin 100 bin turist olduğunu
söyledi.
Adıyaman'da otel işletmeciliği yapan Habip Bozdoğan,
geçen yıla göre turist sayısında bir artış olduğunu,
ancak bu dönem aşırı sıcakların gelen turist
sayısını etkilediğini söyledi. Bozdoğan, "Turizm
açısından Eylül ayının ilk haftasından itibaren daha
hareketli bir döneme gireceğiz. Doluluk oranımız
şimdiden yüzde 80'lerde. Ancak günübirlik turlar ve
özel turlarla birlikte oldukça yoğun bir döneme
gireceğiz" dedi.
turizmdebusabah.com, 22.08.2007
|
AYDIN MÜZE MÜDÜRÜ GÖREVE İADE EDİLDİ
Aydın Müze
Müdürlüğü görevini 12 yıldır yürütürken Karun
Hazinesi'nin en değerli parçalarından "Kanatlı Deniz
Atı Broşu"nun sahtesiyle değiştirilmesiyle gündeme
gelen Uşak Müze Müdürlüğü'ne atanan Emin Yener,
mahkeme kararıyla görevine geri döndü. Aydın Müze
Müdürlüğü görevini yürütürken yaptığı başarılı
çalışmalar nedeniyle "Kanatlı Deniz Atı Broşu"nun
sahtesiyle değiştirilmesi olayının yaşandığı Uşak
Müze Müdürlüğüne atanan Yener, yürütmenin
durdurulması için Aydın İdare Mahkemesi'ne dava
açmıştı. Uşak Müze Müdürlüğü'ndeki görevine resmi
olarak başlamasına karşın izin ve raporlarla
müdürlük makamına hiç oturmadan 3 ay geçiren Yener,
Aydın İdare Mahkemesi'nin yürütmeyi durdurma
kararıyla Aydın Müze Müdürlüğü görevine geri döndü.
Haber Ekspres, 22.08.2007
|
ÇİFTE MİNARELER'İN DE SABRI TÜKENDİ
Anadolu Selçuklu Devleti döneminde yapılan Çifte
Minareli Medrese restore edilecek. Vakıflar Genel Müdürlüğü yetkililerinin, yaptığı açıklamada, Erzurum merkezde bulunan ve 13. yüzyılda yapılan Çifte Minareli Medrese'nin restorasyonu için çalışmaların başladığını bildirdi.
Yıldız Teknik Üniversitesi ve Atatürk
Üniversitesinde görevli öğretim üyelerinden oluşan
bir heyetin yapıda jeofizik ve jeoteknik
incelemelerde bulunduğunu ifade eden yetkililer, bu
incelemede restorasyon çalışmalarında kullanılacak
malzemelerin de belirlendiğini söyledi.
Belirlenen malzemelerin temin edilmesi için Vakıflar
Genel Müdürlüğü Erzurum Bölge Müdürlüğü tarafından
gelecek ay ihaleye çıkılacağını belirten yetkililer,
şu bilgileri verdiler:
''Çifte Minareli Medrese 13. yüzyılın önemli
eserleri arasında yer almaktadır. Medrese, 2002'de
Kültür ve Turizm Bakanlığına tahsis edilmişti.
2006'da medrese yeniden Vakıflar Genel Müdürlüğü'nün
sorumluluğuna verildi. Restorasyon çalışmaları
kapsamında yapılan ilk incelemelerin ardından
yapının sağlam olduğu, ancak yenileme istediği
belirlendi. Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma
Yüksek Kurulu'nun onaylamasının ardından yapının ana
binasında ve çevre düzeninde gelecek yıl restorasyon
çalışmaları yapacağız.''
Yetkililer, yapacakları restorasyonun Çifte Minareli
Medrese'nin yapıldığı dönemin özelliklerini
taşıyacak nitelikte olacağını da sözlerine ekledi.
Çifte Minareli Medrese'nin Selçuklu Sultanı Alaaddin
Keykubad'ın kızı Hundi Hatun veya İlhanlı
Hanedanı'ndan Padişah Hatun tarafından 13. yüzyılda
yaptırılmış olabileceği düşünülüyor. 4. Murat
döneminde tophane olarak kullanılan medrese,
Anadolu'daki en büyük avlulu medrese örneği olarak
kabul ediliyor.
Taç kapısı ve kapının
iki yanındaki silindirik minareleri ile değişik bir
görünüme sahip olan yapının minareleri tuğla ve
mozaik çinilerle süslü.
Çifte Minareli Medrese'nin dış cephesinden bulunan
ejder, hayat ağacı, kartal motifleri cephenin en
gösterişli bölümlerini oluşturuyor. Söz konusu
motiflerin Orta Asya Türk inanışına kadar uzanan
gücü ve ölümsüzlüğü dile getirdiği düşünülüyor.
Girişin iki yanında kubbeyle örtülü odaların yer
aldığı medresenin ortasında bir havuz yer alıyor.
Medresenin ana avlusunun sonunda mumyalık ve gövde
kısmı yer alırken medresenin dışında kalan sekiz
cephede ise pencereler bulunuyor.
Erzurum Gazetesi, 22.08.2007
|
|
HEREKE'DE MERMER HEYKELLER YÜKSELİYOR
Kocaeli Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Heykel Bölümü tarafından, ilki 2003 yılında, ikincisi 2005 yılında gerçekleştirilen Uluslararası Heykel Mermer Sempozyumu'nun üçüncüsü bu yıl 15 Ağustos-10 Eylül 2007 tarihleri arasında gerçekleştiriliyor. Kocaeli Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’nin öncelikli hedefleri arasında bulunan sanatsal üretimlerin çevre ile paylaşımı, çoğalımı ve yaygınlaştırılması, karşılıklı etkileşim yollarının arttırılmasını hedefleyen sosyal sorumluluk projeleri kapsamında yürütülmekte olan heykel sempozyumu bölgenin sosyo-kültürel açıdan gelişmesine katkı sağlıyor.
Hereke Belediyesi’nin işbirliğinde yürütülen sempozyumda ulusal ve uluslararası olmak üzere 9 heykel sanatçısı 10 Eylül’e kadar burada konaklayacak. Bölge halkı da yabancısı olduğu heykel sanatının üretim aşamasını takip ederek bu sürece dahil oluyor ve çalışmaları izleme fırsatı buluyor.
Yaklaşık 25 metreküp Muğla beyaz mermerinin kullanılacağı sempozyumda, sanatçılar kendi sanat anlayışları doğrultusunda eserlerini gerçekleştirecekler. Sempozyuma; Türkiye’den Ayla Turan Tan, Okan Sabuncular, Nilhan Sesalan, Gürcistan’dan Malhaz Tsiskadze, İtalya’dan Giuliano Giussani, Arjantin’den Jorge Myrodias, Sırbistan’dan Giorgie Cpajak ve Romanya’dan Vlademir Ciobanu katılıyor. Davetli heykeltıraş grubunun sempozyum bitiminde meydana getirecekleri heykeller Kocaeli Üniversitesi Umuttepe Yerleşkesi’ne ve Hereke Beldesi’ne yerleştirilecek.
Özgür Kocaeli, 22.08.2007
|
BU ÇEŞME HAYIRSEVER BEKLİYOR
Bolu'da Büyük Cami Mahallesi'nde Otel Rahmi karşısında bulunan çeşme ayakta durmaya çalışıyor.
Şehir merkezine yakın yerde bulunan çeşme eski özelliğini kaybetme aşamasında.
Her tarafı harabeye dönen çeşme hayırseverleri bekliyor.
Bolu Olay, 22.08.2007
|
|
|
MÜZE PROJESİ İSTANBUL'DA TANITILDI
Gaziantep'te Tekel Binası'nın yerine yapılması düşünülen müze ve kompleksi yapımını üstlenmeye talip olan firmalar, İstanbul'da düzenlenen bir toplantı ile projelerini tanıttılar. İstanbul'da düzenlenen toplantıda Büyükşehir Belediye Başkanı Asım Güzelbey, GSO Meclis Başkanı Abdulkadir Konukoğlu, GSO Başkanı Nejat Koçer, bazı sivil toplum örgütlerinin temsilcileri ve yetkililer katıldı.
Gaziantepli yetkililere, Yıldız Teknik Üniversitesi'nden Ali Esat Göksel tarafından proje ile ilgili bir sunum yapıldı. İstanbul'da düzenlenen toplantıda 2 ayrı müze projesi tanıtıldı. Bu projelerden birincisi klasik görünüşe ağırlık veren, ikincisi ise modern bir konsepte sahip proje olarak dikkatleri çekti.
Toplam 45 bin metrekarelik bir alan üzerine yapılması planlanan müze kompleksinin altında ziyaretçilerin ve grupların araçları için geniş bir otoparkın yer alması planlanırken, müzeden kaleye uzanan bir ring hattı ile ziyaretçilerin buraları da ziyaret etmeleri amaçlanıyor. 20 Milyon YTL' ye mal olması planlanan proje için kaynak daha önce satışı gerçekleştirilen fuar alanından elde edilen gelirden sağlanacağı, müzenin tamamlanmasının ardından Gaziantep'in kültürel, sosyal ve turizm yaşamında büyük ilerlemeler sağlanması hedeflendiği ifade edildi. Bu arada, İstanbul'da yapılan tanıtım toplantısının ardından ilerleyen günlerde Gaziantep'te de geniş katılımlı bir toplantı daha yapılacağı kaydedildi.
Gaziantep 27 Gazetesi, 22.08.2007
|
AFGAN İMPARATORLUĞU'NUN SON SİMGELERİ TEHDİT ALTINDA
“Zafer Kuleleri”, Afganistan’ın en büyük
imparatorluğu zamanında Gazne’de inşa edildiler ve
8 yüzyıl boyunca savaşlara, istilalara direndiler.
Ama ihmal ve hava koşulları dolayısıyla artık
yıkılmak üzereler. 12. yüzyılda, Afgan askerlerinin
başarılarını sembolize etmek üzere Sultan Mahmud
döneminde inşa ettirilmişlerdi. Bu tarihten sonra
Afganistan çoğunlukla işgal altında kaldı ve geçen
yüzyılların ihmali sonunda kulelerin üst kısımları
tamamen yok oldu. Şu anda ayakta olan kısımlar
sadece 7 m yüksekliğindeki kaideler.
Gazne Kültür Bölümü yöneticisi
Aqa Mohammad Khoshazada’nın söylediğine göre bahar
yağmurları ve seller, kışın ise kar kuleleri hızla
tahrip etmekte. Eğer özen gösterilmezse yakın bir
zamanda yok olacaklar.
Afgan kültürünün beşiği sayılan
Gazne, Mahmut döneminde bilimadamlarınının,
şairlerin sarayda misafir edildiği bir şehirdi.
Mahmut’un 1030 da ölümünden sonra tahta çıkan oğlu
Mesut kulelerden birisini inşa ettirdi. Diğeri ise
daha sonra yapıldı. Gaznevilerin hükümdarlığı 200
yıldan fazla sürdü, şehir daha sonra Orta
Afganistan’dan Alaattin Gori’nin eline geçti. Bu
işgal sırasında tamamen yandı, yıkıldı ve büyük bir
katliam yapıldı. Yeniden gelişen Gazne 1221 yılında,
bu defa cengiz Han’ın oğulları tarafından tahrip
edildi. Aynı kader 19. yüzyılda İngiliz-Afgan
çatışmalarında, 1980 lerde Sovyet işgalinde ve 1990
lardaki iç savaş sırasında tekrar edildi.
Tüm bu felaketleri yaşamış ve
ayakta kalmış bu iki eser artık son günlerini
yaşamaktalar.
yahoonews.com ve Reuters,
Haber: Sayed Selahaddin, 14.08.2007
|
ESHAB-I KEHF KÜLLİYESİ AFŞİN'İ İHYA EDECEK
Afşin Eshab-ı Kehf Külliyesi Koruma Derneği Başkanı
Bekir Sıtkı Can, külliyenin restorasyon projesinin
ilçeyi inanç turizmi açısından merkez haline
getireceğini söyledi.
Can, Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün, Eshab-ı Kehf
Külliyesi restorasyonu için 3 milyon YTL’lik bütçe
ayrıldığını belirtti.
Bir yıl içinde bitirilmesi amaçlanan proje için
önümüzdeki günlerde yer teslimi yapılacağını ve
restorasyon çalışmasının ilçe için büyük önem
taşıdığını ifade eden Can, “Dernek olarak yaptığımız
çalışmalarla külliyenin sahipsiz olmadığını
kanıtladık” dedi.
Can, projenin, restorasyon uzmanı yüksek mimar
Ferhan Meraki başkanlığında aralarında mimar,
mühendis ve sanat tarihi uzmanlarının da bulunduğu,
dalında deneyimli ve uzman bir ekip tarafından
hazırlandığını belirtti.
Külliyede yapılacak onarım ve restorasyon
çalışmaları sırasında görsel ve tarihsel yapının
bozulmayacağını, külliyedeki bekçi evi ve
tuvaletlerin olduğu yerden kaldırılarak, arka
tarafta otopark olarak kullanılacak alana
alınacağını ifade eden Can, “Bu tür projelerin en
önemli özelliği Anıtlar Yüksek Kurulunun ince
detayları dikkate alarak, tarihi dokuya zarar
vermeyecek şekilde teknik olarak incelemesidir”
dedi.
Türkiye Gazetesi, 22.08.2007
|
İLGİSİZLİK TARİHİ YOK EDİYOR
Samsun'un Bafra İlçesi Kolay beldesi
sınırları içinde Kızılırmak Nehri üzerinde bulunan
ve MÖ 300'lü yıllarda yapıldığı
tahmin edilen Asarkale'yi, ilgisizlik yok ediyor.
Altınkaya Barajı'na giden yol üzerinde Asar Köyü
sınırları içinde yer alan, 2 bin 300 yıllık tarihe
sahip olan Asarkale, Samsun'un en önemli ve en eski
tarihi eserlerinden biri. Kızılırmak kıyısındaki bir
tepe üzerinde kurulu olan ve tünelden ulaşılan
Asarkale, bakımsızlıktan harabeye dönmüş durumda.
Bazı kısımları yıkılan Asarkale, yılların verdiği
yorgunlukla pes etmek üzere.
Hellenistik (MÖ 330-30) dönemde
inşa edildiği anlaşılan Asarkale, Roma, Bizans ve
Osmanlı dönemlerinde onarılarak kullanılmış, ancak
daha sonra terk edilmiş. Surların dış yüzü düzgün
kesme taştan yapılmış ve aralarda tuğla örgü olan
kalenin içi, yapılara ait duvar kalıntıları ve bir
sarnıç görünümünde.
Karadeniz sahilinde bulunan en eski ve en büyük
kalelerden biri olan Asarkale, Paflagonya Bölgesi
içerisinde stratejik yönden önemli konumda olup,
Hellenistik döneminde savuma amaçlı kullanılmıştır.
Irmak seviyesinden yaklaşık 300 metre yükseklikteki
kaleye, girişi yol hizasında olan bir tünelle
çıkılabilmektedir. Askeri amaçla yapılmış olan ve
dışarıdan hiç fark edilmeyen bu tünel, asfalt yol
yapılmadan önce ırmağa açılıyordu. Bölgede ikisi
kalenin yamaçlarında, birisi de Kızılırmak'ın karşı
yakasında
olmak üzere Grek mimarisinin özelliklerini taşıyan 3
adet kaya mezarı bulunuyor. Asarkale ve Paflagonya
tipi bu 3 kaya mezarının, Hellenistik dönemde
yıllarda yapıldığı anlaşılmıştır.
Tarihi bölge, doğal güzelliğiyle de ilgi çekiyor.
Derbent Baraj Gölü, tarihi kale ve kral mezarlarının
bulunduğu yer, manzarası ile görenleri kendine
hayran bırakıyor. Harabe halde bulunan ve yıkılmak
üzere olan kalenin, restore edilerek turizme
kazandırılması gerektiği belirtildi.
İl Kültür ve Turizm Müdürü
Yüksel Ünal, bölgenin sit alanı olduğunu
hatırlatarak, restorasyon ve çevre düzenlemesi
yapılması için hazırladıkları projeyi Kültür ve
Turizm Bakanlığı'na gönderdiklerini, Bakanlık'tan
cevap beklediklerini söyledi.
haberler.com, Fotoğraf:
Samsun İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü, 22.08.2007
|
ANTALYA SURLARININ TRAJİK YIKIM ÖYKÜSÜ
Antalya’da tarihi surlar 1930 yılında “Şehir meltem
alamıyor” gerekçesiyle yıkılırken, Perge Antik
Kenti'ndeki tarihi eserlerin de geçmişte evlerde yapı
malzemesi olarak kullanılmak üzere köylülerce
yağmalandığı ortaya çıktı
Suna İnan Kıraç Akdeniz Medeniyetleri Araştırma
Enstitüsü Müdürü Arkeolog Kayhan Dörtlük, Antalya’da
1930’lu yılların başında sur duvarlarının hikayesini
trajik bir yok ediliş öyküsü olarak nitelendirdi.
Surların yıkılışıyla ilgili belgelere ulaşan
Dörtlük, bu konudaki belgeleri Taç Vakfı’nın
‘Türkiye’de Risk Altındaki Doğal ve Kültürel Miras’
başlığını taşıyan anı kitabında yayınladı.
Kayhan
Dörtlük, makalesinde surların “Şehir meltem almıyor”
gerekçesiyle yıkıldığını söyledi. Ancak bu yıkımın
gerçek nedeninin meltem olmadığını belirten Dörtlük,
“Antalya’nın şehir surlarının yıkılış, trajik bir
yok ediliş öyküsüdür. Dönemin belediyesi, şehir
meltem alamıyor diyerek insan sağlığını gerekçe
gösterip surları yıktırmaya başlıyor” dedi. Dönemin
müze müdürününü yıkıma engel olamadığını ifade eden
Dörtlük, “Antalya Müzesi’nin kurucusu Süleyman Fikri
Bey de kentin binlerce yıllık surlarının yıkılmasına
bir müze müdürü olarak engel olamıyor. Belediye bu
yıkım işini de Çingene Hasan lakaplı birine veriyor.
Çingene Hasan Mermerli’deki surları yıkarken
taşların altında kalarak hayatını kaybediyor” diye
konuştu. O dönemde yıkım olaylarını yerinde
incelemek üzere Antalya’ya Asar-ı Atika (Eski Eser)
Müfettişleri gönderildiğini bildiren Dörtlük,
“Dönemin tanınmış Arkeologlarından Aziz Ogan ile
Remzi Arıktan oluşan bu müfettişler, bir rapor
hazırlıyor. Aziz Ogan Perge Antik Kentinin ilk
kazılarını yapan Prof.Dr. Jale İnan’ın babasıdır.
Remzi Arık ise Anadolu Selçukluları konusunda
uzmanlığıyla tanınan Prof.Dr. Oluş Arık’ın
babasıdır. Bu iki müfettişin hazırladığı raporda,
Antalya kasaba surlarının muhtelif devirlere ait
olduğu ve üzerlerinde Selçuklu kitabelerinin
bulunduğu için çok önemli olduğu belirtiliyor” dedi.
Arkeolog Kayhan Dörtlük, raporda belediyenin
sağlıklı modern bir şehir bahanesiyle yıktırmaya
karar verdiği bu surlardan satmak üzere taş ve arsa
elde etmek istediğine de dikkat çekti. Dörtlük
sözlerine şöyle devam etti: “Raporda belediyenin
‘Meltem alamıyoruz’ iddiası da tarihi Hadrianus
Kapısı’nın önüne inşa edilen evin fotoğrafı
gösterilerek çürütülüyor. Aziz Ogan ile Remzi Arık
tarafından düzenlenen raporlardan aldığımız pasajlar
Türkiye’de kültürel mirası koruma sorunlarının
aradan geçen süreye rağmen yazışma dili dışında pek
değişmediğini gösteriyor.”
Öte yandan Antalya’nın Aksu Beldesi’ndeki Perge
Antik Kenti'ndeki birçok tarihi eserin de geçmişte
taş temin etmek için yıkıldığı öğrenildi. Sahibi
olduğu arazisinin altından tarih fışkıran Adnan
Çoban, şu addiada bulundu: “Eskiden tuğla olmadığı
için taş çok değerliydi. Köylüler, bir ev yapacağı
zaman gelip tarihi eserleri yıkıyordu. Tarihi
eserlerde kullanılan taşlar, yontuluk olduğu için ev
yapmaya da çok elverişliydi. Bu yüzden her ev yapan
Perge’deki tarihi eserleri yıkıyordu. Bu bölgedeki
köy evlerinin neredeyse tamamı Perge’nin taşlarıyla
inşa edildi. Hatta Aksu’daki Öğretmen Lisesi bile
Perge'nin taşlarından yapıldı.”
Antik çağdan kalma eserlerin bir başka binada yapı
malzemesi olarak kullanılması konusu aslında
binlerce yıl öncesine dayanıyor. Her gelen medeniyet
kendisinden önceki döneme ait yapıların malzemesini
kullanıyor. Arkeoloji dünyasında buna devşirme
malzeme adı veriliyor.
Akşam Akdeniz, Haber: Mustafa Kozak, 22.08.2007
|
KORTİKTEPE KAZISINDA 877 ESER ÇIKARILDI
Ilısu
Barajı'nın altında kalması beklenilen Bismil
İlçesi'ne bağlı Kortiktepe'deki arkeolojik kurtarma
kazısında, bir yılda 358'i envanterlik toplam 877
eser çıkarıldı.
7 yıldan beri devam eden Diyarbakır-Batman sınırında
bulunan Kortiktepe'deki kazılarda bir yılda 877 eser
çıkarıldı. Kazı ekibi Başkanı Dicle Üniversitesi
Fen-Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölüm Başkanı
Prof.Dr. Vecihi Özkaya, Ilısu Baraj inşaatı projesi
sebebiyle başlatılan arkeolojik kazıların, yeterince
bilinmeyen yukarı Mezopotamya coğrafyasının kültürel
zenginliklerini ortaya çıkardığını ve ortaya
çıkarılan bulguların bilim dünyasında küresel
heyecan uyandırdığını söyledi. Kortiktepe'de bu yıl
358'i
envanterlik, 519'u etütlük olan toplam 877 eserin
çıkarıldığını söyleyen Prof.Dr. Özkaya,
"Kortiktepe'nin Neolitik dönemin bulguları
bakımından en zengin, kültürel dokusu bakımından ise
en gelişmiş bir merkezi olduğu ortaya çıkmıştır. Bir
yılda çıkardığımız eser sayısı, bölgedeki kazılarda
son 10 yılda çıkarılan tüm eser sayısından fazladır.
Günümüzde bir kentteki araba sayısı nasıl zenginliği
ifade ediyorsa, bu kadar çok ve süslü eşya da
Neolitik dönemde Kortiktepe'nin zenginliğini ifade
ediyor. Bu özellik de Kortiktepe'nin zenginliğine
tanıklık ettiği gibi bu en erken uygarlığın ne denli
gelişkin olduğunu da ortaya koymaktadır. Tabii
çıkarılan eserlerle Diyarbakır Müzesi de ulusal ve
küresel nitelikli bir müze haline gelmiştir" dedi.
Kazılarda taş ve hayvan kemikleri üzerine figürlü
bezemeler işlenmiş çok sayıda eser bulunduğunu da
belirten Özkaya, inanç değerlerini temsil eden bu
durumun Neolitik dönem için bilinmeyen bir uygulama
olduğunu ve ilk kez Kortiktepe'de ortaya çıktığını
söyledi.
Taş ve kemik nesneler üzerinde dağ keçisi, yılan ve
akrep gibi figürlerde ısrar edilmesi ve bunların
yoğun kullanılmasının dinsel sembollerle
açıklandığını ifade eden Özkaya, sembollerin
içerdiği bazı inanç değerlerinin günümüzde de
sürdüğüne işaret etti. Kortiktepe'nin Yakın Doğu
coğrafyasında yerleşik düzene geçişin başlarında
yerleşim görmüş bir Neolitik merkez olarak, bilimsel
sonuçlarıyla Anadolu arkeolojisi konusunda
bilinenlere yeni yaklaşımlar getirdiğini de belirten
Özkaya, "Yerleşik düzene geçişte Anadolu'nun rolü
tartışmalı olmakla beraber, Kortiktepe kazısı bu
yönde bilinenleri değiştirmiş, varsayımları kuşkulu
hale getirmiştir.
Yerleşimin karakterini belirleyen arkeolojik
bulguların sağladığı veriler, Yakındoğu
coğrafyasında yerleşik düzene geçişin en erken
yaşandığı bölgelerden birisinin Yukarı Dicle Vadisi
olduğunu ortaya koyduğu gibi çağdaşlarına göre daha
gelişkin bir kültürün geliştirildiği de kanıtlanmış
durumdadır. Mezarlardan elde edilen bulguların da
toplulukta belirgin dinsel inanış biçimlerinin
geliştiği ve kurallaştığının algılanmakta olduğunu,
daha çok günlük hayatta kullanılan eşyaların armağan
olarak gömüldüğü mezarlarda bütünüyle taştan
üretilmiş eşyalar bulunuyor. Ölü armağanlarında
nicelik ve nitelik açısından gözlemlenen farklılık,
söz konusu bu en erken yerleşik toplulukta sosyal
sınıfların ve statülerin varlığına işaret ediyor.
Elde ettiğimiz sonuçlar, küresel uygarlığın
ilklerinin Yukarı Dicle Vadisi'nde yaşandığına
tanıklık etmektedir" diye konuştu.
Haber Diyarbakır, 22.08.2007
|
KÜLTÜR VARLIKLARI ENVANTERİ ÇIKARILIYOR
Kayseri Kültür ve Turizm Müdürü İsmet Taymuş,
Kültür ve Turizm Bakanlığının talimatı doğrultusunda
kent merkezindeki tarihi taşınmaz kültür
varlıklarının envanterini çıkardıklarını bildirdi.
Taşınmaz kültür varlığının bütün özelliklerini
araştırdıklarını belirten Taymuş, şöyle konuştu:
''Bir tarihi eseri araştırırken kentin neresinde,
kim, ne zaman, nasıl yapmış, eserde kullanılan
malzeme, yapılış amacı ve yapılış planı hakkında tüm
bilgilerini topluyoruz. Bu çerçevede, yaklaşık bin
tarihi taşınmaz kültür varlığı üzerinde 1,5 aydan
beri çalışıyoruz. Bu çalışmalarımızı yıl sonuna
doğru bitireceğiz. Çalışmalar 7 uzman nezaretinde
gerçekleştiriliyor.''
Envanter çalışması sonucu elde edilecek bilgilerin
kitapta toplanacağını ifade eden Taymuş, şöyle devam
etti:
''Böylece hem taşınmaz kültür varlıkları hakkında
bilgi sahibi olacağız, hem onları daha rahat
koruyabileceğiz, hem de o bilgilerden faydalanan
insanlara bir kaynak hazırlamış olacağız. Şu anda
Kayseri'de bin 500 civarında taşınmaz kültür varlığı
olduğunu tahmin ediyoruz. Yıl sonuna kadar net
rakamlar ortaya çıkacak.''
Mevcut taşınmaz tescilli kültür varlıklarının
dışında şimdiye kadar tescil edilmemiş ve unutulmuş
hatta tarihi değeri sonradan anlaşılmış eserlerin de
tescil işlemlerinin devam ettiğini belirten Taymuş,
bu eserlerin kendileri için övünç kaynağı olduğunu
ifade etti.
Taymuş, kentte Frig, Hitit, Bizans, Roma, Selçuk,
Osmanlı ve Cumhuriyet dönemlerine ait taşınmaz
kültür varlıkları bulunduğunu söyledi.
Kayseri Gündem, 22.08.2007
|
ASLANTEPE'DE 2007 KAZISI
Malatya Arslantepe Höyüğü'nde 37 yıldır çalışma yapan İtalyan Arkeolog Prof.Dr. Marcella Frangipane, bu yılki kazı çalışmalarına başladı.
İtalya Roma La Sapienza Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Arkeolog Prof.Dr. Marcella Frangipane ve La Sapienza Üniversitesi Arkeoloji Bölümü'nden bir grup öğrenci, Malatya'ya gelerek Merkez Orduzu beldesinde bulunan Arslantepe Höyüğü'nde kazı çalışmalarına başladı.
Kültür ve Turizm Müdürü Derviş Özbay, çalışmaların 1 ay civarında sürmesinin beklendiğini ifade ederek çıkarılacak eserlerin Malatya Müzesi'ne teslim edileceğini bildirdi.
Arslantepe Höyüğü'nde ciddi kazı çalışmalarının 1961 yılında başladığını belirten Özbay, "Arslantepe Höyüğü, yoğunlukla MÖ 900-1200 yılları arasında yaşanmış bir Hitit yerleşim yeridir. Atatürk'ün emriyle Cumhuriyet döneminde kazılara başlandı ancak ciddi kazılar 1961 yılından itibaren yapıldı. Bugüne kadar yapılan kazılarda Eski Tunç, Hitit İmparatorluk, Hellenistik, Roma ve Bizans kültür tabakalarına rastlandı. Hitit ve Asur hükümdarlıklarına ait saray kalıntıları, kabartmalar, aslan heykeller ve süslü vazolar bulunarak bir kısmı Ankara Arkeoloji Müzesi'ne götürüldü. Eserlerin büyük kısmı da Malatya Müzesi'nde sergilenmektedir" dedi.
Diğer yandan, Arslantepe Höyüğü'nün açık hava müzesi olması için hazırlanan çalışmanın son aşamaya geldiği ve projenin önümüzdeki günlerde ihaleye çıkarılacağı öğrenildi.
Malatya Haber, 22.08.2007
|
|
|
SARDUNYA'DA FİNİKE YERLEŞİMİ
Sardunya’nın batı sahilinde yeni bulunan bir Finike kolonisi bu bölgenin uzun zamandır bilinmeyen gizemini çözebilir. Finikeliler tarafından 2600 yıl önce kurulan Othoca’nın bir kısmı ne yazık ki modern yerleşim Santa Giusta’nın altında kalmış. Fakat antik yerleşimin büyük kısmı bir gölün dibindeki çamurun altında.
Uzmanlar bugün küçük bir toprak parçası ile denizden ayrılan bu gölün eskiden Othoca’nın limanı olduğunu düşünüyorlar. Kazının planlanması sırasında Santa Giusta Belediye Başkanı Atonello Figus ve Cagliari Üniversitesi arkeoloğu Carlo Del Vais, gölün 20-30 metre karelik ufak bir kısmı üzerinde yoğunlaşacaklarını söylediler. Bu bölgenin işlenmiş tahtalar üzerinde 100 kadar amfora barındırdığına inanılıyor. Zemindeki ağaç kalıntıları çamurun içerdiği yüksek mineral oranı yüzünden çok iyi korunmuş durumda. Del Vais, bu denli iyi korunmuş bir ağaçta başarılı bir radyokarbon tarihlemesi yapılabileceğine inanıyor.
Daha önce yapılan kazılarda aynı bölgeden, içlerinde yiyecek kalıntıları bulunan 50 amfora çıkartılmıştı.
ANSA, 17.08.2007
|
İSTANBUL 2010 KÜLTÜR BAŞKENTİ PROJESİ SARAYLARI SANAL ORTAMA TAŞIDI
Kültürel mirasımız birer birer üç boyutlu modellenerek sanal ortama taşınmaya devam ediyor. İstanbul'un 2010 yılı Kültür Başkenti seçilmesinin ardından kültürel çalışmalar yapılaya başladı.
Tooneffects Animasyon Stüdyosu ve Milli Saraylar Daire Başkanlığı'nın ortaklaşa yürüttüğü projede bir sene içerisinde Dolmabahçe Sarayı, Beylerbeyi Sarayı, Ihlamur Kasrı, Küçüksu Kasrı, Yıldız Şale ve son olarak Maslak Kasrı iç, dış mekanları ve eserleriyle birlikte bire bir üç boyutlu modellenerek kültürel tanıtım filmleri hazırlandı.
Dolmabahçe Sarayı'nın geçen sene 150. yıl kutlamalarına yetiştirilen 3D tanıtım filmlerinin gördüğü ilgiden dolayı devam eden projelerle müze ve kültürel alanlar modellenerek dijital ortamda saklanıyor. Bu teknik sayesinde ek gelir ve tanıtım sağlanmasının dışında restorasyon ve diğer projelerde dijital ortamda yapılacak olan çalışmalar önceden planlanarak eser ve binaların korunmasını da sağlanıyor.
Yok olmaya yüz tutmuş mekanlar ve dönemin yaşanış tarzını aktaracak çalışmalarla devam edecek proje yurtiçi ve yurtdışında da büyük ilgi görerek çalışamaların başarısını kanıtlamaya devam ediyor. Küçüksu Kasrı'na ait çalışmanın videosunun da izlendiği şirketin web sitesinde proje hakkında ayrıntılı bilgi alınabiliniyor.
Türkiyeturizm.com, 21.08.2007
|
|
|
SURLAR ESKİ İHTİŞAMINA KAVUŞACAK
Yıllardır unutulmaya yüz tutmuş, dünya genelinde burçların büyüklüğü ve yüksekliği bakamından birinci, uzunluğu bakımından da Çin Seddi'nden sonra ikinci olarak bilinen Diyarbakır'ın tarihi surlarının onarılması için 50 Milyon Euro'luk bir ödenek ayrıldı.
Konuyla ilgili bilgi veren Turizm ve Tanıtma Derneği Başkanı Nedim Çizmeci, yıllardır unutulmaya yüz tutmuş, burçların büyüklüğü ve yüksekliği itibariyle birinci, uzunluğu bakımında Çin Seddi'nden sonra dünyada ikinci olarak bilinen Diyarbakır'ın tarihi surlarının onarılması için 50 Milyon Euro'luk bir ödenek ayrılığını belirtti. Nedim Çizmeci, "Her tarafı çeşitli devir ve medeniyetleri yansıtan surlar artık onarılacak. Diyarbakır'ı dünya kenti yapma konusunda en önemli adım ise surların onarılması için 50 milyon Euro'luk ödeneğin ayrılması oldu. Ödenek daha çok Suriçi bölgesinin restoresinde kullanılacak. Burçların büyüklüğü ve yüksekliği itibariyle dünyada birinci, uzunluğu bakımından Çin Seddi'nden sonra dünyada ikinci olarak bilinen Diyarbakır'ın tarihi surları proje tamamlandığında Çin Seddi'ne rakip olacaktır" dedi.
Karpuz Festivali hakkında da bilgi veren Çizmeci, festivalin 18 ile 20 Ekim tarihleri arasında yapılacağını belirterek, "Diyarbakır'da yapılan Karpuz Festivali, şehrin tanıtılmasına büyük katkı sağlamaktadır. Bu tür etkinliklerde Diyarbakır'a gelecek turistlere yardımcı olmak amacıyla şehrin belli başlı noktalarına harita koyarak yeni bir çalışma başlattık. Ayrıca şehrimize daha kaliteli hizmet sunmak için turistik yerlere dilek ve şikayet kutusu koyduk. Amacımız bu konuda vatandaşlarımızın da tavsiyelerini almaktır" diye konuştu.
Diyarbakır Kent Haber, 21.08.2007
|
KALEİÇİ YENİDEN DOĞUYOR
Antalya Büyükşehir Belediyesi'nin Kaleiçi Hesapçı Sokak'ta gerçekleştirdiği örenk çalışma, bölgenin çehresini değiştirdi. Antalyalılar ve turistlerin girmeye korktukları harabe halindeki sokakta yıkılmaya yüz tutan evlerde yapılan restorasyon çalışmaları 2 milyon YTL'ye mal oldu.
ANTEPE Genel Müdürü Bahadır Yantaç, Sabah Gazetesi Akdeniz ekine şu bilgiyi verdi:
"Mart'ta başladığımız çalışmayı Mayıs'ta bitirdik. Sokağın su, elektrik, telekomünikasyon ve aydınlatma sistemleri yenilendi. Alanya'dan getirttiğimiz traversten ve diabaz taşlarını yola döşedik. Çok emek verdik ama iyi sonuç aldık."
Yantaç, bir sonraki aşamanın tüm Kaleiçi'ni kapsayacağını ve proje çalışmalarının başladığını kaydetti. Yantaç bu konuda da şu bilgiyi aktardı: "Çalışmalara Ekim ayında başlayacağız ve turizm sezonu başlamadan bitireceğiz. Şu anda projenin maliyeti hesaplanıyor ve kaynak oluşturma çalışması yapılıyor. Tarihi Kaleiçi, projenin tamamlanmasıyla birlikte hak ettiği muhteşem görüntüye kavuşacak ve yine bir turizm merkezi olarak anılacak..
Çalışmalara üç sokakta birden aynı anda başlayacağız. Çok hızlı çalışacağız ve aşamalarla tüm Kaleiçi'ne yayılacağız. Her sokaktaki çalışma aşama aşama yapılacak. Yani bir sokaktaki çalışmayı tamamlayıp, hemen diğer sokağa geçeceğiz. Bu arada yolları uzun sürelerle kapatmamış olacağız ve esnafı mağdur etmeyeceğiz. Hesapçı Skak'ta çalışma başlattığımızda halktan ve esnaftan yoğun şikayet gelmişti. Şimdi ise çok memnunlar, teşekkür ediyorlar. "
turizmdebusabah.com, 21.08.2007
|
|
|
KAHRAMANMARAŞ SÜLEYMANLI'DAKİ ESERLER RESTORE EDİLECEK
Kahramanmaraş Valiliği'nin Turizm Eylem Planı dahilinde restore edilecek eserler belirleniyor. Bu kapsamda Kahramanmaraş'ın merkeze bağlı Süleymanlı Köyü'ndeki tarihi eserler restore edilecek.
Kahramanmaraş 2007 Turizm Eylem Planı çerçevesinde Vali M. Niyazi Tanılır ve İl Kültür Turizm Müdürü Seydi Küçükdağlı, Süleymanlı Köyü'nde incelemelerde bulundu.
Köyde bulunan tarihi tescilli Kantarma Köprüsü, Kanlı Köprü, Tekke Köprü, Soğuk Pınar Çeşmesi, Tarihi Hamam ve Süleymanlı Kalesi'ni gezen Vali Tanılı, ilk etapta Kanlıdere Köprüsü, Kantarma Köprüsü ve Soğuk Pınar Çeşmesi'nin restore edileceğini belirtti.
Tarihi Jandarma Kışlası'nı da gezen Tanılır, köy halkının yerli ve yabancı turistler tarafından sürekli ziyaret edildiğinin söylenmesi üzerine restorasyon çalışmalarına en kısa sürede başlanacağını kaydetti.
Turizm Gazetesi, Fotoğraf: Kahramanmaraş Valiliği, 21.08.2007
|
AMANOS DAĞLARI'NDA 'TRIPLEKS' MAĞARALAR KEŞFEDİLDİ
Hatay'ın Amanos Dağları kısmında
MS 11. yüzyılda
Bizans dönemine ait olduğu belirlenen mağara
içerisinde 3 katlı “tripleks” yerleşim yerleri
keşfedildi.
Yayladağı
yolu üzerinde yer alan Güneydam köyünün Amanos
Dağları'nın içi oyularak üç katlı meskenlerin
oluşturulduğu gözlenen yerleşim yerinin tripleks
özelliği taşıdığı bildirildi. Hatay İl Kültür Müdürü
Nizameddin Duran ve Antakya Arkeoloji Müzesi'nden
Arkeolog Demet Kara, yaptıkları incelemelerde mağara
içerisinde 3 katlı tripleks yerleşim yerlerinin
Bizans dönemine ait tespit edilebilen ilk yerleşim
yeri olduğunu aktardı.
Yetkililer mağara
içindeki çoık katlı yerleşim yeri içerisinde ibadet
yerlerine de yapılacak araştırmalar sonucu
ulaşacaklarını belirtti. Duran ve
Kara, Hatay tarihinde bir ilk olarak lanse ettikleri
tarihi yerleşim yerinde kısa süre içinde teknik
heyetle birlikte geniş çaplı inceleme yapacaklarını
ve elde edilecek rapora göre buranın turizme
kazandırılabileceğini söyledi.
Güneydam
köy sakinlerinin Hatay İl Kültür Müdürlüğü ile Müze
Müdürlüğü'ne konuyu bildirmesi üzerine harekete
geçen yetkiler gördükleri tripleks mağaralar
karşısında şaşkınlıklarını gizleyemedi.
Köyden
traktörlerle Amanos Dağları'nın zirvesine tırmanan
Hatay İl Kültür Müdürü Nizameddin Duran ve Antakya
Arkeoloji Müzesi'nden Arkeolog Demet Kara, tripleks
mağaralarının içindeki işçiliğe hayran kaldıklarını
dile getirdi.
Mağaranın
iç kısımda günlük yaşamı kolaylaştıracak
argümanların mimari bir zeka ile yapıldığı belirten
arkeolog Demet Kara, "Odalardan yukarıya doğru oyma
usulle yapılan merdivenler, üst katlara çıkışı bir
hayli kolaylaştırıyor. Muhteşem bir yaşam alanı
oluşturulmuş. İçeriden yapılan merdivenlerle 3 katlı
tripleks, olarak yapılan yerleşim yerinin hemen
etrafında da aynı özelliği taşıyan bir çok mekan
bulunuyor" şeklinde konuştu.
Hatay İl
Kültür ve Turizm Müdürü Nizameddin Duran, burada
teknik heyet nezaretinde en kısa süre içinde
yapılacak araştırmalar sonucunda elde edilecek rapor
doğrultusunda çalışmalara başlayacaklarını
vurguladı.
Teknik raporlar ardından yasal olarak gerekli
adımları atacakları bilgisini veren Duran, "Yerleşim
yerinde inancı ilgilendiren öğe rastlanması halinde,
ortaya çıkacak verileri değerlendirerek burayı inanç
turizmine dahil biliriz." dedi.
Turizm Gazetesi, 21.08.2007
|
TRABZON'DAN TARİH FIŞKIRIYOR
Trabzon'da yapılan
arkeolojik kazılarda Osmanlı ve Bizans dönemine ait
çeşitli eserler bulundu.
Kentte son yıllarda yapılan kazılarda, tarihi ve
kültürel özelliğe sahip pek çok eser gün yüzüne
çıkartıldı. Bu çalışmalardan biri de Akçaabat İlçesi'ne bağlı
Akçakale Beldesi'nde yürütülüyor.
Bu yıl başlayan kazılarda çeşitli dönemlere ait
eserlere ulaşıldı. 2008 yılında da devam edecek kazılarda ortaya
çıkartılacak eserler, Trabzon Müzesi'nde
sergilenecek.
Trt/Haber, 21.08.2007
|
|
TROPEZ'DE PICASSO İLE BİZİMKİLER YANYANA
Saint
Tropez'de düzenlenen Akdeniz Diyalogları başlıklı
çağdaş sanat sergisinde 8 Türk sanatçı,
dünyanın önemli sanatçıları ile beraber yer alıyor.
Orijinal adı Dialogues Mediterranees olan sergi
Saint Tropez'deki Annonciade Müzesi, Donjon de la
Citadel ve Lavoir Vasserot gibi mekanlarda yer
alıyor. Sergide Akdeniz havzasından 81 sanatçı bir
arada işlerini sunuyor. Sergi yapımcılığını Susanne
van Hagen'in yürütmüş olduğu sergide, Ghada Amer,
Louise Bourgeois, Wang Du, Nella Golanda, Miguel
Chevalier, Laurent Grasso, Mona Hatoum ve Takis gibi
önemli sanatçılar yer alıyor. Picasso'nun da
aralarında bulunduğu kabarık sanatçı listesinde yer
alan Türk Sanatçılar şunlar: Genco Gülan,
Selda Asal, Gülsen Bal, Haluk Akakçe, Mustafa
Hulusi, Gül İlgaz, Nü Yalter ve İskender Yediler.
Türkiye katılımını PG Art Gallery, İstanbul Çağdaş
Sanat Müzesi, iS.CaM ve Proje 4L, Elgiz
Koleksiyonu'nun organize ettiği sergi için ünlü
Fransız sanat dergisi "Beux Arts" özel bir sayı
hazırladı. 7 Temmuz'da açılan sergi 15 Ekim'e kadar
sürecek.
Birgün, 21.08.2007
|
GÖBEKLİTEPE'NİN SERGİSİ BİR BAŞKA
Dünyanın en eski tapınak
kalıntılarına ev sahipliği yapan Göbeklitepe'deki
buluntular, fotoğraf sergisiyle tanıtılacak.
Alman Arkeoloji
Enstitüsü'nden yapılan yazılı açıklamaya göre, 1
Eylül Cumartesi günü Şanlıurfa'daki Vali Kemalettin
Gazezoğlu Kültür Merkezi'nde açılacak sergide,
Prof.Dr. Klaus Schmidt başkanlığında Şanlıurfa'nın
Örencik Köyü yakınlarında yürütülen kazı çalışmaları
sonucu elde edilen buluntuların fotoğrafları yer
alacak. Fotoğraf sanatçısı Berthold Steinhilber'in,
geçen yıl GEO dergisi için çektiği fotoğrafların yer
aldığı sergi, bir hafta süreyle açık kalacak.
Göbeklitepe Kazıları
Bilimsel Başkanı Prof.Dr. Schmidt, fotoğraf
sergisiyle özellikle en önemli buluntu grubunu
oluşturan kabartma motiflerin görkemine ve
eşsizliğine bir kez daha dikkat çekmek istediklerini
belirtti.
Birgün, 21.08.2007
|
BEŞİKTAŞ'IN TESCİLLİ MÜZESİ VAR
Beşiktaş Jimnastik
Kulübü tarihine ait kültür mirasının sergilendiği
Kulüp Müzesi, Kültür ve Turizm Bakanlığı'na bağlı
ilk özel spor kulübü müzesi olarak tescil edildi.
Beşiktaş Kulübü'nden
yapılan açıklamada, siyah-beyazlı kulübün müzesinin,
Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın onayı ile "Özel
Beşiktaş Jimnastik Kulübü Müzesi" olarak tescil
edildiği ifade edildi.
Beşiktaş Kulübü Müze
Kurulu Başkanı Zülal Gök, 2005 yılından bu yana
sürdürdükleri çalışmaların neticesinde bu büyük
gurura eriştiklerini belirterek, "Amacımız, kalıcı
bir esere imza atmak ve tarihi emanetlerimizi
gelecek nesillere resmi bir müze çatısı altında
taşımaktı. Yoğun çabalarımız sonucunda bu arzumuzu
gerçekleştirdik. Emeği geçen herkese teşekkür
ediyoruz" dedi.
Birgün, 21.08.2007
|
MÜZELERE ZİYARETÇİ SAYISI GEÇEN YILA GÖRE YÜZDE 50
ARTTI
Müzeleri ziyaret eden yerli ve yabancı turist sayısı
geçen yıla oranla yüzde 50 oranında arttı.
Geçtiğimiz yıl müzeleri 98 bin 797 kişi ziyaret
ederken, bu yıl müzeyi ziyaret eden ziyaretçi
sayısının 140 bin 229 olduğu bildirildi.
Bu
yıl 136 bin 734'ü yerli, 3 bin 495'i de yabancı
olmak üzere toplam 140 bin 229 turistin ziyaret
ettiği Erzurum'daki müzeler, son yılların en
kalabalık sezonunu yaşadı. Ziyaretlerden elde edilen
gelirin 56 bin 226 YTL olduğu kaydedildi. Erzurum
Müze Müdürü Mustafa Erkmen, Arkeoloji ve Etnografya
müzelerinin yanı sıra, Erzurum'daki Atatürk Evi'nin
yerli ve yabancı turistler tarafından büyük ilgi
gördüğünü söyledi.
2011
kış olimpiyatları sonrası kentin önemli bir konuma
geldiğini belirten Müze Müdürü Erkmen, "2006 yılı
ile 2007 yılı arasında yüzde 50'ye yakın bir artış
var. Geçen yıl yerli ve yabancı olmak üzere toplam
98 bin 797 turistin ziyaret ettiği müzelerimizi, bu
yıl 140 bin 229 turist ziyaret etti. Bu artış, son
yılların en kalabalık sezonunun, yaşandığını ortaya
koyuyor" dedi.
Arkeoloji Müzesi'nde 20 bin eserin sergilendiğini
belirten Erkmen, "Erzurum da eski medeniyetlere
ilişkin eserleri müzelerimizde sergiliyoruz. Toplam
20 bin civarında eser depolarımızda ve vitrinlerde
bulunuyor. Atatürk ve arkadaşlarının 52 gün boyunca
kaldığı Atatürk evi de önemli oranda ziyaret edilen
mekanlar içerisinde yer alıyor. Atatürk evi bu
yönüyle önemli bir yere sahiptir "dedi.
Erzurum Gazetesi, 21.08.2007
|
|
İSHAK PAŞA SARAYI'NDA RESTORASYON ÇALIŞMALARI
Ağrı Kültür ve Turizm
Müdürü Muhsin Bulut,İshak Paşa Sarayı'nın
restorasyonu çalışmaları kapsamında
sarayın duvarlarının güçlendirilmesi ve tarihi dokuya
zarar verilmeden yapının yenilenmesinin amaçlandığını
söyledi.
Bulut, yaptığı açıklamada, gelecek günlerde
ihalesiyapılacak İshak Paşa Sarayı'nın restorasyonu
ve çevre düzenlemesi ileilgili ciddi ve titiz bir
çalışma yürüttüklerini belirtti.
Sarayın
restorasyonu konusunda Orta Doğu Teknik Üniversitesi
(ODTÜ)yetkilileriyle iş birliği yaptıklarını
belirten Bulut, "Yıllardır restorasyon çalışmaları
adı altında tarihi mekana büyük zarar verildi"dedi.
Bulut, sarayın
yüzyıllardan bu yana ayakta kalmayı başardığını
ancak son dönemlerde büyük tahribatlara maruz
kaldığını ifade ederek, "Bizim dönemimizde yapılacak
olan çalışmalarla saray duvarlarının güçlendirilmesi
ve tarihi dokuya zarar verilmeden yapının
yenilenmesi amaçlanmaktadır" diye konuştu.
Yeni Şafak, 21.08.2007
|
ESKİ TARSUS EVLERİ BUTİK OTEL OLACAK
Hıristiyanlarca 'kutsal hac yeri' olarak kabul
edilen eski Tarsus evleri, turizme hizmet verecek.
Bu evlerden bakanlık tahsisli olanlar, 'butik otel'
olarak yatırımcıya açılacak. Bu otellerin, özellikle
Hıristiyan turistler için gözde bir konaklama
merkezi olması planlanıyor.
Papa'nın 2008'i "Saint Paul
Yılı" ilan etmesi,
Mersin'in Tarsus İlçesi açısından önemli bir fırsat
olarak değerlendiriliyor. Çünkü buradaki eski Tarsus
evleri, Hıristiyanlarca kutsal hac yeri kabul
ediliyor.
Mersin Valisi Hüseyin Aksoy, Mersin'in doğadan,
denize ve inanç turizmine kadar turizm çeşitliliğine
sahip gözde kentlerden biri olduğunu bildirdi.
Yörenin turizmdeki en önemli sıkıntısının tanıtım
eksikliği olduğunu kaydeden Vali Aksoy, "2008'in
Papa tarafından "St. Paul Yılı" olarak ilan
edilmesini, Tarsus'un tanıtımı için iyi bir fırsat
olarak
değerlendirmek istediklerini söyledi. Aksoy, İsa'nın
12 havarisinden birisi olan St. Paul'un bu kentte
yaşaması nedeniyle Hristiyanlarca "kutsal hac yeri
olarak" kabul edildiğini vurgulayarak, şunları
söyledi:
"Tarsus'ta, St. Paul'un yaşadığına inanılan ev,
bazı kaynaklarda da kendisinin inşasını
gerçekleştirdiği belirtilen kilise ve kutsal sayılan
St. Paul kuyusu bulunuyor. Buraya gelen Hristiyan
turist sayısını artırırsak yöre turizminin
kalkınacağını düşünüyoruz."
St. Paul kuyusu ve kilisesinin bulunduğu sokakta yer
alan eski Tarsus evlerinden, Kültür ve Turizm
Bakanlığına tahsisli olanları 'butik otel' olarak
yatırımcıya açmak istediklerini vurgulayan Aksoy,
şöyle devam etti:
"Butik otellerin, önümüzdeki yıl ağırlamaya
hazırlandığımız Hıristiyanlar için gözde bir
konaklama merkezi olacağını düşünüyoruz. Çünkü
zengin ve üst düzey turisti çekebilen, gelenleri
evlerinde hissettirerek alışkanlık yaratan, çok özel
hizmetler verebilen küçük, şık ve konforlu oteller
olarak bilinen butik oteller için bu evler oldukça
uygun."
Vali Aksoy, butik otellerin restoresi uzun süren ve
özen isteyen bir
çalışma olduğunu belirterek, "Ancak, önümüzdeki
günlerde tahsise çıkarak, butik otellerin bir an
önce turistin hizmetine hazır hale getirilmesine
çalışacağız" dedi. Aksoy, 3'ü belediyeye ait toplam
189 eski Tarsus evinin 8'inin kamulaştırılmasının
tamamlanıp, Kültür ve Turizm Bakanlığı'na tahsisinin
yapıldığını, ilk etapta bu evlerin butik otele
dönüştürüleceğini, 4 evin
daha kamulaştırılması çalışmaların ise sürdüğünü
kaydetti.
turizmdebusabah.com, 21.08.2007
|
CİLALI TAŞ DEVRİNDEN SAKIZ
Finlandiya'da yapılan
arkeolojik kazılarda, cilalı taş devrinden kalma
dünyanın en eski sakızı bulundu.
Arkeolojik kazılarda
gönüllü olarak çalışan İngiliz öğrenci Sarah Pickin
tarafından bulunan sakızın en az 5 bin yıllık olduğu
belirtildi. Uzmanlar "dünyanın en eski sakızının"
eski insanlar tarafından ağız yaralarını
iyileştirmek ya da kırık çömlekleri yapıştırmak için
kullanıldığını belirtti.
Sabah, 21.08.2007
|
EN ESKİ İNSAN AYAK İZİ OLABİLİR
Mısırlı arkeologlar
tarihteki en eski insan ayak izini bulmuş
olabileceklerini açıkladı. Mısır Antikite Yüksek
Konseyi Genel Sekreteri Zahi Hawass, "İzler 2 milyon
yıl öncesine kadar gidiyor olabilir. Bu, Mısır
tarihindeki en önemli keşif" dedi. Bir vaha olan
Siwa'daki tarih öncesi yerleşim biriminin
araştırılması sırasında bulunan ayak izi çamur
üzerine basılmış, zemin daha sonra sertleşerek
kayaya dönüşmüş. Bilim insanları kayanın içinde
bulunan bitkiler üzerinde karbon testleri yaparak
izin gerçek yaşını belirleyecek. Konseyin tarih
öncesi çağlar direktörü Halid Saad, kayanın yaşına
bakılırsa izin, 1974 yılında Etiyopya'da bulunan, 3
milyon yaşındaki ünlü maymun-adam iskeleti Lucy'den
bile yaşlı olabileceğini belirtti.
Radikal, 22.08.2007
|
OBRUK HANI ONARILACAK
Gazetemizin gündeme getirdiği Obruk Hanı ile ilgili olarak Vakıflar Bölge Müdürlüğü'nden açıklama geldi. Bölge Müdürlüğü yetkilileri, Obruk Hanı'nın restorasyonu için gerekli çalışmaların yapılmakta olduğunu, ihalenin gerçekleştiğini belirterek, "Yaptığımız ihale sonucu onarım gerçekleştirilecek ve Han turizmimize kazandırılacaktır. Tarihi bir eserimizin canlanacak olmasından dolayı son derece mutluyuz" dedi.
Öte yandan Han yakınlarındaki Göl'ün çevre düzenlemesinin yapılması, ağaçlandırılması için Çevre ve Orman İl Müdürlüğü ile İl Özel İdaresi'nin proje yürütmesi bekleniyor.
Merhaba Gazetesi, 21.08.2007
|
|
|
TARİHİ SİKKE OPERASYONU
Marmaris'te bir takside yapılan aramada piyasa değeri yaklaşık 5 milyon YTL olduğu bildirilen 595 adet tarihi gümüş sikke ele geçirildi.
Dün öğlen saatlerinde Çetibeli Jandarma Kontrol Noktası'nda jandarma trafik ve asayiş ekipleri tarafından sürdürülen rutin kontroller sırasında A.İ. (51) ve H.E. (45) isimli şahısları müşteri olarak taşıyan taksi durduruldu. Yapılan kimlik kontrollerinin ardından A.İ. ve H.E ye ait olduğu belirlenen çantaların içinde 595 adet gümüş tarihi sikke bulundu. Çantalarından tarihi sikkeler çıkan zanlılar, jandarma tarafından gözaltına alınırken gümüş sikkeler, Marmaris Müze Müdürlüğü'nde bulunan uzmanlara incelettirildi.
Yapılan inceleme sonrasında ele geçirilen sikkelerin 314 adedinin milattan önce birinci yüzyılda bugünkü İran topraklarında hüküm süren Pers İmparatorluğu dönemine ait olduğu anlaşıldı. Diğer 281 adedinin ise 13'üncü yüzyılda yine İran topraklarında kurulan İlhanlılar dönemine ait olduğu belirlendi. Sadece Pers İmparatorluğu dönemine ait olan sikkelerin tanesinin piyasa değerinin 10 bin YTL olduğu ve ele geçirilen tüm sikkelerin piyasa değerinin ise en az 5 milyon YTL olduğu belirtildi. Tarihi sikkeler Marmaris Müze Müdürlüğü'ne teslim edildi.
Sabah, Fotoğraf: Bugün, 21.08.2007
|
KONAK'TA BİR TARİHİ BİNA DAHA ESKİ HALİNE DÖNECEK
İzmir'de; Abacıoğlu Han, 926 Sokak, Basmane Semt
Merkezi, Reşat Nuri Güntekin Çocuk Kitaplığı, İKSEV
Müzik Evi gibi eski yapıları günümüze kazandıran
Konak Belediyesi, bir binaya daha el attı. Tarihi
Kemeraltı Çarşısı'ndaki Türkyılmaz Mahallesi'nde,
Ayla Ökmen'in bağışladığı koruma altındaki binanın
restorasyonu için gerekli izinler alındı, uygulama
ihalesi yapıldı.
Önümüzdeki günlerde Altınordu külüp binasının
restorasyon çalışmalarının da başlayacağını belirten
Başkan Muzaffer Tunçağ, şöyle konuştu: ''Rölöve,
restitüsyon, restorasyon ve mühendislik uygulama
projeleri, "Taşınmaz Kültür Varlıklarının
Korunmasına Ait Katkı Payı Fonu'ndan ödenek
sağlanması yöntemiyle hazırlandı. Yapının
restorasyonu tamamlandıktan sonra, hizmet-eğitim ve
semt merkezi gibi sosyal amaçlı kullanmayı
planlıyoruz.''
Milliyet Ege, 21.08.2007
|
|
KAYIP NOTALAR BULUNDU
Alman besteci Kurt
Striegler'in 1923 yılında bestelemesinden sonra
Almanya ve Türkiye'de defalarca çalınan Türk-İzmir
Marşı'nın kaybolan notaları, Ahmet Piriştina Kert
Arşivi ve Müzesi görevlilerinin çalışmaları sonucu
bulundu.
Kayıp olduğu için seslendirilemeyen marşın, İzmir
Devlet Senfoni Orkestrası'nın (İZDSO) ekim ayındaki
sezon açılışında icra edileceği bildirildi.
İzmir Büyükşehir Belediyesi'nden yapılan yazılı
açıklamaya göre, İzmir Devlet Senfoni Orkestrası
(İZDSO) Müdürü Kenan Gökkaya, Yönetim Kurulu Üyesi
Akgün Çavuş, Klarnet Grup Şefi Atıf Peynirci, Flüt
Grup Şefi Selma Özörten, Obua Grup Şefi Murat
Özülgen ve Başkemancı Kartal Akıncı, aralık ayından
bu yana yapımı devam eden Adnan Saygun Sanat Merkezi
için Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu'na
teşekkür ziyaretinde bulundu.
İZDSO Müdürü Gökkaya, Adnan Saygun Sanat Merkezi'nin
inşaatının hızla ilerlemesinden mutluluk
duyduklarını belirterek, “İzmir Devlet Senfoni
Orkestrası sanatçıları olarak 32 yıllık bir
hayalimize ruh ve beden veriyorsunuz. Adnan Saygun
Sanat Merkezi, İzmir'in misyonuna ve vizyonuna
önemli katkıda bulunacak çok büyük bir proje” dedi.
Proje sayesinde İzmir'in örnek bir salon da
kazandığını ifade eden Gökkaya, şöyle devam
etti:“Türkiye'ye gelen bir kişi 'Ülkenizde sanat
icra edilecek çağdaş bir mekan var mı?' diye
sorduğunda 'Evet İzmir'de var' denilerek bu salon
örnek gösterilecektir. İzmir Büyükşehir Belediyesi,
en zor günlerimizde yanımızda oldu. Gün geldi sokağa
atıldık, çalışacak yer bulamadık ama Büyükşehir
Belediyesi hep yardım elini uzattı. Bugün hala
belediyemizin tahsis ettiği salonda çalışıyoruz ve
Adnan Saygun Sanat Merkezi'nin tamamlanmasını dört
gözle bekliyoruz. Gözlerinize baktığımda, İzmir
Devlet Senfoni Orkestrası sanatçılarını o muhteşem
salonda çalarken görüyorum.”
Gökkaya, Alman besteci Kurt Striegler'in 1923
yılında bestelediği, Almanya ve Türkiye'de defalarca
çalındıktan sonra notaları kaybolduğu için bir daha
icra edilmeyen Türk-İzmir Marşı'nın İZDSO'nun 5 Ekim
günündeki açılışında yıllar sonra ilk kez
seslendirileceğini belirtti.
Kaybolan notaların, İzmir Büyükşehir Belediyesi
Ahmet Piriştina Kent Arşivi ve Müzesi'nin
çalışmaları sonucu bulunduğunu söyleyen Gökkaya,
“Başkanımız Aziz Kocaoğlu fahri şefimiz.
Lütfederlerse bu çok anlamlı konserimizde böylesine
onursal bir eserin ilk vuruşunu yaparak orkestrayı
yönetmesini istiyoruz” dedi.
Klarnet Grup Şefi Peynirci ise salonun sanatçılar
için yarı enstrüman anlamına geldiğini ifade etti.
Hürriyet, 21.08.2007
|
Şehir Kapısı
|
ANTİK KENTİN SUYU KESİLDİ
Muğla’nın Yatağan
İlçesi’ne bağlı Eskihisar Köyü’nde bulunan
Stratonikeia Antik Kenti’nde su sıkıntısı başladı.
Restorasyon çalışmaları tamamlanmak üzere olan antik
kent girişindeki tarihi Şabanağa Camii ve Muğla Genç
İşadamları Derneği tarafından restorasyonu
yapılmakta olan Osmanlı Kahvesi önünde bulunan antik
kentin tek çeşmesinde de sular kesildi.
Antik kentin içindeki altı hanede yaşamlarını
sürdürmeye çalışan 20 kişi ihtiyaçlarını, Güney Ege
Linyitleri İşletmesi Müdürlüğü’ne (GELİ) su taşıyan
borulardan damlayan suyu bidonlara doldurarak
gidermeye başladı.
Antik kentte yaşayan 76 yaşındaki Hatice Sarı,
susuzluğun, kendilerinin yanı sıra antik kente gelen
turistleri de zor durumda bıraktığını belirtti.
Hürriyet Ege, Fotoğraf: stratonikeia.com,
21.08.2007
|
ARKEOLOGLARIN EN BÜYÜK ZEVKİ
Amasya Kalesi'nde Müze
Müdürlüğü tarafından yapılan arkeolojik kazılarda MÖ
1750-1800'lü yıllara dayanan kalıntılar
çıkartılıyor.
Amasya Kalesi'nde
yapılan kazı çalışmalarına başkanlık eden Amasya
Müze Müdürü Celal Özdemir, yapılan kazırlarda tarihe
ait önemli bilgilere ulaştıklarını söyleyerek,
arkeolojide en zevkli olan şeyin, yüzyıllar önce
yaşayan insanların bıraktıkları kalıntıları bulmak
olduğunu söyledi. Büyük bir titizlik ile yapılan
çalışmalardan sonra bulunan eserleri yerlerinden
yine büyük bir titizlik içerisinde çıkarttıklarını
söyleyen Celal Özdemir, "Yüzlerce yıldır toprağın
altında kalmış kalıntıları gün yüzüne çıkarmak çok
güzel bir duygu. Arkeolojide önemli olan konu o
günkü insanların bıraktıkları malzemeyi o gün ki
hali ile ele geçirmektir. İnsanların yüzyıllar önce
bıraktıklarını ellerinize almak, arkeolojinin en
büyük zevklerinden birisi. Bu eserler bizlerin
sayesinde gün ışığına çıkıyor" dedi.
haberler.com, 21.08.2007
|
|
|
KAZI ÇALIŞMALARINA DESTEK ÇAĞRISI
Bitlis'in Ahlat İlçesi'nde kazı çalışmalarına devam eden Eski Ahlat Şehri Kazı Başkanı Doç Dr. Nakış Karamağaralı; Bitlisli işadamları, yöneticiler ve siyasilerinden kazı çalışmalarına destek vermelerini istedi.
Ahlat'ın kültür ve sanat tarihi bakımından herkesçe bilinen bir öneme sahip olduğunu belirten Karamağaralı, kazı ve projelere sağlanacak maddi desteğin ilçe tanıtımında etkin rol oynayacağını söyledi. Karamağaralı, "Kafkasya, Orta Asya ve Yakın Doğu kültürlerinin buluştuğu, Malazgirt Zaferi'nde Alparslan'ın ordularına üs vazifesi görerek Türklüğün Anadolu'ya giriş kapısı ve Ortaçağ'ın en önemli kültür ve ticaret merkezlerinden biri olan Ahlat, daha fazla desteği hak etmektedir. Eski Ahlat Şehri 11.5 x 4.5 kilometre büyüklüğünde bir alanı kaplamaktadır. Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın Ahlat'a verdiği önem doğrultusunda, bütçesinin önemli bir kısmını buraya ayırmakla beraber, bu yeterli olmamaktadır. Şehrin büyüklüğü göz önüne alındığında bu alandaki arkeolojik kazıların ve projelerin gerektirdiği maliyet de aşikardır. Burada başta yerel yönetimler ve Bitlisli işadamları olmak üzere pek çok kurum ve kuruluşa görev düşmektedir. Özellikle Bitlis milletvekillerinin buraya her bakımdan daha duyarlı davranmaları gerektiği, Ahlat'ın tanıtımında ve buradaki kazı ve projelere maddi destek sağlanmasında çok daha etkin rol oynayabilecekleri görüşündeyiz. Milletvekillerimizle beraber konuyu inceleyip birlikte çözümler üretebilmeyi umuyoruz" şeklinde konuştu.
Bitlis, Van ve yakın çevreye yapılan turistik gezi ve turlarda Ahlat'ın da içinde yer alacağı bir paket programın oluşturulup yerli ve yabancı turistlerin ilçeye çekilmesi gerektiğini vurgulayan Karamağaralı şunları söyledi:
"Gereken maddi ve manevi destek sağlandığı takdirde burada yapılacak kapsamlı kazı, onarım ve çevre düzenleme çalışmalarının Ahlat'ın ve yörenin kültürü ile ekonomisine yapacağı katkı şüphesiz büyük olacaktır. Bu amaçla işadamları, yerel yönetimler ve milletvekillerimizden yardım bekliyoruz."
Bitlis Kent Haber, 21.08.2007
|
KYBIRA KAZI EVİYLE DAHA RAHAT KAZILACAK
Burdur'un
Gölhisar İlçesi'ndeki Kibyra Antik Kenti'nde kazı
çalışmalarının daha sağlıklı yürütülmesi ve
çalışanların rahat edebilmeleri için yapılan hizmet
binası açıldı.
Açılışa Burdur Valisi Mustafa
Rasih Özbek, Kültür ve Turizm Bakanlığı
Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürü Orhan
Düzgün, Akdeniz Üniversitesi Rektörü Prof.Dr.
Mustafa Akaydın,
Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi Rektörü
Prof.Dr. Gökay Yıldız, Akdeniz Üniversitesi
Arkeoloji Araştırma Anabilim Dalı Öğretim Üyesi
Prof.Dr. Fahri Işık, Gölhisar Kaymakamı
Selami Kapankaya, daire amirleri ve çevre
ilçelerin kaymakamları katıldı.
haberler.com, 21.08.2007
|
|
ANKARA KIZ LİSESİ'NİN BAHÇESİ OTOPARK MI YAPILMAYA
ÇALIŞILIYOR?
Lisenin 2006 yılındaki görünümü
TMMOB Mimarlar Odası Ankara Şubesi, bir basın
açıklaması yaparak, Türkiye’de modernleşme
projesinin örnek öğrenim mekanlarından biri olarak
nitelendirdiği Ankara Kız Lisesi bahçesinin de pek
çok tarihi miras gibi katledilmeye başlandığı
uyarısında bulundu.
Lisenin eğitim hayatına Cumhuriyet’in ilanından
onsekiz gün önce, 11 Ekim 1923 yılında başladığının
ve 1930 yılında genç kızlar için yeterli alt yapıyı
sağlanmak üzere yeni ve modern bir binanın inşası
ile bugünkü eğitim olanaklarına kavuştuğunun
hatırlatıldığı açıklama şöyle devam ediyor:
"Ankara Kız Lisesi, ünlü mimar Ernst Arnold Egli
(1893-1974) tarafından 1930 yılında tasarlanmıştır.
Okulun arkasında bulunan büyük bahçe, okul ve
etrafındaki diğer eğitim ve kültür yapıları ile bir
bağlantı oluşturmaktadır. Bu binanın ailelerinden
ayrılan genç kızlar için düşünülen ana kucağı
şeklinde tasarlanmış bahçesinin, 70 yıllık
ağaçlarının rant uğruna katledilmesini esefle
kınıyoruz. Bu bahçenin katli ile okulun civardaki
diğer eğitim binaları ve kültür yapıları ile olan
ilişkisi resmen kopmaktadır. Eğitim yapılarımızın
birer rant aracı haline getirilerek Cumhuriyetin ilk
yıllarında büyük ideallerle kurulmuş olan
altyapılarının yok edilmesine müsaade eden
yetkilileri kınıyoruz.
Bugün pek çok okul yapımızın bahçesi
bulunmamakta, öğrencilerimiz, çocuklarımız egzoz
dumanları içerisinde asfalt kaplı, beton kaplı
bahçelerde araçlar ortasında eğitim görmeye
çalışmaktadırlar. Eğitimi bir ticari araç olarak
görerek her türlü eğitim araçlarını ranta çevirmeye
çalışan “girişimci ruhlu yetkililerin” ellerini
kamusal alanlardan çekerek özel sektöre
yönelmelerini tavsiye ediyoruz".
yapi.com.tr, Fotoğraflar: Ankara Kız Lisesi,
20.08.2007
|
KÖŞK KORUMASIZ
Yüzyıllarca Anadolu ve İslam alemine önderlik yapan Selçuklu Devleti'nin sarayının son kalıntılarını koruyan beton şemsiye kalıntılar üzerine yıkılma tehlikesiyle karşı karşıya.1961 yılında Selçuklu Köşkü'nün son kalıntıları yağmur ve rüzgardan koruma amacıyla yapılan şemsiyenin yer yer çatlaması, demirlerinin ise çürümüş olması kalıntıların üzerine çökme tehdidini ortaya çıkarıyor.
Selçuklu Köşkü'nün son parçaları olan seyirlik
kısmının kalıntıları korunmayı bekliyor.
Büyükşehir Belediyesi seyirliğin tekrardan ayağa
kaldırılması için çalışma başlatırken, kalıntılar
üzerinde kapsamlı bir inceleme çalışması
yürütülüyor. Bazı uzmanlar artık kalıntıların
korunması için yapılan şemsiyenin de korunması
gerektiği uyarısında bulunurken, şemsiyenin de artık
tarihi bir değer taşıdığı görüşünde. Zamanla
kalıntıların da önüne geçerek ayrı bir önem kazanan
şemsiyenin biran önce restore edilmesi ya da
kalıntıların korunması için yeni bir düzeneğin
hazırlanması büyük bir ihtiyaç haline geldi.
Uzmanlar, şemsiyenin artık kalıntıları koruma
vazifesini yerine getirmediği görüşünde birleşirken,
şemsiyenin tehdit unsuru olup olmadığı konusunda
ayrılıyor.
Görüşlerini aldığımız Selçuk Üniversitesi
Mimarlık Bölümü Başkanı Prof.Dr. Kerim Çınar,
kalıntıların önemli bir değere sahip olduğunu
açıklayarak, "Anadolu'da önemli izler bırakan
Selçuklu Devleti Köşkü'nün bu kalıntıları son derece
büyük öneme sahip. Fakat maalesef bu değeri koruma
konusunda ciddi sorunlar yaşanıyor. Sarayın
kerpiçten yapılması nedeniyle kalıntıları yağmur ve
rüzgara hiç dayanamıyor. Yapılan şemsiye şimdiye
kadar görevini yaptı fakat artık kalıntıları korumak
bir yana kalıntıların üzerine düşme tehdidi taşıyor.
Alaaddin zemininin sağlam olmaması da şemsiyenin
zarar görmesinde büyük etkili" diye konuştu.
Şemsiyenin birçok yerinin çatladığını döküldüğünü,
parçalarının kalıntıların üzerine döküldüğünü ifade
eden Prof.Dr. Çınar, şemsiyenin artık görevini
tamamladığını kalıntılar için bir tehdit unsuru
haline geldiğine dikkat çekti.
Çınar, şemsiyenin biran önce yenilenmesi
gerektiğinin altını çizerek, "Varolanın yerine daha
estetik, mimari açıdan daha uygun, kalıntıları daha
çok öne çıkaracak bir korunak yapılabilir. Var olan
korunağın restore edilmesi hem kalıntılara zarar
verebilir hem de ileride yine aynı sorunun
yaşanmasına neden olabilir. Bu yüzden var olanı
tamir etmek yerine daha güzelini yapmak çok daha
uygun olacaktır" diye konuştu. Şemsiyenin
demirlerinin çürümüş olduğunu Alaaddin zemininin de
sağlam olmaması nedeniyle kalıntıların üzerine düşme
riski taşıdığını açıklayan Çınar, kalıntıların
çökmeden büyük zarar göreceğini biran önce önlem
alınması gerektiğini kaydetti.
1960'lı yıllarda kalıntıları korumak için o günün
şartları ile yapılan şemsiyenin şimdilerde
kalıntıların önüne geçtiğine dikkat çeken Çınar,
"İnsanlar orada önemli olanın şemsiye olduğunu
düşünüyor. Konyalılar da dahil insanların birçoğu
kalıntılara değil şemsiyeye dikkat ediyor onun değer
taşıdığını düşünüyor. Zaman içinde kalıntıları
korumak için yapılan bu şemsiye kalıntıların da
önüne geçti. Bu yüzden kalıntıları ön plana
çıkaracak yeni bir korunağın dizayn edilmesi büyük
önem arz ediyor" değerlendirmesini yaptı.
Büyükşehir Belediyesi öncülüğünde kalıntıların
korunması ve tekrardan ayağa kaldırılması amacıyla
kurulan komisyonun koordinatörü SÜ Mimarlık Bölümü
Öğretim Üyesi Yrd. Doç.Dr. Ömer Nuri Dülgerler,
şemsiyenin kalıntıları tam anlamıyla koruyamadığını
fakat çökme tehlikesi yaşamadığını ifade etti.
Selçuklu Sarayı'nın haçlı seferlerinin en yoğun
olduğu dönemde yapıldığını vurgulayan Dülgerler,
sarayın bir parçası olan seyirlik köşkünün de o
dönemde yapıldığının bugünkü kalıntıların bu köşke
ait olduğunu ifade etti. Seyirlik köşkünün son
kalıntılarının sarayın da son kalıntıları olduğunu
belirten Dülgerler, "Bu yüzden kalıntılar son derece
büyük bir tarihi öneme sahip. Orijinal yapısı
bilinmeyen bu seyirlik Konya'nın her tarafının
rahatlıkla görünmesine müsait bir yapıya sahipti.
Seyirlik 17. yüzyıla kadar düzenli şekilde
kullanılmış. Kalıntılar üzerinde yapılan incelemeler
800 yıllık bir tarihe sahip olduğunu gösteriyor"
diye konuştu.
Kendilerinin iki yıldır bu konuda çalışma
yaptıklarını belirten Dülgerler, Tabii Anıtlar
Kurulu'ndan kalıntılar üzerinde inceleme yapmak için
izin aldıklarını ön tespitlerin şu anda
tamamlandığını kaydetti. Dülgerler, bundan sonra
bilimsel metotlar kullanılarak, tespitlerin daha da
geliştirilmesi için çalışmalarını sürdüreceklerine
dikkat çekerek, "Kalıntının dayanıklılık testini
ölçerek, belediyenin düşüncesi olan kalıntı üzerine
aslına uygun eklemeler yaparak seyirliği tekrar
canlandırmaya çalışacağız. Ama öncelikli hedefimiz
kalıntıların korunmasını sağlamak. Araştırma ve
incelemelerimizin bitmesinin ardından ulusal ve
uluslar arası alanda konuyla ilgilenen herkesi
çağırarak, bu yapının nasıl korunabileceği konusunda
görüş ve düşüncelerini açıklayacak. Burada neyin
yapılması gerektiği karara bağlanacak" dedi.
Kalıntıların şemsiyeden ziyade tramvaydan olumsuz
etkilendiğini vurgulayan Dülgerler, her tramvay
geçişinde zeminin titrediğini kalıntıların da bundan
zarar gördüğünü açıkladı. Dülgerler 800 yıllık
tarihe sahip kalıntıları korumanın sadece kurum ve
kuruluşların değil tüm toplumun sorumluluğu altında
olduğunun altını çizerek, korumanın kazancından da
tüm toplumun faydalanabileceğini anlattı.
Merhaba Gazetesi, Haber: Mehmet Gülüm, 20.08.2007
|
TARİHİ ÖRDEKLİ HAMAMI KÜLTÜR MERKEZİ OLACAK
Kullanım hakkı mülk sahibi Vakıflar Bölge
Müdürlüğü`nden 20 yıllığına Osmangazi Belediyesi`ne
geçen tarihi Ördekli Hamamı`nın restorasyonu büyük
bir hızla ilerliyor. Restorasyon çalışmaları
tamamlandıktan sonra tarihi hamam, kentin sosyal ve
kültürel ihtiyaçlarını karşılayan bir mekan olarak
kullanılacak.
Dış cephe ve kubbelerinin restorasyonu büyük ölçüde
tamamlanan tarihi hamamdaki çalışmalar iç bölmelerde
yoğunlaştırıldı. Yıldırım Beyazıd döneminde
inşaatına başlanan ve yapımı 1400`lü yılların
başında tamamlanan tarihi yapının restorasyonu 2006
yılı sonunda başlamıştı. 2007 yılı sonuna kadar da
tamamlanmasının hedeflendiği açıklandı.
Planı itibarıyla şehirdeki diğer hamamlara
benzemeyen Ördekli Hamamı, iç içe geçmiş 4 aşamalı
odalardan oluşuyor. Yapıldıktan sonra 1496 yılında
kiraya verilen, 1620 yılında halvet ve soğukluk
bölümleri onarılan Ördekli Hamamı, Cumhuriyet
döneminde de onarılmıştı. Ancak, bir bölümü
bütünüyle yıkılmış olan hamamın restorasyon
çalışmalarına ara verilmiş, tüm çabalara rağmen son
50 yıldır da metruk bir vaziyette kaderine terk
edilmişti. Ördekli Hamamı restorasyonunun, bölgedeki
kamulaştırma ve çevre düzenlemeleriyle birlikte
Osmangazi Belediyesi`ne yaklaşık 3.5 trilyon liraya
mal olması bekleniyor.
Çalışmalarla ilgili bilgi veren Osmangazi
Belediye Başkanı Recep Altepe, Bursa`nın tarihi
kimliğine kavuşması için tüm imkanları
kullandıklarını söyledi. `Bizim en büyük sermayemiz;
tarihimiz, geçmişimiz` diyen Altepe, ayağa
kaldırılan eserlerde, esere ait kültürün yaşatılmaya
çalışıldığını kaydetti.
Altepe, `Burası da Bursa`nın ziynetleri arasında yer
alan 600 yıllık bir eser. 50 yıldan fazla zamandır
metruk bir vaziyette durduğu için yıllarca `yıkık
hamam` olarak anıldı. Şimdi kültür merkezi olarak
şehre yeniden kazandırıyoruz` dedi.
Tarihi Ördekli Hamamı, restorasyonunun
tamamlanmasıyla birlikte eski el sanatlarını icra
edildiği bir mekaan olacak. Tarihi yapıdaki 5 salon
sergi ve toplantı salonu olarak kullanılacak. 200
kişilik 2 büyük salon ile tiyatro oyunlarının
sahnelenebileceği oditoryum tarzı bir salon da
bulunacak. Hol ve odalar ise; Hat, Ebru, Minyatür ve
Tezhip gibi geleneksel el sanatlarının icra
edilebileceği şekilde düzenleniyor. Yapı içerisinde;
fuaye, depo, arşiv ve büfe gibi aksamlar da
bulunacak. Restorasyon kapsamında otopark da
yapılacak.
Bursa Olay, Fotoğraf:
Bursa Hakimiyet, 20.08.2007
|
MALTEPE HÖYÜĞÜ'NE YENİDEN GÜN IŞIĞI
Mersin'in Mut
İlçesi'ne bağlı Kışla Köyü'ndeki Maltepe höyüğünde
kazılar, 9 yıl aradan sonra yeniden başlatıldı.
Kazı çalışmasını yürüten arkeologlar, höyüğün,
Tunç ve Bronz çağlarına kadar uzanan geçmişini
araştırıyor. Maltepe höyüğündeki kazı çalışması, Silifke Müze
Müdürlüğü, İngiltere'deki Cambridge ve Newcastle ile
Selçuk üniversitelerinden bilimadamlarının
oluşturduğu ekip tarafından yapılıyor.
Höyükte bugüne kadar bir kilise ortaya çıkarıldı,
ayrıca bronz devrine ait aletler, süs eşyaları,
fayans boncuklar ve mühür bulundu. İlk Tunç Çağı ve Hitit katmanlarına ulaşmaya
çalışan kazı ekibi, bölgenin Doğu Akdeniz ve
Kıbrıs'la olan ticari ve kültürel yakınlığını
araştırıyor.
İngiltere, Amerika, Avusturalya ve Kanada'daki
üniversitelerden 25 kişilik öğrenci grubunun da
katıldığı çalışmaların, Eylül başında tamamlanması
planlanıyor.
Trt/Haber, 20.08.2007
|
|
BORLUK VADİSİ'NDE TÜRK MEDENİYETİ MÜHRÜ
Kars
Valisi Mehmet Ufuk Erden, Borluk Vadisi'nde binlerce
yıldır varlığı bilinmeyen 6 bin yıl öncesine ait
insanların burada yaşadıklarına dair izlerin
bulunduğunu söyleyerek, “Anadolu'da, 6 bin yıllık
eski tarihi derinliğe ve geçmişe sahip dört beş yer
var. Bu yerlerden biride Kars'tır.” dedi.
Borluk Vadisi'yle ilgili açıklamada bulunan Vali
Erden:“Havaalanı asfalt yapımında kullanılan taşın
özelliğinin çok sert yapıda olması gerekmektedir. Bu
nedenle yapılan araştırmalar neticesinde en uygun
taşın burada Borluk Vadisi'nde olduğu anlaşılmıştır.
Daha sonrada Enerji Bakanlığı'ndan çalışma izni
alınmıştır. Bunun yanında ayrıca geçen yıl tarihçi
bir hocamızın araştırmaları neticesinde bu vadi
boyunda bulunan kayaların üzerinde bazı resimlerin
olduğu görmüş ve inceleme sonucunda 6 bin yıl
öncesinde burada insanların yaşamış olduğunu
gösterir izler var. Böylece Erzurum Koruma Kurulu
Borluk Vadisi'ni Sit alanı olarak ilan etmiştir. Sit
alanına alınınca da tabiki havaalanı çalışmalarını
da etkilemekte idi. Böylece Koruma Kurulu'nu buraya
davet ettik incelemeler yaptılar. Ve dediler ki
burada vadi boyunca bir çalışma yapılmasın, kayalara
zarar verilmeden bir çalışma yapılsın. Sonuçta biz
bu bilgiyi aldığımızda burada çalışan ilgili
arkadaşlara ve firmaya söyledik bu alandaki
çalışmalarınızı belli bir yerde durdurun. İşte
gördüğünüz gibi de dar bir alanda kaliteli olan taş,
mıcır ve ince malzemeyi havaalanının asfalt yapımı
için devam edilmiştir.” dedi.
Borluk Vadisi'ni gelecekte imkanlar ölçüsünde tarihi
zenginliğini turizme açacaklarını da ifade eden Vali
Erden, “Buranın tarihini ve vadi olması dolayısı ile
de doğal yapısını turizme açmak bizim gündemimiz
olacaktır. Ben zaman zaman Müze ve Kültür
müdürlerimizi de buraya gönderdim. Takip ve
tespitlerde yaptırdım. Jandarma ve diğer
birimlerimize de burasının üzerinde hassasiyetle
durmaları içi gerekli emir ve yazışmaları da yaptım.
Sonuç olarak biz hem kamunun ihtiyacını sağlamak
için her şeyi yapmak hem de tarihimizi ve
geçmişimizi korumak ve kazanmak zorundayız. Bu
değerler sadece Kars'ımızın değil aynı zamanda
Türkiye'nindir. Ben hocamızla görüştüğümüzde bana
dedi ki “Eski tarihi derinliğe ve geçmişe giden
Anadolu'da dört beş yerdedir. Bu yerlerden biride
Kars'tır” deyince ben bundan büyük bir mutluluk
duydum. Buranın hem il merkezine yakınlığı yanında
burası bize çok şey kazandıracaktır. Tabi ki buranın
hazırlanması gerekir, tanıtılması gerekir. Bu konuda
önümüzde uzun bir yol var” diye konuştu.
Erzurum Gazetesi, Fotoğraf: haberler.com,
20.08.2007
|
BALLARD KARADENİZ'DE TARİHİN PEŞİNDE
120 m derinlikte bir robot kol yardımı ile 900
yıllık bir batığı santim santim kazmak son derece
yorucu bir yöntem. Ukrayna sahillerinden 10 km kadar
açıkta Robert Ballard Chersonesos A adını verdiği
gemiyi kazıyor. Bu isim, Kırım sahillerindeki bir
Yunan kolonisinden geliyor. Gemi ise, Karadeniz’de
çok rastlanan antik kargo gemilerinden, şarap,
zeytinyağı veya balık taşıyor. Buluntular daha sonra
restore edilmek ve sergilenmek üzere Ukrayna’ya
teslim edilecek.
Karadeniz’de sualtı
araştırmaları iki sebepten dolayı bir hazine
değerinde. İlki, Soğuk savaş dolayısıyla bu sularda
daha önce hiç sualtı kazısı yapılmamış olması.
İkincisi ise, bu sularda tüm buluntuların bozulmadan
korunması. Akdeniz’in Karadeniz’e boşalmasının
ardından, buradaki göle akan tüm tuzlu su dibe
çöekerek dipte oksijensiz bir ortam yaratmış. Bu da
gemiyi veya içindekileri tahrip eden organizmalar ve
kurtların bu sularda yaşamaması anlamına geliyor.
Kazı, Ballard tarafından
kurulan Mistik Akvaryum Enstitüsü ile Rhode Island
Üniversitesi Oşinografi Bölümü tarafından yürütülen
üç ayaklı bir projenin parçası. İlk aşamada
araştırmacılar Güney Ege’de, Girit açıklarında su
altında toprak kaymaları buldular. Bu da, bölgedeki
yanardağ deprem veya tsunami tarafından tetiklenen
bir başka büyük doğal afet olabilir. İkinci aşamada
bir Bizans gemi kazısı ve onun civarındaki su
altının haritalanması sürdürülmekte. Üçüncü aşama
ise Chersonesos ile Türkiye sahillerinde daha önce
bulunan ve Sinop D adı verilen gemi
karşılaştırılacak.
Ballard “Antik Dünya’nın
otoyolunu bulduk. Karadeniz tahminlerimizin çok
ötesinde verimli” demekte. Yapılan çalışmaların tümü
anında ve canlı olarak enstitünün web sayfasından
(http://iao.gso.uri.edu/iao/) yayınlandığı gibi, bir
uzman e-maille sorulan tüm sorulara cevap vermekte.
theday.com, 20.08.2007
|
KIZLAR MANASTIRI'NDAN TARİH ÇIKIYOR
Trabzon'daki Kızlar Manastırı'nda sürdürülen kazı
çalışmaları kapsamında, Selçuklu mimarisine ait
izler bulundu.
Trabzon Müzeler Müdürü Nilgün Yılmazer, yaptığı açıklamada, mülkiyeti Trabzon
Belediyesi'ne ait olan Kızlar Manastırı'nda kazı
çalışmalarına 7 Kasım 2006 tarihinde başlanıldığını
belirtti. Manastırın 14. yüzyılda 3. Aleksios
tarafından yaptırıldığını, 18. ve 19. yüzyıllarda
ise ilaveler yapılarak son şeklini aldığının
bilindiğini ifade eden Yılmazer, yaklaşık 2 yıl
süren kazı çalışmalarının tamamlanmak üzere olduğunu
söyledi.
Yürüttükleri kazı çalışmalarının ilk günlerinde 18.
yüzyıl öncesine ait olduğu tahmin edilen 2 bütün
iskelet ile kafatası ve kemik parçaları bulduklarını
anımsatan Yılmazer, iskeletlerin incelenmesi için
İstanbul Üniversitesi'ne başvuruda bulunduklarını
kaydetti.
