Haberler logo Mart '09 Arşivi

29 Mart - 4 Nisan 2009

KABE ANAHTARIYLA İLGİLİ ŞOK İDDİA

 

 

Sotheby's 12. yüzyıla ait Kabe anahtarının geçen yıl Londra'da yapılan ve yaklaşık 10 milyon pound gibi rekor fiyata satılan müzayedesini, eserin taklit olabileceği şüpheleri üzerine iptal etti.

Sotheby's'den yapılan açıklamada, "bu tarihi eserle ilgili akademik görüşlerde farklılıkların çıkması üzerine 2008 Mayısta yapılan müzayedenin ertelenmesine ve eserle ilgili daha fazla araştırma ile bilimsel analiz yapılmasına karar verildiği" ifade edildi.

Müzayededen sonra British Museum'a götürülen anahtar, burada birkaç uzman tarafından incelenmişti. Uzmanlar, incelemelerinden 2 hafta sonra eserin tarihi ve sahiciliği konusunda şüpheleri bulunduğunu belirtmişti.

Sotheby's müzayede evinde nisan ayında yapılan müzayedede, 12. yüzyıla ait Kabe anahtarı, 9.2 milyon pounda (13,49 milyon dolar) satılarak, bugüne kadar müzayedeye giren İslam sanatı eserleri arasında en pahalıya satılan eser olarak rekor kırmıştı.

Abbasi dönemine ait olduğu öne sürülen demir anahtar, müzayede sırasında dini otoritenin sembollerinden bir olarak tanımlanmıştı. Kayıtlı 59 Kabe anahtarından yalnızca bir tanesinin koleksiyoncuların elinde olduğu tahmin ediliyordu.

Hürriyet, 04.04.2009

DÜNYADA ŞİMDİYE DEK BİLİNEN EN ESKİ ÇELİK TÜRKİYE'DEN

 

 

Japon arkeologlar tarafından geçen hafta açıklandığına göre, Türkiye’de, Kaman-Kalehöyük kazılarında bulunan bir parça demir dünyada şimdiye dek rastlanan en eski çelik.  Bu, Japon Orta Doğu Kültür Merkezi’nden arkeologlar tarafından Kaman’da bulunmuş 5 cm büyüklüğünde bir parça. 4000 yıla tarihlenen bir tabakadan gelen bu parçanın,  bir bıçağın parçası olduğu ve MÖ 2100 – 1950 yıllarına arasına ait olduğu tahmin ediliyor. Japonya, Morioka’da bulunan Iwate Müzesi’nde yapılan analizler, bu parçanın aynı kazıda 1994 yılında bulunan başka bir çelik parçasından en az 200 yıl daha eski olduğunu ortaya koydu. 

 

Kazılarda bulunan 2 cm çapında demir parçaları ve demir içeren taşlar bu malzemenin büyük olasılıkla Kama’da üretildiğini gösteriyor. Iwate Müzesi’nden arkeolog Hideo Akanuma, bu yeni keşfin demir ve çelik üretiminin tarihini baştan yazacak kadar önemli olduğunu belirtti. Şimdiye dek kabul edilen genel görüş, ilk çelik imalatının MÖ 14 ile 12. yüzyıllar arasında Hititler tarafından bulunduğu yönünde idi. 

The Hindu, 26.03.2009

TARİHİN GÖBEĞİNE DİNAMİT

 

 

Mersin’de dünyanın ender tarihsel miraslarından, MÖ 3. yüzyıldan kaldığı bilinen 11 kabartma eserin bulunduğu Adamkayalar, definecilerin patlattığı dinamitlerle tahrip edildi. Tarihi eserler, geri dönüşü olanaksız şekilde zarar gördü.

Erdemli’ye bağlı Kızkalesi beldesindeki Hüseyinler Köyü yolu civarındaki Şeytan Deresi vadisinde yer alan Adamkayalar, insan figürü kabartmalarıyla dikkat çekti. Bölgenin antik dönemdeki yöneticilerine (asker-rahip krallar) ve ailelerine ait olduğu ifade edilen ve günümüze kadar sağlam bir şekilde ulaşan tarihi eserler, hazine arayanların patlattığı dinamitlerle büyük zarar gördü. Mersin Üniversitesi Arkeoloji Bölümü öğretim üyesi Yrd.Doç.Dr. Murat Durukan, tarihi eserlere zarar verenlerin ortaya çıkarılarak, caydırıcı cezalar almaları gerektiğini belirterek şunları söyledi:

“Denizi, doğayı eksik fazla hemen her ülkede bulabilirsiniz. Ancak MÖ 3 yüzyıla ait bir eseri bu şekilde tahrip ederek yok ederseniz kendi geleceğinizi de tahrip etmiş olursunuz. Elimizdeki eserlerin ne kadar kıymetli olduğunu anlatmamız gerekiyor. Bunun için uzun vadede bilinç- lendirme yapılması gerekiyor.”

Cumhuriyet, 03.04.2009

KUDÜS'Ü ÇEKİNMEDEN GEZ





Türkiye'deki tarihi ve turistik mekanların tanıtımıyla adını duyuran 'www.360tr.com' Multimedya Grubu uluslararası bir projeye imza atarak, Kudüs'te medeniyetler ittifakının ilk adımını attı. İstanbul'da 6-7 Nisan tarihlerinde gerçekleştirilecek 'Birleşmiş Milletler II. Medeniyetler İttifakı Forumu' kapsamında 'İnsanlığın Ortak Projesi: Kudüs' adıyla bir proje hazırlandı. Bu proje ile Kudüs'teki üç dinin kutsal mekanı '3 boyutlu panoramik fotoğraf teknolojisi ile' internet ortamına taşındı.

 

Hazırlanan projede, Kubbet-Üs Sahra ve Mescid-i Aksa Camileri, Ağlama Duvarı ve Kıyamet Kilisesi sanal olarak gezilebilecek. Proje yönetmeni İmdat Demir, Kudüs'ün yeryüzü nüfusunun neredeyse tamamına yakınının ortak şehri olduğuna dikkat çekerek, 'Kudüs, insanlığın dünyayı anlamlandırma sürecinde başvurduğu referans bir imgedir' diye konuştu. Müslüman, Musevi ve Hıristiyanların bin metre kareyi geçmeyen Eski Kent'teki kutsal mekanlar arasında gidip geldiğini söyleyen Demir sözlerine şöyle devam etti: 'İşte bu proje ile Kudüs'teki bu çok kültürlü hayatın dünya barışına katacağı tarihsel, sosyolojik, kültürel ve sanatsal yansımalarıyla özgün görsellik ve tasarım unsurlarını birlikte örgütleyen, multi-disipliner bir yaklaşımla yeniden yorumlamayı amaçladık.

 

II. Medeniyetler İttifakı Forumu'nun ana teması çerçevesinde tasarlanan proje 7 kişilik bir ekip tarafından yaklaşık 6 ayda tamamlandı. Saha çalışmalarını fotoğraf sanatçısı Aykut İnce'nin yürüttüğü projede, çekimler için İsrailli yetkililerden özel izin alındı. 'www.360tr.com/kudus' adresinden sanal olarak gezilebilecek olan internet sitesinde, üç dinin kutsal mekanlarına ilişkin Türkçe, İngilizce, Almanca, Farsça, Arapça ve Rusça içerikler hazırlandı.

Yeni Şafak, 03.04.2009

TÜRKİYE'NİN İLK SAKİNLERİ SERGİLENİYOR

 

 

İlk olarak Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nde açılan sergiye İstanbul’da İstanbul Üniversitesi ev sahipliği yapıyor. Türkiye’nin tarihöncesine ilişkin en simgesel unsurlarını bir araya getiren sergi, Anadolu’da keşfedilen prehistorik bulguların zenginliğini günışığına çıkarıyor.

Sergide yer alan objelerin bir bölümünün bulunduğu insanlık tarihinin en eski yerleşimlerinden biri olan Karain Mağarası’nda yürütülen kazı çalışmalarını konu eden, İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi tarafından çekilen, Karain (25 dk) belgesel filminin gösterimi de gerçekleşecek. Film ile ilgili söyleşiye Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Arkeoloji Bölüm Başkanı Prof.Dr.Işın Yalçınkaya ile birlikte filmin yönetmenleri Dr. Cenk Demirkıran ve Güçlü Gülan katılacak.

 

Bu sergi, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Arkeoloji Bölüm Başkanlığı ve Paris İnsan Paleontolojisi Enstitüsü’nün Fransız-Türk bilimsel işbirliğiyle hazırlandı, Türkiye Cumhuriyeti Kültür ve Turizm Bakanı ve Fransa’nın Ankara Büyükelçisi himayelerinde ve Ankara Fransız Kültür Merkezi desteğiyle gerçekleştirildi.

 

Sergide, yaklaşık 1 milyon yıl önceye ait Yarımburgaz ve Dursunlu'da bulunan ve kasaplıkta kullanılan işlenmiş çakıldan aletler sergileniyor.

 

Karain mağarasında bulunan ve insan bacak, parmak kemikleri ile dişlerinin de yer alan sergide, Denizli traverten yataklarında saptanan yaklaşık 450 bin yıllık kafatası parçaları ile 1 milyon 800 bin yıl önceye ait insan kafatası da bulunuyor.

 

Sergi 30 Nisan'a kadar İstanbul Üniversitesi Rektörlük Binası'nda görülebilir.

Turizm Habercisi, 02.04.2009

"İSTANBUL'DA 'SURLARI DÜŞÜNMEK' SERGİSİ

 

 

Strasbourg Devlet Yüksek Mimarlık Okulu ve 9 Eylül Üniversitesi lisansüstü öğrencilerinin katıldığı İstanbul Karasurları kentsel tasarım atölye çalışmasının sonuçları, "Çevresiyle, yaşayanlarıyla, mahalleleriyle... Surları düşünmek" başlığı altında sergilenecek.

İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı'ndan yapılan açıklamaya göre, 7 Nisan'da Fransız Kültür Merkezi'nde açılacak sergide, öğrencilerin İstanbul Karasurları'nı çevreleyen alanlar için geliştirdikleri kentsel tasarım ve mimari avan proje ve fikirlerini açıklayan levhalar yer alacak.

İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı ile Yıldız Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi, Strasbourg Devlet Yüksek Mimarlık Okulu'nun birlikte gerçekleştirdiği sergiyle, İstanbul Karasurları mimari analizler, krokiler, analizler, fotoğraflar ve açıklayıcı metinler yoluyla İstanbul için çalışan ve düşünen herkesin ilgisine sunulacak.

Trt/Haber, 02.04.2009

"KARS BÖLGESİ'NDE TARİH ÖNCESİ ÇAĞ'A AİT KAYAÜSTÜ RESİMLERİ" FOTOĞRAF SERGİSİ

 

 

Prof.Dr. Oktay Belli ve ekibinin son 7 yıldan beri Kars Bölgesi’nde yapmış olduğu sistemli arkeolojik yüzey araştırması sonucunda, Anadolu ve komşu bölgelerin tarihöncesi kayaüstü resim sanatına çok büyük katkılar sağlayan yüzlerce kayaüstü resminin varlığı saptandı.

 

Kars - Borluk Vadisi ve Kağızman yöresinde yoğun olarak rastlanan kayaüstü resimlerinden oluşan fotoğraf sergisi 2 Nisan'da İstanbul Arkeoloji Müzeleri, Yıldız Salonu'nda açıldı. Sergi, 30 Mayıs'a kadar sürecek.

TAYHaber, 02.04.2009

"NEOLİTİK'TEN SELÇUKLUYA SESSİZ TANIKLAR"

 

 

Rezan Has Müzesi, günümüzden yaklaşık dokuz, on bin yıl önce başlayan insanlığın uygarlaşma sürecinde, toplumların doğaya karşı verdikleri mücadeleyi, günlük yaşamlarını, inanç dünyalarını, sosyal ve ticari ilişkilerini, hatta ölüme karşı gelmek için geliştirdikleri araç gereçleri, kısacası geçmiş medeniyetlerin sessiz tanıklarını sizlerle buluşturuyor.

Sergide, MÖ 7500-MS 1500 yılları arasında Anadolu ve çevresinde yerleşen çeşitli uygarlıklara ait eserler, kronolojik olarak teşhir edilmelerinin yanı sıra, mühürler, tıp aletleri, silahlar, figürinler ve idoller, ağırlık ve ölçüler, aydınlatma araç gereçleri gibi kendi tarihsel süreçleri içinde tematik olarak da sergileniyor. Daha önce sergilenmemiş özgün eserlerin de yer aldığı sergide, MÖ 1-MS 1 yüzyıllara tarihlenen bronz bir küvet, gümüş kakmalı bronz cerrahi set, MÖ 2. bin yıl boyalıları, Urartu iğneleri, obsidyen ok uçları, at koşumları, adak heykelleri, kandiller ile pişmiş toprak heykeller bulunuyor.

rhm.org.tr, 02.04.2009

ETO'NUN TARİHİ BİNASI BAKIMA ALINDI

 

Balıkesir'in Edremit Ticaret Odası'nın 59 yıldır hizmet verdiği tarihi idare binası yıllar sonra bakıma alındı.


Geçtiğimiz aylarda yapılan kongre neticesinde ETO Yönetim Kurulu Başkanlığı'na gelen Mehmet Ertaş, ihtiyaç üzerine binayı bakıma aldırdı. Bir süredir devam eden iç tadilat işlemlerinin ardından tarihi binanın bahçesi de çimlendirilerek daha modern hale getiriliyor. ETO'nun, 1917 yılından bu güne aralıksız olarak hizmet verdiğine dikkat çeken başkan Mehmet Ertaş, bahçe düzenleme çalışmalarına kendisi de destek veriyor. Eline aldığı kürekle el arabasına toprak yükleyen Ertaş'ı görenler şaşkınlığını gizleyemezken, Mehmet Ertaş, "Çalışmak ayıp değildir. Kendi binamızın işine kendimiz de destek vermeliyiz. Ben ve çalışma arkadaşlarım, binamızın tüm tadilat çalışmalarına birebir katıldık ve işlerin çabuk bitmesine yardımcı olduk. Tüm ETO çalışanlarına, üyelerimize ve işleri yapan firmalara teşekkür ediyorum" dedi.


Tarihi hizmet binası hakkında ayrıntılı bilgiler de veren başkan Mehmet Ertaş, "1917 yılında Ticaret ve Sanayi Odası olarak kurulan Edremit Ticaret Odası, 1950 yılına kadar çeşitli adreslerde faaliyetlerini sürdürmüş olup, 1950 yılında ise, şu anda hizmet verdiği Mehderes Bulvarı No: 45 adresinde mülkiyeti olan binasına geçmiştir. 1954 yılında Ege Bölgesi Sanayi Odası'nın Edremit'e şube açması nedeniyle, odamız 1955 yılından itibaren Edremit Ticaret Odası olarak faaliyetlerini sürdürmektedir. Odamız 12 meslek grubundan oluşmaktadır. 31 meclis üyemiz, 9 yönetim kurulu üyemiz, 3 TOBB Genel Kurul Delegemiz bulunmaktadır. Üye sayımız bu gün itibariyle 2 bin 330 olup, 1 genel sekreter, 6 personel, 1 stajyer öğrenci ile Edremit, havran ilçe beldelerine hizmet vermekteyiz" diye konuştu.
Haber Ekspres, 02.04.2009

İSTANBUL'DA MODERN VE TARİHİ TASARIMLARIN BİRLEŞİMİ





On beş yıllık zaman dilimi içinde, Türkiye’yi uluslararası arenada yeniden konumlandırmaya öncülük edecek olan, İstanbul’un tamamen modern bir şehre dönüşmesini hayretle izliyor mu olacağız yoksa "anı yaşamak" için fırsatı kaçıracak mıyız?

Bu harika şehrin gelişmesi için tarihte bir dönüm noktasındayız ve bugünkü neslin önceki nesillerden kalanları koruyup, aynı zamanda özel girişimler ve merkezi planlama sayesinde şehri ileri götürüp götüremeyeceği de muallakta. Bugünlerde, gelecek yıllarda şehrin şeklini etkileyecek olan önemli değişiklikler gerçekleşiyor.

Bu değişiklikler kent dokusunun gelişmesi yönünde... Yeni konutlar, ofisler, alışveriş merkezleri, outlet merkezleri, lojistik faaliyetleri, hastaneler, oteller ve eğlence merkezleri, parklar ve kamusal alanlar, yol işaret ve tabelaları ile altyapı sistemlerinin her birinin nasıl yürütüleceği ve birbirleriyle nasıl uyumlu olacakları gelecek İstanbul’un yapısını şekillendirecek.

Plansız kentsel yayılma son on yılda İstanbul’un büyük ölçüde yatay genişlemesine neden oldu ki çoğu sessiz sedasız bir biçimde şehrin daha önce gelişmemiş yerlerinde gerçekleşti. Şimdi ise ilgi tekrar şehir merkezine ve modern gökdelenler sayesinde dikey büyüme amacına yöneldi.

Bu ilginin şehrin kalbindeki büyümenin son fazı olduğu çok açık, bu yüzden şehrin çok yakın gelecekteki kimliğini belirleyecek olması, ortak bir yaklaşımın uygulanmasının herşeyden daha önemli olduğunu gösteriyor.

Yerel veya uluslararası özel yatırımlar teşvik edilmeli fakat bu yatırımlar şehrin daha cazip hale gelmesine katkıda bulunmalı.

Tek bir ikonik yapı bile şehrin algısını, hem vatandaşların duyacağı gurur hem de uluslararası arenadaki imajı açısından değiştirebilir. Tıpkı Frank Gehry’nin dizayn ettiği Guggenheim Müzesi’nin İspanya’nın Bilboa şehrinin algısını değiştirdiği söylendiği gibi.

Yeni mimari ile beraber tarihi binaların yenilenip yeniden kullanıma açılması  hem şehrin tarihini korur hem de şehrin tüm bölgelerine canlılık getirir.

Bunun klasik bir örneği Londra’nın Southbank bölgesinde bulunan elektrik santralinin renövasyonla Tate Modern Sanatlar Müzesi’ne dönüştürülmesidir. Foster & Partners tarafından tasarlanan Millenium Köprüsü ile bu yeni çekim merkezi St.Pauls Katedraline ve şehre, Thames nehrinin kuzeyine bağlanır.

Geçmişin iki ikonik yapısını birbirine bağlayan bu modern mimarinin ortaya koyduğu bu karışım bugünün kaliteli yapılarının sadece nasıl bir füzyon yaratabileceğini göstermekle kalmaz aynı zamanda tarihi binaların değerini artırır.

Böyle yapılarak tüm Southbank bölgesinin yeniden canlanması sağlandı ve benzeri yapılar için özel sermaye akışına öncülük edildi. Örneğin Alsop Mimarlık tarafından tasarlanan Blackfriars Yatırım’ın Palestra binası ve Renzo Pianno tarafından Irvine Sellar için tasarlanan sıradışı Shard of Glass projesi ile çeşitli yatırımcıların konsorsiyumu ile yapımı devam eden projeler.

