Haberler logo Şubat '08 Arşivi

24 Şubat - 1 Mart 2008

ETNOGRAFYA MÜZESİ AÇILIŞA ONAY BEKLİYOR

 

 

İzmit Gar Kompleksi Projesi kapsamında yaptırılan İzmit Arkeoloji ve Etnografya Müzesi, 27 Ağustos 2007 tarihinde şiddetli yağış nedeniyle çatısının çökmesi sonucu hasar görünce ziyarete kapatılmıştı. Kültür ve Turizm Bakanlığının emriyle kapatılan müzede onarım çalışmaları tamamlandı. Şimdi açılması için yine Bakanlığın emri bekleniyor.


İzmit Müze Müdürü İlksen Özbay, yaşanan su baskınından sonra titiz bir çalışma yürüttüklerini belirterek, “Şiddetli yağmurda yağmur kanalları olmadığı için merkez binanın çatısında bazı bölümler çöktü ve içeriye su sızmaya başladı. Bu nedenle yaklaşık 5 aydır onarım çalışmaları devam ediyordu. Çalışmalarımızı tamamladık, Bakanlığımızdan gerekli onayı bekliyoruz. Onay gelir gelmez müze tekrar ziyarete açılacak. Tadilat süresince içerideki tarihi eserleri zarar görmemeleri için kapladık ve koruma altına aldık” dedi.


Müze Müdürü Özbay, müzenin bahçe bölümünün açık olduğunu belirterek, “Biz kapıya gelenleri geri çevirmemeye çalışıyoruz. Bahçe bölümündeki tarihi eserleri ziyaretçiler rahatlıkla görüp inceleyebiliyorlar” diye konuştu.

Özgür Kocaeli, 01.03.2008

"AYASOFYA'NIN TAPUSU FATİH SULTAN MEHMET'TE"

 

Başbakan Yardımcısı Hayati Yazıcı, Vakıflar Yasası ile Ayasofya'nın gayri müslim vakıflara verileceği iddialarının gerçek dışı olduğunu söyledi.

 

Yeni Şafak Gazetesi Ankara Bürosu'nu ziyaret ederek, Genel Yayın Yönetmeni Yusuf Ziya Cömert ve Ankara Temsilci Vekili Abdülkadir Selvi ile görüşen Yazıcı, Vakıflar yasasıyla Türk vatandaşı olan gayri müslimlere, Lozan Anlaşması ile verilen ancak 1974 yılında mahkeme kararıyla ellerinden alınan bazı hakların geri verildiğini, bunun da yanlış bir yönünün bulunmadığını, bugüne kadar adalet dağıtan bir millet olarak aynı şekilde adalet dağıttıklarını belirtti. Yazıcı, muhalefetin zaman zaman Ayasofya'nın statüsünü de gündeme getirdiğini, Ayasofya'nın iddia edildiği gibi cemaat vakfına devredilmesinin sözkonusu olmadığını söyledi.

 

Yazıcı, “Türkiye, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin yargı yetkisini 1987 yılında tanımıştır. Rezerv var, 1987 yılından önceki olayları Avrupa insan hakları mahkemesine getirmesi mümkün değil. Orası bir milat. O şartla kabul edilmiştir. Ayasofya tapu kaydında Fatih Sultan Mehmet Vakfı'na kayıtlı. Böylece cemaat vakfıyla hiçbir alakası yok. Biz de onun tapusunu almıştık hem mecliste gösterdik hem de televizyonda gösterdik. Çünkü onu söyleyeceklerini tahmin ediyordum” diye konuştu.

 

1926'da çıkartılan Medeni Kanun'dan sonra ırk ve cemaate dayalı vakfın kurulamayacağını hatırlatan Yazıcı, 'Cemaat vakıfları Lozan'dan önce kurulduğu için onların statüleri devam ediyor. Bunların sayıları bellidir. 161 tane cemaat vakfı var. Bunların 74 tanesi Rum, Keldani, Süryani gibi cemaatlere ait' dedi. Bu cemaat vakıflarının bir kısmı mazbut vakıflar kapsamına alındığını kaydeden Yazıcı, 41 bin 550 mazbut vakıf kaldığını, bunu içinde 59 cemaat vakfı bulunduğunu kaydederken, 300 tane de mülhak vakıf bulundugu belirtti.

 

  • Mülhak vakıf: Vakfedenin soyundan gelenler tarafından idare edilir.

  • Cemaat vakıfları: Türk vatandaşları tarafından Osmanlı döneminde kurulmuş vakıflar.

  • Mazbut vakıf: Kuran ve yaşatan aileden hayatta hiç kimse kalmamış olan vakıflardır. Bunların yönetimi Vakıflar Genel Müdürlüğü'ndedir.

    Yeni Şafak, Haber: Erhan Seven, 01.03.2008

  • TARİH YENİDEN CANLANIYOR

     

    Emlak vergilerinden kesilen yüzde 10'luk paraların Özel İdarede toplanarak belediyelerin Taşınmaz Kültür Varlıklarının Korunmasına Ait Katkı Paylarında değerlendirilmesi amacıyla, Genel Sekreter Dr. Muammer Sönmez ile katkı payı talebinde bulunan 13 belediye Başkanı, Vali Osman Aydın başkanlığında toplandı.

     

    Toplantıda 19 Taşınmaz Kültür Varlıklarının Korunmasına ait projeden 10 tanesi kabul edildi. Katkı payı talebinde bulunulan tarihi binaların önemi ve toplanan paraların miktarına göre değerlendirme yapıldığını belirten Vali Osman Aydın, "2005 yılından beri uygulamada olan Taşınmaz Kültür Varlıklarının Korunmasına Ait Katkı Paylarına ilişkin yönetmelik, tarihi bakımından zengin olan Konya'mızda titizlikle uygulanıyor. 2005-2006 ve 2007 yıllarında toplam 11 proje hayata geçirildi. 4.556.230,53 YTL'nin harcandığı projeler arasında Sille Deresi Islahı, Söylemez Türbesi, Zazadin Hanı gibi tarihi yapıtların restorasyonu yapılarak kazanımı sağlandı" dedi. 2008 yılı için 19 projenin toplantıda değerlendirildiğini belirten Vali Osman Aydın, "2008 yılı sonunda emlak vergilerinden kesilen 10'luk katkı paylarından 2.500.100,00 YTL gelir elde etmeye amaçlıyoruz. Mevcut para ile 19 projeden önemine göre 10 tanesine onay verdik" şeklinde ifade etti.


    Katkı payı talebinden yararlanacak belediye ve projeleri ise Vali Aydın şöyle açıkladı:


    -Büyükşehir Belediyesi; 283.246,39 YTL proje bedeli bulunan Karatay Piri Mehmet Paşa Mah. Sokullu Mehmet Paşa Sokakta bulunan tescilli konutlara ilişkin Rölöve, Restitiüsyon ve restorasyon projesinin yapılması. Projenin yüzde 60'lık miktarının karşılanması.
    -Meram Belediyesi; 235.822,31 YTL proje bedeli olan Hükümet Konağı Rölöve, Restitiüsyon elektrik, mekanik ve tesisatların yapılaması. Projesinin yüzde 80'inin karşılanması.
    -Selçuklu Belediyesi; 987.522.51 YTL proje bedeli olan Mezarkaya Cami, Sille Aya Elana kilisesinin restorasyonu ile Sille Aya Elana Kilisesi taşınmazlarının kamulaştırılması. Projelerin yüzde 80'inin karşılanması.
    -Karatay Belediyesi; 346.912.82 YTL proje bedeli olan Mahmut Dede sokakta bulunan tescilli binanın Rölöve, Restitüsyon ve restorasyonu ile Kerim Dede Çeşme Mah. Tescilli binanın kamulaştırılması. Projelerin yüzde 80'inin karşılanması.
    -Doğanbey (Beyşehir)Belediyesi; 169.406.33 YTl proje bedeli olan Kentsel sit alanı içindeki tarihi sokaklar ile koruma amaçlı imar planının hayata geçirilmesi. Projelerinin yüzde 80'inin karşılanması.
    -Kulu Belediyesi; 44.685,21 YTL proje bedeli olan ikinci grup kültür varlığı tescilli bina onarımının yapılması. Projenin yüzde 80'inin karşılanması.

    Merhaba Gazetesi, 01.03.2008

    "İZNİK'İ AYAĞA KALDIRIYORUZ"

     

    Bursa`daki basın kuruluşlarının temsilcilerini ağırlayarak tarihi eserlerde yaptıkları restorasyon çalışmalarını yerinde gösteren Kaymakam Avcı, `İznik`i ayağa kaldıracak çalışmalar yapıyoruz` dedi.





    Arkeolojik kazı çalışmaları sırasında dozer kullandığı ve cami restorasyonu sırasında Çandarlı Hayrettin Paşa Türbesi`nin kaybolduğu gerekçesiyle sert eleştirilere hedef olan İznik Kaymakamı Hüseyin Avcı, dün Bursa basınının temsilcilerini ağırladı. Avcı, iddiaların gerçekle ilgisi olmadığını öne sürerek, `Yaptığımız çalışmalarla İznik`i ayağa kaldırıyoruz` dedi.


    Kaymakam Avcı, davet ettiği basın mensuplarına dün ilçenin tarihi ve kültürel misarında yapılan çalışmaları gösterdi ve ayrıntılı bilgiler aktardı. Avcı`nın düzenlediği kültür gezisine katılan çeşitli basın kurluşlarının temsilcileri, 1.Murad Hamamı, Kırgızlar Türbesi, Eski Hükümet Binası, Davud-i Kayseri Türbesi, Çevre Yolu, Obelisk (Dikilitaş),Alaaddin Mısri Türbesi, Çandarlı Hayrettin Paşa Türbesi, Mahmut Çelebi Camii`sini gezdiler. Tarihi ve kültürel değerlerin restorasyon ve çevre düzenlemesi çalışmalarına ilgişkin bilgi veren Kaymakam Avcı, son günlerde basında çıkan eleştirileri de yanıtladı. Lefke Kapı`da yürütülen restorasyon çalışmaları sırasında dozer kullanarak tarihi katledildiği iddiaları ve Çandarlı Hayrettin Paşa Türbesi`nin kaldırıldığı iddialarının asılsız olduğunu savunan Avcı, bu iddiaların hizmetleri engellemeye çalışanlarca ortaya atıldığını söyledi.

     

    Kendisi hakkında karalama kampanyası başlatıldığını öne süren Avcı, 4 medeniyete başkentlik yapmış olan İznik`i ayağa kaldırdıklarını vurgulayarak, ` Hizmetlerimiz birileri tarafından engellenmeye çalışıyor. Biz tarihi ayağa kaldırıyoruz. Bu çalışmalar için 6 milyon 698 bin YTL para harcandı. Lefke Kapı`da yapılan arkeolojik kazıdan çıkan taş ve kumlar bir kenara biriktirilip kepçelerin yardımıyla kamyonlara yükleniyor. Çıkan haberlerde ise tarih katlediliyor deniliyor. Böyle birşey yok. Yine kaybolduğu iddia edilen Mahmut Çelebi Camii yanında Çandarlı ailesine ait türbe sadece boş bir mezardan ibaretti. İslam dininde camiye bu kadar yakın mezar olmaz. Sözü edilen türbenin gerçeği İstanbul`dadır. Biz belgesiz hiç bir çalışma yapmıyoruz` diye konuştu. Kaymakam Avcı, kendisini çalışmalar sırasında dozer kullandığı için eleştiren U.Ü. Öğr. görevlisi Doç.Dr. Bedri Yalman`ı da yanıtlayarak, Roma Tiyatrosu`da 27 yıldır kazı çalışmalarını yürüten Yalman`ın, tiyatronun güneyinde 2005 yılında yürüttüğü kazı sırasında dozer kullandığını öne sürdü.

    Kaymakam Hüseylin Avcı`nın davetlisi olarak İznik`i ziyaret eden basın kuruluşlarının temsilcileri, tarihi eserleri gezerek yapılan çalışmalar hakkında bilgi aldılar.

    Bursa Olay, Haber: Mehmett Buldu, 01.03.2008

    TUZLA'DA ARKEOLOJİK BULUNTULAR YOK OLDU

     

     

    Hürriyet’in "Tarihe Geçen Kurul Kararı" manşetiyle ortaya çıkardığı Tuzla’daki doğal alan yağmasının bir boyutu daha ortaya çıktı. Tuzla’da koruma altında olmasına rağmen, nikah salonu inşaatına kurban edilen anıt ağaçlarla dolu alandaki Bizans dönemine ait pek çok buluntunun da yok olduğu ortaya çıktı.

    Tuzla, doğal ve tarihi değerleri açısından İstanbul’un en önemli bölgelerinen biri. Ama resmi kurumlarca desteklenen çarpık kentleşme çılgınlığının kurbanı olmaya günümüzde de devam ediyor. Tuzla Belediyesi’nin nikah salonu yapmak için inşaata başladığı koruma altındaki yeşil alanda, yalnızca tescilli anıt ağaçlara zarar verilmediği, temel kazıları sırasında ortaya çıkarılan Bizans dönemine ait pek çok bulgunun da kaybolduğu anlaşıldı.

    Tuzla Belediyesi’nin, yasaların emretmesine karşın, Kültür ve Turizm Müdürlüğü uzmanlarınca fotoğraflanarak rapor edilen antik kilise kalıntılarını, su künkleri ve kuyu bileziği gibi bulguları İstanbul Arkeoloji Müdürlüğü ve İstanbul 5 Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu’na bildirmediği ortaya çıktı.

    Aynı oturumda iki zıt karara imza atarak tarihe geçen koruma kurulu, bu rapor üzerine Tuzla Belediyesi yetkilileri hakkında 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kanunu’na muhalefetten suç duyurusunda bulunma kararı aldı. Hürriyet’in ulaştığı Orman Fakültesi raporunda ise 14 tescil numaralı ağacın çıkarılıp götürüldüğü, 3 ve 7 numaralı ağaçların kurutulduğu, 15, 16, 17 numaralı ağaçların köklerinin zarar gördüğü bilgileri yer alıyor.

    Aynı oturumda önce Orman Fakültesi raporunun beklenmesi kararı alan, sonra ikinci bir kararla bu rapordan söz etmeyip nikah salonu inşaatına izin veren 5 Numaralı Koruma Kurulu, olayın Hürriyet’te yayınlanmasından birkaç gün sonra yerinde inceleme yaparak inşaatın durdurulması kararı aldı. Koruma alanındaki temel kazıları sırasında antik kalıntıların ortaya çıktığı bilgisi de ilk kez aynı kurul kararında yer aldı.

    Kurul kararında sözü edilen arkeolojik buluntu ve onlara ait fotoğrafların Kültür ve Turizm Müdürlüğü uzmanları tarafından inşaat bölgesinde yapılan inceleme sonucu tespit edilip çekildiği, rapor haline getirilerek Koruma Kurulu’na sunulduğu bildirildi. Koruma Kurulu’nun belediye yetkilileri hakkında suç duyurusu kararı aldığı 2863 sayılı yasa 2-5 yıl hapis öngörüyor.

    Hürriyet, Haber: Ali Dağlar, 01.03.2008

    ÇİNLİLER ASIRLIK YALIYI BOŞALTIYOR

     

     

    İstanbul Kireçburnu sahilinde II. Abdülhamid döneminde Dahiliye Nazırı Memduh Paşa tarafından İtalyan bir mimara yaptırılan yalı birçok el değiştirdikten sonra 1994'te Sudi Özkan tarafından satın alındı. Aynı yıl Özkan'ın sahibi olduğu şirket tarafından Çin Halk Cumhuriyeti Konsolosluğu'na kiraya verilen yalı, 2 yıl önce 2 milyon 551 bin YTL'ye Selahattin Tavusbay, İsa Ünal ve Sabri Özel'e satıldı.

    Selahattin Tavusbay ortaklarından aldığı muvafakat ile yalının boşaltılması için 2006'da ihtarname yollayarak, tahliyenin gerçekleşmemesi halinde hukuki yollara başvuracağını bildirdi. Yalıyı yıllık 170 bin dolara kiralayan Konsolosluk protokolün 31 Ocak 2008'de sonlanacağını, binanın zaten kendilerine küçük geldiğini belirterek süre istedi. Yalı bu sürede boşaltılmayınca, Tavusbay bir kez daha mahkemeye başvurup yetişkin çocuklarıyla birlikte yaşamak istediğini belirttiği 12 oda 3 salonlu yalının tahliyesini istedi. Mahkeme yalının tahliyesine karar verdi.

    Sabah, Haber: Canan Yılmaz, 01.03.2008

    NAPOLYON'UN GÖZDESİ MÜZAYEDEYE ÇIKIYOR

     

     

    Antik AŞ’nin 9 Mart’ta Swissotel’de gerçekleştireceği 252. müzayedesinde koleksiyonerlerin büyük ilgisini çekecek başyapıtlar satışa sunulacak.

    Müzayedede kral ve kraliçelerin portrecisi Fransız Henriy Riesener’in (1767-1828) Napolyon’un sevgilisi "Pauline Faures"i tasvir ettiği müzelik başyapıtı, 225 bin YTL’den satışa sunulacak.

    Müzayedede Türk resim sanatının en önemli isimlerinden Süleyman Seyyid, Nazmi Ziya, Halil Paşa ve İbrahim Çallı, Sami Yetik, Hoca Ali Rıza ve Naci Kalmukoğlu, Şevket Dağ, İzzet Ziya, İbrahim Safi, Vecihi Bereketoğlu, Mübin Orhon, Orhan Peker, Erol Akyavaş, Nedim Günsür, Malik Aksel, Zeki Faik İzer, Fikret Mualla, Abidin Dino, Refik Epikman, Ali Çelebi, Hamit Görele, Nuri İyem, Adnan Varınca, Ferruh Başağa, Komet ve Neş’e Erdok’un eserleri satılacak. Dünyaca ünlü Amerikalı oryantalist Frederick Arthur Bridgman’ın (1847-1928) ilk kez görücüye çıkacak olan müzelik bir çalışması ile İtalyan oryantalistler Hermann David Corrodi, Amadeo Preziosi, Salvatore Valeri, Leonardo de Mango ve Albert Mille’nin oryantal konulu eserleri de satışta yer alacak.

    Bir saat yapımcısının kızı olan Pauline Faures (1778-1869), Napolyon ile Mısır’da tanışmış ve birbirlerine aşık olmuşlardı.

    Hürriyet, 01.03.2008

    RESTORASYONDAN ÖNCE KAR TEMİZLENİYOR

     

    Geçtiğimiz yıl Aralık ayında onarımı için ihalesi yapılan Sivas Şifahiye Medresesi’nin restorasyonu için çalışmalar hız kazanırken, medrese içerisinde ve çatısında bulunan karlar temizlenmeye başladı. Restorasyon işlemlerinin sağlıklı yürütülmesi için medresenin üzeri ve içi kardan temizlenmeye başladı.

    Özellikle medresenin üzerinde biriken karlar görevliler tarafından aşağıya sıyrılırken, medrese içinde de çalışmalar başladı. Medresenin giriş kapısına getirilen kepçe ile içerden taşınan hafriyat ve karlar el arabası el kepçeye ardında kamyonlara yüklenerek temizleniyor.

    Önceki haftalarda yetkili firmaya yer teslimi yapılan Şifahiye Medresesi’nin bu yılın sonuna kadar yetiştirilmesi planlanıyor.

    Selçuklu Park içerisinde yer alan ve 1217 yılında Selçuklu Sultanı 1. İzzettin Keykavus tarafından yaptırılan tarihi Şifahiye Medresesi Anadolu Selçuklu tıp okullarının ve hastanelerinin en eski ayrıca en büyüklerinden olma özelliğini taşıyor. Bununla birlikte ailesi ile beraber 1. İzzettin Keykavus’un türbesinin de yer aldığı tarihi medrese taç kapı, cephesi, pencereleri ve ana eyvan cephesi içiçe geçmiş yıldız biçiminde eşsiz motiflerle kaplı.

    Böylesine önemli bir eseri yeniden ayağa kaldırmak için 10 Aralık 2007 yılında Vakıflar Bölge Müdürlüğü tarafından onarım ihalesi yapılan Şifahiye Medresesi’nin son olarak geçtiğimiz hafta yer teslimi gerçekleştirilmişti.

    Sivas Hürdoğan, 29.02.2008

    SAFRANBOLU'DA 14 TARİHİ ÇEŞME ONARILACAK

     

    Safranbolu Belediye Başkanı Nihat Cebeci, ilçede bu yıl çok sayıda tarihi çeşmeden 14'ünün aslına uygun onarmayı herdeflediklerini kaydetti.

     

    Safranbolu Belediye Başkanı Nihat Cebeci yaptığı açıklamada, 18-20. yüzyıldan kalan tarihi konaklarıyla ünlü ilçede dini bakımdan "cömertliğin", sosyal açıdan "tanınmışlığın" ve mimari yönden de "cezp ediciliğin" ifadesi çeşmelerden 14'nün resterasyonunu gerçekleştirmeyi hedeflediklerini söyledi. Onarımı planlanan 97 çeşmeden 46'sında 2006 ve 2007 yılında çalışmaların tamamlandığına işaret eden Başkan Cebeci, "Çeşmelerin kırılan muslukları yenilendi, motifleri de aslına uygun şekilde düzenlendi. Bu yıl da 14 çeşmenin hayırsever kurum, kuruluş ve vatandaşların katkılarıyla onarılması hedefleniyor. İstanbul Ulus Rotary Kulüp Başkanlığı, 2007'de bir çeşmemizi restore etmişti. Kulüp yetkilileri, talebimiz üzerine bu yıl da Karagözler, Paçacı, Hanönü ve Yemeniciler Arastası çeşmelerinin onarımını sağlayacak. Hazırladığımız projeleri gönderdik. Önümüzdeki günlerde maddi katkının kaymakamlığın hesabına aktarılacağı bildirildi" dedi.

     

    Cebeci hayırseverlerden, dünya mirasının korunması konusundaki projeye destek beklediklerini ifade etti.

    Turiyeturizm.com, 29.02.2008

    DİVRİĞİ CAMİİ'NİN ALTI OYULUYOR

     

    Divriği Ulu Camii’nin korunmasına yönelik acil önlemler paketi kapsamında yapılan onarım rezalete döndü. Onarım kapsamında yapılan oluklar tahrip olurken kar suları duvarları ve temeli için için oymaya başladı.





    UNESCO tarafından dünya kültür mirası listesine dahil edilen tarihi Divriği Ulu Camii ve Darüşşifası’nın ayakta tutulması için yapılan ihalelerin sonuçsuz kalmasının ardından 2006 yılında Sivas Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu tarihi eserin küçük onarımı amacıyla hazırlanan Acil Önlemler paketini devreye sokmuştu.

    Divriği Ulu Camii ve Darüşşifası’nın restorasyonu ve onarımını üstlenecek kimsenin bulunamaması nedeniyle bir türlü restorasyonuna yönelik somut bir adım atılamazken, 2006 yılının Haziran ayında kurul tarafından kabul edilen Divriği Ulu Camii ve Darüşşifası’nın korunmasına yönelik Acil Önlemler projesi kapsamında küçük onarım için 27 Mart 2007 tarihinde ihaleye gidilirken, küçük onarım kapsamında yapılan çatı oluklarını yenileme işi rezalete döndü.

    Acil Önlemler paketi kapsamında tarihi yapının rolöve, restorasyon, restitüsyon projeleri, sokak sağlıklaştırma, çevre düzenleme projeleri ile nakil ve kazı çalışmaları için 2007 yılının Mayıs ayından itibaren çalışmalara başlanmıştı.

    Divriği Ulu Camii ve Darüşşifası’nda Acil Önlemler onarım işi kapsamında caminin çatı kısımlarında ortaya çıkan akıntıların önüne geçebilmek amacıyla çalışmalar yapılarak oluklar konurken, çatı sarkıtlarındaki oluklarda yenilenmişti. Ancak üzerinden bir kış bile geçmeden tahrip olan oluklar tarihi yapıyı iyice tehdit etmeye başladı.

    Delinen oluklardan akan sular caminin direk temeline akarken, her yanı bir şah eser olan caminin duvarları akan suyun donmasından dolayı tahrip olmaya başladı.

    Yaklaşık 110 bin YTL’ye mal olduğu öğrenilen çatı olukları onarım işinin, bir kış bile geçmeden bozulması tarihi yapıyı ziyarete gelen vatandaşları da bir hayli üzüyor. Çatıdaki suların direk temele akarak donduğu Divriği Ulu Camii’nin etrafıda buz pistine döndü. Ziyarete gelenlerin dahi zorlukla yürüdüğünün gözlendiği camide, suların yarattığı tahribatın bahar aylarında gelecek yağmurlarla beraber daha çok olacağı düşünülüyor.

    Tarihi yapıyı gezmeye gelen vatandaşlar ve Divrik’liler, yakından takip ettikleri çalışmalar esnasında işi üstlenen müteahhit firmayı çalışmalar esnasında yanlış yaptıkları konusunda uyarmalarına rağmen, uyarılarının dikkate alınmadığını belirterek, tarihi yapının göz göre çürümeye terk edildiğini ifade ettiler. Alınan bilgilere göre Divriği Kaymakamı Önder Bakan’ın da yaşanan olumsuz gelişme üzerine Vakıflar Bölge Müdürlüğü ile temasa geçeceği öğrenildi.

    Sivas Hürdoğan, 29.02.2008

    CERVANTES, ELHAMRA SARAYI İLE TOPKAPI'YI BULUŞTURACAK

     

    İstanbul Cervantes Enstitüsü, 2010 İstanbul Avrupa Kültür Başkenti süreciyle bütünleşme ve bu süreçte kentle bağlarını kuvvetlendirme hedefi doğrultusunda kültürel etkinlikler takviminde ciddi bir revizyon gerçekleştirdi.


    İspanyol devleti tarafından 1991'de kurulan ve Avrupa, Asya, Amerika ve Afrika'daki yaklaşık 70 şehirde merkezleri bulunan bir ağın parçası niteliği taşıyan İstanbul'daki enstitü, 2001'de açıldıktan sonra İspanyol kültürüne odaklanan konferanslar, dinletiler, okuma atölyeleri, film gösterimleri ve konserler düzenliyordu.


    İstanbul'un 2010 Avrupa Kültür Başkenti sürecine girmesiyle birlikte Cervantes, önümüzdeki iki yıl boyunca gerçekleştireceği kültürel etkinlikleri İstanbul Avrupa Kültür Başkenti projesi ekseninde planlıyor. 1991 yılından bu yana Cervantes'in Manchester, Leeds, Tel Aviv, Beyrut, Kahire ve Şam'daki merkezlerinde müdürlük görevini yürüttükten sonra Ocak ayında İstanbul'daki enstitünün başına geçen Antonio Gil de Carrasco önümüzdeki iki yıl için belirledikleri perspektifi "İstanbul, 2010 Avrupa Kültür Başkenti gemisine biniyor ve biz de bu yolculuk boyunca ona yoldaşlık etmek için gerekli hamleleri yapmalıyız" diye anlatıyor.


    Bu yeni döneme, İspanya'nın Nobel'i niteliğindeki Cervantes Edebiyat Ödül'lü (2006) yazar Antonio Gamoneda'nın Nazım Hikmet üzerine 11 Şubat'ta verdiği konferansla başlayan enstitünün, sonbahar dönemine kadarki aralık için belirlediği etkinlik takviminin ana damarını bir sergi oluşturuyor. Cervantes, sonbahar için Elhamra Sarayı Müzesi Müdürlüğü ve Topkapı Sarayı Müzesi Müdürlüğü'yle ortaklaşa olarak 'Kağıda Düşen Işık: Fotoğraflarla Granada ve Elhamra Sarayı' sergisini Topkapı Sarayı'na getirmeyi planlıyor. Bu sergi, 19. yüzyılın ikinci yarısında çektiği İspanya fotoğraflarıyla ülkenin Avrupa düzeyindeki temsilinde büyük bir rol üstlenen Fransız fotoğrafçı Jean Laurent'in 1860'lardan 1880'lere dek büyük bir İslam mirası üzerinde yükselen Granada kentini ve Elhamra Sarayı'nı konu edindiği yaklaşık 400 fotoğrafı içeriyor. Serginin İstanbul'a gelecek olması, Elhamra ve Topkapı gibi iki şaheserin buluşmasına vesile olması açısından büyük önem arz ediyor.


    Cervantes, bu sergiye paralel olarak ikinci büyük etkinlik hamlesini İspanya ve Latin Amerika edebiyatından yazarların yer alacağı 'Edebiyat Buluşmaları'yla gerçekleştirecek. Kültür A.Ş'yle işbirliğine giden enstitü mayıs başında 'Katalan Edebiyatı Eleştiri Ödülü' sahibi Eduard Marquez; mayıs sonunda ise Franco'nun ölümünden sonra İspanya'nın geçirdiği dönüşümü anlattığı 'Savolta Meselesinin İçyüzü Hakkında' adlı kitabıyla tanınan İspanyol yazar Eduardo Mendoza İstanbullular'la buluşacak. Konferans dizisi, haziranda, Pinochet diktatörlüğüne direnişin en önemli figürlerinden biri konumundaki Şilili yazar Luis Sepulveda'nın konferansıyla son bulacak.
    Cervantes Enstitüsü, bu iki projenin yanı sıra haziran ayının ilk yarısında yönetmenin de katılımıyla bir Ventura Pons film gösterimleri dizisi ve 16. yüzyılın ikinci yarısından günümüze dek uzanan eserleri kapsayan 'Toledo Gravürleri' sergisini organize etmeyi planlıyor.

    Radikal, Haber: Halil Yazıcıoğlu, 29.02.2008

    DÜNYA KÜLTÜR MİRASI PAMUKKALE'DE REZALET

     

    UNESCO’nun Dünya Miras Listesi’ne aldığı beyaz cennet Pamukkale’de, bir tarih ve çevre ayıbı yaşanıyor.

    Kleopatra’nın yüzdüğü havuz olarak da bilinen Denizli Pamukkale’deki antik havuzun etrafındaki yapılar, Aydın Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu’nun verdiği karar uyarınca iki hafta önce İl Özel İdaresi’nce yıktırılmaya başlandı. Yıkım çalışmalarında önceki gün öğleden sonra bir kepçenin, dikkatsizlik sonucu, termal suları travertene taşıyan kanallardan birini açması üzerine antik havuza çamurlu su dolmaya başladı. İçerisinde tarihi eserlerin de bulunduğu antik havuz, çamur deryasına döndü. Görevliler içine girdikleri havuzu elleriyle dalga yapıp temizlemeye çalıştı. Turistler de bu ilkel çalışmanın fotoğraflarını çekti.







    Eski Hali




    Yeni Hali


    Pamukkale’de inceleme yapan Denizli Valisi Hasan Canpolat, "Çalışma nedeniyle suyun renginin bulanık olması normal" dedi. Aydın Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu gözlemcisi mimar Süleyman Boz ise durumu rezalet olarak nitelendirdi. Arkeolojik alanda iş makinesiyle kazı yapılmasının yanlış olduğunu vurgulayan Boz, "Jandarma havuzu ile antik havuzun bağlantısını yapmaya çalışıyorlar. Bu skandal, bu bir facia" dedi.

    Hürriyet, Haber: Ramazan Çetin, Fotoğraf: Milliyet, 29.02.2008

    EN YAŞLI 'İNSANSI' 7 MİLYON YAŞINDA

     

    Fransız fosil avcılarının Çad Çölü'nde 2001'de buldukları "hominid" fosilinin 6.8-7.2 milyon yaşlarında olduğu tespit edildi. ABD'deki testler sonucunda elde edilen bu bulgu, yerel Goran dilinde "yaşam umudu" anlamına gelen "Touami" diye adlandırılan fosili insanoğlunun bilinen en eski atası konumuna getirdi. Touami'nin bir hominid olmadığını iddia eden kesim, onun bir beyin kapasitesi olmadığını, 120 santimetrelik boyunun da ancak yürüyen şempanzelerin boylarına denk düştüğünü söylüyor.
    Milliyet, 29.02.2008

    ATHENA ASLINA DÖNECEK

     

    Assos'un nefes kesici Ege manzarasıyla ünlü Athena Tapınağı restore ediliyor.

     

    Çanakkale'nin Ayvacık İlçesi sınırları içinde bulunan tapınak, Kültür Bakanlığı ile Amerikan Arkeoloji Enstitüsü'nün desteğiyle 'ilk haline en yakın' görünüme kavuşturulacak. 120 bin dolar bütçeli proje üç yıl sürecek. MÖ 540-530 yıllarında yapılan tapınak kentin koruyucusu Tanrıça Athena'ya ithaf edilmiş. Kuzeybatı-güneydoğu yönünde oturtulan yapının giriş cephesi Anadolu geleneğine uygun olarak doğuya bakıyor. Ion etkisi de taşıyan tapınak Anadolu'daki ilk ve tek Arkaik Çağ Dor mimari örneği.

    Radikal, Fotoğraf: Arife Yıldız/AA, 29.02.2008









    DOSTLUĞA PUŞKİN MADALYASI

     

       

     

    Rusya Federasyonu tarafından "Rus dilini ve kültürel mirası yayan, ülkelerin ve halkların birbirlerine yaklaşmasını sağlayan kişilere verilen" Puşkin Ödülü'ne layık görülen Topkapı Müzesi Başkanı Prof.Dr. İlber Ortaylı, edebiyatçı Ataol Behramoğlu ve Rus-Türk Araştırmaları Merkezi (RUTAM) Başkanı Hakan Aksay'a madalyaları Rusya Federasyonu'nun İstanbul Başkonsolosluğu'nda düzenlenen törenle verildi.


    İstanbul Başkonsolosluğu'nda önceki akşam düzenlenen törene Rusya Dışişleri Bakan Yardımcısı Grigoriy Karasin, Rusya Büyükelçisi Vladimir İvanovskiy, İstanbul Başkonsolosu Aleksandr Krivenko, AKP Milletvekili Salih Kapusuz, İstanbul Valisi Muammer Güler, Dışişleri Bakanlığı ve belediye yetkilileri katıldı.
     

     Dünyada bugüne dek 11 kişiye verilen Puşkin ödülleri töreninde bir konuşma yapan Büyükelçi Ivanovskiy, Rusya ve Türkiye'nin önemli ticari ortaklar olduğunu söyleyerek, "Gazprom'un verdiği gaz miktarı arttı.


    Turist sayısı 2.5 milyona ulaştı. Hem siyasi hem ekonomik alanda başarılı çalışmalar yapılıyor. En önemli başarıda insanlar arasındaki muhabbettir. Bu yıl en üst düzeyde ziyaretler gerçekleşeceğini söylemek isterim" diye konuştu.


    Ödülleri dağıtan Karasin ise, Rus ve Türk ilişkilerinin her geçen gün arttığını, her iki ülkenin küreselleşen dünyaya rağmen yerel kültürlerini korumaya özen gösterdiğini söyleyerek, "Rusya'da Türk, Türkiye'de Rus kültürüne olan ilgi artmaktadır" dedi.


    Büyük Rus yazarının adını taşıyan bu ödülü almanın kendisi için bir şeref olduğunu dile getiren Ortaylı, iki ülke arasındaki ortak gelişimin iyi olacağını umduğunu söyledi.


    Rusça birçok yapıtı ve Puşkin'in şiirlerini ilk kez Türkçeye çeviren İstanbul Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Rus Dili ve Ebediyatı Bölüm Başkanı Doç.Dr. Ataol Behramoğlu da, "Hayatımın büyük bir bölümünü Rus edebiyatına adadım ve hiç pişman değilim" dedi.

    Aksay ise, "Eskiden bu binanın içerisine bırakın girmeyi, çevresinde dolaşmaktan bile korkardık" diye konuştu.


    Bu arada TBMM Rus- Türk Parlamenterler Diyalog Grubu üyesi Mehmet Ceylan ve bir yarışmada ödül kazanan Ukrayna Üniversitesi öğrencisi Kerim Yağcıoğlu'na iki ülke arasındaki ilişkileri geliştirmelerinden dolayı teşekkür plaketi verildi.

    Milliyet, Haber: Şükran Pakkan, 29.02.2008

    MİNARE İSKELESİ ÇÖKTÜ, 2 İŞÇİ YARALANDI

     

     

    VakıflarR Bölge Müdürlüğü tarafından 12 Kasım'da restorasyon çalışmasına başlanılan Nuri Mehmet Paşa Camisi'nin iskelesi çöktü. Çökmede 2 işçi yaralandı, çevrede geniş güvenlik önlemi alındı. Karagöz Caddesi'ndeki Nuri Mehmet Paşa Camisi'nin restorasyonunu yapan işçiler Ahmet Orbay (29) ile Ökkeş Gül (30), minarede çalışma yaptıkları sırada, üzerinde bulundukları iskelenin çökmesi sonucu düşerek yaralandı. Gaziantep Cengiz Gökçek Devlet Hastanesine kaldırılan işçilerin hayati tehlikelerinin olmadığı öğrenildi.

     

    Bu arada, olay sonrasında bölgeye giden basın mensuplarının görüntü almasına izin verilmedi. Basın mensupları, etrafı çevrili alanın dışından görüntü almaya çalıştı. Vakıflar Bölge Müdürlüğünce, Nuri Mehmet Paşa Camisi'nde 12 Kasım 2007'de restorasyon çalışması başlatılmıştı.

    Gaziantep 27 Gazetesi, 29.02.2008

    MONET'NİN KÖPRÜSÜ MÜZAYEDEYE ÇIKIYOR

     

    Fransız empresyonist ressam Claude Monet’nin "Le Pont du chemin de fer a Argenteuil" (Argenteuil’de Demiryolu Köprüsü) adlı tablosu, Christie’s Müzayede Evi tarafından açık artırmayla satılacak.

    Rekor bir fiyata satılacağı tahmin edilen 1873 tarihli eserin Chistie’s Müzayede Evi’nin 6 Mayıs’ta düzenleyeceği empresyonist ve modern sanat müzayedesi kapsamında yeni sahibini bulması bekleniyor.

    Hürriyet, 29.02.2008

    ÇİN'DE YENİ BULUNAN KAFATASI

    Çin’li arkeolog Li Zhanyang’ın Henan eyaletinde yakın zamanda bulduğu, 80.000 ila 100.000 yıllık olduğu tahmin edilen bir kafatasının evrim tarihinin bulanık kısımlarını aydınlatacağı düflünülüyor.

     

    Çin basını her ne kadar kafatasını “Pekin İnsanı’ndan sonraki en büyük keşif” olarak adlandırsalar da, uzmanlar bunun çok daha vasat bir keşif olduğu konusunda hemfikir. Çinli bilimadamları fosilin çağdaş insana ait olduğunu belirtiyorlar. Yine de, bu kadar küçük bir parça, fosilin gerçekten çağdaş insana mı, yoksa Homo erectus’tan evrimlenmiş bir erken dönem insanına mı ait olduğunun anlaşılmasını imkansız kılıyor.  

     

    Uzmanların belirttiğine göre aynı dönemde her iki tür de Çin’de birlikte yaşamış olabilir. fiu anda Pekin Omurgalı Paleontoloji ve Paleoantropoloji Enstitüsü’nde çalışmakta olan Li Zhanyang fosil kafatasının hem arkaik insan, hem de Homo Sapiens özellikleri gösterdiğini düşünüyor. 

    National Geographic News, Haber: Kevin Holden Platt, 20.02.2008

    TARİHİ ESER OPERASYONU

     

    Çanakkale'nin Gelibolu İlçesi'ne bağlı Bolayır beldesinde, jandarmanın düzenlendiği operasyonda, "Kültür ve Tabiat Varlığı" kaçakçılığı yaptıkları iddiasıyla aralarında 1 uzman çavuşun da bulunduğu 5 kişi gözaltına alındı.


    Bir ihbarı değerlendiren jandarma ekipleri "Kültür ve Tabiat Varlığı" kaçakçılığı yaptığı iddiasıyla uzman çavuş E.E (37) ile V.D (58), S.P (53), M.O (50) ile S.P'yi (29) yakaladı.


    Zanlıların üzerleri ile ev ve iş yerlerinde gerçekleştirilen aramalarda 2 gümüş sikke, 2 Osmanlı dönemine ait bronz sikke, Kur'an-ı Kerim, heykelcik, 3 dedektör, kazma, tabanca ile bu silaha ait 4 mermi ele geçirildi. İfadeleri alınan zanlılardan V.D, S.P ve M.O. savcılık tarafından serbest bırakıldı. Uzman çavuş E.E. ise Gelibolu Merkez Komutanlığına teslim edildi. Diğer zanlı S.P'nin ise gözaltında tutulduğu bildirildi.
    Haber Ekspres, 28.02.2008

    TARİHİ SURLARIN ÜZERİNDEKİ GECEKONDULAR YIKILIYOR

     

    Fatih Belediyesi, İstanbul Büyükşehir Belediyesi ile birlikte tarihi surlardaki Anemas Zindanlarının üstünde yer alan üç gecekonduyu yıktı. Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir, bugüne kadar surların çevresini açmak için yaklaşık yüz binayı yıktıklarını ve bu yıkımların süreceğini belirterek “Bunlar gibi yıkılacak 35 bina daha var” dedi.

    Anemas Zindanı’nın ve tarihi surların üzerinde yer alan kaçak üç binanın yıkımı, içindeki kiracılara kira yardımı yapılarak boşaltılmasından sonra gerçekleştirildi. Tarihi surların üzerinde olması nedeniyle elle gerçekleştirilen yıkım sırasında bölgeye gelen Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir, yaptığı açıklamada, binaların yapıldığı arsanın tapulu olduğunu ve kamulaştırma çalışmalarının sürdüğünü açıkladı. Tarihi surların çevresinin açılması için bugüne kadar yaklaşık yüz bina yıktıklarını söyleyen Demir, sırada 35 bina daha bulunduğunu açıkladı.

    Tarihi surların çevresinin açılması çalışmalarına 2005 yılında başlandığını, bu çalışmaların İstanbul’un 2010 Avrupa Kültür Başkentliği’nin de altlığı olacağını dile getiren Demir, yıkım yapılan yerin karşısında bulunan Emir Buhari Tekkesi’ni işaret ederek şunları söyledi:

    “Emir Buhari Tekkesi’nin çevresi de buradaki gibi 17 gecekonduyla kapanmıştı. Bu gecekonduları yıktık ve tekkeyi restore ettik. Haliç’i tepeden gören bir terası olan, çok güzel bir tarihi eseri Fatih’e ve İstanbul’a kazandırdık. Anemas ve Emir Buhari Tekkesi, bizim Kariye Müzesi’nden başlatarak Fener Balat’a kadar indirdiğimiz Ayvansaray Turizm ve Kültür Güzergahımızın önemli noktaları. Bu çalışmaların sonunda güzergahımız üzerinde Kariye Müzesi, Tekfur Sarayı, Anemas Zindanı, İvaz Efendi Camii, Emir Buhari Tekkesi, Blaherna Sarayı, Ayvansaray Mahallesi ve Fener Balat’taki tarihi eserler ortaya çıkmış olacak. Birçok kültürün bulunduğu bir yürüme alanı kazandırmış olacağız.”

    Yıkım yapılan alanın altında restorasyon çalışmaları süren ve kültürel amaçlı kullanılacak Anemas Zindanı yer alıyor. Aynı bahçe içinde Mimar Sinan’ın eseri olan İvaz Efendi Camii de bulunuyor. Yıkım yapılan gecekondular, kuzeyden geçen Atatürk Köprüsü üzerinden ve karayolundan da görülüyor.

    Fatih Belediyesi, 28.02.2008

    SARAYLARDA BAHAR TEMİZLİĞİ

     

     

    Milli Saraylar Daire Başkanlığı başta Dolmabahçe sarayı olmak üzere İstanbul'daki saraylarda 6 ay sürecek büyük temizlik yaptırmak için ihale açtı. Başta Dolmabahçe sarayı olmak üzere Ihlamur Kasrı, Beylerbeyi Sarayı, Küçüksu Kasrı, ISO 9001- 2000 belgesine sahip bir şirket tarafından oluşturulacak 27 kişilik temizleme ekibi tarafından temizlenecek. Milli saraylarda daha önce bilim adamlarının çalıştığı yöntemle böcek temizliği yapılmış, ahşap ve tarihi eserlere zarar veren tahtakuruları 1 milyon dolarlık harcamayla yok edilmişti. Saraylarda 6 ay sürecek temizlik sırasında sadece Dolmabahçe Sarayı'nda 45 bin metrekarelik kullanılır döşeme alanı, 285 oda, 46 salon, 6 hamam , 68 tuvalet ve 4 bin 454 metrekare serili halı temizlenecek. 3 Mart 2008'de Dolmabahçe'de yapılacak ihalede temizlik şirketlerinden, cilalama makinası, profesyonel elektrikli süpürgeler, halı yıkama makinesi, dar alan temizlik robotu ve çeşitli profesyonel temizlik araçları bulundurmaları istendi. İstanbul'daki saraylar için en büyük sıkıntıyı deprem ve rutubet oluşturuyor. Ekipler depremde, önce değerli eşyaların nasıl koruma altına alınacağını tespit amacıyla "risk tespit çalışmaları" yapıyor. Özellikle Dolmabahçe Sarayı, dolgu alanda inşa edildiği için zemin araştırması yapıldı. Deniz ve İstanbul'un havasından kaynaklanan rutubet ise bir başka sorun. Rutubeti önleyici 'elektro osmoz" sistemi kullanılarak rutubet seviyesi en aza indirilmeye çalışılıyor. Saraylardaki ağır avizeler ve aynalar duvarlara güvenli bir şekilde monte edildi. Ahşap çerçeveler ise yağmur suyunun girmesine karşı macun ve yeni sistemlerle donandı.

    Sabah, Haber: Hasan Erşan, 28.02.2008

    'KEHRİBAR ODA' İÇİN KAZI BAŞLADI

     

    1941'de Rusya'daki Katerina Sarayı'ndan Naziler tarafından alınarak, Almanya'daki Deutschneudorf kasabasında toprağa gömüldüğü iddia edilen "Kehribar Oda" için kazı çalışmaları başladı.

     

    Belediye Başkanı Haustein, Nazi askerlerinin saklamış olabileceği altın ve gümüş dolu kutuları gün yüzüne çıkarmayı amaçladıklarını söyledi. Hazine avcıları, duvarları ve mobilyaları altın üzerine kehribar işlemeli odadan yağmalanan iki ton altını bulmayı umuyor.

    Sabah, 28.02.2008

    SİVAS'TA TARİHİ ESER KAÇAKÇILIG˘INDAN İKİ KİŞİ GÖZALTINA ALINDI

     

    Sivas'ta tarihi eser kaçakçılığı yaptığı iddiasıyla 2 kişi gözaltına alındı. Operasyonda, çeşitli dönemlere ait gözyaşı şişesi ve cam bardak ele geçirildi.

     

    Edinilen bilgiye göre, bir ihbarı değerlendiren Sivas Emniyet Müdürlüğü Kaçakçılık Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü ekipleri, B.O. isimli şahsın elinde bulunan tarihi eserleri bir arkadaşına satacağı bilgisine ulaştı.

     

    Takip edilen S.O. çeşitli dönemlere ait tarihi eserleri satmayı düşündüğü İ.Y'nin arabasına bindiği sırada baskın yapıldı. Operasyonda, 1 adet 1.35 santimetre yüksekliğinde cam gözyaşı şişesi, 2 adet 6.25 santimetre yüksekliğinde Roma dönemine ait cam bardak ile 2 adet kulplu Finike dönemine ait cam gözyaşı şişesi ele geçirildi. Olayla ilgili 2 şahıs gözaltına alındı. Ele geçirilen vazo ve cam bardaklar için 'müzelik değerde' olduğu şeklinde bilirkişi raporu alındı. Gözaltına alınan İ.Y. ve S.O.'nun, emniyetteki sorgusunun ardından adli makamlara sevk edileceği bildirildi.

    haberler.com, 28.02.2008

    TEMELDEN ÇIKAN DEFİNE JANDARMADA

     

     

    İzmir'in Torbalı İlçesi'ne bağlı Demirci Köyü'nde eski Türk filmlerini aratmayacak bir komedi olayı yaşandı. Yıllarca yoksulluk ve fakirlik içinde yaşayan Yaşar Çakıroğlu, 9 ay önce öldü. Yaşlı adamdan geriye kalan eski evi ise emekli olduktan sonra köye yerleşen damadı Şakir Karabel, 6 bin 500 YTL'ye satın aldı. Eski evin 300 metrekarelik arsasını kendi evine bahçe yapmaya karar veren Karabel, geçtiğimiz cumartesi bir kepçe kiralayarak evi yıktırıp molozlarını taşıtmaya başladı. Ancak işin sonuna doğru, kepçenin toprağa saçtığı altınları görünce şaşkına döndü. Karabel de işçilerle birlikte altınları topladı. Ancak evin temelinden altın çıktığı haberi kısa sürede tüm köye yayıldı. Karabel de altın çıktığını saklamadı.

    İhbar üzerine altınların bulunmasından 24 saat sonra köye gelen Torbalı Jandarma ekipleri 73 altını evin yeni sahibi Şakir Karabel ve diğer işçilerden tek tek topladı. Arsa sahibi Karabel ve işçiler ifadeleri alındıktan sonra serbest bırakıldı. Yapılan araştırma sonucunda, 2.5 ile 7 gram arasında saf altın olan sikkelerin, 17. yüzyıl sonlarına doğru 2. Mahmut dönemine ait ve ekonomik değerinin de 150-160 bin YTL olduğunun tahmin edildiği belirtildi.

    Sabah, Haber: Fatih Şendil, 28.02.2008

    UĞUR GETİRMESİ İÇİN YANINDA TARİHİ ESER TAŞIYORMUŞ

     

    Denizli'de şüphe üzerine aranan şahısta, Bizans ve Roma dönemlerine ait yedi bronz sikke bulundu. Şahıs, ifadesinde tarihi eserleri uğur getirmesi için yanında taşıdığını belirtti.

     

    Edinilen bilgiye göre, merkeze bağlı Tekkeköy Köyü girişinde devriye görevi yapan jandarma ekipleri, H.Y. idaresindeki otomobili durdurdu. H.Y'nin üzerinde yapılan aramada yedi bronz sikke bulundu. Zanlı, ifadesinde, annesinden hatıra kalan sikkeleri, uğur getirmesi için üzerinde taşıdığını söyledi. Bizans ve Roma dönemlerine ait olduğu tespit edilen sikkeler, Denizli Müze Müdürlüğü'ne teslim edildi. Gözaltına alınan H.Y, ifadesinin alınmasının ardından serbest bırakıldı.

    haberler.com, 28.02.2008

    MEDENİYET BEŞİĞİ BUDUR

     

    Mersin'in dağ köylerinde bazı vatandaşlar, Roma döneminden kalan su sarnıçlarını temizleyip onararak bahçelerini sulama amaçlı kullanıyorlar. Tarsus Müze Müdürvekili Abdulbari Yıldız, bölgede pek çok tarihi eserin tahrip edildiğini ancak köylüler tarafından amacına uygun şekilde kullanılan sarnıçların korunduğunu söyledi. Kaklıktaşı Köyü'nde biri 25 diğeri 45 tonluk iki Roma sarnıcını temizleyen Ramazan Göbüt memnun: "Kışları yağmur ve kar suyu sarnıçları dolduruyor, yazın zeytin ağaçlarını suluyorum."

    Radikal, 28.02.2008

    EN BÜYÜK DENİZ SÜRÜNGENİ 15 METRE

     

    Bilim adamları, Kuzey Buz Denizi'nde bilinen en büyük deniz sürüngeninin fosilini buldu.

     

    Svalbard adalarındaki Spitspergen'de bulunan fosilin 150 milyon yaşında olduğu bildirildi. Burnundan kuyruğuna 15 metreden uzun olan ve "Canavar" adı verilen hayvanın sadece yüzgecinin 3 metre uzunluğunda olduğu açıklandı.

    Sabah, 28.02.2008

    ANTİK KENTE TERMİK SANTRAL SORUSUNA İKİ AYRI CEVAP

     

     

    Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı, Muğla’nın Yatağan İlçesi’nde, 5 bin yıllık Lagina antik kentinin yakınına, arkeolojik SİT alanı içine termik santral kurulması için, Kültür ve Turizm Bakanlığı’ndan görüş istedi.

    Muğla CHP Milletvekili Fevzi Topuz, Yatağan’a sadece 8 kilometre uzağa yapılacak ikinci termik santralın, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın damadı Berat Albayrak’ın CEO’su olduğu Çalık Grubu’na ihale edileceğini ileri sürdü.

    Yıllardan bu yana santralın yarattığı kirlilikle boğuşan Yatağan’da, ikinci termik santral kurma girişimi yetkili ağızlarca doğrulandı. Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, Muğla CHP Milletvekili Fevzi Topuz’un 31 Ocak 2008 tarihli soru önergesini şöyle yanıtladı:

    "Bakanlığımdan, sözkonusu antik kent bölgesinde yeni bir termik santral kurulmasına yönelik Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’nca görüş istenmiş olup, konu Muğla Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğü’nce değerlendirilmektedir. Bakanlığımın yeni bir termik santral sahasına ilişkin Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı ile işbirliğinde bulunduğu iddiaları doğru değildir."

    CHP’li Topuz’un yönelttiği aynı sorulara Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Hilmi Güler ise daha muğlak bir yanıt verdi. 18 Şubat tarihli yanıtında Bakan Güler, "Muğla’nın Yatağan İlçesi Turgut Beldesi sınırları içerisinde kurulacağı belirtilen kömür yakıtlı termik santrala ilişkin olarak Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu’na (EPDK) bir lisans başvurusu yapılmamıştır" ifadesine yer verdi.

    CHP Milletvekili Fevzi Topuz, aynı sorulara iki bakanın verdiği yanıtların farklılık taşıdığını savunurken, "Çalık Grubu için iki bakandan biri yalan söylüyor. Yıllardır zehir soluyan yöre halkı birinci santralden mağduriyetini anlatmaya çalışırken sırf rant uğruna ikinci santralın kurulmak istenmesi doğayı katledecek, insan sağlığını tehlikeye atacaktır" diye konuştu.

    Hürriyet, Haber: Yaşar Anter, 28.02.2008

    TARİHİ CEPHANELİK BULUNDU

     

    Diyarbakır Kültür ve Turizm Müdürü Tevfik Arıtürk, yaptıkları çalışmalarda eski dönemlerden kalma cephanelik bulduklarını açıkladı. Tevfik Arıtürk, cephanelikten çıkarılan eski dönem silahları müzeye taşıdıklarını belirtti.

     

    İl Kültür ve Turizm Müdürü Tevfik Arıtürk, yaptığı açıklamada şunları söyledi:

    "Hazreti Süleyman Camii Türbesi yanında bulunan gecekonduları temizleyeceğiz. Bununla ilgili TOKİ ile bir çalışma içerisindeyiz. Tarihi Diyarbakır surlarında da restorasyon çalışmalarımız devam ediyor. 2008 yılında Kültür ve Turizm Bakanlığı'ndan alınacak ödenek ile surlarımızı onaracağız. Halkımızın ve turistlerin hizmetine sunacağız. Diyarbakır kültürel değerler açısından çok zengin bir yerdir. Yapılan kazı çalışmalarında bir cephanelik ortaya çıktı. Biz burada çıkan mızrakları, okları ve diğer eşyaları müzemize taşıdık. Bu eserler müzemizde bulunmaktadır. Bunlar kendi himayemiz altında kalacaktır" dedi.

    Diyarbakır Kent Haber, 28.02.2008

    TOKAT'TA TARİHİ ESER OPERASYONU

     

    Tokat'ın Turhal İlçesi'nde emniyet güçlerince yapılan operasyonda çok sayıda tarihi eser ele geçirildi.

     

    Edinilen bilgiye göre, bir otomobil içerisinde tarihi eser bulunduğu ihbarını alan İlçe Emniyet Müdürlüğü ekipleri harekete geçti. İlçe merkezi girişinde durdurulan ve içerisinde 2 şahıs bulunan otomobilde yapılan aramada, 1 adet eski İstanbul çarşı resmi, 4 adet sigara tablası, 1 adet tüfek mekanizması, 1 adet gümüş yüzük, 2 adet çakmaklı tüfek, 2 adet kınlı kılıç, 1 adet kınsız kılıç, 1 adet kınsız kılıç, 1 adet kınlı sürmene bıçağı, 2 adet kınlı kama, 1 adet süvari kılıcı, 1 adet tarikatlarla ilgili belge, 1 adet el yazması Kur'an-ı Kerim, 1 adet kıkırdak dokudan inanç çubuğu, 1 adet işlemeli Türk bayrağı, 1 adet 99'lu tespih elde geçirildi. Şüphelilerin ikametlerinde yapılan aramada ise, 2 adet toplu tabanca 8 adet Arapça yazılı kitap, 19 sayfa Osmanlıca yazılı kağıt bulundu. Ele geçirilen malzemelerin etnografik mahiyette tarihi eser niteliği taşıdığının belirlenmesi üzerine 2 şahıs, 'taşınır kültür varlığı ticareti yapmak' suçundan adliyeye sevk edildi.

    haberler.com, 27.02.2008

    TARİHİ 1. MURAD HAMAMI RESTORE EDİLEREK TURİZME KAZANDIRILDI

     

    Bursa'nın İznik İlçesi'nde bulunan Osmanlı döneminden kalma 1. Murad Hamamı, restore edilerek turizme açıldı.

     

    İlgisizlik nedeniyle çürüme ve yıkılmaya terk edilmiş halde olan 1. Murad Hamamı, İznik Kaymakamlığı tarafından restore edilerek yerli ve yabancı turistlerin ziyaretine açıldı. Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'ndan izin alınarak Köylere Hizmet Götürme Birliği finansmanıyla rölöve, restitüsyon ve restorasyon projeleri hazırlatıldıktan sonra çalışmalara başlandı. Proje maliyeti yaklaşık 2 milyon 500 bin YTL olan hamamda restorasyon çalışmaları, Hizmet Birliği'nce yürütüldü.

     

    İznik Kaymakamı Hüseyin Avcı, kentte başlattıkları tarihi binaları ayağa kaldırma seferberliği kapsamında tarihi öneme sahip 1. Murad Hamamı'nında restore çalışmaları ile turizme kazandırdıklarını belirtti. Kaderine terk edilen tarihi hamamın harabe halde olduğunu ve sıcaklık bölümlerinin üzerine kurulan gecekondular ile tanınmaz hale geldiğini aktaran Kaymakam Avcı, çalışmalara 2006 yılında temizlik ve sondaj çalışmaları ile başlandığını söyledi. 1. Murat Hamamı'nda çalışmaların İznik Köylere Hizmet Götürme, Çevreyi Koruma, Tarım ve Turizmi Geliştirme Birliği tarafından destekleri ile başladığını anlatan İznik Kaymakamı Hüseyin Avcı, "Erkekler bölümü girişi ve ana yolun altında bulunan bölümde yapılan temel güçlendirme çalışmaları sırasında Roma dönemine ait Milattan Sonra 2. yüzyıla ait sütunlu yolun bir kısmı açığa çıkarıldı." dedi. Projenin Ağustos 2007'de tamamlandığını hatırlatan Avcı, "Hamamın genişletilen bahçesine yerleştirilen ahşap çini dükkanları ile yapıya farklı bir fonksiyon kazandırılarak yerli ve yabancı turistlere yönelik bir mekan haline getirildi." şeklinde konuştu.

     

    Osmanlı döneminin ilk hamamlarından Sanat tarihi açısından 14. yüzyıl Osmanlı mimarisinin özgün özelliklerini barındıran yapı, Osmanlı döneminin ilk büyük hamamlarından birisidir. Kitabesinin günümüze ulaşamamasından dolayı yapının banisi, mimarı ve kesin tarihi ile ilgili bilgiye ulaşılamamıştır. Ancak mimari özelliklerine bakıldığında 1300'lü yılların sonunda yapıldığı ve döneminde sultan hamamı olarak kullanıldığı tahmin ediliyor.

     

    Kadınlar ve erkekler kısmı olmak üzere inşa edilmiş hamam, soğukluk, aynalı tonoz örtülü ılıklık, sıcaklık ve halvet odalarından oluşuyor. Soğuk su deposu ve doğu batı uzantılı beşik tonoz örtülü külhan ise hamamın diğer bölümlerindendir.

    Zaman, Haber: Tuna Alatürk, 27.02.2008

    ÇESKA KALESİ'NDE KURTARMA KAZILARI YAPILACAK





    Yozgat'ta bulunan Çeşka Kalesi yeraltı şehrini kurtarma kazılarına başlanıyor.

     

    Çeşka Kalesi yolu, İl Özel İdaresi tarafından asfaltlanacak, sonra kurtarma kazısına başlanacak.

     

    Yozgat merkez ilçe sınırları içinde bulunan Çeşka Kalesi, merkeze 3 kilometre mesafede, kent merkezinin kuzey-doğusunda yüksekçe bir tepe üzerinde kurulmuş. Kalede 3 ayrı giriş yeri tespit edilmiş. Tepe noktası kayalık, güney kısmında 2 kat halinde 3 odalı bir mekan bulunuyor ve kilise görünümünü veriyor. Bu mekanın batı kısmındaki odanın üstünde koni biçiminde düzenli oyulmuş bir havalandırma bacası yer alıyor. Kuzeydeki odanın tabanında, kısmen dolmuş 2 ayrı beşik kemerli galeri girişleri var.

     

    Yer altı şehrinin üzerinde kaya üstü mezarlarına rastlanmış. Çeşka Yeraltı Şehri'nin, Bizanslıların ilk Hristiyanlık döneminde iskan gördüğü kanısına varılmış. Yeraltı şehrinin yıkıntıları arasında ve alt eteklerde monokrom perdahlı ve perdahsız Roma-Bizans seramik türü eserler yer alıyor.

    Turizm Gazetesi - Sorgun Postası, 27.02.2008

    5 BİN 500 YILLIK MEYDAN BULUNDU

     

    Peru'da yapılan kazılarda 5 bin 500 yıl önce inşa edilen bir meydan bulundu. Başkent Lima'nın 370 km kuzeyindeki Sechin Bajo harabelerinde arkeolojik kazı yapan Perulu ve Alman arkeologların, başka bir yapının kalıntıları altında buldukları meydanın, Amerika kıtalarında şimdiye kadar keşfedilen en eski mimari yapı olduğu belirtildi.

    Kazı ekibinin başında bulunan Peru Ulusal Kültür Enstitüsü'nden Cesar Perez, "Bu çok etkileyici bir keşif, bilim ve arkeoloji dünyası çok mutlu. Bu keşif ülke tarihinin yeniden yazılmasına yol açabilir" dedi. Son keşiften önce, arkeologlar Peru'daki yaklaşık 5 bin yıllık antik Caral kalesini, batı yarıküredeki en eski arkeolojik yapı olarak kabul ediyorlardı. Bilim insanları, Sechin Bajo'dan birkaç saat uzaklıktaki Caral kalesinin, Mezopotamya, Mısır, Çin, Hindistan ve Meksika ile birlikte insanların yaklaşık 5 bin yıl önce yaşamaya başladığı dünyadaki altı yerleşim bölgesinden biri olduğunu belirtiyor.

    Birgün, 27.02.2008

    130 YILLIK AHŞAP EV KÜL OLDU

     

    Bartın'ın Kırtepe Mahallesi'nde bulunan 130 yıllık ahşap bir ev yandı.

     

    Cumhuriyet İlköğretim Okulu arkasında, TTK emeklisi Ziya Eşref'e ait olan içinde kimsenin yaşamadığı 130 yıllık ahşap ev henüz sebebi bilinmeyen bir nedenle yandı. Kısa sürede yangına müdahale eden itfaiye ekipleri yangının büyümesini ve çevre binalara sıçramasını önledi.

    Bir saatlik bir çalışmayla yangını söndüren itfaiye ekipleri ve emniyet güçleri yangının çıkış sebebinin araştırıldığını söyledi. Görgü tanıkları ise yangına evin içerisinde sigara içmeye giren çocukların sebep olduğunu belirtti.

    Bartın Kent Haber, 27.02.2008

    SELÇUK KALESİ'NİN BEŞ YIL İÇİNDE ZİYARETE AÇILMASI BEKLENİYOR





    Selçuk İlçesi'ndeki tarihi Ayasuluk Kalesi'ndeki bilimsel çalışmalar 2007 yılında Kültür ve Turizm Bakanlığınca Pamukkale Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Yard.Doç.Dr. Mustafa Büyükkolancı’ya verilmişti.

     

    Büyükkolancı, 15 Ağustos-15 Eylül 2007 tarihleri arasında yapılan çalışmaları tamamladıklarını belirterek, Selçuk Ayasuluk Kalesi’nin geçmişi ve geleceği hakkında bilgi verdi.

     

    Selçuk Kalesi (Ayasuluk) ve St.Jean Anıtı’nın Kültür ve Turizm Bakanlığına ait olduğunu, 2007 yılından itibaren buradaki kazı ve onarım çalışmalarının Bakanlar Kurulu kararıyla kendisinin başkanlığındaki bilim ekibine verildiğini ifade eden Pamukkale Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Yard.Doç.Dr. Mustafa Büyükkolancı, Ayasuluk Tepesi ve Kale’nin aslında ilk Efes yerleşiminin olduğu yerlerden biri olduğunu, Hititler zamanında Arzawa Krallığının başkenti Apaşa stratejik öneme sahip bu tepe üzerine kurulduğunu belirtti. Hıristiyan Efes (Ayasuluk) 616, 654-655 ve 716 yıllarında Arap ve Sasani saldırılarına uğradığını dile getiren Büyükkolancı; “Özellikle dış kale buna karşı VII. Ve VII. Yy.larda tamamlanmış olmalıdır. Ayasuluğun Türkler tarafından fethi Menteşeoğlu Dönemine (Mehmet Bey’in damadı Sasa Bey) rastlamış (1304) ve Aydınoğlu Beyliği ise hakimiyetini Ayasuluk’ta ancak 1348’de sağlayabilmiştir” dedi.

     

    Kale duvarlarının eski kentin kalıntılarından getirilen taşlarla örülü olduğunu, çevresinde 15 kule’nin bulunduğunu ifade eden Büyükkolancı; “Ayasuluk Kalesinde Türk-İslam eseri olarak Kale Mescidi bulunur. (bugün minaresi kısmen korunabilmiştir) Bunun yanında kısmen yıkık Kale Hamamı ve beş adet su sarnıcı vardır. Selçuk’ta özellikle tren istasyonu yakınında görülen ve yüksekliği 10 metreyi bulan su kemerleri Bizans Döneminde Ayasuluk Tepesindeki yerleşimin su ihtiyacını karşılamıştır” dedi.

     

    1990 yılından itibaren Kale çevresindeki kazılarda önemli sonuçlara ulaştığını kaydeden Büyükkolancı, bu çalışmalar kapsamında 1960’lı yıllarda ilk izleri bulunan Myken Dönemi’ne ait bulgulara önemli bulgular eklendiğini ve ayrıca Orta Tunç Çağı başına (MÖ 1900-1800) tarihlenen tümlenebilecek testiler, küp ve kaplar bulunduğunu belirtti.

     

    Kale’nin uzun zamandır restore edilip, turistik ziyarete açılmayı beklediğini ifade eden Büyükkolancı; “Kalenin turizme kazandırılması ve Arkeolojik Park olarak ziyarete açılması Selçuk ve Türkiye Turizmine önemli katkıda bulunacaktır. Beklide ilk kez birçok tarihi olaya şahitlik eden kale üzerindeki toprak örtü kaldırılarak ve kısmen restore edilerek Efes’in farklı bir önemi ortaya çıkacaktır. Kültürel miras yönünden büyük öneme sahip olan Kale, turizm açısından da büyük potansiyel teşkil etmektedir. Bu nedenle yeni kazı heyeti 2007 sezonunda tüm ağırlığını kaleye vermiş ve buranın beş yıl içinde ziyarete açılmasını amaçlamaktadır. Kaledeki kazı ve onarım çalışmalarına tüm Selçuk ilçesi olarak destek vermeliyiz. Bilindiği gibi Selçuk Kaymakamlığı, Selçuk Belediyesi, İl Özel İdaresi Genel Sekreterliği ve Selçuk Ticaret Odası Kale kazılarına 2007 yılında maddi ve daha çok manevi anlamda destek olmuşlardır. Bu desteklerin 2008 yılında da daha büyüyerek devam edeceğini umuyoruz” dedi.

    Selçuk Bölge Haberleri, 27.02.2008



    ANTİK MEZAR BULUNTULARI
    İSKOÇYA İLE HOLLANDA
    BAĞLANTISI
    GÖSTERİYOR

    İskoçya’da, Largie’de bulunan iki mezarda ele geçen 4000 yıllık kapların yeniden yapılan incelemeleri bunların Hollanda ile olan bağlantısını ortaya çıkardı. 

     

    İskoçya Milli Müzesi’nden Alison Sheridan bahsi geçen kaplar üzerinde yaptığı araştırmada, aynı tarz kapların aynı çağlarda bugünkü Hollanda’da da üretildiğini açıkladı.

    Bu tür kapların İskoçya’da çok ender bulunduğunu, şimdiye dek bilinen örneklerin sayısının 3-4 ü geçmediğini belirten uzmanlar, bu keşfin çok önemli olduğunu vurguluyorlar. 

     

    Öte yandan, sadece kapların değil, mezar yapılarının da Hollanda’da bulunanlara benzemesi, burada gömülü olan insanların 4000 yıl önce oradan göç etmiş olabileceklerini düşünürüyor.

    Uzmanlar, bu denli eski bir mezarda, bu denli ender rastlanan kapların bulunmasının yöntemleri bilen bir göçmen tarafından yapılmış olabileceğinin ispatı olarak düşünüyorlar. 

    24 Hour Museum, Haber: Richard Moss, 19.02.2008

    BELEDİYE, TARİHİ HACIBANLAR EVİNİ SATIN ALDI

     

    Şanlıurfa Belediyesi şehrin tarihi dokusuna sahip çıkmak amacıyla yıkılmaya yüz tutmuş, tarihi Hacıbanlar evini satın aldı.

    Belediye Başkan Yardımcısı İbrahim Güllüoğlu, Hacıbanlar evini ziyareti sırasında yaptığı açıklamada, zaman kaybetmeden restorasyon çalışmalarına başlayacaklarını belirterek, amaçlarının evi Şanlıurfalıların hizmetine sunmak olduğunu kaydetti. Başkan Yardımcısı Güllüoğlu, Şanlıurfa'da tarihi özelliğe sahip alan birçok evin bulunduğunu kaydederek, yıkılmaya yüz tutmuş bu evlerin gerek sahipleri tarafından gerekse de sivil toplum kuruluşlarınca restorasyon yapılmaları gerektiğini vurguladı.

    Zaman, Haber: Murat Gezer, Fotoğraf: urfakent.com, 26.02.2008

    ADNAN MENDERES'İN BIRAKTIĞI YERDEN...

     

    1950’li yıllarda Başbakan Adnan Menderes’in restorasyonunu yaptırdığı, İstanbul’daki mimarlık harikası ecdad yadigarı eserler tekrar elden geçiriliyor. Süleymaniye Camii’nde 450 yılın en kapsamlı tamiratı yapılıyor

    Dünya incisi İstanbul’daki birçok ecdad yadigarı tarihi eser, merhum başbakanlardan Adnan Menderes’ten sonra ilk defa yoğun bakıma alındı. 1950’li yıllarda geniş kapsamlı bir restorasyondan geçen eserler arasında yer alan Laleli Camii, Beyazıd Hamamı ve Valide Sultan Camii’nde yaklaşık iki yıldır İstanbul Valiliği ile Vakıflar Genel Müdürlüğü hummalı bir çalışma yürütüyor. Şehrin simgelerinden Süleymaniye Camii'nde ise tam 450 yıl sonra kapsamlı bir tamirat başlatıldı. Mimarlık harikası bu eserler eski ihtişamlı günlerine kavuşacağı günleri bekliyor.

    Nerede bir cami görse...

    Ne zaman eski bir cami görse hemen avuçlarını açıp bir fatiha okuyan Adnan Menderes, restorasyon rüyasını gerçekleştirip eski eserlerin yüzünü güldürmüştü. Her biri harabe ve çöplüğü andıran Sultanahmet, Eyüp ve Fatih’teki Nişanca camilerini tamir ettirmişti. Merhum başbakan, Eyyüp Sultan’da da 147 eserin elden geçirilmesi için bir proje başlatmış, tarihi semti Mekke ve Medine’ye benzetmek için çalışmıştı. Ancak bu çalışmaları Yassıada’da “dini istismar etti” gerekçesiyle karşısına çıkarılmıştı.

    Laleli Camii’nin minaresi söküldü
    1950’li yıllarda büyük bir restorasyon gören Osmanlı mimarisinin önemli örneklerinden olan Laleli Camii’nde 2 yıldır aralıksız çalışma yürütülüyor. 1760-1763 yılları arasında Sultan III. Mustafa tarafından yaptırılan caminin kubbe ve dış kısımları eski güzelliğine kavuşturulmaya çalışılıyor. Restorasyon kapsamında caminin bir minaresi sökülerek taşlarına numara verildi. Taşlar, minarenin yeri sağlamlaştırıldıktan sonra tekrar yerine konulacak.

    ‘İsyancı’ların hamamı
    Beyazıt’ta yıkılmak üzereyken ayağa kaldırılmaya çalışılan eserlerden biri de tarihi Beyazıd Hamamı... Sultan II. Bayezid tarafından 16. yüzyılda inşa ettirilen 6 kubbeli yapı, İstanbul’un en büyük hamamlarından biri. Lale Devri’ni sona erdiren isyancıların elebaşı Patrona Halil’in tellaklık yaptığı için “Patrona Halil Hamamı” olarak da bilinen hamam, 1920’ye kadar hizmet vermiş daha sonra özel mülkiyete açılarak demir atölyesi olarak kullanılmıştı.

    “Valide”nin yadigarı
    Sultan II. Muhmud Han’ın eşi ve Sultan Abdülaziz’in annesi olan Pertevniyal Valide Sultan tarafından 1871 yılında yaptırılan Aksaray’daki Valide Sultan Camii, mimarisiyle İstanbul’un göz kamaştıran ibadethanelerinden biri. Menderes döneminde tadilat gören caminin taşları, trafiğin en yoğun olduğu noktada bulunması sebebiyle kararmıştı.

    450 yıllık restorasyon
    Kanuni Sultan Süleyman Han tarafından Mimar Sinan’a 7 yılda yaptırılan Süleymaniye Camii restorasyon gören eserler arasında. Mimar Sinan’ın “kalfalık eserim” dediği cami, dünya mimarisinin şaheserleri arasında bulunuyor. 450 yıldan bu yana ilk defa bu kadar kapsamlı bir tamirat gören Süleymaniye’nin hemen hemen bütün unsurları elden geçiriliyor.

    Türkiye Gazetesi, Haber: İnan Arvas, 26.02.2008




    Nano-Yorum:

    Türkiye'de neredeyse son 70 yıldır hükümetler ve yerel yönetimler eliyle tahribatlar ve hatta yıkımlar yaşanıyor. Çok partili döneme geçilmesiyle birlikte köyden kente göçün artması kentlerin, özellikle de İstanbul'un imarına, yeni yollar ve yeni yapılar yapılmasına neden oldu. O dönemde Adnan Menderes'in bizzat yıkımların başında durduğunu kayıtlardan biliyoruz.1

     

    Kayıtlara göre, İstanbul'da Menderes döneminde 7 bin tanesi birinci dereceden tarihi eser olmak üzere 14 bin parça eser yıkıldı. Sadece Vatan ve Millet caddelerinin açılması sırasında yok edilen tarihi eserler arasında şunlar sayılabilir: Şirment Çavuş Camii ve Türbesi, Oğlanlar Tekkesi, Tevekkül Hamamı, Yusuf Paşa Çeşmesi, Çakırağa Camii ve Çeşmesi, Katip Çelebi Mezarı, Mimar Ayas Camii, İbrahim Ağa Mescidi, Revani Çelebi Mescidi, Edirnekapı'da surların bir bölümü....2  Direklerarası'nın da bu dönemde ortadan kalktığını hatırlatalım.

     

    Bedrettin Dalan döneminde de yaklaşık 200 parça eser yıkıldı. Dalan, Turgut Özal’ın da desteğiyle, Tarlabaşı’nı ve Haliç’teki kimi yerleşmeleri yıktı. Bugün, Melih Gökçek, Ankara’yı yıkmaktadır.3

     

    Bu yıkımların şimdilerdeki uzantısı da bildiğiniz gibi "Kentsel Dönüşüm Projeleri" ve de "tarihi eserleri şu andaki işlevinden çıkartıp bunları otele dönüştürelim" diyen zeka-i mute'dil kırsal zevattır.

     

    Bu tarih kıyımını yapan zihniyetin aynı zamanda muhafazakar görüşlerle geçmişe sahip çıkılması gerektiğini savunmaları ise yaman bir çelişkidir. Bırakın bir sanat tarihçi olmamı, sadece bir insan olarak bile benim bu yazının başlığına itirazım var. Bu bir itiraz yazısıdır...


    Ayşe Didem Bayvas



    Kaynakça:


    1 Cevat Geray, "Belediyelerin Hızla Kentleşmeye Yenik Düştüğü Dönem (1945-1960)", Türk Belediyeciliğinde 60. Yıl, Uluslararası Sempozyum, Ankara, 23-24 Kasım 1990, Bildiriler ve Tartışmalar, Ankara Büyükşehir Belediyesi yay., Ankara, 217-224

    2 M. Ali Gökaçtı, Dünyada ve Türkiye'de Belediyecilik, Ozan yay., İstanbul, 1996, 151

    3 Prof.Dr. Gürhan Tümer, "Yapmak, Yıkmak ve Mimarlık", Mimarlık Dergisi, Sayı 332,

    ARŞİVİ YOK EDİLMİŞ KENT

     

    Bilgi Üniversitesi’nden tarihçi Prof.Dr. Suraiya Faroqhi, Antalya’nın Osmanlı dönemine ait arşivlerin büyük felaketler sonucu yok olduğunu ya da hurda kağıt olarak SEKA’ya gönderildiğini öne sürdü

    Antalya Kent Müzesi Proje Hazırlık Merkezi tarafından düzenlenen Kent-Müze-Tarih Söyleşileri’ne katılan Prof.Dr. Suraiya Faroqhi, Osmanlı dönemine ilişkin çok sayıda araştırma yapıldığını, ancak bunların genelde Anadolu üzerine değil, Araplar üzerine olduğunu belirtti. Faroqhi,’’ Kent tarihçiliği arşive dayanır. Yaptığımız tarihçiliğin iyi olması da arşivlerin mevcudiyetine bağlıdır. Ama ne yazık ki Antalya’nın arşivleri büyük felaketler sonucu yok oldu ya da SEKA’ya gönderildi. Arşivlerin bugüne ulaşmamış olması araştırmacılar için büyük şanssızlık’’ dedi.

    Faroqhi, Mısır ve Rodos fethedilmeden önce Antalya’nın Osmanlı’nın en önemli liman kenti olduğunu belirterek, ‘’O dönemde fetihler yapılmadan önce Antalya Limanı’ndan Bursa’ya oradan da İstanbul’a uzanan bir ticaret yolu vardı. Ama zamanla bu ticaret yolu değişti ve Rodos üzerinden Mısır üzerine gidildi. Böylece Antalya-İstanbul ticaret yolu önemini kaybetti’’ diye konuştu.

