Haberler logo Haziran '08 Arşivi

29 Haziran - 5 Temmuz 2008

KAÇAK KAZIYA SUÇÜSTÜ

 

Kayseri'de, kaçak kazı yapan 3 kişi jandarma ekipleri tarafından suçüstü yakalandı. Kocasinan İlçesine bağlı Oymaağaç Mahallesi'nde ''Bağlar'' bölgesindeki bir tepede define bulmak umuduyla gece kazma küreklerle kaçak kazı yapan Etem G, Ahmet B. ve Recep Ö. jandarma ekipleri tarafından suçüstü yakalandı. Kazıda kullanılan 4 adet kazma ve küreğe el konulduğu ve soruşturmanın sürdüğü bildirildi.

Bursa Hakimiyet, 05.07.2008

KALE, TARİHİ GÖRKEMİNE KAVUŞTURULUYOR





Erzurum Kalesi'nin dış surlarında geçtiğimiz yıl yarım kalan bakım ve onarım işlerine yeniden start verildi. Erzurum Rölöve ve Anıtlar Müdürü Ali Korkut, inşaat sezonunun başlamasıyla birlikte Erzurum'daki tarihi eserlerin bakım, onarım ve restorasyon çalışmalarına kalınan yerden devam etmeye başladıklarını bildirdi.

Korkut,  "Erzurum Müze Müdürlüğü denetiminde, Kale'nin dış surlarında araştırma ve kazı çalışmaları yapıyoruz. Ortaya çıkan temel izlerine göre, surların yapımı gerçekleştiriliyor. Mayıs ayının 20'sinde yer teslimi yapmıştık. Bu çalışma ile Erzurum Kalesi'nin hem dış surlarının, hem de temel izlerini gün yüzüne çıkaracağız. Araştırma ve kazı çalışmaları sonucunda yine bu kalede peyzaj ve ışıklandırma çalışmaları yapacağız" dedi.

Peyzaj ve ışıklandırma çalışmasının ancak önümüzdeki yıl gerçekleştirilebileceğini aktaran Ali Korkut, Kale'deki çalışmaların, Eylül ayı sonu veya Ekim başında bitirilmiş olacağını ifade etti. 
Öte yandan Rölöve ve Anıtlar Müdürlüğü'nün çalışma planı dahilinde bulunan Yakutiye Medresesi'nde de bu ay çalışmalara başlanacağı bilgisini veren Korkut, "Yakutiye Medresesi'nin teşhir, tanzim ve ışıklandırma çalışmalarına başlamayı düşünüyoruz. Bu sene içerisinde burada da gerekli çalışmaları bitirmiş olacağız" diye konuştu.

Tarihi Yakutiye Medresesi'nde yürütülecek olan çalışmaların yılsonuna kadar bitirileceğini söyleyen Ali Korkut, "Erzurum'daki tarihi eserlerimizin onarılması ve restorasyonu hususunda hazırladığımız çalışma takvimi gereğince bu yaz sezonunu oldukça dolu geçireceğiz. Erzurum'un en önemli eserlerinden olan Yakutiye Medresesi ile Kale'yi yeni bir görüntüye kazandırmış olacağız." dedi.

Erzurum Gazetesi, 05.07.2008


******


KALE KAZISINA İZİN ÇIKTI





Erzurum Kalesi'nin içerisinde yapılması planlanan arkeolojik kazı için sonunda izin çıktı.

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı, Kale'nin tarihi geçmişiyle ilgili olarak elde edilmesi planlanan bilgiler için beklenen izni çıkarttı. Kazı çalışmalarının Ağustos ve Eylül ayları boyunca devam edileceği öğrenilirken, Erzurum Müze Müdürlüğü, gözünü şimdi de Ankara'dan gelecek olan ödeneğe çevirdi.

Erzurum Müze Müdürü Mustafa Erkmen, Erzurum tarihinin araştırılması açısından önemli bir konuma sahip olan Erzurum Kalesi'nde kazı yapılabilmesi için gerekli iznin çıktığını bildirdi. Kazı çalışmalarının Ağustos ve Eylül aylarında yapılmasının planlandığını belirten Müze Müdürü Erkmen, "Genel olarak şehrin merkezinde ve Anadolu'nun en önemli SİT alanında bulunması nedeniyle Kale önemli bir yere sahip olmakla birlikte, tarihin araştırılması açısından da altın değerindedir. Beklediğimiz izin sonunda çıktı, şimdi sıra ödenekte. Kazı çalışmalarına başlanması için gerekli olan ödenek gelir gelmez, ekip olarak kazılara kaldığımız yerden devam edeceğiz" dedi.


Erzurum Kalesi'nin içi ve dışı ile turistik açısından önemli bir kültürel mekanı halini alacağını belirten Müze Müdürü Mustafa Erkmen, Kale'nin tarih için önemli bir konumda olduğunu ifade etti.

Müze Müdürlüğü olarak Kale ile ilgili bir takım planlarının olduğunu aktaran Mustafa Erkmen, "Kale'de onarımlar bittikten sonra bir takım faaliyetlerimiz olacak.Turistlerimizin hem tarihi zenginliklerimizi görmeleri açısından, hem de kültürümüze yakından şahit olmaları için Kale'nin içinde turistlere yönelik dinlenme, gezme ve yemek yiyebilmeleri için çeşitli mekanlar yapmayı planlıyoruz. Ayrıca resim sergileri gibi kültürel faaliyetler de yapıp, Erzurum'un ve Kale'nin tanıtımı için çalışacağız" diye konuştu.

Erzurum Gazetesi, 05.07.2008

KALEHÖYÜK'TE KAZI ÇALIŞMALARI BAŞLIYOR

 

Kırşehir’in Kaman İlçesi'ndeki Kalehöyük kazı alanında 22 yıldır Japonlar tarafından sürdürülen kazı çalışmaları, bu ay yeniden başlayacak.

 

Kırşehir Müze Müdürü Adnan Güçlü, Kaman İlçesine bağlı Cağırkan beldesi yakınlarındaki Kalehöyük’te çıkarılan tarihi eserlerin MÖ 2000-1800 dönemi ve Asur ticaret dönemiyle ilgili önemli bilgiler verdiğini belirtti. Kalehöyük’teki kazıların merhum Prof.Dr. Tahsin Özgüç’ün tavsiyesiyle 1986 yılında başlatıldığını, Dr. Sachihiro Omura başkanlığında Orta Doğu Kültür Merkezince yürütüldüğünü ifade eden Güçlü, kazı alanındaki bulguların Eski Tunç Çağı’na kadar uzandığını bildirdi.

 

Güçlü, Kırşehir Müze Müdürlüğüne bağlı olarak yürütülen kazı çalışmalarında bugüne dek 2 bin 200 tarihi eserin gün yüzüne çıkarıldığını kaydetti. Yaklaşık 22 yıldır sürdürülen kazı çalışmalarının bu yılki bölümünün 15-20 gün içinde yeniden başlayacağını ifade eden Güçlü, şöyle konuştu:

 

"Bunun için hazırlıklar sürüyor. Burada bulunan toprak kaplar o dönemin kültürü hakkında bilgi veriyor. Dönemin tüccarlarına ait çok sayıda silindir mühür bulundu. Asur ticaret dönemine ait çok önemli eserler var. Kazıların sürdürüldüğü höyükte yer altı yerleşim birimleri de var. Buralarda kazılar halen sürüyor. Türkiye ile Japon hükümeti arasında imzalanan Nota Teatisi kapsamında Japon Hükümeti’nin sağladığı kültür hibesiyle bu bölgeye müze yapılacak. Höyük şeklinde ve üzeri çimle kaplı olarak inşa edilecek müzenin temeli 25 Nisanda Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın katılımıyla atılmıştı. Müze yapımı tamamlanana kadar, buradan çıkarılan tarihi eserler, Kırşehir Müzesi’nde koruma altına alındı."

Radikal, 04.07.2008

TEKİRDAĞ'DA TARİHİ ESER OPERASYONU

 

Tekirdağ'ın Hayrabolu İlçesi'nde jandarmanın yaptığı operasyonda izinsiz tarihi eser kazısı ve tarihi eser kaçakçılığı yapan 13 kişi gözaltına alındı. Çok sayıda tarihi eserle yakalanan şahıslar çıkarıldıkları mahkemece tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı.

Edinilen bilgiye göre, Hayrabolu İlçesi'nde Tekirdağ İl Jandarma Komutanlığı ekipleri izinsiz tarihi eser kazısı ve tarihi eser kaçakçılığı yapan bir grubu tespit etti. Cumhuriyet savcılığından alınan izin doğrultusunda operasyon yapan jandarma Tekirdağ merkez, Çorlu, Hayrabolu ve İstanbul'da H.A, M.Y, V.Ç, A.Ö, M.Ö, Ü.O, D.K, E.G, E.K, V.U, Ş.Y, VE R.D isimli 13 kişiyi gözaltına aldı.

 

Şahıslarla birlikte 70 adet eski madeni para, 49 sikke, 9 tarihi değeri olan yuvarlak taş, 1 adet müdür, 2 detektör bakır ve alüminyum çubuklar, 117 adet kurşun döküm, 19 eski Kur'an-ı Kerim, çok sayıda metal para, 2 harita, tarihi yerleri gösteren resimli harita, 1 bilgisayar kasası, tarihi eserleri gösteren çok sayıda CD, 1 kamera, 2 av tüfeği, 2 kurusıkı tabanca, çok sayıda kurusıkı tabanca mermisi, 2 adet sahte 20 YTL ve 250 gram kubar esrar tohumu ele geçirildi.

Jandarmadaki ifadelerinin ardından mahkemeye çıkartılan 13 şahıs tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı.
 

Trakya Net Haber, 04.07.2008

AYNALI ÇARŞI'YA 4 YENİ DÜKKAN

 

Çanakkale’de restorasyon çalışmaları tamamlanan tarihi aynalı çarşının arka girişine 4 yeni dükkan yapılıyor. 

Aynalı çarşının arka girişinde yer alan yaklaşık 90 metrekarelik alan üzerine 4 yeni dükkan yapımı ile ilgili çalışmalara başlandığını belirten yetkililer, bu yerin 70 gün içinde tamamlanacağını açıkladılar. Yapılacak 4 yeni dükkanın aynalı çarşının görüntüsünü bozmayacak şekilde aynı özelliklere uygun olarak inşa edileceğini de belirten yetkililer, tarihi çarşının orijinalliğinin bozulmayacağını açıkladılar.

Çanakkale Kent Haber, 04.07.2008

AMERİKAN KOLEJİ DÖKÜLÜYOR





Kayseri Büyükşehir Belediye Başkanı Mehmet Özhaseki, "Talas Amerikan Koleji´nin tarihi binası dökülüyor. Bu binayı Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü'nden alarak restore etmek ve halkımızın kullanımına açmak istiyoruz'' dedi.


Belediye Başkanı Özhaseki,  Kayseri'deki tarihi binaların ayağa kaldırılması için belediye olarak ellerinden geleni yaptıklarını, Talas İlçesi'ndeki tarihi Amerikan Koleji binasının da çok yıpranmış ve kullanılamaz durumda olduğunu söyledi.


Özhaseki, belediye olarak Kayseri'nin önemli tarihi binalarından Talas Amerikan Koleji'ni Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü'nden alarak aslına uygun olarak restore ettirmek ve ardından da sosyal tesis olarak halkın kullanımına açmak istediklerini belirtti.


Amaçlarının Kayseri'deki tüm tarihi eserlerin ayağa kaldırılması olduğunu kaydeden Özhaseki, şöyle konuştu: ''Talas Amerikan Kolejinin tarihi binası dökülüyor. Bu binayı Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğünden alarak restore etmek istiyoruz. Bu bina, kamp eğitim merkezi olarak kullanılıyor. Eminim ki bu mekandan ne burada eğitim gören çocuklarımız ne de yöneticilerimiz memnun. Bu çocuklarımızın eğitimlerini modern bir şekilde yapabilecekleri bir tesis yapmayı planlıyoruz. Kayseri insanının kullanacağı, herkesin istifade edebileceği bir mekana, sosyal tesislere ihtiyaç var. Bu tarihi mekanı aslına uygun olarak restore ettikten sonra halkımızın kullanımına açmak istiyoruz. Beştepeler Parkı, Kıranardı Kent Ormanı gibi.''


Gençlik ve Spor Genel Müdürü Mehmet Atalay da Büyükşehir Belediyesi'nin teklifine sıcak bakabileceklerini söyledi. Atalay, ''Kamp eğitim merkezi olarak kullanılan tarihi binanın yerine Büyükşehir Belediyesi modern bir tesis yaparsa teklifine olumlu bakabiliriz. Biz de çocuklarımızın en iyi şartlarda eğitim almalarını istiyoruz. Kayseri Büyükşehir Belediyesi, Türkiye'ye örnek projeler geliştiriyor. Yapacağımız bu anlaşma da Türkiye'ye örnek olur ümidindeyim'' dedi.

Amerikalı misyonerler tarafından Kayseri'nin Talas İlçesinde 1871 yılında kurulan Talas Amerikan Koleji, 1967 yılında ABD'deki okul Mütevelli Heyeti'nin kararıyla kapatıldı. Okulun taşınır mal varlıkları Tarsus Amerikan Kolejine taşındı. Bir müddet boş kalan okul binası, daha sonra Kayseri Özel İdaresince ABD'lilerden satın alındı. Okul binası 1976 yılında Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğüne, hastane kısmı ise 1978 yılında Erciyes Üniversitesine devredildi. Okul binası, Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü Kamp Eğitim Merkezi, hastane binaları ise Erciyes Üniversitesi Sosyal Tesisleri olarak kullanılıyor.

Kayseri Gündem, 04.07.2008

TARİHİMİZ ORTAYA ÇIKIYOR





Bolu'da Hisar Tepesi’nin Akpınar yamacında başlatılan kurtarma kazısında ikinci hafta. Çalışmalar sürerken, Bolu’nun tarihine ışık tutan eserler de birer birer ortaya çıkmaya devam ediyor.

Yapılan çalışmalar neticesinde buradaki kalıntıların tiyatro olmadığı anlaşıldı. Yapının şimdiye kadar çıkan kalıntıları doğrultusunda meclis binası ya da bir stadyum olduğu ihtimalinin ağırlık kazandığı belirtiliyor.

 

Müze Müdürü Mustafa Güneş yapılan kurtarma kazılarının iki haftadır devam ettiğini ve şu ana kadar gün ışığına çıkan buluntuların dizilişinden söz konusu yapının kesinlikle tiyatro olmadığına karar verdiklerini belirterek, “Bilindiği gibi geçtiğimiz mart ayında Müze Müdürlüğü tarafından 15, 16, 17 ve 18 no.lu parsellerde toplam 113 adet sondaj kazısı yapılmıştı.113 adet sondaj açılmıştı. Sondaj sonuçlarının bakanlığa gönderilmesi sonunda alınan karar ve ruhsat doğrultusunda kurtarma kazısı çalışmalarını başlatmıştık” dedi.

 

Kurtarma kazısının ikinci haftasında basamakların ortaya çıkmaya devam ettiğini belirten Güneş, “Kazı çalışmalarında bir takım basamaklar ortaya çıkıyor. Çalışmalarımız hızla devam ediyor. İlerideki günlerde ne çıkacağını tam olarak göreceğiz. Ama bugüne kadar yaptığımız kazıda ortaya çıkan basamaklar sayesinde burasının kesinlikle bir tiyatro olmadığını belirledik. Devam eden kazı çalışmalarında parsellerin güney bölümünde 6 adet oturma sırasına sahip olan Roma dönemine ait bir yapı belirlenmiştir. Kazıda açığa çıkarılmakta olan yapı, vatandaşlar tarafından antik tiyatro olarak değerlendiriliyor. Bilindiği üzere tiyatrolardaki oturma sıraları yarım daire şeklinde içbükey bir form taşımaktadır. Ancak burada kazıda açığa çıkarılmakta olan yapıda oturma sıraları doğu-batı doğrultusunda düz bir form göstermektedir. Bu nedenle yapı kesinlikle tiyatro değildir. Antik dönemde düz oturma sıraları, meclis binası ve stadyumlarda bulunmaktadır. Kazı çalışmaları ilerleyip, yapının tümü açığa çıkarıldığında, yapının dönemi ve niteliği konusunda kesin sonuçlara ulaşılacaktır” dedi.





Bolu’nun tarihi aslında tarih kadar eskidir. Tarih öncesi çağlara ait bilgilerin yetersizliği nedeni ile Bolu ilinin tarihi gerektiği kadar açıklığa kavuşmamıştır. Buna paralel olarak Hititler Dönemi de karanlıktır.

Yazılı belgeler ile o dönemlerden kalan arkeolojik eserler ve tarih kaynaklarına göre, Bolu ilinin tarihi Bithynialılar ile başlamaktadır. Tarih süreci içerisinde Romalılar, Bizanslılar, Selçuklular ve Osmanlılar Bolu ve çevresine hakim olmuşlardır. Bolu’nun Türk tarihine geçişi 13. yüzyıl boyunca ve geniş bir zaman dilimine yayılarak olmuştur.

 

Bolu, tarihi hayatına Bithynia Bölgesinde başlamıştır. Trak göçleri sonunda Sakarya ve Filyos Nehrinin yayı içine yerleşen halk “Bithyn” ismi ile anılıyordu. Bu yüzden Bolu’nun da içinde bulunduğu Kuzeybatı Anadolu’ya “Bithynia” denilmiştir. Bithynler tarafından Salonia Campus denilen Bolu Ovası ve çevresinin adı Romalılar tarafından Claudiopolis olarak değiştirilmiştir. Üç tepe üzerinde kurulmuş olan Claudiopolis içte ve dışta surlara sahipti. Bu devre ait kalıntılar ise bugünkü Hisar Tepesi’nde yoğunlaşmaktadır.

Bolunun Sesi, 04.07.2008

NYSA ANTİK KENTİ SAHİPSİZ KALDI

 

 

Aydın'ın Sultanhisar İlçesi'nde 18 yıldır yapılan Nysa Antik Kenti kazı çalışmalarının, Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın ayırdığı ödeneğin henüz gelmemesi ve sponsorların desteğini çekmesi nedeniyle bu yıl başlayamadığı bildirildi.

Sultanhisar Kaymakamı Orhan Mardinli, yaptığı açıklamada, Ankara Üniversitesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Yrd.Doç.Dr. Musa Kadıoğlu tarafından yürütülen kazı çalışmaları için Kültür ve Turizm Bakanlığınca ayrılan ödeneğin henüz gelmediğini söyledi.

Önceki yıllarda sponsor olarak kazılara maddi destek sağlayan iki firmanın bu yıl desteklerini çektiğini anlatan Mardinli, şunları kaydetti:

"Kazı sorumlusu ya da devlet yetkililerinden, kazıların devam edip etmeyeceği ve ödenek konusunda bilgi gelmedi. Geçen yıllarda haziranın ilk günlerinde başlayan kazı çalışmalarımız, ağustosun başında bitiyordu. Ancak bu yıl kazılar henüz başlayamadı."

Aydın İl Kültür ve Turizm Müdürü Nuri Aktakka da Aydın'da kazı yapılan tüm yerlere Bakanlık tarafından ödenek ayrıldığını vurgulayarak, Nysa Antik Kenti kazılarının da bu ay içinde başlamasını beklediklerini kaydetti.

Cnn Türk, 04.07.2008

GÜMÜŞHANE'NİN TARİH VE ARKEOLOJİK ARAŞTIRMALARI KİTAP HALİNDE YAYINLANDI





Gümüşhane bölgesinin tarih ve arkeolojik araştırmaları çalışmaları kitap halinde yayımlandı. Gümüşhane Valiliği yayınları olarak yayımlanan 206 sayfalık renkli ofset kitapta Gümüşhane'nin Eski Çağ tarihi,arkeolojisi ve sanat tarihi bir bütün olarak incelendi.

 

Erzurum Atatürk Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Sanat tarihi öğretim görevlileri Yrd.Doç.Dr Süleyman Çiğdem ve Doç.Dr. Hüseyin Yurttaş, Doç.Dr. Haldun Özkan'dan oluşan ekip tarafından 2002 yılında başlatılan çalışmaların birinci bölümü Gümüşhane'nin Tarih ve Arkeolojik araştırmaları olarak yayımlandı.

 

Çalışmalarını kitap haline getiren Erzurum Atatürk üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi öğretim görevlisi Yrd. Doç. Süleyman Çiğdem yaptığı açıklamada;"Yapılan çalışmalarda Gümüşhane ve çevresinde yer alan arkeolojik eserler ve kültür varlıkları önceden tespit edilenlerde dahil yeniden tanımlanıp ve değerlendirilerek bilim dünyasına kazandırılması amaçlanmıştır. Eserin ana çatısını, yapılan arkeolojik yüzey araştırması oluşturmaktadır. Bölgenin arazi yapısından dolayı oldukça güç şartlarda gerçekleştirilen bu çalışmalarda, Gümüşhane'nin her karışında alın teri olan bilgi ve görüşleri ile bu eserin ortaya çıkmasında emeği olan saygıdeğer meslektaşlarıma minnetlerimi sunmak benim için önemli bir borçtur. Ayrıca bu eserin basımına verdikleri katkılardan dolayı Gümüşhane Valisi Enver Salihoğlu'na şükranlarımı sunuyorum." dedi.

 

Gümüşhane ve çevresinde yer alan arkeolojik eserlerin tespit edilerek kitap haline getirilmesinin bilim dünyasına yararlı olacağını söyleyen Gümüşhane Valisi Enver Salihoğlu: " Günümüzde insanların çok önem verip görmek istedikleri tarihi değerleri onlara sunmak turizm açısından bölgelere zenginlik katmaktadır.İlimizde planlanan kültür turları da bu tanıtımlarla anlam kazanacaktır.Doğal zenginliklerimizle birlikte tarihi dokunun korunup gelecek kuşaklara aktarılması kamu kuruluşları olarak hepimizin başta gelen görevidir. Bu yapılırken özel sektör ve bilim adamlarının desteğine ihtiyaç vardır.Bu çalışma Gümüşhane'deki tarihi ve arkeolojik mirasın tespit,tescil ve tanıtımına önemli katkı sağlayacaktır.Titiz çalışmayı gerçekleştiren Yrd.Doç.Dr. Süleyman Çiğdem'e teşekkür ediyorum" diye konuştu.

haberler.com, 03.07.2008

JANDARMADAN TARİHİ ESER OPERASYONU

Karaman'ın Ermenek İlçesi'ne bağlı Kazancı beldesinde jandarmanın yaptığı operasyonda Roma dönemine ait olduğu tahmin edilen 2 adet heykel ile 39 adet gümüş sikke ele geçirildi.

 

Edinilen bilgiye göre, bir ihbarı değerlendiren jandarma timleri elinde tarihi eser bulunduğu ileri sürülen M.P. isimli şahsı gözaltına aldı.

 

Savcılık kararıyla şahsın evinde, iş yerinde ve arabasında arama yapan timler Roma dönemine ait 1 adet Artemis heykeli ile 1 adet pirinç heykel ve 39 adet değişik büyüklüklerde gümüş sikke ele geçirdi.

 

Jandarma yakaladığı tarihi eserlere el koyarken, şahsın savcılık tarafından alınan ifadesinin ardından tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldığı bildirildi.

Karaman Kent Haber, 03.07.2008

KATEDRALE ADINI YAZAN JAPON TURİSTE CEZA

 

Floransa'da katedralin duvarına isimlerini yazan Japon turistlerin resimlerini çeken bir Japon "vandalları" internette ifşa etti. Japon medyası haberi büyüttü. Okullarından uzaklaştırılan genç turistler, ceza olarak İtalya'ya dönüp yazıları temizleyecek.





Her şey beş Japon turistin, "Rönesansın babası" Filippo Brunelleschi'nin başyapıtı sayılan tarihi Floransa katedralini ziyaretiyle başladı. Turistler isimlerini şehre nazır teras duvarlarına yazarken bunun bir başka Japon turist tarafından görüntülendiğinden habersizdi. Görüntüler internete sızınca, Japonya'nın iki büyük gazetesi ile ulusal televizyonu da olaya müdahil oldu. Yabancı bir ülkenin tarihi eserine yapılan saygısızlık nedeniyle başlayan "sürek avı" sonucu, "yaramaz" turistlerin kimliği tespit edildi.

Duvara, isminin baş harflerinin yanı sıra üniversitesinin adını da yazan genç kız yüzünden diğer arkadaşları da yakayı ele verdi. İki turistin kayıtlı olduğu Gifu Üniversitesi, öğrencilerine, iki ay okuldan uzaklaştırma ve İtalya'ya dönüp yazıları silme cezası verdi. Diğer üç turistin devam ettiği Kyoto Sangyo Üniversitesi ise suçlarını kabul eden öğrencilerin okuldan atılabileceğini açıkladı.

İtalya'da görev yapan Japonya uzmanı Gian Carlo Calza, "Japonlar ulusal imajlarına zarar veren bu tür hareketleri hoş görmez. Ev sahibine hakaret etmek onlar için kabul edilmezdir" dedi. Üniversitelerin tazminat ödeme taleplerini kibarca geri çeviren katedral yetkilisi Paola Bianchi ise olayı çok büyütmeye gerek olmadığını belirterek, "Her gün duvarlara kalpler çiziliyor, ilan-ı aşklar yazılıyor. Bunları silmekle görevli elemanlarımız var" ifadesini kullandı.

Turizmdebusabah.com, 03.07.2008

1300 YILLIK ANIT AĞAÇ

 

Denizli’nin Acıpayam İlçesi’ne bağlı 800 nüfuslu Ören Köyü’nün meydanındaki "piynar çalısı" olarak bilinen "akçakesme" ağacının 1300 yıllık olduğu belirlendi.

30 metre yüksekliğinde ve 4 metre gövde kalınlığı olan ağacın yaşını, Pamukkale Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Biyoloji Bölümü Öğretim Üyesi Doç.Dr. Ali Çelik, yaptığı bilimsel çalışmayla tespit etti. Köy Muhtarı Halil Binger, ağacın köylerinin simgesi haline geldiğini söyleyerek, "Ağacın gölgesine şadırvan yaptırdık. Bizim atalarımız daha bu topraklara gelmeden ağacımız buradaymış. Ağaç, 1300 yaşında olmasına rağmen hala dimdik ayakta ve hiçbir çürüme yok. Torunlarımız da bu ağacın gölgesinde oturacak" dedi.

Hürriyet, Haber: İbrahim Çoban, 03.07.2008

TARİHİ ESER VE SİLAH OPERASYONU

 

Bilecik'in Osmaneli İlçesi'nde tarihi eser ve silah ele geçirildi. 

Edinilen bilgiye göre, Bilecik İl Emniyet Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlar Şube Müdürlüğü ekipleri, Osmaneli İlçesinde oturan A.E. (44) isimli şahsın evinde sakladığı tarihi eserleri satmak için müşteri aradığı ihbarını aldı. Polis ekipleri şahsın evine operasyon düzenledi. Evde yapılan arama neticesinde 1 adet Roma dönemine ait tek kulplu toprak testi, 1 adet pişmiş topraktan yapılma Roma dönemine ait yağdanlık, 1 adet üzerinde Osmanlı tuğrası bulunan metal kolye ucu, ayrıca 2 ruhsatsız av tüfeği ile çok sayıda fişek ve mermi ele geçirildi. Sanık A.E. gözaltına alınırken, olayla ilgili soruşturma devam ediyor.

Bilecik Kent Haber, 03.07.2008

RÜŞVETİN İLK BELGELERİ

 

 

Kayseri’de Asur ticaret kolonisi Kültepe höyüğünden çıkarılan yazılı tabletlerden Asurlu tüccarların, mallarını rahatça satabilmek için Kral Warşama’ya rüşvet olarak çeşitli hediyeler verdiği anlaşıldı.

 

Warşama da aldığı hediyeler karşılığında, tüccarlara yazılı izin belgesi niteliğinde tabletler vermiş. MÖ 3700 yılına ait bu tabletlerin, Anadolu’da rüşvetin ilk belgeleri olduğu belirtildi.


Kayseri Müze Müdürü Hamdi Biçer, Kültepe’nin en parlak döneminin Eski Tunç dönemi olduğunu ve bu dönemde ticaretle uğraşıldığını belirterek şunları söyledi: “1948 yılından bu yana bölgede yapılan kazılarda elde edilen 7178 eser içinden pişmiş topraktan çok sayıda tablet de bulunuyor. Bu tabletlerde, Asurlu tüccarların, Asurlulara ait 9 şehirde mallarını satabilmek için dönemin kralı Warşama’ya rüşvet olarak çeşitli hediyeler verdiği anlaşılıyor. Tüccarlar, mallarını satabilmek için hediyeler karşılığında kraldan izin belgesi alıyor. Bu tabletler, Anadolu’da rüşvetin ilk belgesi niteliğinde.”

Milliyet, 03.07.2008

STRADIVARIUS'IN SIRRI
AĞACIN YOĞUNLUĞUNDA

 

Hollandalı bir doktor ve ABD’nin Arkansas eyaletinden bir keman yapımcısı, 300 yıl hüküm süren, Antonio Stradivari ve Giuseppe Guarneri del Gesu’nun yaptığı Stradivarius kemanının sırrını çözdü.

 

Bu tür kemanların muhteşem ses vermesindeki sırrın, kemanın yapıldığı ağacın yoğunluğunun her yerinde eşit bulunmasında olduğu belirtildi.

Hürriyet, 03.07.2008

BACON TABLOSU'NA  27 MİLYON $

 

Ressam Francis Bacon'ın yaptığı sevgilisinin portresi 27 milyon dolara satıldı.

 

Sotheby's Müzayede Salonu'ndaki açık artırmada satılan 'Study for Head of George Dyer' adlı tabloyu, Bacon'ın 1967'de yaptığı belirtildi. Aynı müzayedede Jean-Michel Basquiat'nun 'Untitled' adlı tablo 10,1 milyon dolara, Antony Gormley'in yaptığı demir heykel ise 4,55 milyon dolara alıcı buldu. Sotheby's ve rakibi Christie's müzayede salonundan yapılan açıklamalarda, küresel ekonomik sorunlara rağmen çağdaş sanat piyasasının canlı olduğu belirtildi.

Zaman, 03.07.2008

KAÇAK KAZI VE 1 MİLYON DOLAR RÜŞVET İDDİASI

 

Çavdarhisar İlçesindeki Aizanoi Antik Kenti'nde, TIR'la getirdikleri kepçeyle kaçak kazı yaparken tutuklanan kişilerin, ilçe Jandarma Komutanı İsmail Özdemir'e kaçak kazıya göz yumması için 1 milyon dolar rüşvet teklif ettikleri ortaya çıktı.

 

Alınan bilgilere göre kaçak kazı işine karışan ve Konya'da görev yapan B.G. İsimli Astsubay'ın meslektaşı Çavdarhisar İlçe Jandarma Komutanı Astsubay Başçavuş İsmail Özdemir'e 1 milyon dolar rüşvet teklif ettiği öğrenildi. Özdemir'in rüşveti kabul etmiş gibi davranarak zanlıların yakalanmasını sağladığı ifade edildi.

 

Edinilen bilgiye göre, kaçak kazı operasyonundan iki gün önce Astsubay B. G., Çavdarhisar'a gelerek Komutan Astsubay Başçavuş İsmail Özdemir ile görüştü. Astsubay B.G., görüşme esnasında jandarmanın sorumluluğu altında olan Aizanoi Antik Kenti bölgesinde, toprak altından lahit mezar çıkaracaklarını ve bu nedenle de kaçak kazı yapacaklarını söyledi. B.G., geceden sabaha kadar sürecek kaçak kazı çalışmalarına göz yumması için Komutan Özdemir'e 1 milyon dolar rüşvet teklif etti. Görüşme sonunda Özdemir, rüşveti kabul etmiş gibi davranarak kaçak kazıya göz yumacağını söyledi. Rüşvet olarak meslektaşına bir miktar para da bırakan astsubay B. G., görüşmelerin olumlu geçtiğini düşünerek gönül rahatlığıyla ilçeden ayrıldı.

 

Yaşananların ardından Astsubay Başçavuş İsmail Özdemir, durumu hemen İl Jandarma Komutanlığındaki üstlerine bildirdi. Daha sonra olayın Cumhuriyet Savcılığına bildirilmesiyle İstihbarat şubesi tarafından astsubay B.G. ve beraberindekiler izlemeye alındı. Rüşvet teklifinden iki gün sonra şahıslar TIR'la getirdikleri kepçe ile Bedir Deresi mevkisinde, yakalanmayacakları düşüncesiyle gece yarısı kazıya başladılar. Kazının başlamasından bir süre sonra jandarma ekipleri operasyon için düğmeye bastı.

 

Söz konusu yere baskın yapan jandarma ekipleri, kepçeyle kaçak kazı yapan 7 kişiyi suçüstü yakalayarak gözaltına aldılar. Kütahya İl Jandarma Komutanlığına götürülen zanlılardan Mehmet Manisalı, Nedim Özcan, Nuri Karataş, Ali Çinkılıç ile Astsubay B.G. ''kaçak kazı yapmak ve rüşvet vermek suçlarından'' nöbetçi mahkemece tutuklandılar.

 

Zanlıların, 1990 yılında bulunarak Kütahya Arkeoloji Müzesi'nde sergilenen Amazon lahdinin diğer eşini aradıkları ve bunu yurt dışına satmak için 30 milyon dolara anlaştıkları iddia edilmişti.

Tellal Gazetesi, 02.07.2008

TARİHİ TÜRBEDE RESTORASYON ÇALIŞMALARI

Çanakkale'de 3 yıldan bu yana bakımsızlıktan harabeye dönen Tatarlar Camii olarak bilinen Kayserili Ahmet Paşa Camii'nin avlusundaki Nedime Hanım Türbesi’nin restorasyon çalışmaları bütün hızıyla sürüyor. 

Vakıflar Müdürlüğü yetkilileri 229 bin YTL’ye mal olacak restorasyon çalışmaları kapsamında ilk etapta türbenin yan kesiminde bulunan kütüphanenin çökmeye yüz tutan çatısının ele alındığını belirterek, “Bu kapsamda çatı tamamen yerinden söküldü. Çatı ile birlikte tarihi kütüphanenin iç kısmında da gerekli çalışmalara başlandı. Burada devam eden restorasyonda tarihi türbenin içinde de gerekli bakım yapılacak. 6 ay sürecek çalışmaların yıl sonuna kadar tamamlanması planlanıyor” dedi.

Çanakkale Kent Haber, 02.07.2008

İMARETHANEDEN ÇÖPLÜK ÇIKTI

 

Anıtlar Kurulu’nun isteği üzerine Silivri Belediyesi tarafından tarihi imarethanede 10 gündür devam eden temizlik kazısı çalışmalarında 100 kamyon çöp taşındı. Piri Mehmet Paşa, Fatih ve Mimarsinan mahallelerinde toplam 17 adet tarihi ahşap ev, Piri Mehmet Paşa Camii, Mimarsinan Köprüsü ve Uğur Mumcu Meydanı’ndaki tarihi imarethanenin restitüsyon ve restorasyon projelerinin ihalesi Nisan ayında gerçekleşmişti. Anıtlar Kurulu’nun isteği üzerine, yine kurul görevlilerinin gözetimi ve kontrolünde, Haziran ayında Silivri Belediyesi tarafından temizlik kazısı çalışmalarına başlandı. Yaklaşık 100 kamyon çöpün çıktığı temizlik kazısının ardından elde edilen bulgular, mevcut projelere adapte edilerek tekrar Anıtlar Kurulu’nun onayına sunulacak. Silivri Belediye Başkanı Hüseyin Turan ve Belediye Başkan Yardımcısı Metin Karakaş, imarethanedeki çalışmaları yerinde inceleyerek yetkililerden bilgi aldı.

Türkiye Gazetesi, 02.07.2008

MÜZE KART TUTTU, ON GÜNDE 150 BİN KİŞİ KART SAHİBİ OLDU

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı'na bağlı 185 müze ve 130 ören yerini bir yıl boyunca 20 YTL karşılığında sınırsız ziyaret imkanı veren 'müzekart' uygulaması başlayalı henüz 10 gün oldu. Müzelere ilgiyi artırmayı amaçlayan müze kartı almak için 10 gün içinde 150 bin kişi müracaat etti.

 

Halkın müzelere ilgisi, beklenenin üzerinde oldu. Kültür ve Turizm Bakanlığı ve Türkiye Seyahat Acenteleri Birliği (TÜRSAB) işbirliğiyle müzelere ilgiyi artırmak için başlatılan 'müzekart' uygulaması büyük ilgi görüyor. Uygulamanın başlatıldığı 18 Haziran'dan bugüne kadar yaklaşık 150 bin kişi müzekart sahibi oldu. 'Müze müze gezdiren kart' sloganıyla bakanlığa bağlı 185 müze ve 130 ören yerini bir yıl boyunca 20 YTL karşılığında sınırsız ziyaret imkanı veren karta sahip olmak isteyenler, özellikle 'www.muzekart.com' internet sitesiyle müze gişelerine yoğun ilgi gösterdi. Aynı zamanda TÜRSAB ve birliğe bağlı acenteler de önemli oranda satışlar gerçekleştiriyor. Projeyi yürüten Kültür ve Turizm Bakanlığı Döner Sermaye İşletmesi Merkezi (DÖSİM) Müdürü Tolga Yusuf Tuyluoğlu, uygulama başlayalı 10 gün olmasına rağmen beklediklerinin üzerinde rakamlara ulaştıklarını söyledi.

 

Bakanlık, önümüzdeki haftadan itibaren müzekartla ilgili yeni bir uygulamayı daha hayata geçirmeye hazırlanıyor. Satışları müze gişeleri, TÜRSAB merkezi, seyahat acenteleri ve internetle sınırlı tutmak istemeyen bakanlık, halkın ayağına giderek tanıtım etkinlikleri düzenleyecek. Önümüzdeki haftadan itibaren büyük alışveriş merkezlerinde müzekart standı açılacak ve dans gösterileri gibi etkinlikler düzenlenerek halkın ilgisi çekilecek. Tolga Yusuf Tuyluoğlu, bu çalışmanın iki amacı olduğunu söylüyor: "Birincisi, müze kartı tanıtmak ve bir imaj oluşturmak, ikincisi de satış gerçekleştirmek. Müzeye gelmiyorsanız biz sizin ayağınıza geldik demek."

 

Bakanlığa bağlı 185 müze ve 130 ören yerinin gezilebileceği müzekart yalnızca üç yerde geçerli değil. Topkapı Sarayı Harem Dairesi, Göreme Açıkhava Müzesi'ndeki Karanlık Kilise ve Bodrum Kalesi'ndeki Karyalı Prenses Salonu, taşıma kapasiteleri sınırlı ve hassas yerler oldukları için müzekart uygulamasından muaf tutuluyor. Önceki dönemlerde de buralarda ayrı bilet uygulaması geçerliydi.

 

Bakanlık, müzekart projesinin bir ayağını da okullarda yürütmek için çalışmalar yapıyor. Özellikle ilköğretim çağındaki öğrencileri kapsayacak uygulama kapsamında, ilk etapta bir milyon öğrenciye müzekart verilecek. Türkiye'de öğrenciler zaten ücretsiz olarak müzeleri gezebiliyor ve bu uygulama önümüzdeki yıllarda da devam edecek; ancak müzekart uygulamasının amacı öğrencilerin ilgisini müze ve ören yerlerine çekmek. Önümüzdeki eylül ayından itibaren sponsor desteğiyle 1 milyon öğrenciye müzekart vermeyi düşündüklerini söyleyen DÖSİM Müdürü Tuyluoğlu, "Müzeler öğrencilere zaten ücretsiz ve ücretsiz olmaya devam edecek. Öğrencilerin ilgisini müze ve ören yerlerine çekmek için, hayatlarında aldıkları ilk kart kredi kartı olmasın, müze kartı olsun diye böyle bir çalışma yapacağız." diyor.

 

Müzekart projesinden nihai beklentilerinin insanların müzelere ve kültürlerine ilgilerinin artması olduğunu belirten Tuyluoğlu, "Bu, tek başına bir müzekart projesi değil. İnsanımızı kültürümüzle tarihimizle ve bize miras bırakılan değerlerle buluşturma projesidir." diyor. Projenin devamının da olduğunu ifade eden Tuyluoğlu, müzelerin daha iyi tanıtılması, daha iyi hizmetler sağlaması gibi çalışmaların sürdüğünü belirtiyor. Müzeler ve ören yerlerinin önümüzdeki dönemde daha kolay erişilebilir yerler olacağını söyleyen Tuyluoğlu, bu mekanların kültürel ve sosyal etkinliklerin alternatifi olacağını sözlerine ekliyor.

 

Müzekart'a nasıl sahip olunur?

Müzekart sahibi olmak isteyenler, tüm müze ve ören yerlerindeki gişelerden, Ankara Müzekart Merkez Ofisi'nden, DÖSİM İstanbul İşletme Müdürlüğü, TÜRSAB merkezi ve belirlenmiş seyahat acentelerine müracaat ederek kimliklerini göstermek suretiyle 40 saniye içinde müzekartlarını alabiliyor. Ayrıca "www. muzekart.com'' adresine istenen bilgileri girerek kredi kartıyla müzekart başvurusu yapılabiliyor. Sistem onay aldıktan sonra internet başvuruları üç gün içinde kurye ile belirtilen adrese gönderiliyor.

Zaman, Haber: Ali Pektaş, 02.07.2008

TARİHİ ESER KOLEKSİYONCULARI KANUNLA KURTULDU

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın 2005 yılında çıkardığı ve Danıştay'ın da uygun bulduğu 'genelge' sonrasında 'tarihi eser kaçakçısı' durumuna düşen koleksiyoncular kanunla kurtuldu.





Buna göre 11 Mart 2005'ten önce koleksiyonunda 'taşınmaz kültür varlığı' niteliğinde mezar taşı, kapı, pencere, tavan oyması veya çeşme alınlığı gibi eser bulunduranlar, artık bunları müzelere iade etmek zorunda değil. Bu arada belediyelere tarihi eserleri onarmaları için ayrılan paranın yarıdan fazlasının kullanılmadığı ortaya çıktı. Tarihi eser onarım payının 2007 sonuna kadar 234 milyon YTL'yi bulduğunu açıklayan Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, bunun belediyeler tarafından sadece 90 milyon YTL'sinin kullanıldığını, geriye kalan 140 milyon YTL'nin ise 'bankada yattığını' kaydetti.

 

Meclis Milli Eğitim Komisyonu, 'Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu'nda değişiklik yapılmasını öngören yasa tasarısını görüşerek kabul etti. Tasarıyla, 11 Mart 2005'ten önce koleksiyonunda 'taşınmaz kültür varlığı' niteliğinde eser bulunduranlar, bunları müzelere iade etme zorunluluğundan kurtuldu. Ancak usulüne uygun olarak koleksiyonerler tarafından bağlı bulundukları müzedeki envanter defterine kaydı yaptırılmış taşınmaz kültür varlıkları, değiştirilemeyecek ve satılamayacak. Kültür Bakanı Ertuğrul Günay, koleksiyonerlerden geri istenen taşınmaz kültür varlıklarının envanter çalışmasının sürdüğünü; sayının 10 bini bulacağını tahmin etmediğini söyledi. Türkiye'de binin üzerinde koleksiyoncu bulunduğunu, bunların çok önemli bir kısmının saygıdeğer olarak bilindiğini belirten Günay, koleksiyonerlere 'tarihi eser kaçakçısı' imasında bulunulmasını doğru bulmadığını kaydetti. CHP'li üyeler ise kabul edilen kanunun 'tarihi eser kaçakçılığına sebep olacağını ve bir af niteliği taşıdığını' savundu.

 

Koleksiyonerler, 15 Mart 1984'ten itibaren taşınmaz kültür varlıkları ve bunlardan koparılan tarihi eserleri, yasadışı olarak envanterlerine kaydetti. Bakanlık, 11 Mart 2005 tarihli bir genelgeyle, valiliklerden koleksiyoncuların yasadışı işlemlerine izin vermemesini istedi. Koleksiyoncular, genelgenin iptali için Danıştay'a dava açtı. Danıştay 13 Kasım 2006 tarihli kararıyla bakanlığı haklı buldu. Eski Kültür Bakanı Atilla Koç, Danıştay'ın kararı üzerine 30 Ocak 2007'de acil bir genelge yayımlayarak koleksiyonculardan, eserleri müze müdürlüklerine teslim etmelerini istedi. Ancak aksaklıklar yaşandı. Koç'un 26 Nisan 2007'de yayımladığı genelge de sonuçsuz kaldı. Yeni bakan Ertuğrul Günay 6 Aralık 2007'de bir genelge daha yayımladı. Ancak bakanlık, sonradan tutum değiştirerek eserleri toplamaktan vazgeçti.

Zaman, Haber: İbrahim Asalıoğlu, 03.06.2008


******


ALAMADIK, AFFEDELİM





Kültür ve Turizm Bakanlığı, kaçak tarihi eserleri yasalara aykırı olarak envanterlerine kaydeden koleksiyonculardan geri alamayınca, bu eserlerin “alım-satım yasağı” şartıyla koleksiyonerlerde kalmasına onay verdi. Bu amaçla hazırlanan, jet hızıyla TBMM Milli Eğitim ve Kültür Komisyonu gündemine alınan ve bugün görüşülecek olan tasarının hazırlanma süreci şöyle gelişti:


Koleksiyonerler, 15 Mart 1984’ten itibaren taşınmaz kültür varlıkları ve bunlardan koparılan tarihi eserleri, yasadışı olarak envanterlerine kaydetti. Bakanlık, 11 Mart 2005 tarihli bir genelgeyle, valiliklerden koleksiyoncuların yasadışı işlemlerine izin vermemesini istedi.


Koleksiyoncular, genelgenin iptali için Danıştay’a dava açtı. Danıştay 13 Kasım 2006 tarihli kararıyla bakanlığı haklı buldu.


Eski Kültür Bakanı Atilla Koç, Danıştay’ın kararı üzerine 30 Ocak 2007’de acil bir genelge yayımlayarak koleksiyonculardan, eserleri müze müdürlüklerine teslim etmelerini istedi. 
Valiliklerden “Bazı aksaklıklar yaşanıyor” yazısı gelince, Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Yüksek Kurulu’ndan “ilke kararı” çıkarıldı. Kurul, “Eserlerin devlet müzelerine devredilmesinin zorunlu olduğunu” bildirdi.


Koç, 26 Nisan 2007’de yeniden genelge yayımladı. Ancak sonuç çıkmadı. Yeni bakan Ertuğrul Günay adına 6 Aralık 2007’de bir genelge daha yayımlandı. Tespit çalışmalarının 14 Şubat 2008’e kadar tamamlanması istendi. Bakanlık, sonradan tutum değiştirerek eserleri toplamaktan vazgeçti.


Komisyon üyesi CHP Milletvekili Muharrem İnce, “Yasaları çiğneyen koleksiyonculara af getiriliyor” dedi.

Milliyet, Haber: Önder Yılmaz, 02.07.2008

HASANKEYF'TE YENİ TARİHİ ESERLER ORTAYA ÇIKTI

 

Batman'ın tarihi Hasankeyf İlçesi'nde yapılan kazı çalışmalarında Roma döneminde kullanılan sahil sarayı, Artuklular döneminde cami olarak kullanılan tarihi saray ve 1350 yılından kalma Karakoyunlular dönemine ait mezarlar ortaya çıktığı bildirildi.

 

Baraj yapımı nedeniyle sular altında kalması gündemde olan Batman’ın Hasankeyf İlçesi'nde zengin tarih mirasının yeni örneklerine yapılan kazılarla bir yenisi ekleniyor. İlçede yapılan kazı çalışmalarında Roma döneminde kullanılan sahil sarayı, Artuklular döneminde cami olarak kullanılan tarihi saray ve 1350 yılından kalma Karakoyunlular dönemine ait mezarlar ortaya çıktı.

 

Kazı sorumlusu Prof.Dr. Abdusselam Uluçam, tarihi alanlarda tapu yüzünden yeterli düzeyde kazı yapamadıklarını söyledi. 11 kazı alanının tapulu olmasından kaynaklanan sorunlar yüzünden sadece belirli bir alanda çalışabildiklerini dile getiren 'Hasankeyf'i kurtarma kazıları' sorumlu Prof.Dr. Abddusselam Uluçam, "Selahiye bahçelerinde sürdürdüğümüz kazı çalışmalarında Romalılar döneminde 'Sahil sarayı' diye kullanılan dinlenme yeri, sonradan Artukluların camiye çevirdiği Mardinike ibadet yerini gün ışığına çıkardık. Bu yapının altı Romalılara, üst bölümü ise Artuklulara ait. Ayrıca kazı alanına yakın bölgede 1350 yılında Karakoyunlulara ait bir de mezarlık tespit edildi. 11 ayrı alanda sürdürmek istediğimiz tarihi yerlerin çoğu tapulu olduğu için kazı çalışmalarına yönelemedik" dedi.

 

Öte yandan yıkılma tehlikesi ile karşı karşıya kalan Yamaç Külliyesi Camii, El-Rızk Camii, Küçük Saray, Artukoğlu Hamamı, Süleyman Han Camii, Kızlar Camii, Zeynel Bey Türbesi, Yukarı Kapı, Orta Kapı ve Ulu Cami restorasyon çalışmalarına 1 milyon YTL'lik ödeneğin Kültür ve Turizm Bakanlığı'ndan ayrıldığını hatırlatan Uluçam, "70 işçi, 4 öğretim görevlisi ve 4 öğrenci ile sürdürdüğümüz kazılarda ödenek sıkıntısı söz konusu değil. Bu yıl kazılarda restorasyon çalışmalarına da ağırlık vereceğiz. Kaledeki girişi merdivendeki taşların kayganlaşması üzerine eski yöntemi kullanıp ters çevireceğiz" şeklinde konuştu.

Turizm Gazetesi, 02.07.2008

TARİHİ ESER KAÇAKÇILARINA BÜYÜK DARBE

 

Aydın İl Jandarma Komutanlığı tarafından ve 5 farklı ilde eş zamanlı olarak gerçekleştirilen operasyonlarda tarihi eser kaçakçılığı yapmak için kurulmuş bir suç örgütü çökertildi.

Operasyonlar kapsamında Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu'na muhalefet ettikleri gerekçesiyle 16 şüpheli gözaltına alındı. Cumhuriyet Savcılığı tarafından el konulan olayla ilgili olarak başlatılan soruşturmanın devam ettiği bildirildi.

 

Edinilen bilgiye göre; uzun süredir devam eden istihbarat çalışmalarını sonuçlandıran Aydın İl Jandarma Komutanlığı'na bağlı ekipler Aydın'ın Kuşadası ve Karacasu ilçeleriyle Uşak, Manisa, İzmir ve Kütahya illerinde Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu'na muhalefet suçunu işledikleri tespit edilen suç örgütüne yönelik olarak ortaklaşa ve eş zamanlı operasyonlar düzenledi. Yapılan operasyonlarda suç örgütüne üye oldukları tespit edilen B.Y. (33), R.C. (40), M.Ö. (49), Y.A. (44), G.Ö. (52), M.Ç. (52), İ.E. (39), S.A. (24), V.G. (48), A.A. (33), M.E. (54), E.P. (17), Ş.K. (47), M.A. (35), İ.T. (43) ve S.A. (36) isimli şüpheliler gözaltına alındı. Şüphelilerin ev ve iş yerlerinde yapılan aramalarda 75 adet sikke, 31 adet obje, 2 adet 3 bin yıllık fosil parçası, 1 adet tarihi bakır bilezik, 1 adet define alfabesi kitapçığı, 11 adet harita, 15 adet kroki, 10 adet fotoğraf, 3 adet bilgisayar kasası, 2 adet fotoğraf makinesi, 12 adet CD, 1 adet video kaseti, 4 adet 7,65 çapında tabanca fişeği, 17 adet cep telefonu, 22 adet sim kart, 1 adet aydınlatma kaksı, 1 adet murç, 1 adet sırt çantası, 4 adet hesap cüzdanı ve 11 sayfalık çek koçanı ele geçirildi.

 

Operasyonlarda ele geçirilen suç aletlerine el konulurken, ifadeleri alınan zanlılar adli makamlara sevk edildi. Cumhuriyet Savcılığı tarafından el konulan olayla ilgili olarak başlatılan soruşturmanın devam ettiği bildirildi.

haberler.com, 02.07.2008

AYASOFYA MÜZE KALMALI

 

 

Danıştay 10. Daire, Ayasofya Camii’nin müzeye dönüştürülmesine ilişkin 1934 tarihli Bakanlar Kurulu kararının iptali istemini reddetti.


Sürekli Vakıflar Tarihi Eserler ve Çevreye Hizmet Derneği, Ayasofya Camii’nin müzeye çevrilmesine ilişkin 24 Kasım 1934 tarihli Bakanlar Kurulu Kararı’nın kaldırılması istemiyle dava açtı. Dernek, ülke çıkarları için Ayasofya’nın müze vasfının korunabileceğini, ancak ibadete açılması gerektiğini savundu. Danıştay 10. Daire, Ayasofya Camii’nin müze olarak kullanılmasında hukuka aykırılık bulunmadığına işaret ederek, davayı oybirliğiyle reddetti. Kararda, türbe, akaret, muvakkithane ve medreseyi de kapsayan taşınmazın 1934’te müzeye çevrilmesine karar verildiği anımsatıldı. 

İnsanlığın ortak mirası olan evrensel kültürel ve doğal sitleri dünyaya tanıtmak, toplumda evrensel mirasa sahip çıkma bilinci oluşturmak ve yok olan kültürel değerlerin yaşatılması amacıyla UNESCO tarafından Dünya Kültürel ve Doğal Mirasının Korunmasına Dair Sözleşme hazırlandığına dikkat çekilen kararda, Türkiye’nin de bu sözleşmeyi imzaladığı hatırlatıldı.


Sözleşmeye göre, Dünya Miras Komitesi tarafından Dünya Miras Listesi oluşturulduğu belirtilerek listeye giren eserlerin bulundukları ülkenin garanti edilmiş kültürel varlığı kabul edildiği vurgulandı. Kararda, evrensel değerlere sahip Ayasofya’nın günümüze kadar uzanan süreçte tarihe tanıklık ettiği ve insanlık tarihinin birden fazla anlamlı dönemini temsil eden yapı tipinin örneği olduğu ifade edildi.


Ayasofya’nın dünyaya tanıtılması işlevinin gereği gibi yerine getirilmesi için sadece müze olarak kullanılmasında hukuka aykırılık bulunmadığı kaydedildi.

Milliyet, 02.07.2008

OLBA ARKEOLOJİK YÜZEY ARAŞTIRMA ÇALIŞMALARI BAŞLIYOR

 

Mersin'in Silifke İlçesindeki Olba (Uğuralanı) ören yerindeki yüzey araştırma çalışmaları bugün başlıyor. Gazi Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Doç.Dr. Emel Erten başkanlığındaki bir ekip tarafından yürütülecek olan bu yılki çalışmalar, 20 Temmuz'da sona erecek.

 

Kültür Bakanlığı izniyle yapılacak Olba Arkeolojik Yüzey Araştırması'na Kazı Başkanı Doç.Dr. Emel Erten ile birlikte Mersin Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Latince Okutmanı Murat Özyıldırım, Arkeologlar Derneği Mersin Şubesi Başkanı Tuna Akçay, Sanat Tarihçi Yrd.Doç.Dr. Sibel Ünalan, Hacettepe Jeoloji Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi Doç.Dr. Candan Gökçeoğlu, Mersin Üniversitesi Jeoloji Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi Yrd.Dr. Kıvanç Zorlu ile Kültür ve Turizm Bakanlığı temsilcisi olarak Cenap Işık katılacak.

 

Çalışma ekibi, 2008 dönemi çalışmalarını özellikle manastırın yeniden plan çizimi üzerine yoğunlaştıracak. Manastıra ait yeni bölümlerin bulunmasıyla mevcut planın yenilenmesi zorunluluğu ortaya çıktı. Yine çiftlik evleri üzerine daha ayrıntılı çalışmalar ve yeni bulunacak yerlerin fotoğraf ve çizimle belgeleme çalışmaları da sürdürülecek. Ekip, daha çok bilimsel yayın çalışmalarına yönelik araştırmalarını artırarak kentin geçmişine ilişkin yeni bilgileri ortaya koyacak bir program üzerinde yoğunlaşıyor.

 

Arkeologların çalışmalarının yanı sıra Olba ve çevresinde jeolog bilim adamları da ekip üyeleri olarak kendi alanlarında yayın için araştırmalarını sürdürüyor. Olba 2008 yılında Ankara'da yapılan Kültür ve Turizm Bakanlığı 26. Uluslararası Kazı, Araştırma ve Arkeometri Sempozyumu'nda bir arkeoloji 2 de jeoloji alanındaki bilimsel sunumla temsil edildi.

 

Olba kenti, eskiçağda Dağlık Kilikia olarak bilinen Mersin'in doğusunda yer alıyor ve denizden yaklaşık bin metre yükseklikte bulunuyor. Kentin akropolisi (yaşam alanı), egemen olduğu vadiden yaklaşık 50 metre yükseklikte. Olba'da, özellikle Roma İmparatorluk dönemine ait görkemli mimari kalıntılar bulunuyor. Bunlar arasında anıtsal çeşme binası, su kemeri, tiyatro, tapınak planlı anıt mezar, kuleler, çiftlik evleri, sur duvarları yer alıyor. Olba, Hıristiyanlık döneminde de önemini koruyan bir kent. Bir dağ yerleşimi olarak akropolis ve yakın çevresine çok sayıda kilisenin yapıldığı bir yer. Vadide yer alan manastır kalıntıları da bir piskoposluk merkezi olarak Olba kentinin Hıristiyanlık dönemindeki bölgesel etkinliğinin önemli bir kanıtı.

Geçtiğimiz yıllarda özellikle kaçak kazıların arkeolojik eserlere verdiği zarara karşı yapılan mücadelelerle gündeme gelen Olba'nın 4 kilometre batısındaki Uzuncaburç Jandarma Karakolu'nun geçtiğimiz yıllarda kapatılması arkeolojik korumacılık açısından bir olumsuzluk olarak değerlendiriliyor. Bu yıl Uzuncaburç Belediyesi'nin nüfusu nedeniyle köy kapsamına alınması, hem Uzuncaburç yerleşimi içinde bulunan Diocaesarea mimari kalıntıları için hem de Olba için korumacılıkta ayrı bir sorun olarak görülüyor.

 

Kapatılan jandarma karakolu ve belediye, Olba'da definecilikle mücadelede ciddi sorunların ortaya çıkacağı yönünde değerlendirmelere neden oluyor.

haberler.com, 01.07.2008

KARABEHLÜL BEY CAMİİ ONARILIYOR

 

 

Silvan İlçesi'ne bağlı tarihi Karabehlül Bey Camii Vakıflar Bölge Müdürlüğü tarafından bakım ve onarıma alındı.

 

Diyarbakır Vakıflar Bölge Müdürlüğü tarafından bakım ve onarıma alınan tarihi Karabehlül Bey Camii'nin kısa zamanda bakım ve onarımının bitirileceği öğrenildi. Tarihi caminin iç ve dış cephelerde bulunan betonlar kırılıp yerine bazlat taşları döşenmekte olup caminin şerefesi de bakım alınarak, lekelenen taşlar beyazlaştırıldı. Caminin iç ve dış cephesinin bakım ve onarımıyla birlikte caminin elektrik ve su şebekeleri de yenileniyor. Caminin kapısında bulunan mezarlığın beton duvarı da kırılarak yerine bazla taşları döşendi. Beton duvarı yıkan işçiler mezarlara zarar verilmemesi için çok hassas davrandıkları söylendi.

Tarihi caminin Karabehlül Bey tarafından 1580'de yapıldığı söylenilmektedir. Kesin yapılmış tarihi bilinmemektedir. Çünkü o dönemlerde Karabehlül Bey yaşadığı tarih kitaplarında geçmektedir. Behlül bey, şeyh Ahmetzade Elvend beyin oğludur. Kendisi, kardeşi Ömer beyle beraber Diyarbakır Valisi İskender Paşa'nın maiyetinde idi.

Haber Diyarbakır, Haber: Ferhat Parlak, 01.07.2008

HADRIANOUPOLIS KAZILARI GELECEK AY BAŞLIYOR

 

Dokuz Eylül Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi ve Hadrianoupolis Arkeolojik Kazısı Başkanı Yrd.Doç.Dr. Ergün Laflı, Karabük'ün Eskipazar İlçesindeki Hadrianoupolis Antik Kenti'nde kazılara gelecek ay başlanmasının planlandığını bildirdi.

Yrd.Doç.Dr. Laflı, antik kentte bugüne kadar çıkarılan yapıların korunması, restorasyonu ve turizme açılmasına yönelik çalışmalara öncelik verileceğini belirtti.

Laflı, yaptığı açıklamada, ilçenin yaklaşık 3 kilometre batısında bulunan Hadrianoupolis Antik Kenti'nde geçen yıl 10 bilimsel heyetle 7 hafta boyunca "Hamam A", "Geç Roma Villası", "Theatron", "Kuzeybatı Roma Mezarı", "Anıtsal Roma Mezarı", "Hamam B" ve "Apsisli Yapı"da kazı çalışmalarının sürdürüldüğünü ifade etti.

Geçen yıl başlanan "Geç Roma Villası" kazısında keşfedilen mozaikli tabanlar dışında 7 duvar resminin ortaya çıkarılması çalışmalarına bu dönem de devam edileceğini ifade eden Laflı, 2003'te kazısı gerçekleştirilen antik yapıların korunması, restorasyonu ve turizme açılmasına yönelik çalışmalara öncelik verileceğini kaydetti.

Gelecek ay başlanması planlanan ve 70 gün sürecek kazılarda bu yıl 'Hamam A' yapısının korunması, restorasyonu ve turizme açılmasına çalışılacağını bildiren Laflı, şunları söyledi:
"Villa, Hamam B ve Theatron açmalarında kazılar devam edecek, bu alanlarda restorasyonun yanı sıra koruma önlemlerine dair çalışmalar yer alacak. Ören yerinde turizme yönelik temizlik, alan düzenlemeleri yapılacak. Bilimsel bir kent planının sağlıklı şekilde çıkarılması çalışmalarına devam edilecek.

Yöredeki Türk-İslam devirlerine ait kalıntılar değerlendirilerek bazıları onarılacak ve ziyarete açılması sağlanacak. Bu yıl, bugüne kadar ortaya çıkarılan antik yapıların korunması, restorasyonu ve turizme açılmasına yönelik çalışmalara öncelik verilecek."

Yrd.Doç.Dr. Laflı, antik kentin, en yüksek koruma getiren 1'inci derece arkeolojik sit alanı olarak koruma altına alındığını, yeniden başlanması planlanan arkeolojik yüzey araştırmalarıyla alanın yakın çevresindeki taşınmaz arkeolojik değerlerin tescillenerek yeni koruma çeperleri içine alınacağını sözlerine ekledi.

Cnn Türk, 01.07.2008



TARİHİ YAPILARA MERCEK

 

Bursa Araştırma Vakfı üyeleri, İznik'te tarihi yerleri gezip, restorasyon çalışmaları hakkında bilgi aldı. Vakıf üyeleri, Lefke Kapı'daki çalışmaları görebilmek için itfaiyenin aracıyla surların üzerine çıktılar.


İznik Kaymakamı Hüseyin Avcı, Belediye Başkanı Kadri Eryılmaz ve belediye meclis üyeleri Bursa'dan gelen konukları ağırladı. İlçenin tüm tarihi eserlerini gezen ve bu bölgede incelemede bulunan heyet, yetkililerden İznik'te sürdürülen tarihi eser restorasyonları ile ilgili bilgi aldı.
Araştırma heyeti üyeleri Lefke Kapı'da çalışmaları görebilmek için itfaiye aracının yardımı ile surların üzerine çıktılar.


Kentin muhteşem manzarasına sahip Abdulvahap Tepesi'ne de çıkan konuk heyet, kentin kuşbakışı görüntüsüne hayran kalırken, bol bol fotoğraf çektiler. İznik Belediyesi İzzet Peşte Su Sporları Kamp ve Eğitim Merkezi'nde gezinin değerlendirmesini yapan heyet, ilçeden ayrıldı.


Geziye, Uludağ Üniversitesi Tarih Bölüm Başkanı Prof.Dr. Yusuf Oğuzoğlu, Uludağ Üniversitesi İnkılap Tarihi bölümü Öğretim Görevlisi Yrd.Doç.Dr. Mine Akkuş, Dr. Turgay Akkuş, Gazeteci Hacı Tonak, Müzeci Esat Uluamay, Kent Müzesi Koordinatörü Ahmet Erdönmez, Araştırmacı- Yazar Raif Kaplanoğlu, Sanat Tarihçi Dilek Yıldız, Büyükşehir Belediyesi Kültür Daire Başkanı Gülay Yıldırım, Osmangazi Belediyesi Çevre Bölüm Başkanı Aziz Elbas, Şehir Tiyatrosu Bölüm Başkanı Ertan Akman, Kültür-Sanat Vakfı Genel Sekreteri Akif Koçyiğit, Müze Müdürü Enver Sağır, Bursa Araştırmaları Vakfı yöneticilerinden Mecdettin Ulusoy, Sibel Gök, Mimar Serpil Tonak, Eğitimci Özer Güleç ile çok sayıda stajyer öğrenci katıldı.

Bursa Hakimiyet, 01.07.2008

PERGE'YE RESTORASYON İLGİSİ BÜYÜK

 

Anadolu Ateşi Genel Sanat Yönetmeni Mustafa Erdoğan, Antalya’nın Aksu Beldesinde bulunan Perge antik kentinin restorasyonuna kullanma karşılığı talip olduklarını ve girişimlerde bulunduklarını söyledi. Mustafa Erdoğan, “Gözümüzü Perge’ye diktik. Orayı restore edecek formülü bulduk. Güçlü sponsorlarla orayı restore etmek, turizme kazandırmak, stadyumda gösteriler yapmak istiyoruz” dedi.


Ancak antik kentin kazı başkanı Prof.Dr. Haluk Abbasoğlu, yüksek desibelli konserlerin antik tiyatrolara zarar verdiğini söyledi. Bu sebeple Aspendos, Perge gibi antik tiyatrolarda özellikle pop müzik türü gösterilere kesinlikle izin verilmemesi gerektiğini belirten Prof.Dr. Abbasoğlu, şunları söyledi:


“8 milyon dolara mal olacak Perge Antik Tiyatrosu’nun restorasyonunun bitirilmesinin ardından kültürel faaliyetlere açılmasına karşı değiliz. Aksi takdirde antik tiyatrolara zarar verebilir.”

Türkiye Gazetesi, 01.07.2008

TARİHİ SÜRYANİ KİLİSESİ İBADETE AÇILDI

 

Mardin’de 1914 yılında Mar Petrus ile Mar Pevlus tarafından inşa edilen ve bir dönem cezaevi olarak kullanıldıktan sonra terk edilen Süryani Kadim Kilisesi bakımsızlıktan yıkılmaya başlayınca Süryani işadamları ile eski gazetecilerden Münir Kilimci’nin girişimleriyle tekrar ele alındı.

Aslına uygun olarak restore edilen Süryani Kadim Kilisesi, İstanbul’daki Tarlabaşı Süryani Kilisesi Metropolit Vekili Başpiskopos Samuel Akdemir, Diyarbakır- Mardin Metropoliti Saliba Özmen ile kalabalık Süryani grubu tarafından düzenlenen ayinle tekrar ibadete açıldı. Süryaniler yeniden açılan kilisede yaklaşık 4 saat süren ayin yaptı.

Hürriyet, Haber: Adnan Avuka, 01.07.2008

İSTANBUL TEPEDEN TIRNAĞA RESTORASYON





Vakıflar Genel Müdürlüğü, İstanbul'u mercek altına aldı. İstanbul'a hayran bıraktıran ve önemli bölümü kaderine terk edilmiş 88 adet tarihi- kültürel miras için hummalı çalışma başlattı. Mimar Sinan'ın en büyük eserlerinden Süleymaniye Camisi, 400 yıllık tarihinde ilk kez restorasyon görecek. Vakıflar Genel Müdürü Yusuf Beyazıt, SABAH'a, restorasyonların bir uzmanlar ordusu tarafından yapıldığına dikkat çekti. Beyazıt, 2003 yılından bugüne kadar 2 bin 650 vakıf eserinin restore edildiğini söyledi. Restorasyon listesinden bazıları şunlar:





YENİKAPI MEVLEVİHANESİ: Yenikapı Mevlevihanesi defalarca yangına maruz kaldı. 1961 yılında hünkar mahfilinde yangın çıktı. 1997 yılına ikinci yangınla kullanılmaz hale geldi. Restorasyonun temel bölümleri bitti. Detayları devam ediyor. Müze olarak kullanılması düşünülüyor. 1804 yılında Neyzen Başı Nazır Dede tarafından bir musiki konservatuarı olarak düşünüldü. Cumhuriyetin ilk yıllarında öğrenci yurdu olarak kullanıldı.

MISIR ÇARŞISI: Proje aşamasında. Kuruldan onayını çıkınca restorasyonuna başlanacak. İlk kez restore ediliyor.

FATİH CAMİSİ: Depremlerden dolayı ciddi biçimde zarar gördü. Ana yapının güçlendirilmesi çalışması başlatıldı.

AKSARAY VALİDE SULTAN CAMİSİ: En önemli özelliği bir hanım sultan tarafından yaptırılması. Taş işçiliği mükemmel, bir kadının zarafetini anlatan bir işçilik, el oyası gibi.

PİYALE PAŞA CAMİSİ: İlk kez bir caminin abdesthanesine 'sıcak su 'bağlandı.

SELİMİYE CAMİSİ: Restorasyonu bitmek üzere.

ERTUĞRUL TEKKE CAMİSİ: Projesi tamamlandı. Onarım için ihale aşamasında.

DOLMABAHÇE CAMİSİ: Onarım devam ediyor, çok merkezi çok önemli bir yerde. Bezm-i alem Valide Sultan tarafından yapımı başlatılan Dolmabahçe Camisi, ölümü üzerine oğlu Abdülmecit tarafından 1853'de tamamlandı. Mimarı Nkogos Balyan. Cami ampir ve barok karışımı melez üslupta.

AHİ ÇELEBİ CAMİSİ: Evliya Çelebi'nin ünlü Seyahatnamesi'nin başlamasına yol açan olay bu camide gerçekleşti. Evliya Çelebi'nin camide gördüğü rüyadan sonra yollara düştüğü Ahi Çelebi Camisi'nin zeminindeki denize doğru kaymanın engellenmesi amacıyla etrafına 2 etap halinde 720 kazık çakıldı.

 

NURUOSMANİYE CAMİSİ: Nuruosmaniye Camisi'nin 174 penceresi var. Işıklar pencerelerden giriyor. Fatiha Suresi caminin bir ucundan diğerine kadar işlenmiş. Onarım devam ediyor.

YAVUZ SULTAN SELİM CAMİSİ: Bulunduğu semte adını veren bu cami Yavuz Sultan Selim adına oğlu Kanuni tarafından Haliç'e hakim bir tepe üzerine yaptırıldı. İçte ve avludaki sivri kemerli pencere alınlıkları renkli sır tekniği ile imal edilmiş ve zarif çinilerle süslenmiş. Restorasyon çalışmaları tamamlanmak üzere.

Sabah, Haber: Hülya Karabağlı, 01.07.2008

TÜRK RESSAM ORHON'UN TABLOSUNA 374 BİN DOLAR

 

Ünlü müzayede evi Christie’s’in dün New York Rockefeller Plaza’da yapılan “Savaş Sonrası ve Çağdaş Sanat” müzayedesinde Türk ressam Mübin Orhon’un iki tablosu satışa çıktı.

 

İsimsiz tablolardan biri 374 bin 500 dolara alıcı bulurken, diğer tablo 200 bin 500 dolara satıldı. 1924-1981 yılları arasında yaşayan Mübin Orhon’un her iki yağlıboya tablosu da 1960 tarihli.
Müzayede evi bu tabloların önce    “Mübin 1960” olarak imzalandığını, daha sonra “Mübin Orhon 1960 Paris” imzasının eklendiğini belirtiyor.

Milliyet, 01.07.2008

AĞA'NIN TORUNLARI BOĞAZ'IN PEŞİNDE

 

 

Kırım Savaşı sonrası Türkiye’ye göç ederek Osmanlı Sarayı’nda kayıkçıbaşı olarak çalışmaya başlayan Recep Ağa’nın 6’ncı kuşak torunları, büyük dedelerinin Kanlıca-Çubuklu arasında, İstanbul Boğazı’na bakan 160 dönüm arsasını geri alabilmek için 25 yıldır mahkemelerde uğraşıyor.

Osmanlı-Rusya arasında 1853-1856 yıllarında gerçekleşen Kırım Savaşı sonrası Türkiye’ye göç ederek sarayda çalışmaya başlayan Recep Ağa’nın 6’ncı kuşak torunları, büyük dedelerinin Kanlıca-Çubuklu arasındaki onlarca dönüm arsasının peşine düştü. Ağa’nın iki eşinin yakınları, 1887’den kalma tapuları temel alarak 1983’te açtıkları davalardan Polonezköy yolu üzerindeki 16 dönümlük arsayla ilgili davayı kazandılar. İncirköy Mahallesi’ndeki 27 dönümlük arsayla ilgili dava ise 25 yıldır sürüyor.

Recep Ağa’nın torunlarından Gülay Erman, "Beykoz Devlet Hastanesi’nin arkasındaki Çiğdem Mahallesi’nde 160 dönüm Recep Ağa’ya ait ama Osmanlı’dan kalan belgeyi tapudan çıkaramıyoruz. Bir şekilde engelleniyoruz" dedi. Osmanlı Sarayı’nda kayıkçıbaşı olarak görev yapan Recep Ağa’nın mavnalarla (yük gemisi) ticaret yaptığını ve Osmanlı’nın ilk armatörlerinden biri olabileceğini anlatan Erman şöyle devam etti: "Recep Ağa ve kardeşi çok zenginlermiş. Mavnalarını satıp pek çok gayrimenkul edinmişler. Elimizdeki belgeleri inşaat firmalarına gösterdik. Büyük bir firmanın avukatı bu arazileri alabileceklerini söyledi. 39 kişi vekalet verdik ama bu sefer avukat bizi aramadı. Cumhuriyet sonrası bölgede fabrikalar yapılınca insan akını başlamış. Birçok yeri gecekondular işgal etmiş. İnsanlar 60 yıldır bedavaya oturmuş ama şimdi biz mirasımızı geri istiyoruz."

Recep Ağa’nın ikinci eşi Naime Hanım’ın kuşağından Hikmet Kural, Beykoz Devlet Hastanesi arkasındaki 160 dönümlük arsanın Recep Ağa’ya ait olduğuna dair Sultan Reşad tuğralı tapunun bir akrabalarının evinde çıkan yangında yok olduğunu ileri sürdü. Kural şunları anlattı: "İncirköy’de, 27 dönüm arsada ortaklığın giderilmesiyle ilgili dava 25 yıldır sürüyor. Arsada oturan akrabalarımız davanın bitmemesi için ellerinden geleni yapıyorlar. Ama sonuna yaklaştık. Arsayı büyük bir firmaya verip geliri Recep Ağa’nın iki eşinden 60 akrabası arasında pay edeceğiz."

Hürriyet, Haber: Asım Güneş, 01.07.2008

ARKEOLOJİ DÜNYASINDA TARTIŞMA

Türkiye’de yeni mevsim arkeolojik kazı ve yüzey araştırmaları tartışmalı başladı. Türk ve yabancı bilim heyetlerinin 2008 yılı için Kültür ve Turizm Bakanlığı’na yaptıkları başvurulardan bazıları, bu yıl ilk kez ‘gayri resmi’ olarak kurulan “Değerlendirme Komisyonu’nca (Bilim Kurulu)” irdelendikten ve bilimsel nedenleri açıklanmadan reddedildi.

 

Dünyada en çok arkeolojik kazı ve araştırmaların yapıldığı Türkiye’de, arkeoloji heyetleri, her yılın aralık ayı sonuna kadar yeni yılın kazı, araştırma, onarım programları ile heyet üyelerinin listesini Kültür ve Turizm Bakanlığı’na bağlı Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü’ne bildiriyorlar. Genel müdürlük, yasaların öngördüğü incelemeleri yaptıktan sonra arkeolojik kazı heyetlerinin “yıllık izinlerini” Bakanlar Kurulu’nun kararına sunuyor.

 

Geçmiş yıllardan farklı olarak bu yıl ilk kez 2008 başvurularını, bakanlığa bağlı kurulan “Değerlendirme Komisyonu’nun” incelediği açıklandı. Başvuru yapan heyetlerin bilimsel yeterliliğinin değerlendirilmesi açısından önemli bir gelişme olduğu kabul edilmekle birlikte, söz konusu Değerlendirme Komisyonu’nun kuruluş aşamasında üniversitelerin arkeoloji bölümlerine danışılmadığı ve öneri alınmadığı, ayrıca bu kurulun varlığının “herhangi bir yasal dayanağının bulunmadığı” vurgulanıyor. Başvuruları, alışılmış uygulamanın dışında böyle bir komisyonca reddedilenlerin tepkisi kadar, bu komisyonun hangi yetkinlik ölçütlerine göre belirlendiğinin bilinmezliği kazı iznini alan arkeoloji heyetlerini de rahatsız ediyor.

 

Arkeoloji çevrelerince komisyonun kuruluşundan, kararlarına uzanan sürecin yeterince saydam olmadığı vurgulanıyor. Komisyonun “kabul” ya da “ret” kararı almasındaki ölçütlerin bilinmezliği de “keyfilik” olgusunu gündeme getiriyor. Bazı saygın bilim kurumlarının temsilcileri de rahatsızlıklarını iletmek istedikleri Kültür ve Turizm Bakanı’yla görüşme olanağını bulamadıklarını belirtiyorlar. Mayıs ayı sonunda Ankara’da DTCF’de gerçekleştirilen “30. Uluslararası Kazı, Araştırma ve Arkeometri Sempozyumu”nda böyle bir komisyonun açıklanması tatsız bir sürpriz olarak yorumlanıyor.

 

Sempozyumun kapanışında Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdür Yardımcısı Abdullah Kocapınar komisyonun kuruluşunu özetle şöyle açıklamıştı: “Başvuruların yürürlükteki mevzuata olduğu kadar, bilimsel ölçütlere de uygunluğunun değerlendirilmesi gerekir. Bu nedenle, yeni bir değerlendirme komisyonu oluşturulmasının, söz konusu komisyonda ilgili bilim dallarından uzman akademisyenlerin de yer almasının faydalı olacağı mütalaa edilmiştir. 2008 izinlerinde bu komisyonun değerlendirmeleri dikkate alındı.”

 

Türk arkeoloji dünyasının saygın temsilcileri ‘yasal dayanağı olmayan böyle bir değerlendirme komisyonunun’ yerine, Türkiye’de de temsilcilikleri ve araştırma merkezleri bulunan Alman, İngiliz, Amerikan, Fransız, Avusturya, Hollanda’da olduğu gibi Türkiye’de de ‘özerk bir Türk arkeoloji enstitüsünün’ kurulmasını öneriyorlar.

Cumhuriyet Gazetesi, 30.06.2008

KARAMAN'DA TARİHİ ESER OPERASYONU

Karaman'da jandarmanın düzenlediği iki ayrı operasyonda, 400 yıllık olduğu tahmin edilen 2 adet Kur'an-ı Kerim ile 44 parça tarihi eser ele geçirildi.

 

Edinilen bilgiye göre, Ermenek İlçesi'nde M.S.'nin elinde bulunan tarihi eserleri satmak için müşteri aradığı yönünde duyum alan jandarma timleri, şahsı Ağaççatı köy yolu ayrımında otomobiliyle yakaladı. Savcılığın izniyle araç içerisinde arama yapan ekipler, 31 adet gümüş sikke, 9 adet altın sikke, 1 adet kolye, 1 adet bronz heykel ile 2 adet yüzük ele geçirdi. Olayla ilgili M.S. ile araçta bulunan Ö.Ö, A.Ç. ve M.K. gözaltına alındı.

 

Diğer olayda ise, Karaman Mersin Karayolu'nun Seyithan köyü yol ayrımında yol kontrolü yapan jandarma ekipleri, Ş.K. idaresindeki 70 AP 001 plakalı otomobili durdurarak arama yaptı. Yapılan aramada otomobilin torpido gözünde 400 yıllık olduğu tahmin edilen ve ceylan derisiyle kaplı 2 adet Kur'an-ı Kerim ele geçirildi. Olayla ilgili gözaltına alınan şahıslar Cumhuriyet Savcılığı'nca serbest bırakıldı.

Karaman Kent Haber, 30.06.2008

NEMRUT'UN ÇEHRESİ DEĞİŞECEK





Adıyaman’ın Kahta İlçesi'nde bulunan Nemrut ören yerinin turizmde marka yapılması amacıyla Kommagene-Nemrut Koruma ve Geliştirme Programı kapsamında başlatılan çalışmalar sürdürülüyor. Ortadoğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ) Mimarlık Fakültesi Öğretim Üyesi Doç.Dr. Neriman Şahin Güçhan, UNESCO’nun Dünya Kültür Mirası listesinde bulunan Nemrut ören yeri için ODTÜ ile Kültür ve Turizm Bakanlığı arasında önceki yıl imzalanan Kommagene-Nemrut Koruma ve Geliştirme Programı kapsamında 2010 yılına kadar önemli çalışmalar yapılacağını söyledi.

 

Önceliklerinin Nemrut ören yerinin çevresini yeniden düzenlemek, dev tanrı heykelleri ve diğer kalıntıların üzerindeki çatlakları kapatmak olduğunu kaydeden Güçhan, "Gerçekleştireceğimiz çevre düzenleme çalışmaları için ön proje hazırladık ve projemiz onaylandı. Uygulama projelerinin temini için bakanlıkça ihaleler açılacak. Çevre düzenleme çalışmalarımızda bu aşamadayız" dedi.

 

"Biz Nemrut ören yerini öncelikle eserlere bir zarar verilmeden ve rahatlıkla gezilebilen bir yer yapmayı amaçlıyoruz. Bunun için de uluslararası kural ve ilkelerle örtüşen çalışmaların gerçekleştirilmesi gereklidir" diyen Güçhan, hata yapmamak için aceleci olmadıklarını vurguladı.

 

Adıyaman’ın Kahta İlçesi'nde bulunan Nemrut ören yerinin turizmde marka yapılması amacıyla Kommagene-Nemrut Koruma ve Geliştirme Programı kapsamında başlatılan çalışmalar sürdürülüyor. Ortadoğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ) Mimarlık Fakültesi Öğretim Üyesi Doç.Dr. Neriman Şahin Güçhan, UNESCO’nun Dünya Kültür Mirası listesinde bulunan Nemrut ören yeri için ODTÜ ile Kültür ve Turizm Bakanlığı arasında önceki yıl imzalanan Kommagene-Nemrut Koruma ve Geliştirme Programı kapsamında 2010 yılına kadar önemli çalışmalar yapılacağını söyledi.

 

Önceliklerinin Nemrut ören yerinin çevresini yeniden düzenlemek, dev tanrı heykelleri ve diğer kalıntıların üzerindeki çatlakları kapatmak olduğunu kaydeden Güçhan, "Gerçekleştireceğimiz çevre düzenleme çalışmaları için ön proje hazırladık ve projemiz onaylandı. Uygulama projelerinin temini için bakanlıkça ihaleler açılacak. Çevre düzenleme çalışmalarımızda bu aşamadayız" dedi.

"Biz Nemrut ören yerini öncelikle eserlere bir zarar verilmeden ve rahatlıkla gezilebilen bir yer yapmayı amaçlıyoruz. Bunun için de uluslararası kural ve ilkelerle örtüşen çalışmaların gerçekleştirilmesi gereklidir" diyen Güçhan, hata yapmamak için aceleci olmadıklarını vurguladı.

 

Güçhan, Nemrut ören yerindeki çevre düzenleme çalışmaları kapsamında modern bir hizmet evi yapılacağını kaydederek, sözlerini şöyle sürdürdü: "Nemrut ören yerinde ziyaretçilere hizmet veren bir sosyal tesis var. Eserlerin bulunduğu tepenin eteğinde yer alan bu tesis yıkılacak. Bu tesisin yeri festival alanı olarak düzenlenecek. Yıkılan sosyal tesisin yerine ören yerinin Adıyaman tarafından ve 3 kilometre geride modern bir hizmet evi yapılacak.

 

Akıllı bina olacak olan hizmet evinde ziyaretçilerin dinlenebileceği büyük bir salonun yanı sıra bir multivizyon salonu, 3 ayrı kalıcı serginin bulunacağı salonlar olacak. Hediyelik eşya satışı da yapılacak olan hizmet evindeki multivizyon salonunda Nemrut ören yerine ilişkin hazırlanmış belgesel filmler gösterilecek. Ziyaretçiler öncelikle hizmet evine ulaşacak. Hizmet evinin yanındaki otoparka araçlarını bırakacak olan ziyaretçiler, ören yerine kendi özel araçlarıyla değil Milli Park’a ait minibüslerle taşınacak."

 

Güçhan, Nemrut ören yerinde akıllı kombine bilet uygulaması yapılacağını, bu sayede ören yerini ziyaret edenlerin sayısının düzenli ve ağlıklı olarak izlenebileceğini kaydetti.

 

Ören yerinin güvenliğinin sağlanması, heykel ve diğer kalıntılara zarar verilmesinin önüne geçilmesi için resmi koruma görevlilerinin yanı sıra alan kılavuzlarının görev yapacağını ifade eden Güçhan, "Yöre halkından seçilecek alan kılavuzları ziyaretçilere ören yerini gezdirecek. Hiç kimse alan kılavuzu olmadan heykel ve diğer kalıntıların bulunduğu alana giremeyecek. Zaten Uzun Devreli Gelişme Planı da bunu öngörmektedir. Uygulama sayesinde ziyaretçilerin eserlere zarar vermesinin önüne geçilebilecek" diye konuştu.





Güçhan, Nemrut ören yerindeki heykel ve diğer kalıntıların Türkiye’nin diğer yörelerindeki tarihi eserlerden daha hızlı tahrip olduğuna ilişkin iddianın doğru olmadığını söyledi. Ören yerindeki kalıntıların 100 yıl öncesine ait fotoğrafları ile şimdiki durumlarını karşılaştırdıklarını kaydeden Güçhan, "Eserlerin tahrip olduğu doğru. Ancak bu tahribatın diğer tarihi eserlerdeki tahribattan fazla olduğunun söyleyemeyiz" diye konuştu.

 

Program kapsamında eserleri restore edeceklerine dikkati çeken Güçhan, şunları anlattı:

"23 Temmuzda Adıyaman’da olacağız ve 10 Ağustosa kadar çalışacağız. Ören yerindeki heykel ve diğer kalıntıları koruma uygulamalarına ilişkin tespitlerde bulunacak, heykel ve diğer kalıntılardaki çatlakların doldurulması için en ideal karışımı belirlemek için denemeler yapacağız. Gelecek yılki çalışmalarımızda bu karışımı kullanacağız.

 

Nemrut Dağı Bilimsel Danışma Kurulunun bir sonraki toplantısı da 29 ve 30 temmuzda Nemrut ören yerinde yapılacak. Eserlerin korunması için gerçekleştirilecek müdahale yöntemlerine karar vermek üzere yapılacak deneysel uygulamalar için bu kurul üyeleriyle birlikte kararlar geliştirilecek."

 

UNESCO’nun Dünya Kültür Mirası listesinde bulunan, "dünyanın 8. harikası", "tanrıların tahtı", "güneşin doğuşunun ve batışının en güzel izlenebildiği yer" gibi değişik tanımlarla da anılan Nemrut ören yeri, Adıyaman’a 66 kilometre uzaklıkta, Kahta İlçesine bağlı Karadut köyü sınırları içerisinde ve deniz seviyesinden 2206 metre yükseklikte bulunuyor.

Radikal, Fotoğraf: Ferit Binzet/AA, 30.06.2008

İZNİK TAŞINACAK





Medeniyetler beşiği olan ilçe merkezinin açık hava müzesine dönüştürülmesi için düğmeye basan İznik Belediye Başkanı Kadri Eryılmaz, belirlenen 6 bin konutu kamulaştırmayı planlıyor. Eryılmaz, "Projemiz gerçekleşirse, İznik Türkiye'nin en büyük açık hava müzesi olacak" dedi.


İznik Belediye Başkanı Kadri Eryılmaz, tüm medeniyetlerin üstünde gördüğü İznik'in, dünyada eşi benzeri olmadığını savundu. Böyle bir değeri toprak altından yeryüzüne çıkarmak istediklerini dile getiren Başkan Eryılmaz, "İlçenin neresini kazarsanız kazın, sanki yüz yıllar arasında seyahat ediyorsunuz. Biz de bu durumu kazanıma dönüştürmenin kaçınılmaz olduğunu düşünerek bir proje hazırladık" dedi.

 

İlçe merkezinin kamulaştırılmasıyla başlayacak kazı çalışmalarının dört ayrı medeniyete başkentlik yapmış kentler ortaya çıkaracağını belirten Eryılmaz, "Senato Sarayı, Selçuklu Sarayı, pek çok kilise ve hamamların tümü, ilçe merkezinin altında. Sorun da bu zaten. Bunların gün yüzüne çıkarılması İznik'in kaderini değiştirecek. Çok meşakkatli görünse de sabır ve cesaret gerektirecek proje hayata geçerse, İznik dünyada bir benzeri olmayan açık hava müzesine dönüşecek. Bu durumda Hıristiyan ve Müslümanların ilçeye akın etmesiyle Türkiye kazanacak. Hayal gibi görünse de, birtakım insanlar projeyi engellemek, proje üzerinden siyaset yapmak için çabalayacaktır. Ancak projenin gerçekleşmesi halinde, İznik Türkiye'nin açık hava müzesi olacak. İşte bunun bir örneği Efes'tir" dedi.


Projenin, Vali Şahabettin Harput ile İl Genel Meclisi'nden vize aldığını anlatılan Eryılmaz, "Projenin, hükümet nezdinde de kabul görmesi için çalışmalarımız sürüyor. Projenin gerçekleşmesi için, Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Maliye Bakanlığı'nın yaklaşık 300 milyon dolarlık ödenek vermesi gerekiyor" diye konuştu. Kuracakları yeni İznik için ön fizibilite çalışmaları yaptıklarını hatırlatan Başkan Eryılmaz, "Önce konutlar kamulaştırılacak. Daha sonra, toplu konut alanları olarak planlanan Üyücek ve Çamdibi bölgelerine, İznik halkının yaşam tarzına uygun koşullarda evler yapılarak vatandaş mağdur edilmeyecek" şeklinde konuştu.
Sağlık, eğitim, spor kompleksi, yeşil alanlar, çocuk parkları ve sosyal aktivitelerin de içinde yer alacağı yeni İznik'i oluşturacak projenin, TOKİ nezlinde planlanması için gerekli bakanlıklara teklifte bulunmaya hazırlanan Başkan Eryılmaz, ilçe halkının görüşünü de önemsediğini belirtti.


İznik'i taşıma projesinin yanı sıra, başkanlığını Vali Şahabettin Harput'un yaptığı Tarihi Mirası Koruma ve Tanıtma Birliği kurulduğunu söyleyen Eryılmaz, "Osmangazi, Yıldırım, Nilüfer ve İznik ilçelerinden oluşan birlik şu an tüzük aşamasında. 4 belediye başkanının içinde bulunduğu birliğin en büyük destekçisi İznik olacak" dedi.

Bursa Hakimiyet, 30.06.2008

MÖ 13. YÜZYILA AİT HİYEROGLİF BULUNDU

 

Suriye'nin başkenti Şam yakınlarında MÖ 13'üncü yüzyıla ait bir gravürle bir hiyeroglif bulundu.

Suriye'nin resmi ajansı Sana'daki haberde, Eski Eserler Dairesinin Şam'a 25 kilometre uzaklıktaki bir banliyöde firavunlar dönemine ait dikili taş biçimli bazalt taşa kazınmış bir hiyeroglif bulunduğu belirtildi.

70x50 santimetrelik dikili taşın firavunlar döneminde çok yaygın olduğu hatırlatılan haberde, Daire Başkanı Mahmud Hammud'un bu tür taşların hatıra ya da bir olayı anlatmak için kullanıldığını belirttiği de ifade edildi.

Habere göre Hammud, taşın üzerindeki yazının MÖ 1290 ile 1224 arasında yaşamış olan 2. Ramses dönemine ait olduğunu ve kralın bacağı ile Tanrı Amon'un ayağının görüldüğünü, Kral Amon'un adının yazılı olduğu taşta tarihin ise okunamadığını söyledi.

Metinde Kral'a övgülerin de yazılı olduğu belirtiliyor.

Cnn Türk, 30.06.2008

800 YILLIK  ŞİFAHANE BAKIMA ALINDI

 

Kayseri’deki 800 yıllık Şifahiye ve Gıyasiye Medresesi, Vakıflar Bölge Müdürlüğünce restore ediliyor. Mülkiyeti Kayseri Vakıflar Bölge Müdürlüğü'ne ait tarihi medrese, 1982 yılında Erciyes Üniversitesine (EÜ) tahsis edildi. Üniversite, tarihi medreseyi Gevher Nesibe Tıp Tarihi Müzesi’ne dönüştürdü. Restorasyonda, daha önceki onarımlarda iç mekan duvarlarına yapılan sıvalar kazınarak taşların derzleri kuvvetlendirilecek.


Çatısında yıpranan taşlar yenilerek tavanının akması önlenecek medresede dış duvar dipleri de açılacak ve yalıtım yapılıp temeller sağlamlaştırılacak. Selçuklu hükümdarlarından 2. Kılıçarslan’ın oğlu 1. Gıyaseddin Keyhüsrev tarafından ablası Gevher Nesibe Hatun adına 1206 yılında yaptırılan medresede sağlık hizmeti veriliyordu. Medrese, Selçuklular döneminin en önemli hastanesiydi.

Gaziantep 27 Gazetesi, 30.06.2008

KALENİN MEVCUT YAPISI ORTAYA ÇIKACAK

 

 

Gaziantep Kalesi'nin restorasyon çalışmaları sürüyor. Kale'de yapılan çalışmalar hakkında bilgi veren Restoratör Mimar Gonca Gül, "Biz Gaziantep Kalesi'ndeki mevcut yapıyı gün yüzüne çıkaracağız. Ciddi önlemler alarak işe başladık. Şu an hafriyat çalışması yapıyoruz. Nebati toprak atılıyor ve bitki temizliği yapılıyor. Bu çalışmalar bittikten sonra Müze Müdürlüğü'nün takibinde, arkeolog arkadaşların yardımı ile projeye uygun şekilde kazı çalışmalarına başlayacağız" dedi.

 

Şantiye Şefi Yardımcısı Nilgün Kesikçimert ise, ''Kalenin restorasyon projesini İl Özel İdaresi ile İl Kültür Müdürlüğü ortak hazırladı. Çalışmalarımız, Anıtlar Müdürlüğü'nün kontrolünde devam ediyor. Kale'nin restorasyonunda 59'u işçi ve 4'ü teknik personel olmak üzere toplam 63 kişi çalışıyor. Kalenin dik olması ve hava sıcaklığının da yüksek olması çalışmalarımızı olumsuz etkiliyor. Restorasyon çalışmaları 1 yıl sonra bitecek'' diye konuştu. Kalede sürdürülen peyzaj çalışmaları hakkında bilgi veren Sorumlu Sait Özkaya, ''Kalenin etrafına şu an sarmaşık fidanları dikiyoruz. Çalışmalarımız 1 hafta sonra bitecek" şeklinde konuştu

Gaziantep 27 Gazetesi, 30.06.2008

TARİHİ YARIMADADA GÖÇME TEHLİKESİ

 

Kuyumcukent İşletme A.Ş (KİAŞ) Genel Müdürü M. Kemal Karaaslan, Eminönü’nde faaliyet gösteren mücevher ve diğer üretim atölyelerinin, çok kuvvetli asidik ve bazik kimyasallar içeren yüzlerce ton kimyasal sıvı atığı kanalizasyonlara akıttığını belirterek, “Eminönü öyle bir durumda ki toprak altında gözle görülür aşınmalar başladı. Bunun önü alınmazsa, bölgedeki tarihi ve kültürel varlıkların, UNESCO Dünya Mirası Listesinden çıkarılması bir tarafa, bu bölgede ileride, belki 5-6 yıl sonra büyük göçükler dahi meydana gelebilir. Böyle vahim bir durum var” dedi.
Kuyumcukent’in KOBİ ağırlıkta olmak üzere bin kadar mücevher üretim atölyesi ve 7 fabrikayı barındırdığını söyleyen Karaaslan, bu fabrika ve atölyelerin tam kapasite ile çalıştıklarında, yılda 750 ton altını işleme kapasitesine sahip olduğunu ifade etti.

Mücevher üretim sürecinde çevreye son derece zararlı kimyasal gaz ve sıvı atıkların ortaya çıktığını, Çemberlitaş’taki atölyelerde herhangi bir arıtma yöntemi kullanılmadan, özellikle kimyasal atıkların solunduğu ortamlarda çalışıldığını anlatan Karaaslan, şunları kaydetti: “İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti seçildi ancak Eminönü bölgesindeki tarihi ve kültürel varlıkların UNESCO’nun Dünya Mirası Listesinde yer almaya devam etmesi bazı şartlara bağlı. Bu şartlar gereği imalathanelerin Kuyumcukent gibi uygun üretim ve arıtma alt yapısına sahip tesislere taşınması gerekiyor.”

Türkiye Gazetesi, 30.06.2008

SEDİR ADASI KORUMA ALTINDA

 

 

Muğla'nın Gökova Körfezi'ndeki Sedir Adası, dünyaca ünlü Kleopatra kumsalıyla her yıl binlerce turisti ağırlıyor.

Ancak kumsala ayak basmak ve güneşlenmek yasak.

Rivayete göre kumlar 3 bin yıl önce Mısır kralı tarafından eşi Kleopatra için gemiyle Sedir adasına taşındı.
 

Yalnızca Kızıldeniz ve Sedir adasında bulunan kumun her bir tanesinin büyüklüğü aynı ve çapı 1 milimetreden küçük. Bu özel kum ayrıca ateşte yanıyor ve sodalı suda kendiliğinden çoğalıyor.

Sedir adasındaki kumsalın seviyesi son 15 yılda yarım metre azaldı. Koruma altına alınan kumsalda özel tedbirler uygulanıyor. Etrafı şeritlerle çevrili kumsalda yürümek, güneşlenmek yasak. Denize girmek isteyenler yürüyüş yollarını kullanıyor. Denizden çıkışta duş almak zorunlu.

Kleopatra kumsalını görmek için Sedir adasına yılda yerli ve yabancı 100 bin turist geliyor.

Trt/haber, 29.06.2008

BOĞAZ'DA CAMİLİ KÖPRÜ OLABİLİRDİ

“1900 yılında Osmanlılar, Bostancı’dan Kandilli’ye demiryolu hattı kurdu. Kandilli Rumeli Hisarı arasındaki ‘Hamidiye’ adlı Boğaz Köprüsü sayesinde de Avrupa yakasına geçiliyordu. Tren yolu bir çevreyolu oluşturacak şekilde Bakırköy’e uzandı. Bostancı’dan trene binip Bakırköy’deki mevcut demiryolu hattına ulaşan yolcular, Sirkeci’ye kadar ulaştı, oradan aktarma köprü vasıtasıyla Boğaz’ı bir kez daha geçip Üsküdar’a vardı. Üsküdar’dan da Haydarpaşa Garı’na kısa bir hat döşenince Haydarpaşa’daki mevcut demiryolu hattına bağlanan tren, iki kıta arasında yeniden mekik dokuyanlar için yine Bostancı’ya yollandı.”

 

Tabii bunların hiçbiri olmadı. Fransız mühendis Ferdinand Arnodin, 1900 yılında 2. Abdülhamid döneminde böyle bir plan hazırlayıp sundu. Ama İstanbul’un trafik sorununu belki de yüzyıl öncesinden çözecek, kentin planlı gelişimini sağlayacak proje maliyeti çok ağır olduğu için hiç uygulanamadı.

 

Arnodin’in projesi, tarihin tozlu raflarında unutulan projelerden sadece biri. Leonardo da Vinci, Michelangelo, Alman Helmuth Von Moltke, Fransız mimar Joseph Antoine Bouvard da İstanbul için hiçbir zaman gerçekleşmeyen köprü, demiryolu, nazım planları yaptı.


Eminönü Belediyesi’nin Topkapı Sarayı Müzesi Başkanı Prof.Dr. İlber Ortaylı, Vahdettin Engin ve Erhan Afyoncu’ya hazırlattığı ‘Payitaht-ı Zemin Eminönü: Bir Dünya Başkenti’ adlı kitapta bu mahzun projeler uzun uzun anlatılıyor.


Fatih Sultan Mehmed zamanında birçok sanatçı Osmanlı Devleti’nde faaliyet gösterip 2. Bayezid de Batı’yla ilgilenince, pek çok sanatçı kafalarında binbir fikirle Osmanlı’nın kapısını çalmaya başladı. Bu kişilerden ilki Rönesans döneminin en önemli isimlerinden ressam ve bilim adamı Leonardo da Vinci’ydi. Tarihçi Semavi Eyice’nin makalesine göre Da Vinci 1500’lerin başında 2. Bayezid’e mektup yazdı. Mektup Türkçe’ye çevrilerek “Ceneviz’den Leonardo isimli kafirin gönderdiği mektubun suretidir” başlığıyla sultana sunuldu.

 

Da Vinci suyu çekmek için pompa ve rüzgarla çalışan yeni bir değirmen önerdi. Asıl ilgi çeken önerisiyle Haliç’ten Galata’ya uzanan köprü oldu. Köprü, tek gözlü ve çok yüksek olacaktı, yelkenliler altından rahatça geçip Haliç’e girebilecekti. Beyazid’in yanıtının ne olduğu bilinmiyor. Ancak Haliç’e girecek gemiler sorunu yıllar sonra açılır kapanır köprüyle çözüldü.

 

Yıl 1505: Rönenans döneminin diğer ünlü ressamı Michelangelo, Papa ile arası açılınca Roma’dan kaçıp Kuzey İtalya’ya gitti. Papa’nın ulaşamayacağı tek yer olan Osmanlı Devleti’ne sığınmayı düşündü. O da 2 Beyazid’e bir mektup yazıp Haliç’e köprü planlarından söz etti. Dostları Papa ile arasını bulunca, plan da seyahat da unutuldu.


Alman Helmuth Von Moltke ise Padişah 2. Mahmud tarafından, İstanbul nazım planını hazırlamak üzere görevlendirildi. Moltke, şehrin kapıları ile Topkapı Sarayı arasında kesintisiz ulaşım gerçekleştirmeyi önerdi. Yangınlara karşı binalar kagirden yapılacak, çıkmaz sokakları tamamen kaldırılacak ve meydanlar oluşturulacaktı.


2. Abdülhamid, sarayı ziyaret ettiği bir gün, Paris Büyükelçisi Salih Münir Paşa’ya Avrupalı bir seyyahın İstanbul’a dair bir gazetede yazdığı makalenin tercümesini verdi. Makale sokakların pisliği, düzensizliği, yıkık döküklüğünden söz ediyordu. Padişah bu duruma bir hal çaresi bulması için paşayı görevlendirdi. Salih Paşa da hemen Fransız mimar Joseph Antoine Bouvard’a ulaşıp İstanbul için nazım planı istedi.


Bouvard, İstanbul fotoğraflarından hareketle bir plan hazırladı. Projeyi Osmanlı sipariş etse de tüm masrafları Fransız hükümeti karşılayıp Osmanlı Devleti’ne hediye etti. Bouvard’ın hayata geçirilemeyen projesine göre, Atmeydanı orijinal seviyesine indirilecekti; iki tarafına ağaçlar dikilecekti.?Sultanahmet Külliyesi medresesi ve bahçe duvarları kaldırılacak; cami avlusunda küçük bir Fransız bahçesi oluşturulacak; avlunun ortasındaki kubbeli çeşme, üstü açık heykel şeklindeki bir yapıyla değiştirilecek; İbrahim Paşa Sarayı yıkılarak yerine E harfi biçiminde yaklaşık 480 metre uzunluğunda polis müdürlüğü kondurulacak; Sultan Bayezid Medresesi ve Sultan Bayezid’in türbesi yıkılacak; yerlerine sanayi, ziraat ve devlet kütüphanesi olmak üzere ikiz binalar inşa edilecekti.

Radikal, 29.06.2008

TARİHİ MİRASA MEDRESE EV SAHİPLİĞİ YAPIYOR

 

Kütahya'da yaklaşık 700 yıl önce inşa edilen Vacidiye Medresesi, 1965 yılından bu yana Frig, Roma, Bizans gibi köklü medeniyetlerin bıraktığı tarihi mirasa ev sahipliği yapıyor.

 

Kütahya Müze Müdürü Metin Türktüzün, tarih öncesi ve eski çağlardan kalma maddi kültür ürünlerinin sergilendiği Arkeoloji Müzelerinin, medeniyetlerin geçmişine ışık tuttuğunu söyledi. Germiyanoğlu beylerinden Umur Bin Savcı'nın, Alaşehir'deki gayrimüslim erkeklerden topladığı cizye ile 1314 yılında yaptırdığı Vacidiye Medresesi'nin 1965'te Kütahya Arkeoloji Müzesi'ne dönüştürüldüğünü belirten Türktüzün, bu yapının 1999'da restore edildiğini bildirdi. Medrese binasının ilginç özellikler taşıdığına işaret eden Türktüzün, "Bu yapı, kesme taştan inşa edilmiş ve portali, Beylikler dönemi sanatının özelliklerini gösteriyor. Cam kubbeli aydınlık orta mekana kapıları açılan 9 küçük odası var. Medresede gök bilimleri ile ilgilenen Molla Abdülvacid'in uzun süre ders verdiği ve buraya defnedildiği biliniyor. Bu nedenle Vacidiye Medresesi olarak isimlendirilmiş. Müzede korunan bir usturlap da bu bilgiyi destekliyor.'' ifadelerini kullandı.

 

Türktüzün, müzede Geç Miyosen dönemden başlayarak Paleolitik, İlk Tunç, Hitit, Frig, Roma, Bizans, Selçuklu ve Osmanlı dönemlerine kadar olan kültür ve tabiat varlıklarının müzede sergilendiğini anlattı. Çeşitli fosillerle başlayan zaman yolculuğunun Paleolitik taş baltalarla devam ettiğini belirten Türktüzün, müzede tunçtan çanak ve çömlekler, mızrak uçları, Friglerden kalma oyuncaklarla antik çağın çengelli iğneleri olan fibulaların yer aldığını kaydetti.

Zaman, 29.06.2008

KORUMA KURULLARI DEVRE DIŞI KALIYOR

 

AKP milletvekilleri, özelleştirme programındaki kuruluşların arsa ve arazileriyle ilgili olarak tüm imar yetkisinin, koruma kurullarını devre dışı bırakıp Özelleştirme İdaresi Başkanlığı’na (ÖİB) devredilmesini sağlayan bir değişiklik önergesini Plan Bütçe Komisyonu’nda görüşülen tasarıya ekledi.

 

Komisyon 2 Temmuz’da değişikliği kabul eder ve İmar Yasası’nın Ek 3. maddesinin değiştirilmesini öngören değişiklik bu haliyle yasalaşırsa, ÖİB’nin yapacağı plan ve imar planları, Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Yasası (KTVKY) hükümlerinden muaf olacak.


Özelleştirilecek kuruluşlara ait ya da kuruluş lehine irtifak veya kullanım hakkı alınmış arsa ve arazilerde çevre imar bütünlüğünü bozmayacak her tür ve ölçekte plan, imar planı, değişiklik ve revizyonları ÖİB tarafından yapılacak. Bunlar Özelleştirme Yüksek Kurulu’nca onaylandıktan sonra Resmi Gazete’de ilan edilerek kesinleşecek. ÖİB’nin bu işlemi yaparken sadece imar planlarını yapmaya ve onaylamaya yetkili olan kurum ve kuruluşlardan görüş alması yeterli olacak.


Değişiklikle, bu planların onay tarihinden itibaren belediye başkanlığınca saptanan ilan yerlerinde, bir ay süreyle ilan edilmesi uygulamasından da vazgeçilecek. Mevcut uygulamada bir aylık ilan süresi içinde planlara itiraz edilebiliyor.

Alt komisyonun CHP’li üyesi İstanbul Milletvekili Esfender Korkmaz, karşı çıktığı değişiklik için Milliyet’e, “İmar planlarının şehirleşme, halkın ihtiyaçları, çevre gibi sorunlar dikkate alınarak yapılması gerekir. Diğer imar planları ile koordineli olması gerekir. Her kurum kendi imar planını yaparsa imar anarşisi olur” dedi.

Milliyet, 29.06.2008

ESKİ RUM EVLERİ KÜTÜPHANE OLUYOR

 

Çanakkale merkeze bağlı İntepe beldesinde bulunan ve yıllar önce karakol binası olarak kullanılan 2 eski Rum evi restore edilerek müze ve kütüphane haline getirilecek.

İntepe Belediye Başkanı Alaaddin Özkurnaz, her zaman tarihi değerlere sahip çıkmaktan yana olduklarını belirterek, "Bunun için de yıllar önce beldemizde kullanılan ve tarihi özelliği olan 2 ayrı karakol binasını restore ettirme kararı aldık. Yaklaşık 100 ile 150 yıllık bir geçmişe sahip olan bu eski Rum evlerini korumaktan yanayız. Bunun için hazırladığımız projeleri ilgili yerle gönderdik. Buradan gelecek cevaba göre çalışmalarımıza en kısa sürede başlayacağız" dedi. Projenin maliyetinin yaklaşık 700 ile 750 bin YTL'ye mal olacağını anlatan Özkurnaz, çalışmaların yaklaşık 7 ayda tamamlanmasının planlandığını ve bu iki yerden birinin müze haline getirileceğini, diğerinin de kütüphane olarak kullanılacağını sözlerine ekledi.
Haber Ekspres, 29.06.2008

MECLİS EFES'E TAKTI: SELÇUK DEYİN

 

Türkçedeki bozulma ve yabancılaşmanın araştırılması, Türkçenin korunması ve geliştirilmesi için alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla kurulan TBMM Araştırma  Komisyonu, raporunu TBMM Başkanlığı’na sundu. Geçen yıl aynı konuda çalışan araştırma komisyonunun raporunda yer alan önerileri büyük oranda yineleyen komisyon, Kapadokya, Efes gibi turizm bölgeleri için Türkçe olan isimlerin tercih edilmesini istedi.


Komisyon Başkanı AKP İstanbul Milletvekili Necat Birinci, Milliyet’e, “Türkiye coğrafyasında yer alan yerlerin isimleri, bu coğrafyada kullanılan, eğitim dili olan Türkçe olmalıdır. Efes ya da Kapadokya dünyada bilinen yabancı isimler. Efes’ten söz edilirken Selçuk kullanılmalı, yazılırken parantez içine ‘Efes’ yazılabilir. Ama öncelikle Selçuk kullanılmalıdır” dedi.

Milliyet, Haber: Saliha Çolak, 29.06.2008

"ASPENDOS'LA REKABET ETMESİN" DENDİ AMA...





Aspendos antik tiyatrosunun onarım çalışmaları nedeniyle sanatsal etkinliklere kapatılacak olması üzerine Anadolu Ateşi tarafından yapılacak olan dev gösteri merkezi Aspendos Arena, hizmete girmeden tartışmalara yol açtı.


Koruma Kurulu, binlerce yıllık geçmişi olan Aspendos Antik Tiyatrosu’nda geçen yıl gösteri yapılmasını yasaklamıştı. Uluslararası Opera ve Bale Festivali’ni de tehdit eden bu karardan sonra Kültür ve Turizm Bakanlığı yeni çözümler arama yoluna gitti. Bakanlık ve Türkiye Seyahat Acentaları Birliği (TÜRSAB), Aspendos Antik Kenti içinde bulunan 1. derece arkeolojik sit alanında, antik tiyatronun doğusunda yeni bir tiyatro inşa edilmesini istedi. 