Böyle başarılar tesadüfen gelmez, kamu ve özel girişimlerin işbirliği ile oluşur

Önceden çok rağbet görmeyen Southbank bölgesinin yenilenmesi ve markalaştırılması açık bir vizyon ve koordineli bir yaklaşım gerektirdi. Merkezi Hükümet ve Southwark yerel otoriteleri Jubilee Hattı metro uzantısının bölgeden geçmesi gibi büyük projelerin yapılmasını sağladı. Dahası bu metro uzantısı sadece bir ulaşım türü değil başlı başına bir dizayn cazibesine sahip.

Sokak güzelleştirmesi için koordineli bir program ve benzersiz tarihinin halka açılması bölgede bir refah artışı sağlayıp benzeri görülmemiş bir özel yatırımı çekti. İstanbul’un yıllardır ihmal edilmiş ve yatırım yapılmamış önemli tarihi değeri olan  yerleri var.

Beyoğlu ve Tünel gibi bu bölgeler, artık çürümeye başlamış geçmişin mimari harikaları ile doludur. Diğer özel yatırımları teşvik edecek olan kamu kuruluşları tarafından atılacak stratejik adımlar şehrin yenileştirme sürecinin ayrılmaz parçasıdır.

Modern mimari ile tarihi binaların yeniden kullanıma açılıp korunarak şehrin dokusunda bütünleşmesi ile bu bölgelerde sağlanacak olan gelişme doğal olarak Esentepe, Levent, Maslak, İstinye ve Ümraniye gibi şehrin diğer bölgelerinde yükselen binalarla süren büyümeyle bağlantılı olmalı.

Modern ve tarihi yapılarıyla benzersiz ilgi çeken bir şehre kavuşmak için ortak tema kaliteli tasarımlar ve İstanbul’un modern dünyada yeniden konumlandırılmasının sağlam bir zeminde gerçekleştirilmesi olmalıdır.

Hürriyet, Yazı: Matthew Warner, 02.04.2009

ÇİN'DE KEMİKLERİN ÜZERİNDE YAZILAR

 

Çin’de arkeologlar tarafından yeni bulunan ve 3000 yıl önce Batı Zhou Hanedanlığı’nı kuran İmparator Wen’in babasından bahseden, kemikler üzerine yazılmış yazıtlar ile ilgili bir basın toplantısı düzenlendi. Bu hanedanlığın hüküm sürdüğü Çin’in kuzeyinde, Shaanxi Bölgesi’nde keşfedilen yaklaşık 700 hayvan kemiğinin tümünde yazılar mevcut.

 

Arkeologlar okunabilir durumda olan yazıtlardan birisinde, daha önce hiçbir tarihsel kaynakta yer almayan “Wang Ji” ismini okudular. Bu yazıt, ayrıca İmparator Wen’in doğumunda kendisine dedesinin isminin verildiğini de belirtiyor. Yazıtlarda, bu hanedanlığa ait, çoğu ilk defa belgelenen birçok bilgi de yer almakta. 

CCTV.com, 26.03.2009

CAMİALTI'NDA 'FİLM' ÇEVRİLMESİN





Geçen aylarda Çankaya’dan Kültür ve Turizm Bakanlığı’na iletilen bir dilek, Gemi Mühendisleri Odası’nı ayağa kaldırdı. İstanbul’daki Camialtı Tersanesi’ni “film platosu”na dönüştürmek isteyen Sinan Çetin’e, Cumhurbaşkanı’nın desteği, gemicilerimizi üzmüştü... Çünkü projenin amacı, denizcilik geçmişimizin birikimlerini çağdaş üretimlerle geleceğe de taşıyabilecek bu tarihi tersanede artık “gemi” yerine “film” üretilmesi, endüstri belleğimizin, kalıcı sinema setlerine dönüştürülmesi... Bunun, “gemicilik kültürümüze saygısızlık” olduğunu belirten Oda Başkanı Tansel Timur diyor ki: “Bir öğle yemeğinde Sayın Gül’e sunulan projenin, Telif Hakları ve Sinema Genel Müdürlüğü’ne iletildiğini öğrendik. Dünyanın yaşayan en eski 2. tersanesinin, 6 asırlık bir endüstriyel arkeolojik ‘sit’in, bu şekilde ortadan kaldırılmasını kabullenebilmemiz mümkün değildir...” Bu çıkışlarında ekonomi için ulusal önem taşıyan bir sektörün yaşatılmasını da hedeflediklerini belirten Timur sözlerini şöyle tamamlıyor: “Büyük İstanbul depremlerinin bile bir taşını oynatamadığı tersanelerimizi, ‘film platosu yapıyoruz’ veya ‘turizme kazandırıyoruz’ diyerek ortadan kaldırmaya kimsenin gücü yetmemelidir...”

Fatih'ten Cumhuriyet'e
Eski adıyla “Tersane-i Amire”nin geçmişi, Fatih Sultan Mehmet’e uzanıyor. Kadırga’da yapılan ilk Osmanlı gemisinin denize indirilirken batması üzerine 1463’te temeli atılan tersane, kısa sürede “3000’den fazla halatçı, urgancı, marangoz, demirci gibi sanat erbabı”nın bulunduğu bir gemi yapım merkezine dönüşür. Kanuni döneminde de dökümhanelere, barut, yelken, halat imalathanelerine kavuşur; dev tekneler için tezgahlar sağlanır ve Gelibolu Tersanesi büyük ölçüde buraya taşınır. 16. yüzyılda camisi, okulu, köşkleri ve işçi evleriyle, artık dünyanın en büyük tersanesidir. Evliya Çelebi’ye göre “Tersane-i Amire’de gemi yapıcı marangozlar vardır ki bütün kafir diyarında emsali yoktur.”

Tersanenin, gemi mühendisliğimizin gelişmesinde de eşsiz katkıları var. Mühendishane-i Bahr-i Hümayun 1773’te burada kuruluyor. 19.yüzyılda inşa edilen 128 toplu Mahmudiye kalyonu için İngiliz Amiral Slade diyor ki; “Dünyanın en mükemmel ve en büyük tonajlı harp gemisi”... 1837’de ilk buharlı gemimizin, 1884’te ilk zırhlı firkateynimizin, 1886’da da ilk denizaltılarımızın yapıldığı tersanede, 1851’de kurulan çelik fabrikasına, 1888’de çelik fırını, endazehane ve modelhane ekleniyor. Cumhuriyetten sonra da önemini koruyan tersanede 1936’da “Atılay” ile “Saldıray” adlı denizaltılar üretiliyor; 1952’de ise Denizcilik Bankası’na bağlanıyor... Özelleştirilme kapsamına alındığı 10 Ağustos 1993 içinse, “kara gün” deyimini kullanan Timur diyor ki: “Böylece Haliç’teki gemicilik belleğimiz gözden çıkartıldı. Önceki yıl İDO’ya devredilmesi bile güvence olamadı; çünkü belediyeyi yönetenler de kentin mirasını satmayı benimsiyorlar...”

Oysa Camialtı Tersanesi Türkiye’nin en büyük ve modern gemi üretim merkezi; binlerce uzmanı yetiştiren tarihi bir okul… 72 bin metrekare alanda atölyeler ve yönetim binalarıyla birlikte 2 gemi inşa kızağı, 400 metrelik donatım rıhtımı bulunuyor. Yılda 6 bin ton çelik işleme ve 20 bin 800 DWT yeni gemi inşa kapasitesine sahip. Tersanenin “kültür ve endüstri mirası” olarak yaşatılması için TMMOB de bir imza kampanyası başlattı. Cumhurbaşkanı’na hitaben kaleme alınan metinde özetle şunlar vurgulanıyor; “Bir ‘tarih kent’i olmanın yanı sıra bir ‘deniz kenti’ de olan İstanbul için, bu tersanelerimiz hem yeni gemilerin yapımı, hem de mevcutların bakım ve onarımında yetkindirler. Camialtı Tersanesi’nin Taşkızak ve Haliç Tersaneleri ile birlikte yeniden yaşatılmalarını diliyoruz...”

Camialtı için, Danıştay 13. Dairesi’nin de önemli bir kararı var; Tersanenin, İl Özel İdaresi’ne devrini öngören 2000 yılındaki Özelleştirme Yüksek Kurulu kararını “iptal” eden yargı kararı için Türk Silahlı Kuvvetleri bakın nasıl görüş vermiş; “tersanelerin mevcut kapasite ve kabiliyetlerini kaybetmeleri durumunda savaş gücünü olumsuz etkileyeceği, dolayısıyla faaliyetlerinin kamu yönetiminde veya özelleştirilmek suretiyle devam ettirilmesinin uygun olacağı...” Bakalım Cumhurbaşkanı Gül, belli ki kendisine sunulan proje dosyasında bulunmayan bu bilgiler için ne diyecek? Gemicilerimiz ise şunu söylüyorlar: “Ulusal onur mirasımız ve gerçek bir kalkınma kaynağımız, başka birçok yerde kurulabilecek olan sinema setlerine kurban edilmemeli…” 
Cumhuriyet, Yazı: Oktay Ekinci, 02.04.2009

BEBEK'TEKİ TARİHİ YETİMHANE MİLYON DOLARLIK REZİDANSA DÖNÜŞTÜ





Bebek sırtlarında; eski Fransız Yetimhanesi'nin bulunduğu 63 dönümlük arazi, Vakıflar Genel Müdürlüğü'nün mülkü. Bebek Turizm A.Ş., Vakıflar Genel Müdürlüğü'nden burayı 49 yıllığına kiraladı; 49 yıllık süreç ise rezidans ve spor kompleksinin işletmeye alınması ile başlayacak. Fransız Yetimhanesi arazisinde vücut bulan Bebeköy Residence'de bugüne kadar 30 milyon doları aşkın yatırım yapıldı. 16 tarihi binadan oluşan Fransız Yetimhanesi kompleksinde, bütün binalar aslına sadık kalınarak restore edildi. Ahşap olanlar ahşap, taş olanlar taş olarak yeniden tasarlandı. 63 dönümlük arazideki toplam inşaat alanı 14 bin metrekare. İsteyen, rezidanstaki daire veya villaları 1 yıllığına isteyen 49 yıllığına kiralayabilecek.

Bebek sırtlarında, Bebek Koyu manzaralı 16 tarihi binanın geçmişi 150-160 yıl önceye kadar gidiyor. Fransız Yetimhanesi'ne mi, Vakıflar Genel Müdürlüğü'ne mi, ait olduğu yıllarca tartışılan 63 dönümlük arazi; asırlık ıhlamurların, cevizlerin, şeftali ve erik ağaçlarının yer aldığı geniş bir alanda bulunuyor ve muhteşem bir Boğaz manzarasına sahip.

Fransız Yetimhanesi, yıllarca Süryani Kilisesi'ne rahip yetiştirdikten sonra, 1942 yılında kapatılmıştı. Şimdi Türkiye'deki A Plus müşterilere ve yabancı şirketlerin üst düzey yöneticilerine hizmet verecek. 1850 yılında kurulan yetimhaneye alınan Süryani çocukları, iki yıl eğitim aldıktan sonra Fransa'ya gönderiliyor, bu ülkede rahip ve rahibe olarak yetiştiriliyordu. Ailelerine de Fransa'da oturma izni veriliyordu. 1942 yılında kapatılan Fransız Yetimhanesi'nin bazı binaları 1976'da çıkan yangında, itfaiye araçlarının gireceği yol olmadığı için yok oldu. Kompleksteki binalar 1850'lerde önce Saint Benoit okulunun yazlık kısmı olarak yapıldı. Binalar daha sonra Fransız Yetimhanesi olarak hizmet verdi, 1940'lı yıllara kadar Fransız Yetimhanesi olarak işlevini sürdürdü. Çocukluk yıllarından bu yana ahşap yapılara ilgi duyan Bebek Turizm Yönetim Kurulu Başkanı Taner Demir, "Restorasyon yapacağız diye binaları alıp betonarme olarak yeniden yapıp üzerine ahşap döşemedik. Tarihi bina restorasyonu bu değil" diyor.

Vakıflar Genel Müdürlüğü'ne ait arazi için 1991 yılında açılan ihaleyi kazandıklarını hatırlatan Taner Demir, ancak yenileme çalışmalarına 2006 basından itibaren başlandığını arazi içerisinde yaklaşık 9 bin 650 metrekarelik bir rezidans alanı planladıklarını aktarıyor. Vakıflar, 49 yıllık kiralama sürecini; arazideki rezidans ve sosyal tesislerin işletmeye geçilmesi ile başlatacak. Planlanan toplam 9 bin 650 metrekarelik rezidans alanının 8 bin 100 metrekaresi tamamlanmak üzere. Bir ünitenin yapımına ise önümüzdeki yıl başlanacak. Bebeköy Residence arazisinin, Etiler Hareket Sitesi tarafında kalan girişindeki kompleks ise MARS Grubu'na kiralandı; sosyal tesis ve restoran olarak kullanılacak. Spor alanları ve restoran 4 bin metrekareye yayılacak. Bu 4 bin metrekarenin sadece 500 metrekaresi kapalı alan olacak. Geri kalan 3 bin 500 metrekarede yüzme havuzu, tenis kortu gibi hizmetler verilecek.

Binanın, Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne 1960'larda devredildiğini hatırlatan Demir, bu araziyi Vakıflar'dan "Kirala-Yap-İşlet" modeli ile aldıkları vurguluyor. Demir, bu konuda "Burada 49 yıllık kiracıyız. İşletmeye geçtikten sonra 49 yıllık süreç başlayacak. 63 dönüm arazi üzerinde bitmiş 8 bin 100 metrekare rezidans alanı var. 3 bin metrekare, toprak altında kapalı spor salonu var. Bir parselle ilgili, Vakıflar'ın izale-i şuyu davası var. Orası da eklenince, 9 bin 650 metrekare rezidans olacak. Komplekste apart otel veya butik otel olabilir. Şu anki eğilim, rezidans olarak A Plus kesime kiralamak" şeklinde açıklamada bulunuyor.

Bebeköy Residence’deki daireleri dayalı döşeli vereceklerini belirten Demir, rezidansın özellikleri hakkında ise şu bilgileri veriyor: "O zaman da Swissotel Residence fiyatlarında olacak. Dayalı döşeli olmayan rezidanslarda ise fiyatı, ödenecek peşinata göre kararlaştıracağız. Aylık, metrekaresi 50-60 dolar civarı olur. Ünitelerin büyüklüğü 70 ila bin 500 metrekare arasında değişiyor. Birleştirmeler dikkate alınırsa 40, alınmazsa 63 bağımsız ünite var. İlk kiracım, üç üniteyi birleştirdi. İkinci kiracım bir ünite kiraladı, ikinciyi de istiyor. Aslında toplam bağımsız bölüm sayısı için 63 diyebiliriz. Bu sayı, kuruldan onaylı projelerin vereceği imkana bağlı. Anıtlar Kurulu'nun verdiği kararların dışında bir şey yapamazsınız. Vakıflar'a, işletmeye alınan bölümler için metrekare bazında kira ödeyeceğiz."

Bebeköy'de; 455 metrekarelik villa, metrekaresi 10 bin dolardan bile 49 yıllığına satılsa maliyeti 4.5 milyon doları geçiyor. Bin 500 metrekarelik alan sunan bağımsız bölüm ise taban fiyat olan 8 bin dolardan kiralanması halinde bile 12 milyon doları buluyor. 455 metrekarelik villa, metrekaresi 50 dolardan aylık kiraya verildiğinde ise kirası 22-23 bin dolara geliyor.

63 dönümdeki binaların toplam oturum alanının 2 bin 500 metrekare civarı olduğunu hatırlatan Bebek Turizm Yönetim Kurulu Başkanı Taner Demir, "Eserleri sadece yenileyebiliyoruz, onun dışında bir metrekare bile yer yaptırılmaz" ifadelerini kullanıyor. Bütün binaların aslına uygun olarak yeniden yapıldığına dikkat çeken Demir, "Ahşap, çürüyen bir malzeme. Bu arazideki ahşap yapılar tamamen çürümüştü. Hepsi söküldü, yeniden yapıldı. Deprem yönetmeliğine uygun olarak yenileme yapıldı. İnşaata başlamamız üç yıl önce. Başladıktan sonra hukuki engeller olmadı" diyor. Fakat zaman zaman, "duyarlı davranış" adı altında vatandaşların şikayetlerinin gündeme geldiğini aktaran Demir, "Gürültü şikayeti yapıyorlar. Fazla inşaat yapıldı diyorlar. Fakat biz, eskiden burada ne varsa onu yeniliyoruz. Bir  metrekare alan kazanmıyoruz. Eski fotoğraflarda görüleceği gibi boş olan arazilere de bin 200 fidan diktik" şeklinde konuşuyor.

Projede, İstanbul'da tüm rezidanslarda verilen hizmetleri vereceklerini de söyleyen Taner Demir, "Bu arazi kapalı bir alan. Ciddi bir güvenlik sistemi var. Giriş çıkış anlamında. Araba yolu, Etiler tarafından... Yaptığımız yatırımlar, yüzde 100'e ulaştığında, toplamı 32 milyon doları bulacak" diyor. Otel grupları ile de görüştüklerini bildiren Demir, şöyle devam ediyor: "Ayrıca yerli-yabancı bankaların yabancı yöneticileri için de kiralama talepleri oluyor. Biz de Swissotel, Taksim Residans gibi hizmet verebileceğiz. Bu tip kiralamalarda yıllık ödemeler olabiliyor. Tapu olmadığı için banka kredisi kullandırılamıyor. 49 yıllığına kiralayan, peşin alabiliyor veya 2-3 yıllık taksit yapabilirim. Ona ben finansman sağlarım. 2-3 yıllık finansman vermek sorun değil."
Hürriyet, 02.04.2009

JAPONLAR KIRŞEHİR'E HÖYÜK MÜZE YAPTIRDI

Japon hükümeti tarafından, Kırşehir'in Kaman İlçesine, höyük şeklinde ve üzeri çimle kaplı modern bir müze yaptırıldı. Höyük, yanı başında müzesi, enstitü binaları ve kütüphanesi, eserlerin saklandığı depoları ve özel dizayn edilmiş bahçesi bulunan dünyanın ilk arkeoloji merkezi burası olacak.

Japon Anadolu Arkeoloji Enstitüsü Genel Sekreteri Deniz Erbişim, temeli geçen yıl Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay ile Japonya'nın Ankara Büyükelçisi Tanaka tarafından atılan müzenin açılışının yine aynı kişiler tarafından yapılacağını bildirdi. Deniz Erbişim, "Japon hükümeti tarafından Kaman-Kalehöyük'e üzeri çimle kaplı, höyük şeklinde çok modern bir müze binası yaptırıldı. 436 milyon Japon Yeni tutarındaki müzenin ihalesi Japonya'da yapıldı. Temeli Kültür Bakanı Ertuğrul Günay ve Japon Büyükelçisi Nobuaki Tanaka tarafından 25 Nisan 2008'de atıldı. İhaleyi kazanan Japon Kajima firması, tam 1 yılda inşaatı teslim etti. Üzeri çimle kaplı, höyük şeklindeki müzenin açılışı 8 Nisan'da yapılacak" dedi.