     

    Kent-Müze-Tarih Söyleşileri’ne ikinci kez konuk olan Faroqhi, 1941 yılında Berlin’de doğdu. Hamburg, İstanbul ve Bloomington / İndiana üniversitelerinde eğitim aldı. Boğaziçi Üniversitesi’nden onursal doktara unvanı verilmiş olan Faroqhi’nin yayımlanmış çok sayıda kitabı ve makalesi bulunuyor.

    Akşam Akdeniz, 26.02.2008

    İZMİR'İN ŞİRİNCE KÖYÜ'NÜ KENT YAPACAKLAR

     

    İzmir'in Selçuk İlçesi'ne bağlı Şirince Köyü'nde Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın hazırladığı yeni imar planı tepkiye neden oldu. Köylüler, koruma amaçlı hazırlanan planın konut sayısını artırarak köy yaşantısını yok edeceğini savunuyor. Turizm uğruna köyün feda edildiğini iddia eden 34 köylü, yürütmenin durdurulması için mahkemeye başvurdu. Tamamı beyaza boyanmış iki katlı evleri, dar sokakları, zeytin bahçeleri, üzüm bağları, lezzetli şarabı, köye özgü yemekleri ve mistik havasıyla ünlenen, ardından tarihi Rum Evleri'nden yapılma pansiyonları ile turizme hizmet veren Şirince Köyü için Kültür ve Turizm Bakanlığı yeni bir imar planı hazırladı. Ancak yeni imar planı bölgede tarımla geçinen köylüleri rahatsız etti. Köy halkı, "Şirince kentsel SİT Alanı Koruma Amaçlı İmar Planı"nın köy yaşantısını ortadan kaldırdığını, turizmi öne çıkardığını savunuyor. Köylüler, "Evlerimizi küçültecekler, atlarımızı nereye koyacağız.. Biz tarla sürüyoruz" dediler. Plana göre, arazilerin belli bölümleri yola ayrılacak. Bazı eski evler tamamen yıkılarak yenileri, bazıları küçültülerek yapılacak. Köylüler ayrıca, planın dışarıdan gelen kişileri ev sahibi yapmayı amaçladığını iddia etti.

    Birgün, 25.02.2008

    REYHAN HAMAMI DA İLGİ BEKLİYOR

     

    Nalıncılar Hamamı’nın unutulmuşluğu, arada bırakılmışlığı, yahut görmezden gelinmişliği üzerine yazdığımız geçen günkü yazımızın ardından, kentim okuru, ‘Bizi de görün’ demeye başladı.

    Meğer unutulan, yahut görmezden gelinen, veyahut arada bırakılan sadece Nalıncılar Hamamı değilmiş.

    Bir de neredeyse hemen hergün pek çoğumuzun önünden geçtiği Reyhan Hamamı varmış. Önce geçen seferki gibi bu hamamın da tarihine bir bakalım.

    Kitaplarda hamama ilişkin bilgiler bakınız ne diyor; ‘Reyhan Mahallesinde, Cumhuriyet Caddesi üzerinde yer alan Reyhan Hamamını Sultan II. Murad’ın harem ağalarından Reyhan Bey 1431’de yaptırmış.

    Reyhan Bey’in bu hamamı Yenişehir’deki zaviyesine gelir getirmesi için yaptırdığı kayıtlarda yazılı.

    Osmanlı mimarisindeki tek kubbeli hamamlar gurubundan olan hamam soğukluk, ılıklık, sıcaklık bölümlerinden meydana gelmiş.

    Bu bölümlerin üzerleri ayrı ayrı küçük kubbelerle de örtülmüş. Hamam 1484 ve l969 yılında onarılmış, günümüzde de depo olarak kullanılmakta.’

    Zaten bize yazan okurumuzun da satırlarında aynı dikkat çekici ifade var. Diyor ki; ‘İnanın bu tarihi yapı da mezbelelik durumda ve şehrin göbeğinde.

    Kapalıçarşı ve civarından Şehreküstü istasyonuna inen binlerce vatandaş bu hamamın önünden geçiyor her gün. Ve inanın pazarcılar kapılarını duvarlarını kırıp depo olarak kullanmaya başladılar.

    Zaten çatısı da çökmek üzere. Sizden ricam Reyhan mahallesinin perişan halini hamamıyla beraber bir yazınızda gündeme taşımanız.’

    Okurumuzun seslenişini haklı buluyor ve sütunlarımızı satırlarına açıyoruz. Osmangazi Belediyesi’nin tarihi hanlar ve hamamlar ve diğer yapılar üzerinde başlattığı çalışmanın kapsamının benzer uyarılarla genişletilmesini umarak tabi.

    Geçen günkü yazımda da belirtmiştim. Bir kez daha hatırlatıyorum; Ördekli hamamı restorasyonu kaçınılmaz olan önemli bir yapı. Ancak Nalıncılar Hamamı ile Reyhan Hamamı’nın da aynı ilgiyi hak ettiği ortada.

    ...Diyelim ve asıl önemli hatırlatmamızı yapalım. Tamam biz Reyhan’dan Nalıncılar’dan falan sözediyor, buraların da ele alınması gerektiğine dair yazıp çiziyoruz ama, aslında bütün bunlar iki yıl önce Osmangazi Belediyesi’nce planlanmıştı.

    O dönemde Kültür Yolu Canlandırma Projesi diye adlandırılan çalışmada ilçenin en doğusundan en batısına uzanan 8 bin 200 metrelik bir güzergahta projeyi uygulamaya konulmuştu.

    Proje, 20’si uygulama olmak üzere, yaklaşık 70 projeyi bir çatı altında topluyordu. Ve ana hedef Bursa’yı bir müze kent haline getirmekti.

    Arşivimizden çıkan verilere göre o dönemde büyük ses getiren çalışmaların kapsamında bakın nereler vardı; Yıldırım Külliyesi, Emir Sultan Külliyesi, Yeşil Külliyesi, Irgandı Köprüsü, Orhan Bey Külliyesi, Ulucami, Hanlar Bölgesi, Hisar, Hamza Bey Külliyesi ve 1. Murad Hüdavendigar Külliyesi.

    Bu ana hat üzerinde elbette sur ve sur kapılarının restorasyonu, Kamberler Tarih ve Kültür Parkı , Gökdere Medresesi , Ördekli Hamamı , Haraçcıoğlu Medresesi , Üftade Tekkesi , Tuz Pazarı, Abdal Mehmed Camii , Timurtaş Paşa Külliyesi , Kayhan Hamamı , Davut Paşa Hamamı , Reyhan Paşa Hamamı , Eyne Bey Medresesi , Seyyid Usul Dergahı, Somuncu Baba , Abolyont Hanı restorasyonu bulunuyordu.

    Projede yeralan çalışmaların kimi bitti kimi bitme aşamasına geldi, kimine ise henüz başlanmadı. Dolayısıyla altını okurumuza bir not iletmek gerekir ki, Reyhan Hamamı zaten bu çalışma içinde var. Ama sıra bekleyenler arasında.

    Nalıncılar Hamamı’nın durumu ise biraz daha özeldi. Zira, O gün de değinmiştim, bugün de hatırlatayım; Nalıncılar Hamamı’na neredeyse bitişik durumdaki bir mağaza bölgedeki çalışmalara engel görünüyor.

    Tuzpazarı ve civarındaki esnafa göre belediye bu hamamı kente yeniden kazandırmak istiyor ama çalışmalar mağaza sahiplerince engelleniyor. Zira, restorasyon çalışmalarının kendi faaliyetlerini etkileyeceğini düşünüyorlar.

    Bunlar iddia. Gerçekliği yahut sanallığı yetkililerce diye getirilebilir. Ama keşke, dedikodu bile olsa, bu kentten para kazanan bir işletmecinin, bu kentin değerlerinin korunması konusunda daha hassas bir duruş sergilediğini duysaydık.

    Misal; O mağazanın sahipleri pekala, sırtlarını dayadıkları tarihi hamamın onarımı konusunda belediye ile temasta bulunabilir, hatta belki bu işi kısmen de olsa üstlenebilirdi.

    Korkarım ki, hayatlarını, servetlerini bu kenttin değerlerinden kazananlar ne yazık ki,kente karşı çok da alkışa değer bir duruş sergileyemiyorlar.

    Bursa Olay, Yazı: Devrimde Gürler, 25.02.2008

    GÜZEL GÖRÜNSÜN DİYE TARİHİ CAMİYİ BOYADILAR





    Gaziantep'te geçen yıl başlatılan tarihi eserlerin restorasyonu sırasında, 400-500 yıllık geçmişe sahip bazı tarihi eserlerin cami görevlileri, vatandaşlar veya cemaat tarafından yanlış uygulamalar sonucu tahribata uğratıldığının tespit edildiği bildirildi.

    Gaziantep Vakıflar Bölge Müdürü İsa Güven, yaptığı açıklamada, ''Vakıf tarihi eserlerin restorasyonu'' projesi kapsamında, çalışmalara devam ettiklerini, hedeflerinin bölgede restore edilmemiş vakıf tarihi eseri bırakmamak ve yatırıma uygun eserleri ekonomiye kazandırmak olduğunu kaydetti.

    Tarihi eserlerin aslına uygun restore edilmesine çok önem verdiklerini ifade eden Güven, ''Eğer siz o tarihi esere gerçek restorasyon malzemesi kullanmazsanız, faydadan çok zarar verirsiniz'' dedi.

    Genel Müdürlüğün 2002 yılında başlattığı restorasyon seferberliği kapsamında 2008 yılı sonuna kadar restorasyonu tamamlanmamış vakıf tarihi eser kalmayacağını söyleyen Güven, restorasyon çalışmaları sırasında 400-500 hatta 600 yıllık geçmişe sahip tarihi eserlerin büyük bölümünün bilerek veya bilmeyerek tahribata uğradıklarını üzüntüyle gördüklerini belirtti.

    Restorasyon işinin zahmetli, titiz ve özellik isteyen bir iş olduğunu anlatan Güven, sözlerini şöyle sürdürdü:
    ''Tarihi esere çimento kullanarak yazık etmişler. Biz restorasyon işinde kesinlikle çimento kullanmıyoruz. Tarihi eserlerin mimarisinde çimento yoktur. 1950 yılından bu yana çimento kullanılmış, çimento cansız bir malzeme olduğu için kusma yapar. Taş canlıdır, çimento içine girdiği zaman kusma yapar. Bunun en güzel örneğini Zincirli Bedesten'de gördük. Duvarlar tamamen erimiş, duvarların yüzde 80'i çürümüş durumda. Vakıflara ait eserlerin tümünde teknik malzemeler kullanıyoruz. Aslına uygun malzeme kullanmazsanız tarihi eser yok olur gider. Şu anda 400, 500 hatta 600 yıllık geçmişe sahip tarihi eserleri restore ediyoruz. Bu kadar yıl ayakta duran eserleri biz insanlar bozmaya çalışıyoruz. ''

    Güven, geçen yıl restorasyona başladıkları Zincirli Bedesten'de üzücü manzaralarla karşılaştıklarını, çimento ve su nedeniyle binaya zarar verildiğini anlattı.

    Tarihi binayı eski haline getirebilmek için var güçleriyle çalıştıklarını, haziran veya temmuz ayında restorasyonun tamamlanacağını anlatan Güven, şunları anlattı:
    ''300 yıllık geçmişe sahip Zincirli Bedesten'de oturan kiracılar her tarafı çimento ve fayansla kaplatmışlar. İç duvarların tamamı suyla temas nedeniyle çürümüş. Bu bina çok badireler atlatmış. 72 dükkanın yer aldığı Bedestene yeniden işlerlik kazandıracağız. Tarihi eseri yok etmek çok kolay ama geriye getirmek ise çok zor. 300-400 yıllık tarihi eserleri tekrar kazanmak için sabırla mücadele ediyoruz. ''

    Güven, restorasyon çalışmaları sırasında bütün tarihi eserlerde yanlış müdahaleye tanık olduklarını, bundan büyük üzüntü duyduklarını söyledi.

    Tarihi camilerin büyük bölümünün orijinal kepenklerinin, hünkar ve minberinin imam veya cemaat tarafından ''sevap'' veya ''güzel görünsün'' diye büyük tahribatlara uğratıldıklarını gördüklerini anlatan Güven, şunları kaydetti:
    ''Bilerek veya bilmeyerek yanlış müdahaleler sonucu bir çok sayıda şahesere tahribat vermişler. İmamlar veya cami cemaati sevap olsun, güzel görünsün diye müdahalede bulunup, caminin 500-600 yıllık minberini yağlı boya ile boyamışlar, taşın üstüne lambri döşemişler, aplik takmışlar. Floransan lamba takmışlar. Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu'nun onayı olmadan buraya müdahale etmek imkansızdır, ama bizim vatandaşımız kendi zevkine göre müdahalede bulunup, sevap olsun diye bunları yapmış ve aslında suç işleyerek,tarihi eserlerin doğallığını bozmuşlar. ''

    Güven, Ömeriye camisinden sonra Gaziantep'in en eski camisi olarak bilinen ve Boyacı Yusuf ve Kadı Kemalettin tarafından 1357 yılında yaptırılan Boyacı caminin minberinin yağlı boya ile boyandığını gördüklerinde çok üzüldüklerini söyledi.

    Türk Memlukluları devrine ait Boyacı caminin, minberinin Gaziantep'te ahşap işçiliğinin en eski örneği olması bakımından öneminin büyük olduğunu, mermer ve çini süslemeleri yönünden çok zengin olduğunu, ahşap işçiliğinin en eski örneklerinden olan ahşap minberin, oniki kollu yıldızlar, palmet, rozet ve geometrik motiflerle süslendiğini anlatan Güven, şöyle devam etti:

    ''500-600 yıllık bir şaheser olan cami minberi cami cemaati tarafından 'güzel görünsün' diye yağlı boya ile boyanmış. Restorasyona başladığımızda 3 ay boyayı temizlemeye ve orijinal rengini bulmaya çalıştık. Caminin minberi üzerindeki oyma kitabede 759 hicri (1357 miladi) tarihi yazmaktadır. Ancak, bu tarihten daha önce yapıldığı kanaati hakimdir. Caminin minberi alttan kızaklı olup, duvarda özel olarak yapılan bölmesine girip çıkabilir. Ayrıca cami içindeki muhteşem zarafetteki ince ahşap işçiliği gözleri kamaştırmakta, hele ki minarenin üzerindeki taş işçiliği nefesleri kesmektedir. Caminin özelliklerinden birisi de minberin alttan kızaklı olması ve duvarda özel olarak yapılan bölmesine girip çıkılabilmesidir. Ayrıca Gaziantep'in en büyük camilerinden olan Boyacı caminin içindeki ince ahşap işçiliği dikkati çekmektedir.''

    Güven, vakıf tarihi eserini restore ettikten sonra müftülüklere yazı göndererek, uyarılarda bulunduklarını, vakıf tarihi eserlerine müdahalede bulunanlar hakkında 2863 sayılı kanun gereğince işlem yaptıracaklarını sözlerine ekledi.

    Zaman, 25.02.2008

    ECDADA BÜYÜK VEFA

     

     

    Birinci Kosova Savaşı’nda şehit edilen Sultan I. Murad’ın, Balkanlar’ın 1912 yılında Osmanlı’nın elinden çıkmasıyla “mahzun” ve bakımsız kalan türbesi, bir süre önce Türkiye Diyanet Vakfınca yapılan restorasyonun ardından görkemli bir şekilde ziyaretçilerini ağırlamaya başladı. 1389 yılında Kosova Ovası’nda şehit edilen padişahın iç organlarının gömülü bulunduğu türbe, Priştine’ye 15 kilometre uzaklıkta bulunuyor.

    Osmanlı padişahlarının büyük önem verdiği “Meşhed-i Hüdavendigar” adıyla anılan Sultan I. Murad Türbesi, 1912 yılında Balkan savaşlarının kaybedilmesiyle zor günler yaşamaya başladı. Kosova’yı işgal eden Sırplar, yıllarca besledikleri kin ve nefretle en fazla zararı Sultan Murad türbesine verdi. Türbenin büyük bölümü yıkıldı ve eserleri yağmalandı. Sırplar, türbenin ziyaret edilmesine yıllarca izin vermediği gibi 1950’li yıllarda Sultan Murad’ı şehit eden Miloş ve Kosova Savaşı anısına binanın karşısına 20 metre uzunlukta dev bir anıt dikti.

    Her yıl Hıdrellez Şenlikleri’nde on binlerce Türk, Arnavut, Boşnak ve Çingene’nin dua ettiği I. Murad Türbesi, yıllar süren ilgisizlik ve bakımsızlığın ardından hak ettiği ihtişama ve güzelliğe kavuştu. Türkiye Diyanet Vakfınca türbe ve çevresini restorasyon için 2005 yılında başlatılan çalışmalar bir süre önce tamamlandı. Yapılan restorasyonla kare şeklindeki türbenin iç ve dış bakımı yapıldı, kapı ve pencereleri yenilendi, bahçedeki kırılmış mezar taşları ayağa kaldırıldı. Ziyaretçileri ağırlayacak geniş bir bahçe, tuvaletler ve abdest alınacak yerler inşa edildi.

    Sultan I. Murad Türbesi’nin bakımı yaklaşık 400 yıldır Kosova’ya Özbekistan’ın Buhara kentinden gelen Özbek bir aile tarafından yapılıyor. Türbedar ailenin son temsilcisi olan 56 yaşındaki Saniye Türbedar, kendisi için yaptırılan lojmanda ikamet ediyor. Saniye Türbedar, bu görevi yapmaktan onur duyduğunu söylüyor.

    Türkiye Gazetesi, 25.02.2008

    DISNEY KARAKTERLERİ HİTLER'İN ESERİ Mİ?

     

    Norveç’teki bir müzenin müdürü, Nazi lideri Adolf Hitler tarafından çizilmiş karikatürler keşfettiklerini açıkladı. Basına verilen "A. Hitler" imzalı resimlerde, Yedi Cüceler’den Utangaç ve Bilgin ile Pinokyo görülüyor.

    Kuzey Norveç’teki savaş müzesinin direktörü William Hakvaag, Almanya’da bir açık artırmada satın aldıkları bir resmin arkasında "A.Hitler" imzası bulduğunu söyledi. Hitler’in siyasi hayatta yükselişe geçmeden önce ressam olarak hayatını idame etmeye çalıştığı biliniyor. Hakvaag’ın iddiası doğrulanamadı, ancak Hitler’in ’Pamuk Prenses’ çizgi filmini çok sevdiği, sık sık özel sinemasında bunu izlediği anlatılıyor. Testlerden çizimlerin 1940’lardan kalma olduğunun anlaşıldığını söylenen Hakvaag, "Bunların Hitler’in çizimleri olduğundan yüzde 100 eminim" diyor.

    Hürriyet, 25.02.2008

    TARİHİ CAMİNİN MİNARESİ VE DIŞ YÜZÜ ALARM VERİYOR

     

    Edirne'nin Uzunköprü İlçesi'nde bulunan tarihi Halise Hatun Camii, son günlerde doğal sebeplerden oluşan tahribatla yıkılma aşamasına geldi.


    Fatih Sultan Mehmet'in, kız kardeşi adına yaptırdığı ve 1483 yılında ibadete açılan caminin minare ve dış cephesinde ağır tahribat dikkat çekiyor. Halise Hatun Mahallesi sakinleri, caminin tarihi eser olmasından dolayı kendilerinin hiçbir şey yapamadığını belirterek, yetkililerin bu tarihi yapıya sahip çıkmasını bekliyor.

    Tarihi cami ile ilgili gerekli ödeneğin çıkarıldığı; ancak izin alınamadığı öğrenildi. Edirne Valiliği onarımla ilgili hiçbir sorunun olmadığını açıklarken, koruma kurulundan izin alınması halinde onarım inşaatının 2008 yılı yatırım programına dahil edileceğini bildirdi. Edirne Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu da, caminin iç ve dış duvarları ile minarenin sıva işleri için restorasyon projesi hazırlandığını, izin çıkması halinde caminin Ramazan ayına yetişebileceğini kaydetti.

    Zaman, 25.02.2008

    MAHALLEMİZDE BÜYÜYELİM...





    Hem fiziki ve sosyal yapısı hem de kültürel çeşitliliğiyle İstanbul, sürekli kaynayan bir kazan gibi. Devamlı uçlarda seyreden sorunları ve güzellikleriyle her zaman göz önünde. Bugünlerde yine Türkiye'nin gündeminde İstanbul. Bu kez gerekçe, UNESCO'nun İstanbul'u Dünya Mirası Listesi'nden Tehlike Altındaki Dünya Mirası Listesi'ne düşürme olasılığı. Peki neden böyle bir olasılık var?

    Yanıt var, ve nedenleri saymakla bitmiyor, ancak ilk akla gelen, 1985'te UNESCO Dünya Mirası Listesi'ne giren İstanbul için hazırlanması gereken Alan Yönetim Planı'nın hala tamamlanmamış olması. Tarihi eserlerin korunmaması, yetkililerin UNESCO'yla yeterli iletişim kurmaması, yeni projelerle değiştirilmesi planlanan İstanbul silueti... Bunlar da diğer nedenlerden birkaçı.

    Oysa İstanbul, iki yıl sonra Avrupa Kültür Başkenti olacak. Asıl ironi, bu projede de adı geçen kentsel yenileme projelerinin UNESCO normlarından uzak olması. 5366 Sayılı "Yıpranan Tarihi Ve Kültürel Taşınmaz Varlıkların Yenilenerek Korunması ve Yaşatılarak Kullanılması" yasasının verdiği geniş yetkiyle belediyelerin hazırladığı kentsel dönüşüm projeleri de kenti beklenen normlardan daha da uzaklaştırıyor. UNESCO'nun şartlarına göre, yenileme çalışmaları, insanların sadece kısa bir süre yerleşim alanlarını değiştirmesi, daha sonra evlerine geri dönmeleriyle sağlanmalı, ama belediyelerin niyet ve projeleri bunu sağlamaktan çok uzak. En yakın ve somut örnek, Sulukule. Konuyla ilgili kiminle konuşsak laf dönüp dolaşıp Sulukule'ye geliyor. İstanbul'un yüzlerce yıllık tarihi olan mahalle belediyenin projeleri hayata geçerse tamamen yok olacak.

    Peki bu süreci durdurmak, İstanbul'u Dünya Mirası Listesi'nde tutmak mümkün değil mi? Bunun için öncelikle bugünkü duruma bakmak ve konunun yakın takipçilerini, elbette taraflarını dinlemek gerekiyor. Sulukulelilerin kurduğu, gönüllüler tarafından da desteklenen Sulukule Platformu'ndan Şükrü Pündük ve Neşe Ozan'ın söylediklerini mahalle sakinleri Hasan Yüceturanlı ve Erdoğan Taşıyan tamamlıyor. Sulukule ile ilgili eleştirelere yanıt, Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir'den. Uluslararası Anıtlar ve Sitler Konseyi Türkiye Ulusal Komitesi (ICOMOS) Başkanı, UNESCO İstanbul Yürütme Komitesi üyesi Prof.Dr. Nur Akın ve Kültür AŞ tarafından yürütülen Avrupa Kültür Başkenti projesi danışmanı, İnsan Yerleşimleri Derneği Başkanı Korhan Gümüş ise bilgilerini paylaşıyorlar... Tabii gözden kaçırılmaması gereken bir konu daha var, Sultanahmet'teki Four Seasons Oteli'nin ek binası için gerçekleştirilen kazılar... İstanbullu ya da İstanbul'da yaşayan, hatta İstanbul'u tarihinin bir parçası olarak görenlerdenseniz, buyurun okuyun...





    Bırakın doğduğumuz yerde ölelim


    Sulukule sakinlerinin uğrak yeri "Şükrü'nün Kahvesi", son günlerde alışılmadık bir hareketlilik yaşıyor. Geçen hafta Avrupa Parlamentosu Karma Komisyonu Eşbaşkanı Joost Lagendijk, Sulukulelilerin konuğuydu, toplantıya adeta baskın düzenleyen Fatih Belediye Başkanı ile mahalleliler arasında gerginlik yaşandı. Bizim ziyaretimiz sırasında ortalık sakindi, ama ilk dillendirilen aynı cümlelerdi: Buradan gitmeyeceğiz... Yine de yıkımlar nedeniyle belediye yetkililerinden çok, para için evlerini satan arkadaşlarına kızgın olan Hasan Yüceturanlı'nın umudu yok. "İçerden yıkıldık" diyor, "Yıkım kararı çıktıktan sonra bazı insanlar, parayı görünce burayı terk etmeyi hemen kabul etti. Durumu anlatmaya çalıştık, dinlemediler".

    Kızgın, ama söylemeden de edemiyor, bugün hala Sulukule varsa, sebebi dayanışma. "Bu mahallede başka yerde olmayan dayanışma var, herkes birbirine destek çıkar. Burada bildiğiniz anlamda kiracılık yoktur, parası olmayanı idare ederiz, çünkü herkes birbirini doğduğundan beri tanır" diyor. Yoksulluğu Hortum Süleyman lakaplı emniyet amirinin Sulukule'nin kendine has eğlence kültürünü 90'larda yok etmesine bağlıyor. "Eskiden burası, bir eğlence merkeziydi" diye hatırlatıyor, "Turistler gelirdi, balkonlarda müzik çalardı, ancak Hortum Süleyman burayı bitirdi, polis müşterilere copla saldırdı".

    Erdoğan Taşıyan 58 yaşında. Doğup büyüme Sulukuleli olmasına karşın yıkım kararından sonra dört ev değiştirmek zorunda kalmış, çünkü her girdiği evden yıkılacak gerekçesiyle çıkarılmış. "Nereye gitsem yıkıldı" diyor kırık bir sesle, "Bu ev değişimleri yüzünden çocuklarım bu yıl okulu bırakmak zorunda kaldı". Şu anda oturduğu, yıkım sırası gelen evin kirası 120 YTL, belediye 300 YTL kira yardımı yapacağını vaat etmiş. Oysa kirası 450 YTL'den az bir ev bulamıyor. Belediyenin bir vaadi de 330 YTL taksitle Taşoluk'ta bir daire, ama "Bu parayı ödeyebilecek miyim, onu da bilmiyorum" diyor.

     

    İstanbul'un "miras"ını yiyorlar   UNESCO Dünya Mirası Listesi'ndeki İstanbul, son yıllarda büyük bir değişimin eşiğinde. Kentin yeni yüzü, 2010 Avrupa Kültür Başkenti ve dönüşüm projelerinde gizli. Projeleri yürütenler değişimin sosyal ve kültürel açıdan gerekli olduğunu, uzmanlarsa projelerin İstanbul'u kimsizleştirdiğini söylüyor. Değişimin ilk ayağındaki Tarlabaşı ve Sulukule sakinleriyse, evlerinden edilmek istemiyor.

    Sulukule'de yaşayan herkes gibi Şükrü Pündük de doğma büyüme bu mahalleli. Dört çocuğu ve karısıyla 40 yıldır, dedesinden kalan evde yaşıyor. Müzisyenlik, tekstil derken şimdi kendini 2005'te seslerini duyurmak için kurdukları Sulukule Roman Kültürünü Geliştirme ve Dayanışma Derneği'ne vermiş. Derneğin başkanı olarak Sulukule'deki yıkımları durdurmak için mücadele ediyor. Sivil toplum örgütleri, mimarlar odası, şehir planlamacıları ve mühendislerle Sulukule Platformu'nu oluşturmuşlar. Neşe Ozan ise bu platforma destek veren bir gönüllü.

    - Sulukule'de neler oluyor?
    Şükrü Pündük: Belediye, proje hazırladığını söylediğinden beri insanlar merakla bekliyordu. Taşoluk'ta evler yapmışlar, bizi oraya yollamaya çalışıyorlar. Kiracıları yollamak için evlerin çekilişlerini yaptılar.

    - Mahallede kaç kiracı var?
    Ş. Pündük: Belediyeye göre 437, bize göre 627. Belediye, kiracılardan su, elektrik faturası istiyor, biz yüzyıllardır avlu sisteminde, ortak yaşadığımız için bazıları bunları tebliğ edemediklerinden kiracı sayılmıyor. Buraları yıkacaklarına kesin gözüyle bakıyorum, çünkü güçlü olan onlar.

    - Ya ev sahipleri?
    Ş. Pündük: Korkan, burada yaşama şansı kalmadığını düşünenler evlerini sattılar. Yetkililere yakın olanlar da el değiştiren mülklerden iyi para kazandılar. Çoğumuzun evi hisselidir. Mesela, babaannemin annesinden kalma bir evimiz var, 30 hissedarız, burayı 200 milyara satsak ne olacak?

    - Siz ne istiyorsunuz?
    Ş. Pündük: Kentsel dönüşüme karşı değiliz, kentsel dönüşümün bizler için yapılması gerektiğine inanıyoruz. Buradaki kültür ve tarihimizle var olmak istiyoruz. Bizi projeye katmadılar ve Taşoluk'a gideceksiniz diyorlar, siz bizim nerede yaşamak istemediğimize karışamazsınız ki... Üstelik oradakiler de bizi istemiyorlar. Önyargılılar bize karşı, adam, "Kendime dağ başında bir ev aldım, Allah da karşıma Çingeneyi komşu getirdi" diyor. Orada çok sorunlar yaşanacağını düşünüyorum.

    - Yıkımlarda da Çingenelere yönelik önyargıların etkili olduğunu düşünüyor musunuz?

    Ş. Pündük: Evet, ancak herkes bilsin ki 5366 sayılı yasa sadece Sulukule için değil. Elimizde Osmanlı tapularımız var, burası Sit alanı ve Tarihi Yarımada içinde, eğer böyle bir yerde bunu başarırlarsa, herkesin evini her an kentsel dönüşümle alabilirler.

    - Kaç evi yıktılar?
    Neşe Ozan: 2007'nin başından beri 35 ev yıkıldı. En son, çoğu bizim korumaya alınması için rapor sunduğumuz 85 evden dokuzunu yıktılar; yangından mal kaçırır gibi...

    Umursadıkları yok   Korhan Gümüş, İstanbul'daki kültürel ve kentsel karmaşanın ortasında yer alan bir isim. 2010 Kültür Başkenti'nin danışmanlarından, ancak projenin başlangıçtaki amacından saptırılıp, farklı bir noktaya getirilmesinden de rahatsız. UNESCO Ön İnceleme Komitesi ve Sulukule Platformu üyesi, İnsan Yerleşimleri Derneği Başkanı da olan Korhan Gümüş anlatıyor...

    - İstanbul 2010 projesi nasıl başladı?
    1900'lerin başında dünyadaki yerel yönetimler, kentleri nesne olarak görüyordu. Bu çerçevede hazırlanan kent planları, 80'li hatta 70'li yıllardan itibaren işlemez hale geldi. İstanbul'da da bu sorun vardı. Kültür başkenti programı ise bu sorunlar kapsamında gerekli düzenlemeleri içeriyordu. 2000'de gönüllü bir ekiple, başvuru için hazırlıklara başladık. Başvurunun kabul edilmesinde ana neden girişimin sivil inisiyatif tarafından yapılmasıydı.

    - O halde belediyenin bu görevi, girişimi başlatanlar ve sivil toplum kuruluşlarından oluşan bir konseye vermesi gerekmez miydi?

    Tabii gerekirdi. Belediye bu işi ihaleye de açabilir, ama bu noktaya gelene kadar konuyla alakalı herkesin görüşüne başvurarak katılımcı bir yol izlemeliydi. İstanbul 2010 için yapılan ihaleye yalnız Kültür AŞ davet edildi. Böyle bir model himayeci ve kapalı ilişkileri gündeme getirecektir.

    - İşi Kültür AŞ ele aldıktan sonra sizin hedeflerinizden ne kadar uzaklaşıldı?

    Dört sene önce uluslararası bir ekip İstanbul'un ihtiyaçlarını belirledi ve buna göre bir plan oluşturdu. Ancak şimdiki projelerde kent kültürü günlük hayatın içinde değil. Kültürle bağlantılı projeler, özel alanlara sıkıştı. Kentsel dönüşüm projeleri, insanları yerlerinden etmeden gerçekleştirilmeli. Biz de bu kapsamda Sulukule projesini Avrupa Kültür Başkenti programı içine katmaya çalışıyoruz, çünkü belediye Kültür Başkenti normlarına uymayı taahhüt etti.

    - Sizce yetkililer, İstanbul'un Dünya Mirası Listesi'nden Tehlike Altındaki Dünya Mirası Listesi'ne düşürülmesini ne kadar umursuyor?
    Pek umursadıkları yok. Ancak İstanbul'da yaşayanlar baskı oluşturursa himayeci ilişkiler yerine gerçekten kentin yararına projeler hayata geçebilir. Her yetkili kurum konuya kendi penceresinden bakıyor ve Tarihi Yarımada derme çatma imar planları ile yönetiliyor. Tescilli binaların kentsel dönüşüm projeleri ile yıkılması, Süleymaniye, Sulukule gibi semtlerde gerçekleştirilecek Osmanlı Konakları, Eminönü'ndeki hanların turistikleştirilmesinin amaçlanması sorunun boyutlarını ortaya koyuyor. Tarihi Yarımada'ya toplu konut şirketlerinin mantığı ile müdahale ediliyor. Kimi yerlerde, örneğin Sulukule'de, yeni yapılacak konutların altında otoparklar öngörülüyor, oysa Bizans ve Osmanlı dönemlerinde önemli yerleşim alanı olan bu semtteki evlerin altında kalıntılar var. Proje sorumlularına sorunca, "Şimdi acelesi yok, inşaat sırasında bakarız" diyorlar. Kazılarda kalıntılar çıkarsa ya yatırımcıların hülyaları sona erecek, ya da tersi olacak. Daha önce yapıldığı gibi inşaat alanları perdelerle çevrelenip, kalıntılar yok edilecek.

     

     

    Prof.Dr. Nur Akın: İstanbul rantla sıradanlaşıyor  

     

    - İstanbul'un Dünya Mirası Listesi'nden Tehlike Altındaki Dünya Mirası Listesi'ne düşebileceği konuşuluyor. Bu tehlikeyi getiren ne?
    Tarihi Yarımada'daki Süleymaniye, Zeyrek, Sultanahmet Arkeolojik Parkı ve İstanbul Karasurları 1985'ten bu yana listede. Bunlara çevrelerindeki etki alanları da katılınca, Tarihi Yarımada suriçinin bütününü içermiş oluyor. UNESCO bu alanın ciddi bir envanterinin çıkarılmasını ve Alan Yönetim Planı'nın ivedilikle hazırlanmasını bekliyor, ama hala yapılmadı. Oysa bir yerleşme Dünya Miras Listesi'ne alındığında, her şeyden önce bu plan tamamlanmalı. Çünkü alanın denetimi, koruma ve yaşatılması ancak bu plan sayesinde istenilen düzeyde gerçekleştirilebilir. Bu nedenle de, UNESCO'nun en çok vurguladığı konu bu.

    - Bu planı hazırlamayan başka ülke var mı?

    Çoğunda yapıldı, yapılmayanların devamlı üstüne gidiliyor, bizim kadar üstüne gidilen azdır. Geçen ay Büyükşehir Belediyesi'nce Alan Yönetim Planı için bir sorumlu belirlenmiş, bir de danışma kurulu oluşturulmaya çalışılıyor, ancak bildiğim kadarıyla planın yapımına yönelik bir adım henüz atılmadı. UNESCO ekibi İstanbul'un durumunu incelemek için bu ay gelecekti, ancak Büyükşehir Belediyesi'nin isteğiyle gelişleri mayısa ertelendi. Bunca zamandır yapılmayanların iki ayda nasıl gerçekleştirileceği soru işareti. Restorasyonu bir tarafa bırakalım, tarihi eserlerin yok edilmemesi için gereken denetimi bile sağlayamadık.

    - UNESCO son raporunda hangi alanlara dikkat çekiyor?
    Osmanlı konut mimarisinin en önemli örneklerinin verildiği Süleymaniye ve Zeyrek'e. Anıtsal yapılar Türkiye'deki genel koruma eğilimi içinde yerini bulsa da, sivil mimari örnekleri için bu durum daha zor. Üstelik İstanbul'da konutlar büyük sosyal değişimlerle önemli ölçüde el değiştiriyor. 1985'ten bu yana buralardaki evler ne olacak diye tartışılıyor, UNESCO'dan sürekli yardım teklifleri geliyor, ama uluslararası restorasyon ilkeleriyle bütünleşen koruma uygulamaları bir türlü gerçekleştirilmedi.

    - O halde Süleymaniye'de, kentsel dönüşüm projesiyle Osmanlı Konakları yapılması ironik. Sahip olduklarımızın korunması yerine, yeni bir tarih yaratılacak...
    Bu İstanbul adına gerçekten çok üzücü. Süleymaniye'nin İstanbul Dünya Mirası Listesi'nde var olma nedeni, oradaki sivil mimarlık örneklerinin günümüze kadar tarihi belge değeri olarak gelebilmesi. Onları yeniden yaparak Süleymaniye'yi "tarihi görünümlü" yeni bir mahalleye dönüştürmenin korumayla herhangi bir ilgisi olamaz. UNESCO raporunda karasurlarının durumu da vurgulanıyor, çünkü çeşitli yükleniciler tarafından onarılan surların çoğu kötü restorasyon uygulamaları sergiliyor. UNESCO bunun durdurulmasını, gözden geçirilip yeniden başlatılmasını istedi, bu noktada iki yıldır atılan tek olumlu adım, geçen yıl karasurlarının korunmasıyla ilgili uluslararası bir sempozyum düzenlenmesiydi.

    - Bir de Sultanahmet'teki Four Seasons Oteli'nin ek bina inşaatı var...
    İstanbul'un ilk nüvesi olan, bütün tarihi katmanlaşmayı içeren Sultanahmet Arkeolojik Alanı'nda, bilimsel kazı yapılması gerektiği 1930'lardan beri vurgulanıyor. Roma'nın merkezindeki arkeolojik alanlar olduğu gibi korunur, rant açısından en gözde yer olmasına rağmen orada en küçük bir şey yapmayı kimse aklına bile getirmez, Sultanahmet arkeolojik parkı da böyle sergilenmeli. Dünya oteller zincirinin parçası Four Seasons, eski cezaevini onararak çok özel bir alanda yerini aldı, bu bile gerçekten büyük bir imtiyaz, ancak artık orada genişlememeli.

    - Peki, Sulukule?
    Sulukule Yenileme Projesi'yle geleneksel yapıyı boşaltıp semti bambaşka bir kesimin kullanımına açmak istiyorlar. Oysa dünyada oldukça uzun zamandır fiziksel yapıyı özgün kullanıcılarıyla birlikte koruma esası vardır. Ayrıca projede genelde sokak dokusu, eski yapı adası, parsel ilişkileri umursanmadan, sanki boş bir alanda yeni bir düzen öneriliyor. Bunun herhangi bir yeni yerleşme alanında yapılmasıyla, Sulukule'de yapılması arasında bir fark olmalı.

    - Şimdi sıra Tarlabaşı'nda... Burada da el değiştirmeler sonucunda elde edilen büyük ranttan bahsediliyor...
    Galata'da da böyle oldu. Orası için şimdi o kadar büyük rakamlar konuşuluyor ki... Beyoğlu, Tarlabaşı, Galata, Süleymaniye, Zeyrek gibi yerlerde ranttan önce, bu özel bölgelerin tarihi değerleri ön planda tutulmalı. Ancak ne yazık ki tarihi İstanbul rantla bütünleşerek sıradanlaşıyor. Bence, Tarlabaşı yenileme çalışmalarında, bölgenin karakteristik özellikleri yeterince incelenmeden ve yeni öneriler, bu bölgeye özgü bir karakter taşıma kaygısı gütmeden geliştiriliyor. Oysa, bu bölge 19.yy. sonu İstanbul'u açısından önemli. O alanda hala çok sayıda tarihi yapı var. Dünya Mirası Listesi'nde olmak, kentin siluetini korumayı da gerektiriyor, Haydarpaşa'daki Dönüşüm Projesi, Galataport, Dubai Towers'ın etkileri İstanbul silueti açısından çok iyi etüt edilmeli... Ama belediyenin düşündüklerini uzmanlarla "şeffaf" bir biçimde tartışmaması, İstanbul gibi bir kent adına geriye dönüşü olmayacak sonuçlar getirebilir.

    - İstanbul Tehlike Altındaki Miras Listesi'ne düşerse ne olur?

    Bu bize uluslararası düzeyde büyük bir ayıp getirir. Ancak kanımca listede kalsın, düşsün diye tartışmak da çok önemli değil, çünkü İstanbul zaten bizim mirasımız, onu korumayı bu düşünceler üzerinden hesaplamamalıyız.

    - Listeden düşersek, belki bir silkelenme olur...

    Bilmiyorum, belki de tam tersi olur, ellerini bizden çektiler, istediğimizi yapalım derler.

    Cumhuriyet Dergi, Yazı: Esra Açıkgöz / Deniz Ülkütekin, 24.02.2008

    ÇANDAR'IN AİLESİNE AİT TÜRBE KAYBOLDU

     

     

    Dozerli arkeolojik katliamın ardından İznik'te bu defa da gazeteci Cengiz Çandar'ın da soyunun dayandığı Mahmut Çelebi'nin türbesinin aylardır kayıp olduğu ortaya çıktı.

    Çevre düzenlemesi adı altında yerinden sökülen türbe ile türbenin etrafındaki tarihi eser niteliğindeki demir parmaklıklar ve Mevlevi Külahlarının nereye taşındığı bilinmiyor.

    Mahmut Çelebi, Çengiz Çandar'ın büyük dedesi olan Çandarlı Halil Hayrettin Paşa'nın torunu.

    Birkaç yıl önce türbe üzerindeki Farsça yazıtlı külahların tarihi eser niteliği olduğunun tespit edildiğini belirten eski İznik Müzesi Müdürü Arkeolog Taylan Sevil, çalıflmalar sırasında ortadan kaldırılan türbe ve parçalarının flu anda nerede olduğunun belli olmadığını söyledi.


    İznik Kaymakamı Hüseyin Avcı ise bir mezar kalıntısına rastlanmadığını öne sürdü. Avcı, bronz Mevlevi Külahı görmediklerini de ifade etti.

    Sabah, Haber: Bedia Ceylan Güzelce, 24.02.2008

    İZNİK'İN AYASOFYA'SI RESTORE EDİLEREK TURİZME KAZANDIRILACAK

     

    Bursa'nın İznik İlçesi'nde bulunan Ayasofya Müzesi, çatısı onarıldıktan sonra restore edilerek inanç turizmine açılacak. Hıristiyanlık dünyasının önemli olaylarına sahne olan İznik'teki tarihi Ayasofya Kilisesi, onarımın ardından müze olarak hizmet verecek.

     

    Romalılar döneminden ayakta kalan en önemli yapılardan biri olan ve Hıristiyanlarca kutsal hac merkezlerinden biri kabul edilen İznik Ayasofya Müzesi'nde başlatılan çalışmalar yoğun bir şekilde yürütülüyor. Tarihte birçok olaylara sahne olmanın yanı sıra 2. ve 7. konsül toplantılarına da ev sahipliği yapan Ayasofya, aynı zamanda Hıristiyanlar tarafından yazılan 104 İncil'in 4'e indirildiği yer olarak da bilinmekte.

     

    Orijinaline uygun olarak yeniden ayağa kaldırılmak istenen müzenin, tavan kısmı kapatılarak, minaresi onarılacak. Ayrıca duvarların ve çevresel faktörlerin düzenlemesi gerçekleşecek. Tavan kısmı yapılarak koruma altına alınan müzenin daha sonra Anıtlar Kurulu'nca kabul edilecek şekilde restorasyonuna başlanacak. Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından açılan ihaleyi 375 bin YTL bedelle alan mimarlık firması, sözleşmenin imzalanmasıyla restorasyona başladı. Restorasyon çalışmalarının 5 ay içerisinde tamamlanması hedefleniyor.

     

    İznik Kaymakamı Hüseyin Avcı, Vakıflar Genel Müdürlüğü'ne ait olan kilisenin belli bir dönem kilise olarak kullanıldıktan sonra camiye çevrildiğini hatırlatarak, "Ayasofya Müzesi, 1331'den sonra Orhan Gazi tarafından camiye dönüştürülmüş. Kanuni Sultan Süleyman zamanında, Mimar Sinan tarafından bir mihrap ilave edilerek, yan neflerde büyük kemer açıklıkları oluşturulmuştur." dedi. Avcı, "Kaymakamlık olarak Köylere Hizmet Götürme Birliği bütçesinden röleve, restitüsyon ve restorasyon projelerini yaptık. Hazırlanan proje, kuruldan geçti ve 6 ay sürdü. Vakıflar tarafından da ihalesi yapıldı. Cami ve kilise özelliklerini içinde barındıracak binada yürütülen çalışmalar mayıs ayında tamamlanacak. Proje kapsamında 200 bin YTL harcamamız oldu." şeklinde konuştu.

     

    İznik Belediye Başkanı Kadri Eryılmaz ise, kültür ve inanç turizminin merkezi konumunda olan İznik için Ayasofya'nın büyük öneme sahip olduğunu belirterek, buranın yaşatılması için çalıştıklarını söyledi. İznik Kaymakamlığı, Belediye Başkanlığı, Vakıflar Bölge Müdürlüğü ve Özel İdare ile Ayasofya'da bakım ve restorasyon çalışmalarının yürütüldüğü bilgisini veren Eryılmaz, 2008 Mayıs ayında tamamlanması planlanan çatı ve minaresinden sonra ise restorasyon çalışmalarına başlanacağını vurguladı.

     

    Jeopolitik öneme sahip İznik'in 4 kez el değiştirdiğini aktaran Başkan Eryılmaz, şöyle devam etti: "İznik, her el değişikliğinde yakılıp yıkılmış. Bundan Ayasofya da nasibini almış. Ancak Osmanlıların İznik'i almasından sonra camiye çevrilen Ayasofya, 1922 yılına kadar cami olarak kullanılmış. Daha sonraları müzeye çevrilen Ayasofya, tamamlandığında da yine müze olarak hizmete girecek."

     

    İznik'in ortasında surlarla çevrili kentin 4 kapısından gelen yolların kesiştiği yerde kurulan kilise, 11 Ekim 787 tarihinde İznik'te toplanan 7. Ruhani Konsül ile anılmakta. Bu konsülde Hıristiyanlar tarafından yazılan 104 İncil'in 4'e indirildiği biliniyor. Kilise, Osmanlılar döneminde camiye dönüştürülmüştür.

    Zaman, Haber: Tuna Alatürk, 24.02.2008

    1.5 MİLYON YTL'LİK VİKİNG HEYKELİNİ KAÇIRACAKLARDI

     

    Piyasa değeri 3.5 milyon YTL olduğu belirtilen toplam 8 heykelle diğer eserler Fethiye Müze Müdürlüğü'ne teslim edildi.


    Muğla Ortaca İlçesi Dalyan Beldesi'nde jandarma, alıcı gibi davranarak tarihi eser kaçakçısı olduğu iddia edilen R.S. (44) ile buluştu. 22 santimetre boyunda 5.3 kilogram ağırlığında, Likya döneminden kalma bronz Viking heykelini 1.5 milyon YTL'ye pazarlamaya kalkan R.S. suçüstü yakalandı.


    R.S.'nin ifadelerinden yola çıkılarak yapılan baskında Selçuklu dönemine ait 1000 sikke, 10 pipo, 5 bakır vazo ile Likya dönemine ait olduğu tespit edilen 7 küçük heykel, gladyatörlerin arenada dövüşmek için kullandığı taştan 2 gladyatör pulu ele geçirildi.

    Tarihi eser kaçakçılığı suçundan gözaltına alınan zanlılardan R.S., M.K., H.A. ve M.U. tutuklanırken, A.K. ile O.K. serbest bırakıldı.

    Vatan, 24.02.2008

    EMİNÖNÜ İSTANBUL 2010'A HAZIRLANIYOR

     

    İstanbul'un en önemli merkezlerinden biri olan Eminönü İlçesi, İstanbul 2010 Kültür Başkenti Projesi kapsamında baştan aşağıya yenileniyor. İstanbul Büyükşehir Belediyesi ve Eminönü Belediyesi tarihi dokunun en çok bulunduğu Süleymaniye'den başlayarak yayalaştırma, tarihi eserlerin orijinaline yakın restorasyonu, Kapalıçarşı'nın onarımı gibi projelerin startını verdi. Projede Mercan Yokuşu ve Mahmutpaşa'da bulunan tekstil toptancıları da Giyimkent'e taşınacak. Mimar Halil Onur tarafından yürütülen, Eminönü Belediyesi'nin hazırladığı Süleymaniye Yenileme Projesi, Kiptaş desteğiyle gerçekleştiriliyor. Eminönü Belediye Başkanı Nevzat Er, "Tüm dünya için büyük değer taşıyan Kapalıçarşı ve çevresi, yürütülecek restorasyon ve yenileme çalışmalarıyla bambaşka bir görünüm kazanacak" dedi.

    Sabah, Haber: Hasan Erşan, 24.02.2008

    SURİYE'DEN OSMANLI'YA İADE-İTİBAR

    Süleymaniye Külliyesi, 402 yıl Osmanlı’nın önde gelen kültür merkezlerinden biri olan Şam’ın en önemli tarihi ve kültürel yapılarından biri olarak biliniyor. 1554 yılında Kanuni Sultan Süleyman tarafından Mimar Sinan’a yaptırılan külliye, aynen Türkiye’dekiler gibi pek çok yapıyı bünyesinde barındırıyor.

     

    Külliyenin içerisinde Süleymaniye Camii, medrese, Selimiye Camii, Selimiye Çarşısı, imarethane, aşevi, Sultan Vahdeddin Han ve Osmanlı ailesinden 18 kişinin kabri bulunuyor. Suriye topraklarındaki Osmanlı mirasını bütün güzelliğiyle yansıtan önemli eserlerden biri olan Süleymaniye Külliyesi’nin bahçesinde yakın zamana kadar bir askeri müze bulunuyordu. Üstelik müzede bulunan uçakların yönü külliyenin içindeki Süleymaniye Camii’ne dönüktü. Suriye ile ilişkilerin gergin olduğu zamanlarda farkında olmadığımız bu durum, ikili ilişkilerin daha sıcak bir düzleme taşınmasından sonra fark edildi. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Suriye seyahati sırasında Süleymaniye Camii’ni ziyaret etti ve savaş uçaklarının camiye dönük olması onun da dikkatini çekti. Başbakan, Suriye yetkililerine tarihi ve kültürel bir yapının bahçesine bir askeri müzenin hiç de yakışmadığını bildirdi ve Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esad’dan uçakların kaldırılmasını talep etti. Daha sonra Türkiye’den Suriye’ye çeşitli dönemlerde giden bakan ve yetkililerin konuyu tekrar gündeme getirmesi ve takip etmesiyle olay çözüldü. İki ülke ilişkilerinin düzelmesinin nişanesi olarak cami bahçesindeki uçaklar başka bir yere taşındı.

     

    Belki bir savaş sona ermedi; ancak tarihi ve kültürel miras açısından en az onun kadar önemli bir şey gerçekleşti. Türkiye-Suriye ilişkilerinin kötü olduğu günlerden kalma bir olay daha son buldu. Şam’da bulunan ve Mimar Sinan’ın eserlerinden biri olan Süleymaniye Camii’nin bahçesinde, dönemin Şam hükümeti tarafından bir savaş müzesi kurulmuştu. ‘Şam Savaş Müzesi’ veya ‘Şam Askeri Müzesi’nde yer alan uçakların burunları ise Süleymaniye Camii’ne dönüktü. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Suriye gezisi sırasında bu görüntünün hoş olmadığını, Suriye resmi makamlarına iletti ve uçaklarla savaş müzesi geçtiğimiz ocak ayı içinde cami avlusundan kaldırıldı. Yaklaşık 10 yıldır ibadete kapalı olan Süleymaniye Camii ve Süleymaniye Külliyesi, Türkiye Kültür ve Turizm Bakanlığı, TİKA ve Vakıflar Genel Müdürlüğü’nce restore edilerek, hem ibadete hem de turistik ziyaretlere açılacak. Mart ayı başında Türkiye’den gidecek olan ekip, tadilatları başlatacak. Restorasyonun bir buçuk yıl içinde tamamlanması planlanıyor.

     

    Bu yönde gelişmenin öyküsü aslında Suriye ve Türkiye arasındaki düşmanlığın yerini dostluk ve komşuluk ilişkilerine bırakmaya başladığı tarihlere dayanıyor. Hafız Esad döneminin sona ermesi ve Beşşar Esad’ın başkanlığı ile Türkiye’yle olan ilişkilerde de yumuşama başlamıştı. Başbakan Erdoğan, Şam’ı ziyaret ederken, Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esad, Ankara’ya geliyordu. Bu ziyaretler bir defayla da kalmayıp tekrarlanıyor, eşler de Başbakan Erdoğan ve Suriye Devlet Başkanı Esad’a eşlik ediyordu. Süleymaniye Külliyesi ve Camii’ni hedef alan savaş uçaklarının kaldırılmasının temeli ise Başbakan Erdoğan’ın 2004 yılında Suriye ziyaretinde atılmıştı. 21 Aralık 2004’te bu ülkeye giden Erdoğan, yaptığı resmi temasların yanı sıra Süleymaniye Camii’ni de ziyaret etmişti. Bu ziyaretten sonra Suriye Devlet Başkanı ile yaptığı görüşmede, içinde burunları camiyi hedef alan savaş uçaklarının da bulunduğu savaş müzesinin, dini ve tarihi bir mekanda bulunmasının hoş olmadığını dile getirmiş ve kaldırılmasını istemişti. Aradan geçen zaman içinde camiyi hedef alan uçaklar yaklaşık 2 yıl daha ‘savaş müzesi’ olarak ziyarete açık kaldı. Bu süre içinde ise Başbakan Erdoğan’la birlikte Suriye’yi dönemin Dışişleri Bakanı Abdullah Gül, Devlet Bakanı Ali Babacan da ziyaret etti. Her ziyarette ilişkiler daha da sıcak bir hal alırken, talepler tekrarlandı. Konuya son nokta ise bir süre önce ziyarete kapatılan savaş müzesinin, geçtiğimiz ay kaldırılması ile konuldu. Türkiye diplomasisinin bir başarısı olarak ders kitaplarından Türklerle ilgili düşmanca ifadeleri ayıklayan Suriye hükümeti, arkasından da Türk tarihine ve kültürünü hedef alan bu projeyi devre dışı bıraktı.

     

    Şam’daki Süleymaniye Camii’nin içinde bulunduğu duruma Başbakan Erdoğan’ın dikkatini çeken ise burada faaliyet gösteren kültür merkezi oldu. 1998’den beri ibadete kapalı cami ve külliyenin durumunu Başbakan Erdoğan’a aktaran yetkililer, restorasyon talebinde bulundu. Talebin Erdoğan’a iletilmesi ve üzerinde durulmasında dönemin İSKİ Genel Müdürü Veysel Eroğlu ve yine dönemin Kültür ve Turizm Bakanlığı Müsteşarı Mustafa İsen etkili oldu. Başbakan’ın talebi Esad’a aktarmasıyla süreç başladı; ancak Türk hükümeti tarafından bunun gerçekleştirilmesi kabul görmedi. Restorasyon bir İtalyan firmasına verildi. Fakat Türkiye’nin bastırması ile yeni bir proje hazırlanarak UNESCO’nun onayına sunuldu. Bu kurumun da onay vermesi ile olayın diplomatik boyutu aşılmış oldu. 2007 Ağustos’undan itibaren, savaş müzesindeki savaş uçakları, füze ve tanklar tahliye edilmeye başlandı. 1967 Arap-İsrail Savaşı’ndan kalan malzemeler buradan alınarak, Halep yolu üzerindeki Panorama’ya nakledildi.

     

    Süleymaniye Camii’nin ibadete, külliyenin de ziyarete açılması talebi, Başbakan Erdoğan başta olmak üzere, Türkiye’den birçok siyasetçinin de altyapı çalışmalarına katılmasıyla tatlıya bağlandı. Şimdi, mart ayı içerisinde Türkiye’den 6 kişilik bir ekip gelerek restorasyon çalışmalarını fiili olarak başlatacak. Projenin bir buçuk yıl içinde tamamlanması ve 2009 yılı sonunda cami ve külliyenin yeniden açılması hedefleniyor. Bu konuda önemli bir işlev gören Şam’daki Türkiye Kültür Merkezi binasının da Süleymaniye Külliyesi bünyesine alınması isteniyor. Bu taleple birlikte hizmet binaları, Türk lokantası ve Türk kahvehanesinin de içinde yer aldığı bir kompleks öngörülüyor. Ancak, bu yöndeki talebe sıcak bakılmadığı, Süleymaniye Külliyesi yerine Selimiye Külliyesi’nin içinde bir yer gösterildiği belirtiliyor.

     

    Süleymaniye Mimar Sinan’ın eserlerinden

    Süleymaniye Camii ve külliyesi, Şam’daki en önemli Osmanlı eserlerinden biri. Kanuni Sultan Süleyman’ın yaptırması hasebiyle ismi ‘Süleymaniye’. 1554 yılında inşasına başlanan yapının, asıl mimarı Mimar Sinan. Ancak İran asıllı mühendis Molla Ağa’nın gözetiminde yapılmış. 1559 yılında dönemin Şam Valisi Hızır Paşa zamanında bitirilen camiye, 1566 yılında bir de medrese eklenmiş. Süleymaniye Camii’nin ihtişamı yanında en büyük özelliği ise Mimar Sinan bunu yapana kadar Şam’da mimari açıdan böyle bir yapının bulunmaması ve kurşun kaleme benzetilecek kadar ince minarelere sahip olması. Süleymaniye Külliye’si iki kısımdan oluşuyor.

     

    Büyük bölümde mescit ve medrese, küçük bölümde ise revaklarla kaplı ve üzeri küçük kubbelerle örtülü odalar bulunuyor. Bu bölümde kadınlar için ayrılan bir namazgah ve talebelerle gariplerin kaldığı mekanlar var. Baraka ırmağı kıyısında hac kafilelerine hizmet vermek için planlanmış bulunan Şam Süleymaniye Külliyesi; camii, aşhanesi ve kervansaraylarıyla plana esas teşkil edecek şekilde tesis edilmiş. Bu muhteşem külliye, yapılış amacı, mükemmelliği, mimarisi, hizmetleri ve daha sonraki ilaveleriyle başlı başına sultani bir eser. 1998 yılından bu yana ibadete kapalı olan külliyenin 2009’da yeniden açılması planlanıyor.

    Zaman Pazar, Haber: Emine Dolmacı, 24.02.2008

    NALINCILAR HAMAMI'NIN SUÇU NE?

     

    Osmangazi Belediyesi'nin tarihi hanlar ve hamamlarla ilgili çalışmalarını ilgiyle izliyoruz. Yaklaşık iki yıl önce başlayan ve bizimde önemli katkımızın olduğu çalışmalar hızla ilerliyor.

    Kentin merkezinde neredeyse restore edilmeyen yahut restorasyon planı hazırlanmayan tarihi yapı kalmadı. Açıkçası gelişmeleri kentin zenginliklerinin korunması adına önemli buluyoruz. Ve fakat...

    Bütün o yapılar arasında boynu bükük kalmış birisi var ki, neden kimsenin bu yapı için kalem oynatmadığını anlamıyoruz. Bakınız; Tuz Pazarı’nda tarihi 1300'lü yıllara dayanan bir hamam var. Diğerleri kadar önemli anlayacağınız. 1. Murat döneminin en önemli yapılarından biri. Ve bugün viran halde. Nalıncılar Hamamı’ndan bahsediyoruz.

    Önce hamamın tarihinden biraz söz edelim; Hamam tarih kitaplarındaki bilgilere göre Hüdavendigar, Galle Pazarı, Postacılar ve Tahıl Pazarı isimleri ile de anılıyor. Daha çok depo ve imalathane olarak kullanıldığı için hamam özelliğini zaman içinde yitirmiş.

    Ve aynı kitaplardaki bilgiler bakın daha neler söylüyor hamam için; 'Osmanlı mimarisinde çifte hamam plan düzeninde yapılan bu hamam, taş ve tuğla duvarlı olup, 28.00x50.00 m. ölçüsündeki bir arsa üzerindedir. Kadınlar kısmının soyunmalık ve ılıklık bölümleri tamamen yıkılmıştır. Sıcaklığın kubbeli bölümü ile iki yanındaki eyvanları ve kubbeli halvetleri günümüze gelebilmiştir. Erkekler bölümünün de soyunmalık kubbesi çökmüştür. Ilıklık 8.30 m. çapında 22 dilimli bir kubbe ile örtülmüştür.

    Burada tuvaletler bulunmaktadır. Sıcaklık bölümü haçı andıran bir plan düzeninde olup, dört yanına eyvanlar yerleştirilmiştir. Ayrıca haçın kolları arasında da dört halvet hücresi yerleştirilmiştir. Hamam, belgelerden anlaşıldığına göre 1572, 1631 ve 1791 yıllarında onarılmıştır.'

    Bilgiler bununla bitmiyor. Başka bilgilerden tarihi hamamın 1855 depreminden bile kurtulduğunu gösteriyor. O verilere göre depremle birlikte ortaya çıkan o büyük yangın kentin neredeyse tamamına yakının yok olmasına neden olmuş.

    Hayrettinpaşa, Karakadı, Yiğitköhne, Hasanpaşa, Ebuishak, Bedrettin, Kirişçikızı, Köseleciler, Şerefüddin mahallelerinin yerle bir olduğu depremde yangın Nalıncılar Hamamı civarında kontrol altına alınabilmiş. Çarşıdaki binin üzerindeki kükkanın ve de Karakadı ile Kayguluzade tekkeleri kül olmuş.

    İşte Nalıncılar Hamamı'nın tarihi öyküsü bu. Bütün bu felaketlerde ağır hasarlar vermesine rağmen bugün hala kısmen ayakta. Ve fakat... Diğer yapılara gösterilen ilgiden nedense mahrum.

    Söylenenlere göre hamama sırtını dayamış bir firmanın binası yüzünden hamam göz ardı ediliyor. Ancak bu söylentilere inanmak gelmiyor insanın içinden. Yüzlerce yıllık tarih bir tek firmanın satış mağazası için heba ediliyor olamaz.

    Kısa hikayesiyle sesini duyurmaya, varlığını hatırlatmaya çalıştığımız Nalıncılar Hamamı ile ilgili belediyenin kısa zamanda harekete geçeceğini umuyorum. Ve açıkçası bunu sabırsızlıkla bekliyorum. Nalıncılar Hamamı da bu kentin tarihi değerlerinden biri. Dolayısıyla ondan sonra yapılan Ördekli Hamamı’na gösterilen ilgiyi o da hak ediyor.

    Bursa Olay, Yazı: Devrimde Güler, 23.02.2008

    KÜLTÜR VE TURİZMDE BURSA'NIN İLK EYLEM PLANI

     

    Türkiye'nin yönetim mekanizmasında hazırlanan plan, program, rapor ve bilgilerin bir dosya içinde kalmasının kimseye yararının olmadığı bilinen gerçek. Gelin görün ki...

    Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından hazırlanıp genel hatlarıyla kamuoyuna duyurulan bir proje dosyası içinde, Bursa için strtejik öneme sahip bilgi ve hedeflerin yer aldığı, Cumhuriyet Halk Partisi Bursa Milletvekili ve MYK Üyesi Kemal Demirel’in soru önergesiyle ortaya çıktı.

    Eğer... Demirel soru önergesi verip 'Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın ileriki yıllarda uygulamaya koyacağı stratejik planlar içinde Bursa ile ilgili neler var?' diye sormasaydı, o bilgileri Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay açıklamayacaktı.
    Üstelik...

    Türkiye Turizm Stratejisi - 2023 Belgesi adını taşıyan proje dosyası içinde Bursa'da konuşulan pek çok konunun beklenen cevapları bulunuyor. Öncelikle söylemek gerekirse... Kültür ve Turim Bakanlığı’nın geçen yıl hazırladığı Türkiye Turizm Stratejileri - 2023 Belgesi'ndeki ana projeler arasında, Bursa için 5 önemli konuda eylem planı var.

    Bir... Zaman ve güvenlik açısından ön plana çıkan havayolu ulaşımının geliştirilmesi. Bu projenin eylem hedefi olarak Bursa, Çanakkale ve Körfez Havaalanları’nın uluslararası uçuşlara açılması planlanıyor. Kültür ve Turizm Bakanlığı, 6 yıllık hedef koyduğu projede ilgili bakanlık ve kuruluşlar arasında koordinatörlük yapacak.

    İki... Ulaşımda demiryolu taşımacılığı payının arttırılması amacıyla bölgeler arası bğlantıların geliştirilmesi. Bu projenin eylem planını ise yıllardır Bursa’da çok konuştuğumuz ve son günlerde ciddi şekilde tartışmaya başladığımız hızlı tren projesi oluşturuyor. Hedef hat olarak Bursa-Osmaneli arası belirlenirken, ilgili bakanlık ve kuruluşlar arasında yine koordinasyon üstlenilecek. Projenin hedef süresi ise 6 yıl olarak belirlenmiş.

    Üç... Turizmde karayolu ulaşımında güvenliğin ve erişim kapasitesinin arttırılması. Bu projeyle ilgili olarak iki eylem planı yer alıyor. İlki ana bölünmüş yol bağlantıları adını taşıyor. Planlama hedefinde ise; uygulama planı gerçekleştirilecek ana bölünmüş yollar olarak Afyonkarahisar-Kütahya-Bursa-Balıkesir hattı içinde Bursa-Erdek hattı var.

    Projenin süresi 3 yıl olarak belirlenmiş... Aynı projenin ikinci eylem planı olarak da bölünmüş yol bağlantıları gözüküyor. Burada da Bursa-Bandırma-Erdek-Çanakkale ve Balıkesir bağlantılarının yine 3 yıl içinde tamamlanarak yol ve ulaşım güvenliği sağlanması amaçlanıyor. Proje hedefi yine 3 yıl.

    Dört... Kentsel ölçekte markalaşma ve mimari düzenlemeler. Burada da... Bakanlık tarafından hazırlanmış eylem planı kapsamında, kütür şehirleri adıyla yeni bir çalışma hedefleniyor.

    Çalışmada... Bursa’nın yanısıra Adıyaman, Amasya, Edirne, Gaziantep, Hatay, Konya, Kütahya, Manisa, Nevşehir, Kars, Mardin, Sivas, Şanlıurfa ve Trabzon gibi iller hedeflenerek marka kentler oluşturulması düşünülüyor.

    Hatta... Projede yürütülecek çalışmalar bile belli. Buna göre... 15 ili kapsayan marka kentler projesi için kültürel varlıkların tespit edilerek restorasyonlarının yapılması ve kültürel varlıklara uygun işlevler kazandırılması var.

    Ayrıca... Kapsamdaki illerde konaklama kapasitesinin geliştirilmesi de hedefler arasında. Kültür ve Turizm Bakanlığı bu projesi için 6 yıllık hedef koymuş.

    Beş... Kongre ve fuar turizmi. 2023’e yönelik strateji planında Kültür ve Turizm Bakanlığı kongre ve fuar turizmi için öncelikle örgütlenmeyi sağlamayı amaçlıyor.

    Yine... Kongre ve fuar turizmi için hedeflenen iller belirlenmiş. Burada da Bursa'nın yanısıra İstanbul, Ankara, İzmir, Antalya, Konya ve Mersin var. Bu illerde pazarlama, tanıtım ve organizasyon işlerini yürütmek üzere kongre turizmi şirketleri kurmayı amaçlayan bakanlık, 1 yıllık bir hedef koymuş.

    Doğrusu istenirse... Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın 2023 strateji planı hazırladığı biliniyordu ama, bu plan içinde Bursa için önem taşıyan beş ayrı eylem planı olduğunu bilmiyorduk. Üstelik... Kemal Demirel’in soru önergesine Bakan Ertuğul Günay’ın verdiği cevaptan, eylem planı olarak düşünülen bazı konu başlıklarının son dönemde yerel siyasetin hedef ve söylemleri arasında yer aldığını gördük. Bu da bir başka ilginç gelişme.

    Cumhuriyet halk Partisi Bursa Milletvekili Kemal Demirel’in soru önergesine Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın verdiği ayrıntılı cevaplar içinde Bursa turizmi açısından önemli bir başka konu daha öne çıktı:

    Bakanlığın açıklamasında, Termal Turizmi Kentleri Projesi kapsamındaki 17 il dışında belirlenen 11 ilde ise ikinci etap çalışmaları başlatıldı. İkinci etap çalışması yapılan o 11 il arasında Bursa da var. Proje... Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın geçen yıl Maden Tetkik Arama Genel Müdürlüğü’ne hazırlattığı Bursa İli Jeotermal Kaynakları Değerlendirme Raporu’na göre gündeme gimiş.

    Raporda... Bursa’daki termal kaynaklar Çekirge-Kaynarca, Orhangazi-Keramet, İnegöl-Oylat, Gemlik-Terme, Mustafakemalpaşa Tümbüldek, Orhaneli-Ilıcaksu, İnegöl-Karacakaya, Orhaneli-Sadağ ve Orhaneli-Ağaçhisar olarak gösteriliyor.

    Ardından... Kent merkezirdeki Çekrge kaplıca bölgesinde Yeni Kaplıca, Kükürtlü, Kaynarca ve Kara Mustafa Paşa olmak üzere 4 termal alanın yer aldığı, bölgedeki 6 termal otelde 1200 yatak kapasitesi bulunduğu, ayrıca İnegöl’ün Hilmiye Köyü’nde yer alan Oylat Kaplıcaları’nın 690 yatak kapasiteli olduğu vurgulanıyor.

    Sonrasında... Turizm Teşvik Kanunu uyarınca, 11 bin 800 hektar yüzölçümlü alanı kapsayan turizm merkezine ilişkin olan Mustafakemalpaşa Tümbüldek Termal Turizm Merkezi Çevre Düzeni Planı’nın 29.12.2006'da onaylandığı anımsatılıyor.

    Bursa Olay, Yazı: Ahmet Emin Yılmaz, 24.02.2008

    PERRE'DEKİ KAMULAŞTIRMA ÖDENEK YETERSİZLİĞİNDEN YAPILAMIYOR

     

    Perre Antik Kent üzerindeki yerleşim birimlerinin kamulaştırılarak hak sahiplerine yapılacak olan köy tipi evler için gerekli olan 20 milyon YTL ödenek yetersizliğinden dolay Perre Antik kent çalışmaları durdu.


      


    Kommagene uygarlığının 5 büyük kentinden birisi olan Perre Antik Kenti üzerinde bulunan Örenli Mahallesi'nin yerleşim alanının kamulaştırılması için Kültür ve Turizm Bakanlığı SİT alanı üzerinde bulunan Örenli Mahallesi'ndeki evlerin karşılığında TOKİ tarafından konut yapılması için çalışma başlatmıştı. TOKİ yetkilileri yerinde yaptıkları inceleme sonrasında hazırladıkları rapor doğrultusunda, köy tipi evlerin yapılması için 20 milyon YTL ödeneğe ihtiyaç duyulduğunu belirledi. Kültür ve Turizm Bakanlığı, 1.derece arkeolojik SİT alanı içersinde bulunan özel mülkiyet sahiplerinin taşınmazları için gerekli ödeneğin, ödenek yetersizliğinden dolayı yapılamayacağını belirtti.





    Kültür ve Turizm Bakanlığı Örenli Mahalle Muhtarı Mehmet Sitil'e gönderdiği yazıda, Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü'nün 2008 mali yılı kamulaştırma ödeneğinin yetersizliği nedeniyle, taşınmazların kamulaştırılması için 20 milyon YTL'nin TOKİ hesabına yatırılmasının mümkün olmadığı bildirildi. Taşınmazların kamulaştırılmaları konusunun önümüzdeki yıllarda ödenekler ölçüsünde değerlendirileceğinin altı çizildi.

     

    Kültür Bakanlığı Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü'ne, 2006 yılında Adıyaman Valiliği tarafından kamulaştırılması gereken parsellerin tapu kayıtları göndermiş ve valiliğin gönderdiği tapu kayıtları doğrultusunda Kültür ve Turizm Bakanlığı, evlerin yerine köy tipi evler yapılması için TOKİ ile ortak bir proje başlatmıştı. TOKİ yetkilileri geçtiğimiz günlerde Adıyaman'a gelerek ön fizibilite çalışmaları yaparak, köy tipi evlerin yapılacağı kamu arazisi ve SİT alanı içersinde bulunan yapıları incelemişti.

     

    Perre Antik kent üzerinde taşınmazları bulunan mahalle sakinleri, kendi arazileri hiçbir yapı yapamadıklarını, eski yapılarını onaramadıklarını ve orta şiddetli bir depremde yapıların yüzde 70'inin yıkılma tehlikesinin olduğunu belirterek, " Eğer kamulaştırma olmayacaksa devlet bize müsaade etsin biz evlerimizi bakım ve onarımdan geçirelim. Yaşadığımız bu evlerde hiçbir can güvenliğimiz yok. Arazilerimiz SİT alanı içersinde olduğu için ev yapamıyoruz. Evlerimize bir çivi bile çakamıyoruz. Ne yapabiliyoruz, ne de yıkabiliyoruz" şeklinde görüş belirttiler.

     

    Perre Antik Kent üzerinde bulunan 208 parselin 201 adetinin kamulaştırılması gerektiğini kaydeden yetkililer, kamulaştırma işlemlerinin başlamasıyla SİT alanının korunacağını ve tarihi yapıya hiçbir zarar verilmeyeceğini dile getirdi.

    haberler.com, 24.02.2008

    KUMLUCA'YA HİZMET BİNASI YAPILDI

     

    Antalya'nın Kumluca İlçesi'nde bulunan Radiopolis Antik Kenti'ndeki kazı çalışmalarını hızlandırmak amacıyla hizmet binası inşa edilmeye başlandı.

     

    Antik kentte haziran ayında başlayacak yeni dönem kazı çalışmalarının veriminin artırılması ve yeraltından çıkarılan malzemelerin muhafazası için çok amaçlı binanın önemli olduğu bildirildi. Bölgedeki kazı çalışmalarını Kumluca Belediyesi ve Akdeniz Üniversitesi Arkeoloji Bölümü gerçekleştiriyor. İki katlı olması düşünülen hizmet binasının haziran ayı başlarında kazı ekibine teslim edileceği bildirildi. Bina yerinde incelemede bulunan Akdeniz Üniversitesi Arkeoloji Bölümü'nden Yrd.Doç.Dr. İsa Kızgut ve öğretim görevlisi Süleyman Bulut, uygunluk raporunu verdiklerini açıkladı.

     

    Kazı çalışmalarının başladığı günlerden beri böyle bir binaya ihtiyaç duyduklarını ve bunu Kumluca Belediye Başkanı Hüsamettin Çetinkaya'ya ilettiklerini ifade eden Kızgut, "Kazı çalışmalarına katılan ekiplerin kalma sorununu bu bina ile çözmüş olacağız. Ondan da önemlisi çıkan malzeme ve seramikleri muhafaza edebileceğiz" dedi.

     

    Yapılacak bina hakkında bilgi veren Kumluca Belediye Başkanı Hüsamettin Çetinkaya da binanın iki kattan oluşacağını, birinci katında depo ve yatakhane, mutfak, 2. kat da ise idari kısmın yer alacağını belirtti.

    haberler.com, 22.02.2008

    Alacahöyük Kazısı (Remzi Oğuz Arık)
    ...1935




    17 - 23 Şubat 2008

    ERZURUM TARİHİ MOTİFLERLE ANLATILACAK

     

    Erzurum Müze Müdürlüğü, Topkapı Sarayı’nın ardından bir ilke imza atmaya hazırlanıyor. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın onay vermesi halinde, müzelerde uygulama alanları oluşturularak, şehrin tarihi geçmişi ve Osmanlı’nın yaşam tarzı, özel kıyafetli müze görevlileri tarafından anlatılacak.

     

    Konuyla ilgili olarak açıklamalarda bulunan Erzurum Müze Müdürü Mustafa Erkmen, Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın, Topkapı Sarayı’ndaki müze görevlilerine tarihi kıyafetler giydirilmesi yönündeki projenin bir benzerini Erzurum’da uygulamak istediklerini bildirdi.

     

    Bakanlığa, benzeri bir uygulamanın Erzurum’da da yapılması yönünde teklif sunduklarını anlatan Erkmen, “Teklifimiz kabul edilirse, müzelerimizde uygulama alanları oluşturacağız. Personellerimiz de, tarihi kıyafetlerle turistlerin karşısına çıkacak ve tarihi yaşam biçimimiz gözler önüne serilecektir” dedi.

     

    Erzurum’a son yıllarda gelen yerli ve yabancı turist sayısındaki artışa dikkat çeken Erkmen, hazırlanan teşhir tanzim çalışmasının bu yıl hayata geçmesiyle, müzelere olan ilginin daha da artacağını kaydetti.  

     

    Tarihi ve doğal güzellikleriyle Erzurum’un Anadolu’da önemli bir konuma sahip olduğunu vurgulayan Müze Müdürü Erkmen, müzelerde tarihi kıyafetli görevlilerin bulunmasına sadece yerli değil, yabancı turistlerin de ilgi göstereceğini anlatarak, “Hayata geçirmeyi düşündüğümüz proje kapsamında, Yakutiye Medresesi içinde oluşturacağımız alanda medrese hocalarının yaşam tarzı, medrese ortamının nasıl olduğu, uygulamalı olarak gelen yerli-yabancı turistlere gösterilecek. Gelen ziyaretçilere bir yandan tarihimizi anlatırken, diğer yandan da mankenler ve özel kıyafetli görevliler yardımıyla o dönemin sosyal ve kültürel yaşam biçimi canlandırılacak. Erzurum’un tarihi açıdan önemli bir potansiyelinin olduğunu bilen ve buraya gelerek tarihi mekânları yakından takip eden turistlerin sayısının, müzelerde yapılan bu yeni uygulama sayesinde artacağına inanıyoruz” diye konuştu.

     

    Erkmen, Erzurum Müze Müdürlüğü’nün hayata geçireceği çalışmanın, 2011 Dünya Üniversitelerarası Kış Oyunları öncesinde hayat geçirilmesi için yoğun bir şekilde çalıştıklarını sözlerine ekledi.

    Erzurum Gazetesi, 23.02.2008

    ŞEKER AHMET PAŞA SERGİSİ

     

    Dolmabahçe Sarayı, milli saraylar resim koleksiyonunun oluşmasına öncülük eden, Türk resim sanatının önemli isimlerinden Şeker Ahmed Paşa'nın resimlerine ev sahipliği yapacak. TBMM Milli Saraylar Daire Başkanlığı'nın düzenlediği , tablo ve fotoğraflardan oluşan sergi, 31 Mart-11 Mayıs tarihleri arasında gezilebilecek. Sergiye paralel olarak, Ömer Taşdelen ve Ilona Baytar'ın hazırladığı bir kitap da yayınlanacak. 1841'de İstanbul'da doğan Tıbbiye ve Harbiye'de, sonra Fransa'da resim eğitimi alan Şeker Ahmed Paşa, tarihimizin ilk kişisel sergilerinden biri açmışı.

    Radikal, 23.02.2008

    'MEVLEVİHANELERİN MİMARİSİ'

     

    Sanat Tarihi Derneği'nin bilimsel çerçevesi içinde düzenlediği konferansların bu yıl gerçekleşecek olan ikincisi 29 Şubat 2008, Cuma günü saat 18:30'da Pera Müzesi Oditoryumu'nda yapılacak.  Prof.Dr. Mim. M. Baha Tanman tarafından verilecek olan konferansın konusu "Mevlevihanelerin Mimarisi" olarak belirlendi.

