Haberler logo Şubat '09 Arşivi

22 - 28 Şubat 2009

MÜZE ARKASINDAKİ
TESCİLLİ BİNA YIKILDI

İznik Belediyesi`nin Yeşil Park adını verdiği proje dahilinde Müze, Yeşil Cami ve Şeyh Kudbeddin Camii`ni kapsayan Müze sokağın trafiğe kapatılarak yeşil alana çevrilmesi işlemi devam ederken, tehlike arz ettiği gerekçesiyle Anıtlar Kurulu`nca yıkımına karar verilen Şeyh Kutbeddin Sokak`taki tarihi cumbalı ahşap bina geçtiğimiz hafta belediye ekipleri tarafından yıkıldı.

Belediyeye ait iş makineleri ile yapılan yıkım işlemini vatandaşlar da ilgi ile izledi.

Belediye Fen İşleri Müdürü Sabahattin Demir, tarihi bina ile ilgili olarak Anıtlar Kurulu`nun kararı gereği yıkım işlemi yapıldığını ve bu alana Müze Müdürlüğü için yönetim binası yapılacağını belirtti.

Bursa Olay, Haber: Mehmet Buldu, 28.02.2009

PROF. AÇIKGÖZ: ÜÇ ERENLER TÜRBESİ KISA BİR ZAMANDA RESTORE EDİLMELİ

Muğla Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Namık Açıkgöz, Üç Erenler Türbesi'nin kısa zamanda restore edilmesi gerektiğini söyledi.

Bu mimarinin, beylikler ve Selçuklu dönemi eseri olduğunu ifade eden Açıkgöz, "Bir benzeri, Ula ilçesindeki Şahidi Efendi'nin oğlu Hüsamettin Efendi Türbesi'dir. Üç Erenler türbe ve mescidinin tamamlanmasıyla Muğla, 15. yüzyıldan kalma kültür kimliğine ve mekânına tekrar kavuşacaktır. Bu konuda vilayet, belediye sivil toplum kuruluşlarının desteği gerekiyor." dedi. Muğla Belediyesi Fen İşleri ekipleri tarafından 2004 yılında yeşil alan çalışması sırasında 800 yıllık türbe kalıntısının bulunmasından sonra başlatılan kazıda burasının, 1175 yılında kurulan Bayramiye tarikatından 'Üç Erenler' diye bilinen Salih, Ömer ve Mehmet isimli evliyaların mescidi olduğu ortaya çıktı.

Kazı alanında mescit, türbe, abdesthane ve oturma odaları bulunuyor. Şehirdeki mescit ve türbe kitabeleriyle yakından ilgilenen Prof. Dr. Namık Açıkgöz, 'Üç Erenler' olarak adlandırılan evliyaların, Mustafa Çelebi tarafından Buhara'dan gönderilerek, burada Bayramiye tarikatını kurup İslam dinini anlattığını açıkladı.

Üç Erenler Türbesi'nin, 2004 yılında bulunmasının ardından korumaya alındığın belirten Prof. Dr. Açıkgöz, "Mescit ve külliye daha önce kötü durumdaydı. Temel yapı ve mimarinin ana dokusu, yer üstünde 1 metre kadar ortaya çıkarıldı. Mahalle sakinlerinden Ömer amca, üniversitemizden Prof. Dr. Adnan Diler ve Muğla Belediyesi'nin gayretleriyle bu hale getirildi." diye konuştu.

Bayrami Sufi geleneğinin önemli kişileri arasında bulunan Üç Erenler'in Muğla için önemli bir yere sahip olduğunun altını çizen Açıkgöz, Muğla 13. yüzyılın sonlarına doğru Menteşe Beyliği'nin önemli bir şehri olunca, Anadolu'nun çeşitli yerlerinden ve Orta Asya'dan göçler olduğunu, Üç Erenleri'nde 15. yüzyılda geldiğini kaydetti.

Zaman, Haber: Kayber Avcı, 27.02.2009

KALAHARİ ÇÖLÜ'NDE GÖMÜLÜ MAĞARALAR

Kalahari Çölü’nde, binlerce yıl önce kumlar tarafından örtülmüş mağaralar bulundu. Gcwhihaba Mağaraları’nın bulunduğu bölgede yapılan jeofizik çalışmalar, bu bölgede kumlar altında kalmış birçok mağara olduğunu gösterdi. 2005 yılında Milli Müze’nin isteği doğrultusunda başlayan çalışmalara Botswana Ordusu da destek veriyor. Yeri kesin olarak tesbit edilen bazı mağaraların kazılmasına başlandı. Bir kısım mağara kumların 40 m altında iken, bazıları çok daha derine gömülmüş durumdalar. Kalabalık bir jeolog ekibi ile sürdürülen araştırmanın başkanı Babosi Mosarwa “bölgedevkumlara gömülü birçok mağara olduğunu” söylemekte.

2007 de tesbit edilen 9 olası bölgede kazı çalışmalarına başlandı. İlk açılan tünelden içeri gönderilen kameralar aşağıdaki mağaranın varlığını belgeledi. Delikten gelen havada bulunan karbondioksit de mağaranın varlığını ispatlayan diğer bir kanıttı. Kazılar oldukça zahmetli ve yavaş olabilir ama, müze müdürü Phorano bu şekilde birçok yeni mağara keşfedilebileceğini düşünüyor.

mmegi online, Monkagedi Gaotlhobogwe, 30.01.2009

BİN YILLIK BUKALEON SARAYI KALINTILARI YAĞMALANIYOR

İstanbul Çatladıkapı’da Bizans döneminden kalma 1165 yıllık Bukaleon Sarayı, yetkililerin vurdumduymazlığı sonucu harap halde yıkılmayı bekliyor. Sarayın içinde ve çevresinde bulunan tarihi eser niteliğindeki amfora kırıkları ve süslemeli mermer parçaları, yağmacıların saldırısına uğruyor.

Eminönü Sahil Kennedy Caddesi üzerinde yer alan Bizans deniz surlarına bitişik Bukaleon Sarayı harabeleri, tinerci ve şarapçılarla tarih yağmacılarının mekanı oldu.

Bizans zamanında bugünkü Sultanahmet Meydanı’ndan sahildeki deniz surlarına kadar geniş bir alanı kaplayan Büyük Bizans Saray kompleksinin bir parçası olan tarihi yapı, geçmişte imparatorların yaşadığı görkemli zamanlarını hüzünle anıyor.

İstanbul’un 2010 Avrupa Kültür Başkenti ilan edilmesinin ardından tarihi yarımadadaki Sultanahmet ve çevresini restore etmeye başlayan yetkililer, aynı yarımadanın hazinelerinden Marmara sahilindeki Bizans surları ve Bukaleon Sarayı’nı gözden kaçırıyor.




Binlerce yıllık surlarında gecekondu kuran insanları denetleyen hiçbir yetkilinin çıkmadığı 3 bin yıllık görkemli kent İstanbul’da, yetkililer ve kent halkının çoğunluğu dışında binlerce  yabancı turist Bukaleon Sarayı harabelerini görmeye geliyor. Turistlerin, içindeki çöp birikintileri ve idrar kokusuna  katlanarak gezdiği tarihi saray, Milattan Sonra 842’de inşa edildi.

İmparator Justinianus’un saray topluluğuna eklediği en önemli yapılardan birisi olan ve Hormistas Sarayı adıyla da bilinen Bukaleon Sarayı’nın çok az, ancak değerli kalıntısı günümüze ulaşabildi.

Sarayın bir bölümü 20’inci yüzyılın başında  buradan geçirilen Sirkeci demiryolunun yapımı sırasında yıkılmış ve büyük bir kısmı da çevrede yapılan apatmanların altında kalmıştı.

Günümüzde sahil yolu üzerinde mermer söveli pencereleri ile bu sarayın mahzeni ve görkemli kapısı görülebiliyor. Saray, II. Justinianus zamanında batıya doğru genişletilmiş ve buradaki yapılara son derece görkemli bir taht salonu eklenmişti.

Oktogonal görünüşlü, küçük kubbeli bu taht salonu İtalya’daki St.Vitale ile Sergios Bacus’a benziyordu. İçi tümüyle mozaiklerle kaplanmış olan saraydan Sultanahmet’teki Hipodrom’a geçişi sağlayan Triklinos denilen geçit de yine bu dönemde yapılmıştı. Bugün bu geçit de mezbelelik durumda yıkılacağı günü bekliyor.

Bukaleon Sarayı; Bizans döneminde, özellikle 9. ve 13. yüzyıl arasında İmparatorluk iskelesi olarak kullanılmış, önünden Kennedy Caddesi’nin geçtiği deniz kenarında bir yapı. Bizans ve Osmanlı dönemlerinde ise saray ve rdevamındaki surlar, denizle içiçeydi. Günümüzdü tarihi alanın  bazı yerlerinin üstü toprak dolgu malzeme ile kapanmış durumda. Kazı yapılması durumunda çok sayıda nadide tarihi parça bulunacağı düşünülen saray kalıntılarında otlar arasında çok sayıda amfora ve mermer süslemeli blok kırıkları göze çarpıyor.

Alanı gezmek için gelen turistler ise tarihi saray ve surları mekan tutmuş tinerci ve şarapçılarca tacize uğruyor.

İstanbul Üniversitesi Haber Ajansı, Haber: Yusuf Ziya Ay - İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Öğretim Görevlisi, 27.02.2009

TARİHİ TAHIL AMBARLARI PANSİYON YAPILSIN ÖNERİSİ





Karaman'a bağlı Taşkale beldesinin Belediye Başkanı Ömer Hayrettin Güneş, dünyaca ünlü kaya oyma tahıl ambarlarının beldeyeye ekonomik katkı sağlaması için pansiyon yapılmasını istedi.

Güneş, Taşkale'nin içinde barındırdığı kültürel ve doğal değerlere rağmen her gün geriye gittiğini ifade ederek, Taşkale beldesinin Karaman merkeze 50 kilometre mesafede olduğunu, ancak buna rağmen, geri kalmışlıktan kurtulamadığını ifade etti.

Güneş, ''Taşkale, tarihi ve turistik özellikler açısından önem arz eden beldeler arasında yer almaktadır. Ancak Taşkale, kaderiyle baş başa bırakıldı. Dünyaca ünlü tarihi tahıl ambarları, adeta kaderine terk edildi. Biz bu ambarların belediyeye ekonomik katkı sağlaması için turizme kazandırılmasını ve tahıl ambarlarının pansiyon yapılmasını istiyoruz" dedi.

Beldenin en son yapılan adrese dayalı nüfus kayıt sistemi sonuçlarına göre belediyelik olmaktan çıkıp köy olma durumuna geldiğini belirten Güneş, mahkemeye yaptıkları itiraz sonucunda belediye olarak yerel seçimlere girebileceklerini ifade etti.

Güneş, Taşkale'nin çok ciddi turizm potansiyeli olduğunu dile getirerek, şunları kaydetti:

''Beldemiz küçük, yıllardır kendi imkanlarıyla köy kabuğunu kırıp kasaba olmaya çalışmış. Dünyaca ünlü tahıl ambarlarının yanı sıra irili ufaklı turizme açılabilecek mağaralarımız var. Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk'ün atalarının Taşkale'den Selanik'e göç ettiği gerçeğini artık herkes kabul ediyor. El dokuması halılarımız çok ünlü. Beldenin, yüzyıllardır yerleşim alanı olan bölge sit alanı olduğu için insanlar her gün başka yerlere göç ediyor. Gelişeceğimiz yerde geriliyoruz.''

Taşkale'nin tek kurtuluşunun turizm olduğunu vurgulayan Güneş, beldeye binlerce turist geldiğini ancak tesis olmadığı için konaklayamayan turistin bölgeye katkısı olmadığını belirtti.

Güneş, Karaman İl Özel İdaresi, Bayındırlık Müdürlüğü, Kültür ve Turizm Müdürlüğü ile beldeye otel yapma projesi hazırladıklarını ifade ederek, şunları kaydetti:

''100 kişi kapasiteli bir tesisin yapılması için proje hazırlandı, ancak bir gelişme yok. Dik kayaya insan eliyle kazılan ev ve ambar olarak kullanılan bu yerler artık ambar olarak bile kullanılmıyor. Dünyada örneklerini görüyoruz. İnsanlar buzdan oteller yapıp buralara turist çekiyor. Bu ambarlardan zemine yakın olanlar düzenlenerek pansiyon haline getirilebilir.''

Manşet Gazeteşi, 27.02.2009

İSTANBUL 2010 BAŞKANI İSTİFANIN EŞİĞİNE GELDİ

Bir sivil toplum projesi olarak yola çıkan, sonra devletin de desteğini arkasına alarak elde edilen İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti projesi, 2010’a aylar kala kimi çekişmeler ve istifa söylentileriyle gündemde. İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı, dün istifa söylentileriyle çalkalandı. Aslında söylentiler önceki gece başlamıştı. İlk gelen duyumlar, başından beri İstanbul 2010’un içinde olan İstanbul 2010 Ajansı Yürütme Kurulu Başkanı Nuri Çolakoğlu’nun ekibiyle birlikte istifa ettiği yönündeydi, kurulda İstanbul Valiliği’nin atadığı isim dışında kimse kalmamıştı. Dün sabah ise Zaman Gazetesi’nin internet sitesine dokuz kişilik kuruldan dört üyenin, Çolakoğlu’yla birlikte Metin Sözen, İskender Pala ve Gürhan Ertür’ün istifa ettiği haberi yansıdı. Haber daha sonra birçok internet sitesinde yer aldı.

Telefonla ulaştığımız İstanbul 2010 Ajansı başkanı Nuri Çolakoğlu, istifa söylentilerini yalanladı ancak bazı huzursuzlukların olduğunu da saklamadı. Nuri Çolakoğlu, “İnternet sitelerine yansıdı ama henüz istifa yok. Ama bir sıkıntı olduğu doğru, aşmaya çalışıyoruz. Çözülemeyecek bir mesele değil. Çözülecek gibi gözüküyor” diye konuştu. Çolakoğlu’na meselenin ne olduğunu da sorduk. Şu aşamada söyleyeceği her şeyin olayı çözümsüzlüğe iteceğini belirten Çolakoğlu, “Şunun şurasında 10 ay kaldı 2010’a. Derdimiz kavga çıkarmak değil gerçekten meseleyi çözmek. İstanbul’a karşı verdiğimiz bir söz, üstlendiğimiz bir görev var. Biz bunun derdindeyiz” dedi.

2010 Ajansı’nda devlet görevlileriyle sivil kanat arasında bir çekişmenin olduğu uzun süredir kulislerde konuşuluyordu. Ajansın yönetim şemasında yürütme kurulunun altında yer almasına karşın genel sekreterlikin yürütmenin işlerini zorlaştırdığı söylentileri havalarda uçuşuyordu. Yürütmeyi istifanın eşiğine getiren gelişmelerinse, yüksek maliyetli büyük restorasyon projelerinin, kurullara danışılmadan, görüşülmeden belli isimlere ihale edilmek istenmesi olduğu söyleniyor. Zira Çolakoğlu, İstanbul 2010’u, sivil toplumla devletin el ele verip uyum içinde çalıştığı bir yönetişim modeli olarak da önemsediğini daha önce defalarca dile getirmişti.

İstanbul 2010 Ajansı’nın Genel Sekreteri Eyüp Özgüç, Başbakanlık Denetleme Kurulu’ndan bu göreve atanmıştı. Yürütme Kurulu’yla Özgüç arasında uzun süredir yaşandığı bilinen gerilimi besleyen sebepler arasında, öncelikli projeler konusunda anlaşmazlıklar yaşanmasının ve Özgüç’ün usulen uygun bulmadığı konulara getirdiği itirazların yer aldığı da söylentiler arasında.

Koordinasyon kurulu başkanlığını Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Hayati Yazıcı’nın üstlendiği İstanbul 2010’un danışma kurulunda devlet kademelerinden ve çeşitli STK’lardan 50’ye yakın isim var. Yürütme kurulu ise Nuri Çolakoğlu (başkan), Sabri Kaya, Prof. İskender Pala, Gürhan Ertür, Ahmet Emre Bilgili, Alpaslan Baki Ertekin, Şekib Avdagiç, Nuri Tuna ve Prof.Dr. Metin Sözen’den oluşuyor. İstanbul 2010 bütçesinin 700-800 milyon lira civarında olduğu da düşünülürse bu proje daha çok çekişme kaldırır.

Radikal, 27.02.2009

KARADENİZ
'NUH TUFANI'NIN
ESİN KAYNAĞI OLMAYABİLİR

Yeni bir araştırmanın ışığında, Karadeniz’de gerçekleştiği düşünülen tufan hikayesinin pek de olası olmadığı düşünülüyor.

Araştırmacılar yaklaşık 9.400 yıl kadar önce gerçekleşen ısınmanın Akdeniz’den, o dönemde bir tatlısu gölü olan Karadeniz’e dolduğunu kabul ediyorlar.

Daha önceki teori, bu su baskını ile Karadeniz’in seviyesinin 60 m yükseldiği yönünde idi.

Fakat, sualtında bulunan fosiller üzerinden yürütülen yeni bir çalışma bu taşkının Karadeniz’in seviyesini en fazla 10 m yükseltmiş olabileceğini gösteriyor.

ABD, Massachusetts’de bulunan Woods Hole Okyanusbilimi Enstitüsü’nden deniz jeologu Liviu Giosan ve meslektaşları nehirlerin ağızlarında ve Karadeniz’in dibinde bulunan birçok kabuklu fosilini incelediler.

Aşınmamış ve yer değiştirmemiş oldukları tesbit edildi. Aynı şekilde, fosillerin bulunduğu çamur katmanının da fosillerle aynı yaşta, yani 9.400 yıllık olduğu anlaşıldı.

Giosan “Dolayısıyla, bu çamurun seviyesine bakarak 9.400 yıl önce suyun seviyesini söyleyebiliyoruz” demekte. Sonuçlar ise Karadeniz’in, daha önce Columbia Üniversitesi jeologu William Ryan ve meslektaşları tarafından iddia edildiği gibi 50-60 m değil, sadece 5-10 m yükseldiğini gösteriyor.

National Geographic News, Haber: Bruce Dorminey, 06.02.2009




TARİHE ŞÜPHELİ KORUMA

Ankara Devlet Resim ve Heykel Müzesi'nin adı bir soyguna karışan güvenlikçisinin, başka bir soygunla ilgili mahkemelik olduğu belirlendi.

Veli T, 13 Ocak'ta depodan İbrahim Çallı'nın "Ressam Osman Hamdi Bey Portresi", Fehmi Korutürk'ün eşi Emel Korutürk'ün ailesini resmettiği "Cimcoz Ailesi" ile Şevket Dağ'ın "Türbe Kapısı" isimli tablolarını çaldığı iddiasıyla gözaltına alınmıştı. Olay ise, şüphelinin eserlerin değerini belirlemek için götürdüğü TMSF'nin bilirkişisi Prof.Dr. Dinçer Erimez tarafından ihbar edilince ortaya çıkmış, şüpheli, tabloları bahçeye bırakırken otopark görevlileri tarafından görülünce yakalanmıştı.

Tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılan Veli T'nin, 2003 yılında Topkapı Sarayı'nda nöbeti sırasında milyon dolarlık tarihi eserlerin çalınmasına adı karışan kişilerle bağlantısı olduğu iddiasıyla Ankara'ya gönderildiği ortaya çıktı. Mahkemesi hala süren Veli T'nin, son olaydan sonra da görevine devam ettiği öğrenildi.

Ankara Devlet Resim ve Heykel Müzesi'nden 13 Ocak'ta milyon dolar değerindeki 3 tablonun çalınmasına adı karışan kadrolu güvenlik görevlisinin, 6 yıl önce de Topkapı Sarayı'nda yaşanan bir soyguna adının karıştığı ortaya çıktı.

Yeni Şafak, Haber: Fath İnci, 27.02.2009

HER TARAFTAN TARİH FIŞKIRIYOR

Şehitkamil İlçesi'ne bağlı Sam mezrasında, yaklaşık 2 bin yıllık olduğu tahmin edilen bir kaya mezar bulundu. Aynı bölgede geçtiğimiz yaz aylarında da bir kaya mezar bulunmuştu.

Şehitkamil İlçesi'ne bağlı Sam mezrasında Terlemez Ailesi'ne ait arsada temel çalışması yapan aile fertleri kazma vurdukları yerde bir çukur olduğunu fark etti. Durumun Jandarma ekiplerine ve Gaziantep Arkeoloji Müzesi Müdürlüğü yetkililerine bildirilmesi üzerine, olay yerine gelen jandarma güvenlik önlemi aldı. Arkeoloji Müzesi'nden arkeologlar, yaptıkları ilk incelemenin ardından çukurun bir kaya mezar olduğunu ve içinin su dolu olduğunu tespit ederek, kapatılmasına karar verdiler. Kaya mezarın, geçtiğimiz yaz döneminde bulunan kaya mezarla aynı döneme ait olduğunu tahmin eden yetkililer, kapatılan kaya mezarın yaz aylarında açılarak çalışma yapabileceklerini ifade ettiler.

Gaziantep 27 Gazetesi, 27.02.2009

AYAK ANATOMİMİZ 1.5 MİLYON YIL ÖNCE DE AYNIYMIŞ

Kenya'da bulunan 1,5 milyon yıllık ayak izleri, insanların çok uzun yıllar önce de anatomik olarak bugünkü ile aynı ayaklar üzerinde yürüdüğünü gösterdi. İngiltere'deki Bournemouth Üniversitesinden Matthew Bennett, Kenya'nın kuzeyindeki Ileret bölgesi yakınında 2 tortul tabakasında bulunan 1,5 milyon yıllık ayak izlerinin, modern insanınkiyle temel olarak aynı anatomiye sahip olduğunun en eski göstergesi olduğunu belirtti.

Bennett, ayak izlerinin, normalde fosilleşmiş kemiklerde bulunmayan yumuşak dokuların biçim ve yapılarına dair bilgiler de içerdiğini vurguladı. Profesör Bennett, modern insanların ve fosilleşmiş eski insanların ayak izleri arasında yapılan karşılaştırmanın tarafsız olması için Kenya'da bulunan ayak izlerini numaralandırdı, bilgisayarda taradı ve bu şekilde değerlendirdi. 1,5 milyon yıllık ayak izlerinden birinin fotoğrafı Science dergisinin son sayısının kapağını süslüyor.

Yeni Asır, 27.02.2009





SİDE ANTİK KENT'TE PORTİKLİ YOL RESTORASYON ÇALIŞMALARI TAMAMLANDI

Antalya'nın Manavgat İlçesi Side Antik Kent'te Roma dönemi portikli yol çalışması sona erdi.

Side Belediye Başkanı Osman Delikkulak, Side Sütunlu Cadde doğu portikli yolda 4,5 ay önce başlanan kazı ve restorasyon çalışmalarının tamamlandığını söyledi.

Portikli yolda 135 gün önce başlanan kazı, restorasyon ve konservasyon (muhafaza) çalışmalarının Side Müze Müdürü Güner Kozdere ve arkeolog Yiğit Ozar gözetiminde yapıldığını belirten Delikkulak, doğu yolunun yapılamasıyla birlikte turistlerin Side Antik Kent'e daha rahat girip çıkabileceğini ifade etti.

Yol onarım çalışmalarının 420 bin TL'ye mal olduğunu ve bunun yüzde 40'nın belediye bütçesinden karşılandığını kaydeden Delikkulak, 250 bin TL'sinin de Antalya İl Özel İdare bütçesinde karşılandığını açıkladı.

Delikkulak, "Sekiz yıl aradan sonra portikli yolu onarmanın mutluluğunu yaşadık. Yola kum dökümünü Avrupa Birliği (AB) standartlarında yaptık. Kazı çalışmasında Roma dönemine ait 18 dükkan restore edilerek gün yüzüne çıkarıldı. Onarım çalışmaları aslına uygun bir şekilde restore edildi." diye konuştu.

Yolda ilk kazı ve restorasyon çalışmasına 2000 yılında başlandığını anlatan Side Müze Müdürü Güner Kozdere ise, çalışmalara Antalya İl Özel İdare bütçesinin çıkardığı 250 bin TL ödenekle başladıklarını dile getirdi.

Kozdere, "Side Antik Kent'te Kültür Varlıkları Koruma Kurulu ve Müzeler Genel Müdürlüğü'nden 10 Ekim 2008 tarih ve 184199 sayılı kazı ruhsatıyla çalışmalarımıza başladık. Side Belediyesi'nin katkılarıyla kazı ve restorasyon çalışmamız 4,5 sürdü. Portikli yolda çalışmalarımız sona erdi." şeklinde konuştu.

haberler.com, 26.02.2009

HASANKEYF İÇİN TARİHİ KARAR

Danıştay 6. Dairesi, Devlet Su İşleri’nin (DSİ) tarihi ve kültürel alanlarda baraj yapımına tarihi bir kararla “Dur” dedi .

Arkeologlar Derneği, Türkiye Ekonomik ve Toplumsal Tarih Vakfı, TMMOB Mimarlar Odası, İzmir Turist Rehberleri Odası ve Çağdaş Hukukçular Derneği’nin, ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu’nun 27 ekim 2006 tarihli ve 717 sayılı kararının kısmen iptali istemiyle açtığı dava karara bağlandı. Danıştay 6. Dairesi, kurulun, Baraj Alanlarından Etkilenen Taşınmaz Kültür Varlıkları’nın korunmasında DSİ’ye karar yetkisi veren ilke kararının ilgili maddelerini iptal etti.

Dairenin ilke kararında, Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu’nun 9. maddesinde; ‘Korunması gerekli taşınmaz kültür ve tabiat varlıkları ve koruma alanları ile sit alanlarında inşai ve fiziki müdahalede bulunulamaz, bunlar yeniden kullanıma açılamaz veya kullanımları değiştirilemez” denildiği, 10. maddesine göre de bu varlıkların korunmasında asıl yetkinin Kültür ve Turizm Bakanlığı’na ait olduğuna işaret edildi.

Değerlerin korunmasının tek başına DSİ’ye bırakılmaması gerektiği ve tarihi değeri olan alanlara söz konusu kurumun baraj yapamayacağı yönündeki karar, olumlu eleştiriler aldı. Kararın tarih ve kültürel değerlerin korunması için çok önemli bir adım olduğunu açıklayan ve Çağdaş Hukuçular Derneği ile Allanoi Girişim Grubu adına açıklama yapan Avukat Arif Ali Cangı, bu karardan sonra DSİ’nin Allianoi ve Hasankeyf’deki baraj çalışmalarını bir ay içinde durdurması gerektiğini söyledi.
Kültür ve Turizm Bakanlığı, bu kararı temyiz ederse, dosya Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu’na gidecek.

Taraf, 26.02.2009

DİKKAT!
DÜNYA MİRASI
ALANINA GİRİYORSUNUZ

UNESCO Dünya Miras Listesi’nde bulunan tarihi mekanlar için Kültür ve Turizm Bakanlığı tabela standardı getirdi.

Şehirlerarası karayollarının kenarına yerleştirilecek tabelalarda o tarihi mekana olan uzaklık ile ilgili bilgiler, Türkçe ve İngilizce gösteriliyor.

Özel tabelalar İstanbul’daki tarihi mekanların yanı sıra; Divriği Ulu Cami, Göreme Ulusal Parkı ve Kapadokya Kayalık Alanları Çorum Hattuşaş, Nemrut Dağı, Pamukkale ve Truva Arkeolojik alanında uygulanacak. 

Vatan, 26.02.2009

TUNA NEHRİNDE OSMANLI BATIĞI

Macaristan’ın Solt kasabasından geçen Tuna nehrinin kıyısında Osmanlı dönemine ait 1615 yılında yapıldığı tahmin edilen bir yük gemisinin kalıntıları bulundu.

Osmanlı İmparatorluğu’nun Macaristan’a 1541-1686 yılları arasında egemen olduğunu belirten Macar arkeolog Attila Janos Toth, Osmanlı dönemine ait 400 yıllık batığın 20 metre uzunluğunda ve meşe ağacından yapılmış bir gemiye ait olduğunu kaydetti.

Dalgıç arkeolog Toth, tesadüfen bulunan geminin paha biçilmez olduğunu, daha önce sadece bir kez Tuna nehrinde bu kadar eski bir geminin bulunduğunu açıkladı. Toth, koruma altına alınan gemiyi restore etmeye çalışacaklarını söyledi.

Taraf, 26.02.2009

JANDARMADAN TARİHİ ESER BASKINI

Bursa'nın İnegöl İlçesi'nde jandarma tarafından gerçekleştirilen tarihi eser operasyonunda 4 adet ibrik ve 4 adet güğüm ele geçirildi.

Alınan bilgiye göre, Çitli Köyü’ nde ikamet eden A.Y’ nın evinde tarihi eser bulunduğu ihbarı üzerine soruşturma başlatıldı.

Jandarma tarafından şahsın evinde yapılan aramada 4 adet ibrik, 4 adet güğüm bulundu.

Malzemelere el konulurken, ifadesi alınan A.Y. savcılığın talimatıyla serbest bırakıldı.

Bursa Kent Haber, 26.02.2009

BİR HEYKEL SALDIRISI DAHA





Muğla'nın Marmaris İlçesi'nde, ünlü heykeltraş Prof.Dr. Tankut Öktem'in yaptığı balıkçı adam heykeli parçalandı, bitişiğindeki yaklaşık 1.5 m uzunluğundaki kız çocuğu heykeli kayboldu.

15 Şubat’ta yat limanında bulunan Amerikalı astronot heykeli de kaybolmuş, bir gün sonra dikildiği yerden yaklaşık üç kilometre uzakta denizde bulunmuştu.

Sabah işlerine gitmek için Atatürk Bulvarı’ndan geçen bazı vatandaşlar, Saman İskelesi’nde bulunan kız çocuğu heykelinin yerinde olmadığını fark ederek Marmaris Belediyesi zabıta ekiplerine bilgi verdi.
Olay yerine gelen ekipler, çocuk heykelinin yerinde olmadığını, balıkçı adam heykelinin ise bir bacağının koparıldığını ve sol kolunun bir kısmının parçalandığını tespit etti.

Trafik kazasında hayatını kaybeden devlet sanatçısı, ünlü heykeltıraş Tankut Öktem tarafından 13 yıl önce yapıldığı belirtilen heykellere zarar verilmesine vatandaşlar tepki gösterdi. Yan yana yerleştirilen heykellerde, balık ağları ören bir balıkçı ile onu izleyen kız çocuğu figürü yer alıyor. Heykelin bulunması için zabıta ve polis ekipleri araştırma başlattı.  

Milliyet, 26.02.2009

 

MARMARİS'TE HEYKELLER DENİZDEN ÇIKIYOR

Marmaris'te kaybolan yaklaşık 1,5 metre uzunluğundaki kız çocuk heykeli denizde bulundu. Trafik kazasında hayatını kaybeden devlet sanatçısı, ünlü heykeltıraş Prof.Dr. Tankut Öktem tarafından 13 yıl önce yapıldığı belirtilen Saman İskelesi'ndeki balıkçı dede ve torununu tasvir eden heykellerden kaybolan kız çocuğu heykeli deniz polisinin yapmış olduğu araştırma sonunda deniz dibinde tespit edildi. Dalgıç tarafından dikili bulunduğu yerden yaklaşık 50 metre ileride deniz içinde bulunan heykel, zabıta ekiplerinin yardımıyla karaya çıkarıldı. Heykelin sağ kolunun kopuk ve bazı kısımlarının parçalanmış olduğu görüldü. Deniz polisi ekibi, heykelin kolunu bir süre aradı, ancak bulamadı.

Zabıta aracına konulan heykelin, Marmaris Belediyesine ait araç parkına götürüldüğü ve onarılarak eski yerine dikileceği belirtildi. Emniyet yetkilileri, heykele zarar verdiği ve akli dengesi yerinde olmadığı iddia edilen Ali M'nin (31) gözaltına alındığını açıkladı. Şüphelinin doktor kontrolünün ardından savcılığa sevk edildiği kaydedildi. Bu arada, ilçede 15 Şubatta ise Yat Limanı'nda bulunan Amerikalı astronot heykeli kaybolmuş, yapılan araştırma sonunda dikili bulunduğu yerden 5 kilometre uzakta deniz de bulunmuştu. Heykeli denizden çıkarma çalışmalarını ilgiyle izleyen vatandaşlar, ilçede 10 gün içerisinde iki heykele zarar verilmesine tepki gösterdi.

Haber Ekspres, 27.02.2009

GOOGLE MAPS'DE GÖRÜLEN İZLER ATLANTİS DEĞİLMİŞ

Google Maps'in verilerini inceleyen Amerikan Ulusal Okyanus ve Atmosfer İdaresi'ne (National Oceanic and Atmospheric Administration) bağlı bilimadamları, görülen çizgilerin okyanus tabanının haritasını çıkaran gemilerin sonar izleri olduğunu belirtti.

Bu harita çalışmalarının ancak sonar yardımıyla yapılabildiğini ve bu ekipmanın da okyanus tabanında çizgi şeklinde izler bıraktıklarını da ekleyen bilimadamları, insanların Google Maps sayesinde gezegenlerine daha çok ilgi duymalarını sevinçle karşılamışlar.

Radikal, 26.02.2009

TARİH, İŞ MAKİNESİNİN AĞIRLIĞINI KALDIRAMADI

Agora kazıları için kamulaştırılan alandaki binaların yıkımı sırasında yaşanan kaza korkuttu.

Eski Saray Sineması’nın bulunduğu alanda çalışan iş makinesi, zemin, tonlarca ağırlığı kaldıramayıp çökünce bodruma düştü. Kepçe, vinç yardımıyla çıkarıldı. Kazı Başkanı Akın Ersoy, tarihi kalıntılarla dolu bölgede yıkım ve temizlik çalışmalarını el emeğiyle yapmalarının mümkün olmadığını söyledi. Ersoy, “Bu hem ekonomik olmaz hem de zaman açısından büyük kayba yol açar. Kepçe ve vinçler alandan çıktıktan sonra tarihi kalıntılara herhangi bir zarar gelip gelmediğini kontrol edeceğiz” diye konuştu.

Milliyet, Haber: Mustafa Oğuz, 26.02.2009

SELÇUK'TA TARİHİ ESER OPERASYONU

İzmir'in Selçuk İlçesi'nde ellerindeki tarihi eser niteliğindeki parçaları satmak isteyen 2 kişi tutuklandı. Selçuk'ta tarihi eser satmak isteyen kişilerin bulunduğu ihbarını alan Jandarma ekiplerinin operasyonunda, E.G. (39) ile M.A. (38) gözaltına alınıdı. Operasyonda tarihi eser niteliğindeki 1 adet broş ile 2 adet küpe de ele geçirildi. Tarihi eserler, Efes Müzesi Müdürlüğüne teslim edilirken, E.G. ve M.A. çıkarıldıkları mahkemece tutuklandı.

Yeni Asır, 25.02.2009

EGE'NİN İKİ YAKASINDA HAZİNE ARAMA 'CİNLİĞİ'





Osmanlı döneminde Rumların da yaşadığı Yağcılar Köyü’ne son beş yılda atalarının izlerini bulma ve dostluk kurma bahanesiyle gelen Yunanlılar geçen eylül ayında, köydeki Sabancı ailesinin hissedarlar arasındaki anlaşmazlık nedeniyle satmaya karar verdiği ev ile arsaya talip oldu. Yunanlılar’ın eskiden köy papazının kaldığını söyledikleri kullanılmayan eve ve önündeki 100 metrekarelik bahçeye 150 bin TL teklif etmeleri, hissedarları şüphelendirdi. Hissedarların evi satmaktan vazgeçtiklerini söylemeleri üzerine, Yunanlılar bu kez gerçeği anlattı. Buna göre, nüfus mübadelesi sırasında köydeki Rumlar, altın ve paralarını kilisenin papazına vermiş, papaz da günlüğünde bunları evin bahçesine gömdüğünü yazmıştı. Buun için kendilerine miras kalan bu hazineyi almak istiyorlardı. Bu bilgiden sonra Türk ve Yunanlılar, yaklaşık 400 kilo altın ile paradan oluştuğu öne sürülen hazine için ortak oldu. Anlaşma ardından hissedarlar, Urla Kaymakamlığı’ndan bir aylık izin alarak, Müze Müdürlüğü, Maliye ve jandarmanın 24 saat gözetimi altında kazı başlattı.

Büyük heyecanla üç gün önce başlanılan kazılardan sonuç alınamaması üzerine, hazineyi gömerken korunması için papazın ’Papaz büyüsü’ yapmış olabileceği fikri üzerine son çare olarak, bu kez gerçek ismi bilinmeyen ancak ’Eyyüp Hoca’ olarak tanınan bir hocadan yardım istendi. Kazı alanına gelerek dua eden Eyyüp Hoca’nın yönlendirdiği iş makinalarıyla kazı yapıldı. Ancak, bu kazılardan da sonuç alınamadı. Cinlerin 41 yılda bir altınların yerini değiştirdiğini söyleyen Eyyüp Hoca’nın sözleri üzerine hazinenin yarısı evin içinde, diğer yarısı ise bahçedeki ağacının altında arandı.

Dedektörlerin de kullanıldığı arama çalışmalarını arsanın yaklaşık 20 hissedarıyla, köylüler heyecan içerisinde izledi. İlk üç gündeki arama çalışmalarına bizzat katılan ve kendisini ’Kosla Elefteriye’ olarak tanıtan Yunanlı temsilci, gazeteciler tarafından görüntülenmemek için çabaladı. Hissidarlardan Kemal Sabancı, "Bizlere çok para olduğu söylendi. Bu nedenle de böyle bir olaya kalkıştık. Gelişmeleri bekliyoruz" dedi.

Türk ve Yunan vatandaşları hazine ararken hocalardan ve cinlerden medet ummaktan geri kalmadılar.

Hürriyet, Haber: Ertan Yıldırım, 25.02.2009

LOS ANGELES'TA BİR DÜKKANIN ALTINDA BUZUL ÇAĞI FOSİLLERİ

Los Angeles’in merkezinde, bir alışveriş merkezinin yıkılmasından sonra yapılan inşaat çalışmaları sırasında bilinen en büyük Son Buzul Çağı fosil grubu ortaya çıkarıldı. Fosiller arasında Kolombiya mamutu, kılıç dişli kaplan, dev tembel hayvan ve Kuzey Amerika aslanı var. Yaklaşık yüzyıl kadar önce bu bölgenin çok yakınında 34 mamut iskeleti bulunmuştu ve paleontologlar tarafından 10.000 yıl öncesine açılan bir pencere olarak kabul edilmişti. Bu defaki kazıda, daha önce gözardı edilen kaplumbağa, yılan, balık ve ağaç fosilleri de tek tek kazılmakta. Page Müzesi yetkilisi John Harris “Bu buluntular 10.000 ile 40.000 yıl önce burada varolan yaşamın detaylı bir resmini görmemizi sağlıyor” demekte.

Küçük buluntular dahil tüm fosiilerin bulunabilmesi uygulanan farklı kazı yönteminden kaynaklanmakta. Yan tarafta bulunan Sanat Müzesi için bu alanda bir yer altı otoparkı inşaatı planlanmakta idi. Dolayısıyla, tüm hafriyat konteynerlerle Page Müzesi’ne taşındı ve son derece hassas bir şekilde elenerek inceleniyor.

guardian.co.uk, 18.02.2009

TARİHİ BEDESTEN'DE RESTORASYON BAŞLIYOR

Manisa’da Fatih Sultan Mehmet’in komutanlarından Rum Mehmet Paşa tarafından İstanbul Üsküdar’daki cami ve medreseye gelir getirmek amacıyla 1400’lü yıllarda yaptırılan, günümüzde ise esnafın depo olarak kullandığı Rum Mehmet Paşa Bedesteni restorasyonunda sona gelindi.

 Eski Vali Orhan Işın döneminde 2005 yılında restorasyon kararı alınarak İl Kültür Turizm Müdürlüğü icraat planına alınan bedestenin restorasyonu öncesinde kamulaştırma çalışması yapıldı. Kamulaştırma sırasında çoğu yaşamını yitirmiş hak sahiplerinin varislerine ulaşılarak hisseleri doğrultusunda toplam 400 bin TL ödendi.


Kamulaştırma, Ticaret ve Sanayi Odası, Ticaret Borsası, Esnaf ve Sanatkarlar Odaları Birliği, Manisa’yı Mesir’i Tanıtma ve Turizm Derneği ile Manisa Ziraat Odası’nın sponsorluğunda yapıldı. Kamulaştırma ile ilgili mahkemeler devam ederken bedestenin restorasyonu için proje hazırlandı. İzmir 1 No.lu Anıtlar Kurulu’na başvuru yapıldı, ancak kurul kamulaştırma sonlanmadığı için projeyi onaylamadı. Önceki yıl kamulaştırmaların tamamlanmasının ardından projeyi tekrar gündemine alan Anıtlar Kurulu, projeyi onayladı, Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne ihale izni verdi. İl Kültür ve Turizm Müdürü Erdinç Karaköse, restorasyon çalışmalarının mayıs ayında başlayacağını söyledi.

Hürriyet Ege, Haber: Ertan Korkmaz, 25.02.2009

AFŞİN'DE TARİHİ ESER OPERASYONU

Kahramanmaraş'ın Afşin İlçesi'ne bağlı Alimpınar Köyü'nde tarihi eser kaçakçılarına yönelik düzenlenen operasyonda 3 kişi gözaltına alınırken, çok sayıda tarihi eser ele geçirildi.

Edinilen bilgiye göre, bir ihbarı değerlendiren Afşin Jandarma Komutanlığı ekipleri, Afşin'e bağlı Alimpınar Köyünde bir evde arama yaptı.

Aramalar sonucu evin çeşitli yerlerinde Bizans dönemine ait olduğu tahmin edilen 1 adet mezar taşı, 5 adet değişik ölçülerde küp, 2 adet testi, 1 adet heykel, 8 adet metal parça, 5 adet işlenmiş mermer ve 1 adet altın aramada kullanılan detektör ele geçirildi. Tarihi eserleri çiftçilik yaparken bulduklarını iddia eden H.B., S.B. ve B.B. isimli şahıslar gözaltına alındı.

Kahramanmaraş Kent Haber, 25.02.2009

MÜZEDE BİR GARİP SOYGUN





Ankara Devlet Resim ve Heykel Müzesi son yılların en ilginç hırsızlık olayına sahne oldu. Ayasofya Müzesi'nden görevi suistimal suçlamasıyla Ankara Resim ve Heykel Müzesi'ne sürülen özel güvenlikçi Veli T., her biri 600 bin TL değerinde 3 tablo çaldı.

Çaldığı eserleri dört arkadaşıyla birlikte İstanbul'da satmaya çalışan güvenlikçi, fikir danıştığı profesörün durumu yetkililere bildirmesi üzerine tabloları müzenin bahçesine bıraktı. Gözaltına alınan Veli T. serbest bırakılınca görevine geri döndü.

Ankara'daki sanat eseri soygunu hırsızların 'acemiliği' sonucu ortaya çıkarıldı. Savcılık soruşturmasındaki iddialara göre, 2004 yılında Kültür ve Turizm Bakanlığı'nca hakkında görevi suistimalden suç duyurusunda bulunulan Veli T., Ankara'ya sürüldü. Yaklaşık dört yıldır burada çalışan güvenlik görevlisi, müze müdürünün odasına girerek deponun anahtarına ulaştı. Ardından depodan Şevket Dağ'ın 'Türbe Kapı' ile İbrahim Çallı'nın 'Osman Hamdi' ve bir eserini daha aldı. Eserleri pazarlamak amacıyla arkadaşı M.Y. ve S.K. ile irtibat kurdu. Sonra da emekli bordo bereli binbaşı olarak tanıdıkları A.Z.A.'yı aradılar. Eserlerin pazarlanmasında kendini emniyet müdürü olarak tanıtan işadamı E.S. de devreye girdi. Zanlılar emekli havacı Binbaşı F.S.'nin bürosunda bir araya gelerek plan yaptı.

Binbaşı F.S.'nin dışındaki zanlılar iki araç ile İstanbul'a giderek tabloları pazarlamak istedi. Değerini öğrenmek amacıyla İstanbul'da TMSF'de bilirkişi olan Prof.Dr. Dinçer Erimez'e tabloları gösterdiler. Eserlerin arkasındaki mühürden çalıntı olduğunu anlayan Erimez zanlılara, "Bu eserleri satmaya kalkarsanız başınız derde girer." dedi. Tabloları koleksiyonculara satmak isteyen zanlılar kimlik fotokopisi istenince sıkıntıya girdi. Zanlıların sahte kimlik çıkarma çabaları da sonuçsuz kaldı.

Zanlıların kapısını çaldığı Prof.Dr. Dinçer Erimez, Ankara'ya gelerek Resim ve Heykel Müzesi Müdürü Ömer Gündoğdu'ya bazı kişilerin müzeye ait eserler hakkında kendisinden bilgi almaya çalıştığını söyledi. Veli T.'den şüphelenen Gündoğdu, Erimez'den sicil dosyasındaki resimlerden teşhis yapmasını istedi. Dinçer Erimez, Veli T.'yi teşhis etti. Bu arada Gündoğdu'ya ilginç iki telefon geldi. İlk telefonda, 'Merak etmeyin, emanetleriniz bizde' mesajı verildi. İkinci telefon görüşmesinde ise, 'Emanetlerinizi bahçeye bıraktık' denildi. İncelemede zanlıların tarihi eserleri bahçeye attıkları anlaşıldı. Müze Müdürü Gündoğdu, Veli T.'yi yanına çağırırken emniyete de haber verdi. Asayiş Şubesi ekiplerince gözaltına alınan Veli T., olayı inkar etti. Polis, bağlantılarını ortaya çıkarınca da suçunu itiraf etti. Güvenlikçi ile birlikte hareket eden diğer şahıslar da gözaltına alındı. Emekli Binbaşı F.S. zanlıların arkadaşı olduğunu, sadece bürosunu kullandıklarını söyledi. Polis zanlıların telefon takibinden Prof. Erimez'in sözünü ettiği tarihlerde İstanbul'da olduklarını tespit etti. Veli T. ise İstanbul'a avukatı ile görüşmeye gittiğini öne sürdü. Ancak zanlının avukatı ile telefon görüşmesi dahi gerçekleştirmediği saptandı. Tarihi eserlerde yapılan incelemede de zanlıların parmak izine ulaşıldı.

Güvenlik görevlisi Veli T., çıkarıldığı mahkemede işkence altında ifade verdiğini savundu. Zanlılar, tarihi eserlerin teslim edilmesi ve suçlamaları kabul etmemeleri üzerine tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı. Ayasofya Müzesi'ndeki görevi suistimal davası devam eden, sürgüne gönderildiği müzede de suçlanan Veli T. tekrar Ankara Devlet Resim ve Heykel Müzesi'ndeki görevine döndü. Hırsızlık olayı ile ilgili Kültür ve Turizm Bakanlığı da soruşturma başlattı.

Zaman, 25.02.2009

TARİHİ ESER OPERASYONUNDA 2 TUTUKLAMA

Denizli'de düzenlenen operasyonda tarihi eserler ele geçirilirken, olayla ilgili olarak gözaltına alınan 2 kişi tutuklandı.

Edinilen bilgiye göre, Denizli İl Jandarma Alay Komutanlığı'nca kültür ve tabiat varlıkları kaçıakçılığına yönelik yapılan istihbari çalışmalar sonucunda, Kale İlçesi bölgesinde faaliyet gösteren MÖ isimli şahsın elinde tarihi eser bulunduğu ve satmak için müşteri haberi alındı.

Şahsın faaliyetinin delillendirilmesinin ardından düzenlenen operasyonda, M.Ö. ve R.D. isimli şahıslar suçüstü yakalandı. Yakalanan şahısların üst ve kullandıkları araç üzerinde yapılan aramada, 3 adet hekel, 10 adet sikke, 2 adet ikon, bir adet kandil, 2 adet haç, 5 adet mühür ve bir yüzük ele geçirildi.

Olayda ele geçirilen malzemeler Müze Müdürlüğü'ne teslim edilirken, gözaltına alınan 2 şahıs çıkarıldıkları adli makamlarca tutuklanarak cezaevine konuldu.

Denizli Kent Haber, 24.02.2009

ADİLE SULTAN SARAYI'NDA MÜZE

Boğaziçi’nde, Kandilli sırtlarındaki Adile Sultan Sarayı’nın yaklaşık 150 yıllık geçmişini yansıtacak, başlangıcından günümüze kadar geçirdiği evrelerinin fotoğraf, belge ve eşyalarla tanıtıldığı, çekirdek müze niteliğindeki “Anı Odası” 26 Şubat Perşembe 11.00’de açılıyor.

Kandilli Kız Lisesi, Türkiye’nin ilk yatılı kız lisesi olarak 1916’da Adile Sultan Sarayı’nda öğretime başlamış ve bu yapıyı 1986’daki yangına kadar 70 yıl okul ve pansiyonu olarak kullanmıştı.

Türkan Saylan başkanlığında eski mezunların kurduğu KANKEV (Kandilli Kız Lisesi Kültür ve Eğitim Vakfı), yapının restorasyonunu üstlenmiş; Sakıp Sabancı’nın maddi manevi büyük yardımları ve İstanbul Valiliği’nin desteğiyle, 2005’te Sakıp Sabancı Kandilli Eğitim ve Kültür Merkezi’ne dönüştürülmesini sağlamıştı.

Adile Sultan (1826 - 1899) II. Mahmud, Abdülmecid, Abdülaziz, V. Murad, II. Abdülhamid dönemlerinde yaşamış, saraylarını ve köşklerini halkın her kesimine, özellikle kadınlara açarak onların görgü ve bilgilerini arttırmalarına yardımcı olmuş, sorunlarını dinleyip çözümler üretmiştir. Sarayı, Adile Sultan’a (1826-1899) kardeşi Sultan Abdülaziz 1861’de Balyan Ailesi’nden mimarlara onarttırıp yazlık saray olarak vermiş, 1899’da Sultan’ın ölümü üzerine Hazine’ye geçmiştir. Vakfettiği mal ve mülk arasında bulunan Kandilli’deki yazlık sarayı ve korusu Kandilli Kız Lisesi’ne; Koşuyolu’ndaki köşkü ve korusu sağlık kurumu olmak üzere öğretmenlere; Fındıklı’daki sarayıysa sırasıyla Meclis-i Mebusan (Millet Meclisi), Güzel Sanatlar Akademisi ve Mimar Sinan Üniversitesi’ne verilmiştir.

Cumhuriyet, 24.02.2009

DA VINCI'NİN YENİ PORTRESİ BULUNDU

İtalyan tarihçi Nicola Barbatelli, İtalya'nın güneyindeki Basilicata bölgesinde aristokrat bir ailenin evinde Rönesans döneminin dahi ressam ve mimarı Leonardo da Vinci'nin yağlıboya yeni bir portresini buldu.

60x44 cm boyutundaki portre, dahi sanatçıyı mavi gözlü, uzun burunlu ve aşağı sarkık bıyıkları olan uzun kır saçlı bir kişi olarak tasvir ediyor. İlk incelemeler resmin orijinal olduğunu gösterdi. Portrenin Da Vinci’nin başka bir portresini de yapan ressam Cristofano dell’Altissimo tarafından ya da bizzat da Vinci’nin kendisi tarafından yapılmış olabileceği belirtildi. 
Milliyet, 24.02.2009

2010 KÜLTÜR KENTİ İSTANBUL

Dört yıl önce Kadıköy Belediyesi’nin liderliğinde insan haklarıyla ilgili, Avrupa Birliği destekli “İnsanca Yaşam” adını verdiğimiz projede tam zamanlı olarak çalışırken çok şey öğrendim. Bunlardan en önemlisi, yirmi, yirmi beş yıl İstanbul’da yaşadıkları halde denizi görmemiş kadınlar ve çocukların varlığıydı. Sayıları hiç de az değildi. Sadece denizi değil, sinemayı da bilmiyorlardı.. Tiyatronun ne olduğunu da...

Kimseler onlara müze denilen bir yerlerden söz etmemişti. 42 uygarlığın gelip geçtiği bir ülkenin en muhteşem kentinde, bu kentin ne olduğunu, neleri barındırdığını bilmeden öylece yaşıyorlardı.

Onların denizi gördüklerindeki şaşkınlıklarını hiç unutamam. Çocukların tiyatronun o sihirli havasında nasıl kendilerinden geçtiklerini de.. Oysa bu kent; zenginler, her şeye ulaşabilenler kadar onların da kentiydi.

Bütün bu deneyimler bana, kentlerin, en çok içinde yaşayanlar için anlatılması gerektiğini öğretti. Bunun için bir sivil girişimin, 2010 Kültür Kenti olarak İstanbul’un seçilmesinde gösterdiği başarıyı kutluyorum. İstanbul zaten bir kültür kenti. Tıpkı St. Petersburg, Venedik, Roma, Paris, Sevilla gibi.. ama bunun en çok bize hatırlatılması gerek. İşte 2010 bunun için önemli.

Bu kentin muhteşem tarihini kaç kişi biliyor? Kaç kişi Yerebatan Sarayı’nın gizemli sularında yatan Medusa ve onun dillere destan hikayesini biliyor?

Kaç çocuk, İstanbul Arkeoloji Müzesi’nin sahip olduğu tarihi biliyor? Kaç öğretmen, kaç rehber çocukların o muhteşem ahit hikayelerini öğrenmeleri için emek harcıyor? Yurtdışında müze gezmelerimde imrendiğim tek bir şey vardır, o müzelerin zenginlikleri beni hiç ilgilendirmez, ülkemde daha fazlası var.. ama ülkemde olmayan, okul çocuklarının ellerinde resim defterleri, renkli boyama kalemleriyle saatlerce herhangi bir heykelin ya da bir resmin önünde kendilerinden geçmiş, çalışma halleri.

Çocuklardan vazgeçtim, İstanbul’un en güzel çinilerine sahip Mimar Sinan’ın en güzel eserlerinden Rüstem Paşa Camii’ni kaç yetişkin biliyor? Çevremde küçük bir anket yaptım, yirmi kişi içinden bir kişi.

Bu meraksızlık, bu boşvermişlik neden? Bu kent binlerce hikayeyle dolu, 2010 bu hikayelerin anlatıldığı, kültüre en uzak kesimlerin kent kültürüne katıldığı bir yıl olmalı.

Örneğin yıllar önce, İstanbul-Hakkari Kültür Köprüsü projesiyle Hakkari’ye gitmiştik. Resim, şiir, sinema atölyeleriyle, fotoğraf kamyonuyla ben o günleri hiç unutmam.. yüzlerce çocuk fotoğraf kamyonunun önünde sıraya girmişti kendi fotoğrafını çekmek için.. resim atölyesinde muhteşem resimler ortaya çıkmıştı ve ben en güzel kısa film senaryolarını orada topladım.

Şimdi bu örnekleri 2010’da bulacağımı umuyorum. İstanbul’un yurtdışında tanıtılması elbette önemli. ama yazımın başında da dedim, İstanbul kendiliğinden bir kültür başkenti. Bunu bize, Türkiye’ye anlatmak önemli. 2010’a yüzlerce projenin başvurduğunu biliyoruz ama.. ne, nasıl yapılıyor, nerede neler oluyor bundan pek bir bilgimiz yok. Daha çok bilgilendirilmek istiyoruz; ayrıca çok açık söylemeliyim, atölye olarak bir projeyle biz de başvurduk. On yıl içinde uluslararası dört proje yönetmiş biri olarak söylemeliyim ki, çok güzel bir proje. 2010 kabul etmese bile ben bunu gerçekleştirmek konusunda son derece kararlıyım.. ama umarım birlikte yaparız.

Herkese kolay gelsin.

Cumhuriyet, Yazı. Işıl Özgentürk, 24.02.2009

MISIR'DA GİZA PİRAMİTLERİNİN YAKININDA ANTİK HEYKEL BULUNDU

Kültür Bakanlığı’nın yaptığı açıklamaya göre, piramitlerin yakınında çalışan işçiler yüzeye çok yakın bir durumda oturan bir adam heykeli buldular. 149 cm yüksekliğinde ve kuvartzitten yapılmış heykel üç piramitin en ufağı olan, Firavun Mikerinos’un piramitinin kuzeyinde bulundu.

Heykelde tasvir edilen adamın dizine dayalı olan sağ eli anlaşılamayan bir obje tutuyor ve oldukça sade bir elbise giymiş. Detayları oldukça tahrip olmuş, omuz ve gövdede çatlak ve kırıkları olan heykel kumun sadece 40 cm altında bulundu. Heykelin üzerinde herhangi bir yazıt olmadığı için döneminin tahmin edilmesinin oldukça zor olduğu bakanlık tarafından açıklandı. Yine de, Firavun Mikerinos’a yakın bir tarihe, Eski Krallık Dönemi’ne ait olabileceği düşünülmekte.

Reuters, 24.02.2009

KORUMA ALANINDA ASKERİ MANEVRA

Ege Bölgesi’nin bakir kalabilmiş en korunaklı kumulları tehlike altında. İçerisinde 24 çeşit endemik bitkinin yetiştiği bilinen Pananos kumulları sitT alanı olmasına rağmen askeri araçların deneme alanına çevrildi. Geçtiğimiz hafta içerisinde üç dört askeri aracın performans ölçmek için deneme tahtasına çevirdiği koruma altındaki kumulların çok büyük tahribata uğradığı belirtiliyor. Efes Çevre ve Kültür Derneği olayla ilgili Selçuk Cumhuriyet Savcılığı’na suç duyurusunda bulundu.

Selçuk Pamucak’ta bulunan ve barındırdığı sulak alanlar ve kumullar nedeniyle doğal sit alanı içerisinde olan kıyılar Pananos, Turizm Tahsis Yasası’nın ardından golf alanı ve 5 yıldızlı turistik tesislere tahsis edilmişti. Bölgenin sahip olduğu doğal zenginliklerin korunmasına dönük hukuksal mücadele yürüten EFESÇED’in çabaları sonrası Danıştay 6. Dairesi bölgeyle ilgili Pamucak Koruma Amaçlı Revizyon İmar Planlarının yürütmesini geçtiğimiz günlerde durdurmuştu.

Dünyanın birçok bölgesinde çok daha küçük ölçekteki kumulların korunması için kumsallara terlikle dahi girilmesinin yasak olduğu bilinirken, sit alanı içerisindeki bölgenin askeri araçların deneme sahası olarak kullanılması yoğun tepkilere neden oldu.

Konuyla ilgili açıklama yapan Ozan Toprak Dede olarak tanınan EFESÇED Başkanı Tekin Karadağ, askeri araçların kumullarda büyük bir tahribat yarattığına dikkat çekerek, “İlginçtir ki Danıştay 6. Dairesi’nin, Pamucak Koruma Amaçlı Revizyon İmar Planlarını yürütmeyi durdurma kararı vermesinden sonra böyle bir kumul katliamı olmuştur. Bu katliamın rant çevreleri tarafından yapılmış olabileceği şüphesi akla geliyor” dedi. Golf şirketlerinin bu alanları imara açmak için her türlü yolu denediklerini belirten Karadağ, yerel yönetimin de bu turizm şirketlerinin istekleriyle ortak hareket ettiğini söyledi.

Karadağ, “Davanın seyrinde önemli bir faktör olduğu için kumulları ortadan kaldırmak istiyorlar” dedi. Selçuk Cumhuriyet Savcılığı’na konuyla ilgili suç duyurusunda bulunacaklarını kaydeden Karadağ, suçluların ortaya çıkması için çalışacaklarını söyledi.

İzmir Birlikte Başaracağız Platformu Büyükşehir Belediye Başkan adayı ve davanın hukukçusu Av. Arif Ali Cangı, Danıştay 6. Dairesi’nin bölge ile ilgili imar planlarının yürütmesini durdurma gerekçelerinden birinin “imar ,planlarının Pamucak’ın doğal yapısının korunmayacağı” olduğunu dile getirdi. Cangı, Danıştay kararından sonra Pamucak’ın doğal yapısının bozulmasına kesinlikle izin verilemeyeceğini söyledi.

Evrensel, Haber: Özer Akdemir, 24.02.2009

YAĞMALANAN IRAK MÜZESİ AÇILDI

Irak’ta 6 yıl önce yağmalanan Ulusal Müze, restorasyonu tamamlanarak dün nihayet törenle resmi olarak açıldı ancak halen müzedeki 7 bin parça eserin kayıp olduğu bildiriliyor.

Başbakan Nuri El Maliki, açılış töreninde yaptığı konuşmada, ABD işgalinin başladığı o günlerin Irak için "karanlık çağ" olduğunu söyledi.


Irak Ulusal Müzesi’nde, bir zamanlar Taş Devri’nden günümüze Hıristiyanlık ve Müslümanlık kültürünün en önemli hazineleri sergileniyordu.

Kayıp parçalar arasında değeri çok fazla olan en az 40 - 50 parça bulunuyor.
Hürriyet, 24.02.2009

BERGE'NİN MÜZAYEDESİ REKOR KIRDI

Ünlü modacı Yves Saint-Laurent ve sevgilisi, iş adamı Pierre Berge’nin elli yıl boyunca biriktirdikleri zengin sanat koleksiyonunun Christie’s Müzayede Evi tarafından düzenlenen satışta beklendiği gibi rekor kırıldı. Yarın da sürecek olan müzayedenin ilk akşamında toplam 206 milyon avroluk satış gerçekleştirildi. Bu şimdiye kadar yapılmış en yüksek meblağlı özel müzayede. Elde edilecek gelirle AIDS araştırmaları yapacak yeni bir vakıf kurmayı planlayan Berger, "Yves çok mutlu olmuştur diye düşünüyorum" şeklinde konuştu.

Yüzlerce alıcının, müzayedenin yapıldığı Grand Palais sergi salonunda buluştuğu gecede en büyük teklifse bir Matisse tablosuna gitti. 'Cuckoos on a blue and pink carpet' adlı tablo, müzayede evinin eser için önceden yaptığı tahmini satış fiyatı olan 18 milyon avroyu katlayarak, rekor kırdı ve 32 milyon avroya (Yaklaşık 68.8 milyon TL) satıldı. Öte yandan fiyat konusunda daha yüksek tahminlere sahip olan Pablo Picasso'nun 'Musical Instruments on a Table' adlı resminde tahminler tutmadı. Teklifler 25 milyon avronun altında kalınca, eser satılmadı. Berge ise, "Şimdi bu resmi saklayabileceğim için mutluyum" diye konuştu.

Müzayede salonunu dolduran potansiyel alıcılar, açık arttırmanın kendisine takılan 'Yüzyılın satışı' ismini hak ettiği kanısındaydı. Satış için Tokyo'dan gelen ve Manet ile Klee'nin eserlerini koleksiyonuna katmayı planlayan Misako Takaku, etkinliği 'rüya gibi' diye yorumlarken, Alman bir expert olan Tina Japp, "New York'ta herkes bu satıştan bahsediyor. Amerikalılar bu aralar kriz nedeniyle bir yere gitmiyor ama buraya geldiler" diye konuştu. Öte yandan Paris Mahkemesi, Çinli bir vakfın, antika iki bronz çeşme başının satışının engellenmesi için yaptığı başvuruyu, müzayede başlamadan çok kısa bir süre önce reddetti. Vakıf, 1860'taki savaşta, İngiliz ve Fransız askerlerin, Kral Sarayı’ndan bu tarihi eserleri yağmaladıkları gerekçesiyle, satışın engellenmesini istemişti.

Radikal, 24.02.2009

ÇORUM MÜZESİ ZİYARETÇİ SAYISINI ARTIRDI

Hitit medeniyetine, başkent Hattuşa, Alacahöyük Ören Yeri ve Şapinuva kazı alanlarını bünyesinde bulunduran Çorum, 2003’te açtığı Çorum Müzesi’yle Çorum’a gelen ziyaretçi sayısını artırdı. Çorum Müzesi Müdürü Önder İpek, müze ilk açıldığı yıl 11 ziyaretçi geldiğini, 2008’de ise ziyaretçi sayısının 26 bine çıktığını söyledi.

Hitit Medeniyetine ait kazı alanlarını il sınırlarında bulunduran Çorum, arkeoloji ve tarih tutkunlarını kente çekiyor. Hattuşa, Alacahöyük, Şapinuva kazı alanlarının ve ören yerlerinin kentte olması meraklılarını Çorum’a çekiyor. 2003 yılında ziyarete açılan Çorum Müzesi’ni ziyaret edenlerin sayısının her geçen gün arttığını belirten Çorum Müze Müdürü Önder İpek, müzenin arkeolojik bölümünün kalkolitik dönemden başlayıp Hitit ve Finike dönemine kadar eserlerin sergilendiğini söyledi. Ziyaretçilerin en çok Hitit dönemini gezdiğine dikkat çeken İpek, “Müze ilk açıldığında 11 bin ziyaretçi ağırladı. 2008 rakamlarına göre de 26 bin ziyaretçi gelmiş. Bu da bizi sevindiriyor. Bu sayıyı yukarı çekme çabası içindeyiz” dedi.