Müzenin benzerinin hiçbir ülkede bulunmadığını savunan Erbişim, "Bu merkez, Anadolu arkeolojisini araştıracak bilim adamlarının vazgeçilmezi konumunda. Sadece Türkiye ve Japonya'dan değil, dünyanın birçok ülkesinden Kalehöyük'e çalışma yapmak üzere gelecek bilim adamı ve öğrenciler var." ifadelerini kullandı.
Zaman, 02.04.2009

MEVLANA MÜZESİ'NE İLGİ AZALDI





Mevlana Müzesi'ne bu yılın 3 ayında gelen yerli ve yabancı turist sayısında, geçen yılın aynı dönemine göre yaklaşık yüzde 6'lık bir düşüş olduğu, bu durumda küresel krizin büyük etkisinin bulunduğu bildirildi. Mevlana Müzesi yetkililerinden alınan bilgiye göre, her yıl binlerce turistin ziyaret ettiği Konya'daki Mevlana Müzesi, bu yılın 3 ayında geçen yıla göre daha az kişi tarafından gezildi.

2009 yılı mart ayında 21 bin 637 yabancı turistin ziyaret ettiği Müzeye, bu yılın mart ayında 17 bin 681 yabancı turist geldi. Müzenin geçen yıl mart ayında toplamda 101 bin 265 olan ziyaretçi sayısı da bu yılın aynı döneminde 77 bin 992'ye düştü.

Mevlana Müzesi'ne gelen turist sayısında bu yılın 3 aylık döneminde de geçen yıla oranla yüzde 6'lık bir düşüş görülüyor. Geçen yılın 3 aylık döneminde 205 bin 574 yerli ve yabancı turistin ziyaret ettiği Müze'yi bu yılın aynı döneminde yaklaşık yüzde 6 düşüşle 192 bin 697 turist gezdi. Aynı dönemlerde yabancı ziyaretçi sayısı 39 bin 68'den 33 bin 869'a düşerken, yerli ziyaretçi sayısı da 166 bin 506'dan 158 bin 828'e düştü.

Müze yetkilileri, her yıl yurt içi ve yurt dışında gerçekleştirilen programlar ve anma törenleri sayesinde Mevlana'nın artık geniş kitleler tarafından bilindiğini söyledi. Bu nedenle bugüne kadar Mevlana Müzesi'ne her yıl yüz binlerce turistin geldiğini, ziyaretçi sayısının da istikrarlı bir şekilde her yıl arttığını ifade eden Müze Müdürü Yusuf Benli, ancak dünya geneline yayılan küresel krizin her sektörü olduğu gibi turizm sektörünü de olumsuz şekilde etkilediğini bildirdi.

Bu nedenle Mevlana Müzesi'ne gelen yerli ve yabancı turist sayısının da geçen yıllara oranla az da olsa düştüğünü dile getiren Benli, ''Bu düşüşün en büyük nedeni bize göre küresel kriz. Küresel kriz, turizmi de olumsuz şekilde etkiledi. Umarız bundan sonra krizin etkileri hafifler ve ziyaretçi sayısında yeni rekorlar kırarız'' diye konuştu

Haberturk, 02.04.2009

MHP'Lİ BAŞKAN 'AŞK HEYKELİ'Nİ KALDIRDI





Antalya'nın Kemer İlçesi'nde eski belediye başkanı Hasan Şeker tarafından heykeltıraş Zafer Sarı'ya yaptırılan çıplak bir kadını belinden tutup havaya kaldıran erkek figürünün tasvir edildiği metal heykel, yeni başkan MHP'li Mustafa Gül tarafından kaldırıldı. Gül, “Heykel turistler ve vatandaşlar tarafından kabul görmedi. İstenileni yaptık” dedi.


Kemer'de yeni belediye başkanı MHP'li Mustafa Gül'ün ilk icraatı, 2004 yılında CHP'den seçilip daha sonra AKP'ye geçen eski başkan Hasan Şeker tarafından yaptırılan ‘Aşk heykeli’ni kaldırmak oldu. Sanatçı Zafer Sarı tarafından yapılan ve 2007 yılında ilçe merkezindeki kavşağa yerleştirilen heykel, Kemer Belediyesi işçileri tarafından kaidesinden vinç yardımıyla sökülerek Belediye'nin Fen İşleri Müdürlüğü'ne ait depoya kaldırıldı. Heykelin sökülmesini izleyen kalabalıktan bazıları heykelin kaldırılmasını desteklerken, bazıları olayı protesto etti. Rus turist Boris Stratov, “1994 yılından beri Kemer'de tatil yapıyorum. Burada Türk kültürünü yansıtan bir heykel olmalı. Böyle bir heykeli ben Kemer'e yakıştıramıyorum” dedi. Yusuf Saydam adlı kişi ise heykelin kaldırılmasına tepki göstererek, “Bu sanata yapılan bir saygısızlıktır. Nasıl bu heykeli kaldırırsınız?” dedi.

Heykeli yapan Zafer Sarı, telif hakları yasası gereğince savcılığa suç duyurusunda bulunacağını söyledi. Belediye Başkanı Mustafa Gül'ün kendisine sorarak bu heykeli kaldırabileceğini kaydeden Sarı, “Bana göre bu yaşanan ikinci Melih Gökçek vakasıdır. Melih Gökçek'in söktürdüğü heykel 11 yıl sonra Ankara'da yerine konulmuştu. Bu da benzer bir örnektir. Söyleyecek hiçbir şey bulamıyorum” dedi.

Kemer Belediye Başkanı MHP'li Mustafa Gül, heykelin yerleştirildiği gün de tepki gösterdiğini hatırlatarak, “Kemer'in yerli halkı ve tatil yapan turistler heykelin kaldırılmasını talep ettiler. Heykel turistlerce ve vatandaşlarca kabul görmedi. Biz de istenileni yaptık. Oraya turizme faydalı bir yapı inşa edeceğiz” dedi.
Hürriyet, 02.04.2009



******


'AHLAK BOZAN' HEYKELE KADIKÖY TALİP OLDU

 

Antalya’nın Kemer İlçesi’nde yeni seçilen MHP’li Belediye Başkanı Mustafa Gül’ün göreve gelir gelmez ’genç kızların ahlakını bozduğu’ gerekçesiyle kaldırttığı ’Aşk Yağmuru’ adlı heykele İstanbul Kadıköy Belediyesi talip oldu.

2004 yılında Heykeltıraş Zafer Sarı tarafından yaptırılan heykeli "Sanata ve sanatçıya sahip çıkmak için" Kadıköy’e almak istediklerini söyleyen Kadıköy Belediye Başkanı Selami Öztürk, "Sansürlenmek istenen, bu heykeli istiyoruz" dedi.

Hürriyet, 04.04.2009

ZENGİBAR'DA KAÇAK KAZI

 

Darende İlçesi'ndeki tarihi Zengibar Kalesi’nin bir bölümünde kaçak kazı yapıp define ve tarihi eser aradıkları gerekçesiyle iki kişinin yakalanarak gözaltına alındığı bildirildi.

1 Nisan akşamı saat 20.00 sıralarında bazı kişilerin kalede kazı yaptıklarını belirleyen polis, düzenlediği baskınla 36 yaşındaki R.G. ve 37 yaşındaki A.Ö.’yü yakaladı. Kalede yaklaşık 15 metrekarelik bir alanın kazıldığı belirlenirken, şahıslar hakkında işleme başlandı.

Malatya Haber, 02.04.2009

TOPKAPI SARAYI DOĞALGAZA GEÇİYOR





Osmanlı sultanlarının ısıtmakta zorlandığı Topkapı Sarayı Müzesi, 531 yıl sonra doğalgaza geçiyor. Önümüzdeki kış çalışır hale getirilmesi planlanan sistemin altyapısı tamamlanmak üzere.

 

Ancak müze başkanı İlber Ortaylı bu yeniliğin tarihi mekana uygulanmasına temkinli yaklaşıyor. Doğalgazın, yapının orijinalliğini bozmasından endişe ediyor. Yeni ısıtma sistemi sayesinde binlerce TL tasarruf sağlanacağına dikkat çeken Rölöve ve Anıtlar Müdürü Hüseyin Kaya ise İlber Hoca'yı ikna etmeye çalışıyor.

 

Beş yıldır bu proje üzerinde çalıştıklarını belirten Rölöve ve Anıtlar Müdürlüğü makine mühendisi Halil Oğut, 2008 yılında Topkapı Sarayı ve müştemilatını ısıtmak için yaklaşık 800 bin TL para ödendiğini söyledi. Oğut'un hesaplarına göre saray doğalgaza geçerse ısınmak için 250 bin lira yetecek. Ancak doğalgazdan sadece saray değil, arkeoloji müzeleri, Rölöve ve Anıtlar Müdürlüğü, Kimyahane, DÖSİM ve Jandarma Bölge Komutanlığı da yararlanacak. Böylece ısınmak için mazot kullanılan bu mekanlarda binlerce lira tasarruf sağlanmış olacak. Doğalgaz dönüşümü için Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'ndan da izin alınmış durumda.

 

Sarayın doğalgaza geçiş hikayesi de bir hayli ilginç. Halil Oğut, 2004 yılının Mart ayında çizdiği projeyi Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'na sunuyor. Ancak kurul Saray-ı Cedid'in zarar görme ihtimalini gerekçe göstererek projeyi geri çeviriyor ve dosya dolaba kaldırılıyor. Fakat 2007 yılında tarihi kalıntılar mimarı Hilmi Şenalp'in 'Birinci avluyu düzenleme' projesi kuruldan onay alıyor. Buna göre Topkapı Sarayı'nın bulunduğu çevredeki engebelerin giderilmesi için toprağın düzenlenmesi ve beyaz mermerle döşenmesi gerekiyor. Projeyi seyreden Oğut, toprağın gereğinden fazla kazıldığını fark ediyor. Bunun üzerine Kurul'a dokunaklı bir yazı yazdığını ifade eden Oğut, "Böylece doğalgazın altyapı sistemini hallettik." diyor. Oğut'un hesaplarına göre saray doğalgaza geçerse yılda 250 bin TL yakıt parası ödeyecek. Bu da 550 bin TL'lik tasarruf sağlayacak. Topkapı Sarayı'nın doğalgaz dönüşümü için kazan ve brülör sisteminin değişmesi gerekiyor. Bunlar için de yaklaşık 400 bin lira harcanacak. Böylece saraya yapılan harcama bir yılda yeniden kazanılacak.

Zaman, Haber: Arif Bayraktar, 02.04.2009

TARİHİ CAM KOVA REKOR FİYATA SATILDI

 

Memluk sultanlığı dönemine ait 650 yıllık dekorlu cam kova, İngiltere'de yapılan müzayedede 1,55 milyon sterline (3,67 milyon lira) satıldı.

 

İslam eserleri müzayedesindeki en pahalı parça olan kovaya verilen paranın, satış öncesi tahminlerin iki katı olduğu belirtildi.

Sotheby's müzayede evindeki açık artırmada toplam 4,45 milyon sterlinlik satış yapıldığı bildirildi.

Kovanın, o dönemde sofradaki misafirlerin, yemeğin başında veya sonunda ellerini yıkamaları için kullanıldığı belirtiliyor.

Buna benzer bilinen 4 kova daha bulunuyor ve bunların üçü müzelerde sergileniyor. Diğerinin ise şu anda nerede olduğu bilinmiyor.

Cnn Türk, 01.04.2009

MALTA'DA HAÇLI TÜNELLERİ BULUNDU

 

 

Malta Şövalyeleri’nin bu adada birbirlerine dehlizlerle bağlı büyük bir yer altı şehri inşa ettiklerine dair yüzyıllar boyu süregelen bir inanış vardı. Malta’nın başşehri Valetta’nın merkezinde yeni keşfedilen böyle bir tünel ise bu teorileri tümü ile yıktı. Bu tünel, 11 ile 13. yüzyıllar arasında güçlü bir Hıristiyan örgütü olan şövalyelerin bu parlak dönemine değil ama, Müslüman saldırıları karşısında direnebilmek için şehrin altında tahkimat yaptıkları 16. yüzyıla ait. Tüneller, Saray Meydanı altında bir yer altı otoparkı yapılmadan önce sürdürülen arkeolojik araştırmalar sırasında bulundu. Araştırma lideri Claude Borg “Şimdiye dek birçok insan tünellerden ve yerin altında bulunan bambaşka bir şehirden bahsediyordu. Ama bu tünellerin nerede olduklarına dair kimsenin bir fikri yoktu. Şimdi hiç olmazsa bir kısmını bulduk” demekte. 

 

Uzmanlar, bulunan bu tünellerin –her ne kadar bir insanın yürüyebileceği kadar yüksek yapılmış olsalar da- şehre su sağlayan bir şebekenin parçası olduğuna inanıyorlar. Bu düşüncelerini destekleyen en önemli unsur ise, araştırmalar sırasında önce Saray Meydanı’nın 12 m altında büyük bir sarnıç bulunması. Bu yapının incelenmesi sırasında sarnıca açılan büyük bir galeri bulundu. Bu ana galeri meydan boyunca çatallanarak ilerlemekte ve bazı kollar saraya doğru devam etmekte idi. Tıkalı olan birçok pasaj ise temizlenip araştırılmayı bekliyor.  

National Geographic News, Haber: James Owen, 25.03.2009

ZAMANA DİRENEN SELÇUKLU ABİDESİ ALAEDDİN CAMİİ

 

Uzun yıllar Selçuklu Devleti'ne başkentlik yapan Konya'da o dönemim izlerini taşıyan en önemli eserlerden biri Alaeddin Camii. Bizans ve klasik döneme ait 41 taş mermer sütunu ile dikkat çeken Alaeddin Camii, minberindeki ahşap işlemeciliğinin en güzel örneğini oluşturuyor.

 

Cami tarihi özelliğiyle her yıl binlerce turistin ilk ziyaret alanlarından biri. Konya'da Selçuklu dönemine ait eserlerin en büyüğü, Sultan Alaeddin Keykubat tarafından yaptırılan Alaeddin camisidir. 10. yüzyıldan 13. yüzyıla kadar halka halka gelişen Selçuklu mimarisinin Anadolu 'ya dikilen ilk bayraklarından biridir Alaeddin Camii. Her ne kadar Anadolu 'da inşa edilen eski yapılardan biri olsa da, onun da arkasında yüzyıllara yayılan bir birikim vardır. Alaeddin Camii Konya için kültürel bir miras olmasının yanında, şehre kazandırdığı turist sayısı ile de Konya'ya ekonomik yönden katkı sağlamakta. Konya denince, Mevlana'dan sonra akla gelen yer isim olan Alaeddin Cami, dünyanın en büyük yığma tepesi olan ve ismi ile aynı adı taşıyan Alaeddin Tepesi'ndedir. Zamanla erozyona uğrayan ve üzerinde bulunan tarihi eserleri riske sokan tepeyi korumak için Adnan Menderes zamanında tahkim takviye yöntemi ile korunma altına alındı.

Belediyelerin düzenlemeleri ile de turistlerin rahatça gezebileceği, vatandaşların dinlenebileceği bir mekan haline getirilen Alaaddin Tepesi, turistlerin ilgi odağı haline geldi.


Alaeddin Camii'nin en büyük özelliğinden biri, Bizans ve klasik devirlere ait 41 taş mermer sütundan ibaret olmasıdır. Camiinin en ilginç taraflarından birisi de minberidir. Minber abanoz ağacından birbirine geçmiş olup, Anadolu Selçuklu ahşap işlemeciliğinin en güzel örneklerindendir. Marco Polo'nun Seyahatnamesi'nde "dünyanın en güzel halıları" diye övdüğü Konya halılarının seçkin örneklerinden bazıları bu camide yer almışlar. Ancak o günlerden şimdiye ulaşabilen örnekler ise dünyanın dört bir yanına dağılmış durumda. Nitekim Sultan Mesut ve 2. Kılıçaslan'ın kitabeleri bulunan ve en eski Selçuklu eseri olan Alaeddin Camii'nde bulunan halılardan bazılarının, Türk ve İslam Eserleri Müzesi'nde, Londra 'da özel bir koleksiyonda, Kahire 'de, bunlar yetmezmiş gibi bir de İsveç'te Stockholm National Museet ve Göteborg Röhss Museet'te sergileniyor. Halıların bir kısmının Türk İslam Eserleri Müzesi'nde yer almasını bir Alman'a borçlu olmamız ise elbette ibret verici. Alman Konsolosu J. H. Löytved 1905'te bulduğu halıları İstanbul'daki Efkaf-ı İslamiye Müzesi 'ne (Türk ve İslam Eserleri Müzesi ) göndermeyip devşirseydi, muhtemelen şimdi söz konusu halılar Almanya 'da bir müzede teşhir ediliyor olacaktı.


Ayrıca Alaeddin Camii yanında bulunan sekiz asırlık Kılıçaslan Köşkü de Selçuklu dönemine ait ayrı bir güzellik abidesidir. Konya'nın en önemli tarihi miraslarından biri olan Alaeddin Tepesi'ndeki Selçuklu sarayından kalma seyir köşkü, Selçuklu Sultanı 2. Kılıçaslan döneminde yaptırılmıştır. Alaeddin Keykubat döneminde tamir edilen köşkün 820 yıllık geçmişe sahip olduğu ifade ediliyor. Osmanlı'nın ilk dönem şehzadelerinin de kullandığı Alaeddin Köşkü nün ağaç, taş ve çinilerinin 1900'lü yılların başında söküldüğü biliniyor. Konya için büyük bir tarihi miras olan bu köşk de restore edileceği günü beklemektedir.

Zaman, Yazı: Salih Köprülü, 01.04.2009

VAKIFLAR İKİ TARİHİ ESERİ DAHA KİRALIYOR

 

 

Vakıflar Bölge Müdürlüğü, 2008 yılında restorasyonunu tamamladığı Vakıf Hamamı ile Kastamonu turizminin lokomotifi olan Münire Medresesi’nin girişindeki müstakil odayı kira ihalesine çıkarıyor.

Uzun yıllar metruk ve harabe bir halde sonunun gelmesini bekleyen ve Vakıflar Bölge Müdürlüğü’ nün kurulması ile birlikte tekrar hayat bulan onlarca vakıf eserinden birisi olan Vakıf Hamamı, 2008 yılında restore edilerek ayağa kaldırıldı. 13 Nisan 2009 Pazartesi günü kira ihalesine çıkacak olan Vakıf Hamamı için Bölge Müdürlüğünün belirlediği muammen bedelin 200TL. olduğu öğrenildi.