Kızlar Manastırı'nda sonradan eklenti olduğunu
düşündükleri 5-6 duvar olduğunu belirten Yılmazer,
bu duvarların kaldırılması için Trabzon Kültür ve
Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'na başvurularının
olacağını ifade etti.
Yılmazer, çalışma kapsamında seramik parçalar, bronz
objeler bulduklarını belirterek, şöyle devam etti:
“Manastırın kuzey batısındaki öğrenci odaları
içinde, erken döneme ait bir mimariyle karşılaştık.
14. yüzyıldan önce yapılmış mimari bulgular var. O
noktadaki 2 bağımsız duvar kalıntısını
kaldırmalıyız. 'Selçuklular Trabzon'a gelmedi'
denilse de bu kazıda Selçuklu mimarisi tarzında
tonozlu bir yapı görüldü. Bu yapılar, Kızlar
Manastırı kurulmadan önce bu alanda Selçuklu
mimarisine ait izler olarak değerlendirilebilir.
Buna paralel olarak bu tespitlerimiz netleşmemiş
olup, ancak kazı çalışmaları tamamlandıktan ve
konuya ilişkin taşınır bulgular elde ettikten sonra
net bir değerlendirme yapılabilir.”
Maçka İlçesi'ndeki Sümela Ören yerinde Selçuklu
mimarisine özgü çeşme, Ayasofya Müzesi'nde ise
Selçuklu mimarisi özelliği taşıyan bazı süslemeler
bulunduğunu belirten Yılmazer, “Bu da Trabzon'a
Selçukluların gelip gelmediği konusunda daha derin
incelemeler yapılması gerektiği kanaati taşımamıza
neden oluyor” dedi.
Yılmazer, kazı çalışmalarının ardından Trabzon
Belediyesi'nce Kızlar Manastırı'nın restorasyonunun
yapılacağını söyledi.
Kazı çalışmaları sonunda rapor hazırlayacaklarını,
bu raporun ardından hazırlanacak restorasyon
projesine yönelik bilim heyeti oluşturulması
gerektiğini dile getiren Yılmazer, “Trabzon
Belediyesi'nin restorasyon projesini uzmanlardan
oluşan bilim heyetiyle birlikte hazırlamasının uygun
olacağını düşünüyoruz. Çünkü Kızlar Manastırı il
merkezinde olup turizm için çok elverişli bir alan.
O alanda restorasyonda yapılacak en küçük bir hata
turizme zarar verir. Bu görüşümüzü Trabzon
Belediyesi yetkilileriyle paylaştık, çalışmalarımız
sürüyor” diye konuştu.
İl merkezinde Boztepe'nin yamacında şehre hakim bir
mevkide kurulan Kızlar Manastırı, 1349-1390 yılları
arasında 3. Aleksios zamanında kurulmuş, birkaç defa
onarılarak son şeklini 19. yüzyılda almış.
İki teras üzerine inşa edilen manastır kompleksi
yüksek bir koruma duvarı ile çevrilmiş. İlk olarak
güneyde içinde kutsal su bulunan kaya kilisesi ve
onun girişindeki şapel ve birkaç hücreden ibaret.
Kaya kilisesinin içerisinde kitabeler ve 3.
Aleksios'un karısı Theodora ve annesi Eirene'nin
portreleri yer almakta.
Trabzon Kent Haber, 20.08.2007
|
|
ESHAB-I KEHF'İN YERİ KÜLLİYE İLE BELİRLENDİ
Adana Vakıflar Bölge Müdürlüğü tarafından Mersin’in
Tarsus İlçesi'ndeki “Yedi Uyurlar” olarak da bilinen
Eshab-ı Kehf’in yakınındaki alana 2 milyon YTL
tutarında “külliye” yaptırılması, gerçek mağaranın
Mersin’in Tarsus İlçesi'nde olduğunun tescili olarak
değerlendirildi. Tarsus Belediye Başkanı Burhanettin
Kocamaz, Vakıflar Bölge Müdürlüğü’nün Dedeler
köyündeki mağaranın yakınına “Eshab-ı Kehf
Külliyesi” yaptırmasıyla, Kahramanmaraş’ın Afşin
İlçesi ile uzun süredir Eshab-ı Kehf’in nerede
olduğu yönündeki tartışmalara son noktayı koyduğunu
ifade etti.
Türkiye Gazetesi, Fotoğraf: eshabikehf.org,
20.08.2007
|
NEFERTİTİ'NİN MÜHRÜ BODRUM MÜZESİ'NDE
1984-1995 yılları arasındaki Uluburun batığında bulunan tarihi kalıntılar, Anadolu’nun ne kadar eski medeniyetlere ev sahipliği yaptığını bir daha ispatlıyor. Uluburun batığının erken tarihi, ilginç buluntuları ve taşıdığı muhteşem kargosu ile arkeolojik açıdan çok önemli olduğunu kaydeden Bodrum Kalesi ve Sualtı Arkeoloji Müze Müdürü Yaşar Yıldız, burada bulunan kalıntıların Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi’nde sergilendiğini belirtti. Uluburun batığının bugüne kadar bulunan ender batıklardan bir tanesi olduğunu ifade eden Yıldız, “Uluburun kazısı 11 yaz dönemi devam etti ve kazı sürecinde 22 bin 400 dalış gerçekleştirildi. Uluburun batığında arkeologları şaşırtacak zenginlikte eşyalar ve mücevherler bulundu. Gemideki 150 cam külçe, Miken ve Kıbrıs orijinli çanak çömlek, Mısır ve Kenan ülkesinden mühürler, mücevherler, Afrika’dan fildişi, Hippopotamus dişleri, şimdiye kadar eşine rastlanmamış bir kargoyu işaret ediyor. Şüphesiz arkeologları en çok sevindiren buluntu, Mısır Firavunu Akheneton’un karısı Nefertiti’ye ait mühür. Bu, kraliçenin bugüne kadar gelebilmiş tek altın mührüdür” dedi.
Uluburun batığında dünyanın en eski kitapçığının da bulunduğunu belirten Yaşar Yıldız, “Bizim için en önemlisi dünyanın en eski kitapçığı olarak bilinen fildişi menteşe ile kapatılmış eser. Kitapçığın, kaptanın not defteri olarak kullanıldığını düşünüyoruz. Kitap bal mumu ile yazılmış ve menteşeyle kapatılmış. Bal mumunun üzerine yazılan yazılar su altında dağılmış. Bu yüzden kitapçığın üzerinde ne yazdığı konusunda
bir bilgi yok” dedi.
Türkiye Gazetesi, 20.08.2007
|
|
|
TÜRBEHÖYÜK'TE GÖZ İDOLLERİ
Ilısu Barajı altında kalacak olan Siirt'teki Türbehöyük ören yerinde 6 yıldır sürdürülen kazının bu yılki kısmı tamamlandı.
Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Yard. Doç.Dr. Haluk Sağlamtemir başkanlığındaki ekibin yaptığı kazılarda göz idolleri ve kil heykelciklere ulaşıldı.
Milliyet, 20.08.2007
|
EBUL HASAN HARAKANİ KÜLLİYESİ YÜZYILLAR ÖNCESİNDEN
KALAN HİZMETİ DEVAM ETTİRECEK
Anadolu'ya Sultan
Alparslan'dan önce gelen ve buraların fethedilmesine
zemin hazırlayan Şehit Ebul Hasan Harakani
Hazretleri adına kurulan külliyede çalışmalar son
hızıyla devam ediyor.
Harakani Hazretleri'nin
asırlar önce bu topraklarda yürüttüğü hizmet,
külliye ile tekrar hayata geçirilecek. Şehit Ebul
Hasan Harakani Külliyesi Yaptırma ve Yaşatma Derneği
Başkanı Yavuz Uzgur, "Ebul Hasan Harakani
Hazretleri'nin Anadolu'ya geldiğinde hangi misyonu
ve hangi amacı gütmüşse şu anda külliyenin yeniden
yapılandırılmasının amacı da budur" diye konuştu.
Selçuklu Sultanı Alparslan, 1071 yılında
Malazgirt Savaşı'nı kazanmasından ve Anadolu'nun
Türkleşmesini sağlamadan önce Kars'ı fethetti. 1064
yılında Ani'den Kars'a giren ve bu topraklarda
Malazgirt Savaşı hazırlıklarını yürüten Alparslan
için de yaklaşık 40 yıl öncesinden Ebul Hasan
Harakani Hazretleri tarafından zemin hazırlanmıştı.
Sultan Alparslan, kendisinden uzun yıllar önce
buraya gelen ve bir Kars muhasarasında şehit düşen
Ebul Hasan Harakani Hazretleri için bir türbe ve
mescit inşa ettirdi. Daha sonra bu türbe ve mescit
merkezli bir külliye kuruldu. Tam teşekküllü olarak
1579 yılında 3. Murat'ın emriyle Lala Mustafa Paşa
tarafından kurulan bu külliye çeşitli işgallerde
yıkıldı. En son 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşından (93
Harbinden) sonraki Rus hakimiyetinde büyük zarara
uğrayan külliye, Cumhuriyetin ilanından sonra
onarıldı, Kümbet Mescidi ibadete açıldı, Selçuklu
minaresinin yanına da kargir bir cami yapıldı ve
türbe onarıldı. Ardından 1996 yılında Şehit Ebul
Hasan Harakani Hazretleri adına kurulan derneğin
yanı sıra Kültür Bakanlığı, Vakıflar Genel
Müdürlüğü, Diyanet İşleri Başkanlığı, Kars Valiliği,
Kars Belediyesi, İl Müftlüğü işbirliği ile 1579
yılında kurulan külliyenin yeniden inşası için büyük
bir faaliyet başlattı. 1996 yılında başlayan külliye
çalışmaları Başbakan Tayyip Erdoğan'ın geçtiğimiz
yıl Kars'ı ziyaretinden sonra hızlandırıldı.
Erdoğan'ın külliye yerini bizzat gezmesi ve
talimatları vermesinin ardından yürütülen
çalışmalarda büyük mesafeler kat edildi. Önümüzdeki
sene hizmete açılması planlanan külliye ile Kars
yeni bir vizyona ve misyona sahip olacak.
haberler.com, 20.08.2007
|
ANİ HARABELERİ HAVAALANI KURBANI OLDU
Kars
Havaalanı'nın 4 ayı aşkın bir zamandır bakım ve
onarımda, müzesinin de tadilatta olması en çok
turizm sektörünü etkiledi. Kars'a 45 kilometre
uzaklıkta, Ermenistan sınırında bulunan Ani Ören
Yeri'ni tercih eden yerli ve yabancı gezginlerin
uçuş engeline takılması turizmin yönünü de
değiştirdi. Kente gelen turist sayısında geçen
yıllara nazaran yüzde 20'lik bir düşüş yaşanırken,
havaalanının bir an önce uçuşlara açılması
bekleniyor.
Tarihi ve turistik açıdan bölgenin en gözde
yerlerinden olan Kars'ta bu sene turizm mevsimi
biraz durgun geçiyor. Bunun en büyük sebebi ise Kars
Havaalanı'nın geçtiğimiz nisan ayında bakıma
alınmasıydı. Buraya gelmek için genellikle uçağı
tercih edenlerin gelişlerini ertelemesi ve veya
iptal etmesi ise turist sayısında geçen yıllara
nazaran bir düşüş meydana getirdi. Geçen yıl sadece
Ani Harabeleri'ni ziyaret edenlerin sayısı 10 bini
aşarken, bu sene bu sayı 7 binde kaldı.
haberler.com, 20.08.2007
|
YANIKALİ
TURİZMİN HİZMETİNDE
Kastamonu'nun
Azdavay İlçesi'nde bulunan, Cumhuriyet’in efsane
isimlerinden Yanıkali’nin konağı, ekoturizm eğitim
merkezine dönüştürülecek. Ilgaz Dağı ve Küre Dağları
Milli parklarında Ekoloji Temelli Doğa Eğitimi Proje
Yürütücüsü Dr. İsmail Menteş, konağın ruhuna ve
özüne uygun restore edileceğini belirterek, “Yıl
sonunda kadar restorasyonu tamamlanacak Konak
ekoturizmin geliştirilmesinde kullanılacak” dedi.
Türkiye Gazetesi, Fotoğraf: azdavay.com, 19.08.2007
|
|
TIBERIAS'DA ANTİK BİZANS KİLİSESİ
BULUNDU
İsrail Eski
Eserler Müdürlüğü tarafından Tiberias’da sürdürülen
kazılar sırasında şehrin tarihine ışık tutabilecek,
çok önemli buluntulara rastlandı. Kazılara, şehirde
yapılacak bir atık su kanal inşaatı sebebi ile
başlanmıştı. Üç aylık kazı sonunda ele geçen
buluntular MS 1. yüzyıldan, şehrin büyük bir deprem
sonrası terk edildiği 11. yüzyıla dek uzanıyor.
Şehrin güneyinde 4. veya 5. yüzyıldan kaldığı tahmin
edilen, zemini tümü ile çok renkli, geometrik
motifli mozaikler ve haçlarla kaplı, büyük bir
Bizans Kilisesi açığa çıkarıldı.
Kilisenin
kalıntıları, daha önce kazılmış olan, hamam ve
dükkanlara bitişik. İsrail Eski Eserler Müdürlüğü
uzmanı Dr. Moshe Hartal’ın açıklamasına göre kilise
MS 427 yılında, üzerine basılmasını engellemek için
kiliselerin zeminine haç motifi konmasını
yasaklamıştı. Bu durum, kilisenin bu tarihten önce
inşa edildiğini gösteriyor.
Dağın yamacında,
Bizans kilisesine komşu bir Yahudi yerleşim grubu da
kazıya dahil edildi. Böylesine içiçe bir yerleşim,
bölgedeki klasik dönem şehirciliği üzerine yepyeni
tezler yaratmakta. Holiday Inn Oteli’nin otoparkında
yapılan kazılarda ise Erken İslam Dönemine (8-11.
yüzyıllar) ait yapıların yanısıra etkileyici seramik
ve cam buluntular ile bunların imalatına yarayan
aletlere rastlandı.
scoop.co.nz,
Israil Hükümeti Basın Bülteni, 09.08.2007
|
ANGKOR WATT'DA BÜYÜK BİR YERLEŞME BULUNDU
Kamboçya’da, Angkor Wat’ın çevresinde çok büyük bir
şehirleşme olduğu meydana çıktı. Angkor’un civarında
yaşayan bu nüfusun, toplumun çökmesine sebep olan
çevresel felakete neden olduğu düşünülmekte. Yüksek
çözünürlüklü sismik radar ve uydu fotoğraflarından
elde edilen verilerle yepyeni bir harita
oluşturuldu. Vejetasyondaki ufak değişikliklerin ve
yeraltında bulunan yapılar dolayısıyla yeryüzü
nemindeki değişimlerin incelenmesi sonucunda radar
inanılmaz detaylarla yepyeni tapınakların, göllerin,
yol ve kanalların yerlerini belirledi. Yeni bulunan
94 tapınağa ilave olarak 74 tanesinin de yerden
kontrol edilmesi gerekiyor.
Projeyi yürüten Sydney
Üniversitesi araştırmacıları ve onlarla birlikte
çalışan Kamboçyalı ve Fransız arkeologlar tüm Angkor
bölgesinin incelenmesi için ileri teknoloji ekipman
ve gelişmiş bir teknik kullanmaktalar. Bölge, çoğu
yoğun bitki örtüsü altında, 3000 kilmetre kareden
oluşuyor. Eski haritalar yetersiz hava fotoğrafı ve
ıssız bölgelere ulaşılamaması gibi sorunlar yüzünden
çok eksikti.
Araştırmacılar, bölgenin
yaklaşık 2/3 ünün yerleşim olduğunu tesbit etmiş
durumdalar. Bu, şu ana kadar belgelenmiş en büyük
sanayi-öncesi yerleşim anlamına geliyor. Şehrin
çekirdeği hemen hemen 1000 kilometre kare ve
banliyöler nerede ise araştırma sahasının
sınırlarının dışına kadar uzanıyor. Şehrin bir
milyon civarında bir nüfusu barındırdığı
düşünülüyor. Bu durum da, 9. ila 16. yüzyıl arasında
büyük bir devlet iken, 1860'larda ilk Avrupalılar
geldiğinde neden bitkiler arasında yokolmuş olduğunu
açıklıyor. Angkor’un çökmesinin en önemli
sebeplerinden birisi olarak gösterilen teori, doğal
su kaynaklarına büyük yönlendirmeler yapılmış
olması. Doğal yapıyı mahveden bu yönlendirmeler
sonunda - ciddi bir çelişki olarak- susuzluğa ve
kıtlığa yol açmış. Son buluşlar bu teorinin doğru
olabileceğini gösteriyor.
NewScientist.com, Haber: Emma Young,
13.08.2007
|
POMPEIOPOLİS'İ COLA KAPAKLARINDAN ÇOCUKLAR
TEMİZLİYOR
Kastamonu'nun Taşköprü İlçesi'nde bulunan Pompeiopolis
Antik Kenti`nde ikinci yılına giren kazı çalışmaları
sırasında alanda bulunan çok sayıda gazoz kapağı yaz
tatilinde olan ilköğretim çocukları topluyor.
Kültür ve Turizm Bakanlığı'ndan geçen yıl çıkan
izin ve Taşköprü Belediyesi'nin desteğiyle Almanya
Münih Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof.Dr. Latife
Summerer`in başkanlığında temmuz ayında başlayan
kazı çalışmasının 70 gün devam edeceği belirtildi.
Pompeiopolis`te gelecek hafta yapılacak jeofizik
çalışması öncesi kazı alanı, başta meşrubat ve bira
kapağı olmak üzere cam kırığı ve plastik maddelerden
arındırılmaya başlandı.
Alanın kapak ve doğadan olmayan parçacıklardan
temizlenmesi çalışmasını ise yaz tatilinde bulunan
Bahri Alp İlköğretim Okulu öğrencileri üstlendi.
Kazı alanına gelerek kazı ekibiyle sıcak ilişki
kuran ilköğretim çağındaki çocuklar, Prof.Dr.
Summerer`in teşvikiyle alandaki çöpleri toplamaya
başladı. En çok kapağı toplayan ise kazı başkanı Summerer
tarafından en büyük dondurmayla ödüllendiriliyor.
Açıklama yapan Prof.Dr. Summerer, gelecek hafta
yapılacak jeofizik çalışması öncesi böyle bir
uygulamaya gittiklerini, çocukları teşvik etmek için
de günün sonunda en çok kapak ve malzemeyi kim
topladıysa en büyük dondurmayı ona aldıklarını ifade
etti.
Kastamonu Life, 19.08.2007
|
|
ŞANLIURFA'DA 103 ARKEOLOJİK ZENGİNLİK KORUMA ALTINA ALINDI
Şanlıurfa'da 103 arkeolojik, kentsel, doğal ve tarihi SİT alanının Kültür ve Turizm Bakanlığı'nca tescil edilerek koruma altına alındığı bildirildi.
Şanlıurfa Valiliği'nin internet sitesinde yer alan açıklamada; 97 adet arkeolojik SİT alanı, 3 adet kentsel SİT alanı, 2 adet doğal SİT alanı olmak üzere toplam 103 SİT alanının Kültür ve Turizm Bakanlığı'nca tescil edilerek koruma altına alındığı belirtildi. Kentin 11 bin yıllık tarihi geçmişe sahip olduğuna ve bu özeliğiyle birçok medeniyete ev sahipliği yaptığına işaret edilen açıklamada, arkeolojik SİT alanları dışında Şanlıurfa, Harran ve Birecik ilçe merkezlerinde bazı yerleşim alanlarının kentsel SİT alanı olarak tescil edildiği kaydedildi.
Şanlıurfa kent merkezi ve Birecik ilçe merkezinin bir kısmının doğal SİT alanı olarak koruma altına alındığına dikkat çekilen açıklamaya göre, Kurtuluş Savaşı'nda şiddetli çatışmaların yaşandığı Şanlıurfa-Gaziantep karayolu üzerindeki Şebeke mevkii de tarihi SİT alanı olarak tescil edildi.
Açıklamada, ayrıca Şanlıurfa'da ve Birecik ilçesinde 1 askeri yapı, 27 dinsel ve kültürel yapı, 278 sivil mimarlık örneği ev olmak üzere toplam 306 taşınmaz kültür varlığının tescil edildiği ifade edildi.
TürkiyeTurizm.com, 19.08.2007
|
BU OCAK 8 BİN YAŞINDA
Diyarbakır'ın Bismil İlçesi'nde günümüzden 8 bin yıl öncesine ait ocaklar bulundu.
Ilısu Baraj Gölü altında kalacak olan tarihi eserlerin kurtarılması amacıyla Bismil'de süren 9 kazıdan biri olan Hakemi Use Tepesi'ndeki kazılarda 30'dan fazla ocak gün ışığına çıkarıldı. Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü öğretim üyesi Yrd. Doç.Dr. Halil Tekin, "Burada Neolotik döneme ait tarımcı ve köy topluluğunun bir evresini tespit ettik'' dedi.
Sabah, 19.08.2007
|
|
|
APOLLON'UN HEYKELİ BULUNDU
Efes'ten sonra Anadolu'daki en önemli yerleşim yerlerinden biri olan Laodikya'da Apollon'un üç ayaklı kazanına dolanmış heykeli bulundu.
Denizli'nin 6 kilometre kuzeyinde yer alan antik Laodikya kentindeki kazı çalışmaları 150 kişilik çalışma grubuyla Pamukkale Üniversitesi (PAÜ) Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Doç.Dr. Celal Şimşek başkanlığında sürdürülüyor.
Şimşek, 5 kilometrekarelik tel örgülerle çevrili alanda yapılan kazı çalışmalarında Suriye Caddesi'de daha önce buldukları tapınak sunağının kabartmalı parçasını bulduklarını açıkladı.
Doç.Dr. Celal Şimşek, "Doğu Bizans kapısında devşirme malzeme olarak kullanılmış ikinci kabarmalı parçayı da bulduk. Apollon'un üçayaklı kazana dolanmış yılan kabartmasını bulduk. Yılan sağlık sembolü olarak kullanılıyor. Çok kaliteli bir kabartmadır." dedi.
Laodikya'daki kazı çalışmalarına Kültür ve Turizm Bakanlığı 110 bin, Denizli İl Özel İdaresi 350 bin ödenek sağlarken TÜBİTAK, Denizli Belediyesi ve Pamukkale Üniversitesi de kazılara destek veriyor.
Haber Ekspres, Fotoğraf: haberler.com, 19.08.2007
|
KAZDIKÇA TARİH ÇIKIYOR
İzmir'de turizme katkı sağlayacak Agora kazılarında yeni eserler gün ışığına çıktı.
Dokuz Eylül Üniversitesi'nden Yrd. Doç.Dr. Akın Ersoy başkanlığındaki 37 kişilik ekip, MS 3. yüzyıla ait olduğu sanılan bir kadın başı heykeli buldu. 45 santim boyundaki eserin bir imparatoriçeye ait olabileceği belirtildi.
Milliyet Ege, Haber: Mustafa Oğuz, 19.08.2007
|
|
VE TARİHİ ŞAPEL GÜN IŞIĞINDA
Hatay'ın Kırıkhan İlçesi'nde, köylünün, bahçesinde
sarımsak ekmek için çapa yaparken bulduğu, ancak
ödenek yokluğu nedeniyle 13 yıldır toprak altında
bekletilen 2 odalı gizli tapınma yeri olan tarihi
şapel, başlatılan kazı çalışması sonucu
gün ışığına çıkarıldı.
Hatay Arkeoloji Müzesi arkeoloğu ve kazı ekibi
Başkanı Ömer Çelik,İncirli köyünde, Nazik Dinler'in
evinin önündeki bahçede, sarımsak ekmek için toprağı
çapalarken yapının bir bölüm ile karşılaşması
üzerine yaptığı bildirim üzerine tespit edilen
şapelin, kazıların başlayacağı döneme kadar üzerinin
yeniden toprakla örtüldüğünü söyledi.
Olanakların sağlanması ve gerekli işlemlerin
ardından, bakanlıktan temin edilen 30 bin YTL
ödenekle kazı çalışmalarına başlandığını belirten
Çelik, 3 arkeolog ve 12 işçi ile 15 günlük
çalışmayla MS 5'inci yüzyıla ait olduğu anlaşılan
şapeli gün ışığına çıkardıklarını belirtti.
Çalışmada, şapelin anahtarı ve ayinler sırasında
kullanılan kandilin de bulunduğunu ifade eden Çelik,
şöyle devam etti: “Roma'nın Hristiyanlığı baskı
altında tuttuğu döneme ait olan ve gizli bir tapınma
yeri olarak yapılan şapelin zaman içerisinde çok
fazla tahrip olduğunu gözlemledik. 2 odadan oluşan
ve 40 metrekarelik şapelin tavan bölümü neredeyse
tamamı ile yok olmuş. Tabanda bulunan mozaiklerde
kuş, geyik, tavus kuşu gibi hayvan figürleri yer
alıyor. Ayrıca, Hristiyanlar için kutsal sayılan ve
cennet meyvesi olarak kabul edilen nar ağacı da
dikkati çekiyor. Mozaiklerle, doğal hayat
anlatılıyor.”
Şapelin bulunduğu İncirli
Köyü'nde, geçmişi
aydınlatacak daha başka yerleşim birimlerinin
olabileceğini tahmin ettiklerini vurgulayan Çelik,
bu nedenle çalışmanın köy içerisinde devam ederek
genişletileceğini ifade etti.
Nazik Dinler (72), bahçesinde sarımsak ektiği sırada
tesadüfen karşılaştığı yapının tarihi değerde
olabileceğini düşünerek durumu yetkililere
bildirdiğini, yapılan tespitte de şapel ve mozaik
bulgularına rastlanması dolayısıyla kaçak kazı
yapılabileceği endişesi taşıdığını belirtti.
Bahçesinde şapelin bulunduğu bölümde o tarihten
bu yana hiçbir şey ekmediğini anlatan Dinler,
“Tarihi değerlere bir şey olmasın, zarar görmesin
diye hep tedirgin oldum. Kaçak kazı endişesiyle
geceleri nöbet tuttum. Bahçemde tarihe ışık tutacak
bu kadar güzel şapelin çıkması beni onurlandırdı”
diye konuştu.
Hatay Kent Haber, 18.08.2007
|
BU YIL ARTEMİS HEYKELİNİN BULUNUŞUNUN 51. YILI
Tam 51 yıl önce Efes Harabeleri'nde gerçekleşen
kazılarda ortaya çıkan "Güzel Artemis Heykeli" şu
anda Efes Müzesi'nde korunuyor.
Efes Antik Kenti
Kazi Başkani Prof.Dr. Fritz Krinzinger,
Artemis Heykelinin bulunuşunu anlatarak öneminden
bahsetti. Artemis Heykellerinin 1956 yılında
Prytaneion (Belediye Binası) kazısında bulunduğunu
ifade eden Prof. Krinzinger, Prytaneion'un (
Belediye Binası ) Hestia Sunağı ile birlikte şehrin
kutsal alanı olarak kullanıldığını, burada politik
işlerin görüşülüp, kabullerin yapıldığını, önemli
törenler ve şölenlerin düzenlendiğini belirtti.
Prof. Krinzinger
şöyle konuştu: "Doğu ile batı (Asya ile Avrupa)
arasındaki başlıca kapı durumunda ve önemli bir
liman kenti olan Efes'in bu ideal coğrafi konumu,
çağının en önemli politik ve ticaret merkezi olarak
gelişmesini ve Roma Dönemi'nde Asia Eyaleti'nin
başkenti olmasını sağlamıştır. Ancak Efes Antik
Çağ'daki önemini sadece büyük bir ticaret merkezi
olarak gelişmesine ve başkent oluşuna borçlu
değildir. Anadolu'nun en eski anatanrıçası
geleceğine dayalı Artemis Kültü'nün en büyük
tapınağı da Efes'te yer alır. Bu gerçekte yine
Antik Efes'in Artemis Kültü'ne verdiği önemi
gösterir".
Antik Efes
Kentinin önemli fonksiyonları olduğundan bahseden
Prof. Krinzinger, "Kentin hem erkek hem de kadınları
tarafından üstlenilen en yüksek dinsel ve yönetimsel
görevi Prytanlık'tı. Kent içinde seçkin sınıftan
olan Prytan'ın görevi; Prytaneion'da bulunan ve
Efes'teki tüm evlerin ocaklarının, kentin varlığını
simgeleyen "Kent Ocağı"ndaki ölümsüz ateşin
gece-gündüz durmadan yanmasını sağlamaktı. Ocak
tanrıçası Hestia adına Prytan bu görevi büyük
kıvançla yürütürdü. Yapılan harcamalar Prytan
tarafından karşılanırdı. Efes Prytaneion'u, yan
yapıları dışında önde, çevresi portikli bir avlu ve
gerisinde bulunan kapalı büyük bir salondan
oluşmaktadır. Cephesinde sekiz adet yüksek ve kalın
Dor stilindeki sütunlarıyla büyük bir tapınak
görünümündedir. Salonun tam ortasında bazalttan
yapılmış sunağın temelleri vardır. Efes'in
gece-gündüz hiç sönmeyen ateşi "Hestia (Ocak
Tanrıçası) Kutsal Alanı" denilen bu yerde yüzyıllar
boyunca yanmıştır. Efes Müzesi'nde sergilenmekte
olan Artemis heykelleri 1956 yılında bu kutsal
alanda sağlam olarak bulunmuşlardır. Sütunlar ve
yapının çevreye saçılmış durumdaki mimari parçaları
üzerinde görülen yazıtlardan bir bölümü "Kuretler
Birliği" nin listesini verir. Ayrıca bu yazıtlar
içerisinde insanların özgürlüğüne kavuşması,
aldıkları cezaların bağışlanması ve bununla beraber
ödüllendirilmesi gibi yazıtlar da bulunuyor. Efes
Kentinin Artemis Kültüne bağlılığının kanıtı olan
Artemis heykeli, kentin hem idari hem de manevi
merkezi olan bu yerde
bulunmuştur" dedi.
Prof. Krinzinger,
önemli olan başka bir konuya daha işaret çekerek;
"Bu yıl Prytaneion'da (Belediye Binası) yeniden
çalışmalara başladık. Bu çalışmalarımız önümzdeki
yıllarda da devam edecek ve yayına hazırlanacaktır"
dedi.
Selçuk Bölge Haberleri, 18.08.2007
|
|
AMASYA MÜZESİ'NDE 24 BİN TARİHİ ESERLE 7 BİN YILLIK TARİHE YOLCULUK
Birçok medeniyete ait başta sikke, mühür, el yazması ve mumyalar olmak üzere yaklaşık 24 bin eserle bölgenin en modern ve en zengin müzesi olan Amasya Müzesi'ni ziyaret edenler 7 bin yıllık tarih içinde yolculuğa çıkıyor. İlk defa 1925 yılında Sultan Bayezid Külliyesi'ndeki medrese binasının iki odasında toplanan az sayıda arkeolojik eserle İslami devir mumyalarının bir araya getirilmesiyle kurulan müze deposu daha sonra eserlerin çoğalması ve teşhir edilecek mekanlara ihtiyaç duyulması nedeniyle 1962 yılında Selçuklu eserlerinden olan 1266 yılında yapılmış Gökmedrese Camii'ne nakledilerek Amasya Müzesi adını aldı.
1958 yılına kadar fahri memurlukla idare edilirken aynı yılın Haziran ayından itibaren Amasya Müze Müdürlüğü'ne dönüştürüldü. 1977 yılında bu günkü modern binasına taşınan Amasya Müzesi 1980 yılında ziyarete açıldı.Bu tarihte tekrar kapatılıp onarıma alınan müze 2003 yılında açılarak hizmete devam etti. Üç katlı olarak yapılan müzenin içerisinde sikke ve arkeolojik eserlerle dinlenme salonu, Osmanlı ve Selçuklu dönemlerine ait etnografik eserler salonu ile mumyaların sergilendiği bölümler yer alıyor. Müzedeki çekici eserlerin başında Teşup heykelciği ve mumyalar geliyor.
TürkiyeTurizm.com, 18.08.2007
|
TARİHİ CAMİDE YENİLEME ÇALIŞMASI BAŞLATILDI
Burdur'un Değirmenler Mahallesi'nde bulunan 150 yıllık Saden Camii, restore ediliyor. Tüm güzellikleri ile eski haline yeniden döndürülmeye çalışan camideki çalışmaların Ramazan ayına yetiştirilmesi hedefleniyor.
Başbakanlığa bağlı Vakıflar Genel Müdürlüğü, tarihi camilerin restore çalışmalarını sürdürüyor. Bu çalışmalardan bir tanesi de Burdur'un Saden Camii'nde yapılıyor. 1961 yılında inşa edilen cami, Cumhuriyet'in ilk yıllarında yaşanan bir deprem sonucu hasar görmüş. Zamanla ahşap doğramaları, duvarları, minber ve mihrabı çürümeye başlayan cami çalışmalar ile yeniden eski güzel günlerine dönecek. Çalışmayı ihale ile alan Kaan Restorasyon şirketine bağlı mimar olarak görev yapan Mustafa Cumhur Batur, caminin özellikle minber ve mihrabının değerli olduğunu söyledi. Batur, "Bu mukaddes mekanın birçok bölümü zamanla eskiyip, yıpranmış. Yaptığımız çalışmalar ile camiyi orijinaline uygun olarak baştan aşağıya yeniliyoruz. Özellikle minberin etrafındaki yine 150 yıllık Ayet-el Kürsi Vakıflar Genel Müdürlüğü'nün kontrolünde yeniden düzenlenecek." diye konuştu. Ancak Ayet-el Kürsi yazısının yerde dağınık bir şekilde bekletilmesi dikkatlerden kaçmadı.
Batur, caminin bahçesindeki tuvaletin yeraltına alındığını, ahşap minarenin koruyucu boya ile boyandığını, bahçe düzenlemesinin yeniden yapıldığını aktardı. Tüm bu çalışmaları Ramazan ayından önce bitirmeyi hedeflediklerini vurgulayan Batur, "İnşallah amacımıza ulaşır ve köklü bir camiyi güzelleştirerek en kısa zamanda ibadete açabiliriz." diye konuştu.
Zaman, Haber: M. Ali Bülbül, Fotoğraf: burdurmuzesi.cgov.tr, 18.08.2007
|
|
İTALYA'DAN ALINACAK DERSLER!
İtalya'nın ortasındaki Tuskani
bölgesi zamanında Etrüsklerin de merkezi idi. 25 yıl
önce bir Arkeoloji öğrencisi olan Andrea Marcocci,
ormanlık arazide bir Etrüsk mezarı saptadı. Orman
arazisi içinde kimsenin görmeyeceğini düşünerek
fazla endişelenmedi. Yıllar sonra, ormancıların
mezarın olduğu bölgeyi temizlemeye başlamasından
dolayı artık harekete geçmesi gerektiğine kadar
verdi. Resmi yerlerden gerekli izinleri aldıktan
sonra (İtalya'da toprak altından çıkan
herşey devlete aittir) bir ekip ile
birlikte mezarın kazısına başladı. Ekip kazı
sırasında mezarın hiç dokunulmamış olduğunu görerek
şaşırdı. Büyük bir sevinç yaratan bu gelişme,
mezarın içinden 2000 yıldır gün ışığı görmemiş
neredeyse tüm seramik kaplar, bronz gömü eşyaları ve
yaklaşık iki düzine insanın küllerinin olduğu
urnelerin elde edilmesiyle sonuçlandı. Mezarda
herhangi bir resim bulunamadı. Mezarın Hellenistik
döneme ait olduğu düşünülmekte.
Arkeoloji adına çok büyük bir
keşif olmasa da, kazıyı yapan ekip için bu,
Tutankamon'un mezarını açmak gibi bir şeydi. Bir
diğer önemli nokta da, kazıyı yapan ekibin
gönüllü Arkeologlardan
oluşması idi. Odysseus adındaki Amatör Arkeologlar
Derneği, İtalya'daki eski eserlerin korunmasına
yardımcı olan bir kurum. Özellikle acil müdahale
edilmesi gereken zamanlarda, bölgedeki en yakın
yerel üyeler, resmi izin alarak küçük çapta kurtarma
kazıları yapabilmekteler. Dernek, kazı tecrübesi ve
eğitimi almış üyelerden oluşuyor zira yeterli
donanımı olmayan kişilere kazı yaptırmak İtalya'da
yasak. Ülkenin çok geniş bir kesiminde, devletin
eski eserlere yönelik müdahale olanağının bu tarz
oluşumlar sayesinde arttırıldığı yetkililerce
belirtilmekte. Resmi bir yetkili nezaretinde yapılan
kazılar, bizdeki müze kurtarma kazıları ile
benzeşmekte. Fakat arada önemli bir fark var,
müzelerin sınırlı eleman sayısı olması nedeni ile,
bölgeyi denetleme ve gerektiğinde kazı yapma
imkanları genellikle sınırlı ölçüde
gerçekleştirilmekte. Bu tür kazıların maddi yükü de
ayrı bir sorun. Gönüllü Arkeologlar sayesinde, hem
eleman sıkıntısı hem de maddi sorunlar ortadan
kalkıyor. Ayrıca İtalya'daki bu tarz dernekler
aracılığı ile, eğitimli ve deneyimli Arkeologlar
ülkenin kültür mirasına gönüllü olarak katılabilme
imkanı bulmaktalar. Üstelik her üye, kendi yaşadığı
bölgedeki olup bitenleri izleyerek, koruma ağının
daha geniş ve işlevsel olmasına katkıda bulunuyor.
İtalya sadece bu tarz gönüllü
dernekleri ile farklı değil. İtalya'da da kaçakçılık
önemli bir sorun.
Arkeolojik alanların
güvenliği son yıllarda arttırıldı. Sadece eski
eserlerden ve arkeolojik alanların güvenliğinden
sorumlu güvenlik güçleri oluşturuldu.
Başarılı lobi çalışmaları sayesinde, daha önce
ülkeden götürülen ve çeşitli müzelerde sergilenen
pek çok eser ülkeye geri getirildi. Bu müzeler
arasında Metropolitan Müzesi ve Boston Müzesi de
bulunuyor. En son J. Paul Getty Müzesi'nden 40 parça
geri getirtildi. 2001-2006 yılları arasında, tam
345.320 çalınmış eser tespit edilerek tekrar ülkeye
geri kazandırıldı. Polis teşkilatı içinde
1969 yılında kurulan özel bir
birim, akademisyenler ve diğer Polis birimleri ile
birlikte çalışarak yurtiçi ve dışında çalınan
eserleri takip etmekte ve suçluları yakalamakta.
İtalya bunları yapıyor.
Peki ya biz?
Yüksek Zemin Arayışı (zemin.terapad.com), Kaynak: Herald Tribune, Haber: Elizabetta Povoledo, 17.08.2007
|
150 YILDIR ANADOLU'YU KAZIYORUZ
1800’lü yıllarda casus
arkeologlar aracılığıyla birçok tarihi kalıntısı
yurt dışına kaçırılan ve kimi kaynaklara göre ilk
arkeolojik kazıları Troia’da 1854’te Frank Calvert
tarafından, kimilerine göre de 1871’de Henrich
Schliemann tarafından gerçekleştirilen Anadolu’da,
bugün 200’ü aşkın noktada kazı çalışması yapılıyor.
MUĞLA
Türkiye’de halen an çok arkeolojik kazıların
yapıldığı illerin başında Muğla geliyor. Muğla’daki,
Karia ve Likya gibi uygarlıklara başkentlik yapmış
ve bu uygarlıkların izlerini taşıyan tarihi antik
kentlerde ve ören yerlerinde, kültürel değerlerin
gün ışığına çıkarılması için 2006 yılında 11 yerde
bilimsel, 7 yerde kurtarma kazısı, 6 yerde ise yüzey
araştırması yapıldı.
Farklı uygarlıkların izlerini taşıyan 195 tarihi
antik kentin bulunduğu Muğla’da, 2007 yılı içinde
bir bölümü başlayan, bir bölümü de önümüzdeki
günlerde başlayacak arkeolojik kazı yerleri şöyle
sıralanıyor:
ARKEOLOJİK BİLİMSEL
KAZILAR
Köyceğiz-Kaunos Kazısı, Fethiye-Tlos Kazısı,
Fethiye-Letoon Kazısı, Datça-Knidos Kazısı,
Datça-Knidos Antik Kenti Kazısı, Yatağan-Lagina
Kutsal Alan Kazısı, Milas-Beçin Kazısı, Milas-İassos
Kazısı, Milas-Labranda Kazısı, Bodrum-Gümüşlük
Myndos Kazısı.
ARKEOLOJİK KURTARMA
KAZILARI
Muğla-Özlüce Fosil Yatakları Kazısı,
Kavaklıdere-Hylarima Kazısı, Yatağan-Alaşar
Çatlıbası Kazısı, Bodrum Omurça Mah Kazısı,
Milas-Gümüşkesen İlköğretim Okulu Bahçesi Kazısı,
Marmaris-Yalancıboğaz Kazısı, Datça-Emecik Köyü
Apollon Kutsal Alanı Kazısı.
ARKEOLOJİK YÜZEY
ARAŞTIRMALARI
Muğla-Kentsel Sit Alanı, Milas-İassos Ören Yeri,
Milas-Heraklia, Marmaris-Kıran Gölü, Fethiye-Likya
Pamfilya, Aydın ve Muğla İlleri Yüzey Araştırması.
İZMİR VE MANİSA
İzmir’de her yıl haziran ayı civarında başlayan ve
eylül ayına kadar süren arkeolojik kazılar devam
ediyor. İzmir’de kazıların ağırlık noktalarını,
dünyanın başta gelen kültür merkezleri arasında yer
alan Bergama, Selçuk İlçesi'ndeki Efes Harabeleri ve
Aliağa İlçesi'ndeki Kyme Antik Kenti kazıları
oluşturuyor.
Kentteki en eski kazı çalışması Efes Antik Kenti’nde
yapılıyor ve yaklaşık 100 yıldır bu çalışmalar devam
ediyor. Burada çıkarılan eserler Selçuk Müzesi’nde
sergileniyor.
İzmir’in Aliağa İlçesi'nde Anadolu’nun Ege
sahillerindeki en eski şehirlerinden biri olan Kyme
Antik Kenti kazı çalışmaları sürüyor. Burada bulunan
eserler İzmir Arkeoloji Müzesi’nde sergileniyor.
Bergama İlçesi'ndeki Pergamon Antik Kenti, Urla
İlçesi'ndeki Limantepe ve Klazomenai ve Torbalı
İlçesi'ndeki Metropolis Antik Kenti kazıları ise
devam eden çalışmalar arasında yer alıyor.
Manisa genelinde halen Salihli İlçesi'ne bağlı Sart
beldesinde Sart Antik Kazısı ve Aigai Antik Kenti'nde
kazı çalışmaları sürdürülüyor. 1958 yılında kazı
çalışmalarına başlanılan Sart Antik Kenti kazıları
ABD’li bir profesör başkanlığındaki kurul tarafından
sürdürülüyor. Aigai Antik Kenti’ndeki kazı çalışması
ise 2005 yılından bu yana sürdürülüyor.
ÇANAKKALE’DE ANTİK
ÇAĞLARIN BİLİNMEYENLERİ
Eski çağlarda Hellespontos ve Dardanel olarak anılan
ve MÖ 3000 yılından beri yerleşim alanı niteliğini
koruyan, birçok medeniyete ev sahipliği yapan
Çanakkale’de, bugün yüzlerce bilim adamı tarafından
yürütülen 6 farklı yöredeki arkeolojik kazılarda,
antik çağların bilinmeyenleri gün yüzüne çıkarılmaya
çalışılıyor.
Erken Bronz Dönemi’nden bu yana önemli bir yerleşim
merkezi olan Çanakkale’de Troia, Aleksandreia Troas,
Assos, Apollon Smintheus, Yenibademli ve Parion’da
her yıl yerli ve yabancı çok sayıda bilim adamı
tarafından bilimsel çalışmalar yürütülüyor.
TROİA ANTİK KENTİ
Ticaret, zenginlik ve savaş kenti olarak anılan
Troia Antik Kenti, dünya arkeolojisi ve kent turizmi
açısından büyük önem taşıyor.
Zengin bir tüccar olan ve okuduğu kitaplardan
Troia’dan etkilenen Henrich Schliemann Çanakkale’ye
gelerek, 1871-1878 yılları arasında kazı çalışması
yaptı. Arkeoloji bilginden yoksun ve Priamos’un
hazinelerinin peşinde olan Schliemann, yaptığı bir
kazıda bakır leğenler, tencereler, altın, gümüş,
elektron ve tunç kupalar, bakır mızrak uçları, altın
yüzükler, bilezikler, küpeler ve baş süsleri buldu.
Bulduklarını yasal olmayan yollarla Atina’ya
kaçırdı.
Arkeolog Prof.Dr. Manfred Korfmann tarafından 1988 yılında başlanan bilimsel kazılar, iki yıldır arkeolog Prof.Dr. Ernest Pernicka ve yardımcısı Yard. Doç.Dr. Rüstem Aslan tarafından yürütülüyor.
Pernicka, Prof.Dr. Manfred Korfmann’ın, Troia Antik Kenti’nde 1988’de başlattığı kazı çalışmalarını içeren 8-10 ciltlik son yayınını 2010 yılına kadar tamamlayarak, bilim dünyasına sunmayı hedeflediklerini belirtti.
PARİON ANTİK KENTİ
Troas bölgesinin MÖ 4. yüzyılda en önemli ticaret
merkezi ve Bizans, Roma, Hellenistik, Klasik ve
Arkaik dönemlere doğru uzanan bir yerleşim birimi
olan Parion, özellikle Hellenistik döneme ait
zenginliğiyle göze çarpıyor.
Atatürk Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi
Arkeoloji Bölüm Başkanı Prof.Dr. Cevat Başaran’ın
kazı heyeti başkanlığı yürüttüğü antik kentte, 2005
yılından itibaren kazı çalışmaları sürdürülüyor.
ALEKSANDREİA TROAS
Çanakkale’nin Ezine İlçesi'ne bağlı Dalyan Köyü
yakınlarında bulunan Aleksandreia Troas (İskender’in
Yurdu), MÖ 4. yüzyılın sonlarına doğru Büyük
İskender’in komutanlarından ve sonra da Kral olan
Antigonas tarafından kuruldu.
En görkemli yıllarını Roma döneminde yaşayan
Aleksandreia Troas, bir ara İstanbul’a alternatif
olarak Doğu Roma’nın başkenti olması için gündeme
geldi.
Bugün yalnızca MS 2. yüzyılda Hadrianus’un yaptırmış
olduğu hamam ve su kemerlerinin kalıntılarının yanı
sıra stadion, tiyatro, sur duvarları ile dor
üslubunda olduğu sanılan bir mabedin izleri
görülmektedir. Buradaki kazı çalışmaları 4 yıldır,
Alman arkeolog Prof.Dr. Elmar Schwertheim tarafından
yürütülüyor.
ASSOS
Antik çağların önemli liman kentlerinden olan Assos,
Aristoteles’in ilk felsefe okulunu kurduğu bir
yerleşim birimi olarak dünya tarihine geçti.
Sur duvarlarıyla korunan, yuvarlak ve kare kulelerle
desteklenen antik kentte kazı çalışmaları 1980’de
Prof.Dr. Ümit Serdaroğlu tarafından başlatıldı.
Tiyatro, agora, meclis binası, liman, nekropol ve
gymnasiondan oluşan antik kentte kazılar, Prof.Dr.
Serdaroğlu’nun vefatının ardından, Çanakkale Onsekiz
Mart Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji
Bölümü Klasik Arkeoloji Ana Bilim Dalı Başkanı
Doç.Dr. Nurettin Aslan ve ekibi tarafından
yürütülüyor.
APOLLON SMİNTHEUS
O günkü inanışa göre, Tanrı Apollon’un fareler
üzerindeki gücüne adanan ve Çanakkale’nin Gülpınar
köyünde bulunan tapınak, kent turizminin önemli
parçaları arasında yer alıyor.
Hellenistik dönemdeki enflasyon nedeniyle
tamamlanamayan tapınakta, Ankara Üniversitesi Dil ve
Tarih-Coğrafya Fakültesi Klasik Arkeoloji Anabilim
Dalı Başkanı Prof.Dr. Coşkun Özgünel başkanlığında
kazı çalışmaları 27 yıldır sürdürülüyor.
Gökçeada’nın kültür tarihinin aydınlatılmasında
önemli bir rol oynayan Yenibademli Höyük’te 12
yıldır Prof.Dr. Halime Hüryılmaz başkanlığında kazı
çalışması yürütülüyor.
ESKİŞEHİR
Eskişehir’in 2 ilçesinde devam eden kazılar geçmişe
ışık tutuyor.
Seyitgazi İlçesi'ne bağlı Yenikent Köyü'nde 1994’te
Prof.Dr. Turan Efe başkanlığında başlatılan
Küllüoba Höyük kazısında ilk tunç çağına ait eserler
bulundu. Küllüoba Höyüğü MÖ 5 bin yılına kadar
uzanan geçmişe sahip.
Kazıda, saray niteliğinde anıtsal bir yapı ile
çanak, çömlek ve mimari yapılar ortaya çıkarıldı.
Eskişehir Müze Müdürlüğü başkanlığında, Anadolu
Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü
Öğretim Üyesi Yrd. Doç.Dr. Oğuz Alp’in önderliğinde
Han İlçesi'nde yürütülen Han yer altı şehir
kazılarında ise mezar taşları ve 30-40 santimetrelik
adak heykelcikler bulundu.
Kurtarma kazısı şeklinde süren kazılar 2004’te İl
Özel İdaresi'nin desteğiyle başladı. Kazılar, 2008’de
Kültür ve Turizm Bakanlığı başkanlığında
sürdürülecek.
AMASYA’DAKİ
ARKEOLOJİK KAZILAR
Kültür ve Turizm Bakanlığı ile çeşitli
üniversitelerin iş birliğinde Amasya’da bu yıl
çeşitli bölgelerde kazı çalışması
gerçekleştirilecek.
Bu kapsamda, 3 Temmuzda başlayan Amasya Kalesi
(Harşena Dağı) sistemli arkeolojik kazılarına devam
ediliyor. Yaklaşık 3 ay sürmesi planlanan kazılarda
şu ana kadar Osmanlı ve Selçuklu dönemi su
sarnıçları ile çeşitli toprak ve metal kaplar elde
edildi.
Merkez Doğantepe beldesinde ise eylül ayında
başlanacak ve yaklaşık 40 gün sürecek kurtarma
kazısında Hitit dönemiyle ilgili araştırma
yapılacak.
Merkez Tolucak Köyü (Oluz) hudutları içinde yer alan
Yassıhöyük yöresinde de arkeolojik kazı çalışması
başlatılacak. Söz konusu kazıların her yıl yaklaşık
40’ar günlük sürelerle 10 yılda tamamlanması
planlanıyor.
Göynücek İlçesi Şerefter köyü yakınlarında bulunan
ve Asur ticaret kolonilerine ait buluntuların (MÖ 2
bin) araştırılacağı höyük kazılarına ise Amerikan
The Chicago Üniversity Oriental Institute ve
Danimarka Arkeologie Enstitute Müdürlüğünden bilim
adamlarının katılımı ile bu ay içinde başlanacak.
Yetkililer, bu bölgede periyodik aralıklarla
yapılacak kazı çalışmalarının yaklaşık 25 yıl
sürmesinin beklendiğini ve toplam bütçesinin
yaklaşık 1 milyon doları bulacağını söylediler.
İKİZTEPE KAZILARI
Samsun’un Bafra İlçesi'nde 1974’ten bu yana
sürdürülen İkiztepe kazılarının bu yılki bölümüne
başlandı.
Samsun yakınlarındaki Dündartepe’de 1940 yılında
kazı yapan arkeologlar tarafından keşfedilen
İkiztepe’de, İstanbul Üniversitesi Öğretim Üyesi
Prof.Dr. Önder Bilgi başkanlığında gerçekleştirilen
kazıların bu yılki bölümü Tepe 1’de devam ediyor.
Prof.Dr. Önder Bilgi, bu yılki çalışmaların 8 hafta
olarak planlandığını söyledi.
Çalışmalarda MÖ 3000-2400 yılları arasındaki dönemin
araştırılacağını belirten Prof.Dr. Bilgi, kazıları
15’i kazı ekibi olmak üzere 45 kişilik ekiple
sürdürdüklerini kaydetti.
Çalışmalara geçen yıl kazılan Tepe 1’deki alanın
yanında devam edildiğini anlatan Prof.Dr. Bilgi,
“İlk Tunç Çağı tabakalarına inene kadar kazıları
sürdüreceğiz. O dönemin mimari ve kültürel yapısını
ortaya çıkaracağız” dedi.
İkiztepe ören yerinde bugüne kadar yapılan
kazılarda, bölgede Kalkolitik döneme (MÖ 5000-4000)
ait yerleşmelerin izine rastlandı, MÖ 4000 ile MÖ
1700 yıllarına kadar sürekli yerleşim yapıldığı
anlaşıldı.
Kazılarda İlk Tunç Çağı (MÖ 3000-2000) ve Erken
Hitit (MÖ 1900-1800) dönemine ait çok sayıda eser ve
kalıntı bulundu. Ayrıca Hellenistik döneme (MÖ
330-30) ait anıt mezar ortaya çıkarıldı.
İkiztepe’deki kazılarda elde edilen arkeolojik
parçalar arasındaki en ilginç buluntuları ise
ameliyatlı kafatasları oluşturuyor.
Ayrıca bu eserlerin incelenmesi sonucunda, burada
yaşayan insanların, Akdeniz ırkının özelliklerini
taşımadıkları ve Alacahöyük’te yaşayan Orta Anadolu
ırkından farklı, Güney Rusya ile Bulgaristan’da
yaşamış insanlardan geldikleri anlaşıldı.
Kazılarda bugüne kadar yaklaşık 10 bin dolayında
buluntu elde edildi. Bunların önemli bölümü, Samsun
Arkeoloji ve Etnografya Müzesi’nde sergileniyor.
YOZGAT
Yozgat’ta Alman, ABD, İtalyan, İngiliz, Avusturyalı
arkeologlar, değişik bölgelerde araştırma ve kazı
çalışması gerçekleştiriyor.
Yozgat’ın Sorgun İlçesi'nde İngiliz Arkeologlar,
kayıp şehir “Pteria” kentinin gizemini çözmeye,
Alman ve İtalyan Arkeologlar Büyük Nefes Köyü'nde
bulunan Galatların Başkenti “Tavium”da atalarının
izlerini bulmaya çalışırken, ABD’li arkeologlar da
Sorgun’da 5 ayrı medeniyetin izlerinin bulunduğu
bölgede yüzey araştırması ve kazı çalışmaları
yapıyor.
“KAYIP ŞEHİR
PTERİA”
İngiliz Arkeolog Geoffrey Summers ve karısı
Françoise Summers başkanlığında 1993 yılında
Yozgat’ın Sorgun İlçesi'ne bağlı Şahmuratlı Köyü
yakınlarında bulunan Kerkenes Dağı’nda yaptıkları
araştırma ve kazılarda önemli bulgular elde ettiler.
Bu yılki çalışmalarına yeniden başlayan İngiliz
Arkeologlar, bugüne kadar yaptıkları araştırma ve
kazılarda, tarihte kayıp şehir olarak bilinen antik
“Pteria” şehrinin izlerine rastladılar.
“GALATLARIN
BAŞŞEHRİ”
Yozgat’ın Büyük Nefes Köyü ve çevresindeki köylerde,
8 yıldır Avusturya Klegenfurt Üniversitesi'nden
Prof.Dr. Karl Strobel, Almanya Heidelberg
Üniversitesi'nden Dr. Christoph Gerber, İtalya Studi
Di Udine Üniversitesi’nden Prof.Dr. Frederıck Marıo
Fales, araştırmalarını sürdürüyor. Galatların
Başşehri Tavium Antik Kenti'nde yürütülen çalışmalar,
geçen yıldan itibaren genişletildi. Yapılan ön
araştırmada Yozgat’ın 15 ayrı bölgesinde Roma, Tunç
Çağı, Bizans, Hitit, İlk Tunç, Galat, Kalkolitik,
Genç Kalkolitik, Orta ve Genç Demir Çağı, Osmanlı,
Hellenistik, Genç Roma, Erken Bizans dönemlerine ait
antik eserler ve yerleşim yerlerine rastlanıldı.
Ekip, çalışmalarına önümüzdeki günlerde yeniden
başlayacak.
“ÇADIRHÖYÜK
KAZILARI”
Yozgat’ın Sorgun İlçesi Peyniryemez Köyü
yakınlarındaki Çadırhöyük’te bugüne kadar sürdürülen
kazı çalışmalarında da önemli eserlere rastlanıldı.
MÖ 5 bin yıllarından başlayarak 5 ayrı medeniyetin
yaşadığı belirtilen bölgede sürdürülen kazılara
ABD’nin Chicago Üniversitesi'nden Prof. Ronald Gorny
başkanlık ediyor. Bu yılki çalışmalarına önümüzdeki
günlerde başlayacak olan ekip, bugüne kadar yaptığı
araştırma ve kazılarda Kalkolitik, Tunç, Hitit,
Hellenistik ve Üst Bizans olmak üzere 5 ayrı döneme
ait tarihi kalıntı ve eserler buldu.
MALATYA’DA
ASLANTEPE’DEKİ KAZILAR
Malatya Kültür ve Turizm Müdürü Derviş Özbay,
dünyanın en eski yerleşim yerlerinden Aslantepe
Höyüğü’nün Açık Hava Müzesi olacağını bildirdi.
Höyükteki kazıların 1938 yılına dayandığını belirten
Özbay, şunları söyledi:
“Höyüğün tarihi MÖ 5 bin 500 yıllarına dayanıyor.
Kazılarda yalnız milattan önce 3 bin 500 yıllarına
kadar inilebildi. Aslantepe’deki kazıların 3’te biri
dahi tamamlanmadı, kazılar 20 yıl daha sürer.
Höyükte kalkolitik döneme ait bir saray var. Kazılar
bu saray etrafında şekilleniyor. Bu saray dünyanın
en eski saraylarından biri.”
ASLANTEPE HÖYÜĞÜ
Malatya’nın Orduzu beldesinde bulunan Aslantepe
Höyüğü’nde ilk kazı çalışmaları, 1938’de Fransızlar
tarafından başlatıldı. 1961’den itibaren ise
İtalyanlar devam ettirdi.
Prof.Dr. Frangipane’nin başkanlığını yaptığı
kazılarda, aralarında saray ve kral mezarının da
bulunduğu çok sayıda tarihi eser ortaya çıkarıldı.
Kral mezarı Malatya Müzesi’nde sergileniyor.
Aslantepe Höyüğü’nde gün yüzüne çıkarılan sarayda,
yazının olmadığı dönemde mühür kullanıldığı
belirtiliyor.
DOĞU ANADOLU
BÖLGESİ
Doğu Anadolu Bölgesi’nde bu yıl Erzurum, ve Kars’ta
arkeolojik kazı çalışması yapılacak. Erzincan’ın
Altıntepe bölgesindeki kazı çalışmaları ise ağustos
ayı başında sona erdi. Atatürk Üniversitesi
Fen-Edebiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof.Dr.
Mehmet Karaosmanoğlu’nun sorumluluğunda yürütülen
kazı çalışmalarında Urartu dönemine ait iç kaledeki
kabul salonu yapıları ortaya çıkarıldı. Kazıda
ayrıca yaklaşık 2 bin 700 yıllık kanalizasyon yapısı
ile bu döneme ait ilk ve tek örnek mimari buluntu
olarak lavabo, alaturka tuvalet, banyo ve çağ taşı
bulundu. Beş yıl önce başlanan kazı çalışmalarında
ortaya çıkarılan Bizans dönemine ait yapılar da
koruma altına alındı.
ERZURUM KALESİ
KAZISI
Erzurum Kalesi’nde 2005 yılında başlanan kazı
çalışmalarına bu yıl da devam edilecek. Önümüzdeki
günlerde başlaması planlanan kazı çalışmalarında
geçen yıl ortaya çıkarılan düzgün kesme taşlarla
yapılan ve yüzeyden birkaç metre derinde bulunan
tarihi mekanların tamamen açığa çıkarılması
planlanıyor.
ANİ ÖREN YERİ
Kars’a bağlı Ocaklı Köyü sınırları içerisinde yer alan ve Türkiye-Ermenistan sınırını çizen Arpaçay Nehri üzerindeki tepede kurulu Ani Ören Yeri’nde de bu yıl kazı çalışması yapılacak.
Doğu Anadolu Bölgesi’nin en önemli tarihi
mekanlarında olan ve içinde 10 kilise, 1 köprü ile
çok sayıda bina kalıntısı temellerinin bulunduğu
ören yerinde yapılacak kazıda yeni tarihi bulgular
ortaya çıkarılması planlanıyor.
VAN
Uyarlıkların beşiği Anadolu’daki en önemli kazı
merkezlerinden birisi de Van. Van’da Urartu
döneminde yapılan Ayanis ve Anzaf kaleleri,
yıllardır süren kazı çalışmalarıyla tarihe ışık
tutuyor.
Van’a 50 kilometre uzaklıkta bulunan Ayanis
Köyü'ndeki kalede 1989 yılından bu yana kazı
çalışması yürüten Ege Üniversitesi Edebiyat
Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr.
Altan Çilingiroğlu, bu yılki çalışmalara 6’sı
Amerika ve Almanya’dan gelen 25 kişilik ekiple
başladıklarını belirtti.
18 yıllık dönemde kalenin yüzde 20’lik bölümünün
kazıldığını bildiren Çilingiroğlu, 2 yıl öncesine
kadar çalışma yürüttükleri tapınak alanında
tanrılara sunulan adak eşyalarına rastladıklarını
söyledi. Bu yılki kazılarda bulunan 7 damga mühürün
Urartu Krallığı’nın yapısına ilişkin bilgi verdiğini
de ifade eden Çilingiroğlu, “Biz şimdiye kadar
Urartu Krallığı’nın mutlak egemen olduğunu, bütün
arazilere sahip olduğunu, halkın kendine ait özel
mülkünün bulunmadığını düşünürdük, ancak bu
mühürlerin varlığı, Urartu halkının da kendilerine
ait özel mülkiyetinin bulunduğuna işaret ediyor”
dedi.
İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Eski Çağ
Tarihi Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr. Oktay Belli,
Yukarı Anzaf Kalesi’nde üç hafta önce başlayan
çalışmalarda, Tanrı Haldi’ye ait tapınağın
kuzeyindeki saray yapısını ortaya çıkardıklarını
belirtti. Şu andaki saray yapısının Urartu
Krallığı’nda en erken döneme ait yapılar olduğunu
ifade eden Belli, ortaya çıkan çivi yazısı sütun
kaidelerinde, “Tanrı Haldi’nin gücü sayesinde İşpuni
oğlu Menua çok güçlü bir saray yaptırdı” ifadesinin
yer aldığını bildirdi.
17 yıldır devam eden çalışmalarda Anzaf kalesinin
sadece yüzde 35’lik bölümünün kazıldığını anlatan
Belli, şöyle konuştu:
“Bu yapı, Doğu Anadolu’da Kafkasya’da ve Kuzey Batı
İran’da yer alan Urartu kalelerinin en büyüğünü
oluşturuyor. Bu bölgenin en büyük ekonomik yönetim
merkezi Yukarı Anzaf Kalesi, 60 bin metrekarelik bir
alana yayılmıştır. Bu kaledeki kazılar, Urartu
Krallığı’nın erken dönem mimarisini aydınlatıyor.”
İSHAKPAŞA
MEZARLIĞINDA KURTARMA KAZISI
Ağrı’nın Doğubayazıt İlçesi'ndeki İshakpaşa
Sarayı’nın güneyinde bulunan ve sarayda yaşayanlara
ait mezarlık bölümünde kurtarma kazılarına başlandı.
Ağrı Dağı Üniversitesi Sanat Tarihi Bölümü Öğretim
Görevlisi Dr. Yusuf Çetin, çalışmanın Kültür ve
Turizm Bakanlığı ile Erzurum Müzesi ve Ağrı Kültür
Müdürlüğü işbirliğiyle başlatıldığını söyledi.
İshakpaşa Sarayı’na ait mezarlıkta kurtarma kazısına
ihtiyaç duyulduğunu belirten Çetin, “Mezarlık çok
kötü durumdaydı. Bu çalışmayla mezarlığın genel
dokusunu ortaya çıkarmayı amaçlıyoruz” dedi.
Çalışmalar sırasında, mezarlığın çevre duvarı ile
mezarların baş ve ayak uçlarının ortaya
çıkarılacağını anlatan Çetin, “Bu bölümleri toprak
altından çıkararak görünür bir duruma getireceğiz.
Daha sonra restorasyon çalışması başlatılacak. Kazı
ve restorasyon çalışmalarının ardından bu bölüm,
sarayın bir parçası olarak turizme kazandırılacak”
diye konuştu.
Çetin, 37 kişilik bir ekiple yürütülen çalışmaların
1 ay süreceğini bildirdi.
BURSA’DA ANTİK ROMA
TİYATROSU
Bursa’nın İznik İlçesi'nde, 20 bin kişilik
kapasitesiyle Marmara Bölgesi’nin en görkemli
arkeolojik kalıntılarından biri olan “Antik Roma
Tiyatrosu”nda kazı çalışmalarına başlanması için
Kültür ve Turizm Bakanlığından izin beklendiği
bildirildi.
Kazı çalışmalarına başkanlık eden Uludağ
Üniversitesi Güzel Sanatlar Bölümü Öğretim Üyesi
Doç.Dr. Bedri Yalman, “Nikaia Antik Kenti”
sınırları içinde yer alan tiyatronun, Roma
İmparatoru Trajanus tarafından MS 2. yüzyılda inşa
edildiğini söyledi.
Tiyatroda, bu yıl kazı çalışmalarına başlamak için
her şeyin programlandığını belirten Yalman, ancak
Kültür ve Turizm Bakanlığından kazı için gerekli
izinin henüz çıkmadığını kaydetti.
MS 8. yüzyılda İstanbul’u fethetmek için gelen Arap
ordularının, Bizans ordusunun önemli bölümünün
bulunduğu İznik’i almak için de kente saldırdığını
ifade eden Yalman, “Bu saldırı sırasında Bizans
ordusu, tiyatronun taşlarını yerlerinden sökerek
kent surlarını güçlendirmek için kullanmış.
Tiyatronun birçok parçası günümüzde surlarda
gözüküyor. Temeller üzerindeki mimari parçaları
teker teker surlarda tespit ediyoruz” diye konuştu.
“DASKYLEİON ANTİK
KENTİ”
Balıkesir’in Bandırma İlçesi'ne bağlı Ergili Köyü
yakınlarındaki Hisartepe’de bulunan “Daskyleion
Antik Kenti”ndeki kazılar sürüyor.
Kazı ekibi başkanı Prof.Dr. Tomris Bakır, bu yıl 25
Temmuzda başladıkları kazıların eylül ayı sonunda
tamamlanmasını beklediklerini söyledi.
Son beş yıldır kazıları yürüttükleri, “Pers Sarayı”
temellerinin bulunduğu bölgede çalışmalara devam
edeceklerini belirten Bakır, yine bu sarayın dinsel
merkezi yöresindeki kazı çalışmalarını da sürdürmeyi
planladıklarını kaydetti.
Bu yıl ilk kez Persler’in yönetim merkezi olan
Hisartepe’nin kuzeydoğusu ile alt bölümünde yer alan
ana kent bölgesinde de kazı gerçekleştireceklerini
dile getiren Bakır, bu bölgede, görkemli bir kent
kapısı bulmayı umut ettiklerini anlattı.
Bu yılki kazı ekibinde, Ege, Muğla, Çukurova ve
Mersin üniversitelerinden arkeolog, öğretim üyesi ve
öğrenci olmak üzere 15 kişinin bulunduğunu belirten
Bakır, kazılarda görevli işçilerle birlikte 56
kişilik bir grup oluşturduklarını bildirdi.
Bir ören yerinin, arkeolojik turizme açılmasının çok
büyük zaman ve harcama gerektirdiğini ifade eden
Bakır, Daskyleion kazılarının da en az 100-150 yıl
süreceğini kaydetti.
Türkiye’de şu anda 270 yerde arkeolojik kazı
yapıldığını belirten Bakır, “Bu kazılarda, ören
yerlerinin arkeolojik turizme açılması için yalnız
işçi paraları yetmiyor. Bu kazıların, mutlaka
sponsorlarca desteklenmesi gerekiyor. Yoksa bu
ödenek ve paralarla, ören yerlerinin arkeolojik
turizme açılması uzun süre alır” dedi.
“KYZIKOS ANTİK
KENTİ”NDEKİ KAZI ÇALIŞMALARI
Balıkesir’in Erdek İlçesi yakınlarında bulunan
“Kyzikos Antik Kenti”nde yer alan ve “Dünyanın 8.
harikası” olarak nitelendirilen “Hadrianus
Tapınağı”nda kazı çalışmalarına devam ediliyor.
Antik kentteki arkeolojik kazıları yürüten ekibin
başkanı Atatürk Üniversitesi Öğretim Üyesi Yrd.
Doç.Dr. Nurettin Koçhan, 6 Temmuzda başladıkları bu
yılki kazı çalışmaların, ağustos ayının ilk
haftasında sona erdiğini belirtti.
“SEYİTÖMER HÖYÜĞÜ”
Kütahya Dumlupınar Üniversitesi (DPÜ) Arkeoloji
Bölümünce, Seyitömer Termik Santrali’ne ait kömür
havzasındaki höyükte yürütülen kazı çalışmalarına
devam ediliyor.
DPÜ Fen-Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Başkanı
Doç.Dr. Ahmet Nejat Bilgen, höyükte geçen yıl
başlatılan kazı çalışmalarının bu yıl 100 kişilik
ekiple sürdürüldüğünü bildirdi. Kazılarda seramik
kalıplar bulunduğunu ifade eden Bilgen, bunun yanı
sıra Hitit uygarlığına ait demir atölyeleri ve demir
cüruflara rastladıklarını kaydetti.
KONYA VE AKSARAY’DA
DEVAM EDEN KAZILAR
Konya’nın Çumra İlçesi yakınlarındaki Çatalhöyük
kazısı, ilk olarak 1960 yılında James Mellaart
tarafından yapıldı.
Uzun bir süre ara verilen kazılara, 1993 yılında
yeniden başlandı. Türkiye ve dünyanın önemli
arkeolojik sitelerinden biri haline gelen
Çatalhöyük’te bugüne kadar gerçekleştirilen
kazılarda uygarlık tarihinin ilklerine ulaşıldı.
İlk kumaş, ilk ayna, ilk tahta kaseler, ilk tarım ve
hayvancılık, ilk binaların bulunduğu kazılar halen
sürüyor ve yaklaşık 150 kişilik bir ekip çalışıyor.
Çatalhöyük, 9 bin yıllık geçmişi insanlık tarihiyle
ilgili çok sayıda gizemi de barındırıyor. Dünyanın
en eski yerleşim birimleri arasında gösterilen
Çatalhöyük, ilk ev mimarisi ve ilk kutsal yapılara
ait özgün buluntular ile yazının bulunmasından
önceki insanlık tarihine ışık tutan merkezlerin
başında geliyor.
AKSARAY’DAKİ
KAZILAR
Aksaray’da 1962’de başlayan Acemhöyük’teki kazı,
Ankara Üniversitesi öğretim üyesi Prof.Dr. Aliye
Öztan tarafından yürütülüyor.
Akkad ve Hitit yazıtlarında adı geçen Asur kenti
Puruşanda’yı ortaya çıkarmak amacıyla sürdürülen
kazılarda Asur ticaret kolonilerine ilişkin 4 yapı
saptandı.
Bu katlarda Sarıkaya Sarayı, Hatipler Sarayı, evler,
damga ve silindir mühürler, çeşitli bezeme ve
biçimlerde çanak çömlek, kumaş izleri ve boncuklar,
altın süs eşyası, fildişi yapıtlar ve oyun tahtası
gibi buluntular ortaya çıkarıldı.
1989 yılında başlayan ve İstanbul Üniversitesi’nden
Prof.Dr. Ufuk Esin başkanlığındaki ilk etabı 2002
yılına kadar süren Aşıklıhöyük kazılarında, neolotik
köy yerleşmesi ortaya çıkarıldı.
İLK BEYİN AMELİYATI
İstanbul Üniversitesi’nden Dr. Mihriban Özbaşaran başkanlığında 2006 yılında yeniden başlayan kazılarda 10 bin yıl öncesine dayanan ilk beyin ameliyatı izlerinin rastlandığı bir kadın kafatası saptandı.
Orta Kalkolitik Çağ’a (MÖ 5200 - 4750) tarihlenen
Güvercin Kayası’ndaki kazılarda da tahıl siloları,
depolama ünitelerinde tahıl peteklerine rastlandı.
Stilize ya da natüralistik üslupta hayvan yüzü
betimlemelerinin, evcil ve yabani hayvanların günlük
ve tinsel yaşamdaki önemini vurguladığı
belirtiliyor. Ayrıca, kilden üretilmiş insan ve
hayvan heykelcikleri de dinsel yaşamla ilgili diğer
önemli bulgular olarak öne çıkıyor.
İstanbul Üniversitesinden Prof.Dr. Sevil Gülçur
başkanlığında yürütülen kazılar sürüyor.
ANTALYA’DAKİ
ARKEOLOJİK KAZILAR
Antalya’da bu yıl Xanthos, Patara, Rhodiapolis,
Perge, Karain, Olympos’ta kazı çalışmaları yapıldı.
Bu kazılardan Xanthos tamamlanırken, diğer
alanlardaki kazıların ise Eylül ayı sonuna doğru
tamamlanacağı bildirildi.
XANTHOS
Kaş İlçesi'ne bağlı Kınık beldesindeki Xanthos Antik
Kenti’nde Fransa’daki Bordeaux Üniversitesi’nden
gelen 25 kişilik ekip ve Türk öğrencilerin
katılımıyla 26 Haziranda başlayan kazıların bu yılki
bölümü tamamlandı.
Bordeaux Üniversitesi’nden Prof.Dr. Jacgues Des
Courtils başkanlığında yürütülen kazılarda bu yıl
şehir içindeki sondaj kazılarının yapıldığı
bildirildi.
Kazı Başkanı Courtils, bu yılki kazılarda 5. yüzyıla
ait mozaiklerin ortaya çıkarıldığını, mozaikleri
korumak için üzerini kumla kapattıklarını anlattı.
PATARA
Likya Uygarlığı’nın başkenti olan Patara kentinde,
Akdeniz Üniversitesi Fen ve Edebiyat Fakültesi
Arkeoloji Bölümü’nden Prof.Dr. Fahri Işık
başkanlığında yürütülen kazılar 20’nci yılını
doldurdu. 70 kişilik bilim ekibi ve 29 işçinin
çalıştığı kazılara bu yıl, Akdeniz Üniversitesi’nin
yanı sıra, Anadolu Üniversitesi, Almanya’nın
Hannover Teknik Üniversitesi ve Magdeburg Teknik
Yüksekokulundan bilim adamları katıldı.
Antik kentte, tepe düzlüğü, liman hamamı, meclis
binası, tiyatro, Doğu Roma hamamı ve çömlek işçiliği
bölümlerinde kazı çalışmalarının yürütüldüğü
bildirildi.
Akdeniz Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi
Arkeoloji Öğretim Üyesi Doç.Dr. Gül Işın, bu yılki
kazıların çok geniş bir alanda devam ettiğini ifade
etti.
Patara’nın büyük bir uygarlığa başkentlik yaptığını,
dünyanın ilk anayasasının burada yazıldığını,
dünyada Noel Baba olarak tanınan Aziz Nicolaus’un da
burada doğduğunu belirten Işın, “Kazılar her yönüyle
memnuniyet verici. Kazılarda yeni ortaya çıkarılan
buluntular, bilime ve tarihe ışık tutuyor” dedi.
Kazıların bu yılki bölümünün 19 Eylülde sona ereceği
bildirildi.
RHODIAPOLIS
Kumluca İlçesi'ndeki Rhodiapolis Antik Kenti’nde
yürütülen kazı çalışmalarının önümüzdeki birkaç gün
içinde tamamlanacağı bildirildi.
Akdeniz Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Başkanı
Prof.Dr. Nevzat Çevik, bu yıl ağırlıklı olarak kentte
yaşayan ve tarihin ilk hayırseveri olduğu belirtilen
Opramoas’a ait mezarın günışığına çıkarıldığını
söyledi.
Çevik, “Bu antik kentin önemini artıran Rhodiapolis
Antik Kenti’nin kurucusu Opramoas, dünyada bilinen
en büyük hayırsever insandır. Bu nedenle buranın
tarihi ve kültürel önemi bir kat daha artmaktadır”
dedi.
Rhodiapolis’teki kazıların Antalya’nın en yeni
kazısı olduğunu vurgulayan Çevik, burada günışığına
çıkacak her eserin ülkeye büyük katkı sağlayacağına
dikkati çekti.
PERGE
Antalya’nın 18 kilometre doğusunda, Aksu beldesi
yakınlarındaki Perge Antik Kenti’ndeki kazıların bu
yılki bölümü 1 Ağustosta başladı.
Kazı çalışmalarına başkanlık eden Prof.Dr. Haluk
Abbasoğlu, 32 kişilik bilim ekibinin görev yaptığı
kazılarda bu sezon sütunlu cadde, antik mezarlık,
güney hamamı ve mozaikler üzerinde çalışılacağını
bildirdi.
Çalışmaların 20-25 Eylülde tamamlanmasını
hedeflediklerini belirten Abbasoğlu, “Perge Antik
Kenti’ndeki kazı çalışmaları 1946 yılında başladı.
Perge, klasik arkeoloji alanında Türkiye’nin en uzun
soluklu kazısıdır” dedi.
Kilikya - Pisidia ticaret yolunun üstünde yer aldığı
için önemli bir Pamphylia şehri olan Perge’nin
kuruluşu milattan önce 7. yüzyıla dayanıyor.
Hristiyanlar için önemli bir kent olan Perge’de
tiyatro, stadyum, sütunlu cadde, agoradan oluşan
şehir kalıntıları bulunuyor.
KARAİN
Antalya’nın 27 kilometre kuzeybatısındaki Karain
Mağarası'ndaki kazılar ise Prof.Dr. Işın Yalçınkaya
başkanlığında yürütülüyor.
Temmuz ayının son haftasında başlanan kazı
çalışmalarının bu ayın sonuna kadar devam edeceği
bildirildi.
Antalya’nın Kumluca İlçesi sınırları içinde bulunan
Olympos Antik Kenti’ndeki kazılar ise 13 Temmuzda
başladı.
Kazı Başkanı Doç.Dr. Yelda Olcay Uçkan, 2000
yılında başlanan kazıların bu yılki bölümünde
belgeleme, röleve ve sondaj çalışmalarının
yapıldığını bildirdi.
Kazı çalışmalarının 24 Ağustosa kadar devam
edeceğini belirten Uçkan, 25 kişilik ekibin, kazı
alanındaki güvenlik sorunu nedeniyle sistematik
kazıya geçemediğini vurguladı.
Olympos Antik Kenti’nin içinde bulunduğu Yazır
Köyü'nde tatil yapan kişilerin denize ulaşmak için
antik kentten geçtiğine dikkati çeken Uçkan, antik
kentin denetimsiz durumda olduğunu vurguladı.
ISPARTA’DA KAZI
ÇALIŞMALARI
Isparta’daki kazı çalışmaları Yalvaç İlçesi'ndeki
Pisidia Antiocheia Antik Kenti’nde yürütülüyor.
Isparta Kültür ve Turizm Müdürü Abdullah Kılıç,
antik kentteki kazıların Roma Hamamı olarak bilinen
bölgede sürdüğünü, bakanlık tarafından gönderilen
600 bin YTL ödenekle ortaya çıkan eserin restorasyon
çalışmasının yapılacağını bildirdi.
Yalvaç ilçe merkezine bir kilometre mesafede bulunan
Pisidia Antiocheia Antik Kenti'nde bulunan kilise,
Hristiyanlarca önemli sayılıyor.
MS 46 yılında Aziz Paul ve Barnabas’ın bu kilisenin
yerinde bulunan Sinagog’da Hristiyanlığı yaymak için
ilk vaazlarını verdikleri, daha sonra aynı yere Aziz
Paul adına bir kilise yapıldığı belirtiliyor.
Pisidia Antiocheia Antik Kenti’nde bugün sadece
temelleri bulunan kilisenin, Hristiyanlar’ın yaptığı
ilk kilise olduğu bildiriliyor.
BURDUR
Tarihten günümüze birçok medeniyete ev sahipliği
yapan Burdur’da yürütülen kazılar, 10 milyon yıl
öncesine ışık tutuyor.
Dünyanın en büyük kazı merkezlerinden sayılan ve 17
yıldır Belçikalı Prof.Dr. Marc Waelkens
başkanlığında yürütülen Sagalassos Antik Kenti
kazıları, Burdur Müzesi’nin tarihi eser kaynağı...
Kazı İkinci Başkanı Belçika Leuven Katolik
Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof.Dr. Jeroen Poblome,
Sagalassos Antik Kenti’nin MS 13’üncü
yüzyıla kadar bölgenin en önemli yerleşim
birimlerinden olduğunu, kentin yaşanan büyük bir
afetle üzerinin toprak ve çamurla kapandığını
söyledi.
Antik kentteki kazıları bir okula dönüştürerek
Avrupa’nın her yerinden arkeologların staj
gördükleri bir bölge haline getirdiklerini belirten
Poblome, kazı çalışmalarının 17’nci yılına
girildiğine dikkati çekti.
Sagalassos Antik Kenti’nde yürütülen kazılarda
günümüze ışık tutacak birçok delile ulaştıklarını
anlatan Poblome, “Sagalassos’tan Mısır’a kiremit
ürünleri ihraç ettiklerini, yiyecek olarak başta
üzüm olmak üzere zeytin, buğday, çetimek, ceviz gibi
ürünleri tükettiklerini belirledik” dedi.
İlk Sagalassos olarak anılan Düzentepe mevkisindeki
kazılara da başlandığını belirten Poblome, MÖ 8.
yüzyılda kurulduğu sanılan kentin Sagalassos’tan
daha büyük olduğunun tahmin edildiğini vurguladı.
Poblome, bu yılki kazılarda 80’i yabancı uyruklu
öğrenci olmak üzere 156 kişinin görev yaptığını,
kazı çalışmalarının Roma hamamı, konser salonu, et
ve balık pazarı, yamaç evleri, Antoninler Ceşmesi,
onursal anıt, aşağı ve yukarı agora ile Apollo
Klarios Tapınağı’nda sürdüğünü ifade etti.
FİLİN ATASI MASTADON
Burdur’da yapılan diğer kazı çalışması ise Kemer
İlçesi'ne bağlı Elmacık Köyü'nde yürütülüyor. Mehmet
Akif Ersoy Üniversitesi Burdur Eğitim Fakültesi
Öğretim Üyesi Yard. Doç.Dr. Nurfettin Yıldırım ve
öğrencilerinin Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür
Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğünün
katkılarıyla yaptıkları kazılarda, 10 milyon yıl
önce yaşamış ve filin atası olarak bilinen mastadona
ait kemikler bulundu.
Kazı çalışmalarını yürüten Nurfettin Yıldırım,
bölgede çok sayıda hayvana ait fosile rastlandığını
ifade etti.
Mastadon türüne ait kemiklerin geçen yıl yürütülen
kazılarda bulunduğunu anlatan Yıldırım, şöyle
konuştu:
“Kuzey Amerika’da, Çin’de 450 bin yıl öncesine ait
mastadon fosilleri bulunmuş. Bizimkisi verilen
ölçülere göre onlardan büyük. Bunların yanında
bilimsel acıdan büyük önem taşıyan parçalar da
bulduk. Bunlar özellikle kuş türlerine ait. Bu yılki
4 haftalık kazı dönemimizin büyük bölümünü bu
çalışmalarla geçirdik. Ayrıca atların atası olan
hipparionlar çok fazla. Onlara ait çok sayıda diş
örnekleri, kemik parçaları buluyoruz. Bunun yanında
yırtıcıların atalarına da rastlıyoruz.”
KÜLTEPE
HÖYÜĞÜ’NDEKİ KAZILAR 59 YILDIR SÜRÜYOR
Anadolu’da yaklaşık 150 yıl önce başlayan kazılar
tüm hızıyla sürerken, bazı bölgelerdeki kazılar da
bölgeye damgasını vurdu.
Kayseri-Sivas kara yolunun 20. kilometresinde
bulunan Kültepe Ören Yeri’nde Kültür ve Turizm
Bakanlığı tarafından yürütülen kazı çalışmaları 59
yıldan beri devam ediyor.
Ankara Üniversitesi'nden Prof.Dr. Kutlu Emre ve
Prof.Dr. Fikri Kulakoğlu başkanlığındaki ekip
tarafından yürütülen kazıların bu yılki bölümünün
eylül ayı sonuna kadar sürmesi planlanıyor. Prof.Dr. Fikri Kulakoğlu, bu yılki kazılara yurt içi ve
dışından çok sayıda bilim adamının katılacağını
söyledi.
Kültepe’nin, Kayseri’nin 21 kilometre kuzey
doğusunda bulunduğunu ifade eden Kulakoğlu,
“Kültepe, Kaniş Krallığı’nın merkezi ve Anadolu’daki
Asur Ticaret Kolonileri sisteminin baş şehridir.
Şimdiye kadar Kültepe kazı merkezindeki Kaniş ve
Karum alanlarında 25 bin yazılı tablet ve 50 bine
yakın arkeolojik eser gün yüzüne çıkarıldı” dedi.
Çıkarılan eserlerin Kayseri’de sergileneceği müzenin
bulunmadığını belirten Kulakoğlu, “Yeni bir müze
yapılması konusunda Kayseri Büyükşehir Belediyesi
ciddi bir arkeoloji müzesi projesi üzerinde duruyor.
Umuyorum ki kısa bir gelecekte, Kültepe’de
çıkartılan eserler artık Kayseri’de rahatlıkla
sergilenebilecek” dedi.
SOBESOS’TA 100’DEN
FAZLA MEZAR BULUNDU
Nevşehir’in Ürgüp İlçesi'ne bağlı Şahinefendi
Köyü'ndeki Sobesos Antik Kenti’nde yazın başlayan
kazıların eylül ayında sona ereceği, kazıların 20
kişilik bir ekiple yürütüldüğü bildirildi.
4. yüzyıl Roma dönemine ait Sobesos Antik Kenti’nde
bugüne dek yapılan kazılarda çeşitli kalıntılar
ortaya çıkarıldığı, ancak son dönemlerde herhangi
bir kalıntıya rastlanmadığı belirtildi.
Sobesos Antik Kenti’nde bugüne kadar yapılan
kazılarda geç Roma dönemine ait mozaikli bir
toplantı salonu, bir hamam, iki adet erken Bizans
dönemine ait şapel ve 100’ü aşkın mezar bulunduğu
kaydedildi.
NİĞDE’DE 6 MERKEZDE
KAZI ÇALIŞMALARI DEVAM EDİYOR
Tarihi ve turistik değerler açısından Türkiye’nin en
zengin illerinden birisi olan Niğde’nin 6 yerleşim
biriminde, 2’si Bakanlar Kurulu kararı ile olmak
üzere toplam 6 merkezde arkeolojik kazı çalışması
yürütülüyor.
Niğde’de sürdürülen 6 merkezdeki kazı çalışması ve
kazıyı yapan ekipler şöyle:
600 bin yıl öncesine kadar giden Kaletepe, Opsidiyon
volkanik cam atölyesi kazısı Niğde Müzesi
başkanlığında İstanbul Üniversitesi'nden Prof.Dr.
Nur Balkan Atlı’nın bilimsel danışmanlığında
sürdürülüyor.
Yaklaşık 8 bin yıl öncesine ait olan Bor İlçesi'ne
bağlı Bahçeli beldesindeki Köşk Höyük kazısı Niğde
Müzesi başkanlığında Ankara Üniversitesi öğretim
üyelerinden Prof.Dr. Aliye Öztan’ın bilimsel
danışmanlığında sürdürülüyor.
7 bin yıl öncesine ait Çiftlik İlçesi'ndeki Tepecik
Höyük kazısı Niğde Müzesi başkanlığında İstanbul
Üniversitesi'nden Doç.Dr. Erhan Balıkçı’nın bilimsel
danışmanlığında yürütülüyor.
Ulukışla İlçesi'ne bağlı Porsuk Köyü sınırlarında yer
alan Zeyve’de (Porsuk Höyük) yaklaşık 3 bin 200 yıl
öncesini araştıran kazı, Bakanlar Kurulu Kararıyla
Fransız bilim adamı Prof.Dr. Dominuque Beer
başkanlığında sürdürülüyor.
Bor İlçesi'ne bağlı Kemerhisar beldesinde İtalya’nın
Podova Üniversitesi öğretim üyelerinden Prof.Dr.
Guido Rosoda başkanlığında yürütülen Tyana Antik
Kenti kazısı yaklaşık 2 bin yıl önceye dayanan
kalıntıları araştırıyor.
Merkez ilçeye bağlı Aktaş beldesi yakınlarında
yaklaşık 1500 yıl öncesine ait Andaval Kilisesi
kazısı ve restorasyon çalışması Niğde Müzesi
Müdürlüğü başkanlığında Hacettepe Üniversitesi
öğretim üyelerinden Sacit Pekak’ın bilimsel
danışmanlığında yürütülüyor.
TRALLEİS VE NYSA
ANTİK KENTİ
Aydın’da Tralles ve Nysa Antik kentinde kazı
çalışmaları sürüyor.