Çorum’u geçen yıl 85 bin kişinin ziyaret ettiğini ve bunlardan ortalama 50 bin kişinin Hattuşa’yı ziyaret ettiğini açıklayan İpek, şunları söyledi:
“Hattuşa’ya gelenler maalesef müzeye uğramıyorlar. Çünkü Hattuşa Kapadokya’ya daha yakın olduğu için oraya geçiyorlar. Karadeniz turları ise Çorum’a uğramadan direkt geçiyor. Müze olarak bizim en büyük eksiğimiz grupları alamıyoruz. Acenta grupları müzeye gelmiyorlar. Aslında Müze Kart uygulaması bütün müzelere katkı sağladı.”

Çorum’da 5 tane arkeolojik kazının devam ettiğini vurgulayan İpek, “Biz 2010 yılında Avrupa’da yılın müzesine aday olacağız. Bu yarışma İngiltere’de her yıl Avrupa Müze Formu tarafından düzenliyor. Burada birincilik alırsak bu hem ilimizin hem de Türkiye’nin tanıtımına katkı sağlayacak. Ankara ve İstanbul müzelerimiz daha önce bu ödülü almıştı” diye konuştu.

Turizm Gazetesi, 24.02.2009

BELEDİYE KEPÇESİYLE DEFİNE ARAMA

Sakarya Karasu Yassıgeçit Köyü'nde, Limandere Belediyesi’nden ‘kanal kazacağız’ diyerek aldıkları iş makinesi ile define aradıkları öne sürülen 6 kişi jandarma tarafından suçüstü yakalandı. Jandarma ekipleri, daha önce de sık sık define aranan Yassıgeçit Köyü Ayı Deresi mevkiinde hafta sonu iş makinesi ile kazı yapıldığı ihbarı üzerine bölgeye gitti.

Jandarma dere kenarında Limandere Belediyesi’ne ait kepçe ve 54 ES 433 plakalı traktör ile bölgede Y.Ç, A.B, T.Ç, R.E, S.S, M.Ş’nin kazı yaptıklarını gördü.

Aralarında Limandere Belediyesi’ne ait iş makinesini kullanan kepçe operatörü R.Y’nin de bulunduğu 6 kişi gözaltına alındı. Karasu jandarmasında sorgulanan 5 kişi iş makinesini ‘hafta sonu kanal açma’ gerekçesiyle Limandere Belediyesi’nden aldıklarını söyledi. Jandarma kişilere kiralandığına dair belge olmayan iş makinesini soruşturma evrakının tamamlanmasından sonra yediemin olarak Limandere Belediyesi’ne teslim etti. Karasu Limandere Belediye Başkanı Anavatanlı Sururi Erbaş, “Hafta sonu kanal kazmak için iş makinesini saati 100 YTL’ye kiralamışlar. Define aramak için kiraladıkları gibi bir şey yok” dedi.

Belediyeye ait iş makinesi ile define aradıkları belirtilen 5 kişi ve kepçe operatörü adliyeye sevk edildi.

Evrensel, 24.02.2009

GÜNAY'IN KAÇAK ÇATI İNADINDA MUTLU SON





Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, Atatürk’ün naaşının bir süre muhafaza edildiği Etnografya Müzesi’nin ve tarihi Devlet Resim Heykel Müzesi’nin siluetini bozduğu gerekçesiyle göreve geldiği günden beri yıktırmak istediği Hava Kuvvetleri İkmal Komutanlığı (HAKİK) Misafirhanesi’nin çatısı için bulunduğu girişimlerde mutlu sona ulaştı.

En büyük hayallerinden birinin Ankara’nın tarihi dokusunu yeniden ayağa kaldırmak olduğunu aktaran Günay, ilk olarak Birinci ve İkinci Meclis’in restorasyonlarını gerçekleştirdi. Daha sonra ise Devlet Resim Heykel Müzesi’nin tadilatını tamamlayan Günay, son olarak ise kültürel dokuyu bozduğu düşüncesiyle makamının da bulunduğu tarihi Kültür Bakanlığı binasına yapılan ek binanın iki katını yıktırmıştı.


İki müzenin siluetini ortaya çıkarmak isteyen Günay, yapıların görüntüsünü kesen ön taraftaki mülkiyeti Türk Hava Kurumu’na ait olan ancak Hava Kuvvetleri Komutanlığı’nın misafirhane olarak kullandığı çatıyı da yıktırmak istedi. Günay, bu doğrultuda geçen Haziran’da dönemin Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt’ın kapısını çalarak bir dosya sundu. Ancak umduğunu bulamayan Günay, Büyükanıt’ın emekli olmasının ardından ise yeni Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ’a isteğini iletti.


Günay, kaçak çatının yıkılması için mücadelede son noktaya geldi. Genelkurmay Başkanlığı, Milli Savunma Bakanlığı’nın söküm ve yapım işlemleri için çalışma başlattıklarını aktararak, "Binanın kapalı olan teras katının, özgün görünüşü ile ilgili olarak bilgi, belge ve orijinal projelere ulaşılmasına yönelik çalışma başlatıldığını" açıkladı. Uygulama projesinin tamamlanmasının ardından ise projenin Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu’na gönderilerek bina ile ilgili işlemlerin yapılacağı eklendi.

Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Aydoğan Babaoğlu da Devlet Resim ve Heykel Müzesi’ne gelerek Bakan Günay ile birlikte yıkılması planlanan çatı katını inceledi. Günay, Babaoğlu’na yaptığı projeleri anlatarak, yıktırdığı kendi bakanlık binasının çatı katının eski halinin fotoğraflarını gösterdi.

Hürriyet Ankara, Haber: Umut Erdem, 24.02.2009

İNŞAAT TEMELİNDE MEZAR BULUNDU

Gaziantep'te yıkılan eski bir binanın yeniden inşası için yapılan temel kazılarında 5 eski mezar bulundu.

Metropol ilçe Şahinbey'e bağlı Bahçelievler Mahallesi Akyol Caddesi üzerinde Lütfiye Özdemir adlı vatandaşa ait, 2 katlı eski bina yıkılarak yerine yeni bina yapımı için temel kazısına başlandı. Kazıda 5 ayrı mezar bulundu. 5 mezarda insan iskeletleri bulunurken yetkililer polise haber verdi. Olay yerine gelen Şahinbey Emniyet Müdürlüğü ve Asayiş Şube Müdürlüğü ekipleri ile Gaziantep müzesi ekipleri mezarlarda inceleme yaparken, iskeletlerden alınan örnekler incelenmek üzere müzeye götürüldü. Mezarların üzeri geçici olarak taşla kapatıldı. Olay yerinde inceleme yapan Gaziantep Müze Müdürlüğü yetkilileri, mezarların tahmini 100-150 yıllık olduğunu tahmin etiklerini, bulunan mezarlardan sadece birinde kadın iskeletine rastlandığı ifade ettiler. Gaziantep Müze Müdürlüğünün ilerleyen günlerde bölgede geniş çaplı inceleme yapacağı, mezarların tarihi nitelik taşıması durumunda inşaatın tamamen durdurulacağı kaydedildi.
Zaman, 23.02.2009

ŞAHİN: HANLAR BÖLGESİ YAŞAYAN MÜZE OLACAK

Şahin, Bursa Tarihi Çarşı ve Hanlar Bölgesi Platformu`nun tarihin öne çıkarılması konusuna hassasiyetle yaklaştığını söyleyerek platform üyelerini tebrik etti. Proje için 3 ayrı ekibin platform üyeleriyle görüştüğünü hatırlatan Başkan Şahin, başında olduğu gibi projenin her aşamasında da esnafla görüş alışverişinde bulunarak çalışmaların yürütüleceğini ifade etti. Başkan Şahin, "Bursa, tarih şehridir. 5 yıldır bu kent için çok güzel işler yapıldı. Merinos`tan Kent Meydanı`na, Kent Hali`nden Nilüfer Vadisi`ne kadar pek çok hizmeti Bursa`ya kazandırdık. Belediye başkanı olarak ardımda hoş bir seda bırakmak beni huzurlu ve mutlu ediyor" dedi.

Bursa`ya bugüne kadar yapılan yatırımların daha iyisini gelecek dönemde yapacaklarına inandığını ifade eden Başkan Şahin, "Hikmet Şahin`den daha iyisini yine Hikmet Şahin, DP`li dostlarıyla birlikte yapacaktır. Buna inandığım için göreve talibim. İddialıyız, planlıyız, programlıyız" diye konuştu.

Büyükşehir Belediyesi`nin tarihe değer verdiğine işaret eden Başkan Şahin, Balibey Hanı`nın 500 yıllık tarihiyle günümüze ışık tuttuğunu, Hanlar Bölgesi Projesi`nin de Bursa`nın yaşayan bir müze olarak kentin çehresini değiştireceğini söyledi. Başkan Şahin, "Tarihin ve esnafın korunarak, Hanlar Bölgesi Projesi`nin hayata geçirilmesini arzu ediyoruz. Tarihi görüntünün ortaya çıkarılmasına, kültürel değerlerin korunmasına ve sosyal bir yaşam alanı oluşturmaya çalışıyoruz. Tarih de ticaret de esnaf da orada yaşamalıdır. Kimseyi mağdur etmeden bu projeyi uygulayacağız. Aynı zamanda bölge, geceleri de vatandaşın faydalanabileceği yaşayan bir mekan halini alacak" diye konuştu.

Toplantıda katılımcıların sorularını da cevaplayan Başkan Şahin, Bursaray etaplarının yeni dönemde uzatılacağını anlattı. Şahin, İpekiş önünden başlayarak Stat Caddesi ve Heykel önünden Setbaşı`na kadar uzanacak olan alanda metronun kullanıma açılacağını kaydetti. Her yıl 50 milyon TL`nin bu proje için ayrıldığını vurgulayan Başkan Şahin, "Belediyelerin gelirleri de giderleri de bellidir. Her gelen aynı bütçeyle çalışmalarını yapar. Belediye hizmetlerinin gerçekleştirmek çaba, kararlılık ve cesaret ister" dedi. Bursa`da oy verenin de vermeyenin de yanında olduğunu belirten Başkan Şahin, "Herkesin ve her kesimin başkanıyım. Siyasetin uslu çocuğu değil, çalışkan başkanıyım. Son sözü yatırımlarımızdan yararlanan halk söyleyecektir. Halkın çalışkan başkanına sahip çıkacağına inanıyorum" dedi.

Bursa Olay, Haber: Hakan Karabay, 23.02.2009

BATIĞIN KARGOSU APOLLO TAPINAĞI'NA GİDİYORMUŞ

2007 Temmuz ayında Kızılburun’da sürdürülen 2000 yıllık bir batık kazısı sırasında ekibin Türk üyeleri seçimler için oy kullanmaya gitmişlerdi. Dolayısıyla yapacak bir işi olmayan arkeolog Deborah Carlson geminin 50 tonluk mermer yükünü nereye taşıdığını araştırmaya karar verdi. Gemide bulunan dev bir sütun, yükün bir tapınağa gittiğinin ispatıydı. Ama, hangi tapınağa?

Türkiye’nin batısı kelimenin tam anlamı ile tapınak doluydu. Carlson geminin battığı dönem olan MÖ 1. yüzyıla ait bir tapınak arayarak olasılıkları bir ölçüde daralttı. Listesinin başındaki tapınak Kızılburun’dan 64 km uzakta, Claros’taki Apollo Tapınağı idi. Carlson buraya ulaştıp devrilmiş Dorik sütunları gördüğü anda aradığı tapınağın burası olabileceğini düşünür. Sualtındaki sütunlar da Doriktir. Tapınaktaki sütun tamburlarının tek tek ölçüsünü alır ve sualtındakilerle karşılaştırır.

1,5 yıl sonra Carlson’un ilk intibaının doğruluğu hemen hemen kanıtlanmış durumda. Birçok farklı teknikle yapılan incelemeler hem yükün Apollo Tapınağı’na gittiğini, hem de kaynağın Marmara Adası’ndaki ocaklar olduğunu gösterdi.

Kargosu mermer olan çok fazla batık var ama, arkeologlar ilk defa bir geminin yükünün nereden çıktığını ve nereye gittiğini kesin olarak biliyorlar.

National Geographic, Haber: Helen Fields, 23.02.2009

MİMAR KEMALETTİN HEYKELİNE ELEŞTİRİ

İzmirliler Derneği Başkanı Turgay Yokuş, dünyaca ünlü Türk mimarı Kemalettin’in adını taşıyan Mimar Kemalettin Moda Merkezi girişindeki heykelinin; orantısız, kötü ve adeta karikatürize olduğunu ileri sürdü.

Yokuş, "Bu değerli insanın eserleri, tüm ihtişamıyla ayakta. Ancak biz onun heykelini bile ona layık bir şekilde yapamamışız" dedi. Mimar Kemalettin’in, "Taşa gönülden birşey koymazsan heykel olmaz" sözünü hatırlatan Yokuş, sözlerini şöyle tamamladı: "Biz de bu heykele baktığımızda gönülden birşey konulmadığını görüyoruz. Heykeltıraşların görüşlerini aldık. Onlar da 'Heykel bozuk' dedi. Mimarımıza yakışır bir tasarımla yeni bir anıt yapılıp dikilmelidir."
Milliyet, 23.02.2009

SULUKULE'Yİ KORUYAMAZSAK, 2010'DA NEYİ KUTLAYACAĞIZ?





Sulukule, özgün bir mahalle olarak taşıdığı değerlerle İstanbul'a çok şey katabilir; çağ dışı yenileme anlayışı ve yerel yönetim uygulamalarıyla tüm bu değerlerini kaybetmeden ilgili alternatif yaklaşımların bir an önce dikkate alınması gerekir. Aksi takdirde İstanbul kaybedecek.

Sulukule'de son yıllarda yaşanan insanlık dramı ön planda iken, bölgedeki tescilli evlerden ve korunması gereken sokaklardan bahsetmek belki de yapılacak son iş gibi görülebilir. Ama tam da bu noktada, sürecin ne kadar çelişkili ilerlediğini göstermek ancak yetkili kurum ve kuruluşların söylem düzlemi olan ‘yenileme' ve ‘koruma' kavramları üzerinden mümkündür.

Sulukule, UNESCO Dünya Mirası Listesi'ndeki İstanbul kara surlarının yanında ve sur koruma bandında yer alır. Osmanlı tapularının hala karşımıza çıktığı bu bölge, 2006 yılı Bakanlar Kurulu Kararı ve 5366 sayılı yasayla ‘yenileme alanı' ilan edildi. Ve ardından, kamulaştırma baskısıyla birlikte belediyenin düşük kamulaştırma bedeli biçmesi sonucu, mahalleli mülk sahipleri, evlerini daha yüksek teklif veren dışarıdan kişilere satmak zorunda kaldılar. Belediyenin bu konuda bir önlem alması gerekirken; yenileme projesi, emlak dergilerinde, gayrimenkul zirvelerinde yatırımcılara sunulan bir proje haline geldi. Bölgede uzun yıllardır oturan ve mahallenin önemli bir parçası olan kiracılar ise zaten mahallelerinde oturma hakkına sahip olamadı. Böylece yenileme projesi ve süreçleri esas öznesini, bölgenin yüzlerce yıllık sahiplerini kaybederek mesnetsiz kaldı.

Kurul kararı ve UNESCO raporuna rağmen yapılan yıkımlar
Sulukule'de yıkımlar mahallede sürekli bir deprem etkisi yaratırken, sakinleri için ciddi sağlık sorunları ve hayati tehlike oluşturuyor. Fatih Belediyesi, 18 ve 25 Aralık 2008'de ve 27 Ocak 200 9 ve 20 Şubat 2009'da yaptığı son yıkımlarla, İstanbul Yenileme Alanları Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu'nun 23.10.2008 tarih ve 438 nolu kararını da ihlal etti. Oysa, 13 Kasım 2008'de Fatih Belediyesi'ne postalanan ilgili kurul kararı " Yenileme alanı sınırları içerisinde kalan 2495 ve 2484 ada ile bu adaların şekillendirdiği Küçükçeşme Sokağı'nın korunması konusunun proje bütünlüğü içerisinde değerlendirilebileceğine karar verildi" ibaresini içermektedir. Tüm yazılı, sözlü uyarılara rağmen yıkımlara devam eden belediyeyi kurul da sözlü ve yazılı olarak uyardı, sözü geçen sokakta yıkımların durdurulması gerektiğini bildirdi. Buna rağmen Fatih Belediyesi yıkımlara devam ederek, söz konusu kurul kararını ve uyarılarını hiçe sayarak suç işlemiş oldu. Projede değerlendirilmesi beklenmeden Küçük Çeşme Sokağı bir moloz yığınına çevrildi. Tüm bu olumsuzluklara rağmen bir grup gönüllü uzman da sokağın nasıl korunması gerektiği ile ilgili kapsamlı bir çalışma gerçekleştirdi.

İlgili kurul kararı, İnsan Yerleşimleri Derneği (İYD) tarafından kurula verilen bir dilekçe ile gündeme gelmiştir. Dilekçede, UNESCO'nun 2008 Mayıs İstanbul Raporu'nun Sulukule maddesine yer verilerek, bölgedeki karakteristik sokak yapısı ve özgün avlulu ev tiplojilerinin birlikte korunması gerektiği belirtilmiştir. UNESCO'nun 2008 Mayıs Raporu'nda; "...Proje ile Romanlara özgü tek katlı avlulu evlerin yerini, bölgenin mevcut kentsel dokusunu kökten bir biçimde değiştirecek olan, aralarında yeni bir otel ve yeraltı otoparkının da olduğu çok katlı binalar alacaktır. ... Heyet, koruma, sosyal gereksinimler ve yerel toplulukların kimliğinin dengelendiği bir çözümün bulunmasını önermektedir" diyerek, Sulukule'deki uygulamaların yanlışlığına dikkat çekmektedir. Türkiye'ye 2009 Şubatı'na kadar ek süre veren UNESCO, Sulukule'de daha dengeli ve özgün kimliğin korunduğu bir çözüm bulunmasını beklemektedir. Fakat ilgili yönetimlerce UNESCO'nun altını çizdiği konularda hiçbir gelişme kaydedilmemiştir.

Avlulu evleri ve sokakları ile Sulukule
UNESCO'nun değindiği avlulu evler İstanbul'da örneğine az rastlanan özgün bir mekan tipolojisine sahiptir. Sokaktan sadece avluya ve bahçeye giriş vardır; evlere de bu avludan girilir. Bir avlu etrafında dört-beş ailenin kaldığı haneler vardır. Avlular, çiçeklik, çamaşır yıkama, WC, çamaşır asma, sohbet etme, çocukların oyun alanı gibi ortak kullanımların yer aldığı ve bir iki meyva ağacı ile taçlandırılmış, gün ışığının rahatça girebildiği yerlerdir. Yeterince büyük olan avlu ve bahçelerde nişan, düğün sünnet gibi kutlamalar da yapılır. Mahallenin sokakları geç vakitlere kadar canlılığını sürdüren kamusal alanlar olarak karşımıza çıkar.

Küçük Çeşme Sokağı, bahsedilen bu özelliklerin yer aldığı en karakteristik sokaklardan biridir. Sokağa adını veren 350 yıllık Ahmed Ağa Küçük Çeşmesi, mahallelinin hala kullandığı bir çeşmedir. Belediye'nin projesinde bu sokaktaki avlulu ev tipolojileri korunmaz ve sürdürülmezken, bir de sokağın sur duvarına bakan tarafında bölgedeki doku, ölçek ve kullanımla uyumlu olmayan büyük bir otel tasarlanmıştır. Özgün dokunun bu otel ile yok edildiği söylendiğinde belediye yetkilileri, otel avlusundan geçen sokak çizgisini göstererek sokağı koruduklarını ifade etmişlerdir. Özel bir mülkiyet olan otelin içinden kamusal işlevi olan bir sokağın geçmesi ne kadar imkansız bir durumsa, yerdeki bir çizginin de sokak olarak nitelendirilmesi o kadar gerçek dışıdır. Ayrıca, belediye yetkilileri, mayıs ayında bölgeye gelen UNESCO Heyeti'ne, bu otelin adının ‘Kervansaray'?olacağını söyleyerek tarihe ne şekilde sahip çıktıklarını ve koruma anlayışlarının ne kadar yüzeysel olduğunu gösterek heyeti şaşkınlık içinde bırakmışlardır.

Geriye korunacak ne kaldı?
Tarihi korumak adına Sulukule'de var olan tarihsel ve kültürel değerler yok olurken onu var eden toplum da yerinden ediliyor. Mahalle yeniden inşaa edilmek üzere yıkılıp boş bir şantiye alanına dönüştürülüyor. Böylece, zaman içinde oluşmuş yere ait bütün bilgiler ve değerler de bir hamlede yok oluyor. Projeye salt fiziki boyut açısından bakılırsa, (ki somut olmayan kültürel miras konu bile edilmiyor) bölgede sadece 11 anıt eser ve tescilli 33 sivil yapı korunuyor. Diğer tüm parsellerde yıkım yapılıyor; yani bölgenin neredeyse?yüzde 85'i yıkılıyor. Kaldı ki projede korunacağı belirtilen tescilli yapılar için belediye hiçbir koruma tedbiri almazken; bu evler ya insansızlaştırılarak hızla yok olmaya terk ediliyor, ya yanlışlıkla yıkılıyor, ya da bitişik nizamda oldukları için komşu parsel yıkılırken hasar görüyor. Ocak 2008'de İYD, ilgili kurula başvuruda bulunarak dokuz sivil yapının daha tescil edilmesini sağladı. Ne yazık ki kurul kararı çıkana kadar ve tüm uyarılara rağmen Fatih Belediyesi dokuz tescilli evin dört tanesini yıkmıştı bile. Yenileme süreçleri, en temelde bölgedeki tescilli yapıların bile korunmasında başarısız kalıyorsa, koruma savıyla ortaya çıkan ilgili kanun ve uygulamaların amaç ve sonuçları tekrar sorgulanmalıdır.

Ya tescilli ev sahipleri?
Ne gariptirki yenileme projesi kapsamında tescilli yapıların sahiplerine kendi ailelelerinden yadigar kalan ve halen oturdukları evlerde oturma hakkı verilmemiştir. Yenileme mantığı, tescilli evlerin sahipleri ile birlikte korunması anlayışından yoksundur.

Sunulan tek seçenek, tescilli evini belediyeye devrederek yeni yapılacak konutlardan birini seçmesi ve bunun için de 15 yıl boyunca belirlenecek taksit miktarını ödemesi, aksi takdirde kamulaştırma uygulanacağı şeklindedir. Bunun üzerine, yazılı ve sözlü olarak belediye yetkililerinden tescilli ev sahiplerinin kendi evlerinde oturabilmeleri için bir seçenek sunmaları istenmiştir. Gelen cevap, böyle bir seçeneğin belediye tarafından sunulamayacağı; eğer istenirse ev sahibinin kendi imkanları ile evlerini onarabileceği şeklindedir. Bu yanıt, 5366 sayılı yasanın bireysel imkanlarla korumanın mümkün olmadığı yerlerde toplu çözüm sunma savı ile de çelişkili bir durum yaratır.
Bu noktada kendi evlerine sahip çıkıp, oturmak isteyen tescilli ev sahipleri kendi dar imkanlarıyla onarım yoluna gitmek durumunda kalmıştır. Ve bazıları İstanbul Büyükşehir Belediyesi'ne bağlı Koruma Uygulama Denetim Bürosu (KUDEB) aracılığı ile ‘basit onarım' sürecine başlayabilmiştir.

Mahallelilerin kendi imkanlarıyla restorasyon yapması maddi ve teknik açıdan oldukça zor bir durumken, tescilli ev sahiplerine Fatih Belediyesi'nden 16 Kasım 2008'de gelen bir yazı durumu iyice imkansız hale getirmiştir. Bu yazıda evini kendi onarmak isteyen tescilli ev sahiplerinin, 31 Aralık 2008'e kadar yani bir-bir buçuk ayda tüm rölöve, restorasyon ve restitüsyon projelerini hazırlatıp belediyeye getirmeleri gerektiği aksi takdirde kamulaştırma işlemine başlanacağı bildirilmiştir. Bu tür projelerin bir ay gibi kısa bir sürede hazırlanması mümkün değildir. 5366 sayılı yasaya göre bölgedeki uygulamalar tamamlanana kadar tescilli ev sahiplerinin kendi evlerini onarma süreleri vardır ve üstelik ortada onaylanmış bir uygulama projesi de yoktur. KUDEB Yönetmeliği'ne göre basit onarımla ilgili olarak tadilat ve tamiratlar için bir yıl izin verilmektedir. Ayrıca, belediye kendisine devredilen tescilli evlerin rölöve ve restorasyon projeleri için kendi kaynaklarını kullanırken; evine sahip çıkıp korumak isteyen düşük gelirli ev sahiplerini aynı imkanlardan faydalandırmamaktadır.

Çağdaş koruma anlayışı ve Sulukule
Biz tescilli evleri bile koruyamazken, çağdaş koruma anlayışı tek tek evlerin korunmasından, sokak ve mahalle ölçeğine, kültürel, sosyal ve insani boyutları da içeren başka bir ölçeğe taşınmıştır. 5366 sayılı kanun ile gündeme gelen yenileme yaklaşımının koruma ile ilgisi olmadığı ortadadır. Artık ekonomik, sosyal, kültürel, mekansal boyutların birlikte ele alındığı iyileştirme, canlandırma gibi yöntemlere başvurulması gerekir.

Sulukule'de bugüne kadar çeşitli mahalle iyileştirme ve alternatif plan çalışmaları yapılmıştır. Yerel kalkınmayı, somut ve somut olmayan kültürel mirasın yerinde korunmasını ve katılımcı planlamayı vurgulayan bu çalışmalardan biri University College of London tarafından iki yıl üst üste yapılmıştır. Ve son olarak STOP (Sınır Tanımayan Otonom Plancılar) adlı gönüllü uzman ve akademisyenlerden oluşan bir inisiyatif tarafından da Sulukule Toplumsal Gelişme ve Ekonomik Kalkınma Planı hazırlanmıştır. Her iki çalışma, Birleşmiş Milletler Habitat'a bağlı Zorla Yerinden Edilmeler konusunda Danışmanlar Kurulu (AGFE) Başkanı Prof. Yves Cabannes tarafından desteklenmiştir. Konuyla ilgili olarak Fatih Belediyesi'ne sunumlar yapılmış, birlikte ilerlenmesi önerilmiş ama belediye bu çalışmaları dikkate almayarak kendi başladığı şekilde süreçlere devam etmiştir.

Sulukule, özgün bir mahalle olarak taşıdığı değerlerle İstanbul'a çok şey katabilir; çağ dışı yenileme anlayışı ve yerel yönetim uygulamalarıyla tüm bu değerlerini kaybetmeden ilgili alternatif yaklaşımların bir an önce dikkate alınması gerekir. Aksi takdirde İstanbul kaybedecektir. 2010'da kültürel çeşitliliği ile kendini Avrupa Kültür Başkenti olarak dünyaya göstermek isteyen İstanbul, bu konuda tüm dünyanın gözü önünde önemli bir sınav vermektedir.

Radikal, Yazı: Aslı Kıyak İngin, 23.02.2009

AĞLASUN'DA TARİHİ ESER OPERASYONU

Gölhisar İlçesi'nde, tarihi eser kaçakçılarını, geçen cuma günü de Söğüt beldesinde sahte içki satıcılarını yakalayan timler, şimdi de Ağlasun İlçesi Yeşilbaşköy beldesinde, Sagalassos Antik kentinden çıkarıldığı sanılan tarihi eserler ele geçirdi.

Burdur İl Jandarma Komutanlığı Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Şubesi ve Ağlasun İlçe Jandarma Komutanlığı ekipleri Ağlasun İlçesi Yeşilbaşköy beldesinde düzenledikleri iki ayrı operasyonda R.K.'yı elinde bulunan bir adet kadın ve erkek figürlü heykeli satmak için müşteri beklediği esnada yakaladı. H.F. isimli şahsın evinde ve hayvan ahırında tarihi eser sakladığı bilgilerinin alınması üzerine yapılan aramada 2 adet taş sütun ve dört adet üzerinde yazı, hayvan ve çiçek figürü bulunan çeşitli ebatlarda tarihi eser ele geçirdi. Yakalanan şüpheliler R.K. ve H.F. tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı.

Burdur Kent Haber, 23.02.2009

BEŞ CAMİ DAHA RESTORE EDİLECEK

İl Müftüsü Osman Akdemir, il genelinde 29 adet tarihi camii bulunduğunu tarihi camilerin bazılarının restore edileceğini söyledi.

Mülkiyeti Vakıflar genel Müdürlüğü’ne ait 29 tarihi camii olduğunu ve bu camilerin bakıma ihtiyaç duyduğunu belirten Osman Akdemir, tarihi camilerin bakım onarım ve her türlü restorasyon işlemlerini Vakıflar genel Müdürlüğü’nün yaptığını söyledi.

2008 yılı içerisinde Burmalı Camii’nin Vakıflar Genel Müdürlüğü’nce yeniden restore edilerek ibadete açıldığını söyleyen Akdemir, 2009 yılında Hacı Zeybek, Kurşunlu, Çakaloz, Ulu ve Yılancı camilerin restore edileceğini bildirdi.

Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün bu camilerdeki restorasyon ve bakım işlerini 2009 yatırım programına aldığını da ifade eden İl Müftüsü Osman Akdemir, tarihi camilerin ayakta kalması ve gelecek nesillere aslına uygun olarak ulaştırılabilmesi için bu tür çalışmaların büyük önem arz ettiğini dile getirdi.

Uşak Kent Haber, 23.02.2009

TAKSİM CUMHURİYET ANITI RESTORE EDİLİYOR





İstanbul'un en önemli meydanlarında bir olan 'Taksim Meydanı'nda yer alan 'Taksim Cumhuriyet Anıtı' restore edilecek. Restorasyonu için 150 bin TL kaynak ayrılan anıtın 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı'na yetiştirilmesi hedefleniyor.

Atatürk ve Cumhuriyet'i figüratif bir şekilde anlatan, resmi ve özel günlerde İstanbulluları buluşturan Taksim Cumhuriyet Anıtı, İstanbul'un, Avrupa Kültür Başkenti olacağı 2010 yılı hazırlıkları kapsamında restore edilecek.
Edinilen bilgiye göre, İtalyan heykeltıraş Pietro Conanico tarafından 81 yıl önce yapılan anıtın bronz heykelleri üzerinde son yıllarda yoğun bir şekilde korozyon tespit edildi, taş kaide yüzeyinde yoğun bir kir tabakası, ince kılcal çatlaklar ve yüzeyde kopmalar tespit edildi.

Anıtın restorasyonu için 150 bin TL kaynak ayıran İstanbul Özel İdaresi, anıtın restorasyonu için ihale sürecini başlattı.
Anıt, çok önemli ve göz önünde bulunan bir mekanda bulunduğu için restorasyon sırasında kurulan iskelenin çok düzgün olmasına dikkat edilecek. Anıtın çevresi de iskele ile kapatılarak, vinil baskılı branda ile fonlama yapılacak.
Renkli mermer taş yüzeyindeki kirler, taşın rengini soldurmayacak bir malzemeyle giderilecek. Bronz heykellerin mekanik ve kimyasal yöntemlerle temizliği yapılarak, yüzeyine tekrar korozyona uğramasını engelleyecek koruyucu malzeme sürülecek.

Taş yüzeyindeki onarımlar taşın özgün malzemesine uygun harç ile yapılacak. Yüzeyde bulunan çatlaklar ise akrilik esaslı malzeme ile enjeksiyon yöntemiyle onarılacak. Anıtın kurşun örtüsü de yenilenecek.
Restorasyonun, 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı'na yetiştirilmesi hedefleniyor.

Anıtın tarihi

Cumhuriyet'i simgelemek amacıyla yapılacak anıt için İstanbul Milletvekili Hakki Şinasi Paşa'nın başkanlığında 1925'de bir komisyon oluşturuldu ve İtalyan heykeltıraş Pietro Canonica ile bağlantı kuruldu.
Canonica, anıtın yapımını 2,5 yılda tamamladı. Halkın maddi katkılarıyla yapılan anıtta taş ve bronz birlikte kullanıldı. İstanbul'a vapurla getirilen anıt, 23 günde monte edildikten sonra 8 Ağustos 1928'de törenle açıldı.
Anıtın Taksim'e dikilmesiyle burada bir meydan ve çevre düzenlemesi yapıldı. Mimar H. Prost'un düzenlediği proje doğrultusunda çevrede istimlak yapıldı, tarihi Taksim Kışlası da yıkıldı.
Yuvarlak bir meydan ortasında yer alan, iki tarafı bombeli ve dört köşeli olan anıt, 60 metrekare bir alanı kaplıyor. Çevresi 17 metre olan anıtın, iki yüzüne yerleştirilen bronz figürler ulusal mimariden esinlenerek yapıldı. Kemerli taş kaide üzerinde 11 metre yüksekliğindeki anıtın kaidesinde, Trentino ve Torino yakınındaki Suza bölgesinin pembe mermerleri kullanıldı. Anıtın bir yüzü Kurtuluş Savaşı'nı, diğer yüzü de Cumhuriyet Türkiyesi'nin simgelenmesine ayrıldı.
Anıtın kuzey yönünde Atatürk sivil giyimli olarak, İsmet İnönü, Fevzi Çakmak ve Cumhuriyet'in kuruluşunda yardımları olan yabancı devlet mensupları, askerler ve halkla birlikte tasvir edildi. Anıtın Harbiye'ye yönelik bölümünde 30 Ağustos Zaferi canlandırıldı ve Atatürk'ün Kocatepe Savaşı, askerleri ve kadınları ile gösterildi. Atatürk'ün buradaki heykeli, Milli Mücadele sırasında Ethem Hamdi'nin çektiği fotoğraf esas alınarak canlandırıldı.
Anıtın dar yüzlerinde kahramanlığın timsali olan sancaklı birer asker heykeli, önlerindeki madalyonlarda da iki kadın portresine yer verildi. Anıtın dar yüzündeki heykellerin altında, sonradan gerçekleştirilemeyen meydan çeşmesi için mermer yalakları olan çeşme taşları yer aldı.
Cumhuriyet, 23.02.2009

OBRUK'TAN ÇIKAN
12000 YILLIK BULUNTULAR

Miami Üniversitesi profesörü John Gifford başkanlığında bir sualtı arkeologlar ekibi Florida’da bir obrukta kazı sürdürmekteler.

Bu yıl obruğun 9 m derinliğinde inceleme yapan öğrenciler büyük olasılıkla 8000 – 9000 yıl önce bir avcı tarafından matara olarak kullanılan bir su kabağının parçalarını buldular. Aynı obruktan daha önce de kalıntılar çıkartılmıştı.

1977 yılında burada, suyun altında soyu tükenmiş bir kaplumbağa ile onu öldürmekte kullanılan sivri bir kazık bulunmuş ve yapılan incelemeler sonunda kazığın 12000 yıllık olduğu anlaşılmıştı.

Ardından, 1986’da, şimdiki kazı başkanı Gifford ve ekibi burada içinde ufak bir beyin parçası ile birlikte bir kafatası buldular.

Geçen Temmuz ayında ise, 1977 yılında bulunan kaplumbağanın eksik parçaları ve avlanmış bir tembel hayvan kalıntıları çıkarıldı.

Tüm bu buluntular Amerika kıtasında şimdiye dek rastlanan en eski insan faaliyetleri.

National Geographic News, Haber, Willie Drye, 18.02.2009

ARKEOLOJİK CAM ESERLER MÜZESİ'NE BÜYÜK İLGİ





Gaziantep'te 8 ay önce açılan Türkiye'nin ilk Arkeolojik Cam Eserleri Müzesi'ni 10 bini yabancı 32 bin kişinin gezdiği bildirildi. Gaziantep Kalesi eteklerinde, tarihi mekanların yoğun olarak bulunduğu mekanda, 150 yıllık, tarihi 3 Antep evini satın alarak, 5 aylık bir restorasyon çalışmasıyla müzeye dönüştürmeyi başaran Füsun İşsever, büyük bir titizlikle bu tarihi mekanlara yerleştirdiği 3 bini cam olmak üzere 4 binin üzerindeki arkeolojik eseri, ziyaretçilerinin beğenisine sunuyor. Füsun İşsever, tanıtım görevlisi arkeolog Selahattin Köroğlu ile birlikte, müzeye gelen ziyaretçilere, camın tarihi ve kültür turizmindeki yeri ve önemi hakkında da detaylı bilgiler veriyor. Yeni açılmış olmasına karşın, 10 bini yabancı 32 bin kişinin ziyaret ettiği müzeyi daha çok yerli ve yabancı bilim adamları, akademisyenler ve üniversite öğrencileri geziyor.

Özellikle, Zeugma Antik Kenti ile bu tarihi mekandan çıkartılan mozaiklerin sergilendiği Gaziantep Arkeoloji Müzesi'ni ziyaret edenler, Arkeolojik Cam Eserleri Müzesi'ni de görmek istiyor. Müzede, kadınların kullandığı değişik süs eşyaları, mutfak eşyaları, takılar gibi akla gelebilecek değişik türden Roma ve Bizans dönemlerine ait binlerce eser yer alıyor. Özellikle, 4 bin yıllık cam takıların bulunduğu bölüme genç kızlar ve kadınlar büyük ilgi gösteriyor. Müzede bulunan ve 4 bin yıllık olduğu belirtilen küçük bir Finike cam şişesi ise Füsun İşsever için ayrı bir öneme sahip. Çünkü bu küçük cam şişe, koleksiyon merakını tetikleyerek, binlerce cam eserin sergilendiği müzenin ortaya çıkmasına neden olan önemli bir eser.

Füsun İşsever, yaptığı açıklamada, 20 yıl kadar önce ellerine geçen camdan yapılmış küçük bir Finike şişesi ile bu işe merak sardıklarını ve sonunda, bir müze açacak kadar esere sahip olduklarını söyledi. ''Cam eserleri müzesi açarak, Türkiye'de bir ilki gerçekleştirdiğimiz için çok mutluyum'' diyen İşsever, 8 aylık süreçte, ziyaretçi sayısının 32 bine ulaşmasının da sevindirici olduğunu ifade etti.

Füsun İşsever, kocası ile birlikte 20 yıl önce antik bir cam göz yaşı şişesi ile başladıkları koleksiyon işinin, zamanla geliştiğini belirterek, şu bilgileri verdi: ''Ben ve kocam, çoğunlukla Ege Bölgesi olmak üzere Türkiye'nin değişik bölgelerinden arkeolojik cam eserleri satın alarak koleksiyonumuzu sürekli olarak zenginleştirdik. Daha önce evimizde bulunan bu eserleri, sadece biz ve yakın çevremiz görüyordu. Ancak, her koleksiyoncu gibi ben de bu eserleri daha çok kişiye göstermek ihtiyacı hissettiğim için bir müze açma fikri kendiliğinden gelişti. Bunun için bize bir mekan lazımdı. Bunu da tarihi 3 Antep evini restore ederek gerçekleştirdim. Son yıllarda, tarihi ve kültürel açıdan önemli bir gelişme gösteren Gaziantep'e ben de bir ilke imza atarak bir müze kazandırdığım için mutluyum. Müzeye gelen ziyaretçi sayımız da hızla artmaya başladı. Özellikle, son 2-3 aylık dönemde, gruplar halinde müzemizi ziyarete gelenler oluyor. 2009 yılında ziyaretçi sayımızın daha da artacağını tahmin ediyorum.''

Müzeye gelenlerden 2-4 TL arasında bir ücret almalarına karşın, bunun bir sembolik değeri olduğununa dikkati çeken İşsever, şöyle devam etti: ''Bizim amacımız, insanlara para karşılığı müzecilik hizmeti vermek değil, kültürümüzü tanıtmak. Cam, bölge kültüründe önemli bir yere sahip. Yaklaşık 4 bin yıllık bir tarihi geçmişe sahip olan cam eserlerin, ilk yapıldığı bölgenin, komşu ilimiz Hatay olduğu biliniyor. Bunun yanı sıra, ilimiz sınırları içinde bulunan Zeugma Antik Kenti'nde cam eşya ticaretinin çok yaygın olduğunu biliyoruz. Kısacası, cam bölgenin 4 bin yıllık tarihinin tanıtımı bakımından da son derece önemli. Açtığımız müzeyi gezen insanlar, tarihin değişik döneminde çeşitli amaçlarla kullanılan cam eşyaları yakından tanıyarak, bölgenin 4 bin yıllık tarihi hakkında da bilgi sahibi oluyor. Ben ve arkadaşlarım, bir anlamda müzemizde sergilenen cam eserler ile kültür turizminin gelişimine katkı sağlıyoruz.''
Gaziantep 27 Gazetesi, 23.02.2009

TARİHİ SAAT KULESİ'NE GAZİNO AYDINLATMASI YAKIŞMIYOR

TMMOB Elektrik Mühendisleri Odası (EMO) İzmir Şubesi Yönetim Kurulu Başkanı Sedat Gülşen, İzmir'in tarihi Saat Kulesi gibi yapılarına ''gazino kültürünü yansıtan rengarenk aydınlatılmanın yakışmadığını'' savundu. Gülşen, yaptığı açıklamada, İzmir'in simgesi tarihi Saat Kulesi ile Konak, Mithatpaşa, Alsancak, Kordonboyu ve Karşıyaka'da aydınlatmaya yönelik önemli hatalı uygulamalar tespit ettiklerini, bunu İzmir Büyükşehir Belediyesi yetkililerine resmi yazıyla ilettiklerini kaydetti.

Gülşen, İzmir'in 1901 yılından beri en önemli simge yapılarından biri olan Saat Kulesi'nin gece görselliğinin artırılması amacıyla aydınlatılması gerektiğini, ancak tarihi dokunun ortaya çıkartılması yerine ''gece hayatı, gazino kültürünü yansıtan'' değişik ışık oyunlarının egemen olduğu bir aydınlatma anlayışının uygulandığını öne sürdü. Sedat Gülşen, şöyle dedi: ''Renk uyumu olmayan, farklı renk seçenekleri kullanılarak yapılan bu uygulamanın, Saat Kulesi gibi tek parçalı ve küçük boyutlardaki tarihi yapılar için teknik ve estetik açısından uygun olmadığı bilinen bir gerçektir. Bu konuda Aydınlatma Türk Milli Komitesi'nden de görüş alınabilir.
Ayrıca Konak Meydanı ve sahil boyunca palmiyelerin aydınlatılması için çekilen standart dışı kablolar da can ve mal güvenliğini tehlikeye atıyor. Palmiyelerin ışıklandırılması için Saat Kulesi bile direk olarak kullanılmış, kablolar çamaşır ipi gibi dışarıda sarkıyor.''

İzmir Büyükşehir Belediyesi yetkilileri de yapılan aydınlatmanın sadece yılbaşı ve özel günlere ait görsellik teşkil edecek bir uygulama olduğunu kaydetti. Saat Kulesi ve palmiyelerin ışıklandırılmasının belediye ekip ve imkanları ile yapıldığını ifade eden yetkililer, şu bilgiyi verdi: ''Tarihi Saat Kulesi'nin mevcut aydınlatılması muhafaza edilerek, çekilen kabloların havai hat olması da tarihi dokuya ve alt yapıya zarar vermemek için yapılan geçici bir aydınlatmadır. Kalıcı aydınlatma kapsamında çekilecek kabloların tekniğine uygun yapılması için çalışmalarımız sürmektedir. Saat Kulesi'nin aydınlatılması vatandaşlarımız, medya ve görsel basında beğeni toplamıştır.''
Yeni Asır, 23.02.2009

MEZARLIKTAKİ SIR





Osmanlı İmparatorluğu döneminde yaşamış birçok devlet adamı, sanatkar, bilim insanı ile Eyüp Sultan’a yakın olmak isteyen birçok kişinin gömüldüğü Eyüp’teki tarihi mezarlıklarda bir skandal yaşanıyor. Yaklaşık 100 mezar taşı, “bilinmeyen bir el” tarafından son bir ay içerisinde restorasyon görüntüsü altında tahrip ediliyor. Yılların etkisiyle kararan taşlar, kimyevi maddeler kullanılarak ağartılıyor. Taşlardaki kabartmaların üzerinden de “soba boyası” olarak adlandırılan yaldızlı kalemlerle geçiliyor. Uzmanlar mezar taşlarının tarihi değerini kaybettiğini belirtirken, Vakıflar Genel Müdürlüğü “faili” belirlemeye çalışıyor.

Uzmanlara göre, mezar taşları birkaç aşamada bu hale getirildi. Yüzey temizliğinde uygulanan aşındırma amaçlı kumlama ve tazyikli su yöntemi, mezar taşlarını tarihi değerinden arındırdı.
İkinci aşamada kezzap gibi kimyevi maddelerle taşlar ağartıldı. Ardından her kırtasiyede bulunabilecek yaldızlı kalemlerle yazıların üzerinden geçildi. 100’e yakın mezar taşı bu işlemlerden geçirilirken, bazıları sadece beyazlatılarak bırakıldı, bazıları ise sadece yarısına kadar ağartıldı.
Eyüp Belediyesi Fen İşleri Müdür Yardımcısı Ömer Yalçın, hazireyi çevreleyen duvarların onarımına ilişkin bir proje yürüttüklerini ancak taşlarla ilgili çalışmalarının olmadığını söyledi.
 İstanbul Büyükşehir Belediyesi Mezarlıklar Müdürü Adem Avcı da konu hakkında bilgisinin olmadığını bildirdi.
Yapılan çalışmayı Milliyet’ten öğrenen Vakıflar Genel Müdürlüğü yetkilileri ise taşların onarımıyla ilgili bir uygulamalarının olmadığını söyledi. Kimin yaptığının tespiti için görevlendirilen uzman Olcay Aydemir,”Kimin yaptığını bilmiyoruz. Belediyelerle görüştük, yapmamışlar. Büyük bir alan olduğu için bir şey söyleyemiyorum. Çalışma yapılması için bizden izin alınması gerekli ama böyle bir izin de söz konusu değil. Eyüp Külliyesi projemiz var, bu kapsamda hazirelerin değerlendirilmesine, düzeltilmesine çalışacağız” dedi.

Boğaziçi Üniversitesi Tarih Bölümü’nden araştırmacı Mehmet Burak Çetintaş, mezar taşlarının tazyikli suyla kazınmış olabileceğini belirterek “400 yıldır dayanan taşlar bu çalışmayla 10 yıl sonra tamamen okunmaz duruma gelecek, çünkü kabartma yazılar kum gibi dağılacak. En adi, en akıl almayacak yöntemlerle taşlara inanılmaz bir zarar verilmiş. Vakıflar denetimini nasıl yapmaz, bölge onların sorumluluğunda” dedi.

-Saçlı Abdülkadir Mescidi’nin haziresinde bulunan neredeyse tüm mezar taşları. Aynı mescitte bulunan İzmir Kadısı Mehmed Arif Efendi’nin 1788 tarihli mezar taşı. Yine bu mescidin haziresinde bulunan ve aynı tekkede şeyhlik yapmış olan Şeyh Mehmed Emin Efendi’nin 1750 tarihli mezar taşı.
-Ferhadpaşa Türbesi’nin haziresinde bulunan Mustafa Ağa’nın 1595 tarihli abidevi sandukalı mezar taşı.
-Tophane Nazırı Süleyman Efendi’nin 1814 tarihli mezar taşı. Mezar taşının tam ortasına bir plaka çakılmış.
Milliyet, Haber: Şükran Pakkan, 23.02.2009

BİLGE MİMARA VEDA





Cumhuriyet mimarisinin simge imzalarından, mimar ve düşünür Turgut Cansever, dün İstanbul Kadıköy Çiftehavuzlar'daki evinde 89 yaşında hayata veda etti. Dünyada Uluslararası Ağa Han Mimarlık Ödülü'nü üç defa kazanan tek mimar olan Cansever'in cenazesinin, bugün Fatih Camisi'nde ikindi namazından sonra kılınacak cenaze namazının ardından, Edirnekapı Mezarlığı'nda toprağa verileceği öğrenildi. Cansever'in damadı mimar Mehmet Öğün, kayınpederi Cansever'in beslenme bozukluğu ve yatağa bağlı kılan 'addison hastalığı' nedeniyle bir süredir tedavi gördüğünü bildirdi. Öğün, Cansever'in, geçen yazdan beri yatağa bağlı hale geldiğini ve bütün sorunlarının beslenme bozukluğundan kaynaklandığını söyledi. Öğün, evinde tedavi gören Cansever'in başında 24 saat nöbet tutan sağlık ekibinin bulunduğunu ve doktor talimatıyla hareket edildiğini sözlerine ekledi.

Cansever'e 6 Ocak'ta, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül tarafından, Dr. Alaeddin Yavaşça ve yazar Yaşar Kemal ile birlikte Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülü verilmiş, sağlık sorunları nedeniyle törene katılamayan mimarın ödülü, kendisi yerine eşi Nilüfer Cansever tarafından kabul edilmişti. Gül, Cansever'in ölümü üzerine bir başsağlığı mesajı yayımladı ve eşine de taziye telgrafı gönderdi. 1920'de Antalya'da doğan Turgut Cansever, Galatasaray Lisesi ve İDGSA Mimarlık Bölümü'nde okudu. 1951'de kendi mimarlık bürosunu kurdu. Cansever, Ankara Türk Tarih Kurumu Binası (1980), Bodrum Ahmet Ertegün Evi (1980) ve Bodrum Demir Tatil Köyü projesi (Emine Öğün, Mehmet Öğün, Feyza Cansever ile birlikte) ile, üç Ağa Han Mimarlık Ödülü kazanan tek mimar olarak tanınıyordu. 1992'de Mimarlar Odası Mimar Sinan Büyük Ödülü'nü de alan Cansever, pek çok ödül elde etmişti. Cansever, Abdurrahman Hancı ile tasarladığı Büyükada Anadolu Kulübü Oteli projesi ile, Bodrum Sualtı Arkeoloji Enstitüsü'nün mimarı idi.

Prof.Dr. Uğur TANYELi (YTÜ Mimarlık Fak. Öğretim Üyesi)

"Ona daha çok bir mimarlık 'guru'su gibi davranıldı. Oysa bir aktivistti. Daha fazla ciddiye alınmalı ve fırsat tanınmalıydı. En önemli ürünlerinden bir tanesi, Beyazıt Meydanı'dır. Belediyenin, en azından Turgut Bey'in tasarladığı eski hali ile meydanı yeniden restore etmesi kendisine dair bir kadirbilirlik olurdu."

Yeri doldurulamayacak'
Atilla DORSAY: (SABAH yazarı, Mimar, Eleştirmen)
"Turgut Cansever, yapılarında sentezlere ulaşır, Osmanlı ve Türk olanın yapı ile ilişkisini saptamayı denerdi. Türk toplumu ne yazık ki mimarlarımıza geniş bir düşünme ve yaratma alanı vermiyor. Bu kısır çerceve içinde yeni Eldem'lerin, Cansever'lerin gelişmesi de kolay olmayacak ve Cansever'in yeri hiç doldurulamayacak."

Can ÇİNİCİ (Mimar):
"Mimarlık pratiği ve düşünce arasındaki ilişkiyi sıhhatli kurabilmiş ender kişilerden biriydi. Kariyerinin her aşamasını öğretici buluyorum. Ailesine başsağlığı dilerim."

Pelin DERVİŞ: (Garanti Galeri Yöneticisi, Mimar)
Turgut Cansever: "İnançlı, tutkulu ve kararlı bir insan, hiç birşey uğruna tutarlılığını bozmamış, hiçbir zaman ortalama çıkış yolları aramamış, doğru bildiği sıradışı yolunu büyük bir inatla çizmeye devam etmiş ve çoğu zaman da anlaşılamamış, kısaca söyleyecek olursak, hakettiği yeri bulamamış bir mimar."

Emre AROLAT (EAA Architects, Mimar)
"Türk mimarlığının güncel aktörleri, 'simülakrum'un hakikatten, çığırtkanlığın sükunetten daha önemli olduğu bu dünyada 'Gösteri Toplumu'nun pırıltılı tasarım taleplerini karşılamakla uğraşadururken, aklını ve vicdanını neredeyse askıya almış gibi. Cansever, hayatı boyu bu yönelimin hegemonyasına karşı durmuş, oraya buraya savrulmadan yürümüş bir adamdı."


Kendi sözleriyle, 'Cansever mimarlığı'
"Tanzimat ile beraber insanlara büyük bulvarlar yapıp o bulvarlara gösterdiği şekilde bakmaya insanları mecbur eden tavrın bugün, kültürel geri kalmışlığımıza neden olduğunu düşünüyorum. Önümüzde çok büyük bir mesele var. Önümüzdeki 50 sene içerisinde takriben 70-75 milyon insana ev inşa etmek mecburiyetindeyiz. Rakamları kısaca söyleyeyim: Takriben 35 milyon kadar nüfus artacak, kırsal alandan şehirlere 25 milyon kadar insan göç edecek, eskiyen binaların yenilenmesini düşünürseniz... Şimdi bu rakam, çocuklarımıza yeniden biçimlenecek bir dünya bıraktığımızı açıkça gösteriyor. Bunu çocuklarımıza biçimlenecek yeni dünyanın nasıl biçimlenmesi gerektiğini düşünerek yapmamız gerekiyor. Bu topraklar üzerinde asırlarca dünyanın en büyük medeniyetlerini kurmuş nesiller olarak, bugün birinci vazifemizin, bundan sonra da dar kalıplar içerisinde ve yeni şeyler düşünemeyen nesillerin içerisinde yetişmeye mecbur kalarak ve tek istikametli çözümlemeleri üretmek değil, çok boyutlu çözümlemeleri nasıl geliştireceğimizi düşünmektir diye düşünüyorum.". Mimar Prof.Dr. Atilla YAYLA ile 2007'de, Büyükada'da yaptığı sohbetten./ Kaynak: Arkitera Mimarlık Portalı
Sabah, 23.02.2009

PERU'DA 2500 YILLIK MEZAR

Arkeolog Ignacio Alva Meneses eğer burada önemli bir keşif yaparsa Peru’nun kuzeyinde yer alan Lambayeque’ye yerleşmeyi ve burada yaşamayı düşünüyordu.

2008'de burada bulduğu 4000 yıllık tapınak bu kararı vermesini sağlamadı ama, geçen ay bulduğu çocuk mezarından sonra Alva kesinlikle Lambayeque’ye yerleşecek.

2500 yıl önce gömülen 3 yaşındaki çocuğun mezarı Venado Cautivo (Avlanmış Geyik) Tapınağı’ndan sadece 500 m uzaklıkta.

Yapılan ilk açıklamaya göre Gallinazo Kültürü’ne ait olan bu mezar şimdiye dek rastlananların en güzeli ve süslüsü.

Living in Peru, Haber: Israel Ruiz, 19.02. 2009

DENİZLİ'DE TARİHİ ESER KAÇAKÇILIĞI OPERASYONU

Denizli'de tarihi eser kaçakçılığı ve altın dolandırıcılığı yaptıkları iddia edilen 7 zanlı tutulandı.

Bir istihbaratı değerlendiren jandarma ekipleri Çivril İlçesi ve köylerinde faaliyet gösterdikleri öğrenilen suç örgütünün elemanları Y.Y, A.Ç. ve G.M'yi yakaladı. Zanlıların gösterdikleri yerlerde yapılan aramalarda 1 kilo 100 gram esrar, Roma ve Bizans dönemine ait 9 sikke ve 1 kabartma motifli haç işaretli mermer ele geçirildi. Jandarma ekipleri, Acıpayam, Tavas ve Serinhisar ilçelerinde de dolandırıcılık yaptıkları öğrenilen M.G, A.C, E.Ö. ve H.G'yi yakaladı. Zanlıların ev ve iş yerlerinde yapılan aramada 34 bin 500 TL, 3 bin 205 avro, 1.451 dolar, 5 cep telefonu ve 6 fişek bulundu. Zanlıların Afyonkarahisar, Diyarbakır, Eskişehir, İzmir, Manisa, Muğla ve Siirt'te kandırmak suretiyle sahte altın verdikleri vatandaşları dolandırdıklarının belirlendiği bildirildi. Jandarmadaki işlemleri tamamlandıktan sonra adliyeye sevk edilen 7 kişi, çıkarıldıkları mahkemece tutuklandı.

Zaman, 22.02.2009

TÜRK ÇAĞDAŞ SANATI KONDRA PİYASASINI HEYECANLANDIRDI

Londra’da 4 Mart’ta ünlü müzayede şirketi Sotheby’s tarafından 73 Türk çağdaş sanat eserinin satışa sunulacak olması ilgi uyandırdı. İngiliz gazeteleri, ardı ardına müzayede ilişkin haberler yayınlıyor. Son olarak Financial Times, “Birdenbire, bazı uzmanlarınca en yeni yükselen piyasa olarak niteledikleri, Türk çağdaş sanatı etrafında bir heyecan yaşanıyor’ diye yazdı.

Financial Times, “Genç Türkler ve Eski Rekabetlerö başlıklı haberinde 4 Mart’ta Londra’da Sotheby’s tarafından düzenlenecek müzayedede 73 Türk çağdaş sanat eserinin satışa sunulacağına dikkat çekerken ‘Bindenbire, bazı uzmanlarınca en yeni yükselen piyasa olarak niteledikleri, Türk çağdaş sanatı etrafında bir heyecan yaşanıyor’ diye yazdı. Haberde şöyle devam edildi:
“Ülkede etkileyici sayıda milyarder vardır, Forbes’e göre, geçen yıl 35. Şimdi Sotheby’s İstanbul’da bir büro açıyor ve Londra’da 4 Mart’ta yapılacak olan ilk Türk çağdaş sanatı müzayedesini lanse ediyor. Satılacak olan 73 eser arasında Taner Ceylan’ın fiyatı 30-40 bin sterlin olarak tahmin edilen, bir boksörün hiper realist portresi olan ‘Spiritüel’ isimli tablosu da var.’

Gazeteye konuşan Sotheby’s yetkilisi Dalya İslam da, ‘Kendi kültürleriyle ilgilenen çok iyi Türk koleksiyonculardan oluşan bir müşteri tabanımız var ancak farklı kültürlerin sanatını keşfetmek isteyen çok sayıda uluslararası koleksiyoncuları da bulunuyor, bu nedenle satış Londra’da yapılıyor’ dedi.

Bu arada, haberde Türk sanatındaki “trendler, riskler ve fırsatları’na ilişkin bilgilendirmek amacıyla piyasa araştırma şirketi ArtTactic tarafından, Çarşamba günü Londra’da bir seminer düzenleneceği, seminere konuşmacı olarak Sotheby’s yetkilisi Dalya İslam’ın yanısıra koleksiyoncu Saruhan Doğan ile tüccar Kerimcan Güleryüz’ün katılacağı da duyuruldu.
Radikal, 22.02.2009

DİKKAT, KÖRLER ÜLKESİ ÇIKABİLİR





Kadıköy’ün sembollerinden ‘Salı Pazarı’ iki aydan beri Fikirtepe’deki yeni yerinde kuruluyor. Eskiden Salı Pazarı’nın bulunduğu bölgeye ise bahar aylarında ‘Sabit Pazar, Kültür ve Rekreasyon Merkezi Kentsel Tasarım Projesi’ yapılacak.
Ancak, proje alanı, antik dönemin önemli kentlerinden Kalkhedon’un içinde yer alıyor. Kalkhedon’un antik limanının bir kısmının Salı Pazarı arazisinin altında olduğu tahmin ediliyor. Arkeologlar Derneği İstanbul Şubesi’nin hedefi, inşaat başlamadan arkeolojik çalışma yapılması. Dernek üyelerine göre bu sayede İstanbul ve Kadıköy’ün tarihinde hiç bilinmeyen bilgilere ulaşılabilir.

Uzay çadırını andıran projenin yapılacağı Kuşdili Çayırı, tarih açısından önemli. Çünkü burası MÖ 4’üncü yüzyıla kadar nekropol olarak kullanıldı. Arkeologlar Derneği İstanbul Şubesi Genel Sekreteri Gülbahar Baran Çelik ‘İstanbul’un başka hiçbir yerinde bu kadar erken döneme ait bir nekropol alanı bulunmadığını’ vurguladı:
“Belediyenin 1989’da Kalamış Marinası deniz dibi temizliği çalışmaları sırasında Tunç Çağı’na ait kaplar bulundu. Antik kaynaklarda bilinen iki limanı var Kalkhedon’un. Biri Salı Pazarı’na doğru uzanan, Kurbağlıdere’nin olduğu yer üzerinde. Dolayısıyla orada yapılacak inşaatın sınırları içinde. Belli ki (bölgeye) Neolotik dönemden bugüne her dönem yerleşme yapılmış. (Tarihte) en önemli veriler nekropol alanlarından alınıyor. Tunç Çağı buluntuları Byzantion’dan önce yerleşim olduğunu gösteriyor. İstanbul’un Tunç Çağı’na ait bilgisi yok.”

Arkeologlar Derneği İstanbul Şubesi, Kültür Bakanlığı Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü, İstanbul Arkeoloji Müzeleri, ilgili Koruma Kurulu ve belediyeye inşaat çalışmalarının arkeolojik kazılardan sonra yapılması gerektiğiyle birer dilekçe yolladı.

‘Sabit Pazar, Kültür ve Rekreasyon Merkezi Kentsel Tasarım Projesi’nin mimarı Hakan Kıran ise bölgede araştırma yaptıklarını böyle bir veriye rastlamadıklarını ancak orada antik bir liman olduğu bilgisi varsa memununiyetle katkıda bulunacağını söyledi.

Kadıköy’de 30 yıldır Kuşdili Çayırı’nda kurulan Salı Pazarı artık Fikirtepe’deki yeni yerinde kuruluyor. Pazarın kaldırıldığı alana katlı otopark ve çevre düzenlemesini içeren ‘Kuşdili Çayırı Sabit Pazar, Kültür ve Rekreasyon Merkezi Kentsel Tasarım Projesi’ yapılacak.

50 milyon dolara mal olması planlanan projeye göre, pazar 45 bin metrekarelik alanda 22 bin metre kareye kurulacak. Alışveriş ve yemek alanlarının üzeri kubbeyi andıran dev çadırla kapatılacak. İçeride pazar tahtası konseptine uygun dükkanlar bulunacak. Kubbenin ortasından yükselen kulede 700 metrekarelik bir restoran yer alacak. Ayrıca otopark, sinema, tiyatro, çocuk eğlence merkezi ve spor alanları da bulunacak. Üç katlı yapının zemin katında geleneksel sokak dokusu ve meydanlar oluşturulacak. Bir üst katta kafe, okuma alanları, sosyal alanlar ve sahaflar çarşısı yer alacak. Projenin bahar aylarında başlaması planlanıyor.

Antik çağda (Körler Ülkesi) diye anılan Kalkhedon, tarihçi Heredot’a göre tam karşısındaki Byzantion’dan 17 yıl önce kuruldu. Heredot “Kalkhedonlular kör olmalı” diyordu. Çünkü karşı kıyıda kent kurmak için Byzantion gibi bir yer varken gelip buraya yerleşmişlerdi!

Antik kaynaklara göre Megaralılar Kalkhedon’u MÖ 7. yüzyılda, ‘iki limanı olan bir tepeye’ kurdular. Bu limanlardan birinin eski Salı Pazarı’na doğru uzanan Kurbağlıdere’nin üzerinde, diğerinin Haydarpaşa tarafında olduğu tahmin ediliyor. Bir de Kalkhedon’dan öncesi var. Çünkü Kadıköy’deki buluntuların tarihi neolitik döneme kadar uzanıyor.
İstanbul Arkeoloji Müzeleri tarafından Altıyol ve Söğütlüçeşme’de 1976-1987 arasında yapılan kazılarda bölgenin büyük bir nekropol olduğu, MÖ 6’ncı yüzyıldan - MS 4’üncü yüzyıla kadar kullanıldığı ortaya çıktı. Söğütlüçeşme’de arkaik dönemden Bizans dönemine tarihlenen 16 mezar, çoğu Roma dönemine ait 19 lahit, taş ve tuğla mezar çakırıldı. Hasanpaşa Uzunçayır Caddesi’nde 1978’de yapılan kanalizasyon çalışması sırasında MS 1. yüzyıla tarihlenen iki Roma mezarı, şişe, demir raptiyeler, tunçtan bir kilit ayna bulundu. Kurbağlıdere’de Hasanpaşa Karakolu’nun tam karşısında taş levhalı mezar çıkarıldı. Altıyol’da yapılan kazıda altı lahitle birlikte bir podyum, çok sayıda depo ve mutfak kabına ulaşıldı.