 

Vakıflar Bölge Müdürlüğünün aynı gün kira ihalesine çıkaracağı diğer önemli eser ise Münire Medresesi’ nin hemen girişindeki Müderris Odası olarak bilinen müstakil yapı. Kastamonu turizminin lokomotifi konumundaki Münire Medresesi’ nin hemen girişinde yer alan müstakil oda, uzun yıllardır Yönetim Odası ve bir turizm derneğinin irtibat bürosu olarak işlev görmekteydi. Kastamonu turizmine yön vermek ve turizm sektörüne canlılık kazandırmak amacıyla turizm derneğine kapılarını açmasına rağmen, bu güne kadar derneğin Kastamonu turizmine yönelik verimli bir çalışmasının görülmemesi üzerine, Vakıflar Bölge Müdürlüğü burasını da kira ihalesine çıkarmayı uygun buldu. Kastamonu turizm sektörünün en gözde mekanı olarak kabul edilen Münire Medresesi Müderris Odası için de Vakıflar Bölge Müdürlüğü tarafından 105TL muammen bedel  belirlenmiş durumda…

 

13 Nisan Pazartesi günü Vakıflar Bölge Müdürlüğü toplantı salonunda yapılacağı öğrenilen kiralama ihalelerinde en çok bu iki eserin rağbet görmesi bekleniyor.

Kastamonu Postası, 01.04.2009




SUR BANDI ÇEVRESİNE BİSİKLET YOLU

 

Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir, Kara Surları boyunca 60 bin metrekarelik alanın kamulaştırıldığını belirterek, "Kara Surları çevresini kamuya açık yaşam alanları haline dönüştüren proje tamamlandığında, sur boyunca yaya ve bisiklet yollarının bulunduğu, parklar ve oyun alanlarıyla dolu bir yeşil kuşak oluşacak" dedi.

Projesi çizilen parkın bu yıl içinde tamamlanacağını açıklayan Belediye Başkanı Demir, "Yazın ortalarında Fatihlilerin hizmetine girecek olan parkta süs havuzları, yürüme, koşma ve bisiklet parkurları, kafeteryalar, spor yapmaya gelenlerin araçlarını bırakabilecekleri otoparklar bulunacak" dedi.

Sabah, 01.04.2009

NEFERTITI
SANILDIĞI KADAR GÜZEL DEĞİLMİŞ

 

MÖ 1300 yıllarında yaşadığı tahmin edilen ve güzelliğiyle tanınan Mısır Kraliçesi Nefertiti’nin yeni bir yüzü ortaya çıktı.

Berlin Mısır Müzesi’nde sergilenen Nefertiti’nin büstünde yapılan bir araştırmada, kraliçenin yüzünün kırışık, göz çukurlarının daha az derin olduğu ve burun kısmında ise çıkıntı olduğu belirlendi.

Hürriyet, Haber: Murat Tosun, 01.04.2009

TARİHİ ESERLER DEĞİŞEN KANUNLA İHYA OLDU





Kaynak yetersizliği yüzünden harabe görüntüsünden kurtulamayan tarihi eserler, 2004'ün Haziran ayında Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu'nda yapılan düzenlemeyle ihya edildi. Belediyelerin tahsil ettiği emlak vergilerinin yüzde 10'unun tescilli taşınmaz kültür varlıklarının bakım ve onarımı için aktarılmasını öngören düzenleme ile kaynak sıkıntısı sona erdi.

4 yılda tarihi eserlerin bakım ve onarımı için il özel idarelerinde ayrılan kaynak 350 milyon TL'ye ulaştı. Bu sürede 983 tarihi eserin bakım ve onarımı yapıldı.

Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürü Orhan Düzgün, kanunda yapılan değişikliğin amacına ulaştığına dikkat çekiyor. Sadece bakanlık bütçesinden ayrılan ödenekle kültürel mirasın korunmasının mümkün olmadığını belirten Düzgün, şunları söyledi: "İllerde emlak vergilerinin yüzde 10'u sadece tarihi eserlerin bakım ve onarımı için ayrıldı. Ayrıca toplanan paranın sadece o ilde harcanması kararlaştırıldı. Böylelikle yıllardır onarılmayı bekleyen eserlere tarihinde görülmemiş kaynak aktarıldı. Bu kaynak 2008 yılı sonunda 350 milyon TL'ye ulaştı. Belediyelerin onarım, bakım, restorasyon, kamulaştırma gibi 980 projesinde kullanıldı. Artık para sebebiyle onarılmayan bir tek tarihi eser kalmayacak."

İstanbul'da 2007 ve 2008 yılında 17 belediyenin tahsil ettiği emlak vergilerinin yüzde 10'unu aktarmasıyla tarihi eserlerin bakım ve onarımı için ayrılan para 90 milyon TL'ye ulaştı. 2007'de 145 bakım ve onarım projesine 31 milyon TL, 2008'de ise 168 projeye 51 milyon TL kaynak aktarımı yapılarak toplam 313 tarihi eserin bakım ve onarımı yapıldı. İstanbul'da bakım ve onarımı yapılan eserler arasında Süleymaniye Camii ve çevresi, Adile Sultan Kasrı, Merkez Efendi Camii ve Külliyesi, Süreyyapaşa Opera ve Konser Salonu, Sümbül Sinan Tekkesi, Fil Damı (Pandakrator) Sarnıcı, Emir Buhari Tekkesi, Sultan Abdülmecid Han Çeşmesi, Rumeli Feneri Kalesi yer alıyor. Tarihi dokusuyla öne çıkan Bursa'da da 2008 yılında tarihi eserlerin bakım ve onarımı için 9 milyon 721 bin TL ayrıldı. Bu para 30 tarihi eserin bakım ve onarım projesinde kullanıldı. Bu sayede yılladır onarılmayı bekleyen, İznik Yeşil Camii, Kevser Kalesi, 1. Murat Hamamı, Demirci Camii gibi eserler restore edildi. Düzenlemenin çok yerinde olduğunu kaydeden Sakarya Üniversitesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç.Dr. Tülin Çoruhlu, Türkiye'nin her yerinde tarihi eserlerin onarımı için adeta bir seferberlik başladığını dile getirdi.

Zaman, 01.04.2009

TARİHİ HAMAMLAR KURTULDU





Ordu'da 20 yıldır restore tartışması yapılan tarihi Osmanlı hamamları için devreye giren Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, tarihi hamamların restore edilmesi talimatını verdi.

 

Ortaçağ'da Hıristiyan Avrupa'nın yıkanmayı yasak saydığı, hiçbir evde ve sarayda banyo ve tuvaletin bulunmadığı dönemde Osmanlı İmparatorluğunun Trabzon Rum Devleti'ni kendi topraklarına katmasının ardından başlattığı nüfus hareketleri ve yerleşim düzeni sırasında Ordu'da hamam inşa etmesini anlatması açısından büyük önem taşıyan hamamların 20 yıldır tartışması yapılan restorasyon sorunu son noktayı Bakan Ertuğrul Günay koydu. Şehir merkezine 5 kilometre uzaklıktaki Eskipazar mevkiinde bulunan tarihi Osmanlı hamamlarının restorasyon sorununu Kültür ve Turizm Bakanlığı üzerine aldı.

 

Daha önce restore edilmesi için Köy Tüzel Kişiliği'nden alınarak Vakıflar Genel Müdürlüğü sorumluluğuna verilen hamamlar, bu kurumun "hamamların geçmişe yönelik vakfiye unsuru yok" gerekçesinin ardından yeniden Köy Tüzel Kişiliğine geri verildi. Konunun kendisine aktarılmasının ardından devreye giren Bakan Günay, tarihi hamamların Bakanlıkça restore edilmesi için talimat verdi. Bunun üzerine Köy Tüzel Kişiliği toplanarak, tarihi hamamların sorumluluğunu Kültür ve Turizm Bakanlığı'na bıraktı.

 

Ordu'da kültür alanında Kültür Sarayı inşası, tarihi sokakların sağlıklaştırılması, tarihi yapıların restorasyonu, tarihi Menekşe sokağında bulunan otantik evlerin yeniden inşası gibi bir çok hizmetlere imza atan Bakan Günay'ın bu girişimi takdirle karşılandı.

Ordu Kent Haber, 01.04.2009

TARİHİ ESER KAÇAKÇILARI YAKALANDI

 

Kayseri'de, ihbar üzerine bir otomobilde yapılan aramada 47 adet tarihi eser ele geçirilirken, konuyla ilgili 3 kişi gözaltına alındı.

 

Kayseri Valiliği'nden yapılan açıklamaya göre, Kocasinan İlçesi Mahzemin kasabasında tarihi eser kaçakçılığı yapıldığı haberinin alınması üzerine, jandarma ekipleri tarafından takip başlatıldı.

 

Gece saat 01.30'da bir otomobil içerisinde 2 adet gözyaşı şişesi, 19 adet madeni sikke, 3 adet düğme, 6 adet metal obje, 3 adet metal tabak, 4 adet vazo, 7 adet saç tokası, 1 adet cam çubuk, 2 adet süs eşyası ele geçirildi.

 

Operasyonda M.B. (31), M.A. (34) ve A.G. (23) isimli şüpheliler gözaltına alınırken, olayla ilgili soruşturma sürüyor.

Kayseri Kent Haber, 01.04.2009

NİCE YILLARA EYFEL!





31 Mart 1889 tarihinde açılan Gustave Eiffel'in firması tarafından, Fransız Devrimi'nin 100. yıl kutlamaları çerçevesinde inşa edilen ve bugün dünyanın en çok ziyaretçi çeken noktalarından biri olan Eyfel Kulesi 120. yaşını kutluyor. Fransız Devrimi'nin yüzüncü yıl kutlamaları anısına Dünya Fuarı (EXPO) için yapılan Paris'deki demir kulesi olarak adlandırılan kule, aynı zamanda Fransa'nın da sembolü. Son yüzyılın en büyük turizm cazibelerinden biri olan Eyfel Kulesi, yılda ortalama 6,5 milyon turist çekiyor. 2002 yılında toplam ziyaretçi sayısı 200 milyona ulaşmış olan kulenin tasarımında uyluk kemiğinden esinlenildiği söyleniyor.

Kule ismini, Amerika'daki Özgürlük Heykeli'nin de tasarımını yapan Gustave Eiffel'den alıyor. Emile Naugier, Maurice Koechlin ve Stephen Sauvestre kulenin yapımında katkısı olan mimarlar. 31 Mart 1889'da törenle açılışı yapılan Eyfel Kulesi, 6 Mayıs'ta faaliyete geçmiş. 3.000 işçinin bir araya getirdiği 18.038 parça demirden oluşturulan kule, Koechlin'in yaptığı dizaynla iki buçuk milyon perçinle birleştirilmiş.






İnşaat masrafları, Gustave Eiffel'in tahminlerinin 1 milyon Frank üstünde olan Eyfel Kulesi'ni 1889 yılındaki açılış tarihinden önceki 5 ayda 1,9 milyon kişi ziyaret edince, yıl sonuna kadar toplam masrafın 3/4'ü çıkartılmış. Böylelikle Eyfel Kulesi, daha başından, kazanç sağlayan bir şirket görünümüne bürünmüş.

 

Eyfel Kulesi, yapımına başlandığında Paris halkı tarafından göz zevkini bozduğu gerekçesiyle direnişle karşılaşmış. Bazı sanatçılar Eyfel Kulesi'ni devasa bir sokak lambasına benzetirken, bir fabrika bacası gibi Paris'in görsel itibarını zedeleyeceğini ileri sürmüşler. Böylelikle devrin sanatçı ve edebiyatçı çevresinde bir kampanya başlatılmış, bu kampanya süresince ünlü sanatçıların imzaladığı bildiriler dağıtılmış. Her seferinde Eyfel Kulesi'nden nefret ettiğini söyleyen yazar Guy de Maupassant, neden öğle yemeklerini kuledeki restoranda yediği sorulduğunda "çünkü burası Paris'te kulenin görünmediği tek yer" cevabını vermiş. Yapımının ardından yirmi yıl ömür biçilen kulenin, kullanım süresi dolduktan sonra sökülmesi planlandıysa da 1909'da kulenin çektiği ilgi nedeniyle bundan vazgeçilmiş. Eyfel Kulesi şekli nedeniyle de çeşitli eleştirilere maruz kalmış. Gustave Eiffel'in yapının artistik yönünü ön plana alarak mühendislik kısmına gerekli önemi vermediği eleştirileri ortaya atılmış. Bunlara rağmen Eiffel ve mühendisleri, kulenin dayanıklılığı için rüzgarın direnci göz önüne alınarak yapılan matematiksel hesaplamalarla gerekli önlemleri almışlar.

 

300 m yüksekliğinde olan Eyfel Kulesi zirvesindeki televizyon vericileriyle 27 m daha yükseklik kazanıyor. Günümüzde yaygın olarak kullanılan çelik yerine demirden inşa edilmiş, özel teknikler sayesinde günümüze kadar sağlam olarak gelmiş.


200.000 metrekare alanda bulunan Eyfel Kulesi her 7 yılda bir, 60 ton boya ile boyanıyor. Boyama maliyeti yaklaşık 3 milyon Euro tutan kulenin, zaman içinde rengi kırmızımsı kahveden, sarımsı kahveye, daha sonra kestane kahvesinden bugünkü bronz tonuna dönüşmüş. Kule 3 renk tonunda boyanıyor. En açık renk zirvede kullanılırken, en koyusu zeminde kullanılıyor.






Eyfel Kulesi'nin işletmesini yürüten Société d'Exploitation de la Tour Eiffel, 120. yıl kutlamaları çerçevesinde Eyfel Kulesi'nde yapacağı yenilemeler için geçtiğimiz yıl bir yarışma düzenledi. Yarışma sonucunda Architects Serero'nun Eyfel DNA adlı önerisi kazanan tasarım oldu.

Architects Serero'nun kazanan önerisinde, kulenin en yüksek noktasında yüksek mukavemetli karbon kökenli bir madde olan Kevlar'dan sökülüp takılabilir bir ağ strüktürü bulunuyor, bu tasarımda görüş platformlarının alanını iki katına çıkarmak hedeflenmiş.

Tasarımda, kulenin varolan strüktürüne eklenecek olan, dokuların tekrar ettiği "ek", bilgisayar yazılımıyla elde edilmiş.






Eyfel Kulesi bugünlerde başarısından dolayı sıkıntı çekiyor. Açıldığı günden itibaren sürekli artan ziyaretçi sayısı kapasite sınırlarını zorlamaya başlamış. Ziyaretçiler asansörlere ulaşmak için ortalama 35 - 70 dakika arası bekliyor. Kulenin geometrisinin her katta azalan bir taban alanına sahip olması nedeniyle yönetim, uzun bekleme kuyrukları ve kalabalıklarla başa çıkmaya çalışıyor.

 

Kulenin yönetimini üstlenen Société d'Exploitation de la Tour Eiffel, 120. yıl kutlamaları çerçevesinde, halka açık alanların ve girişin yeniden ele alınması gerektiğine karar vermiş. Serero Architects'in önerisi de kulenin üçüncü katında yapılacak geçici yatay uzantılarla insanların kulenin tepesine ulaşmasını kolaylaştırmayı ve 360o'lik heyecan verici Paris manzarasını daha iyi deneyimlemelerini amaçlıyor.

Gustave Eiffel kuleyi tasarlarken, kulenin bilimsel buluşların çeşitlilik kazanmasına destek vermesini, yerçekimi ile rüzgar basıncı çalışmalarına yararı olmasını hayal etmiş ve kulenin yüksekliğini bütün bu nedenlerle artırmış. Birinci Dünya Savaşı boyunca kule, kentteki radyo dalgalarının aktarılması için vericilere ev sahipliği yapmış.






Projede, yüksek performanslı karbon Kevlar strüktürü nakledilerek kulenin en üst katının yüzeyinin artırılması hedefleniyor. Bu strüktür varolan yapıya herhangi bir modifikasyon yapmadan birleşim elemanlarıyla monte edilebilecek. Bu strüktürle kullanılan alan 280 m2'den 580 m2'ye çıkacak. Bu ek üçüncü katın döşemesine bağlanacak olan iki levhadan oluşuyor.

Bu tasarım, oluşturulmuş bir yazılım yardımıyla, kulenin birincil strüktürünü dallandırıp budaklandırıyor. Projedenin strüktürel konseptindeki üç boyutlu çapraz bağlantı kirişler, "DNA"dan ilham alıyor. Yazılım, birbirine bağlı 3 strüktürel örgüyle kulenin en tepesini büyütmek için kullanılıyor. İhtiyaç fazlası ve tekrar etmeyen desenlerle strüktürel performansı artırmaya dayanan bu katmanlar örülü bir kompleks yaratmak için birleştirilmiş. Modern mühendisliğin aksine (tekrar etme ve en uygun şekle getirmeye dayanan) Eyfel Kulesi kapasite artırma projesi, yüksek performanslı alternatif bir modele dayanıyor.
Arkitera,
Kaynak: Wikipedia, Dezeen, Derleyen: Gökçe Aras, Görseller: :Wikimedia.org, Architects Serero, 31.03.2009

FETİH CAMİSİ KADERİNE TERKEDİLDİ





1850'e inşa edilen ve daha sonra dönemin Yakutiye Belediye Başkanı Muhyettin Aksak tarafından camiye çevrilen tarihi bina, işte bu hale geldi. Kilise olarak yaptırılan, daha sonra restore edilerek Fetih Camii ismini alan tarihi binanın bir penceresi kalorifer bacası olarak kullanılırken, çevresi ise otopark hizmeti görüyor.

 

Erzurum’un kültür mirasları arasında gösterilen ve tarihi çok eskilere dayanan Fetih Cami’nin hor kullanıldığını belirten duyarlı vatandaşlar, “Kilisenin camiye çevrilmesinden sonra belki buraya birileri sahip çıkar diye düşündük. Ama gelin görün ki, yetkililer binayı camiye dönüştürdükten sonra sanki üzerlerindeki yükten kurtulmuş gibi oldular. Ve buradaki çirkinliği artık görmüyorlar” şeklinde veryansın ettiler.

 

Demirciler Çarşısı içerisinde bulunan Fetih Cami’nin kaderine terk edildiğini savunan bazı semt sakinleri, ilgili kurumların, tarihi binaya ilgi göstermediğini ileri sürdüler. Tarihi binanın ısınma sistemi için Vakıflar’dan onay istediklerini, ancak yetkililerin kendileriyle ilgilenmediklerini iddia eden vatandaşlar, binayı ısıtabilmek için kalorifer bacasının mecburen tarihi binanın penceresinden dışarı verildiğini dile getirdiler.

 

Pencereden dışarı çıkartılan kalorifer bacasının tarihi dokuya zarar verdiğini kaydeden semt sakinleri, akşam saatlerinde cami etrafında içki alemleri yapıldığını ileri sürerek, pencereden çıkartılan bacanın, bu rezaletin yanında bir sorun olarak kabul bile edilemeyeceğini savundular

 

Tarihi binanın görünümünü bozan kalorifer bacasının dışında daha önemli sorunların var olduğunu ileri süren bazı semt sakinleri, “Burada akşamları alemciler kol geziyor. Tarihi binanın duvar diplerinden sabahları içki şişeleri topluyoruz” diyerek, “Tarihi binayı korumak ve kollamak bir kenara, akşam saatlerinde burası alemcilerin mekanı oluyor. Bir zamanlar kilise olarak kullanılmış olan bu bina, yıkılma tehlikesi ile karşı karşıya kaldığı için yüreğimiz ağzımıza geliyordu. Batı illerinde bu tür tarihi eserleri korumak için canla başla mücadele ederler. Erzurum’da korumak ve kollamak adına yapıla güzel bir girişim oldu ama sonrası getirilemedi. Bu binadan sorumlu olan kurum ve kuruluşlar, bir tarihi eserin göz göre göre yok olmasına izin vermemelidirler” şeklinde konuştular.

