27 Ocak - 2 Şubat 2008
|
eBAY'DE KOLEKSİYONCU AVI
ABD'nin New York eyaleti eğitim bakanlığı arşivcisi, Amerikan hükümetine ait belgeleri zimmetine geçirdiği ve bunların bir bölümünü açık arttırma sitesi eBay'de sattığı gerekçesiyle tutuklandı.
Yetkililer, kayıp belgeler arasında 1823 yılında Amerikan Başkan Yardımcısı John C. Calhoun tarafından yazılan bir mektup, Davey Crockett'in yıllığının kopyaları, Texas'taki Alamo kalesinde ön saflarda çarpışanların yazdığı günlüklerin bulunduğunu belirttiler. New York eyaletinin Rensselaer kentinde oturan 54 yaşındaki Daniel Lorello'nun büyük çaplı hırsızlık, çalıntı mal bulundurmak ve dolandırıcılıkla suçlandığını belirten adli makamlar, ilk celsede masum olduğunu söyleyen Lorello'nun evinde yaptıkları aramada, 400 kadar çalıntı tarihi belge buldular. Lorello'nun, eski Amerikan Başkanı Calhoun'a ait 4 sayfalık mektubu 1700 dolara, Davey Crockett'in yıllığını 3200 dolara ve Poor Richard'ın yıllığını 1001 dolara sattığı belirtiliyor.
EBay'in de soruşturmada, resmi yetkililere yardımcı olduğu kaydediliyor.
Yeni Şafak, 29.01.2008
İlgili bağlantılar:
ÜLKELERİN TARİHİ ESERLERİ DE SATIŞTA!
İNTERNET ÜZERİNDEN TARİHİ ESER KAÇAKÇILIĞI VE İSVİÇRE ÖRNEĞİ
|
 |
MISIR'DAN 5 BİN OSMANLICA EL YAZMASI ESER GELECEK
Cumhurbaskanı Gül'ün Mısır ziyareti, ticari ilişkiler ve doğalgaz taşıma projesi yanında akademik alanda da önemli bir adımın atılmasını sağladı. Gül ile Mübarek'in talimatları doğrultusunda Mısır Milli Kütüphanesi'nde bulunan 5 bini aşkın Türkçe el yazması eserin dijital kopyaları Türkiye'ye gönderilecek. Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri Mustafa İsen, Mısır Milli Kütüphane Başkan Yardımcısı Rifat Hasan Hilal ile görüşerek, ulusal kütüphaneler arasında el yazması eserlerin dijital kopyalarının değişimi konusunda mutabakata vardı. İsen'in, Mısır Milli Kütüphanesi'nde kayıtlı olan 5 bin 154 Türkçe eserin dijital kopyalarının en yakın zamanda Ankara'daki Milli Kütüphane'ye gönderilmesi için söz aldı.
İki ülke arasındaki mutabakata göre, Türkiye'deki ikinci büyük Arapça el yazması eser arşivine sahip olan Milli Kütüphane'den Kahire'ye de dijital kopya gönderilecek. Koleksiyonunda 17 bin 600 Arapça eser bulunan Milli Kütüphane'nin de en kısa sürede dijital kopyaları hazırlayacağı bildirildi. Bu sayede Mısırlı bilim adamlarının Türkiye'deki Arapça el yazması eserlere ulaşması sağlanacak.
İsen'in bu görüşmeye, Kahire'deki Türkçe el yazmaları konusunda Mısırlı araştırmacı Nasrullah Mübeşir başkanlığındaki heyetin 1987-1999 yılları arasında hazırladığı 5 ciltlik katalog ile gittiği öğrenildi. Mısır'daki bu Türkçe el yazmalarında, tarihten edebiyata farklı alanlarda Türkiye'deki akademik araştırmalar açısından gün yüzüne çıkmamış bilgiler ve belgeler bulunduğu, dijital kopyaların Ankara'ya getirtilmesiyle Türk bilim adamlarına büyük kolaylık sağlanmış olunacağını kaydedildi.
Yeni Şafak, Haber: Aslıhan Altay Karataş, 02.02.2008
|
DENİZLİ'DE TARİHİ ESER
KAÇAKÇILARINA OPERASYON
Denizli merkez ve dört
ilçesinde organize tarihi eser kaçakçılarına yönelik
düzenlenne 'Sondaj1' operasyonunda 30 kişi gözaltına
alındı.
Jandarma ekipleri, 6 ay
süren çalışma sonrasında merkez, Acıpayam, Çal,
Sarayköy ve Tavas ilçelerinde, elebaşılığını S.T,
L.Ö. ve İ.S'nin yaptığı ileri sürülen üç suç
örgütüne yönelik operasyon düzenledi. Sondaj1 kod
adlı operasyon kapsamında S.T, L.Ö. ve İ.S. ile
çalıştığı ileri sürülen 36 kişiye ait 35 ev ile beş
işyerinde eşzamanlı arama yapıldı. Aramalarda 8
tabanca, 9 av tüfeği, 177 fişek, 206 gram barut,
Roma, Bizans ve Osmanlı dönemlerine ait 312 altın ve
gümüş sikke ile 85 parça çeşitli tarihi eser, kaçak
kazı bölgelerini gösteren 48 kroki, harita ve CD, 10
dedektör ve donanımı, 3 kırıcı ve donanımı, dürbün,
21 cep telefonu, 2 bilgisayar kasası ile imzalı boş
senet ele geçirildi. S.T, L.Ö. ve İ.S'nin de
aralarında bulunduğu 30 kişi gözaltına alındı.
Olayla ilgili olduğu iddia edilen 6 kişinin
aranmasına ise devam ediliyor. Zanlıların, çeşitli
zamanlarda Denizli merkez, Çal ve Tavas ilçelerinde
sondaj ve kazı yaparak beş kültür ve tabiat
varlıkları kaçakçılığı olayına karıştığı tespit
edildi. Zanlılardan 28'i tutuksuz yargılanmak üzere
serbest bırakıldı, iki zanlı hakkında ise adli
kontrol tedbiri alındı.
Zaman, Haber: Mehmet
Yatkın, 01.02.2008
|
TARTIŞMALI BİR LİSTE
UNESCO Dünya Mirası Listesi'ne baktığınız zaman sonsuz bir kalabalık gözünüze çarpar. Zaten bu listedeki abideleri ve koruma altına alınan bölgeleri, isim ve resmiyle tarif eden kitaplar rafları doldurmaya başladı. Sabırla tetkik ettiğiniz zaman bazı dengesizliklerle karşılaşıyorsunuz. Mesela, İspanya listesi çok uzun, Yunanistan listesi de uzun ama Suriye bunlar kadar değil. Oysa Suriye bu; beşeriyet tarihinin her adımı orada ifadesini buluyor.
Avusturya gibi yerler geniş bölgeleri listeye aldırmışlar; bütün Viyana'nın tarihi merkezi gibi. Fransa'da böyle bölgeler ve abideler bitmiyor, Almanya'nınki herkesinkinden uzun, hatta Hindistan'ı ve Yunanistan'ı da solluyor. Türkiye'nin listesi bırakınız İtalya ve Almanya ile eşit olmayı, adeta orta dereceli bir tarihi ülke görünümü verecek kadar kısa.
Bu gibi listelerin hazırlanışı yüzeyseldir ve çoğu kere UNESCO bürokrasisi içinde iddialı olan fakat az bilen kişiler tarafından hazırlanır. Genellikle başvuran ülkenin de bürokratları mukayeselere başvurarak bu konularda tartışma ve pazarlık yapacak kadar miras listesi üzerinde bilgili değildirler.
Yardımlar adilane değil
Bazı ülkeler Türkiye gibi bu listeye girmeye istekli olduğu halde fazla yer alamazlar; bazıları da İsrail gibi elalemi işine karıştırmak istemediği için listeyi dar tutarlar. Tabii çevrelerin korunmasına dikkat edenler yanında, içteki imar yolsuzluklarına karşı UNESCO korumasını kalkan yapmaya çalışanlar vardır. En yaygın eğilim ve endişe budur.
Şahsen UNESCO'nun Dünya Mirası Listesi'ne girmek için bu kadar ihtiraslı davranmayı pek anlamam. Zaten UNESCO'nun koruma listesine aldığı yerlere adilane bir yardım yapmadığı da çok açıktır. Gülünçtür ama doğrudur, Akdeniz Avrupa'sı ülkelerinin iktisadi vaziyeti ve tarihsel koruma şuuru çok daha zengin ve ananeye dayandığı halde halen üçüncü dünya ülkelerinden daha fazla yardım alıyorlar.
Bu yardımların yüzde 100 isabetle kullanıldığı gibi bir kuruntuya da kapılmayalım. Bizim tarihimiz için de çok mühim olan ve her karışının korunmasını canı gönülden arzu ettiğimiz Adriyatik kraliçesi Venedik'in durumu bunun çarpıcı bir örneğidir. Yapılanlar, yapılması gerekenin yanında nerdeyse devenin kulağıdır. UNESCO mirasından ne aldıklarını bilmiyorum ama kanaldaki ünlü altın ev (Casa d'oro) ben kendimi bildim bileli hep restore edilir.
UNESCO'nun ayırdığı tahsisatın, özellikle uzak ülkelerde UNESCO görevlilerinin yüksek seyahat harcamaları ile tükendiği de bir gerçektir. Tavsiye ve tenkitlerinin ise her daim isabetli olduğunu söylemek de güçtür.
Bütün bu yukarıda saydıklarımıza rağmen UNESCO listesinin özellikle taşı toprağı altın (!) olan İstanbul'daki imar yolsuzluklarını önlemekte koruyucu bir mekanizma teşkil edeceğini umarsınız. Oysa sert tenkitlere ve "Sizi listeden çıkarırız ha..." ihtarlarına rağmen UNESCO'nun şehri tanımadığı, uzman kadrolardan iyi yararlanmadığı açık.
Gözlemcinin gözlediği yeri bilmesi ve sevmesi lazım. Bozdoğan Kemeri'ne yani Valens Aquaductus'una sırtını veren sözde ahşap kaplı binayı gören yok. Nemrut Dağı'nda senelerce Komogen krallarının mezarını kazmaya çalışan ve kendini Schliemann zanneden bir Hollandalı tip, her yere girdi çıktı ve UNESCO bu vakaya aldırış etmedi. İstanbul'da Balat-Fener civarında UNESCO ve Avrupa Birliği gibi kuruluşların müdahalesi şu an sadece arazi ve bina fiyatlarını artırmaya yarıyor. Hiç değilse silueti kurtarma konusunda ciddi teklifler yapılmış değil.
İyi intiba uyandırmadık
UNESCO banka değil, hayrat kapısı da olmadığı çok açık; bürokratlarının Türklerin İstanbul'uyla ve Anadolu kıtasıyla gerçekten bilgi birikimine dayalı ciddi ilgileri yok. Dış ilişkilerde başlıca düsturumuz olan "Acaba ne koparırız?" eğilimimizden vazgeçmemiz lazım çünkü bir şey koparamayız. Eğer tarihe ve mirasa karşı ciddi bir ilgimiz olsa; "UNESCO'yu falan boş verin, fazla da gürültü yapıyorlar ayakaltında dolaştırmayın" diyeceğiz. Ne yazık ki kendi tarihi çevremizi spekülatörlerden ve ihmalkarlardan kurtarmak için UNESCO'yu bir tedbir olarak görme durumundayız.
Maalesef bugüne kadar İstanbul surları üzerindeki müdahaleleri üzerine kabul ettiğimiz bir uzlaşma dışında UNESCO ile olan ilişkilerde iyi bir intiba uyandırmadığımız açık. Bizim kendi uzmanlarımızın yazıp söyledikleri kaale alınmıyor; onun için maalesef yabancı kuruluşların müdahalesi ile birtakım yerleri korumak umudundayız. Yalnız esas çelişki de burada ortaya çıkıyor. Bazı hallerde UNESCO'lu koruyucuların da bilgisizliğine karşı başka korumalar gerekiyor.
Türkiye UNESCO'nun kuruluştan beri üyesi, dünya mirası sözleşmesine 1983 yılında imza attı ve 1985 yılından itibaren İstanbul'un bazı tarihi alanları, Göreme Milli Parkı, Divriği Ulu Camii, Hattuşaş, Pamukkale gibi yerler listeye alındı. Mesela, Hattuşaş tesadüf bu ya müteveffa Alman kazıcı Prof. Neve'nin gayretleri ile iyi bir restorasyon ve koruma evresine girmişti; listeye giren her yer için aynı şeyi söylemek çok zor. Korumanın ve gözetimin iyisini UNESCO değil, ancak her ülke kendisi yapabilir.
Milliyet Pazar, Yazı: İlber Ortaylı, 27.01.2008
|
"TAM BİR MİRASYEDİ GİBİ DAVRANIYORUZ"
İstanbul,
karasurlarında yapılan yanlış restorasyonlar,
Süleymaniye, Zeyrek ve Tarlabaşı için alınan
yenileme kararları ve Sulukule'de yapılması
düşünülen Osmanlı Mahallesi nedeniyle zaten
yeterince bunalmışken, üzerinde Four Seasons
Oteli'nin ek yapısının yükseldiği tarihi Bizans
Sarayı ve sonrasında havada uçuşan demeçler, 'Burası
Türkiye, olur böyle' dedirtecek cinstendi.
yapi.com.tr'nin kardeş sitesi
mimarizm.com, İstanbul'un 'Dünya Miras
Listesi'nden 'Tehlike Altındaki Miras Listesi'ne
düşürülmesi / düşürülmemesi ile ilgili gelişmeleri
İCOMOS Türkiye Başkanı
Prof.Dr. Nur Akın
ile konuştu.
UNESCO heyetinin gelme tarihinin yaklaşması ile
birlikte tartışmalar yeniden alevlenmiş, İstanbul
Büyükşehir Belediyesi bazı çalışmaların
tamamlanmadığı gerekçesiyle Şubat başlarında
yapılacak ziyaretin Mayıs ayına ertelenmesini
istemişti.
Prof.Dr. Nur Akın, tam bir mirasyedi gibi
davrandığımız görüşünde. Hele İstanbul gibi bir kent
için, Dünya Mirası Listesi'nde yer almanın bir
prestij meselesi olduğunu vurgulayan Akın, ancak
bunun gereklerinin yerine getirilmesi gerektiğini
söylüyor: "Litvanya'daki toplantıdan bu yana olumlu
olarak sadece surlardaki restorasyon çalışmaları
üzerine uluslararası bir çalıştay yapıldı. Bu, zaten
beklenen bir şeydi ve oldukça da yararlı oldu.
Süleymaniye ve Zeyrek’te çok şey yapıldığı
söyleniyor, ama şeffaflık olmadığı için projelerin
niteliği konusunda bir bilgimiz yok".
****
Sanki ‘dejavu’ adında fantastik bir ülkede
yaşıyoruz; attığımız her yeni adım daha önce atılmış
olanın üzerine denk düşüyor, kulaklarımız aynı
söylemleri aynı vurgularla yakalıyor, gözlerimizin
önüne tekrar tekrar aynı perde iniyor, ellerimizde
hep o aynı kaçırma, ıskalama anının titremesi...
Birkaç haftadır yine İstanbul’un
‘Dünya Miras
Listesi’nden
‘Tehlike Altındaki Miras
Listesi’ne düşürülmesini tartışıyoruz.
2006’da ve daha önceleri de olduğu gibi. İstanbul’un
1985 yılında ‘Dünya Miras Listesi’ne alındığını
düşünürsek, öyle görünüyor ki hep 1985 yılındayız.
Aynı şaşkınlığı, beceriksizliği, hoyratlığı, başına
buyrukluğu, dağınıklığı tekrar tekrar yaşamaktan
keyif alıyor gibiyiz.
İstanbul’un ‘Tehlike Altındaki Miras Listesi’ne
düşürülüp düşürülmeyeceği yönünde rapor hazırlayacak
olan UNESCO heyeti geliş tarihini erteledi mi
ertelemedi mi bilemiyoruz (hem birkaç ayın ne önemi
var ki?), ama bu ‘dejavu’yu birazcık olsun
kırabilmek umuduyla neler olduğunu
ICOMOS Türkiye
Başkanı Prof.Dr. Nur Akın’a
sorduk. Eylemlerimiz devam edecek.
İsterseniz öncelikle ‘Dünya
Miras
Listesi’nin ne olduğu ile başlayalım?
Dünya Miras Listesi, dünyadaki önemli yapılardan ve
yerlerden oluşan bir liste. Bunlar o kadar özel ve
değerli ki, sadece ait oldukları ülkede değil, dünya
çapında koruma altına almak ve değerlendirmek gibi
bir duyarlılık var. Geçenlerde Milliyet’te İlber
Ortaylı’nın listeyle ilgili bazı görüşleri yer
almıştı. Özetle diyordu ki, bunların bazıları çok
şişirilmiştir, bazı ülkelerden ölçülerine göre çok
fazla örnek yer almış, buna karşılık bazı ülkeler de
çok daha fazla “dünya mirası” niteliğinde değerler
içermelerine rağmen listede yeterince yer
bulamamıştır. Örneğin Türkiye’nin listede dokuz
mirası bulunuyor. Elbette listede bu gibi
tutarsızlıklar olabilir. Ama dikkatli baktığınızda,
yine de çok önem taşıyan yer ve yapıların listede
olduğunu görürsünüz. Kuşkusuz Türkiye, büyük
zenginliği ile Dünya Miras Listesi’nde daha fazla
örnekle temsil edilebilirdi.
Henüz aday statüsünde olan yerler de var,
onları da unutmamalı değil mi?
Elbette, örneğin Mardin gibi. Ama yine de listede
olan dokuz örnek, önemli bir seçim. Burada
arkeolojik alandan sivil mimarinin yoğun olduğu
Safranbolu’ya doğru bir dengeleme de var.
Sözleşmenin bazı maddeleri tarafları ve
yükümlülüklerini çok net tanımlıyor. Yerel ve
merkezi yönetimlerimiz tam olarak neyin altına imza
attıklarının farkında mı sizce? Sürekli bir dejavu
yaşıyor gibiyiz zira.
Öncelikle basında da yinelenen bir yanlışı düzeltmek
gerek. ‘Dünya Miras Listesi’nden çıkarılmak söz
konusu değil. ‘Tehlike Altındaki Miras Listesi’ne
düşürülmek riski var. Üçlü bir gruptan söz ediyoruz
burada, son seçenek de listeden çıkarılmak.
Çıkarılmanın söz konusu olacağını hiç düşünmüyorum.
İstanbul gibi çok önemli, dünya mirasının en yoğun
olduğu bir kültür kenti her zaman bu listede
olacaktır.
Söylediğiniz gibi biz burada bir tarafız ve üstelik
çok uzun zamandan bu yana. Sözleşmeyi 1983 yılında
imzalamışız ve 1985 yılında da İstanbul listedeki
yerini almış. Böyle bir taahhüdün altına girdiğiniz
zaman, hükümetlerin bu konuda dikkatli olması, özel
bir yerleşmenin sahibi olarak duyarlı davranması,
koruma ve değerlendirme çalışmaları yaparken de söz
konusu olanın ‘dünya mirası’ olduğunu unutmaması
gerek. Bu, dünyadaki her yer için geçerli.
Geçtiğimiz yıllarda Almanya’nın Dresden kenti
tartışıldı ve silüetteki yanlış uygulamalara, kentin
bütünlüğünü bozacak eğilimlere sıcak baktığı için
‘Tehlike Altındaki Miras Listesi’ne alındı. Şimdi
küçük çabalarla durumu düzeltmeye çalışıyorlar.
Bu bir prestij meselesi, hele İstanbul gibi bir kent
için, ki Roma’dan başka bir yerle
karşılaştıramazsınız. Şunu da düzeltmek gerek,
İstanbul’un tamamı listede değil. Listede olanlar,
İstanbul karasurları, Sultanahmet arkeolojik alanı,
Süleymaniye ve Zeyrek sit alanları. Dolayısıyla,
aslında bunun bütünüyle tarihi yarımadayı
bağladığını söyleyebiliriz.

Süleymaniye Tavanlı Sokak'ta yıkım (Foto:
ICOMOS Türkiye)
Bahsettiğiniz alanların listeye alınmasından
sonra koruma anlamında neler yapıldı, kısaca
özetleyebilir misiniz? Neler değişti?
1985 yılından bu yana o kadar az şeyin yapıldığını
görüyoruz ki... Yapılan şeyler var, ama onlar da
uluslararası standartlara uygun değiller. Yani
yıkılıyor, yapı tamamen ortadan kaldırıldıktan sonra
betonarme olarak yeniden yapılıyor, üzeri ahşapla
kaplanıyor ve ‘işte bu eski eserdir’ deniliyor.
İstanbul, her seferinde tartışmalarla, ‘aman
gidiyor, gitmesin’ endişeleriyle, biraz da kendisine
duyulan sevgi nedeniyle hep listede kalabildi.
2006 yılında Litvanya’da yapılan toplantıda da
İstanbul’un ‘Tehlike Altındaki Miras Listesi’ne
düşüp düşmeyeceği tartışıldı. Prof.Dr. Cevat Erder
ile birlikte biz de ICOMOS Türkiye adına bu toplantıya katıldık. Orada, İstanbul için
büyük bir çaba harcandı. Özellikle Cevat Bey, eski
ICCROM Başkanı ve dolayısıyla da uluslararası
katılımcı ve karar vericilerin pek çoğunun hocası
olarak, kişisel ilişkilerini de kullanarak inanılmaz
derecede özveride bulundu. Herşey, İstanbul’un
‘tehlike altındaki miras listesi’ne düşürülmemesi
içindi. Biz, artık Türkiye’de koruma konularında
uluslararası standartlarda birikime sahip, çok iyi
yetişmiş geniş bir kadro olduğunu ve bu birikimle
pek çok şey başarılabileceğini, nelerin doğru bir
biçimde yapılması gerektiğinin çok iyi bilindiğini
vurguladık. Buradaki potansiyel konusunda ve biraz
daha bekleyip çaba gösterilmesi noktasında onları
ikna ettik.
Sözüne güvenilir ‘hocalar’ olarak aslında zor
durumda da kalabiliyorsunuz. Katılımcılardan biri
söz aldı ve çok yakın zamanda Süleymaniye ve Zeyrek
bölgelerinde bulunduğunu ve durumun sürekli daha da
kötüye gittiğini kendi gözleriyle gördüğünü anlattı.
Biz de çeşitli adımlar atıldığını ve projeler
hazırlandığını, bunların sonuçlarının birkaç yılda
alınacağını söyledik. Aslında, bu noktada hem
İstanbul hem de Türkiye adına söz vermiş
oluyorsunuz.
O
toplantıdan bu yana, olumlu olarak sadece surlardaki
restorasyon çalışmaları üzerine uluslararası bir
çalıştay yapıldı. Bu, zaten beklenen bir şeydi ve
oldukça da yararlı oldu. Süleymaniye ve Zeyrek’te
çok şey yapıldığı söyleniyor, ama şeffaflık olmadığı
için projelerin niteliği konusunda bir bilgimiz yok.
Biraz önce değindiğim yetişmiş personelin ne
kadarının bu işlerde kullanıldığını bilmiyorum.
Belki kullanılıyor, ama haberdar değiliz.

Yine Tavanlı Sokak (foto: ICOMOS Türkiye)
UNESCO tam olarak nelere vurgu yapıyor?
UNESCO tarafından en çok dikkat çekilen konulardan
biri, Süleymaniye ve Zeyrek’te bulunan ahşap
konutlarda yenileme değil restorasyon yapılması.
Surlarda yapılan çalışmalarla ilgili endişeleri
vardı, şimdilik en azından bu konuda bir şey
yapılmıyor. Sempozyum yapıldı ve ciddi bir sonuç
bildirgesi hazırlandı.
Aslında bütün beklentilerin içinde en önemlisi, tüm
dünya mirası olarak belirlenmiş değerlerden en başta
istendiği gibi, öncelikle bir alan yönetimi planının
hazırlanmasıydı. Bu şu anlama geliyor: ‘Dünya Mirası
Listesi’ içinde yer alan bu değerler grubunun tam
olarak envanterinin (nasıl değerlendireceksiniz)
yapılması ve bu mirasın nasıl yönetileceği? UNESCO
tarafından listede yer alan bütün yerlerden beklenen
en temel işin bu olduğunu tekrar vurgulamak gerekir. Örneğin yine ‘Tehlike Altındaki Miras
Listesi’ne düşmesi söz konusu olan Semerkand’a giden
UNESCO/ICOMOS inceleme ekibinde ben de vardım, orada
da en büyük sorun alan yönetim planının olmamasıydı.
Dönüşte hazırladığımız raporda bunun eksikliğini
vurguladık. Şimdiye kadar bildiğim kadarıyla
İstanbul için de bu konuda belirgin bir adım
atılmadı.
Bir koruma yasası (2868 sayılı yasa) olduğu
halde, 5366 sayılı ‘Yıpranan Tarihi ve Kültürel
Taşınmaz Varlıkların Korunması ve Yaşatılarak
Kullanılması’ adlı başka bir yasa çıkarıldı. Genel
olarak tarihi dokuyu nasıl değerlendiriyoruz ve bu,
koruma algımıza nasıl yansıyor?
Yenileme ve koruma, birbiriyle çok ters iki kavram.
Özellikle ülkemiz için böyle bir başlık oldukça
endişe verici. Yapılanları incelemek için 2006’da
gelen heyet de raporunda bu durumun altını çiziyor.
Raporda, o tarihte yeni çıkmış olan söz konusu 5366
sayılı yasa ve onun yenileyerek koruma yaklaşımının
kendilerinde yarattığı kuşkuyu dile getiriyorlar ve
bunun iyi ya da kötü anlamda mı kullanılacağına dair
soru işaretlerini vurguluyorlar.
Gerçekten de bir tehlikeden söz etmek mümkün. Bir
arkadaşımız, geçenlerde yaptığımız bir ICOMOS
toplantısında yirmi yenileme alanının daha geldiğini
anlattı. Şu an gündemde olan Sulukule, Süleymaniye
ve Tarlabaşı yenileme alanlarının durumu ortada.
Yenileme Alanları Kurulu’nun çalışmalarına ICOMOS’u
temsilen ben de katıldım ve avan projelerde gördüğüm
kadarıyla, müelliflerin yaklaşımları maalesef bölgelerin korunması gerekli değerlerini
olması gerekli düzeyde ele almıyor. UNESCO raporunda vurgulanan, bizim
taşıdığımız ve yasanın adında açıkça kendini
gösteren endişe, orada gerçeğe dönüşüyor. Türkiye’de
başka türlü olamıyor zaten, onun için bu endişelerle
birlikte yaşıyoruz. Uygulamalarda, 2863 sayılı
yasanın maddelerine ters düşen pekçok şey var ve
onların dayanağı olarak da 5366 sayılı yasa
gösteriliyor. Bence o yenileme projeleri uygulanırsa
ki büyük olasılıkla uygulanacaklar, bu yasa
aracılığı ile de geriye dönüşü olmayan çok büyük
kayıplar yaşayacağız.

Süleymaniye Şemsettin Sokak (Foto: ICOMOS
Türkiye)
2006’da heyetin incelemelerini yakından
izleyen Sanat Tarihçisi Derya Nükhet Özer’in
aktardığı bir anekdot vardı. Heyet, Fatih Belediye
Başkanı Mustafa Demir’e Zeyrek’te arayıp da
bulamadıkları yapıları soruyor ve o evlerin hala
planlar üzerinde olduğu karşılığını alıyor.
Söylemek istediğim tam da bu. Örneğin Sulukule’nin
sosyal sorunları daha başka ve STK’ler bunun üzerine
de gidiyor. Kuşkusuz korumanın çok önemli bir yanı
da, fiziksel yapı ile eğer hala kalmışsa sosyal
yapıyı bütünleştirerek koruma. İtalya Bologna
örneğinde, fiziksel ve sosyal yapı birlikte
değerlendirilerek geleceğe aktarılmıştır. Sosyal
yapıyı bir kenara koysak bile, Sulukule’de, her ne
kadar korunmadığı için değişmiş ve bozulmuş olsa da
o konteks içinde oranın bir parçası olan eski
yapılar var. Projeye baktığınız zaman bunların hiç
önemsenmediğini görüyorsunuz. Karşınıza yeni bir
düzen, bambaşka bir mimari biçimleniş çıkıyor. Hadi
evleri bir kenara bırakalım, orada sokak silüetinde
bir süreklilik, oluşmuş bir doku özelliği var. Hiç
olmazsa eski haritalarda bile görülebilen bu
sürekliliğin korunması bağlamında bir çaba,
duyarlılık bekliyorsunuz; ama o da yok.
Tarlabaşı için veriler çok daha farklı. Hem ana
aksın üzerinde, hem de içerilerde birçok yapı var ve
projelerde bunun gerektirdiği hassasiyeti
göremiyorsunuz. Tarlabaşı’nda, ki Sulukule için de
bir eksiklikti o, yapılması gereken en önemli şey
müelliflerce yapılmış olduğu varsayılandan çok daha
kapsamlı bir envanterizasyon çalışmasıydı.
Tipolojilerin, yenileme alanının eski ile yeniyi
bütünleştirecek özelliklerinin neler olduğu çok iyi
analiz edilmeli, yeni öneriler geliştirilirken
bunların üzerine düşünülmeliydi.
Tarihi yarımada, Tarlabaşı, Tophane’nin de
içinde olduğu Perşembe Pazarı ve hatta Kongre Vadisi
için alınan kararlarda en önemli anahtar
sözcüklerden biri ‘turizm’. Bu, her fırsatta dile
getiriliyor, turizm ‘korumama’nın gerekçesi gibi
gösteriliyor. Bu karmaşayı nasıl
değerlendiriyorsunuz?
Turizm, işin bir parçası ve birşeyleri koruduğunuz
zaman zaten turizm ile bütünleşiyor. Bakın gazete
ilanlarına, İtalya turu demek Roma, Venedik,
Floransa demektir. Bu, başka ülkeler için de
böyledir. Bunların hepsinde tarihi verilerin
yoğunluğu ön plandadır. Roma’ya gittiğiniz zaman
yeni yerleşmeyi değil, Roma’nın merkezindeki tarihi
birikimi görmek istersiniz. Siz tarihi verileri
gözardı etmeden bilimsel ilkelere uygun bir koruma
yaparsanız, zaten bütün birikim kendi değerlerini
tüm özgünlüğüyle açıkça sergiler. Bizdeki eğilim
korumada turizmi bir amaç olarak ortaya koyuyor,
oysaki bu konuda turizm ancak bir araç olabilir.

Süleymaniye Namahrem Sokak (Foto: ICOMOS
Türkiye)
‘Koruma’ kriterleri zaman içerisinde nasıl
değişti, zaman içerisinde yaşanan bu gelişme şu an
bize ne gibi fırsatlar sunabilir?
1950’lere kadar esas olan tek yapı ölçeğinde
korumaydı. 1964’te kabul edilen Venedik Tüzüğü,
ölçek olarak ‘tarihi çevrenin korunması’nı gündeme
getirdi. (Hatta/-) Venedik Tüzüğü’nün birinci
maddesi, korumanın, artık tek tek görkemli yapılara
eğilmenin ötesinde çok daha geniş, tasarımcısının
belli olmadığı anonim mimariyi de kapsamı içine
alacak bir ölçeğe geldiğini vurguluyor. Hatta bu
bağlamda, korumanın kentsel yerleşmeden kırsal
yerleşme ölçeğine kadar inebileceğini belirtiyor.
Günümüzde, bunlara ek olarak bir de ‘silüet
değeri’nden söz etmek mümkün. Bu da, koruma altına
aldığınız alanın etkileme bölgesi anlamına gelen
‘tampon bölgesi’ne karşılık geliyor. Yani örneğin
Tarihi Yarımada’yı ele alacak olursak, hem tarihi
yarımadanın görüş mesafesinde kalan hem de tarihi
yarımadayı görebilen, dolayısıyla da bu dünya
mirasıyla silüet etkileşimi
içinde olan yapılaşmalara dikkat edilmesini
gerektiren geniş bir ölçekten söz ediyoruz.
Bu bağlamda, Mayıs 2005’te Viyana’da “Dünya Mirası
ve Günümüz Mimarisi-Tarihi Çevre Yönetimi”başlıklı
bir konferans düzenlendi. Çünkü Viyana kentsel sit
alanı gökdelenlerin tehdidi altında. Toplantının,
“Viyana Memorandumu" adıyla anılan ve tarihi
kentlerin siluetini etkileyecek yeni yapılar
konusunda önemli kararlar içeren sonuç bildirgesi,
silüeti tehdit edecek yüksek yapıların inşasında çok
dikkatli olunması gerektiğini vurguluyor. Çünkü
silüet de tarihi çevrenin vazgeçilmez bir parçası.
Ölçek bu kadar genişlemişken, hükümet 5366
sayılı yasa ile SİT alanları içerisinde yenileme
alanları belirleyerek bütünlüğü parçalıyor. Öte
taraftan da bir alan yönetimi planı hazırlanmaya
çalışılıyor. Burada bir yanlışlık yok mu?
Olayın bütününe bakılmıyor. Söz konusu olan tampon
bölgeleriyle birlikte bir bütün oluşturan tarihi
açıdan çok önemli bir alanın yönetimi. Alan yönetimi
planı, sadece uluslararası bir gereklilik olduğu
için değil, gerçekten tarihi yarımadayı kendimiz
için de korumak istiyorsak mutlaka gerekli. Alan
yönetiminin getirileri düşünülmüyor ama yenileme
alanlarıyla ilgili avan projeler yapılıyor, ilgili
kurula sunuluyor... Alan yönetimi konusunda çok ağır
işleyen süreç, yenileme alanları ve projeleri için
tam tersi bir hızla karşımıza çıkıyor.
Özellikle Four Seasons Oteli’nin ek yapısı
ile ilgili gelişmeler, koruma kurulları hakkındaki
endişeleri yeniden gündeme getirdi. Siz neler
düşünüyorsunuz?
Ne yazık ki zaman zaman bazı kurul kararlarının
koruma açısından şaşırtıcı olduğu düşünülür. Ama
Four Seasons Oteli’nin ek yapısı bu konuda bir doruk
noktası oldu. İstanbul’da 3 adet koruma kurulu
olduğu dönemde bakılacak dosya sayısı çok olduğu
için dosyalar birikiyordu, bir konunun
değerlendirilmesi için çok uzun zaman bekleniyordu.
Şimdi, koruma kurulu sayısı Yenileme Kurulu ile
birlikte 7’ye çıkmış durumda. Kurulların sorumlu
oldukları alanların bölünmesiyle, dosyalara daha
detaylı bakabilecekleri, yani konulara daha fazla
zaman ayırabileceklerini varsayıyorum. Ancak benim
endişem, kurulların çokluğuna bağlı olarak
kararlarda oluşabilecek tutarsızlıklar ve bu kadar
çok kurula gerekli kurul üyelerinin oluşumunda
uzmanlığa ne kadar öncelik verildiği. Ayrıca
üyelerin sık sık değiştirilmesi, bir kuruldan başka
bir kurula gitmesi vb.süreksizlikler. Konuyla ilgili birisi olmama rağmen, hangi
kurulda kim var artık bilebilmek pek kolay değil
diye düşünüyorum.
Four Seasons örneği üzerinden devam edersek,
Mimarlar Odası’nın çok zaman önce uygulamaya itiraz
ettiğini ve gerekçelerini ortaya koyduğunu
biliyoruz. Ancak o zaman sesini çıkarmayan kamuoyu,
şimdi ayaklanıverdi. Bunu nasıl
değerlendiriyorsunuz?
ICOMOS TR’nin sorumlusu olarak, ben de olayın bu
noktaya vardığını yeni gördüm. Orada tahta perdeler
arkasında birşeyler yapılıyor. Orası İstanbul’un en
önemli arkeolojik alanı. Müze denetiminde yapılan,
Four Seasons’ın finanse ettiği bir kazı olduğunu
biliyoruz. Otelin ek yapısı için ilgili koruma
kurulu tarafından onaylanmış bir proje ve ona göre
yapıldığı belirtilen bir uygulama var. Ancak
Milliyet Gazetesi’nde yayınlanan hava fotoğrafı ile
o ek yapının arkeolojik alanla nasıl iç içe olduğunu
ve boyutlarını ilk kez yakından gördük ve çok
şaşırtıcı oldu. Bu denli önemli bir alan üzerine
böyle bir yapı yapılır mı diye. Yine şeffaflık
konusuna geliyoruz. En kötüsü de bu, özellikle bu
kadar temel bir konuda paylaşımın en alt düzeyde
olduğu bir durumdayız. Bütün bunlar ne yazık ki,
koruma değil de korumama eğiliminin ağır bastığı bir
ortamı sergiliyor.
Tartışmalar, İstanbul’un 2010 Kültür
Başkentliği sürecini de çok yakından ilgilendiriyor.
Kültür Başkenti olarak seçilen kentin ülkesinin
başbakanı, “Harabelerin üzerine otel yapıyoruz,
‘istemezük’ diyorlar” gibi bir demeç verebiliyor.
Oysaki hem dünya kültür mirası listesinde hem de
kültür başkentliğinde en önemli vurgu kültüre
yapılıyor. Diğer önemli bir vurgu da, kurumlar arası
işbirliği ve şeffaflık üzerine.
Adı üzerinde, ‘ticari başkent’ değil ‘kültür
başkenti’! Dolayısıyla bunun içinde, kültür
ağırlıklı fiziksel yapının korunması da var. Bu
büyük bir fırsat, öyle olduğu için de Avrupa’da bir
kent ‘kültür başkenti’ seçildiği zaman koruma
açısından da değerlendiriyor, restorasyon
çalışmaları başlıyor. İstanbul için de yapılması
gereken ve beklenen bu. Ve şunun şurasında 2 yıl
kaldı, o da göz açıp kapayıncaya kadar geçiverecek.
Bütün STK’lar, devlet mekanizması ve vatandaşlar
birlikte çalışmalı, ama ben bu konuda olumlu bir
yaklaşım göremiyorum. Biz, STK’ler olarak büyük bir
mücadele veriyoruz ve her zaman da vermeliyiz, çünkü
varoluş gerekçemiz bu. Ama daha önce de değindiğimiz
gibi şeffaflığın olduğunu söylemek zor, herkes kendi
köşesinde çabalarını sürdürüyor. Giderek medyanın
daha da aktif bir biçimde süreç içerisinde yer
aldığını görüyorum ve bu beni çok sevindiriyor. Bu
konularda kamuoyunun bilinçlenmesi çok önemli.
Bundan sonrası için nasıl bir strateji
benimsenebilir, hangi adımlar atılabilir, bir
işbirliği oluşturulabilir mi?
Öncelikle şeffaflık sağlanmalı. İstanbul’un tarihi
değerleriyle ilgili olarak alınan önemli ve temel
kararların, gerçek uzmanlarla tartışılarak sonuca
bağlanması gerekir. En azından alınan kararlar
paylaşılmalı, çünkü neler olduğunu bilmiyoruz. Oysa
korunması gereken bir değeri ortadan kaldırdığınız
zaman, bunun geri dönüşü yok. Yerine yenisini
koysanız da, artık o o değil. Bana kalırsa
İstanbul’un tarihi değerleri konusunda ne yazık ki
tam bir miras yedi gibi davranıyoruz.
Yapı, Haber: Mesut
Tufan, 01.02.2008
|
18 ve 19. YÜZYILLARDA İSLAM SANATI
ABD'nin New York kentinde, "18. ve 19. Yüzyıllarda İslam Sanatı ve Batı" konulu sergi açılacak.
Hunter Üniversitesi'nde, Amerikan-Türk Cemiyeti'nin desteğiyle düzenlenecek sergi, 7 Şubat Perşembe günü yapılacak resepsiyonla açılacak.
Kreatörlüğünü Prof.Dr. Ülkü Ü. Bates'in yaptığı sergide, Metropolitan Sanat Müzesi'nden ödünç alınan 40'tan fazla sanat eseri de yer alıyor. Birçoğu ilk kez sergilenecek eserlerin kimilerini Türkiye'den gelenler oluşturuyor.
Sergi, 18. ve 19. yüzyıllarda İslam dünyasındaki sanatsal eğilimleri ele alan ilk sergilerden biri olma özelliğini taşıyor.
26 Nisan'a dek görülebilecek sergi, normal ziyaretlerin yanısıra, 3 değişik tarihte, Bates öncülüğünde, özel gruplar halinde de gezilebilecek.
Trt/Haber, 01.02.2008
|
 |
YİTİK KENTİN KEDİSİ
Yeniden dikilen her sütun,
toprakta kazılan her oda, bir kez daha gün ışığı
gören her mozaik yitip gitsin isteniyor. Üzeri
yeniden doldurulacak tarihin. Allianoi, yitik bir
kent olacak yeniden ve ‘su perisinin yurdu’ suyla
örtülerek unutturulacak bu kez. Allianoi şimdiden
yitik bir kent gibi kendi sessizliğine terk edilmiş.
Her şey geride bırakılıp gidilmiş. İlya’nın kedisi
bekliyor şimdi, su perisinin kenti Allianoi’yi…
Daha Bergama’yı çıktıktan
hemen sonra İvrindi yol ayrımındaki tabeladan
belliydi aslında nasıl bir manzara ile
karşılaşacağımız. Allianoi’ye giden yolun üzerine
dikilen, 1800 yıllık sağlık yurdunun korunması
gerektiğine işaret eden tabeladaki yazılar boyalarla
kapatılmış, üzerlerine simsiyah harflerle “Su-baraj
istiyoruz” yazılmıştı. Öğleden sonra güneşi, antik
kentin ortaya çıkarılan kalıntıları üzerine
vurmuşken vardık Allianoi’ye. Antik kentin ancak
yüzde 30’unun gün yüzüne çıkarıldığı kalıntıları
İlya Çayı’nın her iki yanına uzanmıştı. Çayın
üzerinde bulunan ve 1992 yılında restore edilen Roma
Köprüsü’nden geçerken, kalıntıların arasından çıkan
bir kedi miyavlayarak yanımıza geldi. Allianoi’yi
bulan arkeolog ekibin başkanı Trakya Üniversitesi
öğretim üyesi Yard.Doç. Dr Ahmet Yaraş hocanın kızı
İlya’nın kedisi Makarna’ydı bu. Sevecen mırıltılar
eşliğinde ayaklarımıza dolanan Makarna, sanki bize
rehberlik etmek istermiş gibi hemen önümüze düştü.
Geçen yıl kazı yerinde bulunan üç köpek kimliği
meçhul kişilerce zehirlenmiş, sadece Makarna
kalmıştı geriye. Bu köpeklerden arka ayağı sakat
olan Ceronimo kazının maskotu olmuştu. “Ceronimo
Allianoi ile bütünleşmişti adeta. Bütün
görüntülerde, fotoğraflarda o da vardı. Onu
öldürmelerinden sonra sihir bozuldu” diyordu Ahmet
Hoca, son görüşmemizde.
Allianoi’yi bulan ve tüm yokluklara rağmen özveri
ile çalışan Trakya Üniversitesi öğretim üyesi Yard.Doç. Dr Ahmet Yaraş ve ekibine bu yaz kazı izni
verilmedi. İlk sene kazının ödeneğini kestiler ama
heyetin çalışmalarını engelleyemediler. Allianoi
kazısı gönüllülerin topladığı paralarla sürdürüldü.
Geçtiğimiz sene ise Kültür Bakanlığı kazı için
gerekli izni vermedi. Antik kenti çocukları gibi
gören kazı heyetinin onun baraj suları altında
kalmasını önlemek için verdiği mücadele,
yetkililerin bir hayli canını sıkmıştı.
Arkeologlar, Yortanlı Barajı suları altında kalacak
olan antik kentte kurtarma kazısı yapmak yerine,
normal bir kazı çalışması yapmakla suçlandı!
Allianoi’yi insanlık tarihine yeniden sunan
arkeologların onu kurtarmak için çalışmalarından
daha doğal ne olabilirdi ki? Son olarak Koruma
Kurulu tarafından baraj su tutmadan önce üzeri mille
kapatılması kararlaştırılan Allianoi’de, Şubat
sonuna kadar rölöve çalışmalarının bitirilmesi
öngörülüyordu.
Bu kadar kısa bir zamanda bu kadar fazla eserin
rölöve çalışmalarının yapılabilmesi için hummalı bir
uğraş ile karşılaşacağımız düşüncesi ile gittiğimiz
antik kente uzun zamandır kimsenin uğramadığı belli
oluyordu. Kazı yerinin iki bekçisinin işlerine
çoktan son verilmişti. Bomboş görünen kazı
bölgesinde aylar öncesinden asılan pankartlar ve
tabelalar, yıpranmışlıklarına rağmen asıldıkları
yerlerde hala duruyorlardı. Oymalı sütun
başlıklarının ve çeşitli yapı taşlarının ardındaki
bir duvara “Allianoi çocuklarımız için var olmalı”
pankartı asılmıştı. Cerenimo’nun kulübesinin yanında
bulunan küçük bir barakanın duvarında ise “Allianoi
sular altında kalmasın” yazıyordu. Kazı alanı
içerisinde bulunan diğer yapıların üzerlerinde de
antik kentin korunması, sular altında
bırakılmamasını isteyen yazılar göze çarpıyordu.
Kazı dönemlerinde her zaman
cıvıl cıvıl bir canlılığın olduğu yemek yenilen
küçük barakanın kapısı kilitliydi. Günün yemek
listesini gösteren beyaz tahtanın üzerinde son yenen
yemeğin adı hala okunuyordu; “Menemen, peynirli
makarna, kavun”… Bir zamanlar bir çay içimi
soluklanılan çardağın altı şimdi cam kırıkları,
kağıt parçaları ile doluydu. Sanki, duvarlardaki
pankartın üzerinde resmi bulunan Su Perisi
(Nymphe)’nin hüznü sinmişti her yana. Buğuların
yükseldiği hamama tahta korkuluklarla çevrilmiş gezi
yollarından geçerek ulaştık. Makarna, yine
ayaklarımızın dibinde dolanıyor, kamera çekimi yapan
arkadaşımızın rahat çekim yapmasını engelleyecek
kadar sırnaşıyordu. Tahta gezi yolunun aşağısında
kalan ve şu anda Bergama Müzesi'nde sergilenen Nymphe
heykelinin bulunduğu bölmede, heykelin bir fotoğrafı
duruyor şimdi. Sütunların bulunduğu oda sularla
dolmuş, yosun yeşiline bürünmüş sular tabanındaki
mozaiklerin görünmesine engel oluyordu. Hamam
bölümüne girdiğimizde sıcak bir buğu yüzümüze çarptı
önce. Ardından buharların gerisinde fokurdayan üzeri
kapalı havuz göründü. Duvarları sarmaşıklar ve
yosunlarla kaplanmıştı. Havuzunun suları 1.800 yıl
önce olduğu gibi aynı devinimle kaynamaya devam
ediyordu. İkindi güneşi sütun başlıklarını sarı bir
renge bürüyerek akşam alacasına doğru yol alırken,
çayın öte yanında kalan kazı alanını gezmeye
vaktimizin kalmadığını anladık.
Evrensel, Yazı: Özer Akdemir, 01.02.2008
|
 |
BM'İN VANDALLARI İŞBAŞINDA
Afrika'nın Batı Sahra bölgesinde konumlanmış Birleşmiş Milletler (BM) Barış Gücü askerlerinin, bölgedeki mağaralarda bulunan 6 bin yıllık duvar resimlerine çok ciddi zarar verdiği ortaya çıktı. East Anglia Üniversitesi'nden Nick Brooks'la Gerona Üniversitesi'nden Joaquim Soler'in hazırladığı ve The Times gazetesi tarafından yayımlanan rapora göre, Batı Sahra'ya iki yıl önce Fas'la ayrılıkçı Polisario Cephesi arasında barışı sağlamak üzere konuşlandırılan Birleşmiş Milletler askerleri, bu süre içinde çevredeki mağaraların duvarlarına sayısız grafiti çizmiş.
'Şeytan Dağı' adı verilen bölgede bulunan mağaralardaki duvarlara zarar veren askerler, isimlerini ve çizdikleri tarihi yazmakta da hiç sakınca görmemiş. Örneğin, Hırvat bir asker tarihi bir çizimin üstüne 'CroArmy' yazarken, Mısır'dan İbrahim, 6 bin yıllık zürafa resminin üzerine adını yazıp imzasını atmış ve telefon numarasını not düşmüş. Bir başka duvara adını yazıp tarih atan Issa adlı binbaşıysa resmi kayıtlara göre 'Barış Korumada Ahlak' konulu BM kursunu yeni tamamlamış.
Bölge halkı için çok değerli bir kültürel miras olarak görülen duvar resimlerine yapılanlar BM görevlilerini de şaşkına çevirdi. Bölgedeki BM gücünün başı ve BM Genel Sekreterliği temsilcisi Julian Harston, bu vandalizmin boyutları karşısında şokta olduğunu söylerken, "Çok üzüldüm. Onlardan daha bilinçli davranmalarını beklerdim. Çünkü sıradan askerler bile değil, bunu yapanların hepsi subay" diyor; "Çalışmalarının altına imzasını atacak kadar nazik olanları kendi ülkelerine bildireceğiz. Tekrar konumlandırılacaklar" diye de ekliyor. Bölgedeki Minurso adlı BM gücünde 30 farklı ülkeden askerler var.
Aslında bu skandal, BM askerlerinin son yıllarda karıştığı olumsuz olayların son halkası. Birleşmiş Milletler, geçen yılın ocak ayında 2004-2007 yıllarında 200 askerinin cinsel suçlardan cezalandırıldığını itiraf etmiş, mayıs ayındaysa Pakistanlı BM barış kuvvetlerinin Kongolu gerillalarla silah ticareti yaptığı ortaya çıkmıştı.
Radikal, 01.02.2008
|
AKM SEZON SONU BAKIMA ALINACAK
Kültür ve Turizm Bakanı
Ertuğrul Günay, bu yıl sahnelerin kapatılmasından
sonra AKM’yi uzun süreli bakıma almayı
düşündüklerini belirterek, "Ama asıl hayal
ettiğimiz, daha yenilenmiş bir AKM, daha uzun bir
vadede belki" dedi.
Gülhane içindeki tarihsel dokuya uymayan yapıların
ortadan kaldırılması için somut adımlar attıklarını
söyleyen Günay, birkaç ay önce Topkapı Sarayı 1.
Avlu’da 6-7 adet lojman gecekondu yıktıklarını
hatırlattı. Günay, tarihsel dokuyu ortaya çıkarmak
için Gülhane’deki diğer eklentileri de yıkacaklarını
bildirdi.
Topkapı Sarayı’nda depolarda henüz sergilenmeyen çok
sayıda eser olduğunu belirten Günay, "Onların
sergilenmesi için sayısız yeni mekana ihtiyacımız
var. Saltanat arabaları, porselenlerimiz,
kumaşlarımız, perdelerimiz depoda duruyor.
Darphane’yi teşhire açmaya çalışacağız. ve restore
edeceğiz" dedi.
Hürriyet, Haber: Hasan Ay, 01.02.2008
|
GÜNAY: FOUR SEASONS'LA İLGİLİ GELİŞMELERİ BEKLEYİN
Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, Gülhane
Parkı'nda Türk Telekom'a ait tarihi vasfı bulunmayan
binaların yıkım işlemlerini inceledi. Binaların
bulunduğu çevreyi gül bahçesi haline getireceklerini
belirten Günay, Sultanahmet'te tarihi Bizans Sarayı
üzerine yapılan Four Seasons Oteli inşaatıyla ilgili
sorular üzerine şunları söyledi: "Otelle ilgili
olarak UNESCO temsilcilerinin de katılacağı bir
değerlendirme kurulu oluşturacağımızı ve sonuçlarını
hep birlikte değerlendireceğimizi söylemiştim. Orada
15 dönüm kadar bir arkeolojik park çıkıyor ortaya.
İşin o tarafını herkes biraz gözden kaçırıyor
galiba. Önümüzdeki günlerde o konudaki somut
gelişmeleri hep birlikte göreceğiz."
Milliyet, 01.02.2008
|
TARİH VAKFI KENT MÜZECİLİĞİNİ TARTIŞTI
Tarih Vakfı, kent müzeciliğine dikkat çekmek için Caddebostan Kültür Merkezi’nde Tarih Dostları Toplantısı çerçevesinde, “Kent Müzeciliği: Dün Bugün Yarın” başlığını tartıştı. Kent müzelerinin kentlilik bilincini artırdığını belirten Antalya Kent Müzesi projesi Genel Koordinatörü Orhan Silier, kent müzeciliğinin hem müzeciliği geliştirdiğini hem de kent sorunlarına dikkat çektiğini söyledi.
Tarih Vakfı tarafından Caddebostan Kültür Merkezi’nde düzenlenen toplantıda geniş bir sunum yapan Orhan Silier, kent müzeciliğinin işlevleri, dünyanın önemli kent müzesi örnekleri, İstanbul ve Antalya Kent Müzesi projeleri ve kent müzelerinin sanat, bilim ve kültür alanında sağladığı katkıları konusunda bilgi verdi.
Kent müzelerinin kentlilik bilincini artırmak, kentin sorunlarına dikkat çekmeyi amaçlayan bir iletişim kültür ve eğitim kurumu olarak işlev gördüğüne dikkat çeken Silier, kentlerin sorunlarının ağırlaştığı noktalarda kent müzelerinin hem sorunları çözücü hem de müzeciliği geliştirici bir rol oynadığını söyledi. Müzelerin toplumların gelişiminde önemli bir rol oynadığına dikkat çeken Silier, “Anadolu topraklarında yaşamanın verdiği avantajla koleksiyonlarımız çok ama müzelerimiz çok taşralı. Dolayısıyla müzecilik alanında üretimlerimizle uluslar arası alanda zayıfız” dedi.
Türkiye’nin müzecilikte son 4-5 yıldır ciddi bir kriz yaşadığını savunan Silier, müzeciliğin dar alanlara sıkıştırıldığını kaydetti. Türkiye’de kent müzeciliğinin son 5 yılda ortaya çıktığını açıklayan Silier, Türkiye’deki müzelerin çok kısa zamanlarda, çok küçük bütçelerle ve küçük mekanlarda kurulduğunu vurguladı. İzmir kent Arşivi ve müzesi, Bursa Kent Müzesi, Edirne Fahmi Yücel Kent Müzesi gibi müzelerin buna örnek olduğunu altını çizen Silier, “Sergi ağırlıklı olmayan, insan hikayelerine dayanan kent müzelerine ihtiyacımız var. Görsel işitsel ve duyusal tarzı olan müzelere ihtiyaç var. Bu tür müzeler yapmak için epeyce engelle boğuşmak gerekiyor. Bugüne kadar gelen müzecilik anlayışının dışına çıkmak gerekiyor” şeklinde konuştu.
Turizm Gazetesi, 31.01.2008
|
 |
TOPKAPI SARAYI YAPILARDAN TEMİZLENECEK
Topkapı
Sarayı surlarını kurtarma çalışması, bugün Gülhane
Parkı'ndaki binaların yıkımıyla başlayacak. 1 yıl
sürecek çalışmaların sonunda saray gün yüzüne
çıkacak.
Osmanlı Devleti'nin 380 yıl idare merkezi olarak
kullandığı Topkapı Sarayı'nı çevreleyen ve "Sur-u
Sultani" denilen surlar, surları saran binaların
yıkımıyla gün yüzüne çıkacak. Anıtlar Kurulu'nun,
"Sur-u Sultani" sınırları içindeki tescilli olmayan
tüm yapıları yıkma kararı aldığını hatırlatan
İstanbul Kültür ve Turizm Müdürü Ahmet Emre Bilgili,
temizliğin ardından tarihi yarımadanın daha görünür
hale geleceğini dile getirdi. Bilgili, "İlk olarak
Gülhane Parkı'ndaki Telekom binaları yıkılacak. Sur
içinde ve dışında kalan tescilli olmayan tüm binalar
peyderpey yıkılacak." dedi. A. Emre Bilgili, mevcut
il genel meclisi binasının Yerebatan Sarayı üzerinde
bulunduğuna değinerek, "İl genel meclisi, Fatih'te
yapımı tamamlanacak binaya taşındıktan sonra burayı
da yıkacağız. Tarihi bir sarnıcın üzerinde bulunan
Eminönü Belediyesi binası da aynı şekilde belediye
kendine yer bulduğunda yıkılacak." dedi.
Eminönü Belediye Başkanı Nevzat Er de,
Gülhane'nin üst kapısından içeri girince, sol
tarafta surların dibinde Telekom'un kullandığı
binaların bugün yıkılacağını belirterek, yıkım için
hazır olduklarını söyledi. İshak Paşa Yokuşu'nda da
surlara bitişik yapılar bulunduğunu hatırlatan Er,
buradaki binaların da istimlak işlemleri biter
bitmez yıkılacağını bildirdi. Bu binaların hem
kirlilik oluşturduğunu hem de tarihi yarımadaya
yakışmadığını dile getiren Nevzat Er, "Bunlar Sur-u
Sultani, korunması lazım. Kirlilik arz eden binaları
yıkacağız. Yıkım sonucunda surlar ortaya çıkmış
olacak. Surları kirleten binaları yıkarak surları
ortaya çıkarmayı hedefliyoruz." diye konuştu.
Fatih Sultan Mehmet tarafından 1478'de yaptırılan
Topkapı Sarayı'nı çevreleyen 1400 metrelik surlara
''Sur-u Sultani'' deniyor. Sur-u Sultani'de, 25'i
dört köşeli 28 kule vardır. Surun ana girişi,
Ayasofya arkasındaki Bab-ı Hümayun'dur.
Zaman, 31.01.2008
|
KÜLTÜR BAKANI'NA YENİ SORULAR
30 Ocak 2008
Çarşamba günü NTVMSNBC'de yayınlanan "İstanbul
Tehdit Altında mı?" başlıklı haberde; UNESCO
ziyareti öncesi kendisine yöneltilen sorulara
karşılık; İstanbul'da Tarihi Yarımada üzerindeki
proje ve uygulamalar ile kentsel yenileme
alanlarında yerel yonetimlerin "dediğim dedik"
tutumları karşısında gösterilen tepkileri bazı
"marjinal grupların abartması" olarak nitelendiren
Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay'ın bu
açıklaması Sulukule Platformu tarafından tepkiyle
karşılandı. Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul
Günay'ın bu sözlerini talihsiz bir açıklama olarak
değerlendiren Sulukule Platformu, Günay'a aşağıdaki
soruları yöneltiyor:
"Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay'ın sözünü
ettiği 'marjinal gruplar':
- Bizzat kendisinin başında olduğu 2010 Avrupa
Kültür Başkenti Komisyonu 2007 İzleme Raporu, ki bu
rapor Sayın Nuri Çolakoğlu tarafından 2007 Kasım
ayında Brüksel'e sunulmuştur (Raporun 6. bölüm, 1.
maddesi Kent ve Yaşayanları) ve 2010 Ajansı
yönetiminde yer alan, kendisi dahil pek çok saygın
kişi,
- AB 2007 İlerleme Raporu,
- İstanbul için giderek endişelenen UNESCO'nun gerek
içerdeki gerek dışardaki üst düzey yöneticiler (ki
bu kişiler açıklamalarıyla sürekli gündemdedirler ve
önümüzdeki günlerde UNESCO İzleme Raporu'na şekil
vereceklerdir): 15 Ocak 2008 UNESCO Kriterleri ve
Sulukule basın toplantısından UNESCO Dünya Mirası
Merkezi Avrupa ve Kuzey Amerika Bölüm Başkanı
Mechtild Rossler ve UNESCO aynı bölümün uzmanı
Junaid Sorosh Wali gibi daha pek çok örnek,
- BM İnsan Hakları Konseyi 2007 Raporu,
- Basının karşısına defalarca çıkıp uyarılarda
bulunan Doğan Kuban, Cevat Erder gibi duayenler ve
Nur Akın, Zekiye Yenen, Deniz İncedayı gibi
saygıdeğerlikleri dünyaca kabul gören profesörler,
öğretim görevlileri, üniversiteler,
- Mimarlar ve Şehir Plancıları gibi saygın meslek
odaları, hukukçular,
- Ve çok sayıda sivil toplum kuruluşudur.
Bu durumda, Sayın Bakan'a tekrar soruyoruz: Yukarıda
belirtilen ve daha da uzatılabilecek olan, uyarıda
bulunanlar, eleştirenler listesinde yer alan saygın
kişi ve kuruluşlar mı sözünü ettiği 'marjinal
gruplar'?
Yoksa, gücünü sadece iktidar partisine mensup
olmaktan alan ve rant için İstanbul'un elden
gitmesine aldırmayan, eleştirilere ve tepkilere
kulağını tıkayan bir avuç yerel yönetici mi?
Ya da, değerli hocalarından öğrendiklerini çabucak
unutup, bütün uluslararası normları hiçe sayarak,
söz konusu belediyelerin talepleri doğrultusunda ve
yüklü meblağlar karşılığında projeler çizen,
danışmanlık yapan birkaç doçent doktor mimar mı?
Sulukule Platformu olarak, Sayın Bakan'ın bu son ama
yine talihsiz olan açıklamasına yanıt verme gereği
hissettik. Bu vesileyle de, Sayın Bakan'ın henüz
cevap vermediği daha önceki sorularımızı da tekrar
hatırlatmak istiyoruz."
Arkitera, 31.01.2008
|

|
ÇANAKKALE'DE TARİHİ MEZAR VE TÜRBELER İLGİ BEKLİYOR
Çanakkale'de, bakımsızlıktan harap halde bulunan tarihi mezarlar ile türbeler ilgi bekliyor
Barbaros Mahallesi'nde Aziziye Caddesi üzerinde 132 yıl önce yaptırılan tarihi Kayserili Ahmet Paşa Camii'nin haziresindeki mezarların ön kısımlarında bulunan levhaların küflenip okunmaz hale geldiğini belirten vatandaşlar bu konuda yetkililerin gerekli çalışmayı yapmalarını ifade ederek, “Uzun süredir ilgili yerlere başvurmamıza rağmen burada gerekli çalışma yapılmadı. Ayrıca caminin avlusunda bulunan Nedime Hanım Türbesi de bakımsızlıktan harap bir halde bulunuyor. Balıkesir Vakıflar Bölge Müdürlüğü bu konuda gerekli ihalenin yapılarak türbenin restore edileceğini açıklamıştı. Ancak pencereleri tahtalarla kapatılan bu yerde hiçbir çalışma yapılmaması bizleri üzüyor. Yetkilileri bu konuda göreve davet ediyoruz” dediler
haberler.com, 31.01.2008
|
KÜLTÜR BAŞKENTİ İÇİN AİLE DESTEĞİ
İstanbul'un ev
sahipliği yapacağı '2010 Avrupa Kültür Başkenti'
organizasyonuna en iyi şekilde hazırlanılarak,
yapılacak etkinliklerle sadece Avrupa'nın değil
"Dünyanın başkenti" vurgusunu öne çıkarmak için
seferberlik ilan edildi. Proje kapsamında
İstanbul'un önde gelen ailelerine "kurumsal
ortaklık" teklif ediliyor. Kurumsal ortaklık teklifi
götürülmesi için İstanbul'da 200 aile tespit edildi.
Ailelerden 3 eşit taksit halinde ödenmesi
koşuluyla 400 bin YTL para istenecek. Projeye destek
veren aileler her türlü basılı metinde ve etkinlikte
"kurumsal ortak" olarak tanıtılacak ve önemli
projelere sponsor olmada öncelik tanınacak.
"Kurumsal ortaklık" teklifinin şu ana kadar 17
aileye götürüldüğü, bunlardan 15'inin olumlu yanıt
verdiği belirtildi. İki aile ise ödenecek 400 bin
YTL'nin ilk taksidini hemen yatırdı. Proje Yürütme
Kurulu üyesi Nuri Çolakoğlu, ailelerin isimlerini,
yaptıkları "gizlilik sözleşmesi" nedeniyle
kesinlikle açıklamayacaklarını, belirlenen tüm
isimlerle tek tek görüşüleceğini söyledi.
2010 yılına yönelik hazırlıklar ve etkinlikler
de netleşmeye başladı. 2010 yılı etkinliklerine
"özel müzeler" damga vuracak. Hazırlıklar
çerçevesinde Tepebaşı'nda bulunan TRT binasının
yerine Suna Kıraç Opera ve Kültür Merkezi yapılacak.
Merkezde bin 400 kişilik opera ve 700 kişilik
tiyatro bulunacak.
Sabah, Haber: Ercan Sarıkaya, 31.01.2008
|
MISIR'DA, FAYYUM VAHASI'NDA 7000 YILLIK BİR ŞEHİR BULUNDU
Mısır Eski Eserler Yüksek Konseyi, ABD'nden bir grup arkeolog Fayyum Vahası’nda 7000 yıl öncesine tarihlenen bir yerleşim bulduğunu bildirdi. Konsey Başkanı Zahi Hawwas’ın açıklamasına göre, vahanın Karanis bölgesinde yapılan elektromanyetik araştırmada Yunan-Roma Dönemi ile benzerlikler taşıyan yol ve duvar izleri tesbit edildi.
MÖ 5200 ile 4500 yıllarına tarihlenen şehrin kalıntıları hala kumların altında olmasına rağmen Hawwas’ın açıkladığına göre yüzeyden büyük miktarda çanak çömlek toplandı. Kalıntılar şu anda Fayyum Gölü’nden 7 km uzaklıkta olmasına karşın, 7000 yıl önce büyük olasılıkla göl kenarında idi.
AFP, Fotoğraflar: Milliyet, 29.01.2008
|
 |

|
KULLANILMAYAN ASIRLIK ARI KOVANLARI ÇÜRÜDÜ
Antalya'nın Kumluca İlçesi'ne bağlı Dereköy'de bulunan Likya tipi asırlık arı kovanları, bakımsızlıktan yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kaldı.
Dereköy Muhtarı Kadir Korkmaz, yaklaşık 10 yıl öncesine kadar kullanılan arı kovanlarının, zaman içinde ilgisizlik nedeniyle atıl hale geldiğini anlattı. Korkmaz, farklı mimarisiyle Likya medeniyetlerindeki antik yapılara benzeyen yaklaşık 5 metre yüksekliğindeki arı kovanlarından bölgede 20 kadar bulunduğunu söyledi. Taş zemin üzerinde yükselen ahşap yapının yaklaşık 4 metrekare alanının bulunduğunu belirten Korkmaz, yapıya bal almak için dışarıdan ahşap merdivenle ulaşıldığını belirtti. Korkmaz, arı kovanlarının bu şekilde yapılmasının nedeninin ise kovanda bulunan balı ayı, sansar gibi hayvanlardan korumak düşüncesinden kaynaklandığına dikkati çekti.
Zaman, 31.01.2008
|
İSTANBUL TEHDİT ALTINDA MI?
İstanbul birkaç gün
sonra UNESCO tarafından denetlenecek; ilerleme
görülmezse Dünya Mirası Listesi’nden çıkarılabilir.
NTVMSNBC UNESCO yetkilisine ve Kültür Bakanı’na
durumu sordu.
İstanbul “Dünya Mirası” olarak mı kalacak, yoksa
“Tehdit Altındaki Dünya Mirası” listesine mi
girecek? Bu kararın alınmasına çok kısa bir süre
kaldı. Şubat ayı başında UNESCO heyeti İstanbul’a
gelip, denetim yapacak ve raporunu yazacak. Geçen
yıl yapılan denetimin sonuçları olumsuzdu; bu kez
son rapor yazılacak ve temmuz ayında karar
verilecek. Karar olumsuz olursa, ‘Tehdit Altındaki
Dünya Mirası Listesi’ne alınacak. NTVMSNBC, birkaç
gün sonra İstanbul’u denetlemeye gelecek heyetin
başkanı olan, UNESCO Dünya Mirası Merkezi Avrupa ve
Kuzey Amerika Bölüm Başkanı Mechtild Rossler’e
sordu. Rossler’in hiç de olumlu olmayan görüşlerini
de Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’a aktardı.
Rossler, “Hükümet üzerine düşeni yapmıyor” diyor;
Kültür Bakanı Ertuğrul Günay’ın yanıtı ise şöyle:
“Ben de şu anda İstanbul’a baktığımda derin bir
rahatlık hissetmiyorum. Ama abartılıyor!”
UNESCO Dünya Mirası Merkezi Avrupa ve Kuzey Amerika
Merkezi Başkanı Mechtild Rossler, İstanbul’la ilgili
görüşlerini NTVMSNBC’ye şöyle aktardı:
İstanbul çok önemli bir şehir ve
Türkiye’nin hazinesi. 1985 yılından itibaren de
Dünya Miras Listesi’nde. Türk yetkililer, bu
konudaki konvensiyonu imzaladılar. İki yıl önce biz
uyardık; İstanbul’da seçilen yerlerin daha iyi
korunması ve iyileştirme yapılması gerektiğini
söyledik. Bu yerleri korumak Unesco’nun görevi
değil, Türkiye hükümetinin görevi. Her yıl
Türkiye’yi ziyaret edip, rapor yazıyoruz, ardından
bu raporu Dünya Miras Komitesi’ne sunuyoruz. Geçen
yılki ziyaretimizde istediğimiz gelişimi göremedik.
Bazı bölgelerde ilerleme kaydedildi ama İstanbul’un
farklı kültürel ve tarihi semtlerinde daha çok
çalışma yapılması gerekiyor. Örneğin; Sulukule,
Beyoğlu ve Süleymaniye. Amaç sadece bu tarihi
yerlerin korunması değil, entegrasyonu da sağlamak
gerekiyor. Önemli olan sosyal, ekonomik entegrasyonu
da yapılanmayla beraberinde getirmek.
Geçen ziyaretimizde bir çok yüksek bina yapıldığını
gözlemledik. Ayrıca yapılanmada toplumla iletişimin
başarılı olmadığını gördük. Bunlar da etkileyici
faktörler. Türkiye’yi bu yüzden uyardık. Şu anda
Dünya Mirası Listesi’nden çıkarılır mı söyleyemem,
fakat kalmak için çaba sarf etmesi gerekiyor.
İstanbul dünyanın en önemli şehirlerinden biri. Ama
Türkiye’deki yetkililerin en büyük sorunu toplumla
iletişim. Kendilerine göre hareket ediyorlar.
UNESCO’yla da iletişim kurmaları gerekiyor.
Ayrıca geçen yıl raporda belirtmiştik;
düzenli ve disiplinli bir Alan Yönetim Planı
hazırlanması gerekiyor. Türkiye şu anda yeterince
gelişim sağladı mı bilemiyorum. Umarım haftaya
geldiğimizde ‘evet’ diyebiliriz. Biz İstanbul’da 35
tehlikeli alan belirledik. Bu alanları
denetliyeceğiz ve Temmuz’da karar alınacak. Dünya
Miras Listesi bir çok ülke için çok önemli, çünkü
kazanç sağlıyor. Bazı ülkeler bunu kullanabiliyor ve
turizme katkı yapıyor. Türkiye de bu gözle bakmalı.
Eğer bu tarihi ve kültürel yerleri
koruyabilirse ve aynı zamanda o semtlerde yaşayan
toplumun kültürünü yaşatırsa, bu bir kazançtır.
Türkiye diğer ülkeler gibi yeterince önem vermiyor.
Fakat Türkiye’deki tarihi yerleri yaşatmak hükümetin
sorumluluğudur. Bu yapılanma veya iyileştirme
çalıştırmaları gerçekleşirken, insanlar evlerinden
olmamalı. UNESCO anlaşmasına göre insanlar sadece
kısa bir süre için yerleşim alanını değiştirecek. Bu
süreç içinde restorasyon yapılacak ve sonra tekrar
evine yerleşecek. UNESCO’nun kuralı bu ve bu kurala
uyulması gerekiyor. İnsanların evlerinden olması söz
konusu değil.
İstanbul’un 2010 yılı için Avrupa Kültür
Başkenti seçilmesi çok büyük bir başarı. Kültür
kalkınmayla eş anlamlıdır. Kültür başkenti olmak da
çok büyük bir sorumluluk demektir. Şu anda Dünya
Mirası Listesi’nde bulunan yerlerin çok iyi bir
şekilde korunması ve gelişim sağlanması lazım.
Haftaya UNESCO heyetleri ve ICOMOS
üyeleriyle birlikte toplantı gerçekleşecek. Bu
toplantıda Alan Yönetim Planı’nı inceleyeceğiz.
Ayrıca denetleyeceğimiz önemli yer ve konulardan
bazıları Galatakulesi Projesi, Four Season’s
Hotel’in ek inşaatı, Belediyeler ve Kültür Bakanlığı
arasındaki iletişim ve Unesco ile olan iletişim.
Kültür Bakanı Günay: İçerden Abartlıyor
Bence
NTVMSNBC’nin sorularını yanıtlayan Kültür ve Turizm
Bakanı Ertuğrul Günay ise, aynı görüşte değil.
Günay’a yönelttiğimiz sorular ve yanıtları şöyle:
İstanbul’un Dünya Mirası Listesi’nden çıkarılacağı
konuşuluyor. 2010’da Avrupa Kültür Başkenti olacak
bir şehir için, bu durum çelişki değil mi?
Abartılıyor bence. İstanbul’un Dünya Mirası
Listesi’nden çıkarılması gibi bir şey söz konusu
değil. Gerçekten bu konuda ciddi tartışmalar yok.
Bazı duyarlılıklar var, biz de bunları paylaşıyoruz.
Bu tartışmaların geride kalacağını düşünüyorum.
İstanbul üzerinde barındırdığı geçmiş kültürler ve
doğasıyla gerçekten dünyanın özel mekanlarından
birisi. Son 5-10 yıl içinde olumsuz gelişmeler
olmadı ki, Dünya Mirası Listesi’nden çıkarılsın.
Sadece ödevlerimizi daha iyi yapmamız gerekiyor.
Uyarılar var, ben de bunların üstünde duruyorum ve
herkes bunun farkında.
UNESCO’dan Miss Rossler’la yaptığımız
röportajda, geçen yıl Unesco’nun gerçekleştirdiği
denetlemede 35 alanın iyileştirilmesi gerektiğini,
yönetimde ve yönetimin halkla iletişiminin kopuk
olduğunu, belirlenen semtlerde entegrasyon
sağlanamadığını söyledi.
Önümüzdeki ay UNESCO heyetleriyle görüşeceğim. 2010
Kültür Başkenti için danışma kurulu toplantısında,
bundan sonra ne tür çalışmalar yaptığımızı somut
olarak konuşacağımızı söyledim ve ardından
değerlendirme yapacağımızı bellirttim. Bazı
noktalarda içerden abartmalar var. Fakat örnek verip
yeni bir tartışmanın ortasına girmek istemiyorum.
Tarihsel mekanın iyileştirilmesine ve bazı yaşam
alanlarının kalkınmasına yönelik marjinal bir takım
karşı görüşler var ve bu marjinal karşı görüşler
dışarıya abartılı yansıtılıyor.
UNESCO’nun yerli ve yabancı temsilcileriyle
yüz yüze görüştüğümüzde sanırım bu sorunları
aşabiliriz. Tabii bunlar maddi imkanlarla da
sınırlı. Bazı iyileştirmeler olacak. Önümüzdeki
günlerde bu iyileştirmelerin somut örneklerini
göreceğiz. Fazla uzun olmayan bir sürede bu
konularla ilgili önemli mesafeler alacağız.
Görevimin beşinci ayımdayım ve İstanbul’u çok
önemsiyorum. Uyarılarla ilgili çalışmalar yapıyorum.
Bu kriterlere uygun biçimde yapılması gerektiğine
inanıyorum. Belediyeler ve özel idarelerdeki
arkadaşlarla bu çalışmaları paylaştık.
UNESCO özellikle Four Season’s otelinin ek
inşaatını eleştirdiler. Siz bu konuyla ilgili neler
söyleyeceksiniz?
Four Season’s Hoteli’nin ek inşaatıyla ilgili UNESCO
heyetleriyle bir değerlendirme yapmaya açık
olduğumuzu söyledim. Fakat gözden kaçırılan bazı
unsurlar var. Oradaki düzeltme gayretimi koruyorum,
ama inşaat başlamadan önce orası bir çöplük gibiydi.
Çöküntü halindeki alanda arkeolojik bir park ortaya
çıktı. O alanda yapılan hotelin yeni düzenlemesi
dışında, eskiden yapılmış olumsuz kaçak yapılar var.
Bunlara dikkat çekmeden bir alan üzerinde
yoğunlaşmak bence kolayından tutmak olur. Bunları
UNESCO heyetleriyle yüz yüze konuştuğumuzda
çözeceğiz.
UNESCO heyeti geldiğinde istediği gelişmeyi
görecek mi?
UNESCO heyetinin gösterdiği ilgiye saygı
duyuyorum. Geçmişten bu yana aksaklıklar var ve bunu
düzeltmeye çalışıyoruz. Geçmişte iyi
değerlendirilmedi İstanbul, ama şu anda bu sorunları
düzeltmeye çalışıyoruz. Belediyelerle bilgi
kopukluğu olabilir. Ben de şu anda İstanbul’a
baktığımda derin bir rahatlık hissetmiyorum. Ama,
UNESCO bizi zorluyor olduğu için değil. İstanbul’u
ve Türkiye’yi seven insanların buna ihtiyacı olduğu
için bu gelişimi sağlamalıyız. Kesinlikle UNESCO
bizi zorladığı için yapmıyoruz.
Ntvmsnbc, Haber: Ayça Aydoğdu, 30.01.2008
|
108 YILLIK CAMİ RESTORE EDİLİYOR
Polatlı'nın
Temellli beldesine bağlı Hisarlıkaya mahallesindeki
kullanılamaz durumda olan 108 yıllık ahşap cami
restore edilecek.
Belediye Başkanı Alaattin Türkoğlu’nun
girişimleriyle Diyanet İşleri Başkanlığı’ndan gelen
uzman heyet camide incelemeler yaptı. Caminin
tarihsel dokusunu zedelemeden onarmak amacıyla
hazırlıklar ise başladı.
Hisarlıkaya Mahallesi'ndeki 108 yıllık tarihe geçmişe
sahip olan caminin minaresi bütünüyle ahşaptan
yapılmış. Dışkapısı oymalı ceviz ağacından yapılan
caminin tavanı da ahşap işlemeyle örülmüş. Dış kapı
anahtarı yaklaşık 20 cm büyüklüğünde olan cami, köy
sakini 85 yaşındaki Mehmet Kızıl’ın ifadesine göre
Halil İbrahim adındaki bir usta tarafından yapılmış.
Belediye Başkanı Alaattin Türkoğlu, bölgedeki
tarihsel dokuyu korumak amacıyla bazı çalışmalar
yaptıklarını söyledi. Türkoğlu, bu çerçevede Temelli
beldesi içinde yer alan 1929 yılına ait muhacirlerin
yaşadığı taş binayı müze yapmak için onardıklarını,
Bacı mahallesindeki Bacım Sultan türbesini de
restore etmeye başladıklarını bildirdi.
Hürriyet Ankara, Haber: Metin Özdemir, 30.01.2008
|
|
 |
MALKOÇOĞLU'NUN BABASININ MEZARI BULUNDU
Cüneyt Arkın'ın canlandırdığı tarihi Türk kahramanı Malkoçoğlu'nun babasına ait mezar Bulgaristan'da bulundu.
Türklerin Avrupa'ya düzenlediği akınlarda adı kahramanlık öykülerine konu olan ve Yeşilçamın ünlü aktörü Cüneyt Arkın'la özdeşleşen Malkoçoğlu'nun babası Malkoç Bey'in türbesinin, Bulgaristan'da Gabrova ve Lofça arasındaki bir köyde olduğu ortaya çıktı.
Türk Tarih Kurumu ekipleri, türbenin etrafı ağaçlarla kaplı olduğundan mezarın Malkoç Bey'e ait olduğunu anlamakta zorlandıklarını, türbenin içine girdiklerinde ortaya çıkan manzarayla şaşırdıklarını söyledi. Türbeyi keşfeden 3 kişilik ekipte yer alan Marmara Üniversitesi Sanat Tarihi Bölümü Öğretim Görevlisi Neval Konuk, bölgede yürüttükleri envanter çalışması sırasında köylülerin haber verdiği türbenin tanınmaz halde olduğunu ifade ederek, "İçinde yüzlerce pet şişe ve bidon vardı. Temizlememiz 1.5 saati buldu" dedi.
Konuk, ellerinde Malkoçoğlu'na ait sınırlı bilgiden ötürü mezarın kime ait olduğundan ilk etapta emin olamadıklarını, ancak Ankara'ya gelip araştırmaları yoğunlaştırınca mezar sahibinin kimliğini kesinleştirdiklerini belirtti. Bölgede MalkoçBey dönemini yansıtan Osmanlı akıncılarına ait başka mezarlar da bulunduğunu söyleyen Konuk, Malkoç Bey'in o köyü askeri karargah olarak kullandığını da belirtti.
Türk Tarih Kurumu'nun Bulgaristan'daki envanter çalışması sona ererken, çalışmaların kitap haline dönüştürüleceği bildirildi.
Bu arada Malkoçoğlu'nun mezarı ise Gebze'de bulunuyor.
Yeni Şafak, 30.01.2008
|
OKUL BAHÇESİ MÜZESİ
Urartu medeniyetinin önemli yerleşim birimlerinden
olan Bitlis’in Adilcevaz İlçesi, tarihi
zenginliğiyle dikkat çekiyor. Ancak tarihi ilçe, bu
değerlerini muhafazada sıkıntı yaşıyor.
Adilcevaz
Belediye Başkanı M. Selim Arıkbaş ilçelerine kültür
merkezi ve müze yapmayı planladıklarını bu konuda
Kültür ve Turizm Bakanlığının desteğini
beklediklerini söyledi. Arıkbaş, kültür merkezinin
800 bin YTL’lik maliyetinin 100 bin YTL’lik kısmını
valiliğin karşılayacağını anlattı. Adilcevaz Tarih
ve Kültür Eserleri Koruma, Turizm ve Güzelleştirme
Derneği Başkanı Ahmet Hınıs da “Yaklaşık 40 yıl önce
Adilcevaz’daki Kef Kalesi’nde yapılan kazılar
neticesinde ortaya çıkan tarihi eserler İnönü
İlköğretim Okulu’nun bahçesinde tutuluyor. Bu
eserler etrafı tel örgüyle çevrilerek korunuyor.
Okul bahçesine eser bırakmak koruma şekli olmaz”
dedi.
Türkiye Gazetesi, 30.01.2008
|
ANEMAS ZİNDANLARI SONUNDA KURTULDU
Fatih’teki
Anemas Zindanları’nın üzerinde bulunan üç ruhsatsız
bina, tarihi dokuya tehdit oluşturduğu gerekçesiyle,
bina sahipleriyle anlaşılarak yıkıldı.
İş makinalarının surlara ve surların altındaki
Anemas Zindanları’na zarar verme ihtimaline karşı
işçiler, yıkımı balyoz ve kazmalarla gerçekleştirdi.
Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir,
"Bu çalışmaların sonunda Kariye Müzesi, Blahernia
Sarayı, Anemas Zindanı, İvaz Efendi Camii, Emir
Buhari Tekkesi, Ayvansaray Mahallesi ve Fener
Balat’taki tarihi eserler ortaya çıkmış olacak"
dedi. Bizans döneminin en büyük saray
komplekslerinden biri olan Blahernia Sarayı’nın bir
parçası olan Anemas Zindanları, çok sayıda tarihi
filmde plato olarak kullanıldı.
Hürriyet, Haber: Mustafa Küçük, 30.01.2008
|
529 YILLIK CAMİ SEL SULARINDAN KURTARILACAK
Tunca Nehri'nin taşması sonucu sel suları altında kalan 529 yıllık Kasımpaşa Camisi'nin kurtarılması için çalışmalara başlandı.
Edirne'de yok olma tehlikesi geçiren önemli bir tarihi yapı daha kurtarılıyor. Bulgaristan'ın baraj kapaklarını açması sonucu sel suları altında kalan yerleşim birimlerinin kurtarılması için nehrin kenarlarında topraktan setler yapıldı. Setlerin yapılmasından sonra Tunca Nehri'ne sınır bulunan mahalleler büyük bir tehlikeden korunmuş oldu. Ancak nehre sıfır olarak olan asırlık Kasımpaşa Camii toprak set ile nehir arasında kaldı. Bakımsızlıktan harabeye dönen asırlık caminin zaman içerisinde minaresi yıkıldı. Minarenin bir bölümü ve iskeletinin ayakta durduğu Kasımpaşa Camii kış döneminde Tunca Nehri'nin taşması sonucu sel sularına maruz kaldı. Her kış döneminde yaşanan bu manzaraya son verilmesi ve eski günlerine dönmesi için çalışma başlatıldı.
Alınan bilgiye göre caminin öncelikle iki aşamalı bir şekilde dış etkenlerden korunması planlanıyor. Bunlardan birisi yerleşim biriminin su taşkınlarından korunması için yapılan toprak setlerin seviyesinde caminin etrafını çevreleyecek şekilde beton perde duvar yapılacak. Ardından da iç kısımlarda yağışlara bağlı olarak biriken suların tahliye edilmesi için otomatik drenaj sistemi kurulacak. Bu sistemin tamamlanmasından sonra caminin onarım çalışmalarına başlanacak. Edirne Vakıflar Bölge Müdürlüğü'nün tarihi Kasımpaşa Camisi ile ilgili Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü'ne gönderdiği plan kabul edildi. Buradan gelen olumlu cevaptan sonra projenin Koruma Kurulu'na gönderildiği öğrenildi. Vakıflar Bölge Müdürlüğü'nün 2008 yatırım programı içerisinde yer aldığı belirtilen projeye onay çıkması durumunda restorasyon çalışmalarına en kısa süre başlanacağı ifade edildi.
Cami, Fatih Sultan Mehmet ve Sultan II. Beyazid dönemlerinde Rumeli Beylerbeyi olan ve daha sonraları başvezirlik yapan Kasım Paşa tarafından 1479 yılında yaptırılmıştır. Cami tek kubbeli olup tek minarelidir. Cemaatin alınmasını sağlamak için nehre 14 basamak taş merdiven yapılmışsa da günümüzde sadece 2 basamak bulunmaktadır. Kasım Paşa'nın mezarı da caminin kabristanındadır.
haberler.com, 30.01.2008
|
 |
İZTO'DAN AGORA VE SMYRNA'YA 250 BİN YTL
İzmir
Ticaret Odası'nda (İZTO) Agora ve Symrna'daki kazı
çalışmalarına destek için 250 bin YTL'lik protokol
imzalandı.
Agora ve Symrna Ören Yerleri kazılarının sponsorluk
protokolünü İZTO Başkanı Ekrem Demirtaş, Bayraklı
Eski Smyrna Kazıları Başkanı Prof.Dr. Meral Akurgal
ile Agora Kazıları Başkanı Yrd. Doç.Dr. Akın Ersoy
imzaladı. Kruvaziyer turizminin gelişmesi başta
olmak üzere İzmir'in turizm pastasındaki payını
artırmak için İZTO'nun sürekli proje ürettiğini
belirten Demirtaş, 2008 yılında Agora ve Symrna
kazıları için 250 bin YTL'lik kaynak ayırdıklarını
söyledi. Kazı çalışmaları için 2003'ten bu yana 850
bin YTL katkı sağlayan İZTO, 2008 yılında Agora için
150 bin YTL, Symrna için de 100 bin YTL'lik kaynak
ayırdı.
İZTO Başkanı Ekrem Demirtaş, İzmir'deki ören
yerlerine önceki yıllarda olduğu gibi 2008'de de
katkı sağlamaya devam ettiklerini söyledi. İZTO'nun
kent turizminin gelişmesi ve İzmir'in marka kent
haline gelmesi için çalışmalarını sürdürdüğünü ifade
eden Demirtaş, "Önemli olan yerli ve yabancı
turistlerin kente gelmesini sağlayacak cazibe
alanlarının yaratmaktır. Biz de bu amaçla şehir
merkezindeki cazibe alanlarını ortaya çıkarmak için
üzerimize düşeni yapıyoruz. Zaman zaman ören
yerlerine maddi destek sağladığımız için
eleştirilere maruz kaldığımızda oluyor. Ancak Kültür
ve Turizm Bakanlığı'nın 2008 yılı bütçesi 826 Milyon
YTL. Bakanlığın, ülke genelindeki 350 kadar kazı
çalışmasına, ören yerlerine ve restorasyona ihtiyaç
duyulan parayı ayırması mümkün değil. Bizler sahip
çıkmazsak kültürel mirasımız yok olup gider. Biz
2003 yılından beri İzmir'deki kazı çalışmalarına 850
bin YTL verdik. Bu yıl da Agora ve Smyrna için 250
bin YTL ayırdık" dedi.
2007 yılında 50 bin kişinin Agora'yı gezdiğine
dikkat çeken Demirtaş, kruvaziyer turizmi ile şehre
gelen 288 bin turistin, yaklaşık yüzde 10'unun
Agora'yı ziyaret ettiğinin altını çizdi. Bu yıl
verilen kaynakla Agora'da gezi ve dinlenme
parkurları ile tanıtım levhalarının oluşturulacağını
vurgulayan Demirtaş, "2003-2005 yılı arasında kazı
çalışmaları hızlı bir şekilde sürdü. Daha sonra
Kültür Bakanlığı ile kazı ekibi arasındaki sıkıntı
yüzünden 2005-2007 döneminde kazılar durdu.
Kaybettiğimiz yılları geri kazanmak için bu yıl daha
yoğun çalışmak zorundayız. Amacımız İzmir'in
kurulduğu yerde arkeolojik restorasyonu tamamlamak.
Pagos eteklerindeki antik tiyatroyu da gün ışığına
çıkararak eğer kazanırsa EXPO'nun açılışını burada
yapmak istiyoruz. EXPO alınmasada sorun değil. Biz
destek olmaya devam edeceğiz. Smyrna Antik Kenti'ni
de denizle buluşturmak istiyoruz" diye konuştu. Kazı
çalışmalarında mali kaynağın her şey olmadığına
işaret eden Demirtaş, kazı çalışmalarında yetişmiş
eleman sıkıntısı da yaşandığını söyledi. Demirtaş,
bu açığı kapatmak için İzmir Ekonomi Üniversitesi
bünyesinde 2008-2009 öğretim yılı başında
Restorasyon Bölümü'nü açacaklarını söyledi.
Demirtaş, bu sayede kazı çalışmalarında yaşanan
eğitimli eleman sorununun da çözüleceğini sözlerine
ekledi.
Haber Ekspres, 29.01.2008
|