Bugünkü Aydın il sınırları içinde olan Tralleis
Antik Kenti, Argoslular ve barbar Trakyalı
Tralleislilerce kurulmuş. MÖ 334’te İskender
tarafından alınmasından sonra, Hellenistik
krallıklar arasında sık sık el değiştirmiş. Kent
üzerinde bugün ayakta kalan tek yapı, Aydınlılarca
‘Üçgözler’ olarak adlandırılan MS 2. yüzyılda
yapılmış ‘gymnasiona’ ait kalıntı. Bunun dışında
agora, tiyatro, stadion kentin diğer yapılarından.
1996 yılında Aydın Kültür Müdürlüğü, Aydın
Belediyesi ve Adnan Menderes Üniversitesi iş birliği
ile başlayan Tralleis Antik Kenti kazıları aralıksız
sürüyor. Tralles Antik Kenti’nde askeri barınak,
hamam ve çok sayıda eser ortaya çıkarıldı.
ADÜ Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim
Üyesi Prof.Dr. Abdullah Yaylalı, kazılarda tarihi
bir tuvaletin geçen yıl gün yüzüne çıkarıldığını,
(U) oturma planlı antik tuvaletin, Efes’teki
tuvaletten daha büyük olduğunu söyledi.
NYSA ANTİK KENTİ
KAZILARI
Antik Karia bölgesinin önemli bir kenti olan Nysa,
Aydın-Denizli kara yolu üzerinde, Sultanhisar
ilçesine 3 kilometre uzakta bulunuyor.
Kentteki ilk kazı çalışması 1907 yılında Alman
arkeolog Walther Von Diest tarafından yapıldı.
Nysa Kalkındırma Derneği Başkanı Ercan Çerçioğlu,
Kültür ve Turizm Bakanlığının 2007 yılında
Türkiye’deki ilk üç proje içine aldığı Nysa’nın
önümüzdeki yıllarda yerli ve yabancı turistler için
bir cazibe merkezi olacağını belirtti.
Aydın’da Tralleis ve Nysa Antik kenti dışında
Kuşadası Kadı Kalesi, Germencik ilçesine bağlı
Ortaklar beldesinde bulunan Magnesia ve Tepecik
Höyüğün de de kazı çalışmaları yürütülüyor.
ŞANLIURFA
Arkeolojik kazı sayısı bakamından Türkiye’nin en
zengin kentlerinden biri olan Şanlıurfa’da, ilk
arkeolojik kazı çalışmalarına 1964 yılında başlandı.
O tarihten bu yana çeşitli zamanlarda 35 kazı
yapılırken, halen 9 yerde kazı çalışması yapılıyor.
Müze Müdürlüğü başkanlığında Birecik İlçesi'nde
Mezraa, Mezraa Teleilat, Akarçay, Akarçaytepe,
Surtepe höyükleri, Şanlıurfa merkezde Haleplibahçe
kazıları ile Kültür ve Turizm Bakanlığı'nca yürütülen
Harran İlçesi'nde Harran Höyüğü, Merkez Konuklu
Köyü'nde Kazane Höyüğü ve Merkez Örencik Köyü'nde
Göbeklitepe kazıları halen devam ediyor.
DÜNYANIN EN ESKİ
TAPINAK TEPESİ: GÖBEKLİTEPE
Şanlıurfa’nın 15 kilometre kuzey doğusundaki Örencik
Köyü yakınlarındaki Göbeklitepe’de 1963 yılında
başlayan ve 1995 yılından itibaren Şanlıurfa Müzesi
ve Berlin Alman Arkeoloji Enstitüsü iş birliğinde
yapılan kazı çalışmaları, Berlin Alman Arkeoloji
Enstitüsünden Prof.Dr. Klaus Schmidt başkanlığında
devam ediyor.
Şimdiye kadar yapılan çalışmalarda, MÖ 11 bin 500
yıllık yabani hayvan figürlü “T” biçimli dikili
taşların yanı sıra çapları 15 metreye varan daire ve
dikdörtgen biçimli dünyanın en eski tapınak
kalıntılarının bulunduğu kazı alanındaki jeofizik
taramasında, Göbeklitepe’nin 11 bin yıl öncesinde
avcı-toplayıcı insanlar tarafından oluşturulan ve
dünyanın en eski tapınak merkezi olduğu anlaşılıyor.
HALEPLİBAHÇE
MOZAİKLERİ
Tarihi kaynaklarda Edessa kenti olarak anılan
Haleplibahçe semtinde yürütülen Haleplibahçe Projesi
çalışmaları sırasında tesadüfen bulunan ve “Savaşcı
Amazon Kraliçeleri” olarak tanımlanan mozaiklerin
olduğu alanda, Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel
Müdürlüğü'nün izniyle Şanlıurfa Müzesinde görevli
arkeologlar nezaretinde çalışmalar yürütülüyor.
Mozaik üzerinde yapılan incelemede “tek göğüslü
efsanevi savaşçılar” olarak da bilinen “Savaşçı
Amazon Kraliçeleri”nin, av sahnesinin yanı sıra
gülümseyen kız (Edessa Güzeli), keklik, aslan,
“çocuk erosu” ve tabiat figürleri bulunuyor.
HARRAN HÖYÜK
KAZILARI
Harran İlçesi'nde 1983’te çalışmalara başlanan Harran
Kazılarının Bilimsel Başkanlığını Dr. Nurettin
Yardımcı tarafından yapılıyor. Kazılarda MÖ 600’lü
yıllara ait Babil devleti döneminden kalma
kalıntılar bulunmuştur.
İslami döneme ait buluntuların da yer aldığı
höyükte, bugünkü atık su arıtma sisteminin benzeri,
oturma odalarını ve değirmen sanayinin örneklerini
görmek mümkün.
MERSİN/HATAY/ADANA
Mersin’in Mezitli beldesindeki Soli Pompeipolis
Antik Kenti’nde, 12 Temmuzda başlayan kazı
çalışmalarının sürdüğü bildirildi.
9 Eylül Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç.Dr. Remzi
Yağcı başkanlığındaki 37 kişilik ekip tarafından, bu
yıl 9’uncusu gerçekleştirilen kazı çalışmaları,
Sütunlu Cadde ve Soli Höyük olmak üzere iki ayrı
noktada yürütülüyor.
Doç.Dr. Yağcı, Soli Höyük’te yapılan çalışmalarda,
birçok buluntuya ulaştıklarını, fakat en önemlisinin
Hitit katlarında buldukları “zaire küpü” olduğunu
söyledi.
Küpün içinde ölçek kabı ve buğday kalıntıları elde
ettiklerini belirten Yağcı, zaire kaplarının, olası
bir kıtlığa karşı alınmış önlem olduğu yönünde
değerlendirildiğini ifade etti.
Yağcı, kazı çalışmalarının 25 Ağustosa kadar
sürdürüleceğini sözlerine ekledi.
YUMUKTEPE HÖYÜĞÜ
Anadolu’nun en eski yerleşim yerlerinden olan ve
“Soğuksutepe” adıyla da anılan Yumuktepe’de,
sistemli arkeolojik kazılar, İngiliz John Garstang
başkanlığında 1936-1937 yıllarında yapıldı. İkinci
Dünya Savaşı’nın başlaması nedeniyle ara verilen
kazılara, 1946’da yeniden başlanıp 1947’de
sonuçlandırıldı.
1993 yılında yeniden başlanan Yumuktepe arkeolojik
kazıları o tarihten bu yana her yaz sürdürülüyor.
Bugüne kadarki kazılarda, Yumuktepe’de ilk
yerleşimin Neolitik dönemde başladığı ve kesintisiz
olarak Kalkolitik, Tunç, Hitit, Doğu Roma
İmparatorluğu ve İslam dönemlerinde de devam ettiği
ortaya çıktı.
Kazıların bu yılki bölümüne, İtalya’nın Lecce
Üniversitesinden arkeoloji bölümü öğretim üyesi
Prof.Dr. İsabella Caneva başkanlığında önümüzdeki
haftalarda başlanacağı bildirildi.
HATAY
Antakya-Reyhanlı kara yolu üzerinde bulunan ve 1936
yılından bu yana kazı yapılan Aççana Höyüğü’nden
müzeye binlerce yeni eser kazandırıldığı bildirildi.
Chicago Üniversitesi Anadolu Sorumlusu ve Aççana
Höyüğü Kazı Başkanı Prof.Dr. Kutlu Aslıhan Yener,
1936 yılından beri kazı çalışmaları devam eden
Aççana’nın, “Mukish” bölgesinin başkenti olduğunu,
bölgede milattan önce 2000-1300 yıllarına ait 17
şehir saptandığını kaydetti.
Yener, 7. ve 4. şehirlerde saray, tapınak ve içinde
tabletler bulunan arşiv odaları ile heykeller ve
birçok arkeoloji buluntunun müzeye kazandırıldığını,
sarayın tablet arşivinde geleceğe ışık tutacak
Hititçe, Hurrice ve Akadca yazılmış toplam 550 çivi
yazılı belge bulunduğunu kaydetti.
ADANA
Adana Arkeoloji Müzesi Müdürü Kazım Tosun, Ceyhan
İlçesi'ne bağlı Sirkeli Köyü'nün batısında yer alan
Sirkeli Höyük’te Almanya’nın Tübingen
Üniversitesi'nden Doç.Dr. Miroslav Novak
başkanlığındaki 36 kişilik ekip tarafından
önümüzdeki günlerde kazı gerçekleştirileceğini
kaydetti.
Hitit Kralı Muvattalliş’in kabartmasının bulunduğu
höyüğün, bölgedeki önemli tarihsel alanlardan birisi
olduğunu kaydeden Tosun, höyüğün yakınında Roma
dönemi nekropollerinin bulunduğunu, karşısında ise
12. yüzyılda Bizanslılar tarafından yaptırılan
Yılankale’nin yer aldığını kaydetti.
TRABZON
Trabzon’da Kızlar Manastırı ve Akçakale Kalesi,
Bayburt’ta ise Bayburt Kalesi’nde kazı çalışmaları
yürütülüyor.
Trabzon Müzeler Müdürü Nilgün Yılmazer, Kızlar
Manastırı’nın 14. yüzyılda 3. Aleksios tarafından
yaptırıldığı, 18. ve 19. yüzyıllarda ise ilaveler
yapılarak ve onarılarak son şeklini aldığının
bilindiğini belirtti.
Mülkiyeti Trabzon Belediyesi'nde olan Kızlar
Manastırı’nda kazı çalışmalarına 7 Kasım 2006
tarihinde başlandığını ifade eden Yılmazer,
kazılarda bugüne kadar bütün iskelet, kemik
parçaları, seramik parçaları gibi çeşitli kalıntılar
bulduklarını kaydetti.
Yılmazer, Trabzon’un Akçaabat İlçesi'ne bağlı
Akçakale beldesindeki Akçakale Kalesi’nde ise
kurtarma kazısının 19 Temmuz 2007’de başladığını
belirtti.
Akçakale Kalesi’nin 1297-1300 yılları arasında
İmparator Aleksios 2 tarafından yaptırıldığını ifade
eden Yılmazer, Trabzon’un fethi olan 1461 yılından
itibaren kalenin 7 yıl direndiğini ve 1468 yılında
Fatih Sultan Mehmet’in komutanlarından Mahmut Paşa
tarafından ele geçirildiğini kaydetti.
Kalede bugüne kadar yürütülen çalışmalarda iskelet,
kemik parçaları, toprak kaplar, bronz çiviler ve
Bizans seramiği bulunduğunu dile getiren Yılmazer,
kurtarma kazısının muhtemelen 2008 yılı sonuna kadar
bitirileceğini söyledi.
BAYBURT KALESİ
Bayburt Kültür ve Turizm Müdürü Bahri Akbulut,
Erzurum Müze Müdürlüğü'nce Bayburt Kalesi’nde 15
Haziran 2006’da kazı çalışmalarına başlandığını
belirtti.
Bayburt kent merkezinin kuzeyinde yer alan Bayburt
Kalesi’nin yapımıyla ilgili bilgilerin kesin
olmadığını, yerel prens ve krallıkların savaşlarında
önemli rol oynayan kalenin MS 58’de yapıldığının
tahmin edildiğini ifade eden Akbulut, yapılan kazı
çalışmalarında Selçuklu ve genellikle Osmanlı
dönemine ait seramik eşyalar ve eski ev
kalıntılarına rastlanıldığını söyledi.
Akbulut, kış aylarında ara verilen kazı
çalışmalarına, yaz aylarıyla birlikte yeniden
başladıklarını da sözlerine ekledi.
BU YIL GAZİANTEP,
KİLİS, KAHRAMANMARAŞ VE ADIYAMAN’DA TOPLAM 7
ARKEOLOJİK KAZI YAPILACAK
Zeugma Antik Kenti’yle adını dünyaya duyuran
Gaziantep ile Kilis, Kahramanmaraş ve Adıyaman’da bu
yıl toplam 7 arkeolojik kazı yapılacak.
Gaziantep Arkeoloji Müzesi Müdürü Ahmet
Denizhanoğulları, Gaziantep’te Bakanlık izniyle
Tilmen Höyük, Zincirli Höyük, Dülük Antik Kenti ile
Zeugma Antik Kenti’nde arkeolojik kazılar
yapılacağını söyledi.
TİLMEN HÖYÜK
Denizhanoğulları, Gaziantep’in İslahiye İlçesi'nin 10
kilometre doğusunda bulunan Tilmen Höyük'te ağustos
ayı içinde İtalyan Prof.Dr. Nicola Marçetti
başkanlığındaki bir heyetin bilimsel kazı yapacağını
bildirdi.
Daha önce yapılan kazılarda Tilmen Höyük'ün MÖ 3000
yılının son dönemlerinde büyük bir şehir olduğunun
anlaşıldığını ifade eden Denizhanoğulları, “Şehir,
iç ve dış kaleden oluşuyor. Kalenin surları büyük ve
düzgün kesme taştan yapılmış. Kazılar sonucunda,
höyükten pek çok araç gereç, çanak, çömlek, takılar
ve süs eşyaları çıkartıldı” dedi.
ZİNCİRLİ HÖYÜK
Gaziantep’in İslahiye İlçesi'ne bağlı Zincirli Köyü
sınırları içinde yer alan Zincirli Höyük'te, ABD
Chicago Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof.Dr. David
Schloen başkanlığındaki yerli ve yabancı ekiplerden
oluşan 102 kişilik kazı ekibi, 17 Temmuz 2007’de
kazıya başladı. Kazı ekibi, bölgede 2 ay süreli
çalışma yapacak.
Zincirli Höyük'te İlk Tunç Çağı’ndan (MÖ 300) Roma
dönemine (yaklaşık 2000 yıl önce) kadar yerleşim
görülüyor. Höyükte, 15 yıl önce bazalt taşından
yapılmış aslan heykeli, 50 yıl önce de Hititler
dönemine ait kadın heykeli ve kabartmalar bulundu.
Bulunan eserler Gaziantep Arkeoloji Müzesi’nde
sergileniyor.
DÜLÜK ANTİK KENTİ
Dülük Antik Kenti’nde, Almanya’nın Münstern
Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof.Dr. Engelberd
Winter başkanlığında 37 kişilik bir ekip tarafından
ağustos ayı içinde 45 gün süreli kazı çalışması
yapılacak.
Gaziantep Arkeoloji Müzesi Müdürü Ahmet
Denizhanoğulları, dünyada bilinen en eski yerleşim
birimlerinden olan Dülük’ün, Teşup, Zeus ve Jupiter
Dolikhenos inançlarının merkezi olduğunu, 1997-1998
yılları arasında yapılan kazılarda dünyada yer
altında yapılan en büyük Mitras tapınağının ortaya
çıkarıldığını söyledi.
ZEUGMA ANTİK KENTİ
Zeugma Antik Kenti’nde, Ankara Üniversitesi Dil
Tarih ve Coğrafya Fakültesi Öğretim Üyesi Doç.Dr.
Kutalmış Görkay başkanlığında 110 kişilik bir ekip,
17 Temmuz 2007 tarihinde bilimsel kazılara başladı.
Zeugma Antik Kenti, MÖ 300’de Büyük İskender
tarafından “Selevkia Euphrates” adıyla kuruldu.
Kommagene Krallığı’nın 4 büyük şehrinden biri olan
kent, MÖ 31’den itibaren tamamıyla Roma
İmparatorluğuna bağlandı ve “köprü”, “geçit”
anlamına gelen “Zeugma” adını aldı.
Zeugma’da ilk kazı, kaçak kazı ihbarı üzerine
Gaziantep Arkeoloji Müzesi Müdürlüğü tarafından
1987’de yapıldı. Kazıda oda biçimli aile kaya
mezarı, mezarın sahiplerine ait heykeller bulundu.
Antik kentte ikinci kazı 1992’de yine bir kaçak kazı
ihbarı üzerine Gaziantep Arkeoloji Müzesi Müdürü
Rıfat Ergeç tarafından yaptırıldı. Bu kazıda taban
mozaiği ve ilk villa gün ışığına çıkartıldı.
Antik kentin önemli bir bölümünün GAP kapsamında
inşa edilen Birecik Barajı’nın göl suları altında
kalacak olması nedeniyle 1993’ten itibaren yerli ve
yabancı bilim adamlarından oluşan çok sayıda ekip,
Zeugma Antik Kenti’nde kurtarma kazıları yürüttü.
Kurtarma kazılarında gün ışığına çıkarılan eserlerin
en önemlileri olan mozaikler, Mark heykeli, duvar
resimleri ve kil mühür baskı koleksiyonu halen
Gaziantep Arkeoloji Müzesi’nde sergileniyor.
Bakanlar Kurulunun 2005 yılında aldığı kararla,
antik kentte yürütülecek çalışmalara başkanlık etme
görevi Doç.Dr. Kutalmış Görkay’a verildi.
GAZİANTEP MÜZESİ
BAŞKANLIĞINDA YAPILAN KAZILAR
Gaziantep Arkeoloji Müzesi Başkanlığında, 2007
yılında Gaziantep’te yapılan çalışmalar şöyle: Dülük
Antik Kenti’nde, 10 Haziran 2006 tarihinde temizlik
ve çevre düzenleme çalışmaları başlatıldı.
Gaziantep’in Metropol İlçesi Şehitkamil Belediyesi
tarafından finanse edilen bu çalışmaların ilk bölümü
tamamlandı. Uzun süreli çalışmalar sonucunda,
bölgenin kültür turizmine kazandırılması
hedefleniyor.
Kent merkezinde bulunan Hışva Han’da restorasyona
yönelik hafriyat çalışmaları 20 Haziran 2007’de
başladı. 2 ay sürecek bu çalışma Gaziantep
Büyükşehir Belediyesi'nin sponsorluğunda yürütülüyor.
2007 yılı içinde Gaziantep Kalesi’nde restorasyona
yönelik kazı çalışması yapılacak. Bununla ilgili İl
Özel İdaresi ile proje ve diğer konuların
görüşmeleri devam ediyor. Bir ay süreyle hendek
temizleme çalışmaları da yapılacak.
Yesemek Açık Hava Müzesi’nde ise Ağustos 2007
yılında Arkeolog İlhan Temizsoy başkanlığındaki bir
ekip tarafından 45 gün süreli temizlik ve çevre
düzenleme çalışması yapılacak.
KİLİS OYLUM HÖYÜK
Kilis’in Oylum Köyü sınırları içinde bulunan Oylum
Höyük'te Hacettepe Üniversitesi Öğretim Üyesi
Prof.Dr. Engin Özgen başkanlığındaki 40 kişilik ekip, 23
Temmuz 2007 tarihinde kazı çalışması başlattı. Kazı
çalışmaları 2 ay sürecek.
Kilis Gaziantep kara yolu üzerinde bulunan Oylum
Höyük, biri 22 metre, diğeri 37 metre
yüksekliğinde ve bir boyunla birbirine bağlanan iki
yükseltiden oluşuyor. Ovadaki alçak bir yükselti
üzerinde kurulan Oylum Höyük, yüksek Anadolu
platosunun bittiği ve Suriye’ye doğru uzanan
düzlüklerin başladığı verimli topraklar üzerinde
bulunuyor.
Oylum Höyük çevresindeki uydu yerleşme
niteliğindeki birçok höyükle birlikte, başta Tunç
Çağı (MÖ 300-1200) olmak üzere çeşitli dönemler
boyunca bölgesel bir merkez durumunda. Höyükte kazı
çalışmaları 1989 yılından beri devam ediyor.
ADIYAMAN PERRE
ANTİK KENTİ
Perre Antik Kenti Nekropol alanında Adıyaman
Valiliği Özel İdare bütçesinden ayrılan kaynakla
Adıyaman Müze Müdürlüğü'nün başkanlığında 22 Mayıs
2007 tarihinde birinci dönem kazı ve temizlik
çalışmaları başladı. Çalışmalar, 30 Haziran 2007’de
sona erdi.
Adıyaman Müze Müdürü Arkeolog Fehmi Erarslan
başkanlığındaki çalışmalara 80 kişilik ekip katıldı.
Kazı ve temizlik çalışmaları için 110 bin YTL
harcandı. 10 galeride yapılan kazı ve temizlik
sonucu galeriler tamamen açılıp temizlendi.
Açılan galerilerde toplan 5 oda mezar ve 33 lahit
mezar ortaya çıkartıldı. Kazılarda bir altın yüzük,
bir damga mühür, bir kabartma ve sikkeler ortaya
çıkartıldı. Perre Antik Kenti’nde havaların sıcak
olması nedeniyle kazı ve temizlik çalışmalarına 1
Eylüle kadar ara verildi. 1 Eylülde aynı ekip
tarafından bölgede iki aylık kazı ve temizlik
çalışmalarına devam edilecek.
Adıyaman’da bulunan Kommagene Krallığı’nın 5 büyük
kentinden biri olan Perre Antik Kenti’nde 2001
yılından beri kazı çalışmaları yapılıyor. Son 6 yıl
içerisinde devam eden kazı çalışmaları sonucunda
yüzlerce kaya mezar odası toprak altından gün
ışığına çıkartılarak turizme kazandırıldı. Kazılarda
elde edilen 222 parça eser ise Adıyaman Müzesi’ne
kazandırıldı.
KAHRAMANMARAŞ
DÖNGEL MAĞARASI
Kahramanmaraş’ta, Döngel Mağaraları içerisinde
bulunan Dikili Mağara’da, Hatay Mustafa Kemal
Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Yrd.
Doç.Dr. Cevdet Erek başkanlığında 15 kişilik bir
ekip, Kahramanmaraş Müzesi ile birlikte 1 Ağustos
2007 tarihinde kazı çalışmaları başlattı.
Döngel Mağaraları, Kahramanmaraş Kayseri kara
yolunun 50. kilometresinde üst üste ve birbirine
bağlı olmak üzere üç mağaradan oluşuyor. Mağaranın
tabandan tavana kadar olan yüksekliği 102 metre.
Eşsiz bir güzelliğe sahip olan Döngel Mağaralarında,
ilk defa olarak bu yıl kazılar yapılıyor.
ELAZIĞ
Elazığ’ın eski yerleşim yeri Harput’ta kale içinde
gerçekleştirilen kazı çalışmasının 3 etabı başladı.
Kazının bu yılki bölümünde ağırlıkla ortaya çıkan
yapıların restorasyonu ile sokak dokularının
belirlenmesi üzerinde çalışılacak.
Kazının bilimsel sorumlusu emekli öğretim üyesi
Prof.Dr. Veli Sevin, kazının 15 Eylüle kadar
süreceğini söyledi.
Son 5 yüzyıl yoğun bir Osmanlı yerleşmesine sahne
olalan kazı yerinin 1850 yılından itibaren boşalmaya
başladığını belirten Sevin, amaçlarının 150 yıl önce
terk edilmiş, ancak Osmanlı karakterini aynen
dokuyan bir dokuyu ortaya çıkarıp, restore etmek
olduğunu kaydetti.
KARADENİZ’İN
“EFES”İ
Zonguldak’ın Çaycuma ilçesine bağlı Filyos
beldesindeki Antik Teion Kenti’nde, 3 Ağustosta
başlayan kazılarla ve arkeolojik su dalışlarıyla MÖ
7. yüzyılda kurulan antik kentin mimari yapısının
ortaya çıkarılması hedefleniyor.
Trakya Üniversitesi Arkeoloji Bölüm Başkanı Prof.Dr. Sümer Atasoy, Ege Bölgesi’ndeki Miletos
kentinden gelenlerin kurduğu antik kentin, Persler,
Romalılar, Cenovalılar ve Osmanlılara kadar çok
sayıda dönemde yerleşim merkezi olduğunu söyledi.
Atasoy, Türkiye’de Karadeniz sahillerinde ilk defa
burada yapılan kazıların, bölgenin önemli ticaret
kenti olduğunu gösterdiğini anlattı.
MOZAİK CENNETİ
Karabük’ün Eskipazar İlçesi'ndeki, geçen yıl başlayan
Hadrianoupolis Antik Kenti’nde başlayan kazı
çalışmaları, bu yıl 14 Temmuzda 10 kişilik bilimsel
ekip ve 40 işçiyle sürdürülüyor.
Paphlagonia Hadrianoupolis Arkeolojik Kazısı Başkanı
ve Dokuz Eylül Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi
Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç.Dr. Ergün
Laflı, yaklaşık 90 gün devam edecek çalışmalar
kapsamında antik tiyatro, Roma dönemi anıt mezarı ve
Geç Roma dönemi mozaik döşemeli bölümlerde kazıların
sürdürüleceğini söyledi.
Laflı, kazılarda, eşsiz taban mozaikleri
bulduklarını, Roma Anıt Mezarı’nın da tamamen ortaya
çıkartıldığını ifade etti.
TRAKYA
Osmanlı İmparatorluğuna başkentlik etmiş olan
Edirne’de 1994 yılında başlayan Yeni Edirne
Sarayı’nda (Saray-ı Cedid-i Amire) kazı çalışmaları
halen devam ediyor.
Edirne Müze Müdürlüğü yetkilileri, Edirne
Valiliğinin maddi destek sağladığı ve Edirne
Müzesi’nin konturolü altında gerçekleştirilen kazı
çalışmalarının 19 Temmuzda başladığını ve halen
toprak hafriyatı ile otların temizlenmesi
çalışmalarının sürdürüldüğünü kaydettiler.
Yetkililer kazı çalışmalarında bugüne kadar, Balkan
Savaşı’ndan kalma mermi kovanları, top gülleleri,
Osmanlı ordusunun kullandığı ocak kalıntıları,
sikkeler, seramikler, silah parçaları bulunduğunu
ifade ettiler.
ENEZ’DE 37 YILLIK
KAZI ÇALIŞMALARI
Enez İlçesi'nde devam eden kazı çalışmalarında bugüne
kadar Kalkolitik, Neolitik, Demir Çağ, Klasik
Çağlar, Hellenistik, Roma ve Osmanlı dönemlerine ait
üst üste tabakalar şeklinde kalıntılar bulundu. 1970
yılında başlanan ve kazı çalışmalarından Enez’in
tarihinin MÖ. 3000’e kadar uzandığını belirlendi.
İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Taşınabilir
Kültür Varlıklarını Koruma ve Onarım Bölümü Başkanı
Prof.Dr. Sait Başaran, Ainos adını taşıyan Enez’e,
Homeros destanında da rastlandığını belirtti.
KIRKLARELİ
Kırklareli Kültür Müdürlüğü yetkilileri, Aşağıpınar
mevkisinde 1993 yılında başlanan arkeolojik
kazıların devam ettiğini belirttiler.
İstanbul Üniversitesi Prehistorya Ana Bilim Dalı
Başkanı Mehmet Özdoğan başkanlığında sürdürülen kazı
çalışmalarında, Balkanlar’daki en büyük ve en iyi
korunmuş yerleşim bölgesi olması nedeniyle
Aşağıpınar mevkisinde tarih öncesi kültürlere ait
zengin buluntulara rastlandı.
Kırklareli’nin Vize İlçesi'nde, Çömlektepe Höyüğü
kazısında genç Roma dönemine ait antik tiyatro
bulundu.
Yetkililer, kazı çalışmalarında tiyatronun oturma
kademeleri, bunların arasındaki yollar, sahne binası
ve orkestra bölümlerinin günümüze kadar ulaştığını
söylediler.
Kazılar sırasında çok sayıda Roma, Bizans ve Osmanlı
seramikleri, cam ve metal buluntular ile kadın
heykeli bulundu.
TEKİRDAĞ’DA 5
ARKEOLOJİK KAZI ÇALIŞMASI
Tekirdağ’da merkez ve ilçelerinde devam eden 5 ayrı
arkeolojik kazı çalışmalarında çeşitli dönemlere ait
kalıntılara rastlandı.
Tekirdağ Kültür Müdürü Akif Işın, merkeze bağlı Naip
Köyü, Menekşe Çatağı, Karaevlialtı bölgeleri ile
Marmara Ereğli İlçesi'nde ve Şarköy İlçesi'ne bağlı
Beyoğlu Köyü'nde yapılan arkeolojik kazılarda çeşitli
tarihlere ait bulgulara rastlandığını söyledi.
1984 yılında Naip Köyü, Kızlar Höyüğü tümülüsünde
Müze Müdürlüğü'nce yapılan kazılarda dramaos’lu
(Öngeçitli) bir mezar odasına rastlanıldı. Yapılan
kazı çalışmalarında ziyafet masası, 2 adet sehpadan
oluşan oda takımları ile gümüş, pişmiş toprak ve
bronz eserlere rastlandı. MÖ 325-320 yollarına ait
olduğu belirlenen bu mezarın Kral Kersepleptes’in
oğlu Teres’e ait olduğu biliniyor.
1993 yıllarında başlanan ve halen devam eden Menekşe
Çatağı bölümündeki kazılarda ise tarih öncesi
çağları içeren ve Traklar’a (Erken Demir Çağları)
ait önemli mimari ve dini kalıntılar ortaya
çıkarıldı.
Karaevlialtı’da (Heraion Teichos) yapılan kazılarda
ise bölgenin önemli bir Trak kenti olduğu
belirlendi. Kazılar sırasında bulunan krallara ait
paralardan bölgenin, MÖ 6. yüzyıldan Roma dönemine
kadar ilişkisinin bulunduğu belirlendi.
Bir liman kenti de olan Heraion Teichos’ta da bugüne
kadar madeni paralar, mühürlü amfora kulpları ortaya
çıkarıldı.
Şarköy’e bağlı Beyoğlu Köyü'ndeki Asker Tepe
Tümülüsü’ndeki kazı çalışmalarında MÖ 330-320
yıllara ait taştan bir mezar odası ile mezar odası
önünde taş döşemeli bir ön avludan oluşan bir mezar
yapısı ortaya çıkarıldı.
ÇORUM
Çorum’un Uğurludağ İlçesi Resuloğlu ören yerinde
yürütülen kazıların başkanı Doç.Dr. Tayfun
Yıldırım, 2003 yılında Müze Başkanlığı ile
başlatılan kazılarda 157 mezarın açıldığını ifade
etti. Kazılarda Hattiler’in ölü gömme geleneklerini
gösteren bulgular elde ettiklerini belirten
Yıldırım, ören yerinde çıkan süs eşyalarının önemli
eserler arasında yer aldığını söyledi.
Doç.Dr. Yıldırım, eylül sonuna kadar devam edecek
kazılarda 10 kişilik kazı heyeti ile 20’ye yakın
işçinin görev alacağını kaydetti.
Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları ve
Müzeler Genel Müdürlüğünce de 13 Ağustos-7 Eylül
tarihleri arasında Mecitözü ilçesine bağlı Beyözü
köyünde yüzey araştırmaları yapılacak. Yapılan yüzey
araştırmalarının ardından belirlenen noktalarda kazı
çalışmaları başlatılacak.
Çorum’da Hitit ve Hatti dönemine ait kalıntıların
çıkarılması için Alacahöyük, Boğazkale, Şapinuva,
Resuloğlu ve Boyalıhöyük’ün ardından Beyözü köyü de
Çorum’un 6. kazı alanı olacak.
BİTLİS KALESİ’NDEKİ
KAZI ÇALIŞMALARI
Bitlis Kalesi’nde 3 yıldır kazı çalışmalarını
yürüten Pamukkale Üniversitesi öğretim görevlisi ve
Bitlis Kalesi Kazı Başkanı Kadir Pektaş, 2005
yılında kalede hamam ortaya çıkardıklarını belirtti.
Kazılarda bol miktarda lüle, pipo, seramikler ve
sikkeler bulduklarını belirten Pektaş, “Sikkelerin
içinde Osmanlı dönemi çoğunlukta” dedi.
Ahlat Kazısı Başkanı Doç.Dr. Nakış Karamağaralı da
“Eski Ahlat Şehri Kazısı”nın 2007 yılında da devam
edeceğini söyledi.
Karamağaralı, 2007 sezonu kazı planlamasında önceki
yıllarda başlanmış olan cami, zaviye ve çifte hamam
kazılarının devam edeceğini dile getirdi.
KOCAELİ’NDEKİ
TÜMÜLÜSLER GÜN YÜZÜNE ÇIKARILACAK
Kocaeli’nde, Hellenistik ve Erken Roma dönemine ait
olduğu tahmin edilen 7 tümülüs, Kocaeli Kültür ve
Turizm Müdürlüğünce yapılacak kazı çalışmaları
kapsamında gün yüzüne çıkarılacak.
Kocaeli Müze Müdürü İlksen Özbay, Üçtepeler, Akmeşe
köyleri, Kabaoğlu Köyü, Aytepe Mevkii, Erenler
Bayırı’nda bulunan 7 tümülüsün gün ışığına
çıkarılması için Kocaeli’ndeki bazı belediyelerle iş
birliği içinde çalışma başlattıklarını söyledi.
Özbay, Üçtepeler Köyü'ndeki Büyük Tümülüs'ün gün
yüzüne çıkarılması için 1994 yılında yapılan kazıda
bir kral ailesine ait 12 metre yüksekliğinde 75
santimetre çapında tümülüse rastlandığını ifade
etti.
İlksen Özbay, Kocaeli’nde bulunan 11 su kemerinin de
onarılıp turizmin hizmetine sunacaklarını sözlerine
ekledi.
ntvmsnbc.com, 16.08.2007
|
SELÇUK KALESİ'NDE KAZI ÇALIŞMALARI
BU YIL YENİDEN BAŞLIYOR
Selçuk'taki tarihi Ayasuluk
Kalesi'ndeki kazı çalışmaları Bakanlar Kurulu
kararıyla Yar.Doç.Dr.Mustafa Büyükkolancı'ya
verildi. Bu yılki çalışmaların ilk bölümü 15 Eylül
2007 tarihinde sona erecek.
1975
yılından bu yana Müze adına arazilerde yapılan
kazıları arkeolog olarak yöneten Mustafa
Büyükkolancı 2002 yılında Pamukkale Üniversitesine
Yar. Doç. olarak geçti. 2006 yılında Ayasuluk tepesi
ve St. Jean'da yapılacak kazıları Bakanlar Kurulu
izinli kazı haline getirilebilmesi için Üniversite
olarak Kültür Bakanlığına müracaatta bulundu. 2007
yılında bu konuda olumlu cevap alarak 6 Haziran 2007
tarihinden itibaren Bakanlar Kurulu'nun kararıyla
Ayasuluk Kazılarının sorumlusu olarak
görevlendirildi.
1960
yılında başlayan St. Jean ve Ayasuluk tepesindeki
kazı çalışmalarının 1965 yılına kadar devam ettiğini
belirten Selçuk Kalesi Kazı sorumlusu
Yar.Doç.Dr.Mustafa Büyükkolancı, 1965 yılında ara
verilen bu çalışmaların 1975 yılında Prof.Dr.Ekrem
Akurgal gözetiminde ve Efes Müzesi Müdürleri
başkanlığında yeni çalışmalara başlanıldığını ifade
etti. 2006 yılına kadar devam eden bu çalışmalarda
Ayasuluk Kalesi ve özellikle st.Jean Kilisesinin
kazıları tamamlanıp, onarımlarına büyük önem
verildiğini vurgulayan Büyükkolancı; "Selçuk
ilçesinin merkezinde önemli bir arkeolojik park
oluşuyor. Kazı ve restorasyon çalışmalarının yanında
çevre düzenlemesi çalışmalarına da büyük ağırlık
veriliyor. Bu konuda mümkün olduğunca kaledeki
kazılara ilk adımlar atılarak kale ve st.jean
kilisesi arasında yapılan sontaj çalışmalarında MÖ
3 bin yıllarında ilk Efes'in burada kurulduğu
belgeleniyor" dedi.
2007
yılı itibariyle 15 Ağustos, 15 eylül tarihleri
arasında öğrenci arkeolog ve asistanlardan oluşan
bir ekiple özellikle kale içinde geniş çaplı
kazılara başlamak istediklerini belirten
Büyükkolancı; "Amacımız beş yıl içinde kaleyi
arkeolojik bir park haline getirebilmektir. Ayrıca
Selçuk ilçesine gelen ziyaretçilere kale, st.jean,
İsabey Camii ve mümkün olursa Artemisyon'u da içine
alan yeni bir ziyaretçi güzergahı yaratmak ve bu
güzergahı Efes'e alternatif olarak Selçuk ilçesine
gelen gelen ziyaretçilerin burada kalma sürelerini
artıran önemli bir fonksiyon yaratacağını
düşünüyoruz. Bunun yanında mümkün olursa geçen
yıllarda başlayan St. Jean çalışmalarını ve Apazas
(eski Efes) ile ilgili çalışmalarına da bilimsel
çalışmalar olarak devam etmek istiyoruz. Kültür ve
Turizm Bakanlığına sunduğumuz beş ve on yıllık
çalışma programlarında bütün bunlar detaylanmıştır"
dedi.
Selçuk Bölge
Haberleri, 13.08.2007
|
100 BİN YILLIK MAĞARA TURİZME
AÇILACAK
2004 yılında düzenlenerek doğa severlerin hizmetine açılan Fürth Yürüyüş yolunun ardından, çok önemli bir doğal değerimiz daha turizme kazandırılıyor.
Yerli halkın verdiği bilgilerle gün
ışığına çıkartılan Cennet Adası Mağarası geçen hafta
başlayan kurtarma kazısının ardından turizme
açılacak. 3 metreye ulaşan sayısız sarkıt ve
dikitlerin jeolojik evriminden yola çıkan
araştırmacılar mağaranın 100 bin yıllık bir geçmişe
sahip olduğunu ve antik dönemde insanlar tarafından
tapınma amaçlı kullanıldığını tahmin ediyor.
Yapılacak kurtarma kazısıyla
birlikte mağaraya giden yaklaşık 2 km’lik yolda da
peyzaj çalışmaları yürütülecek, tabelalarla bölgenin
flora ve faunası hakkında yerli ve yabancı
misafirlere bilgi verilecek. Doğal mirası kurumak ve
mağara içinde yapılan kaçak kazıları önlemek
amacıyla hayata geçirilen projenin maddi giderleri
Marmaris Belediyesi tarafından karşılanacak.
Antik adı Nimara olan ve 1999
yılında tescillenerek arkeolojik ve doğal sit alanı
ilan edilen mağarada Müzeler Genel Müdürlüğü’nün
izniyle yapılacak olan kurtarma kazısında yaklaşık
25 kişiden oluşan bir ekip görev alacak. Ekipte
akademisyenler, Marmaris Belediyesi Fen İşleri
Müdürlüğü çalışanları, arkeologlar, jeoloji ve
elektrik mühendisi, mimar ve peyzaj mimarı yer
alacak. Kurtarma Kazısı hakkında bir basın
toplantısı düzenleyen Marmaris Müze Müdürü Neşe
Kırdemir ve Marmaris Belediye Meclis Üyesi İsmet
Kamil Öner, Fethiye Kelebekler Vadisi’nde yaşayan
kelebeklere benzer bir türün de mağarada bulunduğunu
ifade etti.
Bir yaşamın tespit edildiği ilk
mağara olması nedeniyle bölge için büyük önem
taşıyan mağaranın kaçak kazılar nedeniyle bir an
önce koruma altına alınması gerektiğini ifade eden
Kırdemir, “Cennet adası da 2. derece doğal sit
alanı. Kazının amacı mağarayı turizme kazandırmak.
Muğla Üniversitesi arkeoloji bölümü de projeye
destek veriyor. Çalışmaların 2007 yılı sonuna kadar
tamamlanmasını planlanıyoruz. Projenin maddi
giderleri Marmaris Belediyesi tarafından
karşılanacak. Hilmi Kıvrak da yerel işletme olarak
projeye maddi destek sağlayacak” dedi.
Bin 790 metrelik yürüyüş parkurunda
yapılacak çevre düzenlemesi ile yöreyi ziyaret eden
turistlerin hem tarihi hem de doğal bir zenginlikle
karşılaşacağını, projenin alternatif turizm için de
iyi bir başlangıç olacağını ifade eden Marmaris
Belediyesi Meclis Üyesi İsmet Kamil Öner, “Mağara şu
ana kaçak kazılar ve alkoliklerin istilası ile karşı
karşıya kalmış. Böyle tarihi ve doğal bir mağarada
mangal bile yakılmış. Projenin hayata geçmesinin
ardından kışın bölgemizi ziyaret eden turistler de
alternatif bir gezi programına kavuşacak” şeklinde
konuştu.
Marmaris Rehberi, 03.08.2007
Nano-Yorum:
Ben bir speleolog değilim. Mağaracılık hobim de değil. Hatta girebildiğim mağara sayısı da bir elin parmaklarını geçmez. Ancak biraz mürekkep yalamış, iyi-kötü çevre-doğa-tarih-kültür meselelerine kafa yormuş biri olarak söyleyebilirim ki bir cinayet daha işlenmek üzere. Bu sayfada 18.12.2006 tarihinde yayınlanan yazımızda şöyle demiştik:
"... bir mağaranın
tescil edilmesi, korunması için yeterli
olmamaktadır. Türkiye mağaraları kaçak kazılar,
yerel halkın bilgisizliği ve maalesef turizm amaçlı
olarak da devlet eliyle tahrip edilmektedir. Bir
mağaranın turizme açılabilmesi için gerekli olan
jeolojik, hidrojeolojik, biospeleolojik
araştırmaların yanısıra arkeolojik ve antropolojik
araştırmaların da yapılması zorunludur. Mağara
girişinde karşılaşılabilecek çanak-çömlek
buluntuları bir gösterge kabul edilmeliyse de
yeterli değildir. Hiçbir buluntu olmamasına rağmen
mağara içlerinde resimler, yazıtlar ya da eski çağa
ait mezarlar olma ihtimali de göz önüne alınmalıdır.
Araştırmalar yapılırken, mağaraların koruma altına
alınması zorunluluğunu da belirtmekte fayda var
sanırım."
Aynı yazının altına bir
daha imza atıyoruz.
Ayşe Didem Bayvas
|
12 - 18 Ağustos 2007
|
PROF.DR. HÜSAMETTİN AKSU'YU KAYBETTİK
İstanbul Üniversitesi Sanat Tarihi Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Hüsamettin Aksu'yu kaybettik.
1942 yılında Elazığ'da doğan Aksu, İstanbul Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Fars Dili ve Edebiyatı Filolojisi'ni bitirdikten sonra "Emir Gıyaseddin Muhammed el-Esterabadi ve İstivanamesi" başlıklı teziyle doktora yaptı. 1972 - 1978 yılları arasında İ.Ü. Kütüphanesi'nde, 1978'den sonra da Sanat Tarihi Bölümü Genel Sanat Tarihi Anabilim Dalı'nda görev yaptı. Aynı bölümde 1995 yılında Doçent, 2006 yılında da Profesör oldu.
Feryal İrez ile birlikte hazırladığı "Boğaziçi Sefarethaneleri" adlı kitabının dışında "1782 Yılı Yangınları", "İstanbul Yapılarındaki Bazı Dekoratif Kufi Hatlar" ve "Fihrist-i Nushaha-yi Hatti-yi Farisi-yi Kitabhane-i Danişgah-i İstanbul" adlı kitapları da olan Aksu'nun çok sayıda makalesi, bildirileri ve kaleme aldığı ansiklopedi maddeleri de vardı. Hüsamettin Aksu 2002 yılında İstanbul Üniversitesi Rektörlüğü Hizmet Ödülü almıştı.
TAYHaber, 14.08.2007
|
700 YILLIK EŞREFOĞLU
CAMİİ YANLIŞ RESTORASYON KURBANI
Selçuklu sanatının
şaheseri sayılan Konya Beyşehir’deki Eşrefoğlu
Camii, yanlış restorasyon kurbanı. Anıtsal
taçkapısı, eşsiz mihrap ve minberi, üstün ağaç ve
çini isçiliğiyle Türk sanat müzesi niteliğindeki
eserin bilinçsizçe restore edilmesine sanat
tarihçileri tepkili.
Uzmanlar özellikle kalem
işi süslemelerin aslına uygun yapılmadığını ve
restorasyonun eserin orijinalliğine zarar verdiğini
söylüyor. Vakıflar Bölge Müdürlüğü ise bu
suçlamaları kabul etmiyor. Türkiye'de konunun en
yetkin isimlerinden biri olan Dr. Yaşar Erdemir,
"Bağırdım, çağırdım, ağladım; ama kime gittiysem bu
rezaleti durduramadım.” diyor.
Dünyanın 7 harikasından
biri olmayı hak eden Selçuklu sanatının en önemli
ahşap eseri Beyşehir Eşrefoğlu Süleyman Bey Camii,
yanlış restorasyon kurbanı oldu. Anıtsal taç kapısı,
eşsiz mihrap ve minberi, üstün ağaç ve çini
işçiliğiyle Türk sanat müzesi niteliğinde olan
tarihî eserin bilinçsizce restore edilmesine sanat
tarihçileri ateş püskürüyor. Uzmanlar, özellikle
kalem işi süslemelerin aslına uygun yapılmadığını ve
ehil olmayan kişilerce yürütülen restorasyonun
eserin orijinalliğine zarar verdiğini söylüyor.
Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından yürütülen
restorasyonla ilgili ahşap sanatlar konusunda
Türkiye’de konunun en yetkin isimlerinden biri olan
Yard. Doç. Dr. Yaşar Erdemir, “Kalem işi süslemeleri
berbat etmişler. Bağırdım, çağırdım, feveran ettim
ama kime gittiysem bu rezaleti durduramadım. Cami
tüm orijinalliğini kaybetti.” diyor. Hünkâr
Mahfili’nde özel bez ve kumaşlar üzerine astar çekip
motifler nakşedildiğini belirten Erdemir’e göre
orijinal motifler kazınmış: “Kültür Bakanlığı’na
bağlı kurulların ne iş yaptığını çok merak ediyorum.
Bunların orada bulunmasının, tarihî eserlere sahip
çıkmaktan öte ne gibi bir gayesi olabilir,
bilmiyorum.”
Zengin taş ve çini
süslemelerin yanı sıra ahşap destek ve tavan
sistemindeki işleme ve nakışlarıyla görenleri
büyüleyen eser, sadece Anadolu’nun değil, İslam
mimarisinin de nadide örneklerinden. Caminin en
önemli özelliklerinden biri, gölgeli nakış
tekniğinin uygulandığı ilk eser olması. Aynı zamanda
“Beyşehir Eşrefoğlu Süleyman Bey Camii ve Külliyesi”
adlı kitabın yazarı olan Erdemir, “Bu katliamı
yapanların bu teknikten haberi bile yok. Şu anki
motiflerin eskiyle alakası kalmadı. Yeniden
yaptılar. Bu çok nadide eseri, inşaat boyar gibi
sentetik boyayla boyadılar.” diyor.
Selçuk Üniversitesi
Sanat Tarihi Bölüm Başkanı Prof. Dr. Haşim Karpuz da
yapılan restorasyonun çok sorunlu olduğu görüşünde.
Kötü restorasyon izlerinin bütün külliyede
görüldüğünü belirten Karpuz, caminin ve medresenin
yanında yer alan hamamda da her yanın mermerle
kaplandığını ve süslemelerin tamamen kaybolduğunu
söylüyor. Sanatın detaylarda gizli olduğunu belirten
Karpuz, şöyle devam ediyor: “Restorasyon yaparken,
alçı sistemini, çini motifini yahut bir kuş figürünü
yok ettiğinizde o döneme ait önemli simgeleri de yok
etmiş olursunuz. Eşrefoğlu Camii gibi, her alanda
birinci sınıf bir esere böyle rastgele insanların,
öğrencilerin, acemilerin el atmaması lazım.
Türkiye’nin en iyi nakkaşı kimse o getirilmeli. Hem
teorisi hem de pratiğini bilen uzmanların bu işle
bizzat ilgilenmesi gerekiyor.” Bölgede birçok
kervansarayın restore edileceğini, hiç olmazsa
bunlarda daha dikkatli davranılmasını isteyen
Karpuz’a göre restorasyonların durumu hiç de iç
açıcı değil. Kervansaraylarda yürütülen çalışmaları
bir vesileyle gördüğünü ifade eden Karpuz,
manzarayla karşılaştığında dehşete kapıldığını
söylüyor. Karpuz, “Çanak, çömlek parçaları, çini
parçaları, küçük buluntular sağa sola atılmış
vaziyetteydi. Geçtiğimiz günlerde restorasyonuna
başlanan Zazadin Han çok önemli bir eser. Bizim
korkumuz bu kervansaraylar. Hiç olmazsa bunları
kurtarabilsek... Keşke uzman nakkaşlar, mimarlar,
ustalar yetiştirebilsek de bu tür tahribatlarla hiç
karşılaşmasak.” diyor. Bir daha Eşrefoğlu Camii gibi
bir eserin yapılamayacağını söyleyen Karpuz, ilginç
bir iddiada bulunuyor: “Vakıflar Genel Müdürlüğü, bu
işlere maddi anlamda ciddi kaynaklar sağlıyor, bölge
müdürlükleri ise paranın tekrar merkeze dönmesini
istemedikleri için derhal ihale yapıyor. Hal böyle
olunca, ihale ehil olmayan kişilere bırakılıyor ve
restorasyonlar sorunlu oluyor.”
Selçuk Üniversitesi
Mimarlık Fakültesi Restorasyon Bölümü Başkanı Doç.
Dr. Osman Nuri Dülgerler, Eşrefoğlu Süleyman Bey
Camii ve Külliyesi’nde tam anlamıyla kültür katliamı
yapıldığını söylüyor. Restorasyonda eskiyi inkâr
etmemenin şart olduğunu anlatan Dülgerler,
motiflerde bir tamamlama yapıldığında sırıtmayacak
şekilde yapılması gerektiğini ifade ediyor. Sadece
Konya’da değil Türkiye’de yapılan çalışmaların hemen
hepsinin sorunlu olduğunu belirten Dülgerler, “Daha
korkuncu, orijinalleri yerinde duran bir eserde
zemini güçlendirmek yerine sıvayı kazıyıp, desenleri
alıp, yerine kopyalarını koyuyorlar. Bu bir
restorasyon değil, tarihi katletmektir.” diyor.
Vakıfların yaptığı ihalelerin ‘adrese teslim’
olduğunu söyleyen Doç. Dr. Dülgerler, durumu şu
sözlerle özetliyor: “Koruma kurulları adeta
mafyaların eline geçti. Sorumluluk verdiğiniz
kişinin liyakati olup olmadığına bakmanız gerekiyor.
Restorasyon işi birileri için gelir kapısı olmaktan
kurtarılmalı. Eski eser müteahhitlerinden kaç tanesi
restorasyon, mimarlık tarihi ya da sanat tarihi
eğitimi almıştır? Sizin ihale yasanızda bu kişilerin
hepsi böyle bir yapının onarımına karşılıksız
girerken, bu işin ehilleri niye sokulmuyor? ‘Bu
ülkede ticaret ve iş yapma özgürlüğü vardır, parası
olan adam girebilir.’ deniyor. Parası var diye
kimsenin kültürümüzü katletmeye hakkı yok.” Bu
durumun toplumsal bir duyarlılıkla üstesinden
gelinebileceğini anlatan Dülgerler, bir eserin
restorasyonunda hatanın yapılabileceğini; ancak bu
hatadan dönmek için bir çabanın gösterilmesi
gerektiğini vurguluyor. Dülgerler, “Maalesef bizde
eser tamamen yok olana kadar yanlış devam ediyor.”
diye konuşuyor.
Konya'nın Beyşehir
ilçesinde bulunan Eşrefoğlu Süleyman Bey Camii,
Selçuklu ahşap mimarisinin en önemli örneği olmakla
beraber Anadolu'daki ahşap direkli camilerin en
büyüğü. Eşrefoğlu Süleyman Bey tarafından 1299'da
yapılan eser, 48 ahşap sütun üzerine inşa edilmiş. 6
metre yüksekliğinde, çini mozaik ile kaplı çok
görkemli bir mihraba sahip. Anıtsal bir taç kapısı
olan caminin minberi tamamen ceviz ağacından,
kündekâri (çivi ve tutkal kullanmadan) tekniğiyle
yapılmış. Minberi geometrik şekiller ve bitkisel
bezemelerle kaplı olan caminin tavanında tamamen
ahşap ve kalem işi süslemeler var. Beylikler
Dönemi'nde Eşrefoğlu Beyi Süleyman Bey tarafından
yaptırılan cami, Eşrefoğlu Külliyesi içinde yer
alıyor. Eser, Cumhuriyet döneminde 1934'ten itibaren
zaman zaman tamir görmüş. Bu tamiratlar sonucu
caminin çatısı, önce kiremitle, sonra bakırla
kaplanmış, şimdi ise kurşunla örtülü. Caminin
işlemelerini yapan usta ise adını mütevazı bir
şeklide 'Amele İsa' olarak yazmış.
Beylikler döneminde inşa
edilen ve ahşap eserlerin en önemlisi olarak
gösterilen Eşrefoğlu Süleyman Bey Camii'nde herhangi
bir yangın tertibatı bulunmuyor. Muhtemel bir
yangında kül olacak caminin büyük bir tehlikeyle
karşı karşıya kaldığını söyleyen Eşrefoğlu Camii
İmam Hatibi İsmail Efe, Vakıflar Bölge Müdürlüğü'ne
yangın tertibatı için birçok kez müracaatta
bulunduğunu; fakat ödenek olmadığı gerekçesiyle
müracaatının dikkate alınmadığını söylüyor. Efe,
"Camiyi ziyarete gelen bir işadamından para buldum.
Bu sefer de proje olmadığı gerekçesiyle reddedildim.
Aylardır cevap bekliyorum. Cami, büyük tehlike
altında. 700 yıllık ecdat yadigârı her an kül
olabilir." diye konuşuyor.
Eleştirileri kesin bir
dille reddeden Konya Vakıflar Bölge Müdürü İbrahim
Genç, yapılan çalışmaların doğru olduğunu dile
getiriyor. Üniversite hocalarının restorasyon
bilgisinin olmadığını savunan Genç, Eşrefoğlu
Camii'nde restorasyon ve konservasyon çalışması
yürüttüklerini ve gereken müdahalelerin dışında
hiçbir şey yapmadıklarını söylüyor. Taşa, ahşaba,
çiniye dokunulmadan korunduğunu ifade eden Vakıflar
Bölge Müdürü, sözlerine şöyle devam ediyor:
"Mukarnas sütunlarda orijinal renkleri kullansaydık
iki kat daha fazla kırmızı renk kullanmamız lazımdı.
Biz daha pastel renk kullandık. Bizim ne
kullandığımızı bilen de yok anlayan da. Zaman zaman
kusurlar da olur ama Beyşehir Eşrefoğlu Camii'yle
birebir ilgilendik. Herhangi bir problem yok.
Hocalar aslında bizimle gurur duymaları gerekirken,
tenkit ediyorlar. Onlar bu çalışmaların ne olduğunu,
nasıl yürütüldüğünü bilmezler. Tesadüfen buraya
yolları düşer, sonra da yapılan çalışmaları
beğenmezler. İyi niyet, doğruluk ve dürüstlük yok.
Tamamen dedikodu mantığıyla hareket ediliyor. Bizi
üzen nokta bu." Ecdat yadigârı birçok eserin
tamamlanması için çabaladıklarını sözlerine ekleyen
Genç, akademisyenlerin aksine Eşrefoğlu Camii
restorasyonunun örnek bir çalışma olduğunu
savunuyor.
Zaman Cumartesi, Haber: Mehmet Rıfat Yeğen, 18.08.2007
|
YURT DIŞINDAKİ SERGİLERİ
600 BİN KİŞİ GEZDİ
Kültür ve Turizm
Bakanlığı'nın Türkiye'nin tarihi değerlerini
tanıtmak için bu yıl yurtdışında açtığı sergiler
yoğun ilgi görüyor. Biri halen devam eden toplam 5
sergiyi, bugüne kadar 591 bin 237 kişi gezdi.
"Seramiklerin Kavşak
Noktası Türkiye: Doğu ve Batının Buluştuğu Yer"
sergisi 28 Nisan-24 Haziran tarihleri arasında Güney
Kore'de, "12 Bin Yıl Önce Anadolu: İnsanlık
Tarihinin En Eski Anıtları" sergisi 19 Ocak-17
Haziran tarihleri arasında Almanya'da, "İstanbul:
Şehir ve Sultan" sergisi ise Hollanda'nın başkenti
Amsterdam'da 14 Aralık 2006-15 Nisan 2007
tarihlerinde ziyarete açılmıştı. Japonya'da Tokyo
Metropolitan Sanat Müzesi'nde 1 Ağustos'ta görücüye
çıkan "Topkapı Sarayı'nın Hazineleri-Muhteşem
Osmanlı Hanedanlığı" sergisi ise 24 Eylül'e kadar
açık kalacak. Sergiyi ilk 5 günde 16 bin kişi
ziyaret etti. Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel
Müdürü Orhan Düzgün, sergilerin Türk kültürünün
Avrupa ve dünyada tanınmasına katkı sağladığını
belirterek, "Sergileri gezen yabancılar eserlerin
daha fazlasının bulunduğu müzeleri de ziyaret etmek
istiyor. Sergiler, Türkiye'ye gelecek turist
sayısının da artışına neden oluyor." dedi.
Zaman, 18.08.2007
|
ANTİK DEPREM MEZARLIĞI
Anadolu'nun deprem gerçeği arkeolojik kazılardan da fışkırıyor. Burdur'un Ağlasun İlçesi'ndeki Sagalassos antik kentinde toplu mezar bulundu. Apollon Tapınağı'nın güneyindeki mezarda, MÖ 6/7'nci yüzyıllardaki büyük depremde ölenlere ait olduğu sanılıyor.
Belçika Leuven Katolik Üniversitesi yetkilileri şimdiye kadar beş mezar açıldığını, ikisinin kadınlara ait olduğunu, bir kadının bebeğiyle birlikte gömüldüğünü söyledi. 1706'da keşfedilen, 1987'de kazılmaya başlanan kentin altından fay hattı geçiyor.
Radikal, 18.08.2007
|
|
ASLANTEPE HÖYÜĞÜ AÇIK HAVA MÜZESİ OLACAK
Malatya Kültür ve Turizm İl Müdürü Derviş Özbay,
Aslantepe Höyüğü'nün açık hava müzesi olacağını
bildirdi.
Özbay, yaptığı açıklamada, höyükteki
kazıların 1938 yılına kadar dayandığını belirterek,
şunları söyledi:
''İtalya'nın
La
Spienza Üniversitesi Arkeoloji
Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Marcella Frangipane
başkanlığındaki ekip Aslantepe'deki ilk kazılarını
1961 yılında yaptı. Höyüğün tarihi MÖ 5
bin 500 yıllarına dayanıyor. Kazılarda yalnız
MÖ 3 bin 500 yıllarına kadar inilebildi.
Böylece Aslantepe'deki kazıların 3'te biri dahi
tamamlanmadı, kazılar 20 yıl daha sürer. Höyükte
Kalkolitik döneme ait bir saray var. Kazılar bu
saray etrafında şekilleniyor. Bu saray dünyanın en
eski saraylarından biri.''
İtalya ekibinin höyüğün açık hava müzesine dönüşmesi
için proje hazırladığına işaret eden Özbay, şu
bilgiyi verdi:
''Kazı yapan Frangıiane başkanlığındaki ekip,
höyüğün Açık Hava Müzesi olması için bize teklifte
bulundu. Teklifleri Sivas Koruma Kurulu'nda kabul
edildi. Aslantepe, Açık Hava Müzesi olacak. Kayseri
Koruma Kurulu'ndaki arkadaşlar burada keşif
yapacaklar. Açık Hava Müzesi yapılması için bir
maliyet çıkaracaklar. Biz de bu verileri Bakanlığa
yazacağız. Ödeneğin gelmesinden sonra Aslantepe Açık
Hava Müzesi olacak.''
Aslantepe'yi gezmek isteyen yabancı turistleri il
müdürlüğündeki çalışanların kontrolünde
gezdirdiklerine değinen Özbay, Açık Hava Müzesi
olması halinde turistlerin rahatça höyüğü
gezeceklerini ve böylelikle Malatya'da da tarih
turizminin daha da gelişeceğini sözlerine ekledi.
Malatya'nın Orduzu beldesinde bulunan Aslantepe
Höyüğü'nde ilk kazı çalışmaları, 1938'de Fransızlar
tarafından başlatıldı. 1961'den itibaren ise
İtalyanlar devam ettirdi.
Prof. Dr. Frangipane'nin başkanlığını yaptığı
kazılarda, aralarında saray ve kral mezarının da
bulunduğu çok sayıda tarihi eser ortaya çıkarıldı.
Kral mezarı Malatya Müzesi'nde sergileniyor.
Aslantepe Höyüğü'nde gün yüzüne çıkarılan sarayda,
yazının olmadığı dönemde mühür kullanıldığı
belirtiliyor.
Malatya Aktüel, 17.08.2007
|
DÖRDÜNCÜ HAREM-İ ŞERİF ONARILIYOR
İslam Ümmetinin Dördüncü Harem-i
Şerifi ve
Anadolu’nun en eski camisi olan Diyarbakır Ulu
Camii’de onarım çalışmaları başlatılıyor.
İslam Orduları Diyarbakır’ı fethedince, Mar-Toma
Kilisesi’nin camiye çevrilmesiyle kurulan ve
Anadolu’nun en eski camisi olan Diyarbakır Ulu
Camii’de hem turizm açısından, hem de vatandaşların
daha rahat ibadet etmelerini sağlamak amacıyla
onarım çalışmaları başlatılıyor. Vakıflar Bölge
Müdürlüğü tarafından başlatılacak restorasyon
çalışması kapsamında, öncelikle Ulu Camii’nin
etrafındaki kötü yapılaşma kamulaştırılarak
yıkılacak. Caminin iç kısmında ise aslına uygun
onarımlar yapılacak. Ayrıca caminin etrafında
bulunan medreselerde de onarım çalışmaları
başlayacak.
Çok sağlam kara taşlardan yapılan ve duvarlarında
birçok uygarlığın kitabesi bulunan tarihi ve mimari
özellikleri ile muhteşem olan Ulu Camii, yıllar
sonra restorasyon çalışmalarıyla etrafındaki kötü
yapılaşmadan kurtulacak.
Restorasyon çalışmalarının zemin etüdleri
hazırlanırken, çalışmalar için 3,5 trilyon lira
ödenek ayrıldığı bildirildi. 3,5 trilyon liralık
ödenekle yıl sonunda başlanacak olan restorasyon
çalışmaları kapsamında, Ulu Camii’ye bitişik
yapıların kamulaştırılarak yıkılacağı, caminin
etrafındaki medreselerin onarılacağı, caminin iç
kısımlarında ise aslına uygun onarımların yapılacağı
kaydedildi. Restorasyon çalışmalarının Kültür
Varlıklarını Koruma Kurulu kararı doğrultusunda
yapılacağı belirtildi.
Vakıflar Bölge Müdürlüğü yetkilileri, restorasyon
çalışmaları için zemin etüdlerinin hazırlandığını ve
çalışmalara en geç yıl sonunda başlanacağını
belirttiler. Yetkililer, “Sadece Diyarbakır’a değil,
Türkiye’ye mal olmuş bir eserin hem turizm
açısından, hem de vatandaşların daha rahat ibadet
etmelerini sağlamak ve vakıf eserlerini korumak
amacıyla onarım başlatacağız. Kültür Varlıkları
Koruma Kurulu’nun kararları doğrultusunda
restorasyon çalışmalarımızı başlatacağız” dediler.
Haber Diyarbakır, 17.08.2007
|
|
TARİHİ MEKANLARA RESTORE
Hatay'da Belen İlçesi'nde bulunan tarihi Kurtuluş Hamamı'nın restorasyon çalışmaları devam ederken, hemen yanında bulunan tarihi caminin de restore edileceği bildirildi.
Osmanlı İmparatorluğu döneminde Kanuni Sultan Süleyman'ın emri ile yaptırılan ve kendi adının verildiği caminin restorasyonu için projenin Anıtlar Yüksek Kurulu'ndan geçtiği ve ihale aşamasında olduğu bildirildi.
Kurtuluş Hamamı'nda çalışmalar yoğun bir şekilde devam ediyor. Kasım ayında bitirilecek olan hamamın hemen yanındaki Kanuni Sultan Süleyman Camii'nin de restore edilecek olması ile Belen'deki tarihi mekanlar aslına uygun hale getirilecek.
Kervansaray işletmecisi turizmci Ayşu Barutçu, Belen'in ipek you üzerinde bulunduğunu ve çok önemli bir konuma sahip olduğuna dikkat çekerek, "Belen gerek havası gerekse konumu itibari ile yerli ve yabancı turistlerin ilgi gösterdiği mekanlardan biri. Ortadoğu'yu Avrupa'ya bağlayan en önemli geçitlerinden biri olan Belen'de kervansaray başta olmak üzere hamam ve caminin de restore edilmesi ile Belen'e öremli ölçüde canlılık kazandıracak" dedi.
Hatay Kardelen, 17.08.2007
|
PÜ'NÜN BİTLİS'TEKİ KAZISI SÜRÜYOR
Pamukkale Üniversitesi'nden (PÜ) 20 kişilik bir
ekibin Bitlis Kalesi'nde sürdürdüğü arkeolojik kazı
çalışmalarında, kale hamamından sonra mutfak ve çok
sayıda tandır bulundu.
MÖ 312 yılında Büyük İskender tarafından Komutan
Bitlis'e yaptırılan ve yıllardır bir sır gibi şehir
merkezinde duran tarihi Bitlis Kalesi'nde kazı
çalışmaları tüm hızıyla devam ediyor. 2004 yılında
başlatılan ve 10 yıl sürecek olan kazı
çalışmalarının ardından kalenin sırrının çözülerek
Bitlis'in tarihine ışık tutacağı belirtildi.
PÜ Fen Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölüm Başkanı
Öğretim Üyesi Prof. Dr. Kadir Pektaş başkanlığındaki
çalışmalarda hamam, mutfak ve çok sayıda tandır
bulundu. Çalışmalar hakkında bilgi veren Pektaş, "Bu
yılki kazı çalışmalarına 11 Temmuz'da başladık. 20
öğrenci ve öğretim görevlisi ile geldik, Bitlis'ten
de 30 işçi aldık ve toplam 50 kişi ile
çalışmalarımızı sürdürüyoruz. 3 ayrı noktada
çalışmalara başladık. Geçtiğimiz yıl ortaya
çıkardığımız hamamın doğu tarafından genişletme
çalışması yapıyoruz.
Diğer 2 bölgede mutfak kısmı ortaya çıktı. Her 2
yerde de çok sayıda tandır bulundu. Bir arada olan
tandırlarda ya büryan kebabı yapılıyordu ya da toplu
yemeklerin yapıldığı yer olarak kullanılıyordu.
Buraların son 100 yıl içinde kullanıldığını
düşünüyoruz" dedi.
Pektaş, derine inildikten sonra Bitlis'in tarihine
ışık tutacak kalıntılar bulabileceklerini
belirterek, "Şu anda ortaya çıkardığımız yapılar en
son kaledeki yerleşime ait. Asıl tarih daha
derinlerde. İleriki yıllarda daha derine indiğimizde
burada Bitlis tarihine ışık tutacak kalıntıları
bulabileceğimizi düşünüyoruz. Bu yılki
çalışmalarımız eylülün ilk haftasında sona erecek"
şeklinde konuştu.
denizlili.net, 17.08.2007
|
ZONGULDAK'TA TARİHİ BİR MAĞARANIN OLDUĞU YERE TAŞ
OCAĞI MI AÇILIYOR?
Zonguldak’ta bulunan ve ilin
yağmur sularını yeraltına taşıdığı belirtilen Erçek
Mağarası’nın yanına taş ocağı açılacağı söylentileri
turizmcileri harekete geçirdi.
Zonguldak’ta turizme olan katkısı ile bilinen
Engin Zaman, Zonguldak’ı yönetenlere şu çağrıyı
yaptı; “Bilindiği gibi ilimiz ülkemizin en önemli
mağara bölgesidir. Ülkemizde son dönemde mağara
turizmine ilgi giderek artmaktadır. Yıllardır
ilimizin mağaralarının korunması ve tanıtılması için
var gücümle çalışmaktayım. 2013 yılında Dünya
Mağaracılar Birliği toplantısını ülkemize ve ilimize
alabilmek için yoğun çaba gösterirken, Gökgöl
havzasının ülkemizin mağara turizm merkezi olması
için çabalarken, üzülerek belirtmek isterim ki bazı
çıkar gurupları mağaralarımızı yok etmek için
elinden geleni yapmaktadır.
İlimizin önemli mağaralarından bir tanesi olan
Erçek Mağarası uzunluktadır. İlimizin bir kültür
varlığıdır. Aynı zamanda Gökgöl havzasında bulunan
mağara sistemleri sayesinde il merkezimiz sel
tehlikesinden korunmaktadır. Bu bölgede yapılacak
yanlışlar ileride hem doğal güzelliklerimizin
kaybolmasına sebep olacaktır hem de il merkezimiz
tehlike altında kalacaktır.
Erçek Mağarası’nın etrafında taş ocağı açılmak
istenmektedir. Bu taş ocağı mağaranın yok olması
demektir. Erçek Mağarası aynı zamanda bulunduğu
bölgenin yağmur sularını yeraltına taşıyan bir
sistemdir. Burada taş ocağı açmak cinayettir. Ayrıca
ÇED raporu olmadan nasıl oluyor da burada taş ocağı
açılmaya çalışılıyor? Buna hangi yetkili imza koydu
bunu anlayamıyorum. Derhal Zonguldak Valisi Yavuz
Erkmen başta olmak üzere tüm yetkilileri göreve
davet ediyorum. Bu cinayete dur desinler aksi
taktirde bunun cezasını Zonguldak halkı çeker. Rant
uğruna Zonguldak’ın geleceği ile oynamaya kimsenin
hakkı yoktur.”
Değişim Medya, 17.08.2007
|
"ASIL HASANKEYF YERLEŞİM ALANININ ALTINDA
DSİ
Genel Müdürlüğü ile Almanya, İsviçre ve
Avusturya'dan oluşan Ilısu Konsorsiyumu arasında
imzalanan Ilısu Barajı ve Hidroelektrik Santrali'nin
(Hes) Ticari Anlaşması, Hasankeyf'teki tarihi
sırların açığa çıkmadan sular altında kalma
tehlikesini beraberinde getirdi.
Hasankeyf'in asıl tarihinin şu andaki yerleşim
yerinin altında olması ve baraj yapımının 7 yıl gibi
kısa bir sürede bitirilecek olmasından dolayı
Hasankeyfteki kazı çalışmalarının sonuçlanmadan
tarihin sulara gömülmesini gündeme getirdi. 2004
yılına kadar Hasankeyf kazılarına Başkanlık yapan
Prof. Dr. Oluş Arık, Hasankeyf'in gerçek tarihine
ulaşmak için en az 50 yıl gerektiğini açıklamıştı.
2004 yılından bu yana Hasankeyf kazılarına başkanlık
eden Prof. Dr Abdüsselam Uluçam, Hasankeyf'in
geçmişine ışık tutacak asıl tarihinin şu anda
vatandaşların ikamet ettiği meskun mahallin altında
bulunduğunu belirterek, "Bu alanda hiçbir çalışma
yapılmadı. Çünkü vatandaşlara ait bu alan istimlak
edilmedi. Barajın 7 yılda bitirilmesinin öngörülmesi
nedeniyle acil eylem planlarını değiştirmek zorunda
kaldık. Ilısu Barajı'yla ilgili yabancı
konsorsiyumla Türkiye Cumhuriyeti hükümeti arasında
kredi anlaşması imzalandı. Bu süreç biraz daha boyut
değiştirdi. Artık önümüzdeki yıl 2012 yılına kadar
hazırladığımız uzun dönemli eylem planında bir
değişiklik olması gerekiyor. Hasankeyf'te kültür
tarihini ortaya çıkaracak kazı çalışmaları tıkandı.
Bunun başlıca sebebi Hasankeyf'te kamuya ait kazı
yapılacak yer kalmamasıdır. Son yıllarda
gerçekleştirilen istimlak çalışmaları, DSİ ile mülk
sahibi vatandaşların mahkemelik olması nedeniyle
durdu. Bu konu halen çözülmüş değil. Ne olabilir?
Eğer baraj yapımı konsorsiyumla imzalanan anlaşma
gereği 7 yıllık süreç içinde olacaksa o halde
Hasankeyf'te geniş kapsamlı sistematik bir kazı
çalışması yapmak gerekiyor" dedi.
Hasankeyf denince ilk akla gelen kaya kitlelerinden
oluşan Ortaçağ dünyasının iç kale olarak kullandığı
ama antik dönemde Hasankeyf adının verildiği oyma
mağaraların şekillendiği şehrin geldiğini ifade eden
Prof. Dr Abdüsselam Uluçam, Ortaçağ'ın asıl kentinin
şu anda Hasankeyf'in yerleşim alanının altı olduğunu
kaydetti. Hasankeyf denince akla kaya kitlelerinin
geldiğini söyleyen Uluçam, "Herkes orayı ziyaret
eder ve böyle bilinir. Ancak Ortaçağ'ın asıl kenti,
Ortaçağ'da Artukluların başkenti, Eyyübilerin büyük
ticaret merkezi olan asıl kent şu anda
Hasankeyflilerin yaşadığı benim gecekondu olarak
tabir ettiğim uydurma yapıların altında bulunuyor.
Yani asıl kazı çalışmaları burada
gerçekleştirilecek" diye konuştu.
Hasankeyf Kazı ekibi Başkanı A. Selam Uluçam,
arkeolojik kazı çalışmalarında bir süre tayin
etmenin imkansız olduğunu açıkladı. Toprak altından
çıkacak olan kültür varlıklarının niteliği ve
niceliğinin bunun belirleyicisi olduğunu belirten
Başkan Uluçam, "Çünkü öyle anlar gelir ki bir
metrekarelik alan üzerinde haftalarca hatta aylarca
çalışmanız gerekir. Ama toprak üstünde belirgin olan
mimari yapıyı, dokuyu canlandıran örneklerle de
duvar takibiyle bu işi daha hızlandırabilirsiniz. 7
yıllık süreç yeterli mi sorusuna cevap olarak biz
hiçbir zaman belirleyici olamayız. Bilimsel açıdan
kazıların belirli bir ömrü ve zamanı sınırlı olmaz.
Ancak zaruret olacaksa yeni bir planlamayla, yeni
bir programlamayla bunun kapsamı genişletilerek
çalışmalar daha hızlandırılabilir veya kapsam
genişletilebilir" şeklinde konuştu.
Hasankeyf'in kültür tarihinin gerçek yönüyle ve
gerçek boyutuyla ortaya çıkarılması için baraja
bağlı kalınmadan Hasankeyflilerin şu anda yaşadığı
meskenlerin mutlaka kaldırılması gerektiğini savunan
kazı ekibi Başkanı Selam Uluçam, "Yani baraj olsun
yada olmasın Hasankeyf'in esas Ortaçağ dünyasındaki
kenti ortaya çıkarılabilsin. Artık önümüzdeki yıldan
itibaren ister baraja bağlı olsun, ister baraja
bağlı olmasın kazı çalışmaları ancak
Hasankeyflilerin şu anda yaşadığı yerlerin
kaldırılması yada başka yere taşınmasıyla mümkün
olacaktır. O bir defa şart yani. 1966 yılında yanlış
bir uygulamayla eski kent düzlenerek üzerine bu
gecekondular yerleştirilmiş. Bunların kaldırılması
gerekiyor ki arkeolojik kazı çalışmaları devam
edebilsin. Kaya katmanlarından oluşan Hasankeyf'in
kültür tarihi net olarak ortaya çıktı. Asur çağı
döneminde Urartuların çağdaşı pareleli İsa'dan önce
yada MÖ 9 ila 7. yüzyıl arasında şekillenmiş
kültürden öne hiçbir kültür yok. Yani kaya kitleleri
bunu verdi. Yani kale başı yada iç kale dediğimiz
kaya kitlesinin oturduğu Hasankeyf'in en eski tarihi
3 bin yıllık. Bundan ötesine geçemez çünkü kayaların
altında bir şey aramak imkansız. Ondan önceki
medeniyetlerin ortaya çıkarılması için toprak
tabakalarına inmek gerekir. Bu alan da bugünkü
Hasankeyf'in altında bulunuyor. Bunun dışında Dicle
Nehri boyunca uzanan höyüklerde Hasankeyf'in geçmiş
kültürünü aramak gerekecek. Höyüklerde Neolitik
döneme kadar hatta Paleolitik döneme kadar uzanan
kültür verilerine, bulgularına rastlanıyor" dedi.
Şehrin esas dokusunun binaların altında bulunduğunu
belirten kazı ekibi Başkanı Uluçam, "Hasankeyf'in
gizemi halen duruyor. Asıl Hasankeyf'in tarihi halen
bu evlerin altında duruyor. Onun için biran önce
evler boşaltılarak istimlak edilmeli. Hiçbir tarihi
eserin taşınması mümkün değil. Son yıllardaki insan
tahribi, iklimlerin sert olmasından dolayı
yapılardaki çözülmeyi göz önünde tutarak artık
diyorum ki, Hasankeyf'te gözle görülen kültür
varlıklarının hemen hiç birisi bir başka yere
taşınabilecek pozisyonda ve dirençte değil. Bu yıl
Şap Vadisi, Selahiye bahçeleri ve Büyüksaray'da
başlattığımız kazı çalışmaları 31 Ağustos tarihinde
son bulacak. Şap Vadisi'nde gerçekleştirdiğimiz kazı
çalışmalarında Roma döneminden başlayıp Osmanlı
dönemine kadar şekillenmiş 47 dükkandan oluşan bir
ticaret merkezi ortaya çıkardık. Bu kültür tarihi
açısından önemli. Kamuya ait kazılacak alan
kalmadığı için ödeneğin bir bölümünü bu yıl da iade
edeceğiz" diye konuştu.
Hasankeyf kazılarında gelişmeler yaşanırken, baraj
yapımı için yapılan anlaşma Hasankeyfli vatandaşları
memnun etmedi. Vatandaşların büyük bölümü baraj
istemediklerini ifade ederken, bir bölümü
belirsizliğin ortadan kalkmasının sevindirici
olduğunu açıkladı. Vatandaşların büyük bir bölümü
ata yadigarı topraklarından ayrılmak
istemediklerini, hem barajın yapılmasını hem de
tarihin korumasını talep etti. Hasankeyf kalesinde
bulunan bir mağarada doğan ve 1 yıl önce kaymakamlık
girişimiyle kale başındaki mağaradan ayrılmak
zorunda kalan 26 yaşındaki Ali Ayhan isimli genç,
Hasankeyf'in sular altında kalacak olmasından ötürü
çok üzgün olduğunu belirtti. Mağarada doğup
büyüdüğünü ve şehir hayatına alışamadığını belirten
Ayhan, "Halen zorluk çekiyorum. Çünkü kalede
yaşarken biz yalnızdık, yalnızlığa alıştım. Şimdi
zor oluyor. Mağara yaşamını unutmak mümkün değil.
Bazen nefes almak ve rahatlamak için kale başındaki
mağaralara geliyorum. En büyük mutluluğu mağarada
buluyorum" şeklinde konuştu.
Hasankeyf'te çoban Ahmet olarak bilinen Ahmet
Akdeniz, artık imzanın atılmasıyla geleceğe dair
plan ve proje hazırlayabileceklerini söyleyerek,
"Yeni kurulacak şehirde insanca yaşabileceğiz. Yeni
şehir Hasankeyfliler için umut ışığı olacak. Baraj
bizim sorunumuz değildir. Bizim sorunumuz aş, iş ve
ekmektir. Ve bu tarihin nasıl korunacağıdır.
Belirsizliğin ortadan kalkması halkı sevindirmiştir.
Çünkü daha önce yarınlarımız için plan ve proje
yapamıyorduk. Çok zor şartlarda yaşıyorduk" dedi.
Hasankeyfli vatandaşlardan Mehmet Nuri Aydın ise,
baraj yapılmasına karşı olduklarını ifade ederek,
"Dünyanın hiçbir yerinde olmayan tarihi eserler
Hasankeyf'te bulunuyor. Havası olsun, güzelliği
olsun böyle bir yeri bir daha bulamayız. Baraj
yapılmasına karşıyım. Hasankeyf korunmalıdır. 20
yıldır hep baraj dendi, bir yatırım yapılmadı.
Gençler çalışmak için batıya gidiyor. Baraj yerine
iş sahaları açılsın" diye konuştu.
Ilısu Barajı ve Hidroelektrik Santrali, Fırat'tan
sonra en büyük hidroelektrik potansiyele sahip
bulunan Dicle Nehri üzerinde, Suriye sınırına
yaklaşık 45 kilometre mesafede inşa edilecek. Proje
Diyarbakır, Batman, Mardin, Siirt ve Şırnak illerini
kapsayacak. Tamamlandığında gövde büyüklüğü
açısından Türkiye'nin 2. büyük kurulu güç, yıllık
enerji üretim kapasitesi bakımından da 4. büyük
barajı olma özelliği kazanacak Ilısu Barajı, Dicle
Nehri akımlarını ekonomik ölçüler dahilinde
düzenleme yeteneğine sahip bir depolama tesisi
olacak. Tesis, DSİ Genel Müdürlüğü tarafından
geliştirilen ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nin uzun
vadeli bölgesel kalkınma planının temel unsuru
GAP'ın en önemli yatırımlarından biri olacak.
haberler.com, 17.08.2007
|
VALİ KIRAÇ'TAN BERGAMA'DA RESTORASYON SÖZÜ
İzmir
Valiliği'ne atandıktan sonra ilçeleri tanıma
gezilerine devam eden ve önceki gün Bergama'ya gelen
İzmir Valisi Cahit Kıraç, Bergama'daki tarihi eser
restorasyonlarına destek vereceğini söyledi. Bergama
Kaymakamı Hüseyin Eren ve Belediye Başkanı Raşit
Ürper ile görüşen ve ilçenin genel sorunları
hakkında bilgi alan Vali Kıraç, belediyeyi ziyareti
sırasında Başkan Raşit Ürper'den geniş bilgi aldı.
Ve tarihi eser restorasyonuna yönelik yapılacak her
projeye destek sözü verdi.
İzmir Valisi Cahit Kıraç, ilçeleri tanıma gezileri
kapsamında önceki gün Bergama'yı ziyaret etti.
Bergama'da İlçe Kaymakamı Hüseyin Eren ve Belediye
Başkanı Raşit Ürper'le görüştü ve ilçenin genel
sorunları ve beklentileri hakkında bilgi aldı.
Belediyeyi ziyareti sırasında Bergama Belediye
Başkanı Raşit Ürper'den ilçede belediye eliyle
yürütülen hizmetler ve büyük projeler hakkında bilgi
alan Vali Cahit Kıraç, ilçe merkezinde 600'e yakın
tescilli yapının bulunduğu tarihi eser
restorasyonlarına büyük ilgi duydu. Şuan Belediye
tarafından hazırlanan proje kapsamında Küplü Hamamın
restore edildiğini, Arasta içerisinde bulunan mescit
altı mescidin ve domuz alanında şuan restoran olarak
işletilen tarihi binanın restorasyon çalışmalarının
tamamlandığını, geçen yıl İl Özel İdare'nin desteği
ile eski kız meslek lisesinin restore edilip,
yıkılmaktan kurtarıldığını, Bergama Ticaret Odası
tarafından Domuz alanında yine bir tarihi binanın
restore edildiğini aldığı bilgilerde duyan Vali
Cahit Kıraç, "Tarihi eserlerimizi korumamız
gerekiyor. Turizm merkezi olma yolunda ilerleyen
Bergama'da tarihi eserlerin bir hayli fazla olduğunu
görüyorum. Bu eserlerimizi korumak ve
restorasyonlarla yıkılmaktan kurtarmak için
elimizden geleni yapmamız lazım. Tarihi eserlerin
restorasyonuna yönelik olarak hazırlanacak her türlü
olumlu projeye destek vermeye hazırım. Projelerinizi
hazırlayın ve bana gönderin" dedi.
Vali Kıraç'ın Bergama gezisini değerlendiren
Belediye Başkanı Raşit Ürper, "Sayın Valimizin
Bergama'ya gelişinden son derece memnun olduk.
Çalışmalarımız hakkında verdiğimiz bilgiler
ardından, tarihi eser restorasyonlarımıza destek
sözü vermesini, turizm merkezi olma yolunda emin
adımlarla ilerleyen Bergamamız açısından son derece
önemli bir gelişme olarak görüyorum.
Hazırlayacağımız projelerle restorasyon
çalışmalarına daha büyük hız verip, Sayın Valimiz
Kıraç'tan aldığımız güçle tarihi eserlerimizi tek
tek yıkılmaktan kurtarıp, onlara işlerlik
kazandıracağız" dedi.
Bergama Kuzey Ege,
17.08.2007
|
NYSA AY SONUNA KADAR KAZILACAK
Aydın'ın
Sultanhisar İlçesi'nde bulunan Nysa Antik Kent'teki
kazı çalışmalarının bu yılki bölümünün ay sonunda
tamamlanacağı belirtildi. Ankara Üniversitesi Dil
Tarih ve Coğrafya Fakültesi Öğretim Üyesi ve kazı
sorumlusu Doç. Dr. Musa Kadıoğlu, kazıların daha
geniş kapsamlı yapılabilmesi için güçlü sponsorlara
ihtiyaç duyulduğunu söyledi. Yaklaşık 1.5 ay önce
başlayan Nysa kazılarının, bu yıl 3 boyutlu
araştırma çalışmaları, restorasyon ve Angora'da
yapılan kazılarla tamamlandığını ifade eden
Kadıoğlu, Nysa ve bağlantısı olan Akharaka'daki
kalıntıların yüzde 10'luk bir bölümünün gün yüzüne
çıkarıldığını belirtti.
Doç. Dr. Kadıoğlu, Nysa'nın dünya turizminde önemli
yeri bulunduğunu kaydetti.
Öte yandan, kazı çalışmaları sırasında yeni tarihi
eserler bulunduğu şeklinde çıkan haberleri
yalanlayan Kadıoğlu, çalışmalar hakkında basın
toplantısı düzenleyeceğini kaydetti.
1905 yılında Almanların ve Yunanlıların başlattığı
kazılara, 1917 yılında ara verilmişti. Ankara
Üniversitesi Dil Ve Tarih Coğrafya Fakültesi Öğretim
Üyesi Prof. Dr. Vedat İdil başkanlığında 1990
yılında yeniden başlanan kazılarda, geçen yıl
kütüphane, stadyum ve tiyatro bölümlerinde çalışma
yapılmıştı. Sultanhisar Nysa Ören Yeri Dayanışma
Derneğince maddi olarak desteklenen kazılarda, 2006
yılında 100 bin YTL harcama yapılmıştı.
Haber Ekspres, 17.08.2007
|
BİR İHBAR
İznik'teki Antik Tiyatro kazısı, bu
yıl, 25 yıldır kazan Arkeolog Bedri Yalman'a (eski
Bursa Kültür Müdürü) verilmedi.
Gerçek gerekçe:
Kaymakamın bir an önce bitirip kullanmak istediği
tiyatroya kepçe gibi büyük kazı araçları sokarak bir
an önce temizleyip onararak teslim etmemiş olması.
Aynı kaymakam, İznik'teki 1. Murat Hamamı'nı bu
yöntemle kazıp betonlayıp onararak 6 ay gibi bir
sürede bitirdi ve açılışı yapmak üzere... Aynı
kaymakam, 2. İznik konsilinin yapıldığı İznik Ayasofya
Kilisesi'nin, yine aynı "hızlı" yöntemlerle
onarıp çatısını kapatma ve camiye çevrildikten sonra
yapılmış olan yıkık minaresini tamamlama girişimini
de sürdürüyor. Yine aynı kaymakam, İznik'te bulunan
eski bir İznik evini gerçeğine uygun olarak
onarmadığı için Bursa Eski Eserler Kurulu tarafından
durdurulan inşaatını gizli ve gece çalışmalarıyla
istediği gibi onarmayı sürdürüyor. Daha benim
bilemediğim ne gibi "onarım"lar yapmakta olduğunu
bilemiyorum. Bu tarih katliamlarını bütün arkeolog
ve kültür tarihçilerinin dikkat, bilgi ve ilgisine
sunuyor ve yardım istiyorum.
İhbarı yapan: Ömer Tuncer
|
TARİHİ DEĞİŞTİRDİ, ŞİMDİ ÇÜRÜYOR
1856 yılında
seferlerine başlayan ve özellikle cephelere taşıdığı
cephane, silah ve askerle Kurtuluş Savaşı'nın
kazanılmasında önemli rol oynayan buharlı
lokomotifler, kaderlerine terk edildi.
Ortadoğu'ya ticari mal taşınmasında kullanılan
buharlı lokomotifler, daha sonraki zamanlarda ise
Kurtuluş Savaşı'nda aktif görev aldı. Özellikle
Ankara'dan cephane, erzak, silah ve asker taşıyan
buharlı lokomotifler, Kurtuluş Savaşı'nın
kazanılmasından sonra Mustafa Kemal Atatürk'ün
Türkiye gezisi sırasında kullanıldı. Ata’nın,
ölümünün ardından naaşı İstanbul'dan Ankara'ya bu
lokomatiflerle getirildi. Geçmişte bir çok önemli
olayla aktif rol oynayan bu lokomotifler şimdi
kaderlerine terk edilmiş durumda. Konya Gar'ında
çürümeye yüz tutan tarihi buharlı lokomotifler,
kültür mirası olarak fark edilmeyi bekliyor.