Erzurum Gazetesi, 31.03.2009

İKİ BİN YILLIK TAŞ KASTAMONU MÜZESİ'NE TESLİM EDİLDİ

 

 

Vakıflar Bölge Müdürlüğü tarafından esaslı bir restorasyona alınan İsmail Bey Külliyesi’ndeki çalışmalar esnasında ortaya çıkan Roma dönemine ait mimari parça Kastamonu Arkeoloji Müzesi’ ne teslim edildi.

 

137 cm uzunluğunda, 60 cm genişliğinde ve 30 cm kalınlığında bulunan taşın bir yüzünde yumurta frizi üzerinde kıvrım dallar ve çiçek motifleri bulunuyor. Roma dönemine ait olan mimari taş parçası,  Vakıflar Bölge Müdürlüğü ve Arkeoloji Müzesi’nin teknik elemanlarınca incelenerek, tarihi ve antik değer taşıdığı tespit edilmişti. 


Konu ile ilgili bilgisine başvurduğumuz Bölge Müdürü Yavuz Yücebıyık; “Kastamonu Bölge Müdürlüğü faaliyet alanı içersindeki cami, türbe ve diğer tarihi eserlerindeki hat levhalar, şamdanlar, buhurdanlar, halı ve kilimler ile diğer tarihi değer taşıyan eserlerini Şeyh Şaban – ı Veli Vakıf Müzesinde sergileyerek Kastamonu kültür turizmine ivme kazandırdık. Şeyh şaban – ı Veli Vakıf Müzesi, 2008 yılı içersinde 80 binin üzerinde ziyaretçi sayısına ulaşarak, Kastamonu kültür turizmine yaptığı katkıyı rakamlarla da tescil ettirdi. Bizim sorumluluğumuzda ve mülkiyetimizde bulunan eserlerde ortaya çıkan ve antik değeri bulunan tarihi eserlerimiz olduğu müddetçe, Arkeoloji Müzesi’ ne katkı sağlamak bizi mutlu eder. Külliye bünyesindeki camide yapılan çalışmalar esnasında ortaya çıkan, cami döşemesi altında destek amacı ile konulduğu tahmin edilen mermer mimari parça, teknik elemanlarımızca incelenmiş ve Roma dönemine ait olduğu tespit edilerek Arkeoloji Müzesi’ ne teslim edilmiştir.” Açıklamasında bulundu.

Kastamonu Postası, Haber: Erdal Arslan, 31.03.2009

NEMRUT RESTORASYONUNA 600.000 TL TAHSİS EDİLDİ





Adıyaman Valisi Ramazan Sodan, Dünyanın 8. Harikası Nemrut Dağı için 60 milyon TL’nin tahsis edildiğini söyledi. Adıyaman’da turizmi değerlendiren Vali Sodan, 2008 yılı içinde Perre Antik Kenti nekropol bölümünde yapılan kazı ve temizlik çalışmasında; 5 Arkeolog, 2 Sanat tarihçi, 1 Tarihçi ve 78 işçi görev almış olup, yapılan kazı çalışmaları sonucu 20 Sikke ve 16’sı Arkeolojik olmak üzere 36 adet eser müzeye kazandırıldığını belirterek, “ Yine bu çalışmalarda Lejyon Erlerine ait olduğu sanılan 4 adet oda mezar ortaya çıkarılmış, eski alanlar da genişletilerek 2008 yılı kazı ve temizlik çalışması tamamlanmıştır. Valiliğimiz İl Özel İdaresi’nce finanse edilen çalışmalarımıza yıl içinde toplam 125 bin TL. ödenek ayrılmış olup söz konusu ödeneğin tamamı harcanmıştır.” dedi.

 

Marka Kent Projelerinin hazırlanarak bakanlığa sunulduğunu söyleyen Sodan, “Marka Kent Projesi kapsamında; toplam 32 adet proje, 4 alt bileşende hazırlanarak bakanlığa sunulmuştur. Bu projeler ilde var olan tarihi değerlerin alt yapı ve üst yapı iyileştirilmesi, turizmin sektörel olarak geliştirilmesi ve tanıtım projelerini içermektedir. Ayrıca, bu kapsamda yan tarafta görülen Antiochos heykeli, şehrin logosu olarak kabul edilmiştir.”diye konuştu.

 

Turizm rehberi hazırlandığını belirten Vali Sodan, “Adıyaman İl Turizm Rehberi ve Gap broşürü günceleştirilerek tek kitap haline getirilmiş; 42.000. adedi İngilizce, 10.500. adeti Türkçe olmak üzere toplam 52.500. adet basılmış olup tanıtım hizmetine sunulmuştur.”dedi.

 

Sodan, “Valiliğimiz ve ODTÜ (Ortadoğu Teknik Üniversitesi) işbirliği ile Kommagene Nemrut Koruma ve Geliştirme Programı çerçevesinde, Nemrut Dağı’nda çevre şartlarından dolayı yıpranan heykel ve kabartmalara bakterilerle örnek müdahale yapılarak, restorasyon kriterleri belirlenmeye çalışıldı. Kültür ve Turizm Bakanlığınca bu program için 600.000.00 TL. tahsis edilmiştir” diyerek şöyle devam etti;

 

“ Nemrut Dağı Arsameia Horik yolu için 2.000.000.TL ödenek temin edilmiş, yol ile ilgili fizibilite çalışmaları tamamlanarak, söz konusu yatırım ihale aşamasına getirilmiştir. Ayrıca, Gerger Kalesi’ne giden yolun yapımında kullanılmak üzere 500.000.TL. ödenek temin edilmiş olup, fizibilite çalışmaları tamamlanarak, söz konusu yatırım ihale aşamasına getirilmiştir. Restorasyon projesi hazır olan ve Adıyaman il merkezinde bulunan Tuz Hanı’nın restorasyonu için 2000.000.TL. ödenek temin edilmiş olup, özel mülkiyet ile ilgili sorunlar giderildikten sonra projenin ihalesi yapılarak restorasyon gerçekleştirilecektir. Eski Kahta Yeni Kale restorasyon projesinin hazırlanabilmesi için 300.000.TL. ödenek temin edilmiş olup, fizibilite çalışmaları tamamlanarak, söz konusu yatırım ihale aşamasına getirilmiştir.

Adıyaman Haber, 31.03.2009


Ölü doğmuş bir projenin cenazesi (Devam):

İKİBİN
(S)ON

AVRUPA KÜLTÜR BAŞKENTİ AJANSI'NDA NELER OLUYOR?

 

2010 İstanbul Avrupa Kültür Başkenti projesinde skandallar bitmiyor: Önce Yürütme Kurulu'ndan Nuri Çolakoğlu ve İskender Pala ile birlikte bir kısım yöneticinin istifası, arkadan yolsuzluk söylentileri, şimdi de Sezer Duru'nun 'Ünlü Yazarların İstanbul Buluşması' projesini geri çekmesi ile ilgili tartışmalar...

 

Olacak olan buydu: Görünen köyün kılavuz istememesi gibi! Bakınız, bundan iki ay önce, bu gazetede (Zaman 21 Ocak 2009), önce İstanbul'un Avrupa Kültür Başkenti'nin 'İstanbul için son derece iddialı bir yakıştırma' olduğunu; 'bu yakıştırma[nın] da, bana biraz gösteriş, biraz da öteden beri bu konulardaki alışkanlığımız olan, 'kendi kendimizi aldatma' gibi görün[düğünü]' belirtip;- 'kimse kusura bakmasın' demiş ve şunları ilave etmiştim:

 

'Niçin bu kadar kötümserim;-şundan dolayı: Bir kent, o güne kadarki geçmişi ile ya bir Avrupa kültür kentidir, ya da değildir! 2010 İstanbul Avrupa Kültür Başkenti projeleri ise, 'Avrupalı olmayan bir kenti, İstanbul'u, 2010 yılına kadar nasıl bir Avrupa şehrine dönüştürebiliriz', gibi beyhude ve biraz da ironik bir gayretten ibaret görünüyor. İngilizce bir deyim vardır: 'Flogging the dead horse!';- 'ölü atı kamçılamak!' Üç yılda İstanbul'u, bırakınız bir kültür başkenti olmayı, modern ve Avrupalı bir kent (!) haline getirmenin, ölü atı kamçılamaktan ne farkı var, söyler misiniz?'

 

'Gene de bu konuda gösterilen çabalarda, elbette iyi niyetin payı vardır. Gelgelelim, iyi niyet, bu koşullarda, iyi niyet sahiplerini hiçbir yere götürmeyecektir. Endişem, bu işin, kaba deyişle söylersem, ağzımıza yüzümüze bulaştıracak olmamız ihtimalini yüksek bulmamdandır!'

 

Bu yazıyı ilk yazdığımda, 'ağzımıza yüzümüze bulaştırmak' deyimini, aşırı ve biraz da kırıcı olduğunu düşündüğümü itiraf etmeliyim;-bu deyişi yazıya koyup koymamakta bir tereddüt geçirdiğimi de! Ama 2010'a şunun şurasında 9 ay kalmışken, son iki ay içinde yaşananlar, doğrusu hiç de haksız olmadığımı ortaya koydu: Evet, gerçekten, her şeyi ağzımıza yüzümüze bulaştırdığımız apaçık ortadaydı çünkü...

 

Bu konudaki kaygıları yaşayan başka kişiler, kurum ve kuruluşlar var. Aralarında Boğaziçi Üniversitesi'nden sevgili öğrencim Zeynep Günsür'ün de bulunduğu 'Çağdaş Gösteri Sanatları Girişimi'nin internet üzerinden yayımladığı bildiri, fevkalade dikkate değer görüşleri içeriyor: 'Sahne Senin İstanbul' sloganıyla yola çıkan 2010 Projesine karşı, 'Çağdaş Gösteri Sanatları Girişimi' 'Bu Sahnede Biz de Varız'la sahneye çıkıyor ve 'son bir buçuk yıldır kamuoyuna da yansıyan gelişmeler[in], projenin ne kadar sağlıklı ilerlediğine ilişkin göz ardı edilemez soru işaretleri uyandırmakta' olduğunu belirterek 2010'a dokuz ay kala Yürütme Kurulu'nu istifaya taşıyan sebeplerin kamuoyuna açıklanmasını; gerek ajans-içi birimler gerekse ajans ile proje sahipleri arasındaki iletişimsizliğin ortadan kaldırılmasını' istiyorlar.

 

Çağdaş Gösteri Sanatları Girişimi'nin çok önemli talepleri de var: 'Proje değerlendirme ve hayata geçirme aşamalarındaki hantallık ve tutarsızlık ile proje ve bütçe yönetimindeki işleyiş ve yöntem belirsizliklerinin' giderilmesi; 'Kurullardan geçmeyen hiçbir proje, kişi ve kuruma ayrıcalık tanınmaması, bu süreçlerin nesnel ölçütlere dayandırılarak şeffaf ve denetlenebilir kılınması...'

'Ağzımıza yüzümüze bulaştırdık!' demekte haksız mı imişim?

Zaman, Yazı: Hilmi Yavuz, 30.03.2009


KÖYDE MÜZE KURDU 200 BİN KİŞİ GELDİ

 

Balıkesir'in Edremit İlçesi'ne bağlı Tahtakuşlar Köyü'nde emekli öğretmen Alibey Kudar tarafından kurulan etnografya müzesinin, büyük ilgi gördüğü bildirildi. Müzenin kurucusu ve müdürü emekli öğretmen Alibey Kudar, müzenin kuruluş çalışmalarına 1945 yılında aile meclisinin verdiği kararla başladıklarını söyledi. Topladıkları materyallerle 1991 yılında açtıkları müzeye UNESCO tarafından 10 bin dolarlık destekleme ödülü verildi.Köydeki müzeyi ziyaret için her yıl 200 bin kişi geliyor.

Yeni Şafak, 30.03.2009

TEKLİFLER DOĞU'NUN CAZİBESİ İÇİN

 

 

Christie's müzayede evinin 7715'inci mezatı, bu kez İslam ve Hint sanat eserlerini içeren 240 parçayı görücüye çıkaracak. Çoğunluğu Osmanlı dönemine ait İslam eserlerini kapsayan açık arttırmada ayrıca İran, Hindistan, Fatimi ve Memluk Müslümanlarına ait eserler de dünya koleksiyoncularının ilgisine sunulacak. Müzayedede 93 kitap ve el yazması, 92 ayrı çeşitli obje, 23 adet aydınlatma ve mobilya eşyası, türlü baskı, tuval, desen ve suluboyadan menkul 16 resim, 6 mücevher, dört silah ve dört ayrı tekstil ürünü ve kostüm görücüye çıkıyor. Müzayedenin en pahalı parçasının tahmini fiyatı ise 172 bin dolar civarında. Yarın Londra King Caddesi'ndeki müzayede binasında yapılacak etkinliğin öne çıkan parçaları arasında, 16'ncı yüzyıl Osmanlı İmparatorluğu dönemine ait, bilinen en eski mavi beyaz İznik Vazo (tahmini değeri 80 - 120 bin sterlin) ve Memluk Sultanı Emir Kaja (1351 - 54) dönemine ait, içi gümüş ve altın kaplı bakır çanak (tahmini değeri 80 bin - 120 bin sterlin) dikkat çekiyor. Sultan Beyazıd'a ithafen yapılan geç Osmanlı 15'inci yüzyıl dönemine ait bir kaligrafik eser ise, etkinlikte 15 ila 20 bin sterlin arasında yeni alıcısını bekleyecek. Müzayedede satışa sunulan hat sanatına ait öteki eserler arasında, Cafer Gazi'nin Kütüphanesi'nden muhtelif eserler de olacak. Bu eserlerin ilk bölümü 2008'de 1 milyon sterlinin üzerine alıcı bulmuştu. Christie's kataloğunun çarpıcı parçaları arasında 13. yüzyıla ait ünlü bilim adamı Nasr al Din-Tusi'nin bir araya getirdiği astronomi ve geometri ile ilgili çalışmaları içeren el yazmaları da bulunuyor. Ayrıca Pers sultanı Veled'in yazdığı Mevlevi dervişlerine dair Ibtidia-Nama adlı eser de, kataloğa dahil olmuş. Bu parçanın, Mevlana'nın kurduğu Mevlevi düzenin dervişleri için el kitabı niteliğinde ve çok büyük akademik önemi olduğu belirtiliyor. Müzayededeki eserler arasında 2004'te yine Christie's'te 1 sayfası yarım milyon sterline satılan 15'inci yüzyıl Baysungur Kuran'ından bir satır (50.000-70.000 sterlin) ve 11'inci yüzyıl Selçuklu Dönemi'ne ait ahşap oyma işçiliğe sahip kapılar yer alıyor. Müzayedede ayrıca 16. yüzyıl Osmanlı dönemine ait pembe ipek floral figürlü pano, 50 ila 70 bin sterline satılacak.

Sabah, 30.03.2009

PANORAMA 1453 MÜZESİ'NDEN KADİR BEY'E MEKTUP

 

Panorama 1453 Tarih Müzesi'ni gezmek için 1 Mart 2009 pazar günü ailemle birlikte müzeye gittim. Kuyruğa girdik ve yaklaşık olarak 30-40 dakika dışarıda kuyrukta bekledik.

 

Giriş kapısına yanaştık ve merdiven korkuluklarına dayanmak istedim, ancak korkuluklar kendini zor taşıyacak durumda idi. Çünkü beşinci sınıf alüminyum imalat ve narin detaylar olduğu için hemen dökülüvermiş.

 

Dış kapıdan girdik ve rüzgarlık alanında (yaklaşık 3-5 m2) konumlanmış bilet satış ofisinden biletimizi alarak ikinci kapıdan içeri girebildik. Yaklaşık 60 m2 alana sahip giriş fuayesinden bodruma inen ferforje korkuluklu, 1,20 - 1,30 metre enindeki dairesel merdivene kuyruk halinde ulaştık.

 

Bodrum katın fuayesini merdivende beklerken algılayabildim ve kalabalığın artarak kalın bir güzergah halinde devam ettiğini gördüm. "Girsem mi çıksam mı" diye aklımdan geçirdim. Çünkü 6 yaşındaki kızım İrem kucağımda uyukluyordu. İnatla devam etmeye karar verdim. Bu arada merdivenden çıkan insanlar zaman zaman yol isteyerek yukarı çıkıyordu. Tabii onların müzeyi gezip çıkanlar olduğu hiç aklıma gelmedi. Çünkü bu merdiven hem konumu hem de ebatları itibarı ile pek buna imkan vermiyordu. Müstakil bir ev veya bir apartman merdiveni gibi tasarlanmıştı.

Bodrum fuayesine ulaştık. Fuaye üst kattakinden büyüktü, ancak yeterli görünmüyordu. Zaten biz kordonla ayrılmış sırada bekliyorduk. Fuayenin kalanı, çıkanların sirkülasyonuna ayrılmıştı ve yaklaşık 100 - 150 m2 civarındaydı. Bodrum katta, merdiven dahil sergi giriş kapısına kadar kuyrukta bekleyenler algılayabildiğim kadarı ile 200 - 300 kişiydi.

 

Benim gibi çocuğunu kucağına almış anne ve babalar sayıca epeyce bir yekun tutuyordu. Hatta bazıları çok küçük bebeklerdi. Fuayede dinlenme bankı ve oturak yer almadığından mı nedir, gücü yeten yetmeyen çocuklu anne, baba ve yaşlı hep ayakta kuyrukta ilerdeki sergi giriş deliğine kilitlenmiş bekliyordu.

 

Bekleyince fark ettim, herhalde daha basık algılansın diye fuaye tavan yüksekliği 2,80 - 3 metre civarındaydı ve siyah renge boyanmıştı. Bizim evin tavanı bile 3,20 metre. Tabi bizim ev yaklaşık yüz yıl önce yapıldığı için imar planı yapan şehirci arkadaşlarımızın H 6.50 - H 9.50 - H 12.50 - H 15.50 - vs. gibi plan notları henüz yoktu.

 

Evet yaklaşık 60 - 70 dakika sonra sergi alanına çıkan siyah boyalı, yanları duvar olan 120 cm enindeki döner merdivenle sergi alanına ulaştık. Dairesel formdaki izleme platformuna çıkınca etkileyici bir manzara bizi karşıladı. Ancak çemberin etrafında tek sıra halinde yavaş yavaş yürüyerek gezilmesi nedeniyle izlenmesi gereken manzarayı bir türlü izleme şansımız olmadı. Kızımı uyandırmıştım, tekrar omuzlarıma aldım ve izletmeye çalıştım. Ancak çemberin en dışından yer kapamadığımız için ve yer kapanların da mıhlanmış gibi durup cep telefonları ile resim çekme merakından bir türlü panaromayı izleme şansımız olmadı. Zaten en fazla 40 kişinin rahatlıkla gezebileceği alanda 80 kişi olunca ve izleyicileri yönlendirecek bir rehber olmayınca, gezememiş olduk ve çıkmak zorunda kaldık.