     

    Konferansın kapsamı, Osmanlı coğrafyasının çeşitli bölgelerine dağılmış olan mevlevihanelerde gözlenen mimari özelliklerin ve süslemelerin, bu özellikleri doğuran etkenlerle birlikte incelenmesi şeklinde özetlenebilir. İstanbul’daki mevlevihanelerin yanı sıra, Anadolu’da, Balkanlar’da ve Yakın Doğu’da bulunan mevlevihanelerden de bazı örnekler üzerinde, yapılar arasındaki yerel üslup farklılıklarına ve bunların kaynaklarına değinilecek.

    TAYHaber, 22.02.2008

    İZNİK'TEKİ 700 YILLIK ÇINARIN GERÇEKTE 1251 YAŞINDA OLDUĞU BELİRLENDİ

     

    Bursa'nın İznik İlçesi'nde bulunan ve 700 yıllık olarak bilinen tarihi çınarın gerçekte 1251 yaşında olduğu tespit edildi.

     

    İznik, 4 imparatorluğa başkentlik yapması, tarihi, surları, Ayasofya Müzesi, çinisi gibi birçok markası yanında şimdi ise 700 yıllık olarak bilinen ancak 1251 yaşında olduğu tespit edilen çınarı ile anılmak istiyor. İznik Kaymakamı Hüseyin Avcı, büyük tasavvuf ehli Davud-i Kayseri Hazretleri'nin Türbesi'nin yanında bulunan 700 yıllık 3 kollu dev çınarın gerçek yaşının 1251 olduğunu ve Guinness Rekorlar kitabına girmesi için çalışma başlattıklarını söyledi.

     

    2007 yılı Ocak ayında Osmanlı İmparatorluğu'nun ilk baş müderrisi olan büyük tasavvuf ehli Davud-i Kayseri Hazretleri'nin Türbesi'ni bulmak için girişimlerde bulunduklarını hatırlatan Kaymakam Avcı, ünlü alimin mezarını Eşrefzade Mahallesi Davud-i Kayseri Sokağı'nda 5 günlük kazı sonrasında bulduklarını vurguladı. Kaymakam Avcı, 1251 yıllık tarihi çınarın doğusunda bulunan mezarın onarılarak türbeye dönüştürülürdüğünü belirterek, çınarın hemen yanında bulunan türbenin etrafında da çevre düzenlemesi yaparak, park haline getirdiklerini söyledi.

     

    İznik Kaymakamı Hüseyin Avcı, günyüzüne çıkan ve henüz keşfedilmeyen değerleriyle İznik'in bir marka olduğunu belirterek, burada bulunan tarihi çınarın da önemine işaret etti. Avcı, 24 metre çevresiyle Bursa Uludağ yolunda bulunan tarihi İnkaya Çınarı'ndan daha büyük olan 3 kollu bu çınarın Guinnes Rekorlar Kitabı'na girmesi için girişimlerde bulunduklarını hatırlatan Kaymakam Hüseyin Avcı, çınarın tamiri ve bakımının yapıldığını anlattı. Avcı, şunları söyledi: "İznik'te bulunan ve 700 yıllık olarak bilinen tarihi çınarın aslında 1251 yaşında olduğu tespit edildi. 750 yaşında biliniyordu ama ağacın yaşı orman yüksek mühendisi Teoman Varol tarafından 1251 olarak tepsit edildi. Guinness Rekorlar Kitabı'na girmesi için yetkililer Mart ayında gelerek incelemelerde bulunacaklar. İnanıyorum ki Guinness Rekorlar Kitabı'nda yerini alacaktır."

    haberler.com, 22.02.2008

    VAN GÖLÜ HAVZASI SEMPOZYUMU

     

    Doğu Anadolu ve özellikle Van Bölgesi’nin prehistorya, arkeoloji, tarih, sanat tarihi, jeoloji, coğrafya, metalürji, edebiyat etnografya, turizm ve ekoloji konularını kapsayan “Van Gölü Havzası Sempozyumu” 12-14 Haziran 2008 tarihleri arasında Ahlat'ta düzenlenecektir.

     

    İstanbul Üniversitesi, Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi, Erzurum Atatürk Üniversitesi, ÇEKÜL Vakfı ve TMMOB Van Şubesi'nin organizasyonu ile 2004 yılından bu yana düzenlenen bu sempozyumlar, her yıl bir il veya ilçe de gerçekleştirilmektedir.

    Şimdiye kadar I. ve II. Van Gölü Havzası Sempozyum kitapları yayınlanmış olup III. Van Gölü Havzası Sempozyumu ise yayın aşamasındadır.

    TAYHaber, 22.09.2008

    AKBÜK TARİHİ RUM ORTODOKS KİLİSESİ, KÜLTÜR MERKEZİ OLARAK HİZMET VERMEYE BAŞLADI

     

    Aydın'ın Didim İlçesi'ne bağlı Akbük Beldesi'nde bulunan ve adeta beldenin simgesi haline gelen, tarihi Rum Ortodoks Kilisesi, yeni şekliyle kültür merkezi olarak hizmet vermeye başladı.

     

    Üstündeki kitabeye göre 1870 yılında yapılan taş bina, kilise olarak hizmete açılmış daha sonra ise Akbük'ün köy olduğu yıllarda uzun süre İlkokul olarak hizmet vermiş, 1973 yılında, yeni okulun açılmasıyla birlikte, kendi haline terkedilmişti. Günümüze kadar ayakta kalan kilise daha sonra restore edilmiş ve yeni şekliyle alınan bir kararla Kültür Merkezine dönüştürülmüştü.

    haberler.com, 22.02.2008

    KALKANDELEN HARABATİ BABA TEKKESİ HARAP DURUMDA





    Kalkandelen’de bulunan Harabati Baba Tekkesi, Osmanlı İmparatorluğu devrinde Makedonya'da inşa edilen en büyük ve en görkemli tekkelerden biridir. Osmanlı devletinin çekilmesiyle bakımsız kaldı. Yaz aylarında güllerle bezenen tekke bahçesi halkın sık sık uğradığı bir mekan  olmaktan çıkmış, bugün bu görkemli yapı yetkili ve sorumluların ilgisizliği ve uzun zamandır bakımsız kalmasından dolayı harap duruma düşürülmüştür. 

     

    Makedonya’da kültür mirasının, tarihi eserlerin korunması ve restore edilmesiyle yetkili olan en önemli devlet kurumu, Milli Konservasyon Merkezi’dir. Kalkandelen'deki Harabati Baba Tekkesi’nin şimdiki hali ve yakın  gelecekte olası restorasyonuyla ilgili mevcut imkanlar hakkında,  Milli Konservasyon Merkezi’nin Müdürü Prof.Dr. Metin İzeti’den bilgi vermesini rica ettik.

     

    "Osmanlı döneminden kalma Harabati Baba Tekkesi, kültür mirası ve tarihi bir eser olarak  değrlendirilmiş, devletin koruması altına alınmıştır. Bir tarihi eser olan tekke 15. yüzyıldan  günümüze kadar gelebilmiş. Tekke’nin sahibi Milli Konservasyon Merkezi olmamasına rağmen, bu kurumun müdürü olarak, tekkenin onarımıyla ilgili ne gerekiyorsa, yıl sonuna kadar gerçekleşmesi için elimizden gelen gayretleri esirgemeyeceğiz. Tekke şu anda sahipsiz, kendi başına terkedilmiş, bakımsız ve harap durumdadır. Tekkenin  sahipliği konusunda uzun zamandır mahkemede dava yürütülüyor. Sorunun halledilmesinde büyük güçlükler  yaşanıyor. Tekkeyle ilgili hukkuki manada yaşanan sorunların halledilmesi için yetkili ve etkili makamlar bir an önce gerekeni yapmalıdır, aksi halde bu değerli ve görkemli eser orjinalliğinden ciddi manada, giderilmesi zor olan, değerlerini yitirmiş olacaktır.  Birkaç yıl önce tekkenin bir bölümüne Kalkandelen Kent Müzesi’nin bir bölümü yerleştirildi. Bunun yanısıra, tekkenin bir bölümü hakkında ‘’Teteks’’ fabrikası da sahiplilik iddiasında bulunmaktadır. Makedonya İslam Birliği ve Makedonya Bektaşi Topluluğu da doğal olarak bu mekanın varisleri olduğu iddiasındadırlar."

     

    Adeta ‘’Arap saçına’’ dönüşen bu düzensizliğin içinden pek de kolay çıkılmayacağına inanmadığını ifade eden Müdür Metin İzeti, şunları da açıkladı:

     

    "Bir külliye olan tekkenin veraset konusunun halledilmesi gerekir.  Bu süreç mutlaka kamuoyunun eleştiri yağmuruna tutulacak. Bu durumda en önemli olan tekkenin bir külliye olarak eski işlevselliğinin yeniden kazandırılması,  bunun için gerekli olan organizasyonun mükemmel şekilde yürütülmesidir. Şahsi görüşlerime göre şüphesiz ki o mekanda, İslam Birliği’nin, Bektaşilerin ve koruması altına aldığı devletin de yeri olmalıdır. Bu bütünün sağlanması çok  önemlidir.

     

    Milli Konservasyon Merkezi olarak bu yıl süresince tekkede duvarların dış mekanda onarımı  yapılacak. Mekanın iç kısmındaki onarımların kalıcı olması için, mekanla ilgili mahkemede yürütülen dava sonuçlandıktan sonra gerçekleşebilecek. Tekke ile yabancı donatörler ilgileniyor. Kalkandelen'deki Harabati Baba Tekkesi hakkında şunu da  söylemeliyim. Dünyada mevcut en büyük dört Bektaşi tekkesindenden biridir. Bu tekkenin değeri  ve önemi yeterince bilinmiyor. Oldukça  ilginç ve görkemli bir mimariye sahip olan tekkenin iç mekanları olduğu kadar, dış görünümü de  göze hoş, görmeğe değer çok  güzel ahşap süslemelerle bezenmiştir. Kalkandelen Harabati Baba Tekkesi'yle aynı seviyede  olan tekkeler; Türkiye’de  Hacı Bektaş-ı Veli Merkez Tekkesi, Mısır’da Kaygusuz Abdal ve bugünün Yunan sınırları içinde kalmış Dimetoka (Didymetikon)  yakınlarında bulunan Seyid Ali  Sultan Tekkeleri'dir. Tekkeye eski işlevselliğinin kazandırılmasını şu açıdan önemli buluyorum. Tekke dini bir  yapı olması nedeniyle, müminlerin dini ibadetlerini yerine getirebileceği bir mekandır. İslam sanatının yaratıldığı önemli  bir mekan. Örneğin tasavvuf  musikisi, çeşitli seçkin zanaat ve sanat eğitimi tekkede icra ediliyor. Malumunuz, her tekkenin imareti ve kervansarayı da mevcuttur, dolayısıyla yardıma  muhtaç olanlara yardım da sunuluyor. Tekkenin yapı olarak insanlara sunabileceği tüm bu faydalardan eskisi gibi neden faydalanılmasın? Geçmişte tekkedeki yaşamın içinde dervişlerin rolü önemlidir. Bu, meşru kurallar içinde, bugün de neden olmasın?  Buna örnek olarak Aziz Yovan Bigorski Manastırı'nı gösterebiliriz. Sözkonusu manastırın yetkisi Makedon kilisesine iade edildi. Orada rahipler yaşıyor, atraktif bir turist mekanı olarak  her gün sayısı az olmayan yerli ve yabancı turistler ziyarete geliyor. Sonuç olarak şunu söylebilirim: tekkeyle ilgili uzun yıllar  süren hukuki anlaşmazlık, tarihi değeri olan kültür mirasının korunması ve restorasyonun  yapılmasını ciddi manada etkiliyor. Umarım bu konu  en kısa zamanda halledilecek ve tekke hakkettiği ilgiyi görecektir."

    Yeni Balkan, Haber: Melahat Ali, Fotoğraf: Hasan Erdem/fotokritik, 22.02.2008

    ALMAN ARKEOLOGLAR ALANYA'YA GELECEK

     

    Alman arkeolog doktorlar, öğrencilerine Roma, Bizans ve Geç Hitit dönemine ait anlatacakları konuların ön çalışmalarını Antalya'nın Manavgat İlçesi Side beldesinde yapıyor.


    Dünyaca ünlü turizm beldesi Side'ye 15 günlüğüne tatile ve ders konusu için saha araştırmasına gelen Almanya'nın Erlanger Üniversitesi arkeolog doktorları Mike Vaveriappa ile Beate von Raminn, Side Antik Kent'teki Roma ve Bizans Dönemine ait tarihi eserleri inceliyor. Alman arkeologlar, bu eserleri fotoğraflayarak üniversitede öğrencilerine sinevizyon eşliğinde anlatacaklarını söyledi.


    Dr. Beate von Raminn, MÖ 1405 yılında kurulan ve Anadolu dilinde 'Nar' anlamına gelen Side'nin Antalya Pampilya bölgesinde kurulan tek liman kenti olduğunu ifade etti. Raminn, 7 yıl önce üniversite bitirme tezini Muğla'nın Fethiye İlçesi Kumluova Beldesi'ndeki Likya Birliği' devleti Letoon Antik Kent çalışması ile yaptığını söyledi. Antalya bölgesinin de bazı turistik şehirlerin adeta açık hava müzesi konumunda olduğunu anlatan Raminn, Side'de en eski eserlerin ise MÖ 8 ve 7'nci yüzyıla ait 'Geç Hitit' dönemine ait eserler olduğunu belirtti. Beate von Raminn, "Üniversitemizin arkeoloji bölümü öğrencilerine mart ayında Side Antik Kent'i tanıtacağız. Arkeolog arkadaşım Mike Vaveriappa (Hint asıllı) ile birlikte anlatacağımız konularla ilgili saha araştırmasına geldik. Tarihi eserleri yerinde görerek öğrencilere anlatmak daha etkili oluyor. Daha önce de piramitleri anlatmak için Mısır'a Roma dönemi ile ilgili genel bilgi sahibi olmak için İtalya'ya gittik" diye konuştu.


    Anlatacakları saha çalışmaları ile ilgili bir haftalık çalışmalarını tamamladıklarını belirten Dr. Mike Vaveriappa da, kendisinin konu anlatımının Side Antik Kent'in coğrafi konumu, tiyatrosu, Side Piskoposluk Merkezi, Side Çeşmesi ile Apollon ve Men Tapınağı olacağını söyledi. Mike Vaveriappa, "Side'ye ilk defa geldik ve büyülendik. Anlattığımız konuların öğrencilerin belleğinde kalıcı olması için haziran ayında öğrencilerimizle birlikte topluca geleceğiz. Araştırmalarım sırasında Side Çeşmesi'nin benzerini İtalya'da gördüm. Dönemin Kralı Septimius Severus çeşmenin yapımını Side Çeşmesi'nden esinlenerek yapmış" diye konuştu.


    Öte yandan Çek Cumhuriyeti Prag Üniversitesi arkeoloji ve güzel sanatlar bölümünde okuyan 3. sınıf öğrencisi Michal Nassif ile Jitka Kubalova'da Roma dönemi tarihi eserlerini incelemek için Side Antik Kent'e geldi. 4 gün Side Antik Kent'te tarihi eserlerle ilgili alan çalışması yapan Çekli öğrenciler, Anadolu Selçuklu Dönemi tarihi eserlerini incelemek içinde Alanya'da 3 gün kalacaklarını ifade etti.


    Side Müzesi Müdürü Güner Kozdere, kurumlarına bilgi edinmek için başvuruda bulunan yerli ve yabancı öğrencilere her alanda yardımcı olduklarını söyledi. Yabancı ve yerli arkeoloji ve sanat tarihi öğrencilerinin araştırma, inceleme, kütüphane kaynaklarında ulaşmak için Kültür ve Turizm Bakanlığı başvuruda bulunmaları halinde yanlarında arkeolog görevlendirdiklerini belirten Kozdere, Side Müzesi'nde sergilenen toplam 12 bin 964 eserin büyük çoğunluğunun Ord.Prof.Dr. Arif Müfid Mansel'in 1947 ile 1967 yılları arası yaptığı kazı çalışmaları sonucu ortaya çıktığını kaydetti.

    Yeni Alanya, 22.02.2008

    FATİH KANUNLARI DA YURT DIŞINA KAÇIRILMIŞ

     

    Fatih Sultan Mehmet dönemine ait önemli belgelerin de değişik yöntemlerle yurt dışına çıkarıldığı bildirildi. Hollanda'nın Rotterdam İslam Üniversitesi (IUR) Rektörü Prof.Dr. Ahmet Akgündüz, Fatih Sultan Mehmet'in, Kütahya sancağında Tavşanlı tuzu dışındakilerin kullanımını yasaklamasına ilişkin tek nüsha olarak hazırlanan kanunnamenin, Fransa'da Paris Halk Kütüphanesi'nde bulunduğunu söyledi. Yasakname Tavşanlı'nın ekonomik gücünü artırmak için Fatih tarafından çıkarılmış.

    Yeni Şafak, 2.02.2008

    TABLO SAVAŞI ERGENEKON'DA

     

    İstanbul polisinin Ergenekon operasyonunda gözaltına aldığı tutuklu emekli tuğgeneral Veli Küçük’ün savcılıkta soruşturmasına ilişkin ilginç bir iddia ortaya atıldı. İddiaya göre savcı Küçük’e 2000 yılında eşinden boşanma davası açan Ümran Güngör Üzümcü’nün kaybolan trilyonluk yağlı boya tablolarını sordu.

    Sorgunun nedeni ise o tarihte tabloların bulunması için arabuluculuk yapan, çete suçlaması ile yargılanan ve Kuvayyi Milliye derneklerine ait sitelerde yazılar yazan Hayrettin Ertekin’in bu olaya adının karışması oldu.

    İddiaya göre 2000 yılında Melahat Üzümcü ile eşi Ümran Üzümcü, geçimsizlik nedeniyle boşanma davası açmış, Melahat Üzümcü ve yakınları, Kandilli’deki Kıbrıslı Yalısı’nda bulunan ve o günkü değeri 2 trilyon lirayı aşan halı ve yağlıboya tabloları kamyona yükleyerek götürmüştü.

    İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nın iddianamesine göre Ümran Üzümcü’nün, İstanbul Mali Şube Müdürü iken tarihi eser kaçakçılığı yapanlara karşı gerçekleştirdiği operasyonlarla tanınan Salih Güngör’e avukatını gönderdiği belirtilmiş, Üzümcü’nün, Güngör’e para vaadinde bulunarak yardım talep ettiği kaydedilmişti. Salih Güngör’ün ise bu iş için adı birçok yasal olmayan işe karışan Hayrettin Ertekin’den yardım istediği kaydedilen iddianamede, Güngör, Ertekin ve Üzümcü’nün daha sonra söz konusu tablo ve halıları geri almak için Melahat Üzümcü’nün takip edilmesi, telefonlarının dinlenmesi, tehdit edilmesi, hatta öldürülmesi konusunda planlar yaparak ortaklık kurdukları öne sürüldü. Ancak sonuç alınamadı.

    Tüm bu olaylardan sonra çete bağlantısı olduğu tespit edilen ve hakkında dava açılan Hayrettin Ertekin’in Veli Küçük ile de bağlantısı tespit edilmeye çalışıldı. Sosyete kuyumcusu olarak bilinen Ertekin’in Kuvayyi Milliye derneklerine ait sitelerde yazı yazması üzerine savcı kayıp tabloları 8 yıl sonra yeniden gündeme getirdi. Küçük’e, Üzümcü çiftini tanıyıp tanımadığını soran savcıya, emekli paşa” Hayır tanımıyorum” dedi.

    Savcı bu kez yalıdan kayıp tabloları hatırlatması üzerine Küçük, bu kez antika merakı olmadığı cevabını verdi. Üzümcü’nün avukatı Emin Canacankatan, “Müvekkilimin öyle iç sorununu Veli Küçük gibilere aktaracağını sanmam” dedi. Müvekkilinin halen ABD’de yaşadığını, Melahat Üzümcü ile birlikte çifte vatandaşlıklarının da bulunduğunu belirten Avukat Canacankatan, “ABD’de boşandılar, Türkiye’de nafaka davası açtılar. Bu süreçte tablolar kayboldu, Tabloların Melahat Üzümcü’nün ağabeyi olan Mehmet Koçarslan’ın evinde olduğunu duyduk, ancak yapılan incelemelerde tablolar bulunamadı” dedi.

    Akşam, Haber: Seda Kılıç, 22.02.2008

    HİTİTLERDEN KALMA MADEN

     

    Çorum’un Bayat İlçesi Derekütuğun Köyü’nde İlk Tunç Çağı döneminden bakır madeni galerileri bulundu.

    Çorum Müze Müdür Vekili Arkeolog Önder İpek, Hititler’e ait olan maden ocağında Kültür ve Turizm Bakanlığı’ndan izin verilmesi halinde çok yakında sondaj kazısı yapılmasının planlandığını vurgulayarak "MÖ 3 binli yıllara ait maden ocağı içerisinde o dönemde açılan galerilerin yer aldığını tespit ettik. Bayat’ta ortaya çıkan tarihi madenle ilgili araştırmalar sürüyor" dedi.

    Hürriyet, Haber: Mustafa Demirer, 22.02.2008

    ÇİFTE MİNARELİ'NİN RESTORASYONUNDA BELİRSİZLİK SÜRÜYOR

     

    Bu yıl restorasyona alınması planlanan Çifte Minareli Medrese’de belirsizlik sürüyor. Selçuklu Park’ta yer alan medresenin restorasyonunun Belediye tarafından bölgede gerçekleştirilecek olan Kent Meydanı çalışmaları nedeniyle onarım projesinin askıya alınabileceği ifade edildi.

     


    Selçuklu Park içerisinde yer alan Buruciye Medresesi’nin restorasyonunun ardından Vakıflar Bölge Müdürlüğü Şifahiye Medresesi’nin de yer teslimini kısa süre önce gerçekleştirdi. Ardından yine aynı bölgede bulunan tarihi Kale Camii’nin de bu yıl içerisinde ihalesinin yapılacağı bildirilirken son olarak Çifte Minareli Medrese’nin restorasyonu bekleniyordu. Ancak edinilen bilgilere göre Belediye’nin bu yıl Selçuklu Park’ta Kent Meydanı Projesi çalışmalarını başlatacağı öğrenildi.

    Bu çerçevede yapılacak olan meydan düzenleme çalışmaları nedeniyle Çifte Minareli Medrese’nin belki bu yıl restorasyona alınamayacağı ifade edildi.

    Sivas tarihinin başlıca eserlerinden olan ve İlhanlı Veziri Şemseddin Mehmet Cüveyni tarafından 1271 yılında yaptırılan Çifte Minare’nin zamanında Hukuk Fakültesi olarak faaliyet gösterdiği biliniyor. Günümüze kadar sadece doğu yönündeki asıl cephesi ayakta kalan Çifte Minareli Medrese, Selçuklu döneminin en anıtsal yapılarından biri olup, 1960’lı yıllarda yapılan araştırma kazısı sonucuna göre açık avlulu, 4 eyvanlı iki katlı anıtsal bir yapı olarak belirlendi.

    Sivas Hürdoğan, Fotoğraf: Sivas Belediyesi, 22.02.2008

    HÜRREM SULTAN İÇİN MEMLEKETİ UKRAYNA'DA MÜZE KURULACAK

     

     

    Ukrayna'nın Rogatyn kentinde “Hürrem Sultan Müzesi” kurulması için çalışma başlatıldığı açıklandı. Ukrayna'nın Kiev kentinde Kiev Büyükelçiliği Kültür ve Tanıtma Müşavirliği tarafından düzenlenen “Muğla ve Türkiye Turizmi” konulu toplantıya katılan Ukraynalı turizmciler, Hürrem Sultan'ın Türkiye ile Ukrayna ilişkisinin tarihsel geçmişi açısından büyük bir öneme sahip olduğunu belirttiler.

     

    Rogatyn kentinde “Hürrem Sultan Müzesi” kurulması için çalışma başlatıldığı anlatan turizmciler, bu konuda Türkiye'den destek beklediklerini söylediler. Toplantıya katılan Kültür ve Turizm Bakanlığı Tanıtma Genel Müdürü Özgür Özaslan, projeye önem verdiklerini belirterek, “Müzenin oluşturulmasına esas teşkil edecek belge ve objelerin elde edilmesi için Topkapı Sarayı ile görüşeceğini”söyledi. Ukrayna Kültür ve Turizm Bakanı Yardımcısı Mihaylo Kulinyak ise iki ülke arasında yaşanan vize sorununun çözülmesini istediklerini belirtti.

    Yeni Şafak, 22.02.2008

    TABİP HASAN PAŞA CAMİİ RESTORE EDİLDİ

     

    Çanakkale'nin Eceabat İlçesi'ne bağlı Kilitbahir Köyü'nde bulunan tarihi Tabip Hasan Paşa Camii restore edildi.

     

    Balıkesir Vakıflar Bölge Müdürlüğü tarafından yapılan ihalenin ardından 2 ay önce başlanan tarihi caminin restorasyon çalışmalarının tamamlandığını belirten yetkililer, 17. yüzyılın sonu ile 18. yüzyılın başlarında saray tabipliğinden sürgün edilerek Eceabat'ın şu an olmayan Elpeden Köyü'ne yerleşen Tabip Hasan Paşa tarafından yapılan caminin restorasyonu tamamlandı.

     

    Yaklaşık 10 yıl önce restore edilen tarihi camide zamanla meydana gelen hasarlar bu restorasyonla tamamen ortadan kaldırıldı. Tabip Hasan Paşa'nın sürgün edildikten sonra Elpeden Köyü'nde çıkan bir hastalığın ardından Kilitbahir Köyü'ne geçip buraya yerleşmesinin ardından burada yaptırılan cami köyde yapılan camilerin sonuncusu olma özelliğine de sahip. Küçük bir mescit durumunda olan caminin minaresinin mütevazı görünüşü, mihrabı, kubbedeki İhlas suresi, kayda değer en önemli bölümlerini oluşturuyor" dedi.

    haberler.com, 22.02.2008

    HAYALET MÜZE'YE BAŞBAKANLI AÇILIŞ

     

     

    ElektrikK donanımındaki arıza nedeniyle altı yıl önce teşhire kapatılan ve o günden bu yana bitmeyen tadilatlarıyla gündeme gelen Devlet Resim Heykel Müzesi, bugün Başbakan Tayyip Erdoğan’ın da katılacağı törenle yeniden ziyarete açılıyor. Kültür ve Turizm Bakanlığı’ndan yapılan açıklamaya göre, Resim Heykel Müzesi’nde bugün saat 14.00’de düzenlenecek törenle müzenin açılışı gerçekleştirilecek. Törene Başbakan Tayyip Erdoğan’ın yanı sıra Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay da katılacak. Ankara Hürriyet’in de sık sık gündeme getirdiği müze, son olarak çalınan heykelleriyle gündeme gelmişti.

    Esrarengiz bir kamyon, gündüz saatlerinde ve işçilerin gözü önünde iki heykeli alıp gitmiş, heykellerin çalındığının anlaşılmasının ardından yapılan ilk araştırmada, ulaşılan tek ipucu işçilerin "Bir kamyon geldi götürdü" şeklindeki ifadesi olmuştu.

    Güzel Sanatlar Genel Müdürü Mustafa Atalar da, "Heykellerin envanter kaydı yoktu ve eser niteliğinde değildi. Kursiyerlerin dekoratif amaçlı yaptıkları heykellerden ikisiydi" savunmasını yaparken, Kültür Bakanı Günay bu açıklamaya tepki göstermişti.
    Hürriyet Ankara, 22.02.2008



    KİLİS'TE TARİHİ ESER KAÇAKÇILIĞINA DARBE

     

    Kilis'te bir iş yerine operasyon düzenleyen jandarma, yurtdışına çıkarılacak 68 parça tarihi eser ele geçirdi.

     

    Kilis İl Jandarma Komutanlığı Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü ekipleri, yurtdışına tarihi eser kaçırılacağı yönündeki istihbarat çalışması sonucu daha önceden belirlenen 7 ayrı adrese eş zamanlı bir operasyon düzenledi.

    Jandarma ekipleri tarafından A.B.'ye ait İşpir Paşa Caddesi Cankurtaran Sokak'taki iş yerinde yapılan aramada; 26 gümüş sikke, 8 adet metal haç, 11 adet çeşitli figürler bulunan heykelcik, 10 adet metal hayvan ve kadın figürü heykelcikler, 1 adet mermer 25 santim kadın heykeli, 1 adet 18.5 santim uzunluğunda metal kadın heykeli, 1 adet metal baş figürü, 1 adet metal kutu, 8 adet vazo, 1 adet içi oyulmuş aslan figürü olan heykelcik olmak üzere toplam 68 parça tarihi eser ele geçirdi.

     

    Jandarma, olayla ilgili olarak A.B. isimli şahsı gözaltına aldı. Olayla ilgili soruşturma sürdürülürken, yakalanan tarihi eserlerin Gaziantep Müze Müdürlüğü'ne teslim edileceği bildirildi.

    haberler.com, 21.02.2008

    TOPRAK ALTINDAKİ ANTİK TİYATRO KURTARILIYOR

     

     

    İzmir'de heyecan yaratan projede önemli aşama katedildi. Kadifekale eteklerinde, toprak altındaki Roma döneminden kalma antik tiyatronun kurtarılmasına yeşil ışık yakıldı. Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu, Büyükşehir Belediyesi'nin bu amaçla hazırladığı Koruma Amaçlı İmar Planı'nı onaylandı. İnsanlık mirasının çıkarılmasının önü böylece açılmış oldu ve hemen kollar sıvandı.


    Öncelikle Büyükşehir Belediyesi Meclisi kamulaştırma kararı alacak. Ardından da tiyatronun üzerindeki çarpık yapılar temizlenecek, kazıya başlanacak. Tekrar gün ışığıyla buluşturulacak dev eser, antik çarşı Agora'yla bütünleştirilecek. Kadifekale'den Agora-Bayramyeri'ndeki Roma Yolu ve Kemeraltı'nı da kapsayan 270 hektarlık alan turizm bölgesi olarak gelişecek.

    Yapılacak çalışmalarla Agora, İkiçeşmelik Caddesi'nden de görünebilir hale gelecek. Geniş bölgede ''Arkeoloji ve Tarih Parkı'' oluşturulacak. İzmir, tarihi zenginliğiyle büyüleyen bir görüntüye kavuşacak, dünyanın gözü buraya çevrilecek.


    Başkanı Aziz Kocaoğlu, dünyanın en büyük fuarı EXPO 2015 alınırsa açılışının yapılmasının önerildiği antik tiyatroyu insanlığa tekrar hediye edeceklerini ifade etti. Kocaoğlu, ''Kentin gecekondular arasına sıkışıp kalmış en önemli kültür miraslarından biri olan tiyatroyla çevresinin gün yüzüne çıkarılması turizm açısından büyük önem taşıyor'' diye konuştu.
    Milliyet Ege, 22.02.2008

    AYDIN'DA KAÇAK KAZI OPERASYONU

     

    Aydın'da jandarmanın düzenlediği operasyonlarda Magneise Antik Kenti'nde kaçak kazı yapan 5 kişiye suçüstü yapıldı. Olayla ilgili olarak 3 zanlı gözaltına alınırken kaçmayı başaran 2 zanlının bulunması için operasyon başlatıldı.

     

    Edinilen bilgiye göre, Germencik İlçesi'ne bağlı Ortaklar Beldesi'nde bulunan Magneise Antik Kenti'ndeki sit alanı içerisinde kaçak kazı yapıldığı ihbarını alan jandarma ekipleri bölgeye operasyon düzenledi. Operasyonlarda antik kent içerisinde kazı yapmakta olan Şakir A. (41), Bülent K. (31) ve Musa K. (41) suçüstü yapılarak yakalandı. Gözaltına alınan zanlılarla birlikte ele geçirilen suç aletleri 3 adet kürek, 3 adet kazma, 1 adet balyoz ve 1 adet demir levyeye el konuldu.

     

    Operasyonlar sırasında olay yerinden kaçmayı başaran Muhittin A. (38) ve Süleyman K. (37) isimli şüphelilerin yakalanması için çevrede operasyonlar başlatıldı. İfadelerinin alınmasının ardından adli makamlara sevk edilen şüpheliler, tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı. Olayla ilgili olarak başlatılan soruşturmanın devam ettiği bildirildi.

    haberler.com, 21.02.2008

    BELEDİYE SULUKULE'DE KORUMA ALTINDAKİ EVLERİ DE YIKIYOR

     

    Sulukule Platformu, Fatih Belediyesi'nin Sulukule'de Yenileme Projesi kapsamında, mahalle sakinlerinin katılımı olmadan sivil toplum kuruluşlarının "öneri ve işbirliği tekliflerini kale almadan bildiğini yapmaya devam ettiğini" aktarıyor.

     

    Üstelik yıkılan evler arasında koruma altına alınması gerekilen tescilli evler de var. Koruma Kurulu'na da dilekçe ile başvuruda bulunan Sulukule Platformu Cumhuriyet Savcılığı'na suç duyurusunda bulunma hazırlığı içinde.

     

    Fatih Belediyesi'nin AB-Türkiye Karma Parlamento Esbaşkanı Joost Lagendik ile görüşmesinin hemen ardından yeni yıkımları gerçekleştirdiğine dikkat çeken platform adına Viki Ciprut "Lagendijk ve Sulukule Platformu temsilcileriyle görüşmesinde, bir kez daha işbirliği yapma sözü veren Belediye Başkanı Mustafa Demir, sivil toplum kuruluşlarını, uluslarası sözleşmeleri ve tüm eleştirileri hiçe saydığını bir kez daha gösterdi" diyor.

     

    9 Şubat günü gerçekleşen görüşmeden iki gün sonra Sulukule'de 9 ev yıkılmış, takip eden günlerde de evlerim yıkımı sürmüştü.

     

    Ciprut'un verdiği bilgiye göre son olarak yıkılan binalar arasında, koruma altına alınması gereken sivil mimarı örneklerinden tescilli olan iki ev de var.

     

    "Bu evler, yenileme projesinde bile restore edilip korunacak 34 ev arasında yer alıyor. Oysa, Lagendijk'in da bulunduğu buluşmada, belediye başkanı ve görevlileri bizzat kendileri, tescilli mevcut 34 binaya asla dokunulmayacağını, onları restore ederek kültür mirasına kazandıracaklarını ifade etmiş ve bunun projede de böyle öngörüldüğünü açıklamışlardı."

     

    Platform şimdi sırada iki yeni tescilli evin daha olduğunu söylüyor: "Sahibi tarafından bizzat restorasyonla kurtarılmak istenen tescilli bir evin hemen bitişiğindeki başka bir tescilli evin yıkılacağı geçen hafta belediye tarafından duyuruldu. Bu evin sahibi ve kiracısı olan iki aileye iki gün içinde evi boşaltma talimatı verildi. Aileler gözyaşları içinde evlerin boşalttı."

     

    Uyarıları ve tepkileri üzerine henüz bu evlerin yıkılmadığını aktaran platform herkesin korku içinde korku içinde yıkım beklediğini, binanın yıkılması durumunda belediyenin bir tasla iki evi birden yıkmış olacağını söylüyor.

     

    Çünkü yıkılacak evin hemen bitişiğinde, evini kendi restore edip kurtarmaya çalışan bir sakinin evinin de zarar görüp yıkılacağı kesin ve evler ancak birbirlerine yaslanarak ayakta duruyor.

     

    Platform belediyenin mülk sahiplerinin tescilli evlerini kendilerin onarması konusunda 5366 sayılı yasayla verilen hakkı sorgusuz sualsiz, rahatça ortadan kaldırmış olacağını ifade ediyor.

     

    5366 sayılı yasaya göre tescilli binalar için önce röleve restitüsyon ve restorasyon projeleri hazırlanması ve projelerin uygulanması sırasında da her bir aşamanın, Koruma Kurulu tarafından onaylandıktan sonra yürütülmesi gerekiyor.

    bianet.org, 21.02.2008

    AKM, 1.5 YIL KAPALI KALACAK

     

    Atatürk Kültür Merkezi (AKM) 1 Haziran'dan itibaren tadilat nedeniyle boşaltılıyor. Merkezde bulunan 5 müdürlük, 17 ay sürecek tadilat sırasında geçici olarak faaliyet gösterecekleri yer aramaya başladılar.

    Kültür ve Turizm Bakanlığı; 12 Şubat tarihinde AKM'de faaliyet gösteren İstanbul Devlet Opera ve Balesi Müdürlüğü, Devlet Tiyatrosu, Senfoni Orkestrası Müdürlüğü, Klasik Türk Müziği Korosu Müdürlüğü ve Modern Folk Müzik Topluluğu Müdürlüğü'ne bir yazı göndererek merkezin, "2010 Avrupa Kültür Başkenti" etkinlikleri çerçevesinde kapsamlı bakım ve onarıma alınacağı için 1 Haziran 2008-1 Ekim 2009 tarihleri arasında kapalı kalacağını bildirdi.

    Yazıda, onarımın tüm salon, idari bölüm, depo, ambar ve atölyeleri kapsayacağı, bu nedenle 1 Haziran tarihi itibarıyla belirtilen mekanların boşaltılması gerektiğinin Yatırım ve İşletmeler Gerel Müdürlüğü'ne bildirildiği ifade edildi. Bakanlığın yazısı, AKM'de bulunan 5 müdürlüğe gönderilerek 1 Haziran'a kadar kendilerine yer bulmaları için süre verildi. AKM'nin Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından hazırlanan tadilat projesi, merkez 1. derecede kültür varlığı olduğu için önce 2 No'lu İstanbul Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'nun onayına sunulacak. Projenin onaylanması halinde 17 ay sürecek tadilat başlayacak ve AKM bir sezon boyunca sanatseverlere kapılarını kapayacak.

    Cumhuriyet, 21.02.2008

    ASİ NEHRİ ÜZERİNDEKİ TARİHİ ROMA KÖPRÜSÜNÜ MOSTAR'IN MİMARLARI YAPACAK

     

    Hatay'ın Mmerkez İlçesi Antakya içerisinden geçen Asi Nehri üzerine kurulan ancak yıllar önce bilinçsiz bir şekilde yıkılan Roma Köprüsü'nü, Bosna-Hersek'teki Mostar köprüsünü yapan mimarların yeniden yapacağı bildirildi.

     

    Tarihi Roma Köprüsü'nün, yıkılmasından yaklaşık 40 yıl sonra aslına uygun tekrar yapılmasında Mostar köprüsü projesinin yürütücüsü Prof.Dr. Amir Pasic'in önemli görev üstlenecek. Köprünün uluslararası platformlarda dünya kültür mirasına dahil edilerek Avrupa Araştırma Fonu desteğinin alınması sağlanacağı bildirildi.

     

    Antakya Gönüllüler Derneği Başkanı Tahir Dönmezer, 1970 yılında dönemin yöneticileri tarafından yıktırılan tarihi Roma Köprüsü'nü aslına uygun yapacak. Mostar Köprüsü'nün mimarlarının birkaç gün içinde kente gelip incelemelerine başlayacağını söyledi.

     

    Dönmezer, Roma Köprüsü projesine Hatay Valiliği'nin Antakya Belediyesi'nin, Mustafa Kemal Üniversitesi'nin, Antakya Ticaret ve Sanayi Odası'nın, Esnaf ve Sanatkarlar kooperatif Başkanlığı'nın, Antakya Ticaret Borsası'nın, Sivil toplum kuruluşlarının da destek verdiği hatırlattı.

     

    1970'li yıllarda şehirlerin yeniden düzenlenmesi ve modernleşmesi projesinde Anadolu'nun birçok şehrinde olduğu gibi Roma devrinden kalma tarihi köprünün de yıkıldığını belirten Dönmezer, yıkımda köprünün bir taşının bile kalmadığını ifade etti.

     

    Bu arada dönemin müze yetkilisi Süheyla hanımın şiddetli itirazlarına rağmen 40 yıl önce yıkılmaktan kurtulamayan tarihi Roma Köprüsü 300 yılında İmparator Diocletianus tarafından yapılmıştı.

    haberler.com, 21.02.2008

    45 FARKLI KOLEKSİYON BİRARADA

     

    Koleksiyon Kültürü" adlı karma sergi, fonograf ve gramofonlardan eski mikrofonlara, Anadolu'nun antika halı yastıklarından Kurtuluş Savaşı dönemi kartpostallarına, 45 farklı koleksiyonu bir araya getirerek Ankaralıları, tarihin bilinmeyen yönleri ve geçmişin nostaljik anılarına götürüyor.

     

    Koleksiyoncular Derneği'nin, Çağdaş Sanatlar Merkezi'nde düzenlenen sergisinde, dernek üyeleri ile PTT Genel Müdürlüğü, Ankara Üniversitesi, Orta Doğu Teknik Üniversitesi, Çağdaş Sanatlar Vakfı, Vehbi Koç ve Ankara Araştırmaları Merkezi ile İznik Gönüllüleri Derneği'nin koleksiyonları yer alıyor. Koleksiyoncular Derneği Başkanı Korkut Erkan, koleksiyon kültürünü geniş kitlelere yaymak ve anlatmak için bu sergiyi açtıklarını söyledi. Erkan, "Türkiye'de ilk defa böyle bir sergi açılmıştır" dedi. Sergide, ziyaretçiler, gramofonları, ipek mendilleri, radyo, pikap, el ve bant makara teypleri, farklı yörelere ait halı yastıklarını, 1977-80 yılları arasında, çekilen sanatçıların fotoğraflarını ve Kurtuluş Savaşı kartpostalları gibi nadide örnekleri görebilecekler. Sergi, 24 Şubata kadar açık kalacak.

    Birgün, 21.02.2008

    MISIRLI 'SAVAŞÇI' MEZARI BULUNDU

     

    Luxor’daki nekropolde alışılmadık bir savaşçı mezarı, ölü hediyeleri ve mumya bulundu. Şehrin batı sahilinde, Dra Abul Naga’da bulunan mezar geçtiğimiz hafta bilimadamları tarafından açıldı. Ana kayaya oyularak yapılmış mezarda bulunan mumyanın tabutunda “Iker” ismi yazılı. Bu, antik Mısır dilinde “Mükemmel” demek. Tabutun yanında, kamıştan yapılmış ve üzerlerinde hala tüyleri mevcut beş ok bulundu.





    Bir grup İspanyol arkelog, Djehuty’nin mezar avlusunda yaptıkları rutin bir kazı esnasında surpriz bir bulguyla karşılaştılar; Kraliçe Hatshepsut’un altında çalışan yüksek mevkiide bir resmi görevlinin mezarını MÖ 2055’ten 1650’ye uzanan Orta Krallık dönemine ait mezarların üstünde yapılmış halde buldular. Mezarlığın kullanımının daha çok Mısır’ın Yeni Krallık Dönemi'nde (MÖ 1550 - MÖ 1070) olduğu bilinirken, tabutun tarihi  Orta Krallık Dönemi’ni işaret ediyor. 

     

    Uzmanlar, tabut üstündeki yazıtlar ve çevresinde bulunan çanak çömlek ışığında, mezarın 11. Hanedan başlarında olduğunu, hanedanın MÖ 2125’ten MÖ 1985’e dek sürdüğünü söylüyorlar.

     

    Yıllar süren iç savaştan sonra birleşen Mısır’da askerlerin toplumdaki rolü çok büyük oldu.

    O döneme ait bazı bozulmamış mezarlar 1920’lerde bulunmuştu, ancak İspanyol Ulusal Araştırma Konseyinden, yeni kazının başkanı Jose Galán, yeni bulgunun dönemin defin biçimine taze bir bakış getireceği düşüncesinde.  Galán “Bugünlerde 11. Hanedan dönemine ait bozulmamış mezar bulmak oldukça sıradışı. Bu gerçekten dikkate değer. Bu bize Nekropol’ün sürekli kullanımıyla ilgili bilgi veriyor ve yeterince belgelenmemiş bir dönemle ilgili,” dedi. 

     

    Kahire Amerikan Üniversitesi Mısıroloji Profesörü Salima İkram’a gore, savaş zamanı toplumdaki konumu yükselten askerlere ve paralı askerlere ait mezarların bulunması çok ender rastlanan bir durum. İkram, şimdiye kadar sadece birkaç tanesinin günışığına çıkarıldığını söylüyor. 

    National Geographic News, Haber: Steven Stanek, 15.02.2008

    ZEUGMA MOZAİKLERİ DE İNTERNETE TAŞINDI

     

    Zeugma mozaiklerini de barındıran Gaziantep Müzesi sanal ortama taşındı.

     

    Kültür Bakanlığı tarafından 2006'dan bu yana yaptırılan 360 derecelik fotoğraflama çalışmaları sonucunda hem Gaziantep Müzesi hem de Zeugma kazı alanı gerçeğe yakın fotoğraflarla internet ortamında görülebilecek. Uygulamayla müzenin taban ve tavanı da izlenebiliyor.

    Gaziantep Müzesi'nin 82 panoramik noktadan gezilebildiği sanal müze uygulamasında ziyaretçiler istedikleri noktayı listeden seçerek müzenin o kısmını 360 derecelik açılarla görebiliyorlar. Sanal müze ayrıca CD olarak hazırlanıp satışa sunulacak.

    Birgün, 21.02.2008

    PAMUKKALE'DE 24 SAAT ZİYARET

     

    Geçmişi bin 800 yıl öncesine dayanan antik tiyatroda restorasyon çalışmalarının tamamlanmasıyla birlikte Pamukkale, kültür ve sanat turizmine hizmet verecek. Pamukkale'yi 24 saat gezilebilir hale getireceklerini söyleyen Denizli Valisi Hasan Canpolat, kültür ve sanat odağı olması için de çalıştıklarını bildirdi.


    İtalyanlar tarafından 50 yıldır yürütülen Hierapolis antik şehri kazı çalışmaları kapsamında Roma dönemine ait bin 800 yıllık antik tiyatro da restore ediliyor. Beş yıl içinde bitirilmesi hedeflenen restorasyonda, bu yıl deprem ve çeşitli sebeplerle zarar gören sahne bölümleri restore edildi.

     

    Gelecek yıl ise çalışmalar tiyatro bölümünde devam edecek. "Burası dünyanın en güzel tiyatrolarından birisi." diyen Vali Canpolat, geçmişte Hierapolis'in önemli bir şehir olduğunu hatırlattı. Antik tiyatronun sahne bölümünde restorasyonun tamamlandığını anlatan Canpolat, "Valiliğimiz, Pamukkale'nin sadece gezilen görülen bir yer değil, aynı zamanda kültür sanat odağı olmasını amaçlıyor. Bu kapsamda da restorasyon çalışmalarının bitmesiyle buranın her gün çeşitli kültür sanat aktiviteleriyle gündeme gelmesini istiyoruz." dedi.


    Pamukkale projeleriyle ilgili genel bilgiler de veren Vali Canpolat, 2008 yılında termal suyun dağılımının elektronik olarak izleneceğini bildirdi. Güvenlik ve aydınlatma sistemi de kurulacağını ifade eden Canpolat, "Güneş enerjisiyle çalışan bir sistem kurularak, gündüz depolanan enerji gece aydınlatmasında kullanılacak. Böylece geceleri de ziyaret imkanı sağlanacak." şeklinde konuştu.

    Haber Ekspres, 21.02.2008

    KAPADOKYA'NIN ALTI YERALTI ŞEHİRLERİ İLE KAPLI

     

    Peribacaları ile birlikte masalsı görüntüsü ve eşsiz doğasıyla dünyanın en büyüleyici atmosferlerinden birine sahip Kapadokya, yer üstünde olduğu kadar yeraltında da çok sayıda kültürel zenginlik barındırıyor. Bölgede, MS 5. yüzyılda yapıldığı tahmin edilen 200 yeraltı şehri bulunuyor.

     

    Kapadokya bölgesinde; Erciyes, Hasan Dağı ve Göllü Dağı'nın günümüzden 20 milyon yıl öncesinde püskürttüğü lav birikintilerinin suların çekilmesiyle oluşturduğu dev tüf katmanlarının içlerinin oyulmasıyla yapılan yeraltı şehirleri, yerli ve yabancı turistlerin büyük ilgisini çekiyor. MS 5. yüzyıldan itibaren Kapadokya bölgesine kadar ulaşan ilk Hıristiyanların çok tanrılı dine mensup insanların saldırılarından korunmak amacıyla oluşturdukları bilinen yeraltı şehirleri, ilk dönemlerde sığınma, daha sonraki dönemlerde ise yaşam merkezleri olarak kullanılmış. Yeraltı şehirlerinde, günümüzün sosyal yaşamını aratmayan tarzda yapılanmaları görmek mümkün. Yerin 40-70 metre altlarına kadar dengeli ve mimari ölçümlere uygun tarzda oyularak yapılmış olan ve mimarlık harikası olarak nitelendirilen yeraltı şehirlerinde, hava bacaları ve su depolarının yanı sıra dıştan gelebilecek saldırıları önleme amacıyla kalın sürgü taşları, erzak depoları, yatak odaları, şarap mahzenleri, hayvan barınakları, kilise, okul, şarap üretim alanları bulunuyor.

     

    Bölgedeki çok sayıda yeraltı şehri hakkında Türk ve yabancı bilim adamlarının araştırması bulunuyor. Bu araştırmaların bazılarında bu şehirler hakkında ilginç teoriler ortaya atılıyor. Son olarak İsviçreli ünlü bilim kurgu yazarı Erich Von Daniken, 'Yüce Tanrı'nın İzinde' adlı kitabında, Kapadokya'da bulunan yeraltı şehirleri hakkındaki görüşlerine yer verdi. Bölgede gezdiği yeraltı şehirlerinin Kapadokya'nın en heyecan uyandıran yanı olarak belirten yazar, bu şehirler hakkında, "Buralar, ilk Hıristiyanların saklandıkları yerdir. Ne var ki, burayı yapanlar Hıristiyanlar değildi, onlar burayı hazır buldular. Kimi yerde kentler 13 kattır, alt katlarda Hitit çağından kalma öteberi bulunmuştur. Bir düşman ordusunun geldiğini varsayalım. Bu ordu eğer yerde olsaydı yani karadan gelseydi, yeraltı kentlerinde yaşayanların izlerini, bacalardan gelen yemek kokularını fark edebilirdi. Bu nedenle diyorum ki, yeraltına gizlenen bu insanlar yalnızca dünyalı düşmanlardan değil, uçan düşmanlardan korkuyorlardı.

     

    Nevşehir Müze Müdürü Halis Yenipınar; Nevşehir, Aksaray, Niğde ve Kırşehir illerini içerisine alan Kapadokya bölgesinde yapılan araştırmalar sonucunda 200 adet yeraltı şehrinin varlığının tespit edildiğini söyledi. Bu yeraltı şehirlerinden bugün ancak Nevşehir'de 5, Kırşehir'de 2 ve Aksaray ilinde 2 olmak üzere toplam 9'unun turistlerin ziyaretine açıldığını kaydeden Yenipınar, yeraltı şehirlerine yerli ve yabancı turistlerin büyük ilgi gösterdiklerini söyledi. Yenipınar, "Geçmişte yoğun olarak Bizanslıların kullandıkları yeraltı şehirleri adeta bir mimarlık harikası. Sığınma ve daha sonra yaşama amacıyla kullanılan yeraltı şehirlerinde, o gün insanların ihtiyaçlarını karşılayacak birçok birimi bulmak mümkün. Öyle ki bazılarının içlerinde kiliseler ve zindan bile var" dedi.

     

    Türkiye'nin en önemli kültür turizm merkezlerinden biri olan Kapadokya'da turizme açık olan yeraltı şehirlerine yerli ve yabancı turistler büyük ilgi gösteriyor. 2007 yılında 890 bin 899'u yerli, 983 bin 829'u da yabancı olmak üzere 1 milyon 874 bin 728 turistin ziyaret ettiği Kapadokya'da; Derinkuyu, Kaymaklı, Tatlarin, Özkonak ve Mazı yeraltı şehirlerini yaklaşık 1 milyon yerli ve yabancı turist gezdi. Yeraltı şehirlerine en çok ilgi gösterenler ise, yerli turistlerin yanında Avrupalı ve Uzak Doğulu turistler oldu. Turistlerin en çok ziyaret ettikleri yeraltı şehirleri ise Derinkuyu ve Kaymaklı.

     

    Derinkuyu ve Kaymaklı

    Derinkuyu yeraltı şehrinin derinliği yaklaşık 85 metre. Yaklaşık 100 bin kişilik bir topluluğun barınma, yeme, içme, ibadet, savunma ihtiyacını karşılayabilecek düzeyde inşa edilen ve içinde su kuyusu ve ahırlar bulunan yeraltı şehrinin 18-20 kat olduğu biliniyor Bu katlardan günümüzde sadece 8'i temizlenerek ziyarete açılabildi. Bu yeraltı şehrinin 2. katında misyonerler okulu bulunuyor. Geniş bir alan olan okulun tavanı, yeraltı şehirlerinde pek rastlanmayan beşik tonoz ile örtülü. Salonun solundaki mekanlar, çalışma odaları. Yeraltı şehrinin 3. ve 4. katlarından sonra merdivenle doğrudan doğruya derinlemesine iniliyor ve 7. katta bulunan haç planlı kiliseye ulaşılıyor. Oldukça geniş olan bu mekan sütunlarla desteklenmiş olup buradan uzanan dar, kavisli tünel bir mezarla son buluyor.

     

    1964 yılında ziyarete açılan Kaymaklı yeraltı şehri ise Nevşehir'in Kaymaklı beldesindeki "Kaymaklı Kalesi" de denilen yerin altında bulunuyor. Kaymaklı yeraltı şehri Derinkuyu yeraltı şehrinden gerek plan gerekse kuruluş yönünden farklıdır. Pasajları dar, alçak ve eğimlidir. 8 katlı şehrin ilk katı Hititler tarafından yapılmış, diğer katları ise Arap-Pers saldırıları sırasında Romalılar ve Bizanslılar tarafından genişletilmiş. 2 kilometreden fazla bir alana yayılan bu yeraltı şehrinin, 4 katı temizlenmiş ve aydınlatılmış durumda. Derinkuyu yeraltı şehrinde olduğu gibi, oyulan tüflerden saldırı anında kapıları içeriden kapatabilecek sürgü taşları imal edilmiş. Mekanlar daha çok havalandırma bacalarının etrafında bulunuyor.

    haberler.com, 21.02.2008

    NAZİLERİN ÇALDIĞI HAZİNE BULUNDU

     

    Rusya'daki Katerina Sarayı'nda bulunan ve 2. Dünya Savaşı'nda Nazilerin çaldığı ünlü 'Kehribar Odası hazinelerinin' bulunduğu öne sürüldü.

     

    Hazine avcısı Christian Haustein, önemli belgelere ulaştıklarını ve kazı işlemlerine başladıklarını söyledi.

    Yeni Şafak, 21.02.2008

    RESİM SAHTEKARLIĞINA DAVA





    Ünlü ressam, Profesör Dr. Neş'e Erdok, müzayede kataloğunu incelerken üzerinde kendi imzası bulunan bir tabloya rastladı. Önce, 'Benim değil' diyerek tabloyu müzayede satışından çıkardı, sonra da sahtekarların bulunması için suç duyurusunda bulundu.


    Sanat eserleri konusunda uzman polis ve savcının olmaması nedeniyle soruşturma 1 yıl 3 ay sürdü. Sonunda dava açan savcı, "sahtekarlığın, şüphelilerden hangisi tarafından yapıldığının, duruşma sırasında anlaşılacağından" üç şüpheli hakkında, "özel belgede sahtecilik" iddiasıyla dava açılmasını istedi.


    Önümüzdeki günlerde Şişli 11. Asliye Ceza Mahkemesi'nde başlayacak olan duruşmaya konu sahtekarlık olayı, iddianamede yer alan bilgilere göre şöyle ortaya çıktı:
     

    Halen Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Akademisi Resim Bölümü'nde öğretim üyeliği yapan Prof.Dr. Neş'e Erdok, Alif Art Antikacılık tarafından 3 Aralık 2006 tarihinde düzenlenecek olan müzayedenin kataloğunu incelerken 170. sayfada, altında kendi imzası bulunan bir tabloya rastladı. "Düşünen Kadın 1984" yazan resmin altında ve tanıtımında kendi adı yazıyordu ancak bugüne dek öyle bir tablo yapmamıştı. Şirketi arayıp durumu bildirdi ve resmin satıştan çıkarılmasını sağladı.





    Kendi adını da kullanarak sanatseverleri dolandırmak isteyen sahtekarların karşısında sessiz kalmak istemediği için de avukatı Nihat Pehlivan aracılığıyla Şişli Cumhuriyet Savcılığı'na suç duyurusunda bulundu. Ayrıca, eserle ilgili olarak tazminat istemiyle İstanbul 1. Fikri ve Sınai Haklar Hukuk Mahkemesi'nde dava açtı.
     

    Mahkemenin atadığı bilirkişi, resmin ve "N. Erdok 1984" yazısının Erdok'a ait olmadığını bildiren bir rapor hazırladı. Bu arada savcılık, eseri müzayede evine satmış görünen Zöhre Özil'in ifadesine başvurdu. Ev hanımı olan Özil, olayla ilgisi olmadığını, parasını ticaret yapması için oğlu Hazel Özil'e verdiğini söyledi. Sanat galerisi sahibi olan Hazel Özil de resmi Ahmet Nedim Başar'ın dükkanından aldığını, sahtekarlık yapmadığını belirtti.


    Başar ise "Dükkan benimdir ancak resimleri Recep Gün satmıştır" dedi. Gün de, satarken resmin üzerinde Leyla Gamsız imzasının bulunduğunu, bu imzayı silmediği, "N. Erdok, 1984" imzasının kim tarafından yazıldığını bilmediğini savundu.


    Savcılık, sahtekarlığı kimin yaptığının yargılama sürecinde ortaya çıkacağını belirterek, kamu adına sanık Başar, Gün ve Hazer Özil hakkında 1-3 yıl hapis istemiyle dava açılmasını istedi.


    Koleksiyoner Yahşi Baraz, "Erdok ve Gamsız, her ikisi de koleksiyoncular tarafından aranan iki sanatçı. Her ikisinin tablosu da rahat alıcı bulur. Erdok'un tablosu 10 - 25 bin dolar arasında satılırken, Gamsız'ın tablosu 5-10 bin dolardan alıcı buluyor. Erdok, yaşarken bunu fark etti. Bu tablo fark edilmeyip sanat tarihi kitabına girseydi bu kez yalan bir tarihimiz olacaktı. Tablo sahtekarlığının kar rantı yüksektir. Fiyat yükseldikçe sahtekarlık artar" dedi.

    Colombia Üniversitesi Sanat Bölümü Profesörü James Beck, Duccio'nun 'Madonna and Child' adlı tablosunun gerçek olmadığını ve 19. yüzyıla ait kötü bir kopya olduğunu açıklamıştı. FBI, Haziran 2007'de olaya el koymuş, müzedeki diğer eserlerin de sahte olabileceği ihtimali nedeniyle soruşturmayı derinleştirmişti.

    Milliyet, Haber: Şükran Özçakmak, 21.02.2008

    İPLİKÇİ CAMİİ KIŞA TAKILDI

     

    Konya'da restorasyonu yaklaşık 2 ay önce bitmesi gereken İplikçi Camii'nde çalışmalar sürüyor. Restorasyon işlerini yürüten firma yetkisi, cami içindeki çalışmaların 20 gün sonra tamamlanacağını bildirdi.

     

    İplikçi Camii'nde yapılan onarım çalışmaları belirtilen tarihte bitirilemedi. Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün ihale ettiği onarım işi için 29.03.2007 tarihinde sözleşme imzalandı. Sözleşme bedeli 142 bin YTL olan İplikçi Camii ve Altunoba Medresesi’nin onarım işinin 25.12.2007 tarihinde bitirilmesi gerekiyordu.

    Onarım çalışmaları yaklaşık 2 ay önce bitmesi gereken İplikçi Camii’nin şimdiye kadar sıvası yapıldı, kemerler ve duvarları aslına uygun şekilde yenilendi. Cami ve medresede ayrıca boya ve vernik işleri tamamlandı. Minberinin ve dış cephenin onarıldığı caminin taban tahtaları da değiştirilecek. Onarım işini yapan firma yetkilisi, cami ve medresede onarım çalışmalarının sonuna gelindiğini kaydetti. Taban tahtalarının değiştirileceğini ve bu işin yaklaşık 20 günü alacağını ifade eden firma yetkilisi, “Onarımı aslına uygun bir şekilde ve detayları düşünerek özenle gerçekleştiriyoruz. Duvarlar, kemerler, minber ve dış cephede çalışmalar tamamlandı. Taban tahtalarını da değiştireceğiz. İşimiz bundan sonra bitecek” diye konuştu.

    Oramın kontrolörlüğünü yapan Konya Vakıflar Bölge Müdürü İbrahim Genç ise, kış koşullarının ağır olması nedeniyle işlerde uzama olduğunu söyledi. Genç önümüzdeki ay içinde caminin ibadete açılacağını belirterek, “İşleri takip ediyoruz. 25 Aralık 2007’de bitmesi gereken onarım işi yaklaşık 2 ay gecikti. Sözleşme gereği ihaleyi alan firma sözleşme bedeli üzerinde her geciken gün için 10 binde 6 (6/10000) oranında ceza ödeyecek. Onarımla ilgili kontrollerimiz sürüyor” dedi.
    Konya Hakimiyet, Fotoğraf: konoline.com, 21.02.2008

    TARİHİ BİNADA KORSAN ATM

     

     

    Banka tarafından restore ettirilip şubeye dönüştürülen 150 yıllık konakta izinsiz çivi bile çakılması yasakken, pencere, bir gecede sökülerek ATM'ye dönüştü.


    Muğla'nın tarihi binalarından 150 yıllık Baydurlar Konağı, 2006 sonunda restorasyon karşılığında bir bankaya 49 yıllığına kiraya verildi. Bina altı ay önce hizmete açıldı. Ancak, izinsiz tek çivi dahi çakılmaması gereken tescilli yapının giriş katındaki pencerelerinden birinin sökülüp, yerine ATM cihazı konulması şaşkınlık yarattı.


    Muğla Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu Müdürü Fikret Gürbüzer, banka yetkililerinin daha önce binanın önüne ATM kabini koymak için başvurduklarını ancak reddedildiğini anlatırken, "Biz binanın önüne koymak istedikleri kulübeye bile tarihsel dokuyu bozacağı gerekçesiyle izin vermezken, bunlar pencerelerden birini söküp para çekme makinesi yerleştirmişler. Uyanıklık yapmışlar. İşlem başlatacağım" dedi.

    Radikal, Fotoğraf: Ahmet Bayrak/DHA, 21.02.2008

    ETNOGRAFYA MÜZESİ, MAYIS'TA HİZMETE GİRİYOR

     

    Çorum Müzesi Konferans Salonu’nda gerçekleştirilen “Çorum’da Müzecilik” konulu paneli Vali Yardımcısı İsmail Çorumluoğlu’nun yanı sıra çok sayıda katılımcı izledi. İl Kültür ve Turizm Müdürü Ali Özüdoğru’nun yönettiği panele, Eski İl Kültür Müdürü Ahmet Ertekin, Eski Müze Müdürü İsmet Ediz, Avukat Erdal Eralp ve Arkeolog Dr. Önder İpek konuşmacı olarak katıldı. Ahmet Ertekin ile İsmet Ediz, 13 Ekim 1968 tarihinde hizmete açılan Çorum Müzesi’nin 250 metrekarelik bir alandan şimdiki tarihi binasına taşınma öyküsünü ve 40 yıllık gelişim sürecini aktararak, Çorum’da eski eser bilincinin geliştirilmesi konusunda yapılan çalışmalardan örnekler sundular.

     

    Arkeolog Dr. Önder İpek ise Çorum Müzesi’nin bugün geldiği noktanın çok olumlu olduğunun altını çizerek, gerek eser, gerekse sergi bakımından Türkiye’nin en güzel müzelerinden biri olduğunu söyledi. Önder İpek, Etnografya Müzesi’nin Mayıs ayında hizmete açılacağını belirterek, Uluslararası Hititoloji Kongresi’nin bu yıl Çorum’da yapılacağını hatırlattı. Bu yıl içerisinde “Konuşan Tabletler” temalı geçici sergi açacaklarını dile getiren Arkeolog Önder İpek, ABD’deki Metropolitan Müzesi’ne Çorum Müzesi’nden 15 eserin gönderileceğini ve Kasım 2008 – Şubat 2009 tarihleri arasında bu müzede sergileneceğini bildirdi.

     

    Önder İpek ayrıca, geçtiğimiz Temmuz ayında İngiliz Arkeoloji Enstitüsü tarafından Mecitözü’nün Beyözü (Avukat) Köyü’nde başlatılan yüzey araştırmalarının bu yıl da sürdürüleceğini dile getirerek, “Burada bulunan Bizans dönemine ait kale ve yerleşim alanları Çorum tarihine yeni bir ışık tutmuştur. Çorum’da Hitit Uygarlığı dışında Bizans Uygarlığı’na ait izlere rastlanması kentimizin tarihine ve turizmine yeni açılımlar kazandıracaktır.” diye konuştu.

    Çorum Haber, 21.02.2008






    BEYOĞLU'NUN KAÇAKLARI YIKILIYOR

     

    Milliyet'in gündeme getirdiği Beyoğlu'nda kaçak yükselen oteller için Beyoğlu Belediyesi harekete geçti. Binlerce turisti ağırlayan Talimhane'de bulunan Riva Otel ile Lamartin Caddesi 16 ve 22 numaralı parsellerde yapılan 2 otel inşaatının kaçak katları yıkılmaya başlandı.


    Belediye yetkililerinin verdiği bilgiye göre, Riva Otel'de çelik konstrüksiyonla çıkılan 3 kaçak katın sökümünde sona gelindiği ve binanın eski haline dönüştürüleceği bildirildi. Ayrıca otele 20 bin YTL ceza kesildi.


    Lamartin Caddesi 16 numaralı parseldeki inşaat için de, 19 Kasım 2007 tarihinden itibaren 2 kez 'yapı tatil tutanağı' düzenlendi ve 7 Şubat'ta Encümen gündemine alınan inşaatla ilgili, İmar Kanunu'nun 32. maddesine göre yıkım ve aynı kanunun 42. maddesine göre de 15 bin YTL para cezası verildi.


    Aynı şekilde Anıtlar Kurulu'nun 5 kat iznine rağmen 10 kata kadar yükselen 22 numaralı parselle ilgili Beyoğlu Belediyesi İmar Müdürlüğü'nce Encümen'e sevk edilen yapıyla ilgili yıkım kararı alındı. Bu inşaatın sahibine de Encümen tarafından 20 bin YTL para cezası kesildi.


    Üç binanın ilgilisi hakkında savcılığa suç duyurusunda bulunduklarını anlatan belediye yetkilileri, yıkımları bina sahiplerine yaptırdıklarını ifade ederek şunları söyledi:


    "Riva Otel'deki kaçak katlar birkaç gün içinde tamamen ortadan kalkmış olacak. 16 ve 22 numaralı parsellerdeki inşaatlarda da kesim için çalışmalar sürüyor. Binalardaki projeye aykırı katları kese kese Anıtlar Kurulu'nun verdiği onaydaki yüksekliğe indirmeyi hedefliyoruz. Çalışmaları bina ilgilileri yürütüyor.


    Yapıların projeye aykırı kısımlarının giderilmesi için elimizden geleni yapacağız. Bölgede kurul tarafından verilmiş farklı yapılaşma izinleri var. Bina ilgililerinin de bunlarla ilgili mahkemeye başvurma hakları var."

    Milliyet, Haber: Gürkan Akgüneş, 21.02.2008

    TARİHİ MEDRESE MARKALAŞMA YOLUNDA

     

     

    Antalya'nın Korkuteli İlçesi'ne bağlı Alaaddin Mahallesi'nde bulunan ve bin 319 yılında yapılan Sinaneddin Medresesi markalaşma yolunda.

     

    Korkuteli Kaymakamı Rıza Dalan, asırlara meydan okuyan Sinaneddin Medresesi'nin markalaşması için kolları sıvadı. "Bundan iyi marka mı olur?" diyen Dalan, Alaeddin Mahallesi'ndeki Sinaneddin Medresesi'ni Korkuteli'ne yakışır bir 'marka' yapacaklarını müjdeledi.

    Yayla ve kültür turizmini geliştirmek amacıyla Korkuteli'nde marka olabilecek unsurların değerlendirilmesiyle ilgili önemli çalışma yapıldığını kaydeden Dalan, bin 319 yıl önce Hamidoğulları tarafından yaptırılan Sinaneddin Medresesi'nin bu amaçla ele alındığını vurguladı.

     

    Medresenin, Korkuteli'nin tanıtımında büyük bir görev üstleneceğini ifade eden Dalan, "Bu tür eserlerimizi turizme kazandırarak, hem tarihimize sahip çıkarız hem de turizmimizi geliştirebiliriz. Sinaneddin Medresesi, Korkuteli'nde marka olacaktır. İl Özel İdare Müdürlüğü tarafından yapılan genel bir bakımın ardından Sinaneddin Medresesi, insanların yaşayabileceği sosyal donatı alanı haline gelecek. Bu konuda Korkuteli Belediyesi bu projeye destek verecek" dedi.

    Antalya Kent Haber, 21.02.2008

    "SURLAR DÜNYA KÜLTÜR MİRASIDIR"

     

    Diyarbakır Yerel Gündem 21 Kent Konseyi, oybirliği ile kabul ettiği ve yaklaşım belgesini “Diyarbakır"ın Temel Sorunları ve Merkezi Konumunun Güçlendirilmesine Yönelik Öneriler” başlığı ile raporlaştırılıp kamuoyuna sunuldu.

    Raporda, Diyarbakır"ın önümüzdeki 16 yılda uygulanacak turizm stratejik plana dahil edilmesi, Diyarbakır Surları"nın Dünya Kültürel Mirası olarak kabul edilmesi için çalışma başlatılması istendi. Raporda ayrıca Sera Organize Sanayi Bölgesi, Sağlık Kampusu"nun kurulması, enerji gelirlerinin bir bölümünün bölgeye harcanması gibi öneriler sıralandı.

    Diyarbakır Yerel Gündem 21 Kent Konseyi, 14 Kasım 2007 tarihli toplantısında “Yaklaşım Belgesi” benimseyerek bu belgeyi raporlaştırdı ve oybirliği ile kabul etti. Diyarbakır Yerel Gündem 21 Kent Konseyi"ni oluşturan kurum ve kuruluşların temsilcileri Dedeman Oteli"nde raporu kamuoyu ile paylaştı. Yürütme Kurulu üyesi Ramiz Diken tarafından okunan rapor, Diyarbakır"ın sorunlarını ele alıyor. “Merkezi Konumunun Güçlendirilmesine Yönelik Önerileri” içeren raporun başta Diyarbakır Ticaret ve Sanayi Odası, Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi, TMMOB, Türk İş, DİSİAD, Dicle Üniversitesi, Diyarbakır Tabiat Kültür Varlıklarını Koruma Derneği ve KESK olmak üzere tüm Kent Konseyi bileşenlerinin katkılarıyla hazırlandığı vurgulandı.

    10 başlık altında toplanan raporda “Tarım, Ticaret ve Sanayi” başlığı altında ülkenin ekilebilir alanın yüzde 4"ünün Diyarbakır"da olmasına karşın, kırsal nüfus başına düşen üretim miktarının il sıralamasında 52"inci olduğu belirtildi. GAP"ın enerji yatırımlarının gerçekleşme oranının yüzde 82"de olmasına karşın, tarımsal yatırımların gerçekleşme oranının Bölge"de yüzde 17, Diyarbakır için ise yüzde 4 olduğu vurgulandı. Tarım, Ticaret ve Sanayi alanında mevcut durum ortaya konulduktan sonra raporda özetle şu öneriler yapıldı:

    GAP sulama kanallarına ek olarak çoraklaşmayı (tuzlanma) önlemek amacıyla drenaj kanalları tamamlanmalı. Isıtmanın güneş enerjisi veya termal enerji ile sağlanabileceği Sera Organize Sanayi Bölgesi kurulmalı. Hayvancılık Organize Sanayi Bölgesi Projesi hızlandırılmalı. Silvan Barajı ÇED raporu tarafsız kurumlarca hazırlanmalı, rapor sonucunda çalışmalar başlatılmalıdır. Kredi ve Kefalet Kooperatifleri esnaf ve sanatkarlara kullandırdığı kredilerde memur ve işçi kefil istemektedir. Bölgemize has bu uygulama düzeltilmelidir. Yoğun göç nedeniyle gerileyen hayvancılığın teşvik edilmesi, geliştirilmesi için kredi-teşvik vb. finans kaynaklarından yararlandırmanın yolları açılmalıdır. Organize Sanayi Bölgesi"nin Arıtma Tesisi"nin kurulması, çevre duvarının yapılması, demiryolu bağlantısının yapılması, enerji altyapısının düzeltilmesi, yerleşim birimlerinin dışına çıkarılması gerekiyor.

    Raporun “Kültür ve Turizm” başlığı altında Surların ve Suriçi Kentsel Sit Alanı"nın öneminin ortaya çıkarılması, Diyarbakır Surları"nın “Dünya Kültür Mirası” olarak kabul edilmesi için Kültür ve Turizm Bakanlığı"nca UNESCO nezdinde çalışmalar başlatılması istendi.

    Konuyla ilgili, "Suriçi Rehabilitasyon Projesi hazırlanarak bir an önce uygulamaya konmalı ve Suriçi bir bütün olarak korunmalı ve turizme kazandırılmalı. Yerel ve sivilin işbirliğine kamu desteği sağlanmalıdır. Kent merkezinde ve ilçelerdeki önemli kültür varlıkları korunarak turizme kazandırılmalıdır, turizm yatırımları teşvik edilmelidir. Turizm sektörüne nitelikli eleman yetiştirmek amacıyla yapılan çalışmalar arttırılmalı ve ilgili STK"ların ve diğer kurumların projeleri Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından desteklenmelidir. Dicle Üniversitesi"nde 4 yıllık turizm işletmeciliği ve otelcilik bölümü açılmalıdır. Turizm Bakanlığı rehber yetiştirme kursları açmalıdır. Kentin turizm mastır planının oluşturulması ve kentteki tüm aktörlerin bu çalışma içerisinde bulunması sağlanmalıdır. " şeklinde açıklama yapıldı.
    Haber Diyarbakır, 21.02.2008

    KAÇAKÇILAR, ARKEOLOGLARA 'TAŞ ÇIKARTIYOR'




    Çorum'da son bir yılda kaçakçılara yönelik düzenlenen operasyonlarda bin 191 parça tarihi eser ele geçirildi. Aynı dönemde bilimsel kazılarda çıkarılan eser sayısı ise sadece 370.

    Çorum'da güvenlik güçlerinin kaçakçılara yönelik düzenlediği operasyonlarda ele geçirilen tarihi eser sayısı, bilimsel kazılarla ortaya çıkarılan eser sayısını ikiye katladı.

     

    Son bir yıl içinde jandarma ve emniyet tarafından ilçe ve köylerde 858, kent merkezinde ise 333 olmak üzere toplam bin 191 parça tarihi eser ele geçirildi. Aynı dönemde Hitit medeniyetinin ortaya çıkarılması için devlet desteği ile yürütülen kazılarda gün ışığına çıkarılan tarihi eser sayısı toplam 370.

     

    Hitit medeniyetinin önemli şehirlerinin yer aldığı Çorum'da beş farklı bölgede yaklaşık 100 yıldır kazı çalışmaları yürütülüyor. Kazılarda gün yüzüne çıkarılan eserler Ankara ve Çorum'daki müzelerde sergileniyor. Bilimsel kazılar devam ederken yeraltındaki zenginlik kaçakçıların gasbına uğruyor.

     

    Jandarma ve polisin düzenlediği 50 operasyonda yüzlerce tarihi eser yakalanırken 22 şüpheli gözaltına alındı. Aynı dönemde yürütülen kazılarda ise 370 tarihi esere arkeolojik değeri bulunan 251 adet eser satın alınarak eklendi. Böylece toplam 621 adet eser Çorum'daki müzelerin envanterlerine girdi. Kaçak kazılar sonucu ele geçirilen eser sayısı ise bu rakamı geride bıraktı.

     

    Çorum'da jandarma ve polis tarafından yapılan 2 operasyonda 194 parça tarihi eser ele geçirildi. İlk operasyon Çöplü Mahallesi'nde D.M.'nin tarihi eser pazarlamaya çalıştığının öğrenilmesiyle şahsın işyerine yapıldı. Aramalarda 179 parça tarihi eser ele geçirildi. Müze müdürlüğü, eserlerin Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu kapsamına girdiğini söyledi. Diğer operasyonla H.A. adlı şahısta 16 parça eser ele geçirildi. 2 şüpheli adliyeye sevk edildi.

    Zaman, 21.02.2008

    NEOLİTİK ÇAĞ KADINI DA KENDİNE ÖZEN GÖSTERİYORDU

     

    Avrupa'da yapılan kazılarda bundan 7 bin 500 yıl önce de kadınların güzel giyinmeye ve parlak takılar takmaya meraklı olduğu ortaya çıktı. Sırbistan'ın Plocnik şehri yakınlarındaki geç Neolitik döneme ait bir yerleşkede inceleme yapan arkeologlara göre dönemin kadınlar giyimlerine ve takılarına özen gösteriyordu. Bölgede incelemelerde bulunan ekibin başkanı Julka Kuzmanovic-Cetkovic, MÖ 5400-4700 yılları arasında bölgede yaşayan kabilenin kadınlarının bugünün kadınları gibi süslü giyindiğini ve parlak taşlardan bileklik taktıklarını söyledi.

     

    Glasgow Üniversitesi'nin arkeologları da Neolitik Çağ'da yaşayan bir kadının mezarında yaptığı incelemelerde o dönem de kadınların süslerine düşkün olduğunu ifade ediyor. Geç-neolitik dönemden kalan 5 bin yıllık bir kafatası ve mezar üzerinde inceleme yapan arkeolog ve antropologlar ilginç verilere ulaştı. Deniz kabuklarından yapılmış takıları bulunan kadının yüzünü bilgisayar yardımı ile yeniden canlandıran bilim insanları, 25-30 yaşlarında ölen kadının saçlarını uzun bir atkuyruğu şeklinde ve omuzlarından öne doğru sarkıtarak taradığını saptadı. İskoçya'nın Orkney bölgesindeki kalıntıları inceleyen arkeologlardan Nick Card da o dönemde kadınların estetik anlayışlarının olduğunu ve parlak materyallerle evlerini süslediklerini söyledi.

    Birgün, 20.02.2008

    PERU ÇÖLÜNDEKİ KAZI ARKEOLOGLARI ZORLUYOR

     

    5000 yıl once, Peru sahillerinde, esrarengiz bir medeniyet ortaya çıktı. İnka İmparatorluğu’ndan yüzlerce yıl önce olmasına rağmen insanları gelişmişlerdi. Tarımla uğraşır, toprak ve taştan dev yapıtlar yaparlardı. Arkeologlar bu yeni kültürün ani iklim değişimiyle gerçekleşmiş olduğunu kanıtlamaya çalışıyorlar. Bu kültürün henüz resmi bir adı yok. Norte Chico adında kuru vadilerin bulunduğu yerde gelişti. Burası ıssız, sisli, taşlı topraklı, az sayıda kaktüs, birkaç ağaç, çay ve ırmağın bulunduğu bir yer. Chicago, Field Müzesi'nden Jonathan Haas, insanları buraya yerleşmeye iten şeyin ne olduğunun yanıtını yıllardır arıyor. Norto Chico’da bulduğu tepeleri tam olarak niçin yaptıklarını anlamış değil ama sekiz yıl önceki sıradışı bulgularından bu yana düğümü çözmeye çalışıyor.