Bugün, 17.08.2007
|
|
HİTİT UYGARLIĞI'NIN SONUNU KURAKLIK GETİRMİŞ
Selçuk Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Tarih
Bölümü Öğretim Üyesi, Eski Çağ Tarihi uzmanı Prof.
Dr. Hasan Bahar, son yıllarda yaşanan kuraklığın,
Anadolu'da tarih boyunca hüküm süren pek çok
medeniyetin de en önemli problemlerinden biri
olduğunu belirtti.
Bahar, Anadolu'da hüküm sürmüş kavimler içinde
kuraklıktan en fazla etkilenen medeniyetin milattan
önce hüküm süren Hititler olduğunu vurguladı. Tarihi
kaynaklara göre başkenti, Çorum sınırları içinde yer
alan Hattuşaş olan, Hitit İmparatorluğu'nun yaşadığı
kuraklığın kaç yıl sürdüğü tam olarak bilinmiyor.
Hititler'in sürekli savaştıkları Mısır ile ünlü
Kadeş anlaşmasını imzalayarak, bir barış dönemine
girdiklerini belirten Bahar, "Bu dönem ve sonrasında
Hititler, kimsenin topraklarına göz dikemeyeceği
kadar güçlü bir devletti. Hititler en parlak
dönemlerini yaşarken 3. Hattuşiliş'in oğlu 4.
Tuthalia döneminde, Anadolu'da büyük bir kuraklık
yaşandı." dedi.
Bu kuraklığın yıkıcı etkiler bıraktığının kesin
olduğunu belirten Bahar, "Ağaç halkalarını sayma
yöntemiyle ahşapların yaşını hesaplayan ABD'li ünlü
Arkeolog Prof. Dr. Peter Ian Kuniholm'a göre,
Hititler döneminde yaşanan kuraklığın şiddeti, o
döneme ait ağaçların yağışsızlık nedeniyle
büyüyememesi, buna bağlı olarak da son derece dar
halkalara sahip olmasından net bir şekilde
anlaşılıyor." diye konuştu. Bahar, Kadeş anlaşması
nedeniyle aralarında derin dostluklar oluşan
Mısır'ın, kıtlık yaşayan Hititler'e, gemilerle
buğday yardımı getirdiğini ifade etti. Bu
topraklarda yoğun şekilde su azlığı sorunu yaşayan
Hititler'in suya çok büyük önem verdiklerine dikkat
çeken Bahar, "Bu nedenle Hititler'den günümüze
sadece Konya'da Ereğli İvriz, Ilgın Layburt,
Kadınhanı Köylütolu, Hatıp Kuruta, Fasıllar,
Eflatunpınar gibi çok sayıda anıt havuz
bulunmaktadır. Hititler suya öyle önem veriyordu ki
temiz su kaynağını kirleten kişinin suçu ölümdü. Bu
durum, Hititler ve bu topraklarda tarih boyunca
yaşamış medeniyetlerin en büyük sorununun kuraklık
olduğunu açık şekilde gösteriyor." diye konuştu.
Zaman, 17.08.2007
|
BARAJIN İÇİNDEN 300 YILLIK OSMANLI KÖYÜ
ÇIKTI
Bodrum'un su ihtiyacının yüzde 70'ni karşılayan
Mumcular Barajı'nda su miktarının tarihinde en düşük
seviyeye inmesi nedeniyle yaklaşık 300 yıllık
Osmanlı köyü Çömlekçi'den kalan han, yel
değirmenleri, su kemeri ve kiremit fabrikası gün
ışığına çıktı.
Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi Müdürü Yaşar Yıldız,
"Ortaya çıkan yapılar yörenin tipik yaşam
özelliklerini sergiliyor. Böyle bir yerleşim alanı
olduğunu bilmiyordum. Antik özellik taşımıyor.
Barajın içinden, yakın çağımıza ait başka
kalıntıların ortaya çıkacağına da inanıyorum" dedi.
Yaklaşık 300 yıl önce kurulduğu belirtilen Çömlekçi
Köyü'nün sakinleri, 100 yıl önce evlerinin giderek
çevreden gelen suların altında kalması nedeniyle,
Mumcular Çırkan dağı eteklerine taşındı. Köyün
yerleşim alanı da zaman içinde bir gölete dönüştü.
DSİ'nin yörede yaptırdığı Mumcular Barajı da 1991
yılından itibaren hizmet vermeye başladı. Ancak son
yılların en kurak yazının yaşanması nedeniyle
Mumcular Barajı'ndaki su miktarı 20 milyon
metreküpten 2 milyon metreküpe, su seviyesi de 78
metreden sekiz metreye kadar düştü. Yaklaşık 1
milyon 500 bin metrekare yüzölçümüne sahip Mumcular
Barajı'nın suları çekilince, altındaki, 300 yıl önce
Anadolu'dan göçen yörüklerin kurduğu Çömlekçi
Köyü'nün harabeleri ortaya çıktı.
Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi Müdürü Yaşar Yıldız,
sakinlerinin geçimlerini çömlekçilikten ve
kiremitçilikten kazdığı için Çömlekçi adı verilen
köyün, sular altından çıkan kiremit fabrikası, 7 yel
değirmeni ve bir hanın antik değer taşımadığını
belirterek, "Yıllardır bölgede inceleme ve araştırma
yaparız. Barajın altında eski köy ve sosyal
üniteleri olduğunu bilmiyorduk. Yörede detaylı ve
geniş bir araştırma yapacağız. Yeni kalıntılar
olabilir" dedi.
Baraj inşaatında 6 yıl çalıştıktan sonra idarecilik
yapan 81 yaşındaki Ali Ergen de "Burada yaşayanlar
yörenin çamuru çok iyi olduğu için çömlekçilik ve
kiremitçilik yaparmış. Çömlekçi Köyü'nün
kalıntılarının bulunduğu söylenirdi. Meğer hepsi
baraj sularının altındaymış" diye konuştu.
Vatan, Fotoğraf: Milliyet, 17.08.2007
|
ŞEYH HAMDULLAH VE KANDINSKY AYNI SERGİDE
'Habersiz Buluşma' başlıklı sergide
Sigmar Polke 'İsimsiz' tablosu ve
Tony Crogg'un 'Salgılar' adlı heykeli de var.
Sakıp Sabancı Müzesi
ilk kez çağdaş sanat eserleri ağırlayacak. 10.
Uluslararası İstanbul Bienali'ne paralel olarak
açılacak olan 'Habersiz Buluşma' (Blind Date)
başlıklı sergi, dünyada bir bankaya ait en büyük
çağdaş sanat koleksiyonlarından birinin sahibi olan
Deutsche Bank ve Sabancı Müzesi işbirliğiyle
düzenleniyor.
8 Eylül-1 Kasım 2007 tarihleri arasında
gerçekleşecek olan sergi, Deutsche Bank çağdaş sanat
koleksiyonuna yeni katılan eserlerle, Sakıp Sabancı
Müzesi'nin hat koleksiyonunda yer alan eserleri
buluşturacak.
'Habersiz Buluşma'da Deutsche Bank koleksiyonundan
Hans Arp, Joseph Beuys, Paul Klee, Wassily
Kandinsky, Adolf Hölzel, Sylvie Fleury, Frances
Stark, Karin Sander, Tony Cragg gibi çağdaş
sanatçıların eserleri yer alacak. Şeyh Hamdullah,
Hafız Osman, Derviş Ali, Mustafa Rakım, İsmail
Zühdi, Yedikuleli Seyyid Abdullah, Eğrikapılı Mehmed
Rasim, Kadıasker Mustafa İzzet ve Sami Efendi gibi
hat sanatçılarının eserleriyle Deutsche Bank
koleksiyonundaki çağdaş sanat eserleriyle birlikte
sergilenecek. Sergide yer alan 400 eserin 47'isi
Sabancı Müzesi'ne, dördü Tük İslam Eserleri
Müzesi'ne, geri kalanıysa Deutsche Bank
koleksiyonuna ait.
Serginin dünkü basın toplantısında konuşan müze
müdürü Dr. Nazan Ölçer, 'sıra dışı karşılaşmalar ve
beklenmedik ilişkiler' temasının işlendiği sergiyi
10. Uluslararası İstanbul Bienali'ne armağan
ettiklerini söyledi. Ölçer, 'bu çok çarpıcı'
sergiyle kapılarını ilk kez çağdaş sanata açacak
olmalarının kendilerini oldukça heyecanlandırdığını
belirtti. Ölçer, diğer sanat dallarının da bir araya
geldiğini belirterek İstanbul Müzik Festivali'nde
Kutsi Erguner'in flamenkoyla buluşmasını örnek
verdi.
Deutsche Bank Sanat Bölümü Başkanı Dr. Ariane
Grigoteit ise, Sakıp Sabancı Müzesi'nin zengin
Osmanlı hat koleksiyonuyla bankanın çağdaş sanat
koleksiyonu arasındaki karşıtlığı ön plana çıkaran
serginin, bugüne kadar Deutsche Bank koleksiyonunun
yer aldığı en sıra dışı projelerden biri olduğunu
söyledi. Bankanın ağırlıklı olarak çağdaş sanat
eserlerinden oluşan koleksiyonuyla, Sabancı
Müzesi'nin hat koleksiyonu arasındaki karşılaşmanın,
her iki kurum için önemli bir işbirliği olduğunu
vurguladı.
Sakıp Sabancı Müzesi Müdürü Dr. Nazan Ölçer ayrıca;
bu tarz sergileri dünyanın önde gelen müzeleri ve
koleksiyonlarıyla yapacakları işbirliklariyle devam
ettireceklerini belirtti.
Radikal, 17.08.2007
|
KALE'YE ÖNLEM ŞART
Sivas'ta son
dönemlerde kötü bir şöhrete sahip olmaya başlayan
Kale, bu yönüyle vatandaşların tepkisini çekmeye
başladı. Akşam saatlerinde alemcilerin mekanı haline
dönen tarihi mekan artık vatandaşları korkutmaya
başladı.
Yaşanan bu olumsuzluklardan dolayı şikayetlerini
dile getiren vatandaşlar, Sivas’ta sosyal
faaliyetlerin gerçekleştirilebileceği alanlardan
birisi olan Kale’nin bu kadar güvensiz hale
dönüştürülmesinin sebebini yetkililerin
duyarsızlığına bağladılar.
Belediye’nin her yerde bir yenilik yaptığını
belirten vatandaşlar neden buraya hiç önlem
alınmadığını merak ettiklerini belirttiler.
Vatandaşlar neredeyse her gece alemcilerin buralara
gelerek alkol aldıklarını ve taşkınlık yaptıklarını
söylediler. Özellikle akşamları buradan geçerken
çekinir hale geldiklerini belirten mahalle
sakinleri, “Çocuklarımızı gece dışarı kesinlikle
çıkartmıyoruz. Biz bile akşam buradan geçerken
korkuyoruz. Çünkü kalenin dibinde ağaçların arasında
her gece birileri oluyor ve içki içiyorlar. Artık
buraya da önlem alınsın” şeklinde konuştular. İçki
şişeleriyle dolu olan Kale’nin kenarı her gece
buralarda alkol alındığının en güzel kanıtı.
Vatandaşlar ayrıca alkol alan şahısların kimi
zamanda taşkınlık çıkarttıklarını belirterek, “Gece
çıkan gürültüler sonrası uyanıyoruz. Bakıyoruz ki
kalenin dibinde içki içenler ya kavga ediyor ya da
nara atıyorlar. Yaşanan bu olaylar yüzünden
huzurumuzda kalmıyor” dediler.
Çevre sakinleri ayrıca buranın aynı 27 Haziran
Öğretmenler Parkı’nda olduğu gibi ışıklandırılarak
kurtarılabileceğini belirttiler.
Sivas Hürdoğan, 16.08.2007
|
BASMANE HALKI TARİHİ EVLERE YATIRIMCI İLGİSİNDEN
RAHATSIZ
İzmir Basmane’de oruma ve turizm
bölgesi ilan edilen 270 hektarlık Kemeraltı
bölgesindeki 500'e yakın tarihi evin önemli
bölümünün İstanbul kökenli yatırımcılar tarafından
satın alınmasının yöre halkını tedirgin ettiği
belirtiliyor.
Referans
gazetesinin haberine göre, İzmir'in otelleri ve gece
kulüpleri ile tanınan Basmane semtinin kaderi, 270
hektarlık Kemeraltı bölgesinin tarihi koruma ve
turizm bölgesi ilan edilmesi ile değişti. Bölgede
tarihi evler ve binalar tescillenirken 500'e
yaklaşan tarihi evin önemli bölümünün İstanbul
kökenli yatırımcılar tarafından satın alınması, semt
sakinlerini tedirgin etti.
Semtte yaşayanlar tarafından kurulan Basmane
Altınpark Tarih ve Yaşamı Koruma Derneği'nin Başkanı
Okan Akgenç, İstanbul'dan bazı firmaların ve
şahısların bugüne kadar semtte 200'ün üzerinde
tarihi evi satın aldığını iddia etti. Semtte 444
adet resmi tescili olan tarihi bina bulunduğunu, bu
sayının her geçen gün arttığını belirten Akgenç,
"Basmane'deki tarihi evler çok güzel özelliklere
sahip. İleride butik otel, restoran yapmak için taş
evler alınıyor. Bu binalar alınırken insanlar
kandırılıyor. Biz de yörenin kimliğinin değişmesini
istiyoruz. Bölgenin turizm merkezi olacağını
biliyoruz. Turizm yatırımları yapıldıkça semt halkı
da para kazanmaya başlayacak. Ancak insanlar
evlerinin gelecek 10 yıldaki değerini tahmin
edemiyor. Bu nedenle düşük fiyata satıyorlar. Biz bu
duruma karşı çıkıyoruz. Vatandaşlar evlerini yok
pahasına satmasın" diye konuştu.
Basmane'deki tarihi tescili olan evleri düşük fiyata
satın aldığı ifade edilen ve İstanbul'daki Cezayir
Sokağı Projesi'ni gerçekleştiren Afitaş firmasının
sahibi Mehmet Taşdiken ise kendisine yönelik
iddialara yanıt vermek istemediğini söyledi.
Tarihi Kemeraltı Esnaf Derneği Başkanı Mehmet
Gülaylar ise 270 hektar büyüklüğe sahip
Kemeraltı'nın 50 hektarının ticari alan, geri
kalanının ise tarih ve turizm alanı olarak
belirlendiğine dikkat çekerek, "Kemeraltı'nın
ticaret alanı olarak belirlenen bölgesinde çeşitli
projeler gerçekleştiriyoruz. Burada esnafın ve yöre
halkının ortak olacağı bir şirket kurarak butik
oteller kurmayı planlıyoruz. Yörenin değişmesi ve
turizm merkezi olması için yeni yatırımcıları da
Kemeraltı'na davet ediyoruz. Bugünlerde Basmane'de
bazı girişimcilerin tarihi evleri düşük fiyata satın
aldıklarını duyuyoruz. İstanbul'da Cezayir Sokağı'nı
yapan girişimciler burada çeşitli projeler yapmak
istiyor. Fakat bu işleri gizli şekilde yürütüyorlar.
Kamuoyuna, yöre halkına, belediyeye, esnafa bilgi
vermiyorlar. Oysa bölgeye dışarıdan gelen
girişimcilerin kendilerini ve projelerini
anlatmaları, yapacakları işler konusunda bizleri
ikna etmesi gerekiyor. Projeler konusunda
belirsizliğin olması bizleri ürkütüyor" dedi.
İzmir'in UNESCO Dünya Mirası Listesi'ne
eklenmesi için geçtiğimiz yıl bir proje hazırlayan
İzmir Ticaret Odası (İZTO), projede Basmane ve
Kemeraltı'nda yapılacak çalışmalara yer verdi.
Projede kentin tarihi merkezi olarak düşünülen alan,
Pasaport İskelesi, Kültürpark, Basmane Garı,
Kadifekale ve Varyant ile çevrelenen bölge. Bu
bölgede Agora, Kadifekale ve Surları, Antik Tiyatro,
Roma Yolu, Değirmendere Tapınağı, Antik Stadyum,
tarihi cami, sinagog ve kilise ile tarihi çarşılar
bulunuyor.
Turizm Gazetesi,
16.08.2007
|
NERİK'İN İZLERİNİ BULABİLMEK İÇİN KAZI YAPACAK
Almanya'nın Freie Üniversitesi'nden bir ekip,
Samsun'un Vezirköprü İlçesi'nde Hititler'in dini
merkezi Nerik'in izlerini bulabilmek için kazı
çalışmalarına başladı.
Edinilen
bilgiye göre, Alman Gerda Henkel Vakfı'nın katkıları
ile Vezirköprü İlçesi'ne bağlı Oymaağaç Köyü
sınırlarında yer alan Oymaağaç Höyük'te 2005-2006
yılları arasında yüzey araştırması yapan Doç. Dr.
Rainer Czichon başkanlığındaki ekip, Kültür ve
Turizm Bakanlığı'ndan gerekli izinleri alarak kazı
çalışmalarına başladı.
Ekip başkanı
Doç. Dr. Czichon, Oymaağaç Höyük'ün Tunç Çağı'ndan
Demir Çağı'na kadar, en az 2000 yıl boyunca tercih
edilmiş bir yerleşim yeri olduğunu belirterek, ''Şu
anda
100 kilometre kuzeyde yer alan
İkiztepe Eski Tunç Çağı için,
200 kilometre güneyde bulunan
Boğazköy, ikinci ve birinci bin yıl için en yakın
referans kaynakları oluyor'' dedi.
Hitit
İmparatorluğu'nun kuruluş devri hakkında şu anda
fazla bir bilginin bulunmadığını belirten Doç. Dr.
Czichon, şöyle konuştu: ''Zalpuwa ülkesinin, kuruluş
devri içinde önemli rol oynadığı belli. Bunu
Hattuşa'da bulunan mitolojik Zalpa Metni'nden
öğreniyoruz. Oymaağaç Höyük, Zalpuwa ülkesi
içindedir. Eğer Oymaağaç Höyük'te Asur ticaret
kolonileri ya da eski Hitit tabakaları içinde çivi
yazılı tabletler bulursak belki Hitit
İmparatorluğu'nun kuruluş dönemini tarihsel kanıtlar
ile aydınlatabiliriz. Zalpa'nın nerede olduğu belli
değil. Bazı Hititologlar Zalpa'yı İkiztepe'de görmek
istiyorlar ama İkiztepe'nin Kazı Başkanı Prof. Dr.
Önder Bilgi, Zalpa'nın daha güney tarafta belki
Oymaağaç Höyük'te olabileceğini söylüyor. Şu anda
emin olmamakla birlikte 4 maddelik kanıt
doğrultusunda Oymaağaç Höyük'ün Hititlerin kült
şehri Nerik olduğunu düşünüyoruz.''
Turizm Gazetesi,
16.08.2007
|
REKOR ÖDENEKLE TRALLEIS ANTİK KENTİ 3 YIL İÇERİNDE
ZİYARETE AÇILACAK
Aydın İl Kültür Müdürlüğü, Aydın
Belediyesi ve Adnan Menderes Üniversitesi (ADÜ)
işbirliği ile 1996 yılında başlayan Tralleis Antik
Kenti kazılarında çalışmalar hızlandı. 2002 yılında
duran kazıların, dört yıl aradan sonra geçtiğimiz
yıl tekrar başlamasının ardından geçen sürede büyük
bir mesafe kat edildi. Bu yıl Kültür ve Turizm
Bakanlığı'ndan rekor denilebilecek seviyede gelen
ödenek ve Aydın'daki sivil toplum örgütlerinin ve iş
adamlarının destekleriyle halen devam eden kazılarda
bugüne kadar çok sayıda eser gün yüzüne çıkarıldı.
Devam eden çalışmalar hakkında
bilgi veren kazı başkanı Yaylalı, Tralleis Antik
Kenti'nde bu güne kadar gün yüzüne çıkarılan
bölümlerin denizde bir damla olduğunu söyledi.
Antik kentin çok büyük bir alan üzerinde oturmakta
olduğuna işaret eden Yaylalı, toplam kazı alanının
2 bin 400 dönüm bulduğunu ifade etti. En büyük
hayallerinin 3 yıl içerisinde Tralleis'i
ziyaretlere açmak olduğunu belirten Yaylalı, kazı
çalışmalarının 90 kişilik bir ekiple yoğun bir
şekilde devam ettiğini söyledi. 2010 yılına kadar
çalışmaların önemli bir bölümünü bitirmeyi
hedeflediklerini belirten Yaylalı, "Hazırlanan üç
yıllık çalışma programı içerisinde öncelikle antik
kentteki iş yerleri, arsenal olarak tabir edilen
antik kentin askeri deposunu tamamen ortaya
çıkarmayı planlıyoruz. Ayrıca gün yüzüne çıkmış
olan ve kentin girişi olarak bilinen 3 gözleri
sağlamlaştırarak kentin bir bölümünü tam olarak
ziyarete açmak istiyoruz. Bilindiği gibi kazı
çalışmaları yılın belli bölümlerinde yapılıyor. O
nedenle bu yıl gün yüzüne çıkarılan bölümlerin
üzerlerini kapatmaya çalışacağız. Bunu yapamazsak
yağan yağmurlarla gün yüzüne çıkardığımız eserler
yine toprak altında kalarak gelecek sezonda bu
eserlerin tekrar gün yüzüne çıkarılmasıyla
uğraşmak zorunda kalırız." diye konuştu.
Üç yıllık hedefleri yakalamaları
halinde kazı alanını genişletmeyi düşündüklerine
değinen Yaylalı, bu doğrultuda antik kentin
yanında bulunan askeri birliğin sınırları
içerisinde kazıların yapılacağını dile getirdi.
Yaylalı, "Şu anda tabur komutanlığının burada
olması bizim için büyük bir avantaj. Çünkü kazı
çalışmalarında eserlerin çıkarılması kadar, çıkan
eserlerin korunması da çok önemli." dedi.
TürkiyeTurizm.com, 16.08.2007
|
KARAMAN MÜZESİ'Nİ 8 BİN 465 KİŞİ ZİYARET ETTİ
İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü'nün resmi internet sitesinden alınan bilgiye göre, bu yılın ocak ayından temmuz ayına kadar geçen 7 aylık sürede, müzeyi ziyaret eden yerli turist sayısının 8 bin 457, yabancı turist sayısının ise sadece 8 olduğu öğrenildi.
İstatistiklere göre, müzeyi ziyaret eden yabancı turist sayısında her geçen yıl azalma görülüyor. 2005 yılında 609, 2006 yılında 243 yabancı turistin ziyaret ettiği müzeyi bu yılın ilk 7 ayında toplam sadece 8 yabancı turist gezdi.
Karaman'da konaklama ve geceleme istatistiklerine göre, 7 aylık sürede yerli ve yabancı olmak üzere 28 bin 560 turistin konakladığı tespit edildi.
Merhaba Gazetesi, 16.08.2007
|
|
"İSRAİL KAZISI AKSA'NIN YIKIMI OLACAK"
Arap STK'larının çatı
kuruluşlarından İtilaful Hayr'ın bu yıl üçüncüsünü
gerçekleştirdiği kongre için İstanbul'a gelen
Mescid-i Aksa İmamı İkrime Sabri, İsrail'in ördüğü
duvarlarla Kudüs'ü adeta bir hapishane haline
getirdiğini söyledi. 3 gün süren kongrenin son
gününde Yeni Şafak'a konuşan İkrime Sabri, İsrail'in
Haremüşşerif'te yaptığı kazı çalışmasının Mescid-i
Aksa'nın yıkımıyla sonuçlanacağını anlattı. Başbakan
Tayyip Erdoğan'ın talimatıyla geçtiğimiz Şubat
ayında Kudüs'e giden Türk heyetinin geçen 6 ayın
ardından raporunu kamuoyuna halen açıklamamasını
eleştiren İkrime Sabri, “Raporun açıklanması için
Aksa'nın yıkılması mı bekleniyor” diye sordu.
Heyetin
hazırlayacağı raporu görmek istediklerini
söylediklerini anlatan Sabri, “Raporlarını Ankara'da
yazacaklarını söyleyerek Kudüs'ten ayrıldılar. Bize
ulaşan bilgilere göre, raporda, kazı çalışmasının
Mescid-i Aksa'ya zarar vermediği ifade edilmiş.
Büyük bir şaşkınlık içindeyiz. Türk heyetinin
Kudüs'e geleceğini duyduğumuzda çok sevinmiştik.
Politik oyunlar bu çalışmanın üzerini örtmesin”
dedi. Sabri, raporun kamuoyuna açıklanmasını istedi.
Hamas ve El Fetih
arasında süren iktidar mücadelesinin neden olduğu
kanlı çatışmalar üzerine yorum yapmaktan kaçınan
İkrime Sabri, “Biz geçmişte de birliğe çağırıyorduk,
gelecekte de çağıracağız” demekle yetindi.
Filistinli grupların silahlarını bırakıp ortak bir
masaya oturması gerektiğini ifade eden Sabri, İslam
dininin Müslümanların birbirlerine silah
doğrultmasını yasakladığını hatırlattı. Sabri,
İsrail'in güvenlik gerekçesiyle Cuma günleri
Mescit-i Aksa'da 45 yaşın altındaki Müslümanların
namaz kılmasına izin vermediğini bildirdi.
Kudüs'te Türklere
ait binlerce tarihi yapı olduğunu anlatan Sabri,
Türkiye'nin Kudüs konusunda daha ciddi adımlar
atması gerektiğini savundu. Ailesinin Kudüs'ün
500 yıllık ilim sahibi ailelerinden biri olduğunu
anlatan Sabri, kendisinden önce 30 yıl babasının
Mescid-i Aksa İmamlığı yaptığını, kendisinin ise bu
görevi 34 yıldır yürüttüğünü söyledi. Sabri, İslam
hukuku eğitimi alan oğlunun da Mescid-i Aksa
İmamlığı'nı kendisinden sonra yürütebileceğini
söyleyerek hassasiyetlerini vurguladı.
Yeni Şafak, 16.08.2007
|
YENİ BİR KİLİSE BULUNDU
Muğla'nın Milas İlçesi'ne bağlı Kargıcak Köyü’ndeki Labraunda Antik Kenti'nde sürdürülen kazılarda yeni bir kilisenin kalıntıları ortaya çıkarıldı. 1948 yılından bu yana her yıl düzenli olarak İsveçli bir ekip tarafından yapılan kazı çalışmalarının bu yılki bölümü tamamlandı. Kazı çalışmalarında Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın temsilcisi olarak görev yapan Anadolu Medeniyetleri Müzesi Arkeoloğu Nilgün Şentürk, burada yapılan kazı çalışmalarının Türkiye için büyük önem taşıdığını söyledi. Havaların çok sıcak olmasına rağmen çalışmalara ara vermediklerini ifade eden Şentürk, ''Çalışmalarımız esnasında geçen yıllarda ortaya çıkartılan ve bir hamamın içerisine daha sonradan uydurma olarak yapıldığı tespit edilen kilisenin dışında gerçek bir kilise kalıntılarına ulaştık. Gelecek yıl yapılacak olan çalışmalar yeni bulunan kilise üzerinde yoğunlaşacak. Bu arada, Bakanlıktan gerekli izinleri aldıktan sonra 1948 yılından bu yana yapılan çalışmalarda ortaya çıkan tarihi eserleri, İzmir Arkeoloji Müzesi’nden alarak, Labranda Antik Kenti deposuna koyduk.'' şeklinde konuştu. Antik kent için en büyük tehlikenin bölgede maden çıkarmak için atılan dinamitler olduğunu ifade eden Şentürk, ''2 bin 500 yıldan bu yana yerli yerinde duran eserler, atılan dinamitler yüzünden her geçen gün yerinden oynuyor ve yerleri kayboluyor. Bu çok kötü bir durum'' diye konuştu.
Bursa Hakimiyet, 16.08.2007
|
|
|
170 YILLIK CAMİ RESTORE EDİLDİ
Akçakoca'nın Hemşin Köyü'nde bulunan ve mimarisi ile
dikkat çeken Hemşin Camii Kaymakamlık tarafından
restore edildi. Yaklaşık 170 yıl önce inşa edilen
cami çevre düzenleme çalışmalarının da
tamamlanmasıyla Akçakoca kültürüne yeni bir renk
katacak.
Hiç çivi çakılmadan geçme
tekniği kullanılarak yapılan caminin tamamında
kestane ağacının kullanıldığı belirtiliyor. Minaresi
ve tavanları da ahşap olan yapıda el oyması
figürlerde bulunuyor. Mihrabı da oyma taştan oluşan
Hemşin Camii el emeğinin en güzel örneklerinden biri
olarak tarih severlerin ilgisini çekeceğe benziyor.
İlçeye 10km uzaklıkta
bulunan cami Kaymakamlığın özverili çalışması ile
hem Akçakoca’nın hem de Düzce’nin kültürel
varlıkları arasında yerini aldı.
Düzce Damla, Fotoğraf:
akcakoca-hemsin.com, 16.08.2007
|
EDREMİT GÜRE KAZILARI DEVAM EDİYOR
Balıkesir'in
Edremit İlçesi'ne bağlı Güre beldesinde 2006 yılında
başlayan arkeolojik kazılar, bu sezon da devam
ediyor. 25 Haziran'da başlayan kazılarda bu yıl
özellikle antik ılıcaya ağırlık veriliyor.
Trakya
Üniversitesi öğretim üyelerinden Yard. Doç. Dr.
Ahmet Yaraş'ın başkanlığında sürdürülen kazıda,
değişik üniversitelerden akademisyen ve
öğrencilerden oluşan 15 kişi ve yakın çevre
köylerden 20 işçinin çalıştığı açıklandı. Doç. Dr.
Yaraş, Güre'de kültürel varlıklarının olmasının
belde için çok büyük kazanç olduğunu vurguladı.
Modern ılıca tesislerin hemen yanında ortaya
çıkartılmaya başlanan antik kalıntıların, zaten var
olan sağlık turizmini, kültür turizmi ile
destekleyeceği ve bundan böyle bölgeye gelen
ziyaretçilerin antik eserleri da görebileceği ifade
edildi.
Yaraş,
Almanya'da Baden Baden, Badenweiler ve İngiltere'de
Bath gibi tarihsel kalıntıların modern ılıcalarla
birlikte ziyaretçilere hizmet verdiklerini
söyleyerek, "Diğer belediyelere örnek olan bu görüş,
zaman içinde daha iyi anlaşılacaktır. Ilıca ile
birlikte Astyra antik kentinin bulunması Güre için
çok önemlidir. Bölgede yoğun define avcılığı da bu
çalışmalarla asgariye indirilecek. Çalışma
bölgemizde bugüne kadar seramik, metal ve cam
eserlerin yanı sıra 50 civarında sikke bulundu.
Eserler, konservasyon ve restorasyonu tamamlandıktan
sonra müze uzmanlarına teslim edilecek. Daha uzun
süreli ve yoğun çalışılabilmek için sponsor arayışı
içindeyiz" diye konuştu. Güre sınırı içinde tescil
edilmesi gereken en az on yerleşmenin daha bulunduğu
bildirildi.
Turizm Gazetesi, 16.08.2007
|
KUM OCAĞINDAN TARİH ÇIKTI
Karacabey'de faaliyet
gösteren kum ocağında Hellenistik döneme ait tarihi
eserler ele geçirildi.
Çarık Köyü Karadere Mevkii'nde, faaliyet gösteren
bir kum ocağında tarihi eser bulunduğu ihbarını alan
jandarma harekete geçti. Ekipler, söz konusu yere
operasyon düzenledi. Hellenistik döneme ait olduğu
tespit edilen bir adet toprak vazo ile üzerinde
işlemeler olan mermer sütun bulundu. Jandarma,
Mehmet G. (56) ile Mahmut P.'yi (38) gözaltına aldı.
Savcılığa sevk edilen Mehmet G. ile Mahmut P.
tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılırken,
tarihi eserler Karacabey Cumhuriyet Savcılığı'na
teslim edildi.
Bursa Hakimiyet, 16.08.2007
|
|
SAGALASSOS'TA AYAK FİGÜRÜ BULUNDU
Belçika Leuven Katolik Üniversitesi Arkeoloji Bölümü
ve Sagalassos Kazı Başkanı Prof. Dr. Jeroen Poblome,
yaptığı açıklamada, Roma hamamının batı bölümünde
yürütülen kazılarda bir heykele ait ayak figürü
bulunduğunu ve henüz parçayla ilgili günümüze ışık
tutacak bir bilgiye sahip olmadıklarını söyledi.
Ayak figürünün bir kadın heykeline ait olduğunu
belirten Poblome, “Yapacağımız kazılarda bir kadın
heykeli bulursak, belki bu konu üzerinde de bilgi
sahibi olabiliriz” dedi. Poblome, geç Roma dönemine
ait mermer heykelin, muhtemelen depremin ardından
yıkılmış olabileceğine dikkati çekti. Jerome
Poblome, gün ışığına çıkarılan ayak figürünün
gerekli incelemelerin yapılmasının ardından
Ağlasun’daki Belçika kazı evine taşınacağını
kaydetti.
Kazı Başkanı Prof. Dr. Jeroen Poblome, Roma
hamamının batı bölümünde yürütülen kazı
çalışmalarında mermer bir heykele ait ayak figürünün
bulunduğunu söyledi. Poblome, eserin, bir kadın
heykele ait olabileceğini dile getirdi.
Akşam Akdeniz, 16.08.2007
|
|
100 YILLIK TARİHİ ÇEŞME KURUDU
Kastamonu'nun Taşköprü İlçesi Avşar Köyü'nde bulunan Osmanlı döneminden kalan tarihi 100 yıllık köyün tek içme suyu kaynağı olan çeşmesi küresel ısınmanın etkisiyle kurudu.
Köy muhtarı İbrahim Çakır, köyün suyunun bu yıla kadar hiç kesilmediğini belirterek, "Köyümüzde yaklaşık 100 yıldır akan su aşırı kuraklık nedeniyle kesildi" dedi.
Köyün yaşlılarından Musa Doğan ise "Benim dedem dahi bu çeşmenin ne zaman yapıldığı konusunda bir bilgiye sahip değil bu çeşmenin hiç kuruduğunu bilmem bu yıl ne olduysa çeşmemiz kurudu biz de suyumuzu komşu köylerden temin ediyoruz'' şeklinde konuştu.
Tarihi çeşmenin suyunun Horasan arkları ile köye geldiğini ifade eden Musa Doğan, "Geçen yıllarda bunları borularla değiştirmek istedik fakat suyun çıktığı yere ulaşamadığı için tekrar kapatarak eski halinde bıraktık" dedi.
Kastamonu Kent Haber, 16.08.2007
|
KEYKUBAD'IN MÜHRÜ RÖNESANSI ETKİLEDİ
Alaaddin Keykubad’ın portresinin bulunduğu mühür,
İslamiyet’te tasvir yasağı olup olmadığı konusunda
yeni bir tartışma başlattı. Mühürün üzerindeki
gerçekçi portrenin Avrupa’da başlayan Rönenansı
etkilediği de öne sürülüyor.
Antalya’da 2000 yılında bir köylü tarafından
tarlada bulunan ve üzerinde profilden insan
kabartması olan mühürün Anadolu Selçuklu Sultanı
Alaaddin Keykubad’a ait olduğu ortaya çıktı.
İrlandalı Sanat Tarihçi Michael Duggan yaptığı
araştırmada mühürün üzerindeki insan kabartmasının
da Alaaddin Keykubad’a ait olduğunu tespit etti.
Mühürün üzerindeki insan kabartmasının bizzat
Alaaddin Keykubad’a bakılarak yapıldığını belirten
Duggan, bu konuda bir makale yazdı. Dugggan’ın
makalesi, Antalya’da Anadolu Akdenizinin tarihine
ışık tutmak amacıyla Suna ve İnan Kıraç tarafından
kurulan Akdeniz Medeniyetleri Araştırma
Enstitüsü’nün Adalya isimli kitabında yayınlandı.
Duggan, İtalya’nların da portre sanatını Anadolu
Selçuklu Devletinden öğrendiğini belirterek, “Bu tür
portreleri Rönenanstan önce Anadolu’da başlamıştır.
Anadolu Selçuklu Sultanı’nın bu portresi İtalya’da
başlayan Rönenans’ın da köklerinin Anadolu’da
olduğunu gösteriyor” dedi.
“Sultan Birinci Alaeddin
Keykubad’ın profilden portresini taşıyan bir 13.
yüzyıl Mührü: Öncüleri ve Olası Etkileri” başlığını
taşıyan makalesinin dört bölümden oluştuğunu
bildiren Duggan, “İlk kez bu makalede yayınlanan
mühür, 2000 yılında Antalya’nın Gündoğmuş
İlçesi’ndeki Karaköy Kalesi’nde bulundu. Bir
köylünün Roma parası sanarak müzeye getirdiği bu
para, Antalya Müzesi’nde korunuyor. 25 milimetre
çapında, 4 milimetre kalınlığında olan bu mühürün
ağırlığı 15.8 gram. İki kurşun puldan basılan
mühürün ön yüzünde kabartma halinde Keykubat’a ait
profilden bir insan portresi bulunuyor. Mühürün arka
yüzünde ise, Abbasi Halifeliği’ni temsilen bir aslan
kabartması yer alıyor” diye konuştu.
Mühürün üzerindeki profilden portrenin hünkarın
bilinen tasvirlerinden farklı olduğuna dikkati çeken
Duggan, “Bu mühürde betimlenen bireyin gerçek
yüzünün kişisel özellikleri olduğu gibi
gösterilmiştir. Büyük, düz bir burnu olan hünkarın
ağzının kenarına kadar uzanan gür bir bıyıkları var.
Gözleri ise, minyatürlerdeki gibi çekik gözlü değil,
oldukça geniş ve iri. Topuz halinde bağlanan bir
saçı olan hünkarın kalın bıyıklarına karşın incecik
bir sakalı bulunuyor. Bu figür çağdaş bir şahsiyeti
betimlemektedir. 30’lu yaşlardaki birini gösteren bu
mühürün Keykubat’a ait olduğu üzerindeki yazının
yanısıra hünkarın doğum tarihiyle de örtüşüyor.
Keykubad 1190’da doğmuştur. Mühür 1221’den sonra
yapıldığı için de portredeki şahısla Keykubad'ın yaşı
da örtüşüyor” diye konuştu.
Avrupalıların bu mühür sayesinde profilden insan
portresini yapmayı öğrendiğini savunan Duggan,
“Anadolu Selçuklu Sultanı Keykubad, üzerinde
portresi bulunan bu mühürleri imzaladığı
anlaşmalarda kullanıyordu. Venedik, Pisa, Floransa
ile yapılan antlaşmalara eklenen bu tür Anadolu
Selçuklu mühürlerindeki profilden portreciliğin
etkileri İtalya’da Rönenansa da ilham kaynağı
olmuştur. O döneme kadar Avrupa’da insan yüzüne
bakarak gerçekçi bir resim yapma olayı yoktu.
Anadolu Selçuklu Sultanı Keykubad, Venedik ile 1220
yılında yapılan anlaşmada bu mühürü kullanmıştır. Bu
mühürdeki gerçekçi portre erken italyanları da
etkilemiştir. Erken italyan rönesansında portreler
kişilere bakılarak çizilmeye başlanmıştır” dedi.
Keykubad'ın Antalya’da bulunan mühürünün yanısıra
altın bir mühürünün de olduğunu belirten Duggan,
altın mühürün ise şu anda kayıp olduğunu da
sözlerine ekledi.
Akşam Akdeniz, Haber: Mustafa Kozak, Fotoğraf:
ntvmsnbc.com, 16.08.2007
|
ASIRLIK ÇINAR ZAMANA YENİK
Bursa, Yıldırım'da, 230 yaşındaki bir çınar ağacının kırılan dalları, 2 otomobilde ağır hasara yol açtı. Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Müdürlüğü'nce koruma altına alınan Setbaşı Caddesi'ndeki 230 yıllık 'Doğu Çınarı'nın bazı dalları kırıldı.
Dallar, ağacın altında park halindeki iki otomobilin üzerine düştü. Her iki otomobilde maddi hasar meydana geldi. Yeşil ile Namazgah Caddesi de bir süre araç trafiğine kapandı.
Çevredeki vatandaşların ihbarı üzerine olay yerine gelen Büyükşehir Belediyesi ekipleri dalları kaldırarak, yolu trafiğe açtı.
Bursa Hakimiyet, 16.08.2007
|
|
MİDAS'IN TAHTINDA TENCERE İZLERİ
ABD'li araştırmacı
Elizabeth Simpson, bir gün 'bir hata' gördü, 27 yıl
sürecek bir bilmecenin içine düştü. Simpson,
Midas'ın Anadolu'daki mezarında bulunan binlerce
ahşap parçasını, 27 yılda yap-boz gibi bir araya
getirdi, Midas'ın üç kutsal masasını gün ışığına
çıkardı.
Pennsylvania Üniversitesi Arkeoloji ve Antropoloji
Müzesi Gordion Mobilya Projesi Başkanı Prof. Dr.
Elizabeth'in Midas merakı üniversite yıllarında
başladı. Midas'ın Gordian'daki (Eskişehir sınırları
içinde) mezarını bulan Prof. Dr. Rodney Young'un
ölümünden sonra başlatılan kitap çalışmasına
katıldı. Ona Young'un kazı çizimlerini temize çekme
görevi verildi.
Ama mezar fotoğraflarıyla karşılaştırdığında
çizimlerin farklı olduğu anladı. Üniversite yönetimi
"Öyleyse doğrusunu çiz" dedi, hatta onu Türkiye'ye,
Anadolu Medeniyetleri Müzesi deposuna da gönderdi.
Simpson o günleri anlatırken "Sandım ki ahşapların
sırrını çözmek iki üç senemi alır. Şimdi 27 sene
oldu, hala bitmedi. Neredeyse Kral Midas'la evlendim
ve ahşaplar da çocuklarım" diyor!
İşe müzedeki 40 büyük ve binlerce küçük parça
halindeki 'Kakma İşlemeli Masa'yla başladı. Bir yıl
evden çıkmadan çizim yapıp parçaları birleştirmeye
çalıştı. Bitirdiğinde artık her yaz geldiği Anadolu
Medeniyetleri Müzesi çalışanlarıyla birlikte,
parçaları birleştirip, masayı ortaya çıkardılar. Bu
beş altı yılını aldı!
Sonra sıra Prof. Dr. Young'un Midas'ın tahtı
zannettiği diğer iki ahşap esere geldi. Prof. Dr.
Simpson bu kez de oval bölümlerin üzerinde bazı
yanık ve lekeler fark etti. Sanki tencere yanığı
gibiydiler: "Hatta, tencerelerin altları oval
bölümler üzerine tam oturuyordu. Ve eserin taht
değil servis masası olduğunu keşfettik."
Simpson ve arkadaşlarının kazanlarda yaptığı
analizler sonucu Midas'ın bira, şarap ve bal
karışımından oluşan bir kokteyli sevdiği, bu içkinin
onun cenaze töreninde de ikram edildiği anlaşıldı.
Simpson, iki kutsal servis masasındaki desenleri
çözmeye de 20 yılını verdi:
"Masadaki desen ilk bakışta Nazi sembolü gibi ama
ortasında uzantı var. Çizimi yapanlar dört figür
çıkarmış tek desenden. İlk figürü aynen koyup,
ikinciyi 90 derece döndürmüş, üçüncüde 90 derece
dönen figürü ters çevirmiş, dördüncüde de üçüncü
figürü önce 90 derece çevirmiş, sonra ters
döndürmüş. Bu, Frig sanatında yok, hatta dünyada
yok. Sadece bu masada var."
Masanın üzerindeki desenlerle Frig dönemine ait
Arslan Kaya arasındaki benzerliği ve masanın aynı
zamanda portatif bir mabet olduğunu keşfeden Prof.
Dr. Simpson, 27 yıldır her yıl belirli aylarda
Türkiye'de yaşıyor ve Gordion'dan çıkan ahşaplar
üzerinde çalışıyor.
Radikal, Fotoğraf: Barışkan Ünal/AA, 16.08.2007
|
BARAJLAR TARİHİ DOKUYU ALTINDA BIRAKACAK
Artvin'de
yapılmakta olan ve yapılacak bir dizi baraj
nedeniyle yollar, köyler, Yusufeli ilçe merkezi,
tarihi eserler, vadiler ve tarım alanlarının yok
olma süreci ile karşı karşıya.
Artvin Şavşat yolu üzerinde bulunan tarihi Berta
Köprüsü ve Ardanuç yolu üzerinde bulunan tarihi
eserler , mezarlıklar ve en verimli tarım alanları
sular altında kalacak olmasına Kültür Sanat-Sen
Artvin İl Temsilcisi Muhammet Bilgin'den tepki
geldi.
Bilgin , konuyla ilgili olarak yaptığı açıklamada,
“Berta köprüsü 1878 yılında yapılmıştır Osmanlı
mimarisidir. Kuzey Doğu Anadolu da ki belli başlı
Türk izleri Artvin'de de yoğunlaşmıştır. Dolaysıyla
Artvin Deriner barajı altında kalan tarihi eserler
bulunmaktadır. Henüz yetkililerden ve ilgili
kurumlardan bu tarihi eserlerin kurtarılmasına
ilişkin ciddi bir çalışma görülmemiştir. Dinamitler
yükseklerde patlamaya başladı ve bu nedenle köprü
yavaş yavaş kayalıkların arasında kaybolmaya
başlamıştır.Sulardan önce köprüyü kayalıklar yıkmaya
ve tahrip etmeye başlamıştır. Biyolojik yapı
değişiyor doku değişiyor. Ülkenin enerji ihtiyacı
vardır gerçeğinden hareketle Artvin mezarlarını bile
kaldırmak pahasıyla buna karşı durmamıştır aksine
destek olmuştur. Sadece istediğimiz somut kültür
varlıklarımızın taşınarak açık hava müzesinde
yaşatılması, soyut kültür varlıklarımızın da
sosyolojik ve halk kültürleri açısından belgelenmesi
akademik olarak çalışılması ve arşivlenmesidir.
Zaten tarımsal alan ve yaşamsal alan vadi tabanında
dizilmiştir. Binlerce kilometrelik yol ağındaki pek
çok köy, hatta bir ilçe merkezimiz ve ekim
alanlarımız sular altında kalmıştır ve kalmaya devam
edecektir. Coğrafya değişmektedir, Artvin haritası
değişmektedir ve yeniden şekillenmektedir. Artvin
bölgesindeki, söz konusu baraj inşaatları nedeniyle
kurulan şantiyelerde teknolojinin son imkanları
kullanılırken Çoruh Vadisi insanlarının
sosyo-kültürel durumu hakkında hiçbir kimseden ve
kurumdan ses çıkmıyor.
Berta Köprüsü, Zeytinlik türbeleri, kümbetleri,
Ferhatlı Kemer Köprüsü, Oruçlu ve Zeytinlik
camileri, Şükrü ağa Konağı. Bütün bu eserler sular
altında kalacaktır! Eserlerin kurtarılması,
taşınması konusunda her hangi bir uygulama yoktur.
Artvin Kent Haber, 16.08.2007
|
TARİHİ KİLİSE KÜLTÜR MERKEZİ OLARAK HİZMET VERECEK
Aydın'ın Didim İlçesi'ne bağlı Akbük beldesindeki
tarihi Rum Ortodoks kilisesi yapılan restorasyon
çalışmaları sonunda kültür merkezi olarak hizmete
açıldı.
Kültür
Merkezi'nin açılışı dolayısıyla düzenlenen törende
konuşan, Mimar Fikri Aktan, Kültür Varlıkları ve
Müzeler Genel Müdürlüğüne bağlı İzmir Rölöve ve
Anıtlar Müdürlüğü denetiminde yapılan restorasyon
çalışmasının son derece başarılı gerçekleştiğini
tarihi binanın dokusunun aynen korunduğunu söyledi.
Bölgedeki ilk
yerleşim dönemine ait olan kilisenin 1823 yılında
yörede yaşayan Rumlar tarafından yapıldığını anlatan
Aktan, mübadele sonrasında önemini yitiren
kilisenin, harap bir durumda iken, Akbük Belediye
Başkanı İbrahim Şam'ın Kültür ve Turizm
Bakanlığı'yla yaptığı yazışmalar sonucunda
belediyeye devredildiğini ardından restorasyonun
yapıldığını anlattı.
Aktan, şöyle
konuştu:''Bu restorasyonu yaparken çok eleştirildik,
ama sonunda çok güzel bir eser ortaya çıkardık.
Meyve veren ağaç taşlanır. Akbük
bir zamanlar köydü. Daha sonra belde oldu. Ve çok
hızlı bir yapılaşma gösterdi. Bu yapılaşmanın
yanında buranın bir de kimliğe ihtiyacı vardı. Biz
bunun için harap durumdaki kiliseyi kurtarmak için
çalışmaya başladık. Kültür ve Turizm Bakanlığı'na
projeler hazırlandı. Bakanlığın desteği, belediyenin
finansmanıyla burasını bir kültür merkezine
dönüştürdük."
Turizm Gazetesi,
16.08.2007
|
|
ÇATALHÖYÜK'TE 32 KİŞİNİN MEZARI BULUNDU
Çatalhöyük'teki bu yıl yapılan kazılar sona erdi. Bu yıl yapılan kazıların son bölümünde bir odada 32 kişilik mezara ulaştıklarını vurgulayan görevliler, "Bu mezarlara toplu gömü yapılmıyor. Biri ölüyor, gömüp mezarı kapatıyorlar. Daha sonra biri daha öldüğünde mezarı açıp iskeletleri kenara itip, diğerini gömüyorlar. Bu şekilde aralıklarla 32 kişi gömülmüş. Çünkü iskeletler birbirine karışmış durumda. Bu evde yaşayanların oldukça kalabalık bir aile olduğu görülüyor" dedi.
Görevliler, bu şekilde fazlaca kişinin gömüldüğü odalara ya da mezarlara çok sık rastlamadıklarını belirterek, böylesi durumlarda iskeletleri zarar vermeden çıkarmak için çaba harcadıklarını bu nedenle kazı çalışmalarının oldukça yavaş ilerlediğini bildirdi.
32 kişilik mezarda keseyle konulmuş mavi boya ve spatulaya rastladıklarını belirten görevliler, şu "Daha önce mezarlarda farklı renkler gördük. Çatalhöyük insanlarının vücutlarını boyadığını biliyoruz. Ölen kişilerle birlikte mezara boya da konuluyor. Bunun nasıl konulduğunu bilmiyorduk. Bu son mezarda, boyanın özel küçük kese içine konulduğunu belirledik. Kese çürümüş ancak, toprağın sıkışması sonucu kesenin şeklini alan mavi boya halen duruyor. Hatta kese içine konulan kemik spatulayı bile mavi boya ile birlikte bulduk. Kazı süresince bunun gibi birçok yeni bilgiye ulaşıyoruz."
Merhaba Gazetesi, 15.08.2007
|
DÜNYANIN 4. BÜYÜK MAĞARASI: ILGARİNİ
Küre Dağları
üzerindekidünyanın 4. büyük mağarası olarak kabul
edilen Ilgarini Mağarası,antropolojik kalıntıları ve
çevresindeki doğal alanlarıyla yerli veyabancı
turistlerin ilgisini çekiyor.
Ilgaz Dağı ve Küre
Dağları Milli Parkları'nda Ekoloji Temelli Doğa
Eğitimi`ne katılan 30 katılımcı, program
çerçevesinde Ilgarini Mağarası`nı gezdi.
Katılımcılar, mağara ekosistemi ve mağara içi
antropolojik kalıntılar hakkında bilgilendirildi.
Ilgaz Dağı ve Küre Dağları Milli Parklarında Ekoloji
Temelli DoğaEğitimi Projesi Yürütücüsü Dr. İsmail
Menteş, yaptığı açıklamada, Ilgarini Mağarası`nın
Küre Dağları Milli Parkı SorkunYaylası`nda Cide ve
Pınarbaşı ilçelerinin sınırlarında bulunduğunu
söyledi.Menteş, Küre Dağları üzerinde bulunan,
dünyanın 4. büyük mağarası olarak kabul edilen
Ilgarini Mağarası`nın, antropolojik kalıntıları ve
çevresindeki doğal alanlarıyla her yıl binlerce
yerli ve yabancı turist tarafından ziyaret
edildiğini söyledi. Mağara içinde antropolojik
kalıntıların bulunmasının mağaraya tarihsel bir
değer kazandırdığını ifade eden Menteş, antropolojik
kalıntıların erken Bizans dönemine ait olduğunu
bildirdi.Mağara içinde mezar yapıları ve şapel
şeklinde dini yapıların bulunduğunu anlatan Menteş,
"Bu durum, mağaranın dinsel bir mekanolarak
görüldüğünü de göstermektedir. Ayrıca mağara
çevresinde inşa edilen bazı yapıların kalıntıları
dikkati çekiyor" dedi.
Ilgarini Mağarası`nın
denizden 1250 metre yükseklikte olduğunu belirten
Menteş, şu bilgileri de verdi: "Ilgarini, 858 metre
uzunluk ve 250 metre derinliğe sahip büyük
birmağara... 3. ve 4. zamanda 160-220 milyon yılda
oluşmuş olup, mağaradakis arkıt ve dikitlerin bir
milyon yıllık olduğu tahmin ediliyor. Yılda yaklaşık
2 bin turistin ziyaret ettiği mağara, geçmiş
yıllarda defineceler tarafından tahrip edilmiş."
Kastamonu Postası, Fotoğraf: dagbasi.com,
15.08.2007
|
"ÇEŞMELER YAŞATILSIN"
Sıcaklıkların iyice arttığı ve küresel ısınma
sendromunun toplumun bütün bireylerinin hayatını
kuşattığı bu günlerde yaşanan su kesintilerinde
tatlı su çeşmeleri kurtarıcı görevini üstleniyor.
Çünkü herhangi bir su kesintisi yaşanması durumunda
herkes evinin üç-beş adım ötesindeki tatlı su
çeşmesinden karşılıyor su ihtiyacını. Suyun insan
hayatı için bu kadar önemli olduğu dönemde su
medeniyetinin yapıtları olan çeşmeler de büyük önem
kazanıyor.
Selçuklu ve Osmanlı döneminde yapılan sebil,
çeşme ve şadırvanlar, hayata ve insana ne kadar önem
verildiğini gösteriyor. Günümüze kadar varlığını
koruyan tarihi çeşmelerin birçoğu bakımsızlıktan
yıkılmaya yüz tutmuş durumda. Konya'da 150'nin
üzerinde kitabesi bulunan tarihi çeşme bulunduğu
belirten Sanat Tarihçisi Prof. Dr. Haşim Karpuz,
kıyıda köşede kalan çeşmelerin onarılması
gerektiğini vurguladı.
Çeşmelerin, insanların su ihtiyacını karşılamanın
yanında toplumsal tarih açısından da büyük önem
taşıdığına dikkat çeken Haşim Karpuz, "Eskiden
evlerde şebeke suyu yokken, çeşme başları toplumsal
olayların öğrenildiği, konuşulduğu yerlerdi.
Toplumsal tarih bakımından çeşmeler önemlidir" dedi.
Haşim Karpuz, toplumsal tarihimize tanıklık eden,
sanat değeri taşıyan su kültürü yapıları olarak
ifade ettiği çeşmelerin korunup yaşatılmasını
istedi.
Konya şehir merkezinde, Selçuklu ve Osmanlı
döneminden kalma kitabesi bulunan 100'ün üzerinde
tarihi çeşme var. Bunun yanında Konya İçme Suları
Vakfı ve KOSKİ tarafından şehir merkezinde önemli
noktalara tatlı su çeşmeleri yaptırıldı. Yapılan
çeşmelerin hepsinden tatlı su akıp akmadığı belli
değil ama yine de şebeke sularında yaşanan
kesintilerde vatandaş su ihtiyacını buradan
karşılıyor.
Su medeniyetinin ilk adımlarını oluşturan "su hayrı"nda bulunmanın temelleri İslam'ın doğuşuyla başladı. İslam'ın ilk devirlerinde, Medine'de her tarafta su bulunmuyordu. Arap yarımadasında günümüzde olduğu gibi o dönemde de su konusu insanlar için öncelikliydi. Halkın para ile suyu temin edebildiği su kuyusunu bir Yahudi'ye aitti. Bu kişinin halka suyu pahalı satmasından dolayı Hz. Muhammed bir yolunun bulunup kuyunun satın alınmasını istedi. Bunun üzerine Hz. Osman, Yahudi adama cazip bir fiyat teklif ederek su kuyusunu satın aldı ve onu vakfetti. Peygamber Efendimiz Hz. Osman'ın bu hizmetini görünce; "Allah'ım cenneti ona vacip kıl!" diye dua etti. Peygamber Efendimiz'in örnek davranış ve sözlerini düstur haline getiren Müslümanlar, bu hadise üzerine su hayrı konusunda birbirleriyle yarıştı. Sahabelerden Sa'd b. Ubade annesi vefat edince Peygamber Efendimiz'e gelerek, annesi için en faziletli sadakanın hangisi olduğunu sordu. Allah Resulü de, "insanlara su vermek" olduğunu haber verdi. Bunun üzerine, Sa'd bir kuyu kazdırarak ölümünden sonra annesinin sevabının artmasını istedi. Bu hadiseden sonra Müslümanlar arasında ölmüş yakınlarına sevap hediye etmek için kuyu açma ve çeşme yapmak yarışı başladı.
İslam medeniyetinde su hayrının temelleri böylece
atılmış oldu. Hz. Osman ile başlayan su hayrı
hizmeti Selçuklu ve Osmanlı döneminde ise doruk
noktasına ulaştı. Vakıf anlayışı ile birlikte su
hayrı yapanların sayısı binleri buldu. Sadece su
hayrı değil, han, medrese ve günümüze ulaşan
yüzlerce tarihi eserin hayır amaçlı olarak hizmete
geçirildiği bir gerçek olarak tarih sayfalarındaki
yerini aldı.
Peygamber Efendimiz, "sadaka-i cariye" olarak
tanımladığı yol, köprü, çeşme, okul gibi yerleri
vakfetmenin, kişinin ölümünden sonra amel defterine
sevap kazandıran hususlardan olduğunu ifade
etmiştir. Bu mükafatı elde etmek için imkanı olan
Müslümanlar vakıf kurarak birbirleriyle yarıştı.
Çeşmeler de bu vakıflar arasında en çok
yapılanlardan oldu.
Yapılan evlerde, medreselerde, camilerde,
çarşılarda, çeşme ve şadırvan gibi su ihtiyacının
karşılandığı yerlerde ustalar sanatlarını
sergilemişlerdir. Sanat eserlerindeki mermer
işlemeler, tezhipler, kitabeler ve süslemeler, insan
ruhuna hitap eden yönleri ile bu eserlere ayrı bir
güzellik kazandırmıştır.
Selçuklu ve Osmanlı döneminde yapılan sebil, çeşme
ve şadırvanlar, hayata ve insana ne kadar önem
verildiğini gösteriyor. Çarşıların, medreselerin,
mahallelerin her köşesinde yapılan çeşmeler ile
şehir dışında yollar üzerinde ve kırdaki çeşmeler,
buralardan faydalanan insanların susuzluğunu
gidermekte büyük rol oynadı. Bu çeşme ve
şadırvanlardan su içenler de çeşmeyi yaptıranların
ruhuna fatiha ve dualar gönderirdi.
Selçuk Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Sanat
Tarihi Bölüm Başkanı Prof. Dr. Haşim Karpuz,
Konya'daki tarihi çeşmelerin genel durumu ve ihyası
konusunda yapılması gerekenleri anlattı.
Geçmişte Konya'nın kurulduğu Alaeddin Tepesi ile
çevresinin su kaynakları ve verimli topraklara sahip
olduğunu anımsatan Prof. Dr. Haşim Karpuz, tarih
öncesi ve ilk çağlarda şehirlerin de böyle yerlerde
kurulduğunu aktardı. Bu şehirlere kaliteli suyun
pişmiş toprak borularla ya da kanallarla pınarlardan
geldiğini belirten Haşim Karpuz, yaz aylarında ve
kurak zamanlarda ise ihtiyaç olan suyun kuyu ve
sarnıçlardan temin edildiğini söyledi. Haşim Karpuz,
buradan anlaşıldığı üzere Konya'nın su bakımından
zengin bir şehir olduğunu ifade etti.
Konya'da şu an 150 civarında tarihi çeşme
bulunduğunu belirten Prof. Dr. Haşim Karpuz,
KOSKİ'nin tarihi çeşmelerin çoğunu koruyup tatlı su
bağlayarak yaşatmaya çalıştığını, kıyıda köşede
kalanların da onarılması gerektiğini vurguladı.
Konya çeşmelerinin mimari özellikleri hakkında da
bilgi veren Haşim Karpuz, mevcut çeşmelerin sivri
kemerli sokak çeşmeleri tipinde olduğunu, tek veya
çift musluklu olan bu çeşmelerin doğrudan boru ile
su kaynağına bağlandığını, çok azında depo
bulunduğunu söyledi. Karpuz, çeşmelerin kemerleri
ayna taşları üzerinde taş süsleme ve kitabeler
bulunduğunu aktardı.
Çeşmelerin toplumsal tarih açısından önemine de
dikkat çeken Haşim Karpuz, şöyle devam etti:
"Eskiden evlerde şebeke suyu yokken, çeşme başları
toplumsal olayların öğrenildiği, konuşulduğu
yerlerdi. Toplumsal tarih bakımından çeşmeler
önemlidir." Karpuz, toplumsal tarihimize tanıklık
eden, eski su kaynaklarımızın zenginliğini
belgeleyen, sanat değeri taşıyan su kültürü
yapılarının koruyup yaşatılması gerektiğinin altını
çizdi.
Günümüz toplumunun müsrif, tüketim toplumu olduğunu,
şükretmesini bilmediğini ifade eden Haşim Karpuz,
"Allah'ın verdiği en değerli nimeti, hayatımızın
temel kaynağı suyu hoyratça tüketiyoruz. Bir ayette,
"Her şeyi sudan yarattık, içesiniz diye su
kaynakları verdik" deniliyor. Eski su kültürümüzde
su kutsal sayılıyordu. Su içme adabı vardı. Kıbleye
dönülüp, besmeleyle içilip, Allah'a şükrediliyordu.
En fazla 8 litre su ile banyo yapılabiliyordu. Ya
şimdi, şampuan reklamları, duşlar, küvetler" diye
konuştu.
Tarihin ibret alınacak, yaşanmış olaylar bütünü
olduğunu aktaran Haşim Karpuz, şunları söyledi:
"Hayatımızın temel kaynağı suyu, su yapıları tarihi
çeşmelerimizi iyi koruyup kollamalıyız. Dünya kültür
ve mimarlık tarihinde su mimarisi Türk milleti kadar
zengin bir millet yoktur. Çeşme yaptıranların sevap
defteri kapanmaz, mealindeki hadisi şerif bu
bakımdan çok etkili olmuştur. Günümüz Konya'sında
böyle çeşmeler var ve hala sahiplerine sevap
aktarıyor."
Merhaba Gazetesi, Haber: Ali Özcan, 15.08.2007
|
3 BİN YILLIK KIBYRA'DA KAZILAR SÜRÜYOR
Burdur'un
Gölhisar İlçesi'nde bulunan 3 bin yıllık Kibyra antik
kentini gün yüzüne çıkarma çalışmaları bu yıl da
başladı. İkinci sezonununa giren Kibyra antik kenti
kazı ve temizlik çalışmaları, Burdur Arkeoloji
Müzesi Müdürü Hacı Ali Ekinci'nin başkanlığında
yapılıyor.
Akdeniz Üniversitesi Arkeoloji Anabilim Dalı
Öğretim Üyeleri Prof. Dr. Havva İşkan Işık ve Prof.
Dr. Fahri Işık'ın bilimsel danışmanlığı ve yine
Akdeniz Üniversitesi'nden Yrd. Doç. Dr. Şükrü
Özüdoğru, Dr. Eray Dökü ve Uzman Arkeolog Gökhan
Tiryaki'nin katıldıkları yirmi kişilik kazı ekibi,
çalışmalarına başladı.
2006 yılında temizlik çalışmalarını
neticelendirerek kazı için hazır bırakmış oldukları
Stadion'un bu yılki tek kazı alanı olacağını ifade
eden Yrd. Doç. Dr. Şükrü Özüdoğru "Kazılarımız,
Akdeniz ve Dokuz Eylül üniversitelerinden katılan
stajyer-öğrencilerin yanı sıra yedi işçi ile
topograf ve mimarlardan oluşan ikincil ekibin
katkılarıyla devam edecek. Umuyoruz yapının batı
oturma alanının hemen arkasında tespit edilmiş
bulunan sütunlu yolu ve batısında bulunan teras
duvarları takip ederek bu alandaki yapılanmanın
tespit edilmesi olacak." dedi. Bugün itibarıyla
Kibyra kentinin yüzeyde bulunan kalıntılarının gerek
konumu ve gerekse niteliğinin modern teknolojinin de
yardımıyla artık kayıt altına alındığını anlatan
Özüğdoğru, "Bu yılki temizlik çalışmalarımız yukarı
kentte üç alanda; Tiyatro, Hamam ve Agora'nın doğu
yanındaki geç dönem sur duvarında gerçekleşti."
dedi.
Zaman, 15.06.2007
|
ŞANLIURFA MÜZESİ TANITIM BROŞÜRÜ HAZIRLADI
Şanlıurfa Valiliği İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü
tarafından "63. Kentte 63 Yayın" sloganıyla
başlatılan yayın projesi çerçevesinde "Şanlıurfa
Müzesi" adlı bir broşür bastırıldı. 5 bin adet
bastırılan broşürde, Şanlıurfa Müzesi konu alındı.
Broşürde,
Şanlıurfa Müzesi'nin tarihçesi, Şanlıurfa'da ilk müze
girişimleri, müzenin başlıca bölümleri, 11 bin 500
yıllık dünyanın en eski heykeli olan Balıklıgöl
Heykeli başta olmak üzere müzede yer alan başlıca
eserler tanıtılıyor.
İl Kültür ve
Turizm Müdür Vekili Sait Özgür, "Şanlıurfa Müzesi
tarih turizminde önemli bir durak noktasıdır. Bugüne
kadar hazırlanan tur programlarının bir çoğu müze
olmaksızın hazırlanmaktaydı. Amacımız, Şanlıurfa
müzesini tanıtmak ve tur programlarında yer almasını
sağlamaktır. Müzenin, Şanlıurfa turizmine
kazandırılması noktasında Şanlıurfa Valiliği’nin
desteği ile bu broşürü hazırladık.
170 gram kuşe kağıda, Avrupa
standartlarında hazırladığımız bu broşürümüzle
birlikte bir yıllık süre zarfında 33. yayınımızı
çıkarmış bulunuyoruz" dedi.
Turizm Gazetesi, 15.08.2007
|
TARİH CAZİBE KURBANI OLDU
Osmanlı’nın son dönemi ve cumhuriyetin ilk yıllarına
ait kamu binaları birer birer yok oluyor. İşte yıkım
hikayeleri ve gerekçeleri...
Antalya’da ilk yıkımlara surlardan başlandı. Roma
Dönemi’nden bu yana binlerce yıldır dimdik ayakta
duran surlarından evleri kale duvarlarından kapanan
hatırlı kişiler rahatsız oldu. Bir gurup hatırlı
kişi, şehri kuşatan surların kentin hava almasına
engel olduğunu söyleyerek kamuoyu yarattı. Bunun
üzerine 1930’lu yıllarda şehrin hava almasına engel
olduğu gerekçesiyle Kaleiçi’ni kuşatan sur duvarları
el birliğiyle yıkıldı. Yıkılan kalelerden elde
edilen taşlar, Karaalioğlu Parkı’nın inşaasında
dolgu malzemesi olarak kullanıldı. Hava alamıyoruz
iddiasıyla Surları yıktıran hatırlı kişiler bu
yıkımdan sonra deniz manzaralı evlere kavuşmuş oldu.
Yıkım dalgasının ikincisi ise 1970’yi yıllarda meydana geldi. Bu dönemde Karaalioğlu Parkı’nın girişindeki Eski Kütüphane ve Vatan Kahvesi yıkıldı. Bu alan, parka dahil edildi. Bunda herhangi bir kişiye rant sağlanmadı. Yıkılan alan yeşil alana dahil edildi. Ancak bu yıkımdan yıllar sonra pişmanlık duyuldu. Şimdi yıkılan kahvenin bir benzerini Değirmenevi’nin önünde yeniden inşa edilmeye çalışılıyor.
Hükümet Konağı
Tarihi Antalya Hükümet Konağı: Osmanlı dönemi yapısıydı. Rum mimarisinin izlerini taşıyordu. 1970’lerde yıkılıp yerine şimdiki valilik binası inşa edildi. Fotoğraflarda yaşayan eski valilik binasının resimlerini görenler, “Keşke yıkılmasaydı. Çok güzel bir binaymış” diyerek üzüntüsünü dile getiriyorlar.
Vatan Kahvesi
Antalya Eski Belediye Binası: Osmanlı dönemi
yapısıydı. Şimdiki Kışlahan Otelinin güneyinde idi.
Yıkılıp, yerine şimdiki Büyükşehir Belediyesi İş
Merkezi inşa edildi. Bu bina da halen fotoğraflarda
yaşıyor. Herkes bu hatayı idareciler nasıl yaptı
diyerek üzüntüsünü dile getiriyor.
Yeni Kapı Karakolu: Antalya’nın Yenikapı
semtinde Karaalioğlu Parkı’nın girişindeydi.
Cumhuriyet Dönemi yapısıydı. Antalya’da bir işadamı,
dükkanlarının önünü kapatan bu karakolun yıkılması
karşılığında Gençlik Mahallesi’nde yeni bir karakol
yaptırdı. Yenikapı Karakolu yenisi yapılınca,
işadamının dükkanlarını kapatan eski karakol yerle
bir edildi. Karakol tarafından önü kapandığı için
hiçbir değeri olmayan dükkanların değeri birdenbire
bir servet haline dönüştü. Ayrıca işadamının ismi de
yeni yapılan karakolun kapısına yazıldı.
Kız Meslek Lisesi: Antalya’da son yıkım
çalışmasının kararı ise Büyükşehir Belediyesi
Meclisi’nin 15.07.2005 günü yaptığı oturumunda
onaylanan plan ile verildi. İsmet İnönü Kız Meslek
Lisesi, İnönü İlkokulu, Doğumevi ve Antalya Hükümet
Konağı yıkılmasını öngören plan gereğince,
çalışmalara Ali Çetinkaya Caddesi üzerindeki İsmet
İnönü Kız Meslek Lisesi’nden başlandı. Büyükşehir,
bir gecede Cumhuriyet Dönemi’nin ilk yapılarından
Kız Meslek Lisesi’ni yerle bir etti. Son yıkımların
gerekçesi kent trafiğini rahatlatıp, şehir içinin
cazibesini artırmak.
Akşam Akdeniz, Haber: Mustafa Kozak, Foto: wowturkey.com, Antalya İl Kültür Müdürlüğü, 15.08.2007
|
DOLMABAHÇE SARAYI'NIN ÇATISI 7 YIL SONRA YENİLENDİ
Dolmabahçe Sarayı'nın 14 bin 559 metrekare izdüşüm
alanına sahip kurşun kaplı çatısı 7 yıl süren
çalışmalar sonrasında yenilendi. Milli Saraylar
Dairesi Başkanlığı'na bağlı Dolmabahçe Sarayı Müzesi
Kurşun Atölyesi'nde, Dolmabahçe Sarayı'nın
çatısından söktükleri 750 ton ağırlığındaki kurşun
levhaları atölyede eriterek yeniden plaka haline
getiren 20 kişilik ekip, bu plakaları yine kendi
imkanlarıyla levha çatıya monte etti.
Yeni Şafak, 15.08.2007
|
SARAY-I CEDİD-İ AMİRE KAZISI
Yeni Edirne Sarayı, Saray-ı Cedid-i Amire'de kazı çalışmalarına yeniden başlandı. Edirne Valiliği'nin maddi destek sağladığı ve Edirne Müze Müdürlüğü'nün kontrolörlüğünde başlayan kazılar, bu yıl Eylül ayına kadar sürecek.
Edirne'de 1994 yılından bu yana süren saray kazısı, 3 sanat tarihçisi, 2 arkeolog, 1 restoratör, 1 mimar, 2 öğrenci ve 20 işçiden oluşan ekip tarafından gerçekleştiriliyor. Kazı ekibi, öncelikle sarayın temellerinin çıkarılması için toprak hafriyatı ve otların temizlenmesi çalışmalarını yapıyor.
Kazılarda bugüne kadar eski dönemlere ait su kanalları, Balkan savaşından kalma mermi kovanları, top gülleleri, Osmanlı ordusunun kullandığı ocak kalıntıları, sikkeler, seramikler, silah parçaları bulundu.
Tunca Nehri kenarına kurulan Yeni Edirne Sarayı'nın, II. Murad'ın emriyle 1450 yılında yapımına başlandı. II. Murad'ın vefatından sonra Fatih Sultan Mehmed, Kanuni Sultan Süleyman, II. Selim, I. Ahmed, II. Ahmed, Sultan Mustafa, III. Süleyman ve IV. Mehmed saraya yeni yapılar ekleyerek genişletti. Saray, 1874'te Osmanlı-Rus Savaşı'nda, Edirne'nin istila edileceği düşünülerek, dönemin Edirne Valisi Cemil Paşa'nın emriyle Rusların eline geçmemesi için yıktırılmıştı.
Trt/Haber, 15.08.2007
|
|
|
LAODIKYA'DA MS 2. YÜZYILA AİT BAŞSIZ BİR İMPARATORİÇE HEYKELİ BULUNDU
Denizli merkeze bağlı Eskihisar Köyü yakınlarındaki Laodikya antik kentindeki kazılarda MS 2. yüzyıla ait imparatoriçe heykeli bulundu.
Laodikya'nın 5 kilometre alanında Suriye Caddesi'nin 400 metrelik bölümünü açmak için Pamukkale Üniversitesi (PAÜ) Arkeoloji bölümünde görevli öğretim üyeleri ve 60 öğrenci çalışıyor. Doç. Dr. Celal Şimşek'in kazı heyetinin başkanlığını yaptığı Laodikya kazı çalışmalarına Denizli İl Özel İdaresi 250 bin, Kültür ve Turizm Bakanlığı 110 bin YTL ödenek sağlıyor. Kazılar TÜBİTAK, Denizli Belediyesi ve Pamukkale Üniversitesi tarafından da destekleniyor.
PAÜ Arkeoloji Bölümü Araştırma Görevlisi Ayşem Tarhan, çalışmaların ağırlıklı olarak merkezi hamamda devam ettiğini söyledi. Tarhan, son derece verimli bir sezon geçirdiklerini en son yapılan kazı çalışmalarında ise MS. 2. yüzyıla ait imparatoriçe heykeli bulunduğunu söyledi. Tarhan, "Heykelin henüz başını bulamadık. Bu sezon içerisinde heykelin eksik parçalarını bularak tamamlamak istiyoruz. İmparatoriçe heykeli MS 2. yüzyıla ait, ince işçilik gösteren bir eser." dedi.
TürkiyeTurizm.com, 15.08.2007
|
HARPUT KALESİ'NDE KAZI ÇALIŞMALARI BAŞLADI
Elazığ'ın en eski tarihi ve turistik yerleşim
merkezi olan Harput Kale içinde (Süt Kalesi) 3.
dönem kazı çalışmalarına yeniden başlandı.
Kazı çalışmaları ile özellikle Osmanlı dönemine
ait yerleşkelerin ortaya çıkarılması hedeflenirken,
gün yüzüne çıkarılan yapıların restorasyonu ve sokak
dokuları belirlenecek.
Kültür ve Turizm
Bakanlığı'nın izniyle, Elazığ Valiliği'nin
öncülüğünde yapılan kazı çalışmaları Van Yüzüncü Yıl
Üniversitesi'nden emekli Arkeolog Prof. Dr. Veli
Sevin ile eşi Prof. Dr. Nejla Sevin ve Fırat
Üniversitesi Tarih Bölüm Başkanı Prof. Dr. M. Beşir
Aşan başkanlıklarında yürütülüyor. Elazığ Kültür ve
Turizm Müdürlüğü ve Müze Müdürlüğü adına yapılan
kazı çalışmaları Türkiye'nin önde gelen
üniversitelerinden arkeolog ve sanat tarihi
uzmanları ile öğrencilerin yanı sıra 40 kişilik bir
ekiple sürdürülüyor.
Kazı çalışmalarının bilimsel sorumlusu emekli
öğretim üyesi Prof. Dr. Veli Sevin, Ağustos başında
başlayan kazıları bu yıl daha uzun süre devam
ettireceklerini belirtti. 15 Eylül'e kadar sürecek
kazıların son 500 yıllık Osmanlı döneminin yaşandığı
yerleşkelere sahne olduğunu belirten Prof. Dr.
Sevin, "Kale içindeki Osmanlı yerleşkeleri 1850
yılından itibaren boşalmaya başlamış. Bizim amacımız
150 yıl önce terk edilen ancak Osmanlı karakterini
aynen taşıyan dokuyu ortaya çıkararak restorasyonla
gelecek nesillere aktarmaktır." dedi.
Yapılan kazı çalışmalarında önemli tarihi dokuya
rastladıklarını vurgulayan Sevin, "Bu güne kadar 2
katlı 2 ev ile 1 kalaycı dükkanı ve Anadolu'nun en
eski camiini yani 11. yüzyıl Artuklu dönemine ait
800 yıllık bir camiyi ortaya çıkardık. Bu cami başta
olmak üzere tarihi bulguların restorasyonu içinde bu
yıl çalışmalarımızı hızlandıracağız." şeklinde
konuştu.
Bunun yanında Harput kalesinde bir darphanenin
bulunduğunu vurgulayan Prof. Dr. Sevin, "Burada bir
darphane olduğunu anlıyoruz. Yavuz Sultan Selim
zamanında kurulduğunu tahmin ettiğimiz darphanede
basılan bakır sikkeler bulduk. Şimdi yapacağımız
kazılarla bu darphanenin yerini tespit etmeye
çalışıyoruz." diye konuştu.
Yaptıkları çalışmalarda özellikle yerleşkeler
üzerine yoğunlaştıklarını ifade eden Prof. Dr.
Sevin, şunları söyledi: "Kazı çalışmalarında
özellikle evlerin yapısı ve mimari dokuları,
yapılışı ve kullanılan malzemeler, bunların
geleneksel Elazığ mimarisi ile örtüşmesi gibi
konuları araştırmaktayız. Kazılarda son 150 yıllık
Osmanlı yaşantısına ait önemli verilere ulaştık. Bu
yılki kazı çalışmalarımızda ise Osmanlı dönemine ait
sokak dokularını ortaya çıkarmak üzere
çalışmalarımızı yoğunlaştırdık."
Zaman, Haber: Tuna Alatürk,
Fotoğraf: Kültür ve Turizm Bakanlığı, 14.08.2007
|
BESNİ'DEKİ TARİHİ YAPILAR RESTORE EDİLECEK
Adıyaman'ın Besni İlçesi'nde, 5 tarihi yapının yeniden ayağa kaldırılması için bilimsel kazılar yapılıyor. Gaziantep Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Turgut Hacı Zeyrek, yaptığı açıklamada, Besni'deki Tarihi Yapıların Restorasyonu Projesi ile ilçedeki 5 tarihi yapının restore ettirilmesinin hedeflendiğini söyledi. Restore ettirilecek tarihi yapıların ileri derecede tahrip olduğunu ifade eden Zeyrek, "Besni'deki Tarihi Yapıların Restorasyonu Projesi kapsamında bilimsel kazılar yapıyoruz. Hedefimiz restore ettirilecek tarihi yapıların ayrıntılı planlarını gün ışığına çıkarabilmek" dedi. Zeyrek, önceki yıllarda da bilimsel çalışmalar yürüttüğü eski Besni ören yerindeki Ulu Cami ve Bekir Bey Hamamı'ndaki bilimsel kazılara 22 Mayıs 2007'de başladıklarını, çalışmalarını bu ayın sonunda tamamlayacaklarını belirtti. Kazıların Adıyaman Valiliği, Besni Kaymakamlığı, Şanlıurfa Vakıflar Bölge Müdürlüğü ve Besni Belediyesi'nin katkılarıyla gerçekleştirildiğini ifade eden Zeyrek, sözlerini şöyle sürdürdü: "Besni'deki Tarihi Yapıların Restorasyonu Projesi eski Besni ören yerindeki 5 tarihi yapının yeniden ayağa kaldırılmasını öngörüyor. Bu yapılardan 3 tanesi cami, 2 tanesi hamam. Kazı çalışması yürüttüğümüz Ulu Cami ve Bekir Bay Hamamı'nın aslına uygun biçimde yeniden ayağa kaldırılabilmesi için öncelikle yer altındaki kısımlarının ayrıntılı olarak gün ışığına çıkarılması gerekir. Biz çalışmalarımızla bunu gerçekleştirmeyi amaçlıyoruz." Zeyrek, 47 kişinin görev aldığı kazı çalışmaları sırasında arkeolojik değeri bulunan bazı eserlere ulaştıklarını, bu eserler sayesinde Besni İlçesi'nin tarihine ilişkin yeni bilgiler elde edilebileceğini bildirdi.
Zaman, Foto: Besni Kaymakamlığı, 14.08.2007
|
Besni Ulu Cami (Kurşunlu Cami) |
"TARİHİ MEZARLIK KORUMAYA ALINMALI"
Bitlis'in
Güroymak İlçesinde vatandaşlar, 700 yıldır canlı bir
şekilde hiç bozulmadan yeşeren meşe ağaçları ve
tarihi 800 yıllık mezarlığın koruma altına
alınmasını istiyor.
Güroymak Erenler Mahallesi'ndeki tarihi mezarlıkta
hala defin işleri yapılıyor. Tarihi çınar ve meşe
ağaçları ise 700 yıldır mezarlığa ayrı bir güzellik
katıyor. Tarihi mezarlığa defineciler büyük zarar
veriyor. Mezarlıkların taşlarında çeşitli şekilleri
gören defineciler birçok mezarı kazıp, mezar
taşlarına zarar vermiş.
Zaman, Haber: Mahir Oyak, 14.08.2007
|
KALE KAZILARI BAŞLADI
Erzurum Kalesi'nde kazı çalışmaları başlatıldı. Konu ile ilgili bir açıklama yapan Erzurum Müze Müdürü Mustafa Erkmen, Erzurum Kalesi'ndeki çalışmalarla Osmanlı dönemine ait bulguların ortaya çıktığını belirtti.
Erkmen, “Kale'de geçtiğimiz yıl yaptığımız çalışmalara bu yıl tekrar başladık ödenek konusundaki sorun kısmen de olsa çözüme kavuştu. Erzurum’un tarihine ışık tutacağız” dedi.
Hava şartları uygun olduğu müddetçe çalışma devam edeceklerini vurgulayan Erkmen çalışmaların süreci hakkında bilgiler verdi. “Hava şartları uygun olduğu ve ödenek yettiği müddetçe çalışmalara devam edeciğiz. Kazı çalışmalarından sonra onarım çalışmalarına başlanacak. Kale'deki çalışmalar, uzun süreçte yapılacak çalışmalar, yapılacak kazı çalışmalardan sonra peyzaj düzenlemelerine geçilecek. Kale içerisinde değişik mekanlar inşa edilecek, çalışmalar kısa bir süreci kapsamıyor” diye konuştu.
Müze Müdürü Erkmen, Erzurum’un tarih ve kültür kenti olduğunu belirterek, tarihi eserlerin köklü geçmişe sahip olduğunu vurgulayarak Erzurum Kalesi'ndeki çalışmalar konusunda geç kalındığı, Erzurum’un çeşitli uygarlıklara beşiklik etmiş tarih ve kültür kenti olduğunu ifade etti.
Erzurum Gazetesi, 14.08.2007
|
MUDURNU GELECEĞİNİ TARİHİNDE ARIYOR
Tarihi evleri ile ünlü Bolu’nun Mudurnu İlçesi'ne Kültür ve Turizm Bakanlığı'ndan sağlanan hibe destek yardımları ile onarım çalışmaları devam ediyor.
Mudurnu Belediye Başkanı Metin Soygür 2006 yılında Sokak Sağlıklaştırması Projesi ile Mudurnu’da 26 evin onarıldığını belirterek, 2006 yılında Mudurnu Belediyesi Organizesinde Turizm Bakanlığına yapılan 27 başvurudan 5 başvuru için 2007 yılında toplam 105 bin YTL’nin aktarıldığını belirtti.
Belediye olarak geçen yıl 27 adet Tarihi Doku Evlerinden Taşınmaz Varlıklara ait dosyalar oluşturarak bakanlığa götürdüklerini belirten, Soygür, bu evlerden 3 tanesine 85 bin YTL onarım yardımı alındığını, diğer 2 tarihi taşınmaza ise Proje yardım bedeli olarak 20 bin YTL gönderildiğini belirtti. Bakanlığın hibe olarak verdiği desteklerine devam edeceğini belirten Soygür, “Mudurnu Belediyesi olarak Mudurnu’da bulunan tarihi taşınmaz kültür varlıklarımıza sahip çıkıyoruz, Ankara ile devamlı irtibat halindeyiz 2008 yılında daha geniş bir uygulama fırsatı bulacağız” dedi. Soygür Mudurnu'da bulunan Tarihi taşınmazlara sahip çıktıklarını da sözlerine ekledi.
Bolu Olay, 14.08.2007
|
|
KAÇAK KAZI YAPAN 2 KİŞİ YAKALANDI
Kahramanmaraş'ta,
kent merkezinde bulunan çiftlik evinde yaptıkları
kaçak kazı sonucunda taban mozaiğini ortaya çıkartan
2 kişi yakalandı.
Kahramanmaraş Emniyet Müdürlüğü tarafından yapılan
açıklamada, Dulkadiroğulları Mahallesi 37 numaralı
Sokak'ta bulunan iki katlı çiftlik evinin zemin
katında, kaçak kazı yaparak taban mozaiğini ortaya
çıkartan ev sahipleri A.S. ile M.K'nin, ihbar
üzerine Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele
Şube Müdürlüğü ekipleri tarafından gözaltına
alındığı bildirildi.
Açıklamada, kazılı alanda 60 santimetre derinliğinde
taban mozaiğine ulaşıldığı, üzerinde çeşitli hayvan
motifleri ve kenar süslemeleri bulunan mozaiğin,
Genç Roma Dönemi'ne ait olduğunun tespit edildiği
kaydedildi.
Aynı evde, 2000 yılında ek bina inşaatının yapımı
sırasında ortaya çıkartılan taban mozaiğinin de
Kahramanmaraş Müzesine kazandırıldığı ve halen
müzede sergilendiği öğrenildi.
Açıklamada, Kahramanmaraş Müze Müdürlüğü tarafından,
taban mozaiğinin bulunduğu alanda kurtarma kazısı
yapılacağı belirtildi.
Kahramanmaraş Kent Haber, 14.08.2007
|
|
KOSOVA'DA OSMANLI TÜRBESİ'NE SALDIRI
Türkiye tarafından geçtiğimiz yıl onarılan Kosova'daki Bayraktarlar (Gazimestan) Türbesi ve bitişiğinde bulunan Şeyh Sadik Metrovci Türbesi kimliği belirsiz kişiler tarafından tahrip edildi. Bayraktarlar Türbesi demir kapısı kırıldıktan sonra içinde bulunan iki mezar balyozlarla parçalandı. Patlayıcı madde atılan Şeyh Sadik Türbesi'nin de içi tamamen yanarken patlamanın şiddetinden türbenin tavanı da zarar gördü. Priştine'den 5 kilometre uzaklıkta olan ve 2006 yılının Eylül ayında Kosova Kültür Bakanlığı, Kosova Türk Tabur Görev Kuvvet Komutanlığı ve hayırseverler desteği ile kısmen onarımı yapılan Bayraktarlar Türbesi'ne yapılan saldırı etraftaki halkı da oldukça rahatsız etti. Türbe yakınında bulunan 3 bin 800 nüfuslu Shkobaj Köyü Muhtarı ve İlkokul Müdürü Bajram Borovci, türbelerin karşısında birkaç yüz metre mesafede KFOR güçlerinin bulunmasına rağmen türbelerin tahrip edilmesine anlam veremediğini belirtti. Borovci, bu hain saldırıyı kınarken Osmanlı eserlerinin korunmasında Türkiye'nin daha aktif rol oynamasını istedi. Daha önce de türbelere saldırıların yapıldığını söyleyen Borovci, Osmanlı mirasçısı olarak gördüğü Kosova'da görev yapan KFOR, UNMİK ve diğer Türkiye yetkililerinin tarihi değerden olan bu bölgeye daha fazla önem vermesini talep etti. Borovci, saldırıdan sonra Şeyh Sadik Türbesi yakınlarındaki mezarların tahrip ederken kullanılan balyozları bulduklarını ve olay yerinde inceleme yapan Kosova Polis Teşkilatı mensuplarına teslim ettiklerini vurguladı.
Zaman, Haber: Enis Tabak, 14.08.2007
|
ILISU DOSYASI
|
ILISU BARAJI İÇİN KREDİ TAMAM MI?
Projesi 1954'te
hazırlanmaya başlanan ve tarihi Hasankeyf kentini
sular altında bırakacağı için yapımı yıllardır
tartışma konusu olan Ilısu Barajı için bugün
taraflar arasında 'ticari sözleşme' imzalanacak.
Konsorsiyumu oluşturan Avusturya, İsviçre ve Almanya
şirketleriyle DSİ Genel Müdürlüğü arasında
imzalanacak anlaşmayla projeye başlanıp
başlanmayacağı hala muamma.