 

Evet, yaklaşık iki saat geçti ve sergi alanından sergilenenleri izleyemeden çıktık. Yetkili biri ile görüşmek istediğimi güvenlik elemanlarına bildirdim. İşletme müdürü geldi ve kendisine gezemediğimi, bu yapının acil durumlar için güvenli olmadığını, bu kadar insanı içeri almamaları gerektiğini anlattım ve yetkililere iletmesini ifade ettim. Kendisi haklı olduğumu, ancak bugün Pazar olduğu için çok kalabalık olmasının gerekçelerini kendince anlatmaya çalıştı. Fakat anlatma imkanı zaten yoktu. Bu arada biz konuşurken bir beyefendi elinde bileti ile bodrum kattan bulunduğumuz üst kat fuayesine çıktı ve yetkiliden bilet ücretlerini geri istedi. Çünkü sağlık problemi olduğundan daha fazla bekleyemeyeceğini ve eğer uyarılsaydı hiç girmeyeceğini ifade etti. Anacak ne bilet parası ödendi, ne de özür dilendi.

 

İşletmecilere,

Dünyanın her yerinde müzeye girmek için sıra olabilir. Buna diyeceğim bir şey yok. Ancak insana değer veren ülkelerde bekleyenlere yaklaşık ne kadar bekleyecekleri söylenir. Hiç değilse bekleme zahmetinde bulunanlar müzeyi / sergiyi / sergilenenleri izleyebilme / gezebilme imkanına sahip olmalıdır.

 

Sergileme mekanının yoğunluğu kaldıracak kapasitede olmaması bir tarafa, müzenin mevcut imkanları değerlendirilerek ziyaretçilerin sergiyi gezebilmesini sağlayan işletme organizasyonun bulunmaması insanı çileden çıkarıyor.

 

İBB'nin dev hizmet olarak adlandırdığı Panorama 1453 Tarih Müzesi, İstanbul için yüz karasıdır. Bu ağır ifadeyi müzenin içeriği ve barındırdığı eserler için değil, müze yapısı ve işletme organizasyonu için kullanıyorum.

 

Bu yapının, bir çağı açan tarihsel olayın anlatıldığı mimari eser olarak dünya başkenti olan İstanbul'a yakışıp yakışmadığını tüm kamuoyuna soruyorum.

 

Ayrıca mekanın nispetleri değerlendirilerek insanlar içeri alınmalıdır. Çünkü mekan ve hacim ebatları, konfor koşulları ancak başkanın ve başbakanın medyaya yansıyan görüntülerinde yer alan izleyici sayısı için tasarlanmıştır.

 

Ayrıca projenin müellifi kimdir?

Projeyi tasarlamak için verilen program nasıldır?

Giriş ve çıkışların aynı merdivenden olmasını ve olacaksa da ebatlarının yerindeki gibi olmasını idare mi talep etmiştir?
Ziyaretçiler arasında çocuklu, yaşlı, sağlık problemi olan veya bir nedenle dinlenme ve nefes alma ihtiyacı hisseden insanlar için fuayelerde yeterli alanlar neden düşünülmemiştir?

Acil durumlar için kaçış kapıları yeterli midir? İçeri alınan onca insan ne kadar sürede tahliye edilecektir?

 

Mimar Kadir Bey'e notlar,

Yerel seçim kampanyalarında kullanılan bu projeyi İstanbul'a yakıştırıyor musunuz?

 

İnsanları daracık yollardan zemin altına indirerek basık bir fuayede adeta hapsederek bunalıma sokan mekan organizasyonu mesleği icra eden biri olarak sizlerin dikkatini çekmesi gerekmez mi? Veya ziyaretçilerden gelen şikayetler sizlere ulaştırılmıyor mu?

 

Müzenin hemen yanı başında yer alan dolmuş garajında yer alan araçlara sunulan konfor neden İstanbullu'dan esirgenmiştir? Ayrıca yine dolmuş garajının üzerinde yer alan sosyal tesisin konforu, adını anarken salavat getirdiğimiz Fatih ve Fetih için yapılan binadan neden esirgenmiştir?

 

İstanbul'a böyle bir müzenin layık görülmesi beni üzmüştür.

Başkan Kadir Bey'i bir Pazar günü kalabalık bir grupla birlikte müzeyi gezmeye davet ediyorum.

Saygılarımla,

Arkitera, Yazı: Ahmet Yılmaz / Mimar, 30.03.2009

LANGA KENTİ YENİLEYEBİLİR Mİ?





Theodosius Limanı’nın kalıntılarının bulunduğu Yenikapı Langa’da Marmaray Projesi’nin ana transfer noktası inşa edilecek. Langa (Vlanga) Rumca “dışarısı” anlamına geliyor. Lykos deresinin dolan ağzı surların dışında kaldığı için böyle adlandırılmış. Yenikapı Langa’da bulunan gemi kalıntıları bugüne kadar dünyada bulunan en büyük Roma limanına ait. İstanbul 4. yüzyılda Roma’nın başkenti olduğunda Afrika’dan kente buradan hububat taşınmaya başlanmış. Marmaray kazılarında bugüne kadar tam 33 gemi kalıntısı ortaya çıkarıldı. Bu sayının daha da artması bekleniyor.

Olağan durumlarda kazılarda binalar, taşlar ve keramik malzemeler öne çıkar. Burada ilginç olan, gemilerin içine gömüldüğü dere milinin organik malzemeleri, yani ahşabı, kemiği, tekstili, deriyi korumuş olması. Bu açıdan buluntular önemli, kentin gündelik hayatı, Akdeniz kentleriyle olan ilişkisi, tahıl ithalatı, ticaret tarihi, gemicilik teknolojisi, beslenme alışkanlıkları, kentin sosyal örgütlenmesi, kullanılan eşyalar hakkında önemli bilgiler veriyor. Limanın çevresinde ambarlar, evler, fırınlar, saraylar, kiliseler inşa edilmiş. 9. yüzyıldan sonra önemini yitirince Lykos deresinin getirdiği alüvyonlarla dolmuş, tarım alanı haline gelmiş. Burada yetişen hıyarlar çok iri olduğu için semtin adıyla anılmış. Şu Langa hıyarının İstanbul’a yaptığına bakın. Ana transfer merkezi için yapılan kazılarda liman kalıntılarının altından bir de neolitik yerleşim alanı çıktı.

Arkeolojinin nasıl bir yaratıcı ve öğretici iş olduğunu anlamak için Langa’ya bakmak yeterli. Hıyarlarıyla meşhur Langa’da muazzam Roma limanından sonra deniz seviyesinin 6-7 m. altında bir de geç neolitik (taşdevri) yerleşim alanının bulunması ve bunun işaret ettikleri benim bu algımı tamamen değiştirdi. Langa’nın altında MÖ 5000’li yıllara uzanan bir tatlısu tabakası bulunmuş. Burada bir tatlısu tabakası olduğunu nasıl anlıyorsunuz diye soruyorum, arkeologlara güvenmediğimden değil, hayal görmediğimden emin olmak için. Bunun bir yöntemi varmış. Bir tür biyo-arkeoloji gibi bir alandan söz ediliyor. Bu tabaka içinde yaşayan canlıların türünden bu rahatlıkla anlaşılıyormuş. Burada jeologlar, biyologlar, veterinerler, hatta mimarlar birlikte çalışıyor. Langa kazıları İstanbul için, İstanbul halkı için asıl zenginleşmenin nerede olabileceğini göstermiyor mu?

Kazılar sırasında bulunan tatlısu tabakası, o yıllarda Marmara ve Karadeniz’in (Hazar’la birleşik) bir göl olduğunu gösteriyor. Bu kalıntılar Marmara’nın göl olduğu, İstanbul ve Çanakkale boğazlarının henüz açılmadığı tarihlere işaret ediyor. Burada 8500 yıl öncesine uzanan mezarlar, kürek, mızrak gibi eşyalar çıktı. Muhtemelen o tarihlerde İstanbul sakinleri bir göl kenarında yaşıyordu. Marmaray projesi nedeniyle burada çalışan, kazı alanının yaklaşık beş metre ilerisinde her gün dükkanını açan esnaf, burada yaşayan halk henüz bunu bilmiyor ama bir de geleceği düşünün. Şimdi Langa’nın yarattığı fırsatlara bir bakalım: Doğal olarak arkeoloji ile ulaşım programı arasında bir çelişki yaşanıyor. Arkeolojik kazıların uzun sürmesi ve zamanlamanın önceden kestirilememesi bir sorun gibi görülebilir. Ancak kazılar gayet başarılı bir şekilde yönetiliyor ve yapılması gerekenler yapılıyor. Dolayısıyla bu projenin yönetimi İstanbul için önemli bir kent deneyimi oluşturuyor. İkinci önemli konu da, seçici kültür mirası kavramı ile ortaya çıkan arkeolojik kalıntıların küresel ilgiye açılması meselesi. İstanbul’un geçmişi hala kentin 20. yüzyılın devletçi ideolojisi tarafından bastırılmış durumda. Bu nedenle “İstanbul’un Fethi” gibi ideolojik temalar siyasal açıdan öne çıkıyor. Bu aynı zamanda kent halkıyla yaratıcı bir ilişki kurulmasını engelliyor. İdeoloji, bir taraftan halkla ilişki kuruyormuş gibi gözükürken, iletişimi de sıfır noktasına indirgiyor, kentin enerjisini boşaltıyor. Ancak bu gerilim de İstanbul halkının lehine. Böylece ideoloji ile kentsel deneyim arasındaki çelişkiler dönüşümün nerede ve nasıl olacağını gösteriyor. Nihayet üçüncü sorun da, Marmaray sonrası bölgenin yaşayacağı değişimin, burada yaşayan halkın üzerindeki etkilerinin tartışılması ve katılımcı bir projenin gerçekleştirilmesi. Bugünkü kentsel dönüşüm modeli, mekana müdahaleyi yalnızca fiziksel bir konu olarak ele alıyor. Bölgede yaşayan insanların, küçük esnafın yerlerinden olmaları söz konusu. Oysa projenin başarısı burada yaşayan halkın katılımı, kentin enerjisinin kullanım biçimiyle ilişkili. Dolayısıyla bu projeyi 20. yüzyıldan kalan imar planı yapma modeliyle yönetmek mümkün değil.

Saskia Sassen “Sanatçı yerel ve sessiz olanı devreye sokar, böylece onu okunur kılar, ona mevcudiyet kazandırır” (1) diyor. Acaba Yenikapı’daki mimari projelendirme süreci böyle bir deneyime aracılık edebilir mi? Marmaray projesi, sonuçta teknolojik olarak bütün gelişmişliğine, yenilikçi görünümüne rağmen, yönetim biçimi olarak 20. yüzyılın kenti modernleştirme modelinin bir örneği (kalıntısı). Şu anda İstanbul’un en önemli sorunu, onun nasıl 21. yüzyıla, bugüne taşınacağı. Yenikapı Transfer Noktası Projesi, kurumsal bir işbirliği süreci başlatabilir. Bunun için projeyi entegre bir yönetim modeline taşıma ihtiyacı var. Böylece arkeolojiyle mimarlık birbirine rakip konular olarak değil, aynı yaratıcı programın içinde ilişkilenebilirler. Ama daha da önemlisi Marmaray sonrası, yani yaklaşık 10 Boğaz Köprüsü kadar yolcuyu iki yaka arasında taşıyacak ulaşım sistemi hayata geçerken, daha katılımcı bir yönetim deneyi yaşanabilir.

Bugün kentte yaşadığımız çelişkilerin aşılması için Langa bir fırsat sunuyor. Çünkü Marmaray projesi her açıdan, kültür mirasının korunması problematiği, ulaşım, yerleşim alanlarının iyileştirilmesi, kentli hakları ve katılım açısından kentte yaşanan problemlere bir örnek oluşturuyor. Türkiye’de ilk defa, bu tür bir proje yönetim deneyimi yaşanacak. Yalnızca dar bir perspektiften bakılarak yapılacak istasyon binaları, otoparklar veya müze binası ile yetinilmeyecek. Programın tümü yaratıcılığa açılacak. Bugün gerçekleştirilen tartışmalar ve yayınlarla birlikte, daha önce hazırlanan projeden vazgeçildi. Sormak istiyorum: Bugünlerde kentte bundan daha önemli bir gelişme oldu mu? Bu deneyim 20. yüzyıl kent yönetimi modelinin de yenilenmesine yol açabilir. Eğer 2010 kapsamında bu proje başarılırsa, İstanbul için yeni yönetim deneyleri için bir kapı aralanmış olacak.




1. Saskia Sassen, Küreselleşme ve Değişim Tedirginliği: Tasarım Nereye Gidiyor? Genişleyen Dünyada Sanat, Kent ve Siyaset, 9. Uluslararası İstanbul Bienali’nden Metinler. Sayfa 133, İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı, 2005

Radikal İki, Yazı: Korhan Gümüş, 29.03.2009

ŞANLIURFA KALESİ GÜNEŞ ENERJİSİYLE IŞIKLANDIRILACAK

 

Şanlıurfa Kalesinde, başlatılan kapsamlı onarım çalışmasının ardından, tarihi alanın güneş enerjisiyle aydınlatılması planlanıyor.

 

Son olarak 1938 yılında detaylı onarımdan geçirilen tarihi kalenin restorasyonuyla ilgili hazırlanan proje, Şanlıurfa Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulunca kabul edildikten sonra, Kültür ve Turizm Bakanlığının restorasyon için açtığı ihale sonucu, ocak ayında kalede çalışmalara başlandı. Bu çerçevede hazırlanan "Şanlıurfa Kalesi'nin Restorasyonu" ve "Kale Eteği Çevre Düzenlemesi" projesiyle 450 gün içerisinde, restorasyon işleminin tamamlanması hedefleniyor. Aynı dönemde tarihi kalenin bulunduğu bölgede arkeolojik kazı çalışmalarının da yürütüleceği, onarımın tamamlanmasının ardından ışıklandırılacak kaleye, iniş ve çıkışı kolaylaştırmak için teleferik kurulması da düşünülüyor.

 

Restorasyon çalışmalarının ardından profesyonel bir ışıklandırma çalışmasının yapılacağı kale çevresinde, Harran Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Makine Mühendisliği Bölümüyle ortaklaşa hazırlanacak bir projeyle, aydınlatma işleminin güneş enerjisiyle sağlanması planlanıyor. Böylece güneşlenme gün sayısında ilk sıralarda bulunan Şanlıurfa'da ekolojik bir enerjiden faydalanılmış olacak, hem de kentin en çok ziyaret edilen bölgesinde örnek bir proje hayata geçirilmiş olacak.

 

Vali Yardımcısı ve İl Özel İdaresi Genel Sekreteri Abdülmuttalip Akdemir, Şanlıurfa'nın Türkiye'de güneşlenme gün sayısının en yüksek olduğu illerin başında geldiğini hatırlattı. Bu nedenle kentte güneş enerjisinden azami derecede faydalanılması gerektiğine değinen Akdemir, Harran Üniversitesiyle uygulayacakları projeyle restorasyon çalışmaları devam eden kalenin ışıklandırmasının yanı sıra, Organize Sanayi Bölgesinde ve GAP Uluslararası Havaalanı ile civarındaki 26 köyün içme ve kullanma suyu ihtiyacını karşılayacak projelerde güneş enerjisiyle üretilecek elektrikten faydalanmayı planlandıkları anlattı.

Zaman, 29.03.2009

SHAKESPEARE HASARA UĞRADI

 

Ünlü yazar Shakespeare’in bu ay başında ortaya çıkan ve büyük heyecan yaratan eldeki tek gerçek portresi, restorasyon sırasında hasar gördü.

Hasar yüzünden yazarla ilgili eşsiz detaylar da kayboldu. Cambridge’deki Hamilton Kerr Enstitüsü Müdürü Rupert Featherstone, Shakespeare’nin "Cobbe" adı verilen portresinin, restorasyon çalışması sırasında zarar gördüğünü söyledi. Portrenin, Southampton Kontu için yapıldığı ve 1610’da yazar sağken tamamlandığı sanılıyor.

Hürriyet, 29.03.2009

KOMŞUDA CAMİ RESTORASYONU





Yunanistan'da bir süredir Osmanlı döneminden kalma cami ve eserlerin onarılması ve korunması için çalışmalar yürütülüyor. Yunan Kültür Bakanlığı bu amaç doğrultusunda ülke genelinde yer alan 191 cami ve eserin dökümünü çıkartarak "Yunanistan'da Osmanlı Mimarisi" adlı altında bir albüm hazırladı. Yunanistan Kültür Bakanlığı, eserlerin onarıldıktan sonra gereken saygı gösterilerek değerlendirildiğini belirtirken, AB'den de mali destek alınıyor.

Şu ana kadar proje çerçevesinde başkent Atina'daki Fethiye Camisi seramik müzesine, Hamdi Efendi Hamamı kültürel toplantıların yapıldığı bir müzeye; Larissa kentindeki Bayraklı Camisi arkeoloji müzesine; Naftpaktos (İnebahtı)' daki Osman Şah Camisi Bizans eserleri müzesine; Mora yarımadasında yer alan Monemvasya ve Naflpion'daki camiler sergi salonlarına; ülkenin kuzeyindeki Yanitsa kentindeki Gazi Evrenos Türbesi sanat müzesine; Yanya'daki Fethiye ve Aslan Paşa camileri ise tarih müzeleri haline getirildi. Önümüzdeki günlerde Girit Adası ve Ege'deki On iki Adalar'da bulunan Osmanlı cami ve eserleri de koruma altına alınarak değerlendirilecek.

Yunanistan'ın kuzeyindeki Serez kentinin valiliği de, bölgedeki Osmanlı camilerinin onarılması ve uygun bir şekilde değerlendirilmesi amacıyla ülke çapında kampanya başlattı. Kampanyanın öncülüğünü Serezli yönetmen Takis Hacopulos yapıyor. Hacopulos, "Yunan kamuoyunun ve devlet kurumlarının yeterince olgunlaştığına" dikkat çekerek, "Osmanlı cami ve eserlerinin Serez kentinin kültürel zenginliğini oluşturduğunu" söylüyor. Kentte halen çeşitli Osmanlı eserlerinin onarılması amacıyla çalışmalar sürdürülüyor. Serez vali yardımcısı Pavlos Karipides, Osmanlı döneminde Balkanlar'ın en büyük camilerinden biri olarak kabul edilen ve kentin ana caddesinde bulunan Mehmet Bey Camisi'nin yanı sıra Mustafa Bey Camisi'nin ve bir Osmanlı hamamının onarılması çalışmalarının pek çok kesimden destek gördüğünü söylüyor.