|
ANTİK CAM MOZAİK İSRAİL TARAFINDAN RESTORE EDİLDİ
İsrail Eski Eserler yetkilisinin geçen pazartesi günü bildirdiğine göre, Akdeniz sahilinde bir antik yerleşimde bulunan ve türünün yegane örneği olan, 1400 yıllık bir cam mozaik uzmanlar tarafından restore edildi. Kalitesi, parlaklığı ve altın ışıltısı ile bu denli eski bir geçmişe sahip olan cam mozaik, Hristiyan geleneğinin çok eski bir örneği.
Kudüs’de bulunan İbrani Üniversitesi profesörü Joseph Patrich “Bu, inanılmaz bir keşif” demekte. Mozaik yüzüstü düştüğü için yeşil, mavi ve altın renkli camlarının çoğu asırlar boyu bozulmadan korunabilmiş.
Mozaik, Akdeniz sahilinde, Roma, Bizans ve Haçlı kalıntıları ile meşhur antik Caesarea şehrinde 2005 yılında bulundu. Kazı sırasında sarayın orijinal zemini açığa çıktığında zeminde ters durumda durmuyordu. Orijinal zeminden oldukça riskli bir operasyonla sökülen cam mozaik, Patrich’in söylediğine göre sarayın MS 6. yüzyılın sonunda veya 7. yüzyılın başında bir yangınla tahrip olması sırasında oldukça zarar görmüş.
Associated Press, Haber: Rory Kress, 28.01.2008
|
2008'DE 18 ESER ONARILACAK
Kahramanmaraş
Valiliği'nin girişimleri sonucunda, İl Turizm
Konseyi Eylem Planı çerçevesinde 18 eski eserin
onarılması ya da onarılmasına yönelik olarak
etüt-proje çalışmalarının yapılması 2008 yılı ihale
programına alındı.
Vakıflar Genel Müdürlüğü ve Adana Vakıflar Bölge
Müdürlüğü nezdinde Kahramanmaraş Valiliği'nin
öncülük ettiği girişimler sonucunda 5 adet eski
eserin restorasyonu ile 13 adet eski eserin
etüt-proje çalışmaları 2008 yılı içinde
tamamlanacak. Restorasyonu yapılacak eski eserler
Şıh, Divanlı, Çığçığ ve Ceyhan Camileri ile Taş
Medrese olarak belirlendi. Etüt-proje çalışmaları
2008 yılı içinde tamamlanacak eski eserler ise Nuh,
Bey, Evzaniye, Dede Mehmet, Şekerli, Devecili,
Kazancı, Duraklı, Haznedarlı, Çukuroba, Boğazkesen
ve Acemli Camileri ile Mağaralı Camii Minaresi
olarak programa alındı.
Zaman, 29.01.2008
|
TARİHİ ESER
SATMAK İSTEYEN İKİ KİŞİ
SUÇÜSTÜ YAKALANDI
Denizli'de Roma dönemine ait bir kadın
heykelini jandarmaya satmak isteyen iki kişi
gözaltına alındı.
F.Ç. ve A.T.'nin, Afyonkarahisar'a bağlı Bolvadin İlçesi'nde buldukları kadın heykelini satmak için müşteri aradığı ihbarını alan jandarma, alıcı gibi davranarak zanlılarla irtibata geçti.
Bozkurt İlçesi'ndeki buluşma noktasına giden zanlılar, Roma dönemine ait mermer kadın heykelini satmaya çalıştıkları sırada suçüstü yakalandı.
Gözaltına alınan zanlılar, işlemlerinin tamamlanmasının ardından çıkarıldıkları mahkeme tarafından tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı.
haberler.com, 29.01.2008
|
|
BURDUR MÜZESİ AVRUPA YOLUNDA
Bünyesinde bulunan tarihi eserlerle dikkat çeken
Burdur Müzesi, Avrupa Müze Forumu tarafından
düzenlenecek Avrupa’da Yılın Müzesi Yarışmasında
değerlendirmeye alındı. Burdur Valisi Rasih Özbek,
düzenlediği basın toplantısında, Avrupa Müze Forumu
Müdürü Ann Nichols tarafından Burdur Müzesi Müdürü
Hacı Ali Ekinci’ye gönderilen mesajı gösterdi.
Nichols’ün mesajında, Burdur Müzesi’nin Avrupa’da
Yılın Müzesi Yarışması’nda değerlendirmeye
alındığını ve müzenin değerlendirme sonucunda ilk
turu geçtiğini bildirdiğini ifade eden Vali Özbek,
ödül alan müzenin Mayıs ayında Dublin’de
düzenlenecek törende açıklanacağını kaydetti.
Türkiye Gazetesi, 29.01.2008
|
TARLASINDAKİ MOZAİKLERİ SATACAKTI

Zonguldak'ın
Çaycuma İlçesi'ne bağlı Kadıoğlu Köyü'nde,
tarlasında sera kurmak için kazı yaparken tarihi
mozaikler bulan çiftçi N.O., bunları satmaya
kalkışınca, alıcı gibi davranan jandarma ekibi
tarafından gözaltına alındı.
Kadıoğlu Köyü'nde oturan N.O., sera kurmak için
tarlasını kazarken, sert bir cisimle karşılaştı. Taş
olduğunu sanan N.O. kazmaya devam etti. N.O.'nun
kazdığı yerden Geç Roma- Erken Bizans dönemine ait
olduğu tahmin edilen taban döşeme mozaikleri ortaya
çıktı. Durumu yetkililere bildirmeyen N.O., kazı
çalışmalarını kendi sürdürdü.

Çaycuma İlçe Jandarma Komutanlığı ekipleri,
N.O.'nun tarihi eser bulduğu ihbarı üzerine harekete
geçti. Alıcı gibi davranan jandarmalar, N.O. ile
buluştu. N.O., bulduğu tarihi eseri sivil
jandarmalara satmaya çalışırken suçüstü yakalandı.
Jandarma, 3 metrekare büyüklüğünde üzerinde insan
figürlerinin bulunduğu mozaikleri koruma altına
aldı. Saray ya da tapınak olabileceği düşünülen
tarihi yerde, Kültür ve Turizm Müdürlüğü ile Ereğli
Müze Müdürlüğü tarafından kazı çalışmaları
yapılacağı öğrenildi. Gözaltına alınan N.O.,
savcılıkça ifadesinin ardından serbest bırakıldı.
Milliyet, Haber: Aydın Arslanyılmaz, 29.01.2008
*****
ZONGULDAK'TA BULUNAN MOZAİKLER SOĞUK HAVALARA
TAKILDI
Zonguldak'ın Çaycuma
İlçesi Kadıoğlu Köyü'nde
sera kazarken bir çiftçi tarafından bulunan Zeugma
benzeri tarihi mozaikler olumsuz hava koşulları
nedeniyle çıkartılamıyor. Mozaiklerin bulunduğu
tarlada yoğun güvenlik önlemleri alınırken, kazı ve
sondaj çalışmaları havaların normale dönmesiyle
başlatılacak.
Maden ocaklarından emekli 63 yaşındaki Nizamettin
Oral tarafından bulunan tarihi mozaiğin Geç
Roma-Erken Bizans dönemine ait olduğu tahmin
ediliyor. Zeugma benzeri tarih mozaiğin devamı olup
olmadığı ise bilinmiyor. MÖ 40'lı yıllara ait
olduğu tahmin edilen ve saray ya da tapınak
olabileceği düşünülen tarihi eserle ilgili Kültür ve
Turizm Müdürlüğü ve Ereğli Müze Müdürlüğü inceleme
başlattı. Zonguldak Valisi Yavuz Erkmen, “Yağmurlu
ve karlı havada kazı yapılamayacağı için şu an
beklemek zorundayız” dedi.
Turizm Gazetesi, 30.01.2008
|
ULUS'TA TARİHİ BİNADA YANGIN
Ulus'ta çıkan
yangında, tarihi ahşap bir bina kısmen çöktü.
Ulus İtfaiye Meydanı Yenice Sokak’ta 3 katlı tarihi
ahşap binanın orta katında sabah erken saatlerde
yangın çıktı. Alevler, binanın aynı katında kiracı
olarak oturan Elmas Eğilmez ve oğlu Birol
Demircioğlu’nun evini de sardı. Yaşlı kadın ve oğlu,
çevredeki iş yerlerinde çalışanların yardımıyla
dışarı çıkarıldı.
Kısa sürede binanın tamamına yayılan yangına,
itfaiye ekipleri müdahale etti. İtfaiye ekipleri,
meraklı vatandaşların yangını izlemek isterken
oluşturduğu kalabalık yüzünden zor anlar da yaşadı.
İçten içe yanan ahşap binaya saatlerce su sıkan
itfaiye görevlileri, kar yağışı altındaki uzun
uğraşların ardından yangını söndürdü. İtfaiyenin
çalışması sırasında, ahşap binanın bir bölümü
gürültüyle çöktü. Birol Demircioğlu, oturduğu evin
yanmasını göz yaşları içinde izledi.
Hürriyet Ankara, 29.01.2008
|
 |
MARDİN'İN 300 YILLIK KERVANSARAYI RESTORE EDİLİYOR
Mardin'de 300 yıllık kervansaray restore ediliyor. Mardin Valiliği tarafından inanç ve kültür turizmi kapsamında tarihi ve kültürel varlıkların korunması için başlatılan çalışmalar büyük bir hızla devam ediyor.
İki yıl içinde 18 tarihi cami ve medresenin restore edildiği Mardin'de şimdi de bir zamanlar kervanların uğrak yeri olan tarihi kervansaray bir yıl içinde restore edilerek hizmete girecek. Mardin Valisi Mehmet Kılıçlar, 7 bin yıllık tarihi geçmişi bulunan ve farklı medeniyetleri bünyesinde bulunduran Mardin'deki tarihi ve kültürel varlıkları korumak için seferber olduklarını belirterek, iki yıl içinde 18 tarihi ve kültürel varlıklardan oluşan cami medrese, hamam ve külliyelerin onarım ve restorasyonlarını yaptıklarını söyledi.
2008 yılında 10 cami, saray ve medresenin onarım için Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından proje kapsamına alındığını ifade eden Kılıçlar, "Bu yıl içinde bitirilmesi planlanan 300 yıllık kervansarayın restorasyon çalışması başladı. Aslına göre restore edilecek kervansarayı eski konumuna kapalı bir çarşı yapmak için ve turizme açmak için kolları sıvadık. Mardin'in tarihi yapılarını aslına göre korumak için başlattığımız restorasyon seferberliğimiz aralıksız sürmektedir." dedi. 2008 yılında turizm patlaması beklediklerini da kaydeden Kılıçlar, şunları söyledi: "Mardin'i şimdiden hazırlıyoruz. Buraya gelen turist yıkılmış tarihi harabeler değil, aslına göre restore edilmiş temiz yapılar görmek istiyor. Son yıllarda özelikle turizm alanında yaşanan gelişme hem esnafı hem de Mardin halkını sevindirdi. Huzur ve güvenin bir arada olması ekonominin canlanmasına vesile olacaktır. Şu anda otellerimizde turizm acenteleri Mardin için rezervasyon yaptırmak için birbirleri ile yarış halindeler. Otel ve konaklama sorununu çözmek için artık yatırımcılar Mardin'e yönelmeye başladı. Buda Mardin'in inanç ve kültür turizmini daha da artırmaktadır. Daha önce Mardin'e gelen turist sayısı binlerle ifade edilirken bugün artık yüz binlerle anılmaya başlandı. Mardin artık dünyaya açılan bir misafir penceresi konumuna geldi."
haberler.com, 28.01.2008
|
ANTİK SU YOLU TAHRİBİNE SORUŞTURMA
Ağustos 2007’de
Efes-Osmanlı Suyolu’nun bir bölümü Belediye Su
İşleri yetkilileri tarafından tahrip edilmişti. Konu hakkında
Aydın Anıtlar Bölge Koruma Kurulu’na suç duyurusunda
bulunan Yerel Tarihçi Şenol Eskin’e gönderilen resmi
yazıda; “antik suyolunu tahrip edenler hakkında
yasal soruşturma açılmasına kurulumuzca karar
verildi” deniliyor.
Bölge Koruma
Kurulu kararında ayrıca; “tahrip edilen kısımdaki
suyolunun rölöve, restitüsyon ve restorasyon
projelerinin hazırlanması, antik suyolu içinden
geçen su borusu hattının antik kanalın dışına
alınması”na da karar verilmiş durumda.
Değirmenderesi su
kaynağından Ahmet Pınarı- Göcek Kavağı hattına gelen
ana su şebekesinde var olan su patlağını bulmak için
Belediye Su İşlere görevlileri ağustos ve eylül 2007
tarihinde, 2000 yıllık tarihi suyolunu paramparça
etmişlerdi.
MS
200’lü yıllarda Değirmenderesi kaynağından Efes
antik kentine 43 km yol katederek giden antik
suyolunun Başkemer yakınlarındaki Tekşen ailesine
ait olan zeytinlik içindeki bölümü Belediye Su
İşleri ekipleri tarafından parçalanması üzerine,
Yerel Tarihçi Şenol Eskin, ekim 2007 tarihinde
“ilgili kişiler hakkında suç duyurusu”nda
bulunmuştu. Aydın (Anıtlar Kurulu) Kültür ve Tabiat
Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’na yapılan suç
duyurusu sonrası; 28 aralık 2007 tarihinde toplanan
Kurul; “tescilli antik
suyolunu tahrip edenler hakkında yasal soruşturma
açılması gerektiğine, yasal soruşturmanın başlangıç
ve sonucunun kurulumuza iletilmesine, tahrip edilen
kısımdaki suyolunun rölöve, restitüsyon ve
restorasyon projelerinin hazırlanmasına, antik
suyolu içinden geçen su borusu hattının, antik
kanalın dışına alınması için gerekli çalışmanın
yapılarak kurulumuza iletilmesi gerektiğine karar”
verdi.
Aydın Anıtlar
Kurulu’na bu olay için Kuşadası Belediyesi adına
katılan Fen İşleri görevlisi Müge Bayrak mevcut
karara “karşı oy” kullandı.
Toprak altında
bulunan antik tüneller içine 1945 ve 1964 suyolu
onarımları zamanında döşenmiş borulardaki su
patlağını Tekşen zeytinliği içinde ortaya çıkarmak
için, Belediye Su İşleri ekipleri büyük kepçelerle
parçalamışlardı. Boruların 70 cmx2 m çaplı tüneller
içinde bulunduğunu bilmelerine ve tünellere girerek
hattaki su kaçağını bulmaları olanaklı iken, bunu
yapmayarak büyük kepçelerle üstten yarma yapılması
sonucu 2000 yıllık antik tünelleri parçalanarak su
boruları onarılmıştı. 2007-ağustos ayı sonunda
gündeme gelen ve dünyaca bilinen tarihe karşı
uygulanan bu durum; eylül ayı içinde yaklaşık 15
gündür antik suyolu üzerinde bilimsel çalışmalar
yapan arkeologları da çileden çıkarmıştı.

Belediye Su İşleri
ekibi; kente gelen ana şebekedeki su kaçağını bulmak
için Tekşen zeytinliği içindeki antik suyolu
üzerinde üç noktada yarma yapmış; hat boyunca
yapılan kepçeli yarmalar sonunda, antik suyolunun
yaklaşık 80 metresi yok edilmişti.
2000 yıllık Değirmenderesi-Efes suyolu tarihçesi
MS
200’lü yıllarda Roma denetiminde bulunan Efes antik
kentinin nüfusu yaklaşık 250 000 kişidir. Dünyanın
üçüncü büyük kenti ve Asya’nın başkentidir. Kente su
yetmemektedir. O dönemde en güçlü su kaynağı
Değirmenderesi/Kenchiros suyudur. Yaklaşık 5 yıllık
bir çalışma ile, oldukça zor olan bir alandan 43
kilometrelik su yolunun yapımı gerçekleştirilir.
Hattın yaklaşık 35 km’si bugün Kuşadası ilçe
sınırları içindedir.
O dönemde dünyanın
en önemli su mühendisleri, toprak altı tünel
yapımcıları,su kemeri ustaları hattı parça parça
yaparlar. Bazıları tünelleri, bazıları su
kemerlerini ve bazıları da toprak yüzeyindeki su
kanallarını yaklaşık 5 yılda tamamlarlar. Antik
suyolu üzerinde en ünlü iki kemer Başkemer ve
Bahçecik Boğazı Kemeri’dir. Tepe ve vadileri aşarak
Efes’e götürülen su hattı; o koşullarda motor gücü
vb olmadığı için suyun akışkanlığına göre (cazibeye
göre) yapılmış ve bu anlamda oldukça kıvrımlı ve
uzun bir yol kat etmiştir. Bugün hala antik suyolu
üzerinde bilimsel çalışmalar sürdürülmekte ve hattın
her noktası yeniden araştırılmaktadır.
Efes antik suyolu
hattı Damlacık Deresi/Göçüklük noktasında kuzey
yönünde Kirazlı-Kuşadası Yolu’nu geçerek yoluna
devam eder.
Öküz Mehmet Paşa
zamanında yaklaşık (1605-1609) antik suyolunun
önemli bir bölümü kullanılarak Kuşadası’na su
getirilmiştir. Uzun yüzyıllar kullanılmayan su
hattı, Değirmenderesi kaynağından başlayarak
onarılmıştır.
Antik suyolu;
Damlacık/Göçüklük noktasından itibaren Kuşadası’na
doğru tamamen Osmanlı tarafından yapılmıştır.
Damlacık/ Göçüklük noktasından Göcekkavağı noktasına
getirilmiş ve oradan da şimdiki Küçük Sanayi’nin
bulunduğu alanı geçerek Meram Su Kemeri’ne
bağlanmıştır.
Meram Su
Kemeri’nden şimdiki SSK Hastanesi önü/ Kadınlar
Denizi Yolu’na gelen hat, eski Zeybek Otel
alanındaki “taksimat kuyusu”da ikiye bölünmüştür.
Hatlardan biri Kışla alanındaki (şimdiki 7 Eylül
İlköğretim Okulu noktası) su tüneline getirilmiş ve
buradan İkioluklu-Anıt Sokak-Menekşe Sokak-Dağ
Mahallesi kale duvarları-içi güzergahında
seyrederek, çevresine su vermiştir.
Hatlardan
ikincisi; SSK Hastanesi’nin bulunduğu “Subaşı
Tepesi”nin mezarlık yönüne doğru döşenmiş ve Subaşı
Tepesi’nin yamacından şimdiki Zafer Sokak-Barlar
Sokağı-Kale Kapısı-Barbaros Hayrettin Bulvarı
üzerinden Kale İçi Camisi haznesine gelmiştir. Bu su
deposu/ hazne, cami tuvaletlerinin yanında hala
durmaktadır. Bu hazneden; Kervansaray’a, resmi
yerlere ve Kale İçi Mahallesi sokaklarında bulunan
çeşmelere su verilmiştir.
1945’li yıllarda
kentte motopomp/motor gücü ile su getirilmesi
gündeme gelmiştir.Yüksek noktalara depolar
yapılmıştır. Suyu kente getirebilmek için en uygun
yolun antik su hattı olduğu kabul edilmiş ve aynı
suyoluna büz/künk döşenmiştir.
1964’de Belediye
Başkanı Şaban Alkış zamanında İller Bankası; büz/künk sisteminin artık dönemini doldurduğunu ve
asbestli borularla hattın tekrar döşenmesini ve bu
yolla hattaki su kaçaklarının aza indirileceğini
belirtir ve büyük bölümü yine antik hattın
kullanılması ile asbestli borular döşenir.
Antik tüneller içinde bugün hala büz ve asbest borular üstüste durmakta ve basınçlı su antik tünelleri mahvetmektedir. (“Tarihi Suyolu, Tarihi Çeşmeler ve Kuyular” adlı çalışmasından-Şenol ESKİN) Demokrat Gazetesi/Kuşadası.
Selçuk Bölge Haberleri, 28.01.2008
|
JANDARMADAN TARİHİ ESER OPERASYONU
Tekirdağ İl
Jandarma Komutanlığı Tekirdağ, Tokat ve Muş'da eş
zamanlı düzenlediği operasyonlarda aralarında 2
astsubay ve 1 polis memurunun da bulunduğu tarihi
suç şebekesini çökertti. Operasyonlarda toplam 17
kişi ifadelerinin ardından serbest bırakıldı.
Tekirdağ İl Jandarma Komutanlığı Tekirdağ'ın
Çerkezköy İlçesi, Veliköy ve Kızılpınar beldeleri
ile Tokat'ın Turhal İlçesi ile Muş'un Hasköy
İlçesinde Ali E. ve Yakup N. isimli kişilerin
önderliğindeki organize suç örgütüne yönelik
operasyon düzenledi. Tekirdağ, Tokat ve Muş ile
ilçelerinde düzenlenen eş zamanlı yapılan
operasyonlarda aralarında 2 astsubay, 1 polis
memurunun da bulunduğu toplam 17 kişiyi gözaltına
aldı. Zanlıların ev ve işyerinde yapılan aramalarda
1 adet kılıç, 1 adet tarihi eser taş, 3 adet ruhsatsız av tüfeği, 1 adet kuru sıkıdan
bozma tabanca, 2 adet 7.65 mm çapında fişek, 12 adet
kuru sıkı tabaca fişeği, 25 adet av tüfeği fişeği
ele geçirildi. Aranan şahılar arasında bulunan 3
kişinin ise 'nitelikli yağma suçundan' Tekirdağ
Kapalı Cezaevinde bulundukları belirlendi.
Şüpheliler arasından 5 kişi de kaçak kazı yaptıkları
sırada suçüstü yakalandı.
Tekirdağ İl Jandarma Komutanlığı tarafından
ifadeleri tamamlanan zanlılar Çerkezköy Sulh Ceza
Mahkemesi tarafından tutuksuz yargılanmak üzere
serbest bırakıldı.
haberler.com, 28.01.2008
|
FİRAVUN ŞEHRİNİN ACIMASIZ SIRLARI
Mısırlılar tarafından firavunlar için yapılan anıtlarda çalışan işçilerin ızdıraplı yaşamları arkeologlar tarafından gün ışığına çıkarılıyor.
Orta Mısır’da kazılan bir antik yerleşimde bulunan iskeletler birçok insanın daha yirmili yaşlarına gelmeden öldüklerini göstermekte. Amarna şehrindeki mezarlıkta bulunan birçok iskelette omurga bozuklukları ve yetersiz beslenmeden kaynaklanan kemik bozuklukları tesbit edildi.
Şehir, Tutankhamun’un babası Akhenaten tarafından 3500 yıl önce tanrı Aten için olağanüstü tapınakları, saray ve anıt mezarları ile birlikte inşa edilmişti. Eşi Nefertiti ile birlikte başşehir Thebes’i ve eski tanrılarla onların rahiplerini terkeden firavun, 320 km kuzeyde, Nil Nehri’nin kenarında yepyeni bir şehir kurmaya karar vermişti. 15 yılda inşa edilen ve 50.000 kişiyi barındıran şehir firavun Akhenaten’in ölümünden birkaç yıl sonra terk edilmişti.
Bir yüzyıldan daha uzun bir süre arkeologlar Amarna’nın ölülerini aradılar. Ama mezarlar ancak yakın bir zamanda tarafından seller tarafından aşınan toprağın altından açığa çıktı. İngiliz arkeologlar tarafından kazısı yapılan bu buluntular insanların, Firavun’un hayalini gerçekleştirmek için ne denli korkunç bir bedel ödediklerini gösteriyordu.
BBC Timewatch, Haber: John Hayes-Fisher, 25.01.2008
|

 |
KAHRAMANMARAŞ'TA 18 TARİHİ ESER ONARILACAK
Kahramanmaraş Valiliği, 2008’de 18 eski eserin
onarılması için çalışma başlattı. Kentteki Şıh,
Divanlı, Çığçığ ve Ceyhan Camileri ile Taş Medrese
2008’de restore edilecek.
Vakıflar Genel Müdürlüğü ve Adana Vakıflar Bölge
Müdürlüğü nezdinde Kahramanmaraş Valiliği'nin
öncülük ettiği girişimler sonucunda 5 adet eski
eserin restorasyonu ile 13 adet eski eserin
etüt-proje çalışmaları 2008 yılı içinde
tamamlanacak. Restorasyonu yapılacak eski eserler
Şıh, Divanlı, Çığçığ ve Ceyhan Camileri ile Taş
Medrese olarak belirlendi. Etüt-proje çalışmaları
2008 yılı içinde tamamlanacak eski eserler ise Nuh,
Bey, Evzaniye, Dede Mehmet, Şekerli, Devecili,
Kazancı, Duraklı, Haznedarlı, Çukuroba, Boğazkesen
ve Acemli Camileri ile Mağaralı Camii Minaresi
olarak programa alındı.
Kahramanmaraş Valisi M. Niyazi Tanılır, “Tarihi ve
kültür varlıklarımızdan olan eserlerin restorasyon
çalışmalarının tamamlanmasının, tarihi kültür
varlıklarımızın gelecek nesillere aktarılması,
turizmin gelişmesi ve Kahramanmaraş’ın tanıtımına
önemli katkı yapacağı değerlendirilmektedir” dedi.
Turizm Gazetesi, 28.01.2008
|
TARİHİ BİNALAR İÇİN 45 BİN YTL YARDIM
Kültür ve
Turizm Bakanlığı, tarihi binaların restorasyonu için
kurum ve kuruluşlara para yardımı yapıyor.
Kültür ve Tabiat Varlıkları Müzeler Genel
Müdürlüğü'nün son 2 yıldır yürüttüğü uygulama ile
tarihi binaların restorasyonuna maddi destek
sağlandığı, bunun için bütçe yardımı yapıldığı
bildirildi. Uygulamanın gerçek ve tüzel kişiliklere
ait binaları kapsadığını belirten, ıl Kültür ve
Turizm Müdürü Mustafa Çaltı, "Balıkesir'de 2007 yılı
içerisinde; projeler için 5 bin, restorasyon
çalışmalarına ise 40 bin YTL. yardım yaptık. Toplam
4 restorasyon çalışması ile 2007 yılına oranla 2008
yılı için 10 ayrı bireysel başvuru yapıldı" dedi.
Başvuruların ocak ayının sonunda sona ereceği
bildiren Çaltı, "Balıkesir gibi tarihi binaların çok
olduğu bir şehirden daha fazla başvuru geleceğini
düşünüyorduk. Ocak ayının sonuna kadar yapılan
başvuruları Bursa Kültür Varlıkları Bölge Müdürlüğü
inceleyecek. Uygun görülen projelere onay verilecek.
Biz ise, Balıkesir Kültür ve Turizm Müdürlüğü olarak
alınan restorasyon yardımlarını denetlemekle
yükümlüyüz" dedi.
Balıkesir il merkezinde faaliyet gösteren özel bir
şirket, Dumlupınar Mahallesi'nde tarihi bir konak
satın alarak Bakanlığın verdiği restorasyon
yardımından yararlandı. Yıllarca bakımsız kalan ve
içinde define arandığı için adeta talan edilen
tarihi konak, bugün son derece güzel bir görünüme
kavuştu. Bir süredir kendine yer arayan Balıkesir
Barosu, söz konusu konağa talip oldu ve yapılan
görüşmeler neticesinde toplam 290 bin YTL.'ye tarihi
konağı satın aldı. Baro Başkanı Muzaffer Mavuk,
"Böyle tarihi bir konağa sahip olmaktan son derece
mutluyuz. Konağın iç tefrişi de tamamlandıktan sonra
kendi binamıza taşınacağız. Baromuzun özel idare iş
hanındaki mevcut yerini de restoran ve kütüphanesi
olan sosyal tesis olarak kullanmayı düşünüyoruz"
dedi.
Haber Ekspres, 28.01.2008
|
SULUKULE'YE RESMEN VEDA
Sulukule'nin yerini 620
ev, bir otel, bir ticaret, kültür ve eğlence
tesisinin alacağı yenileme projesi, Kültür ve Tabiat
Varlıkları Yenileme Kurulu tarafından onaylandı.
Projede Romanların oranı yüzde 17. İstanbul
Büyükşehir ve Fatih belediyeleri ile TOKİ
işbirliğindeki projede 400 hak sahibiyle protokol
imzalandı. Uzlaşmaya yanaşmayan 220 hak sahibine ise
evleri için bir bedel ödenecek. Evler şu anki gibi
bitişik nizam iki, üç ve dört katlı olacak. Komşuluk
ilişkilerinin devamı için ortak kullanım alanları,
bahçeler yapılacak. Romanlara konservatuvar eğitimi
de verilecek.
Radikal, 28.01.2008
*****
SULUKULE BAŞTAN AŞAĞI
YENİLENİYOR, EVLERİN BOYU SURLARI GEÇMEYECEK

İstanbul Büyükşehir Belediyesi, Fatih Belediyesi ve
Toplu Konut İdaresi işbirliğiyle Fatih'te 'Sulukule'
olarak bilinen ve yenileme alanı ilan edilen Hatice
ve Neslişah Sultan mahallelerinde 620 ev ve bir otel
ile ticaret, kültür ve eğlence tesisini içeren
proje, Kültür ve Tabiat Varlıkları Yenileme Kurulu
tarafından onaylandı.
Projeye ilişkin bilgi veren
Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir, projenin 2
Kasım 2007 tarihinde Yenileme Kurulu'nda
onaylandığını belirterek, "Bu proje, Türkiye'de
Yenileme Kurulu tarafından onaylanan ilk yenileme
projesidir." dedi. Toplam 91 bin metrekare alanı
kapsayan, 10 sokak ve 3 caddeden oluşan proje
alanında 620 hak sahibi, 434 kiracı, 45 de dükkan
bulunduğunu belirten Demir, 2005 yılı Temmuz ayında
başlayan çalışma kapsamında projenin 11 kez revize
edilerek son halini aldığını söyledi. Demir,
yenileme alanı projesinin İstanbul Teknik
Üniversitesi (İTÜ) Mimarlık Fakültesi Peyzaj
Mimarlığı Bölümü Başkan Yardımcısı Yard. Doç.Dr.
Selim Velioğlu ile İTÜ Mimarlık Fakültesi Şehir ve
Bölge Planlaması Bölümü Öğretim Üyesi Yard. Doç.Dr.
Mehmet Ali Yüzer tarafından hazırlandığını
belirterek, "Orada oturan Roman vatandaşlarının
hayat tarzını devam ettirebilecekleri bir mimari
projeye dönüştürdük." dedi.
Yeni evlerin arkası bahçeli olacak
Demir, projeye göre yapılacak evlerin
yüksekliğinin surun yüksekliğini geçmeyeceğini
belirterek, evlerin mimari özellikleri ve projeye
ilişkin şu bilgileri verdi: "Sivil Osmanlı-Türk
mimari örneğini oluşturacak evler şu anda olduğu
gibi bitişik nizam 2, 3 ve 4 katlı olacak. Evlerin
dış cephesi taş ve ahşap kaplama olacak. Sokak
siluetleri korunacak. Komşuluk ilişkilerini devam
ettirebilecekleri ortak kullanım alanları,
eğlenebilecekleri, kültürel etkinlikleri
yapabilecekleri arka bahçeler olacak. Dolayısıyla
onların hayatlarını zorla değiştirecek, dönüştürecek
bir şey yok. Zorlama yok. Bununla birlikte alanda
bulunan cami, kilise, çeşme ve konutların da
bulunduğu 44 tescilli eser restore edilerek
korunacak. Proje alanında ayrıca bir kültür merkezi
ile bir butik otel yer alacak. Sulukule Ticaret
Kültür ve Eğlence Tesisi, 1.500 metrekare kapalı
alana sahip olacak ve burada Roman müziğinin yanı
sıra konservatuvar eğitimi verilecek bir mekan
olacak. Kültür merkezinin altında yapılacak 48
dükkandan 45'i hak sahiplerine verilecek. Toplam
1.515 metrekare alana sahip 2 katlı inşa edilecek
Kervansaray Oteli avlulu olacak. Üst kat otel, alt
katta restoran, kafeterya ve lobi bulunacak. Otelde,
burada yaşayanlar iş imkanı da bulabilecek. Proje
kapsamında ayrıca zemin altına 530 araç kapasiteli
otopark yapılacak."
Başkan Mustafa Demir, bugüne kadar 620 hak
sahibinden 400'üyle protokol imzaladıklarını, geriye
kalanlar için geçen hafta kanun gereği 15 gün
verilen uzlaşma süresinin de bittiğini belirterek,
"Kanun gereği bizimle uzlaşmayan 220 hane sahibi
artık bu projeden yararlanamayacak. Biz kendi değer
tespit komisyonumuzun onların mülkiyetleri için
belirlediği rayiç bedelin yüzde 20'sini bankada
kendi adlarına bloke ettiriyoruz. Ondan sonra
bizimle uzlaşmayanlar mahkemeye başvuracaklar.
Mahkeme ne kadar değer tespiti yaparsa, biz de onlar
da karara uyacağız." diye konuştu. Dairelerin
bedelinin aşağı yukarı 100-120 bin YTL olduğunu ve
sokak siluetlerine, ada yapılarına göre değişen 17
tip daire bulunduğunu belirten Demir, bu arada hak
sahiplerine de 400 YTL kira yardımı yapacaklarını
vurguladı. Demir, 434 kiracıya da TOKİ'nin
Taşoluk'ta yaptığı evlerden verildiğini sözlerine
ekledi.
Zaman, 29.01.2008
|
|
METRO SURLARIN ALTINDAN GEÇECEK
Yapımına 9 yıl önce başlanan İstanbul Metrosu'nun Taksim-Yenikapı geçişinin durmasına neden olan ve taşınması gündeme gelen 700 yıllık Ceneviz Surları, daha derinden yapılacak tünel ile aşılacak.
Proje ile ilgili Koruma Kurulu'nun onayı bekleniyor. İstanbul Metrosu'nun 2002 yılında da tamamlanması planlanan Taksim- Yenikapı geçişinin inşaatı, Haliç Köprüsü'nden sonra geçtiğimiz yıl da Galata'daki 700 yıllık Ceneviz Surları'na takıldı.
Surların önce taşınmasına karar verildi. Ancak taşıma işleminden, gelen tepkiler ve uzmanların taşınamaz şeklindeki görüşleri üzerine vazgeçildi.
Belediye geçtiğimiz aylarda belediye tarafından kurula sunulan yeni projede ise taşınma yerine, metro geçişinin bu noktada, surlara bir zarar vermeden daha derinden geçirilmesi önerildi.
Sabah, Haber: Hasan Erşan, 28.01.2008
|
PAMUKKALE'DEKİ İKİ ANTİK KENTE AÇIK HAVA DEPREM MÜZESİ
Pamukkale Üniversitesi, (PAÜ) İtalyanlarla işbirliği yaparak, Denizli’deki Hierapolis ve Laodikya Antik Kentleri’nin bulunduğu bölgede depremin yol açtığı yıkımın izlerini "Deprem Müzesi Parkı" ile gözler önüne serecek.
Antik Hierapolis Kenti’nde kazı çalışmalarını yürüten İtalyan Lecce Üniversitesi öğretim üyesi ve Kazı Heyeti Başkanı Prof.Dr. Francesco D’Andria’nın önerdiği Deprem Müzesi Parkı Projesi, Pamukkale Üniversitesi’nin de destek vermesiyle hız kazandı. Tarihte dokuz ve üzerindeki şiddetli depremlerle yerle bir olan Hierapolis Antik Kenti’ni açık hava deprem müzesine dönüştürecek projeyle ilgili ilk adım atıldı. PAÜ tarafından hazırlanan Deprem Müze Parkı Projesi, Çürüksu Vadisi’nde yer alan Hierapolis Antik Kenti ve çevresini kapsıyor.
Üç yıl içinde gerçekleştirilmesi beklenen proje, aynı zamanda jeolojik çalışmalar için de zemin oluşturacak. Antik kenti etkileyen depremler kayıt altına alınıp araştırılacak. Yaklaşık 400 bin YTL’ye mal olacak projeyle, tarihi yapılardaki çatlak aralıkları, fay hatlarındaki kırıklarda açılmalar, depremler sonucu yüzeye çıkan termal suyla oluşan travertenler, termal suyun fiziksel ve kimyasal değişimleri de araştırılacak.
Proje, PAÜ Rektör Yardımcısı Prof.Dr. Halil Kumsar ve İtalyan Kazı Heyeti Başkanı Prof.Dr. Francesco D’Andria tarafından yönetilecek. PAÜ Rektör Yardımcısı Kumsar, birçok ülkede oluşturulan Deprem Müzesi Parkı Projesi’nin bu bölgenin tarihsel gelişimini gelecek kuşaklara aktarma bakımından çok önemli olduğunu söyledi. Bölgenin hem araştırma alanı olacağını hem de ziyaretçileri ağırlayacağını belirten Kumsar, "Bu bölgeyi açık hava müzesi haline getirmemiz, antik şehrin nasıl yıkıldığını, fay kırıklarını, buharın nasıl çıktığını ve travertenlerin nasıl oluştuğunu insanlara gösterecek. Buraya gelenler, şimdiye kadar bilinmeyenlerin cevabını müzeyi gezerek alacak. Müze girişinde, Hierapolis ve çevresinin tarihsel gelişimi ile bugünkü durumunu aktaran bir sinevizyon sunumunu da amaçlıyoruz" dedi.
Hürriyet, Haber: Osman Nuri Boyacı, 28.01.2008
|
 |
İSTANBUL 2010 AVRUPA KÜLTÜR BAŞKENTİ İÇİN İLK ADIM:
GÖRÜNTÜYÜ BOZAN BİNALAR YIKILACAK
'Dört elementin
kenti' İstanbul'un Avrupa kültür başkenti olmasına 1
yıl 337 gün kaldı. Bir grup sivil toplum
gönüllüsünün bir araya gelerek 2000 yılında
başlattığı çalışmalar sonucunda, 2010 Avrupa Kültür
Başkenti ilan edilen İstanbul için geri sayım
başladı.

Kasım ayında TBMM'de kabul edilen İstanbul 2010
Avrupa Kültür Başkenti Ajansı kurulmasına dair
kanunla oluşturulan danışma kurulu, dün ilk
toplantısını İstanbul Ticaret Odası'nda yaptı.
Böylece 2010 çalışmaları resmen başlamış oldu.
Konuyla ilgili tüm kişi ve kurumlar, toplantıya tam
kadro halinde katıldı. Çalışmaların bir an önce
başlatılıp kararlılıkla yürütüleceğinin vurgulandığı
toplantıda, 2010 için atılacak ilk somut adımı
Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay açıkladı.
Açılış konuşmasını yapan Ertuğrul Günay, 2010
konusunda somut projelerin bir an önce hayata
geçirilmesi gerektiğini söyleyerek, mekansal
iyileştirme, sanatsal etkinliklerin takvimi ve
İstanbul'un entelektüel birikiminin ortaya konulması
gibi çalışmaların vakit geçirilmeden yapılması
gerektiğini söyledi. Tarihi mekanların
iyileştirilmesi konusunda somut projelerle bizzat
uğraşmak kararlılığında olduğunu ifade eden Günay,
birinci hedeflerinin Topkapı Sarayı ve Gülhane
Parkı'nı çevreleyen Suru Sultani'de iyileştirme
yapmak olduğunu söyledi. Tarihi mekanla bağdaşmayan
ve 'ur' gibi duran yapıları buradan çıkaracaklarını
söyleyen Günay, tarihi yapıların restorasyon
çalışmalarının da hızla devam edeceğini dile
getirdi.
Bu çerçevede 31 Ocak'ta Gülhane Parkı'nda
tescilli PTT binası dışındaki binaların tümü
yıkılıyor. Yine Gülhane Parkı içinde 9 yıl önce
ihalesi tamamlanmasına rağmen ilerleme
kaydedilemeyen Teşvikiye hastaneleri de bir an önce
yapılacak. Gülhane Parkı temizlendikten sonra
Topkapı Sarayı'nda teşhir edilemeyen padişah
arabaları ve diğer eserlerden bir bölümü burada
sergilenecek. 2010 yılı gelmeden başka birçok
projeyi de hayata geçirmeyi düşündüklerini söyleyen
Bakan Günay, "Rami'de bir kültür merkezi oluşturma
projesi bulunuyor. Ayazağa'da yapımı sürmekte olan
merkezin de en kısa sürede tamamlanarak bir kongre
merkezi olarak kentin turizm ve kültür hayatına
katılmasını bekliyoruz. Ayrıca Atatürk Kültür
Merkezi de bu yıl, sezon sonunda bakıma alınacak.
Böylece önümüze somut projeler koyarak, danışma
kurulu toplantılarının sadece güzel sözlerin
söylendiği toplantılar değil, herkesin ne yaptığını
ortaya koyduğu ve hesap sorduğu bir toplantıya
dönüşmesi gerekiyor." dedi.
Toplantıda konuşan Başbakan Yardımcısı ve
İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Koordinasyon
Kurulu Başkanı Hayati Yazıcı, İstanbul'un 2010
Avrupa Kültür Başkenti seçilmesinin, medeniyetlerin
buluşma noktası kabul edilen kenti, Avrupa'ya doğru
tanıtabilmemiz ve Avrupa halkları ile Türk halkı
arasında yeni iletişim kanalları oluşturulması
açısından büyük önem taşıdığını ifade etti.
Yüzyıllar boyunca farklı kültürlere ve dinlere ev
sahipliği yapan ve bu anlamda bir hoşgörü başkenti
haline gelen İstanbul'u medeniyetler ittifakının
sembol şehri olarak kabul ettiklerini dile getiren
Yazıcı, "Medeniyetler ittifakı misyonunu üstlenen
bir ülke olarak, bu sembol şehrimizi asaletine ve
zarafetine uygun projelerle 2010'a hazırlamalıyız."
dedi. 2010 İstanbul Avrupa Kültür Başkenti
projesinin başvuru çalışmalarından yasa çıkana dek
danışma kurulu başkanlığı görevini yürüten AKP
Genel Başkan Yardımcısı Egemen Bağış da Türkiye'nin,
her kesimiyle bu projeyi sahiplendiğini söyledi.
Bağış, İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Danışma
Kurulu Başkanı Hüsamettin Kavi'ye 2010 rozetini
takarak bir nevi devir-teslim gerçekleştirmiş oldu.
İstanbul 2010 Danışma Kurulu, dünkü toplantısında
sivil toplum kuruluşları temsilcileri arasından
seçilecek dört kişilik yürütme kurulu üyelerini
belirledi. Kurula, Prof.Dr. İskender Pala, Nuri M.
Çolakoğlu, Prof.Dr. Metin Sözen ve Gürhan Ertür
seçildi. Yürütme kurulunda Kültür ve Turizm
Bakanlığı'nı İl Kültür ve Turizm Müdürü Ahmet Emre
Bilgili, İstanbul Valiliği'ni Vali Yardımcısı Cumhur
Güven Taşbaşı, İstanbul Büyükşehir Belediyesi'ni
Genel Sekreter Yardımcısı Muammer Erol, İstanbul
Ticaret Odası'nı Şekib Avdagiç ve İstanbul Sanayi
Odası'nı Nuri Tuna temsil ediyor. Yasaya göre
yürütme kurulu başkanını Koordinasyon Kurulu Başkanı
ve Başbakan Yardımcısı Hayati Yazıcı
görevlendirecek.
Zaman, Haber: Ali Pektaş, 28.01.2008
|
|
'İNGİLTERE İMPARATORU'NUN ALTIN SİKKESİ
İngiltere’nin Derbyshire bölgesinde yaşayan bir
çiftçi tarafından MS 3. yüzyıla ait çok önemli iki
altın sikke bulundu. İsyancı Roma generali
Carausius, yılında idam edilmesinin emredilmesinin
ardından MS 286 yılında kendini “İngiltere
İmparatoru” ilan etmiş, 293 yılında ise “Maliye
Bakanı” Allectus tarafından organize edilen bir
darbe ile devrilmişti.
Bulunan ve bu “imparator”
tarafından basılan iki adet altın sikke British
Museum’a gönderildi. Sikkeleri bulan çiftçinin
kimliği ise, arkeologlar tarafından bölgede henüz
kazı yapılmadığı için gizli tutuluyor.
The Times, Haber: Dalya
Alberge, 24.01.2008
|
DEFİNE FACİASINA 5 YIL HAPİS İSTENİYOR
Define aramak için girdikleri su oyuğunda jeneratör dumanından zehirlenen 3 kişinin cesedini bulan Şaban K.`nin soruşturması tamamlandı.
Kayapa`da yaklaşık iki buçuk ay önce göletin üzerindeki su oyuğuna define aramak için giren Murat A. (30), Mustafa A. (30) ve Mehmet K. (45), çalıştırdıkları jeneratörün dumanından zehirlenerek olay yerinde hayatını kaybetti. Bir gün önce geceden bıraktığı üç kişiyi, olay günü otomobille almaya giden Şaban K. (27), içeriden ses gelmeyince durumu jandarmaya bildirdi. Olay yerine gelen jandarma cesetlere ulaşamayınca, durum Sivil Savunma Müdürlüğü`ne iletildi.
Ekiplerin saatler süren çalışmasıyla, 3 arkadaşın cesetleri su oyuğundan güçlükle çıkartıldı. Olaydan sonra jandarma tarafından gözaltına alınan ve olayla hiçbir ilgisinin olmadığını söyleyen Şaban K., sevk edildiği Adliye`de tutuklanarak cezaevine gönderildi.
Bu arada 3 kişinin ölümüyle ilgili savcılığın soruşturması sona erdi. Savcı cesetleri bulan Şaban K. hakkında, 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu`na muhalefet suçundan 5 yıla kadar hapis talebiyle dava açtı. 68 gündür tutuklu bulunan Şaban K. önümüzdeki günlerde 1. Asliye Ceza Mahkemesi`nde hakim karşısına çıkacak.
Bursa Olay, 28.01.2008
|
 |
TOPKAPI SARAYI'NDA SEVİCİ CARİYELER DE OLACAK MI?
Madem, AKP ile MHP türbanda uzlaştı... Yeğen
Karamanlis Anıtkabir defterini imzaladı... TÜSİAD
"Hükümetin önceliği ekonomi olmalı" uyarısında
bulundu...
Piyasalardaki 'genleşme'nin yol açtığı 'büzüşme'
kontrol altına alındı. O halde boş işlerden
konuşabiliriz!
Sayfanın sağında duran kavuklu kişi, 'dünyanın en
hızlı sol beki' Roberto Carlos... Üzerindeki çaput
da, ihtimal Kapalıçarşı'dan, 'çakma Osmanlı
kostümleri' satan bir dükkandan alınmış. Elin
Brezilyalısı ne bilsin. Lamborghini'si ile Reina'ya
gitmek dururken Topkapı Sarayı'nın 'Sultans Costums'
bölümünü gezecek; "Bre zındıklar, bu Fatih'inkine
benzemiyor!" diye gürleyecek hali yok ya... Giymiş
işte!
Hoş, bunda da bir tuhaflık yok! Sonunda o, "Bi de
simit alsana" tadında, yetenekli, sevimli bir
popüler kültür motifi... Ama bu 'Oryantalizm' denen
illet öyle acayip bir şey ki, bırakın Carlos'u koca
koca bilim adamlarının bile aklını çeliyor.
Mesela, kimlerden oluştuğu açıklanmayan ancak
'uzman' olduğu söylenen bir kurul, kafa kafaya verip
Topkapı Sarayı'ndaki korumaların yeniçeri kostümüyle
dolaşmasını kararlaştırıyor. Üstelik sadece
erkeklerin değil, kadınların da!
Ama asıl ilginç olan şu: Bu saçma projenin bir de
amacı var:
Turistlere Osmanlı kültürünü tanıtmak... Peki
nerede? Topkapı Sarayı'nda!!!
Aklıma takıldığı için soruyorum:
Zaten bilet alarak Topkapı Sarayı'na giren bir
turist, 80 bin metrekarelik koca sarayda Osmanlı'yı
anlatan bir şey bulamayacak da çakma yeniçeri
kostümlerine mi bakacak? Kubbealtı, Arz Odası,
Mecidiye Köşkü, Bağdat Köşkü, Osmanlı hakkında fikir
vermiyor mu? Oraları Osmanlı mimarları değil de,
Holzmeister, Egli falan mı yaptı?
O tuhaf kostümlerin içinde kımıldamak bile zorken,
korumalar görevlerini nasıl yapacak? Tablolara flaş
patlatan turistleri uyarmak için emekleyecekler mi?
Ve... Böyle önemli bir 'misyon'u üstlenen uzmanlar,
Osmanlı askeri teşkilatında kadın yeniçeri diye bir
şey olmadığının farkında değil mi?
Şimdi 'Ankara' bana yine kızacak ama... Çabuk
geçer diye söyleyeyim: Sarayda kadın kılığında
yeniçeri dolaştırmak, üstelik bunu bir kültür
projesi olarak sunmak Türkiye'nin kendi tarihine ne
kadar yabancılaştığını gösteren acıklı bir örnek.
'Ne tuhaf bir ülke burası, ne garip insanlar bunlar'
bakış açısının saray işi ibret vesikası!
Hoş, Türk aydının Oryantalizme olan bağlılığına,
'kendi kültürüne başka bir kültürmüş gibi bakma
hastalığı'na edebiyatta, resimde, müzikte alıştık.
Tarih yazımı da zaten çoktandır onlara teslim edildi
ama... Bu çarpıklığın, saraya kadar sızması over doz
oldu.
Şimdi, "Ne var canım bunda, Ankara'dan talimat alan
uzmanlarımız beceriksiz ama masumane bir saray şovu
yapmaya çalışmışlar" derseniz... Ben de size
sorarım: Aynı projenin ikinci aşaması ya Harem-i
Hümayun'u da kapsarsa?
Malum 19. yüzyılın Batılı Oryantalist ressamları
orayı 'lüks bir genelev' sanıyor ve havuz başında
şehvetten kıvranan sevici cariyelerin 24 saat
öpüştüğünü düşünüyorlardı. Üstelik Harem'i hiç
görmeden...
E, hadi onlar görmedi, ceplerine para atmak için de
uydurup uydurup çizdi. Peki bizim uzmanların derdi
ne?
Turizmdebusabah.com, Yazı: Mehmet Kenan Kaya,
27.01.2008
|

|
BİZANS DÖNEMİ İSTANBUL'UNU HAYAL EDİYOR
'byzantium1200.com' adlı internet sitesi, İstanbul'u 1200'lü yıllarda Bizans dönemindeki haliyle canlandırdı. Dönemin Bizans eserlerini üç boyutlu grafkiklerle çizen sitede İstanbul yine Bizans dönemindeki gibi 10 ayrı yönetim biçiminde gösteriliyor. Bizans dönemi eserlerini animasyonla sanal aleme taşıyan ilk ve tek site olan 'byzantium1200.com'da Ayasofya, Atik Mustafa Paşa Camii, Balabanağa Mescidi, Sekbanbaşı Mescidi, Hipodrom gibi tarihi yapılar, İstanbul'un Osmanlı tarafından fethedilmeden önceki görevleriyle gösteriliyor. Mimar Albrecht Berger, sitenin önsözünde Bizans eserlerinin nereye kaybolduğunun merak edilmesi tavsiyesinde bulunuyor.
Yeni Şafak, Haber: Gökhan Yılmaz, 27.01.2008
|
ERTUĞRUL FIRKATEYNİ ÇİN SUALTINDA BASIN TOPLANTISI
Japon gazeteciler, "Ertuğrul Firkateyni:
Japonya’da Bir Türk Gemisi Projesi" kapsamında
Ertuğrul’un sualtındaki kalıntılarına daldılar.
Yapı Kredi Emeklilik’ten yapılan yazılı açıklamaya
göre, Sualtı Arkeolojisi Enstitüsü ortaklığında,
Türkiye Sualtı Arkeolojisi Vakfı’nın (TINA)
desteğinde, ikinci yılına girilen projede,
Japonya’da ilk kez basın mensupları ekibin
çalışmalarını ve Ertuğrul’un tespit edilen
kalıntılarını su altında inceleme fırsatı buldu.
Japonya’da yayın yapan televizyon kanalı NHK ve
ülkenin yüksek tirajlı gazetelerinden olan Asahi
Shimbun’un da aralarında bulunduğu 13 gazete ve
televizyon muhabiri, enkazın bulunduğu alana dalış
yaparak ekibin çalışmalarını izledi.
Hürriyet, 27.01.2008
|
|
 |
BATMAN'DA 'MAĞARA' TARTIŞMASI
Kültür Bakanlığı Diyarbakır Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'nun aldığı karar ile "Tarihi eserlere zarar veriliyor" gerekçesiyle 13 mağara boşaltıldı.Hasankeyf Belediyesi zabıta ekipleri gözetiminde mağaralardan çıkarılan eşyaların araçlara bindirilmesi esnasında işyeri sahipleri ile görevliler arasında tartışma yaşandı.
Yıllardır bu mağaralardan ekmek yediklerini ve tek geçim kaynaklarının işyerlerine çevirdikleri mağaralar olduğunu belirten vatandaşlar, mağdur olduklarını söylediler.
Mağarada hediyelik eşya satışı yapan Sait Cihan isimli esnaf, 7 yıldan beri aynı mağarada çalışarak ekmek kazandığını ancak bu mağaralar 50 yıldan beri babaları ve dedeleri tarafından kullanıldığını belirterek, Kuruldan çıkan bu kararı doğru bulmadığını ve Hasankeyf insanını açlığa mahkum etme gibi bir karar olduğunu söyledi.
Ahmet Akdeniz isimli vatandaş ise Hasankeyf"in yıllardır Ilısu Barajı suları altında kalacak diye kendilerini oyaladıklarını belirterek, "İşyerlerimizi kapatmalarına bir anlam veremiyoruz,bu mağaralar boşaltıldığı esnada harabeye dönerler biz buraları işyeri olarak kullandığımızda en azından bakımlarını yapabiliyordu.Bu nasıl bir koruma kararıdır anlamıyoruz"dedi.
Mağaraları boşaltma esnasında işyeri sahipleri zabıta görevlilerine tepki gösterdiler.
Haber Diyarbakır, 26.01.2008
|
İLK YAĞLIBOYA RESİMLER AFGANİSTAN'DA YAPILMIŞ
Dünyanın ilk yağlıboya resimlerinin MS 650 civarında Afganistan'daki mağara duvarlarına yapıldığı belirlendi. Afganistan'daki Bamiyan Vadisi'nde araştırma yapan Avrupalı, ABD'li ve Japon bilim adamları, vadideki mağaraların duvarlarına yapılmış Budist figürleri inceledi. Mağara resimlerinden alınan 53 örneğin 19'unda kullanılan boyada yağ izine rastlandı.
Bu resimlerde kullanılan boyanın içinde reçine, bitkisel zamk, kurutulmuş yağ ve hayvani protein olduğu belirlendi. Araştırmacılardan Japon Yoko Taniguçi, "Yağlıboya resmin Avrupa'da icat edildiğini düşünen Avrupalı meslektaşlarım çok şaşırdı" dedi. Sanat tarihinin en eski yağlıboya resimlerinin bulunduğu Bamiyan Vadisi'ndeki dev Buda heykelleri, Taliban tarafından 2001 yılında yıkılmıştı.
Milliyet, 26.01.2008
|
 |
TARİHİ ESER KAÇAKÇILARI TUTUKLANDI
Osmaniye'nin
Kadirli ve Sumbas ilçelerinde düzenlenen iki ayrı
operasyonda 1100 gümüş sikke ve 38 bin 900 dolarla
birlikte yakalanan 5 kişi tutuklandı.
Kadirli İlçe Jandarma Bölük Komutanlığı
ekiplerinin, dün ilçeye bağlı Aydınlar Köyü ile
Sumbas İlçesi'ne bağlı Çiçeklidere Köyü'nde iki eve,
eş zamanlı düzenlediği operasyonda, tarihi değeri
olduğu bildirilen 1100 gümüş sikke ve 38 bin 900
dolar bulunmuş, olayla ilgili 5 kişi sorgularının
ardından adliyeye sevk edilmişti. 'Kültür ve Tabiat
Varlıklarını Koruma Kanunu''na muhalefetten nöbetçi
mahkemeye çıkarılan Kemal G. (56), İlyas A. (29),
Ebubekir K. (60), Ramazan D. (45), ve İhsan A. (55),
tutuklandı.
Zaman, 26.01.2008
|

|
DEVREKANİ ÇARŞI CAMİİ RESTORASYONU SÜRÜYOR
Devrekani Çarşı Camii restore çalışmaları devam ediyor. Devrekani Merkezdeki tarihi Çarşı Camii’nde (Hacı Hasan Muhittin Camii) bakım, onarım ve çevre düzenlemesi çalışmaları aralaksız olarak sürdürülüyor.
Kastamonu Vakıflar Bölge Müdürlüğü’nce ihaleye verilen cami götürü bedel ve anahtar teslimi onarımı olarak yüklenici firmaya verildi.
Yaklaşık 3,5 aydır devam eden çarşı camii restore çalışmaları önemli bir olumsuzluk olmaması durumunda 1-1,5 ay içinde tamamlanacak.
Merkez Çarşı Camii İmamı Hasan Osmancıoğlu, şu anda cami dışındaki imam odası, cemaat oturma salonunun bitirildiğini, çevre düzenlemesi ile tarihi caminin de en geç 1,5 ay içinde bitirilmesini beklediklerini söyledi.
Kastamonu Postası, 26.01.2008
|
KAPADOKYA'NIN SINASOS'U: MUSTAFAPAŞA
Kapadokya'nın
her köşesi sürprizlerle doludur. Bu hafta mimari
dokusunu en iyi koruyan yerleşimlerden birini
geziyoruz: Sinasos (Mustafapaşa). Kiliseleri,
manastırları, ayazmaları, medreseleri,
kervansarayları; her biri sanat eseri olan konakları
ve yardımsever insanlarıyla Sinasos'un dünyada bir
eşi daha yoktur. Sinasos, 1923 nüfus mübadelesine
kadar önemli bir Rum yerleşimiydi. Mübadeleden sonra
kasabaya köylülerin isteğiyle su getiren
Mustafa Paşa'nın adı verilmiş.
Yakın zamana kadar yalnızca turistlerin ziyaret
ettiği, Türklerin pek uğramadığı bir kasabaydı
Mustafapaşa. Özellikle 2002-2003 yılları arasında
çekilen Asmalı Konak dizisi kasabanın ülke çapında
tanınmasını sağladı. O günlerde benim de yolum Ürgüp
ve Sinasos'a düşmüştü. Kasaba Asmalı Konak'ın burada
çekilmiş olması nedeniyle ziyaretçi akınına uğruyor,
ancak gelenler yalnızca konağı gezip, gidiyordu.
Dizi sevgisi tam anlamıyla çılgınlığa dönmüştü.
Ürgüp Belediyesi dizinin anıtını dikerken,
vatandaşlar dizide oynayan bebeklerle bile resim
çektirmek için geceden sıraya giriyordu. Ürgüp'te
kaldığım otelin yanında çekimlerin yapıldığı konak
yer alıyordu, konağa bakan odalar manzaralı kabul
edildiği için iki kat daha pahalıya satılıyordu.
Gece yarısına kadar süren çekimleri çevredeki
tepelere, evlerin çatılarına doluşmuş insanlar
izliyor, kimisi para ödeyerek girdikleri sette
oyuncuların oturduğu koltuğu öpüyor, kapı
tokmaklarını yalıyordu. Ne diyeyim ki başka, Allah o
günleri bir daha göstermesin(!).
Kasabadaki konutlar, hem üstün işçilikleri, hem
de iklimle ve topografyayla uyumlarıyla dikkat
çekicidir. Mübadeleye kadar, 700 civarında taş
konağın bulunduğu bilinen kasabada 94 yapı tescil
edilmiş; 211 yapı da korumaya alınmış. İlk
dönemlerde Sinasoslular çevrede kayalara oydukları
evlerde yaşıyormuş. Daha sonra mağaraların
girişlerine odalar inşa etmişler ve ortaya karma
yapılar çıkmış. Araştırmacılar kasabada imar
faaliyetlerinin Tanzimat'tan sonra yoğunlaştığı ve
konutların çoğunun 1860-1920 arasında büyük paralar
harcayarak yapıldığını kabul ediyor. Konakların içi
de duvar resimleri ve tavan süslemeleriyle
bezenmiştir. Eskiden kasabanın beş mahallesinde
Rumlar oturuyormuş: Gavras, Yeni Mahalle, Kipos,
Kapalos ve Lulas. Kasabanın girişindeki Kapalos
Mahallesi en son ve yeni kurulan mahallesiymiş. En
güzel evler buradaymış, duvarlarla çevrili bahçeleri
varmış.
Kasabadaki tarihi bölgede betonlaşmaya izin
verilmiyor, evler eskiden olduğu gibi kesme taş ve
ahşaptan yapılıyor. Kasabanın büyük ölçüde SİT alanı
olması nedeniyle Anıtlar Kurulu'ndan izin alınmadan
tek bir çivi bile çakılamıyor, bu yüzden sürekli göç
veriyor. Bir çok tarihi ev restore edileceği günü
bekliyor. Restore edilmiş ondan fazla konak ise
turistik işletme olarak kullanılıyor.
Küçük Asya'nın
Atina'sı
Sinasos'u diğer Rum yerleşimlerinden farklı
kılan olgu, Kapadokya Rumlarının anadilinin
genellikle Türkçe olmasına karşın, Sinasos
Rumlarının ana dillerinin Rumca olmasıydı. Bu
Sinasos'u kültürel olarak öne çıkarıyordu. Kasabanın
zenginliği ise gurbetçilerden kaynaklanıyordu.
Eskiden kasabanın Rum erkeklerinin çoğu gurbete
çıkar ve genelde yılın 8-10 ayını İstanbul'da
geçirirlermiş. İstanbul'da 13. yüzyıldan beri
havyar ticareti yaparak zengin olmuş Sinasoslu
tüccarlar memleketlerine görkemli konaklar inşa
ettirdikleri gibi, kasabanın kalkınması için büyük
paralar harcamışlar.
Özellikle eğitime büyük önem vermişler.
Kapadokya'nın en ünlü Rum okulunu da 1821 yılında
Sinasos'ta inşa etmişler. Başka kentlerden bile
öğrencilerin okumaya geldiği bu okulda eski Yunanca,
Türkçe, Fransızca, matematik, din, tarih, müzik ve
resim gibi dersler veriliyormuş. Okula yurtdışından
öğretmenler getirtilmiş. Bugün konakların
duvarlarında görülen resimler, bu sanatçılar
tarafından yapılmış. Rumlar gerek maddi zenginliği,
gerekse de kültürel anlamda gelişmişliği yüzünden
kasabayı Küçük Asya'nın Atina'sı olarak
nitelendiriyormuş.
Anadolu'nun
göbeğindeki Makedonya
1908 yılında kasabada 600 Rum ve 150 Türk aile
yaşıyormuş. Yüzlerce yıl birlikte ve barış içinde
yaşayan Türklerle Rumlar, 1924'de birbirlerinden
gözyaşları içinde ayrılmışlar. Giden Rumların yerine
Yunanistan'ın Kastorya kentinin Jerveni köyünden
mübadiller yerleştirilmiş. Mübadiller geldikleri
yerlerin havasını Anadolu'nun içlerine taşımış. Bunu
bugün bile hissetmek olanaklı. Kasabanın yarısını
oluşturan mübadiller Makedonca konuşmayı hala
sürdürüyor; yemeklerini, müziklerini ve
geleneklerini de yaşatıyor.
Kasaba ve çevresinde Bizans dönemine tarihle-nen
kilise ve manastırlarla, yakın dönemde inşa edilmiş
Rum kiliselerini bir arada görmek olanaklıdır. 20.yy
başında Rumların köyde, 2 büyük kilisesi, 30
civarında da kayaya oyulmuş kilisesi varmış.
Bunların en görkemlisi ve sağlamı kasabanın
merkezindeki Hagios Konstantinos ve Hagia Eleni
Kilisesi'dir. Kilisenin giriş kapısının üstündeki
yazıtta 1729 yılında inşa edildiği, 1850 yılında da
onarıldığı anlatılır. 1895 yılında fresklerle
bezenen kiliseye bir çan kulesi eklenmiştir. Ancak
resimleri zaman içinde yok olmuştur. Düzgün kesme
taştan inşa edilmiş kilise bazilikal planlıdır.
Kasabanın bir diğer büyük kilisesi Yeni Mahalledeki
Taksiyarhis'miş. Bu kilise zaman içinde yıkılarak,
yok olmuştur.
Manastır Vadisi
Kasabanın çevresindeki vadilerde kayalara
oyulmuş bir çok kilise ve manastır bulunmaktadır.
Bunlardan en önemlisi Manastır Vadisi'ndeki Hagios
Nikolaos Manastırı'dır. Kasabaya 1 kilometre
uzaklıktaki manastırın büyük olasılıkla 8. ya da
9.yy'da inşa edildiği sanılır. Manastırın mübadeleye
kadar kullanıldığı bilinir. Manastırın kilisesi
büyük bir kaya konisinin içine oyulmuş haç planlı
bir yapıdır.
Kilisenin içi, definecilerce kazıldığı için yer
yer çökmüş ve mekanlar birbirine karışmıştır.
Avlusunda mezar taşları ve cilt hastalıklarına iyi
geldiği kabul edilen bir ayazma (su kaynağı) vardır.
Buradaki ağaçlara evde kalmış kızlar ya da çocuğu
olmayan kadınlar kumaş bağlayarak adak adarlarmış.
Bu geleneğin günümüzde de sürdüğü görülmektedir,
zira ağaçların üstü çaputlarla doludur. Bu
manastırın 100 m. kadar güneyinde kayalara oyulmuş
bir başka şapel bulunmaktadır. Hagios Ioannes
Prodromos'a (Vaftizci Yahya Peygambere) adanmış
şapelin önündeki suyun sıtma hastalarına şifa
verdiği kabul edilir.
Hagios Nikolaos Manastırı'ndan sağa doğru 500
metre kadar gidildiğinde de Sinasos Kilisesi'ne
ulaşılır. Kayalara oyulmuş bu kilisenin 19.yy'da
yeniden resimlendiği sanılır. Manastıra giden yolun
üzerinde kayalara oyulmuş birkaç şapel daha
bulunmaktadır.
Mustafapaşa'nın kuzeybatısındaki Gömede
Vadisi'nde de Hagios Basileos Rum Kilisesi vardır.
Burası Kapadokya'da 20.yy başına kadar resimlendiği
bilinen tek kaya kilisesidir. Kilisenin içine
merdivenlerle inilir. Zemin kattaki kilise, bir sıra
sütunla birbirinden ayrılan iki bölümden
oluşmaktadır. Kilisenin tavanında da Pantokrator
İsa, diğer duvarlarında da madalyon içine alınmış
aziz ve havari resimleri vardır. Kapısı kilitli
tutulan kilisenin anahtarları Mustafapaşa'daki
turizm bürosundadır. Bu kiliseyi ve kasabadaki diğer
kiliseleri gezebilmek için bürodaki görevliyi bulmak
gerekir.
Kasabanın en eski camisi ise 1601 yılında yapılan
Merkez Camii'dir. (Cami-i Kebir) Sipahi Cami (1834)
ve Şeyh Ali Camisi de (1802) kasabadaki diğer tarihi
camilerdir. 1982 yılında onarılan Mehmet Şakir Paşa
Medresesi ise yakın zamana kadar ticaret merkezi
olarak kullanılıyordu. Mustafapaşa Belediyesi, kendi
mülkiyetindeki medreseyi ve eski Rum konaklarından
birini 25 yıllığına özel bir vakfın kurduğu
Kapadokya Meslek Yüksekokulu'na tahsis etti.
Şimdi bu küçük kasabada bir üniversite bile var.
Medresenin bitişiğindeki kervansaray ise günümüzde
bir halı atölyesi ve satış mağazası olarak hizmet
veriyor.
Birgün, Haber: Ersoy Soydan, 26.01.2008
|
ÇİN'DE 100.000 YILLIK İNSAN KAFATASI