Hasankeyf'in sular altında kalmaması için mücadele
eden sivil toplum örgütleri, imzalanacak anlaşmanın
proje için gerekli olan 1 milyar 200 milyon avroluk
kredi problemin çözüldüğü anlamına gelmediğini
savundu. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı'nca
yapılan açıklamaya göre, tamamlandığında gövde hacmi
bakımından Türkiye'nin 2., kurulu güç ve yıllık
enerji üretim kapasitesi bakımından da 4. büyük
barajı özelliğini kazanacak olan Ilısu Barajı ve
Hidroelektrik Santralı Projesi için, taraflar bugün
'ticari sözleşme' imzalayacak.
Proje için 6 Ekim 2006'da DSİ ve Avusturya, Almanya
ve İsvicre İhracat kredi kurumları arasinda
değerlendirme toplantısı yapıldı. Konsorsiyumu
oluşturan ülkelerin Kredi Ihracat Kurumları 28 Mart
2007'de prensipte baraja destek vereceklerini
duyurdu ancak Haziran 2007'de Zurich Kantonal Bank
(ZKB) projeden çekildi. Bunun üzerine projenin
Türkiye'deki koordinatörlüğünü yürüten Nurol İnşaat,
Haziran ayında gerekli kredinin ismi açıklanmayan
bir kuruluştan temin edildiğini duyurdu.
Hasankeyf'i yaşatmak için mücadele veren sivil
toplum örgütlerine göre, imzalanacak anlaşmanın ne
ifade ettiği tam olarak belli değil. Avustrurya,
İsviçre ve Almanya hükümetlerinin proje için kredi
onayı verip vermediği henüz netlik kazanmadı.
Fırat'tan sonra en büyük hidroelektrik potansiyele
sahip bulunan Dicle üzerinde Suriye sınırına
yaklaşık 45 kilometre mesafede inşa edilecek
projenin ticari anlaşmasının imza töreni Enerji
Bakanı Hilmi Güler'in katılımıyla gerçekleşecek.
Radikal, 14.08.2007
******
HASANKEYF İÇİN SON İMZA
ATILDI
Hasankeyf'i sular altında bırakacak
Ilısu Barajı’nın yapımı için düğmeye basıldı. Yedi
yılda bitirilecek Ilısu Barajı’nın ticari anlaşması,
DSİ Genel Müdürlüğü ve 14 firmadan oluşan Ilısu
Konsorsiyumu arasında dün imzalandı.
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Hilmi Güler, su
tutulmasıyla antik kentin yok edileceği
eleştirilerine, "Tarihi dokuya enerjiden daha fazla
önem veriyoruz. Bütün eserleri taşıyarak
koruyacağız. Bunun için de 30 milyon dolar kaynak
ayrıldı" sözleriyle yanıt verdi.
Proje için 10 bin 995 sayfa sözleşme hazırlandığını
belirten Güler, duygularını "Hayatımda bu kadar
anlamlı bir çalışmaya imza atmamıştım" diyerek dile
getirdi.
Hürriyet, Haber: Umut Erdem, 15.08.2007
Nano-Yorum: Bu bir idam kararı olduğuna göre sonra da kalemini kırmalıydı....
******
İKİNCİ BÜYÜK BARAJ İNŞAATI BAŞLIYOR
1954 yılından beri
gündemde olan ve Hasankeyf'teki tarihi eserleri su
altında bırakacağı için yapımı tartışmalara yol açan
Ilısu Barajının kredi sorunu nihayet çözüldü. Dicle
nehri üzerinde yapılacak Güneydoğu Anadolu
Projesi'nin (GAP) en önemli ayaklarından birini
oluşturan Ilısu Barajı'nın temeli geçen yıl ağustos
ayında Başbakan Tayyip Erdoğan tarafından atıldı.
Nurol inşaat başkanlığındaki konsorsiyum tarafından
yapılacak barajın kredi sorunu çözülemediği için bir
yıldan beri hiçbir çalışma yapılamadı.
Enerji Bakanlığı'nda dün düzenlenen törenle Devlet
Su İşleri (DSİ) Genel Müdürlüğü ile Avusturyalı
Vatech Finance Gmbh başkanlığındaki konsorsiyum
arasında imzalanan anlaşmayla Ilısu Barajı'nın
yapımı için gerekli 1.2 milyar avroluk kredi
sağlandı. Konsorsiyumda Avusturya'nın yanı sıra
Alman ve İsviçreli finans kuruluşları da yeralıyor.
Mardin'in Dargeçit İlçesi'ne 15 kilometre, Suriye
sınırına da 45 kilometre mesafede kurulacak baraj,
Türkiye'nin gövde büyüklüğünde ikinci, enerji
miktarında da dördüncü büyük barajı olacak. Baraj
gölü Diyarbakır, Batman, Mardin, Siirt ve Şırnak
illerini kapsayacak. Ilısu Barajı, elektrik üretimi
kadar sulamada da kullanılacağı için bölge
ekonomisine katkıda bulunacak. Barajın elektrik
üretiminden ülke ekonomisine yıllık katkısı 300
milyon dolar, sulamadan dolayı bölge ekonomisine
katkısı da 150 milyon dolar olarak hesaplanıyor.
Ilısu Barajı'nın diğer bir özelliği de daha aşağıda
inşa edilecek Cizre Barajı'nın hem maliyetini
düşürecek, hem de verimliliğini artıracak olması.
Yapımı yedi yıl sürecek barajdan, yılda yaklaşık 3.8
milyar kilovatsaat, yani Türkiye'nin şu anki yıllık
elektrik tüketiminin yaklaşık yüzde 1.5'i düzeyinde
elektrik üretilecek. Kredi sözleşmesinin imzalanması
dolayısıyla düzenlenen törene Enerji Bakanı Hilmi
Güler'in yanı sıra İsviçre'nin Ankara Büyükelçisi
ile Almanya ve Avusturya büyükelçiliği müsteşarları
katıldı. Güler, Ilısu Barajı Projesi'nin
kararlılığın sembolü olduğunu belirterek, projede 14
firma ve dört ülkenin yer aldığını söyledi.
Projenin hem çevresel etki hem de kültürel
varlıkların korunması ve yeniden yerleşim açısından
Avrupa Birliği ve Dünya Bankası normlarında olduğunu
belirten Hilmi Güler, "Projeyle ilgili çok
spekülasyonlar yapıldı. Ama biz kültüre de tarihi
dokuya da enerji kadar hatta daha fazla önem
veriyoruz. Bunun altını anlamlı bir şekilde
çiziyoruz" dedi.
Güler Hasankeyf ile ilgili, kredinin 25 milyon
avroluk bölümünün Hasankeyf'teki tarihi eserlerin
yeni yerleşim merkezine taşınması için
kullanılacağını, eserlerin restore edileceğini de
söyledi. Güler, baraj gölünde su sporları imkanını
da dikkate alarak Hasankeyf'i bir turizm merkezi
yapacaklarını ifade etti.
* * * * *
Projenin bu aşamasına kadar 95 toplantı yaptıklarını
ve 10 bin 995 sayfalık sözleşme hazırlandığını
kaydeden Hilmi Güler, sözleşmeye 241 bin 530 paraf
atıldığını anlattı. Bugüne kadar altına imza attığı
projeler içerisinde en anlamlısının ve en zorunun
Ilısı Barajı olduğunu kaydeden Güler, projede 14
firmanın ve dört ülkenin bulunduğunu dile getirdi.
Ilısu barajının çevre ve su kaynaklarının
yönetilmesi bakımından da son derece önemli bir
proje olduğunu ifade eden Güler şöyle konuştu:
"Petrol fiyatlarının değeri bazen düşüyor, bazen
yükseliyor ama suyun değeri devamlı artıyor. Bu
bakımdan suya özel önem veriyoruz. Bu baraj
hükümetimizin son taç projelerinden bir tanesi. Bu
projeyi gerçekleştirmenin mutluluğunu yaşıyoruz.
Almanya, İsviçre, Avusturya kredi sağladı. Bu proje
en zor projelerimizden biri oldu ama kararlı
duruşumuzla zorun üstesinden geldik."
Hasankeyf için ne dediler?
Diren Özkan (Hasankeyf'i Yaşatma Girişimi
Koordinatörü): Kredi veren ülkeleri en sert
biçimde kınıyoruz. Kendi topraklarındaki tarihe ve
doğaya karşı çok duyarlı olduklarını biliyoruz.
Orada böylesi tarihi eserlere zarar vermeyi
akıllarından bile geçiremezler. Ama bizim ülkemizde
9 bin yıllık, onlarca medeniyete ev sahipliği yapmış
Hasankeyf'in yok edilmesi için kredi veriyorlar. Biz
buna karşı mücadele edeceğiz. Ticari sözleşmenin
imzalanmasından sonra baraj inşaatına başlanması
bekleniyor. Ancak Hasankeyf halen sit alanı. Hukuki
olarak buranın kurtarılması için verdiğimiz mücadele
sürüyor. Önümüzdeki günlerde de Türkiye ve dünya
kamuoyunun dikkatini çekmek, Hasankeyfi kurtarmak
için etkinliklerimiz olacak. Ekimde bir şenlik
düzenlemeyi planlıyoruz.
Özcan Yüksek (Atlas Dergisi Genel Yayın
Yönetmeni): Kredinin bulunmasıyla 'Hasankeyf
artık sular altında kalacak' diye düşünmek doğru
değil. Bunu engellemek için kamuoyunun duyarlılığı
devam edecektir. Bunu sadece halk sahip çıkarsa
durdurabilir. 'Hasankeyf'e Sadakat Treni' iki yıl
aradan sonra tekrar İstanbul'dan kalkarak Batman'a
gidecek. Doğa Derneği, Atlas Dergisi ve Doğa Turizm
işbirliğiyle düzenlenen tren yolculuğunda
Hasankeyf'e gönül verenler buluşacak. Biz
Hasankeyf'in sular altında kalmasını
engelleyebileceğimizi düşünüyoruz. Ancak kredinin
verilmesi tek kelimeyle bu ülkelerin
ikiyüzlülüğüdür.
Ahmet Akdeniz (Hasankeyfi Yaşatma Derneği
Başkanı): Biz baraja karşı değiliz. Tarihin yok
olup gitmesine karşıyız. Belki bu konsorsiyumla
beraber yıkılıp gidecek olan tarihin bir kısmının
ayakta kalarak gelecek nesillere devredilmesi mümkün
olacak. Yeni yapılan ilçe merkezine buradaki 15
tarihi eser taşınacak. Bu Ilusu Barajı tahminime
göre bölgeyi rahatlatacak. Biz burada yokluk içinde
yaşıyoruz. 45 metrekarelik afet evlerinde yaşıyoruz.
Hasankeyf güzel. Biz de biliyoruz. Ama karnımız açsa
ne yapalım güzelliği. Ben de eskiden bu baraja
karşıydım ama konsorsiyum beni ikna etti."
Radikal, 15.08.2007
******
ILISU: KARARLILIĞIN
MÜKAFATI
Başbakan tarafından temeli atıldıktan bir
yıl geçtikten sonra Ilısu Barajı'na finansman
bulundu, inşaat başlayabilecek. Bu konuyu yakından
izleyen gazetecilerden biri olarak törene davet
edilmeyi beklerdim, ama haberim bile olmadı. 1.2
milyar euro'luk krediyle ilgili imzaların Ankara'da Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü'nde
atıldığını Anka Ajansı'nın haberinden öğrendim.
Enerji Bakanı Hilmi Güler törende, "Bu proje
en zor projelerden birisiydi. Kararlılıkla
üstesinden geldik" demiş. Gerçekten kararlılık
gösterdiler. Projeyi ihalesiz vermeye karar verdiler
ve bu nedenle finansman bulmak bir yıllarını almış
olsa da kararlarından dönmediler.
Neden dönsünler? Onlara kim mani olacak? Neden
ihalesiz verdiniz, ihalesiz vermenin yasal çerçevesi
nedir diye kim soracak? Hangi siyasi parti konuyu
Meclis'e götürecek? Hangi savcı araştıracak?
Proje için 1,2 milyar euro'luk finansman bulundu,
ama işin bununla bitmeyeceği kesin. Ne kadara
çıkacağı bilinmiyor. Ucu açık. Bu büyüklükte bir
projenin ihale edilmesi gerekir. Hem yasalar hem de
kamu yararı bunu gerektirir. Uluslararası uygulama
da bu yöndedir. Doğru yol, uluslararası rekabete de
açık bir ihale açmaktı. Durum bu iken,
Avusturya-Türkiye Ticaret Protokolü'ne geçerliliği
tartışmalı bir cümle eklendi, buna dayanarak bir
Bakanlar Kurulu Kararı çıkarıldı ve ihale
uluslararası rekabetten kaçırıldı. Japon Toshiba,
Fransız Alstom, İsveçli ABB, Amerikan Westinghouse
gibi kanıtlanmış firmaların teklif vermesine mani
olundu.
İş, ikinci sınıf bir makine imalatçısına ve
aralarında baraj deneyimi olmayan bir müteahhitler
grubuna verildi.
Neden Sayın Güler? Neden işin ihalesiz verilmesinde
kararlıydınız? Türk bankaları işin tamamını finanse
etmeye hazırken neden, hiç gerekli olmadığı halde,
yabancı devletlerin ihracat garantisinde ısrar
ettiniz? Neden, dün merasimde de itiraf ettiğiniz
gibi, 95 toplantı yapma gereği oldu yabancı devlet
temsilcileriyle? Neden finansmanın tamamını Türk
bankalarından alıp makine ve ekipman için ayrı,
inşaat için ayrı ihale açmadınız?
Çünkü krediyi Türk bankalarından alsaydınız ihale
yapmak kaçınılmaz olacaktı. Bu da işinize gelmedi.
Neden gelmedi Sayın Bakan? Bana söylemenize gerek
yok. Ama gene de belki cevabınızı düşünmeye
başlasanız iyi olur. Bir gün Cumhur Ersümer'e
uğrayan savcılar sizin de kapınızı çalarlarsa
cevabınız hazır olur.
Milliyet, Yazı: Metin Münir,
15.08.2007
|
|
KANLI DİVANE KEŞFEDİLMEYİ BEKLİYOR
Geçmişte birçok medeniyete ev sahipliği yapan ve MÖ 11. yüzyılda kurulduğu tahmin edilen Mersin'in Erdemli İlçesi'ne bağlı Ayaş beldesindeki Kanlı Divane Antik Kenti, turizmden hak ettiği payı alabilmek için ilgi bekliyor.
Erdemli-Silifke kara yolunun 3'üncü kilometresinin kuzeyinde bulunan Kanlı Divane Antik Kenti, birçok uygarlığın yerleşim merkezi olarak kullanıldı. MÖ 11. yüzyıl sonlarında kurulduğu tahmin edilen kent, Doğu Akdeniz'deki en büyük ticaret merkezi konumundayken, bölgede üretilen zeytinyağı ve şaraplık üzüm çeşitleri nedeniyle de ün saldı.
Yapılan araştırmalarda geçmişte bulunan liman sayesinde deniz aşırı ülkelere önemli miktarda ticaret yapıldığı tahmin edilen bölge, aynı zamanda Doğu Akdeniz'in en büyük ticaret merkezi olarak da biliniyor.
Adı nedeniyle günümüze kadar çeşitli rivayetlere sahip olan Kanlı Divane ismindeki ''kanlı'' ifadesi hakkında getirilen yorumlar ise oldukça ilginç. Kanlı Divane'nin ''kanlı'' ifadesinin bölgedeki obruk içindeki kayaların ve harabelerin kanlı gibi kırmızı renkte görünüşünden kaynaklanabileceği ileri sürülürken, bir başka rivayete göre ise suçluların obruk içerisine bırakılıp buradaki arslanlara parçalatılmasından dolayı ''kanlı'' ifadesinin kullanıldığı tahmin edilmekte.
Mersin Kent Haber, 15.08.2007
|
|
|
KİLİS'İN KÜLTÜR VE TURİZM ENVANTERİ ÇIKARILARAK KİTAPLAŞTIRILDI
Kilis İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü tarafından kentin kültür ve turizm envanteri çıkarıldı. Çıkarılan envanter kitap haline getirildi.
Kilis Kültür ve Turizm Müdürlüğü tarafından hazırlanan “Kilis 2007 Kültür ve Turizm Envanteri”nde, Kilis ve ilçelerinin tarihi yerleri, kültür ve turizm alanları, meslekler, kentteki tarihi camiler, çeşmeler, türbeler, hamamlar, dini yapılar, el sanatları, Osmanlı öncesi ve sonrasındaki Kilis, cumhuriyet sonrasındaki kentin yapısı Kilis yemekleri, yörenin tarım durumu, ekonomik ve coğrafi durumu anlatıldı.
Kilis İl Kültür ve Turizm Müdürü Raif Toker, Kilis'in kültür envanterinin çıkarılmasına dönük yapılan çalışmaların sona erdiğini belirtti. Toker, kitabın hazırlanmasında emeği geçen Vali Nevzat Turhan başta olmak üzere herkese teşekkür etti. Toker, “Kilis'e yakışan bir kitap hazırladık. Uzun süre yapılan araştırma sonucu bu kitap ortaya çıktı" dedi.
Kilis Rehberi, 13.08.2006
|
PARION ANTİK KENTİ KAZILARI
Çanakkale'nin Biga
İlçesi'ne bağlı Kemer köyündeki Parion Antik
Kenti'nin 3. dönem kazılarında, Roma dönemine ait 8
adet kiremit mezar, saray benzeri yapı ile antik
tiyatroya ait mermer sütunlar ve başlıklar ortaya
çıkarıldı.
Kazı heyeti başkanı ve Atatürk Üniversitesi (AÜ)
Fen-Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Başkanı
Başaran, yaptığı açıklamada, Parion
Antik Kenti'nin güney nekropolünde (mezarlık)
kazılarda yeni bulguları gün yüzüne çıkardıklarını
söyledi.
Başaran, 1 Ağustos'tan beri devam ettikleri 3.
dönem kazılarında, Roma dönemine ait 8 adet kiremit
mezar, saray benzeri yapı ile antik tiyatroya ait
mermer sütunlar ve başlıklar ortaya çıkardıklarını
belirtti.
Mezarlardaki çalışmaların sürdüğünü anlatan
Başaran, ayrıca Parion'un "Bodrum Burnu" olarak
adlandırılan "Aleropal" bölgesinin kuzeydoğu
yamacında yer alan antik tiyatroda, işlemeli mermer
parçaları elde ettiklerini ifade etti.
Başaran, ilk bulgulara göre, Parion tiyatrosunun
MS 2. yüzyılda inşa edildiğini tespit ettiklerini
belirtti. Ayrıca, antik tiyatronun karşısında
duvarları mermerden yapılan büyük bir saray benzeri
yapının yer aldığını söyleyen Başaran, bu yapıya ait
3 adet sütun tabanı ve 2 adet sütun başlığı ortaya
çıkardıklarını kaydetti.
Trt/Haber, 13.08.2007
|
|
|
ANADOLU'YU 150 YILDIR KAZIYORUZ
Kimi kaynaklara göre 1854 yılında başlayan Anadolu'daki kazılar tüm hızıyla sürüyor. Farklı uygarlıkların izlerini taşıyan 195 antik kentin bulunduğu Muğla bu kazılarda ilk sırada Uygarlıkların beşiği olarak nitelendirilen Anadolu'da yaklaşık 150 yıl önce başlayan arkeolojik kazılar, tüm hızıyla sürüyor.
1800'lü yıllarda casus arkeologlar aracılığıyla birçok tarihi kalıntısı yurt dışına kaçırılan ve kimi kaynaklara göre ilk arkeolojik kazıları Troia'da 1854'te Frank Calvert tarafından, kimilerine göre de 1871'de Henrich Schliemann tarafından gerçekleştirilen Anadolu'da, bugün 200'ü aşkın noktada kazı çalışması yapılıyor. Türkiye'de halen en çok arkeolojik kazırın yapıldığı illerin başında Muğla geliyor. Muğla'daki, Karia ve Likya gibi uygarlıklara başkentlik yapmış ve bu uygarlıkların izlerini taşıyan tarihi antik kentlerde ve ören yerlerinde, kültürel değerlerin gün ışığına çıkarılması için 2006 yılında 11 yerde bilimsel, 7 yerde kurtarma kazısı, 6 yerde ise yüzey araştırması yapıldı.
İstanbul Üniversitesi'nden Dr. Mihriban Özbaşaran başkanlığında 2006 yılında yeniden başlayan kazılarda 10 bin yıl öncesine dayanan ilk beyin ameliyatı izlerinin rastlandığı bir kadın kafatası saptandı. Orta Kalkolitik Çağ'a tarihlenen Güvercin Kayası'ndaki kazılarda da tahıl siloları, depolama ünitelerinde tahıl peteklerine rastlandı. İstanbul İniversitesinden Prof.Dr. Sevil Gülçur başkanlığında yürütülen kazılar sürüyor.
Bugün, 13.08.2007
|
OSMAN HAMDİ BEY'İN EVİNE RESTORASYON
Batı Anadolu'da ilk antik kazıları gerçekleştiren ressam ve arkeolog Osman Hamdi Bey'in Muğla'nın Yatağan İlçesi'ndeki evi yeniden hayat buluyor.
Türkiye'nin ilk müzecisi Osman Hamdi Bey'in, Lagine Kutsal alanı ve Hekate Tapınağının arkeolojik kazıları sırasında oturduğu ev Muğla Valiliği'nce aslına uygun restore ediliyor.
Kaba inşaatının büyük ölçüde tamamlandığı ev, yöredeki ustalar tarafından orjinal malzemeler kullanılarak yapılıyor. Evin restorasyon çalışmalarının tamamlanmasının kültür turizmine açılacak.
Trt/Haber, 13.08.2007
|
|
AYRILMALI MI, AYRILMAMALI MI?
|
MÜSTEŞAR AYRILMAMAYI SAVUNUYOR
Önce
olayı bir özetlemeliyim. Konu: Yeni kurulacak
kabinede Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın ayrılması.
"Kültür ve Turizm Bakanlığı ayrılmalı"
yazımdan sonra (7 Ağustos 2007), Milliyet
Gazetesi’nde (8 Ağustos 2007) Yasemin
Bay-Nevin Donat’ın "Kültür ve Turizm ayrılsın
mı?" başlıklı soruşturması yayımlandı, bu
soruşturmada eski kültür bakanları, Erkan Mumcu hariç hepsi ayrılmasını savunuyorlardı.
Benim devam yazım da, "Başbakan hiç şüphem yok
görüşleri önemseyecektir" (9 Ağustos 2007)
başlığı ile yayımlandı. Hürriyet Ankara’da (9
Ağustos 2007) "Yükselen Öneri. Kültür ve Turizm
yeniden ayrılsın" başlıklı bir araştırma-haber,
bir de Yaşar Sökmensüer’in "Kültür-Turizm
ayrılmalı" yazısı yayımlandı.
Benim köşemde de "Eski kültür bakanlarının
birleşmeye karşı bildirgesi" (10 Ağustos 2007)
yer aldı. Bu bildirgeyi eski bakanlar, birleşme
Meclis’te gerçekleşmeden önce, Erkan Mumcu’yu
ziyaret ederek verdikleri yazıydı.
Kültür ve Turizm Bakanlığı Müsteşarı Mustafa İsen, bu ayrılmayı savunun yazılardan sonra, bir açıklama ve örnekleme gönderdi. Önce mektubun giriş bölümünü yazıma alacağım: "Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın birleşmesi ile ilgili son günlerde Sayın Doğan Hızlan’ın yazısı üzerine birtakım tartışmalar başlamış ve bu birleşmenin yarar ve zararları üzerine farklı görüşler gündeme gelmiştir.
Bakanlık olarak bu birleşmenin zannedilenin tersine
kültürle ilgili çalışmalar açısından büyük
kolaylıklar sağladığını, bazı somut verilere dayalı
olarak, ifade etmek gerekli görülmüştür.
Birleşmenin ardından gerçekleştirilen bir seri yasal
düzenleme sonucu özellikle 2005 yılından itibaren
bir sinerji yaratılmış ve ortaya başarılı örnekler
konmuştur.
Şöyle ki; Bakanlığın önemli çalışma alanlarından
biri olan kazı ödeneklerine bakıldığında durum gayet
açık bir biçimde görülecektir.
Aynı şekilde uzun yıllar önce şehirlerimizde
temelleri atılmış ve bir türlü tamamlanamamış Kültür
Merkezleri de yine aktarılan bütçedışı kaynaklar
sayesinde tamamlanmış ve böylece tiyatro, opera,
bale ve güzel sanatların en iyi şekilde ifade
edebilecekleri mekánlara kavuşmuşlardır."
* * *
Müsteşar’ın açıklaması bu şekilde. Aynı
mektupta, yapılan icraatlar ve rakamsal veriler var.
Ancak bu tartışma devam edecek gibi görünüyor ve
örnekler, rakamlar başka yazıya kaldı.
Hürriyet, Yazı: Doğan Hızlan, 13.08.2007
******
BAĞIMSIZ BİR KÜLTÜR BAKANLIĞI
Kültür Bakanlığı'nın
yeniden bağımsızlığını kazanması bu alanda atılması
gereken olumlu adımlara zemin hazırlayacaktır. Tabii
ki atılacak bilinçli ve sağlam adımlar, ancak
kültürün devlet bütçesi içinde giderek azalan
payının artırılması ile gerçekleşecektir. Yüzümüzü
döndüğümüz dünyanın kültür ve sanata ayırdığı paylar
düşünüldüğünde bizim nerede durduğumuz ve de kültür
ve sanata hangi pencereden baktığımız zaten
kendiliğinden çıkıyor ortaya.
Geçen hafta, 2003 yılında birleştirilen Kültür ve
Turizm bakanlıklarının ayrılması gerektiğini
söyleyerek önemli bir sorunu gündeme getirdi Doğan
Hızlan . Kendisiyle aynı görüşü paylaşanlar, olması
gerektiği gibi, çoğunlukta. Umarım AKP de bu konu
üzerine eğilir.
Bilindiği gibi, Kültür Bakanlığı 1971'de Nihat Erim
Hükümeti tarafından kuruldu ve Talat Halman , "son
derecede çeşitlilik arz eden Türk sanatını,
müziğini, tarihi eserlerini, tiyatrosunu, yani
kültürünü kollamak.. ve Türk sanatlarının
özelliklerini ve yaratıcılığını korumak ve
sürdürülmesini sağlamak" (Cultural Horizons Volume
I) amacıyla Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk Kültür
Bakanı olarak göreve başladı. Ne yazık ki çok kısa
bir süre sonra istifa etti. Yine aynı yıl içinde
koalisyon bozuldu. Kültür Bakanlığı kaldırıldı ama,
neyse ki yapılan yanlıştan hemen dönüldü. 1982'de
Kültür Bakanlığı Turizm Bakanlığı'nın bünyesine
alındı. Bu da kısa bir süreçti ve Kültür Bakanlığı
yeniden özerkliğini kazandı... 2003 yılında ise AKP
hükümeti Kültür ve Turizm bakanlıklarını bir kez
daha aynı çatı altında birleştirdi.
Talat Halman, kendisiyle yaptığım bir konuşmada bu
iki bakanlığın ortak bir vizyonda buluşmaya
zorlanmasının ve bu yolla belirli bir stratejik
yapılanmaya gidilmesinin organik olarak mümkün
olmayacağına değiniyordu. Bugün, Halman'ın
söyledikleri üzerine bir kez daha düşünmekte yarar
var: "Birleştirmeyi 1981 sonunda ilk
tasarladıklarında zamanın başbakanı beni New
York'tan Ankara'ya çağırarak 'birleşik bakanlığı'
önermişti. Kendisine o zaman söylediğim bugün için
de geçerlidir. ...Bu yanılgı korkarım tarihi bir
hataya yol açacak. Bu yüzden kültürümüz yıpranacak,
sanatımızın hakkı yenecek. Turizm sanayidir, kültür
büyük ölçüde sanattır. Turizm yatırımcılıktır,
kültür yaratıcılıktır. Tek bir bakanlıkta
birbirlerine zıt düşerler. Kültür üvey durumunda
kalır; kısa vadede ihmale uğrar, uzun sürede
hırpalanır."
Türkiye'nin kültür zenginlikleri bakımından dünyanın
sayılı ülkelerinden biri olduğu her fırsatta tekrar
edilen bir gerçek.. ama bu zenginliklerin korunması,
toplumda kültür bilincinin oluşması için atılan
adımlar yetersiz. Kültürü turizmin kanatları altına
sokarak cılızlaştırmak her şeyden önce sahip
olduğumuz maddi ve manevi değerlere yeterince sahip
çıkamadığımızın kanıtı. 1998'de İKSV Kültür Girişimi
tarafından düzenlenen Kültür Politikaları
Sempozyumu'nda eski Kültür Bakanı ve o dönemin
Dışişleri Bakanı İsmail Cem; "Türkiye olarak, biz
hem Dede Efendi 'yi hem Mozart 'ı birlikte
anlayabilen ve sevebilen imtiyazlı bir toplumuz"
diyordu. "Türkiyemiz sıradan bir toplum, el
yordamıyla meydana getirilmiş derme çatma bir ülke
değildir. 700 yılın, önceki uygarlıkların,
Cumhuriyet ihtilalinin kültürünü birlikte yoğurmuş
ve özümsemiş bir toplumuz... Kültürü, kültür
hizmetini, kültür zenginliğini mümkün olan en geniş
kitleye yaymak durumundayız, bunları ulaştırmak
zorundayız... ekonomik ve sosyal koşulların
eksikleri, yanlışları nedeniyle kültür olayının
dışında bırakılmış olan insanlarımıza öncelik vermek
durumundayız. Kültür alanındaki eksiklikleri mümkün
olabildiğince azaltmamız gerekiyor..." Kültür
Bakanlığı'nın yeniden bağımsızlığını kazanması bu
alanda atılması gereken olumlu adımlara zemin
hazırlayacaktır. Tabii ki atılacak bilinçli ve
sağlam adımlar ancak kültürün devlet bütçesi içinde
giderek azalan payının artırılması ile
gerçekleşecektir. Yüzümüzü döndüğümüz dünyanın
kültür ve sanata ayırdığı paylar düşünüldüğünde
bizim nerede durduğumuz ve de kültür ve sanata hangi
pencereden baktığımız zaten kendiliğinden çıkıyor
ortaya. Atatürk 'ün "Türkiye Cumhuriyeti'nin temeli
kültürdür" sözünün altında yatan doğruları ve buna
bağlı olarak da Kültür Bakanlığı yapısını bir kez
daha elden geçirmekte kuşkusuz pek çok yararlar var.
Cumhuriyet, 14.08.2007
******
KÜLTÜR VE TURİZMİ AYIRSAK MI AYIRMASAK MI?
Pek çok kez birleşip ayrılan Kültür ve Turizm
bakanlıkları, yeniden tartışma konusu oldu.
Geçmişteki tartışmalara ideolojiler damgasını
vurmuştu. Şimdi yapılması gereken ise iki bakanlığın
birleştiği ve ayrıldığı dönemleri incelemek.
Pek
çok kişi, bugünlerde açıklanması beklenen kabinede
hangi bakanlığa kimin getirileceğini düşünedursun;
kültür ve sanat dünyası, bir haftadır Kültür ve
Turizm Bakanlığı'nın ayrılıp ayrılmamasını
tartışıyor. Doğan Hızlan'ın 7 Ağustos 2007 tarihli
Hürriyet gazetesindeki "Kültür ve Turizm Bakanlığı
ayrılmalı" başlıklı yazısı, yaz aylarını genellikle
'sakin ve huzurlu' geçiren kültür-sanat adamlarını
bu tartışmanın içine soktu. Şimdi, en son Nisan
2003'te AK Parti hükümeti tarafından birleştirilen
Kültür ve Turizm bakanlıklarının ayrılması üzerine
senaryolar yazılıyor. Köşesinde Başbakan'dan iki
bakanlığı ayırmasını isteyen Hızlan, kültürün bu
birleşmeyle ikinci dereceye düştüğü kanısında.
"Turizm para getiriyor, kültür ise para götürüyor.
Turizm, bir bakanı, bir müsteşarı öylesine meşgul
eder ki, sıra kültüre gelmez. Haklarını yememek
gerekir, son kültür bakanının ve müsteşarın görevi
sırasında böyle bir ihmale uğranılmadı. Ama bundan
sonrası için ben şimdiden uyarmak istiyorum." diyen
Hızlan'ın görüşleri, ertesi gün hemen haber oldu.
Milliyet gazetesinde yayınlanan "Kültür ve Turizm
ayrılsın mı?" başlıklı soruşturma dosyasında,
görüşlerine yer verilen eski kültür bakanları,
(Erkan Mumcu hariç) iki bakanlığın da ayrılmasını
istiyor. 2003'te iki bakanlığın birleşmesi sırasında
Erkan Mumcu'yu ziyaret ederek bir bildirge
yayınlayan eski kültür bakanlarından Ercan Karakaş
ve Fikri Sağlar, bu haberde de bildik görüşlerini
tekrar ediyor. Doğrul Yol Partisi ile Anavatan'ın
birleşememesinde kilit rol oynadığı iddia edilen
Erkan Mumcu ise kültür ve turizmin birliğinden 'güç
doğduğu' şeklindeki görüşüne devam ediyor. Şakir
Eczacıbaşı, Derviş Zaim ve Murathan Mungan gibi
kültür adamları da 'ayrılsın' noktasında Hızlan'a
destek verenlerden. Bu konuda aslında eski Kültür
Bakanı İstemihan Talay'ın görüşünü almak gerekiyor;
çünkü Talay, daha ortada duran bir isim olduğu için
söyleyecekleri önemli.
Kültür ve Turizm bakanlıklarının birleşmesi ya da
ayrılması konusu aslında yeni değil. Bakanlığın
kurulmasından itibaren bu tartışmalar sürekli
yapılageldi. 1971'de kurulan Kültür Bakanlığı,
sonraki yıllarda birkaç kez birleştirilip ayrıldı.
Bütün bu birleşme ve ayrılmalara ideolojiler
damgasını vurdu. Yeniden başlayan 'iki bakanlık
ayrılsın' tartışmalarının artık gerçekçi bir zeminde
yapılması gerekiyor. Bunun için de bu bakanlıkların
ayrı olduğu ve birleştiği dönemlerdeki hizmetleri
incelenmeli. Mesela 2003'ten bu yana müzeler,
sinema, güzel sanatlar, yayıncılık, yatırımlar gibi
kalemlere ayrı ayrı bakılmalı.
Kültür ve turizmin tek çatı altında
birleşmesinden sonra kültürel faaliyetler için
önemli miktarda para aktarıldı. Bu paranın kaynağı
ise turizm gelirleri. Bütçe dışı kaynak olarak tabir
edilen turizm alanlarının yatırımcıya açılmasından
(49 yıllığına kiralanması) elde edilen son üç yıllık
gelir yaklaşık 250 milyon YTL. Bu gelirden,
müzelerin iyileştirilmesi, tarihi eserin
restorasyonu ve kültür merkezlerinin açılmasında
yararlanıldı. Sadece Topkapı Sarayı Müzesi'ne bu yıl
bir kerede ayrılan para 30 milyon YTL. Bu, neredeyse
bakanlık tarihinde bütün müzelere ayrılan miktara
eşit. Yine turizmden elde edilen gelirin bir kısmı
kütüphanelere kullanıldı. Mesela 2002 yılında 87 bin
kitap alınırken, geçtiğimiz yıl bu miktar 600 bin
kitaba ulaşmış. 2002'de bir adet kültür merkezi
açılırken, bu yıl 11 kültür merkezi hizmete
sokulmuş. Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel
Müdürlüğü'nün 2003'e kadar proje sayısı yılda 50'yi
geçmezken, iki bakanlığın birleşmesinden sonra
yapılan proje ve uygulamalar 250'nin altına
düşmemiş. Genel müdürlük, çeşitli müze ve ören
yerlerinde 2006'da 515 projeyi hayata geçirmiş.
Bakanlığın turizmden elde ettiği gelirleri yatırıma
dönüştürdüğü bir alan da arkeolojik kazı ve yüzey
araştırmaları. 2002'de arkeolojik kazı için 1,8
milyon YTL kaynak aktaran bakanlık, kazılara 2006'da
10 milyon, 2007'de 12,5 milyon YTL para göndermiş.
İki bakanlığın ayrılmasını isteyenlerle
ayrılmamasını isteyenlerin ortak gerekçesi 'kültürel
mirası' korumak. Bu mirası korumak için önce bilinç
ve birikim sonra para gerekiyor. Dört yıl öncesine
kadar kültür bakanları ve bürokratları bir kültürel
mirasın korunması için "her şey var; ama para yok"
derlerdi. Son dört yıldır ise kimse 'para yok'
gerekçesine sığınmıyor. Bakanlıkların ayrılmasına
karar vermeden önce, 'evlilikte' dört yılını
dolduran Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın ortaya
koyduğu performansı ve verileri göz önünde
bulundurmakta fayda var. Ancak, bu mukayeseden sonra
sağlıklı bir karara varılabilir.
Zaman, Yazı: Abdullah Kılıç, 16.08.2007
|
|
TARİHİ SU DEĞİRMENİNİ KURAKLIK VURDU
Bursa'da
Yenişehir'e bağlı Osmaniye'nin Kayalı Köyü’nde 100
yıllık su değirmeni, kuraklık nedeniyle işlevini
yitirince kapatıldı.
Su değirmeninin sahibi Ömer Kurum, kent merkezine
yaklaşık 10 kilometre uzaklıkta bulunan Kayalı
Köyü’nde, dedesi Ömer Kurum tarafından 100 yıl önce
yaptırılan ve yörede tek olan su değirmenine,
kuraklık nedeniyle kilit vurmak zorunda kaldığını
söyledi.
Dedesinden sonra babası İsmail Müftü Kurum'un da
işlettiği su değirmeninde yakın bir zamana kadar,
dövme, bulgur ve kepekli un üretimi yaptıklarını ve
geçimlerini de bu yolla sağladıklarını belirten
Kurum, ''Şimdi işsiz kaldım'' dedi. Kurum, asırlık
değirmenin zamanla yok olacağı endişesi taşıdığını
belirterek, ''Dede yadigarı değirmeni torunlarıma
miras bırakmak istiyorum'' diye konuştu. İşletmeye
açık olduğu dönemlerde yılda yaklaşık 30 bin YTL
gelir elde ettikleri değirmene, yerli ve yabancı
turistlerin de ilgi gösterdiğini vurgulayan Kurum,
''Kuraklık kurbanı olan değirmen, 'Al Yazmalım' ve
'Dila Hanım' gibi birçok Türk filminde set olarak
kullanıldı.
Bursa Hakimiyet, 13.08.2007
|
İNSUYU MAĞARASI CAN ÇEKİŞİYOR
Kaybolan keçisini
arayan bir çobanın 1960'lı yıllarda bulduğu ve
yapılan düzenlemelerle Türkiye'nin turizme açılan
ilk mağarası olan Burdur'un İnsuyu mağarası artık
''can çekişiyor''.
Yaklaşık 2 bin 100 metre uzunluğundaki mağaranın 600
metresi ziyarete açıldı. Mağaranın ziyarete
açılmasıyla, insan elinin değdiği ve teknolojik
ihtiyaçlarla donatılan mağarada tahribatlar başladı.
Mağaradaki tahribatla ilgili olarak, Burdur Valiliği
İl Özel İdaresi'nde çalışan Jeoloji Mühendisi Tamer
Kutman bir rapor hazırladı. Kutman hazırladığı
raporda, mağaradaki elektrik hatlarının çoğunun
yerde, doğal yapıyı bozacak şekilde etrafa yayılmış
demetler görüntüsünde olduğuna, kabloların neme ve
diğer dış etkenlere açık olduğuna dikkati çekti.
Kutman, mağaranın bir süreliğine ziyarete
kapatılmasını önerdi.
Bugün, 13.08.2007
|
|
|
YIKILMADIM, AYAKTAYIM
Osmanlı İmparatorluğu'na başkentlik yapan, "anıtsal" ve "sivil mimari" açısından bünyesinde binlerce konut barındıran Bursa'nın tarihi can çekişiyor!.. İşte, buna tipik bir örnek: Gemlik Belediyesi sınırları içindeki yaklaşık 75 tane "sivil mimarlık örneği" tescilli bina, zamana meydan okurcasına, ayakta durabilmenin savaşını veriyor. Çürümeye terk edilen binaların birçoğu aynı zamanda can sağlığı açısından tehdit unsuru. Bursa Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu Başkanı Prof. Dr. Neslihan Dostoğlu, BHA muhabirine yaptığı açıklamada, sorunun Gemlik ile sınırlı olmadığına değindi ve bir müjde verdi. Dostoğlu, gerek "anıtsal", gerekse "sivil mimarlık örneği" bina sahiplerine, 2004 yılından bu yana hibe yardımı yapıldığını söyledi.
Prof. Dr. Dostoğlu, Avrupa Birliği'nin (AB) desteğiyle Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından başlatılan bu uygulamanın yeni bir süreç olması dolayısıyla herkes tarafından bilinmediğinden yakınarak, "Avrupa'da 2000 yılında 'kültür varlıklarının korunması' yönünde bir karar alındı. AB bu doğrultuda 2004 itibariyle Türkiye'ye de hibe vermeye başladı. Kültür ve Turizm Bakanlığı'na başvuruda bulunan herkese projeden tutun restorasyona kadar karşılıksız maddi yardım yapmakta, ancak pek çok kişinin bundan haberi bile yok" dedi.
Prof. Dr. Dostoğlu, bu konuda belediyelere büyük görevler düştüğünü, mal sahiplerinin zaman geçmeden bilinçlendirilmesi gerektiğini vurgulayarak, vatandaşların konuyla ilgili Kültür ve Turizm İl Müdürlüğü'ne başvurabileceklerini kaydetti.
Başvuruların ardından tescilli binaların tarihi derecesine göre sıraya konulduğunu anlatan Prof. Dr. Dostoğlu, "Desteğe en önemlisinden başlanıyor, ancak hepsine yardım yapılmakta. Bir zamanlar mal sahipleri maddi yetersizlik nedeniyle tescilli binalarını onaramadıklarını söylerlerdi. Hatta kimisi yakmak isterdi! Bazısı da 'tescilini kaldırın' talebiyle gelirdi. Oysa şimdi hibe yardımını duyanlar binalarını tescillememizi istiyorlar" diye konuştu.
Prof. Dr. Dostoğlu, kullanılmayan ve bakımı yapılmayan binaların tehlike arz ettiğini, çatısında yıkılma meydana gelenlerin ise hava koşulları nedeniyle zamanla sağlamlığını daha da yitirdiğini kaydederek, "Eğer bina ayakta duramayacak kadar yıprandıysa rapor alınıp, yıkılıyor. Daha sonra aynı malzeme ve teknikle yeniden inşa ediliyor. Vatandaşlarımızı tarihi değerlerimize sahip çıkmaya davet ediyorum" dedi.
İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü Başkan Vekili Hayrettin İnce de, Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından hazırlanan 'taşınmaz kültür varlıklarının onarımına yardım sağlanması'na yönelik yönetmeliğin 15 Temmuz 2005 itibariyle yürürlüğe girdiği bilgisini verdi.
Bakanlığın her il için ödenek çıkardığını anlatan İnce, konuyla ilgili belediyeleri bilgilendirdiklerini, ancak şu an için fazla bir yoğunluğun olmadığını kaydetti.
Bursa Hakimiyet, 13.08.2007
|
YÜZ BİN YILLIK İNSAN İSKELETİ BULUNDU
Suriye-İsviçre
arkeoloji heyetinin, Suriye'nin Tadmour kentinde
yaptığı kazılarda 100 bin yıllık bir insan iskeleti
bulduğu bildirildi. Yaklaşık 100 bin yıllık olduğu
tespit edilen insan iskeletinin dişleri ilkel insan
dişlerine benziyor. Ayrıca, kazı yapılan Tadmour
bölgesinde 400 bin yıllık bir kültüre de rastlandığı
belirtildi.
Yeni Şafak, 13.08.2007
|
İPEK YOLU DA TEHDİT ALTINDA
Tarihi İpek Yolu'ndaki Çin şehri Dunhuang ve kalıntılar, iklim değişikliği ve yanlış yönetim yüzünden tehdit altında.
Birleşmiş Milletler Dünya Mirası listesindeki Mogao Mağaraları'na da ev sahipliği yapan şehirde nehirler kuruyor, bitki örtüsü ölüyor, kum fırtınaları artıyor.
Dunhuan'daki mağaralarda bin 500 yıllık Budist tapınakları bulunuyor.
Tapınakların korunması için, acilen özel bir ekolojik rezerv oluşturulması şart.
Radikal, Fotoğraf: turkish.cri.cn, 13.08.2007
|
|
ANADOLU'DAN TARİH FIŞKIRIYOR
Medeniyetlerin beşiği olan Anadolu’da yaklaşık 150
yıl önce başlayan arkeolojik kazılar, tüm hızıyla
sürerken, kazı alanlarından adeta tarih fışkırıyor.
1800’lü yıllarda casus arkeologlar aracılığıyla
birçok tarihi eseri yurt dışına kaçırılan
Anadolu’da, bugün 270 noktada kazı çalışması
yapılıyor. Yerli ve yabancı çok sayıda bilim adamı
tarafından yürütülen çalışmalar, Anadolu ve dünya
medeniyet tarihine de ışık tutuyor. İşte birçok
tarihi ‘ilk’i barındıran Anadolu’nun zenginlikleri:
* Türkiye’de halen en çok arkeolojik kazıların
yapıldığı illerin başında 195 tarihi antik kentin
bulunduğu Muğla geliyor. İlde 20’ye yakın yerde kazı
yapılıyor.
* İzmir’in en önemli tarihi antik kentlerinden biri
olan Selçuk İlçesi'ndeki Efes Harabeleri’nde yaklaşık
100 yıldır kazı çalışmaları yapılıyor. Aliağa’daki
Kyme, Bergama’daki Pergamon, Urla’daki Limantepe ve
Klazomenai ile Torbalı’daki Metropolis antik
kentleri kazıları devam eden bölgeler arasında
bulunuyor.
* Manisa’nın Salihli İlçesi'nde Sart Antik Kazısı ve
Aigai Antik Kentinde 1958 yılında başlayan kazı
çalışmaları sürdürülüyor.
* Çanakkale’de, ticaret, zenginlik ve savaş kenti
olarak anılan Troia Antik Kenti’nde 1871-1878
yılları arasında ilk kazı çalışmasını yapan Henrich
Schliemann çıkardığı yüzlerce eseri Atina’ya
kaçırdı.
* Aristoteles’in ilk felsefe okulunu kurduğu
yerleşim birimi olarak dünya tarihine geçen
Çanakkale’deki Assos’ta, 30 yıldır kazı çalışması
yapılıyor.
* Samsun’un Bafra İlçesi'nde 1974’ten bu yana
sürdürülen İkiztepe kazılarında Eski Tunç Çağı ve
Erken Hitit dönemine ait 10 bin dolayında eser ve
kalıntı bulundu.
* Yozgat’ın Sorgun İlçesi'nde İngiliz arkeologlar, 5
ayrı medeniyetin izlerinin bulunduğu bölgede kayıp
şehir “Pteria”nın gizemini çözmeye çalışıyor.
* 1938 yılında Fransızların başlattığı, 1961’den
itibaren de İtalyanların sürdürdüğü Malatya
Aslantepe Höyüğü’ndeki kazılarda MÖ 3 bin 500
yıllarına kadar inilebildi. Höyükte bulunan saray
dünyanın en eski saraylarından biri.
* Van’da Urartu döneminde yapılan Ayanis ve Anzaf
kaleleri, yıllardır süren kazı çalışmalarıyla tarihe
ışık tutuyor.
* Ağrı’nın Doğubayazıt İlçesi'ndeki İshakpaşa
Sarayı’nın güneyinde bulunan ve sarayda yaşayanlara
ait mezarlık bölümünde kurtarma kazılarına başlandı.
* Aksaray’da 2006 yılında yeniden başlayan kazılarda
10 bin yıl öncesine dayanan ilk beyin ameliyatı
izlerinin rastlandığı bir kadın kafatası tespit
edildi.
* Antalya’nın Perge Antik Kenti’ndeki kazılar ise
klasik arkeoloji alanında Türkiye’nin en uzun
soluklu kazısı olarak kabul ediliyor.
* Tarihten günümüze birçok medeniyete ev sahipliği
yapan Burdur’da yapılan kazılarda, 10 milyon yıl
önce yaşamış ve filin atası olarak bilinen mastadona
ait kemikler bulundu.
* Kayseri’de 60 yıldır kazı çalışması yapılan
Kültepe Ören Yeri’nde 25 bin yazılı tablet ve 50
bine yakın arkeolojik eser gün yüzüne çıkarıldı.
* İlk kazıları 1960 yılında James Mellaart
tarafından yapılan Konya’nın Çumra İlçesi
yakınlarındaki Çatalhöyük’te dünya medeniyet
tarihinin ilklerine ulaşıldı. İlk kumaş, ilk ayna,
ilk tahta kaseler, ilk tarım ve hayvancılık, ilk
binaların bulunduğu kazılar halen sürüyor ve
yaklaşık 150 kişilik bir ekip çalışıyor. Çatalhöyük,
9 bin yıllık geçmişi insanlık tarihiyle ilgili çok
sayıda gizemi de barındırıyor.
* Bandırma İlçesi'ne bağlı Ergili Köyü yakınlarındaki
Hisartepe’de bulunan “Daskyleion Antik Kenti”ndeki
kazılar sırasında “Pers Sarayı” temelleri bulundu.
* Balıkesir’in Erdek İlçesi'ndeki “Kyzikos Antik
Kenti”nde yer alan ve “Dünyanın 8. harikası” olarak
nitelendirilen “Hadrianus Tapınağı”nda kazı
çalışmalarına devam ediliyor.
* Şanlıurfa’nın Örencik Köyü yakınlarındaki
Göbeklitepe’deki çalışmalarda, 11 bin 500 yıllık
yabani hayvan figürlü dikili taşların yanı sıra
dünyanın en eski tapınak merkezi bulundu.
* Anadolu’nun en eski yerleşim yerlerinden olan
Mersin’deki Yumuktepe’de, 15 yıldır kazı çalışması
yapılıyor.
* Zeugma Antik Kenti’yle adını dünyaya duyuran
Gaziantep’in Dülük Antik Kenti’ndeki kazılarda
dünyada yer altında yapılan en büyük Mitras tapınağı
bulundu.
* Ege Bölgesi’ndeki Milet kentinden gelenlerin
kurduğu Zonguldak’ın Çaycuma İlçesi'ne bağlı Filyos
beldesindeki Antik Teion Kenti’ndeki kazılar ilk
defa bu yıl başlatıldı.
Türkiye Gazetesi, 13.08.2007
|
|
URARTULARIN BARAJI DEPREME, KURAKLIĞA DİRENİYOR
Dünyanın en eski, en yüksek rakımlı ve muhtemelen ilk baraj zinciri örneği olan Van’daki Rusa Barajı bölgedeki kuraklığa rağmen sularını koruyor. Urartular tarafından 2600 yıl önce inşa edilen baraj, Erek Dağı’nın eteklerinde. 2544 metre yükseklikte. 7 kilometrekarelik alana yayılıyor. Tam dolduğunda 40 milyon metreküp su barındırıyor. Baraj, 3200 metrelik dağın sularından besleniyor. Çevresinde 11 küçük göl bulunuyor.
İstanbul Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Oktay Belli, dünyadaki en yüksek rakımlı su tesisi olan barajın aynı zamanda ilk baraj zinciri örneklerinden biri olduğunu söylüyor:
"Urartu Kralı 2. Rusa, suyu Van Ovası’na akıtmak ve dinlendirmek için birbiriyle bağlantılı barajlar kurmuş. Bu yöntem günümüzde Fırat ve Dicle gibi ırmaklar üzerinde birbiriyle bağlantılı yapılan barajların ilk örneği. Güneybatı ve kuzeybatıda iki gövde duvarı var. Güneybatı duvarı Osmanlı döneminde köreltilmiş. Su kuzeybatı yönündeki gövde duvarından akıyor."
Rusa Barajı’nın çivi yazılı inşa yazıtı, 1899’da Almanya’ya kaçırıldı. Berlin’deki Bergama Müzesi’nde sergileniyor. Prof. Dr. Belli, barajın ikinci derece deprem kuşağında bulunmasına karşın 2600 yıldır hizmet vermesine dikkat çekiyor: "Küçük onarımlarla halen çalışıyor olması Urartular’ın su mühendisliği alanında ne kadar geliştiğini gösteriyor. Bunun nedeni suyu altından daha değerli kabul etmeleri."
Hürriyet Seyahat, 13.08.2007
|
TEM'DE 1500 YILLIK CEYLAN DERİSİNE İNCİL
Mersin'in Tarsus İlçesi'nde Doğu Roma İmparatorluğu dönemine ait olduğu bildirilen İncil ele geçirildi. Jandarma ekipleri, TEM Otoyolu'nun Adana-Mersin Avadan gişelerinde, ihbar üzerine 33 DN 892 plakalı otomobili durdurdu. Araçta yapılan aramada, Doğu Roma İmparatorluğu dönemine ait ceylan derisi üzerine İbranice yazılmış, altın yaldız işlemeli 19 sayfalık İncil ele geçirildi. Otomobilde ayrıca her biri 36 bin YTL'lik olan 7 adet senet fotokopisi bulundu. Otomobilde üç kişi gözaltına alındı.
Vatan, 13.08.2007
|
|
|
SEYİT USUL TEKKESİ RESTORE EDİLİYOR
Bursa`nın en eski tekkelerinden biri olan Seyit Usul Tekkesi Osmangazi Belediyesi`nce restore ediliyor. 13. yüzyılda yapıldığı tahmin edilen ve günümüze gelinceye kadar semahane ve diğer aksamı yıkılan tarihi yapı, restore edildikten sonra `sosyal ve kültürel amaçlı tesis` olarak Bursa`nın manevi odak noktaları arasına katılacak.
Tarihi yapının semahanesinin ve müştemilat bölümlerinin yeniden yapılacağını ifade eden yetkililer, `Yapının yanı sıra, bahçe ve hazire bölümleri de düzenlenecek. Bahçeye orijinaline uygun olarak bir şadırvan yapılacak. Tarihi yapı, içinde bulunduğu mahalleye de önemli bir hareketlilik kazandıracak. Şu an restorasyon ve rekontrüksiyon çalışmaları mümkün olduğunca hızla ilerliyor. Seyyid Usul Tekkesi, zaman zaman sema gösterileri, zaman zaman şiir matineleri ve sohbetlerin yapılabileceği bir kültür mekanı olacak` diye konuştu. Yıkıntı durumdaki bir kent ziynetinin ortaya çıkarıldığına dikkat çeken yetkililer, `Bursa, önümüzdeki aylarda yeni bir değerine daha kavuşacak` dedi.
Seyyid Usul Tekkesi`nin restorasyonu Osmangazi Belediyesi`ne yaklaşık bir trilyon liraya mal olacak. Önceleri Celveti, daha sonra ise Kadiri tarikatı mensuplarının kullandığı tarihi tekke, 1925 yılında faaliyetine son vermişti. Tekkenin bilinen ilk şeyhi Seyyid Usul Buhari, son şeyhi ise Ali Haydar Efendi`dir.
Rivayete göre, vakti zamanında Bursa`da kadılık yapan bir zatın karşısına, toplumsal açıdan çok büyük suç sayılan bir olay gelir. Kadı efendi olayı etraflıca değerlendirir ve taraflardan birini suçlu bulup idamına hükmeder. Kararın sabahına da idam infaz edilir. Fakat kadı, bir süre sonra yanlış karar verdiğini fark eder, ama iş işten geçmiştir, hükümlü çoktan bu dünyadan göçüp gitmiştir. Yanlış kararıyla bir kişinin ölümüne sebep olan kadı, kendini affetmez ve vicdan azabıyla, `Beni öyle bir yere gömünki, her gelen geçen üzerime bassın, beni çiğnesin` diye vasiyette bulunur.
Bugün Seyyid Usul Tekkesi`nin girişinin her iki yanında yer alan mezar taşlarının, yanlış karar verdiği için kendini affetmeyen kadı efendiye ait olduğu rivayet olunur.
Bursa Olay, 13.08.2007
|
LAODİKYA'DA FİLOZOF EPİKÜROS HEYKELİ
Denizli’de
Eskihisar Köyü yakınlarındaki Laodikya Antik
Kenti'ndeki kazılarda Filozof Epiküros, kraliçe ve
Knidos Aphroditi heykelleri ile topraktan yapılmış
çok sayıda tarihi eser çıkarıldı.
Laodikya Kazı Heyeti Başkanı Doç. Dr. Celal Şimşek,
bu yıl haziran ayında başladıkları kazı
çalışmalarında 900 metrelik Suriye Caddesi’nin 400
metrelik bölümünü açmayı hedeflediklerini,
çalışmalarının devam ettiğini söyledi.
Doç. Suriye Caddesi’nin MS 494 yılındaki depremde
yıkıldığını hatırlatarak "Ancak cadde yıkıldığı gibi
kalmamış. Yedinci yüzyıldan itibaren insanlar
bugünkü Denizli’nin olduğu yere taşınmış. Buradan
götürülen mermerler kireç yapılmış, Denizli ve
çevresindeki köylere götürülüp ev olmuş, dam olmuş.
1300 yıl Laodikya talan edilmiş" dedi.
Kazılarda tanrıçalaştırılmış bir imparatoriçe
heykeli bulduklarını bildiren Şimşek, MS 2. yüzyıla
ait heykelin başının olmadığını, elinde ise başak ve
afyon kozaları bulunduğunu belirtti. Şimşek,
kazılarda MS 1. yüzyılda yapılan Filozof Epiküros’a
ait bir heykelin baş kısmını bulduklarını söyledi.
Hürriyet, 13.08.2007
|
|
|
EYÜP SULTAN'DAKİ GÖLGELİĞE KURUL ENGELİ
İTÜ Mimarlık Fakültesi Restorasyon Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Zeynep Ahunbay, Eyüp Sultan Camii avlusunda yapılmak üzere olan gölgelikleri Anıtlar Kurulu’na şikayet etti.
Prof. Dr. Ahunbay, Feshane’deki bir toplantıya katıldıktan sonra Eyüp Sultan Camii’ne gitti. Avluda açılan beş çukuru gören Prof. Dr. Ahunbay’ın soruları üzerine, görevliler, avluya gölgelik yapılacağını söylediler. Prof. Dr. Ahunbay, Eyüp Belediyesi’ndeki Anıtlar Kurulu temsilcisi ile görüştü. Çalışmanın İstanbul Büyükşehir Belediyesi Yapı İşleri Müdürlüğü’nce yürütüldüğünü öğrenen Prof. Dr. Ahunbay, Koruma Kuruu’na başvurarak, çalışmayı durdurdu. İstanbul Büyükşehir Belediyesi gölgelik için mermerleri kaldırarak, açtığı çukurların üzerini betonla kapladı. Prof. Dr. Ahunbay, "500 yıllık bir caminin avlusuna gölgelik yapma fikri kimin bilmiyorum ama yanlış bir uygulama. Orada ulu çınarlar, hünkar kasrı var. Bu mekan serbest olmalı, geçici gölgelik de yakışmaz. Görünüşü bozar" dedi. Prof. Dr. Ahunbay, avlunun betonla kaplı bölümlerinin çirkin göründüğünü belirterek, sökülen mermerlerin de tarihi olsun olmasın yerine konulması gerektiğini söyledi.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi Basın Danışmanı Ahmet Faruk Yanardağ ise gölgelik inşaatının durdurulduğunu ancak Koruma Kurulu’nun dış avluya böyle bir yapı için izin verebileceğini belirterek, sonucunu beklediklerini söyledi.
Hürriyet, Haber: Mustafa Kınalı, 13.08.2007
|
ALA CAMİ'DE RESTORASYON ÇALIŞMASI
Osmaniye'nin Kadirli İlçesi'nde bulunan ve ödenek sıkıntısı nedeniyle çalışmaları duran tarihi Ala Cami'nin restorasyonunun tamamlanmasının ardından, ibadete de açılacağı bildirildi.
Camide incelemelerde bulunan Osmaniye il Kültür ve Turizm Müdür Vekili Veli Aba, yaptığı açıklamada, birinci etap çalışmaları tamamlanan caminin restorasyonunun devam edebilmesi için gerekli girişimlerin sürdüğünü söyledi.
Birinci etap çalışmaları sonunda caminin ana gövde çatısı ve bahçedeki mozaiklerin ortaya çıkarıldığını belirten Aba, şunları söyledi: "Restorasyonun tamamlanmasının ardından Ala Cami, hem ibadete hem de ziyarete açılacak. Ala Cami'nin içerisinde namaz ibadeti yapılabilecek. Bahçe kısımlarında ise yapılan çalışmalar sonunda müze olarak ziyaretçilerine hizmet verecek."
Aba, tarihi caminin ibadete açılabilmesi için Diyanet İşleri Başkanlığı ile yazışmaların sürdüğünü de sözlerine ekledi.
Bölgede, 1133 yılında meydana gelen büyük depremde hasara uğrayan kilise, 1147'den sonra Haçlılar tarafından yumuşak taşlarla onarıldı. Dulkadiroğlu Alaüddevle Bozkurt Bey'in, Sarı Kaplan namıyla anılan oğlu Kasım Bey, 1488 yılında bu kiliseyi camiye çevirerek "Alaüddevle Mescidi" adını verdi. Cami, 1691 yılında Rakka'dan (Suriye) firar eden aşiretlerce yağma ve tahrip sonucu kullanılamaz hale geldikten sonra 1865 Islahatı'nda Binbaşı Hüsnü Bey tarafından restore ettirilerek cami ve medrese olarak yeniden hizmete girdi. Alaüddevle adı daha sonra "Ala Cami" adını aldı. Yapı, 1868'de bir yıl askeri levazım ambarı, 1873-1875 yılları arasında yaz aylarında aşar zahire ambarı olarak kullanıldı. Tarihi yapı, 1865'ten 1924'e kadar aralıksız cami ve medrese olarak hizmet verdi.
Trt/Haber, 13.08.2007
|
|
|
TARİHİ KÜLLİYE RESTORE EDİLİYOR
Güneydoğu Anadolu
Bölgesi'nin önemli tarihi mekanlarından olan Sultan
Şehmus Külliyesi restore ediliyor.
Diyarbakır-Mardin Karayolu üzerinde bulunan
Sultan Şehmus Külliyesi, bölgenin önemli bir ziyaret
ve ibadet merkezi.
Özellikle hafta sonları önemli sayıda ziyaretçi
akınına uğrayan Külliye'de, restorasyon ve çevre
düzenleme çalışmaları başlatıldı.
Proje kapsamında ilk etapta alandaki dükkanlar
boşaltıldı ve tarihi eserlerde restore çalışmaları
başladı.
Sultan Şehmus Külliyesi, restorasyon ve çevre
düzenleme çalışmalarının yıl sonunda tamamlanmasının
ardından ziyaretçilere açılacak.
Trt/Haber, 13.08.2007
|
TARİHİ TARAKLI EVLERİ YENİDEN
KEŞFEDİLDİ
Sakarya'nın en uzak ilçesi olan ve
tarihi Osmanlı evlerinin bulunduğu Taraklı, yeniden
keşfedildi. Birbirinden güzel tarihi ahşap evleriyle
dikkat çeken Taraklı'ya ziyaretçi sayısı her yıl
daha fazla artıyor.
Safranbolu benzeri evleri ile bilinen Taraklı,
Sakarya'nın en uzak ilçesi. İlçe, Sakarya'ya 60,
İstanbul'a 135 kilometre uzaklıkta.
Bir zamanlar hiç gidilmeyen ve kaderi ile baş başa
bırakılan Taraklı'da değişim sürüyor. Sakarya
Valiliği ve Kültür Bakanlığı'nın yıkılmak üzere olan
tarihi evleri onarması ve tanıtım çalışmaları sonuç
vermeye başladı. Taraklı, artık Sakarya'ya gelip de,
görmeden gidilmeyecek yerler arasında bulunuyor.
Kaymakamlık ve belediye kaynaklarına göre
Taraklı'daki tarihi evleri görmeye gelenlerin
sayısında önceki yıllara göre ciddi bir artış
yaşanıyor. Tarihi dokusunu koruyabilmiş bir Osmanlı
şehri olan Taraklı, görenleri hayran bırakıyor.
Sakarya'nın en güney ucunda yer alan Taraklı, koruma
altındaki 19. yüzyıl Osmanlı evleriyle dikkat
çekiyor. Her yeri burum buram tarih kokan Taraklı
yeniden keşfediliyor. Ahşap mimarisinin eşsiz
eserleri bulunan Taraklı ilçesi, 5 bin 200 nüfusa
sahip. Taraklı'ya girer girmez, ziyaretçileri,
muhteşem evler ile sıcak, misafirperver ve güler
yüzlü insanlar karşılıyor. Her sokağı tablo
güzelliğindeki tarihi evlerle dolu olan ilçe,
denizden 800 metre yüksekte bulunuyor. Rutubetsiz ve
temiz havasında, betona yenik düşmemiş, odun kokulu
daracık sokaklarında yapılan gezi, ziyaretçileri
zaman makinesiyle tarihi yolculuğa çıkmış gibi
hissettiriyor.
İlçeye ismini veren şimşir veya manda boynuzundan
yapılan tarak yapımına çoktan son verilmiş olsa bile
hediyelik ağaç oyma el sanatı halen canlılığını
koruyor. Bunların arasında da tahta kaşıkçılık başı
çekiyor. 1900'lü yıllarda Taraklı kaşıklarının
Paris'te sergilendiği kayıtlarda yer alıyor. Küçük
bir ilçe olmasına rağmen çok fazla dokümana sahip
olan Taraklı, Evliya Çelebi ve Cumhuriyet tarihi
dönemi yayınlarına kadar pek çok yazılı kaynakta
bahis konusu edilmiş. Hititler, Frigler,
Bitinyalılar ve Bizans İmparatorluğu, Taraklı'da
hüküm sürmüş devletlerden bazıları.
Yaklaşık 300 adet ahşap yapıya sahip olan Taraklı'da
bu binalardan 91 tanesi tescilli. 1516 yılında
yapılan bir cami, tüm orijinalliği ile duruyor.
Yavuz Sultan Selim'in Ridaniye Seferi sırasında
Taraklı'da kışlayan veziri Yunus Paşa tarafından
yapıldığı bilinen ve Taraklı tepesinin hemen
eteğinde kurulan cami, altından geçirilen termal
suyla ısıtılıyor. 4 mevsim başka bir güzelliği olan
Taraklı, yakınlığı sayesinde İstanbul'dan bile
ziyaretçi alıyor. Taraklı'ya gelmek için İstanbul
Çamlıca gişelerinden sonra otoban tercihini
Adapazarı-Bilecik sapağına kadar kullanmak mümkün.
Sakarya Otoyolu Bilecik istikametinden ayrıldıktan
sonra Sakarya Nehri boyunca uzanan tepeli dumanlı
dağlar arasından 20. kilometrede yer alan Geyve
kavşağını kullanarak Taraklı yoluna girilerek rampa
tırmanılıyor. Dağ eteklerinde kurulmuş birbirinden
şirin ve güzel Anadolu köyleri geçildikten sonra 800
rakımlı tarihi ilçe Taraklı'ya ulaşılmış oluyor.
Sakarya'ya 60 kilometre uzaklıkta bulunan Taraklı,
İstanbul'a 135 kilometre mesafede bulunuyor ve 2
saat sürüyor.
Zaman, Haber: Duran Savaş,
13.08.2007
|
KAZIYI BOLU YAPIYOR, ESERLERİ BOLU
GÖTÜRÜYOR
Bünyesinde barındırdığı eserler
ile tarihte bir dönemine ışık tutan Konuralp
Müzesi'nde kadro olmadığından kazılar Bolu Müze
Müdürlüğü tarafından yapılıyor. Çıkarılan eserler
ise Bolu’ya götürülüyor.
Yasal uygulama gereği
yapılacak 1 Müdür ve 1 Arkeolog atamasıyla kazı
çalışmalarının müdürlükçe yürütebileceği çıkarılan
eserlerin ise Müzede barındırılabileceği belirtildi.
İhtiyaç duyulan kadroların açılması durumunda kazı
çalışmaları Bolu’dan bağımsız yürütülecek.
Düzca Damla, 13.08.2007
|
KARAKAŞ KONAĞI YENİDEN...
Malatya'daki tarihi Karakaş Konağı yeniden restore edilmeye başlandı.
Niyazi Mısri Caddesi'nde bulunan tarihi Karakaş Konağı, Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından 2000 yılından itibaren restore edilmeye başlanmış ve yaklaşık 610 bin YTL harcama sonrasında, 2003 yılında kesin teslimi yapılmıştı. Şimdiye kadar kullanılmadan bekletilen, çatısı olmadığı için yağışlardan zarar görüp yeniden onarıma muhtaç hale gelen Karakaş Konağı'nın, İl Özel İdaresi Genel Sekreterliği'ne devredilmesinin ardından yapılan çatısı ve iç dizaynı ile yeniden restore çalışması başlatıldı.
İl Özel İdare Genel Sekreteri Ali Kazgan, yapılan çalışmaların Karakaş Konağı'nın orjinaline uygun olarak yürütüldüğünü söyledi. Kazgan, konağın kültür ve turizm amaçlı olarak kullanılacağını belirtti. Kazgan, Karakaş Konağı'ndaki çalışmaların 1 ay içinde tamamlanacağını ifade etti.
Malatya Haber, 12.08.2007
|
|
DOĞUBEYAZIT İSHAK PAŞA SARAYI'NIN SARAY MEZARLIĞI
DÜZENLENİYOR
Ağrı'nın Doğubayazıt İlçesi'nde
bulunan İshak Paşa Sarayı'nda restorasyon
çalışmaları başladı.
İshak Paşa Sarayı'nın karşısında
bulunan tarihi saray mezarlığı düzenleniyor.
Düzenleme kapsamında kazı, mezar taşlarının onarımı,
çevre düzenlemesi ve mezarlık içinde bulunan küçük
mescidin restoresi yer alıyor.
Ağrı Kültür ve Turizm Müdürü Muhsin
Bulut, "2 yıldır sarayın karşısındaki mezarlığın
düzenlenmesi için çalışmalarımız devam etmekte idi.
Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü'nden bu
projeyle ilgili gerekli izinler tamamlandı. Döner
sermayesi Merkez Müdürlüğü'müzden alınan ödenekle
işe başlayacağız." dedi.
Muhsin Bulut, "Ayrıca Valimiz Sayın
Halil İbrahim Akpınar'ın bu kazıya maddi anlamda
ciddi destek verdiği mezarlığın çevre düzenlenmesi
alanda bulunan tarihi yapının restoresi için özel
ilgisinin ve talimatının olduğunu belirtmek isterim.
İnşallah en kısa zamanda Sayın Valimiz'in ve
Doğubayazıt Kaymakamlığı'nın katkılarıyla mezarlık
alanı ecdada layık bir düzenlemeyle turizme açılır."
dedi.
1789' da vezir olan Hasan Paşanın
oğlu İshak Paşa'nın Doğu Bayazıt'da bir tepe
üzerinde, yaptırdığı saray, 360'ı bulan oda ve
salonları ile Osmanlı saray teşkilatına uymaktadır.
760 m2'lik bir alanı kaplayan
sarayın yapımının 99 yıl sürdüğü söylenmektedir. "U"
şeklinde, iç içe iki avlu çevresinde toplanmış
binalarının mimarisinde (cami-harem
daireleri-aşevi-hamam, selamlık-merasim ve eğlence
salonu-türbe vs.) mükemmel taş işçiliği,
oymacılığında ve duvar süslemelerinde ise Fars,
Selçukluve Osmanlı medeniyetlerinin ortak etkisi
görülür.
İshak Paşa Cami, sarayın ikinci
avlusunda, harem ile selamlık daireleri arasında yer
alır. Beden duvarları sarayın iki katı
yüksekliğindedir. Cami, kubbesi ve minaresi ile
bütün saraya hakimdir. Sivri kemerli, mukarnaslı
büyük portalleri Osmanlılardançok Selçuklu
mimarisini hatırlatır. Taş üzerine iri plastik
natüralist bitki süslemeleri Türk sanatına yabancı,
Kafkaslardan gelen etkileri gösterir.
Tamamen Türk üslubu ile yapılmış
kare planlı minaresi başlı başına bir abide
görünümündedir. Caminin kıble tarafında dış
duvarlarının hemen kenarına inşa edilmiş olan
sekizgen türbe, Selçuklu türbe mimarisi geleneğine
uygun olarak iki katlıdır.
TürkiyeTurizm.com, 12.08.2007
|
MÜZE GELİRİNDEN PAY ALAMIYORUZ
Didim Belediye Başkanı
Mümin Kamacı, "Belediye müze gelirlerinden
yararlanamıyor"dedi.
Kamacı, yıllardır,
Apollon Tapınağı'ndan Didim Belediyesi'ne ödenmesi
gereken müze gelirlerinin yüzde 5'i olan bölümün ve
geçmiş yıllara ait 280 bin YTL'lik borcun mahkeme
kararı olmasına rağmen ödenmediğini öne sürdü:
Kamacı, "Tapınakla ilgili pek çok sıkıntı var.
Işıklandırılmasını dahi çevre esnaf karşılıyor
yıllardır. Belediye müze gelirlerinden payını
alamıyor. Çok şükür bu yıl bir temizlik yapıldı. Onu
bile yapmıyorlardı. Her yıl belediyeden bir kişi
burada görevlendiriyorduk. Bu yıl görevlendirmedik.
Üstelik Belediye'ye verilmesi gereken Müze
,gelirlerinin yüzde 5'lik bölümü verilmediği gibi,
280 bin YTL, mahkeme kararıyla kesinleşmiş olan
alacağımızı da vermiyorlar. Yazışmalarımız yapıldı
ancak bir cevap dahi alamadık"dedi.
Haber Ekspres, 12.08.2007
|
|
PORTAKAL MESCİDİ SIFIRDAN YAPILACAK
Kocaeli’nin unutulan, sahipsiz kalan ve çürümeye terk edilmiş olan tarihi miraslarından Portakal Mescidi, aslına uygun olarak yeniden yapılıyor.
İzmit Akçakoca Mahallesi’nde bulunan tarihi Portakal Mescidi, Kocaeli’nin sembollerinden biri olarak biliniyor. Tarihi eserin yıllarca kaderine terk edilmesi ile çürümeye başlaması, Büyükşehir Belediyesi’ni harekete geçirdi. Tarihi eseri kent insanına yeniden kazandırmak için proje hazırlayan Büyükşehir Belediyesi, yıkılmak üzere olan binayı aslına uygun olarak inşa ettirmek için yıktı.
Ahşap iskelet üzerine yığma tuğla ile yapılan Portakal Mescidi, her biri 45’er metre kare olmak üzere iki kattan oluşuyor. Aslına uygun olarak yeniden inşa edilecek olan Portakal Mescidi’nin aydınlatma ve çevre düzenlemesi konusundaki eksiklikleri de giderilecek. Binanın badana işleri, yağmur boruları, pencere ve kapı menteşeleri, ısı yalıtımları, baştan sona yenilenecek ve binaya klima takılacak.
Büyükşehir Belediyesi yetkilileri Portakal Mescidi’nin yaklaşık 3 ay içinde tamamlanacağını belirtti. Dış görünüşü ile de tarihi geçmişi anımsatacak olan Portakal Mescidi, hem güzelliği, hem ilginçliği ile tarihe ışık tutmakla kalmayacak, çevre güzelliğine ayrı bir güzellik katacak.
Özgür Kocaeli, 12.08.2007
|
ÇAKIRCALI KONAĞI KURTARILMAYI BEKLİYOR
İzmir'in "efeler diyarı" olarak bilinen Ödemiş İlçesi'nin önemli efelerinden Çakırcalı Mehmet Efe'nin, Kayaköy beldesinde bulunan konağının bakımsızlık nedeniyle yıkılmak üzere olduğu bildirildi.
Kayaköy Belediye Başkanı Abdullah Erdemir, efe kültürü içinde önemli bir yere sahip olan Çakırcalı Mehmet Efe'nin, memleketi Kayaköy'deki konağının restorasyonunun verilen sözlerin yerine getirilmemesi nedeniyle bir türlü gerçekleştirilemediğini belirtti.
Çakırcalı Mehmet Efe'nin yöredeki efelerin en önemlilerinden biri olduğunu ve gösterdiği kahramanlıklarla adına türküler yakıldığını ifade eden Erdemir, şunları kaydetti:
"Çakırcalı, efeliğe birçok kural getirerek, şan ve onur kazandırmıştır. Kendisinden önce Atçalı Kel Mehmet Efe gibi bir siyasi düzen kurma yolunda ilerlememiş olsa da belli bir adalet anlayışını her zaman temsil etmiştir. Kendisinden sonra Yörük Ali Efe, Demirci Mehmet Efe ve diğerleri, bu etik değerlere bağlı kalarak, Kurtuluş Savaşı'nda da efeliğe şan ve şeref getirmişlerdir. Yani, efelik dendiğinde Çakırcalı'nın adı ilk sıralarda anılır. Ancak bugün, onun beldemizde yaşadığı 100 yıllık tarihi konağı yıkılma tehlikesi ile karşı karşıya bulunuyor."
Erdemir, belde için tarihi ve kültürel değer taşıyan Çakırcalı Mehmet Efe Konağı'nı restore ettirerek, müze haline getirmek istediklerini belirterek, "Ancak, Çakırcalı Efe'nin konağı için söz veren çok, iş yapan yok. Buranın bakım ve onarımı konusunda bizlere söz verenlerden hala ses çıkmaması, beni ve Kayaköy halkını üzmektedir. Uğruna türküler yakılan ve kitaplar yazılan efemizin evine sahip çıkılması gerekli" dedi.
Haber Ekspres, Fotoğraf, yapı.com.tr, 12.08.2007
|
|
|
KEŞFEDİLMEYİ BEKLİYOR
Sinop'un Durağan İlçesi'nde vatandaşlar tarafından bulunan zengin damlataş oluşumlu mağarada inceleme yapan Yrd. Doç. Dr. Nuray Türker mağaranın daha tam olarak keşfedilmediğini belirtti.
İlçeye yaklaşık 30 kilometre uzaklıkta Cevizlibağ Köyü'nün üst kısmında yer alan Ağcaçal yöresinde vatandaşlar tarafından bulunan mağarada, Karaelmas Üniversitesi Safranbolu Meslek Yüksekokulu Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Nuray Türker başkanlığındaki 3 kişilik ekip, TÜBİTAK tarafından desteklenen ''Batı Karadeniz Bölgesi Ekoturizm Olanaklarının Araştırılması ve Batı Karadeniz'de Ekoturizmin Geliştirilmesi Projesi'' kapsamında incelemede bulundu. Yrd. Doç. Dr. Türker, yaptığı açıklamada, mağaranın sarkıt ve dikitleri ile damlataş oluşumu bakımından zengin, karstik bir mağara olduğunu, binlerce yıldan beri oluşan bu mağaranın tahribatını önlemek için vakit kaybetmeden korunması gerektiğini söyledi. Özellikle mağaranın giriş kısmının açılması halinde içerideki oluşumların kararacağına işaret eden Türker, gerekli çalışmalar yapıldıktan sonra turizme açılacak mağaranın, Damlataş, Karaca, Ballıca gibi mağaraların benzeri olarak yöreye ciddi bir turizm canlılığı kazandıracağını vurguladı. Türker, 'Mağara taşıdığı özelliklerle gerçekten eşsiz ve muhteşem bir dokuya sahip. Mağaradaki sarkıt ve dikitler, makarna figürleri kesinlikle mükemmel ve eşsiz. Burası kesinlikle görülmesi gereken yerlerin başında geliyor." dedi.
Bursa Hakimiyet, 12.08.2007
|
ORHAN CAMİİ'NİN MİNARESİ YAPILIYOR
İzmit Körfezini kuşbakışı gören, tarihi kalenin ortasındaki set üzerinde yer alan ve İzmit’in fetih simgesi olan tarihi Orhan Camii'nin 17 Ağustos 1999 depreminde hazar görerek yıkılan minaresi yeniden yapılıyor.
Osmanlı İmparatorluğunun ikinci padişahı Orhan Gazi tarafından Süleyman Paşa'ya 1332-1333 yıllarında yaptırılan Orhan Camii'nin minaresi 17 Ağustos 1999 deprem felaketinde hazar görerek yıkılmıştı. İç onarımı aslına uygun olarak gerçekleştirilen caminin minaresi yapılamamıştı.
İl Özel İdare Müdürlüğü tarafından geçen ay yapılan ihaleyi 67 bin 897 YTL teklif veren İKS İnşaat firması kazanmıştı. Firma ilk olarak caminin minaresini aslına uygun şekilde yapıyor. Minarenin bitirilmesinden sonra iç dekorasyonla ilgili eksiklikler giderilecek. Orhan Camiindeki çalışmanın 3 ay içinde tamamlanması hedefleniyor.
Özgür Kocaeli, Fotoğraf: Kocaeli Valiliği, 12.08.2007
|
|
|
ROMA YOLUNU ARIYORLAR
Denizli'nin Buldan İlçesi'ne bağlı Yenicekent beldesi yakınlarındaki Tripolis antik kentini gün ışığına çıkaracak kazı çalışmalarına başlandı.
MS 2. yüzyılda kurulan Tripolis'te kazı çalışmasına Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Aytekin Erdoğan başkanlık ediyor. Denizli Valiliğinin 100 bin YTL ödenek sağladığı kazı çalışmasında, 18'i arkeolog toplam 40 kişi görev alıyor.
Araştırma Görevlisi Ufuk Çörtük, önce etüt çalışması gerçekleştirdiklerini, 2 haftalık yüzey araştırmasıyla antik kentin ne kadar alana yayıldığını, kalıntıların konumunu, Nekropol'deki mezarların sayısını belirlemeye çalıştıklarını söyledi.
Kazı heyeti başkanı Yrd. Doç. Dr. Erdoğan da 230 hektar alana yayılan Tripolis'in 3 kentin birleşmesinden oluştuğunu, kazılara 1991-1993 yılları arasında Denizli Müze Müdürlüğünce çalışma yapılan Roma Yolu'nda başladıklarını belirtti. Erdoğan, Tripolis'te 1,5 ay kazı, 2 ay da toprak altından çıkan eserlerin tasnif çalışmasını yapacaklarını kaydetti.
Tripolis'te 10 bin kişilik tiyatro, dış duvarları kısmen ayakta kalan hamam, sadece temelleri kalan kent binası, Nekropol, kale ve surlar, kentteki önemli yapılar olarak dikkati çekiyor.
Haber Ekspres, Fotoğraf: ykentcumhuriyet.k12.tr, 12.08.2007
|
TARİH
TESADÜFEN BULUNDU
"Mozaikler Kenti"
Şanlıurfa'nın orta yerinde, her gün yüzlerce insanın
yürüdüğü açıkhava fuar alanında "Edessa Güzeli"
olarak adlandırılan genç kız figürü bulundu. Mimari
öğelerin de yer aldığı buluntuların büyük bir saray
kalıntısına ait olduğu düşünülürken, mozaiklerin ise
sarayın taban süslemelerine ait olduğu belirtiliyor,
Küçük taşlardan yapılmış mozaiklerin içerisinde
Amazonlara ait avlanma sahneleri de var. Şanlıurfa
Arkeoloji Müzesi'nin Müdürü Arkeolog Nurten Aydemir,
eşi benzeri olmayan mozaik süslemelerine değer
biçilemediğini söyledi.
Sabah, Haber: Ceyda Dinçbakır, 12.08.2007
|
|
İSTANBUL TEHLİKELİ LİSTEYE Mİ DÜŞÜYOR?
2010
Yılı Avrupa Kültür Başkenti seçilen İstanbul, "Dünya
Mirası" listesinden "Tehlikede Olan Dünya Mirası"
listesine düşme tehlikesiyle karşı karşıya. UNESCO,
6 ay sonra İstanbul’un kültürel varlıkları korumada
yeterli çalışma yapıp yapmadığını, İlerleme
Raporu’yla açıklayacak. İstanbul bu sınavı geçemezse
UNESCO’nun temmuz toplantısında "Dünya Mirası"
listesinden çıkarılıp "Tehlikede Olan Dünya Mirası"
listesine alınacak.
UNESCO’nun bir kolu olan Uluslararası Anıtlar ve
Sitler Konseyi’nin (ICOMOS) Türkiye üyesi Prof. Dr.
Zeynep Ahunbay, İstanbul’un "Tehlikede Olan Dünya
Mirası" listesine alınmasının 1 yıl önce karar
aşamasına geldiğini, ancak İstanbul Valiliği, sivil
toplum kuruluşları ve Büyükşehir Belediyesi’nin
kararlı tutumlarıyla yeni süre aldığını söyledi.
Bütün ülkeler kendi değerlerini dünya mirası
listesinde görmek için çaba sarf ederken, "Tehlikede
Olan Dünya Mirası" listesine düşmenin büyük yanlış
olacağını belirten Prof. Ahunbay, "UNESCO uzmanları,
Dünya Mirası listesindeki İstanbul’da Topkapı
Sarayı, Ayasofya, Hipodromu kapsayan tarihi
yarımadanın doğu ucundaki kısım, Süleymaniye, Zeyrek
ve surların onarımını sürekli gözetliyor" dedi.
İstanbul Vali Yardımcısı Taşbaşı ise Şubat’ta bir
sınavdan geçeceklerini belirterek, "Hem Avrupa
Kültür Başkenti seçilip hem de Dünya Miras
listesinden düşersek bu çok büyük bir çelişki olur"
dedi.
Hürriyet, Haber: Mustafa Kınalı, 12.08.2007
|
|
DÖNER KÜMBET RESTORE EDİLİYOR
Anadolu Selçuklu Devleti döneminden kalma ve Kayseri'nin simgelerinden biri haline gelen tarihi Döner Kümbet'te, restorasyon çalışmalarına başlandı.
Vakıflar Bölge Müdürlüğü yetkililerinden alınan bilgiye göre, Kartal Kavşağı'ndaki tarihi Döner Kümbet, yıl sonuna kadar ihaleyi alan firma tarafından aslına uygun bir şekilde restore edilecek.
12 köşeli konik külahlı bir yapıya sahip olması nedeniyle adına "Döner Kümbet" denilen tarihi yapının çevresinde geçmiş dönemlere ait mitolojik figürler bulunmakta.
Anadolu Selçuklu Sultanı Alaaddin Keykubad'ın kızı Şah Cihan Hatun için 1276-1279 yıllarında yaptırılan Döner Kümbet'in diğer adı da bu yüzden "Şah Cihan Hatun Kümbeti" olarak da biliniyor.
Trt/Haber, 12.08.2007
|
ESKİ RUM KÖYÜNDE RESTORASYON
Fethiye Kaymakamı Hasan Karakaş, Kayaköy'ün koruma amaçlı imar planının tamamlandığını, evlerin, restore edildikten sonra turizme açılacağını bildirdi.
Kaymakam Hasan Karakaş, yaptığı açıklamada, Fethiye'de 6 antik tiyatro ve çok sayıda ören yeri bulunduğunu söyledi. Fethiye'de bulunan eski Rum köyü Kayaköy'le ilgili koruma amaçlı imar planının tamamlandığını ifade eden Karakaş, şöyle konuştu:
'Kayaköy'ün bulunduğu ova kesiminde imar planı tamamlanmak üzere. Bunlar bittikten sonra Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın burayla ilgili bir tasarrufta bulunmasını bekliyoruz. Buradaki evlerin restorasyonu yapılacak, belki bir turizm gelişme alanı ilan edilebilecek. Restore edilen evlerin bir kısmı apart, bir kısmı iş yeri şeklinde düzenlenebilir. Evler, Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın izni doğrultusunda ziyaret ve kullanıma açılarak daha hareketli bir alana dönüşecek."
Fethiye'de son zamanlarda doğada yapılan etkinliklerin ön plana çıktığını kaydeden Kaymakam Karakaş, şunları söyledi: "Özellikle 'Likya Yolu' turistlerin yoğun ilgi gösterdiği bir güzergah. Bu güzergahı yürürken çok sayıda koyu keşfetme şansı var. Kayaköy'de insanların doğayla baş başa kalacağı çok sayıda mekan var. Fethiye'yi yılda yaklaşık ortalama 600-650 bin kişi ziyaret ediyor. Yatak kapasitemiz 50 bin, bu yatak kapasitesi tam dolu olunca 900 bin kişiye ulaşıyor. Hedefimiz yılda 1 milyon turist."
Fethiye'de bulunan 'Kelebekler Vadisi'nin doğa tutkunlarını, dünyanın en önemli ikinci yamaç paraşütü parkuru olan Babadağ'ın ise yamaç paraşütüyle atlamak isteyenleri çektiğini belirten Karakaş, "Fethiye, turistlere deniz, kum ve güneş dışında çok sayıda alternatif sunulan nadir yerlerden biri" diye konuştu.
Trt/Haber, 12.08.2007
|
|
|
TARİHİ CAMİLER RESTORE EDİLİYOR
Afyonkarahisar'da bulunan tarihi camiler restore ediliyor.
Başbakanlık Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından yapılan restorasyonlar sonucunda, yıllardır bakımsız halde olan camilerin çehresi değişecek. Yıl sonuna kadar bitirilmesi planlanan Kura ve Ot Pazarı camileri 297 bin YTL, Başçeşme ve Kuyulu camileri 249 bin YTL, Akmescit ve Kubeli camileri 310 bin YTL, Kızılören ilçesi Ekinova Camii 120 bin YTL ve İhsaniye ilçesinde yapılan Bakşi Dede Türbesi de 96 bin YTL ihale bedeliyle restore ediliyor. Mevlevi, Yeni ve Hacı Nuh camilerinin de restore edilmesi için ihale aşamasında olduğu öğrenildi.