Anadolu Gösteri Eğitim Prodüksiyon ve Danışmanlık şirketi de bu amaçla projeyi üstlendi. Antalya Koruma Kurulu otopark alanı olarak kullanılan 1. derece sit alanında kalan 71. parselde açık hava tiyatrosu oluşturulmasına izin vermedi.


Ancak kurul, 1 Mayıs 2008 tarihinde, arkeologları hayrete düşürecek bir karar aldı:
“DÖSİM Yönetim Kurulu’nca yapılan protokol doğrultusunda 2008 yılında onarıma alınması planlanan Aspendos Antik Tiyatrosu’nda bu onarım sırasında gerek daha önceki tarihlerde planlanmış olan kültürel ve sanatsal etkinliklerin aksamaması, gerekse bakanlıkça gerçekleştirilen ve ülke tanıtımına katkı sağlamayı hedefleyen 15. Uluslararası Aspendos Opera ve Bale Festivali de dahil olmak üzere icra edilmesine imkan sağlayabilmek amacıyla, Opera ve Bale Festivali’nin başlama tarihi dikkate alınarak Antalya Müze Müdürlüğü, DÖSİM ve Belkıs Belediye Başkanlığı’nca 3. derece arkeolojik sit alanında tespit edilecek bir alanda geçici olarak yapılabileceğine, gişeler, revir, WC gibi tesislerin beton dökülmeksizin portatif yapılabileceğine, Aspendos’un restorasyonunun tamamlanmasından müteakip tesisin kaldırılarak eski haline getirilmesine karar verildi.”


“Aspendos”la rekabet edecek ölçüde olmasın” diyen Koruma Kurulu kararına rağmen Aspendos Arena projesinin inşaatına başlayan Mustafa Erdoğan şöyle konuştu:


“1300 metrekarelik sahnesiyle dünyanın en büyük tiyatro sahnesine sahip merkez, 4 bin 500 kişi kapasiteli olacak. Toplam 25 bin metrekarelik inşaat alanına sahip Aspendos Arena, çevreye ve tarihsel dokusuna uygun mimarisi, ağaçlandırılmış açık alanları, otoparkı ve özel mimarisine uygun dükkanlarıyla sanatseverlere farklı bir yaklaşım sunacak. Zengin kültürel tarihten oluşturulan ve antik kent yaşamının izlerinin yer aldığı Aspendos Arena, sosyal ve sanatsal etkinliklerin merkezi olacak.“




Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, Antalya’da Anadolu Ateşi tarafından Aspendos Antik Tiyatrosu’nun yanında yapılacak “Aspendos Arena”nın inşaat çalışmalarını inceledi. Bakan Günay, Anadolu Ateşi Genel Sanat Yönetmeni Mustafa Erdoğan’dan da çalışmalarla ilgili bilgi aldı.

 

UZMANLAR NE DİYOR?





Arkeoloji ve Arkeologlar Derneği Başkanı Prof.Dr. Ahmet Tırpan, bunun kabul edilebilir bir karar olmadığını söyledi. Yakında Efes, Perge ve daha birçok antik kentte benzer uygulamanın başlatılabileceğini söyleyen Tırpan, “Saçma sapan bir karar. 3. derece arkeolojik sitler koruma amaçlıdır. Kazı yapmıyorsunuz ama onun yerine üzerine inşai faaliyette bulunuyorsunuz. Bu kabul edilebilir bir durum değil. Müze orada kazı yaptığında eser çıkarsa ne olacak? Böyle bir uygulama kabul edilemez” dedi.

Rölöve uzmanları ise, “Aspendos’ta yeni tiyatro inşa edeceklerine antik tiyatro bir yıl restorasyona tabi tutulsaydı, burası Opera Bale Festivali’nde kullanılabilir duruma getirilirdi. Aspendos Antik Tiyatro’nun rölöve ve restorasyon projeleri hazır. Ancak yıllardır bir türlü ihale edilmiyor” dedi.

Milliyet, Haber: Ömer Erbil, 29.06.2008



TERSANELER SİT ALANINA KAÇAK SOSYAL TESİS YAPTI

 

İş kazalarına bağlı olarak meydana gelen işçi ölümleriyle kamuoyunun tepkisini çeken Tuzla’daki tersane sahiplerinin, 1993’te sit alanı ilan edilen Tuzla Kamil Abdüş Gölü alanına kaçak yapı yaptığı tespit edildi.


Merkezi Tuzla’da bulunan Gemi İnşa Sanayicileri Birliği Derneği’nin (GİSBİR), Tuzla Kamil Abdüş Gölü alanı içinde kalan 6708 sayılı parselde kaçak yapılmaya başlayan lokal inşaatını, Tuzla Belediyesi 17 Ocak 2008 tarihinde “yapı tatil tutanağı” düzenleyerek mühürledi. İnşaatla ilgili olarak Tuzla Belediyesi’nin 5 Şubat 2008 tarihli encümen kararında şöyle denildi:


“Söz konusu inşaatın yapımına devam edilerek, yeni çatının kapatıldığı, 1. normal katın tuğla duvarlarının yükseltildiği, eski çatının söküldüğü, 21.01.2008 tarihli durdurma emrinden sonra yapıma devam edildiğine dair tutanak ile tespit edilmiştir.”


Yapı sahibi GİSBİR (lokal)’e 5 bin 760 YTL para cezası kesen Tuzla Belediyesi, “yapının tamamının yıktırılmasına” karar verdi. Karara rağmen yıkımı gerçekleştirmeyen belediye bir süre sonra yeni bir “yapı tatil tutanağı” tuttu. Tutanakta şunlar vurgulandı:


“Söz konusu inşaatın yapımına devam edilerek, çelik konstrüksiyondan çatı makaslarının yapıldığı 12.03.2008 tarihli durdurma emrinden sonra yapıma devam edildiğine dair tutanak ile tespit edilmiştir.”


Bu kez de 11 bin 520 YTL para cezası kesen Tuzla Belediye Encümeni, 18 Mart 2008 tarihli kararıyla bir kez daha yapının tamamının yıktırılmasına karar verdi. Bu arada İstanbul 5 Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Müdürlüğü, telefon ile gelen bir ihbar üzerine Tuzla Belediyesi’ne 22 Nisan 2008 tarihinde gönderdiği yazıda, “1. derece doğal sit alanı olarak tescilli yerde izinsiz bir müdahale var ise durdurulmasını” istedi.


Tuzla Belediyesi de 30 Mayıs 2008 tarihinde Koruma Kurulu’na verdiği cevapta şöyle dedi: “İlgi yazınızda belirtilen Tuzla İlçesi Postane Mahallesi Çınarlı Sokak eski 1/9 pafta 730 parsel yeni 1 pafta 6709 parselde bulunan binanın üzerine GİSBİR tarafından ruhsatsız olarak çelik konstrüksiyondan çatı yapıldığı tespit edilerek yapı tatil tutanağı düzenlenmiştir. 3194 sayılı İmar Kanunun 32. ve 42. maddeleri gereğince Encümence para ve yıkım cezası verilmiştir.”

Milliyet, Haber: Mehmet Demirkaya, 29.06.2008

TARİHİ KÖPRÜYE YAPILAN EK YIKILACAK

 

Adana'da, vatandaşların şikayeti üzerine, Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu uzmanlarının incelemesinde, ''kültür varlığı'' olarak tescil edilen köprüye yol genişletme çalışması kapsamında belediye tarafından yapılan ek köprünün yıkımına karar verildi.

 

Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürü İsmail Salman, merkez Yüreğir İlçesine bağlı Kürkçüler beldesindeki tarihi özelliğe sahip ''Kürkçüler Köprüsü''ne, Adana Büyükşehir Belediyesince betonarme ek köprü yapıldığı yönündeki vatandaşların başvurusu üzerine araştırma başlattıklarını söyledi.

 

Oluşturulan komisyonun araştırmasında uzmanların ''köprünün tarihi değer taşıdığı''nı belirlediklerini ifade eden Salman, ''Söğütlüdere üzerinde bulunan köprü, 2 gözden oluşuyor. 6.35 metreye 17.5 metre boyutlarında ve 3.4 metre yüksekliğindeki köprünün kemer açıklıkları 3.75 metre, orta ayağı da 1.30 metre uzunlukta. Son Osmanlı dönemi yapısı özelliklerine sahip köprünün 100 yıldan fazla bir geçmişi olduğu ortaya çıkıyor'' dedi.

 

Bu tespitin ardından, köprünün 29 Nisan tarihli ve 3757 sayılı kararla ''kültür varlığı'' olarak tescil edildiğini ve koruma altına alındığını belirten Salman, ''Köprünün etrafında belli bir koruma alanı belirlendi ve yanına sonradan yapılmış, betonarme köprünün Karayolları Bölge Müdürlüğü denetiminde Adana Büyükşehir Belediyesince yıkılması kararlaştırıldı'' diye konuştu. Kararın, konuyla ilgili yazılı başvuru yapan şikayetçilere ve Karayolları Bölge Müdürlüğü ile Belediye yetkililerine tebliğ edildiği kaydedildi.

Zaman, 28.06.2008

RHADIOPOLIS ANTİK KENTİ'NDE İNCELEMELER YAPAN GÜNAY: ARKEOLOG OLMAK İSTERDİM

 

Antalya'nın Kumluca İlçesi'nde bulunan Rhadiopolis antik kentinde incelemelerde bulunan Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, hep arkeolog olmayı istediğini söyledi. Akdeniz Üniversitesi ve Kültür Bakanlığı tarafından desteklenen kazı çalışmaları hakkında Rhadiopolis Kazı Başkanı Prof.Dr. Nevzat Çevik tarafından Bakan'a yapılan çalışmalar hakkında bilgi verildi.

 

Kazı alanında üç yıldan beri çalışma yapıldığını ve kısa zamanda çok önemli sonuçlar elde edildiğini söyleyen Çevik, en önemli bulgunun Kumlucalı hayırsever Opramoas mezarını bularak elde ettiklerini ve bulunan küçücük bir eserin bile kentin tarihini çok eskilere götürdüğünü söyledi. Günay, kazı alanında arkeologların çalışmalarını izleyip kendisinin de hep arkeolog olmak istediğini söyledi. Daha sonra mozaik yapının gün yüzüne çıkarılmaya çalışıldığı alanda çalışmalara katılan Bakan Günay, gezi sonrasında kazı alanın tarihi açıdan önemli bir döneme sahip olduğunu söyleyerek bu kazı alanındaki tiyatronun ve hayırsever Opramoas mezarının düzenlenip buranın turizme açılması için yardımda bulunacağını söyledi. Günay'a Antalya'nın Demre İlçesinde fahri hemşerilik belgesi verildi. Yaklaşık 10 yıldan beri yaz aylarında Demre'deki villasında tatil yapan Bakan'a fahri hemşerilik belgesini Demre Belediye Başkanı Süleyman Topçu tarafından verildi.

Zaman, Haber: Ekrem Karaman, 28.06.2008

KARADENİZ'İN EFES'İNE YUNAN İLGİSİ




Kazı Ekibi Başkanı Prof.Dr. Sümer Atasoy, içinde harita mühendisi, arkeolog ve sanat tarihçisi gibi uzmanların yanı sıra Yunanistan’daki Yanya Üniversitesi’nde öğrenim gören sekiz Yunan öğrencinin yer alacağı 35 kişilik ekiple antik kentte kazı çalışmalarını yürüteceklerini söyledi.

 

Zonguldak’ın Çaycuma İlçesi'ne bağlı Filyos beldesinde, kazı çalışmaları 2 yıldır yaz mevsiminde süren ve MÖ 7. yüzyılda kurulan Karadeniz’in "Efes"i Antik Teion Kenti’nde, 15 Temmuzda başlaması planlanan kazılarda 8 Yunan öğrenci de görev alacak.

 

Trakya Üniversitesi Arkeoloji Bölümü ve Kazı Ekibi Başkanı Prof.Dr. Sümer Atasoy, içinde harita mühendisi, arkeolog ve sanat tarihçisi gibi uzmanların yanı sıra Yunanistan’daki Yanya Üniversitesi’nde öğrenim gören 8 Yunan öğrencinin yer alacağı 35 kişilik ekiple antik kentte kazı çalışmalarını yürüteceklerini söyledi.

 

Ödeneğin kendilerine aktarılması durumunda 15 Temmuzda kazıya başlamayı hedeflediklerini, ek kaynak temin ederlerse de 3 ay çalışmalarını sürdüreceklerini anlatan Atasoy, şunları kaydetti:

"Antik tiyatroda, hamamda ve kalede kazılarımız devam edecek. Eğer izin alabilirsek su altında iki mendirek var, iki arkeolog dalgıçla burada inceleme yapacağız. Mendireklerin ölçüleri alınarak fotoğrafları çekilecek. Türkiye’de Karadeniz sahillerinde ilk kez yapılan kazılar, bölgenin önemli ticaret kenti olduğunu gösteriyor. Orman ürünlerinin yanı sıra avlanan palamutlar satılarak ticaret gerçekleştirilmiş. Ayrıca, benzerine az rastlanan hamamın da bir bölümünü ortaya çıkardık. Antik kentin büyük hamam ve mezarlar dolayısıyla tedavi merkezi olduğunu da tahmin ediyoruz."

 

Geçen yılki kazılarda hamam duvarında ve bir binanın eşik taşında Roma döneminde üremeyi, bolluk ve bereketi simgeleyen 2 kabartma fallus (erkek cinsel organı) bulduklarını belirten Atasoy, "Kabartmaların Roma dönemine ait olduğunu tahmin ediyoruz. Bereket Tanrısı’na kısır bir adam çocuğunun olması için ya da çiftçi ürününün artması için kabartmaları adak olarak kullanabiliyor. Kazılarla bunlar ortaya çıkacaktır" dedi.





Antik kenti Ege Bölgesi’ndeki Miletos kentinden gelenlerin kurduğunu, çok sayıda medeniyete de yerleşim merkezi olduğuna işaret eden Atasoy, şunları kaydetti:

 

"Karadeniz’de Kastamonu, Sinop, Samsun, Ordu ve Trabzon’da eski yerleşim alanlarının izleri kayboldu. Filyos bu açından bozulmamış ve el değmemiş tek yer konumunda. Çok heyecanlı bir durum. Yunanistan’da 4-5 yerde konuyla ilgili verdiğim konferanslar ilgi gördü. Bu yıl Yunanistan’dan bir otobüs turist kazı alanını gezerek, turizm köprüsü kuracak. Bölgede 2 gün süreyle yerel yönetimin katkısıyla turistleri ağırlayacağız. Antik kent ortaya daha fazla çıktığında Filyos turizmine önemli hizmet edecektir."





Prof.Dr. Atasoy, bu yıl ki kazıların 15 işçiyle yürütüleceğini, ek kaynak temini durumunda bu sayıyı artırarak hamamı ve antik tiyatronun en azından yarısını gün ışığına çıkarmayı amaçladıklarını kaydetti.

 

Filyos’ta bu kazı sezonunda üniversite öğrencilerine yönelik yaz okulları da açmayı planladıklarını belirten Atasoy, "Kazı saatlerinden sonra öğrencilere İngilizce, fotoğrafçılık, çizim ve mozaik dersi vereceğiz. Bu da bölgede turizm hareketliliğine katkı sağlayacaktır" dedi.

Radikal, 28.06.2008

943 YILLIK KÖPRÜDE YIKILMA TEHLİKESİ





Diyarbakır'daki 943 yıllık On Gözlü Köprü araç trafiği nedeniyle yıkılma tehlikesi yaşıyor. 9 ay önce tarihi köprünün araç trafiğine kapatılması kararı alınmasına rağmen köprü halen araç trafiğine açık tutuluyor. Diyarbakır kent merkezine yaklaşık 3 kilometre uzaklıktaki eski Silvan yolu üzerinde 1065 yılında Mervaniler zamanında inşa edilen ve 943 yıl süresince İpek yolu üzerinden ticaret yapan kervanların da geçişini sağlayan On Gözlü Köprü'nün araç trafiğine açık olması nedeniyle ikinci ve beşinci kemerlerinde çatlaklar oluştu. Çatlakların oluşması nedeniyle köprü yıkılma tehlikesi ile karşı karşıya kaldı.Kültür ve Turizm Bakanlığı Diyarbakır Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu, yaklaşık 9 ay önce On Gözlü Köprü'nün, bugünkü araç trafiğini kaldıramayacak yapıda olması, üzerinden geçen araçların ağırlığı ve oluşturduğu titreşimlerin köprüye zarar vermesi nedeniyle alternatif yolların kullanılması suretiyle tarihi köprünün araç trafiğine kapatılmasını kararlaştırdı.-

 

Büyükşehir Belediyesi Ulaştırma Daire Başkanı Muharrem Cebe konuyla ilgili, On Gözlü Köprü'nün trafiğe kapatılması kararının kendilerine iletildiğini söyledi. Köprünün Bağıvar beldesi ile bağlı köy ve mezraların ulaşımını sağladığını, bu köprüden yaklaşık 20 bin kişinin faydalandığını bildiren Cebe, şöyle konuştu:"Bağıvar beldesi Diyarbakır kent merkezine yaklaşık 4 kilometre uzaklıktadır. Tarihi köprüyü kapatırsak 20 bin kişinin il merkezine gidişindeki uzaklık 25 kilometreye yükselecek. Bu şekilde köprüyü araç trafiğine kapatamayız. Kapatırsak insanları mağdur etmiş oluruz.Alternatif köprü yapılana kadar açık olacak. Kanun uyarınca alternatif köprüyü Karayolları Bölge Müdürlüğünün yapması gerekiyor. Çünkü, köprü Karayolları Bölge Müdürlüğüne aittir. Biz de bu köprümüzü çok önemsiyoruz, ancak elimiz kolumuz bağlı. Tarihi varlığın trafiğe kapatılmasını biz de istiyoruz."

 

Karayolları 9. Bölge Müdürlüğü yetkilileri ise tarihi köprünün kendilerine ait olduğunu ve bu nedenle restorasyonunu yaptırdıklarını söyledi. Köprünün eski Mardin kara yoluyla bağlantılı olduğunu, bu yolun yaklaşık 20 yıl önce yeni Mardin yolunun yapılmasının ardından kendi sorumluluklarından çıktığını bildiren yetkililer, "bu nedenle alternatif köprü yapma görevi belediyenindir" dediler.-

 

On Gözlü Köprü'nün restorasyonunu gerçekleştiren Mimar Zülfikar Halefoğlu ise köprünün Diyarbakır'ın en önemli 3 tarihi varlığından birisi olduğunu belirterek, "yaklaşık bin yıl önce yaya ve atlı arabalar için yapılan tarihi köprü 50 yıldır motorlu araçlar tarafından kullanılıyor. 40 ton yüklü kamyonlar bile geçiyor. Bu nedenle köprüde çökme tehlikesi mevcut. İki ve beş no.lu kemerlerde çatlak var. Bu nedenle acilen alternatif köprü yapılıp köprünün araç trafiğine kapatılması gerekiyor" diye konuştu.Karayolları Genel Müdürlüğü'nce restorasyon çalışmaları başlatılan On Gözlü Köprü'nün, UNESCO'nun "Dünya Kültür Mirası Listesi"nde yer alması için de hazırlıklara başlandığı bildirildi.

Yeni Şafak, 28.06.2008

BEYDAĞ KALESİ RESTORASYONA GİRDİ

 

Beydağ Belediye Başkanı Muhsin Pulcu ve Kaymakam Serdar Kartal tarafından yıkık ve kullanılmaz halde duran tarihi Beydağ Kalesi'ni Beydağ’a yeniden kazandırmak, tarihi geçmişine yakışır hale getirmek için, Ödemiş Müze Müdürlüğü ile ortak çalışma başlatıldı.

 

 

Ödemiş Müzesi Müdürü Sevda Çetin  Beydağ Belediyesi'nin isteği üzerine, kurulun kendilerinden müze denetiminde kalenin içinin yüzey ot temizliğini yapmalarını istediğini belirtti.

 

Çetin “Kalenin içindeki gazinonun yıkılması ile İzmir 2 numaralı tarihi eserlere bakan Kültür ve Tabiat Eserlerini Koruma Kurulu'na sunulan istekten sonra, kale içinin temizlenmesine bizim müzemizin denetimi ile başladık. Yüzey ot temizliği yapıyoruz. Kalenin surlarının kalıntılarından kalan yapı malzemesinden Osmanlı zamanından kaldığını tahmin ediyoruz. Kaynak olarak başkaca kalenin yapımı ile ilgili bir bilgiye rastlamıyoruz.

 

Kalenin içinde olan betonarme eski bina 1978-79 yıllarında yıkılmış. Yerine havuz yapılmış. Eski Bina İstanbul’daki Feshane binasına benzeyen bir bina. Böyle bir bina yapılarak halkın hizmetine açılmak isteniyor. Temizlemede askeri binanın molozları, eski tuğla kırıkları rastlandı. Henüz yüzey araştırılmadı. Temizlikle uğraşıyoruz.” şeklinde konuştu.

Selçuk Bölge Haberleri, 28.07.2008

Xanthos Harpi Anıtı'nın sökülmüş durumu
...1843




22 - 28 Haziran 2008

PARION ANTİK KENTİ VE İÇDAŞ OLAYI

 

Uzmanlar Türkiye'nin giderek büyüyen bir enerji açığından söz ediyorlar. Bunun için bölgenin tarihsel, arkeolojik, endemik, ekolojik vs değerlerinin önemine bakmadan baraj projeleri üretiliyor, temeller atılıyor, hidroelektrik santralı ihaleleri yapılıyor, nükleer enerji araştırmalarına bütçeler ayrılıyor ve daha aklımın ermediği bir çok iş yapılıyor. Akademik dünyanın itirazları da fayda etmiyor. Ben gerçekten anlamam, ama gelişmiş ülkelerde bu işler bu kadar kıyamet kopmadan çözülüyorsa benim "yalnız ve güzel ülkemde" neden olmadığına kafa yorarım doğrusu.

Aklım, yılan hikayesi Allianoi ve yürek acısı Hasankeyf'le bile baş edemezken bir de şimdilerde antik Troas bölgesindeki maden arama izinlerine takılmış durumdayım.

Nisan ayında kısaca söz etmiştik, İÇDAŞ firmasının kapasite artırımı kapsamında Bekirli Köyü ve Kemerli Köyü sınırları içinde kurmak istediği "Bekirli Köyü Termik Santralı ve Yan Tesisleri"nin denizi, balıkçılığı, tarım alanlarını, korunması gerekli taşınmaz kültür varlıklarını ve yöre halkını ne kadar olumsuz etkileyeceği belliyken neden T.C. Çevre ve Orman Bakanlığı tarafından hazırlanan ÇED raporunun "olumlu" olduğunu anlayamıyorum.

Aynı şekilde söz konusu alanda 2005 yılından beri kazısı yapılmakta olan ve MÖ 8. yüzyılda kurulduğu anlaşılan Parion antik kentine ait mezarlık bölümü olması ve sit alanının etkileşim alanında yer almasına rağmen neden bir tesis kurulmasında ısrar edildiğini de anlamıyorum.

Parion antik kenti kazı başkanı Prof.Dr. Cevat Başaran'ın T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı'na yaptığı 10/12/2007 tarihli başvuruda; ÇED raporunun iptal edilmesi talebinin Çevre ve Orman Bakanlığı'nca değerlendirilmesi ve sonucundan Bakanlığa bağlı Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü'ne bilgi verilmesi hususunun neden 2 ay sonra 08/02/2008 tarihli ve 23620 sayılı yazıyla Çevre ve Orman Bakanlığı, Çevresel Etki Değerlendirilmesi ve Planlama Genel Müdürlüğü'ne iletildiğini de anlamıyorum. Bunu anlamadığım gibi ÖDP Genel Başkanı Ufuk Uras'ın konuyla ilgili 01.04.2008 tarihinde verdiği soru önergesinin cevabı verildiğinde neden hala Çevre ve Orman Bakanlığı'ndan bir sonuç alınamadığını da anlamıyorum.

 

Bütün bu izinler tamamlanmadan neden İçdaş termik santralının hafriyat çalışmasına başlandığını ve hafriyat alanında ortaya çıkan tahribatı da anlamıyorum.





Bu hafriyat sırasında ortaya çıkan ve yöre halkı tarafından tümülüs olarak adlandırılan Durmuş Dede Tepesi hakkında yetkililere neden haber verilmediğini de anlamıyorum.





Anlayan var mı? Varsa beri gelsin...

TAY Haber, Yazı: Ayşe Didem Bayvas, 28.06.2008

Kaynak: Çanakkale Çevre Platformu - ÖDP Kadıköy İlçe Örgütü

BİZANSLILARIN ATLARA KÖTÜ DAVRANDIĞINI, KİŞNİŞE BAYILDIĞINI BİLİYOR MUSUNUZ?

 

Türkiye’nin ilk popüler arkeoloji programı CNN Türk’te önümüzdeki hafta yayına başlıyor. Perşembe akşamları yayınlanacak olan "Taştaki Sır" adlı programı Emine Çaykara hazırlayıp sunuyor. Taştaki Sır, arkeolojik kazı alanlarını gezecek, eski insanların yaşamını bugünkü dille anlatacak. Programın bir bölümünde Ayşegül Tecimer’in Afrodit’i canlandırdığı belgeselden de var.

Taştaki Sır adlı programın sloganı: "İnsanın taşlara bıraktığı izi arıyoruz." Fikir, CNN Türk Program Müdürü Aslı Öymen’e ait. Programın yapımcısı ve yönetmeni, daha önce Sarıkamış, Çankaya’nın Hanımefendileri belgesellerini ve Karalama Defteri programını yöneten Reyhan Yıldız. Programı klasik arkeoloji eğitimi almış Emine Çaykara (43) hazırlayıp sunuyor. Programda, arkeologların nasıl çalıştığı, kazı işinin zorlukları, eski insanların nasıl yaşadığı anlatılacak, arkeologlarla röportajlar yapılacak. Esas özelliği, Anadolu’da bizden önce yaşayanların kültürlerini, inanışlarını, yaşam şekillerini ortaya koymak. Emine Çaykara "Bütün bunları bir çocuğun bile anlayabileceği şekilde basit bir dille sunacağız" diyor.

İlk bölüm, çok önemli kazıların yapıldığı İstanbul’u ele alıyor. Beş ayrı yerde çekim yapıldı. Kimsenin giremediği, At Meydanı denilen hipodromla bağlantılı Bizans İmparatorluk Sarayı kazısına girilerek bu sarayın hem Bizans hem Osmanlı döneminde ne ifade ettiği, o dönemde burada nasıl yaşandığı anlatılacak. 400 bin yıl önce İstanbul’daki ilk yerleşim yeri olan Yarımburgaz mağarasında da çekim yapıldı. Çok az insanın bildiği, harap haldeki bu mağaranın tabelası bile yok. Yenikapı’da ortaya çıkarılan Teodosius limanı da ilk programın konuları arasında. Metro kazısı sırasında bulunan kalıntılar ışığında liman kenti İstanbul’da gemilerin ve insanların yaşamı anlatılacak.

Programda günümüz insanlarının arkeolojiye bakışı da ele alınıyor. Örneğin Yenikapı kazısında çalışan işçilerle ilginç röportajlar var. Seramikleri fırçalayan genç bir işçi, bulguların Roma mı, Osmanlı mı, Bizans mı olduğunu ayırt edebildiğini, bir başkası eski insanların eşyalarına dokunmaktan büyük keyif aldığını söylüyor.

Programın ikinci bölümünde Afrodisias antik kentinde eski inanışlar ele alınacak. Çaykara "Miletos ve Afrodisias’ta başörtülü Afrodit heykellerini göreceğiz, nasıl algılandığını anlatacağız" diyor. Bir başka bölümde Didim ve Miletos’taki kahinler üzerinde durulacak, antik dünyada kehanetin önemi ve buna bağlı inanışlar incelenecek. Buna karşılık Efes’te ise tuvalet kültürü ele alınacak.

Programda Bizanslıların yaşam biçimine de değiniliyor. Yenikapı’da ortaya çıkarılan Theodosius limanındaki bulgular, yeni bilgilere ulaşılmasını sağladı. Bizanslılar çok iyi besleniyor, örneğin deniz ürünleri yiyordu. Hacettepe Üniversitesi’nden Emel Oybak Dönmez’in araştırmasına göre, o dönemde, dışarıdan çam fıstığı getiriyorlardı. Limanda amforaların ağızını kuru incirle kapatıyorlardı. Kişnişi çok sevip yetiştiriyorlardı. Ama atlarda acı gem denilen bir yöntem kullanıyorlardı. Veteriner Doç.Dr. Vedat Onar’ın yaptığı kemik araştırmalarına göre, bu gemle atı ağzından çok sert şekilde çektikleri için hayvanın kemikleri çabuk aşınıyor ve kısa sürede ölüyorlardı. At iskeletlerinde görülen kemirme izleri de Bizanslıların ölen atları ya kendilerinin yediğini ya da başka hayvanlara yedirdiklerini ortaya koyuyor.

Emine Çaykara, İstanbul Üniversitesi klasik arkeoloji bölümü mezunu. Gazetecilik yaptı ancak arkeolojiyle ilgisini sürdürdü. Efes Artemis Tapınağı kazısında 3 yıl çalıştı. Kültürel turlarda rehberlik yaptı. İlk çeviri kitapları Kölelik ve Eski Mısır konularındaydı. Arkeolojinin Delikanlısı - Muhibbe Darga adlı kitabın da yazarı.

Afrodisias kentiyle ilgili bölümde ilginç bir ayrıntı var. Bu bölümde, tarihi eser kaçakçılığı davasıyla gündeme gelen Ayşegül Tecimer’in görüntüleri de var. Programda Tecimer’in çekimini finanse ettiği Afrodisias belgesel filminden alıntı yapılacak. Tecimer İngiliz bir yönetmen tarafından çekilen "Aphrodias - City of Aphrodite" adlı filmde Afrodit karakterini canlandırmış. Ancak daha sonra rolünü az bularak finans desteğini çekmiş, film de finans desteği kesilince gösterilemeden arşivlerde kalmış.

Hürriyet Cumartesi, Haber: Ayten Serin, 28.06.2008

VAKIFLAR 12 YILDIR ÇALINAN HALISINI ALAMIYOR

 

 

Vakıflar Genel Müdürlüğü, 14 yıl önce İstanbul'daki depodan çalınan ve daha sonra dünyanın en önemli koleksiyonlarından 'Orient Stars'ta ortaya çıkan tarihi halıyı geri alamıyor.

 

Koleksiyonu yöneten BMW'nin eski CEO'su Heinrich Kirchheim öldüğü için mirasçıları 'hatırası var' bahanesiyle eseri iade etmek istemiyor. Halının depoda kalan küçük bir parçasını delil olarak kullanan Türkiye ise koalisyon yöneticilerini ikna etmeye çalışıyor. Dava açmak yerine diyalog kurmayı tercih ettiklerini belirten Vakıflar Genel Müdürü Yusuf Beyazıt, bundan sonuç alınamaması halinde yasal yollara başvuracaklarını söyledi. 1996 yılında İstanbul'da sergi açan Heinrich Kirchheim, söz konusu halıyı Avusturya'dan satın aldığını söylemişti. Eski Ceo, tarihi eseri kısa sürede teslim edeceği sözünü vermişti. Sergiden sonra Türkiye'den ayrılan Kirchheim sözünü tutmadı. Vakıflar Genel Müdürlüğü de sonuca ulaşamadı. Vakıflar Genel Müdürü Yusuf Beyazıt eserlerin geri getirilmesinde öncelikle diyalog kurmayı tercih ettiklerini fayda vermemesi halinde yasal yolları kullanacaklarını söyledi.

Zaman Haber: Aslıhan Aydın, 28.06.2008

TARİHİ KALE CAMİİ GEÇİCİ SÜRE İLE İBADETE KAPATILDI

 

Sivas'ta tarihi Kale Camisi, Selçuklu Parkı ve Kent Meydanı Düzenleme Projesi kapsamında park ve çevresinde yürütülen kazı çalışmaları nedeniyle geçici olarak ibadete kapatıldı. 1580 yılında Osmanlı döneminde 3. Murat Hanın vezirlerinden Mahmud Paşa tarafından yaptırılan Kale Camisi, Sivas Belediyesince çalışmalarına başlanan Sivas Selçuklu Parkı ve Kent Meydanı Projesi kapsamında bir süre ibadete kapalı tutulacak. Sivas Müftülüğü, caminin geçici olarak ibatede kapatıldığını, çalışmaların yapıldığı alan ve camiye astığı Park alanı çalışmalarından dolayı camimiz geçici olarak ibadete kapatılmıştır duyurularıyla kamuoyuna bildirdi. Selçuklu, Osmanlı ve Cumhuriyetin ilk yıllarına ait birçok eseri bünyesinde bulunduran ve adeta bir açık hava müzesi konumunda olan Sivas Kent Meydanı, Sivas Selçuklu Parkı ve Kent Meydanı Projesi ile yeni bir çehreye kavuşturulacak. Meydan çevresindeki Şifahiye Medresesi, Çifte Minareli Medrese, Buruciye Medresesi, Kale Camisi, Kale Hamamı, Atatürk Kongre ve Etnografya Müzesi, Hükümet Konağı, Jandarma binası gibi tarihi yapılar, çevre düzenlemesi çalışmalarıyla ortaya çıkarılacak.

Memleket Sivas, 28.06.2008

KATKI




BURASI "KALKINAN" KIZILTEPE...



Mardin yakınlarında, Kızıltepe’deyiz. Bu ilçede görülmeye değer eski hiçbir şey kalmamış. Eskiye ait ne kaldı ise hızla tahrip ederek “kalkınan” tipik bir Anadolu kasabası burası.  

 

Şehrin eski ismi, Mardin bölgesinin en büyük höyüklerinden birisi olan Tell Ermen’miş. Güneydoğu’nun jeopolitik durumunun bir simgesi gibi, Tunç Çağı’na ait buluntular veren bu höyüğün üzerinde artık bir jandarma karakolu var. 800 yıl sonra bu höyükte kazı yapacak olan arkeologlar en üst tabakayı yorumlamakta oldukça zorlanacaklar herhalde. Kızıltepe’nin 800 yıllık meşhur Ulu Camii ise, tarihsel öneminden çok cemaatine önem veren tarzda bir restorasyon yaşamış. Taş işlemeleri duruyor durmasına ama çatı, su olukları, iç sıva ve tezyinat kelimenin tam anlamı ile bir felaket. 

 

Mardin ve civarını anlatan tüm yerli ve yabancı rehber kitaplar Kızıltepe’de bulunan Dunaysır Köprüsü’nden bahsediyorlardı. Yazıldığına göre, 13. yüzyılda inşa edilmiş olan bu köprü sağlam kalan yegane Artuklu köprüsü olma özelliğine de sahipmiş. Biz de “Madem buraya kadar geldik, bari elimiz boş dönmeyelim, köprüyü görelim” diye düşündük. Bizimle aynı dili konuşmayan insanların yaşadığı bir bölgede, Ulu Cami’ye topu topu 100 m uzaklıktaki Dunaysır Köprüsü’nü bulmamız yaklaşık 45 dakikamızı aldı.  

 

Aşağıda 1200’lü yılların başında Artukaslan’ın emri ile inşa edilmiş, Türkiye’de ayakta duran tek Artuklu köprüsü olma özelliğine sahip, tüm rehber kitapların uzun uzun anlattığı Dunaysir Köprüsü’nü görüyorsunuz.




Ali Yamaç

BULGARİSTAN'DA MÖ 360'DAN KALMA TRAK MEZARI

 

Arkeologlar tarafından yapılan bir kazı sonucunda Bulgaristan’ın Tserovo bölgesinde yarım silindir kubbeli bir Trak mezarı bulundu. Kazı başkanı Daniela Agre, bu tür bir mezara bu bölgede ilk defa rastlandığını açıkladı. Mezar, çok büyük bir olasılıkla bugünkü güneydoğu Trakya’yı yöneten yerel bir yöneticiye ait. 

 

Beyaz kireçtaşından işlenmiş, inanılmaz güzellikteki mezarın ne yazık ki bir kısmı defineciler tarafından tahrip edilmiş durumda. Kazı sırasında gri Trak seramikleri, amforlar ve beyaz kireçtaşı lahdi buldular. Mimari üsluba ve buluntulara bakarak mezar MÖ 370 – 360 arasına tarihlenmekte. 

 

Kazı başkanının açıklamasına göre bulunan mezar, UNESCO korumasında olan Sborianovo bölgesinde bulunan Trak mezarları ile büyük benzerlikler göstermekte. Yeni bulunan bu mezarın kubbesinin en kısa zamanda restore edilmesi planlanıyor.

news.bg, 19.06.2008

ARKEOLOJİK KAZI ÇALIŞMALARI TÜM HIZIYLA DEVAM EDİYOR

 

Buruciye Medresesi yanında başlatılan arkeolojik kazı çalışmaları tüm hızıyla devam ediyor. Sivas Belediyesi’nin hayata geçirdiği Selçuk Parkı ve Kent Meydanı Düzenleme Projesi kapsamında Selçuklulardan kalma Buruciye Medresesi, Şifahiye Medresesi ve Çifte Minareli Medrese ile Osmanlı dönemi eserlerinden tarihi Kale Camisi ile hamam kalıntılarının olduğu bölgede bir hafta önce başlatılan kazı çalışmaları devam ediyor. Sivas Müze Müdürlüğü başkanlığında yürütülen kazı çalışmalarında, Cumhuriyet Üniversitesi Arkeoloji ve Sanat Tarihi Araştırma ve Uygulama Merkezi adına Arkeoloji ve Sanat Tarihi Bölümü öğretim üyeleri ve sanat tarihi bölümü öğrencileri ile belediye işçileri görev alıyor. Tarihi Buruciye Medresesi'nin güney bölümünden başlatılan kazı çalışmalarında, 13. yüzyıla ait olduğu tahmin edilen süsleme taşı ile bazı yapılar ve çanak-çömlek parçaları bulundu. Sivas Müze Müdürü Arkeolog Mehmet Alkan başkanlığında yürütülen kazı çalışmalarına ekibiyle destek veren CÜ Fen Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü Öğretim Üyesi ve CÜ Arkeoloji ve Sanat Tarihi Uygulama ve Araştırma Merkezi Müdürü Yrd.Doç.Dr. Erdal Eser, kazı çalışmaları ile ilgili basın mensuplarına yaptığı açıklamada, Buruciye Medresesi'nin güneyinde 21 Haziranda başlatılan çalışmaların tüm hızıyla devam ettiğini belirtti. Şu anda kazı çalışmalarının tarihi Kale Camii ile Buruciye Medresesi'nin arasındaki bölgede sürdürüldüğünü ifade eden Yrd.Doç.Dr. Eser, Bu bölümde biraz daha hassas çalışıyoruz. Çünkü yüzeye oldukça yakın bir bölümden hemen mimari bazı kalıntılar çıkmaya başladı. Henüz bunların içeriklerini ve işlevlerini bilmiyoruz. Bir şey söyleyebilmek için erken dedi. Kazı çalışmaları devam ettikçe ortaya çıkan yapıtlar ve yapıt kalıntılarının takip edileceğini belirten Yrd.Doç.Dr. Eser, Buruciye Medresesi'nin hemen önündeki bölümde çıkan yapının ne olduğunu, ilerleyen günlerde ortaya çıkacak yeni bulgularla anlamaya çalışacaklarını kaydetti.

Memleket Sivas, 28.06.2008

REZERVASYONUN İKİ BİN YILLIK GEÇMİŞİ VAR

 

Denizli'de merkeze 5 km. mesafedeki antik kent Laodikya'da yapılan kazılar, rezervasyon sisteminin 2 bin yıl öncesine kadar uzandığını ortaya çıkardı. Kazı Heyeti Başkanı Prof.Dr. Celal Şimşek, "Mermerden yapılan localara kentin önde gelenlerinin isimleri yazılı. Kişi buradaki etkinliği izlemeye geldiğinde adının yazdığı yere oturuyor. Çünkü orası ona rezerve edilmiş" diye anlatıyor. Kuzey Tiyatrosu'nun bu yönüyle Anadolu'da tek olduğunu belirten Prof.Dr. Şimşek, "Çeşitli tiyatroları gezdiğinizde, bazı basamaklarda isimlere rastlanabilir. Ama burası farklı, çünkü loca bölümünde her basamakta isimler yazılı. İtalya'dan epigraf Francesco Duzzi'yi davet ettik. Bunları okuduğunda o döneme ait çok daha geniş bilgiye sahip olacağız" diyor.

Haber Ekspres, 28.06.2008

TARİHİ PALU KÖPRÜSÜ RESTORE EDİLİYOR

 

Elazığ'ın Palu İlçesi'nde Murat Nehri üzerinde bulunan 12. yüzyıl Artuklu dönemine ait eski Palu Köprüsü'nün restorasyon çalışmalarına başlandı. Karayolları 8. Bölge Müdürlüğü'nce onarım işi ihale edilen köprüde öncelikle 8 kemerden 4'ü, köprüden yaklaşık 200 metre ileride oluşturulan bent aracılığıyla su akımından arındırıldı. Suyun, Murat Nehri köprüsünün diğer 4 ayağının altından geçmesi sağlandı. İhaleyi alan Özbay Şirketi yetkilisi Şahin Boran, yaptığı açıklamada, köprünün restorasyon çalışmalarına başladıklarını söyledi. İlçede çok sayıda bulunan tarihi ve kültürel varlıklardan biri olan eski Palu Köprüsü de Murat Nehri üzerinde bulunuyor. İpek Yolu güzergahındaki tarihi köprü, döneminde kuzeydoğu-güney bağlantısını sağlıyordu.

Zaman, 27.06.2008

TARİHE YOLCULUK PROJESİ TANITILDI

 

Batman Valiliği tarafından organize edilen ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından desteklenen Tarihe Yolculuk, Kardeş-iz Projesi'nin tanıtımı öğretmenevinde yapıldı.

 

Geçen yıl yapılan tarihe yolculuk gezisinden hazırlanan slayt gösterisinin izlenmesinden sonra Vali Recep Kızılcık bir konuşma yaptı. Kızılcık konuşmasında "Bizim geleceğimiz olan siz çocuklarımızı ülkemizin derin tarihini, güzelliklerini, kültürel zenginliğini görebilmeniz, yaşabilmeniz onlarla emsal olabilmeniz için 2 yıldır bu tür organizasyonları hep beraber gerçekleştiriyoruz." dedi. Daha sonra izci grupları konfetiler eşliğinde izci marşlarını okudu.

Zaman, 27.06.2008

5366 SAYILI YASANIN TARLABAŞI'NA GETİRDİĞİ KENTSEL ÇÖZÜM





TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi, 26 Haziran 2008 Perşembe günü İstanbul Teknik Üniversitesi’nde, Tarlabaşı'ndaki yenileme ve dönüşüm projesini konu alan bir panel düzenledi. 23 konuşmacının yer aldığı toplantıda Tarlabaşı Kentsel Yenileme ve Dönüşüm Projesi’yle birlikte, bu tür dönüşüm projelerinin önünü açan 5366 Sayılı, Yıpranan Tarihi ve Kültürel Taşınmaz Varlıkların Yenilenerek Korunması ve Yaşatılarak Kullanılması Hakkında Kanun, Tarlabaşı’nda bu projenin uygulanmasıyla karşılaşılabilecek sorunlar ve geliştirilebilecek çözümler tartışıldı.

Giriş oturumunu yaptığı açılış konuşmasıyla başlatan Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Başkanı Erhan Demirdizen, yaşanmayan, terk edilmiş tarihi merkezler ve bunların çevresindeki geleneksel konut alanlarının yeniden hayata kazandırılması çok önemli bir sorun olduğunu belirtti. “Bu bölgeler çok yoğun bir göç baskısı altında. 2004 yılında koruma yasasında yapılan değişiklerle, sosyal ve ekonomik değerler ile yenileme ve katılım kavramları da koruma konusuyla birlikte ele alınmaya başladı. Fakat bu değişikliklerden yaklaşık 11 ay sonra, 5366 sayılı yasa ile koruma kavramı çok geri plana itildi. Planlama ortadan kaldırılırken, bina ölçeğinde yenileme ve kamulaştırma kavramları öne çıkarıldı. Böylece, SİT alanlarını ve tarihi mekanları bütünlüğünden koparan 5366 sayılı yasa daha uygulanmadan tartışılır hale geldi. Bu nedenle Tarlabaşı örneği, genel olarak tartışılması gereken bir konu, projelerden önce bu yasanın getirdiği sonuçların ele alınması gerektiğini düşünüyorum.”





Emrah Demirdizen’den sonra sözü alan TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi II. Başkanı Yrd.Doç.Dr. Pınar Özden, üst ölçekli planlamada sürecin çok yavaş işlemesinin, noktasal projelerin çok daha çabuk gündeme gelmesine neden olduğunu ifade etti. Böylece yerel yönetimler tarafından yatırımcı grupların ilgisini çeken bu projelerin önünün açıldığına dikkat çeken Özden şunları söyledi: “Kentlerimizin çoğu üst ölçekli planlamadan yoksun, dolayısıyla noktasal projelere hazır değiller. 5366 sayılı kanun, tamamen çerçevesel, sadece 9 maddelik ve uygulaması yerel yönetimlere bırakılan bir yasa. Bu yasa sayesinde, bölgelere özgü yeni koruma kararları alındı ve çıkan yönetmelikle beraber kamulaştırılan alanların yeniden satılması gündeme geldi.

Tarlabaşı 1986’da başlayan yıkımlarla dönüşümler geçirdi. 1988 yılında Tarlabaşı Bulvarı’nın açılmasıyla Bulvar’ın bir tarafının iş merkezi, diğer tarafının ise turistik alan olması hedeflendi ancak, çöküntü hızla devam etti. Tarlabaşı bölgesi için SİT kararı çıktıktan sonra bile gerekli koruma kararları alınmadı ve noktasal müdahaleler devam etti. Bu anlamda 5366 sayılı yasanın bütüncül planlar içinde kara delikler açtığını söyleyebiliriz. Diğer yandan Tarlabaşı Projesi %71’i kiracı olan bir bölgedeki kiracıların dışlanmasını öngörüyor. Oysa yenileme ilkeleri alanda yaşayan insanları da kapsar. 5366 sayılı kanunun bu konuda bir yaptırımı olmadığını görüyoruz. Tarlabaşı zaten sosyal açıdan dışlanmış insanların barındığı bir bölge. Yasa sayesinde alan parçalara bölünerek bu parçaların her biri için farklı plan kararları alınabiliyor. Katılım modelinin doğru uygulanmadığı projelerin önü böylece tıkanmış oluyor.”
 

İTÜ Mimarlık Bölümü öğretim üyesi Yrd.Doç. Yıldız Salman ise Beyoğlu’nun geçmişi ve bugünkü tarihi dokunun oluşum süreçleri hakkında sunum eşliğinde bilgi verdi. İstanbul’un fethinden hemen sonrasına ait, Galata ve Pera olarak adlandırılan bölgelerin oluşum sınırlarını gösteren gravürler sunan Salman tarih boyunca kentsel yeniliklerin ilk olarak bu bölgede uygulandığına dikkat çekti. Yıldız Salman, bu bölgenin zaman içerisinde İstanbul’un kültürel ve eğlence hayatının merkezi haline geldiğini anlattı: “Beyoğlu ve Tarlabaşı’nı içine alan bölge 19. yüzyılın ikinci yarısından sonra finans merkezi haline geldi ve turistik bir değer kazandı. İlk yerleşim dönemlerinden itibaren hep yoğun bir dokuya sahip olan bölgede 1870 yangını bir dönüm noktası teşkil ediyor. Bu yangından sonra Beyoğlu çok daha görkemli bir mimari sürece giriyor. Tarlabaşı ise bu dönemde konut bölgesi olarak gelişmeye ve sınırlarını genişletmeye devam ediyor. Alan, bugün bildiğimiz yoğun dokuya 20. yüzyılın başında ulaşılmış oldu. Tarlabaşı Bulvarı ve Dalan Dönemi’ndeki programsız yıkımlar ise kaçınılmaz çöküşü getirdi.”

Toplantının ilk oturumunda son sözü alan, Tarlabaşı Projesi Direktörü - GAP İnşaat Genel Müdür Yrd. Nilgün Kıvırcık projenin kararları ve hazırlanma aşamaları hakkında kısa bir bilgi verdi. Tarlabaşı Projesi’nde 1/5000 Nazım İmar Planı taslak çalışmasını temel aldıklarını ve bunun üzerine mevcut durumun tespiti, analitik ve envanter çalışmalarını sürdürdüklerini belirten Nilgün Kıvırcık yaptıkları anket çalışmalarından örnekler gösterdi: “Proje alanında 239 tane tescilli bina var, yani alanın %70’i tescilli yapılarla dolu. Bu binalarda yaptığımız kullanım durumu ve doluluk-boşluk analizlerine göre, binaların %60’ı kullanılıyor, kalan %40’ı ise tamamen boş. Üstelik binalarda kullanım nedeniyle oluşan ciddi yıpranma ve bozulmalar gözlemledik. 335 haneyle birebir görüşerek anket yaptık. Mülk sahipleriyle yaptığımız görüşmelerde ise uzlaşma ilkelerimizden hiçbir zaman taviz vermedik, bununla birlikte mülk sahiplerine, burada yaşamaya devam etme, kira yardımı alma ve kuraya girmeksizin TOKİ’den konut edinme hakkı seçenekleri sunduk. Yaptığımız anketlerde 50-60 metrekarelik konutlara ihtiyaç duyulduğunu gözlemledik ve projeyi bu yönde revize ettik. Onaylanan proje aslında, katılımcıların isteklerine göre şekillendirilmiş bir avan proje ve burada konuşulacak önerilerle de geliştirilecektir.”





Fotoğraf: Arkitera Mimarlık Merkezi


Giriş oturumunun ardından, Bilgi Üniversitesi Öğretim Üyesi Dr. Asu Aksoy’un moderatörlüğünde gerçekleştirilen yuvarlak masa toplantısında 20 konuşmacı yer aldı. Kendilerine verilen kısa süreler içerisinde Tarlabaşı Projesi hakkında görüşlerini dile getrien konuşmacılar şunları söylediler:

TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şube Sekreteri Tayfun Kahraman: Bu projenin temel sorunu ortada bir plan olmaması, dolayısıyla burada plan anlayışını bozan bir projecilik gözlemliyoruz. Burada yapılanlar doğrudan “turizm gettolaşması”dır.

TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi’nden Yrd.Doç.Dr. Hülya Yakar: Yatırımcılar, plancılar, yerel yöneticiler ve mal sahipleri bu projeden memnun kalmadıklarına göre ciddi bir sorun var demektir. Öncelikle üst ölçekli kararlar alınmış olması gerekirdi. İyileştirme, sağlıklılaştırma ve yenileme gibi koruma kavramları varken, sadece cephelerin korunduğu bir projeyle gerçekten Tarlabaşı’nı korumuş olacak mıyız?

Tarlabaşı Mülk Sahipleri ve Kiracıları Sosyal Yardımlaşma Derneği Başkanı Ahmet Gün: Biz bu bölgede tapulu mal sahibiyiz, gecekonducu ya da işgalci değiliz. Fakat bu projede bize hakkımız verilmiyor. Bana “Senin arsana otel yapacağız, sana da Dolapdere’de 50-60 metrekarelik bir daire vereceğiz” deniyor. Evimin arsası için ihale açılıyor, benim haberim olmuyor. Bu bir koruma projesi olamaz, bu bir rant projesidir.






Bilgi Üniversitesi - Tarlabaşı Toplumunu Destekleme Derneği Başkanı Neşe Erdilek: İstanbul Bilgi Üniversitesi Tarlabaşı’nda bir Toplum Merkezi kurdu. Biz de bu merkezde çeşitli araştırmalar, atölye çalışmaları yapıyoruz, okuma yazma, el işi kursları düzenliyoruz, ayrıca yaklaşık 40 tane gönüllü üniversite öğrencisiyle çocuklarımızın derslerine yardımcı oluyoruz.

Tarlabaşı’nda yaşayan kimse, bölgenin durumundan memnun değil, yani kimse bu haliyle kalsın demiyor tabii ki. Fakat Tarlabaşı’nda %70’i oluşturan kiracılar için bu projede bir çözüm üretilmiyor. Geliştirilen projenin yaratacağı toplumsal sonuçların da düşünülmesi gerekirdi.

Bilgi Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nden Bahar Şahin: Tarlabaşı, dünyada büyük metropollerde gerçekleşen mekansal ve sınıfsal grupların ayrışmasına örnek oluşturuyor. Bugün baktığınızda bir uçtan bir uca rengarenk çamaşırların asıldığı sokaklarda elleri pis ayakları çıplak çocuklar, başı kapalı uzun etekli teyzeler görüyoruz. Projenin broşüründe ise ferah ve nezih sokaklarda kravatlı, takım elbiseli adamlar, bisiklete binen çocuklar, şortlu kadınlar var. Peki kötü, pis, suçlu denilerek dışlanan Tarlabaşı halkı nereye gidecek?

Beyoğlu Belediyesi Başkan Yardımcısı İlhan Turan: Tarlabaşı Projesi için görüşmeler devam ediyor. Buradaki mal sahipleri için çözüm önerileri sunduk. Bu doğrultuda, devam eden görüşmelere göre proje şekillenecek. Önerilere açığız.

İBB Etüd ve Projeler Daire Başkanlığı Tarihi Çevre Koruma Müdürü Cem Eriş: SİT alanı ilan edildiği halde 11 senedir koruma planı olmayan bir alan burası. Benzer bir durum 1995 – 2005 yılları arasında Tarihi Yarımada’da da yaşandı. Bu alan dahilinde Yenileme Kurulu’nun, yenileme kurallarına uygun hareket ederek, uzmanlara danışmasını önemsiyorum.






İstanbul 2 No'lu KTVKBK Üyesi Avukat Sait Karabulut: Koruma planı hazırlanmamış bir alanda, yenileme planı yapılırken bir plan hiyerarşisi ya da plan süreci olmadığını görüyoruz. 5366 sayılı kanunda ekonomik ve özellikle de sosyal durumlar göz ardı ediliyor. Koruma amaçlı imar planını kurullar değil, belediyeler hazırlar ama nedense bu planların düzenlenmesi gecikiyor. Planlama olmadan uygulama yapıldığı zaman da bir enkaz alanı doğuyor.

İstanbul 2 No'lu KTVKBK Başkan Yardımcısı Prof.Dr. Hale Çıracı (İTÜ): Tarlabaşı kapalı bir bölgedir, insanlar bu bölgeye giremiyorlar, bu bölgedekiler de dışarı çıkamıyorlar. Ayrıca İstanbul’un göbeğinde bu kadar sorunlu bir alan daha yoktur. Dolayısıyla kent planlamasına en çok ihtiyaç duyulan yer Tarlabaşı’dır. Bu çalışmalarda en büyük eksikliğin koordinasyon olduğu ortada.

ICOMOS üyesi Yrd.Doç.Dr. Gülsün Tanyeli: 5366 sayılı yasaya kadar, bütün koruma alanlarında yapılacak projeler için mülkiyet sahibinin izni gerekiyordu. Bu anlamda 5366 doğru bir model gibi görünüyor ama bu yasanın nasıl ele alındığı tartışılması gereken bir konu. Koruma Kurulu olarak tarihi yapıların bir bütünlük oluşturduğu alanları Kentsel SİT Alanı olarak tanımlıyoruz ve geleceğe aktarılmasını sağlamaya çalışıyoruz. Fakat buradaki yaklaşımda patlamış bir restorasyon merakı var.

Nilgün Hanım konuşmasında 50-60 metrekarelik konutlara ihtiyaç duyulduğu için projenin yeniden düzenlendiğini söyledi. Mevcut yapılar zaten 50-60 metrekarelik konutlar olduğuna göre bu yapıları korumak daha doğru olmaz mıydı? Yapılmak istenen proje bir koruma projesi değildir, dış cepheleri tutup, arkasında betonarme proje çözmek dünyanın hiçbir yerinde koruma projesi olarak kabul edilmez.

YTÜ Şehir ve Bölge Planlama Bölümü’nden Doç.Dr. Zeynep Enlil: “Yıpranan tarihi yapıların yenilenerek korunması” tanımında bir kavram kargaşası var, yenileyecek miyiz yoksa koruyacak mıyız? Ben Tarlabaşı’ndaki sorunların yeterince tarif edilmediğini düşünüyorum. Üstelik işe tersten başlandı, önce proje yapıldı arkasından anketler düzenlendi, dolayısıyla bu araştırmalar projeye yansımadı. Bu tür koruma projelerine iyi bir örnek görmek için Bolonya incelenebilir. Avrupai türde, yapı adasını tamamen kaplayan bloklar, İstanbul dokusuna tamamen aykırı. Burada tipolojik çalışmanın çok daha iyi yapılması ve özgün çözümler üretilmesi gerekirdi.

 

Bilgi Üniversitesi Öğretim Üyesi, Tarih Vakfı Başkanı Prof.Dr. Murat Güvenç: Burada yaşanan bir soylulaştırma problemidir. Avrupa kentleri örneğine bakacak olursak, iş merkezlerinin varlıklı, soylu sınıfla, fakir işçi sınıfı arasında paylaşıldığını görürüz. Bu kentlerde, kentin gelişme yönüne göre şehir merkezinin yoğunluğu zamanla azalabilir. Fakat İstanbul’un, Mercedes Arması gibi yaklaşık 120 derecelik üç kol üzerinde geliştiğini düşünecek olursak, merkezin değerinin hiç azalmadığını aksine baskının hep arttığını görürüz. Tarlabaşı tam da bu açıdan büyük önem taşıyor ve sosyal sınıf olarak farklılık gösteriyor. Problemin nereden geldiğinde bu geniş çerçeveden bakılabilir.

İTÜ Mimarlık Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr. Alper Ünlü: Bu dokuz adaya neye göre karar verildi, dokuz mimara göre mi? Ayrıca bu projeye neden o noktadan başlandı, neye göre belirlendi proje alanı? Bence Dolapdere’den başlanabilirdi. Bu projeyle suç önlenmiş olacak mı? Marjinallik duygusu ortadan kaldırılabilecek mi? Bu toplantı için çok geç kalındı. Biz burada bir tiyatro oynuyoruz sizler de izliyorsunuz, durum bundan ibaret.

Burada çok ciddi hukuksal problemler var, kiracılar için hiçbir şey yapılmıyor, mal sahiplerinin de hakkı korunmuyor. Bu projenin ileri gelenlerinden bir meslektaşım, işin en başında, cepheleri peynir dilimi gibi kesip arkasına yeni bir bina tasarlayacaklarını söylemişti. Şimdi bir iki görsel asıp projeden cephe örnekleri sergileyerek katılım sağlamaya çalışıyorlar, katılım böyle sağlanmaz.





Tarlabaşı Projesi Uzlaşma Yöneticisi, Şehir Plancısı Faruk Göksu: Benim bu projedeki görevim, yatırımcı, proje müellifi ve mülk sahipleri arasında uzlaşmayı sağlamak. Ancak giderek tarafların sayısı arttı. Uzlaşma dediğimiz zaman, güven ortamı, doğru bilgi paylaşımı, kararlılık ve eşitlik ilkeleri çok büyük önem kazanıyor. Bu projede beklentiler çok farklı ve bireysel çıkarlarla, toplumsal çıkar ilişkilerini çakıştırmak çok zor. Beklentilerimiz yüksek olmasına rağmen kaynaklarımız kısıtlı. Dolayısıyla üretilen projelerin içinden her sorunun çözümü çıkmayabilir, bunu kabul etmek lazım. Özellikle de bu projede kimsenin sorumluluktan kaçmayıp, elini taşın altına sokması gerekiyor.

Mahalle Dernekleri Platformu’ndan Avukat Ayşe Yazıcı: Dönüşüm alanları yasa tasarılarının oluşumlarına ve içeriklerine dair ciddi kaygılar yaşıyoruz. Bu kadar hızlı kararlar alınan bir yasadan nasıl olumlu sonuç bekleyebiliriz? Uzlaşma sağlanmazsa kamulaştırma yapılır deniyor, ki bu mülkiyet hakkına aykırı bir tehdittir. Temel insan haklarından biri olan mülkiyet hakkı, bir yasayla ortadan kaldırılmış oluyor. Yönetenler ve yönetilenler birlikte karar almadıkları zaman en temel insan hakkı ihlal ediliyor ve projeler sadece gelir getiren bir araç olarak görülüyor. “Ben yaptım oldu, sen de bunu kabul etmek zorundasın, yoksa sürülürsün,” yenileme projelerinde gördüğümüz yaklaşım bu!

Şehir ve Bölge Plancısı Kamuran Yıldırım: Herhangi bir alanı yenileme alanı ilan ettiğinizde orada bulunan tarihi ve kültürel varlıkları yok sayarak proje geliştiremezsiniz. İstanbul’da kentsel dönüşüm uygulamaları SİT alanlarında mı yapılmalı? Önceliğin 1999 depreminde zarar gören Tuzla veya Avcılar bölgelerinde, hastane ve okul gibi kamu yapılarında, köprü ve viyadüklerde, savunma ve güvenlik alanlarında ya da varoşlarda ve çöküntü alanlarında olması gerekmez mi?






Tarlabaşı Projesi Tasarım Danışmanı, Beykent Üniversitesi Mimarlık Bölüm Başkanı Prof.Dr. Sercan Yıldırım: Ben bu projenin danışmanlarından biriyim ve dikkatinizi çekerim ki ufak müdahalelerle ayakta durabilecek bir dokudan söz etmiyoruz. %40’ı boş, kalanı da çok kötü durumda olan bir bölge Tarlabaşı. Biliyoruz ki tarihi doku bu ülkede bir değer oluşturmuyor. O sergide yer alan projeler, her kesimden insanın projeleri anlayabilmesi içindir. Projelerde cephelerle birlikte, sokak dokusu ve bu alandaki tipolojik planlar tamamen korunmuştur. Bu işin arkasında herhangi bir boş alanda değilde tarihi bir dokuda proje yapmaya cesaret edebilmiş mimarlarımızın başarısı yatmaktadır. Bu toplantıda konuşulanlara baktığımda projelerin çok iyi okunmadığını ve önyargılı davranılarak, haksızlık edildiğini düşünüyorum. Mekansal kaliteyi sağlayamazsanız sürdürülebilirliği zaten sağlayamazsınız.

MSGSÜ Şehir ve Bölge Planlama Bölümü Öğretim Üyesi Yrd.Doç.Dr. Binnur Öktem Ünsal: Bütün bu biçimlenmenin arkasında düşünme sisteminde bir sorun var. Devlet sosyal projelerden elini çekiyor, bu alanlara kentsel dönüşüm projeleriyle çözüm getirmek niyetinde değiller. Projelere bakarken devletin 1. derece sorumlu olduğunu unutmamamız lazım. Odaların, kurum ve derneklerin devleti kendilerine muhatap alması gerekir. Politikacılar kent merkezinde fakir insan görmek istemiyor, aksine bu alanları nezihleştirmek istiyorlar. Bu nedenle sosyal sorunlar değil ekonomik sorunlar ve sermaye ön plana çıkıyor.

Arkitera, Yazı: Zeynep Güney, 27.06.2008

RENOIR'IN TABLOSU
19 BİN AVROYA SATILDI

 

Başkent Paris’te ülkenin en eski tefeci dükkanı Paris Emniyet Sandığı’nda düzenlenen müzayedede Fransız ressam Pierre-Auguste Renoir’ın 1881 yılında yaptığı sanılan pastel tablosu ismi açıklanmayan bir alıcıya 19.000 avroya (300.000 dolar) satıldı.

‘Bahçedeki Küçük Kız’ adlı 63x49 santimetre ebatlı tablo, oval şekle sahip.

Radikal, 27.06.2008

VAN MÜZESİ'NDE BÜYÜK TEHLİKE

 

Van Müzesi'nde 2 yıl süren onarım çalışmalarının ardında camları kapatılan depolarda bekletilen yaklaşık 44 bin eserin oksitlenmeye başladığı belirtildi.

 

Yaklaşık 2 yıl süren onarım çalışmaları nedeniyle ziyaretçilere kapalı tutulan Van Müzesi'nde şimdi de sergilenemeyen eserler için önemli bir tehlike yaşanmaya başlandı. 1932 yılından beri bölgede yapılan araştırma ve kazı çalışmaları sonucu toplanan eserler, müzenin yetersizliği yüzünde tehlike altında olduğu kaydedildi. Müzenin sergi salonlarının küçük oluşundan dolayı başta Urartu, Akkoyunlu ve Karakoyunlular dönemine ait yaklaşık 47 bin eserden sadece 3 bini sergileniyor. Geriye kalan 44 bin eser ise binanın alt katında bulunan depolardan bekletiliyor. Onarım ile birlikte prehistorik dönemden başlayarak Urartu dönemi sonuna kadar büyük taş eserlerin bulunduğu dış bahçede yeni düzenleme yapıldı. Bu çalışmalar ile birlikte toprak seviyesinin yükselmesi ve dolayısı ile pencerelerinin kapanması sonucu havasız kalan depolarda bulunan metal eserlerin oksitlenmeye başladığını iddia ettiler. Acil önlem alınması gerektiği, aksi halde bir kaç yıl sonra eserlerden büyük bir tahribat meydana gelebileceğini ifade ettiler.

 

Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Sanat Tarihi Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç.Dr. Mehmet Top ise 800 bin YTL harcanarak yapılan onarımın sağlıklı bir şekilde yapılmadığını kaydetti. Eserleri görmediğini ancak, eserlerin havasız kalması halinde böyle bir durumun söz konusu olabileceğini belirten Top, "Eserler raflarda tek tek dizilmesi gerekirken, depolardaki yer sıkıntısı yüzünden bir kaç tane içiçe konularak saklanıyor. Durum böyle olunca da oksitlenme gibi hastalıklar çok rahat bir şekilden birinden diğerine geçiyor. Bir an önce bunun önleminin alınması gerekir" dedi.

Van Kent Haber, 27.06.2008

GÜNAY: PERGE VE ASPENDOS İÇİN ÇALIŞMALAR YAPILIYOR

 

Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, ''Perge'de tiyatronun restore edilmesi ve sonra sanat etkinliklerinde kullanılması konusunda bir kaç öneri var'' dedi.





Anadolu Ateşi tarafından Aspendos Antik Tiyatrosu'nun yanında yaptırılan ''Aspendos Arena'' inşaatını gezen Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, Anadolu Ateşi Genel Sanat Yönetmeni Mustafa Erdoğan'dan bilgi aldı.

 

Aspendos Antik Tiyatrosu bakıma alınacağını belirten Günay, Aspendos çok özel mekanlardan birisi. Yılda ancak birkaç kez sembolik açılışlarda kullanarak onun dışındaki dönemlerde bir anıt müze gibi gezilebilsin istedik. Ama sanat etkinlikleri için de bir mekana ihtiyaç var. Şimdi Aspendos'u korumak açısından burada yeni bir Aspendos inşa ediyoruz. Böylece Aspendos önümüzdeki süreç içinde rahatlıkla bakıma alınacak. Bu işler için bir miktar kaynak ürettik. proje tamamlandıktan sonra fazla uzatmadan kolları sıvayacağız''dedi

 

Mustafa Erdoğan'ın Perge antik kentinin restorasyonunun hızlandırılması için katkı sağlamak istedikleri yönündeki açıklamaların sorulması üzerine Günay,  tiyatrosuyla, stadyumuyla, nekropolüyle Perge'nin fevkalade önemli bir ören yeni olduğunu vurguladı. Perge'yi önümüzdeki süreçte biraz daha hızlı ele alma niyetinde olduklarını ifade eden Günay, ''Helenistik kuleler için gereken kaynağı gösterdik. Perge'de kamulaştırma işlerimiz var. Onları yapmaya çalışacağız. Perge'yi ayağa kaldırmak önümüzdeki bir kaç yıl içinde önemli hayallerimden birisi'' diye konuştu.

 

''Perge'de tiyatronun restore edilmesi ve sonra sanat etkinliklerinde kullanılması konusunda bir kaç öneri var'' diyen Günay, şunları söyledi: "Bunları değerlendirdiklerini ve bu konuyla da Mustafa Erdoğan'ın ilgili olduğunu belirtti. Günay, ''Perge bu bölgede çok bilinir, bazı yapıları ayağa kaldırılmış, restore edilmiş bir ören yeri olarak ortaya çıkarsa sanıyorum bölgenin son derece yüksek olan turizm çekim potansiyelini kültür açısından daha da etkili ve değerli hale getirecek.''

 

Perge'yi dünya miras alanları listesine dahil etmeye çalışacağını ifade eden Günay, ''Türkiye'de 9 dünya miras alanı ve 18 aday alanımız var. Perge bunların arasında yok. Perge'yi önce aday listesine, sonra da kalıcı listeye almak konusunda bir gayrete ihtiyacımız var'' diye konuştu.

Turizm Gazetesi, 27.06.2008

TARİHİ ESERLER YAĞMALANDI





Ahlat İlçesi'nde sürdürülen kazı çalışmalarında ilk defa ortaya çıkartılan ve korunması için çevresi kapatılan kümbet içindeki lahitler define avcıları tarafından yağmalandı.

 

Gazi Üniversitesi Mimarlık ve Mühendislik Fakültesi Mühendislik Bölümü Öğretim Üyesi olan Eski Ahlat Şehir Kazısı Başkanı Doç.Dr. Nakış Karamağaralı başkanlığında geçen yıl Selçuklu Mezarlığı'nda sürdürülen çalışmalar sırasında ilk kez bir kümbet ortaya çıkartıldı. İçerisinde 4 lahit ve sonradan eklendiği düşünülen tuğla mezar bulunan kümbet, kazı dönemi sonunda tamamen saclarla çevrilerek defineciler ve dış etkenlere karşı koruma altına alındı. Ancak sacları kesen kimliği belirsiz define avcıları, kümbet içine girerek tarihi eserleri adeta talan ettiler. Kazıların bu yılki bölümü için Ahlat'a gelen uzmanlar, gördükleri manzara karşısında şaşkınlık ve üzüntü duydular.

 

Kazı Başkanı Doç.Dr. Nakış Karamağaralı, buluntuların tahrip edildiğini gördüklerini üzülerek anlatan şaşkınlığını dile getirdi. Buldukları kümbetin etrafını sacla çevirerek korumayı kararlaştırdıklarını, kapıya kilit vurduklarını anlatan Doç.Dr. Karamağaralı "Bu eserleri dış etkenlerden koruduk, ama definecilerden koruyamadık. Defineciler sacı keserek içeri girip bu sanat eserlerini tahrip etmiş. Lahitlerin altı oyulmuş. Selçuklu Mezarlığı içerisinde bulunan mezar taşları kırılarak altında define aranmış, bir mezarın şahidesi ve üst taşı çalınarak hepsi götürülmüş. Dünyada eşi ve benzeri çok az olan ve sanat tarihi açısından büyük önem arz eden bu tarihi yapılar yok ediliyor. Birçok yapının elimizde sadece resmi kaldı. Bu çok büyük bir cehalettir. Kazı alanını korumakta güçlük çekiyoruz. Alandaki tarihi eserlerin çoğu 13 ve 14. yüzyıllara ait. Bu yapıların büyük bölümü Moğol dönemine ait. Mutlak suretle kazı yaptığımız yerlerin ciddi anlamda korunması gerekiyor" dedi.

 

Mimar Sinan Üniversitesi'nden emekli Prof.Dr. Gönül Cantay ise, böyle bir tahribi hayatında ilk kez gördüğünü belirterek, "Ben 1967 yılında bu mezarlığı gören, tanıyan, bilen, hatta piknik yapan bir insanım. Çünkü o vakit öğleydi. Üzerine bütün dünyanın eğildiği, bütün dünyanın ilgisini çeken Ahlat, sanat tarihi açısından Anadolu'nun doğusundaki ilk anıtsal şehirlerinden biridir. Ve burada yüksek bir sanat ve bir yaşamın yanı sıra zevkin ifadesi olan eserlerde var. Taş işçiliği ile lahit mezar hiç çıkmamıştı. Dolayısı ile bunlar o kadar önemli ve ünik olan tek örnekler. Çok yazık olmuş, üzülmemek elde değil" dedi.

Bitlis Kent Haber, 27.06.2008

GİRESUN'DA TARİHİ MEKANLARA İLİŞKİN ÇALIŞMALAR DEVAM EDİYOR

 

Giresun'un tarihi yerleri ve tarihi Kaya Kilise'deki son çalışmalar hakkında bilgi veren Giresun İl Kültür Turizm Müdürü Emin Yılmaz, "Giresun merkezinde ve ilçelerinde bulunan tarihi mekanların tamamının tespiti yapılmış ancak turizmde sorunların çözümü için hep tekrar ettiğimiz altyapı sorunlarının çözülmesi gerekiyor" dedi.

 

Giresun'un tarihi yerleri ve tarihi Kaya Kilise'deki son çalışmalar hakkında bilgi veren Giresun İl Kültür Turizm Müdürü Emin Yılmaz "Giresun merkezinde ve ilçelerinde bulunan tarihi mekanların tamamının tespiti yapılmış ancak ulaşılma ve istenilen duruma getirmede sıkıntılar yaşandığını malumunuzdur. Turizmde sorunların çözümü için hep tekrar ettiğimiz altyapı sorunlarının çözülmesi, konaklama sorununun halledilmesi ve gelen turizme cevap verecek istihdam alanının oluşturulması şart gibi durumları sadece bürokrasi ile gerçekleştirmek yetmiyor. Bununla beraber tüm özel kuruluşlar olsun, sivil toplum kuruluşları olsun, medya kuruluşları olsun hepsinin bir araya gelip Giresun'un turizm geleceğini belirlemesi gereklidir. Bildiğiniz gibi turizm uzun soluklu bir iş o nedenle yapılanların uzun sürmesinde bir art niyet yok, zamana ihtiyaç vardır." dedi.

 

Giresun merkezde askerlik şubesi yanında bulunan Kaya Kilise hakkında da bilgi veren Yılmaz, 400 yıllık bir tarihi olan kilisenin Rumlar tarafından yapıldığını ve 1925 yılına kadar kullanıldığını tahmin ettiklerini belirtti. Turizm müdürlüğü olarak 1986 yılında şu anki haliyle kiliseyi ortaya çıkardıklarını kaydeden Yılmaz, "Şehirde turizm akımı başladığı zaman bu gibi yerler ufakta olsa, görüntü kirli de olsa en iyi şekilde yapılması için çalışmalar başlatılacaktır. Şimdilik dış cephesini ve içini temizlettik. Kilisemiz turizme açık ancak sergileyecek şekilde açık değil. Kilise'nin dış duvarından aşağı gelen atık su borusunun kaldırılması için Belediye ile çalışmamız sürüyor" diye konuştu.

 

Kilise'nin restorasyonu içinde 2006 yılında Kültür Turizm Bakanlığı'na bir yazı yazarak ödenek taleplerinin olduğuna da değinen Yılmaz, "Ancak hala bir cevap gelmedi. Bu tür tarihi mekanlar hemen onarılacak yerlerden değildir. Öncelikle Kültür Varlıkları Müzeler Genel Müdürlüğü veya Koruma Kurulunca rölöveden tespit yapılıp ona göre hareket ediliyor. Hareketimizi başkaları ile yaptığımız için geldiğimiz yer burası. Her şeye rağmen Kilisenin turizme tam olarak açılması için Kiliseye önce çevre temizliği yaptık. Ardından kum getirerek kilisenin altından çıkan suyun kurutulmasına çalışacağız." dedi

Turizm Gazetesi, 27.06.2008

TARİHİ ESER OPERASYONU

 

Balıkesir polisinin 9 ilde eş zamanlı düzenlediği "Tapınak (K)" operasyonunda 886 parça tarihi eser ile 50 adet mavzer fişeği ve 15 gram esrar maddesi ele geçirildi. 

Operasyonda aralarında bir siyasi partinin ilçe başkanı ile Balıkesir Üniversitesi Tarih Bölümü'nde görevli öğretim üyesinin de bulunduğu 18 kişi gözaltına alındı. 

Edinilen bilgiye göre, İl Emniyet Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele (KOM) Şubesi ekiplerince, Balıkesir ili geneli ve çevre illerde tarihi eser kaçakçılığı yaptıkları tespit edilen şahıslarla ilgili yürütülen çalışmalar çerçevesinde, elebaşılığını Hakan Ş. isimli şahsın yaptığı belirtilen suç örgütü ile irtibatlı oldukları şahıslarla ilgili yaklaşık 5 aydır yürütülen "Tapınak (K)" adlı projeli soruşturma kapsamında, organize suç örgütünün, başta Balıkesir il merkezi olmak üzere, İstanbul, İzmir, Bursa, Muğla, Aydın, Manisa, Çanakkale ve Edirne illerinde bulunan diğer şüphelilerle birlikte hareket ederek 2863 sayılı yasa kapsamında bulunan tarihi eserleri topladıkları ve müşteri temin ederek piyasaya sattıkları tespit edildi. 

Dün sabah saat 07.00'den itibaren Balıkesir, İstanbul, İzmir, Bursa, Muğla, Aydın, Manisa, Çanakkale ve Edirne illerinde eş zamanlı olarak 48 ayrı noktada, "Tapınak (K)" adlı planlı operasyon başlatıldı. Operasyon kapsamında, soruşturma sürecinde 368 parça, operasyon gününde 518 parça olmak üzere toplam 886 parça tarihi eser ile 50 adet mavzer fişeği ve 15 gram esrar maddesi ele geçirildi. Ele geçirilen eserler arasında Osmanlı dönemine ait bronz ve mermer heykeller, Bizans ve Roma dönemine ait sikkeler ve çanakların da bulunduğu bildirildi.

Operasyonda, örgüt lideri olduğu belirtilen Hakan Ş. ile birlikte aralarında bir partinin ilçe başkanı olan Yıldırım A. ve Balıkesir Üniversitesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi K.B. isimli kamu görevlisinin de bulunduğu toplam 30 şüpheli yakalandı. Emniyet Müdürlüğü'nde gözaltına alınan 30 kişiden 12'si ifadelerinin ardından serbest bırakıldı. 

Operasyon neticesinde toplam 39 şüpheli hakkında yasal işlem yapıldığı, mevcut suç organizasyonunun tamamen deşifre edildiği, firardaki 9 şüphelinin ise yakalanmasına çalışıldığı bildirildi. Balıkesir Emniyet Müdürlüğü'ndeki sorgulamaları tamamlanan Hakan Ş.'nin liderliğindeki suç örgütünün 18 üyesi, "Suç işlemek için örgüt kurmak ve yönetmek, örgütün faaliyetleri kapsamında tarihi eser kaçakçılığı yapmak" iddiasıyla bugün öğleden sonra adli makamlara teslim edildi.

Balıkesir KOM Şube Müdürlüğü'nün tarihi eser kaçıkçılarına yönelik gerçekleştirdiği operasyonda, şüphelilere ait su altı kamerasıyla çekilmiş görüntüler de ele geçirildi. Marmara Denizi'nde (Balıkesir Erdek açıkları) çekildiği öğrenilen görüntülerde denizin içinde gömülü mezar ve benzeri oluşumların daha önce şebeke tarafından tespit edildiği, gerekli hazırlıklar tamamlandıktan sonra denizde kazı çalışması yaptıkları belirlendi. Balıkesir ile birlikte toplam 9 il ile ilçelerinde gerçekleşen kapsamlı operasyonla ilgili soruşturmanın devam ettiği bildirildi.

Balıkesir Kent Haber, 27.06.2008

3000 YILLIK ZENGİNLİĞİN UCU GÖRÜNDÜ





“Hisar Tepesi’nin güney yamacında başlatılan inşaat kazısında gün ışığına çıkan yeni buluntular, MÖ 3000 yıllarına dayanan Bolu tarihi hakkında bildiklerimize katkılar sağlayacak mı? Kazı, bu tepedeki ‘daha önce üstü örtülen’ tarihi dokuyu ortaya çıkarmak için adeta tarihi bir fırsat doğurdu” demiştik.

 

Sondaj kazılarının ardından yaptığımız bu haberde yer alan temennilerimiz gerçeğe dönüşmeye başladı. Hisar Tepesi’nin güney yamacında başlatılan kurtarma kazısında, antik döneme ait olduğu tahmin edilen meclis binasının kalıntıları ortaya çıkıyor. Müze Müdürü Mustafa Güneş kurtarma kazısının devam edeceğini belirtti.





Hisar Tepesi’nin güney yamacındaki belediye dükkanlarının yıkılmasından sonra bu bölgede Müze Müdürlüğü’nün başlattığı sondaj kazılarında önemli bulgular elde edilmişti. Elde edilen bulgular ışığında burada kurtarma kazıları yapılması için Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü’ne izin başvurusu yapılmıştı. Gerekli iznin çıkmasının ardından geçtiğimiz hafta başında kurtarma kazılarına başlandı.

 

Hisar Tepesi’nin güney yamacında başlatılan kurtarma kazısının ilk 5 gününde antik döneme ait olduğu tahmin edilen meclis binasının kalıntıları ortaya çıkmaya başladı. Müze Müdürü Mustafa Güneş kurtarma kazısının devam edeceğini belirtti.

 

Bilindiği gibi geçtiğimiz mart ayında Müze Müdürlüğü tarafından 15, 16, 17 ve 18 no.lu parsellerde toplam 113 adet sondaj kazısı yapılmıştı. Sondaj kazılarında ortaya çıkan Osmanlı Dönemi’ne ait olduğu tahmin edilen bir yapıya ait duvar kalıntıları ile Roma Dönemi’ne ait bir yapının mimari kalıntı izleri tespit edilmişti. Bu tespitlerden sonra sondaj çalışmalarına son vererek Ankara Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’ndan kurtarma kazısı yapılması için izin aldıklarını belirten Müze Müdür Mustafa Güneş, “Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü’nden alınan ruhsat ile kurtarma kazısını başlattık. Arkeologlardan oluşan ekibimiz ilk planda 5 gündür devam eden kazı çalışmalarımızın sonunda 6 adet oturma sırasına sahip olan Roma dönemine ait bir yapı belirlediler. Söz konusu yapının niteliği henüz tam olarak tespit edilememiştir. Kazı çalışmaları tamamlandığında yapının tümü açığa çıkarılacak ve yapının niteliği belirlenecektir. Ancak mevcut arkeolojik verilere göre bu yapının tiyatro olmadığı, antik dönemde meclis binası olarak inşa edilmiş olabileceğini düşünmekteyiz” şeklinde açıklamada bulundu.

 

Geçmişte yapılan bazı kazılarda Hisar Tepesi üstünde ve çevresinde eski dönemlere ait birçok kalıntılar çıkmıştı. Geçmişte Bolu’ya gelen seyyahlardan Mortdmann’ın, bugün kurtarma kazısına başlanan alanda Roma Dönemi’ne ait amfitiyatro olabileceğini söylediğini, Bolu tarihi ile ilgilenen uzmanlar ifade ediyor.

 

Hisar Tepesi’nin, tarihi içinde saklayan bir höyük olduğunu vurgulayan uzmanlar, “Buranın üzerine ve çevresine hiçbir zaman bina yapılmaması gerekiyordu. Maalesef geçmişteki idarecilerimizde bu tarih bilinci olmadığından, her gelen başkan burayı adeta katletmek için birbiriyle yarışmıştır” diyorlar.

Bolunun Sesi, 27.06.2008

HARPUT'TA KAZILAR TEMMUZ'DA BAŞLIYOR

 

Elazığ'ın tarihi Harput Mahallesi'nde bulunan kalede son iki yıldır yapılan kazılara bu yıl da devam edileceği bildirildi.

 

İl Kültür ve Turizm Müdürü Tahsin Öztürk, Temmuz ayı içinde bu yılki kazı çalışmalarına başlanacağını söyledi.

İl Kültür ve Turizm Müdürü Tahsin Öztürk, Harput Kalesi'nde yapılan kazılar için Kültür ve Turizm Bakanlığı'ndan izin alınması gerektiğini belirterek, "Biz bu kazıları yapabilmek için her yıl Bakanlığımızdan izin alıyoruz. Bu yıl yapılması planlanan kazılara başlanması için Bakanlığa yaptığımız başvuru kabul edildi. Kazıların süresinin uzatılması talebimiz de olumlu görüş aldı. Temmuz ayı içinde bu yılki kazı çalışmalarına başlanacak. Kazıları yapacak olan ekip ve teknik elemanlar da belirlenecek" dedi.

 

Tarihin izlerinin günümüze ulaştırılması, o dönemlerde yaşanan uygarlık ve kullanılan eşyaların belirlenmesi adına yapılan kazılarda bugüne kadar önemli bilgi ve bulgulara ulaşıldığını belirten Öztürk, şöyle devam etti: "Bu tür kazılar geçmişin aydınlatılmasına ve o dönemlerle ilgili olarak çok detaylı bilgilere ulaşılmasına imkan veriyor. Harput Kalesi'nde yaptığımız çalışmalarda ortaya çıkardığımız eserlerin bir bölümünü ilimizdeki müzede sergileyecek, taşınacak olanları da kale içinde muhafazaya alarak ziyarete açacağız."

Elazığ Kent Haber, 27.06.2008

ATATÜRK HEYKELİ RESTORE EDİLECEK

 

 

Büyükşehir Belediyesi, Kocaeli’nin tarihi mirasını koruyup sahip çıkmaya devam ediyor. Büyükşehir şimdi de Cumhuriyetin 10. yıldönümünü kutlamaları çerçevesinde inşa edilen ve 75 yıldır bakımı yapılmayan Atatürk Heykeli’ne el attı. Oldukça yıpranan anlamlı heykel yapılacak olan restorasyon çalışmasıyla kimliğine yakışır bir hal alacak.


Aslına uygun olarak gerçekleştirilecek olan restorasyon çalışmaları Kocaeli Büyükşehir Belediyesi İmar ve Şehircilik Daire Başkanlığına bağlı Tarihi Mekanlar ve Kent Estetiği Şube Müdürlüğü tarafından yürütülüyor.


Heykeltıraş Nejat Sıral tarafından yapılan anıt heykel için Kocaeli Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’ndan gerekli izinler alındıktan sonra çalışmalara başlandı. Büyükşehir Belediyesi, İstanbul Restorasyon ve Konservasyon Merkez Laboratuarı Müdürlüğü’nden de görüş alınıp, anıt heykelin doğallığını bozmadan restore edilecek.


Kentin ilk heykeli olan Atatürk Anıt Heykeli için yapılan restore çalışmalarında, bronzdan yapılmış heykeldeki aşınmalar giderilecek. Atatürk’ün İzmit’te yapmış olduğu konuşmalardan bir bölümünün yer aldığı kaidenin yüzey temizlenmesi yapılacak. Çürümüş derz dolguları yenilenerek, yazılar elden geçirilecek. Mimar Burhan Arif Bey’in, yer seçimi ve ilk planlamasını yaptığı anıtta, ayrıca çevre düzenlemesi yapılacak.

Özgür Kocaeli, 27.06.2008

TARİHİ İSTANBUL KAPI BAKIMA MUHTAÇ





Erzurum'un en önemli tarihi mekanlarından biri olan İstanbul Kapı, başıboş kişilerin mekanı haline gelirken, konuyla ilgili duyarsızlık vatandaşın tepkisine yol açıyor. Çöp yığınları ve şişe kırıklarıyla gündeme gelen tarihi İstanbul Kapı konusundaki ilgisizlik tepki topluyor.


Erzurum'un tarihi kapıları da düşmanın istilasına karşı kahramanca direnmesine rağmen, ilgisizlik ve gecekondu yağmasına daha fazla direnemeyip teslim oldu.


Ahmet Hamdi Tanpınar, Erzurum için 'dört kapılı şehir' diyor, meşhur 'Beş Şehir'inde. Eski çağlarda ve Ortaçağ ile Osmanlı İmparatorluğu'nun son dönemlerinde Erzurum'u düşman işgaline karşı koruyan surlar toprak tabyalar ile şehre 4 ana yönden giriş ve çıkışları sağlayan kapılar, tarih boyunca düşman yağmasından korunmasına rağmen, çarpık yapılaşmadan kendisini kurtaramadı. Türk tarihinde önemli bir yere sahip olan Erzurum, bünyesinde barındırdığı yüzlerce tarihi mekanın yanında kapılarıyla da tarihe ışık tutuyor. Yıllarca Anadolu'nun uç kumandanlığını yapan Erzurum'da, düşman saldırılarından korunmak amacıyla onlarca kapı yapılmış. Bu kapılar içerisinde en ünlü olan 7 kapıdan, günümüze kalan 3 tanesi ilgisizlik yüzünden yıkılıp yok olmak üzere.


Bakımsızlık ilgisizlik yüzünden şu anda sadece tarihi kalıntı görünümü veren İstanbul Kapı adeta  sarhoşların mekanı olmuş durumda. Bu konuda Yakutiye Belediyesi'nin ise hiçbir çalışma yapmaması vatandaşlarında tepkisine neden oluyor.

Konuyla ilgili duyarlılık gösterilmesini bekleyen vatandaşlar, "Tarihimiz elden gidiyor. Hiçbir değerlendirme yapılmadığı gibi adeta sarhoşlar ilgisizlik yüzünden teşvik ediliyor. Yıllara tanıklık etmiş böylesi güzide eserlerin yaşatılması için bizler elimizden gelen gayreti gösteririz. Yeterki bu fedakarlık bizden istensin. Bu eserin yanına park yapılmakla eseri koruyamazlar. Bir zamanlar tavşanlara yataklık edilen bu eser şimdilerde ise ayyaşların mekanı haline getirildi. Bu konuda Kültür Turizm Müdürlüğümüzün de bir çalışma yapmaması bizleri üzüyor. Turizm haftasında afişler asarak turizm canlandırmaya çalışıyorlar. Oysaki böylesi eserler elden gidiyor. bir an önce gereken çalışmalar yapılmalıdır. Erzurum'un en önemli tarihi mekanlarından biri olan İstanbul Kapı, başıboş kişilerin mekanı haline gelirken, konuyla ilgili duyarsızlık vatandaşın tepkisine yol açıyor. Çöp yığınları ve şişe kırıklarıyla gündeme gelen tarihi İstanbul Kapı konusundaki ilgisizlik tepkiyle karşılanıyor. İstanbul kapı Erzurum'un en önemli tarihi mekanları arasında yer alırken, başıboş kişiler burada her türlü olumsuzlukların yaşanmasına neden oluyor. Tarihi bir yer böylesine ilkelliklere sahne olmamalıdır. Özellikle akşam saatlerinde bu mekanda her türlü olumsuzluğa tanık oluyoruz."  diye konuştular.

Belediyelerin konuyla ilgili duyarlı olmasını isteyen vatandaşlar, " Böylesine ilkel görüntülerin yaşanmasına anlam veremiyoruz.  Tarihi mekanlar, olumsuz olayların yaşandığı yerler olmamalıdır. Çevre sakinleri olarak bizler bu konudan oldukça rahatsızız. Sorunun aşılması noktasında duyarlılık bekliyoruz. Tarihi mekanlar böylesine ilkelliklerin yaşandığı mekanlar olmamalıdır. Belediyeler ve tarihi eserlerin restorasyonu ile ilgili kurumlar bu konuda duyarlılık göstermelidir. Ata yadigarı eserler, böyle olumsuzluklarla gündeme gelmemelidir" dedi.

Erzurum Gazetesi, 27.06.2008

HARABELERDE HAYVAN OTLATILIYOR

 

En eski tarihi MÖ 5 bin yıllarına kadar uzanan ve 4 yıl önce turizme açılan Ani Harabeleri'nde köylüler hayvan otlatıyor.

 

Kars'ın en önemli turizm merkezlerinden olan, her yıl yerli ve yabancı binlerce turistin ziyaret ettiği Türkiye-Ermenistan sınırındaki Ani Harabeleri'nde hayvan otlatılması ilginç görüntüler oluşturdu.

Kars'a 42 kilometre uzaklıktaki Ocaklı Köyü sınırları içerisinde yer alan Ani Ören Yeri Türkiye-Ermenistan sınırını ayıran Arpaçay Nehri'nin batı yakasında Türkiye sınırları içerisinde volkanik bir tüf tabakası üzerine kurulmuş bir ortaçağ şehridir. Ören yeri Anadolu'ya İpek Yolu üzerinden girişte ilk konaklama merkezi olduğundan aynı zamanda bir ticaret merkezidir. Antik kentin zenginliği de buradan gelmektedir. Ören yerinin en eski tarihi MÖ 5 bin yıllarına kadar uzanmaktadır. Tarih öncesi dönemde ören yerindeki yerleşim Bostanlar Deresi olarak bilinen vadideki volkanik oluşumlu mağaralardan oluşmuştur. Bugünkü ören yerini oluşturan iç kale MS 4. yüzyılda Kars'a ismini veren Karsak'lılar tarafından yaptırılmıştır. Ören yerinin dış cephe surları Bagratlı Kralı Aşot tarafından MS 964 yılında yaptırılmaya başlanmış daha sonra Kral 3. Sembat 978 yılında 2. takviye sur sistemini yaptırmış 1064 yılında Selçuklu Sultanı Alparslan'ın Ani'yi fethetmesinden sonra Ani beyi olan Ebul Menucehr, 1064-1072 arasında 3. sur sistemini yaptırmıştır. Kale surları deve tüyü ve siyah renkli tüf taşından yer yer iki ve üç sıra halinde Horasan harcı ile yapılmıştır. Kurulduğu arazi üzerine uyumu sağlamak amacıyla üçgenimsi bir şekilde inşa edilen surların yedi giriş kapısı mevcut olup bu kapıların en önemlileri Aslanlı Kapı, Kars Kapısı, Sarnıçlı Kapılardır. Şehrin surları uzun kuşatmalara dayanıklı hale getirmek için surlar arasına yapılan destekleme kuleleri aynı zamanda erzak ve tahıl deposu olarak kullanılmıştır.

 

Arazinin eğimine göre yer yer beş metre yüksekliğe kadar oluşan surların dış cephelerinde haç motifleri, aslan ve yılan kabartmalı rölyefler, çini süslemeler mevcuttur. Ören yerinin ana giriş kapısı olan aslanlı kapı iki büyük giriş kapısından oluşmaktadır. Aslanlı kapının bulunduğu surların Doğu yanındaki burç üzerinde Selçuklu Sultanı Alparslan'ın şehri 1064 yılında fethetmesini belgeleyen dört satırlık Kufi İslami Kitabe mevcuttur. 

Ani Harabelerinde ilk yerleşme MÖ 5000-3000 yıllarında Kalkolitik Çağ'da başlar.
MÖ 3000-2000 Eski Tunç Devri yerleşmesi,
MÖ 2000'de Demir Çağı'nda Hurri yerleşmesi,
MÖ 900-700 yılları arasında Urartu Devleti yerleşmesi,
MÖ 650 yıllarında Kimmer Hakimiyeti,
MÖ 626-149 Saka Türkleri (İskit) hakimiyeti,
MÖ 350-300 yıllarında şehir eski Oğuz Boylarından Arsaklıların Kamsarakan soyundan Karampart tarafından yeniden kurulmuştur,
MS 430-646 yılları arasında Sassani Hakimiyeti,
MS 646 yılında Halife Hz. Ömer devrinde Anı ve çevresi Arapların eline geçmiştir,
MS 732 yılında Bağratlı Beyliği egemenliğine geçmiştir,
MS 966 yılında Bağratlı 3. Aşot tarafından şehir surları yaptırılarak Anı Krallık Merkezi olmuştur,
MS 1045 yılında şehir Bizanslıların eline geçmiştir,
MS 1064 yılında Selçuklu Sultanı Alparslan tarafından şehir alınarak Şeddat Oğulları Beyliğine verilmiştir,
MS 1199 yılında Anı Gürcü Atabeylerin eline geçmiştir,
MS 1226 yılında Harzemşah Devleti'ne tabi olmuştur,
MS 1235 yılında Moğol İstilasına uğrayarak şehir tahrip edilmiş ve sonra eyalet merkezi olmuştur,

MS 1339-1344 yılları arasında İlhanlılar egemenliğine geçmiştir,
MS 1406-1467 yılları arasında Karakoyunlu Devleti hakimiyeti altına girmiştir,
MS 1467-1516 Akkoyunlular Devleti Hakimiyeti,
MS 1516-1534 yılları arasında Afşar Türkleri hakimiyeti,
MS 1534 yılında Osmanlı İmparatorluğu topraklarına katılmıştır,
MS 1878 yılında Ruslar tarafından istila ile 40 yıl Anavatandan ayrı kalmıştır,
MS. 1921 yılında İstiklal Harbi sırasında Ruslardan geri alınmıştır.

Kars Kent Haber, 27.06.2008

DANIŞTAY'DAN FOUR SEASONS İTİRAZINA RET

 

İstanbul Sultanahmet’te, Bizans-Osmanlı kalıntıları üzerine yapılan Four Seasons Otel ek inşaatının yürütmesini durduran Danıştay, karara yapılan itirazı da reddetti.

 

 

Yürütmeyi durdurma kararına Kültür ve Turizm Bakanlığı ile İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin itiraz ettiği öğrenildi.


Milliyet’in, tarihi kalıntılar üzerine yükselen ek otel inşaatını kamuoyunun gündemine taşımasının ardından, TMMOB Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi’nin başvurusunu değerlendiren Danıştay 6. Daire, kritik bir karara imza attı. Daire, 14 Mart 2008’de, ek inşaatların yapılmasına olanak sağlayan, Kültür ve Turizm Bakanlığı’nca onaylanan planlarla ilgili olarak “yürütmeyi durdurma” kararı verdi. 

Alınan bilgiye göre, 22 Eylül 2005’te projeye onay veren Kültür ve Turizm Bakanlığı ile İstanbul Büyükşehir Belediyesi, bu karara itiraz etti. Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu, dün söz konusu itirazı görüştü. Kurul, Four Seasons Otel’in ek inşaatının yapıldığı Sultanahmet bölgesi yönünden itirazı reddetti. Kurul, Süleymaniye bölgesi için hazırlanan imar planlarının üzerindeki yürütmeyi durdurma kararını ise usul yönünden bozdu. Kurul, 6. Daire’den bu bölgeye ilişkin planları yeniden incelemesini istedi.


Karara göre, Danıştay davayı esastan karara bağlayana kadar Four Seasons Otel’in söz konusu alanda inşaat çalışması yapmaması gerekiyor.

Milliyet, 26.06.2008



TARİHİ ESERLER
KADERLERİNE TERK EDİLDİ

 

  

 

Mersin'in Mut İlçesi'ne bağlı Yalnızcabağ Köyü'ndeki tarihi eserlerin kimse ilgilenmediği için kaderlerine terk edildiği bildirildi.

 

Köy muhtarı Mahmut Şevket Yılmaz, Değirmenlik mevkiindeki lahit ve tarihi kalıntıların yok olmakla karşı karşıya kaldığını belirterek, "8 yıldır müracaat etmediğim yer kalmadı ama bir çözüm bulan yok" dedi.

 

Son olarak Mersin Kültür ve Turizm Müdürlüğü'ne başvurduğunu anlatan Yılmaz, "Gelen heyet tarihi eserleri inceledikten sonra 'biz bir şey yapamayız vakıflara müracaat et' dediler. Ben de çaresiz kaldım. Harabeye dönen tarihi eserler zamanla define avcıların yağmasına uğramış ve yok olma derecesine geldi" diye konuştu.

Mersin Kent Haber, 27.06.2008

EN İLKEL DÖRT AYAKLININ FOSİLİ BULUNDU

 

Letonya’da, dünya tarihindeki en ilkel dört ayaklının fosili bulundu. Nature dergisinde yayımlanan araştırma raporunda, ‘Ventastega curonica’ adıyla bilinen, bundan 365 milyon yıl önce suda yaşayan dört ayaklının kafatası, omuzları ve leğen kemiğinin bir bölümünün bulunduğu belirtildi. Raporda, 1 ya da 1.2 metre uzunluğunda olduğu sanılan, vahşi görünümlü dört ayaklının, bu dönemde sığ ve hafif tuzlu sularda yaşadığı ve balıklarla beslendiğinin sanıldığı bildirildi. Bilim insanları, hayvanın kısa bacaklara ve parmaklara sahip olduğu tahmininde bulunurken, İsveç’teki Uppsala Üniversitesi evrim biyolojisi bölümünde görevli profesör ve raporun yazarı Per Ahlberg, uzaktan bakıldığında küçük bir timsaha benzeyen hayvanın sırtında yüzgeç bulunduğunu söyledi. Hayvanın, ilk dinozorlardan 100 milyon önce yaşadığı da hatırlatıldı.


Evrimde ‘çıkmaz sokak’ olarak görülen ve tetrapod familyasının soyu tükenen bir türü olduğu sanılan Ventastega fosilinin, balıkların karada yürüyen gelişmiş hayvanlara dönüşmesinin daha iyi anlaşılmasını sağlayacağı ifade ediliyor.

Evrensel, 26.06.2008

MISIR'DA 'KUTSAL ŞARAP' FABRİKASI BULUNDU

Arkeologların bildirdiğine göre Mısır’da bulunan iki üzüm presi, bu bölgede bilinen en eski şarap üretimi olma özelliğine sahip. Üretilen bu kutsal şarabın ise o dönemde Mısır dışında yaşayan Hıristiyanlara ihraç edildiği düşünülüyor. 

 

Sina Yarımadası’nda, MS 6. yüzyılda inşa edilmiş olan St. Catherine Manastırı yakınlarında bulunan iki üzüm presinin yanlarına büyük haçlar işlenmiş. İlk presin bulunmasında haftalar sonra 100 m uzaklıkta, kireçtaşı duvarlara sahip, ilkinin tıpatıp aynısı bir başka pres daha bulunması üzerine araştırma başkanı Tarek El-Naggar, 1400 yıl önce bir şarap üretim merkezi olduğu düşünülen bu bölgede başka presler de bulunabileceğini açıkladı. 

 

Şu ana dek buluntular presler, bazı amfor parçaları ve üzüm çekirdekleri ile sınırlı. Her ne kadar bu denli az buluntu ile kesin bir tarihleme yapmak zor ise de, arkeologlar buluntuların MS 4 ila 6. yüzyıl arasına tarihlenebileceğini bildirmekteler. Öte yandan, presler civarında yapılan sondaj kazılarında bulunan, Roma imparatoru Valens’in (MS 364 – 378) Antakya baskısı altın sikkelerinin preslerle aynı döneme ait olup olmadığı bilinmiyor. 

National Geographic News, Haber: Andrew Bossone, 18.06.2008

YENİKAPI ARKEOLOJİK KAZI ALANI'NDAYDIK





24 Haziran 2008 Salı günü Yenikapı Marmaray ve Arkeolojik Kazı Alanı'nda gelinen son durumun incelenmesi amacıyla İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Kentsel Uygulamalar Direktörlüğü önderliğinde bir gezi düzenlendi. Yaklaşık 58.000 metrekarelik bir alanda 3,5 yıldır sürdürülen çalışmaları Arkitera Mimarlık Merkezi olarak yerinde gözlemledik. İstanbul Arkeoloji Müzeleri Müdür Yardımcısı Zeynep Kızıltan’ın eşliğinde gerçekleştirilen gezide Arkeolog Mehmet Ali Polat ve Arkeolog Metin Gökçay kazı alanı ve çalışmalar hakkında bilgi verdi.





Langa Bostanları olarak bilinen bölgede, Marmaray ve metro istasyonu inşaat çalışmaları sırasında Theodosius Limanı’nın ortaya çıkarılmasından sonra başlatılan arkeolojik kazılarda, 4,5 metre genişliğinde ve 51 metre uzunluğundaki 1.700 yıllık Konstantin Suru kalıntıları, 26 adet batık tekne, bir deniz feneri ve çeşitli dönemlere ait mimari buluntular günışığına çıkarıldı. Bu zamana kadar İstanbul’un başka bir yerinde, Konstantin Surları’na ait bir kalıntıya rastlanmamış olması açısından, Yenikapı’da gerçekleştirilen arkeolojik çalışmalar büyük önem taşıyor.

İstanbul’un 8.000 yıllık tarihini belgeleyen, Roma, Bizans ve Osmanlı dönemine ait eserlerin bir arada bulunduğu kazı alanı hakkında bilgi veren Mehmet Ali Polat, açığa çıkarılan geniş taşlık alanın İstanbul’un en eski dönemlerine ait tabakası olduğunu ve bu alanı kaplayan taşların Marmara Denizi henüz bir göl iken Bosphorus’un bir kolu tarafından buraya taşındıklarını anlattı. “Önemli bir doğa olayı sonucunda bu taşların buraya gelmiş olabileceğini düşünüyoruz. Neolitik dönemde, taşların biriktiği bu alanda, taşların bir kısmı temizlenerek, temizlenen alanda toprağın üzerine ufak bir yerleşim kurulmuş.” Burada, MÖ 6000 yıllarına ait mimari kalıntılara rastladıklarını belirten Polat, deniz yükseldikten sonra sular altında kalan Neolitik Dönem eserlerinin üzerini zamanla kum tabakasının örttüğünü ifade etti. “Alanda bulduğumuz malzemelere bakarak, yaklaşık 3000 sene önce, Demir Çağı döneminde suların geri çekildiğini tahmin ediyoruz. -6 m kotunda bütün alana yayılmış Demir Çağı buluntuları ortaya çıkardık. Bu bölgede denizciliğin Demir Çağı döneminde başlamış olabileceğini düşünüyoruz. Roma Dönemi’nden sonra su seviyesinde belirgin bir yükselme olmuş ve 4. yüzyıldan itibaren Bizans Dönemi’nde bu bölge liman olarak kullanılmaya başlanmış.”





-7 metre kotunda sürdürülen çalışmalarda, Fore kazıklar yardımıyla alanda su çıkması engellenmiş. Diğer yandan henüz konservasyon işlemleri için yerinden kaldırılmamış gemi buluntuları, düzenli olarak yağmurlama sistemiyle ıslatılıyor ve üzerlerini örten çadırların içerisi sürekli nemli tutuluyor. Çıkarılan gemiler ise, parçalarına ayrılarak havuzlara yerleştiriliyor, arşivleniyor ve daha sonra kamyonlara yüklenerek konservasyonu yapılmak üzere Bodrum Sualtı Arkeoloji Enstitüsü’ne (INA) veya İstanbul Üniversitesi’ne götürülüyor. Gemi havuzlarının hemen yanında biriktirilmiş, kazı alanından çıkarılan Osmanlı Dönemi’ne ait yol taşlarını gösteren Metin Gökçay, 16. – 17. yüzyıla ait bu taşların metro istasyonu yapıldıktan sonra, istasyonun içinde insanların üzerinde gezebilecekleri şekilde yere döşenmesini önerdiklerini söyledi.

Üstlerinde açılan deliklere halatlar bağlanarak yerine taşınan rıhtım taşlarıyla inşa edilmiş mendireğin üzerinden geçerek vardığımız Yüzada Bölgesi’nde ise tarihi sur kalıntıları arasına atılmış çöpler dikkatimizi çekti. Gökçay, çevrede yaşayan insanlar tarafından atılan bu çöpleri sürekli temizlettiklerini ancak başa çıkamadıklarını söylüyor. Yüzada Bölgesi, 4. yüzyıldan itibaren kullanılan limanın bitiş noktasında bulunan mendireğin ve bu mendireğin üzerinden geçen Konstantin ve Theodosius Surları’nın bir arada bulunduğunu bir düğüm noktası olarak tanımlanabilir.





“Bizim burada yaptığımız kazılardaki en önemli buluntularımızdan biri, Theodosius Suru’yla paralel inşa edilmiş Konstantin Suru’nun başlangıç noktasıdır. Mendirekle sur arasında bir kanal var. Daha sonra Theodosius Limanı yapıldığında, limanla deniz arasında su sirkülasyonunu sağlayan bu kanal kapanmış,” diyen Metin Gökçay 51,5 metre uzunluğa ulaştığı tespit ettikleri Konstantin Suru civarında inşa edilmiş depoları, 4 odadan oluşan Hipoje’nin ve surun içerisine inşa edilmiş mezar odasının yerlerini gösterdi. Bu surların altından geçen ve kuzeydoğu yönünden gelerek denize doğru inen gizli bir geçit bulduklarını anlatan Gökçay, bu geçidin içerisinden 16 tane yağ kandili çıkardıklarını anlattı.





Gezinin sonunda, üç buçuk sene önce Yüzada Bölgesi’nde kazı çalışmalarına başladıklarını, fakat DLH'nin, surların korunmasına karar verilmesi üzerine kazıyı durdurmasından sonra bölgede hiçbir çalışma yapılmadığına dikkat çeken Metin Gökçay, bu süre boyunca, üzerlerindeki basınç kalktığı için duvarlarda oluşan ve giderek genişleyen çatlakları gösterdi. “Bir iki sene sonra, koruyamadığımız bu yapıları slayt gösterilerinden anlatacağız muhtemelen!”

Arkitera, Yazı: Zeynep Güney, Fotoğraflar: Arkitera Mimarlık Merkezi, 26.06.2008

DEFİNE MERAKI ÖLDÜRÜYORDU

 

Antalya'nın İbradı İlçesi'nde define bulmak için Oruç Düdeni'ne inen bir işçi düşerek ağır yaralandı.

 

Edinilen bilgiye göre Ormana beldesine bağlı Oruç Düdeni'nde arkadaşları ile birlikte define aramaya giden İ.D. (28), 60 metre yükseklikten ip ile uçuruma inmeye çalışırken aşağıya düşerek uçurumda mahsur kaldı.

 

Yaralanan genç adam, İl Sivil Savunma, itfaiye ve jandarma ekiplerinin yaklaşık 4 saatlik bir çalışmasının ardından aşağıya sarkıtılan çelik halata bağlanarak kurtarıldı.

 

Olay yerine gelen 112 ambulansının müdahale ettiği İ.D.'nin hayati tehlikesinin bulunmadığı öğrenildi.

Antalya Kent Haber, 26.06.2008

TELL TAYİNAT HÖYÜĞÜ KAZILARI YENİDEN BAŞLADI

 

Hatay'ın Reyhanlı İlçesi'ndeki İlk Tunç Çağı'na ait izler bulunan Tell Tayinat Höyüğü'ndeki kazı çalışmaları yeniden başladı.

Toronto Üniversitesi'nden Prof.Dr. Timothy P. Harrison başkanlığındaki kazı ekibinde ABD, İngiltere, İtalyan ve Türkiye'den arkeologlardan oluşan toplam 35 kişi yer alıyor.

Reyhanlı- Antakya karayolunun 20'nci kilometresindeki Tell Tayinat Höyüğü'nde ilk kazı çalışmasına 2004'te başladıklarını belirten ekip başkanı Prof.Dr. Timothy P. Harrison, temmuz ayı sonuna kadar sürecek çalışmada Genç Hitit Dönemi'nin araştırılacağını söyledi.

Timothy P. Harrison, çalışmalarda insanlık tarihi için çok önemli olan bu çağda nelerin yapıldığının araştırılacağının ve yazıtlarının bulunacağına inandığını ifade etti.

Prof.Dr. Harrison, Hatay'ın büyük bir ülke krallığı olduğunu, Hatay, Suriye'nin Hama kente ile Gaziantep'in İslahiye İlçesi'ni de kapsayan alana Taita adlı kralın hükmettiğini, ülkesinin başkentinin de Tell Tayinat Höyüğü olduğunu kaydetti.

Prof.Dr. Harrison, büyük sarayların ve krallar için heykellerin yapıldığı bu dönemde MÖ 1200- 900 yıllarına ait olduğunu sözlerine ekledi. Bölgedeki kazılar, temmuz ayı sonuna kadar sürecek.

Cnn Türk, 26.06.2008

KNIDOS'DA 'ARKEOLOJİK SKANDAL'LAR

 

Anadolu’nun en “Ege”li kenti

Antik dünyamızda kuşun uçtuğu, ama kervanın kesinlikle geç(e)mediği, masalsı bir kenttir Knidos... Üç yanı, iç içe girdiği deniz; kalan yanı ise Anadolu’nun, Anadolu’ya en uzak köşesindeki dağlar, koylar, vadiler... Gökova Körfezi’nde yatla gezinenler, açık denizin dev dalgalarına aldırmadan Datça Yarımadası’ndan güneye inmeye cesaret edebilirlerse, antik Karya’nın, bu bilim, felsefe ve kültür merkezine uğrama olanağını da bulabiliyorlar.