Çin devlet basın organları 80.000 ile 100.000 yıl öncesine ait, hemen hemen
eksiksiz bir insan kafatası bulunduğunu açıkladı. China Daily’nin
haberine göre, kafatası Henan Bölgesi’nde,
Xuchang’da, iki yıl süren kazıların ardından geçen
ay 16 parça olarak ele geçti. Raporda yazıldığına
göre kemikler, yüksek kalsiyum içeriğine sahip bir
kaynağın hemen yanında bulunması dolayısıyla, fosil
haldeler.
The People's Daily Gazetesi
ise, Afrika dışında 100.000 yılı geçkin çok az insan
fosilinin bulunmuş olması dolayısıyla, bu buluntunun
Doğu Asya’da insan varlığının doğrudan ispatı
sayılabileceğini vurgulamakta.
China Daily, göz yuvalarının
üstündeki kemik çıkıntıları ve küçük alnı ile, bu
kafatasının “Geçtiğimiz yüzyılda bulunan Pekin
İnsanı ve Beijing Üst Mağara İnsanı’ndan bu yana
yapılmış en önemli keşif olduğunu” yazmakta.
Öte yandan AFP'e konuşan birçok
diğer uzman ise keşfin öneminin fazla abartıldığını
düşünüyorlar. Çin Bilimler Akademisi’nden profesör
Wu Xinzhi “Bu buluntu, şu ana dek sadece Henan
Bölgesi’nde 80.000 ila 100.000 yıl önce insan
varlığı olduğunu belirtmekte” demekte.
Kafatası dışında, kazı yapılan
260 metrekarelik alanda 30.000 hayvan fosili ile taş
ve kemik aletler bulundu. Çin’de bugüne dek bulunan
en eski insan kalıntısı 1965 yılında Yunnan’ın
güneybatısında ele geçen 1.7 milyon yıllık fosildi.
AFP, 23.01.2008
|
20 - 26 Ocak 2008
|
AH İSTANBUL, İSTANBUL OLALI, HİÇ GÖRMEDİ BÖYLE KEDER...*
İSTANBUL'UN UNESCO SINAVI
"Dünya Kültür Mirası"
listesinden çıkarılma tehlikesiyle karşı karşıya
kalan İstanbul'da inceleme yapacak olan UNESCO
heyeti, birçok önemli projeyi gözden geçirecek.
İstanbul'daki sit alanlarının yönetimi, Süleymaniye
ve Sultanahmet'teki uygulamaları araştıracak heyetin
gündeminde, Marmaray, Dubai Tower ve 3. köprü
projeleri de bulunuyor.
Yaklaşık 20 gün sonra İstanbul'a gelerek Dünya
Kültür Mirası listesinde bulunan kentte çalışma
yapacak olan UNESCO Dünya Miras Komitesi heyeti,
yola çıkmadan önce incelemek istedikleri bölge ve
projeleri yetkililere yazıyla bildirdi.
10 Şubat'ta İstanbul'da olması beklenen 3 kişilik
heyet, 5 gün boyunca kentte kalacak ve İstanbul'un
miras listesindeki durumunu belirleyecek alanlardaki
çalışmaları yerinde inceleyecek. Bu ziyaretin
sonucuna göre tarihi kent, "Tehlike Altındaki Dünya
Mirası Listesi"ne düşme riskiyle karşı karşıya
kalabilecek.
Kritik ziyarette UNESCO heyetinin, İstanbul Kültür
Mirası İzleme Komitesi'nden ilk olarak sit
alanlarının kullanımıyla ilgili olarak hazırlanan
"Alan Yönetim Planı"nı isteyeceği öğrenildi. Komite
üyesi bilim adamlarının basın toplantısı yaparak
kamuoyuna açıklanmasını talep ettikleri planın
Büyükşehir Belediyesi'nce hazırlandığına dikkat
çeken bir Komite üyesi, heyetin ikinci durağının
Süleymaniye bölgesi olduğunu bildirdi.
UNESCO heyetinin İstanbul'a ulaşan inceleme
listesinde Süleymaniye'nin ardından Sultanahmet'teki
arkeolojik kalıntılar üzerinde Four Seasons
tarafından yapılan ek otel binası projesinin olduğu
öğrenildi.
Heyet daha sonra Marmaray, Haliç Köprüsü,
Galataport, Haydarpaşa, Dubai Tower ve 3. köprü
projeleriyle ilgili olarak bilgi alacak.
Milliyet, Haber: Gürkan Akgüneş, 21.01.2008
*****
BELEDİYE'DEN UNESCO'YA: HAZIR DEĞİLİZ, GELMEYİN.
"Dünya Kültür Mirası" listesinden çıkarılma
tehlikesiyle karşı karşıya olan İstanbul'da inceleme
yapmak için şubat ayında gelmesi beklenen Birleşmiş
Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü (UNESCO)
heyetinin geliş tarihi krize neden oldu. UNESCO
heyeti, şubat ayında geleceklerini bildirdi ancak
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş,
"hazır değiliz" diyerek, erteleme istedi.
Şubat ayında kente gelmeyi planlayan heyete
İstanbul Kültür Mirası İzleme Komitesi'nce
gönderilen davet mektubunda nisan ayı için tarih
verildi. Bu tarih, İzleme Komitesi ile Büyükşehir
Belediyesi yetkililerinin UNESCO ziyaretine ilişkin
geçen salı günü yaptıkları toplantıda belirlendi.
Topbaş'ın heyetle görüşmek istemesi ve hazırlıkların
nisan ayı sonunda bitirileceği dikkate alınarak, bu
tarih belirlendi. Ancak, UNESCO'dan önceki gün gelen
mailde, heyetin şubat ayında geleceği bildirildi.
İki tarafın planladıkları ziyaret tarihinde bu
nedenle yaklaşık iki aylık bir fark oluştu.
Başkan Topbaş, dün konuyla ilgili sorular üzerine şu
açıklamayı yaptı:
"Sayın Valimizle görüştük, hazırlıklarımızın
ancak nisan sonu veya mayıs başı gibi biteceği,
görüşmenin de ancak bu hazırlıkların
tamamlanmasından sonra mümkün olabileceği kararına
vardık. Çünkü İstanbulda yaptığımız hazırlıklar
önemli. Karşı yazıyla bunu bildirdik. Çünkü şubata
bir hafta var. Bu bir hafta içinde bizim başka
programlarımız var."
UNESCO'ya tavır koymak, heyeti istememek, reddetmek
bir anlayışlarının kesinlikle olmadığını, bunların
uluslararası ilişkiler için çok hoş şeyler
olmadığını belirten Topbaş, "İstanbul'un tarihi
miras dışı bırakılacağını, bir mimar olarak
zannetmiyorum" dedi.
Milliyet, Haber: Gürkan Akgüneş, 24.01.2008
*****
"İSTANBUL, TARTIŞMASIZ ÖNEMLİ KÜLTÜR MİRASI"
Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay; İstanbul’un,
birilerinin takdir hakkına bağlı olmayacak kadar
dünya kültür mirasının çok önemli bir unsuru
olduğunu ifade etti. “2008 Frankfurt Kitap Fuarı
Konuk Ülke Türkiye Projesi” çalışmaları toplantısı
sonrasında açıklamalarda bulunan Günay şunları
söyledi: “İstanbul’un Dünya Kültür Mirası’ndan
çıkarılması söz konusu olursa dünyada neresi kültür
mirası olur, çok merak ediyorum. İstanbul’un merkezi
yöneticileri, yerel yöneticileri olarak ve
İstanbul’dan sorumlu olan herkes bu konudaki
duyarlılığı gösteriyorlar. UNESCO’nun gösterdiği
dikkatten fazlasını biz göstermezsek; İstanbul’a
karşı haksızlık yapmış oluruz.”
Türkiye Gazetesi, 24.01.2008
* Ah İstanbul,
Söz/Müzik: Sezen Aksu
|
TÜRKİYE'DEN KAÇIRILAN ESERLER KRİZ NEDENİ
Fransa'da 'Türk Yılı' ilan edilmesi nedeniyle iki ülke arasında yapılacak etkinlikler diplomatik krize dönüştü. Bazı eserlerin Türkiye'de sergilenmesi için mutabakat sağlanınca Fransa, eserlerin sorunsuz ve eksiksiz biçimde iadesi için garanti talep eden yazısını, daha önce yapılanın aksine Dışişleri'ne değil, Kültür ve Turizm Bakanlığı'na yazdı. Kültür ve Turizm Bakanlığı ise, Türkiye'den kaçırılan eserlerin listesinin ellerinde bulunduğunu, liste kontrolünün yapılacağını bildirdi. Dışişleri Bakanlığı ise, Kültür ve Turizm Bakanlığı'na müracaat ederek, bakanlığın bu konuda esnek davranmasını istedi. Dışişleri Bakanlığı'nın Kültür ve Turizm Bakanlığı'na, bu yılın Fransa'da Türk Yılı ilan edildiğini hatırlatarak, özellikle bu yıl içinde Fransa ile sorun yaşanmamasının Türkiye açısından önemli olduğuna dikkat çekti. Dışişleri Bakanlığı'nın bu talebine ise Bakanlığın pek sıcak bakmadığı belirtildi. Geçen hafta Bakanlık birim amirleri toplantısında dile getirilen sorun hakkında Kültür Bakanlığı'nın Fransa'ya yazdığı cevabi yazının arkasında duracağına vurgu yapıldığı öğrenildi. Fransa'dan Türkiye'de sergilenmek üzere getirilecek eserler arasında Türkiye'den kaçırılan eserler varsa, liste kontrolü yapılacak ve bu eserlerin Türkiye'ye iadesi için ne yapılması gerekiyorsa yapılacak.
Yeni Şafak, Haber: Ali Sali, 26.01.2008
|
 |
|
AYASOFYA'DA SEBİL SALEP
İstanbul İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü, sebil geleneğini yaşatmak amacıyla vatandaşlara, Ayasofya Müzesi avlusundaki tarihi sebilden salep ikramına başladı.
Törende konuşan İl Kültür ve Turizm Müdürü Ahmet Emre Bilgili, I. Mahmud'un yaptırdığı sebilden kültüre uygun olarak yazın sıcak günlerinde su ikram edildiğini söyledi. Bilgili, geleneği sürdürmek için 10 gün salep ikram edileceğini belirtti.
Milliyet, Haber: Osman Kara, 26.01.2008
|
KAZILARDA OSMANLI
PİPOLARI BULUNDU
Macaristan'ın
Hodmezövasarhely bölgesinde yapılan bir kazıda,
17'nci yüzyıla ait çok iyi durumda Türk pipo ve
ağızlıkları bulundu. Şehir spor salonunun inşaatı
için yapılan kazılarda ortaya çıkan kalıntılar
hakkında açıklama yapan Janos Tornyai Müzesi'nin
yetkilisi, Osmanlı dönemine ait eserlerin gelecek
yıl sergileneceğini söyledi.
Milliyet, 26.01.2008
|
ALLIANOI'YE VEDA YOLCULUĞU
Atlas Dergisi’yle Doğa Derneği’nin daha önce Hasankeyf ve Kaz Dağları’na düzenlediği "sadakat yolculuğu"nun üçüncüsü olan "son Allianoi yolculuğu" 3 Şubat 2008 tarihinde yapılacak. Doğa Derneği Yerel Teşkilatlanma Koordinatörü Nuri Özbağdatlı, Bergama’daki Yortanlı Barajı’nda su tutulmasının an meselesi olduğunu ifade ederek, "Hasankeyf ve Kaz Dağları’nın ardından bu geziyi düzenlememizdeki amaç, antik kentin su altında kalmasına tepki gösterecek bir mecranın oluşmasını sağlamak" dedi.
Allianoi Kazı Heyeti Başkanı Yrd.Doç.Dr. Ahmet Yaraş ise, "DSİ antik kentte rölöve çalışması yaptırıyor. Bu tamamlandıktan sonra bizim büyük emeklerle kazıp ortaya çıkarttığımız yerleri küreklerle dolduracaklar. Esas kıyamet o zaman kopacak, çünkü her yeri kürekle doldurmalarının imkanı yok kepçe kullanacaklar ve her yer tahrip olacak" diye konuştu. Allianoi, dünyanın en tanınmış arkeoloji ve tarih uzmanlarınca benzersiz değerde bir tarihi miras olarak niteleriyor.
Hürriyet, Haber: Turan Gültekin, 26.01.2008
|
 |
|
ÇAR'IN 90 YILLIK SIRRI DNA TESTİYLE ÇÖZÜLDÜ
Rusya'da Bolşevik İhtilali'nin ardından tahttan indirilerek infaz edilen Çar ailesinin 'kayıp' çocuklarıyla ilgili 90 yıllık sır, yapılan DNA testleriyle çözüldü. Rusya'nın son Çarı 2. Nikolay, Sen Petersburg'daki ayaklanmanın ardından 1917'de tahttan çekilmişti. İhtilalden sonra Nisan 1918'de Urallar'daki Ekaterinburg'a götürülen Nikolay ve ailesi, yerel yetkililerin kararıyla, 16/17 Temmuz gecesi aile üyeleriyle birlikte evin bodrumunda öldürüldü. Cesetleri terkedilmiş bir maden ocağına gömüldü. Ancak kalıntıların bulunduğu alanda, veliaht prens Aleksey ve kızkardeşi Prenses Maria'a ait iz bulunamaması, infazdan kurtuldukları yönünde spekülasyonlara yol açmıştı.
Amatör Rus arkeologlar tarafından, Çar ailesine ait kalıntıların bulunduğu maden ocağının yakınında geçen yıl yapılan kazılarda bazı kemiklere ulaşılması, kayıp çocukların yıllardır sır olan akıbetlerine ilişkin önemli bir ipucu oluşturdu. İngiliz Daily Mail gazetesine bilgi veren Rus adli tıp uzmanları, kemikler üzerinde yapılan DNA testlerinin, bunların Çarın kayıp oğlu ve kızına ait olduğunu gösterdiğini söyledi.
Yeni Şafak, 25.01.2008
|
İSTANBUL ARAŞTIRMALARI ENSTİTÜSÜ ARKA ODA TOPLANTILARI
İstanbul Araştırmaları Enstitüsü, tarihin gizemli labirentlerinde dolaşmak, gözden kaçmış küçük ayrıntıları keşfetmek ve farklı bakış açılarıyla tanışmak isteyenler için, “Arka Oda Toplantıları” başlığı altında bir dizi sözel etkinlik düzenliyor.
Bu toplantıların ana amacı, farklı toplumsal bilimleri temsil eden uzmanların, her ay belli bir konu etrafinda düşünce alışverişinde bulunacakları, tartışacakları bir kültür çevresi oluşturmak.
“Arka Oda Toplantıları”, mimariden sanata, edebiyattan gündelik hayata uzanan İstanbul kimliğine farklı merceklerden bakabilmek için, araştırmacılara, bilim adamlarına ve yaşadığı kenti daha yakından tanımak isteyenlere ortaklaşa inşa edecekleri bir düşünce mekanı sunuyor.
31 Ocak 2008, Cengiz Can, Geç Dönem Osmanlı Mimarisinde Uygulanmamış Projeler: Fossati ve Mongeri Örnekleri
28 Şubat 2008, Aygül Ağır, İstanbul'da Venedikliler
27 Mart 2008, Deniz Mazlum, 1766 İstanbul Depremi ve Yapılarda Bıraktığı İzler
30 Nisan 2008, Tarkan Okçuoğlu, Batılılaşma Dönemi Osmanlı Duvar Resimlerinde İstanbul Tasvirleri
29 Mayıs 2008, Feridun Özgümüş, Tarihi Yarımada'da Yeni Bizans Buluntuları
5 Haziran 2008, Süheyla Yenidünya, Avrupa'nın Eşiğinde Bir Osmanlı Bürokratı: Halet Efendi'nin Paris İzlenimleri
Toplantılar belirlenen tarihlerde 18:30'da İstanbul Araştırmaları Enstitüsü merkezinde gerçekleştirilecek.
TAYHaber, 25.01.2008
|
KAPALIÇARŞI KAPALI KUTU
Kapalıçarşı'nın 500 yıllık tarihi kitap oldu. Bakan Günay, Orhan Veli'nin "Kapalıçarşı kapalı kutu" şiirini hatırlatıp "Bu kutunun kapağını açma zamanı geldi" diye konuştu.
Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, Kapalıçarşı'nın 500 yıllık tarihinin içindekilerle birlikte anlatıldığı "Kapalıçarşı" isimli kitabın Kapalıçarşı Şark Kahvesi'nde dün yapılan tanıtım toplantısına katıldı. Bakan Günay, Orhan Veli'nin "Kapalıçarşı kapalı kutu" dizeleri ile biten şiirini hatırlatarak şunları söyledi: "İnanıyorum ki Kapalıçarşı kapalı kutu oldukça ilgi çekicidir, güzeldir, hoştur, ama aynı zamanda biz Kapalıçarşı'yı Eminönü'nün, tarihi kent merkezinin ve İstanbul'un dünyaya açılan yeni perdesi, sahnesi haline getirmeliyiz. Burayı kapalı kutu olmaktan bir ölçüde çıkarmalıyız. Ve artık İstanbul'un kültürünün, turizm değerinin çok önemli hazinelerinden birisi olarak bu sandığın kapağını açmalıyız. Ve bütün dünya buradaki güzelliği görmeli.''
Kapalıçarşı'yı gezip tadilat yapılacak bölümlerle ilgili bilgi alan Günay, çarşıyı kurtaracak projeyi de hayata geçireceklerini dile getirdi. Kitabın yazarlarından Prof.Dr. Kenan Mortan ise "Kitabı hazırlarken Ermeni, Yahudi, Süryani insanları tekrar bulduk. Bu kompozisyonun bozulmadığını gördük. Dolayısıyla 2010 yılına hazırlanan İstanbul'da çok özel butiklerden biri bu. Yaşayan insan olgusu var burada"dedi.
UNESCO'nun İstanbul'da yapacağı incemelerle ilgili krize de değinen Günay "Zaten UNESCO'nun gelişi Şubat değil Nisan gibi görünüyordu. Her konuyu oturup konuşmaya hazırız. Onlar bizi zorlamasa bile biz hangi konularda kendimizi zorlamalıyız bunun farkındayız. UNESCO'dan gelenlerle ortak bir noktada anlaşacağız. Yaptığımız tüm yenileşme çalışmaları UNESCO'nun kriterlerine uygundur. Geçtiğimiz yıllarda İstanbul'un değerini bilmeyenler olmuşsa onlar adına insanlıktan özür diliyorum" diye konuştu.
Sabah, Haber: Ercan Sarıkaya, 25.01.2008
|
 |
MİMAR KEMALEDDİN:
TARİHİN DÖNÜM NOKTALARINDA BİR MİMAR

Mimarlar Odası'nın
"Türkiye'nin mimarlık kültürüne katkıda bulunmuş ve
bugün hayatta olmayan mimar(lar)ın anısını yaşatmak
üzere" düzenlediği Anma Programı kapsamında Mimar
Kemaleddin Bey (1870-1927) çeşitli etkinliklerle
anıldı. Türk mimarlığının en etkili isimlerinden
olan Mimar Kemaleddin Bey, bugün hâlâ ayakta olan
pek çok önemli yapının mimarı.
Mimarlar Odası, 1988 yılından itibaren Mimar Sinan
anısına, her iki yılda bir Ulusal Mimarlık Sergisi
ve Ödülleri'ni gerçekleştiriyor. 2006 yılında, X.
Dönem'in özel bir dönem olması nedeniyle,
Türkiye'nin mimarlık kültürüne katkıda bulunmuş ve
bugün hayatta olmayan mimar(lar)ın anısını yaşatmak
üzere bir "Anma Programı" düzenlendi.
Nisan 2006'da gerçekleştirilen X. Ulusal Mimarlık
Ödülleri "Anma Programı"nda önemli mimarlarımızdan
Mimar Kemaleddin Bey anılmaya değer bulundu. Bu
program kapsamında mimarın tüm çalışmalarını içeren
kapsamlı bir retrospektif niteliğinde kitap, yayın
çalışmasının paralelinde retrospektif bir sergi ve
sempozyum, mimarın Vakıflar'da bulunan arşivinin
düzenlenmesi ve mimarın ayakta olan yapılarına
plaket çakılmasına dair çalışmalar, Nisan 2006
tarihinden itibaren Mimarlar Odası çatısı altında
Günkut Akın, Afife Batur, Ali Cengizkan, Bülend
Tuna, Yıldırım Yavuz 'dan oluşan Anma Komitesi
tarafından yürütüldü. "Mimar Kemaleddin ve Çağı"
başlıklı sempozyum ve mimarın yapıtlarını içeren
retrospektif sergi, 7-8 Aralık 2007 tarihleri
arasında Ankara'da düzenlendi. Sergi, 14-31 Aralık
2007 tarihleri arasında İstanbul'da Taksim sanat
Galerisi'nde açıldı. Sergi 15 Ocak 2008 tarihine
kadar açık kaldı.
Anma Programı etkinlikleri çerçevesinde, mimarın
Bayezid Camii Haziresi'nde bulunan mezarı Vakıflar
Genel Müdürlüğü'nün desteğiyle Can Çinici 'nin özgün
tasarımı ile düzenlendi. Mezar anıtının açılışı,
mimarın ölüm yıldönümü olan 13 Temmuz, Cuma günü,
Bayezid Camii Haziresi'nde bulunan mezarı başında
düzenlenen anma etkinliği ile gerçekleştirildi.
Serginin İçeriği
Sergi iki ana bölümden oluşuyordu. Kısa ömründe pek
çok önemli yapıya imza atan Mimar Kemaleddin'in
yaşam çizgisi ve yapıtları kronolojik olarak izlenen
birinci bölümde verildi. İkinci bölüm Kemaleddin'in
mimarlığını yapı tipolojilerine göre irdeleyen
mimari okumalara ayrıldı.
Mimar Kemaleddin'in tasarımından düşünce üretimine,
örgüt çalışmalarından fotografik belgelemeye uzanan
farklı okumalara açık kimliğini gösteren sergi, öte
yandan, Kemaleddin'i biraz daha popüler kılmak,
'meslekten' olmayanlara da tanıtmak amacını
güdüyordu. Bu bağlamda Gureba Hastanesi, Vakıf
hanları, Bebek Camisi, Vefa Lisesi, Ankara Palas
gibi gündelik hayatta hemen herkesin kullandığı
birçok yapıyı başka türlü görmeleri sağlandı.
Mimar Kemaleddin Sergisi Sorumlusu ve Anma Programı
Komitesi üyesi Prof. Dr. Afife Batur , "Bir Sergi
Tasarlamak" isimli yazısında Kemaleddin üzerine bir
sergi tasarlama görevini üstlendiğinde yaşadıklarını
şöyle dile getiriyor. "Sergi, sizlere önce
kronolojik bir yolculuk öneriyor....Tarihin dönüm
noktalarındaki bir yaşamın belki de trajik öyküsüne
çağırıyorum sizi. Önce Kemaleddin'in yapıtlarını,
zaman boyutunda tek tek görmeye davet ediyorum. Özet
bilgiler vererek ama beraberinde bazı küçük
dokundurmalar da yaparak. Duvarlardaki geziyi
bitirdiğinizde bu kez onu düşünmeye ve sormaya
çağırıyoruz....Onu duyumsamanın, öğrenmenin ve daha
boyutlu kavramanın araçlarını çoğaltmaya çalıştık.
Onun kişiliğinin çoğul boyutunu portreler dizisini
sıraladık. Mimar, restoratör, düşünce adamı,
ideolog, öğretmen, örgüt insanı."
Mimar Kemaleddin'in Yaşamı
Kemalettin Bey, 1870'te bir bahriye subayının tek
çocuğu olarak İstanbul'da doğdu. 1887-1891 yılları
arasında Henedese-i Mülkiye'de okuyan Kemalettin,
burada mühendislikten çok Sirkeci Garı'nı yapan
Alman mimar Jachmund'un mimarlık derslerine özen
gösterdi ve okulu bitirince Prof. Jachmund'un
asistanı oldu. 1895'te mimarlık eğitimini ilerletmek
için devlet bursuyla Berlin'e gönderildi,
Charlottenburg Technische Hochschule'de iki yıl
mimarlık eğitimi gördü.
1909 yılında Evkaf Nezareti'nin başına atanan
Kemalettin Bey, burada görevli olduğu yıllarda
önemli eski yapılarının onarımlarını, beş yeni Vakıf
Han, birçok türbe ve cami yaptı.
Osmanlı Mimar ve Mühendis Cemiyeti'nin kurucuları
arasında yer alan Kemalettin Bey, 1919 yılında
İngiliz yönetimine geçen Kudüs'te Mescid-i Aksa'nın
onarımı için müftü tarafından Kudüs'e çağrıldı.
Çağrıyı kabul eden Kemalettin Bey, Mescid-i Aksa
Camii'nin onarımında gösterdiği başarıdan dolayı,
İngiliz Kraliyet Mimarlar Akademisi'ne (RIBA) şeref
üyesi olarak seçildi. 1925'in yaz aylarında Ankara
Palas'ın yapımının tamamlanması için Kudüs'ten
çağırıldı. Başkent Ankara'da başka birçok yapıya da
imza atan Mimar Kemalettin, 1927 yılında Ankara
Palas şantiyesinde kaldığı odada geçirdiği beyin
kanaması sonucu 57 yaşında öldü.
Cumhuriyet, 25.01.2008
|
 |
PERRE ANTİK KENTİ GÜN IŞIĞINA ÇIKIYOR
Kommagene Uygarlığı'nın 5 büyük kentinden biri olan Perre Antik Kenti'deki kazı çalışmalar ile Adıyaman tarihinin bir boyutu daha gün yüzüne çıkıyor. 2001 yılında Adıyaman Valiliği Özel İdare kaynaklarıyla Müze Müdürü Fehmi Eraslan başkanlığında başlatılan kazı çalışmaları sonucunda antik kente ait bulgular gün yüzüne çıkarıldı. 7 yıl boyunca 52 galeride yapılan kazı ve temizlik çalışmalarında, 51 oda mezar, 337 lahit mezar, 1 villa kalıntısı, 1 heykel, 1 sunak, 1 tonozlu tünel ve sarnıç, 1 kabartma, 398 adet sikke ve arkeolojik buluntu gün ışığına çıkarıldı. Adıyaman Valisi Halil Işık, il merkezinde bulunan Perre Antik Kentin, Nemrut Dağı'ndan sonra ikinci muhteşem kültür alanı olarak turistlerin, ilgi odağı haline gelmesine, bölgede konaklama süresinin uzatılmasına önemli katkı sağlayacağını söyledi. Işık, Valilik İl Özel İdaresi imkanlarıyla 2001 yılından itibaren başlatılan kazı ve temizlik çalışmalarının 2007 yılında hızlandırıldığını hatırlatarak, "İlimizin turizmde bir marka olabilmesi için ulusal ve uluslararası düzeyde tanıtım faaliyetlerinde bulunulacak olan turizm fuarlarına katılmaya gayret edeceğiz. İlimizin potansiyel kültürel varlıklarının değerlendirilebilmesi için gerekli olan kazı, restorasyon, yayın basımı, kamulaştırma vb. tüm konularda çalışmalarımızı artırarak devam ettireceğiz. İlimizi orta ve uzun vadede bir kültür turizmi merkezi haline getirmek için gerekli plan ve çalışmaları hızlandıracağız" dedi.
Yeni Şafak, Haber: Kemal Öner, 25.01.2008
|
BOTAN MAĞARALARI ARAŞTIRILIYOR
Siirt'te bulunan Botan mağaralarında yapılan incelemelerde, insanoğlunun ilk yerleşim izlerine rastlandı.
Siirt İl Kültür ve Turizm Müdürlüğünce oluşturulan bir ekip mağaraları araştırma çalışmalarına başladı. Kültür ve Turizm Müdür Yardımcısı Remzi Uslu, Sanat Tarihçisi Cabir Alper, Çevre ve Kültür Değerlerini Koruma ve Tanıtma Vakfı İl Temsilcisi Ayhan Mergen ile bölgeyi iyi bilen rehber Tahir Elçiçek'le birlikte Botan vadisindeki mağaralar Siirt valiliğinin onayı ile incelemeler de bulundular.
Botan vadisinde bulunan mağaralarda çok eski yerleşim izlerine rastlandığını belirten Kültür Değerlerini Koruma ve Tanıtma Vakfı İl Temsilcisi Ayhan Mergen "Güzelliği destanlara türkülere ve hatta İbrahim Tatlıses'in Pala Remzi türküsüne konu olan Botan Vadisi gerek doğal güzelliği ve gerekse kültürel değerlere de sahip olan mağaraları ile gerçekten gizemli ve muhteşemdir. Botan vadisinde bazı yerlerde sayıları bir arada 20-30'u bulan sayısız mağara var. Bunların bir bölümünde mağaralar arasında uzunluğu 4-5 kilometreyi bulan su kanalları da mevcuttur. Çok uzun dönemlerde insanların bu mağaralarda yaşamlarını sürdürdükleri tahmin ediyoruz" dedi.
Siirt Kent Haber, 25.01.2008
|
 |

|
ÜNYE'DE TARİHİ ESER OPERASYONU
Ordu'nun Ünye İlçesi'nde izinsiz kazı yaparak tarihi eser kaçakçılığı yaptığı iddia edilen bir kişi yakalandı.
Edinilen bilgiye göre, ilçenin Çınarcık Köyü'nde bir ihbarı değerlendiren jandarma ekipleri, tarihi eser kaçakçılığı yaptığı belirlenen V.O.'nun (24) evinde arama yaptı.
Yapılan aramada bir adet 20 santimetre uzunluğunda Firavun motifli heykel, 22 santimetre uzunluğunda Meryem Ana heykeli ve 26 santimetre uzunluğunda Viking heykeli ve bir adet amfora bulundu.
Gözaltına alınan V.O., tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı.
Ordu Kent Haber, 24.01.2008
|
NOEL BABA KİLİSESİ'NİN ADI DEĞİŞTİ
Demre'de ''Noel Baba Kilisesi'' olarak adlandırılan anıtsal yapının adı ''Noel Baba Müzesi'' olarak değiştirildi.
Kültür ve Turizm Bakanlığı, Antalya Valiliğinin 21 Ağustos 2006 tarihli yazıyla Antalya'nın Demre İlçesindeki Aziz Nikolaos Kilisesi ya da Noel Baba Kilisesi isminin ''Noel Baba Müzesi'' veya ''Noel Baba Ören Yeri'' olarak değiştirilmesi talebini değerlendirildi.
Yazıyı inceleyen Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları Müzeler Genel Müdürü Orhan Düzgün, Bakan Ertuğrul Günay'a, Noel Baba Kilisesi'nin adının ''Noel Baba Anıt Müzesi'' olarak değiştirilmesini önerdi.
Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay da öneriyi değerlendirerek, Noel Baba Kilisesi'nin adının ''Noel Baba Müzesi'' olarak değiştirilmesini uygun bulduğunu bildirdi.
Kültür ve Turizm Bakanlığının anıtsal yapının adının değiştirilmesine ilişkin 4 Ocak 2008 tarihli yazısı, Demre Kaymakamlığı'na ulaştı.
Demre Kaymakamı Murat Sefa Demiryürek, yazının kendilerine geldiğini belirterek, ''Kısa sürede levhalar, isim değişikliğine uygun olarak değiştirilecek'' dedi.
Valilik yazısında, söz konusu mekanının ziyarete açık bir anıtsal yapı olduğuna işaret edilmişti.
Antalya Kent Haber, 25.01.2008
|

|
SAKARYA'DA TARİHİ ESER OPERASYONU
Sakarya'nın Karasu İlçesi'nde jandarmanın tarihi eser kaçakçılarına yönelik düzenlediği operasyonda 6 kişi gözaltına alındı. Zanlılarla birlikte çeşitli dönemlerin kral ve prenslerine ait mezarlardan çıkartıldığı belirtilen 333 parça tarihi eser ele geçirildi.
Alınan bilgiye göre, bir ihbarı değerlendiren Karasu Jandarma Komutanlığı ekipleri, içinde tarihi eser kaçakçılarının bulunduğu belirtilen iki otomobili takibe aldı. İlçede araçları durduran jandarma, Y.E (48), K.V (43), K.A.(46), M.B.(37), T.İ (32) ve İ.G.(32) adlı kişiler gözaltına aldı. Zanlıların araçlarında ve evlerinde yapılan aramalarda Roma, Bizans, Lidya, Frigler, Selçuklular ve Osmanlı dönemlerindeki kral ve prenslere ait mezarlardan çıkartıldığı tespit edilen kandil, küp, toprak testi, gümüş ve bronz sikke, küpe, yüzük, kolye ve heykelden oluşan 333 tarihi eser ele geçirildi. Zanlıların tarihi eserleri Bursa, Düzce ve Bilecik'teki mezarlardan çıkardıkları öğrenildi.
Jandarma zanlıların evlerinde yaptığı aramada define haritaları da buldu.
Zanlıların daha önceden tarihi eser kaçakçılığı suçundan yakalandıkları ifade edildi. Jandarmadaki sorguları devam eden zanlıların tarihi eserleri yurt dışına satmayı planladıkları belirtildi.
Sakarya Kent Haber, 25.01.2008
|
STRİPTİZ KULÜBÜ YAPILAN TARİHİ CAMİLER
Türk Tarih Kurumu, 2003'te dünyaya yayılan Türk kültür varlıklarını tespit çalışması başlattı. Önemli mesafe kaydedilen "Türk Kültür Varlıkları Envanteri" çalışmasında, yürek burkan sonuçlara ulaşıldı. Ata yadigarı camilerimizin bazıları gazino ve striptiz kulübü yapılmış. Türbeler yıkılmış. Türk eserlerinin önemli bölümü harap olmuş.
İmparatorluğun çöküşüyle birlikte nüfusunun bir bölümünü sınırları dışında bırakmak zorunda kalan Türkiye, dışarıda kalan kültür varlıklarına da sahip çıkamadı. Türk medeniyetini simgeleyen birçok kültür varlığı çeşitli ülkelerde perişan bir şekilde kaderine terk edildi. Striptiz kulübü yapılan camiler, yıkılan kaleler yürek yakarken, Türk Tarihi Kurumu bilinmeyen binlerce Türk varlığını bir envanter haline getirme projesinde sona yaklaştı.
Ortaya çıkan sonuçlar, bir yandan Osmanlı Türk medeniyetinin ihtişamını, bir yandan da sınırlarımız dışında bıraktığımız kültür varlıklarımızın nasıl perişan bir halde olduğunu ortaya çıkardı. Avrupa'dan Orta Asya'ya, Afrika'dan Uzakdoğu'ya kadar çok geniş bir coğrafyada yer alan ülkelerin önemli bir bölümündeki çalışmalar tamamlandı. Bugüne kadar Türkiye'ye izin vermeyen tek ülke Yunanistan oldu. Yunanistan, 5 yıldır yapılan bütün başvurulara rağmen, Türkiye'den uzmanların tarihi ve kültürel varlıkları araştırmasına izin vermedi.
Bugün, Haber: Fırat Gazel, 25.01.2008
|
 |
ORİJİNAL ÇİNİSİ BULUNAMAYINCA YEŞL TÜRBE'NİN
RESTORASYONU YARIM KALDI
Yıldırım Beyazıd'ın oğlu
Çelebi Sultan Mehmed tarafından 1421 yılında
yaptırılan ünlü Yeşil Türbe'nin restorasyonu,
orijinaline uygun çini bulunamayınca yarım kaldı.

15 Mayıs 2006'da başlanan ve 31 Mayıs 2007'de
bitirilmesi hedeflenen restorasyonda Yeşil Türbe'nin
dış cephesinde bulunan fayansların yerine konulacak
çinilerin bulunması için Türkiye'nin değişik
yerlerinden getirilen numune çiniler 2 ayrı teste
tabi tutuldu. Ancak, hiçbir çini 1400'lü yıllarda
Semerkandlı bir ustanın yaptığı çinilere yakın
kaliteyi tutturamadı. Bu yüzden çalışmalara ara
verildi.
Yeşil Türbe'nin restorasyonu ve çevre düzenlemesi
kapsamında türbe kubbelerinin kurşun örtüsü
yenilendi. Sandukalar ve iç mekanlar dışındaki tüm
duvar ve pencere içlerinin envanteri çıkartıldı.
Bozulan, kırılan ve yerinden çıkan çinilerin tespiti
yapıldı. Yeşil Türbe'nin 8 numaralı cephe dışındaki
tüm yönlerine daha önceki restorasyonlarda konulan
fayansların da çinilerle değiştirilmesi
kararlaştırıldı. Bunun için yüklenici firma
Türkiye'nin değişik bölgelerinden 10 ayrı firmadan
çini numuneleri istedi. Firmaların getirdiği numune
çiniler önce Kültür ve Turizm Bakanlığı İstanbul
Restorasyon ve Konservasyon Merkez Laboratuvarı'nda
uzmanlar tarafından mikroskopla görüntü ve renk
testine tabi tutuldu. Ardından İTÜ
laboratuvarlarında bilim adamlarınca dayanıklılık ve
kalite testinden geçirildi. Ancak testlerde
orijinale yakın çini bulunamadı. İstenilen
özelliklere sahip çini bulunamaması üzerine 31 Mayıs
2007'de bitirilmesi hedeflenen restorasyon
çalışmaları 31 Mayıs 2008'e kadar uzatıldı. Çini
testi işlemiyle ilgili bilgi veren İstanbul
Restorasyon ve Konservasyon Merkez Laboratuvarı
Müdürlüğü yetkilileri, bugüne kadar yapılan renk ve
görünüm testini sadece 2-3 firmanın ürününün
geçtiğini, ancak o ürünlerin de dayanıklılık
testinden geçer not alamadığını kaydetti.
Yeşil Türbe, Yıldırım Beyazıd'ın oğlu Çelebi
Sultan Mehmed tarafından 1421 yılında yaptırıldı.
Türbede, Çelebi Mehmed'in oğulları Mustafa, Mahmut
ve Yusuf ile kızları Selçuk Hatun, Hafsa Sultan,
Daye Hatun ve Ayşe Hatun'un çinili sandukaları yer
alıyor. Bursa'nın önemli bir tarihi ve kültürel
değeri olan Yeşil Türbe 1855 yılında meydana gelen
depremlerde ağır hasar gördü. 1864 yılında
tamirattan geçirilerek bugünkü görünümüne
kavuşturuldu. Ancak zamanla dış cephesindeki
çinilerin büyük bölümünün dökülmesi, derin
çatlakların oluşması ve iç duvarlarının rutubet
tutması sebebiyle türbede 2 yıl önce başlatılan
büyük çaplı restorasyon çalışması sürüyor.
Zaman, Haber: Fatih Karakılıç, 25.01.2008
|
 |
TARİHİ ESER KAÇAKÇILARINA DARBE
Osmaniye'nin Kadirli ve Sumbas İlçeleri'nde düzenlenen iki ayrı operasyonda, 1100 gümüş sikke ele geçirildi; 5 kişi gözaltına alındı.
Alınan bilgiye göre, bir ihbarı değerlendiren Kadirli İlçe Jandarma Bölük Komutanlığı ekipleri, ilçeye bağlı Aydınlar Köyü ile Sumbas İlçesi'ne bağlı Çiçeklidere Köyü'nde iki eve, eş zamanlı operasyon düzenlendi. Evlerde tarihi değeri olduğu bildirilen 1100 gümüş sikke bulundu.
Olayla ilgili Kemal G. (56), İlyas A. (29), Ebubekir K. (60), Ramazan D. (45) ve İhsan A. (55) gözaltına alındı. Zanlıların, sorgularının ardından adliyeye sevk edileceği bildirildi.
Osmaniye Kent Haber, 24.01.2008
|
RESTORASYONA 2 MİLYON 240 BİN YTL HARCANDI
Hatay
Vakıflar Bölge Müdürü İbrahim Özekinci, geçen yıl 18
cami, türbe, kilise ve külliyenin bakım ve
onarımının yapıldığını belirtti.
Özekinci, kenti tescilli eserlerin
restorasyonuyla daha güzel bir görünüme kavuşturmaya
çalıştıklarını söyledi. Kentte, vakıflara ait 37
tescilli eserin bulunduğunu ifade eden Özekinci, "Eserlerin birçoğu yıllardır restorasyon çalışması
yapılmadığı için kötü bir görünüme sahipti. Eserleri
tek tek inceleyerek yapılacak çalışmaları ve
öncelikli olanları belirledik. Bu kapsamda geçen yıl
toplam 18 cami, türbe, kilise ve külliyenin bakım ve
onarımını yaptık. Bunlar için 2 milyon 240 bin YTL
harcama yapıldı."
Zaman, 24.01.2008
|
MEZARDA 2500 YILLIK KILIÇ
Çinli
arkeologlar Jiangxi Eyaleti’nin doğusunda yapılan
bir mezar kazısında 2.500 ila 2.600 yıllık olduğu
tahmin edilen, inanılmaz güzellikte işçiliğe sahip
bir kılıç buldular. Kazı başkanı Xu Changqing,
“İşçilik kalitesi bir yana, bulunan bu eser şimdiye
dek bu ülkede bir kazıda bulunan en eski kılıç”
dedi. 50 cm uzunluğunda ve çok iyi korunmuş durumda
bulunan kılıcın üzerine bir ejder motifi işlenmiş.
Geçen Ocak ayında başlayan
kazılarda MÖ 770-476 yıllarına ait olduğu tahmin
edilen bu mezardan bugüne dek binin üzerinde eser
çıkartıldı. Arkeologlar, 47 gömünün olduğu bu mezara
gömülenlerin kimlerin olduğuna dair herhangi bir
buluntuya rastlayacaklarını umuyorlar.
China Daily, 20 Ocak 2008
|
|
AKM YIKILMIYOR, YENİSİ GELİYOR
2010 yılında Avrupa
kültür başkenti olacak İstanbul yeni ve prestijli
bir kültür merkezine kavuşuyor. Taksim'deki Atatürk
Kültür Merkezi ve Şehir Tiyatroları Harbiye Muhsin
Ertuğrul Sahnesi'nin yıkılmasından vazgeçildi.
Bunların yerine, yeni bir tiyatro binası yapılmasına
karar verildi. İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin
yaptıracağı yeni tiyatro için, Şişhane Meydanı'ndaki
Beyoğlu Evlendirme Dairesi olarak kullanılan, eski
THY binasının arsası seçildi. Şehir Tiyatroları'nın
prestij projesi olacak sahne için bir proje
yarışması açılacak.
Sabah, 24.01.2008
|
 |
TARİHİ BİNALAR CANLANDIRILIYOR
Emlak vergilerinden alınan paylarla valilik bünyesinde oluşturulan fonda toplanan ödenekler, tarihi yapıların restorasyonunda kullanılıyor. İzmir'de Konak Belediyesi, ilçedeki beş tarihi yapının günümüze kazandırılması için bu kaynaktan yararlandı.
Konak Belediyesi, İzmir Valiliği'ne başvurarak hazırladığı projeleri sundu ve fondan kaynak talep etti. Tarihi yapıların yaşam bulmasıyla ilgili Konak Belediyesi'nin sürdürdüğü projeleri değerlendiren Valilik, çalışmaları olumlu buldu ve belediyeye fondan 2 Milyon 750 Bin YTL aktardı.
Belediye, talep ettiği parayı, Basmane Semt Merkezi, Müzik Müzesi'ni (İş-Kur Binası) ve Altınordu Spor Kulübü'nün binalarını tamamladı.
Konak Belediyesi ArGe Müdürlüğü'nün hazırladığı projeler doğrultusunda, Türkyılmaz Mahallesi'ndeki, Ayla Ökmen'in kızı Çiğdem Ökmen tarafından bağışlanan Ökmen Evi ile hayırsever Saadet Mirci'nin bağışladığı eski yapılarda ise çalışmalar sürdürülüyor. Bu iki yapı da Konak Belediyesi tarafından semt merkezleri olarak değerlendirilecek.
Konak Belediye Başkanı Muzaffer Tunçağ, tarihi yapılara hayat vermek için çalışmalar yaptıklarını ve gelecek kuşaklara armağan ettiklerini söyledi.
Bu arada Konak Belediyesi öz kaynaklarını kullanarak ayrıca Bozyaka'da Reşat Nuri Güntekin Çocuk Kitaplığı, Kemeraltı'nda Abacıoğlu Han'ı restore etti.
Ayrıca Kavaflar Çarşısı, Çankaya Çarşısı, Çakaloğlu ve Mirkelamoğlu hanlarında restrasyon çalışmalarına başladı.
Milliyet Ege, 24.01.2008
|
100 YIL ÖNCE BULUNDU, DEĞERİ YENİ ANLAŞILDI
Çin'de 100 yıl önce bulunan insan kafatası fosilinin "Pekin Adamı'ndan sonraki en büyük buluş" olduğu ileri sürüldü.
Şuçang şehrinde iki yıldır devam eden kazıyı yöneten iki arkeologdan biri olan Li Canyang, fosilin kaş ve küçük alın çıkıntısı dahil 16 parçadan oluştuğunu ve "daha şaşırtıcı olanın içteki fosilleşmiş zar olduğunu" ifade etti.
Çinli arkeolog, böylece bilim adamlarının Yontma Taş Devri insanlarının sinir sistemiyle ilgili araştırmalar yapabileceklerini öne sürdü.
Milliyet, 24.01.2008
|
|
 |
ANİ'Yİ ERMENİSTAN YIKIYOR, TÜRKİYE ONARIYOR
Ermenistan-Türkiye sınırında bulunan tarihi yerleşim yeri Kars Ani Harabeleri, Ermenistan'ın açtığı taş ocakları nedeniyle zarar görürken, Türkiye tarafından onarılmaya çalışılıyor.
Türkiye ve Ermenistan sınırında olduğu için soruna dönüşen Kars Ani Harabeleri'nin durumu, Türkiye'nin gayretleriyle iyileştirilmeye çalışılıyor. Türkiye, Kültür ve Turizm Bakanlığı Kars Ani Örenyeri'nde bulunan Ebulhamrent Kilisesi ve Prikitch Kilisesi'nin restorasyon ve yapısal güçlendirme işinin projeleri için ihale açtı. Böylece yıl sonuna kadar Ani Örenyeri'ndeki iki tarihi yapının yeniden ayağa kaldırılması sağlanacak. Türkiye'nin çağrılarına rağmen kömür ocaklarını kapatmayan ve tarihi eserlere zarar vermeye devam eden Ermenistan bir taraftan da Ani'deki kiliselerin, Akdamar Kilisesi'nde olduğu gibi restore edilmesini istiyordu.
Zaman, Haber: Aslıhan Aydın, 24.01.2008
|
ÇANTAYLA TARİHİ ESER
KAÇAKÇILIĞI
Kayseri İl Jandarma
Komutanlığı, almış olduğu bir ihbarı değerlendirmesi
sonucu bir şahsın çantasında yapılan aramada tarihi
eser ele geçirildi.
Edinilen bilgiye göre;
İl Jandarma Komutanlığına bağlı Melikgazi Jandarma
ekipleri, almış olduğu bir ihbarı değerlendirmek
üzere yol kontrolleri yapmaya başladı.
Gesi kavşağı girişinde
Felahiye Belediyesine ait 38 LS 370 plakalı yolcu
otobüsünü durduran jandarma ekipleri, Mürsel A. (32)
isimli yolcunun çantasında yaptıkları aramada, 1
adet pirinç, bakır karışımı kahvelik, 1 adet pirinç,
bakır karışımı mumluk ve 1 adet mermer arslan figürü
olmak üzere, 3 parça tarihi eser ele geçirdi.
Gözaltına alınan Mürsel
A., yapılan sorgusunun ardından çıkarıldığı adli
merciler tarafından, tutuksuz yargılanmak üzere
serbest bırakıldı
Kayseri Kent Haber,
23.01.2008
|
UFUK ESİN'DEN ESİNLENEBİLMEK
Geçen cumartesi (19
Ocak 2008) yitirdiğimiz, arkeoloji dünyamızın en
çalışkan, en özverili ve en birikimli neferlerinden
Prof.Dr. Ufuk Esin' e nasıl "teşekkür" edebiliriz?
Sadece geçmişin belgelenmesine katkılarından ötürü
değil; tarihten gelen kimlik zenginliğimizi "doğru
kavrayabilme" mizi sağlayan "uyarılar" ını da nasıl
kutsayabiliriz?
Çünkü Türkiye'yi yönetenler, binyılların "Anadolu
insanı" nı, sözde "kültürel farklılık" ları tanımak
adına "alt kimlik" , "üst kimlik" diye bölerken, bu
topraklardaki yaşanmışlıkların "maya" sını "O",
şöyle anımsatıyordu:
"Ortak kimliğimiz 'Kültürler Alaşımı' dır.
Türkiye'nin kültürel zenginliğinin sadece bir
'mozaik' değil, aynı zamanda ve daha ileri düzeyde
bir 'alaşım' olduğunu, her türlü sosyal-kültürel ve
ulusal gelişme ve kalkınma politikalarımızda, artık
'temel tarihsel gerçek' olarak tüm davranışlarımızın
odağına yerleştirmeliyiz."
Bütünleşen kültürler
Bu ifadeler, İçişleri Bakanlığı'nın da katılımıyla
Mimarlar Odası ve ÇEKÜL tarafından 30 Eylül 2000'de
Antakya' da düzenlenen "Kültürel Mirasın
Korunmasında Valiliklerin Sorumlulukları"
toplantısının sonuç bildirgesinde de yer almıştı...
Dönemin İçişleri Bakanı Sadettin Tantan , dönemin
Hatay Valisi Yener Rakıcıoğlu , ÇEKÜL Başkanı
Prof.Dr. Metin Sözen ile bölgedeki diğer illerin
valilerinin ve dönemin Antakya Belediye Başkanı İris
Şentürk' ün de imzalarını taşıyan bu sözlerin,
Prof.Dr. Ufuk Esin'e ait olduğu belirtilerek...
Kültür Girişimi' nin daha önce İzmir' de
gerçekleştirdiği "AB Sürecinde Kültür Politikaları"
sempozyumunda demişti ki: "Anadolu'daki her kültür,
diğerlerinden bir şeyler almış. Tarihin belgelerine
baktığımızda bu mozaiğin zamanla alaşıma dönüştüğünü
söyleyebiliriz. Bunun adı da bence 'Anadolu' dur."
Yıllarını uygarlıkların derinliklerine adamış Ufuk
Hoca'nın bu tanımlamasını, Antakya'da anımsamak ve
bildirgelere yansıtmak elbette ki rastlantı değildi.
Çağlar boyunca birlikte, yan yana ve hatta "iç içe"
yaşayarak ortak bir "kent kültürü" yaratan farklı
inançlardan insanların hangisi "ora" lı değildi ki?
Nitekim Anadolu'nun bu özelliği, Mimarlar Odası'nın
2005 yılında İstanbul'da ev sahipliği yaptığı "Dünya
Mimarlık Kongresi" ne ulusal hazırlık buluşmaları
olan "Türkiye Kongreleri" nde de vurgulandı.
Bunlardan "Adana-Antakya Kongresi" nin duyurusunda
deniyordu ki: "Tarihsel süreçte bu yöredeki
kentlerin kazandığı çok kültürlü özgün karakter,
Pagan, Musevi, Hıristiyan ve Müslümanların ortak
yaşam ilişkileri içinde oluştu. Sonuçta ortaya
çıkanın, mozaik değil; kültürel bir alaşım olduğunu
görürsek, tarihsel dostlukların temelini daha iyi
kavrarız." (26 Şubat 2005)
Yaşamın 'doku'ları
Peki, bütün bunlar ne anlama geliyor?
Yine Ufuk Esin'den öğrendiklerimizle, 3 yıl önce
bakın nasıl yanıtlamışız: "Bu ortak yaşam
ilişkilerinin getirdiği yakınlaşmada, özellikle
kentsel ortamdaki aynı mekanlar, aynı komşuluklar,
ticaret, kültür ve hatta sevinçler, tasalar,
duygular, öylesine hesapsız-kitapsız bir içtenlik
içinde paylaşılıyor ki.. artık 'birbirlerinden
ayrılması olanaksız' toplumsal dokular çıkıyor
ortaya..." (Cumhuriyet- 01 Mart 2005)
Kaldı ki mozaik "dağılabilir" de.. hatta dağılan
renklerden farklı, yeni bir mozaik bile yapılabilir.
Buna karşın "alaşım" ın ise hem böyle bir "risk" i
yok, hem de kendisini oluşturan farklı kültürleri
"içselleştirmiş" bağımsız ve özgün bir kimliği
tanımlıyor.
Bu nedenle Türkiye'yi "vatan" yapan "Anadolu insanı"
nın "ortak kimliği" ni, bu büyük "kültürel alaşım"
ın köklü ve zengin uygarlık birikimleri yaratıyor...
Ufuk Esin Hocamız, işte böylesine tarihsel bir dersi
günümüzün her türlü "bölücü" lerine karşı
binyılların Anadolu gerçeği olarak anımsatırken; hem
"ufuk" larımızı aydınlattı, hem de yarınlarımız için
en temel "esin" kaynağımızı öğretti...
Söyler misiniz; nasıl teşekkür etmeliyiz?
Cumhuriyet, Yazı: Oktay Ekinci, 23.01.2008
|
KANATLI DENİZATI, BİLİRKİŞİLERİN İKİNCİ KEZ YAPTIĞI
İNCELEME SONUCUNDA DA SAHTE ÇIKTI
Kanatlı
Denizatı Broşu davasına Uşak Ağır Ceza Mahkemesi'nde
devam edildi. Kayıp kilim ve seccadelerle ilgili
dava ile zimmete para geçirme davasının
birleştirildiği Kanatlı Denizatı Broşu'nun duruşması
ertelenirken, tutuklu bulunan eski Müze Müdürü Kazım
A.'nın tutukluluk haline karar verildi.
Kanatlı
Deniz Atı Broşu'nun sahtesiyle değiştirildiği
iddiasından sonra yapılan operasyonla birlikte 10
kişi yakalanarak dava açılmıştı. Halen tutuklu
bulunan önemin müze müdürü Kazım A. ve tutuksuz
yargılanan Uğuz S., Suat Y., Ahmet D., Fehmi İ.,
Fuat E., Halil E. ile Mehmet P. 2863 sayılı Kültür
Varlıklarını Koruma Kanunu'na muhalefet ve zimmet
suçlarından dolayı 25'er yıl, tutuksuz yargılanan
polis memuru Bülent Y. ile İsmail B. de 'Suçu
bildikleri halde yetkili mercilere bildirmedikleri'
iddiası ile 1-4 yıl arasında hapis talebiyle
yargılanıyor.
Duruşmaya; Kazım A. ve tutuksuz yargılanan Uğuz S.,
Suat Y., Ahmet D., Fehmi İ., Fuat E., Halil E. ile
Mehmet P. katıldı. Duruşmadan vareste tutulan Polis
Memuru Bülent Y. ile İsmail B.'nin yerine Avukatları
Atilla Arslan katıldı.
Kanatlı Denizatı Broşu'nun daha önce Focus Dergisi
ile The Lydian Treasury kitabında yayınlanan
fotoğrafı ile şu anda sergilenmekte olan ve sahte
olduğu iddia edilen Broş arasında farklılıklar
olduğu bilirkişiler rapor edildiği açıklandı.
Doç.Dr. Y.E.E (Yaşar E. Ersoy), Doç.Dr. R.G.G.D (R. Gül
Gürtekin Demir) ve öğretim görevlisi Dr. H.C'nin
(Hüseyin Cevizoğlu) bilirkişi olarak hazırladığı
rapora göre; sergilenen broş ve diğer iki fotoğraf
karşılaştırmalı olarak incelendiği zaman ortaya
çıkan farkların tamamiyle üretim aşamaları ve
teknikleri ile ilişkili olduğu görüldüğü açıklandı.
Raporda, kullanılan malzemenin özelliği, teknik
tutarlılığı ve uygulamadaki başarısı sıralanan
farkların ortaya konmasında etkili olduğunu belirten
bilirkişi raporunda, sergilenen eser ve iki fotoğraf
incelendiğinde broşun başlıca iki kısımdan oluştuğu
anlaşıldığına yer verildi.
Raporda, "Ön tarafı at, arka kısmı balık gövdeli,
kanatlı mitolojik figür (hipokampus) ile haricen
hazırlandıktan sonra alt kısımdan hipokampus
figürüne tutturulan uçları cam boncuktan yapılan
kozalaklarla süslenmiş her biri üç zincirden oluşan
üç adet zincir grubu" sözlerine yer veriliyor.
Bilirkişiler, raporlarında, sonuç bölümünde Uşak
Müzesinde sergilenen Denizatı ile Focus Dergisi ve
The Lydian Treasury kitabında yayınlanan fotoğraflar
üzerinde yapılan detaylı incelemeler sonucunda,
Focus Dergisi ile The Lydian Treasury kitabında
yayınlanan resimlerin aynı esere ait olduğu, Uşak
Müzesi'nde sergilenen eserin ise oluşan bazı
farklılıklardan dolayı fotoğraflardaki eser ile aynı
olmadığı tespit edildiği açıklandı.
Raporun sonuç bölümünde, "Halihazırdaki Kanatlı
Denizatı ile Uşak Müzesi'nde bulunan aynı döneme ait
diğer eserler ve bu eserlere ait kalıplar
incelendiğinde koleksiyona ait orijinal eserlerin
yapımında kullanılan tekniklerin bugün de
olabileceği, ancak yapıldığı takdirde, mutlaka
teknik ve stil farklılıklarının oluşabileceği
düşüncesindeyiz. Eserlerin bugün yapıldığı takdirde,
yapımda kullanılan metal değer ayarı konusu
bilirkişi heyetinin uzmanlık alanı içerisine
girmemektedir" denildi.
Kazım A'nın Avukatı Coşkun Mavıoğlu, bilirkişilerin
raporuna itiraz etti. Cumhuriyet Savcılığı'ndaki
bilirkişi heyeti ile en son rapor hazırlayan
bilirkişi heyetinin aynı olduğunu belirten Mavıoğlu,
kullanılan altınların hangi madenden çıkartıldığına
dair belirlemeler yapılabildiği ve buna parmak izi
dendiği, bu belirlemelerin Metropolitan Müzesi
tarafından yapıldığı, Kültür Bakanlığı tarafından da
1984 yılında yayınlandığı halde, bilirkişilerin bu
bulgulardan hareket etmeyip sadece fotoğraf
üzerinden tespit yapmış olmasının yeterli olmadığını
belirtti.
Yaklaşık 20 aydır tutuklu bulunduğunu ifade eden
Kazım A. ise, cezaevine girdikten sonra 40 yıl
önceki kazının fotoğraflarını kaybetmekten, 20 metre
hortumun kaybolmasına, kendi çabalarıyla ve parayla
tamir ettirdiği kameranın kaybolmasında daha pek çok
şeyden sorumlu tutulduğunu açıkladı. Son 10 yıllık
dönem içinde ele geçirilen eski eser hakkında dava
açılan kişi sayısına ve son 21 ayda ele geçirilen
eser ve hakkında dava açılan kişi sayısına
bakıldığında kendisinin niçin cezaevinde tutulması
gerektiğinin anlaşıldığını belirten Kazım A.,
takdiri Mahkemeye bıraktığını açıkladı.
Duruşmadan vareste tutulma talebinde bulunan Mehmet
P., Fuat E., Ahmet D. ve Halil E.'nin Kazım A.
hakkında birleşen davalar nedeniyle yargılamanın
uzaması ihtimali de gözetilerek CMK'un 196/1.
maddesi uyarınca duruşmadan bağışık tutulmalarına
karar verildi.
Alman vatandaşı olan Fehmi İ.'nin vekilinin daha
önce dosyaya sunmuş olduğu belgeler, yargılamanın 4
nolu ara kararında yazılı nedenlerle uzama ihtimali
gözetilerek CMK'nun 113/1 maddesi gereğince aynı
maddenin a ve b bendinde yazılı hususları karşılamak
üzere 15'er bin YTL nakdi teminatı Maliye veznesine
yatırdığı takdirde hakkında uygulanan yurtdışı çıkış
yasağının kaldırılmasına karar verildi.
Avukat Mavıoğlu'nun bilirkişi raporuna itirazları
doğrultusunda yapılan değerlendirmede soruşturma
aşamasında alınan rapor ile koğuşturma aşamasında
alınan raporun amacının farklı olduğu, birbirinden
farklı hususların değerlendirildiği ve yapılan
incelemeden Mahkemece beklenen amacın gerçekleştiği
anlaşılmakla, yeniden bilirkişi incelemesinin
yaptırılmasına yer olmadığına karar verildi. Kazım
A.'nın tutukluluk haline ve duruşmanın 19.03.2008
tarihine ertelenmesine karar verildi.
Turizm Gazetesi, 23.01.2008
|
"ENGELLENEN MİMARLIK DEĞİL, ŞEHRİN YAĞMALANMASIDIR"
Mimarlık dünyasından bir
grup isim pazar günü 'Mimarlığa Yol Açın' sloganıyla
bir bildiri yayımladı. Bu bildirinin hedefi yakında
seçime gidecek olan Mimarlar Odası. Sadece bildiri
yayımlamakla kalmayan mimarlar, internet üzerinden
de aynı slogan altında gruplar kurarak diğer
mimarlara çağrıda bulundu. 'Mimarlık İçin Mimarlık'
grubu seçimler öncesi Mimarlar Odası'nın İstanbul
şubesinde yeni ve genç bir yönetim istediklerini
söylüyor. Ancak grubun "Mimarlar odası meslek
enerjisini doğru kullanmayan, sürekli suçlu
saptayan, kendisi gibi düşünmeyeni dışlayan bir
anlayışa sahip. Bununla kent demokrasisi inşa
edilemez" yönündeki tavrına katılmayanlar da var.
Oktay Ekinci ve Afife Batur, bu tartışmanın oda
içinde yapılabileceğini söylerken Başkan Eyüp Mumcu,
odanın yağmaya direndiğini söyleyip AKP destekli bir
karşı çıkışa işaret etti. Bu arada, Mimarlığa Yol
Açın bildirisinde imzası olan Turgut Cansever de dün
Radikal'e bir açıklama yollayarak tartışmaya
katıldı.
Eyüp Mumcu (İstanbul Mimarlar Odası Başkanı):
Mimarlar Odası meslek kamu ve toplum yararına
çalışmalarını sürdürdüğü ve bu konuda önemli
kazanımlar elde ettiği aşamada genel kurula gidiyor.
Yapılmakta olan çalışmaların sürdürülmesi ve
geliştirilerek yaygılaştırılması için çağdaş,
demokrat ve toplumcu mimarlar olarak genel kurulda
aday olacağız. İstanbul'un çağdaş ve bilimsel
gelişmesi yönünde pek çok sorunun olduğu ortamda,
kentsel dönüşüm ve yenileme proje ve planları, büyük
soruları İstanbul'un gündemine taşımıştır. Mimarlık
toplumu tarafından yağma projeleri olarak
nitelendirilen bu süreci durdurmak için toplumun tüm
duyarlı kesimleriyle uzmanlarla ve İstanbul'un
geleceğini savunan kesimlerle bir çalışma
sürdürülmüş ve bu süre içerisinde hukuk yoluna
başvurmak zorunda kalınmıştır. Bu çalışmalarla
önemli kazanımlar elde edilmiştir. Çalışma sürecinde
yağma niteliğindeki projelerle ilgili geniş
tartışmalar söz konusu olmuştur. Bu projelerden yana
olanların 'Mimarlığa Yol Açın' şiarı altında genel
kurul süreçleri için kampanyalar yürüttüğünü
görüyoruz. Mimarlar odasında farklı fikirlerin,
yönetimlerin adaylığı pek tabiidir. Ancak demokratik
süreçlere dayalı bir adaylaşma süreci olmayan AKP
destekli çıkar birlikteliğine dayanan bir adaylığın
söz konusu olduğu mimarlık toplumun ortak
değerlendirmesidir. Bu birlikteliklerin geçmişte de
kimi müdahilleri olmuş ancak bu ölçüde müdahaleyle
ilk kez karşılaşılıyor. İş birlikteliklerine dayalı
adaylaşma sürecini duyarlı mimarlık toplumun
onaylamayacağı kanaatindeyiz. Çalışmalar ilgilenen
tüm kesimlere açıktır. Yeterki gönüllü iş üstlenmek
ve görev almak isteği olsun. Bunu engelleyen bir
anlayış söz konusu değildir.
Oktay Ekinci (Eski Mimarlar Odası Başkanı):
Mimarların oda yönetimini eleştirmesi, yönetim için
aday olması olumlu bir davranıştır. Meslek odaları
demokratik kuruluşlardır, bu nedenle bildiriler ve
istekler olumlu karşılanmalıdır. Fakat önemli bazı
gerçeklerin gizlendiğini görüyorum. Örneğin, odanın
yönetim tarzını bürokratik bulmakta haklı
olabilirler, ancak bu durum mevcut yasalardan
kaynaklanıyor. Hükümetler, yıllardır demokratik bir
meslek kuruluşu için yasa önerilerimizi kabul
etmemiştir. İkincisi mimarlar odası 1980'lerden beri
Ulusal Mimarlık Ödülleri adıyla ödüller vermektedir.
Bildirinin altındaki imzalara baktığımda ödül almış,
jürilerinde görev almış mimarları da gördüm. Bu
meslektaşların, Mimarlar Odası kendi başarılı
çalışmalarını teşvik ederken bunu dile getirmeyip
kente ve çevreye uygun olmayan yapıları eleştirdiği
için ateş püskürmelerini hakkaniyetli görmüyorum.
Oda'nın yanlış projeleri eleştirme hakkı da vardır.
Üçüncü ve en önemli konuysa Mimarlar Odası'nın zaten
uygunsuz yapılaşma yaratacağı belli olan, siyasi
kararlarla üretilmiş, şehircilik ilkelerine aykırı
planlara dava açtığıdır. Bu güne kadar bir mimari
projeye dava açılmamıştır. O projeyi yaratan imar
koşullarına dava açılmaktadır. O koşullarıysa mimar
değil siyasetçiler ve rantı artırmak niyetindeki
yatırımcılar birlikte belirlemektedir. Dolayısıyla
bir grup mimarın, kendilerinin de karşı çıkması
gereken imar koşullarıyla mahkemelik olmuş Mimarlar
Odası'nı 'mimarlığı engelliyor' diye eleştirmesi
talihsizliktir. Çünkü engellenen kentin
yağmalanmasına araç edilen mimarlıktır. Bu
meslektaşları oda çalışmalarına katılıp siyasi imar
kararlarına karşı mücadele etmeye çağırıyorum.
Prof Dr. Afife Batur: Bildiri bugünkü
yönetimin bir şey yapmadığını söylüyor gibi.
Öncelikle mimarlık kavramından ne anladığımıza
bağlı. Kendi projeleriniz için destek ve yakınlık
bekliyorsanız bu başka bir olaydır. Mimarlığı bütün
ve herkesin yararına hizmet veren bir meslek olarak
görmekse başka bir şeydir. Sanırım sorun buradan
kaynaklanıyor. Mimarlar Odası ilgi ve destek
vermemekle suçlanıyor. Mimarlar odası genel olarak
mimarlığın kamu yararını gözeten kavramından yola
çıkıyor. Bildiridekinin tam tersini yapıyor.
Bildiriyi yayımlayan grubun içerisinde beğendiğim
meslektaşlarım da var. Bence oda bünyesinde
eleştirilerini dile getirebilirdi. Neden sustular
bilmiyorum. İletişimsizlik sorunu var. Açıkçası ben
çok yadırgadım. Kendi içimizde çözümlememiz
gerekirdi. Bunlar bir şekilde yönetimin el
değiştirmesini istiyorlar. Bunların çoğu İstanbul
için rant projelerine katılanlar. Tayyip Erdoğan'ın
dünkü gazetelerdeki açıklamasıyla aynı güne denk
geldi bildiri. Aynı dili kullanıyorlar. Suçlamaları
birbiriyle örtüşüyor.
Turgut Cansever: Mimarlık mesleğinin ve
mimarların güncel sorunlarına çözüm bulmaya yönelik
benim de katıldığım 'Mimarlığa Yol Açın' başlıklı
davet yazısını imzalayan bazı isimleri gazetelerde
görünce kısa bir açıklama yapmak zaruretini
hissettim. Mimarların mesleklerini icra ederken
karşılaştıkları zorlukların aşılması ve meslek
uygulama düzeyinin yükseltilmesi gibi önemli bazı
sorunların acil çözüm beklediği hepimizin bildiği
bir gerçektir; ancak öncelikli asli hedef geniş
insan topluluklarını kapsayan ahenkli bir çevrenin
meydana getirilmesidir. Bu açıdan, uzun vadeli,
tarihe ve doğaya saygıyla bakarak gelecek nesilleri
kollayan, sürdürülebilir, katılımcı, tutarlı,
bilimsel objektif verilere dayanan bütüncül ülke,
bölge ve şehir ölçeğinde kademeli bir fiziki
planlama yaklaşımına ihtiyaç bulunmaktadır. Çağın
vebası 'marka merakıyla' başvurulan Batılı
tasarımcıların elinde oyuncak olmadan veya onların
önerme ve ürünlerine gözü kapalı öykünme
kolaycılığına kaçmadan, asli değerlerimizi
yorumlayan şahsiyetli ve çağdaş yeni bir mimari dil
oluşturmalıyız. Spekülatif hırsların aleti durumuna
düşürülmemesi, bir beceri sergileme platformuna
indirgenmemesi gereken yüce mimarlık mesleği böylesi
meşakkatli ve kapsayıcı bir çabayı fazlasıyla hak
etmektedir. Mimarlık camiasının hizipleşmeden,
asgari doğrular etrafında birleşerek ülkemizin,
afetlere dayanıklı 'yaşanılır' şehirlere, kamusal
yapılara ve içlerinde ümit dolu yeni nesillerin
yetiştiği güzel, ferah evlere duyduğu gereksinimi
karşılayacak bilinci oluşturmak üzere gücünü fark
ederek pekiştirmesini temenni ediyorum.
Radikal, Haber: Müjde Yazıcı, 23.01.2008
|
TARİHİ CEPHANELİKTE YANGIN
Trabzon’un önemli tarihi eserlerinden olan Cephanelik, akşam saatlerinde çıkan yangında zarar gördü.
Edinilen bilgiye göre, Yeni Cuma Mahallesi’nde bulunan tarihi Cephanelik’te, akşam saatlerinde yangın çıktı. Binanın alt katındaki camları kırarak içeri giren kişi ya da kişilerin içerideki straforları tutuşturmasıyla çıkan yangında restorasyonu tamamlanmış olan tarihi eser hasar gördü. Yangın, Trabzon Belediyesi İtfaiye Müdürlüğü ekiplerinin müdahalesiyle kontrol altına alınarak söndürüldü.
Trabzon Rum Devleti İmparatoriçesi İren tarafından dini amaçlı olarak 1340 yılında yaptırıldığı düşünülen tarihi bina, Osmanlılar döneminde cephanelik olarak kullanılmış ve daha sonra da bu isimle anılmıştı. Tarihi bina, Trabzon’un Ruslar tarafından işgal edildiği 1916-1918 yılları arasında da cephanelik olarak kullanılmış ve 1919 yılında meydana gelen patlamada büyük hasar görmüştü. Mülkiyeti Trabzon Müze Müdürlüğü’nde olan Cephanelik, özel bir şahıs tarafından turistik amaçlı olarak kullanılmak üzere 49 yıllığına kiralanmış ve aslına uygun şekilde restore edilmişti.
Trabzon Kent Haber, 23.01.2008
|
 |
ÖZEL MÜZELERİ ÇOK SEVDİK
Müzecilik anlayışında yeni bir çığır açan
İstanbul’daki bazı özel müzeleri geçen yıl 831 bin
kişi ziyaret etti. Bunlardan biri olan İstanbul
Modern Sanat Müzesi’ni (İstanbul Modern), 2007
yılında 548 bin kişi ziyaret etti. Müzede ziyaretçi
sayısı 4 yılda 1.5 milyonu aştı. Türkiye’nin sanayi
ve teknoloji alanındaki ilk ve tek müzesi olan Rahmi
M. Koç Müzesi’ni, geçen yıl yüzde 60’ının gençlerin
oluşturduğu 134 bin 106 kişi ziyaret etti. 6 yıldır
faaliyetlerini sürdüren Sabancı Üniversitesi Sakıp
Sabancı Müzesi de açıldığı günden bu yana 700 bin
kişiyi ağırlarken, geçen yıl 132 bin kişi ziyaret
etti. Bunların yüzde 59’unu kadınlar, yüzde 42’sini
çocuklar oluşturdu. Vehbi Koç Vakfı Sadberk Hanım
Müzesi’ne ise 17 bin 876 kişi uğradı. Özel müzeler,
düzenledikleri dünya çapında ses getiren ‘özel’
sergi ve etkinliklerle ilgi topladı.
Türkiye Gazetesi, 23.01.2008
|
 |
ÇORUM'DA YENİ ANTİK KENT BULUNDU
Çorum'un Mecitözü İlçesi Beyözü Köyü'nde yapılan yüzey araştırmaları sonucunda Bizans Dönemi'ne ait bir antik kent kalıntıları bulundu.
Amerikalı Bilim Adamı Prof. John Haldon'un başkanlığındaki ekibin araştırmaları sonucu eski kaynaklarda ‘Avkat’ ismiyle yer alan antik kentin Beyözü Köyü sınırları içerisinde bulunduğu tespit edildi. Ankara Etnografya Müzesi Uzmanı Mehmet Demir, “Kazı çalışmaları bu yıl içerisinde başlayacak” dedi.
Bizans dönemi tarih uzmanı Prof. John Haldon'ın başkanlık ettiği ve Amerikan, İngiliz, İtalyan ve İsviçreli bilim adamlarının yer aldığı 32 kişilik heyet, geçen yılın Ağustos ayında Beyözü Köyü Kaletepe Mevkii'nde inceleme yaptı. Kültür ve Turizm Bakanlığı temsilcilerinin denetimindeki çalışmalarda Avkat Antik Kenti'nin konumu ve kalıntıları belirlenerek kayıt altına alındı.
Prof.John Haldon ve ekibi tarafından 1 yıldan bu yana sürdürülen araştırmaların sonuçları ile ilgili olarak Ankara Etnografya Müzesi uzmanı Mehmet Demir açıklama yaptı. Demir, 3 hafta süren çalışmaların sonunda antik kentin yerinin kesinlik kazandığını söyledi.
Yüzey araştırmaları ile ilgili raporların hazırlanarak Kültür ve Turizm Bakanlığı'na sunulduğunu belirten Demir, Bizans Dönemi'ne ait kale ve taşra yerleşim yeri kalıntılarının bulunduğu ‘Avkat Antik Kenti' ile ilgili araştırma sonuçlarının önümüzdeki Mayıs ayında yapılacak sempozyumda ortaya konacağını bildirirken, “Bizans yerleşim yeri ile ilgili araştırmalar önümüzdeki yıllarda da devam edecek. Uzmanlardan oluşan inceleme heyetinin raporuna göre ilerleyen dönemde kazı çalışmaları başlayacak” dedi.
Hürriyet, 23.01.2008
|
KOMŞUDAKİ OSMANLI-TÜRK ESERLERİ HAYAT BULACAK
Bodrum ve İstanköy (Kos) ticaret odaları, 1522 yılında Rodos, Kilimli ve Leros adalarıyla birlikte Osmanlı himayesine giren Bodrum’a beş mil uzaklıktaki, 4 bin Müslüman’ın yaşadığı İstanköy Adası’ndaki 200 ile 500 yıllık Osmanlı- Türk eserlerinin korunması için bir yıl önce anlaşmaya vardı.
Yaklaşık 390 yıl Osmanlı himayesinde kalan, aralarında cami, han, hamam, çeşme, türbe, kütüphanelerinde bulunduğu yaklaşık 35 eserin bakım, onarım ve restorasyonu için karar alındı. Çalışmalar için AB fonlarından 120 bin YTL, destek sağlandı. İlk etapta, Gazi Hasan Paşa, Hacı İbrahim Paşa, Rıfat Efendi, Piri Reis, Kızılburunlu Hasanpaşa ve Atik camilerinin restorasyon çalışmalarına başlandı.
Bodrum ve İstanköy’deki tarihi eserlerin envanterinin çıkarılarak kültür turizmine kazandırılması için çalışmaların devam ettiğini belirten Bodrum Ticaret Odası Başkanı Mahmut Kocadon, "Eserlerin korunmasına yönelik, ilk kez böyle geniş çaplı bir çalışma başlattık. Her iki yakadaki geçmişe ait eserlerin envanterini çıkartıp koruma altına alarak, ortak turizm paketiyle kültür turizmine kazandırıp, pazarlamasını yapacağız. Şu ana kadar tespit edilen 35 eser var. Ancak, 390 yıl adada yaşayan Türkler’in daha fazla eser bıraktığını biliyoruz. Adanın her yerinde Osmanlı izlerini görmek mümkün" dedi.
Kocadon, Osmanlı-Türk mimarisi eserlerin yeniden ayağa kaldırılması için her türlü desteği vermeye hazır olduklarını da kaydetti. İstanköy Ticaret Odası Yönetim Kurulu Üyesi Yannis Yoannidis de her iki kesimin ticaret odalarının sağlayacağı maddi destekle, envanter çalışmalarına hız verip, daha fazla eseri turizme kazandırıp, zengin turistleri bölgeye çekeceklerini de vurguladı.
Hürriyet Ege, Haber: Yaşar Anter, 23.01.2008
|
 |
HEYKELTRAŞIN ÖMRÜ RESSAMDAN UZUN OLUYOR
Taş, toprak, alçı ya da
metalle uğraşmak, boya ve fırçayla haşır neşir
olmaktan faydalı! ABD'de yapılan araştırmanın
sonuçlarına göre, heykeltıraşlar ressamlardan
ortalama dört yıl daha fazla yaşıyor. Georgia
Üniversitesi'nden Philip Greenspan, araştırmada
15-19. yüzyıllarda yaşamış 144 heykeltıraş ve 262
ressamın yaşam sürelerini kıyasladı. Ressamların
ortalama yaşam süresi 63.6, heykeltıraşlarınki 67.4
yıl çıktı.
Heykeltıraşların daha uzun yaşamasının sırrıysa
ressamlara göre çalışırken daha fazla fiziksel güç
kullanmaları. Bu, antibiyotiğin henüz icat
edilmediği dönemde heykeltıraşların bağışıklık
sistemlerinin daha kuvvetli olmasını sağlamış.
Araştırma hakkında yorum yapan bulaşıcı hastalıklar
uzmanı James Hanley, gözlemin ilginç olduğunu
belirtse de konuya şüpheyle yaklaşıyor. Tablolarda
az çok zehirli maddelere rastlandığını belirten
Hanley, bunların mermer tozu ya da keski
darbelerinden daha zararlı olmadığını, 2005'te
heykeltıraşlarda 95 hastalık vakasına rastlandığını
söylüyor. İtalyan ressamlar Raphael ve
Caravaggio'nun 37, Donatello ve Bernini gibi
heykeltıraşların 80 yaşında hayata gözlerini
yumdukları biliniyor.
Radikal, 23.01.2008
|
DENİZLİ'DE TARİHİ ESER
OPERASYONU
Denizli'de düzenlenen
operasyonda tarihi eser ele geçirildi.
Denizli İl Jandarma Alay
Komutanlığı tarafından eski eser kaçakçılığına
yönelik operasyonda, merkeze bağlı Şirinköy köyünde
İ.K. isimli şahsın elinde tarihi eser bulundurduğu
ve satmak için müşteri aradığı haberinin alınması
üzerine jandarma ekipleri alıcı kılığına geçerek
şahısla irtibata geçti. Şüphelinin elinde bulunan
bir adet yeni döneme ait İspanyol askeri figürü, bir
adet Fransız şövalyesi asker figürü, bir adet sikke,
bir adet 4 kollu haç kolye ile bir adet bakır renkli
kalp içerisinde koç figürlü kolye,
alıcı kılığındaki ekiplere satılmaya çalışılırken
ele geçirildi. Yapılan incelemede, İspanyol askeri
figürü, bir adet Fransız şövalyesi asker figürü, bir
adet sikkenin Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu
kapsamında, diğerlerinin de sahte olduğu tespit
edildi. İ.K. isimli şahıs çıkarıldığı adli
makamlarca serbest bırakıldı.
haberler.com, 22.01.2008
|