Afyonkarahisar Kent Haber, 11.08.2007
|
KADİRLİ'DE 7 BİN YILLIK MAĞARA İDDİASI
Osmaniye Valiliği, tarih araştırmacısı Cezmi Yurtsever'in Kadirli İlçesi'nde 7 bin yıl önce sığınak olarak kullanıldığını iddia ettiği mağarada inceleme başlattı.
Osmaniye Kültür ve Turizm Müdür Vekili Veli Aba, arkeolog ve sanat tarihçisi iki kişiyle, Yurtsever'in, Nuh Tufanı'nın izlerine ulaşabilmek amacıyla sürdürdüğü araştırma kapsamında Kadirli'de bulduğunu öne sürdüğü mağarayı inceledi.
Mağaranın 7 bin yıl önce yerleşim yeri olarak kullanıldığına ilişkin izler bulunduğunu belirten Aba, kısa zamanda gerekli işlemlerin tamamlanarak kazı çalışmalarına başlanacağını söyledi.
Tarih araştırmacısı Cezmi Yurtsever, Roma, Bizans ve Türk medeniyetlerini bir arada yaşatan bin 800 yıllık tarihi geçmişe sahip Alacami'nin yakınında, insanlık tarihinin başlangıç dönemine ait izler taşıyan mağara bulduğunu iddia etmişti.
Osmaniye Kent Haber, 11.08.2007
|
|
|
ARICA KÖYÜ'NDE TARİHİ SU SARNIÇLARI BULUNDU
Batman´ın Gercüş İlçesi'nde yapılan kazı çalışmalarında, kuyulara oyulmuş yüzyıllar öncesine ait 50 adet su sarnıcı bulundu.
1995 yılına kadar Müslümanlarla birlikte Süryaniler'in ikamet ettiği ve daha sonra Süryaniler'in göç ettiği Arıca köyünde yapılan arkeolojik çalışmalar sırasında, kuyulara oyulmuş 50 adet su sarnıcı bulundu. Köydeki sarnıçlarda inceleme yapan İl Kültür ve Turizm Müdürü Selahattin Ortaboy ile görevli uzman Şehmus Kartal, su sarnıçlarının korunması amacıyla çalışma başlattı. Arıca köyünde yaptıkları yüzey araştırmasında yüzyıllar öncesine ait su sarnıçlarına rastladıklarını belirten Kartal, "Her biri binlerce ton kapasiteli olan bu su sarnıçlarının tamamı kayalık alanda oyulmuş ağzı dar dibe inildikçe genişleyen armut biçimli bir tarzda yapılmıştır. Köyün çevresi kayalık zemin olduğu için yağış sularıyla dolan bu sarnıçlar, kurak geçen yıllarda köy halkının ve besledikleri hayvanların su ihtiyaçlarını karşılıyordu" dedi.
Batman Doğuş, 10.08.2007
|
HER BİRİNİN İŞLEVİ BELLİ
Malatya'da restorasyonu devam eden tarihi Beşkonaklar'ın dış bölümlerinin tamamlandığı ve Ekim ayı başlarında hizmete açılacağı bildirildi.
Kültür ve Turizm Müdürü Derviş Özbay, yaptığı açıklamada, Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından Kartalkaya Şirketi'ne bir milyon YTL artı KDV'ye ihale edilen 150 yıllık geçmişe sahip Sinema Caddesi'ndeki tarihi 5 konağın dış bölümünün büyük oranda tamamlandığını belirtti.
Özbay, "Beşkonaklar semtindeki tarihi beş konağın yenileme çalışmaları en kısa zamanda tamamlanarak bunlardan 2'si Etnografya Müzesi, birisi Malatya Kültür ve Sanat Evi, birisi Malatya Mutfağı, diğeri ise İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü olarak hizmet verecek"dedi.
Özbay, restorasyonun Eylül ayı sonu veya Ekim ayı başlarında tamamlanmasının planlandığını kaydederek, "'Niyazi Mısri Caddesi'ndeki Karakaş Konağı'nın çatı yapımı tamamlandı. Sıva yenilemesi yapılıyor. Darende İlçesi'ndeki Namık Paksoy Konağı ile Hüseyin Paşa Bedesteni restorasyonu ve yine Darende ilçesindeki Günpınar Şelalesi çevre düzenlemesi devam ediyor. Arapgir ilçesindeki Gümrükçü Osman Paşa Camisi'nin çevre düzenlemesi yapılıyor ve Millet Hanı'nın rölövesi çiziliyor. Hekimhan ilçesindeki Taşhan'ın ve Battalgazi ilçesindeki Ak Minare ile Toptaşı Camisi'nin onarımı devam ediyor" diye konuştu.
Malatya Haber, 10.08.2007
|
|
|
BİZANS DÖNEMİNE AİT HEYKEL ELE GEÇİRİLDİ
Acıpayam’da Bizans Dönemi'ne ait mermer kadın heykel başı bulundu. Jandarma’nın Pınaryazı Köyü yakınlarındaki operasyonda 4 kişi gözaltına alındı, serbest bırakıldı.
Denizli İl Jandarma Alay Komutanlığı ekipleri tarafından tarihi kültür mirasının korunması kapsamında eski eser kaçakçılığına yönelik yürütülen çalışmalar neticesinde Acıpayam İlçesi'nde 4 kişinin ellerinde Bizans Dönemine ait mermer kadın heykel başı bulunduğu ve satmak için müşteri aradığı tespit edildi.
Adli makamlardan alınan arama kararına istinaden Pınaryazı Köyü yakınlarında M.Ö. yönetimindeki araç durdurularak arama yapıldı. Olayda, şoför koltuğunun altında poşet içinde mermer kadın heykel başı bulundu. Ele geçirilen eserin Denizli Müze Müdürlüğü ekiplerince yapılan incelemesinde, 2863 Sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu kapsamında ve etütlük mahiyette olduğu tespit edildi. Operasyonda yakalanan kişiler ifadelerinin ardından serbest bırakıldı.
denizlili.net, 10.08.2007
|
İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ OLUZ HÖYÜK'TE
HİTİT UYGARLIĞI'NI ARIYOR
İstanbul Üniversitesi Arkeoloji
Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Şevket Dönmez
başkanlığındaki ekip, Hitit Uygarlığı için önemli
bir yerleşim merkezi olan Doğantepe yakınlarında
bulunan Oluz Höyük'te kazı çalışmalarına başladı.
Amasya'ya yaklaşık 20 kilometre uzaklıkta bulunan,
Hitit Uygarlığı için önemli bir yerleşim yeri olan
ve Hitit Uygarlığı'na ait en önemli eser olan
Fırtına Tanrısı Teşup'un heykelinin bulunduğu yer
olan Doğantepe'ye 5 kilometre yakınlıktaki Oluz
Höyük'te Kültür ve Turizm Bakanlığı DÖSİM Genel
Müdürlüğü ve İstanbul Üniversitesi'nin finanse
ettiği Amasya Valiliği ve Amasya Belediyesi'nin de
destek verdiği 50 bin YTL'lik ödenekli kazı
çalışmaları, İstanbul Üniversitesi Arkeoloji Bölümü
Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Şevket Dönmez
başkanlığındakindaki ekip tarafından başladı.
Yrd. Doç. Dr. Şevket Dönmez'in yanı sıra eşi ve kazı
başkan yardımcısı Yrd. Doç Dr. Emine Dönmez,
Jeofizik Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç.
Dr. Ahmet Fethi Yüksel, Araştırma Görevlisi Oya
Tarhan Bal, 2 arkeolog, 1 sanat tarihçi ve 7
öğrenciden oluşan ekibin çalışmalara 6 Ağustos
tarihinde başladığını söyleyen Yrd. Doç. Dr. Şevket
Dönmez, bu çalışmanın 10 yıllık bir çalışmanın ilk
ayağı olduğunu ve 1 ay sonra bu ilk ayağın
tamamlanacağını ifade etti.
Oluz Höyük kazılarının Amasya'nın ilk üniversite
kazıları olduğunu söyleyen Yrd. Doç. Dr. Şevket
Dönmez, "Yaklaşık 45 dönüm bir alana sahip Oluz
Höyük'te saptanan yüzey buluntularından güçlü bir
Roma Dönemi ve güçlü bir Demir Çağı tabakası ki,
yüzeyde çok sayıda çanak çömlek bulunmakta. Bizim
burada çalışmalarımızın en önemli sebebi olan Hitit
Çağı uygarlığı da bulunuyor. Oluz Höyük
Doğantepe'nin 5 kilometre yakınında bulunuyor.
Doğantepe Hitit Uygarlığı için çok önemli bir
merkezdi, Hititler'e ait en
önemli ve en büyük metal heykel olan Fırtına Tanrısı
Teşup Heykeli de burada bulundu. Doğantepe ile Oluz
Höyük'ün konumsal olarak ilişkisi çok dikkatimizi
çekti, neden birbirlerine yakın olduklarını çözmek
için kazılara başladık" dedi.
Oluz Höyük'te başlayan kazıların 1 ay süreceği
bildirildi.
haberler.com, 09.08.2007
|
SİNAN ÜZERİNE SAÇMASAPAN
Adamın biri otoyolda arabasıyla ters
şeride girmiş. Karşıdan gelenlere rağmen
kararlılıkla ilerlerken, bir yandan da polis
radyosundaki anonsu dinliyormuş: “Bir sürücü
otoyolda ters yönde araç kullanmaktadır. İlgililerin
dikkatine...” Adam kendi kendine başını sallamış;
şaşkınlıkla sormuş: “Allahım, hangi bir sürücü,
hangi biri ters yönde?”
İtiraf ediyorum: Fıkradaki adam benim; otoyolda ters
şeride girdim ve karşıdan gelenlerin durumunu
anlamakta zorlanıyorum. Üstelik sorumlusu olduğum
olaydaki pozisyonum otoyolda yol açtığım aksaklıktan
daha karmaşık. Kısaca özetleyeyim. Bir kitap yazdım:
“Mimarlığın Aktörleri: Türkiye 1900-2000”. GG
tarafından bir ay kadar önce basıldı. Kitap
sözkonusu kurumun halkla ilişkiler şirketi
tarafından basın-yayın organlarına tanıtım amacıyla
iletildi. Kimileri tanıtımını da yaptılar, hatta
değerlendirme yazanlar da oldu. Milliyet gazetesiyse
benimle kitap konusunda bir söyleşi yapmak istedi.
Kabul ettim. Kitabın yazılma nedenlerini de
açıklayan bir konuşma yaptım ve bizzat edite ettim.
Böylece zaten epeyi uzun olan konuşma, birincisi
bilgim dahilinde, ikincisi haricinde olmak üzere iki
kez kısaltılmış oldu. Başlık olarak da konuşmanın en
sansasyonel kesimini bunun oluşturduğu varsayılarak,
kabaca “Tanyeli’ye göre Mimar Sinan kişiliği
muhayyelmiş” gibi bir ifade seçildi. Onu ise ben
belirlemedim. Özetle, konuşma 463 (dörtyüzaltmışüç)
sayfalık bir kitabı kısaca kamuya sunan birbuçuk
daktilo sayfalık bir mini söyleşi hacminde basıldı.
Ne var ki, ben bilmeden ters şeride girmişim. Ertesi
gün önce aynı gazetede çeşitli “mimar
akademisyenler”in ve bir de “mimar”ın itiraz
metinlerini okudum. Yeni Şafak’ta bir köşe yazarı,
görüşlerimin Batılılaşmanın eleştirisine
soyunanların kendilerini nasıl Batılılaşmanın
açmazlarından koparamadıklarına örnek olduğunu beyan
etti. Pekaz kişiye verdiğim e-mail adresime Sinan’ı
anlamaktan aciz olduğum, “yüce kişiliğine” hakaret
ettiğim, böyle büyük başarıları tabii ki yetersiz
aklımla kavrayamayacağım türünden postalar geldi.
Tanıdığım bir genç mimarlık tarihçisi Arkitera’da
Sinan’ı abartmak kadar azımsamanın da problem olduğu
şeklinde bir kısa eleştiri yayımladı. Sinan’a
ilişkin –benim söylediğimin aksine- “üç sayfa”dan
fazla bilgi bulunduğunu, hafif bir deyişle, ima
etti. Uzatmayayım, kervana başka yayın organları ve
–eksik olmasın- Kültür Bakanı bile katıldı. Bir dizi
gazete ve TV kanalından fikir belirtmem için davet
aldım ve ilk ikisi dışında hepsini geri çevirdim.
Şimdi bütün bu kendi gerçek şeridinde ilerleyenlere
–ve dolayısıyla yaşamlarını tehlikeye attığım
kişilere- benim söyleyecek ne sözüm var? Şu kadarını
söyleyeyim: Yazdığım şu 463 sayfalık kitabı okudunuz
mu? Bırakın okumayı, başlığının farkında mısınız?
Kitap, mimarlığın aktörlerinden, yani mimari
etkinliğin içinde rol oynayan modern bireylerden söz
ediyor. Bunu da 20. yüzyıl bağlamında irdeliyor;
çünkü modern mimar kariyeri Türkiye’de bu yüzyılda
ve önceki yüzyılın ikinci yarısında ortaya çıktı.
Ancak, kitabı okuma zahmetine katlananlar, içinde
yalnız mimarların değil, amatörlerden “sokaktaki
adam”a dek her toplumsal aktörün rolü bağlamında
tartışılmaya çalışıldığını görebilirler. Mimar
Sinan, kitabın içinde sadece ve sadece bu ülkede
“modern birey” olarak nitelenebilecek toplumsal
tipin ortaya çıkışı öncesinde yaşamış bir kişi
olarak (bir birey değil) yer tutuyor. Derdim bir
Mimar Sinan monografisi ya da değerlendirmesi yazmak
olmadığı için bu doğal. Değerlendirmeye çalıştığım
Sinan değil, Sinan mimarlığı hiç değil. Kitapta
Sinan, daha erken 20. yüzyıldan başlayarak,
Türkiye’deki mimarlık tarihi yazım alışkanlıkları
içinde “sanki çağdaş bir mimarmış gibi, sanki güncel
bir mimar nasıl çalışır ve düşünürse, öyle çalışır
ve düşünürmüş gibi” anlatıldığı için, öyle tahayyül
edildiği için gündeme taşınıyor. Bu tahayyülün genel
bir toplumsal, ve ne yazık ki, aksini bilen ve
düşünenlerin varlığına karşın, yaygın bir akademik
kabul gördüğüne de kısaca değiniliyor.
Toplumbilim ve historiyografi kavramlarından biraz
haberli herkes geçmişin dünyasına, çalışma
koşullarına, kişilerine vs.’ye bugünkülere benzermiş
gibi yaklaşmanın tehlikelerini bilir. Örneğin, mimar
olsun olmasın, “birey”in ve “özne”nin birer
toplumsal konstrüksiyon olduğunun, her çağ ve yerde
aynen mevcut olmadığının farkındadır. Sinan’ı olduğu
gibi, adını önemsediğimiz ya da önemsemediğimiz bir
“sade” mimarı da anlamak istiyorsak, içinde
yaşadıkları tarih evresindeki o toplumsal kişilik
konstrüksiyonlarından konuşmak zorundayız. Yazdığım
kitap Türkiye özelinde bundan söz ediyor. Çağdaş
dünyada mimarlıktan konuşmak içinse, önce, içinde
önemli önemsiz her toplumsal aktörün rol oynadığı,
herkesin özne olduğu bir üretimden bahsetmenin
zorunlu olduğunu söylemeye çabalıyorum. Aynı
nedenle, kitapta yer alan mimarların bile ancak bir
kesimi tanınmış denebilecek kişiler. Çünkü, orada
anlatılmak istenen şey, fiziksel çevreden, kentten,
yapılardan, mimari-estetik kaliteden önce, yani
mimarlığın nesnelerinden önce, öznelerini görmek
zorunda olduğumuza işaret etmekti. Onları görmek,
tanımlamak, ama ondan da fazla, o modern özneleri
inşa etmek gerekliliğine bir vurgu yaptığım da
söylenebilir.
Peki, madem bu kadar sevilen bir sansasyona odak
oluşturdum, bazı itirazcı akademisyenlerin bile
anlayabileceği kadar yalın bir dille, kısaca
Sinan’ın kişiliğinin neden muhayyel olduğunu
açıklayayım. Önce bir soru: Sinan hakkında bilgi
bulunduğunu söyleyen değerli akademisyenler, bu
bilgilere dayanarak Sinan’ın bir psikolojik
profilini çıkarabilir misiniz? Aşkları, aile yaşamı,
açmazları, yaşadığı duygu ve kariyere ilişkin
zorlukları biliyor musunuz? Çocuklarıyla, astları ve
üstleriyle ilişkileri nasıldı? Daha zorlarını
sorayım: Geç devşirilmiş bir adam olarak
Kayseri’deki Hıristiyan ailesiyle sürdürdüğünü
bildiğimiz bağlantısının nasıl bir kişilik
yarılmasına yol açtığı hakkında konuşabilir misiniz?
Dinini, toplumsal ortamını, etnik aidiyetini
yenilemiş bir 16. yüzyıl üst sınıf Osmanlı’sının
Sinan özelinde ne gibi psişik karmaşalar yaşadığı
konusunda ne diyeceksiniz? Daha kolayını da sorayım:
Geç devşirilmiş, ancak çocukluktan itibaren
Türkçe’yi sadece konuşma dili olarak kullanan bir
Kayserili Hıristiyan köylü çocuğunun Enderun’dan da
geçmemişse, Osmanlıca okuma yazma bildiğine emin
misiniz? Sayın uzman mimar akademisyenler, eminim
uzmanlığınız sayesinde bize şu devşirmelerin
Osmanlıca bilgileri konusunu aydınlatıverirsiniz:
Örneğin, Enderun kökenli Sokollu Mehmet Paşa’nın
bile sarayında suikaste uğradığı sırada neden
katibine kitap okutturmakta olduğunu açıklarsınız.
Acaba, neden elindeki metni Erken Modern Batı
Avrupalı aydınlar gibi sessizce içinden tek başına
okumuyordu da, sesli olarak başkasına okutuyordu
dersiniz?
Yine yanlış anlaşılacağı için biraz daha
açıklayayım: Ben Sinan’ın veya Sokollu’nun Osmanlıca
bilgisini sorgulamıyorum. Sizinkini sorguluyorum.
Osmanlı mimarlığını ve Osmanlı mimarını anlamak
istiyorsanız, çok geç de olsa, önce oturun Osmanlıca
öğrenin. Öğrenin ki, bir 16. yüzyıl Osmanlı’sının
nasıl düşündüğünü anlamaya çalışın. İkincil
kaynaklara dayanmak yerine, çağlarının metinlerine
başvurun. Ancak, bütün bunları yapmayı
becerdiğinizde, elinizdeki veriler yine o insanların
öznelliklerini, psikolojilerini anlamanızı
sağlamayacak. Çünkü, o zaman göreceksiniz ki,
Gelibolulu Ali gibi ender istisnaların varlığına
rağmen, Osmanlı insanının “derin mahremiyet”ine
kolay kolay girilemiyor. Onun içindir ki, Sinan’ın
kişiliği hakkında konuşulamıyor ve sürekli
binalarından bahsediliyor. Sinan hakkında konuşmaya
kalktığınızda sadece yapı analizleri yapıyorsanız,
konuştuğunuz konu Sinan değildir. Çünkü, o yapılarla
onları “yapan” mimar arasındaki öznellik bağını
kuramıyoruz. Oysa, sözgelimi Borromini ile
yapılarının biçimsel özellikleri arasında mimarın
kişiliğiyle, bireyselliğiyle, hatta bunalımlarıyla
bağlantılı ilintiler bulmak mümkün oluyor. Bunu
Sinan için ve daha sayısız Osmanlı mimarı için
yapamıyoruz. Yapamayacağız da... Çünkü, onlar başka
bir toplumsal ortamın, başka bir geleneğin, başka
bir insan kavrayışının, başka bir inanç sisteminin
içinde varlık kazandılar; İtalya’dakiler,
Fransa’dakiler, Japonya’dakilerse başka... Bu
saptama, Sinan’a da, çağına da, adını anmadığımız
başka Osmanlı mimarlarına da değerlerinden hiçbir
şey kaybettirmez. Sadece farklı oldukları anlamına
gelir. Başka hiçbir şey görmüyorsanız, bari bu
farklılığı görün. Ne var ki, bunu görmek için,
herşeyden önce, mimarlık tarihini sadece binalara
baka baka yapılan bir arkitektonik zihin alıştırması
diye düşünmekten vazgeçmek gerekiyor. Örneğin, bir
kelime Osmanlıca okuyamadan, gerekliliğini de aklına
bile getirmeden, yüzlerce sayfalık “yeni” bir
Osmanlı Mimarlığı kitabı yazan Doğan Kuban’ın
çağının kapandığını kabul etmek gerekiyor. Bu
yargımı, gazetelerin görüş sorduğu ve kitabı
okumadan görüş bildiren diğer zevat da aynen
paylaşabilir. Kendilerine saygılar sunuyorum.
Unutmadan şunu da söylemeden geçmeyeceğim: İlber
Ortaylı’ya teşekkür borçluyum. Bana aktarıldığına
göre, atılgan akademisyenlerin aksine, görüş
sorulanlar arasından sadece o, kitabımı okumadığı
için görüş bildiremeyeceğini söylemiş. Bir ülkede
yalnızca bunun için bile birisine şapka çıkartmak
gerekiyorsa, orada akademya hakkında iyimser olmak
zordur.
Bana gelince, ben karşı şeride geçmeye hiç
kalkışmadan ters yönde ilerleyebileceğim kadar
ilerleyeceğim. Akademik adabın bu denli az dikkate
alındığı bir ülkede, düz yoldan gidenlerle aynı
yönde hareket etmemek bile, hatta sadece bu bile,
bazen marifet olabiliyor. Yani, ne yazık ki, bu
ülkede tersten gitmek hem çok daha kolay, hem daha
hızlı, hem de daha ahlaki.
NOT: Kitabımda ne söylemeye çalıştığımı gerçekten
merak edenler, Hakkı Yırtıcı’nın Yeni Mimar’ın
Ağustos sayısında benimle yaptığı konuşmayı
okuyabilirler.
Arkitera, Yazı: Uğur Tanyeli,
09.08.2007
******
'SİNAN ÜZERİNE SAÇMASAPAN'A NAÇİZANE
BİR CEVAP
Eskiden Uğur Tanyeli’nin yazılarını
okuduğumda güzel bir tokat yemiş gibi olurdum. Bir
süredir belki de artık başlamak üzere olan
erişkinliğin (geçkinlik de olabilir) can sıkıcı
deneyimi yüzünden bir derin düşünme ardından büyüyen
karşı düşünceler oluyor kafamda dolanan. Geçtiğimiz
günlerde yayınlanan, okumaktan yine çok zevk aldığım
köşe yazısında kendisini ters yolda giden birisi
olarak anlatırken karşısında gördüğü diğer herkesi
“aynı yönde gidenler” olarak tanımlamış. Oysa onlar
kendi aralarında oldukça ayrılardır sanırım. Hatta
belki de bazılarının - örneğin benim - o yolun
yakınında bile olmadığım söylenebilir. Bu konuda
konuşmayı sürdürmem üzerine birisi “sana ne oluyor,
sen kimsin kardeşim?” diyebilir. Ben uzak bir
coğrafya ve kültürde tarihsel mimaride anlam üzerine
doktora yapmaya çalışırken bir türlü karar
kılamadığı tarihsel nesnesi ansal tesadüfler ve
fikir alışverişleri sonucunda Sinan’a dönüşmüş,
sonra da Sinan üzerine yeni bir üst - anlatı
yazmamak için doktora danışmanıyla kıyasıya mücadele
ederek nihayete erebilmiş körpe bir doktora
mezunuyum. Evet, konumun bir kısmı Sinan fenomeniydi
ama mimarisi değildi. Artık mezun bir amatörüm.
Amatörlüğümü sürdürdüğüm sürece de üretkenliğimi
disipline etmeden yürütebilecek ekmek param olsun
diye çabalayacak kapitalist dünyanın (modası geçmiş)
emek işçilerinden biriyim. Burada yazıyorum çünkü
kendimi ters yönde gidenlerden çok Uğur Tanyeli’ye
yakın hissetmeme karşılık yine de muhafazakarlık
üzerine yazdıklarımdan vazgeçebilmiş değilim.
Öncelikle her fikir belirten kişinin yeni çıkan
kitabına mesafeli duracağına ya da okusalar dahi
anlamayacaklarına dair olmazsa olmaz bir kanaati var
Tanyeli’nin. Fakat örneğin benim özelimde bu doğru
değil. Her belli bir dönemin mimarlık pratiği
üzerine yazılacak kitabın kronolojik-bütünsel ve
evrensel çıkarımların bir toplamı olmayacağını, hele
de Uğur Tanyeli’nin son kitabının bundan çok uzak
olduğunu sadece ismine bakarak öngörüyorum.
“Mimarlığın Aktörleri” bir yirminci yüzyıl mimarlık
veya mimar antolojisinden çok sinematografik bir
bakış açısına işaret ediyordur sanıyorum; aktörler
belli bir zamanda ve mekanda rol alıyorlar ve
mimarlığın toplumsal işlevinde ajan rolü görüyorlar
ama hiçbiri --Sinan gibi-- bir üst-anlatı değil.
Sinan’ın kitaba dahil edilmesinin tamamen amaç ve
beklenti dışı olduğunu da anlamak zor değil.
Ne Sinan ya da Osmanlı fanatiği ne de modernite
düşmanı olmamama rağmen beni son günlerde bu gazete
röportajından sonra ortaya çıkan tepkiler ve olaylar
bir toplam olarak yine de rahatsız ediyor. Sorun
üzerine röportaj yapılan kitabın dönemi ya da ele
aldığı özneler olmaktan çok böyle bir konuda neden
Sinan’ın bir anda ön plana çıktığında yatıyor. Neden
birileri hala Sinan kutsal demek zorunda? Neden
Sinan kutsal demeden Sinan yine de kendini
zamanımıza hasbelkader duyurabilmiş bir tarihsel
kişiliktir diyebilmek bu kadar zor? Tanyeli’nin dün
buna verdiği cevaplar geçmiş hakkındaki iyimser
varsayımlarımızın geçmişin belgelerine olan
cahilliğimizden kaynaklandığı üzerine odaklanıyordu.
Hatta devşirmelerin yetersiz Osmanlıca bilgileri
varsayımından hünerli bir retorikle bugünün
tarihçisinin Osmanlıca bilgisinin kıtlığına geçen
Tanyeli, bu durumda akademya üzerine umut yitirmenin
haklı olacağını söylüyordu.
Ben onun kadar kötümser değilim. Osmanlıca bilmemek
konusunda hermeneutiğin Avrupa’da insan bilimlerine
yayılmasının öncüsü Gadamer’in çevirinin dahi bir
metnin anlamlarını koruyacağına dair belki biraz
naif inancını paylaşıyorum. Öyle olmasaydı kimse
çeviri okumazdı bugün ve dil konusunda zorlanmak
geçmişe sağır olmak için sebep değildir. Yine de bu
Osmanlıca öğrenmeye çabalamamak için bir gerekçe
değil tabi. Hatta Osmanlıca öğrenmenin aşamalarının
bir metnin kendini tamamen bize açmasına öyle kolay
vesile olamadığını tecrübeyle gördüm. Zaten Gadamer
de çeviri üzerine iyimser yazsa bile çeviride yiten
ya da dönüşüme uğrayan anlamlara ve bunun her
okumada sancılı bir süreç olacağına dikkatimizi
ayrıca çekiyordu. Osmanlıca ilgisinin bugün belki de
beraberce yükselen İslam empatisinin/önyargılarının
etkisiyle eskiden olduğundan daha popülerleştiğini
söylemek durumundayım. İlgi duyanlar için herkese
açık kurs modüllerinin olduğu bir kaç web sitesinden
birinin adresini ekliyorum.1
Tanyeli’ye göre Sinan’ı bir kişilik olarak
yorumlamak imkansız. Ben buna katılmıyorum; Sinan’ı
bir kişilik olarak yorumlamak mümkün, fakat onun
geçen yüzyılın başından beri kurgulanan kişilik
olmadığını (Tanyeli’nin çok beğendiğim Sinan
mitolojisi argümanı) kabul etmek bazıları için çok
zor. Psikoloji ve sosyoloji birer bilim olarak
kurulmadan çok önceleri, en fazla da moderniteyi geç
yaşayan kültürlerde insanların kendi duygularına ve
düşüncelerine şimdiki kadar gram gram analiz ederek
kafa yorduklarından şüpheliyim.2
Elbetteki Sinan nişanlısına “ben seni sevme
teorisini senden daha fazla seviyorum, hadi
ayrılalım artık” demiş sonra da platonik aşk üzerine
sayfalar doldurmuş Kierkegaard kadar duygularına
karşı analitik değildir.3 Sinan’ın
aşklarını, korkularını, umutlarını bilmiyor
olabiliriz, ama belki de her şeyin üstünde bir
mahremiyet duygusu bütün bu sayılanlardan daha
hakikiydi Sinan için. Adolf Loos’un dediği gibi
döğme yaptırmak Paris’teki dandi için işlenmiş bir
suçtur belki ama bir Papua yerlisi için yaşam
gerçeğinin parçasıdır ve dolayısıyla suç değildir.
İster zamanda uzak bir insan ister uzak bir kültürün
insanı için olsun yasadığımız aynı yabancılık
duygusu. Mahremiyet duygusu ya da inanç Sinan ya da
başka bir Osmanlı mimarı için Papua yerlisinin
döğmesi gibi işlemiş olabilir. Ya da Sokullu sadece
zorba patronluk derdiyle kendisine bir katip tutmuş
ve ona okutuyor olabilir kitaplarını. Bu yine de
kendi toplumlarında ve tarih sahnesinde birer kişi
olarak ortaya çıkmalarını engellemez ve bu ortaya
çıkış onları birer birey yapar demiyorum.
Nedir o zaman hala Sinan için hazmedemediğimiz?
Cumhuriyetten beri hazırlanan Mimar Sinan mimarisi
monografilerinin karşısına bir de Tezkiretü’l -
Bünyan’ı ve Tuhfetü’l-Mimarin’i koymak lazım. Hatta
sonra bir ayıklama yapmak da gerekebilir: atın
bunlardan doğrulayamadığınız her Sinan varsayımını.
Yakınlarda Amerika’da Sinan’ın otobiyografileri
adıyla bu metinlerin bir karşılaştırmalı çevirisi
yayınlandı.4 Bu metinlerin güya
otobiyografi olduklarına inanmamız için bilginin
ille de Amerika’dan mı geliyor olması lazım? Ne de
olsa Topkapı sarayı müzesi arşivinin kapılarını her
gelene eşit aralamazlar. Ben olsam bu metinlere
birer otobiyografi derken çekinirdim; biyografik
anlatı demek belki de daha doğru çünkü Sinan bunları
başka birisine yazdırmış.
Yazıyı daha fazla uzatmak istemiyorum, buraya kadar
sabrı olup okuyanlara diyecek bir sözüm var; ister
içini altınla dolduralım ister olduğu gibi kalsın,
Sinan bir boş kategori olmayı sürdürdüğü sürece onu
ön - değer (default) alarak üzerinden bugünün
meselelerini tartışan herkes muhafazakar. Tanyeli
belki röportajda bunun kolay düşürülebilinecek bir
tuzak olduğunu farketmemiştir.
Sinan’ı bir boş kategori olmaktan çıkarıp tarih
sahnesine geçmişte yasamış, ölmüş, eski bir
uygarlığa (artık o zaman ne manaya geliyorduysa)
mimarların başı olarak hizmet etmiş, kente getirdiği
suyu evinin önüne de çekmekte sakınca görmemiş,
belki de en beğendiği caminin yakınlarında gömülmek
icin türbesini ölmeden tasavvur etmiş, yaradılışı
düzgün (yani yakışıklı ve parlak), en azından
temsili olarak yirmi yaşlarından sonra sünni bir
müslüman - elit erkek kişilik olarak teslim etmenin
vaktidir. Bütün bunlara ek olarak Kanuni’yi ikna
kabiliyetini üstüste anlatmasından bugünün terimiyle
“karizmatik” olduğu kanaatini de çıkarıyorum ya da
bu konuda yazamadığı bir sıkıntısı vardı. Sürekli
kellesinin derdiyle yaşadığını ve çalıştığını da
biyografik anlatılarından sezinlemek ihtimal
dahilinde.
1 islamharfleri.com/kurs/index.html
2 Bu bahsettiğim durumu bugün kırsal
kesimde ya da kentin modernliğine fazla bulaşmamış
insan topluluklarında da insan bilimlerine ilgili
birisi hala gözlemleyebilir. Örneğin başlarına bir
felaket geldiğinde oturup bir birey gibi üzülmezler
belki ama felaketin tanrılardan ya da Uluru
kayasından geldiğine inandıkları bir ritüelle
kendilerince bir keder içinde savuştururlar
dertlerini. Bunu yaparlarken de birey olamasalar
bile birer kişidirler, sadece kitle değildirler.
3 Søren Kierkegaard, Fear and
Trembling/Repetition, Princeton: Princeton
University Press, 1983.
4 Çevirinin sahipleri Howard Crane ve
Esra Akın, önsöz Gülru Necipoğlu’na ait.
Arkitera, Yazı: Selen Morkoç,
14.08.2007
|
5 - 11 Ağustos 2007
|
GERÇEK BİR ENTELLEKTÜELİ, SAMİH RİFAT'I KAYBETTİK
Yazar, çevirmen,
fotoğrafçı ve mimar Samih Rifat, 4 Ağustos 2007
tarihinde, 62 yaşında hayata veda etti.
Ardında pek çok önemli çeviri, kitap ve fotoğraf
bırakarak...
Türk Dil Kurumu'nun kurucu başkanı Samih Rifat'ın
torunu, Türk şiirinin ilk devrimci hareketi sayılan 'Garip Hareketi'ni başlatan isimlerden Oktay Rifat'ın
oğlu olan Rifat, 1945 yılında İstanbul'da doğdu.
Saint-Benoit Lisesi'ni ve İstanbul Teknik
Üniversitesi Mimarlık Fakültesi'ni bitirdi.
Üniversite yıllarından başlayarak çeviriye yöneldi.
Renè Char, Jacques Prèvert, Andrè Verdet, Jean
Follain, Paul Valèry, Kavafis, Le Corbusier gibi
isimlerden çeviriler yaptı. Yine üniversite
yıllarında fotoğrafçılıkla ilgilendi. '80'li
yıllardan başlayarak çeşitli dergilerde yazdığı
yazılara eşlik eden fotoğrafları yayımlandı;
fotoğraf üzerine yazılar kaleme aldı.
Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık'ta danışman
olarak çalışan, 2000'li yıllarda Koç Kültür Sanat
bünyesindeki K Kitaplığı ve sadece beş sayı çıkan
Aries dergisinde yayın yönetmeni olarak çalışmıştı.
İlk yazısı 1978'de Cumhuriyet gazetesinde çıkan
Rifat'in birçok deneme ve çevirisi Sanat Dünyamız,
Kitap-lık ve P gibi prestijli dergilerde
yayımlanmıştı.
Rifat, edebiyata kuramsal açıdan yaklaşan ilk yapıt
sayılan Aristoteles'in "Poetika"sı başta olmak üzere
onlarca kitabı çarpıcı çevirileriyle Türkçeye
kazandırdı: "Üç Öykü" (Flaubert), "Yüzüncü Ad" (Amin
Maalouf), "Ne Var Ne Yok" (Mayakovski), "Kapadokya
Kaya Kiliselerinde Üç Gün" (Seferis), "Seçme
Şiirler" (Rene Char), "mge ve Sanrı" (Paul
Valery)...
"Akla Kara Arası" adlı kitabıyla fotoğraf yazımına
dair de ne kadar usta olduğunu bir kez daha
gösteren, Türkçedeki en sağlam Herakleitos denemesi
olarak nitelendirilen "Herakleitos - Bir Kapalı Söz
Ustasıyla Buluşma Denemesi"ne imza atan Samih Rifat
iki yıldır kanserle mücadele ediyordu.
TAYHaber, 11.08.2007
|
BİR İHBAR
BAĞDAT CADDESİ'NDE BİR
TARİH YOK OLUYOR
Bağdat Caddesi’ni
süsleyen, birbirinden nadide altmış köşkten 58
tanesi tamamen yokoldu. Çatalçeşme’de bulunan ve ulu
önder Atatürk’ün beş defa ziyaret ettiği Cavit Paşa
Köşkü ise yokolmaya aday son köşk olarak görünüyor.
Bağdat Caddesi’nin Suadiye ile Bostancı arasında
kalan Çatalçeşme durağındaki bu köşk, ünlü Kadıköy
köşklerinden en görkemli olan ikinci köşk olarak
kabul ediliyordu. Dekorasyonunda Avusturya’dan
getirtilen iç mimarların çalıştığı, tavanlarındaki
altın varaklı işlemelerin bugün bile kalabildiği
nadide köşk, ilgililerin sorumsuzluğu yüzünden her
geçen gün biraz daha sona yaklaşıyor.
Köşk'le ilgili ilk ihbar Kadıköy Life Dergisi'nin 2005 yılında yayınlanan üçüncü sayısında ilk kez gündeme getirildi. Geçen hafta sitemize yazan Bilge Baydan ise köşkün durumunun giderek kötüleştiğini bildirdi.
İlk Meclis
Başkanı Tahsin Coşkan'a ait olduğu zannedilen köşkün
şimdiki sahibi Ankaralı Av. Nurettin Daş, Atatürk’ün
Çiftlik Müdürü Tahsin Coşkan’ın damadı. Ve köşkün
arkasında tren yoluna kadar uzanan köşke ait arsaya
15’er katlı 60 daireden oluşan bloklar yaptırmış. Köşk
ise önde, cadde üzerinde bulunuyor.
Köşkün bahçesinde bulunan ve bugün pek çoğu inşaat
nedeniyle yokolmuş asırlık çam ağaçlarından son
kalan üç-beş tanesinden biri kesilmiş ve diğeri de
kurutulmaya çalışılıyor gibi…
Çatısı bu kış uçan köşk ile ilgilenecek bir "Cesur
Yürek" aranıyor.
TAYHaber, Kaynak ve fotoğraflar: Bilge Baydan, Kadıköy Life, 11.08.2007
|
ÇENGELKÖY İSKELESİ'NDE
NELER OLUYOR?
Çengelköy, İstanbul
Boğazı'nın en eski yerleşim yerlerinden biridir.
Vapur iskelesinin kesin yapım tarihi bilinmemekle
birlikte, kaynaklardan 17. yüzyılda burada bir pazar
iskelesi olduğunu öğreniyoruz. 19. yüzyılda ise
iskelenin daha tertipli olduğu biliniyor. Bunun sebeplerinden biri
de 1849 yılında kurulan Şirket-i Hayriye ile
birlikte daha önceden yapılan Boğaz vapur
seferlerinin düzenli hale gelmesi tabii.
Günümüzde kullanılan 172 m2 iskele binası ahşap kaplama olarak inşa edilmiştir, denize kazık çakılarak elde edilen 330,75 m2'lik mahal ise iskele platformu olarak kullanılmaktadır. İstanbul III Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu izni ile yakın bir geçmişte aslına uygun olarak restore edildiği halde son zamanlarda gerek dış zemin ve cephede gerekse iç duvarlarda gözle görünür bir tahribat söz konusuydu. Geçtiğimiz hafta kimin yaptırdığı belli olmayan bir tadilat başladı. Ancak biz bu satırları yazarken korkarız çoktan tahribata dönüştü. Gördüğünüz fotoğraflardan da anlaşılacağı gibi herhangi bir tabela yok. İşin sahibi kim belli değil. İDO mu, İBB mi, mahalle esnafı para mı topladı anlaşılır gibi değil. Ancak, kimsenin aklına Koruma Kurulu'na başvurmak gelmemiş belli ki. İçerde hummalı bir zemin çalışması var, yeni mermerler döşenmiş, cilaları yapılıyor, dışarıda ahşap boya yer yer kazınıyor, iskele çevresindeki tüm zemin hak ile yeksan olmuş, el arabaları dolusu moloz çıkıyor gibi tipik acele tadilat/tamirat görüntüleri.
Restorasyon, tadilat ve
tamirat arasındaki farkları öğrenmek için bir
sözlüğe bakmak yeter. Ancak şüphesiz işin bir
sahibinin olması gerek öncelikle. O işin sahibinin,
sahip olduğumuz değerlerin farkında olması, anlaması
ve koruması da gerek. Korumak için neler yapılması
gerektiğini bilecek insanlar da gerek. Bilenlerin
uygulamaları denetlemesi de gerek. İşte bütün bu
gereklilikler fazla olduğundan biri "şurayı
toparlayın" deyince ortaya çıkan manzara da bu
gördükleriniz.... Fazla söze gerek yok....
Kaynak: Çiğdem Aksu,
“Çengelköy”, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi,
II., 1994 - sirketihayriye.com
TAYHaber, Ayşe Didem
Bayvas, 11.08.2007
|
AKÇAKALE KALESİ'NDE KAZI
ÇALIŞMASI
Trabzon'un Akçaabat
İlçesi'ne bağlı Akçakale beldesinde bulunan Akçakale
Kalesi'nde yürütülen kurtarma kazısı kapsamında,
iskelet ve Bizans seramiklerinin ardından Osmanlı
dönemine ait çok sayıda top güllesi bulundu.
1297-1300 yılları
arasında İmparator II. Aleksios tarafından
Selçuklulardan korunmak amacıyla yaptırılan,
Trabzon'un fethinden sonra 7 yıl direnen ve Fatih
Sultan Mehmet'in komutanı Mahmut Paşa tarafından
1468 yılında ele geçirilen Akçakale Kalesi'nde,
Trabzon Müzeler Müdürü Nilgün Yılmazer
başkanlığında, arkeolog Muammer Apaydın ve sanat
tarihi uzmanı Ali Fatih Akçay tarafından 19 Temmuz'da
başlatılan kazı sürüyor.
Çalışmaların ilk
günlerinde güney kısmında 4 iskelet ve kemik
parçaları çıkarılan kalenin kuzey kısmında
yoğunlaştırılan çalışmalarda ise Bizans seramiği
parçalarının yanı sıra çok sayıda üst üste dizilmiş
Osmanlı dönemine ait top güllesi bulundu.
Doğu Karadeniz'de
kurtarma kazılarının pek yapılmadığını, bu bakımdan
Akçakale Kalesi'ndeki çalışmaların çok önemli
olduğunu dile getiren Yılmazer, "Çalışmaların ilk
günlerinde kalenin güney kısmında yürüttüğümüz
kazılarda iskelet ve kemik parçaları bulunmuştu.
Savunma amaçlı kurulan kalede tehlikenin denizden
geleceği gerçeğinden hareketle çalışmaları kuzey
kısmında yoğunlaştırdık. Bu kısımdaki çalışmalarda
Bizans seramiklerinin yanı sıra üst üste dizilmiş,
sıralı halde çok sayıda Osmanlı dönemine ait top
güllesi bulduk" dedi.
Kalenin yıllarca
bakımsız kaldığını, kale sahasında defineciler
tarafından kaçak kazılar yapıldığını, tarla olarak
kullanıldığını ifade eden Nilgün Yılmazer, "Bu
bakımdan top güllelerinin hiç bozulmamış olarak
bulunması çok önemli. Top gülleleri yaklaşık toprak
zeminden 40 metre aşağıda bulundu. Zemine bu kadar
yakın bir mesafedeki top güllelerinin defineciler
tarafından bulunmamış olması, tahrip edilmemesi
bizim için büyük bir şans" diye konuştu.
Yılmazer, güllelerin
bulunduğu alanın cephanelik ya da dökümhane
olabileceğini de kaydederek, kalenin kuzey kısmından
top çıkarılma ihtimali olduğunu da söyledi.
Trt/Haber, 11.08.2007
|
TİTANİK KAŞİFİ ROMA
BATIĞI İÇİN GELDİ
İlk yolculuğunda
buzdağına çarparak sulara gömülen ünlü transatlantik
Titanik'in batığını bulan Dr. Robert Ballard,
Yalıkavak Roma Batığı ile ilgili araştırma yapmak
için Bodrum'a geldi.
Dr. Robert Ballard, Sualtı Arkeoloji Enstitüsü
(Institute of Nautical Archaeology-INA) ile
Bodrum'daki "Yalıkavak Roma Batığı" ile ilgili
araştırma yapacak. INA Türkiye Temsilcisi Tufan
Turanlı, Dr. Robert Ballard'ın enstitünün yönetim
kurulu üyeliğine getirildiğini ve bundan sonra
birlikte çalışacaklarını bildirdi. İlk olarak
Bodrum'un Yalıkavak beldesinde MÖ 1. yüzyıla ait
"Yalıkavak Roma Batığı"nda araştırma yapmayı
planladıklarını belirten Tufanlı, "Bu batığın şarap
yüklü olduğunu düşünüyoruz. Batığın araştırılmasında
30 kişilik bir ekip çalışacak. Çalışmalar 50 metre
derinlikte yapılacağı için güvenlik açısından fazla
dalgıç kullanmayacağız. Daha çok teknolojiyi ön
plana çıkarmayı amaçlıyoruz. 25 metre uzunluğundaki
batıkta yapılacak çalışmalarda daha çok robotlar
kullanılacak" dedi. Ballard'ın, denizin 4-5 bin
metre derinliğinde çalışmalar yapabilen büyük bir
araştırmacı olduğunu ifade eden Turanlı, Ballard'ın
çalışmalarında üstün teknoloji kullanıldığını
söyledi.
INA'nın, dünyanın derin veya sığ suda araştırma
teknolojisinde önemli bir noktaya geldiğini belirten
Dr. Robert Ballard da konuşmasında Bodrum'daki
çalışmayla ilgili şu bilgileri verdi: "Yalıkavak'ta
kıymetli bir batık var. Batık, Roma dönemine ait
olduğu için ayrı bir öneme sahip. Bu kazıda
çektiğimiz görüntüler, dünyanın çeşitli yerlerindeki
çok sayıda çocuğa gönderilecek. Bunun amacı,
çocukları kazı yapmak anlamında heyecanlandırmak ve
ilgilerini çekmek. ABD'de 1,5 milyon çocuğa ulaşmayı
amaçlıyoruz. Bugün başka bir çalışma için NATO
gemisiyle Karadeniz'e açılacağız. Daha sonra
Yalıkavak'a geleceğiz. Gemide, suyun altında
mükemmel görüntüler alabilen robotlar var. Suyun
altında çalışmalar yapılırken bu robotlar
çalışmaları görüntüleyecek ve marinaya kurulacak bir
sistem sayesinde çalışmalar ekranlardan
izlenebilecek" Ballard'ın asistanı Dr. Britget
Buxton da Yalıkavak'taki batıkta şarap şişeleri
bulunduğunu, bunun da Romalıların Yalıkavak Koyu'na
barış için geldiklerini gösterdiğini söyledi. Dr.
Buxton "Bu batığı ortaya çıkardığımız zaman
Romalıların üstün gemi yapma tekniklerinin tüm
sırlarını çözebileceğiz" dedi.
Haber Ekspres,
11.08.2007
|
|
III. NAPOLYON'UN SİLAHI
TEKSAS'TA
Amerikan Federal
Soruşturma Bürosu (FBI),
II. Dünya Savaşı sırasında, Alman işgali altındaki
Paris'te Silah Müzesi'nden çalınan 3. Napolyon'a ait
bir silahı, Teksaslı bir özel silah
koleksiyoncusunda buldu.
Teksas'a bağlı San
Antonio'da yaşayan bir koleksiyoncunun, ustası
Louis-Julien Gastinne-Renette tarafından Mart
1853'te Fransız İmparatoru için özel yapılan silahı,
1980'li yılların sonunda satın alındığını
söyleniyor. Koleksiyoncunun, paha biçilmez değerdeki
silahı satın aldığında çalıntı olduğunu bilmediği,
öğrendiğindeyse silahı Fransız yetkililere satma
girişiminde bulunmadığı açıklandı. Koleksiyoncu,
silahı internette satmaya niyetlenince yakalandı.
Fransız yetkililerin, müzeden Alman askerlerince
çalındığı sanılan silahın satılmaya çalışıldığını
FBI'a bildirmesiyle olay su yüzüne çıktı. El yapımı
silahın namlusunda yaprak deseni var
Radikal, Fotoğraf: AFP,
11.08.2007
|
ROMA'DA TARİH KÜLE DÖNDÜ
Fellini'nin 'Dolce Vita'
(1960), 'Amarcord' (1973) ve 'Satyricon' (1969) gibi
filmlerinin çekildiği ve nisan ayında 70'inci yılını
kutlayan Roma'daki Cinecitta Stüdyoları'nda yangın
çıktı. Kısa devre yüzünden çıkan yangında 2 bin
metrekarelik depodaki dekorlar kül oldu. Görgü
tanıklarının ifadesine göre 40 metreyi bulan
alevlerin sardığı depoda aralarında dev bütçeli
'Roma' filminin de olduğu birçok filmin dekoru
bulunuyordu. İyi haber ise aralarında William
Wyler'in 'Ben Hur' filminin (1958) olduğu bazı
filmlerin dekorlarının kurtarılmış olması.
Radikal, 11.08.2007
|
ÇALINAN 2 PARÇA ÇİNİ
LONDRA'DA
İstanbul Yeni Cami
Hünkar Kasrı'ndan 20 Ocak 2003'te çalınan 2 çini
pano, Londra'da düzenlenen bir müzayedenin
internetteki kataloğunda bulundu. Vakıflar Genel
Müdürü Yusuf Beyazıt, Interpol ile yapılan
işbirliğinin sonuçlandığını, Londra polis
makamlarınca çinilerin iadesine karar verildiğini
söyledi.
Hünkar Kasrı'ndan çok sayıda çini pano çalındığını
belirten Beyazıt, çalınan eserlerden ikisi hariç
diğerlerinin bulunduğunu söyledi. Beyazıt, 24
karoluk İznik çinisinin, Sotheby's Müzayede Evi'nde
satışa sunulduğunun tespit edildiğini kaydetti.
Milliyet, 11.08.2007
|
|
|
SULTAN ABDÜLHAMDİ'İN 'AV KÖŞKÜ' GICIR GICIR
Ümraniye’de bulunan Sultan Abdülhamid Han’ın kullandığı tarihî Hekimbaşı Av Köşkü, 7 yıl süren restorasyonun ardından tıpkı ilk günkü gibi... İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı tarafından yenilenen köşk, tarih meraklılarının ziyaretlerini bekliyor. Sultan Abdülaziz’in av köşkü ya da oğlu Yusuf İzzettin’in ev köşkü olarak da bilinen tarihî eser, Ümraniye’nin Hekimbaşı mevkiinde yeşil bir doğal parkın içinde bulunuyor. İtalyan Rönesans’ı tarzında Hekimbaşızadeler tarafından 1881’de Mimar Sarkis Balyan’a yaptırılmış. 3 kattan oluşan köşkte bir adet merdiven kulesi de bulunuyor.
Türkiye Gazetesi, Haber: İnan Arvas, 11.08.2007
|
MÜZELİK SEKA
Kocaeli Büyükşehir Belediyesi ile TÜBİTAK, Seka
Park içinde ortaklaşa yapacağı bilim merkezi
çalışmalarını sürdürüyor. Yapılan toplantıların
ardından bilim adamları arazi içindeki eski fabrika
binaları ile cihazları nasıl
değerlendirebileceklerini araştırdı. İçinde
Amerikalı bilim adamlarının da bulunduğu TÜBİTAK
heyeti, Seka arazisi içindeki binaları tek tek
dolaşıp, keşif yaptı.
Seka arazisini kent insanının hizmetine sunan
Büyükşehir Belediyesi, arazi içindeki binaları da
aslına uygun olarak değerlendirme çalışmalarını
sürdürüyor. Seka Park içinde TÜBİTAK ile ortak bilim
merkezi kurma çalışmalarında, heyet üyeleri arazi
içindeki binaları ve fabrikalardaki cihazları
inceledi. Büyükşehir Belediyesi Başkan Danışmanı
Erkan Ayan’ın eşlik ettiği heyet, binaların ve
cihazların nasıl değerlendirilebileceği konusuna
karar verecek. TÜBİTAK danışmanları Wayne Labar,
Ellie Marie Lynch, Constans Clemens, Tübitak Bilim
Merkezleri Koordinatörü Fulya Coşkun, Tübitak Bilim
ve Toplum Uzmanları Korkut Demirtaş ve Müge Şener,
daha önce fueloil depolarının, sanat merkezi olarak
kullanılabileceğini söyledi. Ayrıca binalardaki bazı
bölümlerin kafeye dönüştürülebileceği, açık
alanların ise sergi alanı olarak
değerlendirilebileceği de dile getirildi. Fabrika
binaları müzeye dönüştürülecek ve içindeki makineler
ise oluşturulacak müzede sergilenecek.
Amerikalı bilim adamları, yapacakları çalışma
için sanayiciler, Kocaeli Üniversitesi ve Gebze
Yüksek Teknoloji Enstitüsü uzmanlarının görüşlerini
almak istediklerini ifade etti. Bilim merkezinin
şekillenmesi, bütün görüşler alındıktan sonra
gerçekleşecek. Bu sayede bilim merkezi her görüşü
yansıtan bir eser olacak. Seka’nın Sekapark alanının
üst kısmındaki bölüm, yapılacak bu çalışmayla çok
farklı biçimde kent insanının kullanımına sunulacak.
Özgür Kocaeli, 10.08.2007
****
TAY Bilgi:
Seka İzmit Kağıt
Fabrikası: Genç Cumhuriyet’in yeni fabrikaları
peş peşe açtığı yıllarda açılır İzmit Kağıt
Fabrikası. Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemi ile
Cumhuriyet’in ilk yıllarında ülkemizde kullanılan
kağıtlar, ithal edilen ve yurdumuzda işlenen
kağıtlardır. Fransa’da Grenoble Üniversitesi Fransız
Kağıt Mühendisliği Okulu’ndan mezun olan genç bir
mühendis yurda döndükten sonra, ülkemizde kağıt
sanayiinin kurulması için, sabırla bu idealini
gerçekleştirmek için çalışır. İsmi Cumhuriyet
tarihine yazılacak olan bu genç mühendis Mehmet Ali
Kağıtçı’dır.
Yerli kağıdı üretecek
modern bir kağıt fabrikasının kurulması, İzmit Kağıt
Fabrikası’nın kuruluşundan önce 1930’larda gündeme
gelir. Mehmet Ali Kağıtçı’nın uğraşları sonuç verir.
Önce Tekel Bakanlığı’nın ihtiyaçlarını karşılamak
için bir kağıt fabrikası kurulması düşünülür.
Ancak böyle bir
fabrikanın mutlaka zarar edeceği yolunda yazılar
yazılıp karşı bir kamuoyu oluşunca hükümet dosyayı
kaldırır. Yerli kağıt üretimini destekleyenlerin
itirazları yükseldiğinde konu Atatürk’ün masasına
gelmiştir. Başbakan İsmet İnönü ve bakanlar ile
yapılan bir toplantı sonucunda hükümetin elindeki
verilerle böyle bir fabrikanın başarılı olamayacağı
sonucuna varılır. Ve Atatürk, “Cumhuriyet
Hükümetinin kuracağı bir fabrikanın zarar etmesi
kötü örnek olur. Ümit kırar. Bırakalım” der. Bir
süreliğine bu konu kapanmıştır...
O günlerde İş
Bankası’nın başında bulunan Celal Bayar, böyle bir
fabrikanın zarar etmeyeceğine inanmaktadır. Mehmet
Ali Kağıtçı Ankara’ya çağırılır. Bayar kendisini
dinler ve karar verir; kağıt fabrikası kurulacaktır.
Ülkemizde kağıt, karton, ambalaj kağıdı, gazete
kağıdı ve sigara kağıdı üretecek bir fabrikanın
projeleri Mehmet Ali Kağıtçı’nın yönetiminde
hazırlanmaya başlanır.
Bir süre sonra Celal Bayar İktisat Bakanı olur ve
kağıt fabrikası projesini kurulacak olan
Sümerbank’ın, yani devletin üstlenmesini uygun
görür. 3 Haziran 1933’te Sümerbank kurulur. Birinci
Sanayi Planı’nda yer alan kağıt fabrikası için
çalışmalar başlar. Mehmet Ali Kağıtçı Sümerbank’ta
işbaşı yapar. Ve kağıt fabrikası için uygun yer
aranmaya başlanır. Bir kağıt fabrikası için gerekli
alt yapının; kömürün, suyun ve işçinin bulunduğu ve
gerek ham maddenin gerekse de mamul maddenin en
kolay nakledileceği kent olarak, İzmit seçilir.
İzmit Sümerbank Selüloz
ve Kağıt Fabrikası’nın temeli 14 Ağustos 1934’te
Başbakan İsmet İnönü tarafından atılır. Fabrikanın
tesisi için kuruluş hazırlıkları, bizzat daha sonra
fabrikanın müdürü olacak olan Mehmet Ali Kağıtçı
tarafından yürütülür. Toplam değeri 30.400 lira olan
ve 121.864 metrekare arazi üzerine kurulacak olan
İzmit Kağıt Fabrikası, iki ana birimden oluşacaktır:
Kağıt fabrikası ve mekanik hamur ünitesi. Ayrıca güç
santralı, hizmet binaları, kazan dairesi ve
tamirhane gibi bölümler de fabrika ek binaları
olarak inşa edilecektir.
1934 yılında başlayan
fabrika kuruluş çalışmaları çeşitli nedenlerle aksar
ve fabrika inşaatı ancak 1936 Ocak ayı sonunda
tamamlanabilir. Fabrika deneme üretimini ise 18
Nisan 1936’da yapar. Dönemin İktisat Bakanı Celal
Bayar 6 Kasım 1936’da izmit Kağıt Fabrikası’nı
törenle açar. Ankara ve İstanbul’dan gelen “iki uzun
tren dolusu” davetlinin katılımıyla yapılır açılış
töreni.
Gelelim ilk üretilen
kağıdın öyküsüne. 1930’lu yılların Türkiye’sinde
ekonomik koşulların güçlüğüne, olanakların
kısıtlılığına rağmen başarılan bu üretim, gerek
izmit’te gerekse de bütün yurtta büyük bir sevince
neden olur. Cumhuriyet’in İlk kağıt fabrikası olan
İzmit Kağıt Fabrikası’nda üretilen ilk kağıdın
öyküsünü o günün tanıklarından birisi olan Cevdet
Baysal’dan aktaralım. 1 Mayıs 1966 tarihli ‘Seka
Postası’nda “ilk Türk Kağıdı Nasıl Çıkmıştı?”
başlıklı yazısında Cevdet Baysal, o günü şöyle
anlatıyor:
“O gün bir Cumartesi
idi. Kağıt fabrikamızın kurucusu ve ilk müdürü Sayın
Mehmed Ali Kağıtçı, bana müjdeyi birkaç gün önce
vermişti. Müjdeyi alır almaz, İstanbul’da çıkan
Cumhuriyet, Son Posta, Vakit, Milliyet, Ankara’da
Hakimiyet-i Milliye (Ulus) gazetelerine, ‘Kağıt
fabrikası ilk tecrübe imalatına Nisan’da başlıyor’
diye haber vermiştim. Anadolu Ajansı da haberi
yayınlamıştı.
18 Nisan 1936 Cumartesi
günü, ilk Türk kağıdına saat 15.03’te kavuşmuştuk.
Mütevazı bir tören yapılmıştı. Bu törende o zamanki
Kocaeli Valisi Hamit Oskay, Belediye Başkanı
rahmetli Kemal Öz, Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı
rahmetli Nail Töre, Mehmed Ali Kağıtçı, Dr. Heller,
Sefa Ülgen ve şehrin ileri gelenleri bulunmuştu.
Herkeste bir heyecan vardı. Kağıt hamurları
keçelerin üzerinden su halinde geçerken, bu sulu
madde nasıl kağıt olacak diye merak içindeydi.
Beyaz beyaz, çarşaf
çarşaf kağıtlar bobinlere sarılırken o buhar
dumanının içinde gözlerde sevinç yaşları vardı.
Davetliler Mehmed Ali Kağıtçı’yı tebrik ediyordu.
İlk Türk kağıdını alıp yüzüne gözüne sürüyor, hatıra
olarak saklıyordu. İlk Türk kağıdı 70 gramlık mat
bir kağıttı. Üzerine şöyle yazmıştım: İzmit 18 Nisan
1936 saat 15.03 ilk kağıdımıza kavuşma hatırası.”
Sözü, yerli kağıdın yeni
kurulan fabrikanın modern makinelerinden çıktığı o
anı anlatmak üzere, Cumhuriyet tarihinin ilk kağıt
fabrikasının kurulması için yıllarca mücadele veren,
yazılar yazan, konferanslarda kağıt sanayiimizin
geleceğini anlatan Mehmet Ali Kağıtçı’ya bırakalım.
Mehmet Ali Kağıtçı’nın kaleme aldığı 1974’te
yayınlanan ‘Kağıtçılığımız’ adlı kitaptan birlikte
okuyoruz:
“18 Nisan 1936 Cumartesi günü saat 14.30’da 1
numaralı Kağıt makinamızdan elde ettiğim ilk kağıt
sahifası, uğruna yıllarca mücadele ettiğim idealime
kavuşmanın bir belgesi idi. O mutlu andaki sevinçli
heyecanımı, bugün de aynı tazelik ve şiddetle
hissetmekteyim.”
Sanırız Cevdet Baysal,
saatte yanılmış çünkü Mehmet Ali Kağıtçı başka
yazılarında da saati 14.30 olarak belirtiyor...
Gazetelerde İzmit’te
üretilen bu ilk yerli kağıt üzerine haberler
yayınlanır, köşe yazarları köşelerini bu müjdeli
habere ayırır. Bunlardan biri de Peyami Safa’dır. 21
Nisan 1936 tarihli Cumhuriyet gazetesinde yayınlanan
‘Kağıt’ başlıklı makalesinde şunları yazar Peyami
Safa: “İzmit Kağıt Fabrikası iki gün evvel yerli
kağıdı çıkardı. Ekmeksiz yaşaması mümkün olduğu
halde kağıtsız yaşama imkanı olmayan meslek için,
yani mesleğimiz için 18 Nisan bir kağıt bayramı günü
sayılmaya değer. Kağıt bizim her şeyimizdir. Bütün
bilgimizi onunla aldık, gene onunla veriyoruz.
Kağıdın aziz delaleti olmasaydı ne öğrenebilir ne de
öğretebilirdik; ne haber alabilir ne verebilirdik.
Kağıt medeniyetin derisidir, İzmit Kağıt
Fabrikası’nda yeni Türk kültürünün nesci (dokusu)
dokunuyor”
Atatürk’ün izmit Kağıt
Fabrikası’nda üretilen yerli kağıtta basılan 19
Mayıs 1936 tarihli Ulus gazetesinin bayram ekini
incelediğinde söylediği şu söz, izmit Kağıt
Fabrıkası’nın bunca yıllık tarihinin belki de özeti
idi: “Medeniyet hamuru...”
Kaynak: Popüler Tarih Dergisi
Mart 2005
|
TÜRK SERAMİK SANATI BU SERGİDE
Mimar Sinan Güzel
Sanatlar Üniversitesi, Seramik ve Cam Tasarımı
Bölümü 'Türk Seramik Sanatı' adı altında bugüne dek
yapılmış en geniş kapsamlı seramik sergisine ev
sahipliği yapacak.
3. Boyut Proje Üretim
Merkezi işbirliğiyle gerçekleştirilecek sergi 6-30
Eylül tarihleri arasında Mimar Sinan Güzel Sanatlar
Üniversitesi Tophane-i Amire Kültür ve Sanat
Merkezi'nde gerçekleştirilecek. Sergide yer alacak
sanatçı ve eserlerse Anadolu Üniversitesi, Dokuz
Eylül Üniversitesi, Hacettepe Üniversitesi, Marmara
Üniversitesi ve Mimar Sinan Güzel Sanatlar
Üniversitesi Seramik Bölüm Başkanlarının da yer
alacağı bir danışma kuruluyla belirlenecek.
Radikal, 10.08.2007
|
TARİHİ CADDE İÇİN DERNEK KURDULAR
Diyarbakır
tarihi kadar eski olan Gazi Caddesi'nin korunması ve
yaşatılması için dernek kuruldu.
Dernek yöneticileri Gazi Caddesi'nin sorunlarının
çözülmesi ve en kısa zamanda turizme kazandırılması
için çalışacak. Gazi Caddesi esnafıyla yapılan
bilinçlendirme toplantıları sonuç verdi.
Başkanlığını esnaf İrfan Nergiz'in yaptığı Gazi
Caddesi Güzelleştirme ve Yaşatma Derneği kuruldu.
Gazi Caddesi ve Yenikapı Sokak Rehabilitasyon
Projesi Koordinasyon Kurulu tarafından Paşa
Hamamı-Yenikapı ve Balıkçılarbaşı-Mardinkapı
arasındaki bölgenin projelendirme çalışması için
Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi'nin de üyesi olduğu
Tarihi Kentler Birliği'nden destek istendi.
Zaman, Haber: Mehmet Gökçe, 09.08.2007
|
KORUMA KURULU'NDA İŞ ÇOK, PERSONEL YOK
Kocaeli Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma
Bölge Kurulu, bilindiği gibi kısa bir süre önce
kuruldu. Tarihi Gar Binası’nın ikinci katında
kendilerine yer bulan kurulun müdürlüğünü vekaleten
arkeolog Taner Aksoy yürütüyor. Yoğun iş temposuna
rağmen, kurul 4 geçici personelle sorumluluklarını
yerine getirmeye çalışıyor.
Kocaeli ile birlikte kurul, Yalova, Düzce ve Sakarya
illerindeki kültür ve tabiat varlıklarını tespit
etme, taşınmaz bu varlıklarla ilgili çalışma yapma
yetkisine sahip. Kurul, bu alanlardaki tüm yapı ve
doğa kentsel arkeolojik sit bölgelerini ilan etmek
ve bu alanlardaki uygulamalarla ilgili kararları
vermekle de sorumlu.
Kocaeli Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma
Bölge Müdürlüğü’nde 10 kadro bulunuyor. Ancak, bir
kadrolu bekçinin dışında başka illerden geçici
görevle 2 arkeolog, bir şehir plancısı, Özel
İdare’den bir memur ile bir hizmetli görev yapıyor.
300 dosyanın incelemeye alındığı kuruldan, 1 Haziran
tarihine kadar 106 dosya kuruldan çıktı. Ancak,
sürekli yeni dosyalar, incelenmesi gereken konular
geliyor.
Kurula, Bakanlık tarafından yeni personel atandığı
yolunda sözler dolaşmasına rağmen, gelip göreve
b.aşlayan henüz kimse bulunmuyor.
Kocaeli Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge
Kurulu’na en az iki arkeolog, bir şehir plancısı, bir
mimar, 2 memur ve bir hizmetlinin kadrolu olarak
atanması gerekiyor.
İzmit 50.Yıl İlköğretim Okulu’nun karşısında
bulunan, eski Askeri Savcılık binası olarak
kullanılan Redif Binası’nda başlatılan restorasyon
çalışmaları da Koruma Kurulu’nun denetimi altında.
İl Özel İdaresi tarafından, 15.Piyade Tümen ile
birlikte başlatılan çalışmada binanın şubat ayında
rölövesi bitmiş, tarihi binanın restorasyon ve
restitüsyon projelerinin hazırlanması bekleniyor.
Mimar Gülhan Dilven’in projesini çizdiği Redif
Binası ile ilgili geçen salı günü toplanan kurul,
gerekli inceleme sonrası bazı kararlar aldı. Projede
bazı eksikler olduğu gözlenirken, bunlarla ilgili
inceleme ve düzenleme yapılacak. Kurulun onayı
sonrası, Redif Binası’nda çalışmalar yeniden
hızlanacak. Kurulda, mimar olmamasından kaynaklanan
sıkıntılar ve işlerin gecikmesinin önüne geçmek için
biran önce mimar ataması yapılması gerektiği
hatırlatıldı.
Özgür Kocaeli, 10.08.2007
|
TARİHİ ÇARŞI YENİLENİYOR
Bursa'da Hanlar Bölgesi'ni sağlıklaştırma projesi
kapsamında Uzun Çarşı'ya modern uzay çatı yaparak
tarihi bölgeyi pazaryeri görünümünden kurtaran
Osmangazi Belediyesi, benzer çalışmayı Ertaş Çarşısı
için de hayata geçiriyor.
Bursa'da yaklaşık 5 asırdır ticaret yapılan Ertaş
Çarşısı'nda yürütülen çalışmaları yerinde inceleyen
Osmangazi Belediye Başkanı Recep Altepe, çarşının
üstündeki yenileme ve cephe düzenleme işlemlerinin
hızla ilerlediğini söyledi.
Proje kapsamında tarihi çarşının üstünün geleneksel
mimariyle bütünleşen modern bir çatıyla örtüleceğini
ifade eden Altepe, çarşının yer döşemeleri ve
cephelerinin de bu kapsamda elden geçirileceğini,
dükkanların kepenklerinin tamamen ahşap olarak
düzenleneceğini, zemindeki asfaltın da sökülerek,
yerine tarihi dokuya uygun bir malzeme döşeneceğini
bildirdi.
Yıllardır harabe görünümünde olan Ertaş Çarşısı'nın
Bursa'ya yakışmadığını belirten Başkan Altepe,
"Çarşının çürük çatısının tamamı söküldü. Anıtlar
Kurulu'nun da hemen kabul ettiği projeyi uygulamaya
başladık. Ahşap konstrüksiyonlu, her noktası özel
tasarlanmış, modern bir çatı yapılıyor. Çatı, her
yönüyle yeniden düzenlenecek" dedi.
Çatı sisteminin ahşap üzerine cam kaplama olarak
yapılacağını ifade eden Altepe, "800 metrekarelik
cam çatı, çarşıyı hem güneş ışınlarının zararlı
etkilerinden hem de yağmur ve kardan koruyacak. Yıl
sonuna kadar tamamlanması hedeflenen proje,
belediyemize yaklaşık 2.5 milyon YTL'ye mal olacak.
Çalışmalar, çarşı esnafı ve vatandaşların rahatsız
olmaması için saat 21.00'den sonra yürütülüyor"
şeklinde konuştu.
Bursa Hakimiyet, 10.08.2007
|
APOLLON TAPINAĞI'NDA KONSERE SERT ELEŞTİRİ
Aydın'ın Didim İlçesi'nde önceki akşam Ulusal Gençlik
Senfoni Orkestrası'nın verdiği konser, kazı
çalışmalarını yürüten Alman arkeolog Dorothea
Mauerna ile Didim Kültür Mirasını Koruma Derneği
Başkanı Mustafa Şentürk'ün tepkisine neden oldu.
Mauerna, kazı alanında konser düzenlenmesine anlam
veremediklerini, bu konserlerin kazı sahasına zarar
verdiğini öne sürdü.
Her konser sonrası alkollü ve alkolsüz içki
şişelerin kazı alanında diğer çöplerle çok kötü bir
görüntü kirliliği yarattığını belirten Mauerna şöyle
konuştu:
"Konsere gelen izleyicilerin tuvalet
ihtiyaçlarını gelişigüzel sütun ve duvar diplerine
yaptıklarını görmek bizi olumsuz etkiliyor. Alman
kazı heyeti olarak Kültür ve Turizm Bakanlığı'na bu
koşullar altında konser verilemeyeceğini iletmemize
rağmen, anlayamadığımız şekilde konserlere izin
verildiğini üzüntüyle izlemekteyiz."
Şentürk de geçen yıl caz, rock ve diğer müzik
türlerinde özel sektörlerin de katkılarıyla
düzenlenen konserlerde, 300 kişilik olmasına rağmen
3 bin kişinin kazı alanına girdiğini ve sütunların
zarar gördüğünü ifade etti. Kazı sahasında hiçbir
önlem alınmadığını bildiren Şentürk, ellerinde
konser düzenlenmeyeceğine dair karar olmasına rağmen
yine konserlere başlandığını öne sürdü.
Aydın İl Kültür ve Turizm Müdürü Nuri Aktakka de
Apollon Tapınağı'nda düzenlenen konserin izin
dahilinde yapıldığını, izni de Milet Müze
Müdürlüğü'nün verdiğini belirtti. Aktakka, konserin
düzenlenmesi için kazı başkanının izninin olması
gerektiğini de sözlerine ekledi.
Batı Anadolu kıyılarının en etkileyici bağımsız
anıtı kabul edilen Apollon Tapınağı'nı her yıl
yüzlerce yerli ve yabancı turist ziyaret ediyor.
Birçoğu 1858'de British Museum'a götürülen tapınağa
ait heykellerin MÖ 6. yüzyılda yapıldığı biliniyor.
Bu arada, önceki gece verilen konseri, 300 kişilik
kapasiteye rağmen 600 kişi izledi. 1 saat süren
konser sonunda, kazı alanında oluşan çöp yığınları
zabıta ekipleri tarafından toplandı.
Milliyet, 10.08.2007
|
İMPARATOR HADRIAN'IN DEV
HEYKELİ
Güneybatı Anadolu’da,
Sagalassos antik kentindeki en son buluntu son
derece kaliteli bir işçiliğe sahip, dev bir Hadrian
heykeli oldu. Arkeologlar heykelin yaklaşık 4-5 m
yüksekliğinde olduğunu tahmin ediyorlar. Kazı
yöneticisi Marc Waelkens ise, heykelin Hadrian’ın
bugüne dek bulunan en güzel portrelerinden birisi
olduğunu söylüyor.
Keşif, Sagalassos antik kentini Waelkens başkanlığında 1990 yılından bu yana kazan Belçika Leuven Üniversitesi arkeologları tarafından gerçekleştirildi. Geçtiğimiz ay başlayan yeni sezon kazılarında Belçika ekibi Roma Hamamı kazısını tamamlayarak yapının güney doğu köşesine yoğunlaştılar.
Geçen hafta içinde dev bir heykelin ilk parçaları bulundu. Bunlar 80 cm büyüklüğünde bir ayak ile bir bacağın 1.5 m büyüklüğündeki alt yarısı idi. Ayakta bulunan sandaletin kalitesi, arkologlara heykelin bir imparatora ait olduğunu ispatlıyordu. Ertesi gün, hemen hemen bütün ve sağlam şekilde İmparator Hadrian’ın başı bulundu. Heykelin, MS 117-138 yılları arasında hüküm süren imparatorun ilk yıllarına ait olduğu tahmin ediliyor. Sagalassos’taki hamam yapılarının inşasına bu dönemde başlanmış ve çok daha sonraları bitirilebilmişti.
Archaeology Magazine, 02.08.2007
|
GİZLİ KALMIŞ ANTİK KENT
Zonguldak'ın sahil
beldesi Filyos'ta sürdürülen arkeolojik
kazılarda MÖ 7. yüzyıla ait antik bir kentin
kalıntıları ortaya çıktı. Kazı Başkanı Trakya
Üniversitesi Arkeoloji Bölüm Başkanı Prof. Dr.
Sümer Atasoy, Tios, Teion ve Tium gibi isimler
alan antik kent yerleşmesinin Helen ve Roma dönemine
ait kalıntılar içerdiğini belirterek "Çok önemli bir
antik kent burası, çünkü topraküstü kalıntıları onu
gösteriyor, ama hiç bahsedilmiyor; tarihte önemsiz
bir kentmiş gibi geçiştirilmiş. Nedenini anlamaya
çalışıyoruz" dedi.
Zonguldak Valiliği'nin desteği ile Trakya
Üniversitesi Arkeoloji Bölümü ile Karadeniz
Ereğlisi Müzesi Başkanlığı tarafından yürütülen
kazılarda Helen ve Roma dönemine ait kalıntılar
ortaya çıktı. Prof. Dr. Atasoy, kale, sahil suru,
mendirek, antik liman ve tiyatronun bulunduğu bir
yayılım alanı olan kentle ilgili olarak şu bilgileri
verdi:
"Tiyatronun hemen altında da mezarlar var ve hepsi
tahrip edilmiş. Bir savunma kulesi bulunuyor.
Fabrikanın arkasında su kemeri var. Toprak üstünde
görünenler bunlar. Deniz altında kalan mendirekse 6
metre genişliğinde 150 metre uzunluğunda, balık
adamlar bu sene yapacakları çalışmayla bunun ne
olduğunu anlamaya çalışacaklar."
Filyos'un önceleri küçük bir balıkçı kasabası
olduğunu, ancak daha sonra gelişmiş bir şehir
olduğunu dile getiren Atasoy, "Bu kadar görkemli
tiyatrosu olan, bu kadar büyük kulesi olan bir
kentten neden söz edilmemiş tarihte, bunu çözmeye
çalışıyoruz" diye konuştu.
Cumhuriyet, 09.08.2007
|
BİLECİK'TE TARİHİ KERVANSARAY OTEL OLACAK
Bilecik'in Vezirhan beldesinde tarihi kervansarayın
otel olması için çalışmalar devam ediyor. 40 yataklı
otel olacak tarihi yapı, Vakıflar tarafından 4.5
milyon YTL'ye ihale edildi.
Tarihi ipek
yolu üzerinde bulunan ve 1655 yıllarından Köprülü
Mehmet Paşa tarafından yaptırılan kervansarayın
restorasyonu hakkında Bilecik Vakıflar Şube Müdürü
M. Öner Çetinkaya incelemelerde bulunarak
yetkililerden bilgi aldı.
Çetinkaya, "Bu
tarihi yapılar bize ecdadımızan miras, gelecek nesle
bunu aktarmamız lazım. Tarihimize sahip çıkarak
turizme kazandırmanın mutluluğu içersindeyiz" dedi.
3 bin 6
metrekarelik alanı kapsayan kervansarayın düşen
taşları, yöreden çıkan taşlar kullanılarak
yenileniyor. Taşlar, aslına uygun şekliyle binanın 8
metrelik duvarlarına horasan harcıyla itinayla
yerleştiriliyor. Çatısı tarihi yapıyı bozmadan
çelikle yapılacak. Şantiye şefi Hicabi Çelebi, "2008
yılında çalışmalarımız bitecek. Otelde, toplantı
salonu, lokanta, düğün salonu yer alacak. Binanın
yanında 100 metrekarelik mutfak inşaatı devam
etmekte" diye konuştu.
Turizm Gazeetsi, 09.08.2007
|
MERKEZ CAMİİ SULAR ALTINDA
Şanlıurfa'nın Halfeti İlçesi'nde Birecik
Barajı'nın yapımı nedeniyle bir bölümü sular altında
kalan ve yıkılma tehlikesi bulunan yaklaşık 200
yıllık tarihi geçmişe sahip Merkez Camii, restore
edilerek turizme açılacak.
Alınan bilgiye göre,
mülkiyeti Vakıflar Genel Müdürlüğüne ait cami,
yapımından bu yana birkaç kez onarımından geçirildi.
Bazı bölümleri, 2000 yılından itibaren Birecik
Barajı'nda su tutulmaya başlanması nedeniyle ilçenin
büyük bölümüyle birlikte sular altında kalan cami, 7
yıldan bu yana kullanılamıyor.
Bakımsızlık nedeniyle yıkılma tehlikesi bulunan
caminin onarımı için Şanlıurfa Valiliği, Halfeti
Kaymakamlığı ve ilgili bazı kuruluşlar geçen yıl
harekete geçti. Caminin restitüsyon, rölöve ve restorasyon işlerinin
gerçekleştirilmesi için Selçuk Üniversitesi'nden
uzmanlarla irtibata geçildi. Mayıs ayında bölgede
keşif çalışması yapan 10 kişilik teknik ekip,
caminin tabanında yer yer şişmeler oluştuğunu
belirledi.
Birkaç gün önce ilçeye gelen Selçuk Üniversitesi
Fen-Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Sualtı
Arkeolojisi Ana Bilim Dalı'ndan uzmanlar
koordinatörlüğünde, tarihi Merkez Camii'nde, sualtı
çizim çalışmalarına başlandı. Bu çalışmanın ardından
caminin namazgahı dışında bulunan ve baraj suları
altında kalan avlusu ile tuvaletler ve iş yerleri
arasında sızdırmayan bir duvar oluşturulması
planlanıyor.
Bunun için caminin çevresindeki 30 metrekarelik
alana moloz yığınları dökülecek. Tarihi caminin
etrafındaki suyun çekilmesiyle bu alan turizme
açılacak. Temizlenen alanların amfitiyatro ve
turizm amaçlı iş yerleri olarak hizmet vermesi
planlanıyor.
Birecik Barajı'nın yapımını üstlenen Yüksel
İnşaat firmasının yaklaşık 3-3.5 milyon dolarlık
desteğiyle gerçekleştirilecek restorasyon
çalışmalarının yıl sonuna kadar tamamlanması
hedefleniyor.
Merkez Camii, yazıtlara göre, 1840 yılında Osmanlı
döneminde minaresiyle birlikte kesme taşlar
kullanılarak inşa edildi. Dikdörtgen planlı caminin dıştan yatay, içten
yuvarlak kemerli kapısında, bitki motifli kabartma
süslemeler bulunuyor. 2000 yılına kadar faaliyetini
sürdüren caminin namazgah dışındaki bölümleri, bu
tarihten itibaren Birecik Barajı'nda su tutulmaya
başlanması nedeniyle sular altında kaldı.
Trt/Haber, 09.08.2007
|
PERTHSHIRE KAYA RESİMLERİ İSKOÇYA'NIN GEÇMİŞİNE IŞIK TUTUYOR
Arkeologlar İskoçya’nın Perthshire bölgesinde bir grup kaya resmi buldular.
Şimdiye dek bilinmeyen bu resimlerin Iskoçya’nın tarihöncesi çağlarına ışık tutabileceği düşünülüyor.
Ben Lawers Tarihsel Çevre Projesi kapsamında bölgede araştırmalarını sürdüren bir ekip tarafından tesbit edilen bu resimler Loch Tay ve Kenmore’a bakan bir tepenin yamacında bulundu. Kap ve halka şeklindeki çizimlerin Neolitik Dönem’e ait olabileceği ve en az 5000 yıllık oldukları tahmin ediliyor.
Benzer örneklerine Orkney’den Portekiz’e kadar Avrupa’nın birçok yerinde rastlanan bu “kap ve daire” çizimleri taşa vurarak yapılıyor ve çoğu MÖ 3000-1500 arasına tarihleniyor.
Proje arkeologlarından Derek Alexander’ın açıkladığına göre bu çizimlerin kullanıldıkları yere göre farklı anlamları olma olasılığı mevcut. Çizimlerin bulunduğu kayaların civarında yapılan kazılarda ise kullanılmış kuvartz aletlere rastlandı.
Arkeologları şaşırtan bir diğer keşif ise aynı kazıda iki adet Arran çakmaktaşı bulunması idi. Kayalara desenleri çizmek için kullanıldığı anlaşılan bu çakmaktaşları sadece Arran Adası’nda bulunmakta. Dolayısıyla, sadece bu kaya resimleri için bu kadar uzak bir mesafeden buraya taşınmışlar.
24hourmuseum.com, Haber: Graham Spicer, 03.08.2007
|
|
|
ÜST KATTA İLİM, ALT KATTA ŞİFA DAĞITIYOR
1902 yılında kurulan ve restorasyonla yeniden ayağa kıldırılan Anadolu’nun ilk Türk eczanesi, tarihi binasında hem şifa hem de ilim dağıtıyor. Adana Abidinpaşa Caddesi’nde 1902 yılında Mustafa Refik Gülek tarafından yaptırılan, ancak 1947 yılında Gülek ölünce bir süre çalıştırıldıktan sonra kapatılan tarihi eczane, kuruluşunun 100. yılında restore edilerek çürümekten kurtarıldı ve uzun yıllar sonra tekrar hizmete açıldı. Türk Eczacılar Birliği’ne hibe edilen Mustafa Rıfat Gülek Eczanesi, 5 yıldır Eczacı Hayrettin Gök yönetiminde poliklinik-eczane olarak hizmet veriyor.
Kurtuluş Şavaşına şahitlik eden ve Çanakkale Savaşı’nda cepheye kendi imalatı olan hidrofil pamuk, sargı bezi ve muhtelif antiseptik ilaçlar göndererek ilaç desteği veren tarihi eczane, birinci derece tarihi eser olma özelliğini taşıyor. Altı eczane olan tarihi binanın üst katı ise kütüphane olarak hizmet veriyor. 2005 yılında hizmete açılan kütüphanede bin 500 kitap bulunuyor. Adanalılar, kütüphanedeki kitaplardan istedikleri zaman yararlanabiliyor.
Tarihi eczanenin tarihi de ilginç. Rivayete göre, 1900’lü yılların başına kadar Anadolu’nun çoğu yerinde olduğu gibi, Adana’da da tıp bilimi gayrimüslimlerin elindedir. Türklerin de bu mesleğe girmelerini arzu eden şehrin ileri gelenleri, Gülekzade Mustafa Rıfat Bey’i eczacı olması için İstanbul Tıp Fakültesi’ne gönderirler. Burada eğitimini tamamlayan Rıfat Bey, Adana’ya döner ve 1902 yılında Anadolu’nun ilk Türk eczanesini hizmete açar. Kısa sürede ününü duyuran Mustafa Rıfat Bey, halkın çok rağbet ettiği “Kan Kuvveti Şurubu” gibi birçok ilaç yapar.
Türkiye Eczacılar Birliği’nin çalışmasıyla aslına uygun restore ettirilen bina, yeni haliyle hizmet vermeye devam ediyor.
Türkiye Gazetesi, Haber: Fatih Keçe - Hasan Tosun, 09.08.2007
|
"OLYMPOS TÜRK TURİZMİNE BÜYÜK KATKI SAĞLAYACAK"
Eskişehir’deki Anadolu Üniversitesi tarafından bu
yıl başlatılan kazı çalışmalarının yürütüldüğü
Olympos Antik Kenti'nin birçok dine de ev sahipliği
yapması nedeniyle gün yüzüne çıktığında Türk
turizmine büyük katkı sağlayacağı bildirildi.
Olympos kazı heyeti başkan yardımcısı Dokuz Eylül
Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Öğretim
Görevlisi Yalçın Mergen, yaptığı açıklamada, tarihi
MÖ 6’ncı yüzyıla kadar dayanan Olympos Antik
Kenti'nin Orta Likya bölgesinde birçok liman
kentinden birisi olduğunu, kentin daha sonraki
tarihlerde ise Roma ve Bizans dönemlerinde önemli
bir yerleşim alanı olduğunu bildiklerini kaydetti.
Önemli bir tarihi kişilik olan Zeniketes’in
Olympos’ta yaşadığının ve Roma ordusuna karşı büyük
savaşlar yaptığının bilindiğini vurgulayan Mergen,
kent hakkında daha detaylı bilgilerin 17, 18 ve
19’uncu yüzyıllarda bölgeyi ziyaret eden
seyyahlardan edinildiğini ifade etti. Olympos Antik
Kenti'ne 1992 yılına kadar hiçbir müdahalenin
yapılmadığını vurgulayan Mergen, şu bilgileri verdi:
“Olympos Antik Kenti'nde ilk defa 1992 yılında
Antalya Müzesi tarafından yapıların tespitiyle bir
çalışma yapıldı. Daha sonra Anadolu Üniversitesi
tarafından yüzey araştırması çalışması yapıldı ve
çalışmaya 2000 yılından bu yana aralıksız olarak
devam edildi. Bu yıl ilk defa Kültür ve Turizm
Bakanlığı Bakanlığı’nın izniyle Olympos antik kenti
içerisinde bazı yapıların tarihleri ve işlevleri
hakkında sondaj çalışması başlattık. Çalışmalarımız
neticesinde kent, MS erken Bizans dönemlerinde çok
önemli bir dini merkez olarak karşımıza çıkıyor.
Çünkü Olympos’ta neredeyse tüm bölgede bulunan
tarihi yapıtların sayısı kadar kilise bulunuyor.”
Olympos Antik Kenti'nin tüm bu bulgular doğrultusunda
tamamen gün yüzüne çıkartıldığında hem tarihsel hem
arkeolojik hem de doğa turizmi açısından Türk
turizmine büyük katkı sağlayacağını dile getiren
Yalçın Mergen, “İleriki yıllarda yapılacak daha
detaylı çalışmalar sayesinde kentin restorasyonu
gerçekleşecek ve kent ağır bitki örtüsü altından
kurtularak çıkacaktır. Dolayısıyla önemli bir dini
merkez olan Olympos eşsiz doğa örtüsü, doğa turizmi
ve tarihsel sit alanı olması sebebiyle önümüzdeki
yıllarda turizme büyük katkı sağlayacaktır” dedi.
Olympos, Luwi kökenli bir sözcük olup Batı
Anadolu’nun Hellenleştirilmesi sırasında Hellenceye
uydurulmuştur. Olympos’un kuruluşu ile ilgili kesin
bir tarih verilememektedir. Bununla beraber MÖ
168-178 yıllarında Lykia Birliği içerisinde sikke
bastığı da bilinmektedir. Hellenistik dönemde kent
uzun süre Akdeniz korsanlarının barınağı olmuştur.
Tauros (Toros) dağları yamaçlarında Zeniketos’un
korsan kalesi bulunur. Başta Olympos olmak üzere
çevreyi korsanlardan temizleme görevi Romalı
kumandan Servilius İsauricis’e verilmiştir. MÖ
78’de Tarentum’dan yola çıkan Romalı kumandan 4 yıl
boyunca onlarla uğraşmış ve sonunda korsanların
reisi Zeniketes’i Olympos’’ta yenmeyi başarmıştır.
Kenti de korsanlara yardım ettikleri gerekçesiyle
cezalandırarak buradaki heykelleri Roma’ya
götürmüştür. MS 200’de yeniden imar edilen
Olympos, bunu izleyen yıllarda en parlak dönemini
yaşamıştır. Ancak MS 300’de yöreye sürekli yapılan
korsan saldırılarından epeyce zarar görmüştür.