Radikal, 22.02.2009

GÜNAY: HASANKEYF'İ KORUMAK GÖREVİMİZ





Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, antik kent Hasankeyf'i korumak istediklerini söyledi.

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Diyarbakır gezisine eşlik ettikten sonra Batman'a gelen Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, havaalanı VIP salonunda, 10 bin yıllık antik kent Hasankeyf İlçesindeki tarihi kalıntıların baraj tehdidi altında kalmasıyla ilgili konuştu. Eleştirilerin odağı haline gelen Ilısu Barajı'nın sık sık gündeme gelmesiyle Hasankeyf'i bütün dünyanın tanıdığını anlatan Bakan Günay, turistlerin büyük ilgisini çeken antik kenti çeken Hasankef'i korumak istediklerini söyledi.

Ilısu Baraj gölü için öngörülen kredinin Avusturalya, Almanya ve İsviçre tarafından askıya alınması kararı ardından Mardin'in Dargeçit İlçesi yakınındaki baraj alanında çalışmalar geçici olarak dururken, Bakan Ertuğrul Günay, “Herkes Ilısu barajına tepki gösteriyor. Fakat 10 bin yıllık Hasankeyf'i dünyanın dört bir yanına tanıtan da bu baraj projesi oldu. Son yıllarda binlerce turisti buraya çeken önemli etkenin Ilısu Barajı olduğunu biliyoruz. Artık dünyanın tanıdığı Hasankeyf’i korumak bizim görevimizdir” dedi. Hasankeyf’in son durumu hakkında Turizm İl Müdürlüğü ve kentteki ilgili yöneticilerden bilgi alan Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, şöyle konuştu:
“Her şeyden önce Hasankeyf'in korunması şartıyla bir barajın yapılmasından yanayım. Çünkü 10 bin yıllık bir ilçe bizim için de önemli. Hasankeyf'e bir dizi proje katkısıyla, turizm potansiyelinin bu bölgeye açılmasını sağlamaya çalışıyoruz. Güneydoğu'da turizm potansiyeli yaygınlaştırmanın bir yolu da tarihi dokuyu korumak ve geliştirmektir. Biz Hasankeyf’i çok önemsiyoruz. Kesinlikle burayı göz ardı etmiyoruz.”

Antik ilçe Hasankeyf ile ilgili bakana bilgi veren Kültür ve Turizm İl Müdürü Selahattin Ortaboy, “Nisan ayının ilk haftasında kutlayacağımız turizm etkinlikleri haftasında sizi Hasankeyf'e davet ediyoruz” sözü üzerine Bakan Günay, “Ben de Hasankeyf'i çok merak ediyorum. Bir aksilik olmazsa geleceğim” dedi.

Radikal, 22.02.2009

BATMAN MÜZESİ MÜDÜRLÜĞÜ KURULUYOR

Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın taşra teşkilatına bağlı olarak Batman İli’nde Batman Müzesi Müdürlüğü’nün kurulması kararı Resmi Gazete'de yayımlandı.

Turizm Gazetesi, 21.02.2009

SOTHEBY'S'İN 'KABE ANAHTARI' SAHTE İMİŞ

Geçen yıl nisan ayın da Londra'da Sotheby's'in İslam Dünyası Sanatları biriminde 9 milyon 200 bin pound fiyata alıcı bularak bugüne kadar en pahalıya satılan İslam eseri özelliğine sahip olan, Mekke'deki kut sal Kabe'ye ait olan 12'nci yüzyıldan kalma demir anahtarın satışı, bir grup müze uzmanının eserin yaşı ve otantikliğiyle ilgili kuşkuları nedeniyle sahibine geri verildi. Anahtarı, uzmanlar iki hafta boyunca ince- ledi. Eserle ilgili şüpheler, aslında satış gününden itibaren oluşmaya başlamış, bazı sanat yazarları anahta- rın sahte olduğu üzerine yazılar kaleme almıştı.
Sabah,  21.02.2009

SATILIK ÖZEL MÜZE

El emeği, göz nuru eserler, tarihi eserler, çeşitli ilginç eşyalar, eski paralar, muhtelif silahlar, fosiller ve daha yüzlerce ilginç nesne sahibi Erdoğan Topuz tarafından satılığa çıkarıldı.

1990 yılından itibaren satın alarak biriktirdiği antika koleksiyonunu ekonomik kriz nedeniyle satmak zorunda olduğunu belirten Topuz paramı malımı zamanımı her şeyimi bu müzeyi kurmak için harcadım dedi. Hanönü Belediye binasının zemin katında bulunan Teşhir Salonunu görenler şaşkınlıklarını gizleyemiyorlar. Çok sayıda tarihi eserin bulunduğu Nostalji Müzesi ne yazık ki sahibi tarafından satılığa çıkarıldı. Hanönü`nde yeterli ilgiyi görmediğini belirten Erdoğan TOPUZ anladım ki tarihi eser karın doyurmuyor dedi. Ankara ve İstanbul`da düzenlenen Uluslararası turizm fuarlarında da görücüye çıkan Teşhir Salonu büyük ilgi görmüştü.

Kastamonu Postası, 21.02.2009

Sardis
...1910




15 - 21 Şubat 2009

TEMEL KAZARKEN HAZİNE BULUNDU

Samsun’da bir inşaat temelinin kazısı sırasında paha biçilemeyen Amisos hazinelerine eşdeğer çok sayıda altın tarihi eser bulundu.

Kalkancı Mahallesi’nde arsa üzerinde inşaat çalışması sırasında kepçeyle temel kazılırken yerde çukur oluştu.

Çalışanlar ve kepçe operatörü açılan delikten içeri bakınca büyük bir oda olduğunu görmesi üzerine, Müze müdürlüğüne haber verildi. Yapılan kazıda çok sayıda altın tarihi eser çıktı.
MÖ 2. yüzyılda Hellenistik dönemden olduğu tahmin edilen mezarda, diadem (taç), yüzük, kolye, küpe, koku şişeleri, ender bulunan çömlek tarzı tarihi eserler çıktı.

Türkiye Gazetesi, Haber: Mustafa Döver, 21.02.2009



Atlantis’in koordinatları 31 15’15.53N, 24 15’30.53W şeklinde verildi.

GOOGLE
KAYIP KENT ATLANTİS'İ BULDU

Efsanevi kayıp kent Atlantis'in yerinin bir Google Ocean kullanıcısı tarafından keşfedildiği öne sürüldü.

Dikdörtgen şeklinde olan ve çok sayıda sokak ve caddeleri bulunan, Galler büyüklüğündeki kentin Afrika kıtasının kuzey batı sahilinden 1000 km uzaklıkta, Atlas Okyanusu’nda olduğu ve Kanarya Adaları’na yakın bir yerde bulunduğu kaydedildi.

Atlantis’ in yerini bulan Bernie Bamford ise bölgedeki şekillerin insan yapımı olduğunu iddia etti. 

Milliyet, 21.02.2009

MARDİN'DE 1430 EV YIKILACAK

Mardin Valiliği, Belediye Başkanlığı ve TOKİ tarafından yürütülen ’Eski Mardin Kentsel Yenileme ve Restorasyon Projesi’ hızlandırılıyor.

Proje kapsamında kentte kaçak yapılan ve görüntü kirliliğine neden olan 570’i tamamen, 860’ı da kısmen olmak üzere toplam 1430 bina yıkılacak. Projeye dahil edilenlere TOKİ’den ev verilecek.

Hürriyet, Haber: Adnan Avuka, 21.02.2009

SUALTI TURİZMİNE 'BATIK' DOPİNGİ

Dünyanın ikinci ‘sualtı arkeoparkı’, İzmir’in Karaburun İlçesi’ne bağlı Mordoğan Beldesi’nde olacak. 360 Derece Tarih Araştırmaları Derneği, Ankara Üniversitesi ve İzmir Sualtı Derneği’nin işbirliği, Urla ve Mordoğan belediyelerinin desteğiyle Urla İskele’de yapımı süren arkeolojik tekne de ay sonunda Mordoğan’da batırılacak. Böylece hem sualtı arkeolog adayları için çalışma alanı oluşturulmuş hem de dalış turizminin gelişmesine katkı sağlanmış olacak.

Limantepe Kazı Başkanı Prof.Dr. Hayat Erkanal, MÖ 600’lerde kullanılan ticaret teknelerinin bir benzerini yaptıklarını söyledi, şöyle dedi: “Amatör dalgıçların antik batıklarda çalışma ve araştırma yapması yasal olarak mümkün değil. Buna imkan sağlayacağız.” Mordoğan Belediye Başkanı Ahmet Çakır da, “Beldemizi bilimsel ve sportif sualtı merkezi haline getirmeyi, dünyaya tanıtmayı amaçlıyoruz” diye konuştu.

Milliyet Ege, Haber: Mehmet Emeç, 21.02.2009

YERLİLER MÜZEYİ UNUTTU





Kültürpark içerisinde 2004 yılında açılan İzmir Tarih ve Sanat Müzesi, 3 ayrı binada sergilenen yaklaşık 3 bin taş, seramik ve değerli eserle, meraklılarının ziyaretini bekliyor. Kruvaziyer turizminin gelişmesine paralel olarak müzeye yönelik yabancı turist ziyaretinin arttığını belirten Müze Müdürü Arkeolog Cemil Kanca, buna karşın İzmirlilerin ilgisinin sınırlı kaldığını kaydetti. Kanca, “Müzeyi, 2005 yılında ziyaret eden 14 bin kişinin 4 bin 800'ü, 2006'da ziyaret eden 26 bin 500 kişinin 13 bin 500'ü, 2007'deki 31 bin ziyaretçinin 19 bin'i ve geçen yıl da 32 bin ziyaretçinin 20 bini yabancı turistti. Yerli ziyaretçilerin büyük bir bölümünü ise öğrenciler oluşturuyor” diye konuştu.

Tarih ve Sanat Müzesi'nin “engelsiz müze” olduğunu belirten Kanca, şunları söyledi: “Engelli yurttaşların müzeyi yardım almaksızın rahatça gezebilmeleri için özel rampalar yaptırdık. Ayrıca ilköğretim ve ortaöğretim öğrencilerinin ziyaretleri ücretsiz. Amacımız müze kültürünün toplum kültürünün bir parçası olmasını sağlamak. Fakat halkın genlerinde tarihine ve geçmişine karşı merak duygusu yoksa, biz ne yaparsak yapalım insanların ilgisini müzelere çekemeyiz. Şehrin merkezinde bulunmasına karşın ziyaretçi sayısının İzmir'in nüfusuna göre düşük olduğunu düşünüyorum. Batı ülkelerindeki okullarda 'müzepedagojisi' diye bir ders okutuluyor. Çocuklar küçük yaşlardan itibaren tarih ve ulusal bilinci taşıyarak müzeleri daha farklı anlamlandırıyor. Müzelere hak ettiği değeri vermek açısından çok önemli bir uygulama.”

Müzedeki eserlerin tamamı Batı Anadolu medeniyetlerine ait olmakla birlikte yoğunlukla İzmir'deki geçmiş uygarlıkları kapsıyor. Müzede sergilenen objelerin çok tanrılı din inancını taşıyan paganist kültüre ait olduğunu belirten Kanca, “Eserler Karya, İyonya ve Aeolia bölgesinin eserleridir. Metal, cam, seramik, pişmiş topraktan yapılan eserler, heykeller, 'Ege Teknesi' adını taşıyan gemi maketi, gladyatör ve olimpiyat odaları, Ege açıklarından çıkarılan anforalar sergilenen eserler arasında. Arkaik dönemden Hellenistik döneme dek birçok bir çok obje sergileniyor” diye konuştu.

Cumhuriyet Ege, Haber: Duygu Albayrak, 20.02.2009

VALİLİĞİN TAŞINA BAK





Ankara Valiliği’nin tarihi Ulus binasında iç mekanların alçı panellerle kaplandığı ortaya çıktı. Restorasyon işini TOKİ’ye veren Valilik yetkilileri, tarihi dokuyu gözardı etmediklerini söylerken, alçı panellere gerekçe olarak, "teknik alt yapının yoğunluğunu" gösterdi.

Ankara Valiliği Ulus binasında 2006 yılından bu yana yürütülen restorasyon çalışmalarında son aşamaya gelinirken, iç mekanda duvarların alçı panellerle kaplandığı ortaya çıktı. Mimarlar Odası Başkanı Nimet Özgönül, restorasyon işinin TOKİ’ye verilmesini eleştirirken, şu iddialarda bulundu:

"Önce Avrupa’da daha sonra UNESCO kanalıyla tüm dünyada uygulanan Venedik Tüzüğü’nün önerdiği yöntemler, Türkiye’de başkentin Valilik Binasında göz ardı edilmektedir. İç mekanlarda, taş ve tuğla duvarların her iki tarafı tesisat kanalları gerekçe gösterilerek, geleneksel mimarimizde yer almayan bir malzeme olan alçı panellerle kaplanmıştır. Valilik Binasının onarımı sırasında gerçekleşmesi planlanan uygulamaların sürecinin doğru bir biçimde planlanmamış olduğu da açıktır. Cephede, yağmur suyu oluk sistemi gerektiğinden sonra yapıldığı için, horasan harcıyla yapılan kaba sıvanın pek çok yerde kabardığı ve iklimsel olarak zamanlamanın doğru olmamasından kaynaklanan çatlamaların gerçekleştiği gözlemlenmiştir."

Valilik yetkilileri ise, restorasyon çalışmaları sırasında tarihi dokunun gözardı edildiği iddialarının doğru olmadığını belirttiler. İç mekanların mecburen alçı panelle kaplandığını anlatan yetkililer, elektrik, telefon, internet ve ısıtma sistemleri için gerekli olan kabloların çokluğuna dikkat çektiler. Binanın orjinal haline zarar verilmediğini anlatan yetkililer, yaz aylarında tarihi binanın yeniden kullanıma sunulacağını söylediler.

TOKİ’nin koruma anlayışının kendisini tarihi binada gösterdiğini söyleyen Mimarlar Odası Başkanı Nimet Özgönül, valilik makamını genişletmek adına da tarihi dokuya zarar verildiğini iddia etti. Özgönül, "Üst katta bulunan iki oda arasındaki duvar vali makam odasını genişletmek amacıyla yıkılarak, çelik putrellerle desteklenmiş, bu da aynı mekanın tavanında da asma tavan yapılmasına sebep olmuştur. Makam odasında gerçekleşen mekan genişletme çalışmasında özgünü gösteren bir iz bırakılmamıştır" dedi. Makam odasıyla ilgili iddialara ise yetkililer, şu yanıtı verdi: "Vali Bey’in eski makam odası Atatürk Şeref Odası oluyor. O yüzden valilik için yeni bir oda gerekti. Diğer odalar da küçük olduğundan bir duvarı yıkmak zorundaydık. Ancak, bu yapılırken tarihi dokuya zarar verilmedi."

Hürriyet, 20.02.2009

İZİNSİZ KAZIYA JANDARMADAN SUÇÜSTÜ

Bursa'nın Karacabey İlçesi'nde izinsiz kazı yapan 4 kişi kullandıkları malzemeler ile suçüstü yakalandı.

Edinilen bilgiye göre olay, Karacabey'in Doğla Köyü'nde meydana geldi. H.İ.E isimli şahsın Pilavyediği mevkiinde izinsiz kazı yapacağı ihbarını alan jandarma ekipleri harekete geçti.

Şahısları takip eden jandarma, H.İ.E, B.A, B.Y ve M.K isimli 4 zanlıyı izinsiz kazı yaparken suçüstü yakaladı. Yakalanan şahıslar ile birlikte kazıda kullandıkları 1 jeneratör, adet hilti, 2 seyyar kablo, 2 balyoz, 1 kürek, 1 kazma, 3 murç, 2 çekiç, 1 zincir calaska, 3 manivela, 1 halat ve 1 el projektörü ele geçirdi.

Gözaltına alınan 4 zanlı ifadelerinin ardından serbest bırakıldı.

Bursa Kent Haber, 19.02.2009

KAZI YAPAN 5 KİŞİ SUÇÜSTÜ YAKALANDI

Malatya'da kaçak kazı yaptığı belirlenen 5 kişi, suçüstü yakalandı. Hekimhan İlçesi Yağca Köyü Çayan mevkiinde 5 kişinin kaçak kazı yaptığı ihbarı üzerine çalışma başlatan jandarma ekipleri, olay yerine operasyon düzenledi.

Ekipler, zanlılar E.Y, O.Y, H.B.Y, B.Ö. ve H.Y'yi suçüstü yakaladı. Zanlıların, sorgularının ardından adliyeye sevk edileceği kaydedildi.

Zaman, 19.02.2009

GEVAŞ'TA KAYA MEZAR BULUNDU

Van'ın Gevaş İlçesi'nde öğrenciler, Urartular'a ait 2 katlı 8 odalı kaya mezarı buldu.

İzzeddin Şir Anadolu Lisesi öğrencileri "Tuşba'nın Gök Mezarı" adını verdikleri bir proje hazırladı.

Proje kapsamında yapılan çalışmalarda Van'ın Gevaş İlçesi Bağlama Köyü'nde çalışmalar başladı.

Ermeni mezarlığı sanılan bölgede yapılan kazılarda 2 katlı 8 odalı kaya mezarı bulundu.

Urartulara ait olduğu anlaşılan mezarın krala ya da kral soyundan gelen birine ait olduğu belirtiliyor.

Trt/Haber, 19.02.2009



MİLLET HAN'A RESTORASYON

Malatya'nın Arapgir İlçesi'ndeki tarihi Millet Han'ın restoresine bu yıl başlanacağı bildirildi.

Arapgir Belediye Başkanı Halit Konukçu, yaptığı açıklamada, "Bu hanın aslına uygun olarak restore edilerek turizm amaçlı kullanılması için belediyemiz tarafından 2001 yılında Kültür ve Turizm Bakanlığına restorasyon yapılması için müracaatta bulunduk. Belediyemizin mülkiyetinde olan iş hanı, Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından tescil edildi ve restore edilmesi amacıyla 2006 yılında devrini bakanlığa yaptık. Bu güne kadar iş hanının restore edilmesi amacıyla Kültür Turizm Bakanlığı nezdinde bir çok girişimlerimiz oldu. Restorasyon için gerekli olan Rölöve, Restorasyon ve Restitüsyon projesini de Malatya Valiliği'nden aldığımız 50 bin TL yardım ile belediyemiz tarafından yaptırdık ve Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü'ne sunduk. Projemiz ilgili Genel Müdürlük tarafından kabul edildikten sonra gerekli ödeneğin sağlanarak ihaleye çıkartılması için dosyamız Bakanlık bünyesinde bulunan DÖSİM Genel Müdürlüğü'ne gönderildi. Toplam tutarı 960 bin TL olan projemizin bir an önce ihaleye çıkartılması için Malatya milletvekilimiz Ömer Faruk Öz'ün de destekleri neticesinde, hanın restoresi için 2008 yılına 150 bin TL'lik ödenek çıkartıldı" dedi.

"Bu iş hanının ilçemiz için önemi büyük olup, korunması gereken bir yapı niteliğindedir. Restore işleminden sonra burayı turistik amaçlı olarak, müze, konuk evi, nostaljik alış veriş merkezi olarak değerlendireceğiz" diyen Arapgir Belediye Başkanı Halit Konukçu, tarihi Millet Han'ın restoresine bu yıl başlanacağını kaydetti.

Malatya Haber, 19.02.2009

KÖPRÜ ONARILACAK

Malatya'nın Arapgir İlçesi'ndeki Meydan Köprüsü'nün restorasyon projesinin onaylandığı ve bu yıl restorasyon çalışmalarına başlanılacağı bildirildi.

Arapgir Belediye Başkanı Halit Konukçu, "İlçemiz Osman Paşa Mahallesi Kozluk Çayı üzerinde bulunan geçmişte Sultan Murat yolu olarak da kullanılan Meydan Köprüsü'nün rölöve, restitüsyon ve restorasyon projeleri ihale edilerek Ay Mir Mimarlık Şirketi'ne verilmiştir. Köprünün 26 bin TL'lik proje maliyeti belediyemiz tarafından karşılandı" dedi.

Meydan Köprüsü'nün restorasyon projesinin onaylanması nedeniyle bu yıl ihaleye çıkarılıp restorasyona başlanılacağı kaydedildi.

Malatya Haber, 19.02.2009

ÜÇ BOYUT SIRRI ÇÖZÜLDÜ

Philips tarafından geliştirilen ileri teknoloji ürünü Brilliance iCT sayesinde, çarpıcı 3 boyutlu görüntüler ile 3 bin yılı aşkın süredir tabutta kapalı kalan bir mumyanın sırları ortaya çıktı.

Uzmanların verdiği bilgiye göre 1989’da x ışınları ile tabutun içindeki mumyaya yönelik bir ön çalışma yapıldı.

Mısırlı Meresamun adı verilen Mumya, 1991’de beş saat süren ve bulanık görüntülerin elde edildiği tek kesitli bir tomografi sisteminde tarandı. Ancak bu görüntüler, Meresamun’un çenesinin ve bir parmağının kırık ve boğazında bir kitle olduğunu -muhtemelen guatr- ve gözlerinin üzerinde iki ufak oval taş bulunduğunu ortaya koydu.  Ölüm nedeni kesin olarak bilinmemesine rağmen, uzmanların isteği üzerine 256 kesitli Philips Brilliance iCT tarayıcı ile yeniden yapılan tarama, mumyanın daha önceki taramaların gösterdiği gibi guatr olmadığını, boğazındakilerin dolgu malzemesi olduğunu ortaya koydu.

Şikago Üniversitesi, Radyoloji Profesörü Dr. Michael W. Vannier, “iCT tarayıcı çok karmaşık bir anatomiyi saniyeler içinde ayrıntılı bir şekilde analiz etme olanağı tanıyor.  Mumyanın resimleri olağanüstü; dişlerdeki aşınma izleri, mumyalama kesitinin bariz görünümü, yaşına ilişkin kesin bulgular gibi daha önce belirsiz olan ince ayrıntıları görebildik. Bu sayede 1991’deki ilk bilgisayarlı tomografi taramasıyla ortaya çıkan birçok soru yanıt buldu.” dedi.   

Hürriyet, 19.02.2009

AKM, ARALIK'TA TAMAM

Türkiye'de sanatın en tartışmalı mekanı olan Atatürk Kültür Merkezi'nin (AKM) yenilenmesi konusunda nihayet mutlu sona yaklaşıldı. İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti kapsamında yenilenmesine karar verilerek geçtiğimiz yıl boşaltılan AKM'de ihale sürecine gelindi.

Bu iş içinde ihalesi gerçekleştirilecek mekana ilk kazma mart ayında vurulacak. 2009'un Ekim ayında bazı bölümleri açılacak olan AKM, 31 Aralık'ta kullanıma hazır hale getirilecek ve 2010 Avrupa Kültür Başkenti açılışı bu mekanda gerçekleştirilecek. AKM, 2010'un Mayıs'ından itibarense bütün birimleriyle hizmet verecek. Binaya Boğaz manzaralı bir kafe-restorant ile sanat üretimlerinin satışının gerçekleştirileceği bir mekan da eklenecek.

İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı, ihaleyle ilgili dün müteahhitlik firmalarına yönelik bir bilgilendirme toplantısı yaptı. Toplantıya ajansın yürütme kurulu başkanı Nuri M. Çolakoğlu ile projeyi hazırlayan mimar Murat Tabanlıoğlu konuşmacı olarak katıldı. Cumhuriyet sonrası inşa edilen bir yapı için ilk kez bu çapta bir yenileme çalışması yapıldığına dikkat çeken Çolakoğlu, İstanbulluların hayatının bir parçası olacak bir mekan oluşturacaklarını söyledi.

Mekana mevcut işlevleri koruyarak yeni işlevler ekleneceğini belirten Tabanlıoğlu ise, "Fuaye çok maksatlı olarak kullanılabilecek. Çalışma mekanları günümüzün iftiyaçlarına uygun hale getirilecek. Dış cephesi led teknolojisiyle yeniden düzenlenecek. Bina deprem şartlarına uygun hale getirilecek." dedi.

Toplantıda Devlet Tiyatrosu sanatçısı ve Tiyatro Oyuncuları Derneği üyesi Orhan Kurtuldu'nun iddiaları sonrası gergin anlar yaşandı. Yapılacak değişikliklerin AKM'yi ticarileştireceğini savunan Kurtuldu, AKM'de görev yapan sanat kurumlarının yöneticileri ile sanatçıların bir rapor hazırlayarak ajansa sunduğunu fakat proje aşamasında kendi görüşlerine yer verilmediğini iddia etti. Kurtuldu'ya cevap veren Nuri Çolakoğlu ise proje hazırlanırken AKM müdürü ve Suat Arıkan gibi sanat kurumu yöneticilerinin kendileriyle birlikte çalıştığını söyleyerek, amaçlarının ticari değil İstanbulluları kucaklayan bir mekan oluşturmak olduğunu ifade etti.

Zaman, Haber: Ali Pektaş, 19.02.2009

400 YILLIK TÜRBE ONARIM BEKLİYOR

Oğuzeli İlçesi'nde bulunan 400 yıllık Hacı Hamza Türbesi onarım için ilgi bekliyor. Yıllardır bakımsızlık nedeniyle, dış cephe sıvaları dökülen, derin çatlaklar ve rutubetin duvarlarda oluşturduğu tahribat nedeniyle kötü bir görünüm sergileyen Hacı Hamza türbesi, onarım için ilgi bekliyor.

Oğuzeli sakinlerinden Mustafa Yapıcı, türbenin bu durumu karşısında üzüldüklerini belirterek, "Tarihimize sahip çıkmamız gerekli. Yetkililer daha ne bekliyor. Türbenin her yanı dökülüyor. Türbenin bu halini görünce bizim içimiz yanıyor. Bizler Oğuzeli sakinleri olarak biran önce yetkililerin onarımı yapmalarını bekliyoruz. Hacı Hamza Türbesi yaklaşık 400 yıldır var. Bir çok Hastalığa da şifalar verdiği sanılıyor. Bu türbeden evine bir avuç toprak götüren kişilerin evine akrep gelmediği de yöre halkı tarafından biliniyor" dedi. Vatandaşlar bir dönem kendilerinin onarıma yapmak istediğini ancak tarihi yapıya zarar vermemek için yetkililerin duruma müdahale etmesini beklediklerini söyledi.

Gaziantep 27 Gazetesi, 19.02.2009

769 YIL ÖNCE KAYBOLAN MEZARI ARIYOR

Türkiye, Selçuklu Sultanı Alparslan ve babası Çağrı Bey’in 769 yıl önce Türkmenistan’da kaybolan mezarlarını bulmak için harekete geçti.

Türk Tarih Kurumu (TTK) eski Başkanı Yusuf Halaçoğlu, Başkanlığı döneminde Alparslan ve babası Çağrı Bey’in mezarlarını bulma girişiminde bulunduğunu belirterek, "Bu çalışmaya Kültür ve Turizm Bakanlığı Müsteşarı İsmet Yılmaz ve TTK Başkanı Ali Birinci ile devam ediyoruz" dedi. Halaçoğlu, gelişmeleri Hürriyet’e şöyle anlattı: "Sultan Alparslan doğu seferine çıktığında, Kara Yusuf tarafından bıçaklandı, hayatını kaybetti. Sultan Alparslan’ı Türkmenistan’ın Merv Şehrine babası Çağrı Bey’in yanına gömdüler. Ancak Moğol saldırısı sırasında bu şehir yerle bir edildi. Mezarlar 1240 yılından bu yana kayıp durumda. Mezarlar Rusya tarafından arandı, ama netice alınamadı. Ben TTK başkanlığım döneminde bu mezarların bulunması için girişimlerde bulunmuştum. Şimdi bu girişime devam ediyoruz. Şu anda iki türbe tespit ettik."

Hürriyet, Haber: Meltem Özgenç, 19.02.2009

PICASSO'NUN KADINLARI İLK DEFA YAN YANA





Geçen yüzyılın yetiştirdiği en büyük ressamlardan Pablo Picasso’nun, Londra’daki National Gallery’de 25 şubatta açılacak olan Picasso: Challenging The Past  adlı sergisi, İspanyol sanatçının, her biri hayatının bir dönemini temsil eden ve hayatına damga vuran yedi kadın üzerine yoğunlaşıyor: Fernande Olivier, Eva Gouel, Olga Khokhlova, Marie-Thérèse Walter, Dora Maar, Françoise Gilot, Jacqueline Roque...

Kadınları ve özellikle de yedi sevgilisini “cefa makinesi” olarak tanımlayan Picasso, metreslerinden biri olan Françoise Gilot’ya şöyle demişti: “Benim için iki türlü kadın vardır: Tanrıçalar ve paspaslar”... Rembrandt’dan Goya’ya birçok ressam, hayatlarına girip çıkan kadınların yüzleri ve bedenlerini takıntılı bir biçimde resmetti. Ancak yine de hiçbiri Picasso kadar kadınları istismar etmemiştir.

Picasso’nun, kadınlarını neredeyse iç organlarını boşaltırcasına resmettiği, uzuvlarını bir taraflara çekiştirip, onlarca parçaya ayırıp yeniden birleştirdiği resimlerinde, bu işkenceyi görmek mümkün.

Picasso’nun hayatına giren ve hiçbir önemi olmayan yüzlerce kadın arasındaki, ikisi intihar eden, diğer ikisi tımarhanelik olan söz konusu yedi kadının her biri adeta sanatçının kariyerindeki bir dönemi temsil ediyor.

İlk sevgililerini erken dönemindeki sanatsal anlayışıyla betimleyen, ardından gelen yıllarda sevgilileri değişirken, onun da yaptığı portrelerin değişip kübizme kaydığı görülüyor.

Her aşık oluşunda, çektiği acıyla ayrı şekillenen çizgiler, desenler, renkler ve ortaya saçılan binlerce tablo doğru okunduğunda Picasso’nun sanatsal ilerleyişinin izlerini de temsil ediyor.

Taraf, 18.02.2009

KÜLTÜR YATIRIMI YAPANA, STOPAJ İNDİRİMİ

Kültür Yatırımları ve Girişimlerini Teşvik Kanunu'nda yer alan gelir vergisi stopajı indiriminin uygulanmasına yönelik tebliğ Resmi Gazete’de yayımlanmak üzere Başbakanlığa gönderildi.

Gelir İdaresi Başkanlığının internet sitesinde yer alan duyuruya göre, gelir vergisi stopajı indiriminden, kültür yatırımı ve kültür girişimi belgesi almış kurumlar vergisi mükellefleri yararlanacak.

İndirimin uygulanmasında tam veya dar mükellefiyet esasında vergilendirilmenin bir önemi olmadığı için kamu kurum ve kuruluşlarına ait iktisadi işletmeler, kurumlar vergisi mükellefi olması koşuluyla bu indirimden faydalanacak. Mükelleflerin gelir vergisi stopajı indiriminden yararlanabilmeleri için kültür yatırımı belgesi veya kültür girişimi belgesi almış olmaları gerekecek.

Mükelleflerin ilgili idareye verecekleri aylık sigorta prim bordrolarında bildirdikleri, münhasıran belgeli yatırım veya işletmede çalıştıracakları işçilerin ücretleri üzerinden hesaplanan gelir vergisinin, yatırım aşamasında üç yılı aşmamak kaydıyla yüzde 50’si, işletme aşamasında ise yedi yılı aşmamak kaydıyla yüzde 25’i, verilecek muhtasar beyanname üzerinden tahakkuk eden vergiden terkin edilecek.

Kültür yatırımı belgesi veya kültür girişimi belgesi belirtilen sürelerden daha kısa olması halinde, belgede yer alan süre kadar yararlanılabilecek. Ancak, belgelerde yer alan sürenin daha uzun olması durumunda, indirimden yararlanılacak süre her halükarda yatırım aşaması için üç yılı, işletme aşaması için de yedi yılı aşamayacak.

Gelir vergisi stopajı indirimi, sadece kültür yatırımı ve girişimi belgesi olan yerlerde fiilen çalıştırılan işçilerin ücretleri üzerinden hesaplanacak gelir vergisi açısından geçerli olacak. Bu iş yerlerine ilişkin bordrolarda gösterilmiş olsa dahi, fiilen bu iş yerlerinde çalışmayan işçiler açısından indirimden yararlanılması mümkün olmayacak. Ancak, izin, hastalık ve benzeri nedenlerle fiilen çalışılmaması bu şartın ihlali anlamına gelmeyecek.

GELİR VERGİSİ STOPAJI İNDİRİMİNDE ASGARİ GEÇİM İNDİRİMİ UYGULAMASI

Gelir vergisi indiriminden yararlanan işverenlerce istihdam edilen ücretlilerle ilgili asgari geçim indirimi, Gelir Vergisi Kanununun ilgili maddesi ile Gelir Vergisi Genel Tebliğinde belirtilen usul ve esaslara göre hesaplanacak.

İşçilerin ücretleri üzerinden hesaplanan gelir vergisi esas alınarak terkin edilecek azami tutarlar belirlendikten sonra asgari geçim indirimi tutarı mahsup edilecek.

İNDİRİMİN UYGULANMASI

Gelir vergisi stopajı indiriminden yararlanacak olan mükellefler, ilgili döneme ilişkin verecekleri muhtasar beyannamelerinde, çalıştırdıkları tüm işçilere ait ücret matrahlarını beyan ederek bunlara ilişkin vergilerin tahakkuk ettirilmesini sağlayacak. Gelir vergisi stopajı indiriminden yararlanabilmek için muhtasar beyanname ile birlikte "Kültür Yatırımları ve Girişimleri Teşvikine Ait Gelir Vergisi Stopajı İndirimine İlişkin Bildirim" ile kültür belgesinin tasdikli örneği muhtasar beyanname verilecek.

Kültür belgesinin tasdikli örneği indirimden faydalanmaya başlanılan ilk ay verilecek. Bu bildirimin, muhtasar beyannameyi e-beyanname şeklinde verenler tarafından elektronik ortamda, diğer mükelleflerce kağıt ortamında verilecek.

Gelir vergisi stopajı indiriminden yararlanacak mükellefler, bildirimde yer alan terkine konu olacak vergi tutarını verecekleri muhtasar beyannamenin "Matrah ve Vergi Bildirimi" bölümünde gösterecek.

İndirimden yararlanacak işçi sayısının tespitinde esas alınacak olan belgeler en geç muhtasar beyannamenin verileceği tarihe kadar bu beyannamenin verildiği vergi dairesine, birden fazla vergi dairesine muhtasar beyanname verilmesi halinde ise kurumlar vergisi bakımından bağlı olunan vergi dairesine verilecek.

Belgeli kültür yatırımlarını veya işletmelerini Kültür ve Turizm Bakanlığının izni ile kiralayan veya devralan kurumlar vergisi mükellefleri de, kalan süre için indirim uygulamasından yararlanacak.

Belge sahibi tüzel kişiliğin şirket ana sözleşmesinin, ortaklık statüsü veya yapısının Kültür ve Turizm Bakanlığının izni ile değiştirilmesi hali de kalan süre için indirimden yararlanılmasına engel olmayacak.

Bu çerçevede yatırım veya işletmeyi kiralayan veya devralanların indirimden kalan süre kadar yararlanmaları için, bu durumun Kültür ve Turizm Bakanlığından alınan belgelerle tevsik edilmesi gerekecek.

İndirimin, kültür belgeli işletmelere tanınması nedeniyle Kanunda belirtilen sürelerin tamamlanması halinde işletmeleri devralan kurumlarca indirimden faydalanılamayacak.

Yatırım aşamasında gelir vergisi stopajı indiriminden yararlanan mükelleflerin yatırımlarını işletme aşamasına geçirmemeleri durumunda yararlanılan indirim tutarları kendilerinden tahsil edilecek.

Bu tebliğin yayımından önce kültür belgesi almış olanlar, kültür yatırımı veya girişimi belgeleri kapsamında çalışan azami personel sayısının, Kültür ve Turizm Bakanlığınca belgelerine işlendiği tarihi takip eden aydan itibaren yatırım aşamasında üç yıl, işletme aşamasında yedi yılı aşmamak kaydıyla gelir vergisi stopajı indiriminden faydalanacak.

Tebliğin yayımından önce düzenlenen kültür belgesine azami personel sayısının işlenmiş olması halinde, azami süreler tebliğin yayımından itibaren uygulanacak.

Radikal, 181.02.2009

TARİHİ PAPAZ EVİ, KARS MÜFTÜLÜĞÜ'NE DEVREDİLDİ

Kümbet Cami'nin (Oniki Havariler Kilisesi) yanında bulunan ve mülkiyeti Kars Belediyesi'ne ait olan tarihi eser niteliğindeki Papaz Evi, 25 yıllığına İl Müftülüğü'ne devredildi.

Kars Kaleiçi Mahallesi'nde etrafı avlu duvarı ile çevrelenmiş geniş ve düz bir alanda inşa edilen Kümbet Camii'nin doğusunda yer alan tarihi Papaz Evi, müftülüğe 25 yıllığına tahsis edildi. Ne zaman yapıldığı tam olarak bilinmeyen Papaz Evi, geçtiğimiz yıl belediye tarafından restore edilerek Kültür Evi olarak hizmete açılmıştı.

Evin, Belediye Meclis üyelerinin tamamının oybirliğiyle 25 yıllığına İl Müftülüğü'ne devredildiğini belirten Kars Belediye Başkanı Naif Alibeyoğlu; evin, inanç turizminin önemli bir parçası olacağına inandığını söyledi. Devranılan evi, Kars'ın tanıtımı için kullanacaklarını ifade eden İl Müftüsü Hasan Başiş ise, "Buranın müftülüğe devredilmesinden çok memnun oldum. Burası bir kültür evi, bir kütüphane olacak. Kars'ın tanıtımı ve inanç turizminin önemli bir merkezi olacak." dedi. Yapılan konuşmaların ardından Belediye Başkanı Naif Alibeyoğlu ve İl Müftüsü Hasan Başiş tarafından devir protokolü imzalandı.

Zaman, Haber: Burhan Yıkıcı, 18.02.2009

BAYRAMİÇ'TE TARİHİ ESER OPERASYONU

Çanakkale’nin Bayramiç İlçesi'ne bağlı Pınarbaşı Köyü'nde bir şahsın aracı ile üzerinde yapılan aramada tarihi özelliği olan 7 adet sikke ele geçirildi.

Edinilen bilgiye göre bir ihbarı değerlendiren Jandarma ekipleri Pınarbaşı Köyü'nde F.Y isimli şahsın kullandığı araç ile üzerinde arama yaptı. Yapılan aramada tarihi özelliğe bulunan 7 adet sikke ele geçirildi.

Şüpheli F.Y. Cumhuriyet Savcısının talimatı ile ifadesinin alınmasının ardından serbest bırakılırken, el konulan sikkeler ise değer tespiti için Çanakkale Müze Müdürlüğüne teslim edildi.

Çanakkale Kent Haber, 18.02.2009

YILDIZ SARAY HAREM DAİRELERİ RESTORE EDİLİP TURİZME KAZANDIRILACAK

Osmanlı İmparatorluğu'nun son dönemlerine tanıklık eden Yıldız Sarayı'nın bugüne kadar ziyarete açılamayan harem daireleri, restore edilerek eski ihtişamlı günlerine döndürülecek.

Kültür ve Turizm Bakanlığı İstanbul Rölöve ve Anıtlar Müdürlüğü Yıldız Sarayı Kontrol Amiri restoratör Ahmet Selbesoğlu, Yıldız Sarayı'nın 5 binadan oluşan harem dairelerinin, uzun yıllar Harp Akademileri Komutanlığı'na hizmet verdikten sonra 1978 yılında Kültür ve Turizm Bakanlığı'na devredildiğini söyledi. Selbesoğlu'nun verdiği bilgilere göre, son 20 yılda ödenek yetersizliği nedeniyle sadece dış etkilerden koruma amaçlı restorasyonlar geçiren ve bugüne kadar sadece çatısı, pencereleri ve kapıları onarılan harem daireleri, tarihe kazandırılmayı bekliyor. Topkapı ve Dolmabahçe saraylarının harem dairelerinin aksine bugüne kadar turizme açılamayan Yıldız Sarayı'nın harem dairelerinin restorasyonu için İstanbul İl Özel İdaresi kolları sıvadı. Harem dairelerinin eski ihtişamına kavuşması için İl Özel İdaresi 3 Mart'ta ihaleye çıkacak.

Harem dairelerinin eşyalarının da günümüze kadar ulaşamadığını dile getiren Ahmet Selbesoğlu, eşyaların bir kısmının zaman içinde çeşitli kurumlara verildiğini, bir kısmının Harp Akademileri Komutanlığı'nca götürüldüğünü, bir kısmının da bir dönem saray önüne kurulan bitpazarında satıldığını kaydetti.

Harem dairelerinin orijinal haline getirilip bir müze olarak hizmet vermesini istediklerini kaydeden Selbesoğlu, şöyle devam etti: "Restorasyon sonunda harem dairelerini eski günlerindeki gibi döşeyip cansız mankenlerle cariyeleri canlandıracağız. Müzeyi ziyaret edenlerin dinlenebilecekleri sedirler yapacağız. Ziyaretçilere cariye kıyafetli garsonlar ile çay, kahve, su veya Osmanlı mutfağından spesiyaller ikram edilecek. Duvarlara yerleştirilen ekranlardan harem hakkında bilgi verilecek. Ziyaretçiler hiç dışarı çıkmadan bütün odaları dolaşabilecek."

Selbesoğlu, harem dairelerinin restorasyonunu 2 yıl içinde tamamlamayı düşündüklerini belirterek, 2010 yılının sonuna doğru en az iki binayı hizmete açmayı planladıklarını da sözlerine ekledi.

Kanuni Sultan Süleyman döneminden itibaren av sahası olarak kullanılan ve Yavuz Sultan Selim ile yapılaşmanın başladığı koruluk ve bahçeler içindeki köşk, saray ve çeşitli yapılardan oluşan Yıldız Sarayı, Osmanlı İmparatorluğu'nun son dönemlerine tanıklık etti. Sultan Abdülaziz'in tahttan indirilmesinden sonra göreve gelen Sultan 5. Murad (1876), 92 gün süren saltanat günlerinde Yıldız Sarayı'nda oturdu. Sultan 2. Abdülhamid, padişah olduktan bir sene sonra 1877'de Dolmabahçe Sarayı'nın deniz kıyısında bulunması ve bu sarayın denizden kuşatılması ihtimalini göz önünde bulundurarak bir gece ansızın Yıldız Sarayı'na taşındı. Sarayın yapılaşmasına da bu dönemde başlandı. 2. Abdülhamid, 33 yıllık saltanatında şehir içinde şehir gibi olan bu korunaklı sarayı resmi dairesi ve haremi olarak kullandı. Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulmasıyla Harp Akademileri Komutanlığı'na tahsis edilen Yıldız Sarayı, 1978 yılında Kültür ve Turizm Bakanlığı'na devredildi.

Zaman, 18.02.2009

SURİÇİ BELEDİYESİ

Efendim bildiğiniz gibi asıl İstanbul (nefsi İstanbul) sur içinde kalan bölgedir. Burada pek çok semt ve mahalle vardır (Mahallenin kendi gitti adı kaldı. Havanda su dövmek üzere "mahalle baskısı" konuşulup durdu). Fatih, Aksaray, Vefa, Fındıkzade, Gedikpaşa, Cankurtaran vesaire. İstanbul halkı asırlardan beri bilir bu semtleri, özelliklerini tanır.

Suriçi'ndeki iki belediye (Fatih ve Eminönü) birleşti, "Fatih Belediyesi" ismini aldı. Bu yanlış bir seçimdir. Fatih adı Fatih semtini temsil ve sembolize eder. Suriçi'nde bulunan bütün semt ve mahalleleri kapsamaz. Şu anda ve daha sonra Fatih Belediyesi dediğiniz zaman Fatih semti akla gelir, bu alışkanlık kolay değişmez. Eğer yeni belediyenin adını "Suriçi" koymuş olsaydık; bu isim bütün semtleri kucaklayabilecekti. Yanlış yapılmıştır, ve yanlıştan dönmek de bir erdemdir.

Çok şükür Türkiye ağır da olsa tarihi ile barışıyor. Selçuklu, Osmanlı ve Cumhuriyet Türkiyesi tek bir devlettir, batı Türklüğünü ifade eder. Bu tarihi miras ile iftihar edebiliriz. Ne yazık ki yakın geçmişte redd-i miras ettiğimiz için maziden bize kalan ne varsa onların kıymetini bilemedik. Bu durum çok tartışılmış uzun bir meseledir, burada kalsın.

Başta hükumet olmak üzere, belediyeler ve vakıflar son yılların en büyük imar ve restorasyon faaliyetini başlatmış, sürdürmektedirler. Bu alkışlanacak bir hamledir. Elden geçmesi gereken o kadar çok eser var ki, bu çalışma daha yıllar alır. Alsın, İstanbul'un bütün haşmeti ve zarafeti ile yeniden ayağa kalkması için bu şarttır.

Restorasyon ve imar işleri sırasında yanlışlıklar olabilir, çünkü ince iştir. Bu kounda ilgili merciler birbirleriyle atışacak, tartışacak yerde elbirliği etmeli, doğruyu bulmalıdır. Köstek yerine destek olmanın zamanıdır.

Suriçi İstanbul'u eskimiş, yıpranmış, bakımsız kalmıştır. Yapılacak çok iş vardır. Bunlar önem sırasına göre ele alınmalı, fikr-i takip ile bitirilmelidir.

Bundan önceki yazılarımdan birinde raylı sistemden bahsederken Eminönü-Fatih ve Eminönü-Yedikule tramvaylarının eski güzergah üzerinden yenilenmesinin çok iyi olacağını dile getirmiştim. Bu münasebetle en az Sultanahmet Meydanı kadar önemli olan Beyazıt Meydanı'nın da ele alınmasını, oranın park yeri olmaktan kurtarılmasını teklif etmiştim. Bu projeler elbette ki belediyenin elinde vardır. Bizimkisi malumu ilam ile vatandaşın arzusudur.

Suriçi Belediyesi uzun vadede hizmet ve turizm ağırlıklı bir hedefe yürüyecek. Bu yürüyüşte araç ve insan sayısını en aza indirmek amaç olmalıdır. Suriçi sonunda yeşillikler ve tarihi eserler arasında asude bir mekan olarak temayüz etmeli; aynı zamanda bir alış-veriş ve finans merkezi olmalıdır.

Vatandaşın sezgisi de bu yöndedir.

Bakınız Eresin Oteli tarihi bir bina intibaı veren dış cephesi ile ortaya çıkınca, karşısındaki Hollday-İnn de ön cephesini aynı şekilde yeniledi.

Bakıyorum bazı mağazalar, oteller, dış cephe kaplama ve boyalarını yenileyerek kendilerine eski, tarihi bir hüviyet vermeye çalışıyor. Bu tür uygulamalar her iş yerinin kendi keyfine bırakılmamalı. Suriçi İstanbul'un her semti, her caddesi; binaları-ağaçları-kaldırımları ile tek tek ele alınmalı; sokak veya caddede bir estetik bütünlük sağlanmalıdır.

İsterseniz bu konuda bir misal vereyim. Bakınız bir yanda Beyazıt Camii, bir yanda Üniversite'nin ana giriş kapısı, beri yanda Beyazıt Medresesi (Hat Sanatları Müzesi) onun altında restore edilen Beyazıt Hamamı, karşısında Simkeşhane binası (Halk Kütüphanesi), arkada Hasan Paşa Medresesi ve yanında Sedat Hakkı'nın eli değmiş olan Edebiyat Fakültesi.

Bütün bunlar birbiri ile uyumludur. Uyumsuz olan, tam ortada yer alan İstanbul Üniversite Kütüphanesi'nin modern binasıdır.

Karşıdaki eski Süpürgeciler Çarşısı'nın yer aldığı medrese acilen ele alınmalıdır. Ragıp Paşa Kütüphanesi elden geçmelidir.

Laleli bu bağlam içinde önemli mücevherat, halı, kumaş, konfeksiyon mağazalarının merkezi olmalı, Doğu blokuna iç çamaşırı satan sakil bir semt olmaktan çıkmalı, Aksaray karanlık ve izbe gece kulüplerinden, otellerden temizlenmelidir.

Her semti parlatacak, nezih hale getirecek uygulama neyse ona gidilmelidir. Bu hamle seneler alabilir. Çünkü arzu edilen bir "Müze Şehir" değil, bir "Yaşayan Şehir"dir. Burada nüfus kalitesi, kültür, İstanbullu olma işe karışıyor. İşin en zor tarafı da budur. Çünkü bir mekana sahip olan en başta orada yaşayanlardır.

Bütün bunlar gerçekleşirse sanıyorum Eminönü artık geceleri ıssız bir yer olmaktan çıkar. İstanbullular yeniden yuvalarına döner. Aksini düşünmek istemiyorum. Çünkü aksi şudur: Hizmet ve turizm adı altında Suriçi İstanbulunu üçüncü sınıf bir pavyona çevirmek. Ne korkunç.

Yeni Şafak, Yazı: Mustafa Kutlu, 18.02.2009

130 YILLIK TARİHİ EV MEDENİ YASAYA TAKILDI

Muğla Valiliği’nce 2004’te restore edilerek etnografya müzesine dönüştürülen 130 yıllık Hacıkadızade Evi’nin, içinin boşaltılarak kafe-restoran yapılmasına Kültür ve Turizm Bakanlığı el koydu.

Bakanlık, Saatli Kule Caddesi’ndeki tarihi ev için Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü aracılığıyla ivedi damgalı yazı göndererek inceleme başlattı. Uzmanlar, evin içinde birçok değişiklik yapıldığını fotoğraflarla belgeledi. Ancak, bağış anında tapuya şerh (müze olma şartı) konulmadığından medeni kanuna göre yapılacak herhangi bir işlemin olmadığını bildirildi.

Milliyet, Haber: Ahmet Bayrak, 18.02.2009

KADINLARIN 3 BİN YILLIK DAYAK ÇİLESİ

Gazi Üniversitesi (GÜ) Tıp Fakültesi Öğretim Üyesi Prof.Dr. Zehra Arıkan, mumyalar üzerinde yapılan arkeolojik araştırmaların, kadınların 3 bin yıldır şiddet gördüğünü ortaya koyduğunu belirtti. Kadına yönelik şiddetin geçmişinin çok eskiye dayandığına dikkati çeken Arıkan, “Mumyaların kemik kırıklarını inceleyen arkeologlar, erkeklerdeki kırık oranının yüzde 9-10, kadınlardaki kırık oranının ise yüzde 30-50 olduğunu belirlemiştir” diye konuştu. Arıkan, 2007 verilerine göre dünyada her 3 kadından birinin şiddet mağduru olduğunu, 2 milyon kız çocuğunun fuhşa zorlandığını söyledi. ABD’de 4 milyon kadının fiziksel şiddet gördüğünü kaydeden Arıkan, Irak’ta savaşın ilk yıllarında 20 bin kadına tecavüz edildiğini, Çin’de bir milyon kız çocuğunun, sırf kız oldukları için annelerinin karnındayken öldürüldüğünü anlattı. Eski Roma’da erkeklerin “içki içen, sokakta gezen” eşlerini öldürme hakkı olduğunu söyleyen Arıkan, 1960’lı yıllara kadar kadına yönelik şiddetin görmezden gelindiğini kaydetti.

Türkiye Gazetesi, 18.02.2009

VAKIFLARIN DEPOSU 'DEFİNE' GİBİ

Vakıflar Genel Müdürü Yusuf Beyazıt, Türk Vakıf Hat Sanatları Müzesi deposuna el atınca, tarihin sayfalarından bakmaya doyamayacağımız en seçkin örnekler gün yüzüne çıktı. Çürümeye terk edilen eserler arasında, Hicri 1297 tarihli, altın ve gümüş ipliklerle dival tekniğinde işlenmiş 'Kabe Kapısı Örtüsü" bulunuyor. Genel Müdürlük, Türk Vakıf Hat Sanatları Müzesi'nin yüzyıllık yorgunluğuna ışık tutmak için kolları sıvadı. Depolardaki iki binin üzerindeki eser tek tek ayıklandı. Amerikalı Poll Hepworth ve Nil Baydar, ilgili envanter ve koruma çalışmalarını sürdürüyor. Müzede, halen 300 eser teşhir edilebiliyor. Depo çalışmalarının tamamlanmasının ardından, Türkiye, görsel bir şölene hazırlanacak. Beyazıt, tüm vakıf müzeleri için özel ve özenli çalışmalar yapıldığına dikkat çekti ve kendisinden önce bu işler için bir ödenek ayrılmadığını söyledi. Türk Vakıf Hat Sanatları Müzesi'nde bulunup yeniden yapılanma aşamasında sergilenecek eserlerden bazıları ise belirlendi. Genel müdürlük onarılan eserleri fotoğrafladı ve envantere kaydetti. Bu eserler arasında, Sultan Abdülaziz adına Mısır Hidivi İsmail Paşa tarafından yaptırılan, Hicri 1297 tarihli, altın ve gümüş ipliklerle dival tekniğinde işlenmiş Kabe Kapısı Örtüsü, ayrıca Sultan Murat tarafından yazılmış ve Hicri 1002/ Miladi 1593 tarihli hat levhası ile, Sultan 2. Abdülhamid tarafından ceviz ve gül ağacından yapılmış rahle dikkat çekiyor. Listede Sultan III. Ahmet'e ait özgün bir hat levhası, Mehmet bin İdris'e ait 9-10'uncu yüzyıldan kalma Kur'an-ı Kerim ve tarihi bir Kabe örtüsü daha var.

Sabah, Haber: Hülya Karabağlı, 17.02.2009

IRAK ULUSAL MÜZESİ AÇILIYOR MU?

Irak'ın ABD tarafından işgal edildiği ve Saddam Hüseyin yönetiminin devrildiği süreçte, günlerce yağma ve talana uğrayan Irak Ulusal Müzesi'nin yeniden açılması gündemde. Ancak, hükümet yetkilileri konuyla ilgili çelişkili açıklamalar yapıyor.

Turizmden sorumlu devlet bakanı tarafından yapılan açıklamada müzenin önümüzdeki pazartesi günü açılacağı bildirilirken,  Kültür Bakanlığı yetkilileri, müzenin şu an açılmasının, insanlık mirasının yeniden yağmaya açılması anlamına geleceğini kaydetti.

Kültür Bakanlığı'nın önde gelen yetkililerinden Cabir el Cabiri konuyla ilgili bir açıklama yaparak, 2003 yılında önemli ölçüde tahrip edilen müzede bulunan eserlerin büyük bölümünün envanterinin henüz tutulamadığını ve sergilenmeye hazır olmadıklarını ifade etti.

Turizm Bakanlığı'nın "müzenin açılışıyla ilgili çalışmaların hızla sürdürüldüğü ve açılış davetiyelerinin bile hazır olduğu" yönündeki açıklamasını da değerlendiren Cabir El Cabiri, Turizm Bakanlığı'nın müzeyi açma yetkisinin bulunmadığını, böyle bir açılışın yasalara aykırı olacağını belirtti.

ABD'nin Irak işgali ile ilgili olarak dünya kamuoyunda en yoğun eleştiri aldığı konulardan biri olan Irak Ulusal Müzesi talanı, Amerika'nın imajı açısından önem taşıyor. Ülkeyi terk etmeden önce "yaşamın normale döndüğü" izlenimi yaratmaya çalışan ABD yönetimi için,  yağmalanmasına günlerce izin verdiği müzenin yeniden açılmasının, önemli bir adım olduğu yorumları yapılıyor.
Maliki Hükümeti'nin müzenin açılmasıyla prestij kazanmanın yanı sıra, turizmden gelir sağlamayı umduğu ifade ediliyor.

Mezopotamya halklarının uygarlık tarihine ışık tutan koleksiyonunda, 7 bin yıllık Sümer eserleri gibi paha biçilemeyen parçalar barındıran müze, uğradığı büyük saldırı ve yağmanın ardından yıllardır kapalı bulunuyor.

Yağmanın ardından, müzedeki en değerli parçalar arasında gösterilen Sümerler dönemine ait 7 bin yıllık üç eserin kaybolduğu açıklanmıştı. Sümerlere ait parçalardan bir kısmının daha sonra Peru'da ele geçirilmesi, yağmanın boyutlarını göstermesi açısından dikkat çekici olarak değerlendirildi. 

Sol Haber Portalı, 17.02.2009

BATMAN'DA TARİHİ MAĞARA BULUNDU

Derin bir tarihi geçmişe ve birçok tarihi esere ev sahipliği yapan Batman'ın Kozluk İlçesi'nde tarihi mekanlara bir yenisi daha eklendi.

Kozluk İlçesi'nin sembolü haline gelen tarihi Hazzo (Kozluk) Kalesi'nin hemen altında ortaya çıkan yeraltı mağarası görenleri şaşırtırken, Erzen şehrinden sonra bu mağaranın da ortaya çıkması ilçe halkını heyecanlandırdı.

Hazzo Kalesi'nin güney yönünde, boş bir toprak evin altında, bir metre yüksekliğinde bir girişi bulunan yeraltı mağarasında, üç ayrı oda bulunuyor. Mağaranın nereye kadar uzandığı ve ne amaçla kullanıldığı henüz bilinmiyor.

20. basamağına kadar su basan yeraltı mağarasının sonunda bir yeraltı labirentinin olduğu tahmin ediliyor. Kaynağı belli olmayan su birikintisinin tahliye edilmesiyle gün yüzüne çıkacak olan bu eşsiz eser keşfedileceği günü bekliyor.

Haber Diyarbakır, 17.02.2009

ÇİVİSİ ÇIKAN HEYKEL KALDIRILIYOR

İngiltere’de kamu sanatının en büyük eserlerinden biri olan B of the Bang adlı heykelin, insan güvenliğini tehdit ettiği gerekçesiyle yerinden kaldırılmasına karar verildi.

Manchester Stadyumu’nun dışında bulunan 4 milyon sterlin değerindeki heykel ile ilgili sorunlar, yapımının tamamlandığı 2005 yılından beri devam ediyor. 6 Ocak 2005 tarihinde, heykelin üzerindeki 180 tane çividen 2 metreyi aşkın uzunluktaki bir tanesi düşmüştü. 2006 yılında da bu tip olaylar meydana geldi. Şimdiyse çivilerden 22 tanesi heykelden çıkarıldı. Manchester City Konseyi, heykelin bir depoda muhafaza edilmesine karar verdi. Konsey yaptığı açıklamada, teknik problemler çözüldüğü ve 2 ya da 3 milyon sterline kadar çıkması beklenen fon bulunduğunda projenin yeniden hayata geçirilebileceğini açıkladı. 56 metrelik heykel için bulunabilecek çözümlerden biri ise çelikten yapılmış çivilerin çıkarılarak, çivilerin daha hafif bir materyalle yeniden yapılması... Ancak konsey proje için daha fazla kamu parası harcanmayacağının altını çiziyor. Yapılan açıklamada, eserin yeniden yapıldığı takdirde şu anki yerinde ya da gelişmekte olan başka bir alanda durabileceği belirtildi.

Taraf, 17.02.2009

FETHİYE MÜZESİ'NDEKİ ESERLERİN TAMAMINA YAKINI DEPODA BEKLİYOR

Muğla'nın Fethiye İlçesi'ndeki şehir müzesinde bulunan 20 bin eserin 19 bini yeterli teşhir salonu bulunmadığı için depolardan çıkarılamıyor.

Önümüzdeki günlerde gelecek yeni eserlerle uluslararası müze olmaya hazırlanan Fethiye Müzesi, yaşanan yer sıkıntısına rağmen kazı çalışmalarını aralıksız sürdürüyor.

Fethiye Müzesi'ne bağlı olarak sürdürülen kazı çalışmaları 2 ayrı yerde devam ediyor. Çalışmalar hakkında bilgi veren Fethiye Müze Müdürü İbrahim Malkoç, yapılan kazı çalışmalarında bir müze dolduracak kadar tarihi buluntuya rastlandığını açıkladı. Elindeki eserleri yeterli teşhir alanı bulunmadığı için depolarda saklayan Fethiye Müzesi'nin bünyesine önümüzdeki günlerde yeni eserlerin katılacağı öğrenildi. Alman bir vatandaşından satın alınacak ve dünyanın farklı kültürlerini yansıtan eserlerle birlikte Fethiye Müzesi'nin uluslararası müzeler kategorisinde olacağı belirtildi. Böylelikle müze bünyesinde artık sadece Anadolu toprakları üzerinde değil farklı ülkelerin topraklarından çıkarılan eserler de yer alacak. Fakat elinde bulundurduğu 20 bin 250 tarihi eserin büyük bölümünün depolarda bekliyor olması Fethiye Müzesi'ne yeni bir yer gereksinimini gündeme getirdi.

Zaman, Haber: Fatih Yılmaz, 17.02.2009

AZİZ PAUL MEKANLARINDA ZİYARETÇİ REKORU

İnanç turizmi kapsamında Hristiyanlarca kutsal sayılan Aziz Paul'un doğduğu ve yaşadığı yer olarak bilinen Aziz Paul Kuyusu ve Aziz Paul Anıt Müzesi'nin bulunduğu Tarsus'un, 28 Haziran 2008-29 Haziran 2009 tarihleri arasında Vatikan tarafından hac yeri ilan edildiğini hatırlatan Mersin İl Kültür ve Turizm Müdürü Mehmet Çalışkan, geçen yıldan bu yana bu mekanlara gelen ziyaretçi sayısında rekor artış olduğunu açıkladı.

2007 yılında Aziz Paul Anıt Müzesi'ni 5 bin 738 kişinin ziyaret ettiğini bildiren Çalışkan, 2008'de bu sayının Aziz Paul Yılı ilan edildikten sonra 24 bin 968 kişiye çıktığını söyledi. Aynı artışın Aziz Paul Kuyusu'nda da gerçekleştiğini ifade eden Çalışkan, 2007 yılında 21 bin 11 olan ziyaretçi sayısının 2008'de 40 bin 367'ye ulaştığını ifade etti.

Vatikan'ın 2008 yılını Aziz Paul yılı ilan etmesiyle birlikte hazırlıklara başladıklarını kaydeden Kültür ve Turizm Müdürü Çalışkan, RIS Platformu tarafından gerçekleştirilen 37 maddelik eylem planının Valilikçe uygulanmaya devam ettiğini belirtti. Çalışkan, "Aziz Paul Yılı 21 Haziran'da Aziz Paul Kuyusu'nda Vatikan'dan gelen kardinallerin katılımıyla yapılan bir törenle başlamış ve yıl boyunca değişik etkinliklerle sürmüştür. Bakanlığımızın desteğiyle 6 dilde Aziz Paul kitapçıkları bastık ve dağıtımına devam ediyoruz. Yanı sıra fotoğraf sergileri, paneller ve daha birçok etkinlik geçen yıl boyunca sürdü, bu yıl da sürecek. En son olarak da 19 Ocak 2009 tarihinde Tarsus'un Sucular Köyü'nde 'Hoşgörü Ormanı' dikimini gerçekleştirdik. Yurtdışında fuarlara katılıyoruz, şu ana kadar 8 tane fuara gittik" dedi.

Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın yabancı medya mensuplarına yönelik ülkemizi tanıtım amacıyla düzenlediği gezilerde Tarsus'a da yer verdiğini açıklayan Çalışkan, 16-24 Şubat tarihleri arasında ülkemize gelecek Napoli Kardinali ve aralarında turizmcilerin de bulunduğu 47 kişilik grubun gezisinde  Tarsus'a da uğrayarak Aziz Paul Anıt Müzesi'ni ve Aziz Paul Kuyusu'nu ziyaret edeceklerini kaydetti. Çalışkan, "Dünyanın en çok okunan gezi dergilerinden GEO editorü ve ekibi de Bakanlığımızın davetiyle 7 Mart'ta Mersin'e geliyor." diye konuştu.

Turizm Habercisi, Haber: Özlem Kapar, 17.02.2009

EĞİL KALESİ TURİZME AÇILIYOR

Diyarbakır'ın Eğil İlçesi'nde bulunan Eğil Kalesi'nin restorasyon çalışmalarına başlandı.