    “Ellerinin, dizlerinin üstüne çökersin ve bütün bulduğun küçük denizkabukları olur. ‘Bu denizkabukları buraya nasıl gelmiş’ diye düşünürsün. Bu konu kafamı çok karıştırmıştı ama sonunda tepeleri yapanların balıkçılıkla uğraştıklarına inandım.”

     

    Sahilden 10 mil uzağa yanlarında deniz kabukları gelen balıkçılar. Ama niye?

     

    Hikaye binlerce yıl önce, Doğu Asya’dan, önce Kuzey Amerika’ya, ardından Güney Amerika’ya gelen insanlarla başlıyor. Yöredeki bir kumsalda, Haas anlatıyor:

     

    “İnsanlar zenginliğin, kaynakların olduğu yere gidiyor,” diyor Haas. “Tam bu kumsala kadar.” Bu kumsalın adı Barranca. İlk Amerikalılar buraya midye ve deniztarağı toplamak için gelirlerdi. Bu MÖ 3000’e kadar böyle sürdü. “MÖ 3000’lerde çevre değişmeye başladı” diyor Haas ve değişimin El Nino yüzünden olduğundan şüpheleniyor. Okyanustaki ılık suların devinimi ve sel suları düzenli olarak Güney Amerika’nın batısına iniyor. Bazı değişimler havaküre ve Pasifik Okyanusuyla birleşerek El Nino’yu daha sık yaşanır kıldılar. Sık yaşanan El Nino’nun deniz kenarındaki yaşama etkisi şiddetli oldu. Bu nedenle insanlar iç taraflara, çöl vadilerine doğru gittiler.

    Gittikleri yerlerden birinin bugünkü adı Huaricanga. Eski insanlar burada 5000 yıl once bir tepe yapmışlar. Haas’ın ekibi şimdi burayı kazıyor. Bu toz toprak ve kayalığın içinde duvar ve zemin kalıntıları bulundu ve kazı ekibi bu yapıda nesiller boyu insanların yaşadığını keşfetti.

     

    Kıyı şeridinde avlanmayı bırakan insanlar buraya gelerek ekip biçmeyi, az sayıdaki değerli ırmak ve çaydan sulama yapmayı öğrendiler. Hava, özellikle El Nino, yaşamı kontrol ediyordu.

     

    Kültür daha karmaşık hale geldi. Ticaret gelişti. Kıyıdaki insanlar denizkabuğu getirdiler –Haas’ın çölde bulduğu denizkabuklarını- balkabağı ve pamuk götürdüler. Ve tepelerin inşa edilmesine yardım için işgücünü getirdiler. Bu, Yeni Dünya’da görülmemiş ölçekte büyük bir mimariydi.

    NPR.org, Haber: Christopher Joyce, 18.02.2008

    ADRAMYTTEION MOZAİKLERİ BÜYÜK İLGİ GÖRÜYOR

     

    Balıkesir'in Burhaniye İlçesi'nde, belediyenin müze kurma çalışmaları devam ederken, belediye girişinde sergilenen Adramytteion mozaikleri büyük ilgi görüyor. 

    Ören'de 5 yıl sürdürülen Adramytteion kazılarında önemli bulgulara rastlandığını belirten Burhaniye Belediye Başkanı Fikret Akova, tarihi eserlere gözleri gibi baktıklarını söyledi. Pano haline getirilen mozaikleri belediye girişine astıklarını belirten Belediye Başkanı Fikret Akova, tarihi eserlere sahip çıktıklarını kaydetti. 

    İlçede müze kurmak için çalışmaların sürdürüldüğünü belirten Akova,"İlçemizdeki Muhyiddin-i Rumi türbesinin çevresinde düzenleme başlattık. Türbe çevresinden çıkan tarihi mezar taşlarını da türbenin bahçesinde sergileyeceğiz. Tarihi Pazarbaşı hamamını da restore ederek turizme kazandırmak istiyoruz. Ören'deki kazılarda çıkan Adramytteion mozaikleri de büyük ilgi gördü. Tarihi eserlere sahip çıkmak, geleceğe ışık tutmaktır." dedi.

    Balıkesir Kent Haber, 20.02.2008

    SABAH YAZINCA İZNİK'TE KAZI DURDU

     

    Sabah Gazetesi'nin İznik surlarında dozerle arkeolojik kazı yapıldığı haberinin ardından soruşturma başlatan İznik Kaymakamlığı kazıyı durdurup taşeron firmanın işine son verdi.

    Kaymakam Hüseyin Avcı "Bizim de kabahatimiz büyük" dedi. Skandal, Türkiye Arkeolojik Yerleşmeleri (TAY) Projesi'ne gelen ihbarla ortaya çıkmıştı.

    Sabah, Haber: Bedia Ceylan Güzelce, 20.02.2008

    ÇEMBERLİTAŞ'IN ALTI TOPLU MEZAR

     

     

    Kültür ve Turizm Bakanlığı, Yeni Şafak'ın Çemberlitaş'ı restore eden uzmanlara dayanarak gündeme getirdiği “Hz. İsa'ya ait kutsal emanetler” ile ilgili caddenin 2.5 metre altında ilk çağa ait mezarlar tespit edildiğini açıkladı. Bakanlık, araştırma sonucunda sütunun altında kutsal emanetlerin varlığıyla ilgili bir bilginin arşivde bulunmadığını fakat ilk çağlara ait Nekropol tespit edildiğini ifade etti.

     

    Bakanlığın verdiği bilgiye göre UNESCO'nun “Dünya Kültür Mirası” listesindeki Çemberlitaş'ın bağlı olduğu 4 Nolu Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu arşivlerinde, kaidenin içinde Hz. İsa'nın kutsal kalıntılarının saklandığı söylentileri üzerine 1920'li yıllarda çevredeki bir kahvehaneden anıtın içine girmek için kaçak kazı yapıldığı bilgisi var. Benzer bir girişim 1929'da Danimarkalı teozof C. Velt tarafından gerçekleştirildi. Araştırmalarda kaidenin içine ulaşılamadığı ancak kaçak kazıların izlerine rastlandığı belirtildi.

     

    Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay da konuyla ilgili geçen ay yaptığı açıklamada Çemberlitaş'ın altında Hz. İsa'a ait eşyaların gömülü olduğu iddiaları için “İddialar bilimsel araştırmaya dayanmıyor. Bu gibi haber ve yorumlar tarihi eser kaçakçılığını teşvik edecek, söz konusu anıtın da tahrip edilmesine sebep olacaktır” demişti.

    Yeni Şafak, Haber: Abdullah Yıldırım, 20.02.2008

    YAVRU DİNAZOR AVCISI CEHENENM KURBAĞASI

     

    Madagaskar’ın kuzeybatısında 70 milyon yıl önce yaşadığı tahmin edilen 4.5 kilo ağırlığında olan dev bir kurbağa fosili bulundu.

    New York Stony Brook Üniversitesi öncülüğünde yürütülen araştırmanın uzmanları, tarih öncesi dönemden kalma kurbağanın bebek dinozorları yiyerek beslenmiş olabileceğini belirttiler. Bilim adamlarının Beelzebufo (Cehennem kurbağası) adını verdiği fosilin boyu yaklaşık 40 santim ve dünyanın yaşayan en büyük kurbağasının iki katı.

    Hürriyet, 20.02.2008

    ÇALINAN TABLOLAR OTOPARKTA BULUNDU

     

    İsviçre’nin Zürih Kenti’ndeki özel bir müzeden çalınan 163 milyon dolar değerindeki tablolar, bir psikiyatri hastanesinin otoparkındaki bir aracın içinde bulundu.

    Polis, beyaz sedan otomobili çekiciyle götürdü, ancak empresyonist ustalara ait eserlerin durumuyla ilgili bilgi vermedi. Görgü tanıkları ise aracın içinde eserlerden en az ikisinin bulunduğunu ileri sürdü. Çalınan tablolar Paul Cezanne, Edgar Degas, Vincent Van Gogh ve Claude Monet’ye aitti.

    Hürriyet, 20.02.2008

    SEYİT ONBAŞI HEYKELİ ÜÇÜNCÜ KEZ DEĞİŞİYOR

     

     

    Kültür ve Turizm Bakanlığı, Çanakkale Savaşları sırasında sırtlayarak kaldırdığı 215 okkalık top mermisiyle kahramanlık destanı yazan Seyit Onbaşı'nın hatırasını yaşatmak için 1996'da heykeltıraş Hüseyin Anka Özkan'a heykel yaptırdı. Ancak Özkan, kendi yorumunu katarak top mermisini Seyit Onbaşı'nın kucağına yerleştirdi. Eceabat'a bağlı Kilitbahir Köyü'ndeki Mecidiye Tabyası'nda sergilenen çalışmaya tarihçiler başta olmak üzere birçok insan itiraz etti. 10 yıllık baskı nihayet sonuç verdi, heykelin değiştirilmesine karar verildi.


    2006'da bu kez heykeltıraş Eray Okkan'a, Seyit Onbaşı'nın heykeli, mermiyi sırtında taşırken yaptırıldı. Eski heykel Ankara'ya götürülerek Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü'nün bahçesinde sergilenmeye başlandı. ''Sorun çözüldü'' denilirken, yeni bir kriz daha patlak verdi.


    2003'te hayatını kaybeden Özkan'ın yakınları, bir süre önce bakanlığa başvurdu, heykelin telif hakkının kendilerinde olduğunu belirti, heykelin eski yeri olan Mecidiye Tabyası'nın önüne konulmasını talep etti. Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü, aileyi haklı buldu, heykelin eski yerine taşınmasına karar verdi.
    Milliyet, 20.02.2008

    VAKIF MÜZESİ, AVRUPA'NIN EN PRESTİJLİ ÖDÜLÜNE ADAY

     

    Camilerden toplanan ve hırsızların elinden geri alınan tarihi eserlerden oluşan Ankara Vakıf Eserleri Müzesi, Avrupa'nın en prestijli müzecilik ödülünü almak üzere aday oldu.

     

     

    Fransa'daki Louvre gibi dünyanın en çok ziyaret edilen müzelerinin rekabet ettiği Avrupa Müze Ödülü'nü almak için ilk kez bir Türk müzesi başvuruda bulundu.

     

    Avrupa Müze Forumu (EMF) tarafından iki yılda bir organize edilen yarışmaya katılmak için müzelerin son iki yılda kurulmuş ya da belirgin bir yenilik yapmış olması gerekiyor. Başvuran müzelerde özgün sunum ve farklı müzecilik tekniklerinin kullanılması da aranıyor. Geçtiğimiz yıl, hırsızlıklardan korunmaları için Ankara'ya toplatılan vakıf eşyalarıyla Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından kurulan Ankara Vakıf Eserleri Müzesi, 2009 yılındaki Avrupa Müze Ödülü'nü almak üzere başvurusunu yaptı. Vakıf Müzesi'nde 15-16. yüzyıllardan kalma el dokuma kilimler, değer biçilemeyen şamdanlar, tombaklar, çini panolar gibi çok değerli eşyalar bulunuyor. Çağdaş müzecilik anlayışıyla dizayn edilen ve teknolojik olarak da desteklenen müzeyi gezenler, eşyaların özelliklerini İngilizce, Almanca gibi dillerden dinleyebiliyor. Müzede bulunan Eski Eser Hastanesi'nde de tahrip edilmiş eserler onarılarak sergileniyor. Avrupa ortak kültür mirasına belirgin katkılarda bulunan müzelere verilen ödüle başvuran Ankara Vakıf Eserleri Müzesi, adaylığının kabul edilmesi halinde yıl içinde raportörler tarafından gezilecek. Adaylığının kabul edilmesiyle müze direkt olarak da Avrupa Müzeler Birliği üyesi olacak. Türkiye'de şimdiye kadar bu ödülü alan kuruluş olmadı. Müdürlük ise sergilenen eşyalar ve sergilenme teknikleri bakımından iddialı. Avrupa Müze Ödülü'nün yanı sıra Avrupa Konseyi Ödülü'nü Michaletti ve Avrupa Nostra Özel Ödülü ile En İyi Sunum Ödülü'nü almak mümkün olacak.

    Zaman, Haber: Aslıhan Aydın, 20.02.2008

    MUĞLA'DA TARİHİ MEZAR TAŞLARI BULUNDU

     

    Muğla il merkezinde, elektrik enerji hattı kablolarının yeraltına döşenmesi için yapılan kazılarda Osmanlı dönemine ait mezar taşları bulundu.


    Alınan bilgiye göre, Emirbeyazıt Mahallesi Tekel kavşağında Menderes EDAŞ firmasının işçileri tarafından kabloların döşenmesi için yapılan kazı çalışmalarında, sert bir cisme temas edildi. İşçilerin dikkatli kazısı sonucu, üzerinde Arapça yazıların olduğu 3 adet mezar taşı ortaya çıktı.

    Mezar taşlarının Osmanlı dönemine ait olduğunun tahmin edildiği belirtildi. Kazı çalışmasını durduran işçiler, polis ekiplerine bilgi verdi. Muğla Emniyet Müdürlüğü Kaçakçılık Şube Müdürlüğü'nden gelen ekipler, mezar taşlarını koruma altına aldı. Kazı çalışması havanın kararması nedeniyle durdurulurken, yarın kazılar tekrar devam edecek.

    Muğla Kent Haber, 20.02.2008

    YEMEN, AL MAHWAİT'DE PALEOLİTİK DÖNEME AİT YERLEŞİM

     

    Bir Fransız arkeolojik araştırma ekibi Yemen’in Al Mahwait Bölgesi’nde Paleolitik Dönem’e kadar uzanan yeni bir yerleşim buldu. Bölgedeki araştırmalarını yaklaşık iki yıldır sürdüren ekip, yerleşimin bulunduğunu tahmin ettikleri yerde, yüzeyde taştan yapılmış aletler buldular. 

     

    Yetkililerin yaptığı açıklamaya göre, resmi görevliler ile Fransız arkeologlar bölgenin korunması için ne tür tedbirler alınması gerektiğini görüşmek üzere toplandılar.
    Saba, 08.02.2008

    PERU'DA AND DAĞLARI'NDA ANTİK DEMİR MADENİ

     

    Peru’nun yüksek dağlarında 2000 yıllık bir maden keşfedildi. Arkeologların söylediğine göre bu keşif, bölgede yaşayan insanların İnka İmparatorluğu’ndan yüzyıllar önce demir cevheri işlediklerinin bir ispatı. Maden ocağı, hematit mineral yatağında açılmış ve Güney Amerika’da şu ana dek bilinen en eski örnek. 

     

        

     

    Keşfi bildiren, Purdue Üniversitesi’nden antropolog Kevin J. Vaughn, Nasca kültürü ile tanınan bu bölgede bulunan bu tek keşfin Güney Amerika madenciliği ile ilgili fazla bir bilgi veremiyeceğini söyledi. Öte yandan, bu keşif, MÖ 100 ile MS 600 yılları arasında Pasifik sahil şeridi boyunca yayılan Nasca insanlarının hematiti nasıl kullandıklarını bir ölçüde açıklıyor. 

     

    Bu kültür bugün Nasca Çölü’nde bulunan dev çizimleri, tekstilleri, sulama sistemleri ve hayvan ve bitk resimleri ile süslü çanak çömlekleriyle tanınıyor. Vaughn, bu madende bulunan hematitin de tekstil ürünlerini veya duvar resimlerini boyamak için kullanıldığını düşünüyor ve bunu ispatlamak için çanak çömleklerde kullanılmış olan hematit ile madendekinin karşılaştırmalı kimyasal analizini yapmaya hazırlanıyor. 

    National Geographic News, Haber: Kelly Hearn, 11.02.2008

    MURADİYE HAMAMI ONARILARAK REHABİLİTASYON MERKEZİ OLACAK

     

     

    Sultan II. Murad tarafından yaptırılan Bursa'daki Muradiye Hamamı, Osmangazi Belediyesi tarafından restore edilerek engelliler Rehabilitasyon Merkezi'ne dönüştürülecek. Özel mülkiyette iken kamulaştırılarak belediyenin malı haline getirilen tarihi yapı, yaklaşık 600 yıldır sürdürdüğü tarihe tanıklığını, başka bir işlevle bundan sonra da sürdürecek. 360 metrekare alan üzerine kurulu yapıda; engelliler için resim atölyeleri, el sanatları atölyeleri, bilgisayar eğitim odası, kantin, serbest çalışma alanları ve idari bölümler yer alacak. Muradiye Külliyesi içindeki türbelerde dua okuyanların ve türbelerin bekçilerinin yıkanması için 1426 yılında Sultan II. Murat tarafından yaptırıldığı bilinen tarihi yapının restorasyon projesi Osmangazi Belediyesi APK Müdürlüğü tarafından hazırlandı. Kurul tarafından onaylandıktan sonra ihaleye çıkıldı ve yapının restorasyon ihalesini Akaygil Restorasyon Mimarlık şirketi üstlendi. Bekçıyan Hamamı (Bekçiler) olarak da anılan Muradiye Hamamı'nın restorasyonu, Osmangazi Belediyesi'ne; kamulaştırmalarla birlikte yaklaşık bir milyon YTL'ye mal olacak. Tarihi yapının Ağustos ayında hizmete açılması hedefleniyor. Restorasyon kapsamında hamamın soğukluk kısmı kafeterya ve serbest çalışma birimleri, ılıklık kısmı bilgisayar-büro eğitim salonu, halvetler ise el sanatları uygulama atölyeleri olarak düzenlenecek. Odunluk olarak kullanılan kısım ise, merkezin yönetim birimlerini oluşturacak.Tarihi yapıda restorasyonun başlaması nedeniyle düzenlenen törende konuşan Osmangazi Belediye Başkanı Recep Altepe, Muradiye Hamamı'nın kentin en eski yapıları arasında bulunduğuna dikkat çekti. Son yıllara kadar hamam olarak kullanılmasına karşın yapının önemli bir bakıma ihtiyaç duyduğunu ifade eden Başkan Altepe, "Özel mülkiyetteki yapıyı belediye olarak kamulaştırdık. Ardından projelerini hazırlayarak Kurul'a sunduk. Şimdi de restorasyon için ilk adımı atıyoruz." dedi. Binanın dış cephelerinde önemli bir sorun olmamasına karşın içinde çok büyük bir çalışmanın yapılacağını kaydeden Altepe, "Yaz sonuna doğru Osmangazi ve de Bursa bir tarihi eserin daha ayağa kalktığına tanıklık edecek" şeklinde konuştu.Yapıda restorasyon çalışmalarının başlaması nedeniyle düzenlenen törene, Bursa eski milletvekillerinden Faruk Ambarcıoğlu, meclis üyeleri, İl Genel Meclis Üyeleri, Milli Eğitim Müdürlüğü temsilcileri, muhtarlar ve çok sayıda vatandaş katıldı. Tarihi Muradiye Hamamı, yapıldıktan sonra; 1523, 1634 ve 1742 yıllarında kapsamlı onarım görmüştü.

    Yeni Şafak, 19.02.2008

    ZÜBEYDE HANIM KÖŞKÜ A'DAN Z'YE YENİLENDİ

     

    İzmir Karşıyaka'daki, Ulu Önder Atatürk'ün annesi Zübeyde Hanım'ın yaşadığı köşk, yeniden hayat buluyor. Belediyenin çabalarıyla başlatılan restorasyon çalışmalarında artık sona gelindi. Başkan Cevak Durak, '' Binayı, aslına sadık kalarak A'dan Z'ye elden geçirdik. Çevre düzenlemesini yaptık. Zübeyde Hanım'ın vefat ettiği odayı da anı bölümü olarak düzenledik. Burada Atatürk'e ait eşyalar sergilenecek. En kısa zamanda halkımızın ziyaretine açacağız. Herkes gurur duyacak'' dedi.

    Milliyet, Haber: Mustafa Oğuz, 19.01.2008

    EFES'E TOPUKLU AYAKKABI İLE GİRİŞ YASAĞI GELİYOR





    Yılda yaklaşık 1.5 milyon turistin gezdiği Efes Antik Kenti'ndeki Herkül Kapısı'nın basamakları son 50 yılda 12 milimetre aşındı. Antik kentte kazı çalışmalarını yürüten Avusturya kazı heyetinin raporu üzerine harekete geçen Selçuk Belediye Başkanı Vefa Ülgür, "Antik Kente Topuklu Ayakkabıyla Gelmeyin" kampanyası başlattı. Ülgür ayrıca, antik kentin belirli bölgelerine ahşap yürüme bantları yaparak, aşınmayı en aza indirmeyi hedeflediklerini açıkladı.


    Domition Meydanı ile Celsus Kütüphanesi'ne giden Curetler Caddesi üzerinde yer alan Herkül Kapısı'nın mermer basamakları 50 yıl önce Avusturya Arkeoloji Enstitüsü ekibi tarafından restore edilirken ölçümler yapılarak kaydedildi. Ekibin, son yaptığı ölçümlerle 50 yıl öncekileri kıyaslayınca Herkül Kapısı'nın basamaklarındaki aşınmayı tespit etti. Son 50 yılda 12 milimetreyi aşan aşınmanın nedenleri de açıklandı.


    Herkül (Herakles) Kapısı, Roma Dönemi'nin sonlarında gelip geçenleri kontrol etmek ve alt sınıflardan gelen kimselerin asiller ve zenginlerle karışmalarını önlemek amacıyla inşaa edilmişti.


    Raporda, her yıl milyonlarca ziyaretçinin antik kent üzerinde dolaşması aşınmanın en önemli nedeni olarak gösterildi. Bir ziyaretçinin antik kenti ortalama 2 saat gezdiği belirtilirken, Celcus Kütüphanesi ve Mermer Caddesi'ndeki kokteyl ve yemeklerin de Efes'e zarar verdiği belirtildi. Ayrıca antik tiyatrodaki gösteriler için konulan malzemeler ve araçlar da aşınma nedeni olarak gösterildi.


    Heyetin bilgilendirmesi üzerine, bu sorunların en azından bir bölümüne çözüm bulmak isteyen Selçuk Belediye Başkanı Vefa Ülgür, bürokratları ve uzmanlarla bir araya gelerek çarpıcı bir kampanya başlatma kararı aldı. Efes Antik Kenti'ni gezen turistlere, "Yüksek topuklu ayakkabı giymeyin" çağrısı yapan Ülgür, "Aslında Efes'i yüksek topuklu ayakkabılarla gezmeyi yasaklamak lazım. Ancak yasal olarak böyle bir yetkim yok. Bu yüzden böyle bir kampanya başlatıyorum" dedi.


    Aşınmaları en aza indirmek istediklerini kaydeden Başkan Ülgür, ayakkabıların antik kente verdiği zararın kesinleştiğini söyledi. Ülgür, "Antik kentin belirli bölgelerine oturan ahşap yürüme bandı yapacağız. Ziyaretçiler bu yürüme bandını kullanacaklar ve alana zarar vermeyecek. Başka önlemler de almamız lazım. Antik kente topuklu ayakkabıyla gezenler zemine zarar veriyor. Efes Antik Kenti'ni yılda 1.5 milyona yakın turist geziyor. Burası Türkiye'nin en önemli tarihi ve kültürel miraslarından. Giden değerler geri gelmiyor" dedi.

     

    Efes Müzesi'nden emekli arkeolog Cengiz İçten, Herkül Kapısı'nın basamaklarının 1950'li yıllarda ortaya çıkarıldığını hatırlatarak, aşınmayla ilgili gerekçeleri şöyle sıraladı: "Ziyaretçiler bu kapıdan diğer bölgeye kanalize oluyor. Burası dar bir geçit. Binlerce kişi aynı yere basıyor. Geçitten sonra ise alan genişliyor. Yani sonrasında herkes aynı noktaya basmıyor. Aşınmanın nedeni bu. Efes'e gelenlerin mutlaka lastik ayakkabı ile gezmesi lazım. Çoğu buna uyuyor. Ama tabii topuklu ayakkabı ile gelenler de var. Başkan Vefa Ülgür'ün bu kampanyasını destekliyorum. Bu tür ayakkabılar zemine zarar veriyor. Yürüme bandı da önemli bir çalışma. Ancak Efes'e randevu ile giriş olmalı. 1 milyon kişi de gelse aynı gün içeri girebiliyor. Bu önemli bir zarar."

    Yeni Asır, Haber: Nil Kuyumcu Aksüyek, 19.02.2008

    DİŞ, NEANDERTHAL'LERİN YAŞAM TARZLARINA IŞIK TUTTU

     

    Bir grup paleontologdan oluşan bir ekip, Neanderthal'ların önceden sanıldığından daha hareketli bir yaşam sürdüklerini sonucuna vardı.

    Bulgular, Yunanistan'ın Mora bölgesinde ortaya çıkarılan 40 bin yıl yaşındaki bir dişin analizi sonucunda elde edildi.

    Yunanistan ve Almanya'daki Max Planck Enstitüsü'nden bilim adamlarına göre, dişteki metal seviyeleri Neanderthal'ların doğdukları yerden en az 20 km mesafe seyahat ettiklerini gösteriyor.

    Southeast European Times, Fotoğraf: AFP, 19.02.2008

    SANAT HIRSIZLARI YILDA 5 MİLYAR DOLAR KAZANIYOR

     

    Geçtiğimiz hafta silahlı bir çete dünya tarihindeki en mükemmel müze soygunlarından birine imza attı. Cezanne, Degas, Van Gogh ve Picasso’ya ait yaklaşık 130 milyon dolar değerindeki 4 tabloyu çalan hırsızlar sırra kadem bastı.


    ABD Federal İstihbarat Dairesi’ne (FBI) göre sanat hırsızlığı dünyada silah ve uyuşturucu kaçakçılığından sonra en çok paranın döndüğü üçüncü sektör. Tahminlere göre sanat hırsızları her sene yaklaşık olarak 5 milyar dolar para kazanıyor. Özellikle son senelerde sanat hırsızları kelimenin tam manasıyla işi azıttı. Özellikle Picasso’nun paha biçilmez tablolarını hedefleyen hırsızlar Zürih’teki büyük soygun öncesinde yine İsviçre’de iki Picasso tablosu çalındı. Geçen yıl Şubat ayında da Picasso’nun torunu Diana Widmaier bir sabah kalktığında salonda asılı duran paha biçilmez iki tablonun yerinde yeller estiğini görmüştü.

    Merkezi İngiltere’de bulunan ve kayıp sanat eserlerinin kaydını tutan Art Loss Register adlı kuruluşa göre dünyada 7 bin 500 adet sanat eseri kayıp durumda. Bunlar arasında liderliği kayıp 572 eserle Picasso elinde bulunduruyor. Sanat hırsızlarının Picasso’dan sonra eserlerinin en çok “beğendikleri” ressamlar Miro, Salvadore Dali, Andy Warhol ve Matisse. Dünyanın en ünlü sanat hırsızlığı şüphesiz 1911 yılında Leonardo da Vinci’nin “Mona Lisa” tablosunun bir İtalyan işçi tarafından çalınmasıydı. Paris’teki Louvre Müzesi’nin eski bir çalışanı olan 30 yaşındaki İtalyan Vincenzo Peruggia, Mona Lisa tablosunun sergilendiği salonun bomboş olduğunu gördü. Tabloyu yerinden söken Peruggia, merdivenlerde resmi çerçevesinden çıkardı ve koltuğunun altına koyarak çekip gitti.


    Bu hırsızlığın ardından Fransa ayağa kalktı ancak yapılan tüm aramalardan hiçbir sonuç çıkmadı. Peruggia tabloyu Floransa’ya kadar yakalatmadan götürmeyi başardı ve evinin ortasındaki masanın iç tarafına sakladı. Polis Peruggia’nın evini aradığında hiçbir şey bulamadı ve tablonun gizlendiği masanın üzerinde bazı kağıtlar imzalayarak çıkıp gitti. Resim ancak 1913 yılında yapılan ikinci arama sonucunda ele geçirildi. 21990 yılının Mart ayında ABD’nin Boston şehrinde bulunan Isabelle Stewart Gardner Müzesi büyük bir soyguna sahne oldu. İki silahlı kişi müzeye girerek aralarında Vermeer, Rembrandt ve Manet’e ait tabloların bulunduğu çok sayıda sanat eserini çaldı. 300 milyon Dolar değerindeki bu tabloların tümü hala kayıp.

    Eserlerle ne yapıyorlar?
    Uzmanların en çok sorduğu soru bu kadar değerli sanat eserlerinin hırsızların ne işine yaradığı. Hiç şüphesiz ki kimse bu soygunları evinin salonunu süslemek için yapmıyor. Art Loss Register direktörlerinden Julian Radcliffe’ye göre hırsızlar genelde uzun vadeli amaçlar için tabloları çalıyor. Hırsızlığın üzerinden 10 yıl ya da daha fazla süre geçmesini ve koleksiyoncuların bunu unutmasını ümit eden ve bu şekilde para kazanmak isteyen hırsızların sayısı az değil. Diğer taraftan bazı çok önemli tabloların büyük uyuşturucu ya da silah şebekeleri tarafından anlaşmalarda garanti gösterildiği hatta rehin verildiğini ifade eden Radcliffe, bazen de tabloların geri gönderilmesi karşılığında verilecek ödüle sahip olmak için sanat hırsızlığı yapıldığını söylüyor.


    Ancak bugüne kadar çalınan tabloların sadece yüzde 20 kadarının geri dönmüş olması gerçeği hala çok ünlü bazı tabloların hırsızlar tarafından nasıl kullanıldığı konusunu bilinmez kılıyor.

    Evrensel, 19.02.2008

    FLORANSALILAR, TARİHİ MEYDANDAN TRAMVAY GEÇMESİNE "HAYIR" DEDİ

     

    İtalya’nın Floransa Kenti’nde tramvayların tarihi meydanlardan geçirilmesiyle ilgili referandumdan yüzde 53.2 oranında "hayır" oyu çıktı.

    Floransa Belediyesi giderek artan trafik sorununu çözmek için tramvay hattını rönesansın izlerini taşıyan tarihi meydanlardan geçirmeyi planlıyordu.


    Merkez Sol’a bağlı Demokrat Parti’den Belediye Başkanı Leonardo Dominici’nin ısrarı üzerine Belediye Meclisi referandum kararı aldı.

    Önceki gün yapılan referanduma oy hakkı olanların sadece yüzde 39.36’sı katıldı ve sandıktan "hayır" oyu çıktı.

    Floransa Belediye Başkanı Dominici, konuyla ilgili ikinci bir referandum yapılabileceğinin işaretini verdi.

    Hürriyet, Haber: Reha Erus, 19.02.2008

    TARİHE BÜYÜK SAYGISIZLIK

     

     

    Mersin'in Silifke İlçesi'nde, 1190 yılında Göksu Irmağı'nda boğulan Roma-Germen İmparatoru Frederik Barbarossa anısına Almanya Büyükelçiliği'nce yapılan anıtın tahrip edildiği bildirildi.

     

    Silifke Kaymakamı Ahmet Beyoğlu ve Belediye Başkanı Bayram Ali Öngel, özellikle yöreye gelen Alman turistlerin ziyaret ettiği Silifke-Mut karayolunun yaklaşık 15. kilometresindeki anıtta incelemelerde bulundu. Anıta afiş yapıştırıldığını ve mermerinin bir bölümünün tahrip edildiğini
    gözlediklerini belirten Beyoğlu, daha önce de benzer olaylarla karşılaştıklarını ve tadilatının yapıldığını kaydetti.

     

    Başkan Öngel de insanları Türkiye toprakları üzerindeki her değere sahip çıkmaya ve duyarlı olmaya çağırarak, tahribatı yapanları kınadıklarını söyledi. Ayrıca ziyaretçileri yol üzerindeki tarihi ve kültürel mekanlara yönlendiren levhalardan bazılarının da adeta ''hedef tahtası''na dönüştürüldüğünü saptadıklarını ifade eden Öngel, yapılanlara anlam veremediklerini bildirdi.


    Roma-Germen İmparatoru Frederik Barbarossa, III. Haçlı Seferi'nde, Selçuklu Sultanı Kılınç Arslan ile serbest geçiş anlaşması yapmış, ordusuyla Filistin'e giderken 10 Haziran 1190'da Göksu Irmağı'nda boğulmuştu. Almanya Büyükelçiliği, Barbarossa anısına 1971 yılında anıt yaptırmıştı.

    Mersin Kent Haber, 19.02.2008

    TÜRKİYE'NİN BATIDAKİ SON CAMİSİ OLAN TİMURTAŞ CAMİİ ONARILIYOR

     

     

    Edirne'nin Karaağaç Mahallesi'nde bulunan Türkiye'nin batıdaki son camisi yok olmaktan kurtarılıyor. Karaağaç Mahallesi'nin güneybatısında bulunan Demirtaş Köyü'nün tarlalaları içerisinde kalan camiinin minaresi, üst örtüsü, kapı ve pencerelerinin büyük bir kısmı yıkılmış durumda.

     

    Yunanistan sınırına çok yakın bir mesafede bulunan tarihi eser niteliğindeki Timurtaş Camisi restorasyon çalışmaları başladı. Bir dönemin önemli ibadethanesi olan tarihi eserin kurtarılması için Edirne Vakıflar Bölge Müdürlüğü harekete geçti. Plan ve projelerin hazırlanmasından sonra Nisan 2007 tarihinde yapılan ihale sonucunda camide onarım çalışmaları başladı. Aralıksız bir şekilde devam eden çalışmaların Nisan 2008 tarihinde tamamlanması bekleniyor.

     

    Timurtaş Camii, Subaşı (Muinüddin) Timurtaş Paşa'nın yaşadığı dönem dikkate alındığında 15. yüzyılın ilk çeyreğinde inşa edildiği tahmin ediliyor. Cami, kare planlı, üzerine Türk üçgenleriyle geçilen ve onikigen kasnağa oturan tek kubbeyle örtülü harim bulunmaktadır. Anıtsal bir eser durumundaki caminin inşaat malzemesi olarak kaba yonu ve moloz taş ile tuğla kullanılmıştır. Beden duvarlarında, bir sıra taş ve iki sıra tuğlanın alternatif olarak örtülmesiyle almaşık duvar tekniği uygulanmıştır. Kubbede, kemerlerde, mihrapta ve kubbeye geçişlerde ise tamamıyla tuğla malzeme kullanılmıştır. Caminin doğu cephesinde, altlı ve üstlü olmak üzere ikişerden dört ve kubbe kasnağının bu cepheye rastlayan yüzünde bir olmak üzere toplam beş pencere açıklığı vardır.

    turkiyeturizm.com, 18.02.2008

    YALVAÇ HANCI EMİNOĞLU SÜLEYMAN KONAĞI KAFE VE RESTORAN OLARAK AÇILACAK

     

     

    Isparta'nın Yalvaç İlçesi'ndeki önemli tarihi evlerden Hancı Emin Oğlu Süleyman Konağı'nın restorasyon çalışmalarının tamamlanmasının ardından iki ay içerisinde hizmete gireceği bildirildi.

     

    Yalvaç Kaymakamı Nevzat Taşdan, konağın geçtiğimiz yıl Kültür ve Turizm Bakanlığı'nca yaklaşık 300 bin YTL'ye restore edildiğini, kafe ve restoran olarak hizmete açılacağını söyledi. Taşdan, "Bu yıl da Kültür ve Turizm Bakanlığı'nca Kültür Evi'nin içinin restorasyonu için ihaleye çıkıldı. Ancak müteahhidin yerine getirdiği işlerin Bakanlık Elemanları ve İlçe Kaymakamlığı'nca beğenilmemesi üzerine konu yargıya intikal etti. İşin teslim alınması gecikmişti. Pürüzlerin giderilerek konağın Nisan ayında hizmete açılmayı planlıyoruz" dedi.

     

    Taşdan, binanın hizmete girmesiyle yerel yemeklerin de tadılabileceği tarihi bir mekanın halkın hizmetinde olacağını kaydetti. Taştan şunları söyledi: "Konağın hizmete girmesiyle turizm alanda bir boşluğun doldurulacağını tahmin ediyoruz. Burayı ziyaret eden turistler, alt katta yöresel yemeklerden tatma imkanı bulacaklar. Üst katlarda yaptırılan sedirlerde Türk kahvelerini yudumlayacak bir yandan da tarihi bir evin havasını soluklayacak. Üst odalarda canlı olarak yapılacak el sanatlarını yapım esnasında izleyebilecekler".

    haberler.com, 18.02.2008

    İRAN, SORVAN'DA AKHAMENIT-PERSEPOLITAN MİMARİ BİR TARZ KEŞFEDİLDİ

     

          

     

    Güney İran’ın Fars Bölgesi’nde bulunan Nurabad yakınlarındaki Sorvan’da sürdürülen kazıların ikinci sezonda sütunlu bir eyvan, antre ve merdivenler keşfedildi.

    Yapı, İran’da şimdiye dek bilinen en büyük on antik yapıdan biri. 

     

    Kazı başkanı Ali Reza Asgari’nin açıklamasına göre Akhamenit yapıda yaklaşık bir metre kalınlığında çok büyük sütunlar var. Mimari tarzları Persepolis’te bulunanlara çok benziyor ve sütunların ölçüleri Persepolis’in Yüz Sütunlu Yapısı ile aynı.

    Açıklamaya göre sütun kaidelerinde lotus çiçeği işlemelerine ait izler mevcut.

     

    Bölgedeki kazılar İran Arkeolojik Araştırmalar Merkezi ile Sydney Üniversitesi tarafından yürütülüyor.

    2003 de başlayan ilk dönem araştırma ve kazılarda Rostam I ve II Düzlükleri’nde 51,  Nurabad’da 25 ve Espid Tappeh’de 16  antik yerleşim bulundu.

    Yapılan Karbon 14 testleri sonucunda yerleşimlerin tarihlerinin MÖ 6. bin ile MS 50 arasında değiştiği anlaşıldı. 

     

    Asgari’nin açıklamasına göre kazıların ikinci dönemi 2007 yılında başladı.

    Bu yeni kazı döneminin amacı Koli Kalesi, Sorvan ve Jinjan’ı içine alan Akhamenit tarihsel bölgesinde yoğunlaşmak. 

    The Circle of Ancient Iranian Studies, 08.02.2008





    TARİHİ BİNADA YANGIN: 1 ÖLÜ

     

    İstanbul Eminönü Gedikpaşa Caddesi Çadırcılar Çeşmesi Sokak'ta 4 katlı tarihi binanın üst katında, dün 04.00'da yangın çıktı.

    Binadan yaralı çıkartılan Bülent Ok hastaneye kaldırıldı.

    Fatih ve Beyoğlu itfaiye ekipleri evde soyadı henüz belirlenemeyen Mehmet adlı kişinin yanmış cesediyle karşılaştı.

    Sabah, Haber: Fatih Ulaş, 18.02.2008

    EFLATUNPINAR HİTİT ANITI SANAL ALEMDE İZLENECEK

     

    Konya'nın Beyşehir İlçesi'ne bağlı Sadıkhacı Beldesi Belediye Başkanı Şakir Özel, bugüne kadar çok az kişinin bildiği Eflatunpınar Hitit Kutsal Anıtı ve Havuzu'nu ışıklandırıp, kamerayla internet üzerinden dünyaya canlı olarak izlettirmek istediklerini söyledi. Özel, yaptığı açıklamada, geçmişi MÖ 1300'lü yıllaradayanan ve dünyada bir benzeri dahi olmayan tarihi Eflatunpınar Hitit Kutsal Anıtı ve Havuzu'nun yeterince tanıtılmadığını söyledi. Anıt ve havuzun önemli turizm mekanlarından biri olmaya aday olduğunu belirten Özel, "Tarihi havuzun içinden kaynayan pınar, kenarında yeralan eşsiz güzellikteki kutsal taş anıt ve boğa figürleri insanı adeta Hititler dönemine götürüyor" dedi.

     

    Turizm açısından çok büyük bir potansiyele sahip olduğuna inandıkları Eflatunpınar Hitit Kutsal Anıtı ve Havuzu'nu tüm dünyanın tanımasıamacıyla yeni bir proje düşündüklerini bildiren Özel, şunları kaydetti:"Burayı gece de güzel bir görünüm sağlayacak şekilde ışıklandırmayı, kamera kurup 24 saat internet ortamında canlı olarak izlettirmeyi planlıyoruz. Açık hava müzesi niteliğindeki bu mekanın değerini maalesef henüz bilmiyoruz. Öte yandan, Konya Turizm Platformu da bugünlerde Konya'nın 7 Harikası'nı belirlemek için kampanya başlattı. İnternet üzerinden başlatılan oylamada Konya'nın 7 harikası adaylarından biri Eflatunpınar Hitit Kutsal Anıtı ve Havuzu... Bu nedenle tüm hemşehrilerimizden ve bu önemli esere ilgi duyanlardan oy desteği desteği bekliyoruz."

     

    Eflatunpınar Hitit Kutsal Anıtı ve Havuzu'nu ilk kez W.J. Hamilton 1849 yılında gördü. Ardından F. Sarre, J. Garstang ve Prof.Dr. Muhibbe Darga tarafından yayınlandı. Beyşehir Gölü'nün doğu kıyısında bulunan bu anıt bir su kaynağı kenarında dikdörtgen taşlar üzerine kabartmalar halinde, Hitit sanatında kaya yüzeylerine işlenen ilk örneklerden birini oluşturuyor. Konya Müze Müdürlüğü 1996 yılında bu anıt çevresinde kazı çalışmaları yaptı. Bu çalışmalar sonunda anıtın 3.34x3 metre ölçüsünde dikdörtgen planlı bir havuzun bir bölümünü oluşturduğunu ortaya koydu. Müzenin 1998 yılında yapmış olduğu çalışmalarda da anıtın alt kısmında 5 adet daha kabartması olduğu tespit edildi. Anıt çevresinde yer alan 3 bin yıllık 25 ton ağırlığındaki boğa protomuise 2002 yılında yapılan çalışmalarla ayağa kaldırıldı. Dünyada bir benzeri olmadığı belirtilen, doğal sit alanı olarak koruma altında alınan tarihi anıt ve çevresinde yıllar önce başlayan arkeolojik çalışmalar ise ödenek yetersizliği nedeniyle devam ettirilemiyor.

    Yeni Şafak, 18.02.2008

    GELİBOLU'DA TARİHİ TÜM SİPERLER ORTAYA ÇIKARILACAK

     

    Çanakkale Savaşları’nın yaşandığı Gelibolu Yarımadası Tarihi Milli Parkı’nda, bu yıl yeni çalışmalarla tarihi miras gün yüzüne çıkarılacak.

    Gelibolu Yarımadası Tarihi Milli Park Müdürü İsmail İşeri, Seddülbahir Tekke Koyu Savaş Alanı Düzenlemesi Projesi kapsamında, denizdeki Çanakkale Savaşları’ndan kalan gemi batıklarının düzenlenip, Tekke Koyu’nun çıkarma alanı haline getirilmesinin planlandığını söyleyerek, "Yine gerçek siperlerin yerleri özel bir işaretleme yöntemiyle belirlenip, Gelibolu Yarımadası savaş alanlarında savaş dönemine ait tüm gerçek siperler gün ışığına çıkarılacak" dedi.

    Hürriyet, 18.02.2008

    RESTORASYONA AB DESTEĞİ

     

     

    Kırsal mimari restorasyonuna Avrupa Birliği'nden destek...

     

    "Doğu Karadeniz Bölgesi'ndeki Kırsal Mimariye Restorasyon Elemanı Yetiştirme Projesi"ne Avrupa Birliği Hibe Fonları'ndan 60 bin Avro Destek sağlandı.

     

    Bölgedeki tarihi eserlerin korunması ve yaşatılmasına yönelik çalışmalar son yıllarda hız kazandı.

    Bu çalışmaları yürütecek teknik elemanların yetiştirilmesi amacıyla bir proje hazırlandı.

    Karadeniz Teknik Üniversitesi ile Rize Köylere Hizmet Götürme Birliği'nce yürütülen projeye Avrupa Birliği'den 60 bin Avro destek sağlandı.

     

    Bölgedeki tarihi evlerin restorasyonuna, yaklaşık 2 ay sürecek teknik eleman yetiştirme kursundan sonra başlanacak.

    Trt/Haber, 18.02.2008

    TARİHİ KÖPRÜ TURİZMİN HİZMETİNDE

     

    Alman mühendislerce Berlin-Bağdat demir yolunun ulaşımı için Adana'nın Pozantı İlçesi'nde 1900'lerin başında inşa edilen Hacıları Demir Yolu Köprüsü'ne turistik geziler düzenlenmeye başladı. Osmanlı'nın asker, eşya ve yolcu taşıması, Almanların da ihtiyaç duyduğu petrol kaynaklarına ulaşması için planlandığı proje, 15 yılda tamamlanandı. 100 yılın sıcağına, soğuğuna ve depremine dayanan, "Varda" veya "Alman Köprüsü" olarak da bilinen Hacıkırı Demir Yolu Köprüsü 200 metre uzunluğunda ve 100 metre yüksekliğinde. Trenlerin, "aşılmaz" denildiği Toros Dağları'nın arasından geçip gitmesini sağlıyor ve "bir mühendislik harikası" olarak nitelendiriliyor. Turizm şirketleri bu görkemli yapının bulunduğu bölgeye turlar düzenlenmeye başladı.

    Birgün, 18.02.2008

    RESİM HEYKEL'E GÜN IŞIĞI AYDINLATMASI

     

    İzmir Resim ve Heykel Müzesi, yeni yapılan ışıklandırma sistemiyle Türkiye'nin sayılı aydınlatmalarından birine sahip oldu. Müze Müdürü Faden Suzan Kudsioğlu, sistem sayesinde eserlerin daha fazla ilgi çektiğini söyledi. Türkiye'nin ilk gün ışığına uygun aydınlatma projesini gerçekleştirdiklerini dile getiren Kudsioğlu, ''Çalışmayı, mimar Nejat Saygıner projelendirdi'' dedi.


    Eserlerin daha aydınlık ve ferah ortamda sergilendiğini kaydeden Kudsioğlu, ziyaretçilerden, oldukça olumlu eleştiriler aldıklarını söyledi. Bu sezon 33 sergiyi sanatseverlerin beğenisine sunacaklarını belirten Kudsioğlu, ''Ziyaretçi sayımız her geçen gün artıyor. Geçen yıl 30 bin kişi gelmişti. Bu sene yeni düzenlemelerle 60 bine kadar çıkacağını tahmin ediyorum'' diye konuştu.
    Sanata ilgi duyanlara yönelik eğitim faaliyetleri olduğunu da hatırlatan Kudsioğlu, şöyle devam etti:


    ''Resim, heykel, seramik, ebru, minyatür ve tezhip kurslarımız var. Bugün itibariyle 300 öğrenci devam ediyor. Bunlar arasında 6 yaşında olan da var 80 yaşında olan da. Eğitimleri; Dokuz Eylül, Mimar Sinan ve Gazi üniversitelerinden, alanlarında uzman 12 akademisyen veriyor.''
    Bu yıl, Kültürpark'taki eserleri Konak'taki müzeye taşıyacaklarını da anlatan Kudsioğlu, sözlerini şöyle tamamladı: ''Fuar binamız, çocuklarımızın sanat eğitimi merkezi olacak. Her biri usta isimlere ait resim, heykel, seramik ve baskı resimden oluşan 490 parçalık nadide koleksiyon, artık Konak'ta sergilenecek. Türkiye'nin ilk sanat kitaplığı da burada bulunuyor.''
    Milliyet Ege, Haber: Kutay Gürocak, 17.02.2008

    SOSYETİK KOLEKSİYONERLERİN TARİHİ ESERLERİ KAYIP

     

    Kültür ve Turizm Bakanlığı, aralarında sosyeteden de isimlerin bulunduğu koleksiyonerleri denetledi.





    Aralarında işadamı Yasin Ekinci'nin eşi ve sosyete dünyasının tanınan isimlerinden Ziba Heves Ekinci, Akmerkez'in ve Akkök Holding'in ortağı Ali Dinçkök'ün eski eşi Sernur Çiftçi Dinçkök, işadamı Halis Komili'nin eşi Alev Komili, Türk halk müziği söz yazarı Adli Ayter'in de bulunduğu 14 ismin koleksiyonlarında bulunan çok sayıda tarihi eserin son 3 yılda kayıplara karıştığı anlaşıldı. En çok kayıp ise 2007 yılında yaşandı. Geçen yıl ise dokuz koleksiyonerin toplam 46 parça eseri kayboldu. 2006'da 3 koleksiyoncunun yaklaşık 130 eserinin, 2005'te de Alev Komili'nin koleksiyonundan 4 eserin kayıp olduğu tespit edildi. Kayıplarla ilgili suçlama yapılmazken ünlü isimlere koleksiyonerlik belgelerinin iptal edilebileceği uyarısı yapıldı. Kayıp eserleri İnterpol arıyor.

     

    Geçtiğimiz yıl bakanlığa bağlı yüzlerce müzenin envanter sayımı yapılmış ve aralarında Uşak Müzesi'nde bulunan Karun Hazineleri'nin önemli parçalarının da bulunduğu birçok eserin kayıp olduğu anlaşılmıştı. Bakanlık, uzun yıllar yapmadığı koleksiyoner denetimini de müzelerle birlikte 2007 yılında gerçekleştirdi. Denetimlerde, bakanlık müzelerine kayıtlı olarak tarihi eser koleksiyonerliği yapan birçok ismin önemli eserlerinin kayıp olduğu anlaşıldı. Yetkililer, koleksiyonerlerin eserlerini kaybettiklerinde bağlı oldukları müzeleri haberdar etmeleri gerektiğini belirtti. Ancak yeni ortaya çıkan kayıplarla ilgili müzelerin haberdar edilmediği belirtildi. Kayıpları olan koleksiyonerler suçlanmadı; ancak belgelerinin iptal edilebileceği hatırlatıldı. Kayıp eserler, müzelerden çalınan tarihi eserler gibi hem yurtiçinde hem de İnterpol aracılığı ile yurtdışında aranmaya başlandı.

     

    Tarihi esere meraklı kişiler, bu eserlerin koleksiyonunu yapabiliyor. Ancak evinde tarihi eser bulundurabilmek için Kültür ve Turizm Bakanlığı'ndan 'koleksiyonerlik' belgesi almak gerekiyor. Bu belgeye sahip koleksiyonerler de sahip oldukları eserleri, koleksiyon defterine düzenli olarak işlemek zorunda. Deftere işlenmeyen eser bulundurma durumunda, yurtiçinde belgesi olmayan kişilere yapılan satışlarda ya da yurtdışından herhangi bir kişiye yapılan satışlarda tarihi eser kaçakçılığı yapılmış olunuyor. Bakanlık belgeli koleksiyonerlerin, aldıkları ve sattıkları her eseri koleksiyon defterine kayıt ettirmeleri gerekiyor. Ayrıca kaybolan eserlerin de bakanlığa rapor edilmesi bir zorunluluk. Bakanlık kayıp eserler için yurtiçinde ve dışında arama emri çıkartıyor. Böylece kültürel zenginliklerin korunması amaçlanıyor.

     

    • Heves Ekinci: Hellenistik döneme ait 'Medusa' heykel başı

    • Sernur Çiftçi Dinçkök: Bir adet antika koku şişesi, 8 adet amfora (antik dönemde zeytinyağı, şarap, tahıl, buğday ve benzeri maddelerin taşınmasında kullanılan testi şeklinde eşya)

    • Adli Ayter: Antika takı eşyalarından oluşan 150 parçaya yakın bütün eserleri

    • Alev Komili: Kılıç, kandil ve 2 adet şişe

    • Mehmet Baytimur: Delikli ayna

    • Nuri Kanbur: Roma döneminden kalma 2 sikke ve kandilden oluşan iki eser

    • Mahmut Tolon: Mermer kandil, levha, mezar taşı gibi eserlerden oluşan 7 parça

    • Gürbüz Bursalı: Kap ve amfora

    • Erol Yıldırım: 1 adet sikke

    • Hakan Tazecan: Maşrapa, kandil, tabak, ayna gibi parçalardan oluşan 8 adet eser

    • Nevzat Ak: 1 adet çanak

    • Dr. Kazım Ertürk: Nişane gibi parçalardan oluşan 3 eser

    • Recep Tuncer (belgesi iptal edildi): 5 adet sikke

    Zaman, Haber: Aslıhan Aydın, 17.02.2008



    BRONZ ÇAĞIN SOYLU TANRIÇASI

     

    İtalyan arkeologların Suriye’nin kuzeyinde bulunan Bronz Çağ yerleşimi Ebla’nın 17.000 tabletlik arşivinin bulunmasının üzerinden 30 yıl geçti.

    Ama şehir hala çalışanlara sürprizler sunmaya devam ediyor. Geçtiğimiz yıl arkeolog Paolo Matthiae'nin ekibi, şehrin kraliçelerine ait bir ölü kültünün ilk somut belgeleri olan mükemmel durumda iki figürin ve MÖ 2300 yılında,

    Asur Kralı Sargon’un baskısı altında şehrin çöküşünün politik arka planını açıklayan alışılmadık bir tablet buldu. 

     

    Kazının başlarında arkeologlar, Sargon tarafından yağmalanmış olacağını düşünerek Büyük Saray’ın odalarını göz ardı etmişler. Matthiae “Yanılmışız” diyor. Bu odalardan birinde bulunan iki tanrıça heykeli yere düşüp kırılmış ve bu sayede yağmadan kurtulmuş. 

     

    Her iki figürin de, Yakın Doğu Bronz Çağ Sanatı’nda az bulunur şekilde, kadınları oldukça girift bir şekilde tanımlıyor. Elleri dua eder şekilde açılmış olan ilk figürin steatite ve ağaçtan yapılmış.

    Diğer tanrıçanın üzerinde altından bir elbise ve elinde bir kadeh var. Her iki heykelciğin de, yeni kraliçeler tarafından ölmüş eski kraliçelere tapınmada kullanıldığı düşünülüyor.

    Archaeology Magazine, Haber: Marco Merola, Cilt 61/1, Ocak/Şubat 2008

    UNESCO KRİZİ NEYE İŞARET EDİYOR?

     

    Son günlerde üzerine bir otel inşaatı nedeniyle gündeme gelen Büyük Saray'ın tarihi, İstanbul'un I. Konstantin (324-337) tarafından Roma İmparatorluğu'nun başkenti yapılmasına kadar uzanıyor. Dünyanın eşsiz arkeolojik sitlerinden biri olarak UNESCO listesinde yer alan ve binlerce yıl imparatorlukların yönetim merkezi olan bu bölge Sultanahmet Meydanı'ndan Marmara Denizi'ne uzanan 100.000 m2 büyüklüğündeki bir alanı kapsıyor. Cumhuriyet döneminde bir süre (1934'e kadar) yeni yapılaşmaya kapalı olan bu arkeolojik alanda farklı dönemlerde yapılmış saray kalıntıları bulunuyor. Ayasofya'nın hemen bitişiğinde ve Büyük Saray'ın önemli bir bölüm kalıntılarının üzerinde yapılan çok katlı otel inşaatı, UNESCO'nun da dikkat çektiği konulardan biri. Bina yapma izni nasıl olduysa, arkeolojik kazıya karşılık yatırımcıya bir ödül olarak verilmiş.
     

    2006 yılında alınan karar uyarınca UNESCO, bu eşsiz bölge için bir yönetim planının ve organının oluşturulmasını istiyor. Örneğin turizmle kültür mirasının korunması arasında nasıl bir ilişki kurulabilir? Kültürel mirasın korunması ile bölgedeki insanların ihtiyaçları nasıl bağdaştırılabilir? Bugün hala bu soruların cevabı yok. Her yetkili kurum konuya kendi penceresinden bakıyor ve bu eşsiz bölge derme çatma imar planları ile yönetilmeye çalışılıyor. Bu olayın ortaya koyduğu asıl sorun bu. UNESCO'nun görev verdiği ve dünyanın en saygın akademisyenlerini biraraya getiren Dünya Kültür Mirası Komitesi kültür mirasına sahip çıkmanın bir gelişme sorunsalı içerdiğinin çok iyi farkında.


    Bu nedenle listedeki diğer kültürel miras alanlarında olduğu gibi kurallı bir gelişme olmasını, başka deneyimlerle köprü kurulmasını ve yapılması gerekenlerin bilgi ışığında yönetilmesini istiyor. UNESCO, "İstanbul'un Dünya Kültür Mirası Listesi'nde yer alan bölgelerini değersizleştirirseniz, sizi listeden çıkarmak zorunda kalırım" diyor. Bu yaklaşım "halka çivi çaktırmayan ama gücü olana istediğini yapmasını sağlayan" bugünkü koruma modeli ile çelişiyor. Dolayısıyla UNESCO'nun konvansiyonları ve dünyanın her yerinde gelişmeye kılavuzluk eden rehberleri bazı yöneticilerin zannettiği (ve zaman zaman şikayet ettiği) gibi yasaklar getirmiyor. Tam tersine, Dünya Kültür Mirası Listesi'nde yer alan bölgede demokratik ve kurallı bir gelişme sağlanmasını, bunun için katılımcı ve açık yöntemlerin uygulanmasını, deneyimlerin diğer kültürel miras alanları ile paylaşılmasını amaçlıyor. Başka bir deyişle UNESCO kriterlerinin uygulanması, İstanbul'un sahip olduğu eşsiz değerlerin korunması, demokratik bir yönetim biçiminin paylaşılması ve kentin zenginleşmesi ile eşanlamlı. Türkiye zaten 1982 yılında imzalamış olduğu konvansiyonla bu normları kabul etmiş durumda. Kısacası bugün UNESCO ile yaşanan sorun, artık işe yaramadığı her açıdan belli olan eski modelin değiştirilmesini ve kentin yeni deneyimlere açılmasını gerektiriyor.
     

    İstanbul Efes, Bergama gibi terk edilmiş bir arkeolojik yerleşim alanı değil. Roma gibi binlerce yıldır üzerinde yaşamın ve yerleşimin sürdüğü bir kent. UNESCO Konvansiyonu ve sürekli güncellenerek uygulamalara rehberlik eden kılavuzları kültürel mirasın korunması konusunun aynı zamanda bir kentsel gelişme sorunsalı içinde yer almasını amaçlıyor. Bunlardan en önemlisi de 1990'lı yıllardan sonra kültürel miras alanlarında yönetim planlarının hazırlanması ve alan yönetimlerinin oluşturulması. Yönetim planlarının aktörlerinin tümüne açık olması, süreklilik taşıyan bir deneyim köprüsünün kurulması, misyon odaklı yönetim organının oluşturulması gerekiyor.


    Buna karşılık, imtiyazlı ilişkileri, kamusal gücün keyfi kullanımını engelleyen bu yapılanmaya, bugünkü sorunlardan beslenenler karşı çıkıyor. Bu kesimler, plan ve projelerin daha önce de olduğu gibi kendilerine ayrıcalık ve patronaj imkanları yaratmasını istiyor. Bu nedenle yönetim planının ne anlama geldiğini, nasıl hazırlanması gerektiğini, İstanbul için nasıl bir fırsat yarattığını ve nasıl bir örgütlenme ile uygulandığını halktan gizliyorlar. UNESCO'yu kurucusu olduğumuz bir örgüt olarak değil, birtakım kuralları kendileri gibi dayatmaya çalışan yabancı bir çıkar grubu gibi göstermeye çalışıyorlar. Bu çabalar sonucunda asıl meselenin üstü örtülüyor ve yönetim planının hazırlanmamış olmasının faturası halka çıkıyor. UNESCO karşı çıkmasına rağmen kentsel dönüşüm projeleri ile yoksul insanlar evlerinden ediliyor. Kaynaklar eşe dosta dağıtılıyor ve çarçur ediliyor. UNESCO ile yaşanan sorunların asıl nedeni bu. Bugün İstanbullular zararları telafi edecek, hakları güvenceye alacak, kurallı uygulamaları teşvik edecek modern bir yönetişim modeliyle karşı karşıya değiller. Şu anda yönetim planı ve bir yönetim organı olmayan Tarihi Yarımada'da bir kumar oynanıyor. Mülk sahipleri, yatırımcılar ortada yönlendirici bir plan olmadığı için, imar faaliyetlerini yalnızca kendi çıkarlarını ilgilendiren bir konu olarak, kurullarla ve belediyelerle halletmeye çalışıyorlar. Eğer mülkleri içinde bir tarihi kalıntı varsa, bunu doğal olarak kendileri için bir tehdit olarak görüyorlar. Diğer tarafta kapalı ilişkiler içinde yürütülen kamu projeleri, İstanbul'un eşsiz kültür mirasının yok olmasının ve kentin fakirleşmesinin ana nedenini oluşturuyor.
     

    Tescilli binaların kentsel dönüşüm projeleri ile yıkılması, Süleymaniye, Sulukule gibi semtlerde gerçekleştirilmeye çalışılan Osmanlı konakları, Eminönü'ndeki hanların turistikleştirilmesinin amaçlanması sorunun boyutlarını ortaya koyan önemli göstergeler. Tarihi Yarımada'ya toplu konut şirketlerinin mantığı ve iş yapma yöntemleri ile müdahale ediliyor. Kimi yerlerde, örneğin Sulukule'de yeni yapılacak konutların altında bütünüyle otoparklar öngörülüyor. Oysa bu semtin Bizans ve Osmanlı dönemlerinde çok önemli bir yerleşim alanı olduğu biliniyor. Evlerin altında kalıntılar var. Yeterli araştırma yapılmadığı çok açık. Proje sorumlularına sorunca, "şimdi acelesi yok, inşaat sırasında bir bakarız" diyorlar. Kazılar sırasında kalıntılar çıkarsa ne olacak? Ya yatırımcıların hülyaları sona erecek ya da tersi olacak. Daha önce de yapıldığı gibi inşaat alanlarının etrafı perdelerle çevrelenip kalıntılar yok edilecek.


    Ancak sorun yalnızca yanlış ve yetersiz projeler değil. Bu projelere inşaat izni veren bazı yetkililer, kurul başkanları hem karar veriyorlar hem de yatırımcı şirketleri temsil ediyorlar. Bazı kurul üyeleri inşaat izni verdikleri şirketlerin yönetim kurullarında yer alıyorlar. Karar veren, projeleri onaylayan organlarda bölgede yatırım yapanlar var. Küçük bir azınlık ideolojik bir dokunulmazlık altında İstanbul'un eşsiz varlıklarını, zenginliklerini, geleceğini tüketiyor.
    Sonuç olarak UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi'nde yer aldığı 1985 yılından beri, yaklaşık 20 yıldır, İstanbul'un bir yönetim yapılanması problemi ile yüzleşmek zorunda kaldığı varsayılabilir: Bir tarafta kentte yaşanan bütün sorunlara, çelişkilere rağmen ve her koşulda eski tepeden inmeci, kapalı modeli sürdürmek isteyenler; öbür tarafta çok aktörlü, gelişmeci, kurallı ve sürdürülebilir bir modeli geliştirmek için gönüllü olarak çaba gösterenler... Kentin artık yalnızca uluslararası yükümlülükler açısından değil, yaşanan sorunların çözümü için de demokratik deneyimlere açılması kaçınılmaz. Bu nedenle katılımcı ve kurallı bir gelişmenin herkesin yararına olduğunun siyasetçilere ve kamuoyuna iyi anlatılması gerekiyor.

    Radikal 2, Yazı: Korhan Gümüş, 17.02.2008

    NÜ TABLOLAR BU KEZ SANSÜRSÜZ

     

     

    Gaziantep´te açtığı sergideki nü tabloları tülbentle sansürlenen ressam Ayşegül Yarar, eserlerini bu kez sansürsüz sergiledi. Kendisinin de Gaziantepli olduğunu belirten Yarar, eserlerinin Gaziantep'in değerleriyle bağdaşmadığı gerekçesine katılmadığını ifade ederek, "Kaldıramayacaklarını düşünseydim açmazdım" dedi.


    Nü eserleri Gaziantep'te tülbentle sansürlenen Yarar, önceki akşam Ankara'daki Fırça Sanat Evi'nde, "Mutluluk Özgürce Değişebilmektir" başlığıyla bir kişisel sergi açtı. Çoğunluğu nü eserlerden oluşan yaklaşık 40 tabloya yer verilen sergide Gaziantep'te sansürlenen nü eserlerden ikisi yer aldı.


    Milliyet'in sorularını yanıtlayan Yarar, Gaziantep'teki sergideki sansür kararına katılmadığını, eserlerin hiç sergilenmemesi riskine karşı tülbentle sansür talebine uymak zorunda kaldığını söyledi. Yarar, "Hiçbir sanatçı kendi eserlerine sansür koymaz. Hiç sergilememek yerine böyle bir protesto yaptım" diye konuştu. Gaziantep'teki serginin açıldığı Sanko Sanat Galerisi ile arasında sözleşme olmadığını kaydeden Yarar, bu yüzden hukuki haklarını kullanamadığını vurguladı.


    Yarar, Ankara'daki sergi için herhangi bir tepki görmediğini belirtti.

    Yarar, UNESCO bünyesindeki Uluslararası Plastik Sanatlar Derneği'nin, sansürü kınama önerisinde bulunduğunu ancak bu konudaki kesin kararını vermediğini söyledi. Yarar, ANKA'ya yaptığı açıklamada da "Gaziantep'te bakış açısı değişene kadar bir daha sergi açmayı düşünmüyorum" dedi.

    Milliyet, Haber: Mithat Yurdakul, 17.02.2008

    BU APARTMANDA TARİH OTURUYOR





    Tünel Meydanı'ndan aşağıya inerken U biçimindeki mimarisi, sarı boyalı heybetli cephesiyle çevre binalar arasında hemen göze çarpıyor Doğan Apartmanı. İstiklal Caddesi'ne paralel olarak uzanan Serdar-ı Ekrem Sokağı no 56'da bulunan bu apartman sinemaseverlerin hiç yabancısı değil. "Eşkıya" filminin son sahnesi, "Muhsin Bey" filmi ve MFÖ'nün "Deli Deli Kulakları Küpeli" şarkısının klibi burada çekildi. Hümeyra'nın oynadığı Taç Perde reklamlarında da son hali gösterildi.


    Tarihi 19'uncu yüzyıla uzanan, ünlü sakinleriyle zaman zaman medyaya konu olan Doğan Apartmanı bugünlerde Tarkan, Şener Şen ve Okan Bayülgen'in de buradan daire aldığı haberleriyle tekrar gündeme geldi. Oysa sadece Okan Bayülgen üç daire satın aldı.
     

    Doğan Apartmanı'nın geçmişini keşfetmek dünya tarihiyle yüzleşmek gibi bir şey. "Prusya Elçiliği'nden Doğan Apartmanı'na" adlı kitap ve İz TV'de halen yayımlanan "Doğan Apartmanı" belgeseli bize burası hakkında önemli bilgiler veriyor.


    Prusyalı ünlü devlet adamı Bismarck, 1860'larda İstanbul'da bulunan temsilcisine, burada bir elçilik binası inşa ettirmek üzere arsa satın aldırtır. Bu arsa bugün, üzerinde Doğan Apartmanı'nın bulunduğu yaklaşık 1700 metrekarelik arazidir. 1868'de arsadaki iki katlı ve bahçeli Türk konağı resmen Prusya Elçiliği olur. Ancak elçilik daha sonra buradan taşınır.


    Bugün Doğan Apartmanı ismin taşıyan binayı ise 1890'larda Belçikalı Helbig ailesi inşa ettirir. 1919'a kadar bu aileye ait olması nedeniyle bina o yıllarda Helbig Apartmanı olarak kayıtlara geçer.


    Osmanlı İmparatorluğu I. Dünya Savaşı'ndan yenik çıkıp İstanbul 1918'de işgal edilince birçok Alman uyruklu vatandaş kenti terk etmek zorunda kalır. Mal sahibi ölünce bina 1919'da açık artırmayla Osmanlı uyruklu Mair de Botton'a satılır. Adı Botton Han olarak değiştirilir.


    Çok sayıda kiralık küçük dükkan ve işletmenin bulunduğu bina 1929'da borçlanma nedeniyle ipotek edilir ve bu kez Berlin merkezli Victoria sigorta şirketine satılır. Adı da Victoria Han olur.






    Halen Doğan Apartmanı'nda yaşayan 1920 doğumlu yazar Rasih Nuri İleri, 1970'lerde taşındığı binanın tarihçesini şöyle anlatıyor: "Buranın yapılış amacı yabancı şirketlerin orta seviyeli memurlarına kiraya vermekti. O yüzden malzemeler bir hayli kötü. Doğramalar çam ağacından. I. Dünya Savaşı'ndan sonra yabancı şirketler ülkeyi terk edince Türk şirketlerinin orta seviyeli memurları geldi. Cumhuriyet döneminde azınlıklar tasfiye edilince apartmanın seviyesi düştü. Parası olan taşralılar geldi. Yahudi, Ermeni ve Rumlar gitti. Kalan yaşlılar da yavaş yavaş öldü."


    1942 yılına gelindiğinde ise bina Yapı Kredi Bankası'nın kurucusu Kazım Taşkent'in sahibi olduğu Doğan Sigorta'ya satılır. Taşkent binaya, 1939'da Alpler'de geçirdiği bir kazada ölen oğlu Doğan'ın adını verir. 1950'lerden 1970'lere kadar geçen sürede ise apartmandaki daireler tek tek satılarak kişisel mülk olur.


    1954'te apartmana taşınan Salim ve Nurhan Gökhan çifti, evi Alman kiracılardan teslim almış. Salim Gökhan'ın kendi ifadesiyle dairede "çok uzun boylu olmayan bir tadilat" yapılmış. Duvarlar boyanmış, tavandaki elektrik hatları gizlenmiş ama yatak odasındakiler halen dışarıdaymış.
    50 yıldır evli olan çiftten Nurhan Gökhan emekli bir fizyoloji profesörü. 2000'li yılların başında binadaki bir tadilat girişimini şöyle anlatıyor: "Belediye Başkanı Kadir Topbaş'a bir şekilde telefonla ulaştım. Tadilat için yardım ve iznini rica edecektim ancak kendisi Doğan Apartmanı'nı, yerini tarif etmeme rağmen, bilmediğini söyledi. Ben de 'Siz burada mimarsınız, belediye başkanısınız, nasıl bilmezsiniz? Öyleyse benim sizinle konuşacak hiçbir şeyim yok!' deyip telefonu kapattım.


    Sonra onarımlara başladık ama bir sürü dert çıkarılıyor, tarihi eser olduğu için. Tekrar belediyeyi aradım, tesadüfen Tülin hanım çıktı. Belediye başkan yardımcısı ve mimar. O çok yardımcı oldu. Sonrasında Kadir bey Tülin hanımla buraya geldi, bir sepet çiçek yaptırmış. Konuştuk. Böylece tüm kapılar açıldı."


    Yüksek mimar olan Afife Batur ise Doğan Apartmanı için "Burası Beyoğlu'ndaki apartmanlaşma sürecinin başlangıcını temsil eder. Bir tarihi olan ilk binalardandır. Buranın tarihi eser statüsünde olması lazım. Restorasyon için Beyoğlu'na ilişkin Tabiat ve Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu'ndan izin alınmalı. Oranın bir restorasyon projesi olması gerek" diyor.
     

    Doğan Apartmanı'ndaki dairelerin büyüklüğü 90 ile 300 metrekare arasında. Apartmanın müdürü Birol Cengizoğlu toplam 51 dairenin olduğunu belirtiyor. "2003 yılında yabancı bir daire sahibinin vekaletiyle kat malikleri toplantısına katıldım" diyor Cengizoğlu. "Sonra da apartman müdürü olarak kaldım. Bu işi dışarıdan, bir meslek gibi yapıyorum. Aidatların toplanıp ödemelerin yapılması, personelin maaşları ve SSK primlerinin yatırılması gibi işlerle ilgileniyorum."
    Binada temizlik işinde görevli bir kişi var. Çoğunlukla herkes kendi alışverişini kendi yapıyor.
    Doğan Apartmanı'nda daire fiyatları 600 bin ile 1 milyon dolar arasında değişirken, kiralar da 3 bin dolar civarında. Rasih Nuri İleri 30 sene önce 500 bin liraya aldığı eve bugün 1 milyon dolara alıcı bulunduğunu ifade ederken, "Bugün iş çığrından çıkmış durumda. Ben bu şartlarda kiracı bile olamazdım" diyor.

     

    Doğan Apartmanı'nda fotoğraf çekmek, içeri girip dolaşmak artık kolay değil. Bina güvenlik kameralarıyla kontrol altında tutuluyor. Vardiyalı olarak çalışan toplam üç güvenlik görevlisinden İzzet Cesim "Ziyaret saatleri 08.00 ile 17.00 arası. Kapı herkese açık değil. Öğrenci, mimar, turist olması lazım. Onlar da ancak beş dakika avluyu sessizce dolaşabiliyor" diyor. Fotoğraflı bir haber yapmak için ise apartmanın her bir blokundan sorumlu toplam dört yöneticinin oluşturduğu yönetim kurulunun onayını almak gerekiyor.

    400 metrekarelik büyük bir avluya sahip olan Doğan Apartmanı'nın bahçe düzenini Victoria Short yapıyor. O, 2003 Kasım'ında İngiltere Başkonsolosluğu'na düzenlenen El Kaide saldırısında hayatını kaybeden İngiltere Başkonsolosu Roger Short'un eşi. Dört yıldır Doğan Apartmanı'nda oturan Short, bahçeye olan ilgisini "hobiden de öte" diye nitelendiriyor. Bunun eğitimini de almış. Yağan yağmura rağmen mütevazı ve sıcak tavrıyla bahçede bize tırmığıyla poz veriyor.


    Mimar Afife Batur "Artık apartmanlarda santimetrekare hesabı yapılıyor. Eskiden estetik bahçelerle nasıl daha fazla güzelleştirebiliriz diye düşünülürdü" diyor.

    Milliyet Pazar, Haber: Müge Çelebi - Şeyda İşler, 17.02.2008

    PERU, PİURA'DA VİCUS KÜLTÜRÜNE AİT ALTI PİRAMİT BULUNDU

     

    Peru’nun Piura Bölgesi’nde, inşaat işçileri tarafından tesadüfen bulunan altı adet piramidin Vicus kültüründen seçkin görevlilere veya din adamlarına ait olabileceği bildirildi.

     

    Piramitler, kendilerine haber verildikten hemen sonra Peru Kültür Enstitüsü’nde görevli arkeologlar tarafından korumaya alındı ve incelenmeye başlandı. 

     

    Arkeolojik kompleks, ikisi büyük, dördü daha küçük, toplam altı piramitten oluşuyor. Büyük piramitlerin birisinde yapılan ön araştırmada kemik parçaları ve bir kafatası dahil birçok kalıntıya rastlandı. Bu piramitte, ana toprağın yaklaşık 25 m altında Vicus kültüründe önemli yeri olan birisinin gömüldüğü tahmin edilmekte. Diğer büyük piramitin hemen yanında törenlerin yapıldığının düşünüldüğü bir platform bulundu.

    Living in Peru, 07.02.2008

    HASANKEYFLİLER İLTİCA EDECEK

     

     

    Batman'ın Hasankeyf İlçesi'nde yapılacak Ilısu Barajı nedeniyle sular altında kalmasını protesto eden 100 Hasankeyfli, baraj için kredi veren İsviçre, Almanya ve Avusturya büyükelçiliklerine iltica başvurusunda bulunacak. 19 Şubat Salı günü Almanya, Avusturya ve İsviçre büyükelçiliklerini sırasıyla ziyaret edecek olan 100 kadar Hasankeyfli, Ilısu projesinin etkilediği bölgede toplanan çok sayıda imzalı mektubu büyükelçilere iletecekler. Başbakanlara hitaben yazılan mektupta, projenin gözden geçirilmesini isteyen Hasankeyfliler, kredinin geri çekilmesini talep ediyor. Hasankeyfliler göçe mecbur kalmaları halinde bu ülkelere iltica etmeyi planladıklarını ifade ediyor. Bu 3 ülkeye yazılan mektup, "Coğrafyamdan koparılmama sebep siz ve şirketiniz olacaktır" sözleriyle son buluyor.

    Baraj için geçtiğimiz yıl İsviçre ile İngiltere kredi vereceklerini açıklamıştı. Ancak sivil toplum kuruluşlarının eylemleri sonucu bu karardan vazgeçildi. Ardından Almanya, Avusturya ve İsviçre'deki banka ile şirketlerin kredi vermesi için girişimde bulunuldu. Bu şirketlerin oluşturduğu konsorsiyum ile Türkiye'de Enerji Bakanlığı ve DSİ'nin oluşturduğu konsorsiyum 2007 Ağustosu'nda anlaştı ve barajın yapımı için 1.2 milyar Euro kredi verildi.

    Sabah, Haber: Hüseyin Kaçar, 17.02.2008

    MİLYONLARCA YIL KALAN SAKLI CENNET

     

    Zeytintaşı Tepesi’nin güney yamacında yer alan Zeytintaş Mağarası, adını, bulunduğu tepe ve üzerindeki zeytin ağaçlarından almış. Denizden 220 metre yükseklitke mağara, 14 metre derinlikte ve çift katlı olup, üst kat uzunluğu yan dehlizlerle birlikte 130 metre. Alt kat 97 metre uzunluğunda. Ziyarete açılan bölüm haricinde, diğer kısımlarında çalışmaların devam ettiği mağaranın alt katındaki güzellikler de biran önce gün yüzüne çıkmayı bekliyor. İçinde oluşumu devam eden sarkıt, dikit ve sütunlar, her türden damlataşlarla kaplı. Mağaranın eni 3 metreyi, uzunluğu ise 0,70 metreyi buluyor. Gezi güzergahının dar oluşu, milyonlarca yıl kılı 40 yarıp ortaya çıkan bir eseri andırıyor. Sarkıtlar ise dokunacak kadar insana yakın mesafede bulunuyor. Ziyaretçilerin yeni keşfettiği mağarada, eşi-benzeri bulunmayan karakteristik özelliklere sahip battaniye, yorgan, totemler ve Buda heykelini andıran oluşumlar dikkat çekiyor. 1997 yılında taşocağı açmak için açılan 10 metrelik yapay galeri sonunda, tesadüf eseri bulunan mağara yakınında yer alan otantik mekanda, sıcak-soğuk içecek ve yiyecek hizmeti verilmeye başlanmış. Eşsiz bakir çevresiyle, muhteşem bir güzelliğe sahip olan mağaraya ulaşmak için geçilen yollar adeta el değmemiş doğa safarisi görüntüsü sergiliyor. Mağaranın çevresi yürüyüş, tırmanma ve safari turu ile doğal ve yabani hayvan foto safarisine oldukça uygun alanlar gibi görünüyor. Ayrıca tipik Akdeniz iklimine sahip özel klimal yapı, kendini hissettiriyor. Dolayısıyla her tür Akdeniz bitkisi burada yetişebiliyor. Antalya’ya 54 kilometre, Serik’e 16 kilometre uzaklıkta bulunan havası ve doğasıyla insana huzur veren Zeytintaş Mağarası, yöresi akarsularla yarılarak askıda kalan mağara plipser, reliyef sisteminin karakteristik bir şeklini almış. Mağara alttan ve yanlardan geçirimsiz birimlerce kuşatılan Sura-Kratase yaşlı kireçtaşları içinde belirgin bir fay hattı üzerinde gelişmiş. Mağara’nın tavanında sarkıtların arasından akan temiz ve berrak su ise içilebilir özelliğe sahip. Sarkıt ve dikitler gün yüzüne çıktığı günden itibaren oluşumunu geçen 10 yılda da gözle görülür şekilde sürdürüyor. Türkiye’nin ender mağara sarkıtları arasında yer alan Zeytintaş Mağarası, tıpkı Pamukkale’yi andıran güzelliğiyle dikkatleri üzerine çekiyor.