 |
METROPOLITAN YÖNETİMİ 10 ESERİ DAHA İTALYA'YA İADE EDİYOR
New York Times Gazetesi tarafından duyurulan bir habere göre koleksiyoner Shelby White, İtalya tarafından kaçak yollarla yurt dışına çıkarıldığı iddia edilen 10 eseri iade etmeye karar verdi.
Aralarında Eucharides Vazosu olarak isimlendirilen ve uzun paralıklara konu olan bir parçanın da bulunduğu dokuz eser New York İtalya konsolosluğuna teslim edildi. MÖ 5. yüzyılda yapılmış Euphronios Vazosu’nun ise 2010 yılına kadar Shelby White mülkiyetinde kalması, bu tarihte İtalya’ya iade edilmesi taraflarca kararlaştırıldı.
Shelby White ile yakın tarihlerde ölen eşi Leon Levy Metropolitan Müzesi’nde inşa edilen yeni Yunan ve Roma eserleri galerisi için 20 milyon dolar bağışlamışlardı ve bahsi geçen eserler de müzenin bu yeni inşa edilen kısmında teşhir ediliyordu.
İtalyanlar bu koleksiyonda bulunan, bahsi geçen eserleri, kaçakçı Giacomo Medici’nin İsviçre’de 1994 yılında ele geçirilen polaroid fotoğraflarından yola çıkarak tesbit etmişlerdi. Hükümet yetkilileri ile Shelby White’ın avukatları arasında 18 ay süren görüşmeler sonunda iade anlaşması ile sonuçlandı.
The Sun, Haber: Kate Taylor, 18.01.2008
|
"KÜLTÜREL MİRAS KORUNMALI"
Başbakan Recep
Tayyip Erdoğan, UNESCO heyetinin,
"Dünya Kültür Mirası" listesinden çıkarılma
tehlikesiyle karşı karşıya kalan İstanbul'a
gelmesine günler kala kentin sermaye gruplarına
pazarlanmasına, kültürel mirası yok edecek projelere
karşı çıkan uzmanlara sert tepki gösterdi.
Erdoğan'ın Antalya'da Türkiye Otelciler
Federasyonu'nun (TÜROFED) toplantısındaki, "Birçok
şey harabe. Buraları güzel oteller haline getirelim
istiyoruz. 'İstemezük' diyorlar. Niye olmaz
kardeşim" sözlerine yanıt veren kentbilimci ve
mimarlar, "Başbakan'ın açıklamaları kentin değerleri
adına bizleri endişelendiriyor." görüşünü dile
getirdiler.
Erdoğan'ın sözlerini gazetemize değerlendiren UNESCO
İstanbul Dünya Mirası İzleme Komitesi üyesi, Mimar
Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Mimarlık Fakültesi
Öğretim Üyesi ve Doç.Dr. Deniz İncedayı,
Başbakan'ın tarihi ve kültürel varlıklara bakışıyla
UNESCO'nun görüşünün çeliştiğini belirterek, tarihi
ve kültürel varlıkların bir girişimcinin çıkarı
değil, kamu yararı gözetilerek korunması ve
yaşatılması gerektiğini söyledi.
Sultanhamet'teki Bizans Sarayı kalıntıları
üzerine değil otel yapmak en ufak bir yapının bile
inşasının yanlış olduğuna dikkat çeken İncedayı,
"Aslında bizlerin bazı projelere karşı çıkarak
'olmaz' demesi; olumsuz anlamda bir hayır değil,
olumlu ve yapıcı bir hayır. Çünkü kültür
miraslarının korunmasını istiyoruz. Ama bizim karşı
çıkışlarımız, yüzeysel bir şekilde eleştiriliyor"
yorumunu yaptı. İncedayı, "Kültürel miras
özelleştirilerek değil, kamuya mal edilerek
korunmalı. Turizme katkı sağlamak illa ki
yapılaşmayı gerektirmez. Binalaşmayarak da bu
olabilir. Zaten artık dünyada insanlar da tarihi bir
alandaki otelde bir kahve içmek değil o alandaki
kültürel mirası görmek istiyor" dedi.
İTÜ Mimarlık Fakültesi Mimarlık Tarihi Anabilim Dalı
Başkanı Doç.Dr. İlknur Kolay da "Başbakan
Erdoğan'ın ifade ettiği harabelerin ülkemizin kültür
varlıkları olduğunu" anımsatarak "İstanbul'un
geçmişine dair izler sunan bu varlıkları, her
isteyen istediği gibi kullanamaz" diye konuştu.
Mimarlar Odası İstanbul Şube Başkanı Eyüp Muhcu
da Başbakan'ın açıklamalarının Türkiye'nin altına
imza attığı anlaşmalar ile bağdaşmadığına dikkat
çekti. Muhcu, "Başbakan'ın açıklamaları kentin
değerleri adına bizleri endişelendiriyor. Kimi
yatırımcıların kar maksimizasyonuna dayanan
programlarına bağlı olarak İstanbul'un yağmalama
projeleri, uluslararası anlaşmalara da şehircilik
kurallarına da aykırı" dedi.
UNESCO heyetinin İstanbul'a gelmesine az bir zaman
kala böyle bir açıklama yapılmasını "talihsiz"
olarak niteleyen Muhcu şunları söyledi: "Kimi zaman
'kalkınma ve gelişmeye karşı çıkıyorlar' diye
eleştiriliyoruz. Kalkınmadan anlaşılan kültür ve
doğa varlıklarının yok edilmesi ise bunun
kalkınmayla ilgisi söz konusu değil. Olsa olsa
ülkenin geleceğinin yozlaştırılması, yok edilmesi ve
karanlığa sürüklenmesi anlamına gelir."
Cumhuriyet, 22.01.2008
|
HAYDARPAŞA İÇİN İLK ADIM
AKP ve İstanbul
Büyükşehir Belediyesi (İBB) meslek odaları ve
üniversitelerin "rant projesi" olarak nitelendirdiği Haydarpaşa Port projesinden vazgeçmiyor.
Haydarpaşa Garı'nın kruvaze liman yapılmasını
öngören projede plan yapma yetkisi İBB'ye
verildi.
Devlet Demiryolları Genel Müdürlüğü (DDY) ile İBB
arasında 30 Kasım 2007 tarihinde imzalanan protokol
uyarınca, plan yapma yetkisini DDY'den devralan İBB,
planlamanın her aşamasında DDY'yi bilgilendirerek
görüş ve onayını alacak. Protokol metninde her türlü
imar planını onaylamaya ve ruhsat vermeye
Bayındırlık ve İskan Bakanlığı'nın yetkili
olduğuna da dikkat çekildi. Protokol, İBB
Meclisi'nin cuma günü yapılan oturumunda oyçokluğu
ile kabul edildi. Protokolde Haydarpaşa Garı
Liman ve Geri Sahası'nın tarihi yarımada ile
bütünlük gösterdiğine dikkat çekilerek bölgenin
dokusunun ve Boğaz'ın siluetinin olumsuz
etkilenmemesine dikkat edilmesi istendi. Prolokolde,
planların 1/100 binlik İstanbul Çevre Düzeni
Planı'na uyumlu hale getirilmesi gerektiği
belirtildi.
Mimarlar Odası İstanbul Şube Başkanı Eyüp Muhcu,
protokolün hukuken geçersiz olduğunu belirterek,
planlamanın yasal dayanağı olmadığını savundu. Muhcu
projenin "yağma" olarak değerlendirilmesi
gerektiğini belirterek "Haydarpaşa projesi için
hiçbir yasal dayanağı olmayan bir protokol
yapılıyor. Söz konusu bölge daha önce bölge koruma
kurulu tarafından 'tarihi sit alanı' ilan edildi.
Sit alanı ilan edilmesinin ardından DDY kararın
iptali için dava açtı. Dava devam ederken planlama
yapılamaz. DDY İstanbul ve Türkiye'nin tarihsel
mirası olan Haydarpaşa'ya sahip çıkmalıdır" diye
konuştu
Cumhuriyet, 22.01.2008
|
ÇATALHÖYÜK'TE KAZILAR SÜRÜYOR
Tarihin en eski yerleşim birimi olarak kabul edilen Çatalhöyük'e ilgi her geçen gün artıyor...
Selçuk Üniversitesi Çatalhöyük kazı ekibi, 80 ülkeden gelen arkeologlarla birlikte ortak kazı çalışması yapıyor.
9 bin 500 yıllık geçmişe sahip Çatalhöyük'e, Selçuk Üniversitesi arkeoloji bölümü ışık tutuyor.
Üniversitenin sponsorluğunda devam eden kazı çalışmalarına yabancı bilimadamları da katılıyor.
Selçuk Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof.Dr. Kürşat Turgut, "Bizim arkeoloji bölümümüz her yıl orada kazı yapmakta. Aynı zamanda diğer Çatalhöyük'te devam eden 80 ülkeden gelen arkeologlarla beraber yapılan kazı çalışmalarını takip etmekte" dedi.
Konya'da kurulması planlanan arkeometri labotuvarı ise çıkarılan katıntılara ışık tutacak.
Beş milyon dolara yapılması planlanan laboratuvarda, sadece Çatalhöyük'ten çıkarılan kalıntıların değil, Türkiye'deki tüm kazılarda elde edilen bulguların yaşı dahil, ölçümleri yapılacak.
Selçuk Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof.Dr. Şefik Bilir ise, "Sadece Çatalhöyük değil Türkiye'deki bütün süre gelen kazı alanlarından elde edilen bulguların arkeometrik ölçümlerinin yapılabileceği çok kapsamlı bir laboratuara ülkemiz sahip olacak." diye konuştu.
Trt/Haber, 22.01.2008
|
 |
TARİHİ AMİNTAS MEZARLARI DEPO OLARAK KULLANILIYOR
Muğla'nın Fethiye İlçesi'nde
MÖ 5. yüzyıldan kalma
tarihi anıt mezarlar, vatandaşlar tarafından depo
olarak kullanılıyor. Mezarların bulunduğu Taşyaka
Mahallesi'nde yaşayan halk, evlerindeki fazla
malzemeleri mezarlara saklıyor.
Kışlık erzakların saklandığı mezarlar, yazın da
dolap olarak kullanılıyor. Kaya yamacında olan
tarihi mezarların içi yazın serin olduğu için,
buzdolabı vazifesi görüyor.
Fethiye'nin simgesi olarak kabul edilen Amintas
Mezarı, kenti çevreleyen tepenin eteklerinde
bulunuyor. Mitolojik tarihi MÖ 4. yüzyıla dayanan
mezarlar, Telmessos kentinin yöneticisi olduğu
sanılan Kral Amintas'ın anısına inşa edilmiş.
Amintas mezarlarıyla birlikte aynı güzergah
içerisinde çok sayıda küçük mezar bulunuyor. İki bin
yıldan fazla geçmişi bulunan bu mezarlar, kente
gelen yerli ve yabancı turistler tarafından büyük
ilgi görüyor. Fakat Fethiye'de yaşayanlar, bu
mezarları tarihi bir kalıntı olarak değil kullanışlı
bir depo olarak görüyor. Mezarların yer aldığı
Taşyaka Mahallesi'nde yaşayanlar, evlerindeki fazla
eşyaları bu mezarlarda muhafaza ediyor. Yağmur
almayan ve kuytuda yer alan mezarlar adeta bir
tarihi depo vazifesi görüyor. Aynı tarihi mezarlar
konumu itibarı ile de yaz aylarında soğuk hava
deposu olarak kullanılıyor. Evlerde sıcaktan
bozulabilecek ve dolaplara konulamayan bazı eşyalar
bu mezarlarda muhafaza ediliyor. Emine Uysal isimli
vatandaş, mezarların görsel güzelliği bulunduğunu
söylerken, evlerindeki fazla eşyaları bu mezarlara
koyduklarını ifade ediyor.
Zaman, Haber: Fatih Yılmaz, 22.01.2008
|
TARİHİ ACEMOĞLU HAMAMI 'TİCARET ALANI'NA DÖNÜŞTÜ
Vezneciler'deki 250 yıllık tarihi Acemoğlu
Hamamı plan tadilatlarıyla "tarihi hamam"
alanından çıkarılarak "ticaret alanı" haline
getirildi. İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB)
Meclisi'nce kabul edilen plan tadilatıyla, üç yıl
önce tarihi hamam kalıntıları üzerinde inşaatına
başlanan "Celal Ağa Konağı ve Zekiye Hatun
Alışveriş Merkezi" de imar planlarına uygun hale
getirildi.
İBB Meclisi'nin ocak ayı toplantılarında görüşülen
raporda, hamam ve çevresindeki parsellerin 1/5
binlik Tarihi Yarımada Koruma Amaçlı İmar Planı'nda
ve 1/1000'lik Eminönü Koruma Amaçlı Uygulama
Planı'nda "tarihi hamam alanı" olarak kayıtlı olduğu
belirtilerek "parselin küçük bir bölümünde hamam
bulunduğu, parselin tamamının hamam alanı olarak
ayrılmasının ise mağduriyet yarattığı" savunuldu.
Mağduriyetin giderilmesi gerekçesiyle ilgili
alanların "tarihi hamam" alanından çıkarılarak, "2.
Derece Ticaret Alanına" alınması talep edilen rapor,
oyçokluğu ile kabul edildi.
Rapora muhalefet şerhi koyan İBB Meclisi CHP Kadıköy
İlçe Üyesi Hüseyin Sağ, otel inşaatının
koruma kurulu tarafından onaylandığına dikkat
çekerek "Koruma kurullarının belediyeler üzerindeki
etkisi güvenilir değil. Projeleri sunan kişiler aynı
zamanda kurul üyesi. Böyle bir sistemde tarihi
kalıntıların üzerine yapılan inşaatları onaylamak
mümkün değil" diye konuştu.
Cumhuriyet, 22.01.2008
|
KERİMOĞLU EVİ RESTORE EDİLDİ
Muğla'nın Yerkesik
beldesindeki Kerimoğlu Evi, restorasyonu
tamamlanarak kültür evi haline getirildi. Yerkesik
Belediye Başkanı Mustafa Karadağ, Kerimoğlu'nun
öldürüldüğü evin restorasyonun Muğla Valiliği
işbirliğiyle tamamlandığını söyledi. Başkan Karadağ,
evin Yerkesik Belediyesi Kültür Evi haline
getirildikten sonra yörenin el sanatları ve halkın
kültürünü yansıtan değerlerin sergilenmesi için
kullanılacağını ve kültür turizmine
kazandırılacağını kaydetti. Bahçesiyle birlikte bin
600 metrekare alan içindeki Kerimoğlu Evi'nin ev
bölümünde, günümüzdeki Kerimoğlu efsanesini gösteren
yazı ve resimler sergilenecek. Daha önce ahır ve
samanlık olarak kullanılan depo ise etnografik
değerlerin sergilendiği salon şeklinde hizmet
verecek. Arka bahçedeki küçük birimde de
ziyaretçiler için kafeterya yapılacak.
Haber Ekspres, 22.01.2008
|
BODRUM'UN ESERLERİ ABD'YE GİDİYOR
Bodrum Sualtı
Arkeoloji Müzesi'nde bulunan 156 tarihi eser,
ABD'deki Metropolitan Müzesi'nde açılacak 'MÖ İkinci
Binyılda Sanat ve Uluslararası Değişim Sergisi'nde
sergilenecek
Bodrum Kalesi ve Sualtı Arkeoloji Müze Müdürü Yaşar
Yıldız, müzedeki, aralarında Nefertiti'nin altın
mührü, amforalar, cam boncuklar, altın kolye ve taş
çapa gibi eserlerin de bulunduğu 156 tarihi eserin,
13 Kasım'da New York Metropolitan Müzesi'nde
açılacak "MÖ İkinci Binyılda Sanat ve Uluslararası
Değişim" konulu sergide gösterileceğini söyledi.
Dünya'nın önemli müzelerindeki değerli bazı
koleksiyonların yer alacağı serginin, Anadolu ve
Akdeniz çanağındaki ticari hayat hakkında önemli
bilgiler vereceğini belirten Yıldız, "Sergide
dünyanın farklı müzelerinden eserler gösterilecek.
Ancak ağırlıklı olarak bizim müzemizdeki eserler yer
alacak" dedi.
Yaşar Yıldız, Bodrum'dan ABD'ye götürülecek eserler
arasında Uluburun Batığı'ndan çıkartılan çok sayıda
buluntunun yer alacağını belirterek,
"Uluburun batığından çıkartılan eserler Akdeniz'deki
ticareti, yaşamı gözler önüne seriyor. Aralarında
Uluburun Batığı'ndan çıkarılan buluntuların da yer
aldığı çok değerli 156 parça, ABD'deki müzede
sergilenecek. Bu sergi, hem müzemiz hem de ülkemiz
açısından çok önemli. Sergide dünyanın önde gelen
müzelerinden getirilecek değerli eserler
gösterilecek. Oraya gönderilecek eserler,
Anadolu'daki ticari hayat hakkında da önemli ip
uçları verecek. Örneğin müzemizdeki Nefertiti'nin
dünyada bilinen tek altın mührü bu müzede
sergilenecek. Altın kadeh, cam, bakır ve kalay
külçeleri ticari yaşam hakkında önemli göstergeler
sunuyor" dedi.
Haber Ekspres, 22.01.2008
|
ANTİK BERGAMA SANAL MÜZE'DE SERGİLENİYOR
“Mimarlık Öğrencilerinin Bakışıyla Antik Bergama”
adlı sergi, 1 Şubat’tan itibaren mimarların sanal
müzesi olan www.mimarlikmuzesi.org adresinde
sanatseverlerle buluşacak. Mimarlık öğrencilerinin
gözlem, sunuş ve karşılaştırmalarından oluşan sergi,
Bergama kenti mimarisini ve tarihini tüm
zenginliğiyle aktarıyor. Yapı-Endüstri Merkezi Sanal
Mimarlık Müzesinin bu sergisi, öğrencilerinin bir
yarıyılı boyunca Bergama incelemeleriyle
ziyaretlerindeki gözlemlerine dayanıyor.
Türkiye Gazetesi, 22.01.2008
|
 |
TARİHİ ESER KAÇAKÇILARINA DARBE
Yozgat İl Jandarma Komutanlığı ekipleri, düzenledikleri operasyonda 300 ve 600 yıllık olduğu tahmin edilen el yazması Kuran-ı Kerim, tarihi özellikli kılıç ve Roma dönemine ait sikke ele geçirdi.
Edinilen bilgiye göre; Yozgat'ın Çekerek İlçesi'nde 4 kişinin tarihi eser kaçakçılığı yaptığı ihbarını alan Yozgat İl Jandarma Komutanlığı ekipleri, ilçeye bağlı Karahacılı, Kahyalı ve Kayalar köylerine eş zamanlı olarak operasyon düzenledi.
Operasyon sonucunda daha önceden takibe alınan İ.K. (66), Z.Y. (56), N.Ş. (40) ve Ö.A. (49) isimli şahıslar; ellerinde 2 adet 300 ve 600 yıllık 35 ile 40 bin YTL değerinde olduğu tahmin edilen el yazması Kuran-ı Kerim, 1 adet tarihi özellikli kılıç ve 12 adet Roma dönemine ait sikke ile yakalandı.
Jandarma tarafından gözaltına alınan İ.K., Z.Y., N.Ş. ve Ö.A. yapılan sorgulamanın ardından adliyeye sevk edilirken, mahkeme sonucunda şahıslar hakkında yurtdışına çıkma yasağı ve her cuma günü imza beyanı kararı alındığı, ele geçirilen eski eserlerin değer tespit raporu düzenlenmesi için Yozgat Müze Müdürlüğü'ne teslim edildiği bildirildi.
Yozgat Kent Haber, 21.01.2008
|
TARİHİ ESER OPERASYONU
Afyonkarahisar'ın
Çay İlçesi'nde jandarma tarafından gerçekleştirilen
operasyonda, 2 adet tarihi eser ele geçirildi.
Edinilen bilgiye göre, bir istihbaratı değerlendiren Afyonkarahisar İl Jandarma Komutanlığı'na bağlı ekipler, Çay İlçesi'ne bağlı Karamık Karacaören beldesinde 1 adet bel kemer tokası ile 1 adet cam sürahi ele geçirdi.
Olayla ilgili, ismi belirtilmeyen bir şahsın yakalanarak gözaltına alındığı bildirildi.
Afyon Kent Haber,
21.01.2008
|
|
 |
MEKSİKA'DA ZAMAN KAPSÜLÜ
Mexico City’nin Metropolitan Katedrali’nin çan kulesinde, kuleyi olası tehlikelerden korumak üzere yerleştirilmiş bir zaman kapsülü bulundu. Kulenin son taşının yerleştirildiği tarih olan 14 Mayıs 1791 de, bir deliğe konulan kurşun kutu dini eşyaların yanısıra paralar ve parşömenler içermekte. İşçiler tarafından geçen Ekim ayında bulunan kutunun içindeki malzemenin herhangi bir zarar görmemesi için araştırmacılar üç ay boyunca çalıştılar.
Kutuda bulunan belgeler arasında, kulenin kutsanmasına ilişkin papanın yazdığı mektup ve St. Barbara’nın bir gravürü de bulunmakta. Arkeolog Xavier Cortes, bir katolik azizesi olan St. Barbara’nın yıldırımlarla ilişkili olduğunu ve eski çağlarda bu azizenin bir tür paratoner işlevi olduğuna inanıldığını belirtmekte.
Kutunun içinde, son derece iyi korunmuş 23 madalyon ve 5 sikke ile kuleyi fırtınalardan korumak için konduğu belirtilen 5 haç bulunmakta. Katedralin istilalar, seller ve yumuşak toprak üzerinde inşa edilmesi dolayısıyla yaşadığı doğal tahribat göz önüne alındığında, tüm bu ilahi kutsamalara ihtiyacı olduğu düşünülebilir.
Yetkililer, içeriğini açıklamaksızın, restorasyon sonrası yeni bir zaman kapsülünün eskisi ile aynı yere yerleştirileceğini bildirdiler.
AP, Haber: Mark Stevenson, 16.01.2008
|
TUZLA'NIN TARİHİ YOKEDİLİYOR
AKP’li Tuzla Belediyesi ilçenin tarihini yok ediyor.
İlçenin merkezinde bulunan tarihi Ayazma Bölgesi
yıkılarak, yerine düğün salonu yapılıyor. İstanbul 5
Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge
Kurulu tarafından Doğal Sit ve arkeoloji alanı
olarak ilan edilmiş bölge içinde, yüzyıllık ağaçlar,
arkeolojik kalıntılar bulunuyor.
Bir yıl önce de aynı şeyi yapmaya çalışan belediye,
halkın tepki göstermesi ve anıtlar kurulunun
yürütmeyi durdurması üzerine yıkımı durdurmak
zorunda kalmıştı. Ayazma Bölgesi’nin Tuzla’nın
tarihi olduğunu belirten ilçe sakinleri, yıkımı
durdurmak için imza kampanyası başlattı.
Tuzla’nın sembollerinden biri olan yüzlerce yıllık
Ayazma’nın tarihi Bizans dönemine kadar uzanıyor.
Daha önce içinde tarihi bir kilisenin bu kilisenin
katısında da papazın kızına ait bir mezar
bulunuyordu. Osmanlı döneminde de değişik amaçlarla
kullanılan bölge, Cumhuriyet döneminde de değişik
amaçlarla kullanılmış. Ayazma, 1960 ve 1970’li
yıllarda panayır ve eğlence yeri olarak
kullanılıyordu. Daha birkaç yıl öncesine kadar ilçe
sakinleri Ayazma’da yüzyıllık ağaçların altında
dinlenirler, sohbet edip, çaylarını içerlerdi. Yakın
tarihe kadar düğünlerini ve eğlencelerini bu bahçede
yapar ve çocukları da asırlık çınar ağaçlarının
altında oynardı.
AKP’li Tuzla Belediyesi ise yönetime gelince önce
bölgenin ismini ‘Bahçeler’ olarak değiştirdi. Şimdi
Tuzla’nın sembolü olan tarihi bölge yok edilip,
yerine düğün salonu yapılıyor.
Tuzla Belediyesi ilk olarak geçtiğimiz yıl bölgede
düğün salonu yapmak için harekete geçti. Tuzla
Belediyesi’nin projelendirip, Büyükşehir’in
ihalesini yaptığı inşaat çalışmalarında, yüzyıllık
ağaçlar ve tarihi kalıntılar yok olma tehlikesiyle
karşı karşıya kalmış, ağaçların kökleri sökülmüş,
kamyonlara yüklenerek götürülmüştü. İlçe
sakinlerinin tepki göstermesi ve şikayeti üzerine 5
Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma
Kurulu’na çalışmaların durdurulması için Tuzla
Belediye Başkanlığı, İstanbul Büyükşehir Belediyesi
Başkanlığı, Tuzla Kaymakamlığı ve İstanbul Arkeoloji
Müzesi Müdürlüğü’ne yazı yazmıştı.
Geçen yıl çalışmaları durdurmak zorunda kalan
belediye, köklerini kestiği ağaçları kurtarmak
yerine kurumaya terk etti. Bununla da yetinmeyen
belediye geçtiğimiz hafta tarihi bölgede yeniden
çalışmalara başladı. Düğün salonunun temelini atan
belediye çalışmalarına hızla devam ediyor.
Tuzla’nın tarihinin yok edilmesine karşı çıkan ilçe
sakinleri ise yıkıma karşı imza kampanyası başlattı.
Tuzla Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği Başkanı ve
Çağdaş Tuzla Gazetesi Sahibi Halil Özen, geçen yıl
yaptıkları girişimlerle yıkımı durdurduklarını
belirterek, AKP’li belediyenin Tuzla’nın tarihini
yok etmek istediğini belirtti. Anıtlar Kurulunu
aradıklarını belirten Özen, anıttan aldıkları
yanıtta bölgenin halen koruma altında olduğunu
öğrendiklerini anlattı. Belediye ve Büyükşehir
Belediyesi ile görüştüklerini belirten Özen hiçbir
yetkilinin kendilerine açıklama yapmadığını
belirtti. Özen, yıkımı durdurmak için ellerinden
geleni yapacaklarını dile getirdi.
Evrensel, 21.01.2008
*****
ASIRLIK ÇINARLARIN
ÜZERİNDE NİKAH
Tuzla'da 'Ayazma' olarak
bilinen ve 1999'da sit alanı ilan edilen bölgede
belediye, koruma kurulunun itirazına rağmen sosyal
tesis inşa ediyor. Bir yıl önce temel atılmasının
ardından kökleri açıkta bekleyen tescilli ağaçlar
ise kuruma tehdidi altında.
Yüzyıllık çınar ağaçlarının bulunduğu Ayazma,
yapılaşmaya açılıyor. Tuzla Belediyesi koruma
altında olan bölgeye nikâh salonu ve konferans
salonları içeren sosyal tesis kurmak için geçen yıl
temel attı. Temel atılırken çınarların kökleri
ortaya çıktı. Tuzla Çağdaş Yaşamı Destekleme
Derneği'nden Halil Özen, İstanbul 5 No'lu Koruma
Kurulu'na şikâyette bulundu. Kurul, İstanbul
Büyükşehir Belediyesi ve Tuzla Kaymakamlığı'na
yazdığı yazıyla Aralık 2006'da çalışmaların
durdurulmasını istedi. Ancak belediye, aradan bir
yıl geçtikten sonra yeniden inşaata başladı.
Özen'e göre Ayazma
tehlikede: "Tarihin üzerine şimdi nikâh salonu
yapılıyor. Ayazma koruma alanı olduğundan çivi dahi
çakılamaz. Koruma kurulu çalışmaların durdurulması
ve yasal işlem başlatılmasını istedi. Ancak şu anda
tekrar çalışmalar başladı. Tuzlalılar olarak 5 bin
imza topladık."
DSP İstanbul Milletvekili Hasan Macit de inşaata,
"Ayazma'ya ne yapılacağı değil, ne yapıldığı önemli.
Ayazma yok ediliyor" diye tepki gösterirken Tuzla
Belediye Başkanı Mehmet Demirci eleştirileri şöyle
yanıtladı: "Ayazma'ya sosyal tesis yapıyoruz. İçinde
nikâh salonu, sergi ve konferans salonları, küçük
dükkânlar olacak. Ağaçlara zarar verilmedi, kökleri
kesilmedi. Duvar kenarlarına yakın ağaçların kökleri
açıkta kaldı. Biz duyarlı değil miyiz? Ağaçların
zarar görmediğine karşı orman fakültesinden
bilirkişi raporu aldık."
Radikal, Haber: Serkan
Ocak, 26.01.2008
|
TARİHİ CAMİ HİZMETE AÇILDI
Balıkesir'in Edremit İlçesi'ne bağlı Güre beldesindeki tarihi cami restore edilerek yeniden ibadete açıldı.
1880 yılında inşa edilen ve günümüzde kadar özeliğinden hiçbir şey kaybetmeden korunan cami, ağaç işçiliği, mihrabı ve minberi ile dikkat çekiyor. Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından restore edilen cami yeniden ibadete açıldı. Cami cemaati restorasyonunda emeği geçen kişi ve kurumlara teşekkür etti.
Balıkesir Kent Haber, 21.01.2008
|

|
 |
YENİKAPI ESERLERİ İÇİN MÜZE YAPILACAK
İstanbul'un iki yakasını denizin altından birleştirecek olan Marmaray projesi kapsamında Yenikapı'da sürdürülen arkeolojik kazılarda bulunan batık sayısı 30 oldu. Daha önce istasyon içinde sergilenmesi düşünülen eserler için çok katlı müze yapılmasına karar verildi.
Kazının sorumluluğunu üstlenen İstanbul Arkeoloji Müzeleri Müdürü Dr. İsmail Karamut, "30 batığı istasyon içindeki bir müzede sergileme imkanı yok. Bu nedenle Büyükşehir Belediyesi Kentsel Tasarım Projesi kapsamında kazı alanının içinde müze inşası için yer arıyor. Buluntular, oluşturulacak bu müze içinde sergilenecek" dedi.
İstanbul'un denizcilik tarihi açısından çok önemli bulguların elde edildiği arkeolojik kazılarda ortaya çıkarılan 30 batıktan Prof.Dr. Cemal Pulak tarafından bulunan ikisi konservasyon ve restarosyan çalışmaları için Bodrum'a gönderiliyor. Restore edilen batıklar daha sonra sergilenmek üzere tekrar İstanbul'a getirilecek. Geri kalan 28 batığın konservasyonları ise İstanbul Üniversitesi tarafından yapılacak.
Kazı alanı içinde yine İstanbul tarihine ışık tutacak buluntular elde edildi. İstanbul'un ilk surları olduğu tahmin edilen sur duvarı, 4. yüzyıla tarihlenen potern, 5. yüzyıla tarihlenen Thedosios sahil suru gibi önemli yapılar bulundu.
Kazı Başkanı İsmail Karamut şöyle konuştu: "Kazı ekibinden Prof.Dr. Doğan Perincek MÖ 553 yılında İstanbul'da bir tsunami olduğunu belirledi. Batıkların geneli 11. yüzyıldaki fırtınada batıyor. Ancak terk edilenler ve önceki yüzyıllarda kendiliğinden batanlar da var. Buradaki kazılar neticesinde MÖ 6000 yılına kadar gidildi. İlk tarımcı toplulukların burada yaşadığı belgelendi. Bizans dönemi gemiciliğini, gemi yapım tekniklerini öğrendik. Gemi yapım tekniklerinde usta çırak ilişkisinden tasarım mühendisliği noktasına geçiş yapıldığını gördük."
Kentin çağdaşlaşmasına katkıda bulunurken, kültür varlıklarına saygı gösterilebileceğini dünyaya gösterdiklerini kaydeden Karamut, şöyle dedi:
"Çağdaş bir mühendislik projesini, kültür projesine çevirdik. Her aşamasında arkeoloji bilimine saygılı olduk. 1992 yılında imzalanan Malta Sözleşmesi'ndeki arkeolojik mirasın korunmasına yönelik Avrupa Sözleşmesi'nin maddelerine sadık kaldık. 5- 6 Mayıs'ta müzemizde sempozyum düzenleyerek kazı sonuçlarını tüm dünyaya anlatacağız."
Milliyet, Haber: Ömer Erbil, Fotoraf: Murat Öztürk, 21.01.2008
|
TOPKAPI'NIN YENİ YENİÇERİLERİ HAZIR
Kültür ve
Turizm Bakanlığı, Topkapı Sarayı’nın ruhunu daha iyi
yansıtmak ve ilgiyi artırmak amacıyla, saray
görevlilerine giydirmek için yeniçeri kıyafetleri
hazırlattı.
Bakanlık, kadın ve erkek görevliler için ayrı ayrı
yeniçeri kıyafeti diktirdi. Bakanlık, yeniçeri
kıyafetlerinin tasarımı için, önce Saray’da 700
parçalık Osmanlı İmparatorluğu’nun ihtişamlı
giysilerinden oluşan bir defile düzenleyen modacı
Faruk Saraç ile el sıkışmıştı. Ancak ünlü
modacı ile çıkan anlaşmazlıklar nedeniyle, Kültür
Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü, kıyafetlerin
tasarımını ve dikimini
Ankara Olgunlaşma Enstitüsü’ne devretti.
Kültür ve Turizm Bakanı
Ertuğrul Günay’ın talimatıyla, konusunda uzman
bilim adamlarından ve Osmanlı üzerine çalışmalar
yapan isimlerden oluşan bir komisyon kuruldu.
Komisyon,
Ankara Olgunlaşma Enstitüsü tarafından
hazırlanan elbiselere onay verdi. Bakanlık,
geçtiğimiz günlerde tamamlanan iki örnek elbiseyi
önümüzdeki haftalarda Saray çalışanlarına
giydirecek.
Hürriyet, Haber: Umut Erdem, 21.01.2008
|
|
ÖZEL İZİNLİ 1300 ZİYARETÇİ TADİLAT YAPILAN MÜZENİN
KAPISINDA KALDI
İzmir Bolçova Belediyesi geçen
ay, her yıl geleneksel olarak düzenlediği "Haydi
Cumhuriyet Çocukları Başarı Sizden Ödül Bizden"
kampanyası çerçevesinde, 1200 başarılı öğrenci ile
100 kadar gazi ve şehit yakınını Ankara’ya getirmek
için çalışma başlattı.
Gezi programına Anıtkabir’in yanısıra Kültür
Bakanlığı’na bağlı müze ziyaretleri de eklendi. 19
Ocak 2008 tarihindeki gezide Kurtuluş Savaşı ve
Cumhuriyet müzelerinin ücretsiz ziyareti ve toplu
girişe açılması için Bolçova Belediyesi 17 Aralık
2007 tarihinde Kültür ve Turizm Bakanlığı’na bir
yazı göndererek izin istedi. Talebi inceleyen
Bakanlık Merkez Müdürü Tolga Tuyluoğlu, "olur"
yazısını onaylayarak 31 Aralık 2007 tarihinde
Bolçova Belediyesi’ne gönderdi. Ancak Tuyluoğlu,
bakanlığa 500 metre uzaktaki Kurtuluş Savaşı ve
Cumhuriyet müzelerinin 15 Aralık tarihinden itibaren
tadilat nedeniyle kapalı olduğunun farkında değildi.
18 Ocak akşam saatlerinde
İzmir Bolçova’dan yola çıkan 27 otobüs, 600
kilometre yol yaparak sabah
Ankara’ya geldi. İlk olarak Anıtkabir’i ziyaret
ettiler. Bu ziyaretin ardından Ulus’ta bulunan
Kurtuluş Savaşı Müzesi ve Cumhuriyet Müzesi’ne gelen
27 otobüs ziyaretçi, güvenlik görevlisinin "Müzeler
yaklaşık bir aydır tadilatta. İçeride inşaattan
başka hiçbir şey yok" yanıtıyla şoke oldu. Kültür ve
Turizm Bakanlığı yetkililerine tepki gösteren Başkan
Çalkaya, "Bakan adına imza atan yetkili buranın
tadilatta olduğunu bilmiyor mu, bu nasıl
yöneticilik?Hayatımda hiç bu kadar mahçup
olmamıştım" dedi.
Hürriyet, Haber: Arda Akın, 21.01.2008
|
DEMİRYOLU LOJMANLARI DA TARİHİ ESER OLARAK
TESCİLLENDİ

Sivas şehir merkezinde bulunan Devlet
Demiryolları Genel Müdürlüğü'ne ait lojmanlar,
tescil edilerek koruma altına alındı. Hiçbir tarihi
özelliği bulunmayan lojmanlara artık çivi bile
çakılamayacak.
Zonguldak'ta harabe haldeki eski kömür yıkama
deposunun tescil edilmesi olayının bir benzeri de
Sivas'ta yaşandı. Hiçbir tarihi özelliği olmayan
Devlet Demiryolları Genel Müdürlüğü'ne ait
lojmanlar, Sivas Kültür ve Tabiat Varlıklarını
Koruma Bölge Kurulu tarafından tescil edilerek
koruma altına alındı. Şehir merkezindeki 65 bin
metrekarelik alan içinde bulunan 75 lojmana, bundan
sonra bir çivi dahi çakılamayacak. Tescil kararının
mahkemeye götürülmesine kesin gözüyle bakılırken
isminin açıklanmasını istemeyen bir tarih
araştırmacısı, kurulun görevi olmadığı halde
bölgenin imara açılmasını engellemek amacıyla böyle
bir karar alındığını ileri sürdü. Karara karşı
çıktıklarını ifade eden Sivas Belediye Başkanı Sami
Aydın da, bunun kent için kayıp olduğunu vurguladı.
Aydın, koruma kurulunun alakasız yerleri tescil
ettiğini savundu.
Sivas'ta gündem oluşturan tescil kararının
hikayesi de oldukça ilginç. Sivas Kültür ve Tabiat
Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu, 1928 yılında ilk
uçak fabrikasının kurucusu Nuri Demirağ tarafından
yapılan Sivas Tren Garı binası ve aynı tarihlerde
inşa edilen çeşmeyi tescillemek için çalışma
başlattı. Araştırma ve incelemelerin devam ettiği
sırada koruma kuruluna, bir dilekçe sunuldu. Sahte
isimle geldiği sonradan anlaşılan dilekçede, Devlet
Demiryolları'na ait 1940'lı yıllarda yaptırılan
lojmanların da tescil edilerek koruma altına
alınması talep edildi. Bunun üzerine 7 kişiden
oluşan kurul, halen faaliyette olan Türkiye
Demiryolu Makinaları Sanayi Anonim Şirketi
(TÜDEMSAŞ) çalışanlarının ikamet etmesi amacıyla
Almanlar tarafından yapılan binaları inceledi. Uzun
süren tartışmaların ardından kurul, ilginç bir
karara imza attı. Cumhuriyet dönemi ilk eserlerinden
olan tarihi Sivas Gar binası ve yanındaki çeşmeyle
birlikte hiçbir tarihi özelliği bulunmayan
lojmanları da tescil etme kararı aldı.
Koruma Kurulu tarafından alınan tescil kararının,
resmi olarak ilgili makamlara bildirilmesinin
ardından mahkemeye götürülmesine kesin gözüyle
bakılıyor. Uzmanlar, lojmanların koruma altına
alınmasını gerektirecek bir özelliğinin
bulunmadığını vurguladılar. Sivas Kültür
Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu yetkilileri ise,
bölgenin Cumhuriyet dönemi sanayi tesisleri
yerleşkesi olduğunu ve bu sebeple lojmanların tescil
edildiğini savundu.
Zaman, Haber: İsmail Yıldız, 21.01.2008
|
KURUL KARARINI DİNLEMEDİLER
Manisa
Belediyesi’nden çalışma izni alan inşaat firması,
Merkez Kavşağı’nda daha önce çay bahçesi olarak
kullanılan, tapu kayıtlarında Ahmet Adanalı ve
iştiraklerine ait görünen alanda iki katlı işyeri
yapmak için 9 Ocak’ta çalışmalara başladı. Temel
kazılarında Osmanlı dönemine ait kanalizasyon
şebekesi tonozlarına ve aynı döneme ait temel
kalıntılarına denk geldi. Ancak devam eden
çalışmalar sırasında tahrip edilen tarihi
kalıntılar, durumu fark eden vatandaşlar tarafından
Kültür ve Turizm İl Müdürlüğü’ne bildirildi. Manisa
Kültür ve Turizm Müdürü Erdinç Karaköse ve Manisa
Arkeoloji Müzesi Müdürü Müyesser Tosunbaş inceleme
yaptı, Koruma Bölge Kurulu’na bildirildi. 9 Ocak
2008-3585 sayılı karar ile bu parselde devam eden
inşaat çalışmasının ivedilikle durdurulması kararı
çıktı. Manisa Arkeoloji ve Etnografya Müzesi
ekiplerinin katılacağı kazı ve sondaj çalışması için
izin beklenirken inşaatın devam etmesi dikkatleri
çekti.
Hürriyet, Haber: Ertan Korkmaz, 21.01.2008
|
 |
ŞEHİTLİKTE 'YARBAY HASAN' TARTIŞMASI
Gelibolu Milli Parkı'nda geçen yıl onarılıp dönemin Kültür ve Turizm Bakanı Atilla Koç'a açılışı yaptırılan ve vatandaşlar tarafından sıkça ziyaret edilen şehitliğe ismini veren "Kaymakam Hasan"ın gerçekte yaşamadığı öne sürüldü. Onsekiz Mart Üniversitesi (ÇOMÜ) Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç.Dr. Burhan Sayılır, anıtın kitabesine verilen birlik numaralarından hareketle, Genelkurmay arşivlerinden yapılan araştırmada "Kaymakam Hasan" adlı birinin olmadığının belirlendiğini söyledi.
Gelibolu Yarımadası'ndaki Kaymakam (Yarbay) Hasan Şehitliği, 1956 yılında Korgeneral Muzaffer Alankuş tarafından yaptırıldı, geçen yıl da, Eceabat Kaymakamlığı tarafından yenilendi. Açılışı Atilla Koç tarafından yapılan şehitlikle ilgili olarak yapılan bir şikayet üzerine Eceabat Kaymakamlığı, Genelkurmay'a yazı yazarak, böyle birinin var olup olmadığına dair bilgi istedi. Genelkurmay'dan gelen yazıda, "Bu isimde Çanakkale'de şehit olan birine kayıtlarda rastlanmadı" denildi. Ancak edinilen bilgiye göre, Kaymakamlık Yazı İşleri Müdürlüğü kayıtlarda böyle bir isme rastlanmamasına rağmen, konuyla ilgili herhangi bir işlem yapmadı.
Yard.Doç.Dr. Sayılır, bugün şehitlik diye ziyaret edilen anıtın üzerinde hayali bir kişinin adının yazılı olduğunu belirterek şunları söyledi: "Bu hayali kişi etrafında örülen hurafeye göre adam cepheyi gezerken yaralı bir Fransız eri tarafından kasatura saplanarak şehit edilmiş; tam ölmek üzereyken ayağa kalkmış ve boşluğa bakarak 'Niye zahmet ettiniz ya Resulullah' demiş ve kendisiyle aynı anda ölen Canberk isimli köpeği de ayak ucuna gömülmüş. Şimdi bu hikaye yüzünden millet akın akın geliyor ve bu anıt etrafında namaz kılıp adak adıyor."
Sayılır, Kaymakam Hasan denilen kişinin ise, "Binbaşı Hüseyin Hilmi" olabileceğini savundu. Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt (ATASE) Başkanlığı arşivinde Çanakkale Savaşları ile ilgili yaptığı çalışmalar sırasında, incelediği belgelere dayanarak Çanakkale Savaşları'nda şehit olan subay kadrosunda "yarbay" rütbesinde Hasan adına rastlanılmadığını ifade eden Sayılır, bu kişinin adının Hasan değil, Hüseyin Hilmi, rütbesinin ise kaymakam (yarbay) değil, binbaşı olması ihtimali bulunduğunu belirtti.
Milliyet, Haber: Önay Yılmaz, 21.01.2008
|
GÜNEYBATI ÇİN'DE ANTİK MEZARLIK
Çin’in güneybatısında, Chongqing’de yakın zamanda dev bir mezarlık keşfedildi. Arkeologlar bu dev mezarlığın arkeolojik bir define kabul edilebileceğini, yüzyıllar öncesine ait paha biçilmez buluntulara sahip olduğunu bildirdiler.
Mezarlık, bir dağın eteğinden içeri doğru yaklaşık 2 km uzanıyor.
Şimdiye dek Doğu Han ile Batı Jin hanedanlıkları dönemi arasında inşa edilmiş yüzlerce tuğla mezar keşfedildi.
Duvarları çoğunlukla yüksek kabartmalarla bezeli bu mezarlar şimdiye dek zümrütten günlük kap kaçaklara kadar binin üzerinde buluntu verdi.
Arkeolog Li Dadi “Sichuan Bölgesi’nde yaygın olarak bulunan ve çoğunlukla Doğu Han Hanedanlığı’na tarihlenen tuğla mezarlarda günlük yaşama ait kabartmaların yanısıra evcil hayvanların ve hizmetçilerin heykellerine de rastlanmakta” dedi.
CCTV.com, 15.01.2008
|
|
 |
SELİMİYE'NİN EL YAZMALARI
Edirne Valiliği Kültür Müdürlüğü'ne bağlı Selimiye El Yazma Eserleri Kütüphanesinde bulunan, el yazması eserlerin Kültür Bakanlığı'nın başlattığı proje kapsamında dijital ortama aktarılmasının ardından, yine aynı müzede saklanan yaklaşık 5 bin basma eserin de dijital ortama aktarma çalışmalarına başlandı.
Selimiye Yazma Eserler Kütüphanesi'nde saklanan ve dijital ortama aktarılmak için İl Halk Kütüphanesine getirilen basma eserlerden, bu güne kadar 700 adetinin çekim işlemi tamamlandı. Dijital bir fotoğraf makinesi ve özel ışıklarla gerçekleştirilen işlemin sonunda, kitaplar CD'lere aktarılarak Kültür Bakanlığı tarafından web sitesinde yayınlanacak.
İl Halk Kütüphanesi Müdürü Musa Öncel, çekimlerine halen devam edilen basma esenlerin, tamamının dijital ortama aktarılmasının yaklaşık 3 yıl içerisinde bitirilmesi planlandığını söyledi. Öncel, "Bu eserler yıllardır kapalı kapılar ardında duruyordu. Binlerce kitap dijital ortama aktarılarak gün yüzüne çıkarılacak ve kitaplardan faydalanmak isteyenler içinde büyük kolaylık olacak. Kitapların dijital ortama aktarılması çok zahmetli özen gösterilmesi gereken bir iş. Bu sayede hem kitapları korumuş olacağız hem de bu kıymetli eserlerden faydalanmış olacağız. Bu proje kapsamında daha önce 2 bin 600 el yazması kitap dijital ortama aktarılmıştı, şimdi ise 5 bin 122 eser daha dijital ortama aktarılacak" dedi.
Edirne Halk Kütüphanesi Müdür Yardımcısı Musa Öncel, vatandaşların elindeki tarihi el yazması ve basma kitapları tarihi eser niteliği taşıdığı için gün yüzüne çıkarmaya çekindiğini belirterek, ''Elinde tarihi nitelikli kitap bulunan, bunları kütüphanelere satabilir veya bağışlayabilir'' diye konuştu.
Edirne Kent Haber, 20.01.2008
|
GAZİANTEP'TE TARİHİ YÜRÜME YOLU OLUŞTURULDU
Gaziantep Büyükşehir Belediye Başkanı Asım Güzelbey,
restorasyonları tamamlanan tarihi eserlerle birlikte
Gaziantep'te tarihi yürüme yolu meydana
getirdiklerini söyledi.

Güzelbey,
kentin tarihi dokusunun korunması için tarihi
binaların yok olmaktan kurtarılması gerektiğine
inandıklarını ve bu yönde büyük bir çalışma
başlattıklarını belirtti.
Gaziantep
Büyükşehir Belediyesi olarak Bayazhan'ı satın alarak
restorasyon ihalesini gerçekleştirdiklerini ifade
eden Güzelbey, ''Osmanlı döneminin mimari
çizgilerini taşıyan Bayazhan'ı, TOKİ ile yapıyoruz.
Bayazhan mayıs ayında bitiyor. Orasını kent müzesi
haline getiriyoruz. Sosyal belediyecilik anlayışımız
çerçevesinde kentin tarihine ve kültürüne de sahip
çıkıyor, sosyal yaşamı canlandırmaya çalışıyoruz''
diye konuştu.
Bayazhan'ın,
Beyaz Ahmet Efendi tarafından 1909 yılında 3 bin 500
metrekarelik alanda yaptırıldığını belirten
Güzelbey, şunları söyledi: ''3 katlı olan, geniş bir
avlu ve bu avlunun çevresinde inşa edilmiş çok
sayıda odası bulunan Bayazhan, 1922 yılında Amil
Müslüm Efendi tarafından satın alınarak rakı
imalathanesine dönüştürülmüş. 1930 yılında Tekel'in
satın aldığı Bayazhan'ı, kapılarına kilit
vurulmuşken iki yıl önce biz satın aldık.
İki yılda tamamlanması öngörülen restorasyon
çalışmaları sonrasında Gaziantep'in sosyal ve
kültürel değerlerinin tanıtılıp sergileneceği bir
merkez haline getirip, handa restoran, kafeterya ve
alışveriş merkezlerinin yanı sıra kutnuculuk,
bakırcılık, yemenicilik ve sedef kakmacılık gibi
mesleklerin icra edildiği bölümler de yer alacak.''
Güzelbey,
Gaziantep Büyükşehir Belediyesi tarafından rölöve ve
restorasyon projeleri hazırlanan Göğüş Konağı'nı,
yöresel yemeklerinin yapıldığı
ve tanıtıldığı Gaziantep Mutfağı Müzesi'ne
dönüştüreceklerini bildirdi. Belediye Başkanı
Güzelbey, yapıldığı 1917 yılında Kethüdazade Göğüş
Efendi Konağı olarak adlandırılan binadaki
çalışmaların sürdüğünü belirtti. Yapılan
çalışmaların tamamlanmasıyla Antep Kalesi,
Bakırcılar Çarşısı, Elmacı Pazarı, Göğüş ve Dayı
Ahmet Ağa Konakları ile asırlık Naip Hamamı arasında
tarihi yürüme yolu meydana geleceğini anlatan
Güzelbey, kentin çehresinin tamamen değişeceğini
sözlerine ekledi.
Gaziantep'i,
tarih ve kültür kenti yapıp turizmden hak ettiği
payı almasını sağlayacaklarını belirten Güzelbey,
''Denizimiz, kumumuz yok ama tarih ve kültür kenti
olup turizmden hak ettiğimiz payı almak istiyoruz.
Baklavası ve kebabıyla anılıyor olması Gaziantep'in
turizmde gelişmesine yetmiyor''dedi. Göreve
geldikten sonra tarih ve kültür mirasına sahip
çıktıklarını anlatan Güzelbey, kentteki 528 tescilli
tarihi eseri restore ederek turizme açmayı
sürdürdüklerini söyledi.
Güzelbey,
''Gaziantep sürekli büyüyen bir kent. Önümüzdeki
dönem Gaziantep için en önemli kaynak sanayi değil
artık en önemli kaynak kültür ve inanç turizmi
olacak. Biz buna yoğunlaşmak zorundayız'' dedi.
Tarihi
Şirehanı ve Yemişhanı projesinin tamamlandığını,
Şirehanı'nın 5 yıldızlı 80 odalı butik otele
dönüştürüldüğünü, Yemişhanı'nın ise restoran olarak
hizmet vereceğini anlatan Güzelbey, şunları
kaydetti: ''Şirehanı Kültür, Turizm ve Alışveriş
Merkezi kent için çok önemli bir projeydi. 5 yıldır
bekleyen projede problemleri çözerek hayata
geçirdik. Yeni Han dediğimiz bu proje kapsamında
burası, konaklama, eğlence ve kültür merkezi ile iş
hanından oluşan bir kompleks haline geldi. Bu
projeyle, Gaziantep'in, Ortadoğu ülkelerinin
ticaret, kültür ve turizm merkezi projesinin en
önemli halkalarından birisini oluşturacak.
Şirahanı'nın ihalesini gerçekleştirdik. Yemişhanı
projesinde Anıtlar Yüksek Kurulu'ndan karar
bekliyoruz.''
Turizm Gazetesi, 20.01.2008
|
ATHENA TAPINAĞI'NI DÜNYA TANIYACAK
İzmir Büyükşehir Belediyesi,
Phokaia ve üzerindeki modern Foça İlçesi’ni
"Arkeo-Kent" konumuna getirecek projelere 30 milyon
YTL’lik bütçe ayırdı.
Bugünkü Batı Uygarlığı’nı kuran İonlar’ın en büyük
kenti olan Phokaia ve üzerindeki modern Foça
İlçesi’ni "Arkeo-Kent" konumuna getirecek projelere
30 milyon YTL’lik bütçe ayıran
İzmir Büyükşehir Belediyesi, Athena Tapınağı’nı
ortaya çıkaracak ve bir bölümünü restore edileceği
ilk ihaleyi Şubat ayı başında yapacak. Tapınağı,
yeldeğirmenlerinin restorasyonu izleyecek. Mart
ayında çalışmalara başlanacak projeyle, Foça tarih
turizminin merkezlerinden biri olacak.
Foça’da yaşayan kent ile antik kentin
bütünleşmesini, Türkiye’nin dünyaya açılan
kapılarından biri olmasını sağlayacak Foça’daki
projeler gün saymaya başladı. İZSU, Büyükşehir
Belediyesi, Kültür ve Turizm Bakanlığı, Foça
Belediyesi’nin de katkılarıyla Phokaia Kazıları
Başkanı Prof.Dr. Ömer Özyiğit’in Arkeo-Kent Planı
kapsamındaki projeleri tek tek yaşama geçirecek.
Şubat ayında yapılacak ilk ihaleyle birlikte ilk
önce, Anadolu Ana Tanrıçası Kybele’nin heykelinin de
bulunduğu Liman Kutsal Alanı’nın üzerinde MÖ
590-580 yıllarında İon düzeninde yapılan, daha sonra
Roma döneminde mermerden inşaa edilen, Mitolojide
akıl ve savaş tanrıcası olarak geçen Athena Tapınağı
projesi gerçekleşecek. İZSU, Athena Tapınağı’nın
üzerinde yeralan eski ortaokul binasını yıkacak.
Cemil Midilli Lisesi’nin yanına prefabrik bir okul
binası yapacak. Eğitim ve öğretimin burada sürmesini
sağlayacak. Mart ayında prefabrik okulun
yapılmasıyla Athena Tapınağı çalışmaları da
başlayacak. Arkeolojik kazıların tamamlanması,
restitüsyon ve restorasyon projeleri hazırlanacak.
Bu çalışmalardan sonra Athena Tapınağı’nın bir
bölümünün orijinal yerinde restore edilecek.
Kentin her yerinden görülebilecek, Foça’nın
görüntüsünü değiştirecek, turizm yönünden de önemli
bir ivme kazandıracak eser ortaya çıkacak. Mart
ayında yapılacak ihaleyle ise Eski Foça’ya ulaşan
karayolunun solunda, kentin batısında arka görünümde
kalan üç değirmen kalıntısı restore edilecek.
İzmir 2 Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıkları
Koruma Kurulu’nun onayladığı
rölöve-restitüsyon-restorasyon projesiyle
yeldeğirmenleri Foça’nın tarihi kimliğini daha da
belirginleştirecek.
Hürriyet Ege, Haber: Utku Bolulu,
20.01.2008
|
NASUHPAŞA KÜLLİYESİ AYAĞA KALDIRILDI
Aydın'daki en önemli Osmanlı
yapılarından tarihi Nasuhpaşa Külliyesi'nin
restorasyon çalışmaları tamamlandı. Yapının
özgünlüğünün korunması için kullanılan taşlar
Denizli'den, meşe doğramalar İzmit'ten, kurşun
kaplamalar Trabzon'dan, mermerler ise Tekirdağ'dan
getirtildi
Vakıflar Genel Müdürlüğünce yurt genelinde "Vakıf
Eserleri Ayağa Kaldırılıyor" sloganıyla başlatılan
çalışmalar kapsamında, Aydın Vakıflar Bölge
Müdürlüğünce tarihi Nasuhpaşa Külliyesi'nde 1 Nisan
2007'de başlatılan restorasyon çalışmaları
tamamlandı. Restorasyondan sorumlu Mimar Ozan Kılıç,
külliyenin 1702 yılında Aydınlı Nasuh Paşa
tarafından yaptırılmaya başlandığını anımsattı. Her
mimari yapıda olduğu gibi Nasuhpaşa Külliyesi'nin de
yapıldığı dönemin ekonomik yapısıyla paralellik
gösterdiğini kaydeden Kılıç, "Külliye, yapılış
tarihi bakımından Osmanlı İmparatorluğu'nun gerileme
dönemine denk geliyor. Bu dönemde ülkede yaşanan
ekonomik sıkıntılar ister istemez yapıya da
yansımış. Yapıda nitelikli malzemeler yerine tuğla
ve taş parçaları ile sönmüş kireç kullanılmış" dedi.
Restorasyon çalışmalarında en önemli noktanın
yapının özgünlüğünü koruyabilmek olduğunu ifade eden
Kılıç, şöyle dedi: "Mevcut dokuya sadık kalmak için
her türlü çabayı harcadık. Taşları Denizli'den, meşe
doğramaları İzmit'ten, kurşun kaplamaları
Trabzon'dan, mermerleri ise Tekirdağ'dan getirttik.
Yaşadığımız en büyük sıkıntı ise nitelikli taş duvar
işçisi bulamamak oldu. Restorasyon boyunca 4 ekip
değiştirdik. Çünkü burada çalışacak ustalar yapıyı
hissetmeli; nerede hangi malzemeyi kullanacağını çok
iyi bilmeliydi."
Kılıç, külliyenin ortasında bulunan şadırvanın, önce
Yunan işgaliyle daha sonra çevredeki halkın
bilinçsizliği nedeniyle zamanla yıkıldığını ifade
etti. Ozan Kılıç, şadırvanların külliye mimarisi
içinde önemli yere sahip yapılar olduğunu, bu
nedenle de restorasyon sırasında şadırvanı yeniden
inşa ettiklerini söyledi. Kılıç, kullanılan malzeme
ve desenleri belirlerken titiz davrandıklarını;
dolayısıyla şadırvanın yapımının 5 ay sürdüğünü
belirtti.
Haber Ekspres, 20.01.2008
|
TARLABAŞI'NDA ENDİŞE YOĞUN

Tarlabaşı'nın emektar
seyyar sebzecisi 65 yaşındaki Ali Yılmaz, "Ölürüm de
evimi yıktırmam. Kendi paramla tamir etmişim, ne
kadara aldıysam o kadar masraf etmişim. Dört yıldır
belediye başkanı bir gün gelip kapımızı çalmış mı?
Bizim ev yedi oda. 18 nüfusa ne ev verecekler?"
diyerek Tarlabaşı'ndan çıkmayacağını anlatıyor. Beyoğlu Belediye Meclisi, Tarlabaşı'ndaki yenileme
projesiyle ilgili Anıtlar Kurulu kararını onayladı,
semt halkı birkaç ay içinde dozerlerle karşılaşacak.
Mal sahiplerine yenilenen evlerinin yüzde 42'si
verilecek, geri kalanı ihaleyi alan Çalık Grubu'nun
olacak. Belediye Başkanı Ahmet Misbah Demircan, mal
sahipleriyle hiçbir sorun yaşamadıklarını, herkesin
'bir an önce bu işin yapılmasını istediğini'
duyurdu. Sokaklarsa hala şaşkın, zira kimsenin ne
onaydan haberi var ne de hanelerinin akıbetinden.
Sucu Ahmet Yazıcı Tarlabaşı'nda hem çalışıp hem
yaşayanlardan, dört çocuklu, kiracı: "Bu işi bölüm
bölüm yapsalar daha iyiydi. Biz istemiyoruz aslında.
Ben şimdi nereye taşınayım? Beş kardeş bir binada
oturuyoruz. Önce bir yer göstersinler" diyor.
Oduncu Bahattin Eren, hem isteksiz hem
umutsuzlardan. "Yüzde 42 ne demek?" diyor,
"Gebze'de, Pendik'te yüzde 50 veriyor. Burası
Taksim'in göbeği. Ama adamlar zengin. Başbakan'ın
damadı almış işi. Ne yapalım, mahkemeye mi verelim?"
Eren'in derdi katmerli. Tarlabaşı'ndaki eski düzenle
birlikte mesleğinin de tükenmekte olduğunu
anlatıyor: "Yeniledikten sonra bize burada
odunculuk, tüpçülük de yaptırmayacaklar. Temiz bir
yer olacak ama esnaf da olmayacak. Aslına bakarsan
bizim işimiz zaten bitecek."
Muhitte, 'bu işleri' kovalayanlardan biri olarak
bilinen Reşit Yılmaz, Tarlabaşı'na Siirt'ten
göçenler arasında belini doğrultabilen şanslılardan.
Bir köşede emlakçı dükkanı, bir de altta market
işlettiği binası var; belediyeye güveniyor ama
endişeli, "15 sene hayatımı buraya vermişim.
Yıkılırsa mala ne yapacağım? Şimdi kimse yıkılacak
diye almıyor" diyor.
Yenileme projesinin sınırını belirleyen sokağın
köşesinde oturan Tamer Özhan'a doğup büyüdüğü evden
çıkma fikri çok uzak geliyor: "Bize yenileme olacak
dediler, zamanını söylemediler. Kendi imkanınız
varsa, belediyeye müracaat eder kendiniz yaparsınız,
eviniz sağlamsa yıkıma zaten gerek yok, sadece dış
görüntüsü değişecek dediler. Burası üç kat, 53
metrekare. Ben buranın kiralarıyla geçinen bir
insanım. Benim ayda bir doktora gitmem lazım."
Tarlabaşı sakinlerinden Müjgan Yazgan ise, karara
'gözü kapalı' uymaya karar veren mal sahiplerinden
biri. "Güzel para verdi mi tabii ki oynayarak
gideceğiz, hükümet bizi düşünür" diye konuşuyor.
* * * * *
Yüzde 80'i işgalciler
Projeye göre Tarlabaşı'nda toplam 278 bina
yenilenecek, kimi binalara hiç dokunulmayacak,
bazıları yalnızca restore edilirken diğerleri
yıkılıp yeniden yapılacak. İhaleyi geçen yılın mart
ayında kazanan Çalık Grubu şirketlerinden GAP
İnşaat'ın altı ay içinde işe başlaması, tüm
çalışmanın bir buçuk yıl içinde tamamlanması
bekleniyor. Şimdi gözler binalarda ne tür
değişiklikler olacağını belirleyip yol haritası
çizecek olan Anıtlar Kurulu'nda. Mekansal
görüntüsüyle belli bir dönemin tanıklığını yapan
Tarlabaşı, 20 Şubat 2006'da Bakanlar Kurulu
kararıyla yenileme alanı ilan edilmişti. Beyoğlu
Belediye Meclisi uygulama usul ve esaslarını 10
Kasım 2006'da onaylamış, 16 Mart 2007'de çıkılan
ihalede GAP İnşaat 4 Nisan 2007'de Beyoğlu
Belediyesi'yle sözleşme imzalamıştı. Projeyle
alandaki problemlere kalıcı çözümlerin getirilmesi
hedefleniyor. Beyoğlu Belediyesi Emlak İşleri Müdürü
Mehmet Yıldırım projeyle ilgili şunları söyledi:
'Tarlabaşı Yenileme Projesi' sadece mal sahipleriyle
görüşülüp onlarla kira sözleşmesi imzalanacak. Şu
anda kiracılara bir tazminat ödenmesi söz konusu
değil. Zaten bölgenin yüzde 80'inde işgalciler
oturuyor.
Radikal, Haber: Yonca Cingöz, 20.01.2008
|
DEFİNE İÇİN OĞULLARIYLA EVİN ALTINI KAZINCA
Tekirdağ Çorlu'da, defineye ulaşmak için oturdukları evin altını 12 metre kazan baba ve iki oğlu, gözaltına alındı.
Baba K.K. (56) rüyasında evinin altında define olduğunu gördü. Baba K.K., oğulları A.K. (22) ve B.K. (28) ile evin altını kazmaya karar verdi.
1.5 ay önce evin altını kazmaya başlayan baba ile oğulları, hafriyatı bahçeye taşıdı. Komşular polise haber verdi. Adliyeye, suç delilleri kazma ve küreklerle sevk edilen baba ve oğulları tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı.
Sabah, Haber: Kaan Silistre, 20.01.2008
|
|
LAODİKYA'YA KORUMA PLANI
Denizli
Belediyesi, kentin eski yerleşim yeri olarak
bilinen, Goncalı Köyü yakınlarındaki antik Laodikya
kentinin korunması için ’Koruma Amaçlı İmar Planı’
hazırlayacak. Başkan Yardımcısı Çınar, Laodikya
Koruma Amaçlı İmar Planı hazırlanması için
belediyenin ihale açtığını, toplumun birçok
kesiminden görüş ve öneri alınması amacıyla
toplantılar yapılacağını söyledi. Laodikya’yı
gelecek nesillere kültür mirası olarak bırakmayı
amaçladıklarını belirten Çınar, "Hazırlanacak plan,
Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu’na
gönderilecek, sonra Belediye Meclisi’nde onaylanarak
uygulamaya geçilecek" diye konuştu.
Antik kentin büyük bir kültürel miras olduğunu
vurgulayan PAÜ Fen Edebiyat Fakültesi Öğretim Üyesi
Yrd.Doç.Dr. Mustafa Büyükkolancı ise geçen yılki
çalışmalarda, Laodikya’da MÖ 3 bin yıllarında
yaşandığının ortaya çıktığını belirterek, şunları
söyledi: "Laodikya’nın eski Denizli olduğunu
biliyoruz. Mermercilik ve tekstilin bugün olduğu
gibi geçmişte bu topraklarda yapıldığını tespit
ettik. Denizli Türkiye için hangi öneme sahipse
Laodikya’da o dönemde Roma İmparatorluğu için aynı
öneme sahipti. Bu planın bir an önce hazırlanıp
uygulanması gerekiyor."
Hürriyet Ege, Haber: Osman Nuri Boyacı,
20.01.2008
|
 |
KARADENİZ MİMARİSİ İÇİN BİR TAŞLA İKİ KUŞ
Rize'nin ünlü dolmataş evleri, AB hibesiyle onarılacak. Yapılar ev pansiyonculuğunda kullanılacak, onarım süreci sayesinde Doğu Karadeniz'in diğer tarihi binalarında da çalışabilecek ustalar yetiştirilecek. Fındıklı İlçesi Kaymakamı Erkan Kılıç, dolmataş evlerin turizme kazandırılması için 'Doğu Karadeniz ve Kırsal Mimariye Restorasyon Elemanı Yetiştirme Projesi'ni hazırladıklarını, 57 bin avro bütçeli projenin AB'den hibe almaya hak kazandığını açıkladı.
Kılıç'ın verdiği bilgiye göre ilçede halen 15'i Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu'ndan tescilli, toplam 165 tarihi dolmataş ev bulunuyor. Taş zemin üzerine, tek kat olarak inşa edilen evlere adını veren, ahşap karkas içine taş dolgu duvarları. Önlerindeki serender ve içlerinde bulundukları çay bahçeleriyle kompleks bir görüntü sergileyen evlerin içleriyse tamamen ahşap.
Evler için valilikle beraber çalıştıklarını anlatan Kılıç, "Projeyi Karadeniz Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi'yle yürüteceğiz. İşe yatkın ustaları, ilgili kişileri eğiterek, ilçemizde bulunan dolmataş evlerini onararak turizme kazandırmak istiyoruz. Yetiştireceğimiz ustalar, aynı zamanda Doğu Karadeniz'de diğer tarihi yapıları da onarma kabiliyetine sahip olacak" dedi.
Radikal, Fotoğraf: Zekeriya Sarıhan/AA, 20.01.2008
|
EGE GÜBRE KAZISI 'GÖÇ'E IŞIK TUTTU
İzmir Ege Gübre
Fabrikası'nda gerçekleştirilen ve 'Ege Gübre Kazısı'
adı verilen kazı çalışmaları sayesinde,
Mezopotamya'dan Avrupa'ya göçün bilinmeyenlerini gün
ışığına çıkmaya başladı.
Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü
Öğretim Üyesi Yrd.Doç.Dr. Haluk Sağlamtimur,
Mezopotamya'dan Avrupa'ya göçün bazı evrelerinin
önceden bilinmediğini, 2004-2007 yılları arasında
yapılan Ege Gübre Kazısı sayesinde, bilinmeyenlerin
yavaş yavaş gün ışığına çıktığını söyledi.
Yrd.Doç.Dr. Haluk Sağlamtimur, Ege Üniversitesi
Rektörlüğü bünyesinde hizmet veren 50.Yıl Köşkü'nde
düzenlediği basın toplantısında, İzmir Ege Gübre
Kazısı hakkında bilgi verdi. İzmir'in Aliağa
ilçesindeki Ege Gübre Fabrikası'nın bahçesinde
yapılması nedeniyle kazılara bu adı verdiklerini
belirten Sağlamtimur, "Mezopotamya'dan Avrupa'ya
göçün bazı evreleri önce bilinmiyordu, 2004-2007
yılları arasında yapılan Ege Gübre Kazısı sayesinde
bilinmeyenler öğreniliyor. Ege Gübre Kazısı'ndan
elde edilen bilgiler en çok Avrupalı bilim
adamlarını sevindirdi" dedi.
Küresel sıcaklık değişiklikleri, evcilleştirme gibi
sebeplerin canlıları çok değiştirdiğini ifade eden
Sağlamtimur, " Kazılarda elde ettiğimiz av araçları,
canlıların boyut olarak sürekli küçüldüğünü bir kez
daha ortaya koydu. Eski insanlar günümüzdekilerden
daha küçüktü ve yaşama süreleri de çok kısaydı.
Ayrıca insan kafatası günümüzde, ilk dönemdekinin üç
katı büyüklüğe sahip" diye konuştu.
Haber Ekspres, 20.01.2008
|
ÇALLI'NIN ATATÜRK VE DEVRİM TABLOLARI İNDİRİLDİ
Onuncu Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer döneminde,
Çallı'nın Köşk için bir yıl çalışarak hazırladığı
Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyet'in çeşitli dönemlerini
sembolize eden 7 tablosunun, Cumhurbaşkanı Gül'ün
danışmanları tarafından, gerekçe gösterilmeden
Köşk'teki duvarlardan indirildiği ileri sürüldü.
TBMM'nin tek kadrolu ressamı olduğunu belirten
Çallı, tablolarının kaldırılıp, kaldırılmamasının
önemli olmadığını ifade etti. Çallı, "85 yıllık Laik
Cumhuriyet'in 'Mabet'i, Çankaya'da bugün Türkçe
düşünmeyen bir siyasi iktidarın seçtiği bir
Cumhurbaşkanı oturmaktadır. Beni asıl rahatsız eden
de budur" diye konuştu.
Haber Ekspres, 20.01.2008
|
|
BAKANLIK MÜZE İÇİN ONAY VERDİ
Alanya
Belediye Başkanı Hasan Sipahioğlu, Alanya Kalesi
Koruma ve Geliştirme İmar Planı (Kızılkule Tophane
Ekseni) çerçevesinde, Alanya Tersanesi’nde
oluşturulacak Denizcilik ve Gemicilik Müzesi
çalışmalarında en önemli engelin aşıldığını söyledi.
Sipahioğlu, müzenin yapılabilmesi için ‘koruma
amaçlı imar planına’ Bakanlığın onay verdiğini
belirterek, “Alanya Kalesi’ni Koruma ve Geliştirme
Planı’nın bir parçası olarak hazırlanan proje ile
Alanya kent yaşamı, turizm ve kültürel hayatı ciddi
bir ivme kazanacaktır” dedi. Kızılkule Tophane
Ekseni adı verilen proje çerçevesinde, tarihi
tersanenin, denizcilik ve gemicilik müzesi olarak
düzenleneceğini belirten Sipahioğlu, şöyle konuştu:
“Bugüne kadar en büyük eksiğimiz, belki de yerel ile
kültür arasındaki koordinasyonun tam
sağlanamamasıydı. Ancak gerek projenin, gerekse
Alanya Belediyesi’nin gayreti ve güven veren
çalışmaları sonucunda, bakanlıkla belediyemiz
arasında ortak bir koordinasyon sağladık. Beklenilen
tahsisler gerçekleşti. Yapacağımız proje, Alanya’ya
değil, Türkiye’nin turizm potansiyeline, kültürüne
hizmet verecek.” Projenin hayata geçirilmesi için
Deniz Kuvvetleri Komutanlığı, Milli Savunma
Bakanlığı, üniversiteler ve ilgili kurumlarla
biraraya gelerek çalışmalara başlayacaklarını
kaydeden Sipahioğlu, “Projenin detaylarını
belirledikten sonra kısa zaman içerisinde burayı
dünya kültür mirasına kazandıracağız. Projemizin de
bir devamı olan Alanya Kalesi’nin UNESCO Kültür
Mirası kapsamına alınmasıyla ilgili çalışmaları
sürdüreceğiz” dedi.
Akşam Akdeniz, 20.01.2008
|
SULUKULE'DE UNESCO KRİTERLERİ
İstanbul’un, Tarihi Yarımada’da gerçekleştirilen
hatalı uygulamalar sonucu UNESCO (Birleşmiş
Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü) Dünya
Mirası Listesi’nden çıkarılma uyarısı alması
nedeniyle, Sulukule Platformu tarafından 15 Ocak
2008 Salı günü, “Sulukule'de UNESCO Kriterleri”
konulu bir toplantı düzenlendi. Sulukule,
Süleymaniye, Tarlabaşı, Fener-Balat, Ayvansaray gibi
bölgelerde, yenileme projesi adı altında sürdürülen
ve Four Seasons Oteli ek inşaatı gibi geri dönülmez
tahribata yol açan uygulamaların konuşulduğu
toplantıda, yerel yöneticilerin ve ilgili
tarafların, 1 Şubat 2008'de UNESCO'ya sunacakları,
Tarihi Yarımada'da, korumanın, kentsel yaşamla
birlikte nasıl ele alınacağını gösteren Alan
Yonetimi Planı ve bu planın ele alınacağı UNESCO
Dünya Miras Komitesi'nin, Temmuz 2008'de Quebec'te
yapacağı toplantı verilebilecek kararlar irdelendi.
Uluslararası Anıtlar ve Sitler Konseyi (ICOMOS)
Türkiye kurucusu Prof. Doğan Kuban, Uluslararası
Kültürel Varlıkların Restorasyonu ve Korunması
Çalışmaları Merkezi (ICCROM) Eski Genel Direktörü ve
UNESCO İzleme Komitesi üyesi Prof.Dr. Cevat Erder,
ICOMOS Türkiye Ulusal Komitesi Başkanı Prof.Dr. Nur
Akın, UNESCO İstanbul İzleme Komitesi üyesi Doç.Dr.
Deniz İncedayı, Sulukule Platformu üyesi ve İnsan
Yerleşimleri Derneği Başkanı Korhan Gümüş ve
Sulukule Platformu üyesi Aslı Kıyak İngin’in
konuşmacı olarak yer aldığı toplantı; sanat
tarihçisi ve Sulukule Platformu üyesi Derya Nüket
Özer’in açılış konuşmasıyla başladı. İstanbul’un
2004 yılında listeden çıkarılmasını gündeme
geldiğini, ancak bunun 2006 yılında bir takım sözler
verilerek engellendiğini ve UNESCO’nun bu iki yıl
içerisinde yerine getirilmesi gereken bazı şartlar
öne sürdüğünü anlatan Özer, bugün gelinen noktada
şartlardan hiçbirinin yerine getirilemediğini
belirtti ve “1 Şubat 2008’de UNESCO heyetine
sunulacak Alan Yönetim Planı her şeyi çözebilirdi”
dedi.
Yurt dışında uzun süre koruma örgütleriyle çalışan,
İstanbul için UNESCO heyetiyle yapılan toplantılarda
da İstanbul’u temsilen ve savunmak üzere bulunan
Prof. Cevat Erder ise, belli başlı bazı örgütlere
katılabilmek için ciddi paralar harcayan Türkiye’nin
134 ülkeye ait 788 varlık bulunan UNESCO Dünya
Mirası Listesi’ne ancak dokuz varlıkla girebildiğini
hatırlattı. Buna dayalı bir karşılaştırma yapan
Erder; yüzölçümü olarak Türkiye’den çok daha küçük
olan Yunanistan’ın 16, İtalya’nın ise 34 yerle
listede yer aldığını anlattı. Türkiye’deki listeye
girebilmiş dokuz bölgeden beşinin (Truva, Hattuşaş,
Nemrut, Xanthos ve Pamukkale) ise yabancıların
elinde olmasını eleştiren Cevat Erder, böyle bir
uygulamanın dünyanın hiçbir yerinde görülemediğine
dikkat çekti.
Daha sonra sözü alan ICOMOS Türkiye
kurucusu Doğan Kuban, ilk zamanlar ICOMOS’un aldığı
koruma kurallarının bilinçsizlik ve kontrol
eksikliği yüzünden gerçekleştirilemediğini anlattı.
“İstanbul listeye konsa da konmasa da dünyanın en
büyük kültür şehridir. 1970’te sokak sokak
araştırarak, belgeleyerek koyduğumuz koruma
kuralları ve hazırladığımız rapor, hiçbir şekilde
uygulanmadı. İstanbul’un tarihi dokusu yok edildi.
Unutmayın, toplum ne kadar cahilse belediye de o
kadar cahil ve kayıtsızdır” diyen Kuban, UNESCO’ya
söz vermiş olmamızın İstanbul’un tarihi dokusunun
korunması için yeterli olmadığını, toplum bilinci
olmadığı sürece, belediyenin iki ay içinde İstanbul
için hiçbir şey yapamayacağını vurguladı.
Suriçi’ni İstanbul’un merkezi, Boğaziçi ve Haliç’i
de merkeze bağlı kaburgalar olarak tanımlayan Kuban
şunları söyledi: “Suriçi, Boğaziçi ve Haliç
korunması gereken en önemli alanlar. Bu alanlar
İstanbul’un %1’i eder; kalan %99’unun soysunlar ama
en azından bu %1’i bıraksınlar, koruyalım.”
Four Seasons Oteli’nin arkeolojik kalıntılar
üzerinde sürdürdüğü inşaatı eleştiren Nur Akın da
sürekli inşaat paravanları arkasında kalan bugüne
kadar göremediğimiz, kentin tam tarihi merkezinde
yer alan 3000 yıllık kalıntıların üzerine yapılan bu
yapının ne kadar masum olabileceği sorusunu sordu. O
kadar büyük bir yapının arkeolojik eserlere zarar
vermeden yükselmesinin mümkün olmayacağını belirten
Akın ekledi; “En basiti Four Seasons, Roma’da böyle
bir işe kalkışabilir miydi?”
Deniz İncedayı; kültürler arası diyalog için
Türkiye’nin en önemli uygulama alanı olduğunu
söyledi. Bu ortamı yaşamamız ve yaşatabilmemiz için
de kültür bilincinin artırılması, doğru koruma
kararlarının alınıp uygulanması, ayrıca bu kültür ve
korumanın yaratıcılıkla birleştirilerek çağdaş
tasarıma aktarılması gerektiğini ifade ederek,
UNESCO’nun kurumlar arasındaki ilişkiyi geliştirmek
için önemli bir araç ve fırsat olduğuna değindi.
Kentsel dönüşüm projelerinin çok ciddi bir mimarlık
ve şehircilik problematiği içerdiğini belirten
Korhan Gümüş ise şunları söyledi: “ İstanbul, Efes
veya Bergama gibi terkedilmiş bir kent değil, hala
üzerinde yaşanıyor, bunun farkında olmak ve ona göre
hareket etmek lazım. Yönetim planı hazırlamak demek
diğer aktörleri de bu plana katmak demektir. Yönetim
planının en önemli farkı sorgulayıcı bir yöntemle
şehircilik anlayışımızı çağdaşlaştırmasıdır. ‘Ben
Osmanlı mahallesi yapıyorum’ demek ise kamu fikrini
gaspetmektir. Bir de surlara uyumlu yapı yapmaktan
bahsediyorlar, bunu da çok anlamsız buluyorum. Hangi
yapı surlara uyumludur, hangileri değildir? Ayrıca
yatırımcının karar verici organ içinde yer alması da
doğrudan suçtur. Bize Osmanlı mahallesi diye
yutturulmaya çalışılan şey ise bir takım karanlık
ilişkilerin sürdürülmesidir.”
Belediyelerin, şehir sihirli bir değnekle
iyileştirilecekmiş gibi hareket etmesinin,
insanların dışlanması ve elimizdeki zenginliklerin
kaybedilmesiyle sonuçlandığını söyleyen Korhan
Gümüş, modern dünyayla kurduğumuz bir köprü olan
UNESCO’yu kaybettiğimiz takdirde İstanbul’un da çok
şey kaybedeceğini vurguladı.
Toplantıda konuşmasını Sulukule hakkında bir sunumla
destekleyen Aslı Kıyak İngin, Sulukule Platformu
olarak yeni uygulamalara ilişkin mağduriyetleri,
Sivil Toplum Kuruluşları’yla birlikte kamuoyuyla
buluşarak, ortak bir diyalog ortamı içerisinde
şeffaflaştırmaya çalıştıklarını dile getirdi. Büyük
alanların müteahhit eliyle, yenilenme adı altında
yağmaya açılmasını eleştiren İngin, yetkililerin bu
tür uygulamalar için 2010’u bir bahane olarak
kullandıklarını söyledi. 2005 yılında yenileme alanı
ilan edilen Sulukule için 2006’da sadece deprem ve
savaş durumunda alınan acil kamulaştırma kararı
alındığını hatırlattı. Bölgedeki 85 yapının koruma
altına alınması için bir rapor hazırladıklarıdan
bahseden İngin, bu yapıların raporu teslim
etmelerinin hemen ertesi gününde yıkılmaya
başladıklarını ifade etti.
Aslı Kıyak İngin’in Sulukule hakkındaki
açıklamalarından sonra tekrar söz alan Cevat Erder,
dokunulabilen (tangible) ve dokunulamayan
(intangible) değerler olduğunu ve bu kategorilerdeki
eserlerin korunması için yasalarımız olduğunu
belirtti. Romanların ve Roman kültürünün
dokunulamayan (intangible) değerlerden olduğuna ve
yasaya rağmen korunmadığına dikkat çekti.
Daha sonra soru - cevap bölümüne geçilen toplantıda,
1 Şubat 2008 tarihinde gelecek olan UNESCO’nun
bizden ne beklediği ve bizim neler yapabileceğimiz
sorusu üzerine Deniz İncedayı şunları söyledi:
“UNESCO rafa kaldırmak için bir rapor istemiyor.
Onların bizden beklediği bir yöntem
geliştirebilmemiz. Geliştirdiğimiz yöntemi uygulamak
için zaman ihtiyacımız olduğunu söylesek bile kabul
ederler çünkü bir adım atabilmek.”
Arkitera, Yazı: Zeynep Güney, 18.01.2008
|
13 - 19 Ocak 2008
|
UFUK HOCA'YI KAYBETTİK...
Prof.Dr. Ufuk Esin, 19 Ocak 2008 Cumartesi sabahı yaşama gözlerini yumdu. Cenazesi, 21 Ocak 2008 Pazartesi günü saat 10.30'da Edebiyat Fakültesi'nde yapılacak törenin ardından, Bebek Camii'nde kılınacak öğle namazını takiben defnedilecek.
Prof.Dr. Ufuk Esin Kimdir?
1933 yılında İzmir'de doğan, orta eğitimini Avusturya Koleji'nde tamamlayan Ufuk Esin, 1956'da İstanbul Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Prehistorya ve Arkeoloji Bölümü'nü bitirdi. Aynı üniversitede 1957'de Prehistorya Kürsüsü'nde asistan, 1960'da doktor-asistan, 1966'da doçent, 1976'da profesör oldu. İÜ'de 1984-2000 yıllarında Prehistorya Anabilim Dalı, 1998-2000 yıllarında da Arkeoloji ve Sanat Tarihi Bölüm Başkanlığı'nı yaptı.
Türkiye'de "Arkeometri"nin başlamasına öncü olan Prof.Dr. Ufuk Esin, yalnızca arkeolojik kurtarma kazılarını üstlenmeyi yeğledi. ODTÜ Keban Projesi kapsamında Elazığ'da Tepecik, Tülintepe, ODTÜ Aşağı Fırat Projesi çerçevesinde Malatya'da Karakaya Barajı göl alanında Değirmentepe'de, son olarak da Aksaray'da Mamasın barajı göl alanında Aşıklı Höyük'te kurtarma kazıları yaptı. Prof.Dr. Ufuk Esin'in yurt dışında ve içinde basılmış Türkçe, Almanca ve İngilizce 100'ü aşkın bilimsel yayını vardır.
1961'de Fulbright, 1973'de Alexander von Humboldt burslarını kazanan Esin, 1993'ten bu yana Türkiye Bilimler Akademisi şeref üyesidir. Prof.Dr.Ufuk Esin, 2001 yılından başlamak üzere Türkiye Kültür Sektörü girişimini örgütleyerek yaşama geçirmiştir.
TAYHaber, 20.01.2008 |
 |
MECLİS SULUKULE DOSYASINI KAPATTI!
Evleri yıkılan Sulukulelilere kötü haber! TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu, 'Roman kültürünün yok edileceğine' dair bir veri bulamayınca 'Sulukule Kentsel Dönüşüm Alanı' dosyasını kapattı.
İstanbul Fatih Belediyesi'nin, Romanların yaşadığı Sulukule'de gerçekleştirmek istediği kentsel dönüşüm projesi ile ilgili şikayetleri değerlendiren TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu son kararını verdi. Daha önce Fatih Belediyesi ve Roman derneklerinin görüşüne başvuran komisyon, proje çerçevesinde yıkılacak evlerin ücretinin ödeneceği ve fiyat farkının 15 yıla yayılacağı tespitini anımsattı. Sulukule'de yaşatılan Roman kültürünün yok edileceğine dair bir veri bulunmadığı belirtildi. AKP ve MHP'li üyelerin oylarıyla 'Sulukule sakinlerinin evlerinden çıkarılmalarında insan hakkı ihlali olmadığına' karar verildi. Konuyu komisyon gündemine getiren CHP Milletvekili Çetin Soysal toplantıda olmadığı için karara itiraz edilmedi.
Radikal, Haber: Rifat Başaran, 18.01.2008
*****
"ARKEOLOJİK KAZI YAPILMADAN SULUKULE İMARA AÇILMAMALI"
Sulukule’nin "yenileme alanı" olarak ilan edildiğini ve Osmanlı mimarisiyle yeniden şekilleneceğini açıklayan Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’a, "Sulukule önemli bir Bizans yerleşkesiydi. 569-570 yıllarında inşa edilen Deuteron Sarayı’nın, Sulukule’de olması yüksek bir olasılık. Arkeolojik değerlendirme yapılsın Sultanahmet’teki skandal tekrarlanmasın" diye tepki gösteren Sulukule Platformu’na bilim dünyasından da destek geldi.
İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü Bizans Sanatı Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Doç.Dr. Engin Akyürek, bugün Kariye Müzesi olan Edirnekapı’daki Khora Manastırı’na yakın bir mesafede bir saray kalıntısı olduğunu, ancak bölgede kazı çalışması yapılmadığı için yerinin tam olarak bilinmediğini belirtti. Doç. Akyürek, "Sulukule ve çevresinde arkeolojik değerlendirilmesi yapılmadan hiçbir imar faaliyeti elbette ki yapılamaz" dedi. Akyürek şunları söyledi:
"II. Theodosius surları kenarında Hatice Sultan ve Neslişah Sultan mahallelerini kapsayan Sulukule’de bugüne değin sistemli bir arkeolojik kazı gerçekleştirilmiş değildir, ama bölgenin birkaç yüz metre kuzey tarafı, Ortaçağ’da Bizans İmparatorluğunun yeni merkezi sayılabilecek Blakherna bölgesidir. Ayrıca Aetius açık sarnıcı ve Kariye gibi önemli Bizans yapıları da Sulukule’nin kuzey sınırlarında yer almaktadır"
Hürriyet, Haber: Aslı Sözbilir, 18.01.2008
|
ALLIANOI İÇİN AİHM'NE GİDECEKLER
Allianoi Girişim Grubu Dönem Sözcüsü Avukat Hilal Küey, "Allianoi'yi kurtarmak için iç hukukta yapmış olduğumuz başvuruların etkisiz kalması karşısında, AİHM'e dava açacağız" dedi.
Kültür Bakanlığı'nın, Allianoi'nin kille kapatılarak Yortanlı Barajı olması yönünde verdiği karara karşılık, Allianoi Girişim Grubu üyeleri, Meslek Odaları, Sivil Toplum Dernekleri yürütmeyi durdurma istemiyle dava açtı. İzmir Tabip Odası'nda düzenlenen toplantıda konuşan Allianoi Girişim Grubu Dönem Sözcüsü Av. Hilal Küey, İç hukukta yapmış olduğumuz başvuruların etkisiz kalması karşısında bu ay içinde AİHM'ne dava açıyoruz" dedi.
Kültür Bakanlığı İzmir 2 No'lu Koruma Kurulu'nun, Allianoi Sağlık Yurdu'nun kaplıca odalarının kille kapatılarak Yortanlı Barajı sularının altında bırakılmasına yönelik verdiği kararın iptali için İzmir İdare Mahkemesi'nde yürütmenin durdurulması istemiyle dava açtıklarını belirten Allianoi Girişim Grubu Dönem Sözcüsü Av. Hilal Küey, kille kapatma kararının Allianoi'yi koruma olmadığını, gün yüzüne çıkmış bir antik kaplıcayı, mozaikleri tekrar toprağa gömmenin koruma olamayacağını ifade etti.
Alanda ihaleyle yapılacak röleve çalışmalarının süresinin Şubat ayında dolacağına işaret eden Küey, bu tarihe kadar açtıkları davalardan sonuç alamadıkları takdirde Allianoi'nin çamurla kaplanacağını, kendilerinin ise AİHM'e başvuracaklarını söyledi.
Haber Ekspres, Haber: Buket Yalçın, 18.01.2008
|
TÜRKİYE'NİN TARİHİ MİRASI İZLENİMDE
Türkiye'nin zengin tarihi ve kültürel mirası, 6 ülkede görücüye çıkacak. Kültür ve Turizm Bakanlığı, bu yıl ABD, Avustralya, Almanya, Şili, İsveç ve Katar'da, porselenler, gladyatör, harem, hamam ve düğün konulu eserler sergileyecek.
İsveç'ten gelen talep üzerine başkent Stockholm'de açılacak "Topkapı Sarayı ve Türk ve İslam Eserleri Müzesi'nden Porselenler" başlıklı sergiye, Akdeniz Müzesi ev sahipliği yapacak. 15 Nisan'da açılacak sergide, Topkapı Sarayı ile Türk ve İslam Eserleri Müzesi'nden ibrik, vazo, kase, tabak, kavanoz, matara gibi 25 porselen eser teşhir edilecek. Sergi, 15 Ağustos'a kadar açık olacak.
Türk hamam kültürü de Şili'nin başkenti Santiago'da açılacak sergiyle tanıtılacak. Nisan-Temmuz ayları arasında izlenime sunulacak sergide, Topkapı Sarayı ve Etnografya Müzesi'nden hamam tası, buhurdan, şifa tası, ibrik, kına tası, işlemeli hamam havlu takımı, peştamal, tarak ve ustura gibi eserler yer alacak.
"Türk Düğünü-Alman Düğünü" adlı sergiye ise Almanya ev sahipliği yapacak. Dortmund Sanat ve Kültür Tarihi Müzesi'nde, 15 Ağustos 2008-25 Ocak 2009 tarihleri arasında ilgiye sunulacak sergide, Alman müzeleri ile Türkiye'den Etnografya, İstanbul Türk ve İslam Eserleri, Topkapı Sarayı müzeleri ve bazı özel müze ile koleksiyonlara ait eserler sunulacak.
İki ülkedeki düğün geleneklerinin benzerliklerinin anlatılacağı sergiyle, kültürlerarası diyaloğa katkıda bulunma ile iki ülkenin kendi kültürlerinde unutulmaya yüz tutmuş gelenekleri hatırlatmanın amaçlandığı belirtildi.
Ayrıca, Avustralya'da da bu yıl içinde, "Harem" adlı sergi açılacak.
Uluslararası katılımlı, "Babil'in Ötesi: MÖ İkinci Bin Yılda Sanat ve Uluslararası Değişim" adlı sergide, Türkiye'den eserler de yer alacak.
ABD'deki Metropolitan Museum of Art'da, bu yılın Kasım ayı ile gelecek yılın Şubat ayları arasında düzenlenecek sergiye, Anadolu Medeniyetleri Müzesi ile Çorum, İstanbul Arkeoloji, Kayseri, Konya ve Bodrum Sualtı Arkeoloji müzelerinden eserler gönderilecek.
Türkiye'nin doğu-batı arasında köprü olduğunun vurgulanacağı sergide, eski çağlardaki sanat ve uluslararası ilişkiler anlatılacak.
Avustralya'nın Sydney kentinde de yıl içinde "Gladyatörler" konulu sergi açılacak. Sergide, Efes Müzesi'nde bulunan mezar stelleri, kabartma parçaları, çeşitli el aletleri, kafatası ve kemik ile mermer ve bronz ağırlıklı eserlerin teşhir edilmesi planlanıyor.
Ayrıca, İstanbul Türk ve İslam Eserleri Müzesi'nden iki eser, Katar'ın başkenti Doha'da 22 Mart'ta açılacak "Sınırların Ötesinde" adlı sergide yer alacak.
İslam sanatı eserlerinin yer alacağı sergide, British Museum, Louvre, Metropolitan, Berlin İslamic Arts ve Dar Al Athar olmak üzere dünyadaki önemli müzeden eserler bulunacak. Sergi, 3 ay boyunca açık kalacak.
Trt/Haber, 18.01.2008
|
RUM YETİMHANESİ'NE PAHA
BİÇEBİLİR MİSİNİZ?