Kayalık tepeciklerin arkasındaki sakin limanları çevreleyen kalıntılara hayretle bakanlar ise broşürlerdeki şu bilgilere daha da şaşırıyorlar: “Astronomi ve matematik bilimcisi Eudoksus, doktor Euryphon, ünlü ressam Polygnotos ve dünyanın yedi harikasından biri sayılan İskenderiye Feneri’nin mimarı Sostratos burada yaşadı...”

Knidos MÖ 7. yy’da, şimdiki Datça’nın yanı başındaki Burgaz’da kurulmuş. Olasılıkla depremlerde yıkılınca, MÖ 4. yy’da da yarımadanın ucundaki Tekir Burnu’na taşınmış.

O çağdaki 2. büyük tıp merkezinin Knidos’ta olması; Eudoksus’un keşfettiği ve mevsimleri bile gösteren dünyanın “ilk güneş saati”ne sahip olması; “şarap”larının tüm Akdeniz’de tanınması; kervan geçemese bile mimarlık ve sanat tarihi ustalarının bu kent-le buluşmalarında yeterli nedenler değil midir?

Nitekim eğer bu eşsiz zenginlikteki Knidos’la tanışmakta inatçıysanız, Mavi Yolculuk’ta Bodrum-Göcek arasını yeğleyen gözüpek “denizci”lerden biri olmanız, elbette ki artık tek seçenek değil...

Marmaris tepelerinin sırtlarından sonra “Balıkaşıran”dan geçen dağ yoluyla Datça’ya ulaşmalı; yarımadanın ucuna doğru tekrar dağlara tırmanıp yeniden kıyıya inen dar “yolun sonu”na varmalısınız...

‘Çıplak’ Afrodit yok!

Knidos işte böylesi “gözden ırak” konumundan ötürü, antik zenginliklerimize göz koyan korsanların da öteden beri ilgi odağı... Daha 19. yy’da Akropol’deki büyük tiyatronun mermer taşlarını gemilere yükleyip götürmüşler.

İki limana hakim bir tepede bulunan Afrodit Tapınağı’ndaki dillere destan “Afrodit Heykeli” de yerinde yok! Praksiteles’in yaptığı heykel, özellikle “ıplak” olmasından ötürü bir “ilk”... Sadece gerdanları ile bir göğüsleri açık olan diğer tüm tanrıça heykelleri arasında, bu özelliğiyle “efsane”leşmesi, Knidosluların ne denli “ilerici” olduklarının da kanıtı...

Kentin yoksullaşmaya başladığı dönemde, heykeli satın almak isteyen Bitinya Kralı’nın ‘büyük para’ önerisini geri çevirmeleri ise ‘ilerici Knidoslular’ın ne denli “onurlu” olduklarını da gösteriyor...

Tarih hırsızları

İşte böylesi destanlaşan bir uygarlıktan günümüze ulaşabilen mimarlık ve sanat tarihi belgelerinin özellikle son yıllarda başlarına gelenler de Knidos’un gündeminden eksik olmuyor...

1991’de, ören yerinde turist gibi kalan bir gazetecinin, kazı görevlilerinin eski eser hırsızlarına göz yumduklarını bildirmesi yıllarca tartışılmıştı. Dahası, 99’da da tam 500 kg, yani “yarım ton”luk bir sunak, adeta yok olmuştu!

Ancak vinçlerle kaldırılıp bir kamyona belki konabilecek ya da açıkta demirleyen büyük bir tekneye henüz bilinmeyen bir teknoloji ile belki taşınabilecek böylesi büyük bir eserin nasıl da “kimsenin haberi olmadan” (!) alınıp götürüldüğü; karadan taşınsa bile koca parçanın o dar yollardan ve yine “kimse görmeden” (!) nasıl geçirildiği hala tam bir “muamma”...

Müzenin saptadıkları

Aynı ölçekte olmasa bile benzer muammaların son yıllarda da yaşandığını gözleyen Marmaris Müze Müdürlüğü, arkeolojik kazı alanlarında olmaması gereken bazı “garip”likler saptayınca, konuyu 2002’den itibaren bakanlığa rapor etmeye başladı.

2007’deki müfettiş “soruşturma”sı üzerine Knidos’taki arkeolojik kazılar 2008’de durdurularak 20 yıllık kazı başkanı “yeniden” görevden uzaklaştırıldı; çünkü aynı hoca için önceki yıllarda da benzer karar alınmış, ancak “tartışmalı durum”ların bir daha yaşanmaması koşulu ile tekrar görevlendirme yapılmıştı.

Bu durumların ne olduğu ise müze raporlarında özetle şöyle yer alıyor:

- Helenistik Stoa’nın, proje onaylanmadan ve Koruma Kurulu kararı da olmadan 2004’te gerçekleştirilen restorasyonla “ayağa kaldırılan” antik sütunları, 2 ay sonra devrilerek “parçalanmış”... 2006’daki ikinci restorasyonda ise çökme ve yıkılmalar nedeniyle tüm mimari elemanlar unufak olmuş...

- “Kazı deposu”nda 2007’de yapılan tespitlerde, aslında müzeye teslim edilmeleri zorunlu olan nitelikli parçalar bulunmuş; metal olanların çürüdükleri, diğerlerinin de bakımsızlıktan bozuldukları görülmüş. Kazı başkanı bunlarla ilgilenmediği gibi, Knidos gibi zengin bir kazı alanından müzeye teslim edilenlerin sayısı ise yılda ortalama 4’ü geçmiyor!

- 2006’daki antik tiyatro çalışmalarında, yasaya aykırı “iş makinesi” ile kazı yapılarak tiyatronun “taht”ı ile sıraları tahrip edilmiş...

- Kazı alanı sahipsiz ve denetimsiz bırakıldığından, mimari parçalar, ziyaretçiler tarafından alınıp götürülmekte… Geçen yıl bir otomobilde bagaj dolusu eserin yakalanması, kazı işçilerinin rastlantı sonucu görmeleri üzerine gerçekleşmiş.

- Her türlü tekne antik limana demirle(yebil)mekte; Yazı Köyü’ne ait kıyıdaki “ruhsatsız” lokanta, “tarihe ilgilerinin kültürel amaçlı olmadığı izlenimini verenler” için bile gece boyunca açık tutulmakta...

Marmaris Müzesi Müdürü Neşe Kırdemir, bu başıboşluğun giderilmesi için önceki yıllarda alınan Koruma Kurulu kararlarının uygulanmadığından yakınarak diyor ki: “Bütün bunların sorumlusu olduğu için görevden alınan kazı başkanı Prof.Dr. Ramazan Özgan, bakanlık adına kayıtlı demirbaşları bile teslim etmediği gibi, hala aynı göreve dönmek için de çok ısrarlı; acaba neden?..”

Cumhuriyet, Yazı: Oktay Ekinci, 26.06.2008

GÜZELYURT, PERİ BACALARI'NIN YILDIZI OLACAK

 

 

Güzelyurt Belediye Başkanı Kudret Özeş, ilçenin turizmde parlayan yıldız olacağını söyledi.

Özeş yaptığı açıklamada, Peri Bacaları bölgesi içerisinde tarihi, turistik ve doğa turizminin bütün özelliklerini bünyesinde toplamış bir yerleşim yeri olan Güzelyurt'un, tüm bu özelliklerine rağmen kendini yeteri kadar gösteremediğini söyledi.


Güzelyurt'un Peri Bacaları'nın önemli parçalarından biri olduğunu belirten Özeş, 'Yer altı şehirleri, kaya oyma yapıları, tarihi evleri, kiliseleri, Manastır Vadisi, Ihlara Vadisi ve Selime Katedrali ile zengin bir turizm potansiyeline sahibiz. Tüm bu değerler, Peri Bacaları'nın önemli parçaları' dedi.
Güzelyurt'ta son yıllarda hızlı bir değişim yaşandığını ve turizme hazırlandıklarını anlatan Özeş, şunları kaydetti:


'Güzelyurt'ta tarihi bir değişim yaşanıyor. Güzelyurt kentsel bir sit alanıdır. Bu tarihi yerleşim yerinin dokusunu bozmadan altyapı hizmetlerinizi yapıyoruz. Sokak sağlıklaştırması kapsamında 25 bin metrekare doğal taş döşedik. Artık yerli ve yabancı bir turist Güzelyurt'u gezerken, tarihi dokunun havasını teneffüs ediyor. Güzelyurt'un kanayan yarası olarak gördüğümüz kanalizasyona da çözüm getirdik ve göletin dışına çıkardık. Temiz bir gölete sahibiz. Ayrıca Güzelyurt'ta tarihi Gelveri evlerinin inşa edileceği bir kooperatif çalışması başlattık.'


Güzelyurt'un geçmişte bölgenin önde gelen yerleşim yerlerinden biri olduğunu belirten Özeş, göreve geldiklerinde göç veren Güzelyurt'un, bugün göç aldığını ve turizme yönelik yatırımlarla yeniden canlandığını, ilçenin turizmde parlayan yıldız olacağını sözlerine ekledi.

Merhaba Gazetesi, 26.06.2008

MECİDİYE TABYASI, TARİH MÜZESİ OLUYOR

 

 

Osmanlı-Rus Harbi'nde adeta bir destanın yazıldığı Mecidiye Tabyası'nın, Erzurum Tarih Müzesi haline getirilmesi yönündeki hazırlık çalışmalarının devam ettiği öğrenildi.

 

Tahir Müzesi'nin oluşturulması için Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından bir komisyon oluşturulduğu bildirilirken, komisyonda Ankara Üniversitesi Prof.Dr. Nusret Can, Atatürk Üniversitesi'nden Prof.Dr. Hamza Gündoğdu, Selçuk Üniversitesi'nden Haşim Karpuz, Kültür ve Turizm Bakanlığı Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü'nden Hasan Mutlu ve Türk Tarih Kurumu'ndan bir üyenin görev aldığı kaydedildi.

Mecidiye Tabyası'nın Tarih Müzesi haline getirilmesi için hazırlanan projenin tamamlandığı öğrenilirken, projeye göre binanın iç ve dış düzenlemesi ile seksiyonlar birlikte yapılacak. 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı (93 Harbi)'nin görsel tarihi materyallerle anlatılacağı tarih müzesinde, döneme ait savaş aletleri de teşhir edilecek.


Atatürk Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr. Hamza Gündoğdu, Mecidiye Tabyası'nın, 93 Harbi'nde üstlendiği misyon itibariyle büyük önem taşıdığını belirterek, savaşın cereyan ettiği bu alanın tarih müzesi haline getirilecek olmasının Erzurum için çok faydalı bir adım olacağını kaydetti.

Erzurum'un uzun yıllardan beri böyle bir tarih müzesine ihtiyaç duyduğuna dikkati çeken Gündoğdu, tarih müzesiyle ilgili olarak yürütülen hazırlık çalışmalarının büyük ölçüde tamamlandığını anlattı.


Gündoğdu, "Mecidiye Tabyası, kahramanlık destanlarının yazıldığı bir mekandır ve Erzurum için büyük bir önem taşımaktadır. Bu mekanın tarih müzesi haline getirilecek ve savaşın yaşandığı döneme ait görsellerin, materyallerin burada insanlarla paylaşılacak olması şimdiden heyecan vermeye başlamıştır. Bu müze sayesinde hem tarihi geçmişimize dair çok daha somut bilgiler edinmiş olacağız, hem de ilimizdeki müzecilik faaliyetlerine güç kazandıracağız" diye konuştu.

Erzurum Gazetesi, 26.06.2008

NEDİME HANIM TÜRBESİ RESTORE EDİLİYOR

 

Çanakkale'de 3 yıldan bu yana bakımsızlıktan harabeye dönen Tatarlar Camii olarak bilinen Kayserili Ahmet Paşa Camii'nin avlusunda bulunan Nedime Hanım Türbesi'ne Vakıflar Genel Müdürlüğü sahip çıktı. 

3 yıl önce meydana gelen fırtınada çerçeveleri yerinden çıkarak camları kırılan tarihi türbenin bakımsızlıktan yok olma aşamasına geldiğine dair haberlerin basında yer almasının ardından duruma el koyan Balıkesir Vakıflar Bölge Müdürlüğü, açtığı ihale ile bu yerin restorasyonunun başlamasını sağladı. 229 bin YTL’ye mal olacak restorasyon kapsamında tarihi Nedime Hanım türbesinin yanı sıra yan kesiminde bulunan Kayserili Ahmet Paşa Camii Kütüphanesinin de restore edileceğini belirten yetkililer çalışmaların 6 ayda tamamlanacağını açıkladılar.

Çanakkale Kent Haber, 25.06.2008

CİHANOĞLU CAMİİ RESTORE EDİLİYOR

 

Denizli Koçarlı'daki tarihi Cihanoğlu Camii, Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından restore ediliyor.
Miladi 1756 yılında Cihanoğulları'ndan Abdülaziz Efendi tarafından yaptırılan cami betonlaşma nedeniyle tarihi özelliğini kaybetme noktasına gelmişti. Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından betonlaşmasına sebep olanlar hakkında acılan dava yaklaşık 15 yıl sürdü. Davanın sonuçlanmasının ardından başlatılan restore çalışmaları ile 214 bin YTL harcanarak cami eski haline dönüştürülecek. 1756 tarihinde Cihanoğlu Müderris Abdülaziz Efendi tarafından yaptırılan Koçarlı Cihanoğlu Camii, 18. yüzyıl eserlerinde Türk barok mimarisinin öncülüğünü yapmış eser olarak kabul ediliyor. 3 ay içerisinde tamamlanacağı belirtilen Cihanoğlu Camii'nin tadilatın ardından yeniden ibadete açılacağı bildirildi.

Haber Ekspres, 25.06.2008

ZİL KALE'DE RESTORASYON BAŞLADI

 

Rize'nin Çamlıhemşin İlçesi'nde bulunan yaklaşık 600 yıllık tarihi Zil Kale'de restorasyon çalışması başlatıldı. Zil Kale aslına uygun olarak restore edilerek en kısa sürede hizmete açılacak.

 

Rize Kültür ve Turizm Müdürü İsmail Hocaoğlu, ''Bazı noktalar tehlike arz etmekteydi. Turistlerin kalede gezinti ve inceleme yapması zorlaşmıştı. 2008 yılında ihale ettik. Katılan sekiz firma arasında en düşük teklif veren firmaya ihaleyi verdik. 240 iş günü içinde tamamlanacak. Bu da 2009 yılı ocak ayında restorasyon çalışmasının tamamlanacağı anlamına geliyor'' dedi.

Turizm Gazetesi, 25.06.2008

ONARIM SÜRERKEN EFES'TE KONSER TEHLİKELİ OLABİLİR

 

Kazı Heyeti Başkan Vekili arkeolog Doç.Dr. Sabine Ladstaetter, antik tiyatroda bu yıl konserlere izin verilmemesinin isabetli bir karar olduğunu belirterek, "Bir kişinin yaralanması bile bizi üzer" dedi.

Efes Antik Kenti Kazı Heyeti Başkan Vekili Avusturyalı arkeolog Doç.Dr. Sabine Ladstaetter, antik tiyatroda bu yıl konserlere izin verilmemesinin isabetli bir karar olduğunu söyledi. Restorasyon çalışmaları tamamlanmadan düzenlenecek etkinliklerin tehlikeli olabileceğini vurgulayan Doç.Dr. Ladstaetter, "Şu an restorasyon çalışmaları devam ediyor. Bir kişinin yaralanması bile bizi çok üzer" dedi.

Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın 22. Uluslararası İzmir Festivali kapsamında dünyaca ünlü orkestra şefi Zubin Mehta'nın konseri için Efes Antik Tiyatrosu yerine Selçuk Celcus Kütüphanesi'ne izin verilmesi üzerine tartışma başlamıştı. Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, Kültür ve Tabiat Varlıkları 2 No'lu Bölge Kurulu'nun Efes Antik Tiyatro'da konser düzenlenmesini yasaklayan 11 Ekim 2006 tarihli yazısına dayanarak izin veremediğini açıklamıştı.

Gelişmeler üzerine konuyla ilgili görüşlerini açıklayan Efes Antik Kenti Kazı Heyeti Başkan Vekili arkeolog Doç.Dr. Sabine Ladstaetter, tiyatronun bazı bölümlerinin konser izleyicileri için tehlike arz ettiğini bildirdi. 13 yıldır görev yaptığı Efes Antik Kenti'ni çok iyi tanıyan, restorasyonun her safhasını yakından izleyen Ladstaetter, tiyatroda halen çalışmaların sürdüğünü kaydetti. Bu çalışmaları tamamlamak zorunda olduklarını kaydeden Ladstaetter, "Bizim için tiyatronun en ufak bir risk olmadan kullanıma açılması önemli" diye konuştu.

İki hafta önce Selçuk'ta tiyatro restorasyon komisyonunun toplandığını hatırlatan Doç.Dr. Sabine Ladstaetter, bu toplantıda çalışmalara hemen başlanılması ve titiz bir çalışma sonucunda kısa sürede bitirilmesi kararı alındığını belirtti.

Restorasyon çalışmasını çabuk ve en iyi şekilde yapmak istediklerini vurgulayan Efes Antik Kenti Kazı Heyeti Başkan Vekili arkeolog Doç.Dr. Sabine Ladstaetter, şunları söyledi: "Tiyatroyu bilimsel ve arkeolojik açıdan değerlendirebiliriz. Hem onarım hem etkinlik... İkisinin bir arada yürümesi çok güç. Bu çalışmalar bitmeden yeterli önlem alınması zor. Ne kadar önlem alınsa da seyirciler ve tiyatro için tehlike ortadan kalkmış sayılmaz. Onarım bittikten sonra antik tiyatro sanatsal etkinliklere açılabilir."

Yeni Asır, Haber: Ali Kayadibi, 25.06.2008

ÖDENEK SORUNU KAZIYI DURDURDU

 

Zonguldak'ta Çaycuma’ya bağlı Kadıoğlu Köyü’nde sürdürülen kazı çalışması ödeneğin bitmesi nedeniyle sona erdirildi.

 

Kadıoğlu Köyü’nde bulunan tarihi mozaiğin ortaya çıkarılması için sürdürülen kazı çalışmaları ödeneğin bitmesi nedeniyle durduruldu. İki uzmanla birlikte yedi kişilik kazı ekibi bir aylık ödeneğin bitmesi nedeniyle çalışmalara son verdi. Çalışma sonucunda insan figürlerinin yer aldığı mozaik taban döşemesi ile birlikte Roma dönemine ait olduğu tespit edilen sikke, tarihi bina kalıntıları ve işlemeli çömlek parçaları bulundu. Tahrip olmuş tarihi bina kalıntılarında sıva boyları da tespit edildi.

 

Kazı ekibinde yer alan Ereğli Müzesi arkeologlarından Ünver Göçen, kazıların devam etmesi halinde tarihi bina kalıntılarının da ortaya çıkacağını belirtti.

 

Köylüler ise bir aylık çalışmanın az olduğunu söyleyerek bu tarihi eser için yetkililerin daha fazla ödenek çıkartarak çalışmaların aralıksız devam etmesini istediler.

Değişim Gazetesi, 25.06.2008

KÜTAHYA KALESİ'NDE BURÇ ONARIMINA BAŞLANDI

 

Kültür ve Turizm Bakanlığınca, tarihi Kütahya Kalesi'nin burçlarının onarımına başlandı.

 

Kütahya Kültür ve Turizm Müdürlüğü yetkilileri, burçların onarımı amacıyla geçen yıl Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü tarafından ihale yapıldığını bildirdi.

 

Bakanlıkça sağlanan ödenekle İzmir Rölöve ve Anıtlar Müdürlüğünün restorasyona 13. burçtan başlanmasına karar verdiğini ifade eden yetkililer, kalenin kente karşı konumu dolayısıyla söz konusu burcun ilk etapta onarılacağını kaydettiler.

 

Yetkililer, bu yıl onarımının tamamlanmasının planlandığını ve ödenek aktarımına göre diğer burçların da restore edileceğini belirttiler.

Tellal Gazetesi, 25.06.2008

ŞİRKETLERE 'KÜLTÜR' AVANTAJI GELDİ

İstanbul Kültür Başkenti projesi için yapılan harcamalar vergiden düşürülebilecek. Maliye Bakanlığı’nın Resmi Gazete’de yayımlanan tebliğiyle ‘Kültür Başkenti’ projesinin finansmanı için önemli bir adım atıldı.

Tebliğe göre Kültür Başkenti projesine destek amacıyla kurulan ajansa 1 Ocak 2008’den itibaren yapılacak bağış, yardım ve sponsorluk harcamaları vergiden indirilebilecek.

Milliyet, 25.06.2008

RHODIAPOLIS ANTİK KENTİ'NDE KAZI ÇALIŞMALARI BAŞLADI

 

Kumluca İlçesi'ndeki Rhodiapolis Antik Kenti'nde bu yılki kazı çalışmaları başladı.
Akdeniz Üniversitesi (AÜ) Arkeoloji Bölüm Başkanı ve kazı başkanı Prof.Dr. Nevzat Çevik, gazetecilere yaptığı açıklamada, yaklaşık 45 gün sürecek kazı çalışmalarında, 90 kişilik ekibinin görev yapacağını söyledi.


Prof.Dr. Çevik, ''Bu yıl Rhodiapolis Antik Kenti'nde üçüncü yıl kazı çalışmalarımızı gerçekleştiriyoruz. Bu yıl geçen yıllarda yarım kalan çalışmalarımızı sürdüreceğiz. Bazı projelerimiz var. Bu projelerimize kaynak bulduğumuz takdirde Rhodiapolis Antik Kenti'ni bu yıl turizme açma imkanı da bulacağız'' dedi.


Belediye Başkanı Hüsamettin Çetinkaya da antik kentteki çalışmalarda Kumluca ve çevresinin tarihine yönelik çok önemli bilgiler elde edilebileceği ve çalışmalar tamamlandığında ilçenin turizmde hak ettiği payı alacağını ifade etti.


Çetinkaya, belediye olarak kazı çalışmalarına ellerinden gelen desteği verdiklerini, bundan sonra da vereceklerini kaydetti.


Prof.Dr. Nevzat Çevik, Kumluca Kaymakamı Abdullah Aslaner ve Belediye Başkanı Hüsamettin Çetinkaya'ya, bu yıl yapılacak kazı çalışmalarıyla ilgili bilgi verdi.

Kemer Gözcü, 25.06.2008

ERZURUM'UN ARKEOLOJİK POTANSİYELİ DEĞERLENDİRİLEMİYOR





Erzurum'un büyük bir arkeoloji potansiyeline sahip olduğu, ancak bu potansiyelin bir türlü değerlendirilemediği öne sürüldü.

 

Atatürk Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi, Prohistorya ve Önasya Arkeolojisi Anabilim Dalı Uzmanı Yrd.Doç.Dr. Mehmet Işıklı, Pasinler ve Erzurum Ovası'nın höyükler açısından hayli zengin olduğunu belirterek, "Ne çare ki, bu höyüklerde gerekli kazı ve arkeolojik incelemeyi yapamıyoruz. Bu höyükler her geçen gün tahrip oluyor, tahrip oldukça da, kentimize ait şifreler yok oluyor" dedi.

Erzurum'da tarih öncesi çağın pek iyi bilinmediğini, 1940 yılından sonra yapılan Pulur, Karas ve Güzelova'da birer sezonluk halinde kazılar yapıldığını anımsatan Işıklı, elde bulunan ilk bilgilerin bu kazılara dayandığını 1990-2000 yılları arasında Avusturya'dan gelen bir ekibin Pasinler'de kazı çalışması yaptığını kaydetti.


Erzurum'da yerleşik yaşama bundan 7 bin yıl önce geçildiğini ve uzun süreli bu yerleşim yerlerinin zamanla höyük adı verilen tepeciklere dönüştüğünü anlatan Işıklı, "Bu höyükler katman hallerde bulunmakta ve her katmanda ayrı bir yaşamın ve ayrı bir kültürün izleri bulunmaktadır. Erzurum'da Pasinler ve Ova'da 50'ye yakın höyük bulunmaktadır. Bu höyüklerde Erzurum'un şifreleri bulunmaktadır, ancak maalesef kazı yapamıyoruz" dedi.

Erzurum'da en son arkeolojik kazının 2003 yılında yapıldığına vurgu yapan Yrd.Doç.Dr. Mehmet Işıklı, söz konusu höyüklerde kazı yapmak ve Erzurum'da yerleşik yaşama geçişle ilgili olarak önemli bilgileri gün yüzüne çıkarmak için Kültür Bakanlığı'ndan izin talep ettiklerini, ancak olumlu bir yanıt alamadıklarını dile getirdi.

"Kazı çalışması yapmak için ne para, ne de pul istiyoruz. Sadece bize destek olsunlar, teşvik etsinler. Bu şehir şifrelerle dolu, bu şehir arkeolojik açıdan önemli potansiyellere sahip. Ama ne yazık ki biz bu değerlere sahip çıkamıyoruz." diye konuştu.


Bölgede birçok ilde höyüklerle ilgili olarak önemli çalışmaların yapıldığına dikkati çeken Işıklı, Erzurum'un elini çabuk tutması gerektiğini kaydetti.


Atatürk Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi, Prohistorya ve Önasya Arkeolojisi Anabilim Dalı Uzmanı Yrd. Doç.Dr. Mehmet Işıklı, "Erzurum'da ilgili ve de yetkili herkesin, bu kazıların yapılması ve höyüklerde saklı şifrelerin gün yüzüne çıkarılabilmesi için seferber olması gerekiyor. Çünkü bu şifreler gözümüzün önünde eriyor. Höyükler tahrip oluyor, izler siliniyor. Buna müsaade edilmemelidir" şeklinde konuştu.

Öte yandan geçtiğimiz günlerde Özel Atılım Üniversitesi, Boğaziçi Üniversitesi, İngiltere'den Institute of Archeometallurical Studies, Almanya Deutschel, Bergbau Bochum Üniversitesi ile enstitüler tarafından Ankara'da "Türkiye ve Doğu Akdeniz'de Antik Dönem Madenciliği" konulu bir konferans düzenlendiğini söyleyen Işıklı, konferansa kendisinin de konuşmacı olarak davet edildiğini kaydetti.


Mehmet Işıklı, konferansta, Erzurum ve bölgesindeki en erken madencilik faaliyetleri konusunda bildiri sunduğunu anlatarak, sunumun yabancı dille yapılması nedeniyle, yerli ve yabancı çok sayıda araştırmacıdan büyük ilgi gördüğünü dile getirdi.


Yrd.Doç.Dr. Işıklı, söz konusu konferansta sunulan bildirilen çok yakında kitaplaştırılacağını ve dünyanın dört bir yanındaki kütüphanelerle enstitülerde yer alacağını ifade ederek, "Bu çalışma sayesinde bölgedeki arkeolojik varlıklardan tüm dünyanın haberi olacaktır" dedi.

Erzurum Gazetesi, 25.06.2008

MONET'NİN TABLOSU SATILDI

 

Fransız ressam Claude Monet'nin nilüfer serisinden bir tablosu, yeni rekor kırarak 41 milyon sterline yani yaklaşık 80 milyon dolara satıldı.

 

Tabloyu Londra'daki bir müzayedede adı açıklanmayan bir kişiye satın aldı. Müzayede öncesinde, tablonun 18 ile 24 milyon sterlin arasında bir fiyata satılması bekleniyordu.

Monet'nin daha önce rekor kıran bir başka tablosu, Mayıs ayında 41 milyon 500 bin dolara satılmıştı.

 

1926 yılında hayatını kaybeden ünlü ressam, empresyonizmin önde gelen isimleri arasında yer almıştı.

Trt/Haber, 25.06.2008

TROIA ANTİK KENTİNDE KAZILAR BAŞLIYOR

 

Çanakkale merkeze bağlı Tevfikiye Köyü sınırları içerisinde bulunan Troia Antik Kenti'nde 2008 yılı arkeolojik kazılarının Temmuz ayı sonunda başlayacağı açıklandı. 

Kazı Heyeti yetkilisi Arkeolog Rüstem Arslan, antik kentte 2008 yılı kazı çalışmalarına Temmuz ayı sonunda başlanacağını belirterek, “Almanya'nın Tübingen Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof.Dr. Ernst Pernicka’nın başkanlığını yapacağı kazı çalışmalarına bu yıl içlerinde Türkiye, Almanya, ABD, Bulgaristan, İngiltere ve Hollanda gibi 10 ülkeden 80’e yakın bilim adamı katılacak. 20.dönem kazılarında bu yıl ağırlıklı olarak aşağı şehirde savunma hendeği bölgesinde çalışma yapılacak. Burada Roma dönemi yerleşiminin ayrıntılarını inceleyip en görkemli dönemin ne zamana denk geldiğini bulmaya çalışacağız” dedi. 

2007 yılında yapılan kazı çalışmalarında aşağı şehir bölgesinde Tunç Çağı'na ait kalıntıların ortaya çıktığını da belirten Rüstem Aslan, “Yapılan geçen yılki kazılarda Tunç çağı dönemine ait çanak çömleklerle çok sayıda kalıntı bulunmuştu. Bu yılda aynı bölgede çalışma yapacağız. Ayrıca son yayın çalışması ile ilgili de kazı çalışması sırasında bilgileri toplayıp hazırlayacağız” dedi.

Çanakkale Kent Haber, 25.06.2008

TRUVA'NIN DÜŞTÜĞÜ TARİHİ BULDULAR: MÖ 1188





Bilimadamları, Homeros’un İlyada ve Odysseia destanlarındaki astronomik verileri değerlendirerek Truva’nın düştüğü tarihi günü gününe hesapladılar.

Odysseus’un Truva’dan dönüşünü anlatan Odysseia destanındaki güneş tutulmasından yola çıkan bilimciler, Truva’nın MÖ 1188 yılında düştüğü tezini ortaya attılar. Çünkü bu tarihten 10 yıl sonra, 16 Nisan 1178 tarihinde Yunan kahraman Odysseus, İthaka’daki karısı Penelope’ye dönmüştü ve o gün güneş tutulmuştu. "Proceedings of the National Academy of Sciences" dergisinde yayınlanan habere göre, Rockefeller Üniversitesi’nden Marcelo Magnasco ve Arjantin’deki gözlemevinden Marcelo Magnasco, Odysseia destanını inceleyerek, gözden kaçmış 4 önemli ipucu buldular. İki bilim adamı bu ipuçlarının Odysseus, karısını elde etmeye çalışan taliplileri öldürmek için döndüğü gün bir tam güneş tutulması gerçekleştiğini kanıtlıyor.

Bu dört astronomik olayın aynı zaman dilimi içerisinde asla gerçekleşmeyeceği bilindiği için, bilim adamları 100 yıllık bir dönem içindeki yıldız haritalarını incelediler. Sonuçta böyle bir güneş tutulmasının yalnızca MÖ 16 Nisan 1178’de gerçekleştiğini gördüler. Odysseus’un 10 yıl süren Truva savaşından sonra Ithaka’ya dönüşünün 10 yıl sürdüğü göz önüne alınırsa Truva’nın düştüğü tarih de MÖ 1188’e denk gelmesi gerekiyor. Ancak bu iddiaların Homeros uzmanlarını tatmin etmeyebileceği söyleniyor.

Homer destanındaki astronomik ipuçları

Odysseia destanında yer alan dört astronomi olayı Truva savaşıyla ilgili tarihlerin bulunmasında ipucu verdi.

1- Tam güneş tutulmasının önkoşullarından olan bir dolunaydan söz edilmesi.

2- Homeros, Odysseus’un karısı Penelope’ye talip olan erkekleri öldürmesinden 6 gün önce Venüs’ün gökyüzünde parlak göründüğünü yazıyor.

3- Ülker ve Çoban yıldızlarının olaydan 29 gün önce günbatımında görünür olması.

4- Odysseus’un katliamından 33 gün önce Merkür’ün şafakta yüksekte ve yörüngesinin batı ucunda durduğu ifadelerinin destanda geçiyor olması.

Hürriyet, 25.06.2008

MÜZE ZİYARET SAATLERİNDE DÜZENLEME

 

Sivas'ın tek müzesi olan Atatürk Kongre ve Etnografya Müzesi’nin ziyaret saatlerinde yeni düzenleme yapıldığı bildirildi.

 

Valilik Basın ve Halkla İlişkiler Müdürlüğü'nden yapılan açıklamada, Atatürk Kongre ve Etnografya Müzesi'nde ziyaret saatleri 16 Haziran - 30 Ağustos 2008 tarihleri arasında yeniden düzenlendiği bildirildi. Açıklamada, belirtilen tarihler arasında uygulanacak ziyaret saatler için pazartesi günleri hariç, haftanın altı günü için sabah saat 09.00 ile 12.00, öğleden sonra da saat 13.00 ile 19.30 olarak düzenlendiği kaydedildi.

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı'nca vatandaşların müze ve ören yerlerine ilgisini artırmak ve buraları ekonomik koşullarda ziyaret etmek amacıyla uygulanan ‘müzekart’ uygulamasının da Sivas'ta başlatıldığı belirtildi. Açıklamada, "20 YTL karşılığında ‘müzekart’ sahibi olan vatandaşlarımız, ülkemiz genelindeki 300'e aşkın müze ve ören yerini bir yıl boyunca ücretsiz olarak ziyaret edebilecek. Müzekart, Sivas Müze Müdürlüğü bilet gişesinde satılmaya başlandı" denildi.

Sivas Kent Haber, 25.06.2008

KAYIP LAHDİ BULMAK İÇİN ROBERT BALLARD DAVET EDİLDİ

 

Mısır’ın en önemli firavunlarından Menkaure’nin lahdine ne olduğu çok uzun bir zamandır tüm arkeolog ve Mısırbilimcilerin kafasını kurcalayan bir soru idi. Şimdi, kaybolmasının ardından 170 yıl geçtikten sonra, bu soru artık cevaplanabilecek. 

 

1837'de İngiliz Albay Richard William Howard Vyse taş blokları patlayıcılarla kırıp mezar odasına ulaşana dek, mavi bazalttan yapılmış bu olağanüstü lahit Gize’deki 3. büyük piramidin içinde 4000 yıl boyunca gizli kalmıştı. Aslında mezar odası daha o zaman soyulmuştu. O da elde kalan son buluntuyu, lahdi çıkarıp British Museum’a göndermek üzere bir gemiye yükledi. Lahdi ve diğer eski eserleri taşıyan yük gemisi Beatrice İngiltere yolunda, İspanya açıklarına battı. 

 

Şimdi, Mısır Hükümeti, National Geographic’in de desteği ile batan bu gemiyi ve içindeki eski eserlerle Menkaure’nin lahdini bulmak istiyor. Bu araştırmanın da, yüksek teknoloji ile dip taramaları konusunda bir uzman olan, Titanik kaşifi Robert Ballard tarafından yapılması planlanıyor. Öte yandan, bu çalışma için İskenderiye açıklarında birçok eski eserin bulunmasına yardımcı olan Fransız sualtı arkeoloğu Franck Goddio ile özel olarak görüşüldüğü bildirildi. 

The Times, 14.06.2008

TARİHİ KORULUĞA ÇEKİ DÜZEN

 

 

Döneminde yaptığı çalışmalarla uluslararası üne kavuşan Türk ressamı, müzecisi ve arkeoloğu Osman Hamdi Bey'in babasının da Eskihisar Köyü'nde bir konağı vardı. Bu nedenle Osman Hamdi Bey, 1884 yılından itibaren ömrünün neredeyse tüm yazını Eskihisar Köyü'nde geçirdi. Tarihe tanıklık eden Osman Hamdi Bey'in yazlığı, şimdilerde "müze ev" olarak değerlendiriliyor ve Gebze için büyük önem taşıyor. Büyükşehir Belediyesi, 2006 yılında Kültür Bakanlığı'ndan devraldığı bu tarihi mekanda bir dizi iyileştirmeler yapmış, Osman Hamdi Bey'in kişisel eşyaları, aile resimleri ve yaptığı resim çalışmalarının birebir ölçekli geniş bir koleksiyonunu müzede sergilemeye başlamıştı. Büyükşehir Belediyesi şimdi de müze evin tarihi öneme sahip koruluğunu elden geçirmeye hazırlanıyor. Korulukla ilgili çalışma "tarihi mekanın değerlendirilmesi, korunması" anlamına geldiği için Büyükşehir Belediyesi İmar ve Şehircilik Daire Başkanlığı Tarihi Mekanlar ve Kent Estetiği Şube Müdürlüğü tarafından ihale edilecek. İhale kapsamında yaklaşık 15 bin metrekare koruluk alan ve 320 metrekare kapalı alan tarihi özellikleri dikkate alınarak elden geçirilecek. Çalışmalar ise müteahhit firmaya yer tesliminden sonraki 3 ay içinde tamamlanacak.

Yeni Şafak, 24.06.2008

24 AYAR CAMİ

 

 

Edirne’de 433 yıldır ibadete açık olan Mimar Sinan'ın şaheserlerinden Selimiye Camii bakım ve onarıma alındı. Edirne Vakıflar Bölge Müdürlüğü’nün denetimindeki çalışmalarda caminin 12 kubbesine 20 ton kurşun dökülecek, 4 minare ile kubbelerdeki 12 alemden 5’ine 24 ayar altın varak kaplama yapılacak. Altın varakla kaplı diğer 7 aleme ise bakıma gerek görülmedi. Toplam 250 bin YTL’ye harcanacağı belirtilen çalışmalar 4 ay sürecek.


Edirne Vakıflar Bölge Müdürlüğü tarafından ihale edilen Selimiye Camii'nin bakım ve onarımına başlandı. Mimar Sinan tarafından 1568 yılında yapımına başlanan ve 1575 yılında ibadete açılan şaheser, 30 yıl önce küçük çaplı bir onarım geçirmiş ve o tarihten bu yana dokunulmamıştı.
Onarımı üstlenen Akka Mimarlık’ın sahibi Kader Karabacak, “20 gün önce caminin onarımına başladık. 4 ay içinde onarımı tamamlamayı planlıyoruz. Minarelerde bulunan 4 alem ve ana kubbede bulunan bir minarede olmak üzere toplam 5 alemi 24 ayar altın varakla kaplayacağız. Minarenin külahları ile kubbelerde bulunan kurşunların dökülmesi üzerine yerine yeni kurşun dökülecek.”


Tarihi Selimiye Camii'nin ana kubbesindeki minarede bulunan 7 metre uzunluğunda 200 kilo ağırlığındaki alemin, Türkiye’deki camilerin en büyük alemi olduğu belirtiliyor.

Radikal, Haber: Ali Can Zeray, 24.06.2008

AMASYA'NIN 7 HARİKASI

 

Amasya'da 944 kişi arasında yapılan ankette kentin 7 harikasının ilk sırasını 601 oy ile Kral Kaya Mezarları aldı.

 

12-22 Haziran Uluslararası Atatürk Kültür ve Sanat Haftası etkinlikleri süresinde Ziyapaşa Bulvarı'nda açılan standlarda Cumhuriyet İlköğretim Okulu öğrencileri tarafından 944 kişi üzerinde yapılan ankette Amasya'nın 7 harikasını seçmek için 26 adet tarihi ve kültürel zenginlik içerisinden katılımcılardan 7 tane seçmeleri istendi. Yapılan oylamanın sonunda Kral Kaya Mezarları 601 oy ile birinci, 574 oy ile Amasya Kalesi ikinci, Bayezid Külliyesi 542 oy ile üçüncü, 538 oy ile Ferhat Su kanalı dördüncü, Boraboy Gölü 513 oy ile beşinci, Bimarhane 399 oy ile altıncı olurken, Hazeranlar Konağı 338 oy ile kentin 7. harikası oldu.

haberler.com, 24.06.2008

"TARİHİ YAPI KORUNMALI"

 

Konya'nın Tarihi ve Kültürel Varlığının Korunması, Kullanılması ve Planlanması Toplantısı, Konya Valisi Osman Aydın başkanlığında gerçekleştirildi. Vali Aydın, Konya Büyükşehir Belediyesi Meclis Salonu'nda yapılan toplantının açılışında, şehirlerin kuru binalardan ibaret olmadığını, şehirlere şahsiyet, değer kazandıranın içindeki tarihi eser ve yapıtlar olduğunu belirtti. Konya'nın binlerce yıllık tarihi içinde çok farklı medeniyetlere ev sahipliği yaptığını, her dönemde insanların yaşamını sürdürdüğünü ifade eden Aydın, "Konya, Hititler, Bizans, Romalılar ve Türk-İslam medeniyetine ev sahipliği yapmıştır. Mevlana'nın da burada yaşaması şehre ayrı bir şahsiyet kazandırmıştır. Bu nedenlerle önemli bir kültür mirasına sahip Konya'daki tarihi ve kültürel varlıkların korunması, kullanılması için gerekenlerin yapılması noktasında görüş alış verişinde bulunacağız" dedi. Daha sonra söz alan Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu Başkan Yardımcısı Prof.Dr. Ali Baş, Konya'daki tarihi yapılarla ilgili bilgi verdi.

Toplantıda konuşan Büyükşehir Belediyesi Genel Sekreter Yardımcısı Şenol Aydın ise Konya'nın tarihi dokusunu güçlendirmek için yeni çalışmaların devam ettiğini söyledi. Bedesten Çarşısı ve İl Halk Kütüphanesi ile ilgili çalışmalarının olduğunu ifade eden Aydın, Mevlana Müzesi'nin daha iyi görünmesi için İl Halk Kütüphanesi yıkıp yerine büyük bir alan yapmayı planladıklarını söyledi. Mevlana Müzesi ile Mevlana Kültür Merkezi arasına büyük bir şehitlik yapılacağını açıklayan Aydın, "Bugüne kadar şehit olmuş 19 bin gencimiz adına büyük şehitliği yapacağız. Projenin ihalesi yapıldı. Şehitlik yaşayan bir bina olacak. Buraya gelen herkes iki damla göz yaşı dökmeden ayrılmayacak. Özellikle gençlerimiz vatanın hangi şartlarda kurtarıldığını ve bu vatan için neler feda edildiğini daha iyi anlayacaktır. Bin 500 metrekare alana yapılacak şehitliğin yarısı şehitlerimizin isminden oluşacak. Şehitlikte gazilerimiz için de bir alan hazırladık. Bu mekan onlara fazlasıyla yetecektir" dedi. Mevlana Müzesi ile Kültür Merkezi arasına tarihi bir doku kazandıracaklarını bildiren Aydın, "Konya sokağı, Konya evleri yapılacak. Buralara küçük standlar kurularak, şehrimizle özdeşleşmiş ürünler satılacak. Yine misafirlerimiz rahatça konaklaması için otel yaptıracağız" diye konuştu. Büyükşehir Belediyesi'nin envanter çalışması başlattığını ve bu çalışmaları kent bilgi sistemine aktardıklarını kaydeden Aydın, Alaaddin Tepesi-Adliye arasındaki yeni tramvay hattı ve bu güzergahta yapılacak çalışmalar hakkında bilgi verdi.

Yapılan sunumların ardından söz alan Selçuk Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof.Dr. Haşim Karpuz, Konya'daki tarihi eserlerin iyi korunmadığına dikkat çekerek, Selçuklu başkenti olan Konya'nın tarihi dokusunun korunması gerektiğinin altını çizdi. Selçuklu'dan kalma eserlerin çok azının korunduğunu kaydeden Prof.Dr. Haşim Karpuz, "Tarihi Konya evlerinin çoğu otopark yapıldı. Bu toplantıların somut adımlar atılmalı. Alaaddin Tepesi'nde bulunan Selçuklu Sarayı daha çağdaş tekniklerle korunmalıdır" dedi. Kurumlar arası işbirliğinin sağlanamamasından yakınan Prof.Dr. Karpuz, tarihi dokuya sahip çıkılmasını istedi. Konya tarihi ile ilgili bir kitap hazırlanma önerisi sunan Prof.Dr. Karpuz, bunun için çalışma yapılması gerektiğini de sözlerine ekledi. Toplantıda, yapılan sunumların ardından soru cevap kısmına geçilerek, Konya'daki tarihi ve kültürel varlıkların korunması ve kullanılmasıyla ilgili görüş alışverişinde bulunuldu.

Merhaba Gazetesi, 24.06.2008

TARİH ILISU BARAJI'NDA BOĞULMASIN DİYE

Diyarbakır’ın Bismil İlçesi’nde 8 yıldır sürdürülen, Ilısu Barajı altında kalacak höyüklerdeki kurtarma kazıları bu yıl da sürecek. Diyarbakır Müze Müdürü Mehmet Bilici, Bismil İlçesi'nde Ilısu Baraj gölü altında kalacak 9 höyükte geçen sene çalışma yürüten 5 Türk ve 4 yabancı ekibin bu yıl da çalışmalarını sürdüreceğini bildirdi.

 

Hırbimerdan’da İtalyan arkeolog Nicola Laineri ve Körtiktepe’de Dicle Üniversitesinden Prof.Dr. Vecihi Özkaya başkanlığındaki kazıların 1 Temmuz 2008 tarihinde başlayacağını belirten Bilici, Kenantepe’de ABD’li arkeolog Bradley Parker, Ziyarettepe’de ABD’li arkeolog Timothy Mathney, Aşağı Salat’ta Japon arkeolog Yutaka Miyake, Hakemi Use’de Doç.Dr. Halil Tekin, Yukarı Salat’ta Doç.Dr. Tuba Ökse, Kavuşantepe’de Doç.Dr. Gülriz Kozbe ve Müslümantepe’de Yrd.Doç.Dr. Eyüp Ay başkanlığındaki kazı çalışmalarının temmuz ayı ortasında başlayacağını bildirdi.

Bilici, İtalyan arkeolog Nicola Laineri ve ekibinin Hırbimerdan çevresinde yüzey araştırması yapacağını sözlerine ekledi.

 

Ilısu Barajı inşaatının başlaması durumunda Hasankeyf’in yanı sıra su altında kalacak Diyarbakır’ın Bismil İlçesindeki bazı höyüklerde, tarihi kültür varlıklarının kurtarılması amacıyla Kültür ve Turizm Bakanlığı, Orta Doğu Teknik Üniversitesi ve DSİ arasında protokol imzalanarak, 2000 yılında kazılara başlanmıştı.

Radikal, 24.06.2008

İVRİZ'DEKİ TARİHİ KALINTILAR ARASINA PATİKA YOL TALEBİ

 

 

Halkapınar Kaymakamı Hilmi Yamlı ve beraberindeki heyet, Aydınkent Köyü sınırları içindeki İvriz Kalesi'nde incelemelerde bulundu.

 

Kaymakam Yamlı, beraberinde Belediye Başkanı Hüseyin Mülazimoğlu, Mal Müdürü Abdulvahap Büyükyıldız, Müftü Hüseyin Gün, Tapu Müdürü Musa Şamlı ile birlikte İvriz ve çevresindeki 1. ve 2. derece doğal sit alanı içinde kalan İvriz Kalesi ve çevresindeki tarihi manastırların bulunduğu alanı gezdi.


Halkapınar Kaymakamı Hilmi Yamlı yaptığı açıklamada, Konya İl Kültür ve Turizm Müdürlüğüne, İvriz ve çevresi ile ilgili durumu arz ettiklerini belirterek, 'Şimdiye kadar olan bozulmalar dikkate alındığında doğal ve insan kaynaklı tahriplerin devam edeceği kaçınılmazdır. Bu sebepten dolayı İl Kültür ve Turizm Müdürlüğünce gerekli düzenlemelerin yapılması gerekiyor' dedi.


Halkapınar Belediye Başkanı Hüseyin Mülazımoğlu ise İvriz Kaya Anıtı'nın olduğu bölgeden, daha yukarıdaki Kızlar ve Erkekler Sarayı'nın olduğu bölgeye kadar patika yol yapılması gerektiğini söyledi. Bu konuda Kültür ve Turizm Bakanlığının gerekli çalışmaları yapması gerektiğini ifade eden Mülazimoğulu, 'Patika yolun yapılmasının, İvriz'deki tarihi dokunun korunması ve İvriz turizminin gelişmesine katkı sağlayacağını düşünüyorum' dedi.

Merhaba Gazetesi, 24.06.2008

TARİH KAÇAKÇISI TURİST SUÇÜSTÜ YAKALANDI

 

İzmir Adnan Menderes Havalimanı Dış Hatlar Terminali’nden çıkış yapmak isteyen İrlanda vatandaşı Thomas Anthony MC Cabe’in (64) üzerinden 18 sikke çıktı.

 

Önceki gün 16.00 sıralarında, ülkesine dönmek için Dış Hatlar Giden Yolcu Terminal Giriş Kapısı’na gelen MC Cabe, x-ray cihazından geçti. Cihaz sinyal verince, Cabe’in üzeri arandı ve antik çağlara ait 18 sikke bulundu.

Milliyet Ege, 24.06.2008

TURİSTLER TARİHİ YAŞAYARAK ÖĞRENİYOR

Turizm firmaları turiste tarihi yaşatıyor. Kuşadası Limanı'nı ziyaret eden dünyaca ünlü kruvaziyer gemileriyle gelen turistlerin Efes Antik Kenti ziyaretlerinde antik dönem insanları gibi giyinen görevliler hizmet veriyor. Gemiden kırmızı halılara basarak inen turistler, çeşitli görsel ve işitsel animasyonlarla gün boyu bilgilendiriliyor.

 

Royal Karabian Cruise firmanının gemilerine tur acenteliği yapan Tura Turizm, turistlerin tarihi mekanlarda, tarihi yaşayarak gezmeleri fikrinden yola çıkarak bir dizi hazırlık yaptı. Tura Turizm Acentesi yetkilisi Leyla Öner, “Turizmde çok farklı segmentler oluşuyor. Bunların en önemlisi kruvaziyer turizmi. Kuşadası'na gelen kurvaziyer gemilerinin gelme sebebi Efes ve Meryemana olmakla birlikte artık bu iki ören yerine tur yapmak yeterli olmuyor. Turistlerin değişik beklentileri var. Bunların hepsine cevap vermek gerekiyor. Kruvaziyer turizminde hizmet veren tüm acenteler bunun farkında ve hizmet kalitelerini yükseltmek için çalışıyor. Elimizden geldiğince yenilik ve ihtiyaçlara yönelik tedbirlerimizi almaya çalışıyoruz” dedi, bu çerçevede antik dönemi yaşatmayı hedeflediklerini söyledi.

 

Kuşadası'na gemiyle gelen turiste Efes, Meryem Ana ve St. Jean Kilisesi'ni rehber eşliğinde gezdirdiklerini, Roma dönemini tarihsel bilgiler doğrultusunda canlandırarak ve yaşattırarak anlattıklarını belirten Öner, “Amacımız Roma döneminde Efes ve çevresinde insanların yaşam tarzlarını anlatarak yaşatmak, daha iyi zaman geçirmelerini sağlamak” dedi.

 

Turistlere tarihi yaşatmanın yanında, günümüz teknolojisiyle güncel sorunlarını çözmeye çalıştıklarını söyleyen Leyla Öner Efes antik kenti ile amfitiyatronun orijinal halini gösteren üç boyutlu fotoğrafları izleyebilmeleri için turistlere özel gözlükler dağıttıklarını, sıcak havadan ve güneşten korumak için buzlu şapka ve havlu servisi de yaptıklarını kaydetti. Öner, “Sağlık açısından Efes alt kapı ve üst kapıda tüm olumsuzluklara karşı tam donanımlı ambulans ve sağlık ekibinin yanı sıra her turun başına güvenlik ve ihtiyaçları anında karşılayacak personel atıyoruz. Efes antik kenti içinde tuvaletler yetersiz olduğu için mobil tuvalet hizmeti veriyoruz” diye konuştu.

Radikal, Haber: Latif Sansür, 24.06.2008

"BURSA MÜZE KENT OLACAK"

 

Büyükşehir Belediye Başkanı Hikmet Şahin, Hanlar Bölgesi'nin gün ışığına çıkartacak çalışmanın Bursa`nın tarih kenti kimliğini ön plana taşıyacağını belirterek, “Hanlar Bölgesi ortaya çıktığında Bursa, dünyanın müze kentlerinden biri olacak” dedi.

 

Başkan Şahin, AK Parti tarafından düzenlenen Siyaset Akademisi'nde Bursa, Ankara, Diyarbakır, İzmir, Afyon ve Mardin`den sonra 14 yıllık belediye başkanlığı tecrübelerini Muğla'daki kursiyerlerle paylaştı. Siyasette kararlı olmanın önemine dikkat çeken Şahin, Türkiye`de başarılı olan belediyelerdeki en önemli faktörün altında ‘insan merkezli yönetim` anlayışının yattığını belirtti. Demokrasinin ve kalkınmanın yerelden başladığını vurgulayan Başkan Şahin, “Türkiye`nin son yıllardaki kalkınma hamlesinin itici gücü yerel yönetimler olmuştur. Dünyadaki trend de böyle. Bugün ülkeler değil, kentler yarışıyor. Bu kapsamda biz de Osmanlı`ya payitahtlık yapan, tarih şehri Bursa'nın bir yandan bu özelliğini ortaya çıkartıyoruz, diğer yandan çağdaş dünyanın konseptine uygun gelişimlere imza atıyoruz. Örnek verecek olursak, Türkiye'nin Avrupa Birliği standartlarında halini inşa ediyoruz, diğer taraftan da Hanlar Bölgesi Projesi ile 700 yıllık tarihini gün ışığına çıkartıyoruz. Hal Bursa'nın tarım kenti kimliğini güçlendirecek, Hanlar Bölgesi de ortaya çıktığında Bursa, dünyanın müze kentlerinden biri olacak” dedi.

Bursa Olay, 24.06.2008

KAYA MEZARLARI ERİYOR

 

Kaunos Kazı Heyeti Başkanı Prof.Dr. Cengiz Işık,  kaya mezarların yüzeylerinde inanılmaz bir korozyon (aşınma) yaşandığını belirterek, “Bölgede etkili olan asit yağmurları ve hava kirliliği, mezarları olumsuz etkiliyor. Mezarlarda yaşanan aşınma tehlikeli bir boyutta” dedi.

“Amacımız kaya mezarları gelecek kuşaklara aktarmak” diyen Prof. Işık şöyle devam ediyor: “Bu amaçla acilen bir konservasyon (korunma) çalışması yapılması lazım.  Kaya mezarların kurtarılması amacıyla gerekli olan müdahale projesi için 300 bin euro lazım. Kaya mezarlardaki korozyon adeta bir kanser gibi yayılıyor, acilen önlem alınmalı.”

Milliyet, 24.06.2008

DOLMABAHÇE SAAT KULESİNİ İTALYANLAR ONARACAK

 

Dolmabahçe Sarayı’nın bahçesindeki saat kulesinin restorasyonunu İtalyanlar yapacak.

Restorasyon çalışmaları için dün TBMM’de protokol imzalandı. İtalya’nın Ankara Büyükelçisi Carlo Marsili, bu protokolün iki ülke parlamentosu arasındaki mükemmel ilişkilerin bir parçası olduğunu kaydetti. Restorasyon çalışmalarını yürütecek Assorestauro şirketinin Başkan Yardımcısı Caterina Giovannini de bunun gibi girişimlerin, Türkiye’nin zengin sanatsal ve mimari mirasının daha da değerlenmesine ve İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti etkinliğine katkıda bulunacağına olan inancını dile getirdi.

Hürriyet, 24.06.2008

TARİHİN İLK OLİMPİYAT ALANINDAN GERİYE SEYİR LOCALARININ KALINTILARI KALDI

 

Antakya'daki tarihi olimpiyat merkezinden geriye yalnızca olimpiyatları yağmur ve sıcaklarda seyretmek için yapılmış olan seyir localarının kalıntıları kaldı.

 

Bunlardan biri de Antakya'daki köy garajlarının ortasından geçen yolun orta refüjündeki mezarlığın içinde yer alıyor. Bir bölümü de Antakya Mezbahana Müdürlüğü bahçesinde bulunan tarihi kalıntıların MÖ 526 yılında meydana gelen deprem sonucu tüm tesisleri yerle bir edince, olimpiyatların da sona erdiği biliniyor. Belediye Mezbahası'nın bulunduğu alanda halen olimpiyatları yağmur ve sıcaklarda seyretmek için yapılmış olan seyir localarının kalıntıları bulunmaktadır. Olimpiyat alanın MÖ 11. yüzyıla dayandığını hatırlatan Antakyalı Araştırmacı Yazar Zafer Sarı, sportif etkinlerin o dönemlerde 4 yılda bir yalnızca atletizm alanında yapıldığını, MÖ 776 yılında olimpiyat takviminin belirlenmesi ile esas olimpiyatların başladığını söyledi. Yaptığı araştırmalarda, zaman içerisinde çok önemsenilen olimpiyatlar nedeniyle savaşlar ve çatışmaların bile çıktığını dile getiren Sarı, bu savaşların zaman zaman olimpiyat etkinliklerin durmasına neden olduğunu hatırlattı. MÖ 350 yılında olimpiyat oyunlarının kesin şeklini aldığını anlatan Sarı, bu dönemlerde yarışmalarda branşların artırıldığına işaret etti. Sarı, tarihi olimpiyat şehrinden geriye kalan seyir localarının restore edilip bir şekilde kurtarılması ile turizme kazandırılabileceğini ifade etti.

Zaman, Haber: Mehmet Dener, 24.06.2008

TARİHİ ESER OPERASYONU

 

Bursa'da Karacabey'e bağlı Boğazköy'de ikamet eden M.D isimli kişinin elinde tarihi eser olduğu ihbarını alan jandarma ekipleri, Cumhuriyet Başsavcılığı'ndan arama izni alarak operasyon gerçekleştirdi. Söz konusu evde yapılan aramada, tarihi eser niteliği taşıyan 20 adet parça ele geçirildi.

 

Tarihi eserler üzerinde Müze Müdürlüğü yetkililerince yapılan incelemede, parçaların tamamının Roma dönemine ait olduğu ve 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kanunu kapsamında tarihi eser niteliği taşıdığı tespit edildi. Olayın şüphelisi olan M.D. isimli kişi, ifadesi alındıktan sonra tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı.

Bursa Hakimiyet, 24.06.2008

"ARKEOLOJİK KAZILAR TARİHİ AYDINLATIYOR"

 

Müze Müdürlüğü bünyesinde 8 kentte 1993 yılından beri 33 ayrı alanda kazı çalışması gerçekleştirdiklerini belirten Erkmen, "1942 yılında kurulan Müze Müdürlüğü, 1993 yılından 2008 yılına kadar 'tarihi kazı' anlamında altın çağını yaşadı. Kentte bulunan müze müdürlüğü ülkede kurulan en eski müze olmasına rağmen, göreve başladığım 1993 yılına kadar; 1942, 1960, 1961 ve 1962 yıllarında sadece 4 aylık kazı çalışması gerçekleştirdi.

 

Göreve başladığım 1993 yılından 2008 yılına kadar ise 33 ayrı alanda alt yapı çalışmalarının süresi ile birlikte toplam 280 aylık kazı çalışması yapıldı" dedi. 


Müze Müdürlüğü olarak bölgede tarihi eserlerin gün ışığına çıkarılması için yoğun çalışmalar yürüttüklerini belirten Müze Müdürü Mustafa Erkmen, "Bu işleri yaparken yetersiz personelle çalışmak zorunda kaldık. Örnek verecek olursak; göreve başladığımda kurumda 30 olan bekçi sayısı 3'e indirildi. Tüm bu olumsuzluklara rağmen yılmadan çalışmaya devam ettik. Zaman içerisinde yetersiz olan uzman ve personel sayısını iyileştirdik. Kuruma bağlı 8 ilde yürütülen çalışmalar bu mütevazi ekiple birlikte gerçekleştirildi" dedi.

 Kentin kendi tarihine duyarsız kaldığını belirten Müze Müdürü Mustafa Erkmen, "Bu durumun en iyi örneği, kent yöneticileri ve halkının Erzurum Kalesi'nden Üç Kümbetler'e kadar olan bölümün şehre kazandırılması için yürütülen projeye gösterdiği ilgisizliktir" dedi. Erzurum Kalesi'nde zorluklara rağmen kazı çalışması yaptıklarını belirten Erkmen, "Burası bir savaş alanı. Kazı yapılırken her zaman patlamamış bir bombaya denk gelmek mümkün. Bu risklere rağmen bölgede çalışmalar devam ediyor. Amacımız Erzurum Kalesi ve Üç Kümbetler'e kadar olan bölgeyi bu kente yeniden kazındırmak. Bunun için epey mesafe aldık. Ancak ne kent yöneticilerinden ne de halktan gereken desteği göremiyoruz" dedi.

Müze Müdürlüğü olarak yaklaşık 6 yıldır Erzurum Kalesi'nde çalışma yaptıklarını belirterek, "Kale etrafında kamulaştırma istenilen düzeyde gerçekleştirilemiyor. Bunun nedeni tarihe olan duyarsızlıktır. Avrupa'da bir yöneticinin ilk işi, tarihi eserlerin bakımı ve korunmasıdır. Ancak bu anlayışı maalesef ülkemizde göremiyoruz. Kentteki yöneticiler, kale gibi önemli tarihi eserleri tekrar ortaya çıkarmak yerine 'Nasıl ortadan kaldırabiliriz ve yeni binalar için yer açabiliriz' diye düşünüyor. Bu şehir 2011 Üniversitelerarası Kış Oyunlarına ev sahipliği yapacak. Merak ediyorum yetkililer, gelecek olan yabancı sporcu ve misafirlere tarihi eserlerin etrafındaki harabe görünümlü yerleri mi gezdirecek" dedi.

Erzurum Gazetesi, 24.06.2008

UNUTULMAZ İSTASYON HATIRLANDI

 

Genelkurmay Başkanlığı ve Devlet Demiryolları (TCDD) işbirliğiyle, Sakarya Meydan Muharebesi ve ardından gelen Büyük Taarruz’da büyük katkısı olan ama zamanla unutulan kişi, mekan ve araçlar genç nesiller için gün ışığına çıkarılıyor.

Proje kapsamında, Sakarya Meydan Muharebesi’nde kullanılan Türk Hava Kuvvetleri’nin ilk 2 uçağı tamir ettirildi. Kazandığı parayla aldığı bu iki uçağı, deniz yoluyla İtalya’dan kaçak şekilde Türkiye’ye getiren Erzurumlu işadamı Nafiz Bey ile pilot Binbaşı Fazıl Bey, büstleriyle ölümsüzleştirildi. Ayrıca, Sakarya Meydan Muharebesi’nde, savaşın bütün yükünü üstlenen, cephelere asker, top, savaş malzemesi, erzak, hayvan sevk eden Polatlı’daki Malıköy Tren İstasyonu da, harabe halinden kurtarılarak müze haline getirildi. O dönem kullanılan 1861 yapımı özel tren de tamir ettirilip, özel bir ray üzerine yerleştirildi. İstasyonunun restorasyon çalışmalarında kontrolü Genelkurmay Başkanlığı Sanat Danışmanı Mehmet Özel yaptı.
Hürriyet, Haber: Miray Çimen, 24.06.2008

"BURASI CAMİ OLDU, BURADA AYİN OLMAZ"





Kars’a gelen bir grup Ermeni turist, camiye çevrilen tarihi 12 Havariler Kilisesi’nde (Kümbet Camii) “ayin yapmak istedi”, ancak İl Müftüsü İlyas Serenli izin vermedi.


Turistlerin camiyi ziyaret edebileceklerini belirten Serenli, “Ancak ayin yapamazlar. Ayini kilisede yapsınlar. Biz nasıl onların kiliselerinde namaz kılmıyorsak onlar da bizim camimizde ayin yapamazlar” dedi. Müftü Serenli’ye göre, civarda 5 tane cami olmasına rağmen, mahalle mescidi gibi olan burasının “misyonu” var.


Kars Kalesi’nin eteğindeki 12 Havariler Kilisesi, Ermeni Bagratid Karlı Abbas döneminde 932-937 yılları arasında yaptırıldı. Kars’ın 1579’da Osmanlılara geçmesi üzerine 12 Havariler Kilisesi camiye çevrildi ve Kümbet Camii oldu.


Kent 298 yıl sonra Rus güçlerinin eline geçince, Kümbet Camii de tekrar kiliseye çevrildi ve bu dönemde ‘Kale Başkilisesi’ olarak anıldı.


Kars, 1917’de yeniden Türklerin eline geçince, kilise yine camiye çevrildi. Türkler 1918’de geri çekilmek zorunda kalınca, cami tekrar kilise yapıldı. Türklerin 1920’deki zaferiyle, kilisenin kapısına kilit vuruldu.


Uzun yıllar metruk kalan kilise 1964’te Eski Eserleri Koruma ve Müze Memurluğu bünyesinde müze olarak hizmet vermeye başladı. Müzenin 1978’de yer değiştirmesiyle, kilise 1993’e kadar terk edildi.


Vakıflar Genel Müdürlüğü, 1993 yılında kiliseyi Diyanet İşleri Başkanlığı’na devretti. Böylece kilise, yıllar yine cami olarak kullanılmaya başlandı ve adı yine Kümbet Cami olarak değiştirildi. Geçen yıl camide restorasyon yapıldı. Hasan Harakani Külliyesi’nin sınırları içerisine dahil edilen caminin etrafına yüksek duvarlar örüldü.


Mahalle sakinlerin bir bölümü, “Kilisede namaz kılınmaz” diyerek Kümbet Camii’ne gitmiyor.

Milliyet, Haber: Mukadder Yardımcıel, 24.06.2008

KAMULAŞTIRMA ÇALIŞMALARI DEVAM EDİYOR

 

Cizre İlçesi'nde 'İnanç Parkı' projesi kapsamında restorasyon çalışmaları sona eren Kırmızı Medrese etrafında bulunan niteliksiz yapıların kamulaştırma çalışmaları devam ediyor.

 

Kırmızı Medrese etrafında bulunan iki ev daha kamulaştırıldı. Cizre İnanç Parkı projesi kapsamında restorasyon çalışmaları devam eden Kırmızı Medrese etrafındaki kamulaştırma çalışmaları hakkında bilgi veren Proje Koordinatörü Faruk Özervarlı, 460 metrekare alan üzerindeki her biri ikişer katlı iki yapının kamulaştırma çalışmasının Vakıflar Genel Müdürlüğü'nce tamamlandığını belirterek 376 milyar bedelle kamulaştırılan iki yapının yıkılmasıyla batı cephesindeki sağlık ocağının önünün açılmış olacağını söyledi.

 

Özervarlı, bugüne kadar 4 bin metrekare alanın kamulaştırma işlemlerinin tamamlandığını ve Vakıflar Genel Müdürlüğü'nce 2.2 milyon YTL kamulaştırma bedeli ödendiğini ifade ederek, "Dava konusu olan taşınmazların işlemleri de tamamlandığı takdirde kamulaştırılan alan 5 bin 500 metrekareye ulaşmış olacak ve bunun için yaklaşık 3 milyon YTL harcanmış olacaktır" dedi.

Şırnak Kent Haber, 24.06.2008

DARA'NIN TARİHİ MEZARLARI GÜN IŞIĞINA ÇIKARILIYOR

 

Mardin'in Nusaybin yolu üzerinde bulunan 5. yüzyıla ait tarihi Dara Harabeleri'nde bulunan Babil ve Pers krallığına ait tarihi mezarlar gün yüzüne çıkartılıyor.

 

MÖ 491-518 yıllarında İran Hükümdarı Yuvanişin tarafından askeri karargah olarak kurulan Dara'da bulunan Babil ve Pers krallığına ait yeraltında bulunan tarihi mezarlar gün ışığına çıkartılması için çalışmalara başlandı. Çalışmanın Mardin için çok önemli olduğunu belirten Vali Mehmet Kılıçlar, Babil ve Pers imparatorluğuna karargah olan Dara harabelerinde bulunan tarihi mezarların ortaya çıkartılması için 100 bin YTL tutarında bir ödenek ayrıldığını söyledi.

 

Dara'nın İran Hükümdarı Dara Yuvanişin tarafından inşaa ettirildiğini vurgulayan Kılıçlar, "Şehir miladın ilk asırlarına kadar İranlılar ile Romalılar arasında el değiştirmiştir. 7. yüzyılda Arapların eline geçen şehir, 15. yüzyıla kadar yerel beylik ve devletler tarafından yönetilmiş, 15. yüzyıldan sonra da Osmanlıların himayesine girmiştir." diye konuştu. Vali Kılıçlar, harabelere ve kalıntılar arasında ara sıra bulunan paralara bakıldığında Dara'nın tarihte büyük ve muhteşem saraylara, köprülere, su kemerlerine ve daha birçok yapılara sahip zengin bir şehir olduğunun anlaşıldığını kaydetti.

Zaman, Haber: Şeyhmus Edis, 24.06.2008

ST. PAUL YILI BAŞLADI





Vatikan tarafından 2008 yılının ‘Saint Paul Yılı ve Avrupa Kültürlerarası Diyalog Yılı’ ilan edilmesi sebebiyle Tarsus Saint Paul Kuyusu Meydanı'nda bir etkinlik düzenlendi. Mersin İdmanyurdu’na yardım gecesine katılan; fakat Tarsus’a gelmeyen Devlet Bakanı-Mersin Milletvekili Kürşat Tüzmen’in yanı sıra, her hangi bir bakanın ve AKP’den hiçbir milletvekilinin katılmadığı etkinliğe yurt dışı ve içinden onlarca kilise yetkilisi katıldı.

 

Etkinlikte konuşan Tarsus Belediye Başkanı Burhanettin Kocamaz, dinlerin ve medeniyetlerin kesiştiği Tarsus'ta farklı dinlerden insanlarla bir arada olmaktan dolayı büyük mutluluk duyduğunu söyledi.

 

Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı Prof.Dr. Mehmet Emin Özavşar ise Saint Paul'un Hıristiyanlığın dünyaya yayılmasında büyük rolü olduğunu söyledi. Özavşar, "Saint Paul Hıristiyanlık dini için önemli bir şahsiyettir. Hıristiyanlığın ilk metinlerini yazmıştır. Putperestliğe karşı savaş açmış Hıristiyan bir din adamıdır. Tarsus bugün onun hatıralarını taşımaktadır" diye konuştu.

 

Vatikan Kardinali Walter Kasper'de Saint Paul'un doğumunun 2000. yılını kutlamanın heyecanını yaşadıkları vurgulayarak şunları kaydetti: "Aziz Saint Paul yazdığı mektuplarla Hıristiyanlık dinini bütün dünyaya yaymıştır. Gittiği her yerde Tarsuslu olduğunu gururla söylemiştir. Bunun için Tarsus dinlerin ve medeniyetlerin kesiştiği bir inanç kentidir. Tarsus değişik kültürlere sahip bir kent olmakla birlikte bütün dinlerden insanların kardeşçe yaşayabildiği bir kutsal mekandır."

 

Mersin Valisi Hüseyin Aksoy’da, konuşmasında Mersin ve Tarsus'un inanç turizmi açısından önemini anlattı. Aksoy, "Mersin ve Tarsus uygarlıkların ortak noktasıdır. Tarsus'ta inanç turizmi açısından çok değerli eserler bulunmaktadır. Bu eserlerin dünya barışına büyük katkıları olmuştur. Diyalog ve hoşgörü çağında yaşıyoruz. Bu bilinçle değerlerimize sahip çıkmalıyız” dedi.

 

Konuşmaların ardından Mersin Devlet Opera ve Balesi Müdürlüğü bir konser verdi.Daha sonra Anadolu Bölgesi Episkoposu Mons Luigu Padovese katılımcılara güzel temenniler iletti. İstanbul Ermeni Kilisesi Temsilcisi Dart Uzunyan, Türkiye Süryani Katolik Kilisesi Temsilcisi Sait Şiraziyi, Rum Ortodoks Kilisesi Temsilcisi Lambrini Adis ve Mersin Müftüsü Niyazi Ersoy'da birer konuşma yaptıktan sonra Gökkuşağı Korusu da konser verdikten sonra program sona erdi.

 

Etkinliğe, CHP Mersin Milletvekilleri Vahap Seçer, Ali Oksal, MHP Mersin Milletvekili Akif Akkuş, Mersin Vali Yardımcısı Ardahan Totuk, Tarsus Kaymakamı Abdulhamit Erguvan, belde belediye başkanları, oda, dernek başkanları, Hıristiyan din adamları ile kalabalık bir topluluk katıldı.

Tarsus Haber, 23.06.2008

EVDE KAÇAK KAZI YAPAN ÜÇ KİŞİ TUTUKLANDI

 

Kütahya'da bir evin bodrum katında kaçak kazı yaptıkları iddiasıyla gözaltına alınan 3 kişi çıkarıldıkları mahkemece tutuklandı.

 

Bir ihbarı değerlendiren polis ekipleri Osmanlı Caddesi'ndeki bir eve baskın düzenledi. Ekipler, define aramak amacıyla kazı yaptıkları öne sürülen evin sahibi A.R.T, iş ortağı B.D. ile kiracı M.K'yi suçüstü yakaladı. Emniyette işlemlerinin ardından adliyeye çıkarılan zanlılar, nöbetçi mahkemece tutuklanarak cezaevine gönderildi.

Zaman, 23.06.2008

MNG MOLOZU BİR İDEALİSTİ EZDİ

 

O bir sosyal demokrattı; sosyal demokrattan da bir iki adım önde Prof. İdris Küçükömer'in; "Türkiye'de solcular gerici, dinciler ilericidir" diye özetlenen bilimsel temelden yoksun görüşlerinden etkilenmişti.

Güzel konuşuyordu.

Karizması yüksekti.

Sosyal Demokrat Parti'nin Genel Sekreterliği'ne kadar gelebilmişti. TV programlarına çıkıp yaptığı her konuşmadan sonra bir yığın insan; 'halktan kopmuş solcu partiyi devrimci-demokrat ayakları üzerine oturtacak değişimin önderi' olarak onu görüyor, partili bir yığın genç de "Ben Ertuğrul Günay'cıyım..." diyerek onu model alıyordu. Ertuğrul Günay, son seçimlerde siyasi kampını değiştirdi, oy oranını yüzde 23�ün üzerine çıkartamayan sosyal demokratlardan ayrıldı, Tayyip Erdoğan'ın 'İslamcı-demokrat-sağcı-muhafazakar' saflarına törenle katıldı.

Seçimler yakındı.

Seçimler yapıldı.

Seçildi.

Kültür Bakanı oldu.

 

***



Döndü dediler.

Güldü geçti.

O, halkçı, devrimci, solcu, emeğe, adalete, eşitliğe, demokratlığa yakın görüşlerinden dönmemişti. Halka hizmet götürebilmek için halkın güler yüz gösterip sevgi verdiği ve yüzde 47 oranında yüksek oyla yakınlık kurduğu AKP'ye bakan olmuştu.

O eski Ertuğrul'du!

Bilinen Günay'dı.

İlkelerine bağlıydı.

Haksızlığa; yasalara vücut çalımı atarak zenginleşmeye karşıydı. Söz gelimi para sahibi, güç sahibi, nüfuz sahibi MNG adlı bir holdingin, yasalara aykırı olarak tabiat harikası Mandalya Körfezi'nin (Güllük Körfezi) Pina Yarımadası'na açılan mavi atlas gibi uzanmış koyunu lanet molozlarla doldurmasına izin vermezdi. 'Bakan olmak için' siyasi çizgisini değiştirmişti ama düşüncelerinden ve ideallerinden dönmemişti. Eskiden onu sevip ona inanmış olanlara da yeni katıldığı partisinde onu sevme potansiyeli taşıyanlara da 'MNG Holding'in denize döktüğü molozu MNG Holding'e yalatacak idealist siyaset ve devlet adamı görüntüsü' veriyordu.

 

***



Fakat hayat acımasız.

Gerçekler insafsız.

Kültür Bakanı Ertuğurul Günay'ın karizması MNG molozu altında kaldı, ezildi. Sayın Ertuğrul Günay'ın, "Biz Kültür Bakanlığı olarak MNG Holding'e o koya moloz dökme izni vermedik" dediği izin, Maliye Bakanlığı'ndan çıktı. Maliye Bakanlığı'na bağlı Milli Emlak Genel Müdürlüğü, MNG Holding'e dünyanın en güzel koylarından birine döktüğü molozu inşaat sayacak proje yapması için izin verdi. Ve Maliye Bakanlığı Milli Emlak Genel Müdürlüğü; bu izni verirken de Kültür Bakanlığı'ndan "olur" aldığını açıkladı. Bakan Ertuğrul Günay'ın son sözleri şunlar oldu: "Ben o koya dökülen molozun kaldırılarak, denizin eski durumuna getirilmesini istedim, fakat ilgili birimlere müracaat etmiş, bir proje yapma izni ve süresi almış. Bu projeyi bekleyeceğiz. Bu ülkede deniz kıyıları değerlendirilemez diye bir şey yok..."

Ertuğrul Günay Ayasofya'nın 10 metre yakınında Bizans sarayının tarihsel-arkeolojik kalıntıları üstüne 600 ton ithal çelik ayaklar çaktırarak 4 kat ilave inşaat yapan Four Seasons Oteli sahibi Mesut Toprak'ın, inşaatı mühürlenip durdurulan katlarından birini de yıkacağını söylemişti.

Onu da yıkamadı.

Devlet adamı idealizmi, lüks otel inşaatı altında da kaldı, iyice ezildi.

Ezilmedi mi?

Vatan, Yazı: Necati Doğru, 23.06.2008

KAUNOS TUZUNUN SIRRI

 

Kaunos Antik Kenti'nde üretilen tuz, zamanında göz merhemi yapımında aranan bir katkı maddesiydi. Sağlık amacıyla kullanıldığı antik dönem yazarları tarafından da dile getirilen tuzun üretildiği alan, İztuzu sahilinde ortaya çıkarıldı. Bu dönem yapılacak kazılarla tuzun sırrının ortaya çıkarılması hedefleniyor

Muğla'nın Ortaca İlçesi'ne bağlı Dalyan beldesinde bulunan ve 3 bin yıllık tarihi geçmişi olduğu bildirilen Kaunos Antik Kenti'nde kazı çalışmalarına başlandı. Başkent Üniversitesi Öğretim Üyesi ve Kaunos Kazı Başkanı Prof.Dr. Cengiz Işık, Kaunos'un kendi tarihi içerisinde çok özel bir yer olduğunu belirtti.


Prof.Dr. Işık, "Kaunos, kendi döneminde Akdeniz'e bir dil gibi uzanan, 2 limanlı bir ticaret kentiymiş. Kaunos'u 'arkeolojik park haline getirmeyi planlıyoruz. Program çerçevesinde kazı, konservasyon, restorasyon, onarım, deneysel arkeoloji, arkeolojik park çalışmaları alanlarında çalışmalar yapacağız" dedi.


Işık, Kaunos Antik Kenti'ndeki kazıların 4 kategoride ele alındığını ifade ederek, "Bu kazılar tuzla, tiyatro-proskenion, tiyatro-tonozlu giriş ve tiyatro-çeşme anıtı bölgelerinde gerçekleştirildi. Çalışmalarda tarihe ışık tutacak çok önemli bulgular elde edildi. Kaunos Antik Kenti'nde ekip olarak hedefimize ulaştık. Kaunos, arkeolojik araştırmalarda model olmaya başladı" diye konuştu.

Haber Ekspres, 23.06.2008

TARİHİ ELMALI MAĞARASI İLGİ BEKLİYOR


Erzurum'un İspir İlçesi'nin Madenköprübaşı beldesine bağlı Elmalı Köyünde, ilginç traverten oluşumları, kaya sütunlarıyla görülmeye değer manzara sunan devasa büyüklükteki tarihi Elmalı Mağarası, koruma altına alınmayı bekliyor.

 

Elmalı Köyü sınırları içerisinde yer alan ve şimdiye kadar büyüklüğü tespit edilemeyen tarihi mağarada, define avcılarının yaptığı kazılar yüzünden tahribat meydana geldiği bildirildi.

Köyden 400 metre yükseklikteki bölgede bulunan mağaranın girişindeki gözetleme kuleleri, içerisindeki havuzu, güzel görüntü oluşturan traverten oluşumları dikkati çekiyor. İç kısmında, küçük bir havuzun bulunduğu bölümde, çok sayıda yarasanın bulunması ve sonunun, köylülerin daha önceki birkaç girişimine rağmen bulunamaması mağaraya mistik bir hava katıyor.

Köy Muhtarı İsmail Al, , mağaranın kültür ve tabiat varlığı olarak tescillenmesi için ilgili kurumlara başvurduklarını, ancak henüz bir sonuç alamadıklarını söyledi. Mağaranın sahipsiz kalması ve koruma altında olmaması nedeniyle define avcılarının rahat bir şekilde içinde kazı yapabildiğini anlatan Al, ''Kazılar yüzünden mağaranın traverten oluşumlarında tahribat meydana gelmiş. Mağaranın bir an önce koruma altına alınmasını istiyoruz'' diye konuştu.

Mağaradaki bazı sütunların da sökülerek çalındığını anlatan Al, şunları kaydetti: 'İnsanları büyüleyen bir görüntüye sahip mağaranın koruma altına alınmaması bizi üzüyor. Kültür Turizm Müdürlüğü burada incelemelerde bulundu. Çevre düzenlemesi ve yolunun yaptırılması için ilgili kurumlarla görüştük. Ancak henüz bir çalışma yapılmadı.''

İl Kültür ve Turizm Müdürü Fikret Öztürk ise, söz konusu mağarada gerekli bilimsel araştırmaların yapılması gerektiğini söyledi. Bölgede çok sayıda mağara bulunduğunu, bu mağaralardan Elmalı Mağarası'nın güzel görünümüyle daha fazla dikkati çektiğini dile getiren Öztürk, ''Mağarada gerekli incelemelerde bulunduk. Tarihiyle ilgili bilimsel araştırmaların yapılması lazım. Gerekli incelemelerin yapılması için MTA Genel Müdürlüğü Mağara Araştırma Grup Başkanlığına başvurduk. Araştırmaların olumlu sonuçlanması halinde mağaranın turizme kazandırılması için çalışma yapmayı planlıyoruz'' diye konuştu.

Erzurum Gazetesi, 23.06.2008

LİKYA YOLU YILDA ÜÇ BİN TURİST ÇEKİYOR

 

Fethiye’den Antalya’ya uzanan üç bin yıllık Likya Yolu, turizm otoritelerine göre, dünyanın en iyi 10 uzun yürüyüş rotasından biri. 509 kilometrelik patika, yardımsever yörükler, antik kentler, yeşilin her tonu, su toplamış ayaklar, kazınan mide, köpüklü ayranlarla unutulmaz bir macera fırsatı. Üç etaptan oluşuyor: Fethiye-Kalkan, Kalkan-Finike, Finike-Antalya. Tümünü yürümek bir ay sürüyor.

Biz 180 kilometrelik Kalkan-Finike parkurunu Zirve Dağcılık ve Doğa Sporları Kulübü’nden Doğan Nadi Çetinkaya, İstanbul Kartal Dağcılık Kulübü Başkanı Ayhan Tarkan ve arkadaşlarıyla yürüdük.

Anadolu’nun en eski ticaret ve geçiş yolunun Antalya’da yaşayan bir İngiliz araştırmacı tarafından belirlenmesi, kültür ve doğa turizmine ne kadar yabancı olduğumuzu gözler önüne seriyor. 1999’da Garanti Bankası sponsorluğunda bölgede çalışmaya başlayan Kate Clow, bilinen ama turistik potansiyeli fark edilmeyen Roma yolları, Osmanlı katır patikaları, orman ve yayla göç yollarını birleştirip Likya Yolu rotasını oluşturdu. Rotayı baştan sona kırmızı-beyaz boyayla işaretleyen Clow, aynı isimde bir de kitap yazdı. Türk dağcılar ve doğaseverlerin pek hoşuna gitmeyen bu çaba sonucunda bugün Likya Yolu yılda 3 bin turist çekiyor. Rotada, Xanthos, Sidyma, Pydnai, Letoon, Phellos, Aperlai, Apollonia gibi 19 Likya şehri var. En yüksek noktası Tahtalı Dağı. Dileyen, buraya teleferikle çıkıyor. Gelidonya Feneri, Kabak Koyu, Olympos, Yanartaş gibi turizm cennetleri de yol üzerinde. Kaya, ağaç, tarla sınırındaki taşlardaki işaretler yolu gösteriyor. Üç parkurdan herbirini günde ortalama 20 kilometre yürüyerek 7-10 günde bitirmeniz mümkün. Ama taşlı patikalarda, çalıların arasından, yaban domuzu izlerinde, ağır sırt çantasıyla yürümek hiç kolay değil. Bu serüvene çıkmadan vücudunuzu sınamanız, psikolojik hazırlık yapmanız gerek. Yoksa işkenceye dönüşebilir.

Sırtımızda kamp yüküyle Kalkan’dan girdik kırmızı-beyazlı yola. Ter içerisinde bir patikayı çıktık, bir çarşağı indik. Yol bitti derken, yeni bir patikayla karşılaştık. Bazı günler sabah 06.00’dan gece yarısına kadar yoldaydık. Sahilde bot parçalayan keskin kayalar, bozuk yolda ilerlemeyi engelleyen bitkilerin örttüğü işaretler, tükenmek üzere olan su, kazınmaya başlayan mide, su toplayan tabanlar nedeniyle Kate Clow’un kulaklarını çokça çınlattık.

Uzun yürüyüşte en büyük sorun yolu kaybetmek. Üst üste kırmızı-beyaz boyalı işaretler doğru rotayı gösteriyor. Yay şeklindeki çizgiler dönüşleri, kırmızı çarpı işaretleri ise rota dışına çıktığınızı anlatıyor. Yol inşaatları, tarlasından yürünmesini istemeyen köylüler bazı işaretleri yok etmiş. Bu durumda son işareti gördüğünüz yere dönmeniz gerekiyor. Bu noktada çevredeki doğru işareti arıyorsunuz. En kolayı bir GPS cihazıyla yürümek. İnternetten bulabileceğiniz rota bilgilerini yükleyerek, uydu yardımıyla 1-2 metre farkla yerinizi görebiliyorsunuz. Ama bu kaybolmanın heyecanını da ortadan kaldırıyor.

Bezirgan-Gökçeören arasında yol Hüseyin Amca ile eşi Sayime Teyze’nin evinin içinden geçiyor. Gülerek evin duvarındaki işareti gösteriyorlar. Sofraları, yürüyüşçülere açık. Bizi de güleç yüzle karşıladılar. Torun sahibi Sayime Teyze gençleri kıskandıracak kadar dinçti. Kameriyesinde buz gibi ayran, kendi yaptığı zeytinyağı, peynir, incir reçeli, bahçeden domates ikram etti. Çiftin misafirperverlikleri rehber kitaplara geçmiş. Clow’u da evlerinde ağırlamış, yolu tarif etmişler. Bir süre sonra dönüp, yolu işaretlemiş Clow. Kitap yayımlandıktan sonra, evlerinin önünden onlara isimleriyle hitap eden sırt çantalı turistler geçmeye başlamış. Hüseyin Amca, nasıl böylesine şöhrete kavuştuğunu bir turistin elindeki kitabı, içindeki fotoğrafını görünce anlamış. Biz ayrılırken, Sayime Teyze keçileriyle ilgileniyordu. Bir yandan da "Gine gelin, gine gelin" diye bağırıyordu.

Yolun bazı etapları, Akdeniz’in en el değmemiş koylarından geçiyor. Kaş ile Aperlai arasındaki Ufukdere Kumsalı bunlardan biri. Koyda, Bodrum Müzesi’nde sergilenen Uluburun Batığı’nı çıkaran ekipten kalma metruk binalar var. Ön taraftaki taş platform kısa molalar için ideal. Ancak fazla vakit kaybetmeyin. Bu etap oldukça uzun ve içme suyu kaynakları kısıtlı. Biraz denize girip ferahladıktan sonra yola devam edin.

Myra-Finike etabının bir günü sürekli tırmanış, bir günü inişle geçiyor. Zeytin Köyü’nden sonra uzun süre yerleşim yeri yok. Yaklaşık dört saat sonra, 6’ncı yüzyıldan kalma Bizans dönemine ait Alakilise kalıntılarının bulunduğu düzlüğe ulaşılıyor. Burada kurduğu barakada eşi ve üç çocuğuyla yaşıyor Serdar Bey. Su istediğimizde, kovayı iple daldırıp 6’ncı yüzyıldan kalma sarnıçtan doldurdu. Biraz bulanık olsa da, çay ve yemeğimizi bu suyla yaptık. Yedinci gün 180 kilometrelik yürüyüşümüz Finike’de sona erdiğinde biz de fiziksel olarak sona gelmiştik. Ama hafızamızı unutmayacağımız güzelliklerde doldurmuştuk.






BUNLARA DİKKAT EDİN

Bazı rotalar oldukça zor olduğu için iyi araştırma yaptıktan sonra gidin ya da bir şirketin turuna katılın. Kate Clow’un İngilizce kitabı en doğru kaynak. Likya Gezi Planı adı altında satılan haritalarda ise su kaynakları ve yakındaki yerleşim merkezleri gösteriliyor. Bazı etaplarda pansiyon, yeme-içme imkanı bulunuyor. Sırt çantası ile yürüyecekseniz, 5-7 kişilik bir ekip olmaya çalışın. Eşyaların taşınması ve işbölümü faaliyeti kolaylaştırıyor. Yolun bazı bölümleri tamamen yerleşim alanı içinde kalmış. Buraları yürüyerek geçmenin anlamı da yok. Onun için toplu taşıma araçlarını kullanmak ya da traktörcülerden yardım istemek sizi dinlendirecektir. Köylülerden yoğurt, yumurta, peynir gibi maddi değeri olan malzeme istediyseniz, uygun bir şekilde ücretini ödeyin. Almamakta ısrar edenleri, zorlamayın. Karanlık bastırmadan belirlediğiniz kamp alanında olun.

İngiliz asıllı Kate Clow (61), 1999’da Türkiye’nin ilk uzun yürüyüş parkuru Likya Yolu’nu ortaya çıkararak turizme kazandırdı. Bitmeyen enerjisiyle tanınan Clow, 2004’te ise St. Paul Yolu’nu yürüyüşe açtı. İki çalışmasıyla ilgili rehber kitap hazırlayan Kate Clow, Türk turizmine katkılarıyla tanınıyor. 1996’da Türk vatandaşlığına geçerek Kardelen Karlı ismini alan Kate Clow iyi derecede Türkçe konuşuyor. Antalya’da yaşamını sürdürüyor ve Türkiye’nin turistik bölgeleriyle ilgili kitap, makale yazıyor, rehberlik yapıyor, fotoğraf çekiyor, yeni yürüyüş parkurları ortaya çıkarmak için çalışıyor.

Hürriyet Seyahat, Yazı ve Fotoğraflar: Mustafa Özdabak, 23.06.2008

KÖSEDAĞ SAVAŞI AYDINLATILIYOR

 

Sivas Cumhuriyet Üniversitesi, 1243 yılında Anadolu Selçuklu Devleti’nin yıkılma sürecine girmesine sebep olan Kösedağ Savaşı’nın yapıldığı alanda başlattığı çalışmalara hız verdi. Savaştan kalan izleri ortaya çıkarmaya çalışan Fen Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç.Dr. Erdal Eser ve ekibi, savaşın yapıldığı Suşehri sınırları içinde yüzey araştırması yapıyor. İlk olarak savaşta şehit düştüğüne inanılan Selçuklu komutanlarından biri olan Köse Süleyman’ın Kösedağ’ın zirvesindeki mezarının bulunduğu alanı incelediklerini anlatan Eser, araştırmalarını mezarın çevresindeki askerlere ait olduğu sanılan mezarlar üzerinde yoğunlaştırdıklarını belirtti. Böyle bir çalışmanın ender olduğunu, daha önceki dönemlerde Malazgirt Savaş alanı ile ilgili bir araştırma yapıldığını ifade eden Eser, bu alandaki ikinci çalışmanın Kösedağ Savaş alanı araştırması olduğunu kaydetti.

Türkiye Gazetesi, 23.06.2008

CHP, KONAK'A KIZIL MEYDAN YAPACAK

 

Yerel seçimin genel seçimle birleştirilip erken yapılma olasılığı partilerin proje çalışmalarını hızlandırdı. CHP İl Başkanı Kemal Karataş, genel merkeze sunmak üzere belediye başkanlarından projeler istedi. Karataş, kendisi de Konak’a yeni meydan kazandırmak için kolları sıvadı. CHP İl Başkanı, Konak Meydanı’nın yıkılıp, Rusya’daki Kızıl Meydan gibi büyütülmesi için mimarlara çalışma başlattı. Kemal Karataş, şöyle dedi:

“Konak Meydanı, İzmir’e yakışmıyor. Bu meydanın daha büyük olması lazım. Tıpkı Rusya’daki Kızıl Meydan gibi. Ufkumuzu geniş tutmalıyız. Güney Deniz Saha Komutanlığı’ndan katlı otoparka kadar meydandaki her şeyi kaldıracağız. Büyükşehir Belediyesi, defterdarlık, kaymakamlık gibi resmi kurumların hepsi yıkılacak ve gökdelenler bölgesi dediğimiz Bayraklı’ya taşınacak.
Saat Kulesi, Yalı (Konak) Camii, Hükümet Konağı da yıkılacak. Ancak bu binalar taşları numaralandırılarak aslına uygun şekilde meydanın kenarlarına kurulacak. Kemeraltı girişindeki mağazalar da yıkılıp meydan, 1’inci Beyler’e kadar genişletilecek. Bölgeye, Cumhuriyet tarihini yansıtacak iddialı heykeller yapılacak. Turistler, bu heykelleri inceleyerek ülkenin kurtuluş mücadelesini anlayacak.

Ayrıca Paris’teki gibi ‘Zafer Takı’ da olacak. Ayrıca Agora’ya kadar uzanacak Şanzelize’ye benzeyen cadde yapılacak. İşte o zaman İzmir’e turist yağacak. Büyük projeler pısırıklık değil, cesaret ister. Bir kente vizyon kazandırmak için cesur adımlar atmak lazım. İzmir’in tarihini yeniden yazacağız. Bu, kentin bin yıllık projesi olacak. Önümüzdeki ay yapılacak partinin program kurultayında düşüncemi dile getireceğim.”

Milliyet Ege, Haber: Elif Demirci, 23.06.2008

ZEUGMA'DA DALGA TEHLİKESİ





Zeugma Kazı Başkanı ve Ankara Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç.Dr. Kutalmış Görkay, Zeugma'da yapılan kurtarma kazılarında mozaiklerin, fresklerin, mühürlerin çıkarıldığını, ancak mimari dokunun suların oluşturduğu dalgalar tarafından tahrip edilme durumuyla karşı karşıya kaldıklarını söyledi. Doç.Dr. Görkay, bu konu hakkında yaptığı açıklamada: "2000 yılında yapılan kurtarma kazılarında tarihi eserleri gün ışığına çıkartırken, mimari dokuyu bıraktık. Sonuçta çok vahim bir tablo karşımıza çıktı. Açılan yerler sulara, dalgalara bırakıldı. Daha sonra biz duvar yaptık. Dalgaların verdiği tahribatı önleyebilmek için. Suyun altında bir tahribat olmuyor ancak dalgaların vurduğu yerlerde tahribat büyük oluyor.'' dedi. Görkay, 2000 yılında yapılan kurtarma kazılarında ortaya çıkan kanıtları barajın örttüğünü, barajda su tutulmaması halinde büyük sıkıntı yaşanabileceğini bildirdi. İl Özel İdaresi Genel Sekreterliği tarafından Zeugma kazı alanında koruyucu çalışmalar yapıldığını belirten Görkay, her yıl bakım ve onarım çalışmalarının yapıldığını sözlerine ekledi.

 

Zeugma Kazı Başkanı ve Ankara Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç.Dr. Kutalmış Görkay, Zeugma'nın bir tarih olduğunu, buranın asla popülerliğini yitirmeyeceğini belirterek, ''Yapılan çalışmalarla burası daha muhteşem bir hale gelecek'' dedi. Görkay, Zeugma antik kent alanının 2.3 kilometrelik bir alana yayıldığını, bu alanda çalışmalar yaptıklarını söyledi. Zeugma bir tarih'' ifadesini kullanan Görkay, ''buranın asla popülerliğini yitirmeyeceğini'' belirterek, ''Belli çevreler öyle düşünebilir ama yapılan çalışmalarla burası daha muhteşem bir hale gelecek'' şeklinde konuştu.

 

Yeni mozaik alanlarının açılmasıyla Zeugma'ya olan ilginin daha da artacağını, popülerlik konusunun suni bir terim olduğunu ifade eden Görkay, sözlerini şöyle sürdürdü: ''Ben aslında bu popüler deyimine katılmıyorum. Kurtarma kazıları başlamadan önce burası su altında kalıyordu. Bence buranın popülerliğini yitirip yitirmeyeceğini düşüneceklerine Zeugma'nın geleceği için nasıl girişimlerde bulunulması gerekiyor, neler yapılabilir onu düşünseler daha iyi olur.     Bazıları dışarıdan film izler gibi izliyor, bu işin ucundan tutabilirler. Burası Zeugma'dır ve değerini asla kaybetmez. Biz bu çalışmalar konusunda çok seçiciyiz ve ciddi destek bekliyoruz. Şimdi bu çalışmalara katılmak isteyenler, yaklaşmak isteyenler var, ancak seçici davranmak zorundayız. Her başvuranı buraya almak diye bir şey söz konusu olamaz. Kriterlerimiz ve öncelikle niyet çok önemli.''

Gaziantep 27 Gazetesi, 23.06.2008



*****



"MUHTEŞEM OLACAK"





Zeugma Kazı Başkanı ve Ankara Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç.Dr. Kutalmış Görkay, Zeugma'nın bir tarih olduğunu, buranın asla popülerliğini yitirmeyeceğini belirterek, ''Yapılan çalışmalarla burası daha muhteşem bir hale gelecek'' dedi.

 

Görkay, yaptığı açıklamada, Zeugma antik kent alanının 2.3 kilometrelik bir alana yayıldığını, bu alanda çalışmalar yaptıklarını söyledi. ''Zeugma bir tarih'' ifadesini kullanan Görkay, ''buranın asla popülerliğini yitirmeyeceğini'' belirterek, ''Belli çevreler öyle düşünebilir ama yapılan çalışmalarla burası daha muhteşem bir hale gelecek'' şeklinde konuştu.

 

Yeni mozaik alanlarının açılmasıyla Zeugma'ya olan ilginin daha da artacağını, popülerlik konusunun suni bir terim olduğunu ifade eden Görkay, sözlerini şöyle sürdürdü: ''Ben aslında bu popüler deyimine katılmıyorum. Kurtarma kazıları başlamadan önce burası su altında kalıyordu. Bence buranın popülerliğini yitirip yitirmeyeceğini düşüneceklerine Zeugma'nın geleceği için nasıl girişimlerde bulunulması gerekiyor, neler yapılabilir onu düşünseler daha iyi olur.

 

Bazıları dışarıdan film izler gibi izliyor, bu işin ucundan tutabilirler. Burası Zeugma'dır ve değerini asla kaybetmez. Biz bu çalışmalar konusunda çok seçiciyiz ve ciddi destek bekliyoruz. Şimdi bu çalışmalara katılmak isteyenler, yaklaşmak isteyenler var, ancak seçici davranmak zorundayız. Her başvuranı buraya almak diye bir şey söz konusu olamaz. Kriterlerimiz ve öncelikle niyet çok önemli.''

 

Yapılan kurtarma kazılarında mozaiklerin, fresklerin, mühürlerin çıkarıldığını, ancak mimari dokuyu bıraktıklarını vurgulayan Doç.Dr. Görkay, şunları kaydetti: ''2000 yılında yapılan kurtarma kazılarında tarihi eserleri gün ışığına çıkartırken, mimari dokuyu bıraktık. Sonuçta çok vahim bir tablo karşımıza çıktı. Açılan yerler sulara, dalgalara bırakıldı. Daha sonra biz duvar yaptık. Dalgaların verdiği tahribatı önleyebilmek için. Suyun altında bir tahribat olmuyor ancak dalgaların vurduğu yerlerde tahribat büyük oluyor.''

 

Görkay, 2000 yılında yapılan kurtarma kazılarında ortaya çıkan kanıtları barajın örttüğünü, barajda su tutulmaması halinde büyük sıkıntı yaşanabileceğini bildirdi. İl Özel İdaresi Genel Sekreterliği tarafından Zeugma kazı alanında koruyucu çalışmalar yapıldığını belirten Görkay, her yıl bakım ve onarım çalışmalarının yapıldığını sözlerine ekledi.

Gaziantep Hakimiyet, 23.06.2008

BİR GECEDE 300 BİN KİŞİ MÜZE GEZDİ

 

Macaristan’da 7’ncisi düzenlenen “Müzeler Gecesi”nde sabaha kadar açık olan müzeleri 300 binden fazla kişi ziyaret etti.

 

Macaristan Kültür Bakanı İstvan Hiller, 2002 yılında başlayan Müzeler Gecesi'ne ilginin artmasından memnun olduğunu belirtti. Hiller, Budapeşte’de 70, diğer şehirlerde toplam 160 müzenin saat 05.00’da kadar açık kaldığı Müzeler Gecesinde geçen yıl 235 bin olan ziyaretçi sayısının bu yıl 300 bini aştığını kaydetti.

 

Macaristan Müzeler Müdürlüğü yetkilileri de gece nedeniyle başkentte yoğun trafik olduğunu, etkinliğin bir festivale dönüştüğünü, yoğun ilgiden çok memnun olduklarını dile getirdi. Müzeler Gecesinde sabaha kadar açık kalan müzelerde ziyaretçiler için konser, tiyatro gösterisi gibi sürprizler de düzenleniyor.

Türkiye Gazetesi, 23.06.2008

HATAY'A MOZAİK VE HEYKEL EĞİTİM PARKI AÇILIYOR

 

Heykeltıraş Ahmet Bostancı, Antakya’nın tanıtımına ve turizmine katkı sağlamak amacıyla heykel ve mozaik çalışmalarının yer aldığı bir park oluşturacak.

Bostancı, mozaik kenti olarak bilinen Antakya’nın tanıtımına katkıda bulunmayı amaçladığını söyledi. "Kente farklı bir pencereden bakılmasını sağlamak istiyorum" dedi.

Bostancı, projesine Küçük Dalyan Belde Belediyesi’nin destek verdiğini, St. Pierre Kilisesi yakınındaki alanda yaklaşık bir dönümlük yer tahsisi yapıldığını belirtti.

Parkta geçmişte Hatay’dan kaçırılarak yurt dışına çıkarılan, müzelerde sergilenen çok nadide mozaiklerin benzerleri yer alacak. Ayrıca Antakya’nın kurucusu Antioche, Atatürk gibi tarihi ve kültürel yönden önemli kişilerin heykelleri bulunacak. İpek işleme tezgahı gibi kente özgü unsurlara da yer verilmesinin planlanıyor. Projenin çeşitli aşamalarına Antakya Gönüllüleri Derneği Sanat Kurulu da katkıda bulunacak. Parkı gezen ziyaretçiler atölyede sanatsal etkinliklere katılıp uygulamalarla yeteneklerini sınama olanağı bulacak.

Hürriyet Seyahat, 23.06.2008

BU MÜZEYE MUTLAKA GİTMELİ

 

Gaziantep'de tarih yazılmaya devam ediliyor. Seferpaşa Mahallesinde bir örneği İstanbul'da olan Rahmi Koç müzesinden sonra, ikinci büyük müze olarak açıklanan MEDUSA Arkeolojik cam eserler müzesi kültür ve sanat merkezi açıldı. Cam eserler müzesinin Türkiye'de Koç Vakfı koleksiyonundan sonra en büyüğü olduğunu kaydeden Füsun İşsever, ''1500 civarında tarihi esere sahibiz. Bu Türkiye'deki ikinci büyük koleksiyondur. Cam eserlerimiz tamamen gömütlerden elde edilmiştir ve 3 bin yıl ile 2 bin yıl arasında değişmektedir. Roma, İslam, dönemine ait eserlerdir'' dedi. ARK Antik Müzecilik Turizm Şirketi tarafından hayata geçirilen Arkeolojik Cam Eserler Müzesi (Roma ve İslam Camları) Kültür ve Sanat Merkezi'nin açılışına GAGİAD Başkanı Yaşar Erturhan, Ticaret Borsası Başkanı Ömer Çelik,Türkiye Un Sanayicileri Federasyonu Başkanı Erhan Özmen ve seçkin davetli topluluğu katıldı.

 

Füsun İşsever, açılışta gazetecilere yaptığı açıklamada, uzun yıllardan bu yana eşiyle birlikte cam, porselen, el işi örtüler üzerine koleksiyon oluşturduğunu, 1500'e yakın esere sahip olduğunu söyledi. Bir müze kurmayı eskiden beri hayal ettiğini, evinde biriktirdiği eserlerin eve sığmaması üzerine daha geniş ve tarihi bir mekanda insanlarla koleksiyonunu paylaşma isteği duyduğunu belirten İşsever, şunları söyledi: ''Müzemizde cam eserler, porselenler, el işi örtüleri yer alıyor. Müzenin bir bölümünde ise kuyumcu dükkanı, kapalı çarşıdan gelen bir kuyumcu ustamız, Mardin Midyat'tan gelen bir telkari ustası var. Ustamızın kiremit işleme, masaüstünde alevle cam boncuk çalışması, mücevher tasarımları, müzeyi ziyaret edenlerin ilgi gösterdiği bölümlerden biri. Müze de kafeterya ve tarihi eserlerini sergilendiği 5 ayrı bölümde bulunuyor.''

 

Arkeolojik Cam Eserleri Müzesi, Üfleme Cam Ocağı, Cam Boncuk Masaüstü Alevle Çalışma, Midyat Telkari, Antik Mücevher Tasarımı, Kutnu Dokuma, Kiremit İşleme, Antika Satış, Cam hediyelik eşya, Tahta Damıtma Zeytinyağı, Kafeterya ve gibi gece gündüz etkinliklerin yapılabileceği mekan, ziyaretçilerin beğenisini kazandı.

 

Kuruluşu hayata geçiren Füsun ve Tamer İşsever, buranın Türkiye'nin ilk özel müzesi olduğunu söylediler. Seferpaşa Mahallesi Şakir Sokakta bulunan eski bir Antep evini restore eden Fisun ve Tamer İşsever, Medusa'yı görmeye gelen ziyaretçileri kat kat gezdirdi ve burada bulunan eserlerle ilgili bilgi verdi. Medusa'nın bir avlusu, 5 salon ve 4 kattan oluşan sergi reyonlarında konusu ile ilgili tasarımların ayrı ayrı sergilendiğini ifa eden İşsever ailesi, burayı satın alarak diğer ortakları ile Gaziantep'te çok önemli bir eksikliği giderdiklerine inandıklarını söylediler.

 

Müzede 2000'in üzerinde tarihi eser bulunduğunu ve bunların çok kıymetli değerler olduğunu belirten Füsun İşsever, Türkiye'de Rahmi Koç'un Müzesi'nden sonra en büyük müze olduğunu ifade etti. Ellerinde çok miktarda tarihi değere sahip eser bulunduğunu belirten Fisun İşsever, "Türkiye'nin ilk arkeolojik cam eserler müzesini hemşehrilerimizin hizmetine sunmaktan mutluluk duyuyoruz. Roma ve İslam Camları) Kültür ve Sanat Merkezi'nin kısa zamanda kendisini aşacağını inandıklarını ve Gaziantep için önemli bir Kültür Sanat Merkezi haline gelmesi için çaba sarfedeceğiz." diye konuştu.

Gaziantep 27 Gazetesi, 23.06.2008

TÜRKİYE'NİN İLK ÇİNİ MÜZESİ 9 YAŞINDA

 

Kütahya’da, son Germiyan Beyi 2. Yakup tarafından külliyede kurulan Türkiye’nin ilk çini müzesi dokuz yılı geride bıraktı.

Ulu Cami yanında, uzun yıllar Vahid Paşa Halk Kütüphanesi olarak kullanılan yapı, Kültür ve Turizm Bakanlığı’nca iki yılda restore edilip 1999’da Çini Müzesi’ne dönüştürülmüştü. Müze binası, içindeki yekpare mermer şadırvandan dolayı Gökşadırvan olarak anılıyor. Müzenin vitrinlerinde, 14. yüzyıldan günümüze çini örnekleri yer alıyor. İşadamı Rıfat Çini’nin müzeye bağışladığı değerli eski çini koleksiyonu, babası Mehmet Çini’nin adı verilen galeride sergileniyor. Çinicilerin üstadı Hafız Mehmet Emin’in gümüş mührü, çini sehpası torunlarınca müzeye bağışlanmış. Müzenin iç kısmındaki odada en eski Kütahya çinileriyle çini yapımında kullanılan madde, boya, fırça ve desen örnekleri görülebiliyor. Bu malzemeler, çiniciliğin zorluklarını yansıtıyor.

Kütahya Çini Müzesi’nde Topkapı Sarayı’ndan getirilen İznik çinilerinin en nadide duvar karo örnekleri de yer alıyor. Bu çiniler formülünü sadece ustalarının bildiği mercan kırmızısıyla ünlü. Müzede ayrıca Kütahya Tanıtım Vakfı’nca (KÜTAV) düzenlenen çini yarışmalarında derece alan tabaklar, çini pano örnekleri de sergileniyor.

Müzenin koleksiyonunda yer alan tarihi belgelerden biri de ilk toplu iş sözleşmesi olduğu düşünülen 1766 tarihli Fincancılar Anlaşması. Kütahya’da, dönemin valisi Ali Paşa’nın huzurunda yapılan anlaşma, 24 işyerinden başka işyeri açılamayacağını belirtiyor. Fincancı usta, kalfa ve çırakların alacağı ücretler sıralanıyor. Bu anlaşmaya uymayanların ölüme bedel kürek cezasına çarptırılacağı hükmü yer alıyor.

Müzenin bitişiğinde de suları dinmeden akan eski bir sakahane, yakınlarında sekiz yıl önce yapılan kazılarda ortaya çıkarılan ilk Germiyan eserlerinden hamam kalıntısı yer alıyor.

Hürriyet Seyahat, Haber: Sedat Gök, 23.06.2008

İMÇ'DEKİ ESERLER GÜN IŞIĞINA ÇIKTI





İstanbul Manifaturacılar ve Kumaşçılar Çarşısı’nda (İMÇ) Türk sanatının önemli isimlerinden Kuzgun Acar, Füreya Koral, Bedri Rahmi Eyüboğlu, Eren Eyüboğlu, Yavuz Görey, Ali Teoman Germaner, Sadi Diren ve Nedim Günsur’un eserlerinin yer aldığını biliyor muydunuz? Peki ya bu eserlerin bakımsızlıktan harap bir hale geldiğini... Ocak ayında başlayan bir projeyle bu eserler yenilendi ve temizlendi.


Yedi gönüllüden oluşan Tangram Ekibi ve Kültür Bilincini Geliştirme Vakfı’nın çalışmaları sayesinde yürütülen proje sonunda, İMÇ’nin 9 bloğundaki eserlerin bakımı yapıldı.






Her şey Yelda Akın Oğuzmetin, İhsan Emre Eryüksel, Fatma Karahan, Ayşe Erkalan, İbrahim Kamil Dörter, Mustafa Sağlık ve Pınak Baykara’dan oluşan “Tangram Ekibi”nin çalıştıkları sigorta şirketinin toplumsal proje geliştirme eğitimine katılmasıyla başladı. Eğitim sonunda bir sosyal sorumluluk projesi gerçekleştirmeleri istenen ekip, Kültür Bilincini Geliştirme Vakfı’nın yetkilileriyle tanıştı. Ve iki ekip bir araya gelerek bu proje için kolları sıvadı.
İlk aşama “bütçe” bulmaktı. Tangram ekibi, çalışma arkadaşlarından pasta siparişleri aldı; satılan yiyeceklerden yaklaşık 2 bin 625 YTL kazanıldı. Bütçenin geriye kalan küçük bir eksiğini de İMÇ yönetimi karşıladı.

Uzmanlarla, akademisyenlerle görüşüldü. Sonuçta ekip, restoratör Serra Kaynak gözetiminde 9 gün boyunca eserleri temizleyip onardı.