Akşam Akdeniz, 09.08.2007
|
ÇİN ORDUSU BRİTANYA'YI İŞGAL EDECEK!
Çin İmparatoru Qin
Shihuang'ın UNESCO tarafından dünya kültür mirası
listesine alınan kilden yapılma heykel ordusu
yüzlerce yıl sonra yeniden "harekete geçti".
Bu eşsiz tarihsel
hazinede yer alan bazı savaşçı heykellerinin
önümüzdeki ay Londra'daki dünyaca ünlü British
Museum'da sergileneceği bildirildi. Serginin
küratörü Hiromi Kinoshita, 11 Eylül'de başlayıp 6 ay
süreyle açık kalacak sergide bir çok savaşçı heykeli
ve başka tarihi eserlerin yer alacağını söyledi.
Müze, en ünlü okuma odasını sergi için yeniden
düzenledi ve daha şimdiden 30 bin bilet sattı.
Heykellerin hepsi
Çin'in ilk imparatoru Qin Shihuang'ın koruma
birliğindeki askerlerin yüz ve fiziksel
görünümlerine bakılarak yapıldığından dolayı, hiç
biri bir diğerine benzemiyor. Dikkatli bakılınca,
savaşçıların Çin'in hangi bölgesinden oldukları da
anlaşılabiliyor. Dünyanın 8'inci harikası olarak
kabul edilen "Yeraltı Heykel Ordusu" 1974 yılında
rastlantıyla keşfedildi.
Yeni Şafak, 09.08.2007
|
|
TARİH ENKAZINDAN 100 RÖMORK ÇÖP ÇIKTI
Antalya Kaleiçi’nde üç ayrı inancın izlerini taşıyan
ve son olarak cami olarak kullanılan Kesik
Minare’den 100 traktör römorku çöp çıktı. Tarihi
yapı çöplerden temizlendikten sonra restore edilip
arkeolojik park olarak hizmet verecek.
Antalya
Kaleiçi’nde yaklaşık 2 bin yıllık bir geçmişi
bulunan ve ‘Kesik Minare’ adıyla bilinen tarihi
binanın yerinde ilk olarak MS 2. yüzyılda tapınak
inşa edildi. Yıllarca Roma döneminde tapınak olarak
kullanılan bu yapı, Hristiyanlığın kabulüyle
yıkıldı. Yıkılan tapınağın yerine 5’inci yüzyılda
‘Meryem Ana’ adına ithaf edilen Panagelia isimli bir
kilise inşa edildi. Kilisenin inşaasında da, yıkılan
tapınağın malzemeleri kullanıldı. Antalya’nın
Türkler tarafından fethedilmesinden sonra ‘Meryem
Ana’ya ithaf edilen kilisenin güneyine bir mihrap,
kuzey batısına da bir minare inşa edilip, camiye
dönüştürüldü. Şehzade Korkut tarafından inşa
ettirilen bu caminin adı ‘Korkut Cami’ olarak
isimlendirildi. Cuma Namazlarının da bu camide
kılındığı için caminin ismi ‘Cumanın Camii’ olarak
da tanındı.
Ancak tarihi yapı, 19’uncu yüzyılın sonlarına doğru
büyük bir yangın geçirdi. Kimi kaynaklara göre 1846,
kimi kaynaklara göre 1851, kimi kaynaklara göre de;
1856 yılında meydana gelen bu yangında binanın
çatısı çöktü. Türkler döneminde inşa edilen
minarenin ahşap külahı da çıkan yangında kül oldu. O
tarihten sonra yapı bir daha kullanılmadı. Mülk
sahibi Vakıflar Genel Müdürlüğü, tarihi yapının
giriş kapısına bir kilit vurdu. Bu süre içinde
Kaleiçi sakinleri de tarihi mabedin bulunduğu alana
çöplerini atmaya başladı. 150 yılı aşkın süre
kullanılmayan yapının temelinde atılan çöpler
zamanla metrelerce yüksekliğe ulaştı. Bu süre içinde
Antalya Kaleiçi’ndeki çok sayıda metruk binayı ayağa
kaldıran Suna- İnan Kıraç çifti Koç Vakfı olarak,
1990’lı yılların ortalarında Kesik Minare’yi de
ayağa kaldırmaya talip olduklarını açıkladı. Ancak,
Vakıflar Genel Müdürlüğü’nce bu öneri kabul
edilmedi. Bunun üzerine Koç Vakfı bir daha bu yapıya
talip olmadı. Aradan 10 yıl geçtikten sonra Vakıflar
Genel Müdürlüğü’nce, minaresinin külahı yandıktan
sonra adı ‘Kesik Minare’ye çıkan tarihi yapıyla
ilgili proje hazırlatıldı. 2 Temmuz 2007 tarihinde
de tarihi yapının açık hava müzesine dönüştürülmesi
için Akdeniz Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Öğretim
Üyesi Prof. Dr. Burhan Varkıvanç’ın Başkanlığı’nda,
İstanbul Üniversitesi Sanat Tarihi Bölümü Öğretim
Üyesi Doç. Dr. Engin Akyürek’in bilimsel
danışmanlığında Kesik Minare’de çalışmalara
başlandı. 10 işçi ve 5 akademik üye ile 4 üniversite
öğrencisinden oluşan kazı ekibinin ilk işi ise,
tarihi binaya atılan çöpleri kaldırmak oldu. 2
Temmuz tarihinden bu yana tarihi binadan tam 100
romörk çöp taşındı. Tarihi yapının içine atılan
molozları kaldırmaya devam eden kazı ekibi, bu yıl
15 Ekim 2007 arihine kadar çalışmayı planlıyor.
Önümüzdekİ yıl ise röleöe ve restorasyon
çalışmalarına geçmeyi planlayan kazı ekibi, bu
çalışmaların iki üç yıl süreceğini tahmin ediyor.
Çalışmalar tamamlanınca tarihi yapı arkeolojik park
olarak hizmet verecek. Kazı ekibinde görevli Sanat
Tarihçilerden Özgen Kurt, “Bugüne kadar Kesik Minare
olarak adlandırılan bu tarihi yapıda sondaj
çalışmaları dışında hiçbir kazı çalışması yapılmadı.
Bu sondaj çalışmalarında bulunan eserler Antalya
müzesine taşınmış. Bizim burada yapacağımız
kazılarda da binayla ilgili eserlerin çıkacağını
tahmin ediyoruz. Daha önceden çıkartılan eserlerle
buradan bizim çıkartacağımız eserleri kazı ve
restorasyon çalışmaları tamamlanınca burada
sergileyeceğiz. Ayrıca, bu yapıda Antalya’nın
Kaleiçi’nin fotoğrafları yer alacak. Ziyaretçiler
için gezi yolları yapılacak.
Bu eser asla ticari bir mekan olmayacak. Burada
hediyelik eşya mağazaları olmayacak. Sadece
arkeoloji parkı yani açık hava müzesi olarak hizmet
verecek. Kazı çalışmalarında maddi bir sıkıntı da
yok. Vakıflar Genel Müdürlüğü tüm ihtiyaçlarımızı
karşılıyor. Kazı ekibimizdeki işçiler de
gösterdikleri gayretle işlerimizin planlanandan daha
hızlı yapılmasını sağladı. Burada bugüne kadar yüz
römörk çöp çıktı. Çıkan çöplerin arasında hediyelik
eşya kırıntıları çok fazla. Bundan da Kaleiçi’ndeki
hediyelik eşya satan kişilerin kırılan ürünlerinin
parçalarını buraya attığını anlıyoruz. Buraya atılan
parçalardan adeta Antalya’nın hediyelik eşya
geleneğini bile takip edebilirsiniz” dedi. Öte
yandan, kanunlara göre ibadethane olarak kullanılan
yerler, ticari bir amaçla kullanılamıyor.
Akşam Akdeniz, Haber: Mustafa Kozak, 09.08.2007
|
|
780 YAŞINDA ÇAM BULUNDU
Finlandiyalı bilim
insanları, 780 yaşında bir sarıçam ağacını keşfetti.
Bu ağacın Finlandiya'da yaşayan en yaşlı organizma
olduğu tahmin ediliyor. Metla Ağaç Ekimi Araştırma
Enstitüsü, Latince adıyla 'Pinus sylvestris'in geçen
yıl Lepland'da yapılan bir araştırmada bulunduğunu
açıkladı. Bilim insanları, yaşını belirleyebilmek
için ağacın gövdesini inceledi.
Finlandiyalı araştırmacı Tuomo Wallenius, "Ağaç
yaşıyor, ama çok iyi bir durumda değil; ne kadar
daha yaşayacağını tahmin etmek zor" dedi. Ağaç,
Rusya sınırında girişin yasak olduğu ormanlık bir
bölgede bulunduğu için, özel olarak korunamayacak.
Sarıçam, İskandinavya, Sibirya ve Doğu Avrupa'da
yetişiyor. Finlandiya, ülkenin yüzde 70'ini kaplayan
sık ormanları ve yaşlı ağaçlarıyla ünlü.
Radikal,
Fotoğraf: actualite.aol.fr., Fotoğraf: AFP, 09.08.2007
|
EVRİM TEORİSİ'NDE BİR 'KAYIP ATA'
Ünlü paleontolog Maeve
Leakey'in Kenya'da yürüttüğü araştırma, insanın
atalarının evrimi konusunda soru işaretleri yarattı.
Eski teori, aile ağacındaki ilk ve en eski tür olan
Homo habilis'in Homo erectus'a, onun da günümüz
insanı Homo sapiens'e evrildiği şeklindeydi. Ancak
Nature dergisinde Leakey ve ekibi tarafından
yayımlanan rapora göre, Kenya'nın çeşitli
bölgelerinde, yaklaşık 1.5 milyon yıl önce, daha
erken iki tür daha yaşadı.
Leakey, 2000'de bir
Homo erectus kafatasının tamamıyla bir Homo
habilis'e ait bir üst çene parçasını birbirine
yürüme mesafesi kadar yakınlıkta bulmuştu. İki fosil
de aynı döneme tarihleniyor.
Araştırmacılara göre bu, Homo erectus'un, Homo
habilis'ten evrildiği ihtimalinin olmadığı anlamına
geliyor.
Uzmanlar, "Bu, büyükannenizle büyük büyükannenizin
anne-kız değil, kardeş olması gibi bir şeye karşılık
geliyor" diye açıklıyor. Araştırma ekibinden
University College London'da görevli evrimsel
anatomi profesörü Fred Spoor, durumu şöyle
yorumluyor: "Bu iki türün, muhtemelen fosil
kayıtları bulunmayan, 2-3 milyon yıl önceki dönemde
yaşamış ve henüz keşfedilmemiş ortak bir atası
vardı."
Leakey'in ekibi, buluşları açıklamadan önce
fosilleri yedi yıl analiz etmiş. İki türün
muhtemelen bir arada yaşadığı, ancak birbiriyle
iletişime geçmediği sanılıyor. Spoor'a göre Homo
habilis vejetaryendi, Homo erectus ise et yiyordu.
İki türün hala
keşfedilmemiş bir ortak atası olduğunu söyleyen
Prof. Fred Spoor, bu ihtimal durumunda, evrim
halkasına bugüne kadar alıştığımız şekilde düz bir
sıralamayla bakılmaması gerektiğini söyleyerek,
evrimin bilim dünyasının sandığından daha kaotik bir
süreç olduğu yorumunu yapıyor.
Araştırmacılar, insan evrimi konusundaki tüm
değişikliklerin, evrim teorisinin zayıflığı olarak
görülmemesi gerektiğini, hatta tam aksine bunların,
daha fazla kanıt elde etmekten kaynaklanan ve
teoriyi daha da geliştirmeyi sağlayan sonuçlar
olduğunu söylüyor.
Radikal, Fotoğraf:
AP, 09.08.2007
|
ARKEOLOGLAR SİCİLYA'DA BİR ORTAÇAĞ CAMİİ BULDULAR
Kalenin girişine yakın bir yerde bulunan 7x10 m ölçülerindeki kazı alanı hemen hemen kültürlerin ve tarihin kavşağı gibi: 1. Dünya savaşı öncesine ait zemin döşemeleri, Rönesans’a tarihlenen bir duvar kalıntısı, 11. yüzyıl Norman savunma duvarı, MÖ 4. yüzyıldan kalma bir Yunan evi ve MÖ 6. yüzyıldan kalma bir başka ev.
Bu kadar arkeolojik define yetmezmiş gibi Haziran ayında bir antik sütunun altından yeni bir keşif geldi: Katolikliğin merkezi olan bir ülkede 9. veya 10. yüzyıla ait bir cami kalıntısı.
Sicilya’nın salemi Köyü kalesinde 2004 yılından bu yana süren kazılar NI Üniversitesi’nden antropoloji profesörü Michael Kolb başkanlığında yürütülmekte. Bulunan cami kalıntısı ise Sicilya’nın müslümanlar tarafından istila edilmesine dair şimdiye dek adada ele geçen ilk somut kanıt. Arapların Sicilya’yı, 11. yüzyıldaki Norman istilasına kadar yaklaşık 200 yıl boyunca yönettikleri bilinmekte idi. Her ne kadar bu döneme ait tüm eserler zaman içinde tahrip olsalar da bölgenin kültür ve mimarisinde Arap etkisi devam etti. Köyün ismi olan “Salemi” bile bu etkinin ispatı. Kolb “Arkeolojik anlamda Sicilya’nın Arap ya da müslüman dönemi oldukça kısa ve bu döneme ait somut bulgular çok kısıtlı” demekte.
Caminin jips taşından yapılmış zemin döşemesi 2004 yılında kazılmaya başlanmıştı. Ama, ancak bu yıl sütun kaidesinin açığa çıkmasından sonra yapının işlevi anlaşılabildi. Kazılan jips kaplı zeminin büyüklüğü hemen hemen 15 – 20 metre kare ve yapının cami olduğunun kesinlik kazanması için kazılar mihrabın bulunması gereken doğu kısmında yoğunlaştırılmış durumda.
physorg.com, 30.07.2007
|
|
ERZURUM'DA AHİ TOMAN
BABA KÜMBETİ RESTORE EDİLMEYİ BEKLİYOR
Defineciler tarafından mezarı açılan ve yıllardır
harap bir halde bekleyen Ahi Toman Baba'nın Narmanlı
Camii arkasındaki kümbeti için 3 yıl önce
restorasyon sözü vermesine rağmen hiçbir çalışma
yapılmadı.
Harap
hali defalarca dile getirilen kümbeti inceleyen
Büyükşehir Belediye Başkanı Ahmet Küçükler, 2004
yılında "Ahi Toman Baba Kümbeti'nin etrafının
açılması için çalışmaları hemen başlatacağız."
diyerek söz vermiş ve bu açıklamalar yerel basında
önemli yankı uyandırmıştı.
Ancak
geçen 3 yıllık zaman diliminde kümbet için hiçbir
çalışma gerçekleşmemiş üstelik bu süre içinde Ahi
Toman Baba, eşi ve çocuklarına ait olan kabirler
defineciler tarafından açılmış ve mezardaki kemikler
ve mezar taşları etrafa saçılmıştı.
Toman
Baba'nın Erzurum'da Ahilik Teşkilatı'nın
önderlerinden olduğunu dile getiren Esnaf ve
Sanatkarlar Odası Başkanı Rasim Fırat, her yıl
düzenlenen Ahilik Kültürü Haftası nedeniyle Ahi
Toman Baba'yı andıklarını ifade ederek, "13.
Yüzyıldan gelen bir kültürün sahibi Toman Baba'nın
bu şekilde atıl halde kalması bizleri ziyadesiyle
üzüyor, geçen yıllarda Başkan Ahmet Küçükler'e
durumu bildirip restorasyon sözü almıştık. Daha
sonra kendileri bizlere kümbet çevresindeki
yapılarda istimlak sorunu yaşadıklarını söyleyerek
konuyu kapattı." diye konuştu.
Tarihçi
Muzaffer Taşyürek, kümbetin 1970'li yıllara kadar
ayakta olduğunu ayrıca Eski Erzurum Valisi Ahmet
Kayhan döneminde kümbet etrafında düzenleme
yapılmaya başlandığını dile getirerek, Vali Kayhan
dönemindeki girişimlerin sonuçlanmadığı ve sonraki
yıllarda kümbetin tavanının çöktüğünü ardından da
kabrin açıldığı ifade etti.
Ahi
Toman Baba hakkında bilgi veren Tarihçi Taşyürek,
"Ahi Toman Baba'nın 13'üncü yüzyıl ile 16'ıncı
yüzyıllar arasında yaşadığına dair çeşitli
rivayetler var. 14'üncü yüzyılın ünlü gezginlerinden
olan İbn Batuta, seyahatnamesinde Ahi Tuman Baba'ya
yer vererek şu şekilde tasvir etmiştir; "Bu şahıs
pek yaşlı olup 130 yaşını aştığı söylendiği halde
hala bir değeneye dayanarak yürümekte, hafızası
yerinde durmakta, beş vakit namazını kılmakta idi.
Yemekte bize şahsen hizmette bulundu. İkinci gün
yola çıkmak istediğimizde ise bize gücenerek buna
razı olmadı."
Tarihçi
Taner Özdemir ise 'Kaybolan Şehir Erzurum' adlı
kitabında Ahi Tuman Baba hakkında şu bilgileri
yazmıştır; "Narmanlı Mahallesi'nde Dere Sokak'ta
Veysel Kullebi'nin evinin bahçesindedir. Türbe
tarumar olmuş üzeri tamamen açılmıştır. İçerisinde
dört sanduka vardır. İkisi küçük ve Selçuk
tarzındadır. Türbe tavanındaki taşlar her geçen gün
düşmekte ve tamamen açılmaktadır."
Geçen
yıllarda yerel ve ulusal basında sıkça yer alan bu
konunun göz ardı edildiğini ifade eden Tarihçi
Özdemir, "Din, tarih ve kültürümüzde kabrin önemli
bir yeri var. Önemli bir zatın kabrinin açılması ve
tarumar edilmesine asla göz yumulmamalı" diye
konuştu.
TürkiyeTurizm.com,
08.08.2007
|
TÜRBE HÖYÜK'TE 2007 YILI
KAZILARI BAŞLIYOR
Siirt'te
Botan Çayı kenarındaki Türbehöyük'te 2007 yılı
kazıları başlıyor.
Kazı
çalışmalarına başkanlık eden Ege Üniversitesi
Edebiyat Fakültesi öğretim üyesi Yard. Doç. Dr.
Haluk Sağlamtimur, "Bu bölgemizle ilgili çok az
bilgiye sahibiz. Bu açıdan Türbehöyük'te yaptığımız
kazılar büyük önem taşıyor. Beş yıldan beri büyük
bir başarıyla yürütmekte olduğumuz bu kazılarda
bölgenin bilinen tarihini değiştirecek nitelikte
bulgulara rastladık. Örneğin bu bölge MÖ daha çok
göçebe toplulukların yaşadığı ve devlet düzeninin
kurulmadığı bir bölge olarak bilinirken kazılarda
bulduğumuz kil tablet bunun aksini ispat etmektedir.
Bir medeniyetler bölgesi olduğu ortaya çıkıyor. Kazı
çalışmaları başından beri öğrencilerimle birlikte
Siirt'e geliyoruz. Önümüzdeki hafta 2007 yılı
kazılarına başlıyoruz. Kazı çalışmaları işçilerle
birlikte yaklaşık 75 kişilik bir ekip tarafından
yürütülecektir. Büyük bir aksilik olmazsa Ilısu
Baraj Gölü altında kalacak olan bu Türbe Höyükteki
kazılarımızı tamamlayacağız." dedi.
Siirt
için yeni projeleri olduğunu belirten Sağlamtimur,
"İlimizde yeni bir kazı çalışmasına başlıyoruz.
Başur dinlenme parkının arkasında bulunan ve çapı
yaklaşık 200 metre olan bölgenin büyük höyüklerinden
biri olan Başur Höyükte çalışmalara başlayacağız."
şeklinde konuştu.
TürkiyeTurizm.com,
Fotoğraf: Ege Üniversitesi, 08.08.2007
|
|
MERİÇ VE TUNCA
KÖPRÜLERİNDE ARA VERİLEN RESTORASYONLARA PERSONEL
SAYISI ARTTIRILARAK YENİDEN BAŞLANDI
Tunca Köprüsü'nün
restorasyonunu yüklenen Öz-Ba İnşaat firması
yetkilisi Mimar Onur Özer, AA muhabirine yaptığı
açıklamada, restorasyonu personel takviyesi yaparak
hız kazandırdıklarını belirtti. Köprünün
restorasyonunda taahhüt edilen süreden herhangi bir
sapma olmadığını ifade eden Özer, Anıtlar Yüksek
Kurulu'ndan kemer yapımına onay çıkmasını
beklediklerini kaydetti
Seçim döneminde bilgileri
dahilinde işçilere 4 gün süreyle izin verdiklerini
anlatan Özer, restorasyon çalışmalarına bu verilen
izinlerin engel olmadığına işaret etti.
Özer şöyle devam etti: ''22 Temmuz Genel Seçimleri için işçilerimize 4
gün izin vermiştik. Bağı bahçesi olan işçilerimizin
izinlerini 1-2 gün uzattık. Ancak, bu izinler
işlerimize engel olmadı. Kemer bağlantıları için
taşları revize ettik. Anıtlar Yüksek Kurulu'ndan
çıkacak onay sonucu kemeri de en kısa sürede
bitireceğiz. Personel sayımıza yaptığımız
takviyelerle söz verdiğimiz süre içinde köprülerin
restorasyonunu tamamlayacağız.''
Özer, Karaağaç Mahallesi sakinlerinin ve iki
köprü arasında işletmecilik yapan esnafın
protestolarını olağan karşıladıklarını söyledi. Şehir içinde yapılan çalışmalarda halk
tarafından bu tür tepkiler alınabildiğini kaydeden
Özer, ''Tepkiler olağan, şehir merkezlerinde yapılan
bu tür işlerde bunlar olur. Onlara da hak veriyoruz
ve kimsenin şüphesi olmasın elimizden geleni
yapıyoruz'' diye konuştu.
Edirne Valisi Nusret
Miroğlu, Meriç Köprüsü'ndeki çalışmanın da sürdüğünü
kaydederek, belirlenen sürede restorasyonun
tamamlanacağını bildirdi. Miroğlu, ''Meriç Köprüsü restorasyonu
tamamlandığında köprü çok güzel bir görünüme
kavuşacak. Esnafımızın sıkıntılarını da anlıyoruz''
diye konuştu.
Trakya Net Haber,
08.08.2007
|
ÇORUM TANITIMDA
HİTİTLERİ ÖN PLANA ÇIKARACAK
Hitit Uygarlığı'nın 7 bin yıllık tarihi mirasına ev
sahipliği yapan Çorum, tanıtımda Hitit uygarlığını
öne çıkaracak. Turizm Geliştirme Planı doğrultusunda
30 bin adet afiş, broşür ve kitap bastıran Çorum
Valiliği, uluslararası fuarlarda Hititler'i
tanıtacak. Projede Kapadokya'dan turist çekilmesi
için de çalışma yapılacak.
Çorum
Valiliği büyük şehirlerde bilboardlar kiralamayı,
İzmir Uluslararası Enternasyonal Fuarı ile
Londra'daki Dünya Turizm Fuarı'nda Hititler'i
tanıtacak.
Çorum Valisi Mustafa Toprak, Çorum sanayide yaşadığı
gelişmeyi turizmde ortaya koyamadığını belirterek,
şehirde 643 turizm işletme belgeli tesisin
bulunduğunu ve 1654 tesisin de çalışmalarını
sürdürdüğünü söyledi. Toprak ayrıca şehirde 5
yıldızlı otel inşaatı başta olmak üzere gelecek
yıldan itibaren 2 bin yatak kapasitesine
ulaşılacağını vurguladı.
Anadolu'da
ilk merkezi devleti kuran Hititler'e başkentlik
yapan Hattuşa, Çorum toprakları içinde olduğunu
hatırlatan Toprak, kente gelecek yıldan itibaren
önceki yıllara oranla daha çok turist beklediklerini
ifade etti. Kente gelen turistlerin, Çorum'un
sınırları içerisinde yer alan Hattuşa, Şapinuva,
Alacahöyük, Hitit Barajı, İncesu Kanyonu gibi tarihi
ve doğal güzelliklere rahat ulaşabilmeleri için
altyapı çalışmalarına başladıklarını bildiren
Toprak, ayrıca birçok bölgede çevre düzenlemesi
yapılacağını kaydetti.
Turizm Gazetesi, 08.08.2007
|
|
BERÇİN KÖYÜ'NDEKİ TARİHİ GÖZETLEME KULESİ ACİLEN RESTORE BEKLİYOR
Kütahya'nın Domaniç İlçesi'ne bağlı Berçin Köyü'nde bulunan ve Eskişehir Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu tarafından acilen restore edilmesi tavsiyesinde bulunulan, İzmir Rölöve Anıtlar Müdürlüğü'nden de onay alan Berçin Köyü'ndeki Tarihi Gözetleme Kulesi, 2002 yılında çıkan bu kararların uygulanacağı günü bekliyor.
Berçin Köyü Muhtarı Hakkı Uyar tarafından değerlendirilmeye alınan Gözetleme Kulesi, yapılan araştırmalar sonucu Batı Anadolu'da görülen Gözetleme Kuleleri'ne benzediğinden restore edilip korumaya alınmasına karar verildiği halde 6 yıldan beri yıkılmaya terk edilmiş durumda bekliyor.
Köy Muhtarı Hakkı Uyar, ''Gerek mimarisi gerekse gerekse tarihi özelliğinden dolayı bu kulenin mutlaka değerlendirilmesini arzuluyoruz. Başvurduğumuz her yerden de olumlu cevap alıyoruz. Ancak bugüne kadar hala bir şey yapılmış değil. İlgililerin ilgisizliği yüzünden bir tarihi eser yok olmak üzere'' dedi.
Oldukça ilginç bir mimariye sahip olan Gözetleme Kulesi'nde; gizli bölmeler, yer altından kaçış tünelleri, giriş kapısının yerden oldukça yüksek oluşu dikat çekicidir. Berçin köyünün bu kulenin etrafına yerleşmesindeki nedenlerin ve kulenin yapılış gerekçesinin tarihe ışık tutması açısından mutlaka araştırlması gerekiyor.
TürkiyeTurizm.com, 08.08.2007
|
ORDU'DA 200 YILLIK AHŞAP AMBAR TESPİT EDİLDİ
Ordu
Kültür ve Turizm Müdürü Muzaffer Günay, Akkuş İlçesi
Akpınar beldesinde üzerinde birbirine bakan kuş
motifleri, çam ağaçları, laleler ve kitabenin
bulunduğu yaklaşık 200 yıllık bir ahşap ambar tespit
ettik'' dedi.
Günay,
Ordu'nun bütün Anadolu gibi binlerce yıllık geçmişi
olduğunu belirterek, İskitler'den Miletioslar'a ve
nihayet Osmanlı dönemi dahil bugüne kadar onlarca
medeniyete ev sahipliği yapan Ordu genelinde
binlerce yıllık eserler bulunduğunu söyledi. Müze
Müdürlüğü ile birlikte bu eserleri yerinde
araştırmalar yaparak bulduklarını ve kayıt altına
aldıklarını belirten Günay, ''Bu kapsamda Akpınar
beldesinde bir tarihi ahşap caminin yanında bir
tahıl ambarı tespit ettim. 1812
tarihli tahıl ambarı gerçek bir sanat eseri. Ahşap
bezeme sanatının nadide bir örneği. Bu ambarın
Türkiye'de benzerinin çok az olduğu kanaatindeyim.
Hala 6 satırlık kitabesi bulunması bakımından
benzeri olmayan bir eserle karşı karşıyayız'' dedi.
Günay, ambarın
tahıl boşatma kapağı ve çevresindeki çeşitli bitki
motifleri ile renkli süslenmelerin bulunduğunu
belirterek, ''Süslemeler insanı hayrete düşüyor.
Bugüne kadar bu ambarı özenle koruyan yöre halkına
teşekkür ederim'' dedi.
Turizm Gazetesi,
08.08.2007
|
HATAY'IN BELEN
İLÇESİ'NDE BULUNAN TARİHİ ESERLER RESTORE EDİLİYOR
Hatay'ın
Belen İlçesi'nde bulunan tarihi Kurtuluş Hamamı'nın
restorasyon çalışmaları devam ederken, hemen yanında
bulunan tarihi caminin de restore edileceği
bildirildi.
Osmanlı
İmparatorluğu döneminde Kanuni Sultan Süleyman'ın
emri ile yaptırılan ve kendi adının verildiği
caminin restorasyonu için projenin Anıtlar Yüksek
Kurulu'ndan geçtiği ve ihale aşamasında olduğu
bildirildi.
Kurtuluş
Hamamı'nda çalışmalar yoğun bir şekilde devam
ediyor. Kasım ayında bitirilecek olan hamamın hemen
yanındaki Kanuni Sultan Süleyman Camii'nin de
restore edilecek olması ile Belen'deki tarihi
mekanlar aslına uygun hale getirilecek.
Kervansaray işletmecisi turizmci Ayşu Barutçu,
Belen'in ipek you üzerinde bulunduğunu ve çok önemli
bir konuma sahip olduğuna dikkat çekerek, "Belen
gerek havası gerekse konumu itibari ile yerli ve
yabancı turistlerin ilgi gösterdiği mekanlardan
biri. Ortadoğu'yu Avrupa'ya bağlayan en önemli
geçitlerinden biri olan Belen'de kervansaray başta
olmak üzere hamam ve caminin de restore edilmesi ile
Belen'e öremli ölçüde canlılık kazandıracak." dedi.
TürkiyeTurizm.com,
08.08.2007
|
SELÇUK BELEDİYESİ EFES ANTİK KANALINI DENİZLE
BULUŞTURUYOR
Selçuk Belediyesi Efes Antik Kenti sınırlarından
başlayarak Pamucak tatlı su mevkiinde denize
dökülen, Yağmur suyu
ve yer altı kaynak sularıyla yer yer mini gölcükler
oluşturan Efes Antik Kanalı’nın Pamucak deniziyle
birleşen ve deniz dalgalarının taşıdığı kumlarla
kapalı olan bölümünde sirkülasyon kanalı yapımını
başlattı.
Selçuklular tarafından tatlı su olarak anılan
kanalın denizle buluşturulması için kanal yatağının
içersine yüz metre deniz içersine elli metre
uzunlukta altı metre genişliğinde ahşap malzemeden
yapılan sirkülasyon kanalı yapımı için yaklaşık iki
yüz adet kazık çakılacak. Çakılan kazıkların arası
ahşap perde ile kaplanıp kumla doldurulacak ve
böylece kanal yatağı daraltılıp kanal ağzının kumla
kapanması önlenecek. Yapılan ahşap kanalın deniz
içersindeki en uç kısmı ise denize girenlerin
güneşlenebilmelerini sağlamak için ahşap bir teras
biçiminde inşa edilecek.
Canlı hayatın
devamı ve kanal içersinde yaşayan canlı türlerinin
çoğalmasını, ekolojik dengenin korunmasını
sağlayacak bu projenin sonunda bölge özellikle olta
balıkçılarının vaz geçemeyeceği bir alan haline
gelecek. İleriki dönemde gerekli izinler alınarak
yapılacak bir planlama ile tatlı su mevkii,
civarında balık restoranları ve çay bahçelerinin
bulunduğu güzel bir dinlence alanı haline
dönüşecebilecek.
Ege Üniversitesi
Su Ürünleri Fakültesi uzmanları tarafından aylar
süren inceleme ve proje çalışmaları sonucu gerekli
izinler alınarak başlatılan çalışmaların süratle
tamamlanacağını belirten Belediye Başkanı H.Vefa
ÜLGÜR “ Bu proje yıllar süren bir çaba sonucu imar
planlarını onaylatmayı başardığımız pamucak
bölgemizdeki turistik yol yapım işimizden sonra
başlattığımız ilk ciddi proje olacak. Bu projeyle
ekolojik denge korunurken tatlı su mevkiinin çevre
düzenlemesine de önemli bir başlangıç yapmış
olacağız. Kanal üniversitenin yaptığı incelemede
doğal yapısı ve su özellikleriyle çıpra, levrek,
kefal gibi balık türlerinin yaşayıp, çoğalması için
çok uygun bir ortam olarak değerlendirildi. Denizle
buluşturacağımız kanal içersine iki yüz elli bin
balık yavrusu bırakacağız. Bilim adamları bu
yavruların altı aylık bir süreyle korunması halinde
kanalın ve körfezin bir balık yaşam bölgesi haline
geleceğini belirtiyorlar” diyerek Pamucağın bir
cazibe merkezi haline geleceğini vurguladı.
Selçuk Bölge Haberleri, 08.08.2007
|
ESKİŞEHİR'DE ANTİK KENT
Eskişehir'in sahip olduğu
tarihi zenginlikler bir bir gün yüzüne
çıkarılıyor...
Bölgede yapılan son kazılarda, Bizans döneminden
kalma bir askeri üs bulundu.
Eskişehir'in Han İlçesi'ndeki yeraltı şehrinde süren
kazılarda, kentin tarihine ışık tutacak yeni eserler
bulundu.
8. yüzyıla ait olduğu sanılan askeri üste,
saklanma mekanları, ambarlar ve sığınaklar
bulunuyor.
Yaklaşık 3 bin askeri barındırabilecek büyüklükteki
üssün, Arap ve Türk ordularına karşı kullanıldığı
sanılıyor.
Öte yandan, Eskişehir'in Han
İlçesi'nde yapılan bir başka kazı
çalışmasında, Ortaçağ'a ait bir kilise ortaya
çıkarıldı.
Kazı Başkanı Oğuz Alp, kilisenin 8 ila 11'inci
yüzyıl arasına tarihlendirilebileceğini belirtti. İlçede, yaklaşık 2 yıldır devam eden kazı
çalışmalarında ortaya çıkarılan kilisenin yakın
çevredeki yerleşimlere de ışık tutabileceği ifade
edildi.
Trt/Haber, 08.08.2007
|
|
TARİHİ KAÇIRAMADILAR
Fethiye'de jandarma ekipleri
tarafından düzenlenen tarihi eser kaçakçılığı
operasyonunda yakalanan 3 kişi tutuklandı.
Bir ihbarı değerlendiren Fethiye Jandarma
Komutanlığı ekipleri Roma, Bizans ve Hellenistik
döneme ait tarihi eserleri yurt dışına kaçırmaya
çalışan S.A (43) S,S (47) ve H.K'yi (37) yakaladı.
Jandarma'nın S.A'ya ait 20 ZH 153 plakalı araçta
yaptığı aramada Roma, Bizans ve Hellenistik dönemlere
ait bir adet üzeri işlemeli tepsi, bir adet çift
tokalı yuvarlak parça, bir adet ucu ölçekli ölçü
aleti, bir adet beyaz yuvarlak taş, 4 adet çeşitli
ebatta süs eşyası, bir adet küpe olduğu tahmin
edilen parça, bir adet mühür olduğu tahmin edilen
parça, bir adet iki ucu yuvarlak parça, 5 adet
çeşitli şekillerde bazıları kırık yüzük ile birlikte
29 adet çeşitli büyüklüklerde yuvarlak, bazılarının
üzeri değişik şekillerde resimli para olmak üzere
toplam 56 adet parça ele geçirildi.
Olayla ilgili olarak gözaltına alınan S.A, H.K ve
S.S mahkemece tutuklanarak cezaevine gönderildiler.
Haber Ekspres, 08.08.2007
|
|
İSTANBUL'DA TARİHİ ESER OPERASYONU
İstanbul'da 15 parça
tarihi eser ele geçirildi.
Olayla ilgili bir kişi
gözaltına alındı.
İstanbul'da tarihi eser kaçakçılığı yaptığı
belirlenen bir kişiyi izlemeye alan Mali polis,
Eminönü'ndeki bir adrese düzenlediği operasyonda,
çeşitli dönemlere ait altın ve gümüş sikkelerle su
kapları ele geçirdi.
Olayla ilgili gözaltına alınan 1 kişi adliyeye
sevkedildi.
Trt/Haber, 08.08.2007
|
'AMAZON KRALİÇELERİ' RESTORE EDİLDİ
Şanlıurfa Müzesi yetkililerinin verdiği bilgiye göre, Şanlıurfa Belediyesi tarafından yürütülen Temalı Part Projesi kapsamında kentin en eski yerleşim yerlerinden biri olan ve tarihte ''Edessa'' olarak bilinen Haleplibahçe bölgesinde 2 yıl önce yürütülen altyapı çalışmaları sırasında ''Savaşçı Amazon Kraliçeleri'' mozaikleri bulundu.
''Tek göğüslü efsanevi savaşçılar'' olarak da bilinen ''Savaşçı Amazon Kraliçeleri''nin, av sahnesinin yanı sıra gülümseyen kız (EdessaGüzeli), keklik, aslan, ''çocuk erosu'' ve tabiat figürlerinin bulunduğu mozaiklerin kurtarılması amacıyla Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Şanlıurfa Müzesi'nin işbirliğiyle yürütülen kazı çalışmalarının bu yılki bölümünde bölgede sondoj çalışmaları yapıldı.
Mozaikleri doğal ve fiziksel etkilere karşı korumak amacıyla taşların çevresi yaklaşık 20 gün önce dolgu malzemeleriyle sıkıştırılarak restore edildi. Bölgede Şanlıurfa Müzesi tarafından görevlendirilen bir ekip tarafından arkeolojik kazı çalışmaları sürdürülüyor.
Bursa Hakimiyet, 08.08.2007
|
|
DUMANLI YAYLA'DA
1914'DEN KALMA ALMAN KONAĞI HARABEYE DÖNDÜ
Osmaniye'nin Düziçi İlçesi Dumanlı Yayla yolu
üzerinde bulunan, 1914 yılında 4 katlı hastane
binası olarak inşa edilen, daha sonra da köy
enstitüsüne dönüştürülen Alman Konağı, harabeye
döndü.
Binanın
mutlaka restore edilmesi gerektiğine inanan
vatandaşlar, "Yıllardır yenileme yapılmıyor. Hastane
binası, köy enstitüsü ve hamam olarak kullanılan
binalar her gün biraz daha dökülüyor. Dünya tarihi
eserlere büyük önem verirken Türkiye neden bu
eserlere sahip çıkmıyor" diye konuştu.
TürkiyeTurizm.com,
08.08.2007
|
ALİ EMİRİ'NİN KİTAPLARI YUVAYA DÖNÜYOR
Meşhur
kitap kurdu Ali Emiri Efendi'nin kurduğu Millet
Kütüphanesi'nin restorasyonu bitti. Marmara
Depremi'nden sonra Beyazıt Kütüphanesi'ne aktarılan
kitaplar yuvasına taşınıyor. Bu ay içinde açılacak
kütüphanenin müdürü Melek Gençboyacı, 'Burayı bir
kültür merkezi haline getireceğiz.' diyor.
"Kitabı aldım, eve geldim. Yemeyi, içmeyi
unuttum. Bu kitabı, sahaf Burhan 33 liraya sattı.
Fakat ben bunu birkaç misli ağırlığındaki elmaslara
değişmem..." Hayatını kitap toplamaya adayan ve bu
sevdasını 1916'da açtığı Millet Kütüphanesi'yle
nihayetlendiren Ali Emiri Efendi (1857/1923), sahaf
Burhan'dan 3 lira bahşiş de verip 33 liraya satın
aldığı 'Divan-ı Lügati't-Türk'ün hikayesini böyle
anlatmıştı. Fatih'teki Millet Kütüphanesi'nde gözü
gibi koruduğu eserler ise 1999 Marmara Depremi'nde
kütüphane zarar gördüğü için Beyazıt Kütüphanesi'ne
taşınmıştı. Bu iflah olmaz kitap kurdunun yıllar
yılı topladığı eserler, uzun bir ayrılıktan sonra
şimdi yuvasına dönüyor. Restorasyonu tamamlanan
kütüphane, önümüzdeki günlerde yeniden açılacak. Ali
Emiri'nin paha biçilmez eserleri, günümüzün bir
başka kitap sevdalısına, kütüphanenin müdürü Melek
Gençboyacı'ya emanet. "Fatih Sultan Mehmet'ten sonra
İstanbul'a en büyük hizmeti yapanların başında Ali
Emiri Efendi gelir." diyen Gençboyacı, bugünlerde,
Millet Kütüphanesi'nin yeniden hayata dönecek
olmasının mutluluğunu yaşıyor.
Bu yılın ocak ayında Suna ve İnan Kıraç Vakfı ile
düzenledikleri 'Ali Emiri Efendi ve Dünyası'
sergisinin ardından Ali Emiri'nin daha çok
tanındığını söyleyen Melek Gençboyacı,
"Diyarbakır'da çocukluğundan beri büyük bir
özveriyle kitap toplamaya başlayan Ali Emiri'nin en
büyük hayali, Doğu'nun ve Batı'nın bütün temel
eserlerini kapsayan bir kütüphane oluşturmaktı. Bu
sevda uğruna Osmanlı coğrafyasının çeşitli
bölgelerinde memuriyeti gereği gittiği her yerde hiç
ara vermeden okumaya ve kitap biriktirmeye devam
etti. Ev ev, dükkan dükkan dolaşarak, nadide
kitaplar aradı, bulduklarını satın aldı. Böyle bir
aşktı onun kitaplara duyduğu." diyor.
Ali Emiri Efendi, 1908'de emekli olup İstanbul'a
geldiğinde 40 küsur sandıktan oluşan; Osmanlı
tarihleri, padişah divanları, şuara tezkireleri ve
çoğu nadir ve tek nüsha eserlerden oluşan zengin
kütüphanesini beraberinde getirmişti. İstanbul'da
uzun süre kütüphanesine yer arayan Ali Emiri'ye,
Vakıflar Bakanlığı, 1701'de Darülhadis olarak
yaptırılan Feyzullah Efendi Medresesi'ni tahsis
eder. Ali Emiri, "Ben bu kitapları milletim için
topladım ve milletime vakfediyorum." diyerek
kütüphaneye 'Millet Kütüphanesi' adını verir.
Bugünlerde raflarına yerleşen birbirinden değerli
kitaplar, işlemeli kubbeler, sedir ağacından
yapılmış raflar ve daha pek çok yenilik, açılış
hazırlıkları tamamlanmak üzere olan kütüphanede
okurlarını bekliyor. Fatih semtinde saklı bir vaha
gibi duran kütüphane, geniş şadırvanlı avlusu, ferah
görüntüsü ve şehrin merkezinde oluşu ile
kitapseverlerin mazeretlerini ortadan kaldırıyor.
'Okuyucular buradan çıkmayı istemeyecekler.' diyen
Gençboyacı, çeşitli söyleşiler, konferanslar ve imza
günleri düzenleyerek okuyucuları buraya çekmeyi
hedefliyor.
Millet Kütüphanesi'nde 3704'ü Arapça, 519'u
Farsça, 2485'i Türkçe toplam 6708 yazma eser
bulunuyor. Arap harfli nadir sayılan matbu eserlerle
birlikte kütüphanede 30 bin civarında kitap mevcut.
Kütüphane 'Feyzullah' ve 'Ali Emiiri Efendi' olmak
üzere iki ana koleksiyondan oluşuyor. Kütüphanede
ayrıca Cumhuriyet öncesi gazete ve mecmua
koleksiyonu ile yine Ali Emiri Efendi'nin topladığı
Fransızca kitaplar da yer alıyor.
Dönemin Belediye Başkanı Cemil Topuzlu Paşa,
Feyzullah Efendi Medresesi'nin yıkılıp, arsanın
bando takımının eğitim talimgahı yapılmasına karar
verir ve çalışmaları başlatır. O sırada tesadüfen
binanın önünden geçen Fransız başkonsolosunun eşi
Madam Bombar, kazma küreklerle içeri girip çıkan
işçileri görünce merak edip sorar. Binanın
yıkılacağını öğrenince konuyu eşine söyler. Konsolos
da randevu alarak Sultan Reşat'a durumu bildirir.
Sultan, hemen bir ferman yayınlar ve binanın
yıkılması bu sayede önlenir.
Zaman, Haber: Musa İğrek, 08.08.2007
|
PICASSO'NUN KAYIP TABLOLARI BULUNDU
Picasso'nun
torunu Diana Widmaier Picasso'nun avukatı Olivier
Baratelli, Şubat ayında çalınan Picasso'ya ait 2
tablo ile 1 karakalem çalışmasının Fransa'nın
başkenti Paris'te polis tarafından ele geçirildiğini
söyledi.
Baratelli, "Picasso'nun çalınan çalışmaları iyi
durumda görünüyor" dedi. Çalınan tablolar ve
karakalem çalışmasının değerinin 50 milyon Euro'dan
fazla olduğu ifade ediliyor. Tablolar, Picasso'nun
torunu Diana'nın evinden 26 Şubat 2007 tarihinde
çalınmıştı.
haber7.com, 07.08.2007
|
ANTİK KENTTE BİTKİ KAZISI
Belçika Leuven Katolik Üniversitesi Arkeoloji Bölümü
Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Inge Uytterhoeven,
Sagalassos’ta çıkan toprak kütlelerinin el
arabalarıyla toprak analiz istasyonuna taşındığını
belirtti. Uytterhoeven, böylece Sagalassos’ta
yaşayan medeniyetin ne gibi yiyeceklerle
beslendiğine dair ilk bilgilere ulaşmalarının mümkün
olacağını kaydetti. Ağlasun ve çevresinde zeytin
yetiştiriciliğinin olmamasına rağmen Sagalassos’ta
bol miktarda zeytin çekirdeği bulduklarını ifade
eden Uytterhoeven, “Bugüne kadar zeytin çekirdeği
başta olmak üzere buğday, arpa, çetimek (Akdeniz ve
Ege bölgelerine has leblebi büyüklüğünde kavrularak
kuru yemiş gibi tüketilen, aynı zamanda zeytin gibi
sıkılarak bol miktarda yağ elde edilen yemeklerde de
kullanılan bir meyve) ceviz kabuğu, üzüm çekirdeği
ile kömür parçaları, seramik kırıkları, insan
kemikleri ve balık kılçıkları bulduk” dedi.
Akşam Akdeniz, 08.08.2007
|
ORTODOKS ŞAPELİ KÜTÜPHANE OLDU
Balıkesir'in
Ayvalık İlçesi'ne bağlı Cunda Adası'nda, restore
ettirilen eski bir Ortodoks şapelinde kütüphane
açıldı.
Coca-Cola İcra Kurulu Başkanı Muhtar Kent'in babası
Büyükelçi Necdet Kent'in adı verilen kütüphanenin
açılış törenine Koç Holding Şeref Başkanı Rahmi
Koç'un yanı sıra Fener Rum Patriği Bartholomeos ve
Yunanistan'ın Midilli Adası Valisi Pavlos Vogiatzis
de katıldı.
Necdet Kent'in Ayvalık'a ilk 1949'da damat olarak
geldiğini belirten Kent, babasının diplomat olması
nedeniyle hep Ayvalık hasretiyle yaşadığını
kaydetti. Kent şunları söyledi:
"Önce rahmetli babamın, ardından da kendi
üstlendiğim görevler sebebiyle hayatımın çok büyük
bir kısmı hep yurt dışında, evimizin, dostlarımızın,
komşularımızın özlemiyle geçmiştir. Buraya
geldiğimiz her fırsatta için için soluduğumuz
havanın, zeytinin, balığın, denizin kokusu, Ege'nin
kokusu bizleri bu hayata ve topraklara hep bağlı
kılmıştır."
Rahmi Koç, Muhtar Kent'in, bir kilise restore edip
babasının kitaplarını içine koymak istediğini, ancak
bu konuda müsaade alamadığını ifade etti.
Koç, "Bundan bana bahsetti. Bu şekilde bir taşla üç
kuş vurmuş olduk. Muhtar Kent'in arzusunu yerine
getirdik ve babasından kalma kitapları buraya
koyduk. Sevdiğimiz ve saydığımız büyüğümüz Necdet
Kent'in ismini yaşattık ve de Türkiye'de güzel bir
eski eseri restore ettik" diye konuştu.
Edremitli iki keşiş tarafından Cunda Adası'nın
girişine kurulan bir şapelin restore ettirilmesiyle
oluşturulan kütüphanede, kültürel mirası yansıtan
eski eserlerin yanı sıra Necdet Kent'e ait
koleksiyon da sergileniyor.
Milliyet, 08.08.2007
|
OSMANLI DÖNEMİNE AİT CAMİ YILLARCA AHIR OLARAK
KULLANILMIŞ
Batman'ın Hasankeyf
İlçesi'nde
ahır olarak açılan bir mağaranın, Osmanlı dönemine
ait cami olduğu ortaya çıktı. Hasankeyf Arkeolojik
Kazı Başkanı Prof. Dr. Abdusselam Uluçam, "Maalesef
Osmanlı dönemine ait cami uzun yıllar ahır olarak
kullanılmış." dedi.
Bölgede yürütülen arkeolojik kazı
çalışmaları, kale önünde Şahap Vadisi'nde yoğunlaştı.
Hasankeyf Kale Yolu olarak adlandırılan dükkanların
kazısı çalışması sırasında, kayalar ortadan
kaldırıldıktan sonra yeni mekanlar ortaya çıktı.
Ahır olarak açılan geniş bir mağaranın Osmanlı
dönemine ait camii olduğu belirtildi.
Mağara Camii'nin minberi ve
sütunları halen ayakta dururken, düzgün yer taşları
da oldukça dikkat çekiyor. Kazı ekibi, kısa sürede
camiyi temizleyerek mimari hatlarını ortaya çıkardı.
Caminin en az 500 yıllık olduğu tahmin ediliyor.
Hayvan gübresi nedeniyle çürüyen taşlar caminin iç
mimarisini bozmuş durumda.
Prof. Uluçam yaptığı açıklamada,
Hasankeyf'in her tarafının tarih koktuğunu
belirterek, "Ahır olarak kullanılan yerin bile
Osmanlı döneminde kullanılan cami olduğunu
görüyoruz. Osmanlı döneminden sonra tarihi yapılar
büyük zarar görürken, hiç korunmamış." diye konuştu.
Kazılarla ilgili de bilgi veren
Prof. Uluçam, "Hasankeyf kazıları 3 ana konu
üzerinde yoğunlaştı. Daha önceki yıllarda kazısı
başlayan Büyük Saray, Şahap Vadisi dükkanları ve
Selahiye bahçelerinde çalışma yürütülüyor. Kale
önündeki Şahap Vadisi'nde 42 dükkandan oluşan çarşı
ortaya çıktı. Büyük taşlarla dolu Şahap Vadisi uzun
uğraşlar sonucunda temizleniyor. Bu çalışmayla
kaleye açılan 2 yol, Selahiye bahçelerinde yapılan
çalışmalarda ise zaviyeler ortaya çıkarıldı."
şeklinde konuştu.
TürkiyeTurizm.com, 07.08.2007
|
|
ARABAN KALESİ ÇÜRÜMEYE TERKEDİLDİ
Gaziantep'in,
Araban İlçesi'nde bulunan tarihi kale kaderine
terkedildi. Bilimsel araştırma ve koruma çalışmaları
yapılmadan bugüne kadar dış tahriplere direnen kale,
bakımsızlık nedeniyle yok oluyor.
Araban Esnaf ve Sanatkarlar Kefalet Kredi
Kooperatifi Başkanı Mehmet Bazlama, tarihi Araban
İçkale ve Camii'nin koruma altına alınmasını istedi.
Bazlama, "Araban'da bulunan ülkemiz ve bölgemiz için
önemli bir kültürel varlık İçkale ve Camii bu güne
kadar koruma altına alınmadı. Kalenin yok olma
tehlikesiyle karşı karşıya kalması, ilçe halkını
derinden üzüyor. Araban Kalesi'ni her görüşümde içim
sızlıyor. Bu kadar önemli bir tarihi eserimiz var
ama yetkililerce keşfedilmemiş, günümüze kadar
koruma altına alınmamış. Dış tahriplere dayanarak
günümüze kadar gelmiş bu kültürel varlığımızla
birlikte, Elif Beldesi, Hisar ve Hasanoğlu
köylerindeki tarihi anıt mezarların da koruma altına
alınmasını bekliyoruz. Gaziantep Kalesi ve Rum Kale
gibi tarih turizmine açılmasını bekliyoruz. Bu
konuda, yetkilileri göreve davet ediyorum. Kültür
Bakanlığı yetkilileri, Araban'a gelip ilçemiz
merkezinde bulunan Araban İç Kale ve Camii'nin ve
ilçeye bağlı köylerimizdeki tarihi kültürel
varlıklarımızın tespit ve keşifleri için gerekli
çalışmalarını istiyoruz. Araban ilçesinde bir sivil
toplum örgütü başkanı olarak ilçemizdeki tarihi
kültürel varlıklarımızın tanıtımı için elimizden
gelen yardımları sağlamaya hazırım" diye konuştu.
Zaman, 07.08.2007
|
TURİSTLERİN ARTAN ŞİKAYETLERİ İLE YALVAÇ ANTIOKHEIA'YA TABELA DİKİLDİ
Isparta'nın Yalvaç İlçesi'ndeki Pisidia Antiokheia Antik Kenti'ni ziyarete gelen yerli ve yabancı turistlerin tarihi bölgelere nasıl gideceği konusunda yeterli işaret olmaması şikayeti üzerine belediye ilçeye gelen karayolları ve şehir içine yön tabelaları koydu.
Zabıta Amiri Tuncay Kutlu ve Yalvaç Müze Müdürü Ali Harmankaya'nın bizzat yer aldığı çalışma sonunda sekiz nokta tespit etti. Yön levhaların yerleştirileceği noktalar ise şöyle belirlendi: Isparta yönünden gelecekler için anıt kavşağından başlayarak yol boyunca. Yalvaç Belediyesi benzin istasyonu önündeki kavşak, Yeşil Çınar Bulvarı güney girişi.
Kaymakamlık önündeki kavşak, Atatürk Lisesi önündeki kavşağı ve Askerlik Şubesi önündeki Şehitliğin köşesine toplam altı adet levha dikilecek. Senirkent yönünden gelenler için ise Yusuf Uysal kavşağına ve Kaymakamlık lojmanı önündeki Ali Latifoğlu kavşağına olmak üzere iki adet olmak üzere toplam sekiz adet yön levhası yerleştirilecek. Bordo renkli zemin üzerine beyaz renk harflerle 'Pisidia Antiokheia' yazan 2 metre 25 santimetre eninde, 90 santimetre boyundaki saç yön levhaları karayolları standardına uygun özelliklere sahip. Söz konusu levhalar iki günlük bir çalışma sonucunda yerlerine monte edilecek.
TürkiyeTurizm.com, 07.08.2007
|
|
AYRILSIN MI, AYRILMASIN MI?
|
KÜLTÜR VE TURİZM BAKANLIĞI AYRILMALI
Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, dün 60. hükümeti
kurma görevini Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a
verdi.
Bilirsiniz ki, beni ilgilendiren kabinede Kültür ve
Turizm Bakanı’nın kim olacağı ve onun yapması
gerekenlerdir.
Önce Sayın Başbakan’dan bir dileğim var.
Kültür ve Turizm Bakanlığı’nı ayırsın, iki
bakanlığın birbirinin gücünü eksilttiği, kültürün bu
birleşmede ikinci dereceye düştüğü kanısındayım.
Neden?
Çünkü "turizm" para getiriyor, "kültür"
ise para götürüyor.
Turizm, bir bakanı, bir müsteşarı öylesine meşgul
eder ki, sıra kültüre gelmez. Haklarını yememek
gerekir, son kültür bakanının ve müsteşarın görevi
sırasında böyle bir ihmale uğranılmadı. Ama bundan
sonrası için ben şimdiden uyarmak istiyorum.
Turizmcilerin devletle çok işleri vardır, sürekli
bakanla temas halindedirler; kültür, sanat, edebiyat
adamları, bakana, bakanlığa yoğun bir yönelimde
bulunmazlar. Çünkü ne tahsis işleri vardır, ne
kredi.
Bu geniş alanla uğraşan bakan nasıl kültüre zaman
bulacak, ona nasıl vakit ayıracak?
Zaten, gazeteciler, kamuoyu da ondan kültüre
yaptıkları yatırımı, kültüre harcanan parayı
sormuyor, daha çok turist geldi mi gelmedi mi, gelir
tahmini ne olacak, hesaplar tutacak mı soruları
yöneltiliyor.
Kafasında hep bu soruların cevabını tasarlamaya
çalışan Kültür ve Turizm Bakanı’nın, kültüre yoğun
bir ilgi göstereceği kanısında değilim. Geçen
dönemde olduğu gibi, iyi bir müsteşar atamışlarsa,
kültür ikinci sıraya düşmez.
Bu kadar uygulama göstermiştir ki, tek başına
kültür bakanı olanlar, kültüre daha çok zaman
ayırmışlardır.
Ben onları daha iyi bakan olarak anmıyorum, öyle bir
yanlış anlama olmasın.
Ama iki bakanlığın birbirlerine zıt olduğu
kanısındayım. Kültür ve turizmin bağlantısını
göremiyorum.
İki bakanlığın bir arada bulunması, bana kötü bir
anlayışı, algılayışı çağrıştırıyor.
Kültür, tek başına bir bakanlığı yeterince
dolduracak önem, ağırlık taşımıyor. Önemli olan,
para getiren turizmdir, biz onun yanına kültürü de
katalım, hem kültürü bakanlık düzeyine çıkarmış
oluruz, hem de geniş yer vermeyiz düşüncesinin ürünü
gibi geliyor.
Böylece kültüre de yer ve önem vermediler
diyemezler, bakanlığımız var işte.
Ben bu gerekçenin çağdaş bir hükümete yakışmadığı
inancındayım.
Üstelik gelecek yıl 2008’de Türkiye Uluslararası
Frankfurt Kitap Fuarı’nın Onur Konuğu, daha
sonra da 2010’da İstanbul, Avrupa’nın Kültür
Başkenti olacak.
İkisi de o kadar yoğun ilgi ve mesai bekliyor
ki, ben bu iki bakanlığın bir aradalığında, bu
temponun uygulanamayacağı kanısındayım.
* * *
Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın bölünmesinin,
Türk kültürüne, sanatına, edebiyatına daha fazla
güç, daha fazla kuvvet katacağı inancındayım.
Bu ayrılma, kültüre duyulan saygının bir göstergesi
olacak.
Hürriyet, Yazı: Doğan Hızlan, 07.08.2007
*****
KÜLTÜR VE TURİZM AYRILSIN MI?
Cumhurbaşkanı Ahmet
Necdet Sezer'in, 60. Hükümeti kurma görevini
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'a vermesinin ardından,
daha önce pek çok kez tartışılan Kültür ve Turizm
Bakanlığı'nın ayrılması yeniden gündeme geldi.
Doğan Hızlan, dün Hürriyet gazetesindeki köşesinde
Erdoğan'a hitaben "Kültür ve Turizm Bakanlığı'nı
ayırsın. İki bakanlığın birbirinin gücünü
eksilttiği, kültürün bu birleşmede ikinci dereceye
düştüğü kanısındayım..." ifadesini kullandı.
Talat Halman'ın ilk Kültür Bakanı olarak göreve
başlamasının ardından iki bakanlık daha sonra birkaç
kez birleştirip ayrıldı. İlk birleşme 1981'de
yaşandı. 1989'da bakanlıklar yeniden ayrılırken, 6
Nisan 2003'te yine birleştirildi. Konuyla ilgili
olarak eski bakanlar ve sanat dünyasının önemli
isimleri şunları söyledi:
Ercan Karakaş (50. Hükümet'in Kültür Bakanı):
Türkiye'nin büyük bir kültürel zenginliği var.
Bunlara zaten yeteri kadar sahip çıkılamıyor. Bir de
iki bakanlık birleştiğinde turizm, kültürün önüne
geçiyor. O yüzden bağımsız bir bakanlık gerekli.
Fikri Sağlar (49 / 50 / 52. Hükümet'in Kültür
Bakanı): Sadece kültür bakanlığı söz konusuyken
Türkiye'de kültürel hamleler daha hızlı atılmıştır.
Ancak son dört yıl içinde kültür turizmin üvey
kardeşi olmuş, kültür varlıkları yok edilmiştir.
Turizmden başını kaldıramayanlar AKM'nin yıkılmasını
söyleyebilecek noktaya gelmiştir. Bu, iki bakanlığın
birleşmesinin ne kadar sakıncalı olduğunun en somut
örneğidir.
Erkan Mumcu (59. Hükümet'in Kültür ve Turizm
Bakanı): Kültürel mirasın, fikri mülkiyet haklarının
korunması ve geliştirilmesi, sinema, yayıncılık
alanında kaydedilen gelişmelere bakın. Bunları
bakanlıkların ayrı olduğu dönemlerle ve bugünle
mukayese edin. İki bakanlığın birleştirilmesiyle
kültürel mirasın korunması konusunda daha iyi kaynak
yaratıldı, bütçeden ayrılan kaynak bin kat daha
arttı. Önemli olan bu kurumların hangi vizyon ile
idare edileceğidir.
Derviş Zaim (Yönetmen): Kültür ve Turizm
Bakanlığı'nın birbirinden ayrılması, işlerin daha
hızlı ve daha kaliteli yürümesini sağlayacaktır.
Turizm ile kültür arasında doğrudan ilişki olduğu
pek söylenemez. Ülkenin en önemli ihtiyaçlarından
birinin kültür olduğunu düşünürsek, kültür için daha
diri enerjiler gerekir.
Murathan Mungan (Şair - yazar): Kesinlikle
ayrılmalı. Uygulamanın bu olması gerekliliği bir
yana, önümüzdeki üç yılın özel önemi nedeniyle özel
bir zorunluluktur. 2008, 2009 ve 2010'da önemli
etkinlikler var. Bunun için, yalnızca kültüre
odaklanmış, kadrolarını buna seferber edecek bir
bakanlığa gereksinim var.
Şakir Eczacıbaşı (İstanbul Kültür Sanat Vakfı
Yönetim Kurulu Başkanı): Binlerce yıllık uygarlık
kalıntıları üzerinde kurulmuş Türkiye'nin en büyük
zenginliği kültürüdür. Kültür Bakanlığı elbette
turizmden ayrılmalı, hem de en önde gelen
bakanlıklardan biri sayılmalı.
AB ülkelerinde kültür ve
turizm bakanlıkları konusunda farklı eğilimler olsa
da, üyelerin büyük çoğunluğu iki alanı ayrı çatılar
altında toplamayı tercih ediyor.
Genel eğilim "kendi başına bir kültür bakanlığı
oluşturulması, turizmin de farklı bakanlıkların alt
konusu olarak yapılandırılması" şeklinde. Fransa'da
ise kültür, Kültür ve Komünikasyon Bakanlığı çatısı
altında bulunuyor.
2007'de 2.7 milyar euro'luk bütçesiyle, tüm devlet
giderlerinin yaklaşık yüzde 1'ini kontrol etmesine
rağmen, Kültür ve Komünikasyon Bakanlığı, genellikle
lidere yakınlığıyla bilinen şahsiyetlerin
paylaşamadığı, kabinenin en prestijli koltuklarından
biri sayılıyor. Daha önce Versailles Şatosu ve
Müzesi'nin genel müdürü olan Christine Albanel halen
bu bakanlığı yürütüyor. Buna karşılık, GSMH'nin
yüzde 6.5'ini üreten turizmcilik, bağımsız bir
bakanlık değil.
Ekonomi Bakanlığı çatısı altında bir devlet
sekreterliği, yani bakan yardımcılığı şeklinde
yürütülüyor.
Haber: Güven Özalp - Sabetay Varol
*****
Turizm çevrelerinde farklı
görüşler hakim
Sadettin Ulubay (Club İremtur Yönetim Kurulu Başkanı): Bakanlık ayrılsa da, birlikte de olsa, ekip halinde çalışma olmalı. Kültür ve turizm ayrılmaz iki parçadır. Bakanlıklar ayrıyken, aralarında devamlı çekişme vardı. Birleştirdiler, bu sefer bürokratlarda çatışma başladı. Yine sıkıntılar oldu. Turizm bakanlığı rica bakanlığına dönüyor. Burada önemli olan hükümetin turizme bakışı.
Oktay Varlıer (TYD Yüksek İstişare Başkanı): Kültür ve Turizm Bakanlığı ayrılmamalı. Türkiye'nin arkeolojik, kültürel değerleri ortaya çıkarılıp turizmin içine sunulmalı. Bana göre Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın güçlü bir bakanlık olarak bu iki konuyu bir arada götürmesinde büyük yarar var.
Erhan Çakay (TUROB Genel Sekreteri): İki bakanlık arasında eşgüdüm olması için birleştirilmişti. Ancak böyle bir koo
Murat Ersoy (ETS TUR Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı): Dünyada turizmde önde olan bütün ülkelerde bu iş ayrı yapılıyor. Ayrılması gerektiğine inanıyoruz. İşlevleri bir gibi gözükse de, aslında tamamen ayrı. İstanbul 2010 Kültür Başkenti'nin daha etkin olması için Kültür Bakanlığı ayrılmalı. Kültürel hazinemiz Mısır'dan daha az zengin değil, ancak ortaya çıkarılamadı.
Milliyet, 08.08.2007
*****
BAŞBAKAN HİÇ ŞÜPHEM YOK GÖRÜŞLERİ ÖNEMSEYECEKTİR
"Kültür ve Turizm Bakanlığı ayrılmalı" (Hürriyet,
7 Ağustos 2007) yazım üzerine, Yasemin Bay-Nevin
Donat arkadaşlarımız, "Kültür ve Turizm ayrılsın
mı?" (Milliyet, Çarşamba 8 Ağustos 2007) sorusunu,
eski kültür bakanlarına, sanat, edebiyat dünyasının
önemli adlarına yöneltmişler, değerlendirmeden uzak
tutulmaması gereken yanıtlar almayı başarmışlar.
Soruşturmanın yanındaki sütunda yer alan, Güven
Özalp - Sabetay Varol’un hazırladıkları
"AB’de genel eğilim ’ayrı bakanlıklar’" da
soruşturmayı tamamlamış, karşılaştırma yapma imkánı
sağlamış.
Yanıt verenler; Ercan Karakaş, Fikri Sağlar,
Erkan Mumcu, Derviş Zaim, Murathan Mungan, Şakir
Eczacıbaşı.
Turizm sektöründen cevaplayanlar; Sadettin
Ulubay, Oktay Varlıer, Erhan Çakay, Murat Ersoy.
* * *
Erkan Mumcu hariç, gerek kültür bakanları
gerek yazarlar, kültür dünyasının tanınmış adları,
iki bakanlığın bağımsız olması kanısında
birleşiyorlar. İnandırıcı gerekçeleri de var.
Ayrıca, iki bakanlığın bir arada bulunmasının bir
başka sakıncası, yatırımların, çalışma saatlerinin
bölünmesinin bakanın tercihine kalması. İki bakanlık
ayrı ayrı gerektiği alanlarda koordinasyon içinde
çalışabilir.
Ercan Karakaş, Fikri Sağlar ayrılmanın
yararını savunuyorlar. İkisi de kültür bakanlığı
yaptıkları için uygulamadaki ayrı olmanın başarı
oranını artıracağını deneyleriyle biliyorlar.
Şakir Eczacıbaşı, kültür zenginliklerimizi
her fırsatta dile getiren, hükümetin kültüre
ayırdığı bütçenin azlığından yakınan bir kültür ve
sanat adamı. O da bağımsızlıktan yana.
Murathan Mungan’ın hatırlatmasını herkes
dikkate almalı:
"Kesinlikle ayrılmalı. Uygulamanın bu olması
gerekliliği bir yana, önümüzdeki üç yılın özel önemi
nedeniyle özel bir zorunluluktur. 2008, 2009 ve
2010’da önemli etkinlikler var."
Benim gibi yalnız İKSV’deki ileriye dönük
çalışmaları bilseniz, izleseniz, tek başına bir
kültür bakanlığının zorunluluğunu savunursunuz.
Derviş Zaim, iki bakanlık arasında doğrudan
ilişki olmadığını belirtiyor.
Sadece Oktay Varlıer, birleşik bakanlıktan
yana, diğer iki turizmcinin ayrılmaya bir itirazları
yok.
AB ülkelerinde, Turizm bağımsız bir bakanlık
değil.
Fransa’da 2007’de 2.7 milyar Euro’luk bütçesiyle,
devlet giderlerinin yüzde 1’ini alıyor kültür
bakanlığı, üstelik kabinenin en prestijli
koltuklarından biri.
* * *
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, bağımsız bir
bakanlık yaparak, kültür bakanlığına dinamizm,
prestij kazandıracaktır.
Hürriyet, Yazı: Doğan
Hızlan, 09.08.2007
*****
ESKİ KÜLTÜR BAKANLARININ
BİRLEŞMEYE KARŞI BİLDİRGESİ
Eeski kültür
bakanlarından Ercan Karakaş telefon etti, iki
bakanlık birleştirilirken, eski kültür bakanlarının
bu birleşmeye karşı yayınladıkları bildirgeyi
gönderdi. Karakaş bir makalesini de faksladı.
Onlardan söz edeceğim.
Eski kültür bakanlarının Erkan Mumcu’ya
verdikleri, kamuoyuna da açıkladıkları 14 Nisan 2003
tarihli Kültür ve Turizm Bakanlıklarının
Birleştirilmesine Karşı Önceki Kültür Bakanlarının
Bildirgesi başlıklı yazı şöyle:
Biz aşağıda imzaları bulunan önceki Kültür
Bakanları, Türk halkının, Cumhurbaşkanımızın,
Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin, Başbakan ve
Bakanlar Kurulu’nun dikkatini Kültür Bakanlığı ile
Turizm Bakanlığı’nın birleştirilmesine ilişkin
niyetin ve TBMM’ye sevk edilmiş bulunan kanun
tasarısının yanlışlığına çekmeyi bir vicdan görevi
olarak görmekteyiz.
1971 Temmuz’undaki kuruluştan 2002 sonlarına kadar,
30 yıldan uzun bir süre içinde birbirinden çok
farklı hükümetlerde Kültür Bakanlığı’nı yönetmiş
olan eski bakanlar, birleştirme planının ulusal ve
kültürel varlığımıza zararlı olabileceği endişesi
içindedirler. Nitekim, böyle bir Bakanlık 1980’li
yıllarda kısa bir süre denenmiş, sonra yeniden iki
ayrı bakanlığa dönülmüştür.
Turizm bir sanayi dalı, bir ticari
işletmeciliktir. Kültür ise bir sanat alanıdır.
Turizm yatırımcılık, kültür yaratıcılıktır. Tek bir
yönetimde, turistik tesis ve etkinliklerin
yeryüzündeki en eski uygarlıklardan günümüzdeki
dinamik kültürel yaşamımıza kadar süregelen
olağanüstü hazinemizi yıpratması gibi bir tehlike
vardır. Ülkemiz bu mirası korumak için dünyaya ve
gelecek nesillere karşı sorumludur.
Türkiyemizin eski Anadolu uygarlıkları bakımından
zenginliği ve çeşitliliği, başka hiçbir ülkeye nasip
olmamıştır. Bu topraklar üzerinde biz bin yıldır,
görkemli bir Selçuklu, Osmanlı, Türk ve İslam
uygarlığı da yarattık. Geçtiğimiz seksen yılda
Mustafa Kemal Atatürk’ün "Kültür Cumhuriyeti"
iftihar etmemiz gereken bir çağdaş yaratıcılıkla
dünyaya örnek oldu.
Birçok ülkede olduğu gibi, bizde de turistik gelişme
çoğu zaman, kültürel çevreyi ve varlıkları tehlikeye
düşürüyor. Bunun içindir ki hiçbir yerde birleşik
bir turizm ve kültür bakanlığı kurulmamıştır.
Türkiye, kültürü turizme kurban etmemelidir.
Aksine, Kültür Bakanlığımızın, nitelikli ve uzman
kadrolarıyla, bütünlüğü korunmalı. Kültür Bakanlığı
güçlendirilmeli, devlet bütçesi içindeki payı binde
3’ten, en az yüzde 1’e çıkarılmalı, koruyucu ve
yaratıcı bir kurum olarak geliştirilmelidir. Türkiye
öyle bir uygarlıklar hazinesi ve kültür
cumhuriyetidir ki hiçbir ülkede kültür bakanlığı
olmasa bile bizde güçlü bir Kültür Bakanlığı
olmalıdır.
İki bakanlığın birleştirilmesine ilişkin böyle
önemli bir kanun tasarısının kültür ve sanatla
ilgili kurum ve kişilere sorulmadan ve kamuoyuna
yeterince sunulmadan, aceleye getirilerek TBMM’ye
sevk edilmesi, bizce vahim bir hatadır. Konunun
tekrar düşünülmesini ve danışmalar yapılmasını
öneriyoruz.
Bildirgenin altında alfabetik sırayla şu bakanların
imzaları yer alıyor:
İsmail Cem - Suat Çağlayan - Agáh Oktay Güner -
Talát Halman - Ercan Karakaş - Nermin Neftçi - Fikri
Sağlar - Timurçin Savaş - İstemihan Talay - Tınaz
Titiz - Namık Kemal Zeybek
Hürriyet, Yazı:
Doğan Hızlan, 10.08.2007
|
|
|
MALATYA KALESİ SURLARININ RESTORASYONU BAŞLIYOR
Malatya'nın Battalgazi İlçesi'nde bulunan tarihi Malatya Kalesi surlarının son kalıntılarının restorasyon projesinin tamamlandığı, projenin koruma kurulunca onaylanması halinde restorasyon çalışmalarına bu ay başlanacağı bildirildi.
Battalgazi Belediye Başkanı Selahattin Gürkan, Batı Roma İmparatoru Justinianus (522-565) döneminde tamamlanan Malatya Kalesi surlarının son kalıntılarının restorasyonu için hazırlanan projenin tamamlandığını belirtti. Projenin önümüzdeki günlerde Koruma Kuruluna gideceğini bildiren Gürkan, ''Proje, koruma kurulunda onay alır, döner sermaye de kaynak ayırırsa restorasyon bu ay başlayacak. Bu yolla 2 bin 700 metre olan surların 550 metresi restore edilmiş olacak'' dedi.
1960'lı yıllarda yapılan tapu kadastro çalışmaları sırasında tarihi surların vatandaşlar üzerine tapulandığını hatırlatan Gürkan, yaptıkları çalışmalar sonucu yaklaşık 2 kilometre uzunluğundaki surların 550 metrelik kısmının belediyeye ait olduğunu tespit ettiklerini söyledi.Gürkan, ''Malatya Kalesi'ni oluşturan surların belediyemize ait olan kısmını Kültür ve Turizm Bakanlığına devrettik. Bakanlıkça, surlarla ilgili restorasyon çalışmaları yapılmasını bekliyoruz. Geri kalan kısımlar vatandaşlar üzerine kayıtlı bulunuyor'' diye konuştu.
Turizm Gazetesi, 07.08.2007
|
|
|
ASIRLIK AĞAÇ ANIT OLUYOR
Siirt Ticaret ve Sanayi Odası
(STSO), merkeze bağlı Çöl köyündeki bin yıllık
menengiç ağacının anıt ağaç olarak tescil edilmesi
için müracaatta bulundu.
STSO ağacın tescil edilmesi için
müracaat ettiği Diyarbakır Kültür ve Tabiat
Varlıklarını Koruma Kurulu'ndan gelen iki kişilik
bir heyet ağaç ile ilgili incelemelerde bulundu.
STSO Başkan Vekili Nedim Kuzu,
"Siirt tarihi, kültürel ve doğal zenginliği bol bir
şehir. Oda olarak Siirt'in kalkınması ve gelişmesi
üzerimize düşeni yapmaya çalışıyoruz. Diyarbakır
Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'ndan
gelen heyet ağaç ile ilgili çalışmalarını tamamladı.
Tahmini bin yıllık olarak hesaplanan bu anıt ağacın
çevre uzunluğu 4 metre 71 santimetre olarak tespit
edildi." dedi.
TürkiyeTurizm.com, 07.08.2007
|
TARİHİ DEĞERLERE SAYGI
Gaziantep İl Genel Meclisi, yıkılan Dayı
Ahmet Ağa İlköğretim Okulu’nun bulunduğu bölgede
yapılacak olan katlı otopark ve işyeri inşaatının
tarihi değerlere uygun olarak inşa edilmesi için
çalışma başlattı.
İl Genel Meclisi üyesi Mehmet Çetin, bölgede
yer alan tarihi Ömeriye Cami’nin yanında yapılması
düşünülen katlı otopark ile işyerlerinin, caminin
tarihi dokusuna şekilde yapılacağını söyledi.
Çetin, “İl Genel Meclisi, aynı zamanda üye olan
İnşaat Mühendisleri Odası Başkanı Serdar Uygur ile
birlikte proje hazırlanacak. Hazırlanan projede
yeraltında 2 kat otopark üzerinde ise tarihi
değerlere uygun işyerleri yer alacak” diye
konuştu.
Projenin en uygun ve ekonomik
şekilde yaşama geçmesi için yoğun gayret
göstereceklerinin altını çizen Çetin, “Gelecek
yıllarda meclis olarak kentimize daha güzel ve
farklı projeleri armağan edebilmek için
çalışmalara imza atacağız. İl Genel Meclisi eğitim
alanında gösterdiği başarılı çalışmalara
yenilerini eklerken farklı projelerin yaşama
geçirilmesinde etkin rol üstlenecek” dedi.
Gaziantep Hakimiyet, 07.08.2007
|
KAÇAK KAZI YAPAN 5 KİŞİ YAKALANDI
Mersin’in Silifke İlçesi’nde, kaçak kazı yapan 5
define avcısı jandarmanın düzenlediği operasyonla
yakalandı.
İlçe Jandarma Komutanlığı, bir ihbar üzerine ilçeye
bağlı Çeltikçi Köyü Mezarlık Mevkii’ne baskın yaptı.
Jandarma bölgedeki tarlalarda kepçe ile kaza yapan
Hüseyin Bıyık (26), Mehmet Genç (43), Ahmet Usca
(23), Ahmet Dur (47) ve İbrahim Usca’yı (42) suçüstü
yakaladı.
Roma dönemine ait sütun gövdesi ve tarihi taşları
parçaladığı belirlenen define avcılarının açtığı
çukurdan küp kalıntıları bulundu. Gözaltına alınan
zanlıların sorgularında suçlarını kabul etmediği
öğrenildi. Soruşturma sürüyor.
Mersin Kent Haber, 07.08.2007
|
DEFİNE AVCILARI JANDARMA VURDU
Amasya'da kaçak kazı
yapan bir grupla jandarma ekipleri arasında çıkan
çatışmada 1 er yaralandı.
Olay, dün Keşlik Köyü
Mevkii'nde meydana geldi. Devriye gezen jandarma
ekipleri, kaçak kazı yapan bir grupla karşılaştı.
Jandarmanın teslim ol çağrısına grup ateşle karşılık
verince çatışma çıktı. Çıkan çatışmada er Yılmaz
Ünal Ün yaralandı. Jandarmaya ateş eden Ali Şan İ.,
Yılmaz G., Recep K. ve Ali Durmuş K., etkisiz hale
getirilerek gözaltına alındı.
Yaralı er, Amasya
Sabuncuoğlu Şerafeddin Devlet Hastanesi'ne
kaldırıldı.
Milliyet, 07.08.2007
|
VATANDAŞA TARİH DESTEĞİ
Kocaeli Büyükşehir Belediyesi Tarihi Mekanlar ve
Kent Estetiği Müdürlüğü tarafından oluşturulan
KUDEP, tarihi mekanlar konusunda vatandaşı
bilgilendirme toplantılarını sürdürüyor. Şu ana
kadar İzmit’te iki, Gölcük Saraylı Köyü, Tavşancıl,
Gebze merkez ve Değirmendere’de tarihi mekan sahibi
insanlarla toplantı yapılarak, yapılması gereken,
tanınan haklar ve izlenmesi gereken yollar konusunda
bilgi verildi. Toplantılarda vatandaşlar küçük bir
işlem için bile aylarca bekletildiklerinden dert
yandı.
Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından Kocaeli’de
tescilli 650 eser içinde ev konumunda olan 450
binanın sahipleri, KUDEP tarafından tek tek
belirlendi. Bina sahiplerinin onarım, bakım,
restorasyon işleri için gösterilen her çabayı
destekleyen KUDEP, basit boya, çatı tamiri gibi
işlemlere izin verme yetkisine sahip. Bu tür basit
işlemler için vatandaşın aylarca bakanlık onayını
beklemesi gerekmiyor. KUDEP’in görevleri arasında
onaylı projelerin uygulamasını denetlemek ve
tamamlananlar hakkında görüş vermek, Koruma Yüksek
Kurulu veya Bölge Kurulu’nun kararlarına aykırı
uygulamaları denetlemek yetkisine sahip.
KUDEP, tarihi yapı sahiplerine bakım ve onarım
işlerinde büyük kolaylık sağlıyor. Daha önce basit
onarım işlemleri için aylarca beklemek zorunda kalan
yapı sahipleri artık KUDEP sayesinde işlemlerini
daha hızlı sonuçlandırıyor. Sahibi oldukları tarihi
binayı onarmak isteyenler, mülkiyet durumuyla ilgili
belgeyi, yapının mevcut durum fotoğraflarını,
yapacağı uygulamaya ilişkin açıklayıcı bilgiyi
içeren dilekçesiyle beraber KUDEP’ e müracaat
edebiliyor. Başvurular KUDEP uzmanlarınca
incelendikten sonra yapılacak uygulama ile ilgili
koşulların belirtildiği bir izin belgesi
düzenleniyor. Tadilat ve tamiratlar tamamlandıktan
sonra, yapılan çalışmayı denetleyen KUDEP, çalışma
izin belgesi doğrultusunda tamamlanmışsa, uygunluk
belgesi veriyor. Onarım, izin belgesi dışına
çıkılarak yapılmışsa, durumu Koruma Bölge Kurulu’na
rapor ediyor.
KUDEP, tarihi yapıların onarım ve bakım
sürecinde, Kültür ve Turizm Bakanlığı ile mülk
sahipleri arasında köprü oluyor. Binasını onarmak
isteyen kişilere, onarımın tahmini tutarı ve teknik
rapor hazırlayan KUDEP, bu sayede vatandaşın yükünü
de hafifletiyor. Hazırlanan raporlar doğrultusunda
vatandaşlar, onarımı yapılacak olan binalar için
bakanlık tarafından verilen 50 bin YTL ile 200 bin
YTL arasında değişen restorasyon yardımını bu
raporlarla alabiliyor.
Özgür Kocaeli, 07.08.2007
|
MENDİLE İŞLENEN TARİHLER
Türkiye Sualtı Arkeoloji Vakfı Başkanı, Araştırmacı
ve Koleksiyoncu Oğuz Aydemir’in 70 parçalık ipek
hatıra mendilleri koleksiyonu, 150 yıllık tarihin
dönüm noktalarına ışık tutuyor. 2001 yılında
‘kendisini emekli eden’ Aydemir, koleksiyonuna
Alaçatı’daki evinde gözü gibi bakıyor.
Osmanlı tarihi, denizcilik ve tarihin önemli
savaşlarına ilgi duyan ve bu konularda uzun
araştırmalar yapan Aydemir’in, 35 yıl önce tesadüfen
başladığı tarihi ipek mendiller koleksiyonu, bugün
Türkiye’nin bu konudaki en büyük koleksiyonu haline
geldi.
Avrupa ülkelerinde yaygın olan önemli olayların
hatırasına mendil bastırma geleneğinin Osmanlı’ya da
yayıldığını belirten Aydemir, her biri birer tarihi
belge olan ipek mendilleri toplamanın kendisinde bir
tutku haline geldiğini söyledi. Koleksiyonunda 1856
yılında Kırım Savaşı’nın kazanılması anısına
bastırılan ve savaşı yöneten komutanların
resimlerinin yer aldığı ipek mendilden Cumhuriyet
tarihine kadar 70’i aşan sayıda parçanın bulunduğunu
dile getiren Aydemir, padişahlar, komutanlar ve
önemli zaferler anısına sınırlı sayıda dokunan ipek
mendillerin, Çanakkale Zaferi’nin kutlama törenleri
kapsamında geçen mart ayında Harp Akademileri
Komutanlığı’nda sergilendiğini belirtti.
Koleksiyonda, padişahlar Sultan Abdülaziz ve 5.
Mehmet Reşat ile Mithat Paşa, Mahmut Şevket Paşa
gibi sadrazamların, Kırım, 1897 Yunan Savaşı,
Çanakkale ve Kurtuluş savaşlarının, 2. Meşrutiyet,
Meclis-i Mebusan’ın kurulması gibi olayların, Hicaz
Demiryolları’nın açılışı, Sümerbank’ın kuruluşu gibi
projelerin, Hamidiye Kruvazörü’nün alımı, parasının
ödenmesine rağmen İngilizlerin vermediği Sultan
Osman-ı Evvel gemisinin anısına bastırılan ipek
mendillerin yanı sıra, Atatürk anısına bastırılan
bir ipek mendil de bulunuyor.
Aydemir’in koleksiyonlarındaki en önemli
parçalarından biri ise 1933 yılında Ege Askeri
Manevraları’nı izlemek üzere geldiği İzmir’de
Bornova Askeri Mektebi Kulübü’nü ziyareti sırasında
Atatürk’e kahve ikram edilen Türk kahve takımı.
Osmanlı ferman ve beratlarından oluşan bir
koleksiyona daha sahip olan Aydemir, Kanuni Sultan
Süleyman’dan son padişahlara kadar hemen tüm
padişahlardan ferman ve beratlarının koleksiyon
içinde yer aldığını kaydetti. Aydemir, tarihe Çeşme
Bozgunu olarak geçen, 1770 yılında Osmanlı-Rus Deniz
Savaşı’yla ilgili belgeleri ABD’de açılan bir açık
artırmada satın alarak 2004 yılında Çeşme Kalesi
içindeki müzede açılan bir holde sergilemişti.
Türkiye Gazetesi, 07.08.2007
|
CİHANOĞLU CAMİİ İLGİ BEKLİYOR
Aydın'ın en eski
camileri arasında yer alan Cihanoğlu Camii
yetkililerin ilgisini bekliyor.
Müderris Cihanoğlu
Abdülaziz tarafından 1756 yılında yaptırılan ve
Aydın'da bulunan en önemli Osmanlı dönemi eserleri
arasında yer alan Cihanoğlu Camii'nin avlusu
çöplerle dolu. Vatandaşlardan Ahmet Kılıç, caminin
avlusunun uzun zamandır temizlenmediğini öne
sürerek, avluda bulunan bölmelerin tahrip edildiğini
ve bu bölmelerin sokakta yaşayanlar tarafından yatma
yeri olarak kullanıldığını iddia etti. Yetkililerden
tarihi camiye sahip çıkmalarını isteyen
Kılıç,"Okulların kapanmasıyla birlikte caminin
avlusunda büroları bulunan sivil toplum örgütleri de
buraya gelmez oldu. Avlunun bir çok yeri çöplerle
dolu. Caminin bahçesindeki ağaçlar ve bitkiler
sulanmazken, şadırvanın suları boşa akıyor" diye
konuştu.
Haber Ekspres, 07.08.2007
|
|
|
10 BİN YIL ÖNCEKİ İNSAN YÜZÜ
Anadolu'daki en önemli arkeolojik kazı alanlarından Çatalhöyük'te yaklaşık 10 bin yıl öncesine ait insan yüzü kabartmalı bir çömlek bulundu. 2007 yılı kazılarındaki en önemli buluntulardan biri olan kabartmalı çömleğin parçalarının MÖ 6700 yılına tarihlenen bir çöp yığını içinden çıkarıldığı açıklandı.
Kazı ekibi tarafından parçaları birleştirilen oval çömleğin iki sivri yüzünde insan yüzü şeklinde kabartma ve işlemeler bulunuyor. Çömleğin diğer yüzlerinde ise boynuz ve kulakları betimlenen boğa motifleri var. Hem insan hem boğa motifleri barındıran kap, Çatalhöyük insanlarının özel eşyalar yaptığını ve sanatsal yeteneklerini gösteriyor.
Zaman, 07.08.2007
|
TARİH YOLCULUĞUNA YENİDEN ÇIKACAKLAR
Perslerden kaçan Foçalı denizcilerin Akdeniz
kültürünü kurduğu tarihi yolculukları, 2600 yıl
sonra tekrar canlandırılacak. Aslına sadık kalınarak
inşa edilecek 2 gemi, 20 kişilik ekiple 2008 Nisan
ayında Foça’dan Marsilya’ya hareket edecek.
360 Derece Tarih Araştırmaları Grubu ve Foça
Belediyesi’nin yürüttüğü çalışma kapsamında, MÖ
600’lü yıllarda denizcilikte çok güçlü konumdaki
Foça’ya özgü tekneler aslına uygun olarak yeniden
yapılacak. Tekneler, Yunanistan ve İtalya’ya da
uğrayarak Marsilya’ya gidecek. Projenin tanıtımı
amacıyla Foça Festivali kapsamında oluşturulan
stantta, yapımı süren teknelere ilişkin maket ve
parçalar gösterime sunuldu. 360 Derece Grubu’nun
daha önce tamamladığı en eski deniz batığı
Uluburun’un aslına uygun olarak yapılan teknesi de
Foça Limanı’na demirledi.
Uluburun teknesinde açıklamalarda bulunan 360 Derece
Koordinasyon Şefi Arkeolog Osman Erkurt, Ege’nin
Smyrna ile birlikte en önemli İon kenti olan
Fokaia’nın, dayanıklı ve hızlı gemi yapmakta usta
bir medeniyet olduğunu belirtti. MÖ 600’lü
yıllardaki Pers istilasından kaçan Foçalıların
İspanya’ya kadar olan kıyılarda kurdukları
kolonilerin gelişerek ortak Akdeniz kültürünü
başlattığını dile getiren Erkurt, Marsilya
Limanı’ndaki pirinç plakette yazılı “Bu şehir MÖ 600
yılında Anadolu’dan gelen Foçalılar tarafından
kurulmuştur” yazısının kendilerini bu konuda bir
proje üretmeye ittiğini söyledi.