Eğil Kaymakamı Memduh Tura'nın girişimleriyle 28 Mayıs 2008 tarihinde Diyarbakır Valisi Hüseyin Avni Mutlu, birçok ilgili il ve bölge müdürlüklerinin ve Dicle Üniversitesi öğretim üyelerinin katılımıyla ilçede düzenlenen 'Turizm Eylem Planı' toplantısı sonucunda başlayan Eğil (Asur) Kalesi restorasyon çalışması Valiliğin katkıları ve Kaymakamlığın çabalarıyla ilk meyvesini verdi.

Valilik İl Özel İdaresi'nin belediyelere ayırdığı bir fondan Eğil Kalesi'nin ön restorasyon ve hafriyat çalışması için bir denek ayrıldı. Yakın bir dönem içerisinde başlayacak olan çalışmalarla Eğil (Asur) Kalesi'nin eski doğal görünümüne kavuşması yolunda ilk ve önemli adım bu yolla atılmış olacak.

Eğil için önemli bir yere sahip olan kalenin ön restorasyon çalışması, 'Ziyaret Mevki Çevre Düzenlenmesi' çalışmalarından sonra 'Turizm Eylem Planı' toplantısının ikinci büyük sonucu olarak değerlendirilirken vatandaşlar Eğil Kalesi'nin turizme açılmasından son derece mutlu olduklarını söylediler.

Haber Diyarbakır, 17.02.2009

DİNOZORLARIN KAYIP HALKASI ARJANTİN'DE BULUNDU





Arjantin'in kuzeybatısındaki Ischigualasto-Vallee de la Lune parkında, etoburlarla otoburlar arasındaki bağlantının kayıp halkasını oluşturan, hem et hem de ot yiyen bir dinozora ait kalıntılar bulundu.

San Juan Doğal Bilimler Müzesi Müdürü Oscar Alcober, dinozorların 228 milyon yıl önce yaşamış olduğu bölgedeki keşifle ilgili açıklamasında, ''bu hem ot hem de et yiyen bir dinozor, yani etobur dinozorlarla otobur dinozorlar arasındaki kayıp halka, dinozorlar tarihi için çok önemli bir parça'' dedi.

Amerikan bilim dergisi Plos One'ın internet sitesinden de yayımlanan keşfin 2006'da yapıldığı belirtilirken, Alcober, ''bu keşfi bilim toplumunun desteğini alabilmek için bu şekilde duyurmaya karar verdik'' dedi.

Dünyanın en büyük otobur dinozoru 1989'da Arjantin'in güneybatısındaki Neuquen eyaletinde bulunmuş ve ''Argentinosaurus Huinculensis'' olarak adlandırılmış, dünyanın en büyük otobur dinozoru da aynı eyalette 1993'te bulunmuş ve ''Giganotosaurus Carolinii'' adıyla tanımlanmıştı.

Kayıp halkaya da, Yunancada hem et hem ot yiyen anlamındaki ''panphagia'' ile birinci anlamına gelen ''protos'' kelimelerinin birleştirilmesiyle ''Panphagia Protos'' adı verildiğini belirten Alcober, ''Panphagia Protos''un çene yapısını incelediklerinde daha güçsüz olduğunu ve e oburların çene yapısı gibi olmadığını gördüklerini söyledi.

Alcober, bilim adamlarının dinozorun iskeletinin yüzde 45'ini bulabildiğini ve bulunan parçalar arasında dev canlının vücudunun her yerine ait örneklerin yer almasının da bilgi bakımından bir zenginlik oluşturduğunu, iskeletin yeniden yapılmasını kolaylaştırdığını da sözlerine ekledi.

Sabah, 17.02.2009

FOSEPTİKTEN TARİH ÇIKTI





Muğla Milas’ın Damlıboğaz Köyü’nde arkeolojik sit alanı olan 317 no’lu parselde foseptik çukuru açmak isteyen Mehmet Çoban’ın müze gözetimiminde başlayan kazısı, önemli tarihi eserlerin bulunmasını sağladı.

MÖ 740 yıllarına tarihlenen 2 oda mezar ortaya çıkarılırken, 52 envanterlik eser de Milas Müzesi’ne götürüldü. 32 pişmiş toprak kapla birlikte kraterler, kandiller, fincanlar, bardaklar, amfora, bronz takılar ve iki adet aryballos da bulunan eserler arasında yer aldı.





Arazi sit alanında olduğundan müze uzmanı gözetiminde yapılan 17 Aralık 2008’deki foseptik kazısında tarihi eserlere rastlandı. Tarihi eser çıkınca müze uzmanları kazıyı devraldı. Milas Müzesi yetkililerinin verdiği bilgiye göre, iki açma yapıldı. Kuzey açmasında yaklaşık olarak 1.5 metre derinliğe inildiğinde, kayaç üzerinde bir oyuk belirlendi ve oyuğun iç kısmının bir oda mezar olduğu anlaşıldı. Yaklaşık 15 metre doğudaki ikinci açmada ise 2 metre derinlikte yine bir oda mezara rastlanması üzerine foseptik çukuru kazılarına derhal son verilerek, Jandarma Komutanlığı ve Müze Müdürlüğü ile irtibata geçilerek alan koruma altına alındı. Bir gün sonra gerekli izinler alındıktan sonra kurtarma kazısına başlandı. İki mezarda da çok sayıda iskelet olduğundan, mezarların uzun süreli kullanıldığı anlaşıldı. 

Mezar odasında üç tarafı, yan yana sıralanmış ve kayrak taşından yapılmış 14 kline (ölü yatağı) tespit edildi. Bulunan bir başka kline üzerinde, kremasyon (ölü yakma) yapılmış kemikler ortaya çıktı. Klineler üzerinde, mezar odasının ilk bulunduğu haliyle 32 adet pişmiş toprak kap olduğu görüldü. İlk belirlemelere göre, söz konusu kapların Geç Geometrik Dönem’e (MÖ 740-700) ait olduğu düşünülüyor. Ölü gömme ritüelleriyle ilişkili olan bu kaplar, formları itibariyle çeşitlilik ve zenginlik gösteriyor.






Milas Müze Müdürlüğü konuyla ilgili şu bilgilere yer verdi: “1 No.’lu oda mezar içerisinde, koridor duvarının güneybatı köşesine yerleştirilmiş, yaklaşık 50 cm. yüksekliğindeki iki adet ayaklı krater, hem bezemeleri hem de özgün kulp formlarıyla, Geç Geometrik Dönemi son derece iyi yansıtan önemli eserlerdir.
Klineler üzerindeki toprak temizlenirken, yine çok sayıda pişmiş toprak kabın yanı sıra,  bronz takılara da rastlanmıştır. Yine Geç Geometrik Dönem’e ait olduğu düşünülen bu bronz objeler arasında, çok sayıda fibula parçası, 6 adet halka biçimli obje, kemer tokası, bilezik ve yüzük bulunuyor.
Ancak bronz eserler, nemli ortamda bulunduklarından korozyona uğramışlardır ve kötü durumdadırlar. Kazı çalışmalarına devam edilmektedir.”

Milliyet, Haber: Ömer Erbil, 17.02.2009

KAYIP TABLO BULUNDU

Papua Yeni Gine’nin en önemli sanatçılarından biri kabul edilen Mathias Kauage’a ait bir tablo Londralı sanat tüccarı Rebecca Hossack’e gönderildi. Tablo, daha önce yapılan bir müzayedenin ardından kaybolmuştu.

Rebecca Hossack, tabloyu 20 sterline satın alan bir adam tarafından telefonla arandı. Kendisine gönderilen tablonun binlerce sterlin değerinde olduğunu düşünen adam, paket üzerindeki etikette adı olan Hossack ile irtibata geçti. Hossack, “Ne kadar sinirlendiğimi anlatamam, bu inanılmaz bir şey. Paketin üzerinde ismim yazıyor, öyleyse tablo nasıl müzayedeye gidiyor? Dört ay boyunca tabloyu aradım. Hayatımda bu kadar beceriksizlik görmedim” diye konuştu.
Royal Posta Servisi ise konuyla ilgili bir soruşturma yürüttüğünü ancak resmin açık arttırmaya nasıl geldiğini anlayamadıklarını söyledi.

Taraf, 17.02.2009

MARDİN'DE RESTORASYON ÇALIŞMALARI DEVAM EDİYOR

Mardin'in sorunları Kent Konseyi tarafından masaya yatırıldı. Her yıl binlerce yerli ve yabancı turistlerin gezdiği Mardin'in çözüm bekleyen sorunlarının ele alındığı kent konseyi toplantısı belediyede yapıldı.

Belediye Başkanı Metin Pamukçu'nun başkanlığında toplanan Kent Konseyi üyeleri, çözüm bekleyen sorunları ana başlıkları ile tek tek ele aldı. Yaklaşan turizm sezonu öncesinde ortaya konulan sorunların irdelendiği toplantıda, UNESCO ile ilgili yapılan çalışmalar, Mardin Artuklu Üniversitesi ile ilgili yapılan çalışmalar ve Artuklu Üniversitesi Vakfı'nın kuruluş çalışmaları dile getirildi.

Metin Pamukçu, turizm potansiyelinin arttırılmasına yönelik, Mardin kelesinin onarımı ile ilgili yapılan son çalışmaları gözden geçirdiklerini belirterek, 2009 yılı tarihi kentin aslına dönüştürmek için restorasyonları hızlandırdıklarını söyledi.

Pamukçu, "Mardin'deki tarihi çeşmelerin envanterinin çıkarılıp onarılması, Mardin'deki Abbaralar (yaya metroların) envanterlerinin çıkarılıp onarılması, küresel ısınmaya karşı alınacak önlemleri toplantıda dile getirdik." dedi.

Turizm Gazetesi, 16.02.2009

ROMA İMPARATORLARI DEPO NÖBETİNDE





Burdur Ağlasun’da sürdürülen Sagalassos Antik Kenti kazılarında ortaya çıkartıldığında dünyada büyük yankı uyandıran Roma imparatorları Hadrian ile Marcus Aurelius’un heykelleri sergilenecek yer olmadığı için Burdur Arkeoloji Müzesi deposunda bekletiliyor.

Sagalassos’ta yaklaşık 17 yıldır devam eden kazı çalışmalarında önceki yıl bulunan Hadrian’ın dev boyutlardaki heykeli, Türkiye’den önce 24 Temmuz - 26 Ekim 2008 arasında Londra British Museum’da sergilendi. Serginin ardından 7 Kasım 2008’de tekrar Burdur Arkeoloji Müzesi’ne teslim edilen heykel, müzedeki yer sıkıntısı nedeniyle depoya kaldırıldı.
2008’deki çalışmalarda da, Roma’yı yöneten Marcus Aurelius’un heykeli bulundu. Heykelin bulunmasını, ünlü Amerikan Archeology dergisi “2008’in en önemli 10 arkeoloji olayı” arasında gösterdi.
Yer sıkıntısı nedeniyle depolarda bekletilen eserleri sergilemek için arayış içinde olduklarını söyleyen Arkeoloji Müzesi Müdürü Hacı Ali Ekinci, müzenin yanındaki belediyeye ait alanla ilgili olarak Antalya Rölöve ve Anıtlar Müdürlüğü’nce hazırlanan projenin bitmesini beklediklerini söyledi. Ekinci, projenin bitmesiyle, yeni yapılacak bölümde imparatorların heykelleri ile diğer  eserlerin sergileneceğini belirtti. 

İmparator Marcus Aurelius, MS 161 ile 180 yılları arasında Roma tahtına oturan ‘Beş İyi İmparator’dan sonuncusu sayılıyor.
Aurelius’un son günleri Oscar ödüllü ‘Gladyatör’ filmine de konu olmuştu.

Milliyet, Haber: Onur Özkan, 16.02.2009

GÖLHİSAR'DA TARİHİ ESER OPERASYONU

Burdur'un Gölhisar İlçesi'nde tarihi eser kaçakçılarına yönelik düzenlenen operasyonda 2 kişi gözaltına alınırken, çok sayıda tarihi eser ele geçirildi.

Edinilen bilgiye göre, bir ihbari değerlendiren İl Jandarma Komutanlığı ekiplerinin İbecik beldesinde yaptığı operasyonda, 1 taş insan başı heykeli, 1 mermer insan başı heykeli, 1 üzerinde insan figürü olan çanak heykel, 1 çanak insan başı heykeli, 4 yüzük, 6 metal takı, 5 süs eşyası, 2 bakır levha, 4 altın sikke, 59 metal sikke ve 2 gümüş sikke ele geçirilirken, Rasim T. (37) ve Bayram P. (36) gözaltına alındı. Tarihi eser kaçakçılığı yaptıkları belirtilen Rasim T. çıkarıldığı mahkemece tutuklanırken,

Bayram P. ise tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı. Olayla ilgili soruşturma sürüyor.

Burdur Kent Haber, 16.02.2009

PADİŞAH VE ŞEHZADE TÜRBELERİ ORTADA KALDI

İstanbul'daki Osmanlı padişahları, şehzade ve valide sultanlarına ait 118 türbenin 99'u ziyarete kapalı. Türbeler Müze Müdürlüğü'ne tahsis edilen 29 güvenlik görevlisinin ödenek yetersizliği yüzünden geri çekilmesi ile açık türbe sayısı 19'a düştü.

Hatice Turhan Sultan, Kanuni Sultan Süleyman, Hürrem Sultan ve Sultan II. Mahmut'a ait Türkiye'nin en büyük türbeleri de güvenlik kaygısı ile kapatılanlar arasında. Söz konusu tarihi mekanlara restorasyona alınan Yavuz Sultan Selim ve I. Abdülhamid türbeleri de eklendi. 118 türbe için müdürlüğe sadece 10 güvenlik görevlisi tahsis edildiğini belirten Türbeler Müze Müdürü Hayrullah Cengiz, türbelerde hırsızlık yapılmasın diye çareyi kapıları kilitlemekte bulduğunu söyledi. Cengiz'e göre şu an 31 güvenlik görevlisi gerekiyor. Bu kişilerin aylık masrafı ise 25 bin lira. Cengiz bu ödeneğin, 2010 Kültür Ajansı'ndan sağlanabileceğini kaydediyor. Türbelerin büyük kısmının vakfa sahip olduğunu hatırlatan Cengiz, "Bu vakıflar gelirlerinin bir kısmını türbe için ayırıp Kültür Bakanlığı ile yapacağı protokol ile bize aktarabilir. Güvenlik görevlilerin maaşlarını ödeyebiliriz." önerisinde bulunuyor.

İstanbul Büyükşehir Belediyesi Mezarlıklar Müdürü Adem Avcı ise 30 Aralık'ta güvenlik firması ile yaptıkları anlaşmanın bittiğini, yeni yapılan anlaşmada da Türbeler Müze Müdürlüğü için bir plan hazırlamadıklarını bildiriyor. Güvenliği Türbeler Müze Müdürlüğü'nün sağlaması gerektiğini ifade eden Avcı, kendilerinin 540 güvenlik görevlisi çalıştırdıklarını söylüyor. Tüm Özel Güvenlikçiler Derneği Yönetim Kurulu Başkanı Serkan Kaya da Osmanlı'nın yaşayan manevi değerlerine yardımcı olmak için her türlü inisiyatife hazır olduklarını ifade ediyor. Ancak Kaya, sadece Mezarlıklar Müdürlüğü'nde yüzlerce güvenlik görevlisinin çalıştığını hatırlatarak, burada devletin türbeler için daha hassas olması gerektiğini belirtti.

Zaman, Haber: Arif Bayraktar, 16.02.2009

"DEDEMİN RESMİNDEN TREN YOLU GEÇİRTMEM"





Fransız post-empresyonist ressam Paul Cézanne’ın neredeyse bir ömür boyu resmettiği Sainte-Victoire Dağı Yolu’ndan geçirilmesi planlanan ray sistemi, Cezanne’ın ailesinin tepkisine yol açtı. Cézanne’ın modern sanat uzmanı olan torunu Philippe Cézanne, yaşasaydı büyükbabasının hayatı boyunca onlarca kez resmettiği Saint-Victoire Dağı’ndan tren geçmesi karşısında dehşete düşeceğini ifade etti.

Philippe Cézanne yaptığı açıklamada, “Saldırıya uğramış gibi hissediyorum. Modernitenin belli dayatmaları olduğunu biliyorum ancak bazı şeylerin de muhafaza edilmesi lazım. Cézanne’ın ruhu bu dağlarda. Yapılacak hızlı tren, bu pitoresk alana kanlı bir kılıç darbesi gibi inecek” dedi.

Başkent Paris ile Nice arasındaki beş buçuk saaatlik yolculuk süresini dört saate indirmek amacıyla yapılacak olan tren yolunun 2020 yılında tamamlanması bekleniyor. Daha uzun süreceği ve daha pahalı olacağı gerekçesiyle yolun, dağın güney bölgesinde bulunan Marsilya ve Tulon’dan geçirilmesinden vazgeçildi. Hükümetin son açıklamasına göre, ray sisteminin dağın kuzeyinden geçerek Nice’e ulaştırılmasına karar verildi.

Bunun üzerine Aix-en Provence tren istasyonunda biraraya gelen yaklaşık beş bin kişi, “Cézanne yardım et, bunlar çıldırdı” yazan pankartlarıyla kararı protesto etti. Protestocular arasında trenin yapılacağı sahada üzüm bağları olan bağcılar da vardı.

Yaşadığı dönemde doğum yeri olan Jas de Bouffan’da küçük bir tren istasyonu kurulması üzerine tüm öfkesini tuvaline yansıtan Cézanne, 1873 tarihli çalışmasında Sainte-Victoire Dağı’nın uzaktan görünüşünü resmederken, yakın plana da dağdan geçen tren yolunu çizmişti. Takıntılı bir biçimde Sainte-Victoire Dağı’nı çizen Cézanne’ın 44 yağlı boya, 43 sulu boya olmak üzere 87 tane Sainte-Victoire Dağı Yolu tablosu bulunuyor.

Aynı dağın hiç resmini yapmayan ancak kuzey eteklerinde kendine bir şato alan modern sanatın bir başka önemli ismi Pablo Picasso, “Cézanne’ın Sainte Victoire’ını aldım” demiş, galericisinin “Hangisi?” şeklindeki sorusuna ise “Orijinali” cevabını vermişti.

Taraf, 16.02.2009

DAMIEN HIRST'E MEYDAN OKUYORLAR

Çağdaş sanatın büyük isimlerinden İngiliz sanatçı Damien Hirst, telif hakları konusundaki katı tutumuyla meslektaşlarını kızdırdı.

Cartrain takma adlı bir sanatçının, For the Love of God adlı eserinin fotoğrafını kolajlarında kullanarak internette satışa çıkarmasına sinirlenip telif haklarını koruyan Design and Artists Copyright Society’ye başvuran Hirst’ün bu tavrı sanat dünyasında şok etkisi yaptı.

Aralarında, Sex Pistols grubunun God Save The Queen albümünün kapağını tasarlayan ve II. Elizabeth’i dudaklarında bir çengelli iğneyle resmeden ünlü kolajın yaratıcısı Jamie Reid ve eski KLF (Kopyright Liberation Front) üyesi Jimmy Cauty’nin de bulunduğu bir grup sanatçı,internet sitesinde yayınladıkları elmas kafatası replikalarının satışıyla 20 milyon sterlin elde etmeyi hedefliyor.

Konuyla ilgili açıklamada bulunan Cauty, “Cartrain’in aksine avukatlar bizi korkutamaz ve eğer bir mahkeme emri çıkarsa bunu da, basit bir şekilde, ifade özgürlüğü zemininde duymazlıktan geliriz” şeklinde konuştu.

Taraf, 15.02.2009

İŞADAMLARI TARİHİ ESERLERE SAHİP ÇIKTI

Vakıflar Genel Müdürü Yusuf Beyazıt, yurt dışına kaçırılan üç çini pano, şamdan, kabe örtüsü, tarihi levha ve çok parçalı çiniden oluşan yedi tarihi eserin, bazı işadamlarınca yurt dışındaki müzayedelerde takip edilerek satın alındığını ve kendilerine iade edildiğini açıkladı.

Beyazıt, yurt dışına kaçırılan eserleri çok sıkı takip ettiklerini belirterek, "Çok sayıda eseri getirmeyi başardık" dedi.

Hürriyet, Haber: Meltem Özgenç, 15.02.2009

BACON'IN TABLOSU ELDE KALDI

Francis Bacon’ın müzayedede 6 milyon sterline satılması beklenen Man in Blue VI adlı tablosu alıcı bulamadı.

Francis Bacon’ın Man in Blue VI adlı tablosu 1954 tarihinde yapılmış, yedi resimlik bir serinin parçasıydı. Londra’da bulunan Christie’s müzayede evinde yapılan açık arttırmada teklifçiler istenen ücrete çıkamadıkları için tablo satılamadı. Christie’s’in sözcüsü tablonun sonradan özel bir açık artırma ile satılabileceğini söyledi. Basın sözcüsü, “Eserin satılmaması için kredi sıkışmalarını suçlayabileceğimizi sanmıyorum. Bu, oldukça akademik bir parça. Koleksiyoncular tabloya satıştan önce de sonra da büyük ilgi gösteriyordu, eninde sonunda alıcı bulacaktır” açıklamasında bulundu.
Uzmanlar eserin alışılmışın dışında olduğunu iddia ediyor, çünkü Bacon bu tabloyu genellikle yaptığı gibi fotoğraftan değil canlı modelden çalışmış. 
Geçen yıl benzer bir Bacon tablosu 26.3 milyon sterline alıcı bulmuştu. Mayıs ayında New York’ta yapılan bir müzayedede ise bir Bacon başyapıtı 86.3 milyon dolara satılarak rekor kırmıştı.

Taraf, 14.02.2009

SOTHEBY'S'E GÖRE 'MAL' AMA BİZE GÖRE 'SANAT'




Sotheby's katalogundaki Hüseyin Alptekin imzalı eser


4 Mart'ta yapılacak olan Sotheby's Türk sanatı müzayedesi hakkında yapılan toplantıda "Malı nereden alacağını bilmeyen yabancı kolektörün ayağına malı götürüyoruz" demesi tartışılıyor: "Sanat eseri 'mal' mıdır, yoksa bir kültür değeri midir?" sorusu herkesin dilinde..

Sevgili okurlarım, gündem yoğun, kulaklarımız açık, eh, ben de hemen sanat camiasının dedikodu ajandasına geçeyim. Bir kere geçen haftanın sürpriz daveti, Urban Cafe'de yazar Mahir Öztaş'ın yeni romanı adına düzenlendi. Bildiğimiz gibi Öztaş'ın yeni kitabı, Koparılmış Topraklar başlığını taşıyordu. .Efendim, gelelim sanat aleminin halet-i ruhiyesine: Bizim WHW, yani İstanbul bienalinin dört hanım küratörü, İstanbul'dan sonra Ankara'ya sanatçı keşfine gitti. Bienal tarihi bu kadar çalışkan ve hareketli bir küratör ekibi bugüne kadar görmedi. İstanbul'daki atölyeleri ziyaret ettikleri gibi şimdi de Ankara ve İzmir'e gidiyorlarmış. Bravo doğrusu... Bunun yanı sıra, Sothebys'in Londra'da 4 Mart'ta gerçekleştireceği Türk Çağdaş Sanatı Müzayedesi'nin katalogunun ve basın toplantısının yarattığı yankılar tüm şiddetiyle sürüyor. Ateşli geçtiğini duyduğum ve sanat yazarlarının sert sorularına maruz kalan Sotheby's Ortadoğu Stratejik İş Geliştirme As Başkanı Ali Can Ertuğ'un, gündelik gazetelerde çıkan açıklamaları karşısında ben de tıpkı basın toplantısına katılan sanat gazetecileri gibi şaşırıp kaldım. En çok da, Sotheby's yetkililerinin, müzayedede satılacak eserlere, 'mal' ya da 'parça' demesine... Öte yandan Ali Can Ertuğ'un ifadesiyle, "malın yabancı kolektörün ayağına gitmesi kolaylığı", Sotheby's müzayedesinden yerli pazarın çıkarması gereken en büyük ders... Eğer yerli galericiler ve yerli piyasanın diğer aktörleri uluslararası satış yapmak istiyorlarsa, Sotheby's'in Türkiye'de ofis kurarak çözdüğü yurtdışına eser çıkarma ve satış sırasında yaşanan sorunları bir an önce çözmeli... Bu da hem Kültür Bakanlığı'ndan, hem de Sanayi ve Ticaret Bakanlığı'ndan, sanat eserleri için de geçerli olan, daha önce de yazdığım yüzde 18'lik verginin düşürülmesini talep etmek demek...

Eğri oturup doğru da konuşalım bakalım: Sotheby's İstanbul'daki yeni ofisi sayesinde yurt dışındaki kolektöre, Türkiyeli sanatı vergi ve bürokratik süreçlerden muaf pazarlayabilecek.... "Müzayedede niye yokuz" diye şikayet etmek yerine Sotheby's yetkilileri tarafından "esnaf" olarak adlandırılan yerli galerici ve müzayede evleri Türkiye sanatını yurtdışında çıkarırken yaşanan tüm vergili, karneli, uzun süreli engelleri ortadan kaldırmak üzere harekete geçmeli... Bu arada, geçen haftaki Hüseyin Alptekin yazım hedefine ulaştı desek, yeri. Meğer, Alptekin'in tüm kütüphanesi Platform Garanti tarafından satın alınmış, kataloge edilmiş. Özel bir bölüm olarak da kamuya açılmış! Bu konudaki yazımdan sonra Platform Garanti Güncel Sanat Merkezi Yönetmeni Vasıf Kortun'dan 'Sayın Hanımefendi' hitabıyla nazik bir düzeltme talebi geldi. Kortun'un bana aktardığı bu hayırlı düzeltme talebine ne denli sevindim, sizinle anlatamam. Bu yüzden devamını hemen aktarayım: Alptekin'in topladığı biletten sabuna ve fotoğraflara dek uzanan bir çok obje altı aydır taranmakta, bir veri tabanında organize edilerek birleştirilmekte ve araştırmacılara açılmak üzere hazırlanmaktaymış. Hakkında çıkmış olan ve kendisinin yazdığı her yazı kayda alınmış, araştırmacılara açılacakmış. Kaybolan ve yıpranan işleri yeniden üretiliyormuş. Diğer işleri depoya alınmış ve korunuyormuş. Ve gelen en büyük haber ise şu: 30 Nisan'da Lille 3000 bünyesinde Platform Garanti işbirliğiyle büyük bir sergisi gerçekleştiriliyormuş. 2010'a yetiştirilen Platform Müzesi'nin açılış sergisi Hüseyin Alptekin sergisi olacakmış. Alptekin'le ilgili kitabı Kortun'un yazıp yazmadığı konusunda hala bilgim olmasa bile, olanlar sevindirici!

Sabah, Yazı: Adalet Cingöz, 14.02.2009

GAZİMİHAL KÖPRÜSÜ YENİLENEREK AÇILDI

Edirne-Kapıkule yolu üzerinde bulunan Gazimihal Köprüsü, restore edilerek hizmete açıldı. 31 Ekim 2008 günü trafiğe kapatılarak onarıma alınan tarihi köprü, çalışmaların tamamlanmasının ardından faaliyete geçti. Restorasyon çalışmalarında 700 metreküp beton, asfalt ve toprağın temizlendiği belirtildi.

16 kemerden oluşan ve 181 metre uzunluğundaki tarihi köprünün zemini yenilendi. Edirne Valisi Mustafa Büyük, "Gazimihal Köprüsü, ismiyle ve kendisiyle meşhur bir köprümüz. Camiyle, hamamıyla ve çevresiyle tarihte de önemli bir köprü olarak görev yapmıştır. Biz de şimdi retorasyonunu tamamlayarak kamu hizmetine açıyoruz." dedi. Şu anda köprüyü araç trafiğine açtıklarını kaydeden Büyük, üzerinden alınan malzemeler sonrası yükü azalan köprünün yenilendiğini, güçlendiğini ve ömrünün uzadığını vurguladı.

Zaman, Haber: Kadri Kılıç, 13.02.2009

VALİLİK AİZANOİ ANTİK KENTİNDEKİ KAZILAR İÇİN "DPÜ OLSUN" DEDİ

Kütahya Valiliği, Çavdarhisar İlçesi'ndeki Aizanoi Antik Kenti'nde Alman Arkeoloji Enstitüsü'nce yürütülen kazı çalışmalarını, Dumlupınar Üniversitesi'nin (DPÜ) üstlenmesi için Kültür ve Turizm Bakanlığı'na talepte bulundu.

Valilikten yapılan yazılı açıklamaya göre, Vali Şükrü Kocatepe'nin Kültür ve Turizm Bakanlığı Müsteşarı İsmet Yılmaz'a gönderdiği yazıda, Aizanoi Antik Kenti'nin 5 bin yıllık tarihi ile Anadolu'nun önemli tarihi merkezlerinden biri olduğu belirtildi.

İl merkezine 57 kilometre uzaklıktaki Aizanoi'nin ''İkinci Efes'' olarak nitelendirildiği ve burada dünyada ayakta kalabilen en sağlam Zeus Tapınağı, dünyanın bilinen ilk ticaret borsası binası, amfi tiyatro, stadyum, sütunlu cadde, antik köprüler ve mozaikli hamamın bulunduğuna işaret edilen yazıda, şunlar kaydedildi:

''Değerli bir kültür mirasımız olan Aizanoi Antik Kenti, 1824 yılında Avrupalı gezginlerce yeniden keşfedilmiş, ilk kez 1926'da Alman Arkeoloji Enstitüsü tarafından kazı çalışmaları başlatılmıştır. Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın Alman Arkeoloji Enstitüsü ile yaptığı protokol gereğince, 1970'ten bu yana Enstitü'den gelen heyet, her yıl Ağustos ve Eylül aylarında 5-6 hafta süreyle kazı çalışmalarını sistematik olarak devam ettirmektedir.

İlimizde DPÜ Fen Edebiyat Fakültesi bünyesinde arkeoloji dalında lisans eğitimi veren bir bölüm bulunmaktadır. Halen il merkezindeki Seyitömer Kömür İşletmeleri sahasında bulunan Seyitömer Höyüğü'nde Arkeoloji Bölüm Başkanı Prof.Dr. Nejat Bilgen başkanlığında yılın 6 ayı başarılı bir şekilde kazı çalışması yapılmakta, tarihe ışık tutacak birçok bulguya rastlanmaktadır. Aizanoi'deki kazı çalışmalarının DPÜ Arkeoloji Bölümü'ne verilmesi durumunda burasının kısa sürede ortaya çıkarılarak turizme kazandırılması, milli ekonomimizin gelişmesine katkı sağlayacak ve DPÜ'nün bilimsel çalışmalarına ışık tutacaktır.''

Tellal Gazetesi, 11.02.2009

Knidos (C. Newton)
...1858




8 - 14 Şubat 2009

YAĞMUR TARİHİ BİNAYA ZARAR VERDİ

İstanbul'da gece boyunca devam eden sağanak yağmur, hayatı olumsuz etkiledi. Üsküdar'da sağanak yağış nedeniyle tarihi bir binada kısmi çökme meydana geldi. Binadan düşen ağaç parçaları, park halindeki bir otomobilde maddi hasara neden oldu. Polis, olayla ilgili tutanak tuttu. Araç sahibi Kasım Ekşioğlu, belediyeye müracaat etmelerine rağmen tarihi bina ile ilgili herhangi bir önlem alınmadığını ileri sürdü.

Yeni Şafak, 14.02.2009

DEVLET MÜZESİNİ GÜVENLİKÇİ SOYDU

Ankara Devlet Resim ve Heykel Müzesi’nde görevli güvenlikçi depoda bulunan 3 tabloyu çaldı. Değerlerini öğrenmek istedi. Prof.Dr. Erimez, durumu müze yetkililerine bildirdi.

Prof. Dinçer Erimez’in uyarısından tedirgin olan V.T., Ankara'ya dönerek 14 Ocak’ta tabloları müze bahçesine bıraktı. Ancak otopark görevlileri V.T.’yi eserleri koyarken gördü. Tablo bahçeye bırakıldıktan sonra müze görevlilerini telefonla arayan kişi, “Emaneti bahçeye attık” dedi. Müze yetkilileri durumu polise bildirdi. Yakalanan V.T., tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı. Bakanlık müfettişleri de soruşturma açtı.

Ankara Devlet Resim ve Heykel Müzesi, hırsızlık tarihinde eşine az rastlanır bir olaya sahne oldu. Güvenlik görevlisi V.T., dört yıldır korumakla yükümlü olduğu müzeyi soydu. V.T., müzenin deposundan ressam İbrahim Çallı’nın iki, Şevket Dağ’ın ise tablosunu çaldı. Ağırlıklı olarak cumhuriyet sonrası dönem Türk ressamların eserlerinin bulunduğu tarihi müze, Osman Hamdi’nin “Silah Taciri” ve Abdülmecid Efendi’nin “Şehzade Portresi” gibi pek çok ünlü çalışmayı da barındırıyor.

Kadrosu Bakanlık Döner Sermaye İşletmeler Merkez Müdürlüğü bünyesinde olan güvenlik görevlisi V.T.’ın hırsızlığı ile karıştı.

Tabloların değerini ölçtürmek için İstanbul'a giden V.T., ressam Prof. Dr. Dinçer Erimez’in kapısını çaldı. Eserin Devlet Resim ve Heykel Müzesi’ne ait olduğunu anlayan Erimez, güvenlikçi,”Bunlar müzeye ait, başınız belaya girer” uyarısında bulundu. Erimez, daha sonra da durumu müze yetkililerine bildirdi, V.T.’yi de tarif etti. Depoda sayım yaparak eserlerin yokluğunu onaylayan yetkililer, bir gün önce izin alarak İstanbul'a giden V.T.’den şüphelendiler.

Hürriyet Ankara, 14.02.2009

KARUN HAZİNESİ'NDE MÜZE MÜDÜRÜ'NE 12 YIL HAPİS

Eski Uşak Arkeoloji Müzesi Müdürü Kazım Akbıyıkoğlu, 'nitelikli zimmet ve görevi ihmal' suçundan 12 yıl 11 ay hapis cezasına çarptırıldı. Müzede sergilenen Karun Hazineleri'nin en değerli parçalarından Kanatlı Denizatı Broşu'nun sahtesiyle değiştirilmesiyle ilgili davanın karar duruşması dün yapıldı.

Uşak Ağır Ceza Mahkemesi'ndeki duruşmaya 25'er yıl hapis cezası istemiyle yargılanan tutuklu sanık Akbıyıkoğlu ile tutuksuz 9 sanıktan 3'ü katıldı. Akbıyıkoğlu 33 aydır tutuklu bulunduğunu ve suçsuz olduğunu söyledi. Mahkeme heyeti, eski müze müdürüne 12 yıl 11 ay, diğer sanıklara ise 12 yıl 6 ay ile 10 ay arasında değişen hapis cezaları verdi.

Zaman, 14.02.2009

TARİHE SAYGISIZLIK

Çanakkale’nin İntepe beldesinde, 1. Dünya Savaşı’nda düşmanı bozguna uğratan tarihi toplar çürümeye başladı.

Çanakkale-İzmir yolunun 18. kilometresinden sonra tarlalardan güçlükle ulaşılan Topçamlar Tabyası’nda, namluları toprağa gömülmüş haldeki 8.5 metrelik topların bakımsız haline tepki gösteren vatandaşlar, “Tarihimiz için önemli olan bu topların çürümeye terk edilmesi çok üzücü. Yıllardır toprak altında olan toplar çürümeye başladı. Yaklaşık 3 yıl önce bu durumu yetkililere bildirmiştik. Ancak aradan geçen bu zaman zarfında tarihi toplara sahip çıkılmadı. Toprağa gömülü bu tabyaları her gördüğümüzde içimiz sızlıyor. Düşman zırhlılarına boğazı dar eden topçularımızın ruhlarına yapılan saygısızlığı içimize sindiremiyoruz. En kısa sürede bu yerin düzenlenip ziyarete açılmasını istiyoruz” dedi.
Anayurt Gazetesi, 13.02.2009

AŞKIN SİMGESİ 'TAC MAHAL' ÇATLIYOR

Dünyada aşk için dikilmiş en büyük ve en güzel anıt olarak kabu edilen Tac Mahal'in mermerleri sararıyor ve çatlıyor.

Hava kirliliği, parıltısı ile ünlü beyaz mermerleri sarartırken, kuraklık da Taç Mahal'in altındaki yerin çökmesine ve çatlamasına yol açıyor.

Güzelliği dillere destan, 75 metre yüksekliğinde, saf mermerden yapılmış bir anıt mezar olan Tac Mahal modern dünyanın yaşam koşullarına ayak uyduramıyor.

Hindistan hükümetinin kontrol altına alma çabalarına rağmen, bölgedeki hava kirliliği beyaz mermerlerinin parıltısı ile ünlü Tac Mahal'i sarartıyor.

Tac Mahal'in bulunduğu bölgenin hava kirliliğinden etkilenmemesi için etrafında 500 metre çapındaki bir alan içinde motorlu taşıt trafiğine izin verilmiyor.

Bölgeyi vuran kuraklık yüzünden kıyısında bulunduğu Yamuna Irmağı'nın suyunun azalması da yapının duvarlarında çatlamalara yol açıyor.

Romantik görünüşü ile herkesi büyüleyen, değerli taşları ve süslemeleriyle dikkat çeken 360 yıllık binanın temellerinin kuraklık yüzünden toprağın çökmesi dolayısıyla sarsıldığı belirtiliyor.

Minareleri depremde binanın üzerine yıkılmaması için dışarı doğru üç derecelik eğimle yapılan aşka adanan en büyük yapıt Tac Mahal'i her gün 20 bin turist ziyaret ediyor.

Trt/Haber, 13.02.2009

KUVAYI MİLLİYE MÜZESİ
ÜÇ YIL SONRA HİZMETTE

Balıkesir Kuvayı Milliye Müzesi’nde yaklaşık üç yıl süren restorasyon çalışmaları tamamlandı.

Teşhir salonu ve bahçe düzenlemesi de yapılan müze, ziyarete açıldı. İki kat ve iki bölümden oluşan yapının ilk katında milli mücadele dönemine ait belgeler, fotoğraflar, kişisel eşyalar, silahlar sergileniyor. Girişte, Mustafa Kemal Atatürk’ün Balıkesir ziyaretiyle ilgili fotoğraflarlar ve bilgilerle, yine bu resimden esinlenilerek yapılan Atatürk ve eşi Latife Hanım’ın balmumu heykeli bulunuyor. 

İkinci katta ise Balıkesir’deki Antandros, Kyzikos, Daskylieon gibi antik kentlerden çıkan arkeolojik eserler sergileniyor.


Antik şehir isimlerinin verildiği bölümlerde, heykeller, paralar, kaplar, silahlar, süs eşyaları, heykel başları, yazıtlar bulunuyor. Müzede, üç ayrı yerde yapılan define kazılarında çıkan 6 bin 30 sikke de sergileniyor. Balıkesirlilerin 3 TL karşılığında gezebileceği, 17 yaşından küçük öğrencilerden ücret alınmayacağı bildirildi.
Milliyet Ege, Haber: Coşkun Yaman, 13.02.2009

ÜNLÜ MÜZAYEDE EVİ SOTHEBY'S TÜRKİYE'DE





Yıllardır İstanbul'da ofis açacağı kulaktan kulağa fısıldanan İngiltere'nin ünlü müzayede evi Sotheby's bu sanat dedikodusuna son verdi. The Marmara Esma Sultan Yalısı'nda dün, bir şube açacağını duyuran Sotheby's ofisin başına Oya Delahaye'i getirdi.

Daha da önemlisi aylardır galeri galeri gezerek Türk sanatçıların izini süren Sotheby's, 4 Mart'ta İngiltere'de Türk çağdaş sanat müzayedesi düzenleyeceğini de açıkladı. 1992'de Türkiye ofisini açmak üzere harekete geçen, ancak aradığını bulamayan Sotheby's'in Londra'da yapacağı müzayededen beklentisi çok büyük. Kırk bir ülkede faaliyet gösteren şirketin Türkiye'de ise namı pek parlak değil. Çünkü bu topraklardan çalınan pek çok eser müzayede evinin kataloğunda çıkmıştı.
'Türk çağdaş sanatının dünya piyasasına ilk çıkışı' olarak nitelenen müzayedede Türk sanat tarihinin artık hayatta olmayan usta sanatçılarıyla birlikte, çağdaş sanatın genç ve orta kuşak isimleri birlikte yer alıyor. Müzayedede, 73 parçadan oluşan ve çoğu yaşayan 53 sanatçının resim, fotoğraf, heykel ve enstelasyon gibi eserleri satılacak. Müzayede yönetimi bu satıştan yaklaşık 1 milyon 200 bin sterlin (2,7 milyon TL) gelir beklediklerini söyledi.

Sotheby's yetkilileri, dün düzenlenen basın toplantısında tam tekmil bir araya gelmişti; Avrupa Yönetim Kurulu Başkanı Henry Wyndham, İstanbul Ofisi Direktörü Oya Delahaye, Başkan Yardımcısı Ali Can Ertuğ ve Ortadoğu Bölümü Müdür Yardımcısı Dalya İslam. Türkiye'deki koleksiyoncuların ve alıcıların Sotheby's'in uluslararası müzayedelerinde çok etkin olmaya başladıklarını söyleyen Henry Wyndham, "Türk alıcılarına ve mevcut koleksiyonculara iyi bir hizmet sunmak istiyoruz. Türkiye bu anlamda çok iyi bir piyasaya sahip." dedi.

İstanbul'da ofis açan ilk uluslararası müzayede evi olduklarını söyleyen Ali Can Ertuğ ise "Türk sanatı ticari anlamda dünyaya açılacak ve bundan koleksiyonerler, alıcılar fayda sağlayacak. Türkiye'de koleksiyonculuğun olgunlaşması ve dünya pazarlarındaki değişimler Türk sanatına olan ilgiyi artırdı. Sanatçıları seçerken pek çok kurum ve kişi ile görüştük. Bazen çok uçuk rakamlar da çıktı karşımıza. Türkiye'deki pek çok usta sanatçının eserleri makul fiyatlarda. Ama müzayede sonrasında pek çok sanatçının değerinin artacağını düşünüyoruz." diye konuştu.

Toplantıda müzayede yönetimine özellikle sanatçı seçimi konusunda pek çok eleştiri getirildi. Bu konuda danıştıkları isimler, kimi usta Türk sanatçının bu müzayedede yer almaması konuşuldu. Ertuğ, bu eleştirileri normal gördüklerini söyledi: "Parçaların ve fiyatların iyi olmasına baktık. Bu bir ansiklopedik sergi değil. Kimi usta sanatçılar olmayabilir ama odaklandığımız isimler dünya sanat piyasasında gelecek vaat eden isimler."

Müzayedede Hale Tenger'in iki enstelasyonu, Nazif Topçuoğlu'nun bir fotoğrafı, Seyhun Topuz'un 'Kırmızı VI' adlı heykeli, geçen yıl kaybettiğimiz sanatçı Hüseyin Alptekin'in otel tabelaları, genç sanatçılar Elif Uras ve Erinç Seymen'in çalışmaları Nejad Devrim ve Fahrelnisa Zeid gibi modern klasik ustaların eserleri satışa çıkacak. Erol Akyavaş'ın Öpücük adlı eseri 35 bin sterline, Mübin Orhon'un soyut çalışması 80 bin sterline, kataloğun kapağına taşınan Taner Ceylan'ın Ruhani isimli tuvali ise 40 bin sterline alıcı bekleyecek. Müzayedede ayrıca Mehmet Güleryüz, Semiha Berksoy, Haluk Akakçe, Leyla Gediz, Mustafa Hulusi ve Erinç Seymen gibi sanatçıların da eserleri var.

Sotheby's, İngiltere'de düzenleyeceği Türk çağdaş sanat müzayedesinin ardından Türk İslam sanatlarıyla ilgili çalışmalar yapmayı düşünüyor. Dünyanın en büyük müzayede şirketlerinden Christie's de İstanbul'da bir ofis açar mı bilinmez; ama uluslararası müzayede evlerinin İstanbul'u mekan tutmaları sanat piyasasında epey bir hareketlenmeyi beraberinde getirecek.
Zaman, Haber: Musa İğrek, 13.02.2009

TARLABAŞI'NDA ÇALIK İSYANI

Beyoğlu Belediyesi önünde toplanan bir grup, “Tarlabaşı Yenileme Projesi”nin yüklenici firması olan GAP İnşaat şirketini protesto etti. Tarlabaşı’ndaki evlerde oturan bir grup, üzerinde “Belediye-holding ortaklığına son”, “Dönüşüm değil bölüşüm projesi” yazılı pankartlarla Beyoğlu Belediyesi önünde toplandı.

Tarlabaşı Mülk Sahipleri ve Kiracıları Kalkındırma Sosyal Yardımlaşma Derneği sözcüsü Erdal Ayberk, grup adına yaptığı basın açıklamasında, Beyoğlu Belediyesi’nce “5366 sayılı Yıpranan Tarihi ve Kültürel Taşınmaz Varlıkların Korunması ve Yaşatılarak Kullanılması Hakkında Kanun” kapsamında yürütülmekte olan “Tarlabaşı Yenileme Projesi”nin mevcut haline karşı olduklarını söyledi. Ayberk, kendilerinin muvafakat ve bilgisi, yasal izni alınmaksızın ev ve iş yerlerinin önce proje kapsamına alındığını ve Çalık Holding’e ihale edildiğini ileri sürdü.

“Projenin 9 adası içinde yer alan Tarlabaşı Bulvarı’na bakan 360, 361, 385, 386 adalarında yapılması düşünülen otel, alışveriş merkezi, ofis ve büro katlarından neden hak sahiplerine yer verilmemektedir” diyen Ayberk, şunları kaydetti: “Mevcut 278 binamızın arsası 20 bin metrekaredir. Tüm bu alandaki binalarımızın toplamı yapılı inşaat alanı 64 bin metrekaredir. Avam projelerde ön görülen en düşüğü 9, en yükseği 15 katlı olan binaların bitmiş inşaat alanı toplam kaç metrekaredir sorusunun cevabını neden gizlemektedirler.”
Vatan, 12.02.2009

GOOGLE EARTH'DEN BATIK BULDU

ABD'de amatör define avcılığı yapan bir müzisyen, arama motoru Google'ın uydu görüntüleme sistemi 'Google Earth' yardımıyla 19. yüzyılda taşıdığı hazineyle birlikte batan bir İspanyol gemisinin yerini belirlediğini öne sürüyor.
Nathan Smith adlı adam, Teksas eyaletinin Meksika Körfezi tarafındaki Aransas Geçidi'nde 1822 yılında batan İspanyol gemisinin yerini Google Earth'te yaptığı araştırmalar sırasında belirlediğini belirtiyor.
Son yolculuğuna altın ve gümüş külçeleriyle çıkan gemideki hazinenin bugünkü değerinin 3 milyar doları bulduğu tahmin ediliyor.

Ancak, hazineyi çıkarma izni için federal mahkemeye başvuran Smith'i zorlu bir yargı süreci bekliyor.
Smith'in batığı bulduğunu söylediği Barkentine Körfezi'ndeki yer, Morgan Dunn O'Connor adlı bir çiftlik sahibinin arazisi içerisinde kalıyor.
Mahkemenin batığın bulunduğu sulak alanı, kara alanı olarak kabul etmesi halinde Smith'in hazine üzerinde herhangi bir hak iddia etmesi söz konusu olmayacak.
Smith'in hazine üzerinde hak idddia edebilmesi için, mahkemenin bölgeyi gemi seferlerine açık su yolu olarak da kabul etmesi gerekiyor.
Buna karşın hukukçular, körfez bölgesinin ticari su yolları içerisinde yeralmadığını, bu durumda ise hazinenin çıkarılması hakkının Teksas eyalet yönetiminde bulunacağını vurguluyor.
Akşam, 12.02.2009

İSTANBUL 2010 KÜÇÜKYALI ARKEOLOJİK ALANI PROJESİ MASAYA YATIRILIYOR





İstanbul’un Anadolu yakasındaki en önemli arkeolojik alanlardan biri olan ve halen kazıların devam ettiği Küçükyalı-Maltepe’deki proje alanıyla ilgili gelişmeler, Sepetçiler Kasrı'nda (Sirkeci) gerçekleştirilecek toplantı ile ele alınacak. 13 Şubat Cuma günü saat 17:00'da başlayacak toplantıda, projenin müellifi ve projeyi gerçekleştiren uzmanlar grubu adına arkeolog Alessandra Ricci de (Koç Üniversitesi) bir sunum yapacak.

Söz konusu alanda yürütülen çalışmalarla, İstanbul’un ilk arkeoloji parkının oluşturulması ve bir örnek projenin ortaya konması hedefleniyor. Kültür ve Turizm Bakanlığı, İstanbul Arkeoloji Müzesi ve Koç Üniversitesi Anadolu Medeniyetleri Araştırma Merkezi işbirliği ile gerçekleşen ve Atölye Mimarlık ile birlikte tasarlanan, Mimarlar Odası Türkiye Mimarlık Ödülü’ne layık görülen proje, arkeoloji ile kentsel tasarım ve mimarlık ilişkisini kuran, alana yalnızca arkeoloji açısından değil bölgenin gelişmesi, halkın katılımı ve sürdürülebilirlik açısından bütünsel bir yaklaşım getiren bir yaklaşımı ortaya koymayı hedefliyor. Bu anlamda projede, kentsel gelişme, yeni işlevler ve kamusal alanın arkeolojik verilerle birlikte ele alınması amaçlanıyor.

Proje ile ne amaçlanıyor?
- Arkeolojik alanın koruma altına alınarak, tahribatın önüne geçilmesi hedefleniyor.
- Müdahaleci olmayan bir arkeolojik yaklaşım geliştiriliyor.
- Kentin tarihine ışık tutulması hedefleniyor.
- Açık Kapı uygulaması ile uygulaması ile rehberli turlar, güncel sanat etkinlikleri hedefleniyor.
- Arkeolojik alanın etrafında halkın kullanımına açık bir koruma bandı ve yeşil alan oluşturuluyor.
- Arkeoloji, bölgenin gelişmesinin, yaşamın zenginleşmesinin en önemli öğelerinden biri olarak görülüyor.
- Kültür mirasının bölgenin gelişmesi için bir engel değil, tam tersine, gelişmeyi sağlayan bir kaldıraca dönüşmesi hedefleniyor.
- Buradaki yaşam çevresinin daha nitelikli hale gelmesini nasıl destekleyeceği irdeleniyor. Tarihi alanın arkeolojik verilerini öne çıkaran kültür ve dinlence alanı olarak gezilmesi, kullanılması amaçlanıyor.
- Çevresinde bilgi-danışma merkezi, eğitim atölyeleri hedefleniyor.
- Arkeolojik alanın kendisini basit bir kullanım alanı haline getirmeyen bir etkinlikler merkezi haline gelmesi için çaba gösteriliyor.
Arkeolojik önemi nedir?
* Küçükyalı'daki arkeolojik alanın imparator Theofilos tarafından (830-842) inşa ettirilen Bryas Sarayı olabileceğine dair bilgiler ileri sürülmüştür.
* Yakın dönemde, 2001-2004 yılında yapılan çalışmalarda ise kalıntıların Patrik İgnatios (860-877) tarafından yaptırılan Satyros Manastırı'na ait olduğuna işaret edilmiştir.
* Üzerinde kubbeli kilise bulunduğu belirlenen ve bir tepe oluşturan büyük sarnıç ve su kanalı, döneminin ender rastlanan örneklerindendir. Yapıldığı tarihlerde denizden ve adalardan görülen büyük bina olarak dikkat çekici bir görünüme sahip olduğu düşünülüyor.
* Büyükada ile Maltepe arasında bulunan ve bir depremde sulara gömülen Vordonisi Adası'ndaki benzer özellikteki manastırla rakip olduğu düşünülüyor.
* Burası kentin Asya yakasındaki en önemli arkeolojik alanlardan biri ve yerleşim alanı içinde kalmış olan bu bölgenin kentin gelişmesi içinde farkındalık üreten bir çalışma yöntemi ile ele alınması amaçlanıyor.
Yapı, 12.02.2009


*****


'ARKEOLOJİK PARK' İÇİN HAREKETE GEÇİLDİ

Kültür ve Turizm Bakanlığı, İstanbul Arkeoloji Müzesi ve Koç Üniversitesi Anadolu Medeniyetleri Araştırma Merkezi işbirliğiyle gerçekleştirilen ve Mimarlar Odası Türkiye Mimarlık Ödülüne layık görülen "Küçükyalı Arkeolojik Alanı Projesi", Sepetçiler Kasrı'ndaki toplantıyla tanıtıldı.

İstanbul'da, Orta Bizans döneminin tek manastır kalıntısının da içinde bulunduğu Küçükyalı Arkeolojik Alanı Projesini gerçekleştiren uzmanlar adına konuşan Koç Üniversitesi Anadolu Uygarlıkları Araştırma Merkezi Direktörü Arkeolog Alessandra Ricci, 1995'te, Küçükyalı Çınar Camii Mahallesi'nde yer alan arkeolojik park alanında yüzey araştırmalarına başladığını, 2007'den itibaren burada İstanbul Arkeoloji Müzeleri ile ortak bir kazı projesine giriştiklerinianlattı.

Orta Bizans dönemine ait sarnıç ile manastırı içinde barındıran arkeolojik alanın 150 yıl önce Alman araştırmacılar tarafından tespit edildiğini belirten Ricci, bölgede 1980'li yıllarda başlayan şehirleşme süreciyle çeşitli yapıların oluştuğunu kaydetti.

Alan üzerinde 1988'de Çınar Camisi'nin yapıldığını söyleyen Ricci, çalışmalarında buradan bir kilise kalıntısı çıkardıklarını, bu kilisenin 860-877 yılları arasında yapıldığının belirlendiğini dile getirdi.

Bu yapının mimari açıdan son derece önemli olduğuna dikkati çeken Ricci, 2002 yılında bulduklarında içinde 8 gencin yaşadığı sarnıcı, mahalle sakinleriyleiletişim kurarak rehabilite çalışmalarına başladıklarını vurguladı.

Maltepe Belediyesince 2001'de yeşil alan olarak ilan edilen alandaki sarnıcı belediye yardımıyla temizlediklerini anlatan Ricci, Kültür ve Turizm Bakanlığının izniyle de demir kapılar yaparak yapıyı koruma altına aldıklarını, çevresine kaldırım inşa ettirdiklerini kaydetti.

Çalışmaların sürdüğü kazı alanını mahalle sakinlerine açarak, kültürel faaliyetlerde bulunduklarını aktaran Ricci, kazılarda çıkan bulguları da sergilerle çevre halkıyla paylaştıklarına işaret etti.

Ricci, tarihi ve mimari açıdan büyük öneme sahip bu alan için yaptıklarıçalışmaları yeterli görmeyerek, söz konusu alanı Arkeolojik Park olarak  tasarladıklarını vurguladı.

Arkeolojik alanın çevresinin yeşil alanlarla "yumuşak bir koruma bandı" şeklinde korunacağını söyleyen Ricci, Arkeoloji Parkı projesi çerçevesinde sarnıç içinde bir kültürel etkinlik alanı ile çevrede bir kültür merkezi, satış ve sergi alanları, atölye ve çeşme gibi yapıların planlandığını dile getirdi.

Şu ana kadar manastırı ortaya çıkararak, manastır kulesini kazmaya başladıklarını ifade eden Ricci, "Gelecek yaz umarım kuleyi ortaya çıkarabiliriz" dedi.

Ricci, 1988'de üzerine Çınar Camisi'nin yapıldığı alanın Arkeolojik Parka dönüştürülmesi için, Türkiye'de benzer bir arkeolojik park bulunmamasından kaynaklanan prosedür belirsizliği nedeniyle bazı aksamalar yaşandığını vurguladı.

Ricci, Hazine ile Maliye Bakanlığına ait arkeolojik sit alanının çevresindeki 2 arazinin de Türkiye İş Bankasına ait olduğunu belirterek,  tarafların bundan sonra Arkeolojik Parkın hayata geçirilmesi için İstanbul 2010 Ajansına birlikte başvurmaları gerektiğini söyledi.

İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı Kentsel Uygulamalar Direktörü Korhan Gümüş de Küçükyalı Arkeolojik Alanı Projesi ile bölgedeki arkeolojik alanın koruma altına alınacağını belirterek, tarihe ışık tutacak bu projenin sonunda rehberli turlar ve güncel sanat etkinliklerinin yapılmasının da mümkün olacağını kaydetti.


Küçükyalı'daki arkeolojik alanın, İmparator Theofilos tarafından inşa ettirilen Bizans Sarayı olabileceğine dair bilgilerin ileri sürüldüğü belirtildi.

Yakın dönemde, 2001-2004 yıllarında yapılan çalışmalarda ise kalıntıların Patrik İgnatios (860-877) tarafından yaptırılan Satyros Manastırı'na ait olduğuna işaret edildi.

Üzerinde kubbeli kilise bulunduğu belirlenen ve bir tepe oluşturan büyük sarnıç ve su kanalı, döneminin ender rastlanan örneklerinden sayılıyor. Yapıldığı tarihlerde denizden ve adalardan görülen büyük bina olarak dikkat çekici bir görünüme sahip olduğu düşünülüyor.

Arkeolojik Park 3 bin 600 metre karelik bir alanı kapsıyor.

Cnn Türk, 14.02.2009

OPERADA TADİLAT VAR

Ankara Devlet Opera ve Balesi binası yenilenecek. Tarihi opera binasının 61 yılda yıpranan çehresinin tadilatla yenileneceği açıklandı. Koltuklardan orkestra çukuruna, koro ve orkestra prova salonlarından sahneye kadar geniş çaplı bakım ve onarım gerçekleştirilecek.

Ankara Devlet Opera ve Balesi (ADOB) Müdürü Erdoğan Davran, yenileme çalışmalarına ne zaman başlanacağı konusunda kesin bir tarih vermedi. Davran, orkestra çukurunun 1.5 metre sahneye yaklaşacağını ve akustik sorununun azalacağını da anlattı. Başkent’in ilk ve tek opera evi niteliğini taşıyan bina aslında sergi evi olarak tasarlanıp inşa edilmiş, daha sonra opera evi olarak düzenlenmişti.
Radikal, 12.02.2009

KOCAOĞLU: AGORA YENİ CAZİBE MERKEZİ OLACAK

İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu, Agora’da kamulaştırılan yerlerdeki yıkım çalışmalarını ve ortaya çıkan yeni kazı alanlarını inceledi. Kocaoğlu, hedeflerinin Agora’yla İkiçeşmelik Caddesi’ni birleştirmek, antik bölgeyi ortaya çıkarmak ve kente yeni cazibe merkezi kazandırmak olduğunu söyledi. Kamulaştırmaların sonuna gelindiğini kaydeden Kocaoğlu, “Geriye birkaç bina kaldı. Önümüzdeki günlerde bunları da yıkacağız. Tescilli binalar da var. Yakında onların restorasyon süreci başlayacak” dedi.

Kocaoğlu, bölgedeki tarihi değerlerin ortaya çıkarılması için maliyeti 20-25 milyon lirayı bulan kamulaştırma yaptıklarına dikkat çekerek, şöyle devam etti: “Yeni yerler, tarihi mekanlar birer birer ortaya çıkıyor. Böylece hem Agora’yı İkiçeşmelik’le birleştiriyor hem de dünyanın kent içinde kalmış en büyük agorasını ortaya çıkarıyoruz. Yıllardır yapılan çalışmalar bunlar ama biz bu dönemde kamulaştırmalarla yüzeyi büyüterek büyük bir hız verdiğimize inanıyoruz.”

Başkan Kocaoğlu; Konak Meydanı, Anafartalar Caddesi, Kemeraltı, Agora, Roma Antik Tiyatrosu ve Kadifekale aksıyla Konak, Bahri Baba Parkı ve Cici Park’tan yukarıya doğru çıkan aksta yapacakları düzenlemelerle, kent merkezinin bütün eski ve turistik değerlerini insanlığın hizmetine sunmayı hedeflediklerini söyledi.

Büyükşehir’in kamulaştırmalarıyla hız kazanan Agora kazılarında geçtiğimiz günlerde yeni buluntular ortaya çıkmış, Hellenistik ve Roma dönemlerine ait çizimlerle birlikte, kentin günlük yaşamına ilişkin önemli ipuçları verecek Yunanca yazılar da bulunmuştu. Kamulaştırılan alanda ortaya çıkarılan mozaik döşemenin ise İzmir tarihi için büyük önem taşıdığı ifade ediliyor.

Milliyet Ege, 12.02.2009

TARİHİ ESER SATMAK İSTERKEN YAKALANDILAR

Muğla'nın Milas İlçesi'nde tarihi satmak istedikleri iddia edilen 5 kişi gözaltına alındı.

Milas Jandarma Komutanlığı ekipleri, alıcı gibi davranarak, tarihi eser satmak isteyen kişilerle temas kurdu. Beçin beldesinde düzenlenen operasyonda, 5 zanlı gözaltına alındı. Zanlıların üzerinde ve otomobillerinde yapılan aramada, Roma Dönemi'ne ait olduğu belirlenen, üzerinde kız figürü ve başı kesik kız figürü bulunan 2 mezar kapağı ile insan işlemeleri bulunan tutamak ele geçirildi.
Haber Ekspres, 12.02.2009

ERZURUM KALESİ, TARİH HAZİNESİ





Erzurum Kalesi'nin, bütün müştemilatıyla birlikte özelliğini 1828 yılında kaybettiği bildirildi. Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Yrd.Doç.Dr. Ümit Kılıç, Erzurum Kalesi ile ilgili olarak yürüttüğü belge tespiti çalışmalarına ilişkin açıklamalarda bulundu.

Tarihi belgelere göre, Erzurum Kalesi’nin iç ve dış kale olmak üzere iki kısımda göze çarptığını söyleyen Kılıç, “Erzurum Kalesi, başta depremler olmak üzere bakımsızlık ve fiziki nedenlerden dolayı tahrip olmuştur” dedi. Başbakanlık arşivlerinin, Erzurum Kalesi ile ilgili olarak günümüze kadar ulaştırdığı bilgilere göre, tarihi eserin, orijinalitesini ve özelliğini 1828 yılında kaybettiğini dile getiren Kılıç, aynı tarihi belgelerde, bu tarihten sonra Erzurum Kalesi’nin etrafında yeniden bir kale inşa edilmesi için karar alındığı, hatta bu hususta arazi incelemesi bile yapıldığının ifade edildiğini kaydetti.

Yrd.Doç.Dr. Ümit Kılıç, “Erzurum Kalesi, iç ve dış olmak üzere iki kısımdan oluşuyordu. İç Kale, şimdiki gibi en yüksek kısmı teşkil etmekte ve bunun çevresini de, camiden dolayı Esat Paşa Mahallesi kaplıyordu. Bu kısım o döneme ait literatürlerde ‘Kale-i Dahil’ ya da Ehmedek diye adlandırılıyordu” dedi.

Erzurum Kalesi’nin dış kısmında bulunan ‘dış kale’nin bütün şehri içine aldığına dikkati çeken Kılıç, ‘Kale-i Hariç’ adı verilen bu bölümün de, başta depremler olmak üzere, bakımsızlık ve çeşitli fiziki müdahaleler nedeniyle yok olduğunu dile getirdi. Bu durum hakkında, Başbakanlık arşivlerinde de bir takım bilgiler bulunduğunu anlatan Ümit Kılıç, 1800’lü yılların başına rastlayan bu dönemin, tarihi belgelere göre, Erzurum Kalesi’nin orijinal özelliklerini kaybettiği zaman dilimi olarak geçtiğini belirtti.

1828 yılında Erzurum Kalesi’nin yanında, yeni bir kale inşa edilmesi için karar alındığı ve hatta arazi incelemesinde bile bulunulduğunu vurgulayan Yrd. Doç.Dr. Kılıç, “Gerçekten de Rusyalının sıcak denizlere inebilmek için mutlaka sahip olması gereken şehir Erzurum’du. Bir yıl sonra da Ruslar Erzurum’u ele geçirdiler. Edirne Antlaşması’na kadar, kendileri iç kaleyi tamir ve daha tahkimli hale getireceklerdir. Sözleşme nedeniyle Erzurum’u terk ederlerken, iki önemli işi gerçekleştirdiler. O da, Ermenileri beraberlerinde götürmeleri ve bu arada yeni onardıkları kaleyi tahrip etmeleridir. Kale’de sadece işi bitmiş toplar bırakılmıştır” diye konuştu.