    Sarkıtların oluşturduğu ilginç figürler ise yaşamımızın birer parçası olmuş bir çok motifi içinde barındırıyor. File benzeyen sarkıtlar, makarnayı andıran görüntüler, kartal ve ilginç dikitler, ziyarete gelenleri adeta büyülüyor. Gelecek yıllarda mağarayı çok sayıda yerli ve yabancı turistin yoğun olarak ziyaret etmesi bekleniyor. Mağara, alttan ve yanlardan geçirimsiz birimlerce kuşatılan SURA-KRATESE yaşlı kireç taşları içerisinde belirgin bir fay hattı üzerinde gelişmiş. Henüz tıbbi yönden araştırmaları tamamlanmamış olmakla beraber, Zeytintaş Mağarası, bu özelliği incelemeye daha çok tabi tutulursa ilginç gelişmelere tanıklık edeceği düşünülüyor. Mağaraya girer girmez hemen birkaç metre sonra başlayan oluşum, insanın kendini inanılmaz bir duygu sağanağı içerisinde bulmasını sağlıyor. Yalnızca özel izinle fotoğraf çekilmesine müsaade ediliyor. Bu arada, mağarının kimi bölgelerinde insan teması nedeniyle kırılan sarkıtlar ve bozulmalar meydana gelmesi nedeniyle özel güvenlik görevlisi ve klavuzunun talimatlarıyla mağara ziyaretçilere gezdiriliyor. Mağaranın ziyarete açılmamış alt katında ise bir galeri daha bulunuyor. Bu galeri için çalışmalar hala devam ediyor.
    Akşam Akdeniz, Haber: Okan Dilek, 17.02.2008

    ÇİNE BARAJI İLE TARİHİ İNCE KEMER KÖPRÜSÜ SU ALTINDA KALACAK

     

     

    Muğla Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Başkanı ve Kayra Araştırma Merkezi Müdürü Prof.Dr. Adnan Diler, Çine Barajı'nda su tutulmaya başlanmasıyla Marsiyas Vadisi'ndeki 2 bin 300 yıllık İnce Kemer Köprüsü'nün su altında kalacağını belirtti.

     

    Prof.Dr. Diler, Muğla-Aydın karayolu üzeri Yatağan İlçesi sınırları içinde buluna Çine Çayı üzerindeki Çine Barajı'nda, 2009 yılından itibaren su tutulmaya başlanacağını ifade etti. Halk arasında "Gelin Geçmez Köprüsü" olarak bilinen, Roma döneminden kalma 2 bin 300 yıllık İnce Kemer Köprüsü'nün su altında kalacağını ifade eden Diler, tarihi köprünün çok önemli kültür değerlerinden olduğunu kaydetti. Diler, ''İnce Kemer Köprüsü, Roma döneminin önemli sanat eserleri arasında gösteriliyor. Köprü 40 metre uzunluğunda ve 2 metre genişliğinde. Baraj suları altında kalacak köprünün uygun bir yere taşınması gündeme geldi ancak bir su sisteminin parçası ve yerinde olması çok önemli. Taşıyınca anlamı kalmıyor. Taşıma maliyetinin çok yüksek olması ve taşınan eserin aslına uygun olamayacağı düşüncesiyle yerinde bırakılmasına karar verildi. Barajın ömrü 50 yıl, bu süre sonunda köprüyü yeniden kazanabiliriz. Ülkemizin enerji ve sulama ihtiyacı için barajlar yapılırken bazı tarih ve kültür zenginliklerimiz istemesek de su altında kalıyor.'' dedi.

     

    Mitolojik hikayeye göre Roma döneminde, Çine Çayı üzerinden karşıdaki bir yerleşim yerine borularla içme suyu götürülmesi için köprü yaptırılır ancak her yapılışının ardından bir sel geçince yıkılır ve bu böyle devam eder gider. Kralın çok güzel bir kızı vardır. Köprü yıkılmayacak şekilde sağlam yapabilen ustaya kızını vereceğini açıklar. 20 yaşında yağız bir yapı ustası, yardımcılarını da yanına alarak gece gündüz çalışıp taşları işledikten sonra bu günkü İnce Kemer'i yapar. İçme suyu da köprü üzerine döşenen borularla karşıya geçirilir. Köprü, yağışlardan ve sellerden etkilenip yıkılmaz ancak bir süre sonra kral sözünde durmaz, bir işçi ve usta olan gence kızını vermekten vazgeçer. Genç de bir gece kazmasını balyozunu alıp köprüyü yıkmaya başlar. Bu sırada kralın adamları haber alıp genci ölesiye dövdükten sonra köprüden atarlar ve ölümüne sebep olurlar. Genç ise son nefesinde kralın kızının mutlu olmaması ve köprüden geçtiği takdirde evlat yüzü görmemesi için kötü dua eder. Bu hikaye, kuşaktan kuşağa devam eder. Yöredeki genç kızlar ve gelinler de uğursuz saydıkları bu köprüden geçmez. O sebeple yörede Gelin Geçmez Köprüsü olarak anılır.

    turkiyeturizm.com, 16.02.2008

    DEMRE İLÇESİ'NDEKİ NOEL BABA MÜZESİ'NİN SORUNLARI ÇÖZÜLECEK

     

    Antalya'nın Demre İlçesi'nde bulunan Noel Baba Müzesi'ndeki sorunlar incelemeye alındı. Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay'ın talimatıyla müzeye gelen heyet çalışmalarına başladı.

     

    İncelemelere Bakanlık Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdür Yardımcısı Ökkeş Dağlı, Antalya Müzesi Müdürü Selahattin Eyüp Aksu, Antalya Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu Başkanı Bülent Baykal, Röleve Müdürü Veli Kemal Ak ve arkeologlardan oluşan kurula Demre Kaymakamı Murat Sefa Demiryürek, Demre Belediye Başkanı Süleyman Topçu katıldı. Heyet, Noel Baba Müzesi'nin iç ve dış mekanlarını inceledi. Uzmanlar, Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdür Yardımcısı Ökkeş Dağlı'ya bilgi verdi, yapılanlar ve yapılması gerekenleri anlattı.

     

     Dağlı yaptığı açıklamada, "Burada yaptığımız incelemeler ve edinilen bilgiler sonrası bir toplantı yapılacak. Toplantıda Koruma Kurulu, Rölöve Müdürlüğü ve Müze Müdürlüğü uzmanları yer alacak. İki aşamalı bir plan yapılacak. Kısa sürede yapılacaklar, uzun vadede yapılacaklar tespit edilecek. Bir planlama çerçevesinde çalışmalar başlayacak. Kısa sürede yapılacaklar için bir ay önce 266 bin YTL ödenek çıkarıldı" dedi. Heyet daha sonra Myra Antik Kenti'nde de incelemelerde bulundu.

    turkiyeturizm.com, 16.02.2008

    TÜRKİYE'DEN KAÇIRILAN TARİHİ ESERLERİ DE GÖRMEK İSTERİZ

     

    Louvre Müzesi’nde, başta İstanbul olmak üzere Osmanlı coğrafyasından kaçırılan pek çok eser var. Paha biçilemeyen bu eserlerin bir kısmı müzenin depolarında saklanıyor, bir kısmı seksiyonlarda sergileniyor. Ama hiçbiri, Louvre’un Sakıp Sabancı Müzesi’nde sergilenecek koleksiyonunda yer almıyor.

     

    Sakıp Sabancı Müzesi, dünyanın en önemli müzeleri arasındaki Louvre’dan gelen nadide İslam eserlerine ev sahipliği yapacak. Bu sayede Paris’teki müzenin İslam eserleri koleksiyonunda bulunan Osmanlı, İran-Safevi ve Hint-Baburi sanatının müstesna örnekleri, ilk kez müze dışına çıkmış olacak. 19 Şubat-1 Haziran tarihleri arasında gerçekleştirilecek sergi ile ilgili şu soru merak ediliyor: Gelecek koleksiyonun içinde geçmiş zamanda Türkiye’den Paris’e kaçırılan tarihi eserler yer alıyor mu? Çünkü Louvre Müzesi’nin koleksiyonu 20. yüzyılın ilk çeyreğinde başta İstanbul olmak üzere Osmanlı coğrafyasından kaçırılan eserlerle dolu. Paha biçilemeyen pek çok eserin bir kısmı müzenin depolarında saklanıyor, bir kısmı seksiyonlarda sergileniyor. Ama aldığımız bilgilere göre Louvre’un Sakıp Sabancı Müzesi’nde sergilenecek koleksiyonunda daha önce Türkiye’den kaçırılan eserlerden hiçbiri yer almıyor. Bunun sebebi ise Louvre yetkililerinin eskiden beri bunun bir tartışma konusu olarak önlerine gelmesini istememeleri.

     

    Louvre Müzesi’nde sergilenen en önemli eserlerden biri, Ayasofya’daki Sultan II. Selim türbesinin girişinde yer alan ve yaklaşık 60 adet çiniden oluşan pano. 20. yüzyılın başında türbenin onarımı sırasında yerlerinden sökülen ve yerine sahteleri takıldıktan sonra kaçırılan çiniler, Türk çini sanatının ‘şaheser’leri arasında gösteriliyor. Müzenin ‘Arts of İslam’ bölümünde 3919 / 2-265 envanter numarası ile sergilenen çinilerden birkaç yıl öncesine kadar haberi olmayan Kültür ve Turizm Bakanlığı, 2003’te Zaman’ın haberi üzerine bu eserleri Fransa’dan istedi. Ancak bakanlığın isteğini Fransızlar reddetti.

     

    Sultan II. Selim’in çinileri, Louvre Müzesi’nin kataloglarında ve müzenin internet sitesinde yer alamasa da orada olduğu saklanmıyor. Müzedeki panonun altında “Ayasofya Müzesi’nin haziresinde bulunan Sultan II. Selim Türbesi’nin çinileri” ibaresi yer alıyor. Panoların Türkiye’den kaçırılışı da ilginç. Bir rivayete göre, 20. yüzyılın başında bir restorasyon sırasında türbenin girişinde yer alan iki büyük panodan biri bir gecede sökülerek yerine Fransa’dan getirilen sahteleri takılmış ve asıl pano yurtdışına kaçırılmış. Louvre Müzesi’ne ise 1895’te koleksiyoner Albert Sorlin Dorigny tarafından satılmış. Dorigny, Türklere ve İstanbul’a yabancı olmayan bir isim. 20. yüzyılın başlarına kadar İstanbul’da dişçilik yapan Fransız Dorigny, tarihi eserlere düşkünlüğü (!) ile tanınıyor. Sultan II. Abdülhamit başta olmak üzere devlet ileri gelenleriyle tanışıklığı sayesinde önemli bir nüfuz sahibi olmuş. Ve bu nüfuzu kullanarak istediği yerlere rahatça girip çıkmış. Louvre’da sergilenen çalıntı eserlerden biri de Piyale Paşa Cami’nin çinileri. 16. yüzyıla ait olan ve çini sanatının en nadide örnekleri arasında yer alan bu çiniler de sergilenmek için bile olsa Sabancı’ya getirilmeyen eserler arasında. Louvre’daki eserler, Sultan II. Selim’in Türbesi’nin çinileri ve Piyale Paşa Cami’nin çinileri ile de sınırlı değil. Müzede Türkiye’nin değişik bölgelerinden bir şekilde çıkmış çok sayıda çini parçaları, halı ve kilimler ile yazma eserler bulunuyor.

     

    Dünyanın en köklü ve büyük müzelerinden biri olan Louvre, 1793 yılında açıldı. 35 bin parçanın sergilendiği müzede, Venüs heykeli, Semadrek’teki Kanatlı Zafer Anıtı, Leonardo’nun Mona Lisa tablosu ve Michelangelo’nun Dört Esir heykeli gibi pek çok ünlü eser yer alıyor. Yılda yaklaşık 8 milyon kişi tarafından ziyaret edilen müzenin 8 ana bölümde toplanan daimi koleksiyonu, 60 bin m2’lik sergi alanında izleyicilerle buluşuyor. 2003 yılında kurulan İslam Sanatları Bölümü’nde, üç kıtadan 1300 yıllık eserler bulunuyor. 20.000 eserden oluşan zengin koleksiyon, İslam dininin hakim olduğu topraklardaki yaratıcılığı ve kültürel çeşitliliği yansıtıyor. ‘İslam Sanatları Bölümü’nün görkemli eserleri, müzeye eklenecek yeni galerilerdeki hazırlıkların devam etmesinden istifade edilerek, ilk defa müze dışında sergileniyor. Louvre Müzesi’nin Visconti Meydanı’na bakan İslam Sanatları Bölümü’nün, yeni galerilerinde 2010 yılında ziyarete açılması planlanıyor.

    Zaman Cumaertesi, Yazı: Abdullah Kılıç, 16.02.2008

    TARİHİ KARAKOL BİNASI KADERİNE TERK EDİLDİ

     

    Afyonkarahisar'ın İhsaniye İlçesi'ne bağlı Yaylabağı beldesinde bulunan tarihi karakol binası, kaderine terkedildi. 

    Edinilen bilgiye göre, son dönem Osmanlı yapılarından olan ve 1800'lü yılların sonunda çevre köylerde asayişin korunması amacıyla jandarma karakolu olarak yaptırılan bina, Yunan işgali sırasında da işgalcilerin merkezi olarak kulanıldı. Daha sonra tekrar karakol olarak hizmet vermeye devam eden bina, karakolun 1950'li yıllarda Gazlıgöl beldesine taşınmasıyla 1970 yılına kadar ortaokul olarak kullanıldı. Yaklaşık 40 yıldır kullanılmayan tarihi bina şimdilerde ise adeta kaderine terk edildi. Vatandaşlar, çatısının büyük bir bölümü çöken binanın restore ettirilmesini ve tarihe sahip çıkılmasını istiyor.

    Afyon Kent Haber, 15.02.2008

    Atatürk Pergamon Asklepion'da (13 Nisan)
    ...1934




    10 - 16 Şubat 2008

    FOUR SEASONS'IN BİR KATI YIKILABİLİR

     

    Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, UNESCO'nun dünya kültür mirası listesinden çıkarılması tehlikesiyle karşı karşıya kalan İstanbul'un tarihi yapıları üzerinde acil olarak alınması gereken önlemleri uzmanlarla birlikte masaya yatırdı. Günay, Bizans Sarayı kalıntıları üzerinde yükselen Four Seasons Oteli inşaatını ve araziyi santim santim gezdiğini belirterek, "Otele yakın olan kısımda bir kat indirim yapılmasını istedim. Ancak resmi itiraz süremiz bitmiş. Karşılıklı iyi niyetle hareket ediyoruz" diye konuştu.


    Günay önceki akşam Uluslararası Anıtlar ve Sitler Konseyi (ICOMOS) ve Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim, Kültür Örgütü (UNESCO) Türkiye Milli Komite üyeleriyle İstanbul'un sorunlarını ve acil olarak yapılacakları konuştu. Lütfi Kırdar Kongre Merkezi'nde yapılan ve sadece Milliyet'in izlediği toplantıda, İstanbul sur içi olarak nitelendirilen Sultanahmet, Sulukule, Süleymaniye'deki tarihi yapılar müzakere edildi.


    ICOMOS Milli Komitesi Başkanı Prof. Nur Aydın, Türkiye'nin dünya kültür mirası listesinden düşürülmenin kendisini ilgilendirmediğini belirterek, "Çünkü İstanbul bizim. Biz İstanbul'u kaybetmeye üzülüyoruz. Ülkemizi uluslararası platformda savunmak istiyoruz. Ama iki yıldır bir adım atılmadı. Başka ülkeleri denetlemeye gidiyoruz. Geçen Semerkand'a gittim. Onlar imkânsızlıktan koruyamıyor ama iyi niyetlerini gösteriyorlar. Biz de imkân var ama iyi niyet görmek istiyoruz" şeklinde konuştu.


    Toplantıda bir koordinasyon eksikliği olduğunu gözlemlediğini belirten Günay da, bundan sonra Koordinasyon Kurulu oluşturulacağını belirterek, üyelere, gece ve gündüz arayabilecekleri ev, iş, ve özel cep telefonu numaralarını verdi.


    Dünya kültür mirasına dokuz alanla katılmanın kültürel miras konusunda zengin olan Türkiye için yetersiz olduğunu vurgulayan Günay, önceliği mevcut yerleri korumaya verdiklerini söyledi.
    Günay, Gülhane'deki Alay Köşkü içinde kendisine ayrılan odanın da ofis olarak kullanılabilecek bir mekanlarının olmamasından yakınan ICOMOS üyelerine tahsis edilmesini istedi.


    Toplantıda bazı bilim adamları, Bizans kalıntıları üzerinde yükselen Four Seasons Oteli ek bina inşaatının Sultanahmet'e yakışmadığını, otel için farklı bir yer gösterilip takas yapılmasını ve bu yöntemle inşaatın durdurulmasını istedi.


    ICOMOS üyesi Prof.Dr. Cevat Erdel, Four Seasons'ın Bizans tarihini gömdüğünü söylerken, UNESCO üyesi Prof.Dr. Zeynep Ahunbay da arkeolojik park üzerine otel inşaatı yapılmasına izin verilmemesi gerektiğini dile getirdi.


    Günay'da otel yapılmak istenen araziyi santim santim gezdiğini belirterek, "Bugün benim önüme gelse kesinlikle izin vermem. Mevcut haliyle de otele yakın olan kısımda bir kat indirim yapılmasını istedim. Ancak resmi itiraz süremiz bitmiş. Karşılıklı iyi niyetle hareket ediyoruz" dedi.

    Milliyet, Haber: Ömer Erbil, 16.02.2008

    HASANKEYFLİLER ILISU KREDİSİNİN ASKIYA ALINMASI İÇİN ÇABALIYOR

     

    Hasankeyf'i sular altında bırakacak Ilısu projesinden etkilenecek köylüler Ilısu projesini gerçekleştirecek şirketlere kredi garantisi veren Almanya, Avusturya ve İsviçre'yi protesto amacıyla 19 Şubat günü Ankara'ya gidiyor.

     

    Almanya, Avusturya ve İsviçre büyükelçiliklerini sırasıyla ziyaret edecek olan 100 kadar Hasankeyfli, Ilısu projesinin etkilediği bölgede toplanan çok sayıda imzalı mektubu büyükelçiliklere verecek.

     

    Başbakanlara hitaben yazılan mektupta, projenin gözden geçirilmesi istenerek, projeyi inşa etmek isteyen Avrupalı şirketlere verilen 'kredi teminatı'nın geri çekilmesi veya askıya alınması talep ediliyor. Hasankeyfliler mektuplarında, projenin gerçekleştirilmesi halinde ailece göçe mecbur kalacakları için Almanya, Avusturya ve İsviçre'ye iltica etmeyi planladıklarını anlattı. Mektupta, "Coğrafyamdan koparılmama sebep siz ve şirketiniz olacaktır" denildi.

    Zaman, 16.02.2008

    İSTANBUL'DAKİ İTALYAN İZLERİ

     

     

    Galata Kulesi’nden Taksim anıtına, hayranlık uyandıran tarihî apartmanlardan zamana meydan okuyan sayısız tablolara kadar, İtalyanların İstanbul’da bıraktıkları eserler, Ferroli’nin katkılarıyla “İstanbul’daki İtalyan İzi” adlı kitapta toplandı.

    Sanat tarihçisi Burçak Evren’in editörlüğünde hazırlanan eser; 19. yüzyıl ile 20. yüzyılın ilk yarısı arasında İstanbul’a gelip iz bırakmış ressam, heykeltıraş, mimar, müzisyen, eczacı, doktor başta olmak üzere çeşitli İtalyan sanatçı ve bilim adamlarını bir araya getirdi.

    Kitap, Türkçe ve İtalyanca hazırlandı. Hayatlarının bir dönemini İstanbul’da, İstanbul’u yaşayarak ve İstanbul’a bir şeyler katarak geçiren isimler arasında müzisyenler Donizetti Paşa, Guatelli Paşa; mimarlar Raimondo D’Aronco, Giulio Mongeri, Guglielmo Semprini; ressamlar Kont Amadeo Preziosi, Fausto Zonaro; heykeltıraşlar Pietro Canonica; eczacılar Eduard Ottoni, Francesco ve Giorgio Della Sudda; doktor Vuccino da bulunuyor. Galata Kulesi, Naum Tiyatrosu, Beyoğlu Belediye Binası, Londra Oteli, Taksim Anıtı, İnönü Stadyumu, İtalyan Hastanesi gibi yapılar İtalyan sanatkârların İstanbul kültür hayatına kazandırdığı eserler arasında yer alıyor.

    Türkiye Gazetesi, Haber: Tuncay Önür, 16.02.2008


    SOYGUN, HER YERDE SOYGUN...

    CİLVEGÖZÜ'NDE 'DARBE' OPERASYONU





    Hatay'ın Cilvegözü Sınır Kapısı'nda "Darbe" operasyonunda Suriye plakalı bir TIR'da yapılan aramada maddi değeri yaklaşık 2 milyon YTL tutarında çeşitli antika ve tarihi eşyalar ele geçirildi.

    Eşyaların Kuzey Irak' tan elde edildiği, ünlü bir sermayedarın kendi adına 3-5 yılda toplattığı zengin bir koleksiyon olduğu bildirildi.

    Tarihi ve antika eşyaların TIR ile Cilvegözü Sınır Kapısı'ndan yanlış beyanda bulunularak geçirildikten sonra Türkiye' ye üzerinden Avrupa' ya sevk edileceği öğrenildi. Cilvegözü Gümrük Muhafaza Müdürlüğü Kaçakçılık ve İstihbarat ekipleri Suriye uyruklu TIR şöförü Hasan Droubı'yı gözaltına aldı. Droubı, çıkartıldığı nöbetçi mahkeme tarafından tutuklanarak cezaevine konuldu.

    Alınan bilgiye göre Cilvegözü Gümrük Muhafaza Müdürlüğü Kaçakçılık ve İstihbarat ekipleri, Suriye uyruklu Hasan Droubı'nın şoförlüğünü yaptığı 787076 Suriye plakalı aracı şüphe üzerine durdurdu.

    Yapılan aramada TIR'da, 100 yıllık olduğu düşünülen üzerinde kutsal kitaplarda bahsi geçen Hz. Musa'nın asası ile Kızıldenizi geçtiği sembolize eden sanat tarihinde ünik eser olarak adlandırılan bir eser bulundu.

    Bunun haricinde aynı TIR'da 20 adet antik değerdeki saf ipek el dokuması İran menşeli halı, 52 parçadan oluşan 2 takım 200-250 yıllık Taşınır Kültür Varlığı olarak nitelendirilen antika değeri olan sedef, fildişi, gümüş ve deniz kabuğu figürleriyle zenginleştirilmiş mobilyalar, 250 yıllık tarihi olan ünlü medreselerde müderrislerin kullandığı düşünülen 1 adet kitaplık ile 7 Adet Pirinç, Bronz ve Gümüş işlemeli metal tarihi esere de el konuldu.

    Araştırmanın halen devam ettiği, yakalanan tarihi ve antik niteliği olan eşyaların Cilvegözü Gümrüğü'nde muhafaza edildiği öğrenildi.

    Hatay Kent Haber, 15.02.2008


    *****


    PİYASAYA SAHTE TARİHİ ESER SÜREREK DOLANDIRICILIK YAPAN ŞEBEKE ÇÖKERTİLDİ

     

    Afyonkarahisar'da piyasaya altıngörünümlü sahte tarihi eser sürmek suretiyle dolandırıcılık yapan şebeke çökertildi.

     

    Alınan bilgiye göre, Afyonkarahisar İl Jandarma Komutanlığı ekipleri, Şuhut ilçesinde piyasaya altın görünümlü sahte tarihi eser sürmek suretiyle dolandırıcılık yapan A.K. liderliğindeki suç örgütüne yönelik Dinar İlçesi'nde operasyon gerçekleştirdi.

     

    Dinar İlçesi'nde yapılan operasyonda, örgüt lideri A.K. ile örgüt üyeleri C.D., İ.D., M.A.ve D.V. yakalandı. Yakalanan şahısların üzerinde yapılan aramada ise 10 gram ağırlında 10 adet 22 ayar altın ile kilitli bir çanta içerisinde 5 kilogram beyaz renkli delikli civata pulu ele geçirildi.

     

    Yakalanan A.K, C.D, İ.D, M.A ve D.V, çıkarıldıkları mahkemece tutuklanarak Afyonkarahisar Kapalı Cezaevi'ne gönderildi. Olayla ilgili tahkikat sürüyor.

    haberler.com, 14.02.2008



    *****


    ULUSLARARASI TARİHİ ESER ŞEBEKESİNE DARBE

     

    İzmir Mali Polisi'nin 7 ilde düzenlediği eşzamanlı operasyonda, uluslararası tarihi eser kaçakçısı bir çete çökertildi.

     

    'İdol' adı verilen operasyonda bağlantıları, Türkiye'den Almanya ve ABD'ye kadar uzanan şebekenin elebaşısı C.Ü. (39) ve çeteye üye 14 kişi gözaltına alındı. Zanlıların, Türkiye'nin dört bir yanından topladıkları tarihi eserleri İstanbul'da sakladıkları, İstanbul-Almanya arasında çalışan bir turizm şirketi vasıtasıyla otobüslere gizleyip Almanya'ya, oradan da ABD'ye gönderdikleri tespit edildi. Çete üyeleriyle birlikte 7 bin 108 parça tarihi eser ele geçirildi. İzmir Emniyet Müdürlüğü'ne bağlı ekiplerin yaklaşık 1 yıl boyunca tarihi eser kaçakçılarına yönelik yürüttüğü çalışma sonunda 12 Şubat 2008 tarihinde İzmir, İstanbul, Manisa, Aydın, Ankara, Kahramanmaraş ve Afyonkarahisar illerinde eşzamanlı operasyonlar düzenlendi. Polis, şebeke elebaşısı C.Ü.'nün Aydın Kuşadası'ndaki çiftliğine helikopterle baskın yaptı. C.Ü.'nün, 2 bin dönümlük çiftlik arazisinde kazılar yaptırdığı ve İzmir, Manisa, Muğla, Uşak ve Kocaeli'den tarihi eserler topladığı belirlendi. Çiftlik ile zanlıların ev ve işyerlerinde yapılan aramada, 4 bin 810 parça tarihi eser bulundu. Tarihi eserler arasında, Roma, Bizans ve Osmanlı dönemine ait heykel, obje, sikke, tuğra, ferman ve kılıçlar bulunuyor.





    Zanlıların, ülkenin çeşitli kentlerinde dedektörlerle kazı yapan kişilerle bağlantılı oldukları, bu kişilerden topladıkları tarihi eserleri R.Ç. vasıtasıyla Almanya'ya gönderdikleri iddia edildi. R.Ç.'nin ise eserleri, sahibi olduğu turizm şirketi vasıtasıyla otobüslerin gizli bölmelerine saklayarak Almanya'daki F.Ü. adlı kişiye ulaştırdığı öğrenildi. F.Ü.'nün de tarihi eserleri, buradan ABD'ye götürüp sattığı belirlendi. Polis, halen yurtdışında bulunan F.Ü.'nün yakalanması için İnterpol nezdinde girişimde bulundu.

     

    Şebekenin, Kapıkule ve İpsala sınır kapılarında otobüs ve TIR'ların gizli bölmelerine yerleştirerek yurtdışına çıkarmak istediği 2 bin 298 adet tarihi eser, daha önce düzenlenen operasyonlarla ele geçirilmişti. Gözaltına alınan çete üyesi 18 kişiden 13'ü tutuklanmıştı. İdol operasyonuyla birlikte tarihi eser sayısı 7 bin 108'e yükselirken, 15 kişi daha gözaltına alındı.





    Operasyonda 4 bin 581 sikke, 2 altın sikke, 27 bronz bilezik, küpe, 9 hayvan ve bitki objeleri, 160 mühür, 1 dedektör, 1 Kanuni Sultan Süleyman dönemine ait kılıç, 2 tüfek, 2 tabanca, 5 mermi, 26 fişek, 12 cep telefonu ile 2'nci Süleyman, 3'üncü Ahmet, 2'nci Ahmet, 2'nci Süleyman, 1'inci Abdülhamid gibi padişahlara ait 30 ferman ve yazılar olmak üzere toplam 4 bin 810 parça tarihi eser ele geçirildi.

    Zaman, Haber: Hasan Çilingir - Özdemir Özkan, Milliyet, Haber ve Fotoğraflar: Turaç Top - Taylan Yıldırım, 14.02.2008



    *****


    EROİN BARONU TARİHİ ESER KAÇAKÇILIĞINDAN TUTUKLANDI

     

    Narkotik polisinin 300 kilo eroin beklediği TIR'da uyuşturucu yerine paha biçilemeyen 14 adet 'ikon' ele geçirildi. Mersin Limanı'nda gerçekleştirilen operasyonda Hz. İsa ile Hıristiyanlığın kutsal saydığı kişilere ait tablolar bulundu.

     

    Gözaltına alınan 16 kişiden 10'u tutuklandı. Emniyet Genel Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele (KOM) Daire Başkanlığı, Rus polisi ile ortak operasyon düzenledi. Daha önce ailesinin tonlarca uyuşturucu kaçakçılığı yaptığı gemisi batan Ö.H.'nin lideri olduğu şebekenin Rusya'dan yüklü miktarda eroin sevkiyatı yapacağı ortaya çıkarıldı. Bir gemiyle Mersin Limanı'na gelen TIR'a operasyon düzenlendi. TIR'da yüklü miktarda eroin bekleyen polis 14 adet ikon ele geçirdi. İkonların incelemesi sırasında bir notta önemli bir işadamının ön ismine rastlandı. Polisin önümüzdeki günlerde bu işadamının görüşüne başvurabileceği iddia edildi. Operasyon kapsamında gözaltına alınan zanlılardan 10'u tutuklandı

    Zaman, Haber: Sedat Güneç, 14.02.2008



    *****


    SİLAH VE TARİHİ ESER KAÇAKÇILARINA DARBE

     

    Kırşehir'de silah ve tarihi eser kaçakçılığı yaptıkları belirlenen 2 kişi polis ekiplerinin düzenlediği operasyonla yakalandı.

    Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü ekiplerinin M.S.B. ile S.B'nin evlerinde yaptıkları aramada, 4 adet av tüfeği, 1 adet ruhsatsız tabanca, çok sayıda tabanca mermisi, 2 adet kılıç, 1 adet kama, 1 adet Osmanlı dönemine ait bakır leğen, 6 adet tarihi değeri olan sikke, 1 adet üzerinde haç figürü bulunan madeni kutu, 1 adet anahtarlı kelepçe, 11 adet su testisi buldu.

    Silah ve tarihi eser kaçakçılığı yaptıkları belirlenen M.S.B. ile S.B. çıkartıldıkları mahkemece tutuklanarak cezaevine gönderildi.

    Kırşehir Kent Haber, 12.02.2008



    *****


    TARİHİ ESER KAÇAKÇISINA SUÇÜSTÜ

     

    Çorum Emniyet Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Şubesi ekipleri, kahvehanede kaçak tarihi eserleri satmaya çalıştığı iddia edilen S.A.'yı suçüstü yakaladı.





    Edinilen bilgiye göre, Çorum'da bir kişinin elinde bulunan tarihi eseri satmaya çalıştığı yönünde ihbar alan polis ekipleri, Kale Mahallesi Milönü mevkiinde bulunan bir kahvehanede elindeki tarihi eserleri satmaya çalıştığı ileri sürülen S.A.'yı yakaladı.

     

    Kahvehanede yapılan aramada 254 adet İslami döneme ait Bakır sikke, 12 adet Osmanlı dönemine ait bakır sikke, Bizans dönemine ait 3 adet bronz sikke, 1 adet Haç parçası, 1 adet bronz Çivi, 1 adet Bronz halka, 1 adet bronz kemer tokası ve 1 adet Roma dönemine ait kurşun bulla olmak üzere toplam 274 adet tarihi eser ele geçirildi.

     

    Emniyet Müdürlüğü'nde ifadesi alınan S.A. daha sonra adliyeye sevk edildi. Olay ile ilgili soruşturma sürdürülüyor.

    Çorum Kent Haber, 11.02.2008



    *****


    TARİHİ ESERLER STEPNEDEN ÇIKARILDI

     

    Bursa, Kestel'de, jandarma tarafından bir otomobilde yapılan aramada, Bizans dönemine ait 26 adet gümüş sikke ele geçirildi. Erdoğan Köyü'nde bir ihbarı değerlendiren jandarma ekipleri A.F. isimli şahsın otomobilinde arama yaptı. Yapılan aramalarda otomobilin bagaj kısmında stepne içerisine saklanmış 26 adet Bizans dönemine ait gümüş sikke ele geçirildi. A.F'yi gözaltına alan jandarma, olayla ilgili soruşturma başlattı.

    Bursa Hakimiyet, 11.02.2008



    *****


    DENİZLİ'DE TARİHİ ESER OPERASYONU





    Denizli'de, tarihi eser kaçakçılarına yönelik operasyon yapıldı. 

    Denizli İl Jandarma Alay Komutanlığı tarafından eski eser kaçakçılığına yönelik operasyonda, Buldan ilçesinde A.A. isimli şahsın elinde tarihi eser bulunduğu haberi alındı. Bunun üzerine, şahsın evinde yapılan aramada, 8 sikke, bir viking heykeli, bir Meryem Ana heykeli, 29 metal parça ve bir metal duvar ablikesi ele geçirildi. 

    Tarihi eserlerin yapılan incelemesinde, 6 sikkenin etnografik, ikisinin müzelik değerinde, 2 heykelin ise sahte olduğu, Pers Dönemi'ne ait 29 metal parçası ile metal duvar ablikesinin 2863 Sayılı Kanun kapsamı dışında olduğu tespit edildi. Tarihi eserlere el konuldu. A.A. isimli şahıs tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı.

    Denizli Kent Haber, 11.02.2008


    ALLIANOI İÇİN AİHM'NE GİDİLDİ

     

    Aralarında Allianoi Girişim Grubu, EGECEP, Çevre Mühendisleri Odası, Peyzaj Mimarları Odası ve Çağdaş Hukukçular Derneği'nin de yer aldığı kişi ve kuruluşlar Alilanoi antik kentinin bir kültür mirası olarak geleceğe taşınabilmesi için Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne başvurdu.

     

    EXPO Sempozyumu'nun yapıldığı Kültür-park'ta Allianoi için basın açıklaması yapmak isteyen Allianoi Girişim Grubu üyeleri güvenlik güçleri tarafından fuar dışına çıkarıldı. Fuarın Basmane kapısı önünde girişim grubu adına açıklama yapan Avukat Hilal Küey, "Allianoi korunmadan, EXPO'nun sağlık temasının hiç bir anlamı olmayacaktır" dedi.

     

    Küey, açıklamasında şu ifadelere yer verdi: "Tüm ulusal mevzuat ve Uluslararası Sözleşmeler bizden yana. Açtığımız davaları Ulusal Yargıda kazanacağımız inancını taşımaktayız. Ancak, 120 günlük ihale süresi Şubat sonu doluyor ve Allianoi her an sular altında bırakılabilir. İşte bu nedenle, mevcut idari davaların antik kaplıcanın sular altında kalmasından sonra sonuçlanacağı nedeniyle, ulusal hukuk yollarının ve mevzuatın etkisiz olduğu gerekçesiyle insanlık mirası olarak ülkemizde bulunan, eşsiz tarih ve arkeolojik değerin, Allianoi'un korunması amacıyla Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne başvurduğumuzu duyururuz."

     

    Hiç bir parasal değerle ölçülemeyecek Alli-anoi'nin İzmir'de olduğunu hatırlatan Küey, "Ama elimizdeki değerlerin kıymetini ne kadar bilmekteyiz? EXPO 2015 başvurularında kullanılan Allianoi heykeli Su Perisi Nimphe'nin vatanını ortadan kaldırmak, hangi kültürel anlayışla bağdaşır! EXPO 2015'in konusu sağlık" diye konuştu.

    Birgün, 16.02.2008





    ALLIANOI'Yİ SAVUNMAK

     

    Allianoi, MS 2. yüzyıldan kalma bir Roma kalıntısı. Görenlerin “kalıntı” demeye dili varmayacağı bir tesis; yaklaşık 2 bin yıllık bir tıp merkezi!.. Hani bir elden geçirilse, bugün bile “kaplıca” ya da “tıp merkezi” olarak faaliyete geçebilecek kadar da korunmuş. Ama bu bin yaşındaki yapıyı devlet ya da onun tarihle, arkeoloji ile ilgili kurumları yapmamış ne yazık ki; toprağın altında ve yağmacıların gözünden ırak olduğu için öylece kalmış. Allianoi’nin gün yüzüne çıkmasıyla birlikte onun yok edilmesine yönelik süreç de başlamış. Hem de ne yok ediş; bir daha yeniden gün yüzü görmemek üzere. Çünkü bölgeye yapılan sulama barajına şu günlerde su tutulması bekleniyor.

     

    ‘Tarih ve doğa mı, zenginlik mi’ ikilemi
    Yıllardır üniversite ve çevreci kuruluşların, bölgedeki çeşitli odakların, “baraj yapımından vazgeçilmesi” girişimlerine yetkililer kulaklarını tıkadılar ve eğer şu günlerde bir mahkeme kararı çıkmazsa, Türkiye’nin bir tarih hazinesi daha ebediyen yok edilmiş olacak.


    Barajı savunanların tezi belli: “Ne yapalım, tarihi kalıntılar var diye binlerce çiftçinin topraklarını sulamayalım mı?”


    Bu, Fırtına Vadisi’nden Munzur’a, ülkenin pek çok yerinde gerçekleşen doğa tahribatı için sunulan gerekçelerin devamdır: “Ne yani, elektrik üretmeyelim mi; bizim doğal gazımız mı var, petrolümüz mü var?..”


    Hayır, elbette topraklar da sulanmalı; elektrik de üretilmeli. İnsanların tarımda en küçük üretim artışına dahi ihtiyacı var; ülkenin enerjide dışa bağımlılığını azaltıcı yeni elektrik üretimi alanlarına ihtiyaç var. Ama bunu yapmanın tek yolu, bu önemli doğa harikalarını ve tarihi kalıntıları su altında bırakmak değil.


    Elbette ki günümüz teknolojisi pek çok başka seçenekler sunmaktadır; bilim ve mühendislik çevreleri bu çözümleri söylüyorlar. Ama “Zengin toprakların yoksul bekçisi olmayacağız” gibi (40 yıldır bu gerekçeye sığınılarak doğa katliamı yapılıyor; tarihi SİT alanları yap-satçı müteahhitlere peşkeş çekiliyor) hamasi bir teze sığınan aç gözlü sermaye çevreleri, sadece kârı, en kestirme yoldan en çok kazanmayı düşünmektedirler. Bu talancı sömürü zihniyetine; geçmiş ve gelecek arasında bağ kurmayı, doğayı, insanlığın geleceğini düşünmeyen bir “tarih anlayışı” eşlik etmektedir. Onun için Hasankeyf, Zeugma ve Allianoi’yi sular altına bırakmakta; Fırtına Vadisi’ni, Munzur Vadisi’ni, Kazdağı’nı yok etmekte; tarihi, doğayı tahrip etmekte bir sakınca görmemektedirler.

    Sadece kâr hırsı mı?
    Hasankeyf’i, Zeugma’yı, Allianoi’yi sular altında bırakan, diğer tarihi kazıları ödeneksizliğe mahkum edip iç ve dış sponsorların vicdanına bırakan hükümet etme zihniyeti, sadece kârla, kâr hırsıyla da açıklanamaz elbette. Çünkü, eğer sadece kâr hırsı olsaydı; bu kâr “bacasız sanayi” de denilen turizm yatırımlarıyla çok daha kestirme yollardan, barajlardan daha fazla ve daha uzun ömürlü gelirler elde edebilirdi. Ama tarihsel ve ideolojik yaklaşım sorunları da vardır burada. Bu tarih bilmezlik ve ideolojik saplantılar cehaletle birleşince, bir doğa ve tarih yıkımına, daha da önemlisi bir inkarcılığa, çılgın bir milliyetçiliğe dönüşen politikalara da kaynaklık ediyor.


    Daha 19. yüzyılda batılı ülkelerin arkeologları ve “hazine avcıları”, sadece Türkiye’deki arkeolojik kazılarda buldukları “yükte hafif pahada ağır” değil, yüzlerce tonluk tapınakları gemilere yükleyip Avrupa’ya taşırken, “Ulu Hakan Abdülhamit Han”ın dediği; “Osmanlı’nın taşı kayası biter mi, bırakın götürsün akılsız kafirler!”dir. Çünkü Abdülhamit’in gözünde Tükiye’deki tarihi kalıntılar Osmanlı, İslam öncesine aittir ve geri kalan taş kayayı “kafirler”in alıp götürmesinin bir sakıncası yoktur.

    Tarihi tepeüstü çevirmek
    Cumhuriyet döneminde kazılara, arkeolojiye değer verilmiş gibi görünür; ama burada da Sümerler’in, Hititler’in, İyonyalılar’ın Türk olduğuna dair tersten kurulmuş bir dayatmayla, başaşağı çevrilmiş bir tarih anlayışının kanıtları aranmaya girişilir. Bunun bulunamayacağı görülünce de, işin ucu bırakılmıştır.


    Peki, bugün Hasankeyf, Zeugma, Allianoi’deki kalıntılar İslam, Selçuklu ya da Osmanlı kalıntıları olsaydı, onların su altında kalmasına bu ölçüde duyarsız kalınır mıydı?


    Sorunun yanıtı; “Hıristiyan ya da pagan kültürlere karşı gösterilen duyarsızlıktan daha az duyarsızlık gösterilirdi herhalde” biçiminde olabilir. Nitekim, hükümetlerin kültür, tarih deyince, on bin yıllık Anadolu tarihinin sadece bin yılında etkili olan Selçuklu’ya kadar gitmesinden biliyoruz bunu. Onun için “Anadolu’nun Türkler tarafından fethi” bin yıldır kutlana kutlana bitirilemiyor!
    Türkiye’nin egemenlerinin Anadolu’nun Hıristiyan ya da pagan dönemine ait kültürlere bakışı; onların Türk-İslam dışı kültürler olarak eski, dolayısıyla üstünün örtülü olmasından, ortaya çıkanlarının da yok sayılmasından yarar umma biçimindedir.

    ‘Milli kültür’ ırkçılığı
    Elbette ki arkeoloji, modern ulusların oluşması çağında önem kazanmış, tarih araştırmaları, tarihle bugün arasındaki dolaysız bağların kurulması son birkaç yüzyılda olmuştur. Bugün artık modern ulusların ve ulusal devletlerin üstünde kurulduğu toprakların daha önce sayısız halkların ve onların uygarlıklarının yükselip yıkıldığı topraklar olduğu herkesçe bilinmektedir. Uluslar gerçekte bütün bu eski etnik çeşitlilik ve kültürlerin sentezi üstünde şekillenmiş; bu eski kültürlerle bugünkü uygarlıkları arasında doğru bağlar kuran uluslar, ülkelerini sevme, kurdukları yeni uygarlıkları yüceltme konusunda daha az sorunla karşılaşan toplumlar kurmuşlardır. Onun içindir ki, Batı Avrupa ulusları Yunan, Roma kültürleriyle olduğu kadar, öncülleri barbar halkların kültürleriyle bugünkü kültürleri arasında da bağlar kurmuşlar, onları sahiplenmişlerdir.


    Türkiye’nin egemenleri ise kendilerini Orta Asya, Selçuklu, Osmanlı (İslam) kültürüyle sınırlayarak, Anadolu’nun önceki binlerce yıllık değerlerini yok sayan bir “milli kültür”, (milliyetçi kültür demek daha doğru) yaratmaya yönelmişlerdir.

    Ya Anadolu’nun eski sahipleri çıkagelirse!
    Anadolu’nun eski uygarlıklarının kalıntılarının yağmalanması; arkeolojik araştırmalara yeterince önem verilmemesi (Anadolu kültürlerine yönelik araştırmaların, arkeolojik çalışmaların büyük ölçüde yabancı bilim adamları tarafından yapılmış olması ve halen en önemli kazıların finansmanının yabancılarca sağlanması bunun kanıtıdır) bundandır. Çünkü Türkiye’nin egemenleri, Anadolu’nun “gerçek tarihini” kendileri ile başlatmış, onun binlerce yıllık kütür hazinesinden bir sentez yaratmak, o değerleri özümsemek yerine onlara karşı ve o kültürlere rağmen “saf Müslüman ve Türk olarak kalmaya” çalıştıkları için bugün bile Anadolu’yu benimsemiş değillerdir. Bırakalım siyasileri, arkeolojiyle ilgilenen kütür adamları, aydınlar, hümanist, laik olduklarını öne sürenler bile hâlâ Anadolu ve Yunan Kültürü karşıtlığı üstünden aralarında bölünmektedirler. Ya da siyasilerin sürekli bir bölünme sendromu içinde olmaları, Anadolu’nun eski halklarının Türkiye’yi böleceği kabusu ile yatıp kalkmalarının derinlerinde bu kültür ve tarih inkarı; Anadolu’ya derin kökler salamamış olma (Anadolu’daki eski kültürlerle birleşememeleri) sancısı vardır.(*)


    Türkiye’nin egemenlerinin bu topraklarda yaşamış ve yaşayan halklarla kardeşleşme yerine onları yok etmeye çalışmasının; Hitit, Sümer, Ermeni tehcirinin, Yunanistan’la Rum ve Türk kökenli halkın mübadelesinin, Kürtlere yönelik sürgünlerin, asimilasyon politikalarının; bugün çığırından çıkarılmış milliyetçilikle Allianoi’nin, Hasankeyf’in, Zeugma’nın su altında bırakılması arasında hiç de uzak olmayın ilişkiler vardır.

    Allianoi, Kazdağı, Hasankeyf, Munzur...ve diğerleri
    Allianoi’nin bulunduğu yer, son çeyrek yüzyıl içinde altın tekellerine karşı 15 yılı aşkın bir süre doğayı, topraklarını savunma mücadelesi veren Bergama köylerinden sadece 20 kilometre uzaklıktadır. Yine Allianoi, Kazdağı’nı altın firmalarına karşı korumak için harekete geçmeye hazırlanan Kazdağı bölgesinin toprakları içindedir. Ama altın tekellerine karşı, onların arkasındaki hükümete karşı; dünyaya örnek olacak bir mücadele veren bölge halkı, Allianoi için aynı duyarlılığı göstermemektedir. Çünkü onlar Allianoi’nin yok edilmesini, topraklarının zehirlenmesi kadar hayatlarına kasteden bir tehdit olarak görmemekte; belki de topraklarını sulayacak bir baraj yapılıyor olmasını desteklemektedirler. Elbette burada, en başta Allianoi’yi kendi kültürleri, kendi tarihsel varlıkları olarak görmeyen bir milliyetçi baskı altında olmalarından dolayı böyle davranmaktadırlar.

    Kendi tarihiyle barışık halkların kardeşleştiği bir Türkiye
    Dolayısıyla Allianoi’nin savunulması, aynı zamanda doğanın savunulmasıdır; Türkiye’nin ve bugün Anadolu’da yaşayan her milliyetten; her din ve mezhepten halkların tarihi olduğu gerçeğini gösterdiğimiz ölçüde, yurtseverliğin sadece bir etnik grubun, sadece doğanın sevilmesinin ötesinde; tarihin ve halkların, kültürlerin kardeşleşmesinin savunulması olduğu bilinci geliştirilecektir.


    Bugün Hasankeyf’i, Zeugma’yı, Allianoi’yi savunmak; Kazdağı’nı, Munzur’u, Fırıtna Vadisi’ni, Sinop’u, Akkuyu’yu savunmaktır. Türkiye’nin halklarının kardeşliğini savunmaktır. Bunu böyle anlayamazsak; Allianoi’yi, Zeugma’yı Hasankeyfi’i savunamazsak, Kazdağı’nı da savunamayız, Fırtına Vadisi’ni de... Dahası böyle bir tarih-toplum sentezini savunmazsak, ırkçı-şoven baskıyı geri püskürtemeyiz; ülkenin birliğini, bütünlüğünü, halkların kardeş olmasını da savunamayız.

    (*) Türkiye’de 50-60 bin dolayında Ermeni vardır ama egemen güçler, ‘Kars’ta, Ağrı’da, Erzurum’da, bir Ermenistan kurulmak isteniyor’ diye politikalar oluşturmaktadır. Resmen birkaç köy dışında Rumun bulunmadığı Trabzon’da ‘Yarın bir Pontus devleti kurulacak’ diye çeteler kurulmaktadır. Beş-on bin Rumun bırakılmadığı İstanbul ve İzmir’de Yunanlıların gözü olduğundan şüphe duyulmamaktadır. Ya da Kürtler, “hayır” deseler de ‘Varlıkları, dilleri, kültürleri kabul edilirse bunlar Türkiye’yi böler’ diye uygulanan acımasız asimilasyon ve baskılar meşru gösterilmektedir. Çünkü Türkiye’nin egemenleri Anadolu’yu fethetmişlerdir ama onu yurt olarak benimsemeyi başaramamışlar; Anadolu’nun yerleşik bir halkı olduklarına kendilerini inandıramamışlardır. Onun için de hep, eski halkların bu yeni sahibi bir gün başından atacağı korkusuyla yaşamaktadırlar.

    Evrensel, Yazı: İhsan Çaralan, 17.02.2008





    ALLIANOI'NİN HUKUK SERÜVENİ

     

    Allianoi 1998 yılına kadar Paşa Ilıcası olarak biliniyordu. Baraj İnşaatı ile başlayan Kazılarla alanın Allianoi olduğu anlaşıldı ve İzmir 1. No’lu Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu tarafından 29.3.2001 tarih ve 9226 sayılı kararı ile “...alanın 1. Derece Arkeolojik SİT olarak tesciline...” karar verildi.


    İzmir 2. No’lu Koruma Kurulu’nun 13.10.2005 tarih 1453 sayılı kararı ile Allianoi’yi “... korumaya yönelik önlemlerin Bakanlığımızca çözümlenmesine, çözüm üretilene kadar barajda su tutulmamasına” karar verildi.


    Bu su tutmama kararına karşı DSİ, İzmir 1. İdare Mahkemesi’nde iptal davası açtı. Davaları mahkemenin 23.11.2006 t. 2005/1758 E. 2006/1950 K sayılı ilamı ile reddedildi.


    İptalini istediğimiz Yüksek Koruma Kurulu’nun aldığı 4.10.2006 tarih 717 sayılı İlke Kararı dayanak gösterilerek, bu sefer İzmir 2. No’lu koruma kurulu 13.10.2005’te aldığı kararla çelişecek şekilde fakat 717 sayılı İlke Kararına uygun olarak 27.11.2006 tarih 2579 tarihli bir karar daha verdi. Bu karar ile DSİ’nin hazırlamış olduğu Allianoi’nin etrafına 1 metre U şeklinde duvar çekerek kenti sulara bırakan projeyi uygun buldu. Uygulamak için de Kültür Bakanlığı’nın oluşturduğu Bilim Kurulu’ndan net görüş istedi. Bu karara karşı da İzmir idare mahkemelerinde yürütmeyi durdurma istemli tarafımızdan iptal davası açıldı.


    İzmir 4. İdare Mahkemesi yürütmeyi durdurma istemimiz hakkında “Danıştay 6. Daire’de açılan İlke Kararının iptalleri davasında yürütmeyi durdurma konusunda karar verilinceye kadar, yürütmeyi durdurma işleminin beklenmesine” karar aldı. Zira düzenleyici işlem ilke kararı idi.
    Bu arada, mevcut Bilim Kurulu DSİ projesine onay veren raporunu yollamadığı için Temmuz 2007’de Bilim Kurulu değiştirildi ve DSİ yetkililerinin basında “Barajın ağustosta su tutacağı” yolunda açıklamaları yer almaya başladı.

    Taleplerimiz reddedildi
    Gerek Danıştay gerekse 4. İdare’den yürütmeyi durdurma taleplerimiz reddedildi. Danıştay Dava Daireleri’ne ve Bölge İdareye yapmış olduğumuz başvurular olumsuz sonuçlandı.


    4. İdare Mahkemesi’nde açılan davaların 28.03.2008 tarihinde duruşması var.


    Temmuz 2007 tarihinde yapmış olduğumuz başvuru cavabını 22.10.2007 ve 4.10.2007 tarihlerinde aldık. Buna göre artık Allianoi Kazılarına Bakanlık son veriyordu.


    8.10.2007 günü çıkan eserlerin belgelenmesi için rölöve ihalesi DSİ tarafından İzmir’de yapıldı. (İhale süresi 120 gün)


    10.10.2007 tarihli Koruma Kurulu Kararı ile alanın kil malzemesi ile kapatılıp 218 metre duvar çekilerek Allianoi’u suya gömmeye karar verildi. Bu karara karşı İzmir 2. İdare ve 4. İdare mahkemelerinde dava açtık.


    Türkiye’deki yargılama sürecinin Allianoi’yi kurtarmaya yetişmeyeceği düşüncesini taşıdığımızdan AİHM’e başvurduk.


    Davalardaki temel hukuki dayanaklarımız:
    1972-Paris- Dünya Kültür ve Doğal Mirasının Korunmasına Dair Sözleşme,
    1985- Granada Avrupa Mimari Mirasının Korunması Sözleşmesi,
    1992 Valetta/Malta Arkeolojik Mirasın Korunmasına İlişkin Avrupa Sözleşmesi (Bu sözleşme arkeolojik mirası yerinde koruyor)
    T.C. Anayasası, 90, 63/1.maddesi, 2863 Sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yasası

    Evrensel, Yazı: Av. Hilal Küey, Allianoi Girişim Grubu Dönem Sözcüsü, 17.02.2008

    Fotoğraflar: A.D. Bayvas, Ağustos 2007


    BURMALI CAMİSİ YENİDEN İNŞA EDİLSİN





    Makedonya Cumhuriyetinde faaliyet gösteren 76 Türk ve Arnavut Sivil Toplum Teşkilatları,  Makedonya Hükümetinden, Taş Köprü’nün sağ tarafında, Üsküp  Meydanı’nda bulunan ve 1925 yılında yıkılmış olan Burmalı  Camisinin yeniden yapılmasını talep ettiler.

     

    Hükümetin meydana kilise inşa etme kararını almasının ardından  ortaya konulan talebin, merkeze kilise inşa edilmesi projesine dahil edilmesi ve hem kilise hem de caminin eşit zamanda inşa  edilmesi istenildi. STT’ler Pazartesi günü Makedonya Hükümeti ve Başbakan Nikola Gruevski’ye bu isteklerini yazılı bir şekilde sunacaklar. Diğer taraftan isteklerinin  gerçekleşmemesi taktirde yoğun protestolar da düzenleyebileceklerinin haberini verdiler. Ayrıca inisiyatifin yeni olmadığı, 20 yıldan beri var olduğunu  ekleyip; meydanda caminin olması Müslüman halk için çok önemli olacağı bildirildi. Derneklerin kurduğu bu girişimin  Kurul Başkanı olan Behicuddin  Şehabi: “Merkez Belediyesi’nin bayındırlık planının değişmesini  ve Ordu Evi’nin yapılmasının öngörüldüğü yerde, 1925 yılına kadar o yerde bulunan Burmalı Camisi’nin yapılmasını istiyoruz“ dedi. 

     

    Bu talebin karşılanması ile Makedonya’nın multietnik bir devlet olduğunu kanıtlayacağını,  inşa edilecek kilisenin karşısında caminin yeniden inşasıyla da bunun görüntü  olarak da ortaya konulacağını söyleyen Şehabi, isteğin yerine  getirilmesiyle Makedonya’da belli etnik kökenin baskı uyguladığı hissinin – düşüncesinin  de ortadan kaldırılacağını ekledi.  Şehabi: “İslam Birliği’nin de inşa edilmesi için talepte bulunduğu Burmalı Camisinin  yeniden inşa edilmesi, demokrasiyi önemli derecede  güçlendirecektir” dedi. Yapılan açıklamada, Kalkandelen’de cami yapılması izninin çıkmasına rağmen bu  taleplerinin sonuna kadar  arkasında olacaklarını ve meydandaki kilisenin inşaatından vazgeçilmesi durumunda bile  Burmalı Camii’nin inşaat edilmesi talebine devam edileceği açıklandı.


    Hükümetin bu talebi kabul  edeceğine inanan Şehabi, Burmali camisi’nin yeniden  yapılması için girişimin 1993 yılından bu yana başladığını hatırlattı. Hatırlanacağı üzere  hükümet Üsküp meydanında kilisenin yapılmasıyla ilgili  kararından sonra Kalkandelen’in Çarşı Camisi’nin onarılmasını  önerdi. Şehabi caminin Makedonya’nın çok etnikli bir  kenti olan Üsküp’ün meydanında yapılması gerektiğini ve Kalkandelen’deki caminin, Üsküp’te  ki kiliseyle aynı değerde  olmadığını söyledi. Şehabi, “Uyan” isimli sivil teşkilatının,  yine meydanda Rahibe Tereza adına Anı Evi yapılması isteğinin  arkasında durmadıklarını açıkladı.

     

    Diğer taraftan 1924’de yıkılan  Burmalı Camii’nin yerine, Şehir Evi olacak Ordu Evi’nin tekrar  inşa edilmesi için aylardır görüşmeler sürüyor. Meydana Burmalı Camisinin  tekrar inşa edilmesi girişimini Makedonya Türk Sivil Toplum  Teşkilatları Birliği de destekledi. 

    Yeni Balkan, Fotoğraf: Özgür Medya, 15.02.2008

    200 ADET SİKKE MÜZEYE VERİLDİ

     

    Balıkesir'in Pelitköy beldesinde jandarmanın sahil yolunda yaptığı operasyonda ele geçirilen sikkelerin bir bölümünün Müze Müdürlüğü'ne teslim edildiği öğrenildi.

     

    Bilindiği üzere, 15 gün önce sahil yolunda dedektörle altın arandığı şeklinde ihbar alan jandarma ekipleri, define arayan bir kişiyi suçüstü yakalarken, bulunan 200 adet sikkeye ise el koymuştu.

    Yapılan araştırmada sikkelerden 11 adedinin Roma ve Bizans dönemine ait olduğu tespit edildi. Sikkeler Müze Müdürlüğü'ne teslim edildi. Olayla ilgili tahkikat devam ediyor.

    Körfezin Sesi, 15.02.2008

    AÇIK HAVA MÜZESİ'NDEN TARİHİ ESER ÇALINDI

     

    Balıkesir Marmara'daki Saraylar Açık Hava Müzesi'nden 3 parça tarihi eser çalındı.


    Kimliği belirsiz, kişi yada kişiler, açık hava müzesinden 2 adet haç şeklindeki taş ile 1 adet sütun başlığı olmak üzere toplam 3 parça tarihi eseri alıp kaçtı.


    Gece yarısı gerçekleştiği bildirilen olayla ilgili harekete geçen jandarma ekipleri, hırsızların yakalanması için çalışma başlattı. Balıkesir İl Jandarma Komutanlığı ile Marmara İlçe Jandarma Komutanlığı ekipleri, müzede ayrıntılı bir inceleme yaptı. Açık ve dağınık halde sergilenen tarihi eserlere karşı hırsızlığı engelleyecek hiçbir tedbirin alınmadığı iddiası da inceleme raporuna eklendi. Savcılık tahkikatı başlatılan açık hava müzesindeki soygunla ilgili olarak Balıkesir İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü'nün de idari soruşturma başlattığı kaydedildi.

    Haber Ekspres, 15.02.2008

    54 YILDIR SERGİLENEN MONET TABLOSU SAHTE ÇIKTI

     

    Almanya'nın Köln kentindeki müzede sergilenen ünlü Fransız ressam Claude Monet'ye ait bir tablonun sahte çıktığı bildirildi.

    Köln'deki Wallraf-Richartz Müzesi Sözcüsü Stefan Swertz, konuyla ilgili olarak dün yaptığı açıklamada, izlenimci ressam Monet'nin, 'On the Banks of the Seine by Port Villez' adlı tablosunun bir sergi için onarılırken sahte olduğunun ortaya çıkarıldığını belirtti.

    1954 yılından bu yana Köln Müzesi'nin malı olan tablonun gerçek olmadığından uzun süredir şüphe edildiğini söyleyen Swertz, "Bu duruma hem de ağlıyoruz hem gülüyoruz" dedi.

    Milliyet, 15.02.2008

    TARİHİ KAPLICA TURİZME KAZANDIRILACAK

     

     

    Mitolojide Herakles ile Auge`nin oğlu olduğu bildirilen Telephos`un yaralarını iyileştirdiği ve Kleopatra`nın burada yıkandığına inanılan Antalya`nın Kaş İlçesi'ne bağlı Patara yakınındaki Gemicik Kleopatra Kaplıcası turizme kazandırılacak.


    Kaş`ta incelemelerde bulunduğu sırada Gemicik Kleopatra Kaplıcası`nın bulunduğu yerde 32 derecelik sıcak suyun boşa aktığını gören Antalya Valisi Alaaddin Yüksel, harekete geçti. Binlerce yıl önce şifa veren ve mitolojide Telephos`un yaralarını iyileştirdiği ve Kleopatra`nın da burada yıkandığına inanılan kaplıcanın yeniden canlandırılması gerektiğini bildiren Vali Yüksel, yetkililerden, günümüzde sadece su birikintisi olan bu yer ile ilgili acilen çalışma başlatılmasını istedi.


    Antalya Müze Müdürlüğü tarafından tescilinin yapıldığı bildirilen kaplıca suyu ile ilgili araştırma emrini veren Vali Yüksel, şu açıklamalarda bulundu: ``Böylesine değerli bir suyun boşa akması üzücü. Müze Müdürlüğü burasının tescilini yaptırmış. Telephos`un yaraları burada iyileşmiş. Kleopatra burada yıkanmış, kaplıcanın suyundan yararlanmış. Yöre halkı bu suyun cilde çok iyi geldiğini söylüyor. Burası hemen turizme kazandırılmalı. Suyun bulunduğu yerin çevresi temizlenecek ve suyu kontrol altına almak için bir de tesis yapılacak. Binlerce yıldır akan bu şifalı sudan herkes yararlanmalı. Bu kaplıca mitolojik kahramanlar gibi günümüzün insanının da yararlanabileceği bir yer olacak.``

    Kemer Gözcü, 14.02.2008

    YÜZYILLIK ALSANCAK GARI, EXPO 2015'E KURBAN EDİLİYOR

     

    EXPO 2015 Fuarı'nda İzmir'e gelecek heyetin çalışmaları için tarihi Alsancak Garı'nda inşaat çalışmaları başlatıldı. Doğal SİT alanı olan garda bir çivi çakılması için Anıtlar Yüksek Kurulu'ndan izin alınması gerekirken, şu an yürütülen çalışmaları hangi kurumun başlattığı, izin alıp almadığı konusunda herhangi bir açıklama yapılmıyor.

     

    Tarihi, Türkiye'deki demiryolları kadar eski olan Alsancak Garı, EXPO 2015 Fuarı'nda İzmir'e gelecek heyetin çalışmalarına kurban ediliyor. Heyetin çalışmalarını yürütülebilmesi için, Doğal SİT alanı olan garda inşaat çalışmaları başlatıldı.

     

    Garın içine kolonlar atılarak, özel bölmeler oluşturulurken, boya, badana ve zeminde kazı çalışmaları da başlatıldı. Doğal SİT alanı olan garda yürütülecek her türlü çalışma için Anıtlar Yüksek Kurulu'ndan izin alınması gerekirken, çalışmaları, yetkili kurumlardan ne TCDD, ne de İzmir Büyük-şehir Belediyesi üstleniyor. Garın doğal yapısına zarar veren çalışmalar sadece 3 gün kentte kalacak Uluslararası Sergiler Merkezi (BİE) heyeti ile kente gelmesi beklenen Cumhurbaşkanı Abdulllah Gül için yürütülüyor.


    Konuyla ilgili olarak görüştüğümüz TCDD Alsancak Gar'ı yetkilileri çalışmaların Büyükşehir Belediyesi tarafından yürütüldüğünü belirtirken, daha önce EXPO çalışmalarını bire bir yürüttüğünü açıklayan Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu, gardaki düzenlemelerin tüzel bir kişilik tarafından yürütüldüğünü iddia etti. Kocaoğlu konuyla ilgili bilgilerinin olmadığını ileri sürdü. İzmir Büyükşehir Belediyesi, daha önce de EXPO'nun yer belirlemesi konusunda doğal SİT alanı olan İnciraltı'nı seçmiş ve buradaki tarım arazilerini imara açmıştı.


    Avukat Arif Ali Cangı, koruma altına alınmış taşınmaz malların herhangi bir şekilde restore edilmesi için Anıtlar Kurulu'ndan izin alınması gerektiğini belirterek, "Konunun takipçisi olacağız. Gerekli girişimleri yaptıktan sonra izinsiz bir çalışma tespit edilirse suç duyurusunda bulunacağız" dedi. EGEÇEP Dönem Sözcüsü Erhan İçöz de, Alsancak Gar'ında yürütülen düzenleme çalışmalarından geç haberdar olduklarını, ancak tepkilerini göstermek için EXPO Heyeti'ni İzmir'e geldikten sonra protesto edebileceklerini söyledi.


    Alsancak Gar'ı tarihi Türkiye tarihi kadar eski bir geçmişe sahip. Robert Wilkin adlı İzmirli İngiliz tüccar ile dört ortağı 185 5'te İzmir-Aydın demiryolu için imtiyaz talebi ile Osmanlı hükümetine başvurmuş ve 1856'da imzalanan sözleşme ile bu imtiyazı almışlardı.

     

    1857'de şirket el değiştirmiş ve İzmir'den Aydın'a Osmanlı Demiryolu adını almıştı. 1857'de Vali Mustafa Paşa döneminde temeli atılan demiryolunun başlangıcında yer alan Alsancak (o günkü adıyla Punta) Garı, 1858'de hizmete açıldı. Geçtiğimiz yıllarda özelleştirilmesi ile gündeme gelen Alsancak Garı, metro çalışmaları nedeniyle de iki yıldır tren seferlerine kapalı.

    Birgün, Haber: Mustafa Aydın, 14.02.2008

    TARİH TOPRAĞA GÖMÜLÜR MÜ?

     

    Pek çok yerde yeni yerleşimler, eski dönemlere ait yerleşimlerin yanında veya uzağında kurulmuş olmalarına rağmen; Milas, antik Mylasa’nıın üzerine kurulmuştur. Bu nedenle Milas’ta nereye bir kazma vurulsa, nerede bir hafriyat çalışması olsa, mutlaka eski dönemlere ait bir kalıntı ile karşılaşılır. Temel kazma veya bir kanal çalışması sırasında ya lahit(ler), ya bir oda mezar, ya bir mozaikli alan ya da bir tapınağın temeli ortaya çıkar... Ortaya çıkan bu tarihi eserler veya bunların içindeki buluntular, geçmiş dönemler hakkında bizlere bilgi veren değerli şeylerdir...

     

    Bulunan bu tarihi eserlerin bir kısmı (lahit, vb.) Milas Müzesi’nin bahçesi çok yetersiz olduğu için başka mekanlara taşınarak oralarda muhafaza ediliyor veya teşhir ediliyor. Değerli eserler ise çevredeki başka müzelere gönderiliyor.

    Geçtiğimiz aylarda Milas merkezde, Şevketiye Mahallesi’nde, belediye ek binasının yan tarafında, kat karşılığı verilen ve iki blok halinde inşa edilecek bir inşaatın temel kazısı sırasında ilkçağlardan kalma bir tarihi eser ortaya çıktı. Bir yapının kalıntısı olduğu anlaşılan eser, Roma dönemi eseri olan İ.S. 2. yüzyıla tarihlenen, 3 kilometre uzunluğundaki “Su Kemerleri”ne yakın bir bölgedeydi. Milas Müze Müdürlüğü, bu bölgede yaptığı kazı çalışmasıyla, yüzyıllar boyu toprağın altında kalmış olan bu kalıntıyı tüm özellikleriyle ortaya çıkardı. Ortaya çıkan bu kalıntıların ne olduğu konusunda kesin bir yargıya varılamamış olsa da, bunun; bir ayazma, bir değirmen, bir işlik veya bir hamam olabileceği konusunda tahminler yapılıyor...

    Yüzyıllar boyu toprak altında kalan ve bir gün gün yüzüne çıkarılmayı bekleyen (tıpkı depremin yıkıntıları arasından gözleriyle bir ışık sızmasını arayan bir insanın, kendisine uzanacak bir eli araması, tekrar canlı hayatına dönmeyi umutla ve özlemle beklemesi gibi bir şey bu...) ve bir inşaatın temel kazısı sırasında tesadüfen ortaya çıkan bu tarihi değeri ise şimdi başka bir kötü son bekliyor. “Muğla Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu”, “korunamayacağı” gerekçesiyle bu tarihi buluntunun üzerinin tekrar toprakla örtülmesine karar vermiş. (*)

    Bu eseri insanlığın hizmetine sunmak, onların ziyaretine açmak varken; bu yapının üzerini toprakla örterek onu yine karanlık bir sürece mahkum etmenin mantığı olabilir mi? Böyle bir karar nasıl açıklanabilir?

    Kültür ve Turizm Bakanlığı, böylesi yerleri mal sahiplerini mağdur etmeyecek şekilde kamulaştırarak; böyle eserlerin gün yüzünde tutulmasını ve insanların ziyaretine açılmasını sağlamalıdır. Tesadüfen bulunan eserler, “korunamaz” diye üstüne toprak atılarak tekrar karanlığa mahkum edilmemelidir. Tarihe ve kültüre karşı olan sorumluluğumuz, tarihimizi ve kültürümüzü toprak altında tutarak korumayı değil, onları toprağın yüzeyine çıkarmayı ve onlara bu şekliyle sahip çıkmamızı gerekli kılıyor...

    (*) Muğla Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu’nun bu kararı, bir zamanlar Bodrum Müze Müdürlüğü’nün raporu doğrultusunda (09.02.1972), “Başbakanlık Kültür Müsteşarlığı Gayrimenkul Eski Eserler ve Anıtlar Yüksek Kurulu”nun, şehir imar planında eski eser olarak gösterilen iki havra (sinagog) binasını, “sinagogların korunması gerekli eski eserler olmadığı” şeklinde karar vermesine benziyor... (08.09.1972 tarih ve 225 sayılı, yine 09.09.1972 tarih ve 6655 sayılı kararları.)


    Daha sonra bu karar doğrultusunda, iki havra binası yıkılarak, buraya şimdiki Halk Eğitim Merkezi Müdürlüğü binası inşa edilmiştir. (36 yıl arayla aynı yerde iki kurul kararı: Biri yıkılmasına, diğeri de toprakla örtülmesine zemin hazırlıyor.) Eğer havra yıkılmayıp restore edilseydi, şu anda var olan Yahudi Mezarlığı ile birlikte Milas kültür turizmine ev sahipliği yapan bir kent olacaktı...

    Evrensel, Yazı: Nevzat Çağlar Tüfekçi, 14.02.2008

    TOPKAPI SURLARINA YENİ RESTORASYON

     

    İstanbul'un kültür miraslarından Topkapı Sarayını çevreleyen surların restorasyonu için ön çalışma başlatıldı.

     

    Surların bir bölümü daha önce restore edilmişti. Ancak istenen sonucu vermeyen bu çalışma UNESCO tarafından da yanlış ve yetersiz bulunmuştu. Bu tecrübeden ders çıkartılarak bu kez acele edilmeyecek.

     

    Önce kullanılacak teknik, yöntem ve malzemeler belirlenecek. Daha sonra sadece 30 metrelik bir bölümde örnek uygulama yapılacak. Örnek bölümün 7 ayda tamamlanması planlanıyor. Bu bölümdeki uygulama tatmin edici bulunursa, surların kalan bölümü de restorasyon kapsamına alınacak.

    Trt/Haber, 14.02.2008

    KOCAELİ'NDE TARİHİ YENİ CUMA CAMİİ'NE ÇİRKİN SALDIRI

     

     

    İzmit merkezdeki tarihi Yeni Cuma Camii'ne, önceki gece geç saatlerde gelen kimliği belirsiz kişi ya da kişiler, caminin duvarlarına çirkin yazılar yazıp Kur'an-ı Kerim'leri parçaladı.

     

    İzmit'in en eski camilerinden olan Yeni Cuma Camii'nde, bayanların namaz kıldığı bölüm, önceki gece ateşe verildi. Yerdeki kilimi tutuşturan şüpheliler, bayanların okuduğu Kur'an-ı Kerim ve tesbihleri de yakarak olay yerinden kaçtı. Çevreden geçen vatandaşların dumanı fark etmesi üzerine Kocaeli İtfaiye ekiplerince yangın büyümeden söndürüldü. Kocaeli Emniyet Müdürlüğü'ne bağlı ekipler, olay yerinde incelemelerde bulundu. Yakılan oda, sabah temizlenerek duvardaki yazılar kazındı. Konuyla ilgili görüşlerini almak istediğimiz cami imamı ve Kocaeli Müftüsü Hikmet Kutlu, bilgi vermekten kaçındı. Emniyet yetkilileri ise akli dengesi bozuk kişilerden şüphelendiklerini ve duvara 'hadi adli tıp beni bulun' şeklinde yazılar yazıldığına dikkat çekti. Olayla ilgili geniş çaplı soruşturma başlatıldı. Yeni Cuma Camii'ne geçen ay da provokatif bir saldırı düzenlenmişti.

    Zaman, Haber: Mehmet Güler, 14.02.2008

    YEPYENİ BİR DİNAZOR TÜRÜMÜZ DAHA OLDU

     

    Fotoğraf Altı: Paleontolog Terry Gates, ördek gagalı dinozorun kafatası yapısının benzersiz özelliklere sahip olduğunu belirtiyor.

     

    Meksika'da keşfedilen yeni bir dinozor türü Kuzey Amerika paleontolojik araştırmalarında yeni bir aşamaya geçildiğini ilan ediyor. Meksika, Kanada ve ABD'li uzmanlardan oluşan ekipte yer alan Utah Doğal Tarih Müzesi'nden Terry Gates, ördek gagalı dinozorun kafatası yapısının benzersiz özelliklere sahip olduğunu belirtiyor. Uzmanlar, burnu kafasının tepesinde yer alan dinozorun nazal geçitlerinde yer alan kemik çıkıntısının bir trompet gibi işlev görerek içinden geçen havayla kışkırtıcı sesler çıkardığına ve dinozorun dişileri böyle çektiğine inanıyor.
     

    Aslında 72 milyon yıllık bu fosil bulunalı 13 yıl oluyor. Ancak daha önce bilinen herhangi bir türe ait olmadığı, temizlenmesi ve parçalarının bir araya getirilmesi gibi uzun yıllar süren çalışmalardan sonra anlaşıldı.


    Uzmanlara göre, öldüğünde 7.6 m. boyunda olan dinozorun boyu, büyüseydi 11 metreyi bulacaktı. Bu da Velafrons coahuilensis adı verilen cinsin Tyrannosaurus rex'lerle hemen hemen aynı boyutta olduğunu gösteriyor. Uzmanlar keşfin 10 farklı ördek gagalı dinozora sahip olduğu düşünülen 'hadrozor' ailesinde eksik parçaları tamamlayacağı görüşünde.

    Radikal, Fotoğraf: AP, 14.02.2008

    TARİHİ ÇINARIN YAŞI BELLİ OLDU

     

    Guinness Rekorlar Kitabı'na girmeye aday gösterilen tarihi çınarın bin 251 yaşında olduğu tespit edildi. İznik'te, Davud-i Kayseri Türbesi'nin yanında bulunan tarihi çınarın yaşı belli oldu.


    İznik Kaymakamlığı, Davud-i Kayseri Hazretleri'nin mezarının bulunduğu alanı yakın zamanda tespit etmiş ve mezarın olduğu noktaya bir türbe yaptırmıştı. Türbenin hemen doğusunda yer alan tarihi çınarın da bakımını üstlenen kaymakamlık, Türkiye'nin sayılı ağaç bilimcilerinden orman yüksek mühendisi Teoman Varol'u ilçeye davet etti. Varol, asırlık çınarın ayakta kalmasını güçleştiren gövdesindeki mantar hastalığını tedavi ettikten sonra ağacın yaşını da tespit etti. Gerek halk, gerekse yetkililerin 700 küsur yaşında sandığı anıt ağacın gerçek yaşının bin 251 olduğu anlaşıldı. Varol, çınarın bugüne kadar ayakta kalmasının şaşırtıcı olduğunu söyledi.

    Bursa Hakimiyet, 14.02.2008

    MÜZE GÖREVLİLERİ TARİHİ KOSTÜMLER GİYECEK

     

    Kültür ve Turizm Bakanlığı, Topkapı Sarayı'nda uygulanan müze görevlilerine tarihi kostümler giydirme çalışmasını tüm Türkiye'ye yayıyor.

     

     

    Geçtiğimiz aylarda Topkapı'da başlatılan uygulama Ankara'daki Kurtuluş Savaşı Müzesi ve Cumhuriyet Müzesi ile devam edecek. Daha sonra tüm müzelerde ziyaretçileri, müzenin konseptine uygun tarihi kıyafetler giyinmiş görevliler karşılayacak. Yurtdışında yaygın olan müze görevlilerinin tarihi kostüm giymesi Topkapı Sarayı'nda başlatılınca ziyaretçilerden yoğun ilgi gördü. Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay da bütün müzelerde bu uygulamaya geçilmesini istedi. Buna göre, Ankara'daki Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyet müzelerindeki görevliler için Cumhuriyet'in kurulduğu tarihte askerlerin ve kadınların giydiği kıyafetlerden dikilecek. Diğer müzelerdeki görevlilere de müzenin içeriğine göre kostümler yapılacak. Tarihi kıyafetleri Ankara Kız Olgunlaştırma Enstitüsü çalışanları stilize edecek. Tarihi kaynaklar taranarak oluşturulacak kıyafetler, bakanlık bünyesinde tarihçilerin de görev aldığı bir kurul tarafından incelenerek onaylanacak.

    Zaman, Haber: Aslıhan Aydın, 14.02.2008

    GÜZELYURT İNANÇ TURİZMİNİN YENİ MERKEZİ




    İstanbul’da ki Ayasofya’dan daha eski Küçük Ayasofya denilen Aziz Gregorios Theologos Kilisesi ile inanç turizminin merkezlerinden biri olarak görülüyor.


    Aksaray iline bağlı eski adı Gelveri olan Güzelyurt kiliseleri, manastırları ile bir tarih kültür hazinesi olarak görülürken İstanbul’daki Ayasofya’dan daha eski Küçük Ayasofya denilen Aziz Gregorios Theologos Kilisesi ile inanç turizminin merkezlerinden biri olarak görülüyor.
    Orta Anadolu'nun en görkemlisi Hasan Dağı eteklerinde yer alan Melendiz Irmağı kıyısında 14 km’lik kanyon Ihlara Vadisi, kayalara oyulmuş Selime Katedrali ve sekizgen kubbesiyle dünya harikası Kızıl Kilise bölgenin değerini bir kat daha artırıyor.


    Turizmin yeni merkezlerinden biri olarak tanıtılan, aynı zamanda termal merkezlerine sahip bulunan Güzelyurt, konaklama tesisleri ve Türk mutfağının örneklerini sunduğu lokantalarıyla, el sanatlarıyla  yerli ve yabancı turistlerin akınına uğruyor.
     