1898-1899 yılları arasında yapılan Büyükada'daki tarihi Rum Yetimhanesi, dünyanın ilk çok katlı ahşap yapısı olarak biliniyor. Yapı yan bölümlerinde 6, diğer bölümlerinde 5 katlı. 1960 yılından beri kullanılamıyor.
Vakıflar Yasası
gayrimüslimlere ait 1000’e yakın kıymetli malı
ilgilendiriyor. Avukat Hatemi, “Büyükada Rum
Yetimhanesi’ne paha biçebilir misiniz” diye soruyor,
Mahçupyan da “gayri-vatandaş”a dönüştürülen
cemaatlerin AİHM’e gideceğini söylüyor.
Vakıflar Yasası gayrimüslim cemaatlerin ve Avrupa
Birliği’nin beklentisinin aksi düzenlemelerle
yasalaşıyor. 10. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in
2006 yılında veto ettiği tasarı, TBMM Adalet
Komisyonu’nda “aynen” kabul edildi. Önümüzdeki
günlerde TBMM Genel Kurulu’ndan da geçerek,
Cumhurbaşkanı tarafından onaylanıp yürürlüğe girmesi
bekleniyor. Hukukçuların tasarıya yönelik
tepkilerinin ana noktası, uygulamada “devletlerarası
mütekabiliyet” ilkesini saklı tutmasından
kaynaklanıyor. Bu ilke, başka ülke vatandaşlarına
yönelik olduğundan; Türk vatandaşı olan, ancak
dinleri çoğunluktan farklı, yani gayrimüslim olanlar
“yabancı” olarak niteleniyor. Devletin el koyup,
üçüncü şahıslara sattığı okul, ibadethane gibi
sosyal amaçlı gayrimenkullerinin iadesini de
sağlamayan tasarı, hukukçulara göre “hukuksuzluğa
kılıf” hazırlıyor. Fener Rum Patrikhanesi ile
Süryani ve Katolik cemaatlerinin avukatı Kezban
Hatemi, tasarının tahmini olarak, azınlıklara ait
trilyonların üzerindeki değerde 1000 gayrimenkulü
ilgilendirdiğini söylüyor ve ekliyor; “Bazı şeylere
paha biçilemiyor. Siz Büyükada Yetimhanesi’ne paha
biçebilir misiniz?” Avukat Hatemi ve Agos Gazetesi
Genel Yayın Yönetmeni Etyen Mahçupyan tasarıyı
NTVMSNBC’ye değerlendirdiler.
Kezban Hatemi
(Azınlık cemaatleri avukatı):
Rakam söylemek bağlayıcı olur ama, tahmini 150
milyar doların üzerinde talep var. Bazı şeylere hiç
paha biçilemiyor. Siz Büyükada yetimhanesine değer
biçebilir misiniz? Yeni Vakıflar Yasası, T.C
vatandaşı olan cemaatlerin, sadece farklı dinden
olan cemaatlerin hayri ve sosyal kurumlarına ve
onların sorunlarına hiçbir çözüm getirmiyor.
Dolayısıyla sayıca sınırlı olan AİHM’e giden
davaların, şu andan itibaren şu andan itibaren çok
daha fazla olacak ve işin içinden çıkılmaz, altından
kalkılmaz boyutlara varacağı kanaatindeyim. Vakıflar
Kanunu’nun Adalet Komisyonu’ndan bu haliyle çıkması
beklenen bir olgu. Ama cemaatların beklentisine
cevap verecek bir kanun değil. Neden değil? Çünkü,
yasaya ve hukuka aykırı olarak uygulamalar kanuni
hale geldi. Sadece yeni mal edinmeleriyle ilgili
bazı kolaylıklar getirmiş olsa da eski hukuki
statüye, eski hukuki kaos ve karmaşaya yeni bir
düzenleme getirmedi. Mazbutaya alma (el koyma-zapt
etme) devam ediyor. Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün
vesayeti devam ediyor.
Meclis’te AK Parti içinde de aydınlık ve net bir
görüş hakim değil. CHP’nin muhalefeti; bugün MHP ile
de Adalet Komisyonu’nda birleşti, biliyorsunuz.
Yabancı sayıyorlar bunları, oysa yabancı değil, TC
vakıfları bunlar. Osmanlı İmparatorluğu’ndan bugüne
gelmiş vakıflar; yeni kurulmuş vakıflar da değil.
Sözkonusu gayrimenkuller cemaatlare, dini ve hayri
kurumlara ait. Okul gibi sosyal kurumlara ait
binalar. Hukuk devletinde bunların tartışması dahi
olmamalı. Bu kavram kargaşası üzerine yanlış tarihi
birikim, önyargılar, bir de at gözlükleri eklenince
işte böyle bir kaos yaşıyoruz. Bunların düzeltilmesi
lazım. Daha önce Avrupa Birliği’ne ilişkin bir
komisyon kurulmuştu ve Prof. Hüseyin Hatemi cemaat
vakıfları hakkında bir tasarı hazırlamıştı. O
şekliyle çıkmadığı müddetçe bu problemlerin
çözülmesine imkan yok. Bu ihtilaf devam edecek.
Cemaatler taleplerinde ısrar edecek, başka da hiç
bir alternatif olmayacaktır.
Etyen Mahçupyan (Agos
Genel Yayın Yönetmeni):
Bir kere bu yasa kalıcı bir yasa olamaz. Bu mesele
bu yasayla yönetilemez. Problemler devam edecek
demektir. AİHM’e gidişler devam edecek demektir.
Çünkü üçüncü şahıslara geçen mallarla ilgili hiçbir
şey yok yasada. Devlet el koyuyor, el koyar koymaz
satıyor, sattıktan sonra da, beni ilgilendirmez
diyebiliyor. Buna hukuksuzluk bile denemez, başka
kelimeler bulmak lazım. Onun için de AİHM’e gidişler
devam edecek. Tek tek maddeler olarak baktığımız
zaman cemaat vakıflarının alanını biraz genişleten
imkanlar var. Fakat buna rağmen geçmiş hukuksuzluğun
üstünü kapatacak maddeler de var. O zaman bunun
çalışabilmesine pek olanak kalmıyor. Şu anda öyle
bir noktaya geldi ki, ortada duruyor dememek de
lazım. Çok kötüydü biraz daha az kötü oldu sadece.
AİHM’e açılmış değişik cemaatlerden 4-5 dava
var. Cemaatler, davaları doğrusu bu yasa için
bekletiyorlardı. Bilerek beklediler. Bu yasa
hakikaten doğru dürüst bir gelecek vaadetmiyorsa ve
cemaatler haklarını geri alamayacaklarsa o zaman
önümüzdeki bir-iki yıl içinde çok sayıda vakıf
AİHM’e gidecektir.
Bazı şeyler görüntüde herhangi bir sınırlama
getirmiyormuş gibi görünüyor. Fakat nasıl
uygulanabileceğini düşünmeye başladığınız anda, o
zaman niye öyle yazıldığı anlaşılıyor. Bence
buradaki kritik nokta, devletin bu meseleyi mümkün
olduğunca hak ettiği biçimde çözmek istememesinden
kaynaklanıyor. Bir mala el konduğu zaman ve o
süreçte nasıl baktılar, denildiğinde bu ikisini;
rant ve ideolojiyi görebiliriz. Bir tür rant
sistematiğinin parçası olarak düşünenler de
muhtemelen vardır. Aynı zamanda bir ideolojiye de
oturuyordur. Zaten rantı meşrulaştıran şey
ideolojidir.
Dolayısıyla Türkiye’de böyle bir ideoloji
olduğu sürece, yani Türkiye’de milliyetçiliğin
gayrimüslimleri vatandaşlığın dışına ittiği bir
sistem, bir anlayış olduğu sürece, gayrimüslimler
gayri-vatandaşlar haline dönüştüğü sürece, bir takım
insanların da o gayrimüslümlerin mallarına el
koymaya yönelik bakışlarının hayata geçme şansı
artıyor.
Hepsini bir araya getirdiğimiz zaman kabaca
1000 küsur maldan bahsediyoruz. El konulanlar, bir
de munzam hale getirilenler, yani kullanılamadığı
için kendiliğinden devlete verilmesi gerektiği
şeklinde bir hukuki kılıf içinde alınanlar var.
Ayrıca bunların içinde önemli miktarda tabii Rum
cemaatine ait olanlar var. Çünkü onlar zaten
gittikleri için bir anda orda da bir boşluk
doğmuştu. Şimdi bu 1000 küsur maldan söz ediyorsak
şunu öngörmek lazım, bu mallar geçmişten kalan
mallar olduğu ölçüde genellikle kent merkezlerinde
var olan arsalardan bahsediyoruz. Dolayısıyla
kıymetlerinin hiç de az olmayacağını varsayabiliriz.
Tam olarak bunun ne olduğunu kimse bilmiyor.
Bu durumdan en fazla etkilenen Rum cemaati,
en az etkilenen de Yahudi cemaati. Çünkü Yahudiler
devletle daha iyi ilişkiler yürütmeyi temel almış
durumdalar. Devlet genellikle onlardan, yurtdışında
özellikle başka bir takım fonksiyonlar talep
edebiliyor. Bu sayede daha mülayim bir ilişki biçimi
var Yahudi cemaatine karşı. Rumlar da buradan
gittikleri ve burada insan kalmadığı için, mazbut
vakıf haline dönmüş. Vakfın yöneticisi yoksa, bunlar
mazbutaya alınıyor ve bir süre sonra da Vakıflar
Genel Müdürlüğü onu yönetiyor.
Ntvmsnbc, Haber: Yasemin
Arpa, 18.01.2008
|
136 YILDIR İSTANBULLA BİRLİKTE DEĞİŞMEYE DEVAM
EDİYOR: HACOPULO PASAJI

İsmi 1980’lerde
Danışman, sonra da Han Geçidi olarak değiştirilen,
ancak İstanbulluların hálá sadakatle Hacopulo, ya da
Hazzopulo olarak andığı han, 136 yıllık tarihinde
pek çok olaya, insan hayatına tanıklık etti. Namık
Kemal burada tutuklandı, Jöntürkler burayı mesken
edindi, Ahmet Haşim pasajdaki İran lokantasının
müdavimiydi. Bugün de yaşıyor Hacopulo. Gidip görün,
keyifli bir zaman geçirin.
Eğer
İstanbul’un yabancısıysanız ya da bu şehirde
yaşayıp da deryanın içindeki balıklar misali
deryadan habersiz olanlardansanız bu pasajı
bilmiyorsunuzdur. Birinden duymuş ya da okumuşsanız,
elinizde bir şehir haritasıyla yola çıktığınızda
asla ulaşamazsınız. Çünkü son 25 yıl içinde adı iki
kez değişti. Önce Danışman Geçidi oldu, şimdi de Han
Geçidi. Adı Hacopulo ya da Hazzapulo olan pasajın
adı 12 Eylül yönetimince atanan belediye başkanı
tarafından zararlı bulunarak Danışman Geçidi olarak
değiştirildi önce. Son olarak da Beyoğlu’nda yapılan
adres ve numara değişikliği operasyonundan nasibini
alarak Han Geçidi’ne dönüştü.
İstiklal Caddesi ile Meşrutiyet Caddesi’ni birbirine
bağlayan Hacopulo Pasajı’na, Büyük Londra Oteli’nin
yüz metre ilerisinden girilebiliyor. İstiklal’den
ise Yapı Kredi Bankası’nın biraz ötesinden, Mısır
Apartmanı’nın karşısındaki kapısından. Pasajın
üçüncü kapısı ise Panayia İsodion Kilisesi’ne
açılıyor.
Hacopulo’yu kimin inşa ettirdiği hakkında farklı
bilgiler var.
İstanbul Ansiklopedisi’nde, adını ilk sahibi
zengin Rum tüccar olan M. Hacopulo’dan aldığına dair
kayıt var. Başka bir kaynakta ise
İstanbul’un en ünlü Rum bankerlerinden ve
Adalar’ın eski belediye başkanlarından Kiryako John
Hacopulos tarafından inşa edildiği belirtiliyor.
Başka bir kaynak ise pasajın ilk sahibinin, Osmanlı
İmparatorluğu’na borç verecek kadar zengin olan
Galata bankerlerinden Yorgo Zarifi Hacopulo olduğunu
öne sürmüş. Ama hepsi, pasajın yapımına 1850’lerde
başlandığı ve 15 Nisan 1871’de ise törenle açıldığı
noktasında birleşiyor.
Hacopulo, üç ana kagir yapısı, ortası avlulu T
geçidiyle üstü açık pasaj tarzının tipik bir örneği.
İstiklal ve Meşrutiyet Caddeleri’nin girişi iki
kagir yapının altından geçtiği için üstü kapalı.
Pasajın 13 numaralı dükkanında Ahmet Mithat
Efendi’nin evinin altına kurduğu matbaa yer
alıyordu. Namık Kemal’in 1872’de çıkardığı İbret
Gazetesi de bu matbaada basılıyordu. 27 gün sonra
gazete kapatıldı ve Ahmet Mithat Efendi ile Namık
Kemal, Hacopulo Pasajı’nda tutuklanarak sürgüne
gönderildiler. Fakat bu olaydan sonra pasaj
Jöntürkler’in buluşma noktası oldu.
Büyük şair Ahmet Haşim’in de uğrak yerlerinden
biriydi Hacopulo. Bazen gelir avludaki çay ocağında
kahvesini yudumlar ama sık sık pasajdaki Acem
lokantasında boy gösterirdi.
Namık Kemal’in müdavimi olduğu yıllarda, kuaför
Valentin Kardeşler, halıcı Filipoviç, görkemli
lokanta ve meyhanesiyle Kamelos, Paris somya ve
karyolalarını satan Neyrat, Pera’nın güzel
hanımlarına hizmet veren terzi Matmazel Adel, ünlü
erkek terzilerinden Foskolo, Armao, Barbagalo ve
Marengo da uzun bir süre bu pasajın saygın isimleri
arasında yerlerini almışlardı. Said Nahum Duhani’nin
ve Recaizade Mahmut Ekrem’in eserlerinde söz
ettikleri ünlü ayakkabı ve çizme yapımcısı Heral’ın
dükkanı da buradaydı.
Hacopulo Pasajı,
İstanbul’un sanat ve kültür hayatında derin
izler bırakmış mekanlardan biri olarak tarihe
geçmiş. Behzat Üsdiken, pasajdaki Adam Musiki
Mağazası’ndan söz ederken, Türkiye’nin müzik
tarihine dair ilginç noktalara değiniyor. 1869’un
sonlarında açılan bu mağazanın üst katı, bir dinleti
salonuna dönüşüyor. Dikran Çuhacıyan, 1874’te bu
salonu Türkçe opera sahneleyebilmek için sanatçı
yetiştiren bir okul haline getiriyor. Daha sonraki
yıllarda
İstanbul’un ilk oda orkestrası da aynı mekanda
dinleyicileriyle buluşuyor. 1890’da, Zoli adındaki
sanatçı, burayı yeniden dekore ederek bir tiyatro
haline sokuyor.
Fotoğrafçı Ara Güler’in babası Dacat Güler’in
eczanesi de Hacopulo’daydı. Ara Güler, Rejans için
yazdığı bir yazıda pasajın adının değiştirilmesine
bizim gibi hayıflanarak şunları söylüyor: "Hacopulo
Pasajı vardı eskiden, şimdi adını değiştirmişler
büyük bir ukalalıkla. Bilmem ne pasajı yapmışlar
Danışman Geçidi. Benim babamın eczanesi pasajın
içindeki 38 numaralı eczaneydi."

Pasaj son yıllarda kendini yeniden toparlamaya
çalışıyor. Scala Kitapçı adındaki dükkan yeni
mekanlardan biri. Kitapçının karşısında ekoses.com
adında bir dükkan var. Ekolojik sertifikalı ürünler
satıyorlar. Sabunlar, meyveler, reçeller,
marmelatlar, kurutulmuş sebzeler ve tofu. Pasaja
gelmişken Mustafa Aca’nın kahvesine uğramadan
geçmeyin. Burası Türkiye’nin en güzel Türk kahvesi
yapılan mekanı ve kahveci Mustafa Amca’nın
muhabbetiyle meşhur. Bir de tek gözlü, adı Nokta
olan sarmanıyla. Kiliseye çıkan merdivenlere
sırtınızı verip avluya dönük oturmanızı tavsiye
ederiz.
Avlu her mevsim başka bir güzellik sunuyor size.
Geçidin zeminindeki taşlar hemen dikkatinizi
çekiyor. Bunlara Podima Taşı deniliyor. Çatalca’ya
bağlı Yalıköy’ün eski adı Podima. 1950’lere kadar bu
uçsuz bucaksız sahilden toplanan taşlar
İstanbul’un bahçelerinde kullanılıyordu. Bu
taşların iri olanları ise seçilip dar, küçük
yolların, geçitlerin ve pasajların zeminlerine
yerleştiriliyordu. Bütün bu büyük medeniyetten
geriye sadece Hacopulo’daki zemin kaldı.
Pasajda Ahmet Haşim’in uğradığı esnaf lokantasının
dışında 1890’larda kurulup Cumhuriyet’in ilk
yıllarına kadar hizmet veren Anina adında ünlü bir
meyhane vardı. Meyhanenin yerinde bugün bir şarapevi
bulunuyor. Hazzo Pulo şarapevi pasajın Meşrutiyet
Caddesi girişinde. Hasan ve Haydar Temur kardeşlerin
kurduğu mekanda, kendilerinin Mürefte’de
yaptırdıkları şarapları tatmanızı öneririz. 60
değişik şarap seçeneğinin yer aldığı mekan iki
katlı. Hafta sonu canlı müzik ve fasıl var.
Aşçıbaşının elleri çok hünerli. Hayır kardeşim ben
şarap içmek istemiyorum diyenlere rakı servisi de
yapılıyor.
Pasaj
İstanbul modasını belirleyen bir özellik
taşıyordu. Ünlü kadın ve erkek terzileri,
şapkacılar, düğmeci, işlemeciler ve namlı
modelistler buradaydı. Has ipekten astarlar, ibrişim
ve kordonetler burada satılırdı. 1970’lerin sonunda
tüm kentle birlikte Beyoğlu da çökmeye başlayınca
Hacopulo Pasajı bu yıkıntının altında kaldı. Ve daha
sonraki dönemde ünlü terzi dükkanları, ibrişimciler,
sahaflar, müzik evleri birer ikişer kapandı. Geriye
sadece şapkacı Katia Kiracı kaldı. 55 yıldır aynı
dükkanı işleten Madam Katia ve eşi Bay Aleko, geçmiş
güzel günlerin canlı tanıkları olarak yaşamlarını
sürdürmeye çalışıyorlar bu pasajda.
Hürriyet Cuma, Haber. Ersin Kalkan, 18.01.2008
|
TARİHİ ODUNPAZARI EVLERİ 'KIRIM KÜLTÜR EVİ' OLACAK
Eskişehir'de, 'Odunpazarı Evleri Yaşatma Projesi' kapsamında restore edilecek tarihi Odunpazarı evlerinden biri 'Kırım kültür evi' olacak. Odunpazarı Belediyesi tarafından düzenlenecek olan söz konusu ev, Kırımlı Türklerin Türkiye'deki en büyük kültür merkezi olarak hizmet verecek.
Bin metrekarelik alan üzerine kurulacak olan kültür merkezi, 2008 yılı içerisinde bitirilerek, Kırım Türkleri Derneği'ne armağan edilecek. Kültür merkezinde, Kırımlı Türklerin kültür sanat faaliyetlerini yaşatmaları için gerekli tüm imkanlar sunulacak. Odunpazarı Belediye Başkanı Burhan Sakallı, amaçlarının, Kırım Türklerinin yoğun olarak yaşadığı Eskişehir'de onların kültürlerini yaşatmak istediklerini söyledi. Konuyla ilgili olarak Kırım Türkleri lideri Mustafa Kırımlıoğlu ile görüştüklerini dile getiren Sakallı, "Onlara gerekli desteği kültür ve sanat alanında da göstermek istiyoruz!" diye konuştu.
Zaman, Haber: Mehmet Kuru, 18.01.2008
|
 |
KONFERANS : "BİLİNMEYEN YÖNLERİYLE BALYANLAR"
Sanat Tarihi Derneği 2008 yılı konferanslarının ilki 30 Ocak 2008 Çarşamba günü 18:30'da Pera Müzesi Oditoryumu'nda gerçekleşecek. Yrd.Doç.Dr. Selman Can tarafından verilecek olan konferans "Bilinmeyen Yönleriyle Balyanlar" başlığını taşıyor.
Osmanlı Arşivi içerisinde yer alan yüzlerce belge, bizlere şaşırtıcı bilgiler sunmakta ve Balyanlar’ın üstlendikleri görevlerin niteliğini, mimari birikimlerini ve kendilerine atfedilen yapılardaki gerçek konumlarını ortaya koymaktadır. Sunulacak olan konferansta; Balyanlar ile ilgili mevcut bilgilerin eksik ve çelişkili tarafları ele alınıp, sözü edilen arşiv belgelerine dayalı olarak bilinmeyen yönleri ortaya konulacaktır.
TAYHaber, 17.01.2008
|
BİLECİK'İN TARİHİ SÜLEYMANİYE KÖYÜ İLGİSİZLİK
YÜZÜNDEN YOK OLUYOR
Osmanlı'dan önce kurulan ve
Kurtuluş Savaşı'nda ağır yaralar alan Bilecik'in
Süleymaniye Köyü, ilgisizlik yüzünden boşaldı.

Elektriği, suyu ve yolu olmayan köyde sadece 4
hane ayakta kalırken, tarihi caminin de yalnızca
duvarları sağlam. Yunanlıların mezalimine uğrayan
köyde şehit edilen köy muhtarı ve azasının mezarı
ise kaybolup gitmiş. Traktör aküsüyle aydınlanan
evlerde oturan vatandaşların tek isteği, köylerine
elektrik verilmesi.
Bilecik'e 18 kilometre mesafede bulunan ve
bölgede yaşayanlar arasında 'Yayla' olarak bilinen
Süleymaniye Köyü'nün kuruluşu, Bizans dönemine
dayanıyor. Osmanlı döneminde Süleymaniye adını alan
ve ardından Türklerin yaşamaya başladığı köy, o
dönemde önemli tarım ve hayvancılık merkezlerinden
birisi olmuş. Köy, Yunan işgali sırasında mezalim
görmüş, iki defa talan edilmiş. İşgalde köy muhtarı
Yusuf Ağa ve azalardan Mehmet oğlu Muharrem Ağa,
Yunan ordusuna karşı koymaya çalıştıkları ve
düşmanların isteklerini yerine getirmedikleri
gerekçesi ile dövülerek öldürülmüşler.
Yunan işgalinden sonra büyük göç veren
Süleymaniye köyü, Cumhuriyet'in ilk yıllarında köy
statüsünü korurken, ilgisizlik yüzünden büyük göç
vermeye başlamış. 1965 yılı nüfus sayımına göre, 14
haneli ve 69 nüfuslu bir köy olarak varlığını
sürdüren Süleymaniye, bundan sonraki yıllarda da
yardım alamayınca köy statüsü düşmüş ve bugün 4
haneli bir köy haline gelmiş.
500 metrelik köy yolundan araçlar bile zor gidip
gelirken, enerji nakil hattına 2 kilometrelik
mesafede bulunmasına rağmen elektriği olmayan köyde
su da bulunmuyor. Sularını köy çeşmesinden
karşılayan köylüler, aydınlanmak için de traktör
aküsüne taktıkları seyyar lambayı kullanıyor. Tarihi
köydeki evlerin çoğu yıkılırken, tarihi eser olarak
tescil edilen caminin hali ise içler acısı.
Köylülerin tamir etmek istediği köy camisi, tarihi
eser olduğu için tamirine izin verilmemiş. Halen
caminin çatısı uçmuş, duvarları, minberi, mihrabı
yıkılmış, camları ve kapısı kırılmış, hatta içinde
yabani incir ağaçları bile büyümüş. Cami
duvarlarındaki ayet ve hadis yazıları yerlerde
sürünüyor. Yunan işgali sırasındaki Bilecik'in ilk
şehitleri olarak bilinen köy muhtarı Yusuf Ağa ve
azalardan Mehmet oğlu Muharrem Ağa'nın mezarları ise
kaybolup gitmiş. Şehitlerin mezarı bile bilinmeyen
köyden büyük devlet ve işadamları da yetişmiş.
Merkez Bankası eski başkanlarından Osman Şıklar ve
İsmail Ayaz Otobüs İşletmesi'nin sahibi İsmail
Ayaz'ın da köyü olan Süleymaniyelilerin tek isteği;
köylerine elektrik verilmesi ve 500 metrelik
yollarının yapılması. Özellikle elektrik verildiği
takdirde köylerine döneceklerini belirten
Süleymaniyeliler, köye dönmek için imza kampanyası
başlattıklarını da dile getiriyor.
Zaman, Haber: Durmuş Günsur, 17.01.2008
|
 |
VAN GOGH'UN ESKİZ DEFTERİ BULUNDU
Hollanda’nın büyük izlenimci ressamı Vincent van Gogh’un (1853-1890) Yunanistan’da bulunan “müsvedde defterinin” özgünlüğü araştırılıyor
Yunan yazar Doretta Peppa, Naziler’e karşı Yunanistan’da savaşan babasının sakladığı defterin, Hollandalı van Gogh uzmanlarına inceletileceğini belirterek, bu küçük kahverengi defterin dev ressama ait olduğundan emin olduğunu belirtti. Defterlerde Gogh’un yağlıboya “Patates Yiyenler”, “Pere Tanguy” portresi, “Keder” isimli resimlerinin çok benzeri taslaklar yer alıyor. “Gogh eskiz defterini” Atina’da banka kasasında saklayan Doretta Peppa’nın babası, işgalci Hitler ordularına karşı Yunan direniş ordusunda savaşmış. Babası, Nazi orduları II. Dünya Savaşı’nda Yunanistan’dan çıkarken direnişçilerin saldırdığı trende “Gogh defterini” bulmuş. Doretta Peppa, uzmanların yakında defterin özgünlüğünü kanıtlayacaklarını ve en azından 4 milyon euro değer biçildiğini belirterek, “Bu eşsiz küçük defterin para karşılığı gitmesini istemiyorum. Avucumda muhafazada olsun istiyorum” dedi.
Vatan, 17.01.2008
|
TARİHİ MİRASA AKADEMİK IŞIK
Mehmet
Akif Ersoy Üniversitesi (MAKÜ) öğrencileri,
Burdur’un en önemli antik kentlerinden biri olan
Gölhisar İlçesi’ndeki Kbyra’nın tarihini gün
ışığıyla buluşturacak. Üniversite, yeni açılan
Arkeoloji Bölümü’ne öğrenci alımı için YÖK’ten onay
bekliyor. Ancak, tarihi kazı için sabırsızlanan 2
yardımcı doçent ve gönüllü öğrenciler, 19 yüzyıl
önce Romalılar’dan kalan Kbyra’da bu yaz kazı
çalışmalarına başlayacak. Arkeoloji bölümündeki 2
yardımcı doçentin ve diğer bölümlerdeki gönüllü
öğrencilerin tarihi kazı için hazırlandıklarını
belirten MAKÜ Rektörü Prof. Gökay Yıldız,
“Senatomuzun kararıyla bölümü açtık, ancak öğrenci
almak için YÖK’ten onay ve kontenjan çıkması lazım.
Bu gerçekleşirse hem bölüm öğrencileri uygulama
yapacak yer sıkıntısı çekmeyecek hem de
Burdurumuz’un tarihi kentleri hızla gün yüzüne
çıkacak” dedi.
Üniversitede arkeoloji bölümü açılmasına en çok
sevinenlerden olduğunu belirten Burdur Müze Müdürü
Hacı Ali Ekinci ise, “Burdurumuz’da 20’den fazla
antik kent var. Bir kısmı devletin bir kısmı
hayırseverlerin bir kısmı da dış ülkelerden gelen
kişilerin destekleri ile gün yüzüne çıkartılıyor.
Ancak bunun hızlanmasını sağlama adına Burdur’da
böyle bir bölümün açılması bizi çok sevindirdi” diye
konuştu. MÖ Roma hakimiyeti altına giren
anlamı ‘Yüce Ana Tanrıça’ olan Kbyra’nın MS 2.
yüzyılda en parlak devrini yaşadığı tahmin
edilirken, ilk çağda demir madenini çıkarıp
işlemesiyle bilinen antik kent genelde savaşçı
kimliği üstün kişiler tarafından kullanılmış ve
antik kentin büyük depremler geçirdiği tahmin
ediliyor. Gizem dolu antik kent hakkındaki
bilgilerin ortaya çıkartılması için MAKÜ’nün yeni
açılan Fen-Edebiyat Fakültesi’nin Arkeoloji Bölümü
öğrencileri, şehrin gizli kalmış güzelliklerini
ortaya çıkararak hem çalışacak hem de teorilerini
pratiğe dökecekler.
Antik Gölhisar kenti, Gölhisar Gölü’nün batısında
aynı ismi taşıyan ovanın kenarında kurulmuştur.
Kbyra antik kenti kalıntıları Horzum Mahallesi’nin
kuzeydoğusundadır. Surlarla çevrili olan kent, ilk
çağda demir madenini çıkarıp işlemesiyle
tanınmıştır. Antik kentin genelde savaşçı kimliği
üstün kişiler tarafından kullanılmasının demir
madeniyle ilgisi olduğu sanılmaktadır. Yöredeki
Bubon, Balbura ve İnuanda isimli kentlerin
birleşmesinden oluşan Tetrapolis’in başkenti de olan
Kbyra hakkında bilgiler, arkeolojik kazı
yapılmadığından yeterli değildir. Yalnızca Akropol
kalıntılarının bir bölümü günümüze ulaşabilmiştir.
Akropolde nekropol, tiyatro, aşağı ve yukarı agora
ile Odeion bulunmaktadır. Heredotos, Kybyralılar’ın
Girit’ten geldiklerini kaydetmiştir. Bu kent
Pisidialılar’ın buraya yerleşmesiyle büyümüş, halkı
dericilik ve demircilik sanatı yönünden oldukça
ileri düzeye ulaşmıştır.
Akşam Akdeniz, Haber: Savaş Yavuz - Mesut Madan -
Ali Mindiloğlu, 17.01.2008
|
 |
SİNAN'IN KÖPRÜSÜNÜN AYAĞINA BORU KAZMASI
Kocaeli’nin Gebze İlçesi’ne bağlı Dilovası Beldesi’nde, Kanuni Sultan Süleyman döneminde Mimar Sinan tarafından yapılan ve onun adıyla anılan tarihi köprünün yanı başından doğalgaz boru hattı geçirilmesi, tepkilere yol açtı.
Dilovası Belediye Başkanı MHP’li Musa Kahraman, boru hattını yapan firmanın kimseye danışmadan burayı kazdığını, çalışma sırasında iş makinası orepatörlerinin de altın buldukları ve aralarında anlaşmazlık çıktığına ilişkin haberler duyduğunu, bunun hemen araştırılması gerektiğini söyledi. Çevredeki sanayi kuruluş yetkilileri ile duyarlı bazı kişiler de durumu belediyeye ve Kocaeli Valiliği’ne bildirdi. Musa Kahraman, bakımsız olan Mimar Sinan Köprüsü’nün onarımı için defalarca girişimde bulunduğunu belirterek şunları söyledi: "Köprünün onarımı için çaba harcarken, amaçları para kazanmak olan kişiler tarihi değerleri hiçe sayarak böyle bir şey yapmış. Onlar için geçmişimiz çok önemli değil. Önemli olan, doğayı, tarihi dokuyu hiçe sayarak para kazanmak."
Hürriyet, Haber: Ergün Ayaz - Orhan Uzun, 17.01.2008
|
LOUVRE'UN İSLAM ESERLERİ KOLEKSİYONU SABANCI MÜZESİ'NE GELİYOR
Paris'teki Louvre Müzesi'nin İslam eserleri koleksiyonunda bulunan Osmanlı, İran-Safevi ve Hint-Baburi sanatının müstesna örnekleri İstanbul'a geliyor.
Fotoğraf Altı: Bahçe meclisi - Safevi- 17. yüzyılın ilk yarısı ya da ortaları, Çini hamuru, renkli sır, 118 x 157.7 cm, Louvre Müzesi, İslam Sanatları Bölümü, OA 3340
Sabancı Üniversitesi Sakıp Sabancı Müzesi, 19 Şubat-25 Mayıs arasında, Türk Telekom'un sponsorluğunda gerçekleştirilecek "Louvre Koleksiyonlarından Başyapıtlarla İslam Sanatının Üç Başkenti: İstanbul, Isfahan, Delhi" başlıklı sergiye ev sahipliği yapacak. Osmanlı, Safevi ve Baburi imparatorluklarının görkemli çağlarını gözler önüne serecek olan sergi, aynı dönemde ve coğrafyada hüküm süren 3 imparatorluğun sanatını ilişkiler yelpazesinde anlatacak. Paris Uygulamalı El Sanatları Müzesi'nin işbirliğiyle gerçekleştirilecek sergide 250'ye yakın eser yer alacak. Sergi, Sabancı Üniversitesi ile Louvre Müzesi arasında 20 Mart 2007'de imzalanan kültürel ve bilimsel işbirliği anlaşması kapsamındaki ilk büyük etkinliği oluşturacak. Daha önce gün ışığına çıkmayan birçok eserin de yer aldığı Louvre Müzesi'nin İslam Eserleri Koleksiyonu, bu sergiyle ilk kez Louvre Müzesi dışında izleyicilerle buluşmuş olacak.
Zaman, 17.01.2008
|
 |
KÜLTÜREL VARLIKLAR BİR
BİR KORUMA ALTINA ALINIYOR
Kahramanmaraş'ın
Dulkadiroğlu Mahallesi'nde kaçak kazı sonucu ortaya
çıkan mozaik alandan sonra merkeze bağlı Çokyaşar ve
Güzelyurt köyü arasında kalan 931 nolu parsel
üzerindeki mozaikli alan ve çevresi de 1'inci
derecede arkeolojik sit alanı olarak tescil edildi.
Alanın, yüzeyde bulunan kalın cidarlı ver çatı
kiremiti parçalarından Geç Roma Erken Bizans
dönemine ait olabileceği düşünülüyor.
Kahramanmaraş'ta temmuz
ayında bir evin alt kat odalarından kaçak kazı
sonucu mozaik alan ortaya çıkmış ve kurtarma kazısı
çalışmaları için düğmeye basılmıştı.
MS 6'ıncı ve 7'inci
yüzyıl Geç Roma- Erken Bizans Dönemi'ne ait olduğu
düşünülen mozaikler, Adana Kültür ve Tabiat
Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu tarafından 1'inci
Derece Arkeolojik Sit Alanı olarak
tescil edilmişti.
Şehrin kültürel
varlıklarının korunması adına yaşanan bu sevindirici
gelişmeden sonra merkeze bağlı Çokyaşar ve Güzelyurt
Köyü arasında kalan 931 nolu parsel üzerindeki
mozaikli alan ve çevresi için de güzel bir haber
geldi.
Kahramanmaraş Valiliği
İl Kültür Turizm Müdürlüğü'nün talebi ile Adana
Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu
Müdürlüğü tarafından alan, 1'nci derecede Arkeolojik
Sit Alanı olarak tescil edildi.
Söz konusu mozaikli
alanın güneyinin Elmalar köyüne giden yol, doğu batı
ve kuzeyinin ise tarım arazisi olduğunu söyleyen İl
Kültür Turizm Müdürü Seydi Küçükdağlı, mozaik alanın
bulunduğu parselin ekim yapılmamış tarım arazisi
üzerinde olduğunu kaydetti.
Parsel üzerinde bol
miktarda çatı kiremiti ve seramik parçalarının
görüldüğünü ifade eden Küçükdağlı, kaçak kazılar
sonucu küçük bir kısmı ortaya çıkartılan alanda
siyah ve krem rengi tessaralardan oluşan geometrik
motiflerin yer aldığı bir bazilika veya çiftlik
evine ait taban mozaikleri olduğunun tespit
edildiğini belirtti.
Küçükdağlı, mozaik
alanın, yüzeyde bulunan kalın cidarlı ver çatı
kiremiti parçalarından Geç Roma Erken Bizans
dönemine ait olabileceğinin uzmanlar tarafından
belirtildiğini de ifade etti.
Seydi Küçükdağlı, ayrıca
uzman personel eksikliği nedeniyle uzun zamandır
aksayan eser takdiri çalışmaları sonucu 2007 yılı
içerisinde Kahramanmaraş Müzesi'ne 333 eski eser
alımı yapıldığını söyledi.
Küçükdağlı, alımın
Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın ödenekleri ile
"Korunması Gerekli Taşınmaz Kültür ve Tabiat
Varlıkları ile Sit Alanlarının Envanter Projesi"
kapsamında oluşturulan komisyon marifeti ile
gerçekleştiğini dile getirdi.
haberler.com, 16.01.2008
|

|
TARİHİ ESER OPERASYONU
Denizli'de jandarma ekibi tarafından düzenlenen operasyonda, 56 adet gümüş sikke ele geçirildi.
Denizli İl Jandarma Alay Komutanlığı ekipleri tarafından eski eser kaçakçılığına yönelik yürütülen çalışmalar sonucu merkeze bağlı Gümüşler beldesinde S.T., S.A. ve Y.İ. isimli şahısların ellerinde tarihi eser bulundurduğu ve İzmir'e götürecekleri öğrenildi. İhbar üzerine jandarma ekipleri operasyon düzenledi. Şahıslara ait araçta yapılan aramada 56 adet gümüş sikke ele geçirilirken, ele geçirilen sikkelere Müze Müdürlüğü'ne teslim edilmek üzere el konuldu. Şüphelilerin ifadesinin alınmasından sonra serbest bırakıldığı belirtildi.
Denizli Kent Haber, 16.01.2008
|
İSTANBUL'DA TARİHİN YÜZDE 70'İ 'TARİH' OLDU
Son 100 yıl içinde,
İstanbul'da, antik dönem, Roma, Bizans, Selçuklu ve
Osmanlı dönemlerine ait eserlerin yüzde 70'i
yıkılarak yok edildi. İstanbul Teknik Üniversitesi
öğretim üyesi Süleyman Faruk Göncüoğlu, uzun
süredir, İstanbul'un katledilen tarihi varlıklarıyla
ilgili araştırma yapıyor. Göncüoğlu, İstanbul'un
özellikle sur içinde, yok edilen tarihi varlıkları,
fotoğraflarla tek tek tespit etmeye çalıştı.
Göncüoğlu'nun
araştırmasına göre, en büyük katliamlar Osmanlı'nın
son döneminde yapıldı. İttihat ve Terakki 1889-1918
yılları arasındaki yol ve meydan çalışmaları
sırasında, Beyoğlu Yarımadası ve sur içini yıktı.
Antik dönem, Roma, Bizans, Selçuklu, Osmanlı
dönemlerine ait cami, kilise, sinagog, külliye
mescit ve sivil mimari örneği yerle bir edildi.
1930'lu yıllarda
ise İsmet İnönü'nün başbakan olduğu CHP döneminde
yeniden kıyım başladı. İstanbul'u modernleştirmek
adına, Fransa'dan getirilen şehir plancısı Henry
Prost, bugünkü Vatan ve Millet caddeleri ile Aksaray
Meydanı, Atatürk Bulvarı ve Fatih Fevzipaşa
Caddesi'nin projesini çizen mimardı. Prost'la ilgili
en meşhur hikayelerden biri, Saraçhane'de meydan
genişleme çalışması yaparken toprak altından iki
Bizans sütununu çıkarabilmek için, Osmanlı döneminin
önemli eserleri olan Emetullah ve Darphane
Mescidi'ni yerle bir etmesi. Tarihçiler bu yüzden,
Prost için 'İthal Neron' tanımlaması yapıyor.
Projeleri Prost tarafından çizilen ancak Adnan
Menderes'in başbakan olduğu dönemde Vatan ve Millet
caddeleri üzerinde tarihi eserlerin üzerine inşa
edilen yapıların sayısı onlarla ifade ediliyor.
Sadece Vatan ve Millet caddelerinde 55 tane cami,
mescit ve kilise yıktırıldı. Cumhuriyet döneminde
Fevzipaşa Caddesi açılırken Fatih Külliyesi'nin
yarısı, medreselerin bir kısmı yıktırıldı. Yine
Menderes döneminde Karagümrük civarında Edirnekapı
Külliyesi'nin bir parçası, yol genişletme çalışması
sırasında yıkıldı. Yani 1934 ve 35'te çıkan
kanunların büyük bölümü Menderes döneminde
uygulandı.
Yeni Şafak, Haber: Abdullah Yıldırım, 16.01.2008
|
İSTANBUL KÜLTÜR BAŞKENTİ PROJESİ'Nİ KAVİ YÖNETECEK
İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti projesi yürütme kurulunun çalışmalarını izlemek ve tavsiyelerde bulunmak üzere oluşturulan Danışma Kurulu Başkanlığı görevine Hüsamettin Kavi getirildi.
Resmi Gazete’de yayımlanan Başbakanlık genelgesinde, iki kıtaya yayılan coğrafi konumu ve eşsiz kültürel mirasıyla en önemli uygarlık kentlerinden biri olan İstanbul’un, Avrupa Birliği (AB) Bakanlar Konseyi tarafından 2010 yılı Avrupa Kültür Başkenti olarak ilan edildiği ve dünya tarihinde önemli bir rol daha üstlendiği hatırlatıldı.
Hürriyet, 16.01.2008
|
İSTANBUL'A SON UYARI
Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Kurumu
(UNESCO) İstanbul’u “Dünya Mirası Listesi”nden
çıkarmayı tartışılıyor. UNESCO’yu bu kararı almaya
iten ise İstanbul’da son yıllarda uygulamaya konulan
“kentsel dönüşüm projeleri”yle Sulukule,
Süleymaniye, Tarlabaşı, Fener-Balat, Ayvansaray gibi
semtlerin yüzyıllarca yıllık tarihi dokusuna zarar
verileceği kaygısı ve Sultanahmet’teki Four Seasons
Oteli’nin Bizans ve Osmanlı saraylarının kalıntıları
üzerine yapılan ek inşaatı gibi uygulamalar...
UNESCO, Kültür Bakanlığı ve belediyelerden 1 Şubat’a
kadar İstanbul’un eski yerleşim ve SİT alanları ile
bunların korunmasına ilişkin “Alan Yönetimi Planı”
hazırlamasını istedi. Rapor, UNESCO’ya ulaştığında
kurum uzmanları, Mayıs’ta incelemeler yapmak için
İstanbul’a gelecek. Rapor hazırlanmazsa İstanbul’un
“Dünya Mirası Listesi”n-den çıkarılması gündeme
gelecek ve bu durum UNESCO’nun Temmuz’da Kanada’da
yapacağı toplantıda ele alınacak.
Konuyla ilgili çalışmalar yapan uzmanlar bir basın
toplantısı düzenleyerek durumun ciddiyetine dikkat
çekti. Osmanlı mimarisi üzerine çalışmalarıyla
tanınan Prof.Dr. Doğan Kuban, İstanbul’un tarihi
dokusunun talana kurban gittiğini söyledi. Kuban şu
uyarılarda bulundu: “1970’te İstanbul’un tarihi
dokusunun korunmasına yönelik kapsamlı bir rapor
hazırladım. Bu rapor dikkate alınmadı ve tarihi
binalar tek tek yok oldu. Toplumun tarih bilinci
olmazsa belediyenin de yöneticilerin de tarih
bilinci olmaz ve buraya kadar geliriz. İstanbul’un
tarihi merkezi bin 440 hektarlık Suriçi’dir. Ben
artık şunu istiyorum. Lütfen bu bin 440 hektarlık
alan koruyalım.”
Prof.Dr. Cevat Erder de 2004 yılında UNESCO’nun
uyarıda bulunduğunu, 2006 yılında ise Litvanya’da
düzenlenen toplantıda UNESCO’ya İstanbul’da tarihi
dokunun bozulmayacağı, gereken önlemlerin alınacağı
konusunda söz verdiğini söyledi. Prof. Erder
“Türkiye maalesef kendi değerlerini koruyamadı.
Bunun UNESCO’nun elinde silah olması gerçekten çok
üzücü” yorumunda bulundu.
* Prof.Dr. Nur Akın ise İstanbul’da 1985’ten bu
yana tarihi dokuyu korumaya yönelik atılan adımları
“sıfır” olarak niteledi ve “İstanbul gibi birikimi
olan bir şehirde doğru dürüst restorasyon
çalışmasının yapılmaması bile çok acı bir durum”
uyarısında bulundu.
* Amerikan Purdue Üniversitesi’nden Prof. Mete
Tüysüz ve ekibinin olası İstanbul depremine karşı
hazırladığı 4 milyon kişinin yaşayacağı “Yeni
İstanbul” projesi uzmanlardan geçer not alamadı.
İşte uzmanların görüşleri:
* Prof.Dr. Şükrü Ersoy (Yıldız Teknik Üniversitesi
öğretim üyesi) Ben İstanbul dışında depreme
dayanıklı yerleşim alanları oluşturulmasından yana
değilim. Aksine mevcut mahallelere akıllı binalar
yapılarak kentsel dönüşüm gerçekleştirilmeli.
Projede belirtilen 4 milyon kişi depremde zarar
görmesi muhtemel bölgelerden mi seçilecek, yoksa
eğitim ve gelir düzeyi yüksek insanlar mı yeni
İstanbul’da toplanacak. Bana göre uygulanabilir
değil.
* Prof.Dr. Okan Tüysüz (İTÜ Maden Fakültesi öğretim
üyesi) İstanbul’u bir yerden alıp başka bir yere
taşıyamazsınız. İstanbul’un yenilenmesi gerekiyor.
Ancak bunun için tek çare kentsel dönüşüm. Uygun
alanlara depreme dayanıklı binalar yapıp insanları
taşırsınız. Daha sonra onların boşalttığı yerleri
depreme dayanıklı hale getirip, bu yerlere de başka
insanları taşırsınız.
Vatan, Haber: Alper Uruş, 16.01.2008
*****
UNESCO'NUN VERDİĞİ SÜRE 1 ŞUBAT'TA DOLUYOR
İstanbul'un dünya mirası listesinden çıkarılmaması
için 2006 yılında verilen süre 1 Şubat'ta doluyor.
Bilimadamları Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir
Topbaş'a ulaşamamaktan şikayetçi.
UNESCO İzleme Komitesi'nin Türk üyeleri İstanbul'da
düzenledikleri basın toplantısında aradan geçen 2
yılı değerlendirdi.
Üyelere göre 2 yıllık sürenin sonunda durum
belirsiz, çalışmalar yetersiz ve kuralına uygun
değil.
2 yıl önce UNESCO İzleme Komitesi Başkanı Profesör
Cevat Erder'in verdiği sözlerle İstanbul için
uzatılan süre 1 Şubat'ta doluyor. İstanbul'un Dünya
Kültür Listesi'ne alınması için atılması gereken
adımlar ise beklenen ölçüde atılamadı.
Bilimadamları İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı
Kadir Topbaş'ın yaklaşımından memnun değil. Profesör
Cevat Erder, Topbaş ile ilgili olarak, "Kendisi ile
kaç defa temas etmeye çalıştık. Kendisine uygun
bulmadılar bizi. Bizi küçümser gibi geldi bana.
Kendisi UNESCO'yu pek desteklemiyor" dedi.
UNESCO 1 Şubat 2008 tarihine kadar İstanbul için
alan yönetim planını görmek istiyor. UNESCO İzleme
Komitesi'nin Türk üyeleri yerel yöneticilerin
üniversite, sivil toplum kuruluşu ve halkla bu
konuda işbirliği yapmadığını söylüyor.
ICOMOS Türkiye Ulusal Komitesi Başkanı Profesör Nur
Akın ise "Henüz alan yönetim planında birinci adım
bile atılmadan bunlar nasıl oluyor, nasıl
kararlaştırılıyor. İstanbul'da ne durum ortaya
çıkacak bunu hiçbirimiz bilmiyoruz" diye konuştu.
İstanbul'un Dünya Mirası Listesi'ne alınması için
gösterilen çabalar yine sonuçsuz kalmış gibi
gözüküyor. İki hafta sonra düzenlenecek UNESCO
toplantısında İstanbul'un durumu masaya
yatırıldığında yerel yöneticilerin nasıl bir rapor
sunacağı merak konusu.
Cnn Türk, 16.01.2008
|

|
TARİHİ ESERLERİN DE ARTIK BİR HAMİSİ OLACAK
Türkiye'de ilk kez tarihi eserlere müzayede ile "hami" bulunacak. Geyre Vakfı tarafından geliştirilen düşünce ilk kez Aydın'daki Afrodisias antik kentindeki rölyefler için uygulanacak.
Rahmi Koç Müzesi'nde 17 Ocak'ta yapılacak "Bir Tarihi Mermer Rölyefle Adınızı Yaşatın" adlı müzayede ile 80 adet rölyefin "hamiliği" açık artırmaya konu olacak.
İsimler, Afrodisias Müzesi'ndeki Yeni Sebasteion Salonu'nda orijinaline uygun olarak sergilenecek rölyeflerin altına pirinçten plakalarla yazılacak.
Bu uygulama ile tarihi eserlerin korunması için gereken mali kaynağın sağlanması hedefleniyor. Müzayedeyi Rafi Portakal yönetirken, hikayelerini de sanatçı Cihan Ünal seslendirecek.
Sabah, Haber: Bedia Ceylan Güzelce, 16.01.2008
|
KÜTAHYA'DA TARİHİ EVLERE DESTEK
Eski Osmanlı evleri ve
konaklarıyla, tarihi yapılar bakımından çok sayıda
örneği barındıran Kütahya'da, eserlerin bakım ve
onarımı için destek sağlanıyor.
Konuya ilişkin Kütahya
Valiliği'nden yapılan açıklamada, ilgili yönetmelik
gereği gerçek ve tüzel kişilere taşınmaz kültür ve
tabiat varlığı olan tescilli tarihi evlerin bakımı
ve onarımı için ayni, nakdi ve teknik yardım desteği
sağlandığı belirtildi.

Kütahya evlerine sahip
çıkılması için özellikle Germiyan Sokak'taki 18.
yüzyıldan kalma tarihi evler, İl Özel İdaresi'nce
kamulaştırılarak "Kütahya Evlerini Yaşatma Projesi"
(KEYAP) kapsamında Belediye ve Dumlupınar
Üniversitesi (DPÜ) ile birlikte restore ediliyor.
Kütahya evleri, kendine has iki
ve üç katlı mimarileri, ahşap payandalı çıkmaları,
pencere düzeni ve geniş saçaklarıyla genelde güneye
bakacak şekilde yerleştirilmiş olmasıyla dikkat
çekiyor. Giriş katları, mutfak, kiler, depo ve tarım
araçları için taşlık olarak düzenlenirken, oturma,
yatma, yemek ve yıkanma işlerinin yapılabildiği
odalar üst katlara konmuş. Yaygın plan tipi, iç
sofalıda iki yüzlü, dış sofalıda üç taraflı olarak
dikkat çekiyor. Birbirinin aynısı olmayan Kütahya
evlerinin, her birinin kendine mahsus bir karakteri
bulunuyor.