Erzurum’un ‘Dış Kale’ diye adlandırılan surlarının içerisinde, şimdi ortadan kalkmış dini amaçlı çok sayıda binanın bulunduğuna dikkati çeken Yrd.Doç.Dr. Ümit Kılıç, bu yapıların, 18 ve 19. yüzyıllarda sosyal hareketliliği sağlayan işlevleri olduğunu söyledi.

Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç.Dr. Ümit Kılıç, dış surların içerisinde kalan söz konusu yapıları ise şöyle sıraladı: “Kabe Şeyh ve Hamza Dizdar Mescitleri, Kırk Kilise Mahallesi’nde İlyas Ağa Camii, Hacı Zeynel Camii, Yukarı Mumcu’da Hacı Mehmed Camii, Lala Mustafa Paşa içinde El-Hac Ömer Ağa Medresesi, Gürcükapı yakınında İhlasiye ve Muhammediye adıyla bilinen Mehmed Efendi Medresesi, Camii Kebir yanında Demir Dede Medresesi, yine aynı yerde Temür Dede Medresesi, Bakırcı Hacı Mustafa Ağa’nın inşa ettirdiği medrese de dikkat çekmektedir” .

Arşiv kayıtlarına göre, şimdi ismi bile hatırlanmayan Harrekani ve III. Murad Camii’nin de Kale içerisinde olduğuna dikkati çeken Ümit Kılıç, “Burada adı geçen Harrekani, İran’da bir şehirdir. Kars’a göç etmiş evliyalardan birisidir. Bu evliyanın müritlerinden birinin de, Erzurum Kalesi içinde türbe sahibi olduğu anlaşılıyor. Bu zatın ismi ise, Şeyh Ebu’l Hasan el Harrekani’dir” şeklinde konuştu.

Kale ve diğer tarihi eserlerle ilgili olarak belge tespit çalışmalarının sistemli bir şekilde sürdürüleceğini bildiren Kılıç, bu konuda Vakıflar Genel Müdürlüğü arşivinde zengin arşiv belgelerinin bulunduğunu sözlerine ekledi.
Erzurum Gazetesi, 12.02.2009

ARKEOLOJİ MÜZESİ'Nİ TÜRSAB İŞLETECEK

Türkiye Seyahat Acentaları Birliği (TÜRSAB), Kültür ve Turizm Bakanlığı ile yapılan protokol çerçevesinde İstanbul Arkeoloji Müzesi'nin 10 yıllık işletme, bakım ve onarım hakkını aldı. Osman Hamdi Bey tarafından kurulan Arkeoloji Müzesi'nin TÜRSAB'ın işletmesine geçmesiyle Türkiye'de müzecilikte ilk özerk işletmeye de geçilmiş olacak. TÜRSAB Başkanı Başaran Ulusoy, arkeolojide dünyanın üçüncü büyük müzesi olan İstanbul Arkeoloji Müzesi'ni 2010 Kültür Başkenti'ne yakışır şekilde işleteceklerini kaydetti.

Ulusoy, "Müzeyi Amerikanvari ve Avrupai STK'ların idare ettiği müzecilik anlayışı çerçevesinde işeleteceğiz" dedi. TÜRSAB, işletme çerçevesinde müzenin 2010 Avrupa Kültür Başkenti reklam ve tanıtım, müzenin bakım onarım, depreme dayanıklılık çalışmaları, müze içindeki kafe ve restoranların işletmesi ile replika satışlarını yapılmasından sorumlu olacak. Ulusoy, hedeflerinin müzeye yılda 1 milyon ziyaretçiyi çekmek olduğunu kaydetti. Ulusoy, dünyadaki büyük müzelerin tanıtımını yapan ajanslarla da görüşme halinde olacaklarını belirterek "Kazandığımızdan daha fazlasını harcayağız. Dünyanın 1 numarası yapacağız" dedi. TÜRSAB ve Bakanlık müzenin işletmesi için bir danuşma kurulu da oluşturdu. Kurul içinde Prof. Metin Sözen, Haluk Abbasoğlu, Refik Duru, Cengiz Kaboğlu ve Sabancı Müzesi Müdürü Nazan Ölçer de bulunuyor. Bu arada Arkeoloji Müzesi'nin restornaı için Feriye Restoranın talip olduğu öğrenildi. Ulusoy, Arkeoloji Müzesi için iki yılda 2 milyon TL'lik yatırım yapacaklarını da açıkladı. Ulusoy ayrıca müzede büüyk sponsorlarla çalışacaklarını da söyleyerek görüşmelerin devam ettiğini kaydetti.

TÜRSAB son dönemde müzecilik alanındaki faaliyetlerini artırıyor. Efes Müzesi'nin bakım ve onarımının yanı sıra ışıklandırılmasını yaptı. Aralarında Efes ve Pamukkale'deki Laodikia antik kentinin olduğu pek çok müzenin bakım ve onarımı için vinçler tahsis edildi. Aynı zmaanda Antalya'daki orman yangınlarında kullanılmak üzere bir araröz de valiliğe verildi. Ayrıca Yıldız Sarayı içinde bulunan TBMM'ye ait Yıldız Porselen AŞ'nin işletmesini de aldı.
Sabah, Haber: Dilek Taş, 12.02.2009

SANAL ANITKABİR

Büyük Önder Atatürk'ün ebedi istirahatgahı Anıtkabir, artık internet ortamında da gezilebilecek.

Genelkurmay Başkanlığı, Anıtkabir internet sitesinde, buraya ait fotoğraflar ve açıklayıcı notların yer aldığı "sanal müze" oluşturdu.

Sanal müzede, Anıtkabir'in dış mekanları, Atatürk'ün özel eşyaları, Çanakkale panoraması, tablolar bölümü, Sakarya ve Büyük Taarruz panoramaları, tonozlu galeriler bölümü ve Atatürk özel kitaplığı bulunuyor.

Anıtkabir'i geziyormuş hissi veren internet sitesini ziyaret edenler, Atatürk'ün kişisel eşya ve özel kitaplarından oluşan bölümleri de görebilecek.

Sanal müzeye, "http://www.tsk.mil.tr/anitkabir/sanal-muze/index.html" internet adresinden ulaşılabilecek.
Trt/Haber, 11.02.2009

SUR-İ SULTANİ YENİLENİYOR

İstanbul İl Özel İdaresi, Topkapı Sarayı'nı çevreleyen, "Suri Sultani"yi restore ediyor. İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti projesi kapsamında yapılan çalışmaların ilerliyen aşamalarında Topkapı Saray'ı restorasyonunun devamı var. Topkapı Sarayı içerisinde ilk olarak Matbaa-ı Amire binaları, Topkapı Sarayı Müzesi geçici depoları olarak düzenlendi ve onarıldı. Bu çalışma, saray içerisinde gerçekleştirilen önemli bir çalışma olarak değerlendirildi. İl Özel İdaresi'nin 2 milyon TL harcayarak gerçekleştirdiği restorasyon ve onarım sayesinde, Osmanlı'nın ilk matbaası olan bu alan, sarayın depolarında duran tarihi eserlerin burada sergilenmesi için özel olarak dizayn edildi.

Proje kapsamında yürütülen değişikliklerden biri Cankurtaran'da bulunan Zührevi Hastalıkları Hastanesi'nin taşınması olacak. Hastanenin taşınmasının ardından yerine Topkapı Sarayı'nın idari binasının yapılması hedefleniyor. Diğer değişiklik ise Cankurtaran-Topkapı arasında bulunan altmışa yakın gecekondunun görüntü kirliliği oluşturdukları gerekçesiyle yıkılması hedefleniyor.
Sabah, Haber: Duygu Gürbüz, 12.02.2009

DEFİNE AVCILARINA SUÇÜSTÜ

Kütahya'nın Aslanapa İlçesi'nde, kaçak kazı yapmak isteyen 4 şahıs, jandarma tarafından suçüstü yakalandı.

Edinilen bilgiye göre, jandarma ekipleri, Çapanlıtepe Mevkii'nde yazı yapmak için hazırlık yapan T.T., S.E., Y.A. ve M.A.E.'yi suçüstü yakalayarak gözaltına aldı. Jandarma kazı alanında 1 adet dedektör, 1 adet kürek, 2 adet kazma, 1 adet manila, 1 adet balyoz, 1 adet metal şiş ve 3 adet el feneri ele geçirdi.
4 şahıs ifadeleri alınmak üzere jandarma karakoluna götürüldü.
Kütahya Kent Haber, 12.02.2009

ARKEOLOG KIRDEMİR'E ÇİFTE SORUŞTURMA

Muğla Marmaris Müzesi Müdürü arkeolog Doç.Dr. Neşe Kırdemir hakkında, emekli olmasına üç gün kala, 20 günlük izne çıkarken İl Kültür ve Turizm Müdürü Murat Süslü’ye bilgi vermediği ve atamalarının iptaliyle ilgili basına açıklama yaptığı gerekçesiyle çifte soruşturma açıldı.

Doç. Kırdemir, 22 yıllık meslek hayatı boyunca ilk kez böyle bir durumla karşı karşıya kaldığını söyledi, şöyle dedi: “Soruşturmaların gerekçesi çok komik. İzne, kaymakamın bilgisi ve onayı dahilinde çıktım. İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü’ne de bildirildi. Bunca senelik sicilim lekelenmek isteniyor. Savunmamı verip, emekli olacağım.”
Milliyet Ege, 12.02.2009

BEÇİN'DE TARİHİ ESER OPERASYONU

Muğla’nın Milas İlçesi'ne bağlı Beçin beldesinde jandarma tarafından yapılan operasyonda tarihi eser kaçakçılığı yaptığı ileri sürülen 5 kişi, beraberlerinde tarihi eserlerle birlikte yakalandı.

Edinilen bilgiye göre bir istihbaratı değerlendiren jandarma ekipleri 5 kişinin tarihi eser satacağı bilgisine ulaştı. Şahıslarla alıcı kılığında pazarlık kuran jandarma ekipleri Roma dönemine ait olduğu belirlenen 1 adet bronz tutamak ve 1 adet üzerinde kız figürü bulunan taş kesit karşılığında 5 bin avroya anlaştı.

Anlaşma sırasında operasyon düzenleyen jandarma ekipleri A.S (37), A.Y. (52), M.D. (36), Ö.Y. (40) ve R.D. (47) isimli şahısları gözaltına aldı. Operasyonda pazarlık konusu yapılan tarihi eserlere de el kondu. El konan eserler Milas Müze Müdürlüğü'ne teslim edildi.

Şüpheliler, sağlık kontrolünden geçirildikten sonra hakim karşısına çıkarıldı. Olayla ilgili soruşturma sürüyor.
Muğla Kent Haber, 11.02.2009

TARİHİ TABYADA RESTORASYON

Çanakkale'nin Eceabat İlçesi Kilitbahir Köyü'nde bulunan Çanakkale Savaşları'nda önemli yeri bulunan Rumeli Mecidiye Tabyası restore edilecek.

Tabyada yer alan 8 cephaneliğin restorasyonu tamamlanarak sergi alanları oluşturulacak. Restorasyon çalışmalarıyla toprak altında kalmış tarihi eserler ve binalar da gün ışığına çıkarılacak. 18 Mart 1915'te Seyit Onbaşı'nın 275 kilogramlık mermiyi kaldırıp sağ kalan arkadaşı ile Ocean Zırhlısı'nı dize getirmesi de etkileyici görsel unsurlarla ziyaretçilere sunulacak. Gelibolu Yarımadası'nı gezmeye gelen ziyaretçiler, Çanakkale Savaşları'nda Boğazın savunmasında, büyük öneme sahip olan Rumeli Mecidiye Tabyası hakkında geniş bilgi edinebilecek. Tarihi tabyada sağlam olarak günümüze kadar gelen tüm detaylar korunarak, bozulan yerler aslına uygun olarak restore edilecek.

Finansmanı Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından sağlanan restorasyonun bu yılın ekim ayında tamamlanması planlanıyor.
Tabyanın açılışı 18 Mart 2010'daki törenlerde yapılacak.
Trt/Haber, 11.02.2009

2 BİN 600 YILLIK MUMYA
POZ VERDİ

Mısır’ın baş arkeoloğu, 2600 yıl önce Firavun döneminden kalma, kireç taşı bir lahit içinde bulunan hiç bozulmamış bir mumyayı tanıttı.

Düzenlenen basın toplantısında yetkililer, lahdin kapağını kaldırarak mumyayı basının karşısına çıkardı.

Mumya, 3 hafta önce, Kahire’nin güneyindeki büyük Sakkara mezarlığında, 11 metrelik bir kuyunun dibinde bulunan ve Mısır’ın son bağımsız krallığı olan 26. Hanedan dönemine ait olduğu belirtilen mumyalardan biri.
Radikal, 11.02.2009

KÜLTÜR VE TABİAT VARLIKLARINI KORUMA KANUNUNDA DEĞİŞİKLİK YÜRÜRLÜKTE

Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu'nda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun, Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girdi.

Yönetmeliğe göre, belediyelerin ve il özel idarelerinin görev alanlarında kalan kültür varlıklarının korunması ve değerlendirilmesi amacıyla kullanılmak üzere mükellef hakkında tahakkuk eden emlak vergisinin yüzde 10'u nispetinde Taşınmaz Kültür Varlıklarının Korunmasına Katkı Payı tahakkuk ettirilecek ve ilgili belediyesince emlak vergisi ile birlikte tahsil edilecek.

T ahsil edilen miktar, il özel idaresi tarafından açılacak özel hesapta toplanacak. Bu miktar; il özel idaresince ve belediyelerce kültür varlıklarının korunması ve değerlendirilmesi amacıyla hazırlanan projeler kapsamında kamulaştırma, projelendirme, planlama ve uygulama konularında kullanılmak üzere il özel idaresine ve il sınırları içindeki belediyelere vali tarafından aktarılacak ve bu pay valinin denetiminde kullanılacak. İl özel idarelerince yapılan projeler için kullanılan miktar özel hesabın yüzde 30'unu geçemeyecek.

Yönetmeliğe göre, daha önce Bakan'ın lüzum görmesi halinde değiştirilen Koruma bölge kurullarının Bakanlıkça ve Yükseköğretim Kurulunca seçilen üyelerinin görev süresi üç yıl olacak.

Koruma Yüksek Kurulu üyeleri ile koruma bölge kurullarının Bakanlıkça ve Yükseköğretim Kurulunca seçilen üyelerine, ayda altı toplantıyı geçmemek üzere her toplantı için Devlet memur aylık katsayısının (5000) gösterge rakamı ile çarpımı sonucunda bulunacak miktarda, koruma bölge kurullarının kurum temsilcisi üyelerine ise ayda altı toplantıyı geçmemek üzere her toplantı için Devlet memur aylık katsayısının (2000) gösterge rakamı ile çarpımı sonucunda bulunacak miktarda huzur hakkı ödenecek.

5366 sayılı Yıpranan Tarihi ve Kültürel Taşınmaz Varlıkların Yenilenerek Korunması ve Yaşatılarak Kullanılması Hakkında Kanun uyarınca ilan edilen yenileme bölgelerinde yenileme projelerini onaylamak üzere oluşturulan Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulları da bu maddede belirtilen işleri yapmakla görevli ve yetkili olacak.

Koruma bölge kurullarının teknik ve idari hizmetleri, koruma bölge kurulu müdürlükleri tarafından yürütülecek. Üçten fazla koruma bölge kurulu bulunan illerde, kurullar arasında teknik ve idari işlerde koordinasyonu sağlamak üzere koruma bölge kurulları koordinasyon müdürlüğü kurulacak. Koruma bölge kurulu müdürlükleri, koruma bölge kurulları koordinasyon müdürlüğüne bağlı olarak çalışacak.

11 Mart 2005'ten önce bir şekilde koleksiyoncular tarafından edinilmiş ve bağlı bulunduğu müzedeki envanter defterine kaydı yaptırılmış taşınmaz kültür varlıkları, koleksiyoncular arasında hiçbir surette değiştirilemeyecek ve satılamayacak. Ancak bu taşınmaz kültür varlıklarından; müze ve ören yerlerindeki eserlerin bütünleyicisi olduğu tespit edilen parçalar ile müze koleksiyonlarını tamamlar nitelikte olanları Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın bedelsiz olarak alma hakkı saklı tutulacak.
Turizm Gazetesi, 11.02.2009

MEKSİKA'DA
16. YÜZYILDA YAPILAN
KATLİAMIN İZLERİ

Meksika'nın başkenti Meksiko'da arkeologlar, 16'ncı yüzyıla ait olduğu sanılan bir toplu mezar buldu.

49 kişinin kalıntısının ortaya çıkarıldığı mezar, arkeologların, Aztek uygarlığının başkentinin kuzeyinde kalan siyasi ve dini merkez Tlatelolco bölgesinde bir saray için yaptığı kazılar sırasında bulundu.

Arkeologların kazılar ilerledikçe yeni kalıntılar bulacağı sanılıyor.


Orta çıkarılan mezar ve kalıntıların, İspanya'nın 16'ncı yüzyılda Meksika'nın milyonlarca kişinin öldüğü yerli uygarlıklarını işgaliyle ilgili ipuçları verebileceği belirtiliyor.

Meksika'nın yerli uygarlıkları 1519 yılında İspanya tarafından işgal edilmiş, 1521'de de Aztec başkenti Tenochtitlan fethedilmişti.
Cnn Türk, 11.02.2009

KARŞIYAKA'YA ANTİK LİMAN

Karşıyaka Belediyesi, 6. yüzyılda Bayraklı'da bulunduğu varsayılan antik limanın benzerini Bostanlı sahiline inşa etme kararı aldı. Aynı zamanda açık hava müzesi olarak düzenlenecek limanda tarihi gemiler ve o döneme ait deniz taşıtları ve malzemeleri sergilenecek.

İzmir Büyükşehir Belediyesi ile Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu'nun onayının ardından yapımına başlanacak olan liman için hiçbir fedakarlıktan kaçınmayacaklarını belirten Karşıyaka Belediye Başkanı Cevat Durak, "İzmir'in bir liman kenti olduğunu Karşıyaka'dan yansıtacağız" dedi. Antik limanın maliyeti, projesi çizildikten sonra belirlenecek.

Belediye, antik liman için merkezi Urla'da bulunan ve İzmir kayıkları ile adını duyuran 360 Derece Tarih Araştırmaları Derneği ile işbirliği yapma kararı da aldı. Bu amaçla Fransa'da düzenlenecek bir etkinliğe İzmir kayığı ile katılınacak. 1 Temmuz 2009 ile 31 Mart 2010 tarihleri arasında Fransa'da sürdürülecek olan "2009 Türkiye Yılı" etkinlikleri kapsamında "İzmir-Foça-Marsilya Tarihe Yolculuk" projesine katılacak derneğin götüreceği üç kayıktan birine Karşıyaka adı verilecek. Bu kayık, organizasyon sonunda Paris Belediyesi'ne hediye edilecek.

Tarihi ile barışık Karşıyaka'nın, deniz kenti olduğunu anımsaması gerektiğini belirten CHP'li Belediye Başkanı Cevat Durak, "Karşıyakamızın yakasına unutulan kimliği tekrar takıyoruz. Bir dantel gibi işleyerek, kenti antik liman ile süsleyelim istedik. Yerleştirmeye çalıştığımız bu ruh, turizm kenti kimliği ile uyumlu hale gelecek. Bu dönem Karşıyaka markasının doğumuna tanıklık eden bir dönem oldu. Bunu ilerletmek istiyoruz. Çalışmaları devam eden liman projesini en yakın zamanda hayata geçirmeyi planlıyoruz" diye konuştu.

* Antik dönemin özelliklerini taşıyan antik gemilerle Foça'dan yola çıkılarak, Marsilya'ya kadar gidilecek. MÖ. 600 yılında Foça'dan yola çıkan Phokaia'lıların Ege ve Akdeniz'de gittikleri Molyvoz, Elea, Olbia, Alalia, Nice ve Antipolis limanlarına uğranarak Marsilya'ya varılacak.
* Tarihsel yolculuğu kapsayacak bir belgesel film hazırlanacak ve bu filmin tüm dünya televizyonlarına ve medyaya taşınması sağlanacak.
* Gemiler Paris'te Sen Nehri'nde sergilecek.
* Proje kapsamında 2010 yılında gemilerin, Avrupa su yollarından Tuna Nehri'ne geçerek Köstence'ye varmaları ve Karadeniz'e çıkarak, "İstanbul 2010 Kültür Başkenti" etkinliklerine katılmaları da planlanıyor.
Yeni Asır, 11.09.2009

ANZAK YOLU'NA ŞİMDİ DE CEPHANELİK ENGELİ ÇIKTI

Fotoğraf Altı: Buraya planlanan istinat duvarına izin verilmedi.

Çanakkale Gelibolu Yarımadası’nda Kabatepe Tanıtım Merkezi’nden Anafartalar Köyü’ne kadar 6.5 kilometrelik sahil yolunun yapımına 2004’te başlandı.

Ancak Avustralya, Anzak Koyu’nun doğal dokusunun bozulduğu iddiasıyla Türkiye’ye nota verdi. Bunun üzerine çalışmalar durdu. Çanakkale Savaşı, Anzak çıkarması törenleri için geçici olarak kullanıma açılmasına rağmen tamamen bitirilemedi.

Geçen yıl Avustralyalılar’ın görüşleri dikkate alınarak yeni proje hazırlandı. Kaymaması için istinat duvarı planlandı. Bu kez de koruma kurulu karşı çıktı. Bölgede Avustralyalılar’a ait cephanelik, komuta merkezleri ve sığınakların olabileceği bilgisi bulunduğuna dikkat çekildi.

Kurulun başkanı Prof. Ülkü Altınoluk, “Bölgede savaş arkeolojisine yönelik bilgi ya da belge varsa, bugüne ve gelecek kuşaklara aktarabilmesi için önce bu çalışmaların yapılması gerekir. 1915 coğrafyasının önüne taş duvar örülmesine kesinlikle izin vermeyeceğiz. Çevre ve Orman Bakanlığı, projede değişiklik yapacak” dedi.

Milliyet Ege, 11.02.2009

DÖRDÜNCÜ TABLO BULUNDU, YAP-BOZ TAMAMLANDI

Sanat dünyasının 200 yıl önce paramparça ettiği bir Rönesans tablosunun parçaları, yapıldığı günden bu yana ilk defa yeniden biraraya geldi.

Geç Rönesans döneminin Titian ve Tintoretto ile birlikte seçkin üçlüsünü oluşturan 16. yüzyıl ressamı Pablo Veronese’in Petrobelli Altarpiece tablosunun sadece üç parçası günümüze kadar geldi diye biliniyordu. Fakat Londra’nın güneyindeki Dulwich Resim Galerisi küratörü Xavier Salomon, tablonun dördüncü parçasını Texas’taki Blanton Sanat Müzesi’nde buldu. Beş buçuk metre yüksekliğindeki tablo 1788 yılında adeta satırla doğranmış gibi parçalara ayrılmıştı. Tablonun bilinen üç parçasını biraraya getirmek üzere işe koyulan Salomon, Teksas’ta bulduğu Meleğin Başı adlı küçük Veronese parçasının bu yapboza ait olabileceği üzerine çalışmalarını yoğunlaştırdı. Yapılan incelemeler sonucunda parçanın, tablonun ortasında bulunması gereken St. Michel figürünün başı olduğu ortaya çıktı. Salomon’un bu keşfi neredeyse yüzyıllık bir dedektiflik çalışmasının sonucu... Zira sadece üç parçadan oluştuğu düşünülen Veronese tablosunun, bu parçaları da 1862’de birleştirilmişti ve 1950’lere kadar tablonun kayıp olan dördüncü parçasının yer aldığı kısmında herhangi bir çizim olmadığına inanılıyordu.
Taraf, 11.02.2009

'TARİHİ ÇEŞME' SAHİBİNİ ARIYOR

Eski Bodrum Sualtı Müzesi Müdürü Alpözen’in, 15 yıl önce villasının bahçesine yerleştirdiği ‘Osmanlı çeşmesi’ tarihi eser olduğu gerekçesiyle geri isteniyor. Alpözen ise çeşmeyi geri vermiyor.

Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi eski Müdürü Oğuz Alpözen’in, 15 yıl önce villasının bahçesine yerleştirdiği ‘Osmanlı çeşmesi sulağı ve yalağı’ üzerinden başlayan tartışmalar sürüyor. Muğla Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu, “tarihi eser” olduğuna karar verdiği çeşmenin müzeye iadesini istedi. Villasının bahçesinde nöbet tutmaya başlayan Alpözen ise “Bodrum Müzesi’ni dünyanın sayılı müzeleri arasına sokmanın ödülü, hırsızlıkla suçlanmak olmamalıydı” dedi.

Çeşmenin tarihi eser olmadığını belirten Alpözen, 39 yıl görev yaptığı müzede çalışırken, eski Kültür Bakanı Cihat Baban’ın kardeşi Nusret Baban’ın 15 yıl önce kendisine hediye ettiği çeşmeyi temizlettikten sonra evine götürdüğünü anlattı. Alpözen, “130 soruşturma geçirdim. Kültür Bakanlığı üç kez soruşturma açtı. Üçünde de tarihi eser olmadığı, çeşmenin geç Osmanlı Dönemi’ne ait olduğu ve her yerde satın alınabileceği belirtildi” dedi.

Müze Müdürü Yaşar Yıldız ise Alpözen’in 15 yıl önce müzeye getirdiği Osmanlı Çeşmesi’ni laborutavarda temizlettikten sonra, kendisine hediye edildiğini söyleyerek evine götürdüğünü savundu ve “Gerekirse çeşmeyi polis zoruyla getiririz” dedi.
Milliyet, Haber: Yaşar Anter, 11.02.2009

DEVREK'TE TARİHİ ESERLERİ SATMAK İÇİN MÜŞTERİ ARAYAN 5 KİŞİ YAKALANDI

Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Şube (KOM) Müdürlüğü ekipleri tarafından yapılan çalışmalar sonucunda, Devrek’te oturan M.K. da tarihi eser bulunduğu ve eserleri satmak için müşteri aradığı tespit edildi.

KOM Şubesi Müdürlüğü görevlileri, alıcı kılığında M.K. ile irtibata girerek elindeki tarihi eserler konusunda pazarlık yaptı. Polisler düzenlediği operasyona M.K.'yı yakaladı. Tarihi eser konusunda M.K.'nın irtibatı bulunduğu E.Ç., M.A., R.K. ve MÖ isimli şahıslar da gözaltına alındı. Gözaltına alınan şahısların ikametlerinde, işyerlerinde ve gösterdiği yerlerde yapılan aramalarda, Osmanlı Devleti'nin son dönemlerine ait olduğu tahmin edilen ve tarihi değer taşıdığı belirtilen üç tabanca, çok eski döneme ait olduğu bildirilen el yazması bir adet Kur'an-ı Kerim, üç adet Osmanlı sikkesi ve bir adet kuru sıkı tabanca ele geçirildi.

Operasyonda "Kültür ve tabiat varlıkları kanununa" muhalefet suçundan M.K., MÖ ve M.A. isimli şahıslar adli makamlara sevk edilirken R.K. ve E.Ç. isimli şüpheliler ise Devrek Cumhuriyet Savcısı'nın talimatıyla tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı.
Değişim Medya, 10.02.2009

LALE CAMİİ'NİN ONARILMAMASI TEPKİ ÇEKİYOR

Kırşehir'de, Ramazan Bayramı'nın birinci günü yıkılan tarihi Lale Camii'nin yeniden onarılması bekleniyor.
Bayramdan yaklaşık bir ay önce restore çalışmalarına başlanan cami ibadete kapalı.

13. yüzyılda yapılan Lale Camii'ni restore eden yüklenici firma, yıkılma olayından sonra kayıplara karıştı.
Caminin onarılması için hiçbir çabanın gösterilmemesi Kırşehirli vatandaşların tepkisine yol açıyor.

Caminin en kısa sürede yapılmasını isteyen vatandaşlar, "Ramazan Bayramı'ndan önce onarımına başlanan Lale Camii yıkıldı. Onarımı yapan firma ise olaydan sonra kayıplara karıştı. Biz camimizin yeniden onarılmasını bekliyoruz. Tabi aslına uygun olmasını yetkililerden istiyoruz." diye konuştu.

En son 1990 yılında Kayseri Vakıflar Bölge Müdürlüğü tarafından restore edilen ve 137 bin TL'ye drenaj yapım ve basit onarımdan geçirilen Lale Camii'nin tekrar aslına uygun olarak yaptırılması bekleniyor.
haberler.com, 10.02.2009

HACI HÜSEYİNLER EVİ, KARABÜK KÜLTÜR VE TURİZM MÜDÜRLÜĞÜ'NE DEVREDİLDİ

Karabük'ün Safranbolu İlçesi'nde bulunan 140 yıllık Hacı Hüseyinler Evi, Karabük Kültür ve Turizm Müdürlüğü'ne devredildi.

140 yıllık konağın bulunduğu Akçasu Mahallesi'ni canlandırmak, gelecek kuşaklara da aktarabilmek için Dünya Miras listesindeki kentlere ayrılan ödenekten talepleri olduğunu söyleyen Karabük Valisi Nurullah Çakır, şunları söyledi:

"Kızıltan Bey evdeki kendi hissesini Karabük Valiliği Kültür ve Turizm Müdürlüğü'ne bağışladı. Kız kardeşinin hissesi de sembolik bir rakamla bağışlamayı uygun gördü. Piyasa değerinin çok altında 200 bin lira sembolik bir rakamla devredildi. 200 bin lira da restorasyon işlemleri tutuyor. Protokolümüz belli birnoktaya geldi. Önümüzdeki haftalarda işlemleri tamamlanacak. Şuanda geri kalan hisse ve restorasyon işi için 400 bin liralık ödeneğimizi temin ettik. Kaymakamlığımız, Köylere Hizmet Götürme Birliğimiz ve Özel İdaremiz aracılığı ile ödeneğimizi hazırladık. Önümüzdeki sonbahara kadar bir kültür evi, turizm evi, Safranbolu'nun özgün yaşamını canlandıran bir ev haline dönüştüreceğiz. Ben başta Kültür Bakanımız olmak üzere 2010 İstanbul Kültür Başkenti projesi Yönetim Kurulu Başkanı, Danışma Kurulu Başkanı'na,ÇEKÜL Vakfı Başkanı'na ve özellikle 140 yıllık Hacı Hüseyinler Konağı olarak geleceğe taşınmasında büyük özen gösteren Kızılatan Ulukavak'a çok teşekkür ediyorum."

Turizm Gazetesi, 10.02.2009

MEVLANA MÜZESİ'NDE
ZİYARETÇİ SAYISI ARTIYOR

Mevlana Müzesi yetkililerinden aldığı bilgiye göre, 1954 yılından bu yana yerli ve yabancı turistler tarafından ziyaret edilen Mevlana Müzesi, geçen yıl kendi ziyaretçi rekorunu kırdı.

İnanç turizmi açısından merkez olan Mevlana Müzesi, 2008'de önceki yıla göre yüzde 8 artışla yaklaşık 1 milyon 600 bin yerli ve yabancı turist tarafından ziyaret edildi.

Müze, bu yıla da artışla başladı. Geçen yıl ocak ayında 49 bin 600 kişinin gezdiği Mevlana Müzesi'ni bu yılın aynı döneminde 57 bin 264 kişi ziyaret etti.

Geçen yıla göre artış yaklaşık yüzde 15 olarak gerçekleşti. Mevlana Müzesi'ne ziyaretçi ilgisinin bu yıl da yoğun olması bekleniyor.

Yetkililer, dünyada derinden hissedilen ekonomik gelişmelerin inanç turizmini etkilemediğini, Mevlana Müzesi'ne gelen turist sayısının artmaya devam ettiğini kaydetti.
Merhaba Gazetesi, 10.02.2009

MİLAS'TA ŞİDDETLİ YAĞIŞ: TAPINAK DUVARI ÇÖKTÜ

Muğla'nın Milas İlçesinde etkili olan şiddetli yağış nedeniyle, Karya dönemine ait Zeus Karios Tapınağı'nın istinat duvarı çöktü.

Milas'ta etkili olan yağış günlük yaşamı olumsuz etkiliyor. İlçede son 24 saatte metrekareye 38 kilogram yağış düştü.
Aralıksız devam eden şiddetli yağış nedeniyle Tabakhane caddesinde bulunan ve Karya dönemine ait olduğu bildirilen 2 bin 500 yıllık Zeus Karios Tapınağı'nın istinat duvarı çöktü.
Çöken duvar ve toprak nedeniyle Tabakhane caddesi araç trafiğine kapandı. Olay yerine gelen Milas Müze Müdürü Erol Özen ve müze müdürlüğü ekipleri incelemelerde bulundu.
Yapılan tespitlerin ardından Milas Belediyesi'ne bağlı ekipler yolu kapatan taş ve toprak yığınlarını temizlemek için çalışmalara başladı.
Cnn Türk, 10.02.2009

YAPILAMAYANI YAPTI TARİHE SAHİP ÇIKTI

Turizmci Mustafa Sümer, 300 yıllık binayı yıkılmaktan kurtardı, butik otel yapmak için restorasyon başlattı. Bu çabası, sadece kağıt üzerinde koruma altında olan diğer tarihi yapılar için de umut ışığı yaktı.

İzmir’de tarihin hali yürekleri parçalıyor. Eski binalar koruma altında olmalarına rağmen göz göre göre yok olup gidiyor. Kalanlar da aynı sona doğru ilerliyor. Çoğu zamanın yükü karşısında artık güçlükle duruyor, geçmişteki mimari güzelliklerinden eser yok. Duvarları dökülüyor, içleri çöplükten ve mikrop yuvasından farksız. Bu tarih ayıbı, geçmişe nasıl sahip çıkıldığını gözler önüne seriyor.

İşte böyle bir dönemde beklenen adım turizmciden geldi. Bodrum’da tatil köyü işleten Mustafa Sümer, kurtarılmayı bekleyen onlarca eski yapının bulunduğu Karataş semtinde umut veren ışık yaktı. Sümer, yıkılmanın eşiğindeki 300 yıllık Rum evini satın aldı. Tarihi hamamın yanındaki 2 katlı binayı o eski güzelliğine tekrar kavuşturup butik otele dönüştürmek için restorasyon çalışması başlattı.

Sümer, hayatının önemli bölümünün bu bölgede geçtiğini söyledi, diğer tarihi evlere de sahip çıkılmasını istedi. "Çevremiz, hala tinercilerin, ayyaşların kullandığı çok sayıda eserle dolu. Bir bölümü ise yakılmış, yıkılmış. Dilerim burası, devamının gelmesini sağlar" diye konuştu.
Milliyet, 10.02.2009

HARRAN HIZLA YAĞMALANIYOR





UNESCO’nun Dünya Kültür Mirası Listesi’ne aday olan Şanlıurfa’nın Harran İlçesinde seçim öncesinde betonlaşma hızlandı. Son iki aydan bu yana sit alanındaki konik kubbeli evler yıkılarak yerlerine 100’den fazla betonarme kaçak yapı inşa edildi.

Konik kubbeli evleri, surları, iç kalesi, Emevi dönemine ait Anadolu’nun en eski ve en büyük camii olma özelliklerine sahip Ulu Cami, içerisinde 7 bin yıllık kültür tabakalarını barındıran höyüğü ve sur içerisine yayılmış mimari kalıntıları ile Anadolu’nun en önemli turizm merkezlerinden biri olan Harran yağmalanıyor.

Kentteki meslek örgütleri, gazeteciler, baro, Urfa’nın kültürel değerlerini korumak için kurulmuş dernekler tarafından oluşturulan “Harran Yok Olmasın Girişimi” de bölgedeki tarih katliamına dikkat çekmek için harekete geçti.

Girişim tarafından açıklanan bildiride Harran’ın 1979’da “arkeolojik sit alanı” olarak ilan edildiği, 1992’de de “Koruma Amaçlı İmar Planı”nın yürürlüğe girdiği anımsatıldı. Yasayla birlikte bölgede kazı, sondaj, inşaat gibi her türlü fiziki müdahalenin yasaklandığına dikkat çekilen bildiride şu ifadelere yer verildi:

“Koruma Amaçlı İmar Plan’ıyla yapılaşma şartları belirlenmiş olmasına rağmen özellikle son iki aydan bu yana Harran sit alanındaki konik kubbeli evlerin yıkılarak bunların yerlerine, ya da yanı başlarına 100’den fazla betonarme kaçak yapı inşa edildiği ve böylece Dünya Kültür Mirası Listesi’ne aday olan bu tarihi şehrin hızla beton yığınlarına dönüştüğü üzüntüyle tespit edilmiştir. Görevli kurumların resmi başvurularına karşın bugüne değin bir tek kaçak yapının dahi yıkımının gerçekleştirilememiş olması bu yapıları yapanları cesaretlendirmiş, böylece kaçak ve izinsiz yapıların sayısı gün geçtikçe artarak dünyaca ünlü bu ören yeri ne yazık ki yok edilme sürecine girmiştir.”

Yetkililerin göreve çağrıldığı bildiride, “Harran’a Moğollar tarafından verilen tahribattan sonra 21. yüzyıla yakışmayan bu büyük tahribata göz yumanları tarih asla affetmeyecektir” denildi.
Cumhuriyet, 10.02.2009



******


HARRAN'DA KUBBE ÜSTÜ GECEKONDU





Tarihi Harran kentinde son günlerde sit alanında ve sur içinde çok sayıda gece kondu betonarme ev yapılması, Şanlıurfalı STK'ları harekete geçirdi. STK'ların oluşturduğu sivil inisiyatif “Harran Yok Olmasın!” sloganından hareketle sit alanında yapılan gecekondu ve betonarme yapımına dur demek üzere bir girişim başlattı.

“Hz. İbrahim'in Şehri” olarak tanınan tarihi Harran kenti, konik kubbeli evleri, surları, iç kalesi, Emevi dönemine ait Anadolu'nun en eski ve en büyük camii olma özelliklerine sahip Ulu Camii, içerisinde 7000 yıllık kültür tabakalarını barındıran höyüğü ve sur içerisine yayılmış mimari kalıntıları ile Anadolu'nun en önemli turizm merkezlerinden birisi. Taşıdığı bu değerlerle UNESCO'nun Dünya Kültür Mirası Listesi'ne aday olan Harran, 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yasası gereğince Kültür Bakanlığı Anıtlar Yüksek Kurulu tarafından 1979 yılında üzerindeki tüm taşınmaz kültür varlıklarıyla birlikte “Arkeolojik Sit Alanı” olarak tescil edildi.

Yasaya göre, arkeolojik sit alanlarında kazı, sondaj ve inşaat gibi her türlü fiziki müdahale yasaklanmış durumda. Buna karşın son iki aydan bu yana sit alanındaki konik kubbeli evlerin yıkılarak yerlerine ya da yanı başlarına 100'den fazla betonarme kaçak yapı inşa edildiği ve böylece, tarihi kentin hızla beton yığınlarına dönüştüğü saptandı.

Çevre ve Kültür Değerlerini Koruma Vakfı (ÇEKÜL) ile birlikte hareket eden inisiyatif yetkilileri, dünyaca ünlü bu ören yerindeki kaçak yapılaşmanın derhal durdurulması ve bugüne değin yapılanların yıktırılmasını istedi. İnisiyatif yetkilileri, Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay başta olmak üzere Şanlıurfa milletvekilerine çağrıda bulunarak, Cumhuriyet Savcılığı'nı göreve davet etti. İnisiyatif yetkilileri “Yasaya aykırı bu olumsuz sürecin devam etmesi halinde, tüm insanlığın ortak değeri olan Harran Ören Yeri'nin tarihi dokusunu yağmalayanları ve Moğollar tarafından verilen tahribattan sonra 21. yüzyıla yakışmayan bu büyük tahribata göz yumanları tarih asla affetmeyecektir” dedi.
Taraf, Haber: Ayşe Tatlıcı, 12.02.2009

BURDUR MÜZESİ'NDEKİ ESER SAYISI 59 BİN 686'YA ULAŞTI

Burdur Arkeoloji Müzesi, 2008 yılı içerisinde bünyesine 905 yeni tarihi eser kattı. Böylece müzedeki toplam eser sayısı 59 bin 686'ya ulaştı. Eserlerden sadece 3 bin 500'ü sergilenebiliyor.

Burdur, tarihi eser sayısı bakımından Türkiye'deki arkeoloji müzeleri arasında ön sıralarda yer alıyor. Müzeye 2008 yılı içersinde satın alma, kazılardan gelme, zorla alım ve hibe yoluyla bünyesine 905 eser dahil edildi.

Müzede arkeoloji, sikke ve etnografya bölümlerinde oluşan koleksiyonda 59 bin 686 eser bulunuyor. Bu eser sayısı ile Burdur, arkeoloji müzeleri arasında Türkiye'de ilk 10'a giriyor. Sadece 3 bin 500 eserin sergilendiği müzede diğer eserler depoda bekliyor. Eserler ya araştırmalara malzeme oluyor ya da bilim adamlarının doktorasını yapmak için bekliyor.

Müze Müdürü Hacı Ali Ekinci, geçen yıl Burdur'daki Sagalassos Antik Kenti'nde yapılan kazılarda Hadrian'ın dev heykelinin büst, ayak, bacak ve kol kısımları ortaya çıkarıldığı bilgisini verdi.

Ekinci, Temmuz 2008'de bu heykelin baş kısmının İngiltere'deki dünyaca ünlü British Museum'da ve Hadrian-Hayat, Aşk ve Saltanat isimli sergi kapsamında tarih meraklısı müze ziyaretçileriyle buluştuğunu söyledi. Eserin sergilendiği süre boyunca binlerce insanın sadece adı geçen heykeli görmek için müzeye gittiği belirtildi.
Turizm Gazetesi, 10.02.2009

BİNLERCE YILLIK TAŞINMAZ KÜLTÜR VARLIĞI İLK KEZ KAYIT ALTINDA

2005 yılında çıkartılan 'taşınmaz kültür varlıklarının onarımına yardım sağlanmasına dair yönetmelik' kapsamında binlerce vatandaş özel mülkiyetinde bulunan taşınmaz tarihi değerin korunması için Kültür ve Turizm Bakanlığı'na başvurdu. Bakanlık, bu sayede tarihi değerlere hem destek verdi, hem de kayıt altına aldı.
 
Bakanlık vatandaşların mülkiyetinde bulunan taşınmaz kültür varlıklarının korunması için başvuruda bulunanlara 20 bine varan maddi destek sağlıyor.

Kültür varlığını restore ederek vatandaşa teslim eden bakanlık, son 3 yılda 6 bin 156 taşınmaz kültür varlığını da kayıtlara geçirmeyi başardı.

Kültür ve Turizm Bakanlığı, 2863 Sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu'nda bir yönetmelikle yaptığı değişiklik 2005 yılında uygulamaya konuldu. Vatandaşların mülkiyetinde bulunan taşınmaz kültür varlıklarının korunması, bakım ve onarımın yapılması amacıyla proje ve proje uygulama yardımı başlatılan uygulamaya kısa sürede büyük ilgi gösterildi.

Uygulama kapsamında Taşınmaz Kültür Varlıklarının Onarımına Yardım Komisyonları müracaatta bulunan vatandaşların taşınmaz kültür varlığı ilgili çalışmalarda bulundu.

Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdür Yardımcısı Ökkaş Dağlıoğlu, son 3 yılda yüzlerce taşınmaz kültür varlığına proje ve proje uygulamasına nakdi destek sağladıklarını söyledi.

Kültür varlıklarının korunması amacıyla kanun değişikliğinin yapıldığı 2005 yılında 391 rölöve ve restorasyon projesine nakdi yardım yapıldığını belirten Ökkaşoğlu, 250 tescilli taşınmaza da proje uygulama yardımının yapıldığını kaydetti.
Dağlıoğlu'nun verdiği bilgiye göre; 2006 yılında proje yardımı için bin 658, proje uygulama yarımı için de 260 taşınmaz sahibi müracatta bulundu.

Başvuruları değerlendiren komisyon, 222 vatandaşa proje bedelini, 39 vatandaşa ise proje uygulama bedelini ödedi. 2007 yılında ise proje yardımı için 2 bin 185, proje uygulama yardımı için de 362 başvurdu.

Yapılan değerlendirmede 416 taşınmaz proje yardımı, 40 taşınmaza ise proje uygulama yardımı ödendi. 2008 yılında proje yardımı için bin 224 vatandaş başvurdu. Bunlardan da 562 proje yardımı, 480 taşınmaza da proje uygulama yardımı ödendi. Böylece başvuruda bulunan taşınmaz kültür varlıklarının tamamı kayıt altına alındı.

Turizm Habercisi, 10.02.2009

13 YÜZYILLIK HAMAMLAR

Mısır’da, Luxor şehrinde 250 metre uzunluğunda bir rıhtım, taş ocakları ve Ptolemy Dönemi’ne ait hamamlar keşfedildi.

Karnak Tapınağı’nın önünde yapılan bir kontrol kazısı sırasında tapınağı taşkınlardan korumak için yapıldığı düşünülen, 250 m uzunluğunda bir rıhtım duvarının kalıntılarına rastlandı.

Aynı bölgede hamamlar da bulundu. Rıhtımın taşları Asuan’daki Silsila Dağları’ndan getirilmiş.

Bu da, nehrin aşındırmasına engel olabilecek yegane kumtaşı cinsi.

Yapının 25. Hanedan Dönemi’ne ve firavun Taharka’ya (MÖ 690--664) tarihlendiği düşünülmekte.

Rıhtımda gemilerin bağlanabilmesi için taşlara oyulmuş deliklere de rastlandı.


Kazı sorumlusu Mansour Boreik, kazılar sırasında rıhtım civarında birisi Ptolemy, diğeri Roma dönemine ait iki yerleşim kalıntısı da bulunduğunu da açıkladı.

Kazının son günlerinde küçük bir hamam kalıntısı da bulundu. Ptolemy Dönemi’ne ait olduğu düşünülen hamam dairesel yapılara ve kişisel yıkanma yerleri içeriyor.
Al Ahram, 03.02.2009

TARİHİ KONAK RESTORE EDİLECEK

Kayseri'nin Melikgazi İlçesi'ne bağlı Ağırnas beldesinde bulunan tarihi Çerkezoğlu Mustafa Bey Konağı'nın restore edileceği bildirildi.

Açıklamalarda bulunan Ağırnas Belediye Başkanı Mehmet Osmanbaşoğlu, konağın tapusunu belediye için 80 bin TL'ye satın aldıklarını ve havaların ısınmasıyla birlikte restorasyon çalışmasına başlanılacağını söyledi.

2009 yılı başında İl Özel İdaresi Genel Sekreterliği tarafından yaklaşık 95 bin TL ödenek ayrıldığını da ifade eden Başkan Osmanbaşoğlu, konağın rölöve restorasyon projesinin Yıldız Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi öğretim üyeleri tarafından hazırlandığını da sözlerine ekleyerek, “Çerkezoğlu Mustafa Bey, Kurtuluş Savaşı'nın kazanılmasında büyük emeği geçti. Restorasyon çalışmasının 2009 yılı sonunda bitirilmesini planlıyoruz. Çerkezoğlu Mustafa Bey Konağı'nın kalan ek kısımları da tamamlandıktan sonra misafirhane ve gezinti yeri olarak hizmete açılacak” dedi.
Kayseri Kent Haber, 10.02.2009

TARİHİ ESER OPERASYONU

Denizli'de, yedi adet toprak eser, 14 adet süs eşyası, 107 adet bronz sikke, 60 adet metal obje ve iki adet tepsi ele geçirildi.

Denizli İl Jandarma Alay Komutanlığı'nca kültür ve tabiat varlıkları kaçakçılığına yönelik çalışmalar sonucunda, Gümüşler bölgesinde faaliyet gösteren A.Y. isimli şahsın elinde tarihi eser bulunduğu ve satmak için müşteri aradığı belirlendi. Bu kapsamda yapılan çalışmalar sonucunda A.Y. yakalandı. Yakalanan şahsın üst ve kullandığı araçta yapılan aramada, 7 adet toprak eser, 14 adet süs eşyası, 107 adet bronz sikke, 60 adet metal obje ve iki adet tepsi ele geçirildi.

A.Y. isimli şahıs ifadesinin alınmasının ardından adli makamlara sevk edildi.
Denizli Kent Haber, 10.02.2009

DEFİNE ARARKEN DEREDE BOĞULDU

Bursa’dan Balıkesir’e geldikleri belirtilen Mehmet Tuncel (55), İsmail C. ve Yonus Y.’nin, Dursunbey’e bağlı Osmaniye Köyü yakınlarındaki Alaçam Dağları’nın eteğinde define aramaya başladıkları iddia edildi. Önceki gün saat 16.30 sıralarında aniden bastıran yağmurda mahsur kalan 3 kişiden Mehmet Tuncel, Aliova Deresi’ne düşerek boğuldu. 2 defineci gözaltına alınırken, Mehmet Tuncel’in cesedini arama çalışmaları sürüyor.
Türkiye Gazetesi, 10.02.2009

MISIR'DA TARİHİ MEZARDA 30 MUMYA

Mısır'da yeni keşfedilen 4 bin 300 yıllık tarihi bir mezarda 30 mumya bulundu.

Mısır'ın baş arkeoloğu Zahi Havas, mumyaların başkent Kahire'nin güneyindeki büyük Sakkara mezarlığında, 11 metrelik bir kuyunun dibinde bulunduğunu belirtti.

Mumyalardan 8'inin mezardaki lahitte, diğerlerinin ise duvardaki oyuklara yerleştirilmiş olarak bulunduğunu kaydeden Havas, yeni bulunan sahayı "mumya deposu" olarak niteledi.

Havas'ın yardımcısı Abdul Hekim Karar da mezarın yapıldığı dönemlerde duvarların içine açılan oyukların kullanılmasının çok nadir olduğuna dikkati çekti.

Mumyaların MÖ 540 yılından kalma olduğunu ve çeşitli yaşlardaki kişilere ait olduğunu belirten Karar, henüz açılmamış olan, kireç taşından yapıldıktan sonra sıva ile mühürlenmiş lahitin ise mumyalardan daha eski bir tarihten kalma olduğunun sanıldığını kaydetti.
Trt/Haber, 09.02.2009

AYASOFYA'NIN İSKELESİ SÖKÜLDÜ

İstanbul'un Avrupa Kültür Başkenti olması vesilesiyle başlatılan çalışmalar kapsamında, 1992-1993 yılları arasında UNESCO'nun teknik desteği ile Ayasofya'da başlatılan onarım çalışmaları çerçevesinde kurulan iskele söküldü. 12 günde sökülen iskele, onarım görmemiş son çeyreğe taşınacak. Buradaki çalışma Haziran ayı sonunda tamamlanacak. Haziran ayı sonunda içeride hiç iskele kalmayacak, sadece yarım kubbeleri onarma çalışması yapılacak ve Kasım ayı sonunda Ayasofya'da bütün işler bitmiş olacak.

İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı Yürütme Kurulu Başkanı Nuri Çolakoğlu Ayasofya Müzesi avlusundaki Osmanlı türbe mimarisinin en harika örneklerinden olan Mimar Sinan yapımı, Sultan II. Selim, Sultan III. Mehmed, III. Murad ve şehzadelerin türbeleri, Sultan I. Mahmud'un şadırvanı, sıbyan mektebi, imareti, kütüphanesi, Sultan Abdülmecid'e ait hünkar mahfeli, muvakkithanesi gibi yapıların başlayan restorasyonlarının tamamlanması ve çevre düzenlemesinin izleyeceğini de bildirmişti.

Turizm Habercisi, 09.02.2009

HÜNKAR KASRI ZİYARETE AÇILDI

Hatice Turhan Valide Sultan tarafından 1663 yılında yaptırılan Hünkar Kasrı, 5 yıllık bir restorasyon sonucunda vatandaşların ziyaretine açıldı.

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, tarihine ve kültürel mirasına sahip çıkmayan bir milletin geleceği tasarlamasının mümkün olmadığını belirterek, "Tarihi eserler arasında bu, şu devletten, şu topluluktan kalmadır diyerek ayrımcılık yapmak reddi mirastır" diye konuştu.

Padişahların özelikle Cuma namazlarını kılmak için geldikleri Hünkar Kasrı, değişik zamanlarda dinlenme amacıyla da kullanılan çok özel olarak tasarlanmış mimari eserlerden biri.

Eminönü'ndeki Yeni Camii'nin yanında bulunan Hünkar Kasrı, Türk çini sanatının en güzel örneklerini barındırıyor.
Uzun süre boş kalan kasrın çinileri iki kez çalınarak yurt dışına götürüldü. Ancak bu çiniler yapılan girişimler sonucu geçen yıl Nisan ayında Londra'dan tekrar Türkiye'ye getirildi.

İstanbul Ticaret Odası'na devredilen Hünkar Kasrı'nın restorasyon çalışmaları 5 yıldır devam ediyordu.
8.5 milyon liraya mal olan restorasyon çalışmaları sonunda Hünkar Kasrı, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın katılımıyla vatandaşların ziyaretine açıldı.


Erdoğan, "Tarihine, tarihi ve kiltürel mirasına sahip çıkmayan bir milletin geleceği tasarlaması asla mümkün değildir... Tarihi eserler arasında bir ayrıma gitmek bu, şu imparatorluktan kalmadır, bu şu devletten, şu topluluktan kalmadır diyerek ayrımcılık yapmak açık söylüyorum reddi mirastır. Tarihi ve geçmişimize büyük haksızlıktır." dedi.

Başbakan Erdoğan eserlerin büyük bir hassasiyetle korunduğunu son 6 yılda 3 bin 363 eseri restore edildiğini kaydetti.
Trt/Haber, 09.02.2009

ESKİ BİR DÜŞ: HİCAZ DEMİRYOLU

Tarihi Hicaz demiryolu nihayet faaliyete başlayacak. Arab News’in haberine göre Hicaz demiryolu için Türkiye ve Suudi Arabistan anlaştı. Böylece “kutsal topraklar” ile Türkiye arasında kesintisiz ulaşım sağlanmış olacak.

Hicaz demiryolu, geçen yüzyılın başlarında inşa edilmeye başlanmış, ama araya Birinci Dünya Savaşı girince tamamlanamamıştı. Daha sonra yeniden yapılması gündeme alınmış; bu kez de 1967’de bölgede yaşanan 6 Gün Savaşları nedeniyle başarısızlığa uğramıştı.

Eğer yeni plan tasarlandığı gibi tamamlanabilirse, İstanbul Mekke’ye bağlanmış olacak. Projenin ne zaman tamamlanacağı belli değil.
Evrensel, 09.02.2009

AYAVUKLA 'KÜLTÜR TESİSİ' OLACAK





Uzun süredir metruk durumda bekleyen tarihi Ayavukla Kilisesi, İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından başlatılan kapsamlı restorasyon sonrası sergi mekanı, semt eğitim merkezi ve kitaplık olarak İzmir'e kazandırılacak.
Mustafa Kemal Atatürk'ün direktifiyle, 14 Şubat 1924 tarihinde İzmir ve çevresine ilişkin eski eserleri sergilemek amacıyla Asar-ı Atika Müzesi olarak hizmet vermeye başlayan tarihi Ayavukla Kilisesi, "sosyo kültürel tesis alanı" olarak İzmir'e kazandırılıyor.

İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından restorasyon çalışmalarının başlatıldığı Ayavukla'nın, kent kültürüne büyük katkılar sağlayan bir merkez haline getirilmesi planlanıyor. Binanın restorasyon çalışmalarının 2010 yılı içinde bitirilmesi hedefleniyor.

Bir süre Kültür Bakanlığı tarafından opera çalışma salonu olarak kullanıldıktan sonra yangın geçiren ve uzun süredir metruk bir durumda bekleyen Ayavukla, İzmir 1 Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'nun onadığı 1/5000 ölçekli Kemeraltı ve Çevresi Koruma Amaçlı Nazım İmar Planı çerçevesinde "Sosyo Kültürel Tesis Alanı" olarak hizmet verecek. Rölöve, restitüsyon ve restorasyon projeleri İzmir Yüksek Teknoloji Enstitüsü Mimarlık Fakültesi Mimari Restorasyon Bölümü tarafından hazırlanan Ayavukla, bundan sonra sosyal ve kültürel çalışmaların yapıldığı bir merkez olarak kullanılacak.

Bahçedeki yapılar idari büro, mahalle muhtarlığı ve çocuk kitaplığı olarak işlevlendirilirken, Semt Eğitim Merkezi olarak düzenlenecek olan yapıda çeşitli kurs ve eğitimlere yönelik olarak bilgisayar laboratuarı, arşiv odası, seminer odası, yönetim birimi ve sergileme mekanı yer alacak. Ayrıca bahçede açık sergileme mekanları da düzenlenecek. Bahçenin kuzey girişindeki yapı, güvenlik birimi olarak ele alınırken, Batı'daki servis girişinin yanında ise kafe mekanı oluşturulacak

19. yüzyılın ikinci yarısında Rum Ortodoks Cemaati tarafından inşa edilen Ayavukla Kilisesi, İzmir tarihinde önemli bir olay olan 1922 yangınında, kurtulan tek Rum kilisesi olarak akıllarda kaldı. Yapı 14 Şubat 1924 tarihinde, Mustafa Kemal Atatürk'ün direktifiyle, İzmir ve çevresine ilişkin eski eserleri sergilemek amacıyla Asar-ı Atika Müzesi olarak hizmet vermeye başladı. Daha sonra Kültür Bakanlığı tarafından opera çalışma salonu olarak tahsis edildi. Bu süre içinde yapının bir yangın geçirmesi nedeniyle boşaltıldığı ve böylece günümüzdeki metruk biçimini aldığı biliniyor. Önceden, Mülkiyeti Maliye Hazinesi'ne ait olan yapı, "Korunması Gerekli Kültür Varlığı" olarak tescil edildi. Yapı, Milli Emlak Genel Müdürlüğü tarafından İzmir Büyükşehir Belediyesi'ne tahsis edildi.

İzmir Büyükşehir Belediyesi, 09.02.2009

LATİFE HANIM KÖŞKÜ ZİYARETÇİLERİNİ AĞIRLIYOR





İzmir'in Karşıyaka İlçesinde, Eskişehir Büyükşehir Belediye Başkanı Prof.Dr. Yılmaz Büyükerşen tarafından yapılan, Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk, Annesi Zübeyde Hanım ve Latife Hanım'ın bire bir benzeri balmumu heykellerin bulunduğunu Latife Hanım Köşkü Anı Evi, 190 bin kişi tarafından gezildi.

Mustafa Kemal Atatürk'ün eşi Latife Hanım'a ait olan Uşşakizade Latife Hanım Köşkü, İzmir Valiliği ve Karşıyaka Belediyesi'nin çalışmalarıyla 19 Mayıs 2008 tarihinde halkın ziyaretine açıldı. Resmi açılışının 9 Temmuz'da yapıldığı anı evi, Karşıyaka Belediyesi tarafından yaklaşık 6 bin TL harcanarak 8 özel aydınlatma sistemiyle donatıldı. Akşamların evin dış cephesi yedi ana renk ile rengarenk hale dönüştürüldü. Belediye yetkilileri, yılbaşı gecesi için özel renkli aydınlatma yaptıklarını, yurttaşlardan gelen talep doğrultusunda ışıklandırmayı sürekli hale getirdiklerini bildirdi.
Yetkililer, köşkü açıldığından bu yana İzmir'in yanı sıra çevre il ve ilçeler ile yurtdışından gelen 190 bin kişinin gezdiğini belirtti.

Köşkteki balmumu Atatürk heykeli, çalışma odasında ve masasının başında ayakta dururken, Zübeyde Hanım ve Latife Hanım'ın heykelleri kendilerine ait odalarda koltuklarında oturur durumda sergileniyor.

Anı evi haline getirilen köşkteki eşyanın tümü 100-150 yıllık geçmişe sahip. Yaklaşık 3 bin metrekarelik alanı kapsayan Latife Hanım Köşkü, Atatürk'ün annesi Zübeyde Hanım'ın son günlerini yaşadığı ve 14 Ocak 1923 tarihinde vefat ettiği mekan olarak biliniyor.

1922 yılının Aralık ayı ortalarında Gazi'nin annesi Zübeyde Hanım, Karşıyaka'ya tren yolu ile getirilmiş ve bir hasır koltuğa yerleştirilerek Uşşakizade ailesinin istasyon arkasındaki bu köşke taşındı. Büyük ihtimamla bakılan Zübeyde Hanım'a bu dönemde en yakın kişi Latife Hanım oldu. Köşk, eski zamanlarda bahçe içindeki çam ve palmiye ağaçları, havuzu ve yel değirmeni ile tanındı. Daha sonra adliye binası ve dershane olarak hizmet veren köşk, İzmir Valiliği ve Karşıyaka Belediyesi'nin 2005 yılındaki çalışmalarıyla bugünkü haline kavuşturuldu.

Cumhuriyet, 09.02.2009

PUEBLO KÜPLERİNİN
ESRARI ÇÖZÜLDÜ

New Mexico eyaletinin Chaco Kanyonu’ndaki kalıntılarda bulunan küpler yıllardır Patricia Crown’un kafasını kurcalıyordu.

Bu yerleşimin sakinleri çağdaş Pueblo insanlarının ataları idi ama bu kapların benzerlerine başka hiçbir yerde rastlanmamıştı.

Bir grup araştırmacı bunların davul olduğuna inanırken başka bir grup ise kutsal tören eşyaları olduğunu düşünüyordu.

Patricia Crown ise, geçen hafta The Proceedings of the National Academy of Sciences’ta yayınlanan makalesi ile, bunların sıvı çikolata içmek için yapıldığını ve bunun Kuzey Amerika’da şimdiye dek rastlanan en eski çikolata tüketimi olduğunu açıkladı.

Peki, en yakın kakao ağacından 2000 km uzaklıktaki bu bölgeye, çikolata nasıl gelmiş olabilirdi?

Patricia Crown, bölgeye güneyden ciddi bir ithalat yapıldığı diğer buluntulara bakarak ispatlamakta. Boston ve Smithsonian müzeleri yetkilileri de aynı dönemde Kuzey Amerika’dan bugünkü Ekvator ve Kolombiya’ya kadar uzanan ciddi bir ticaret olduğunu kabul ediyorlar.

The New York Times,Haber: Michael Haederle,  03.02.2009

BOĞAZ KIYISINA
DEVLET ELİYLE BLOKAJ

Çengelköy Bostancıbaşı Abdullah Ağa Yalısı restorasyonu tamamlanmak üzere.

Adalet Bakanlığı'na devredilen binanın sahil bölümüne beton iskele ve kayalarla blokaj yapıldı.

Doğal biçimini yitiren sahil neredeyse Çengelköy İskelesi seviyesine kadar dolduruldu.

Yalının önü, tarihi Hamallar Plajı olarak anılıyor ve küçük bir kumsalı da içeriyordu.

Boğaz Köprüsü yapılmadan önce bir mavna iskelesi olarak da tarihi değere sahip olan ve doğal kumdan oluşan kumsal büyük kayalarla yok edildi, sahilin doğal kıvrımı bozuldu.

Çengelköy'de yetişen meyve sebzeler kayıklarla buradan İstanbul'a dağıtılırdı.

Ayrıca sahilin kayalarla doldurulması ileride üzerine beton döküleceği şüphesini doğuruyor. Esnaf durumdan hayli şikayetçi.

Çengelköy'ün yerlileri ise tarihi plajın yok olmasından dolayı üzgün ve öfkeli. Tarihi Çengelköy Çınaraltı Kafe'nin müdürü, "Bu durumdan çok rahatsızız ama devlet yaptığı için elimiz kolumuz bağlı" diye konuştu. Yıllardır çürümeye bırakılan yalının restorasyonu güldürmedi üzdü. Boğaziçi İmar Müdürlüğü ise sessizliğini koruyor.

Arkitera, Yazı ve Fotoğraflar: Simla Sunay Özdemir, 09.02.2009



YENİKAPI'DAKİ KAZILAR BU AY SONUNDA BİTİYOR

Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım, Marmaray Projesi Kadıköy-Üsküdar delme tünellerinde TBM (köstebek) cihazıyla Üsküdar Makas tüneline ulaşılması nedeniyle düzenlenen törene katıldı. Kadıköy-Ayrılıkçeşme'deki tünel girişinde basın mensupları ile birlikte personel taşıma aracına binen Bakan Yıldırım, kazısı tamamlanan Yavuz Tüneli'nin 3 bin 75 metrelik bölümü gezdi. Yerin 35 metre altındaki makas tünelinde Türk ve Japon çalışanları kutlayan Bakan Yıldırım daha sonra burada bir konuşma yaptı. Biz sadece Marmaray yapmıyoruz, aynı zamanda Boğaz'ın 60 metre altında Asya ile Avrupa'yı birleştiriyoruz" diyen Yıldırım, Yavuz Tüneli'ne paralel olarak ilerleyen Atatürk Tüneli'nin ise 385 metre geride olduğunu ve yaklaşık 1.5 ay sonra makas tüneline ulacağını ifade ederek çalışmaların dikkatli olarak sürdüğünü söyledi.