    GÜZELYURT (GELVERİ) TARİHÇESİ

    Güzelyurt (Gelveri) İlçesi, İç Anadolu Bölgesi’nde Aksaray İli’ne bağlı bir ilçedir. En eski adı (Roma ve Bizans Döneminde) “Karballa” idi. Selçuklular zamanında  “Gelveri” olarak değiştirilen ilçenin adı  1965 yılında şimdiki ismi olan Güzelyurt’a çevrilmiş ve 1989 yılında Aksaray’ın il oluşu ile birlikte ilçe olmuştur.

     

    Güzelyurt (Gelveri)’taki yaşam hakkında ilk kesin bulgular Hristiyanlıkla beraber başlar. Ancak yörede bulunan obsidiyen ve çanak çömlek parçaları bize bu yörede yaşamın Paleolitik Çağ’da var olduğunu kanıtlar. Eski adı Karballa, daha sonraki adı Gelveri olan Güzelyurt, Paleolitik Çağ’dan beri insanlara yurt olmuştur. İlçe önemli bir Neolitik (MÖ 6500-5000) yerleşim merkezi üzerine kurulmuştur. Bu bölge Eti, Hitit, Pers, Kapadokya Krallığı, Eski Yunan, Roma, Bizans, Selçuk ve Osmanlı Medeniyetlerine beşiklik yapmıştır.

     

    Hititlerin çok tanrılı dinlerinden sonra, bu yıllarda ateşe tapmayı ve Tanrıya inanışı birleştiren İpsistaryo Dini ortaya çıktı. Bu din, büyük toprak faaliyetleri arasında rağbet gördü. MÖ 17. yy'da bölge, Roma İmparatorluğu topraklarına katıldı fakat kral gücündeki dini liderlerin (rahipler) yönetimi MS 2 yy’a kadar azalarak da olsa devam etmiştir.

     

    Bu sıralarda köle durumunda bulunan halk arasında St. Paul’un bölgeye getirdiği Hristiyanlık hızla yayılmaya başladı. Hıristiyanlık ilk yıllarda büyük tepki gördü. İmparatorluk tarafından resmi din olarak kabul edilinceye kadar bu dine inananlar, ilk zamanlar Güzelyurt ve çevresi, Ihlara Vadisi, Peristrema Vadisi, Soğanlı gibi yerlerde saklanmışlardır. Zaman içinde Hristiyanlık bu bölgede Pagan Dini ve Pers kökenli geleneklerden etkilenerek yeni bir anlayışa dönüştü. Zaten tarihin başlangıcından beri çok değişik kültür ve dinlerin geçişine sahne olan bölgede bu durum kaçınılmazdı. Güzelyurt’lu Gregorius Teologos ve Kayserili Basilus, birlikte ortaya koydukları fikirlerle zaman içinde Ortodoks mezhebinin kurucuları durumuna gelmişler, buna bağlı olarak da ilk manastır hayatı Güzelyurt’ta başlamıştır. İmparator Teodosius tarafından Güzelyurt’ta 385 yılında Gregorius Teologos adına bir de kilise yaptırılmıştır. Oğul Gregorius, 329 yılında ‘Arianzos’adı verilen çiflikte doğmuştur.

     

    8. ve 9.yy'larda Müslüman Araplar Bizans üzerine yaptıkları akınlar sırasında Torosları, Kilikya Geçiti’nden aşarak Melendiz Ovası’na iniyorlardı. Arap yol haritalarında Güzelyurt (Qualuari), Melendiz Ovası’nda bir istasyon olarak gösterilir.

         

     Roma’nın din üzerindeki baskısı, İkonoklast Akımı’nın başlamasına sebep olmuştur. Bu dönemde Aziz Gregorios’un ortaya koymuş olduğu dini sistem o kadar kuvvetlidir ki bölge, bu hareketten yara almadan kurtulmuş ve İkonoklast Akım’a karşı olan Hristiyan din adamlarına sığınak olmuştur.

     

    12. yy’da Anadolu’ya hakim olan Selçuklular, toprağı işlemeyi bilen Rumların göçünü önlemek için bazı imtiyazlar tanıdılar. Böylece Hristiyan ve Müslüman halk bir arada yaşamaya başladılar. Belisırma’da bulunan St. Georges (Kırk Damaltı) Kilisesi buna iyi bir örnektir. Burada bulunan freskde, bölgenin o dönemdeki beylerbeyi olan Basil Güyaüyakupos, Türk kıyafetleri içinde resmedilmiş ve freskin kitabesinde Sultan II. Mesut için ‘çok yüksek ve çok asil bir sultan’ olarak söz edilmektedir.

     

    Güzelyurt, gelişmesini özellikle Nenezili (bugün Bekarlar) din bilgini Aziz Gregorios Teologos’a (4. yy) borçludur. Kendisine Gelveri’yi merkez olarak seçen bu aziz, Hristiyanlığın Anadolu’da yayılmasını sağlamıştır. O dönemde manastır yaşantısının temelini atmıştır. İleri sürdüğü fikirler daha sonra Ortodoks mezhebini ortaya çıkarmıştır. İlçede ve Manastır Vadisi’nde Bizans ve Osmanlı döneminden kalma, kayalara oyulmuş elliye yakın kilise vardır. Ayrıca üç yer altı şehri ve bir kaya cami bulunmaktadır. Yarı kayadan oyma, cepheleri işlemeli, yaşları 100 ile 200 yıl arasında olan Gelveri evleri, Kapadokya mimarisinin en güzel örneklerini teşkil etmektedir. İlçede ve yakın çevresinde bulunan tarihi eserler, Kapadokya’nın genelindeki bütün özellikleri içerirler.

     

    Güzelyurt İlçesi’nin ilk yerleşimi Aşağı Mahalle’deki Aya Gregorios Theologos Kilisesi çevresindeki kaya mekanlarda yerleşim alanında yer aldı. Sonraları kaya konutların ön kısmına tonoz örtü sistemiyle yapılar eklendi. Bunun sonucu önü yapı, arkası kaya oyma olan konutlar kullanılmaya başlandı. 19. ve 20. yüzyıllarda ise Yukarı Mahalle’de kaya oymalarına konutlar inşa edildi.

     

    Yörenin manastır vadisinde çizgi boyamalarla süslenmiş az sayıda da olsa kaya konutlar bulunmaktadır. Buradaki kaya oymalarda ön cephe yaratılarak kabartma süslemelere yer verilmiş ve bir anıtsallık elde edilmeye çalışılmıştır. Bu gözlemlerin sonucu olarak Güzelyurt’taki kaya mekan ve kiliselerin çoğunluğunun ikona yasağının kalkmasından sonraki dönemde veya Selçuklular zamanında yapıldığını söylemek mümkün olur.

     

    Mübadele ile Yunanistan’a giren Rumlar, Kaval yakınlarında  “Nea Kalvari” adıyla yeni bir köy kurmuşlar ve Güzelyurt’taki kilisenin aynısını oraya inşa ederek, buradan götürdükleri kutsal eşyaların teşhir edildiği bir müze kurmuşlardır.. 1924 yılına kadar, ilçede Rum ve Türk nüfus bir arada yaşamışlardır. Büyük mübadelede Rumlar, Yunanistan’ın Kastorya ve Kozan köylerinden gelen Türkler oralardaki evlerini terk etmişlerdir. İlçede mübadele 1924 yılında yapılmış ve buradan ( Güzelyurt’tan) göç eden vatandaşlar Yunanistan’ın Kavala şehrine bağlı Nea  Kalvari’ye yerleştirilmiştir.

      

    Bugün göç edenler ve hala hayatta kalanlarla onların çocukları ve torunları Güzelyurt’u ziyarete gelmekte ve bir bayram havasıyla karşılanmaktadır

         

    E-5 yolu üzerine kurulan bu yerleşim alanı tamamen Türk dili konuşmakta ve her yıl düzenli bir şekilde Kapadokya Konferansı adı altında uluslararası bir festivale ev sahipliği  yapmaktadır.





    Aziz Gregorios Theologos Kilisesi (Küçük  Ayasofya)

    Güzelyurt İlçesi’nin Aşağı Mahalle’sinde bulunmaktadır. Andreades ve Akaklades’in belirttiğine göre bu kilise Büyük Teodoslus tarafından MS 385 yılında yaptırılmıştır.Akaklades, kilisenin üç kapısından birinin üzerindeki kitabede “Bu haç kişisel, Bizans İmparatoru Theodoslus tarafından inşa edilmiştir. İmparator Gregorios Nazianzo ile de kutsal hacın bir parçasını kiliseye hediye etmiştir.” cümlelerini okuyabildiğini, daha başka yazılar da olduğunu, fakat bunların okunmasının mümkün olmadığını yazmaktadır. Andreades’in belirttiğine göre kilisenin kitabesinde “Aya Gregorios Theologos’un bu kutsal kilisesi, Kellivar hristiyanlarının yardımıyla ve mimar Gregorios Madenci tarafından 1835 yılında tamir edilmiştir.” cümlesi yer almaktadır. Bu kitabenin yazılarını sonradan silmek için yazıldığı iddia edilmektedir. Bu da 385 yılındaki kitabe olsa gerekir.

        

    Kapalı Yunan Hacı tipine ait bu kilisenin plan şeması sonradan yapılan ilavelerle değişikliğe uğramıştır. Apsi kısmında görülen kalıntı eski yapının parçasıdır. Kilisenin yapıldığı 385 yılından sonra önemli değişiklikler geçirdiği anlaşılmaktadır. En önemli değişiklik ise 1835 yılında restorasyon sırasında olmuştur. Aya Gregorios tarafından kilisenin tamiri için İstanbul’da yaşayan Rumlar tarafından saraya yapılan baskılar sonucu 1834 yılında bir ferman çıkarılarak, özel izin alınmıştır. 1835 yılında kilisenin plan şemasında büyük değişiklikler yapılmış ve kapalı Yunan Hacı tipinden 3 nefil, kubbeli bazlika tipine geçilmiştir. 15,5 asır boyunca kilise olarak hizmet veren bina, 1924 nüfus mübadelesinden sonra cami olarak kullanılmaya başlanmıştır.

         

    Bahçesinin kuzeyinde kilisenin misafirhanesi bulunmaktadır. Burada kilisenin heyeti toplanır ve bölgeyi ilgilendiren sorunlar görüşülürdü. Devlet ileri gelenleri, bölgenin baş rahipleri bu yöreden geçtiklerinde misafirhanede kalırlardı. Bunların yanı sıra güncel sorunlar da görüşülür, evlilik işlemleri de burada çözümlenirdi. Misafirhanenin alt katında buğday, yağ depoları, bahçesinde fırın bulunmaktadır. Doğusunda kilise papazının oturduğu ev yer almaktadır.Yine bu devirde bahçenin güneyinde zengin Gelverililerin mezarlığı yer alır. Güney doğusunda ise 35 basamak merdivenle inilen yer altı suyu ”Ayazma’sı” bulunmaktadır.

     

    Kilisenin çatı kısmı Konya Vakıflar Bölge Müdürlüğü tarafından onarıma alınarak tamamlanmıştır.

     

    Kale Manastırı Kilise

    Kapadokya’daki dini kuruluşların en büyüklerindendir. Manastır, 8I. ile 14. veya 10. yy; kilisedeki figürlü freskolar ise 10. y.y. sonu ile 11. yy başları arasına tarihlenmektedir. İsa’nın göğe çıkışı, müjde, Meryem gibi tasvirler bulunmaktadır.

     

    Kaya Cami     

    Güzelyurt’taki Kaya Cami’nin yapılış tarihini belirleyecek bir kitabe yoktur. Bölgeye yapılan Arap akınlarının sonucu olarak sürekli bir yerleşim alanının bulunmaması, Selçuklu ve Osmanlı egemenliği döneminde yöreye yerleşen ilk Müslümanlar tarafından yapılmış olabileceği görüşü hakim olan cami, eklentisiz kayadan yapılan minber basamaklarıyla Manastır Vadisi’nin kuzeyindeki kayalıkların üzerinde bulunmaktadır. Cami, tek bir kaya blok oyularak yapılmıştır. Bir ana mekandan ve okuldan oluşmaktadır. Tonoz tavanlı son cemaat yeri yapılırken, ön bölümdeki meyilli kayalar bir duvar gibi düzeltilmiştir. Bu kaya duvara mihrap ve kandiller oyulmuştur. Caminin mekanı 28 metrekarelik bir alan üzerinde bulunmaktadır. Mihrap, minber, müzenin mahfili ve kaya sütun iç mekanda düzenlenmiştir. Yan taraftaki okulla cami arasında küçük bir pencere vardır. Bu pencere, cemaatin çok olduğu günlerde okul da cami olarak kullanıldığı zaman imamın sesinin duyulabilmesi için yapılmıştır. İç mekandaki yarım daire kaya kabartmalarıyla,  dışarıya doğru oyulmuş su boşaltma kayalarıyla, 90 cm. çapındaki oyuk görüntülü minaresiyle meraklılarının ve ilgilenenlerinin ziyaretini beklemektedir.

       

    Küçük Okul

    14 metrekare üzerine yapılmıştır ve tavanı düzdür. İç mekanda bir ocak ve oturmak için kaya sedir bulunmaktadır. Okulun kaya duvarlarında kandil için düzensiz olarak hazırlanmış oyuklar bulunmaktadır. Sonradan yapıldığı sanılan pencerelerden Manastır Vadisi’nin manzarası göz alabildiğince uzanmaktadır.

     

    Eski Mahalle

    Volkanik kökenli kaya kütlesine oyulmuş cepheleri işlemeli, kesme taştan yapılmış eski binalardan oluşmaktadır. Halk, bu evlerde yüzyıllardan beri süre gelen geleneksel yaşantıyı devam ettirmektedir.





    Sivişli (Anargiros) Kilise

    Kubbesi ve dört sütunu ile kayadan yapılmış olan kilisede 1877’den kalma duvar resimleri hala görülebilmektedir. Kilisenin çevresindeki kayadan oyma odalar Aziz Anargiros Bayramı’na gelen hacıları ve hastaları ağırlamaktaydı. Kilise, Rumların ilçeyi terk etmelerinden sonra belli bir süre çömlek atölyesi olarak kullanmıştır.

     

    Sivişli Kilise (Hagia Anargiros)

    Tarihi kesin olarak bilinemeyen kilisenin tamamı kayalardan yapılmıştır. Kilisenin dışında bulunan odalara ölümcül hastalar bırakılır, dua edilir ve eğer hasta iyileşirse azizlerin yardım ettiğine inanılırdı.

     

    Manastır Vadisi

    İlçenin aşağı kısmından başlayan vadi, 50 kadar kayadan oyma kilise ve manastıra sahiptir. 4.5 km. uzunluğundadır. İki buçuk saatlik bir yürüyüşle vadiyi gezebilirsiniz. Kayadan oyma evleri, camiye çevrilmiş kilisesi ve kalesiyle ünlü Sivrihisar Köyü'ne ulaşırsınız. 15 dakika sonra Kızıl Kilise’desiniz.

     

    Cafalar Kilisesi

    10. yy’dan kalma ve hala iyi durumdaki fresklerle bezenmiş bir Bizans kilisesidir. O dönemden kalma değişikliğe uğramamış en iyi örneklerden birisidir.





    Yüksek Kilise

    İçinde Bizans döneminden kalma bir şapelin bulunduğu yüksek kayanın tepesine 19. yy’da inşa edilmiştir. Çok sayıda obsidyenden yapılmış malzemenin bulunduğu kilise çevresi  önemli bir neolitik yerleşim merkezidir. Yüksek Kilise’den Güzelyurt ve Hasan Dağı’nın (3268 m.) görünüşü nefes kesecek güzelliktedir.

     

    Antik Gelveri Evleri

    Yarı kayadan oyma, cepheleri işlemeli, yaşları 100 ile 200 yıl arasında olan Gelveri evleri, Kapadokya mimarisinin en güzel örneklerini teşkil etmektedir. Bu evler Güzelyurt’taki taş ustaları tarafından yapılmışlardır. Antik Gelveri Evleri, kesme taşlardan 7-8 mt. yükseklikte inşa edilmiştir. Gelveri evlerinin en çarpıcı özelliği doğal havalandırmalarıdır. Bu havalandırmalar klima görevi görürler. Kapı girişleri ve tavanlar taş işlemelidir. Tavanlar kemerli yapılmış ve iç mekanların yüksekliği  5-6 mt.’ye ulaşmaktadır. Alt katlarında mahzen, hayvan barınağı; içinde ibadethane (papazlık) ve taş fırın bulunan Gelveri evlerinin her biri iç açıcı geniş yapıları ve kendilerine has mimarisiyle size bambaşka bir dünyanın kapısını açar.

     

    Hotel Karballa

    1856 yılında Hristiyanlar tarafından okul olarak inşa edilmiş, 1924 yılından sonra ilkokul ve jandarma karakolu olarak kullanılmıştır. Daha sonra restore edilerek turizme açılmıştır.

     

    Güzelyurt Çevresi :

     

    Ihlara Vadisi

    Güzelyurt’a 12 km. mesafededir. Melendiz Irmağı kenarında 14 km. uzunluğunda bir kanyondur. Vadinin tamamını yürümek 5 saati alır. Ihlara Köyü’nden itibaren ırmağın sol tarafını takip ediniz. Bizans döneminden kalma duvarları boyalı mükemmel kaya kiliselerini Ihlara ve Belisırma civarında gezebilirsiniz. Belisırma Köyü'nden itibaren ırmağın sağ tarafını izleyiniz.Vadinin çıkışında, yeşillikler arasında Yaprakhisar Köyü’ne ulaşmak için Selçuklu döneminden kalma bir taş köprüden geçiniz. Köyde çok sayıda Bizans Manastırı görebilirsiniz. Yaprakhisar’ın devamında, Peri bacalarıyla çevrili 10.yy’dan kalma, 365 basamakla çıkılan Selime’deki Kale Manastırı’nın kayadan oyma birimleri ve Kalenin önünde bulunan 13.yy’dan kalma Selçuklu Türbesi  görülmeye değer eserlerdir.

     

    Selime Katedrali

    Kayalara oyulmuş yüksek bir yerde olan katedral içinde iki sıra halinde sütunlar mevcuttur. Bu sütunlar katedrali üç sahana ayırmıştır.





    Kızıl Kilise 

    Sivrihisar - Niğde istikametinde ve Güzelyurt’a 6 km. uzaklıktadır. Bütün Kapadokya bölgesinin taştan yapılmış kiliseleri arasındaki en güzel örnektir. Freskolarında İncil’den sahneler ve havarilerin portreleri vardır. Aziz Gregorius ömrünün son günlerini bu kilise civarındaki çiftliğinde geçirmiştir. Kilise, 6. yy’da traşit taşından inşa edilmiştir. Sekizgen üzerine kurulmuş kubbesi, haç şeklindeki yapısıyla ve göz alıcı ahengiyle inanılmaz bir mimari güzelliğe sahiptir.

     

    Ilısu Kasabası ve Kaplıcaları

    Güzelyurt’a 10 km. mesafededir. Melendiz Irmağı’nın kenarına kurulmuş bu güzel kasaba, eski zamanlardan beri Varvara isimli bir azize adanmış kaplıcalara sahiptir. Müslüman ve Hristiyan halk bu kaplıcanın kutsallığına inandıkları için, hastalarını iyi etmek için Ilısuya getirirlermiş. Burası dinlenmek için ideal bir yerdir.

     

    Aşıklı Höyük

    Güzelyurt’a 15 km. mesafedeki Kızılkaya Köyü’ndedir. Erken Neolitik dönemden kalma (8040-7490) Anadolu’nun en eski önemli yerleşim merkezlerinden biridir. Ören yerinde düzenli şekilde inşa edilmiş kerpiç evler bulunmaktadır. Burada ayrıca çeşitli hayvan kemikleri, değişik taşlardan yapılmış ziynet eşyaları, içinde iskeletler bulunan 40 kadar mezar açığa çıkarılmıştır.

     

    Çanlı Kilise ve Çeltek

    Aksaray istikametinde olup, Güzelyurt’a 25 km. uzaklıktadır. Çeltek Köyü’ne 2 km. uzaklıktaki kilise, tuğla ve taştan yapılmış, yüksek kaliteli fresklerin hala görüldüğü 11. yy’dan kalma bir eserdir. Hristiyanlar tarafından İsa Peygamber’in göğe çıkma yortusunun kutsandığı bir yerdir. Etrafında çok sayıda kayadan oyma kilise ve manastır bulunmaktadır. Kiliseden 1995 yılında üç adet mumya çıkarılmıştır.

     

    Helvadere ve Antik Nora Kenti (Viranşehir)

    Hasan Dağı’nın eteklerine kurulmuştur ve Güzelyurt’a 25 km. uzaklıktadır. Köyün üzerinde İmparator Jüstinyen tarafından inşa edilmiş eski adı Mokissos (Nora)olan bir garnizon şehri olan bu antik şehir inanılmaz büyüklükteki taşlardan inşa edilmiştir. Günümüzde önemli kültür değerlerini barındıran Nora Kenti çevresindeki  Sarıgöl Kilisesi, Yardıbaş Kilisesi, Süt Kilise, Bozboyun Kilise, Tepe Kilise, Çukurkent Kilise, Kale Kilise ve Selçuklulardan kalma Karahan (Eshab-ı Kefh Hanı) gezilebilecek önemli yerlerdir. Bu yöreden Hasan Dağı’nın görünüşü şahanedir. Güzergahınız üzerinde yaylalarımızdaki sıcak kanlı köylülerimizle karşılaşırsınız.

     

    Yeraltı Şehirleri

    Bu eşsiz mekanlara girdiğinizde bir anda kendinizi yüzyıllar öncesinde bulursunuz. Güzelyurt Merkez (üç tane) ve Gaziemir’de bulunan yeraltı şehirlerindeki büyük depolar, yaşamsal mekanlar, ibadethaneler ve hayvan barınakları görülmesi gereken önemli yerlerdir. İçerideki gizemli hava ruhunuzda gezmeye başladığında sakın korkmayın. Bu sadece yer altı şehrinin ziyaretçilerini selamlamasıdır.

     

    Kaya Oyma Yerleşimleri

    Halk arasında “güvercinlik” olarak da ifade edilen bu yerleşim mekanları ilçe merkezinde bulunmaktadır. Yaşam mekanı olarak kullanılan bu eski yerleşkeler e güvercinler barındığı için  “Güvercinlik” adı verilmiştir. Kaya oyma yerleşimlerinin manzarası en iyi Sivişli Kilisesi üzerinden görülmekte ve görenleri de  büyülemektedir. Bu büyüleyici manzara Hengame Sokak’ta yer almaktadır.

     

    Ilısu Roma Hamamı

    İlçe merkezine 5 km. uzaklıktaki Ilısu Kasabası’nda, Roma döneminden kalma olan bu hamam, günümüzde alternatif termal turizm alanında faaliyet göstermektedir. Bu antik Roma Hamamı, klasik Türk hamamı mimari özelliklerini taşımaktadır.

    Turkiyeturizm.com, Yazı: Özkan Altıntaş, 13.02.2008



    Yunanistan Kültür Bakanı Mchalis Liapis (solda) ve Arnavut mevkidaşı Ylli Pango, 7 Şubat'ta Atina'da düzenlenen iade töreninde iki antik mermer heykele bakıyorlar. [Getty Images]

    YUNANİSTAN TARİHİ PARÇALARI ARNAVUTLUK'A İADE ETTİ

     

    Yunanistan Kültür Bakanlığı, 7 şubat Perşembe günü düzenlenen bir törenle 1991 yılında Butrint Müzesi'nden çalınan iki antik heykeli Arnavutluk'a iade etti.

    Butrint, UNESCO Dünya Mirasları listesinde yer alıyor.

    Törene Arnavutluk Kültür Bakanı Ylli Pango ve Yunan mevkidaşı Michalis Liapis katılırken, Liapis kültür eserlerinin iadesinin Yunanistan'ın yasadışı yollardan ülkeye getirilen bütün eserleri menşe ülkelerine iade etme çabaları kapsamında gerçekleştiğini söyledi.

    Southeast European Times, 13.02.2008

    MALATYA KULUNCAK'TAKİ ROMA DÖNEMİNE AİT AGORA SİT ALANI OLDU

     

    Malatya'nın Kuluncak İlçesi'nde bulunan ve Roma döneminde önemli bir ticaret merkezi olduğu belirtilen agora, sit alanı ilan edildi.  

     

    Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Müdürü Musa Törnük, Kuluncak ilçesinin Kaynarca köyü Tosunbükü mevkisindeki Malatya Arkeoloji Müzesinin yaptığı kazılarda  ortaya çıkan ve önemli bir ticaret merkezinin tabanı olduğu belirtilen mozaiklerin, bir agoranın tabanı olduğunu belirtti.

     

    Çeşitli geometrik figürlerden oluşan mozaiğin Gaziantep'teki Zeugma mozaiklerine alternatif olabileceğine dikkati çeken Törnük, agoranın birinci derecede arkeolojik sit alanı olarak tescil edildiğini kaydetti.

     

    Mozaiğin tabanının bir kısmının tahrip olduğunu söyleyen Törnük, şunları söyledi: “Geometrik, bitkisel ve stilize hayvan motifleri bulunan yer açıkta bulunuyor. Mozaiğin 1,5 dönümlük bir alana yayılmış olduğu tahmin ediliyor. Bu alan yerinde korunacak ve 1. derece sit alanı olarak kurulumuz tarafından kabul edildi.''

    Turizm Gazetesi, 13.02.2008

    DÜNYANIN İLK PARLAMENTOSU PATARA'DA

     

     

    Antalya'nın Kaş İlçesi'ndeki Patara Antik Kenti'nde, 20 yıldır devam eden kazılarda bulunan dünyanın ilk parlamentosu gün ışığına çıkıyor.

     

    Restorasyon çalışmaları tamamlandıktan sonra dünyadaki tüm parlamento başkanları Patara'ya davet edilecek.

     

    Bin 550 milletvekilinden oluşan bu parlamento MÖ 3 bin 200 yılından kalma...

     

    Dünyanın bu ilk meclisi, "Türkiye'nin son parlamentosu, dünyanın ilk parlamentosuna sahip çıkıyor" adıyla başlatılan proje kapsamında restore ediliyor.

     

    Restorasyon çalışmalarının tüm giderleri Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından karşılanıyor.

    Kaş Kaymakamı Süleyman Yılmaz, "Bu parlamento binası, dünyanın ilk demokratik seçimle gelen parlamentosu. Bu parlamentonun içinde kadınlar var. Kadınların meclis başkanı seçilebildiği bir parlamento. Bu parlamento ile demokrasinin Anadolu'dan doğduğu ortaya çıkıyor. Bu bina Anadolu'nun dünyaya armağanıdır." dedi.

    Trt/Haber, 13.02.2008

    TARİHİ TALAN

     

    Bursa'da Kestel'e bağlı Kozluören Köyü'nde taş ocağı açılması planlanan alanda Bizans dönemine ait tarihi mezar kalıntıları ve insan kemiklerine rastlandı.

     

    Devlet Su İşleri Bölge Müdürlüğü'nün açtığı ihaleyi üstlenen firmanın, Eski Bağlar ve Harmanlar Mevkii'nde taş ocağı için altyapı çalışmaları başlattığını öğrenen Kozluören Muhtarı Mustafa Mutlu, taş ocağının yapılacağı alanda tarihi mezar kalıntıları ve insan kemikleri görünce durumu Uludağ Üniversitesi Bilimsel Araştırmalar Koordinatörlüğü'ne bildirdi.

     

    Uludağ Üniversitesi ve sivil toplum kuruluşlarından oluşan bir heyet, bölgede inceleme yaptı. Araştırmalar sonucu Bizans döneminden kalma çok sayıda mezara ve insan kemiklerine rastlandı. Mezar kenarlarında bulunan kemikler incelenmek üzere Uludağ Üniversitesi Arkeoloji Laboratuvarı'na götürüldü. Definecilerin de bir çok yerde kazı yaptığı görüldü.

     

    Uludağ Üniversitesi Arkeoloji Anabilim Dalı Başkanı Mustafa Şahin, kendilerinin muhtarlığın daveti üzerine köye geldiklerini, bölgenin koruma altına alınması gerektiğini vurguladı. Şahin, "Bilimsel Araştırmalar Koordinatörlüğü tarafından desteklenen Bursa ve çevresi kültürel envanteri projesi kapsamında, muhtarlığın daveti üzerine bir ön araştırma yaptık. Yaptığımız araştırma neticesinde Bizans çağına ait olabilecek mezar kalıntılarına rastladık. Mezarlar, defineciler tarafından açılmış va bu mezarların önemli ölçüde tahribata uğradığını gördük. Bu alanın koruma altında olmaması, defineciler tarafından yapılan tahribatı destekler niteliktedir. Arazinin kayalık yapısı buranın Bizans döneminden kalma mezarlık olduğunun işaretidir. Ama kesin ifadede bulunmak için, detaylı şekilde araştırma yapılması gerekir. Anıtlar Kurulu ve Müze Müdürlüğü gerekli çalışmaların yapılması için haberdar edilecektir" şeklinde konuştu.

     

    Taş ocağının kurulması halinde köylülerin burada tarım yapamayacağını söyleyen Kozluören Muhtarı Mustafa Mutlu, konuyla ilgili Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Bursa Milletvekili Faruk Çelik'le görüştüklerini, çalışmaların durdurulacağı sözünü verdiğini belirtti.

    Bursa Hakimiyet, 13.02.2008

    ULUCAMİ'NİN 150 YILLIK HATLARI TEMİZLENİYOR

     

    Bursa Ticaret ve Sanayi Odası'nın (BTSO) 1 milyon 500 bin YTL'lik onarım masrafını üstlendiği Ulucami'de, restoratör Semih İrteş, Kültür Bakanlığı İstanbul Konservasyon Merkezi'nin talimatları doğrultusunda çalışmalarını sürdürüyor. İlk olarak dünyada benzeri bulunmayan, yan taraflarında kainatın resmedildiği 6 bin 666 parçadan müteşekkil çivisiz minber, üzerindeki 12 kat vernik çözülerek ilk günkü gibi kemik ve sedef kakmaları görülecek şekilde ortaya çıkarıldı. Ardından müezzin mahfiline çıkan merdivenlerde ceylan derisi üzerine yapılmış özel nakışlar, düz yağlıboya kaldırılınca tesadüfen fark edilerek orijinal haliyle gün yüzüne çıkarıldı. Ulucami'nin 20 kubbesinden 12 tanesinin sütunları da temizlenerek, 150 yıl önce özel mamul mürekkeple yazılmış tarihi hatlar ilk günkü tazeliği ile ortaya çıkarıldı.

     

    1855 yılındaki büyük Bursa depreminden sonra sütunlara yazılan değişik karakterlerdeki esma-i hüsna da temizlenerek ortaya çıkarılıyor. Her bir kubbede 1 ay boyunca çalışan ekip, öncelikle fil paye denilen sütunlardaki plastik boyaları kimyevi maddelerle söküyor, ardından raspalıyor, yazıların içleri de kimyevi maddelerle temizlenerek parlatılıyor. 150 yıllık özel işlerden yapıldığı tahmin edilen hat mürekkepleri ise sıva içine nakşedildiği için hiçbir etki altında kalmadan ilk günkü orijinalliğinde ortaya çıkıyor. Restoratör Semih İrteş, Ulucami'nin bir hat müzesi olduğuna dikkat çekti.

    Bursa Hakimiyet, 13.02.2008

    LOUVRE MÜZESİ'NİN İSLAM KOLEKSİYONU İSTANBUL'DA

     

     

    Picasso’dan Moğollara uluslararası nitelikte pek çok önemli sergiye ev sahipliği yapan Sakıp Sabancı Müzesi, bu kez Fransa’nın Louvre Müzesi’nde yer alan İslam koleksiyonunu İstanbul’a getiriyor. 19 Şubat’ta açılacak olan "İslam Sanatının Üç Başkenti: İstanbul, Isfahan, Delhi" başlıklı sergi, 1 Haziran’a kadar sürecek.

    SakıpP Sabancı Müzesi (SSM), 19 Şubat-1 Haziran 2008 tarihleri arasında, "İslam Sanatının Üç Başkenti: İstanbul, Isfahan, Delhi" başlıklı sergiye ev sahipliği yapacak. Louvre Müzesi’nin İslam Eserleri Koleksiyonu’ndan Osmanlı, İran-Safevi ve Hint-Baburi sanatının örneklerini içeren 220 eser Türk Telekom’un sponsorluğunda İstanbul’da sergilenecek.

    Sergi, Louvre Müzesi’nin en önemli koleksiyonlarından İslam Sanatları Bölümü’nde toplanmış ve korunmuş olan hazineler arasında Osmanlılara (1299-1923), İran’da 16. yüzyıl başlarında kurulmuş olan Safavi Devleti’ne (1501-1722) ve yine aynı dönemde Hindistan’da hüküm sürmüş Baburi Hanedanı’na (1526-1858) ait çeşitli sanat eserlerinden oluşuyor. Sergide, geniş İran coğrafyasına egemen olmuş Timurilerin (1396-1510) kültür mirasını paylaştıkları Osmanlı İmparatorluğu ile İran’daki Safavi ve Hindistan’daki Baburi İmparatorlukları arasındaki tarihi ilişkilerin kültürel yansımaları gösterilecek. Eserler aracılığıyla üç medeniyetin sanatsal açıdan ortak ve farklı yönleri vurgulanacak. Sergi, Louvre Müzesi’nin işbirliğinde ve Paris Uygulamalı El Sanatları Müzesi’nin katkılarıyla düzenleniyor.

    Louvre Müzesi’nde 2003 yılında kurulan İslam Sanatları Bölümü’nde üç kıtadan 1300 yıllık eserler bulunuyor. 20 bin eserden oluşan zengin koleksiyon İslam dininin hakim olduğu topraklardaki çeşitliliği yansıtıyor.

    Louvre Müzesi’nin İslam Eserleri Koleksiyonu’ndan Osmanlı, İran-Safevi ve Hint-Baburi sanatının örneklerini içeren 220 eser, Sabancı Müzesi’nde sergilenecek.

    Hürriyet, 13.02.2008

    ÇİN'DE MİNYATÜR EJDERHA FOSİLİ BULUNDU

     

     

    Çin'de kanat açıklığı 30 cm'den kısa, uçan bir sürüngen fosili bulundu. Çin'in kuzeydoğusundaki fosil yataklarında gün ışığına çıkarılan ve İngiliz Bilimler Akademisi dergisinde yayımlanan araştırmada, neredeyse tüm eklemleri sağlam halde bulunan yeni fosilin 120 milyon yaşında olduğu ve öldüğünde yetişkin olmadığı belirtildi.

     

    Bilinen en küçük pitezora ait bu fosil türüne "gizli uçan orman sakini" anlamına gelen "Nemicolopterus crypticus" adı verildi. Pitezorların 228 milyon ila 65 milyon yıl önce dinozorlarla birlikte yaşadığı varsayılıyor.

     

    "Quetzalcoatlus" olarak bilinen ve kanat açıklığı 11 metreyi aşan pitezor ise bilinen en büyük uçan hayvanlar olarak tanımlanıyor.

    Zaman, 13.02.2008



    BEDESTENİ ÇÖPLÜĞE ÇEVİRDİLER

     

    Samsun'un Vezirköprü İlçesi'nde 2006 yılında onarımı yapılan 348 yıllık tarihi Bedesten Çarşısı çöplüğü andırıyor.

     

    İlçe merkezinde bulunan ve 1660 yılında Köprülü Mehmet Paşa'nın eşi Ayşe Hatun'un babası Yusuf Ağa tarafından yaptırıldığı bilinen 17. yüzyıl eseri tarihi Bedesten'de 4 kapı ve 110 dükkan bulunuyor.

     

    Özellikle kömürlü semaver yapımında Türkiye'nin son zanaatkarlarını barındıran çarşı, milyonlarca YTL harcanarak Vakıflar Bölge Müdürlüğü tarafından 2006 yılında onarımı yapıldı; ancak bakımsızlık ve denetimsizlik yüzünden çöplüğü andıran görüntüsüyle görenleri hem şaşırtıyor hem tepkisini çekiyor.

     

      

     

    Yıllardır bedesten içinde bulunan esnaflar, "Milyonlarca YTL harcanarak tarihi bedestenin onarımı yapıldı. Ancak, bakımsızlık ve denetimsizlik yüzünden Bedesten pislik içinde ve harcanan o kadar para heba oluyor" diye dert yandı.

     

    Esnaf, bedesten içinde bulunan boş dükkanların değerlendirilerek, bu çirkin görüntüden çarşının kurtarılmasını ve temizlenmesini istediler.

    Samsun Kent Haber, 12.02.2008

    OSMANGAZİ'DEKİ TARİHİ MEKANLAR RESTORE EDİLİYOR





    Osmangazi Belediye Başkanı Recep Altepe Bursa Stratejik Araştırmalar Grubu (BİSAG) 4 yıllık görev süresinde yaptığı hizmetleri anlattı. Bursalılara hizmet etmenin kendisi için bir onur olduğunu belirterek sözlerine başlayan Başkan Recep Altepe, "Son 30 yılda İstanbul'dan 5 kat daha fazla büyüdük. Çarpık yapılaşmanın önüne geçmek için başlattığımız kentsel dönüşüm çalışmalarımız da hızla devam ediyor. İlçemizde plansız alan yok. Yeni bir yerleşim alanının açılmasını da talep etmiyoruz. Bu zamana kadar yaptığımız projelerin içinden 200 tanesi tarihi ve kültürel mirasımıza yöneliktir. Çağdaş kentleşme anlamında 'kentsel dönüşüm' sağlayan projelerin ardından, kente ruhunu kazandıran tarihi mirasın yeniden Bursa'ya kazandırılmasına dönük projelere hız verildi. İşte bu projelerden bazıları; Bursa'nın merkezinde olmasına rağmen çöküntü bölgesi olmaktan kurtulamayan Kamberler, önemli bir kentsel merkez oluyor. Yaklaşık 70 bin metrekarelik alan yeşil alan ve meydan olarak kente kazandırılıyor. Projenin ilk etabında yaklaşık 51 bin metrekarelik alan kamulaştırılarak açıldı. 360 civarında yapı yıkıldı. Doğanbey Kentsel Dönüşüm Projesi ile Bursa'nın en eski mahalleleri olan Tayakadın, Doğanbey Kırcaali ve Kiremitçi mahalleleri modern bir kent oluyor. Proje kapsamında, bölgedeki binaların yüzde 95'i yıkıldı" diye konuştu.

     

    "Osmangazi Belediyesi son 4 yıl içindeki enerji ve birikimini, kenti dönüştürecek projelere" diyen Başkan Altepe, "Büyük projeleri tek başımıza yapmak mümkün değil, o yüzden 300 tane proje ortağımız var. 50 milyon YTL bütçeyle Osmangazi'nin bugünkü bütçesini 181 milyon YTL'ye çıkarttık. Göreve geldiğimizde 13-14 milyon YTL yatırım yapabilirken, şimdi 100 milyon YTL yatırım yapabilecek duruma geldik. Osmangazi Belediyesi'nin tarihindeki kamulaştırmaların 16 katı kamulaştırma yaptık. Önümüzdeki günlerde projenin temeli atılacak. Son 30 yıldır kent gündeminden düşmeyen ama bir türlü ilerleme de sağlanamayan Tabakhanelerin taşınması konusunda önemli mesafe katedildi. 2007 yılı sonunda Bursa'nın "Tabakhaneler" diye bir sorunu kalmadı" şeklinde konuştu.

     

    ISO Kalite Güvencesi altında, bilgi teknolojileri destekli bir belediyecilik anlayışına sahip olduklarını vurgulayan Başkan Altepe şunları söyledi: "Belediyemiz, elektronik hizmetlerini; donanım ve veri iletişim altyapısı, yönetim bilgi sistemi, kent bilgi sistemi ve web sitesiyle entegre bir bilgi sistemiyle sağlıyor. Sistem çerçevesinde; 7/24 ulaşılabilir, şeffaf ve katılımcı yönetim anlayışı çerçevesinde web sitesi aracılığıyla internet üzerinden müracaat ve vergi ödemesi yapılabilmekte. Ayrıca vatandaşlar İhale ve İmar Planlarına ulaşıp imar durumlarını öğrenebilmekte ve daha birçok hizmete ulaşabilmekte. Osmangazi Belediyesi'nin bu çabaları karşılıksız kalmadı. TÜSİAD Türkiye Bilişim Vakfı tarafından düzenlenen E-Türkiye ödüllerinde yerel yönetim dalında büyük ödül Osmangazi Belediyesi'ne verildi"

    Yeni Şafak, Haber: A. Hukusi Gürbüzol, 12.02.2008

    KUŞADASI'NDAKİ TARİHİ EVLER KORUMAYA ALINMALI





    Kuşadası'nın en eski yerleşim bölgelerinden biri olan Camiatik Mahallesi'nde dün gece meydana gelen ve 3 tarihi evin yanmasına yol açan yangın, eski evlerin ortaya çıkardığı tehlikeleri yeniden gündeme getirdi. Camiatik Mahallesi Anıt Sokak'ta henüz belirlenemeyen bir nedenle meydana gelen yangın sonucu, 3 tarihi ev kül olurken, çevredeki diğer tarihi evler de büyük bir tehlike atlattı.

     

    Camiatik Mahallesi'nin yanı sıra, Hacıfeyzullah, Dağ ve Alacamescit mahallelerinde çoğu ayakta zor duran eski evler, özellikle bölgede yaşayanlar açısından büyük bir tehlike oluşturuyor.

    Bazılarında hala insanların yaşadığı eski evler, her an yıkılma tehlikesi nedeniyle, mahallelerde yaşan çevre halkını korkutuyor. Kuşadası'nın en önemli tarihsel miraslarının başında gelen SİT kapsamındaki binaların gözlerinin önünde yıkılıp gittiğini kaydeden Kuşadalılar, bu evlerle ilgili yerel yönetimin mutlaka önlemalması gerektiğini belirterek, ayrıca bir turizm kenti olan Kuşadası'nın tarihsel mirasına sahip çıkılmasını istiyor.

     

    Kuşadası Ticaret Odası Başkanı Serdar Akdoğan, tarihi evlerinin birer simge olduğunu belirterek, yangın ve yıkımlarla bu tarihi evlerin yok olduğunu söyledi. Bir an önce mutlaka önlem alınması gerektiğini kaydeden Akdoğan, " Koruma amaçlı birinci derece SİT kapsamındaki tarihi binalar, bakımsızlık ve ilgisizlik yüzünden göz göre göre çökerken, koca bir tarih de yok oluyor. SİT alanında olduğu için tek bir çivi dahi çakılamayan, çoğu cumbalı tarihi evler, büyük bir hüzünle yıkılacağı günü bekliyor.Yıkılıp, yerine yenisi de yapılamayan tarihi binalara mutlaka sahip çıkılmalı. Son yangın, bu evlerin içinde bulunduğu durumu bir kez daha gözler önüne serdi. Bu evlerin restore edilip, özellikle turizme kazandırılması gerekiyor. Anıtlar Kurulu'ndan daha duyarlı davranması bekliyoruz. Sadece yangının meydana geldiği Camiatik Mahallesi Anıt Sokak üzerinde 30'dan fazla içinde oturulmayan tarihi ev var. Bu evler böyle giderse yok olacak" dedi.

     

    Bu arada Kuşadası Belediye Başkanı Fuat Akdoğan ise ilçenin simgesi olan eski evlerin korunmasına yönelik önemli çalışmalar yaptıklarını, ancak Anıtlar Kurulu engeline takıldıklarını söyledi. Kuşadası'nın eski yerleşim birimleriyle ilgili Kentsel Koruma Projesi geliştirdiklerini kaydeden Akdoğan, "Bu konuda Çalıkuşu Feride'nin evi ve bitişiğinde mülkiyeti belediyeye ait ev gibi örnek restorasyon çalışmaları da yaptık. Gerekli rölöve ve restorasyon çalışmaları için belediye bütçesinden kaynak ayırdık.Ancak tespit ettiğimiz evlerdeki röleve ve restorasyon çalışmaları için Anıtlar Kurulu tarafından izin verilmesi gerekiyor. Bu evleri mutlaka korumalı ve geleceğe taşımalıyız. Yoksa hepsi yok olup gidecek" diye konuştu.

    Yeni Şafak, 12.02.2008

    SANAT HIRSIZLARI İŞİ ABARTTI

    İsviçre'de silahlı soyguncular önceki gün Zürih'teki E.G. Buehrle Koleksiyonu'ndan Degas, Cezanne, Van Gogh ve Monet'ye ait ve toplam değerleri yaklaşık 200 milyon YTL'yi bulan dört eseri çaldı. Polis kar maskeli ve koyu renkte giysiler giymiş üç soyguncunun kapanışa yarım saat kala müzeye girdiğini, soygunculardan biri müze personelini silahla tehdit ederken diğer ikisinin de sergi salonuna girerek dört tabloyu çaldığını belirtti. Eserleri müzenin önündeki beyaz bir araca yükleyerek uzaklaşan hırsızlar halen kayıp. Yakalanmalarına yardımcı olacaklara verilecek ödülse 90 bin dolar (111 bin YTL).





    Değeri 200 milyon YTL'yi bulan yağlıboya tablolar, Claude Monet'in 1879 tarihli 'Vetheuil Yakınlarında Gelincik Tarlaları', Edgar Degas'ın 1871 tarihli 'Kont Lepic ve Kızları', Vincent Van Gogh'un 1890 tarihli 'Çiçek Açan Kestane Ağacı' ve Paul Cezanne'ın 1888 tarihli 'Kırmızı Ceketli Çocuk' isimli tabloları.




    Geçen hafta da Picasso'nun iki yağlıboya tablosu, Zürih yakınlarındaki sergiden çalınmıştı./AFP


    Hırsızlığın gerçekleştiği ve Almanya doğumlu Zürihli bir sanayici olan Buehrle tarafından kurulan E.G. Buehrle Vakfı empresyonist ve postempresyonist sanatta Avrupa'nın en iyi özel müzelerinden biri olarak biliniyor.


    Müzenin yöneticisi Lukas Gloor, hırsızların koleksiyonun en önemli parçalarından dördünü çaldıklarını ancak aynı odadaki daha değerli tabloları bırakmalarının karşılarına çıkan ilk dört tabloyu çaldıklarını gösterdiğini belirtti.


    Polis Zürih'teki soygunun İsviçre tarihinin en büyük, Avrupa'nısa en büyük birkaç sanat eseri hırsızlığından biri olduğunu belirtiyor. Soygundan sadece birkaç gün önce İsviçre'nin doğusundaki bir kültür merkezinden de 4.5 milyon dolar değerinde iki Picasso tablosu çalınmıştı. FBI'ın verdiği rakamlara göre çalıntı eserler pazarı yıllık 6 milyar doları buluyor. İnterpol'un veri bankasında 30 bin adet kayıp eser var. Çalıntı eserlerin sadece bir kısmı bulunabilirken ikon haline gelmiş eserlerin çalınması, bu eserlerin satılmasının güçlüğü ve polisin sıkı çalışması nedeniyle daha zor.

    Radikal, 12.02.2008

    DEFİNE İÇİN UÇURUMDA CAN VERDİ

     

    Arkadaşlarıyla birlikte define arayan kişi, halatla uçurumdan inmek isterken düşerek hayatını kaybetti. Kestel'e bağlı Derekızık Köyü'ne arkadaşlarıyla birlikte define aramaya gittiği öne sürülen R.Ö. (52), ağaca bağladıkları halatla uçurumdan inmek isterken düşerek ağır yaralandı. Arkadaşları tarafından Bursa'daki özel bir hastaneye kaldırılan R.Ö, yapılan müdahaleye rağmen kurtarılamadı. 3 arkadaşıyla birlikte define ararken düşerek ölen R.Ö.'nün eşi Z.Ö'nün de kocasının define aramaya gitmesini istemediği, oğlunu eşinin arkasından olay yerine gönderdiği öğrenildi. Cumhuriyet Savcılığı, olayla ilgili soruşturma başlattı.

    Bursa Hakimiyet, 12.02.2008

    KANDİLLİ'NİN IŞIKLARI





    Ne vakit bir deprem olsa, gözler oraya yönelir; kulaklar oradan gelecek açıklamayı bekler. Nereden bahsettiğimi sanırım anladınız. Modern çehresiyle hizmet veren Kandilli Rasathanesi ve Deprem Araştırmaları Enstitüsü, yüzlerce el yazmasıyla da tarihimize ışık tutuyor. Türk-İslam dünyasının en önemli gökbilimcileri tarafından kaleme alınan yazma eserler ve takvimlere ev sahipliği yapan rasathane, araştırmacıların büyük ilgisini çekiyor. Kandilli Rasathanesi’nin ilk müdürü Fatin Gökmen’in muhafaza ederek, günümüze ulaşmasını sağladığı eserler, dünyanın ender koleksiyonları arasında gösteriliyor.

    Osmanlı’da bilimin ne kadar ileri gittiğini gözler önüne seren koleksiyonda, Ali Kuşçu, Biruni, Uluğ Bey, Takıyeddin, Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri, Kadı Zade Rumi, İsmail Gelenbevi, Salih Efendi, Hüsrev Paşalı Süleyman ve Piri Reis’in de aralarında bulunduğu Türk bilim adamlarının 1340 el yazması saklanıyor. Özel olarak muhafaza edilen bu yazma eserler arasında Ali Kuşçu’nun kitapları ile Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri’nin “Marifetnamesi”, Biruni’nin “Coğrafya Kitabı”, Piri Reis’in “Kitab-ı Bahriye”si, Firdevsi Tavil’in “Davetname”si gibi bilim tarihine damgasını vurmuş kitaplar dikkat çekiyor.

    Astronomi yıllıkları, cetveller, müneccim başlarının sultana veya sadrazama sunmak üzere hazırladıkları ahkam takvimlerinin yer aldığı koleksiyon; 845’i Türkçe, 395’i Arapça, 100’ü Farsça olan toplam 828 cilt içinde 1340 yazma kitabı kapsıyor. Söz konusu koleksiyon Elginkan Vakfı’nın desteği ile Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi tarafından “Kandilli Rasathanesi El Yazmaları” isimli bir katalog halinde hazırlanmıştı.

    Osmanlı İmparatorluğu astronomi konusunda kendisini oldukça geliştirmiş hatta rasathane bile kurmuştu. İlk rasathane Sultan 3. Murad Han zamanında özel izin alınarak Takıyeddin tarafından İstanbul Rasathanesi ismiyle bina edildi. Ancak bu rasathanenin ömrü kısa sürdü. Daha sonra 1868 yılında küçük bir apartman dairesinde başlayarak faaliyet gösteren araştırma merkezi, Rasathane-i Amire adıyla hizmet vermeye başladı. Müdürleri yabancı olan rasathanenin başına ilerleyen vakitlerde ünlü matematikçimiz Salih Zeki Bey getirildi. 1911’de Fatin Gökmen müdür olunca rasathane, bugünkü ‘Kandilli’ye taşındı. 1926 yılında Muvakkithane ve Müneccimbaşılık gibi kurumların kaldırılmasının ardından Hicri Takvim de artık bu rasathanede hazırlanmaya başlandı. Fatih Gökmen görevde kaldığı müddet içinde el yazmalarını muhafaza ederek günümüze kadar ulaştırdı. Kandilli Rasathanesi, 1982 yılından beri Boğaziçi Üniversitesi’ne bağlı bir enstitü olarak faaliyetlerini sürdürüyor.

    Türkiye Gazetesi, Haber: İnan Arvas, 12.02.2008

    SAHİPSİZ HAZİNE DİYARBAKIR

     

    ‘Taşlar’ın ‘düşler’le buluştuğu şehir Diyarbakır dünyaya açılıyor. Diyarbakır Turizm ve Tanıtma Derneği Başkanı Nedim Çizmeci, İstanbul’da gazetecilerle düzenlediği kahvaltılı basın toplantısında “Bizi reytinglerinize kurban etmeyin. Diyarbakır hepimizin, bu kente birlikte sahip çıkalım” dedi

    Bu yıl 12’ncisi düzenlenecek olan Uluslararası Doğu Akdeniz Turizm ve Seyahat Fuarı’na büyük bir çıkarma yapmaya hazırlanan Diyarbakırlılar dün İstanbul’daydı. Diyarbakır Turizm ve Tanıtma Derneği Başkanı Nedim Çizmeci, İstanbul’daki fuarda Diyarbakır Valiliği ve Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanlığı’nın desteği ile yer alacaklarını belirterek 14-17 Şubat tarihleri arasında 100 metrekarelik bir alanda Diyarbakır’ı turizm sektörüne tanıtacaklarını söyledi.

    Kentin tarihi dokusu, kültürü, mutfağı, halk oyunları ve misafirperverliğini öne çıkaracaklarını söyleyen Çizmeci, fuarda Diyarbakır ile ilgili 10 bin broşür dağıtılacağını söyledi. Geçen yıl 15 bin kişinin ziyaret ettiği standa bu yıl daha fazla ziyaretçi beklediklerini kaydeden Çizmeci, medyadan da bu konuda destek beklediklerini söyledi. Çizmeci, Diyarbakır’ı kurtaracak projenin ise 500 milyon euro olduğunu söyledi.


    İslam’ın 5. Harem-i Şerif’inin Diyarbakır’daki Ulu Cami olduğunu

    Diyarbakır’daki Ulu Cami’nin Anadolu’daki ilk cami olduğunu

    Hz. İsa’nın çarmıha gerildiği haçın bir parçasının Diyarbakır’da olduğunu

    Yedi Uyuyanlar - Eshabı Kehf Mağara’sının Diyarbakır’da olduğunu

    Diyarbakır’da yaşamış 541 Sahabeden 27’sinin kabrinin bu kentimizde oluduğunu

    Dünyanın ceylan derisine elle yazılmış tek Tevrat’ının burada olduğunu

    9 peygamber kabri ile 3 peygamber makamının Diyarbakır’da olduğunu

    Yahudi inancı için Kudüs’ten sonra ikinci kutsal kent olan Kalne kentinin Diyarbakır’da olduğunu

    Türkiye’de Hz. İsa’nın diliyle ibadet yapılan tek kilisenin Diyarbakır’da olduğunu

    Diyarbakır’ın sahip olduğu kutsal mekanlar nedeniyle Ortadoğu’nun en önemli inanç turizmi merkezi olduğunu

    İnsanoğlunun yerleşik düzene geçtiği ilk yerin Diyarbakır’da olduğunu

    İç Kale’nin 5 bin yıldan bu yana Anadolu’nun en önemli yönetim merkezlerinden biri olduğunu

    Diyarbakır Surları’nın dünyanın en eski ve en büyük kalelerinden biri...

    Diyarbakır’daki Arkeoloji Müzesi’nde 40 binden fazla eser var...

    1700 yıllık tarihi Diyarbakır Surları’nın 82 burcunun olduğunu

    Dünyadaki ilk robotunun 900 yıl önce Diyarbakır’daki Artuklu Sarayı’nda yapıldığını

    Kabe’nin ilk ipek örtüsünün Diyarbakır Hasanpaşa Han’ında işlendiğini biliyor musunuz...?
    Akşam, Haber: Zana Yavuz, 12.02.2008

    REJANS' A DESTEK ZİYARETİ

     

    Beyoğlu'nun simgelerinden biri olan ve Atatürk'ün de müdavimlerinden olduğu Rejans Restoran'ın 75 yıldır hizmet verdiği İstiklal Caddesi Olivya Geçidi'ndeki mekanından çıkarılmak istenmesi İstanbullu aydınları kızdırdı.

     

    Mekan sahibinin, restoranın 75 yıldır hizmet verdiği yere müzik okulu yapma isteği üzerine seferber olan birçok kültür adamı, müessesenin kapanmasıyla birlikte Beyoğlu'nu Beyoğlu yapan çok önemli bir değerin kaybolacağını belirtiyor. Önceki gün de İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı Başkanı Şakir Eczacıbaşı ve Beyoğlu Belediye Başkanı Ahmet Misbah Demircan, işletmeci Erdal Sezener'i ziyaret etti. Eczacıbaşı, Anıtlar Kurulu'nun koruma kararı olduğuna dikkat çekerken, Demircan da Rejans'ın İstanbul ve Beyoğlu tarihinin temel taşlarından biri olduğunu vurguladı.

    Radikal, 12.02.2008

    TARİHİ CAMİ

     

    Muğla'nın Yatağan İlçesi'ne bağlı Stratonikeia antik kentindeki tarihi Şaban Ağa Camii, restorasyonu tamamlanarak ibadete açıldı. Caminin restorasyonu Muğla Valiliği ile Türkiye Kömür İşletmeleri Güney Ege Linyit İşletmesi (GELİ) tarafından gerçekleştirildi.

     

    Deprem ve çeşitli doğa olaylarıyla yıpranan cami, yıkılmak üzere iken Muğla Valiliği tarafından 2007 yılı içinde caminin restore edilmesine karar verilir. Cami, Muğla Valiliği ve TKİ Güney Ege Linyitleri İşletmesi iş birliğinde aslına uygun restore edilerek Stratonikeia antik kentini ziyaret edecek yerli ve yabancı turistlerin görebilmeleri için kültür turizmine kazandırıldı.

     

    Muğla Valisi Lütfi Yiğenoğlu, Muğla'nın sahip olduğu 195 tarihi ören yeri ve tarihi antik kentiyle Ege Bölgesi'nin açık hava müzesi konumunda olduğunu söyledi. Vali Yiğenoğlu, Muğla'nın sahip olduğu tarihi ve kültürel zenginliklerin yaşatılması ve gelecek kuşaklara aktarılmasında restorasyon çalışmalarının hayati önem arz ettiğini bildirdi. Muğla ve Yatağan'ı, Milas ve Bodrum ilçelerine bağlayan karayolu üzerinde bulunan Stratonikeia antik kentini her yıl binlerce yerli ve yabancı turistin ziyaret ettiğini belirten Vali Yiğenoğlu, restore edilen Şaban Ağa Camii ile antik kentin ayrı bir zenginliğe ve özelliğe daha kavuşturulduğunu sözlerine ekledi.

    haberler.com, 12.02.2008

    "AYASOFYA'YI DA İSTERLER"

     

    AKP'nin MHP'ye "türban jesti" olarak görüşmelerini bir hafta ertelediği yeni Vakıflar Yasa Tasarısı'na tepkiler büyüyor. Yabancılara arazi satışına karşı mücadelesiyle tanınan eski Tapu Kadastro Genel Müdür Yardımcısı Orhan Özkaya , yasanın bu haliyle çıkması durumunda azınlıkların, azınlık vakıflarının "Ayasofya'yı bile talep edebileceğini" söyledi. Özkaya, yeni düzenlemenin Türkiye'de "kilise devletçiklerinin kurulması" anlamına geleceğini söyledi.

    Özkaya, hükümetin "AB dayatmalarını" gerekçe göstererek 10. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer' in vetosuna karşın ısrarla yeniden Meclis gündemine getirdiği yeni Vakıflar Yasa Tasarısı'nın yaratacağı sakıncaları Cumhuriyet 'e değerlendirdi.

    Yeni düzenlemenin yabancı azınlık vakıflarının önünü iyice açarak, misyonerlik faaliyetleriyle ülkenin parçalanmasını hızlandıracağını savunan Özkaya, "AB kendi çıkarlarına uygun yeni bir Vakıflar Yasası dayatıyor... Doğu Anadolu'da kilise ve manastır yerlerinin işaretlendiği haritalar dağıtılmakta... Bu yerleri yeni Vakıflar Yasası hükümlerine göre geri almayı talep edecekler" dedi.

    Özkaya, azınlıkların ilk talep edeceği yerleri ise şöyle sıraladı: Kars Digor'da Chstone Kilisesi, Hekromos Manastırı, Bacnair Kilisesi, Erzurum'da Artsalır, Chacko, Oschikl kiliseleri, Artvin'de Opız Manastırı, Rize'de Guda Schewi Manastırı, Bayburt'ta Varzahan Kilisesi, Ardahan'da Bana, Kosori, Segani, Djala Manastırı, Van'da iktidar tarafından halkın vergileriyle milyarlarca liraya restorasyonu yapılan Akdamar Kilisesi. Özkaya, yeni düzenlemenin yaratacağı sakıncaları şöyle özetledi:

    42762 sayılı Vakıflar Yasası'nda; eski kilise ve manastır yerleri için başvuru süresi 6 ay olarak belirlenmiş iken 58. hükümet (1. AKP hükümeti) döneminde bu süre, yönetmelikte yapılan değişiklikle 18 aya çıkartılmış ve 24.01.2003 tarihli Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Bu yönetmeliğe göre resmi olarak faaliyette bulunan 170'e yakın yabancı cemaat vakfı, 24.01.2003 tarihinden itibaren 18 aylık bir süre içinde, yönetmelikte belirtilen belgelerden herhangi birisiyle Vakıflar Genel Müdürlüğü'ne başvuru yapması halinde, o taşınmaz mala sahip olacak ve adına tescil ettirerek tapu alabilecek. Bu bir satınalma olmayıp kazanılmış hak olarak tanımlanmaktadır. Ermeni, Süryani, Gürcü, Keldani, Bulgar vakıflarının dışında, Nasturi, Yezidi, Kıpti ve Ortodoks Arap vakıfları gibi vakıflarla birlikte, Rum cemaatinin 44 ilkokul, 9 ortaokul ve lise, 1 papaz okulu, Ermeni cemaatinin 2 ilkokulu, 10 orta ve lise, Musevilerin 4 ilkokul ve 1 lise olmak üzere toplam 89 okul bulunmaktadır. Bu okullar, söz konusu yasaya göre adlarına tapu alabiliyorlar.

    * Yasa, adı geçen vakıflara; yurtdışında şube açmasına, dışardaki vakıflarla ilişki kurmasına, bunların ülkemizde şubeler açmasına olanak tanımaktadır.

    Önemli imtiyazlar :


    * Kilise, manastır ve sinagog yerleri üçüncü sahıslara geçmiş olsa dahi tazminat ödemesi gündeme gelecektir.

    * Azınlıklar, Vakıflar Yasası ile önemli imtiyazlar kazanacaklar. Bununla ilgili olarak Ayasofya'nın kilise olduğunu iddia ederek geri isteyecekler.Müze olarak koruyamayacaksınız.

    Cumhuriyet, Yazı: Ayşe Sayın, 11.02.2008

    20 EVİN PROJESİ HAZIR

     

    Mudurnu Belediye Başkanı Metin Soygur, 20 tarihi evin restorasyon projesinin çizildiğini söyledi.

    Daha önce Bolu merkezde turizm alanında organizasyon merkezinin kurulmasıyla birlikte tatilcilerin boş kalan zamanlarını değerlendirme fırsatının olacağını kaydeden Soygür, ''Kurulacak kurulması gereken organizasyon merkezi tatilcileri ilçelerde bulunan doğal güzellikleri ve tarihi mekanları görmeye yönlendirilebilir. Yapılacak organizasyonla hem daha fazla tatilcinin gelmesi sağlanmış olur, hem de Bolu ve İlçelerinin tanıtımı yapılır. Bunun için bir organizasyon merkezinin kurulması şart. Bu konuyla ilgili olarak görüşmelerimiz devam ediyor'' diye konuşmuştu.

    Bolu Olay, 11.02.2008

    2500 SENELİK ŞEHİR BULUNDU

     

    Hindistan'da arkeologlar, ülkenin doğusundaki Orissa eyaletinde tarihi bir kalenin enkazının altından 2 bin 500 senelik eski bir şehri ortaya çıkardı. Bunun Atina'dakinden daha büyük bir buluş olduğu ifade edildi.

     

    Orissa'nın en önemli şehirlerinden Bhubaneshwar'in dış kesimlerinde 6 asır önce bulunan Sishupalgarh'daki tarihi kale kalıntılarının arasından ilk olarak 18 sütun ortaya çıkarıldı. ABD ve Hindistan'dan arkeologlar, yer altında eski şehir halkının kullandığı ev ve süs eşyaları da buldu. Bunun, şehirde o zamana göre ileri bir hayat yaşandığını gösterdiği bildirildi.

     

    California Üniversitesi'nden 12 üyeli arkeolog grubuna başkanlık eden Monica L Smith, "Bu, şimdiye kadar Hindistan'da keşfedilen en önemli tarihi abidedir" dedi. 2 bin 500 sene öncesine dayanan büyük şehrin 4 kapısı olduğunu ve 25 bin nüfusu olduğunu ifade eden Smith, zamanında Atina'daki tarihi şehirde ise sadece 10 bin kişinin yaşadığına dikkat çekti.

     

    Bilim adamları, bu kadar büyük bir şehrin nasıl ortadan kalktığını bulmaya çalışıyor.

    Yeni Şafak, 11.02.2008

    TARİHİ BİNA KÜL OLDU





    Güney Kore'de 14. yüzyıldan kalma "Sungnyemun  Kapısı" yandı. Kore polisi, "Sungnyemun Kapısı"nın, bu sabaha karşı çıkan yangında 80 kadar itfaiyecinin müdahalesine rağmen neredeyse tamamen yandığını belirtti.





    1398'de inşa edilen, 1447'de yenilenen "Sungnyemun Kapısı", Seul'deki turistlerin ilgisini çeken Namdaemun pazar yerinin yanında bulunuyor.





    Japon işgali ve Kore Savaşı'ndan "yara almadan kurtulan", taş bir zemin  üzerine kurulu 2 katlı ahşap yapının restorasyonunun 3 yılı alabileceği  ve yaklaşık 21 milyon dolara mal olacağı ifade ediliyor. Yangının sebebi araştırılıyor.

    Hürriyet, 11.02.2008



    *****


    TARİHİ KAPIYI YAKAN YAŞLI ADAM TUTUKLANDI

     

    Güney Kore'de 14. yüzyıldan kalma tarihi yapıyı yaktığı sanılan bir kişi yakalandı.

    Polis açıklamasında, adının Chae olduğu bildirilen 69 yaşındaki kişinin dün akşam gözaltına alındığı ve genellikle Namdaemun olarak anılan başkent Seul'deki ''Sungnyemun Kapısı''nı yakmakla suçlandığı belirtildi. Chae, 2006'da da Seul'deki bir sarayı ateşe vermek üzereyken yakalanmıştı ve tecilli hapis cezasına çarptırılmıştı.

    80 kadar itfaiyecinin müdahalesine rağmen neredeyse tamamen yanan tarihi yapıt, 1398'de inşa edilmiş, 1447'de de yenilenmişti. ''Sungnyemun Kapısı'', Seul'deki turistlerin ilgisini çeken Namdaemun pazaryerinin yanında bulunuyor.

    Japon işgali ve Kore Savaşı'ndan ''yara almadan kurtulan'', taş bir zemin üzerine kurulu 2 katlı ahşap yapının restorasyonunun 3 yılı alabileceği ve yaklaşık 21 milyon dolara mal olacağı ifade ediliyor.

    Sabah, 12.02.2008

    ORHUN VADİSİ'Nİ MÜZE YAPIYORUZ

     

     

    Türk adının geçtiği ilk Türkçe kitabeler olan Orhun Abideleri, hak ettiği ilgiye kavuşuyor. Başbakanlık Türk İşbirliği ve Kalkınma İdaresi Başkanlığı’nın (TİKA), 1994’te Moğolistan’a yapılan bir ziyaret sırasında başlattığı girişimlerde sona gelindi. Yaklaşık 1300 yıl önce Göktürk Alfabesi kullanılarak Moğolistan’da yazılan kitabelerle, yüzlerce heykel ve şehir harabelerinin bulunduğu vadinin müzeleştirilmesi için başlattığı proje gün sayıyor.

    Tonyukuk (716), Kül Tigin (732) ve Bilge Kağan (735) adına dikilmiş anıtların yeniden dünya kültürüne kazandırılması hedeflenen çalışmada, topografik haritalarının yapılması, konum ve planlarının bu haritalara işlenmesi, anıt külliyelerin plan, rölöve, fotogrametrik belgeleme yollarıyla şimdiki durumlarının ortaya konması büyük ölçüde tamamlanırken, bölgedeki çalışmalar sırasında Bilge Kağan’a veya bir yakınına ait olduğu düşünülen yaklaşık 4000 parça altın, gümüş, bakır, bronz ve değerli taşlardan oluşan eserler ortaya çıkarıldı. Bu eserlerin yanı sıra, bölgede bulunan kalıntıların yapılan kayıtlarının ardından kopyalanma işlemi bitirilerek, sergiye hazır hale getirildi.

    Türk tarihini, sanatını, gelenek ve göreneklerini, dinini, ordu teşkilatını, sosyal hayatını görmenin mümkün olduğu yazıtların sergilenebilmesi için vadide inşa edilen müze binası bitirildi. Projenin önemli ayaklarından birini oluşturan Koşosaydam Vadisi’ni en yakın yerleşim birimi olan Harhorin iline bağlayan 46 kilometrelik yol inşası tamamlandı. Müzede teşhir edilecek eserleri belirleme çalışmaları süren projenin bitirilmesi için gün sayılırken, proje tamamlandığında yaklaşık 280 yıl önce bulunan bin 300 yıllık Türk tarihinin önemli yapı taşları yeniden tarih sahnesindeki yerini almış olacak.

    Türkiye Gazetesi, 11.02.2008

    ANTİK TİYATROYA RESTORASYON TATİLİ

     

    Geçmişten günümüze kalan en etkileyici ve büyüleyici mekanlardan biri olan Aspendos Antik Tiyatrosu, sonbaharda restorasyona alınacak. Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürü Orhan Düzgün Aspendos’la ilgili restorasyon çalışmasının hazırlığı içinde olduklarını söyledi. Projenin, Türkiye Seyahat Acentaları Birliği’nin (TÜRSAB) sponsorluğunda, Çevre ve Kültür Değerlerini Koruma ve Tanıtma Vakfı (ÇEKÜL) tarafından hazırlandığını aktaran Düzgün, “Hedef, 2008 sonbaharında restorasyona başlamak. Proje ancak o zamana yetişecek” dedi. Düzgün, proje kapsamında rölövelerin hazırlandığını ifade ederek, Antalya Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulundan onay alındığı takdirde restorasyona sonbahar aylarında başlanabileceğini kaydetti. Antalya Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'nun, antik tiyatronun kullanımına ilişkin almış olduğu kararlar ve bu çerçevede getirdiği bazı kısıtlamaların bulunduğunu belirten Düzgün, bu seneki kullanımın da daha önce alınan bu kararlar ve kısıtlamalar çerçevesinde yapılabileceğini söyledi.

    Seyirci sayısının, tiyatronun kapasitesi daha yüksek olmasına karşın 2 bin 500 kişiyle sınırlandırıldığını ifade eden Orhan Düzgün, “Orada yapılacak etkinliklerde ayrıca gürültü yüksekliği konusundaki kısıtlamalar da gözönüne alınacak. Bu çerçevede bakanlığın elemanlarının kontrolüyle beraber antik tiyatro, etkinliklere sınırlı ölçüde açık olacak” diye konuştu. Restorasyonun ne kadar süreceğinin projede öngörülen çalışmalara bağlı bulunduğuna işaret eden Düzgün, bu konuyla ilgili de “En kısa sürede ve en sağlıklı biçimde restorasyon nasıl yapılabilecekse, yanlışlıklara da sebebiyet vermeden restorasyonu tamamlayıp tekrar etkinliklere açmayı planlıyoruz” açıklamasında bulundu. Diğer antik tiyatroların da imkanlar dahilinde restorasyonunun düşünüldüğünü ancak Bakanlığın bütçesi sınırlı olduğundan Aspendos’a öncelik verdiklerini belirten Düzgün, asıl büyük ölçekli ve öncelikli projenin Aspendos’ta gerçekleştirileceğini kaydetti. Yaz aylarında 15. Aspendos Uluslararası Opera ve Bale Festivali’ne ev sahipliği yapacak antik tiyatroda, bu etkinlikler sırasında da 2 bin 500 seyirci ve gürültü yüksekliği için konulan kısıtlamalara uyulacak.

    Akşam Akdeniz, 11.02.2008

    MARMARAY ARKEOLOJİK PARKI İÇİN ÇALIŞILIYOR

     

     

    Marmaray Bölge Müdürü Haluk İbrahim Özmen, Yenikapı'daki Marmaray inşaatı için bir arkeolojik park ve müze alanı tasarlandığını söyledi. Özmen, Marmaray'ın hemen yanında bulunan İstanbul Büyükşehir Belediyesi'ne ait metro inşaatının da müze istasyon olabileceğini söyledi.
    Marmaray'ın Yenikapı'daki inşaatında arkeolojik buluntular ve çeşitli yüzyıllardan 11 gemi kalıntısına ulaşılmıştı. Büyükşehir'in aynı bölgedeki metro inşaatı sırasında da 19 tekne kalıntısı çıkarılmıştı.


    Marmaray Bölge Müdürü Özmen, Anıtlar Kurulu'nun isteğiyle söz konusu alanın uluslararası düzeyde bir müze alanına dönüştürülmesi için çalıştıklarını açıkladı: "Anıtlar Kurulu'nun isteğini Büyükşehir Belediyesi'ne ilettik. Büyükşehir hem bizim hem onların çalıştığı alanlar hem de Yalı Mahallesi'ni de kapsayacak kentsel tasarım projesi hazırlıyor. Yeterli alan olmaması nedeniyle, çıkan materyali çıktığı yerde değerlendirmek ve sergilemek birinci derecede önemli."

    Radikal, Fotoğraf: Yurttaş Tümer, 11.02.2008

    ANİ HARABELERİNDE BULUNAN 21 ESER ADETA YENİDEN İNŞA EDİLİYOR

     

    Dünyanın en eski antik kentlerinden Ani Harabeleri'ndeki 21 eser için harekete geçen Kültür ve Turizm Bakanlığı, restorasyona hız verdi. Kültür ve Turizm İl Müdürü Kenan Bekis, Ani'deki Tigran Honents Kilisesi ile Anadolu'nun ilk Türk camii olan Ebul Manucahr Camisi'nin projelerinin tamamlanmasının ardından restorasyon çalışmaları için ihale sürecine geçildiğini aktardı. Bekis, "Bakanlığımızın bu çalışmalarıyla Ani Kenti adeta yeniden inşa ediliyor. Projesi tamamlanan eserlerin yan sıra 2 ayrı yapının da güçlendirme çalışması için ihaleleri yapılacak." diye konuştu.

    Geçmişi yaklaşık 5 bin yıl öncesine dayanan ve birçok medeniyete ev sahipliği yapan Ani antik kenti, restorasyonlarla ayakta tutuluyor. Önceki yıllarda yapılan fakat aslına uygun olmadığı için beğenilmeyen yenileneme çalışmalarının yerine güçlendirme, diğer eserler için de restorasyon çalışmaları yapılacak. Ancak her iki çalışma öncesinde de proje aşaması yer alıyor. Yapıların rölöve (ilk hali), resitition (şimdiki hali) ve restorasyon (ilk haline uygun olarak düzenlenmesi) çalışmaları projelerden geçiyor. İhale usulüyle yapılan projelendirme aşamasının ardından Kültür ve Turizm Bakanlığı, projeyi uygulamaya koyarak tarihi yapılardaki çalışmaları başlatacak. İlk çalışmalar ise Ermenistan sınırına en yakın olan eserlerde yapılacak. Sınırın karşı tarafında bulunan Ermeni taş ocaklarında geçmiş yıllarda kullanılan dinamitlerden zarar gören eserlerin yanı sıra aslına uygun olmayan restorasyonla zarar gören eserler de elden geçecek.

     

    İl Kültür ve Turizm Müdürü Kenan Bekis, Ani Antik Kenti'nde bu sene ilk olarak projeleri tamamlanan Tigran Honents Kilisesi ile Anadolu'nun ilk Türk camii olan Ebul Manucahr Camisi'nin restorasyonuna başlanılacağını, bunun için de bakanlığın İl Özel İdare'ye ihale bedelini gönderdiğini açıkladı. Zaman kaybetmeden yapılacak ihalenin ardından yaz mevsiminde çalışmaların başlayacağını söyleyen Bekis, restorasyonu yapılacak olan eserlerin yanı sıra 2 yapıda da güçlendirme projesi ihalesi yapılacağını dile getirdi. Bekis, "Pkritch Kilisesi ile Selçuklu Sarayı'nın restorasyonları beğenilmemişti. Şimdi bakanlık bu yapılar için güçlendirme ihalesi yapılmasını istiyor. Proje ihalesi yapılarak bu eserlerde de düzenlemeler yapılacak. Bakanlık, şimdi Ani Ören Yeri'ni adeta yeni baştan inşa ediyor. Önceden yapılan restorasyonların aksine şimdi önce proje çalışmaları yapılıyor. Projelerin ardından restorasyonlara geçilecek." diye konuştu. Bekis, ayrıca Ani'deki kazı çalışmalarının rutin bir şekilde her sene olduğu gibi bu yıl da devam edeceğini sözlerine ekledi.

    Turkiyeturizm.com, 11.02.2008

    TARİHİ ALAN ÜZERİNDE SU TESİSİ TARTIŞMASI

     

    Haymana’nın Büyükyağcı Köyü’nde içme suyu tesisi kurulmak istenen araziden ’tarihi eser fışkırması’ köy halkı, Tabiat Kurulu ve su firmasını karşı karşıya getirdi. Üzerinde tarihi bir hamam olmasına karşın arazide suyun çıktığı bölümün, sit kararı dışında bırakıldığı iddia edildi.





    Haymana İlçesi’nın Büyükyağcı Köyü’nde, Eski Tunç ve Roma dönemlerine evsahipliği yapan ve üzerinde tarihi eserler bulunan arazinin, Muhtar Mehmet Özcan tarafından içme suyu tesisi kuracak firmaya kiraya verildiği ortaya çıktı. Köy halkı, arazi için apar topar sit alanı kararı çıkarıldığını, ancak su çıkan bölümün karar dışında bırakıldığını iddia ettiler.

    Büyükyağcı Köyü Muhtarı Mehmet Özcan, içme suyu tesisi kuracak firma sahibi İsmail Gündoğdu ile 2 aza refakatinde 27 yıllık bir kira sözleşmesini, 2005 yılında noter huzurunda imzaladı. Sözleşmenin varlığı, içme suyu tesisi inşaatının başlamasıyla 2007 Kasım ayında ortaya çıktı. Köylüler, su kaynağı olarak kullandıkları arazinin kiraya verilmesine isyan edip, Kaymakamlık ve Cumhuriyet Savcılığı’na başvurdu.

    Yapılan başvuru ve şikayetleri değerlendiren Kültür ve Turizm Müdürlüğü, Anadolu Medeniyetleri Müzesi Müdürlüğü arkeologlarına söz konusu alanda inceleme yaptırdı. Arkeologların hazırladığı raporda, "Buluntuların tespit edildiği Gavır Hamamı ve Yüz Kuyu Mevkii’nde yer alan höyüğün tescil edilmesi, ancak tescil evraklarının hazırlanmasına kadar geçen süre içinde hamam ve çevresinin daha fazla tahrip edilmesini önlemek için mülki amirlik tarafından inşaat faaliyetlerinin ivedilikle durdurulmasının uygun olacağı" ifade edildi. Bunun üzerine hazırlanan yazı emri, ’ivedi’ olarak Vali Yardımcısı Selahattin Ekremoğlu’nun imzası ile Haymana Kaymakamlığı’na gönderildi.

    Ancak Valilik ve müze müdürlüğünün ’ivedi’ kararının zamanında yerine getirilmediği, sit alanında ılık suyun aktığı bölgede yüzyıllardır oluşan travertenler ve tarihi kalıntıların inşaat faaliyetleri sırasında tahrip edildiği öne sürüldü.