Söz konusu desteği içeren
yönetmeliğin çıktığı 2005 yılından bu yana 29
gerçek ve tüzel kişiden 28'nin projesine Kültür ve
Turizm Bakanlığı'nca 380 bin 280 YTL destek
verilerek, restorasyonu tamamlanmış durumda. 2006
yılında başvuran 14 gerçek ve tüzel kişiden de
5'inin projesi uygun görülerek restorasyon
projeleri ile 2007 yılında başvuran gerçek ve
tüzel kişilerden 5'inin projesine destek verildi.
Taşınmaz Kültür ve Tabiat
Varlıklarının Onarımına Yardım Komisyonu'nun 2008
yılında başvuruları daha sağlıklı
değerlendirilebilmesi ve komisyonun zamanında
toplanabilmesi amacıyla, proje ile proje yardım
taleplerinin son başvuru tarihi ise 31 Ocak 2008
olarak belirlendi.
İlk defa proje ve proje
yardım talebinde bulunacakların, belirtilen
tarihten önce İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü'ne
başvurmaları gerekiyor. Proje yardımından
faydalanmak için, eğer yapının mülkiyeti hisseli
ise hissedarlardan birinin başvurusu yeterli
oluyor. Proje hazırlanması için başvuruda
gerekecek evraklar, İl Kültür ve Turizm
Müdürlüğü'nden öğrenilebilir.
TürkiyeTurizm.com, 15.01.2008
|
HASANKEYF'E BARZANİ İLGİSİ
Ilısu Barajı'nun suları altında kalacak Hasankeyf'i Kuzey Irak'taki 'Kürt Mirasını Koruma Enstitüsü' de sahiplendi. Batman'ın tarihi İlçesi Hasankeyf'in feda edilmemesi için panel düzenleyen enstitü 'Kürdistan' haritası asarken, yazarlar Hasankeyf'in kurtarılması için kampanya başlatacaklarını açıkladı.
Duhok kentinde bulunan enstitünün panelde Hasankeyf
tartışıldı. Duhok Vali Yardımcısı, Kürt Yazarlar
Birliği ve bazı öğretim görevlilerinin katıldığı
panel öncesinde Hasankeyf'le ilgili resim sergisi
açıldı. Hasankeyf'in Ilısu Barajı'na feda edilmemesi
için kampanya başlatacaklarını belirten Kürt
Mirasını Koruma Enstitüsü yetkilileri, Hasankeyf'ten
günümüze kadar 16 medeniyetin gelip geçtiğini,
Hasankeyf ile Duhok'un 'kardeş şehir' yapılması için
kampanyaya katılmak istediklerini söyledi.
Hasankeyf panelinin düzenlendiği Kürt Yazarlar
Birliği binasının girişinde Türkiye, İran ve
Suriye'nin bir bölümünü de kapsayan 'Kürdistan'
haritası asılı olduğu göze çarptı.
Radikal, 15.01.2008
|
TARİH HAZİNELERİ KAYIT ALTINA ALINIYOR
İki yıl önce başlatılan müzelerdeki tarihi eserleri kayıt altına alma işlemlerinin yüzde 80’i tamamlandı. Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürü, 185 müzede 3 milyona yakın eseri sergileyeceklerini söyledi.
Anadolu coğrafyasında var olmuş çeşitli medeniyetlere ait hazine değerindeki kalıntıların gelecek kuşaklara aktarılmasını sağlayan müzeler, zengin bir tarih ve kültür birikimine sahip olan ülkemizin de geçmişine ışık tutuyor. Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürü Orhan Düzgün, 81 ildeki toplam 96 müze müdürlüğü ve bunlara bağlı 185 müze ile 140 civarındaki ören yerinin, “Türkiye’nin hazinesi” niteliği taşıdığını söyledi.
Mersin’de incelemelerde bulunan Orhan Düzgün, tarihi eserleri kayıt altına alma çalışmalarının sürdüğünü vurguladı. Düzgün, “Yaklaşık 2 yıl önce başlatılan çalışmanın yüzde 80’e yakınını tamamladık. Ülke genelindeki 185 müzede yer alan 3 milyona yakın tarihi eser yıl sonuna kadar kayıt altına alınacak” dedi.
Düzgün, bu yıl ayrıca müzelerdeki güvenlik ve alarm sistemlerini yenilemek istediklerini, koruma sistemlerini gelişmiş ülkelerin standartlarına getirmeyi amaçladıklarını ifade ederek, “Çünkü, artık tek bir tarihi eserimizin bile yurt dışına çıkmasını istemiyoruz” dedi.
Çeşitli tarihlerde değişik yollarla kaçırılmış pek çok tarihi eserin yurt dışında olmasından büyük rahatsızlık duyduklarını vurgulayan Düzgün, bu sebeple bir yandan yurt dışına kaçırılan tarihi eserlerin peşine düşerken, öte yandan tarihi eser kaçakçılığını engellemek için yoğun çaba harcadıklarına işaret etti. Düzgün, şunları söyledi: “Yüzlerce tarihi eserimizi Avustralya, Birleşik Arap Emirlikleri, İtalya ve İngiltere başta olmak üzere çeşitli ülkelerden alarak Türkiye’ye geri kazandırdık. Bu yıl da aynı çalışmalarımız sürecek. Yurt dışındaki tarihi eserlerimizi geri getirmek için öncelikle karşılıklı anlaşmalar yoluyla bu problemi çözmeye çalışıyoruz. Eğer anlaşma sağlanamazsa o ülkelerin mahkemelerine dava açarak bize ait olduğunu ispat edip, eserlerimize kavuşuyoruz.”
Türkiye Gazetesi, 15.01.2008
|
|
CAMİDE ALTIN ARADILAR
Edirne'de tarihi bir
caminin sütununda kimliği belirlenemeyen kişilerce
kazı çalışması yapıldı.
Gazimihalbey Camisi görevlisi Şeref Kınaz, sabah
camiye geldiğinde halının üzerinde ayak izleri
görmesi üzerine yaptığı kontrolde pencere
kenarındaki taş sütunun sert bir cisimle oyularak
zarar verildiğini gördüğünü söyledi.
Çok sayıda kişinin camide altın olduğu iddiasıyla
kendisinden kazı yapmak için izin istediğini
belirten Kınaz, camiye giren kişilerin altın aramış
olabileceğini bildirdi.
Olayı polise bildirdiğini ifade eden Kınaz, daha
sonra caminin giriş kapısının kilidini değiştirmek
için görevli odasındaki 200 YTL'yi almak istediğinde
ise paranın yerinde olmadığını fark ettiğini
kaydetti.
Edirne Internet
Gazetesi, 15.01.2008
|
ASIRLIK ÇEŞME ÇÖPE GİTTİ
Kütahyalı çini sanatçısı
Sıtkı Olçar, 110 yıllık olduğu söylenen tarihi
çeşmenin çinilerini çöpte buldu. Belediye, yıktığı
çeşmenin yerine ise iki çöp bidonu yerleştirdi.
Tarihi çeşmenin çinilerini çöpten toplayan Sıtkı
Olçar, bunların fotoğraflarını çekerek bir mektupla
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile Kültür ve Turizm
Bakanı Ertuğrul Günay'a gönderdi. Olçar mektubunda
şöyle dedi: "Sayın Başbakanım ve Bakanım, ben
British Museum'u gezdim. Bu çini parçalarını onlar
'Osmanlı Çinileri' adı altında sergiliyor. Şimdi
çöpten topladıklarımı bunlara değer veren o müzeye
göndersem eski eser kaçakçısı mı olurum?"
Yol açmak için yıkılan çeşmenin tonozlarının da
şehir dışında bir toprak dökme alanına bırakıldığını
belirten Olçar, burada gördüğü manzara karşısında
irkildiğini ifade etti.
Milliyet, Haber: Ömer Erbil, 15.01.2008
|
|
BİLGİ NESNESİ OLARAK OSMANLI MİMARLIĞI YA DA
SEZAR'IN HAKKI
Christoph Neumann, Doğan Kuban’ın
yakın tarihlerde yayınlanan Osmanlı Mimarisi
başlıklı kitabıyla1 ilgili olarak Yeni
Mimar dergisinde yayınlanan eleştiri yazısını,
“Mimarlık tarihinde failler kimdir?” sorusuyla
başlatır2. Ve hemen ardından bu soruya
iki kategoride yanıt getirilebileceğini ekler:
Birinci kategoriye giren yanıtlar baniden mimara,
ondan işçiye, yasa koyucuya, loncaya ve hatta bina
duvarlarına grafiti yapanlara uzanan bir dizi
müdahil kişiyi mimarlığın failleri olarak
tanımlayanlardır ve bu tanımdan yola çıkan mimarlık
tarihi yazımı da, esasen toplumsal işbirliklerini
yansıtan bir tarih yazımı olacaktır. Şimdi buna
ayaküstü getirilecek bir eleştiri, mimarlık
üzerinden oluşturulan toplumsal işbirliklerinin
mimarlığın salt faillerinin ortaya çıkartılmasıyla
belirlenemeyeceği, bunun yanı sıra mimarlığın
bizatihi etkilediklerinden, yani fail olduğu
durumlardan da söz etmenin gerektiğidir. Ne var ki
bu konulara daldığımızda, mimarlık ontolojisinin
oldukça uzağına düşer, mimarlık üzerinden siyasal,
sosyolojik, ekonomik ve hatta doğrudan doğruya tarih
kapsamına giren başka inceleme ve araştırma
alanlarına geçeriz. Kaldı ki, bütün bu alanlara
mimarlık ontolojisine ilişkin saptamalara girişmeden
ulaşmamız mümkünse de, bu, amacımız açısından
kesinlikle yeterli değildir.
Neumann’ın tanımladığı ikinci kategori, mimarlığı
kolektif bütünün bir yansıması, içinde yer aldığı
uygarlığın temsilcisi olarak sunar, bu da ister
istemez, mimarlığa kendi içinde türdeş ve bağdaşık
bir bütün olarak yaklaşmayı gerektirir. Ayrıca,
mimarlığı üreten sürec üzerinde etkili olan
öznelliklerle rastlantısal değişkenlerin dışlanması
demektir. Failin kim olduğu konusundaki kendi
sorusuna Neumann’ın bu ikinci kategori üzerinden
verdiği yanıt çok açık değilse de, bunun mimarlığın
içinde yer aldığı uygarlık ve / veya kültürel bağlam
olduğu çıkarsanabilir. Neumann, Osmanlı mimarisine
“kimlik siyasetine ilişkin” bir tavırla yaklaştığını
düşündüğü Kuban’ı bu ikinci kategoriyle
ilişkilendirir. Ayrıca, Kuban’ın pozitivist
yaklaşımının akademik çalışmaların en can sıkıcı
türü olan plan, rölöve, strüktür sorunlarına takılı
kalarak biçimsel çözümlemelerin dışındaki yolları
tıkadığını ve bu yüzden Osmanlı mimarlığını
ikonolojik ve ideolojik içeriğinden
yoksunlaştırdığını düşünür. Ne var ki bu, ödülü olan
bir yaklaşımdır ve kurguladığı bu aseptik
paradigmanın sayesindedir ki, Kuban, Osmanlı
mimarisini yeniçağa geçebilmiş tek İslam mimarisi
örneği olarak sunabilmiştir. Şimdi Neumann’ın buraya
kadar özetlenen ahkamının, en hafif deyimle kendi
söylemine ters düştüğünü fark etmek zor değildir.
Burada öncelikle dikkati çeken, Neumann’ın
parametrelerini yanlış seçmiş olması, yani Kuban’ın
yaptıklarından çok yapmadıklarından söz etmeye
öncelik vermiş olmasıdır. Ama kanımca daha da önemli
olan, mimarlığın çok katmanlı ve çok yönlü
anlamlarının tümüyle yansıtılmadığından yakınırken,
bu katmanların ancak ve ancak değişik disiplinlerin
devreye sokulduğu karmaşık ve kolektif bir
çalışmanın sonunda ayıklanabileceğini unutmuş
görünmesidir. Kaldı ki, bir yazarın, hele bu yazar
bir bilim adamı ise, odaklanacağı inceleme boyutunu
seçme -ve bununla yetinme- özgürlüğü konusunda
kimseye söz düşmez/memelidir. Bu yüzdendir ki,
yapılana sırt çevirerek yapılmayana odaklanmak,
Neumann’ın çok iyi bildiğinden kuşku duymadığım
akademik teamül ve deontolojinin onayladığı bir
yaklaşım olmasa gerek.
Gelin görün ki, akademik teamül ve deontolojiye
duyarlılık sanıldığından daha dar bir çevrenin
harcıdır. Akademik teamül ve deontoloji, bilginin
aktarımı sürecinde Sezar’ın hakkının Sezar’a
verilmesini bir ilke olarak dayatır. Gerçekten,
uzun, zahmetli ve bazen ağır seyreden çalışmaların
sonucu olan bilgiler elden ele devrediliyorlarsa bu,
yoğaltılmak, tamamlanmak ve çoğu zaman da
düzeltilmek içindir. Ama bu bilgileri üretenler,
bunları başkalarına devretme sürecindeki küçük ama
gerekli katkılarının yerine ulaşacağını umarken,
içten içe de bu katkının hakkının verilmesini
beklerler. Bu yüzdendir ki, yarım yamalak bilgilerle
donatılmış olanların gereksiz bir bilgiçlik özentisi
saydıkları dipnotları ve benzeri bibliyografik
göndermeler, bir yazarın kendi bilgi ve
düşüncelerini oluştururken yararlanıp beslendiği
başka fikir ve bilgilerin sahiplerinin tanınma /
bilinme hakkına yaptığı göndermelerdir. Akademik
deontoloji, bir yazarın kendi düşünce ve bilgi
birikimini sunarken yararlandığı kaynakları yok
sayamayacağına, kendi ün ve saygınlığını
başkalarının emek ve üretimlerinin dışlanması
pahasına inşa edemeyeceğine hükmeder. Gelin görün
ki, insani zaaflar bazen en iddialı olanlarımızın
ayağına -kalemine?- dolanabilir.
Doğan Kuban, Osmanlı mimarisi konusunda yazdığı
kapsamlı ve önemli kitabının tanıtımı dolayısıyla
katıldığı söyleşiler sırasında, bu kitapta Osmanlı
mimarisinin ilk devrini “yeniden” ve “yeni bir
vizyonla” ele aldığını3, bunun, üzerinde
en çok durduğu konu olduğunu özellikle vurgulamıştır4.
Zaman gazetesinden Jülide Karahan ile yaptığı
söyleşide konuyu biraz daha açmış ve “İlk yapılan
camilerin cami mi yoksa zaviye mi olduğu meselesi
var. (…) Zaviye, tarikat örgütlenmesine tekabül
ediyor. Cami diye ısrar edenler böyle bir
yapılanmayı görmezden geliyor. (…) Bu kitapta yalan
söylemek istemedim artık” diyerek konunun üzerine
basa basa gitmiştir5. Doğrusu istenirse
Osmanlı mimarisinin ilk dönemlerinde inşa edilen ve
sonradan “cami” olarak anılagelen kimi yapıların,
yerleşikliğe önayak olması istenen kamusal
kuruluşlar, yani “zaviyeler” oldukları, ancak
sonraları değişen tarihsel koşullar nedeniyle ilk
işlevlerinden sıyrılarak tümüyle cami olarak
kullanıldıkları, elli-altmış yıldan beri ilgili
çevrelerin karşısına çıkan bir varsayımdır. Bu
varsayım, ilk kez Sedat Çetintaş’ın Bursa’daki Yeşil
Cami olarak anılagelen binanın bir cami olarak inşa
edildiğine ilişkin kuşkularını dile getirdiği
makalesiyle tetiklenmiştir6. Osmanlı
fetihlerini izleyen kolonizasyon siyaseti bağlamında
zaviye kuran derviş ve babaların başat rolünü ortaya
koyan Ömer Lütfi Barkan’ın 1942 tarihli ünlü
makalesiyle7 ivme kazanan zaviyeler
konusu, Semavi Eyice’nin Anadolu mimarisinin
tipolojik sorunlarına yeni ve önemli bir içerik
kazandıran bir makalesinde işlenmiş, mimarlık tarihi
literatüründe “ters-T planlı” ya da “çapraz eksenli”
gibi tipolojik başlıklarla yer alan yapılar
kümesinin aslında mescid olarak da kullanılan karma
işlevli yapılar oldukları, bunların, toplumsal ve
yönetsel koşul ve gereksinimlerin zaman içinde
değişmesiyle ileriki tarihlerde tümüyle cami olarak
kullanılmaya başlandıkları, bu makalede yetkin bir
şekilde gösterilmiştir8. Konu, daha sonra
birkaç doktora tezinde de enine boyuna işlenmiştir.
Söz gelimi, Kuban’ın başkanlık ettiği bir bilim
jürisi tarafından onaylanan Ahmet Işık Doğan’ın 1977
tarihli “Osmanlı Mimarisinde Tarikat Yapıları,
Tekkeler, Zaviyeler ve Benzer Nitelikteki Fütuvvet
Yapıları” başlıklı doktora tezinde, Eyice’nin
“tabhaneli” ya da “zaviyeli camiler” diye nitelemeyi
seçtiği yapı kümesinin fütuvvet örgütleriyle
doğrudan ilişkisi üzerinde durulmakta ve
“Araştırmalarımızın ortaya koyduğu sonuç, bu
yapıların Osmanlılar’ın beylikten imparatorluğa
geçiş sürecinde kurulmakta olan devletin
ekonomik-dinsel yönetim politikasında önemli
etkinliği olan Fütuvvet kurumunun aracılığıyla
ortaya çıkmış olduklarını göstermektedir”
denmektedir9. Sedat Emir’in aynı bilim
dalında savunduğu 1991 tarihli tezinde ise, çok
sayıda yapı ve belge çözümlemesiyle yeniden ele
alınan bu konu daha da geliştirilmekte ve çok
işlevli yapılar grubunun kolonizasyon aracı olan
kırsal kesim zaviyelerinin yanı sıra ve onlardan
farklı olarak kentlerin -semtlerin?- oluşumuna
hizmet eden kamusal kuruluşlar olarak
değerlendirilmesi önerilmekte, giderek bunun “cami
kavramını dışlayan bir tipoloji” olduğu üzerinde
durulmaktadır10. Bu tezin öncül Tokat
zaviyeleri ile Orhan dönemi yapılarına ilişkin
bölümleri ise, Erken Osmanlı Mimarlığı'nda
çok-işlevli yapılar: kentsel kolonizasyon yapıları
olarak zaviyeler, I ve II başlığıyla iki cilt
halinde yayınlanmış ve oldukça ilgi çekmiştir11.
Görüldüğü gibi, erken dönem Osmanlı mimarisini
ilgilendiren bu kuram zaman içinde değişik
araştırıcıların katkılarıyla geliştirilmiştir ama
Osmanlı mimarisini tarih akışı içinde inceleyen
korpus niteliğinde kapsamlı bir eserin bu kurama
dayandırılması gerçekten yeni ve isabetlidir. Ne var
ki Kuban, bu kuramdan yola çıkarak “yeni bir
vizyon”la kaleme aldığını ısrarla belirttiği bu
kitabında, erken Osmanlı mimarisine içkin bu önemli
tipolojik saptamaya adım adım götüren ön
çalışmalara, cami kavramını dışlayan bir tipoloji
konusunu değişik yönleriyle geliştirmiş olan yazar
ve araştırmacılara ya geçerken kısaca atıfta
bulunmuş ya da onlardan hiç söz etmemiştir. Bunun
sonucunda okur, -ve özellikle kitap konusunda
yapılan söyleşilerin okurları- işlenen fikrin
tümüyle yeni ve Kuban’ın buluşu olduğu sanısına
düşebilirler ki, herhalde yazarın amacı bu izlenimi
vermek olmamalıdır. Gerçekten de, metin içindeki
dipnotlar ile kitapların arkasına konan
bibliyografik döküm arasında önemli bir ayrım
vardır. Bibliyografik döküme bakıldığında, sıralanan
eserlerin işlenen konuyla ilgili yayınların bir
dökümü olduğu anlaşılır ama bunların kitap yazarının
kendi metniyle ilişkisi, özel bir gönderme
yapılmadıkça, kolayca çıkarsanamaz. Buna karşılık,
yazarın metin içinde verdiği dipnotlar,
yazdıklarının belli bir yayın ya da araştırmayla
ilişkisini ve bu ilişkinin türünü ortaya koyar,
ayrıca araştırmacıdan araştırmacıya fikir ve
bilgilerin akışıyla dönüşümü hakkında fikir verir.
Doğan Kuban gibi kıdemli bir hocanın bu sıradan
işleme genellikle –ve öteden beri- pek itibar
etmemesine akıl erdirmek zordur.
Şimdi söz konusu edilen yazar herhangi bir kişi
değildir. Olağan ve yavan deyişle "hocalar hocası"
payesi yakıştırılan, Türkiye’deki mimarlık tarihi
çalışmalarına hatırı sayılır yeni açılımlar getiren,
işlediği konulara zekasıyla olduğu kadar gelişmiş
bir duyarlıkla yaklaştığını kanıtlamış biridir ve
aynı zamanda, -çok haklı olarak- “Akademik yaşamın
ahlak kurallarından biri, hangi nedenle olursa
olsun, başka bir akademisyenin hakkını yememektir.
Bu öncelikle intihal yapmamakla olur. (…) İkinci
ahlak ilkesi bir yazara doğrudan atıf yapmadan ve
tartışarak değerlendirmeden, onu dışlamak ya da
aşağılamaktır”12 diye yazmış olan
birisidir13. Osmanlı Mimarisi başlıklı
son kitabının ilk bölümünü Osmanlı mimarisi yazınına
ayıran Kuban kendini Osmanlı mimarisinin külliyat
yazarları silsilesine bağlarken, Godfrey Goodwin’in
1971’de yayınlanmış A History of Ottoman
Architecture başlıklı değerli kitabı14 ile kendi yayını arasında bir boşluk olduğunu
belirtir. 1960 sonrasında Osmanlı mimarlık tarihi
yazınındaki artışa karşılık yeterli bir içerikle
yazılan az eser olduğuna, artan bilgileri Osmanlı
tarihi ile bütünleştiren çalışmaların ortaya
çıkmadığına, hatta Lale Devri ve sonrası üzerindeki
çalışmaların 1990’lara kadar önemsenmediğine dikkat
çeker. Çeker de şaşırtır doğrusu çünkü ille de örnek
vermek gerekirse, Gülru Neciboğlu’nun Topkapı
Sarayı’nı anlattığı ödül kazanmış 1991 tarihli
kitabı, bir mimari kuruluşu tarihsel bağlamına en
yetkin ve bilimsel yöntemlerle oturtan ve geniş
çevrelerde çok olumlu yankılar bulmuş olan bir
eserdir15. Kitabın ilk baskısının ABD’de
İngilizce olarak yapılması bu durumu değiştirmez16.
Aynı şekilde, bu makaleyi yazanın “Lale Devri ile
sonrasını” işleyen Onsekizinci Yüzyıl İstanbul
Mimarisinde Batılılaşma Süreci başlıklı kitabı,
aslında Kuban’ın başkanlığındaki bir jürinin kabul
ettiği bir doçentlik çalışmasıdır ve 1975 tarihinde
-yani Kuban’ın “terminus post quem” olarak verdiği
1990 tarihinden onbeş yıl önce- İTÜ Mimarlık
Fakültesi tarafından yayınlanmıştır ve burada sözü
uzatmamak için söylenecek tek şey, “eh oldu mu ya
patron,” demektir.
Doğrusu istenirse bütün bunlar, yani söylemle işlem
arasındaki bu kopukluklar, kaydırmalar, bizi kör
dövüşünün çok kolaylaştığı puslu bir ortama
sürükler. Benlik vurgusundan kaçınmanın zor olduğunu
teslim ediyorum, ancak bugünlerde pek tutmuş bir
deyiş olan “ezber bozmak” ise söz konusu olan, ona
da diyecek yok ama bedel ödemek kaydıyla… Ne yazık
ki puslu ortamda bedel ödeyen, bazen borcu
olmayandır.
Dipnotlar
1 Doğan Kuban, Osmanlı Mimarisi, (İstanbul:
YEM Yayınları 134, 2007)
2 Christoph Neumann, “Kabul edilebilir bir kültürel
miras: Medeniyetler, Milliyetçi Evrensellik ve Doğan
Kuban”, Yeni Mimar, (Temmuz 2007).
3 Yeni Mimar (Temmuz 2007), s.8
4 Ayla Ödekan, “Osmanlı Mimarisi için Bir Başyapıt”,
Yapı, sayı 307 (Haziran 2007), 57.
5 Zaman, 4 Haziran 2007,
6 Sedat Çetintaş, Yeşil Cami ve Benzerleri Cami
Değildir, İstanbul, 1958.
7 Ö.L. Barkan, “Osmanlı İmparatorluğunda bir iskan
ve kolonizasyon metodu olarak vakıflar ve
temlikler”, Vakıflar Dergisi II (1942), 279-386.
8 Semavi Eyice, “İlk Osmanlı Devrinin dini-içtimai
bir müessesesi, zaviyeler ve zaviyeli camiler”, İÜ
İktisat Fakültesi Mecmuası, XXIII/1-2, (1962-3),
1-80.
9 A.I. Doğan, Osmanlı Mimarisinde Tarikat Yapıları,
Tekkeler, Zaviyeler ve Benzer Nitelikteki Futuvvet
Yapıları, İTÜ, Müh.-Mim. Fak. Matbaası, 1977, 269.
10 S. Emir, Erken Osmanlı Mimarlığında Çok-İşlevli
Yapılar: Yapımsal ve İşlevsel bir Analiz, ( İTÜ Fen
Bil. Enst., Mimarlık Anabilim dalı, 1991)
11 S. Emir, Erken Osmanlı Mimarlığında Çok-İşlevli
Yapılar: Kentsel Kolonizasyon Yapıları Olarak
Zaviyeler, c.1-Öncül Yapılar: Tokat Zaviyeleri;
c.2-Orhan Gazi Dönemi Yapıları, (İzmir: Akademi
Kitabevi, 1994)
12 Bu konuda verilebilecek, ancak bu yazının
kapsamını aşan bir dizi ilginç örnek, ülkemizde
günümüz mimarlık ve sanat tarihi yazınının ne denli
ayıklanmayı gereksindiğini ortaya koyacaktır. Teslim
edelim ki bu iş, salt ‘akademik’ olanı aşan
nedenlerden ötürü zorlu bir çabadır ve eleştirenden
de hem gözükara olmasını hem de sağlam zeminde
durmasını gerektirir.
13 D. Kuban, “Söküm tayfasının safsataları”, Yapı,
sayı 310 (Eylül 2007), 9
14 G. Goodwin, A History of Ottoman Architecture,
Londra, 1993.
15 G. Necipoğlu, Architecture, Ceremonial and Power:
The Topkapi Palace in the Fifteenth and Sixteenth
Centuries, Cambridge, MA-Londra, 1991
16 Kitabın Türkçe çevirisi “15. ve 16. Yüzyıllarda
Topkapı Sarayı, Mimari, Tören ve İktidar” başlığıyla
Yapı Kredi Yayınları tarafından basılmıştır.
Toplumsal Tarih,
Yazı: Prof.Dr. Ayda Arel, 14.01.2008
|
TAŞKUYU MAĞARASI TURİZME KAZANDIRILACAK
Mersin'in
Tarsus İlçesi'nde bulunan Taşkuyu Mağarası'nın turizme
kazandırılacağı bildirildi. Makine Mühendisleri ile
TEMA Vakfı Tarsus temsilciliklerinden bir grup,
turizme kazandırılma çalışmaları süren Taşkuyu
mağarasında incelemelerde bulundu.
Heyetin yaptığı inceleme sonrası mağaranın
durumunu rapor haline getireceği belirtildi. Tarsus
Belediye Başkanı Burhanettin Kocamaz, mağaranın
turizme kazandırılması için yerel yönetim olarak
büyük destek verdiklerini söyledi. Tarihe ve
kültürel değerlere her zaman sahip çıktıklarına
dikkat çeken Kocamaz, "Mağaranın turizme
kazandırılması için çalışma başlattık. Mağaranın
giriş kapısını yaptık. Maden Teknik Arama Genel
Müdürlüğü Mağara Araştırma Grubu'nu kentimize davet
ettik. Ekip mağarada çalışmalar yaptı. Yaptıkları
incelemeleri rapor haline getirdiler." dedi.
Mağarada inceleme yapan grubun sözcüsü Mehmet
Akça ise Taşkuyu Mağarası'nın turizm değeri
bulunduğunu ve kısa sürede turizme kazandırılması
gerektiğini söyledi. Taşkuyu Mağarası'nda bir çok
özelliklere sahip ender görülen heliktik oluşumlar
bulunduğunu anlatan Akça şunları söyledi: "Görsel
olarak çok güzel. Yaptığımız incelemede dışarıdan
yüzde 80 nem oranı ile 20 derece sıcaklık olduğu
tespit edildi. Çalışmalarımızı rapor haline
getireceğiz. Doğal bir oluşum olan bu mağarada
hiçbir canlıya ve canlı kalıntısına rastlanmadı.
Mağara, traverten birikimi açısından son derece
zengin. Galerileri oluşturan traverten sütunlar
geniş yer tutmakta. Ayrıca yan duvarlar perde
travertenlerle süslü. Mağarada yer yer sarkıtlarda
su akıntısı ve yerde küçük tatlı su göletleri
bulunmaktadır."
Zaman, Haber: Hasan Küçük, 14.01.2008
|
İSRAİL, MESCİD-İ AKSA'YI KAZMAKTA ISRAR EDİYOR
İsrail yönetimi,
Filistinliler ve İslam aleminin tepki-lerine karşın
Mescid-i Aksa'daki kazı çalışmalarını sürdürmekte
ısrar ediyor. İsrail'in Ayr Amim (Halkların Kenti)
derneği, İsrail makamlarının Mescid-i Aksa
yakınlarında kazı çalışmalarını tekrar başlattığını
açıkladı. Kazıların Mescid-i Aksa'nın tarihi
duvarının paralelinde eski yer altı evlerinin
bulunduğu bölgede yapıldığı belirtilirken, kazı
çalışmalarının tarihi dokuya zarar verdiği
kaydedildi. Öte yandan Aksa Müessesesi, 1948 yılında
İsrail tarafından işgal edilen İlat (Ummu'r-Raşraş )
kentinde Müslüman askerlerin bulunduğu bir toplu
mezarı ortaya çıkardı.
Yeni Şafak, 14.01.2008
|
"TÜRKİYE'DE KÜLTÜREL MİRAS SORUNU BÜYÜK"
Sultanahmet'teki Four Seasons Oteli'nin Bizans
Sarayı alanı üzerinde yaptırdığı ek bina inşaatı
dosyasını takiple görevli Birleşmiş Milletler
Eğitim, Bilim ve Kültür Kurumu (UNESCO) Kültür
Mirası Komitesi'nin Avrupa ve Kuzey Amerika
bölgeleri asistan uzmanı Cüneyt Sorosh-Wali,
projenin varlığının resmi olarak kendilerine
bildirilmediğini belirtti.
Merkezleri Paris'te bulunan UNESCO ile bu kurumla
sürekli işbirliği halindeki sivil toplum kuruluşu
Uluslararası Anıtlar ve Sitler Koruma Konseyi'nin
(ICOMOS) Nisan 2006'da İstanbul'a gönderdiği uzman
heyetinde görev yapan Sorosh-Wali, Milliyet'e
konuştu.
Sorosh-Wali, UNESCO'nun bu projenin varlığını
Türkiye'ye Nisan 2006 uzman heyetinin yaptığı
ziyaret sırasında gayri resmi yollardan, yani
hükümet dışı kurumlarla görüşmeleri esnasında
öğrendiğini, resmi kanallardan kendilerinin
bilgilendirilmediğini belirtti. Sorosh-Wali, sözü
edilen alanın son derece önemli olduğuna ve koruma
bölgesinin ortasında bulunduğuna dikkat çekti.
Oysa Türkiye 1972 tarihli Kültür Mirasları
Konvansiyonu'na taraf ve bu konvansiyonun işleyiş
yönergesinin 172. maddesi şöyle:
"UNESCO Dünya Mirası Komitesi, sözleşmeye taraf
ülkeleri, sekreteryasını konvansiyon koruması
altındaki yerlerde yapılacak ve o yerin istisnai
evrensel değerlerinde değişime yol açacak önemli
restorasyon ve inşaat çalışmaları konusunda
kendisini bilgilendirmeye çağırır. Bu bilgilendirme
mektubu sekreteryaya olabildiğince erken
gönderilmeli (örneğin nihai proje belgeleri
oluşturulmadan önce) yani geri dönüşü olmayan zor
kararların alınması beklenmemeli, böylece komitenin
amaca uygun çözümler aranmasına katılabilmesine
olanak verilmelidir."
Sorosh-Wali, Nisan 2006'da İstanbul'a giden uzman
heyetinin kaleme aldığı ve UNESCO Kültür Mirası
Komitesi'nce daha sonra onaylanan raporda yer alan,
inşaat yükselmeye başlamadan önce çekilmiş sit alanı
ve otel fotoğrafıyla, Milliyet'te yayımlanan yeni
fotoğrafları yan yana getirdi.
UNESCO yetkilisi, "Bizim istediğimiz, etki çalışması
raporu. Öyle bir rapor olması gerekiyordu ve ortada
yok" diyerek tepkisini dile getirdi.
Sorosh-Wali, UNESCO'nun iş takibi yapan bir mimar
bürosu olmadığını, "etki çalışması" raporu ellerine
geçip kurallara uygunluğu anlaşılınca sorunun
normalde ortadan kalkacağını da sözlerine ekledi.
İlgili sit alanının hangi istisnai özellikleri
nedeniyle kültür mirası listesine dahil edildiğini
esas almak suretiyle, yapılacak inşaat veya yenileme
çalışmalarının peyzaj, tarih, çevre, estetik gibi
açılardan bu özelliklerin muhafazası yönünde olup
olmadığını inceleyen çalışmaya "etki çalışması"
(impact study) deniyor.
Bağlı olduğu uluslararası kuruluşun prensip
olarak sit alanlarında bu tip inşaatlara karşı olup
olmadığını sormamız üzerine Sorosh-Wali şunları
söyledi:
"UNESCO ne inşaata ne de modern mimariye karşı.
Hatta onları da korumadan yana. Türkiye tarafından
projenin arkeolojik boyutunun Arkeoloji Müzesi
uzmanlarınca denetlendiği kaydediliyor.
İstanbul Arkeoloji Müzesi'nin son derece ehil bir
kurum olduğundan kuşku duymuyoruz. Hatta inanıyor ve
temenni ediyoruz ki, çalışmalarda sit alanına zarar
verecek bir şey yapılmamış olsun. Ne var ki etki
çalışması raporu olmadığı sürece biz bunu talep
etmeye devam etmek durumundayız."
UNESCO yetkilisine, 2010 yılında İstanbul'un
Dünya Kültür Başkenti olacağını hatırlatarak, tam
bundan önce "Four Seasons Oteli" ek inşaatı için
etki çalışması raporu verilmemesinin, İstanbul'u
Dünya Kültür Mirası listesinden, tehlikedeki kültür
varlıkları listesine taşıma olasılığı bulunup
bulunmadığını sorduk.
Yetkili, "Four Seasons Oteli projesi buzdağının
sadece görünen tarafı. Diğer yerlerde de dev
sorunlar devam ediyor" diye cevap verdi ve bunun
için 2008 başında bir UNESCO heyetinin yeniden
İstanbul'a gideceğini belirtti.
Kararların UNESCO Kültür Mirası Komitesi'nde 21
üye ülke tarafından alındığına dikkat çeken
Sorosh-Wali, son iki yılda bir listeden ötekine
düşürme konusunda ciddi bir sertleşme olduğunu
belirterek, Almanya'nın Dresden kentinin
"tehlikedeki kültür varlıkları" listesine alınması
ciddi olarak kapıyı araladı" dedi. Sorosh-Wali, daha
sonra şöyle devam etti:
"İstanbul herhangi bir kültür mirası değil. Diğer
birçoğuyla kıyaslanmayacak önemde birkaç yerden
birisi. Bu yüzdendir ki İstanbul konusunda UNESCO
son derece duyarlı ve aynısını yetkililerden bekleme
hakkını kendinde görüyor. 2006'da, ana listedeki
yeri tehlikeye girdikten sonra, birçok konuda ciddi
ilerlemeler olmadı değil. Bu ilerlemeleri
raporlarımızda belirtiyoruz."
Milliyet, Haber: Sabetay Varol, 14.01.2008
|

|
YEMEN'İN IBB BÖLGESİNDE ANTİK BRONZ LAHİT BULUNDU
Yemen’in al-Asibia yöresinde bulunan Ibb ilinde sürdürülen kazılarda, duvarları mermer kaplı ve taştan oyulmuş, Sheba Dönemi’ne tarihlenen bir mezarın içinde bronz bir lahit bulundu. Bölgenin, Sheba ve Dhu Raidan Krallığı’nın başşehri olan Dhafar’ın bir uzantısı olduğu düşünülüyor.
Eski Eserler ve Müzeler yetkilisi al-Ansi, buluntunun şimdiye dek Arap Yarımadası’nda ele geçen en değerli keşiflerden birisi olduğunu belirterek, mezar sahibinin kral ailesinden olduğunu düşündüklerini söyledi.
Saba.net, 14.01.2008
|
2008 TARİHİ ESER ONARIMINDA ATILIM YILI OLACAK
Erzurum Rölöve ve Anıtlar Müdürü Ali Korkut, 2008
yılının, Erzurum’daki tarihi eserler için bir milat
olacağını söyledi. Erzurum Kalesi’nin dış surlarında
geçtiğimiz yaz sezonunda yürütülen çalışmaların,
2008 yılı sezonunda da devam edeceğini bildiren
Korkut, “Kale’de yapılacak ola restorasyon
çalışmaları, bu kez içeride devam edecek. Kalemiz bu
yaz baştan aşağı elden geçirilmiş olacak. Sadece
2007 yılı yaz sezonunda Kale’de yürütülen onarım
çalışmaları için 570 bin YTL ödenek kullanılmıştır”
dedi.
Erzurum Rölöve ve Anıtlar Müdürü Ali Korkut, 2008
yaz sezonunda yapılacak olan diğer çalışmalar
arasında Yakutiye Medresesi’nin teşhir ve tanzim
çalışmalarının da bulunacağına dikkati çekerek,
Erzurum’un adeta sembolü haline gelen Yakutiye’nin,
restorasyon çalışmalarından sonra yepyeni bir
görünüme kavuşacağını ifade etti.
Ali
Korkut, Erzurum’da Milli Mücadele’nin simgesi
durumundaki Mecidiye Tabyası’nın da, yine 2008’de
yapılacak olan çalışmalar neticesinde Halk Müzesi’ne
dönüştürüleceğini belirterek, “Projenin hazırlık
çalışmaları devam ediyor. Bu yaz sezonuna kadar
çalışmalar tamamlanmış ve projenin hayatiyete
geçirilmesi için gereken işlemler bitirilmiş olacak.
Önümüzdeki yaz sezonu, tarihi eserlerimiz açısından
bir milat olacaktır” diye konuştu.
Öte
yandan 8 ilin bağlı bulunduğu Erzurum Rölöve ve
Anıtlar Müdürlüğü’nün bölgede de faaliyetlerini
sürdürdüğünü açıklayan Korkut, şöyle devam etti:
Ağrı Doğubeyazıt’ta bulunan İshakpaşa Sarayı’nda
onarım çalışmalarına başlayacak, Erzincan
Kemaliye’de Sokak Sağlık çalışması yapacağız. Ayrıca
Erzincan Kemah Kalesi ve Erzincan Kale Kapısı proje
çalışmalarını da tamamlamış bulunmaktayız. Kars’ta
Kültür Evi ve Kültür Parkı restorasyonu bitirilmiş
olup, Kars Muradiye Hamamı da elden geçirilmiştir”
Erzurum Gazetesi, 14.01.2008
|
TARİHİ ESER OPERASYONU
Afyonkarahisar İl
Jandarma Komutanlığı ekipleri tarafından
gerçekleştirilen operasyonda, sikke ve lahit ele
geçirildi.
Edinilen bilgiye göre, bir istihbaratı değerlendiren
jandarma ekipleri, Sultandağı İlçesi'ne bağlı
Dereçine beldesinde bir eve yaptıkları baskında, 7
adet lahit parçası ve 11 adet sikke ele geçirdi.
Olayla ilgili 1 kişinin gözaltına alındığı
bildirildi.
Afyonkarahisar Kent
Haber, 14.01.2008
|
|

 |
BATIK ŞEHİR ARAŞTIRILACAK
Southampton Üniversitesi sualtı arkeoloğu Stuart Bacon ve Prof. David Sear, Suffolk sahili açıklarında bulunan ve “İngiltere’nin Atlantis”i denen batık şehir Dunwich’in ileri teknoloji ürünü sualtı kameraları ile inceleneceğini bildirdiler.
Dunwich sahil şeridinin erozyonu ile zaman içinde denize gömülmüş ve ilk olarak 1970'lerde Stuart Bacon tarafından konumu tam olarak tesbit edilebilmişti.
800 yıl kadar önce Batı Anglia’nın başşehri olan Dunwich’in kalıntıları şu anda 3 m ile 15 m arası değişen derinliğe dağılmış durumda.
1971 den beri bu ortaçağ şehrine dalan Bacon “Orayı avucumun içi gibi biliyorum, çünkü en az 1000 defa daldım” demekte.
Şu ana kadar şehrin kalıntıları arasında üç kilise ile bir şapel bulundu, fakat zeminde bulunan tortunun dalgalanması dolayısıyla birçok noktada görüş mesafesi çok az.
Prof. Sear bu sorundan dolayı dalgıçlar yerine, çok daha kesin sonuç verecek akustik yöntemler kullanmayı düşünüyor. Bu çalışmada en gelişmiş sonar, sualtı kameraları ve scan malzemesi kullanılacak.
Araştırma için gereken para Esmee Fairbairn Foundation tarafından bağışlandı.
BBC News, 14.01.2008
|
BİZANS'I CUMHURİYET TAHRİP ETMİŞ!
İstanbul Gezi
Rehberi'nin yazarı Prof. Murat Belge, arkadaşımız
Filiz Aygündüz ile Sultanahmet ve çevresini gezerken
soruları yanıtlıyor. Geçen pazar Milliyet'te yer
alan röportajın en çarpıcı cümlesi başlığa şöyle
yansıyor:
"Sistematik biçimde Bizans'ı ortadan kaldırıyoruz.
Osmanlı'da öyle yok edelim diye kasıtlı ve bilinçli
bir kaygı yok. Bu Cumhuriyet'le, milliyetçilikle
başlıyor."
Murat Belge, Başbakan Erdoğan'ı Bizans'a karşı saygı
yönünden övüyor, Ecevit ve Demirel bu kadar duyarlı
değilmiş. Dahası, Bizans'ın yok edilmesinde derin
devlet de işbaşındaymış!
Murat Belge, Bizans tarihini biliyor ama yakın
tarihi unutmuş anlaşılan.
Refah Partisi'nin ikinci adamı Oğuzhan Asiltürk'ün
1995 yılında Bizans surlarını yıkmaya kalkıştığını,
zamanın Belediye Başkanı T. Erdoğan'ın da o hızla
surların onarımı için yapılan ihaleleri durdurduğunu
unutmuş olmalı.
Osmanlı'ya gelince... Osmanlı'da 1874 yılında
çıkarılan asarı ı atika nizamnamesine kadar Roma ve
Bizans eserlerinin kireç ocaklarında yakıldığını ya
da liman inşaatlarında kullanıldığını, Batılıların
Efes, Bergama, Milet gibi ören yerlerindeki değerli
eserleri kurtarmak için yurtdışına kaçırıp müzeler
kurduğunu herhalde ilkokul çocukları da bilir.
Cumhuriyet Türkiye'si Bizans, Roma, Hitit dahil her
türlü tarihi mirasın sistematik tahribini değil
korumasını üstlenir...
Sultanahmet Meydanı'nda Cumhuriyet döneminin ilk
kazıları 1926 yılında hükümetin izni ile British
Academy tarafından başlatılır. Yer yer 8 metreye
kadar inilir. Atatürk kazı mahalline gelerek
inceleme yapar.
1935 - 38 yılları arasında yapılan Sultanahmet
kazılarında J.H Baxter, Bizans Büyük Sarayı'na ait
mozaikler ile Altın Saray'ın zeminini ortaya
çıkarır. Bu kazılar Türk arkeolog veya müze
yetkililerinin gözetiminde yapılır. 1934 yılında
İstanbul Üniversitesi'ne bağlı Arkeoloji Enstitüsü
kurulur.
Ankara'daki Anadolu Medeniyetleri müzesinin kuruluşu
daha henüz Sakarya Savaşı sürerken gerçekleşir.
Anadolu Medeniyetleri Müzesi 1921, Antalya Müzesi
1922, Sivas Müzesi 1923, Adana Müzesi1924, Bergama
Müzesi 1924 yılında kurulur. Atatürk 1924 yılında
Efes ören yerini gezer. 1930 yılında Efes müzesi
kurulur. Aspendos'un kültürel amaçlarla kullanılması
emrini verir. 1931 yılında Konya'dan İnönü'ye
yazdığı mektuba:
"İstanbul'dan başka Bursa, İzmir, Antalya, Adana ve
Konya'da mevcut müzeleri gördüm..." diye başlar.
Kadro ve uzman yetersizliğinden söz eder. Yurtdışına
arkeoloji öğrenimine öğrenci gönderilmesini ister.
(Ekrem Akurgal, Sedat Alp, Arif Müfit Mansel, Halet
Çambel gibi ünlü bilim insanlarımız o dönemde
yetişir) Osmanlı Türkiyesi'nde topu topu 6 müze
vardır. Atatürk döneminde, 26 müze kurulur...
Ayasofya 1934 yılında Atatürk'ün emriyle müzeye
dönüştürülür. Mozaikler ortaya çıkarılır. Studios
Kilisesi (İlyas Bey Camii) Pammakaristos (Fethiye
Camii) ve Khora (Kariye Camii) 1945 yılında ulusal
anıt ilan edilir. Kariye 1948'de müze olur.
Atatürk der ki:
"Bir vatanın sahibi olmanın yolu, o topraklarda
yaşamış tarihi olayları bilmek, doğmuş uygarlıkları
tanımak, sahip olmaktan geçer"...
Cumhuriyet ve Atatürk milliyetçiliğinin tarihe
bakışı budur... Bizans'ın tahribinden Cumhuriyet'i
sorumlu tutmak tarihi saptırmaktır...
Milliyet, Yazı. Melih Aşık, 13.01.2008
*****
GENE BİZANS
Cumhuriyet döneminde Bizans'tan kalan tarihi
eserlerin başlarına geleni anlatmaya başlayınca,
sağdan soldan sataşmalar başladı. Şimdi de Melih
Aşık bu gibi eserlerin Osmanlı'da nasıl harap
edildiğini ve Cumhuriyet'in nasıl müzeler kurduğunu
anlatmış.
Osmanlı zamanındaki içler acısı tahribatın
yığınla örneğini uzun uzun konuşabiliriz. Değerbilir
bir Osmanlı bakışı olsa niye Bergama'yı Berlin'de,
Halikarnas'ı Londra'da bulalım.
Ancak, Osmanlı'nın bu körlüğü, modernleşme
milliyetçilerinin kasıtlı tahribatından farklıdır.
Osmanlı, fethettiği yerin kilisesini kendine cami
yapar (bu kısmen 'fatih' tavrıdır, ama kısmen de
'ehl-i kitap sayısının' sonucudur), sonra da oraya
gözü gibi bakar. Vefa Kilise-Camii'nin şerefesine
tavus kabartmasını (içeri bakacak şekilde)
koymuştur; çünkü inancına rağmen, o sanat eserini
kırmaya kıyamamıştır. Kubbedeki freskoları ise
Cumhuriyet'te badanayla kapadık.
Aşık, Atatürk'ün Ayasofya'yı müzeye
dönüştürdüğünü söylemiş. Kendini 'Atatürkçü' ilan
edenlerin pek çoğundan nitelikli ve medeni bir kişi
olduğu kimsenin meçhulü değil. Ayasofya'nın müze
yapılması kararının ne kadar isabetli bir karar
olduğunu her zaman yazmış ve söylemişimdir.
Atatürk'ü ben ayrıca İzmir'de yerlerde sürünen
bayrağı kaldırmasıyla, ama özellikle de,
Çanakkale'de, Anzaklar için söylediği sözlerle
hatırlarım. Bunlar da bugünün 'Atatürkçü'lerinin çok
ilerisinde şeyler.
Ne var ki, Cumhuriyet'te olan her şey onun 'emriyle'
olmadı ve 'Ben milliyetçiyim' diyen herkes de ayrıca
'Atatürkçü' değil- birçok yazımda söylediğim gibi
bugünün Türk milliyetçiliği (bu, 'Atatürkçü'
olduğunu söyleyenlerin birçoğunu da kapsıyor) daha
çok İttihat-Terakki etkisi altındadır.
Örneğin Rıza Nur da (Atatürkçü' değildir, ama BMM
hükümetinde Maarif Vekili'dir ve Yunan-Roma ören
yerlerini özellikle yıktırdığını kendisi anlatır. Şu
da anılarından bir bölüm: Karadeniz'de, Topal
Osman'la konuşmasını kendi anlatıyor: 'Ağa, Pontus'u
iyi temizle!' dedim. 'Temizliyorum' dedi 'Rum
köylerinde taş üstünde taş bırakma!' dedim. 'Öyle
yapıyorum ama kiliseleri ve iyi binaları lazım olur
diye saklıyorum' dedi. 'Onları da yık, hatta
taşlarını uzaklara yolla, dağıt. Ne olur, ne olmaz,
bir daha burada kilise vardı diyemesinler!' dedim.
'Sahi öyle yapayım. Bu kadarını akıl edemedim' dedi.
Bu bir bakan-aynı zamanda milliyetçi. 'Kimse burada
kilise vardı diyemesin...' Tiyatro vardı, gymnasium
vardı, tapınak vardı, diyemesin; 'Grek' vardı,
'Romalı' vardı, diyemesin. Bu da, bu ülkenin köklü
bir milliyetçi tutumudur.
Pek çok Ermeni eserini yok etmek de Atatürk'ün,
Hasan Ali'nin, o tip Atatürkçülerin değil, ama bu
tip milliyetçilerin Cumhuriyet tarihi boyunca
yaptığı bir şeydir. Bu vandalizm furyasına, evet,
Oğuzhan Asiltürk de 'sur yıkma' projesiyle
katılmıştır. Katıldığı zaman gene ben söylenmesi
gerekenleri söylemişimdir.
Burada bu konuya girecek yer kalmadı, ama
'Atatürk ve tarih' üstüne konuşacaksak, Güneş-Dil
Teorisi ve Türk-Tarih Tezi üstüne de konuşmak
gerekiyor. Onlar da 'tarihe saygı' bağlamında ele
alınacak konular. Başka yazıya...
Aşık, 'Bizans tarihini biliyor ama yakın tarihi
unutmuş anlaşılan' diye bir laf sıkıştırmış. Tipik!
Biz bu topluma yabancı, sosyalist veya liberal
adamlarız ya, böyle bir imada bulunup 'puan
kazanacak'.
Asıl alanım tarih değil; ama merak etmesin, bu
ülkenin yakın tarihini bayağı iyi bilirim (Rıza Nur
alıntısının yerini her zaman olmasa da bazen
çıkarabildiğim gibi). Hele bilgileri Melih Aşık
düzeyinde birilerini ister Bizans tarihinden,
isterse yakın tarihten birkaç kere okuturum. Ama
değer, ama değmez...
Radikal, Yazı: Murat Belge, 15.01.2008
|
İTFAİYECİLER YANMIŞ EVDE ARKEOLOJİK HAZİNE BULDULAR
Çek Arkeoloji Enstitüsü’nden Lubos Jiran’ın basın toplantısı ile bildirdiğine göre, Prag’da yanan bir evde itfaiyeciler tarafından milyonlarca dolar değerinde 3300 arkeolojik eser ele geçirildi. Bulunan eserlerin sadece Çek Cumhuriyeti’nden değil, Avrupa’nın diğer ülkelerinde de yapılan kaçak kazılardan çıktığı tahmin ediliyor. Neolitik Dönemden yakın zamanlara dek birçok farklı dönem ve kültüre ait eserlerin, ismi açıklanmayan sahibi çıkan yangında yanarak öldü. 1900 civarı bronz ve 1400'ü demir olan eserlerin arasında çok az sayıda seramik mevcut. En ilginç olan ise, koleksiyonda Orta Avrupa’da metalurjinin başlangıcı olan MÖ 4000 yıllarına ait birkaç eser bulunması. Birçok eser ise Bronz Çağı’na ait.
Koleksiyonu inceleyen Miroslav Dobes gazetecilere Orta Avrupa’da yapılmış en eski metal parçalardan birisi olan, spiral şekilli 6000 yıllık bakır askıyı gösterdi ve önemini açıkladı. Bu, şimdiye dek Avrupa’da bulunan en eski spiral şekilli askı süslerden birisi.
Koleksiyonun değeri, koruma koşulların kötülüğü ve menşelerinin belirsizliği yüzünden oldukça azalmış durumda. Arkeolog Martin Kuna, bu koleksiyonun, metal detektör ile eski eser arayan ve sadece Çek Cumhuriyeti’nde sayılarının 20.000 civarında olduğu tahmin edilen kaçakçıların yarattıkları tahribatın büyüklüğünü göstermesi açısından iyi bir örnek olduğunu belirtti.
Czech News Agency (ČTK), 11.01.2008
|
 |
OKMEYDANI'NDA İLKELLİĞE DİRENEN NİŞAN TAŞI

Müzayedede satılan bir kartpostal üzerindeki
96 yıl önce çekilmiş bir fotoğraf, İstanbul’u
nereden nereye getirdiğimizi, devlet arazilerini
nasıl yağmaladığımızı, İstanbul’u çarpık ve çağdışı
bir kent haline nasıl getirdiğimizi bütün
çıplaklığıyla gösteriyor. Kartpostalda görülen
Okmeydanı’nın yerinde bugün yeller esiyor. Nişan
taşı ise biçimsiz ve çirkin "apartman kondu"ların
arasında ne idiği belirsiz ve işlevsiz bir dekor
gibi duruyor.
Tarih araştırmacısı Hüseyin Irmak, bir müzayedede
yaklaşık 100 yıl önce çekilmiş bir nişan taşı
fotoğrafının bulunduğu kartpostalı satın alarak
arşivine ekledi. Sonra da fotoğrafta yer alan ve
Osmanlı döneminde ata sporu okçuluk yarışmalarının
merkezi olan Okmeydanı’ndaki nişan taşını aramaya
karar verdi. Uzun aramalardan sonra, günümüzde
sadece adında "meydan" olan ve betondan bir
labirenti andıran Okmeydanı semtinin bir sokağında
tarihi anıtı bulmayı başardı.
Solmuş kartpostalda, kaidesinin
gölgesinde bir levendin dinlendiği anıt taşın
çevresi yemyeşil bir tepe görünümünde. Aynı taş
bugün dar bir sokağın içinde, bakımsız ve önünden
geçen insanların ancak fotoğraf makinesine poz
vermek için durup gülümsediği kirli ve "ne idüğü
belirsiz bir dekor" görünümünde. Keçecipir
Mahallesi’nin bir sokağında yükselen ve Sultan II.
Mahmud’a ait "celi talik" yazıyla kitabeli nişan
taşının 1912 yılında çekilen fotoğrafındaki
görünümüyle şimdiki görünümü arasındaki fark,
Türkiye’nin kültür-tarih ve çağdaşlaşma üçgenindeki
kısa bir özeti gibi. Araştırmacı Hüseyin Irmak,
siyah-beyaz kartpostalda, bugünkü apartman
aralarında kalmış görünümünden çok uzak ve çevresi
boş olduğu için daha da yüksek gibi duran nişan
taşının çok uzağında görünen yerleşim yerinin, o
zamanki adını bugün de koruyan "Çıksalın Mahallesi"
olduğunu söylüyor.
Şaban Çiğdem, nişan taşının
Dursun, Ahmet ve Hacı Çoban adlı dayılarının sahibi
olduğunu bahçede yer aldığını söyledi. Çoban
kardeşler, 1992 yılında bahçede bulunan gecekondunun
yerine üç katlı bina yaptırmaya karar vermiş. Üç
kardeş, nişan taşının kaldırılması için de Beyoğlu
Belediyesi’ne başvurmuş. Ancak belediye herhangi bir
işlem yapmamış. Çoban kardeşler bu yüzden evlerini
iki metre geriye çekmişler. Üç katlı binanın ön
yüzü, hemen taşın önünde yükselmiş. Bu yüzden orta
katta oturan Dursun Çoban’ın evine nişan taşına
tırman hırsızlar iki kere girmeye çalışmış.

Osmanlı devrinde ok atma yarışmaları ve talimleri
yapılırken kullanılan bu taşlar, yarışmalara
katılanların, padişahların ve kemankeşlerin attığı
okların düştüğü noktaya dikilirmiş.
Araşırmacı yazar Şinasi Acar’ın Türk okçuluk
tarihini incelediği "İstanbul’un Son Nişan Taşları"
adlı kitabında Okmeydanı ve okçulukla ilgili önemli
bilgiler var. Şinasi Acar, padişahlar adına dikilen
taşların bile korunmadığını, semt tahrip edilmese
Okmeydanı’nın okçuluğun dünyadaki merkezlerinden
birisi olabileceğini yazıyor. Okmeydanı semti
tarihte okçuluk turnuvalarının düzenlendiği önemli
merkezlerden biriydi.
1950’li yıllarla köyden kente göçün yoğunlaşmasıyla
birlikte,
İstanbul’un tarihi dokusunun yağmalandığına
değinen Acar, kitabında, kimi tarihi nişan taşlarını
büyük zorlukla gecekonduların bahçelerine girerek
fotoğrafladığını dile getiriyor. Acar, buradaki
yapıları "Apartman kondular" olarak niteliyor ve
60’a yakın nişan taşı tespit ettiğini söylüyor.
Hürriyet, Haber: Al Dağlar, 13.01.2008
|
OSMANLI CAMİLERİNİN YERİNE OTEL
Medine'de yıllarca ilgi görmediği için bakımsız
kalan son Osmanlı eseri üç cami, Suudi yönetimi
tarafından yıkılıyor. Bin Ladin Grup tarafından
yerlerine otel dikilecek olan Hz. Ali, Hz. Ömer ve
Hz. Ebu Bekir camileri, bir dahaki hac döneminde
olmayacak. II. Abdülhamid tarafından bir asır önce
çektirilen fotoğraflarda yerleri gösterilen
camilerin, belki de son kareleri bunlar olacak.
Medine'de bulunan ve asırlardır ayakta kalmayı başaran Hz. Ali, Hz. Ömer ve Hz. Ebu Bekir camileri,yıllar içinde kaderine terk edildi.

Kapılarına kilit vurulan, içeriden duvar örülerek
kapatılan, bakımsız bırakılan tarihi camilerin
yıkılması beklendi. Ancak tarihi yapılar bu şekilde
yıkılmayınca, Suudi hükümeti bu üç caminin bulunduğu
araziyi otel yapmak üzere Bin Ladin Grup'a verdi.
Bin Ladin Grup, inşaat şantiyesini üç caminin
ortasına kurdu.
Hac dönemi bittikten sonra yıkımına başlanılacağı
belirtilen tarihi yapılar için Diyanet yetkilileri
Türk Büyükelçiliği'nin devreye girmesini istiyor.
Yetkililer, eskiden namaz kılınabilen camilerin
Medine'de ayakta kalmayı başaran Osmanlı dönemine
ait son yapılar olduğuna dikkat çekiyor. Yetkililer,
Suudi yönetiminin Osmanlı'nın izini silmek için
camileri yıkacağını savunuyor.
Mescidi Nebevi'ye 450 metre uzaklıkta olan ve
otopark olarak kullanılan Hz. Ömer Camii'nin
duvarlarında her dilden yazılar bulunuyor.
Pencereleri tahtalar ile örtülen caminin iç tarafına
da duvar örülerek tamamen ibadete kapatıldığı
görülüyor. Minaresi hala ayakta kalmayı başaran
caminin duvarları bakımsızlıktan çökme noktasına
gelmiş.

Mescidi Nebevi'ye 290 metre uzaklıktaki Hz. Ali
Camii'nin de etrafı demir perdelerle kapalı.
Duvarının biri çökmek üzere olan camiye özellikle
İranlı hacıların ilgisi yoğun. Suudi yönetimi İranlı
hacıları caminin etrafına yaklaştırmıyor.
Osmanlı Sultanı II. Mahmut tarafından yenilenen ve halen kapısında II. Mahmut'un tuğrası bulunan Hz. Ebu Bekir Camii de ibadete kapalı tutuluyor.

Binlerce yıllık geçmişi olan Medine, şimdi modern
bir şehir görünümünde. Her köşede devam eden
inşaatlar dikkat çekiyor. 20 yıl öncesine kadar
görülen, Osmanlı mimarisi ile süslü cumbalı evlerden
geriye tek bir tane kalmadı.
Gökdelenler Hz. Muhammed'in türbesinin de bulunduğu
Mescidi Nebevi'yi kuşattı. Yaklaşık 400 yıllık Türk
hakimiyetine ait hiçbir iz kalmayan Medine'de, Suudi
yönetimi hacılara şehrin tarihini artık maketlerle
anlatıyor.
Milliyet, Haber: Ömer Erbil,
13.01.2008
|
ARTEMİS KAYIP BAŞINI BEKLİYOR
Aralarında
Denizli'nin Tavas İlçesi'ne bağlı Kızılcabölük
beldesindeki Herakleia antik kentinden çalınan
Tanrıça Artemis'in başının da bulunduğu çok sayıda
tarihi eser, yurt dışında bulunuyor.
Tarihi zenginliğe ev sahipliği yapan Anadolu'daki
çok sayıda antik kentte restorasyon çalışmaları
devam ediyor. Antik kentlerin yoğun olarak bulunduğu
Ege Bölgesinde de Denizli, tarihi zenginliğiyle
dikkat çeken kentler arasında yer alıyor. İtalyan
heyet tarafından sürdürülen kazı çalışmalarında 50.
yılı geride bırakan tarihi miras Hierapolis'in yanı
sıra restorasyon çalışmalarını Pamukkale
Üniversitesinin yaptığı Laodikya Antik Kenti'nin
bünyesinde yer alan önemli yapı ve eserler birer
birer ortaya çıkarılıyor. Kentteki bu iki önemli
yerleşimin yanı sıra Tabea, Heraklia Salbace,
Attuda, Tripolis, Colossae, Eumenia, Dionysopolis,
Apollon Lermenos Tapınağı, Anava ve Trapezopolis
gibi çok sayıda antik kent de gün yüzüne çıkarılmayı
bekliyor.
Pamukkale Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Dekanı
Prof.Dr. Celal Şimşek, Türkiye'nin antik kentler
yönünden büyük bir zenginliğe sahip olmasına karşın,
vatandaşların tarihi eserlere gereken özeni
göstermediğini belirtti. Antik kentlerde ortaya
çıkarılan tarihi eserlerin çoğunun ören yerlerinde
ve müzelerde sergilendiğini ifade eden Şimşek,
şunları kaydetti. "Her türlü özen gösterilmesine,
teller ve bekçilerle korunmasına rağmen, antik
kentlerdeki eserler zaman zaman tahribata uğruyor ya
da çalınıyor. Tarihi eserlere verilen zararın en
dikkat çeken örnekleri arasında Denizli Herakleia
Hieronu Anıt Mezarı'ndaki Artemis başı ile aile
rölyefi yer alıyor. Tanrıça Artemis'in başı 2006
yılında ait olduğu kabartmadan kırılarak alınmış;
Aile rölyefi ise dik olarak parçalanarak çalınmıştı.
Bunlar çok üzücü... Her iki eser de Interpol
listesinde bulunuyor. Biz bu eserleri korumakla,
dünyaya tanıtmakla ve bu güzellikleri herkese
göstermekle görevliyiz. Ümit ederim Herakleia'daki
eser kısa sürede bulunur ve üzgün Artemis'i, ait
olduğu bedenin üzerine yerleştiririz."
Anadolu gibi tarih, doğa, iklim gibi sayısız yönden
zengin bir coğrafyada yaşayanların, bu topraklarda
ayakta kalmayı başaran eserlere sahip çıkmaları
gerektiğini vurgulayan Prof.Dr. Şimşek,
vatandaşlara tarihi koruma bilincinin aşılanması
gerektiğini bildirdi. Tarihi zenginlikleri korumanın
vatandaşlık görevi olduğuna dikkati çeken Prof.Dr.
Şimşek, "İşin özü, ilköğretimden itibaren koruma
bilincini yaygınlaştırmaktan geçiyor. Bu eserlere
sahip olmamız gerektiğini, bu zenginliklerin bize
ait olması gerektiğini çocuklara öğretmeliyiz" diye
konuştu
Haber Ekspres, 13.01.2008
|
TARİHİ ESER SATMAK İSTEYENLERE SUÇÜSTÜ
Mali
Suçlar Büro Amirliği ekipleri yasa dışı yollardan
tarihi eserleri satmak isteyen dört kişiyi gözaltına
aldı. Zanıların evlerinde çok sayıda tarihi eser
bulundu.
Tarihi eserleri satmak istediği tespit edilen dört
kişilik bir grup, suçüstü yakalanarak gözaltına
alındı. Ankara Emniyet Müdürlüğü Kaçakçılık ve
Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü Mali
Suçlar Büro Amirliği ekipleri, ellerindeki tarihi
eserleri yasadışı yollardan satmak isteyen kişiler
olduğu bilgisi üzerine çalışma başlattı.
Kimliklerini tespit ettikleri kişileri takibe alan
polis, zanlıların tarihi eserleri Çankaya Birlik
Mahallesi’nde bir sigorta acentasında alıcılara
göstereceğini öğrenmesinin ardınan söz konusu yerde
geniş güvenlik önlemleri aldı. Zanlıların olay
yerine gelmesinin ardından operasyon başlatan
ekipler Muhammet O, Mehmet H, Harun E. ve Yaşar
Z.’yi gözaltına aldı. Zanlılar üzerinde ve olay
yerinde yapılan aramada 24 adet gümüş sikke ile 11
adet tarihi eser niteliğinde obje ele geçirdi.
Olayla ilgili olarak tarihi eserleri görmeye gelen 3
kişinin de ifadelerine başvurulmak üzere emniyete
götürüldüğü öğrenildi.
Hürriyet Ankara, 12.01.2008
|
 |
ÇEK ARKEOLOGLAR MISIR'DA 4500 YILLIK MEZAR BULDULAR
4500 yıllık bir mezarın keşfedilip, tüm armağanları ile sapasağlam olarak açılması arkeologların her gün karşılaştıkları bir durum değildir. Mısır’ın Abusir bölgesinde kazı yapan Çek arkeologların karşılaştıkları durum ise aynen buydu. Uzmanlara göre bu soylu mezarı ve içindeki buluntu zenginliğine Mısır’da 50 yıldır ilk defa rastlanılıyor.
Kazı başkanı Miroslav Barta, 10 m derinliğinde bir şaftın dibinde bulunan, kiremit döşeli mezarın açılmasının, mezarın korunması ve hassas bir şekilde kazılması dolayısıyla geciktiğini açıklayarak “Bu tür çok fazla buluntu yok. Eski Krallık Dönemi’ne ait mezarların soyulmamış olanları son derece enderdir. Bu mezar odası ise 4500 yıl önce mühürlendiği şekilde bulundu.” dedi.
2x4 m ölçülerindeki mezar odasındaki lahitin içinde Eski Krallık Dönemi’nde yaşamış rahip Neferinpu’nun iskeleti ve ölü hediyeleri mevcuttu. Aynı mezar odasında, Neferinpu’nun akrabalarının iskeletleri ile mücevherler, süs eşyaları ve ölü ritüel eşyaları da bulundu.
Çek uzmanlar, bilgisayar yardımı ile hem mezar odasının üç boyutlu görüntüsünü, hem de öldüğünde 50 yaşında olan Neferinpu’nun yaşarken nasıl göründüğünü hazırlamakta.
Radio Praha, Haber: Jan Velinger, 07.01.2008
|
MONA LISA'NIN GERÇEK KİMLİĞİ BELİRLENDİ
İtalyan
ressam Leonardo da Vinci’nin ölümsüz eseri Mona
Lisa’daki kadının kimliği kesin olarak belirlendi.
Almanya’nın Heidelberg Üniversitesi Kütüphane Müdürü
olan Veit Probst, Mona Lisa adlı tabloda gülümseyen
kadının, kesinlikle Floransalı bir tüccarın eşi olan
Lisa del Gioconda olduğunu belirtti.
Vinci’nin 1503-1506 yılları arasında yaptığı
Louvre Müzesi’ndeki Mona Lisa tablosu, bugüne kadar
’La Gioconda’ adıyla anılıyordu. Tablodaki kadının,
Vinci’nin gizli bir sevgilisi ya da ressamın şifreli
kendi portresi olduğu ileri sürülüyordu.
Hürriyet, 12.01.2008
|
|
6 - 12 Ocak 2008
|
DOSYA
(Bu dosya "turizm için arkeoloji" yapanlara ithaf olunur...)
Bizans Sarayının Üzerinde Bizans Oyunları:
YILAN HİKAYESİ - YALAN HİKAYESİ
"SATILIK İSTANBUL VAR HAANIIIM!..."
II
- CHP "EK İNŞAAT" İÇİN DAVA AÇACAK
- "BİZANS SİSTEMATİK YOK EDİLİYOR"
- "MİLLİYETÇİLİK AŞAĞILAMA KAMPANYASINA ALET EDİLDİ"
- SUÇLU KORUMA KURULU MU? (N. Uyar)
- "AYASOFYA CİNAYETİ"NDE 132 MÜHENDİS-MİMAR SUÇ ORTAĞI VAR (N. Doğru)
- TARİHİ KATLETMEYİN
- GÜNAY'DAN UNESCO'YA DAVET
- KORUMA KURULLARI'NI ELEŞTİRİRKEN (O. Ekinci)
- BİZANS'IN RANTI (M. Belge)
|
|
Dosyaya ulaşmak için tıklayınız...
Geçen haftaki dosyaya ulaşmak için tıklayınız...
|
KATKI
“TURİSTİK” OLMA HALİ VE “SÜRDÜRÜLEBİLİRLİK?”
Güney Ege’de, Bodrum Yarımadası’nın yeni gelişmekte olan “turistik” ilçesi Yalıkavak Beldesi’nin halen askıda olan imar planı görülmeye değer. Yörede yaşayan bir arkadaşımız, ibret olsun diye bizi askıdaki planı görmeye davet etti. Yani bir anlamda biz de bir “turistik” gezimizi bu planı görmek için Yalıkavak Belediyesi’ne yaptık. Sözkonusu imar planının tekniğini; dağı taşı 15-21-30 metre genişliğinde bulvarlarla donatmasını, bu arada mevcut yerleşme dokusunu tümüyle yoketmesini, taş duvarları, selvi dizilerini, sarnıçları, bahçeleri ve özellikle insanları yok saymasını; tüm kıyıyı kumsal, kayalık, balık, tekne, fok demeden turizm parselleriyle donatmasını, yedibin kişilik yerleşimin yirmibin kişilik bir yerleşime dönüşmesine olanak sağlamasını şimdilik bir yana bırakıyorum. Şimdilik dememin nedeni, Bodrum ve planlaması ile ilgili olarak, elbette turizm olgusunun da irdeleleneceği çok daha kapsamlı bir çalışma yapıyor olmamız (Ersen Gürsel ile).
Şimdilik, Yalıkavak imar planının çok önemli bir bütünleyicisi olan “imar planı notları”na dönüp bir bakalım. Bu raporun ilk maddesi aynen şöyle:
“1. Bu Plan hükümlerinin amacı, Yalıkavak yerleşim ve gelişim alanlarının, turizm ve turizme dayalı ticaret (altını ben çizdim) ekonomik temelinde, sahip olduğu doğal, kentsel, arkeolojik değerleri sürdürülebilirlik genel ilkesi koşutunda, koruma-kullanma dengesi gözeterek geliştirilmesidir.”
Bu birincil hedefi tartışmaya nereden başlamalı? Bir beldenin imar planının başat hedefinin, o beldenin öncelikle yerleşik halkının gereksinmelerinin karşılanması olduğunu mu tartışalım; böyle bir planın kentsel, doğal, arkeolojik değerleri ne hale getireceğini mi? Bu ülkede turizme bunca öncelik verme ve kutsama anlayışı nereden geliyor? Sokaklarda ayı oynatmaktan bile “ayılara ayıp oluyor” diye değil de “turistlere ayıp oluyor” diye vazgeçmişiz… Şimdi de dağı taşı turizm amaçlı olarak planlamaya başladık. İstanbul’da yapılan gökdelenler için bile plan değişikliği ile “turistik alan” kılıfı hazırlanıyor.
Kıyı yerleşimlerinin, ören yerleri çevrelerinin filan “tatil beldesi” diye anılmaya başlanması, tüm kıyılarımızın imar planlarının lejandlarına turizm bölgesi mühürünün vurulması, biraz durup düşünmeyi gerektirmez mi? Hele bir de “turizm+konut” diye bir imar planı lejandı var. Bu lejand ve doğurduğu sonuçlar özellikle incelenmeye değer. Bu lejandın mekansal görüntüsü şu bildik kutu kutu rezil kooperatifler oluyor… Bazı arazilere bu lejandı koyarak plan onaylatabilen plancıların ise yapılan bu sitelerde, yirmi-yirmibeş satılık kutu evi oluveriyor nasılsa!
Yoksa tartışma düzlemini başka bir alana, bu yazının konusuna getirmek üzere, “turizm” ile “sürdürülebilirlik” kavramlarının -ülkemizde turizmin algılanış ve uygulanış biçimi ile- ne denli yaman düşmanlar olduğunu mu konuşalım?
Burada, kendi ellerimle gerçekleştirdiğim, doğumundan ölümüne dek yanında olduğum (işletme dönemini de yaşadığım) bir minik turizm yatırımının öyküsüne geçmek istiyorum.
Bir zamanlar, daha da “uzaklarda” olan küçük bir Akdeniz kıyı köyünde, henüz “turistik” olmamış Kalkan’da, onaltı odalı mini bir otel işini almıştım. İşveren, farkında olmadan (çünkü o zamanlar bu deyim henüz yerleşmemişti) bir “Butik Otel” istiyordu. Kalkan Han’ı yaptığımız arsada, bütün köydekiler gibi yarı yıkık bir yapı vardı. Ben, Kalkan’daki büyüleyici yer duygusunun etkisinde kalarak, onun çizgilerini alabildiğine yorumladım. Ama parsel de çok küçük olduğu için, “içi dışından daha büyük” bir yapı yapabilmem gerekiyodu. Üstelik yazlar çok sıcak geçtiği için (yaklaşık 40 derece) olabildiğince geniş, serin ve beyaz iç mekanlar gerekliydi… Yapı, sonradan bu nedenle “minimalist” olarak nitelendi. Yani hiç moda değilken tesadüfen moda olacak bir üslup kullanmışım. Bu inşaat faaliyeti sırasında, koruma adına çıkardığım gürültü (köy gerçekten olağanüstü önemli bir yapı stokuna sahipti) sonuç verdi ve Kalkan’ın bir kentsel sit olarak tescil edilmesine neden oldu. Bu süreçte Belediye ile de zorlu bir ilişki yaşadım. Sonradan, yörenin korunabilmesi, şimdiki deyimle sürdürülebilir bir gelişme göstermesi için Belediye’ye defalarca raporlar, projeler sundum. Bizim otelin malsahibi otel işinden özel nedenler ile vazgeçince, üç arkadaşımızla birleşerek işletmeyi üstlendik. Özellikle bu işi içtenlikle seven Kasım Zoto’nun yönlendirmesi ve işini severek yapan özel bir kişi olan yönetici Ersin Eygi eliyle Kalkan Han’da çok özel bir işletme modeli uygulanıyordu. Tüm bu süreç, benim için çok zor ama unutulmaz güzel, eğlenceli ve öğretici bir dönem oldu. Kalkan Han, çok güzel günler yaşadı, “Dünyanın En Güzel Küçük Otelleri” ve “Türkiye’nin En Güzel Küçük Otelleri” kitaplarına geçti. Çevrede bizi örnek alan birkaç genç girişimcinin de katılımıyla Kalkan özel bir rüzgar yakaladı; bir ara, “Bodrum bitti, kaldık Kalkan’a” diye manşetler atıldı. Otelimizde kalan yabancıların tipolojisi ise bu arada; yazar, ressam, botanikçi, arkeolog, leydi, lord düzeyinin altına düşmüyordu.
Derken, dünya değişti ve Kalkan “turistik” oluverdi. Önce Kalkan Han; oralarda yaklaşım, biçim ve işletme olarak ucuzca taklit edildi. Sonra, çiftini çubuğunu, kamyonunu satan yerel halk turizmci olmaya karar verdi. 3 dolara kalınabilen oteller ortalığı sardı, dağ taş otel ve pansiyon yapılarıyla doldu. Yerel yönetimlerin dar görüşlülüğü ve halkımızın kıyılara yerleşme ihtirasının da katkısıyla bir de ikinci konut furyası başladı. Bu çılgın yapılaşma talebi sonunda, artık Belediye’nin de çivisi çıkmıştı.
Birgün, mimar-şehirci formasyonumu bilen Kalkan Belediye Başkanı beni makamına davet etti. Belki bir işe yararım diye gittim. Yeni imar planı hakkında görüşümü alacakmış. Odasında yere, abartısız yüz metrekareyi geçen bir (1/1000 ölçekte bir planın kapladığı bu alanın gerçekte ne kadar olduğunu bir düşünün) imar planı serilmişti. Kalkan’ın 700 haneli bir yer olduğunu, imar planının ise en az yirmibin nüfusu “doyuracak” boyutta olduğunu söylemeliyim. Plancı da bu arada, hızını alamayıp, öyle bir uçmuştu ki… Bir yerlerde sekiz yol birbiriyle kesişiyor filan… Neyse, kendimi toparlayıp, bu planın, en hafif deyimle “kendi bindiği dalı kesmek” olduğunu, zaten dağın taşın 300-400 metrekarelik parçalara bölünerek parsellenip satıldığı bir yerde bu planın, cinnet, hatta cinayet olduğunu, öngörülen yirmibin kişinin ve bunca koca turizm parselinin yapılaşması halinde ortaya çıkacak gürültü, hafriyat, inşaat faaliyeti, su talebi, pissu hacmı, çöp toplamı, enerji talebi vb. miktarının ne çapta olduğunu filan anlatmaya çalışırken…orada kenarda oturan bir zat söze karıştı: “Bu arkadaş yabancı misafirlerimizi sevmiyor, hem de kendi vatandaşlarının da yöremizin güzelliklerinden yararlanmasını istemiyor herhalde” diye buyurdu. O da meğerse, pek geniş vizyonlu bir kişi, Kaş’ın Belediye Başkanı’ymış.
Sözünü ettiğim plan az çok değişiklikle yürürlüğe girdi. Şimdi gidip bir bakın neler olmuş sonuçta…
Bu süreçte, bizim arkeologlar, leydiler filan hemen ortalıktan çekilip yerlerini üç kuruşa bira içen İngiliz’lere bıraktı. Bizim butik otelin de böylece sonu gelmiş oldu. Bir gün tokyolu, atletli bir İngiliz, naylon poşetine doldurduğu kutu biralarla otele girip kafayı çektikten sonra kutuları da camdan dışarı savurunca, bu “turistik” olma haline daha fazla dayanamayarak oteli kapattık.
Aslında, bu belalı durum (yani ucuz yapılaşma, ucuz tarife, ucuz turist döngüsü) tüm dünyada tartışılmaya başlanalı çok oldu. Yaklaşık on yıl önce bir İngiliz havayolu uçağı ile Atina’dan Londra’ya gitmem gerekmişti. Uçak, Yunan adalarındaki yıllık tatillerinden dönen İngilizlerle doluydu. Bedava cin-tonikleri bolca tüketen yanımdaki çiftin biraz sonra çenesi açıldı. Elbette Türkiye’den, Yunanistan’dan, Ege’den, turizmden filan konuşmaya başladık. Yirmi yıldır yazları, aynı Yunan adasında tatil yapıyorlarmış. Artık orasıymış onların plajı. İşte, benim de tepemi attıran konuya gelmiştik. Biraz sıkıştırınca, “turist” bey utanıp sıkılarak “evet” dedi, “bu uçaktaki İngilizlerin çoğu, neredeyse hangi ülkeye bile gittiklerini bile bilmezler… işte, yazın bir plaja gidiyorlar ve mutlu oluyorlar, onlar size Türkiye ile Yunanistan’ın bir-iki farkını bile söyleyemezler…”
Aynı tip turistlerin, İbiza-Myconos-Bodrum (özellikle Gümbet) ekseninde kendi davranış biçimlerini nasıl sürdürdüğünü ve bunun yarattığı sorunları bir yabancı dergide (The Economist) okumuştum. Artık, İspanyol polisleri, İbiza’ya tayin olup (aslında sürülüp) ucuzcu ve çılgın İngilizler ile uğraşmamak için İngilizce bildiklerini amirlerinden gizliyorlarmış. Şaka gibi, ama gerçek! Yanlış anlaşılmasın, The Economist, ciddi bir İngiliz dergisi…
Kuramsal tartışmalara girmeye gerek var mı? Bu durumda, turizmin bu haliyle, doğal, kültürel sürdürülebilirlik arasında nasıl bir denge kurulabilir? Günün aydınlık bölümünü bir kumsalda ya da bir havuzda bira içerek, karanlık bölümünü ise bir barda -gene- bira içerek geçiren bu turist tipolojisi için nasıl bir mimariye ihtiyacımız olduğunu düşünür müsünüz? Aslında tam olarak içinde bulundukları ülkeyi bile farketmeyen bu turistler için, Türkiye’de, bazen dışarı adım atmadan tüm tatillerini geçirdikleri tatil köylerinin mimarisinde biçime biraz kubbe, cumba filan konmasını, kıl çadırda çiğ börek yapılmasını, “aktivite” olarak (turizm jargonunda: animasyon) ise oryantal geceler düzenlenmesini, deve üzerinde dondurma satılmasını hoş görmek gerek. Nerede olduğunu bilmezlik konusunda biraz daha kafa karıştıran yeni tür (Venedik, Kremlin-Kızıl Meydan, Titanic vb.) temalı tatil köyleri de daha bir anlamlı oluyor bu durumda.
Yeni dönemde ortaya çıkan ve Alman icadı olan “alles inklusiv” - “all inclusive” (yani “ödediğiniz ücrete her şey dahil”) sistemi ile, bir tatil köyüne gelenler ise artık kapıdan bile dışarı çıkmıyorlar. Havaalanı-Tatil Köyü-Havaalanı onlara yetiyor. Eskiden tatil köylerinin etrafında bir iki yerel insan, işportacı, karpuzcu, kilimci, çiftçi filan görüyorlardı. Şimdi onları bile görmeden, gelip gidiyorlar. Belki de yalnızca bu nedenle, bu bilgi ve bilinçle tasarlanmış yeni bir tatil köyü mimarisi ilginç olabilir.
Kaçınılmaz olarak turizm, çağdaş sosyal ve kültürel bir olgu; çevresel etkileri de elbette bu bağlamda değerlendirilip tartışılmalı.Turizm çağımızda reddedilemeyen bir gerçeklik, bir sektör. İnsanların çeşit çeşiti farklı beklentiler ve talepler ile elbette buralara gelecek. Bence önemli olan bizim onların etkisinde ne kadar kalacağımız. Yaşama biçimlerimizi, yaşam çevremizi onları odak alarak ne denli değiştirmeyi düşündüğümüz. “Turistik” ilan edilen yerleşim alanlarında artık yerele ait olan şey’den başka her şey var. Her tür insan bir şeyler kapmaya çalışıyor bu ekonomik faaliyetten. Planlarda bu konuda hiçbir ayırım yapılamadığı için konutların içine kadar sızan “turistik” işyerleri; tişörtçüler, dönerciler ve de elbette barlar, diskolar oralarda her türden “doğal” yaşamı yokediyor. İnsanlar “turistik” ilan edilen yerleri terk ediyor, başka yörelere çekiliyor. Hele bir de büyük kentlerin en düzgün yerlerinde, işletmelerin bir “turistik” olma ve dolayısıyla bir tür meşruiyet ve dokunulmazlık kazanma hali var ki, tam şeytan icadı.
Bir de yerli turistin, ilk bakışta zararsız gözüken entellektüel ilgisi öncülüğünde popüler olan yöreler var ki onlar da bu tür bir kullan-tüket-terket döngüsüne doğu hızla sürükleniyorlar.
Ege’de Şirince, Alaçatı, Doğanbey, Karakaya; Karadeniz’de Uzungöl, pek yakında, Marmara’da Cumalıkızık bu tür sıcak birer ilginin odağı olacaklar, oldular. Buralarda sosyal, kültürel kentsel dokunun hızla turistikleşmemesi için yalnızca fiziksel önlemler (sit ilan etmek vb.) yeterli olmayacak. Tüm bu yerlerin birer sosyal proje olarak ele alınması ve inatçı sivil toplum kuruluşları tarafından, yerel yöneticilerin egolarını da gözeterek, yakın markaja alınarak turizm tarafından yabancılaştırılmadan korunmaları (burada, korumadan kastın sürdürülebilir gelişim olduğunu tekrarlamaya gerek yok) gerekli. Yani buralar için, ilk akla gelen araç olan “koruma amaçlı imar planı” hazırlamak kesinlikle yeterli değil.
Turistik olma halinin bir başka yüzüne değinmeden bu konuyu kapatmamalıyız. Metropoliten kremanın “high end” taleplerini karşılamaya yönelik eğlence mekanlarının “pseudo-turizmi” var bir de!
İstanbul’da, Boğaziçi, Nişantaşı, Levent, Etiler’de çevreyi huzursuz eden ne tür faaliyet varsa hepsinin dokunulmazlık kalkanı “turistik”olma sıfatlarıdır. Bu tür yerler Belediye ruhsatlı değil, Turizm Bakanlığı ruhsatlıdır. Bu tür yerlerin nasıl bir ekonomik faaliyet gerçekleştirdikleri, kendilerine hukuksal ve mali olarak ayrıcalıklar tanıyan ülkelerine ne kadar döviz kazandırdıkları da ayrıca sorgulanmalıdır.
Neyse, biz sayıları yirmi milyonu geçerek nihayet patlamış olan gerçek yabancı turistlerimize dönerek konuyu bağlayalım.
İspanya’nın bu tür kitle turizmini, tam dillendirmese de “poubelle” (çöplük) olarak nitelendirerek, kıyılarında özel bir yerler ayırdığını, ucuz charter’ları da İspanya’nın geri kalanı ile mimari veya kültürel anlamda hiç ilgisi olmayan bu yerlere -örneğin Benidorm- yönlendirdiklerini, yıllar önce bir yazımda anlatmıştım. Diğer bölgelerde ise İspanyollar, turist murist demeden kendi yaşamlarını, olabildiğince (olabildiğince diyorum, çünkü artık bir de globalleşme var!) kendi kurallarıyla sürdürüyor ve turistler oralarda bu gerçek yaşamı -yani, gerçek, tek ve biricik sürdürülebilir olan yaşamı- olabildiğince paylaşmaya çalışan ve bunun için normalden biraz daha fazla para ödeyen gelip geçici katılımcılar olarak belirleniyor.
Bence sürdürülebilirliğin esas formülü de bu.
Son bir not: Bu arada, sürdürülebilirlik arayışları sürecinde, ondokuzuncu yüzyıl tipi “seyyah”ları ve o yüzyılın seyahat durumunu önerenler olacaktır. Kendilerine, bu “öncü seyyahlar”ın da ören yeri yağmalama konusundaki sicillerini hatırlatmakla yetineceğim.
Dr. Haydar Karabey, Mimar
*Bu yazı Arredamento Mimarlik dergisi 2004/7’de yayınlanmıştır.
|
|
TARİHİ TAŞLIK CAMİİ YOK
OLMAKTAN KURTARILDI

Osmanlı döneminin önemli
mimari eserlerinden biri olan tarihi Taşlık Cami yok
olmaktan kurtarıldı.
Edirne Yeni Mahalle'de bulunan camii, 1569 ile 1575
yılında
Mimar Sinan
tarafından yapıldı. Ünlü mimarın ustalık döneminde
yaptırdığı Selimiye Camisi aynı dönemde yapılan
Taşlık Cami'nin belli bölümleri zaman içerisinde
meydana gelen depremler sonucunda yıkıldı. Caminin
eski haline dönmesi için restorasyon çalışmaları
yapılsa da yapı 1930 yılında kaderine terk edildi.
Çevre sakinleri için oluşturduğu tehlike nedeniyle
1937 yılında onarım çalışmalarına tekrar başlandı.
Ancak bu çalışmalar da tamamlanmadı. Dış etkilere
karşı daha fazla dayanamayan tarihi yapı daha sonra
tamamen yıkıldı.
Harabeye dönen bir
dönemin önemli ibadet mekanı sarhoşların ve
tinercilerin yeri haline geldi. Çevre sakinlerinin
sürekli şikayet ettiği camii harabesine Edirne
Vakıflar Bölge Müdürlüğü el attı.
Tarihi mirasın tekrar eski ihtişamına kavuşması için
proje hazırlanarak ihale yapıldı. 2006 yılında
yapılan ihale sonucunda başlanan çalışmalar yaklaşık
bir yıl sürdü. Restorasyon çalışmaları tamamlanan
camii 2007 yılının ramazan ayında ibadete açıldı.
Edirne Vakıflar Bölge Müdürü
Hüseyin Özer, yok
olma tehlikesi geçiren bir
Mimar Sinan
eserinin daha ihya edilerek tarihin yeniden
canlandırıldığını söyledi.
Önemli mimari özelliklere sahip Cami, pandantif
(Kare planlı binanın üzerine kubbe örtmek için
gereken geçiş elemanı) ile tek kubbeyle örtülü bir
harim (Osmanlı camilerini çevredeki evlerden ve
sokaklardan ayıran, duvarlarla çevrili dış avlu)
sahip.
Harimin kuzeyinde bir son cemaat yeri ve batı
cephesinin kuzey ucunda ye alan bir minareden
oluşur. Yapının içi kabayonu taş üzerine sıva, dış
cephesi ise akçe geçmez tarzda yonu taşı kaplamadır.
Harimin kuzey cephesindeki son cemaat yerinin üst
örtüsü çok yüksek olmayan bir balkon duvarla
gizlenmiş.
Kırmızı-beyaz renk almaşığı oluşturan kesmetaştan
yapılan son cemaat yerinin sivri kemerleri, mukarnas
başlıklı silindirik sütunlar üzerine oturuyor. Son
cemaat kemerlerin içine demir gergiler
yerleştirilmiştir. Doğu cephesindeki açıklık
örülerek kapatılmış.
Caminin minaresi harimin batı cephesinin kuzye
ucunda yer alıyor. Kare planlı minare kürsünün
görünen 3 yüzünde, kalın kaval silmelerle, birer
dikdörtgen çerçeve oluşturulmuş. Taçkapı, harimin
kuzey cephesinin ortasında yer alıyor.
haberler.com, 11.01.2008
|
TARİHİ ESERLERE BOYALI
SALDIRIYA TEPKİ
Amasya'da, 900 yıllık
bir tarihi eserin taşlarına kırmızı boya ile yazılan
yazılar kent sakinlerinin tepkisini çekti.
11. yüzyılın sonları ile 12. yüzyılın başlarında
yaşamış olan Selçuklu Emiri Halifet Gazi'nin Amasya
Gökmedrese Mahallesi Torumtay Sokak'ta bulunan
tarihi türbesinin taşları, kendini bilmez kişiler
tarafından kırmızı boya ile boyandı. Yaklaşık 900
yıllık olan ve içerisinde Roma dönemine ait olduğu
düşünülen bir lahitin bulunduğu türbenin ve parkın
girişindeki taşların anlamsız yazılar yazılıp
boyandığını gören mahalle sakinleri tepki
gösterirken, tarihi eser düşmanlarının Amasya'da
açık alanlarda sergilenen tarihi eserlere yaptıkları
saldırıların ardı arkası kesilmiyor.
haberler.com, 11.01.2008
|
EFENDİMİZİN MEKTUBU
NEDEN GİZLENİYOR?
Topkapı Sarayı'ndaki
restorasyon çalışmaları sırasında Hz. Muhammed'in
ceylan derisine yazdığı mektupların zarar gördüğü
öne sürüldü. İddiaya göre, Peygamber Efendimiz’in
şahsi eşyaları, tahrip olduğu için sergilenmiyor.
Osmanlı
İmparatorluğu'nun uğruna savaş yaptığı, binlerce
şehit vererek ülkemize emanet ettiği hatta
Cumhuriyet dönemindeki düşman işgalinde bile özenle
korunup saklanan Kutsal Emanetler'den Peygamberimiz
Hz.Muhammed'in mektupları, Topkapı Sarayı Kutsal
Emanetler Bölümü'nde artık yok.
Bugünlerde Topkapı
Sarayı'ndaki Kutsal Emanetler Odası'nı ziyaret eden
vatandaşlar kendilerine 'Peygamber Efendimiz Hz.
Muhammed'in yazdığı mektuplar nerede?' sorusunu
sormadan geçemiyorlar. Çünkü mektupları görmeye
giden ziyaretçiler, değerli taşlarla süslü altın
muhafaza kutusundan başka bir şey bulamıyorlar. Bazı
kaynaklar, kutsal emanetle ilgili inanılmaz bir
iddia ortaya attı. İddiaya göre, Topkapı Sarayı'nın
Kutsal Emanetler Bölümü'nde yapılan restorasyon
çalışmaları sırasında Hz. Muhammed'in şahsi eşyası
olan ceylan derisi üzerine yazdığı mektuplar tahrif
oldu.
Ve yine iddiaya göre,
Peygamberimizin mektupları zarar gördüğü için
sergilenmekten vazgeçildi. Topkapı Sarayı Müzesi
Müdürü Hilmi Aydın konuyla ilgili yaptığı açıklamada
mektupların restorasyon sonrası kombinasyonun iyi
olmadığı için sergilenmekten vazgeçildiğini
açıklayarak, mektupların daha fazla zarar görmesini
engellemek için Ramazan ayında ziyarete
açılabileceğini ifade etti. Aydın’ın “Mektupların
daha fazla zarar görmemesi” sözleri, konuyla ilgili
şüpheleri artırdı. Yine Hilmi Aydın'ın personeline
sergilenen eserler konusunda konuşma yasağı
getirmesi de akıllara soru işaretleri getirdi.
Topkapı Sarayı Müzesi
Başkanı Prof.Dr. İlber Ortaylı ise, "Mektupların
sergileniyor olması lazım. Neden sergilenmedikleri
konusunda bilgim yok. Bu konuyu Müze Müdürü Hilmi
Aydın bilir" açıklaması yaptı. İlber Ortaylı’nın
olaydan haberinin olmaması, garip karşılandı.
Topkapı Sarayı, Kutsal Emanetler Bölümü'nde büyük
kısmı İstanbul İl Özel İdaresi tarafından karşılanan
Cumhuriyet tarihinin en pahalı restorasyon çalışması
yapılmıştı. 5.5 milyon YTL harcanarak yapılan yeni
düzenlemede eser sayısı 35'ten 60'a çıkarken, Hz.
Muhammed'in yazmış olduğu mektuplar ise ortadan
kaldırıldı. Kutsal Emanetler'i ziyaret eden
vatandaşlar bu denli kapsamlı ve Cumhuriyet
Tarihinin en yüksek bütçeli restorasyonunun ardından
Hz. Muhammed'in mektuplarını göremedikleri için çok
üzgün olduklarını belirterek, mektupların tekrar
ziyarete açılmasını istediler.