Yıldırım, arkeolojik kazıların projenin tamamlanma süresini etkilediğini hatırlatarak "Yenikapı'daki kazılar ne durumda?" diye soran basın mensubuna, bu projenin birçok yan faydasından birinin de İstanbul'un tarihini gün ışığına çıkarması olduğunu belirtti. Binali Yıldırım, "Kazılarda gördük ki İstanbul'un tarihi bilinenden çok daha eski. Öylesine eski ki 8 bin 500 yıla kadar gidiyor. İnşallah, arkeologlar 8 bin 500 yıl öncesini görmek istemez. Öyle bir şey olursa biz projeyi göremeyiz. İstanbul projeyi göremez. Şu ana kadar 3,5 yıl kaybettik. Neden? Arkeolojik kazılar yüzünden işte. Bu da bizim, İstanbul'un geçmişine, tarihine, kültürel zenginliklerine verdiğimiz önemin sonucudur" diye konuştu. Ancak kazı işinin sonuna gelindiğinin vurgulayan Yıldırım, "Zannediyorum bu ay içinde, kazıların devam ettiği Yenikapı'da da işler bitmiş olacak. Böylece proje bundan sonra daha da hızlı şekilde ilerleyecek" dedi.

Marmaray Projesi'nin Gebze'den Halkalı'ya toplam 77 kilometre uzunluğunda olacağını ifade eden Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım, bu hatta toplam 40 istasyon bulunacağını ifade etti. Yıldırım, bu hatta sefer yapacak toplam 440 adet trenin Sakarya'daki hızlı tren fabrikasında Güney Kore-Türkiye ortaklığı ile yapılacağını anlattı. Marmaray'ın 2012 yılı sonunda tamamlanacağını ifade eden Yıldırım, "Bu proje İstanbul için çok faydalı olacak. Toplu taşımacılıktaki payı yüzde 7'den yüzde 28'e çıkartacak" dedi.

Sabah, 09.02.2009

BAĞDAT KÖŞKÜ'NÜN 370. YILINDA MUHTEŞEM DÖNÜŞÜ

Topkapı Sarayı’nı İstanbul 2010 Kültür Başkentliğine hazırlayan İl Özel İdaresi, daha önce aralarında Bab-ı Hümayün, Arkeoloji Binası Klasik Bina, Revan Köşkü, Adalet Kulesi ve Divit Odası, Adalet Kulesi ve Kubbealtı, Sünnet Odası, Hekim Odası, Ağalar Cami, Alay Köşkü, Jandarma Kara Mustafa Paşa Köşkü, Harem Yapıları (1. Ahmet Okuma Salonu), Has Odalar Kutsal Emanetler Dairesi ve Matba-ı Amire gibi birçok bölümün restorasyon ve onarımını bitirdi.

Son olarak projesi ve uygulaması İstanbul Rölöve ve Anıtlar Müdürlüğü denetiminde yapılan Bağdat Köşkü’ndeki restorasyon çalışmaları 2006 yılında başlamıştı. Köşkün restorasyonu, 2008 yılının Temmuz ayında, 1.387.452,51 YTL ödenek kullanılarak tamamlandı. Topkapı Sarayı Bağdat Köşkü’nün onarımı işinin ödeneği İstanbul İl Özel İdaresi bütçesinden karşılandı.
Yapı, 09.02.2009

BAKAN ÖZAK'TAN AYASOFYA KENTSEL DÖNÜŞÜM PROJESİ MÜJDESİ





Bayındırlık ve İskan Bakanı Faruk Özak, yeni dönemde yapacakları işlerin başında Ayasofya Kentsel Dönüşüm Projesi'nin geldiğini söyledi. Bakan Özak, milletvekilleri Cevdet Erdöl, Asım Aykan ve Trabzon Belediye Başkan adayı Dr. Orhan Fevzi Gümrükçüoğlu ile birlikte Ayasofya Mahallesi'nde vatandaşlarla bir araya geldi.

Özak, Trabzon'un en önemli tarihi eserlerinden biri olan Ayasofya Müzesi'nin çevresinde ikamet eden ve bölgenin sit alanı olarak belirlenmesi sebebiyle sıkıntılar yaşayan vatandaşların sorunlarını dinledi. Bölgenin 2. derece SİT alanı olmasından dolayı Ayasofya Müzesi etrafındaki taşınmazlarına 1990 yılından beri bir çivi dahi çakamadıklarını belirten vatandaşlar, mağduriyetlerinin biran önce giderilmesini istedi.

Bölgenin tarihi Ayasofya Müzesi'ne yakışır bir şekilde yeniden düzenlenmesi ve taşınmazların adil bir şekilde kamulaştırılması isteklerini yineleyen mahalle sakinleri, astıkları pankartlarla Ayasofya Kentsel Dönüşüm Projesi müjdesinden dolayı Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'a teşekkürlerini bildirdi.

Faruk Özak, burada yaptığı konuşmada, Trabzon'daki öncelikli projelerinin başında Ayasofya Kentsel Dönüşüm projesinin geldiğini kaydetti. Birçok ilde bu tür projeleri belediyelerin yaptığını ifade eden Bakan Özak, "Ancak bizim belediyemiz burayı yapmadı veya yapamadı. Biz belediyeyi kazansak da kazanmasak da burayı yapacağız. Adaletli bir şekilde, kimseyi incitmeden gerekli kamulaştırma çalışmaları da yapılarak Ayasofya Müzesi'nin çevresi Trabzon'a yakışır bir görünüme kavuşturulacak." şeklinde konuştu.

Toplu Konut İdaresi (TOKİ) ile Kültür ve Turizm Bakanlığı yetkililerinin bölgede gerekli çalışmaları yaptıklarını anlatan Özak, Zağnos Vadisi'nden sonra Ayasofya Müzesi ve Tabakhane Kentsel Dönüşüm projelerinin de hayata geçirileceğini ifade etti.

Dr. Orhan Fevzi Gümrükçüoğlu da Ayasofya Kentsel Dönüşüm Projesi'ni belediye başkanlığının ilk döneminde hayata geçireceği taahhüdünde bulundu. Gümrükçüoğlu, proje için TOKİ ile Kültür ve Turizm Bakanlığı nezdinde girişimler başlattıklarını sözlerine ekledi.

Zaman, 09.02.2009

EN ESKİ İNSAN İSKELETİ EVRİME IŞIK TUTACAK MI?

ABD'nin Houston kentinde dünyanın en eski insanına ait olduğu belirtilen iskeletin tomografisi çekildi. Teksas Üniversitesi'nin yürüttüğü projede, 3 milyon 200 yıl öncesine ait olan ve Lucy denilen insanın iskeletinin incelenmesiyle evrim tartışmalarına yeni bir açılım getirilmesi amaçlanıyor. Lucy'nin kemik yapısının özelilkleri ve nasıl oluştuğu ile ilgili yeni bulgulara ulaşmayı amaçlayan bilimadamları, insanların 'evrim teorisinde iddia edildiği gibi 'nasıl ağaçlardan inerek yürümeye başladıklarını' aydınlatmaya çalıştıklarını belirtti.

Sabah, 08.02.2009

635 MİLYON YILLIK FOSİL BULUNDU





Kaya katmanları arasında bulunan 635 milyon yıllık hayvan fosili bilim adamlarını şaşırttı. Amerikalı bilim adamları, bulunan fosilin şimdiye dek keşfedilenlerin en eskisi olduğunu açıkladılar. Bununla birlikte, "demospongiae" sınıfından hayvanların varlığının teyit edildiğini de belirttiler.

ABD'nin California ve Massachusetts Institute of Technology (MIT) üniversitelerinden araştırmacılar, "demospongiae" sınıfından hayvanların varlığını teyit edecek fosil kanıtlarını kaya katmanları arasında bulduklarını belirterek, bu süngerlerin şu anda bilinen en eski hayvan fosili rekoruna sahip olduğunu kaydettiler.

California Üniversitesi'nden Doçent Gordon Love, demospongiae'lerin bir milyar yıl ila 542 milyon yıl önceki Neoproterozoik dönemde ortaya çıktıklarını vurgulayarak, aşırı iklim koşullarının bulunduğu bu dönemde biyolojik evrimin hayvanların ve yeni eko sistemlerin ortaya çıkmasını sağladığını söyledi.

Love ve meslektaşlarının, kaya katmanlarında varlığını keşfettikleri, süngerlerde bulunan "steran" adlı bileşenin, geniş bir biyokimyasal grupta yer aldığını bildiren uzmanlar, doğrudan yaşayan organizmaların izini taşıyan bu bileşenlere aynı zamanda biyo-imleç adı verildiğini ifade ettiler.

Araştırmacıların yaşayan demospongiae'de bulunan 24 biyo-imleci tanımladıklarını kaydeden uzmanlar, bunların 635 milyon yaşındaki kayalarda bulunduğunu ve aynı kaya oluşumunda budan daha eski bir oluşuma rastlanmadığını açıkladılar.

Araştırma Nature dergisinde yayınlandı.

Hürriyet, 08.02.2009

40 YILDIR SERGİLENMESE DE SERVET DEĞERİNDE

Modern sanatın önemli isimlerinden Lucio Fontana’ya ait olan ve 40 yıldır hiçbir şekilde sergilenmeyen Concetto Spaziale adlı tablo 4,4 milyon sterline alıcı buldu.

Londra’daki Sotheby’s Müzayede Evi’nde gerçekleşen açık arttırmada satışa sunulan 1961 tarihli soyut resim Avrupa’dan telefonla katılan bir alıcı tarafından satın alındı.

ABD’li sanatçı Jeff Koons’a ait Stacked adındaki heykel de 2,8 milyon sterline alıcı buldu. Gerhard Richter imzasını taşıyan Troisdorf adlı yağlıboya tablo ise 2,1 milyon sterlinlik değeriyle müzayedede en yüksek üçüncü fiyata satılan eserdi. Müzayedede satışı gerçekleşen 27 eserden yalnızca ikisi alıcı bulamazken toplamda 17,9 milyon sterlin gelir elde edildi. 

Sotheby’s’in çağdaş Avrupa sanatından sorumlu yöneticilerinden Cheyenne Westphal, “Bu akşamki satışlardan son derece memnunuz, olumlu sonuçlar aldık. Piyasanın 2009’daki durumuyla ilgili ilk sınavdı ve güven oluşturdu. Fontana, Richter ve Koons’un eserlerinin satış fiyatı kanıtlıyor ki piyasa halen ender görülen kaliteli eserlere büyük ilgi gösteriyor” diye konuştu.
Taraf, 08.02.2009

TARİHİ ESERLER VE MÜLTECİLER AYNI DORSEDE

Kapıkule sınır kapısından yurt dışına çıkış yapmak isteyen bir TIR'ın dorsesinde, yasa dışı yollardan sınırı geçmek isteyen yabancı uyruklu yedi kaçak yakalanırken, ele geçirilen Geç Hellenistik-Erken Roma dönemine ait bir adet bronz kaıdn heykeli herkesi şaşırttı.

Geçen salı günü saat 03.00 sıralarında yurt dışına çıkış yapmak üzere Kapıkule TIR Gümrük Alanı'na gelen H.G. yönetimindeki TIR'ın dorsesinde, ekiplerce yapılan aramada, beşi Irak, ikisi Filistin uyruklu yedi mülteci yakalandı. Aramalarda ayrıca iki sandık içinde saklı 14 parçaya ayrılmış bir adet bronzdan yapılma Geç Hellenistik-Erken Roma dönemine ait bir adet bronz kadın heykeli ele geçirildi.

Gözaltına alınan sürücü H.G.'nin ifadesinden yola çıkan polis, olayla ilgili oldukları iddia edilen ve İstanbul'da bir firmada çalışan beş kişiyi daha yakalayarak Edirne'ye getirdi. Şüpheliler adliyeye sevk edilirken, kaçaklar ise sınır dışı edilmek üzere Edirne Emniyet Müdürlüğü Yabancılar Şubesi Müdürlüğü'ne teslim edildi. Öte yandan olayla ilgili bir kişinin daha arandığı öğrenildi.

Taraf, 07.02.2009

YANIK HAN RESTORE EDİLECEK

Kastamonu Valisi Mustafa Kara, Belediye Caddesi`ndeki tarihi Yanık Han`ı restore ederek turizme kazandıracaklarını bildirdi.

Yanık Han`ın Kastamonu`da turizm açısından önemli olduğunu belirten Kara, restorasyonun gelecek yıl bitirilmesinin planlandığını belirtti.

Kara, şöyle dedi:``İl Özel İdaresi olarak Yanık Han`ı Avrupa Birliği projelerinden faydalanarak yapmayı istiyorduk. Ancak bu isteğimizi gerçekleştiremedik. Yanık Han için hazırladığımız Tabiat Varlıklarını Koruma Kurumundan onaylı proje hazır. Burayı İl Özel İdaresinin kaynaklarıyla restore edeceğiz. Yanık Han`ı 2010 yılına yetiştirmeyi düşünüyoruz.``
Belediye Caddesi`ndeki Yanık Han, Yanıkoğlu Hacı İsmail Ağa tarafından 1730 yılında yaptırılmış. Tarihi yapı dıştan moloz taştan, dikdörtgen planlı olarak inşa edilmiş. Üç katlı hanı, avlusu etrafından ahşap koridorlar kuşatıyor. Bunların arkasına da odalar sıralanmış. Hanın iç yapısı bütünüyle ahşaptan. Yanık Han`ın bir özelliği de güneyindeki giriş kapısı üzerine bir köşk mescidinin yerleştirilmiş oluşu.
Kastamonu Postası, 06.02.2009

'FARELİ KÖYÜN KAVALCISI' ÇANAKKALELİYMİŞ





Çanakkale’de, ‘Apollon Smintheus’ kazıları, arkeolojik araştırmalara yeni bir yön verecek bulgular elde edilmesini sağladı. Kentte 5 bin yıl önce kurulduğu düşünülen ve Türkiye’deki en eski yerleşim merkezlerinden kabul edilen Troya Antik Kenti’nden daha önceki bir dönemde yerleşim yeri bulunduğuna dair kanıtlar Apollon Smintheus kazılarında ortaya çıktı. Apollon Smintheus Kazı Heyeti Başkanı Prof.Dr. Coşkun Özgünel, “Kazılarımızda aynı zamanda, Fareli Köyün Kavalcısı’nın da Çanakkaleli olduğu bulgusuna ulaştık. Smintheus farelerin efendisi demektir. Apollon da kavalcıdır” dedi.

Arkeolojik alanda elde edilen bu yeni bulgular, ilkler kenti olarak bilinen Çanakkale’de heyecan yarattı. Ayvacık İlçesi'ne bağlı Gülpınar beldesinde yer alan Smintheion Antik Kenti’nde Prof.Dr. Coşkun Özgünel başkanlığında yürütülen Apollon Smintheus kutsal alanı kazıları sırasında, antik çağ kalıntıları altında, antik Troas bölgesinin ilk yerleşim köylerinden biri ortaya çıkarıldı. Prof.Dr. Özgünel konuyla ilgili şu bilgileri verdi:

“30 yılı aşkın süredir devam eden kazılarda elde edilen buluntular sayesinde Troya’dan daha eski bir köy yerleşim merkezinin bölgede yer aldığını tespit ettik. Yaklaşık 7 bin yıl önce kurulduğu yönünde bulgular elde edilen köyün en önemli özelliği ise, bölgede daha önce bilinmeyen yeni bir seramik geleneğinin varlığına ilişkin kalıntılar olarak ortaya çıktı. Dinsel amaçlı kullanıldığı düşünülen, tutamağı gözü yaşlı ağlayan bir insanı sembolize eden kalıntı, buluntular arasında en ilgi çekeni oldu. Gözü yaşlı insan betimli seramiğin, bugüne değin gerçekleşen kazılarda benzeri bulunmadı. Bu seramik o tarihte büyük olasılıkla cenaze töreni sırasında kullanılmış. Gün yüzüne çıkan bu değerler, Troya öncesi kültür tarihi konusunda önemli bilgiler sunmaya devam edecek.”

Apollon Smintheus’un Troya savaşını anlatan heykeller ve kabartmalarla dolu olduğunu anlatan Prof.Dr. Özgünel, “Savaş Troya’da oldu ancak, savaşı anlatan her şey Apollon Smintheus'dadır. Heykel ve kabartmalar Apollon Smintheus müzesinde yer alıyor. Bu unutulmuşluğu biz halen yenemedik” dedi.
Radikal, Haber: Erdem Sürek, 06.02.2009

AYAZİNİ TARİH KOKUYOR

Afyonkarahisar'ın İhsaniye İlçesi'ne bağlı Ayazini beldesi, tarihi güzellikleriyle yerli ve yabancı turistlerin ilgisini çekiyor.

Frig Vadisi Projesi içerisinde yer alan ve tüf kayalıklardan oluşmuş yüzey aşamasıyla bir dere yatağının iki tarafında konuşlanan Ayazini beldesi, Hititler'den günümüze kadar birçok uygarlığın izlerini taşıyor. Seydiler beldesinden Döğer beldesine kadar uzanan peribacaları, turistlerin büyük beğenisini kazanıyor.

Roma döneminde büyükşehir adını alan dini merkezde kaya içinde oyularak yapılmış büyük kilise, mezar odaları ve kaleler yer alıyor. Yine aynı yerde oyma kilise ise turistlerin ilgisini çekiyor.

Hamam tipinde yapılan ve altı direği bulunan kilise, yerli ve yabancı turistlerin ilgisini çekiyor. Aydınlatmak amacıyla kullanılan meşalelerin isiyle simsiyah bir görünüme bürünen kilisenin tavan kubbeleri ile kemerlerindeki haç kabartmaları ve çeşitli yazılar dikkat çekiyor.
Afyonkarahisar Kent Haber, 06.02.2009


Priene (G. Bell - Nisan)
...1907




1 - 7 Şubat 2009

KKTC'DE TARİHİ ESER OPERASYONU

 

 

KKTC polisi, Gazimağusa ve Sazlıköy-Mehmetçik arasında gerçekleştirdiği operasyonlarda “Arami” dilinde (Süryanice) 100 sayfadan oluşan altın yazmalı 1500-2000 yıllık İncil ile bir adak heykeli ve bir adet İsa kabartmalı taş ele geçirdi.

 

Eserlerin, Türkiye’den kaçırılarak KKTC’de pazarlanmaya çalışıldığı belirtildi.  KKTC’ye tarihi eser sokulduğunu haber alan ve şüphelileri 1 ay boyunca takibe alan KKTC polisi, tarihi İncil’in Gazimağusa’da otobüs terminalinde pazarlanacağı bilgisine ulaşması üzerine geçen hafta operasyon düzenledi.


Kitabın satışını gerçekleştirmek isteyen kaçakçılar 29 Ocak gecesi saat 23.00’te Gazimağusa Terminali’nde buluştu. KKTC polisi de pazarlık anında baskın yaptı. Baskın sırasında Sercan Çankaya, Hilmi Höner gözaltına alındı. Soruşturmayı genişleten polis, Ali Rıza Arıoğlu, Ali Çoban, Ömer Akın, Kenan Arslan, Barış Can, Özgür Uzundal ve Uğur Özgürlü’yü de gözaltına aldı. Araçlarda bulunan altın yazmalı 100 sayfadan oluşan İncil ile bir adak heykeli ve bir adet İsa kabartmalı taşa el konuldu.


Zanlılar, salı günü Gazimağusa Mahkemesi’nde yargıç karşısına çıktı. Yargıç, suçluların Ağır Ceza Mahkemesi’nde yargılanması gerektiğini söyledi. Konuyla ilgili soruşturma sürüyor. 

Milliyet, Haber: Sefa Karahasan, 07.02.2009

KRİZ, MONET'YE DE DOKUNDU

 

 

Varolan kriz koşullarında, önceki yıllarda olduğu kadar yoğun bir ilgi göremeyen Christie’s Londra’daki müzayedede, net 15 milyon sterlin gelir elde edilmesi beklenen Claude Monet’nin 1876 tarihli Dans la Prairie adlı tablosu 11.2 milyon sterline alıcı buldu. Öte yandan yetkililer, 63 milyon sterlinin üzerine çıkan toplam cironun beklenen aralıkta olduğunu bildirdi.

Yetkililer, Monet başta gelmek üzere bazı yapıtların hayal kırıklığı yaratmasına rağmen, üst düzey sanat yapıtları pazarını etkilemiş olan mevcut kriz ortamında müzayedenin Christie’s için her koşulda bir rahatlama olduğunu ifade etti. Christie’s Londra’nın Empresyonist ve Modern Sanat bölümü müdürü Giovanna Bertazzoni “Bu akşamki sonuçlar, çok uzun bir tarihî sürece yayılan bir sanat kategorisinin gücünü ortaya koyması açısından önemlidir” dedi.


Amedeo Modigliani’nin 90 küsur yıl önce tamamlayarak doğrudan alıcısına göndermiş olduğu yapıtı Les Deux Filles ise, çarşamba akşamı ilk kez açık artırmaya çıktı. 3.5-5.5 milyon sterlin aralığında satılması beklenen bu tablo 6.5 milyon sterline alıcı bularak Christie’s yetkililerini sevindirdi. Henri de Toulouse-Lautrec’in L’Abandon adlı eseri ise, müzayedede 6.2 milyon sterline satıldı.

Taraf, 06.02.2009

TROYA'DAN DAHA ESKİ YERLEŞİM MERKEZİ BULUNDU

 

Çanakkale'de 5 bin yıl önce kurulduğu düşünülen ve Türkiye'deki en eski yerleşim merkezlerinden kabul edilen Troya Antik Kenti'nden daha eski bir yerleşim yeri bulunduğuna dair kanıtlar elde edildiği bildirildi.

 

Ayvacık İlçesi'ne bağlı Gülpınar beldesinde yer alan Smintheion Antik Kenti'nde Prof.Dr. Coşkun Özgünel başkanlığında yürütülen ''Apollon Smintheus'' kutsal alanı kazıları sırasında, antik çağ kalıntıları altında, antik Troas bölgesinin ilk yerleşim köylerinden biri ortaya çıkarıldı.

 

Kazı heyetinde görevli Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Doç.Dr. Turan Takaoğlu, buluntular sayesinde Troya'dan daha eski bir köy yerleşim merkezinin bölgede yer aldığını tespit ettiklerini söyledi.

 

Doç.Dr. Takaoğlu, yaklaşık 7 bin yıl önce iskan edildiği anlaşılan köyün en önemli özelliğinin bölgede daha önce bilinmeyen yeni bir seramik geleneğinin varlığını göstermesi olduğunu bildirdi.

Seramikler arasında en ilgincinin dinsel amaçlı kullanıldığı düşünülen, tutamağı gözü yaşlı ağlayan bir insanı sembolize eden parça olduğunu ifade eden Takaoğlu, ''Gözü yaşlı insan betimli seramiğin bugüne kadar benzeri bulunmadı. Bu seramik o tarihte büyük bir olasılıkla cenaze töreni sırasında kullanılmış. Gün yüzüne çıkan bu değerler, Troya öncesi kültür tarihi konusunda önemli bilgiler sunmaya devam edecek gibi görünüyor'' dedi.

 

Doç.Dr. Takaoğlu, kazıda çıkarılan eserlerin sergilenmek üzere Çanakkale Arkeoloji Müzesi'ne teslim edildiğini sözlerine ekledi.

 

Kazı alanındaki köy yerleşim alanında 7 bin yıl önce iskan edildiği anlaşılan Apollon Smintheus Tapınağı, eski adıyla Külahlı olarak bilinen Ayvacık İlçesine bağlı Gülpınar beldesinin kuzeybatısı ile kuzeydoğusu arasında kalan vadinin başlangıç eteklerinde, Bahçeleriçi mevkisinde yer alıyor.

Troas bölgesinde bugün için tek örnek olduğu belirtilen tapınakta Hellenistik Çağ Anadolu mimarlığına imzasını atan Mimar Hermogenes'in uyguladığı pseudodipteros (yalancı iki sıralı sütun) plan tasarımı kullanılmış, ön ve arka cephelerinde 8, uzun kenarlarında ise 14'er sütun dizisi bulunuyor.

 

Smintheion Antik Kenti'nde bulunan tapınakta mermer bloklarla döşenen kutsal alanda pronaos (kutsal ön oda), naos (kutsal oda) ve opisthodomos (arka oda) olmak üzere 3 oda, naosta Paroslu heykeltıraş Skopas'ın yaptığı ve 110 santimetrelik bacak parçası bulunan, tanrı Apollon'un heykeli yer alıyor.

 

Kaynaklarda, ünlü coğrafyacı ve seyyah Strabon'un 2 bin yıl önce yazdığı ''Geographica'' adlı kitapta, kenti Yunanistan'dan gelen İonlar kuşattığı zaman, gece topraktan çok miktarda tarla faresinin çıkarak askerlerin silah ve teçhizatlarının deri kısımlarını kemirip kopardıkları ve bu yüzden kenti kuşatan İonların savaşı kaybettiğini yazdığı ve Lekton halkının minnet göstergesi olarak bu tapınağı inşa etmiş olabileceği belirtiliyor.

 

Bölgede ilk kazıların 1866 yılında başlatıldığı, ara verildikten sonra 1984 yılında yeniden başlatılan kazı ve restorasyon çalışmalarının sürdürüldüğü kaydediliyor.

haberler.com, 06.02.2009

KÜLTÜR VARLIKLARI KORUNACAK

 

TBMM Genel Kurulu, Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu'nda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı'nı kabul etti. Kanuna göre belediye ve il özel idarelerine, kültür varlıklarının korunması amacıyla gerçekleştirilen projelerde kullanılmak üzere emlak vergisinin yüzde 10'u oranında katkı payı ödenecek.

TBMM Genel Kurulu, Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu'nda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı'nı kabul etti. Kanuna göre belediye ve il özel idarelerine, kültür varlıklarının korunması amacıyla gerçekleştirilen projelerde kullanılmak üzere emlak vergisinin yüzde 10'u oranında katkı payı ödenecek.

TBMM Genel Kurulu, Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu'nda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı'nın görüşmelerini tamamladı. Görüşmelerin sonunda tasarı kabul edilerek yasalaştı. Kanun, belediyelerin ve il özel idarelerinin görev alanlarında kalan kültür varlıklarının korunması ve değerlendirilmesi amacıyla kullanılmak üzere, emlak vergisinin yüzde 10'u oranında 'Taşınmaz ve Kültür Varlıklarının Korunması Katkı Payı' tahakkuk ettirilmesini ve bu payın ilgili belediye tarafından emlak vergisi ile birlikte tahsil edilmesini öngörüyor.


Kanuna göre il özel idaresi tarafından açılacak özel hesapta toplanacak olan katkı payı, il özel idaresi ve belediyelerce kültür varlıklarının korunması ve değerlendirilmesi amacıyla hazırlanan projeler kapsamında kamulaştırma, projelendirme, planlama ve uygulama konularında kullanılmak üzere il özel idaresine ve il sınırları içerindeki belediyelere vali tarafından aktarılacak. Katkı payı, valinin denetiminde kullanılacak. İl özel idaresi tarafından yapılan projeler için kullanılan kaynak, özel hesabın yüzde 30'unu geçemeyecek.

Koruma bölge kurullarının üyeleri 3 yıl boyunca görev yapacak. Bu kurulların teknik ve idari hizmetleri, koruma bölge kurulu müdürlükleri tarafından yürütülecek. Koruma bölge kurulları müdürlükleri, Koruma Bölge Kurulları Koordinasyon Müdürlüğü'ne bağlı çalışacak.

Koleksiyoncular tarafından 11 Mart 2005'ten önce edinilen ve bağlı bulunduğu müzedeki envanter defterine kaydı yapılan taşınmaz kültür varlıkları, koleksiyoncular arasında değiştirilemeyecek ve satılamayacak. Bu taşınmaz kültür varlıklarından müze ve ören yerlerindeki eserlerin bütünleyicisi olduğu tespit edilen parçalar ile müze koleksiyonlarını tamamlar nitelikte olan eserler Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından bedelsiz olarak alınabilecek.

Düzce Damla, 06.02.2009

20 LİRA'DA 20 YANLIŞ

 

Türk Lirası'nın yeni banknotları piyasaya sürüleli bir aydan fazla bir zaman geçti. Yavaş yavaş küçük ve yeni kağıt paralara alıştığımız bugünlerde, özellikle mimarlar ve mimarlıkla ilgili kişilerin dikkatini çeken 20 TL'lik banknotta önemli çizim hataları yapıldığı öne sürülüyor. Bu konuda Arkitera Eğitim Merkezi yöneticisi mimar Dr. Ahmet Turan Köksal, yeni 20 TL'lik banknotun üzerinde Mimar Kemaleddin'e ait yapının çizimlerindeki hataları sıraladı.

 

TC Merkez Bankası tarafından tedavüldeki 20 Lira'lık banknotun tasarım kararları şu şekilde açıklanmıştı: "20 Türk Lirası'nın ön yüzünde Atatürk'ün, 1931 yılında Gazi Çiftliği'nde Cemal Işıksel tarafından çekilmiş fotoğrafından yararlanılarak oluşturulmuş bir portresi bulunmaktadır. Arka yüzünde ise Mimar Kemaleddin'in portresi yer almaktadır. 1870 - 1927 yılları arasında yaşamış olan Mimar Kemaleddin, imza attığı mimari eserler ve eserlerindeki tarz ile ulusal mimarlık akımının öncülerinden biri olarak kabul edilir. Yine arka yüzde, Mimar Kemaleddin'in eserlerinden biri olan ‘Gazi Üniversitesi Rektörlük Binası'nın çizgisel bir çalışması ile ‘kemer, dairesel motif ve mimarinin üç boyutlu yapısını simgelemek üzere küp, küre, silindir' gibi formlar tasarım bütünlüğü içinde kullanılmıştır."

 

Ahmet Turan Köksal'a göre yıllarca tedavülde kalacak banknotlarda çok önemli bir mimarımızın portresi ve bir yapısına ait çizimin yer alması, mimarlık kültürümüze verilen değer açısından oldukça sevindirici bir gelişme. Ancak bu banknotta yer alan yapıya ait çizimdeki perspektif hataları, bu sevince gölge düşürüyor. Bir önceki sürümde kullanılan 20 Yeni Türk Lirası'nda yer alan Efes Harabeleri çizimi, yeni para ile kıyaslanamayacak kadar ince detaylara sahipti ve bu da kopyalanmasını zorlaştıran etkenlerden biri idi. Köksal'a göre, yapının detaylardan arındırılıp belirli bir soyutlama kaygısı ile tasarıma eklenmesi kabul edilebilir bir tercih olabilir ancak çizimdeki perspektif hataları ve sadeleştirmenin bazı yerlerde yapılıp bazı detaylarda yapılmaması kabul edilemez nitelikte. Yeni Türk Lirası'nın kimin tarafindan tasarlandığının TCMB tarafından bugüne dek açıklanmaması da, özellikle tasarım ile ilgili kişilerce, tasarıma ve tasarımcıya verilen önemin Türkiye'de hala istenen seviyeye gelmediğinin bir göstergesi olarak görülüyor.

 

Ahmet Turan Köksal'ın 20 liralık banknotta bulduğu hatalar ise şunlar:





1. Söz konusu binanın çekim açısında, yakındaki kulenin önünde bir ağaç var bu yüzden kulenin yan tarafı tamamen uydurma tamamlamalarla dolu.

 

2. Yakındaki kulenin yan tarafında önemli perspektif hataları var. Basit kaçış noktası kurallarına göre olması gereken hali aşağıda görülebilir.

 

3. Yakındaki kulenin yan taraflarında tek çizgi ile gösterilen bölümler, taş silmelerle oluşturulmuşken paradaki grafikte, kemer ve düz söve aynı kalınlıkta çizilmiş. Bu nedenle, silmeler duvar boşluğu olarak algılanıyor.

4. Yine yakın kulede, yandaki dairesel silmenin kemer kısmının yuvarlaklığında bir gariplik var.

 

5. Yakındaki kulenin doğramaları ve detayları gösterilmemiş ki, bu detaylar binanın önemli bir karakteristiğidir. Bilerek sadeleştirilmiş denilebilir, ancak o zaman neden yukarıdaki kolon başları süsleri gösterilmiş?





6. En üstteki pencerenin, üstündeki süs kemer şeklinde değildir.

7. Yakın kulede, üstten ikinci pencerenin altındaki süsler, kitabe şeklinde dikdörtgen olarak gösterilmiş. Gerçekte 7 adet kare şekildir.

8. Üstteki pencerenin altındaki dikdörtgen gösterim gerçekten çok büyük ve aslında pencereye bu kadar uzak değil.






9. Söz konusu binanın saçak altı kaplamaları düz değil, eğimli gelir. Bu tip saçak altı kaplama detayı Anadolu'da, daha çok Karadeniz yöresinde görülür. Bu detay, milli mimari akımın örneklerinden sayılabilecek binanın en önemli özelliğidir.

10. Bu saçak gösterimi yüzünden kulelerde saçaklar gereğinden cılız ve gereğinden geniş gösterilmiş. Gerçekte, oldukça kibar, dolgun ve oranları yerli yerinde bir saçağa sahip bir binadır.

11. Kule ile bina birleşmesinde bu şekilde garip bir detay yoktur. Kulenin en üst pencere hizası ile saçak birleşimi garip bir çizgi ile çizilmiş. Oysa saçaktaki kibar eğimli geçişin tekrarına gerek yok.

12. Baca, kulenin çatısının arka yüzünde değil ön yüzündedir. Eğer bu arkadaki baca ise, öndeki baca neden gözükmüyor?

13. Bina neden burada kesiliyor? Mimar Kemaleddin'in portresi var diye neden bina yarım? Binanın devam eden kısmında, perspektif yüzünden, uzaktaki kuleden de sonraki simetrik kanat sadece iki pencerelik kısmı ile resmedilmişken, yakın kuleye bağlanan kısım tek pencere ile gösterilmiş.

14. Kuleye yapışan binaların üzerlerinde kemeri ve diğer pencereleri düşey olarak birbirinden ayıran taş silmeler var. Bunlar cepheyi sıradan bir binadan ayıran temel ögeler. Bu kadar yakından çizildiği halde gösterilmeye gerek duyulmamış.






15. Yakındaki ve uzaktaki kulenin balkonları yanlış. Silmeleri çizilmemiş. Payandaların şekilleri yanlış. Balkonlar birbiriyle eş değil.





16. Ortadaki bina gövdesinde üst kısımdaki kolonadların arasında korkuluk vardır, ama bunlar çizilmemiş ve balkon teras saçak çizgisi çizilmiş. Ancak bu nedenle, perspektif olarak kağıttan bina gibi bir etki bırakmış ve anlaşılmaz detaylar ortaya koymuş.







17. Yaklaşık aynı yerden çekilmiş bir fotoğrafı para üzerine oturttuğumuzda, bu bakış açısından çatının değil, saçakların görünmesi gerekir. Yine binayı yanlış anlatan bir durumla karşı karşıyayız. Üzerinden kopya çekilerek yapılmış çizim dahi yanlış.





18. Kulelerin her ikisinin de çatı çizimleri ayrıca yanlış. Kaçış noktalarına doğru birbirine yaklaşması gereken çizgiler uzaklaşıyorlar. Uzaktaki kulenin çatısında bir çizginin çizilmediği görünüyor. Bu tür yanlışlar, ince detay değil, bütünde binanın "sakat" çizildiğini çağrıştıran unsurlar.





19. Bildiğimiz kadarı ile Mimar Kemaleddin'in bir su kemeri yapısı yok. Neden bu şekilde kemerler sıralanmış? Hem diyelim ki böyle bir yapı tasvir edilecek, bu kadar ince duvarlar neden? Ayrıca bu sarı renkli çizimler, binanın üzerine oturarak, zaten yanlışlarla dolu binayı daha zor okunur hale getiriyor.





20. Bu şekil ise, tek kubbe etrafında 4 yarım kubbeli ve 4 minareli bir cami planı gibi. Mimar Kemaleddin cami tasarımı ile ilgili ilk akla gelen mimarımız mı, yoksa aklınıza ismi Osmanlı Mimarlığı ile beraber anılan başka biri mi geldi?

 

İstense daha birçok özensizlik bulunabileceğine değinen Ahmet Turan Köksal, bu hatalara dikkat çektikten sonra aşağıdaki sonuçları da paylaştı:

- Bu, ülkede en fazla dolaşacak belgedir. Yani kullanımda olan bir paradır. Ve eşsiz olmalıdır. Ancak, bu basım teknolojisine rağmen inanılmaz eksiklikler ve yanlışlar içeriyor.

 

- Parada istenen bazı ögeler sadeleştirilebilir. Bir binanın sadeleştirilmesi istendiyse, bu ülkede onlarca mimarlık fakültesi ve bu fakültelerde mimarlık tarihi ve koruma-restorasyon kürsüleri vardır, bu kürsülerde ise yüzlerce profesör, doçent, doktor öğretim görevlisi vardır. Onlardan birine danışmak bu kadar mı zordur? Danışmayı bırakınız, teknik liseden mezun bir öğrenciye dahi sorulsa daha iyi bir model ortaya konabilirdi.

 

- Burada istenen, milli mimarlık akımlarından birinin örnek binası ve mimarını anmak ise, objenin kendisine özen göstermek gerekmez mi?

Arkitera, 06.02.2009

KATEDRALİN ALTINDA PAGAN MOZAİK

 

Arkeologların bildirdiğine göre İtalya’da bir Katolik kilisesinin taban döşemesinin altında pagan bir mozaik bulundu. Reggio Emilia katedralinde, tabanın 4 metre altında bulunan 13 metre karelik mozaik MS 4. yüzyıla ait. Discovery News konuşan, kazı sorumlusu Renata Curina “Mozaiğin desenleri ve ölçüleri, bunun çok büyük bir odanın taban döşemesi olduğunu gösteriyor. Burası büyük olasılıkla zengin bir Romalının evi idi.” dedi.  

 

“Tesserae” denilen, küçük ve farklı renklerde, değişik malzemeden yapılan mozaikte renkli taşların yanısıra cam parçalar da kullanılmış. Geometrik desenlerle süslenmiş, dansözleri ve değişik cins kuşları gösteren mozaiğin en önemli özelliği betimlediği mitolojik sahneler. Tüm insanların çıplak olduğu bu sahnelerin ne anlattığı henüz kesin değil. Curina kazı devam ettikçe bir anlam verebileceklerini düşünüyor. Bir sahne, başka birisinin kollarına düşen çıplak bir erkeği gösterirken, diğer bir sahnede fildişi taç takmış ve elinde lotus çiçeği taşıyan başka bir çıplak erkek var. 

Discovery News, Haber: Rossella Lorenzi,  03.02.2009

MÜZE BEKÇİSİ MÜZEYİ SOYDU

 

Ankara Devlet Resim ve Heykel Müzesi’nde güvenlik görevlisi olarak çalışan V.T., dört yıldır koruduğu müzeyi soydu. Müzenin deposuna giren V.T., İbrahim Çallı’nın, "Ressam Osman Hamdi Bey portresi", Fehmi Korutürk’ün eşi Emel Korutürk’ün ailesini resmettiği "Cimcoz Ailesi" ile Şevket Dağ’ın "Türbe Kapısı" isimli tablosunu çaldı. Tabloların değerini ölçtürmek için İstanbul’a giden şüpheli, 13 Ocak’ta ressam Prof.Dr. Dinçer Erimez’in kapısını çaldı. Erimez, güvenlik görevlisine, "Bunlar müzeye ait, başınız belaya girer" dedi. Erimez, daha sonra durumu müze yetkililerine bildirdi, V.T.’yi de tarif etti. Ankara’ya dönen V.T. tabloları müze bahçesine bıraktı, ancak otopark görevlileri şüpheliyi eserleri koyarken gördü. Yakalanan V.T., tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı.

Hürriyet Ankara, Haber: Umut Erdem, 06.02.2009

SALTANAT ARABALARI GÜN YÜZÜNE ÇIKIYOR





Osmanlı'nın son yıllarında sultanları taşımak için kullanılan 'seyyar taht' niteliğindeki tahtırevanlar ve padişahlara ait arabalar gün yüzüne çıkıyor. Topkapı Sarayı'nın deposunda bekleyen bu antikaların bakım ve onarımı için ihale hazırlıkları yapılıyor.

 

Aralarında ahşap kabartmalı 4 tahtırevan ile Avrupa'dan getirilen veya bizatihi Yıldız Sarayı'nda üretilen 50 arabanın da bulunduğu koleksiyonun yıl sonuna kadar sarayda sergilenmesi bekleniyor.

 

Görücüye çıkacak arabalar için geniş bir alana ihtiyaç duyulduğunu belirten yetkililere en büyük desteği İstanbul Ticaret Odası (İTO) sağlıyor. İTO, sarayda yer alan ve 1864'te 'devlet basım evi' olarak kurulan Matbaa-i Amire'nin Zeytinburnu'na taşınması için ödenek yardımında bulunuyor. Böylece boşalacak olan binanın giriş katında söz konusu arabalar sergilenmeye başlanacak. Şu an arabaların korunduğu yer de boşalacak ve teşhir alanı olarak kullanılacak. İstanbul İl Kültür ve Turizm Müdürü Ahmet Emre Bilgili, arabaların sergilenecek olmasını sarayın kapalı alanlarının açılması için önemli görüyor. Benzer bir serginin Portekiz'de bulunduğunu söyleyen İstanbul Rölöve ve Anıtlar Müdürü Hüseyin Kaya da padişah arabalarının emsallerinden çok daha güzel olduğunu kaydediyor.

 

Restore edilecek arabaların, tarihi mirasa olan merakı artıracağını ifade eden Topkapı Sarayı Müzesi Müdürü İlber Ortaylı ise araçların hepsinin Topkapı Sarayı'na ait olmadığını dile getiriyor. "1853'te terk edilen Topkapı Sarayı'na çoğu araba Dolmabahçe ve Yıldız Sarayı'ndan getirilmiş." diyen Ortaylı, yüzlerce aracın Dolmabahçe'nin has ahırlarında çıkan büyük yangında yok olduğunu ifade ediyor. Bakım ve onarıma alınacak araçların da yangından kurtarılmış ama tarihi dokusunu yitirmemiş antikalardan oluştuğunu belirten Ortaylı, bunlardan bazılarını şöyle sıralıyor: Sultan II. Mahmut'un Paris'ten getirttiği Aynalı Saltanat arabası, Sultan Abdülaziz'in annesi Pertevniyal Valide Sultan'ın zırhlı saltanat landonu, Sultan II. Abdülhamit'e ait kupa tipi ve Viyana yapımı fayton.

Zaman, Haber: Arif Bayraktar, 06.02.2009

FRİGYA KÜLTÜR YOLU GELİŞTİRME PROJESİ TOPLANTISI

 

Kütahya’da ’Frigya Kültür Yolu Geliştirme’ projesi kapsamında değerlendirme toplantısı yapıldı.

Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından hazırlanan ve Kütahya Eskişehir ve Afyonkarahisar illerini kapsayan Frigya Kültür Yolu Geliştirme projesi kapsamında Kütahya Vali Yardımcısı Sefa Çetin başkanlığında Afyonkarahisar Vali Yardımcısı Ömer Adar Eskişehir Vali Yardımcısı Aydın Tetikoğlu ve her 3 ilin İl Kültür ve Turizm Müdürleri Müze Müdürleri AB proje sorumluları Kütahya Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürü ve Anadolu Üniversitesi Öğretim Üyesi Aydın Aşkan’ın katılımıyla kendi illerinde yaptıkları çalışmaların anlatıldığı bir toplantı gerçekleştirildi.

Toplantıda konuşan Kütahya Vali Yardımcısı Sefa Çetin "Bundan sonra ortak olarak izlenecek yöntemler hakkında da istişarede bulunuldu. Proje tamamlandığında Kütahya Eskişehir ve Afyonkarahisar illerini kapsayan Frigya vadisi bölgesindeki tarihi kalıntıların gezilebilmesi tarihi yol güzergahlarının anlaşılabilmesi için yeni bir kültür yolu kurulması sağlanacak ve bu kültür yoluyla ziyaretçiler Frigya vadisi bölgesindeki yaşanmış uygarlıkların bizzat kalıntılarını yerinde görerek araştırma fırsatı bulacaklardır. Aynı zamanda yapılan proje çerçevesinde gezi güzergahlarının iyileştirilmesi güzergah üzerinde konaklama yerleri kafeterya vb sosyal donatılarla sosyal amaçlı tesisler düşünülmekte olup 3 ilin sınırlarını kapsayan dağlık Frigya bölgesinin doğa kültür ve termal turizmle ülkemizin önemli turizm merkezlerinden birisi olma yolunda adımlar atılmış olunacaktır" dedi. Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından 222 kilometrelik Frigya Bölgesi Kültür Yolu olarak hazırlanan projesiyle olarak önümüzdeki günlerde 3 ilin valisi bir araya gelerek projenin uygulaması ile ilgili yerel genel ve uluslararası destekler hususunda nihai bir karar verecek. Yapılan çalışmalarla ilgili bu ay içinde Kültür ve Turizm Bakanlığı’na bilgi sunulacağı belirtildi.

Afyon Haber, 05.02.2009

HEYKELİN İPİNİ KESTİLER

 

 

Kurtuluş Savaşımızın dönüm noktalarından birisi olan İstiklal Yolu'nun simge isimlerinden “Yanığın Emine” heykelini arkasındaki kağnıya bağlayan ve bir süre önce kimliği belirsiz kişilerce kesilen urgan yetkililerce yerine tekrar takıldı.

 

Deniz yoluyla İnebolu Limanına getirilen oradan da Ankara Polatlı önlerinde cephedeki askerlerimize o günün şartlarında mermilerin kağnılarla ulaştırılması sırasında öne çıkmış sembol olmuş kadınlardan “Yanığın Emine” adına İstasyon Kavşağında geçtiğimiz yıl sırtında bebeği, kağnı ile mermi taşıyan kadın heykeli yapılmıştı. Yanığın Emine heykelini öküzlerin taşıdığı kağnıya bağlayan ip geçtiğimiz günlerde kimliği belirsiz kişilerce kesilmişti. Duyarlı vatandaşların konuyu yetkililere haber vermesi üzerine Kültür ve Turizm Müdürlüğü yetkilileri konuya derhal müdahale ederek kesilen ipin yerine yeni bir ip taktılar.

 

Yanığın Emine Kurtuluş Savaşı sırasında Ilgaz Dağlarının karlı ve soğuk günlerinde öküze koşulmuş kağnı ile mermi taşırken, sırtındaki çocuğun üzerindeki örtüyü kağnıdaki cephanelerin üzerine örtünce yanındakiler “çocuk ölür” uyarısında bulununca “Millet malıdır, nem kapmasın. Çocuk tekrar olur, ancak vatan tekrar kazanılamaz” diyerek tarihe geçmişti.

Çankırı'nın Sesi, 05.02.2009

SİMAV ULU CAMİİ EKSİKLERİ İLE AÇILDI





Kütahya'nın Simav İlçesi'nde vatandaşların restorasyon çalışmalarında yaşanan gecikmeye tepki gösterdiği tarihi Ulu Cami, eksikliklere rağmen hizmete açıldı.


1768 yılında yapılan Tarihi Ulu Cami'nin aslına uygun hale getirilmesi amacıyla geçen yıl Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından açılan ihaleyi 48 bin 265 TL'ne alan firmanın yükümlülüklerini yerine getirmeden camiinin ibadete açılmasını sakıncalı bulduklarını dile getiren Cuma Mahallesi Muhtarı İlhan Bozatlı, ihaleyi alan firmanın yükümlülüklerini yerine getirmesini istedi. Muhtar Bozatlı, camide yaptığı incelemede önemli eksiklikler tespit ettiğini ifade etti.


Restorasyon çalışmasını üstlenen firmanın kalorifer tesisatını unuttuğunu ileri süren Bozatlı, kalorifer peteklerinin de bulunmadığını anlattı. Camiinin iç ve dış badana boyasının tek kat yapıldığını öne süren Bozatlı, caminin mihrap kısmındaki tarihi değeri yüksek çinilerin kiminin kırılmış, kiminin de yerinden sökülerek yerlerinin alçı ile sıvandığını kaydetti. Minarenin ışıklandırılmasının da yapılmadığını ileri süren muhtar Bozatlı, dış duvar eteklerine yapılan sıvaların camii açılmadan dökülmeye başladığını dile getirdi.


Camiinin bahçesinin de ışıklandırılmadan bırakıldığını ileri süren Bozatlı, cami girişinin üzerinin kurşunla kaplanması gerekirken çimento ile sıvanarak bu kısımda biriken yağmur sularının sıvaları patlattığını ileri sürdü. Tuvaletlerin üst kısmında izolasyon yapılmadığı için biriken yağmur sularının tuvaletin tavanlarına sızarak tuvaletlere kötü bir görünüm kazandırdığını anlatan muhtar Bozatlı, camiinin firma tarafından yapılması gereken iç temizliğinin de Müftülük ve mahalleli tarafından karşılandığını kaydetti.


Vakıflar Genel Müdürlüğü'nün ihaleyi alan firma yetkililerine ulaşarak tespit ettikleri eksiklikleri tamamlatmasını istediklerinin altını çizen muhtar Bozatlı, tarihi Ulu Camiinin bu günkü halinin eski halini aratır halde bulunduğuna dikkat çekti. Simav Müftüsü Şükrü İkiz, onarım yüzünden bir yılı aşkın bir süredir kapalı tutulan Cuma Mahallesi'ndeki tarihi Ulu Cami'yi öğle namazını müteakip ibadete açtıklarını kaydetti.


Müftü İkiz, Ulu Cami'nin eksikliklerinin Müftülük tarafından bilindiğini ve durumun üst makamlara yazıyla bildirildiğini ifade etti.

Kütahya Kent Haber, 05.02.2009

GEDİK'TEN YEŞİL TÜRBE MÜJDESİ





Kültür ve Turizm İl Müdürü Ahmet Gedik, Bursa'nın simgesi Yeşil Türbe'nin restorasyonun ağustos sonuna kadar biteceğini söyledi.

 

Gedik, Bursa'nın antik çağdan Türkiye Cumhuriyeti`ne kadar 8 bin yıllık bir tarihe sahip olduğunu dile getirdi. Tabii ve tarihi güzellikleri ile bir turizm mekanı olan Bursa'nın, Osmanlı Devleti'nin ilk başkenti olduğunu hatırlatan Gedik, valilik, özel idare, belediyeler ve Anıtlar Yüksek Kurulu ile yapılan ortak çalışmalar sonucunda tarihi mekanları ayağa kaldırdıklarını kaydetti.


Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği'nin desteği ile Kültür Bakanlığı İstanbul Konservasyon Merkezi'nin testinden geçen orijinal çinilerle aslına uygun olarak restore edilen Yeşil Türbe`deki çalışmaların ağustos sonunda bitirileceğini belirten Gedik, “Bursa`nın tarihi ve kültür zenginliği yanında inanç turizmi de önemli bir özelliktir. 2008 yılında da başlayan onarım çalışmaları bütün hızıyla devam ediyor. İngiltere Kraliçesi 2. Elizabeth'in de hayran kaldığı Yeşil Türbe restorasyon bitince daha güzel hale gelecek. Ayrıca 15 yıldır Yazma ve Basma Eserler Kütüphanesi olarak kullanılan tarihi İnebey Medresesi'ndeki onarım çalışmaları da devam ediyor. Türkiye'nin sayılı kütüphanelerinden olan İnebey Medresesi, yıl sonuna kadar bitecek. Osmangazi ile I. Murad Hüdavendigar türbelerinin rölöve projesinin ihalesi yapıldı. 2008 yılında İznik`teki I. Murat Hamamı'nı tamamlandık. Hükümet konağımızı bitirdik. İznik surlarındaki Lefke kapısının sağlamlaştırma çalışmaları 2009`da devam edecek” dedi.


Gedik, 2009 yılında Valilik, İl Özel İdare, TÜRSAB ve sektör temsilcileri ile yurt içi ve yurt dışı fuarlara da katılarak Bursa'yı tanıtmayı hedeflediklerini sözlerine ekledi.

Bursa Olay, 05.02.2009

İHALESİ YAPILACAK

 

Kastamonu’nun önemli tarihi yapıları arasında yer alan Yanık Han 2010 yılında hizmete açılacak.

 

Ali Mustafa Kara belediye eski binası yanındaki bu tarihi yapının 1 ay içinde ihale edileceğini ve 2010 yılında ikinci Münire Medresesi Çarşı gibi hizmet vermeye başlayacağını açıkladı.

Yanık Han’ı Avrupa Birliği fonlarından faydalanarak restorasyona tabi tutmak için bugüne kadar yapmadıklarını belirten Vali Kara “ AB’den projeye onay çıkmadı. Kendimiz yapıp Kastamonu turizmine kazandıracağız” şeklinde konuştu.

Kastamonu Postası, 05.02.2009

TİRE'DE TARİHİ KONAKLARIN RESTORASYONU SÜRÜYOR





Kirazoğlu ailesi tarafından geçen yıl Tire Belediyesine devredilen tarihi Kirazoğlu Konağı'ndaki restorasyon çalışmalarının mart ayı sonunda tamamlanacağı bildirildi. Tire Belediye Başkanı Mehmet Sıtkı İçelli, yaptığı açıklamada, restorasyon çalışmalarının ardından, 3 katlı tarihi Kirazoğlu Konağı'nın ''Kadın Sığınma Evi'' olarak kullanılacağını, diğer bölümlerin ise butik otel ve misafirhane olarak hizmet vereceğini söyledi.

 

İçelli, 2 No.lu Sit Kurulu tarafından da onaylanan proje sonrasında başlayan çalışmalarda önemli mesafe alındığını, çalışmaların mart ayı sonuna kadar bitirilmesinin planlandığını belirtti. Konağın 5 odalı alt katının ''Kadın Sığınma Evi'' olarak projelendirildiğini ifade eden Belediye Başkanı İçelli, bununla eşinden veya ailesinden şiddet görmüş kadınların toplumdan izole olmamalarını, tam aksine toplumla ve sosyal yaşamla iç içe olmalarını sağlamayı hedeflediklerini kaydetti.

Tarihi konağı Tire'ye kazandırdıkları için mutlu olduklarını vurgulayan İçelli, ''Konağın belli bir kısmını da butik otelin dışında misafirhane olarak kullanmayı planlıyoruz. Kirazoğlu ailesine bu projede bize gösterdikleri anlayıştan dolayı teşekkür ediyorum'' dedi.

 

Miralay Ali Cevat Lekesiz tarafından 1930 yılında yaptırılan konak, ilçede eşsiz mimari özellikleriyle dikkati çeken yapılar arasında yer alıyor. Konağın restorasyonunu, daha önce Gülcüoğlu Konakları'nın restorasyonunu gerçekleştiren Yıldız Üniversitesi Mimarlık Fakültesi Öğretim Üyesi Prof.Dr. Harun Baturbaygil önderliğinde uzman bir ekip yürütüyor.

Yeni Asır, Fotoğraf: tiremportal.com, 05.02.2009

TARİH AYIBI PANOLARLA ÖRTÜLÜYOR

 

İzmir’de kağıt üzerinde koruma altındaki tarihi binalar bir bir yıkılıyor. Zamana direnemeyen yapıların yarattığı tehlike ve kötü görüntü, Konak Belediyesi tarafından perdeleniyor...

 

Bu binaların önlerine, orijinal hallerinin çizildiği dev panolar yerleştiriliyor. Tarih ayıbının üzeri böyle örtülüyor! Geçmişten gelen kent mirasına nasıl sahip çıkıldığını gözler önüne seren yürek burkan görüntüler böyle gizleniyor! Belediye Başkanı Muzaffer Tunçağ, önlem almaya çalıştıklarını söylüyor. Tunçağ, şöyle diyor: “Terk edilmiş binaları serseri yatağı olmaktan kurtarıp, görsel anlamda düzenliyoruz. Bu panolar, restorasyon projelerine de ışık tutacak. Tarihi Asansör yakınındaki beş binada başlattığımız çalışmalar sürecek.”

Milliyet Ege, 05.02.2009

VAKIF MÜZESİ İÇİN ONAY





Malatya'da Karakaş Konağı'nın vakıf eserlerinin sergileneceği, vakıf medeniyetlerinin tanıtılacağı müze olarak hizmet vermesi için Vakıflar Bölge Müdürlüğü'ne tahsisi talebinin olumlu sonuçlandığı bildirildi.

AKP Milletvekili Ömer Faruk Öz, konuya ilişkin olarak şu açıklamayı yaptı: "Vakıflar Genel Müdürlüğünce Malatya’da Vakıf eserlerinin sergileneceği ve vakıf medeniyetlerinin tanıtılacağı bir müze kurulması planlanmıştır.

Müze yapılmak üzere Vakıflar Bölge Müdürlüğümüz tarafından Milli Emlak Genel Müdürlüğüne ait Karakaş Konağının Bölge Müdürlüklerine tahsisini talep etmişti.

Maliye Bakanlığı nezdinde yaptığım girişimler sonucu 02.02.2009 tarih ve 4770 sayılı yazı ile bu tahsis gerçekleşmiştir. Tahsisi yapılan bu Karakaş Konağı Vakıf Eserleri Müzesi olarak hizmet vermek üzere iç dizaynı yapıldıktan sonra; Malatya ve çevre illerindeki vakıf camii ve mescidlerinde bulunan ve eski eser özelliğini kazanmış halılar, kilimler, şamdanlar, el yazması Kuran-ı Kerimler, hat levhalar, rahleler ile, vakıf abidelerinin restorasyonu sırasında mimariden ayrılan ve bir daha yerine monte edilemeyen ahşap kapı ve pencere kanatları, çiniler vb.leri eserler sergilenecektir. Bununla Malatya’mız yeni bir müzeye kavuşacağı gibi aynı zamanda Karakaş Konağı geleneksel Türk evi olarak ta korunmuş, vakıf medeniyeti de yaşatılmış olacaktır."

Malatya Haber, 05.02.2009

"MÜZEMİZİ TANITACAĞIZ"

 

Malatya Müzesi'ni 2008 yılında toplam 7 bin 567 kişinin ziyaret ettiği, bunlardan ancak 83'ünün yabancı olduğu bildirildi.

Malatya Müze Müdürü İzzet Esen, 2008 yılında Malatya Müzesini ziyaret eden ziyaretçi sayısının 7 bin 567 olduğunu aktararak, "Ziyaretçilerimizin bin 112'si ücretli, 6 bin 372'si ise ücretsiz" dedi.

Esen, 7 bin 567 ziyaretçi arasındaki yabancı ziyaretçinin ise 83 olduğunu belirtti.

Malatya Müzesi'nin tanıtımı için 2009 yılında tanıtım faaliyetlerine ağırlık vereceklerini söyleyen Esen, "Bu yıl müzemizi tanıtan bir masa takvimi hazırladık. Eğitim katalogu çalışmalarımız devam ediyor. Müze tanıtım levhaları hazırlıyoruz" dedi.

Malatya Haber, 05.02.2009

SIRLARLA DOLU BİR MEKAN: HAREM DAİRESİ





İstanbul'u ziyaret eden yerli ve yabancı turistlerin merakla gezdikleri Topkapı Sarayı Müzesi'nin, "sırlarla dolu mekanı" olarak dikkati çeken Harem Dairesi, eğitim kurumu olarak da faaliyet gösteriyordu.Muhabirleri Topkapı Sarayı Müzesi'nin en merak edilen "mahrem" mekanında ağırlayan Harem Bölümü Sorumlusu Doç.Dr. Canan Cimilli, Harem'in, aslında sanıldığının aksine bir eğlence yeri değil, bir eğitim kurumu olduğunu bildirdi.

 

Cimilli'nin verdiği bilgilere göre, "dokunulmaz", "gizlilik" ve "mahremiyet" anlamına gelen Arapça bir kelime ile adlandırılan Harem, sadece İslam devletlerinde ve Osmanlı'da değil, Asur ve Bizans saraylarında da bulunurdu. Padişahın, devlet yönetimiyle ilgili mekanlardan ayrı olarak özenle korunan aile yaşantısının gereği olarak oluşturulan haremde, sultanın annesi, kız kardeşleri ve eşlerinden oluşan ailesi yaşamaktaydı.

 

Fatih Sultan Mehmet döneminde, 1478 yılında Topkapı Sarayı tamamlandığında, burada "Harem-i Duhteran" denilen küçük bir harem oluşturuldu. Belli bir süre padişahlar aileleriyle Beyazıt'taki eski sarayda kalıyor, ancak yönetimle ilgili konuları görüşmek üzere Topkapı Sarayı'na geliyorlardı.Bazı kaynaklarda Kanuni Sultan Süleyman'ın eşleri Gülfem Hatun ve Hürrem Sultan ile birlikte zaman zaman bu sarayı kullandıkları yer alsa da asıl harem yerleşimi 3. Murad'ın annesi Nurbanu Hatun döneminde oldu. Bundan sonra 234 yıl boyunca 14 valide sultan Topkapı Sarayı Haremi'nde yaşadı.

 

Valide Sultanın her biri farklı görevlerde bulunan yüzlerce hizmetçisi de haremde yaşardı. Haremde yaşayan kadınların sayısı dönem dönem değişirdi. 2. Selim döneminde eski saraydaki harem sakinleriyle haremde yaşayanların sayısının 1200'e kadar ulaştığı olurdu.Büyüklü küçüklü yaklaşık 400 odanın yer aldığı harem, burada yaşayanların sayısı padişah ve validelerinin isteğine göre, 16. yüzyıldan 19. yüzyılın sonuna kadar sarayın bulunduğu tepeden Sarayburnu sahiline doğru yeni bölümler eklenmesiyle genişledi. "Çok gizli bir yer" olan harem için tarihçi Tursun bey, "Eğer güneş, Farsçada aldığı sıfatıyla erkek olsaydı, onun bile kesinlikle içeri girmesine izin verilmezdi" demişti





Dikişten müziğe eğitim

Osmanlı'da sarayda iç örgütlenme ve burada bulunan üniversite seviyesindeki yüksek okul olan Enderun'un karşılığı olan haremde, kadınlar nasıl davranmaları gerektiğini öğrenir, özellikle müzik konusunda eğitim alırlardı. Baş kahyanın denetimindeki kadınlar, dikiş dikmesini, Türk müziği aletlerini çalmayı öğrenirlerdi. Hatta Türk müziğinin önemli bestekarlarından Leyla Saz ve Dilhayat Kalfa haremden çıkmıştı.

 

Cimilli'nin verdiği bilgilere göre, harem sanılanın aksine bir eğitim kurumuydu. Haremde yaşayan kadınlar çok küçük yaşlarda buraya gelirdi. Kırım, Rusya ve Çerkezistan başta olmak üzere buraya gelen kızlar, sarayda eğitim alır, 9 yıl hizmetten sonra "Itıkname" denilen özgürlük belgeleri ile güzel bir çeyiz alarak saraydan ayrılabilirlerdi.Bunların içerisinde çok az kişi "padişahın eşi" olma sıfatını kazanabiliyordu. Zaten aile yaşantısı gereği bunların büyük bir kısmı padişahı göremiyor, bir kısmı hizmetli olarak çeşitli hizmetlerde çalışıyorlardı. Bunlar saraya ilk geldiklerinde kendilerine farklı isimler veriliyordu. Kendilerine İslam geleneğinde yaşamanın kuralları öğretiliyor, buna göre kişilikleri ve zarafetlerine göre Şehnaz, Gülnaz, Nazgül ve Şeminur gibi güzel isimler verilirdi. Bunlar arasında dikkat çeken Nakşidil Sultan'ın ismi de "gönüller süsü" anlamına geliyor.Padişahın gözdesi olmayanlar ise evlenmek isterlerse saraydaki uygun kişilerle evlendirilirlerdi. Ellerine her ay 9-30 akçe gibi bir maaş verilirdi.

 

Farklı işleve sahip mekanlardan oluşan haremde camiler de bulunuyor. Harem sakinleri, namazlarını burada kılıyorlardı. Harem içerisinde geniş bahçeler dikkati çekiyor. Buralarda kimi kadınlar nakışla uğraşırlardı. Bunların arasında nargilelerin içildiği kahve geleneği de bulunuyordu. 3. Selim döneminde kadınlar, biraz daha rahat bir yaşantıya kavuştu ve alışveriş yapabiliyorlardı.Örneğin, beyaz giysiler giyilen Hıdrellez günü için saray dışından elbiseler getirebildikleri biliniyor.