    Anadolu Medeniyetleri Müzesi Müdürlüğü, alanı ’1’nci derecede arkeolojik sit alanı’ ilan ederken, Kültür ve Tabiat Varlıkları’nı Koruma Bölge Kurulu, sit alanından içme suyu bölgesini çıkartarak diğer bölgeleri sit alanı kabul etti. Karar, arkeologları ve Büyükyağcı köyü halkını harekete geçirdi.

    Onlarca kamu kuruluşuna yaptıkları şikayetten sonuç alamadıklarını ve çareyi yargıya gitmekte arayacaklarını belirten köy sakini Hasan Aydoğan da, "Sit alanı ilan edildikten sonra, bir üst kuruldan yetkililer getirdiler. Höyük ve Gavır Kalesi sit alanında bırakılırken, suyun çıktığı Gavır Hamamı cımbızla çekilir gibi sit alanının içinden çıkartılmasına anlam vermedik" diye konuştu.

    Muhtarla birlikte sözleşmeye imza atan aza Mehmet Erdoğan ise muhtar ve şirket yetkililerinin kendisine ’değirmen yapmak için su kullanılacağını’ söyleyerek sözleşmeye imza attırdıkların iddia etti ve "Bunun böyle olacağını bilseydim imza atar mıydım?" diye dert yandı.

    Seğmen Su Madencilik A.Ş. yetkilisi Erdal Korkmaz inşaat çalışması süren alanda hiçbir tarihi kalıntının bulunmadığı ve tahrip edilmediğini savundu ve şöyle konuştu: "Köy halkından muhtar muhalifi olan kişiler arazilerinin sulanamayacağı iddiasıyla bir takım şikayetlerde bulundular. Ancak, gerek ilgili bakanlıklar gerekse İl Özel İdare Müdürlüğü gerekli araştırmalarını yaptıktan sonra muhtarlıkla yapılan sözleşmeyi iptal ederek 3 yıllığına kiraya verdi. Bu yatırımla hem köyle hem de devlet kazanacak. "

    Adının açıklanmasını istemeyen bir arkeolog, şunları söyledi: "Tarihi MÖ 3 bin yıllarına dayanan dönemlere evsahipliği yapmış tarih hazinesi bir alanın başkente 100 kilometre uzaklıkta olmasına rağmen bugüne kadar tespit edilememesi çok acı bir gerçek. Köylülerin tarihi alanın tahrip edildiğine dair şikayeti sonrasında bölge 1’inci derecede arkeolojik sit alanı ilan edildi. Bu acı gerçek Türkiye’de tarihin nasıl yok edilmesine göz yumulduğunun en açık örneğidir."

    Hürriyet Ankara, 10.02.2008



    *****


    TARİH KATLİAMI İDDİASI TBMM'DE

     

    CHP Ankara Milletvekili Tekin Bingöl, Haymana’da Eski Tunç ve Roma dönemlerine ev sahipliği yapan bir arazide içme suyu fabrikasının kurulduğu iddiasını TBBM’ye taşıdı. Bingöl, "tarihi zenginliklerin üzerine rant için fabrika kurma çabaları var" dedi.

    Haymana'nın Büyükyağcı Köyü’nde içme suyu kurulmak istenen arazinin, Eski Tunç ve Roma dönemlerine ev sahipliği yapan, tarihi açıdan da büyük öneme sahip bir alan olduğunu ifade eden CHP Ankara Milletvekili Tekin Bingöl, konuyla ilgili olarak Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne bir soru önergesi verdi. Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay tarafından yanıtlanması istenen soru önergesinde Bingöl şunları kaydetti:

    "Bu tür tarihi değerler ülkemizin kültür turizmi açısından ve ekonomiye yaratabileceği katkılar açısından da son derece büyük önem taşımaktadır. Bu çerçevede; Köy sakinlerince dile getirilen, Valilik ve Müze Müdürlüğü’nce gönderilen, bölgenin sit alanı olmasına yönelik ’inşaat faaliyetlerinin ivedi olarak durdurulması’ ile ilgili kararının zamanında yerine getirilmediği ve tarihi alanın tahrip edildiği iddiası doğru mudur? Anadolu Medeniyetleri Müzesi Müdürlüğü ile Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’nun bölgenin sit alanı olup olmadığı yönündeki çelişen kararlarından hangisi doğru olarak kabul edilecektir?

    Köy sakinlerinin konu ile ilgili olarak defalarca çeşitli kamu kuruluşlarına başvurdukları fakat başvurularına herhangi bir yanıt alamadıkları iddiası doğru mudur? Bu başvurulara yanıt verilmemesinden kimler sorumludur? Sorumlular hakkında herhangi bir yasal işlem başlatılması düşünülmekte midir? Bölgenin daha fazla tahrip olmasını engellemek için bir an evvel ne gibi tedbirler alınabilir?

    İddiaların gerçeği yansıtmadığını belirten Seğmen Su Madencilik A.Ş. yetkilisi Erdal Korkmaz inşaat çalışması süren alanda hiçbir tarihi kalıntının bulunmadığı savunarak ve şöyle konuşmuştu:

    "Köy halkından muhtar muhalifi olan kişiler arazilerinin sulanamayacağı iddiasıyla bir takım şikayetlerde bulundular. Ancak, gerek ilgili bakanlıklar gerekse İl Özel İdare Müdürlüğü gerekli araştırmalarını yaptıktan sonra muhtarlıkla yapılan sözleşmeyi iptal ederek 3 yıllığına kiraya verdi. Arazinin sulanması için geri kalan bu su da yetecektir. Bu yatırımla hem köyle hem de devlet kazanacak. Yıllık 225 bin YTL kira bedeli ödenecek ve günlük 250 ton su işlenerek satılacaktır."

    Hürriyet Ankara, Haber: Cengizhan Çatal, 15.02.2008

    ERTUĞRUL FIRKATEYNİ SUALTI KAZISINDA, SUBAY ÜNİFORMALARINA AİT DÜĞMELERE ULAŞILDI

     

    II. Abdülhamid tarafından Japon İmparatoru'na iyi niyet elçisi olarak gönderilen; ama dönüş yolunda fırtınaya yakalanarak batan Ertuğrul Fırkateyni'yle ilgili kazı çalışmalarında ilginç bulgulara ulaşıldı.

    Ertuğrul'un 118 yıl önce battığı Japonya'nın Kushimoto kenti yakınlarındaki Oshima Adası açıklarında dalan dalgıçlar, bir subay üniformasına ait düğmelerin yanı sıra dürbün merceği ve anahtar gibi eşyalar buldu. Dalış ekibini yöneten Bodrum Sualtı Arkeolojisi Enstitüsü Başkanı Tufan Turanlı, buldukları düğmenin gemi kaptanı Osman Paşa'ya ait olabileceğini söyledi.

     

    16 Eylül 1890 tarihinde batan, 500'ün üzerinde denizcimizin şehit olduğu Ertuğrul Fırkateyni'ne dalan Turanlı, son derece iyi korunmuş bir subay üniformasını yarım metrelik taş, kaya ve çakıl tabakasını kaldırdıktan sonra bulduklarını belirtti. "Kazadan kurtulanların anlattıklarına göre Osman Paşa, fırkateyn fırtınaya yakalanınca hemen kamarasına gitmiş ve merasim üniformasını giyerek güverteye çıkmış. Olacakları hissetmiş gibi son anı vakur ve saygın bir şekilde karşılamak istemiş." diyen Turanlı aklına, "Bu düğme Osman Paşa'nın son seferinde giydiği üniformanın düğmesi olabilir mi? sorusunun geldiğini ifade etti.

     

    Yapı Kredi Emeklilik ve Sualtı Arkeolojisi Enstitüsü ortaklığında Tufan Turanlı başkanlığında yürütülmekte olan kazı sırasında İmparator Meici'nin hediyeleri de çıkarıldı. Elverişsiz hava şartlarına rağmen çalışmalarının devam ettiğini ifade eden Turanlı, bir ekibin kazan dairesi, diğer ekibinse kaptan köşkü ve subay bölümü olarak tahmin edilen bölgede çalıştığını, buralardan bol makine aksamı, eşanjör boruları, kömür, kül ve geminin kazanında büyük bir sorun yaşandığını işaret eden erimiş cam ve benzeri malzemeler çıkarıldığını anlattı. Diğer bölümde ise denizci teleskopu mercekleri, silyon feneri camları olduğunun tahmin edildiğini söyleyen Turanlı, kırmızı ve yeşil camlar, sinyal cihazına ait prizmatik, optik kalite camlar ve çok kaliteli, Japon veya Uzakdoğu desenli porselen malzemelere ulaştıklarını bildirdi. Ayrıca bir denizcinin de subayımıza ait kafatası kalıntısını buradan çıkardığını ifade etti. Kazı faaliyetlerinin 14 Şubat'a kadar devam edeceğini kaydeden Tufan Turanlı, THY'nin projeye resmi ulaşım sponsoru olarak destek verdiğini, Sualtı Arkeolojisi Vakfı'nın da çalışmalara katkıda bulunduğunu sözlerine ekledi.

    Zaman, Haber: Erkan Acar, 10.02.2008



    *****


    118 YIL SONRA ÇIKAN İMPARATOR HEDİYELERİ

    Sultan İkinci Abdülhamid'in Japon İmparatoru Meici'ye iyi niyet göstergesi olarak 1889'da gönderdiği ve dönüş yolunda 1890'da mürettebatıyla batan Ertuğrul Firkateyni'nden çıkan ilk buluntuların, aradan geçen 118 yıla rağmen iyi durumda olması şaşırttı. Japonya İmparatoru Meici'nin gönderdiği hediyelerle batan geminin buluntuları birkaç gün sonra İstanbul'a getirilecek ve restore çalışmalarına başlanacak.

    Kazı Başkanı Bodrum Sualtı Arkeoloji Enstitüsü Başkanı Tufan Turanlı, 500'den fazla mürettebatı ile batan Ertuğrul Firkateyni'nin kazan dairesinde yapılan araştırmalara göre, bu bölümde gemi batmadan önce büyük sorun yaşandığını ve belki de geminin batmasına kazan dairesindeki bu ısınmanın neden olabileceğini söyledi. Yapı Kredi sponsorluğunda, Bodrum Sualtı Arkeoloji Enstitüsü ve Japon bilim adamlarının yürüttüğü proje önümüzdeki günlerde sona erecek. Eserlerin nerede sergileneceğine iki hükümet yetkilileri karar verecek. Turanlı, "Japonlar, Kushimoto'daki Ertuğrul Müzesi için 'Türkiye'nin Japonya'ya açılan penceresi' diyor. Japon hükümeti ve basını Ertuğrul araştırmalarını yakından takip ediyor. Aynı ilgiyi Türkiye'den de bekliyoruz" diye konuştu.





    Meici, Sultan'a Uzakdoğu desenli altın işlemeli porselen göndermişti.




    Ertuğrul'un cephaneliğinden çıkarılan Winchester marka tüfekler.

    Sabah, Haber: Bedia Ceylan Güzelce, 12.02.2008



    *****


    ERTUĞRUL FIRKATEYNİ'NDEN ÇIKAN ŞEHİT KEMİKLERİ DİNİ TÖRENLE DEFNEDİLECEK





    Ertuğrul Fırkateyni batığından çıkarılan şehitlere ait kalıntılar, 19 Şubat Salı günü düzenlenecek bir törenle defnedilecek.

     

    Geçtiğimiz günlerde Japonya'da gerçekleşen kazı dalışlarında şehitlere ait kafatası parçaları ve çok sayıda kemik çıkarılmıştı. Kazı heyeti, bu kalıntıların ne yapılması konusunda Genelkurmay Başkanlığı, Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Metin Ataç ile Diyanet İşleri Başkanı Prof.Dr. Ali Bardakoğlu'na danıştı. Şehitlere ait kalıntıların Kushimoto'daki Ertuğrul Şehitliği'ne defnedilmesi kararı verildi. Başkan Prof.Dr. Bardakoğlu, törendeki dini vecibelerin yerine getirilmesi için Tokyo Camii İmamı Ensari Yücetürk'ü de görevlendirdi.

     

    II. Abdülhamid tarafından Japon imparatoruna iyi niyet elçisi olarak gönderilen; ama dönüş yolunda fırtınaya yakalanarak batan Ertuğrul Fırkateyni'yle ilgili kazı çalışmalarında ilginç bulgulara ulaşılmaya devam ediyor. Bu seneki bölümü bugün sona erecek sualtı kazı çalışmalarında geminin büyük yemek kazanına ulaşıldı. Türk ve Japon dalgıçlardan oluşan dalış ekibini yöneten Bodrum Sualtı Arkeolojisi Enstitüsü Başkanı Tufan Turanlı, çok sayıda mermi bulduklarını belirtiyor. Dalış ekibi, en son bir subay üniformasına ait düğme çıkarmıştı.

     

    Şehitlere ait bir kafatası parçasının yanı sıra çok sayıda kemik çıkardıklarını da anlatan Turanlı, şöyle devam ediyor: "Sualtından çıkardığımız kemikleri buraya mı defnedelim, yoksa Türkiye'ye mi götürelim diye kararsız kaldık. Diyanet İşleri Başkanı'mızı aradım. O da orada gömülmesi gerektiğini söyledi. Deniz Kuvvetleri komutanımız ile irtibat kurduk. Kendisi Genelkurmay'a sordu ve Bardakoğlu ile aynı düşündüklerini iletti. Bu sebeple şehitlerimize ait kalıntılar önümüzdeki hafta düzenlenecek törenle Ertuğrul Şehitliği'ne defnedilecek."

     

    Japonya'nın Türkiye Büyükelçiliği Askeri Ataşesi Albay Murat Saka'nın hazır bulunacağı törene dalış ekibi olarak tam kadro katılacaklarını belirten Turanlı, "118 yıl sonra şehitlerimizin hak ettikleri saygıyı bulmalarına çok seviniyorum. Naaşları bulunmamış olan diğer 200'ün üzerindeki Ertuğrul şehidinin kalıntılarını bulup defnetmeyi bir görev olarak görüyorum. Türkiye'ye de bir Ertuğrul Anıtı yapılması gerektiğine inanıyorum." dedi. Öte yandan bugün sona eren Japonya'daki kazı çalışmalarının ikinci bölümü 3 Ocak 2009 tarihinde başlayacak.

    Zaman, Haber: Erkan Acar, 15.02.2008

    PAMUKKALE'DE BETONA BALYOZ





    Denizli’nin dünyaca ünlü beyaz cenneti Pamukkale’de, Özel İdare’nin antik havuzunun çevresindeki beton yapıların yıkımına başlandı.

    1990 yılından bu yana Koruma Amaçlı İmar Planı kapsamında yıkılması kararlaştırılan ancak bir türlü yıkılamayan tesislere ilk balyozu Vali Hasan Canpolat ve Aydın Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu Başkanı Prof.Dr. Celal Şimşek vurdu. 12 yıl önce de travertenlerin yakınında bulunan üç otelle kafeteryalar yıkıldı. Antik havuz çevresindeki yıkım işlerinin tamamlanmasının ardından aynı yerlere geçici süreyle ahşap ve cam kullanılarak hizmet verecek soyunma odaları ve oturma gurupları gibi alanlar yapılacağı bildirildi.

    Pamukkale’nin 2008 projelerini açıklayan Canpolat, ören yerindeki fay hattını yapılacak düzenlemelerle gezilecek bir güzergah haline getireceklerini, Kocaçukur Göleti’ni ziyaretçilerin girebileceği bir termal havuza dönüştüreceklerini söyledi. Canpolat, Pamukkale’nin dünyanın en iyi korunan ve en iyi gezilebilen yeri haline getireceklerini söyleyerek, "Burası yılda 500 bin turiste hizmet verdiği için bugüne kadar kalmış. Yeni bir proje üretilip sunulmadığı ve burada hizmetin devam etmesi gerektiği için yıkılmamış. Sadece antik havuz çevresinde değil jandarma havuzu olarak bilinen yere kadar bir düzenleme yapacağız. Yeni yapılar tamamıyla ahşap ve camdan oluşacak. Günü birlik ihtiyaçları karşılayacak şekilde dizayn edilecek. Nisan ayında bitmesi planlanıyor. Bu alan bittiğinde doğal jeolojik bir park ortaya çıkacak" dedi.

    Denizli’de, 1200 yıl önce meydana gelen depremde Kraliçe Hiera’nın adının verildiği Hierapolis’i yerle bir ederken ortaya çıkan ve çıplak gözle görülebilen fay hatlarının da çevrelerinin temizlenerek turizme açılacağı bildirildi. Canpolat, Pamukkale Örenyeri’nde tarihi kalıntıların arasında bulunan ve depremde ortaya çıkan fay hattını turizme kazandıracaklarını söyleyerek, "Bu fay hattı dünyanın ender görülebilecek yerlerinden biri olacak. Sıcak suyun çıktığı nokta ve fay hattından geçerek travertenlere kadar giden güzergah düzenlenecek. Bu hattı ışıklandırıp, fay hattının üstü açılarak ziyaretçilerin görmesini sağlayacağız. Yaklaşık 400 metrelik güzergahtaki fay hattının bazı yerleri camla kaplanıp yürüyüş yolu yapılacak. Burada gerçekten dramatik bir olay yaşanmış. Hierapolis’in depremle nasıl yıkıldığını ve Pamukkale’nin nasıl ortaya çıktığını fay hatlarından göstereceğiz" dedi.

    Hürriyet Ege, Haber: Ramazan Çetin, 10.02.2008

    YOL KENARINDAKİ TARİHİ ESERLER

     

    Kocaeli'nde D-100 karayolu üzerinde battı çıktı inşaatı devam ediyor. Araçlar için yol sürekli tıkalı ve karmaşık. İnşaat güzergahında yayaların durumu daha da kötü. Yürüyerek inşaat alanından geçmek büyük zorluk. Bu arada battı-çıktı inşaatının devam ettiği bölgede, Yenidoğan yakınlarında yol kenarına atılmış halde duran tarihi taşlar, eserler de pek çok kişinin dikkatini çekiyor. Battı-çıktı inşaatı sırasında yer altından çıkan pek çok tarihi eserin tahrip edildiği, yok edildiği kuşkuları artıyor.

    Özgür Kocaeli, 10.02.2008

    TARİHİ YAPILARA TARİHİ SAYGISIZLIK

     

    Avrupa Kültür Başkenti olmaya hazırlanan İstanbul'da tarihe ve tarihi yapılara duyulan saygı, uygulamalarda karşılığını bulmuyor. 3. Murat tarafından 1759 yılında yaptırılan Beyazıt'taki Laleli Camii'nin bugünlerde restorasyonuna devam ediliyor. Bir taraftan yenileme çalışmaları devam ederken, diğer taraftan da caminin dış görünümünü bozan reklam afişleri, tarihe olan saygısızlığı gözler önüne seriyor. Laleli Camii'nin dış külliyelerinden biri olan ve halen Ayvalık Vakıf Zeytinleri satış yeri olarak hizmet vermeye devam eden iş yerinin astığı reklam afişlere vatandaşlar da tepki gösteriyor. Külliyenin dış görünümü tamamen bozan reklam tabelalarının yanı sıra zeytinyağı tenekeleri de duvarlarda dizilmiş duruyor. Tarihi parmaklıklara asılan reklam afişleri ve caminin giriş kapısında kurulan tekstil ürünleri tezgahları da tarihi yapının tüm görünümünü bozuyor.

    Yeni Şafak, Haber: Gökhan Yılmaz, 10.02.2008

    BÜYÜKŞEHİR'DEN TARİHİ CANLANDIRACAK DESTEK

     

     

    Medeniyetlere beşiklik eden İzmir, tarih zengini... 8 bin 500 yıllık kentin her karışında geçmişin izleri var. Tarihin tekrar gün ışığıyla buluşturulması için birbirinden önemli projeler yürütülüyor. Şehrin göbeğindeki antik çarşı Agora’da, İzmir’in ilk kurulduğu Bayraklı sırtlarındaki Smyrna’da, Foça’daki antik kent Phokai’de, Yeşilova’da ve daha birçok yerde çalışmalar sürüyor.


    Kazdıkça tarih fışkırıyor. Geçmişten gelen eşsiz zenginliklerin ortaya çıkarılmasında en büyük destek Büyükşehir’e ait... Belediye, Agora, Smyrna ve Phokai kazılarına son dönemde sadece işçilikle malzemeler için 2 milyon YTL kaynak sağladı. Agora ile çevresini ''Arkeoloji ve Tarih Parkı'' olarak düzenlemeyi planlayan Büyükşehir, kamulaştırmaya da 2 yılda 15.4 milyon YTL ödedi.


    Belediyenin önünde şimdi de İzmir’in çehresini değiştirecek, dünyanın gözünü buraya çevirecek proje var. Kadifakale eteklerindeki antik Roma tiyatrosunun, üzerindeki derme çatma binalardan temizlenmesi hedefleniyor.

    Bu dev kültür mirasını kurtarmak, Agora ve Bayramyeri’ndeki Roma Yolu’yla bütünleştirmek amacıyla proje hazırlandı. Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu, gerekli izin alındıktan sonra burada da kolları hemen sıvayacaklarını söylüyor. Kocaoğlu, İzmir’in 8 bin 500 yıllık tarihini kentle, kentliyle bütünleştirmek istediklerini ifade ediyor, şöyle konuşuyor: ''Tüm kaynaklarımızı bu projelere seferber ettik. Arkeolojik zenginliğimize sahip çıkıyoruz, sahip çıkmayı da sürdüreceğiz.''
    Milliyet, 10.02.2008

    SÜLEYMANİYE'DE TARİHİ RESTORASYON

     

    Mimar Sinan'ın "Kalfalık eserim." dediği 500 yıllık Süleymaniye Camii, tarihinin en kapsamlı restorasyonuna alındı. Kubbesinden minarelerine, tezyinatından bahçe duvarlarına kadar her köşesi elden geçirilecek.

     

     

    Cami, külliyesi ile birlikte İstanbul'un incisi haline gelecek. Vakıflar Genel Müdürlüğü'ne göre 'baştan ayağa pırıl pırıl yapılacak cami, o eski ihtişamını yeniden kazanacak'. Restorasyon kapsamında tamamen kapatılmayan caminin bir bölümü brandalarla bölünerek ibadete açık tutuluyor. Projenin ne zaman tamamlanabileceği konusunda ise net bir tarih verilemiyor. Muhtemel hırsızlık olaylarına karşı cami bünyesindeki tarihi eşyaların tespiti yapıldı ve belgelenip Vakıflar Genel Müdürlüğü'ne teslim edildi.

     

    Cami duvarlarında bulunan çini panolar, vitraylar, mihrap ve minber gibi özgür yapılar, restorasyon sırasında zarar görmemesi için koruma altına alındı. Caminin her köşesi neredeyse inşaat alanı gibi oldu. Minarelerden başlamak üzere, iç mekanlar ve dış duvarların her tarafı iskelelerle donatıldı. Restorasyon çalışmaları sürecinde saha ve çevre güvenliğinin sağlanması için, cami çevresi paravan ile kapatıldı. Uzun sürmesi planlanan restorasyon sırasında ziyaretçiler de dikkate alınarak cami tamamen ibadete kapatılmadı.

     

    Vakıflar, yenilenecek bölümleri en ince ayrıntısına kadar inceledi. Kalemişi ekibi tarafından, şadırvan avlusu ve cami içindeki mevcut kalemişi bezemelerinin rölöveleri alındı, kubbelerde, bilim kurulunun yönlendirmesi ile araştırmalar yapıldı. Bilim kurulu ve danışmanların teklifleri doğrultusunda, mevcut rölöve paftaları baz alınarak, avlu cephelerinde hasar tespit çalışmaları, malzeme analizleri ve belirlenen hasarlara yönelik müdahale paftaları hazırlandı. Projeler doğrultusunda, avlu içerisindeki cephelerde bulunan imitasyonların çürütmesine başlandı. Saha içerisinde ahşap atölyesi kurularak çürüyen ahşap malzemelerin tamiri yapılacak. Proje üzerinde numaralandırılan mevcut ahşap elemanların sökümünün ardından uygun yöntemlerle konservasyonları yapılacak, yeniden yerlerine yerleştirilecek. Günümüzde mevcut olmayan ahşap elemanlar ise projelendirilip özgün tekniklerle tamamlanacak.

    Zaman, Haber: Mükremin Albayrak, 10.02.2008

    MARKA KENTLER PROJESİ START ALDI, İLK TOPLANTI AMASYA'DA YAPILDI

     

    Kültür ve Turizm Bakanlığının 750 milyon YTL yatırım yapmayı planladığı “Marka Kentler” ile ilgili toplantıların ilki Amasya’da Bakan Ertuğrul Günay’ın katılımı ile başladı.

     

     

    Amasya Atatürk Kültür Merkezi'nde düzenlenen ''Kentsel Ölçekte Markalaşma'' konulu toplantıya katılan Günay, Türkiye'de turizmin gelişmesi için başlattıkları kentsel ölçekli markalaşma toplantılarının birincisini Amasya'da yaptıklarını söyledi.

    Marka kentler çalışmasının turizmde 2023 yılı için belirlenen hedefe ulaşmak için önemli araçlardan biri olduğunu vurgulayan Günay, şöyle devam etti: ''Deniz turizmi dışında da Türkiye'nin ilgi çekici yöreleri var. Mesela Edirne, Trabzon, Sivas, Hatay, Mardin, Gaziantep, Nevşehir gibi iller çeşitli özellikleriyle gerçekten, dünyada bulundukları ülkenin isminden de önce tanıtılabilecek yerlerdir. Amasya'da böyle bir şey olsun istiyoruz. Marka olmak böyle bir şey. Ülkenin adını düşünmeden şehrin adını, yörenin adını akla getirebilmek. Antalya böyle olmaya başladı. Kapadokya böyle olma imkanı taşıyor. İstanbul da öyle.''

    Toplantıda konuşan Amasya Valisi Mehmet Celalettin Lekesiz ise Amasya'nın 7500 yıllık tarihi geçmişi olduğunu ifade ederek, kentin geçmişine yaraşır bir kutlama planladıklarını belirtti.

    Marka kent olan Amasya'nın öz geçmişinden aldığı güçle öz geleceğini inşa etmeye ihtiyacı olduğunu ifade eden Lekesiz, kültür turizminin geliştirilmesi adına çalışma yürüttüklerini bildirdi.

    Belediye Başkanı İsmet Özarslan da yaptığı konuşmada, Amasya'nın 13 medeniyete ev sahipliği yapmış Anadolu'nun ender kentlerinden biri olduğuna dikkati çekerek, kentin geçmişinde yaşamış uygarlıkların izlerinin geleceğe tanıtılmasının önemli olduğunu kaydetti.

    Turizm Gazetesi, 08.02.2008

    Kanlıdivane (G. Bell - Nisan)
    ...1905




    3 - 9 Şubat 2008

    PROF.DR. ALİ İHSAN GENCER VEFAT ETTİ

    İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Anabilimdalı Başkanı Prof.Dr. Ali İhsan Gencer vefat etti.

     

    20 gün önce kaldırıldığı hastanede Siroz tedavisi görmekte olan Prof.Dr. Ali İhsan Gencer bugün hayata gözlerini yumdu.

     

    1946 Bartın'da doğan Gencer, ilk-orta ve lise öğrenimini doğduğu şehirde yaptıktan sonra 1965'de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü'ne kaydoldu. 1969 yılında buradan mezun olduktan sonra 1970 yılında mezun olduğu Sonçağ Tarihi kürsüsüne asistan olarak atandı. 1976'da "Bahriyede Yapılan Islahat Hareketleri ve Bahriye Nezaretinin Kuruluşu" konulu teziyle Doktor ünvanını aldı.

     

    1981 senesinde üniversite tarafından Fransa'ya gönderildi. 1982 yılında Yardımcı Doçent olarak öğretim üyesi oldu. 1985'de Doçentliğe yükseltildi. 1990'da Milli Güvenlik Akademisine kabul edildi. 1991'de Profesör oldu. Muhtelif konularda yazdığı ilmi makaleler yanında denizcilik tarihimiz ile ilgili yazıları dikkati çekti. Çeşitli tarihlerde yapılan milli ve millitlerarası tarih araştırma kongrelerine iştirak ederek, daha ziyade Türk Denizcilik Tarihi üzerine tebliğler sunmuştur. Halen İ.Ü. Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Yakınçağ Tarihi Anabilim Dalı'nda öğretim üyesi olarak ders vermekte olup, Tarih Bölümü Başkanlığı yapmaktaydı. 

     

    Ayrıca Güney-Doğu Avrupa Araştırmaları Merkezi Müdürlüğü ile Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü ve Harp Akademilerinde görev alan Gencer, Societe Asiatique (Paris), Türk Tıp Tarihi Kurumu (İstanbul) ve Atatürk Araştırma Merkezi (Ankara) gibi ilmi cemiyetlere üye idi.

    TAYHaber, 09.02.2008


    DOSYA




    HALA KÜLTÜR VARLIKLARI NASIL YOK EDİLİYOR DİYE SORANLARA YANIT:


    İŞTE TALAN BÖYLE "ADIM ADIM" YAPILIYOR!

    KONYA - HÜYÜK'TE SİT ALANININ DARALTILMASI SEVİNCİ

     

    Hüyük Belediye Başkanı Ahmet Temiz, kent merkezinde 1989 yılında 2. ve 3. derece arkeolojik sit alanı ilan edilen 60'a yakın parselin bu kapsamdan çıkarıldığını bildirdi.

     

    Temiz, basın mensuplarına yaptığı açıklamada, şehir merkezinde herhangi bir kültür varlığına rastlanılmayan imar adalarının sit alanı kapsamından çıkarılması talebiyle Konya Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kuruluna yaptıkları müracaattan olumlu sonuçlar aldıklarını söyledi. Bu konuda istenilen ve gerekli olan çalışmaların yapılmasının ardından kurulun verdiği yeni karar uyarınca, 13 adet imar adasının tamamının sit alanı kapsamı dışına çıkarıldığını belirten Temiz, 'Yaklaşık 60 parsel sit alanı dışına çıkartılarak vatandaşlarımız ek olarak yapacağı masraf ve prosedürlerden kurtarılmış oldu' dedi.

    Merhaba Gazetesi, 09.02.2008




    Konya'nın Hüyük İlçesi'nde ikisi tescilli olmak üzere İlk Tunç Çağı'na tarihlenen 5 adet höyük bulunmaktadır. Bunlardan iki tanesinin üzerinde yerleşme vardır, üç tanesi de tarım alanı olarak kullanılmaktadır. Ayrıntılar için aşağıdaki bağlantıları tıklayınız:

    Görünmez Höyük

    Höyük Höyüğü

    Hüyük

    Kireli

    Tolca


    Kaynak: TAY Projesi veri tabanları

    TARİH TALAN EDİLİYOR

     

    Aydın Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu Başkanı ve Pamukkale Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Dekanı Prof.Dr. Celal Şimşek, kaçak kazıların ülkenin her yerinde yapıldığını, ancak mevcut yasal düzenlemelerin bu durumu önlemede yetersiz kaldığını ileri sürdü.

    Geçtiğimiz günlerde Aydın İl Jandarma Komutanlığı’nın düzenlediği Sondaj- 1 operasyonunda üç ayrı suç örgütünden 30 kişi tarihi eser kaçakçılığı yaptığı iddiasıyla gözaltına alınmış, çıkarıldıkları mahkemece tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılmıştı. Gözaltına alınanların Roma dönemine ait kaya mezarını ortaya çıkarmak için iş makinesi ve beton delici kullandıkları belirlenmişti. Laodikya antik kentinin kazı başkanlığını da yapan Prof.Dr. Celal Şimşek, Roma dönemine ait kaya mezarın bulunduğu bölgenin, o dönemde Laodikya’ya bağlı köylerden biri olduğunu söyleyerek, "Denizli’nin her bölgesi tarih yuvası. Ancak maalesef kentin her yerinde kaçak kazılar yapıldığını görüyor ve haber alıyoruz. Gazetelerde boy boy define dedektörü reklamları yapılıyor. Bilinçsiz insanımız bu dedektörleri alarak, zengin olacağım hissiyle kaçak kazı yapma yoluna gidiyor. Tarihi açıdan büyük önemi olan yerleri iş makineleriyle tahrip ediyorlar. Kaçak kazı yapan kişi daha önce suçu yoksa serbest kalıyor ya da tescilli bir alanda kazı yapmışsa para cezasıyla kurtuluyor" dedi.

    Hürriyet Ege, Haber: Ramazan Çetin, 09.02.2008

    TARİHİ ÇEŞMENİN TAŞLARINI ÇALDILAR

     

    Balıkesir'in Edremit İlçesi'nde bulunan tarihi Çınarlı Çeşme'nin değerli kitabesi ve aynası çalındı. 

    Sabah saatlerinde mahalle muhtarı Feridun Uyan tarafından fark edilen hırsızlık olayı, Hekimzade Mahallesi sakinleri ve Edremitlileri üzdü. İlçenin, Osmanlı döneminden günümüze kadar miras kalan sayılı eserlerinden olan tarihi Çınarlı Çeşme'nin ön yüzündeki kitabe ve ayna taşlarının yerinde olmadığını gören vatandaşlar, bunu yapanlara tepki gösterdi. 

    Gördüğün manzara karşısında gözyaşlarını tutamayan muhtar Feridun Uyan ise, "Muhtarlığını yürüttüğüm bu mahallenin ve Edremit'in güzel bir abidesi tahrip edildi. Çınarlı Çeşmesi'nin başına gelen üzücü olayı kınıyorum. Tarih düşmanları, üç kuruşluk menfaatleri için koskoca bir tarihi yok ediyor. Gördüğünüz gibi tarihi çeşmenin Osmanlı döneminden kalma değerli taşları çalınmış. Bu da yetmezmiş gibi çeşmenin üst ve yan taşları da yerlerinden oynatılmış. Yani bu güzelim tarih aynası şu anda yıkılmak üzere. Çınarlı Çeşme'nin suyu uzun yıllardır hep akar ve suyu da şifalıdır. Çeşmenin yanı başındaki yalaktan kendimi bildim bileli atlar su içer. At sahipleri, suyun atlar için çok faydalı olduğunu ve atların her gün oraya kendi kendine gidip su içtiklerini söyler. Bu çeşmenin adı mahallemizin en işlek caddesi olan caddeye de verildi. Bunu yapanların ortaya çıkıp çaldıkları tarihimizi geri vermelerini istiyoruz" dedi. 

    Çevre sakinleri hırsızlık olayının gece saatlerinde yapılmış olabileceğini söyledi.

    Balıkesir Kent Haber, 08.02.2008

    2 BİN YILLIK KENT ÇÖPLÜK OLDU

     

    Roma İmparatoru Augustus tarafından MÖ 20 yılında kurulan ve imparatorluğun en önemli 12 kentinden birisi sayılan Sebaste çöplük haline geldi.

     

    Uşak’ın Sivaslı İlçesi’ne bağlı Selçikler Belde Belediye Başkanı Osman Çakar, 1992 yılına kadar bölgede bir müze bulunduğunu, burada bir görevlinin eserlerle ilgilendiğini, ancak daha sonra müzenin, taşınabilir bazı eserlerle Uşak’a geçtiğini kaydetti. Şimdi tarihi alanın kirlilik yüzünden perişan bir halde bulunduğunu ifade eden Çakar, "Benim yüreğim bunu kaldırmıyor. Kaçak kazılarla bölge tahrip ediliyor. Kültür ve Turizm Bakanlığı ile çeşitli yazışmalar yaptık ama sonuç alamadık. En son iki yıl önce jandarma denetiminde bölgeyi biraz temizledik. Ancak şimdi yine kirli ve bakımsız" dedi. 

     

    20 yılında Roma İmparatoru Augutus tarafından Apollo Kehanet Ocağının tavsiyesine uyularak, ’sadık’ anlamına gelen Sebaste adıyla kurulan antik kent, Roma döneminde Frigya'nın 12 önemli şehrinden biri haline geldi. Bölgede, iki büyük kilise ve bir hamam kalıntısı bulunuyor.

    Hürriyet, Haber: Yavuz Kuşdemir, 06.02.2008

    İZİNLERİ 5 KAT İÇİNMİŞ





    Beyoğlu Talimhane'de yapılan 10 ve 11 katlı iki binaya 2 Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'nun zeminle birlikte 5 kat inşaat izni verdiği ortaya çıktı. Taksim'in göbeğindeki binaların izinlerinin iki katı yüksekliğe ulaşana kadar yetkililerce nasıl görülmediği merak konusu olurken, uzmanlar, Beyoğlu'nun denetim açısından ciddi tehdit altında olduğunu söyledi.


    Beyoğlu'nda Riva Otel'e yapılan üç ek kaçak katla ortaya çıkan usulsüz yapılaşmanın inanılmaz boyutlara ulaştığı belirlendi. Milliyet'te yer alan ve Beyoğlu'ndaki kaçak yapılaşmaya dikkat çeken haberle ilgili olarak konuşan Beyoğlu Belediyesi yetkilileri, sit alanı olan bölgede kat yüksekliklerinin Koruma Kurulu tarafından belirlendiğini belirtmişti. Ancak Kurul'dan alınan bilgiye göre, Talimhane Lamartin Caddesi 16 ve 22 numaralı parsellerde yapılan inşaat projeleri için verilen izin sadece 5 kat için.


    Biri zeminle birlikte 11 kat diğeri ise zeminle birlikte 10 kata ulaşan yapıların, 5 katlı tescilli yapılar yıkılarak inşa edildiğini belirten kurulun bir yetkilisi, yıkılan yapıların da korunması gereken sivil mimari örnekleri olduğunu belirtti.


    Onaylanan projeye aykırı yükselen inşaatlarla ilgili uygulamaları belediyenin denetlemesi gerektiğini anlatan yetkili, "Sizin fotoğraflarınıza göre orada yapılan iki binanın da kurulun onayladığı projelerle hiçbir ilgisi yok. Onaylı projeleri belediyede var. Yanındaki bina ile aynı boyda olması gerekiyor. Biz gerekli incelemeyi başlattık orada, belediyeye de yazı yazdık" dedi.

    Mimarlar Odası İstanbul Şube Başkanı Eyüp Muhçu, "Burada denetim yetersizliği değil, denetimin bilerek yapılmadığının düşünülmesi gerekir. Göz yummalar sonucu yapıldığı açıkça ortadadır. Bunu denetim kurumlarının bilmiyor olması düşünülemez.


    Beyoğlu'nun geleceği ciddi bir tehdit altındadır. Bu kadar basit konularda denetlemeler yerine getirilemiyorsa, daha büyük projelerde bu görevlerin nasıl yerine getirilebileceği konusunda kaygılarım var" diye konuştu."

    Mimarlar Odası eski Genel Başkanı Oktay Ekinci, "Beyoğlu'ndaki Mimarlar Odası binasının lokalinden baktığın zaman bütün damlar kaçak kat ilavesiyle doludur. Belediyenin kolaylaştırmaları çok önemli. Belediye maili-inhidam (yıkılmaya meyilli) raporu veriyor, komşu parsellerdeki imar yüksekliklerini yüksek tutuyor. Vatandaş yanındaki daha yüksek diye kışkırtılıyor. İmar planları ahlak bozuyor. İnsanın aklında yoksa bile imar planı, 'Sen bunun yanına daha yüksek bir yapı yapabilirsin ya da üzerine kat çıkabilirsin' diye insanın aklına getiriyor" dedi.

    Milliyet, 09.02.2008

    TARİHİ ESER ELE GEÇTİ, 6 GÖZALTI

     

    Emniyet Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele (KOM) Şubesi ekipleri tarafından, tarihi eser kaçakçılarına yönelik operasyonda 6 kişi gözaltına alınırken, bu şahıslarda ele geçen eserlere el konuldu.

    Operasyonla ilgili olarak Emniyet Müdürlüğü'nden yapılan açıklama şöyle:

    "Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü Mali Suçlar Büro Amirliği görevlilerince yapılan istihbarı çalışmalar neticesi, bazı şahısların ilimize gelerek tarihi eser alış-verişinde bulunacaklarının öğrenilmesi üzerine; yapılan operasyonel faaliyetler neticesi, iki araç içerisinde yapılan aramalarda;

    1- 1 Adet Roma Dönemine ait müzelik değerde bronz balta
    2- 1 Adet Ortaçağ Dönemine ait müzelik değerde bronz haç
    3- 2 Adet İslami Döneme ait müzelik değerde bronz sikke
    4- 1 Adet Bizans Dönemine ait Etütlük nitelikte bronz sikke
    5- 17 Adet Roma Dönemine ait müzelik değerde bronz sikke
    6- 5 Adet İmitasyon gümüş sikke ile çok sayıda tarihi eser yerlerine gösterir haritaların çizildiği not defteri ile tarihi eser görüntüleri ele geçirilmiş olayla ilgili olarak, V.G., Ü.A., O.N.K., M.T., A.Ü. ve T.S. olmak üzere toplam (6) şahıs yakalanarak gözaltına alınmışlardır.

    Yakalanan şahıslar 04.02.2008 günü haklarında “2863 SKM (Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu)” suçundan hazırlanan soruşturma evraklarıyla birlikte ilimiz adli mercilere sevk edilmişlerdir."

    Malatya Haber, 04.02.2008


    İHBAR EDİYORUZ... TARİH 6 ŞUBAT 2008 - SAAT 15:30:


    İZNİK'TE DOZERLE YAPILAN "ARKEOLOJİK KAZI"!


    TAYHaber, Rauf Güven, 06.02.2008

    HALİÇ'TE YIKIMIN FOTOĞRAFLI KANITI

     

    İstanbul Büyükşehir Belediyesi'ne (İBB) devri 31 Mart tarihinde tamamlanacak olan ve halen Türkiye Denizcilik İşletmeleri tarafından yönetilen tersanadeki bir binada yıkım yapıldığı, bir mühendisin yaptığı suç duyurusuyla ortaya çıktı. Yetkili Koruma Kurulu, İBB'ye yazdığı yazı ile, izinsiz faaliyetlerin derhal durdurulmasınını istedi. Milliyet'in çektiği fotoğraflar da yıkım iddialarını doğruladı.





    Fatih Sultan Mehmet tarafından 1455'te "Tersane-i mire" adıyla kurulan ve 3 havuz, 3 atölye binası, kapı ve çeşmesiyle 550 yıllık sanayi mirası niteliği taşıyan Haliç Tersanesi, İstanbul 1. No'lu Kültür ve Tabiat Kurulu tarafından 7.7.1993'te "kentsel sit alanı", 22.03.1995'te ise "Tarihi sit alanı" içine alındı. Kurul, "izinsiz hiçbir inşaat ve fiziki uygulama yapılamayacağına" karar verdi. Tersane, 2006'da Özelleştirme Yüksek Kurulu kararıyla İBB'ye devrildi, alan kullanımını belediye iştiraki olan İstanbul Deniz Otobüsleri İşletmeleri'nin (İDO) yapacağı ve devir işlemlerinin 31 Mart'ta tamamlanacağı açıklandı.





    Ancak daha devir tamamlanmadan Haliç Tersanesi'nde yıkım başladı. Aralık 2007'de İstanbul Cumhuriyet Savcılığı'na suç duyurusunda bulunan yüksek mühendis Necat Selimoğlu sit alanındaki yerin Roma, Bizans, Osmanlı ve cumhuriyet devri yapıların birbiriyle karışık olduğunu hatırlatarak, tersanede önemli görev yapan dökümhane kimya laboratuvarı, elektrik atölyesi ve arşivlerin bulunduğu binaların yıkıldığını iddia etti.


    Selimoğlu koruma kuruluna da şikayette bulundu. Dilekçeyi işleme alan Kültür ve Turizm Bakanlığı İstanbul 2. No'lu Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğü Müdürü Vildan Sarıoğlu imzasıyla 10.01.2008 tarihinde İstanbul Büyükşehir Belediyesi'ne bir uyarı gönderdi. "İzinsiz faaliyetlerin derhal durdurulmasının" istendiği yazıda, şöyle denildi:
    "Kurulumuzdan izin alınması yasa gereği olduğundan, yıkılan yapının yapım tarihini, yıkılmadan önceki ve bugünkü durumunu gösteren fotoğraflarının yapının işaretlendiği kadastral pafta ile birlikte gönderilmesi için bilgilerinizi ve gereğini rica ederim."

    Milliyet, Haber: Şükran Pakkan, Fotoğraf: Murat Öztürk, 03.02.2008

    TARİHİ BİNALAR YOKOLUYOR

     

    Çanakkale’nin Gelibolu İlçesi'nde bulunan çok sayıdaki tarihi ev ve bina, kaderine terk edilmesinin ardından, bakımsızlık dolayısı ile yok olmaya başladı. 

    Camikebir Mahallesi'nde bulunan ve tarihi değeri bulunan, bir dönem Kaymakamlık Konutu, Özel İdare, Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfı binası olarak kullanılan bir bina da bakımsızlık dolayısı ile yok olmaya başladı. 

    Tarihi değeri bulunan ve Gelibolu’nun geçmişteki tarihine de ışık tutan binanın günümüzdeki halinin içler acısı durumda bulunduğunu belirten vatandaşlar yetkilileri göreve davet ederek, “İki dönümlük arazi üzerinde bulunan binanın çevresi, girişleri, pencereleri ve iç mekanları bakımsızlık dolayısı ile yok olmaya başladı. Bunun dışında ilçede çok sayıda tarihi bina aynı durumda. Bu binaların Gelibolu tarihi açısından önemi büyük. Yetkililerden binaların yok olmaması için çalışma yapmalarını istiyoruz” dediler.

    Çanakkale Kent Haber, 07.02.2008


    SÜTLÜCE'DE MEZBAHADAN KÜLTÜR MERKEZİNE DÖNÜŞÜM

     

    Avrupa'nın en büyük kültür merkezlerinden birisi olacak Sütlüce Kültür Merkezi'nin 10 yıl süren inşaat serüveni 2008'de bitiyor. Yetmiş yıl mezbaha ve sonra da depo olarak kullanılan ve yapımına 1998'de başlanan Sütlüce Kültür Merkezi'nin dev inşaatı, yıl sonuna kadar tamamlanarak kongre ve fuarlar için kullanılacak. Kültür Merkezi'nde konser ve kongre, sinema, sergi ve toplantı, açık hava salonu, tiyatro salonu, katlı otopark, gezi alanları, altgeçit ve rıhtım blokları yer alıyor. Toplam inşaat alanı ise 157 bin metrekare olan tesisin toplam salon kapasitesi 8 bin 945 kişi. Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş Sütlüce'yi "İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti" kapsamında prestij eser olarak gördüğünü açıklamıştı.

    Sabah, Haber: Hasan Erşah, 09.02.2008

    ERZURUM DEMİRYOLLARI MÜZESİ'NE KAVUŞTU

     

    Türkiye'nin ikinci demiryolu müzesi Erzurum'da açıldı. Erzurum Gar Müdürlüğü bünyesinde kurulan müzede, 320 adet tarihi belge, araç ve gereç bulunuyor.

     

    Türkiye'de 150 yılını dolduran demiryollarının ikinci müzesi Erzurum'da hizmete girdi. Türkiye'de sadece Ankara'da bulunan Demiryolları Müzesi, kısa bir süre önce Erzurum Gar Binası içerisinde dizayn edildi.

     

    1900'lü yılların başından itibaren demiryolu hizmetlerinde kullanılan tarihi bilgi, araç ve gereçlerin yer aldığı müze, ziyaretçilerin büyük ilgisini çekiyor. Erzurum Gar Müdürü Ahmet Başar, Türkiye'de ikincisini açtıkları müzeye ilginin yoğun olduğunu belirterek, müzenin yolcular ve bölgeye gelen yerli-yabancı turistler tarafından gezildiğini kaydetti.

     

    Müzede, Erzurum'a 1939 yılında ilk tren gelişi dolayısıyla düzenlenen törenden fotoğraflar, yolcuların trene binmeleri için çalan büyük bir zil, dönemin demiryolu çalışanlarının kullandığı aletler ile gaz lambaları, mors aleti, manyetolu telefonlar, Erzurum Garı açılışı sebebiyle bastırılan madalya ile yine o yıllarda trenlerde hasta yolcuların tedavileri için kullanılan ilaçlar da yer alıyor. Müzede sergilenen araçlar adeta tarihi belge ve antika olarak değerlendiriliyor.

    Erzurum Gazetesi, 09.02.2008

    EVLAD-I FATİHANLAR

     

    İstanbul'un fethi devam ediyor. Bir karış kara parçası kalmamak kaydıyla...

    Park-bahçeler satılıyor. Yerel yönetimler devre dışı bırakılarak Türkiye'nin en büyük emlakçisi TOKİ hem planlama yapıyor hem de kamu alanlarını yağmalıyor.

    TOKİ, ne kadar kamu arazisi varsa tümünün sahibi oluverdi. Daha önce plan yapılan yerlerde kamuya ayrılmış park, bölge parkı, yeşil alanlar, okul, kreş, hastane yeri, ne varsa kafasına göre plan tadilatı yapıp satıyor.

    Yeni icatlar buldular; hasılat paylaşımı, kâr paylaşımı, gökdelen paylaşımı...

    Bizans ve Osmanlı 'viraneleri' daha önce ataları tarafından yağmalanmış, surların bile üstüne, dibine evler, işyerleri yapılmıştı. Çeşmeler, sebiller büfe, eski saray kalıntıları türlü çeşitli mekânlar haline getirilmişti. Parasızlıktan derme çatma yapılar vardı, hatta Yenikapı Mevlevihanesi briket imalathanesi olarak kullanılıyordu.

    Şimdilerde para(landılar) ganim.

    Bütün bu 'virane' leri güzelleştirecekler. Mimarlar Odası ve bazı 'kendini-haddini bilmez' mahkemeler engel olmaya başladı.

    Eminönü açık müze kent olması gerekirken Bizans sarayının kalıntılarını temizleyip "gül gibi turistik otel" yaptırıyorlar. Sokakta "kendini bilmez" aydınlar karşı çıkıyor. Kimin ne haddine, yüzde 50 oy almışlar. Onlarda her türlü yetki var! Kim ne karışır?

    Eminönü'ne gökdelen yapma hakkı yok mu? Eminönü'nün Şişli'den eksik yanı mı var? Niye Eminönü'ne, Sarayburnu'na gökdelen yapılmasın!

    Yapıverin Gülhane bahçesine iki gökdelen, Bush 'un dudağı uçuklasın. Hem biz İslam olduğumuz için Usame bin Ladin yıkmaz, bütün 'kefere' ye kim olduğumuzu göstermiş oluruz. Sonradan dünyaya atarız havamızı, assıl Amerika bizik diye!

    Bir öneri de benden, elinizi vurmuşken Yerebatan Sarayı'nın üstü boş ve kirli kalmasın, verin TOKİ'ye, çelik kafeslerle bir gökdelen yapsın, altı Bizans-üstü Türkleri hatırlatan koca bir otel yapsınlar. Hasılat eyi olur!

    İstanbul yeniden planlanıyor.

    Plan deyince imar planı değil, yönetim planı. Beldeler kaldırılıp 500 bin nüfuslu yeni ilçeler öneriliyor.

    Gerekçe; israfı önlemek ve etkin hizmet. Doğru. Küçük beldelerde belediyeler hakikaten lüzumsuz israflar yapıyor. Peki, Kadıköy'ü niye bölüyorsunuz?

    Ya da, sorunları çözmek istiyorsanız neden biraz daha ciddi yaklaşım sergilemiyorsunuz? Özal' vari seçim-seçmen şaşırtmaca oynayacağınıza daha ciddi, kalıcı, çözüm öneren bir çalışmaya neden girmiyorsunuz?

    Örnek; Beyoğlu, Fatih, Eminönü belediyelerini feshedip anakentin direkt yönetimine bağlayın. İstanbul'un restorasyonuna başlayın. İstanbul Belediye Başkanı, icra bölgesi olsun. Burada tarihine ve kültür mirasına uygun restorasyon yapılsın. İşgaller kaldırılsın, kimliksiz, kişiliksiz binalar yıkılsın, yani İstanbul kültür mirası olarak insanlığa hediye edilsin.

    Yerel yönetimlere ayırdığınız bütçenin yüzde 3'ü buraya aktarılsın. Çok değil, 10 yıl içinde Roma'yla, Paris'le yarışan bir dünya kenti çıkaralım.

    Nasılsa yüzde 47 oyunuzu yüzde 60'a çıkaracaksınız. Bari bir iyiliğe vesile olun.

    İstanbul'un sevgilisi Başbakan, İstanbul'da okumuş, İstanbul'u seven bir Cumhurbaşkanı var.

    Her şey elinizde, İstanbul'un yeşil alanlarını hortumlanmaktan kurtarın.

    Park-bahçe yağmasına son verin. Bir kanunla standart yakalayalım.

    Elinizi tutan mı var?

    Belediye başkanı iken merkezi idare engel oluyordu. Başbakan iken Cumhurbaşkanlığı engel oluyordu.

    Şimdi neye baksak sizsiniz.

    İstanbul'a olan aşkınızı gösterme zamanı!

    Azıcık ciddiyet!

    İstanbul'u işgalden kurtaran kumandan, en a- ziz kumandandır!

    Kumanda sizde evlad-ı Fatihanlar...

    Cumhuriyet, Yazı: Gürbüz Çapan, 08.02.2008

    670 YILLIK KASIMİYE MEDRESESİ RESTORE EDİLDİ





    Mardin'de Artuklular döneminden kalma 670 yıllık Kasımiye Medresesi, Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından restore edildi.

     

    7 bin yıllık tarihi dokusu ile dünyada Kudüs ve Venedik şehirlerinden sonra UNESCO tarafından üçüncü tarihi ve mimari sit kenti ilan edilen Mardin'de, yüzyıllardır hizmet veren tarihi mekanların restorasyonu bir bir yapılıyor.

     

    Yakında açılması planlanan tarihi Kasımiye Medresesi'nin aktif olarak hizmet vermesi için Mardin Valiliği bir dizi çalışma başlatttı. Mardin merkezinde bulunan Zinciriye Medresesi ve Hamidiye Camisi başta olmak üzere, 10'a yıkan binanın restorasyon çalışmaları devam ederken, Latifiye, Şehidiye, Melik Mahmut, Sti Radviye camileri ile Deyrul-Zafaran Manastırı ve Mort Şimune Kilisesi gibi tarihi mekanların restorasyonları ise hayırsever iş adamları ve Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından tamamlandı.

     

    Mardin'de son olarak, şehir merkezinde bulunan 670 yıllık Kasımiye Medresesi'nin giriş kapısı ile avlusunun restorasyonu Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından tamamlandı. Medresesin çevre düzenlemesinin ise Mardin Valiliği tarafından yapılacağı belirtildi.

     

    Mardin Valisi Mehmet Kılıçlar, Mardin'in çok sayıda saklı kalmış değeri barındırdığını belirterek, önemli bir tarihsel değeri daha Mardin'e kazandırdıklarını söyledi.

     

    Mardin'de tarihi mekanların restorasyon çalışmalarının devam ettiğini hatırlatan Vali Mehmet Kılıçlar, "Restorasyon çalışmaları, aslına uygun olarak yapıldığından yeni bir uygarlığın tekrar dirilmesi anlamına geliyor. Restorasyon çalışmalarını üstlenmek, gönül işidir. Hayırsever iş adamlarımız bu konuda yanımızda oldu. Mardinli vatandaşlarımız, tarihi yapıları daha iyi sahiplenmeye başladı. Bu durum bizim için sevindiricidir. Birkaç yıl sonra Mardin, kötü yapılaşmalardan tamamen kurtulacak. Yaklaşık 7 bin yıllık tarihe sahip, dinlerin, dillerin ve kültürlerin harmanlandığı güzel Mardin'de aslına uygun olarak restorasyonu devam eden tarihi mekanların bitirilmesi ile Mardinimizin güzelliğine güzellik katılacak ve Mardin'in, UNESCO'nun kültürel miras listesine girmesine biraz daha yaklaşmış olacağız." dedi.

    haberler.com, Fotoğraf: Mardin Kent Haber, 08.02.2008

    AYATEKLA KİLİSESİ'NDE BELGESEL ÇEKİMLERİ





    İngiliz televizyonu Kanal 4, "12 Havarinin Gitmiş Olduğu Yerler ve Kadınların Rolü" adlı belgeselin çekimlerine Mersin'in Silifke İlçesi'ndeki Ayatekla Kilisesi'nde başladı.

     

    Carbon Media tarafından çekilen belgeselin Türkiye'deki çekimleri Ayatekla Kilisesi ile Efes'te yapılacak. Türkiye'nin yanı sıra 12 havarinin gittiği İsrail, Yunanistan, İtalya, İspanya ve Hindistan'da da çekimler yapılacak. Belgesel, 22 Mart'ta Kanal 4 televizyonu program sunucusu ve yapımcısı Dr. Robert Beckford tarafından seyirciyle buluşturulacak.

     

    Ayatekla Kilisesi'ndeki çekimler yönetmen Davit Batty, sunucu ve yapımcı Dr. Robert Beckford, kameraman Benjamin Hodgson, sesçi Darrell Brigs ve programın Türkiye sorumlusu Narin Kurumlu tarafından gerçekleştirildi.

     

    Silifke'nin tarihe ışık tutan bir yer konumunda olduğunu belirten Kurumlu, "Ayatekla Kilisesi'nin (Meryemlik) tarihi, Azize Tekla'nın buraya gelişiyle başlar. İsa Peygamber'in havarilerinden St. Paul'ün vaazlarından etkilenen 17 yaşındaki Tekla, kendini Hristiyanlık dinine adar. St. Paul'un bu değerli öğrencisi Konya ve Yalvaç'ta Hristiyanlığı yaymak için propaganda yaparken baskılara maruz kalıp, öldürüleceğini öğrenince kaçıp Seleukia'ya gelir ve sonradan kiliseye çevrilen bir mağarada saklanır. Sığındığı mağaradan yöredeki insanlara çok tanrılı dine karşı Hristiyanlık inancını yayarken mucizeler yaratarak hastaları da iyileştirir. Yine öldürüleceği bir sırada bu mağarada kaybolduğuna inanılır. Ayatekla'nın içinde yaşadığı mağara onun kayboluşundan sonra Hristiyanlar'ca kutsal sayılmış; ta ki bu din milattan sonra 313 yılında serbest bırakılıncaya kadar gizli bir ibadet yeri olarak kullanılmıştır. Bu mağara daha sonra 4. yüzyılda kiliseye dönüştürülmüştür. Hristiyanlık dünyası için Silifke'de bulunan Ayatekla Kilisesi çok önemli bir yere sahiptir. Özellikle Ayatekla neredeyse bir havari kadar Hristiyanlık dünyasında önemlidir. Hiçbir kadının o dönemde cesaret bile edemeyeceği bir liderlik göstererek 'Azize' mertebesine ulaşmış önemli bir yere sahiptir" dedi.

     

    "Çekim yapılacak en önemli yerlerden bir tanesi Ayatekla Kilisesi'dir" diyen Dr. Robert Beckford ise, "Hazırladığımız belgeselde Hristiyanlığın yanı sıra bu bölgelerde yaşanmış olan tarihe de önem vereceğiz. Silifke de böylelikle İngiltere'de vatandaşlar tarafından bilinen bir yer haline gelecek. Turizm açısından önemli bir konumda bulunan Silifke, Ayatekla Kilisesi, doğası ve denizi ile büyüleyici bir kent durumunda" diye konuştu.

    haberler.com, 08.02.2008

    RESTORASYONU TAMAMLANAN EMİNÖNÜ'NDEKİ TARİHİ ESMA SULTAN ÇEŞMESİ ESKİ GÜNLERİNE GERİ DÖNDÜ

     

    Osmanlı Devleti padişahlarından 3. Ahmet 'in kızı Esma Sultan tarafından yaptırılan Eminönü Kadırga Meydanı'ndaki Esma Sultan Namazgahı ve Çeşmesi 1 aylık restorasyonun ardından Eminönü Belediye'si tarafından hizmete açıldı.

     

    Eminönü Belediye Başkanı Nevzat Er tarafından hizmete açılan tarihi çeşmenin restorasyonu 30 bin YTL'ye mal oldu. Açılış törenine Nevzat Er'in yanı sıra birçok vatandaş katıldı. Törende konuşan Nevzat Er, tarihi çeşmenin 1 ay öncesine kadar kendi haline terk edilmiş etrafı kirletilip duvarlarına yazı yazılmış metruk halde bulunduğunu belirtti. Ecdadın kendilerine emanet ettiği tarihi çeşmeyi eski haline uygun biçimde restore ettiklerini ifade eden Er, " 'Tarihimizde var olan bu güzelliği koruma altına alalım' dedik. Bu güzel çeşmeyi ve namazgahı eski hüviyetine uygun olarak restore ederek bugün açılışını yapalım dedik" diye konuştu.

     

    Sultan 3. Ahmet'in kızı Esma Sultan tarafından eşi Muhsinzade Mehmet Paşa adına 1871 yılında yaptırılan namazgahın doğu ve batı cephelerinde musluklar bulunuyor. Çeşmenin kitabeleri ise ünlü hattat Mehmet Şevki Efendi tarafından yazıldı. Kadırga Parkı içerisinde uzun yıllardır harap bir şekilde bulunan namazgah ve çeşmenin çevresi Eminönü Belediyesi tarafından parmaklıklarla koruma altına alınarak çevresi renkli ışıklarla aydınlatıldı

    haberler.com, 08.02.2008

    DAVASI BİTMEDEN MUHSİN ERTUĞRUL'A KAZMA VURULACAK

     

    Dünya Bankası ve Uluslararası Para Fonu'nun (IMF) 6-7 Ekim 2009'da yapılacak guvernörler toplantısı için tasarlanan Harbiye Kongre Vadisi'nin inşaatı için açılan davetli ihaleyi Sembol İnşaat - Taca İnşaat ortak girişimi kazandı. İnşaat 207 milyon YTL'ye malolacak.

    Mimarlar Odası, İstanbul Şehir Tiyatrosu Sanatçıları Derneği, Uluslararası Tiyatro Eleştirmenleri Birliği Türkiye Merkezi Başkanı Üstün Akmen ve Ressam Bedri Baykam'ın, Harbiye Muhsin Ertuğrul Tiyatrosu'nun yıkılarak yerine kongre merkezi yapılması projesinin iptali istemiyle açtıkları dava sürüyor.

    Dava gerekçesinde, "Kongre Vadisi Projesi'yle bölgedeki tüm doğal ve kültürel yapının, yok edilerek yüksek yoğunlukla yapılaşmaya açıldığı" görüşüne yer veriliyor.

    Projeye karşı açılan davanın devam etmesine karşın, İstanbul Büyükşehir Belediyesi 3 Ocak 2008'de Kongre Vadisi'nin inşaatı için ihale düzenledi. Gecikmesinde sakınca bulunan acil durumlarda hızlı ihale yapılmasına imkan veren 21-b maddesine göre yapılan davetli ihaleyi ünlü turizmci Fettah Tamince'nin sahibi olduğu Sembol İnşaat ile Taca İnşaat ortak girişimi kazandı.

    Taca İnşaat Yönetim Kurulu Başkanı Tayyar Akkurt, projenin iptali için açılan davadan haberi olmadığını belirterek, "Yer teslimi yapılırsa hemen bugün inşaata başlarız" dedi.

    Harbiye'yi Nisan 2007'de tarihsel ve kentsel sit alanı ilan etme kararı alan İstanbul 2 No'lu Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu, Harbiye Kongre Vadisi Tesisleri Uygulama Projesi'ni Eylül 2007'de onaylayarak Muhsin Ertuğrul sahnesinin yıkımının önünü açtı.

    Projeye göre Muhsin Ertuğrul yıkılarak yerine Lütfi Kırdar'la uyumlu ve bu yüksekliği aşmayacak yeni bir tiyatro inşa edilecek. İstanbul Büyükşehir Belediyesi mülkiyetinde olan Şişli'deki 17 bin metrekarelik alanı kapsayan projede toplam inşaat alanı 83 bin 695 metrekare olacak.

    Yeni tiyatro binası 5 katı yer üstünde, 6 katı da yeraltında olmak üzere 11 kattan oluşacak. Mevcut binadaki yönetim birimleri başka bir yere taşınacak.

    Eski binanın oturduğu 1525 metrekarelik inşaat alanı yeni binada 3 bin 500 metrekare olacak. Mevcut binadaki 600 kişilik seyirci kapasitesi de yeni binada 696'ya çıkarılacak.

    Projeye göre Taşkışla Caddesi'ndeki araç trafiği, Rumeli Salonu'nun ön kısmından itibaren yeraltına alınarak Hilton Convetion Center hizasında yüzeye çıkarılacak. Böylece Cemil Topuzlu Açık Hava Tiyatrosu'nun önünde bulunan alan, araç trafiğine kapatılarak tamamen yayalaştırılmış yeni bir meydan oluşturulacak.

    İstanbul Metropoliten Planlama ve Kentsel Tasarım Merkezi'nin (İMP) kongre vadisi için Nisan 2007'de açtığı mimari tasarım yarışmasına sadece Arima Mimarlık katılmış ve yarışmayı kazanmıştı. Kongre vadisi, Arima Mimarlık'ın hazırladığı bu projeye göre düzenlenecek.

    Muhsin Ertuğrul'un yerine yapılacak yeni tiyatro binasında zemin dahil üst katlarında 6 sanatçı odası, 368 metrekarelik fuaye alanı, oyuncular için lobi, prova odası ve diğer teknik birimler yer alacak.

    Tiyatro binasının altında yapılacak 6 katta da hem Muhsin Ertuğrul Tiyatrosu'nu hem de Lütfi Kırdar Kongre Merkezi'ni destekleyecek 4 tane çok amaçlı salon, 2 katta 759 araç kapasiteli kapalı otopark, kafeteryalar ve ofisler bulunacak. Harbiye Açık Hava Tiyatrosu ise aynen korunacak.

    Milliyet, Haber: Fehim Genç, 08.02.2008

    ADANA'DAKİ MÜZELERDE YER YOKLUĞUNDAN 40 BİN ESER SERGİLENEMİYOR

     

    Adana'nın kent merkezindeki 2 müzesinde 40 bine yakın tarihi eser yer yokluğu sebebiyle sergilenemiyor.

     

    Vali İlhan Atış'ın Etnografya ve Arkeoloji Müzesi'ne yaptığı gezi, 2 müzede toplam 6 bin parça eserin sergilenmesine rağmen bunun 7 katı kadar bir eserin de sergilenemediğini ortaya koydu.

    Adana Arkeoloji Müzesi Müdürü Kazım Tosun'un, verdiği bilgilere göre 1845 yılında yapılan Rum Kilisesi, 1924 yılında Etnografya Müzesi'ne dönüştürüldü ve burada Osmanlı'nın son dönemi ile Cumhuriyet'in ilk yıllarına ait etnografik eserler sergilenmeye başlandı.





    2 bin 791 eserin bulunduğu bu müzeye ilave olarak Adana Arkeoloji Müzesi kurulması çalışmalarına yine Cumhuriyet'in ilk yıllarında adım atıldı. Müze kurulmadan önce tarihi eserler Taşköprü civarındaki tarihi Caferpaşa Medresesi binasında sergilendi. Adana ve çevre illerden gelenlerle birlikte zenginleşen müze 5 Ocak 1972 tarihinde şimdiki yerine taşındı.

     

    Zaman zaman Adana kamuoyunda taşınması gündeme gelen Arkeoloji Müzesi bölgenin en zengin müzesi konumunda. 5 bin yıllık geçmişi bulunan Adana'nın Hellenistik, Roma, Bizans, Ortaçağ dönemlerine ait eserleri bu müzede sınırlı miktarda sergileniyor.

     

    Zira 26 bin 500 sikke ve 17 bin arkeolojik eserden yer yokluğu sebebiyle yalnızca 3 bini müzede ziyaretçilere gösterilebiliyor. Sergilenemeyen eserler depolarda bekletilirken tüm eserlerin sergilenebilmesi için 3 dönüm alana sahip müzenin en az 10 dönümlük bir alana taşınması gerekiyor.

     

    Müzede yer alan Arabalı Tanrı Tarhunda, Romalı Senatör, Antropoid Lahit eserleri nadide örnekler arasında yer alıyor. 2007 yılında 104 bin ziyaretçinin geldiği müzeye 2008'in ilk ayında gelen ziyaretçi sayısı ise bin 500. Ziyaretçiler daha çok yaz döneminde gelen turistlerden oluşuyor.

    haberler.com, 08.02.2008

    ZÜRİH'TEKİ PICASSO SERGİSİNİN KAPANIŞINDA 2 TABLO ÇALINDI

     

    İsviçre'nin Zürih kenti yakınlarındaki Pfaeffikon'da düzenlenen Pablo Picasso sergisinden, sanatçının milyonlarca dolar değerindeki iki tablosunun çalındığı bildirildi. İsviçre polisi, küçük bir kent olan Pfaeffikon'un Seedamm Kültür Merkezi'ndeki serginin kapanış saatinden sonra önceki akşam hırsızların iki tablouyu çaldığını açıkladı. Çalınan "at başı" (1962) ve "bardak ve sürahi" (1944) adlı yağlıboya resimlerin sergi için Almanya'nın Hannover kentindeki Sprengel Müzesi'nden getirildiği kaydedildi.

    Milliyet, 08.02.2008

    KOZAHAN MESCİDİ RESTORE EDİLDİ





    Bursa'da, tekstil ticaretinin asırlarca merkezi olan Kozahan'da, altı havuz üstü mescit olan 5 asırlık bina, 47 bin YTL'lik harcamayla Kuveyt Türk Katılım Bankası tarafından restore edildi.

    Sultan 2. Beyazıt Han tarafından 1491 yılında İpek Yolu üzerinde önemli bir ticaret merkezi olarak yaptırılan Kozahan, uzun yıllar ipek tüccarları ve tekstilcilerin hizmet verdiği bir tarihi yapı oldu. Kozahan'ın ortasında ibadet etmek ve çevre düzenlemesi için altı şadırvanlı havuz, üstü ise mescit olarak yaptırılan taş mescit, asırlara meydan okudu. 1946 yılında hayırsever iş adamlarının yardımıyla Eski Eserleri Sevenler Kurumu tarafından genel bir bakımdan geçirilen Kozahan mescidi, kurşunlarının açılması ve vitraylı pencerelerinin zarar görmesi üzerine Kuveyt Türk Katılım Bankası tarafından 2 ay önce bakıma alındı.

     

    Usra İnşaat tarafından 47 bin YTL'ye gerçekleştirilen bakımda, ilk olarak yağmur suyunun bina içine girmesini önlemek için kubbe kurşun levhalarla ilk günkü orijinalliğinde kaplandı. Usra İnşaat Yönetim Kurulu Başkanı Ramazan Uslu, hava kirliliği ile taş cephede oluşan kararmaların yapılan özel cephe temizliği ile ilk günkü haline getirildiğini bildirdi. Uslu, "Sekizgen caminin her cephesinde içli dışlı bulunan küçük vitraylı pencere üstü süslemelerin kırık olanlarının yerine yenileri yapılarak vitray boyamaları orijinal malzemelerle tamamlandı. Mermer merdivenlerin kenarlarında beton olan korkuluklar, yeniden taş olarak hazırlandı. Bunları da birkaç gün içinde takacağız. 3 aylık bir çalışma neticesinde Şubat ayı sonunda ibadete açılacak mescidin alemi altın varakla kaplandı, çürüyen ahşap olan doğramalar ve kapı orijinal hali ile yeniden imal edildi. Havuzun mermerleri onarılıyor. Havuzun sıva raspaları yapıldı. Altta su sızmaları ortadan kalkacak. Orijinal Osmanlı tarzı musluklarla aşağıdaki çeşmeler hizmet vermeye devam edecek. Çok maksatlı orijinal bir mescit olan Kozahan mescidi Mart ayından itibaren ibadete açılacak" dedi.

     

    Vakıflara ait olan mescidin restorasyonuyla alakalı Kuveyt Türk Katılım Bankası'nın yaptığı harcamaları, çıkan sponsorluk kanunu çerçevesinde gider olarak yazma imkanı da bulunuyor. Bu kanuna istinaden banka, restorasyon masrafının tamamını gider olarak gösterebilirse, AKP hükümetin eski eserleri restore etmek adına çıkarttığı kanun ilk defa Türkiye'de muhasebeleştirilerek Maliye Bakanlığı tarafından da uygulama esasları kabul görmüş olacak.

    Bursa Kent Haber, 08.02.2008

    BAKAN GÜNAY'A TOPKAPI SARAYI İÇİNDE BÜRO AÇILIYOR

     

    Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay'a, İstanbul'a geldiği zaman büro olarak kulanılmak üzere Topkapı Sarayı’nın dış suru üzerinde geçit yapan alayları seyretmek ve halkı selamlamak için Padişah 2’nci Mahmud’un yaptırdığı Alay Köşkü, restore edilerek İstanbul Çalışma Ofisi olarak hazırlandı.  
     
    Topkapı Sarayı’nın dış suru üzerinde, geçit yapan alayları seyretmek ve halkı selamlamak için Padişah 2’nci Mahmud’un yaptırdığı Alay Köşkü, restore edilerek Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’a İstanbul Çalışma Ofisi olarak hazırlandı.

     

    1820’de yaptırılan Alay Köşkü’ne Gülhane Parkı’nın içinden geniş bir rampa ile çıkılıyor. Yuvarlak bir hünkár salonu ile hizmet binalarından oluşan köşk, 1938’de Topkapı Sarayı Müdürlüğü’ne bağlandı. Cadde üzerinde yer alan yedi penceresinin kemerlerinde Hattat Mustafa İzzet Efendi’nin bronz harflerle yazdığı tarih manzumesi var. Köşkün üstünü geniş saçaklı, soğan biçiminde kurşun kaplı bir külah örtüyor. Köşkün dış cephesi mermer kaplama. Pencerelerde altın yaldız şeritler var. Odalar ve salonun kubbe ve tavanı kalem işi nakışlarla bezeli.

     

    Alay Köşkü’nün yaklaşık üç ay süren restorasyonunu Nurten Albayrak ve ekibi yaptı. Albayrak, "Bina çok kötü durumdaydı. Dış cephede, parmaklıklar ve tavanda saf altın kullanıldı. Tavan kestirmelerini, kalem işlerini yaptık. Çatlaklar dolduruldu. Odalardaki sedirlere, Osmanlı’dan kaldığı için hiç dokunmadık. Üzerlerine minderler yapılıyor. Tabii sedirlerin dışında odalara çalışma masaları da gelecek. İşadamı Serdar Bilgili de çatıları kurşun yaptı" dedi.

     

    Mart başında Kültür ve Turizm İl Müdürlüğü de köşke taşınacak. Memurlar için, padişah atlarının ahırı olarak kullanılan köşkün alt katı yeniden düzenlendi.

    Hürriyet, Haber: Yeliz Öz, 07.02.2008

    ISHAKPAŞA SARAYI IŞIKLANDIRILDI

     

    Ağrı'nın Doğubayazıt İlçesi'nde bulunan tarihi İshak Paşa Sarayı ışıklandırıldı.

     

    Doğubayazıt Kaymakamı Cemalettin Demircioğlu, sarayın yerli ve yabancı turistlerin akınına uğradığını söyleyerek, "Bu duruma seyirci kalmayarak sarayı ışıklandırıp şehrin her tarafından rahatlıkla görünmesini sağladık. Yaklaşık 1 ay süren çalışma sonrası ışıklandırma bitti. Işıklandırma saraya başka bir güzellik kattı" dedi.

     

    Görkemli özel mimarı yapısı, anıtsal taç kapıları, haremi, selamlığı, camisi ve yüzlerce odası ile görülmeye değer bir şah eser olan saray, yakın zamanda restore edilmiş, restorasyonun özgün yapıyı bozduğu iddia edilmişti.

    Turizm Habercisi, 07.02.2008

    KRAL KIZININ MAĞARASI İLGİ BEKLİYOR





    Köylerinin keşfedilmeyi bekleyen birçok yönünün olduğunu belirten Çömlekçi Köyü Muhtarı İbrahim Hazer, 'Kral kızı mağarası' adıyla da bilinen Şahinkaya'nın turizm yönüyle değerlendirilmesini istedi.

     

    Mağaralar bakımından oldukça zengin olan Türkiye'de, keşfedilmeyi ve turizme açılmayı bekleyen bir çok mağara bulunuyor. Bu mağaralardan birisi de Bursa'nın tatlısıyla ünlü ilçesi Mustafakemalpaşa'ya bağlı Çömlekçi köyündeki Şahinkaya.

     

    Eski dönemlerde kral kızının yaşadığı söylenen ve 3 büyük odadan oluşan mağara, defineciler tarafından her geçen gün biraz daha tahrip ediliyor. Mustafakemalpaşa'ya 25 kilometre mesafedeki Çömlekçi köyünün 1 kilometre doğusunda bulunan Şahinkaya Mağarası, doğal bir ev konumunda. Köylülerin verdiği bilgiye göre, 3 odalı mağarada eski dönemlerde bir kral kızı yaşamış. Mağara, köyde 'Kral kızı mağarası' adıyla da anılıyor. Çömlekçi Köyü Muhtarı İbrahim Hazer, köylerinin keşfedilmeyi bekleyen birçok yönünün olduğunu belirtirken, özellikle Şahinkaya Mağarası'nın turizm yönüyle değerlendirilmesini istiyor.

     

    Mağaranın hazineciler tarafından tahrip edildiğini anlatan muhtar Hazer, köylülerin de yapılan kazılardan rahatsız olduğuna dikkat çekiyor. Şahinkaya mağarasında bir dönem 'Kral Kızı'nın yaşadığını anlatan İbrahim Hazer, definecilerin gece gündüz yaptığı kazılar nedeniyle, mağaranın delik-deşik olduğunu kaydediyor. Muhtar Hazer, 3 odalı mağaranın koruma altına alınarak turizme kazandırılmasının hem ülke hem de köy için büyük fayda sağlayacağına işaret ediyor.

     

    Köylerinin ilginç bir kuruluş öyküsünün olduğunu belirten Çömlekçi Köyü Muhtarı İbrahim Hazer, şöyle konuşuyor: "Dağlarda keçi güden bir çoban, keçilerini sulamak için her zaman ovaya inermiş. Ancak bir gün, keçilerinin otladığı sırada su bulması üzerine, çoban ve tebası bölgeye yerleşmeye karar vermiş. Böylece kurulan köy, halkın çömlekçilik yapmasıyla Çömlekçi Köyü diye adlandırılmış."

     

    Hazer, "Geçmiş yıllarda popülaritesi oldukça yüksek olan köyümüz, maalesef eski ihtişamlı günlerini kaybetti." diye konuşuyor. Muhtar Hazer'in verdiği bilgiye göre, köy halkı hayvancılıkla geçimini sağlıyor. Gençlerin sigortalı iş bulabilmek için şehre gitmesiyle köyde yaşlılardan oluşan sadece 35 hanelik nüfus kalmış. Gelecek 10 yılda yaşayan kimsenin kalmayacağı düşünülen köy, tarihi yönüyle dikkat çekiyor. Ahşaptan yapılmış evleri, tarih kokan sokakları ile tam bir Osmanlı köyü olan Çömlekçi köyü, bu yönünün değerlendirilmesini bekliyor.

    Zaman, Haber, Adem Elitok, 07.02.2008

    BACON'IN RESMİNE REKOR FİYAT

     

    İngiliz dışavurumcu ressam Francis Bacon'un (1909-1992) üçlü resimlerinden biri, 26,3 milyon sterline (yaklaşık 60 milyon YTL) satıldı.