Anadolu’nun Akdeniz kültürünün oluşumundaki rolünü
bir kez daha vurgulamak amacıyla “Foça-Marsilya
Tarihe Yolculuk” projesini başlattıklarını belirten
Erkurt, proje kapsamında arkeolojik verilere
dayanarak o dönemde kullanılan bir ticaret, bir de
savaş gemisi yapacaklarını söyledi. Erkurt, şu
bilgileri verdi:
“19 metrelik ve 20 kişi kapasiteli bir savaş ve 15
metrelik 14 kişi kapasiteli ticaret gemisi
yapacağız. Bir geminin altyapısı şu anda Urla’daki
Sualtı Araştırma Merkezi’nde yapılıyor. Teknenin
diğer bölümleriyse Foça’da tamamlanacak. İlk tekneyi
eylül ayına kadar tamamlayıp, ekim ayında
yapacağımız tanıtım toplantısı sonrası Midilli ve
İstanbul’a deneme seferine çıkarmayı hedefliyoruz.
Gelecek yıla kadar tamamlanacak ikinci gemiyle
birlikte 2008 yazı başında düzenlenecek bir törenle
Foça’dan Marsilya’ya yolculuk başlayacak. Bin 500
deniz mili sürecek yolculukta Foçalı gemicilerin
koloni kurduğu Midilli’nin Molyvoz, İtalya’nın Elea,
Syracuse, Olbia ve Alalia limanlarıyla Fransa’nın
Nikaia, Antipolis limanlarına da uğrayacak gemiler
Marsilya limanına varacak.”
Projenin Avrupa’da da takip edildiğini ve büyük
ilgiyle karşılandığını kaydeden Erkurt, kendilerinin
çok büyük heyecanla çalışmaları sürdürdüklerini
ifade etti.
Foça Belediye Başkanı Gökhan Demirağ, Foça
kolonilerinin kurduğu kentlerdeki yerel
yöneticilerle iletişim halinde olduklarını, gelecek
dönemde bu kentleri bir araya getirecek bir proje
hazırlığında olduklarını belirtti.
Akşam Ege, 07.08.2007
|
3.2 MİLYON YILLIK İSKELET
Dünyanın en eski insan
iskeleti, ABD'deki müzelerde sergilenmek üzere
Etiyopya'nın dışına çıkarıldı. Arkeologlar, “Lucy”
adıyla bilinen 3,2 milyon yıllık iskeletin hareket
ettirilmesinin sakıncalı olduğunu söylerken, çok
sayıda Etiyopyalı iskeletin ülke dışına
çıkarılmasına tepki gösterdi. Smithsonian Enstitüsü
uzmanlarından Zelalem Assefa, iskeletin hareket
ettirilmesini tasvip etmediklerini ve kalıntıların,
üzerine kumar oynanamayacak kadar değerli
olduklarını söyledi. Etiyopya'nın kuzeydoğusunda
1974 yılında ortaya çıkartılan Lucy, uzmanların,
insan gelişimine dair teoriler üzerinde tekrar
düşünmelerine yol açmıştı.
İskelet,
Etiyopya'da sadece iki kez sergilendi.
Yeni Şafak, 07.08.2007
|
|
40 DERECEDE TARİH GÜN YÜZÜNE ÇIKIYOR
Prof.
Dr. Haluk Abbasoğlu başkanlığında İstanbul
Üniversitesi Arkeoloji Bölümü’nden 30 kişiden oluşan
arkeoloji ekibi, Antalya’nın Perge Antik Kenti’nde
2007 kazı sezonunu açtı. 1 Ağustos’ta başlayan kazı
ve restorasyon çalışmalarına; yöredeki köylüler de
işgücü takviyesi yapıyor. Hava sıcaklığının 40
dereceyi aştığı kızgın güneş altında tarihi
aydınlatmaya çalışan ekibin 2007 kazı sezonu 20
Eylül’de sona erecek. Sıcağa rağmen tarihi
aydınlatmaya ve ayağa kaldırmaya çalışan ekip inşaat
amelelerine taş çıkartıyor. Aralarında üniversite
öğrencisi genç kızların da bulunduğu ekip,
Perge’deki mezar tiplerini tespit etmek için
nekropoldeki lahitleri açıp, sütunlu caddede kazı
yapıp, Perge hamamlarındaki mozaiklerin
restorasyonunu gerçekleştiriyorlar. Kazı ekibinde
görevli arkeologlar ve yövmiyeli olarak kazılarda
çalışan köylüler, sıcağa aldırmadıklarını
söylediler.
Antalya kent merkezine en yakın ören yeri sıfatını
da taşıyan Aksu Beldesi sınırlarındaki Perge Antik
Kenti’ndeki kazı ve restorasyon çalışmalarıyla
ilgili İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi
Arkeoloji Bölümü Araştırma Görevlisi Aşkım Özdizbay
bilgi verdi. Kazıların ‘nekropol’ adı verilen antik
şehrin mezarlığındaki iki ayrı noktada
yoğunlaşacağını belirten Özdizbay, “Geçen yıl 159
numaralı parselde başlattığımız kazılarda birçok
lahit ortaya çıkartıldı. Bu parseldeki kazıyla Perge
nekropolindeki mezar tiplerini daha iyi anlamış
olacağız” dedi.
Bu yıl geçen yıllarda başlanan Sütunlu Cadde'nin
kazı çalışmalarını tamamlamayı planladıklarını
açıklayan Özdizbay, “Sütünlu Cadde kazıları
tamamlanınca burada restorasyon çalışmaları daha
rahat gerçekleştirilecek. Sütunlu cadde
ziyaretçilerin büyük ilgisini çekiyor. Roma dönemine
ait bu caddenin insanı etkileyen antik çağdaki
abidevi görüntüsünü sağlamak için yıkık sütunların
sıralanması gerekiyor. Bu nedenle önce sağlam
sütunları ayağa kaldıracağız. Kültür Bilincini
Geliştirme Vakfı’nın ‘Bir sütun da siz dikin’
kampanyasına katılan hayırseverlerden elde edilen
gelirle bu sütunları ayağa kaldırıyoruz. Dikilen her
sütunun altına da maddi destek sağlayan kişinin
adını yazıyoruz” dedi.
Perge’deki kazılar,
Kültür ve Turizm Bakanlığı başta olmak üzere
İstanbul Üniversitesi Araştırma Fonu, Suna İnan
Kıraç Akdeniz Medeniyetleri Araştırma Enstitüsü,
Kültür Bilincini Geliştirme Vakfı desteğinde
gerçekleştiriliyor.
Akşam Akdeniz, Haber: Mustafa Kozak, 07.08.2007
|
|
MÜZE SOYMAK İÇİN PARASIZ GİRİLEN GÜNÜ SEÇTİLER
Fransa'nın güneyindeki Nice kentinin Güzel Sanatlar Müzesi'nden çok değerli 4 tablo çalındı. Yüksek değerdeki iki Bruegel (sağda), bir Sisley ve bir Monet tablosu, bilinmeyen sayıda hırsız tarafından akşam saatlerinde götürüldü. Pazar günleri müzeye girişin ücretsiz olduğunu hatırlatan polis, hırsızların silahlı olduğunu kaydetti. Müzeden 1998'de de Monet ve Sisley'e ait 2 tablo çalınmış, tablolar bir hafta sonra bulunmuştu.
Milliyet, 07.08.2007
|
8 MİLYON YILLIK BİR ORMAN BULUNDU
Kuzey doğu Macaristan’da, Bukkabrany’de iyi korunmuş ve fosil durumda olmayan sekiz milyon yıllık bir selvi ormanı bulundu.
AFP’ye bir açıklamada bulunan yerel Otto Herman müzesi yöneticisi Tamas Pusztai “Ağaçların, kömür veya fosile dönüşmeden, tahta dokuları ile sapasağlam durması bu keşfi son derece istisnai yapmakta” dedi. Arkeologlar, birkaç haftalık bir kazı sonunda, geçen hafta keşfi açıklamışlardı. Bölgede çalışan işçiler tarafından ilk önce kömürleşmiş birkaç ağaç gövdesi bulnmuştu. Fakat daha alt tabakalarda birdenbire tahta dokuları ile birlikte sağlam durumda 16 ağaç gövdesi bulundu. Kazı, 3.500 metre kare büyüklüğünde bir açık madende, yaklaşık 60 m derinlikte sürdürülmekte.
Ağaçların çoğu 2-3 m çapında ve yaklaşık 6 m yüksekliğinde. Bu türün normal yüksekliği 30-40 m arasında olduğu düşünülürse, ağaçların tümünün sadece altlarının kaldığı söylenebilir. Loran Eotvos Doğa Bilimi Üniversitesi’nden paleontoloji bölüm başkanı Miklos Kazmer’in açıklamasına göre Miyosen Dönemde bölgede bulunan çok büyük bir gölün bataklık sahil kesiminde yetişen bu ağaçlar, büyük olasılıkla bir kum fırtınası sonucunda 6 m yuksekliğe kadar kuma gömülerek korunmuşlar.
Maden, ağaçların korunması ile ilgili bir çözüm bulunana kadar tüm ziyaretçilere ve çalışmalara kapatılmış durumda.
AFP ve Yahoonews, Haber: Geza Molnar, 06.08.2007
|
|
|
SULTAN
SELİM KÜLLİYESİ RESTORE ÇALIŞMASI BİTTİ
Konya Karapınar'da bulunan Sultan Selim Külliyesi'nin
restorasyon çalışmaları tamamlandı.
Vakıflar Bölge Müdürlüğü'nce 4 yıl önce başlatılan
çalışmalar kapsamında, Külliye Çarşısı'nın
restorasyonu yapılmıştı. Son olarak arasta bölümü
ile mutfak, aşevi ve imaret kısımlarının da restore
edilmesiyle çalışmalar tamamlandı. Restorasyon
çalışmalarını yürüten firmanın sorumlusu Zekeriya
Çayır, uzun süredir devam eden çalışmalar sonucunda,
külliyenin program dahilindeki bölümlerinde
restorasyon çalışmalarının bittiğini söyledi. Çayır,
buraların nasıl değerlendirileceğine Vakıflar Bölge
Müdürlüğünün karar vereceğini kaydetti.
Merhaba Gazetesi, 06.08.2007
|
'SİNAN'A SAYGI'DA YENİ HARİTALAR
Mimar Sinan'ın eserlerinin tanıtıldığı, "İstanbul" ve "Trakya" gezi haritalarından sonra "Anadolu" ve "Orta Doğu ve Balkanlar" haritaları üzerinde çalışılıyor. ÇEKÜL Vakfı Ankara Temsilcisi Faruk Soydemir, "Sinan'a Saygı" projesiyle, Türkiye sınırları içinde ve dışındaki olağanüstü mimarlık mirasının hak ettiği öneme ve bakıma kavuşturulmasını amaçladıklarını belirterek, "Dünyadaki Sinan eserlerinin envanter çalışmasını gerçekleştirirken, onun mirasına saygıyı egemen kılmayı, bu yönde toplumsal bilinç ve sahiplik duygusu yaratmayı hedefledik" dedi. Projenin bir başka boyutunun da Sinan'ın başyapıtlarının tanıtımı, bakımı ve onarımı için kaynak yaratılmasını özendirmek olduğuna işaret eden Soydemir, çalışmanın geçmişinin, 1998 yılında başlayan "Sinan'a Saygı Gezileri"ne dayandığını ifade etti. Soydemir, söz konusu gezilerin yarattığı coşkunun, ÇEKÜL gençlik birimini, "Mimar Sinan Envanteri" çıkarmaya yönelttiğini söyleyerek, şöyle konuştu: "Sonraki yıllarda Sinan eserlerini tanıma, fotoğraflama, günümüzdeki durumlarını belgeleme çalışmaları adım adım yol aldı. ÇEKÜL bölge temsilcilerinin desteğiyle envanterin kapsamı, İstanbul'dan Anadolu'ya, Trakya'ya ve ulusal sınırlar dışına taşındı. Osmanlı İmparatorluğu'nun geniş coğrafyasında, Sinan'ın çağları aşan mirası belgelendi" diye konuştu. "Mimar Sinan Envanteri"ndeki 15 yıllık birikimin, gezi haritalarına dönüşmeye başladığını belirten Faruk Soydemir, "Mimar Sinan Eserleri İstanbul Gezi Haritası"nın, Atlas Dergisi'nin desteğiyle Şubat 2007'de yayımlandığını, "Mimar Sinan Eserleri Trakya Gezi Haritası"nın ise Nisan 2007'de tamamlandığını kaydederek, "Mimar Sinan Eserleri Anadolu Gezi Haritası üzerinde çalışmalar devam ediyor. Yıl sonuna kadar tamamlanması düşünülüyor" dedi. Soydemir, haritaların dördüncü etabı olan, "Mimar Sinan Eserleri Balkanlar ve Ortadoğu Gezi Haritası"nın da gelecek sene hazırlanacağını, Orta Doğu kısmının ise Suriye ve Halep odaklı olacağını söyledi. Haritaların, amacına ulaştığını düşündüklerini söyleyen Soydemir, "İsteyen kişiler, bu haritaları vakfımızdan temin edebilirler. TÜRSAB'la yaptığımız iş birliği çerçevesinde de tanıtım çalışmaları devam ediyor" dedi. Soydemir, İstanbul'da "Sinan'a Saygı" turlarının da gerçekleştirildiğini bildirdi.
Milliyet, 06.08.2007
|
|
|
ESKİŞEHİR'İN ADI TESCİLLENDİ, TARİHİ TAŞ DEVRİNE UZANIYOR
Seyitgazi iİçesi'nin Yenikent köyü yakınlarındaki Küllüoba Höyüğü'nde yapılan kazılarda, Eskişehir'in taş devrinde kurulduğu ve MÖ 5000 yıllarında önemli bir ticaret merkezi olduğu saptandı.
15 yıl önce tespit edilen Küllüoba Höyüğü'ndeki kazı çalışmaları 12 yıldır sürüyor. Kazı çalışmalarına 2 öğretim üyesi, öğrenci ve işçiden oluşan toplam 30 kişi katılıyor. Bu yılki kazılar temmuz ayında başladı ve ekim ayı sonunda tamamlanacak.
İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Protohistorya ve Ön Asya Arkeoloji Anabilim Dalı tarafından yürütülen kazılarda, ilginç bulgulara rastlanıyor. Buna göre Türkiye ekonomisinde önemli rolü olan Eskişehir'in taş devrinde kurulduğu, MÖ 5000 yıllarında da önemli bir ticaret merkezi olduğu tespit edildi. Üniversitenin anabilim dalı ve kazı çalışmasının başkanı Prof. Dr. Turan Efe, Küllüoba'nın Batı Anadolu Prehistoryası için önemli bir yere sahip olduğunu söyledi.
Zaman, Haber: Mehmet Kuru, 06.08.2007
|
BURSA ULUCAMİ'NİN MİNBER RÖLÖVESİ ÇİZİLDİ
Restorasyonu devam eden Ulucami`nin 670 yıllık
minberinin rölövesi çıkarıldı. Nakkaş İrteş,
Osmanlılar`ın astronomide zirvede olduğunu
belgeleyen detayların ortaya çıkarıldığını söyledi.
Ulucami`nin dünyada bir benzeri bulunmayan ahşap minberinin rölövesi çizildi. Bursa Ticaret ve Sanayi Odası`nın desteği ile onarımı başlatılan 670 yıllık minberin üzerindeki bütün motifler en ince teferruatına kadar Nakkaş Mimar Semih İrteş başkanlığındaki bir ekip tarafından çizildi.
Ahşap motif ve sedef kakmaların kaybolmasına yol
açan minberin üzerindeki 12 kat vernik ve cila, özel
yöntemlerle kazındı. Elle tek tek üzeri temizlenen
minberin motifleri net bir şekilde ortaya
çıkartıldı. Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma
Kurulu ile Vakıflar Genel Müdürlüğü ekiplerinin
kontrolünde temizlenen minberin bir kaydının
bulunması için, Nakkaş Semih İrteş ve ekibi tek tek
bütün motifleri katmanlarına kadar çizerek rölöve
hazırladı.
Yapılan temizlik çalışmasında, Osmanlılar`ın
astronomi ilminde de zirve olduğunu belgeleyen
detaylar ortaya çıktı. Minbere işlenen güneş
sisteminin, bugünkü bilimin tespit ettiği
uzaklıklarda olduğu tespit edildi. Güneş
sistemindeki gezegenler ile dünyanın etrafında döner
halde resmedilen ayın dışında, Plüton`un metal
olarak ve gezegenlerden ayrı bir yerde minbere
nakşedilmesi dikkati çekti. Metal grubundan helyum
gazı ağırlıklı olan Plüton`un, minberde, diğer
gezegenlerden farklı bir yerde yer aldığı ve ahşap
yerine tunçtan yapıldığı görüldü.
Nakkaş İrteş, Galilo`dan tam 230 yıl önce, 1396
yılında, Osmanlı alimlerinin verdiği projeye göre
yapıldığı anlaşılan minberde, Güneş sisteminin
günümüzde tespit edilen uzaklıklarına göre
resmedilmesinin hayret verici olduğunu söyledi.
İrteş, `Biz Ulucami minberinin ahşap motiflerindeki
2-3 katlı parçaların nasıl yapıldığına, minberin
geçmeli olarak nasıl birleştirildiğine kafa
yorarken, asıl önemli olan figürün güneş sisteminin
nakşedildiği doğu cephesi olduğunu görüyoruz.
Osmanlı alimlerinin ve sanatkarlarının zirvede
olduklarını gösteren muhteşen bir eser olarak
Ulucami minberinin rölevisini en ince detayına kadar
elle çizerek ortaya çıkarttık. Bir nakkaş olarak bu
çalışmayı, mesleğimizin en nadide eserini kurtarmak
ve meslek büyüklerimize saygı adına gerçekleştirdik.
Bursalılara, minbere sahip çıkmaları çağrısında
bulunan İrteş, `Minberde bazı parçaların 100 yıl
kadar önce taklit olarak yapılması ile birlikte,
bazı parçaların yerine alçılarla uydurma
kapatmaların yapılmış olduğunu gördük. Bunlar çok
önemli miktarda değil, şimdi bu parçaların orijinale
en yakın özellikteki benzerlerinin yapılarak
takılması ve minberin kondüsyonunun arttırılması
için son çalışmalar gerçekleştirilecek` dedi.
Bu çalışmanın, Ulucami tarihinde 670 yıllık minber
üzerinde yapılan en hassas ve en ciddi bir
restorasyon çalışması olduğunu vurgulayan İrteş,
`Bursa ve Türkiye çok önemli bir eseri yeniden
kazanıyor. Ulucami`nin minberinin hem kündekari
sanatı ile alakalı, hem de Güneş sisteminin
motiflendirilmesi ile dünya bilim tarihine yön
vermesi bakımından ders kitaplarında geniş olarak
yer alması gerektiğini düşünüyorum` diye konuştu.
Bursa Olay, 06.08.2007
|
MUĞLA'DA
TARİHİ ESER OPERASYONU
Muğla'nın Milas İlçesi'nde
çok sayıda tarihi eser ele geçirildi.
Muğla Emniyet Müdürlüğü'nce düzenlenen
operasyonda, MÖ 3 bin yıllarına ait
Tunç Devri baltalarıyla, değişik dönemlere ait sikke,
heykel ve tanrı figürleri ele geçirildi.
283 parçadan oluşan tarihi eserlerle ilgili 2
kişi gözaltına alındı.
Trt/Haber, 06.08.2007
|
|
ATATÜRK ÜNİVERSİTESİ, ARKEOLOJİ DÜNYASINA IŞIK
TUTUYOR
Erzurum Atatürk Üniversitesi Arkeoloji Bölümü'nden
Yardımcı Doçent Doktor Koçhan'ın başkanlığındaki 4
arkeolog, 20 öğrenci ve 220 işçiyle 1 ay süren
kazı çalışmalarının bu yılki bölümünün sona erdiği
kaydedildi.
Balıkesir'in Erdek ilçesinde 3 bin yıllık tarihi
olan Kyzikos Antik Kenti'nde bulunan ve dünyanın
en büyük tapınaklarından birisi olarak kabul
edilen Hadrian Tapınağı'nda sürdürülen kazı
çalışmaları sona erdi.
Erdek Düzler mevkiindeki alanda 6 Temmuz'da
çalışmalara başlayan Erzurum Atatürk Üniversitesi
Arkeoloji Bölümü'nden Yardımcı Doçent Doktor
Nurettin Koçhan'ın başkanlığındaki 4 arkeolog, 20
öğrenci ve 220 işçiyle 1 ay süren kazı
çalışmalarının bu yılki bölümünün sona erdiği
kaydedildi.
Kazılar hakkında bilgi veren Kazı Başkanı Nurettin
Koçhan, 1 ay süren çalışmalarında arkeoloji
dünyasına ışık tutacak Milattan Önce 334 yıllarına
ait önemli eserlerini gün ışığına çıkardıklarını
belirtti. Hadrian Tapınağı'nın yaklaşık
150 metre genişliği ve 180
metrelik uzunluğuyla dünyanın en büyük
tapınaklarından biri olduğuna değinen Koçhan,
"Burası, büyüklüğü ve süslemeleriyle çok sayıda
kaynak ve araştırmacı tarafından dünyanın 8.
harikası olarak nitelendiriliyor. Kyzikos Antik
Kenti'ndeki kazı çalışmalarımızda öncelikli olarak
bu tapınağı gün yüzüne çıkarmayı amaçlıyoruz. Bu
yılki kazılarımız sırasında içerisinde 10 kişiye ait
iskelet ve kafataslarıyla, ölü eşyalarının bulunduğu
ve hiç bozulmamış bin 800 yıllık lahit mezar da
ortaya çıkardık. 5 yıla kadar tapınaktaki
çalışmalarımızı büyük ölçüde tamamlayarak buranın
turizme açılmasını amaçlıyoruz. Kazı çalışmalarımıza
2 yıldır büyük destek veren Erdek Belediyesi ve
Kaymakamlığı'na da çok teşekkür ediyoruz" dedi.
Erzurum Gazetesi, 06.08.2007
|
İSTANBUL'UN ALTINDAN ÇIKAN HAZİNELER
Gündüz bile yolundan kuş uçmayan, kervan geçmeyen
'İstanbul Arkeoloji Müzeleri' şimdilerde Marmaray
Projesi kapsamında gerçekleşen kazı çalışmalarından
çıkan eserlere ev sahipliği yapıyor.
Bu sayede yoğun günler yaşayan müze, sergilenen
eserlerle, İstanbul için söylenen 'taşı toprağı
altın' sözünü haklı çıkarıyor. Yedi tepeli şehrin
iki yakasını demiryolu hatlarıyla birleştirecek
Marmaray Projesi'yle çıkarılan eserler, 'Gün
Işığında. İstanbul'un 8000 Yılı. Marmaray, Metro,
Sultanahmet Kazıları' başlıklı sergiyle izleniyor.
Üsküdar, Sirkeci, Yenikapı ve Sultanahmet Eski
Cezaevi'nde yapılan kazılardan çıkan sikkelerden
kaselere, çanak çömlekten buhurdanlara, koku
şişelerinden İznik çinilerine kentin tarihine ışık
tutacak 500'e yakın eser meraklısını bekliyor.
Üsküdar, Sirkeci, Yenikapı ve Sultanahmet Eski
Cezaevi olarak dört bölümde sunulan sergi, bu tarihi
semtlerdeki inancı, günlük yaşamı ve ticareti kısım
kısım yansıtıyor. Bir labirenti andıran görüntüsü
ile geçmiş zamanı seyre davet eden serginin dört bir
yanından bir eser çıkıyor. Camekanların içine
oturtulmuş eşyalardan gözünüzü alıp tavana
baktığınızda, plastik siyah kasalar içine
serpiştirilmiş çanak çömlek kırıklarının sizi
gözetlediğini fark ediyorsunuz. Camekanlara tekrar
döndüğünüzde taraklar, oyun zarları, sırlı kaseler,
yüzükler, küpeler, suyun içinde bekleyen çıpalar,
yemek kapları, kadehler derken, her eser kendi
öyküsünü anlatıyor. Yıllarca şehrin bağrında saklı
kalmış eserlerde, gün yüzüne çıkmanın sevinci
seziliyor.
Kazı çalışmaları sırasında, en dikkati çeken
semtlerden biri antik çağdaki adı, Kirsopolis olan
Üsküdar olmuş. Önemli bir liman olan 'Kirsopolis
Koyu' bugünkü meydanın içlerine kadar uzanıyormuş.
Antikçağda Kalkedonya'ya (Kadıköy) bağlı bir kasaba
yapısı içinde yer alan semtin etrafının o zamanlar
tümüyle kale duvarlarıyla çevrili olduğu çeşitli
kaynaklarda yazıyor. Nitekim, Evliya Çelebi de
Üsküdar surlarının kalıntılarının göründüğünü
seyahatnamesinde belirtmekte ve semtin kara
tarafında Çamlıca eteklerine kadar, korunma amaçlı
hendeklerin bulunduğunu söylemekte. Burada yapılan
kazılarda çeşitli kalıntılar, Osmanlı dönemine ait
bedestenler, Bizans ve Roma dönemi eserlerinin
yanında porselen, mumluk, testi ve İznik çömlekleri
bulunmuş.
Kazıların ortaya çıkardığı ilginç hikayelerden
biri de Yenikapı'ya ait. Eskiden 'Langa Bostanı'
diye adlandırılan bu mekan, Bizans ve Osmanlı
dönemine ait pek çok eseri bağrında saklıyormuş
meğer. 9. yy'a ait bir yolcu, 11. yy'a ait bir
ticaret gemisi; zeytinyağı ve şarap taşınan
amforalar bunun emareleri. Yemek kapları, küpler,
çiviler, sigara içmek için ağızlık ve lüleler,
denizcilik malzemeleri, halat, tarak ve paraların
yanında Bizans ve Osmanlı dönemine ait 50'den fazla
sikke çıkarılmış limandan. MS 9. yüzyıla ait altın
sikkeler ve koku şişeleri de koleksiyondaki önemli
eşyalardan.
Kazı esnasında çekilen kayıtlar da kurulan
ekrandan izlenebiliyor. Tozun toprağın arasında
çalışmaya alışmış arkeologların şehrin göbeğinde
tarihin izini nasıl sürdüklerini ve yaşadıkları
tatlı telaşı ekrandan rahatça görebiliyorsunuz.
Yerli ve yabancı pek çok arkeoloğun görev aldığı
kazı çalışmaları, bilim dünyasına önemli katkılar
sunuyor, şüphesiz. 'Gün Işığında. İstanbul'un 8000
Yılı. Marmaray, Metro, Sultanahmet Kazıları'
sergisinin, iki kat yukarısına çıktığınızda ise
'Kalanlar. 12 ve 13. Yüzyıllarda Türkiye'de Bizans'
adlı bir başka sergi ile karşılaşıyorsunuz.
Türkiye'nin dört bir yanından çeşitli müzelerden
derlenen sergi, yaklaşık 100 Bizans eserinden
oluşuyor. İmparatorluk Müzesi'nde açılan bu iki
sergiyi görmek ve ardından müzenin asırlık
çınarlarının altında serinlemek için 31 Aralık'a
kadar vaktiniz var.
Zaman, Haber. Musa İğrek, 06.08.2007
|
"RESTORE EDECEĞİM" DEDİ, BETON DİKTİ
İstanbul
Şişli'de, Anıtlar Kurulu'na kayıtlı bir binanın
başına gelenler, tarihi eserlerin nasıl ranta kurban
edildiğini gözler önüne seriyor. İnşaat şirketi
sahibi Coşkun Bayram, Şişli'de bina yaparken
bitişiğinde bulunan tarihi eseri yıktı.
Sonra da Hazine'ye müracaat ederek, yıkılan ahşap
binanın arazisini kiraladı. Kira şartı, tarihi
binayı aslına ve Anıtlar Kurulu projesine uygun
olarak yeniden yapmaktı. Bayram, 7 katlı, sıradan
betonarme bir bina yaptı. Sonra da binanın dükkan ve
dairelerini kiraya verdi. Bir katını da kendine ofis
olarak ayırdı. İstanbul'un göbeğinde yapılan bu
tarih katliamına tüm kurumlar seyirci kaldı. Şişli
Belediyesi ruhsat verirken, Kayyım İdaresi ve
Anıtlar Kurulu hiçbir müdahalede bulunmadı. Daireler
kiralandıktan sonra harekete geçen İstanbul
Defterdarlığı, Bayram aleyhine dava açılabilmesi
için mahkemeye müracaat etti.
Şişli'deki 3 katlı ahşap binanın sahibi Polikseni
soyadlı bir gayrimüslim vatandaş. Polikseni, 1993
yılında hayatını kaybetti. Varisi olmadığı için,
evin mülkiyeti İstanbul Defterdarlığı Kayyım
Bürosu'na geçti. 2001 yılında, Özonur İnşaat Ticaret
Limitet Şirketi, binanın bitişiğinde inşaat
çalışması başlattı. Kısa süre sonra da korunması
gerekli kültür varlığı olarak tescilli olan tarihi
bina, göçük sebebiyle yıkıldı. M. Oktay Algantürk
isimli bir vatandaş, Kayyım Bürosu'na yazdığı
şikayet dilekçesi ile binanın nasıl yıkıldığını
anlattı. İnşaat şirketi de 4 ay sonra Kayyım
Bürosu'na gönderdiği yazıda, tarihi binanın
kendileri tarafından yıkıldığını itiraf etti.
Dilekçede, "Bu yerin şirketimize kiralanmasını arz
ederim." denildi. Binanın aslına ve Anıtlar
Kurulu'nun projesine uygun olarak yeniden yapılması
şartıyla arsa kiralandı. Kira sözleşmesine göre
Bayram'a, arsa üzerine hiçbir suretle sabit tesis
yapmama şartı getirildi. Yıkılan tarihi binanın
arsasına 3 yılda 7 katlı betonarme bina yapıldı.
Bodrum, 1 dükkan ve 5 daireden oluşan binanın bodrum
ve giriş katı 2 bin 750 YTL'ye kiraya verildi. 80
metrekarelik 2, 3 ve 4 No'lu daireler ayda 900 YTL,
5 No'lu daire de 800 YTL'ye kiraya verilmiş durumda.
Bina yapımına hiçbir müdahalede bulunmayan Anıtlar
Kurulu ve ruhsatı veren Şişli Belediyesi, soruları
cevapsız bıraktı. Bayram ise, "Yaptığımız bina,
projeye yüzde 70 oranında uygun." iddiasında
bulundu. Ancak yüzde 70'inin uygun olduğuna dair
hiçbir belge gösteremedi. Anıtlar Kurulu'na
onaylatıp onaylatmadıkları sorusuna ise, "Henüz
müracaat etmedik. Kayyım İdaresi'nin yapacağı
birtakım işlemleri bekliyoruz." cevabını verdi.
Avukat Erdal Ak da, projeye uygun bina yaptıklarını
öne sürdü.
Zaman, 06.08.2007
|
"2010 İSTANBUL KÜLTÜR
BAŞKENTİ CİDDİ BİR PROJE DEĞİL"
Dünyanın Başkenti” sloganıyla 2.
Uluslararası Eminönü Sempozyomu geçtiğimiz ay
İstanbul Ticaret Odası’nda (İTO)
gerçekleştirildi. Eminönü
Belediyesi tarafından düzenlenen sempozyumun
danışmanlığını yürüten Topkapı Sarayı Müzesi Başkanı
Prof. Dr. İlber Ortaylı kapanış oturumunda yaptığı
değerlendirme konuşmasında sempozyumun yöneticiler
değişse de hiç aksamadan devam etmesi gerektiğini
belirterek Eminönü tarihinin Büyük Konstantin’in
kurduğu Konstantinopol’e dayandığını hatırlatarak
sakin bir yerleşimi olan İstanbul’un 1950’lilere
kadar ahşap, küçük gibi görünen, küçük olmasada
sıcak, insanı kucaklayan bir şehir manzarası
olduğunu söyledi. İlber Ortaylı “Maalesef Türkiye
20. yüzyılın ihtiyaçlarına cevap verecek klasik
mimarisini, yani ahşap evi
tedrici bir şekilde islah etme imkanını bulamadı”
diyerek sözlerini şöyle sürdürdü:
“Ani
zenginleşme ve ani ihtiyaçlar dolayısıyla bu evler
belki- ahşapı savunacak değilim çünkü içinde
yaşaması hiç kolay değildir- kısmen bırakılabilirdi,
kısmen kargir yapılara intibak edilebilirdi.
Bunların bir ölçüsünün olması lazımdı. 19. asırda
bunları yapamadığımız için yirminci yüzyılda kalfa
mimarisiyle en aşağılık biçimde paraya dönük bir
yağma şeklinde gitti.”
“Efendim bütün mesele şundan ileri gelmektedir: Türk
halkı maziden ve mazide yaşadığı mekandan nefret
etmektedir. Bunu açıkça itiraf etmemiz gerekmektedir.
1950’lilerin insanı maalesef sağlıklı bir zihniyet
ve zevk yapısına sahip değildir. Onun için ahşap ev
demek fakirlik sıkıntı, yokluk demektir. Ve
insanların şehirli medeni bir yapıya kavuşması
lazımdır. Bu medeni yapı nedir dediğin zaman dört
köşe beton, geniş bulvarlı evlere özlem duyduğunu
açık seçik ortaya koymaktadır.”
Türkiye’de Başbakan Adnan
Menderes’in de böyle düşündüğünü ve solcuların
desteği ile bu şehri kuranların bile cesaret
edemeyeceği imarlar sonunda tarihi dokunun tahrip
olup gittiğini belirten Ortaylı, “Bunu
yapan insanlar, bazılarımızın tekrarladığı gibi, ne
Aydın’lı Başbakan Menderes’tir, ne sadece
şoförlerdir, ne sadece basit halktır, ne okuma yazma
bilmeyenlerdir, ne sadece solculardır. Türk halkı
buydu, Türk okumuşu da buydu” diyor.
Bu
şehrin renklerini yazamamıştır Türk münevveri, o
zaman bu şehrin neresine sahip çıkacak. Çok ilginç
bir şeydir bu. Şimdi bu şehri yazan insanların,
tasvir etmeye kalkan insanların beş sene okudukları
Maçka’dan, o beş yıl içinde kaç kere buraya
geldikleri şüphelidir. Suriçi İstanbul... Size açık
konuşuyorum, sevki tabii kader ile gelmeseydim belki
ben de onlar gibi olacaktım.
Suriçi İstanbul ilk başta insana çok da sempatik
gelmeyebilir. Çünkü dörtgene alışmışsınızdır, betona
alışmışsınızdır. Vakta ki orada üç gece oturursunuz,
o zaman, o şehre aşık olur ve onun her köşesiyle
konuşmaya başlarsınız. Süleyman peygamberin kuşlarla
konuşması gibi. Ve ondan sonra akılbaliğ olunca da
araştırmaya başlarsınız. İstanbul’u anlamayan
insanların bu şehri anlatacak tasvir ve tavsif
edecek ve insanlara nakledecek
bir retorik, yani bir söylem ve zihniyet kurmaları
mümkün değildir. Buradan yirmi beş sene nefret eden
bir insanın otuz yaşından sonra burayı öğrenip
öğretmesi mümkün değildir.
Eğer bir insan
İstanbul’daki Büyükşehir Belediye binasına gönülden
tasdik veriyorsa onun Bizans ve Roma medeniyetine
hayran olduğuna ben inanmam. Teferruata bakan bu
yurdu sever. Çünkü yurt tarihin ördüğü muhteşem bir
eserdir. Bunu anlamayan insanların teferruatla
ilgisi olmayan insanların acayip kararlar verdiğini
görürsünüz.
O
belediye binasını Demokrat Parti devrinde
çizimlediler ve karar verdiler. O binayı canım,
gözüm diye tescil eden insanlar onlarla hayatta
siyasi çizgide buluşması hatta kahvehanede buluşması
mümkün olmayan adamlardır. Bu çok bariz bir şeydir.
Ama o belediye binası orada duruyor. Bizim
ecdadımızın Şehzadebaşı Camii’ni lekeleyerek duruyor.
Bizim ecdadımızın Şehzadebaşı karakolunu yıkarak
orada duruyor. İstanbullular’ın oturduğu konakları
yıkarak ve hayatlarını berbat ederek, İstanbul’un
Aksaray lehçesini ortadan kaldırarak, İstanbul’un en
çok konuşulan Türkçesi de Laleli ve Aksaray’daydı.
Bu imar hareketi yüzünden bunlar kalmadı. Bunu
yıktılar ve şimdi bunun kimse farkında değil. Buna
göz yuman insanlar aynı şekilde o binanın altındaki
Roma mirasını da görmezlikten geliyorlar. Halbuki
bunu görmezlikten gelemezsin. Ona da saygı duymak
zorundasın. Çünkü bu şehir onu da ihtiva ediyor. O
da büyük bir medeniyetin eseri. Ve bu iki medeniyet
birbirinin takipçisi. Ama siz onu anlayamazsınız,
çünkü sizde o ikisini de değerlendirecek zihniyet
yok. Bu son derece bariz birşeydir. Siz o ikisini
anlamadığınız gibi bizim kültürümüzün yüzde kırkını
oluşturan İran’ı da anlayamazsınız o zaman. Çünkü
biz o yayladan geçerken o muhteşem medeniyeti de
alıp getirmişiz, bir yerden bir yere. O zaman bu
sentezi kavrayamıyoruz. Çok önemli bir durum.
Dolayısıyla şunun üzerinde ısrarla durmamız
gerekiyor: Biz bu retoriği, bu zihniyeti, bu üslubu
kuramadıkça hiçbir şey yapamayız. Dolayısıyla bu
İstanbul bir anlayış meselesidir.
Bu
olmayınca hiçbir şey ifade etmez. Sağcıyız diyor;
hiç zannetmiyorum ben, bu şehri sevip Necip Fazıl
gibi ciddiyetle baktığını. Solcuyuz diyor; hiç
zannetmiyorum ben, bu şehri sevip, Nazım Hikmet veya
Orhan Veli gibi severek ve ciddiyetle baktığını.
İstanbul insanların tartışmak zorunda, bilmek
zorunda olduğu bir yerdir. Çok ümitsiz manzaralar
var ama unutmayın, benim zamanımda hiç bir Türk bu
turla gezmezdi, bugün geziyor. Benim çocukluğumda ve
gençliğimde hiçbirimizin rüyasına girmeyecek işti bu.
Bugünkü İstanbul’da Eminönü’nde insanlar oturmuyor;
gelip gidiyor. İstanbul’un iktisadiyatına,
İstanbul’un kültürel hayatına karar veren kitle
burada gündüz de yok. Buraya gelenler başka modda.
Bütün mesele oradan ileri geliyor. 2010 Başkent
projesi diyor. O arada ne güme gitti biliyor musunuz?
2007 ve 2008 deki Türkiye Rusya Kültür Hareketleri
güme gitti. Güya 2007’de Rusya’da Türkiye yılı,
Türkiye’de Rusya yılı olacaktı. Daha önemli bir şey..
2010 başkenti hiçbir şey ifade etmez.
Yunanistan’daki, Almanya’daki kepaze kasabalar bile
başkent olmuşlar, hiçbir şey ifade etmez. 2010 yılı
ciddi bir proje değildir. Avrupa Birliği’nin bu gibi
bir çok projeleri gibi, bürokratların ortaya attığı,
Brüksel de ciddi takip edilmeyen verimli sonuçlar
alınmayan projelerden biridir. Bu açık birşeydir.
Bir 2010 yılı şamatası gidiyor.
Ve 2010 yılı projelerine bakıyorum hiçbir ciddi iş
yok, yıkma falan. Kültürel faaliyet zaten oluyor.
İstanbul çoktan Avrupa’nın ve dünyanın kültürel
merkezlerinden biri haline dönüşmüştür.”
Herkes Karadenizli kalfadan
bahsediyor, hiç kimse Bayındırlık Bakanlığı’ndaki
mimarlardan, üniversitedeki hocalardan söz etmiyor.
Şehri berbat eden bir çok yapıda onların imzası var.
Kalfalar onları acemice taklit ediyor. Nasıl olur da
bir şehir bu kadar laubali bir şekilde kendi
evlatları tarafından tahrip edilir, sorumsuzca
harcanabilir?
Maalesef
İstanbul’u sevemeyen ona karşı biraz buruk olan bir
kitle vardır. İstanbul’u sevmek oyuncak değildir.
Senelerce Baylan Pastanesi’nde, Degüstasyon’da
oturup, belki kazara bir kere, o da askerlik
muamelesi için Fatih Askerlik Şubesi’ne giden
insanların İstanbul edebiyatı yapmasına tahammül
edilemez. Çünkü bu ciddi bir sorundur. Bu bir sevgi,
aynı zamanda da bir disiplin ve ızdırap meselesidir
Asıl önemli şey, neye
nereden nasıl el atacağımız, nasıl bakacağımızdır.
Biz Eminönü’ne Eminönü olarak sahip çıkalım. Ama
bilelim ki aslında tarihi bir çerçevesi olan Eminönü
ilçesi tesadüfen çıkmış değildir. Bugün artık
Eminönü olarak yaşayamaz. Eminönü ve Fatih ilçeleri
birleştirilmelidir. Hiç değilse bir insaf dahilinde
burasının Kızılşakşak belediye olmayacağını, Beykoz
Belediyesi olmayacağını anlamamız lazımdır.
Çünkü burası merkezdir, bunun sorumluluğu ağırdır.
Buna göre bir idare olur. Buna göre bir kanuni
mevzuat olur.
Sultanahmet News,
06.08.2007
|
AZTEKLERİN GİZEMİ MEZARDA SAKLI
Meksikalı arkeologlar,
tarihin en büyük arkeolojik buluşlarından biriyle
karşı karşıya olma ihtimalinin heyecanını yaşıyor.
Arkeologların radar kullanarak buldukları yeraltı
odalarının Aztek imparatoru Ahuizotl'un mezarı
olduğu düşünülüyor. İmparator Ahuizotl, Kristof
Kolomb 'Yeni Dünya'ya geldiğinde Azteklerin
başındaydı.
Tahminler doğru çıkarsa, bu bulunan ilk Aztek
yöneticisi mezarı olacak. İspanyol rahipler
tarafından yazılan kaynaklara göre bu bölge
Azteklerin yöneticilerini yakmak ve gömmek için
kullandıkları bir yerdi. Fakat, İspanyol işgalciler
Aztek'in törensel merkezi üzerine kendi şehirlerini
kurdukları için, şimdiye kadar hiçbir Aztek
yöneticisinin mezarı bulunamadı.
Arkeologlar yerin dört metre altındaki mezarın 2x2
metrelik girişi tespit ettiklerini, ancak girişin
su, kayalar ve çamurla dolu olmasından dolayı çok
yavaş ve dikkatli ilerlediklerini açıkladı. Proje
ekibinin başı Meksikalı arkeolog Leonardo Lopez
Lujan, "Sorumluğumuz çok fazla. Her şeyi kaydetmek
istiyoruz. Bu bizim için yeni bir durum ve aşağısı
nasıl olacak bilmiyoruz" diye konuştu.
Ekip, sonbahar başında çamurlu ve alçak tavanlı bölgenin içine tamamen girip, tahminen 1502'de yapılan bir cenaze töreniyle yakılan Ahuizotl'ün küllerini bulmayı umuyor. O dönemde, Kolomb, Yeni Dünya'ya inmişti. Aztekler ise İspanyollarla ilk kez 1519'da, Hernan Cortes ve ekibi Mexico Vadisi'ne girip Ahuizotl'un yeğeni Montezuma'yı rehin aldığında karşılaştı. Ahuizotl'un oğlu Cuauhtemoc ise İspanyollara karşı yürüttüğü mücadeleyi 1521'de kaybetti ve İspanyollar tarafında esir alınıp öldürüldü. Montezuma gibi onun da gömüldüğü yer bilinmiyor.
Daha önce hiçbir Aztek mezarı bulunmadığı için
arkeologlar, aslında bilinmezliği kazıyor. Radar,
mezarda dört odanın olduğunu gösteriyor.
Araştırmacılar, mezardaki odalarda, tanrılara
sunulan eşyalar olduğunu tahmin ediyor.
Meksika Ulusal Antropoloji ve Tarih Enstitüsü
Arkeolojik Çalışmalar Bölümü yöneticisi Luis Alberto
Martos, "Ahuizotl, görkemli bir tören, süs eşyaları
ve kişisel eşyalarıyla gömülmüş olmalı" dedi.
Mezardaki su da işe yaramış olabilir. Lopez Lujan,
ph derecesi nötr olan suyun sabit sıcaklığı ve
oksijenin olmaması nedeniyle tahta ve kemik gibi
materyallerin bozulmasını engellediğini söylüyor.
Arizona Devlet Üniversitesi'nden arkeolog Michael
Smith ise "Mezar sayesinde krallık, gömülme ve
imparatorluk hakkında önemli bilgiler edinebiliriz"
diyor.
Mexico City'de bulunan monolit, Aztek tanrısı Tlaltecuhtli'yi tasvir ediyor.
Arkeologlar, İmparator Ahuizotl'a ait olduğunu düşündükleri
yeraltı odasını bu monolitin tam altında tespit etti.
Radikal, Fotoğraf: AP, 06.08.2007
|
|
URARTULARIN BARAJI DEPREME, KURAKLIĞA DİRENİYOR
Dünyanın en eski, en yüksek rakımlı ve muhtemelen ilk baraj zinciri örneği olan Van’daki Rusa Barajı bölgedeki kuraklığa rağmen sularını koruyor. Urartular tarafından 2600 yıl önce inşa edilen baraj, Erek Dağı’nın eteklerinde. 2544 metre yükseklikte. 7 kilometrekarelik alana yayılıyor. Tam dolduğunda 40 milyon metreküp su barındırıyor. Baraj, 3200 metrelik dağın sularından besleniyor. Çevresinde 11 küçük göl bulunuyor.
İstanbul Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Oktay Belli, dünyadaki en yüksek rakımlı su tesisi olan barajın aynı zamanda ilk baraj zinciri örneklerinden biri olduğunu söylüyor:
"Urartu Kralı 2. Rusa, suyu Van Ovası’na akıtmak ve dinlendirmek için birbiriyle bağlantılı barajlar kurmuş. Bu yöntem günümüzde Fırat ve Dicle gibi ırmaklar üzerinde birbiriyle bağlantılı yapılan barajların ilk örneği. Güneybatı ve kuzeybatıda iki gövde duvarı var. Güneybatı duvarı Osmanlı döneminde köreltilmiş. Su kuzeybatı yönündeki gövde duvarından akıyor."
Rusa Barajı’nın çivi yazılı inşa yazıtı, 1899’da Almanya’ya kaçırıldı. Berlin’deki Bergama Müzesi’nde sergileniyor. Prof. Dr. Belli, barajın ikinci derece deprem kuşağında bulunmasına karşın 2600 yıldır hizmet vermesine dikkat çekiyor: "Küçük onarımlarla halen çalışıyor olması Urartular’ın su mühendisliği alanında ne kadar geliştiğini gösteriyor. Bunun nedeni suyu altından daha değerli kabul etmeleri."
Hürriyet Seyahat, 06.08.2007
|
ANTALYA'YA ÜNLÜ BİR HEMŞEHRİ: HERAKLEITOS
Tıp adamı Herakleitos'un Antalya'da yaşadığı Kumluca'daki Rhodiapolis antik kentinde yapılan kazı çalışmaları sonucu ortaya çıktı.
Rhodiapolis antik kentindeki kazı çalışmalarını yürüten Akdeniz Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Başkanı Prof. Dr. Nevzat Çevik, bölgede yeni yazıtlar ortaya çıkardıklarını söyledi. Çevik, yazıtların üzerinde yer alan simge ve ifadelerin incelendiğini belirterek eserlerin Rhodiapolis antik kentinde yaşamış olan dönemin en ünlü hayırseveri Opramoas ve Herakleitos gibi ünlü insanların anısına dikildiğini söyledi.
Yazıtlarda bulunan Herakleitos'un milattan önce 540-480 yılları arasında yaşayan 'Aynı nehirde iki kez yıkanamazsın' sözüyle tanınan Herakleitos'tan farklı olduğunu söyleyen Çevik, şöye konuştu: "Herakleitos 2. yüzyılda burada yaşamış bir bilgin, tıp adamı. Yazıtlardan hastalara bedava baktığı anlaşılıyor. Aynı zamanda bu adam bir entelektüel ve bir şair. Herakleitos, Atina'dan Roma'ya kadar çok ünlü bir birisi. Bu kazılarımız sayesinde Kumluca ve yöresi böyle bir hemşeriyi de kazanmış oldu."
Radikal, Fotoğraf: Veli Gürgah/AA, 05.08.2007
|
|
|
PORTAKAL HAFIZ KONAĞI PERİŞAN BİR HALDE
İzmit Çukurbağ Mahallesi Bahariye Caddesi üzerinde bulunan, yıllar önce kentin soylularına evsahipliği yapan, tarihe tanıklık eden Portakal Hafız Konağı, bugün perişan bir halde yardım eli uzatılmasını bekliyor.
19. yüzyılın sivil mimari örneklerinden birisi olan, son derece geniş bir alana yayılan Portakal Hafız Konağı, zamana yenik düştü. Sahiplerinin yeterli ilgiyi göstermediği, adeta kaderine terk ettiği konağın çeşitli odalarındaki değerli aksamlar da zaman içinde hırsızlar tarafından çalındı, talan edildi.
Konağın iç kısmındaki tavanda yer alan bezemelerden, dolap ve kapılardan bugün eser kalmadı. Konağın binasındaki perişanlığın yanında, aynı kötü görüntü konağın dış cephesinde, bahçede de geçerliliğini koruyor. Bakımsızlık nedeniyle binanın dış bahçe duvarlarında çökme başladı. Çevre sakinleri, bu durumun bölgede yaşanlar ve yoldan geçen insanlar için de tehlike yarattığını belirtip, yetkililerin bir çözüm yolu bulmasını söylüyorlar.
Özgür Kocaeli, 05.08.2007
|
TARİHİ ÇEŞMELERDE BİLİMSEL TEMİZLİK
İstanbul'un harap
durumdaki tarihi çeşmeleri, aslına uygun olarak
muhafaza edilmesini sağlamak için artık bilimsel
yöntemler kullanılarak temizleniyor. İstanbul'un
önemli kültürel miraslarından olan tarihi çeşmelerin
aslına uygun olarak muhafaza edilmesi için
Büyükşehir Belediyesi yeni geliştirilen bilimsel
yöntemlerle onarım yapıyor. Büyükşehir Koruma
Uygulama ve Denetim Müdürlüğü'ne (KUDEB) bağlı
yenileme laboratuvarında hazırlanan özel
karışımlarla tarihi çeşmeler temizleniyor. Tarihi
eser hastanesi olarak da bilinen KUDEB laboratuvarı
kentteki tüm eski eserlerin yenilenmesinde bilimsel
yöntemlerin uygulanmasını sağlıyor. Tarihi 1841
yılına dayanan Eminönü'ndeki Şerife Ayşe Sıdıka
Çeşmesi bilimsel yöntemlerle temizlenen ilk
yapılardan oldu. KUDEB kentteki tüm tarihi çeşmeleri
hazırlanan proje çerçevesinde onarmaya devam edecek.
Yeni Şafak, Haber: Gökhan Yılmaz, 05.08.2007
|
TARİHİ YOLCULUK TURLARINA BÜYÜK İLGİ
Kayseri Büyükşehir Belediyesi'nin
başlattığı Kültepe Kaniş-Karum kazı alanına yönelik
'Tarihe yolculuk' turları başladı ve turlara büyük
ilgi gösteriliyor.
Belediye tarafından düzenlenen ilk
tura 60 kişi katılırken, katılımcılara kazı alanının
tarihi dokusu ile ilgili özellikler, rehber
eşliğinde katılımcılara anlatıldı. Tura, çeşitli
inceleme ve temaslarda bulunmak üzere Kayseri'de
bulunan Krefeld Belediye Başkanı Gregor Kathstede ve
beraberindeki heyet de katıldı.
Büyükşehir Belediyesi Kültür Sosyal
İşleri Daire Başkanı Oktay Durukan, gezi sırasında
yaptığı açıklamada, Kültepe Kaniş-Karum'un tüm dünya
için bir merkez olduğunu ifade ederek, tarihin
merkezini ziyaret için bu tür bir etkinlik
düzenlediklerini belirtti. Bir çok medeniyete ev
sahipliği yapmış Kayseri'de en önemli tarihi
merkezlerinden birisinin Kültepe olduğunu ifade eden
Durukan, şunları söyledi: "Anadolu insanının yazı
ile tanıştığı ilk merkez olan ve beş bin yıl
öncesine dayanan Kültepe Kaniş-Karum'a
düzenlediğimiz kültür turları ile hem insanlarımıza
bölgeyi tanıtmak, hem de dikkatleri bölgeye çekmeyi
hedefliyoruz. 'Tarihe Yolculuk' başlığı adı altında
ücretsiz olarak cumartesi günleri
gerçekleştireceğimiz kültür turlarını, tiyatro
gösterileri, sunumlar ve ikramlarla eğlenceli hale
getireceğiz. Program ile Kültepe'nin daha geniş
kitlelere tanıtımını gerçekleştirmiş olacağız.
İlginin beklediğimizin üzerinde olması bizleri
fazlasıyla sevindirdi."
Kültepe Kaniş-Karum Kazı Başkanı
Prof. Dr. Fikri Kulakoğlu da, bölgede 1948 yılından
beri kazılar yapıldığını hatırlattı. Kayseri halkına
Kültepe'yi tanıtmak, öğretmek ve Kayseri'nin
geçmişini göstermek istediklerini vurgulayan
Kulakoğlu, kazı alanında bilimsel çalışmalar devam
ederken bir taraftan bölgenin tanıtımı için
büyükşehir belediyesi ile işbirliği yaparak bu tür
turlar düzenlediklerini söyledi.
Kulakoğlu, bu işbirliğinden dolayı
Büyükşehir Belediye Başkanı Mehmet Özhaseki'ye
teşekkür etti. Tanıtım turu kapsamında, Büyükşehir
Belediye Konservatuvarı Tiyatro Bölümü
öğrencilerinin sahnelediği ve 5 bin yıl önceki
yaşamı anlatan tiyatro gösterisi de ilgiyle izlendi.
Zaman, 05.08.2007
|
BOYABAT KALESİ'NDE EV TEMELLERİ ÇIKTI
Boyabat Kalesi’nde bu sene baharla başlayan
onarım ve düzenleme çalışmaları zamanlı sınırlı
olduğu için hızlı bir şekilde sürdürülüyor.
Bilindiği gibi bu çalışmaların masrafı AB
fonlarından gelen yardımla karşılanmaktadır. Bu
yardımlar alınırken çalışmaların sonbahar’a kadar
bitirilmesi şart koşulmuştu.
Kaledeki kaya zemini örten toprak katmanı lastik
bantlarla surlardan aşağı atılarak temizlendi.
Atılan toprak altından çeşitli ev temelleri ve ev
içinde kullanılmış olduğu sanılan çeşitli kaya
oymaları ortaya çıkmıştı.
Toprak kazılırken kimi yerlerde kömür parçaları
ve kiremit kırıkları görüldü. Bu bulgular bu
meskenlerin yandığı ve çöktüğü sonra üzerlerinin
toprakla kaplandığı anlamına gelmektedir.
Çalışmalar sırasında insan ve hayvan kemiklerine
de rastlandı. Hayvan kemiklerinin bulunmasında
şaşılacak bir şey yok. Ama insan kemiklerinin
bulunmasından zaman zaman kalenin kuşatıldığı ve bu
kuşatmalar sırasında ölenlerin zorunlu olarak kale
içine gömüldükleri anlaşılıyor.
Kazılar sırasında pişmiş topraktan çeşitli ev
eşyasına ait kırık parçalar, taştan yapılmış el
değirmenleri, dibek taşları, kargı uçları çıktı.
Birde ne işe yaradığı bilinmeyen taştan oyma bir
eşya bulundu. Geçen sene sarnıç olduğu sanılan iki
bölmeli kısımdaki temizlik çalışmaları sırasında çok
sayıda pişmiş topraktan pipo bulunmuştu.
Bu sene kale içini örten toprak tabakasının üst
katı kaldırılınca ev yerleri ortaya çıktı. Evlerin
bir yanı ile genellikle kale surlarına yaslandığı ve
bitişik nizamda yerleştiği görülüyor. Kuşkusuz orta
kısımlarda bulunan evler arasında da sokakların
bulunması gerekiyor.
Derinlere indikçe yeni şeyler ortaya çıkıyor.
Kale içinin batı yanına yakın bir yerde kayaya
oyulmuş iki çukur bulundu. Ne için yapıldığı,
bilinmeyen bu iki çukur bir delikle birbiri ile
bağlantılıdır. Sarnıç olabileceği düşünülmektedir.
Kimi yerlerde nereye çıktığı veya nereye indiği
bilinmeyen taş merdivenler ortaya çıkmıştır.
Kuşkusuz bütün bilinmeyenler titizlikle sürdürülecek
arkeolojik kazı çalışmalarının tamamlanmasından
sonra açıklanabilecektir.
2700 yaşında olduğu sanılan Boyabat Kalesi'nde
günümüzden yaklaşık 200 yıl kadar önce insanların
oturduğu bilinmektedir. Temizlik çalışmaları ile
şimdi ortaya çıkan bölümler son Osmanlı döneminden
kalma olmalıdır. Çalışmaların ilerlemesi ile daha
eski dönemlere ait yeni bilgilere ulaşılacaktır.
Yeşil Durağan, 05.08.2007
|
BURSA'DA KADERİNE TERK EDİLEN ÇUKURKÖŞK, RESTORE
EDİLİYOR
Bursa'da, son dönem sivil Osmanlı
mimari özelliklerini taşıyan ancak bakımsızlık
nedeniyle viraneye dönen Çukurköşk kültür hayatımıza
kazandırılıyor.
1850'lerde inşa edildiği tahmin
edilen Çukurköşk'ün, aslına uygun olarak
onarıldıktan sonra turizme kazandırılması
hedefleniyor. Üç kattan oluşan ve restoran olarak
hizmet edecek olan tarihi mekanda aynı zamanda Japon
mutfağı da yer alacak.
Bursa'nın en prestijli
semtlerinin başında gelen Çekirge'de, adını verdiği
Çukurköşk Mahallesi'ndeki tarihi Çukurköşk'ün
geçmişi 1850'lı yıllara dayanıyor. Saray'da
sandıkçıbaşı olarak hizmet eden bir zat tarafından
yazlık olarak kullanılan tarihi köşk, 1931 yılında,
Bursa Tarım İl Müdürü tarafından satın alınarak
restore edildi. 1950'li yıllarda dönemin genelkurmay
başkanları ve meclis başkanları da dahil çok sayıda
saygın misafire ev sahipliği yapan Çukurköşk, daha
sonra çevredeki yapılaşma nedeniyle binalar arasında
yalnız kaldı. Yaklaşık 30 yıldır metruk halde
bulunan tarihi bina bakımsızlıktan yıkılmaya yüz
tutarken, sarhoşların mekanı haline geldi.
Mustafa Ceylan adlı bir doktor,
burayı sahibinden satın alarak restore etmek istedi.
İl Kültür Varlıklarını Koruma Müdürlüğü'nden gerekli
izni alan Ceylan, binayı aslına uygun bir şekilde
yeniden onararak Bursa'nın turizm ve kültür hayatına
kazandırmak istediğini söyledi. Tarihi mekanlara
sahip çıkmanın önemine işaret eden Mustafa Ceylan,
tarihi binayı aynı zamanda insanların aileleriyle
birlikte gelip yararlanabilecekleri bir otantik
restoran haline getirmek istediğini söyledi.
Ceylan, "Bu binayı çocukluğundan
beri merak ediyordum. Bu halde görünce de çok
üzülüyordum. Sahiplerine ulaştım. Onlar da binanın
yıkılmadan aslına uygun bir şekilde yapılmasını
istiyorlarmış. Benim iyi niyetli olduğumu görünce
verdiler. İl Kültür Varlıklarını Koruma
Müdürlüğü'nden gerekli izni alıp restorasyonuna
başladık. Binayı yılbaşına kadar yetiştirmeyi
hedefliyoruz. Bu kıymetli yapıyı Bursalılarla
yeniden buluşturmak, gelecek kuşaklara aktarmak ve
yeniden yaşayan bir değer haline getirmek için
restorasyon çalışmalarına başlıyoruz. Restorasyon
tamamlandığında Çukurköşk, çok prestijli bir
restaurant olarak Bursalılara ve Bursa'ya gelen
seçkin misafirlerimize hizmet verecek." şeklinde
konuştu.
Çukurköşk'ün restorasyon projesinin
uygulamasını üstlenen Bursa'nın tanınmış
mimarlarından Yüksek Mimar Hüseyin Akdeniz de
binanın temel çizgilerine sadık kalınarak
iyileştirileceğini söyledi. Mekanın ahşap olması
nedeniyle ahşap yapı tekniğinin uygulanacağına
dikkat çeken Akdeniz, "Bina tarihi bir özelliğe
sahip olduğu için İl Kültür Varlıklarını Koruma
Müdürlüğünün bize verdiği projeye uygun olarak
hareket edeceğiz. Ancak binanın yaşı ve daha önce
kullanılan malzemelerin çoğunun çürümeye yüz tutması
nedeniyle bazı değişikliklere gidebiliriz. Ancak
binanın ana çizgilerinin korunmasına çok önem
vereceğiz. Böylece yıllardır adeta kaderine terk
edilen bu mekanı Bursa turizmine ve halkımıza
kazandırmış olacağız." diye konuştu
TürkiyeTurizm.com, 05.08.2007
|
LATİFE HANIM KÖŞKÜ ANI EVİ OLACAK
Karşıyaka'da Atatürk'ün evliliğinin ilk dört gününü,
annesi Zübeyde Hanım'ın da ömrünün son yılını
geçirdiği Latife Hanım Köşkü'nün restorasyonu için
kaynak bulundu. Valilik, Karşıyaka Belediyesi'nin
köşkü, ''anı evi''ne dönüştürmek için harcayacağı
paranın yüzde 80'ini üstlendi. İhale bu ay
yapılacak. İnşaat yıl sonunda tamamlanacak.
Milliyet Ege, 05.08.2007
|
|
RODOS'TAKİ MURADİYE CAMİİ, KİLİSE OLUYOR
Yunanistan'a bağlı Rodos adasındaki, tarihi Osmanlı
Muradiye Camii, Avrupa Birliği'nden alınan fonlarla
kiliseye dönüştürülüyor. Türkiye'nin Rodos
Başkonsolosluğu, Rodini bölgesinde yer alan caminin
kiliseye dönüştürülmesi çalışmalarının devam
ettiğini ve restorasyon tamamlandığında "Kıbrıs
Evi"' adıyla kilise olarak hizmete açılacağını
bildirdi. Konsolosluk, caminin kiliseye
dönüştürülmesi için Avrupa Birliği fonlarından 400
bin Euro'luk bir bütçe alındığını bildirdi. Konuyla
iligli SABAH'a konuşan Avrupa Batı Trakya Türk
Federasyonu (ABTTF) Başkanı Halit Habipoğlu ise,
"Konudan Rodos'ta bulunan bir kişinin ihbarı üzerine
haberdar olduk. Ve hemen Rodos Başkonsolosluğu ile
itribata geçtik" dedi.
Habiboğlu'nun verdiği bilgiye göre, restorasyon
kapsamında minare ve camları yıkılan caminin
bahçesindeki Türk mezarlıkları da talan edilmiş
durumda. Caminin kubbesinin de Japon tarzı bir
tavanla değiştirilmek amacıyla yıkıldığını söyleyen
Habiboğlu şunları söylüyor: "Daha önce Rodos'taki
Türk cemaatine ait olan cami, 1970'li yılların
başlarında Rodos Başmetropolitliği'ne bırakıldı.
Cemaat yöneticileri devletten maaş alan kişiler
oldukları için kendilerinden istenini yerine
getirdiler. Cami, 1990'lı yılların ortalarına kadar
ibadete açıktı. Ancak, imam ve müezzinin ölümünden
sonra kapısına kilit vuruldu. Bundan sonra da
Başmetropolitlik'in camiyi kiliseye dönüştürmek için
harekete geçti."
"Avrupa Birliği tarafından Batı Trakya'da tarihi
eserlerin yenilenmesi için her yıl 8-9 milyon
Euroluk fonlar verildiğini" belirten Habiboğlu,
"Türklerin fonları kullanmasına izin verilmezken,
Muradiye Cami'nin kiliseye dönüştürülmesi söz konusu
olunca fonlar kullandırılıyor" diyor.
Sabah, Haber: Gökçe Kesgin, 05.08.2007
*******
RODOS ADASI'NDA 'OLMAYAN CAMİ' KIBRIS
EVİ KİLİSESİ YAPILMIŞ
Rodos Adası'ndaki
Muradiye Camii'nin kiliseye dönüştürüleceği
iddiasının aslı astarı olmadığı belirtildi.
Türkiye'nin Rodos Başkonsolosu Ahmet Arda, "Bu
haberler tümüyle yalandır, provokasyondur" dedi.
Osmanlı döneminden kaldığı belirtilen Muradiye
Camii'nin AB fonları da kullanılarak yapılan
restorasyonla 'Kıbrıs Evi' adıyla kiliseye
dönüştürüldüğü haberini 5 Ağustos'ta Sabah gazetesi
duyurdu. Habere göre Türkiye'nin Rodos
Başkonsolosluğu, Rodini bölgesindeki caminin
kiliseye dönüştürülmesi çalışmalarının devam
ettiğini ve restorasyon tamamlandığında 'Kıbrıs Evi'
adıyla kilise olarak hizmete açılacağını belirtti.
İddialara yanıt ise bizzat Başkonsolos Arda'dan
geldi:
"Bu haberler tümüyle yalandır, provokasyondur. Böyle
bir şey yoktur.
O haberde yer alan Rodini semtinde cami yoktur.
Ayrıca haberde bu bölgedeki iki yolun kesiştiği
noktadan bahsediliyor. O köşede de cami yoktur.
Oradaki cami dedikleri yapı, Mısırlı eski Maliye
Bakanı Ali Hilmi Paşa'nın 20. yüzyıl başında sadece
kendisinin namaz kılması için yaptırdığı camidir. Bu
yapının minaresi hiçbir zaman olmamıştır. Orası
zaten yıllardır yıkıntı halindeydi, restore edildi
ve Kıbrıs Rodos Kadın Ressamlar Derneği'ne tahsis
edildi. Üzerindeki yazıtlar restore edildi, bugün
sapasağlam durmaktadır."
Arda, haberlerde adı geçen Muradiye Camii'nin Rodos
merkezine 10 kilometre mesafedeki Uzgur Köyü'nde yer
aldığını söyledi. Burasının 14-15'inci yüzyıldan
kalma Bizans Kilisesi'nden camiye dönüştürülen bir
yapı olduğunu belirten Arda, yanında halen
kullanılan tarihi bir mezarlığın da bulunduğu
caminin, 1970'lerin ortasında imamının adayı terk
etmesi üzerine kapandığını anlattı.
Arda, halen kullanılmayan yapının, büyük ihtimalle
adadaki 20 yapıda olduğu gibi restore edilerek, müze
olacağını söyledi.
Radikal, 07.08.2007
|
|
TÜRKİYE'NİN İNANÇ MERKEZLERİ HARİTASINDA ADIYAMAN YOK
Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından hazırlanan 'Türkiye'nin İnanç Merkezleri' haritasında Adıyaman'ın olmaması tepkiye yol açtı.İnanç ve Kültür turizmi ile her yıl binlerce turisti ağırlayan Adıyaman Bakanlık tarafından hazırlanan 'Türkiye'nin İnanç Merkezleri' haritasında yer almadı. İstanbul'dan Van'a kadar bir çok yerleşim yeri yer alıyor. Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından yaptırılan haritada, İslam, Yahudilik ve Hristiyanlık'a ait kültürel miraslara yer verildi. Haritada, yaklaşık 40 binlik tarihi olan ve Osmanlı, Roma, Bizans gibi dönemlere ait eserlerin bulunduğu Adıyaman'ın olmaması Adıyaman'da şaşkınlıkla karşılandı.
TÜRSAB Üyesi Hasan İnandı, haritayı görür görmez şok olduğunu belirterek, haritayı yapanlar hakkında soruşturma açacağını söyledi. Konun takipçisi olacağını söyleyen İnandı, " Harita'da dini bakımdan inanç merkezleri gösterilecekse Adıyaman'da Nakşi Bendi tarikatının merkezi konumunda olan 'Menzil', Samsat İlçesi'nde bulunan ve Türkiye'nin ikinci Eyüp Sultan'ı konumunda yer alan Sahabe Saffan Bin Muattal'ın kabri ve mimarisi ve mimari elemanları 18.yüzyıla ait olduğu tahmin edilen, günümüzde Süryani cemaati tarafından kullanıldığı gibi, Kültür Bakanlığı tarafından eski eser olarak tescil edilmiş bir kilise olan Mara Mahallesi'nde bulunan St.Paul Süryani Kilisesi var. Şayet dini merkezler söz konusu değilse UNESCO tarafından Dünya Kültür Mirasları Listesinde yer alan ve Dünyanın 8. harikası Nemrut Dağı, Kommagene Krallığı'nın 5 büyük kentinden biri olan Perre Antik Kenti bulunmaktadır. Milyonlarca lira harcayarak bastırılan ve Adıyaman'a yer verilmeyen harita, Adıyaman turizmine vurulan büyük darbedir. Bu bakımdan Adıyaman'daki turizm işletmecileri maddi bir kayba uğramaktadır. " diye konuştu.
Adıyaman Haber, 05.08.2007
|
ARKEOLOGLAR, HATAY'A ARKEOLOJİK PARK KURULMASINI İSTİYOR
Amerika'nın Chicago Üniversitesi Öğretim Üyesi Anadolu Arkeologu Prof. Dr. Kutlu Aslıhan Yener, turistleri Hatay'a çekmek için Tell Açana Höyüğü civarında Arkeoloji Parkı yapılması için ilgili kurumlara müracaat ettiklerini söyledi. Hatay Havaalanı'nın açılmasının ardından şehre akın edecek turistlerin gezip görecekleri daha fazla yerin bulunması gerektiğini hatırlatan Yener, Tell Açana Höyüğü civarında yapılması gereken arkeolojik parkın çok anlamlı olacağını aktardı.Amik Ovası'nda bulunan höyüklerden en önemlisi olan Tell Açana'ya Arkeoloji Parkı yapılması ve buraları ziyaret etmeye gelen turistlerin dinlenmeleri ve ihtiyaçlarını temin edebilmeleri için alışveriş merkezleri kurulması gerektiğini dile getiren Prof. Dr. Yener, Amik Ovası'nda 346 höyük tespit edildiğini ve bunlardan en önemlisinin Tell Açana ile Tell Tayinat olduğunu vurguladı.Burada çıkan eserleri Arkeolojik Park'ta sergileyerek daha fazla turist çekmenin mümkün olacağını anlatan Yener, "Bu park turistin Hatay'a günü birlik gelmesini de engelleyecektir. Turisti ne kadar uzun süre tutabiliyorsanız o kadar kazanırsınız. 1940 yılından buyana kazı çalışmasının sürdüğü buraların tanıtılması çok önemli. Birçok turist medeniyetlere ışık tutan bu höyüklerdeki kalıntıları görmeye gelmiyor. Ancak burada tuvalet ihtiyaçlarını giderecek, sosyal tesislerinde içinde yer aldığı Arkeolojik Park yapılırsa Hatay daha çok kazanır. Biz çalışırken onlar tarihe tanıklık eden bu eserleri görüp dokunabilirler. Yoksa biz buradan çıkartıyor müzeye gönderiyoruz. Müzede de yer darlığından dolayı bu eserler sergilenmiyor. Hayırseverlerin birazda kültürel varlıkların tarihi varlıkların korunmasına bağışta bulunmalarını istiyorum. Nasıl olsa buraya bulundukları bağışlarda vergiden düşüyor." şeklinde konuştu.
TürkiyeTurizm.com, 05.08.2007
|
|
|
SUMELA YOLUNA VALİ OKUTAN EL KOYDU
Sümela Örenyeri'nde incelemelerde bulunan Trabzon Valisi Nuri Okutan, restoranlar bölümünden yatay bağlantıyı sağlayan araç yolunun, kışın kar, yağmur v.b doğal etkenlerle bozulmasının turizm sezonunda çeşitli sorunlara yol açtığını görünce duruma el koydu. Vali Okutan, Trabzon İl Özel İdaresi Genel Sekreteri İbrahim Kul?a talimat vererek, yolun ivedilikle düzenlenip, asfaltlanmasını istedi.
Sümela Örenyeri yolunun asfaltlanması için Kültür ve Turizm Bakanlığı Döner Sermaye İşletmeleri Merkez Müdürlüğü ile irtibata geçilerek yeterli ödeneğin Trabzon Özel İdare Bütçesi'ne aktarılması sağlandı.
İl Özel İdare Genel Sekreteri İbrahim Kul?un başkanlığında Çevre ve Orman Müdürlüğü, Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğü ve İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü koordineli çalışarak konunun en kısa sürede çözüme kavuşturulması için çalışma başlattı. İbrahim Kul, mevcut yolun halen turizm sezonu olması nedeniyle kullanılıyor olmasından dolayı dikkatli bir çalışma izleyeceklerini belirterek, önümüzdeki hafta başlayacak çalışmaları olabildiğince kısa sürede bitirmeyi planladıklarını belirtti.
Trabzon Valisi Nuri Okutan, konuyla ilgili şunları söyledi: "Sümela Örenyeri gerek Trabzon'umuz ve gerekse ülkemiz turizminin gelişimi açısından büyük önem taşımaktadır. Bu vesile ile biz önümüzdeki yıllarda meydana gelebilecek hizmet taleplerini şimdiden düşünüp, planlamak zorundayız. Bunu şimdiden planlamayı başaramazsak son yıllarda artış gösteren Karadeniz ve özellikle Trabzon'un turist potansiyeline cevap verme olanağımız kalmayacaktır. İl Özel İdaresi ve İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü ile gerekli çalışmaları devam ettiriyoruz."
Karadeniz Gazetesi, 05.08.2007
|
ALTINTEPE KAZILARINDA BENZERSİZ
MOZAİKLER ORTAYA ÇIKARILDI
Kültür ve Turizm
Bakanlığı ile Erzurum Atatürk Üniversitesi Fen
Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü işbirliği ile
Altıntepe'de başlatılan kazıların 2007 yılı
çalışmaları devam ediyor. 2 Temmuz tarihinde
Altıntepe mevkiinde başlayan kazı ve inceleme
çalışmalarının 3 Ağustos tarihinde sona ereceği
belirtildi.
Kültür ve Turizm Bakanlığı ile
Atatürk Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi
Arkeoloji Bölümü işbirliği ile Erzincan'ın Üzümlü
İlçesi'ne bağlı Altıntepe'de 2003 yılında başlatılan
kazı çalışmalarında 2 bin 700 yıl önceki bazı
bulgulara ulaşıldı. Daha önce 1959-1968 yılları
arasında da bölgede çeşitli kazı çalışmalarının
yapıldığı, ancak şuan yapılan çalışmalar sonucunda
bir başka emsali olmayan bulgulara rastlandı.
Geçtiğimiz günlerde yapılan
çalışmalar sonucunda elde edilen bulgulardan başka
bir örneği ve eşi olmayan atık su şebekesi ve 2 bin
700 yıl önceki Urartular dönemine ait kanalizasyon
şebekesinin dışında, son olarak yine Türkiye'de bir
emsali olmayan ve Bizans dönemine ait zemin
mozaikleri çalışmaları da devam ediyor. Atatürk
Üniversitesi Öğretim Görevlisi Prof. Dr. Mehmet
Karaosmanoğlu nezaretindeki ekipte, öğretim
görevlileri, öğrenciler ve diğer işçilerden oluşan
toplam 32 kişi bulunuyor.
Prof. Dr. Mehmet Karaosmanoğlu,
bugüne kadar yapılan çalışmalar sonucunda tapınak,
mezarlar, açık hava tapınağı, Bizans dönemine ait
zemin mozaikleri, kilise mezarları, Urartu dönemine
ait kanalizasyon sistemi ve birçok bulgunun gün
ışığına çıkarıldığını söyledi. Yapılan çalışmalar
sonucunda bulunan zemin mozaikleri hakkında açıklama
yapan Atatürk Üniversitesi Arkeoloji Bölümü'nde
görevli Yrd. Doç. Dr. Birol Can ise Altıntepe'de
ortaya çıkarılan Bizans dönemine ait mozaiklerin
zarar görmemesi için üstünün kapatılacağını söyledi.
Yrd. Doç. Dr. Can, "Bizans dönemine
ait kilise, normal mimarilerden farklı bir özelliğe
sahiptir. Farklı mimariye sahip olmasının nedeni ise
bulunduğu coğrafi durumdan kaynaklanmaktadır. Bu
kilisenin zemini tamamen mozaiklerle kaplı.
Üzerlerinde çeşitli figürlerin ve hayvan
resimlerinden oluşan figürlerin de mevcut olduğu
mozaiklerin, Türkiye'de bir başka eşine bugüne kadar
rastlanamamıştır. Şuanda restorasyon çalışmalarımız
devam ediyor. Bu çalışmalar kapsamında
sağlamlaştırma çalışmaları yapılıyor. Ayrıca zemin
mozaiklerinin yanı sıra, duvar figürleri ve cam
mozaik eserlere de rastladık. Bunların haricinde
bölgede bir yangın yaşandığını düşünmemizi sağlayan
çeşitli yanık izleriyle karşılaştık. Kazı
çalışmalarımızın tamamlanmasının ardından, herhangi
bir bekçi yada görevli bulunmadığından, mozaiklerin
üzerini kapatmak için çalışacağız. Mozaiklerin zarar
görmemesi için buna mecburuz." diye konuştu.
TürkiyeTurizm.com, 05.08.2007
URARTU KALESİ
KAZI-ONARIM ÇALIŞMALARININ İLK YARISI BİTTİ
Erzincan'ın Üzümlü
İlçesi'ndeki Urartu dönemine ait Altıntepe'deki kazı
çalışmalarının 5 yılı sona erdi. 2003 yılında kazı
çalışmalarına başladıklarını belirten Kazı Başkanı
Prof. Dr. Mehmet Karaosmanoğlu, 5+5 yıllık projenin
ilk beş yılını bitirdiklerini, yapılan kazılarda
Urartu dönemine ait ilk ve tek örnek mimari buluntu
olarak lavabo, alaturka tuvalet, banyo ve çağ taşı
bulunduğunu vurguladı.
Atatürk Üniversitesi Fen
Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü, Kültür ve
Turizm Bakanlığı ile Kültür Varlıkları ve Müzeler
Genel Müdürlüğü tarafından Altıntepe Urartu Kalesi
Kazı Onarım Çalışması Projesi, Erzincan'ın Üzümlü
ilçesi Altıntepe'deki kazı çalışmalarının 5 yılı
sona erdi. Atatürk Üniversitesi Fen Edebiyat
Fakültesi Arkeoloji Bölümü Prof. Dr. Mehmet
Karaosmanoğlu başkanlığında yapılan kazıların 2007
yılı çalışmaları 3 Ağustos itibariyle sona erdi.
2003 yılında projenin başladığını ifade eden Prof.
Dr. Mehmet Karaosmanoğlu, 5+5 yıllık projenin ilk
beş yılını bitirdiklerini ve yılda yaklaşık 1 ay
kazı çalışması yaptıklarını vurguladı. Prof. Dr.
Karaosmanoğlu; "1970'li yıllarda Tahsin Özgüç
tarafından yapılan kazı çalışmalarından sonra Urartu
dönemine ait kalenin tahrip edilerek yıkıntıların
yeniden eski haline getirmek ve arkeolojik sorunları
olan bazı yapıların kazılarını yapmak ve bu durumu
çözüme kavuşturmak için kazı çalışmalarına
başladık." dedi. Urartu dönemi ve sonrasını
araştırdıklarını belirten Karaosmanoğlu, daha önceki
kazılarda Bizans dönemine ait yapıları koruma altına
alarak yayın yaptıklarını vurguladı. Kazı
çalışmalarında bulunan mozaik kaplamalı kilisenin,
çevresini duvarlarla çevreleyip ziyaretçiye açmayı
düşündüklerini belirten Prof. Dr. Mehmet
Karaosmanoğlu; "Urartu dönemine ait iç kaledeki
çalışmalar, kabul salonunun yapılarının bulguları
ortaya çıktı. Kaledeki yapıların yapılmadan önce
planlandığı anlaşıldı. Yaklaşık 2 bin 700 yıllık yer
altına yapılmış kanalizasyon ile karşılaşıldı.
Urartu dönemine ait ilk ve tek örnek mimari buluntu
olarak lavabo, alaturka tuvalet, banyo ve çağ taşı
bulundu." şeklinde açıklamada bulundu.
Zaman, Haber: Burhan
Torunlar, Fotoğraf: TürkiyeTurizm.com, 05.08.2007
|
BATI TRAKYA'DA TARİH
TALAN EDİLDİ
Bir ülkede olan tarihi
eserler, insanlık tarihinin o ülkeye emanetidir,
mirasıdır ve verdiği zenginliktir. O nedenle her
devlet için, ülkesinde yer alan tarihi eserleri
korumak onun insanlığa, medeniyete, tarihe,
kültüre ve kendisine olan saygısına karşı
görevidir.
Bu satırlar sizin için
son derecede olağan ve sıradan bir ifade olabilir.
Çünkü Türkiye�de her kültürün ortaya koyduğu
eserler imkânlar ölçüsünde korunur. Bugün Türkiye,
kendi topraklarında yer alan bütün eserler ile
övünür. Bu durum, yukarıdaki satırları sizin için
daha önemsiz bir hale de getirebilir.
Ancak kendisini Avrupa
medeniyetinin beşiği sayan ve Avrupa Birliği üyesi
olan Yunanistan açısından bu satırlar hala bir
anlam ifade etmiyor. Yunanistan'da ve özellikle
Batı Trakya'da çok sayıda Osmanlı-Türk eseri yok
oldu. Birçoğu kaderine, yani yıkılmaya terk
edildi.
Batı Trakyalı
araştırmacı, yazar İsmail Bıçakçı şu soruları
soruyor: Gümülcine'de (Komotini) Gazi Evrenos Bey
imaretinin kimliği neden değiştirilmek isteniyor?
İskeçe'de (Xsanti) tarihi Tabakhane Camii neden
yıktırıldı? Serez'de Mehmet Bey Camii, Tırhala'da
(Trikala) görkemli ve Mimar Sinan'ın eseri olan
Osman Şah Camii ve Atina'da Fethiye Camii neden
kendi kaderlerine bırakılmış, yıkılmaları
bekleniyor? Dimetoka'da (Didimotixo) Çelebi Sultan
Mehmet Camii de onlardan biri. İçerdiği sanat
tarihi, heybeti, bir Osmanlı padişahına ait olması
ve sonra bugünkü içler acısı durum, onu bir defa
görenin içini sızlatmıyor mu?
Bıçakçı bu soruları
sormakta sonuna kadar haklı. Çünkü Osmanlı tarihi,
aynı zamanda Yunanistan'ın da tarihi. Yunanistan
Osmanlı sınırları için en uzun süre kalan
milletlerden meydana geliyor. Bugünkü
Yunanistan'ın toprakları asırlar boyunca
Osmanlı'ya birçok kıymetli evlat yetiştirdi. O
nedenle Osmanlı topraklarında doğan ülkeler
arasında belki de en çok Yunanistan'ın ona saygı
duyması ve sahip çıkması gerekir.
Hatta bugünkü
Yunanistan'ın tarihi bağları Atina'nın resmi tarih
anlayışı çerçevesinde köklerini dayandırmaya
çalıştığı- Grek uygarlığı ve siyaseten tercih
ettiği Roma İmparatorluğu'ndan ziyade Osmanlı ile
daha yakındır. Gerek dil gerekse gelenek ve
görenekler açısından belirgin bir etkileşim söz
konusu.
Bu nedenle Dimetoka'da
Çelebi Sultan Mehmet Camii, Selanik'te Hamza Bey
ve Alaca İmaret (İshak Paşa) camileri, yine orada
Sultan Murat Hamamı, Tırhala'da (Trikala) Osman
Şah Camii gibi muhteşem eserler bugünkü acıklı
durumlarını hak etmiyorlar.
Söz konusu eserler
Balkanlar'da en uzun süren barış döneminin de
şahidi oldukları gibi, aynı zamanda Yunanistan'ın
övünmesi gereken eserler.
O nedenle Atina
Mustafa Efendi Camii, Anabolu (Nafplion), Pasova,
Kesriye (Kastorya), Karaferye (Veriya), Narda'daki
(Arta) camiler, Mimar Sinan'ın Tırhala'da
(Trikala) yaptığı Osman Şah Camii, Serez'de Mehmet
Bey Camii, Yanya'da (Yannina) Aslan Paşa Camii ve
külliyesi şimdiki perişan halini hiç, ama hiç hak
etmiyor.
Ama her biri bir
tarihi eser olan Osmanlı-Türk mezar taşlarının
bile bir bir kaybolduğunu düşününce, Yunanistan'ın
bu zenginliği ile övünmek yerine onlardan
korktuğunu düşünmek için daha çok nedenimiz ortaya
çıkıyor. Halbuki kilise gibi, sinagog gibi
Tanrının evi olan camilerin minarelerinin ve
kubbelerinin verdiği gölge, her insan için huzur
kaynağıdır.
Belki çoğu Yunan böyle
bakmak istemiyor, ama Rodos'ta Süleymaniye, Murat
Reis, Recep Paşa camiileri, Tırhala'da Osman Şah
ve Mehmet Bey camiileri ve Dimetoka'da Çelebi
Sultan Mehmet Camii gerçekte Türklere ait olduğu
kadar, onlara da ait.
Tarih kutsal yerlere
saygı gösterenleri ve göstermeyenleri birbirinden
ayrı anlatır.
Trakya Net Haber,
03.08.2007
|
TEKRAR KULLANILMIŞ BİR MISIR MEZARI
Kahire’nin güneyinde, oldukça sıradışı süslemelere sahip ve yeniden kullanılmış bir mezar bulundu. Mezar, Mısır’ın 26. Sülalesi’nin ( MÖ 664-525) soylularının 5. Sülale Dönemi’ne ait bir mezarlığı yeniden kullanma şekli hakkında bilgi vermekte. Bahsedilen bu mezarlık Kahire’nin 35 km güneyinde, üç adet yıpranmış piramitin bulunduğu Abu Sir bölgesinde yer almakta.
Bölgede bulunan yapıların büyük bir kısmı 5. Sülale Dönemi’nde (MÖ 2498-2345) inşa edilmiş. Prag’da bulunan Çek Mısırbilim Enstitütüsü’nden Miroslav Verner’in açıklamasına göre 20 yüzyıl sonra, Sakkara Piramiti’nin yakınlarına gömülmek isteyen Mısır soyluları bu eski mezarları tekrar kullanmaya başlamışlar. Aynı enstitüden Ladislav Bares tarafından kazısı yapılan mezarda “Menekhibnekau” ismi yazılı.
Mezarın iç duvarlarına çoğunlukla Ölüler Kitabı’ndan alınmış süslemeler işlenmiş, tavan yıldızlarla kaplı. Fakat, ilginç bir şekilde, ekmek ve bira yapan, günlük işleri gösteren rölyefler de mevcut. Mezar odasında bulunan iki lahidin birisi kireçtaşından, insan şeklinde olan diğer lahit ise gri kumtaşından oyulmuş ve her ikisi de dini yazı ve motiflerle süslenmiş.
Çek Mısırbilim Enstitütüsü tarafından, restore edildikten sonra mezar odasının ziyarete açılacağı bildirildi.
National Geographic News, Haber: Dan Morrison, 02.08.2007
|
|
|
MERYEM ANA KİLİSESİ'NİN ÇAN KULESİ'NE RESTORASYON
Mardin'in Midyat İlçesi'ne bağlı Anıtlı Köyü'nde bulunan tarihi Meryem Ana Kilisesi'nin yıkılan çan kulesi onarıldı.
Midyat İlçesi'nde bulunan yapılış tarihi bilinmeyen ve dünyanın en eski kiliseleri arasında bulunan Meryem Ana Kilisesi'nin çan kulesi, şimşek çakması sonucu yıkılmıştı. Hıristiyanlığa mensup Süryani Ortodoks vatandaşlara hizmet eden kilise, aynı zamanda Manastır olarak kullanılıyordu. Dünyanın çeşitli ülkelerinden turistlerin görmek için geldikleri tarihi Meryem Ana Kilisesi'nin yıkılan çan kulesinin yanında, bazı bölümleri de onarıldı. Kilisenin rahibi Musa Gürbüz, önümüzdeki aylarda yeni çanında Avrupa'dan getirileceğini belirterek, "Geçen yıllarda restorasyonunu yapmıştık. Kilisenin büyük bir bölümünü tamamlamıştık. Geçtiğimiz kış şimşek çakması sonucu çan kulesi yıkıldı. Kilisenin bazı bölümleri de zarar görmüştü. Avrupa'nın çeşitli ülkelerinde yaşayan Süryani Ortodoks vatandaşların yardımıyla onarıldı. Kiliseyi ve kuleyi aslına uygun olarak restore ederek onardık. Almanya'dan sipariş verdiğimiz çanında yakında getirilerek takılmasını sağlayacağız" dedi.
Mardin Kent Haber, 02.08.2007
|