 

Duvarlardaki cariye fısıltıları

Haremdeki kızlar, "ağızlarının sıkı olması, haremdeki hayat ile ilgili hiçbir bilgiyi dışarıya anlatmamalarıyla" ün kazanmışlardı. Ancak harem duvarlarındaki bazı yazılar, haremdeki çekişmeler ve bazen haksızlığa uğramanın verdiği çaresizliğin yazıya dönüşmüş hali olarak dikkat çekiyor.Haremde valide dairelerinin altında bodrum kısmında bir odanın duvarında yer alan iki yazıda şu ifadeler göze çarpıyor: "(İki yek kuruşluk ayna kayboldu/Bunda oturanı hırsız tuttu, bu asrın ademleri) ve (Bağrı yanık Dilferib, Allah Garip, Allah Garip Aman Aman)" Yazıdan cariyelerden birinin diğer harem sakinleri tarafından bir şey çalmakla suçlandığı, diğerinin haksız yere iftiraya uğradığı anlaşılıyor. Bu yazılardan cariyelerin okuma ve yazma bildikleri de anlaşılıyor.

 

Haremin gizli kapıları

Haremin en büyük salonu Hünkar Sofası, bayramlaşma gibi bütün törenlerin yapıldığı yerdi. Bu törenlerde Harem sakinleri bir araya gelirdi. Salonda bir tarafta padişah, diğer tarafta valide sultan oturur, bayram tebriklerini kabul ederdi. Salonun 5 kapısı farklı kişilerin girmesi içindi. Biri hünkara, biri valide sultana, biri gözdeye ve biri padişaha ilk erkek çocuğu veren hasekiye ayrılan kapılardan diğeri saray sakinlerine aitti.





Salonun hemen üzerinde yer alan balkonda kadınlar müzik icra ederdi. Bu balkona çıkan merdivenler ana salondaki bir aynanın arkasında bulunuyor. Ayna bir kapı gibi aralanarak merdivenlere açılıyor. Gizli kapının kullanılmasının sebebi olarak ise salonun mimari estetiğinin bozulmaması gösteriliyor.

 

Ayrıca, haremin hamamları da 16. yüzyılda Osmanlı'nın su ve kanalizasyon tahliye sistemi hakkında bilgi veriyor. Daha sonraki yüzyıllarda batılı medeniyetlerin inşa ettiği saraylarda kanalizasyon sistemine dahi rastlanmazken bu hamamlarda duvar diplerinden geçen sıcak su hem ısınmayı hem de suyun tahliye edilmesini sağlamak üzere inşa edildi.

 

Islahatları ile bilinen, müzisyen ve şair Sultan 3. Selim, haremde annesi Mihrişah Sultan'a bir has oda inşa ettirdi. Türk rokokosu tarzında yabancı sanatçılar tarafından bezenen bu oda ve bestekar Sultan 3. Selim'in "meşk odası", ilk kez görüntülendi.Mihrişah Sultan'ın oldukça ince ve kıvrımlı süslemeleri olan duvarlar ve ahşap doğramalara sahip odasında, batılı ressamların yaptığı duvar resimleri de dönemin İstanbul Boğazı'ndan görünümleri yansıtıyor.Hemen bu odanın birkaç basamak yukarısında ud ve ney ustası bestekar Sultan 3. Selim'in müzik çalışmalarını yaptığı "meşk odası" bulunuyor. Bu salonda da yine görkemli Türk rokoko tarzında mimari işlemeler göze çarpıyor.

Hürriyet, 05.02.2009

TARİH SATILIĞA ÇIKTI

 

 

Hatay'daki tarihi, turistik ve ören yerlerinin yanı sıra müzenin de hak ettiği geliri elde edememesi valiliği harekete geçirdi. Valilik, müze ve ören yerlerinin gelir getirici faaliyetlerine yeni bir açılım getirilmesine ihtiyaç duyulduğunu bildirdi.

 

Hatay Valisi Nusret Miroğlu, hak ettiği geliri elde edemeyen Hatay'daki müzenin ve St. Pierre Anıt Müzesi'nin satış ihalesinin yapılacağını duyurdu. Açıklamada, "Bakanlığımızca satış alanı düşünülen yerler olarak Hatay Müzesi ve St. Pierre Anıt Müzesi de yer almaktadır." ifadelerine yer verildi.

 

Vali Nusret Miroğlu, kentteki müze ve ören yerlerinin; piyasa koşullarının gerektirdiği dinamizme kamu işletmeciliği ile yeterince ayak uydurulamamasından yakındı. Müze ve ören yerlerinden önemli bir gelirden mahrum kalındığı siteminde bulunan Vali Miroğlu, bu durumun genel olarak müze ve ören yerleri algısını da olumsuz etkilemesinden dert yandı.

 

Vali Miroğlu açıklamasında "Ziyaretçi sayıları ve ev sahipliği yaptıkları tarihi ve kültürel zenginliklerle rekabet üstü niteliklere sahip müze ve ören yerlerinin olumsuzluğunu gidermek ve sahip olduğu eşsiz tarihi mirasın ülke ekonomisine katkılarını güçlendirmek üzere, kamu tarafından işletilmekte olan müzelerimizdeki gelir getirici faaliyetlere yeni bir açılım getirilmesine ihtiyaç duyulmaktadır. Müze ve ören yerlerimizdeki satış alanlarından elde edilen gelirlerin arttırılması ile birlikte, temsil kabiliyetleri yükseltilecek bu mekanlardan kültürel iletişim aracı olarak yararlanılmasının sağlanması da önceliklerimiz arasında yer almaktadır. Bakanlığımızca satış alanı düşünülen yerler olarak Müdürlüğümüze bağlı Hatay Müzesi ve St. Pierre Anıt Müzesi de yer almaktadır." ifadelerine yer verdi.

Sabah, 05.02.2009

TARİHİ ESER KAÇAKÇISINA SUÇÜSTÜ

 

Bilecik'te tarihi eser kaçakçısı bir kişi göz altına alındı.

 

Edinilen bilgiye göre, Bilecik'e bağlı Pelitözü Köyü yakınlarında faaliyet gösteren bir akaryakıt istasyonuna gelen G.S, buluştuğu sivil ekiplere elindeki tarihi eserleri pazarlamak istedi.

 

Alıcı kılığına giren jandarma timleri, G.S. (43) isimli şahsı 43 adet tarihi sikkeyle gözaltına aldı. Olayla ilgili tahkikat devam ediyor.

Bilecik Kent Haber, 05.02.2009

KÜÇÜK DANSÇI KRİZİ YENDİ

 

Fransız heykeltıraş Edgar Degas’ın "Petite Danseuse de Quatorze Ans" (Küçük Dansçı) adlı heykeli, Londra’daki Sotheby’s müzayede evi tarafından açık artırmayla satışa çıkartıldı ve 13,3 milyon sterline alıcı buldu.

Bronz heykelin Asyalı bir "özel alıcı" tarafından satın alındığı bildirildi ancak alıcının kimliği gizli tutuldu.

1879-1881 yılları yapılan heykelin, heykeltıraşın Sotheby’s tarafından satılan en pahalı eseri olduğu bildirildi. Yetkililer, aynı sanatçının eserlerinin satışından bugüne kadar elde edilen en büyük gelirin 8,5 milyon sterlin olduğunu hatırlattı.

Sotheby’s yetkililerinden Melanie Clore, satışın müzayede evinin 2009 yılı satışlarına ilişkin ilk büyük sınav niteliği taşıdığını ve başarıyla sonuçlandırılmasından büyük memnuniyet duyduklarını ifade etti.


Aynı heykelin 2004 yılında sadece 5 milyon sterline satıldığını hatırlatan Clore, kırılan rekorun, sanat eserleri piyasasının nadir bulunan ve kaliteli eserlere olan ilgisinin sürdüğünü kanıtlamaya yettiğini söyledi.

Aynı müzayedede satılan diğer eserler arasında Joan Miro’nun "Femmes et oiseaux dans la nuit" (Kadın, Kuşlar ve Gece) adlı tablosu da bulunuyor. Tablo, 2 milyon sterline alıcı buldu. Ekspresyonist ressamlar arasında adı geçen Ernst Ludwig Kirchner’in "Strassenszene" (Sokak Manzarası) adlı yağlı boya tablosunun da 5,4 milyon sterline satıldığı müzayedede, rekor kıran "Küçük Dansçı" adlı heykelin, İngiliz koleksiyoncu iş adamı Sir John Madejski tarafından satışa çıkartıldığı açıklandı. Madejski, Reading futbol kulübünün başkanlığını da yürütüyor.

Radikal, 04.02.2009

NEMRUT DAĞI'NA HİZMET EVİ

 

 

Çevre ve Orman Bakanlığı Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürü Mustafa Kemal Yalınkılıç, Nemrut Dağı Milli Park Alanı’nda çevre düzenleme çalışmaları kapsamında modern hizmetevi yapacaklarını bildirdi. Genel Müdür Yalınkılıç, yaptığı açıklamada, Nemrut Dağı’nın sadece Adıyaman’ın değil tüm Türkiye’nin gururu bir milli park içinde yer aldığını söyledi. Genel Müdürlük olarak Nemrut Dağı Milli Park Alanı’nda ziyaretçi merkezi, yol ve benzeri hizmetler sunduklarını, Kültür ve Turizm Bakanlığının da kurumlar vasıtasıyla iç restorasyonla ilgili çalışmalar yaptığını ifade eden Yalınkılıç, şöyle konuştu:

 

"Nemrut Dağı Milli Park Alanı’nda çevre düzenleme çalışmaları kapsamında modern bir hizmetevi yapacağız. Nemrut ören yerinde ziyaretçilere hizmet veren bir sosyal tesis var. Eserlerin bulunduğu tepenin eteğindeki bu tesis yıkılacak. Tesisin yeri festival alanı olarak düzenlenecek. Yıkılan sosyal tesisin yerine ören yerinin Adıyaman tarafında ve 3 kilometre geride modern bir hizmetevi yapılacak." Hizmetevinde ziyaretçilerin dinlenebileceği büyük bir salon, multivizyon salonu, 3 ayrı kalıcı sergi alanı yer alacağını bildiren Yalınkılıç, Nemrut ören yeriyle ilgili belgesel filmler gösterileceğini ifade etti. Ziyaretçilerin Nemrut Dağı’na çıkarken öncelikle hizmetevine gideceğini belirten Yalınkılıç, şunları kaydetti: "Hizmetevinin yanındaki otoparkta araçlarını bırakacak ziyaretçiler ören yerine Milli Park’a ait minibüslerle taşınacak. Hizmetevinin ihalesini bu yıl yapmayı umut ediyoruz. Bu aslında geçen yıllarda yapılması gereken bir projeydi ama kurul onayından ancak çıkabildi. Ziyaretçi merkezinin yapımı tamamlandıktan sonra yöredeki lise mezunu ve üzeri eğitim almış çocukları eğiterek rehber ve kılavuz olarak çalışmalarına imkan tanıyacağız. Bu aynı zamanda gençlere iş imkanı sağlayacak. Nemrut Dağı ören yerini gezmeye gelen turistlere hizmet verecek şekilde saha düzenlemelerimiz devam ediyor."

Radikal, 04.02.2009

OSMANLI BELGELERİ DİJİTAL ORTAMDA

 

Bulgaristan'da, çok sayıda Osmanlı belgesinin korunduğu Sofya Halk Kütüphanesinde, arşivler dijital ortama aktarılıyor. Artık, isteyen herkes internet üzerinden Osmanlı belgelerine ulaşabilecek.

 

Sofya Halk kütüphanesi tarafından başlatılan "Belgelerin restorasyonu ve dijital ortama aktarılması projesi" kapsamında 12 bin Osmanlı belgesi de restore edildi. Projenin amacı daha fazla kişinin belgelerin asıllarına zarar vermeden internet üzerinden ulaşabilmesi.

 

Müzede sergilenen ve restorasyonu tamamlanan eserler arasında 15'inci yüzyıldan kalma Kur'an-ı Kerim de bulunuyor.

 

Sofya Halk Kütüphanesi Oryantalizm Dairesinde görevli Stoyan Şivarov, 2006 yılında başlatılan bu proje ile tarihi belgelerin gelecek nesillere daha güvenli aktarılabileceğini söyledi.

Restorasyonu tamamlanan Osmanlıca belgelerle ilgili çalışmalar hakkında bilgi veren Şivarov, ilk etapta 20 Osmanlı belgesi ile iki kitabın dijital ortama aktarıldığını ifade etti.

Trt/haber, 04.02.2009

CUMHURİYET BİNALARI KORUNMALI

 

Ankara 5. İdare Mahkemesi, Ulus'taki tarihi kent merkezinin yenilenmesi planını iptal etti. Ulus'ta taşınmazları bulunan 4 kişi "ne yapılacağı belli olmayan bir imar planının yapılamayacağı ve rant sağlama amaçlı hukuksuzluğun giderilmesi" gerektiği iddiasıyla nazım ve uygulama imar planlarının iptali istemiyle büyükşehir belediyesi aleyhine dava açtı.

 

Ankara 5. İdare Mahkemesi, davacıların talebini kabul ederek, Büyükşehir'in nazım ve uygulama planlarını iptal etti. 30 Aralık 2008 tarihli kararda şöyle denildi: "Dava konusu plan koruma amaçlı imar planı olmaktan ziyade yenileme amaçlı bir yaklaşımdır ve bu planlama yaklaşımında yapılacak müdahalenin türü belli değildir. Cumhuriyet'in 1940-1950 dönemine ait ve çoğunlukla mimari proje yarışmaları ile elde edilmiş binaların oluşturduğu kentsel dokunun bütünlüğünün korunması çok önemlidir. Dava konusu planda kentsel sit alanı içindeki binaların temizlenmesi, mevcut dokunun karakterini ve bütünlüğünü bozacaktır."

Hürriyet, Haber: Nurettin Kurt, 04.02.2009

İSTANBUL'DAN BİR DALİ GEÇTİ





Akbank’ın sponsorluğunda, Sabancı Üniversitesi Sakıp Sabancı Müzesi’nde (SSM) gerçekleştirilen “İstanbul’da bir Sürrealist: Salvador Dali sergisi sona erdi. Açık kaldığı 112 gün boyunca Türkiye’nin dört bir yanından 250 binin üzerinde kişinin ziyaret ettiği sergide, ünlü sanatçının 385 eseri yer aldı.


Serginin kapanışının ardından bir açıklama yapan Akbank Genel Müdürü Zafer Kurtul, “Türkiye’nin yenilikçi gücü olarak, 250 binden fazla sanatseverin Dali gibi farklı, dinamik, ileri görüşlü ve çağına öncülük etmiş bir sanatçıyla buluşmasında pay sahibi olmaktan memnuniyet duyuyoruz. Akbank olarak, önümüzdeki dönemde de, gelecek nesillere evrensel ve yenilikçi bir düşünce yapısı aşılayacak organizasyonlara ve sanata destek vermeye devam edeceğiz” dedi.

Sabancı Üniversitesi Sakıp Sabancı Müzesi Müdürü Nazan Ölçer ise yaptığı değerlendirmede şu görüşleri ifade etti:
“Sürrealizm gibi sıradan bir ziyaretçinin anlamakta zorluk çekeceği sanat akımının, ele avuca sığmayan temsilcisini İstanbul’a getirmenin zorluğunu biliyorduk. Bu yüzden serginin retrospektif olmasında ısrar ettik. Sergi hazırlıkları süresince, sponsorumuz Akbank’la birlikte defalarca Dali’nin yaşadığı yerlere gittik. Her seferinde Dali’nin bir başka yönünü keşfettik, güncel sanatı 20. yüzyılda yakalamış sanatçıyı daha yakından tanıdık. Amacımız, Türk izleyicisine bizim tanıdığımız gerçek Dali’yi tanıtmaktı. İstanbul’u, büyük metropollerin düzeyinde sanat olaylarının yaşandığı bir merkez haline getiren sergi, kenti kuşatan iletişim kampanyalarıyla, en uzak semtlerde oturanların bile sergiden haberdar olmasını sağladı. Kadınlara, çocuklara, taksicilere ve öğrencilere yönelik etkinliklerimiz sayesinde, sergi 2008’in sanat olayı haline geldi. Müzemizin önünde uzayıp giden kuyruklarda yağmur çamur demeden bekleyen ziyaretçilerin coşkusu ve isteği karşısında, ne kadar doğru ve ses getiren bir iş yaptığımızı bir kez daha anladık. Gelecek sergilerimizle de bu misyonumuzu sürdüreceğiz”.


Verilen bilgiye göre, tasarım aşamasında 100 kişilik dev bir ekibin çalıştığı sergiyi, günde ortalama 2 bin 242 kişi ziyaret etti. Sergiyi, 107’si devlet, 143’ü özel olmak üzere İstanbul’daki 250, İstanbul dışındaki 119 okuldan binlerce öğrenci ve öğretmen ziyaret etti. Her çarşamba ve cumartesi olmak üzere toplam 36 kez düzenlenen galeri sohbetlerine ise yaklaşık 2 bin 500 kişi konuk oldu. SSM Eğitim Grubu ve Söz Danışmanlık tarafından düzenlenen Çocuk Eğitim Atölyeleri’ne yaklaşık 10 bin çocuk katıldı.

Radikal, 04.02.2009

KAÇAK KAZI OPERASYONU

 

 

İzmir'in Selçuk İlçesi'nde, "maden arama alanı" gibi gösterdikleri ören yeri yakınlarında tarihi eser bulmak amacıyla kaçak kazı yaptıkları ileri sürülen, aralarında bir maden şirketinin ortağı, emekli albay, İstanbul Bayındırlık ve İskan İl Müdürlüğü ile İzmir Orman Bölge Müdürlüğü görevlisinin de bulunduğu 24 kişi gözaltına alındı. Polis, İstanbul'dan İzmir'e gelen A.B.U'nun E.D. ve daha önce Balıkesir'de "tarihi eser bulmak amacıyla kaçak kazı yaptığı" gerekçesiyle tutuklanan ve yaklaşık 1 ay önce cezaevinden tahliye olan N.Ö. ile birlikte hareket ederek, maden aramak için resmi kurumlara başvuran zanlıların, cevabı beklemeden bölgeyi çevirerek "maden arama sahası-girmek yasaktır" levhaları astıklarını ve kaçak kazı çalışmalarını başlattıklarını belirleyen polis, operasyon başlattı. Operasyonda emekli albay R.P'nin de bulunduğu 17 kişi gözaltına alındı.

 

Operasyonda, 8 metre derinlik ve 8 metre genişliğinde açılmış çukur tespit edildi. Kazıda kullanılan kompresör, hilti, kürek, kazma gibi bir çok malzeme ele geçirildi. Bu kişilerin ev ve iş yerlerinde yapılan aramalarda tarihi değeri olduğu tahmin edilen objeler ve ruhsatsız 2 tabanca ele geçirildi.

Yeni Şafak, 04.02.2009

KUTSAL YOL'A AB'DEN 2.5 MİLYON EURO DESTEK

 

Didim'den Milet'e kadar uzanan 22 kilometrelik "Kutsal Yol"da kazı çalışmaları için Almanya Nordrhein Westfalische Akademisi Arkeoloji Bölümü tarafından hazırlanarak AB fonuna sunulan proje kabul edildi. Aydın'ın Didim İlçesi İlçe Kültür Varlıklarını Koruma Derneği Başkanı Mustafa Şentürk, kazı çalışmalarının bu yılın ağustos ayında başlayacağını, yaklaşık 10 yıl süreceğini söyledi. MÖ 7 ve 6. yüzyılda antik dünyanın en önemli kehanet merkezlerinden kabul edilen Apollon Tapınağı ile Milet arasındaki Kutsal Yol'un, MÖ 6. yüzyılda yapıldığı sanılıyor.

Yeni Şafak, 04.02.2009

İ.Ü. TURİZME AÇILIYOR

 

İstanbul Üniversitesi’nin (İ.Ü.) yeni Rektörü Prof.Dr. Yunus Söylet, üniversiteyi turizme açmak için girişimlerde bulunduklarını söyledi. “Geçmişten geleceğe” ismi verilen projeyi açıklayan Söylet, üniversitenin turizme açılmasıyla tanınırlık, sürekli gelir ve prestij kazanacaklarını söyledi.

Turizme açılma projesini, “Şöyle bir hayalimiz var” diyerek anlatan Söylet, “Kurulduğumuz yer, 556 yıl önce Fatih bölgesi. Fatih bölgesinden bizi buraya bağlayan Bozdoğan Kemeri bulunuyor. Bozdoğan Kemeri ile geçmişten geleceğe projemiz var. Bozdoğan Kemeri İktisat Fakültemizin bahçesinde sonlanıyor. Oradan bahçemize ve tarihi binamıza gelmek istenileceğini, Bozdoğan Kemeri üzerinde tarihi dokuyu seyrederek yürümek istenileceğini düşünüyoruz” dedi.

Metronun Taksim’den aşağı ineceğini ve Haliç’in üstünden geçeceğini belirten Söylet, üniversiteyi turizme açacak olan ve “genişletilmiş Beyazıt Kampusu” olarak nitelendirdiği diğer bir projelerini de şöyle anlattı:

“Metro, Süleymaniye Camii’nin bulunduğu tepeciğin altından tünelle Yenikapı’dan dışarı çıkacak. O tünel bitmiş durumda. Bizim güzel bitkilerle bezeli taraçalarımız da bu tünelin Haliç tarafındaki girişinin 50-100 metre kadar yanında. Orada bir durak olacak. İstanbul Üniversitesi Limanı, İstanbul Üniversitesi Metro Durağı, oradan bir finiküler ile botanik bahçesinden ve Süleymaniye kapısından İ.Ü’ye bir giriş düşünüyoruz. Süleymaniye’nin çevresindeki medreseler boş. Bazı enstitülerimizi de oraya taşımayı düşünüyoruz.”

Milliyet, Haber: Sibel Kahraman, 04.02.2009

ELHAMRA, TOPKAPI'YA TAŞINIYOR





İstanbullular yıl boyunca 'önüm arkam sağım solum İspanya ve kültürü' diye mırıldanacak.

 

Çünkü İstanbul Cervantes Enstitüsü önümüzdeki günlerde sergilerden konserlere, edebiyat söyleşilerinden film gösterimlerine pek çok etkinlik düzenleyecek. İstanbul ve İspanya'yı birbirine daha da yakınlaştıracak bu kültür programı sanatseverlerin takvimlerini dolduracak anlaşılan. Enstitünün göz kırpan en önemli etkinliği ise Aynı Denizin Kıyılarında adıyla dünyanın görkemli saraylarından Topkapı ve Elhamra'yı buluşturacak. Topkapı Sarayı'nda 6 Nisan-20 Haziran arasında düzenlenecek sergide Elhamra Sarayı'nın 19. yüzyılda çekilen fotoğrafları sunulacak. Fransız sanatçı Jean Laurent'ın çektiği fotoğraflar Elhamra'nın güzelliğini İstanbul'a taşıyacak.

İstanbul Cervantes Enstitüsü Direktörü Sr. Antonio Gil de Carrasco, dün düzenlediği basın toplantısıyla bu yıl düzenleyecekleri etkinlikleri anlattı. Carrasco, "2010 Avrupa Kültür Başkenti İstanbul'a girmeden önce yıl içinde hem İspanyol kültürünü hem de İstanbul'u tanıtacak faaliyetler hazırladık. Sanatseverlerin bu etkinlikleri beğeneceğini umuyoruz." dedi. Cervantes Enstitüsü, Milli Reasürans Sanat Galerisi'nde yarın açılacak on çağdaş İspanyol fotoğrafçısının 'Kuşaklararası Geçişler' adlı fotoğraf sergisiyle yola koyuluyor. Su ve Sinema, İspanya'da Bilgi Okur-Yazarlığı Deneyimleri, Küba Kültür Haftası gibi buluşmalara ve konferanslara ev sahipliği yapacak enstitü, nisan ayında da Nobel ödüllü Orhan Pamuk ile İspanyol romancı Juan Goytisolo'yu buluşturacak. İki yazar, kendi İstanbul tecrübelerini anlatacak.

 

7-12 Mayıs tarihleri arasında düzenlenecek II. Uluslararası İstanbul Şiir Festivali kapsamında iki usta şair Luis Garcia Montero ve Olvido Carcia Valdes, İstanbul'a konuk olacak. Edebiyat söyleşilerinde ise Almudena Grandes, Luis Landero, Jorge Urritia, Antonio Gil de Carrasco gibi pek çok İspanyol yazar kendi edebiyatlarını Türk okurlara anlatacak. İspanyol yönetmenlerin de çeşitli filmlerinin gösterileceği enstitüde etkinliklerin çoğu ücretsiz.

Zaman, Haber: Musa İğrek, 04.02.2009

KARŞIYAKA'DA TARİHİ ESER OPERASYONU

 

İzmir Karşıyaka'da, 93 parça tarihi eser ele geçirildi.

 

Bir ihbarı değerlendiren Kaçakçılık ve Organize Suçlar Şube Müdürlüğü Mali Büro Amirliği ekipleri, Konya ve Afyon'dan İzmir'e tarihi eser getirip piyasaya sürecek kişileri takibe aldı. Karşıyaka'da bir nikah salonu otoparkında içinde üç kişi bulunan otomobilde yapılan aramalarda 93 parça farklı boyutlarda tarihi eser niteliğinde sikke, yüzük, gözyaşı şişesi ve obje ele geçirildi.

 

Ele geçirilen malzemelerle birlikte yakalanan ve çiftçilik yaptıkları öğrenilen C.T. (46), İ.Ç. (31) ve A.Ö. (46) gözaltına alındı. Yapılan sorgulamalarda zanlı C.T.'nin Afyon'dan, İ.Ç. ve A.Ö.'nün ise Konya'dan getirdiği tarihi eserleri İzmir'de piyasaya sürmeye çalıştığı ileri sürüldü. Adliyeye sevk edilen üç zanlı tutuklanarak cezaevine gönderildi.

 

Ele geçirilen tarihi eserler ise İzmir Müze Müdürlüğü'ne teslim edildi.

İzmir Kent Haber, 04.02.2009

TARİHİ CAMİ YENİDEN İBADETE AÇILDI





Vakıflar Genel Müdürlüğü Uşak'ta 1570 yılında inşa edilen tarihi Burmalı Camii'ndeki restorasyon çalışması tamamlandı.

 

Osmanlı Padişahı İkinci Selim döneminde 1570 yılında inşa edilen ve bugüne kadar değişik dönemlerde üç kez restore edilen Burmalı Camii'ndeki restorasyon çalışmaları yaklaşık 200 bin TL'ye mal oldu. Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından başlatılan ve Kütahya Vakıflar Bölge Müdürlüğü'nün kontrolünde yapılan çalışmalar bugün itibariyle sona erdi.

 

İhale bedeli 178 bin 338 TL olan restorasyon çalışmaları 15 Eylül 2008 tarihinde başladı. Çalışmalar kapsamında ilk olarak caminin kubbelerindeki kaplamalar yenilendi. Camideki tarihi dokuya zarar vermeden iç ve dış bölümlerinde yapı güçlendirme faaliyetleri, dış cephe ve minare bakım çalışmaları yapıldı. Restorasyon çalışmalarının tamamlanmasının ardından tarihi cami yeniden ibadete açıldı.

 

Uşak İl Müftüsü Osman Akdemir, restorasyon çalışmaları ile ilgili olarak yaptığı açıklamada, mülkiyeti Vakıflar Genel Müdürlüğü'ne ait caminin baştan aşağı elden geçirildiğini belirterek " Çalışmaları Vakıflar Genel Müdürlüğü yapıyor. Minare, caminin iç ve dış kısmı, kubbelerdeki kurşunlar yenilendi. Zamanla caminin iç kısmında izinsiz çiniler yapılmış ve duvarlarda uygunsuz sıvalar yapılmış. Kayseri'den gelen hattat ustası, çinileri ve motifleri kök boyasıyla aslına uygun hale getirildi" dedi.

Uşak Kent Haber, 04.02.2009

JAPON SANATININ HÜKÜMDARLIĞI

 

Uzun bir zamandır yükselişteki Doğu sanatı en çok sanat ressamlar ve en çok kazanan sanatçılar arasında ilk sıralarda yer almaya başlamışlardı. Amerikalı küratör Alexandra Munrœ, beş yıldır üzerinde çalıştığı The Third Mind: American Artists Contemplate Asia: 1860-1989 adlı sergisiyle Amerikalı sanatçılar üzerindeki Japon etkisini yansıtıyor. New York’taki Solomon R. Guggenheim Müzesi’nde açılan seri 110 sanatçı ve yazarın Asya sanatına yakınlık gösterdiği bilinen 250 eserine ev sahipliği yapıyor.


John La Farge, James McNeill Whistler, Georgia O’Keeffe, Mark Tobey, Robert Motherwell gibi ressamların tabloları, Isamu Noguchi, Nam June Paik ve Robert Irwin gibi sanatçıların heykelleri ve James Lee Byars ile La Monte Young gibi isimlerin enstalasyonları sergide izlenebilecek eserler arasında yer alıyor. Koreograf Meredith Monk ise sergiyi ziyaret edenlere canlı bir gösteri sunacak.


Küratör, Asya kültürü, sanatı ve felsefesinin bu isimler üzerindeki etkilerine parmak basıyor.
Munroe’nun söylediğine göre bu isimlerin hepsinde Asya etkisi ön plana çıkıyor ve bazen tarz bazen konsept olarak, bazense her iki şekilde sanatlarına yansıyor. Los Angeles Sanat Müzesi’nin modern sanat küratörü olan Carol Eliel serinin son derece merak uyandırıcı ve zengin olduğunu söylerken, bu eserleri Japon sanatından etkilenen en önemli sanatçılardan biri olan Frank Lloyd Wright’ın yaptığı binada görmenin sergiye daha da anlam kattığını sözlerine ekledi.

Taraf, 03.02.2009

ALTIN YÜKLÜ EFSANE GEMİ MANŞ'TA BULUNDU





Manş Denizi'nin derinliklerinde keşfedilen batık gemide milyar dolar değerinde 4 ton altın olduğu sanılıyor.


Amerikalı sualtı araştırma firması ‘Odyssey Marine Exploration' tarafından Manş Denizi'nin 330 feet derinliklerinde, Kanal Adaları yakınlarında keşfedilen batığın, İngiliz Amirali Lord Nelson’ın zaferine öncülük eden ve 1744 yılında bir fırtına sırasında 1000’den fazla denizciyle birlikte batan efsanevi İngiliz savaş gemisi HMS Victory olduğu belirtildi.


Batık geminin keşif anını görüntüleyen JMW Prodüksiyon yapımcısı Jason William, “Dönemin raporlarında batık geminin Lizbon'dan yüklediği 400 bin sterlin değerindeki 4 ton altını Cebelitarık'a götürdüğünü yer alıyor. Bugünkü külçe altın değeriyle 125 milyon sterlin ediyor. Fakat bu sadece ham ağırlık. Yani milyarlarca dolar değerinde” dedi.


ABD firmasına hazineyi bulması için İngiliz Savunma Bakanlığı’nın izin verdiği ve bu doğrultuda araştırmalarını yürüttüğü belirtildi. İngiliz Hükümeti, batık gemiden çıkarılacak altınların yasal sahibinin kendileri olduğunu açıkladı.


İngilizlerin ünlü Amirali Horatio Nelson'ın 1798 yılında Fransızlar'a karşı kazandığı Aboukir (Ebu Hur) Deniz Zaferi, İngiltere tarihinin dönüm noktalarından birisi olurken ve bu zaferden sonra Osmanlı Padişahı gösterdiği yararlılık sebebiyle İngiliz Amirali Nelson'ı bir Osmanlı Nişanı ve sorgucu ile ödüllendirmişti. İngiliz Amiral de bu nişan ve sorgucu yıllar boyu hiç çıkarmadan taşımıştı. Londra'daki Trafalgar Meydanı'na da adını veren İngilizlerin büyük Amirali Nelson'un Napolyon'u tarihten sildiği zaferde aldığı yaralardan dolayı sancak gemisinde son nefesini verirken üniformasındaki 3 nişandan birisi de yine bu ay-yıldızlı Osmanlı Nişanı idi.

Radikal, Haber: Alpaslan Düven, 04.02.2009

KÜLTÜR VE TABİAT VARLIKLARINI KORUMA KURULU, MEZAR VE HAZİRELERİN BAKIMI İÇİN HAREKETE GEÇTİ

 

Tarihi mezarların ve cami bahçesindeki hazirelerin sahipsizliğe terk edildiği yönünde basında yer alan haberler üzerine Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu Bölge Müdürlüğü harekete geçti.

Kültür ve Turizm Bakanlığı, Erzurum Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu Bölge Müdürlüğü'ne resmi yazı yazarak haberin içeriği hakkında ayrıntılı bilgi talep etti. Bakanlık, varsa ihmal ve eksiklikler bunların da raporla bildirilmesini istedi.

 

Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu Bölge Müdürü Ulvi Özel, söz konusu haberde isimleri geçen Narmanlı Camii Haziresi, Ahi Tuman Baba Türbesi ile Veyisefendi Mahallesi'ndeki mezar ve hazirelerin iki sanat tarihçisi tarafından incelendiğini söyledi. Özer, incelenen bu yerler hakkında düzenlenecek raporun Kültür ve Turizm Bakanlığı ile ilgili resmi kurumlara iletileceğini söyledi. Kurum olarak, tescil edilmeyen mezarlık varsa bunları kayıt altına alacaklarını dile getiren Özer, "Haberde ismi geçen yerlerde araştırma yaptık. Bu mezarlık ve hazirelerin sorumlu olduğu resmi kurumlar kimlerdir, ilgili eserler tescilli midir diye araştırma yaptık. Uzman sanat tarihçilerinin hazırlayacağı rapor doğrultusunda bir çalışma yapacağız. Kurum olarak görevimiz, varsa tarihi eserleri tescil etmek." diye konuştu.

 

Tarihçi-Yazar Muzaffer Taşyürek ise tarihi eserlere, mezarlıklara ve mezar taşlarına sahip çıkılmasının kendisini mutlu ettiğini belirterek, Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'nun basında yer alan haberde ismi geçen yerlerde inceleme yapmasının, kurumun ve bakanlığın bu eserlere ne kadar yakın ilgi duyduğunun göstergesi olduğunu kaydetti.

Zaman, Haber: Orhan Yıldırım, 03.02.2009

MEDENİYETLER 'SANAT SOKAĞI'NDA YAŞATILACAK

 

 

Tarihte Van ve çevresinde hüküm süren Urartular, Selçuklular ve Osmanlılara ait figürler, Van Belediyesi Park ve Bahçeler Müdürlüğünce taş üzerine işlenerek Sanat Sokağı’nda sergilenecek. Cumhuriyet Caddesi’nde bulunan, kentin en işlek yerlerinden Sanat Sokağı, Van Belediyesinin hazırladığı projeyle tarihe ışık tutacak. Van Belediyesi Park ve Bahçeler Müdürü Ayşe Şeyran, yaptığı açıklamada, Sanat Sokağı’nın kent mimarisine uygun olarak restore edileceğini, sokağın giriş ve çıkışının taş kemerlerle süsleneceğini söyledi. Kemerlere Urartular başta olmak üzere Selçuklu ve Osmanlı devletlerine ait figürlerin işleneceğini ifade eden Ayşe Şeyran, figürlerin ayrıca taş kalıplara işlenerek sokağın çeşitli bölümlerinde sergileneceğini kaydetti. Şeyran, Van’ın taş rezervi açısından önemli bir yere sahip olduğunu bildirerek, şöyle konuştu: "Van’ın hem taş rezervi hem de tarihi zenginliğini göz önünde bulundurarak Sanat Sokağı için restorasyon projesi hazırladık. Sokakta tamamen doğal taş kullanılacak. Bazalt, Ahlat taşı, traverten, andezit gibi taş çeşitlerini gerek yer döşemesinde gerekse duvar işlemelerinde kullanacağız." Duvar kaplamalarında vitray kullanılacağını ifade eden Şeyran, sokağa konulacak aslan, kuş gibi hayvan maketlerinin ağzından su akacağını, suyun 60 santimetre genişliğinde ve 2,5 metre uzunluğundaki havuza döküleceğini söyledi. Şeyran, havuz başında da çeşitli hayvan maketlerinin yer alacağını belirterek, "Sokakta ayrıca birçok sanatsal figür bulunacak. Bunların yanı sıra su oyunları, ışıklandırma, çöp kutuları, ağaçtan banklar ve birçok detaya yer verilecek" dedi. Sokağın mayıs ayına kadar tamamlanmasının planlandığını kaydeden Ayşe Şeyran, sokaktaki yapıların kötü bir görüntü oluşturmaması için esnafla görüşülerek sokağa yakışır şekilde yeniden düzenleneceğini sözlerine ekledi.

Radikal, Haber: Ahmet İzgi, 03.02.2009

PKK KAMPINDA NUH'UN GEMİSİ

 

Nerede olduğuna dair yüzlerce efsane bulunan “Nuh’un Gemisi”nin Ağrı’da PKK kamplarına düzenlenen bombardımanda toprağın altında kaldığı öne sürüldü.

 

Geminin kalıntılarını bulmak için 25 yıldır araştırmalar yapan ve 30 kez Türkiye’ye gidip gelen grup bilim adamı, bir çobanın, “Ben gençken gemiyi gördüm. Hatta tepesine çıkıp oynardık” demesi üzerine eylülde yeniden Türkiye’ye geldi. Çobanla birlikte dağa tırmanan ekip, 4 bin 500 metrede, çobanın bahsettiği bölgeye ulaştığında buranın PKK tarafından üs olarak kullanılan bir bölge olduğunu ve hava operasyonları nedeniyle toprak ve kaya parçaları altında kaldığını gördü. Hemen hükümet ve Türk ordusuna burada kazı çalışmaları yapmak için gerekli başvurular yapıldı ve sonunda beklenen izin çıktı.

 

Amerikan Liberty Üniversitesi İncil çalışmaları ve arkeoloji uzmanı Randall Price ile eski pilot Richard Bright’ın öncülüğünde gerçekleştirilecek olan kazı çalışmaları nisan ya da mayıs ayında başlayacak. Çalışmalar için gerekli 60 bin dolarlık finansman da bağışçılar tarafından sağlanacak.

Vatan, 03.02.2009

İSTANBUL, 2010'A KÜLTÜREL MİRASI VE TASARIM POTANSİYELİ İLE HAZIRLANIYOR

 

İstanbul'u bir kültür başkenti yapma çalışmalarına devam eden İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı (AKB), Türkiye'de ilk kez, kent ölçeğindeki programları yürüten çok ortaklı bir kamu kurumu olma özelliğini taşıyor. İstanbul'un kültürel mirasını koruma ve değerlendirme, yeni kültür altyapılarının oluşturulması, kentsel projelerin ve mahalle iyileştirme çalışmalarının gerçekleştirilmesi ajansın gündeminde yer alıyor. Bu alanlarda, yerel, ulusal ve uluslararası deneyimleri göz önünde bulunduran, projelerin yaratıcı süreçlerle hayata geçirilmesini hedefleyen ve farklı disiplinleri bir araya getirerek bütüncül bir yaklaşımla bir çalışma modeli oluşturan İstanbul 2010 AKB, şehrin kültürel mirasını ve kentsel dönüşümü gündeminin merkezinde tutuyor.

Küreselleşme sürecinin etkisiyle yeniden yapılanan İstanbul'u kültürel etkinliklerin sergilendiği bir sahneden çok kamusal bir kaynak olarak ele alan kurum, kapsamlı özelleştirmelerin ve geri dönüşü olmayan büyük ölçekli yenileme projelerinin kentte köklü yapısal değişikliklere neden olacağını savunuyor. İstanbul 2010 AKB; bu faktörlerin bir sonucu olarak kamusal karakterini kaybetme riskiyle ve yeniden yapılanma sürecinin getirdiği sosyo-ekonomik sorunlarla karşı karşıya kalan kentin kamu bağlamında yeniden kazanılması için sivil girişimlerde bulunulması gerektiği inancını taşıyor. Ajansın bünyesinde bulunan Kentsel Uygulamalar Direktörlüğü, bu hedefler doğrultusunda çalışmalarını sürdürüyor.

Restorasyon Projeleri





Nazperver Kalfa Sıbyan Mektebi, Kaynak: İstanbul 2010 AKB Resmi Web Sitesi


Kentsel uygulamalar kapsamındaki projelerden biri, Fatih'in Davutpaşa semtinde bulunan Nazperver Kalfa Sıbyan Mektebi'nin restorasyonu. III: Selim döneminin hazinedarlarından biri olan Nazperver Usta tarafından inşa ettirilen yapı, 18. yy Osmanlı sıbyan mekteplerine bir örnek niteliğinde. Geniş bir avlunun içinde konumlanan binaya restorasyon çalışmaları sonucunda getirilecek yeni işlev, plan, strüktür ve malzeme özellikleri ile bulunduğu çevrenin tarihi gelişimi ve bugünkü durumu incelenerek belirlendi. Mektebin özgün niteliklerini kaybetmemesi amaçlanan proje çerçevesinde, yapısal açıdan en az müdahaleyi gerektirecek işlevler seçilecek.




Murat Molla Kütüphanesi


Çarşamba, Tevkii Cafer Mahallesi'nde bulunan ve 18. yy'ın ikinci yarısında inşa edilen Murat Molla Kütüphanesi de, 2010 AKB'nin yine bu prensiplerle uygulayacağı restorasyon projeleri kapsamında bulunuyor.

Bir Tasarım Kenti Olarak İstanbul
Restorasyon projelerinin yanı sıra, tasarım etkinlikleri de gerçekleştirilecek. Yerli ve yabancı tasarımcıları İstanbullular'la buluşturmayı amaçlayan "Design Talks", seminer ve konferansların yer aldığı bir etkinlik. Dünyaca ünlü tasarımcıların bilgi ve deneyimlerini Türk tasarımcılarla paylaşması ve İstanbul'un dünyanın tasarım merkezlerinden biri haline gelmesi, etkinlikle hedeflenenler arasında.

Tasarım merkezli bir diğer uygulama olan İstanbul Spirit "Design Made in Istanbul" ise, yine tüm dünyada tasarımlarıyla tanınan yerli ve yabancı jüri üyeleri tarafından belirlenecek 40 Türk endüstri ürünleri tasarımcısının, bilgi birikimlerini ulusal ve uluslararası tasarım platformunda paylaşmasını amaçlıyor. Bu tasarımcılara ait bazı eserlerin web sitesinde sergilenerek seçildikten sonra, etkinliğe dahil olması planlanıyor. Eski Galata Köprüsü'nün mekan olarak seçildiği etkinlikle, genç Türk tasarımcıları olumlu yönde etkilemek, dünya tasarım kenti olması amaçlanan İstanbul'da tasarım disiplinini kavramsal olarak ele almak ve tasarım dünyasındaki yenilikleri İstanbul'da izleyiciyle buluşturmak hedefleniyor. Türk sanayisi, turizmi ve tasarımının da, bu projeyle dünya pazarı içinde yer edinmesi mümkün görünüyor.

Arkitera, Yazı: Burcu Karabaş, 03.02.2009

KAPALIÇARŞI GELECEK YÜZYILA KALMAYABİLİR





İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş, Kapalıçarşı'ya yapı statiğine zarar verecek müdahaleler yapıldığını ve mülkiyet problemi nedeniyle bir şey yapamadıklarını belirterek, yapının gelecek yüzyıllara taşınamayabileceğini söyledi.

 

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş, İstanbul'un en önemli tarihi ve turistik merkezlerinden biri olan Kapalıçarşı'nın istikbaline ilişkin kaygılarını dile getirdi. Topbaş, Kuyumcukent'te pak sahiplerine tapu dağıtma töreninde konuşan Kadir Topbaş, Kapalıçarşı'da muhtelif zamanlarda yapı statiğine zarar verecek müdahaleler yapıldığını söyledi. Kapalıçarşı'nın karmaşık mülkiyet problemi nedeniyle bir şey yapamadıklarını belirterek Topbaş, dünyaca ünlü olan ve "Grand Bazaar" olarak bilinen yapının gelecek yüzyıllara taşınamayabileceğini söyledi.

 

Topbaş, kuyumcuların Eminönü'nde boşalttıkları yerleri değerlendirmek için çalışmaların sürdüğünü de söyledi. Kuyumcukent Yönetim Kurulu Başkanı Mustafa Ercan Özgür de, Eminönü'nde boşaltılan tarihi hanlardaki imalathanelerin orijinal haliyle restore edileceğini söyledi.

Törende konuşan Topbaş, şu anda yılda 250 ton altın işleme kapasitesi olan Kuyumcukent'in kapasitesinin yıllık 750 tona çıkacağını söyledi. Topbaş, belediye ve meslek kuruluşlarının desteğiyle Kuyumcukent'in dünyanın önde gelen merkezleri arasına gireceğini söyledi.

 

Kuyumcukent'e giriş için yapılan köprülü kavşağı birlikte inşa ettiklerini belirten Topbaş, Havalimanı-Kültür Üniversitesi-TİM-Kuyumcukent ve Çobançeşme arasında ring yapacak monoray projesi hazırladıklarını da sözlerine ekledi.

Hürriyet, Haber: Şenol Coşkuner, 03.02.3009

SİLVAN KALESİ İLGİ BEKLİYOR

 

  

 

Diyarbakır'ın Silvan İlçesi Belediye Başkanı Fikret Kaya, ilçedeki tarihi surları koruma amaçlı imar planı olmadığını söyledi.

Belediye Başkanı Fikret Kaya, Silvan Kalesi'nin koruma bandının olduğunu ancak koruma amaçlı imar planının bulunmadığını belirterek, "En kısa sürede restorasyon görmezse Silvan Kalesi yok olan birçok eser gibi tarih kitaplarında kalacak" dedi.

Başkan Kaya, koruma bandının olduğu yerlerin 2 ila 20 metre arasında değiştiğini kaydetti. Yer yer 2 metre olması nedeni ile kale duvarına sıfır noktada evler bulunduğunu aktaran Kaya, "Geçmişten günümüze kadar gelen kale sur ve burçları, son zamanlarda içeride ve dışarıda yapılan yüksek binalarla adeta beton ablukası altına girmiştir. Bu durum da Silvan Kalesi'nin korunmasını güçleştirmektedir. Koruma bandı 20 metre olan yerlerde surlar sağlam kalırken, 2 metre olan kısmında çökme ve yıkılmalar olmuştur.Tarihi eser olduğu için yetkililerden başkası karışamıyor. En kısa sürede Silvan Kalesi'nin koruma amaçlı İmar planı yapılmalıdır" şeklinde konuştu.

Haber Diyarbakır, 03.02.2009

AMFORA YAĞMASI İSYANI





Dünyanın en büyük amfora parkının bulunduğu Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi’nin eski müdürü, Türkiye’nin ilk su altı arkeoloğu Oğuz Alpözen, "Amforaların yoğun olduğu Yassıada ve Yalıkavak koyları denetim altına alınmalı. Bu gibi koylarda amfora parkları oluşturulmalı ve kültür turizminin hizmetine açılmalı" dedi.

 

Ege ve Akdeniz kıyılarındaki 3-5 bin yıllık amforaların yüzde 99’unun gün ışığına çıkarılamadığını ve yağma edilme tehlikesiyle karşı karşıya kaldığını belirten Oğuz Alpözen, tarihin göz göre göre yok edilmesinin önlenmesi gerektiğini söyledi.

 

Bodrum’un Turgutreis Beldesi açıkları, Yassıada ve Yalıkavak koylarında amfora tarlaları bulunduğunu belirten Oğuz Alpözen, şunları söyledi:

"İlgili bakanlık yeterince korumadığı, önlem almadığı, sualtı kazı çalışmalarına gereken önem verilmediği için amforalar yoğun bir şekilde yağmalanmaktadır. Oysa balıkçıların ve eski sünger avcılarının bulduğu amfora örnekleri sayesinde dünyanın en eski batıkları olan Uluburun ve Doğu Roma batıklarını bulduk ve gün ışığına çıkardık. Amforaların yoğun olduğu Yassıada ve Yalıkavak koyları denetim altına alınmalı. Bu gibi koylarda amfora parkları oluşturulmalı ve kültür turizminin hizmetine açılmalı" dedi.

 

Ortakent-Yahşi Beldesi’ndeki atölyesinde 35 yıldır amfora yapan Bora Sencer de tarihte en iyi soğutma ve yiyecekleri koruma kabı olarak kullanılan örneklerin tarihi kimliğini asla kaybetmediğini belirtti. Sencer, amforaların yağmalanarak yasak olduğu halde satıldığını hatırlatarak, "Amforaların yani günümüzün çağdaş testisinin tanıtımı, yapımının öğretilmesi için ilköğretim okullarında gönüllü ders vermek istiyorum. 5 bin yıl önce olduğu gibi aynı metotla, ayak çarkı ve el gücüyle amfora yapmayı sürdürüyorum. Amforaların korunması gerekir" diye konuştu.

Hürriyet, 03.02.2009

KAÇAK KAZI YAPANLARA SUÇÜSTÜ

 

Karabük'ün Safranbolu İlçesi'nde kaçak kazı yaptıkları tespit edilen 4 kişi, suç aletleriyle birlikte suçüstü yakalandı.


Edinilen bilgiye göre, Safranbolu İlçesi'ne bağlı Alören Köyü'nde kaçak kazı yapıldığı ihbarını alan jandarma timleri, yaptıkları baskında B.T. (25), F.K. (26), S.T. (32) ve Y.Y. (30) isimli şahısları suçüstü yakaladı. Yakalanan şahıslarla birlikte kazma, kürek, çekiç ve 2 metre uzunluğunda demir ele geçirildi.


Sorgusu tamamlanan 4 kişi, çıkarıldıkları Safranbolu Cumhuriyet Savcılığı'nca tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı.

Karabük Kent Haber, 03.02.2009

İZMİR'DEKİ MÜZELER PARA BASTI





Ünlü tarihçi Heredot'un ''En yüce gök kubbenin altında ve dünyanın en güzel ikliminde'' kurulduğunu belirttiği İzmir'de, 18 müze ve ören yerini 2008 yılında ziyaret eden 2 milyon 618 bin kişi, 7 milyon 151 bin TL gelir bıraktı. Ziyaretlerde lokomotif görevi üstlenen Efes Antik Tiyatrosu, 1 milyon 567 bin kişiyi ağırlayarak, gelirin 4 milyon 929 bin TL'lik kısmını sağladı.

 

İzmir Kültür ve Turizm Müdürlüğü'nün verilerinden derlenen bilgiye göre, 5 bin yıla uzanan tarihi geçmişe sahip İzmir'deki ören yerleri ve müzeler, yerli ve yabancı turistlerden yoğun ilgi gördü. Kentteki 9'u müze, 9'u ise ören yeri olan 18 merkez, 2008 yılında ziyaretçi akınına uğradı.

 

İzmir'in Selçuk İlçesi'ndeki Efes Antik Kenti, Efes Müzesi, St. Jean Kilisesi ve Yamaç evleri, ziyaretçilerin en çok tercihte bulunduğu bölge oldu. Efes Antik Kenti'ni 1 milyon 567 bin kişi, Efes Müzesi'ni 177 bin 156 kişi, St. Jean Kilisesi'ni 229 bin 415 kişi, Yamaç Evleri'ni ise 75 bin 76 kişi gezdi. Selçuk İlçesi'ndeki bu 4 yer, 2 milyon 57 bin 647 kişiyi ağırlayarak, 5 milyon 892 bin TL'lik gelir elde edilmesini sağladı. Yalnızca Efes Antik Kenti tek başına 4 milyon 929 bin TL'lik kazanca neden oldu.

 

Kentte ikinci ilgi gören yer ise Bergama sınırları içerisindeki Akropol, Asklepion, Bazilika ve Bergama Müzesi oldu. Buraları 367 bin 230 kişi ziyaret ederken, gişelere 1 milyon 5 bin TL gelir kaydedildi.

 

İzmir Arkeoloji Müzesi'ni 22 bin 922 kişi, Etnografya Müzesi'ni 5 bin 818 kişi, Tarih ve Sanat Müzesi'ni 33 bin 978 kişi, Atatürk Müzesi'ni 28 bin 35 kişi, Bergama Müzesi'ni 17 bin 753 kişi, Çeşme Müzesi'ni 32 bin 434 kişi, Ödemiş Müzesi'ni 3 bin 304 kişi, Çakırağa Konağı'nı 27 bin 358 kişi, Tire Müzesi'ni 2 bin 490, Agora'yı 45 bin 197 kişi ziyaret etti.

 

Turistlerin en az ilgi gösterdiği yer ise Teos ören yeri oldu. Burayı 816 kişi gezdi.

 

Ziyaretlerde, İzmir Arkeoloji Müzesi 36 bin 732, Etnografya Müzesi 1870, Tarih ve Sanat Müzesi 54 bin 33, Teos Ören Yeri 1026, Efes Müzesi 205 bin 354, Bergama Müzesi 22 bin 243 TL gelir sağladı. Çeşme Müzesi 43 bin 970, Ödemiş Müzesi 1171, Çakırağa Konağı 27 bin 440, Tire Müzesi 2 bin 880, Agora 85 bin 40, Efes Ören Yeri 4 milyon 929 bin 584, St. Jean Kilisesi 185 bin 890, Yamaç Evleri 571 bin 500, Akropol-Asklepion-Bazilika 982 bin 715 TL ziyaretçi geliri elde etti.

Habertürk, 03.02.2009

ASIRLIK ANIT AĞAÇLARA KORUMA





Yüzlerce yıllık sekiz "anıt ağaç", Çevre ve Orman İl Müdürlüğü'nce korunuyor. 7'si Elmalı İlçesi’nde, 1'i ise Finike İlçesi’nde bulunan Çevre ve Orman Bakanlığı’nca "anıt ağaç" olarak ilan edilen yüzlerce yıllık 8 ağaç, Çevre ve Orman İl Müdürlüğü’nce görevlendirilen mühendisler tarafından sürekli gözetim altında tutuluyor. Görevli mühendislerce ağaçların korunmasına yönelik olarak hem takip hem de sağlık yönünden bir zarar görmemesi için belirli aralıklarla kontrol yapılıyor. Çevre ve Orman İl Müdürlüğü Doğa Koruma ve Milli Parklar Şube Müdürlüğü ekipleri, Antalya’daki 8 anıt ağacın hepsinin gayet sağlıklı olduklarını söyledi.

 

Yüzyılları deviren 8 ağaç

Koca Katran: Elmalı İlçesi’nde 1995 yılında anıt ağaç ilan edilen 2000 yıllık Koca Katran, Çığlıkara Tabiatı Koruma alanında yaşıyor.

Aslan Ardıç: Elmalı İlçesi’nde Tekke deresinde yaşayan ve 1995 yılında anıt ağaç ilan edilen Aslan Ardıç, 1700 yaşında.

Dibek Sedir: Finike İlçesi’nde 2002 yılında anıt ağaç ilan edilen 1700 yıllık Dibek Sedir, Debike Tabiatı Koruma alanında yaşıyor.

Lübnan Sediri (Cedrus Libani): Elmalı İlçesi’nde 1995 yılında anıt ağaç ilan edilen ve Toros Sediri olarak da bilinen 1500 yıllık ağaç Çığlıkara Tabiatı Koruma alanında yaşıyor.

Koca Sedir: Elmalı İlçesi’nde 2002 yılında anıt ağaç ilan edilen 1070 yıllık Koca Sedir, Sedir Araştırma Ormanı'nda yaşıyor.

Şah Ardıç: Elmalı İlçesi’nde 1995 yılında anıt ağaç ilan edilen 800 yıllık Şah Ardıç, Sedir Araştırma Ormanı'nda yaşıyor.

Koç Sedir: Elmalı İlçesi’nde 1995 yılında anıt ağaç ilan edilen 650 yıllık Koç Sedir, Çığlıkara Tabiatı Koruma alanında yaşıyor.

Katil Sedir: Elmalı İlçesi’nde 1995 yılında anıt ağaç ilan edilen 500 yıllık ağaç Çığlıkara Tabiatı Koruma alanında yaşıyor.

Radikal, 03.02.2009

İSTANBUL'UN TARİHİ YERALTINDA GİZLİ





Binlerce yıllık tarihe sahip İstanbul, 12 milyondan fazla insanı barındırıyor. Yoğun nüfus sebebiyle birçok tarihi yapı çarpık kentleşmenin etkisiyle ortadan kayboluyor.

 

Temel atma çalışmalarında bile milattan öncesine dayanan yüzlerce esere rastlandığını belirten arkeologlar, İstanbul'un aslında yeraltında olduğunu savunuyor. İstanbul'da süren yüzey araştırmaları sırasında yüzlerce eserin izine rastladıklarını ifade eden Bizans sanatı tarihçisi Dr. Feridun Özgümüş, 2008 yılı boyunca yapılan çalışmalarda 365 kalıntının ortaya çıkarıldığını söylüyor.

 

İstanbul Üniversitesi Güzel Sanatlar Bölümü, Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın izniyle 11 yıldır İstanbul sur içinde arkeolojik yüzey araştırmaları yapıyor. Kültür Bilincini Geliştirme Vakfı ve İstanbul Rehberler Odası'nın da destek verdiği projede Yunan-Bizans ve Osmanlı dönemine ait yapıların izleri aranıyor. Eski dönemlere ait kitapları inceleyen arkeologlar, ayrıca 1900'lü yıllarda Pervitct adındaki sigortacının haritalarından ve benzer kaynaklardan yararlanıyor. Son 60 yılda birçok cami, medrese ve kilisenin yıktırıldığını anlatan araştırmacılar, bugün bu yapılardan geriye hiçbir iz kalmadığına dikkat çekiyor. Bulunan kalıntıların büyük bölümüne apartmanların bodrum katında rastlandığını ifade eden Feridun Özgümüş, araştırmalar sırasında apartman veya arsa sahiplerinin bazılarının kendilerine çok sıkıntı yaşattığını anlatıyor. Başından geçen bir olayı nakleden Özgümüş, şunları söylüyor: "Yapılmakta olan bir otelin zemin katını gezmek ve araştırmak istedim. Otel sahibi beni demir makasıyla kovaladı, canımı zor kurtardım. Sonradan araştırınca otelin tarihI bir yapının üzerine inşa edildiğini tespit ettik."

 

1998 yılında başlayan çalışmalar boyunca çok ilginç yerler tespit ettiklerini dile getiren Özgümüş, ortaya çıkarılan yapılardan bazılarını şöyle sıraladı:

 

Gedik Paşa Kafar Han altındaki kalıntı

Eminönü Soğanağa'daki Star İşhanı altındaki Roma yapıları

Beyazıd Yüceller İşmerkezi altındaki kilise kalıntısı

Fatih-Yavuz Selim'deki Bonos Sarayı izleri

Sultanahmet'teki Başdoğan Halıcılık altında büyük saray kalıntıları

Zaman, Haber: İlyas Dal, 03.02.2009

BEDESTEN RESTORE EDİLDİ

 

Türkiye'de 3 tane bulunan ve en büyüğü Tokat'ta olan tarihi arastalı bedestende restorasyon çalışmaları tamamlandı.


Sulu Sokak çarşısında 15-16. yüzyılda yapıldığı sanılmakta olan arastalı bedestende Vakıflar Genel Müdürü Yusuf Beyazıt'ın destekleri ile 2007 yılında başlatılan restorasyon çalışmaları sona erdi.

 

Evliya Çelebi'nin seyahatnamesinde "Sultan çarşısı kadar güzel bir çarşıdır. Halep ve Bursa çarşıları gibi gayet tertipli kurulmuştur" dediği bedestenin eski canlılığına kavuşarak turizme katkıda bulunması bekleniyor. Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından restorasyonu tamamlanan Yağbasan Medresesi ile Arastalı Bedesten'in ihaleye çıkarılmak suretiyle çeşitli işyerlerine kiraya verilmesi bekleniyor. Ayrıca 2010 yılına kadar Tokat'ta tüm vakıf eserlerinin onarılarak hizmete açılması planlanıyor.

Tokat Kent Haber, 03.02.2009

ALMAN-İRAN EKİBİNİN GOHAR TEPE KAZISI

 

 

İran’ın kuzeyinde bulunan Mazandaran Bölgesi’ndeki Gohar Tepe’de İran-Alman ortak kazısı yakın bir tarihte başlayacak. Ekip başkanı Ali Mahforuzi “Öncelikle şehrin bölümlerini araştırmak ve yönetim merkezinin neresi olduğunu tespit etmek istiyoruz” dedi. Yine Mahforuzi tarafından yönetilen bir başka ekip 3 yıl önce şehirde geniş bir tarama yapmıştı. Mahforuzi’nin açıklamasına göre, her ne kadar yüzeyde bulunan çanak-çömlek parçaları bu araştırmaya yardımcı olsa da, alt tabakaları gösteren sondaj çukurları önem taşıyor. 

 

İran Arkeolojik Araştırmalar Merkezi (ARCI) ile Münih Üniversitesi arasında imzalanan anlaşmaya göre üniversite bu araştırmaların bir kısmını finanse etmekte. Kaynak yetersizliğinden dolayı aksi durumda gerçekleşemeyecek olan Gohar Tepe kazıları, ancak Münih Üniversitesi’nin bu desteği ile sürdürülmekte. 

 

2001 yılında kısmi olarak başlayan kazılarda geçen yıllarda MÖ 1000 yıllarına tarihlenen birçok mezar açığa çıkarılmıştı. Öte yandan, alt tabakalarda 5000 yıllık bir şehir olduğu da biliniyor.

Tehran Times, 31.01.2009

TARİHE SAYGI MI, SAYGISIZLIK MI?





Erzurum'da Ebu İshak Türbesi'nin hemen yanı başında bulunan ve Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Nuri Efendi'ye ait olan tarihi mezarın, taşınmasının düşünüldüğü öğrenildi.

 

Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Nuri Efendi’nin, hudut meselesi ile ilgili olarak gerçekleştirilen bir toplantıya katılmak için geldiği Erzurum’da, ani bir rahatsızlık sonucu hayatını kaybettiği bildirilirken, dönemin Erzurum Valisi’nin yardımı ile cenazesinin de, Ebu İshak Kazeruni Hazretleri’nin medfun olduğu türbenin yanına defnedildiği belirtildi.

 

Erzurum Kalesi’nde geçtiğimiz yıl sonu itibariyle tamamlanan restorasyon çalışmaları kapsamında, Ebu İshak Kazeruni’ye ait türbe de elden geçirilirken, türbe dışında kalan Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Nuri Efendi’ye ait olan mezarın ise, başka bir yere taşınmasının planlandığı dile getirildi.

 

Erzurum Rölöve ve Anıtlar Müdürlüğü görevini vekaleten yürüten Suat Bakır, Kale’de yapılan restorasyon çalışmalarının, 2008 yılı sonu itibariyle tamamlandığını bildirdi. Kale’nin Çifte Minareli Medrese’ye bakan tarafındaki Ebu İshak Türbesi’nin de, restorasyon çalışmaları kapsamında onarıldığına anlatan Bakır, “Türbe içerisi tamamen yenilendi. Döşemesinden, kapı ve pencere doğramalarına varıncaya kadar yenileme işlemi yapıldı. Türbede yapılmayan tek işlem, elektrik aksamı oldu.  Onu da en kısa zamanda tamamlamış olacağız” diye konuştu.

 

Bu arada Erzurum Müze Müdürü Mustafa Erkmen ise, Ebu İshak Kazeruni’ye ait olan türbenin dışında bulunan mezarın, başka bir mekana taşınmasının planlandığını söyledi. Yer itibariyle henüz net bir karar verilmediğini bildiren Mustafa Erkmen, “Türbe dışarısındaki mezarın akıbetiyle ilgili olarak henüz varılmış bir net karar yok. Ancak, kabrin farklı bir mekana taşınması söz konusu” şeklinde konuştu.