     

    Londra'nın ünlü Christie's müzayede evinde, Bacon'ın "Triptych 1974-77" adını taşıyan yapıtına, "savaş sonrası bir esere Avrupa'da açık artırma yoluyla ödenen en büyük meblağ" ödendi.

     

    Christie's Çağdaş ve Savaş Ertesi Eserler Bölümü Müdürü Pilar Ordovas, "Amerikan Dolarının zayıflığı ve ekonomik durgunluk koşullarına rağmen, koleksiyoncular alımı sağlayabildi" dedi.

    Trt/Haber, 07.02.2008

    TÜRK ARKEOLOGLARA ŞÖVALYELİK NİŞANI

     

    İtalya Cumhurbaşkanı Giorgio Napolitano, Anadolu Medeniyetleri Müze Müdürü Hikmet Denizli, arkeolog Dr. Nurettin Yardımcı ile Prof.Dr. Orhan Bingöl ve gazeteci Özgen Acar'a "İtalyan Dayanışması Şövalyelik Nişanı" verecek. Şövalyelik nişanları, bugün Anadolu Medeniyetleri Müzesi'nde yapılacak törenle verilecek.

    Yeni Şafak, 07.02.2008

    TARİHİ CAMİ TADİLATI BÜROKRASİYE TAKILDI

     

    Önünden günde binlerce insanın gelip geçtiği Konak Meydanı'ndaki 252 yıllık tarihi Konak Camii'nin tadilatı bürokrasiye takıldı. Bakımının 2007 yılının Ağustos ayında tamamlanması gereken tarihi camii, onarılmayı bekliyor...

    İzmir'in sembolü olan Saat Kulesi'nin tam karşısındaki Konak Camii'nin tadilatı, İzmir Vakıflar Bölge Müdürlüğü ile Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu arasındaki bürokratik yazışmalara takıldı. Önünden günde binlerce insanın gelip geçtiği caminin 2007 Nisan'ında başlanan tadilatı, yazışmaların uzaması üzerine yarım kaldı. Tadilat için kurulan iskele, görüntü kirliliğine neden oldu.

    Sekizgen planı Kütahya işi cinileri ile dikkati çeken bu küçük cami, 1755 yılında Mehmet Paşa'nın kızı Ayşe Hatun tarafından yaptırıldı. Birinci Dünya Savaşı yıllarında ve 1964 yılında onarım gören camide, zaman içinde 'çinilerde dökülmelerin başlaması, nemlenme ve çatı akması' gibi teknik aksaklıklar meydana geldi. Bu nedenle 2006 yılında 'Konak Cami', İzmir Vakıflar Bölge Müdürlüğü'nün 'onarım programı'na alındı.

    Tadilat projesi, 3 kez Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'na gitti.
    Proje 2006 yılında, 'ihaleye' çıkarıldı. Ödeneğin temin edilmesiyle 18 Nisan 2007 tarihinde ihaleyi kazanan müteahhit firma yetkilileriyle 'sözleşme' imzalandı. Sözleşmenin imzalanmasından yaklaşık bir ay sonra tadilat çalışmalarına başlandı.

    2007 Ağustos ayında bitirilmesi gereken 'Konak Camii'nin, bakım ve onarımı bürokrasiye takıldı. Üç ayda bitirilmesi planlanan çalışmalar, Kültür ve Tabiat Varlıklarını 1 No'lu Koruma Kurulu itirazlarıyla askıya alındı. Çalışmalar yarım kaldı. Söz konusu kurul yetkililerinin itirazıyla, İzmir Vakıflar Bölge Müdürlüğü ile yazışmalar başladı. Masabaşı yapılan yazışmalar, uzayınca önünden günde yüzlerce insanın gelip geçtiği, İzmir'in sembolü olan Saat Kulesi'nin tam karşısındaki camiinin tadilatı yarım kaldı. Tadilat için kurulan iskele,görüntü kirliliğine neden oldu.

    İzmir Vakıflar Bölge Müdürü Dr. Birsen Erat, konuyla ilgili olarak, "Ne müteahhit kaçtı, ne de paramız bitti. Hatta mütehhait, biran evvel işini bitirmek istiyor' derken şunları söyledi:

    "Bu eser birinci dereceden SİT alanı içine giriyor. O yüzden titiz davranıyoruz. Caminin çinilerinde ufak ufak dökülmeler başladı. Ayrıca, içeride yoğun bir nemlenme ve çatıda akma mevcut. Caminin tadilatı sırasında özüne bağlı kalmak için Ege Üniversitesi Sanat Tarihi Bölümü profesörlerinden İnci Kuyulu, çini konusunda uzman Mine Sevgili ile birlikte çalışıyoruz. En kısa sürede Konak Camii'ni aslına uygun olarak tamamlayacağız."

    Haber Ekspres, Haber: Halide Dinler, 07.02.2008

    KUMDAN KURTULDU İLGİSİZLİKTEN YIKILIYOR

     

    Roma İmparatoru Neron tarafından 2 bin yıl önce Patara Limanı’na yaptırılan, hala ayakta kalabilmiş, bilinen en eski deniz feneri, 11 metrelik kum dağının altından gün ışığına çıkarıldı.

     

    Patara Kazı Başkanı Prof.Dr. Havva İşkan Işık, 12 metre yüksekliğindeki fenerin Akdeniz’de oluşan, Mısır açıklarından gelen dev tsunami ile kumlar altında kaldığını söyledi. Prof. Işık, şunları kaydetti: “Büyük bir ihtimalle limanın diğer köşesinde de ikinci bir deniz feneri var. Ancak bulunan deniz fenerini kurtarmaya yönelik restorasyon projesi çalışması yapılmadığı sürece ikinci deniz fenerini kum altından çıkarmak istemiyoruz. Çünkü çıkarılan deniz fenerinin altından kumların çekilmesi sebebiyle fenerde yıkılma tehlikesi var. Diğer deniz feneri hiç olmazsa kumların altında korunuyor.”

    Türkiye Gazetesi, 07.02.2008

    KÜLTÜR VARLIKLARI DESTEK BEKLİYOR

     

    Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu Erzurum Bölge Başkanı Prof.Dr. Hamza Gündoğdu, Kültür ve Turizm Bakanlığının 2008 yılı bütçesinden kültür varlıkları ve müzelere ayrılan kaynağın, opera, bale ve tiyatroya ayrılan kaynağın yarısı kadar olduğunu belirterek, ''Devlet, opera ve bale sanatçılarına sahip çıktığı kadar kültür varlıklarını da sahiplenmeli'' dedi.

     

    Prof.Dr. Gündoğdu, yaptığı açıklamada, Kültür ve Turizm Bakanlığının 2008 yılı bütçesinden kültür varlıkları ve müzelere 122 milyon 700 bin 447 YTL, opera, bale ve tiyatro için ise 213 milyon 305 bin YTL kaynak tahsis edildiğini kaydetti.

     

    Devletin, kültür varlıkları ve müzelere, opera, bale ve tiyatroya ayırdığı bütçenin yarısı kadar kaynak tahsis ettiğini belirten Gündoğdu, şunları söyledi:  ''Devlet, opera ve bale sanatçısına sahip çıktığı kadar kültür varlıklarını da sahiplenmelidir. Bakanlık bütçesinden kültür varlıklarına ayrılan kaynak opera, bale ve tiyatroya ayrılan kaynağın en az 2 katı olması gerekirken, yarısı kadar olması çok büyük bir yanlıştır. Bu, kültür varlıklarına olan ilgisizliği en açık şekilde gösteriyor.''

     

    Gündoğdu, devletin son yıllarda kültür varlıklarına olan ilgisinin arttığını, ancak yetersiz kaldığını ifade ederek, şöyle devam etti:  ''Medeniyetler beşiği olarak bilinen Anadolu coğrafyasında binlerce kültür varlığı bulunmaktadır. Tarihi 12 bin yıl öncesine kadar bilinen inanılmaz sayıda kilise, hamam, cami, medrese, han, hamam, imaret, çeşme ve benzeri tarihi varlıklar bulunmaktadır. Son 15 yılda yapılan yasal düzenlemelerle bu tarihi ve kültür varlıkların korunması için ciddi tedbirler alındı. Ancak şimdiye kadarki ihmal, bakımsızlık, sahiplenmeme ve değerlendirilmemesi nedeniyle birçoğunun çok ciddi şekilde harap olmasına ve ortadan kalkmasına neden olmuştur.''

     

    Prof.Dr. Hamza Gündoğdu, Anadolu'da yer üstündeki tarihi varlıklardan çok daha fazlasının yerin altında bulunduğunu, ancak arkeolojik kazıların yetersiz kalması nedeniyle ortaya çıkarılamadığını belirti. Kazı çalışmaların önemli bir kısmının, İngiliz, Fransız ve Japonlar tarafından yapıldığına işaret eden Gündoğdu, sözlerini şöyle sürdürdü: ''Türk bilim adamları ise arkeolojik kazılarını genelde mahalli idareler ve sivil toplum kuruluşların desteğiyle yapabilmektedir. Kazılarda bakanlığın payı çok düşük seviyede. Oysa, yerin altındaki tarihi kalıntıların bir an önce ortaya çıkarılması için bakanlığın bu işi daha çok sahiplenmesi gerekir.''

     

    Kazı çalışmalarında Türk bilim adamlarının büyük sıkıntılar yaşadığını ifade eden Gündoğdu, şöyle dedi:  ''Bakanlık kazı çalışması yapan bilim adamlarının yol parasını bile karşılamazken, opera ve bale sanatçılarına aylık 5-6 bin YTL maaş veriyor. Bunu doğru bulmuyoruz. Devlet, opera ve bale sanatçılarına sahip çıkıyor ama arkeoloğuna, sanat tarihçisine sahip çıkmıyor. Kültür kalıntıları zamanında sahip çıkılmazsa yok olur gider. Bu yüzden bir an önce bu konuya ilgi gösterilmesi ve kültür varlıklarımızın ihya edilmesi için bu sıkıntıların çözülmesi gerekir.''

    Erzurum Gazetesi, 07.02.2008

    BERGAMA'DA TARİH TOPLANTISI

     

    Tarihi Kentler Birliğinin, kültürel mirasın korunması konusunda var olan yeteneklerin geliştirilmesi ve tecrübelerin artırılmasını amaçlayan seminerler dizisinin bu yılki ilk bölümü, İzmir’in tarihi Bergama İlçesi'nde düzenlenecek. Bergama Belediyesi'nin ev sahipliğinde 8-10 Şubat tarihlerinde yapılacak seminere Türkiye’nin çeşitli il, ilçe ve beldelerinden yaklaşık 100 belediye başkanı ile 400’e yakın uzmanın katılımı bekleniyor.

    Türkiye Gazetesi, 07.02.2008

    ASPENDOS RESTORE EDİLECEK

     

    Binlerce yıllık Aspendos Antik Tiyatrosu’nun bu yıl sonbaharda restorasyona alınması planlanıyor. Yaz aylarında 15. Aspendos Uluslararası Opera ve Bale Festivali’ne ev sahipliği yapacak antik tiyatroda, bu etkinlikler sırasında da 2 bin 500 seyirci ve gürültü yüksekliği için konulan kısıtlamalara uyulacak.

    Türkiye Gazetesi, 07.02.2008

    ALLIANOI'DE SON SÖZ AİHM'NİN

     

    İzmir’in Bergama İlçesi yakınlarında ortaya çıkarılan bin 800 yıllık antik sağlık merkezi Allianoi’nin, Yortanlı Barajı’nın devreye girmesiyle sular altında kalmaması için 50 gönüllü avukatın verdiği hukuk mücadelesi sürüyor. Antik kentin, Yortanlı Barajı suları altında kalmasını önlemek için projede değişiklik yapılması ya da aks yerinin değiştirilmesini isteyen ve İdare Mahkemesi’ne açılan dava dilekçesine imza atan 50 avukat,

    4 ayrı davadan şu ana kadar bir sonuç alamayınca davayı AİHM’e taşıma yönünde karar aldı.

    Önümüzdeki hafta başında bir basın toplantısı düzenleyeceklerini ve Allianoi için AİHM’de açılacak davayı takip edecek Avukat Serkan Cengiz, “Açıkça hukuka aykırı olan dava konusu işlemin uygulanması halinde kültürel miras olan Allianoi’nin baraj suları altında kalacaktır. Bu olumsuz sonucun telafisi imkansızdır. İşlemin dava sonuna kadar yürütmenin durdurulmasını talep ettik. Bu konuyla ilgili 4 ayrı dava sürüyor” dedi.

    İzmir 1 Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu tarafından 29.03.2001 tarih ve 9226 sayılı kararıyla Alliaoni’nin 1. derece Arkeolojik SİT olarak belirlendiği, antik yerleşimin göl alanı dışına çıkarılması ve İlya Çayı’nın su baskınından korunması için, DSİ tarafından gerekli bilimsel ve teknik çalışmaların yapılmasına karar verildiğini hatırlatan Cengiz, “Koruma Kurulu’nun bu kararı, halen geçerli bir karardır. Koruma Kurulu’nun bu kararı üzerine, davalı idare tarafından, söz konusu baraj projesinin yeniden gözden geçirilmesi, baraj gölünün 1. derece arkeolojik SİT tescil edilen alanı etkileyecek başka bir yere kaydırılması gerekirken, bu yapılmamıştır. Adeta koruma kararı yok sayılmıştır. Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’nun kararları idari merciler tarafından tek yanlı ya da çok yanlı işlemlerle kaldırılamaz” diyerek görüşlerini dile getirdi.

    Türkiye’de 4 ayrı davanın sürdüğünü, daha önce verilen kararların tanınmadığını ve uygulamaya konmadığını ifade eden Cengiz, “İdare Mahkemesi kararları, diğer mahkeme kararlarından farklıdır. Bazen lehe çıkacak olan bir karar bile, maddelerin değiştirilmesiyle tıkanabilir. Bizim açtığımız davalarda sürekli yeni maddelerin eklenmesi yüzünden sonuca gidemiyoruz. Tüm bu gerekçeler nedeniyle Allianoi davasını AİHM’e taşımaya karar verdik. AİHM’in, Türkiye’de devam eden ve daha uzun sürecek gibi gözüken dava yönünde karar vermesini talep edeceğiz” diye konuştu.

    Akşam Ege, Haber: Cumhur Erkek, 07.02.2008

    KUVEYT ADASINDA HELLEN DÖNEMİ BULUNTULAR





    Kuveyt şehrinin 20 km açığında, Basra Körfezi’nde bulunan Failaka Adası’nda sürdürülen arkeolojik çalışmalar sonucunda İskender’in ölümünden sonraki döneme tarihlenen Yunan eserleri bulundu. 





    Atina’da geçen hafta yapılan ve kazıyı sürdüren Yunanlı arkeologlarla Kuveytli yetkililerin beraberce katıldıkları bir basın toplantısında adada bulunan sur, tapınak, sunak ve Yunanca yazıtlar basına açıklandı.





    Altı hafta süren kazının başkanı Angeliki Kottaridis, İskender döneminde adaya yerleşen kolonicilerin varlığının en az iki yüzyıl sürdüğünün belirlendiğini söyledi. Antik kaynaklara göre adanın “Icarus” olan ismi bizzat İskender tarafından verilmiş. Ondan sonra gelen yöneticiler de adaya, konumu dolayısıyla her zaman stratejik bir önem vermişler. Adanın Arapça ismi olan Failaka’nın da Yunanca "filakio" (ileri karakol) kelimesinden türediği düşünülmekte.





    Daha önce Danimarkalı, Amerikalı ve İngiliz arkeologlar tarafından yapılan kazılarda tapınak ve surun doğu kısmı açığa çıkarılmıştı. Yunanlılar tarafından sürdürülen kazılar sonucu, kompleksin batı kısmı ve işlikler bulundu.

    Atina Haber Ajansı, 05.02.2008

    KÜÇÜKKUYU'DA TARİHİ CAMİDE ÇEVRE DÜZENLEMESİ

     

    Çanakkale’nin Ayvacık İlçesi'ne bağlı Küçükkuyu beldesinde tarihi Sakallı Süleyman Camii'nde çevre düzenleme çalışması başlatıldı.

     

    Hayırsever bir vatandaşın katkılarıyla yapılan çevre düzenleme çalışmalarının bir hafta süreceğini belirten yetkililer, “İlk etapta camiye bir abdesthane yapılacak. Ardından da caminin dış duvarları kaynak taşı ile kaplanacak. Caminin giriş kapısının üzerine bir de kemer yapılıp, avlu mermer ile kaplanacak” dediler.

    haberler.com, 06.02.2008

    SARAYDA KAÇAK KANTİN

     

     

    Yıldız Teknik Üniversitesi, kampüs içinde yeralan koruma altındaki Yıldız Sarayı'nın Kiler-i Hümayun binasının bitişiğine kantin yaptı. Üniversite yönetimi, doğal SİT alanındaki inşaat için, Kültür ve Tabiat Varlıkları Kurulu'ndan izin almadı. 

     

    Kaçak kantinin yapıldığı arsayı Milli Emlak'tan 3 yıllığına kiraladıklarını söyleyen Yıldız Teknik Ünivesitesi Genel Sekreteri Ümit Erden, bu nedenle de ilgili Anıtlar Kurulu'ndan izin almaya gerek duymadıklarını söyledi. Erden, kaçak kantin inşaatını "Sosyal merkez için alan yoktu. Kantini 3 yıl sonra kaldırmayı planlıyoruz. Yapının temeli yok. Yani günü geldiğinde taşınabilir” diyerek savundu.

     

    İstanbul Teknik Ünivesitesi Restorasyon Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Doç.Dr. Kemal Kutgün Eyüpgiller ise SİT alanında kaçak inşaata tepki göstererek “Kiler-i Hümayun, Yıldız Sarayı içinde yer alan bir bina. Saray bir kültür varlığı olduğuna göre mutlaka o bölgeye bakan Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'ndan izin alınması gerekiyor. Yıldız Sarayı hem tarihi hem de doğal SİT alanıdır" dedi.

     

    SİT alanında inşaat izninin alınacağı 3 Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu üyesi Yıldız Teknik Üniversitesi öğretim görevlisi Prof.Dr. Can Binan'nın kaçak yapıya sesiz kalması dikkat çekti. Prof.Dr. Binan, kuruldaki görevi nedeniyle konuyla ilgili açıklama yapamayacağını söyledi.

    Yeni Şafak, Haber: Abdullah Yıldırım, 06.02.2008

    ASIL ŞİFRE AYASOFYA'NIN ALTINDA

     

    Gerçek şifre... Öyle yamalı bohça, toplama - kaplama Da Vinci Şifresi falan da değil. İnsanlık tarihinin en büyük gizemidir bahsettiğim. Birilerinin bildiği ama kendileri dışındakilerin bilmesine asla izin verilmeyen büyük sır yani. En başından anlatalım. Derdimizi, kafaları karıştırmadan en açık şekliyle ortaya koymaya çalışalım.

     

    Dün gece bir belgesel vardı History Channel ekranında. İstanbul’un altındaki dehlizleri, yolları, tünelleri tanıtan bir belgesel. İşte bu yazı da aynı şeyi anlatıyor efendim. Ve bir daha altını çiziyorum, tarihin en büyük sırrı 1500 yıldır İstanbul’da, Ayasofya’nın altında yatıyor. Biliyorum iddialı bir tez öne sürüyorum. O yüzden de dün başladığım “İstanbul’un altındaki İstanbul” yazısına kaldığım yerden devam ediyorum. Biraz sabredin, şaşıracaksınız. Parçaları birleştirince, ne söylemeye çalıştığımı sizler de daha iyi anlayacaksınız.

     

    90’lı yılların ortalarıydı. Sanat tarihi eğitimimin son, gazeteciliğe başlayışımın ilk yıllarıydı. Çalıştığım Yeni Yüzyıl gazetesi, özellikle de kültür-sanat alanında ülkenin en prestijli yayınıydı. Bir taraftan haber yapıyor, bir taraftan da Bizans tarihi ve sanatı alanında uzmanlaşmaya çalışıyordum. Özellikle de dini mimari konusunda okuyor, araştırıyor, sürekli dolaşıyordum. Anadolu’da, Yunanistan’da gitmediğim Bizans kilisesi-müzesi, görmediğim eseri kalmamıştı.

     

    Bu kiliselerin belirli ortak yanları vardı. En önemli ortak özellik ise, kilisenin doğu ucunda bulunan ve bizim camilerimizdeki mihrapların yerini tutan, adına apsis denilen kutsal bir bölüm bulunmasıydı. Bütün Bizans kiliselerinde, apsisin hemen altında bir odacık-bölme daha vardı. Kilise hangi azize adanmışsa onun kemikleri ya da Hz. İsa döneminden kalan en kutsal emanetler işte bu odacıkta saklanırdı. İçine ancak ruhbanlar girebilir, din adamı olmayanlar o bölüme alınmazdı.

     

    Kafayı, adına kripta denilen yer altındaki gizli odalara takmıştım. Gittiğim her Bizans kilisesinde bu bölümü arardım. Derken Ayasofya’nın kriptasına odaklandım. Aylarca aradım taradım ancak tek bir satır bilgi bile bulamadım. Gidip yerinde incelemeye karar verdim. Günlerce Ayasofya’nın içinde ve çevresinde gezindim.

     

    O günlerde İstanbul Arkeoloji Müzesi, o sırada Sultanahmet Cezaevi olan ve şimdilerde Four Seasons Oteli olarak hizmet veren binanın olduğu yerde büyük bir kazı başlatmıştı. Fakat kazı alanına girmek yasaktı. Dönemin müze müdürü Alpay Pasinli’yi tanıyordum. Kazıdan da acayip kokular alıyordum. Yalvar yakar Alpay Bey’i kazı alanına girmeye ikna ettim.

     

    İçeri girdim, gördüm, fotoğraflarını çektirdim. Haberi koşa koşa gazeteye yetiştirdim. Haberimi manşetten verdiler. Kazıda ortaya çıkartılan muazzam yapı, Büyük Bizans Sarayı’nın Ayasofya’ya açılan yer altı tünelleriydi. Bizans imparatorları, saraylarından Ayasofya’nın kriptasının bulunduğu bölüme giden özel dehlizler yaptırmıştı. Haber müthiş ses getirdi. O zafer sarhoşluğuyla işin peşini bıraktım. Çünkü çoktan amacıma ulaşmıştım. Bir tarihi eser haberiyle, gazeteme manşet yapmıştım. Daha ne olacaktı ki?..

     

    Ancak sorumun cevabını bulamamıştım. Ayasofya’nın kriptası neredeydi? O günden beri o kazıdan ses gelmedi. Buluntular sergilenmedi. Geçen yıllarda üstüne kocaman bir de otel inşa edildi. Oysa biliyordum ki Ayasofya yapılırken Bizans, dünyanın tek ve en güçlü Hristiyan devletiydi. Kiliseyi M.S. 532 yılında yaptıran İmparator Jüstinyen, Hristiyan aleminin bütün kutsal eserlerini Ayasofya’ya getirtmiş ve altındaki bu kriptanın içine gizlemişti.

     

    Ayasofya’nın şimdiki ana giriş kapısının birkaç metre ilerisinde de binanın altına doğru giden dehlizler buldum. Bugünkü Ayasofya’nın altında kimselerin bilmediği bir başka Ayasofya daha vardı; artık kesin olarak biliyordum. Ancak konuyla ilgili hiçbir çalışma olmadığı gibi, bölgede yapılan kazılarla ilgili de aradan geçen 10 küsur yılda çıt çıkmadı. Tarihin üstüne bir otel inşa edilmiş ama burnunun dibindeki Ayasofya’nın altında ne olduğu sorusu umursanmamıştı. O soru hala yanıtlanmadı.

     

    Gelelim Four Seasons Oteli’ne. Bu otel zincirinin hikayesi de çok enteresandır. Eldeki bazı kaynaklarda Four Seasons oteller zincirini, Dan Brown’ın Da Vinci Şifresi kitabında da sıkça bahsettiği Tapınak Şovalyeri’nin kurduğu yazılıdır. Merak edenler internete bu isimleri yan yana yazarak cevabı bulabilirler. Bakın hikaye nereden nereye geldi? Bütün bu anlattıklarım, sorarım sizlere üzerinde çalışmaya, araştırma yapmaya değmez miydi?

    Vatan, Yazı: Memet Güler, 06.02.2008

    TARİHİ ESER VE GLOCK OPERASYONU

     

    Çorum Emniyet Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Şubesi ekipleri, kaçak tarihi eserleri satmaya çalışan 4 kişiyi kıskıvrak yakaladı.

     

    Edinilen bilgiye göre, Çorum'da bir kişinin elinde tarihi eser bulunduğu yönünde ihbar alan polis ekipleri, M.E. isimli şahsı takibe aldı. Yapılan çalışma sonrasında M.E. ile birlikte R.D., Ş.D. ve A.C.Ö., kazı yapmak sureti ile çıkardıkları birer adet maşrapa, fincan, heykelcik, büst, kapak, 2 adet fosil taş olmak üzere 7 adet tarihi eseri 150 bin YTL'ye satmaya çalışırken polis tarafından düzenlenen bir operasyonla kıskıvrak yakalandı. Emniyet Müdürlüğü'nde ifadeleri alınan 4 zanlı daha sonra adliyeye sevk edildi. Olay ile ilgili soruşturma sürdürülüyor.

     

    Diğer taraftan, Çorum'un Sungurlu İlçesi'nde Glock marka tabancayı satmaya çalışan bir kişiyle ilgili ihbar alan Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Şubesi ekipleri, yaptıkları çalışmalar doğrultusunda C.Z. isimli şahsın evine baskın operasyon düzenledi. Evde yapılan aramalarda 'Glock İnc Smyrna Ga' marka tabanca ve bu tabancaya ait şarjör ile 27 adet mermi ele geçirildi. Sungurlu İlçe Emniyet Müdürlüğü'nde ifadesi alınan C.Z. isimli zanlı daha sonra adliyeye sevk edildi.

    Çorum Kent Haber, 06.02.2008

    TÜRK ARKEOLOG EKİBİ YEMEN'DE OSMANLI KALELERİNİ TESPİT EDİYOR

     

    Arkeologlardan oluşan bir Türk ekibi, bu ülkede bulunan ve Osmanlılar tarafından inşa edilen kale, cami ve askeri yapıların envanterini çıkartmak üzere Salı günü Yemen’e geliyor. 

     

    Yemen Kültür Bakanlığı, Uluslararası İlişkiler ve Bağlantılar Genel Müdürü Jamal Mu'ajam, SABA’ya yaptığı açıklamada, Ankara Üniversitesi’nden üç profesörün geleceğini ve Eski Eserler ve Müzeler yetkilileri ile birlikte çalışmalara başlayacaklarını bildirdi. Bu çalışmanın sonucunda korumaya alınacak Osmanlı eserlerinin tesbit edilecek.

     

    Geçtiğimiz yıl Kültür Bakanı Mohammad al-Maflihi, Yemen Türkiye Büyükelçisi ile görüşerek, Yemen’de bulunan Osmanlı eserlerinin tesbit ve restorasyonu için Türk uzmanlara çağrı yapmıştı.

    Saba Net, 2 Şubat 2008

    ÇİNİNİN BAŞKENTİ TARİH VE İNANÇ TURİZMİNİN DE MERKEZİ OLACAK

     

    İznik Belediye Başkanı Kadri Eryılmaz, tarih ve sanatın buluştuğu yer olarak İznik'in turizm merkezi olması gerketiğini söyledi. Başkanı Eryılmaz, "İznik dünyada nadir bulunan açık hava müzelerinden biridir. Büyük İskender ile başlayan, Roma, Arap, Bizans, Selçuklu ve Osmanlı medeniyetlerinin bıraktığı izler ile önemli bir tarihi yerleşim yeridir" dedi. Dünyanın yakından tanıdığı fakat ülkede yeterli ilgiyi görmeyen çiniyi tanım için imkanlarımızı seferber ettik diyen Başkan Kadri Eryılmaz, "Tarihi eserleri, çinisi, gölü ve doğal güzellikleri ile bir turizm merkezinde olması gerekenlerin tümüne sahibiz. En büyük eksiklikliğimiz tanıtım" diye konuştu. Sanayinin olmadığı İznik'te Kalkınmanın tek yolu olarak turizmi gördüklerini söyleyen Kadri Eryılmaz, tarihi asırlar öncesine dayanan ilçenin, Türkiye'nin ikinci büyük surlarına sahip, dünyanın ender kentlerinden biri olduğunu belirtti. Başkanı Eryılmaz, "İznik dünyada nadir bulunan açık hava müzelerinden biridir. Büyük İskender ile başlayan, Roma, Arap, Bizans, Selçuklu ve Osmanlı medeniyetlerinin bıraktığı izler ile önemli bir tarihi yerleşim yeridir" dedi.

     

    İznik çinilerinin en önemli müzelerde başköşede yer aldığını belirten Kadri Eryılmaz, yapılan çalışmalar neticesinde İznik çinisinin yeniden gündeme oturduğunu ve unutulan bu sanatın İznik eğitim ve öğretim vakfı ve yerel sanatkarların atölyelerinde tekrar can bulduğunu söyledi. Başkan Kadri Eryılmaz çini çalışmalarıyla ilgili şunları söyledi: "Bu kadar çok farklılığa sahip olan ilçemiz, ne yazıkki geçmiş dönemlerdeki bakanlarımız ve ilçemizin kalkınması için proje üretemeyen yerel yöneticilerimiz yüzünden çok zaman kaybetti" İznik'te hayal bile edilemeyen projelerle, ilçeyi turizm ve kültür merkezi yapmak için çalışıyoruz diyen Başkan Eryılmaz, "Bu çalışmalarının semeresini de görmeye başladık. Ancak daha çok yapılacak işlerimiz var. Tüm çalışmalarımız İznik'i, dünya turizm tarih ve kültür kenti yapmak için" dedi.

    Yeni Şafak, 05.02.2008

    İTALYAN BİLİMADAMLARI BULGARİSTAN'DA BİR ANTİK TAPINAK-KUYUYU KURTARMAYA ÇALIŞIYORLAR

     

    İtalyan bilimadamları tarafından kurtarılmasına çalışılan kuyu-tapınak Bulgaristan’da şu ana dek bilinen yegane örnek. Pernik Bölgesi’nde, Gurlo Köyü’nde yer alan ve MÖ 16. yüzyıla tarihlenen yapının ismi ‘Pusto Gurlo'. En üstte 2 m, en geniş yerinde de 5 m çapında olan bir konik kubbe şeklinde inşa edilmiş bu yapı tamamen yığma taştan yapılmış ve taşlar arasında herhangi bir yapıştırıcı dolgu kullanılmamış.  

     

    AB’nden gelen fon ve Pernik Belediyesi’nin desteği ile, yapının restorasyonu, çevre yolların düzenlenmesi planlanmakta.  

    news.bg, Haber: Kristalina Ilieva, 01.02.2008

    TARİHİ EVLERDE KABLO TEMİZLİĞİ

     

    Koruma altına alınan 4 bin 400 tarihi ahşap evin bulunduğu bölgelerde, görsel kirliliğe sebep olan telefon ve elektrik kabloları yer altına alınacak. Muğla Belediye Başkanı Osman Gürün, 1995 yılında çalışmalara başlandığı proje ihalesinin birkaç defa iptal edildiğini, ancak ödenek için enerji bakanlığından söz aldıklarını söyledi.


    Muğla’nın Tarihi Evlerini Koruma Projesi kapsamında 1.5 milyon YTL harcanacağına işaret eden Gürün, “Muğla’da 4 bin 400 tarihi ev koruma alanında bulunuyor. Özellikle, sit bölgesinde bulunan elektrik kabloları bir an önce yer altına alınacak ve tarihi evler özel yöntemlerle ışıklandırılacak. Bu proje 2008 yılı sonuna kadar tamamlanacak” diye konuştu. Koruma altındaki tarihi evlerin tamamının ahşap ağırlıklı olduğunu vurgulayan Gürün, “Burada en büyük endişemiz de elektrik kontağından yangın çıkması. Bu proje hayata geçtiğinde elektrik kontağından çıkan yangınlarla tarihi ahşap evler zarar görmeyecek” dedi.

    Türkiye Gazetesi, 05.02.2008

    RÜZGARA YENİLEN İKİ BİN YILLIK SUR

     

    Antalya’da iki bin yıllık süreçte yedi ayrı dönemde inşa edilip, Cumhuriyet döneminde büyük bölümü kent rüzgar almıyor gerekçesiyle yıkılan sur duvarlarının kitabı yazıldı. Yüksek Mimar Cemil Cahit Sönmez’in yazdığı ve Mimarlar Odası Antalya Şubesi tarafından yayınlanan “Antalya Kenti Kalesi’nin Tarihi” adlı kitapta, kaledeki burçlar, kapılar ve sur duvarlarının öyküleri yer alıyor. Kitabı yazabilmek için 3 yılı aşkın bir araştırma yaptığını belirten Cemil Cahit Sönmez, araştırmanın bu kadar uzamasında Türkiye’de belgelere ulaşmada yaşanan zorlukların da etkili olduğunu açıkladı. Sönmez, Topkapı Sarayı’ndaki belgelere ulaşabilmek için siyasileri devreye soktuğunu söyledi. Antalya’nın iddia edildiği gibi Bergama Kralı Attalos tarafından kurulmadığını da belirten Sönmez, “Bergema Kralı Attalos Antalya’ya geldiğinde Yat Limanı’nın kuzeyinde ve güneyinde iki ayrı sur duvarı içinde yerleşim vardı. Bana göre kuzeydekinin ismi Olbia, güneydekinin adı ise Kroykos’tu. Milattan önce 158-138 yılları arasında hüküm süren Bergama Kralı 2’inci Attalos bu iki küçük kenti ve limanlarını surlarla birleştirerek yeni bir kent kurdu. Bu yeni kente de kendi adına izafeten Attelia adı verildiğini görüyoruz” dedi.

    Attalos’un birleştirdiği iki kentin güney tepesine Akropol görevi verildiğini ve tapınaklar inşa edildiğini söyleyen Sönmez, daha sonra kentin kuzey ve batıya doğru genişletildiğini açıkladı. Roma İmparatoru Hadrianus döneminde Kaletapısı’ndan Hıdırlık Kulesi’ne kadar varan surların ve üç kapıların yapıldığını bildiren Cemil Cahit Sönmez, “Surlar Bizans döneminde Arap istilalarına uğrayıp zarar görür. Bunun üzerine, Bizanslılar kentin savunmasını güçlendirmek için 905 yılında Antalya’nın surlarını tamir ettirirler. Kalekapısı dışındaki bütün kara kapıları kapatılır. 913 ile 916 yılları arasında dış sur hendeğinin dışında üçgen kuleleri olan ikinci bir gömlek suru daha yapılarak kentin savunması güçlendirilir. Bu surdan hemen sonra bir hendek daha açtılar. Gömlek suru kara suru boyunca devam etmekteydi” diye konuştu.

    Sönmez, Türklerin Antalya’yı fethinden önce Antalya’da Bizansa bağlı olarak yaşayan Hristiyan Türklerin de olduğunu açıkladı. Hristiyan Türklerin Karamanlıca olarak bilinen bir dili konuştuğunu açıklayan Sönmez, bu Türklerin köklerinin Peçeneklere kadar uzandığını savundu. 2 bin yılı aşkın bir tarihi olan Antalya surlarının Cumhuriyet döneminde ise başta kent hava almıyor gerekçesiyle yıkıldığını bildiren Sönmez, yıkılan surlardan elde edilen taşların satıldığını ya da başka inşaatlarda dolgu malzemesi olarak kullanıldığını söyledi. 2 bin yıllık süreçte en büyük yıkımın Cumhuriyet döneminden sonra yapıldığını açıklayan Sönmez, bugün Kaleiçi’nde yapılan restorasyonların da başarısız olduğunu açıkladı.

    Akşam Akdeniz, Haber: Mustafa Kozak, 05.02.2008

    İSRAİL 700 YILLIK CAMİYİ YIKACAK

     

    İsrail'in işgal altındaki Kudüs şehrinin güneyinde yer alan Ümmi Tube Köyü'nde bulunan tarihi Hz. Ömer mescidini yıkma kararı aldığı bildirildi.

    Yıkım kararı Kudüs Müftüsü Şeyh Muhammed Hüseyin tarafından kınandı. İsrail Belediye meclisinin aldığı sürpriz bir karara dayandırılan yıkım planına, mescidin ruhsatsız olması gösterildi.

    Hz. Ömer mescidinin tarihi yedi yüz yıllık bir maziye dayanıyor. Mescidin 200 m2'lik bir alana kurulu bulunduğu, daha sonra ek cemaat yerinin ilave edildiği belirtiliyor.

    Yeni Şafak, 05.02.2008

    SULUKULE KAZILMALI

     

    Sulukule'nin yıkılarak yerine konutlar yapılması projesine arkeologlar tepki gösteriyor. Bölgenin Bizans'ın en önemli yerleşim yerlerinden olduğunu belirten uzmanlar, inşaatlar başlamadan önce Marmaray projesinde olduğu gibi arkeolojik kazılar yapılmasını istiyor. Fatih Belediyesi ise evlerin temelsiz yapılacağını belirtiyor. Ancak projedeki evlerin altlarında otopark görünüyor.


    İstanbul Büyükşehir Belediyesi, Fatih Belediyesi ve Toplu Konut İdaresi (TOKİ) işbirliğiyle Sulukule olarak adlandırılan ve yenileme alanı ilan edilen Hatice ve Neslişah Sultan mahallelerinde 620 ev, bir otel, bir ticaret, kültür ve eğlence tesisini içeren yenileme projesi, Kültür ve Tabiat Varlıkları Yenileme Kurulu tarafından geçtiğimiz günlerde onaylandı. 11 kez değiştirildikten sonra onaylanan projeye Sulukule Platformu direniyor. Platform, şimdi mahkemeye gitmeye hazırlanıyor.





    Arkeologlar da, Four Seasons ve Marmaray projesindeki Yenikapı kazılarını örnek göstererek, Sulukule yıkılacaksa da arkeolojik kazının şart olduğunu söylüyor. Prof.Dr. Sait Başaran, Sulukule'nin Bizans'ın en önemli yerleşim yerlerinden olduğunu belirtiyor. Bölgenin iyileştirme yapılarak şu anki haliyle korunmasından yana olduğunu belirten Başaran, "Kurul nasıl bir karar aldı bilmiyorum. Ancak konutları temelsiz yapacaklarını söylüyorlar. Burada arkeolojik kazıların yapılması şart. İstanbul tarihi açısından önemli bulgulara ulaşmak mümkün" diyor. Arkeoloji Müzesi uzmanları da şöyle konuşuyor:


    "Türkiye'nin 1982'de imzalamış olduğu UNESCO Konvansiyonu, yeraltındaki arkeolojik varlıklar araştırılmadan yeni inşaat yapılamayacağı kuralını getiriyor. Bölgedeki kalıntılar hiç araştırılmadı. Bazı kaynaklara göre 569 -570 yıllarında inşa edilen Deuteron Sarayı'nın Sulukule'de olması yüksek bir olasılık."


    Bu arada TOKİ ise arkeolojik kazı yapılmasına yanaşmıyor. Çünkü yapılacak arkeolojik kazılar projenin en az 5 yıl geç başlamasına neden olabiliyor.

     

    Toplam 91 bin 496 metrekare alanı kapsayan, 10 sokak ve 3 caddeden oluşan proje alanında 620 hak sahibi, 434 kiracı, 45 de dükkan bulunuyor. Osmanlı-Türk mimarisi örneğini oluşturacak evler şu anda olduğu gibi bitişik nizam 2, 3 ve 4 katlı olacak. Evlerin dış cephesi taş ve ahşap kaplama yapılacak. Sokak siluetleri korunacak. Bununla birlikte alanda bulunan cami, kilise, çeşme ve konutların da bulunduğu 44 tescilli eser restore edilecek. Proje alanında ayrıca bir kültür merkezi ile bir butik otel yer alacak. Sulukule Ticaret Kültür ve Eğlence Tesisi, 1500 metrekare kapalı alana sahip olacak ve burada Roman müziğinin yanı sıra konservatuvar eğitimi verilecek bir mekan olacak.
    Milliyet, Fotoğraf: Murat Öztürk, 05.02.2008

    TARİHİ CAMİYE SAYGISIZLIK

     

    Edirne'nin sembolü olan Selimiye Camii'nin duvarları kimliği belirsiz gençlerin yazdığı boyalı yazılarla kirletiliyor.

    Mimar Sinan'ın ustalık döneminde yaptığı tarihi caminin duvarları sevgililerin aşklarını ilan ettiği yer haline dönüştü. Caminin doğu kapısından içeri girildiğinde sağ tarafta yer alan dönemin devlet büyüklerinin mezarlarının bulunduğu alanlar sprey boyalarla yazılmış isimlerle dolu. Çeşitli şekillerin de çizildiği duvarlardaki yazıların bir kısmının silinmesine karşın izleri dururken yeni yazılar yazılmaya devam ediliyor. Osmanlı döneminin önemli mimari eserleri arasında yer alan Selimiye Camii her yıl binlerce insan tarafından ziyaret ediliyor. Yerli ve yabancı turistler tarafından büyük bir ilgi ile incelenen caminin duvarlarına yazılan yazılar kötü bir görüntü oluşturuyor. Ulu bir mabede karşı yapılan saygısızlığa son verilmesini isteyen cami cemaati, yetkililerin gerekli önlemleri almasını talep ediyor.

    Zaman, 04.02.2008

    USTRUMCA'DA OSMANLI ESERLERİ YOK EDİLİYOR

     

    Ustrumca’da Osmanlı Dönemi’nden kalma çok değerli tarihi eserlere ev sahipliği yapmış bir şehir. Göçlerin ardından, maalesef geriye kalan tarihi eserlerimizi tanınmaz halde olduklarını görüyoruz. Başta Ustrumca’nın merkezinde mevcut bulunan Orta Cami arkeoloji müzesi olarak kapalı bir halde dururken, son zamanlarda yapılan cami  altı kazılara göre; camini altında kilise temelleri bulunuyormuş iddialar atılıyor. Çok yakın zamanda cami tamamen yıkılıp yerine kilise inşa edilirse şaşmamak lazım.

     

    Şimdiye kadar sadece tarihi kitapların anısında duran Ustrumca’nın İnkar Camisi’nin avlusu şu anda evlerle sarılmış. Cami tamamen görünmez bir haldedir. Caminin sadece ön duvarı ve  temelleri bulunmaktadır. Caminin yan tarafında bir zamanların medresesi ve hamamı olan yer, şu anda çöplük ve bir kısımda kalan temeller mevcut duruyor.  Bu tarihi değerlerimizi almakla yetinmiyorlarmış gibi şimdide Orta Cami’nin yanında mevcut bulunan, Posta haneyi müzeye dönüştürme girişimleri başladı. Eski Postahane binası Ustrumca Tarihi Kültürü Koruma Vakfı tarafından, tamamen temizlenerek, badana yapıldı. Posta hane artık müze haline dönüştürülerek, içinde bürolar yapılacağını belirtiler.

     

    Ustrumca Kardeşlik Derneği Başkanı Emin Emin, yapılan bu miraslarımızı  elden alma adedine hakkında şu açıklamalarda bulundu; ”Elimizden alınan bu tarihi miraslarımızı bıraksınlar artık.  Yetkili kuruluşların bunlara müdahale etmelerini istiyorum. Bu gidişle hiçbir şeyimiz kalmayacaktır.” dedi.

    Yeni Balkan, Haber: Bekir Abdi, 04.02.2008

    BELEDİYELER MÜZE VE ÖREN YERİ GELİRLERİNDEN DAHA FAZLA PAY ALMAK İSTİYOR

     

    Göreme Belediye Başkanı Fevzi Günal, müze ve ören yerlerinden belediyelere aktarılan payların arttırılmasını istedi.

     

    Türkiye'nin en önemli turizm merkezlerinden biri olan Kapadokya bölgesinde, bölgeye gelen yerli ve yabancı turistlerin en çok ziyaret ettikleri merkezlerin başında gelen Göreme Açıkhava Müzesi'nin de içerisinde bulunduğu Nevşehir'in Göreme beldesi belediye başkanı Fevzi Günal, müze ve ören yerlerinden belediyelere aktarılan payların düşük olmasından yakındı. 1998 yılına kadar, beldelerinde bulunan müze ve ören yeri gelirlerinden yüzde 40 oranında pay aldıklarını ve bu tarihten sonra çıkan bir yasa ile bu gelirlerinin yüzde 35 oranında düşürülerek yüzde 5 yapıldığını belirten Fevzi Günal, bu oranın yüzde 25 seviyesine yükseltilmesini istedi. Beldelerinin 2007 yılında bir milyon 200 bin yerli ve yabancı turist ağırladığını kaydeden belediye başkanı Günal, "İller Bankası'ndan bize nüfusumuzun 2 bin olduğu göz önünde bulundurularak ödenek aktarılıyor. Oysa ki bizim yaz aylarında nüfusumuz 6 binin üzerine çıkıyor. Bunun yanı sıra her gün binlerce yerli ve yabancı turisti ağırlıyoruz. Bu turistler için yapılan yol düzenlemeleri, içme suyu ve çevre temizlik çalışmaları tamamıyla bize ait. 2 bin kişi için gelen para ile bir milyonun üzerinde turistin geldiği bir beldeye nasıl istediğiniz gibi hizmet verebilirsiniz?" dedi.

     

    Beldelerinde Göreme Açık Hava Müzesi, Karanlık Kilise gibi çok önemli müze ve ören yerlerinin bulunduğuna dikkat çeken Fevzi Günal, bu merkezlerden her yıl Kültür ve Turizm Bakanlığı'na 4 Milyon YTL'nin üzerinde gelir aktarıldığını söyledi. Günal, "Bu gelirin biz yeniden yüzde 40'ı nı versinler demiyoruz ancak hiç değilse yüzde 25'i ni bize versinler. Bizim gibi bölgede bir çok turistik belde var. Bu beldelerimizi normal bir belde ile bir tutmak çok mantıksız. Bir an önce bu hatanın düzeltilmesini ve sınırlarında müze ve ören yeri bulunan beldelere, bu merkezlerden elde edilen gelirin yüzde 25'i nin aktarılmasını bekliyoruz. Şu anda bize verdikleri yüzde 5 pay ile zaten bir bırakın yeni projeler üretmeyi bu merkezler için yaptığımız masrafları bile karşılayamıyoruz.Tek gelirimiz İller Bankası buradan gelen gelir ise bizim personel harcamalarımızın ancak dörtte biri" diye konuştu.

    haberler.com, 04.02.2008

    EDİRNE'DE KİLİSE RESTORASYONU

     

     

    Bulgaristan'ın Edirne Başkonsolosu Angel Angelov, harabeye dönüşen Sveti Konstantin ve Helena Kilisesi'nin onarımına geçen yılın Aralık ayında başladığını belirterek, "Kilise, restorasyonu tamamlandıktan sonra müze olarak faaliyet gösterecek" dedi.

     

    Angelov, Kirişhane semtinde 1878 yılında yaptırılan kilisenin çevresinin geçen yıl kontrol altına alınmasının ardından, restorasyon çalışmalarını başlattıklarını söyledi.

     

    Kilisedeki onarımın Bulgaristan Kültür Bakanlığı'nın desteğiyle yapıldığını ifade eden Angelov, kilisenin mimari açıdan özel bir bina olduğunu ve bu nedenle onarımın titizlikle sürdürüldüğünü belirtti.

     

    Kilisenin restorasyonunun bu yıl tamamlanmasının hedeflendiğini bildiren Angelov, şöyle dedi:

    "Sveti Konstantin ve Helena Kilisesi, restorasyonu tamamlandıktan sonra müze olarak faaliyet gösterecek. Edirne'ye Yunanistan ve Bulgaristan'dan gelenler, Kıyık semtindeki Sveti Georgi Kilisesi'nde ibadet ettikten sonra, Konstantin ve Helana Kilisesi'ni ziyaret edebilecek. Bu ziyaretlerin Edirne'nin ekonomisine de katkısı olacağına inanıyorum. Sveti Georgi Kilisesi, seyahat şirketlerinin listesine de girdi. Edirne'ye gelen kafilelerin çoğu, kiliseyi gezdikten sonra şehirde alışveriş yapıyor."

     

    Angelov, kilisenin onarımının yaklaşık 500 bin avroya mal olacağını kaydetti.

    Trt/Haber, 04.02.2008

    TARİHİ ÜZÜMCÜLER ÇARŞISI YENİ YÜZÜNE KAVUŞUYOR

     

    150 yıllık geçmişi ile Isparta'nın sembolü durumunda bulunan tarihi Üzümcüler Çarşısı yeni yüzüne kavuşuyor. Yapılacak yeni çalışma ile çarşının tavanı tamamen değiştirilecek, zeminde andezit taşı ile kaplanacak. Aydınlatma ve tarihi görünüm açısından da kemer yapılacak.

     

    Nostalji ile teknolojiyi bir araya getirmeyi hedefleyen Belediye Başkanı Hasan Balaman, tarihi çarşıda incelemelerde bulunarak restorasyonun 3 ayda tamamlanacağını belirtti. 150 yıl önce yaş ve kuru üzümlerini satmak isteyenlerin bir araya toplandıkları adını da bu alış verişten alan tarihi Üzümcüler Çarşısı'nın yeniden revizesine start verildi.

     

    İçinde 100 dükkanın bulunduğu, bunlardan 19 tanesinin de koruma altında tutulan tarihi çarşıda incelemelerde bulunan Belediye Başkanı Hasan Balaman, "Çarşının nostaljisini koruyarak 3 ay içinde restorasyonuna başlayacağız" dedi.

     

    Isparta'nın kuruluşundan beri esnafa kazanç kapısı olmuş tarihi Üzümcüler Çarşısı'nın yıllar geçtikçe eski tarihi görünümünden uzaklaştığını fark ettiklerini söyleyen Balaman, "Çarşı Isparta'nın vitrinidir. Çalışmalara önümüzdeki hafta başlayacağız ve 3 ay gibi kısa sürede esnafın ve halkımızın hizmetine sunacağız" diye konuştu.

     

    Başkan Balaman, restorasyonun yapılmasının ardından esnafın görselliğe önem vermesini istedi. Vitrinleri yeniden elden geçirmeleri gerektiğini belirten Balaman, "Isparta'da diğer illerden gelenlerin ilk uğrak yeri Üzümcüler Çarşısı. Burası şehrimize yakışır bir görüntüye sahip değil. Geçen yıl esnaf arkadaşlarla buranın revize edilmesi konusunda bir araya geldik" ifadelerini kullandı.

    haberler.com, 04.02.2008

    TARİHİ EVLERİN ENVANTERİNİ ÖĞRENCİLER ÇIKARIYOR

     

    Ödemiş'te ilköğretim okulu öğrencileri tarihi evlerin envanterini çıkaracak. Ödemiş Belediye Başkanı Mahmut Badem'i, öğretmenleri Mehmet Kamer ile ziyaret eden Özel Birgivi İlköğretim Okulu öğrencileri, tarihi evlerin envanterini çıkarmak için proje başlattıklarını bildirdi.

    Projenin koordinatörlüğünü üstlenen Din Kültürü Öğretmeni Mehmet Kamer, ziyarette yaptığı açıklamada, öğrencilerin boş zamanlarını değerlendirmek amacıyla bu projeyi hazırladıklarını belirtti. Ödemiş'teki 180 tarihi yapının fotoğraflarının çekileceğini, bunlar hakkında bilgi toplanacağını kaydeden Kamer, "Amacımız, sömestre tatilinde öğrencilerimiz tarafından tarihi eserlerin tespiti, tarihi duyarlılığın artırılması, çevre bilincinin sağlanması, kültür ve tarih bağlarının güçlendirilmesidir" dedi.

    Kamer, projenin öğretim yılı sonuna kadar bitirileceğini anlattı. Belediye başkanı Mahmut Badem de öğrencilerin projelerini tamamlamaları halinde, kitaplaştırarak kalıcı hale getirebileceklerini söyledi. Badem, "Evlerin ilk sahipleri, şimdi içinde yaşayanlar ve tarihi özellikleri hakkında, öğrenciler tarafından böyle bir proje yürütülmesi ve hayata geçirilmesi çok önemli bir etkinliktir" diye konuştu.

    Haber Ekspres, 04.02.2008

    BAKAN İÇİNE SİNDİRDİ, O DA MEŞREBİNE UYDURDU

     

    Kültür Bakanı Ertuğrul Günay, “İstanbul’da tarihi kalıntı üstünde bu kadar cüsseli, yüksek yapıyı içime sindiremedim” diyordu, Mimarlar Odası da; “İstanbul’da Ayasofya’nın dibine, tarihi alana çelik kazıklar üstünde otel dikmek cinayettir, bu cinayeti görmezden gelmek bizim meşrebimize uymaz” diye özetleyebileceğim açıklamalar yapıyordu.

    Bir ay doldu.

    Yapı yükseldi.

    İspanya’dan getirilmiş 600 tonluk ithal çelik kazıklarla çelik iç ve dış bağlantı kirişleri Ayasofya’nın dibine, yapı emekçileri, gece-gündüz-yağmur-kar demeden çalıştırılarak çakıldı. Turistlerin “iğrenç görünüşlü” deyip hayretten açılan gözlerle baktıkları çelik iskelet tamamlandı.

    Vinçler çekilip gitti.

    Çatıyı henüz çatmadılar fakat çelik iskeletin damına beton döküp, etrafına 80 santim yüksekliğinde merdiven parmaklığına benzer metal çıtalar kaynatıp çevirdiler.

    Acaba ne yapacaklar?

    Kaçak bir yarım kat!

    Neden olmasın?

    UNESCO çağırılacaktı.

    Onlar tarafsızdır.

    Gelecek UNESCO heyetinden; “Devletin şuncacık kültür yatırımına ayıracak parası yokmuş garibanizmine yattık. Bölgenin arkeolojik park haline getirilmesine Four Seasons Oteli’nin yeni sahibi, parasıyla destek verdi. Büyük Bizans Sarayı ve Osmanlı Topkapı Sarayı Nakkaşhanesi kalıntısının bulunduğu bu tarihi yapının üzerine şu gördüğünüz iri cüsseli, çelik kazıklı yapıyı çaktık. Doğru mu yaptık?” diye görüş alınacaktı.

    UNESCO 1 Şubat’ta gelecekti.

    Gelmeyin dediler, gelmedi.

    Bakan sözünü unuttu.

    İçine sindirdi.

    Mimarlar Odası da İstanbul’da genel kurulunu topladı. Genel kurul çekişmeli geçti. Ayasofya’nın dibine “iğrenç çelik iskeleti” çakanları görmezden, bilmezden gelen İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Yüksek Mimar Kadir Topbaş ile belediyenin İmar Komisyonu Başkanı Mimar Sefer Kocabaş ve imardan sorumlu Genel Sekreter Mimar İrfan Uzun’un da Genel Kurul’a bizzat gelerek desteklediği liste seçimi kaybetti.

    Eski yönetim kazandı.

    Hani, “Bu tarihi bölgeye bu kadar iğrenç bir çelik kazıklı yapı yapılmasına sessiz kalmak bizim meşrebimize (tabiat, huy, mizaç) uymaz” diyen yönetim, Mimarlar Odası seçimini kazandı.

    Başardılar.

    Oda yönetimini, “şehrin tarihi ve kültürel bölgelerine çelik kazıklar üstüne yapılar diken otelciye göz yumanlara” kaptırmadılar.

    Fakat o kadar.

    Oda da yapıyı unuttu.

    Bu tarihi bölgenin ortasına bu kadar iri bir çelik kazıklı yapıyı kondurma izininin altında imzası olan ve aralarında profesör ile doçentlerin de bulunduğu, kimisi koruma kurullarında da görevli mimar üyelerini kınamadılar.

    Protesto etmediler.

    Oda üyeliğinden atmadılar.

    Bakan içine sindirdi.

    Oda meşrebine uydurdu.

    Bu tarihi yapının üzerine çelik kazıklar çaktırıp ilave otel inşaatı yapanlar, bana gelip “Sen cinayet diye yazıp duruyorsun. Ayasofya cinayeti dediğin bu çelik konstrüksiyon yapının dikilmesi için alınan yasal iznin altında 132 mühendis-mimarın imzası var” demişlerdi.

    Hürriyet, Yazı: Necati Doğru, 04.02.2008

    KÖPEK TİMSAH

     

    Brezilya’nın Sao Paulo Eyaleti’nde dört yıl önce, tarih öncesine ait köpek bacaklı timsah fosilinin bulunduğu açıklandı.

    Paleontolojistler, fosilin 80-85 milyon yıl önceki döneme ait olduğunu, uzunluğunun 1.5-1.7 metre, ağırlığının 40 kilo olduğunu belirtti.


    Uzmanlar, Palo Alto Bölgesi’nde bulunan fosilin günümüzde yaşayan timsahlarla ataları arasındaki kaybolan bağlantıyı vereceğini düşünüyor. Uzman Felipe de Vasconcellos, ilk timsahların Güney Amerika ile Afrika’nın tek kıta halindeki dönemde yaşadığını belirtti.

    Hürriyet, 04.02.2008

    MAKEDONYA KURUMLARI TAŞ KÖPRÜ'YÜ UNUTTU

     

    Makedonya Kültür Bakanlığı, Taş Köprü restorasyonunu Bakanlık dahiline aldıysa da, bu yıl restorasyonu için bütçeden para ayrılmadı. Bakanlıktan köprü restorasyonu için Üsküp Belediye’sinin  sorumlu olduğunu söylüyor. Bakanlığın Halkla İlişkiler Sorumlusu Aleksandar Gorgiev,  Taş Köprü restorasyonu Üsküp Belediyesi’nin sorumluluğu olduğunu ve Bakanlık olarak bu restorasyon için para ayırma sorumluluklarının olmadığını belirtiyor.

     

    Belediyeden ise; geçen yıl resmi olarak, köprü restorasyon çalışmalarının Belediye Başkanı Trifun Kostovski tarafından eski Kültür Bakanı İliriyan Bekiri’ye teslim edildiğini savunuyorlar.  Diğer taraftan İstanbul BüyükşehirBelediyesi tarafından köprü restorasyonu için 1.1 milyon avro maddi yardım yapıldı. Yapılan  incelemelere göre ise köprü restorasyonunun tamamlanması için 500 000 – 800 000 avro arası para gerekli. Şimdiye kadar ise 3,5 milyon avro harcanmıştır.  Restorasyonun yapılacak olanüçüncü ve son aşamasında Taş Köprü ve Üsküp Çarşısı arasındaki bölgede “Karpoş Ayaklanması”  meydanının da inşa edilmesi öngörülüyor. Türkiye’nin vereceği maddi yardımın bu meydan için de kullanılmasına izin verilip verilmeyeceği de henüz bilinmiyor. Bu meydanın  yapılması 250 000 avro değerinde olacağı bildiriliyor. Belediye’den Türkiye’li yetkililere  projenin verildiği, incelemeden sonra kendilerinin  yardımı ne şekilde yapacaklarını, paraların ne için harcanacağını  bildirecekleri söyleniyor. Restorasyonun tamamlanması için mihrabın ve ışıklandırmanın  yapılması gibi işlerin de yapılması gerekiyor.

    Yeni Balkan, 04.02.2008

    TARİHİ SUMBAS CAMİİ RESTORE EDİLİYOR

     

    Osmaniye'nin Sumbas İlçesi'nin Karaömerli Köyü'nde bulunan asırlık Sumbas Camii, restore ediliyor.

     

    1900'lü yıllardan kalmış tarihi cami, 1930'lu yıllarda bir hayırsever tarafından çatısı onarılarak tamir ettirilmişti.

     

    O tarihten bu yana tadilat yapılmayan cami, İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü tarafından restore edilerek kullanıma sunulacak.

     

    Restorasyonun en geç haziran içinde bitirileceğini belirten İl Kültür ve Turizm Müdürü Ahmet Tabur, "Caminin onarılması 1996 yılından bu zamana kadar gündemde. Fakat çalışmalar 2003 yılından sonra hız kazandı. Cami daha önce Köy Tüzel Kişiliğinde olduğu için restorasyon işlemlerinde problem yaşıyorduk. Şimdi Köy Tüzel Kişiliği, camiyi müdürlüğümüze devretti. Restorasyon bittiğinde vatandaşlarımız camiyi kullanabilecekler." dedi.

    haberler.com, 04.02.2008

    TARİHİ ESER OPERASYONU

     

    Denizli'nin Kale İlçesi'nde, Osmanlı ve Bizans dönemlerine ait çok sayıda tarihi eser ele geçirildi. 

    Kale İlçesi'nde bir ihbarı değerlendiren jandarma ekipleri, N.N. ve F.N. isimli şahısların elinde tarihi eser olduğu ve bu tarihi eserleri satmak için müşteri aradığı bilgisini aldı. Alıcı kılığına girerek şahıslarla irtibata gecen jandarma, belirlenen yerde buluşma sağladı.


    Bu sırada operasyonu gerçekleştiren jandarma ekipleri, şahıslarla birlikte 3 adet insan figürü bulunan heykel, 33 adet sikke, 9 adet süs eşyası ve 1 adet toprak vazo ele geçirdi. Yapılan incelemede ele geçirilen tarihi eserlerin Osmanlı ve Bizans dönemlerine ait olduğu tespit edildi. İfadeleri alınan şahıslar çıkarıldıkları mahkeme tarafından tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı.

    Denizli Kent Haber, 04.02.2008

    'İSTİKLAL YOLU' TURİZME AÇILIYOR

     

    Milli Mücadele yıllarında deniz yoluyla Kastamonu'nun İnebolu İlçesi'ne getirilen cephane ve askeri malzemelerin kağnılarla cepheye taşındığı güzergah turizme açılacak.

    İnebolu'dan başlayıp Kastamonu ve Çankırı üzerinden Ankara'ya ulaşan “İstiklal Yolu”ndaki düzenleme çalışması Kastamonu Valisi Nurullah Çakır tarafından başlatıldı.

    İlçe yetkilileri ve sivil toplum kuruluşlarının temsilcileriyle toplantı yapan Çakır, İstiklal Yolu'nun doğa yürüyüşü ve bisiklet parkuru olarak düzenleneceğini söyledi. Her yıl İnebolu'da 9 Haziran'da Kahramanlık Günü kutlanıyor.

    Yeni Şafak, 03.02.2008

    TARİHİ HAVAGAZI FABRİKASI KÜLTÜR SANAT MERKEZİ OLDU

     

     

    İzmir, bir kültür-sanat tesisine daha kavuşuyor. Büyükşehir Belediyesi, Alsancak'taki tarihi havagazı fabrikasını restore ettiriyor. Dev binada; sergi ve konser salonları, bilgisayar ve internet erişimi, kafeteryalar, sanat eseri satış birimleri, amfitiyatro, otopark, süs havuzları, oturma grupları ve yürüyüş yolları olacak.

    Restorasyonu yapan Akdemir Mühendislik firmasının yetkilisi Baturay Akdemir, onarımda, binanın özgün mimarisine sadık kalındığını söyledi. Akdemir, ''Bacayı güçlendirdik. Eski tuğlaların yerine, özel döktürdüğümüz orjinaline uygun tuğlalar konuldu. Yıkılan bölümleri de doğal taşlarla yeniden yaptık. Çürüyen malzemeler, aslına uygun şekilde değiştirildi. Yapıyı, 7 Şubat'ta Büyükşehir'e teslim edeceğiz'' dedi. Binanın, çevre düzenlemesinin ardından birkaç ay içinde hizmete açılacağı belirtildi.

    Miliyet Ege, Haber: Mustafa Oğuz, 03.02.2008

    ARPAZ KONAĞI KURTARILMAYI BEKLİYOR

     

    Aydın'ın Nazilli ve Bozdoğan ilçeleri arasında bulunan Esenköy'deki tarihi Arpaz Konağı ile Kulesi'nin koruma altına alınması istendi. Sırasıyla Perslerin, Romalıların, Bizanslıların, Selçukluların ve Osmanlıların yaşadığı eski ismi Harpassa olan Esenköy'de bulunan, yakın tarihimizde önemli olayların geçtiği, ilginç mimari yapısıyla Arpaz Beyler Konağı ve Kulesi'nin kaderine terk edildiği ileri sürüldü.

    Bir külliye şeklinde olan bu yapı, Osmanlı padişahı II. Beyazıt tarafından Arpaz Tımarı Gedik Ahmet Paşa'nın oğluna verildi. Gedik Ahmet Paşa'nın sipahi yetiştirip, seferlere katıldığı biliniyor. Arpaz Beyi Hacı Hasan Bey, Islahat Komutanlığı sırasında Rodos'a sürgün gönderildi. Daha sonra padişah tarafından affedilerek geri döndü. Geriye dönerken yanında Rodoslu yapı ustaları getirerek, Arpaz Kulesi'ni yaptırdı. Taş, ahşap, kireç, yumurta akı ve kum yapının asıl malzemelerin oluşturduğu kulenin yanı başında, taş duvarlar ve kestane payandalar üzerine kuruldu. Konağa yaz ve kış odaları ile büyük bir hayat diye tabir edilen verandalar da yapıldı. Her odanın tavanı ve kapıları oyma ağaç işlendi. Kapısındaki çiviler, küflenmemesi için gümüşten, verandaları tutan sütunlar ise işlenmiş ahşaptan yapıldı.

    Esenköy Muhtarı Mehmet Durmaz ve Kuşadası Eko Sistemi Koruma ve Doğa Sevenler Derneği Başkanı Bahattin Sürücü, "Konak ve kule her geçen gün yıpranmakta. Eğer acilen bir koruma çalışması yapılmazsa, tamamen yok olacak. Üzerinde leyleklerin yuva yaptığı, içinde ineklerin dolaştığı, odalarının saman damı olarak kullanıldığı, ahşaplarının çürüdüğü, bakımsızlıktan ocaklarında incir ağaçlarının çıktığı bu benzersiz yapının restore edilmesi, Esenköy halkının geleceğini sosyal ve ekonomik anlamda olumlu yönde etkileyecektir. Başka bir yerde benzeri bulunmayan ve Afrodisias'a yakın olan bu yapı, bölge turizmine zenginlik ve cazibe katacaktır " dedi.
    Haber Ekspres, 03.02.2008

    DOĞA DOSTLARI ALLIANOI'YE ŞİŞEYLE MEKTUP GÖMECEK

     

    İzmir'in Bergama İlçesi'nin 18 kilometre kuzeydoğusunda Roma dönemine ait en iyi korunmuş termal tedavi merkezi 1800 yıllık Allianoi Antik Kenti, sular altına gömülmek için gün sayıyor.
    Allianoi Antik Kenti Kazı Başkanı Yrd.Doç.Dr. Ahmet Yaraş, Yortanlı Barajı'nda bu ay su tutulmaya başlanmasıyla antik kentin sular altında kalacağını belirterek, "Barajın altyapı çalışmaları başladı. Şu an Allianoi'deki tarihi eserler karga tulumba taşınıyor, tarih diri diri sulara gömülecek" diye feryat ediyor.


    Yaraş, şunları söylüyor: "Hellenistik çağda kurulup Osmanlı'ya dek süren antik çağdaki sayılı sağlık merkezi Allianoi'nin kazısı 1998'de başladı. Dokuz yıllık kazı çalışmasında, taşınabilir ya da taşınamaz son derece zengin eserler çıktı. 2002'de kentin korunması için bir proje hazırladık. Etrafını duvarla çevrip baraj suyundan etkilenmemesini öngörüyordu. Kültür Bakanlığı bunu pahalı buldu, kabul edilmedi."

    Doğa Derneği, Doğa Turizm ve Atlas Dergisi ise "Allianoi'ye Sadakat Yolculuğu" başlığıyla bugün kenti ziyaret ediyor. Doğa dostları, ilginç bir de eylem yapacak. Eylemciler, duygularını bir kağıda yazarak şişeye koyup gömecek ve gelecek nesile, Allianoi'yle ilgili düşünce ve çabaları iletecek.
    Tarih katliamına yeniden dikkat çekmek, belki de son bir kez tarihe tanıklık için bu ziyareti yaptıklarını söyleyen Doğa Derneği Genel Müdürü Güven Eken, "'Baraj yapılmasın' diyen yok. Yapılmış, bitmiş. Kurul kararı, antik kentin mille kaplanması. Ancak bizce de Allianoi'nin duvarlarla çevrilmesi daha somut bir çözüm önerisi. Çünkü barajın ortasında duvarlarla korunması mümkün" diye konuştu.
     

    Devlet Su İşleri 2. Bölge Müdürü Ayhan Sarıyıldız ise Kültür Bakanlığı 2 No'lu kurul kararının onaylanmasını beklediklerini belirterek, "Şu an Kültür Bakanlığı Allianoi'nin toprakla kapatılma projesi hazırlıyor. Zaten çok kötü şekilde yapılan kazı alanı, güzelce kapatılacak. Eserler de Kültür Bakanlığı'nın gösterdiği yerlere gönderiliyor" dedi.

    Milliyet, Haber: Gülay Fırat, 03.02.2008

    ALTI BULAK ARTIK AKMIYOR

     

     

    Diyarbakır'ın Silvan İlçesi'nde Artuklular yada Eyyubiler'den kalma bir eser olduğu bilinen Altı Bulak (Kaniya Derge) çeşmesinin suyunun kesilmesi vatandaşlar tarafından tepkilere yol açtı.

     

    2 bin yıllık geçmişi olan tarihi çeşmenin şimdiye kadar kesilmeyen suyunun kesilmesi vatandaşların tepkisine neden oldu. Suyu kesilen tarihi çeşme ilgisizlikten dolayı çöplüğe dönüşmüş durumda. İlgisizliğe tepkilerini dile getiren Selahattin Mahallesi sakinleri, "Bütün yetkili kişilerin kulakları çınlasın, tarihimize saygımız bu mu? 2 bin yıllık tarihi çeşmenin suyu şimdiye kadar kesilmemişti. Ama şu an tarihi çeşmenin suyu akmıyor ve çeşme çöplüğe dönüştü. İlgili kişilerden bir an önce çeşmenin suyunun akmasını ve çöplerden temizlenmesini istiyoruz" dediler. Altı Bulak, Kaniya Derge Çeşmesi ilçenin güneyindeki surun alt kısmında yer alıyor. Çeşme 6 bulaktan oluşuyor. Daha önceleri çeşmenin üzerinde iki kitabe varmış ancak altın arayıcılar yağmalamaış. Halk dilinde "Kaniya Derge" olarak geçen çeşme tarihi hakkında her hangi bir esere rastlanmıyor. Eyyubiler yada Artuklular'dan kalma bir eser olduğu tahmin ediliyor.

    Yeni Şafak, Haber: Ferhat Parlak, 03.02.2008

    YALDIZLI LAHİTLERDE "GÜZEL" MUMYALAR





    Kahire’nin 80 km güneybatısında, El Faiyum vahasında tüm süslemeleriyle son derece iyi korunmuş dört mumya bulundu. Bu vahadaki mezarlık definecilerin uğrak yeri olduğu için, altın boyalı maskı ile birlikte bulunan kadın mumyası gerçek bir sürpriz yarattı. El Faiyum’da bulunan ve “Ölüler Şehri” (Deir el-Banat) olarak bilinen bu yerleşimdeki sürprizler arkeologlara yeni buluntular için ümit verdi.





    MÖ 4. yüzyıldan MS 7. yüzyıla kadar mezarlık olarak kullanılan Deir el-Banat’ta birlikte çalışan Amerikalı ve Rus arkeologlar tarafından şu ana dek 150 mezar açıldı. Burada bulunan mezarlar çoğu basit ve sığ gömüler. Kolayca kazılabilmeleri dolayısıyla da, yıllar boyu kaçakçıların hedefi olmuşlar.





    Kazıları yöneten Mısırbilimci Rus arkeolog Galina Belova “El Faiyum’da şu ana dek sağlam durumda fazla mumya bulunmadı, bulduğumuz son dört mumya ise bir ilk” dedi.




    National Geographic News, 30.01.2008

    UNESCO'DAN TESCİLLİ TARİHİ EVLER, TATİL KÖYÜ OLARAK DEĞERLENDİRİLECEK

     

    UNESCO tarafından 'Dünya Dostluk ve Barış Köyü' ilan edilen Kayaköy'deki tarihi evler, tatil köyü ve müze olarak değerlendirilecek.

     

    Mimari yapısı, dar sokakları, kiliseleri ve doğasıyla etkileyici bir atmosferi olan Muğla'nın Fethiye İlçesi'ne bağlı Kayaköy'de, 15 yıl boyunca yapılamayan restorasyon çalışmaları nihayet başlıyor. Köyün bir bölümü müze haline getirilirken, bir bölümü de tatil köyü yapılacak. Konuyla ilgili açıklama yapan Muğla İl Genel Meclisi Başkanı Cem Erkin, yapılacak çalışmalarla Kayaköy'ün turizmde daha verimli değerlendirileceğini söyledi. Burayla ilgili bir imar çalışması yapıldığını, tamamlanan ve askıya çıkan plana itirazlar geldiğini hatırlatan Erkin, yapılan itirazların değerlendirilip kesin sonucun çıkmasının beklendiğini aktardı. Erkin, "Bundan yaklaşık 3 yıl önce Kayaköy'ün koruma amaçlı imar planı için Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından 200 bin YTL ödenek ayrılmıştı. Bu bağlamda Turizm Baklanlığı'nın önerdiği bir profesör tarafından eski evlerin tespitleri ve haritaları çıkarıldı." dedi.

     

    Bölgenin artık rolöve çalışmalarının hazır olduğunu vurgulayan Cem Ekin, itiraz edilen imar planının kesinleşmesi ile Bakanlığın Kayaköy'le ilgili ihaleye çıkacağını açıkladı. Özel teşebbüslerin hatta İtalya'dan firmaların açılacak bu ihale için hazır beklediklerini bildiren Erkin, şöyle konuştu: "İmar durumunun nasıl çıkacağı çok önemli. İmar planı sorunu çözülünce hemen ihaleye çıkılacak. Kayaköy'deki tarihi evlerin üçte biri aslı korunmak kaydı ile tatil köyü yapılacak. Geri kalan kısmı ise yine tadilatı yapılarak müze haline getirilerek, ziyarete açılacak. Hayata geçirilecek proje ile, eski Rum evleri tüm dünyaca tanınır hale gelerek, turizm pastasına dahil edilmiş olacak." Kayaköy'ün faaliyete girmesi ile Fethiye'de turizm hareketinin ivme kazanması bekleniyor.

     

    Eski bir Rum köyü olan Kayaköy'de her biri 50 metrekareden büyük olmayan, manzara ve ışık açısından birbirinin önünü kapatmayan, genellikle alt katları kiler görünümünde ikişer katlı ve girişte çatıdaki yağmur sularının toplandığı zemin altı sarnıçlarının olduğu 3 bin 500'e yakın taş ev bulunuyor.

     

    Fethiye'ye 8 kilometre uzaklıkta bulunan eski bir Rum yerleşim birimi olan Kayaköy'ün geçmişi MÖ 3000'lere kadar gidiyor. Eski adı Levissi olan köyde, konutların yanı sıra evler arasına serpiştirilmiş çok sayıda şapel, iki büyük kilise, bir okul ve gümrük binası yer alıyor. 1922 yılında yapılan mübadele sonrasında köyde yaşayan Rumlar Yunanistan'a gönderilirken, Yunanistan'daki Türkler de bu bölgeye yerleştirilmişti. Fakat köye yerleştirilen Türkler köyü terk ederek, ovaya yerleşmiş, tarihi evler de yıllarca bakımsız ve ilgisiz kalmıştı.

    Zaman, Haber: Fatih Yılmaz, 02.02.2008

    ÇİVİ KULLANILMADAN İNŞA EDİLEN 114 BİNAYA RESTORASYON

     

    Düzce'nin Akçakoca İlçesi'nde Kültür ve Turizm Bakanlığı'nca tescillenmiş 114 tarihi binanın tekrar projelendirilip restore edilmesi için çalışmalara başlanıyor. İlçede 100 yaşını aşmış ve 'çantı' olarak nitelendirilen çivi kullanılmadan inşa edilmiş 114 tarihi ev bulunuyor.

     

     

    Evler, Akçakoca Belediyesi ve Çevre Koruma Vakfı'nca yeniden projelendirilip baştan aşağı restore edilecek. Kültür ve Turizm Bakanlığı'nca tescillenen 114 tarihi evin proje restore çalışmalarının Kültür Varlıklarını Koruma Vakfı'nın hibe kredisi ile yapılacağı bildirildi. Bu kredi ile mülk sahiplerinin hiçbir masraf yapmadan eski evlerini yenileyebilecekleri kaydedildi.

    Zaman, 02.02.2008

    MAĞARA VAR, İNCELEYECEK EKİP YOK

     

    Maden Tetkik ve Arama (MTA) Genel Müdürlüğü’nce, Eskişehir'de yapılan araştırmalar sonucu, sarkıt, dikit ve damlataş çeşitlerine sahip 12 mağaranın bulunmasının ardından, yapılacak arkeolojik çalışmalar için teknik ekip bulunamadı.
     

    İl Kültür Turizm Müdürlüğü’nce turizme kazandırılması kararlaştırılan mağaralarda inceleme yapmak isteyen Eskişehir Arkeoloji Müzesi Müdürü, Dursun Çağlar yaptığı açıklamada, ekipman yetersizliği nedeniyle, Arkeoloji Müzesi olarak kendilerinin, hala mağaralarda inceleme yapamadıklarını belirtti.

    Mağaraları gezmek için ayrı bir teknolojiye ihtiyaç olduğunu belirten Çağlar, “Öncelikle profesyonel bir mağara ekibi gerek, ekipman gerek. Örneğin bir mağara ekibinin giyeceği kıyafet 3-5 bin YTL civarında. Kültür Bakanlığı’nın böyle bir mağara ekibi yok” diye konuştu.

    MTA’nın araştırmalarından sonra henüz mağaraları gezemediklerini belirten Çağlar, kendi çabaları doğrultusunda Eskişehir Osmangazi Üniversite’nin Dağcılık ve Mağaracılık Klubü’nden bir ekiple mağaralarda 2 ay içinde araştırmalara başlayacaklarını ifade etti.

    Oluşturulan ekibin, mağaralardaki çağlara ait kültür kalıntılarını inceleyeceğini kaydeden Çağlar, şunları söyledi:

    “Mağaralarda, hangi çağlara ait kültür değerleri var, alınan numuneler incelendiğinde ortaya çıkacak. Kurtarma kazısı ya da sondaj çalışmaları yapacağız. Bizim şu anki tahminlerimiz, bu mağaralarda Neolitik Çağ öncesi yerleşim olduğu yönünde. Kültür nerden nereye gelmiş, bu ortaya çıkacak. Diğer mağaraları da aynı ekiple çalışarak inceleyeceğiz.”

    Eskişehir’in bakir bir bölge olduğuna dikkat çeken Çağlar, keşfedilmemiş mağaralara dair birçok ihbar aldıklarını ve bu nedenle Eskişehir’de arkeolojik incelemelerin fazlalaştırılması gerektiğini kaydetti. Çağlar, “Kalkolitik çağlara ait duvar resimleriyle daha önce karşılaştık, Neolitik dönem öncesinden kalma duvar resimleriyle de karşılaşacağımıza eminim. Sadece çalışmaları arttırmak gerek” dedi.

    Hürriyet, 01.02.2008


    Ephesus (G. Bell - Aralık)
    ...1899






    .. TAY Projesi . Kuruçeşme Cad. 67/B
    34345 Kuruçeşme İstanbul
    Tel: 0 (212) 265 7858 - Faks: 0 (212) 287 1298
    e.posta: info@tayproject.org

    Copyright©1998 TAY Projesi