Topkapı S arayı’ndaki
Kutsal Emanetler Bölümü’nü ziyarete gelen
vatandaşlar, Peygamberimizin’in mektupları yerine,
sadece saklama kutusunu görüyorlar. Daha önceden
ziyarete açık olan mektupların (yanda), restorasyon
çalışmaları sırasında parçalandığı öne sürülüyor.
Bugün, Haber: Ozan Köse,
11.01.2008
|
İKİ BİN YIL ÖNCESİNDEN
GELEN TAT
Akdeniz Üniversitesi
(AÜ) Arkeoloji Bölümünde yürütülen, antik çağlarda
mutfak kültürüyle ilgili proje kapsamında, Roma
döneminde Antalya ve çevresinde tercih edilen antik
yemek tatlarına ulaşıldı. Tarihi Kaleiçi`ndeki bir
otelde davetlilere bu çömleklerde pişirilerek
sunulan antik yemeklerin turizme kazandırılması
amaçlanıyor.
AÜ Arkeoloji Bölümü lisans üstü dersleri kapsamında
Doç.Dr. Taner Korkut tarafından öğrencilerle
yürütülen deneysel arkeoloji projesiyle Roma dönemi
mutfak kültürü incelendi. Teorik ve uygulamalı iki
bölümden oluşan projenin ilk aşamasında, Roma dönemi
yemekleri ve pişirmede kullanılan çömlekler
araştırıldı. Ayrıca antik kaynaklardan
yararlanılarak Roma dönemi yemek menüleri incelendi
ve günümüzde uygulanabilir olanlar tespit edildi.
Projenin uygulama aşamasında sanatçı Taner
Dağıstanlı, Patara Antik Kenti`nde bulunan Roma
dönemine ait pişirme çömlekleri ve günlük kullanılan
servis seramiklerinin orijinal benzerlerinden
üretti. Seramik kaplar içerisinde yapılan pek çok
pişirme denemesi sonucu antik çağların enteresan ve
kalıcı yemek tatlarına ulaşıldı.
Kaleiçi`ndeki bir otelde verilen davette antik
yemekler, üretilen çömleklerde ve odun ateşinde
pişirildi. Davetliler yemekleri o dönemin servis
kapları ve tahta çatal-kaşık ile yediler.
Yemeklerden ``dana yahni`` ise 2 bin yıl öncenin
düdüklü tenceresi ile pişirildi.
Doç.Dr. Taner Korkut, modern düdüklü tencerenin
1630`larda icat edildiği belirterek, Patara`daki
kazılar sırasında düdüklü tencerenin MÖ 1.
yüzyıldaki varlığını belgelediklerini kaydetti.
Korkut, bu düdüklü tencerenin imitasyonunu yaparak,
yemekleri pişirmede kullandıklarını söyledi.
Yemeğe katılan AÜ Rektörü Prof.Dr. Mustafa Akaydın,
projenin heyecan verici olduğunu söyledi. Yemekleri
beğendiğini belirten Akaydın, antik yemeklerin
turizme büyük katkı sağlayacağını kaydetti. Akaydın,
ABD başta olmak üzere dünyanın birçok ülkesinden
gelecek turistlerin bu yemeklerden tatmak
isteyeceklerini ve bunun için ciddi paralar
ödeyeceklerini ifade etti.
Doç.Dr. Taner Korkut da 2 bin yıl geriye giderek, o
dönemde Antalya ve çevresinde tercih edilen tatlara
ulaştıklarını söyledi. Ulaşılan tatların bu
toprakların bir parçası olduğunu belirten Korkut,
``Hazırlanan yemekler bizim geçmişimizin bir
parçası. Roma döneminde Antalya ve çevresinde
pişirilen yemekler turizmde kapsamı genişletilerek
kullanılmalıdır`` dedi.
Fransız ve İtalyanların kendi mutfaklarını iyi
pazarladıklarını belirten Korkut, antik çağlardaki
yemeklerin Antalya turizmine büyük prestij
kazandıracağını sözlerine ekledi.
Yemekte, davetlilere içecek olarak şarap ve üzüm
suyu sunulurken, giriş yemeği olarak peynirli
salata, lahana, zeytin mezesi, sac ekmeği verildi.
Odun ateşinde çömlekte pişirilen zeytinli tavuk
dolması ile tarihte bilinen ilk düdüklü tencerede
yapılan dana yahni ana yemek olarak sunuldu.
Kemer Gözcü, 11.01.2008
|
SULUKULE PLATFORMU'NDAN
KÜLTÜR BAKANI'NA AÇIK MEKTUP

8 Ocak 2008 Salı günü
Yeni Şafak gazetesinde yayınlanan “Sulukule, Yeniden
Şekillenecek” başlıklı haberde, Kültür ve Turizm
Bakanı Ertuğrul Günay’ın, CHP İstanbul Milletvekili
Çetin Soysal'ın soru önergesini yanıtlayan
açıklamalarına yer verildi. Proje kapsamında
yıkılması öngörülen yapıların yerine bitişik
nizamda, 7 ana mimari üslupta toplam 21 yapı tipinin
tasarlandığını belirten Günay, bu konutların dışında
konaklama tesisi ile ticaret ve kültür tesisi olarak
2 yapının da avan projede yer aldığını ifade ediyor.
Projenin, Yard.Doç.Dr. Mehmet Ali Yüzer,
Yard.Doç.Dr. Selim Velioğlu, Doç.Dr. Kemal Kutgün
Eyüpgiller ve Dr. Aras Neftçi'nin danışmanlığında
hazırlandığını söyleyen Günay, İstanbul Yenileme
Alanı, Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge
Kurulu'nun 2 Kasım 2007 tarihli kararıyla uygun
bulunan yenileme avan projesinin, kurul gündeminde
yaklaşık 3 ay süreyle"tescilli yapılar, sur koruma
bandı, bölgenin silüeti ve koruma mevzuatı" gözönüne
alınarak değerlendirildiğini belirtiyor.
Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay'ın, Sulukule
yenileme projesiyle ilgili açıklamalarının
kafalardaki sorulara bir cevap olmadığını, tam
tersine daha büyük endişelere mahal verecek sözler
olduğunu belirten Sulukule Platformu, tepkilerini şu
sözlerle dile getiriyorlar:
Tarih
1. Dünyada
binlerce yıllık kent olarak adlandırılabilecek iki
yerleşim alanından biri olan İstanbul'un merkezinde,
Tarihi Yarımada'da sürdürülen yenileme projelerinin
her biri mimarlık skandalı niteliğinde.
Örneğin Süleymaniye'de, Kiptaş tarafından
insanlardan arındırılan ve yeni sahiplerinin yatırım
ihtiyacını karşılamak için yıktırılan sapasağlam
tescilli binalar, İstanbul gibi bir kentin nasıl bir
inşaatçı mantığına teslim edildiğini ortaya koyuyor.
Süleymaniye Projesi'ni onaylayan Koruma Kurulu bile,
bu yıkımlar konusunda suç duyurusunda bulundu, ama
ne yazık ki, iş işten geçtikten sonra!.. Ya suça
daha fazla iştirak etmemek için, ya da tarihi bina
katliamı gerçekten onların bile yüreğini sızlattığı
için. Çünkü malum, kurullar, "koruma"dan çok, "yıkıp
yenileme" amacına hizmet ediyorlar...
Bölgelerde tescilli binaların bile yıkılarak yerine,
UNESCO'nun uyarılarına aldırış edilmeden taklit
Osmanlı evleri yapılması, konutların yeni sahipler
için yapıldığının göstergesi. Çünkü, buraların
değerleneceği bilgisini "içeriden" alıp yatırım
yapan "müşteriler" eski binaları tercih etmiyor.
Nitekim Sulukule Projesi'nde de, tescilli sivil
mimari örneği sayısının düşük gösterilmesi, tıpatıp
aynı nitelikte onlarca başka evin es geçilmesi de
bunu gösteriyor.
Kültürle ilgili en üst düzeydeki kamu görevlisi olan
Sayın Bakan, neden kültürü yok sayan bir inşaatçı
mantığı ile yalnızca fiziksel mekanı dönüştürmeyi
hedefleyen bu ilkel mimarlık uygulamasını
destekliyor?

Fotoğraf: Cihat Ak
2. Sultanahmet
otel inşaatında yaşanan skandal bu kez de
Sulukule'de tekrarlanmak üzere. Projede, evlerin
altı bütünüyle otopark olarak öngörülmüş. Oysa,
mahallenin, Bizans ve Osmanlı zamanlarında çok
önemli bir yerleşim alanı olduğu biliniyor.
Türkiye'nin 1982'de imzalamış olduğu UNESCO
Konvansiyonu, yer altındaki arkeolojik varlıklar
araştırılmadan yeni inşaat yapılamaz diyor.
Ayrıca surların bulunduğu bölgede yapılacak inşaat
faaliyetlerinin de bu konvansiyona göre DKMK ile
haberleşerek yürütülmesi gerekiyor. Dahası, TC
yasaları uluslararası normların dikkate alınmasını
gerektiriyor.
Oysa, bölgedeki kalıntılar hiç bir zaman
araştırılmadı. Bazı kaynaklara göre, 569-570
yıllarında inşa edilen Deuteron Sarayı'nın,
Sulukule'de olması yüksek bir olasılık.
Sulukule'ye tarihi adını veren "su"yun, yani bir
zamanlar Bayrampaşa sırtlarından kopup gelen Lycos
deresinin suyunu toplayan Bizans sarnıcının üzerine,
iki yıl kadar önce inşa edilen yüzme havuzu
kompleksi ise başka bir skandal... Bu kompleksin
inşası ne tesadüftür ki, Sulukule'nin yenileme alanı
ilan edildiği günlere rastlamıştır!.. Yatırımcıların
ilgisini çekmek, bölgenin değerini artırmak ve proje
sayesinde yerlerinden edilecek Romanların yerine
mahalleye yeni yerleşecek olanlara bir cazibe
merkezi oluşturmak için... Yanına bir de alışveriş
merkezi ve otel inşa ettiniz mi, işte kültür, işte
"çağdaş" yenileme!... Üstelik de "sosyal"!..
Fatih Belediyesi'ne ve tabi ortaya çıkan projeye
göre, arkeolojik kazıya şimdilik gerek yok. Ama,
inşaat kazıları sırasında, dozerlere, ekskavatörlere
tarihi bir şeyler takılırsa, ne yapılması
gerektiğine o zaman karar verilecek!
Yoksa, aynı Sultanahmet örneğinde olduğu gibi,
bölgenin etrafı perdelerle çevrilip, kalıntılar
rahat rahat yok mu edilecek?
Sosyal, Ekonomik,
Kültürel Sorunlar
3. Yüzlerce
yıldır Sulukule'de yaşayan insanları zararlı
yaratıklar gibi gösteren:
- Onları, "siyah ve esmer vatandaşlar" olarak
niteleyen ve hem savcı hem yargıçmış gibi "kötü
şeyler yapıyorlar" yargısında bulunan zihniyetle
(TOKİ Başkanı Erdoğan Bayraktar, bkz. Ekonomist
Dergisi 12 Kasım 2007).
- Projenin mahalle sakinlerinin ve sivil toplum
kuruluşlarının katılımıyla, mahallelilerin
ihtiyaçları doğrultusunda gerçekleşmesi için
mücadele veren STK'ları, "daha fazla istifade etmek
isteyen provokatör ve kışkırtıcılar" olarak
tanımlayan anlayışla (AKP Milletvekili Mehmet
Müezzinoğlu ve Fatih Belediye Başkanı Mustafa
Demir'in basın toplantısı, bkz. Yeni Şafak 27 Aralık
2007).
- Yine STK'ların yenileme projelerine muhalefetini,
"uyuşturucu ve kadın satıcılarının" kendi
çıkarlarını korumak için harekete geçmesi olarak
kamuoyuna sunmaya çalışan kamu şirketi yöneticisiyle
(yine TOKİ Başkanı, bkz. Milliyet 18 Kasım 2007).
- Sulukule'nin, Osmanlı orta ve üst tabakasının
ikamet ettiği bir mahalle olduğunu, bütün tarihi
verilere rağmen ispatlamaya çalışarak sürgün ve
yıkımları doğrulama uğraşına giren; mahallelinin
Sulukule adıyla anılmaktan "aşırı derecede rahatsız"
olduğunu iddia ederek hem tarihten gelen bu adı, hem
de orada yaşayanları aşağıladığının ayırdına bile
varmayan Fatih Belediyesi'yle (bkz. TC
Fatih Belediyesi Resmi Web Sitesi).
Ve daha saymakla bitmez gaflarla, bilgisizlik veya
çarpıtmayla oluşturulan "sosyal" projenin, insanları
sürmesinden, yaşam biçim ve çevrelerini değiştirmeye
zorlamasından ve oradaki kültürü yok etmeye
çalışmasından başka bir şey beklenebilir mi?
4. Bölgede
yaşam ekonomisi de altüst ediliyor, orada bir arada
yaşamaktan doğan iş kaynaklarının yanı sıra,
kültürlerini yeniden üretme yolları da kesiliyor.
İnsanların evlerini satmaya, kiracıların yer
değiştirmeye zorlanması yaşama, barınma ve insan
haklarına aykırıdır. İnsanların yaşam biçimlerine
müdahale eden, birlikte ve dayanışma içinde
yaşamaları sayesinde sürdürebildikleri Roman
kültürünü, bölünerek ve dağıtılarak uzun süre
sürdüremeyecekleri açıktır. Bu uygulama açıkça
ayrımcılık ve asimilasyondur.
Bir kültür bakanı, bu ayırımcılığı ve en az bin yıl
öncesine dayanan bir kültürün yok edilmesini nasıl
destekleyebilir?
5. Öte yandan,
bölgeyi yenileme alanı ilan edenler de, projeyle
ilgili karar organlarında yer alanlar da , bölgeye
yatırım yapanlar da, ya aynı kişiler ya da onların
yakınları olan partililerdir. Hatta aralarında rant
için kavgalar bile çıkmıştır (bkz. Haber
Fatih).
Bir kültür bakanı, sokaklardan saraylara koca bir
imparatorluğu nağmeleriyle dolduran, uluslararası
kabul görmüş müziğiyle dünyada tek olan, dünyaca
ünlü müzisyenler yetiştiren bu mahallenin, nasıl
olur da rant için yok edilmesine göz yumabilir?
Buranın, insanlarıyla birlikte yaşaması ve
yaşatılması için, bir kültür ve turizm merkezi
haline getirilip sakinleriyle birlikte kalkınması
için nasıl olur da fikir beyan etmez, kavgasını
vermez?
Yenilemek veya "nezihleştirmek" için değil de
"iyileştirmek" için bir proje yapılmasını talep
etmez?
Mimari
6. Bakan,
kurul çalışmalarında surların gabari olarak dikkate
alındığını söylüyor. Böyle bir yaklaşım kültürle
ilgili bir konuda yeterli olabilir mi?
Surlara bir yönetim alanı olarak bakılması gerekli.
İstanbul'un Kara Surları, Dünya'da tarihsel
topografyasını, bostanları, anıtları, mahalleleri
ile koruyabilmiş tek örnek.
Tarihi mirasa, basit bir toplu konut şirketi yöntemi
ile, iş merkezi, tatil köyü, rezidanslar gibi, tek
tip yani homojenleştirici bir mimarlık ve şehircilik
mantığı ile yaklaşılamaz. Oysa, Sulukule projesi,
buraya yama gibi bir toplu konut sitesini sığdırmayı
öngörüyor.
7. Bakan'ın
açıklamasında yer alan Osmanlı mimarisi tarzı ne
demektir? Sulukule için hangi dönemin Osmanlı tarzı
esas alınmaktadır? Bir kültür bakanı mimarlık ve
kentsel tasarımla ilgili bir fikri bu şekilde
sorgulamadan, kamusal işlevini yok sayacak bir
biçimde kullanabilir mi?
"Surlara uyumlu konutlar" başlığı altında mimari
düşünce ve sorgulama alanını kapatan, "ben yaptım
oldu" mantığıyla üretilen projelerin nasıl bir sonuç
vereceği ortada. İstanbul gibi bir kentin böylesine
dar bir perspektiften, homojenleştirici inşaatçı
mantığı ile yönetim planı olmadan, uluslararası
normları, yasaları çiğneyerek, katılımcılığı kale
almadan, yaratıcı fikirlere açılmadan dönüştürülmeye
çalışılması, geçmişteki tepeden inmeci uygulamalarda
olduğu gibi yalnızca küçük bir azınlığı zengin
etmekten başka bir sonuç yaratmayacak.
Oysa gelişmiş dünya, sonuçların hep aynı olduğunu
görerek bu yöntemleri çoktan geride bıraktı.
Projelerin insanlar için yapılması dileğiyle...
Arkitera, 11.01.2008
|
TRALLEIS'DEN ÇIKANLAR
DEPODA KORUNACAK
Tralleis Antik Kenti
kazı çalışmalarında çıkarılan eserlerin korunması
amacıyla Aydın Ticaret Odası'nca yaptırılan depo
törenle açıldı. AYTO Başkanı Mustafa Baştuğ, deponun
açılışında yaptığı konuşmada, Tralleis Antik
Kenti'nin Aydın turizminin belli bir noktaya
gelmesini sağlayacak bir kazı yeri olduğunu söyledi.
Oda üyelerinin bu durumun farkında olduğu için
Tralleis Kazılarını Destekleme Derneğine üye
olduklarını bildiren Baştuğ, "Aydın ekonomisi için
turizmin önemi artık anlaşılmalı. Turist kafileleri
Aydın'dan teğet geçiyor. Hedefimiz bu kafileleri
Aydın'a getirmek olmalı" dedi.
Aydın'da turizmi hareketlendirmek için sivil toplum
örgütleri, üniversite ve kamuoyunun birlikte hareket
etmesi gerektiğini belirten Baştuğ, şöyle konuştu:
"Aydın turizminin yol haritasını belirlemeli.
Kuşadası, Didim ve Karacasu ilçelerimiz gibi artık
Aydın merkeze de turistleri çekmenin zamanı geldi.
Tabii bunun için sadece Tralleis Antik Kenti'nin
turizme açılması yeterli değil. Aynı zaman da
Nasuhpaşa Külliyesi, Zincirli Han ve Gümrükönü gibi
tarihi yapılarında turizme kazandırılması gerekli.
Odamız, Tralleis kazılarının ardından, Gümrükönü
Hanı'nın da restorasyonu için gereken desteği
sağlıyor."
Tralleis Antik Kenti'nin Aydın ile bütünleştiğini
ifade eden Kazı Başkanı Prof.Dr. Abdullah Yaylalı,
antik kentin hamam, okul ve spor kısımları ile
kilise bölümündeki kazı çalışmalarının
tamamlanmasıyla turizme açılabileceğini söyledi.
Aydın Valisi Mustafa Malay, Adnan Menderes
Üniversitesi Rektörü Prof.Dr. Şükrü Boylu ve
davetlilerin katılımıyla düzenlenen tören, eserlerin
muhafaza edildiği deponun açılmasıyla sona erdi.
Haber Ekspres,
11.01.2008
|
YILDIRIM'A TARİHİ KİMLİK
Bursa, Yıldırım Belediyesi,
tarihi kültürel mirasa verdiği önemi
gerçekleştirdiği projelerle ortaya koyuyor. Molla
Yegan Medresesi, Balabanbey Kalesi, Minia Yıldırım,
Cumalıkızık ve tarihi yaya aksı ile ilçeye birçok
tarihi mekan kazandırdı.
Yıllarca virane, harap bir şekilde kalmış Yıldırım
Bayezıt döneminde yapılan Molla Yegan Medresesi,
restore edilerek yeniden gün yüzüne çıkartıldı.
Kaplıkaya Mahallesi'ne yapılan Minia Yıldırım' ise
yerli ve yabancı turistlerin Yıldırım'da en çok
uğradıkları mekan haline geldi. Her yıl geleneksel
olarak kutlanan Bursa'nın kurtuluşu, restorasyonu
bitirilen Balabanbey Kalesi'nde, mehter takımı
eşliğinde söylenen cenk marşları ile ayrı bir
güzellik alırken, ışıklandırması ve renkli bordür
taşları ile "Tarihi yaya aksı" kenti hiç
bilmeyenlere rehberlik ediyor.
Yıldırım Belediye Başkanı Özgen Keskin, "Bursamızın
mührü tarihi eserlerimizi bir bir ortaya
çıkarıyoruz. Tarihini bilmeyen nesiller geleceğe
güvenle bakamaz. Yıldırım kabuk değiştiriyor.
Yıldırım gün ve gün gelişiyor" dedi.
Keskin, tarihi kültürel miras çalışmalarının
süreceğini ifade ederek, Yıldırım'ın Bursa'nın
değişen ve gelişen yüzü olmaya devam edeceğini
sözlerine ekledi.
Bursa Hakimiyet,
11.01.2008
|
TARLABAŞI'NDA SONA DOĞRU
Beyoğlu Belediye
Meclisi, Tarlabaşı'nda 278 binanın yenilenmesine
ilişkin avan projeleri tasdik eden Anıtlar Kurulu
kararını oy birliği ile onayladı.
Beyoğlu Belediye Başkanı
Ahmet Misbah Demircan, projede gelinen son durum
hakkında bilgi verdi.Anıtlar Kurulu'nun
Tarlabaşı'nda 278 binanın yenilenmesine ilişkin avan
projeleri tasdik ettiğini ifade eden Demircan,
Beyoğlu Belediye Meclisinin de bu kararı oy
birliğiyle onayladığını bildirdi.
Demircan, ''Bu aşamadan sonra mülk sahipleri ile
görüşerek yeni projede nereye sahip olacaklarını
belirleyeceğiz. İnsanların önüne yapılan projeleri
açacağız ve onlara diyeceğiz ki 'Siz bugün için
şurada duruyorsunuz, yapımdan sonra bu proje
bütünlüğü içinde şöyle bir yer verilecek' ne
diyorsunuz? Bu tartışmanın başlayacağı bir döneme
giriyoruz'' diye konuştu.
Bir mahallenin, yaşananları ile birlikte kötüye
gitmesi durumunda onu iyiye götürmek için mevcut
insanlarla çalışmak gerektiğini dile getiren
Demircan, ''Yoksa o mahalle, mahalle olmaktan
çıkar'' dedi.Demircan, kötü görüntüyü hak etmeyen
Tarlabaşı'nı, binalarını iyileştirmek suretiyle
iyileştireceklerini anlatarak, projenin İstanbul
Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş'ın imzası
ile uygulamaya geçeğini söyledi.Ahmet Misbah
Demircan, ''İhaleyi alan Çalık Grubu şirketlerinden
GAP İnşaat'ın çalışmalarına 6 ay içinde başlamasını,
1,5 yıl içinde de tamamlamasını öngörüyoruz'' diye
konuştu.
Demircan, şöyle konuştu:''Binalar yıkılıp yeniden mi
yapılacak ya da olduğu gibi mi restore edilecek? Bu
Anıtlar Kurulu'nun vereceği yol haritası ile ortaya
çıkacak. Bu aşamadan sonra Anıtlar Kurulu binanın
yapım tekniklerine son kararı verecek. Bazı binalar
var ki dış cephesi korunarak yenilecek, bazı binalar
olduğu gibi korunacak, bazı binalar yıkılıp yeniden
yapılacak. Bu binadan binaya değişen bir şey. Ama
bizim istediğimiz binaları bir bütün, ada halinde
görmek. Kanun böyle istiyor. Adaların altına
ihtiyaca göre otopark da yapılacak.''
Projenin, ''yatırımcının yatırdığı paranın
karşılığını ilave metrekareden almak yerine mevcudu
bölüşmek üzerine kurulduğunu'' ifade
eden Demircan, ''Mesela 200 metre kare bir yeri olan
varsa, ortalama yüzde 42'si kendine kalıyor, gerisi
yatırımcının oluyor. Mal sahibi, 200
metre kare üzerinden 84 metrekareye sahip oluyor.
Onu kat kat, küçük mekanlarda almaktansa tek bir
daire şeklinde yapılmış haliyle alacak.
Bir de otoparkı olacak'' diye konuştu.
Mal sahipleri ile görüşmelerinde şimdiye kadar bir
sorun yaşamadıklarını belirten Demircan, şöyle devam
etti:''Tarlabaşı'nın değerleri geçen yıllar içinde
inanılmaz kayboldu ve bir çok bina burada boş kaldı,
yaşayamadılar, ev ve iş yeri olarak kullanamadılar,
evleri bu haliyle ekonomik bir değer oluşturmadı.
Böyle bir proje ile binalar mevcut değerini kat be
kat artıracak. Belki metrekare düşecek, ama kendine
kalan metrekareden belki onlarca kat daha fazla bir
değer ifade edecek. Bunun çok farkındalar ve bir an
önce bu işin yapılmasını istiyorlar.''
Kentin merkezinde suçla özdeşleşen ve fiziksel
yapısı çürümeye mahkum olan Tarlabaşı, uzun yıllar
gelişime ve değişime kapalı kaldı. Kuzeyde Dolapdere
Caddesi, güneyde Tarlabaşı Bulvarı, doğuda Talimhane
ve batıda Kasımpaşa ile sınırlanan Tarlabaşı,
yıllarca insanların İstanbul'a ilk gelişlerinde
geçici olarak barındıkları, sahiplenmedikleri bir
mekan olarak kaldı.19. yüzyıl sonlarına tescilli
sivil mimari örneklerinin bulunduğu Tarlabaşı'nın
özgün sokak örüntüsü ise daha eski yıllara
dayanıyor.
Mekansal örüntüsü ile belli bir dönemin tanıklığını
yapan Tarlabaşı, 20 Şubat 2006'da Bakanlar Kurulu
kararı ile yenileme alanı ilan edildi. Beyoğlu
Belediye Meclisi bu kararı uygulama usul ve
esaslarını 10 Kasım 2006'da onayladı. Tarlabaşı'nın
yenilenmesi için 16 Mart 2007'de çıkılan ihalede
Çalık Grubu şirketlerinden GAP İnşaat en uygun
teklifi vererek 4 Nisan 2007'de Beyoğlu Belediyesi
ile sözleşme imzaladı.Tarlabaşı bölgesini yenileme
projesiyle, ''alandaki problemlere kalıcı çözümlerin
getirilmesi, olumsuz yönde değişime uğramış,
neredeyse çöküntü haline gelen bölgenin fiziki
yapısının yenilenmesi, çevreyle entegrasyonun
sağlanması suretiyle, alanın potansiyelinin efektif
biçimde kullanılmasının sağlanması, sosyal ve
çevresel şartların düzenlenmesi ve kent merkezine
izole bir bölge haline gelmiş bu alanın yeniden
canlandırılarak kent yaşamına dahil edilmesi''
amaçlanıyor.
Sabah, 11.01.2008
|
SİVAS POLİSİNDEN TARİHİ
ESER OPERASYONU
Sivas'ta, yanlarındaki
tarihi eserlere müşteri arayan biri muhtar üç kişi
'Antik-58' adlı operasyonla yakalandı.
Edinilen bilgiye göre, Mavi Çarşı civarında
ellerindeki torbalar içerisinde tarihi eser bulunan
üç kişinin müşteri aradığı ihbarını alan polis,
'Antik-58' adıyla bir operasyon düzenledi. Yapılan
operasyonda kent merkezinde ismi açıklanmayan bir
mahallenin muhtarı olduğu belirlenen A.B. ile Z.Ö.
ve H.C. isimli üç kişi gözaltına alındı.
Şahısların üzerlerinde,
iş yerlerinde ve ikametlerinde yapılan aramalarda
iki adet metal arama dedektörü, 50 adet sikke, bir
adet metal ok ucu, bir adet yüzük, bir adet kolye
ucu, bir adet kurusıkı tabanca, beş adet kurusıkı
fişek ele geçirildi.
Şahıslar Emniyet'te ifade verdikten sonra tarihi
eser kaçakçılığı yapmak suçundan adli makamlara sevk
edildi.
Öte yandan, Müze Müdürlüğü yetkililerinin incelemesi
sonrasında söz konusu malzemelerin MÖ II. Yüzyıl
Pontus Bölgesi Grek Dönemi'ne ait olduğu belirlendi.
haberler.com, 10.01.2008
|
SAKARYA'DA TARİHİ ESER
OPERASYONU
Sakarya'nın Karasu,
Kocaali, Kaynarca ve Kandıra ilçelerinde yapılan
operasyonlarda, Roma, Selçuklu, Bizans, Ceneviz ve
Osmanlı dönemine ait 131 parça tarihi eser ele
geçirildi. Olayla ilgili 5 kişi gözaltına alındı.
Kocaeli'nin Kandıra İlçesi'nde balıkçılık ve
dalgıçlık yaptığı belirlenen Seyfettin Ö.'nün (49),
Karadeniz'de gemi batıklarından çıkan anforaları
çeşitli illerde pazarladığı ihbarını alan jandarma,
bu şahsı takibe aldı. Karasu yakınlarında şahsın
kullandığı 41 T 9001 plakalı aracı durduran jandarma
ekibi yaptığı aramada, Cenevizlilere ait anforalar
ve çok sayıda tarihi eser ele geçirdi. Balıkçının
sorgulaması sonrasında operasyona devam eden
ekipler, Seyfettin Ö.'nün iş birliği yaptığı Ekrem
E. (51), Kadir A. (49), Mustafa P. (28) ve Hayri
K.(43)'yı da gözaltına aldı.
Karasu İlçesi'nde 4 ev ve iş yeri ile Kandıra
İlçesi'nde 7 ev ve iş yerinde yapılan aramalarda
Cenevizliler dönemine ait 1 hançer, Osmanlı dönemine
ait 1 adet Kur'an-ı Kerim, 8 anfora, 4 gümüş kolye,
4 gümüş sikke, 107 bronz sikke, Bizans dönemine ait
5 stel ile 1 adet küp olmak üzere toplam 131 adet
tarihi eser ele geçirildi.
Tarihi eserlerin ele geçirilmesinin ardından
inceleme yapmak üzere Karasu ilçesine giden
Adapazarı Müze Müdür Vekili Mürşit Yazıcı ile
Arkeolog Semra Bilgin, ele geçirilen malzemelerin
Roma, Selçuklu, Bizans, Ceneviz ve Osmanlı dönemine
ait olduğunu belirttiler.
Öte yandan gözaltına alınan 5 kişi sorgularının
ardından adliyeye sevk edildi.
haberler.com, 10.01.2008
|
NEMRUT DAĞI'NIN ÇEVRE DÜZENLEMESİ BU YIL BAŞLAYACAK
Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, Adıyaman’da bulunan Nemrut Dağı çevresinin düzenlemesine bu yıl başlayacaklarını belirterek, yabancı kazı ekibiyle görüşme yapıldığını ODTÜ'den bir ekibin de çalışma yaptığını söyledi.
Nemrut’a ulaşımın daha güvenli hale getirmeye çalıştıklarını dile getiren Günay, Nemrut'un korunmasıyla ilgili, "Korunma çalışmalarını hızlandırıyoruz. Uygulama için de ciddi bir bilimsel çalışma var" diye konuştu.
2008 yılı bütçesi içerisinde bakanlığa ayrılan payı da değerlendiren Günay, Kültür ve Turizm Bakanlığı'na bütçeden binde 40 seviyesinde bir pay ayrıldığını hatırlatarak, sponsor desteği ve emlak vergisinden tarihsel eserlerin restorasyonu için ayrılan paydan kullanacaklarını söyledi.
Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın ek binasının yapımının da bitme aşamasına geldiğini kaydeden Günay, “Kirada olan birimlerimizin tümünü de Sayıştay binasına alacağız. Kültür Bakanlığı’nın kira ödemesine son vereceğiz” diye konuştu.
Ulus’ta bir yenilenme projesi başlattıklarını belirterek, bazı yapıların tarihi yapıyı bozduğuna işaret eden Günay, bir süredir restorasyon çalışmaları devam eden Resim Heykel Müzesi'nin de 18 Ocak'ta açılacağını ifade etti. Günay, “Müzelerin çevresindeki yeşil alanlar hem gelir getirici hem de yaşama mekanlarına dönüştürülmeye çalışılacak. Kızılay'daki Adnan Ötüken Kütüphanesi, Milli Kütüphane'nin bahçesini de bu şekilde açmayı düşünüyoruz. Bir müzenin ve kütüphanenin bahçesi güzel bir şekilde hizmet vermelidir" dedi.
Turizm Gazetesi, 10.01.2008
|
 |
SİDE MÜZESİ'Nİ 97 BİN
514 TURİST GEZDİ
Side Müzesi'ni 2007'de
97 bin 514 yerli ve yabancı turist ziyaret etti.
Antalya'nın Manavgat ilçesi Side beldesindeki müzeyi
2006'da da 89 bin 195 kişi ziyaret etmişti.
Sergiledikleri eserleri görmeye gelen ziyaretçilerin
yüzde 40'nın yerli yüzde 60'nın yabancı olduğunu
ifade eden Side Müzesi Müdürü Güner Kozdere, gelen
yabancı turistlerin başında Almanya, Hollanda,
Belçika, Avusturya, İsviçre, Rusya, Macaristan,
Baltık ülkeleri ile İskandinav ülkeleri Finlandiya,
Norveç, Danimarka, İsveç ve İzlandalılar olduğunu
söyledi. Side Müzesi'nde toplam 12 bin 968 tarihi
eser sergilediklerini belirten Müdür Güner Kozdere,
bunların 3 bin 313'nün arkeolojik eser, 9 bin
655'nin ise değişik medeniyetlere ait sikkeler
olduğunu ifade etti.
Güner Kozdere, “Müzemize geçen yıl 31 Aralık itibari
ile gelen ziyaretçi sayısında bir önceki yıla göre 8
bin 319 artış olmuştur. Yabancı ziyaretçilerin yüzde
55'ni Almanlar oluşturuyor. Müzedeki eserlerin
çoğunluğu Roma ve Bizans dönemine ait. 2007 yılında
müzeyi 97 bin 514 yerli ve yabancı turist ziyaret
edip, 332 bin 215 YTL gelir elde edilmiştir. Müzede
sergilenen en önemli eserlerin arasında Aphrodit,
Apollon, Athena, Dionysos, Herakles, Hremes ve Zeus
gibi tanrıçaların heykelleri sergilenmektedir.” diye
konuştu.
Öte yandan Alman
heykeltıraş Dietmar Frieze(78) 3 yıl içinde Side
Müzesi'nde 81 heykeli onararak, gün yüzüne
çıkardıklarını söyledi. 55 yıldır Side'de yaşadığını
ifade eden Alman heykeltıraş Frieze, Side Müzesi'nde
acil onarımı gereken 9 heykelin daha bulunduğunu
belirtti.
Turizm Gazetesi,
10.01.2008
|
PAMUKKALE GELİRİNİN
YARISI DENİZLİ'YE BIRAKILDI
Denizli Valiliği ile
Kültür ve Turizm Bakanlığı arasında imzalanan ek
protokolle, Pamukkale ören yeri işletmesi için
ödenen yıllık 1 milyon 500 bin YTL kira bedelinin
100 bin YTL'ye indirildiği açıklandı.
Denizli İl Genel Meclisi
ocak ayı toplantısı, Osman Yüceliş başkanlığında
yapıldı. Toplantıda İl Özel İdare Genel Sekreteri
Adem Oklu, Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay
ile Denizli Valisi Hasan Canpolat arasında imzalanan
ve Bakanlık tarafından onaylanan ek protokolle
Pamukkale ören yeri kirasının 1 milyon 500 bin
YTL'den 100 bin YTL'ye düşürüldüğünü söyledi. Oklu,
protokol gereğince Denizli'nin, ören yeri
gelirlerinden 10 yıl boyunca elde ettiği yüzde
25'lik payın da yüzde 50'ye çıkarıldığını bildirdi.
Oklu'nun protokol maddelerini okumasının ardından
iktidar ve muhalefet partilerine mensup İl Genel
Meclisi üyeleri, kararları alkışlarla destekledi. İl
Genel Meclisi Başkanı Yüceliş, bu jestinden dolayı
Bakan Günay'a teşekkür edeceklerini belirtti. DP İl
Genel Meclisi üyesi Grup Başkan Vekili Abdi Baklan
da kararı memnuniyetle karşıladıklarını söyledi. Bu
arada Pamukkale ören yerine giriş ücreti ise 5
YTL'den 10 YTL'ye çıkarıldı. Ayrıca Pamukkale'de her
ayın ilk pazartesi halk günü olacak ve vatandaşlar
ücretsiz gezebilecek.
Zaman, 10.01.2008
|
GÖKMEDRESE'DE KENET TEKNİĞİ
Selçuklu mimarisinde ecdadın
taşları birbirine bağlamakta kullandığı "kenet"
tekniği tarihi 'Gökmedrese'de hayat buldu. Sona
yaklaşılan Gökmedrese restorasyonunda bu teknikle
örülen duvarların depreme daha dayanıklı olduğu
ifade edildi. Kenet tekniğinde üst üste dizilen
taşlar, çelik çubuklarla birbirine geçmeli olarak
diziliyor.
Selçuklu Veziri Sahip Ata
Fahrettin Ali tarafından 1271 yılında yaptırılan
Gökmedrese'nin 4 Ağustos 2006 tarihinde başlayan
restorasyonu eksi 20 dereceyi bulan soğuk havaya
rağmen devam ediyor. Adını, üzerindeki gök mavisi
çinilerden alan ve 'Mavi Medrese' olarak da anılan
Gökmedrese'de şimdiye kadar temel güçlendirme
çalışmaları yapıldı.
Hazırlanan proje doğrultusunda
medreseyi çevreleyen duvarların temeline yaklaşık 8
metre inilerek beton döküldü. Medresedeki oda içleri
ise temelinden yüzeye kadar Hollanda'dan getirilen
endüstriyel köpük dolgusuyla dolduruldu. Eserin
zeminde biriken yeraltı suyunun tahliyesi için de
alt koddan eksi 7 ile eksi 3 metre derinliğe drenaj
borusu yerleştirildi. Şu an ise zaman içinde doğal
ve dışardan müdahalelerle yıpranan dış duvarların
restorasyonu yapılıyor. Çalışmaların kış mevsiminde
de devam edebilmesi için Gökmedrese'nin üzeri geçici
çatı ile kapatılmıştı. Duvarlar örülürken
teknolojinin son imkanlarının yanı sıra Selçuklu'nun
kullandığı "Kenet" tekniği de hayata geçirildi.
Bu teknik sayesinde eserin
olası bir depreme karşı daha dayanıklı olması
sağlanacak. Kenet tekniğinde eskitilmiş taşlar
matkap yardımıyla deliniyor. Deliğe yerleştirilen 15
santimetre uzunluğundaki çelik çubuk, kurşun
dökülerek taşa kaynaştırılıyor. Daha sonra vinç
yardımıyla alınan taşlar üst üste dizilerek, duvar
tamamlanıyor. Yüklenici firma Doğa İnşaat Şantiye
Şefi ve Yüksek İnşaat Mühendisi Coşkun Kahraman,
eserin restore işinin bir an önce bitirilmesi için
çaba harcadıklarını söyledi. Coşkun,
"Çalışmalarımızı erken bitirebilmek için soğuk
havaya rağmen çalışıyoruz" dedi.
Selçuklu Veziri Sahip Ata
Fahreddin Ali tarafından 1271 yılında yaptırıldı.
Mimarı (Kaluyan-ı El Konevi) Konyalı Kaluyan. Taç
kapı üzerinde yükselen tuğla örgülü iki
minaresindeki mavi çinilerden dolayı Gök Medrese
adını aldı. Plastik sanatların şaheserlerinden olan
taç kapıda mermer malzeme kullanılmış olup, Taç
kapısının üst iki köşesinde iç içe girmiş hayvan
motifleri yeralıyor.
Medreseye girişte sağda mescit,
solda ise Darül Hadis bölümü mevcut. Avlunun kuzey
ve güneyinde altı sütun üzerine inşa edilmiş kemerli
bir revak bulunmakta. Doğu yönündeki ana eyvanı
yıkılmış yerine mevcut taş ve kitabelerle bir duvar
örülmüş. Kuzey ve güneyindeki yan eyvanların içi
çini tezyinatla süslü. Evliya Çelebi, Gök Medrese'yi
"Kızıl Medrese" veya " Darü-t Tedris" olarak
adlandırmaktadır. Gök Medrese bugünkü anlamıyla
İlahiyat Fakültesi olarak hizmet vermiştir.
TürkiyeTurizm.com, 10.01.2008
|
 |
GERİ DÖNEN SANAT ESERLERİ
Roma’da, kaçak yollarla yurt dışına çıktıktan sonra ABD müzelerinden ve Londralı bir koleksiyonerden İtalya’ya iade edilen arkeolojik eserlerin sergisi açıldı.
Quirinal Tepesi’ndeki sergiyi şu ana dek, soğukta sıra bekleyerek günde ortalama 5.000 kişi ziyaret etmekte.
69 parçalık serginin hemen hemen tümü, İtalyan hükümetinin müzelerle yaptığı uzun ve yıpratıcı müzakereler sonucunda geri kazanılan Yunan, Roma ve Etrüsk eserleri.
İtalya Kültür Bakanı Francesco Rutelli “Bu eski eserleri geri almak için verdiğimiz uzun mücadelenin yorgunluğu, eserleri yeniden ülkelerinde gören binlerce insanın mutluluğu ile yok oldu…. Büyük kuruluşların yıllar boyunca kaçakçılardan eski eser satın almaları çok üzücü….Bu dönem artık kapanmıştır” dedi.
ANSA, 05.01.2008
|
SÜLEYMANİYE PROJESİ BU SOKAKTA BAŞLADI
İstanbul'un tarihi
evleriyle ünlü Eminönü Süleymaniye'deki yenileme
çalışmalarına, bölgedeki önemli ahşap evleri
barındıran Ayrancı Sokak'tan başlandı. Büyükşehir
Belediyesi Koruma Uygulama Denetim Müdürlüğü (KUDEB)
denetiminde yapılacak restorasyon, Süleymaniye'deki
yenileme çalışmalarına örnek olacak. KUDEB Müdürü
Mehmet Şimşek Deniz, bölgede 180 tarihi ahşap evin
bulunduğunu ve mülk sahipleriyle birebir anlaşarak
evlerin aslına uygun olarak restore edildiğini
söyledi.
Ayrancı'daki üç
evin sponsorlar tarafından restore edildiğini
açıklayan Mehmet Şimşek Deniz, çalışmaların Nisan
ayında tamamlanacağını söyledi. Süleymaniye'deki
tarihi evlerde oturan vatandaşların ekonomik açıdan
dar gelirli olduklarını kaydeden Deniz, bu evlerin
restorasyonuna sponsor olmak isteyenlere çağrıda
bulundu. Süleymaniye evlerinin restorasyonu için
sponsor olanlar, yaptıkları harcamaları vergiden
gider olarak düşebilecekler.
Yeni Şafak, Haber: Gökhan Yılmaz, 10.01.2008
|
"ARTIK 1930'DA DEĞİLİZ, 1890'DA DA..."
Mimar Uğur Tanyeli,
aralıkta AKM'de açılan, önümüzdeki aylarda Ankara ve
İzmir'de açılması planlanan 'Binalar Konuşursa
Mimarlık Susar' sergisi, kitapları ve
konferanslarıyla her zamanki gibi İstanbul'un
yaşadığı modernleşme macerasındaki farklı değişim
güzergahlarına dikkat çekiyor.
Küratörlüğünü yaptığınız 'Binalar Konuşunca
Mimarlık Susar' sergisinden hareketle 'İstanbul
1900-2000: Konutu ve Modernleşmeyi Metropolden
Okumak' kitabınızdaki bazı görüşlerinizi konuşalım
istiyorum. İstanbul'da olan bitenin öznesiz bir
modernleşme olarak nitelenmemesi gerektiğini
yazmıştınız. Modernleşme projesinin, topluma yaygın
olmayan, yönetici seçkinlerin güdülediği bir hareket
olarak tanımlanmasını eleştiriyorsunuz...
Biz kentin, İstanbul'un, Türkiye'deki mimarlığın,
şehir planlamanın tarihini yazarken hepimiz işin
içinde aktörüz ve özneyiz, demek istemiştim.
Çoğunlukla tarih yazımları, merkezi konumda ve
iktidarı tanımlayan özne olduğuna ve o iktidarı
doğrultusunda bir sürü şeyi değiştirdiğine inanıyor.
Ben de diyorum ki, orada değiştirmek isteyen
birileri var ama değiştirmek isteyen birilerini niye
merkeze alıyoruz? Birileri değiştirmek istiyor,
birileri değişmek istemiyor; birileri şöyle,
diğerleri böyle değişmek istiyor.
Peki binaların konuştuğu, mimarların sustuğu
noktada öznelerin çoğulluğu nasıl karşımıza çıkıyor?
Bu sergi dönüşmeyenin ama değişenin bir resmi mi?
Hayır, bu anlamda her siyasal görüşün, her öznenin
ideolojik dayatma aracılığıyla nasıl mimarlıktan
yararlandığını gösteren bir sergi... Epey zaman önce
rahatlamış olması gereken bir ortamın aslında
rahatlamadığını, tarihle arası soğuması gereken bir
toplumun, bir türlü tarihle arasının soğumadığını
gösteriyor. Herkesin kendi amaçları doğrultusunda
tarihi var. Kimisi için Batılılaşma ön planda
geliyorsa, 19. yüzyıl Avrupa'sındaki görüntülere
referans veriyor. Diğeri için amaç, milliyetçilikse,
Estergon Kalesi yapıyor. Doğrudan 16. yüzyıl Osmanlı
dünyasına referans veriyor.
O anlamda eğlenceli bir sergi.
Eğlence aslında sergide değil... Gerçek aslında
ironik. İroniğin de ötesinde bütün bunların hepsi
aslında parodi. Gerçek parodiler... Milliyetçilik
dayatmak isteyen aslında milliyetçilik parodisi
yapıyor. Milliyetçilik değil o... Çağdaşlıktan
konuşanın aslında yaptığı çağdaşlık parodisi...
Dinsellikten konuştuğunu zanneden adam aslında
dinselliğin parodisini yapıyor. Niye? Artık 1930'da
değiliz, 1890'da da değiliz. O zamanlar bunları
yaptığınız zaman parodi değildi. 1930'da yapılan
Atatürk dönemi mimarisini eleştiririz çeşitli
nedenlerle, ama parodi olduğunu söyleyemeyiz. O
dönemde o hala inanılırlığı olan bir şey... Ama
bugün bunlara inanmıyoruz ki...
O manzaraya bakıp olması gereken heterojenliğin
olduğunu görüp 'Hiç de homojen değilmişiz, ne güzel'
diyebilir miyiz?
Bir açıdan diyelim bence... Modern bir toplumun
homojenleşmesi, tek doğru yol etrafında birleşmesi
mümkün değil. Böyle oluyorsa modern olma yolunda
ciddi tıkanıklık var demektir. Diğer değişim
güzergahlarını görmüyorsunuz demektir. Türkiye'de
her alandaki tarih yazımı bu yanılsamayı üretiyor.
10. İstanbul Bienali'nde AKM gibi modernist yapı,
bir yapıt gibi işledi. Farklı modernizmlere işaret
eden dünyanın birçok yerinden imgeye ev sahipliği
yaptı.
Hou Hanru'nun yaptığı bienal, benim hep anlatmaya
çalıştığım, modernizmin çoğul olduğunu, tekil
olamayacağını söyleyen bir bienal. Bu bienal
akıllıca kurulmuştu.
Pera Mimarlığı konferansınızı takip ettiğim
kadarıyla çağdaş Türkiye'yi anlamak istiyorsak bu
süreci iyi bilmemiz gerekiyor diyorsunuz... Çağdaş
Türkiye'ye Pera ne anlatabilir?
Pera o dönemin Türkiye'sindeki modernleşmede bir
dizi aktörün eylem alanı olarak gözüktüğü için
ilginçtir. Pera, aktörlerin çoğullaştığını gösteren
bir yer. Türkiye'nin ideallerini tanımlıyor. Yani
bir zamanlar, örneğin, Batılı yemekler yemek
istiyorsanız, isterseniz Kocamustafapaşa'da oturun,
senede bir gün paranızı çıkıştırıp Tokatlıyan
Oteli'nde yemek yiyorsunuz. Cinsel anlamda yabancı
bir kadınla, suratı açık bir kadınla çıkmak
istiyorsanız bu Beyazıt'ta yapabileceğiniz bir şey
değil, 1890 yılında... Pera'ya gidiyorsunuz. Oradaki
kafelerden birinde oturuyorsunuz. Herkes tırnak
içinde modernleşmenin nimetlerini oradan edinmeye
çalışıyor. Pera dolayısıyla bütün Türkiye'nin gıpta
ettiği, Batılılık olarak gördüğü Avrupa imgelerini
görebildiklerini sandıkları bir Avrupa yanılsaması.
Kamusal alan, özel alan tartışması çağdaş sanat
pratiklerini de uzun zamandır ilgilendiriyor. Sizin
"Özel, İstanbul'da genişleye genişleye kamusal alanı
dönüştürmeyi başardı" sözleriniz üzerinden sizce
özel-kamusal alan arasındaki gerilim, son yıllarda
nasıl bir boyut kazandı?
1980'lerden başlayarak kamusal alanda ifade o kadar
kısıtlandı o kadar kısıtlandı ki, insanlar kendi
küçük alanlarında mutlu olmak zorunda kaldılar.
Dolayısıyla iç mekanlarına kapandılar. Bu Türkiye'de
dekorasyonun, iç mekan tasarımının ağırlık
kazanmasına yol açan nedenlerden biri oldu demiştim
yıllar önce... 1980'li ve 1990'lı yılların
koşullarını düşünecek olursanız özel mekana
kaçtıkça, özel mekanınızı ön plana aldıkça bir
taraftan da kaçınılmaz olarak modernleştiğiniz için
bu kez de, özel mekanınızı kamuya açma ihtiyacı
duymaya başlıyorsunuz. Dekorasyon dergisinde evinizi
yayınlatmaya başlıyorsunuz. Özel mekanınızı kamusal
mekana çıkarıyorsunuz...
Şimdi tam tersi bir durum yaşandığını
düşünüyorum. Bu kahve satılan kafe zincirlerinin
çoğalması bunun işareti. Artık herkes sokakta. Ne
kadar meraklıymışız kahveye? İstanbul, kamusal alana
çıkma anlamında büyük dönüşüm yaşamıyor mu?
İstanbullunun giderek kamusal mekanda bulunma şansı
artmış gözüküyor. Bu kahve patlamasını, bununla
bağlantılı düşünmek mümkün. Sokakta yaşamak istiyor
insanlar, kamusal alanda...
Yılların acısını çıkarıyoruz...
Tabii tabii... Türkiye'de kamusal mekanın tarihi,
16. yüzyıldan beri çileli bir tarihtir. Türkiye'de
kahvenin hep çileli bir öyküsü olmuş. 16. yüzyılda
kahvehaneler açıldığında problem oluyor. Çünkü ilk
kez onlarla birlikte, din dışı bir kamusal mekan
doğuyor. Mesela 1950'li ve 1960'lı yıllar boyunca
Türkiye'de modernleşmeci ya da entelektüel geçinen
herkesin kıraathaneyle didişmesi de bununla
bağlantılı. Kıraathane, bir grup insanın kamusal
mekana çıktığı alan, ama daha modernleşmiş, kendini
daha üst sınıf olarak tahayyül eden insanlar, orayı
bir tembeller yuvası olarak tanımlamaya başlıyorlar.
Tekil bir modernleşme yolu var derseniz, o tekil
modernleşme yolunu temsil ettiğine inananlar,
diğerlerini denetlemek ister. Şöyle bir mimarlık
yapılmalıdır... Şu ideolojide düşünmek gerekir... Bu
tek yolu meşru kılmaz, tek sonucu olur ötekileri
mahkum eder.
Küratör Vasıf Kortun, "Nişantaşı kamusal alan
değildir, İstiklal Caddesi, Beyoğlu öyledir" diyor.
Ne diyorsunuz?
Nişantaşı çok homojen. Herkes sizin sınıfınızdan
olduğu için bütün Türkiye budur yanılsamasını yaşama
imkanınız var. Bu problemli bir durum. İstiklal
Caddesi'ne çıktığınızda her seferinde melezlik
kendisini gelir dayatır. Kaçınılmaz olarak Beyoğlu
bu anlamda benzersiz olmayı sürdürüyor. Bugün, 1900
yılında oynadığından daha önemli bir role sahip.
Bütün bir Türkiye orada kendini dışavuruyor, görünür
oluyor. Bence ilk defa Türkiye tarihinde bu kadar
geniş katılıma olanak veren bir kamusal mekan var.
Nişantaşı bunun yanında bence çok önemsiz yer.
Vasıf, doğru söylüyor.
İstanbul'un görünürlüğü de ayrı bir gündem.
Mimari açıdan bunu sağlamaya niyetli bir proje de
Suna Kıraç Kültür Merkezi'ni Frank Gehry'nin yapacak
olması. İstanbul ve Frank Gehry mimarisi iyi anlaşır
mı?
Bugünün dünyasında İstanbul bir markadır. Gehry de
markadır.
İstanbul'u İstanbul markası yapan son yıllardaki
atılımlarıdır, tarihsel bir kent olması değil.
Kahire de tarihsel ama marka değil. Gehry'nin bu
markaya önemli katkıda bulunacağını söyleyebiliriz,
ama Billboa'da yaptığı etkiyi yapamaz, çünkü Bilboa
kentinin kendisi marka değildi, Guggenheim'dan sonra
marka oldu. İstanbul'u tek başına Gehry temsil
edemez, bir sürü çekici şeyi var ama Billboa'yı tek
başına temsil ediyor.
Radikal, Haber: Ayşegül Sönmez, Fotoğraf: Muhsin
Akgün, 10.01.2008
|
ÇALINAN 2 DEĞERLİ TABLO BULUNDU
Brezilya polisi, Sao
Paulo kentindeki sanat müzesinden çalınan Pablo
Picasso ile Candido Portinari'ye ait milyonlarca
dolar değerindeki iki tabloyu buldu.
20 Aralık 2007'de
çalınan Picasso'nun "Suzanne Bloch'un Portresi"
(1904) ile Brezilyalı ressam Candido Portinari'nin
"Kahve İşçisi" (1939) adlı tablosu Sao Paulo'nun
banliyölerinden birinde, bir evde naylon kaplı ve
duvara yaslanmış halde bulundu.
Milliyet, 10.01.2008
|
|
 |
DALİ 2008'DE SABANCI MÜZESİ'NDE
Sabancı Müzesi, 2008 yılındaki etkinlikleri kapsamında, ünlü İspanyol ressam Salvador Dali'nin eserlerini de sergilemeye hazırlanıyor.
AA'nın Madrid kaynaklı haberine göre, ünlü ressam Picasso'nun eserlerine 2005 Kasım-2006 Mart arasında yer veren İstanbul'daki Sabancı Müzesi, bu kez diğer büyük İspanyol ressamı Salvador Dali'yi ağırlayacak.
Gala-Salvador Dali Vakfı'ndan alınan bilgiye göre, 2008 yılı programı kapsamında Salvador Dali'nin eserleri İstanbul'da Sabancı Müzesi'nde, Fransa'da Couvent des Minimes de Perpinan'da ve New York'ta Modern Sanat Müzesi'nde sergilenecek.
İstanbul'daki Sabancı Müzesi'nde sergilenen Picasso'nun eserleri sanatseverlerin büyük ilgisini çekmiş, ünlü ressamın eserlerini yakından görebilme şansına sahip olmak için müzenin kapısında uzun kuyruklar oluşmuştu.
Milliyet, 10.01.2008
|
BAKAN GÜNAY AĞIR KONUŞTU
Kültür ve Turizm
Bakanı Ertuğrul Günay, bakanlıkla işbirliği
yaptıkları gerekçesiyle ÇSM’de yapılacak Birleşmiş
Ressamlar ve Heykeltraşlar Derneği’nin sergisine
izin vermeyen Çankaya Belediye Başkanı Muzaffer
Eryılmaz hakkında ağır konuştu. Günay, "Çankaya’da
bir belediye, belediye başkanı mı var ki tepki
vereyim" dedi.
Kültür ve Turizm Bakanı
Ertuğrul Günay, bakanlıkla işbirliği yaptıkları
için Birleşmiş Ressamlar ve Heykeltraşlar
Derneği’nin sergisini iptal eden Çankaya Belediye
Başkanı Muzaffer Eryılmaz’a sert çıktı. "Çankaya’da
bir belediye, bir belediye başkanı mı var ki tepki
vereyim" diyen Günay, şunları söyledi:
"Ben muhatap almıyorum. Benim görevim sanata,
sanatçıya destek vermek ve bunu ayrımsız yapmak. Ben
üstüme düşeni yaptım. Bu arkadaşlar bana geldiler,
’Destek verir misiniz’ diye sordular. Ben de kabul
ettim. Ben bu desteği verirken serginin nerede
açılacağını sormadım bile. Çankaya Belediyesi’nin
yerinde yapılacak olması da benim için önemli
olmazdı zaten. Benim böylesi tavırlarım olmaz,
olamaz. Ama bakın bakalım Çankaya’da sokaklara,
yerlere, orada belediyeyi gören var mı? Yazıktır,
işlerini yapsınlar. Ben, olmayan o belediyenin ve
başkanının verdiği karardan dolayı hiç kendi adıma
rahatsız olmadım, ama sanat ve sanatçı adına
üzüldüm. Karar milletin. Çankaya halkının."
Hürriyet Ankara, Haber: Cengizhan Çatal,
10.01.2008
|
KÜLTÜREL MİRASA SAHİP ÇIKTILAR
İzmir'deki Orion Eğitim Vakfı Özel Karşıyaka Piri Reis İlköğretim Okulu Arkeoloji Kulübü öğrencileri, Kazı Başkanı Prof.Dr. Meral Akurgal'ın daveti üzerine Tepekule'yi gezdi. Prof. Akurgal, Tarihe Saygı Yerel Koruma Yarışması'nda 3 yıldır katkı ödülü kazandığını öğrendiği küçükleri kutladı. Öğrencilerin tarih bilincinin ve kültürel mirasa sahip çıkmalarının ülkenin geleceği için büyük önem taşıdığını söyleyen Prof. Akurgal, onlara, kazı çalışmaları hattında bilgi verip broşürler dağıttı. Projeyi yürüten öğretmenlerden Tino Reggio, ''Bizden sonraki kuşaklara tarihi mirasımızı tanıtmak için gösterdiğimiz çabaların ses getirmesinden son derece mutluyuz'' diye konuştu.
Milliyet Ege, 10.01.2008
|
 |
BALIKÇI AĞINA 3 BİN YILLIK KANO TAKILDI
Daha
önce ağlarına uçak enkazı takılan İnebolulu
balıkçılar, bu kez denizden 3 bin yıllık olduğu
tahmin edilen bir kayık çıkardılar. Orman Genel
Müdürü Osman Kahveci, ilk incelemede kanonun
Karadeniz’in tarihine ışık tutacağını söyledi.
Kastamonu’nun İnebolu İlçesi açıklarında balıkçı
Ömer Dilek’in denize bıraktığı trol ağına ağaç
gövdesi olduğunu tahmin ettiği bir nesne takıldı.
Ömer Dilek, kayığına yedeklediği nesneyi çekerek
İnebolu Limanı’na getirdi. Arkadaşlarıyla birlikte
ağı çekerken oldukça zorlandıklarını belirten Ömer
Dilek, "Çıkardığımız şeyi önce bir ağaç parçası
sandık. Yakacak olarak kullanmak üzere limana
getirdik. Ancak iskeleye çıkardığımızda ağaç
parçasının bir kanoya benzediğini gördük" dedi.
Kestane ağacının gövdesinden oyularak yapıldığı
belirtilen 3 metre boyunda, 60 santim enindeki
tarihi kano, incelenmek üzere Orman Genel
Müdürlüğü’ne gönderildi. Orman Genel Müdürü Osman
Kahveci, yaptıkları ilk incelemede kanonun 3 bin
yıllık bir tarihe sahip olduğunu tahmin ettiklerini
belirtti. Kahveci, tarihi kanodan alınan bir
parçanın daha detaylı inceleme yapılması için
İsrail’e gönderileceğini söyledi. Kahveci,
"Yapılacak araştırmanın sonunda bu kanonun
Karadeniz’in tarihine ışık tutacağını umuyoruz"
dedi.
Hürriyet, Haber: fethican Yıldırım, 10.01.2008
|
 |
ANTİK SİDE'DEKİ BİZANS HASTANESİ, ALMANYA'DAKİ HASTANEYE MODEL
Antalya'nın Manavgat İlçesi Side beldesinde MS 6'ncı yüzyılda kalma Bizans Hastanesi'nin üst katının tedavi merkezi, alt katının huzurevi olması Almanların Berlin'de yapacağı hastaneye model oldu.
Manavgat'ın Side beldesine 12 günlüğüne tatile gelen 2 Alman doktor, Side Antik Kent'i gezerken Bizans Hastanesi ile huzurevinin birarada hizmet vermesine hayran kaldı. Antik şehirde Bizans Hastanesi'nin tek tek odalarını gezen Özel Berlin Rönesans Hastanesi Nörolog Dr. David Monne ile beyin cerrahı operatör Dr.Michael Kludasch, Almanya'da bir ay sonra inşaat çalışmalarına başlayacakları 5 katlı üçüncü özel hastanenin 2 katını yaşlılar bakım evi yapmayı planladıklarını söyledi.
Dr. David Monne, "15 asır önce yapılan Bizans Hastanesi, günümüz hastanelerinin yapımına güzel bir model. Bir hekim olarak sağlık hizmetleri ile huzurevi hizmetlerinin bir arada verilmesi taraftarıyım. Hastane hizmetleri ile huzurevi hizmetleri bir arada verilirse yaşlılar kendilerini sürekli güvende hisseder. Böylece psikolojikmen ömürlerinin sonbaharında güzel bir hayat geçirmiş olurlar. Pamfilya Kralı Lustinianus'un hastaneyi dönemin ünlü hekimi Cosmas adına yaptırması, o devirde doktorlara gösterilen saygının önemli bir ifadesi." diye konuştu.
Öte yandan Side Antik Kent'in kazı çalışmalarını Mimar-Restoratör Dr. Ülkü İzmirligil başkanlığında 12 kişilik ekiple birlikte yaptıklarını belirten Süleyman Demirel Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi öğretim üyesi arkeolog Yrd. Doç.Dr. Mehmet Özhanlı, Alman doktorların kendilerine başvurmaları halinde Bizans ve Roma dönemi hastaneleri ile ilgili geniş bilgi vereceklerini söyledi.
TürkiyeTurizm.com, 09.01.2008
|
MANİSA'DA TEMEL KAZISINDA TARİHİ ESER ÇIKTI
Manisa merkezde, bir inşaat temeli kazma çalışmaları
sırasında, tarihi değeri olan ve ''tonoz'' olarak
adlandırılan yarı silindir şeklinde kanalizasyon
çatısı ortaya çıktı.
Alınan bilgiye
göre, İzmir Caddesi ile Doğu Caddesi kesişimindeki
inşaat alanı temel açma çalışmaları sırasında, iş
makineleri bazı kalıntılara rastladı. Temel
çalışmalarını yürüten firma yetkililerinin,
çalışmaları durdurmayıp, tarihi kanalın üzerini
demir borularla kapatmaya çalıştıkları ileri
sürüldü. Çevredeki vatandaşların durumu bildirmesi
üzerine, inşaat alanına İl Kültür Turizm Müdürü
Erdinç Karaköse ve Müze Müdürü Müesser Tosunbaş
gelerek inceleme yaptı.
Çalışmalar
sırasında iş makinelerinin, bir kısmını tahrip
ettiği tespit edilen kalıntıların, Osmanlı dönemine
ait kanalizasyon tonozları olduğu belirlendi. İnşaat
alanının, görevliler tarafından fotoğraflarla
görüntülenerek, durumun tutanakla İzmir 2 No'lu
Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu'na
bildirildiği öğrenildi.
İl Kültür ve
Turizm Müdürlüğü ve İl Müze Müdürlüğü yetkililerinin
''durdurulması'' talebine rağmen, inşaat alanındaki
kazı çalışmalarının devam ettiği, bunun üzerine
belediyeden, ''çalışmaların koruma kurulu kararı
çıkıncaya kadar engellenmesi'' talebinde bulunulduğu
öğrenildi. Manisa İl Kültür ve Turizm Müdürü Erdinç
Karaköse, İzmir 2 No'lu Kültür ve Tabiat
Varlıklarını Koruma Kurulu'nun, konuyu yarın
yapılacak toplantısında gündemine aldığını bildirdi.
Karaköse şunları söyledi:
''Tonozun
bulunduğu inşaat alanının
50 metre ilerisinde, 2 yıl
önce Manisa Belediyesi'nin yaptığı havuz ve park
çalışmaları sırasında, aynı kanalizasyon sisteminin
devamı ortaya çıkmıştı. İnşaat alanındaki
çalışmaların Koruma Kurulu'nun değerlendirmesini
yapıncaya kadar çalışmaların durdurulması
gerektiğini belirten yazımızı gönderdik. Bu alanda
Koruma Kurulu'ndan değerlendirme yazısı gelene kadar
çalışmaların durdurulması gerekir. Koruma Kurulu,
yarın yapacağı toplantı gündemine konuyu aldı. Bu
yönde değerlendirme kararının kısa sürede çıkacağını
düşünüyoruz."
Turizm Gazetesi,
09.01.2008
|
KERVANSARAY'A MAKYAJ
Malatya'nın Battalgazi
İlçesi'nde bulunan tarihi Silahtar Mustafapaşa
Kervansarayı’nın restore edilmesi kapsamında taşları
temizlenerek doğal hale getiriliyor.
Anadolu'da ayakta kalan nadir eserlerden birisi olan
Battalgazi İlçesi'ndeki Silahtar Mustafapaşa
Kervansarayı’nın restorasyon çalışması nedeniyle
eserin taşları kimyasal madde kullanılmadan doğal
haline getiriliyor.
Cephe Temizlik Operatörü Mustafa Tülek,
kervansarayda kimyasal madde kullanılmadan taşları
eski doğal hallerine kavuşturduklarını belirterek,
"Taşı bozmadan doğal haline getiriyoruz.
Çalışmalarımızda kesinlikle kimyasal madde
kullanılmıyor" dedi.
Malatya Haber,
09.01.2008
|
|
TARİHİ BEDESTEN ETRAFINDAKİ YAPILAR YIKILDI
Tekirdağ Belediyesi, tarihi Rüstem Paşa Bedesteni
çevresindeki dükkanları, 'tarihi
dokuyu kapattığı' için yıktı.
Belediye tarafından projelendirilen Bedesten,
tarihi dokuya uygun olarak yeniden restore edilecek.
Tekirdağ Belediyesi tarafından projelendirilmesi
yapılan bedestenin restorasyonuna 2008'in Ocak
ayında başlanıyor. Belediye tarafından geçen yıl
hazırlanarak Anıtlar Kurulu'ndan onayı alınan
'Bedesten ve çevresi koruma ve yaşatma' projesinin
çok kısa zamanda hayata geçirilmesi için çalışmalar
hızlandırıldı. Bedesten esnafıyla geçen aylarda
toplantı yapan Belediye Başkanı Ahmet Aygün,
kiracılardan bedesten etrafındaki dükkanları
boşaltmalarını istemişti. Projenin ilk ayağı olarak
bedesten çevresindeki çarpık yapımların yıkımına
başlandı.
Dükkan sahipleri yıkımın tebligattan hemen sonra
olması nedeniyle tepki gösterdi. Kimi esnaf da yıkım
ekiplerini görünce dükkan içerisindeki malzemelerini
dışarı çıkarttı. Dükkanların boşalmasının ardından
yıkım gerçekleşti. Tekirdağ'da bir meydanın
olmadığını anlatan Aygün, bedesten çevresindeki
binaların yıkılmasıyla bu sorunun ortadan
kalkacağını kaydetti.
Zaman, Haber: Ferhat Akgün, 09.01.2008
|
|
MYRA ANTİK KENTİ'NE ZİYARETÇİ AKINI
Antalya'nın
Demre İlçesi'ndeki Myra antik kenti ziyaretçi ve
gelir açısından 2007'yi rekorla kapattı.
Myra antik kenti Likya uygarlığının 6 önemli
kentinden biri. Kentteki Kaya mezarları Likya'nın
ulaştığı mimari şaheserlerinden.
Hiç bir onarım görmeden günümüze kadar ayakta
kalabilen tiyatrosu ve tiyatro maskları, kenti
ziyaretçileri için daha da çekici kılıyor.
Komşusu Noel Baba ile birlikte Myra antik kenti
hem ziyaretçi hem gelir açısından bu yıl rekora
koştu. 2006'da 313.554 turistin ziyaret ettiği kent,
geçen yıl yüzde 38 artışla 432.000 turisti ağırladı.
Aynı dönemde gelir de yüzde 31 artarak 1.242.000
YTL oldu.
Trt/Haber, 09.01.2008
|
ECYADIMIZ SIZLADI
Türkiye, Osmanlı İmparatorluğu’nun Kabe’nin
korunması için yaptırdığı Ecyad Kalesi’ni 2002
yılında yıkıp yerine otel yapan Suudi Arabistan’a
jest yaparak Jenedria Festivali’ne onur konuğu
olarak katılmaya hazırlanıyor
Hükümet, Osmanlı kültür mirasının cumhuriyet sınırları dışında kalan en önemli parçalarından birini yok ederek ciddi kriz yaratan Suudi Arabistan’a karşı özel bir jeste hazırlanıyor. Osmanlı İmparatorluğu’nun Kabe’nin korunması için yaptırdığı Ecyad Kalesi’ni 2002 yılında yıktırıp yerine otel yaptıran Suudi Arabistan Kralı Abdullah’ın ziyaretinin ardından sadece Arap ülkelerinin katıldığı bir festivale onur konuğu olarak katılacak.

Kral Abdullah’ın himayesinde gerçekleştirilecek
festivale, programı uygun olursa Başbakan Recep
Tayyip Erdoğan da katılacak. Festival için Kültür ve
Turizm Bakanlığı’nda adeta seferberlik ilan
edilirken, bakanlık, yaklaşık 100 kişilik bir
heyetle Suudi Arabistan’a gidecek. Türkiye, 13-27
Şubat 2008 tarihleri arasında Riyad’da düzenlenecek
olan Jenadriya Festivali’ne onur konuğu olarak davet
edilirken, Riyad Türkiye Büyükelçisi ile Suudi
Arabistan Kültür ve Enformasyon Bakanlığı
Uluslararası Kültürel İlişkilerden Sorumlu Bakan
Yardımcısı arasında mutabakat zaptı imzalanmıştı.
Festivale, Başbakan Erdoğan’ın da katılması
beklenirken, Türkiye, Suudi Arabistan’ın en
prestijli kültürel etkinliği olan Jenadriya
Festivali öncesinde, Körfez ülkeleri genelinde yayın
yapan medya organlarına, televizyon kanalları ve
internet sitelerine reklam verdi. Sadece yazılı
basında yer alan reklamlar için 200 bin dolar
harcandı.