40 yıllık bir geçmişe sahip 9 eserden en kötü durumda olan eserlerin Kuzgun Acar ile Füreya Koral’ınkiler olduğunu belirten Yelda Akın Oğuzmetin şöyle konuştu: “Kuzgun Acar için bir şey yapamadık maalesef. Yerinden indirdiğimiz anda parçalanacaktı. Füreya Koral’ın eserinin kenar bölümleri tamamen kırılmıştı. Hatta bir bölümü çimentoyla sıvanmıştı. Mekanik temizleme yaptık, dökülmüş bölümleri de tamamladık.”


Projede kime ait olduğuna dair ibare olmayan eserlerin yanına bilgilendirme panoları da yerleştirildi. Oğuzmetin “Esnaf, bu eserlerin farkında değildi. Eserlerin bu kadar önemli olduğuna inanamadılar. ‘Siz temizlediniz, koruması bize ait’ dediler” diye konuştu.

Tangram Ekibi’nden Yelda Akın Oğuzmetin, İMÇ’yi seçme nedenlerini “Çok önemli eserler kötü durumdaydı. Bir şeyler yaparak bunu değiştirmek istedik” diye açıkladı. Nedim Günsur’un eserinin bir bölümünü de o dönemdeki Prestij Müzik çıkarıp yerine demir bir kapak yerleştirmiş.

Milliyet, Haber: Yasemin Bay, 23.06.2008

KULLANILMAYAN KAYNAK TARİHE

 

Hükümet, Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu’nda değişiklik öngören kanun tasarısını TBMM Başkanlığı’na sundu. Hazırlanan tasarıyla, kültür ve tabiat varlıklarının korunması ve değerlendirilmesi amacıyla emlak vergisinin yüzde 10’u oranında alınan katkı paylarının atıl bir şekilde kalmasını önlemek için il özel idareleri tarafından kullanılmasının önü açılıyor. Böylece toplanan kaynak, kamulaştırma, sokak düzenlemesi, eski eserlerin restorasyonu ve benzeri faaliyetlerde hazırlanacak projelerde kullanılabilecek.


Hazırlanan tasarının gerekçesinde emlak vergilerinden alınan paylar çerçevesinde oluşturulan kaynağın bazı küçük belediyeler ile özellikle Doğu ve Güney Doğu Anadolu bölgelerindeki illerde yeterince kullanılamadığı belirtildi. Tasarıda “Bu durum belediyelerin proje geliştiremedikleri ya da il özel idarelerine istenen şekilde proje sunulamadığı ve benzeri ihtimalleri gündeme getirmektedir” denildi. Tasarıyla, kentlerin yeni bir görünüme kavuşturulacağı vurgulandı.


Tasarıyla ayrıca bölge koruma kurullarının Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Yüksek Öğretim Kurulu’’ca seçilen üyelerinin görev süreleri de 5 yıldan 3 yıla indiriliyor. Ayrıca üçten fazla bölge koruma kurulu olan yerlerde eşgüdümü sağlamak için koordinasyon müdürlüğü kuruluyor. Böylece yetkili kurulların daha etkin çalışmasının sağlanması amaçlanıyor.

Türkiye Gazetesi, Haber:Şükran Kaban, 23.06.2008

RESTORASYONA HIZ VEREN GAZİANTEP TURİZMDE ÖNE ÇIKMAYI HEDEFLİYOR

 

Turizmden aldığı payı artırmayı hedefleyen Gaziantep, restorasyon projelerini hızlandırdı. Restore edilen tarihi yapılar yardımıyla kentte konaklamanın teşvik edilmesi planlanıyor.

Başta Gaziantep Valiliği olmak üzere belediyeler, meslek odaları, sivil toplum kuruluşları ve bu alanda faaliyet gösteren özel sektör temsilcileri tarihi ve kültürel mekanları, yerli ve yabancı turistler için cazip birer merkez haline getirmeye çalışıyor. Vakıflar Bölge Müdürlüğü’nün başlattığı çalışmalar kapsamında geçen yıl Tütün Han, Millet Hanı, Zincirli Bedesten, Pişirici Mescidi, Mevlevihane Müzesi’nin restorasyonu tamamlandı. Buğday Han’ın restorasyonu bitirilip, kiraya verildi. Buğday Arastası Semti’nde bulunan tarihi Buğday Hanı’nda 14 işyeri bulunuyor. Çok sayıda, tarihi han, hamam ve tarihi caminin bulunduğu şehirde, Karagöz, Hüseyin Paşa, Nuri Mehmet Paşa ve Şıh Fethullah Camii’ndeki restorasyon çalışmaları devam ediyor. Gaziantep Vakıflar Bölge Müdürü İsa Güven, bu çalışmaların da 2008 içinde tamamlanmasının planlandığını söyledi.

Hürriyet Seyahat, Haber. Mehmet Öztaş, 23.06.2008

AÇIK HAVA MÜZESİ GİBİ

 

Bitlis’in Ahlat İlçesi Selçuklular ve Osmanlılar’a ait birçok eseriyle adeta açık hava müzesini andırıyor.

Ahlat Belediye Başkanı Mevlüt Gülmez, kentin 7 bin yıllık bir tarihe sahip olduğunu, yörenin tarihi ve turizm zenginlikleri açısından, dünyanın en önde gelen bölgelerinden biri olduğunu belirtti. Ahlat’ın, Van Gölü çevresindeki en eski yerleşim merkezi olması sebebiyle, 4. Uluslararası Van Gölü Havzası Sempozyumu’nun, ilçede düzenlendiğini belirten Gülmez, “4. Uluslararası Van Gölü Havzası Sempozyumu ile bu havzada bulunan tarihi eserlerin, doğal güzelliklerin, yörenin turizmini ve coğrafi yapısını geniş çapta tanıtma imkanı oldu.

Sempozyumun Van gölü havzasının tanıtımına fayda getireceğine inanıyorum” dedi. Tarihi Selçuklu mezarlarının önemine değinen Gülmez, dünyada eşi görülmemiş mezar taşlarının Ahlat’ta bulunduğunu ifade etti. Gülmez, “Dünyanın hiçbir yerinde, Ahlat’taki kadar el emeği ve göz nuru dökülerek yapılan mezar taşları bulamazsınız. Bunun yanında ilçemizde kümbetler, hamamlar ve 4 bin yıllık köprüler bulunmakta. Biz bu değerlerin tümünün korunması ve tanıtılması gerektiğine inanıyoruz” diye konuştu.

Türkiye Gazetesi, 23.06.2008

500 KİLOLUK HEYKELİ ÇALDILAR

 

  

 

1976’da hayatını kaybeden heykeltraş Atilla Onaran’ın yaptığı paslanmaz çelik 2 büyük heykel, eşi Dilek Onaran’ın İstanbul Levent’teki evinin bahçesinden çalındı.

Biri 500 diğeri 200 kilo olan heykellerin hiç iz bırakmadan nasıl çalındığı henüz bir sır. Eşinden yadigar olan heykellerin çalınmasına çok üzülen Dilek Onaran şöyle konuştu: “Eşim heykelleri yaparken ailecek çok sıkıntı çektik. Ne yazık ki sanat para kazandıran bir iş değildi. Eşim bir yandan da evi geçindirmek için evye imal etti. Kendimi yadigarına sahip çıkamamışım gibi hissettim. Eşimi bir kez daha kaybetmiş gibi oldum.”

Vatan, Haber: Dündar Kale, 23.06.2008

3800 YILLIK ASUR SARAYI ÖRTÜYLE KORUNACAK

 

Aksaray’daki yaklaşık 3 bin 800 yıllık Sarıkaya Sarayı’nın çevre ve doğal etkilerden korunmasını sağlamak amacıyla üzerine örtü sistemi yapılması planlanıyor.

Yeşilova Beldesi’ndeki Acemhöyük ören yerindeki saray, Asur ticaret kolonileri çağına ait önemli yapılardan biri olarak kabul ediliyor. MÖ 1840-1700 yıllarında, taş, ahşap ve kerpiç kullanılarak inşa edilen yapının bugüne kadar 50 odası açığa çıkarıldı. Sarıkaya ve Hatipler Sarayı ile evlerden oluşan höyükte kazı çalışmaları sonucunda müzeye 819 eser kazandırıldı. Döneminin özelliklerini yansıtan eserler arasında, pişmiş topraktan riton, testi, kapaklı vazo, ağırşak, damga mühür ve aplikler, taştan el baltası, fayanstan ve pişmiş topraktan hayvan figürleri, kaya kristalinden objeler ile gümüş, altından küçük buluntular ve bronz iğneler yer alıyor.

Acemhöyük’teki kazılar 1962 yılında, Prof.Dr. Nimet Özgüç başkanlığında başlatılmış, 1988’e kadar aralıklarla sürdürülmüştü. 1989’dan bu yana çalışmalar Ankara Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Arkeoloji Bölümü Prehistorya ve Ön Asya Arkeoloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof.Dr. Aliye Öztan tarafından yürütülüyor. Aksaray Valisi Sebati Buyuran, uygulanacak projeyle Acemhöyük’teki Sarıkaya Sarayı kalıntılarının yağmur, kar, rüzgar gibi doğal etkenlere karşı koruma altına alınacağını söyledi. "Kazılarda çıkan eşyaların kopyaları, restorasyondan sonra sarayın odalarında sergilenebilir" dedi.

Hürriyet Seyahat, 23.06.2008

ARTVİN TARİHİNİN PEŞİNDE BİR MÜZE DOLUSU EŞYA TOPLADI





Hititlerden İskitlere, İlhanlılardan Osmanlı’ya kadar üzerinde yüzyıllar boyu farklı kültürleri barındıran Artvin’in geçmişiyle ilgili objeler Miniaturk’te sergileniyor. Bu serginin mimarı ise, yıllarca Artvin’le ilgili objeler toplayan 75 yaşındaki emekli öğretmen Zeki Şarkoğlu.

Şarkoğlu sergiyi oluşturan 184 yöresel eser ve eşyayı, yaklaşık 300 köy ve 7 ilçeyi dolaşarak toplamış. “Gem Vurulunca Durgun Akan Çoruh’tan Haliç’e Esintiler” ismiyle 3 gün önce Miniaturk’te açılan sergide, 27 ayrı baraj inşaatıyla artık durgun akan Çoruh’a da dikkat çekiliyor.
Artvin kültürünü araştırmak, köklerin izlerini sürmek için yola çıktığını, ancak imkanları elvermeyince köy köy dolaşarak yöresel tarihi eşyaları toplamaya başladığını anlatan Şarkoğlu, şöyle konuştu: “Memleketim bir kültür hazinesi. Bugüne dek hiçbir kazı yapılmamış. Tarihin izlerini, halen var olan kilise, cami, medrese gibi tarihi eserlerin dışında göremiyoruz. Artvin’in bir müzesi olmalı. 

Beni görenler, ‘Vah vah zavallı iyi öğretmendi, iyi adam yetiştirdi ama kafayı üşütmüş, eskileri topluyor’ diye arkamdan konuştu. Tüm emekli paramı harcadım ama tek istediğim memleketimin tarihini, kültürünü tanıtmak, turizmi desteklemek. Bu nedenle sergiyi İstanbul’da açtım ve İstanbul’da bir Artvin Evi kurulsa bağışlayacağım.”


Müzedeki birçok objenin ilginç öyküsü var. Biçilen otların toplanmasında kullanılan demir dirgeni, aynı zamanda Kurtuluş Savaşı’nda silah (süngü) olarak kullanılmış. 

Hayvan derisinden yapılmış ‘çarık’ın yanında, kamyon tekerlerinden soyulup çivilerle çakılmış, 1940’larda kullanılan lastik ayakkabı bulunuyor. Tığ makinesi, şal tezgahı, el değirmeni, süt makinesi, tahıl küreği, çamaşır dövme küreği, ağaçtan yapılmış kapı zili ‘zırza’ ve kav çakmağı sergide yer alan objelerden sadece birkaçı...

Milliyet, Haber: Şükran Özçakmak, 23.06.2008

TAHRİBATA UĞRAYAN KÖPRÜ 24 SAAT KORUNACAK





Büyükçekmece'nin en önemli tarihi eserlerinden olan Kanuni Sultan Süleyman Köprüsü'ne şehir eşkıyaları tarafından yine zarar verildi.

 

Restore edildikten sonra Büyükçekmece'nin simgesi haline gelen ve Kültürpark'taki üç tarihi eserin en önemlisi olan Kanuni Sultan Süleyman Köprüsü'nde şehir eşkıyaları tarafından tahribat yapılması, Büyükçekmece Belediye Başkanı Dr. Hasan Akgün tarafından büyük tepki ile karşılandı. Köprü üzerinde bulunan kitabelerin kendini bilmez magandalar tarafından yerlerinden sökülüp çalınması ile birlikte ortaya çıkan görüntü, görenlerin tepkisine yol açtı.

 

Özellikle köprünün son bölümüne yazılar yazarak, buradaki pirinç kitabeleri çalan ve 550 yıllık tarihe saygısızlık edenlere karşı kayıtsız kalınamayacağını dile getiren Büyükçekmece Belediye Başkanı Dr. Hasan Akgün, Büyükçekmece'nin simgesi olan bu eserlere hiç kimsenin zarar vermeye hakkının olmadığını söyledi. Akgün, "Uluslararası Kültür ve Sanat Festivali'mizden dolayı ilçemize gelenlerin hayran kaldığı 550 yıllık tarihi köprümüze yapılanları büyük bir saygısızlık olarak nitelendiriyorum. Tarihi köprümüzü restore ettirip dünya kültürüne sunduğumuzdan beri bu tip olaylarla her yıl karşı karşıyayız. Köprünün son bölümüne bir gün yazılar yazılıyor, öteki gün kitabeler kırılıyor. Geçmişte bunları yapanları tespit ettirip emniyet birimlerine isimlerini vererek bu olayların önüne geçmiştik. Ancak son zamanlarda maalesef bu tür olaylar yeniden başladı." diye yakındı.

 

Tarihi eserlere yapılanlara karşı belediye olarak tahammüllerinin kalmadığını vurgulayan Başkan Akgün, köprü için özel güvenlik ekibi oluşturduğunu, bu güvenlik ekibinin köprü üzerinde vardiyalı olarak 24 saat boyunca güvenliği sağlayacağını, tarihi köprüye bu tür zarar veren kişileri anında yakalayarak güvenlik birimlerine teslim edeceklerini söyledi.

Zaman, Haber: Abdullah Balcı, 23.06.2008




HAFTANIN HABERİ



TARİHİ CAMİDE TUVALET KRİZİ





Emirgan Polis Karakolu, yaklaşık 8 ay önce cami içinde kalan karakolun arazi payını bir duvarla örerek kendi sınırlarına dahil etti. Caminin tuvaleti de emniyete geçmiş oldu. Camiye gelen cemaat aylarca tuvaletsiz kaldı.


Cemaatin tuvaletsiz kalması esnafı da yordu. Özellikle cuma günleri caminin karşısındaki Çınaraltı esnafı müşteriyle mi, yoksa tuvalet ihtiyacını gidermek isteyen cemaatle mi ilgileneceğini şaşırdı. 

Tuvaletsiz kalan cami cemaatinin imdadına Sarıyer Belediye Başkanı Yusuf Tülün yetişti. Tülün bir konteyner tuvalet getirterek caminin içine koydurdu. Ancak bu tuvalet de Emirganlıları tatmin etmedi. Caminin tarihi dokusuna yaraşır bir tuvalet için mücadele eden Emirgan Mahallesi’nin 25 yıllık muhtarı, Sabancı’nın 22 yıllık özel fotoğrafçısı ve Emirganlılar Derneği Onursal Başkanı Baki Kızgınkaya yaşadıkları sıkıntıyı şöyle anlattı:


“Emniyet, tapulu arazisine sahip çıkınca biz tuvaletsiz kaldık. Osmanlı İmparatorluğu’ndan miras kalan camimiz İstanbul’da tuvaleti olmayan tek cami unvanına sahip oldu. Türkan Sabancı bize sponsor olacaktı ama sözlü olarak başvurduğumuz Vakıflar, Anıtlar Yüksek Kurulu ve Boğaziçi İmar Müdürlüğü’nden olumlu bir yanıt alamadık. Cami, Boğaz öngörünümde olduğu için ruhsatsız bir şey yapamıyoruz. Camimize gelen Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Hilmi Güler’e de durumu anlattık. Konteyner, cemaatin işini görüyor ama hoş değil. Caminin tarihine yakışır bir eser yapılmasını istiyoruz.”

Milliyet, Haber: Ümran Avcı, 23.06.2008


LAODİKYA'DA YANGIN 6 SAATTE SÖNDÜRÜLDÜ

 

Denizli’de Eskihisar Köyü yakınlarında bulunan ve 6 yıldır kazı çalışmaları devam eden Laodikya antik kentinde dün çıkan ot yangını, öğle saatlerinde geniş bir alana yayıldı.

Yangın 6 saatte kontrol altına alınırken tarihi eserler siyah renge büründü. Laodikya Kazı Heyeti Başkanı Prof.Dr. Celal Şimşek de yangın bölgesine gelerek söndürme çalışmaları izledi. İtfaiye ekiplerinin geç geldiğini öne sürerek tepki gösteren Prof. Şimşek, "Antik kentler bu tür yangınlarda büyük tehlikeler yaşıyor. Bu tür yerlerde daha dikkatli olunmalı" dedi.

Hürriyet, Haber: Ramazan Çetin, 23.06.2008

TOPBAŞ: HALİÇ'TE TESCİLLİ OLMAYAN YAPIYI YIKTIK

 

Haliç Tersanesi’nde izinsiz yapılan yıkımlar üzerine İstanbul 2 No’lu Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu, ilgililer hakkında suç duyurusunda bulunmuştu.


Topbaş da, TBMM’de verilen soru önergesine gönderdiği yanıtta, Kurul kararının uzadığını, kamu hizmetini aksatmamak için çalışmalara başlandığını bildirmişti. Bu süreç Milliyet gazetesinde dün “Belediye de bunu yaparsa” manşetiyle yayımlanmıştı.


Topbaş, dün şunları söyledi: “Haliç Tersanesi’ndeki söz konusu yapı 40 yıl önce yapılmış bir hangar. Kültürel bir niteliği yok. Daha önce döküm ve kimya atölyesi olarak kullanılmış. Tescilli olmayan, hayati tehlike oluşturduğu için kaldırılması yönünde rapor verilen bir yapı. Aciliyet olduğu için hazırlanan bir raporla kaldırılmış. ‘Belediye bunu yaparsa’ deniyor. Belediye kim? Siz, vatandaşlar, halk. Biz burada İstanbul’da yaşayanların lehinde karar veriyoruz. İnsanlarımızı düşünmek zorundayız.”

Milliyet, 24.06.2008



******



İZİNSİZ YIKIMA 'KAMU HİZMETİ' GEREKÇESİ





İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş, Fatih Sultan Mehmet tarafından kurulan Haliç Tersanesi’ndeki bazı binaların yıktırılmasını “kamu hizmetini aksatmama” gerekçesiyle açıkladı. Topbaş, İstanbul 2. No’lu Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’nun “yoğunluk nedeniyle karar alma sürecinin uzamasından” yakındı.


Milliyet’in Haliç’teki yıkımı geçen şubat ayında fotoğrafla kanıtlamasından sonra CHP İstanbul Milletvekili Çetin Soysal, İçişleri Bakanı Beşir Atalay’dan, kurul kararını hiçe sayan İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin Haliç Tersanesi’nde yıkım yapmasının nedenlerini açıklamasını talep etti. Bunun üzerine Topbaş  gönderdiği yanıtta, Fatih Sultan Mehmet tarafından 11 Aralık 1455’te kurulan tersanenin tarihi doku bütünlüğü dikkate alınmayarak yüksek katlı betonarme binalar yapıldığını ifade etti.


Sonradan yapılan bu binaların ekonomik ömrünü doldurduğunu, fen ve sağlık şartları açısından uygun yapılar olmadığını savunan Topbaş, İBB Meclisi’nin 2.7.2004 tarihli 72 sayılı kararıyla, tersane bölgesinin “kültür ve rekreasyon alanı” olarak planlanarak, gereği için Koruma Kurulu’na iletildiğini bildirdi.






Topbaş, 2 No’lu Koruma Kurulu’nun “3 yılı aşkın süre sonunda” planın, yönetmeliğe uygun hale getirilmesine karar verdiğini belirtti ve binanın yıkım gerekçesini şöyle açıkladı:
‘Hizmetin aksamaması için...’
“Söz konusu binada statik raporlar neticesinde yıkılma tehlikesi arz eden fen ve insan sağlığı şartları açısından kamu hizmeti aciliyetine binaen rehabilitasyon konusu gündeme alınmış, Koruma Kurulu’nun yoğunluk nedeniyle karar alma sürecinin uzaması dikkate alınarak kamu hizmetini aksatmamak amacıyla rehabilitasyon çalışmasına başlanmıştır...
Yürütülen çalışmayla ilgili olarak Koruma Kurulu durdurma kararı almıştır. Konuyla ilgili bilgi ve belgeler karar alınmak üzere değerlendirilmektedir.”

Koruma Kurulu, İDO’ya devredilen Haliç Tersanesi’ndeki yıkımlar hakkında suç duyurusunda bulundu. Haliç Tersanesi, Türkiye Denizcilik İşletmeleri’nden İDO’ya 31 Mart’ta devredildi. Kurul’un “izinsiz hiçbir inşaat ve fiziki uygulama yapılamayacağına” karar verdiği tersanede devir işlemleri tamamlanmadan yıkım ve onarımlar başladı. Nisanda tersanede incelemelerde bulunan Prof.Dr. Mete Tapan başkanlığındaki 2 No’lu Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu, Kapıüstü Mescidi’nde yapılan kazı, onarılan yapı ve yıkılan bina için sorumlular hakkında suç duyurusunda bulunulmasına karar verdi.  

Fatih Sultan Mehmet tarafından 1455’te “Tersane-i amire” adıyla kurulan ve 3 havuz, 3 atölye binası, kapı ve çeşmesiyle 550 yıllık sanayi mirası niteliği taşıyan Haliç Tersanesi, İstanbul 1 No’lu Kültür ve Tabiat Kurulu tarafından 7.7.1993’te “kentsel sit alanı”, 22.03.1995’te ise “tarihi sit alanı” içine alındı. Kurul, “izinsiz hiçbir inşaat ve fiziki uygulama yapılamayacağına” karar vermişti. Milliyet, Haliç Tersanesi’ndeki yıkımı geçen şubat ayında Murat Öztürk’ün gökyüzü fotoğraflarıyla kanıtlamıştı.

Milliyet, Haber: Mansur Çelik - Gürkan Akgüneş - Murat Öztürk, 23.06.2008

VAN GÖLÜ SEMPOZYUMU SONA ERDİ

 

Bitlis'in Ahlat İlçesi'nde düzenlenen '4'üncü Uluslararası Van Gölü Havzası Sempozyumu' sona erdi.


Bitlis Eren Üniversitesi'ne bağlı Ahlat Meslek Yüksek Okulu'nun konferans salonunda onlarca bilim adamı ve akademisyenin katıldığı sempozyuma katılan bilim adamları, Van Gölü Havzası ile ilgili araştırmalarını, bilimsel çalışmalarını aktardı. Aktarılan bu bilgilerin daha sonra bir kitapta toplanarak, gelecek nesillere iyi bir kaynak olacağı kaydedildi. Öte yandan sempozyumun ilçede düzenlenen bir takım sosyal ve kültürel faaliyetlerle de desteklendiği kaydedildi.


Sempozyumun sonunda bir durum değerlendirmesi yapan İstanbul Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof.Dr. Oktay Belli, Ahlat'ta düzenlenen sempozyumun başarılı geçtiğini belirtti. Ahlat'ta yabancılık çekmediklerini, konuk olmadıklarını ve kendi evlerinde olduklarını söyleyen Prof. Dr Belli, "Tam 22 yıldan bu yana uluslar ve uluslararası sempozyum yapıyorum. Ama Ahlat'taki gibi coşkulu bir sempozyum görmedim. Bunun için Ahlat'ta düzenlenen sempozyumun ilk ve son olmamasını diliyorum. Gelenekselleşmesini istiyorum. Benim dileğim olduğu kadar sizlerinde dileği olmalıdır" dedi.

Bitlis Kent Haber, 22.06.2008

DİYARBAKIR'IN TARİHİ SURLARI GECEKONDU İSTİLASINDAN KURTULUYOR





Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi ve Toplu Konut İdaresi (TOKİ) işbirliğiyle tarihi sur diplerindeki 352 gecekondunun sahiplerine modern konut yapılacak.

 

Büyükşehir Belediyesi ve TOKİ arasında imzalanan protokol ile "Kentsel Dönüşüm Projesi" hayata geçirildi. Proje sayesinde gecekondularda yaşayan vatandaşlar modern bir hayata, tarihi surlar da gün ışığına kavuşacak. Tarihi Sur diplerinde en fazla 2 odalı gecekonduda 5-6 hatta 8-9çocuğuyla yaşayan aileler, sağlık ocağı, okul, park gibi sosyal donatıların yer aldığı Diyarbakır Şanlıurfa kara yolunun 12.kilometresinde yapılacak modern mekanlarda yaşama fırsatı bulacak. Proje ile 352 gecekonduda yaşayan yaklaşık 2 bin kişiye, 20-30 metrekarelik gecekondular yerine 80-120 metrekarelik evlerde sağlıklı bir ortamda yaşama imkanı sağlanacak. Büyükşehir Belediyesince 15 milyon YTL karşılığında kamulaştırılacak gecekonduların bulunduğu 100 bin metrekarelik alan yeşil alana dönüştürülerek, tarihi surların görünürlüğü sağlanacak.

 

Büyükşehir Belediyesi Genel Sekreteri Fahrettin Çağdaş, geçen yıl TOKİ ile yaptıkları ön protokol ile"Tarihi Sur Koruma Bandı ve Kentsel Yenileme Projesi" adı altında bir çalışmaya başladıklarını söyledi. Projenin, tarihi Sur bölgesinin hem inanç hem de kültür turizmine açılmasını sağlayacağını anlatan Çağdaş, TOKİ ile yaptıkları ortak çalışmayla İçkale ve Hazreti Süleyman Camisi'nin civarındaki gecekonduların temizleneceğine dikkat çekti.

 

Hazırladıkları tespit raporunu TOKİ ile paylaştıklarını ifade eden Çağdaş, şöyle dedi: "TOKİ de Çölgüzeli mevkisindeki alanla ilgili ihale ve projelendirme çalışmasını yaptı. 31 Temmuz'da konutların yapımı için ihale yapılacak.Daha sonra konutların yapımına başlanacak. 1 Temmuzdan itibaren vatandaşlarla görüşeceğiz. Görüşmede uzlaşma için tespit edilen rakamları vatandaşlara sunacağız. 2 öneri ile vatandaşlara gidiyoruz. Birincisi tespit edilen arazi ve konut bedellerini kendilerine verebileceğimizi, ikincisi de arazi ve konutların bedellerinin TOKİ'nin yapacağı konutların peşinatı olarak kabul edileceğini, geri kalanının da borçlandırma yapılacağını söyleyeceğiz. Bir taraftan konutlar inşa edilirken, diğer taraftan da vatandaşlarla görüşme yapacağız.Çölgüzeli mevkisinde 850'inin üstünde konut yapılacak. Bunların 352'sigecekonduda yaşayan vatandaşlar için, geri kalan konutlar da Diyarbakırlı vatandaşlarımızın için yapılacak."

 

Çağdaş, kamulaştırma bedeli olan 15 milyon YTL için TOKİ ile görüşmelerinin sürdüğünü, vatandaşlara sağlanan geri ödemeli borç yönteminin kendilerine de sağlanmasını istediklerini vurgulayarak, bu konuda TOKİ ile süren görüşmelerin olumlu yönde ilerlediğini dile getirdi. TOKİ'nin Diyarbakır gibi tarihi bir kentin böylesine geri dönüşümünün sağlanmasına yönelik projeye çok duyarlı olduğunu, bu duyarlılık sonucu projenin inşa aşamasına geldiğini belirten Çağdaş, gerek TOKİ Başkanı gerekse de diğer çalışanların iş birliği çalışmasına olumlu yaklaştığını bildirdi.

 

Boşaltılacak alanın 100 bin metrekarelik alan olduğunu, yıkım ve temizleme çalışmasından sonra hiçbir yapının yapılmasına izin verilmeyeceğini ve alanın tamamen yeşil alana dönüştürüleceğini anlatan Çağdaş, daha sonra diğer bölgelerin de boşaltılacağını söyledi. Çağdaş,"Temizlenecek alanda Roma dönemine ait amfi tiyatro ve hamamın olduğu ifade ediliyor. Hazreti Süleyman Camisi civarındaki gecekonduların olduğu alanda olduğu tahmin edilen amfi tiyatro ve hamam için kazı çalışması da yapılacak" dedi.

Yeni Şafak, 22.06.2008

İZNİK'TEKİ ÇÖPLÜK ŞİMDİ SAHİPSİZ BİR HAZİNE

 

Bir süredir İznik’te kilise, hamam ve camilerin restorasyonu var. İyi bir iş. Ama, restorasyonun nasıl yapıldığı da önemli.

Restorasyon adı altında pek çok yer kazılıyor. O kazılarda çıkan sütunlar, sütun başlıkları, çiniler ve arkeolojik eserler öyle sahipsiz ki, doğrudan İznik çöplüğüne atılıyor. O çöplük şimdi sahipsiz bir hazine.

Dozerler vuruyor. Balyozlar parçalıyor. Kazmalar iniyor. Kepçeler dört bir yana savuruyor. Zümrütler çöplüğe düşüyor. İznik’te tam bir facia var.

Roma’dan, Bizans’tan, Selçuklular’dan, Osmanlı’dan kalan ne varsa insafsızca çöplüğe atılıyor. Sütunlar, sütün başlıkları, çiniler, kapı altları, alınlık parçaları, çanak, çömlek parçaları birer birer çöplüğe savruluyor.

İznik milattan önce kuruluyor. Roma İmparatorluğu’nun önemli kentlerinden biri. Hıristiyan dünyası için önem taşıyan, ekümenik konsillere ev sahipliği yapıyor. Kralların adına sikkeler bastırdığı, su yolları, kiliseler ve sarnıçlarla donatılan bir kent. Roma bölündükten sonra, Bizans zamanında İznik yine aynı önemde.

Selçuklular İznik’i alınca, bu kez camiler, medreseler, hanlar, hamamlar yapılıyor. İznik hac yolu üzerinde. İki din için de gözde bir kent.

1. Haçlı Seferi sırasında yine Bizans’a geçiyor. 1330’larda Osmanlı yönetimine giriyor.

İki ayrı din İznik’e kendi kültürünü taşıyor. Kendi eserlerini veriyor. Bugüne kalan tarihi miras.

İznik’te dört kapı var. Bunlardan biri olan Lefke Kapısı da, kazılıyor. İznik’i kazdıkça Roma, kazdıkça Bizans, kazdıkça Selçuklu, kazdıkça Osmanlı çıkıyor. Zengin bir miras.

O kazılarda çıkan sütunlar, sütun başlıkları, çiniler ve arkeolojik eserler öyle sahipsiz ki, doğrudan İznik çöplüğüne atılıyor. Dört yüz yıl önce Evliya Çelebi’nin gözlemi var: "Burada bukalemun nakışlı öyle çiniler işlenir ki, tarifinden dil acizdir." Dört yüz yıl sonra, çinilerin çöplüğünü anlatmaktan dil aciz.

Amerikan Hastanesi’nden odyoloji (işitme bozuklukları) uzmanı Ayşen Erdil, İznik’te restorasyon yapıldığını öğreniyor. Arkeoloji ve sanat tarihi merakı var. "Kazılar nasıl yapılıyor" merakı yolunu İznik’e düşürüyor. İznik’te bir faciayla karşılaşıyor. Çöplüğe atılan tarihsel kalıntıları fotoğraflarla belgeliyor.

Restorasyonu yürüten Başbakanlığa bağlı Vakıflar Genel Müdürlüğü. Restorasyon parası oradan veriliyor. İlk kazıya Yeşil Cami çevresinden başlanıyor. I. Murat Hamamı’ydı, Lefke Kapısı’ydı, Ayasofya Kilisesi’ydi derken restorasyon genişliyor.

Genişlemesinde ve restorasyona gidilmesinde mesele yok. Hatta, tarihi mirası ayakta tutmak açısından, iyi niyetli ve yerinde. Mesele, bin küsur yıllık tarihin çöplüğe hoyratça atılması. Eline kazma verilen kişilerin sütunları, çinileri, sütün başlıklarını, ne olduğunu bilmeden, har vurup harman savurması.

Ne Başbakanlığın, ne Kültür Bakanlığı’nın, ne genel müdürlüğünün çöplüğe atılan zümrütlerden haberi yok. Haberi olsa, herhalde birileri "dur" der. Şimdilik, diyen yok.

Yolunuz İznik’e düşerse, koca sütunları taşımak zor ama, çinilerden birkaç parça da sizin payınıza düşebilir. O çöplük şimdi sahipsiz bir hazine.

Hürriyet Pazar, Yazı: Yalçın Doğan, 22.06.2008

TARİHİ HAN MÜZE OLACAK

 

İzmir’in Ödemiş İlçesi’nde, geçmişte ekonominin ve siyasetin nabzının tutulduğu, sanat ve siyaset dünyasının ünlülerinin ağırlandığı 81 yıllık otel ve yanındaki 200 yıllık han, restore edilerek kent müzesine dönüştürülecek.

Neo-klasik mimarinin Ege Bölgesi’ndeki ilk örneklerinden kabul edilen, Safiye Ayla’dan Adnan Menderes’e sanat ve siyaset dünyasının ünlülerinin konakladığı, şair Necip Fazıl Kısakürek’ün “Otel Odaları” adlı şiirini yazarken ilham aldığı düşünülen 81 yıllık Yıldız Oteli’nde restorasyon çalışması başlatıldı. Ödemiş Belediyesi’nce eski kent dokusunun iyileştirilerek kimliğine kavuşturulması amacıyla satın alınan 200 yıllık Keçecizade Hanı ve daha sonra avlusuna yaptırılan Yıldız Oteli’nin restorasyon çalışmaları 1 yıl sürecek. Tarihi han ve otelin restorasyonu için 750 bin YTL ödenek ayrıldı.

Ödemiş Belediye Başkanı Mahmut Badem, Yıldız Oteli’nin kendileri için çok önemli olduğunu belirtti. Başkan Mahmut Badem, “Buranın 1920’li yıllardaki özelliğini tekrar yaşatmak istiyoruz. Bu nedenle, belediye olarak bu oteli sahiplerinden satın aldık. Biz burayı ele almasaydık iki yıl içerisinde ya yanacak ya da yıkılıp yok olup gidecekti” diye konuştu.

Akşam Akdeniz, 22.06.2008

ÜRDÜN'DEN TARİHİ ESERLERE SAYGI

 

Ürdün, Irak'ın 2003'te ABD tarafından işgali sırasında tarihi alanların ve Bağdat ulusal müzesinin yağmalanmasının ardından Ürdün sınır görevlilerinin ele geçirdiği 2 bini aşkın eski eseri iade etti.

 

Ürdün Turizm Bakanı Maha el Hatib, Amman'da düzenlenen törenle tarihi eserleri Irak eski eserler Bakanı Muhammed el Urabi'ye teslim etti.

 

Urabi, 2003'te ulusal müzenin yağmalanması sırasında 15 bin eserin yağmalandığını, bunlardan 5-6 bininin geri alındığını söyledi.

 

Iraklı yetkili Amira Lidan, geri alınan, MÖ 7000 ile MÖ 200 yılı arasındaki dönemlere ait eserlerin, insani ve kültürel değerler açışından önemli olduğunu belirtti.

 

Irak'ta ulusal müzeden 15 bin, ülke genelinde 10 bin civarındaki tarihi alandan da binlerce eser çalınmıştı.

Trt/Haber, 22.06.2008

TÜRBE ÇİNİLERİNİ ÇALANLAR YAKALANDI





Eminönü'ndeki Hatice Turhan Valide Sultan Türbesi'nden geçen yıl çalınan 27 adet karo parçasından oluşan servi ağacı motifli çini pano, Fatih'teki bir depoda ele geçirildi.

 

500 bin YTL değerinde olduğu belirtilen çini panonun 20 adedinin sökülürken kırıldığı belirlendi. Eski türbe bekçisinin de aralarında bulunduğu 4 kişi yakalandı.

 

İstanbul polisi bir yıl süren çalışma sonucunda, çini karoların Fatih'te bir depoda tutulduğu bilgisine ulaştı. Belirlenen adrese yapılan baskında 20'si kırılmış toplam 27 parça çini karo bulundu. Servi ağacı motifli çinilerin sökülürken kırıldığı kaydedildi. Depoyla bağlantılı Eyüp D. ve Özhan E. gözaltına alındı. Eyüp D. ve Özhan E., çininin depoya Cumali D. tarafından konulduğunu söyledi. Cumali D. yapılan aramalara rağmen bulunamadı. Cumali D. ile ilgili çalışmalarını yoğunlaştıran ekipler, kardeşi Bekir D.'nin çinilerin çalındığı dönemde türbede bekçilik yaptığını belirledi. Gözaltına alınan Bekir D., emniyetteki ifadesinde, çinilerle ilgisinin bulunmadığını, çinilerin kardeşi Cumali D.'ye ait olduğunu söyledi. Çini hırsızlığı ile ilgili bağlantısı tespit edilen Sezgin G. de Batman'da yakalanarak İstanbul'a getirildi. Polis, çinilerin yurtdışına satılmak üzere depoda tutulduğunu belirtti. 4 kişi emniyetteki sorgularının ardından adliyeye sevk edildi.

Zaman, 24.06.2008


******


HANEDAN ÇİNİLERİ DEPODA BULUNDU

 

İstanbul'un en önemli tarihi zenginliklerinden biri olan Yenicami yanındaki türbeden çalınan çiniler, mali polisin operasyonuyla bir depoda ele geçirildi.

 

Hatice Turhan Sultan Türbesi'nden çalınan 33 parça çininin ele geçirildiği depoda bir kişi gözaltına alındı. Türbeler ve Müzeler Müdürü Erman Güven'in fark etmesiyle ortaya çıkan hırsızlık olayının yaşandığı türbenin 24 saat koruma altında tutulduğu ortaya çıktı. Akıl almaz hırsızlık olayı müdürün yaptığı denetimler sırasında ortaya çıktı. Türbeler ve Müzeler Müdürü Erman Güven, envanter listesi ile tarihi eserleri gezerken Eminönü'ndeki tarihi Yenicami arkasında yer alan Hatice Turhan Sultan Türbesi'ni de ziyaret etti. Pencere içindeki boşluktan şüphelenen Güven, çinilerin eksik olduğunu fark etti. Envanterde bu eksikliğin bulunmadığın gören Güven, hemen Kültür ve Turizm Bakanlığı'na, Emniyet'e ve savcılığa haber verdi. 2007 yılında meydana gelen bu olayın ardından polis araştırma başlatmış ve çinileri her yerde aramaya başlamıştı.

Zaman, 22.06.2008

Pergamon Kazı Ekibi
(Sağdan C. Schuchardt, C. Humann, A. Conze, E. Fabricus (?), R. Bohn.
Kaynak: Anılar, Alman Arkeoloji Şubesi’nin 75. Yılı, Istanbul 2004)
...19. yy sonu




15 - 21 Haziran 2008

YENİ CAMİ ÇİNİLERİ BULUNDU

 

Eminönü Yeni Cami'nin arkasında yer alan, 4 Osmanlı padişahının mezarlarının da bulunduğu Hatice Turhan Sultan Türbesi'ne ait servi motifli 33 tarihi İznik çinisi çalındıktan iki yıl sonra ele geçirildi. 2007 yılında çalınan ve İstanbul Mali Suçlarla Mücadele Şubesi'nin iki yıldır peşinde olduğu çiniler, gelen bir ihbar ile Fatih'te bir depoda ele geçirdi. İhbar üzerine belirlenen adrese düzenlenen baskında çalınan çinilerin yanı sıra çok sayıda tarihi esere de el konuldu. Depoda bulunan 1 kişi ise gözaltına alındı. Polis, çinilerin çalındıklarından beri burada saklandıklarını ve hasar gördüklerini belirledi. Konu ile ilgili olarak çinileri camiden çalan hırsızların da arandığı öğrenildi.

Yeni Şafak, 21.06.2008

"ERZURUM EVLERİNİ KAYBEDİYORUZ"

 

 

Atatürk Üniversitesi Genel Sekreteri ve Fen Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü öğretim üyelerinden Doç.Dr. Hüseyin Yurttaş, eski Erzurum evlerini konu alan bir broşür hazırladı.

Erzurum'daki eski evlerin mevcut durumları, fotoğrafları ve bilgilerinin yer aldığı broşür 30 sayfadan oluşuyor. Atatürk Üniversitesi'nin alarak restoresini yaptırdığı eski Erzurum eviyle ilgili bilgilerin de bulunduğu broşür, geleneksel ev mimarisi konusunda da bilgiler veriyor.

Broşürü hazırlayan Doç.Dr. Hüseyin Yurttaş, günümüze kadar gelebilen eski Erzurum evlerinin durumunun içler acısı olduğunu belirtti. Erzurum evlerinin kentin kuruluş süresi içerisinde şehirle birlikte var olduklarını ifade eden Yurttaş, "Ancak malzeme seçimi, doğa koşulları, savaşlar, yangınlar ve kuşakların farklı ilgisi evlerin hayatta kalmalarına veya yıkılmalarına sebep olmuştur. Günümüzde mevcut Erzurum evlerinin en eskisi 18. yüzyılın başlarına kadar gitmektedir. Saltuklu ve İlhanlı döneminde inşa edilen eserler içerisinde dini, askeri ve sosyal yapılar ağırlıkta olmasına karşın, sivil mimari eserler günümüze ulaşmamıştır. Bu türün örnekleri sadece Osmanlı döneminin son üç yüz yılına aittir. Bugün bunların da durumu içler acısıdır." dedi.

Broşürde içinde yaşanılan tarih başlıklı bir yazıya da yer veren Yurttaş, Erzurum evlerinin özelliklerini de anlattı. Broşürde yer alan bilgilere göre eski Erzurum evlerinin özellikleri şöyle:"Bir iç sofa çevresinde gelişen Erzurum evlerinin önemli mekanını tandır evlerinin oluşturduğu düzenleme ile dikkat çeker. Genelde iki katlı inşa edilen bu evlerin zemin katında tandır evi, avlu, kiler, seki, birkaç oda, bazen ahır, ikinci katında ise sofa, baş oda ve diğer odalar bulunur. Ön cephe, kapı, pencere ve köşelerde kesme taşın, diğer kısımlarda moloz taşın kullanıldığı duvarlarda bağlayıcı madde çamur harçtır. Tandır evleri genelde kırlangıç örtülüdür. Odaların tavan ve dolaplarında ahşap süsleme görülür."

Erzurum Gazetesi, 21.06.2008

EĞİK MİNARE RESTORE EDİLİYOR

 

 

Önemli tarihi eserler arasında yer alan ve eğimi nedeniyle ''Pizza Minare'' olarak bilinen Ali Nacar Camisi'nin eğik minaresinin rekonstrüstiyonu ve çevre düzenleme çalışmaları başladı. Vakıflar Bölge Müdürü İsa Güven, yaptığı açıklamada, ihaleye çıkartılan Gaziantep Ali Nacar Camisi 2008 Yılı Minare Rekonstrüksiyonu ve çevre düzenlemesi işi, Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kanunu Kapsamındaki Kültür Varlıklarının Rölöve, Restorasyon, Restitüsyon Projeleri, Sokak Sağlıklaştırma, Çevre Düzenleme Projelerinin ihaleyi kazanan firmaya yer teslimi yapıldığını söyledi.

 

Güven, çalışmanın 300 günde teslim edileceğini ve 400 bin YTL ihale bedelli belirlendiğini kaydetti. Ali Nacar Camisi'nin Gaziantep için önemli olduğunu, zamanında yapılan yanlış müdahaleler nedeniyle minaresinde doğuya doğru eğim bulunduğunu ifade eden Güven, ''Minaresi yapılan yanlış müdahaleler nedeniyle yere doğru çökmüş ve 30 santimlik bir eğim var. Minare yana doğru eğiliyor. Hem can hem de mal güvenliği için büyük tehlike arz ediyor'' diye konuştu. Güven, Ali Nacar Camisi'nde kültür varlıkları koruma kurulu kararı doğrultusunda projeye sadık kalarak çalışma gerçekleştireceklerini bildirdi.

 

Minarenin en üstünden sökülen taşların numaralandırılacağını, bu taşların sonra üstten alta doğru tekrar değişik noktalarında silindir şeklinde dizileceklerini anlatan Güven, sözlerini şöyle sürdürdü: ''Cami'nin temel yapısını sağlamlaştırdıktan sonra minareyi eski haline getireceğiz. Bu şekilde minarenin orijinal yapısına zarar vermeden, mümkün olduğu kadar çıkan taşları yeniden kullanmak suretiyle minareyi yeniden inşa edilecek. Cami'nin son cemaat kısmı ile etrafındaki iş yerlerinde de restorasyon çalışmaları yapacağız.'' Güven, Vakıflar Bölge Müdürlüğü olarak geçen yıl 17 caminin restorasyonunu tamamladıklarını, 7 caminin restorasyonun sürdüğünü, bu yıl içinde bir kilise, bir havra ve bazı tarihi camilerin restorasyonuna başlayacaklarını sözlerine ekledi.

Gaziantep 27 Gazetesi, 21.06.2008

BİR TARİH CANLANIYOR

 

Tarihi eserleri koruma altına alan İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin Şaraphane’deki eski DGM binasında başlattığı restorasyon çalışması devam ediyor.

 

Un fabrikası olarak kurulan 100 yıllık tarihi yapıdaki restorasyon çalışmaları tamamlandığında, İZSU Genel Müdürlüğü’nün yeni hizmet binası olarak kullanılması planlanıyor. Bir ara ekmek fabrikası olarak işletilen, daha sonra DGM ve TEK’e ev sahipliği yapan binanın restorasyonu yaz sonu tamamlanacak.

Milliyet, 21.06.2008

BABIALİ ŞENLİĞİ ÜZERİNE

 

Türkiye Gazeteciler Cemiyeti'nin, "Babıali Gezileri" ile başlattığı ve "Küresel Isınma Kurultayı" ile devam ettirdiği etkinlikler, "Babıali Şenliği" ile devam ediyor. Bir zamanlar medyanın ve yayıncılığın başkenti gözüyle bakılan Babıali'ye dikkatleri yeniden çekmek amacıyla düzenlenen "Babıali Şenliği" kapsamında belgesel gösterileri, imza günü, konserler, şiir dinletileri, dans gösterileri ve sergiler var. Buraya kadar her şey güzel, sorun yok.... Sorun, şenliğin düzenlendiği yerde, yani Sultanahmet Meydanı'nda olmasında...

 

Yıllardır bu sayfada yazıyoruz, "Kontrolsüz kalabalıklar, tarihin ömründen çalar" diye. Bu şenliklerin, festivallerin, gösterilerin vb etkinliklerin düzenlendiği tarihi alanlarda, platform kurulması, kablolar çekilmesi, çiviler çakılması, afişler asılması filan zaten tahribat kapsamına girer, bunlar bu işin uzmanları tarafından zaten sayısız kez yazıldı, söylendi, ekleyecek bir şeyimiz yok. Ancak bir de bu etkinliklere katılıma göz atmak gerektiğini yeniden vurgulamak istiyoruz. Tarihi alanlarda aşırı yığılmalar, bu kalabalıkların getirdiği mutlak sorunların telafini imkansız kılabilir. Bunun yetkili makamlarca gözardı edilmemesini yeniden talep ediyoruz.

 

"Babıali Şenliği" için tarihi mekanın seçim yanlışlığı ise bu konuya gönül vermiş bir çok akademisyenin tepkisini çekiyor. Bunlardan biri de yıllarını koruma ve restorasyon konusuna adamış, bu konuda birçok çalışmaya imzasını atmış olan Prof.Dr. Ayda Arel. Sanat Tarihi Derneği Başkan Yardımcısı olan Arel, "Babıali Şenliği" konusundaki izlenimlerini yazdığı ve İstanbul 4.no.lu Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'na gönderdiği yazıyı aşağıda yorumsuz olarak sunuyoruz:

 

TAYHaber, Ayşe Didem Bayvas, 21.06.2008


 

İstanbul 4.no.lu Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'na

 

 

Eminönü Belediyesi marifeti ve Valilik onayıyla Babıâli Festivali başlığı altında gerçekleştirilen bir dizi etkinlik, 16 Haziran günü, Sultanahmet Meydanında, Hipodrom bölgesiyle Firuzağa camii arasında kalan ve arkeolojik park olarak düzenlenmiş bulunan Lausos ve Antiochos saray kalıntılarının üzerinde başlatılmıştır. Turistlerin yoğun ilgi odağı olan bu tarihi ortamda, tarihi kalıntıların üzerinde gerçekleşen ve tanık olduğum etkinliklerden görebildiklerim şunlardı: (a) arkeolojik park değişik kitapçı ve radyolara tahsis edilen çadırlarla doldurulmuştu. (b) Biraz daha alt seviyede ve İbrahim Paşa Sarayı’nın kuzeyinde kalan Antiochos Sarayı’nın kalıntıları üzerinde ise, kravatlı vilayet ve belediye mensuplarının yer aldığı bir estrad kurulmuş, önü iskemlelerle doldurulmuş, çevresi ise hoparlör ve televizyon kameralarının çemberine alınmıştı. Bu kesimden, biraz sonra  pop müzik bangırtıları yükselecekti. 

 

En sıradan turistin bile, bizlere, hazırdan bir görgüsüzlük ve rüküşlük yaftasını yapıştırmasına yol açabilecek bu görüntünün irkilticiliği bir yana, bu mevsimde, bu ortamda, beceriksizce girişilmiş bu yersiz etkinliğin bu belirli tarihsel alanda yapılmasına neden gerek görüldüğünü anlamaktan acizim. Ama en önemlisi, bu etkinliğin önem ve değeri tescil edilmiş kültürel ve turistik varlıkların içinde yapılmasına nasıl ve kimin izin verdiğini, ülkesinin gülünç bir görüntü vermesinden huzursuzluk duyan ve asgari bir kültürel bilinç ve duyarlığı olan herkes gibi merak etmekteyim. Ve bunun soruşturulmasını ve buna son verilmesini talep etmenin de aynı nedenlerden kaynaklanan doğal bir hakkım olduğunu düşünüyorum. 

          

Gereği için, saygılarımla, 

 

Prof.Dr. Ayda Arel

Sanat Tarihi Derneği Başkan Yardımcısı

YANGIN TARİHİ MİLLİ PARKA SIÇRAMADI

 

Çanakkale'nin Eceabat İlçesi'ne bağlı Yalova Köyü'nde çıkan ve bu sabah kontrol altına alınan orman yangınının Gelibolu Yarımadası Tarihi Milli Parkı'na sıçramadığı bildirildi.

 

Çanakkale Orman Bölge Müdürü Mustafa Demirel, yangının dün etkisini artırmasının ardından çevre il ve ilçelerden takviye olarak arazöz istediklerini söyledi.

 

Bölgede 80 arazözün söndürme çalışmalarına katıldığını belirten Demirel, ''Ayrıca 500 işçi, 15 iş makinesi de yangına müdahalede bulundu. Havadan ise 6 uçak ve 3 helikopter yangına müdahale etti'' dedi.

 

Demirel, dün tedbir amaçlı olarak boşaltılan ve Eceabat-Gelibolu arasında bulunan Boğazkent Tatil Sitesinin yangından etkilenmediğine değinerek, ''Yangın Gelibolu Yarımadası Tarihi Milli Parkı'na sıçramadı. İlk belirlemelerimize göre yangında 80 hektar ormanlık alan ile 40 hektarlık tarım arazisi tahrip oldu'' diye konuştu.

 

Mustafa Demirel, bölgede havadan ve karadan soğutma çalışmalarının sürdürüldüğünü bildirdi.

haberler.com, 20.06.2008

DOĞA VE TARİH YOK OLACAK

 

Osmaniye’ye yapılması planlanan çimento fabrikası çevredeki dört köyün tarım arazileri ile tarihi mirasını yok edecek. Geçimini tarım ve hayvancılıkla sağlayan dört köyün etkileneceği fabrika ayrıca, Hitit döneminden kalan Kastabala antik kenti ile 152 çeşit kuş türünü barındıran Kırmıtlı Kuş Cenneti’ni de tehdit ediyor.


Bölge halkı genellikle çimento fabrikasına karşı çıkarken bazı köylüler, işsiz oldukları için iş umudu ile çimento fabrikasının kurulmasını istiyorlar. Bazı köylüler ise çimento fabrikasının bahane olduğunu, asıl amacın tarihi açıdan zengin olan bölgeden hazine çıkarmak olduğunu söylediler.
 

Çimento fabrikasının hem tarihi hem de doğal güzelliği yok edeceğini söyleyen Yeniköy sakini Ersan Karaca, çimento fabrikasının kurulmasını istemediklerini ifade etti. Halkın çimento fabrikası hakkında çok fazla bilgiye sahip olmadığına dikkat çeken Karaca, “Halk arasında tarihi açıdan zengin olan mevkide hazine aramak için çimento fabrikasının bahane olarak kullanıldığı hakkında bir düşünce var. Daha önce de çevrede lahitler ve buna benzer eserler bulundu” diye konuştu. Karaca, çimento fabrikası yerine bölgenin turizm açısından değerlendirilebileceğini aktararak, Kuş Cenneti ve Kasatabala antik kentine gelenlerin bölge halkına katkı sağladığını ve hükümetin bu güzellikleri yok etmek yerine turizm anlamında destek olması gerektiğini dile getirdi.
 

Kesmeburun Köyü'nden 80 yaşındaki Yusuf Kılıç ise köylerinin ikiye bölündüğünü, muhtarın ve yandaşlarının çimento fabrikasını istediğini, fakir fukaranın ise karşı çıktığını belirtti. “Fabrika kurulursa toz toprak olur, bağ üzüm olmaz” diyen Karaca, doktorların da kanser ve hastalık riski olduğu için fabrikaya karşı çıktığını aktardı. Köylerinin tarım ve hayvancılıkla geçindiğine dikkat çeken Karaca, fabrikanın kurulması halinde ne ekip dikecek bir tarlaları ne de hayvanları için bir mera kalacağını dile getirdi. Tarım ve hayvancılık olmazsa hayatlarını sürdüremeyeceklerini vurgulayan Karaca, “Fabrikayı yaparak bize yaşamayın diyorlar” dedi.
 

Tarlasını sularken görüştüğümüz Şükrane Poyraz ise fabrikayı istemediğini, ancak kardeşinin istediğini söyledi. Kardeşinin işsiz olduğu için iş umudu ile fabrikanın kurulmasını istediğini aktaran Poyraz, sadece iş için binlerce insanın hayatının tehlikeye atılamayacağını söyleyerek, fabrikaya karşı çıkma nedenini açıkladı. Fabrika ile geçim kaynakları olan topraklarını kaybedeceklerini söyleyen Poyraz, “İnsanlar hayatlarını tarımla sağlıyorlar. Toprakların kaybolması insanların hayatlarını sürdürememelerine neden olacak. Ayrıca insanlar emekli olup buraya şehrin gürültülü ve kirli havasından uzaklaşmak için geliyorlar. Fabrika kurulursa hava kirlenecek, kim kirli hava solumak ister?” dedi.

Evrensel, Haber: Ökkeş Nergis, 20.06.2008

PROF.DR. ENGİN BEKSAÇ: TRAKYA ÖNEMLİ BİR ARKEOLOJİK MİRASA SAHİP





Trakya Üniversitesi Sanat Tarihi Bölümü Başkanı Trakolog Prof.Dr. Engin Beksaç, Trakya'nın medeniyetler arasında binlerce yıllık bir köprü olduğunu ve yapılan arkeolojik çalışmaların bölgenin önemli bir arkeolojik mirasa sahip olduğunu gösterdiğini söyledi.

 

Beksaç, Edirne'nin Keşan İlçesi'nde Edirne Esnaf ve Sanatkarlar Odaları Birliği tarafından Keşan Şoförler ve Otomobilciler Odası Derviş Günday Eğitim Salonu'nda düzenlenen "Turizm ve Keşan" konulu konferansa katıldı. Beksaç, Atatürk'ün 1930'lu yıllarda başlattığı arkeolojik çalışmalarda Trakya'nın özelliğini kaybetmeyecek bir bölge olduğunun görüldüğünü belirtti.

 

Beksaç, şunları söyledi: "Ama Trakya önemli bir şansızlık yaşadı. Demirperde ve Yunanistan'la ülkemiz arasındaki çekişmeler sürecinde sınır sorunları nedeni ile arkeolojik ve tarihsel araştırmalar çok uzun müddet kapalı kaldı. 1980'li yıllarda bazı kişiler de Trakya ile ilgili çalışmalar yaptılar, ancak ellerindeki bilgileri paylaşmadılar. Son dönemde yapılan çalışmalar bize Trakya'da güçlü bir tarih ve arkeoloji mirası olduğunu gösteriyor. İstanbul sınırlarında Yarımburgaz Mağarası'nda yapılan çalışmalarda elde edilen buluntular günümüzden 750 bin yıl öncesine dayanıyor. Burada aletler ve insan dişleri bulundu. Bulgular Trakya'da insanların ne kadar eskiden beri yaşadığını gösteriyor."

 

Trakya'da dikili taş olarak adlandırılan menhirlerin klasik anlamda, Roma ve Hırıstiyan anlayışıyla dikilmiş anıt mezarlarla karıştırıldığını da anlatan Beksaç, bunların İslami mezarlar olduğunu kaydederek şöyle devam etti: "Trakya'da çok önemli bir yanılgı var. Bazı kişilerin menhir diye uydurdukları bir terim var. Şunu özellikle belirtmek istiyorum. Trakya'da menhir yok. Bu menhir denen taşlar, Ortaçağ sürecinde buraya ilk kez gelen Türkmen gruplarının mezarlıklarından arta kalan taşlardır. Oysa menhir çok farklı bir şeydir. Menhir Avrupa'da özellikle tören alanlarında veya ayinlerin yapıldığı bölümlerde kullanılan taş dizileri veya tek olarak dikilen taşlardır. Trakya'da menhir terimini kullanan kişiler Çek asıllı Şkorpil kardeşlerdir. Bunlar gerçekleri çarpıtmışlardır."

 

Beksaç, Müslümanlık'ta taş dikme geleneği konusunda ise şunları söyledi: "Eskiden hacca giden sayısı çok azdı. Zengin ve hali vakti yerinde olanlar giderlerdi. Hacca gidip dönenler, kurban kesip yemek verdikten sonra, kendi adlarına köylerde taş dikerlerdi. Bu sadece Trakya'da Edirne'ye has bir gelenek. Trakya'nın kuzey doğu kesimlerinde böyle bir gelenek yok."

 

Prof.Dr. Beksaç, tarihte Edirne'de para basan üç merkezin de Enez, İpsala ve Edirne olduğunu sözlerine ekledi.

haberler.com, 20.06.2008

ERZEN ŞEHRİ DEVLETTEN ÖDENEK BEKLİYOR

 

 

Batman Kozluk İlçesi Oyuktaş Köyü'nde bulunan ve kayıp Ortaçağ başkenti olan Erzen şehrinin 2008 yılı birinci dönem yüzey araştırma toplantısı Prof.Dr. Salim Cöhçe başkanlığında yapıldı.

 

Kozluk İlçesi Oyuktaş Köyü, Yeşilyurt mezrasında kayıp ortaçağ başkenti olan Erzen şehrinin yüzey araştırması çalışmalarının toplantısı Kozluk Merkez 75. Yıl İlköğretim Okulu konferans salonunda Prof.Dr. Salim Cöhçe ve Yard. Doç.Dr. Adnan Çevik başkanlığında yapıldı.

Sempozyuma Kozluk Kaymakamı İskender Yönden ilçe kurum amirleri ve çok sayıda vatandaş katıldı. Sempozyumda Erzen şehri ve Şeyh Bace (Anu Şirvan) Kalesi hakkında elde edilen bulgular davetlilerle paylaşılırken çalışmaların ilerleyişi hakkında bilgiler verildi. II. Dönem Yüzey Araştırmasının Ağustos ayında yapılacağını belirten yetkililer, Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Türk Tarih Kurumu'nun ödenek vermesi halinde 2009 yılında bilimsel kazılara başlanacağını ifade ettiler.

 

Yapılan yüzey araştırmaları sonucunda Şeyh Bace Kalesi çevresinde MÖ 2000 yıllarına dayanan buluntulara rastlandığı ve Erzen şehrinin de Dilmaçoğlu Beyliği'ne 250 - 300 yıl başkentlik yaptığı savunulurken, yüzey araştırmaları süresince gerek bölgede yaşayan köylülerden elde edilen buluntular, gerekse de yüzey araştırmaları neticesinde bulunan para, tabak, çini ve mezar taşları davetlilere tanıtıldı.

Batman Kent Haber, 20.06.2008

ULU CAMİ ASLINDA DAHA ESKİYMİŞ!





Adana'nın en önemli tarihi eserlerinden Ulu Cami'nin, üzerinde yazıldığı gibi 1541 yılında değil, 1507 yılında yaptırıldığı ileri sürüldü.

 

Tarihçi Cezmi Yurtsever, Ulu Cami önünde yaptığı basın açıklamasında, caminin tarihi hakkındaki araştırmaları esnasında, giriş kapısı yanında bulunan tanıtım levhasının dikkatini çektiğini, levhada cami inşaatının Ramazanoğlu Halil Paşa tarafından 1513 yılında yaptırılıp, 1531 yılında bitirildiğinin yazdığını belirterek, "Cami içindeki mezarlar bölümünde Ulu Cami'yi yaptıran Ramazanoğlu ve Türkmen beyi Halil'in mezarının üzerindeki yazıyı çözümledim. Halil Bey, 1510 yılında ölmüş. Halil Bey'in ölüm tarihinden sonra 1513 yılında caminin yapımını başlatması mümkün değil" dedi.

 

Ulu Cami'nin yapım tarihinin, caminin doğusunda bulunan taç kapının girişindeki kitabede de yer aldığını ifade eden Yurtsever, "Kitabe çerçevesindeki Arapça yazıları da dikkatle okuyunca 'Tarih hayrihi sahha' şifreli yazısını buldum. O dönem tarihleme koduna esas olan 'ebced hesabı' ile caminin yapım tarihinin de 1507 yılında sonuçlandığını öğrendim. Bu gerçeklerin ışığında Ulu Cami'nin yapım tarihi 1507 yılıdır. Camiye sonradan ek binalar olarak imarethane/hastane eklenmişti ve bahsi geçen ek yapıların bitiş tarihi 1541'e kadar uzanmıştır" diye konuştu.

 

Cami girişindeki tanıtım levhasıyla insanların yanıltıldığını savunan Yurtsever, sözlerini şöyle sürdürdü: İşin ilginç yanı, 1998 Adana depremi öncesinde Ulu Cami'nin girişindeki tanıtım levhasında yapılış tarihi 1507 yazıyordu. Depremi bahane eden 'tarih uydurucular' levhayı yerinden söktüler ve toplumu yanıltan, caminin 1513 yılında yapıldığı görüşlerine yer veren levhayı koydular. Adana Valiliği Kültür Müdürlüğü ve devletin, Adana'nın kültürel tanıtımını esas alan bütün yayınlarında da aynı yanıltıcı bilgiler yer almıştır. Adana Valiliği, 'tarih uydurması'na acil müdahale etmelidir."

 

Yurtsever, Türk Tarih Kurumu Başkanı Prof.Dr. Yusuf Halaçoğlu'nun da, Adana tarihi ve Ulu Cami'nin tarihine kaynak gösterilen yazılarında, caminin yapılış tarihini 1513 olarak gösterdiğini, tarihi hatanın Halaçoğlu tarafından da yapıldığını savundu.

Adana Kent Haber, 20.06.2008

TARİHİ ESER OPERASYONU

 

Bursa'nın Karacabey İlçesi'nde bir ihbarı değerlendiren jandarma ekipleri, Roma dönemine ait 20 adet tarihi eser ele geçirdi. 

Edinilen bilgi göre, Karacabey İlçesi'ndeki Boğazköy'de ikamet eden M.D isimli şahsın elinde tarihi eser olduğu ihbarını alan jandarma ekipleri, Cumhuriyet Başsavcılığı'ndan arama izni alarak operasyon gerçekleştirdi.

Şahsın evinde yapılan aramada, tarihi eser niteliği taşıyan 20 adet parça ele geçirildi. Tarihi eserler üzerinde Müze Müdürlüğü yetkililerince yapılan incelemede, parçaların tamamının Roma dönemine ait olduğu ve 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kanunu kapsamında tarihi eser niteliği taşıdığı tespit edildi. Olayın şüphelisi olan M.D. isimli şahıs, ifadesi alındıktan sonra tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı.

Bursa Kent Haber, 20.06.2008

SEMPOZYUM: THE OTTOMAN BALKANS. A SYMPOSIUM IN HONOUR OF MACHIEL KIEL

 

Hollanda Araştırma Enstitüsü'nün eski müdürü, bilim adamı ve akıl hocası, İstanbul'un uzun süreli ziyaretçisi, sakini ve uzmanı Machiel Kiel, yakın bir tarihte İstanbul'dan ayrılma planları yaptığından bahsetmişti. Hollanda Araştırma Enstitüsü, Kiel'in gidişinin kendisini ve çalışmalarını onurlandırmak için uygun bir fırsat olduğunu düşünerek Kiel'in beraber çalıştığı ve kendilerine
esin kaynağı olduğu sekiz meslektaşı ve arkadaşını 27 Haziran günü saat 14.00
ve 18.00 arasında Hollanda Araştırma Enstitüsü'nde gerçekleştirilecek olan
The Ottoman Balkans. A Symposium in Honour of Machiel Kiel adlı sempozyumda
sunumlar yapmaya davet etti.

Hollanda Arkeoloji Enstitüsü'nden yapılan açıklamada, sempozyumun ilgilenen herkese açık olduğu bildirildi.
TAYHaber, 20.06.2008

OSMANCIK KALESİ'NDE YANGIN

 

Çorum'un Osmancık İlçesi'nde bulunan tarihi kalede çıkan yangın korkuya neden oldu.

 

Alınan bilgiye göre, dün kale içerisindeki otların tutuşmasıyla başlayan yangının, kale içerisinde bulanan evlere sıçrama ihtimali herkese korkulu dakikalar yaşattı.

 

Osmancık Belediyesi itfaiye ekiplerinin zamanında yaptığı müdahale ile otluk alanda çıkan yangın kısa sürede söndürüldü. Yangında yaklaşık olarak bin metrekare yeşil alan kül oldu.

Çorum Kent Haber, 20.06.2008

SEMPOZYUM: ORIENT & OCCIDENT. WEST MEETS IN EAST ISTANBUL

 

 

Hollanda Araştırma Enstitüsü'nde 25-26 Haziran 2008 tarihlerinde Orient & Occident. West meets East in Istanbul adlı bir sempozyumda gerçekleştirilecek.

Bu iki gün süresince, uluslararası araştırmacı ve aydınlardan oluşan katılımcı grubu,Batı-Doğu ilişkilerinin çok katmanlı doğasına ve bu ilişkilerin Ortaçağ'dan modern zamanlara kadar tarih, edebiyat ve sanat alanında değişen algılarına ilişkin sunumlar yapacaklar.

Sempozyum üç ülkeden dört kurum tarafından organize edildi: University of Utrecht (Dr. Raniero Speelman), Université de la Picardie Amiens (Dr. Danielle Buschinger), Ankara Üniversitesi (Dr. Nevin Özkan) ve Hollanda Araştırma Enstitüsü (Dr. Fokke Gerritsen).


Konuşmacılar bu üç ülkenin yanı sıra Portekiz, Çek Cumhuriyeti, İtalya, Yunanistan, Letonya, İsviçre ve Polonya'dan sempozyuma katılıyor. Sunumlar ise İngilizce ve Fransızca yapılacak.
TAYHaber, 20.06.2008

KALE VE KİLİSEDE KAZI YAPILACAK





Divriği Kalesi ve çevresindeki tarihi eserlerin önemine dikkat çeken Yrd.Doç.Dr. Eser, bu tarihi bölgenin gün yüzüne çıkarılabilmesi için 2006 yılında çalışma başlattıklarını söyledi.


Divriği’deki tarihi kale ile çevresindeki sur ve kilise kalıntılarının gün yüzüne çıkarılması amacıyla başlatılan kazı çalışmalarını yürüten Cumhuriyet Üniversitesi (CÜ) Fen Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü Öğretim Üyesi Yrd.Doç.Dr. Erdal Eser, kale çevresinde kaçak kazı yapan define avcılarından yakındı. Kaçak kazı yapan kişilerin tespit edilmesi için Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Sivas Valiliğine suç duyurusunda bulunduğunu belirten Eser, bakanlıktan tarihi yapının korunması için bekçi görevlendirmesini istedi. 

CÜ Arkeoloji ve Sanat Tarihi Uygulama ve Araştırma Merkezi Müdürlüğü görevini de yürüten Yrd. Doç.Dr. Eser, Divriği Kalesi ile çevresindeki sur ve kilise kalıntılarının olduğu bölgede yaptıkları kazı çalışmaları hakkında basın mensuplarına bilgi verdi. 

Divriği Kalesi ve çevresindeki tarihi eserlerin önemine dikkat çeken Yrd.Doç.Dr. Eser, bu tarihi bölgenin gün yüzüne çıkarılabilmesi için 2006 yılında çalışma başlattıklarını söyledi. Geçen yıl kendisinin başkanlığında 5 işçi ile 15 gün kalenin kuzey yamacındaki kilisede yaptıkları kazı çalışmalarında Ermenice kitabe parçası bulduklarını ifade eden Yrd.Doç.Dr. Eser, geçen hafta sonu ilçeye geldiğinde, tarihi yapının etrafında kaçak kazı yapıldığını fark ettiğini söyledi. 

Kilisenin üst bölümünden büyük bir delik açılarak tarihi yapının içine girildiğini belirten Eser, tarihi yapının iç kısmının moloz yığınlarıyla dolduğunu kaydetti. 

Kale ve çevresinin gece aydınlatmasının olmasına rağmen kaçak kazı yapılmasının düşündürücü olduğunu ifade eden Yrd.Doç.Dr. Eser, kaçak kazı yapan kişilerin tespit edilmesi için Kültür ve Turizm Bakanlığı ve Sivas Valiliğine suç duyurusunda bulunduğunu belirtti. Define avcılarından yakınan Eser, kaçak kazı çalışmalarının hem tarihi yapıya zarar verdiğini hem de kendi kazı çalışmalarını sekteye uğrattığını kaydetti.
 

Yrd.Doç.Dr. Eser, kale ve çevresindeki tarihi yapıların korunması için Kültür ve Turizm Bakanlığından bölgede bekçi görevlendirilmesi talebinde bulunduğunu, tarihi yapının daha fazla zarar görmemesi için bekçinin bir an önce görevlendirilmesi gerektiğini ifade etti. 

Bu konuda hem bakanlık yetkililerinden hem de yerel yöneticilerden destek bekleyen Yrd.Doç.Dr. Eser, tarihi yapıların korunmasında polisiye önlemlerin yanı sıra vatandaşların da duyarlı olmasının önemine değindi.
 

Divriği Ulu Cami ve Darüşşifası ile ilçedeki birkaç mezarın Mengücekoğulları Beyliği ile ilgili bilgiler verdiğini belirten Eser, Divriği Kalesi'ndeki kazı çalışmalarının tamamlanması ile birlikte Mengücekoğulları ve Ortaçağ dönemiyle ilgili yeni bilgilerin ortaya çıkacağını tahmin ettiğini söyledi. 

Amaçlarının Mengücekoğulları ile ilgili bilinmeyenleri ortaya çıkarmak olduğunu ifade eden Yrd.Doç.Dr. Eser, Bakanlıktan gerekli iznin çıkması halinde bu yıl 1 Ağustosta kazı çalışmalarına başlayacaklarını kaydetti. 

Kazı çalışmalarını 5 kişilik değil de 50-100 kişilik bir ekiple sürdürmek istediklerini belirten Yrd.Doç.Dr. Eser, ödeneğin fazla olması durumunda ekipte yer alan kişi sayısını artıracaklarını ifade etti.

Kazı çalışmaları için sponsor aradıklarını, ancak bulamadıklarını da kaydeden Eser, ''Biz sınırlı kaynaklarla bu tarihi yapıdaki kazı çalışmalarını bitiremeyiz, çözemeyiz'' dedi. 

Bu yılki kazı çalışmalarında ilk olarak, kaçak kazı sonucu moloz yığınlarıyla dolan bölümü yeniden temizleyeceklerini belirten Yrd.Doç.Dr. Eser, daha sonra ise kale ve surların olduğu bölgede kazı yapacaklarını söyledi.

Yeşil Divriği, 20.06.2008




DENİZLİ'DE YİNE FOSİLLER BULUNDU

 

Denizli’nin Honaz İlçesi'ne bağlı Kocabaş beldesindeki mermer traverten işletmelerden birindeki kazı çalışmaları sırasında insan kolu kemiği, deniz atı, timsah ve yengeç fosilleri bulundu.
Kocabaş Belediye Başkanı İsa Cin, beldedeki mermer ocaklarından birindeki kazı çalışmaları sırasında bazı kemiklerin ortaya çıkarıldığını söyledi.


Belediye olarak, bilim adamlarına inceletmek üzere fosilleri koruma altına aldıklarını bildiren Cin, "2002 yılında bulunan Homo Erectus fosilinin 500 bin yıllık olduğu kamuoyuna yansımıştı, bunlar daha eski olabilir" dedi. Fosillerin, mermer traverten ocağında bulunan taşların içinden çıktığını belirten Cin, şöyle konuştu:


"Beldede 40 mermer ocağı ile 20 fabrikamız var. Çalışmalar sırasında bu tip ilginç şeylere rastlanıyor. Bu da Denizli tarihini açığa kavuşturmak açısından çok önemli. Bilim adamlarının konuyla ilgilenmesini bekliyoruz. Bulunan insan kemikleri, yengeç, vahşi deniz hayvanları ve denizatı gibi, elimizde birçok fosiller var. Bilim adamlarından bu işin gerçek yönünün açıklanmasını, incelenmesini, gerekli laboratuaar tetkiklerini yapmalarını istiyoruz.


Bu fosiller bilim adamları tarafından araştırılır, incelenirse Denizli’nin gerçek tarihi, Denizli’nin tarihi geçmişi ortaya çıkacaktır. Bütün fabrikalara, ocaklara bu tür ilginç parçaları muhafaza altına almaları konusunda tebliğde bulunduk. Hepsini biriktiriyoruz"


Fosillerin yaşının ortaya çıkarılması için yasal prosedürler çerçevesinde gerekli çalışmaların yapılacağını vurgulayan Cin, "Bilim adamlarının, burada bulunan fosillerin tarihini ve oluşumlarını incelemesini istiyoruz. Fosillerin üzerindeki bilimsel incelemelerin ardından müze oluşturmayı planlıyoruz" diye konuştu.


Aynı beldede 2002 yılında bir erkeğe ait kafatası bulunmuş, 500 bin yaşında olduğu belirlenen kafatası, Türkiye’nin ilk Homo Erectus fosili olarak bilim dünyasında heyecan yaratmıştı.  

Radikal, 20.06.2008

TÜRK VE YABANCI UZMANLAR MUĞLA'DA 8 ARKEOLOJİK KAZI YAPIYOR

 

Muğla Valiliği'nden yayınlanan açıklamada, bu yıl ikisi yabancı, altısı Türk sekiz arkeologun başkanlığında, yörede arkeolojik kazı çalışmaları yürütüldüğü bildirildi.

 

Muğla Kültür ve Turizm Müdürlüğü yetkililerinin verdiği bilgiye göre Karia ve Likya gibi uygarlıklara başkentlik etmiş bir yörede kurulan Muğla ve çevresinde, bu yıl sekiz yerde arkeolojik kazı yürütülüyor. Muğla ve yöresindeki arkeolojik kazılar Haziran ayının sonlarında başlayıp Ekim ayının sonuna kadar devam ediyor.

 

Yatağan-Lagina Hekate kutsal alanı ile Bölükçü Nekropolü'ndeki arkeolojik kazılara ise yıl boyu kesintisiz devam ediliyor.

TürkiyeTurizm.com, 20.06.2008

DANTE 706 YIL SONRA SÜRGÜNDEN DÖNÜYOR

 

Floransa kenti belediye meclisi, siyasi görüşleri nedeniyle 1302’de sürgüne gönderilen Dante’ye haklarını geri verme kararı aldı.

Dante’nin halen hayatta olan akrabalarına da kentin en önemli onur nişanının verileceği belirtildi.

 

İtalya’nın en önemli edebi eseri olarak görülen “İlahi Komedya”nın yazarı olan Dante, Floransa tarafından sürgüne gönderilmesinin ardından 1321’de Ravenna’da ölmüştü.

Dante’nin Ravenna’daki mezarı turistlerin yoğun ilgisini çekiyor. Floransa’da ise yalnızca Dante anısına hazırlanan boş bir kabir bulunuyor.

Milliyet, 20.06.2008

ESKİ MÜDÜRE KALE YASAĞI

 

Türkiye’nin ilk sualtı arkeoloğu Oğuz Alpözen, 36 yıl görev yaptığı Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi’nde ABD’li meslektaşlarını gezdirdiği sırada kendisine rehberlik kokartı soran güvenlik görevlisi tarafından kaleye alınmadı.

TAM 36 yıl görev yaptığı Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi’ni Amerikalı arkeolog ve tarihçilere gezdiren Türkiye’nin ilk sualtı arkeoloğu Oğuz Alpözen, kendisine rehberlik kokartı soran güvenlik görevlisi tarafından kaleye alınmak istenmediğini öne sürdü, "Müze Müdürü Yaşar Yıldız’ın bu davranışı doğru ve etik değil. Bir süre tartıştıktan sonra konuklarımıza bilet alarak içeri girebildim" dedi.

Amerika’dan gelen altı kişilik arkeolog ve tarihçi grubunu Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi’nde gezdirmek için sabah saatlerinde müzeye giden 71 yaşındaki eski müze müdürü Oğuz Alpözen kalenin girişinde güvenlik görevlisi Erdal Gökdemir tarafından, kendisine rehber kokartı olup olmadığı sorularak içeri alınmak istenmediğini iddia etti.

Alpözen, "Amerika’dan gelen dünyaca ünlü konuklarımı gezdirmek için kaleye geldiğimde beni karşılayan ve tanıyan güvenlik görevlisi (Müdürümüzün talimatı var. Sizin rehberlik kokartınız varsa grubu gezdirebilirsiniz. Aksi takdirde içeri girmeniz mümkün değil) dedi. 2005 yılında emekli olacağım zaman profesyonel rehberlik kokartımın vizesini görev yapmayacağım için uzatmamıştım. Ancak, tam 27 yılı müdürlük olmak üzere 36 yılımı verdiğim kaleye alınmak istenmemem etik bir davranış değil. Amerikalı meslektaşlarımın yanında mahçup oldum. Onlara bilet alarak müzeyi gezdirdim" dedi.

Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi’nin girişinde görevli Erdal Gökdemir ise olayı doğrulayarak, "Aldığım talimatı uygulamak zorundaydım" dediği öğrenildi.

Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi Müdürü Yaşar Yıldız da Alpözen’in emekliye ayrıldıktan sonra sürekli olarak kaleyi ve müzeyi yıpratmak için asılsız iddialar ortaya attığını belirterek, "Alpözen’in kapıya geldiğini öğrenmeden çok önce rehber kokartı olmayanların kaleyi gezdirmelerinin mümkün olmadığını belirterek görevlilere talimat vermiştim. Alpözen de Amerikalılar’ı gezdireceğini söyleyince görevlimiz gerekeni yapmış, rehberlik kartını görmek istemiş. Ancak eski müdürümüzün kaleye alınmaması, kokartının vizesiz olması nedeniyle konuklarını gezdirememesi söz konusu değil. Oğuz Alpözen’i, tüm ailesini burada ağırlamak bizim görevimiz" diye konuştu.

Hürriyet Ege, Haber: Yaşar Anter, 20.06.2008

ARABAN'DA 'TARİHİ' VURDUMDUYMAZLIK





Gaziantep''in Araban İlçesi Elif Beldesi ve ilçenin değişik bölgelerindeki tarihi eserlerin ilgisizlikten yok olma tehlikesiyle karşı karşıya oldukları bildirildi.

 

Konuyla ilgili bir açıklama yapan Araban İlçesi Elif Beldesi Belediye Başkanı Cuma Altınbaş, ''Elif Beldesi ve Araban İlçesinin bazı bölgelerinde bulunan çok önemli tarihi eserlerimiz yüz yıllardır tüm dış tahriplere dayanarak günümüze kadar dimdik ayakta kalmayı başarmış. Ancak Roma dönemine ait anıt mezarlar, köprüler ve kiliseler yetkililerin ilgisizliği nedeniyle yok olmak üzere. Bir an önce bu tarihi varlıklarımızın koruma ve güvenlik altına alınması gerekiyor. Çünkü bölgede kaçak kazı çalışmaları yapan tarihi eser kaçakçıları tarihi eserlerin daha da çok tahrip olmasına neden oluyor" dedi.

 

Altınbaş, Araban'da çok sayıda tarihi eser bulunduğunu belirterek şunları söyledi:
"Elif Beldesi, Hisar, Hasanoğlu köylerindeki Roma dönemi anıt mezarlar ve kiliseler ile Gümüşpınar Köyü sınırları içerisinde Sıtma Pınar çayı üzerindeki 5 gözlü Roma köprüsü, Araban Kalesi üzerindeki tarihi cami, Karacaören Köyündeki tarihi ören yerinde çıkan Roma dönemine ait lahit mezar ve mozaikler, Gökçepayam Köyü meydanındaki Roma dönemi lahit mezarlar ve tarihi çeşme yine Beydilli Köyü'ndeki tarihi çeşme, Fırat Nehri kıyısındaki tarihi 6 katlı Gelin Güveyi mağarası, Araban Ovası'nın değişik bölgelerindeki Tunç dönemi höyükler başta olmak üzere Elif Beldesi ve Araban İlçesinin değişik bölgelerindeki tarihi eserlerimiz ilgisizlik nedeniyle birer birer yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kaldı."

 

En kısa zamanda yetkililerin sahip çıkarak gerekli koruma güvenlik ve restorasyon çalışmaları başlatmalarını isteyen Altınbaş, eğer önlem alınmazsa yakın bir gelecekte bu çok önemli tarihi eserlerden hiçbir iz kalmayacağını söyledi.

Gaziantep Kent Haber, 19.06.2008

ACEMHÖYÜK'TEKİ SARIKAYA SARAYI'NA ÖRTÜ SİSTEMİ

 

Aksaray merkeze bağlı Yeşilova beldesi içinde yer alan Acemhöyük ören yerinde bulunan yaklaşık 3 bin 800 yıllık Sarıkaya Sarayı'nın çevre ve doğal etkilerden korunmasını sağlamak için üzerine örtü sistemi yapılması planlanıyor.

Aksaray Valisi Sebati Buyuran, Yeşilova Belediye Başkanı Teyfik Bayraktar ile birlikte Acemhöyük Sarıkaya saray kalıntılarında incelemelerde bulundu. Buyuran, Kültür ve Turizm Müdürlüğü görevlilerinden saray kalıntıları ve yapılması düşünülen örtü sistemi projesi hakkında bilgi aldı.


Uygulanacak proje ile Acemhöyük'teki Sarıkaya Sarayı kalıntılarının yağmur, kar, rüzgar gibi doğal etkenlere karşı koruma altına alınacağını belirten Buyuran, restorasyonla kazılarda çıkan eşyaların kopyalarının yapılarak saray içindeki odalarda sergilenebileceğini söyledi.


Buyuran, Kültür ve Turizm Müdürlüğü görevlilerinden, saray kalıntılarının korunması için hazırlanan projeye AB fonlarından kaynak sağlanabileceğini belirterek, bu konuda çalışma yapmalarını istedi.

Acemhöyük'de Prof.Dr. Nimet Özgüç başkanlığında 1962 yılında başlanan kazılar 1988 yılına kadar aralıklarla sürdürüldü. 1989 yılından bu yana Ankara Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Arkeoloji Bölümü Prehistorya ve Ön Asya Arkeoloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof.Dr. Aliye Öztan tarafından yürütülen kazı çalışmalarında Asur ticaret kolonileri çağında MÖ 1840-1700 yıllarında, taş, ahşap ve kerpiç kullanılarak inşa edilen sarayın 50 odası açığa çıkarıldı. Sarıkaya ve Hatipler Sarayı ile evlerden oluşan höyükte kazı çalışmaları sonucunda müzeye 819 eser kazandırıldı.


Döneminin özelliklerini en güzel şekliyle anlatan eserler arasında, pişmiş topraktan riton, testi, kapaklı vazo, ağırşak, damga mühür ve aplikleri, taştan el baltası, fayanstan ve pişmiş topraktan hayvan figürleri, kaya kristalinden objeler ile gümüş ingot grubu, altından küçük buluntular ve bronz iğneler yer alıyor.

Merhaba Gazetesi, 19.06.2008

ERDEMLİ'DE TARİHİ ESER OPERASYONU

 

Mersin'de jandarmanın düzenlediği operasyonda, Bizans ve Roma dönemlerine ait 155 tarihi eser ele geçirildi.

 

Mersin Jandarma Komutanlığı'ndan yapılan açıklamaya göre, bir istihbaratı değerlendiren jandarma ekipleri, Erdemli İlçesi Üçtepe yolu üzerinde elinde tarihi eser bulunduğunu söyleyen H.K. ile müşteri kılığında irtibata geçti.

 

Alıcı kılığındaki jandarmaya tarihi eserleri satmaya çalışan H.K., suçüstü yakalanarak gözaltına alındı. Operasyonda, Roma ve Bizans dönemlerine ait çeşitli ebatlarda 139 adet sikke ve 16 adet tarihi obje olmak üzere toplam 155 adet tarihi eser ele geçirildi.

 

Olayla ilgili soruşturmanın sürdürüldüğü bildirildi.

Mersin Kent Haber, 19.06.2008

TÜRBELERDE RESTORASYON

 

İznik'te bulunan türbeler tek tek restore ediliyor. Geçtiğimiz aylarda restore edilen Davudi Kayseri Türbesi, Alaattin Mısri Türbesi, Eşrefzade Hazretleri Türbesi'nin ardından Candarlı Halil Hayrettin Paşa Türbesi'nde başlatılan restorasyon çalışmaları devam ediyor.

Yeni Mahalle Mustafa Kemal Paşa Sokak'ta bulunan Musa Dede Türbesi de onarılmaya başlandı.

Osmanlı beylerinden Musa Dede'ye ait türbenin restorasyonuna geçtiğimiz günlerde başlandı.

Türbenin restore edilmesi sokak sakinlerini sevindi.

Türbe etrafında bulunan atıl malzemeler kaldırılırken, çevresi kırmızı taban tuğlası ile düzenlendi.

Bursa Hakimiyet, Fotoğraf: haberler.com, 19.06.2008



Musa Dede Türbesi

ZEUGMA YERİNDE SERGİLENECEK

 

Zeugma Kazı Başkanlığı ile Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından hazırlanan projenin AB’ye sunulduğu bildirildi. Projenin kabul edilmesi durumunda AB’den 1 milyon euroluk hibe fon sağlanacak. Projeye Türkiye dışında İtalya, Tunus ve Suriye de destek veriyor. Zeugma Antik Kenti Kazı Heyeti Başkanı ve Ankara Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç.Dr. Kutalmış Görkay, projeyle yerinde sergileme yapacaklarını ifade ederek, “Projede yer alan dört ülkenin seçtiği en önemli uygulama alanı Zeugma olacak. Sanıyorum 2008 veya 2009 yılında proje uygulamaya girecek. Yerinde sergileme konusunda insanların yetişmesini hedefliyoruz. İtalya’dan uzman restoratörler, Tunus’tan müze konusunda uzmanlar, Suriye’den arkeologlar gelecek” dedi.

Türkiye Gazetesi, 19.06.2008

TÜRBE BAHÇESİNDE AFYON YETİŞTİRDİLER

 

İstanbul Narkotik Şube Müdürlüğü ekipleri, Osmanlı İmparatorluğu döneminde kurulan “Karyağdı Baba” türbesinin bahçesinde uyuşturucu yapımında kullanılan bitki yetiştirildiği ihbarı üzerine harekete geçti. Türbenin bahçesinde yetişen bitkiler, uzman ekiplerce toplandı. Polis, örnek olarak alınan numuneleri “uyuşturucu madde içerip içermediklerini” belirlemek amacıyla Eyüp Tarım Müdürlüğü’ne gönderdi. Laboratuarlardaki uzman ekipler, normal haşhaştan daha küçük olan bitkilerin içindeki tohumları inceledi. Tahlil sonucu bitkilerin içinde uyuşturucu yapımında kullanılan haşhaş olduğu anlaşıldı. Polis, olayla ilgili olarak geniş çaplı araştırma başlattı.

Milliyet, 19.06.2008

KOPERNİK'İN KİTABI 2.2 MİLYON DOLAR

 

Dünyanın ve diğer gezegenlerin güneş etrafında döndüğünü açıklayarak güneş sisteminin gerçek yapısını yaklaşık olarak açıklayan Rönesans bilim adamı Kopernik'in kitabının ilk baskısı, 2.2 milyon dolara alıcı buldu. New York'taki Christie's müzayede salonunda yapılan açık artırmada satışa sunulan 1543 tarihli kitabı alan kişinin adı açıklanmadı.

Sabah, 19.06.2008

DÜNYANIN EN ESKİ BUĞDAYI ÇATALHÖYÜK'TEN





Bilinen en eski Neolitik yaşam bölgesi olan Çatalhöyük’te bulunan 8 bin 500 yaşındaki dünyanın en eski antik buğday örnekleri bilim dünyasında heyecan yarattı. ODTÜ’lü araştırmacılar, antik buğday örnekleri üzerinde yaptıkları DNA analizleri sonucunda tarihin en eski buğday tarımının, Çatalhöyük bölgesinde yapılmış olduğunu gösterdiler. Araştırma sonuçlarının Çatalhöyük’te ekmeklik buğday üretildiğinin doğrudan kanıtı olması açısından önemli olduğu belirtildi.

 

ODTÜ Kimya Bölümü, Biyokimya ve Biyoteknoloji Enstitüsü Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof.Dr. Mahinur Akkaya, Çatalhöyük’te 8 bin 500 yaşındaki dünyanın en eski buğdayı üzerinde gerçekleştirdikleri moleküler analiz yöntemlerinin sonuçları hakkında bilgi verdi.

 

Akkaya, antik buğday örneklerine olan ilgisinin ODTÜ Arkeometri Programı üyesi olan Prof.Dr. Şahinde Demirci sayesinde oluştuğunu belirterek, ilk antik buğday örneklerini bu öğretim üyesinden elde ettiklerini ve ilk DNA izolasyonu çalışmalarını başlattıklarını anlattı.

 

"Daha sonra Çatalhöyük’te Mellard’ın 1960 yıllarında yaptığı ilk kazılardan elde edilmiş çok miktarda buğday örneklerinin İngitere’de emekli bir Profesör olan Dr. Gordon Hillman’da bulunduğunu öğrendik" diyen Akkaya, doktora öğrencisinin İngiliz profesörü evinde ziyaret ettiğini ve evinin bodrumundan ve hala pek çoğu orada bulunan örneklerden, en iyi korunmuş olanları seçip ODTÜ’ye getirdiğini bildirdi.

 

Yaptıkları incelemeler sonunda dünyanın en eski buğday örneklerinin DNA’sını izole ettiklerini ve moleküler genetik yöntemlerle karakterizasyonu yaptıklarını belirten Akkaya, örneklerle ilgili şu bilgileri verdi: "Bunlar kömürleşmiş örneklerdi. Buna rağmen kömürleşme belki de tamamlanmadığı için ya da tohumun dış katmanları kömürleşmiş olduğu için, kömürleşme tohumun iç kısımlarında mikroorganizmalara karşı korunma sağlamış bile olabilir.

İşte bu nedenle ve olağanüstü titiz çalışmalar sonucunda DNA elde edebildik. Elde edilen DNA çok az ve son derece değerli olduğu için parçalanma düzeyini saptamak üzere analiz yapmadık. Ancak biliyorduk ki test tüpümüzün içinde elimizde tutuğumuz DNA’nın parçalanmamış olması mümkün değildi. Gerçekte bu parçalanma elde edilen DNA’nın otantik olduğunun da dolaylı göstergesi kabul ediliyor."

 

Antik DNA izolasyonu sırasında dikkatli çalışmanın önemini vurgulayan Akkaya, "Titiz çalışmamız sonunda elde ettiğimiz verilere güvendik. Çoğaltılan parçalar klonlandı ve sekanslandı. Antik buğdaydan DNA izolasyonunu yapabilmiş dünyadaki bir kaç laboratuvardan biriyiz" diye konuştu.

 

Bugüne kadar dünyada DNA’sı izole edilen en eski örneğin 6 bin yıllık olduğunu aktaran Akkaya, yapılan diğer çalışmalarla ilgili şunları söyledi: "Buğday ıslahının ilk kez nerede yapıldığına dair bilgilerimiz günümüzde var olan örnekler üzerinde yapılan çalışmalara dayanıyor, en yeni bulgu 90’ların sonunda Almanya’da Max Planck Enstitüsünde yapılan bir çalışmada elde edildi. Bu araştırma, Diyarbakır’ın Karacadağ eteklerinde buğdayın ilk ıslahının yapıldığını ortaya koydu. Bu çalışma, makarnalık buğday için geçerliydi. Aynı araştırmacılar daha sonraki yıllarda ekmeklik buğdayın da yine Anadolu toprakları üzerinde ıslah edildiğini gösterdiler.

 

Bizim çalışmamızın önemi ekmeklik buğday tarımının Çatalhöyük’te yapıldığını doğrudan 8 bin 500 yıl önceki, yani tam da tarımın başladığı zamana ait örneklerin üzerinde yapmış olmamızdan kaynaklanıyor."

 

Çatalhöyük’ün dünyanın en eski ve en yoğun yerleşim yeri olarak bilindiğini anlatan Akkaya, buğday örnekleri analizlerinde ekmeklik buğdayı gösteren bir DNA sekansı elde ettiklerini belirtti.

Prof.Dr. Mahinur Akkaya, şunları kaydetti: "Çalışmamızla dünyanın bu en eski yerleşim yerinde ekmeklik buğday tarımının yapılmış olduğuna dair bulgu elde ettik. Diğer yandan kömürleşmiş tohumlarımızdan DNA’yı elde edebildiğimiz için çok az bile olsa tohumlarda yarı sağlam bir dokunun kalabilmiş olduğu sonucuna vardık. Bu nedenle aradan geçen 8 bin 500 yıl içinde bu örneklerin bir şekilde iyi korunmuş olduklarını anlıyoruz."

 

Çalışmaları sonunda DNA’yı elde ettiklerini, örnekleri radyoaktif olarak da işaretlediklerini anlatan Akkaya, "DNA parçalarını klonladık ve D genomuna ait bir DNA dizini yakaladık. D genomu sadece insan eliyle ıslah edilmiş ekmeklik buğdayda, A ve B genomları ile birlikte bulunur. Islahı yapılmış makarnalık buğdayda yoktur" dedi.

 

Yaptıkları çalışmalarda ilk defa bu kadar eski bir buğday tohumundan DNA karakterizasyonunun yapıldığını belirten Akkaya, "Karbon-14 izotopu tarihlendirmesinin güvenilirliğinden dolayı kesin olarak örneklerin, kazının hangi aşamasından, ve hangi odacıktan, hangi tarihe ait olduğunu çok iyi biliyoruz. Bu bizim elde ettiğimiz sonucu daha da değerli kılıyor" diye konuştu.

Akkaya, elde ettikleri analiz sonuçlarıyla ilgili şu değerlendirmelerde bulundu:

 

"Bu çalışma, insanlık tarihi ile ilgili ipuçları da veriyor. İnsanlar 8 bin 500 yıl önce ekmeklik buğdayı Çatalhöyük’te üretiyorlardı. Bu sonuç, kendi başına büyük bir bilimsel önem taşımaktadır. Ancak buna ek olarak, ilk defa bu kadar önemli bir örnek üzerindeki araştırmayı Türk bilim insanlarının yapmış olması da ayrıca değerlidir. Genellikle bizim örneklerimiz yurt dışına götürülür, bu durumda da aynı şey söz konusu olmuş.

 

Bu çalışmada, Türkiye ile ilgili önemli bir bulguyu, ülkenin kendi bilim insanları elde etti. Bizler, ilk kez Türkiye’de bir antik DNA izolasyonu gerçekleştirebildik ve dünyanın en eski buğday örneğinden, moleküler düzeyde, yani DNA’nın kısa bir parçasının dizilimini ilk kez okumuş olduk. Bir başka değişle bu toprakların ilk konuklarına ulaştık, geçmişe dokunduk."

 

Prof.Dr. Mahinur Akkaya, çalışma sonuçlarının uluslararası bir dergiye sunmak üzere yayın hazırlığı içinde olduklarını da söyledi.

Radikal, 19.06.2008

BATIK KENT KEKOVA'NIN GÖZYAŞLARI





Akdeniz’in batısında 2. yüzyılda yaşanan depremler sonucu sular altında kalan Likya’nın ticaret merkezlerinden Kekova limanı ve batık kent, yerli ve yabancı turistlerin büyük ilgisini çekiyor.

 

Antalya’nın Demre İlçesi yakınlarındaki Kekova, tarihi dokusu ve Akdeniz’in en temiz denizine sahip olması dolayısıyla turistlerin uğrak yeri olurken, sualtı ve su üstü olağanüstü güzellikleri de bünyesinde barındırıyor. Mavi yolculuk yapanların kolayca ulaşıp gezebildiği Kekova’yı Anadolu Ajansı foto muhabiri Cem Özdel, Kültür ve Turizm Bakanlığı’ndan alınan özel izinle Müze Görevlisi İlknur Erdoğan, dalgıçlar Erkan Çağlar ve Cem Gazivekili eşliğinde fotoğrafladı.





Yüzme ve dalışın yasak olduğu, özel izinle dalış yapılan bölgede, su altında kalan tarihi yapıların büyük bölümünün yıkıldığı ve bir bölümünün ise akıntılar nedeniyle deniz kumu altında kaldığı görüldü. Kekova adası kıyısından yaklaşık 30 metre açıkta ve 20 metre derinlikte de yüzlerce amforanın define avcıları tarafından kırıldığı dikkati çekti. Kekova adasından deniz içerisine uzanan merdivenlerin hala sağlam kaldığı görülürken, adanın kuzey tarafında bulunan iki limana ait mendireklerin yıkılmadığı ancak yakınlardan geçen teknelerden atılan çöplerle çevrelendiği gözlendi.





Demre Kaymakamı Murat Sefa Demiryürek, Demre ve çevresinin, tarihi geçmişi ve coğrafi konumu itibariyle tam bir turizm merkezi olduğunu söyledi. Noel Baba Kilisesi, Myra Antik Kenti ve Tiyatrosu, Andreake Antik Kenti, Kaya Mezarları, Simena Antik Kenti ve Kekova’nın turizm için cazibe oluşturduğunu belirten Demiryürek, şunları kaydetti: "Doğal güzelliklerin yanı sıra antik ve tarihi eserlerin zenginliği de bölgeyi arkeoloji turizmi yönünden çekici kılmaktadır. Uzun yıllar Likya Uygarlığı’nın daha sonra da Roma İmparatorluğu’nun etkisinde kalan yörede günümüzde de küçük yerleşmeler vardır. Üçağız ve Kale köyleri günümüzdeki yerleşimlerdir. Bunların yanında bölge Likya yazısı ile yazılmış kitabeli mezarlar, kıyıda su içinde Likya tipi lahitler, mendirek ve yapı kalıntıları, ortaçağ kalesinin içinde kayaya oyulmuş tiyatro, kaya mezarları, su sarnıçları, kuzeyde lahitlerden ve az sayıda kaya mezarlarından oluşan nekropol sahası, Teimiussa’da (Üçağız) ise antik mezarlar ile su içinde kalmış rıhtımdan oluşan zengin bir tarihi mirasa sahiptir. Ayrıca bölgede çok sayıda batık kent vardır. Kekova Adası’nın iç yakasındaki Tersane denilen yerin çok eski bir tekne yapım yeri olduğu tahmin edilmektedir. Kekova adaları, Batık Kent’in tarihi dokusu ve tertemiz denizi büyük ilgi çekmektedir. Her yıl yüz binlerce yerli ve yabancı turist bu bölgeyi ziyaret ederek, bölgeyle ilgili bilgi alıyor. Bölgemizi tüm dünyaya tanıtma çabası içerisindeyiz."





Kekova’da özel izinli dalışlara rehberlik eden dalış eğitmeni ve Demre Dalış Okulu sahibi Erkan Çağlar, Kekova ve çevresinin milli park ilan edilmesinin, bölgeyi turizm açısından daha aktif hale getirilebileceğini söyledi. Çağlar, şöyle konuştu: "Yurtdışında bir çok bölgede dalışa yasak bölge bulunuyor. Ancak konulan bu yasaklar, her isteyenin o bölgeye girmesini engellemek için... Bu bölgelerde dalış yapmak veya yüzmek isteyenler, 50-100 Avro gibi bir bedel ödeyerek, uzmanlar eşliğinde denize girebiliyorlar. Kekova ve çevresinde de hem denize girilebilecek hem de dalış yapılabilecek çok uygun alanlar var. Bu bölge milli park ilan edilerek, daha fazla turist ve daha fazla turizm geliri elde edilebilir."

 

Yüzölçümü 5.7 kilometrekare olan Kekova Adası’nın çevresinin uzunluğu 19 kilometre, yüksekliği ise 188 metre. Kekova Adası’nın kuzey kıyısında büyük bölümü deniz altında kalmış batık bir kentin kalıntıları görülüyor. Ada bu nedenle sualtı arkeolojisi yönünden büyük önem taşıyor. Kekova Adası, tekne gezintilerinin başlıca duraklarından. Adanın karşı kıyısında Üçağız ve Kaleköy yerleşim alanları bulunuyor. Kekova Adası’nın batısında ise Tersane Koyu denilen yerde eski bir kilise kalıntısı var. Ayrıca ada boyunca tekne ile ilerlerken, batık kentin kalıntıları görülüyor. Burası 2. yüzyılda Likya’nın geçirdiği kuvvetli depremler sonunda sular altında kalmış. Bölgede denizin içinde Likya tipi lahitler bulunmakta.

Radikal, 19.06.2008

PICASSO'YA REKOR FİYAT

 

Avustralya’nın Sydney kentinde düzenlenen müzayedede Pablo Picasso’nun soyut bir tablosu 6,5 milyon dolara satıldı. Bu, ülkede bir sanat eserine verilen rekor fiyat oldu.

 

Deutscher-Menzies Galerisi, genç bir manken ve daha sonra başarılı bir ressam olan Sylvette David’in yüzü ve at kuyruğu saçlarının resmedildiği, 1954 tarihli "Sylvette" adlı tablonun, müzayedeye telefonla katılan, adı açıklanmayan bir kişi tarafından satın alındığını bildirdi.

 

Galerinin sözcüsü Marie Geissle, Reuters’a yaptığı açıklamada, Sydney’in "Güney yarımkürede sanat piyasasının New York’u olduğunu" belirterek, satışın, Avustralya’daki galerilerin uluslararası çalışmalar satabileceğini kanıtladığını söyledi.


Picasso’nun bir dönem birlikte yaşadığı Sylvette David, ünlü ressamın 40’tan fazla eserine konu olmuştu.

Hürriyet, 19.06.2008

1574 YILINDA YAPILAN HAN RESTORE EDİLİP TURİZME KAZANDIRILACAK

 

 

Konya'nın Ilgın İlçesi'nde, 1574 yılında Lala Mustafa Paşa'nın inşa ettirdiği ve yörenin en büyük hanlarından biri olan tarihi yapı restore edilip turizme kazandırılacak.

 

Konya'nın kaplıcalarıyla ünlü Ilgın İlçesi'nde çarşı merkezinde yer alan Lala Mustafa Paşa Hanı yine Osmanlı dönemi eseri Kurşunlu Cami ile aynı avlu içinde yer alıyor. Hanın ana duvarları ve kubbesi bütün gösterişiyle ziyaretçileri karşılarken iç bölümü adeta harabeyi andırıyor.

 

1574 yılında Lala Mustafa Paşa'nın Mimar Sinan'a inşa ettirdiği yörenin en büyük hanları arasında yer alan yapının iç bölümdeki tarihi ahşap kapılarından birisi sökülüp atılmış şekilde yerde duruyor.

 

Binanın iç bölümündeki bazı duvar ve bölümlerin rutubetten yıkılmış olduğu gözlenirken zaman zaman hayvan sahiplerince barınak olarak kullanıldığı için de yerlerde kurumuş hayvan dışkıları, kırılmış ahşap kirişler göze çarpıyor.

 

Ilgın Belediye Başkanı Hasan Hüseyin Akıncı, ilçedeki en önemli tarihi yapı olan hanın bakımsız ve kötü durumdaki haline üzüldüklerini, Vakıflar'a ait olan binanın bir an önce restore edilmesi için gerekli başvuruları gerçekleştirdiklerini söyledi.

 

Başkan Akıncı, Lala Mustafa Paşa Hanı'nın restore edilmesinin bir kaplıca turizmi merkezi olan Ilgın için büyük önem taşıdığını, ilçeye gelen turistlerin tariki yapıyı mutlaka görmeleri gerektiğini ifade etti.

TürkiyeTurizm.com, 18.06.2008

BAKAN GÜNAY DİVRİĞİ ULU CAMİİ'Nİ İNCELEYECEK

 

Divriği’de bulunan ve 1228 tarihinden günümüze kadar ulaşmayı başaran Divriği Ulu Camii ve Darüşşifası’nda Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay incelemelerde bulunacak.

Temmuz ayında Sivas’a gelerek UNESCO tarafından Dünya Kültür Mirası listesinde yer alan Divriği Ulu Camii ve Darüşşifası’nın son durumunu görecek olan Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay Divriği Kalesi’nin yanı sıra Divriği’deki diğer tarihi eserleri de inceleyecek.

Divriği Ulu Camii ve Darüşşifası’nın onarımı ve restorasyonuna yönelik şuana kadar somut bir adım atılamazken, 3 kez proje ihalesine çıkılmasına rağmen bir türlü yeterli teklif sunulamadığı için gerekli çalışma yapılamadı.

Son olarak Acil eylem planı çerçevesinde 27 Mart 2007 tarihinde ihaleye çıkılan ve 3 aylık bir çalışmanın ardından Divriği Ulu Camii ve Darüşşifası’nın küçük onarımı yapılmıştı.

Bu kapsamda esere yamaçtan gelen suyun yapıdan uzaklaştırılması için ilk önce çevre drenaj yapıldı.

Daha sonra çatı ve galeri içi drenaj sistemi oluşturularak, kurşun üst örtü kaplaması yapılarak çevresinde yaşanan olumsuzluk giderildi.

Ayrıca bozulmuş derzlerin yenilendiği, niteliksiz çimento içerikli sıva raspasının yapıldığı, camii ve darüşşifanın aydınlatılmasına yönelik sorunların, basit onarım kapsamında giderildiği Acil eylem planı çerçevesinde büyük onarım ve restorasyona yönelik şuana kadar kalıcı bir çalışma yapılamadı.

Temmuz ayında Divriği’ye gelerek Divriği Ulu Camii ve Darüşşifası’nda incelemelerde bulunacak olan Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay bir türlü restorasyonu gerçekleştirilemeyen ve her geçen gün tahrip olan eser için gerekli girişimlerde bulunacak.

Divriği Ulu Camii ve Darüşşifası’nda bir türlü hayata geçirilemeyen restorasyon ve diğer sorunlarla ilgili Divriği Kaymakamı Önder Bakan, Belediye Başkanı Mehmet Güresinli ve AK Parti İlçe Başkanı Selahattin Mermer Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ı ziyaret ederek başta Ulu Camii’nin çevre düzenlemesi ile cami çevresindeki yapıların kamulaştırılması, restorasyonunun tamamlanması konusunda Bakan Günay’a bilgiler aktardılar.

Memleket Sivas, 20.06.2008


******


DİVRİĞİ ULU CAMİİ'NDE KÖKLÜ ÇÖZÜM İÇİN UĞRAŞILIYOR

 

UNESCO tarafından “Dünya Kültür Mirası” listesine dahil edilen Divriği Ulu Camii ve Darüşşifası’nda 2007 yılında yapılan onarımın yapının genel sorununu çözmek yerine, eserin daha fazla tahrip olmasını önlemeye yönelik olduğu, köklü çözümün ise eserin doğu cephesindeki toprağın alınarak, istinat duvarı ve çevre düzenlemesinin yapılmasından geçtiği bildirildi.

Yapının genel onarımının yapılması, cami ve darüşşifasının korunmasına yönelik projelendirme, uygulama çalışmalarını yönlendirmek üzere, 28 Haziran 2004 tarihinde Kültür ve Turizm Bakanlığı, Vakıflar Genel Müdürlüğü ile Sivas Valiliği arasında protokol imzalandı. Onarım çalışmaları için daha sonra Anıt Eser Kurulu oluşturuldu.

Bu çalışmaların ardından Divriği Ulu Camii ve Darüşşifası’nın onarımına yönelik 3 kez proje ihalesine çıkıldığı, ancak yeterli teklif sunulmadığı için ihalenin yapılamadığı kaydedildi.

Acil onarımların yapılması için başlatılan çalışmalar kapsamında Sivas Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulundan 21 Haziran 2006 tarihinde alınan izin doğrultusunda onarımın yapılması için 27 Mart 2007 tarihinde ihaleye çıkıldığı hatırlatıldı.

Acil onarım çalışmalarının ihaleyi kazanan firma tarafından 1 Mayıs-13 Temmuz 2007 tarihleri arasında 100 bin YTL’ye gerçekleştirildiği kaydedildi.

Çalışmalar kapsamında esere yamaçtan gelen suyun yapıdan uzaklaştırılması için ilk önce çevre drenajı yapıldığı, çatı ve galeri içi drenaj sisteminin oluşturulduğu, kurşun üst örtü kaplamasının da kısmi onarımının tamamlandığı belirtildi.

Ayrıca bozulmuş derzlerin yenilendiği, niteliksiz çimento içerikli sıva raspasının yapıldığı, camii ve darüşşifanın aydınlatılmasına yönelik sorunların, basit onarım kapsamında giderildiği de bildirildi.

2007 yılında yapılan onarımın yapının genel sorununu çözmek yerine, eserin daha fazla tahrip olmasını önlemeye yönelik olduğu, köklü çözümün ise eserin doğu cephesindeki toprağın alınarak, istinat duvarı ve çevre düzenlemesinin yapılması olduğu bildirildi. Bu konuda bakanlık, Vakıflar Genel Müdürlüğü ve Sivas Valiliği bünyesinde yapılan protokolle bu çalışmaların sürdüğü kaydedildi.

Cami ve darüşşifanın bakımsızlıktan döküldüğü yönündeki iddiaların ise asılsız olduğu, şu an için olumsuz bir durumun bulunmadığı vurgulandı.

Sivas Hürdoğan, 20.06.2008


*******


RESTORASYON ADI ALTINDA KATLİAM





780 yıl önce Mengücekoğlu Ahmet Şah ve eşi Melike Turan Melek tarafından yaptırılan, UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi’nde yer alan Sivas Divriği Ulu Cami ve Şifahanesi’nin 2005 yılında başlayan restorasyonu ile ilgili tartışmalar bitmiyor. Uzmanların “bakımsızlıktan yok olmak üzere” diye uyardığı cami ve şifahanenin özel bir yasa ile korunması için TBMM’ye geçen ay sunulan teklif de reddedildi.