Larissa kentindeki Bayraklı Camisi (üstte) AB'den alınan fonlarla müzeye dönüştürüldü.

Sabah, Haber: Stelyo Berberakis, 29.03.2009

ULUS VAADİNE YARGI İTİRAZI





Ankara 10. İdare Mahkemesi, Ulus Tarihi Kent Merkezi Projesi planına yapılan itirazı Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek’in seçim vaadi olan Ulus Tarihi Kent Merkezi projesini kamu yararına aykırı olduğu gerekçesiyle iptal etti. Kararı Danıştay da onarsa, Gökçek, Ulus Projesi’ni gerçekleştiremeyecek.

Mahkemenin gerekçeli kararında 30 Temmuz 2008 tarihinde hazırlanan bilirkişi raporuna dikkat çekilerek, "İmar planlarının yargısal denetimi sırasında; şehircilik ilkeleri, planlama esasları ve kamu yararı kriterlerinin yanı sıra, özelliği itibariyle imar planlarının bütünlüğü, genel yapısı, kapsadığı alanın nitelikleri ve çevrenin korunması gibi olguların gözetilmesi de zorunludur" denilerek, şu ifadeler kullanıldı:

Ancak bu anketin söz konusu alanın geliştirilmesi için ve yörede yaşayanların düşünce beklentilerini belirlemekte yetersiz kaldığı, dava konusu planda kentsel sit alanı içinde tescilli bina dışındaki binaların temizlenmesinin mevcut dokunun karakteri ve bütünlüğünü bozacağı, cumhuriyetin 1940 ve 1950 dönemine ait ve çoğunlukla mimari proje yarışmaları ile elde edilmiş binaların oluşturduğu kentsel dokunun bütünlüğünün korunmasının çok önemli olduğu, dava konusu planların ilgili mevzuat hükümleri ile şehircilik ve planlama ilkelerine, kamu yararı ve hizmet gereklerine uygun olmadığı kanaatine varıldığı görülmektedir."

Mahkemenin kararını değerlendiren Mimarlar Odası Başkanı Nimet Özgönül, "Ulus tarihi kent merkezinin içi boş bir tüketim kampanyasının malzemesi" yapıldığını iddia ederek, "Ulus tarihi kent merkezinde gerçekleştirilen plansızlaştırma harekatı, Büyükşehir Belediyesi’nin acele kamulaştırma kararlarıyla birlikte, yenileme alanı sınırları içindeki binlerce insanı evsiz ve işsiz bırakacağına yönelik vurgumuz, mahkeme kararlarıyla da tescillenmiştir."
Hürriyet Ankara, 28.03.2009

ÇEMBERLİTAŞ, SEKİZ YILDIR ÇÜRÜMEYE BIRAKILDI

 

UNESCO’nun Dünya Kültür Mirası listesinde yer alan 1680 yıllık Çemberlitaş’ın İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından yürütülen restorasyonu 8 yıldır tamamlanamadı. Ali Müfit Gürtuna’nın başlattığı, Kadir Topbaş döneminde durma noktasına gelen çalışmada Anıtlar Kurulu’nun bu projeleri onaylaması, keşfi dolan ihalelerin yerine yeni ihaleler yapılması işlemleri sürerken Çemberlitaş restorasyonunda sekizinci yıla girildi.

İBB, restorasyonunun gecikmesinin sebebini, Anıtlar Kurulu kararlarındaki gecikmeler ve taş harçlarının yapışması için 10 derecenin üzerinde bir sıcaklığa ihtiyaç duyulması olarak açıklıyor. Çemberlitaş restorasyonunun 1’inci kademe çalışmalarını yürüten Akpınar Mimarlık Yönetim Kurulu Başkanı Abdulkadir Akpınar, "Şiddetli bir rüzgar olması halinde sütunun yıkılma tehlikesi olabilir. Bunun sorumluluğunu kimse alamaz" dedi.
Hürriyet, 28.03.2009



"LEVHAYI ASTIK, TESCİLLENDİ"

 

  

 

Malatya'da Niyazi Mahallesi'nde bulunan Eski Niyazi Mısri Camisi'nin ilginç öyküsü bulunurken, cami binası olmadan minaresinin hala ayakta durması dikkat çekiyor.

Gücük Medresesi olarak 1313 yılında yaptırılan Eski Niyazi Mısri Camisi, 1988 yılında şuan Niyazi Mahallesi Muhtarı olan Cemalettin Türkol'un başkanlığını yaptığı Gücük Cami Yaptırma ve Yaşatma Derneği tarafından alınan bir kararla Niyazi Mısri Cami Yaptırma ve Yaşatma Derneği olarak ismi değiştirildi. Bu dönemden sonra Gücük Medresesi Niyazi Mısri Camisi ismini aldı. Muhtar Cemalettin Türkol, minaresi olmayan caminin, minaresini hayırsever bir öğretmenin de desteğiyle yaptırarak, medresenin kuruluş tarihi olan 1313 yılı tabelasını minareye taktırdı. Bütün olaylar ise bundan sonra gelişti.

Niyazi Mahallesi Muhtarı Cemalettin Türkol, caminin o dönemde minaresini 'ben bizzat kendim yaptırdım' ifadesine yer vererek, "Şuyu alanına giren cami 1993 yılında Malatya Belediyesi tarafından yıktırıldı. Tabii biz 1988 yılında cami minaresine 1313 yılı tabelasını astığımız için, Vakıflar Bölge Müdürlüğü tarafından minare tarihi eser olarak tescillendi. Ben, yıkılan cami alanını Diyanet İşleri Başkanlığı nezdinde lojman yaptırmak için girişimlerde bulundum. Ancak bana bunu yaptıramayacağım söylendi. Dolayısıyla, hayırsever bir öğretmenin desteğiyle yaptırdığım minare tarihi eser olarak kayıtlara geçti" dedi.

Malatya Haber, 28.03.2009

Colophon (National Geographic - Aralık)
...1908




22 - 28 Mart 2009


MYNDOS'TA DÖNME DOLAP...

LATİFE TEKİN'E GÖZDAĞI





Muğla'nın Bodrum İlçesi'nde Gümüşlük Çevre ve Eğitim Vakfı tarafından `Gümüşlük'ün ortak çevre sorunları ve Myndos kazıları' konulu panel düzenlendi. Yazar Latife Tekin, Myndos kazılarında gelinen son durumu masaya yatıran uzmanlara, arazilerin kamulaştırılmasıyla ilgili soru yöneltmek isteyince gerginlik çıktı. Kemal Durmaz İlköğretim Okulu'ndaki paneli izlemeye gelen bazı kişiler, Tekin'in üzerine yürüdü, onu dışarı çıkarmak istedi. Çevrecilerin araya girmesi ile olay büyümeden önlendi.

`Gümüşlük'ün ortak çevre sorunları ve Myndos kazıları' konulu panele konuşmacı olarak, Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi Peyzaj Mimarlığı Bölümü öğretim üyesi Prof.Dr. Bahar Türkyılmaz, Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu üyesi arkeolog Prof.Dr. Mehmet Akif Işık, Uludağ Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Başkanı ve Myndos Kazıları Başkanı Prof.Dr. Mustafa Şahin, Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi öğretim üyesi ve Türkiye Ekologlar Derneği Başkanı Prof.Dr. Aydın Güney ve Çevre Bakanlığı Dış İlişkiler Dairesi eski Başkanı Nazif Baydar katıldı. Paneli aralarında Mavi Yol Girişimi, mimarlar, Gümüşlük Çevre ve Kültür Sanat Derneği üyelerinin de yer aldığı yaklaşık 300 kişi izledi.

 

Prof.Dr. Mustafa Şahin, arkeolojik araştırma ve kamulaştırma çalışmaları yapılacağı iddia edilerek, kazıların Bakanlar Kurulu kararı ile son 2 yıldır durdurulduğunu belirterek, "Bakanlık tarafından gönderilen yazıda 417 parselde bana kazı yapmam için gerekli izinler verilmişti. Çünkü Mehmet Durmaz `Benim arazimde kazı yapın' diye başvuruda bulunmuş. Bu arazide kazı yaptım, daha sonra raporlarımı gönderdim. Ancak sonra kazı çalışmaları iptal edildi. Antik kentteki kazılar da bakanlığın açtığı anlamsız soruşturmalarla durduruldu. Bu nedenle Gümüşlük halkını antik kenti gün ışığına çıkaracak projeye sahip çıkmalarını ve kazıların devam etmesi için mücadele etmeye çağırıyorum" diye konuştu.

Kazıların devam ettiği arazinin sahibi, bazı silah üretici firmalarının Türkiye temsilcisi olduğu belirtilen Mehmet Durmaz da her türlü kazı faaliyetine izin verdiğini ve ve hiçbir maddi fedakarlıktan kaçınmayacağını belirtti. Durmaz, "Buradaki tarihin ortaya çıkarılması için tüm gücümle yardım etmeye hazırım. Ancak çıkarılan anlamsız dedikodular, satın aldığım arazilere 5 yıldızlı oteller yapacağım doğru değil. Kültür turizmine hizmet etmekten başka amacımız yok" dedi.

 

Durmaz'ın bu konuşmaları üzerine ayağa kalkarak tepki gösteren yazar Latife Tekin söz istedi. Tekin, Durmaz'a ait arazilerin bulunduğu yerin, 3 bin 500 yıllık antik Myndos kentinin kalıntılarının bulunduğu 1'inci derece arkeolojik ve doğal SİT alanı olduğunu ve bu nedenle kamulaştırılması gerektiğini belirtti. Bunun üzerine, arazinin sahibi işadamı Durmaz'ın adamları olduğu iddia edilen bazı kişiler, Tekin'in üzerine yürüyünce gerginlik yaşandı. Dışarıya çıkması istenen Tekin, "Sorumu sorana ve cevabını alana kadar dışarı çıkmayacağım" diyerek tepki gösterdi. Çıkan gerginlik üzerine bazı kişiler Tekin'in üzerine yürüdü. Çevrecilerin araya girmesi ile olay büyümeden önlendi. Mavi Yol Girişimi üyeleri ve yaklaşık 50 çevreci, yazar Latife Tekin'den özür dilenmemesi üzerine paneli terk etti.

 

Tekin, "Myndos gibi tarih ve kültür hazinesi ülkenin ortak mirasıdır, kamulaştırılması gerekmez mi? Antik Myndos harabeleri üzerinde köylülerden arsa satın alan ve silah tüccarı kimliğine sahip olan kişi kültür hazinelerinin üzerine konmaya çalışıyor. Bunu da kurduğu vakıf aracılığı ile yapmaya çalışıyor. Myndos kenti üzerinde oynanan oyunları bozacağız, kamulaştırılması için kampanya başlatacağız" dedi.


Tekin'in sorusuna cevap veren Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu üyesi arkeolog Prof.Dr. Mehmet Akif Işık, kazıların devam edebilmesi için, arazi sahibinin rızasının bulunması ya da devlet tarafından kamulaştırma yapılması gerektiğini belirterek, "Toprağın altındaki her türlü hazine ve tarihi eser devletin malıdır, kimseye ait olamaz" dedi.

Tekin de istediği cevabı aldıktan sonra panel sona ermeden salonu terk etti.

Vatan, 23.03.2009


******


DAHA ÖNCE:

Geçen yıl haziran ayında Karabük Kültür Sanat ve Sanayi Festivali kapsamında düzenlenen konferansa katılan Latife Tekin, hükümeti ve enerji politikasını eleştirince Karabük Belediye Başkanı AKP'li Hüseyin Erer´in tepkisiyle karşılaşmıştı. Ayağa kalkarak platformun önüne gelen Belediye Başkanı Hüseyin Erer, elini havaya kaldırarak, "Tamam bacım hadi, bu belediye sayesinde burada oturdun konuşuyorsun. Lütfen terk et burayı" demişti. Latife Tekin de Başkan Erer'e, "Ben enerji politikasını eleştiriyorum" diye cevap vermişti. Gerginlik tırmanırken Başkan Erer, eliyle platforma vurarak, "Boşversene sen. Politika yapamazsın sen. Herkesten para alıp benim yerimde politika yapamazsın. Kalk oradan, basında yap" diye konuşurken, yanındakiler başkanı kolundan tutup çekerek sakinleştirmeye çalışmıştı. Bu sırada ön sıralarda bulunan bir iki kişi de Latife Tekin'e tepki gösterince Tekin, "Enerji politikasını eleştirmeyecek miyim?" diye çıkışmıştı. Kalabalıktaki bir kişi, "Sus konuşmanı istemiyoruz" derken, bazı kişiler ise alkışlayarak, "Konuşsun kardeşim" demişti. Yeniden platformun önüne gelen Başkan Hüseyin Erer, eliyle git işareti yaparak, "Ben siyaset yapmıyorum. Hanımefendi lütfen terk et burayı" dedikten sonra yerine geçmişti. Latife Tekin daha sonra platformdan inmişti.


******


MYNDOS

 

MÖ 2. binde Minos Krallığı'nın egemenliği altında olmak üzere Pelasglar ile birlikte adalarda yaşayan Lelegler, Karia kıyılarına çıkarak ilk sahiplerini buralardan uzaklaştırıp, kendi kentlerini kurmuşlardır. Böylece Myndos, Lelegler tarafından Karia Bölgesi'nde kurulan sekiz kentten birisi olmuştur. Strabon'a göre, Karia Satrabı Mausolos MÖ 4. yüzyılda sekiz kentten altısını boşaltarak, buralarda yaşayan insanları Halikarnassos'a yerleşmeleri konusunda baskı uygulamıştır. Ancak Myndos'a dokunulmayarak, kent kıyıya doğru, yani şimdi Gümüşlük Beldesi'nin bulunduğu alana taşınmıştır.

 

Mausolos tarafından yeniden inşa ettirilen kent, Yunan şehircilik anlayışına uygun bir şekilde planlanmış ve yerleşim alanının tamamı sur içerisine alınmıştır. Günümüze kadar gelen kent dokusu Mausolos tarafından kurulan kente aittir. Ancak Roma imparatorluk çağında da büyük eklemeler söz konusudur.

 

Kent Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından hazırlanmış tescilli arkeolojik sit alanları listesinde yer almaktadır.

 

Ve bugün tehdit altındadır.

TAYHaber, Ayşe Didem Bayvas, 28.03.2009


KRISTOF KOLOMB'UN HEYKELİNİ SÖKTÜLER

 

Venezuela Devlet Başkanı Hugo Chavez, Kristof Kolomb'un, Başkent Caracas'taki ikinci heykelinin de sökülmesini memnuniyetle karşıladı.

Caracas Belediye Başkanı Jorge Rodriguez'in kentteki ikinci Kolomb heykelini kaldırtması üzerine Devlet Başkanı Chavez, “Avrupalıların sömürgeci soykırımının öncüsü” olduğunu öne sürdüğü Kristof Kolomb'un heykelinin “çok daha önce kaldırılmış olması gerektiğini” söyledi.
Beş yıl önce Caracas'ta sökülen birinci Kolomb heykelinin yerinde bugün sadece kaidesi bulunuyor.

Hürriyet, 28.03.2009

ZİNCİRİYE MEDRESESİ'NDE TEMİZLİK

Mardin Kalesi eteklerinde 1385 yılında Melik Necmettin İsa Bin Muzaffer Davut Bin El Melik Salih tarafından yapılan Zinciriye Medresesi'nin çevre düzenleme çalışmaları sürdürülüyor. Medresenin önünde ve yanlarında bulunan ve çöplüğe dönüşen alanlar temizlenerek duvarlarla korunacak.

Turizmci ve işadamı Sabahattin Evrensel'in denetiminde sürdürülen çalışmalar, Medrese Mahallesi sakinlerinin de takdirini topladı. Medrese Mahallesi'nde bulunan Zinciriye Medresesi'nin mahalle çöplüğüne dönüşen ön ve yan taraflarının temizlenmesi için hummalı bir çalışma başlatıldı. Sürdürülen çalışmalarla kısa sürede çöplük alanlar temizlendi. Medreseyi ziyaret eden yerli ve yabancı turistlerin medresenin arka tarafına çıkmalarına imkan sağlayan Mardin mimarisine uygun kesme taştan merdiven yapılacağı belirtildi.

Turizmci ve işadamı Sabahattin Evrensel, mesaisinin büyük bir bölümünü işçilerin başında geçirdiğini belirterek, "Bu işi Valiliğin desteğiyle sürdürüyoruz. İşçilerle birlikte Medrese ve çevresini yapısına yakışır bir hale getirmeye çalışıyoruz. Mardinli olarak bunu zevk ve itina ile yapmaya ve medreseyi hak ettiği yere getirmeye gayret ediyoruz" dedi.

 

Mardin Valisi Hasan Duruer ise, tarihi mekanların korunmasına dönük çalışmaların yaygılaştırılacağını belirterek, az kaynakla çok iş yapmayı hedeflediklerini söyledi.
 
Duruer, "Zinciriye Medresesi'nin çevre düzenlemesinin yanı sıra etrafının ağaçlandırılmasını da yapacağız. Sokak aralarındaki kirlilik Mardin'e yakışmıyor. Turizmden beklentilerimiz büyüktür. Bu konuda vatandaşlarımıza da büyük görevler düşüyor. Mahalle ve sokak aralarının temiz tutulması ve çöplerin rastgele ortalığa atılmamasını istiyoruz.

Tarihi yapıları korumamız ve gelecek nesillere taşımamızda hepimizin sorumluluğu vardır" şeklinde konuştu

Mardin Kent Haber, 27.03.2009

SULUKULE PLATFORMU: HUKUKSUZLUK SÜRÜYOR

 

Sulukule Platformu, Fatih Belediyesi'nin yasaları çiğnemeye devam ettiğini savundu. Yazılı bir açıklama yapan Platform, mahallenin büyük bölümünü yok eden dozerlerin, tarihi  tescilli sivil mimari örneklerini de sessice bir bir yıktığını iddia etti. Platform, sayılarının zaten olması gerektiğinden az tespit edildiğini belirttiği tarihi ev kıyımına önceki gün KUDEB'in restore etmeye hazırlandığı bir evin de eklendiğini duyurdu.

Belediye yetkilileri tarafından mahalledeki tescilli evlerin projede korunduğunun ve restore edileceklerinin tekrarlanıp durduğunu ancak sürecin tam aksi yönde geliştiğine dikkat çeken Platform, yıkımların kimi evler için 'yanlışlıkla oldu', kimileri için de 'yandaki ev yıkılırken çöktü, istemeden oldu' pişkinliği ile açıklanmasına da tepki gösterdi.

KUDEB tarafından restore edilecek olan evin sahibinin penceresine 'Dikkat, tarihi evdir ve restore edilecektir. Yıkmak yasaktır!' yazdığının anımsatıldığı açıklamada, belediye ekiplerinin Koruma Bölge Kurulu'nun kararlarını hiçe sayması da eleştirildi.