Osmanlı İmparatorluğu, 1781 yılında Mekke’de
Kabe’nin korunması amacıyla Ecyad Kalesi’ni inşa
etmişti. Kale, Birinci Dünya Savaşı sırasında Türk
garnizonu olarak kullanıldı. Kabe’ye hakim bir
tepede 23 dönümlük arazi üzerine inşa edilen kale,
2002 yılında Suudi Arabistan Hükümeti tarafından
otel yapılmak üzere yıkıldı. Dönemin Kültür Bakanı
İstemihan Talay, “Devlet olarak, ulus olarak böyle
bir eseri tahrip eden bir ülkeye bakışımız artık
dostane olmaktan uzaklaşıyor. Bunun, sadece tarihe
saygısızlık değil, Türk dönemini tarihlerinden ve
dünyalarından silmek gibi bir yaklaşımı yansıttığını
düşünüyorum” demişti.
Akşam, Haber: Volkan Yanardağ, 09.01.2008
|
ÜNLÜ LOUVRE MÜZESİ'NİN ÇÖL VERSİYONU GELİYOR
Fransızların ünlü Louvre
Müzesi'nin bir eşi, çölde kuruluyor. Fransa ve
Birleşik Arap Emirliği'nden (BAE) yetkililerin
imzaladığı 30 yıllık anlaşmaya göre Abu Dabi
yönetimi, Louvre'un isim hakkı ve Paris'ten yeni
müzeye getirilecek yüzlerce sanat eserine 400 milyon
avro ödeyecek. Eserler altı ayla iki yıl arasında
değişen dönemlerde Abu Dabi'deki 'Çöl Louvre'u'nda
sergilenecek. BAE Turizm Bakanı Şeyh Sultan Bin
Tahnun el-Nahayan, anlaşmayı şehrin yakınındaki
adada geliştirmeyi planladıkları dev kültürel ve
turistik kompleks için tarihi adım olarak
nitelendiriyor. Projenin gelişimini takip edecek
olan Fransız müzeleri Pompidou Centre, Musee D'Orsay
ve Fransız Milli Kütüphanesi görevlilerinin,
Louvre'un ödüllü koleksiyonlarını denizaşırı
göndererek 'ruhunu sattığına' dair eleştirilere de
cevap vermesi bekleniyor.
Radikal, 09.01.2008
|
TARİHİ ESERLERİ TUZDAN ARINDIRAN LABORATUAR
Bodrum
Kalesi ve Sualtı Arkeoloji Müzesi'ndeki
Konservasyon Laboratuvarı'nda denizin altından
çıkarılan eserler tuzdan arındırılıyor. Bu zahmetli
işlem bazen aylarca sürüyor ve büyük sabır
gerektiyor
Bodrum Kalesi ve Su Altı Arkeoloji Müzesi Müdürü
Yaşar Yıldız, bir ay süreyle kapalı kalan
"Konservasyon Laboratuvarı"nı eserlerin zarar görme
ihtimali nedeniyle yeniden açtıklarını bildirdi. Su
Altı Arkeoloji Müzesi bünyesindeki laboratuvarın
bazı nedenlerle 1 ay süreyle kapalı kaldığını
belirten Yıldız, "Girişimlerimiz sonucunda
laboratuvarı yeniden açtık. Bodrum'da bu sene etkili
olan yağışların laboratuvarda bulunan eserleri ve
laboratuvarın fiziki yapısını olumsuz etkilediği
tespit edildi" dedi.
Yıldız, laboratuvarın 30 yıldır Ankara'nın verdiği
izinlerle çalıştığını anımsatarak, şöyle konuştu:
"Bir ay önce Bodrum Su Altı Arkeoloji Müzesi
bünyesinde bulunan eserlerin konservasyon
işlemlerinin Bodrum Sualtı Arkeolojisi Enstitüsü
bünyesinde yapılacağı fikri gündeme geldi. Biz
tereddütlerimizi bakanlıkla paylaştık. Bizim
müzemizdeki eserlerin dışarıya çıkartılması için
bakan onayı gerekiyor. Bu sakınca düşünülerek,
müzemiz bünyesinde bulunan laboratuvar 1 hafta önce
yeniden açıldı."
Konservasyon laboratuvarında görev yapan 2 yabancı
konservasyon uzmanının ise 2008 yılında görev
yapamayacağını ifade eden Yıldız,
Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi'nin 2007 yılında 164
bin 66 kişinin ziyaret ettiğini açıkladı. Yıldız,
"Bodrum Kalesi'nde bulunan Cam Batığı Salonu'nu 9
bin 460, Karyalı Prens Salonu'nu 10 bin 256 kişi,
ilçede bulunan Mausoleum Anıt Müzesi'ni 35 bin 851,
Antik Tiyatro'yu ise 2 bin 467 kişi ziyaret etti.
Bize bağlı olan bu yerleri ziyaret eden toplam 231
bin 371 kişiden 1 Milyon 772 bin YTL gelir elde
edildi. 520 kişi ise ilçede bulunan tarihi eserlerin
fotoğraf ve görüntülerini çekmek için Bodrum'a
geldi" dedi.
Bodrum Kalesi ve Sualtı Arkeoloji Müzesi'ndeki
Konservasyon Laboratuvarı'nda denizin altından
çıkarılan eserler tuzdan arındırılıyor. Bu zahmetli
işlem bazen aylarca sürüyor ve büyük sabır
gerektiyor
Haber Ekspres, 09.01.2008
|
YUMURTACI MESCİDİ BAHÇESİNDE TARİH ÇIKTI
İzmit Hacı Hasan Mahallesi’nde bulunan, şehrimizdeki önemli tarihi yapılardan biri olan Yumurtacı Mescidi’nin bahçesinde devam eden çevre düzenlemesi çalışmaları sırasında yüzyıllar öncesinden kaldığı sanılan 20 tane mezar ortaya çıktı.
Büyükşehir Belediyesi, Yumurtacı Mescidi’nin yanında bulunan imamevini yıktırmış, burada şadırvan ve bahçe düzenlemesi işini müteahhide vermişti. Mescit bahçesinde çalışan müteahhit ekipleri üzerinde Osmanlıca yazılar bulunan mezar taşları çıkınca işi durdurdu. Müze yetkilileri ile Kocaeli Kültür Varlıkları Koruma Kurulu uzmanlarının incelemesi sonrasında proje yeniden hazırlanacak.
Özgür Kocaeli, 09.01.2008
|
 |
ARKEOLOJİK KAZILAR DEVAM EDECEK
Atatürk Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi
Arkeoloji Bölümü, 2008 yılı Temmuz ayında yapacağı
kazı çalışmaları ile Karaz Kültürünü gün yüzüne
çıkaracak. Merkez’e bağlı Değirmendere Köyü’nde
“Karaz Kültürü” kazısı gerçekleştirecek.
Merkez’e bağlı Değirmendere Köyü’nde “Karaz Kültürü”
kazısı gerçekleştirecek. Atatürk Üniversitesi Fen
Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Protohistorya ve
Önasya Arkeolojisi Anabilim Dalı Başkanı Yrd.
Doç.Dr. Mehmet Işıklı, Değirmendere Höyüğü kazısının,
Erzurum’da durma noktasına gelen arkeolojik
araştırmalara yeni bir soluk kazandıracağını
söyledi.
Bu
kazının, hem uygulama, hem de Karaz Kültürü ile
ilgili olarak tarih öncesi çağlara ait bulgular elde
edilecek olması nedeniyle büyük önem taşıdığını
kaydeden Işıklı, “Temmuz ayında Değirmendere
Höyüğü’nde gerçekleştirilecek olan kazı
çalışmalarına öğrenciler de katılacak olup,
öğrencilerimiz bu kazıda gösterecekleri performansa
bağlı olarak mezun olmuş olacaklar.” dedi.
Erzurum’un, tarih öncesi çağlara ait çok çeşitli
arkeolojik buluntu ve kalıntılara ev sahipliği
yaptığını dile getiren Yrd. Doç.Dr. Mehmet Işıklı,
yapılacak olan kazının ardından, Erzurum’da
arkeolojik anlamda cevap bekleyen soruların da
yanıtını bulmuş olacağını dile getirdi. Temmuz
ayında start verilecek olan arkeolojik kazı
çalışmalarıyla ilgili olarak şimdiden gerekli
hazırlıkları yapmaya başladıklarını aktaran Işıklı,
“İnancımız ve temennimiz bu topraklarda yaşayan
insanlarımızın başlayacağımız yeni kazıya ilgi
göstermeleri ve destek vermeleridir. Günümüzden
yaklaşık 6 bin yıl önce yaşanmış olan Karaz
Kültürü’ne ait kalıntı ve bilgilere ulaşacağımız bu
kazı, tarih öncesi çağlara ait doküman elde etme
açısından da Erzurum’u daha önemli kılacaktır” diye
konuştu.
Öte
yandan insanlık ve Anadolu tarihi için çok önemli
bir kültür olan Karaz Kültürü'nün Rus, İran, Gürcü,
İsrailli bilim adamları yaptıkları çalışmalarla
kendilerine mal etmeye çalıştığının bilindiğine
dikkat çeken Işıklı , ''MÖ II ve I. binde etkin
olup, Transkafkasya'dan Filistin'e, Malatya-Elazığ
bölgesinden Kuzey Batı İran'a kadar yayılan ve
orijin merkezi üzerinde çeşitli görüşlerin ortaya
atıldığı, gerek keramiği gerekse mimarisi ile dikkat
çeken Karaz Kültürü ile ilgili çok önemli tarihi ve
kültürel bulgular elde edilmiştir. Bu kültür MÖ 4.
bin yılları sonunda merkezi Asya'dan Ön Asya'ya
doğru meydana gelen göçlerle yakından ilgilidir.
Kültürün başta gelen özelliklerinden biri de geniş
alana yayılması ve bulunduğu yerde tek hakim unsur
olmasıdır. Bu özelliğine bağlı olarak
Transkafkasya'dan Filistin'e, Malatya-Elazığ
bölgesinden Kuzey Batı İran'a kadar yayılmıştır.''
dedi.
Erzurum Gazetesi, 09.01.2008
|
TARİHİN İLK ROBOTU ANADOLU'DA YAPILMIŞ

Bugün medeniyet dersi vermeye kalkışan Avrupalının,
cahiliyet dömenini yaşadığı 1200’lü yıllarda; dünya
bilim tarihinde çığır açan buluşlara imza atan
Anadolulu mühendis El-Cezeri’nin hayatı ve
çalışmaları belgesel film oldu. Yönetmenliğini Duygu
Yılmaz’ın, proje ve metin yazarlığını da Beykent
Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Sinema TV
Bölümü öğretim üyesi Prof.Dr. Oğuz Makal’ın
üstlendiği film, bilimin İslam toplumlarında
eriştiği yüksek seviyeyi bir defa daha gözler önüne
serdi. Belgeselde dünyada ilk robotun El-Cezeri
tarafından yapıldığı anlatılıyor.
1153 yılında Cizre’de doğan El-Cezeri’nin yaptığı
otomatik makineler bugünkü teknolojik gelişmelerin
temelini oluşturdu. El-Cezeri, 21 yaşında saray
mühendisi olarak Diyarbakır’da Artuklular Beyliğinin
hizmetine girdi. 30’lu yaşlarında sarayın baş
mühendisi oldu. Cezeri, bir robot yaparak Artuklu
hükümdarına takdim etti. Otomatik olarak çalışan ve
kendi kendine bazı hareketler yapan alet, dünya
tarihinin ilk robotu oldu. Bu dahi bilim adamımız,
Leonardo da Vinci’den tam 300 sene evvel dişli
çarklar ve esaslarına dair kaideleri kitabında
neşretti. Hatta Leonardo da Vinci bu kaidelerin
birçoğunu bilmemektedir. El-Cezeri, günü 24 eşit
saate ayırarak dünya bilim tarihine adını yazdırdı.
Bilimin kaynaklarına sahip çıkmaya çalışan
Avrupalılar ise onun bulduğu saat düzenini ancak 18.
yüzyılda kullanmaya başladı.
Sibernetik ilmi denince ilk akla El-Cezeri gelir.
Sibernetik; atom çağından sonra kendi kendini
kontrol eden makinelerin çağı olarak tarif edilir.
Sibernetiğin makineleri dişliler, mandallar,
palangalar ve kaldıraçlardan oluşuyor. El Cezeri;
robotlar, saatler, su makineleri, şifreli kilitler,
kasalar, termos, otomatik çocuk oyuncakları,
otomatik yüzen kayık, su tulumbaları gibi çok sayıda
buluşa imza attı. Günümüzde bütün motorlu
vasıtalarda bulunan “krank mili”ni ilk defa o
kullandı. El- Cezeri’nin yaptığı makinelerın çoğu su
ile çalışır. Bu bakımdan El- Cezeri’ye su mühendisi
demek çok yerinde bir ifade olur.
El-Cezeri’nin günümüz Türkçesine “Mekanik Saatlerin
Teorisi” adıyla çevrilebilecek olan “Kitab-ul Camii
Beyn-el ilmi vel-amel En Nafi-i fi Sinaat-il Hiyel”
ve “Hünerli Mekanik Aletler Bilgisi Kitabı” olarak
tercüme edilen “Kitab’ül-Hiyel” isimli iki ünlü
kitabı bulunuyor. 11 nüshası bulunan
“Kitab’ül-Hiyel”lerin dördü Topkapı Sarayı Müzesi ve
Süleymaniye Kütüphanesi’nde muhafaza ediliyor. 1233
yılında vefat eden El-Cezeri’nin mezarı, Cizre’deki
Nuh Peygamber Camii'nin avlusunda bulunuyor.
Duygu Yılmaz’ın El-Cezeri’yi anlatan belgesel film
gösterimi, minyatür sanatçısı Leman Dinçtürk’ün
hazırladığı minyatür sergisiyle birlikte yapılıyor.
Leman Dinçtürk’ün Ebul-İz İsmail El-Cezeri’nin
“Olağanüstü Mekanik Araçların Bilgisi Hakkında
Kitap” isimli eserindeki minyatürlerden hazırladığı
bu sergi, 18 Ocak’a kadar Beykent Üniversitesi
Taksim Kampüsü Necati Abacı Sanat Galerisi’nde
sanatseverlerle buluşacak. Daha sonra da Şişli
Ayazağa Kampüsü Fuaye Alanı’nda 22 Ocak-1 Şubat 2008
tarihleri arasında ziyarete açık olacak.
Türkiye Gazetesi, Haber: Tuncay Önür, 09.01.2008
|
MAĞARADAN ÇIKAMADILAR
Fransa'nın doğusunda bir mağarada araştırma yaparken
mahsur kalan altı mağarabilimcinin sağlık durumundan
endişe ediliyor. 29'la 45 yaşları arasındaki
araştırmacılar İsviçre sınırındaki Doubs bölgesinde
bulunan Biefs Bousset mağarasına cumartesi günü
girdi. Şiddetli yağış sonrası yükselen sular
yüzünden dışarı çıkamayan grubun yanında bir
haftalık yiyecek olduğu biliniyor. Bölge valisi
Jacques Barthelemy, "Korkuyoruz çünkü burası
Fransa'nın en büyük mağaralarından biri" derken,
kurtarma çalışmalarında 25 görevli ve 40 itfaiyeci
görev alıyor.
Radikal, 09.01.2008
|
 |
MEKSİKA'DA AZTEK PİRAMİTİNDE MEZARLAR
Yetkililerin bildirdiğine göre, Mexico City’de bulunan ve 800 yıllık bir piramit olduğu tahmin edilen yapı, bu antik imparatorluk hakkındaki tarihsel bilgileri altüst etti.
Aztek şehri Tlatelolco’da bulunan ve Büyük Tapınak denilen piramitin içinde başka bir yapı kalıntısı bulundu. Meksika Antropoloji ve Tarih Enstitüsü’nden Salvador Guilliem’in bildirdiğine göre, tahmin edilen tarih doğrulanırsa bu keşif Tlatelolco şehrinin tarihini en az bir yüzyıl daha geriye götürecek. Bugüne dek şehrin MS 1300 yıllarında inşa edildiği düşünülmekteydi. Aynı şekilde, bugüne dek Büyük Tapınak’ın inşasında 7 ayrı dönem olduğu düşünülüyordu. Şimdi artık en az 8 dönem olduğu biliniyor.
Çalışmaları sürdüren ekip, sismik incelemeler sonunda tapınak yakınlarında, insan kalıntıları ve mezar hediyeleri barındıran başka yapılar da tesbit etti. Kazılar sonunda 2 m kadar derinlikte 5 kafatası ile birlikte yeşim taşından yapılma armağanlar bulundu.
National Geographic News, Haber: Kelly Hearn, 04.01.2008
|
TARİHİ YARIMADA YENİLENİYOR
2010 Avrupa Kültür Başkenti olmaya hazırlanan İstanbul'da tarihi mirasın korunması çalışmaları sürdürülüyor. Eminönü Belediyesi, Tarihi Yarımada'nın korunması ve 2010 Avrupa Kültür Başkenti kutlamalarına yetiştirilmesi için çalışma başlattı. Proje kapsamında Süleymaniye ve Kapalıçarşı yenilenecek, tarihi Eminönü hanları restore edilecek ve Eminönü adım adım yayalaştırılacak. Eminönü Belediye Başkanı Nevzat Er , Tarihi Yarımada'nın problemlerini 2010 yılına kadar asgari düzeye indirmeye çalıştıklarını belirterek, "Yok olan tarihi dokuyu biraz olsun gün yüzüne çıkarabilmek uğraşındayız" dedi.
Osmanlı sivil mimarisinin izlerini taşıyan Tarihi Yarımada'nın yenilenmesi projesi kapsamında Süleymaniye de yenileniyor. Son beş yılda 28 binanın yangın ve çökme sonucu yok olduğu Süleymaniye'de yapı stokunun yüzde 28'i harabe durumda bulunuyor. Süleymaniye Camii ve Külliyesi ile birlikte çok sayıda ahşap sivil mimarlık eserinin bulunduğu bölge, UNESCO tarafından da Dünya Kültür Mirası Listesi'ne alınmıştı. İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) ve Emönönü Belediyesi tarafından ortak yürütülen proje kapsamında 200 bina satın alındı. Bu binalar özgün malzemesi ile aslına uygun olarak yeniden restore edilecek.
Süleymaniye'nin restorasyonunu, Tarihi Yarımada Yenileme Projesi'nin en önemli ayağı olduğunu anlatan Er, "Osmanlı mahalle yaşamının en karakteristik örneğinin şekillendiği Süleymaniye'yi çöküntü bölgesi olmaktan çıkartıp bir prestij mahallesi haline getireceğiz. Süleymaniye bölgesi dediğimiz fakat gerçekte 8 ayrı mahalle olan bu tarihi bölgeyi yenileme alanı ilan ettik. Bölgenin fiziki yok olmuşluğunu ortadan kaldıracağız" dedi.
Cumhuriyet, 08.01.2008
|
 |
TARİHİ KELENDERİS MOZAİĞİNİ ÇATI KURTARDI
Mersin'in Aydıncık İlçesi'nde son günlerde artan
yağışlar, içinde tarihi Kelenderis mozaiğinin de
bulunduğu 'Han Yıkığı' adı verilen mekanın
duvarlarının çökmesine neden oldu.
Mozaik, sergilenmesi ve korunması amacıyla
üzerine yaptırılan çatı sayesinde yağmurun yıktığı
duvarların altında kalmaktan kurtuldu. Selçuk
Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü
Öğretim Üyesi ve Kazı Başkanı Prof.Dr. Levent
Zoroğlu yaptığı açıklamada, istimlak konusuyla
ilgili sorunlar nedeniyle üzeri 10 yıl kapalı kalan
Kelenderis mozaiğinin, Kültür ve Turizm
Bakanlığı'nca sağlanan ödenekle sergilenmesi ve
korunması amacıyla üzerine çatı yaptırılarak bir
süre önce açıldığını anımsattı.
Mozaiğin devamının bulunduğu ve henüz istimlak
edilmediği için kazı çalışması yürütülmeyen alanın,
yağmur nedeniyle yıkıldığını anlatan Zoroğlu,
mozaiğin çatı sayesinde yıkılan duvarların altında
kalmaktan kurtulduğunu kaydetti. Zoroğlu, tehlikenin
istimlak konusunun çözülememesi nedeniyle
yaşandığını ifade ederek, şöyle konuştu: "Hem mal
sahiplerinin mağdur olmaması, hem de kendi
çalışmalarımızı sürdürebilmemiz açısından istimlak
konusunun hızla tamamlanması gerekir. İstimlak
konusu tamamlanmış olsaydı, kazı alanında ikamet
edenler parasını alarak buradan çıkarlar, biz de
çalışmalarımızı sürdürdüğümüz için böyle bir tehlike
yaşanmazdı."
Prof.Dr. Levent Zoroğlu, mozaiğin bölgede tek
olduğunu, bu kadar sağlam başka bir mozaik
bulunmadığını belirtti.
MÖ 5. yüzyıl sonlarında yapıldığı sanılan ve
1989 yılında bulunan 3x3 metrelik mozaik, tarihi
Kelenderis kenti ve içinde iki yelkenlinin bulunduğu
limanı betimliyor.Mozaikte, yavrusunu emziren ceylan
ve onu sağan bir kadın, avını parçalayan bir aslan,
atının yularından tutmuş bir binici, yılan yiyen
kartal ve tavus kuşu gibi çeşitli figürler de
bulunuyor.
Zaman, 08.01.2008
|

|
TARİHİ ESER OPERASYONU
Denizli'de, jandarma tarafından düzenlenen operasyonda 119 sikke ve 2 süs eşyası ele geçirildi.
Denizli İl Jandarma Alay Komutanlığı ekipleri tarafından eski eser kaçakçılığına yönelik yürütülen çalışma neticesinde Acıpayam ilçesinde K.G. isimli şahsın elinde tarih eser bulunduğu ve satmak için müşteri haberinin alınması üzerine operasyon düzenlendi. Operasyonda naylon poşet içerisinde 119 adet sikke ve 2 adet süs eşyası bulundu.
Ele geçirilen tarihi eserlerin Müze Müdürlüğü'ne teslim edileceği belirtilirken, K.G. isimli şahıs ifadesinin alınmasından sonra serbest bırakıldı
Denizli Kent Haber, 08.01.2008
|
MEHMET AKİF'İN ÇOCUKLUK EVİ MÜZE OLUYOR
İstiklal Marşı şairi Mehmet Akif Ersoy’un,
Çanakkale’nin Bayramiç İlçesi'nde çocukluğunun bir
dönemini geçirdiği, ancak zamanla yıkılan ev, aslına
uygun restore edilerek müze haline getirilecek.
Bayramiç Belediye Başkanı İsmail Sakin Tunçer,
şairin 20 Aralık 1873 yılında İstanbul’da doğduğunu,
ancak babası Mehmet Tahir Efendi’nin Bayramiç’teki
Karşıyaka Camii’ne imam olarak atanması sebebiyle,
ilçeye yerleşip, çocukluğunun 3 yılını burada
geçirdiğini söyledi. Şairin, Camikebir Mahallesi’nde
yaşadığı evin bulunduğu sokağın adının “Şair Mehmet
Akif Ersoy” olduğunu anlatan Tunçer, “Şairin
çocukluk yıllarını geçirdiği evi, yeniden restore
edip, müze haline getirmek istiyoruz” dedi.
Türkiye Gazetesi, 08.01.2008
|
DÜĞMELİ EVLER ASLINA UYGUN RESTORE EDİLİYOR
Ekonomik nedenlerle tamamen boşalan Sarıhacılar
Köyü’ndeki tarihi ‘Düğmeli Evler’, yurdun çeşitli
yerlerinde ticaretle uğraşan Sarıhacılar köylüleri
tarafından onarılmaya başlandı. 7 evin restorasyonu
tamamlanırken, geçtiğimiz yaz başlayan 5 evin
restorasyon çalışmaları ise kış mevsimi nedeniyle
önümüzdeki yaz mevsimine ertelendi. Çevre ve Kültür
Değerlerini Koruma ve Tanıtma Vakfı (ÇEKÜL)
tarafından yürütülen “7 Bölge 7 Kent Projesi”nin
Akdeniz Bölgesi’ndeki çalışma yaptığı Sarıhacılar
Köyü’nde kültürel dokuyu ayakta tutmak ve
çevresindeki doğal zenginliği korumak amacıyla
başlatılan çalışmalara yaz aylarında üniversitelerin
ilgili bölümlerindeki öğrenciler de katılıyor. ÇEKÜL
Vakfı Akdeniz Bölge Koordinatörü Recep Esengil,
özgün mimarisiyle dikkati çeken Sarıhacılar
evlerinin aslına uygun olarak onarılması durumunda,
kültür mirasımız geleneksel Türk mimarisinin bu
köyde yaşatılabileceğini bildirdi. Şimdi terk
edilmiş bir köy olan Sarıhacılar Köyü’nün önemli bir
turizm potansiyeli bulunduğuna dikkati çeken
Esengil, ÇEKÜL Vakfı’nın projesi kapsamına alınan
Sarıhacılar Köyü’ndeki evlerin aslına uygun olarak
restore edilmesi için, şimdi büyük kentlerde
ticaretle uğraşan köylülerin teşvik edildiklerini
hatırlattı. Esengil şu bilgileri verdi: “Sadece
yapıları değil, köyün tüm çevresi ile birlikte
korunması gerekiyor. Bununla ilgili çalışmalarımız
devam ediyor. Örneğin; köy meydanı düzenlenmesi,
eski okulun tekrar ayağa kaldırılması, bu binanın
bölge kültür araştırmaları için kullanılması
programa alındı. Sarıhacılar Köyü, bölgedeki diğer
benzer yerleşimlerle birlikte birbirini destekleyen
projenin öncü yerleşimi kabul ediliyor. 4-5 yıldır
devam eden proje kapsamında mimarlık fakültesi ve
restorasyon bölümü öğrencileri yaz okulu çalışmaları
için köye geliyor. 2008’in yaz mevsiminde de
üniversite öğrencilerinin yaz okulu devam edecek.
Akdeniz Üniversitesi bünyesinde kurulan Serik Meslek
Yüksek Okulu Restorasyon Bölümü ile ÇEKÜL’ün ortak
çalışmasında da havza projesi çalışmalarına devam
edeceğiz.”
Sarıhacılar Köyü Muhtar Vekili Muhammet Güzel,
yaptığı açıklamada, 700 yıllık geçmişe sahip
Sarıhacılar Köyü’nde ÇEKÜL Vakfı ve Antalya Mimarlar
Odası işbirliğiyle sürdürülen ‘7 Bölge 7 Kent
Projesi’ kapsamında tarihi Sarıhacıhar Köyü’ndeki
‘Düğmeli Evlerin’ restorasyonunun süreceğini
söyledi. Düğmeli Evler’den 7’sinin restorasyon
çalışmalarının tamamlandığını kaydeden Güzel, kış
dolayısıyla ara verilen yaz aylarında restorasyon
çalışmalarına devam edileceğini anlattı. Güzel,
“Evlerin restorasyonunda tarihi dokularının
bozulmamasına dikkat ediliyor” diye konuştu.
Sarıhacılar Köyü’nde bir zamanlar 160 ailenin
yaşadığına değinen Güzel, köyde halen 57 ailenin
yaşadığını, ancak bu ailelerin köyün yerlisi
olmadıklarını bildirdi. Göç nedeniyle köyün
boşalmasından sonra bazı göçerlerin bu evlere
yerleştiklerini belirten Güzel, restorasyon
çalışmaları dolayısıyla büyük kentlere göç eden
köylülerin evlerine yeniden sahip çıktıklarını
belirtti. Güzel Sarıhacılar köyündeki düğmeli
evlerin Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür
Örgütü UNESCO’nun dünya mirası listesine alınmasının
önerildiğini de sözlerine ekledi.
Akseki ile bazı köylerindeki geleneksel Osmanlı
mimarisini yansıtan özgün yapılar ‘Düğmeli ev’
olarak biliniyor. Geleneksel Akseki evi 2 katlı ve
taş duvarlardan oluşuyor. Taş duvar asıl taşıyıcı
gibi görünse de evi ahşap iskelet taşıyor. Evdeki
iki ahşap hatıl, (yapının özellikle deprem
etkilerine dayanıklılığını arttırmak için duvarlarda
yatay bağlantılar) arası ‘destur’ olarak bilinirken,
taş duvarda dikine atılan kısa parçaları, yöre halkı
‘düğme’ olarak adlandırıyor. Bu düğmelerde andız
ağacı kullanılıyor.
Akşam Akdeniz, 08.01.2008
|
AĞLARINA BİR ASRIN SANATI TAKILI

10 metre
yüksekliğindeki, sekiz ayaklı çelikten örümcek
'Maman' (1999), karanlık köşesinden yeni
çıkmışcasına canlı, Thames'in kenarında, galeriyi
ziyarete gelenleri karşılıyor.
Tate Modern, Louis Bourgeois'nın yaklaşık 70 yıla
yakındır devam eden inanılmaz sanat kariyerini ele
alan retrospektif bir sergi açtı Ekim 2007'de. Bu
sergide sanatçının 200 parçadan oluşan eserleri
sergileniyor. Bourgeois çağımızın en önemli
heykeltıraşlarından biri. 1911'de Paris'te doğmuş.
Antika eşya ve goblen tamiriyle uğraşan bir ailenin
çocuğu. 1932 yılında Sorbonne'da kısa bir süreliğine
matematik ve geometri okuduktan sonra, Paris
Üniversitesi felfese bölümüne giriyor. …cole des
Beaux-Arts, …cole du Louvre gibi okullara gittikten
sonra, Fernand Leger'in öğrencisi
oluyor. 1938 yılında Paris'te sanat galerisi açtığı
dönemlerde tanıştığı Amerikalı sanat tarihçisi
eşiyle evlenip New York'a taşınıyorlar.
New York o dönemlerde Andre Breton, Marcel Duchamp,
Marx Ernst, Alberto Giacometti gibi savaş sonrası
Amerika'ya göçmüş Avrupalı sanatçıların yaşadığı bir
şehir. Bourgeois da kısa sürede sanat çevrelerinin
içine giriyor ve 1940'ta ilk sergisini açıyor.
Primitif sanatın etkisinde olduğu bu yıllarda
yaptığı tahtadan, ince, abstrak heykelleriyle dikkat
çekiyor. 40'lı yıllardan itibaren pek çok farklı
sanat akımıyla özdeşleştirilmiş olmasına rağmen
Bourgeois'nın sanatı zaman içinde, sürekli değişip
gelişmiş. Hem sanatçı, hem anne ve eş olmayı aynı
anda başarmaya çalışan kadın sanatçının içine
düştüğü kaçınılmaz ikilemi yansıttığı Femme Maison
(Ev Kadını) serisi de ilk kez bu yıllarda kafasında
şekillenmeye başlıyor. 'Mahkum' ve 'hapishane'
arasındaki ilişkiye benzettiği 'kadın' ve 'ev'
ilişkisi, sanat hayatı boyunca sorguladığı temaların
başında geliyor.
1950'lere geldiğimizde, onun için fiziksel ve
metaforik olarak çok önemli olan ve 'hareketin
başlangıç noktası' olarak gördüğü 'spiral' formu
geride bırakıp, biyomorfik ve fallik formlara
yöneldiğini görüyoruz. Yine insan bedeni, kadın ve
ev, yalıtılmış birey ve grup içindeki birey
ilişkisi, paradoks, aile içindeki yabancılaşmalar ve
kabullenişler gibi, sürekli kafasını kurcalayan
temalara sadık kalarak, minimalizme karşı çıkan
farklı bir çizgi seçiyor. Yeni heykelleri, daha önce
gördüğümüz dimdik ve sabit tahta heykellerinin
tersine, plaster ve lateks gibi yeni malzemeleri
denediği, insan organlarının yumuşak dokusunu veren
organik formlar.
1980'li yıllar Bourgeois için bir dönüm noktası. Bu
tarihlerde New York'ta terk edilmiş eski bir kumaş
fabrikasını atölyeye çeviriyor. Bu yeni ve geniş
alanda sanatını farklı bir noktaya getiren
örümceklerini ve Cell (Hücre) adını verdiği insan
boyutundaki enstalasyonlarını üretmeye başlıyor.
Farklı malzeme arayışına eski kumaşlar, şişeler,
kavanozlar, fanuslar ve iğneler de ekleniyor.
'Hücre'ler geçmiş zaman içinde donup kalmış, kapısı
kapatılıp yıllar sonra yeniden açılmış karanlık
odalar gibi. Her biri örümcekler, aynalar, iğnelerle
dolu ürkütücü labirentler sanki. Her oda aynı
zamanda birer kafes, birer inziva hücresi. İnsanın
'kendi yansımasıyla barışabilmesi' olarak gördüğü
aynalarla dolu bu odalarda elbiseler, eşyalar,
iskemleler, geçmiş zaman içinde donup kalmışcasına
havada asılı. Bourgeois bütün sanat hayatı boyunca,
dürüstçe kendini sorguladığı günlükler tutmuş.
"Benim için çocukluğum, büyüsünü, dramasını ve
gizemini asla yitirmedi" diyor. Yıllar önce
babasının hasta annesini, İngiliz dadıyla
aldatmasının yarattığı acıyı, bugün hala yaşıyor
gibi. Her bir oda travmatik olarak algıladığı
çocukluğuna geri dönüş. Geçmiş kokan bu odalar
arasında yürürken Bourgeois, 'Tahtakurularının
yediği çocukluğum' diye tanımladığı geçmişinin
hikayesini, ustaca seçilmiş sembolik objeler
aracılığıyla, seyircinin kulağına fısıldıyor sanki.
'Maman' (1999) Bourgeois'nın en bilinen eseri.
1990'larda yapmaya başladığı büyük boyuttaki örümcek
heykeller serisinden biri. Örümcek pek çok şeyi
temsil ediyor Bourgeois için: dişilik, doğurganlık,
annesi ve annesinin çıkrık ve iple olan ilişkisi,
korku. Kendisi olarak da gördüğü örümcek, saldırgan
olduğu kadar, koruyucu da: Hiç yılmadan, sürekli
ağını tamir eden cesur, çalışkan bir işçi.
Yıllar boyunca biriktirdiği kumaş ve goblen
parçalarını kullanarak
oluşturduğu, içi doldurulmuş üç boyutlu geometrik
biçimdeki, kırılgan, kule heykelleri, sanatçının son
yıllarda yaptığı çalışmalar. Camdan bölmelerin
ardındaki eski havlu parçalarından yapılma insan
başları, şimdiye kadar kullandığı malzeme ve
biçimleri farklı boyutlarda ve biçimlerde yeniden
çalıştığı küçük figüratif heykeleri, son 70 yılın
vitrininden bize bakıyorlar.
Bu sergiyi gezerken günümüz modern sanatında bize
yeni gibi sunulan pek çok temanın Bourgeois
tarafından yıllar önce ele alındığını fark etmemek
mümkün değil. Bireysel deneyimlerimizin evrensel
ortaklıklarını bulup çıkarma isteği hala taptaze.
Yalnızca ona özgü, inanılmaz canlı vizyonuna bunca
yıl sadık kalabilmesi hayret verici. Her ne kadar
kırılganmış gibi görünse de aslında çok sağlam bir
egosu var. Sanırım onu 96 yaşındayken bile hala
sorgulamaya ve üretmeye iten gücün kaynağı da bu.
Sanatındaki esneklik, yeniyi arayış ve yaşadığı ana
sımsıkı sarılma güdüsüyle hala üreten Bourgeois'nın
yakında Londra'da yeni bir sergisi daha açılacak.
"Motivasyonumun nereden geldiği değil, hala nasıl
canlı kalabildiği önemli" diye yazmış bir eserinde.
Erkek egemen sanat dünyasında ayakta kalabilmenin
tek yolunun üretmek olduğunu savunuyor. 'İnsanoğlu
var olduğu sürece modern sanat da var olacak ve
sanatçı yaratmaya devam edecek" diyor Bourgeois.
Radikal, Haber: Özlem Solok, 08.01.2008
|
YAVRU MAMUT İKLİM DEĞİŞİKLİĞİNE IŞIK TUTACAK
Bilimadamları, 37.500 yıl önce Sibirya’da ölen ve tüm vücudu donarak bozulmadan kalan yavru mamutun üzerinde Japonya’da yapılan incelemeler sonunda, hem bu türün neden yokolduğuna dair, hem de o dönem yaşanan iklim değişikliği ile ilgili veriler bulunabileceğine inanıyorlar.
“Lyuba” ismi verilen altı aylık yavru mamut, postu dahil hemen hemen tüm vücudu sapasağlam olarak geçtiğimiz Mayıs ayında Sibirya’nın Yamal-Nenets Bölgesi’nde bulunmuştu.
4.8 milyon yıl öncesinden 4.000 yıl öncesine kadar varolan bu türün yokolmasına avlanan insanların mı, yoksa iklim değişikliğinin mi sebep olduğu uzun bir süredir tartışılıyordu. Mamutun vücudundaki araştırmaları sürdüren uluslar arası ekibin başkanı, Jikei Tıp Fakültesi’nden Naoki Suzuki “Bu, hepimizin beklediği bir fırsat; soylarının tükenmesinin sebepleri üzerine önemli bir adım atılacak” dedi. Açıklamaya göre tüm vücuda, ameliyat detayında bilgisayarlı tomografi ve MR yapılacak. Bu çalışmanın sonunda hayvanın sadece iç organları incelenmekle kalmayıp, neler yediği, neden öldüğü araştırılacak. Hatta, ciğerlerinde kalmış küçük hava birikimlerinin incelenmesi sonucunda 37.500 yıl öncesinin atmosfer koşulları da incelenebilecek.
Associated Press, Haber: Hiroko Tabuchi, 04.01.2008
|
 |
TARİHİ HARPUT MASAYA YATIRILDI
Elazığ Harput
Arkeolojik ve Kentsel Sit Alanı Koruma Amaçlı İmar
Planı çalışmaları devam ediyor. Kültür ve Turizm
Bakanlığı kontrolörlerinden oluşan ekip ve planı
hazırlayan firma yetkilileri, Elazığ Valisi Muammer
Muşmal başkanlığındaki toplantıda bir araya geldi.
Toplantıda, plan hakkında ayrıntılı bilgi alan
Vali Muşmal, planı son derece önemsediğini, bu
nedenle çalışmaları yakından takip ettiğini
vurgulayarak, uygulamadan etkilenecek vatandaşların
da konu hakkında bilgilendirilmesini istedi. Planı
hazırlayan Planevi Firması yetkilileri; Seydihan
Çamur, Levent Hansu ve Nurçin Çelik, Koruma Amaçlı
İmar Planı çerçevesinde yapılması öngörülen
çalışmalar halkında harita üzerinde detaylı bilgi
verdiler. Harput Mahalle Muhtarı Feyzi Kahraman,
koruma amaçlı toplantının Harput açısından çok
önemli olduğunu söyledi. Kahraman, "İnşallah
yapılacak çalışmalar ile Harput'u bizden sonrakilere
tarihi dokusunu kaybetmeden bırakırız. Toplantının
asıl amacı budur." şeklinde konuştu.
Zaman, Haber: Orhan Akkurt, 07.01.2008
|
ZEUGMA'DAKİ KAZILAR 'ESİN PERİLERİ ÜZERİNE'
YOĞUNLAŞACAK
Zeugma Antik Kenti'nde bu yıl
yapılacak bilimsel kazı ve çalışmalar, ''esin
perileri'' olarak adlandırılan yeni bir mozaiğin
bulunduğu 'Muzalar evi'nde yoğunlaşacak.
Ankara
Üniversitesi Öğretim Üyesi ve Zeugma Kazı Başkanı
Doç.Dr. Kutalmış Görkay, yaptığı
açıklamada, antik kentte bu yıl haziran ayında
yapmayı planladıkları bilimsel çalışmaları 100
kişilik bir ekiple yapacaklarını, kazıları 'Esin
Perileri' diye adlandırılan yeni bir mozaiğin
bulunduğu Muzalar Evi'nde yoğunlaştırılacaklarını
söyledi.
Zeugma Arkeoloji Projesi kapsamındaki çalışmalara
kendisinin başkanlığında devam edileceğini belirten
Görkay, ''Suyun üzerinde çok iyi korunmuş ve 'Esin
Perileri' diye adlandırdığımız yeni bir mozaik
bulundu. Bu mozaiğin bulunduğu yere de Muzalar Evi
diyoruz ve buradan çok ümitliyiz'' diye konuştu.
Dionysos ve
Danae Evleri Çatı yapısının mimari projesinin 2007
yılında tamamlandığını ve 2008 yılında inşasına
başlanacağını anlatan Doç.Dr. Görkay, sözlerini
şöyle sürdürdü:
''2007 yılında peri stilindeki sütunlarının
restorasyonu tamamlanan Dionysos Evi'nin diğer
mekanları ile birlikte Danae evinin mekanlarının
restorasyonu tamamlanacaktır. 2007 yılında ortaya
çıkarılan ve Zeugma'da ele geçen en büyük figürlü
mozaik olan Poseidon mozaiğinin yan mekanları ortaya
çıkarılarak bu alan gelen ziyaretçilerin
görebileceği bir şekilde düzenlenecektir.
Geçen yıl
Dionysos ve Danae Evlerinin doğusunda iyi korunmuş
bir Roma evine rastlanmıştı. MS 253 yılında Sasani
tahribi ile yıkılmış ve içinde ele geçen Muzalar
(Esin Perileri) mozaiği ile ''Muzalar evi'' olarak
adlandırılan bu evin kazılarının büyük bir kısmının
2008 yılında Gaziantep İl Özel İdaresi ve Kültür ve
Turizm Bakanlığı tarafından sağlanan ödeneklerle
gerçekleşmesi planlanmaktadır. ''
Görkay,
2008 yılındaki çalışmaların TUBİTAK ve Verbundplan
Birecik Barajı İşletme Limited Şirketi ve çeşitli
kuruluşlardan sağlanan maddi ve ayni destekle
yürütüleceğini belirtti.
Diğer
çalışmanın Zeugma'da Agora'nın kuzeyinde yer alan ve
Kommagene Krallığı için büyük öneme sahip
Antiokhos'un kutsal alanı ve Yuvarlak Planlı
Tapınak'ta sürdürüleceğini vurgulayan Görkay, mimari
blokları ve üst yapısının büyük bir kısmı baraj gölü
altında kalmış olan bu yapının içindeki steller,
heykeller ve mimari blokların tespiti için yapılacak
olan söz konusu araştırmanın Ankara Üniversitesi,
Arkeolojik Sualtı Araştırmaları Enstitüsü ekibi
tarafından yürütüleceğini söyledi.
Gaziantep İl Özel İdaresi 2008'deki kazılara 150 bin
YTL ödenek ayırdı. Kültür Varlıkları ve Müzeler
Genel Müdürlüğünün geçen yıl aktardığı 120 bin
YTL'lik ödeneği artırması ve toplam kazı bütçesinin
350 bin YTL'yi geçmesi bekleniyor.
Zeugma Kazı
Başkanı Kutalmış Görkay, Gaziantep İl Özel İdaresi
Genel Sekreteri Abdülkadir Demir'in Kültür
Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürü Orhan Düzgün ile
bir görüşme yaptığını ve kazılara ayrılan bütçenin
artırılmasının kararlaştırıldığını söyledi.
Kazıların
masraflı bir iş olduğunu ve ayrılan bütçeye göre
çalışma yapılabildiğini belirten Görkay,
''Önümüzdeki yıl kazılara katılım daha fazla olacak.
Bir grup yabancı arkeolog bizlere eşlik edecek. Şu
an isim listeleri hazırlanıyor. Bakanlık ne kadar
ödenek ayıracak bilemiyorum. Mayıs ayında belli
olur. Ödenek fazla olursa kapasitemizi artıracağız''
diye konuştu.
Turizm Gazetesi, 07.01.2008
|
MYRA'YA 2007'DE YOĞUN İLGİ
Myra
Antik Kenti, kaya mezarları ve antik tiyatrosuyla
turistlerin en çok ilgisini çeken tarihi mekanlar
arasında bulunuyor. Myra Antik Kenti yetkililerinin
yaptığı açıklamaya göre, 2006 yılında 313 bin 554
kişinin ziyaret ettiği antik kenti, geçen yıl 432
bin 144 kişi gezdi. Önceki yıl 942 bin 554 YTL gelir
elde edilen antik kentten, 2007 yılında elde edilen
gelir 1 milyon 242 bin 190 YTL’ye yükseldi. Myra
Antik Kenti’nin gelir ve ziyaretçi sayısıyla tüm
zamanların rekorunu kırdığını, tüm zamanların en
yüksek ziyaretçi sayısına geçen yıl ulaşıldığını
ifade eden yetkililer, gelir bakımından 2005 yılında
ulaşılan 1 milyon 167 bin 598 YTL’nin de üzerine
çıkıldığını vurguladılar.
Antik kenti ziyaret eden Alman turist Ursula
Sareurs, tatil için Köln’den geldiğini ve antik
kenti çok beğendiğini söyledi. Almanya’nın Marbug
kentinden gelen Claunda Brenner ise kız kardeşiyle
bir haftalığına Türkiye’ye geldiğini belirtti.
Brenner, ‘’Buraları görünce bir haftanın çok kısa
olduğunu anladım. Her yer tarihle iç içe. İlk kez
geldiğim ülkenizde büyülendim. Hava, tarih, doğa,
çok harika. Güzel bir tatil geçiriyorum’’ dedi.
Alman Maria Specht de ilk kez Türkiye’ye geldiğini,
Myra’nın ‘’bir tarih hazinesi’’ olduğunu ifade
ederek, ‘’Kaya mezarlarının dünyada böyle ilginç bir
örneği yoktur’’ diye konuştu.
Akşam Akdeniz, 07.01.2008
|
 |
DİNOZORLARIN NESLİNİN TÜKENMESİNE BÖCEKLER Mİ NEDEN OLDU?
Dinozorların yaklaşık 65 milyon yıl önce Meksika'ya düşen dev meteor nedeniyle yeryüzünden silindiği teorisine gölge düştü.
ABD'nin Oregon Üniversitesi'nden George Poinar'ın ortaya attığı, dinozorların neslinin tükenmesinin asıl nedeninin böcek ısırıkları olabileceği fikri bilim dünyasını karıştıracağa benziyor.
Poinar'ın yaptığı araştırmaya göre, dinozorların neslinin tükenmesinin nedeni, ilk kez yaklaşık 230 milyon yıl önce Mezozoik çağın ilk dönemi olan Trias'ın sonunda ortaya çıkan parazitler ve bulaşıcı hastalıklar.1980'li yıllardan bu yana paleontologların büyük kısmı, dev bir meteorun Meksika'ya düşmesiyle birçok türün neslinin tükendiğine inanıyordu.
Ancak meteorun düşmesinin ardından kuşların atası olduğu savunulan bazı dinozorların milyonlarca yıl yaşadığına dair kanıtların olmasından yola çıkan Poinar, dinozorların neslinin Dünya'da başka önemli bir olayla tükenmiş olabileceğine dikkati çekti.
Amber içindeki fosilleşmiş organizmaları ve dinozor fosillerinin dışkılarını inceleyen Poinar, o dönemde Dünya'da çiçekli bitkilerin ve yeni böcek türlerinin ortaya çıktığını belirterek, bu böceklerin sıtma, şark çıbanı gibi hastalıkları ve dizanteriye neden olan mikropları taşıdığını gördü.
Poinar'ın araştırmasına göre, o dönemde kalıtsal olarak bu yeni hastalıklarla mücadele etme özelliğine sahip olmayan dinozorlar kene, sivrisinek veya başka parazitlerin ısırıklarının kurbanı olmuş olabilir.
Sabah, 07.01.2008
|
ÖĞRENCİLER ANTİK ÇAĞLARI TANIYOR
Yaratıcı Çocuklar Derneği İzmir Şubesi ile Çakabey Okulları'nın ortaklaşa yürüttüğü ''Antik Kentleri Seviyorum'' konulu projenin ilk gezisi yapıldı.
Kardeş okul Sasalı İlköğretim'in öğrencileri de katıldı. İTO Ticaret Tarihi, Arkeoloji, Etnografya müzeleri ile Kültürpark Tarih ve Sanat Müzesi ziyaret edildi.
Ege Üniversitesi Arkeoloji Bölümü'nden Prof. Ersin Doğer de öğrencilere Manisa'daki antik Aigai kentini anlatan sunum yaptı.
Milliyet, 07.01.2008
|
|

 |
ALLIANOI ÇAMURDA, HEYKELİ ZARAGOZA'DA
Allinoi antik kenti, Bergama Yortanlı Barajı'nın suları altında kalacak. Bu kentten çıkan Su Perisi heykeli ise kopyasıyla da olsa, ülke tanıtımı için İspanya'ya gönderiliyor.
Dünyanın en büyük fuarı EXPO'ya 2015 yılında ev sahipliği yapabilmek için İzmir ile İtalya'nın Milano kentleri yarışıyor. Düzenleyene büyük ekonomik imkanlar sağlayan fuarı kimi yapacağı bu yıl içinde belirlenevek. Türkiye, bu organizasyonu kaçırmamak büyük çaba harcıyor. Ana teması 'Su' olan İspanya'nın Zaragoza kentinde yapılacak EXPO 2008 organizasyonu da tanıtım fırsatı olarak görülüyor.
Bu çerçevede, İzmir Ticaret Odası, Allianoi'den çıkan "Su perisi" heykelinin kopyasını şehre götürmeyi planlıyor. İzmir Ticaret Odası Başkanı Ekrem Demirtaş, Kültür ve Turizm Bakanlığı'ndan izin beklediklerini belirterek, "Zaragoza Belediye Başkanı ile görüştüm. Heykel için şehirde bir meydan tahsis edecekler" dedi.
Allianoi Bilimsel Kazı Başkanı Yaraş ise, şöyle konuştu: "Türk Avrupa Delegasyonu'ndan 3 milyon euro kazı çalışmaları için yardım aldık. Ancak bakanlık kazıya izin vermedi. Vermeme sebeplerini de açıklamadılar. Bakanlıktan para istemedik yine izni alamadık. Kazı sezonunu boş geçirdik. Şimdi ülkenin tanıtımı için heykeli kullanıyorlar. Şehir meydanında heykeli sergilerken altına ne yazacaklar? 'Biz heykelin çıktığı yeri görmek istiyoruz' diyenlere, 'Heykelin çıktığı antik kenti biz tarihin karanlık sularına gömdük mü' diyecekler. Üstelik adamın biri, 'Bunlardan daha orada çok var' dediği halde 'Biz ona araştırma izni vermedik mi' diyecekler."
Milliyet, Haber. Ömer Erbil, 07.01.2008
|
YUNGANG MAĞARALARI ACİL İLGİ BEKLİYOR
Çin’de bulunan en büyük 3 mağara kompleksinden birisi olan Yungang Mağaraları, insanlardan kaynaklanan bir ölüm-kalım durumuyla karşı karşıya. Datong’un 16 km batısında, Wuzhou Tepesi’nin güney yamacında yer alan mağaralar, doğal etkiler kadar insanlar tarafından verilen zararlar ile geri dönüşü olmayacak şekilde zarar görmüş durumda.
Antik Budist sanatının hazinelerini barındıran bu mağaralarda, çoğu 5. yüzyılda, Wei Hanedanı sırasında yapılan ve boyları 3 cm den 17 m ye kadar değişen 51.000 heykel bulunuyor. Heykeller, bu hanedandan miras kalan çok az buluntu arasında. Mağaralar aynı zamanda UNESCO Dünya Mirası listesinde de yer almakta.
Kumtaşında oluşmuş olan mağaralar ve aynı kaya ile yapılan bu heykellerin son derece kırılgan olduğunu açıklayan, Yungang Mağaraları Araştırma Enstitüsü yöneticisi Yuan Jinghu, her yıl gelen yüzbinlerce ziyaretçinin nefesleri ve dokunmaları ile birçok heykelin tanınamaz şekilde aşındığını, bazılarının ise çöktüğünü vurgulamakta.
Öte yandan, mağaraların içine işleyen yağmur suları da heykellerde büyük oranda yıpranmaya yol açmakta. Tüm bu sorunlar yetmezmiş gibi Datong şehri Çin’in en büyük kömür madenlerinden birisini barındırmakta. Bu kömürün hem tozu, hem de yerel halk tarafından kullanılması sonucu açığa çıkan sülfürdioksit ise heykellerin aşınmasını hızlandırmakta.
Her ne kadar Çin hükümeti Datong’a ulaşan ve madenler tarafından da kullanılan yolun başka bir yerden geçirilmesi için çok büyük bir yatırım yapmakta ise de, yetkililer ziyaretçi sayısında kısıtlamalara gidilmesi gerektiğini söylemekteler.
chinaview.cn, 02.01.2008
|

 |
TARİH VAKFI'NIN KENT MÜZESİ İÇİN NİYETİ İSTANBUL'DU,
ANTALYA'YA KISMET OLDU
Tarih Vakfı’nın Antalya
Büyükşehir Belediyesi işbirliği ile yürüttüğü
Antalya Kent Müzesi çalışmaları ile ilgili olarak,
projenin koordinatörü Orhan Silier, "Kent Müzesi,
klasik müzelerden farklı olacak" dedi.
Tarih Vakfı’nın İstanbul
Sultanahmet’teki Topkapı Müzesi alanı içinde bulunan
Darphane binasını "Kent Müzesi" ne dönüştürme
çalışmaları, çıkan çeşitli engeller nedeniyle
gerçekleşmeyince, müzecilikte farklı bir anlayışın
örneği olacak ilk "Kent Müzesi" Antalya’da
kuruluyor.
Tarih Vakfı’nın Antalya Büyükşehir Belediyesi
işbirliği ile yürüttüğü Antalya Kent Müzesi
çalışmaları devam ederken, projenin koordinatörü
Orhan Silier konuyla ilgili olarak Akdeniz Turistik
Otelcimler ve İşletmeciler Birliği (AKTOB) ile Ekin
Grubu’nun birlikte yayımladığı RESORT Dergisi’nde
yayınlanan söyleşisinde, "Kent Müzesi"nin, klasik
müzelerden farklı olarak yalnızca birkaç kez gidilen
alan ve merkezlerden öteye, insanların sıklıkla
geldikleri ve her seferinde kente, ülkeye ve dünyaya
dair yeni şeyleri görüp, deneyim sahibi
olabilecekler bir yapı olacağını söyledi.
Kent müzesi alanlarında; festivaller, sergiler,
seminerler, kurslar, restoranlar, sinema, açık hava
etkinlikleri, kütüphane, araştırmalar ve benzeri
unsurların yer alacağını belirten Orhan Silier,
"Böylece hem halkın hem de turistlerin Antalya’nın
sahip olduğu değerleri görüp anlamaları çok daha
kolaylaşak" dedi.
.
Antalya Kent Müzesi Koordinatörü Orhan Silier,
çalışmaları konusunda Resort Dergisi’ndeki söyleşide
şunları söylüyor:
"Kent Müzesi projesi Antalya Büyükşehir
Belediyesi’nin sahipliğinde özerk bir yapı olarak
gelişiyor. Dünyadaki benzerlerine oranla 20-25
milyon dolarlık düşük bir bütçe ile hayata geçirmeye
çalışacağız. Ancak buna turizmcilerle diğer
sektörlerden de önemli katkılar geleceğini
düşünüyorum.
Burada klasik müzelerden farklı olarak yalnızca
birkaç kez gidilen alanlar, merkezler oluşturmak
amacından öteye, insanlarımızın sıklıkla geldikleri
ve her seferinde kente, ülkeye ve hatta dünyaya dair
yeni şeyleri görüp, deneyim sahibi olabilecekleri
bir yapıya yönelmek durumundayız. Kent müzesi
alanlarında; festivaller, sergiler, seminerler,
kurslar, restoranlar, sinema, açık hava
etkinlikleri, kütüphane, araştırmalar ve benzeri
unsurların yer alacak olması, hem halkın hem de
turistlerin Antalya’nın sahip olduğu değerleri
görmeleri, anlamaları açısından besleyici
olacaktır."
Kent Belleği Merkezi'ni oluşturarak çalışmalara
başladıklarını kaydeden Silier şöyle devam ediyor:
"Önemli katılımların olduğu toplantılar, seminerler
ve sergiler açtık. Diğer yandan 2008 içinde de
Antalya Mutfak Kültürü ve Aile Tarihi bölümümüzü
açacağız. 2009 yılında 'Antalya Doğası' ve 'Antalya
için Nasıl Bir Gelecek' sergilerini hayata
geçireceğiz. 2010 yılında ise kent müzesi için
tasarlanan bütün birimlerin hizmete girmesini
planlıyoruz. Öte yandan 2200 yıllık tarihi
sergileyecek olan 'Karain’den Günümüze Antalyalılar'
gibi önemli sergilerin yanı sıra altı ayda bir
değişen ve sürekli farklı konuların işleneceği
sergiler de insanlara açılacak. Bu sergilere bazen
de, yurtiçi ve yurtdışında bizlere katkı yapabilecek
olanları da dahil edilecek."
Turizm Gazetesi, 06.01.2008
|
KNİDOS'TA KAZI HEYETİNE HIRSIZLIK SORUŞTURMASI
Muğla'nın Datça İlçesi'nde
bulunan Knidos antik kentindeki kazı çalışmaları,
bir çok tarihi eserin tahribata uğradığı, bazı
eserlerin de ilgili müzelere teslim edilmediği
gerekçesiyle durduruldu.
Marmaris Müze Müdürlüğü,
kazıları durdururken, kazı heyeti Başkanı Prof.
Ramazan Özgan ve heyeti hakkında suç duyurusunda
bulunuldu. Kültür ve Turizm Bakanlığı Teftiş Kurulu
da, soruşturma başlattı.
Sabah, 06.01.2008
|
İSTANBUL, 2010'A HAZIRLANIYOR
Geçen dönem CHP’nin eleştirdiği "Pendik Kentsel
Dönüşüm ve İleri Teknoloji Projesi Kanunu Tasarısı"
Hükümet tarafından bu dönem de yenilendi.
İstanbul’un 2010 Avrupa Kültür Başkenti olması
nedeniyle hazırlıklar çerçevesinde Hükümet “Kentsel
Dönüşüm Projesi” çerçevesinde hazırladığı tasarıları
Meclis’te yasalaşması için harekete geçti.
Hükümetin hazırladığı, söz konusu tasarı, 9 Ocak
Çarşamba günü TBMM İçişleri Komisyonu’nda ele
alınacak.
Tasarı, Pendik'te kentsel dönüşüm ve gelişim projesi
çerçevesinde fiziksel durumun ve görüntünün
geliştirilmesi ile teknoloji parkı kurularak ülke
ekonomisine yüksek değerli katkı sağlamayı
amaçlıyor.
Tasarı ayrıca Pendik Kentsel Dönüşüm ve İleri
Teknoloji Parkı alanı içindeki her türlü arsa ve
araziler ile bunlar üzerinde bulunan bütün yapıların
iyileştirilmesini, tasfiyesini, yenilenmesini,
geliştirilmesini kapsıyor.
Bölgede konut, ticaret, sanayi, rekreasyon, teknik
altyapı, sosyal donatı alanları ve diğer ileri
teknoloji yatırımları için proje geliştirilmesi,
arazi ve arsa düzenlemesi ile devirleri,
kamulaştırma işlemleri de dahil olmak üzere
yapılacak her türlü iş ve işlemler de tasarı
kapsamına alınıyor.
Belediyenin talebi üzerine, ilgili tapu sicil
müdürlüğü, başkaca bir işleme gerek kalmaksızın
resen tescil işlemini gerçekleştirecek.
Belediye, proje alanında yer alan taşınmazları,
Pendik Kentsel Dönüşüm ve İleri Teknoloji Parkının
yapımı ve işletilmesi için kurulacak olan yönetici
şirkete Belediye Meclisi kararıyla ayni sermaye
olarak koyabilecek, 49 yıla kadar tahsis veya aynı
süreyle sınırlı ayni hak tesis edebilecek.
Bu işlemlerin yapılmasında, Devlet İhale Kanunu
hükümleri uygulanmayacak.
Pendik Kentsel Dönüşüm ve İleri Teknoloji Parkı
alanının 1/5000 ölçekli nazım imar planları ve
1/1000 ölçekli uygulama imar planları, Büyükşehir ve
Pendik Belediyesi tarafından hazırlanacak. Yapılacak
her türlü yapının yapım ruhsatı, Belediye tarafından
verilecek.
Pendik Kentsel Dönüşüm ve İleri Teknoloji Parkı
alanında kalan mevcut gecekondu ve diğer yapıların
tasfiyesi ile tasfiye edileceklerin başka alanlara
yerleştirilmesi işlemini, Büyükşehir Belediyesi
yapacak.
Pendik Kentsel Dönüşüm ve İleri Teknoloji Parkı
alanı içinde kalan şahıs mülkiyetleri ile ilgili
kamulaştırma işlemlerini de Büyükşehir Belediyesi
yapacak. Bu alanlarda yapılacak kamulaştırmalar,
ayrıca Bakanlar Kurulu kararı alınmasına gerek
kalmaksızın, acele kamulaştırmalardan sayılacak.
Pendik Kentsel Dönüşüm ve İleri Teknoloji Parkı
alanında kurulacak olan yönetici şirketin kuruluşu
için, Pendik Belediyesinin kurucu ortak olmasında
ayrıca Bakanlar Kurulu izni alınması şartı
aranmayacak.
Tasarı gerekçesinde ise; "Ülkeler arasındaki yarış
teknoloji üstünlüğü yarışıdır. Ülkeler bu yarışta
geri kalmamak için teknoloji politikaları üretmekte
ve hayata geçirmektedir. Son otuz yıl içinde Dünyada
gelişmiş ve yeni sanayileşen ülkelerde 1000'e yakın
bilim ve teknoloji parkları oluşturulmuştur.
Ülkemizin de bilim ve teknoloji yarışında yerini
alabilmesi için 9. Kalkınma Planında, bilim ve
teknoloji parklarının geliştirilmesinin
desteklenmesi konusuna özellikle dikkat
çekilmektedir" ifadelerine yer verildi.
Vatan, 06.01.2008
|

|
EFES KAZISINA AVUSTURYALI PATRON GELDİ
Eski kazı başkanı Ord. Prof.Dr. Fritz Krinzinger'in yolsuzluk nedeniyle görevinden alınması sonrasında Efes kenti kazılarının başkanlığına getirilen Avusturyalı Doç.Dr. Sabine Ladstaetter (40) ilk kez SABAH'a konuştu.
Bir kaç gün önce ayağının tozuyla Efes'i gezen Ladstaetter, "Efes iki ülkenin ilişkileri açısından bir köprü niteliğinde. Dürüstlük, gayretli çalışma ve bilgi birikimi ile yitirilen güveni yeniden kazanacağım" dedi.
Avusturya Bilim Bakanlığı'nın, aralarında profesörlerin de bulunduğu 10 adayın arasından kendisini seçtiği kaydeden Ladstaetter, Selçuklu ve Osmanlı eserlerinin üzerinde daha fazla durulacağını vurguladı.
Sabah, Haber: Bedia Ceylan Güzelce, 06.01.2008
|
DEVLET KURUMLARI KAPIŞTI KÖŞKLER ÇÜRÜMEYE BAŞLADI

Boğaziçi’nde benzersiz bir tarih, kültür ve
doğa hazinesi olarak günümüze gelen Vahideddin
köşkleri, devlet kurumları arasındaki anlaşmazlık
yüzünden kaderleriyle baş başa kaldı. Kurumlar arası
anlaşmazlık yüzünden, köşkleri aslına uygun restore
ederek otel yapmak üzere kiralayan şirketin de eli
kolu bağlı durumda.
Başbakan
Tayyip Erdoğan’ın turizme açılması için talimat
verdiği haberleriyle gündeme gelen Çengelköy’deki
Vahideddin Köşkleri, 2004’te Kültür ve Turizm
Bakanlığı’nın açtığı ihaleyle 49 yıllığına Günay
Ar-Yapı Grubu’na kiralandı. Projesini Kültür ve
Turizm Bakanlığı’na onaylatıp, inşa aşaması için
Boğaziçi İmar Müdürlüğü’nün onayını bekleyen şirket,
Vakıflar Genel Müdürlüğü’nden gelen bilgilendirme
yazısıyla ne yapacağını şaşırdı. Müdürlük, Hazine’ye
açtığı davayı kazandığını ve köşklerin kendi
mülkiyetine geçtiğini bildiriyordu. Günay
Ar-Yapı’nın Yönetim Kurulu Üyesi Cenk Coşkun,
"Kültür ve Turizm Bakanlığı’na bundan sonraki
sürecin ne olacağını sorduk, yanıt bekliyoruz. Eğer
ihale iptal edilirse, devlet tarafından
dolandırılmış olacağız" dedi. Cenk Coşkun,
Erdoğan’ın köşkleri ziyaret etmediğini, konuyla
ilgili haberlerin, başka şirketlerin spekülasyonu
olduğunu öne sürdü.
Hazineye kayıtlı Vahideddin Koruluğu ve Köşkleri,
Ağalar Köşkü, Köceoğlu Köşkü, 6’ncı Mehmet Vahdettin
Köşkü, Kadı Efendi Servis Köşkü, Bahçıvan Evi ve
seradan oluşuyor. Boğaziçi sit alanı öngörünüm
bölgesinde yer alan koruluk ve köşkler, 1984’te
korunması gerekli taşınmaz kültür varlığı olarak
tescillendi. Köşkler, Turgut Özal’ın başbakanlığı
döneminde Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından
restore edildi, ancak daha sonra kaderine terk
edildi.
Maliye Bakanlığı, 2004’te büyük bölümü
İstanbul’da bulunan tarihi köşkleri, yalıları ve
sarayları işletme hakkı devri yoluyla özelleştirme
kararı aldı. Bunun üzerine, köşkler, Kültür ve
Turizm Bakanlığı tarafından 49 yıl turistik tesis
olarak işletilmek üzere ihaleye çıkarıldı.
İhaleyi Günay Ar-Yapı Grubu kazandı. Bir buçuk yıl
köşklerin aslına uygun restorasyonu için arşiv
taraması yapan şirketin Yönetim Kurulu üyesi Cenk
Coşkun şunları söyledi:
"Aslına uygun olacak butik bir tesisi turizme
kazandırmak için 1.5 yıl önce projeyi sunduk.
Bakanlıktan onay gördü. İmar sürecinin
tamamlanmasını beklerken Vakıflar Genel
Müdürlüğü’nden bilgilendirme yazısı geldi. Vakıflar
Genel Müdürlüğü’nün Maliye Hazinesi’ne açtığı dava
sonucu, 1954’teki bir kanuna atıf yaparak arazinin
Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne devrolduğu yazıyor.
Yaklaşık 3 milyon Euro harcadık. Toplam 25 milyon
dolar harcayacağız. İki devlet kurumunun birbirinden
habersiz hareket etmeleri, bütün bunların üstüne
Başbakan’ın burayı turizme açalım demesi, bir
çelişki yaratıyor. Biz zaten burayı turizme
açacaktık. Ya kimsenin birbirinden haberi yok veya
başka bir şey var arkasında."
Sultan Abdülmecid’in Köçeoğlu ailesinden satın
alarak Şehzade Kemalettin Efendi’ye verdiği
köşklerin mülkiyeti, daha sonra Vahdettin’e geçti.
Vahideddin, tahta geçmeden önce Kuleli Askeri
Lisesi’nin arkasındaki tepede bulunan köşklerde
yaşıyordu. Köşk, soğan başlı kubbesiyle dikkat
çekiyordu. Vahideddin ile hayatının son yıllarını
Beylerbeyi Sarayı’nda gözaltında geçiren
Abdülhamid’in birbiriyle "beyaz mendil"le
haberleştikleri de rivayetler arasında. Osmanlı ve
Cumhuriyet döneminde birçok devlet adamının kaldığı,
yabancıların ağırlandığı köşkler, Orhan Veli’nin sık
sık gelerek şehri izlediği bir mekan. Köşkler, Orhan
Veli’nin "İstanbul’u dinliyorum gözlerim kapalı"
adlı şiirini yazdığı 60 dönümlük koru içinde yer
alıyor.
Hürriyet, Haber: Yeliz Öz, 06.01.2008
|
ANTİK ROMA'NIN BÜYÜKLÜĞÜNE DAİR BİR YAZI
İtalya’nın başkenti olan günümüz Roma’sı, büyük bir
kenttir. Ama Roma İmparatorluğu’nun başkenti olan
dünün Roma’sı, çok daha büyük bir kenttir. Bu
ikincisi, “Urbs Aeterna”dır üstelik. Yani “Ezeli ve
ebedi kent”tir o. Başlangıcı ve sonu yoktur. O hep
var olmuştur, hep var olacaktır.
Bu yazımda, günümüz Roması’ndan değil, Roma
İmparatorluğu’nun merkezi olan, odak noktasını
oluşturan Antik Roma’dan, onun büyüklüğünden söz
açacağım.
1 Milyonluk Megapol
Eskiden dünya bu kadar kalabalık değildi.
Dolayısıyla, kentlerin nüfusları da azdı. Bu durum
en ünlü, en “büyük”kentler söz konusu olduğunda da
geçerliydi. O zamanlar nüfusu 40-50 bin dolaylarında
olan bir kent, küçük bir kent değildi.
Ütopyacılar da, tasarladıkları ideal kentlerin
nüfuslarını aşağı yukarı o dolaylarda
düşünmüşlerdir. Örneğin, Ebenezer Howard’ın ütopyası
“Garden City” 30 bin; Tony Garnier’in ütopyası “Cité
Industrielle” 35 bin kişiyi barındırıyordu.
16. yüzyılın sonlarına doğru Londra’da 120 bin; 19.
yüzyılın ortalarında Chicago’da 30 bin kişi
yaşıyordu.
Böyle bir dünyada, 1 milyonluk bir kent,
düşünülemeyecek kadar büyük bir kentti, bir
mucizeydi. Paris’in ancak 19. yüzyılın ortalarında
ulaştığı bu nüfusa, yani 1 milyona, Roma yüzyıllar
önce ulaşmıştı. Giuseppe Lugli’ye bakılırsa 1
milyonu da aşmıştı; 1.487.560 olmuştu. Bu sayının
içinde köleler yoktu.
Bu demektir ki, Antik Roma, bir metropoldü. Onun bir
megapol olduğunu da ileri sürebiliriz.
Öte yandan, o zamanların bu 1 milyonluk
metropolünün, bugünlerin 8-10-15 milyonluk
metropollerinin karşı karşıya kaldıkları sorunların
birçoğunu yaşadığını biliyoruz. Örneğin, Antik
Roma’da trafik sıkışıyordu, yollar tıkanıyordu,
sokaklar pisti, hava kirliliği bile gündemdeydi.
Konut sorunu ise hayli ağır basan bir sorundu.
Yapıların çoğu derme-çatmaydı. 1905 yılında Nobel
Ödülü’nü kazanmış olan Polonyalı yazar Henryk
Sienkiewicz, başyapıtı sayılan Quo Vadis? adlı
kitabında bu gerçeği şöyle yansıtmıştır:
Ev birkaç kat yüksekliğinde kümeleşmiş yoksul
kulübelerden meydana gelmişti. Acele kurulu vermiş
ve köşe bucaklarında bir sürü yoksul halk barınan, o
hem pek yüksek, hem de kalabalık ve sıkışık Roma
konutlarından biri[…]
Büyük Bir İmparatorluğun Başkenti
Haritaya baktığımızda, Roma
İmparatorluğu’nun topraklarının alabildiğine geniş
olduğunu; aşağı yukarı bütün Akdeniz Havzası’nı,
Kıt’a Avrupası’nın büyük bir bölümünü, Britanya’yı,
Kuzey Afrika’nın bir kesimini, Anadolu’yu ve
Ortadoğu’yu içine aldığını görürüz. Romalılar’dan
kalma bir tiyatroya Efes’te de rastlanır, Antalya
yöresinde de. Ankara’da İmparator Augustus’a;
Efes’te İmparator Traianus’a adanmış birer tapınak
vardır. Kral III. Attalos, ülkesi Bergama’yı Roma’ya
bağışlamıştır. Mısır da Roma’nın egemenliği altına
girmiştir. Özetle Roma İmparatorluğu, topraklarının
büyüklüğü, sınırlarının genişliği açısından da çok
büyük bir imparatorluktu.
Roma kenti, bir de, böyle bir imparatorluğun
başkenti olduğu için büyüktü.
Büyük Yangınlar
Eskiden, büyük kentlerin birçoğu aynı zamanda büyük
yangınların yaşandığı kentlerdi.
Örneğin, ahşap yapılarla dolu İstanbul, ki bir
zamanlar Doğu Roma İmparatorluğu’nun başkentiydi, bu
tür kentlerin en başında gelirdi. Münif Paşa’nın
“Mecmua-ı-Fünun” dergisinde yayınlanan “Harik-i
İstanbul” başlıklı makalesinden öğrendiğimize göre,
1858-1864 yılları arasında İstanbul’da 160 yangın
çıkmıştı ve bu yangınlarda 114 konak, 1.246 işyeri
ve dükkan, 23 han ve hamam, 1 saray ve 2.730 ev
yanmıştı.
Yeri gelmişken, bir de büyük Londra yangınını
anımsayalım. Bu yangın 2 Eylül 1666 Pazartesi günü
kralın fırıncısının Londra Köprüsü’nün
yakınlarındaki Pudding Yolu’nda yer alan evinde
çıkmış ve kentin çok büyük bir bölümünü yok
etmiştir.
“Yangın-ı Kebir”dir, yani “Büyük Yangın”dır böyle
bir yangın ve böyle yangınları Roma da görmüştür,
yaşamıştır.
Büyük Roma yangınlarının en büyüklerinden biri, 18
Temmuz 64’de başlayan ve 6 gün süren yangındır. O
zamanlar Roma 14 bölgeye ayrılmıştı ve bu
bölgelerden yalnızca 4 tanesi yangından
etkilenmemişti. Geri kalan 10 bölgenin yanısıra
kentin merkezi de bütünüyle yanmıştı.
“Domus Aurea”
Büyük bir kenti büyük bir kent yapan etkenler
arasında o kentteki büyük yapıların da büyük payı
vardır. Yazımın aşağıdaki bölümünde bunların birkaç
tanesine değineceğim.
Söze, “Domus Aurea” (“Altın Ev”) ile başlayacağım;
çünkü bu çok büyük ev, Roma İmparatorları’nın en
ünlülerinden biri olan Neron tarafından, 64
yılındaki büyük Roma yangınının boşalttığı alanda
inşa edilmiştir.
Bu alan o kadar büyüktü ki, Romalılar özellikle de
çok büyük evlerde oturan zengin Romalılar, Roma’nın
tek bir ev haline geldiğinden, yani neredeyse
bütünüyle “Altın Ev”e dönüştüğünden; bu nedenle
kendilerine yer kalmadığından yakınmışlar; kenti
terk etmeyi düşündüklerini söylemişlerdir.
Aslına bakılırsa, “Altın Ev”, bir ev olmaktan,
dahası bir saray olmaktan bile öte bir şeydi. O, bir
tür imparatorluk mahallesiydi. İçinde çok sayıda
yapı vardı. Bunların arasında döner kubbeli olanlar
da vardı. Alanın içindeki göl ise alabildiğine
büyüktü. “Altın Ev”işte böyle bir şeydi.
Colosseum
Roma’nın vazgeçilmez anıtsal yapılarından biri de
Neron’un ölümünden sonra yıkılan Altın Ev’in yerine,
daha somutlamak gerekirse orada bulunan gölün
kurutulmasıyla elde edilen alanda inşa edilmiş olan
Colosseum’dur. Bu yapı kocaman bir anfitiyatrodur.
Bu anfitiyatro 50 bin kişinin rahatça, 90-100 bin
kişinin ise biraz sıkışarak gladyatör dövüşlerini
izleyebildiği bir mekandır.
Colosseum, uzun ekseni 190 metre, kısa ekseni 155
metre olan bir elipsdir. Bu yapının yüksekliği ise
55 metreyi bulur.
Colosseum’un yapımında 100 bin metreküp taş, bu
taşları birbirine bağlamak için de 300 ton demir
kullanıldığı hesaplanmıştır.
Demek oluyor ki, Colosseum sağlam bir yapıdır ve
kolay kolay yıkılmayacağa benzer. Böyle olması da
iyidir, çünkü bir efsaneye göre, Colosseum yıkılırsa
Roma da yıkılır ve Roma yıkılınca da dünya yıkılır.
Bu dev yapı bugün de ayaktadır. Ancak, epeyce yara
almış durumdadır, çünkü taşlarının bir bölümü
çevredeki inşaatlarda kullanılmak üzere sökülmüştür.
Öte yandan, Colosseum’un bu görünümüne alışıldığı ve
o yıkıntının kendine özü bir estetiğe sahip olduğu
yadsınamaz.
Circus Maximus
Bir hipodrom olan Circus Maximus, bir anfitiyatro
olan ve az önce sözünü ettiğim kocaman Colosseum’dan
çok daha kocamandır. Roma İmparatorluğu’nun henüz
kurulmadığı, Roma’nın Etrüsk asıllı krallar
tarafından yönetildiği yıllarda, yedi tepeli kentin
iki tepesinin, Palatinus ile Aventinus’un arasında
inşa edilmiş olan Circus, İmparatorluk döneminde
Caesar, Neron, Traianus gibi ünlü imparatorlar
tarafından genişletilmiştir. O kadar ki, sonunda
Halikarnassoslu Dionysos’a göre 150 bin, Plinius’a
göre 260 bin kişiyi içine alabilir hale gelmiştir.
Publius ise daha da büyük bir izleyici sayısından,
385 bin kişiden söz eder.
Bu büyük yapının boyutlarının büyüklüğü ile ilgili
bilgiler de kaynaklara göre değişmektedir.
Kimilerine göre Circus Maximus’un uzun kenarı 600
metre, kısa kenarı 100 metre kadardır. Kimi
kaynaklar ise bu ölçüleri sırasıyla 635 ve 211
metreye çıkarırlar.
Böyle bir circusun, bir Circus Maximus’dan başka bir
şey olamayacağı ve böyle bir yapının Roma’ya
yakıştığı açıktır.
Evet, Roma’daki Cirsus Maximus artık yok. Ondan
geriye kalan belli belirsiz bir izden başka bir şey
değil. Ama onun bir benzerini Nova Roma’da yani
İstanbul’da Sultanahmed Meydanı’nda görme olanağı
var.
Pantheon’un Kubbesi
Bilindiği gibi Antik Yunan Mimarisi’nde
kubbe yoktur. Yine bilindiği gibi Roma Mimarisi,
Osmanlı Mimarisi kadar değilse de, kubbeli bir
mimaridir. Roma’yı büyük kılan büyük yapılardan biri
de Pantheon’dur. Pantheon, yalnızca iç mekanının
büyüklüğü ile değil, o iç mekanı örten kubbenin
büyüklüğü ile de ünlüdür. Pantheon’un kubbesi Antik
Dünya’nın en büyük kubbesidir.
İmparator Hadrianus tarafından 118-125 yılları
arasında inşa edilmiş olan Pantheon, bir pagan
yapısı olarak gökbilim çalışmalarını yürütmek için
yaptırılmış, daha sonra kiliseye dönüştürülmüştür.
Bu yapının ve kubbesinin başından pek çok olay
geçmiştir. Örneğin, kubbeyi kaplayan altın yaldızlı
bronz levhalar yağmalanmış, bu levhaların yerine
kurşun levhalar konulmuştur. Rönesans’ın ünlü
mimarlarından Bernini yapıya iki küçük kule
eklemiştir. Ne var ki Romalılar bundan pek
hoşlanmamışlar ve o kuleleri eşek kulakları olarak
adlandırmışlardır. Daha sonra Barberini ailesinden
gelen Papa VIII. Urbanus zamanında da insanlar
Pantheon’dan malzeme çalmayı sürdürmüşlerdir. Bu
yağma yapıya elbette büyük zararlar vermiştir, o
kadar ki Papa VIII. Urbanus’un Barberini ailesinden
geldiğini bilen halk arasında “Quod non fecerunt barberi, fecerunt Barberini”
(“Barbarların yapmadığını Barberiniler yaptı.”)
deyimi yaygınlaşmıştır.
Pantheon, öteki tapınaklar gibi tek bir tanrıya
değil, bütün tanrılara adanmıştır. Dolayısıyla o,
kosmosla yani evrenle ilişkilidir ve bu nedenle de
bir kez daha büyüktür.
Vatikan’daki Kubbe
Bir zamanlar Hristiyanlar’ın korkulu rüyası olan
Roma’nın, daha sonraları Vatikan’ın kurulmasıyla,
aynı dinin en kutsal merkezi haline gelmesi, tarihin
garip bir cilvesidir.
Bu merkezin merkezinde, İsa Peygamber’in en sevdiği
havarisi Aziz Peter’in adını taşıyan kocaman bir
bina, Basilica di San Pietro yer alır. Bu
bazilikanın kubbesi, Antik Çağ’da yapılmış olan
kubbelerin de en büyüğüdür. O, aynı zamanda,
Ayasofya’nın kubbesinin esin kaynağıdır. Bu kubbenin
yapım süreci bir hayli uzun olmuştur: San Pietro’nun
tasarlanmasında, Raphael, Bramante, Michelangelo
gibi Rönesans ustalarının adları geçer.
Şimdi de, gelin, kimi Osmanlı gezginlerinin bu
binaya ilişkin sözlerine kulak verelim:
Mustafa Sami Efendi San Pietro Bazilikası’na
“Kızılelma” denildiğini; bunun nedeninin yapının dış
kubbesinde, “levn-i elma ile mamul bir
alem”bulunduğunu söyler.
Mehmet Rauf ise, Seyahatname-i Avrupa adlı kitabında
bu binaya daha geniş bir yer ayırır ve onun “ruy-ı
arzda bulunan kaffe-i ebniyeden cesim ve
yüksek”olduğunu belirtir ve sözlerini şöyle
sürdürür:
Tulen ve arzen Ayasofya cami-i şerifinden ve
sair ebniye-i cesimeden ne derece farklı olduğu
içinde yazılar ile mahsusen işaret olunmuş olmağla
nazar olundukta onlar ile bunun vüs’atçe ve
irtifa’ca fark-ı külli olup bayağı cami-i şerif-i
mezkurun ikisi kadar uzundur. Dört ayak üstüne inşa
olunmuş ve pek çok mahalli enva’ somakiden ve nadir
direklerle yapılmıştır.
Cloaca Maxima: Roma’nın Lağımları
Koskoca Roma İmparatorluğu’nun başkenti olan
görkemli ve ölümsüz Roma’nın büyüklüğünü gündeme
getiren böyle bir yazıda, kentin lağımlarından,
kanalizasyon ağından söz edilmesini uygun
bulmayanlar olabilir. Oysa böyle bir yaklaşımın daha
başka örnekleri de vardır.
Sözgelişi İstanbul’u kasıp kavuran yangınlardan biri
olan Hoca Paşa yangınından sonra, yangın alanının
planlanmasıyla ilgili bir belgede şu satırlara yer
verilmiştir:
Mahalle aralarındaki küçük sokaklara Arnavut
kaldırımı yaptırılmıştır. Hatta yeni açılan
caddelerle sokakların lağımları bile ihmal
edilmemiştir. Denize kadar geniş, muntazam tonoz
lağımlar yaptırılmıştır.
Sonra, Victor Hugo’nun en ünlü romanlarından biri
olan Sefiller’de Paris’in kanalizasyonlarından uzun
uzun söz edilir. Bu kitaptan seçtiğim birkaç cümleyi
aşağıya aktarıyorum:
Paris’in bir kapak gibi kaldırıldığını düşünün.
Lağımların yeraltı ağı, kuşbakışı, her iki kıyıda da
şehre aşılanmış bir dal gibi görünür.[…]
Toplumsal olayları araştıran kimse bu karanlıklara
dalmalıdır. Onun laboratuarının bir parçasıdır
bunlar.[…]
Bu yüzyılın başlarında da gizemli bir yerdi Paris
lağımı.[…] Paris şehri, altında korkunç bir mahzen
bulunduğunun belli belirsiz farkındaydı.
Lağım uçsuz bucaksız idi.
Şimdi yine Roma’ya, Roma’nın lağımlarına dönmek ve
şunları eklemek istiyorum:
Roma’nın lağımlarından söz etmemek Roma’ya haksızlık
olur, çünkü onlar Roma mimarisinin başarılı
örnekleri arasındadırlar. Lewis Mumford, The City in
History adlı kitabında, Roma’nın lağımlarının ve
kanalizasyon ağının, MÖ.6. yüzyıldan kaldığını ve
aradan geçen bunca yüzyıla karşın hala daha
kullanılır olduğunu vurgular. Mumford, bu kadarla da
yetinmez, Romalılar’ın, lağımlarını bu kadar büyük
ve sağlam yapmalarının, bu kentin ileride 1
milyonluk bir metropol olacağını düşünmelerinden ya
da dışkılama olayının çok önemli olduğuna
inanmalarından kaynaklandığını ileri sürerek konuya
ironik bir boyut kazandırır.
Arkitera, Yazı: Gürhan Tümer, 02.01.2008
|