 

Ulu Cami, 1228’de Mengücekoğulları hükümdarı Süleyman Şah’ın oğlu Ahmet Şah tarafından Ahlatlı Hürremşah’a yaptırıldı. Bitişiğindeki darüşşifa (hastane) ise Ahmet Şah’ın eşi ve Behram Şah’ın kızı Melike Turan Melek tarafından inşa ettirildi. Hastane, ruh hastalıklarını müzik ve su sesiyle tedavi etmesiyse ünlenmişti.

 

16 sütunlu cami, 23 tonoz ve iki kubbe ile örtülü ve mihrabın bezemelerinin Anadolu’da başka örneği yok. Divriği Ulu Cami ve Şifahanesi UNESCO tarafından 1985 yılında, 358 sıra numarası ile Dünya Kültür Mirası Listesi’ne dahil edildi. Restorasyon çalışmalarına 2005 yılında Vakıflar Genel Müdürlüğü, Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü ile Sivas Valiliği arasında yapılan protokol uyarınca başlandı. Ancak restorasyon beraberinde tartışmaları da getirdi.

 

Mimarlık dünyasının duayenlerinden Prof.Dr. Doğan Kuban, Divriği Ulucami ve Şifahanesi’nin adeta ölüme terk edildiğine dikkat çekerek “O bir heykel. Ve dokunulmaması gereken kutsal bir emanet. 50 yıldır çalışma yapıyoruz diye canına okudular. Bu işleri bilen yok. İşin içine ihale de girince kim ucuza yapıyorsa ona veriyorlar. Oysa bu eserler, kim daha iyi yapacaksa ona verilmeli” demişti.

 

Son olarak 27 Mayıs 2008 tarihinde konu TBMM gündemine kadar geldi. Sivas milletvekilleri, Ulu Cami ve Şifahanesi’nin özel bir yasa ile korunması, restore edilmesi için yasa teklifi sundu. Hükümet adına konuşan Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin restorasyonun yakında başlayacağını, bunun için yasaya gerek olmadığını belirtti ve önerge iktidar partisinin çoğunluğu tarafından reddedildi.

 

Bu karara tepki gösteren restoratör Cevat Yaltıraklı, ortaçağ Türk sanat mimarisinin eşi ve benzeri bulunmayan eserlerinden Ulu Cami ve Şifahanesi’nin bakımsızlıktan ve sorumsuzluktan döküldüğünü, acınacak bir durumda bulunduğunu vurguladı.

Cumhuriyet, 18.06.2008

SAHİPATA ÇEVRESİNDE ÇİRKİN GÖRÜNTÜLER

 

 

Sahipata Camii ve Külliyesi'nin gerek iç kısmı gerek dış kısımları bir süre önce Vakıflar Bölge Müdürlüğü tarafından restore edilerek güzel bir görüntüye kavuşturuldu.

 

Ancak tarihi külliyenin etrafı gelişigüzel park edilen araçlar ile bahçe içerisinde biriken ot yığınlarının oluşturduğu çirkin görüntü nedeniyle bir türlü gün ışığına çıkamadı. Larende Caddesi esnafı Konya'nın önemli tarihi eserlerinden birisi olan Sahipata Camii ve Külliyesi'nin restore edilerek yeniden ibadete açılmasından büyük mutluluk duyduklarını ifade ederken, restore çalışmalarından sonra külliyenin bahçe içerisinin düzenlemesinin yapılmamasından ve ot yığını içerisinde kalmasından üzüntü duyduklarını söyledi.


Çevre sakinleri yetkililerin bu konu hakkında biraz daha duyarlı davranmalarını isterken, "Sahipata Camii ve Külliyesi bir süre önce büyük paralar harcanarak yeniden restore edildi. Yapılan çalışmanın ardından külliye gerçekten güzel bir görüntüye kavuştu. Ancak külliyenin bahçe kısmı bakımsızlık ve çevre düzenlemesinin yapılmaması nedeniyle kuru ot yığını ile doldu. Belediye yetkilileri buranın çevre düzenlemesini ve bakımını yapacaktı ancak bir türlü bu hizmet gerçekleştirilmedi. Bahçe içerisinin bu bakımsızlıktan kurtarılarak külliyeye yakışır bir görüntüye kavuşturulmasını istiyoruz" diyerek yetkililerden destek istedi.


Vatandaşlar, Sahipata Külliyesi'nin iç kısmının yanı sıra etrafının da gelişi güzel yapılan parklar nedeniyle hoş olmayan görüntü oluşturduğundan da yakınırken, "Külliye'nin etrafında park eden araçlardan adım atacak yer yok. Gerek cami ve külliye gerek hemen yanında bulunan Arkeoloji Müzesi bisiklet ve araç parkı yüzünden görünmüyor. Külliyenin hemen karşısında geniş otopark olmasına rağmen araç sahiplerinin camii ve müze önüne araçlarını bırakmaları hoş olmuyor. Bu konuda da gerekli önlemlerin alınması halinde Konyamızın önemli tarihi eserlerinden birisi olan Sahipata Külliyesi yeniden gün ışığına çıkacak" diyerek yaşadıkları sıkıntıyı dile getirdi.

Merhaba Gazetesi, 18.06.2008

BÜYÜK İSKENDER'İN İSLİ MAĞARASI

 

Fethiye'ye 40 kilometre mesafede bulunan Büyük İskender'in İsli Mağarası ve Girmeler Kaplıcaları'nın turizme kazandırılması için çalışmalara başlandı. Tarihi özelliği bulunan ve Büyük İskender Mağarası olarak anılan kaplıca mağaranın diğer adı Girmeler Kaplıcası olarak biliniyor.

 

 

 

Geçen yıllarda tanınmaya başlayan ve küçük girişimlerle işletilmeye çalışılan Girmeler Kaplıcası ve Büyük İskender'in İsli Mağarası, şimdi Milyon Liralık yatırımla turizme kazandırılıyor. Kaplıca ve Mağara alanını Girmeler Köy Muhtarlığı'ndan 15 yıllığına kiralayan özel bir işletme, buraya beş yıldızlı otel ve villa yapmak için çalışmalara başladı. Tarihi özelliği bulunan 7 kilometrelik mağaranın sonu Tlos Antik Kenti'ne çıkıyor. Mağaranın ön duvarlarında bulunan aslan başları tahrip olmuş olsa da, tavanda bulunan çeşitli figürler ziyaretçilerin ilgisini çekiyor. Mağara duvarlarında bulunan çeşitli figürlerde burayı ziyaret eden turistler tarafından fotoğraflanıyor. Şimdilik tam bir aydınlatma ve işaretleme olmasa da, kısa süre içerisinde burayı profesyonel turizme kazandıracaklarını belirten İşletme Müdürü Hüseyin Tok, "Girmeler Kaplıcaları Büyük İskender'in mağaraları olarak geçiyor. Burada Likyalılar da halk olarak yaşamışlar. Bu kaplıca mağaralarda o dönemlerden kalma şifalı su bulunuyor. Burada Isparta Süleyman Demirel Üniversitesi tarafından yapılan tahlilde 128 çeşit rahatsızlığa iyi geldiği tespit edildi" dedi.

 

Mağaranın yıllarca bekçiliğini yapan Ahmet Gökçe ise burasının İskender'in Mağarası denilen mağara olduğunu belirterek "Burası 7 kilometre ileride Tlos Antik Kentine çıkıyor. Diğer küçük mağara da 230 metre uzunluğunda ve giriş çıkışı olan bir yer. Büyük mağarada sarkıt ve dikit gibi manzaralı yerler var. Buraya gelen turistler bu mağara duvarlarındaki resimleri çekiyor" diye konuştu.

 

Mağaranın ön kısmında toprak altında bulunan Büyük İskender Hamamı kazılarının ise bu yıl devlet ödenek ayırmadığı için yapılamadığı ancak önümüzdeki yıl bu kazılara başlanacağı öğrenildi.

Haber Ekspres, 18.06.2008

ESKİ KİLİSE RESTORE EDİLİYOR

 

Gaziantep’te tarihi özelliğe sahip olup daha önce Kilise, sonra cezaevi daha sonra ise cami olarak kullanılan Kurtuluş Cami’nin duvarları ile alttaki dükkanlar restore ediliyor.

 

Tepebaşı Mahallesi’nde bulunan Kurtuluş Camii'nin yıkık dökük olana çevre duvarları ile alttaki dükkanlar restore edilerek kullanıma açılacak. Restorasyon çalışması devam eden caminin yıkık dökük olan çevre duvarları aslına uygun olarak yeniden yapılırken dükkanlarda aynı şekilde restore edilerek, yeniden daha güzel yapısı ile hizmete sunulacağı ifade edildi.

Gaziantep 27 Gazetesi, 18.06.2008

KAP CAMİİ'NDE RESTORASYON SÜRÜYOR

 

Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından ihale edilen ve yaklaşık 6 aydan beri devam eden Kap Camii'ndeki restorasyon çalışmalarının bu yıl sonunda bitirilmesi hedefleniyor.

 

Vakıflar Şanlıurfa Bölge Müdürlüğü kontrolörlüğünde gerçekleştirilen restorasyon ve güçlendirme çalışmalarında devam ediyor. 2007 yılının son ayında müteahhit firma tarafından başlanılan restorasyon çalışmaları hızla devam ediyor. 505 bin 904 YTL'ye ihale edilen ve 2008'in yıl sonuna doğru tamamen bitirilmesi düşünülen restorasyon ve güçlendirme çalışmalarıyla Kap Cami aslına uygun modern görünüme kavuşacak.

 

Tarihi yapısı ve kent merkezinde olması nedeniyle büyük önem arz eden Kap Cami'nin restorasyon ve güçlendirme çalışmalarının biran önce bitirilerek ibadete açılmasını isteyen vatandaşlar, caminin uzun yıllar harabe şekilde kullanıldığını dile getirdiler.

 

Vakıflar Genel Müdürlüğü'ne ait olan ve 1768 yılında yapılan Kap Cami'nin 1923 yılında Hacı Mehmet Ali tarafından yeniden bakım ve onarımı yapılarak güçlendirildiği belirtildi. O günden bu zamana kadar istenilen bakım ve onarımın yapılmadığı camide duvarların çatlaması, taşların düşmesi tehlike arz ediyordu.

 

Vakıflar Şanlıurfa Bölge Müdürlüğü, Kap Camii ile birlikte Adıyaman merkezde bulunan Abuzer Gaffari Türbesi, Ebubekir Hamamı ile Besni İlçesinde bulunan Ulu Camii ve Kızılcaoba Mescitleri'nin de onarımını yaptıracak. Bunun dışında yine bu yıl merkezde bulunan Ulu, Eskisaray, Yenipınar Camileri, Kahta Kemaliye Ulu Camii ve Mahmut Ensari Türbesi'nin proje ihalesinin yapıldığı bildirildi.

Adıyaman Kent Haber, 18.06.2008

ÜÇ KONAĞIN PROJESİ İÇİN ÖDENEK AYRILDI

 

Kahramanmaraş'ta 3 konak için 2007 yılında Kültür ve Turizm Bakanlığı'na yapılan başvuru kabul edildi.

 

Bakanlık tarafından 3 konağın projelerinin hazırlanması için 21 bin 915 YTL ödenek ayrıldı. Hazırlanan projeler bakanlığa sunulduktan sonra restorasyon çalışmaları için başvuru yapılacak ve çalışmalar hızlandırılacak. Kahramanmaraş'ta 2007 yılında "Taşınmaz Kültür Varlıklarının Onarımına Yardım Sağlanmasına Dair Yönetmelik" kapsamında Gözlüklü Ali, Müftü Rafet Efendi ve Süleyman Zülkadiroğlu konakları için varisler tarafından proje hazırlanması konusunda dilekçe verilmişti. Bakanlığın 2008 yılı 1'nci dönem komisyon çalışmaları soncu 3 konağın projelerinin hazırlanması için 21 bin 935 YTL ödenek ayrılmasına karar verildi.

Zaman, 17.06.2008

TARİHİ ESER OPERASYONU

 

Afyonkarahisar'da bir eve düzenlenen baskında tarihi eser özelliği taşıdığı belirlenen mezar taşları ele geçirildi. Olayla ilgili bir kişi gözaltına alındı.

 

Edinilen bilgiye göre, bir istihbaratı değerlendiren İl Jandarma Komutanlığı'na bağlı ekipler, Evciler İlçesinde ikamet eden T.A.'nın evine baskın düzenlendi. Baskında 2 adet üzerinde eski yazı bulunan mezar taşı ile 2 adet yine üzerinde eski yazı bulunan ve tarihi eser özelliği taşıdığı belirlenen taş ele geçirildi.


T.A. jandarma ekipleri tarafından gözaltına alınırken, olayla ilgili soruşturma başlatıldı.

Afyon Kent Haber, 17.06.2008

RHADIOPOLIS ANTİK KENTİ BU YIL TURİZME AÇILACAK

 

Antalya'nın Kumluca İlçesi'ne bağlı Sarıcasu Köyü sınırları içinde bulunan Rhadiopolis Antik Kenti'nde 3. etap kazı çalışmaları başladı.

 

Açılış töreninde konuşan Kumluca Belediye Başkanı Hüsamettin Çetinkaya antik kenti yapılacak olan bu yılki çalışmaların sonunda turizme açmayı hedeflediklerini belirtti. Yaklaşık 3 yıldan beri devam eden kazı çalışmaları bu yıl 2 ay sürecek. Akdeniz Üniversitesi Arkeoloji Bölüm Başkanı Prof.Dr. Nevzat Çevik başkanlığındaki çalışmalara Akdeniz, Süleyman Demirel ve Almanya Mahay üniversitelerinden 60 bilim ekibi katılıyor. Çalışmalarla ilgili bilgi veren Akdeniz Üniversitesi Arkeoloji Bölüm Başkanı Prof.Dr. Nevzat Çevik, "Miladi 3. yüzyıla dayanan Rhadiopolis Antik Kenti'ndeki kazı çalışmalarının üçüncü yılında önceki yıllardan kalan eksiklikleri tamamlayacağız. Çalışmalar en erken ağustosta bitecek. Amacımız bu yıl antik kentin ana arterlerini ortaya çıkarıp, yapılacak restorasyon çalışmalarına öncülük etmektir." dedi.

Zaman, Haber: Ekrem Karaman, 17.06.2008

'EDESSA'DAN URFA'YA' KİTABININ TANITIMI YAPILDI

 

Şanlıurfa'nın milattan 13 bin yıl öncesinden günümüze kadar geçen süreyi en geniş biçimde anlatan ve 8 akademisyenin bir araya gelerek hazırladığı kitabın tanıtımı yapıldı.

 

5 cilt olarak tasarlanan kitap 30 bin sayfadan oluşuyor. 7 yıllık bir çalışma sonucunda tamamlanan 2 cildin tanıtımı için basın toplantısı düzenlendi. Dedeman Otel'de düzenlenen basın toplantısında kitabın yazarı ve koordinatörlüğünü yapan Celal Bayar Üniversitesi Tarih Bölümü Başkanı Prof.Dr. Mehmet Çelik, dünya tarihinin ilk yerleşim birimi olan Şanlıurfa'yla ilgili en geniş kapsamlı kitap olduğunu söyledi. Dünyanın kutsal şehirlerarasında Kudüs'ten sonra Musevilerin ve Hıristiyanların kabul ettiği şehrin Şanlıurfa olduğuna dikkat çeken Çelik, şehrin geçmişine yönelik tanıtımı konusunda eksik kalındığını söyledi. Prof.Dr. Çelik, Türkiye'de ilk defa bir şehrin tanıtımında ilkçağ ve ortaçağda ele alınan çalışmaların anlatıldığı 'Edessa'dan Urfa'ya' adlı kitapta dünyada şehircilik anlamında tek kitap olduğunu söyledi.

Zaman, Haber: Murat Gezer, 17.06.2008

DENİZLİ'DE TARİHİ ESER OPERASYONU

 

Denizli'de düzenlenen operasyonda, Roma Dönemi'ne ait 622 gümüş sikke ele geçirildi, 3 kişi gözaltına alındı.

Denizli'de 45 yaşındaki Ömer Eryiğit ve 33 yaşındaki Ercan Semerci'nin ellerindeki sikkeleri satmak için müşteri aradığını öğrenen jandarma, önceki gün harekete geçti. Operasyon düzenleyen jandarma, Eryiğit'in kullandığı otomobili takibe aldı. Otomobili durduran ekipler, Eryiğit ve Semerci'nin üzerinde yaptığı aramada Roma Dönemi'ne ait 422 gümüş sikke buldu. Otomobili de arayan jandarma, torpido gözüne gizlenmiş 200 gümüş sikke daha ele geçirdi. Eryiğit ve Semerci gözaltına alınırken, sikkeleri, E.Ö.'den (42) aldıkları tespit edildi. E.Ö. de yakalandı. Gözaltına alınan 3 kişiden E.Ö. çıkarıldığı mahkemece tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılırken, Eryiğit ve Semerci tutuklandı. Ele geçirilen toplam 622 sikke Müze Müdürlüğü'ne teslim edildi.

Haber Ekspres, 17.06.2008

EN BÜYÜK PİRAMİT BULUNDU

 

 

Arkeologlar Keops, Kefren ve Mikerinos’un kuzey batısında yeni bir piramit buldu. Uzmanlar “Tarih kitaplarının değişmesine yol açacak bir keşif olabilir” görüşünde.

Yaklaşık 4 bin yıl önce inşa edilen ve bugün bile gizemi çözülemeyen piramitlere bir yenisi daha ekleniyor. History Channel tarafından bir araya getirilen dünyaca ünlü arkeologlar, varlığı bilinen ancak uzun yıllardan beri bir türlü ortaya çıkarılamayan yeni bir piramit bulduklarını açıkladı. MÖ 2500 yıllarında Mısır’da hakimiyet kuran firavun Djedefre tarafından yaptırıldığı sanılan piramit, dünyaca ünlü Keops, Kefren ve Mikerinos piramitlerinin kuzey batısında bulundu. Bu 3 piramitin yer aldığı Giza Vadisi’nin dışında olması bilim adamlarını şaşkınlığa uğrattı. Yeni piramidin çok uzun yıllar önce kum fırtınaları nedeniyle toprak altında kaldığı belirlendi.

Uzmanlara göre Djedefre Piramiti piramitlerin en büyüğü olarak bilinen Keops’tan 8 metre daha yüksek. Newsweek’e konuşan Mısır Antik Tarih Konseyi Başkanı Zahi Havas, “Yıllarımı piramitler üzerinde yapılan araştırmalarla geçirdim. Ve gördüklerim beni çok şaşırttı. Dünyadaki tüm tarih kitaplarının değişmesine yol açacak bir keşif yapılmış olabilir” dedi. Mısırologlar bu keşfe şimdilik kuşkuyla bakıyor. Ancak önümüzdeki hafta buluşla ilgili bir belgesel yayınlayacak olan History Channel keşiften emin.

Arkeologlar, eski Mısır’ın en büyük firavunlarından biri olan Firavun Djedefre’nin gömülü olduğu sanılan mezar odasına da ulaştıklarını söyledi.

Vatan, 17.06.2008



SÜMERBANK'IN KARAKÖY BANKALAR CADDESİ'NDEKİ TARİHİ BİNASI YENİLENİYOR

 

 

1933 yılında Atatürk tarafından kurulan ve adını Anadolu uygarlığının temel taşlarından Sümerler’den alan, Türkiye’nin "sanayi mektebi" Sümerbank’ın tarihi binası yenileniyor.

Sümerbank’ın, Karaköy Bankalar Caddesi’ndeki genel müdürlük binasını alan Simurg Turizm, kökleri Cumhuriyet’in ilk dönemlerine dayanan ve ekonomik gelişmenin mihenk taşlarından olan Sümerbank’a tarihi boyunca emek vermiş olan kişileri ve Sümerbank ile her türlü arşiv malzemesini yeniden toparlamayı planlıyor ve "İstanbul’a sadece gökdelen yapmak kimliğine ihanet olur” düşüncesiyle yola çıkarak tarihin kaybolmasını önlemeyi hedefliyor.

1933 yılında devletin yatırım bankacılığına başlamasına öncülük etmiş olan Sümerbank; dokuma, kağıt, seramik ve demir-çelik iş kollarında birçok sınai girişimin sahipliğini de üstlenerek, uzun yıllar boyunca sanayide önemli bir rol oynadı. Sümerbank’tan önce 1910 - 1928 yılları arasında Deutsche Bank Genel Merkezi olarak kullanılan binanın Sümerbank’tan ayrılışı 1999 yılında TMSF’ye devri ile gerçekleşti ve bina bu tarihten günümüze kadar kendi haline bırakıldı.

 

 

Simurg Turizm Yönetim Kurulu Başkanı Timur Özdemir, binanın köklü geçmişini su yüzüne çıkarmak amacıyla başlattıkları projeyle ilgi olarak binanın geçmişteki çalışanlarını bir araya toplayacaklarını ve ellerinde Sümerbank tarihine ait arşivler bulunan ve bu arşivleri paylaşmak isteyen kişilerle de görüşülerek binada Sümerbank'ın geçmişini konu alan bir sergi açmayı hedeflediklerini belirtti. Sergide aynı zamanda arşivin oluşmasını sağlayan eski personelden koleksiyonerlere kadar herkesin isimlerinin yazılı olacağı teşekkür tabelası da yer alacak.

Sümerbank’ın adını daima yaşatmayı hedeflediklerini belirten Timur Özdemir, binada hayata geçirmeyi planladığı yeni otelde "change-exchange" tabelalarından kiralık kasalara kadar bankaya ait anılara yer verileceğini, http://www.sumerbank.com/ adresinde ise gerek binanın tarihi, gerekse de Sümerbank’ın Türkiye ekonomisindeki yeri hakkında yapılan bütün çalışmaları yayınlayacaklarını ve bu sitenin Türkiye’nin önemli ekonomi portallarından biri olmasını amaçladıklarını belirtti.

Arkitera, 17.06.2008

KÜLTÜR KATLİAMINI DURDURUN

2002’de kasıt unsurunun öne çıktığı yangınla kullanılamaz hale gelen Ortaköy’deki Gaziosmanpaşa İlköğretim Okulu’nun tarihi binasını (Fehime Sultan Yalısı-Naime Sultan Yalısı olarak da biliniyor) otel yapma girişimini yargıya taşıyan CHP, mahkemeye “545 sayfadan oluşan, halkın okul talebini gösteren imza dosyası” sundu. CHP’li İl Genel Meclisi üyesi Aydın Gürhan, yaşananları “kültür katliamı” olarak nitelendirdi.

 

İstanbul’da, Boğaz’ın kıyısında yaşanan olayı İstanbul İdare Mahkemesi’ne başvurarak yargıya taşıyan Gürhan, İstanbul Valiliği’ni dava etti. Mahkemeden, “İstanbul İl Özel İdaresi İl Genel Meclisi’nin 9 Nisan 2008 tarih ve 2008-190 sayılı kararının ‘İl Özel İdaresi adına kayıtlı taşınmazın 25 yıllık kiralanmasına dair’ kısmının iptali ile yürütmenin durdurulmasına karar verilmesini” talep eden Gürhan, dava gerekçesini gazetemize şöyle değerlendirdi:

 

“Yüz yıla yakın bir eğitim tarihi olan ve her yıl 1200 çocuğumuza eğitim veren bir kurumun ödeneğinin olmaması gibi gerekçelerle farklı amaçlara yönelinmesi kültür katliamından başka bir şey olmayacak. Şu aşamada kullanılamaz hale gelen ve kökleşmiş bir eğitimin yapıtaşlarını temsil eden yapının, kamunun talepleri doğrultusunda bir eğitim kurumu olarak devam etmesi İl Özel İdaresi’nin asli görevidir. Bu kurumun farklı bir mekanda eğitim vermesinin düşünülmesi dahi bir kültür katliamı olacaktır. Bu tür diğer okullar ve tarihi yapılar, konumları itibarıyla yatırımcıları bireysel çıkarları yönünden iştahlandırmakta, devamlı surette bu tür yapıları ya satın alma yönünde teşebbüslere sokmakta ya da kiralamak sureti ile amaçlarına ulaşmaktadırlar. Gaziosmanpaşa İlköğretim Okulu, hukuka aykırı surette, yüz yıllık köklü eğitim geçmişine karşın, okulu yakanları cezalandırmak yerine bu şahısları amaçlarına yaklaştırır yönde kararlar alınması kabul edilemez bir gerçeklik. Okul binası, yapısı itibarıyla bir otel olarak kullanılamayacak nitelikte. Bu sebeple eğitim ve kültürün temel taşlarından biri olan taşınmazın bir okul veya eğitim kurumu dışında başka bir amaca özgülenemeyeceği, taşınmazın bu amaç dışında 25 yıl gibi bir süre kiralanmasının ileride telafisi imkansız bir zarara neden olacağı ve kamu zararı doğacağından kararın iptali gerekiyor.”

Cumhuriyet, Haber: Aykut Küçükkaya, 17.06.2008

BAKANLIK MÜZELER İÇİN ATAĞA GEÇİYOR

 

Yurttaşların müzelere gelip girmeleri, gezerek sevmelerini kolaylaştırmak amacıyla Kültür ve Turizm Bakanlığı, hazırladığı “Müze Kart”ları tanıtmak amacıyla yarın bir basın toplantısı düzenliyor.





Kültür ve Turizm Bakanlığı, turizmin önemli bir unsuru olan müzelerden daha iyi yararlanmak amacıyla harekete geçiyor. Bakanlık müzeleri öne çıkaracak çalışmaları hızlandırırken yurttaşların da müzeleri gezmelerini kolaylaştıracak "Müze Kart" uygulamasına başlıyor. 

Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, müzeler ile ilgili başlatılan çalışmalar kapsamında mevcutlara ek olarak yaptıracakları yeni müzelerle İstanbul’da tarihi yarım adanın müzeler yarım adası haline gelmesini amaçladıklarını belirterek Harbiye'deki askeri müzeyi de Topkapı Sarayı'nın içine taşımak istediklerini söyledi.

Ertuğrul Günay, ''Topkapı Sarayı, İslam Eserleri Müzesi, İslam Bilim ve Teknoloji Müzesi, Has Ahırlarda yeni yaptıracağımız Genç Mucitler Müzesi de Sultanahmet’e gelsin" dedi.
Bu arada Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın başlattığı müzeler atağı kapsamımda “Müze Kart” uygulamasına başlanacağı bildirildi.

“Müze Kart”
Müzeleri sevdirme ve müzelere girişleri kolaylaştırmalı amaçlayan ” Müze Kart” uygulaması yarın  düzenlenecek bir basın toplantısı  ile duyurulacak. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın “Müze Kart” sisteminin uygulaması Kültür ve Turizm Bakanlığı Döner Sermaye İşletmesi Merkez Müdürlüğü (DÖSİMM) tarafından yapılacak.

Konuyla ilgili bilgi veren DÖSİMM Merkez Müdürü Tolga Tüylüoğlu, “Müze Kart”ın 1 yıl süreyle geçerli olacağını belirterek,  "Müze Kart ücret karşılığında, müze giriş ve gişelerinde, havaalanlarında ve web sitesi aracılığıyla İl Kültür ve Turizm Müdürlüklerinde satışa sunulacak” dedi.


Tüylüoğlu bu yolla, Müze Kart edinen vatandaşların, Bakanlığa bağlı müze ve ören yerlerini istedikleri zaman, istedikleri sıklıkta ziyaret etme olanağı elde edeceğini söyledi.

Bakan Günay, geçen hafta İstanbul’da Eminönü Belediyesi’nin düzenlediği "3. Tarihi Yarımada Sempozyumu''nda yaptığı konuşmada da, müzeler ile ilgili çalışmalar hakkında bilgi vermişti.

Bakan Günay İTO Toplantı Salonu’nda yaptığı konuşmada şunları söylemişti: ''Biz Türkiye'de turizmi sadece insanların geldiği ve deniz kıyısında yattığı bir işlev olmaktan çıkarıp, Türkiye'nin aynı zamanda değerinin dünya tarafından bilindiği bir niteliğe kavuşturacaksak, yine İstanbul ve Eminönü çok önemli. Öyle bir turizme Türkiye'nin önümüzdeki 10 yıllarda dönmesi gerekiyor. Deniz, güneş her yerde var. Ama Ayasofya, Sultanahmet, Süleymaniye ve Yerebatan Sarnıcı bir tek burada var.''

Turizm Gazetesi, 16.06.2008



Yolculuk nereye başladı?

YEMEYİN BİZİ SAYIN BAKAN...

Tanıtım kokteylleri mokteylleri; acaip afilli bir web sitesi (siyah zemin üzerine flaş mlaş, animasyon manimasyon), acentaların değişmez abisi Ulusoy'un desteği de alınmış (bu abinin acentalarına yüzde 10 indirim bile yapılmış!); hatta bir takım 'brown tongue' akademik zevat da "Aaay yahu cok heyecanlandım, 20 YTL verip bakanlığa bağlı müzelere bir yıl boyunca bedava gidebiliyorsun, işte Türkiye'de arkeoloji gelişiyor, 10 yıllık alıcam vallahi..." gibisinden naralara başlamış...

Velhasılı kelam, Müze Kart'lar ortalıkta sevgi kelebekleri gibi uçuşup duru...

Ama halıyı biraz kaldırınca, şu birkaç ay önce, Pazar günleri, televizyonları işgal eden, "Birazdaaan 1001 vakıf binasının onarımını başlatıcaaaz!", "Asssona şu düğmeye basıııp 777 barajııı, 1010 hastaneyiii hizmete aççaaaz!", "Uçurun balonarı, patlatın fişekleri" "Kurdaalenin yarısını sayın Bakanıma verin" gibisinden şaklabanlıklardan biriyle karşı karşıya kaldığımızı görmeyelim mi?

Şimdiii, şu afilli siteye bağlandık, bakalım 20 YTL ile hangi müzelere gezebileceğiz diye bir araştırma yapmaya başladık. Önce alttaki yazıyı iyicene bir okuduk ("Yukardaki arama listeden..." gibisinden leziz Türkçe ifadelere hiç takılmadan):





Yazının başında ince bir espiriyle "Hangi müzelere gidilmez desek daha doğru..." diyor ya...

...biz de soruşturmacı arkeo-gazeteci olarak araştırdık.

Şu afilli, animasyonlu manimasyonlu sitede bir "Müze ve Ören Yeri Arama Motoru" var. Ama bu motor, şu yazıdaki "300'ü aşkın" müze ve ören yerini sadece 26'sını arayabiliyor -ya da bulabiliyor. Çünkü Türkiye'deki müzelerin büyük bir bölümü ya kapalı, ya tadilatta, ya da Müze Kart kapsamı dışında?!... Bakalım şu arama motoruna binerekten kaç adet müzeye ve ören yerine yolculuk yapabiliyoruz bizim Müze Kart'la:


Ankara

4

Antalya

3

Bartın

2

Burdur

1

Çanakkale

2

Denizli

2

Diyarbakır

2

İstanbul

3 ???

İzmir

3

Konya

1

Mardin

1

Muğla

1

Nevşehir

1

TOPLAM

26 !!!



Evet, yanlış görmüyorsunuz: Toplam yirmialtı... Bu listede Adana, Bursa, Gaziantep gibi önemli müzeler hiç yok, İstanbul'da da gezilebilecek topu topu 3 müze ve ören yeri mevcut!!!


Sayın Bakan, Değerli Yetkililer;

Önce müze ve ören yerlerinin ödeneklerini, güvenliklerini artırın; onları yeni teknolojilerle donatın; envanterlerini tamamlayın da, definecilerin/kaçakçıların uğrak yerleri olmaktan çıkarın; personel sorununu çözün (3 milyonu aşkın eserin bulunduğu tahmin edilen müzelerde toplam 1600'e yakın personel çalışıyor); buralarda çalışanların, uzmanların, arkeolog/sanat tarihçilerin yaşam koşullarını düzeltin; müzeleri depoluktan çıkarıp, çağdaş müzecilik anlayışıyla sergilemeler gerçekleştirip gezilebilir, anlaşılabilir hale getirin; müzeleri özel sektöre ve belediyelere devretme rezaletinden vazgeçtiğinizi derhal açıklayın vd. vd. ...

Ondan sonra da şovunuzu yapın...

Yemeyin bizi Sayın Bakan, lütfen yemeyin...

S.B. Sinirli


TAŞLIÇAY'DA TARİHİ ESER OPERASYONU

 

Ağrı'nın Taşlıçay İlçesi'nde jandarma ekipleri tarafından yapılan çalışmalar neticesinde Hellenistik döneme ait anıtsal yapı parçası olan bir adet sütun başlığı ele geçirildi.

 

Edinilen bilgiye göre, aldıkları bir ihbarı değerlendiren İlçe Jandarma Komutanlığı ekipleri, sürücüsünün ismi açıklanmayan 04 AF 212 plakalı bir otomobili durdurarak arama yaptı.

 

Araçta, poşet içerisinde gizlenmiş üzerinde motifler olan bir adet tarihi eser görünümlü taş parçası bulundu. Bulunan parçanın tarihi eser olup olmadığının belirlenmesi için Ağrı Dağı Üniversitesi'ne gönderildi. Yapılan ilk incelemeler sonucunda, ele geçirilen taş parçasının Hellenistik döneme ait sütun başlığı olduğu belirlendi. Verilen raporda, Batı tarzı bir anıtsal yapı parçası olduğu belirtilen eserin, 2683 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu ile koruma altına alındığının belirtilmesi üzerine kıymet belirlenmesi için Erzurum Müzeler Müdürlüğü'ne gönderildi.

 

Olayla ilgili olarak Ü.B. ve A.Ç. adlı şahıslar sorguları yapılmak üzere gözaltına alındılar. Taşlıçay Jandarma Komutanlığı'nda yapılan sorgulamanın ardından otomobile el konulurken, zanlılar 'Tarihi eser kaçakçılığı' suçundan adliyeye sevk edildi.

Ağrı Kent Haber, 16.06.2008

BİR TARİHİ ESER DAHA KURTARILDI

 

Gaziantep'te çökmek üzereyken, restore edilen 300 yıllık Zincirli Bedesten, turistik çarşı olarak hizmet verecek.

 

Eski Saray Caddesi üzerinde yer alan Zincirli Bedesten, 18'inci yüzyılda yaptırıldı. Cumhuriyet döneminde adliye binası olarak da kullanılan Bedesten, 50 yıl önce çıkan yangında büyük zarar gördü. Yıllar içinde sebze ve et hali olarak da kullanılan Osmanlı eseri, bir süredir kaderine terk edilmişti.

 

Gaziantep Vakıflar Genel Müdürlüğü'nce 2 milyon 700 bin YTL harcamayla restore edilen 5 kapılı bedestende 80 dükkan bulunuyor.

 

Gaziantep Vakıflar Bölge Müdürü İsa Güven konuyla ilgili şunları söyledi: "Buranın ana amacı Gaziantep'in turizm hareketine bir canlılık getirmek. Bu çevre tamamen tarihi yapılarla dolu. Bizim buraya getireceğimiz esnaf, çevredeki esnafın ticaretini canlandıracak."

 

Bedesten, gelecek günlerde turistik çarşı olarak hizmete açılacak

Trt/Haber, 16.06.2008

KARACA MAĞARASI'NA ZİYARETÇİ AKINI

 

 

Gümüşhane'nin gözde turizm merkezlerinden olan Karaca Mağarası'nı 2 ayda 8 bin 114 kişinin ziyaret ettiği bildirildi. Gümüşhane Özel İdare Genel Sekreter Yardımcısı Bayram Akçay, kentin 17 kilometre kuzey batısında Torul İlçesine bağlı Cebeli Köyünde bulunan Karaca Mağarası'nın ilin en önemli turizm mekanı olduğunu belirtti. Karaca Mağarası'nın 1996 yılında turizme açıldığını ifade eden Akçay,"Toplam alanı 1500 metrekare, uzunluğu ise 105 metre olan mağarada sarkıtlar, dikitler, sütunlar, bayrak şekilleri, org desenli duvarlar,mağara çiçekleri, mağara incileri, traverten havuzları ve traverten basamakları bulunuyor. Mağara bu özellikleriyle turistlerden büyük ilgi görüyor" dedi.

 

Karaca Mağarası'nın bakım yapılmak üzere geçen yıl 15 Kasımda ziyarete kapatıldığını, çalışmaların ardından 15 Nisanda açıldığını kaydeden Akçay, "Bu tarihten itibaren 15 Hazirana kadar mağarayı 8 bin 114 kişinin ziyaret etti. Bu ziyaretlerden 26 bin YTL gelir elde edildi. Geçen yılın aynı döneminde mağarayı 6 bin 150 kişi gezmiş, 20 bin YTL gelir sağlanmıştı" diye konuştu. Karaca Mağarası'nın 15 Kasım 2008 tarihine kadar ziyarete açık kalacağını belirten Akçay, temmuz ve ağustos aylarında mağarayı daha çok kişinin ziyaret etmesini beklediklerini söyledi.

Yeni Şafak, 16.06.2008

4 BİN KÜLTÜR ELÇİSİ YETİŞECEK

 

Eti-Çekül işbirliğiyle başlatılan ve geçen günlerde Beypazarı’nda ilki gerçekleşen Kültür Elçileri Projesi kapsamında, 2012 yılının sonuna kadar 4 bine yakın kültür elçisi yetişecek.

Genç kuşakların kültürel ve kişisel gelişimlerine destek vermek amacıyla başlatılan Eti-Çekül Kültür Elçileri Projesi uzun soluklu bir sosyal sorumluluk çalışması. 2012 yılı sonuna kadar devam edecek olan proje kapsamında, Türkiye’nin zengin kültürel mirasının korunması ve yeni kuşaklara unutulmaya yüz tutan değerlerimizin öğretilmesi hedefleniyor

Projenin ilk durağı olarak Ankara’nın Beypazarı İlçesi seçildi. Çekül Vakfı ve yerel eğitmenler tarafından seçilip eğitilen 30 altıncı sınıf öğrencisi, Beypazarı’nın değerlerini tanıttı. İlk toplantıya katılan Eti Şirketler Grubu CEO’su Hazım Ellialtı, Çekül Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı Prof.Dr. Metin Sözen ve Milliyet gazetesi gezi yazarı Fatih Türkmenoğlu proje kapsamında, gençlerin rehberliğinde Beypazarı’nı sokak sokak dolaştı.


Uzmanlardan eğitim alan gençler, yaşadıkları kentlere farklı bir bakış açısıyla bakmayı öğrenecek. Bu doğrultuda, kentlerinin “kültür elçileri” olacak, kültürel miraslarının değerine sahip çıkacaklar. Proje kapsamında, 2012 yılı sonuna kadar 77 merkezde yapılacak çalışmalarla 400’e yakın genç kültür elçisi olarak yetişecek. Böylece genç kuşaklar, zengin kültürümüzü ve onu korumanın önemini daha iyi anlayacak ve kendilerinden sonra gelenlere bunu aktaracak.

Ne dediler?

Hazım Ellialtı (Eti Şirketler Grubu CEO’su): Gelecek nesillerin kültürel ve kişisel gelişimlerine destek vermek için çok önemli bir projeye imza atıyoruz. Amacı kültür elçileri yetiştirmek ve kültürel eğitimin öncelik haline gelmesi.


Önümüzdeki yıllarda, eğitim kurumları ve yerel yönetimler bu konuya eğilecek ve öncelikleri arasına alacaklardır. Müfredatlı özel kitaplar hazırlanacak. Ayrıca “abi-abla” olan çocuklar, bilgilerini bir sonraki elçilerle paylaşacak... Bu da projenin bir başka yönü. Çocukların temsil yetenekleri gelişecek, bilgileri pekişecek...


Kültürel ve doğal mirasımızı hoyratça tükettik; şimdi sahip çıkmanın zamanıdır.

Prof.Dr. Metin Sözen (Çekül Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı): Kuşakların sağlıklı yaşaması için, geçmişle gelecek arasındaki bağın güçlü kurulması gerekiyor. Bireyin kendini tanıması, bu özel coğrafyanın oluşturduğu değerleri boyutlandırması ancak özgür bir ortamın varlığıyla anlam kazanır. Kültürel kimliğe, sürekliliğe, bunların tartışıldığı özgür ortamlara gerek var. Bu proje, kültürümüz ve çocuklarımızın geleceği için bir seferberliktir; bir dönüm noktasıdır.

Fatih Türkmenoğlu (Milliyet gazetesi yazarı ve TV programcısı): Bu projede bütün merkezleri dolaşacak, çocuklarla onların kentlerini gezecek, onların gözünden yörelerini tanıyacağım. İstanbul buluşmalarında onlarla gezecek, gerekli durumlarda projenin sözcülüğünü gerçekleştireceğim.


Beş yıllık bir projeden söz ediyoruz. Bu benim için de ciddi bir bağlanma demek. Çorbada bir tutam tuz da benden olacağı için son derece mutluyum.

Milliyet, 16.06.2008

ÇORUM'DA ÜÇ BOYUTLU KENT BİLGİ SİSTEMİ HİZMETE GİRDİ

 

Çorum Belediyesi, Kent Bilgi Sistemi'yle 'facebook' sitesi benzeri bir paylaşım ortamı oluşturdu. Daha önceki sistemde pasif olan katılımcılar, yeni sistemle sorgulama yaparak Çorum üzerinde üç boyutlu gezinti yapabiliyor.

Konuyla ilgili açıklama yapan Çorum Belediye Başkanı Turan Atlamaz, kullanıcıların da kayıt girebilecekleri sistemin vatandaşlara bir çok imkan sunduğunu vurguladı. Başkan Atlamaz, sunulacak hizmetleri şöyle açıkladı: "Vatandaşlar kiralık ve satılık ilanlarını, esnaf ve sanayicilerimiz işyeri faaliyetleri bilgilerini 3D sayısal haritalar üzerinde dünya ile paylaşabilecek. Belediye birimleri, kendi bölümüne ait sözel ve harita verisini 3D ortamda, web tabanlı, güncel tutabilecek. Bu sayede veri, kente uygulandığı anda coğrafi bilgi sistemi ile sanal aleme ulaşacaktır. Uydu fotoğrafı üzerine, imar planı istenilen anda görüntülenebilecek ve ada-parsel sorgulamaları ile gayrimenkullere hızlı bir şekilde üç boyutlu harita üzerinde ulaşılabilinecek. İstenilen adres bilgisi sorgulanarak mahalle, cadde, sokak, kapı no bilgileri üç boyutlu harita üzerinde görülecek. Üç boyutlu model üzerinden alan ve mesafe ölçümü ve imar planı altlığında Çorum üzerinde üç boyutlu gezinti yapılabilecek" dedi.

Üç Boyutlu Mezarlık Bilgi Sistemi ile Ulu Mezarlık haritasına ulaşılabileceğini anlatan Atlamaz, "Üç boyutlu Çorum Belediyesi orijinli verileri uluslararası servisler ile entegre yapıda sunulacağından üç boyutlu ortamda sınırsız bilgiye ulaşılacak." ifadelerini kullandı.

Zaman, 16.06.2008

FATİH'E FLORANSA MODELİ





Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir, Floransa’daki evlerin uyumundan etkilendi, bu modeli İstanbul’da uygulamaya karar verdi. Estetik kurul oluşturdu, yapıların dış cepheleriyle ilgili standartlar belirledi. Yeni yapıların cumbalı olması, kapı, pencere ve dış kaplamasının ilçenin estetik dokusuna uyması isteniyor. İnşaatçılara semtlere göre belirlenen, 12 dış görünüm alternatifi sunuluyor. Dört yılda bu kriterlere göre inşa edilen apartmanların sayısı 1500’ü buldu. Demir, Vatan Caddesi’nin de tüm çehresini değiştirmeye hazırlanıyor.

 

Fatih’te son dört yılda 1500 yeni apartman inşa edildi. Ama bu yapılara dışarıdan baktığınızda eski bir eserin restore edilerek yenilendiğini sanıyorsunuz. Biraz daha dikkat ederseniz içinde klasik unsurlar barındırmasına rağmen modern çizgilerin hakim olduğunu görüyorsunuz. Apartmanların tamamı cephelerinde geleneksel cumbayı barındırıyor. Cumbalar cephenin genişliğine göre küçülüp büyüyor, azalıp çoğalıyor. Kapı ve pencere detaylarının da çok iyi işlendiğini fark ediyorsunuz.

 

Son zamanlarda yapılan apartmanlarda geçmişin mimarisi yeniden referans olmaya başlamış. Geniş camların yerini eskisi gibi dar pencereler almış, her apartmanın kendine has bir yüzü olmuş. Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir’e bu değişimi sordum:

 

"Floransa’da kente girişte muazzam bir güzellikle karşılaşıyorsunuz. Biraz dikkatli baktığımda bu güzelliği oluşturan esas unsurun ortak ve uyumlu bir kimlik olduğunu anladım. Farklı dönemlerde inşa edilmiş olsa da yapıların aralarında mükemmel bir armoni bulunduğunu gördüm. Yüzyıllar içinde oluşan bu birikimin ortak bir renk skalasına ve kentin topografyasına göre şekillenen mimari detaylara sahip olduğuna şahit oldum. Sonra, farklı ülkelerde çok şehir gezdim. Ve yapıların suretlerinde şehirlerin kimliklerinin kolayca okunduğunu anladım. Bundan dört yıl önce Fatih’e belediye başkanı olduğumda, buradan başlamalıyım diye düşündüm; yani bu kadim ilçenin kaybolup giden kimliğinden..."





İstanbul’un en eski yerleşim alanı, sekiz bin yıllık geçmişe sahip Tarihi Yarımada’nın merkezindeki bu ilçenin Floransa’dan eksiği yok, fazlası var. Çünkü çeşitli dönemlerde yeniden inşa edilmiş, bölgeye her gelen uygarlık kendisinden izler bırakmış. Demir, "Avrupa’da surlarla çevrili bu ölçekte başka bir şehir yok. Bir tek İspanya’daki Toledo’nun birazcık tarihi yarımadaya benzediğini görüyoruz. Bu büyük bir fırsat aslında ve tarihin bize verdiği mükemmel bir hediye" diyor. Ama son 50 yıldır asırların mirasını hoyratça kullandığımızı ve çirkinleştirdiğimizi de sözlerine ekliyor.

 

Mustafa Demir, makamına oturur oturmaz bir estetik kurul oluşturmuş. Başında Fatih Belediye Başkan Yardımcısı Talip Temizer’in bulunduğu bu ekipte mimar, mühendis, şehir plancısı, ressam ve sanat tarihçisi var. Ayrıca Yıldız Teknik Üniversitesi’nden de uzmanlar bulunuyor. Kurul yoğun bir çalışmayla Fatih’in farklı yapı tiplerinin karakterini belirlemiş. Çünkü, Yedikule ve Samatya’daki yapı tipleriyle, Fener ve Balat’takiler, Zeyrek’teki örneklerle Mevlanakapı’dakiler birbirinden oldukça farklı. "Bu çeşitlilik bizim en büyük zenginliğimizdir aslında" diyen Talip Temizer, her semt için farklı yapı tipi planları üzerine çalışmış. İşte bu çalışmanın sonucu olarak Fatih’te son zamanlarda inşa edilen 1500 konutun tamamı kurulun semtlere göre belirlediği 12 yapı tipine sadık kalınarak yapıldı.

 

AB ile birlikte Fener ve Balat Semtleri Kentsel Rehabilitasyon Projesini yapan Fatih Belediyesi Zeyrek, Ayvansaray, Samatya, Yedikule, Silivrikapı ve Mevlanakapı semtleri için de projeler hazırladı. 2010’da bu çalışmanın bir kısmı bitecek. Yeni yapılan binaların semtlerin karakterine uygun inşa edilmesi için belediyenin estetik kurulu hep devrede olacak.

 

Fatih’in yüz yılı aşkın apartmanlarında camlar dar ve çoktu. Kapılar ise geniş ve yüksek. 1950’lerden sonra bu klasik tarz terk edildi. Pencereler genişledi, kapılar küçüldü, süslemeler kalktı. Şimdi eski dönemin karakteristik özellikleri tespit edildi, 12 farklı yapı alternatifi ortaya çıkarıldı. Son dönem yapılan 1500 bina ve mevcut 35 bin civarındaki bina içinde yenilenenler, kriterlere uygun.

 

BTB denilen cam mozaik 50 yıl önce bina cephelerinde uygulanmaya başlandı. Fatih tam anlamıyla çirkin bir felaketle karşı karşıya kaldı. BTB bir de eski yapılarda kullanılınca felaketin boyutları büyüdü. Yeni apartmanlarda BTB’yi yasakladık. Eski cephelerin de BTB kirliliğinden temizlenmesi için mal sahiplerine tebligatlar göndermeye başlıyoruz. Zeyrek, Haydar, Cibali’de bazı cephelerin bölgenin karakterine uygun bir şekilde ahşapla giydirilmesi şartı getirdik. Diğer semtlerde de pencere ve kapı karakterine uyulması için şekli oluşturduk. Yeni dönem binalar için Fatih’in klasik tarzına uygun bir renk skalası belirledik. Bu skala dışına çıkmak yasak. Cephelere cam giydirmesi uygulamasına son verdik, cam cepheyi tamamen yasakladık. Vatan Caddesi pilot bölge. Burada Fatih Belediyesi Hizmet Binası bir ay içinde hizmete girecek, belediyemize ait alışveriş merkezi de bu güzel örneklerden biri. Bu caddemiz için çok güzel bir siluet çalışması yaptık, önümüzdeki yıl çok farklı bir Vatan Caddesi’yle karşılaşacaksınız. Bunları Fatih’e has kent yasaları çıkararak sağladık. Belediye meclisimizde tartışılarak oluşturulan bu kent yasalarıyla erozyona uğrayan kimliğimizi koruma fırsatı yakaladık.

Hürriyet, Haber: Ersin Kalkan, 16.06.2008

DÜNYANIN İKİNCİ BÜYÜK MOZAİK MÜZESİNDE 1500 ESER SERGİDE, 40 BİNİ DEPOLARDA

 

Dünyanın ikinci büyük mozaik müzesi olan ve yaklaşık 40 bin eser varlığına sahip Hatay’daki Antakya Arkeoloji Müzesi’nde yer kalmadığı için arkeolojik kazılarda tespit edilen birçok mozaik gün yüzüne çıkarılamıyor.

Antakya’nın Harbiye Beldesi’nde, Kırıkhan, Hassa ve Erzin ilçeleri ile Arsuz beldesinde arkeologların büyük emeklerle buldukları mozaik eserin, müzede yer olmadığı için toprağın altında bekletildiğini belirten Antakya Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı Hikmet Çinçin, Arkeoloji Müzesi’nin mevcut durumunun iyileştirilmesi gerektiğini söyledi. Çinçin, Antakya Arkeoloji Müzesi’nin genişletilmesinin yanı sıra ikinci bir müzenin daha hayata geçirilmesini istedi.

Antakya Arkeoloji Müzesi’nde yer darlığı dolayısıyla 1500 eserin sergilenebildiğini anlatan Çinçin, "Antakya için iki müze çok görülmemeli. Mevcut müzede, 40 bin eseri sergileyemiyoruz. Çevre ilçelerimizde birçok kazıda tespit edilen mozaikler mevcut müzemizdeki yer darlığından dolayı gün yüzüne çıkartılmıyor" dedi.

Hürriyet Seyahat, 16.06.2008

DÖRT BİN YILLIK YÜN TÜCCARI EVLERİ YENİDEN HAYATA KAVUŞACAK

 

Kayseri Büyükşehir Belediye Meclisi, Kültür ve Turizm Bakanlığı’na ekonomik katkıda bulunmak amacıyla dört bin yıllık Asur ticaret kolonisi Kaniş - Karum’daki beş tüccar evini restore kararı aldı.

Belediye Başkan Vekili Mehmet Savruk başkanlığında yapılan toplantıda, Kültepe Kaniş Karumu’nda 50 yıldır süren kazılarında ortaya çıkartılan ve yün yapağı yapılan tüccar evlerinin korunarak restore ettirilmesine dair istek kabul edildi. Talep, kazı çalışmalarına başkanlık eden Ankara Üniversitesi’nden Prof.Dr. Fikri Kulakoğlu’ndan gelmişti. Tüccar evleri aslına uygun restore edilerek, içlerindeki eşyalar sergilenecek.

Hürriyet Seyahat, 16.06.2008

FLORYA KÖŞKÜ YENİDEN DOĞDU

 

 

Erken Cumhuriyet dönemi mimarlığının simge yapılarından, 73 yıllık Florya Atatürk Deniz Köşkü’nün, ’Köşke yakışmıyor’ diye eleştirilen 30 yıllık kirlenmiş ve eskimiş halı tabanı kaldırıldı.

Yerine 176 metrekare ithal, altı kauçuklu karo halı ve 261 metrekare lamine parke döşendi. Köprü ve iskeleleriyle birlikte 602 metrekare alan üzerine oturan ve halen müze olarak kullanılan köşkün çürümeye başlayan ayaklarına yeni harç takviyeleri yapıldı, kolon ve kirişlerindeki paslanmayı önlemek için demirlerine rutubeti çeken piller yerleştirildi.

Milli Saraylar Daire Başkanlığı’nın bağlı olduğu TBMM Bilim Kurulu’nun aldığı kararla yapılan iç mekan düzenlemesiyle köşk sağlamlaşırken, halılardan kaynaklanan toz da önlendi. Karo halılarla, binaya galoşla girebilen ziyaretçilerin gezi güzergahı da çizilmiş oldu. Böylece karmaşa önlendi.

Atatürk’ün yatak odası, çalışma odası, kabul salonu ve misafir odalarının bulunduğu köşke kara tarafından 90 metre uzunluğunda bir köprüyle ulaşılıyor. Kabul salonunun önündeki terasta bir iskele var. Köşkte kaldığı sıralar halka birlikte denize giren, kumsalda dinlenen, sandal gezilerine çıkan Atatürk, burada aynı zamanda devlet işleriyle de ilgilenmiş, siyasal ve bilimsel toplantılar düzenlemiş, aralarında İngiliz Kralı VII. Edward olmak üzere birçok devlet adamını burada ağırlamıştı.

Projesini mimar Seyfi Arkan’ın çizdiği Florya Atatürk Deniz Köşkü’nün ahşap yapısı 1993 yılında restore edildi. Atatürk’ün ölümünden sonra cumhurbaşkanları İsmet İnönü, Celal Bayar, Cemal Gürsel, Cevdet Sunay, Fahri Korutürk ve Kenan Evren tarafından da kullanılan Deniz Köşkü, 16 Eylül 1988’de Kenan Evren’in emriyle TBMM Milli Saraylar Daire Başkanlığı’na bağlandı ve 1993’de müze statüsüyle ziyarete açıldı. Hafta için tam biletin 2, öğrenci biletinin 1 YTL olduğu giriş ücreti cuma, cumartesi ve pazar günleri Türk vatandaşlarına 1 YTL. Köşk, pazartesi ve perşembe günleri ziyarete kapalı.

Hürriyet, Haber: Mustafa Kınalı, 16.06.2008

ASKERİ MÜZE TOPKAPI'YA TAŞINACAK

 

 

Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, Harbiye'deki Askeri Müze'yi Topkapı Sarayı'nın içine taşımak istediklerini söyledi. Eminönü Belediyesi'nin düzenlediği 3. Tarihi Yarımada Sempozyumu, İTO Meclis Salonu'nda başladı. Açılış konuşması yapan Günay, İstanbul'un bütün dünya için önemli bir kent olduğunu ancak kentin uzun yıllar ihmal edildiğini söyledi. Topkapı Sarayı, İslam Eserleri Müzesi, İslam Bilim ve Teknoloji Müzesi, Has Ahırlar'da yeni yapılacak Genç Mucitler Müzesi ve Ayasofya'nın yer aldığı bölgeyi müzeler yarım adası haline getirmeye çalıştıklarını belirten Günay, Harbiye Askeri Müzesi ile Mehter Takımı'nı da buraya getirmeyi istediklerini açıkladı. Günay, bu fikrini gerçekleştirmek için Cumhurbaşkanı Gül ve Genelkurmay Başkanı Org. Yaşar Büyükanıt ile görüşeceğini de dile getirerek, "Çünkü onlardan da beklediğimiz işler var. Topkapı Sarayı'nın içine artık mümkünse Harbiye'deki müzeyi taşıyalım. Mehter de buraya gelsin istiyoruz" dedi. Topkapı Sarayı avlusundaki gecekonduların kaldırıldığını ifade eden Günay, sarayın içinde Zührevi Hastalıklar Hastanesi bulunmasının da kendini utandırdığını sözlerine ekledi.

Yeni Şafak, Haber: Şamil Kucur, 15.06.2008

"BİZE YAPIM DEĞİL YIKIM LAZIM"

 

Bursa şehrinin tarihi merkezi Osmangazi Belediyesi adını taşıyor. Emir Sultan’dan Muradiye’ye kadar bütün tarihi doku bu belediyenin hizmet sınırları içinde. İlk defa 1963’te gördüğüm tarihi Bursa, insanı gerçekten geçmişin içine çekecek kadar dokunulmamış, temiz, yemyeşil bir kentti. Bir rüya gibiydi, ne İstanbul’un gürültüsü ve zorluğu ne Ankara’nın soğukluğu, Bursa kadar özgün görünümlü bir şehir bulmak zordu.


Derken şehir Türkiye otomotiv sanayisinin merkezi haline geldi. Gerçi Bursa ilk defa sanayiyle karşılaşıyor değildi; 19’uncu yüzyıldan beri sanayi medeniyeti ile yüz yüze gelmişti ama bu sefer otomobil eski Bursa’yı eritti. Nüfus garip bir artış içine girdi. Arsa spekülasyonu Bursa’nın ovasını ve ziraatini başka mecraya sürükledi. Eski mahalleler çok katlı betona teslim oldu. Eski eserler harabe halinde bırakıldı. 1960’lar, hatta 70’lerde Bursa’nın akşam gezileri keyifliydi. Oysa şimdi herhangi bir şehrin hayhuyu ve gudubet binaları akşam karanlığıyla birleşip sokakları gölgeliyor.
Türkiye’nin birçok şehri yapım değil, yıkım bekliyor. Çevremizi nefes alabilecek, ruh dinlendirecek bir ortama çevirmek gerek. Oysa birçok belediye bunu yapamıyor. İstanbul belediyesi bile tarihi semt ve büyük abideleri, hem çirkin hem de kanunsuz yapılaşmadan koruyamıyor ve bazı acil yıkımları gerçekleştirmekte gecikiyor.

Osmangazi Belediyesi birkaç yıldır bunu yapabiliyor. Belediye Başkanı Recep Altepe; Hüdavendigar Külliyesi, Muradiye Külliyesi, Hisar bölgesi ve Hanlar bölgesinde, Yeşil Cami ve Türbe’de birçok eseri restore ediyor, birçok çirkin binayı da yıkıyor ve eski eserlerin etrafını açıyor, yeşillik ve mezarlık alanlar ortaya çıkıyor.


Yıkık bir hamam olan Ördekli Hamam adamakıllı tamir gördü ve kültür merkezi yapıldı. Bu bina 14’üncü yüzyıldan kalma nadir örneklerdendir. Eski bir Bursa eşraf konağı olan Sümbülbahçeliler Konağı yüzde 100’lük bir restorasyon geçiriyor. Yeşil Türbe civarı elden geçiriliyor ve bu arada bazı sokakların görünümü ele alınıyor. Bursa surları taş örgü tekniğine uygun olarak ve Horasan harcı kullanılarak onarılıyor.


Kuşkusuz pahalıya mal olan ve birçok kimsenin gözüne çarpmayan böylesine bir yıkım ve restorasyon faaliyeti belediye başkanının seçim şansını artırır mı onu bilemeyiz. Ama dikkatli gözler ve eski durumu hatırlayanlar Bursa merkezinin değişmeye başladığını söylüyor. İstanbul, Bursa, İzmir, Edirne gibi eski kentler ve başkent Ankara da Ulus ve kale arasındaki bölgeler yıkılmak, tıraş edilmek, 1950 ile 60’lı yılların yanlış imarının yarattığı çirkinlikten kurtulmak zorundadır. Zira büyük şehirler yaşanmaz hale geldi.




Osmangazi’de birçok çirkin bina yıkılıyor, eski eserlerin etrafı açılıyor. 




Yeşil Cami


Sur-u Hümayun üzerine notlar (II)


Bazı amatör müzeciler Türkiye müzelerinin ziyaretçi sayısının azlığından söz ediyor ve “artırılmalı” diyor. Doğru ama nasıl? Ve her müzede ziyaretçi sayısının artırılması mümkün mü? Dünyadaki müzelerin özelliklerini ve bazılarının işleyiş biçimlerini tanımadan ezbere konuşmak mümkün değil.


Türkiye müzeleri konuyu toparlayıp sunmak yerine parçalayan bir yapı içindedir. Kuruluşlarında zamanları ve mekanları sınırlayan bir anlatım gözetilmemiştir. Her vilayet merkezine bir zavallı müze binası, birkaç personel ve birbirini tutmayan prehistorik, arkeolojik objeler; yanında birkaç Bizans, Selçuklu, Osmanlı parçaları ve etnografik malzeme yerleştirilmiştir.


Az sayıda müzeci ve düşük ziyaretçi potansiyeline rağmen kurulan bu müzelerin bazılarını kapatıp diğerleriyle birleştirmek de mümkün değildir. Müzeye uğramayan yerel politikacılar protestoya başlarlar. Son zamanlarda olay konusu olan Uşak Müzesi’nin ziyaretçi sayısı toplumsal ilgisizliği de gösterir. Bu müzelerde toplanan ve teşhir edilen malzemenin bölgesel ve kronolojik temsil özelliği yoktur. Bir taşra müzesinin çekiciliği çektiği ziyaretçi sayısı ile ilgilidir. Oysa komşu bölgeden kimse gelmez. 

Yerel müzelerin içinde çekiciliğe sahip olanlar bir elin parmaklarıyla sayılabilir. Bir başka sorun daha var; Küçük Asya kıtasının zenginliği... Önceleri çok güzel bir yerleşimi olan, 15’inci yüzyıldan kalma Bedesten binası Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi olarak fevkalade bir görünüme sahipti. Bugün ise zenginleşen bu müzenin teşhir problemleri ile karşılaşmaya başladığı açıktır.


Bunun gibi bir örnek Topkapı Sarayı’dır. Adı üzerinde, saray müze değildir; müzelik teşhirin başka binalara taşınması gerekir. Oysa saray arazisindeki bu gibi binalar ya muhtelif kurumların bıraktığı harabelerdir veya sarayın kendi külliye binaları özel vakıflarca işgal edilmiştir.


Topkapı Sarayı’nı yılda 2 milyon kişi ziyaret ediyor; bilhassa yabancıların çoğu nereye geldiğini bilmiyor. Çünkü üç sene evvel yabancı ziyaretçilere yapılan indirimle (yani 10 YTL giriş ücreti ile) İstanbul limanına yanaşan bütün cruise’lerden binlerce kişi buraya sevk ediliyor. Giriş ücreti üç misline çıkarılsa, Topkapı Sarayı’na da daha bilinçli ve meraklı yabancı turistler gelir. Bugün için bu binanın daha da artacak ziyaretçi miktarını misafir etmesi mümkün değildir.


Çare Floransa’daki Uffizi Galerisi gibi randevu ve ön satışla ziyareti sadece meraklı ve bilinçli turistlerle sınırlamaktır, zira Uffizi de bir müze değil, Floransa devletinin eski ofislerinden oluşan bir binadır ve Uffizi’de izdiham benim gençliğimde başlamışken sorun bu sayede çözümlendi. Yabancı turistler için bir dondurma fiyatı sayılacak 10 YTL’yi üç misline çıkarmak gerekir. Yerli ziyaretçilere ise Kültür Bakanlığı’nın yakında açıklayacağı bir sistemle cüzi miktar karşılığında bütün müzelerde geçerli yıllık bir abonman kartı verilecek. Okullu gruplar ise zaten bedava giriyor.


Topkapı Sarayı’nın bulunduğu saha yani suriçi; bilhassa demiryolu kaldırıldıktan sonra yeşil park alanları, yeni sergi planları ile bir müze alanı olarak geliştirilecektir. Eğer bu başarılırsa 2010 yılı projesinin en göze çarpan başarılı yanı bu olacaktır.

Milliyet Pazar, Yazı: İlber Ortaylı, 15.06.2008

TARİHİ ULUCANLAR CEZAEVİ KÜLTÜR MERKEZİ YAPILACAK

 

Altındağ Belediyesi ve Mimarlar Odası arasında anlaşmazlık yaratan Ulucanlar Cezaevi’nin tamamının kültür merkezine dönüştürülmesi projesinde fikir birliği sağlandı.

Altındağ Belediye’sinin tek taraflı olarak projeye başlama girişimine Mimarlar Odası’nın karşı çıkması üzerine, Adalet Bakanlığı konuya el koymuş, protokolde yer alan tarafları toplantıya çağırmıştı. Yapılan toplantı sonuç verdi ve tarihi cezaevi Ulucanlar’ın kültür merkezine dönüştürülmesi projesinin ODTÜ Mimarlık Fakültesi Yüksek Lisans öğrencileri ve Altındağ Belediyesi’nin işbirliği içinde yapılmasına kararlaştırıldı.

TMMOB Mimarlar Odası Ankara Şubesi Başkanı Nimet Özgönül, Adalet Bakanlığı Tevkif ve Cezaevleri Genel Müdür Yardımcısı Ekrem Bakır’ın çağrısı üzerine gerçekleştirdikleri toplantıda, ortak bir karara varıldığını belirtti. Buna göre, Ulucanlar Cezaevi, 1 Şubat 2006’da TMMOB Mimarlar Odası Ankara Şubesi ve Ankara Barosu tarafından açılan ’Ankara Ulucanlar Merkez Kapalı Cezaevi Değerlendirme Projesi Ulusal Öğrenci Fikir Yarışması’nda, Yüksek Lisans kategorisinde birincilik elde eden ODTÜ’lü öğrencilerin hazırladığı proje çerçevesinde kültür merkezine dönüştürülecek.

Özgönül, toplantıda Gürem Özbayar, Zeynep Kutlu ve Figen Kıvılcım’dan oluşan yarışma birincisi grubun sunumlarını yaptıklarını ve tüm tarafların beğenisini kazandığını söyledi. Grubun kazanan projelerini, Adalet Bakanlığı’nın Film Platosu ve Adalet Müzesi isteklerine göre revizyon ederek sunduklarını ifade eden Özgönül, toplantının detaylarını şöyle aktardı:

"Toplantıda, Adalet Bakanlığı’ndan Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdür Yardımcısı Ekrem Bakır, Altındağ Belediye Veysel Tiryaki ile çalışma arkadaşları ve biz vardık. Öğrencilerin sunumu ardından sonuçta herkes projeyi beğendi. Belediye de buna ’hayır’ demedi. Yani kabul etmiş oldu. Ekrem Bey de ’arkadaşlar projeye ve alana çok hakimler’ diyerek beğenisi ifade etti. Gelinen nokta şu, Altındağ Belediyesi’nin kendi içinde toplayacağı teknik kadroyla, projeyi üreten arkadaşlar projenin sürecini tanımlayacaklar. Böylelikle Belediye’nin kendi hazırladığı proje devreden çıktı."

Özgönül, amaçlarının anlaşmazlıklar yaratmak olmadığını ifede ederek, projenin sağlıklı bir şekilde, doğru bir yöntemle, yapılmış olan çalışmalara değer verilerek hayata geçirilmesini hedeflediklerini belirtti. Özgönül, Kent içindeki tarihi bir alanın korunması gereken değerlerle kente kazandırılmasını istediklerini kaydetti.

Ulucanlar Projesi’nin, Adalet Müzesi, Cezaevi Müzesi ve kültür merkezinin birlikteliğinden oluşan bir alan olması özelliğiyle dünyada tek olacağına dikkat çeken Özgönül, "Bu nedenle çok önemli bir proje. Bu konsepti kaybetmemiz gerekir" diye konuştu.

Hürriyet Ankara, 15.06.2008

KOMŞUYA MİTOLOJİYİ DEĞİŞTİRTTİK

 

Yunanistan, Türkiye yüzünden mitolojiyi değiştirdi. Mitolojideki "Argonaut" efsanesine harfi harfine sadık kalınarak inşa edilen "Argo" gemisinin boğazlardan ve Karadeniz’den geçişine, Türkiye "güvenli geçiş garantisi bulunmadığından" izin vermeyince, projenin suya düşmemesi uğruna güzergah değiştirildi.

Mitolojideki Iason ve hepsi birer mitoloji kahramanı olan arkadaşlarının "Altın Post"u bulmak amacıyla Yunanistan’dan yola çıkarak Karadeniz’in doğu ucundaki "Kolhi Ülkesi"ne, bugünkü Gürcistan’a olan maceralı yolculuğunu anlatan "Argonautlar" efsanesini canlandırmak için 6 yıldır bir porje üzerinde çalışılıyordu. Türkiye, proje kapsamında inşa edilen "Argo" gemisinin kendi sularından geçişine izin vermedi. Proje yetkilileri, bunun üzerine alternatif güzergah arayışına girdiler. Sonunda "Iason’un Kolhi’den geri dönüşünde Tuna Nehri ve Adriyatik Denizi’nden geçtigi şeklinde rivayetler de var" denilerek 88 kişinin kürek çektiği Argo teknesi, Venedik’e doğru yola çıktı. Bir başka deyişle Argo, mitolojik sular Ege, Marmara ve Karadeniz yerine Adriyatik Denizisi’nde seyredecek. Tekne 60 gün süreyle 37 limana uğrayacak. "Argonaut" projesini hazırlayan "Navdomos Enstitüsü" yetkililerinden Apostolos Kurtis, Türkiye’nin ret cevabını "çirkin ve dayanılmaz derecede şaşırtıcı" olarak niteledi.

Mitolojiye göre Iason ve aralarında Herakles, Orfeus, Polideukles, Kastor, káhin İdmon, Telamon, Dioskurlar, Hylas gibi kahramanların olduğu arkadaşları, "Argo" adlı gemiyle zenginliğin ve iktidarın simgesi sayılan "Altın Post"u ele geçirmek için Kolhi Ülkesi’ne doğru yola çıkarlar. Yolda başlarına binbir macera gelir ve hepsini atlatmayı başarırlar.

Hürriyet, Haber: Yorgo Kirbaki, 15.06.2008

KALEYİ TURİSTLER BİLE KURTARAMADI

 

Fotoğraf Altı: Ortalıkta tavuk ve koyun sürüleri dolaşıyor, çevreye sürekli çöp atılıyor. Surlara eklenen barakalar düşündürüyor! Bu çirkinliğe yabancı konuklar da tanıklık ediyor.

 

İzmir'de doyumsuz Körfez manzarasının kuşbakışı izlenebildiği bu özel mekan kentin göbeğinde olmasına rağmen kentliye çok uzak. Çünkü gecekondularla kuşatılmış durumda, çevresi çöp yığınlarıyla dolu. İzmirliler de zaten uzun süredir pek adım atmıyor. Surlara eklenen barakalar, tarihe nasıl sahip çıktığımızı da gözler önüne seriyor. 

İbret vesikası gibi duran, adeta kurtarılmayı bekleyen Kadifekale için turizm ümit olmuştu. Dev yolcu gemilerinin dümen kırması, her defasında binlerce turist getirmesi, gözleri kaleye çevirmişti. Çirkinliğe son verilmesi, dünyanın dört bir yanından konukların buraya getirilmesi hedeflenmişti.
Belediyelerle Ticaret Odası bu yönde önemli adımlar attı. Düzenli olarak temizlendi, yabancıların güvenliği için görevliler 24 saat nöbete başladı. Ancak bunlar da yetmedi...


Kadifekale’de tüm çabalara rağmen çirkin görüntüler değişmedi. Ne yazık ki tarihe yapılan ayıp bildiğiniz gibi. Tek fark, artık turistler de görüyor!

Milliyet, Haber: Mustafa Oğuz, 15.06.2008

İSRAİL'DE 2000 YILLIK HURMA ÇEKİRDEĞİNİ YEŞERTTİLER

 

İsrailli bilim adamları, Kral Herod’un yazlık ikametgah olarak yaptırdığı Masada Kalesi kalıntılarında, 1963-65 yılları arasında yaptıkları arkeolojik kazılar sırasında buldukları hurma çekirdeklerinden birinden fidan almayı başardılar.

Hurma çekirdeklerinin gelişkin tarihlendirme teknikleri kullanılarak yapılan analizlerinde 2000 yıllık oldukları saptandı. Kudüs’teki Hadassah Tıp Organizasyonu’na ait Louis N. Borick Doğal Tıp Araştırma Merkezi’nden Sarah Sallon yönetimindeki ekip, 40 yıldan fazla bir süredir oda sıcaklığında tutulan bu çekirdeklerden beşini deney için aldı, ikisi üzerinde karbon izotop testleri yaparak yaşlarını belirledi ve geriye kalan üçünü toprağa ekti. Bunlardan yalnızca biri filizlendi.

 

Masada Kalesi, İsrailliler için bir kahramanlık sembolü. Çünkü kaleyi savunan Yahudi askerler, 2000 yıl önce ülkeyi işgal eden Roma ordusunun eline düşmemek için kendilerini uçuruma atarak intihar etmişler. Hurma çekirdeklerinin Romalılara teslim olmaktansa ölmeyi tercih eden askerleri beslediği tahmin ediliyor.

Hürriyet, 15.06.2008

SÖZER, ZİNDAN MAĞARASI'NA YAPILAN TAHTA MERDİVENLERE HARCANAN 80 BİN YTL'Yİ SORDU





Isparta İl Genel Meclisi üyesi Selim Sözer, Aksu İlçesi'nde bulunan Zindan Mağarası'nın giriş düzenleme çalışması hakkında soru önergesi verdi.

 

Zindan Mağarası'nın girişinin düzenlenmesi için yapılan ahşap merdivenler için 80 bin YTL ödeme yapıldığının doğru olup olmadığını soran Sözer, "Bu paranın mağaranın hemen yanında bulunan tarihi Roma Köprüsü'nü koruma ve kurtarmak için bir köprü inşasında kullanılması daha doğru bir davranış olmaz mıydı? Girişte bulunan ve çok kıymetli bir eser olan mozaikleri korumak ve ziyarete açabilmek için yaptırılan araba garajı şeklindeki esere kim onay vermiştir? Estetikten ve koruma mantığından tümüyle uzak bu nadide eserin projesini kim çizmiştir. İl Genel Meclisi'ne gelen yıllık programda 'cam fanus'tan bahsedilmekteydi. Bahse konu cam fanus bu mudur?" dedi.

 

İl Genel Meclisi Üyesi Sözer, bu yeni düzenlemenin kaldırılıp kaldırılmayacağını ayrıca mozaiklerin korunması ve ziyarete açılmasının başka türlü sağlanamayacağını da sordu. Sözer, mağaranın içerisine dökülen beton yol, demir merdiven ve köprülerin koruma mantığına ne kadar uygun olup olmadığını da merak ettiğini belirterek, "Sorularımı İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü, İl Özel İdaresi Genel Sekreterliği ve Antalya Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'nun cevap vermesi istemiyle sunuyorum" dedi.


 


Isparta Aksu İlçesi'ne 1 kilometre uzaklıkta Aksu Vadisi içerisinde bulunan Zindan Mağarası, 3. jeolojik zamanda oluşmuş ve 765 metre uzunluğunda. Mağaranın oldukça geniş girişinden sonra 12 metre uzunluğunda daralan bir koridora ve oradan da diğer geniş bölümüne geçiş sağlanmakta. Mağaranın içerisinde yer altı deresinden kaynaklanan sular, sarkıt, dikit ve mağara incileri bulunuyor.

 

Roma ve Bizans döneminde mağara, ağzı kapatılarak bir çeşit sığınak veya gizli ibadet yeri olarak kullanılmış. Bizans kaynaklarında buradan Eurymedon açık hava mabedi olarak söz ediliyor. Yarasaların toplu halde bulunduğu mağara, turizm yönünden ziyarete açılınca yarasaların kaybolması gibi bir tehlike ile karşılaşılmış. Günümüzde Zindan Mağarası, Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından koruma altına alınmış. Mağaranın ilk 300 metresi turizm amaçlı olarak aydınlatılıyor.

haberler.com, 14.06.2008

TARİHİ ESER KAÇIRIRKEN YAKALANDI

 

Adnan Menderes Havalimanı'ndan yurt dışına tarihi eser değeri taşıyan 74 parça sikke ve tas götürmek istediği ileri sürülen kişi yakalandı.


Alınan bilgiye göre, Adnan Menderes Havalimanı Dış Hatlar Terminali'ne gelen M.Y'nin (39) çantası X-Ray cihazından geçerken, içinde bazı maddelerin olduğu görüldü. Çantayı açan görevliler içinde 73 sikke ve 1 tas olduğunu belirledi. Yapılan ilk incelemede, sikke ve tasların tarihi eser değeri taşıdığının belirlendiği bildirildi. M.Y'nin gözaltına alındığı, tarihi eserlere el konulduğu kaydedildi.

Haber Ekspres, 14.06.2008

EVRENOS BEY'İN HANI YIKILMAK ÜZERE

 

 

Sultan Murad Hüdavendigar döneminin en önemli devlet adamlarından Evrenos Bey'in doğum tarihi kesin olarak bilinmemekle birlikte 1417 yılında vefat ettiği kesindir. Kavala, Drama, Serez ve Rumeli'nin birçok bölgesi onun gösterdiği kahramanlıklar sonucunda fethedilmiştir. Evrenos Bey Rumeli'de bir çok bölgeye imaretler, camiler ve hanlar yaptırmıştır. Gümülcine'de bulunan Evrenos Bey imareti ile Fere yakınlarındaki Ilıca Köyü'ndeki Evrenos Bey Hanı bunlara örnek gösterilebilir. Ancak Gümülcine'deki Evrenos Bey imareti günümüzde kilise müzesine dönüştürülmüştür. İmaretin yanında bulunan cami ise yok olmuştur.

Fere yakınlarındaki han ise doğa koşullarının tahribatına terk edilmiş. Çok yakın bir zamanda 700 yıllık bu Osmanlı eseri de tarihe karışmış olacak gibi görünüyor.


Rodop ilinde Şapçı belediyesine bağlı bir de 'Evrenköy' adlı bir köy bulunmaktadır. Halk bu köye adının Evrenos Bey tarafından verildiğine inanmaktadır. Evrenos Bey'in Rumeli'yi fethederken bu köyde ordusunu konuşlandırdığı da halk tarafından anlatılmaktadır. Köyde kale adlı bir yerin bulunması ve buradaki kalıntıların hala var olması bu iddiaları güçlendirmektedir.

Tarihi eserlere yapılan bu saygısızlık bir an önce durdurulmalı ve bunlar aslına uygun olarak restore edilip turizmin hizmetine sunulmalıdır.

Millet Gazetesi, 12.06.2008

Hierapolis, Martyrion ve Nekropol
...1957




8 - 14 Haziran 2008

TEKEL DEPOSU TİYATRO SAHNESİ OLUYOR





Geçtiğimiz günlerde tadilata giren Atatürk Kültür Merkezi'ndeki (AKM) sanat kurumları, önümüzdeki sezon çalışmalarını Üsküdar'daki eski Tekel deposunda sürdürecek. Yeni sezonda üç sahnesinden mahrum kalacak Devlet Tiyatroları (DT), bu binada bir sahne, oda tiyatrosu ve prova sahnesi açacak.

 

Atatürk Kültür Merkezi (AKM), tadilat nedeniyle 2009'un Ekim ayına kadar kapalı. Kültür ve Turizm Bakanlığı, AKM'de bulunan sanat kurumlarının, önümüzdeki sezon faaliyetlerini Üsküdar'da bulunan eski Tekel deposunda sürdürmesine karar verdi. Daha önce müzik müzesi olacağı açıklanan mekân, tadilat bitene kadar sanat kurumlarını ağırlayacak. AKM'de üç sahnesi bulunan ve mekânın tadilata girmesinden en çok etkilenen Devlet Tiyatroları (DT), yeni sezonda tarihî Tekel deposunda açacağı iki sahne ile tiyatroseverlerle buluşacak. Diğer sanat kurumları, tadilat bitince bu mekandan taşınacak, fakat DT'nin sahneleri kalıcı olacak. Kısacası DT, Üsküdar'da yeni bir mekana kavuşacak.

 

Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, AKM'deki sanat birimlerinin bir yılı aşkın süreyle prova ve sahne çalışmalarını Üsküdar'daki eski Tekel binasında yapacaklarını söyledi. Devlet Tiyatroları sahnelerinin tadilat bitince de orada kalacağını ifade eden Günay, "Böylece Üsküdar bu ev sahipliğinden yararlı çıkmış olacak." dedi. Anadolu yakasındaki tiyatro sahnelerinin bununla sınırlı kalmayacağını ifade eden Günay, "Göreve başladığımdan bu yana 10. ayın içerisindeyiz. Bu süre içerisinde Anadolu yakasında Devlet Tiyatroları'nın bulunmamasını önemli bir eksiklik olarak tespit ettik. Önce aralık ayında Beykoz Feridun Karakaya Sahnesi'yle başladık, sonra Kartal'da Bülent Ecevit Sahnesi'yle DT'nin Anadolu yakasındaki ikinci sahnesini açtık. Pendik'te ve başka ilçelerde de buna benzer çalışmalarımız olacak. Avrupa yakasında da alışılmış tiyatroların dışında çevreye taşan tiyatrolar kurma niyetimiz var." şeklinde konuştu.

 

DT Genel Müdürü Lemi Bilgin, eski Tekel deposunda açılacak sahnenin DT'nin Aziz Nesin Sahnesi'ne benzeyen hatta bundan daha güzel bir sahne olacağını söylüyor. Bilgin, Tekel deposunda bir oda tiyatrosu bir de prova salonu hazırladıklarını, önümüzdeki ekim ayına kadar bu çalışmaların tamamlanmış olacağını da ifade ediyor. AKM açıldığı zaman İstanbul Devlet Tiyatrosu'nun taşınacağını, ama buradaki sahnenin kalacağını belirten Bilgin, "Merkezimiz kapandı, ama İstanbul'un değişik yerlerine, özellikle merkeze uzak yerlere tiyatro yapıyoruz. Küçükçekmece'de de bir tiyatro sahnesi açmak için çalışmalarımız devam ediyor." dedi. İstanbul merkezde de arayışlarını sürdüren DT, yeni sezonda Kenter Tiyatrosu ve Fransız Kültür Merkezi'nin sahnelerini kullanacak. DT, ayın 15 günü Kenter Tiyatrosu sahnesini kullanırken Fransız Kültür Merkezi'nde çocuk ve gençlik oyunları oynayacak. DT'nin Taksim Beyoğlu civarında sahne arayışlarının devam ettiğini söyleyen Lemi Bilgin, "Üç sahnemiz kapandı ama İstanbul'da 5-6 yeni sahne ile yeni tiyatro sezonunu karşılayacağız." dedi.

Zaman, Haber: Ali Pektaş, 14.06.2008

BAKAN GÜNAY: UTANIYORUM

 

Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, tarihi yarımadada insanın içindeki isyanı yükselten birçok ihmalkarlığın bulunduğunu belirterek, terk edilmiş ve pejmürde vaziyette yapılmış binalara dikkat çekti.

Günay, “Topkapı Sarayı içinde bir zührevi hastalıkları hastanesi beni utandırıyor” dedi.

 

Eminönü’ndeki tüm imalathanelerin mümkün olduğu kadar dışarı çıkarılması gerektiğini kaydeden Günay, “Suru Sultani” denilen, üç imparatorluğa merkez olmuş has bahçenin içerisindeki Deri ve Tenasül Hastalıkları Hastanesi’ne dikkat çekti. Günay, “Yani Topkapı Sarayı içinde bir Zührevi Hastalıkları Hastanesi beni utandırıyor. Daha da ileriye giderek söylüyorum, askeriyenin depoları var. Hatta utanarak söylüyorum, başka yerlerdeki yıkıntılar getirilip Topkapı Sarayı’nın avlusuna dökülmüş” diye konuştu.

Milliyet, Haber: Şakir Aydın, 14.06.2008

TARİHİ KÖPRÜ HER GEÇEN GÜN ERİYEREK YOK OLUYOR

 

Erzurum'da tarihi İpekyolu üzerinde bulunan ve kimler tarafından hangi tarihte yapıldığı bilinmeyen tarihi köprü adeta kaderine terk edildi. Sahip çıkılmayan ve definecilerin tahribatına uğrayan köprü yıkılmaya yüz tuttu.

 

Tarihte birçok medeniyete beşiklik eden Erzurum'da nerede, hangi tarihi yapının bulunduğuna dair detaylı bir envanter bulunmazken, il merkezinde ve ilçelerde birçok tarihi yapı ilgisizlik sonucu yıkılma tehlikesi yaşıyor. Eski Erzurum-Hasankale yolu güzergahında, Nebi Hanı'nın hemen yanı başında bulunan tarihi köprü de bunlardan biri. Tarihi İpekyolu üzerinde bulunan ve kimler tarafından hangi tarihte yapıldığına dair ne kitabe ne bir kaynak bulunan tarihi köprü, sahip çıkılmayınca definecilerin uğrak yeri haline geldi. Definecilerin tüm taşlarını oyduğu ve tarihi dokusuna büyük zarar verdiği köprü, hiçbir korunmaya alınmamış. Bölgedeki köylülerin araçları ve otobüslerinin geçtiği tarihi köprü yıkılma tehlikesiyle karşı karşıya.

 

Köprünün 50 metre boyunda, 5.70 metre genişliğinde siyah kesme taşlardan 9 gözlü olarak inşa edildiğini belirten Eğitimci Araştırmacı Yazar Muzaffer Taşyürek, Padişah Sultan Murat yolu olarak bilinen ve Dördüncü Murad'ın İran seferinde kullandığı yol üzerinde bulunan köprünün altından geçen Yıkılgan Çayı'nın, Aras Nehri'nin kaynaklarından birisi olduğunu ifade etti. Tarihi yapıların korunma ve restorasyonu konusunda ilgili kurumları göreve çağıran Muzaffer Taşyürek, "Köprünün önemi, Birinci Dünya Savaşı'nın önemli cephelerinden Kafkas Cephesi'ne ulaşan yollardan en önemlisinin bu köprü üzerinden geçiyor olması. Erzurum'da Deveboynu olarak anılan ve Erzurum'u Pasinler üzerinden Sarıkamış-Kars bölgesine bağlayan bu yol üzerinde önemli tarihi hadiseler yaşandı. Kazım Karabekir Belediyesi sınırları içerisine giren köylerin alanında bulunan bu tarihi yapı, şimdi kurtarılmayı bekliyor. Hem belediyelerimiz hem eski anıtlar müze ve kültür müdürlüklerini göreve davet ediyorum. Bu ecdat yadigarına göz göre göre yok olmasının önüne geçilmesini bekliyoruz." dedi.

 

Kazım Karabekir Belediye Başkanı Dursun Şahin de, köprünün atıl durumda olduğunu ve onarımı ile ilgili bir girişimde bulunmadıklarını söyledi. Şahin, bir süre önce İl Özel İdaresi ile irtibata geçerek yol yapılması talebinde bulunduklarını ancak bunun gerçekleşmediğini belirtti.

Öte yandan Sarıkamış Harekatı sırasında 150 ton erzağı askerlere taşıyan Erzurumlu çocuklar da bu tarihi köprüyü kullanmışlardı.

Zaman, Haber: Selim Karahan, 13.06.2008

ELAZIĞ'DA İZİNSİZ KAZI YAPTIKLARI İLERİ SÜRÜLEN İKİ KİŞİ YAKALANDI

 

Elazığ'ın Sivrice İlçesi'nde kaçak kazı yaptıkları ileri sürülen iki kişi yakalandı.

 

Elazığ'ın Sivrice İlçesi'ne bağlı Soğukpınar Köyü mevkiinde kepçe ile kazı yapan E.T. ve M.Ç. isimli şahıslar yakalandı. Yakalanan kişilerin define aramak maksadıyla kazı yaptıkları öğrenildi. Olayla ilgili iki kişi gözaltına alınırken iş makinesine ise el konuldu.

haberler.com, 13.06.2008

KÜLTÜR VE TURİZM BAKANLIĞI'NDAN TARİHİ EVLERE RESTORASYON ONAYI

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı Düzce'nin Akçakoca İlçesi'nde bulunan tarihi konakların restorasyonu için hazırlanan 19 projeden 6'sına onay verdi.

 

Düzce İl Kültür ve Turizm Müdürlüğünde tarihi bir konağın onarımı için sözleşme imzalandı. İmza törenine İl Kültür ve Turizm Müdürü Özcan Budak, Mimar Yalçın Kocaçalıkoğlu, Restoratör Yetkin Karakaşoğlu ve evi restore edilecek olan Fikriye Çavuş katıldı.

 

Kültür ve Turizm Müdürü Budak, 2005 yılında Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın kültür varlıklarının korunması, desteklenmesi ve turizme kazandırılması ile ilgili bir yasa çıkardığını belirterek, "Bu yasanın çıkması ile birlikte biz de ilimizde gerekli çalışmalara başladık. Bakanlık proje karşılığı 50 bin YTL'ye kadar hibe yardımı, yine restorasyonu yapılacak olan binalar için de 200 bin YTL'ye kadar ödenek veriyordu. Mimar ve Restoratör arkadaşlarla birlikte Akçakoca ve Düzce'de bir çalışma yaptık. Akçakoca'da bulunan kültür evlerinin restore edilmesi, bu fırsatların değerlendirilmesi için kaymakamlığımız, belediye başkanlığı ve mimarlarla öğretmen evinde toplantı yaptık. Yapılan toplantılar sonucunda 30 Ocak 2008 itibari ile Bakanlığımıza Düzce'den toplam 19 proje sunduk. Yine yaptığımız bu projeleri takip ederek 6'sı için hibe yardımı onaylanarak geldi. Bu projelerden bir tanesinin sahibi olan Fikriye Çavuş ile sözleşme yapacağız" dedi.

 

Budak ayrıca, restorasyonu yapılacak olan konakların turizme kazandırılması için çalışma yapacaklarını söyledi.

 

Restoratör Yetkin Karakaşoğlu ise, Türkiye'deki tarihi binaların restorasyonları için çalışma yaptıklarını ifade ederek, "Tarihi binaların restorasyonu için Akçakoca'da da bu çalışmayı başlattık ve yaklaşık 19 tane tescilli binanın projesini hazırlayıp bakanlığa sunduk. 6 tanesi onaylandı. Sözleşmeler yapıldıktan sonra bu projelerin çizimlerine başlayacağız. Öncelikle birinci aşama projelendirme aşaması, bu çalışmaları yaparken 3 takım proje hazırlayıp koruma kuruluna sunacağız. Onaylandığı takdirde seneye uygulanması için tekrar bir müracaatta bulunacağız. Daha sonra bunlar da kabul edilirse inşaatlara başlayacağız ve 1,5 yıl gibi bir sürede tamamlanacak" şeklinde konuştu.

 

Konuşmanın ardından İl Kültür ve Turizm Müdürü Özcan Budak ile evi restore edilecek olan Fikriye Çavuş restorasyon sözleşmesini imzaladı.

haberler.com, 13.06.2008

İZNİK'TE İKİNCİ ÇİNİ FIRINI BULUNDU





Bursa'nın tarihi geçmişi ve çinileriyle ünlü ilçesi İznik'te, 350 tane olduğu düşünülen çini fırınlarının 4.Murat Hamamı'ndan sonra ikincisi de gün yüzüne çıkarıldı. Çini fırını, inşaat yapılacak alana Müze Müdürlüğü'nün yapmış olduğu sondaj çalışması sırasında bulundu.





3.derecede sit alanı olan İznik'te yapılacak inşaatlar öncesinde İznik Müze Müdürlüğü sondaj çalışması yapıyor. 3 gün önce Selçuk Mahallesi Kılıçaslan Caddesi üzerinde yapılacak olan bir inşaat öncesi sondaj çalışması yapan Müze Müdürlüğü yetkilileri, İznik'te ikinci Çini Fırınını ortaya çıkardı.





Selçuklu, Bizans ve Osmanlı dönemlerine ait olan Çini Fırınının kazı çalışmaları devam ederken, konu hakkında açıklama yapan İznik Müze Müdürü Yusuf Demirci, Evliya Çelebi'nin 'İznik'te 350 adet çini fırını var' şeklinde yazdığını hatırlattı.

 

Tarihi fırınları bulmak için büyük bir ciddiyetle çalıştıklarını belirten Demirci, şöyle konuştu: "4.Murat Hamamı'ndan sonra ikinci olarak bu çini fırını da bulunmuştur. Bu çini fırınını 11,15 ve 16.yüzyıllara ait olduğu kanaatindeyiz. İznik üçüncü derece sit alanı olduğu için burada yapılacak inşaatlar öncesi Müze Müdürlüğü sondaj çalışmaları yapıp binanın yapılıp yapılmayacağına karar veriyor."

 

Demirci, kazı sırasında çok sayıda tarihi eser bulgusuna da rastladıklarını ifade etti.

haberler.com, 13.06.2008

RESTORASYON ADI ALTINDA TAMAMEN YIKTILAR

 

 

Malatya'nın Darende İlçesi'nde bulunan tarihi köprülerin restorasyonu beklenirken, köprüler tümden yıktırıldı.

 

Nadir Köprüsü, restorasyon ihalesini alan ÖZ-BA inşaat ve Sanayi TİC. LTD. ŞTİ. tarafından yıktırıldı. Bu şirketin çalışmalara başlaması ilçede sevinçle karşılanmıştı. Ancak yapım çalışmalarını izleyen Darendeliler köprünün yok olduğunu gördüler.

Köprünün neden yıkıldığını açıklayan firma yetkilisi, projeye uygun hareket ettiğini ve aslına uygun bir şekilde yapılacağını iddia etti. Firma tarihi köprünün yıkılmak üzere olduğunu açıklasa da tarihi köprünün yıkımı ilçede tepkiyle karşılandı. Darendeliler, köprülerdeki çalışmalara yeterince itina gösterilmeden yapıldığı endişesini taşıyorlar.

Nadir Köprüsü Darende'de bulunan köprülerin en eskisi olup yaklaşık 400 yıl önce Beşir Mehmet Paşa tarafından yaptırıldı.

Battalgazi İlçesindeki Kanlı Kümbet'in “restorasyonu” da tamamen yıkıldıktan sonra yapıldığı için büyük tepki toplamıştı.

Malatya Güncel, 13.06.2008

ÇOCUK VE MÜZE DEVAM





İstanbul Turist Rehberleri Vakfı'nın (TUREV) 2003 yılından bu yana sürdürdüğü Çocuk ve Müze projesi kapsamında, ilköğretim öğrencilerine yönelik düzenlenen müze gezileri devam ediyor. Turistik Otelciler İşletmeciler ve Yatırımcılar Birliği (TUROB) Genel Koordinatörü ve Armada Hotel Sahibi Kasım Zoto'nun da destek verdiği projeyle, ilköğretim öğrencilerinin Anadolu’nun tarihi zenginliğini tanımalarına yardımcı olmak, tarih, kültür ve çevre kavramları konusunda bilinçlenmelerine katkıda bulunmak amaçlanıyor.

 

Kasım Zoto projeye, Armada Otel'in bulunduğu Cankurtaran semtindeki Cevri Kalfa İlköğretim Okulu öğrencilerinin Tarihi Yarımada turuna sponsor olarak destek veriyor."Bugüne kadar okulun 5. sınıf öğrencilerinden oluşan yaklaşık 100 öğrenci Sultanahmet, Ayasofya ve Topkapı Müzelerini profesyonel turist rehberleri eşliğinde gezdi. Bu gezilerden sonuncusu 10-11 Haziran tarihlerinde gerçekleştirildi. Cevri Kalfa İlköğretim Okulu'nun 5. sınıfı öğrencileri, İstanbul Rehberler Odası üyelerinden Gülin Pazaroğlu, Lale Koşağan ve Orhan Akyar rehberliğinde Tarihi Yarımada turu yaptı.

 

Çalışmaları sırasında müzelerde sık sık öğrenci toplulukları ile karşılaşan turist rehberleri, genellikle sıkılmış ve ilgisiz görünen çocuklar ve onları belli bir disiplin çerçevesinde gezdirme uğraşında öğretmenler için nasıl bir alternatif yaratılabilir konusu üzerinde düşündüler. Müze gezilerinin amacına ulaşabilmesi, öğrencilerin mutlu bir biçimde bilgiye erişmelerinin sağlanması için bir program hazırlamak isteyen rehberler, konu ile ilgili yurtdışı uygulamaları araştırdılar, pedagog ve dramaturglarla görüştüler. Bu çalışmalar sonunda ortaya “Çocuk ve Müze Projesi” çıktı ve İstanbul Turist Rehberleri Vakfı'nın (TUREV) çatısı altında hayata geçti.

 

Projenin temel amacı, ilköğretim öğrencilerinin Anadolu’nun tarihi zenginliğini tanımalarına yardımcı olmak, tarih, kültür ve çevre kavramları konusunda bilinçlenmelerine katkıda bulunmak; genel amacı ise, öğrencilerin dünya tarih ve kültür mirasının ve doğal çevrenin dünya uygarlığının çok önemli bir öğesi olduğunun ayrımına varmaları ve dolayısıyla korunması gerektiği bilincine ulaşmalarının sağlanmasıdır.

 

Pedagogların önerisi doğrultusunda Çocuk ve Müze Projesi kapsamına öncelikle ilköğretim 5. sınıf öğrencileri alınıyor. Turist rehberlerinin Anadolu uygarlıkları ile ilgili bilgi birikiminin bu öğrencilere en uygun biçimde aktarılması amacıyla projede görev alacak rehberler için pedagoji, drama ve ilkyardım seminerleri ve uygulamalı geziler düzenleniyor.

 

2003 Yılından bu yana süren gezilerde yaklaşık 4 bin öğrenci profesyonel turist rehberleri eşliğinde İstanbul'daki müze ve ören yerlerini gezdiler. Rehberler, bu gezilerin amacına ulaşıp ulaşmadığını öğrencilerin, öğretmenlerin, okul ve müze yetkililerinin tepkileri ile gözleme olanağı bulmaktalar.

 

Geziler öncesinde okulda öğrencilere dialar eşliğinde kültür varlıkları ve gezilecek müzeler ile ilgili bilgi aktarılarak, gezi kuralları interaktif bir biçimde saptanıyor. 12-15 öğrenciden oluşan gruplar birer rehber eşliğinde, öğretmenler ayrı bir rehber eşliğinde gezdiriliyor. Gezi sırasında öğrencilerle çeşitli öğretici oyunlar oynanıyor.

Turizm Habercisi, 13.06.2008

BODRUM KALESİ'NDEN ÇIĞLIKLAR

 

Serap Yakar’ın kulakları çınlasın.

 

Adıyamanlı Abdül Kadir,“Kaleden kaleye şahin uçurdum, ah ile vah ile ömrüm geçirdim” türküsüyle bizlere seslenir.

 

Ben de Bodrum Kalesi’nde güvercin uçurdum.

 

Her yıl açtığım sergi salonları ile halkıma seslendim.

 

Güvercinlerin, bir süre sonra ziyaretçilerin elinden yem yemesini öğrenmeleriyle mutlu oldum.

 

İnsanlar ve kuşlar dost olmuştu.. Sevgi, Bodrum Kalesi’ne egemendi.

 

Kalenin kargaları, kumruları güzelliklere güzellik katardı.

 

Tavus kuşları kale bahçelerinde salınarak yürürdü.

 

Erkeğin, dişisine kur yapmasını, kuyruğunu açıp fır-fır dönmesini pek çok ziyaretçi büyük bir dikkatle izler, onlarca fotoğrafını çekerdi.

 

Yirmi yedi yılda bir, “Tavus kuşu beni gagaladı” diye biri şikayet etse de, onları sürgüne yollayarak Bodrum halkını bu güzellikten mahrum etmek istemedim.

 

Tavşanların koşuşmalarını izleyen çocukların sevinç çığlıklarını duymak ise beni mutluluktan uçururdu.

 

Kale bahçelerindeki havuzların canlılığı, insanları kendine çekerdi.

 

Havuzlardaki süs balıkları, Osmanlı Bahçesi düzenlemesinin günümüze yansımasıydı.

 

Fethiyeli bir dostun çiftliğinden getirmiştim.

 

Japon süs balıklarına benzemeyen, farklı bir türdü.

 

Alman Kule’si avlusunda, ortasında ada bulunan bir havuz, Bodrum Lions Kulübü’nün kaleye armağanıydı.

 

Adaya bir köprü ile ulaşılırdı.

 

Ada üzerinde bulunan Pamuk Prenses evi örneği bir kulübe, tavus kuşlarının barınağı olarak kullanılırdı.

 

Kümesin kırmızı camlı pencereleri, geceleri kulübe içinde ışık yanması nedeniyle çok güzel görünürdü, masalımsı bir dünyanın ışıltılarını bize yansıtırdı.

 

Havuzun devir-daim pompası sürekli çalışır, sular çağıl çağıl akardı.

 

Bu havuzda sazan balıkları vardı.

 

Bazen ördeklerin balıkları kapmasını, yaşam mücadelesinin küçük bir örneği olarak algılardım.

 

Havuzun kaçan suları, ağaçların gürleşmesini sağlardı.

 

Dut ağaçlarının meyveleri, pek çok kuşun besin kaynağı olurdu.

 

Tunç Çağ Batıkları Salonu ile Fransız Kulesi arasındaki yer, antik bir bahçe gibi düzenlenmişti.

 

Buraya, Bodrum Belediyesi’nce, “En güzel yeşil alan” ödülü verilmişti.

 

Fransız Kulesi’nin yakınlarındaki eski bir kanaldan sürekli su akımı sağlanıyor, kayalar üzerinde küçük çavlanlar oluşuyordu.

 

Pek çok ziyaretçi burada, süngerci Kemal Aras’ın heykeli yanında, süs havuzunun içinde fotoğraf çektiriyordu.

 

İngiliz Kulesi’nin içinde, beş yüz yıllık bir geçmiş yansıtılıyordu ve özgün bir müzik eşliğinde tarih canlandırılıyordu.

 

Yeniçerilerin gözetiminde şövalye ve leydi, ziyaretçilere üzüm suyu ve ya şarap ikram ediyordu.

 

1962 yılında Bodrum Kalesi’ne geldiğimde, bu kulenin denize bakan beden duvarlarının büyük bir bölümü yoktu.

 

Ara katlar yanmıştı, tavanı çökmüştü.

 

Kale, 26 Mayıs 1915 Fransız Dubleix Zırhlısı’nın bombardımanı sonucu böyle olmuştu.

 

Bakanlık kaleyi onardı, ben de bu kuleye ve kaleye hayat verdim.

 

Bütün bunlar bir sihirbazlık örneği değildi.

 

Kule içinde yakılan iki mum, birkaç tutam tütsü, özel giysili bekçiler ve müzik burayı canlandırıyordu.

Önemli olan gelen ziyaretçiye, geçmişin bir kesitini sunabilmekti.

 

Kale bahçelerinde dolaşan firavun tavuklarının yiyeceği birkaç avuç yemi sağlamak, onların bakımını üstlenen görevlileri denetlemek, her üç günde bir havuzları temizletmek, ağaç ve çiçekleri gübresiz bırakmamak, memur ve bekçilere örnek olmak için sabah tam sekizde görev başında bulunmak, kale-müzenin canlı müze, yaşayan müze olarak tüm Türkiye’ye örnek olmasına yetiyordu.

 

Böylece Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi, Konya Mevlana Müzesi’nden sonra Türkiye’de, Türklerin en çok gezdiği müze oldu.

 

Bunu da istatistikler söylüyordu.

 

Müze, on beş milyonluk Metropolün müzesi olan İstanbul Arkeoloji Müzeleri’nden bile daha fazla ziyaretçiye hizmet veriyordu. 

Bodrum kale-müzesi, duran bir müze değildi.

 

Her yıl yaşayan müzecik anlayışıyla açılan yeni sergi salonlarıyla zenginleşen bir müzeydi.

 

Şanslıydım.

 

Hayatımın ilk baharında Bodrum’a ve Bodrumlu bir kıza aşık olmuştum.

 

Yedi yıl süren Antalya Müzesi görevim dışında, kırk yılım Bodrum’da geçti.

 

1978 Haziranından, 2005 Mayısına kadar müzenin müdürlüğünü yaptım.

 

Zamanım, “Ah ile vah ile” geçmedi.

 

Dünün yıkık Bodrum Kalesi, bugün dünyanın en büyük sualtı arkeoloji müzesi oldu.

 

Bodrumlular ise yıl yıl kalenin müzeye dönüştürülme serüvenini izlediler.

 

Bodrum’da bir Küfür olarak kullanılan, “Kale ardına” deyişi bile unutuldu.

 

Kale ve amphora Bodrum’un simgesi oldu.

 

Yaşamım boyunca iyi ve kötü eleştiriler aldım, pek çok müfettiş tahkikatı geçirdim.

 

Hiç ceza almadım.

 

Tarihçi yazar İzzettin Çalışlar, adımı “Bodrum’da Tarih Yazanlar” arasına koydu.

 

Şövalye unvanıyla onurlandırıldım.

 

Ödüllerin en büyüğü, Muğla Üniversitesi’nin verdiği fahri doktorluk oldu.

 

2005 yılının nisan ayında bana ”Yaş 65. Emeklisin” dediler.

 

Her canlının ölümü tadacağı gibi belirli yaşa ulaşan devlet memurları da emekli olacaklardı.

 

Emeklilikten bir yıl sonra isimsiz, imzasız, tarihsiz şikayet mektuplarının salvo atışları başladı.

 

Bodrum Kalesi’nde bir ömür boyu süren çalışmalar sonunda oluşturulan değerler, bir bir yıkılıyordu.

 

Makam odamda gülen bir Atatürk fotoğrafı vardı. Altında da o yüce insanın sözleri..

 “Mutluyum. Çünkü Başardım” yazıyordu.

 

Kaldırıldı.

 

Ressam Ali Osman’ın günlerce uğraşarak duvara yaptığı dev kale resmi kazındı.

 

Birlikte çalışmanın simgesi olan açılış posterleri depoya götürüldü.

 

En acısı da altın yaldızlı, “Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi” panosunun aynı akıbete uğramasıydı.

 

Bunlar, Müdürlük Makam Odası’nın değerleriydi.

 

Ve bu yok edilişe nedense kimse karşı koymadı.
 
Bodrum Kalesi’ni dünya çapında bir müze yapan, sergilemelerinin özgün olmasıdır.

 

Bunlardan bir tanesi de “Doğu Roma Batığı” Sergi Salonu’dur.

 

Eğer Bodrum halkı denizden ve karadan, kaleyi bir sevgi çemberi içine almasaydı, Doğu Roma Gemisi yok edilecekti.

 

MS VII. yüzyılda, daha kesin bir tarihle 626'da, Turgutreis açıklarında batan bu geminin bire bir modelini kurtaran Bodrumlunun bilinçli direnişidir.

 

Şapel içinde bulunan bu gemi modeli, dünya çapında bir sergilemedir.

 

Hemen her kitapta, fotoğrafları yer almaktadır. Doğu Roma Batığı Sergi Salonu, 9. Cumhurbaşkanımız Süleyman Demirel tarafından açılmıştır.

 

Gazete arşivleri tarandığında, “Bu geminin Oğuz Alpözen’in uydurması olduğu, caminin içinde ne arıyor dendiği, kaldırılmasının istendiği” görülecektir.

 

İşte o gün uydurma dedikleri gemi modeli, bugün Dünya Sualtı Arkeolojisi’nin temel taşlarından biri olmuştur.

 

Emekli olduktan sonra, “Oğuz Alpözen halkı kandırdı” diye gündeme getirilen,Tanrının bulunmadığı yer yazan Bodrum Kalesi Zindanı, insanlığa ibret dersi vermeyi sürdürmektedir.

 

Bir başka suçlama da Kraliçe Ada üzerinedir.

 

“Bir kraliçe böyle çirkin olamaz.

Zaten o yirmi bir yaşında ölen genç bir kızın iskeleti” denmektedir.

 

Ben onlara Faruk Nafis Çamlıbel’in mısralarıyla yanıt vermek istiyorum.

 

”Sana çirkin dediler düşmanı oldum güzelin”.

 

Ada, sen benim Kraliçemsin.

 

Yüce bir değersin. Bodrum Kalesi’nin en vazgeçilmez hanımefendisisin.

 

Dünya müzeciliğinin doruk noktalarından birisin, değerini asla kaybetmeyeceksin. 

 

Büyük emeklerle açtığım, yirmi beş yıl Anadolu Medeniyetleri Müzesi dahil pek çok müzeye hizmet veren müze laboratuarı kapatılmıştır.

 

Hastalanan kültür varlıklarının ah-vah sesleri birçok yerde duyulmaktadır.

 

Amphoralar, “İşportacıları aramızdan alın” diye çığlıklar atmaktadır.

 

Geçit Kule’de, kitapların sergilendiği dükkanlarda ise şimdi ithal takılar satılmaktadır.

 

Bodrumlu, levhası kaldırılan “Saklı Müze”ye sahip çıkacaktır.

 

Havuzlar niye boş diye sesini yükseltecek, firavun tavukları ne oldu diyecektir.

 

“En güzel yeşil alan” ödülü verilen bahçenin hesabını soracaktır.

 

Bodrum Kalesi’ni sanatçıların değil, işportacıların sergi alanına dönüştürenlere haddini bildirecektir. 

 

Bir zamanlar yabancı yazarların, “Bodrum Kalesi’nde, kuleler arasında gezinirken gökyüzü gül gibi kokuyor” diye anlattıkları efsane müzenin güllerinden de eser kalmamıştır.

 

Kale, her geçen gün karanlığa gömülmektedir..

 

Hoşçakalın.

 

Dr.hc. T. Oğuz Alpözen
R.Dbg.
Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi Emekli Müdürü

Bodrumdahayat.com, 13.06.2008

TARİH GÜN YÜZÜNE ÇIKARILACAK

 

Kahramanmaraş'ın Göksun İlçesi'nde binlerce yıllık tarihi eserlerin gün yüzüne çıkarılması amacıyla Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi (KSÜ) ile Göksun Belediyesi çalışma başlattı.

 

KSÜ Fen Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Başkanı Prof.Dr. Ahmet Eyicil ve bir grup bilim adamı Göksun'da incelemelerde bulundu. Belediye Başkanı Ramazan Hurç'un da katıldığı çalışmada Hitit, Roma ve Bizans dönemine ait kilise, köprü, kale, kaya mezar, tapınak ve amfitiyatro gibi eserler kayıt altına alınmaya başladı.

 

Prof.Dr. Ahmet Eyicil, Göksun'un tarihi şehirlerden biri olduğunu belirterek, kazı çalışmalarının önümüzdeki günlerde başlayacağını kaydetti. Belediye Başkanı Ramazan Hurç ise, çalışmalara belediye olarak her türlü desteği vermeye hazır olduklarını söyledi.

Kahramanmaraş Kent Haber, 13.06.2008

MAĞARA ÜZERİ APARTMAN

 

Zonguldak'ta yanındaki deponun tabanının yaklaşık 5 metre çökmesi üzerine bir apartmanın mağaranın üzerine inşa edildiği ortaya çıktı. İnağzı Mahallesi'nde bakkal işleten Ogün Güven, yeni gelen mallarını yerleştirdiği iş yerindeki deposundan bir süre sonra büyük gürültü duydu. Kepenklerini kaldırdığı deponun tabanının yaklaşık 5 metre çöktüğünü gören Güven, yapının bitişik inşa edildiği 3 katlı apartmandaki ailesini ve vatandaşları uyararak dışarı çıkmalarını sağladı. Deponun altında mağara bulunduğunu ve meşrubat türündeki ürünlerinin buraya düştüğünü fark eden Güven, Zonguldak Belediyesi ekiplerine haber verdi. Mahalleye giden Belediye Başkan Yardımcısı Ender Gürcan ve Fen İşleri Müdürlüğü ekipleri, çöken yerde mağara olduğunu, üzerinde de apartman bulunduğunu belirledi. Apartmanın tehlike arz eden ek binası ile deponun diğer yanındaki kuaförün yer aldığı yapının boşaltılmasına karar veren belediye ekipleri, mağaranın temellerde oluşturduğu boşluğun ne kadar olduğunun belirlenmesine yönelik çalışma başlattı.