 

Erzurum’da vefat eden ve Tebrizkapı’daki Ebu İshak Türbesi’nin hemen yanına defnedilen Nuri Efendi’nin mezarındaki kitabenin, dönemin hayır sahiplerinden Ziver Efendi tarafından yaptırıldığı dile getirilirken, kitabede şu ifadeler yer alıyor: “Osmanlı Devleti’nin 1. Abdulmecid devrinin önemli kişilerinden olan Nuri Efendi, Bab-ı Ali’de 30-40 yıl hizmette bulunmuştur. Hariciye Nazırlığı’nda Müsteşar iken Erzurum’a gelmiş ve hudut meselesini görüşmek için diğer heyet üyelerinin de katılması ile çalışmalarda yer almıştır. Bu arada geçirdiği rahatsızlık sonucu hayatını kaybetmiş ve Erzurum Valisi’nin de yardımıyla cenazesi büyük bir törenle kaldırılarak buraya defnedilmiştir”

Erzurum Gazetesi, 02.02.2009

OSMANLI SİKKELERİNİ
SATACAKLARDI

 

Gaziantep'te İl Jandarma Komutanlığı ekiplerince yapılan çalışmada, 436 adet Osmanlı sikkesi ele geçirildi.

Edinilen bilgiye göre, Gaziantep İl Jandarma Komutanlığı ekiplerince yapılan çalışmalar sonucunda; İslahiye İlçesi'nde S.Y. isimli şahsın işyerinde yapılan aramada 436 adet Osmanlı sikkesi ele geçirildi.

Olayla ilgili olarak gözaltına alınan şahıs, çıkarıldığı adli makamlarca tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı.

Gaziantep 27 Gazetesi, 02.02.2009

KAÇAK KAZI YAPAN 4 KİŞİ GÖZALTINA ALINDI

 

Adıyaman'ın Gölbaşı İlçesi'nde 4 kişi kaçak kazı yaptıkları iddiasıyla gözaltına alındı.

 

Jandarma, ihbar üzerine, Belören beldesi Aşağı Karakuyu Köyü Kocadağ mevkisinde M.K, S.K, H.K. ve L.Ö'yü kaçak kazı yaptıkları iddiasıyla yakaladı. Bir dedektör ve kaçak kazı yapmakta kullandıkları belirtilen aletlerle yakalanan zanlılar, ifadeleri alınmak üzere Gölbaşı İlçe Jandarma Komutanlığı'na götürüldü. Soruşturma sürdürülüyor.

Zaman, 02.02.2009

MÜZEDEN DİNOZOR DIŞKISI ÇALINMIŞ

 

İngiltere’nin başkenti Londra’daki Ulusal Tarih Müzesi’nden 65 milyon yıllık fosilleşmiş dinozor dışkısı çalındı.

 

“Büyük soygun”, müzeden son 5 yıldır çalınan parçaların açıklanmasıyla ortaya çıktı. 2006’da çalınan sekiz santimlik dışkı fosilinin bitki yiyen titanosaurus türüne ait olduğu sanılıyor. Müze yetkililerinin “paha biçilmez” diye tanımladığı dışkı fosilinin iyi bir paraya alıcı bulabileceği belirtiliyor.

 

Müzeden 167 bokböceği de çalınmış.

Milliyet, 02.02.2009

HANLAR BÖLGESİ PROJESİ'NE YÜRÜTMEYİ DURDURMA





Büyükşehir Belediyesi'nin Hanlar Bölgesi Projesi yargıya takıldı. Bölgedeki 25 hak sahibinin açtığı davayı değerlendiren Bursa 3. İdare Mahkemesi, yürütmenin durdurulmasına karar verdi.
 

Mahkeme kararıyla, Büyükşehir`in bölge için hazırlattığı 3 ayrı proje de uygulanamayacak. 18 Aralık 2008`de oybirliği ile alınan karar Büyükşehir Belediyesi`ne geçtiğimiz günlerde tebliğ edildi.

Bölgedeki 25 hak sahibi, hazırlanan plan değişikliğinin hukuka, üst ölçekli planlara ve tarihi süreç içindeki gelişim kullanım amacına aykırı olduğu ve düzenlemenin tescilli Merkez Bankası binasını ortadan kaldırmaya yönelik olduğu gerekçesiyle dava açtı. Konuyu değerlendiren Bursa 3. İdare Mahkemesi de; tescilli Merkez Bankası binasının meydan olarak düzenlenmesinin mümkün olmadığını ve hukuka aykırı olan ve uygulanması halinde telafisi güç zararlara sebebiyet vereceği gerekçesiyle yürütmeyi durdurma kararı verdi.

Hanlar Bölgesi'ni gün yüzüne çıkarmayı hedefleyen Büyükşehir Belediye Başkanı Hikmet Şahin, bu proje doğrultusunda bölge için 3 ayrı proje hazırlattı. Bursa, İstanbul ve Ankara`dan 3 ayrı firmaya hazırlatılan projeler Çekül Vakfı Başkanı Metin Sözen başkanlığında oluşturulan Konsept Değerlendirme Komitesi tarafından değerlendirilecek ve uygun görülen proje hayata geçirilecekti. Mahkemenin verdiği yürütmeyi durdurma kararı, 3 projenin de uygulanmasına olanak sağlamıyor.

Söz konusu proje; kent merkezinde, Ulucami ile Cumhuriyet Caddesi arasındaki tarihi hanların çevresi açılmasını ve Pirinç Han`ı kapatan Zafer Plaza'nın Yeni Karamürsel Mağazası, Merkez Bankası, Kızılay Tıp Merkezi ile Çakırhamam yokuşunda eski Sümerbank Mağazası'na ait bina karşısındaki tarihi hana kadar olan imar adasındaki tüm binaların kalkmasını öngörüyordu. Proje bittiğinde; Pirinç Han, İpek Han, Tarihi Bakırcılar Çarşısı ve Kapan Han'ın etrafındaki yapılardan kurtarılması ve YKM`den Ulucami`ye kadar olan toplam 12 bin 560 metrekarelik alanın meydan olarak düzenlenmesi planlanıyordu.

Bursa Olay, Haber: Seyit Gündoğan, 02.02.2009

TEKEL MÜZESİ İÇİN YENİ PROJE

 

Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, İstanbul Üsküdar’daki Tekel Müzesi’nde bulunan eserlerin, onarıma alınan Atatürk Kültür Merkezi’nin geçici olarak buraya taşınması sırasında zarar görmediğini söyledi.

 

MHP’nin soru önergesini yanıtlayan Günay, Atatürk Kültür Merkezi’ndeki birimlerin taşınması nedeniyle binanın ana yapısına zarar vermeyen hafif bölmeler yapıldığını kaydetti.


Tarihi binadaki eserlerin tahsis edilen üç ayrı odada kilitli olarak muhafaza edildiğini vurgulayan Günay, “Yapılan tespitlerde zarar gören esere rastlanmamıştır” dedi.


Günay, Osmanlı döneminden kalma binada yapılacak Sanayi Müzesi için, üretim şemalarına sadık kalınarak yeniden teşhir tanzim projesi hazırlanmasına karar verildiğini ve proje çalışmalarının sürdürüldüğünü bildirdi.   

Milliyet, 02.02.2009

ŞEYH GALİB'İN SÜTLÜCE'DEKİ KAYIP EVİ

 

"Gele bir devr ki bu Galib'i yad eyleyeler/ Fırsat-ı sohbeti ahbab ganimet bilsin". Galata Mevlevihanesi postnişini Galib Dede, iki asrı aşkın bir zaman önce böyle demiş. Divan Edebiyatı'nın son büyük temsilcisi, ölümünün 210. yılı münasebetiyle bu yıl muhtemeldir ki panellerle, sempozyumlarla anılacak.

 

Belki Galata'daki türbesi yanında akademisyenler, edebiyatçılar tarafından yad edilecek. Fakat Dede'ye karşı çok da kadirşinas olduğumuz söylenemez. Zira, yakın zamana kadar ayakta kalmayı başaran evinin yerinde, artık bir apartman yükseliyor. Hissedarların bölüşmesinden sonra ikiye ayrılan parselin yarısında ise evin yıkıntısı bekliyor.

 

Türk Edebiyatı dergisinin şubat sayısında Beşir Ayvazoğlu, Şeyh Galib'in Sütlüce'deki evinin elimizden kayıp gidişinin izini sürmüş. Ahşap evin yakın tarihte çekilmiş fotoğrafları Süleyman Faruk Göncüoğlu'nun arşivinde mevcut. İstanbul Şehri Kültür Tarihi Araştırma Merkezi'nin kurucusu olan Göncüoğlu bu fotoğrafları 2005'te yayınlanan 'Tarihte Hasköy' adlı kitabında da kullanmış. Fotoğrafın çekildiği 1980 yılında evde Galib Dede'nin soyundan gelen kişiler oturmaktaymış.

 

Beşir Ayvazoğlu'nun yazısının izini sürmeye devam ettiğimizde şairin eviyle ilgili ilginç ayrıntılar çıkıyor ortaya. 25 yaşındayken 'Hüsn ü Aşk'ı yazan Şeyh Galib, Sütlüce'deki eve 21 Mart 1790'da, yani 33 yaşında taşınır. Bir nevi inzivaya çekilmiştir. Ayvazoğlu'nun belirttiğine göre, bu semti tercih sebebi, "Südlüce'de bir mah ile şir ü şekkeriz biz" beytinde işaret ettiği Mevlevi şairi Yusuf Sineçak'tir. 1546'da vefat eden Sineçak'in kabri evin penceresinden görünmektedir. Galib Dede, yeni evine yerleştikten yaklaşık bir yıl sonra Galata Mevlevihanesi postnişini Numan Dede azledilir, yerine tayin edilen Abdullah Dede de vefat edince Mevlevihane şeyhsiz kalır. Konya Asitanesi Şeyhi Mehmed Efendi de Galib Dede'yi 34 yaşındayken 11 Haziran 1791'de posta oturtur. Bir süre sonra ailesini de dergahın harem dairesine taşıyan Galib Dede'nin Sütlüce'deki evinde babası ve kardeşleri ikamet etmeye devam eder. Şairin 3 Ocak 1799'daki vefatından sonra büyük bir ihtimalle ailesi de Sütlüce'deki eve taşınmıştır.

 

Galib Dede'nin Sütlüce'deki evinin hazin hikayesi böyle. Her şeye rağmen geç kalınmış bir kadirbilirlik de yok değil. İstanbul Büyükşehir Belediyesi Tarihi Çevre Koruma Müdürü Cem Eriş, şairin evinin de bulunduğu parselin kültür varlığı olarak tescillendiğini belirtiyor. Eriş, Şeyh Galib'in evinin karşısında bulunan Hasırizade Tekkesi'nin ihya projesinin kabul edildiğini ve bu yıl içinde çalışmalara başlanacağını söylüyor. Vakıflar Bölge Müdürlüğü'nün Yenikapı Mevlevihanesi'ndeki şeyh evini 'ayaklandırma'sını da örnek gösteren Eriş, benzer bir çalışmanın Şeyh Galib'in evi için de yapılabileceğini belirtiyor. Kimbilir belki bir gün Galib Dede'nin en azından temelinin yarısı ortada olan evi de aslına uygun olarak ayağa kaldırılır ve edebiyatımızın bu büyük ustası şiirleri kadar hatıralarıyla da yaşamaya devam eder.

Zaman, Haber: Ali Koca, 02.02.2009

TARİHİ AHŞAP EVLERİ KORURKEN YOK ETMEYELİM





İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş, AKP Sarıyer İlçe Teşkilatı’nın düzenlediği bir toplantıda, Boğaziçi’ndeki tarihi ahşap evlerin tamiri ve bakımı sorunları gündeme getirildiğinde “İnsanlar mantolama yapıyorsa yapsın. Evini boyuyorsa boyasın. Bizim üste para vermemiz lazım,  binalar boyanıp tertemiz görünüyor diye... Buna müsaade edilmeli. Boğaziçi İmar Müdürümüz Yakup Demirhan konuyla ilgilenecek. Koruma Kurulu ile görüşülerek bu konuda bir müsamaha istiyorum kendisinden,” dedi (Milliyet, 30 Ocak 2009 Cuma. Sayfa 17)

Bir gün sonra da, “Mevcut binaların bakım ve onarımının kaçak yapılaşmaya imkan vermek anlamına gelmediğini, tapusu olan her vatandaşın buna hakkı olduğunu” açıkladı. (Milliyet,31 Ocak 2009. Sayfa 5)

 

Başkanın gündeme getirdiği konu, İstanbul’un tarihi dokusunu yaşatmak açısından çok,  hem de çok önemlidir.


İstanbul’da, 1900’lü yılların başına kadar  (dini yapılar ve saraylar dışındaki) yapılaşma ahşap yapılaşma idi. Bu nedenle İstanbul’da  (dini yapılar ve saraylar dışında) yüz yılı aşan geçmişe sahip taş veya beton bina bulmak hemen hemen imkansızdır.

 

Ahşap evlerin ömrü kısadır. Hele hele düzenli bakılmaz ise yok olur. Eskisine benzer biçimde, içi beton dışı tiyatro dekoru binalar dikmek komikliktir. İstanbul’da Boğaziçi’nde çok az sayıda ahşap bina kaldı. Fakat Koruma Kurulu ile Boğaziçi İmar Müdürlüğü’nün hatalı yaklaşımı nedeniyle, bu binalara gerekli onarım yapılamıyor. Binaları boyamak imkansızdır.

 

Eski ahşap yapıların sahipleri,  bakım ve tamirat için para bulabilseler bile,  mevcut uygulamada Koruma Kurulu ile Boğaziçi İmar Müdürlüğü’nden izin alamıyorlar.  Mutlaka kurulun ve müdürlüğün de belli gerekçeleri vardır.  Kaçak yapılaşma,  kaçak tadilat,  kaçak eklemeler endişesi vardır. Ama sonuç önemli. Tarihi ahşap binalar korunacak derken yok oluyor.

Başkanın da ifade ettiği gibi belediyelerin görevi binaların bakımlı olmasını, boyalı olmasını sağlamak. Bana anlatıldığına göre Berlin’de binaların 5 yılda bir cephelerinin bakımının yapılması, boyasının yenilenmesi zorunlu imiş. Bina sahibi bunu yapmaz ise belediye yapar, parasını bina sahibinin imkanı var ise tahsil edermiş.

 

Dünyanın başka ülkelerindeki büyük şehirlerde altıyüz yıllık,  beşyüz yıllık taş ve beton binalar varken, şehirlerdeki konutların çoğu taş ve beton iken acaba İstanbul’da Osmanlı döneminde yaşam neden ahşap evlerde, ahşap yapılarda sürdü ?  Bu yazıyı yazarken ünlü mimarımız Doğan Tekeli’yi aradım.  Nedenini öğrendim. Osmanlı döneminde İstanbul’un 7 tepesinde de yol yokmuş. Yollar at arabasının geçemeyeceği kadar dar imiş. Taş bina yapımı için yola ve at arabasına ihtiyaç varmış. Dar yollarda at sırtında taşınabilen ahşap malzeme ile sadece ahşap evler yapılabilmiş. Sadece Bizans ile yarışabilmek için, camiler ve saraylarda farklı yapı teknikleri kullanılmış.

 

Kaçak yapılaşma ile getirilen sınırlamaların dışına çıkmamak şartı ile eski yapıların bakımına ve boyanmasına izin verilmeye başlanmaz ise, Boğaziçi’nde korunacak tarihi ahşap yapı kalmayacak. Onların yerine, onlara benzer  “onlar gibi” tiyatro dekoru binalar dikilecek.

Milliyet, Yazı: Güngör Uras, 01.02.2009

İSTANBUL'DA NE OLDUĞUNUN FARKINDA MISINIZ?





Yenikapı’da sahilden içeri girdiğinizde sizi, pek dost canlısı mekanlar karşılamıyor. İSKİ Binası, Fatih Belediyesi Fen İşleri Müdürlüğü, vesaire. Yağmurun içinizi ıslattığı soğuk bir cumartesi akşamı olmak isteyeceğiniz yerler arasında sayılmaz. Ancak karanlık ve çamurlu sokakların arasında ışığı yanan tek katlı bir bina var. Burası İstanbul 2010 Projesi kapsamında faaliyete geçen Yenikapı Sanat Üretim Merkezi. İtalyan sanatçı Remo Salvadori atölye çalışmasının bitiminin üzerinden saatler geçmesine karşın içeride kalan öğrencilere bir şeyler anlatmak için çabalıyor. Derdi mayısta açılacak sergi için atölye çalışmasına katılanlarla birlikte bir eser ortaya çıkarmak. Sonrasında tüm yorgunluğuna karşın bana da zaman ayırıyor. Hepsinin ötesinde, burada mesai harcayan gençler için yararlı bir şeyler olduğu açık. Yenikapı’dakine benzer projeler Küçükçekmece’de, Tuzla’da ve İstanbul’da daha önce çağdaş sanat çalışmalarının uğramadığı pek çok noktada sürdürülüyor.

 

İstanbul 2010 kapsamında sürdürülen projeler yalnızca sanatla sınırlı değil tabii ki. Pek çok tarihi ve kültürel yapı elden geçiriliyor. Yurtiçi ve yurtdışından katılımlarla sempozyumlar düzenleniyor. Akla gelen soru şu; on bir ay sonra İstanbul’u ne bekliyor? Bu sorunun cevabını en iyi verebilecek kişi İstanbul 2010 Yürütme Kurulu Başkanı Nuri Çolakoğlu. Onun mesaisi sabaha karşı başlıyor, gecenin geç saatlerine kadar sürüyor. Çünkü sorumlu olduğu alanlar Avrupa Kültür Başkenti’yle sınırlı değil. Çolakoğlu konuşmaya planlama aşamasının zorluğundan bahsederek başlıyor. O kadar kapsamlı bir çalışma içerisindeler ki, projenin iskeletini daha devlete yaptıkları başvuru tarihinden önce, 2005’te çıkarmaya başlamışlar. Hareket planları ise üç önemli ayak üzerine oturmuş.

 

Bunların ilki kültür sanat yapılarının düzenlenmesi, yenileme ve restorasyon gibi işin altyapı kısmı. Bu işleri “ilk başta hemen gözükmeyecek fakat 2010’a yetişmezse büyük sorun yaratacak” sözleriyle özetliyor. Ne durumda oldukları konusuna gelince; büyük bir kısmının hazır olacağını söylüyor. Kültür sanat yapıları içinde üzerinde en çok tartışılanı Atatürk Kültür Merkezi’ydi. Her ne kadar gecikmeler olsa da Çolakoğlu, Atatürk Kültür Merkezi’nin yenileme çalışmalarının 2010’a yetişeceğinden emin. Topkapı Sarayı’nda ise iş çevre düzenlemesine kalmış. 2009’la birlikte başlayan reklam çalışmaları çok önemli bir mesaj vaat ediyor; “Sahne senin İstanbul”. Bu da işin vitrin kısmı. Seneye kimlerin İstanbul sahnesinde yer alacağına dair görüşmeler ise devam ediyor. Çolakoğlu hedefi “yirmi yıldır kültür sanat alanında çok ses çıkaran İstanbul’u merkez haline getirecek işler yapılacak” sözleriyle özetliyor.

 

Tüm bu görünür projelerin yanında bir de faydası çok sonra anlaşılacak uzun vadeli çalışmalar var. Tarihi Yarımada, Kadıköy ve Beyoğlu çevresinde toplanan kültür sanat çevresini İstanbul’un geneline yaymak adına Yenikapı’daki gibi sanat merkezlerinin faaliyete geçmesi belki de 2010’dan geleceğe kalacak en önemli yatırım olacak. Çolakoğlu’na göre bu projelerin sırf kültürel anlamda değil, ekonomik anlamda da İstanbul’a büyük getirisi olacak. Ancak bu kadar büyük yatırımlar yapılan bir projede her şeyin toz pembe olması beklenemez, zaten olmuyor da. İstanbul 2010 projesi birçok yerden büyük tepkiler alıyor. Üstelik bu tepkilerin önemli bir bölümü bizzat ajans içinde danışma kurullarında yer alan insanlardan geliyor. Çolakoğlu için bu hiç sorun değil. Bir işte çalışan herkesin aynı fikirde olmasının bir anlamı olmayacağını söylüyor.

 

Bir karışıklıktır gidiyor; Avrupa Kültür Başkenti Projesi’yle eşzamanlı olarak yürütülen kentsel dönüşüm projelerinde sorumluluğun ne kadarı kime ait? Eleştirilerin yoğunlaştığı iki proje Sulukule ve Tarihi Yarımada. Çolakoğlu, UNESCO’yla Tarihi Yarımada konusunda yaşanan pürüzlerin büyük ölçüde giderildiği müjdesini veriyor. O da UNESCO’nun eleştirilerini haklı buluyor. Yenileme çalışmalarının Hollywood dekoru gibi yalapşap surların yeniden inşası şeklinde olmaması gerektiğini söylüyor. Şimdi UNESCO’nun istediği çalışmalara ciddi katkıda bulunuyorlarmış. Tarihi yarımada İstanbul’daki kültür zenginliğinin simgesi ve oradaki eserler gerçekten önemli. Ancak asıl kıyameti koparan Sulukule projesi, çünkü orada yaşayan bir kültür ve o kültürü yaşatan insanlar var. Nuri Çolakoğlu Sulukule’yle ilgili konuşmaya Avrupa Kültür Başkenti Ajansı’nın başından beri projenin içinde olmadığını söyleyerek başlıyor ve ekliyor “İnsan olarak ilgileniyoruz tabii ki.” Ancak bugünkü haliyle mahallenin yaşanabilir bir yer olmadığı yönünde projeyi üstlenenlerle hemfikir. “Sulukule’ye itiraz edenleri iki hafta orada yaşatmanız lazım. İnsanların penceresi, camı olmayan evlerde yaşamasını istemek haksızlık” diyor. Ancak kendisi de asıl önemli olanın çalışmaların tamamlanmasından sonra Sulukulelilerin orada yaşamaya devam etmelerini sağlamak olduğunu kabul ediyor. “Burada bir sıkıntı var, bu insanlar kent hayatının içinde ama o evler döküntü halde olduğu için orada oturmayı yüklenebiliyorlar. Proje insanların kayıplarını telafi edebilecek hale getirilmeli” diyor.





Gerçekten de proje pek dediği gibi yürümüyor. Sulukule sakinlerinin büyük çoğunluğu geçen aylarda evleri yıkılarak Taşoluk’a adeta sürüldü. Çolakoğlu’na göre bu konuda akıl yoluyla makul bir çözüm üretmek lazım. Eğer insanların büyük çoğunluğu Taşoluk’ta geçici bir süre kalıp geri dönebileceklerse dönemeyenlerin kayıpları da bir şekilde telafi edilecekse yapılmasında yarar olan bir proje olarak görüyor. Peki bu söyledikleri çerçevesinde bir proje önerileri var mıydı? Çünkü konuşmamızın başında ajansı bir proje üretim merkezi olarak tarif ediyordu. Çolakoğlu’nun cevabı “Eğer elimde böyle bir proje olsa elbette götürmek isterim, ancak bunlar doğrudan ilgi alanımıza giren işler değil. 100 kişilik bir ekiple bunların peşinde koşamam. İnsan olarak ise her platformda fikrimi söylerim” oluyor. Oysa ajansın danışma kurulunda da aynı dertten şikayet eden isimlerin sayısı oldukça fazla.

 

Mimarlar Odası’ndan Mücella Yapıcı da bunlardan biri. Ajansın Sulukule gibi projelerdeki rolünün kentsel dönüşüm projelerini desteklemek olduğunu ama desteklemenin Sulukule’de üç bin yıllık bir kültürün yok edilmesine seyirci kalmak olmadığını söylüyor. Sulukule’de yapılanı da “hiçbir özelliği olmayan, sırf ranta yönelik ve binlerce yıllık tarihi mirasın üzerine otoparklar dikilmesini öngören bir soylulaştırma projesi” olarak görüyor. Dediği gibi, bu, sosyal ve kültürel açıdan bir ayıp. Yapıcı’ya göre TOKİ Başkanı’nın Süleymaniye için yaptığı “Çok büyük bir yerleşim alanı yapıp orada Osmanlı ve Selçuklu mimarisi egemen kılacağız” açıklaması İstanbul için karar verenlerin kültürle ne kadar ilgisiz olduğunun en iyi kanıtı. Haliç’te yapılanlar tarihi doku ve mirasın reddedilmesi, yüzde doksanı tarihi eser olan Tarlabaşı’nın çöküntü alanı ilan edilip tarihi eserlerin de yıkılmasını öngörmek de. Soruyor; “Kültür bunun neresinde?” Cevabı yine kendi veriyor: “Eski tarihi mekanlar ve var olan kültür satış kabiliyetini arttırmak için kullanılıyor.”

 

Mücella Yapıcı’nın itirazı sırf yapılan uygulamalar değil, aynı zamanda ajans içindeki işleyişe de. “Ortada çok büyük bir fon ve saçma sapan bir projecilik mantığı var. Asıl dert ise projeler önerip fondan yararlanmak” diyor. Yapıcı’ya göre bütçesi devletin çıkardığı yasayla belirlenen projeyi sivil bir olaymış gibi göstermek için STK’ler kullanılıyor. Bu tip projeler için var olan genel bir dert var: Kentlerin post-fordizmle birlikte içerik değiştirmesi. Yapıcı da bu probleme dikkat çekiyor. “Sanayi devriminin ürünü olan kentler artık üretimin değil, tüketimin örgütlendiği yerler haline geldi” diyor. Sonuç; kültürün alınıp satılabilir bir meta haline gelmesi. Bu da kültür endüstrisini ortaya çıkarıyor. İşte Yapıcı’nın bahsettiği küresel kentlerin kültürel imajlarının düzeltilip yarıştırılması da bu yüzden. Ancak bu yarışma içinde bile İstanbul geri kalmış durumda. Yapıcı da “İstanbul Miniatürk gibi, hiçbir kültür içermeyen kafa yapısıyla kullanıcısından kopuk işlerle nasıl kültür başkenti olacak merak ediyorum” diye soruyor.

 

Şu ana kadar 400’e yakın proje ajansın önüne gelmiş. Yapıcı’nın dediğine göre daha ortalıkta bir sürü proje var. Umudu da onlarda. “Umarım bundan sonra gelecek projeler İstanbul’un gerçekten bir kent olmasına vesile olur. Düşünsenize meydanı olmayan kent olur mu? Meydanları otobüs deposu haline getirmişler. Ortada bir kent bilinci yok ki. İnsanlar kapalı gettolarda birbirlerinden korkarak yaşıyorlar” diyor. Yine de Türkiye’nin bütçesi için önemli olan bu fonun pek de iyi kullanılamayacağı konusunda bir önyargısı var. Israrlı tepkilere karşın ne Tarlabaşı, ne Sulukule ne de Haliç’teki projelerden vazgeçilmesini örnek gösteriyor. Ancak yetkileri görüş boyutunda olsa da bundan sonra da danışma kurulunda yer alacağını söylüyor.

 

Sahne kimin?

Mimari ve sanat birbirinden farklı alanlar. Ancak iş İstanbul 2010’a gelince sıkıntılar neredeyse birbiriyle aynı. Karşı Sanat da önümüzdeki yıl Avrupa Kültür Başkenti kapsamında gerçekleştirilecek sanatsal etkinliklere alternatif olacak işler üretmek için çalışmalara başladı. Ancak alternatif üretmeyi eleştiri olarak algılamamak gerek. Asıl dertleri İstanbul 2010 yapılanması dışında kalan inisiyatifleri biraraya getirmek.

 

Bu inisiyatifleri İstanbul’un gerçek sesi olarak görüyorlar. Karşı Sanat da değerlendirme komisyonunda yer almak için bir davet almış. Karşı Sanat çalışmaları Sahibi Feyyaz Yaman’ın en büyük itirazı yukarıdan aşağıya doğru bir yapılanmayla işlerin yürümesine. Böyle bir çalışma yapılacaksa ilgili kişilerin çağrılıp bir taban oluşturulması gerektiğini düşünüyor. Bu tip bir sivil oluşum hiç gerçekleşmemiş. Bunun üzerine kendi inisiyatiflerini oluşturmuşlar. Yaman’a göre yapılmak istenen kamuoyu adına aktörler yaratmak ve bu insanlar üzerinden etkinlikler gerçekleştirmek. Bu aktörlerin içinde İKSV gibi ticari kurumların olmasını ise çok yanlış buluyor. “Katılım modeli hep ekonomik boyutlar üzerinden konuşulduğu için sonuçta devre dışı kalıyorsunuz” diyor.

 

Gazeteci Zeki Coşkun’a göre ise proje kavramını sanattan uzaklaştırmak gerekli. “Projen varsa gel diye bir durum ortaya çıktı. Ancak proje dediğiniz sırf tasarım değil. Mecburen prodüksiyonu da dahil ediyorsunuz. O zaman sanat diye bir şeyden söz edemezsiniz. İstanbul 2010’a ne gider diye düşünüyoruz? 21. yüzyılda metropol denen şey bize nasıl bir kent tasarlıyor? Dolayısıyla kentli ve sanatçı arasındaki ilişki nasıl olacak? Bunları konuşmak için yan yana gelmeliyiz, proje üreteceksek de birlikte üretmeliyiz. Buna yönetişim deniliyor. 2010’u da bu şekilde ele almalıyız” diyor. Feyyaz Yaman da bundan önce bienal gibi kültür organizasyonlarında yaşanan durumun 2010’a yansıyacağını öngörüyor. Nedir bu durum? Sanatın ve kültürün bize dışarıdan gelmesi. Çolakoğlu’nun dediği, işin vitrin kısmı Avrupa’dan gelecek büyük gösterilerle kotarılacak. Ali Şimşek de soruyor: “Buraya bir sahne gelecek ve biz onları izleyeceğiz. Gösteri bitince sahne kalkıp gidecek. Peki ardında bize bilinç anlamında ne kalacak?” Ancak bu sırf İstanbul’la ilgili bir konu değil. Bu tip projelerde kentlinin gerçekten seyirci olmaktan çıkıp katılımcı haline dönüşmesi pek görülmüyor. Böyle olunca da iş dışardan ithal kültürle, soylulaştırma projesine dönüşüyor. Zaten Yaman’ın dediği gibi 2010 da İstanbul’un kültürel olarak büyük bir değişim yaşadığı döneme denk geliyor. Yaman “Bu süreçte İstanbul’un kendini konuşacağı bir platform ortaya çıksaydı, bu bile yeterli olurdu” diyor.

 

Mimar Sinan Üniversitesi Öğretim Üyesi Emre Zeytinoğlu da alternatifleri bulmanın o kadar zor olmadığını düşünüyor. “2010 sahnesinin içine hangi İstanbul girecekse onun dışında kalanlar alternatiftir. Elbette İstanbul sırf kültürle alakalı değil içinde sınıf da var siyaset de. Boğaz silueti de var, Tuzla tersaneleri de” diyor. Yaman’a göre yapılmak istenen oryantalizmin farklı bir çeşidi. “Alternatif bir inisiyatif yaratmasaydık bunun vebali altında kalırdık. Dar alan, Hafriyat gibi başlangıçtan beri kentin ortaya çıkardığı çeşitliliklerle ilgilenen oluşumlar var. Bunların önü açılsa gerçekten sokağın sesini duyar hale gelirdik” diyor. Mimar Sinan Güzel Sanatlar Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Yalçın Karayağız da taşınabilir sanat projesinin hiçbir yeniliği olmadığını, SSCB döneminden beri birçok defa denendiğini söylüyor.

 

İşlevsel bir konum

“Hiçbir enteresanlığı olmayan bir proje”. Başladığım yere döndüm, Yine Yenikapı’dayım. Son olarak Beral Madra ile görüşüyorum. Kendisi Yalçın Karayağız’ın taşınabilir sanat hakkındaki eleştirilerini kabul ediyor, diğer birçok eleştiriyi de. Ancak onun da söyleyecekleri var; “Sanat camiasının kendisine ayrılan bu fonu daha çok sahiplenmesini beklerdim” diyor. Hiyerarşik yapılanmanın insanların projeleri sahiplenmesinin önünde bir engel oluşturduğunu söylüyorum. Bunun devlet yasasıyla kurulan bir organizasyon olduğunu o da tekrarlıyor. “Bu noktada söyleyecek fazla sözüm yok” diyor sadece. Peki bu yapılanma içinde Beral Madra’nın rolü ne? Kendisinden dinleyelim; “Sanat manat, estetik hepsini bir kenara bırakın, benim yaptığım görsel sanatlar alanına ayrılan paranın adaletli dağıtılmasını sağlamak. Eğer sanat camiası bana çekilmem yönünde işaret verirse, Avrupa Kültür Başkenti Projesi’nde Görsel Sanatlar Yönetmenliği’nden çekilirim.” Zaten bu yüzden mimari alanda yapılan oryantalist projelere nasıl bakıyorsunuz sorusuna yanıt vermek istemiyor. “O işlere ayrılan fonla ne yapıldığının hesabını da sorumluları versin” diyor. Kendisi ise İstanbul’u allayıp pullamanın en kolay yolu olan oryantalist temalı sanat projelerine sonuna kadar karşı çıkmış. “Bu akım artık dekoratif hale geldi ve tüketim endüstrisinin malzemelerinden biri. Kolay ve ucuz. Her alanda karşımıza çıkabilir. Ben bunun çok dışındayım ama Türkiye’de ağır vaka olarak devam ediyor. Tabii turistik tüketimle de çok alakalı” diyor.

 

Ancak İstanbul 2010’un etrafını afişlere yansıyacak kadar oryantalist bir hava sarmış durumda. Beral Madra’nın sorumlu olduğu alanda benzer şeyler olmazsa birçok yerden tepki gelebilir. Kendisi de böyle bir tehlikenin farkında. Ancak bu tip eleştiriler alırsa üzülmeyeceğini söylüyor. Zaten şu ana kadar karşısına gelen projeler de gösteriden daha çok altyapıya yönelik. Henüz İstanbul’daki tüm sanat inisiyatiflerine ulaşamamışlar ama çalışmaları sürüyor. Hedefi Yenikapı’daki gibi moel olabilecek merkezler yaratmak, yerleşik bir sanat ve kültür yapılanması için talep oluşmasını sağlamak.

 

Önüm arkam sağım solum proje

Beğenelim ya da beğenmeyelim Avrupa Kültür Başkenti Projesi’nin İstanbul’da elini altına koymadığı taş kalmayacak. Sağımız solumuz proje, 2010 yaklaştıkça önümüz arkamız da proje olacak. AKM gibi gündemi işgal edenlerin yanında çok ilginç ve göz önünde olmayan projeler de var. Mesela kadı günlüklerinin tercüme edilmesi. Bu, İstanbul’un Osmanlı döneminden beri yaşayan tarihinin açığa çıkmasını sağlayacak bir girişim. Doğalgaz kullanımının artmasıyla ıskartaya çıkan Hasanpaşa Gazhanesi’nin kültür merkezine dönüştürülmesi de Kadıköy dışında bu tip yapıların sıkıntısını çeken Anadolu Yakası için gerekli bir proje. Bu tip kültür merkezleri birçok ilçede faaliyete geçti ve geçirilecek. Ancak Beral Madra’nın değindiği gibi işlevsel hale gelmeleri için asıl önemli olan nasıl bir uygulama içerisinde olacakları. Halk evleri gibi tepeden inmeci modernist bir yaklaşımla mı hizmet verecekler, yoksa gerçekten sanat alanında var olmak isteyen gençlere istihdam ve platform mu yaratacaklar?

 

Yaşanacak zenginliklerden bir kısmı da festivaller alanında. Engelsiz Festival, Şiir Festivali, Gepgenç Festival, Sokak Festivali ve daha bir sürü şenlik. Peki İstanbullular, bu festivallerde ne kadar katılımcı olabilecek, dahası yıllardır polisin engellemesine karşın İstiklal Caddesi’ne renk katan sokak sanatçılarının düzenlediği sokak festivali gibi etkinliklerin önü açılacak mı? Yoksa organizasyon içinde yer alan kurumlar, kendi inisiyatiflerine mi öncelik verecek? Projeyle birlikte 80’li ve 90’lı yıllarda İstanbul’da yaşayan gençlerin uğrak yeri olan Köprüaltı da geri dönüyor. Eskiden şimdiki Galata Köprüsü’nün olduğu yerde hizmet veren tarihi yapının yeni rolü kültür merkezi işlevi görmek olacak. Bu saydıklarımız sadece küçük bir bölüm… 2010’un sonuna kadar İstanbul 2010 kapsamında 700’den fazla projenin hayata geçirilmesi bekleniyor.

Cumhuriyet Dergi, Yazı: Deniz Ülkütekin, 01.02.2009

SOTHEBY'S'DEN TÜRKİYE SÜRPRİZİ




Nazif Topçuoglu, Sotheby’s müzayedesine Ağıt adlı (üstte) yapıtı ve Kurban isimli bir diğer eserle katılıyor.


Sotheby's Londra müzayede evi, Türk çağdaş sanatı alanındaki ilk 'organize' müzayedesini 4 Mart 2009 sabahı İngiltere saatiyle 10.30'da bu kentte yapmasının şerefine, 11 Şubat Çarşamba akşamı saat 19.30 ve 22.30 arasında, The Marmara Esma Sultan Yalısı'nda yalnızca davetlilere özel bir ön gösterim ve kokteyl düzenleyecek. Davete Sotheby's Avrupa Yönetim Kurulu Başkanı Henry Wyndham, Sotheby's İstanbul Ofisi Direktörü Oya Delahaye ve Akbank Private Banking (Özel Bankacılık) Genel Yardımcısı Fikret Önder öncülük ediyor. Müzayededen seçme eserler 12 Şubat'ta da (11.00 ve 19.00 arasında) The Marmara Esma Sultan Yalısı'nda sergilenecek.

 

Sotheby's müzayedesinde, 73 parçadan oluşan ve modern Türkiye'nin çoğu yaşayan 53 sanatçısı tarafından yapılmış eserler yer alacak. Müzayede yönetimi, yaşanan küresel mali krize rağmen, bu satıştan yaklaşık 1 milyon 200 bin sterlin gelir beklediklerine işaret ediyor. Müzayedenin Türkiye kataloğunda öne çıkarılan Erol Akyavaş imzalı, 1980 tarihli Öpücük adlı eserin yaklaşık 35 bin sterlinden satışa sunulması beklenirken, Mübin Orhon imzalı soyut çalışma için ise 80 bin sterlin yaklaşık fiyat biçiliyor. Katalogda yer alan ve Avrupa baskısında kapağa taşınan Taner Ceylan'ın Ruhani isimli hiper gerçekçi tuvali 40 bin sterlin, heykeltıraş Seyhun Topuz'un Kırmızı VI adlı heykelinin ise 30 bin sterlinden satışa sunulacağının altı çiziliyor. Katalogda Hale Tenger'in İnvainers of The Lost Ark adlı heykeli ve Balloon Loan isimli, 2005 tarihli bir fotoğraf çalışmasının yanı sıra, Nazif Topçuoğlu Ağıt ve Kurban isimli iki ayrı fotoğraf ile yer alırken, Semiha Berksoy, Haluk Akakçe, Elif Uras, Leyla Gediz, Mustafa Hulusi ve Erinç Seymen'in de Sotheby's etiketli katalogda kimi yapıtları bulunuyor olacak.

 

Ressam Taner Ceylan, SABAH'a yaptığı açıklamada etkinliği şu sözlerle yorumluyor: "İlk kez bir açık artırmada yer almaktayım. Bu yüzden başta oldukça tereddüt ettim ama, Sotheby's yetkilileri beni ikna ettiler. Türk çağdaş sanatının ilk kez bu mecrada, dünyaya tanıtılırken içinde yer almak, üstelik müzayedenin yurt dışı kataloğuna kapak olmak. Çok heyecan verici. Üstelik resmim şu anda Sotheby's in girişinde "Çağdaş Türk Sanatı" başlığı altında sergilenmekte. Benim için gerçekten heyecan verici. Bir şeyler tekrar tanımlanıyor, yüzüne bakılmayan ressamlar yurt içinde aranır oldu, küratörler tarafindan dışlanan yerli sanatçılar, yine onlar tarafindan savunulur oldu. Demek ki birilerinin dışarıdan gelip her seferinde değer biçmesi gerek!"

Sabah, Haber: Evrim Altuğ, 01.02.2009

KÖŞK'E 'YORGUN' RAPORU





Cumhurbaşkanlığı Pembe Köşk’ündeki süs havuzunun orijinal haline dönüştürülmesi için çalışma başlatıldı. Köşk’ün mimarının hayattaki son öğrencisi, yaptığı incelemelerin ardından bir rapor hazırladı: Köşk yorgun.

1932’de dönemin en ünlü mimarlarından Clemens Holzmeister tarafından yapılan Pembe Köşk’ün içinde yer alan süs havuzu, yıllar içinde iki kez tadilat geçirdi, orijinalliği bozuldu, yüzme havuzuna dönüştü, bu da nem nedeniyle Köşk’e zarar vermeye başladı. Köşk, havuzun yeniden ilk haline dönüştürülmesi için binayı yapan Holzmeister’un hayattaki son öğrencisi Wilhelm Holzbauer’i Ankara’ya davet etti. Holzbauer, Köşk içinde incelemeler yaparken zaman zaman şaşkınlığını da gizleyemedi.

Holzbauer, yaptığı ilk incelemelenin sonunda, "Bu yüzme havuzu değildi. Kolonların üstü plastik gibi şeylerle kapatılmış. Üzeri açıktı. 80 yıllık bina. Bina yorgun ve acilen tadilat gerekli. Bu durum orijinaline aykırı. Buranın ortasında süs havuzu vardı. Havuz nemiyle binaya zarar veriyor" dedi. Köşk yetkilileri de, Holzbauer’in açıklamalarını doğrulayarak, "Havuzun içindeki suyu bile binanın statik dengesini bozabileceği endişesiyle boşaltamıyoruz" bilgisini verdiler.

Pembe Köşk’ün Holzmeister’in yaptığı en önemli eserlerden biri olduğuna dikkat çeken Holzbauer, şöyle konuştu: "1932’de yapıldığında teknoloji o kadar iyi değildi. Yağmurluk eklenmiş. Binanın ruhuna aykırı. Buranın acilen orijinal mimarisine dönüştürlmesi lazım. Görüşlerimi raporla aktaracağım. Havuzun yanında yer alan ve siyah seramikten yapılan heykeller de beyaza boyanmış. Bu ev şu an bir ailenin yerleşimi için uygun değil. Değişimler çok dikkatli yapılmalı. Pembesinin rengi kesinlikle orijinali değil. Bu da değiştirilmiş."

Atatürk döneminde üstü açık süs havuzu olan bölüm özellikle resepsiyonlar için kullanılıyordu. Zamanı tam olarak bilinmeyen ilk tadilatta süs havuzunun üstü kapatıldı ve mermer olan zemine tamamen parke döşendi. Bu bölüm, yine resepsiyonlar için kullanılmaya devam etti. Birinci derecede koruma bölgesi olan ve herhangi bir inşaat için Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu’ndan izin alınması gereken Pembe Köşk’te yapılan ikinci tadilat Süleyman Demirel zamanında başlatıldı.

Demirel zamanında başlatılan ve Ahmet Necdet Sezer zamanında bitirilen tadilat sonrasında 1.20 metre olan havuzun derinliği 1.60’a çıkarıldı ve fayans döşenerek yüzme havuzuna dönüştürüldü. Havuzun üst bölümü de tadilat sırasında ışık geçiren plastik maddelerle kapatıldı.

Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanlığı seçilmesinin ardından, Genel Sekreterlik gerekli tadilatın yapılabilmesi için rölöve çalışmalarını tamamladı ve ardından da Koruma Kurulu’na başvurdu. Kurul da inşaatın yapılabileceğine dair izni yaklaşık iki ay önce verdi. Holzbauer’in hazırlayacağı rapor doğrultusunda inşaata en kısa sürede başlanması bekleniyor.
Hürriyet, Haber: Hasan Tüfekçi, 01.02.2009

DALGIÇLAR, YUNANİSTAN'IN SUALTI HAZİNELERİNİ ÇALIYORLAR

 

 

Yüzyıllar boyu ellenmeden Akdeniz’in derinliklerinde yatan eserler, Yunanistan’in scuba dalış yasağını kaldırması ile yeniden tehdit altında. Arkeologlar, binlerce batıkta bulunan paha biçilmez eski eserlerin ciddi bir riskte olduğunu düşünüyorlar. Sualtı arkeologu Katerina Dellaporta “Yunan suları dünyanın en zengin kalıntıları ile dolu. Sıkı yasalara şükürler olsun ki bu batıkların çoğu iyi durumda kalabildi” diyor ama, bu yasalar değişti. Eskiden ülkenin 12.000 milden daha fazla olan kıyı şeridinin sadece 620 mili scuba dalışa açıktı. 2003’de yasa değiştirildi ve artık Yunanistan’ın tüm sahillerinde dalış yapılabiliyor. Arkeologların söylediğine göre bu tarihten sonra sualtı yağmasında bir patlama yaşandı. Amerikadan Avustralya’ya kadar birçok ülkeden dalgıçlar bu “sualtı arkeolojik parkları”na en yeni teknoloji detektörler ve tarayıcılarla dalıyorlar. Hatta bir Amerikan dalış seyahatleri acentesi web sayfasında Yunanistan’daki sualtı hazinelerinin reklamını bile yapmakta. Geçtiğimiz yaz Yunan polisinin durdurup aradığı iki kamyon Kalymnos Adası açıklarındaki bir batıktan çıkan eski eserlerle dolu idi. Dalgıçları helikopterlerle takip eden ve sualtı arkeolojisi ile ilgili özel timleri olan İtalyan polisinin aksine, Yunanistan’da bu işle görevli sadece 20 memur var. Dolayısıyla, yeni çıkan bu kanunun iptal edilmesi için sualtı arkeologları Yunan hükümetine baskı yapıyorlar. 

The Guardian, 30.01.2009

FİN ARAŞTIRMACILAR KRALLAR VADİSİ'Nİ KAZIYOR

 

Finlandiyalılar tarafından Mısır’da sürdürülen bu ilk araştırmanın sorumlusu Jaana Toivari-Viitala. Kazının ilk sezonunda Krallar Vadisi’nde çalışan işçilerin köyü kazılmaya başlandı. Ekip, 1935 yılında Bernard Bruyère tarafından keşfedilen bu köyde daha çok iş olduğunu söylüyor. Helsinki Üniversitesi’nden Mısırbilimci Jaana Toivari-Viitala “Köyün, kısa bir kazının ardından tahrip olmaya terk edildiğini görmek çok üzücü. Bugün bu eski kazı alanı çöplük olarak kullanılıyor. Yirminci yüzyılın başlarında arkeologlar sadece firavun mezarları ile ilgileniyorlardı. Bu işçi köyü bulunduktan sonra “gerçek hazineleri” keşfetmek için terk edildi. Bugün artık arkeolojide günlük yaşamı araştırıyoruz. Bu açıdan, bu köyün kazısı bizim için çok önemli” demekte. 

University of Helsinki, 28.01.2009

100 ESER DAHA KAYIP





Karun Hazinesi’ne ait Kanatlı Denizatı broşunun sahtesi ile değiştirilerek çalınmasının üzerinden 3 yıl geçmesine rağmen broşun bulunamamasıyla birlikte yeni bir skandal daha ortaya çıktı. Kültür ve Turizm Bakanlığı müfettişleri, Kanatlı Denizatı broşunun çalındığı sırada müzede aralarında küpe, bilezik ve kolye gibi altın eserlerin bulunduğu tam 100 eserin daha kaybolduğunu tespit etti. 

Sadece envantere kayıtlı olan eserler arasında kayıpların tespit edilebildiğini belirten bakanlık yetkilileri, çok sayıda envantere kayıtsız eserin de kaybolmuş olabileceği ihtimali üzerinde duruyor.


Milliyet, Uşak Müzesi soygunu haberini 2006 yılı Nisan ayında duyurmuştu. Haberimiz üzerine başlatılan soruşturmada Müze Müdürü Kazım Akbıyıkoğlu’nun, eserin sahtesiyle değiştirilmesi olayına karıştığı tespit edilmiş, Akbıyıkoğlu önce devlet memurluğundan atılmış, daha sonrada tutuklanarak cezaevine konmuştu. Akbıyıkoğlu, halen 8 yıl hapis cezası istemiyle yargılanıyor. 

Bakanlık ise soygun olayının kesinlik kazanmasından sonra, müfettişlerce müzede sayım işlemlerine başlamıştı. Sayım sırasında müze müdürünün odasındaki kilitli kasadan da 38 altın eserin kaybolduğu tespit edilmişti. Müdürün tutuklandığı sırada polis tutanaklarında var olan eserlerin daha sonradan kaybolduğu tespit edilmiş ve müzenin 2006 yılından sonra bir kez daha soyulduğu ortaya çıkmıştı. 1991 ile 2006 yılları arasında müzede görev yapan Müdür Akbıyıkoğlu, kaybolan tüm eserlerden sorumlu tutulmuştu. 73’ü arkeolojik, 27’si etnografik nitelik taşıyan yüz eserin kaybolduğu da bu sayımlar sırasında ortaya çıktı.


Kaybolan 100 eser arasında 5 altın taç, 21 altın küpe, 4 altın kolye, 4 altın yüzük, 1 altın bilezik, 1 gümüş bilezik, 1 altın iğne, 1 yaprak altının yanı sıra cam bilezik, kolye ve yüzük parçaları ile tarihi mermer stel, bronz haç, testi, kandil, halı, seccade gibi eserler yer alıyor. 

Pek çoğu satın alma ve bağış yoluyla müzeye kazandırılan eserler arasında vatandaşın elinden zor alımla, yani polis zoruyla elde edilenler de bulunuyor. Kültür ve Turizm Bakanlığı, bu eserlerin geri alınabilmesi için gerek sınır kapılarına gerekse Interpol’e eserlerin fotoğrafları ile birlikte envanter bilgilerini göndererek aramalara başladı.

 

Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, “Tüm müzelerde sayım işlemi, 3 müze dışında tamamlandı. Müzelerdeki eserlerin bire bir envarterleri yapılarak ciddi bir sayım işlemi yaptık. Bunca yıl gözardı edilen müzelerde, birkaçı dışında, bu imkanlara rağmen çok kötü sonuçlar yaşamadık.


Müze personelinin ekonomik durumları kötü. Trilyonluk eserleri zimmetlediğimiz çalışanların durumunu iyileştirmek için Maliye Bakanlığı ile görüşmelerimiz sürüyor” dedi.

Milliyet, Haber: Ömer Erbil, 01.02.2009

FİLİSTİN'İN KÜLTÜR MİRASI DA TEHLİKEDE





İsrail'in Gazze işgali ve kentin bombalar altında kalmasının ardından yıkımın sonuçları yeni yeni gün yüzüne çıkıyor. Gazze'nin sahip olduğu tek müze ve diğer kültürel miraslar risk altında.

 

İsrail'in 22 gün süren kara ve hava saldırıları sonrası Gazzeli koleksiyoner Cevdet Kudari tarafından finanse edilen Gazze Antikçağ Müzesi ağır hasar gördü. Müzenin cam kapı ve pencerelerinin parçalandığını, binanın çatı ve duvarlarının da zarar gördüğünü belirten Kudari, müzede Roma, Bizans dönemine ait çömleklerin, İslami motifler taşıyan bronz objelerin, birçok amforanın, Gazze ve çevresinde de dört ve yedinci yüzyıllar arasında zeytinyağı ve yiyecek saklamaya yarayan antik kapların zarar gördüğünü açıkladı. Gazze'deki müzenin Filistin Antikçağ Bölümü kurucusu Filistinli arkeolog Profesör Muayin Sadık da, bölgenin kültürel mirası için kaygılandığını ifade ederek, "Gazze şeridindeki tarihi yerleşim yerleri ve binalar kentle iç içe. Bu yüzden kentte neresi hedef alınırsa alınsın tarihi eserler de bundan nasibini alıyor," dedi. Bölgeye ait tarihi eserler, Khoudary geçen ağustosta müzeyi açmadan önce İstanbul, Londra ve Kudüs'teki yabancı müzelerde sergileniyordu. Gazze'de arkeolojik kazılar 1994'te başlamış, 2000'lerin sonunda intifadanın başlaması ve çatışmaların artmasıyla da sekteye uğramış. Güney Kaliforniya Üniversitesi'nden Amerikalı arkeolog Profesör Lynn Swartz Dodd'a göre ise, Gazze'de son yaşananlar İsrailli ve Filistinlilerin Batı Şeria'da ortaklaşa yapacağı kazı çalışmalarını da engelliyor.

Profesör Dodd yine bir başka Amerikalı akademisyen olan Profesör Ran Boytner'la beraber, geçen yıla kadar beş yıl boyunca gizli olarak çalışan, İsrailli ve Filistinli arkeologlardan oluşan bir komiteyi yönetiyor. Komite, geçen yıl 39 noktada yapılacak kazılardan oluşan arkeolojik miras projesini kamuoyuna deklare etmiş, projeye de 'arkeolojik barış planı' adı vermişti. Grup ayrıca 1967'den bu yana Batı Şeria ve Gazze'de yapılan arkeolojik çalışmalardan oluşan bir envanteri de ilk defa yayımlamıştı. Filistinli arkeolog Profesör Muayin Sadık yurtdışındaki meslektaşları Gazze'ye davet ederek onlardan yardım almanın bir sonraki adım olduğunu söylüyor ve ekliyor: "Deneyim, teknik destek ve eserleri muhafaza etmekle ilgili bir çok katkı unsuruna ihtiyaç duyuyoruz." 2007'de Kudari'nin koleksiyonunda yer alan Gazze'ye ait eserlerden yola çıkarak ilk yurtdışı teşhirini yapan Genova Sanat ve Tarih Müzesi'nden İsviçreli uzmanlar da kentteki tarihi eserlerin belirlenmesi ve korunmasıyla ilgili çağrı da bulunmuşlardı.

Sabah, 31.01.2009

ARKEOLOGLAR BULDUKLARI FOSİLLERİ ÜLKESİNE GÖTÜRMÜŞ

 

Çankırı Çorakyerler kazılarının başkanı Prof.Dr. Ayla Sevim Erol, bölgede daha önce kazı yapan Alman meslektaşlarının çıkan fosilleri Almanya'ya götürdüklerini söyledi.

 

Prof.Dr. Erol, Çankırı Karatekin Üniversitesi (ÇKÜ) Güzel Sanatlar Fakültesi'nin Atatürk Kültür ve Sanat Merkezi'nde düzenlediği 'Doğa Tarihi Açısından Çankırı' Konferansı'na konuşmacı olarak katıldı. Çankırı Müzesi ile 1997 yılında ortak kazı çalışmalarını yürüttüklerini belirten Erol, kazıyla yok olmak üzere olan omurgalı fosil yatağının kurtarılmasının ve geç miyosen dönemde yaşamış hayvanların çeşitliliğinin araştırmasının hedeflendiğini aktardı. Kazılarda ele geçen hayvan fosilleriyle hayvanların dünya ve ülkemizdeki dağılımı araştırılarak hayvanların göç olayları hakkında bilgi edindiklerini kaydeden Erol, "Çankırı-Yapraklı yolunda Çorakyerler adıyla bilinen mevkide 11 yıldır çalışmalarımıza devam ediyoruz. Alman meslektaşlarımız uzun yıllar burada kazı yapmışlar ama kazılardan çıkan fosilleri Almanya'ya götürmüşler. Buna rağmen biz 2 bin 63 adet fosil bulduk. Bu nedenle burası hayvan fosilleri bakımından oldukça zengin." dedi. Prof.Dr. Ayla Sevim Erol, arkeologların Çankırı'da çalışmak için can atığını sözlerine ekledi. Konferansa, ÇKÜ Güzel Sanatlar Fakültesi Dekanı Prof.Dr. Suna Çevik Gürtuna, İl Kültür Müdürü Mustafa Kemal Karatatar, öğretim üyeleri ve öğrenciler katıldı.

Zaman, 31.01.2009

YALIDAN ÇALINAN 10 TABLO MİNİBÜSTE BULUNDU

 

Beykoz'da bir yalıdan antik değeri yüksek tablolar çaldıkları iddia edilen 2 kişi yakalandı. Geçtiğimiz günlerde bir yalıya giren kimliği belirsiz kişiler, 10 adet tabloyu çalarak kaçmıştı. Olayı soruşturan polis, Fatih'te takibe aldıkları bir minibüsü durdurarak Ercan Y. ve M.V.'yi (18) gözaltına aldı. Minibüsteki aramada ise yalıdan çalındığı belirlenen 10 tablo ele geçirildi. Zanlıların 500 bin TL değerinde olduğu ifade edilen tabloları gerçek değerlerinin altında satmaya çalıştıklarını söylediği öğrenildi.

Sabah, Haber: Rıdvan Tezel, 31.01.2009

5 BİN YILLIK TARİHİ KÖYDE 220 EV YIKILACAK

 

Muğla'nın Fethiye İlçesi'nde bulunan 5 bin yıllık tarihi Kayaköy'de sonradan yapılan 220 ev için ruhsatsız olduğu gerekçesi ile yıkım kararı verildi.

 

Kayaköy halkı evleri için verilen yıkım kararının şokunu yaşıyor. 1922 yılında yapılan mübadele ile Kayaköy'de yaşayan Rumlar Yunanistan'a, Yunanistan'daki Türkler de buraya yerleşmişti. Fakat Kaya Köyüne getirilenler tarım yapabilmek için tarihi evlere yerleşmek yerine boş arazilere ev yaparak buralara yerleşmiş, 5 bin yıllık evler de boş kalmıştı. Boş kalan evlerin müze yapılarak turizme kazandırılması beklenirken, ovaya yerleşen bölge halkına ait evler için yıkım kararı verildi.

Muğla Valiliği'nin jandarma aracılığı ile tebliğ ettiği karar gereği, 25 yıldır yapılamayan imar planı nedeniyle köyde bulunan 250 evden 220 tanesine kaçak yapı konumunda olduğu için yıkım kararı çıktı. Yıkım kararının durdurulması için Kayaköy Muhtarı Erdoğan Kaya ve Keçiler Köyü Muhtarı Ercan Gökçe ile köylüler, Fethiye Kaymakamı Mehmet Ali Karatekeli ve AKP İlçe Teşkilatı'ndan yardım istedi. Konu hakkında Kaymakam Karatekeli'ye bilgi veren heyet, uzun yıllar imar planı yapılacak diye oyalandıklarını, bu yüzden de ruhsatlarını alamadıklarını söyledi.

 

Fethiye Kaymakamı Mehmet Ali Karatekeli yıkım kararı ile ilgili yeterli bilgisinin olmadığını söyledi. Kayaköy Muhtarı Erdoğan Kaya ise basına kapalı yapılan görüşmede Kaymakam Karatekeli'nin kendilerine önceden yapılmış ve içerisinde ikamet edilen binaların yıkılmayacağı yönünde söz verdiğini ileri sürdü. Köyde yaşanan gelişmeleri de anlatan Kayaköy Muhtarı Erdoğan Kaya, 12 yıldır Kayaköy'de inşaat yasağı olduğunu söylerken, buna rağmen hala imar planının hazırlanmamış olmasını eleştirdi. Köyün 25 yıl önce biri Kültür Bakanlığı diğeri de Çevre Bakanlığı tarafından yapılmış iki ayrı imar planı olduğunu, fakat güncel imar planının bir türlü yapılamadığı için köylünün mağdur olduğunu anlatan Kaya şöyle devam etti: "Köylü başını sokacak bir ev yapmış. Bu kışta kıyamette geliyorsun ve evleri yıkacağım diyorsun. Bizden tebligat alıyorsun. 220 vatandaş hepsi cezalı duruma düştüler. Şimdi tüm köylü kara kara ne yapacağını düşünüyor. Bu evler yıkılırsa vatandaş çoluk çocuğu ile dağ başında kalacak. Sen 12 yıllık evi şimdi yıkacağım diyorsun. Çadır isteyelim diyoruz. Ancak bu kışta kıyamette çadırda oturulmaz. Bu imar planı neden geç kaldı. Bunun altında neler var? Aklımız ermedi."

Zaman, Haber: Fatih Yılmaz, 31.01.2009

HARABE OLMAKTAN KURTARILAN MEDRESE, TURİZMİ CANLANDIRDI

 

 

Edirne'deki Selimiye Camii'nin bahçesinde bulunan Vakıflar Müzesi'ni, geçen yıl 106 binden fazla kişi ziyaret etti. Önceki yıllarda Vakıflar Genel Müdürlüğü tarihi mirasın korunması için müze açma projesi başlatmıştı. Edirne Vakıflar Bölge Müdürlüğü de, Selimiye Camii ile birlikte yapılan, ancak bakımsızlıktan yıkılma tehlikesi geçiren Dar'ül-Kurra Medresesi'ni onararak müzeye dönüştürmüştü.

 

Aslına uygun şekilde restorasyonu tamamlanan müzeye, Vakıflar Bölge Müdürlüğü'nün sorumluluk sahasında bulunan camilerden alınan eserlerin sergilenmesine karar verildi. Önemli tarihi değeri bulunan bu eserler, alanında uzman kişiler tarafından elden geçirildikten sonra müzeye yerleştirildi. Çini, şamdan, alem, sancak, saat, tarihi rahleler, ahşap kapı ve pencereler, Kur'an-ı Kerim mahfazası, mermer kitabe, hilye, berat, hat levhaları gibi değerli eşyaların sergilendiği müzeye ilgi her geçen gün artarak devam ediyor. Yurtiçi ve yurtdışından gelen ziyaretçiler Selimiye Camii'ni ziyaret ettikten sonra müzeyi gezerek bölgeden ayrılıyor. Gösterilen ilgiden memnun olduğunu belirten Vakıflar Bölge Müdürü Hüseyin Özer, müzenin Edirne turizmine büyük katkı sağladığını söyledi.

Zaman, 31.01.2009

OSMANLI TEKSTİLİ GÜN IŞIĞINA ÇIKIYOR





Topkapı Sarayı'nda Osmanlı sultanlarının giysilerinin sergilendiği "Elbise-i Hümayun" bölümü restore edilerek modern bir sergi alanı haline getirilecek.

 

Türkiye Tekstil Sanayii İşverenleri Sendikası'ndan yapılan açıklamaya göre, Topkapı Sarayı Müzesi Müdürü İlber Ortaylı ve sendika temsilcileri arasında yapılan görüşmeler sonucunda, Elbise-i Hümayun'da yer alan sultanlara ait giysilerin etkin koşullarda sergilenmesi için çalışmalara başlanmasına karar verildi.

 

Mekanın, dünyadaki benzerlerine uygun olarak mimari restorasyonu yapılarak ürünlerin teşhir ve tanzim edilmesi için çalışmalar yapacak olan sendikadan bir heyet, bu amaçla bugün Fransa Louvre Sarayı'ndaki uygulamaları yerinde etüt edecek. Heyet ayrıca, dünyaca ünlü küratör Pamela Golbin ile de bir araya gelecek.

 

Osmanlı İmparatorluğu'nun 624 yıllık tarihine tanıklık eden 30 bin tekstil ürününün sergilendiği Elbise-i Hümayun'da, Sultanlara ait kaftan, şalvar, tılsımlı gömlek, kavuk, iç çamaşırı, pabuç, çizme, çorap, setre, pantolon gibi giysiler sergileniyor.

 

Elbise-i Hümayun'un bulunduğu Seferli Koğuşu, padişahların çamaşırlarını, özellikle sarığını törenle yıkayan ve padişahla birlikte sefere katılan iç oğlanların koğuşuydu. Bu mekan 1964 yılında padişah elbiseleri ve tekstil ürünlerinin sergilendiği sergi salonu olarak işlev kazandı.

Saray kumaşları koleksiyonu ise sultanların kaftan ve diğer giysilerinin ölümünden sonra bohçalanıp, etiketlenmesi ve saray hazinesinde saklanması geleneği ile oluştu.

 

Osmanlı kumaş sanatının en erken örneklerinin bulunduğu bu zengin koleksiyonda, 15. Yüzyıl'dan 20. Yüzyıl'ın başlarına kadar geçen sürece ait kaftan ve diğer kumaşlar bulunuyor.

Topkapı Sarayı Müzesi'ndeki işleme koleksiyonunda kaftanlar, çatma yastıklar, ipek ve klaptanla dokunmuş yer nihaleleri, ipek dokuma yer yaygıları, yorganlar, işlemeli çarşaf ve seccadeler, battaniye ve benzeri çeşitli tekstil ürünleri de bulunuyor.

 

Türk mensucat tarihi açısından son derece önemli olan koleksiyon, dünyanın en seçkin koleksiyonlarından biri olma özelliği taşıyor.

Trt/Haber, 30.01.2009

Karatepe (Bossert ve Kurt Marek (W. Ceram))
...1947






.. TAY Projesi . Kuruçeşme Cad. 67/B
34345 Kuruçeşme İstanbul
Tel: 0 (212) 265 7858 - Faks: 0 (212) 287 1298
e.posta: info@tayproject.org

Copyright©1998 TAY Projesi