Anayurt Gazetesi, 13.06.2008

TARİHİ ESERLERE KÖYLÜ BEKÇİLİK EDİYOR

 

Gaziantep'in Araban İlçesi Gökçepayam Köyü meydanında bulunan tarihi eserler, ilgi bekliyor.


Köy sakinleri, çocukların oyuncağı haline gelen tarihi eserlerin, ilgisizlikten ve bakımsızlıktan dolayı tahrip olduğunu belirttiler. Köy sakinlerinden Ali Karçak, 61 yaşında olduğunu ve kendini bileli köy meydanında atıl durumda ilgisiz olarak duran tarihi eserlere bugüne kadar ilgi gösterilmediğini kaydetti.

 

"Tarihlerini bilmediğimiz ancak köyümüzün meydanında yüz yıllardır sahipsiz olarak neye yaradığını bile bilmediğimiz içi oyuk etrafında kabartma resimler olan beyaz kayadan oluşan taşın sadece bir tarihi eser olduğunu biliyoruz" diyen Karçak, "Köyümüz meydanında atıl durumda hiçbir yetkilinin gelip koruma altına almadıkları taşın Roma döneminde kalma Lahit Mezar adını koyup kendimiz tarihlendirdik.

Üzerinde okuyamadığımız, anlamadığımız dilde yazılmış bir de tarihi çeşmemiz var. 5-6 yıl öncesine kadar su akan tarihi çeşmede köyün tüm su ihtiyacı karşılanırdı, şimdi suyu da kuruyan köyümüz meydanındaki atıl durumda kendi kaderlerine terk edilerek yok olma tehlikesiyle karşı karşıya bulunuyor. Yetkilileri, tarihi eserlere sahip çıkmaya çağırıyoruz" dedi.

Gaziantep Kent Haber, 13.06.2008

İSTİKLAL'DEKİ TARİHİ SOKAKLAR DA 'YENİLENİYOR'

 

Tarlabaşı’nda gelecek yıl hayata geçirilecek “yenileme” projesi İstiklal Caddesi’ne doğru kayıyor. İlk etapta Sakızağacı ve Yeşilçam sokaklarının yenileneceği belirtilerek, binaların boşaltılması istendi.

İstiklal Caddesi’ndeki Sakızağacı ve Yeşilçam sokaklarının da Tarlabaşı yenileme projesine dahil edilmesi gündeme geldi. Yıllardır hizmet veren Sinepop Sineması, Hacı Abdullah Lokantası ve daha bir çok işletme bu iki sokakta bulunuyor. Mülk sahipleri, yenilemenin sadece bu iki bölgede yapılmasını sokakların yapımı devam eden alışveriş merkezi inşaatına dahil edilmek istenmesine bağlıyor.

Sinepop Sineması sahibi Mehmet Soyarslan, projeyle ilgili “İnşaat 28-30 metre kazılmış ve kendi yaptığı plan doğrultusunda yapılıyor. Bütün bunların hepsi kaldırılacak, bu planlar değiştirilecek” diye konuştu. Soyarslan, “Sanki burası yıkılıp yapılma ihtiyacı duyulan çöküntü içinde bir alanmış gibi bizim üzerimize doğru bir baskı unsuru yaratmaya çalışıyorlar” dedi.

Hacı Abdullah Lokantası sahibi Abdullah Koruk ise şu ifadeleri kullandı: “Zaten bu inşaattan biz 3 senedir epey mağdur olduk. Hem müşteriden, hem de gürültü bakımından. Bir şey yapılması gerekiyorsa biz kendimiz yaparız. Neden belediye? Bir başkasını araya sokalım. Gaye üzüm yemek değil bağcıyı dövmek.”

Beyoğlu Belediyesi ise mülk sahiplerinin onayını almadan yenileme yapmayacaklarını açıkladı.

Ntvmsnbc, 13.06.2008

131 YIL ÇALDI, ŞİMDİ "ÇAN SESİ GİBİ" DİYORLAR

 

Tarihi Erzurum Kalesi'nin içinde bulunan ve 6 aydır bozuk olan saatin, vatandaşlardan gelen "saat başı çalan sesi kilise çanını" andırıyor şikayeti yüzünden tamir ettirilmediği ortaya çıktı. Müze Müdürlüğü yetkilileri, daha önce kaleye ziyarete gelen kişilerin saatin aksamıyla oynayıp, bozduklarını ve saatin iki kez tamir edildiğini, ancak son olarak tamir ettirmek istediklerinde mahalleli ve esnafın ilginç şikayeti ile karşılaştıklarını söyledi. Yetkililer, kale civarında yaşayan çok sayıda kişinin saat başı çalan sesin kilise çanını andırdığını ileri sürerek şikayette bulunduğunu, bunun üzerine tarihi saatin tamirinden vazgeçtiklerini belirtti. Erzurum Müze Müdürü Mustafa Erkmen, tarihi Erzurum Kalesi içinde bulunan saat kulesindeki saatin 6 aydır bozuk olduğunu belirtti.

Müze Müdürü şöyle konuştu: "Kulede bulunan saatin aksamıyla oynayan ziyaretçiler, saatin arızalanmasına sebep oluyordu Daha önce iki kez tamir ettirdik. Ziyarete açık olan kuleye çıkan ziyaretçiler saatin iç aksamıyla oynayarak yeniden arızalanmasına sebep oldu. Saati yeniden tamir ettirmek istediğimizde ise kale civarındaki mahallelerde oturan vatandaşlar ile esnaftan şikayetler aldık. Her saat başında çalan sesin kendilerini rahatsız ettiğini, saatin çıkardığı sesin kilisedeki çan sesini andırdığını söyleyip şikayette bulundular." Erkmen, ödenek sıkıntısı olduğunu da belirterek, "Halktan da böyle şikayetler gelince, saati yeniden tamir ettirmeyi uygun görmedik" dedi. Erzurum Saat Kulesi, Saltuklu hükümdarı Emir Muzaffer Gazi zamanında (1124-1132), 1174 yılında İç Kale Camisi'ne minare olarak yaptırıldı. İç Kale'nin duvarına bitişik olan bu minare, aynı zamanda bir gözetleme kulesi görevini yerine getirdi. Tepsi Minare veya kule olarak isimlendirilen saat kulesinin yüksekliği yaklaşık 21 metre. Bu kuleye saatin, 1843'den önce yerleştirildiği sanılıyor. Sultan 2. Abdülhamid zamanında Müşir Mustafa Paşa'nın Erzurum valiliği sırasında kuledeki kitabenin bir kısmı sökülerek buraya saat kadranı yerleştirildi.

Kırım Savaşı sırasında (1853-1856) Ruslar bu kuledeki saati söküp götürdüler. Sonraki yıllarda 1877'de Londra'da yapılmış olan bugünkü saati, İngilizler hediye etti. Saat Kulesi kare taş kaide üzerinde yuvarlak gövdeli ve kırmızı tuğladan yapılı.






İlahiyatçılar ne diyor:

Prof.Dr. Süleyman Ateş (Eski Diyanet İşleri Başkanı): 1951 -52 yılları arasında Erzurum'da bulundum. Orayı gayet iyi hatırlıyorum. Çan sesi gelmesi onun tamir ettirilmemesini gerektirmez. Burada niyet önemlidir. Kişi o sesi çan olarak değil normal bir melodi olarak da algılayabilir. Dinen bir sakıncası yok. Kaldı ki çan da ibadete davet etmek için kullanılıyor.

Prof.Dr. Saim Yeprem (Din İşleri Yüksek Kurulu Üyesi): Bu olay dinle ilgili değil, orada yaşayan halkın takdiridir. Ancak dini açıdan bir mahsuru olsaydı yüzyıllar öncesinden bu kule yapılmazdı. Aradan geçen süre içinde de pek çok kişi bu şekilde yaşayıp sorun olmadan hayatlarını sürdürdü. Bu olay sosyolojik bir problem.

Sabah, Haber: İbrahim Karslıoğlu, 13.06.2008

OSMANGAZİ TKB'YE ÜYE OLDU

 

Tarihi mirası koruma çalışmalarıyla yurt içinde ve yurt dışında haklı bir ün kazanan Osmangazi Belediyesi; Viyana, Paris, Prag, Lizbon, Budapeşte, Barcelona, Madrid, İsfahan, Sarayova ve Amsterdam gibi kentlerinin üyesi olduğu Dünya Tarihi Kentler Birliği`ne üye oldu.

Birlik yönetim kurulu, Osmangazi Belediyesi'nin üyeliğini, 9-12 Haziran tarihlerinde Konya`da gerçekleştirilen 11. Dünya Tarihi Kentler Birliği toplantısında ele alarak karara bağladı. Birlik Başkanı ve aynı zamanda Kyoto Belediye Başkanı Daisaku Kodakawa, tarihi mirasın geri kazanımı ve yaşatılması noktasında önemli bir deneyim sahibi olan Osmangazi`yi bünyelerine katmaktan mutluluk duyduklarını söyledi. Kodakawa, Dünya Tarihi Kentler Birliği`nin, Osmangazi Belediyesi`nin deneyimlerinden yararlanacağını ifade ederek, “Türkiye`den 6 kent başvurmasına rağmen sadece Osmangazi`nin başvurusunu kabul ettik. Çünkü Osmangazi Belediyesi`nin, Dünya Tarihi Kentler Birliği üyelerine de örnek olacak çalışmalara imza attığını gördük.” dedi.
Osmangazi Belediye Başkanı Recep Altepe de, 11. Dünya Tarihi Kentler Birliği Toplantısı`nda bir konuşma yaparak bu alanda Osmangazi`nin geldiği noktayı anlattı. Altepe konuşmasının sonunda uzun dönemli hedefini de şöyle açıkladı:


“Türkiye`nin en önemli tarihi ve kültür kenti İstanbul 2010 yılında Avrupa Kültür Başkenti olarak belirlenmiştir. Bursa'yı da 2010 yılından sonraki dönemde Avrupa Kültür Başkenti yapmak istiyoruz. Bursa bu unvana fazlasıyla layıktır ve hak etmektedir. Yaptığımız çalışmalar bu hedefe ulaşmamızı kolaylaştıracaktır.”

Bursa Olay, 13.06.2008

MÜZEDE SİLAHLI SOYGUN

 

Brezilya'nın Sao Paulo kentindeki Pinacoteca do Estado Müzesi’nden dün Pablo Picasso’nun iki eseri silahlı soyguncular tarafından çalındı.

Soyguncuların Picasso’nun 2 gravürünü çaldığını açıklayan müze sözcüsü Carla Regina, ancak bunların hangi eserler olduğu konusunda bilgi vermedi.

 

Regina, Brezilyalı sanatçılar Emiliano di Cavalcanti ve Lasar Segall’ın iki yağlı boya tablosunun da çalındığını belirtti.

Brezilya’da aralık ayında da 2 tablo çalınmış, 8 Ocak’ta bulunmuştu.

Milliyet, 13.06.2008

TAHMİS KAHVESİ RESTORE EDİLİYOR

 

 

1640 yılından bu yana kahvehane olarak hizmet veren Tahmis Kahvesi nihayet restore edilecek. Yaklaşık 80 yıldan bu yana babadan oğla kahvehanenin işletmeciliğini yapan Vahittin Dedekurt, tarihi değeri olan kahvehanede 1903 yılından çıkan yangın sonucu küçük bir restorasyon yapıldığını ve o tarihten itibaren bir daha el sürülmediğini söyledi. Kahvehaneyi 30 yıl babası Ahmet Dedekurt'un işlettiğini belirten Vahittin Dedekurt, ?Burayı daha sonra 30 yıl ağabeyim Mehmet, yaklaşık 20 yıldan beri de ben işletiyorum. Tahmis Kahvesi 1638 yılında yaptırılan ve hemen bitişikte bulunan Tekke Camii'ne maddi gelir sağlaması amacıyla 1640 yılında yaptırılmış? dedi. Tahmis Kahvesi'nin, Gaziantep'te çok önemli olaylara tanıklık eden bir mekan olduğunu ve tarihi özelliğini halen koruduğunu ifade eden Vahittin Dedekurt, ?Kahvehanemizde tarihi özellikleri ilk günkü gibi korumaya büyük özen gösteriyoruz. Kullandığımız semaverin birisi 1956 yılında yapılmış. Diğeri Rus yapımı ve hangi tarihte yapıldığı kesin olarak belli değil. Kahvehane Gaziantep Savunması'nda da çok önemli bir rol oynamış. Büyüklerimiz işgal yıllarında Gaziantepli'lerin burada toplandıklarını ve önemli kararlar alındığını anlatılar? dedi.

 

Tahmis Kahvesi'nin bulunduğu alanda bir çok tarihi eserin restore edilerek turizme kazandırıldığını belirten Dedekurt, bir aksilik çıkmadığı takdirde Ağustos ayında burada da restorasyon çalışmalarının başlayacağını ifade etti. Dedekurt, "Kahvehanemize özel insanların gelip oturdukları gibi, yerli ve yabancı turistler de gelmektedir. Buraya geldiklerinde bizden hem tarihi özellikleri hakkında bilgi alıyorlar ve de közde pişirdiğimiz çayımızdan içiyorlar. Burası restore edildikten sonra turistler tarafından daha çok ilgi göreceğini umuyoruz" şeklinde konuştu.

Gaziantep 27 Gazetesi, 13.06.2008

İSTANBUL'UN 2 BİN YILLIK TARİHİ ZEYTİNBURNU'NDA CANLANIYOR

 

 

İstanbul'un 2 bin yıllık tarihini gün yüzüne çıkaracak Zeytinburnu Kültür Vadisi Projesi, adım adım hayata geçiriliyor. Yenileme projesi, Topkapı'dan başlayıp sur boyu devam ederek Zeytinburnu sahiline kadar uzanan 2 milyon 400 bin metrekarelik alanı kapsıyor.

 

Şu ana kadar Yenikapı Mevlevihanesi'nden Bizans surlarına kadar yok olmaya yüz tutmuş 37 eser restore edilmiş durumda. 1999 yılında çalışmalara başlandığını söyleyen Zeytinburnu Belediye Başkanı Murat Aydın, "Bu proje, tamamlandığında ziyaretçilerine mevlevihanesiyle, manastırıyla, camisiyle, surlarıyla, mezarlıklarıyla, köşkleriyle İstanbul'un 2 bin yıllık tarihi sürecini yaşatacak." dedi.

 

Zeytinburnu Belediyesi, Topkapı'dan başlayarak sur boyu sahile kadar olan bölgeyi Kültür Vadisi ilan etti. İstanbul Büyükşehir Belediyesi ile birlikte başlatılan çalışmalar sonucu Topkapı ile Yenikapı Mevlevihanesi'nin civarı gecekondu ve tamirhanelerden arındırıldı. 2 bin araç kapasiteli dört katlı iki adet yeraltı kat otoparkı, çocuk oyun alanları, gezi ve yürüyüş yolları, kafeteryalar, helikopter pisti, gösteri havuzları ve Osmanlı Sokağı'nı barındıran Topkapı Fetih Parkı'nın önemli bir kısmı tamamlandı. Projenin önemli diğer bir ayağını ise Yenikapı Mevlevihanesi oluşturuyor. Mevlevihanenin aşevi, çilehaneleri, misafirhanesi, mezarlıkları ve semahanesiyle tam teşekküllü bir külliye olduğunu belirten Başkan Yıldırım, "900 metrekarelik kapalı alana sahip olan semahane binasının tamamı ahşap olarak inşa edildi. Bu merkez tam bir kültür kompleksi olacak, ayrıca İstanbul Mevlevi Kültürü Müzesi olarak da kullanılacak." dedi. Mevlevihanenin 50 metre ilerisinde Merkezefendi Camii yer alıyor. 9 senedir düzenlenen Tıp Festivali burada gerçekleştiriliyor. Merkezefendi Mahallesi'nde ayrıca 14 dönümlük bir alanda 300'ü aşkın ekili ve etiketli tıbbi bitkiye sahip olan Tıbbi Bitkiler Bahçesi, ziyaretçileri ile buluşuyor. Amaçlarının vadiye gelenlere 2 bin yıllık tarihi yaşatmak olduğunu kaydeden Başkan Aydın, bölgenin turizme sağlayacağı katkıya dikkat çekiyor.

Zaman, Haber: Muhammet Çimen, 13.06.2008

NEMRUT'A ÖZEL PROJE

 

UNESCO tarafından Dünya Kültür Mirası Listesi'nde yer alan Nemrut Dağı'nda restorasyon ve koruma çalışmaları 2007 yılı içerisinde Ortadoğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ) ile Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından yürütülmeye başlandı.

 

2001 yılından beri Prof.Dr. Herman Brijder başkanlığındaki Hollanda'nın Amsterdam Üniversitesi kazı ve koruma çalışmalarını yürüten ekibin, Nemrut Dağı'ndaki çalışmaları durdurulmuştu. Turizm Bakanlığı ve ODTÜ yetkililerinin müşterek çalışması ile 2007 yılında Nemrut dağındaki koruma ve restorasyon çalışmaları, Ortadoğu Teknik Üniversitesi'nden mimarlık restorasyon bölümü, endüstri ürünleri tasarımı, arkeometri, jeoloji, inşaat mühendisliği, şehir ve bölge planlama bölümlerinden 28 kişilik bir ekip ile yapıldı.

 

Ortadoğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ) Mimarlık Bölümü Restorasyon Programında Öğretim Üyesi Doç.Dr. Neriman Şahin Güçal, 2006 yılından bugüne Nemrut Dağındaki koruma programını ODTÜ tarafından yürütüldüğü söyleyerek,”Yaklaşık 40 kişilik bir ekip ile çalışıyoruz. Bu yılda temmuz ayının 23’ünden sonra Nemrut’a geleceğiz. Dağda 10–12 gün kalmayı planlıyoruz. O süre içerisinde kullanıma yönelik malzemeleri kıymetli olmayan taşlar üzerinde denemeler yapacağız. Kış koşullarında bütün yıl boyunca performansını gözleyeceğiz.12 Ağustos’a kadar da Adıyaman’da yapacağımız diğer yerleri incelemeye devam edeceğiz.” dedi.

 

"Bu sene 25 kişi kadar bir ekip ile olacağız. 12 kişi Nemrut'ta diğerleri Adıyaman Kahta Besni’de görev alacaklar. Nemrut için hazırlanmış özel bir proje. Dolayısıyla adı “Kommagene Nemrut Geliştirme Programı”. Koruma amaçlı bu tür programlar başka yerlerde var. Bu kapsamda bir proje Türkiye’nin ilk projesi. Kültür Bakanlığı'nın sahiplendiği ve onun sayesinde başlatılmış bir proje. Bu büyüklükte Türkiye’de bir proje yok. “şeklinde konuştu.

 

Projenin 2 ölçekten oluştuğunu söyleyen Güçal, "İlk ölçek Nemrut Dağı tümülüsünde ve yakın çevresinde yapılacak olan çalışmaları içeriyor. Bunların özellikle malzeme bozulmaları ve deprem analizleri jeolojik etütler ve korumaya yönelik müdahaleleri tarif edecek bir araştırma projesi bu ve bilimsel odaklı olacak. Buna paralel olarak da Nemrut Dağı'nın belgelenmesi ve çevre düzenlenmesi projesi hazırlanacak. Dolayısıyla önümüzdeki günlerde Adıyamanlılar ve gelecek turistler için çevre düzenlemesi bakımında daha sağlıklı olmasını sağlamayı umuyoruz " dedi.

Adıyaman Haber, Haber: Yılmaz Çoban, 12.06.2008

11. DÜNYA TARİHİ KENTLER KONFERANSI SONUÇ BİLDİRGESİ YAYINLANDI

 

Konya'da yapılan 11. Dünya Tarihi Kentler Konferansı sonuç bildirgesinde, birliğe üye kentlerin, tarihi şehirlerdeki kültürel sürekliliği sağlamak için, farklı kültürler ile somut ve soyut kültürel miras arasındaki dengeleri korumak adına daha çok çalışmayı vaat ettikleri vurgulandı.

 

Konferansın öğleden sonra başlayan ''Politikalar ve Değerlendirmeler'' başlığı altındaki toplantısında katılımcılar söz alarak, 3 gün boyunca ele alınan konulara ilişkin kısa değerlendirmelerde bulundu.

 

Ardından Dünya Tarihi Kentler Birliği Başkanı Daisaku Kadokawa, birliğe üye ülkelerin kararıyla, 2010 yılında gerçekleştirilecek 12. Dünya Tarihi Kentler Konferansı'nın Japonya'nın Nara kentinde yapılmasının kararlaştırıldığını açıkladı.

 

Söz alan, Nara Belediye Başkanı Akira Fujiwara, ''Birliğe üye tüm belediyelerimizi tarihi Nara kentimizde ağırlamaktan büyük memnuniyet duyacağız. Konya Büyükşehir Belediyesi'ne kusursuz organizasyonu için teşekkür ederiz'' dedi.

 

Daha sonra kürsüye gelen Konya Büyükşehir Belediye Başkanı Tahir Akyürek, Mevlana'nın ''Aynı dili konuşanlar değil, aynı duyguyu paylaşanlar anlaşır'' sözünün ardından konferansın sonuç bildirgesini okudu.

 

Bildirgede, günümüz dünyasında doğal afetler, çevresel tehlikeler, küreselleşme süreci, politik ve ekonomik çatışmalar sebebiyle, tarihi kentlerin şartlarının iyileştirilmesi, canlandırılması ve kültürel sürekliliğin sağlanması için kültürel mirasın daha dikkatli şekilde düşünülmesi gerektiği belirtildi.

 

''Doğal kültürel mirasımız, daha kaliteli kent yaşamı için vazgeçilmez bir varlık, ilham kaynağı ve kentsel değişimlerin ana unsurudur'' denilen bildirgede, şunlar kaydedildi:

 

''Tarihi Kentler Birliğine üye şehirler, yaşayan miras ve kültürel çeşitlilik bakımından eşsiz bir konuma sahiptir. Kültürel iletişimin ve çeşitliğinin, ortak dünya mirasını oluşturmadaki öncelikli yerini ve önemini destekliyoruz. Küresel ile yerel arasındaki çelişkinin, ortadan kaldırılmasının ancak tarihi şehirlere ait hususların anlaşılması, politik, ekonomik, doğal ve fiziki süreçlerin yorumlanmasıyla mümkün olduğunun farkındayız. Kentlerin kimliklerini koruyarak, mevcut durumlara, yeni şartlara adapte ederek, çağdaş kullanımlara uygun hale getirerek, uyumsuz özellikleri eleyerek tarihi kentlerimizi geleceğe nasıl taşıyacağımızı sormaya, kısa ve uzun vadede sorunlara çözüm aramaya devam edeceğiz.''

 

Bildirgede, ''Birliğe üye kentler olarak, tarihi şehirlerdeki kültürel sürekliliği sağlamak için, farklı kültürler ile somut ve soyut kültürel miras arasındaki dengeleri korumak adına daha çok çalışmayı vaat ediyoruz. Şehir yöneticileri olarak karşılıklı işbirliği yapmak, kültürel mirası korumak adına üzerimize düşen sorumluluğu yerine getireceğimizi, imkan dahilindeki en uygun araçları kullanacağımızı bildiriyoruz'' denildi.

Konya Hakimiyet, 12.06.2008

TARİHİ KAZAN, HAMAM RESTORASYONUNDA ORTAYA ÇIKTI

 

Kastamonu'da Vakıflar Bölge Müdürlüğü tarafından geçen yıl restorasyon çalışmalarına başlanan Vakıf Hamamı'nda ortaya çıkan hamam kazanı, kısa bir süre sonra hizmete açılacak olan Kurşunlu Han'da sergilenecek.

 

Yapılış tarihi bilinmeyen ancak Çobanoğulları Beyliği dönemine ait olduğu tahmin edilen Vakıf Hamamı'nın restorasyonu sırasında Osmanlı Devleti'nin son dönemine ait bir kültür eseri olduğu belirtilen hamam kazanı ortaya çıktı. Kastamonu'nun en eski Türk-İslam Medeniyeti eserleri arasında yer aldığı kaydedilen Vakıf Hamamı'nda çıkan kazan, tam ortasından geçen şeridin yerleştirilmesindeki ince işçilik ile dikkat çekti. Münire Medresesi El Sanatları Çarşısı'nda sergilenen hamam kazanından farklı bir teknik ile yapılan ve Kastamonu hamamlarındaki zenginliği ve çeşitliliği ortaya koyan kazan, Vakıflar Bölge Müdürlüğü'nün turizm sektörüne kazandırdığı eserler arasında yerini aldı. Bakırdan yapılan ve 200 santimetre çapında olan hamam kazanının 5 yıldızlı bir turistik otel olarak hizmet vermeye hazırlanan Kurşunlu Han'da sergilenerek turizme kazandırılacağı açıklandı.

haberler.com, 12.06.2008

TARİHİ MEKANLARI TEMİZLEDİLER

 

 

Gaziantep Zihni Kepkep İlköğretim Okulu öğrencileri, tarihi Gaziantep Kalesi ve çevresinde temizlik çalışması yaptı

 

Okul Müdürü Memduh Cihan, okul öğretmenleri ve öğrenciler, okul yakınlarında bulunan ve halen çevre düzenleme çalışmalarının devam ettiği Gaziantep Kalesi'nin bulunduğu alana geldi. Öğrenciler, yanlarında getirdiği poşetler ile kale çevresinde temizlik çalışması yaptı. Öğrenciler, kale çevresinde bulunan tüm çöpleri toplayarak poşetlere koydu. Daha sonra da poşetler, düzenli bir şekilde çöp bidonlarını konuldu. Öğrenciler, saatler süren çalışma sonucunda, tarihi Gaziantep Kalesi, Kırk Kahvesi ve Naip Hamamı çevresinin temiz bir görünüm kazanmasını sağladı. Okul Müdürü Memduh Cihan, yapılan temizlik çalışmasına ilişkin olarak yaptığı açıklamada, öğrencilerin çevreye duyarlı birer insan olarak yetişmeleri için uygulamalı eğitim çalışmalarını büyük önem verdiklerini ifade etti. Temizlik çalışmasını tarihi mekanların olduğu bölgede yaparak, öğrencilerin tarih bilincine sahip olmaları konusunda da yardımcı olduklarını belirten Cihan, şöyle konuştu: ''Eğitim ve öğretimde, temizlik alışkanlığının kazınılması, tarihi ve kültürel bilinçlenmesin sağlanması çok önemli. Bu konuda, okul olarak öğrencilerimize uygulamalı eğitimler yaptırıyoruz. Bu anlamda, tarihi mekanların bulunduğu alanlarda yapılan temizlik çalışmasını çok önemsiyorum. Öğrencilerimiz, yaptıkları bu çalışma ile hem temizlik konusunda üzerlerine düşen sorumluluğu yerine getirdi, hem de tarihi mekanların korunmasını önemini kavramış oldu. Hedefimiz, eğitimli, çevreye duyarlı, temizlik bilincine sahip, tarihi ve kültürel mekanların önemini bilen öğrenciler yetiştirmek.''

Gaziantep 27 Gazetesi, 12.06.2008

FIRAT'IN DEFİNELERİ GÜN YÜZÜNDE





2000 yılında yapılan kurtarma kazılarında Zeugma Antik Kenti'nden çıkarılan gümüş sikkelerin temizleme çalışmalarına başlandı Nizip İlçesi'nde bulunan Zeugma Antik Kenti'nden, 2000 yılında yapılan kurtarma kazıları sırasında çıkarılan gümüş sikkeler, Devlet Planlama Teşkilatı'nın (DPT) desteğiyle temizlenerek, sergilenmeye hazırlanıyor.

 

Roma İmparatorluğu döneminin en önemli kentlerinden biri olan ve ortaya çıkarılan eserleriyle tüm dünyanın ilgi odağı olan Zeugma Antik Kenti'nden, bugüne kadar yüzlerce eser çıkarıldı. Ünlü mozaiklerinin yanı sıra eski Yunan döneminde 'Savaş Tanrısı' olarak adlandırılan ve yaklaşık 1800 yıl toprak altında kalan 'Mars Heykeli' de 2000 yılında yapılan kurtarma kazılarında çıkartılarak Gaziantep Arkeoloji Müzesi'nde sergilenmeye başlandı. 2006 yılında yine AB fonlarından yararlanılarak kurtarma kazıları sırasında çıkartılan ve dünyanın en büyük koleksiyonu olan 100 bin adet bullanın, temizlenerek sergilenmesi dünyanın gözünü bir kez daha Zeugma'ya çevirmişti.

 

 ''Zeugma Gümüş Sikkelerinin Envanteri ve Tanıtımı Projesi'' Koordinatörü Arkeolog Dr. Mehmet Önal, yaptığı açıklamada, Devlet Planlama Teşkilatınca finanse edilen Türkiye-Suriye Bölgelerarası İşbirliği Programı çerçevesinde, 'Zeugma Gümüş Sikkelerinin Envanteri ve Tanıtımı Projesi'nin Gaziantep Müze Müdürü Ahmet Denizhanogulları başkanlığında sürdürüldüğünü ve 97 bin YTL'lik bütçesinin bulunduğunu söyledi. Proje kapsamında müzeciliği geliştirmek, desteklemek, Türkiye ve Suriye arasındaki tarihi ve kültürel ortaklığı 'müze teşhiri' yoluyla gerçekleştirmeyi amaçladıklarını ifade eden Önal, ''Ayrıca, Gaziantep Arkeoloji Müzesi ve Halep Müzesi arasında kültürel bağın oluşturulmasını hedefliyoruz. Halep ve çevresinde bulunan Roma dönemi sikkeleriyle Zeugma'da bulunan Roma dönemi sikkelerini karşılaştırıp, nasıl bir etkileşim yaşandığını araştırarak, Gaziantep-Halep arasındaki sosyal, ticari ve kültürel ilişkileri saptamak istiyoruz'' dedi.

 

Mehmet Önal, Zeugma Poseidon Villası'nda Mars heykelinin bulunduğunu mekanın bitişiğindeki odada bulunan gümüş sikke definesindeki 3 bin 750 adet sikkenin tamamının tasnif edilerek, envanterinin yapılması, arşivinin oluşturulması, müze teşhirinde sergilenmesi ve kopyalarının yapılarak ziyaretçilere satılmasının da hedeflendiğini dile getirdi.

 

Önal, bu yılın Ocak ayında başladıkları proje kapsamında şu ana kadar 2 bin 500 sikkenin temizleme işleminin tamamlandığını, 2 bin 150 sikkenin de envanterinin yapıldığına dikkat çekerek, şöyle konuştu: ''Şu ana kadar yapılan temizleme işlemlerinde anılan sikkelerde 12 farklı imparator ve bir adet imparatoriçenin portreleri bulundu. Bu imparatorlar arasında Suriyeli bir imparator olan I. Philippus Arabs, eşi Otocilia Severa ve oğlu II. Philip'in portreleri de bulunmaktadır. Envanteri yapılan sikkelerin fotoğrafı çekilecek ve hem envanter defterine hem de bilgisayara kaydedilen sikkeler müze arşivinde ulaşılır hale gelecektir. Projenin tamamlanmasıyla Gaziantep Arkeoloji Müzesi'nde 'Zeugma Gümüş Sikke Definesi' teşhiri hazırlanarak, ziyaretçilerin görmesi sağlanacaktır.''

 

Gümüş sikke definesi, Zeugma'da, Hakkı Alhan başkanlığında Arkeolog Dr.Mehmet Önal'ın sorumluluğunda yapılan 2000 yılı kurtarma kazılarında Poseidon Villası'nın Alea (değerli eşyaların korunduğu) odasında duvar nişinde (duvar içindeki oyuk) bulunmuştur. Yangın katında küllerin içinde bulunduğunda, birbirine yapışık olan sikkeler iki torbanın biçimini almıştı. Sikke gümüşünün ayarının düşük olması nedeniyle oksitlenmiş olan sikkelerin görünümü bronz sikkelere benziyordu. Ancak, temizlemenin ardından metallerinin gümüş olduğu anlaşılan sikke definesi, 3 bin 750 adet gümüş sikkeden oluşuyor. Müze deposunda temizlenmeyi bekleyen sikke definesi, projeyle birlikte ziyaretçilerine ve bilim camiasına tanıtılacak.

Gaziantep 27 Gazetesi, 12.06.2008

TARİHİ KURŞUNLU CAMİİ'NDE RESTORASYON

 

Kütahya'nın Tavşanlı İlçesi'nin eski camilerinden olan Kurşunlu Camii'nde restorasyon çalışmalarının başlatıldığı bildirildi. 1871 yılında hizmete açılan Kurşunlu Camii'nin bugüne kadar birçok restore çalışmasından geçtiği kaydedildi.

En son Kurtuluş Savaşı sırasında tahrip edilen iç duvarlardaki süslemelerin tekrar yapıldığı Kurşunlu Camii'nde şimdilerde ise minare ve pencerelerin bakımı yapılıyor.

Tarihi bir yapıt olmasından dolayı Vakıflar Müdürlüğü'ne bağlı olan Kurşunlu Camii'nde 3 usta çalışıyor.


Restorasyon çalışmalarının ise bir hafta içerisinde tamamlanması bekleniyor.
haberler.com, 12.06.2008

"TARİHİ ESERLERİMİZİ CANLANDIRIYORUZ"





Gaziantep Büyükşehir Belediye Başkan Vekili Önder Büdeyri, kentte yaptıkları restorasyonlarla tarihi eserleri canlandırıp, halkın hizmetine sunduklarını söyledi. 1. Tarihi Şirehanı Gaziantep Kültürünü Tanıtma ve Yaşatma Şenliği, tarihi Şirehanı Alışveriş Merkezi'nde bugün başladı. Önder Büdeyri, şenliğin açılış töreninde yaptığı konuşmada, göreve geldiklerinde henüz yapımına başlanmamış olan Şirehanı projesini hayata geçirdiklerini ve tarihi yapıyı bugünkü durumuna kavuşturduklarını ifade etti. Şirehanı Kültür, Turizm ve Alışveriş Merkezi'nin kent için çok önemli olduğunu belirten Büdeyri, şunları kaydetti: ''Burası kangren haline gelmişti, daha önceden belediye tarafından restorasyonu yapılarak bir firmaya verilmiş, fakat daha sonra bir takım ihtilaflar nedeniyle 5 yıldır bekleyen bir projeydi. Bu problemi çözdük. Yeni Han dediğimiz bu proje kapsamında burası konaklama, eğlence ve kültür merkezi ile iş hanından oluşan bir kompleks haline geldi.'' Önder Büdeyri, bu projenin Gaziantep'in, Orta Doğu ülkelerinin ticaret, kültür ve turizm merkezi projesinin en önemli halkalarından birisini oluşturacağını anlattı.

 

Kentin tarihi dokusunun korunması için tarihi binaların yok olmaktan kurtarılması gerektiğine inandıklarını ve bu yönde büyük bir çalışma başlattıklarını belirten Büdeyri, sözlerini şöyle sürdürdü: ''Yapımı 1800'lü yıllara dayanan Şirehanı, Gaziantep tarihinde çok önemli bir yere sahiptir. Burası Gaziantep'in ticaret merkeziydi, ticaretin kalbi burada atıyordu. Gaziantep'in en önemli kültür varlığı olan bir mekandı. Gaziantep'te tüm kültür varlıklarını yeniden canlandırmak için ciddi bir çalışma başlattık. Şirehanı, Göğüşhan, Bakırcılar Çarşısı, hanlar, hamamlar ve Antep evlerinin restorasyonlarını yaptık. Tarihi kültür varlıklarından tüm halkımızın faydalanmasını istiyoruz. Kente gelen turistler esnafın yaptığı eserleri görecek ve alacak, ticaret canlanacak. Gaziantep'i kültür varlığı açısından ulaşması gereken yere getirmeye çalışıyoruz. Bu tip şenliklerle bu amaca ulaşmayı hedefliyoruz.''

 

Belediye Başkan Vekili Büdeyri, Atatürk Bulvarı'nda yer alan Bayazhan'ı satın alarak, restorasyon ihalesini gerçekleştirdiklerini ifade etti. Osmanlı döneminin mimari çizgilerini taşıyan Bayazhan'ın restorasyonunun tamamlanmak üzere olduğunu belirten Büdeyri, ''Burada, restorasyon çalışmaları sonrasında Gaziantep'in sosyal ve kültürel değerlerinin tanıtılıp sergileneceği bir merkez haline getirip, handa restoran, kafeterya ve alışveriş merkezlerinin yanı sıra kutnuculuk, bakırcılık, yemenicilik ve sedef kakmacılık gibi mesleklerin icra edildiği bölümler de yer alacak'' şeklinde konuştu. Şirehanı Alışveriş Merkezi Müdürü Ali Gesoğlu da tarihi Şirehanı'nın açılışını yaparken bir misyon edindiklerini, amaçlarının Gaziantep'in tarihini ve kültürünü yeni nesile tanıtmak, eskilere ise hatırlatmak olduğunu söyledi. Konuşmaların ardından etkinliğe katılan protokol mensupları ile vatandaşlar, otomobil fuarı ile birlikte Gaziantep'e özgü türküler, halk oyunları, Gaziantep'i tanıtan filmler, eski Gaziantep fotoğraflarından oluşan sergi, yöreye özgü el işi sergisini ve yöresel yemek yarışmasını izlediler.

Gaziantep 27 Gazetesi, 12.06.2008




HAFTANIN HABERİ



ŞARAP TANRISI'NA
MAVİ DON

 

 

Denizli'nin merkeze bağlı Korucuk beldesinde yıllardır turistik bir şarap tesisi işleten işadamı Şeref Er, şarap evinin duvarlarını rölyeflerle süslerken; yaptırdığı, orijinali çıplak olan Şarap Tanrısı Dionysos rölyefinin cinsel organını mavi bezle kapattı.

İşadamı Er, yabancı turistlerin şarap evinde Türk şaraplarını tattıktan sonra fotoğraflarını da çektiklerini belirterek, "Şarap Tanrısı rölyefinin orijinalde çıplak olması gerekiyordu.

Cinsel organları da ortadadır. Biz de yerli turistler 'hoş karşılamaz' diye böyle bir çözüm bulduk ve edep yerlerini örttük. Yabancı turistler bu rölyeften bol bol fotoğraf çekiyor. Hem de mavi örtüsü ile. Bize yerli ve yabancı turistlerden bir eleştiri gelmedi. Ancak biz ayıp olmasın ve müşterilerimizi olumsuz etkilemesin diye böyle bir çözüm ürettik" dedi. 

 

Er, sözlerini şöyle sürdürdü: "Bu uygulama tamamen kendi düşüncemizle ilgili. Biz heykele 'muzır eser' diye bakmıyoruz. Ancak ne yapalım, Türkiye gerçeklerine de uymak zorundayız."

Sabah, Haber: Mustafa Kaya, 12.06.2008


EFES'TE KAZI SEZONU BAŞLADI

 

Efes’te kazı sezonu başladı. İzmir Selçuk’taki Efes Antik Kenti’nde yeni dönem kazı çalışmalarına başlandı. Kazı başkanı Prof.Dr. Johannes Koder, bu dönem bazı nedenlerden dolayı kazılarda gecikme olduğunu söyledi. 

 

Bu hafta başlayan kazıların, ekim ayı sonuna kadar devam edeceğini ve önümüzdeki aylarda çalışmaların yoğunlaştırılarak zaman kaybının giderileceğini dile getiren Prof.Dr. Koder, yardımcılığına ise Doç.Dr. Sabine Ladstatter’in atandığını bildirdi. Prof.Dr. Koder, çalışmalar kapsamında; antik tiyatroda ince mühendislik işleri, Artemis Tapınağı çevresinde yüzey araştırması, Çukuriçi Höyüğü’ndeki Tunç Çağı’na ait eserlerin gün yüzüne çıkarılması ve limandaki kazılara yoğunlaşılacağını belirtti. Panayır Dağı’ndaki, eski dönemlere ait duvar ve etrafında da kazı çalışmalarının devam edeceğini aktaran Koder, Poulos Mağarası ile Yamaç Saray Evleri restorasyonunun da süreceğini kaydetti.

Hürriyet Ege, Haber: Veysel Erol, 12.06.2008

HASANKEYF'TE KAZILAR BAŞLADI

 

Batman'ın Hasankeyf İlçesi'ndeki tarihi yapılarda kazı çalışmaları başladı. Bu yılki kazılar, onarım çalışmalarıyla birlikte yürütülecek. GAP İdaresi Başkanlığı tarafından sağlanan mali destekle yürütülen çalışmalara 72 kişilik bir ekip katılıyor. 

 

Dünya mirası Hasankeyf'teki kazı ve onarım çalışmaları Mardinike Camii'nin temizlenmesiyle başladı. Altı noktadan yürütülecek çalışmalarda bu yıl Sahil Sarayı olarak bilinen kompleksin ortaya çıkarılması hedefleniyor. 

 

Hasankeyf Kazı Ekibi Başkanı Prof Dr Abdulselam Uluçam, "Zeynel Bey Türbesi başta olmak üzere Koç Camisi'nin mihrabı ve kapıları, Sultan Süleyman Camisi ile Rısk Camisi'nin kapısı, Büyük Saray ile Küçük Saray'ın sağlamlaştırma çalışmaları yapılacak." diye konuştu. 

 

Batman'ın Hasankeyf İlçesi'nde, 2008'de yürütülecek çalışmalar, kültür varlıklarının onarımına ve ayakta kalmasına da destek olacak.

Trt/Haber, 12.06.2008

TARİHİ ESER KAÇAKÇILARINA SUÇÜSTÜ

 

Kilis'te, bir otomobilde arama yapan jandarma ekipleri 70 adet tarihi eser ele geçirdi.

 

 

Edinilen bilgiye göre Kilis İl Jandarma Komutanlığı Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü ekipleri, Kilis'ten Gaziantep'e tarihi eser kaçırılacağı yönünde istihbarat aldı. Ekipler, A.Y. yönetimindeki 27 AE 256 plakalı otomobili kent merkezindeki trafik ışıklarında durdurdu. İl Jandarma Komutanlığı'na getirilen otomobilde yapılan aramada; 1 adet 18x27 santimetre ebatlarında sarı renkli, üzerinde Erivan yazısı bulunan kadın figürlü işlemeli mermer heykel, 58 adet çeşitli muhtelif cins ve ebatta sikke, 1 adet 15 santimetre uzunluğunda beyaz kadın figürü işlemeli mermer sütun, 1 adet 14x8.5 santimetre uzunluğunda metal kadın işlemesi bulunan levha, 1 adet 7x4 santimetre uzunluğunda kahverengi bir tarafı kırık mermer pipo, 1 adet 13 santim çapında metal banyo tası, 1 adet 6x4 uzunluğunda doğal şekilli krem renkli taş, 1 adet 2x1,2 uzunluğunda sarı renkli plastik üzerinde taç şeklinde kabartma olan kol düğmesi, 1 adet metal bilezik, 1 adet metal yüzük, 1 adet 10 santim uzunluğunda kırık metal şiş, 1 adet koyu kahverengi yuvarlak şekilli 2x2 santim çapında taş olmak üzere toplam 70 adet tarihi eser ele geçirildi. Olayla ilgili olarak A.Y. isimli şahıs gözaltına alındı.

 

Olayla ilgili soruşturma sürdürülürken, ele geçirilen tarihi eserlerin Gaziantep Müze Müdürlüğü'ne teslim edileceği bildirildi.

Kilis Kent Haber, 11.06.2008





DENİZLİ'DEN DÜNYA MİRAS LİSTESİ'NE İKİNCİ ADAY: KAKLIK MAĞARASI

 

 

Sahip oldukları muhteşem manzarayla görenleri hayran bırakan saklı travertenleriyle ünlü Denizli'deki Kaklık Mağarası tıpkı Pamukkale gibi UNESCO'nun Dünya Mirası Listesi'ne aday olarak kabul ediliyor. Yerin 150 metre altında, bir mağarada yer alan travertenler, muhteşem manzarasıyla görenleri hayran bırakıyor.

 

 

Pamukkale'yi bimeyen yok ancak usta bir sanatkarın elinden çıkmışa benzeyen bu sanat şaheseri henüz tam olarak keşfedilmiş değil. Bilenlerse burayı "Yeraltı Pamukkalesi" olarak nitelendiriyor.

 

"Yeraltı Pamukkalesi" Denizli - Ankara Karayolu'nun üzerinde, Denizli kent merkezine 30 km. mesafede, Honaz İlçesi Kaklık beldesinde.

 

Kaklık Mağarası olarak adlandırılan mağarayı yedi yıl önce köylüler keşfetmiş. 2002'de turizme açılan eşsiz doğa harikası, yer yüzeyinden 150 metre derinlikte yer alıyor.

 

Mağaranın yakınında, ziyaretçilerin istifadesine sunulmak üzere inşa edilen yüzme havuzu, küçük amfitiyatro, seyir alanları, kafeterya ve kameriyeler Mayıs 2002 tarihinden itibaren turistlerin hizmetine sunulmuş. Sarkıt ve dikitlerin süslediği Kaklık Mağarası'nın yakınlarından çıkan şifalı su daha sonra mağaranın içine dökülüyor. Pamukkale'deki suyla aynı içeriğe sahip olan bu su mağaranın içinde, görülmeye değer güzelliğin oluşmasına sebep oluyor. "Kaklık Mağarası'nın doğrudan gün ışığı alan ve sürekli damlayan veya akan duvarlarında sık yosun ve küçük yapraklı sarmaşık türü bitkiler gelişmiştir. Aydınlanmaya bağlı olarak gün içinde yeşilin değişik tonlarına bürünen bu bitkiler de mağaraya ayrı bir güzellik katıyor. Yeraltı Pamukkalesi berrak renksiz ve kükürtlü suyuyla bir çok hastalığın da şifa sebebi. Bu eşsiz güzelliklerin yer aldığı Kaklık Mağarası ve muhteşem travertenleri tıpkı Pamukkale gibi UNESCO'nun Dünya Kültür Mirası Listesi adayları arasında şimdiden yerini aldı bile.

TürkiyeTurizm.com, 11.06.2008

MAĞARA ADAMLARI DA KADINLAR UĞRUNA CİNAYET İŞLİYORMUŞ

 

Arkeologlar, Neolitik dönemde yaşayan erkek atalarımızın da, kadınlar uğruna cinayet işlediğini ortaya çıkardı. Araştırmada, 7 bin yıl öncesinde de erkeklerin, kadınlarını korumak için rakip kabilelerin erkeklerini toplu olarak katlettiği belirlendi.

 

1980"lerde Almanya"nın güneybatısındaki Talheim Kasabası"nda ortaya çıkarılan toplu mezardaki insan kemiklerini inceleyen arkeologlar, MÖ 2000"lerde bölgedeki kabilelerin, kadınlarının güvenliğini sağlamak için rakip erkekleri öldürdüğünü belirledi. 3 metre derinliğindeki toplu mezardan çıkarılan ve 34 kişiye ait olduğu belirlenen kemiklerin çoğunun aynı kabileye mensup erkeklerden oluştuğunu tespit eden uzmanlar, bahsi geçen kişilerin büyük bölümünün başlarını sol tarafına aldıkları darbenin etkisiyle yaşamını yitirdiklerini söylüyor.  Erkeklerin, taş baltalarla başlarına vurularak öldürüldüğünü belirten arkeologlar, aynı bölgede yaşayan kabilelerin genellikle toprak ve yaşam kaynakları için çatıştığının bilindiğini, ancak ilk kez kadınlar için de çatışma yaşandığına ilişkin elle tutulur bir delile rastlandığını vurguluyor. Araştırmayı yürüten uzman Doktor Alex Bentley, mezardan çıkan az sayıda kadının ise farklı kabileden olduğunun anlaşıldığını söylerken, bu kadınların neden öldüğünün ise tam olarak anlaşılamadığını aktardı. Bentey"ye göre kadınlar, kendilerini korumak için savaşan erkeklerinin yanında çarpışırken yaşamını yitiren eşleri olabilir.

Birgün, 11.06.2008

İNGİLTERE'NİN ATLANTİS'İ

 

İngiliz bilim insanları, Ortaçağ"da zenginliği ve gelişmişliğiyle Londra"yı geride bırakan Dunwich kentinin, bugün sualtında olan kalıntılarını ortaya çıkarmaya başladı. 14. yüzyılda İngiltere"nin doğusunda kurulu olan kent, o dönem bir dizi fırtına sonucu denizin karanlık sularına sürüklenmişti.

 

Orta Çağ"a ait haritalardan yola çıkan uzmanlar, denizaltında bulunan kalıntılarının yerlerini tespit ediyor. Şu ana kadar kentin 8 kilisesinden 2"si ile bir manastır ve malikanenin yerini belirleyen uzmanlar,  haritalandırma çalışmaları süren bölgede yaklaşık 16 büyük yapının bulunduğunu tahmin ediyor. I. Edward döneminde 5 ayrı Hıristiyan tarikatın hakim olduğu kent, dönemin en önemli siyasi ve askeri güçlerinden biriydi.

Birgün, 11.06.2008

TALAN EDİLEN TARİHİNİN BİR KISMI IRAK'A İADE EDİLDİ

 

Bağdat’taki Irak Ulusal Arkeoloji Müzesi 2003’teki Amerikan işgali sırasında yağmalanmış, 15 bin eser yurtdışına kaçırılmıştı.

Irak Ulusal Müzesi’nden 2003 yılındaki işgal sırasında çalınan ve Amerika’da gümrük görevlileri tarafından ele geçirilen çok sayıda tarihi eser, dün törenle Irak’a iade edildi. Bağdat’ta düzenlenen törende, Irak Dışişleri Bakanı Hoşyar Zebari, ele geçirilen eserleri Tarihi Eserler Bakanı Muhammed El Uraibi’ye teslim etti. Zebari, bunun bir başlangıç olduğunu, yakın gelecekte daha fazla eseri geri getirmeyi umduklarını söyledi.

Irak tarihi eserler ve kültür mirası kurumu başkanı Amira İdan, teslim aldıkları eserlerin milattan önce 2000 ve 3000 yılları arasına ait olduğunu vurgularken Tarihi Eserler Bakanlığı sözcüsü Abdülzehra El Talagani, teslim edilen eserlerin ABD’nin Philadelphia kentinde gümrük görevlileri tarafından geçen ay bulunduğunu ve Washington’daki Irak Büyükelçiliğine teslim edildiğini belirtti. Sözcü, eserlerin ele geçirilmesiyle ilgili ayrıntıları bilmediğini anlattı.

ABD’nin Irak işgali döneminde, dünya kültür mirası için çok önemli kabul edilen binlerce tarihi eser yağmalanmıştı. Iraklı yetkililer, çalınan eserlerle ilgili olarak organize çeteleri ve işgalci yabancı güçleri suçlamıştı. Çalınan tarihi eserlerin çoğu Bağdat’taki Ulusal Müze’de korunuyordu, ancak çok sayıda eserin de Irak’ın farklı bölgelerinde çağlar boyunca çok sayıda medeniyete ev sahipliği yapan binlerce arkeolojik alandan çalındığı belirtiliyor.

Irak hükümeti, bir kısmı dünya genelindeki açık artırmalarda boy göstermeye başlayan bu eserleri geri almaya çalışıyor. Nisan ayında, Suriye’de ele geçirilen yaklaşık 700 eser iade edilmişti. Tarihi Eserler Bakanı Uraibi, 2003’te Ulusal Müze’den yağmalanan yaklaşık 15 bin eserin yaklaşık 5-6 bininin döndüğünü kaydetti.

Radikal, 11.06.2008

SARAY BAHÇESİNDE SEVİYE TESPİT SINAVI





Çırağan Sarayı’nda “müşteri talepleri”nin, kültür mirasından ve korumayla ilgili yönetmeliklerden daha önemli olduğu düşünülüyor olmalı. 

Medyakronik öğrencileri sokak röportajları da yapıyor. Çoğu kez gündemle ilgili bu röportajlar, kimi zaman gündemle, hatta gerçekle ilgisi olmayan soruları da içeriyor. Bu ikinci gruptaki röportajlardan birinde, öğrenciler vatandaşa, “Dolmabahçe Sarayı satılmış, ne diyorsunuz?” sorusunu yöneltmişti. Soruyu cevaplayanlardan hemen hiçbiri, bu sorunun gerçekle bağlantısını sorgulamamış ve sarayın satılmasını olağan bir gelişme olarak yorumlamıştı.

Haber videosunu editörlerimizle seyrettik ve yayımlanmamasına karar verdik. Çünkü söz konusu röportajın amacı, gerçek olamayacak kadar abes durumlar karşısında sokağın tepkisini ölçmekti. Ama alınan tepkilerden de anlaşılacağı üzere, soru gerçek gibi algılanabiliyordu.

Sanırım en büyük tepkiyi gösteren de bendim. Resmen, tüylerim diken diken olmuştu. Öyle ya, ismi ülkeyle bir anılan anıt eserlerin ve kültür varlıklarının, bakir koyların, ormanlık alanların kişi ve firmalara tahsis edildiği bir ülkede bu da olabilirdi.

Çırağan Sarayı’nın deniz cephesine kurulan dev çadırı görünce aklıma bu video geldi. Geçen hafta boyunca İstanbullular, kentin sembollerinden biri olan bu sarayı, alışık olmadıkları bu görüntüyle seyrettiler. Sarayın deniz cephesini, birinci kat seviyesine kadar örten çadırın fotoğrafları, bu uygulamadan rahatsız olan arkeolog Görkem Kızılkayak tarafından Medyakronik’e ulaştırıldı.

Pek çoğumuzun sadece denizden görme şansı bulabildiği Çırağan Sarayı, Sultan Abdülaziz döneminde, 1871’de yapıldı. 1910’da yandı. İlişikteki yazıda da okuyabileceğiniz üzere, çeşitli dönemlerde farklı amaçlar için kullanıldı. Ve Alman Kempinski Otelleri 1987’de kendilerine tahsis edilen sarayı onararak, 1991’de hizmete açtı.

Beşiktaş ve Ortaköy arasında geniş bir sahil şeridine sahip “Çırağan Palace Kempinski”, Türkiye’nin (ve konumu sayesinde elbette dünyanın da) tartışmasız en güzel ve hizmet kalitesi yüksek otelleri arasında. Otel kompleksine ismini veren Çırağan Sarayı, konaklama için kullanılmıyor. Düğün, toplantılar ve çeşitli organizasyonlarda hizmet veriyor. Ve görünen o ki, otel yönetimi, bu etkinliklerini bir Osmanlı sarayında gerçekleştirmek için yüklü bir meblağ ödeyen müşterilerinin bir dediğini iki etmiyor.

Koruma kurallarına aykırı
Kempinski Oteli, Çırağan Sarayı’nın deniz cephesinde dört gün boyunca duran şeffaf çadırın geçici olduğunu ve bir bankanın, 5 Mayıs akşamı düzenleyeceği bir etkinlik için kendi imkanlarıyla kurduğunu söylüyor.

Peki, otel işletmesi, sarayın kullanımı için müşteriden gelecek her talebi karşılamak zorunda mı? Halkla ilişkiler müdürlüğü, bu soruyu şöyle cevaplıyor: “Sarayın kullanımı için birçok taleple karşılaşıyoruz ve çoğunu geri çeviriyoruz. Ama 5 Mayıs’ta gerçekleşecek etkinlik geri çeviremeyeceğimiz, hem biz hem de İstanbul için çok büyük ‘event’”. Halkla ilişkiler müdürlüğü çadırın yarattığı “geçici” görüntü kirliliğini gönülden onaylamasa da, bu önemli etkinlik adına dört gün için katlanılabilir bir durum olarak görüyor.

Gelgelelim bu etkinliğin, Denizbank’ın, kuruluşunun 10. yıldönümü için verdiği davet olduğunu basındaki haberlerden öğrendik. Basında yer alan haliyle bu “özel gece”nin İstanbul ya da İstanbullular için ne gibi önem taşıdığını anlayamadık. Ama Kempinski Oteli kurulmasına göz yumduğu bu çadırla, Çırağan Sarayı gibi anıt eserlerin korunmasına dair yönetmeliğe de aykırı hareket etti.

Kültür varlıkları konusunda en yetkili kurum olan Kültür Ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu, 5 Kasım1999 tarih ve 665 Sayılı İlke Kararı’nda, “Korunması gerekli taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarında görüntü kirliliğine yol açan müdahalelerin ortadan kaldırılmasının esas olduğu”nu söylüyor.

Fakat uzmanlara göre, üzerinde asıl durulması gereken şey bu durumun yasal açından suç oluşturup oluşturmaması değil. Çünkü Çırağan Sarayı önüne kurulan bu çadır, bir çadırın çok ötesinde ciddi bir sorumsuzluk ve hatta densizlik örneği.

Yıldız Teknik Üniversitesi Mimarlık Bölömü Öğretim Üyesi Prof.Dr. Uğur Tanyeli, Çırağan Sarayı önüne bu çadır ya da sundurmayı kuran işletmecinin, saray yapısına karşı “çok çok duyarsız” ve sorumsuz bir kullanıcı olduğu görüşünde. Uzmanlık alanı Osmanlı Mimarisi olan Tanyeli, bu duruma şaşırmadığını da belirtiyor: “Topkapı Sarayı Mecidiye Köşkü’nün deniz cephesinde faaliyet gösteren bir lokantanın sefil ‘ondulin’ çatısı yıllarca durabildiyse, Çırağan’ın önünde bu sundurma haydi haydi durur.”

Mimarlar Odası Eski Başkanı Oktay Ekinci, çadırın yarattığı görüntü kirliliğinin sadece Çırağan Sarayı’nı ilgilendiren bir şey olmadığının altını çiziyor: “Çünkü burası sadece İstanbul için değil, Türkiye açısından en değerli prestij ve kimlik noktalarından biri. Yani korunması gereken sadece sarayın cephe görünümü değil, aynı tür görünümlerle yine korunması gereken bir değerler bütünü olan Boğaziçi’nin de ‘tarihle donanmış kıyı dokusu ve peyzajı’dır. ”

Oktay Ekinci Çırağan Sarayı’ndaki uygulamanın, kültürel mirasa “özen düzeyi”ni göstermesi açısından da anlamlı buluyor: “Böylesine ‘çağdaş’(!), isterse de yapının mimarisiyle uyumu hedefleyen her türlü ‘ek’lemleme; uygulama ne denli hafif, geçici ve kendi mimari-malzeme tercihleriyle özgün bir tasarım örneği olursa olsun, sarayın özellikle Boğaz’daki çok özel kıyı siluetiyle de bütünleşen peyzaj kimliğini göz ardı eden bir ‘müdahale’ olacağından kabul edilemez.”

Ekinci, amacı ne olursa olsun bu türde bir eklentiyi, geçici bile olsa öneren, onaylayan ve tasarlayanların bir kültür zafiyeti yaşadığını düşünüyor. Çünkü bu insanlar, sanatsallığı tartışılmaz bir anıtsal yapının çevresine kattığı görsellik ve imaj değerlerin, olumsuz yönde etkilenmesini önemsemiyor ya da en azından fark edemiyor.

Oktay Ekinci, Çırağan Sarayı’nın restorasyonu ve ek binalarla otel haline getirilme sürecindeki çarpıklıkları da hatırlamak istiyor: “Sarayın özellikle iç mekanlarında, dekorasyon ve bezemelerde gözlenen ‘arabesk’ denebilecek ve hiç çekinmeden söyleyebileceğim ‘hafif meşrep’ uygulamalar, hadi bizler neyse ama özellikle turistlerde Osmanlı’nın sanki ne denli görgüsüz olduğu yönünde de gerçek olmayan intibalara neden olabilmektedir.”

Ekinci, sarayın bahçesine inşa edilen otel bloklarının, uluslararası kültürel miras sözleşmeleri ve evrensel koruma ilkeleri açısından tartışmalı olduğunun altını çiziyor. Ona göre bu ek yapılar, “ülkenin en özenli örneklerinden birine komşu olmanın dikkatini ve hassasiyetini asla taşımadığı için” tarihsel yapılara bitişik çağdaş yapıların en kötü örneklerinden biri.

Ekinci, saray önüne kurulan çadırı da “aynı anlayışın yeni bir densizliği” olarak görüyor.

Saray kimin?
Yıllar yılı Çırağan Sarayı’nı denizden gören pek çok İstanbullunun, çok büyük ihtimalle bu önemli yapıyı yakından görme şansı olmamıştır. (Çevresindeki yüksek duvarlar nedeniyle sarayı karadan görmek mümkün değil.) Bugün sarayın içine girebilenler, dünyanın en lüks otelleri arasında yer alan Kempinski Oteli’nin müşterileri ya da burada düzenlenen düğün, toplantı ve davetlere katılanlar.

Kentin sembolleri arasında yer alan bir saraydan kısıtlı sayıda insanın faydalanabilmesi bir başka konu. Ancak işletmecisi ya da “müşterisi” kim olursa olsun Çırağan Sarayı kamuya ait bir eser. Saray, belli bir dönem için devlet tarafından işletmeciye tahsis edilmiş, yani kamu adına emanet edilmiş durumda.

İstanbullular, Boğaziçi’nin bu vazgeçilmez öğesinin, her zaman gördükleri gibi kalmasını isteyecektir. İnsan, parayı verip düdüğü çalanların en azından, kulaklarını rahatsız etmemesini temenni ediyor.

Medya Kronik, Haber: Gökhan Tan, Fotoğraflar: Görkem Kızılkayak, Gökhan Tan, 11.06.2008


******


"TÜRKİYE'NİN HATIRA DEFTERİ" ÇIRAĞAN KIYISINDA BOĞULDU





“Osmanlı Sultanları” sergisi açan, “Türkiye’nin Hatıra Defteri” gibi belgeselleri destekleyen Denizbank’ın Türkiye’nin hatıralarına bakışı, bir palyaçoya benzetilen Çırağan Sarayı’ndan anlaşılıyor.

Düşünür kültür tanımını “doğanın bize armağan ettiklerinin karşısında insanların ürettiği her şey” diye yapıyor. Millet olarak tembelliğimiz, okumayı sevmeyişimiz, eğitimsizliğimiz bu tanımı hep olumsuz yönüyle uygulamamıza neden oluyor. Yakıp, yıkıp, talan ettiklerimiz bizim öz kültürümüz. Peki tüm bunlara rağmen korunabilenlere karşı bakış açımız nasıl? Örneğin, Çırağan Sarayı’na…

Uzun bir hikayesi vardır bu sarayın. Abdülmecid’in başlattığı projenin, Osmanlı’nın “hasta adam” günlerine denk gelmesi nedeniyle ancak Abdülaziz tarafından on iki yıl sonra bitirilmesiyle başlamıştı bu hikaye. Tamamlandığı 1872 yılından yandığı 1910 yılına kadar çok şey görüp geçirdi. Sultan V. Murat’a mahpushane, Meclis-i Mebusan’a çalışma mekanı oldu. Yanık saray duvarlarıyla Şeref Stadı’na kale oldu. Yıllarca Beşiktaş Spor Kulübü’ne, Türk futboluna hizmet verdi.

Yaşadığı bu kadar tecrübeden sonra büyüklerimiz, “turizme açılması”nı buyurdu. Viranelikten kurtulup hayata döndü. Şeref Stadı’nda beş yıldızlı bir otel bitiverdi. Saraydan geriye kalan duvarlar ise gerçeğine uygun olarak onarıldı.

İçimize işleyen “bizden öncekinin yaptığını yok sayma, ilk adımımızı dünyanın sıfır noktası görme” alışkanlığımız burada da karşımıza çıktı. Hatırlarsınız belki, açıldığı 1991 yılında otelle ilgili gazete sayfalarına taşınan ikinci büyük haber (birinci haber otelin açılışıydı), girişteki anıt çınarın “geçişi engellediği” gerekçesiyle kesilmesiydi. Haberlerin önünü kesmek için bir tabela dikildi, eskiden ağacın bulunduğu noktaya; genç bir çınar ağacıyla beraber. Çınar kurudu… Özür tabelasına da gerek kalmadı. Artık otelin girişinde bu hikayeden eser yok. Hafızalarımızdan silindi anıt çınarın hikayesi.

Unutmak, geçmişimize en büyük ihanet değil mi?

Peki nerede Abdülmecit, nerede Abdülaziz, V. Murat? Nerede Türk futbol tarihinin en manzaralı stadı? Nerede demokratikleşme hareketimizin simgesi Meclis-i Mebusan? Otel yönetimi bunlara ait küçük bir bilgi tabelasını giriş kapısına koyma gereği bile görmedi (Otelin içindeki bilgi panolarını otele giremediğimiz için saymıyorum).

Hükümet, yerel veya sivil güçler bu konuda otel yönetimine tepki göstermedi. Çünkü Çırağan Sarayı yeniden doğmuştu. Artık ona biçtiğimiz rolün tarihle, geçmişle ilgisi kalmadı. Büyük düğünlere ev sahipliği yaptı. Dünyanın en zenginlerini ve ünlülerini ağırladı. Saltanattan demokrasiye geçişe tanıklık eden mekan artık parayı bastıranların kullanımındaydı. Saray artık onlarındı. Onlarda atlarını istedikleri gibi koşturdular. Koşturuyorlar.

Günümüzde bu mekanı kullananlar Çırağan Sarayı adını en iyi şekilde kullanmak çeşitli çılgınlıklara kalkışıyorlar. Otel yönetimi de bunlara “duygusal nedenlerle” göz yumuyor. “Osmanlı Sultanları” sergisi açan, “Türkiye’nin Hatıra Defteri” gibi belgesellere öncülük eden Denizbank’ın Türkiye’nin hatıralarına bakış açısı bir palyaçoya benzetilen Çırağan Sarayı’ndan anlaşılıyor. Soruyorum: Sultanın geçtiği kapıya görgüsüzce logolarını koymak mı yoksa sarayın önüne gudubet bir çadır kurmak mı hatıralarımıza saygıdır?

Hatırlamak saygıdır.

Eğer önümüze engel koymazsanız biz hatırlamak istiyoruz. Hatıralarımıza sahip çıkmak istiyoruz. Saraylarımızı sermayenin görgüsüzlüklerine değil, ilkeli, görgülü, kimlikli bireylerin kullanımına açmak istiyoruz.

Çünkü bu fotoğraftakiler kadar, bunları unutmak da ihanettir.

Medyakronik, Haber ve Fotoğraflar: Görkem Kızılkayak, 11.06.2008

TÜM MİMARİ DOKU VİDEOYA ALINDI

 

Hasankeyf arkeolojik kazılarının bir bölümünü de video çekimi çalışmaları oluşturuyor.

 

2006 yılında başlanan videoya çekimi belgeleme çalışmalarının bu yıl son aşamasına gelindiğini belirten Uluçam, "Oyma mağaralardan tutun Hasankeyf’teki tüm mimari doku, Hasankeyf’in panoramik görünüşü, kültür ve ekolojik dokusu tamamen tespit edilmiş durumda. Tüm kültür varlıklarının detayları çekiliyor. İlerde  herhangi bir yapının ne olduğunu görmek açısından elimizde bir arşiv oluşacak." diye konuştu.

 

Kamuya ait alanların bitmesi nedeniyle kazılarda sıkıntı yaşandığını belirten Uluçam, "Tarihi mekanların çoğu özel mülkiyete ait olduğu için istimlak meselesi söz konusu, çünkü kamuya ait alan azaldı. Çoğu şahıs malı, kamulaşma çalışmaları için iki yıldır çalışma yapılıyor. Kamulaştırma sorunu çözülürse özellikle Selahiye Bahçeleri içinde nitelikli ve nispeten sağlam olan tarihi eserlerin kazılarına devam edilecek." diye konuştu.

Batman Gazetesi, 11.06.2008

SERADAKİ KAZI ÇALIŞMALARI DEVAM EDİYOR

 

Zonguldak'ta Çaycuma’ya bağlı Kadıoğlu Köyü’nde bulunan ve koruma altına alınan kazı çalışmaları devam ediyor. Kadıoğlu Köyü’nde Nizamettin Oral isimli vatandaşın tarlasında sera açarken ortaya çıkan, Roma dönemine ait olabileceği tahmin edilen tarihi eserler, mozaik figürün devamı da gün yüzüne çıktı. İnsan figürlerinin bulunduğu işlemeli, taban döşemesinin devamında yine mozaik geometrik işlemelerle süslü balta figürleri bulundu. Ayrıca kazı esnasında bir adet gümüş sikke de bulunduğu ve incelemeye gönderildiği bildirildi. İlk olarak insan figürlerinin bulunduğu işlemeli taban döşemesi zarar görmemesi için üzeri tekrar toprakla örtüldü.

 

Toplam 8 kişiden oluşan kazı ekibi ile birlikte tarla sahibi Nizamettin Oral’da konuklara yardım ediyor. Ereğli müzesinden gelen kazı ekibi, kazılar için bir aylık kazı ödeneğin çıktığı ve bu bir aylık sürede figürün devamını da ortaya çıkartmayı hedeflediklerini kaydettiler. Köylüler ise bir aylık çalışmanın az olduğunu, bu tarihi eser için yetkililerin daha fazla ödenek çıkartarak çalışmaların aralıksız devam etmesini gerektiğini söylediler.

Değişim Gazetesi, 11.06.2008






Ekrem Möröy - Prof. Alessandra Ricci

TARİHİ BİZANS MANASTIRI İÇİN TARTIŞMA ALEVLENDİ

 

Şehirden uzak bir hayat isteyen Bizans İmparatoru Mihail I Rangabes'in oğlu Ignatios'un 9. yüzyılın sonunda İstanbul Küçükyalı'da yaptırdığı Satyros Manastırı kazısı daha başlamadan tartışma yarattı. İşadamı Menderes Mollaibrahimoğlu, 7 ay önce manastırı çevreleyen iki araziyi satın aldı. Arazilerden birindeki asfaltı önceki gün dozerle söktüren Mollaibrahimoğlu, tarihi manastırı 7 yıl önce ortaya çıkartan Koç Üniversitesi Anadolu Medeniyetleri Araştırma Merkezi öğretim görevlisi Prof. Alessandra Ricci'yi kızdırdı. Asfalt kaldırma çalışmalarını yerinde izleyen Ricci, arazide 2002'de "jeoradar"la araştırma yaptığını belirterek, "Burası bir dünya mirası. Burada kalıntı var. Arkeoloji herkese aittir, buraya bina yapılamaz" dedi.

Arazi sahibi Mollaibrahimoğlu, yasal bir yanlışın olmadığını ifade ederek, "Burayı İş Bankası'ndan satın aldım. Burası benim arazim. Yalnızca asfaltı kaldırttım. Etrafını çevireceğim. Daha sonra da yetkililer elle kazı çalışması yapacak. İncelemeler sonucunda tarihi eserler bulunursa, inşaat yapılmayacak. Şahsımıza takas yoluyla başka bir yer verilecek. Mevcut arazi bankada kalacak. Bir şey bulunmazsa dört katlı bina yapacağım" şeklinde konuştu.

 

 

Manastır için "Türkiye'nin ilk arkeoloji müzesi olacak" diyen Prof. Alessandra Ricci, "Aralık'ta kazı izni için bakanlığa başvurduk. Onay çıktığında Türk ve yabancılardan bir ekip kuracağız. Bu yaz mutlaka çalışmaya başlayıp burayı İstanbul 2010 Kültür Başkenti'ne yetiştirmek istiyoruz" dedi. Tarihi manastırın bulunduğu Çınar mahallesinde 32 yıl muhtarlık yapan Ekrem Möröy ise "Manastırın içinde Karadut Deresi'ne bağlanan uzun bir tünel var. Araziden ya da yoldan bu tünel çıkabilir" diye konuştu.

Sabah, Haber: Çağdaş Çetindemir, 11.06.2008

BÜYÜKELÇİDEN KİLİSE TALEBİ

 

 

Almanya’nın Ankara Büyükelçisi Dr. Eckart Cuntz, Mersin’in Tarsus İlçesinde adı Saint Paul Anıt Müzesi olan Eski Ortodoks Rum Kilisesi’nin yeniden kilise olarak kullanılması için ilgili yerlere başvuru yaptıklarını belirterek, “Eğer burası uygun görülmezse yeni bir kilisenin kurulmasını istedik ve başvurumuzun yanıtını bekliyoruz” dedi.


Cuntz, ziyaretlerde bulunmak için geldiği Tarsus’ta beraberindeki Almanya Meclis Dışişleri Komisyonu Başkanı Ruprecht Polenz ve TBMM Dışişleri Komisyonu Başkanı Murat Mercan ile birlikte adı Saint Paul Anıt Müze olan Eski Ortodoks Rum Kilisesi’ni gezdi. 

Cuntz, gezisinin ardından düzenlediği basın toplantısında, 2008’in Saint Paul yılı ilan edilmesinin ardından tüm dünyanın gözünün Tarsus’a çevrildiğini söyledi. İlk kez geldiği Tarsus’tan çok etkilendiğini belirten Cuntz, “Aziz Paul’un doğduğu yer olan Tarsus’ta böylesine önemli tarihsel bir yılda çok sayıda etkinliğin planlanmış olması bizi çok sevindirdi. Bu yer, din özgürlüğü ve hoşgörü için bir işaretin verileceği bir yer olabilir. Bunlar Türkiye’nin de kabul ettiği değerler” diye konuştu.  

Almanya Meclis Dışişleri Komisyonu Başkanı Polenz de Saint Paul yılı nedeniyle dünyanın dört bir tarafından yüz binlerce kişinin Tarsus’a geleceğini, Hıristiyan alemi için çok önemli bir kişi olan ve Hz. İsa’nın en önemli havarilerinden biri olan Saint Paul’un izini sürecek olanların Tarsus’u ilgi odağı haline getireceklerini ifade etti.


TBMM Dışişleri Komisyonu Başkanı Murat Mercan ise, şu anda adı Saint Paul Anıt Müze olan eski kilisenin tekrar kilise olarak kullanılmasında bir mahzur görmediğini dile getirdi.

Milliyet, 11.06.2008



Almanya Büyükelçisi Cuntz, Vatikan Büyükelçisi
Monsenyör Antonio Luobello,
TBMM Dışişleri Komisyonu Başkanı Murat Mercan
ve diğer ilgililer, Saint Paul
Anıt Müzesi’nde inceleme yaptılar.

KİLİSENİN ALTINDA MAĞARA

 

Ürdünlü arkeologlar tarafından açıklandığına göre bu ülkede bulunan ve MS 230 tarihi ile, dünyanın en eski kiliselerinden birisinin altında mağara bulundu. Mağaranın, kilisenin inşasından önce Hıristiyanlar tarafından tapınma amaçlı kullanıldığı anlaşıldı. 

 

Arkeolog Abdulkadir Hüseyin, kuzey Ürdün’de, Rihab yakınlarında bulunan mağaranın üç aylık bir kazı sonunda temizlendiğini, kazı sırasında erken Hristiyanlık ritüellerine ait buluntulara rastlandığını açıkladı. 

 

Mağara, MS 230 yılında inşa edilmiş olan St. Georgeous Kilisesi’nin altında yer alıyor. Bu kilise, yine Ürdün’de, Akabe şehrinde ve İsrail’de yeni keşfedilen diğer bulunan diğer iki kilise ile birlikte dünyanın en eski üç kilisesinden birisi kabul edilmekte. 

Associated Press, Haber: Dale Gavlak,  09.06.2008

URFA KALESİ'NDEKİ MAĞARADA MAHSUR KALDI

 

Şanlıurfa'da tarihi kalenin eteğinde yer alan mağarada mahsur kalan 14 yaşındaki Mustafa Çiftçi, 1 saatlik çaba sonucu kurtarıldı. 

 

Dr. Cavit Özyeğin İlköğretim Okulu 6. sınıf öğrencisi Mustafa Çiftçi, sabah evden çıktıktan sonra Balıklıgöl yerleşkesindeki Urfa Kalesi'ne gitti. Kaleden mevcut yolu kullanmadan aşağı inmeye çalışan Çiftçi, birkaç metre sonra kale eteğinde yer alan 4-5 metre genişliğindeki bir mağaraya girdi. Burada mahsur kalan ve çevredekilerden yardım isteyen Çiftçi, ihbar üzerine olay yerine gelen Sivil Savunma görevlisi tarafından kurtarıldı. "Merak ettiğim için kaleye çıktım." diyen Mustafa Çiftçi, daha sonra ailesine teslim edilmek üzere Sarayönü Polis Merkezi'ne götürüldü.

Zaman, 11.06.2008

700 YILLIK TAŞ ÇALINDI

 

 

Denizli’de 20 yıldır defin yapılmayan, geçmişi Selçuklu Dönemi’ne kadar uzanan, Osmanlı, Germiyanoğulları, İnançoğulları ve cumhuriyet döneminden kabirlerin bulunduğu İlbadı Mezarlığı’nda bilimsel araştırma yapan Pamukkale Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölüm Başkanı Prof.Dr. Kadir Pektaş, envanter ve restorasyon çalışmaları sırasında 700 yıllık mezar taşının çalındığını fark etti.

Tarihi değeri çok yüksek olan 1308’den kalma mezar taşının çalındığını Denizli Müze Müdürlüğü ile Kültür ve Turizm Bakanlığı’na bildiren Prof. Pektaş, tarih yağmacılarına artık "dur" denilmesi gerektiğini söyledi. Mezar taşının bulunması için çalışma başlatıldığını, uluslararası örgütlerle de irtibata geçildiğini ifade eden Pektaş, şunları söyledi:

"Yaklaşık yedi yıl önce, mezarlığın çevre duvarının üzerinde, İnançoğulları dönemine ait mezar taşını gördüm. Mezar taşı 1308 yılına aitti. Üzerinde Arapça Ayet-el Kürsi vardı. Fotoğrafını çekerek inceleme yaptım. Ancak, tarihi eser envanterine kaydettirmemiştim. Zannediyorum, yıllar önce vatandaşlar sevap olsun diye taşı oraya yerleştirmiş, ama kimse de gelip ilgilenmemişti. Önceki gün yeniden aynı bölgede çalışmalara başladığımda taşın yerinde olmadığını fark ettim. Konuyu ilgili kurum ve kuruluşlara ilettim."

Denizli tarihi için bulunmaz bir hazine olan İlbadı Mezarlığı’ndaki güvenliğin yeterli olmadığını belirten Prof. Pektaş, "Korumayı bir kişi sağlıyor. Ancak buranın güvenliğini profesyonel anlamda sağlamamız gerekiyor. Bu projeye başladığımızdan beri herhangi bir hırsızlık olayıyla karşılaşmadık ama biz gittikten sonra ne olur bilemiyorum" dedi.

Pektaş, İlbadı Mezarlığı’nda Denizli Valiliği’nin desteğiyle geçen şubat ayında çalışma başlattıklarını anlatırken, "Denizli’de genellikle Bizans ve Roma dönemlerine ait tarihi eserler günyüzüne çıkarılmış. İlbadı Mezarlığı, Denizli’deki Türk devrine ait tarihi bir hazine. Burada Denizli Valiliği’nin desteğiyle bir proje başlattık. Mezarların envanterlerini çıkartıp, restore ediyoruz. Kitabeleri, isimleri, kişilerin ölüm sebeplerini inceliyoruz. Bunların hepsi tarihi bir belge. Dört aydır sürdürdüğümüz çalışmada mezarlığın içinde bulunan namazgah günyüzüne çıkarıldı ve restore edildi" diye konuştu.

Hürriyet Ege, Haber: Ramazan Çetin, 11.06.2008

İMÇ'DEKİ SANAT ESERLERİ 40 YIL SONRA TEMİZLENDİ

 

40 yıldır İstanbul Manifaturacılar ve Kumaşçılar Çarşısı'nda (İMÇ) açık havada sergilenen dokuz eser, gönüllü kuruluşlar tarafından temizlendi.

 

Aralarında Kuzgun Acar, Füreya Koral, Bedri Rahmi Eyüboğlu, Eren Eyüboğlu, Yavuz Görey, Sadi Diren ve Nedim Günsur gibi sanatçıların yer aldığı eserler, yeni yüzleriyle dün sanatseverlere sunuldu. Proje, Temizlik ve Koruma Kültür Bilincini Geliştirme Vakfı, İMÇ yönetimi ve Tangram ekibiyle birlikte gerçekleştirildi.

Zaman, 11.06.2008

KAÇAK KAZI YAPAN 5 KİŞİ YAKALANDI

 

Aydın'ın Karacasu İlçesi'nde kaçak kazı yapan 5 kişi yakalandı. Edinilen bilgiye göre, Işıklar Köyü Kayaaltı mevkiinde kaçak kazı ihbarını alan Jandarma ekipleri, yaptıkları operasyonla S.A, S.B, Ş.A.G, Ö.G ve A.A'yı kaçak kazı yaparken yakaladı. Zanlılarla birlikte, kazı yapmakta kullanılan kürek, kazma, balyoz, murç ve manivela ele geçirildi. Zanlılar, ifadelerinin alınmasının ardından serbest bırakıldı.

Haber Ekspres, 11.06.2008

MÜZELİK ESER ŞAMPİYONU 'LAGİNA KUTSAL ALANI'





Sahip olduğu özel coğrafi konumuyla, tarihler boyunca pek çok medeniyete yurt olan Anadolu, bu medeniyetlerin bıraktığı kültürel miraslarla da açık hava müzesi niteliği taşıyor. Bu tarihsel ve kültürel zenginliğin ortaya çıkmasındaki en önemli araçlardan olan Arkeolojik Kazı Araştırmaları ise 1800'lü yıllara kadar uzanıyor.
 

ANKA'nın Kültür ve Turizm Bakanlığı, Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü'nden derlediği bilgilere göre, Anadolu'da uzun süre devam eden kazı çalışmalarının en eskisini, ilk çalışmanın 1842 yılında başlatıldığı Magnesia kazısı oluşturuyor. Aydın Merkez'de bulunan, çevresi surlarla çevrili, yaklaşık bin 300'e bin 100 metrekarelik bir alanı kapsayan, hippodamik planlı cadde ve sokak sistemine sahip Magnesia'daki ilk kazılar bundan 166 yıl önce, C.Texier tarafından yapıldı. Antik kentte, 1891-93 yıllarında yapılan kazıları ise C. Human yönetti. Bu kazılar sonunda ortaya çıkan buluntular Paris; Louvre Müzesi'ne, Berlin; Pergamonmuseum'a, İzmir ve İstanbul Arkeoloji Müzeleri'ne götürüldü. Ankara Üniversitesi, Dil Tarih Coğrafya Fakültesi, Klasik Arkeoloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof.Dr. Orhan Bingöl başkanlığında halen yürütülen kazı çalışmalarında, son olarak, Theatron, Çarşı Bazilikası, Artemis Kutsal Alanı stoaları, latrina, kütüphane, tören alanı, kurban alanı, kutsal kaynak, kriptoportikus, stadion giriş kapısı ve mezar anıtları bulundu.

Anadolu'da hala devam eden en yaşlı kazı unvanına sahip olmasına rağmen Magnesia, envanterlik eser kayıtlarını boş bıraktı. Magnesia'da, müzelik değeri olan ve mutlaka kayda geçen eser anlamına gelen "Envanterlik eser" bulunmazken, Magnesia, envanter kaydına geçmeden, üzerinde bilimsel çalışmalar yapılan eser anlamındaki "Etüdlük eser"ler listesine ise 60 eser kazandırabildi.

 

Anadolu'da yürütülen uzun süreli kazı çalışmalarında ikinci sıraya ise Muğla, Yatağan'da yer alan Lagina Hekate Kutsal Alanı yerleşti. 1856 yılında, N.C Newton'un sondaj çalışmalarına başladığı alan, bugüne kadar müzelere kazandırdığı bin 111 eserle ise, en eski kazılar arasında, envanterlik eser şampiyonu unvanına sahip.
 

N.C Newton, 152 yıl önce başlattığı sondaj çalışmaları sonucu bulduğu tapınağa ait 7 kabartmalı friz bloğunu, G. Hirschfeld ise 1879 yılında kutsal alandaki yazıtları gün ışına çıkardı. 1891 yılında ise Batı Anadolu'nun ilk Türk kazısını Lagina'da gerçekleştiren Osman Hamdi Bey, kutsal alandaki çalışmalarda 17 kabartmalı friz daha ortaya çıkardı. Elde edilen bu frizler, İstanbul Arkeoloji Müzesi'ne taşındı. 1993 yılından itibaren ise Lagina'da kutsal alan ile çevresinde düzenli kazı ve restorasyon çalışmaları, Selçuk Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr. Ahmet Adil Tırpan başkanlığında devam ediyor. Geç Geometrik Dönem yerleşiminden, (MÖ 8. YY) Doğu Roma Hıristiyanlık Dönemine kadar kesintisiz uzanan bir yerleşim stratigrafisinin keşfedildiğini alan, bin 111 envanterlik, 948 etütlük eserle, en eski kazılar arasında birinci sırada yer alıyor.
 

İLK 10'A GİREN EN ESKİ KAZILAR VE ÇIKAN ESER SAYISI
 

Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü'nden derlenen bilgilere göre, Anadolu'daki uzun süre devam eden kazı çalışmaları arasında, 166 yıllık Magnesia kazısı en yaşlı kazı çalışması unvanına sahip. Öte yandan, Magnezia kazısından, hiç envanterlik eser elde edilemezken, alandan elde edilen etütlük eser sayısı ise 66.
 

En eski kazı çalışmaları sıralamasında ikinciliğe ise Muğla, Yatağan'da yer alan Lagina Hekate Kutsal Alanı yerleşti. İkinci en eski kazı çalışması Lagina Kutsal Alanı, 1856 yılından bu yana müzelere kazandırdığı bin 111 envanterlik eser ve 948 etütlük eserle en eski kazılar arasında 2. olmasına rağmen, eser şampiyonu oldu.
 

Çanakkale Merkez'de 1863 yılından bu yana sürdürülen Troia kazısı, uzun süre devam eden en eski kazı çalışmaları arasında üçüncülüğe oturdu. Alandan çıkarılan envanterlik eser sayısı 8, etütlük eser sayısı ise 178.
 

İzmir Selçuk'ta yürütülen Ephesos Arkeolojik kazısı, 1863 yılından bu yana devam ediyor. En eski 4. kazı çalışması olan Ephesos'dan, envanterlik 33, etütlük 229 eser çıkarıldı.
 

1878 yılında başlanan ve İzmir, Bergama bölgesinde yürütülen Pergamon kazısı ise 5. sırada. Pergamon'dan, bu güne kadar 14 envanterlik eser, 162 etütlük eser çıkarıldı.
 

Denizli, Merkez'de bulunan Hierapolis kazısı 1898 yılından bu yana devam ediyor. En eski kazılar arasında 6. olan kazı alanı, envanterlik 6, etütlük ise 199 eseri kayıtlara geçirdi.
 

Başlangıç tarihi 1906 olan ve Çorum, Boğazkale'de yürütülen Boğazköy kazısı, 7. sırada yer alıyor. Alandan, 39 envanterlik, 308 etütlük eser kayıtlara geçirildi.
 

Çorum, Alaca'da yürütülen Alacahöyük kazısına 1907 yılında başlandı. En eski kazı çalışmaları arasında 8. sırada yer alan Alacahöyük kazısında, envanterlik eser olarak 77, etütlük eser olarak da 82 eser çıkarıldı.
 

1911 yılında başlanılan Priene kazısı, 9. en eski kazı çalışması. Aydın, Söke'de bulunan arkeolojik alandan,
 

41 envanterlik eser, 40 da etüdlük eser çıktı.
 

En eski kazı çalışmaları arasında Kayseri, Kocasinan'da yürütülen Kültepe kazısı ise 10. sırada yer alıyor. 1925 yılında başlanan kazı çalışmaları sonucunda, 213 envanterlik eser çıkarılırken, etütlük eser bulunmadı.

haberler.com, 10.06.2008

KYBELE'NİN KAYA OYMASI RÖLYEFİNE ULAŞIM ÇALIŞMALARI SÜRÜYOR





Hitit ordularının MÖ 13. yüzyılda bölgeye bir sefer sırasında yaptıkları sanılan ve 3300 yıldır bulunduğu yerden Gediz Ovası'nın bereketli topraklarını gözleyen Ana Tanrıça Kybele'nin kaya oyması rölyefinin üzerinde yer aldığı yükseltiye ulaşım güçlükle sağlanıyor.

 

Manisa Akpınar'da, Spil Dağı'nın kuzeydoğu eteklerine kayaya kazılarak yapılan 8-10 metre yüksekliğindeki Kybele rölyefinin olduğu yere ulaşımın olmaması nedeniyle ziyaret edilemediği, hemen aşağısında mesire yeri ve piknik alanı olmasına rağmen çoğu kişinin bilmediği kaydedildi.

Gediz Ovası'na oturur şekilde bakan, iki yanında birer aslan figürü bulunan ve Hitit hiyeroglif yazıtlarının izleri görülen Kybele'nin Akpınar mesire alanına 100 metre mesafedeki ormanlık alanda olmasına rağmen ulaşımın çok güç gerçekleşebildiği belirtildi. Dik patika nedeniyle kat edilecek mesafenin 450 metreyi bulduğu rölyefin, doğa koşullarının tahribatı nedeniyle büyük ölçüde yıprandığı, aslan figürlerinin seçilemez hale geldiği belirtildi. Halk arasında ''Papaz Kayası'' adıyla anılan, üst tarafında Kybele rahiplerine ait kaya odalarının da bulunduğu sanılan rölyefin turizme kazandırılması, bu kapsamda daha rahat ziyaret edilebilmesi için çalışma planlandığı açıklandı.

 

Manisa İl Kültür ve Turizm Müdürü Erdinç Karaköse, rölyefin kentin tanıtımında büyük yer tutacak önemli antik değerlerden birisi olduğunu kaydetti. Kaya yontusunun Ana Tanrıça'yı temsil ettiğini belirten Karaköse, eserin kentin marka değerlerinden birisi olarak ele alındığını, yörede iki yıl önce bir çalışma gerçekleştirildiğini ancak çeşitli sebepler yüzünden konunun askıya alındığını kaydetti.

 

Erdinç Karaköse, sözlerini şöyle sürdürdü:

''Kybele'nin bulunduğu alanın ziyaretçiler tarafından daha yakından görülebilmesi için nasıl bir projelendirme yapılabileceği ve ulaşımın nasıl sağlanabileceği yönünde araştırmalarımız olmuştu. Manisa'daki bazı odalarımızdan bu araştırmalarda destek almıştık. Yapılan araştırmalar sonrası iki alternatif çözüm üzerinde durulmuştu. Bunlardan bir tanesi kaldırım taşı döşeme yol düzenlemesi, ikincisi ise bir telesiyej tarzında ulaşım sağlanabilirliği yönündeydi.''

 

Çalışmaların gerçekleştirildiği dönemde Kybele'nin hemen alt kısmındaki Akpınar Piknik ve Mesire Alanı'nda Manisa Belediyesi'nce düzenleme çalışmalarına başlandığını ifade eden Karaköse, çalışmaların tamamlanmasından sonra düzenlemeye paralel olarak Kybele'ye ulaşım imkanı sağlanmasının daha uygun olabileceği düşüncesiyle hareket ettiklerini söyledi.

 

Karaköse ''Bu nedenle o günlerde bu çalışmayı ertelemiştik. Şimdi eserin daha yakından görülebilmesi amacıyla bir proje çalışması ele alınacak. Gelecek dönemde Manisa'nın marka kent alt yapısının geliştirilmesi faaliyetleri içinde proje yürütülecek,'' dedi.

 

İl Kültür ve Turizm Müdürü Karaköse, yapılacak çalışmalardan sonra herkese Kybele'yi yakından görme imkanının sağlanacağını, Hititler döneminden kalan bu kaya yontusunun Manisa'ya gelenlerin ilgisini çekeceğine inandıklarını bildirdi.

TürkiyeTurizm.com, 10.06.2008

ERZEN'DE YÜZEY ARAŞTIRMA ÇALIŞMALARI BAŞLADI

 

Türk Tarih Kurumu’nun maddi desteği ile Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın izniyle Batman'ın Kozluk İlçesi Oyuktaş Köyü Yeşilyurt mezrası sınırları içinde kalan İslami Erzen kentindeki 2008 yılı çalışmaları 1. dönem yüzey araştırmaları başladı. Söz konusu araştırma İnönü Üniversitesi Tarih Bölümü Başkanı Prof.Dr. Salim Cöhce başkanlığında Muğla Üniversitesi ve Marmara Üniversitesi’nden 9 kişilik bir ekip tarafından yürütülecek. Bölgedeki yüzey araştırmaları İslami Erzen kentinin kalıntılarının bulunduğu Yeşilyurt Mezrası ile Oyuktaş Köyü arasında kalan alanda ve buna bağlı Garzan Çayı’nın batısında bulunan Şeyh Bace Kalesi çevresinde yoğunlaşacak.

İl Kültür ve Turizm Müdürü Selahattin Ortaboy, bu yılki çalışmaların önümüzdeki yıl başlaması düşünülen Arkeolojik kazılara bir hazırlık oluşturacağını ifade etti.

Batman Gazetesi, 10.06.2008

KAPADOKYA'YI MAYIS AYINDA 291 BİN 290 KİŞİ ZİYARET ETTİ

 

Nevşehir İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü verilerine göre, peri bacaları ile ünlü, önemli turizm merkezlerinden Kapadokya'nın tarihi ve turistik merkezlerini 139 bin 355'i yabancı 152 bin 35'i yerli olmak üzere toplam 291 bin 390 kişi ziyaret etti. 

 

Kapadokya'da ziyaretçilerin en çok Göreme Milli Parkı ve Göreme Açık Hava  Müzesini ziyaret ettikleri bildirildi. Mayıs ayında sadece Göreme Milli Parkı ve Göreme Açık Hava Müzesi, 88 bin 103 yerli ve yabancı ziyaretçisiyle en çok ziyaret edilen tarihi ve turistik mekan olurken, onu 71 bin 20 ziyaretçi sayısı ile Hacıbektaş Veli Müzesi, 53 bin 300 ziyaretçisi ile de Kaymaklı Yeraltı Şehri izledi.      

 

Derinkuyu Yeraltı Şehri ve Müzesi, Çavuşin Kilisesi, Zelve ve Paşabağları ören yerleri,  Açık Saray ören yerleri ve El Nazan Kilisesi de yerli ve yabancı turistlerin ziyaret ettiği mekanlar arasında yer aldı. Mayıs ayında Kapadokya'yı ziyaret eden yerli turist sayısında artış gözlendiği bildirildi.

Turizm Gazetesi, 10.06.2008

BERGAMA'DA ÖREN YERLERİ 19:00'A KADAR AÇIK KALACAK

 

Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay'ın talimatıyla, İzmir'in tarihi yapıtlarıyla ünlü Bergama'da daha önce 17.00'ye kadar açık olan ören yerleri, 19.00'a kadar ziyaret edilebilecek.

 

Bergama Belediye Başkanı Raşit Ürper, gazetecilere yaptığı açıklamada,  Bergama Turizm Derneği Başkanı Macit Gönlügür ile 22. Uluslararası İzmir  Festivali'nin açılış konseri için Bergama'ya gelen Bakan Günay'a, tarihi  ören yerlerinin saat 17.00'de kapatılmasının turizmi olumsuz yönde  etkilediğini bildirdiklerini ifade etti. Bakan Günay'ın da bunun üzerine  Bergama Müze Müdürü Adnan Sarıoğlu'na tarihi ören yerlerinin saat 19.00'a kadar açık kalması talimatını verdiğini bildirdi.

 

Yaz aylarında günlerin uzun olduğuna dikkati çeken Ürper, ''Saat 17.00'de tarihi ören yerleri personel yokluğu gerekçe gösterilerek kapatılıyor. Birçok turist ya aşırı sıcakta tarihi ören yerlerini gezmek zorunda kalıyor ya da bu güzellikleri göremeden gidiyordu. Bakan Günay'a bu sorunu ilettik, çözüm bulundu'' dedi.

 

Ürper, Bergama Kozak köy muhtarlarının Kozak Yaylası'nda işletilmek istenen altın madeninin yöreye zarar vereceğini iddia ederek, Bakan Günay'a şikayette bulunduklarını kaydetti.

Bakan Günay'ın, ''Ben doğayı bozan değil, doğayı bozmayan turizmden yanayım. Kim olursa olsun yapılan iş doğayı bozacaksa, ben onun  karşısındayım'' dediğini anımsatan Ürper, şöyle konuştu: ''Bakan Günay, Bergama'da iki gün önce temeli atılan teleferik için de 'görüntü kirliliğine yol açmayın, doğaya zarar vermeyin' dedi. Bakan  Günay'ın Bergama'ya gelişi iyi oldu. Turizmle ilgili sorunları aktarma  fırsatımız oldu, çözümler bulundu.''

Turizm Gazetesi, 10.06.2008

PAMUKKALE'YE DİKİLEN AĞAÇLAR SÖKÜLECEK

 

Pamukkale’de yapılan ağaçlandırma çalışmaları koruma kurulunun engelline takıldı. Dikilen 1000 zakkum ve zeytin fidanı, SİT bölgesinde bulunduğu gerekçesiyle sökülecek. Koruma kurulu, ağaçları diken vakıf hakkında da yasal işlem yapılmasını istedi.

 

Denizli Valiliği’nin 5 ay önce aldığı karar doğrultusunda Orman ve Çevre Vakfı Pamukkale’yi ağaçlandırdı. 3 kilometrelik yol boyunca bin adet zakkum ve zeytin fidanı dikildi. Ancak Aydın Kültür ve Tabii Varlıklarını Koruma Kurulu, ağaçlandırma yapılan bölgenin SİT alanı olduğu gerekçesiyle zakkum ile zeytin fidanının sökülmesine karar verdi. Valiliğin desteğiyle ağaçlandırma yapan vakıf yöneticileri kurul kararını şaşkınlıkla karşıladı.

Ntvmsnbc, 10.06.2008

MÜZEDE YER KALMAYINCA MOZAİKLER TOPRAK ALTINDA BEKLETİLİYOR

 

 

Antakya Arkeoloji Müzesi'nde yer darlığından dolayı arkeolojik kazılarda tespit edilen birçok mozaiğin gün yüzüne çıkartılamadığı bildirildi. Antakya'da, Harbiye beldesinde, Kırıkhan, Hassa ve Erzin ilçeleri ile Arsuz beldesinde arkeologların büyük emeklerle buldukları mozaik eserler, müzede yer olmadığı için toprağın altında bekletiliyor.

 

Hatay İl Özel İdaresi toplantı salonunda Hatay'ın "Marka Kent" olma yolunda izleyeceği stratejileri belirleyecek üst ve alt komitelerin belirlenmesi için sinerji grupları bir araya geldi. Hatay Valisi Nusret Miroğlu başkanlığında gerçekleştirilen toplantıda, öncelikle Kentsel Ölçekte Markalaşma stratejisi kapsamında bu güne kadar gerçekleştirilen çalışmalar hakkında katılımcılara genel bir bilgi verildi.

 

Antakya Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı Hikmet Çinçin, Hatay'ın marka kent olması yolunda Arkeoloji Müzesi'nin mevcut durumunun iyileştirilmesi gerektiğinin önemine değindi. Mevcut müzenin yeterli olmadığını dile getiren Çinçin, Antakya Arkeoloji Müzesi'nin genişletilmesinin yanı sıra ikinci bir müzenin daha hayata geçirilmesini önerdi.

Çinçin, dünyada Tunus'taki müzeden sonra mozaik açısından ikinci müze olan Antakya Arkeoloji Müzesi'nde 40 bin civarında eserin bulunduğunu ancak eserlerin yer darlığı dolayısıyla bin 500'ünün sergilendiğini hatırlattı. Çinçin, mevcut müzeye çevresindeki yerleri de katarak alanın genişletilmesini istedi. İkinci müze içinde Sn. Pierre Kilisesi'nin civarında yapılmasını aktaran Çinçin, "Bir şehir için iki müze çok görülmemeli. Mevcut müzedeki 40 bin eseri sergileyemiyoruz. Çevre ilçelerimizde birçok kazıda tespit edilen mozaikler mevcut müzemizdeki yer darlığından dolayı gün yüzüne çıkartılmıyor. Mozaik müzesi bakımından Gaziantep çok iyi yatırımlar yapıyor. Bizim müzemizin dünyada mozaik müzeleri açısından Gaziantep'in gerisinde kalmasını istemiyoruz" dedi.

TürkiyeTurizm.com, 10.06.2008

İSTANBUL'DA NURUOSMANİYE VE YAVUZ SULTAN SELİM CAMİLERİ İHALE İLE RESTORE EDİLECEK

 

İstanbul Vakıflar Bölge Müdürlüğü, tarihi Yavuz Sultan Selim ve Nuruosmaniye camilerinin tamamlama ve çevre düzenlemesi (restorasyon) işlerini ''pazarlık usulü'' ile yaptırmak üzere ihaleye çıkarıyor.

 

Fatih İlçesi'nde bulunan Yavuz Sultan Selim Camii ile Eminönü İlçesi'ndeki  Nuruosmaniye Camii'nin tamamlama ve çevre düzenlemesi, Kültür ve Tabiat  Varlıklarını Koruma Kanunu kapsamındaki kültür varlıklarının rölöve, restitüsyon, restorasyon projeleri, sokak sağlıklaştırma, çevre düzenleme projeleri ve bunların uygulamaları ile değerlendirme, muhafaza, nakil işleri ve kazı çalışmalarını kapsayacak.

 

Yavuz Sultan Selim Camiinin restorasyonunda işin bitiş tarihi 20 Aralık 2008 olarak belirlendi.İhale, İstanbul Vakıflar Bölge Müdürlüğünde 3 Temmuz 2008 tarihinde saat 14.30'da yapılacak. İhaleye sadece yerli istekliler katılabilecek.
         
Eminönü İlçesinde bulunan Nuruosmaniye Camiinin restorasyonunda ise işin  bitiş tarihi yer tesliminden itibaren 15 Aralık 2009 olarak belirlendi. İhale, İstanbul Vakıflar Bölge Müdürlüğünde 3 Temmuz 2008 tarihinde saat  11.00'de gerçekleştirilecek. Nuruosmaniye ihalesine de sadece yerli firmalar katılabilecek.
        
Yavuz Sultan Selim ve Nuruosmaniye Camiinin tamamlama ve çevre düzenlemesi (restorasyon) işlerine katılmak isteyenler şartnameyi Vakıflar Bölge Müdürlüğünden görebilecekleri gibi aynı yerden bedeli mukabili temin edebilecekler. Şartnameye göre hazırlanacak olan teklif mektupları, belirtilen ihale tarihlerinde ihale saatine kadar aynı adrese verilecek. Bu arada, istekliler teklif edilen bedelin yüzde 3'ünden az olmamak  üzere geçici teminat verecekler.

Turizm Gazetesi, 10.06.2008

2.5 TONLUK TARİHİ DEĞERİ BULUNAN KAYAYI EVİNE GÖTÜRÜRKEN YAKALANDI

 

Malatya'da bir şahıs tarihi değeri bulunan 2.5 tonluk kayayı evine götürürken yakalandı.

Jandarmadan edinilen bilgiye göre Malatya'nın Akçadağ İlçesi Yaylımlı Köyü'nde ikamet eden K.K. isimli şahıs köy merasında bulunan ve tarihi eser niteliği taşıyan 200 cm x 40 cm ebatında yaklaşık 2,5 ton ağırlığında içi oyulmuş kaya parçasını evine götürmeye çalışırken yakalandı.

 

K.K. Cumhuriyet Başsavcılığı'nın talimatı ile ifadesi alındıktan sonra serbest bırakılırken kaya parçası, Müze Müdürlüğü'nce yedi emin olarak köy muhtarlığına teslim edildi.

Olayla ilgili tahkikata devam edildiği bildirildi.

haberler.com, 10.06.2008

ALLIANOI BOĞULUYOR





Kültür ve Turizm Bakanlığı, bu yıl Allianoi’de bilimsel kazı yapılmasına izin vermedi. Koruma Kurulu’nun geçen yıl aldığı, tarihi kentle ilgili “Üzeri mille kaplansın” kararı ise mahkemenin sonucunu bekliyor. Mahkeme geçen hafta antik kentte keşif yaptı, tarafları dinledi. Bir ay içinde kesin kararın verilmesi bekleniyor.


Allianoi Kazı Başkan Yardımcısı Doç.Dr. Ahmet Yaraş, bakanlığın kazı izni vermemesini eleştirerek, antik kentin üzerinin mille kaplanarak korunmasının imkanı olmadığını savunuyor. Diğer yandan İzmir 2. No’lu Koruma Kurulu’nun Allianoi hakkında son 6 yıl içinde farklı kararlar alması da dikkat çekici bulunuyor.


1998 yılından itibaren Yrd. Doç.Dr. Ahmet Yaraş’ın başkanlığında başlayan kazılar sonunda, Allianoi antik kentinin yeri İzmir Bergama’da tespit edildi. 2000 yıllık tarihi ile Türkiye’nin sağlam kalmış, halen kullanılabilecek en büyük suyla tedavi (hidroterapi) merkezi, aynı zamanda dünyanın doğa tarafından en iyi korunmuş ve en sağlam kalabilmiş sağlık yurtlarından biri olan Allianoi, bilimsel kazılar neticesinde gün yüzüne çıkarıldı.

Koruma Kurulu 29 Mart 2001 tarih ve 9226 sayılı karar ile “Alanın 1. derece arkeolojik sit olarak tesciline, antik yerleşimin göl alanı dışına çıkarılmasına  ve İlya Çayı’nın su baskınından korunması için, DSİ tarafından gerekli bilimsel ve teknik çalışmaların yapılmasına...” karar vermişti.


Koruma Kurulu 2001 yılında aldığı kendi kararını 2007 yılında yok sayarak aradan geçen süre içinde karara uymayan Devlet Su İşleri’ni (DSİ) haklı çıkarırcasına kararını değiştirdi. Bu kararı alabilmek için de yeni ilke kararı yayımlandı. İlke kararının yayınlanmasından üç gün sonra da DSİ’nin “1/1000 ölçekli İzmir-Bergama Yortanlı Baraj Göl Alanı Paşa Ilıcası Kazı Alanının Korunması Tatbikat Projesi” Koruma Kurulu’nca onaylandı. Bu projeye göre ise Allianoi antik kentindeki taşınabilir eserler taşınacak, taşınmaz eserler ise üzeri mille kaplanarak baraj gölü suları altında bırakılacak.

Çevrecilerden oluşan Allianoi Girişim Grubu ise bu karara karşı çıkarak şu açıklamayı yaptı: “Allianoi’yi suya gömmek, hem tarihsel hem de hukuksal olarak çok büyük bir sorumluluktur. Bu sorumluluğu taşımamak ve Koruma Yüksek Kurulu’nun ilke kararının yargısal denetiminin yapıldığı sırada, bir oldubittiyle Allianoi’nin suya gömülmesini önlemek için yürütmenin durdurulmasını istiyoruz.”


Çevreciler ayrıca bunun Anayasa’ya da aykırı olduğunu belirterek, “Anayasa’nın 63. maddesinde ‘Devlet, tarih, kültür ve tabiat varlıklarının ve değerlerinin korunmasını sağlar’ denilerek devletin sit vasfındaki kültür ve tabiat varlıklarının ‘korunmasını sağlamak’ ile ödevli olduğu ifade edilmiştir.
Dava konusu kararla, koruma yükümlülüğü ortadan kaldırılmaktadır, Anayasa’nın bu düzenlemesine açıkça aykırıdır” diyorlar.

Milliyet, Haber: Ömer Erbil, 10.06.2008

KABE'Yİ GENİŞLETME ÇALIŞMALARI SIRASINDA 273 TARİHİ ESER BULUNDU

 

Mekke'de Kabe çevresini (Harem) genişletme projesi çerçevesinde yapılan kazı çalışmaları sırasında 273 tarihi eserin bulunduğu belirtildi. Harem'in kuzeyinde Şamiye bölgesinde yapılan kazılarda tarihi mimari eserlerin yanı sıra Kuran-ı Kerim nüshaları, kitaplar ve haritaların bulunduğu açıklandı.

 

Turizm ve Tarihi Eserler Genel Heyeti, Tarihi Eserler ve Müzeler Genel Sekreter Vekili Dr. Ali Al-Gabaan, kazılar sırasında rastlanan tarihi eserlerin büyük bir titizlikle çıkarıldığını belirterek bu konunun incelenmesi için Mekke Eserler Bürosu'nun bir heyet oluşturacağını söyledi. Dr. Al-Gabaan kazı sırasında çıkan eserlerin heyet tarafından Mekke Müzesine taşındığını ifade ederek, şu ana kadar bulunan eserlerin sayısı 273'e ulaştığını ve çalışmaların devam ettiğini sözlerine ekledi. Al-Gabaan; çıkarılan eserlerin Mekke Müzesi'nde korumaya alınacağını ve yapılan incelemeler sonucunda dünyanın dört bir yanından gelen misafirlerin ziyaretine açılacağını belirtti.

TürkiyeTurizm.com, 10.06.2008

KİLİS'TE MÜZE KURULMASI İÇİN ÇALIŞMA BAŞLATILDI

 

İl Genel Meclisi aldığı bir karar ile Kilis'te, müze kurulması için çalışma başlatma kararı aldı.

 

İl Genel Meclisi Başkanı Mehmet Tanrıaşkı başkanlığında yapılan Haziran ayı toplantısında Kilis müzesinin kurulması için karar verildi. İl Genel Meclisi Başkanı Mehmet Tanrıaşkı, yaptığı açıklamada, "İl Genel Meclisi Türkiye Suriye Bölgelerarası İş Birliği kapsamında hazırlamış olduğumuz proje ile, Neşet Efendi Konağının müze olarak düzenlenmesi için 137 bin 441 YTL tutan proje bedelinin yüzde 10.50'lik kısmı olan 14 bin 442 YTL'si, İl Özel İdare bütçesinden karşılanmasına oy birliği ile karar verildi. Yıllardır özlemini çektiğimiz Kilis müzesi için ilk adım atılmış olup, Kilis müzesinin kurulması için her türlü girişimlerimiz devam etmektedir" dedi.

haberler.com, 10.06.2008

'DELİKLİTAŞ' YENİDEN YAPILACAK

 

Bitlis Kültür ve Turizm Müdürü Hüsnü Işıkgör, ilin sembolü olan 'Deliklitaş'ın yeniden yapılıcağını belirtti.

 

Işıkgör, yaptığı açıklamada, Bitlis-Diyarbakır karayolu üzerinde bulunan Deliklitaş'ın eski haline getirmek için çalışmalar yaptıklarını söyledi.

 

Işıkgör, projenin tamamlanmak üzere olduğunu belirterek, "Bitlis-Diyarbakır karayolunda bulunan Deliklitaş, orijinal hali çok güzeldi. Delikli olan büyük bir kayanın arasından araçlar gidip geliyordu. Ancak Tatvan Feribot İşletmesi'ne getirilen feribotlar parçaları kayanın arasında geçmeyince kayanın üst kısmı parçalanmış. Biz de eski orijinal haline getirmek için çalışmalar yapıyoruz" dedi.

Bitlisli işadamı Kenan Haspolat, Deliklitaş'ın eski haline gelmesi için tüm masrafları üstlendiğini belirterek, "Burayla ilgili çalışmalar devam ediyor. Proje tamamlanmak üzere. Proje bittikten sonra söz konusu yerin ve ilin sembolü olan Deliklitaş eski haline geri getirilecek" şeklinde konuştu.

Bitlis Kent Haber, 09.06.2008




TÜRKİYE'NİN TURİZME AÇILAN İLK MAĞARASI İNSUYU TAHRİP EDİLİYOR

 

 

Türkiye'nin turizme açılan ilk mağarası olan İnsuyu, sorumsuz kişiler tarafından tahrip ediliyor. Aşıkların ve fanatik taraftarların duvarlara yazdıkları yazılar mağaranın doğal güzelliği bozarken, kaçak sondajlar sebebiyle içerideki göller tek tek kuruyor.

 

Burdur merkeze 13 kilometre uzaklıkta bulunan İnsuyu Mağarası, doğal güzelliğini yitiriyor. 5 yıl önce içinde irili ufaklı 9 göl bulanan mağarada neredeyse hiç su kalmadı. Mağaranın çevresine vurulan kaçak sondajlar yüzünden çekilen sular, göllerin tek tek kaybolmasına neden oluyor. Geçen yıla kadar 6 metre derinliğe sahip olan Dilek Gölü'nde hiç su kalmadı. Büyük gölün suyu da tamamen bitmek üzere.

 

 

Mağaranın ikinci sorunu ise duvarlarına yazılan yazılar. Sorumsuz kişilerin yazdığı yazılar, mağaranın doğal yapısını bozuyor. Mağarayı gezenler onlarca kişi tarafından yazılan yazıları okuyor. Duvarları çeşitli isimlerin yanı sıra şehir isimleri de kazınıyor. Mağarayı gezen Burdur Valisi İbrahim Özçimen, "İnsan sevgisini kalbine yazmalı. Böylesine önemli bir doğa harikasına ve turizm yapısına değil. Bu konuda ziyaretçilerimizden duyarlılık bekliyoruz" diye konuştu.

Mağara çevresinde kaçak sondajların kapatılması için çalışmaların sürdüğünü belirten Özçimen, ayrıca, mağaranın ışık ve ses sisteminin modernize edilmesi için talimat verdi. Özçimen 2007'de mağarayı 54 binden fazla kişinin ziyaret ettiğini 2008'de rakamın daha da yüksek olmasını beklediklerini sözlerine ekledi.

TürkiyeTurizm.com, 09.06.2008

METRO ÇALIŞMASINDA ANTİK MEZAR

 

Yunan yetkililer tarafından, Selanik’de devam etmekte olan metro inşaat çalışmaları sırasında, ölü hediyesi olarak altın mücevherlerle birlikte antik bir mezar bulunduğu bildirildi.

2300 yıllık mezarda kadın iskeletinin yanısıra, köpek başı şeklinde figürlü ve değerli taşlarla işli altın küpeler, bronz bir ayna, yine bronz bir vazo ve altı adet seramik kap bulundu. 

 

Mezarda bulunan kadının tahta bir tabutla gömüldüğü anlaşıldı ise de, tabutun ahşaplarının çok ufak bir kısmı sağlam kalabilmiş durumda.

Bakanlık, mezarın bir kısmının daha önce inşa edilen bir kanalizasyon sistemi dolayısıyla tahrip olduğunu açıkladı.

Selanik metrosunun 2012'de tamamlanması planlanmakta. 

AP, 08.06.2008

"100'Ü AŞKIN HÖYÜK BULUNMAKTA"

 

Siirt Türbehöyük'te 6 yıl çalışan, geçen yıl da Başur Höyüğü'nde kazı çalışmasına başlayan Ege Üniversitesi (EÜ) Öğretim Üyesi Yrd.Doç.Dr. Haluk Sağlamtemur, Siirt genelinde 100'ü aşkın höyük bulunduğunu belirtti.

 

Siirt Valisi Necati Şentürk, Yrd.Doç.Dr. Haluk Sağlamtemur'u makamında kabul etti. Vali Şentürk, Siirt'teki tarihi yerleşim kalıntılarının ortaya çıkarılmasından mutlu olduklarını söyledi. Yrd. Doç.Dr. Sağlamtemur ise ekibiyle Siirt Türbehöyük'te 6 yıl çalıştıktan sonra geçen yıl Başur höyüğündeki kazı çalışmasına başladıklarını belirterek, Vali Şentürk'e buradaki çalışmaları hakkında bilgi verdi. Yrd. Doç.Dr. Sağlamtemur, Siirt'in dünyanın en eski yerleşim birimlerinden birisi olduğunu, tarih boyunca yukarı Mezopotamya ile Doğu Anadolu arasında sınır ticaretinin ve mal değişiminin yapıldığını bildirdi.

Zaman, 09.06.2008

DEĞİRMEN TURİZME AÇILIYOR

Muğla'nın Datça İlçesi'ndeki 2 asırlık yel değirmeni, turizmin hizmetine giriyor. Muğla İl Özel İdaresi tarafından Zeynep Kurtulmaz adlı işletmeciye kiralanan tesis, ay sonunda açılacak. Çok amaçlı olarak hizmet verecek değirmenin, kafeterya hizmetinin yanı sıra kültür ve tarih merkezi olarak da kullanılacağı bildirildi. Datça'nın Kızılkanat yöresinde 1800'lü yılların başında yapılan, 1970'li yıllara kadar tahıl öğüten değirmen, artık yerli ve yabancı turistlere hizmet verecek.

 

Değirmeni de yeniden faaliyete geçireceklerini belirten Kurtulmaz, öğüttükleri buğdaydan elde edecekleri unla, konuklarına yiyecek hazırlayacaklarını söyledi. Kurtulmaz, şöyle konuştu:

“Değirmenin doğal yapısını kesinlikle bozmayacağız. Gerek değirmenin içinde gerekse bahçedeki düzenlemelerimizde Türk kültürünü ve tarihini yansıtacak materyaller kullanacağız. Bu konuda kaymakamlık ve belediye ile işbirliği yapacağız. Zaman zaman burada sergiler düzenleyeceğiz. Ayrıca değirmeni de faaliyete geçireceğiz, buğday öğütüp un üreteceğiz. Ürettiğimiz unla hazırlayacağımız yiyecekleri konuklarımıza sunacağız.”

Cumhuriyet, 09.06.2008

GAZİANTEP KALESİ'NİN RESTORASYONU BİTME AŞAMASINA GELDİ

 

Türkiye'de ayakta kalabilen kalelerin en güzel örneklerinden biri olarak nitelendirilen, Gaziantep Kalesi'ndeki restorasyon çalışmalarında sona gelindi.

 

Gaziantep İl Özel İdaresi Genel Sekreteri Abdülkadir Demir, geçtiğimiz yıl Eylül ayında hazırlanan, master projesinin Anıtlar Yüksek Kurulu tarafından onaylandığını belirterek, ''Gaziantep'i 30-40 yıldır süren bir ayıptan kurtarmaya kararlıyız'' dedi. Demir, yaptığı açıklamada, Gaziantep İl Özel İdaresince hazırlanan master projesi kapsamında ihaleye çıkıldığını ve yer tesliminin yapıldığını ifade ederek, ''Antep kalesinde ne yazık ki 30-40 yıldır süren bir çalışma var. Ama nedense bir türlü bitirilememiş. Hemen yanı başımızda Suriye'nin Halep kentinde olan ve bizdeki kalenin benzerinin bile restorasyonu tamamlandı. Burası turizme açıldı. Bunu kabul etmemiz mümkün değil. Bir yıl içinde tüm çalışmaları tamamlamak istiyoruz'' şeklinde konuştu.

Restorasyonun 1 yıl içinde tamamlanacağını ve kalenin tam anlamıyla açık hava müzesine dönüştürüleceğini anlatan Demir, ''Bir yerde 40 sene restorasyon sürmez, bu şehrin bir ayıbı. Gaziantep'i bu ayıptan kurtarmak, tarihi kaleyle kent halkını bütünleştirmek istiyoruz'' dedi.

Demir, şu anda 1 milyon 600 bin YTL ödeneğin hazır olduğunu ve bunun da sadece kalenin restorasyonu için kullanılacağını söyledi.

Zaman, 09.06.2008

GÖBEKLİTEPE TARİHİ DEĞİŞTİRDİ





Göbeklitepe'de bulunan kalıntılar, insanlık tarihinin bilinenden daha eski dönemlerine ışık tutuyor. Kazılar ve ölçümlerin sonucunda ulaşılan anıtlar, Göbeklitepe'nin neredeyse 12 bin yıl öncesinde insanlığın önemli bir buluşma merkezi olduğunu ortaya çıkardı.

Harran Ovası'nın kuzeyindeki dağların en yüksek noktasında bulunan ve geniş görüş mesafesine sahip Göbeklitepe, avcı-toplayıcı insanların yarattığı bir kültür merkezi. Alman Arkeoloji Enstitüsü'nden Klaus Schmidt, Göbeklitepe kalıntılarının MÖ 9500 yıllarına ait olduğunu ve bulunan taşların Mezopotamya'daki ilk şehirlerden 5 bin 500, İngiltere'deki Stonehenge kalıntılarından ise 7 bin yıl daha eski olduğunu anlattı. Bölgede yapılan kazıların, insanlığın avcı-toplayıcı döneminde mütevazı bir şekilde yaşamadıklarını da kanıtladığını söyleyen Schmidt, aksine görkemli bir evre yaşandıklarını altını çizdi. Göbeklitepe'nin bulunması, arkeolojideki birçok teoriyi de yerle bir etti. Kazılarda ortaya çıkarılan anıtsal mimariler, insanlığın avcılıktan üreticiliğe geçiş aşamasında gelişkin sembolik dünyaları olduğunu kanıtlıyor. Arkeologları ve tarihçileri hayrete düşüren ve tarihin yeniden yazılmasını gerektiren bir nokta da, henüz yerleşik olmayan insanların tapınma ihtiyacı duyması ve tapınaklar inşa etmesi. Göbeklitepe, 30 metre çapına sahip yuvarlak ve oval 20 yapıdan oluşuyor. Bu yapılardan kazı sonunda sadece altısı ortaya çıkarılmış, geri kalanlar ise teknolojik ölçümlerle belirlenmiş. Yuvarlak planlı yapıların merkezinde iki tane serbest biçimde boyu beş metreyi bulan, kireç taşından yapılmış T biçimli dikilitaşlar yer alıyor. Aynı formda ama daha küçük boyutlu dikilitaşlarsa, yapı duvarlarının iç çeperlerine, merkezdeki iki dikilitaşa yönlendirilmiş olarak yerleştirilmiş. Dikilitaşların üzerindeki kabartma hayvan motifleri ve semboller, 12 bin yıl önce insanlığın sembolik dünyasını net bir şekilde tasvir ediyor. Göbeklitepe'deki anıtların önemli bir özelliği de, usta bir taş işçiliğinin ürünü olmaları. Taşların üzerindeki kabartma motiflerdeki içerik zenginliği, insanlığın o dönemde ulaştığı düşünsel aşamayı çağımıza aktarıyor. Henüz üretim aşamasına geçmemiş neolitik dönem insanlarının organizasyon ve koordinasyon yeteneğini de zamanımıza aktaran Göbeklitepe, yerleşik döneme geçişin izlerini taşıyor. Arkeologlar neolitik dönem insanlarının bölgedeki anıtları bilinçli olarak doldurup, gömdüğü görüşünde. Yaşam biçimlerini değiştirmeye çalışan son avcıların, eski kimliklerini, inançlarını ve sembol dünyalarını tahrip etmeden kapatarak terk ettiği sanılıyor. Uzmanlar Göpeklitepe'nin günümüze kadar tahrip olmadan ulaşmasının nedenini de, tapınakların ıssız, ırak, sessiz yerlere kurulmasına bağlıyor.

Berlin Alman Arkeoloji Enstitüsü Orient bölümü uzmanı ve Erlangen Üniversitesi öğretim üyesi Prof.Dr. Klaus Schmidt 1995 yılında Göbeklitepe kazı çalışmalarına başladı. 60 kişilik kazı ekibiyle yıllardır kazı yapan Schmidt, Göbeklitepe'nin sırlarla dolu olduğu iddiasında: "Dünyanın her tarafındaki üniversitelerden konferans teklifleri alıyorum. Yakın zamana kadar Filistin ile Konya'daki Çatalhöyük yerleşim alanı insanlığın uygarlığa ilk adımını attığı yerler olarak tanınıyordu. İngilizlerin çok gurur duyduğu Stonehenge taşları 7 bin 500 yıllık. Piramitler ise ancak 6 bin yıllık. Ama Göbeklitepe tapınaklarının tarihi 12 bin yıllık. Bu da bize en eski ibadet mekanının Göbeklitepe olduğunu gösteriyor. Başka bir açıdan bakarsanız yerleşik düzeni ve medeniyetleri doğuran ilk olgunun din olduğu da bu şekilde kanıtlanmış oldu."

Göbeklitepe'nin sahibi Mahmut Yıldız, bir gün tarlasını sürerken kireç taşından yapılmış iki heykelcik buldu. Radyolarda, televizyonlarda bu tip heykelleri bulanların müzeye götürdüğünü ve karşılığında bir miktar para aldığını biliyordu. Heykelleri güzelce sarıp sarmaladığı çuval parçasının içerisine koydu. Yolu Şanlıurfa'ya düştüğünde, doğruca müzeye gitti. Müze müdürünün kapısını çaldı. Masasının üzerine heykelcikleri bıraktı. Müze müdürü bu duyarlı köylüye ne söyleyeceğini bilemedi. Tutanak tutturarak heykelleri teslim aldı. Bulduğu heykeller için kendisine bir miktar para verileceğini belirterek uğurladı. Mahmut Yıldız köyüne ve tarlasına dönerek çalışmaya başladı. Aradan bir yıl geçti. Bir gün tarlasında yabancı birilerinin dolaştığını gördü. Bu kişilerin GAP bölgesinde tarihi araştırmalar yapan, GAP'ın altında kalacak olan tarihi eserleri kurtarmak için çalışma yapan ekip olduğunu öğrendi. Heykelleri nerede bulduğu hakkında uzun uzun bilgiler aldılar. Alman arkeolog gerekli izinleri alarak derhal kazıya başladı. Kazı için köylülerden bir ekip kurdu. Bu çalışma temposu iki yıl sürdü ve mutlu sona ulaştı. Burası dünyanın en eski tapınağıydı. Tüm uluslararası ajanslar ve yayın organları tepeye akın etmeye başladı. Tepe artık 'tarihi değiştiren tepe' adını almıştı Tarla sahibi Mahmut Yıldız, tarlanın bekçisi oldu. Maaşı da Almanya'dan geliyor. Tarladan da üzerinde her yıl ürün alınacak şekilde hesaplanan bir bedel karşılığında kira alıyor. Köylüler ise onu çok seviyor. Çünkü işsizliğin kol gezdiği yörede 60 kişi bu sayede kazı işinde çalışıyor.

BBC ve Alman televizyonları çocuklara tarih bilincini vermek ve insanlığın uygarlığa başladığı yeri belgelemek için Göbeklitepe'de çekimler yapıyor. Çocukların oynatıldığı çekimlerde öğrenciler ellerindeki süpürgelerle kazı alanını temizliyor. Yapılan çekimler okullardaki derslerde gösteriliyor.

Sabah, Haber: Yaşar Özay, 09.06.2008

PERRE ANTİK KENTİ'NE KORUMA PROJESİ

 

Kommagene Uygarlığı'nın beş büyük kentinden birisi Perre Antik Kent'in nekropol ve mozaikli villa bölümlerinin korunması için proje keşfi yapıldı.

 

Adıyaman Kültür ve Turizm Müdürlüğü'ne bağlı Müze Müdürlüğü tarafından yerel imkanlarla kazı yapılan Perre Antik Kent nekropol alanının korunması çizilecek projelerin keşfi yapıldı. Adana Rölöve Anıtlar Müdürlüğü'nden uzmanların yaptığı keşif ve yerinde inceleme sonrasında rapor hazırlandı. Müze Müdürlüğü tarafından nekropol alanına tel örgü, hizmet ünitesi ve aydınlatma, mozaikli villa için koruma evi yapılması projeleri hazırlanacak.

Adıyaman Müze Müdürü Arkeolog Fehmi Eraslan, keşifleri yapılan projelerin müze müdürlük tarafından hazırlanacağını, projelerin Kültür ve Turizm Bakanlığı veya Valilik tarafından ihaleye çıkartılarak uygulamaya geçireceğini belirtti.

 

Eraslan, "Perre Antik kentte yaptığımız kazı kadar bu kazılarda ortaya çıkan yapıları da korumak çok önemlidir. Diğer taraftan koruma altına alınan yerlerin turistlere sunmakta önemlidir. 2008 yılı içerisinde belirtilen işlerin projelerini hazırlayarak kaynak sorunu olmazsa ihale etmeyi düşünüyoruz" dedi.

Adıyaman Kent Haber, 09.06.2008

ZİGETVAR KALESİ KURTARILIYOR

 

Muhteşem Süleyman'ın son kuşatmasını yaptığı Macaristan'daki Zigetvar Kalesi'nin işletmesini Türk Macar İslam Kültür Derneği üstlenecek.

 

Dernek ve Zigetvar Belediyesi'nin ortak projesiyle kalenin içindeki Sultan Süleyman Camii restore edilecek, kervansarayın inşaatı tamamlanarak, Türk kültür merkezi olarak hizmete açılacak. Türk tarihinin bu önemli varlığına sahip çıkmak amacıyla yaptıkları başvuruya hem belediyenin hem de hazinenin çok sıcak baktığını anlatan dernek Başkanı Fadıl Başar, kısa zamanda anlaşmaların imzalanacağını söyledi. Zigetvar Belediye Başkanı Jozsef Paizs de Macaristan'da faaliyet gösteren derneğin çok güzel bir projeyle kendilerine gelmesinden büyük mutluluk duyduklarını ifade etti.

Zaman, 09.06.2008

ESRARENGİZ MAĞARA TEMİZLENİYOR

 

 

Amasya Kalesi'nde bulunan ve derinliği bilinemeyen esrarengiz mağara Cilanbolu'da yapılan temizlik çalışmalarında merdivenler ortaya çıkarıldı.

 

Amasya Kalesi'nde bulunan ve Hellenistik döneme ait olduğu bilinen, Amasya'da yaşamış medeniyetler tarafından gezli geçit, su kuyusu ve zindan olarak kullanıldığı bilinen gizemli mağara Cilanbolu'da yapılan temizlik çalışmalarında, mağaranın gidilebilen 150 metrelik kısmının 25 metresinin merdivenleri ortaya çıkartıldı.

 

Amasya Müzesi arkeologları rehberliğinde yapılan temizlik çalışmalarının 92 bin YTL harcanarak tamamlanması beklenirken, efsanelere konu olan mağaranın ucunun nereye çıkacağı ise merak konusu oldu. Temizlik çalışmalarının ardından ışıklandırılarak turizme açılacak olan mağara şimdine ilgi odağı olmaya başladı.

haberler.com, 09.06.2008

SUALTINDAKİ ŞEHİRDE KİLİSE BULUNDU

 

 

Erozyonla yerinden koparak denize yuvarlanan bir Ortaçağ kilisesi sualtı arkeologları tarafından bulundu. Bulunan kalıntıların, Dunwich şehrindeki en büyük kilise olan ve Suffolk sahillerinde kaybolan St. John Kilisesi’ne ait olduğu tahmin ediliyor. Dunwich, 1400’lü yıllarda, yani Kuzey Denizi tarafından yutulmadan önce oldukça büyük bir yerleşimdi. 

 

Suffolk Sualtı Araştırmaları yöneticisi Stuart Bacon bu kalıntıları 35 yıldır aradığını belirtti. Kazıları Bacon ile birlikte sürdüren, Southampton Üniversitesi arkeoloji profesörü David Sear 13. yüzyılda yapılan St. John Kilisesi’nin 1540 yılında, kopan yamaç parçası ile birlikte denize yuvarlandığını söyledi. “Yerini kabaca tahmin ediyorduk. Şimdiye dek yüzlerce defa dalış yapıldı, bugüne kadar bulamamıştık” dedi. Kilise kalıntılarının bugüne dek bulunamamasının sebebi ise geçen 500 yıl boyunca üstünü tamamen örten tortu. 

BBC News, 07.06.2008

DEMİR PULLARI BOYAYIP OSMANLI ALTINI DİYE SATTILAR

 

 

Ankara Emniyeti’nin şikayet üzerine başlattığı operasyonda bin 300 demir pulu boyayıp Osmanlı altını diye 197 bin YTL’ye satan 4 kişi suç üstü yakalandı. Ankara Emniyet Müdürlüğü Asayiş Şubesi’ne gelerek şikayette bulunan Ekrem T., Süleyman C. isimli bir şahsın Nurettin T. isimli bir arkadaşında bulunan Osmanlı altınları karşılığında kendisinden 197 bin YTL aldığını fakat ne altın ne de parayı vermediğini ifade ederek şikayetçi oldu.   Bunun üzerine başlatılan planlı operasyonda şikayetçinin bir başka arkadaşı olan Tufan Y. üzerinden aynı dolandırıcılarla temasa geçildi. İsmail Hakkı Y. adlı şahıs altınların bulunduğu arkadaşlarını 9 bin YTL alarak, numune altınlarla buluşma ayarladı. Kendini et toptancısı olarak tanıtan polisler ile buluşan Şahin K. ve İsmail E. Ankara’nın Kayaş semtinde 40 Reşat altını ile geldi. Buluşmada bunların Osmanlı altını olduğunu iddia ederek diğer bin 300 altına rakam biçen dolandırıcılar, suç üstü olarak yakalandı.   Nitelikli Dolandırıcılık suçu işleyen şahıslar Nurettin K., Şahin K., İsmail E. ve İsmail Hakkı Y. Ankara Adliyesi’ne sevk edilirken, zanlıların arabasında bulunan çuval içindeki altınların, boyanmış demir pul olduğu anlaşıldı.
Radikal, 09.06.2008

OSMANLI MİRASI YABANCIYA GİDİYOR





“Özür dilerim Türkiye, başaramadım...” Bu sözler, 20 yıldır tüm birikimini altın, repo, gayrimenkul gibi klasik yatırım araçlarına yönlendirme yerine, kendini, yine kendi deyimiyle “Osmanlı Finans Tarihinin Kutsal Emanetleri”ni bir araya getirmeye adayan ünlü nümismat (eski para koleksiyoncusu) Mehmet Tezçakın'a ait.

 

Tarihi Sultanahmet Köftecisi'nin 3. kuşak temsilcisi Mehmet Tezçakın, elinde bulunan dünyadaki en kapsamlı Osmanlı Kağıt Paraları Koleksiyonu'nu, “parçalanmadan Türkiye'de tutma girişimlerinden” sonuç alamayınca, uluslararası müzayedede satma kararı aldı. İsrailli ve Arap nümismatların büyük ilgi duyduğu koleksiyon, merkezi Londra'da bulunan uluslararası müzayede şirketi Spink aracılığıyla satılacak.

 

Tezçakın, AA muhabirine yaptığı açıklamada, 20 yıllık emek sonucu bir araya getirdiği koleksiyonu, çocuklarının 4. nesil olarak sürdürdükleri Tarihi Sultanahmet Köftecisi'ni maddi zorluklar nedeniyle 5. nesile aktaramama tehlikesi ortaya çıkınca, 6 ay önce satmaya karar verdiğini belirtti.

 

Osmanlı İmparatorluğu'nun ilk el yazması kaimesinin de aralarında bulunduğu bazı parçaların dünyada başka eşi bulunmadığını, bu yüzden ünlü nümismatlardan bu parçalar için milyon dolarlık teklifler aldığını anlatan Tezçakın, şunları söyledi:

 

“Suudi Arabistanlı emlak kralı, nümismat Ahmad el Jafari, koleksiyonun sadece 25 parçası için 1 milyon dolarlık teklifte bulundu. Bu ve benzeri teklifleri hem koleksiyonun parçalanmaması hem de yurt dışına çıkmaması amacıyla bugüne kadar kabul etmedim. 20 yıllık emek sonucu bir araya getirdiğim bu koleksiyon, bir kere parçalanıp yurt dışına çıkarsa, şu anki değerinin 10 katına bile yeniden toplanamaz. Bu yüzden 6 aydır Başbakanlık, Kültür ve Turizm Bakanlığı, kamu ve özel bankalarla görüşerek, bu kültür hazinesinin Türkiye'de kalması için uğraş verdim. Ancak, başarılı olamadım. Benim için zor da olsa bu kararı vermek zorunda kaldım. Ünlü müzayede şirketi Spink'in temsilcilerini İstanbul'a davet ettim. Müzayedenin İstanbul'da yapılmasını talep ettim. Onlar da bu koleksiyona özellikle İsrail ve Arap dünyasından yoğun talep geleceğini bildikleri için önerime olumlu yaklaşıyorlar.”

 

Spink'in temsilcileri ile bir iki hafta içinde müzayede için anlaşma yapacağını kaydeden Tezçakın, bu aşamadan sonra geri dönüşün olamayacağını, kendisi için “kutsal emanetler” olan Osmanlı kağıt paralarının en yüksek teklifi veren kişilere satılacağını söyledi.

 

Osmanlı kağıt paralarını “saygın bir koleksiyon malzemesi” haline getirmek için titiz bir çalışma yaptığını belirten Tezçakın, Türkiye ve dünyadaki tüm müzayede ile fuarları taradığını, 46 özel koleksiyonu satın aldığını anlattı.

 

Değişik ülkelerde ortaya çıkan, çoğunluğu ünik Osmanlı kağıt paralarını, uluslararası müzayedelerde satın alarak Türkiye'ye getirdiğini ifade eden Tezçakın, örneğine henüz rastlanmayan birkaç parçanın dışında tedavüle çıkmış tüm Osmanlı kağıt paralarının koleksiyonunda yer aldığını bildirdi.

 

Tezçakın'ın verdiği bilgiye göre, koleksiyonun en değerli parçalarını 1840 yılında tedavüle sunulan Osmanlı'nın ilk kağıt parası olan el yazması kaimeler oluşturuyor. Padişah Abdülmecid'in boynundaki mühür kullanılarak hazırlanan ve çok kısa süre tedavülde kalan kaimelerin ilk örneğini 30 yıl önce ABD'li araştırmacı nümismat Kenneth McKenzie ortaya çıkardı.

 

Tezçakın'ın koleksiyonunda, McKenzei'nin yaşamı boyunca elinden çıkarmadığı, ancak ölümünden sonra İngiltere'deki müzayede şirketi Spink'te satışa sunulanla birlikte 4 kaime bulunuyor. Kitap haline de getirilen koleksiyonda ayrıca 1870 yılına ait Osmanlı'nın ilk sahte kağıt parası, 4 ayrı dilin (Osmanlıca, Fransızca, Rumca, Ermenice) birlikte kullanıldığı dünya tarihindeki tek para, “Çanakkale'yi aşacaklarından emin” olan İngiliz askerlerin İstanbul'da kullanmak üzere yanlarında getirdikleri, ancak Çanakkale Boğazı'nın serin sularına gömülen hatıra paralar, merkezi yönetimden para temin edemeyen Kafkasya bölgesindeki yerel yönetimlerin üzerine mühür basıp, imza atarak Osmanlı parasına dönüştürdükleri yabancı paralar da yer alıyor.

Yeni Şafak, 08.06.2008

TESADÜFEN FIŞKIRAN TARİH

 

Antalya Büyükşehir Belediyesi’nin doğu garajındaki temel kazıları sırasında çıkan nekropol, Kentsel Dönüşüm Projesi’nin seyrini değiştirdi. Alışveriş merkezi yapılması öngörülen sahanın altında, MÖ 3. yüzyıldan, MS 3. yüzyıla kadar olan döneme ait mezarların bulunması üzerine Kentsel dönüşüm projesindeki alışveriş merkezinin yeri değiştirilerek kuzeye kaydırıldı. Bu alanın ise 10 bin metrekarelik arkeolojik park yapılmasına karar verildi.

Öte yandan nekropolün bulunduğu sahada, Antalya Müzesi tarafından Akdeniz Üniversitesi Arkeoloji Bölümü’nün bilimsel danışmanlığında 12 Mayıs’ta başlayan kazılarda bugüne kadar hiç açılmamış oda mezarlar bulundu. Kayaların oyulmak suretiyle yapılan oda mezarlarının içinde taşlaşmış iskeletler ile ölü gömme geleneklerine bağlı olarak çok sayıda eşya yer alıyor. Çıkan buluntular incelenmek üzere Antalya Müzesi’ne taşınıyor

Akdeniz Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr. Havva Işık, Antalya merkezinde böyle bir nekropolün bulunmasının Antalya için çok büyük bir şans olduğunu söyledi. Işık, nekropol ortaya çıkınca belediyenin proje tadilatını uygulamaya koymasını takdirle karşılıyoruz” dedi.

Akşam Akdeniz, Haber: Mustafa Kozak, 08.06.2008

BERGAMA'DA AKROPOL'E TELEFERİKLE ULAŞIM

 

 

Bergama’da tarihi Akropol ile bulunduğu dağın eteği arasına 4 milyon euroya yapılacak teleferiğin temeli Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül’ün de katıldığı törenle atıldı.

Tesisi işletecek olan Akropolis A.Ş. Yönetim Kurulu Başkanı Selçuk Esiner, 6 bin 760 metrelik olacak teleferiğin 16 gondolla hizmet vereceğini belirtti. Teleferiği bir Avusturya firmasının yapacağını ve alanın SİT olması yüzünden istasyonlardan başka tesisin bulunmayacağını belirten Esiner, 1 saatte bin 150 yolcu taşınacağını söyleyerek, "Her gondol yaklaşık 3.5 dakikada Akropol’e ulaşacak" dedi.

Hayal olarak görülen bir tesisin ilk harcını koymanın mutluluğunu yaşadıklarını belirten Bergama Belediye Başkanı Raşit Ürper de, "Tarihte pek çok ilke ev sahipliği yapmış olan Bergama turizm pastasından yeterli payı almıyor. Biz bu payı artırmak amacıyla turistler için önemli tesisler, oteller ve alışveriş merkezleri açmak istiyoruz" diye konuştu.

İzmir Valisi Cahit Kıraç ise korunması gerekli tarihi yapılar için büyük çaba harcadıklarını belirterek, "İzmir’de 75 yapıya 22 milyon YTL ayırdık. Bu paranın 16 milyon YTL’sini Bergama Belediyesi’ne verdik" dedi.

Bakan Gönül, dünya tarihine damgasını vurmuş bir esere vatandaşların ve turistlerin daha kolay ulaşacağını belirterek, "Turist tatil ister ama macera istemez. Ona en iyi imkanları sağlamanız gerekir. İnşallah bu tesis kazasız belasız tamamlanır. Bergamalılar iftihar edeceğiniz bir tesis kazandınız" diye konuştu.

Hürriyet Ege, Haber: Turan Gültekin, 08.06.2008



"MUMYA İÇİN
MISIR'A GİTMEYİN"

 

Aksaray Müzesi Müdürü Yücel Kiper, Ihlara Vadisi'ni her yıl yüzbinlerce turist ziyaret ederken, Ihlara Vadisi ve çevresinden çıkan mumyaların sergilendiği Aksaray Müzesi’ne ise yeterli ziyaretçinin gelmediğini söyledi.


Kapadokya Bölgesi'ni ziyaret eden yerli ve yabancı turist sayısının yıllık ortalama iki milyonu geçtiğini belirten Kiper, “Aksaray’daki Ihlara Vadisi, kervansaraylar ve yeraltı şehirlerini ziyaret eden turist sayısı da 650 bine ulaştı. Ancak Ihlara Vadisi’nde mezarlarda bulunan mumyaların da sergilendiği Aksaray Müzesi aynı bölgede yer almasına rağmen, bu ziyaretçi yoğunluğundan yeterince nasibini alamıyor. Müzemizi yılda ortalama 10 bin kişi ziyaret ediyor” dedi.


“Bir çok kişi mumya görmek için Mısır'a gidiyor. Buna gerek yok. Aksaray Müzesi'nde de mumyalar var” diyen Kiper, müzede Ihlara Vadisi ve çevresinden çıkartılan 10’uncu yüzyıla ait 4 sağlam mumya, bir erişkine ait eksik mumya, eksik çocuk mumyaları ve bir adet de kedi mumyası bulunduğunu söyledi.


Kiper, “Bunların arasında en çok ilgiyi kedi mumyası çekiyor. Bir kilisede rahip mumyası ile kedi mumyası yan yana bulundu. Kedinin rahibe ait olduğu ve çok sevdiği için rahip öldüğünde birlikte mumyalandıkları sanılıyor. Kedi mumyası havada uçuyor gibi durduğu için, ‘rahibin uçan kedisi’ olarak da adlandırılıyor” diye konuştu.


Kiper, mumyaların çeşitli dönemlerde yaşamış din adamları, rahip ve rahibelere ait olduğunu, bu bölgede de eski Mısır’daki gibi, öldükten sonra yeniden diriliş olacağına inanıldığını söyledi.


Kapadokya bölgesindeki mumyalama geleneğinin Mısır’dakinden farklı olduğunu anlatan Kiper, “Mumyaların içleri ve üzerleri, kaynatılan üzüm şıralarından ve bölgedeki güzel kokulu otlarla hazırlanan özel bir sıvı ile kaplanıyordu. Bu işlemin ardından ısısı çok fazla değişmeyen bir ortama konan mumyalar, günümüze kadar ulaşmayı başardı” dedi.

Radikal, Haber: Hasan Bölükbaş, 08.06.2008

AFRODİSİAS YENİ BİR RUH





Sevgi Gönül’ün sağlığında gerçekleşmesini çok istediği ancak göremediği salon, geçtiğimiz hafta sonu törenle açıldı. Sebasteion Sevgi Gönül Salonu’nda antik kentten çıkan rölyefler (kabartmalar) sergileniyor.

Adını güzellik tanrıçası Afrodit’ten alan Afrodisias Antik Kenti, bugün Aydın’ın Karacasu İlçesi’nin Geyre Beldesi’nde 520 hektarlık bir alanda yer alıyor. Adını bu beldeden alan Geyre Vakfı da 1987 yılından beri Afrodisias’a hizmet ediyor. Vakfın eski başkanı ve Koç Holding Yönetim Kurulu üyesi Sevgi Gönül’ün sağlığında en büyük hayallerinden biri, antik kentten çıkarılan eserlerin yerinde sergileneceği bir müze yapmaktı. Afrodisias’ta bulunan müze küçük geliyor, civar müzelerde de yer olmadığından eserler depoda tutuluyordu.

Sit alanında müze kurmanın yasal zorluğu özel bir proje ile aşıldı. Yer belirlendi ve Mimar Cengiz Bektaş alana zarar vermeyen bir yapı tasarladı. Bu bina mevcut müzeye bitişik ve içeriden bağlantılı şekilde yapıldı. Yapının zemininde, altındaki antik kentin yapısını gösterecek şekilde cam bir bölüm bırakıldı. Salon bittikten sonra, alandan çıkarılan rölyefler içine yerleştirildi. Her bir rölyefin yanına hikayeleri de asıldı ve bu tabelalara bugün bu çalışmada sponsor olanların isimleri de yazıldı.

Nihayet Sebasteion Sevgi Gönül Salonu’nun açılışı 31 Mayıs’ta yapılan bir törenle 2004 yılından bu yana Geyre Vakfı’nın tüm etkinliklerine destek veren Yapı Kredi Özel Bankacılık tarafından gerçekleştirildi. Açılışta 7’nci Cumhurbaşkanı Kenan Evren, Aydın Valisi Mustafa Malay, Koç Holding Şeref Başkanı Rahmi Koç, Geyre Vakfı Afrodisias Kazıları Yönetim Kurulu Başkanı Ömer Koç, Koç Holding Yönetim Kurulu Üyesi ve Vehbi Koç Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı Semahat Arsel, Belma Simavi, Mehmet Ali Birand, İlber Ortaylı ve Geyre Vakfı yöneticileri de bulundu.

Açılışta konuşan Geyre Vakfı Başkanı Ömer Koç "Bu yörede yaygın olan özdeyişle, bir gözüm gülerken bir gözüm ağlıyor. Gülen gözüm bu projeyi alnımızın akıyla hayata geçirmiş olduğumuz içindir. Ağlayan gözüm ise çok arzu etmesine rağmen bu projenin gerçekleşmesini görememiş olan rahmetli halam Sevgi Gönül içindir. Ama eminim ki o da yüzünden hiç eksik olmayan tebessümüyle manen ve ruhen bizimle birlikte ve bizleri seyrediyor" dedi.

Sevgi Gönül Salonu’nun önünde bulunan Sebasteion ismi, şehirdeki en önemli anıtsal komplekslerden biri olan İmparatorlar Tapınağı’ndan geliyor (MS 1. yy). Sebasteion olarak anılan bu tapınak, Roma imparatorları ve Yunan kahramanlarını alışılmadık bir şekilde bir araya getiren, son derece gösterişli mermer kabartmalarla süslü. Geyre Vakfı’nın da katkılarıyla, Sebasteion Binası’nın bir bölümünün bire bir restorasyonu veya anastilosisi (sütunların yerlerine dikilmesi) yapıldı. Rölyeflerin asılları salonda sergileniyor ancak bu sayede ziyaretçiler onların orijinal hallerinin tapınakta nasıl yerleştirilmiş olduğunu hayal ederek değil, yaşayarak görebilecek.

1979 yılında ziyarete açılan ilk Afrodisias müzesinde de sadece Afrodisias kazılarında elde edilen eserler sergileniyor. Bu kentte MÖ 1’inci yüzyıl ile MS 5’inci yüzyıl arasında çok nitelikli bir heykeltıraşlık okulu vardı. Bu nedenle müzedeki eserlerin çoğu heykellerden oluşuyor. Müzede, MÖ 5800’den beri burada yaşandığını belgeleyen prehistorik eserler, sikkeler de sergileniyor. Müzenin yeni salona uygun bir şekilde renovasyondan geçirilmesi planlanıyor.

Afrodisias’ta ilk yerleşim, neolitik çağda oldu. Bunu kalkolitik, tunç çağı ve demir çağı izledi. Kentin içinde bu kültürlere ait iki höyük var. Doğudaki Höyük Pekmeztepe, batıdaki höyük ise üzerine kentin akropolü kurulduğu için Akropoltepe diye anılıyor. Afrodisias, MS 2’nci yüzyılda Roma İmparatorluğunun koruması altına girdikten sonra dini ve entelektüel bir merkez olarak ün saldı. Kalabalık bir sanat ve edebiyat zümresini ağırladı. Burada açılan heykeltıraşlık okulu 600 yıl boyunca nice sanatçılar yetiştirdi. Afrodisias MS 3’üncü yüzyılda Karya’nın başkenti oldu. 4’üncü yüzyılda piskoposluk merkezi haline geldiğinde, adı haç anlamına gelen Stavropolis’e dönüştürüldü. Ünlü Afrodit Tapınağı artık bir Hıristiyan bazilikası olmuştu. 11’inci ve 12’nci yüzyıllarda Selçuklu ve Osmanlı Türkleri’nin Anadolu’ya gelişleriyle pek çok kez el değiştirdi, sonra önemini yitirdi ve tekrar köyleşti. Kent, 14’üncü yüzyılda tamamen boşalmıştı.

Kazıların başlangıcı 1961 yılında henüz 60 yaşında hayata veda eden ve tüm kariyerini buraya adayan Prof.Dr. Kenan Erim’e dayanıyor. Erim’in mezarı da sessiz bir anıt gibi bu kentte yatıyor. Kazılar bugün Prof.Dr. Berth Smith’in başkanlığında sürüyor. Bugüne kadar kentin yalnız dörtte biri gün ışığına çıkarıldı. Afrodisias’ın 8 bin kişilik çok iyi korunmuş tiyatro binası (odeon) da görülmeye değer. Afrodit Tapınağı ve kolonların yükseldiği Tetrapilon da kentin bir dönem ne kadar muhteşem olduğunu gösteriyor.

Hürriyet Pazar, Yazı: Ayten Serin, 08.06.2008

SUR-U HÜMAYUN ÜZERİNE NOTLAR

 

Sözünü ettiğimiz yer İstanbul’un müze yarımadasıdır. MÖ 7’nci yüzyılda Yunanistan’dan gelen ve yeni hayat alanı arayan Megaralılar tarafından kurulan Byzantion bugünkü Sarayburnu ve Ayasofya arasındaki alanı kapsardı.


Onlardan önce bugünkü Kadıköy’e yani Khalkedon’a yerleşenler; aslında ticari ve askeri yönden başarılı bir seçim yapmış sayılmıyorlar ama bitki örtüsü ve su kaynakları itibarıyla Kadıköy’ün İstanbul coğrafyası içinde hoş bir mevki olduğu malum. Bu sadece tarihi kaynaklarda değil, bizim kuşağın çocukluk hafızasında da yer etmiştir.


Kadıköy’ün zembereğinin kırılması 1960’lardan sonradır; hızlı şehirleşme, aşırı betonlaşma bu bölgedeki orman örtüsünü tahrip etti, iklimi bile değişti. Ab-ı havasından söz etmek artık mümkün değil. Yarımada İstanbul’unda ise hiçbir zaman hava ve su şairlerin methettiği kadar mükemmel, hatta sorunsuz değildi. Bizzat Topkapı Sarayı’nda mevcut olan ve kazı yapıldıkça ortaya çıkan sarnıçlar bile vazgeçin Büyük Kostantinopolis’i ve Osmanlı’nın büyük başkentini, küçük Byzantion için bile su temininin bir dert olduğunu gösterir. 

Roma İmparatorluğu devrinde İstanbul (yani Nea Roma) büyümeye başlamıştı. Hippodrom yani At Meydanı ikinci asırda Septimus Severus tarafından yaptırılmıştır ama kuşkusuz şehrin Mese denen Osmanlı devrinde Divan Yolu olarak bilinen Doğu-Batı hattı etrafındaki meydanların oluşması, önemli binalar İmparator Konstantin devrindedir.


Onun 332’de törensel olarak temelini attığı bu şehir, ilk anda kuzey-güney çizgisi olarak bugünkü Yenikapı-Fener arasında bitiyordu. Bundan 100 sene sonra İmparator II. Theodosius devrinde halihazırdaki surlarla şehir genişledi. İstanbul artık Kostantinopolis, kurucusunun adını hakkıyla taşıdı ve bin yıl dünyanın metropolü oldu.


Bir yüzyıl sonra, 6’ncı asrın ortasında büyük imparator Justinyanus şehri Ayasofya ile taçlandırdı. Bin yıl boyunca herkes o mabedin binasına hasretle baktı.


İşte Sarayburnu-Ayasofya arası şehrin müze kesimi oluyor, uzun tarihten gelen abideleri ve dünyaca meşhur müzeleri ile müze yarımadası unvanını hak ediyor. İslam Eserleri Müzesi, Ayasofya, Aya İrini 19’uncu asırda müzeciliğimizin zirvesi ve Eski Şark ve Hellenistik devir için çok önemli kaynak olan arkeoloji müzelerimiz, Topkapı Sarayı ve yeni kurulan İslam Bilim Tarihi Müzesi bu bölgede yer alıyor.


Halihazırda burada bazı yıkımların yapılması lazım, maalesef Anıtlar Kurulu üyelerinin garip kararları var. 1960’lar ve 70’lerde yapılan binaların bile yıkılmasına mani oluyor veya yarısının yıkılmasına izin veriyorlar. Oysa Gülhane Parkı alanının bu tip yapılardan temizlenmesi gerekir.
Gene aynı şekilde demiryolu hattı işlevini yitirdi. Bu sahanın yeşillik alan olarak eskiden olduğu gibi Topkapı Sarayı’na dahil edilmesi gerekir. İstanbul için bu gibi parkların önemi çok. Müzelerin ziyaretçi sayısı dengesiz, bunun üzerinde gelecek yazımızda duracağız. 

Milliyet Pazar, Yazı: İlber Ortaylı, 08.06.2008

OSMANLI DÖNEMİ İHTİŞAMINA DÖNDÜ

 

ABD'nin en çok satan gazetesi USA Today, İstanbul'a övgüler yağdırdı.

2010'da Avrupa'nın kültürel başkenti seçilen kent için, "Türkiye'nin Asya ve Avrupa arasındaki köprüsü olan İstanbul, Osmanlı dönemindeki ihtişamına geri dönüyor" ifadesini kullandı. İstanbul'da restorasyonu yapılarak modern bir konseptle yeniden hizmete sokulan tarihi mekanların kente eski görkemini yeniden kazandırdığı belirtildi.

Yazıda, geçen nisan ayında Beşiktaş'ta 55 bin metrekare alan üzerinde kurulan içinde W İstanbul Otel'inin de bulunduğu Akaretler Sıraevler bu tür çalışmaların başarılı bir örneği olarak gösteriliyor. 19. yüzyıl Osmanlı mimarisinin en önemli anıtsal projesi olan Akaretler Sıraevler'in, tarihi ve kişiliği korunarak yeni bir kültürel doku yaratacak şekilde restore edildiği belirtiliyor.

Gazete, bu tür projelerin İstanbul'un mimari ve kültürel çehresini değiştirdiğini vurguladı. Beşiktaş sahilinden Maçka'ya doğru uzanan ve Sıraevler olarak restore edilen tarihi evler 1875'de Sarkis Balyan tarafından Dolmabahçe Sarayı'nda çalışan ağalar için yaptırıldı.

Sabah, 08.06.2008

EFES'TE REHBERE ELEKTRONİK RAKİP

 

 

Efes Antik Kenti’nde 2002 yılında uygulanmaya başlanan ve dokuz dilde hazırlanan bilgileri elektronik cihazlardan dinleyebilme olanağı veren, "sesli rehber sistemi" rehberleri işsizlikle karşı karşıya getirdi.

Kültür ve Turizm Bakanlığı, 2002 yılında, Efes Antik Kenti ve Topkapı Sarayı’nda, "sesli rehber" uygulaması başlattı. Efes’e gelen turistler, rehber tutmak yerine 5 YTL’ye cihaz kiralıyor. Antik kentte gezen turistler, numara gördüklerinde cihazdan tuşluyor, bulundukları yerle ilgili bilgileri dokuz dilde öğrenebiliyor.

Yıllardır Efes’te belli ücret karşılığında antik kenti gezdiren 40 kadar rehber, bugüne kadar 13 kez Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın da aralarında bulunduğu birçok yere şikayetçi oldu, sonuç alamadı. Uygulamanın kendilerini ekmeğinden edeceğini ileri süren rehber Gündüz Sipahi, şunları söyledi:

"1998’de Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu, SİT alanlarında ticari faaliyeti yasaklamıştı. Selçuk Belediyesi, Efes Müzesi Derneği’nin antik kentteki standlarını kapattırmak için bakanlığı mahkemeye vermişti. İzmir 1’nci İdare Mahkemesi SİT alanında ticari faaliyetin yasak olduğunu karara bağlamıştı. Belediye de standları mühürlemişti. Ama buna rağmen, 2002 yılında dijital rehber sistemine izin verilmişti. Bu, durum geçen yıla kadar devam etti. 2007’de Kültür Bakanlığı Döner Sermaye İşletmesi, tekrar dijital rehber uygulamasını ihale etti. İzmir 2 Nolu Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu ve Selçuk Belediyesi izin verdi. Belediyeye şikayette bulunduk. ’Efes dışında faaliyet gösterecekler diye ruhsat verildiği’ yanıtı geldi. Halbuki, dijital rehber uygulaması, antik kentin içinde. Ayrıca, İzmir 2 Nolu Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu kendilerine sadece üst kapı için izin vermesine rağmen alt kapıdaki standı da kullanabiliyorlar. Tüm bunlar yetmiyormuş gibi arkeolojik SİT alanları içerisinde orijinal eserlerin arasına numaralı beton bloklar yerleştirilmiştir."

Rehberler Nejat Tek ile Ayhan Güçer de uygulamanın mesleğin hiçe saydığını ve ucuz hizmet verilerek, birilerine rant sağlandığını iddia etti.

Hürriyet, 08.06.2008

ARKEOLOGLAR, YUNANİSTAN MAĞARALARINDA GEÇMİŞİN SIRLARINI ARIYORLAR

 

MS 575 ile 600 yılları arasında 33 kadın, erkek ve çocuk bugünkü Andritsa yakınlarında bir mağaraya saklandılar. Yanlarında biraz yiyecek, su ve bir haç vardı. Büyük olasılıkla geçici bir tehditten saklanıyorlardı ama bir daha güneşi göremediler. Mağaradan çıkamadıkları, belki de çıkmak istemedikleri için açlıktan öldüler. 1400 yıl sonra Yunanlı arkeologlar kalıntılarını buldu ve trajik sonlarını öğrendi. 

 

2004-5 yılları arasında kazılan Andritsa Mağarası, Yunanistan’da geçtiğimiz yıllarda yeni keşfedilen düzinelerce arkeolojik mağaradan sadece birisi. Geleneksel olarak halk, mağaralara ıslak, karanlık yerler olarak görür ve ancak taş devri insanları ile özdeşleştirir. Gerçekte ise mağaralar, insanlar tarafından birçok farklı sebepten kullanıldıkları için uygarlığın gelişiminde özel bir yere ve arkeolojik açıdan da özel bir öneme sahiptirler. Dünyanın her köşesinde mağaralar insanlık tarihi için önemlidirler, fakat özellikle Yunanistan’da hem bu konuda seçkin örnekler bulunmakta, hem de yakın zamanlarda mağara arkeolojisi açısından ülke birçok ciddi araştırmaya sahne olmaktadır.  

 

Argolid’de bulunan bir diğer mağara, Franchthi Mağarası ise MÖ 20.000’lerden MÖ 3500’lere kadar neredeyse kesintisiz iskan edilmiş. Isılarının sabit olması ve korunaklı yapıları, mağaraları çağlar boyu insanlar için mesken haline getirmiştir. 

 

Öte yandan mağaraların kutsal ve spiritüel yanlarını da gözardı etmemek gerek. Yunanistan’da birçok mağara yüzyıllar boyu tapınma amaçlı veya ölüler için mezar yeri olarak kullanıldı. Bunlara güzel bir örnek Diros Mağarası’dır. Burası Erken Bronz Çağı’na tarihlenen bir mezarlıktır. Aynı şekilde Miken Dönemi’nde Girit Adası’nda Skoteino Mağarası da mezar yeri olarak kullanılmıştı. 

Öte yandan, mitolojik olaylarla bağlantılı olan mağaralar da kutsal kabul edilirdi. Girit’de bulunan ve içinde Zeus’un doğduğuna inanılan Dyktaian ve Idaean mağaraları veya Delphi’de bulunan Corycian Mağarası bu tür yerlerdir. 

 

Günümüzde Yunanistan’da bulunan mağaraların korunması Yunan Kültür Bakanlığı’na bağlı bir müdürlük (Ephoreia) tarafından yürütülmektedir. Yunan akademik kuruluşları ve yabancı arkeoloji enstitüleri ile birlikte bu kuruluş Yunanistan’da bulunan birçok mağarada farklı çalışmalar sürdürmektedir.




Şu anda Yunanistan’da sürdürülen mağara arkeoloji projeleri şunlardır: 

 

  • Theopetra Mağarası’nda süren kazılar,

  • Kefalonia’da, Drakaina Mağarası’nda MÖ 6. – 4. bin yılları arasına tarihlenen kazılar,

  • Yunanlı ve Danimarkalı arkeologların birlikte çalıştıkları Pelion Mağara Projesi kapsamında bu bölgede bulunan yüzden fazla mağara bir arada incelenmekte,

  • Karystos yakınlarındaki Agia Triada Mağarası’nda Yunanlı ve Kanadalı arkeologlar tüm bölgede bilinen en eski insan yerleşiminin kazısını sürdürmekteler,

  • Mani’de Lakonis Mağarası’nda yakın zamanda Neanderthal kalıntıları bulundu ve kazılar devam ediyor,

  • Yine Mani’de, Diros mağaralarında kazılar devam ediyor ve yeni bir Neolitik Müze açıldı

  • Girit’de, Agios Haralambos Mağarası’nda Amerikalı arkeologlar tarafından Miken Dönemi’ne tarihlenen yüzlerce mezar bulundu.

 

           

athensnews, Haber: Heinrich Hall, 04.06.2008

(Bu makalenin yazarı Heinrich Hall, arkeolog ve Irish Institute of Hellenic Studies at Athens müdür yardımcısıdır. Bu kuruluş tarafından organize edilen Yunan Mağaralarında Yeni Araştırmalar Kollokyumu 24 Mayıs günü gerçekleştirildi.)

BAKANLIK, 'MÜZE KART' UYGULAMASINI 18 HAZİRAN'DA BAŞLATIYOR

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından Türk vatandaşlarının müze ve ören yerlerine ilgisini artırmak amacıyla 'Müze Kart' uygulamasını 18 Haziran 2008 tarihinden itibaren başlatılacağı  bildirildi.

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı Döner Sermaye İşletmesi Merkez Müdürlüğü  bir yıl süre ile geçerli olacak 'Müze Kartı'n ücret karşılığında, müze giriş ve gişelerinde, hava alanlarında ve web sitesi aracılığıyla İl Kültür ve Turizm Müdürlükler'nde satışa sunulacağı belirtildi.

 

Açıklamada, böylece Müze Kart edinen vatandaşların, Bakanlığa bağlı müze ve ören yerlerini istedikleri zaman, istedikleri sıklıkta ziyaret etme olanağı bulacakları bildirildi.

 

Bu uygulama ile müze ve ören yerlerinin gezilmesinin asıl hedefini,  yapılan açıklamalarda şunlara yer verildi; "Türk vatandaşlarının müze  ve ören yerlerini ziyaretini artırmak, müzeleri sosyal ve kültürel etkinlik alternatiflerinden biri olarak konumlandırmak, tarih ve arkeoloji bilincini yükseltmek, müzeleri ulaşabilir kılmak, müze ve ören yeri ziyaretleri verilerini sağlıklı olarak alabilmek açısından da değerlendirilmektedir.

TürkiyeTurizm.com, 07.06.2008

GÖLGE OPERASYONU'NDAN TARİHİ ESER ÇIKTI

 

Bilecik Emniyet Müdürlüğü KOM ekiplerinin Bozüyük'te yaptığı operasyonda, eski dönemlere ait sikke, 3 yüzük, 1 madeni ok ucu, 1 eski dönemlere ait mühür, 1 bronz haç ve 1 testi ele geçirildi.

Operasyonda bir evin çatı katında ise dedektör, kurusıkı tabanca ve 3 ruhsatsız av tüfeği ile 81 adet çeşitli çaplarda mermi ele geçirildi. Olayla ilgili M.T. (45), A.B. (52), O.K. (35), B.Y. (48) ve E.D. (28) gözaltına alındı.

Zaman, 07.06.2008

VİKİNG KENTİ BİRKA YENİDEN KURULUYOR

 

 

İsveçliler, UNESCO tarafından 1993 yılında ''Dünya Kültür Mirası'' ilan edilen Viking kenti Birka'yı yeniden kuruyor. Başkent Stockholm'un güneyinde bulunan ve Vikingler döneminde en önemli ticaret merkezi, liman kenti ve bölgedeki ilk kentlerden biri olan Birka'yı görmek için 80 bin turistin geldiği ifade edildi. Turistlerin hayallerinde canlandırdıkları Viking kentini bulamamaları ve hayal kırıklığıyla İsveç'ten ayrıldıklarını belirtmeleri üzerine kolları sıvayan İsveçliler, kenti aslına uygun olarak yeniden kurarak turizme kazandırmaya karar verdi.

 

Vikingler dönemi konusunda uzman tarihçiler ve üniversite öğrencileri, her şeyin Vikinglerin dönemine uygun olması için çalışmalarını büyük titizlikle yürütüyor. Öğrenciler çalışmalarında bazen Vikingler'in kullandığı alet ve yöntemleri de kullanıyor. Böylece Viking eşyaları, evleri ve liman, Viking krallarının kullandıkları binalar yeniden kuruluyor. Restorasyon çalışmaları 2012 yılında bittiğinde kenti gezenlerin kendilerini Viking döneminde hissedeceği belirtiliyor.
 
Çalışmaların yürütüldüğü bölgelerden Gotland Turizm Müdürü Robert Pettersson, dünyada kültür turizminin geliştiğini, insanların gezdikleri yerler hakkında bilgi edinmek istediklerini belirterek, İsveç'in de kültür ve doğal güzellikler bakımından zengin ve avantajlı bir ülke olduğunu söyledi.

Cnn Türk, 07.06.2008

İTALYAN ARKEOLOGLAR LİKYA'YI İNCELEYECEK

 

 

İtalya Di Pisa Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü'nden altı öğretim üyesi ve iki öğrenci, Likya ve Roma uygarlıklarını incelemek amacıyla Demre'ye geldi. Prof.Dr. Biagio Virgilio başkanlığındaki ekipte, Dr. Andrea Raggi, Dr. Carlo Slavich, Dr. Omar Coloru, Dr. Margeierata Facello, Dr. Andrea Primo ile doktora öğrencileri Giulia Faro ve Roberto Mazzucci yer alıyor.

Prof.Dr. Biagio Virgilio, yaptığı açıklamada, üçüncü defa Türkiye'ye geldiklerini belirtti.
 
Önceki gelişlerinde Marmara ve Ege yöresindeki Bizans, Yunan ve Roma döneminden kalan tarihi kentleri incelediklerini kaydeden Virgilio, "Bu kez Akdeniz yöresindeki Likya ve Roma kentlerinde incelemeler yapıyoruz. Arkadaşımız Dr. Carlo Slavich Likya tarihi üzerine çalışıyor. Özellikle tarihi Myra, Simena, Batık Kent, Patara, Santosve Arikanda antik kentlerinde çalışma yapacağız" dedi.

Virgilio, çalışmalarının, yörenin İtalya'da tanıtılmasına katkı sağlayacağına inandıklarını kaydetti.

Cnn Türk, 07.06.2008

SELİMİYE İÇİN PROFESYONEL DESTEK

 

Edirne Belediyesi, UNESCO tarafından Kültür Mirasları Listesi'ne alınmaya aday olan Selimiye Camii için profesyonel destek alacak. Selimiye Camii'ni listeye aldırmak için Alan Yönetimi kuran Edirne Belediyesi, cami için oluşturulacak dosyayı Şubat 2009'e kadar UNESCO'ya iletmeyi hedefliyor. Tarihi Kentler Birliği de alan yönetim planı çerçevesinde Edirne Belediyesi'ne 20 bin YTL'lik bağışta bulundu. 

Selimiye Cami'nin Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Kurumu (UNESCO) tarafından Kültür Mirasları Listesi'ne alınması için, Türkiye'de Alan Yönetimi kuran ilk belediye olan Edirne Belediyesi çalışmalarını hızlandırıyor. UNESCO'ya sunulacak olan dosyanın hazırlanmasında profesyonel destek almaya hazırlanan Edirne Belediyesi, Şubat 2009'e kadar dosyayı hazırlayıp UNESCO'ya iletmeyi hedefliyor. Bu doğrultuda Tarihi Kentler Birliği'nden de 20 bin YTL destek alacak olan Edirne Belediyesi, dosya oluşturmak için bir uzman ile çalışacak. 

Edirne Belediyesi'nin Haziran ayı Olağan Belediye Meclis toplantısına taşınan konuda Edirne Belediyesi'nin profesyonel destek alması kararlaştırıldı. Mecliste oylamaya sunulan madde, oybirliği ile kabul edildi. Konuyla ilgili açıklamalarda bulunan Belediye Başkan Vekili Namık Kemal Döleneken, Selimiye Camisi için hazırlanacak dosyada profesyonel destek almaya ihtiyaçları olduğunu söyledi. Çalışmaları belli bir noktaya getirebildiklerini söyleyen Döleneken, "UNESCO'nun dosya hazırlama formatını, içine konacak belgelerin teknik taraflarını ve UNESCO koruma kriterlerini bilen uzman birinden destek alacağız. En azından dosya oluşturulana kadar bu desteği almamız şart" dedi. 

Döleneken'in konuşmasından sonra oylamaya sunulan madde, oybirliği ile kabul edilerek meclisten geçti.

Edirne Kent Haber, 07.06.2008

ARKEOLOJİ NE İŞE YARAR?

Arkeologların en çok muhatap olduğu soruların başında “Bizim köyde de define var, onu nasıl çıkarırız?” geliyorsa, hiç kuşkusuz ikinci sırayı “Arkeoloji ne işe yarar?” mealindeki sorular alır. Gerçekten, bütün gün tozun toprağın içinde, güneşin alnında Eyüp sabrıyla çalıştıktan sonra ortaya çıkarılan o hiçbir şeye benzemez taş sıraları, ancak biraz hayal gücü yardımıyla duvara benzetilebilen toprak yığınları, sütunlar, kırık-dökük seramikler, kolsuz-başsız heykeller, kemikler ne işe yarar? Trakya Üniversitesi öğretim üyelerinden Burçin Erdoğu, Arkeoloji/ Teori/ Politika başlıklı kitabında bu soruya cevaplar/ karşı-sorular üretiyor. Bunu yaparken de kaçınılmaz olarak, Türkiye arkeolojisinde pek tartışılmayan, belki tartışılmasına gerek bile duyulmayan, bu anlamda ‘terra incognita’ olan bir alana, kuramsal arkeoloji(nin) alanına giriyor.

Kuramsal arkeolojinin konusu, kısaca, geçmişte nelerin, niçin ve nasıl olduğuna ve bu olayların/olguların nasıl araştırılması gerektiğine (yönteme) dairdir. Arkeolojinin anavatanı olan batıda bu konuda, özellikle son kırk yıllık zaman diliminde, oldukça ‘ilginç’ tartışmalar devam edegelmekte. Türkiye’de ise arkeoloji, bir bilim dalı olarak nispeten köklü bir geçmişe sahip olmasına rağmen, salt bir ‘yöntem’ olarak kabul edilmiş; bilim, adını bile bu yönteminden almıştır: Kazı bilimi. Aslolan kazmaktır! Kuramsal arkeolojik tartışmalara pek yüz verilmediğinden, bu konudaki yayın sayısı da bir, bilemediniz iki elin parmaklarını geçmez. Kitap bu nedenle önemli, olağanın üzerindeki imlâ ve dilbilgisi hatalarına rağmen.

Konya’daki Çatalhöyük’te birkaç yıl önce yeniden başlayan araştırma projesi, bu kuramsal arkeolojik tartışmaların bir anlamda odağında yer alıyor. Kazının başkanlığını yürüten İngiliz arkeolog Ian Hodder, ‘post-processual’ olarak bilinen arkeoloji akımının en önde gelen temsilcilerinden. Burada terimin Türkçedeki çevirisiyle ilgili bir parantez açmak gerekiyor: (Terim Türkçeye çok kötü bir şekilde ‘ard/ art-süreçsel’ diye çevriliyor ki Erdoğu da bu şekilde yazmış; fakat ‘process’ kelimesi burada ‘süreç’ten daha çok belirli bir ‘yöntem/ metod’ anlamında kullanılıyor. Nitekim akım, fikri temellerini, modern-bilimsel yönteme karşı bayrak açan post-modernizm(ler)den aldığı için, eğer illaki çevirmek gerekiyorsa, ‘yöntemin aşılması/ yöntem sonrası’ anlamına gelecek terimlerin kullanılması gerekir düşüncesindeyim. ‘Ard/ art’ ucubesine ise hiç girmeyelim). Hodder, arkeolojide kuramın önemini vurgulayan arkeologlara yöneltilen ‘Kuramlar pratikte işe yaramaz!’ eleştirisine karşı, kuramını teraziye vurmak üzere Çatalhöyük’ü seçmiş. Erdoğu da denemelerinde özellikle post-processual arkeolojiye ve onun Çatalhöyük’teki pratiğine, bilgiye ulaşmak için kullandığı yöntemlere, ayrıca bu pratiğin globalleşen (!) dünyada nasıl bir yerde durduğuna eğilmiş. Globalizmin, her yerin pazar, her şeyin pazar için ve herkesin pazarda (alış-verişte) olduğu bir dünya, yani güneşin altında üretilen her şeyin pazar için üretildiği bir dünya tahayyülü olduğu dikkate alınırsa, içinde arkeoloji de olmak üzere tüm o ‘işe yaramaz’ bilimler, bu dünya tahayyülünün/ pazarın neresine yerleşecektir? İşte bu noktada başlıktaki soruya dönmüş, asıl sorulmak isteneni bulmuş oluruz: “Arkeoloji/geçmiş (bilgi anlamında) para eder mi?” Artık tedavülden kalkmış kelimelerle ifade edersek de: “Arkeolojinin/geçmişin değişim değeri var mıdır?” Erdoğu, post-processual arkeolojiden ve Çatalhöyük örneğinden yola çıkarak “Artık günümüzde birçok arkeolojik ören yeri gibi Çatalhöyük de pazarlık bir maldır.” diyor (s. 58).

Kitapta bu türden kuramsal arkeolojik tartışmaların yanı sıra, güncel politik tartışmalara, bunların arkeolojideki yansımalarına, Türkiye’de arkeolojinin gelişim sürecine ve günümüzdeki sorunlarına dair düşünceler de yer alıyor. Bu sorunlar arasında özellikle eğitim sistemindeki aksaklıklara, dolayısıyla YÖK’le ilgili olanlarına değinilmiş.

Başlıktaki sorunun cevabını unutmayalım; bu soruya, aynen kitapta olduğu gibi, karşı-sorularla cevap verilebilir ancak: Dünyanın güneş etrafında döndüğünü, dünyada bir zamanlar dinozorların yaşadığını, sayıların sonsuz olduğunu bilmek, gündelik hayatımızı sürdürmede ne işe yarıyor (?) ise, arkeoloji de işte o işe yarar.
Radikal Kitap, Yazı: Heval Bozbay (İstanbul Üniversitesi, Prehistorya Bölümü), 06.06.2008

Alişar Höyük
...1928




1 - 7 Haziran 2008

ATATÜRK EVİ, MÜZE OLACAK

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı, Sivas Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu'nun Malatya'da düzenlediği 3 günlük toplantı sona erdi. Toplantıda, Atatürk Evi'nin, Atatürk Müzesi olmasına karar verildi.

 

Battalgazi İlçesi'nde Sivas Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu'nun düzenlediği 3 günlük toplantının tamamlandığını belirten Kültür ve Turizm Müdürü Derviş Özbay, "Toplantıya, Sivas Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu Başkanı Prof.Dr. Suphi Saatçı ve Kurul Müdürü Musa Törnük başkanlık etti. Toplantıda, sadece Malatya'daki projeler değil, Sivas bölgeye bağlı illerin tarihi eser ve kültür varlıkları projeleri de ele alındı. Bu konuda Mimarlar Odası'nın yaptığı proje incelendi ve eksikler olması nedeniyle Atatürk Müzesi Projesi'nin bir ay sonraki toplantıda ele alınması kararlaştırıldı" şeklinde konuştu.


Yeşilyurt İlçesi'de sokaktaki tarihi eserlerin restore edilmesi için yapılan 119 bin YTL'lik ihaleden sonra burasının da bir an önce tamamlanması için karar alındığını söyleyen Özbay, toplantıda ayrıca Battalgazi İlçesindeki tarihi surların da incelendiğini kaydetti.

Malatya Güncel, 07.06.2008

ARKEOLOJİ MÜZESİ'NİN ÇATISI YENİDEN YAPILDI

 

Orta Anadolu’nun en büyük Arkeoloji Müzesi olma özelliğini taşıyan Sivas Arkeoloji Müzesi’nin iç peyzaj ve düzenleme çalışmaları tamamlanırken, çatısında akıntıdan meydana gelen sorunda giderildi.

Sivas’ta tarihi eserlerin sergileneceği Arkeoloji Müzesi’nde çalışmalarda sona yaklaşılırken, müzenin çatı kısmında yapılan çalışmaların düzenli olmaması ve akıntı meydana gelmesi sonrasında çatı işleri başka bir müteahhit tarafından yeniden yapıldı. Arkeoloji Müzesi’nin peyzaj ve iç düzenleme çalışmalarını yapan Vaka Peyzaj İnşaat Şirketi müdürü Dr. Ali Karakoç Arkeoloji Müzesi’ndeki çalışmalarla ilgili gazetemize açıklamalarda bulundu.

Müzenin iç kısmında yapılan çalışmaların büyük bir bölümünün tamamlandığını önümüzdeki günlerde müzenin diğer malzemelerinin de gelerek yerleştirmeye başlayacaklarını ifade etti.

Müzenin çatı kısmında önceki müteahhitten dolayı sorunun olduğunu bu nedenle de kendilerinin çatı kısmında yeniden çalışma yaparak çatıyı düzenli bir hale getirdiklerini söyleyen şirket müdürü Ali Karakoç, “Arkeoloji Müzesi’nin çatısının düzenli yapılmaması nedeniyle akıntılar meydana geldi. Bu nedenle de müzedeki çalışmalar aksadı. Biz firma olarak müzenin çatısını yeniden aktararak akıntı yapmayan malzeme kullandık ve eski malzemeleri çıkardık. Önümüzdeki günlerde de Belediye’ye bağlı itfaiye ekiplerini buraya çağırarak çatıda akıntı olup olmadığını çatıya su vererek deneyeceğiz” dedi.

Çatıyı firma olarak yeniden yaptıklarını ve işi yapan firma yetkilileri ile çatıda akıntı olmaması halinde ücretlerini verme taahhüdünde bulunduğunu söyleyen firma müdürü Ali Karakoç, “Çatı işini yaptırdığımız firma elemanları ile yaptığımız anlaşmada çatıda akıntı olmaması halinde ücretlerini vereceğimiz yönünde bir anlaşma yaptık.

Önümüzdeki hafta içinde itfaiye ekiplerinin çatıya su vermesi ve çatıda akıntı olup olmadığı yönünde yaptığımız denemenin ardından çatıyı yapan firmaya ücretini yapılan deneme sonucunda yine çatıda paralarını vereceğim” dedi.

Memleket Sivas, 07.06.2008

ROMALI AKLI

 

ABD'nin uzaya gönderdiği uzay mekiğinin yakıt tanklarının genişliği 4 feet, 8.5 inçtir. (yaklaşık 1,5 m.) Uzay mühendisleri bu tankları genişletmek istemişler, ancak başaramamışlardır.

 

Çünkü bu tanklar fırlatma rampasına trenle gönderilmek zorundadır. Ve söz konusu tren yolu tünellerden geçmektedir. Tünellerin genişliği ise tren raylarının arasındaki genişlik olan 4 feet 8.5 inçten biraz fazladır.

 

Neden 4 feet, 8.5 inç? Çünkü vaktiyle tren rayları İngiltere'de böyle yapılmıştır ve ABD demiryolları İngiliz göçmenler tarafından inşa edilmiştir.

 

Peki neden İngilizler bu genişliği kullanmışlar? Çünkü ilk tren raylarını yapanlar eski tramvay yolu yapımcılarıdır ve tramvay yolunun genişliği tam olarak budur.

 

 

Tramvay rayları neden daha geniş değildir? Çünkü bu ölçü vaktiyle at arabalarını yaparken kullanılan genişliktir.

 

Soru: At arabalarındaki tekerlekler arasında neden bu ölçü dikkate alınmış? Çünkü çok eskiden beri İngiliz topraklarından gelip geçen araçlar bu ölçüyü ortaya çıkarmıştır. Arabalar için başka bir ölçü kullanıldığında tekerlekler engebeli arazi üzerinde kalmakta ve kısa sürede bozulmaktadır.

 

 

Bu eski yol izleri nasıl ortaya çıkmış? derseniz... İngiltere'deki ilk uzun mesafeli yollar Roma İmparatorluğu tarafından kendi savaşçıları için açılmıştır.

 

Peki Romalılar'ın yol izleri neden bu ölçüdeymiş?

 

Çünkü Roma İmparatorluğu'nun ilk savaşçılarının arabaları yan yana getirilmiş iki atın çektiği araçlardır.

 

 

Ve iki atın poposunun genişliği 4 feet, 8.5 inçtir.

 

Sonuç olarak dünyadaki en gelişmiş ulaşım sisteminin füzelerinin dizaynı ikibin yıl önce yan yana getirilen iki atın popo genişliği ile belirlenmiştir.

 

Bu kuralı değiştirmeye ise Ay'a giden, Mars'a gitme ve uzaya açılma planları yapan Amerikalı uzay aracı mühendislerinin bile harcı değildir.

TAYHaber, 07.06.2008





SİKKELERLE YAKALANDI

 

Emniyet Müdürlüğü Basın Sözcüsü Fahri Kaplan, Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü tarafından yapılan çalışmalar neticesinde Y.T. İsimli şahsın elinde bulundurduğu eski dönemlere ait sikkeleri satmak için müşteri aradığının öğrenilmesi üzerine Sungurlu'da yapılan operasyonda Y.T.'nin Roma, Bizans ve Hellenistik dönemlerine ait olmak üzere 134 adet bronz ve bakır sikkelerle birlikte yakalandığını ifade etti.

Kaplan, Y.T. Hakkında “Kültür ve Tabiat Varlıkları Kanunu'na Muhalefet” suçundan soruşturma yapılarak sungurlu Cumhuriyet Başsavcılığına sevk edildiğini dile getirdi.

Çorum Haber, 07.06.2008

ASLI İLE ALAKASI YOK

 

 

Bolu Atatürk Lisesi’ne çıkarken, yokuşun başında solda duran 4 katlı tuğla bina bilindiği gibi Anıtlar Yüksek Kurulu’nca eski eser olarak tescil edilmiş bir yapı idi.

 

Bu bina bir süre önce yıkılmıştı. Yerine ‘dış cephesi eskisinin aynısı’ olmak kaydıyla yeni bina inşa edilmeye başlandı. Betonarme ve çelik yapı olarak inşa edilen binanın şu an için kaba inşaatı bitmiş durumda.

 

Ancak yeni yapılan inşaatın, eski eser olan bina ile uzaktan yakından görüntüsünün uyuşmadığının ortaya çıktığını belirten, isminin açıklanmasını istemeyen Bolulu bazı mimarlar, “Bu binanın hiçbir tarafı aslına benzemiyor. Binanın ön yüzü diyebileceğimiz batı cephesine standart dışı, binaya hiç de yakışmayan devasa bir beton merdiven uydurulmuş. Böyle bir merdiven binanın aslında da yoktur. Orijinalinde binanın üst katlarına içerden çıkılmaktadır.

Binanın bodrum katının eski bina ile hiçbir benzerliği yoktur. Eskisinde bodrum katı taş duvar ile kapalı bir kat iken, şimdi bodrum kat tamamen ticari işyeri olarak yapılmış, binanın mimari özelliği burada da bozulmuştur. Pencerelerinin de eski fotoğraflardaki asıl haliyle alakası yoktur.

Güney cephesinde Şehit İhsan Bey Sokak’a 2 m. tecavüz edilmiş ve sokaktaki kaldırım, binanın bünyesine dahil edilerek yok edilmiştir. Bolu Atatürk Lisesi’ne çıkan bu yol eskisine göre 2 metre daraltılmıştır.

 

Doğu cephesinde bulunan Uğur Sokak da binanın içine dahil edilerek tamamen yok edilmiştir.

Kuzey cephesinde eski binanın tescil edilmiş halindeki pencereler ve balkon, yeni binada yok edilmiştir” diyerek, yapılan bu binanın eskisi ile uzaktan yakından alakası olmasının mümkün olmadığını iddia ettiler.

Bolunun Sesi, 07.06.2008

KATKI




TEMUÇİN AYGEN: BİR İDEALİST



Boğaziçi Üniversitesi’nin güzelliklerinden biri de istediğiniz dalda veya ilgi alanında kulüp olmasıdır. Ben de Boğaziçi Üniversitesi'ndeki ikinci yılımda, bir arkadaşımın kamp ateşi muhabbeti ile doğa sporu yapmak için “Mağara Araştırma Kulübü”ne yazıldım.





Temuçin Aygen adını ilk duyduğumda, ben henüz mağaracılık nedir öğrenme aşamasındaydım. Şu anda kim olduğunu hatırlayamadığım biri “Temuçin Aygen geliyor, o bizim babamızdır, mağaracılığı Türkiye’ye tanıtan kişidir” demişti.

 

BÜMAK’ın (Boğaziçi Üniversitesi Mağara Araştırma Kulübü) 15. kuruluş yılını kutlamak için harıl harıl ekip halinde çalışıyorduk. Bu isim bende karışık duygular uyandırdı. Biraz hayranlık, biraz ürkeklik... Acaba misafirperverliğimiz yetecek miydi? 16 Aralık 1988 tarihinde, BÜMAK’ın 15 yılını kutlamak için hiç üşenmeden Antalya’dan kalkıp gelmişti. Kısa boylu, şişman ve kel bir adam. Herkes etrafını sardı. Konuşulanları hatırlamıyorum ama herkes ağzının içine bakıyordu bilgi almak için. Arkadaşımız Metin Albükrek'in nefis dia gösterisinden sonra sanırım kafasında iyice BÜMAK nedir, ne değildir yer etmişti. Bunu ikinci karşılaşmamızda gösterecekti.  

 

Ertesi yıl, Temuçin Aygen tekrar geldi. Mütevazi kulüp odamızda kendisini misafir ettikten sonra konuşmaya başladık. Bir önceki karşılaşmamızda çok fazla dikkatimi verememiş, akşamın iyi geçmesi için organizasyona odaklanmıştım; ama şimdi bütün duyu organlarımla onu dinliyordum. Bize gazetelerde çıkan kendi haber kupürlerini ve posterler getirmişti. Konya Obruk’larının nasıl oluştuğundan söz ediyordu. Konuştukça, o yuvarlak yüzündeki iki gözün nasıl ışıldadığını hala unutamam. Büyük bir heyecanla anlatıyor, anlatıyordu. Ortam çok samimi bir hava içindeyken esas haberi verdi: Anamur’da bir gazeteci arkadaşının ona verdiği ihbarı bize getirmişti. Yüzü bir parça ciddileştikten sonra, “böyle bir mağarayı Türkiye’de yapsa yapsa ancak BÜMAK yapar dedi. Siz arkadaşların yeterli tecrübesi ve malzemesi var, o yüzden size getirdim ihbarı” dedi. Sanırım herkesi hafif bir gurur dalgası sardı.  

 

İlk etkinliğe kendisi de katılacaktı. Bir ayağında çelik protez olan, hafifçe aksayarak yürüyen birinin, 2000 metrede Toroslara gittiğini düşünün... O zamanlar yanılmıyorsam 68-69 yaşındaydı. 1989'un Ağustos ayında, katırın tepesinde, 30-35 derece sıcaklıkta, bizimle 2000 metrede Torosların tepesinde, Çukurpınar Mağarası'na gelmişti. Mağaraya girmemişti ama varlığı ile bize destek veriyor ve coğrafyayı jeolojik açıdan inceliyordu. Bu ihbar ile, yaklaşık 20 yıldır (1989 yılına göre) kırılmayan derinlik rekorunun, büyük bir farkla kırılmasına yol açmış (Düdencik -330 metre iken, Çukurpınar -1190 metre olmuştur) ve önce BÜMAK sonra Türkiye’deki mağaracılık, bu ihbar ile eşik atlamıştır. Bunda Temuçin Aygen’in payı yadsınamaz.  

 

Yıllar geçtikçe, kendisini bazen sempozyumlarda bazen de Antalya’daki evinde görme fırsatım oldu ve bir farkını daha keşfettim Temuçin Aygen’in, o da yazması idi. Yazma kültürü olmayan bir toplumda, Temuçin Aygen geride oldukça fazla miktarda, kitap ve makale bırakmıştı. Bu niteliklere sahip bir insanın mağaracılık yapması bizim için bir şanstı. Ölmeden önce en son dairesini satarak Çin’de yapılan Dünya Mağaracılık Kongresi'ne katılmıştı. İşte böylesine sevmişti, mağaracılığı... Mesleki olarak başlayan ilgi, gitgide bir tutkuya dönüşmüş ve bu tutku sayesinde mağaracılık yapan bizlerin önünü açmıştı. 

 

En son onu, Teşvikiye Camiİ’nde gördüm. Rahmet yağıyordu teşekkür edercesine kendisine. O bizim babamızdı... 

 

Ender Usuloğlu

Mağaracı


*****


TEMUÇİN AYGEN KİMDİR?





Temuçin Aygen, İstanbul’da Boğaziçi Lisesi’ni bitirdikten sonra, üniversite eğitimi için İsviçre’ye gitmiş, burada Cenevre Üniversitesi’nin  Jeoloji ve Mineraloji Bölümü'nde lisans eğitimini başarıyla tamamlamıştır. 1947 yılında yurda dönen Aygen, 1950 yılına kadar İstanbul Üniversitesi Jeoloji Bölümü'nde fahri asistan olarak çalışarak, “ Balya Bölgesi’nin Jeolojik incelenmesi” konulu doktora teziyle doktor unvanını almıştır. 1950-1951 yılları arasında MTA’da saha jeoloğu olarak çalışmalarına devam etmiş, 1952 yıllından itibaren İller Bankası’nın su mühendisliği bölümünde uzman olarak çalışmaya başlamıştır. Bu birimde çalışmalarını sürdürürken; Anadolu’daki Antakya, Konya, Muğla gibi çeşitli illerde karstik alanlardan su temin edilmesi ve hidroelektrik santrallerin verimliği üzerinde çalışmalarda bulunmuştur. Bu çalışmalarında, su karstik alanlardan temin edildiğinden ilk mağaracılık tecrübelerini yaşamaya başlamıştır .

 

1958 yıllında hidroelektrik santraller ve hidrojeoloji üzerine incelemelerde bulunmak üzere iki aylığına gittiği Fransa ve İsviçre’de mağaracılık bilimiyle yakından ilgilenmiş ve buradaki speoloji kulüpleriyle temasa geçmiştir. Temasa geçtiği bu kulüplerden, Paris Speoloji Kulübü’nden araştırmacılar ileride Aygen’in davetiyle Türkiye Mağaraları’nı araştırmaya gelerek birçok mağarayı keşfetmiş ve  haritalamışlardır. Yurda döndükten sonra Devlet Su İşleri’nde çalışmaya başlayan Aygen 1959 yılında “Mağaralar ve Yeraltı Irmakları” isimli ilk kitabını yayınlamıştır. Bu kitabında mağaracılığın tarihçesi, mağaracılık sporu, mağaraların oluşumu, mağara canlıları, dünyadaki büyük mağaralar ve Türkiye’de mağaralarda yaşadığı tecrübeler hakkında birçok batı Avrupa Ülkesi’nde yayınlamış olan kitapları ve raporları kaynak göstererek detaylı bilgiler vermiştir.

 

1964 yılında Ankara’da Türkiye'deki ilk Mağara Araştırma Derneği’ni kurarak, mağara araştırmalarının daha organize ve düzenli hale gelmesini sağlayan Aygen, 1966 yılında Batı Avrupalı Ülkelere “Dünyanın en büyük yeraltı kaynağını gelin ve araştırın” çağırısında bulunarak Avrupalı speleologları Türkiye’ye davet eder. Bu çağrı adresini bulur ve Avrupa’dan speleologlar Türkiye’nin Mağaraları’nı araştırmaya gelirler ve Paris Speleoloji Kulübü’nün Başkanlığı’nı yapmış olan Claude Chabert bir yazısında “Türkiye’de 1965-1971 yılları arasındaki mağara araştırmalarını Temuçin Aygen’in keşifleri sayesinde olduğunu ve ona karşı kendilerini çok borçlu hissettiklerini” belirtir. 1965 yılından itibaren Paris Speleoloji Kulübü’nden araştırmacılarla birlikte Toroslar’da birçok mağara keşfedilip araştırılmaya başlanır. Bu araştırılan mağaralarından bazılarını örnek vermek gerekirse;dünyanın en büyük pınarlarından biri olarak kabul edilen Dumanlı Mağarası, Antalya’da harika oluşumlara sahip Altınbeşik Düdensuyu Mağarası bunlarından birkaçıdır. Bu mağaraların ayrıntılı olarak haritaları araştırmacılar tarafından yayınlanmıştır.

 

1975 yılında Temuçin Aygen Toroslar Bölgesi’ndeki mağara araştırmalarını Batı Karadeniz’e kaydırır ve Avrupalı araştırmacılarla birlikte birçok mağara keşfederler. Bu araştırmalardan önce 1952 yılında İsveçli biospeolog Kunt Lindberg Zonguldak’ta Ilıksu Mağarasını keşfetmiş, 1971 yılında İspanya Barcelona Speleoloji Kulübün’den gelen bir grup Çayırköy Mağarası’nı ve Ilıksu Mağarası’nın geri kalan kısmınını keşfetmiştir.

 

1975 yıllında Aygen İngiliz araştırmacılarla birlikte, Kızılelma, Cumayanı ve Gökgöl mağaralarını gün ışığına çıkarmıştır. Aygen, mağaracılığın dışında Türkiye’nin doğal ve arkeolojik zenginlikleriyle ilgilenmiş, bu konuda birçok makale ve bildiri yayınlamıştır. Manavgat’ta ki dünyanın en büyük pınarı olan Dumanlı Mağarası ve bu bölgede yer alan Roma su yolu, Likya  Şehirleri, Pamukkale travertenleri, Nemrut’taki devasa heykeller araştırma yaptığı bazı arkeolojik zenginliklerimiz arasındadır. Aygen Arkeolojiye olan bu merakını Türkiye’de Batı Akdeniz’de hüküm sürmüş olan  Likya İmparatorluğuyla ilgili “The Blue Paradise Of Lycia” ile pekiştirerek yine Türkiye’nin tanıtımı için çok önemli bir kaynak daha oluşturmuştur. Mağaracılık çalışmalarına hiçbir dönem ara vermeyen 1992 yılında ülkemizin doğa sporları konusunda önde gelen kulüplerinden TODOSK’un kurucu üyeleri arasında yer almıştır.

 

Temuçin Aygen yaptığı çalışmalar ve araştırmalarla Türkiye’de birçok gence örnek olmuştur ve örnek olmaya devem etmektedir. Hiç kuşkusuz Türkiye’de mağaracılık sporunun ve araştırmalarının bu aşamaya gelmesinde kendisinin çok büyük payı vardır. 

Hazırlayan: Serhat Küçükali

AYASOFYA HAYAT BULUYOR

 

 

MS 325 yılında ilk konsüle ev sahipliği yapan ve 3 tanrı (teslis) akidesinin kabul edildiği Ayasofya, restore edilerek yeniden gün ışığına çıkartılıyor.


1331 yılında İznik'in Orhan Gazi tarafından fethedilmesiyle kiliseden camiye çevrilen, Cumhuriyet döneminde ise müze olarak kullanılan Ayasofya, yapılan restorasyonla eski ihtişamına yeniden kavuşuyor. Vakıflar Bölge Müdürlüğü tarafından ihalesi 375 bin YTL'ye yapılan restorasyonlar tamamlanma aşamasına geldi. Restorasyon çalışmalarında sona yaklaşılırken, ortaya çıkan yeni ihtiyaçlar dolayısıyla ek tadilat projesi hazırlandı.


Vakıflar Bölge Müdürlüğü tadilat projesini Anıtlar Kurulu'na sundu. Kurul proje ile ilgili olarak Bizans, Osmanlı sanat tarihçileri ve uzman restoratörden rapor alınmasını istedi. Rapora göre Anıtlar Kurulu yeniden karar verecek. Yeni tadilat projesi Anıtlar Kurulu'ndan onay alırsa, Ayasofya'nın üzerindeki 4 kubbenin çimentoları kaldırılarak, kiremit ile kapatılacak. Çalışmalar sırasında girişte bulunan eşik yeniden gün yüzüne çıkartılacak. Caminin batısındaki şapelin korunması için tedbir alınacak. Ayrıca suların tahliyesi için de oluklar takılacak.


Bu arada, 2007 yılında ihale edilen Anıtlar Kurulu onaylı projeye uygun olarak yürütülen çalışmalarda, onarılan minarenin kara beton ile sıvanması tepki çekti. Vakıflar Bölge Müdürlüğü yetkilileri, projeyi Anıtlar Kurulu'nun onayına göre yürüttüklerini, projenin danışman hocalar nezaretinde uygulandığını ifade etti.

Bursa Hakimiyet, 07.06.2008

'VAN GOGH'UN PEŞİNDE, MODERNİZMİN İZİNDE'

Bir grup Türk sanatçı, Hollanda asıllı ünlü ressam Van Gogh’un yaşam ve çalışma izlerini takip ederek yeni yorumlar ortaya koymak üzere Fransa’ya gidecek. Konuya ilişkin yapılan yazılı açıklamaya göre, "Vincent Van Gogh’un Peşinde Modernizmin İzinde Türkiye-Fransa-Türkiye" başlıklı çalışma çerçevesinde, Onay Akbaş, Prof.Dr. Özdemir Altan, Prof.Dr. Tomur Atagök, Habip Aydoğdu ve Bedri Baykam’ın da aralarında bulunduğu bir grup sanatçı, 9-16 Haziran tarihleri arasında Fransa’ya giderek, sağlığında ancak tek bir resmi satılan, trajik bir hayat yaşayan ve sonunda kendisini vurarak hayatına son veren ünlü ressam Van Gogh hakkında bir dizi çalışmada bulunacak.

 

Benşah Tekstil (İbrahim Benli) sponsorluğu ve organizasyonuyla, Fransa’dan Onay Akbaş ve Türkiye’den Ekrem Kahraman’ın danışmanlığında gerçekleştirilecek etkinlikte yer alan 25 kişilik grup, Van Gogh’un Fransa’da Paris, Barbizon, Arles, Saint Remy ve Auvers Sur Oise kentlerindeki yaşam ve çalışma izlerini takip ederek, çalışmalar yapacak.

 

Ümit Gezgin, Prof.Dr. Kıymet Giray, Abdulkadir Günyaz, Çetin Güzelhan, İbrahim Karaoğlu ve Prof.Dr. Kaya Özsezgin’den oluşan bir grup öğretim üyesi, sanat tarihçisi, sanat yazarı, eleştirmen ve gazetecinin de katılacağı programda ayrıca, şair-yazar Sunay Akın ile Nasuh Mahruki, Coşkun Aral, yönetmen Serkan Koç ve Fransız fotoğraf sanatçısı Sophie Bassouls da yer alacak.

 

Türkiye’ye dönüşlerinde grubun çalışmalarının sonuçları kataloglanarak, Türkiye, Fransa ve diğer Avrupa ülkelerinde sergilenecek.

 

Tartışma metinleri, söyleşiler, konuşmalar ve konuyla ilgili gezi yazıları Türkçe, Fransızca ve İngilizce olmak üzere bir kitapta toplanarak yayımlanacak.

 

Çalışma süreçleri fotoğraf ve filmle belgelenerek, hazırlanacak belgesel film tüm ilgili kurumlara, sanat eğitimi veren üniversitelere, sanatçılara, sanat öğrencilerine ulaştırılacak, entelektüel bir tartışma platformu oluşturulacak.

Radikal, 07.06.2008

TÜTÜN HANI TURİZMİN HİZMETİNDE





Gaziantep’te tarihi kültür varlıkları, yapılan restorasyonlarla yeniden hayata kazandırılıyor.

 

Karagöz Caddesi’nin sonunda Kürkçü Hanı ve Külekçi Hanı’nın hemen ortasında yer alan 250 yıllık Tütün Hanı, Gaziantep’in kültür ve ekonomisine katkı sağlaması için restoran ve hediyelik eşyaların satıldığı bir mekan haline getirildi.

 

Osmanlı mimarisinin en güzel örnekleri arasında yer alan tarihi mekan, geniş bir avlu ve bu avlunun etrafından bulunan 15 satış merkezi ile yerli ve yabancı turistlere hem alışveriş imkanı sağlıyor, hem de bölge kültürü konusunda önemli bilgiler veriyor.

 

Yerli ve yabancı turistlerin kısa zamanda ilgisini çeken Tütün Hanı’nı, içindeki Mağara Restoran farklı kılıyor. Mağara Restoran kışın ılık, yazın serin havası ile farklı bir ortamda müşterilerini ağırlıyor. Geçmişte Osmanlı kervanlarını ağırlayan Mağara Restoran’ın bulunduğu mekanda, şimdi turistler ağırlanıyor. Yıllarca bakımsız kalan mekan, Vakıflar Bölge Müdürlüğü’nün gayreti ile eski günlerine döndü. Yöresel Gaziantep yemeklerinin yanı sıra, kebap ve gözleme ikram edilen Mağara Restoran’da, kuyudaki su sesleri ile enstrümanların birlikte çıkardığı ses, ortama ayrı bir

 

Gaziantep Vakıflar Bölge Müdürü İsa Güven, Tütün Hanı’nın restorasyonu için 1 milyon YTL’ye yakın para harcandığını, hanın onarımı sırasında taşların yerlerine monte edildiğini, orijinaline dokunmadıklarını anlattı.

 

Güven, "Yapının 12 dükkan odasını oluşturan briket duvar ve bu duvarlardaki ahşap doğramalar söküldükten sonra özgün formuna uygun kesme taş ile yeniden yeniden tonozlu dükkan haline çevrildi. Sökülen yapı elemanlarından orijinal parçalar, bakımları yapılarak yerlerine montaj edildi. Han, restorasyon sonucu özüne döndü. Şimdi özel şahsa kiraya verdik, restoran ve hediyelik eşyalar satılıyor. Gaziantep kültürüne ve ekonomisine katkı sağlayacak" diye konuştu.

 

Tütün Hanı’nı işleten Erdal Yağlı ise hanın orijinal yapısına dokunmadan mağara ile dükkanları alışveriş merkezi ve restoran olarak hizmete açtıklarını söyledi. Yağlı, ilk günlerde hanın bu özelliğinin bilinmediğini, ilerleyen zamanlarda herkesin uğrak yeri olduğunu dile getirdi.

 

Tarihi handa otantik eşyaların, el dokuma halı, kilimler ve bakır işlemelerin yanında özellikle genç kızların çeyizleri için yaptıkları nazarlıkların dikkat çektiğini anlatan Yağlı, sözlerini şöyle sürdürdü: "Yıllar önce, özellikle Gaziantep’e bağlı köylerde yaşayan genç kızlarımız, çeyiz hazırlarken, nazarlık yapımına da büyük önem verirlerdi. Genç kızların en önemli çeyizlik malzemesi olan nazarlık, genç kızın becerisini olduğu kadar, ailenin sosyal ve ekonomik durumunu da göstermesi bakımından ayrı bir öneme sahipti. Şimdilerde ise genç kızlarımız tarafından yapılan bu nazarlıklar, evlerimizi, iş yerlerimizi ve şark köşelerini süslemektedir. "

Radikal, 07.06.2008

165 YILLIK PUL SERİSİNE 2 MİLYON DOLAR

 

Brezilya'da 1843’te basılmış pul serisi, ABD’nin Manhattan kentinde düzenlenen bir açık artırmada 2 milyon 185 bin dolara (yaklaşık 2 milyon 665 bin YTL) alıcı buldu.

 

The Siegel Müzayede Evi yetkilileri, Brezilya’nın nadir pul serilerinden olan ve “Pack Strip” olarak bilinen 1843 yılına ait pulların, açık artırmaya telefonla katılan bir koleksiyoncu tarafından alındığını açıkladı.

Müzayedede Şili ve Arjantin’de basılmış pulların da satıldığı ve 5 milyon 630 bin dolar değerinde satış yapıldığı belirtildi.

Milliyet, 07.06.2008

İSTANBUL HANIMEFENDİSİ'Nİ ALAN TÜRK KİM?





Osman Hamdi Bey'in İstanbul Hanımefendisi adlı tablosunun Sotheby's Müzayede Evi'nde 7 milyon 230 bin YTL'ye satılması, yeni sahibine dair pek çok iddiayı gündeme getirdi. Sanat dünyası tabloyu bir Türk koleksiyonerin aldığı konusunda hemfikir. Tablonun sahibinin önümüzdeki günlerde kimliğini açıklayacağı ve eseri yeni kuracağı müzede sergileyeceği söyleniyor.

 

Osman Hamdi Bey'in ünlü tablosu İstanbul Hanımefendisi, geçtiğimiz hafta Londra'nın ünlü müzayede evi Sotheby's'de 7 milyon 230 bin YTL'ye satıldı. 1881 tarihli 185x109 boyutlarındaki eser, Türk resim piyasasında yeni bir rekorun da sahibi oldu. Sanat dünyasında hatırı sayılır bir dalgalanma oluşturan bu müzayedede, tabloyu satın alan kişinin kimliği meçhul kaldı. Sır gibi saklanan alıcının ne uyruğu, ne de adı sanı belli. Buna karşılık sanat dünyasında bir söylenti almış başını gidiyor. Kulaktan kulağa dolaşan fısıltıya inanacak olursak, İstanbul Hanımefendisi'ni alan kişi bir Türk koleksiyoner ve yeni açacağı müzede Türkiye'nin bu en pahalı tablosunu sergilemeye hazırlanıyor. Önümüzdeki günlerde ortaya çıkacak olan koleksiyonerin kim olduğunu bilen yok değil; fakat hepsi ağız birliği etmişçesine susuyor ve vaktin gelmesini bekliyor. Galerici Yahşi Baraz, kimliği sır gibi saklanan bu ismi bildiğini, ancak etik olmadığı için şimdilik sustuğunu söylüyor. Israrlarımıza rağmen alıcının adını söylemekten kaçınan Baraz, İstanbul Hanımefendisi'nin 'yabancıya' gitmediğinden memnun. Ünlü müzayedeci Rafi Portakal da oryantalist eserlere Batılıların pek ilgi göstermediğini söylüyor. Bu durumda eseri bir Türk'ün almış olma ihtimali de artırıyor.

 

Osman Hamdi Bey'in Kaplumbağa Terbiyecisi, 2005'te iki kurum (Suna- İnan Kıraç Vakfı ve İstanbul Modern Müzesi) arasında geçen çekişmeli müzayede sonunda 5 milyon YTL'ye satılmıştı. Pera Müzesi Müdürü Özalp Birol, İstanbul Hanımefendisi'nin 7 milyon 230 bin YTL'ye alıcı bulmasında bu fiyatın çok büyük bir etkisi olduğu belirtiyor. Böylelikle Türk resminin üç tane milyon dolarlık tablosu oldu; Osman Hamdi Bey'in İstanbul Hanımefendisi' (7 milyon 230 bin YTL), 'Kaplumbağa Terbiyecisi' ( 5 milyon YTL), Şeker Ahmet Paşa'nın 'Ayvalar ve Narlar' (1,3 milyon YTL). Bütün bu gelişmelerin sonunda en 'karlı' çıkan, hiç şüphesiz sanatseverler, zira Osman Hamdi'nin eserlerini dünya gözüyle memleketinde görme imkanına kavuşacaklar.

 

Yahşi Baraz (Galerici): "Osman Hamdi'nin, Türk sanatının en pahalı ressamı olduğu ortaya çıktı. Osman Hamdi Bey'i yurtdışından bir yabancı almış olsa bu kadar yüksek fiyata çıkar mıydı düşünmek lazım. Osman Hamdi bizim için mühim bir sanatçı, ama dünyadaki önemli müzelerde eseri yoktur. Eseri olmayınca böyle milyonlarca dolara hiçbir yabancı satın almaz. Bu fiyata alıcı bulması Türkiye açısından sevindirici. Türkiye'ye kazandırılmış olması da bir avantaj. Belki kurulacak müzede o resmi seyretmeye başlayacağız. Tabloyu kimin aldığını biliyorum; ama söylemem etik olmaz. Muhtemelen önümüzdeki günlerde kimliğini açıklayacak."

 

Rafi Portakal (Galerici): "Oryantalist eserlere ilginin en büyük sebebi kolay okunabilir nostaljik eserler olmaları. Ama Batılı koleksiyoncuları bu tür eserlerin çok fazla ilgilendirdiğini düşünmüyorum. İstanbul Hanımefendisi'ni eğer bir Türk aldıysa ve tablo sergilenecekse mutluluk duyarım. İsviçreli bir aileye ait olan tablo 15 yıl önce Sotheby's'de yaklaşık 350 bin pounda satıldı. Rulo halinde muhafaza edildiğinden çok onarım var. Bu fiyata alıcı bulmasında Kaplumbağa Terbiyecisi'nin 5 milyon YTL'ye satılmasının da etkisi büyük. Keşke Nazmi Ziya, Şeker Ahmet Paşa, Hüseyin Avni Lifij gibi ressamlarımız da uluslararası sanat dünyasında tanınsa."

 

Özalp Birol (Pera Müzesi): "Şu ana kadar çok da ön planda olmayan ancak söz konusu müzayedede gördüğü yüksek fiyat dolayısıyla bir anda gündeme gelen bu eserin, -eğer öyleyse- bir Türk sanatsever tarafından alınmış olması sevindirici bir durumdur. Eğer bu eser, kurulacak bir müzede kamuyla paylaşılacaksa bu daha da sevindiricidir. Kaplumbağa Terbiyecisi'nin fiyatı, bu kulvardaki eserlerin fiyatlarının yükselmesine neden olmuştur. Batı'nın yeniden canlanan ilgisinin yanında bu eserlere Türkiye'den ve Arap ülkelerinden de talep gelmesi, eser fiyatlarının yükselmesini beraberinde getirmiştir, bu yükseliş devam edecektir."

Zaman, Haber: Musa İğrek, 07.06.2008

DİLEK GÖLÜ KURAKLIĞA YENİLDİ

 

Kaybolan keçisini arayan bir çobanın 1960’larda bulduğu ve Türkiye’nin turizme açılan ilk yeraltı mağarası olan Burdur’un İnsuyu Mağarası’ndaki Dilek Gölü kurudu.

 

Gölün, tarlaların sulanabilmesi amacıyla fazla miktarda su çekilmesi ve kuraklığın etkisiyle kuruduğu belirtildi.

Burdur Kent Haber, 06.06.2008

URARTU ÇİVİ YAZISINI OKUYUP YAZAN BEKÇİ DÜNYAYA AÇILMA YOLUNDA

 

Van'da uzun yıllar bekçiliğini yaptığı Çavuştepe Kalesi'nde Urartu çivi yazısını okuyup yazmayı öğrenen Mehmet Kuşman, şimdilerde ise bir internet sitesi kurmaya çalışıyor.

 

Emekli olduktan sonra gönüllü olarak bekçilik görevine devam eden ve bilim dünyasında Urartu çivi yazısını bilen birkaç kişi arasında yer alan Mehmet Kuşman dünyaya açılma yolunda. İlkokul mezunu 66 yaşındaki Mehmet Kuşman, öğrendiği dil sayesinde yaptığı levhaları satarak geçimini sağlarken, evini taşıdığı Van merkezden her sabah kaleye geliyor. Yanına verilen yardımcıyla birlikte yaptığı kulübede kalan Kuşman, turistlere de gönüllü rehberlik ediyor. Çavuştepe Kalesi'nin kendisi açısından çok önemli bir yer olduğunu ifade eden Kuşman, bekçiliği sayesinde Urartu dilini öğrendiğini belirtti. Bu sayede de levhalara çivi yazısıyla turistlerin isimlerini yazarak, satışından elde ettiği parayla geçimini sağladığını vurgulayan Kuşman, önümüzdeki günlerde kendi adına internet sitesi açacağını belirtti. Amacının tarihi ve kültürel değerleri tanıtmak olduğunu anlatan Kuşman, bununla birlikte turistleri buraya çekmeyi hedeflediğini dile getirdi. Bayram tatil demeden her sabah kaleye geldiğini, yerli yabancı turistlerden büyük ilgi gördüğünü de sözlerine ekleyen Kuşman, ömrünün sonuna kadar kaleden ayrılmayacağını kaydetti.

 

Çavuştepe Kalesi, Van'ın Gürpınar İlçesi'ne bağlı Çavuştepe köyünde yer alıyor. Van'a 25 kilometre mesafe uzaklığında Van-Hakkari karayolunun güney tarafında bulunan kale, Urartu kralı II. Sarduri tarafından MÖ 764-734 tarihleri arasında yaptırılmış.

haberler.com, 06.06.2008

NİĞDE'DE YENİ YERALTI ŞEHİRLERİ BULUNDU

 

Niğde'nin Çiftlik İlçesinde iki adet yeni yeraltı şehri tespit edildi. Temizlik çalışmalarının ardından yeraltı şehirlerinde incelemeler başlatılacak.

 

Çiftlik İlçesi'ne bağlı Bozköy beldesi ile Kula köyü sınırları içerisinde tespit yeraltı şehirleri, bölge insanını şimdiden sevindirdi. Bir ekiple birlikte mağaraların bulunduğu yerlerde incelemelerde bulunan Çiftlik Kaymakamı Ömer Faruk İlhan, Niğde'nin de Kapadokya bölgesinde yer aldığını, Nevşehir ve Aksaray illerinde bölgenin özelliklerini taşıyan eserlerin olması, Niğde'de bulunmamasını pek makul bulmadığını belirterek, "Bu anlamda geniş bir keşif çalışması başlattık ve sezgilerimiz bizi yanıltmadı.

 

İlk olarak Bozköy beldesi sınırlarındaki yeraltı şehrini bulduk. Bulduğumuz şehir girişlerinde kapıyı örtmek için kullanılan kapaklar yapılmış. Şehrin girebildiğimiz bölümlerinde 2 adet 160 metrekare ölçülerinde salonlar bulunmakta. Bu sıradan bir mağara değil. Zaten işçiliği gördüğünüz zaman sıradan olmadığını hemen fark ediyorsunuz" dedi.

 

Keşfedilen yeraltı şehirleri hakkında Niğde Valiliği'ne bilgi verdiğine değinen Kaymakam İlhan, Kültür ve Turizm Müdürlüğü bünyesinde kurulacak ekiple en kısa sürede temizleme çalışmalarının başlatılacağını, ardından arkeolojik çalışmalar için bölgeye uzman personellerin çağrılacağını ifade ederek, "Çiftlik İlçesi, ekonomik olarak oldukça zayıf bir ilçemiz. Şehirlerin faal hale getirilmesi ile hem ülkemize yeni bir turizm alanının kazandırılacağı, hem de bölge insanına yeni bir gelir kaynağı oluşturacağı inancındayım. Kapadokya bölgesine ise yeni bir ilçenin katıldığını söyleyebiliriz. Burada bulunan 100'ün üzerindeki mağaraların birbirleri ile bağlantılarının olduğu tahmin ediliyor. Mahalli ölçekli yapılan çalışmalarda çok miktarda mezar kalıntılarına rastlanıldı. Mağaranın derinlerine inildikçe oksijen azaldığı için uygun teçhizat olmadan yapılacak keşifler risk oluşturabilir. Bu sebeple uzman personelleri buraya davet edeceğiz. Ayrıca konuya meraklı arkeologlar da bölgede inceleme yapabilirler" şeklinde konuştu.

 

Kaymakam İlhan, Nevşehir'de bulunan peribacalarına benzer yapıların ve mağara içerisinde oluşturulan mutfak, su sarnıçları ve oda gibi bölümleri ile dikkat çeken yeraltı şehirlerinin incelenmesi sonucu bir gizemin çözüleceğine inandığını sözlerine ekledi.

haberler.com, 06.06.2008

SÜLEYMANİYE'DE DÖNÜŞÜM 200 RESTORASYONLA BAŞLIYOR

 

İstanbul'un Dünya Kültür Mirası Listesi'nden çıkma tehlikesi ile gündeme gelen restorasyon çalışmaları Süleymaniye'de başlıyor.

8 mahallede başlayacak çalışmalarda 599 yapı restore edilecek. 27 Mayıs'ta yapılan ihale ile Süleymaniye dönüşüm projesi başlamış oldu. Eminönü Belediyesi ve KİPTAŞ'ın birlikte yapacağı çalışmanın sonuçları 2008 sonuna kadar alınacak. Yenileme alanı olarak belirlenen Süleymaniye'deki eski yapılar restore edilerek yeniden kazanılacak. Eminönü Belediyesi, Süleymaniye'de yapacağı restorasyon çalışmaları için İl Özel İdaresi'nden 10 milyon YTL alacak. Yaklaşık 20 milyon YTL'lik proje için gereken 10 milyon YTL ise proje ihalesini alan KİPTAŞ tarafından karşılanacak. Süleymaniye'de Eminönü Belediyesi tarafından 800 parselde yapılacak projede 301'i tescilli ve 298'i tescilsiz olmak üzere 599 yapı bulunuyor. Eminönü Belediye Başkanı Nevzat Er, 2008 yılı sonuna kadar bu yapılardan 200'ünün restorasyonunu tamamlamayı hedeflediklerini söyledi.

Zaman, 06.06.2008

AMASYA KALESİ CAZİBE MERKEZİ OLACAK

 

 

Amasya Kalesi surlarında yapılan onarım çalışmalarının ardından valilik tarafından ayrılan ödenekle daha önceden yapılan kazı çalışmaları devam edecek.

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın 1 milyon 690 bin YTL'ye ihalesini yaptığı Amasya Kalesi onarımı ve çevre düzenlemesi çalışmaları çerçevesinde kalenin surlarının onarımı yapılırken, onarım çalışmalarının tamamlanmasından sonra Amasya Valiliği tarafından ayrılan ödenekle daha önceki senelerde yapılan kazı çalışmaları devam ettirilecek. Amasya Kalesi restorasyonu işine ana giriş kapısı derzlerden başlandığını söyleyen İl Kültür ve Turizm Müdürü Ahmet Kaya, "Restorasyonun ilk aşaması top kalesine doğru devam edecek. Kale duvarlarının alt kısmında araştırma hafriyatı yapılacak,. Burçlar içindeki topraklar temizlenecek, kale duvarlarındaki otlar temizlenecek, hazırlanan restorasyon uygulama projesi kapsamında yüzey kaybına uğramış taşlar, yanlış uygulamalar restorasyon ilke kuralları çerçevesinde dikkatlice yapılacak" dedi.

 

Amasya Kalesi'nde yapılan restorasyon çalışmalarını takiben valilik tarafından tahsis edilen ödenekle geçen sene yapılan kazı çalışmalarına kaldığı yerden devam edilecek, kalenin bulunduğu Harşena Dağı'nın da ışıklandırılmasıyla birlikte Amasya Kelesi cazibe merkezi haline gelecek.

haberler.com, 06.06.2008

BELEDİYELER RESTORASYON PARALARININ ÜZERİNE YATIYOR

 

2010 Kültür Başkenti İstanbul'da ilçe belediyeleri, kültür varlıklarının korunması için vatandaştan topladığı paraları İl Özel İdaresi'ne ödemiyor.

Hükümet, 2005 yılında emlak vergilerinin yüzde 10'u nispetinde kültür varlığı vergisi uygulaması başlattı. Bu uygulamaya göre belediyeler emlak vergilerine ek olarak yüzde 10 kültür varlığı vergisi toplayacak ve bu parayı valilik bünyesinde özel idareye aktaracaktı. Daha sonra da projeler geliştirip toplanan paradan projelerine düşen parayı kullanacaklardı. Bazı belediyeler topladığı parayı İl Özel İdaresi'ne gönderirken, çok sayıda belediye, topladığı parayı kendisi kullandı.

Belediyeler arasında kültür vergisini en çok ödemeyen belediye 8 milyon 600 bin YTL ile Şişli Belediyesi oldu. Şişli'yi 3,5 milyon YTL ile Sarıyer, 3,2 milyon YTL ile Bakırköy, 2,8 milyon 659 YTL ile Esenyurt, 2,6 milyon YTL ile Avcılar, 2,4 milyon YTL ile de Beykoz takip ediyor.

Vatandaşlardan alınan emlak vergilerinin tahsilatı konusunda birçok sıkıntı yaşadıklarını kaydeden Sarıyer Belediye Başkanı Yusuf Tülün, "Kısıtlı ve imara kapalı alanda geliri olmayan bir belediyeyiz. Bizde sanayi yok, ticaret yok. Sarıyer, kaynak sıkıntısı çeken bir ilçe." dedi. Beykoz Belediye Başkanı Muharrem Ergül ise İl Özel İdaresi'ne olan borçlarını, enflasyon artışı nedeniyle yükselen personel maaşları ve cari harcamalar nedeniyle ödeyemediklerini söyledi.

İstanbul İl Özel İdaresi Genel Sekreteri Sabri Kaya, "Bize borcu olan birçok belediye bulunuyor. Bu belediyelerle ilgili İller Bankası'ndan ilçe belediyelerine gönderilen paydan kesinti yapılarak bize gönderilmesini istiyoruz. İller Bankası da belediyelere gönderdiği paydan keserek bize ödeme yapıyor." diye konuştu.

Zaman, Haber: Yasin Kılıç, 06.06.2008

TARİHİ KİLİSE MÜZE OLMAYI BEKLİYOR

 

Eskişehir'in Sivrihisar İlçesi'nde 1881 yılında yapılan Ermeni Kilisesi, müze olacağı günü bekliyor. Taş malzeme konularak yapılan kilesinin, dünyada benzeri yok.

 

Tarihi süreç içinde, çeşitli amaçlarla kullanılan kilise, bugün adeta güvercin barınağı halinde. Kilisenin çatısında ise otlar bitmiş.Üç yıl önce Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından müze yapılması amacıyla çalışmalara başlanılacağı duyuruldu. Ancak, şu ana kadar kilise binasının müze yapılması konusunda hiçbir girişim yapılmadı. İlçe ve yetkilileri, kilisenin müze yapılarak, bir an önce turizme açılmasını istiyor.

 

Sivrihisar Belediye Başkanı Yaşar Yurtdaş, konuyla ilgili açıklamasında, kilise binasının önemli bir tarihi yapı olduğunu söyledi. Sivrihisar'ın insanlığın en eski yerleşim merkezlerinden olduğunu belirten Yurtdaş, "Kilesinin müze olması halinde, Sivrihisar'a önemli ölçüde turiste çekecek. Müze kongre merkezi de olabilir" dedi.

haberler.com, 06.06.2008

ALLIANOI'NİN KURTULMASI İÇİN SON KEŞİF

 

 

İzmir’de Yortanlı Barajı’nın suları altında kalması planlanan Bergama yakınlarındaki 1800 yıllık Allianoi Antik Kenti için hukuk mücadelesi sürüyor. Bölgede İzmir 4. İdare Mahkemesi heyeti ve üç bilirkişi ile keşif yapıldı.

Allianoi’deki keşfe, Devlet Su İşleri (DSİ) projesini onaylayan Koruma Kurulu kararının iptali için dava açan Avukat Arif Ali Cangı, avukat Hilal Küey, Dr. Oya Otyıldız, Jeofizik Yüksek Mühendisi Erhan İçöz ile Şehir Plancıları Odası eski başkanı Tuncay Karaçorlu katıldı.

Yapılan keşifte Avukat Arif Ali Cangı, DSİ ile Kültür Bakanlığı arasında yapılan protokollerle kazının devam etmiş olmasının yasa karşısında bir önemi olmadığını vurgulayarak alanın 2001 tarihinden bu yana arkeolojik SİT olduğu için korunması gerektiğini söyledi.

Avukat Hilal Küey, alanın tamamının belgelenip dokümantasyonunun yapılmadığına değindi ve “Henüz Allianoi’nun yüzde 20’si kazılabildi ve DSİ projesi su sirkülasyonunun önüne geçemeyecek” dedi.

Allianoi’nin fay hattı üzerinde olması nedeniyle DSİ projesinin uygun olmadığını dile getiren Jeofizik mühendisi Erhan İçöz ise, duvarla çevirmenin alanı baraj sularının tahribatı altında bırakacağını ifade etti.

Bilirkişiler, bölge için raporunu 30 gün içinde sunacak.

İzmir 4. İdare Mahkemesi, Nisan ayında Allianoi antik kentinin çevresinin kapatıldıktan sonra sulara gömülmesini öngören DSİ projesinin yeniden incelenmesine karar vermişti. DSİ’nin projesinde antik kentin çevresinin duvar ve mille kapatılarak su altında bırakılması öneriliyor.

Ntvmsnbc, 06.06.2008

ONARIM BEKLİYOR

 

Malatya'nın Darende İlçesi'nde bulunan Ozan Mescidi ve Zengibar Kale Kapısı restore edilmeyi bekliyor.

Çevresel ve Kültürel Değerleri Koruma ve Yaşatma Vakfı (ÇEKÜL) Malatya Temsilcisi ve Darendeliler Derneği Başkanı olan Bekir Sözen, "Darende İlçemizde Ozan Köyü'nde bulunan Ozan Mescidi ve Darende merkez Zaviye Mahallesi'nde bulunan Zengibar Kale Kapısı yıkılmak üzere. Yıllardır onarılmayı bekleyen bu eserler aslına uygun olarak restore edilip, turizmin hizmetine açılmalıdır" dedi.

Tarihi yerleri gezmeye gelen vatandaşlar ise ilgisizlikten şikayetçi olarak, "Neden bu güzelim eserlere sahip çıkılmıyor? Yetkililerin konuyla ilgilenerek, bu eserlerin yıkılmaması için onarım yapılmalıdır" şeklinde konuştular.

Malatya Haber, 06.06.2008

TARİHİ YARIMADADA 'İDDİALI' PROJELERİN TÜMÜNE DUR EMRİ

 

 

Danıştay’ın kararından, aralarında Four Seasons Oteli’nin ek bina inşaatı, Haliç köprülü geçişi ve İMÇ’ye yapılacak lüks konut projelerinin de olduğu birçok proje etkilenecek.

Danıştay, imar planları ‘şehircilik ilkelerine ve kamu yararına aykırı’ olduğu gerekçesiyle Eminönü bölgesinde pek çok projeye durdurma kararı verdi

TMMOB Mimarlar Odası’nın Ekim 2005’te açtığı dava sonunda Eminönü İlçesini ve tarihi yarımadayı kapsayan imar planının yürütmesi Danıştay 6. Dairesi tarafından durduruldu. Kararla birlikte tarihi yarımada yapılması planlanan pek çok proje dayanaksız kaldı.

Mimarlar Odası İstanbul Şubesi, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nce 20 Mayıs 2005’te askıya çıkarılan ‘Tarihi Yarımada 1/5000 Ölçekli Koruma Amaçlı Nazım İmar Planı’na ve plan hükümlerine itiraz ederek dava açtı. Gerekçe olarak imar planlarının ‘şehircilik ilkelerine, planlama esaslarına ve kamu yararına aykırı’ olduğunu gösterdi. Yürütmesinin durdurulması ve iptali istemiyle açılan davada Danıştay odayı haklı buldu.

Radikal’in sorularını yanıtlayan Mimarlar Odası Başkanı Eyüp Muhçu, bu kararla hangi projelerin dayanaksız kaldığını şöyle açıkladı:

“Tarihi yarımadanın tarihsel değerlerini, dokusunu, mimari özelliklerini ortadan kaldırabilecek ‘koruma’ amaçlı bir plan yapıldı. Bizim planla ilgili bazı itirazlarımız vardı davayla buna ilişkin mücadele ettik. Bir yeraltı otoparkı yapılması öngörülüyordu. Katlı otoparklar tarihi yapıyı bozacağı gibi, tekerlekli araç sayısını da artırıcı olduğundan itiraz ettik. İMÇ bloklarının olduğu yere lüks konut yapılması düşünülüyordu. Kararla Four Season Oteli’in ek bina inşaatı da dayanağını yitirmiş oldu. Tarihi, geleneksel alışveriş ve yerleşim alanlarının özelliklerini ortadan kaldıran kararlar alınmıştı. Buna itiraz ettik. Haliç’in köprülü geçişi planı vardı. Unkapanı Köprüsü’nün 13 metre üzerinden köprü geçirilecekti. Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş, köprü üzerine 13 metre yüksekliğinde boynuz yapılacağını, ‘Boynuzlu Geçit’ ismini alacağını duyurmuştu. Tarihi yarımadanın kendisi simgedir, yeni bir simgeye ihtiyacı yoktur diyerek buna da itiraz ettik. Danıştay bu itirazlarımıza ilişkin karar verdi.”

Muhçu, daha önce İstanbul’un 1/100.000 ölçekli il çevre planlarının da yürütmesinin durdurulduğunu hatırlattı ve “Katılımcı bir plan hazırlanmadığını, şehircilikle bağdaşmadığını ve tarihi dokuya zarar verildiğini anlattık ancak bizi dinlemediler. Yargı da planları iptal ediyor. Yüksek yargı bilimsel ve çağdaş bir karar almıştır. Kararlar ders olmalı. Kamunun kaynakları, emek boşa harcanıyor” dedi.

Radikal, Haber: Serkan Ocak, 06.06.2008

İKİ CAMİ DAHA RESTORE EDİLDİ

 

Yunanistan sınırına en yakın Osmanlı eseri olan Demirtaş Cami ve İpsala’daki tek Osmanlı mirası olan Alaca Mustafa Paşa Cami, Edirne Vakıflar Bölge Müdürlüğü’nün yürüttüğü restorasyon çalışmalarının ardından ibadete açıldı.

Edirne Vakıflar Bölge Müdürü Hüseyin Özer, yaptığı yazılı açıklamada, Edirne’nin Karaağaç Mahallesi’ndeki Demirtaş mevkiinde bulunan Demirtaş (Timurtaş) Cami’nin yaklaşık bir yılda Edirne Vakıflar Bölge Müdürlüğü tarafından yıkıntı halinden kurtarılıp ibadete açıldığını belirtti.

Özer, çalışmalara devam edeceklerini belirterek, şunları kaydetti: “Yunanistan sınırındaki son camimiz olmak gibi sembolik bir önemi olan Demirtaş Camii’ni onarmak bizim için ayrı bir görevdi. Bu restorasyon, komşu devletlere, tarihimize ve kültürel mirasımıza ne kadar önem verdiğimizi gösteren bir çalışmaydı.”

Özer, Edirne Vakıflar Bölge Müdürlüğü olarak, sorumluluk alanı içerisindeki Edirne ve Kırklareli’ndeki tüm vakıf eserlerinin korunması ve onarılması için şu anda 85 onarım ve restorasyon projesinin yürütüldüğünü, bu sayıya her gün yenilerinin eklendiğini bildirdi.

Edirnenin Sesi, 06.06.2008

ÇİFTE MİNARELER KURTARILMAYI BEKLİYOR





Erzurum'un barındırdığı en önemli tarihi eser olan Çifte Minareli Medrese her geçen gün biraz daha deforme oluyor. Medrese için 1998, 2002 ve 2005 yıllarında olmak üzere üç proje hazırlanmasına rağmen hiçbiri hayata geçirilmedi. Umut üçüncü proje ihalesine kaldı.

 

13. yüzyılın sonlarında yapılan ve dört eyvanlı, açık avlulu medreselerin Anadolu'daki en büyük örneğini teşkil eden Çifte Minareli Medrese'deki deformasyon her yıl giderek artıyor. Medresenin restorasyonunun, ilk olarak 1998 yılında Vakıflar Genel Müdürlüğü'nce yapılması planlandı. Bunun için Vakıf İnşaat tarafından hazırlanan proje, aynı yıl Erzurum Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulunca onaylandı, ancak gerekli kaynak bulunamayınca medrese restore edilemedi. Dönemin Kültür Bakanı İstemihan Talay, 2002'de Erzurum gezisinde, Çifte Minareli Medrese'nin giderek artan tahribatını görmesi üzerine, eserin restore edilmesi için Vakıflar Genel Müdürlüğü'nden devralınması için girişimlerde bulundu.

Bakanlar Kurulu kararıyla 2002 yılında Vakıflar Genel Müdürlüğü'nden alınarak Kültür ve Turizm Bakanlığı'na devredilen tarihi eserin restorasyonu için Erzurum Rölöve ve Anıtlar Müdürlüğü'nce 2005 yılında 163 bin YTL'ye ayrı bir proje hazırlandı ve bu proje de Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'nca onaylandı.


Rölöve ve Anıtlar Müdürü Ali Korkut, yaptığı açıklamada, Vakıflar Genel Müdürlüğü'nün 1998'de hazırlattığı projeyi günün koşullarına uymadığı ve teknik hataların tespit edilmesi nedeniyle uygulayamadıklarını, bu nedenle yeni bir proje hazırlama ihtiyacı duyduklarını ifade etti. Söz konusu proje için 1.5 milyon YTL'ye ihtiyaç duyulduğunu, ancak bakanlığın 700 bin YTL kaynak aktarabildiğini belirten Korkut, ''Bu kaynakla minarelerin restorasyonu yapılamazdı. Bu nedenle dönemin Valisi Celalettin Güvenç'in isteği üzerine gelen kaynağın bir kısmıyla medresenin çatısını yeniledik, duvarlarını temizledik ve çevresinde arkeolojik kazı yaptık'' dedi.

Çifte Minareli Medrese'nin Anadolu'nun baş yapıtlarından biri olduğunu, bu nedenle projenin titizlikle hazırlanması gerektiğini ifade eden Korkut, şunları kaydetti: ''Vakıflar Bölge Müdürlüğünün projesi, 15 yıl önce hazırlanmıştı. Aradan geçen zaman içerisinde medresenin minarelerinde deformasyon artmıştı. Ayrıca eski projeye göre maliyet çıkarılamıyordu. Medresenin en uygun şekilde restore edilmesi için 2005 yılında yeni bir proje hazırlattık. Bu proje kapsamında aktarılan kaynak da yeterli olmayınca medresenin ön cephesi ve minareleri restore edilemedi.''

Erzurum Vakıflar Bölge Müdürü Tahsin Türker de restorasyonunun yapılması için Çifte Minareli Medrese'nin 2002'de Kültür ve Turizm Bakanlığına devredildiğini anımsatarak, restorasyonu yapılmayınca medreseyi yeniden devraldıklarını ifade etti.


Medresenin kümbet ve minarelerinde aşırı bir deformasyon meydana geldiğini ve yıkılma tehlikesiyle karşı karşıya bulunduğunu belirten Türker, tarihi eserin restorasyonunun yapılması için çalışmaların ara verilmeden süratle yerine getirileceğini bildirdi.

Rölöve ve Anıtlar Müdürlüğü'nün hazırladığı projenin Yıldız Teknik Üniversitesi elemanlarınca incelendiğini ve projede birçok hata bulunduğunu dile getiren Türker, bu nedenle kendilerinin yeni bir proje hazırlatmak durumunda kaldıklarını ifade etti.


Medresenin rölöve, restitüsyon ve restorasyonu projesinin ihalesinin yapıldığını bildiren Türker, şunları kaydetti: ''Proje kapsamında ilk önce medresenin zemin etüdü, temel güçlendirme, elektrik ve makine tesisat ve restorasyonu yapılacak. Çalışmalarımız şu anda proje aşamasında. Bu yıl proje aşamasının tamamlanması planlıyor. Bu çalışmaların tamamlanmasının ardından restorasyon çalışmaları yapılacak. Kaynak sıkıntımız yoktur. Medreseyi en kısa zamanda ve en doğru şekilde restore etmek için seferberlik halindeyiz.''

Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Müdürü Ulvi Özel ise söz konusu kurumların hazırladıkları projelerde genellikle medresenin mimari yapısına uygunluğunun dikkate alındığını, statik konulara ise kurulun ağırlık vermediğini ifade etti.
 

Ulvi Özel, medresenin restorasyonu için hazırlanan yeni proje sahiplerinden bir önceki projenin neden uygulanmadığı konusunda rapor istediklerini ve verilen raporlarda eski projelerde teknik hataların tespit edildiğinin bildirildiğini kaydetti.
 

Bu arada, Vakıflar Genel Müdürlüğü yetkilileri de ülke genelinde tarihi eserlerin restore edilmesi için seferberlik başlatıldığını ifade ederek, Erzurum Çifte Minareli Medrese'nin de bir an önce restore edileceğini belirtti.
 

1999 ve 2003 yılları arasında yurt genelinde yalnızca 46 eserin restore edildiğine işaret eden yetkililer, son 5 yıl içerisinde ise 2 bin 656 eserin restore edildiğinin altını çizdi.

Erzurum Gazetesi, 06.06.2008

ÇORUM'DA MÜZE VE ÖREN YERLERİNİN ZİYARET SAATLERİ DEĞİŞTİ

 

Çorum Kültür ve Turizm İl Müdürü Ali Özüdoğru, kentteki müze ve ören yerlerinin ziyaret saatinin değiştiğini bildirdi.

 

Özüdoğru, konuya ilişkin yazılı açıklamasında, köklü tarihi ve zengin kültürüyle uygarlık tarihinde önemli yeri olan Çorum'un kültür turizmi açısından önemli merkezlerden olduğunu belirtti.

 

Turizm sezonunun başlaması nedeniyle müzelerde ziyaretçi yoğunluğunun farklılık gösterdiğini ifade eden Özüdoğru, ziyaretçilerin mağdur olmaması, yönetim ve müzecilik işlemlerinin daha sağlıklı yürütülmesi amacıyla mesai saatlerinde değişikliğe gidildiğini bildirdi.

 

Mesai saatleri Alacahöyük ve Boğazköy Müzesi'nde 09.00-12.00/13.00-18.00, Alacahöyük ve Hattuşa'da da 08.00-19.00 olarak düzenlendi.

haberler.com, 06.06.2008

9 BİN YILLIK TARİHE AHŞAP ÖRTÜ





İnsanoğlunun bilinen en eski toplu yerleşim yerlerinden olan Çatalhöyük kazı alanının üzerine, Türkiye'deki kazı alanlarında ilk olacak dev ahşap örtü yapılıyor.

 

İngiliz arkeolog Profesör Ian Hodder başkanlığında 1993 yılından bu yana süren ve 9 bin yıl öncesine ait duvar resimleri ve çeşitli figürlerle süslü kap kacak ve mühürlerin bulunduğu Neolitik dönem yerleşimi Çatalhöyük'te kazılar önümüzdeki haftalarda yeniden başlayacak.

 

İngiliz Arkeolog James Mellaart'ın ekibi tarafından 1960'lı yıllarda kazılan höyüğün güney bölümü dışındaki kazı alanlarını doğal olumsuz etkilerden koruyacak bir örtü bulunmuyordu. Boeing ve Yapı Kredi Bankası ana sponsorluğunda devam eden kazı çalışmaları kapsamında, höyüğün "40'a 40 açması" olarak tabir edilen alan ve çevresine, Kazı Başkanı Profesör Hodder'ın önerisi doğrultusunda, dev bir çatı yapılıyor.

 

Söz konusu çatı örtüsünün yapımını üstelenen, merkezi İstanbul'da bulunan Atölye Mimarlık firması sorumlusu Sinan Omacan, sadece kazı alanı değil, turistler için de bir gezinti mekanı özelliği taşıyan Çatalhöyük'ün üzerine ahşaptan dev bir örtü inşa etmeye başladıklarını söyledi.


Omacan, 1300 metrekare alanın üzerini yağmur, kar ve güneş gibi etkilerden koruyacak olan bu yapının, Çatalhöyük'ten çıkan tarihi eserlerle bütünleşmesi için Avusturya'dan getirtilen son derece sağlam, buna karşın oldukça hafif bir özellik gösteren ahşap malzemeyle kaplanacağını söyledi.

 

Geçen yıl yaz aylarında, bu ahşap çatının üzerine oturacağı betonarme temeller, ayakların dikileceği noktalara lokal kazılar yapılmış, şimdi de ayaklar üzerine temmuz ayında bitecek 9 metre yüksekliğindeki çatının inşa edilmesine başlandı.


Ancak inşaat devam ederken de alt bölümde kazı ekipleri planlanan normal kazı çalışmalarını sürdürecekler. Omacan, bu örtünün tepe kısmının ise özel bir plastik olan polikarbonat levhalarla kaplanacağını, ahşap yapının içerden ve dışarıdan göz alıcı görünümüyle; ilk kez hububatın üretilmesi, ilk kez keçilerin evcilleştirilmesi ve ilk sanat eserlerinin ortaya çıkmasıyla bilinen Çatalhöyük ile adeta bütünleşeceğini sözlerine ekledi.

Trt/Haber, 06.06.2008




TARİHİ KÖPRÜYE ESTETİK GÖRÜNÜM

 

     

 

Samsun'un Çarşamba İlçesi'nin sembolü olan Tarihi Şehiriçi Köprüsü, belediye tarafından yapılan restorasyon çalışmasının sonunda hem estetik bir görünüme kavuşacak hem de araç trafiğine kapatılacak.

 

Cumhuriyetin ilk köprülerinden biri olan Çarşamba İlçesinin sembolü Tarihi Şehiriçi Köprüsü'ne Çarşamba Belediyesi tarafından tadilat ve restorasyon çalışması başlatıldı.

Samsun'un en büyük ilçelerinden biri olan Çarşamba'da yaklaşık 75 yıl önce yapılan tarihi köprü, Çarşamba Belediyesi tarafından yenileniyor. Cumhuriyetin ilk yıllarında yapılan köprünün, Belediye tarafından yapılan tadilat çalışmalarının ardından araç trafiğine kapatılması hedefleniyor.

 

Tarihi Şehiriçi Köprüsü'nün restorasyon ve tadilat çalışmalarına başlanıldığını belirten Belediye Başkanı Hüseyin Dündar, köprünün Doğuyaka tarafında yapılan kulenin tamamlanmak üzere olduğunu söyledi.

Aynı şekilde Batıyaka tarafına da kule yapılacağını hatırlatan Başkan Dündar, "Ord. Prof. Ali Fuad Başgil Köprüsü ile şehir merkezindeki köprü ihtiyacını büyük ölçüde giderdik. 1930'lu yıllardan bu yana Çarşamba'ya hizmet veren ilçemizin sembolü Yeşilırmak üzerindeki eski köprüyü, Çarşamba Belediyesi olarak restore ediyoruz. Köprünün tabliyesini bakıma alarak geçmişte üzerine konan ve ağırlık yapan kaplamaları kaldıracağız. Kaldırımları ve korkulukları yeniden düzenleyeceğiz. Köprünün her iki başına da yapacağımız giriş kuleleri ve gece aydınlatması ile estetik bir görünüm kazandıracağız. Yaptığımız tadilat çalışmalarının ardından köprüyü araç trafiğine kapatarak sadece yayalara hizmet vermeyi hedefliyoruz" dedi.

haberler.com, 05.06.2008

ÇANAKKALE ZİYARETLERİ 10 YILDA 30 KAT ARTTI

 

 

Çanakkale'de destan yazan şehitler, ziyaretçi sayısıyla rekora hazırlanıyor. Çanakkale Savaşı'nı anlatan yazılı ve görsel eserlerin artması, gerçek şehitliklerin ziyarete açılması, halkın Çanakkale şehitlerine olan ilgisini 10 yılda 30'a katladı.

 

Şehitleri 2007 yılında 1 milyon 200 bin kişi ziyaret etti. Tarihi ve turistik değerleri ile önemli bir potansiyele sahip Truva Milli Parkı, yakın tarihin sıcak izlerini taşıyan Gelibolu Tarihi Milli Parkı gibi ziyaretçi akınına uğradı. 1. Dünya Savaşı sırasında açılan Çanakkale cephesi bugün, Türk Milli Mücadelesi'nin şekillendiği yer olarak değerini günbegün artırıyor. Çok sayıda turiste ev sahipliği yapan Milli Park, anma törenlerinin başladığı nisan ayından temmuza kadar ziyaretçilerle doyulup taşıyor. Özellikle 18 Mart Deniz Zaferi, 24-25 Nisan Çanakkale Savaşları törenleri, 10 Ağustos Anafartalar Zaferi'nin yıldönümü törenlerinin medyada geniş yer tutması, bölgeye olan ilginin artmasını sağlıyor. Bunu sayısal olarak destekleyen Çanakkale Valiliği'nin verilerine göre Milli Park'a gelen ziyaretçi sayısı 1997 yılında 37 bin 622 iken 2007 yılında bu rakam 1 milyon 200 bine ulaştı.

Zaman, Haber: Aslıhan Aydın, 05.06.2008

BİR İNCİ DAHA PARLIYOR

 

 

Tarihi İpek Yolu üzerinde bulunan Kandemir Hanı, 2 milyon YTL harcanarak yeniden hayat buluyor. Vakıflar Konya Bölge Müdürü İbrahim Genç yaptığı açıklamada, Selçukluya başkentlik yapmış olan Konya'nın İpek Yolu başta olmak üzere tarihi pek çok ticaret yolunun kesiştiği bir yer olduğunu, bu nedenle bölgede çok sayıda tarihi han bulunduğu vurguladı.

 

Bu tarihi hanların çoğunun kısa süre öncesine kadar harabe halinde bulunduğunu ifade eden Genç, Bölge Müdürlüğü olarak bu tarihi yapıların yeniden ayağa kaldırılmaları için çalışmalar yürüttüklerini söyledi.

 

Bazı hanlara, kişilerin arazileri üzerinde yer alması ve mülkiyetlerinin kişilere ait olması nedeniyle dokunamadıklarını, ancak kendilerinin sorumluluğundaki hanlarla yakından ilgilendiklerini vurgulayan Genç, şunları kaydetti:

 

"Tömek Köyü yakınındaki 'Saadeddin Köpek Hanı' diye de anılan, 1235-1236 yıllarında yapılmış olan Zazadin Han, kısa süre önce Selçuklu Belediyesi tarafından başarıyla restore edilerek törenle hizmete açıldı. Tarihi İpek Yolu üzerinde bulunan, yine Selçuklu döneminin önemli bir eseri olan Kandemir Hanı'nın restorasyonu ise bahar aylarıyla birlikte başladı. Restorasyonu 2 milyon YTL'yi bulacak olan Beyşehir Yolu üzerindeki bu han ile birlikte, hemen yanında yer alan tarihi mescit de elden geçecek. En geç yıl sonuna kadar tamamlanacak olan restorasyonun ardından hanı turistik kullanım için kiraya vereceğiz."

 

Genç, yine aynı bölgede yer alan, oldukça yıpranmış durumda olan tarihi Kızılören Hanı'nın protokolle devredileceği Kızılören Belediyesi, Selçuk Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi yakınındaki tarihi Hocacihan Hanı'nın ise Konya Büyükşehir Belediyesi tarafından restore edileceğini sözlerine ekledi.

Merhaba Gazetesi, 05.06.2008

HAMAM ÖNÜNDEKİ BAKKAL DÜKKANI BOŞALTILACAK

 

 

İzmir'in Ödemiş İlçesi'ne bağlı Birgi beldesinde, 500 yıllık olduğu tahmin edilen tarihi hamamın giriş kısmına yapılan ve hamamı ziyarete gelenlerin içeri girmek için izin almak zorunda olduğu bakkal dükkanının, restorasyon çalışmaları nedeniyle tahliye edileceği belirtildi. İzmir Vakıflar Bölge Müdürlüğü'nün, hamam ile ilgili restorasyon projesi hazırladığını, projenin tamamlanmasının ardından dükkanın tahliyesinin isteneceği bildirildi. Öte yandan CHP'li Belediye Başkanı Cumhur Şener ise, tarihi hamamın harabe gibi durmasının kendisini çok üzdüğünü, ziyaretçilerin hamama girerken bakkaldan izin alıyor olmasının bir turizm ayıbı olduğunu belirterek, bu durumun beldenin tarihi dokusuna hiç yakışmadığını kaydetti. 

 

İzmir Vakıflar Bölge Müdürlüğü yetkilileri, Birgi'deki hamam ile ilgili restorasyon projesi hazırladıklarını, dükkan işletmecisi Tahir Sezgin'e tahliye kararını bildirdiklerini ifade etti. Yetkililer, "Ancak Tahir Sezgin dava açtı ve tahliye kararını durdurdu. Burası ile ilgili proje oluşturuyoruz. Tekrar tahliye işlemleri için dava açacağız. Dava sonucu süreç uzayacağı için gecikmeli de olsa, dükkanı tahliye edeceğiz" dedi. 

 

Birgi Belediye Başkanı Cumhur Şener ise, 500 yıllık olduğu belirtilen tarihi hamamın girişindeki bakkal dükkanı ile ilgili tahliye yetkilerinin olmadığını söyledi. Tarihi hamamın Birgi'deki tarihi dokunun korunması açısından çok önemli olduğunu ifade eden CHP'li Başkan, "Hamamın çevresindeki evlerin restorasyonlarının tamamlanmasına rağmen, tarihi hamamın restore edilmemesi, tamamen Vakıflar Bölge Müdürlüğü sorumluluğunda. Ancak hamamın harabe gibi durması beni çok üzüyor. Ziyaretçiler hamama girerken, bakkaldan izin alıyor. Bu turizm ayıbı, beldenin tarihi dokusuna hiç yakışmıyor" diye konuştu. 

 

Başkan Şener, amaçlarının işletmeci ile uğraşmak olmadığını söyledi. Başkan şöyle devam etti: "Tahir Sezgin ile herhangi bir sorunumuz yok. Aslında, Tahir Sezgin'in buraya ihtiyacı yok. Kendisinin Birgi merkezde iki-üç tane dükkanı var. Ama nedense burayı boşaltmak istemiyor." 

 

Ödemiş'in Birgi beldesinde, 500 yıllık Birgi Hamamı'nın ılıklık denen girişinin bulunduğu yer, 1970'li yıllarda imara açıldı. O tarihlerde dönemin Belediye Başkanı Celal Uysal tarafından hamamın giriş bölümüne bakkal dükkanı yapıldı ve kiraya verildi. Buradaki bakkal işleten 80 yaşındaki Tahir Sezgin (80), önce belediyenin, daha sonra yapılan kamulaştırmanın ardından vakıfların kiracısı oldu. Hamamı gezmek isteyen ziyaretçiler, yaklaşık 30 yıldan bu yana bakkaldan izin alıyor, bakkal kapalı ise hamama giremiyor.

Yeni Asır, Haber: Nazif Harupçu, 05.06.2008

MOTİF ZENGİNİ TARİHİ CAMİ İLGİ BEKLİYOR

 

 

Erzurum’un İspir İlçesi'ne bağlı Çamlıkaya beldesinde ahşap süslemeleriyle dikkati çeken tarihi Başyurt Camii restore edilmeyi bekliyor. Üzerinde kitabesi bulunmayan ve 1800’lü yıllarda yapıldığı rivayet edilen ahşap süslemeli Başyurt Camii, günümüze kadar ulaşan tarihi eserler arasında yer alıyor.

 

Önceki yıl Çamlıkaya Belde Belediye Başkanı Nihat Türker’in girişimleri sonucu Kültür ve Turizm Bakanlığı’nca tarihi eser olarak tescillenen Başyurt Camii’nin mihrap, minber, mahfil parmaklıkları ve sütunlarına işlenmiş birbirinden farklı yüzlerce motif bulunuyor.

 

Atatürk Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Temel Sanat Eğitimi Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç.Dr. Ali Murat Temur; caminin bölgede nadir görülen ahşap süslemeli tarihi camilerden biri olduğunu söyledi. Temur, “En önemli özelliği ahşap sütunlar, mihrabı, mahfil ve parmaklıkları bir halı gibi farklı motiflerle işlenmiş olması. En az 200 yılık bir tarihine rağmen ahşap süslemeler canlılığını koruyor” dedi.

 

Belde Belediye Başkanı Nihat Türker ise caminin özellikle ahşap minaresinin nem sebebiyle her yıl daha fazla fazla yıprandığını söyledi. Türker, “Restore edilmesi için girişimlerde bulunduk, ancak henüz bir sonuç alamadık. Geçen yıl caminin tadilatını yaptırmak için Kültür ve Turizm Bakanlığı’ndan ödenek talep ettik. Fakat net bir cevap alamadık” diye konuştu. 

 

Doğu Anadolu bölgesindeki nadir görülen ahşap süslemeli eserler arasında bulunan tarihi Başyurt Camii’nin mihrap, minber ve mahfili halı gibi işlenmiş.

Türkiye Gazetesi, 05.06.2008

600 YILLIK TARİHİ GELİN HAMAMI AÇILDI

 

 

Devrekani İlçesi Çayırcık Mahallesi'nde Fatih Sultan Mehmet Han’ın annesi Hatice Alime Huma Hatun’un gelin olurken kullandığı hamam restore ettirilerek hizmete açıldı.

 

Gelin Hamamının açılışını Kastamonu Vali Yardımcısı Ömer Faruk Ateş, Devrekani Kaymakamı Turan Erdoğan, Belediye Başkanı Mümtaz Aliustaoğlu, Vakıflar Bölge Müdürü Yavuz Yücebıyık birlikte yaptılar.

 

Yeni restore ettirilen Gelin Hamamı açılışa katılanlarca gezildi ve çok beğenildi. Katılımcılar restorasyonunu gerçekleştiren Vakıflar Bölge müdürlüğüne ve diğer emeği geçenlere de teşekkür ettiler.

 

Candaoğlu dönemi eserleri arasındaki yerini alan, yapılış tarihi tam olarak bilinmeyen yaklaşık 600 yıl olduğu belirtilen, 9X8 metre ölçülerinde, moloz taştan inşa edilmiş olan hamam harap vaziyetteyken, Kastamonu Vakıflar Bölge Müdürlüğü tarafından 165.000 YTL bedelle ihale edilerek, 17 Ağustos 2007 tarihinde restorasyonuna başlanmış ve 2008 Ocak ayında da restorasyon çalışması tamamlanmıştır.

 

Çağ açıp, çağ kapatan İstanbul Fatihi Sultan Mehmet Han’ın annesi Hatice Alime Humma Hatun , 1424 yılında yapılan Sultan 2. Murat ile düğününde Gelin Hamamında yıkanmış ve Çayırcık’tan saraya gelin olarak gitmişti.

Kastamonu Postası, 04.06.2008

TARİH TALANCILARI SUÇÜSTÜ YAKALANDI

 

Aydın’ın Germencik İlçesi’ne bağlı Tekin Köyü’nde yer alan Magnesia Antik Kenti’nde kaçak kazı yapan 7 kişi gözaltına alındı. 

 

Önceki sabah 06.00 sıralarında gelen ihbarı değerlendiren jandarma ekipleri, Fatih S. (27), İbrahim T. (39), İbrahil L. (40), İlker P. (26), Ömer A. (27), Murat E. (36) ve Hüseyin O.’yu (25) suçüstü yakaladı. Sorgulanan sanlılar, savcılık tarafından serbest bırakıldı.

Milliyet Ege, 05.06.2008

TARİHİ MEYDANCIK KALESİ İLGİ BEKLİYOR

 

Mersin'in Gülnar İlçesi'nde tarihi ve turistlik açıdan önemli bir yere sahip olan tarihi Meydancık Kalesi ilgi bekliyor. 

 

Yaklaşık 15 yıl önce ışıklandırılması için direkleri çekilen kalenin hala ışıklandırılması yapılamadı. Gülnar'a 9 kilometre uzaklıktaki bakımsızlıktan kaderine terk edilmiş durumda. Meydancık Kalesi'nin tabelası bile hurda halinde. Emirhacı köylüleri köy sınırları içinde bulunan Meydancık Kalesi'nin ışıklandırma ve çevre düzenlemesinin yıllardır yapılamadığından dert yanıyor. Tarihi esere yeteri kadar ilginin gösterilmediğinden dert yanan köylüler, bu eserlerin her geçen gün yıkıldığını kaydettiler.

Zaman, 04.06.2008

CİLANBOLU TÜNELİ RESTORE EDİLİYOR

 

 

Amasya'nın Harşena Kalesi içinde yer alan tarihi Cilanbolu Tüneli, kültür turizmine kazandırılıyor. 

 

Amasya Valisi Celalettin Lekesiz: "Ağustos ayının en geç sonu itibariyle tünelin temizlik ve kazı çalışması tamamlanarak işlevinin kesin olarak ortaya çıkmasıyla beraber ilimizi ziyaret eden insanların gezip görebileceği farklı mekan ve ortamların oluşturulması sağlanacaktır." dedi. 

Hellenistik dönemde inşa edilen ve Roma dönemi dahil 14 medeniyet gören tünel, restorasyon çalışmalarının ardından yerli ve yabancı turistlerin ziyaretine açılacak. 

 

Jeolojik yapısı, sur duvarları, kaya mezarları ve diğer kalıntılarıyla tarihi öneme sahip Harşena Kalesi'nde bulunan Cilanbolu Tüneli'nin restorasyonu için 92 bin YTL harcanacak.

Trt/Haber, 04.06.2008

KİLİSENİN SÜTUNU ÇALINDI





Gürcü hükümeti tarafından restore edilecek, Erzurum’un Uzundere İlçesi'ne bağlı Çamlıyamaç Köyü'nde bulunan Öşvank Kilisesi’ndeki tek parça sütunun çalınıp yerine yıkılma ve çökme olmaması için aynı büyüklükte ağaç konulduğu belirlendi.

 

Doğu Anadolu Bölgesi’ndeki en önemli tarihi yapıtlar arasında gösterilen, 963-973 yılları arasında Gürcü Kralı Kuropalat Adarnese’nin oğulları David ve Prens Bagrat tarafından haç planına göre yaptırılan Öşvank Kilisesi, 1985’te koruma altına alınmıştı.  

 

Köylüler, kiliseyi ziyaret eden turistlerin, giderken bazı kabartma taş ve sütunları da yanlarında götürdüğünü iddia etti. Önce küçük parçalar alan yağmacılar, daha sonra kabartma heykel ve resimleri taş sütunuyla birlikte söküp aldı.

 

Yağmacılar, son olarak da 1.5 metre yüksekliğinde ve tonlarca ağırlıktaki tek parça sütunu çıkardı ve yerine tarihi eserin çökmemesi için bir ağacı koydu.

 

Uzundere Kaymakamı Bedrettin Özmen, “Kaçak kazılar nedeniyle kiliseye zarar verilmiş. Vatandaş, bilmeden taşlarını sökerek evinin inşaatında kullanmış. Zaman zaman kaçak kazılar oluyor. Kilise tescil edildikten sonra daha iyi koruma altına alınmış” dedi. İki ülke kültür bakanlıkları arasında yapılan protokol gereği Gürcistan’dan gelen bir heyetin tarihi kilisede ön çalışma yaptığını belirten Özmen, kilisenin onarımına karşılık Türkiye’nin de Gürcistan’da bulunan bir Osmanlı camisinin restorasyonunu yapacağını belirtti.

 

Uzundere Belediye Başkanı Halis Özsoy, kiliseyi her yıl 2 bini aşkın Gürcü turistin ziyaret ettiğini belirtti. Özsoy, “Kilisenin onarılması, yöre turizmine çok büyük canlılık getirecek” dedi.

Milliyet, Haber: Kadir Sabuncuoğlu, 05.06.2008>


******


ÖŞVANK KİLİSESİ'NİN RESTORASYONU





Erzurum'un Uzundere İlçesi Çamlıyamaç Köyü'nde bulunan tarihi Öşvank Kilisesi Gürcistan tarafından restore ettirilecek.





Uzundere Kaymakamı Bedrettin Özmen, 963-973 yılları arasında Gürcü Kralı Kuropalat Adarnese'nin oğulları David ve Prens Bagrat tarafından inşa ettirilen ve haç planına göre yapılan bölgedeki en büyük tarihi kilisenin geçen yıl Türkiye ile Gürcistan arasında yapılan protokol sonucu Gürcistan tarafından onarılmasına karar verildiğini hatırlattı. 

 

Türkiye'nin de Öşvank Kilisesi'nin onarımına karşılık Gürcistan'da bulanan Türklere ait tarihi bir binanın restorasyonunu yapacağını anlatan Özmen, onarımı yapılacak kilisenin çevresindeki binaların temizlendiğini belirterek, "Kilisenin çevresinde sadece 2 ev kaldı. Onlar da kamulaştırılarak yıkılacak" diye konuştu. 

 

Tarihi kilisenin 1985 yılında koruma altına alındığını sözlerine ekleyen Özmen, kaçak kazılar nedeniyle kilisenin zarar gördüğünü, ayrıca geçmişte kiliseye ait kesme taşların bazılarının vatandaşlar tarafından bilinçsizce yerlerinden sökülerek kullanıldığını söyledi. 

 

Uzundere Belediye Başkanı Halis Özsoy, Öşvank Kilisesi'ni her yıl 2 bini aşkın Gürcü turistin ziyaret ettiğini belirterek, "Bu kilise Gürcüler için çok önemli" dedi. 

 

Yörenin sahip olduğu turizm potansiyeli içinde en önemli tarihi eserlerin başında Öşvank Kilisesi'nin geldiğini kaydeden Özsoy, kilisenin onarımı sonrası burayı ziyarete gelecek Gürcü turist sayısında artış beklediklerini ifade etti. 

 

Öşvank Manastırı'ndan günümüze ulaşan kilise, üç şapel, yemekhane ve el yazmalarının kopya edildiği ve korunduğu kütüphane binası bulunuyor.

 

Bölgedeki piskoposluk merkezlerinden biri olan kilisesinin 11. yüzyılda el yazmalarıyla ünlü önemli bir kültür merkezi konumunda olduğu ve bu önemini 15. yüzyıla kadar koruduğu da tarihi kaynaklarda yer alıyor. 

 

1985 yılında Kültür Bakanlığı tarafından tescil edilerek korunması gereken taşınmaz kültür varlıkları arasına alınan kilise, sonradan eklenen batı bölüm hariç sahip olduğu 43.80x29.70 m. boyutları ile bölgedeki en büyük haç planlı Gürcü kilisesi olma özelliğini taşıyor. 

 

Manastırın üç şapelinden sadece biri günümüze ulaşırken, kaçak kazılar ve bilinçsizlik yüzünden kilisenin sütun, taşları ile kabartma ve duvardaki işlemeleri zarar görmüş.

Trt/Haber, 04.06.2008

HABEŞİSTAN İADE EDİLEN DİKİLİTAŞI YERİNE YERLEŞTİRİYOR

Habeşistan’ın Axum şehrinde İtalya’dan iade edilen dikilitaşın yerine yerleştirilmesi için restorasyon çalışmaları başladı.

Habeşistan’ın kimliğini belirleyen sembollerinden birisi olarak kabul edilen Axum Obeliski 1937 yılında bu ülkeyi istila eden İtalyanlar tarafından yerinden sökülerek İtalya’ya götürülmüştü.

İki ülke arasında yıllarca süren görüşmelerin ardından İtalya 1700 yıllık bu dikilitaşı 2005'de iade etti. 150 tonluk dikilitaşın taşınabilmesi için 3 parçaya kesilmesi gerekmişti. 

 

Restorasyondan sorumlu Nada al-Hassan, BBC’ye yaptığı açıklamada “Bu granit taş yaşamı boyunca birçok travma geçirdi, dolayısıyla pek iyi durumda değil. Birleştirilmesi ve yerine dikilmesi oldukça nazik ve karmaşık bir işlem olacak” dedi. 

 

Yılların getirdiği kirlenme ve aşınma dışında, 2002 yılında üzerine yıldırım düşen dikilitaşın restorasyon ve montajı UNESCO nezaretinde sürdürülmekte. 

BBC News, 04.06.2008

DÜLÜK'TEKİ ÇALIŞMALAR HIZLANDI

 

 

Şehitkamil Belediyesi, Dülük Antik Kenti'ndeki çalışmaları sürdürüyor. Geçtiğimiz yıl bölgenin çevre temizliğini yapan belediye ekipleri, bu yıl ışıklandırma ve çevre düzenlemesi çalışmalarına başladılar. Mitras tapınağı civarında başlatılan çalışmaların yaklaşık 2-3 ay süreceği ifade edildi. Şehitkamil Belediyesi'nin kültürel alandaki en önemli projesi olan Dülük Antik Kenti, yerli ve yabancı turistler için yeni bir çehreye kavuşturuluyor. 'Dülük Antik Köyü Mitras Tapınağı' projesi kapsamında Şehitkamil Belediyesi tarafından başlatılan çalışmalarla, bölge gece ve gündüz ziyaret edilebilir bir hale getirilecek.

 

Şehitkamil Belediyesi Başkan Yardımcısı Sedat Yıldız, söz konusu bölgenin projesinin hazırlandığını ve geçtiğimiz günlerde de ihalesinin yapıldığını hatırlattı. Dülük Antik Kenti Mitras tapınağı çevresini son derece modern bir görünüme kavuşturacaklarını belirten Yıldız, “En eski yerleşim bölgelerinden birisi olan Dülük Antik Kenti yapılan çalışmalarla, gece gündüz gezilebilecek bir mekan haline gelecektir. Belediye Başkanımızın talimatıyla, bölgede geniş bir inceleme yaptık. Tüm detaylar hesaplanarak çalışmaları başlattık. Çalışmaların bitmesi halinde bu bölgeye yoğun bir ziyaretçi akını olacağını tahmin ediyoruz” diye konuştu.

Gaziantep 27 Gazetesi, 04.06.2008

PAPAZIN SAKLADIĞI 1 TON ALTINI ARIYORLAR

 

 

Define meraklısı 10 arkadaş, bir papazın sakladığı öne sürülen 1 ton altını bulmak için kent merkezinde eski bir evi yıkarak kazı yapmaya başladı. Çeşitli meslek grubundan 10 kişi, Rabia Hatun Mahallesi’nde dozerle kazı çalışması başlattı. Müze Müdürlüğü'nden uzmanlar ile polis gözetiminde harabe haldeki müstakil bir evi yıktıran defineciler, kazının ilk gününde birkaç eski vazo buldu. 

 

Ellerine geçen bir haritadan yola çıkarak Erzurum’un eski yerleşim alanlarından biri olan tarihi Çifte Minareli Medrese’ye yaklaşık bir kilometre uzaklıktaki Rabia Hatun Mahallesi’nde kazı başlatan defineciler, toprağın yaklaşık 12 metre kadar derinliğine indi. 

 

Eski bir haritadaki bilgiler ışığı altında, o dönem Erzurum’da yaşayan bir papazın sakladığı rivayet edilen yaklaşık 1 ton altını aradıklarını söyleyen Selami Kılıç, “Rabia Hatun Mahallesi'ndeki altıncı kazıya başladık. Burada altın olduğuna adımız gibi inanıyoruz. Bizden önce birilerinin burada kazı yaptığına dair bulgular da var. Yaptığımız kazıdan bir sonuç alamazsak, demek ki bizden önce kazanlar altını bulmuş. Yaklaşık bir ton altını çıkarabilirsek hayırlı işler yapmayı düşünüyoruz” dedi. 

 

Öte yandan meraklı kişilerin kazıyı izlemek için toplanmasının çalışmaları olumsuz yönde etkilediği belirtildi. Kazı yaptıranlardan Selami Kılıç, “Şehirde gezerken kazıda tonlarca altın bulunduğu, bulanların kaçtığı söyleniyor. Bu duruma bizler de gülüyoruz” diye konuştu.

Radikal, Haber: Turgay İpek, 04.06.2008

YERİNDE YELLER ESEN İSTANBUL

 

İstanbul'un 18. ve 19 yüzyıla ait iki panoraması, İstanbul Araştırmaları Enstitüsü'nde 'Uzun Öyküler: Melling ve Dunn Panoramalarında İstanbul' adıyla sergileniyor. Fotoğraf makinesinin henüz İstanbul'a gelmediği döneme ait bu çizimler, bir yandan modernleşme tarihimize ışık tutarken bir yandan da İstanbul'un yerinde yeller esen yapılarını gösteriyor.





Kentlerin görsel öyküleridir panoramalar. Bir masal gibi uzayıp giden ahenkleri gözü okşar, görenleri hayran bırakır. Sultanların kenti İstanbul da pek çok panoramaya konu olmuştur. Yerli ve yabancı sanatçılar, yedi tepeli şehrin büyüsüne kapılıp kim bilir kaç kez çizmişlerdir kenti? Suna ve İnan Kıraç Vakfı İstanbul Araştırmaları Enstitüsü, 'Uzun Öyküler: Melling ve Dunn Panoramalarında İstanbul' başlıklı sergiyle 18. ve 19. yüzyıl İstanbul'unu anlatan iki büyük panoramayı sanatseverlere sunuyor. Devasa panoramaların en önemli özelliği, fotoğrafın İstanbul'a gelmesinden önceki son çizimler olması ve ilk kez sergilenmeleri. Kentin tarihsel topoğrafyasına odaklanan serginin küratörlüğünü Ekrem Işın, danışmanlığını M.Baha Tanman üstlenmiş. Ekrem Işın; Melling ve Dunn'ın İstanbul panoramaları için, "Kentin modernleşme tarihine ışık tutan çarpıcı belgelerdir. Melling, Aydınlanma Çağı'nın ideallerine bağlılığını, 18. yüzyıl sonu İstanbul'unun panoramik tarihsel topografyasındaki gerçekçi yaklaşımıyla kanıtlar. Dunn ise Kırım Savaşı (1853-1856) sırasında geldiği İstanbul'u Tanzimat sonrası yeni çehresiyle yansıtır. Her iki panorama da modernizm sürecindeki İstanbul'un değişen kent imgesini gözler önüne seren bilimsel birer tanıktır." diyor. Bir Rönesans buluşu olan panoramalar, sanatsal ağırlıklarının yanı sıra 'bir bakışta bütünü görebilme' özelliğiyle de önemli tarihi detaylar sunuyor.

 

Mimarlık ve mühendislik eğitimi alan sanatçı Antoine-Ignace Melling (1763-1831) 1782'de Doğu yolculuğuna çıkar ve İstanbul'a gelir. Sultan III. Selim'in (1789-1807) kız kardeşi Hatice Sultan'la tanışır ve onun Defterdarburnu Sahilsarayı'nın dekorasyonuyla bahçe düzenlemesini gerçekleştirir. Bu çalışmalarıyla III. Selim'in dikkatini çeker ve saray mimarı olarak görevlendirilir. Beşiktaş Sarayı, Top Kapısı Sahilsarayı projesi, Çırağan Sarayı ve Şerifler Yalısı onun imzasını taşımaktadır. Melling'in panoramasının, fotoğraf öncesi dönemin son İstanbul tanıkları arasında önemli bir yeri var. Sergideki 23,5 x 180 cm panoraması bir fotoğraf gerçekliğiyle şehrin detaylarını yansıtıyor. Bir ucu Sarayburnu'ndan başlayan panoramada, kıyı boyunca devam ederek Topkapı Sarayı'nın sahil kesimindeki yeni yapılaşmayı ve Şevkiye Köşkü, Yeni Bahçe ve Top Kapısı Sahilsarayı gibi şimdilerde yok olan binaları görmek mümkün.

 

Montagu B.Dunn hakkında ise yeterli bilgi bulunmuyor maalesef. 1855'te İstanbul'a genç bir deniz teğmeni olarak geldiği rivayet ediliyor. Burada Kırım Savaşı nedeniyle askeri üsse dönüşmüş bir kentle karşılaşır. 12,3 x 417,5 cm boyutundaki panoramasını bu dönemde çizer. Panoramada Topkapı Sarayı'ndan itibaren, Galata ve Boğaziçi sahilini izleyerek tam bir daire çizer. Eserde, Bab-ı Seraskeri Yangın Kulesi, Rus Sefarethanesi, Nusretiye Camii, Mecidiye Kışlası ve Dolmabahçe Sarayı gibi kentin siluetinde yer alan mimari yapılar ve modernleşmenin etkisi görülüyor. Her iki panoramanın asıllarının yanı sıra büyük boyutlarda fotoğrafları da sergi salonunun duvarlarına yerleştirilmiş. Panoramalarda tarihi mekanların adları, şu an ayakta kalan ve yıkılan binaların isimleri tek tek belirtilmiş. Şehrin nasıl bir değişim ve dönüşüm geçirdiğini iki panoramadan da okumak mümkün. Modernleşmenin eşiğindeki değişikliği fark eden İstanbul hayranı Pierre Loti, bir notunda bakın neler demiş: "Minareler ve kubbeler kentinin silueti, ağustos ayının saat ikideki yoğun güneşi altında büyüdükçe büyüyor, bu eşsiz siluet bir çeşit güneşten sisin altında silikleşiyor bu kez, ama geçmişin görkemli günlerinden beri hep aynı, yine karşıda taht kurmuş, küçümseyici, dingin; üst üste yığılmış gemi direklerine, bacalara, büyük demir teknelere, kara dumanlar salan iğrenç yeni gemilere tepeden bakıyor." İstanbul'un değişen yüzünü panoramalardan okumak istiyorsanız, yazlık sergiler listenize 'Uzun Öyküler: Melling ve Dunn Panoramalarında İstanbul'u da ekleyin. Sergi, 3 Ağustos'a kadar gezilebilir.

Zaman, Haber: Musa İğrek, 04.06.2008

TÜRK SANATININ "MÜZAYEDE" TEHLİKESİ

 

Türk Çağdaş Sanatı her türlü ilgisizliğe rağmen kendi yağıyla kavrulup, büyük bir atılımı yaşama geçiriyor. Batıdaki meslektaşlarıyla kıyaslanamayacak kadar zor şartlar altında bu mesleği seçen Türk sanatçıları, Atatürk dönemindeki onca maddi manevi destekten sonra öksüz kaldılar. Bu üzücü ortama rağmen özellikle son 30 yılda, çağdaş sanatımız çok yol aldı, Batı’yla eş zamanlı işler üretmeye başladı. Sanatçılar ve galericiler kendi özverili çabalarıyla koleksiyonerler ürettiler… Bugün ise, kendisini tüm bu sistemin tepeden inme kanun koyucusu ilan eden, kimseyle hiçbir yapıcı diyaloga girmeyen bazı müzayedeciler, bu ortam için artık büyük bir tehlike oluşturuyorlar.

 

Birkaç hafta önce başkanı olduğum UPSD ve Doğan Paksoy’un başkanı olduğu Sanat Galericileri Derneği, İstanbul’da bir otelde yapılan müzayedenin önünde müşterek eylem yaparak, müzayedecilere kamuoyu önünde açık bir “sarı kart” çıkardılar. Bu çok önemli bir adımdı.

Konu özetle şu: Müzayedeciler, ikinci el piyasasından ellerine geçirdikleri resimleri, çoğuna çok düşük bir çıkış bedeli koyarak piyasaya veriyorlar. Resimler bu fiyatlarla kataloglara giriyor. Müzayedeciler normal satış fiyatlarının dörtte biri gibi fiyatlandırdıkları resimlerin yanı sıra, kendi spekülatif yatırım yaptıkları bazı sanatçıları da reel fiyatlarına, ya da birkaç misline satışa koyuyorlar! Çünkü ancak bu şekilde ciddi bir rant elde edebilecekler. Diğer sanatçılara da , “sürümden kazanç” sağlanacak bir koyun sürüsü muamelesi yapıyorlar.

 

Yıllardır sanatın bu tüccarlarından hep tek bir önemli dileğimiz oldu ve bu bildiride bunu tekrarladık: Lütfen sürümden kazanmak için, kendi geleceğinizi karartmayın. Elinize bir eser geçtikten sonra, o eser sahibinin galericisine ve kendisine ne fiyat koymanız gerektiğini sorun. O anda vefat etmiş ve galericisi olmayan bir sanatçıysa gerçekçi araştırmanızı yapın. O sanatçının, fiyatı 10’sa  7’den satışa koyulması müzayedeyi çekici kılmak için normal bir “ortayol” yöntem olabilir. Ama bunun yerine, gerçek değerin %20’si ile satış başlatıldığı zaman, bu gaf, hem sanatçıları hem galericileri onursuz ve neredeyse dolandırıcı (!) bir konuma taşımış oluyor, değerlerini yeni oturtmaya çalışan bir piyasaya da sorumsuzca çok büyük zararlar veriyor, dinamitleyerek güvensizliğe itiyor...

 

O anda yıllardır piyasada var olan bir imzanın beşte birine satıldığını gören bazı koleksiyonerler, kendi geleceklerinin bile yok edildiğini göremeden, “iyi iş” yaptıklarına inanarak işleri alıyorlar ve hemen o güne kadar bu yapıtları gerçek fiyatından satanları suçlamaya başlıyorlar. Vefat veya iflas eden bir iş adamından gelen işleri “kaç para verirseniz verin” diye müzayedeciye veren bilinçsizlerde, bu “sürümden kazanılan” akbaba ortamının mağduru oluyorlar. Genç bir sanatçı çıkışını ancak önemli galerilerde yapabilecekken, yaratılan güvensizlik piyasasında galeriler çalışamaz hale geliyorlar.

 

Müzayedecilerin, bunlara verdikleri ilk yanıt, bu yapıtların bir kısmının zaten galericiler ve sanatçıların tarafından kendilerine teslim edildiği savı. Aslında bu bir yanıt değil çünkü konumuz dışı. Biz burada kendi arasında “alan-satan memnun” şeklinde yapılanlardan söz etmiyoruz ki! Verilen ikinci yanıt, “Efendim, bir yapıt alıcısı varsa zaten gerçek değerine çıkar, ayrıca serbest piyasa kanunları böyle işler, bu Batı’da da böyledir.” Birincisi, o yapıt hangi fiyata satılırsa satılsın, kataloglarda o düşük satış fiyatı kalıyor ve ortalarda, her yerde bunlar geziniyor. Dolayısıyla müzayede dışında, etrafta binlerce kişi o yapıtları, tamamen “uydurulmuş”  fiyatlarıyla görmüş oluyorlar. İkincisi, bu, Türkiye’nin yarattığı ve vahşi kapitalizmin sanata el atması olan sözde “serbest piyasa” ortamının, Batı’yla kıyaslanabilir tek bir noktası yoktur!  Hiçbir modern ve çağdaş Devlet Müzesi olmayan ve en “yaşlı” müzenin 4 yaşında olduğu bir Türkiye’yi, neredeyse asırlardır birbiriyle ilişkide binlerce müze, yüz binlerce koleksiyoneri olan, gazeteleri her gün sanata iki tam sayfa ayıran ve her yenilikçiliğin anında değer karşılığının verilmesi için sürekli bir çaba harcanan, milyarlarca dolarlık Kültür Bakanlığı bütçeleri kullanılan Batılı sistemlerle kıyaslanmaya kalkışılması gülünçtür. Olsa olsa 1899’da Moda da “Black Stockings” Futbol Kulübü’nün şartlarıyla, UEFA-FIFA kurallarıyla dev stadlarda işleyen günümüzün endüstriyel futbol mekanizmasını kıyaslamaya benzer!

 

Ayrıca, Batıda “Commissaires Priseurs” ler ve “Auction House”lar, her biri hukuk diploması sahibi devlet denetiminde bu işi yapan, her sanat yapıtı için en önemli tarihçi-eksperlerin gözetimi altında çalışan, son derece profesyonel kuruluşlardır. Bırakın müzayedeci olmayı, her tabela asan galerici de olamaz. Hisse senedi piyasasından bıkıp “biraz da resim satalım” diye her kafasına esen bu işe balıklama atlayıp onca insan ve kuruma çamur sıçratamaz .

 

Denkleri olan önemli Batılı yaşayan meslektaşlarının %1 fiyatında olan Türk sanatçılarını bu affedilmez spekülatif oyunlarla binde 1’e çekmeye çalışanlar, tavırları sürerse, bu ülkenin tüm sanatsal geleceğine ve prestijine ihanet etmiş olacaklar. Onlara önerilen formül, tek yapıcı uzlaşma yoludur...

Cumhuriyet, Yazı: Bedri Baykam, 03.06.2008

7. VEHBİ KOÇ ÖDÜLÜ PROF. ÖZDOĞAN'A

Bu yıl 7. defa verilen Vehbi Koç Ödülü, Rahmi Koç Müzesi'nde düzenlenen ödül töreniyle sahibini buldu. Türkiye'nin ilk özel vakfı olan Vehbi Koç Vakfı tarafından tesis edilen ödül bu yıl, çalışmalarıyla kültür alanında büyük katkıyı sağlayan İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'nden Prof. Dr. Mehmet Özdoğan'a verildi. Geceye, Kültür Ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, Vali Muammer Güler, Koç Holding Onursal Başkanı Rahmi Koç, Vehbi Koç Vakfı Başkanı Semahat Arsel, Koç Holding Yönetim Kurulu Başkanı Mustafa V. Koç ve çok sayıda bilim, kültür, sanat ve iş dünyasından ünlü isimler katıldı.
Güncel Haber, 03.06.2008

TARİHİ VEZİR HAN YENİLENMEYİ BEKLİYOR

 

Kayseri'de 1723 yılında Nevşehirli Sadrazam Damat İbrahim Paşa tarafından kurulan ve Kayseri'nin önemli tarihi yapılarından biri olma özelliği taşıyan Vezir Han yenilenmeyi bekliyor.

 

Cami- i Kebir yanında bulunan yaklaşık 300 yıldır ayakta duran yapının içerisindeki bakımsızlık, tarihi eserin ömrünü azaltmasına sebep oluyor. Halı, kilim ve yün satan işyerlerinin yer aldığı hanın duvarlarının rutubetten ve bakımsızlıktan tahrip görmesi tarihi yapıya adeta zarar veriyor. 1980 yılından bu yana kadar hiçbir restore çalışmasının olmadığını belirten han esnafı, "Hanın duvarları çeşitli sebeplerden dolayı hasar görmektedir. Yaklaşık 30 yıldır han içerisinde tam anlamıyla restore çalışması yapılmadı" dedi.

 

Han esnafı, tarihi yapının istenmeyen görüntüsünün önlenmesi için yetkililerden restore çalışmalarının yapılmasını istedi.

haberler.com, 03.06.2008

YEŞİL TÜRBE'DE EKSİK ÇİNİLER TAMAMLANIYOR

 

 

İznik Çini Vakfı tarafından yapılan orijinaline en yakın parçalar titiz bir çalışmayla Yeşil Türbe'deki eksik yerlere yerleştirilmeye başlandı.

 

Bursa'nın tarihi sembollerinden Yeşil Türbe'de restorasyon çalışmaları titizlikle yürütülüyor.

Türbenin iç kısmında çinili lahitlerin bulunduğu ziyaret edilen bölümde, eksik çinilerin takılması ve altın varaklı yazıların temizlenmesi çalışmaları devam ediyor. Eksik çiniler İznik Çini Vakfı tarafından hazırlanarak Bursa'ya yollandı. 250 civarındaki parçanın tek tek ölçüleri alınarak siparişi verildi. İçerideki özel desenlere sadık kalınarak bütünleyici özellikte hazırlanan parçalardan ilk etapta ebatları düzgün olup yerine oturabilenler yerlerine takılmaya başlandı. El emeği göz nuru özel uzmanlar tarafından yerlerine takılan iç mekandaki eksik çiniler tamamlandığında, türbe orijinal görüntüsüne kavuşacak.


Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği'nin sponsorluğunda 2 milyon YTL'lik bir masrafla restorasyonu süren Yeşil Türbe'de sekizgen dış cephedeki banyo fayanslarının yerine konulacak tuğla gibi kalın çinilerle ilgili de araştırmalar sürüyor.

Bursa Hakimiyet, 03.06.2008

BAŞKAN, MÜZE İÇİN HALKTAN ANTİKA EŞYA İSTEDİ

 

Denizli'nin Tavas İlçesi'ne Bağlı Kızılcabölük beldesinde Etnografya Müzesi açıldı. Açılışa Denizli İl Emniyet Müdürü Muzaffer Erkan, Tavas Kaymakamı Yusuf Güler ve siyasiler katıldı.


Kızılcabölük Belediye Başkanı Mehmet Aydınlık, halkın evlerinde bulunan antika değerine sahip eşyaları müzeye getirmelerini istedi. Başkan Aydınlık, "İster parayla isterseniz hediye olarak verebilirsiniz. O eşyaları evinizde sadece siz görüyorsunuz, burada herkes görecek. Öğrenciler de buradaki antika eşyalar sayesinde tarihlerini görerek öğrenecek" dedi. Eski okul binasını müzeye çeviren belediye, restorasyon çalışmalarına devam ediyor. Bina aynı zamanda kültür merkezine dönüştürülecek. Çalışmalarının finansmanı ise beldedeki işadamları tarafından karşılanıyor. Açılış sonrası müzeyi gezen yetkililer, tarihi eşyaları inceledi.

Haber Ekspres, 02.06.2008

TARİH YENİDEN DOĞACAK





İzmir'de Konak, Kemeraltı ve Kadifekale çevresindeki tarihi yapılar, Büyükşehir Belediyesi ile Konak Belediyesi'nin işbirliği sonucunda yeniden doğacak. Kadifekale sur duvarlarının restorasyonundan Tilkilik'in korunmasına kadar pek çok önemli etabı bulunan proje ile bölge, sosyal ve ekonomik yönden yeniden canlandırılacak. İzmir'in en önemli tarihi mirasına ev sahipliği yapan alanların başında gelen Kemeraltı, Kadifekale, Agora, Antik Tiyatro ve çevresinin gün yüzüne çıkarılması ve kente kazandırılmasına olanak tanıyacak büyük planlama tamamlandı.
Büyükşehir ve Konak belediyelerinin işbirliği ile gerçekleştirilen proje sayesinde, Kemeraltı ve çevresi yenileme alanının tarihi ve kültürel mirasının korunması, bölgenin sosyal ve ekonomik yönden canlandırılması, bugün içinde olduğu çöküntü alanı durumundan kurtarılarak kültürel kimliğini devam ettirecek bir cazibe merkezi haline getirilmesi hedefleniyor.


Yapılan planlama çalışmalarına göre, hazırlanan projeler ile bölgenin arkeolojik ve kültürel kimliği korunacak, alanın sahip olduğu arkeolojik miras bilimsel kazı çalışmaları ile ortaya çıkarılarak modern kent yaşamı ile bütünleştirilecek ve bölgede yer alan jeolojik sakıncalı alanlar boşaltılarak gerekli olan sağlıklı düzenlemeler yapılacak, Kemeraltı'nın geçmişteki ticari kimliğine kavuşması ve bölgede turizmin gelişmesi sağlanacak, meydan-park-çevre düzenlemeleri yapılarak kentle bütünleştirilecek, tarihi yapılar restore edilerek iyileştirilecek. Mevcut arkeolojik mirasın tespit edilmesi ve gün yüzüne çıkarılması için gerekli olan kazı çalışmaları gerçekleştirilecek. Bölgeyi özellikle turizm merkezi haline getirecek olan tüm bu çalışmaların yanı sıra gerekli olan altyapı, ulaşım planlamaları da yapılacak.


İzmir Büyükşehir Belediyesi ve Konak Belediyesi tarafından belirlenen yol haritasına göre, etap etap yapılacak ve İzmir'i tamamen canlandıracak olan çalışmalar ise şöyle:


- Antik Tiyatro alanı kamulaştırılarak İzmir Büyükşehir Belediyesi mülkiyetine geçecek. Kamulaştırma çalışmalarından sonra İzmir Arkeoloji Müzesi uzmanları denetiminde arkeolog, restorasyon uzmanı, mimar, inşaat mühendisi kontrolünde tiyatro alanı mevcut yapılardan temizlenecek. Yıkım çalışmalarından sonra Tiyatro kazı klanında Kültür ve Turizm Bakanlığı izniyle kontrollü bilimsel kazı çalışmalarına başlanacak. Tiyatro restitüsyon-restorasyon projeleri hazırlanarak, tiyatronun rökonstrüksiyonu yapılacak.
- Agora Arkeoloji ve Tarih Parkı'nda yer alan yapıların rölöve projesi hazırlanacak.
- Kadifekale sur duvarlarının restorasyonu yapılacak.
- Kadifekale kazı alanında Kültür ve Turizm Bakanlığı izniyle kontrollü bilimsel kazı ve sondaj çalışmaları yapılacak.
- Kadifekale sur duvarları içerisinde olan Sarnıç ve şapelin restorasyonu yapılacak.
- Kadifekale kazı alanında bilimsel çalışmalar yapıldıktan sonra bu bölgenin ören yeri olarak kente kazandırılması için Kadifekale Surları ve Sur İçi Kentsel Tasarım ve Çevre Düzenleme Projesi yapılacak.
- Kadifekale ve Tiyatro Kazı Alanı çevresinde düzenlenecek olan Arkeoloji ve Tarih Parkı'nın kamulaştırılması sağlanacak.
- Arkeoloji ve Tarih Parkı olarak önerilen alan mevcut yapılardan temizlenecek.
- Kadifekale ve Tiyatro birbirine bağlanarak kentle bütünleştirilecek.
- Arkeoloji ve Tarih Parkı çevre düzenleme projeleri hazırlanarak yaşama geçirilecek.
- Altınyol-Antik Roma Yolu ortaya çıkarılacak ve Cici Park ile bütünleştirilecek. Bu alanda, antik dönemden günümüze kalan Roma Yolu - Mermer Caddesi' nin (Altınyol diye bilinen bölge) bulunduğu bölgede Kültür ve Turizm Bakanlığı izni ile bilimsel kazı çalışmaları yapılarak arkeolojik değerler gün yüzüne çıkartılacak ve çevre düzenlemesi yapılacak.
- Şehir Sur duvarları ortaya çıkarılacak. Bir tarafı Kadifekale'den Basmane'ye, Halit Ziya Bulvarı'ndan Hisar Camii avlusuna; diğer tarafı ise stadyumu içine alarak Beştepeler üzerinden Değirmentepe'ye, buradan da Bahri Baba Parkı'ndan denize ulaşan Smyrna Surları'ndan kalan kısımlar ortaya çıkarılacak.
- Antik Stadyum alanı ortaya çıkarılarak kentle bütünleştirilecek.
- Değirmendağı'ndaki Tapınak ortaya çıkarılarak kentle bütünleştirilecek.
- Tarihi Saat Kulesi restore edilecek.
- Tarihi hanlar, çarşılar ve hamamlar restore edilerek canlandırılacak.
- Aralarında Emir Sultan Türbesi'nin de bulunduğu eski ve tarihi türbeler ile camiler restore edilecek.
- Tarihi oteller restore edilerek kent kültürüne kazandırılacak.
- Ayavukla Kilisesi ve diğer kiliseler restore edilerek kente kazandırılacak.
- Sinagoglar ve havralar restore edilecek.
- Tarihi ev, bina ve yapılar yenilenerek kente kazandırılacak.
- Hatuniye Meydanı, Pazaryeri Camisi ve meydanı, Hisarönü Cami ve çevresi, Başdurak Cami ve çevresi, Şadırvan Cami ve çevresi ile diğer meydanların çevre düzenlemeleri yapılacak.
- Kemeraltı'nın ardından diğer tarihi sokak ve cephelerin düzenlemesi çalışmaları yapılacak.
- Damlacık, Tilkilik, Namazgah gibi tarihi bölgeleri koruma ve sağlıklı hale getirme projeleri devreye alınacak.
- Tarihi aksların bir bütün olarak algılanabilmesi için gerekli olan düzenleme ve ulaşım planlamaları yapılacak.

Yeni Asır, 02.06.2008

KADİRLİ'DEKİ TARİHİ ALACAMİ'NİN BAHÇESİNDE YANGIN ÇIKTI

 

Osmaniye'nin Kadirli İlçesi'ndeki tarihi Alacami'nin bahçesinde yangın çıktı.

 

Çevredeki vatandaşların itfaiyeye haber vermesi üzerine yangın yerine gelen ekipler kapının anahtarı olmadığından dolayı içeri giremedi.

 

Bir süre sonra duvardan atlayarak içeri giren itfaiyeciler bahçede tutuşan otları camiye zarar vermeden söndürdü.

 

Yangının neden çıktığı belirlenemezken, yangını çocukların çıkarmış olabileceğini iddia edildi.

haberler.com, 02.06.2008

MARDİN TURİZM CENNETİ OLACAK

 

 

Taşın ve inancın şehri Mardin’in, kültür ve inanç turizminde Güneydoğu Anadolu’nun cazibe merkezi olması için kollar sıvandı. Eski Mardin’deki kesme taştan yapılmış, işlemeli 800-1000 bin yıllık tarihi yapılarla uyuşmayan, kaçak ve silueti bozan binalar, Kültür ve Turizm Bakanlığı’ndan üç, belediye ve tapu kadastrodan birer kişi olmak üzere beş kişilik heyet tarafından tespit ediliyor. İlk üç aylık çalışma sonunda belirlenen 191 beton binadan 40’ının, Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu’na muhalefetten yıkılması için mahkeme süreci başladı.


Ayrıca, eski Mardin’deki kesme taştan yapılan binalardaki beton dolgular çıkarılıyor, yerine orijinaline uygun derz dolgu yapılıyor. Taş evlerin görünümünü bozan su depoları ve çanak antenler için de çözüm yolları aranıyor.


Mardin’in dünya kültürel miras listesine girmek için UNESCO’ya yapılan başvuru, eski yerleşimdeki betonarme tahribatı yüzünden reddedilmişti. Çalışmalar bu açıdan da büyük önem taşıyor.


Vali Yardımcısı Niyazi Ulugölge çalışma için Başbakanlık Toplu Konut İdaresi’yle (TOKİ) kentsel dönüşüm projesi imzalandığını ancak mülk sahiplerini belirleme konusunda sorunlar yaşandığını söyledi. Ulugölge, “Mülk, vefat eden bir kişinin çocuklarına, onun da çocuklarına paylaştırılmadan geçtiği için sorun ortaya çıkıyor. Bir de vatandaşın razı olması gerekiyor. TOKİ, kabul edenlere, Diyarbakır yolu üzerinde, bu bölgedeki evler karşılığında ev yapacak” dedi.


Mardin Vali Yardımcısı Ulugölge, ilin gelecek yıllarda turizmdeki en önemli ayaklarından birinin de Mardin’e 30 kilometre mesafede bulunan Dara Antik Kenti olacağını söyledi. Ulgölge, Dara’nın tarihi zenginlik açısından “Efes’i geçebilecek” nitelikte olduğunu kaydetti.

Radikal, 02.06.2008

ONARIM BAŞLAYACAK

 

   

 

İhalesi ve yer teslimi yapılmasının üzerinden 20 aydan fazla zaman geçtiği halde restorasyonuna başlanmayan Darende’deki tarihi Nadir ve Uzunok köprüleri ile ilgili olarak 12 Mayıs’ta Malatyahaber.com’da yayınlanan “Tarihi Köprü Yıkıldı, Yıkılacak” başlıklı haber üzerine Darende Kaymakamı Vural Karagül bir açıklama yaptı.

2006 yılında ihalesi yapılan köprülerin yer teslimine rağmen restorasyonuna başlanamamasının, projede öngörülmeyen bir ayağın daha ortaya çıkması nedeniyle geciktiği, bu nedenle proje tadilatı yapıldığı, ancak uygulamaya başlanmadığı için köprülerin tehlike arz ettiği bildirilmişti.

Haber üzerine bir açıklama yapan Darende Kaymakamı Karagül, şunları söyledi:

“İnternet sitenizin 12 Mayıs 2008 tarihli sayfasında ilçemizde bulunan tarihi ‘Nadir ve Uzunok’ köprülerinin restorasyonuyla ilgili olarak ‘Tarihi Köprü Yıkıldı, Yıkılacak’ başlıklı habere istinaden;

Haber içeriğinde yayınlanan hususların incelenerek gereğinin yapılması için konu Kaymakamlığımız tarafından 14.05.2008 tarih ve 495 sayılı yazı ile Elazığ Karayolları 8. Bölge Müdürlüğüne iletilmiştir.

Konuya ilişkin Elazığ Karayolları 8. Bölge Müdürlüğünden alınan cevabi yazıda; Bölge Müdürlüğünün 2006-2007 yılı tarihi köprü onarım programı dahilinde 24.11.2006 tarihinde ihalesi yapılan ilçemiz sınırları dahilindeki Nadir ve Uzunok Köprüleri yapım işlemine 2006 yılında ödenek yokluğundan başlanamadığı,

2007 yılı içerisinde sağlanan ödenekle ön araştırma kazıları ve derivasyon işlemlerinin yapıldığı, araştırma kazısı sırasında Nadir Köprüsü Restorasyon Projesinde yer almayan bir kemer daha bulunduğundan, Restorasyon Projesi revize edilerek Sivas Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu’na gönderildiği, kurulun 06.03.2008 tarihli kararı ile onaylanan revize restorasyon projesinin uygulanmasına bu ay içerisinde başlanacağı belirtilmiştir.”

Malatya Haber, 01.06.2008





TANRIÇALARI VE İNSANLARI RAHAT BIRAKIN





Gözünüz açık ya da kapalı, binlerce yıl öncesine gidebilirsiniz, bu kentte… Bir rahibe olup ateşlerin üzerinden çıplak ayakla geçip efsanenin soluğunu da duyabilirsiniz, eğer, doğayı olduğu kadar arkeolojik alanları da kendisine bir şantiye, bir fabrika kurma yatağı kurmak isteyenlerin ve onlara bu onayı verenlerin hışmından kurtulabilirseniz…

 

Sözünü ettiğimiz yer Osmaniye’de “kutsal şehir” olarak da anılan 2500 yıllık “Hierapolis Kastabala”. Sadece o değil, “Kırmıtlı Kuş Cenneti” de tehdit altında. Çünkü üzerlerine bir çimento fabrikası kurulması planlanıyor. Universal Çimento Sanayi AŞ’nin Entegre Çimento Fabrikası için ÇED yönetmeliğine uygun hazırlattığı “Proje Tanıtım Dosyası”nda proje alanında ve yakın çevresinde arkeolojik miras bulunmadığı yazıyor. 600 küsur sayfalık ÇED raporunda herkesin bildiği Kastabala’dan tek bir satır yok. Dahası bir çimento fabrikası için öncelikle “görüş”ünün alınması gereken Adana Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu da bu projeden habersiz. Kendilerine görüş sorulmadı çünkü. Projeye “olumlu” onayı veren makam ise Çevre ve Orman Bakanlığı Çevresel Etki Değerlendirme (ÇED) ve Planlama Genel Müdürlüğü. 19 Kasım 2007 tarihli kararda, bugün de aynı görevi sürdüren Genel Müdür Vekili Ömer Soylu’nun da payı var.

Fabrikaya ÇED olumlu belgesi verilirken “Sağlık Etki Değerlendirmesi” yapması gereken sağlıkçılar da atlandı. Halbuki çimento fabrikaları “Gayrı Sıhhi Müesseseler (GSM) Yönetmeliği”nin zarar boyutu en yüksek olabilecekler sıralamasında ilk sıralarda yer alıyor. Özellikle hava, su, toprak ve gürültü kirliliğine neden olacakları için, insan yerleşim yerlerinden mutlaka uzak olmaları gerekiyor.





Haber duyulur duyulmaz yöre sakinleri, meslek örgütleri harekete geçti.. Türkiye Biyologlar Derneği, Adana Peyzaj Mimarları Odası, Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Dekanı Figen Doran ve Osmaniye Halk Sağlığı Uzmanı Dr. Umur Gürsoy hemen kolları sıvayıp bir rapor hazırladı. Rapor, çimento fabrikasının Hieropolis-Kastabala antik kenti, Kırmıtlı Kuş Cenneti, Karatepe-Aslantaş Milli Parkı ve Karatepe Antik Yerleşim alanı üzerinde yaratacağı ve geri dönülemeyecek nitelikteki olumsuz etkilerini ortaya koyuyor. Ekonomik ömrü 100 yıl olan fabrikanın Osmaniye’ye 10, Kırmıtlı Kuş Cenneti’ne dört kilometre, Kesmeburun Köyü'ne ise yaklaşık yüz metre mesafede olduğu anımsatılarak fabrikanın ekonomik fayda değil yük getireceği, doğaya, tarihe ve sağlığa zarar vereceği anlatılıyor. Rapor, zararları şöyle detaylandırıyor:

 

“Hammadde ihtiyacı ocaklardan patlatma yöntemi ile elde edileceğinden bitki örtüsü yok olacak, fabrikadan dış ortama atılan hava kirleticileri ve hammadde olarak tüketeceği kayaların parçalanması, yakıt yakılması sırasında ve kül deposu kaynaklı uçucu tozlarla akciğerlere giren metal kökenli kanserojenler başta solunum yolları hastalıkları ve kanserler olmak üzere toplum sağlığına zarar verecek, deniz ve demiryolundan uzak olan fabrikadan İskenderun limanına, hammadde için de ocaklara yoğun kamyon trafiği olacak, kamyonlar titreşim, toz ve petrol emisyonları ile trafik kazalarını arttıracak. Geçim kaynağı hayvancılık, bağcılık ve zeytin tarımı hava kirliliği, yaprakları kaplayıcı toz nedeniyle fotosentez azalması ve çiçeklenme döneminde meyve tutmasının azalmasıyla zarar görecektir.”

 

Bu rapor yöre halkını harekete geçirdi. Osmaniye Barosu, Mimarlar Odası Adana Şubesi, Kazmaca ve Yeniköy Muhtarlığı ÇED raporunun iptali ve yürütmeyi durdurmak için Adana İl İdare Mahkemesi’ne dava açtı. Karatepe- Aslantaş Koruma Derneği, Osmaniye’deki Çukurova Doğa Derneği, Adana Biologlar Derneği, Mimarlar ve Peyzaj Mimarları Odaları, ÇEKÜL, Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Dekanlığı ve Arkeoloji Ana Bilim Dalı Başkanlığı da Adana Koruma Kurulu’na ilettiler raporu. CHP milletvekilleri Berhan Şimşek, Faruk Demir ve Gökhan Durgun da bölgeyi inceledi ve soru önergesi için kolları sıvadı.

 

Tarih mirasına, doğaya karşı bir çimento fabrikası… Yüz yıllık kara karşılık, binlerce yıllık bir geçmiş… Hangisinden vazgeçmek daha ahlaki dersiniz?

Cumhuriyet Dergi, Yazı. Zeynep Altay, 01.06.2008

GÖZLÜKULE'DE KAZI ÇALIŞMASI

 

 

Uzun bir tarihi geçmişe sahip olan Gözlükule höyüğünde kazı çalışmaları yeniden başlıyor.

 

Geçtiğimiz yıl kısa süreli olarak yapılan kazı çalışmalarının ardından, yeni dönem kazı çalışmaları içinde bulunduğumuz hafta içerisinde başlayacak. İlk iki gün temizlik yapılacak olan alanda daha sonra kazı yapılacak.

 

Binlerce yıllık tarihi geçmişi olan Gözlükule’de farklı zamanlara ait kalıntılar bulunuyor.

 

Tarsus’un binlerce yıllık tarihi olduğunu ve birçok medeniyete ev sahipliği yaptığı Gözlükule’de geçmiş dönemlerde yapılan kazılarda ortaya çıkmıştı.

 

İki ayrı tepeden oluşan Gözlükule Höyüğü 300 m. Uzunluk ve 22 m. Genişliğe sahip. 1935 yılında höyükte başlayan arkeolojik kazıla erken dönemden itibaren Osmanlı uygarlığına kadar kesintisiz iskanın söz konusu olduğunu göstermekte. Saptanan 33 kültür tabakasında bulunan arkeolojik eserler arasında “Yerli Kilikya, Mezopotamya ve Miken Seramiği, Eski Tunç Çağı’na ait taş temelli kerpiç duvarlar, evler ve dar sokaklar, Geç Bronz Dönemi’ne ait tabakalar, Hattuşa’daki tapınak özelliklerini gösteren büyük bir tapınak kalıntısına ait buluntular, erken dönem yapı kompleksleri” sayılmakta.

 

Gölükule höyüğünde başlayacak olan kazı çalışmalarının yaklaşık 2 ay sürmesi bekleniyor.

Tarsus Haber, 01.06.2008

TARİHİ YERKAPI YENİDEN YÜKSELİYOR

 

 

Osmangazi Belediye Başkan Yardımcısı Bayram Vardar, birisi Kavaklı Caddesi'nde, diğeri Yokuş Caddesi Üftade Camii altında olmak üzere, iki yeni kapının inşasının başladığını söyledi.

Vardar, Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'nda onaylanan kapı projelerinin, Kavaklı'dan çöp kamyonlarının geçmesinin mümkün olabileceği 4.5 metre yükseklikte 6 metre genişlikte inşa edileceğini bildirdi.Bayram Vardar, "Yerkapı ile Üftade Camii arasındaki surların restorasyonu için 5 binanın kamulaştırma çalışmaları sürüyor. Bunlardan bir tanesinin kamulaştırması bitti. Kavaklı Caddesi'nde iç surlardaki kapıyı yapmak için gerekli olan küçük dükkan da yıkıldı. Bu bölgede kuruldan geçen projeye uygun olarak iç surlarda Yerkapı'nın biraz yüksek olarak yeniden inşaasına başladık. Bu arada 4 binanın daha yıkılması ile Üftade Camii'nin yanındaki eski surlarda gün yüzüne çıkacak. Ayrıca araç trafiği Tahtakale'den Kavaklı Caddesi'ne çıkışta yeniden düzenlenecek. Yokuş Caddesi üzerinde dış sur tabir edilen bölgede Üftade Camii'nin alt merdivenleri önünde bir kapı yapılacak. Bölge yeni yapılacak tarihi kapılarla farklı bir silüet kazanacak. Çalışmalar sırasında Kavaklı kısmen ulaşıma kapanacak" dedi.

Mersan İnşaat'ın yürüttüğü çalışmada, devasa küfeki parçaları vinçlerle yerlerine asılıyor. Orijinal parçaların zarar görmemesi için numaralandırmaları yapılarak etrafları horasan harcı ile derzlenecek. Ayrıca kamulaştırılan evlerin arkasındaki orijinal surlar da kumlama sistemi ile yıkanarak kirden arındırılacak, orijinal olan taşlar korunarak, derzlerle ve özel yöntemlerle dikiş yapılarak eski surlar ilk gündü haline kavuşturulacak. Cizyederzade haziresi önünde yer alan iç surdaki kapının 1900'lü yılların başında çekilmiş fotoğraflarında yüksekliği atlı bir şahsın geçebileceği 3 metre boyunda. Ancak şu anda Uludağ'a giden minibüsler ve çöp kamyonlarının kullandığı güzergahtaki kapı orijinalinden farklı olarak yüksek inşa ediliyor.

Yeni Şafak, 01.06.2008

170 YILLIK VAKIF KAYIT DEFTERİ ÇÖPTEN ÇIKTI

 

 

Konya'da çöpler arasında bulunan 1840'lı yıllara ait vakıf kayıt defteri ve bazı belgeler, önce bir sahafın eline geçti, oradan da yazma eserler kütüphanesine kazandırıldı.

 

Konya Bölge Yazma Eserler Kütüphanesi Müdürü Bekir Şahin, çok değerli tarihi belgelerin ve yazma eserlerin, kurum ya da kişilerin depolarında değersiz kağıt sanılarak bekletilebildiğini veya bir şekilde çöpe atılabildiğini söyledi. Böyle bir durumla Konya'da karşılaştıklarını ifade eden Şahin, çöpte bulunan tarihi vakıflar kayıt defterinin de aralarında olduğu belgeleri kütüphane arşivine kazandırdıklarını anlattı. Bu belgelerin, kağıt toplayıcılar tarafından çöpten alındığını anlatan Şahin şunları kaydetti: "1841-1843 yıllarına ait bu vakıf kayıt defterini, Konya'da bir sahafın rafında gördüm ve bunu nereden bulduklarını sordum. Sahaf, bana, 'Bir hurda kağıt toplayıcısı, Konya'da bir çöpten bulmuş bize getirdi, biz de meraklıları için satışa çıkardık.' dedi. Sahaftan satın alarak arşive kazandırdığımız bu belgeler arasında, İstanbul'dan Konya'daki Mevlevi Dergahı'na gönderilen türbedarlık beratı, yine Osmanlı Sarayı'ndan gönderilen Konya'nın Kadınhanı ilçesine müderris ve vaiz atamasına ilişkin berat ile 1931-1951 yıllarına ait Konya'daki resmi makamların muhasebe defterleri yer alıyor." Söz konusu belgeleri inceleyen Selçuk Üniversitesi Selçuklu Araştırmaları Merkezi Başkanı Prof.Dr. Yusuf Küçükdağ ise defterde, 19. yüzyılın ortalarında Konya'daki 111 vakfın isim ve gelir-gider hesaplarının ayrıntılı gösterildiğini kaydetti. Küçükdağ, belgeler arasında 1931-51 yıllarına ait bilgilerin yer aldığı muhasebe defterlerinin de Atatürk dönemi araştırmacıları için önemli bir kaynak olduğunu söyledi.

Zaman, 01.06.2008

OSMAN HAMDİ BEYİN EVİ ZİYARETE AÇILMAYI BEKLİYOR

 

 

İngiltere'de bir eseri 3 milyon 380 bin 500 sterline satılan Osman Hamdi Bey'in Gebze'nin Eskihisar Köyü'ndeki Müzeevi ziyaretçilere kapalı.

 

Osmanlı'nın son dönem ünlü ressamının müze evi Kocaeli Büyükşehir Belediyesi Kültür Dairesi tarafından teslim alınmasına rağmen senelerdir açılmayı bekliyor. Sadece özel konuklara açık olan müzeyi ziyaret edemediklerinden ve bölgeye maddi anlamda da bir getirisi bulunmadığından yakınan Eskihisar köy muhtarı Turgut Abdullah Uçar, "Müzenin tadilatı 2 sene önce Kültür Bakanlığı tarafından bitirilerek Kocaeli Büyükşehir Belediyesi'ne devredildi. Biz de bölgeye bir maddi hareketlilik getirir düşüncesiyle 100 metrekare arsayı da kendilerine karşılıksız tahsis ettik. Ancak 2 yılda sadece müzenin önüne bir çay bahçesi yaptılar. Osman Hamdi Bey gibi Türkiye'nin dünyaca ünlü sanatkarının bahçesinde çay bahçesi kurup işletiyorlar. Vatandaşımız bundan rahatsız." diye konuştu.

 

Öte yandan ünlü ressamın 3 milyon 380 bin 500 sterlin gibi rekor bir fiyatla satılan "İstanbul Hanımefendisi" eseri, bugüne kadar Sotheby's müzayede evinde tablolar içinde en yüksek fiyata satılan Türk eseri olarak kayda geçti. Eser, geçtiğimiz günlerde yoğun talep üzerine, aynı müzayede evinde basına tanıtılmıştı. Tablonun sol üst köşesinde kendi imzası ve '1881' tarihi yazılı eser, 2 milyon 200 bin sterlin fiyatıyla satışa sunulmuş, alıcının açıklanmadığı artırmada, 3 milyon 380 bin 500 sterline satılan eser, tarihi özelliğiyle dikkat çekmişti.

Zaman, Haber: İltifat Necefli, 01.06.2008

LALA MUSTAFA PAŞA KÜLLİYESİ KADERİNE TERK EDİLDİ

 

 

Kıbrıs fatihi Lala Mustafa Paşa tarafından 1576 yılında, Mimar Sinan'a yaptırılan Konya'nın Ilgın İlçesi'ndeki Lala Mustafa Paşa Camii ve Külliyesi perişan haliyle kaderine terk edilmiş durumda.

Başıboş köpekler külliyeyi mesken tutarken, ilçe halkı ecdat yadigarı yapının bir an önce restore edilmesini istiyor.

 

Osmanlı zamanında İstanbul-Mekke hattında, Eskişehir-Konya arasında en önemli menzil konumundaki külliye, tüccarların uğrak yeri olmuş. Şu an yapının en harabe kısmını oluşturan han, içeriye girildiğinde ağır bir koku ile karşılıyor sizi. Yıkılmış pencerelerden sızan güneş ışıkları, çürümüş bir halde yerde yatan iç mekan kapılarını aydınlatıyor. Kurşunlu Camii İmam Hatibi A. Hamdi Gül, birçok siyasetçinin ziyaret ettiği külliyenin içler acısı halinin görüldüğünü belirterek, herhangi bir restorasyonun yapılmadığını söyledi. Konya Vakıflar Bölge Müdürü İbrahim Genç de külliyenin durumunu bildiklerini ve 2008 yılı içerisinde restorasyon çalışmalarına başlanacağını bildirdi.

Zaman, Haber: Mehmet Akbaş, 01.06.2008

AFRODİSYAS ANTİK KENTİ'NE SERGİ SALONU

 

Aydın’ın Geyre beldesindeki Afrodisyas Antik Kenti’nde 5 milyon dolara inşa edilen Sebasteion-Sevgi Gönül Sergi Salonu törenle açıldı.

 

Sevgi ve Erdoğan Gönül ile Afrodisias dostlarının desteği, Geyre Vakfı’nın çabalarıyla antik kentin dokusuna zarar verilmeden yapılan salonun açılışına,  7. Cumhurbaşkanı Kenan Evren, Koç Holding Şeref Başkanı Rahmi Koç, Geyre Vakfı Afrodisias Kazıları Yönetim Kurulu Başkanı Ömer Koç, Semahat Arsel ve İlber Ortaylı da katıldı. İfade eden Ömer Koç, “Sergi salonu, halam Sevgi Gönül’ün adını taşıyor. Bu salonun yapımını ona borçluyuz. Burada olmayışının burukluğunu yaşıyorum” dedi.

Milliyet- 01.06.2008

MISIR'DA DEV BİR KALE KALINTISI BULUNDU

 

 

Rafah şehri yakınlarında bulunan Tharu’nun, antik Mısır’ın şu ana dek bilinen surlarla çevrili en büyük şehri olduğu bildirildi. Kazı sırasında açığa çıkan kalıntılardan anlaşıldığı kadarı ile surun çevrelediği yerleşim 130 dönüm büyüklüğünde bir alanı kaplıyor. Süveyş Kanalı yakınlarında bulunan bu yerleşim arkeologlar tarafından Temmuz 2007'de keşfedilmişti, kazılar ise o tarihten bu yana devam etmekte. 

 

Tharu, imparatorluğun Sina yarımadası’na doğru konumlanmış bir karakolu gibi idi ve anlaşıldığı kadarı ile ülkenin doğu sınırını koruyordu. 3000 yıl kadar önce inşa edildiği tahmin edilen şehir stratejik bir öneme sahipti. Kalenin kalıntıları ilk defa 1986 yılında “Horus Yolu” olarak adlandırılan ve Mısır ile Filistin’i arasında bulunan 11 kaleyi bağlayan askeri yolun araştırılması sırasında bulunmuştu.  

 

Tharu’da yapılan kazılarda şehri ziyaret etmiş birçok firavunun ismini taşıyan rölyefler bulundu. Bu da şehrin stratejik öneminin diğer bir ispatı. 

National Geographic News, Haber: Andrew Bossone, 02.06.2008

SOYUT RESİM USTASI ÖZTOPRAK VENEDİK'TE





Türkiye’de soyut resim ustalarından Abdurrahman Öztoprak’ın yapıtları Venedik’te "Ca’ Pesaro Uluslararası Modern Sanatlar Müzesi"nde sergileniyor. "Kalp Coşkusunun Yüce Fikirleri" adıyla hazırlanan sergi, 80 yaşındaki Öztoprak’ın Galeri Elgiz Koleksiyonu'ndan derlenen 26 eseri içeriyor.

 

Sergilenen eserler arasında, Öztoprak’ın şaheserlerinden biri olarak değerlendirilen ve Bethoven’e saygı olarak resmedip Nüvit Özdoğru’ya ithaf ettiği "Missa Solemnis" kompozisyonu da yer alıyor.

 

Modern sanatta dünyada uluslararası kimliği benimsemiş ilk mekan olan bu müzede düzenlenen serginin küratörlerinin Necmi Sönmez, Michela Rizzo ve Vittorio Urbani olmak üzere üç isimden oluşması dikkati çekiyor. Proje yöneticiliği Işın Önol tarafından üstlenilen sergi, açılış törenine katılan yaklaşık 300 kişinin büyük beğenisini topladı.

 

Sanatçı Öztoprak’ın da bulunduğu açılış törenine, Venedik Belediye Başkanı Massimo Cacciari de katıldı. Ca’ Pesaro Uluslararası Modern Sanatlar Müzesi Müdürü Silvio Fuso, açılış töreninde yaptığı sunuş konuşmasında, modern Türk sanatının önde gelen isimlerinden biri olan Öztoprak’ın yapıtlarının teşhir edildiği bir sergiye ev sahipliği yapmaktan büyük mutluluk duyduklarını söyledi.

Öztoprak’ın sanat anlayışından da övgüyle söz eden Fuso, bu önemli serginin Venedik’te açılmasını sağlayan "Proje4L; Elgiz Çağdaş Sanat Müzesi" yetkililerine de teşekkür ederek, "Sanat alanındaki bu işbirliğinin daha da güçlenmesini diliyorum" diye konuştu.

 

Açılışa katılan Venedik Belediye Başkanı Cacciari, "Öztoprak’ın yapıtları, Türkiye’nin Batılı yüzünün göstergesidir" dedi. Cacciari, "bu serginin, Türkiye’nin kendi geleneklerinin ve geleneksel boyutlarının yanı sıra Batılı özelliklere sahip bir ülke olduğunu göstermek açısından da çok önemli olduğunu düşündüğünü" söyledi.

 

Batı kamuoyunda Türkiye konusundaki bilgi eksikliğine de dikkati çeken Cacciari, "Bu türden kültürel etkinliklerin, Türkiye’nin AB’ye üyelik sürecine de ciddi katkı saygı sağlayacağı inancındayım. Ben bu üyeliğin bir an önce gerçekleşmesini arzuluyorum" diye konuştu.

 

Öztoprak’ın eserleri, Ca’ Pesaro Uluslararası Modern Sanatlar Müzesinin giriş katındaki salonun ortasında oluşturulan diyagonal bir duvar üzerinde sergileniyor. Beş parçadan oluşan "Missa Solemnis" adlı kompozisyon ise ziyaretçileri, üst kattaki 10. Salonda, Beethoven’ın ezgileri eşliğinde karşılıyor.

 

Serginin Türk küratörlerinden Sönmez ise Venedik’teki sergide Öztoprak’ın daha ziyade 2000’li yıllarda yaptığı çalışmalara ağırlık verdiklerini söyledi. Serginin isminde, Raner Maria Rilke’nin "Duino Ağıtları" isimli kitabında yer alan "5. Ağıt"a ait bir mısradan esinlenildiğini belirten Sönmez, "Öztoprak’ın Almanya’nın Frankfurt kentinde yaşadığı 1960-1975 dönemi, sanatsal yaşamında önemli bir rol oynamıştı. Rilke’nin de Venedik yakınlarındaki Duino’da yaşadığı süre, sanat yaşamının en verimli dönemine tekabül eder. Tüm bu ilişkilerden hareketle, bu sergi projesini, Almanya-İtalya-Türkiye sanatları arasında organik bir bağ kurma biçiminde de yorumlayabiliriz" ifadesini kullandı.

 

Sergi, 27 Temmuza kadar ziyarete açık tutulacak.

Radikal, 31.05.2008



KAZI BAŞKANLARININ ÇORUM ÇIKARMASI

 

  

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı bünyesinde Türkiye'nin çeşitli illerinde kazı çalışması yapan kazı başkanları ve kazıda çalışan arkeologlar ile arkeoloji bölümü öğrencileri Çorum'a geldi.

Ankara'da yapılan ve 2007 yılının kazı çalışmalarının değerlendirildiği toplantının ardından iki otobüs ile Çorum'a gelen kazı başkanları, Çorum Müzesi'ni gezdiler.

 

Çorum Müzesi önünde hatıra fotoğrafı çektiren heyet, toplantının ardından 3 bin 500 yıllık geçmişi bulunan ve arkeologların hayallerini süsleyen Hitit Uygarlığı'nın kurulduğu coğrafyayı incelemek ve eserleri ziyaret etmek amacıyla Çorum'a geldiklerini belirterek, Çorum Müzesi, Boğazkale Hattuşa ve Alacahöyük ören yerlerini de gezeceklerini söyledi.

 

Grup başkanı olan Arkeolog Erhan Özteke, Çorum'un tarihi eserlerle dolu bir il olduğunu söyledi. Özteke, "Çorum kazı yapan başkanların görmek istediği iller arasında. Çorum tarihi dokusu ve geçmişi ile ilim dünyasına ışık tutan bir il" şeklinde konuştu.

Çorum Kent Haber, 31.05.2008

MERYEMANA HEYKELİ YENİLENİYOR

 

Selçuk Meryemana Evi girişinde bulunan İsa peygamberin annesi Meryem Ana'yı temsil eden heykel, yenilenmek üzere kaidesinden söküldü. Efes Antik Kenti ile Meryemana Evi arasında bulunan heykel, Amerikan Efes Derneği ve Selçuk Belediyesi iş birliğiyle yapılan restorasyon çalışması kapsamında ABD'den gelen heykeltıraş David Lepo ve ekibi tarafından söküldü.


Selçuk Belediyesi arkeoloğu Yusuf Yavaş, 2000 yılında ABD'de yaşayan Quatman Ailesi sponsorluğunda dikilen heykelin bazı parçalarında çürümeler gözlemlendiğini belirterek, heykelin ABD'deki Efes Derneği iş birliğiyle restore edileceğini kaydetti.


Heykelin restorasyon çalışmalarının 30 ile 45 günde tamamlanacağını bildiren Yavaş, "Heykel Meryemana Evi'nin sembolü haline geldi. Birçok turist grubu görüntü çekimleri için heykelin önünü tercih ediyor. Kısa bir süre sonra heykel yenilenmiş haliyle yeniden kaidesine oturtulacak" dedi.
5 metre boyundaki bronz heykel yenilendikten sonra, üzeri platin kaplanacak.

Haber Ekspres, 31.05.2008

FETHİYE'DE ÇİRKİN TABELALAR SÖKÜLEREK GÖRSEL TEMİZLİK BAŞLATILDI

 

 

Muğla'nın Fethiye İlçesi'nde sit alanı ve turizm yolu güzergahındaki tabelalar sökülüyor.  Ölüdeniz, Göcek ve körfezi ile turizmin yükselen yıldızı olan Fethiye, turizme tarihi değerlerini ön plana çıkararak katkı koymaya hazırlanıyor. 2007 yılında Fethiye'deki müze ve ziyarete açık olan 8 ören yerini toplam 126 bin 437 kişinin ziyaret ettiği ilçede bu yılın ilk 5 ayında bu rakam 10 bin kişiye ulaştı.

 

Bu sayının 2008 yılı sonuna kadar 150 binin üzerine çıkması beklenirken, Fethiye Kaymakamlığı bu yerlerde görsel temizlik çalışması başlatıyor. İlgili kurumlara talimat veren Kaymakam Mehmet Ali Karatekeli, sit alanları ve turizm yollarında görüntü kirliliği yapan levhaların kaldırılmasını istedi.

Bu bağlamda Müze, Özel İdare ve Karayollarının ortak yapacağı çalışma ile görsel temizlik yapılması amaçlanıyor. Bu şekilde yol kenarlarında bulunan ve estetiği bozan tabelalar ile ören yerlerinde tarihi eserlerin yanına veya üzerine asılan tabelalar sökülecek. Özellikle Kaya Köyü'nde tarihi mekanların üzerine çivilenmiş çok sayıda tabela bulunuyor.

 

Öte yandan sahip olduğu kültür ve tabiat varlıklarını turizmde kullanarak turist sayısını artırmayı hedefleyen Fethiye'de tek temizlik tabelalarda yapılmıyor. İlçe merkezinde bulunan tarihi mekanlara da çeki düzen veriliyor. Amintas Kaya Mezarları'nın etrafı otlardan temizlenirken, 15 günde bir mezarların içi belediye tarafından yıkanacak. Müze Müdürlüğü'nün isteği doğrultusunda itfaiye ekiplerince mezarlıkların içine tazyikli su tutulacak. Böylelikle mezarların yapısı gereği ve insan faktörü ile oluşan kötü kokuların giderilmesi sağlanacak.

TürkiyeTurizm.com, 31.05.2008

KLEOPATRA'NIN MEZARI BULUNDU HABERLERİ YANLIŞ

 

 

Irak Kültür Bakanı Farouk Hosni’nin yaptığı açıklamaya göre, İskenderiye’nin 45 kilometre kuzeyindeki Abusir’de Taposiris Magna ören yerinde Dr. Zahi Hawass liderliğindeki araştırma grubunca tanrıça Afrodit’in bronz bir heykeli, Ptolemaic kraliyetine ait başsız bir heykel, Kraliçe Kleopatra’ya ait kaymaktaşından yapılma baş ve sevgilisi Marc Anthony’nin olduğu düşünülen bir mask bulundu.

 

Dr. Hawass,  Taposiris Magna tapınağının içinde 50 metre derinlikte uzun koridorların ve tapınağın sütunlarının yer aldığı bir dizi tünel bulunduğunu, buluntuların bu yapının MÖ 282-246 yıllarında Kral II. Ptolemy döneminde yapıldığına işaret ettiğini söyledi. Hawass, uluslararası basın kuruluşlarının daha önce açıkladığı gibi tünellerin Kleopatra’nın mezarına uzanmadığını, Kleopatra veya Marc Anthony’nin mezarlarının burada olduğuna dair bir bulguya rastlamadıklarını, kazı çalışmalarının Kasım ayında devam edeceğini belirtti.

 

2003 Yılında İskenderiye kentinde  Abu Qir körfezinde Frank Goddio önderliğinde bir Fransız ekibi Kleopatra’nın sarayının 2000 yıllık kalıntılarını ve Napolyon’un donanmasının amiral gemisi L'Orient’in Akdeniz dibindeki kalıntılarını bulduklarını açıklamışlardı. Bu bölge antik batık kent Heracleon’un Heracles tapınağının bulunduğu yerdi. Marc Anthony ve Kleopatra’nın denizaltı kenti olarak da bilinen Antirodos Adası da Heracleon civarındaydı. Kleopatra’nın mezarı ise henüz bulunamadı.

 

Eski İskenderiye Kütüphanesi’ndeki kitaplardan 200.000’i Anthony tarafından Kleopatra’ya ithaf edilmişti. Ancak Kleopatra’nın veya mezarının İskenderiye’de bulunduğuna dair bugüne dek herhangi bir ipucuna rastlanamamıştır. Roma İmparatorluğu'nca Hristiyanlığın kabulünden sonra gerçekleştirilen savaşlarda bu kütüphane ve kitaplar tahrip edilmiştir.

Turizm Habercisi, 30.05.2008

TAKSİCİLERE KÜLTÜR GEZİSİ

 

 

Marka kent çalışmalarının sürdüğü Edirne'de tarihi mekanları daha iyi tanımak için tarih ve arkeoloji eğitimi alan taksiciler, derste anlatılan mekanları da gezerek eğitimi tamamladı. Trakya Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölüm Başkanı Prof.Dr. Engin Beksaç tarafından cuma ve cumartesi günleri verilen teorik eğitim ardından pazar günü de pratik eğitim verildi. 

Suakacağı Kilise kalıntısı, Dombay Kalesi, Dolmenler, Sinanköy Kale kalıntıları ve Kırıkköy Mezarlığını gezerek derste anlatılanları yerinde gören taksiciler, yanından geçip ne olduğunu bilmedikleri tarihi mekanları keşfettiklerini ve çok mutlu olduklarını ifade etti. Prof.Dr. Engin Beksaç`tan kalıntıların tarihsel süreci hakkında da bilgi alan taksiciler, "Yerli ve yabancı turistlere sahip olduğumuz değerleri tanıtma imkanına kavuştuk" dedi. 

Yaşayıp hizmet verdikleri kentin kültürel tarih ve arkeolojik mirası hakkında yeterli bilgiye sahip olmadıklarını düşünen ve Esnaf ve Sanatkarları Odaları Birliğine eğitim talebinde bulunan taksiciler; teorik eğitimin ardından bilgilerini pratik eğitim alarak da pekiştirdi. Cuma ve Cumartesi düzenlenen ve Sanat Tarihi Bölüm Başkanı Prof.Dr. Engin Beksaç tarafından verilen eğitimde taksiciler, bilinen tarihi turistik mekanların dışında, Edirne için büyük önem taşıyan arkeolojik mekanlar hakkında bilgilendi. İki gün süren eğitimin ardından, Prof.Dr. Engin Beksaç ile birlikte derste anlatılan mekanları yerinde gören taksiciler, teorik bilgiyi pratikle birleştirdi. 

Pratik eğitim, Suakacağı Köyü`ndeki manastır ve kilise kalıntılarının gezilmesi ile başladı. Ardından Dombay Kalesi kalıntıları, Lalapaşa ve çevresindeki Dolmenler, Sinanköy Manastır kalıntıları ve Kırıkköy Manastırı gezildi. Beksaç`ın derste anlattığı kalıntıları yerinde görmenin daha akılda kalıcı olduğunu belirten taksiciler, "Yerli ve yabancı turistleri gördüğümüz kalıntılara en kısa yoldan getirebilir, tarihsel geçmişleri hakkında bilgi verebiliriz. Eğitime katıldığımız için mutluyuz" dedi. 

Taksiciler Esnaf Odası Başkanı Ali Dal da, eğitimin verimli geçtiğini belirtti. Dal, "Yanından geçip farkına varmadığımız kalıntıların ne kadar önemli olduğunu anladık. Katılımın yüksek olmasını bekliyorduk. Vaktini ayrıp katılan arkadaşlar eğitimin faydasını görecek ve sertifika sahibi olacak. Prof.Dr. Engin Beksaç`a da katkılarından dolayı teşekkür ediyorum. Sahip olduğumuz kültürel mirasın önemini anlamamıza yardımcı oldu" diye konuştu.

Edirne Kent Haber, 30.05.2008

KAÇAK KAZI YAPANLARA SUÇÜSTÜ

 

Bartın'da, kaçak kazı yaptıkları iddiasıyla 8 kişi yakalandı.

 

Bartın Jandarma Alay Komutanlığı ekipleri, Bartın merkeze bağlı Arıt beldesi Türbe mevkiinde kaçak kazı yaptıkları tespit edilen H.P., H.K., M.Ö., İ.Ö., S.Ç., N.K., M.E. ve R.A.'yı suçüstü yakaladı.

 

Şahısların üzerinden Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kanunu kapsamına giren 1 adet pişmiş topraktan yapılma kabartma levha ile 1 adet metal arama dedektörü ele geçirildi. Jandarma ayrıca şahıslara ait 2 otomobil ve 1 minibüse de el koydu. Olayla ilgili adli mercilere çıkarılan 8 kişi ilk sorgularının ardından serbest bırakıldı.

Bartın Kent Haber, 30.05.2008




SİDE MÜZESİ, 15 YILDA ROMA'YA AİT 9 LAHİT MEZARI RESTORE ETTİ

 

 

Side Müze Müdürlüğü, Roma dönemine ait 9 lahit mezarı 15 yıl içinde restore etti.  Restore edilen lahit mezarların büyük çoğunluğunu MS 2. ve 3'ncü yüzyıllara ait Roma dönemi eserleri oluşturuyor. Müze Müdürlüğü, bu yıl içinde Roma dönemine ait 10'ncu zengin ve asil bir lahit mezarı onararak sergileyecek. Sergilenen 9 lahit mezarın onarılması ve gün yüzüne çıkarılmasını Prof.Dr. Arif Müfid Mansel, Prof.Dr. Jale İnan, Dr. Ülke İzmirliğil (Side Antik Kenti'nin kazı başkanı), Alman heykeltıraş Dietmar Frieze ve restoratör M. Beyzade Yaycıoğlu sağlamış. Lahit mezar onarımında uzun vadeli ve sabır gerektirdiğini ifade eden restoratör Beyzade Yaycıoğlu, kırılan lahit mezar parçalarını krom nikel telle dikiş atarak bağladıklarını belirtti.

 

  

 

Yaycıoğlu, "Üzerinde çalıştığım Roma dönemine ait 10'ncu lahit mezarı 3 ay içinde tamamlayarak müzede sergileyeceğiz. 3 ay önce Side Müzesi arkeologlarının Manavgat içinde bulunduğu Anadolu Beylikleri dönemine ait 5 sandukayı restore ettim. En büyük mutluluğum tarihi eserlerin onarılarak 2 bin öncesi orijinal haline getirilmesidir. Bazen restorasyon çalışmasını yaparken Side Müzesi'ni gezen turistlere üzerinde çalışma yaptığım tarihi eser üzerinde bilgi veriyorum." diye konuştu.

TürkiyeTurizm.com, Haber: Abdurrahman Büyükkeskin /Cihan, 29.05.2008

KÜLDE AYAK İZLERİ

 

 

Bugün Meksika olan topraklarda insanların 40.000 yıl önce yürüdükleri, volkanik küllerde bıraktıkları ayak izlerinden anlaşıldı. Valsequillo’da bulunan bu ayak izleri ise Amerika’daki ilk insanlarını şu ana dek bilinen en eski tarihlerden çok daha geriye götürmekte. İzlerin 3 boyutlu laser taramalarını inceleyen Liverpool John Moores Üniversitesi’nden jeoarkeolog Silvia Gonzalez, bunların insan ayak izi olduklarının kesin olduğunu belirtti. 

 

Amerika’da daha önceki erken insan buluntuların büyük bir kısmında bulundukları yüzey veya malzeme cinsi dolayısıyla ciddi tarihleme sorunları vardı. Fakat bu defa, çok çabuk sertleşen, kalın taneli bu volkanik külün toprağa 40.000 yıl kadar önce düştüğü kesinlikle belirlendi.  

Batı Yarıküre’de yapılan birçok kazı sonucunda, insanların bu topraklara 20.000 yıl kadar önce göç ettikleri anlaşılmıştı. Fakat 14.000 yıldan daha eski yerleşim tarihlemeleri teyid edilmemiş ve hala tartışılan bir konu olmaya devam ediyor. 

 

Öte yandan, Gonzales tarafından bildirildiğine göre, Kaliforniya / Baja’da bulunan bir kaya sığınağında yapılan yeni kazılarda bulunan yenmiş deniz kabuklularında yapılan C14 testleri ise 44.000 yıl öncesine tarihlendi. Bu iki buluş ise Amerika’daki ilk insan yerleşimi teorilerini ciddi biçimde sarsmakta. 

sciencenews.org, Haber: Sid Perkins, 29.05.2008

Alacahöyük (Hamilton)
...1842





.. TAY Projesi . Kuruçeşme Cad. 67/B
34345 Kuruçeşme İstanbul
Tel: 0 (212) 265 7858 - Faks: 0 (212) 287 1298
e.posta: info@tayproject.org

Copyright©1998 TAY Projesi