Yapı, 27.03.2009

TARİHİNE EN 'BÜYÜK' BAKAN İZMİR





“Üç büyük”lerimizin üçüncüsü İzmir, tarihsel mirasa bütçesinden “en büyük” payın ayrıldığı kentimiz... “Büyük düşünen”lerin geçmiş için harcadıkları ise bütçelerinin en “küçük” dilimi... İstanbul, Ankara ve İzmir’in bültenlerine bakın. Restorasyonlar bir yana, antik “Smyrna”nın gün ışığına çıkması için arkeolojik alanlardaki binaları “kamulaştırarak” yıkan tek belediye İzmir...

Ankara’yı yönetenler, kent düşmanı kavşaklarıyla övünürlerken tarihi çevreye ilgisizlikte Türkiye şampiyonu oldular... Bütçesi birçok bakanlıktan fazla olan İstanbul’da da Suriçi ve Beyoğlu’ndaki eski semtlerde “çöküntü süreci” 15 yıldır devam ederken, tarihe duyarsızlık yüzünden UNESCO her yıl azarlıyor... İzmir’de ise Piriştina’nın başlattığı ve Aziz Kocaoğlu’nun yaygınlaştırarak sürdürdüğü “tarihi ve kültürel mirasın belediye bütçesiyle kurtarılması ve yaşatılması” projelerine ayrılan kaynaklar rekor düzeylere tırmandı.

Kentin binlerce yıllık geçmişini barındıran Agora’daki kazı çalışmalarına destek olmak; arkeolojik alanı daha da genişletmek ve uygunsuz binaların kaldırılarak “antik dönemi algılanabilir kılmak” için, planlama ve düzenleme giderlerinden ayrı sadece kamulaştırmalara yaklaşık 20 trilyon ödendi.

Tarihi Kemeraltı’nın kentin yeniden en çekici alışveriş ve yaşam merkezi olması için gerekli düzenlemeler mimari proje yarışmasıyla belirlendi. Eski havagazı fabrikasının endüstri mirası olarak kente kazandırılması da Kocaoğlu’nun İzmir’e armağanları arasında...

Seçime doğru propaganda yayınlarına da yansıyan işte bu fark, Ege’nin kahraman metropolünde oyların sadece aydınlanmaya değil “kimlikli kent- leşme”ye ve “geçmişle kucaklaşarak çağdaşlaşma”ya da verileceğini gösteriyor...

İnsan merak ediyor; Ankara ve İstanbul’daki “muhafazakar” yerel yönetimler, tarih ve kültür zenginliklerinin “muhafaza edilmesi”nde neden İzmir’den daha geriler, hatta isteksizler?

Sorunun yanıtını, Fransa’daki ilk tarihi eserleri koruma yasasını yazan Victor Hugo daha 1850 yılında bakın nasıl vermiş: “Kültürel miras aklın ve yaratıcılığın belgeselidir. Korumak ve yaşatmak, aydınlanma bilincinin kuşaktan kuşağa güvencesi olacaktır...”

Atatürk de demiş ki; “Tarih, geleceği kurgulamak için en büyük öğretmendir...”

İzmir, aydınlanmanın işte bu “evrensel bilinci”ni yaşama geçiriyor; seçimlere de aynı “uygarlık önderliği”yle hazırlanıyor. İstanbul ve Ankara ise “muhafazakar tahribatın” elinden kurtulmak için 29 Mart’ı bekliyor...

Cumhuriyet, Haber. Oktay Ekinci, 27.03.2009

İSLAM ESERLERİ MÜZAYEDESİ

 

Sotheby’s, 1-2 Nisan 2009’da, Londra’da yapacağı İslam Eserleri Müzayedesi’nin kataloğunu yayınladı. Çoğunluğunu Mısır ve Hindistan menşeli eserlerin oluşturduğu müzayedede Anadolu’dan 50 eser var. Şaşırtıcı olan, yılda iki defa yapılan bu müzayedelerde şimdiye dek her zaman sansasyon yaratan, çok değerli ve menşei sorunlu Anadolu eserleri olmasına karşın, bu müzayedenin inanılmayacak ölçüde alçak gönüllü olması. Anadolu’dan gitme 50 eserin bir kısmını halılar, 19. yüzyıla ait, fazla önemli olmayan mobilyalar, kılıç ve kamalar,  oluştururken, Sotheby’s’in birçok eserde menşei açıklama çabası dikkat çekiyor. Özellikle, geçtiğimiz yıllarda bu müzayede şirketinin başına sorun olan İznik çini panellerinin tümünde bu kaygı açıkça görülmekte.

 

Dikkat çeken eserler arasında 173 numarada yer alan ve 30.000 – 40.000 Pound bedelle arttırmaya sunulan, Padişah 2. Mahmut’un 1836 yılında Henri Guillaume Schlesinger tarafından yapılmış  40x32 cm ölçüsünde yağlıboya bir tablosu var. 202 numaralı eser ise çok ender rastlanan, gri-mavi sırlı bir İznik tabak. 1560 yıllarında yapıldığı tahmin edilen bu esere 60.000 – 80.000 Pound değer biçilmiş. Hemen ardından, 203 numarada, yine aynı yıllara tarihlenen bir başka İznik tabak 15.000 - 25.000 Pound açılış bedeli ile yer almakta. Katalogda, bu parçanın Robert Strauss koleksiyonuna ait olduğu ve daha önce sergilendiği belirtilmiş. 214 numarada yer alan eserin menşei açıklaması ise –kelimenin tam anlamı ile- komik. 1530-1540 yıllarına tarihlenen ve 10.000 – 12.000 Pound açılış fiyatı biçilen bu bir çift İznik karosu için katalogda “1930’lardan beri Avrupalı bir özel koleksiyonda” denmekte.





16. yüzyılda dahi İznik eserlerinin çok pahalı oldukları, bir tek karo ile, bir tabak ve bardağın hemen hemen aynı fiyata satıldıkları, hemen hiçbir zaman seri üretim yapılmayıp siparişle çalışıldığı, birçok zenginin ise yaptıracakları cami veya türbe için yıllar öncesinden İznikli ustalara karo siparişlerini verdikleri biliniyor.  

 

Dolayısıyla, herhangi bir yerde satışa çıkan 16. yüzyıla ait bir İznik karosu gördüğünüzde, bu satışın bir Osmanlı yapısında –çekilmiş bir diş gibi- boşluk yarattığını düşünebilirsiniz.  

TAYHaber, Ali Yamaç, 27.03.2009

TARİHİ MEKANLARDA RESTORASYON

 

Kilis Belediye Başkanı Mehmet Abdi Bulut, kentin tarihi ve kültürel kimliğini ön plana çıkarmak için tarihi mekanların restorasyonunun devam ettiğini söyledi.

Projelerini anlatan Kilis Belediye Başkanı Bulut, temel altyapı hizmetlerinin tamamlanması noktasında belediyenin üzerine düşeni yapmaya büyük bir özen gösterdiğini belirtti. Kilis'in taşıdığı tarihi ve kültürel birikimleri ile Türkiye'de ve dünyada inanç turizmi açısından büyük bir öneme sahip olduğunu ifade eden Bulut, "Dünyadaki en eski 118 yerleşim biriminden biri olması, şehir içerisinde 300'e yakın tarihi değeri olan tescilli yapısı, 150'ye yakın arkeolojik alanı ile adeta tarih mozaiğini oluşturan Kilis'te dünyadaki semavi dinlerin ve bunların öncesindeki dinlerin kesiştiği her şeyi bulmak mümkündür. Ülkemizdeki dört şehitliğin (meşhetlik) bir tanesi Kilis'tedir. 650'nin üzerinde sahabe burada şehit olmuş, Peygamber Efendimiz'in vahiy katibi Şurahbil Bin Hasene Hazretleri, yanında sofrasını açan Şeyh Muhammed Bedevi Hazretleri, teyzesinin çocukları ve bacanakları Talha ve Zübeyr ve daha birçok sahabe türbesi bizim gizli hazinelerimizdir. Bizler bu hazineleri bir bir ortaya çıkararak, Kilis'i inanç turizminde en üst düzeylere taşımak istiyoruz. Bunun için Vakıflar Bölge Müdürlüğü ile birlikte tarihi mekanlarımızın restorasyonlarını devam ettireceğiz. Kilis'imizi kısa zamanda tarihi dokusu ve kültürel boyutuyla ayağa kaldırmayı hedefliyoruz" dedi.

Kilis Kent Haber, 27.03.2009

TARİHİ ESER OPERASYONUNA 3 GÖZALTI

Eskişehir'de, jandarmanın düzenlediği tarihi eser operasyonunda 3 kişi yakalandı.

 

Edinilen bilgiye göre, bir istihbaratı değerlendiren İl Jandarma Komutanlığı ekipleri, otogara bir otomobille gelen H.E. (35), A.K. (39) ve B.B.'yi (41) yakaladı.

 

Gözaltına alınan şüphelilerin içinde bulunduğu araçta yapılan aramada, topraktan yapılma 3 testi, pişmiş topraktan yapılan 2 kap, 4 metal bilezik, 5 sikke ele geçirildi.

 

Kütahya ve Uşak'tan temin ettikleri tarihi eserleri İstanbul'a satmak için götürmeye çalıştıkları iddia edilen şüphelilerin adliyeye sevk edildikleri bildirildi.
Olayla alakalı soruşturma sürdürülüyor.

Eskişehir Kent Haber, 27.03.2009

TRUVA MÜZESİ HAYAL DEĞİL

 

Çanakkale İl Kültür ve Turizm Müdürü Şinasi Haznedar, yapımı çok gecikmiş olan Truva Müzesi konusunda sona yaklaşıldığını açıkladı. Müze yapımı için uluslararası proje yarışması düzenleneceğini belirten Haznedar, "Şartname tamamlanınca yarışma açılacak. Proje yarışma sürecinin 12-14 ay sürmesi öngörülüyor. Birinci seçilecek proje ihale edilerek müze yapılacak" dedi.

Truva ören yerinin girişinde 100 dönüm yerin kamulaştırıldığını, ekonomik sıkıntı da bulunmadığını anlatan Haznedar, "Müzenin bütçesi 2010 İstanbul Dünya Kültür Ajansı’ndan aktarılacak. Ayrıca yapım aşamasında bir sürü uluslararası firma sponsor olmak isteyecektir" diye konuştu.

Müze yapılınca, yurtdışındaki Truva eserlerinin de gelebileceğini belirten Haznedar, şunları söyledi: "Truva’da şimdiye kadar yapılan kazılarda çıkan eserler dünyanın 44 ülkesinde. Türkiye’nin o ülkelerle ikili ilişkileri çerçevesinde geri kazanılacak konumdalar. Eserlerin tekrar bize döneceğine inanıyorum."

Hürriyet Ege, Haber: Burak Gezen - Ersan Küçükkuru, 27.03.2009

TARİHİ BELEDİYE BİNASINA RESTORASYON

 

 

Ulubey Belediye Başkanı Hüseyin Buğdaylı, yaklaşık 10 yıldır atıl vaziyette bekleyen tarihi eski belediye binasını restore edeceklerini söyledi.

 

Uşak’ın Ulubey İlçesi’nde 1984 yılına kadar belediye hizmet binası olarak kullanılan 100 yıllık tarihi bina 2009 yılında restore edilerek yeniden hizmet binası olarak kullanılmaya başlanacak. AK Parti Ulubey Belediye Başkan Adayı Hüseyin Buğdaylı, 300 bin TL’ye mal olacak restorasyon çalışmalarının 2009 yılında gerçekleştirileceğini ifade ederek projeyi Anıtlar Kurulu’na sunduklarını ve olur için cevap beklediklerini söyledi.

 

Ulubey’deki tarihi belediye binasının 1984 yılından sonra Çıraklık Eğitim Merkezi olarak kullanıldığını da ifade eden Buğdaylı, “ÇEKÜL Vakfı Başkanı Metin Sözen, bize bu binanın Türkiye’deki en eski 5 belediye binasından bir tanesi olduğunu söyledi. Yaklaşık 10 yıldır bina atıl vaziyette duruyor. Geçmişin izlerini taşıyan bu binamızı gelecek kuşaklara taşımak ve yeniden hizmet binası olarak kullanmak istiyoruz. Bu konuda bir proje hazırladık. Tahminimize göre 300 bin TL’ye mal olacak restorasyon çalışmalarını 2009 yılında başlayıp bitirmeyi düşünüyoruz. Şuanda her şey hazır sadece Anıtlar Kurulu’ndan projemize olur verilmesini bekliyoruz. Çalışmalar tamamlandığında belediyeyi oraya taşıyacağız ve mevcut hizmet binamızı da öğrenci yurdu yapacağız” dedi.

 

Tarihi binayı restore ettikten sonra kent müzesi yapmayı da düşündüklerini ancak yeterli ziyaretçi olmayacağı endişesiyle bu düşünceden vazgeçtiklerini anlatan Hüseyin Buğdaylı, “ İlçemizin simgesi durumundaki bu binayı kent müzesi haline dönüştürme fikrimiz vardı. Ancak turizm potansiyelimiz olmadığı için vazgeçtik. Daha sonra burayı bir iş merkezi yada kültürel amaçlı kullanmayı düşündük. Ancak ilçemizin simgesi haline gelen binanın sadece belli bir zümreye değil tüm ilçe halkının kullanımına açılmasını istedik. Bu düşünceden hareketle binayı yeniden belediye hizmet binası olarak kullanmayı uygun bulduk” diye konuştu

Uşak Kent Haber, 26.03.2009

MAĞARALAR TURİZME KAZANDIRILACAK

 

Amanos Dağları'nda bulunan yüzlerce mağaranın koruma altına alınması ve turizme kazandırılması için çalışmalar başlatıldı. Dörtyol İlçesi'nde faaliyet gösteren Amanoslar Çevre Koruma ve Dayanışma Derneği (AÇED) Başkanı Nazım Sönmez, yaptığı açıklamada, Amanos dağlarında yüzlerce mağara bulunduğunu, bu mağaraların özelliklerini belirleyip turizme kazandıracaklarını söyledi. Ankara Mağara Araştırma Derneği'nin (MAD) 4 üyesinin Amanoslar'daki mağaraları incelemek üzere ilçeye geldiğini belirten Sönmez, MAD ve AÇED tarafından ortaklaşa oluşturulacak mağara haritalarını Kültür ve Turizm Müdürlüğüne göndereceklerini ifade etti. Araştırma ekibinin çalışmaya başladığını dile getiren AÇED Başkanı Sönmez, ''Deneyimli mağaracılar ilk olarak Kuzuculu ile Kapılı Köyü sınırları içindeki 'Dev Ayma' mağarasının keşifleri ve harita çalışmalarını yapmaya başladılar. Ekipler, sonrasında ise Çat Kara Mağara, Koyun Bali, Camızoğlu, Sakçalı, Mal deresi, Güvercinli mağaraları ve diğer mağaralarda incelemelerde bulunacaklar. Kültür ve Turizm Bakanlığına sunacağımız raporla bu mağaraların korumu altına alınmasını isteyeceğiz. Mağaraları turizme kazandıracağız” dedi. Mağaraların haritalanması, özellikleri ve diğer unsurlarının belirlenmesinin uzun zaman aldığını ifade eden Sönmez, bu nedenle sponsor arayışı içinde olduklarını da sözlerine ekledi.

Hatay Gazetesi, 26.03.2009

TARİHİ ESER OPERASYONU: 3 GÖZALTI

Denizli'de, dört adet tarihi eser ele geçirilirken, olayla ilgili üç kişi gözaltına alındı.

 

Denizli İl Jandarma Alay Komutanlığı'nca kültür ve tabiat varlıkları kaçakçılığına yönelik çalışmalar sonucu Honaz İlçesi Kaklık beldesinde E.E., E.E. ve Y.E. isimli şahısların elinde tarihi eser bulunduğu ve satmak için müşteri aradığı haberi alındı.

 

Bu kapsamda yapılan çalışmalar sonucunda şüpheli şahısları ve tarihi eserleri ele geçirmek için operasyon düzenlendi. Şüpheli şahısların üst ve kullandığı araçta yapılan aramada, bir adet bronz spatula, bir adet cam gözyaşı şişesi, bir adet cam koku şişesi ve bir adet iki parçadan oluşan allık taşı ele geçirildi.

 

Olayla ilgili gözaltına alınan üç şahıs ifadelerinin tamamlanmasının ardından adli makamlara sevk edildi.  Operasyonda ele geçirilen tarihi eserler Denizli Müze Müdürlüğü'ne teslim edildi.

Denizli Kent Haber, 26.03.2009

TARİHİ TABYA KÜLTÜR MERKEZİ OLACAK

 

Çanakkale'deki tarihi Anadolu Hamidiye Tabyası, kültür merkezine dönüştürülecek.

 

Çanakkale Kültür ve Turizm Müdürü Şinasi Haznedar, düzenlediği basın toplantısında, 105 dönümlük alandaki tabya, 10 bonet ve bataryaların bulunduğu bölgenin askeri alan olarak kullanıldığını söyledi. Kısa bir süre önce boşaltılan tabyanın, Genelkurmay Başkanlığı ile Kültür ve Turizm Bakanlığı arasında imzalanacak protokolün ardından bakanlığa devredileceğini belirten Haznedar, "Bölgede Miniatürk'e benzer gösteri alanları, sinema salonları, gezinti alanları, sergi salonları yapılacak." diye konuştu

Zaman, 26.03.2009

MÜZEDE SKANDAL

 

 

Ankara’daki Kültür Bakanlığı Devlet Resim ve Heykel Müzesi’nde (DRHM) yaşanan tarihi eser hırsızlığı iddiasıyla ilgili soruşturmada polis, aralarında müzenin koruma görevlisi Veli D.’nin de bulunduğu 7 zanlıyı gözaltına aldı. Müzeden, değeri yaklaşık 650 bin TL olan üç resmi çalan Veli D.’nin, İstanbul Topkapı Sarayı Müzesi’nde karıştığı yolsuzluk olayından dolayı soruşturma geçirdiği ve Ankara’ya sürgün edildiği ortaya çıktı.


Edinilen bilgiye göre, şubatta DRHM’nin envanter kayıtlarının incelenmesi sonucu, müzede sergilenmeyen ve depoda tutulan 3 resmin bulunmadığı belirlendi. Bunun üzerine müze müdürlüğü, bakanlık aracılığıyla olayı polise aktardı. 

Polis, müzede görev yapan personelle ilgili inceleme yaparken, şüpheler Veli D.’nin üzerine yoğunlaştı.  Veli D.’nin, 2003’te Topkapı Müzesi’nde sahte ziyaretçi bileti basılarak parayla satılması sonucu yasa dışı menfaat sağlanması olayına karıştığı, yargılamasının sürdüğü ve Ankara’ya “sürgün edildiği” tespit edildi.


 Veli D. sorgusunda, yönetim gelmeden önce deponun anahtarını müze müdürünün odasından aldığını ve depoya girdiğini, biri Osman Hamdi Bey’e ait 3 resmi seçtiğini, rulo yapıp içine koyduğu çöp poşetlerini aracının bagajına yerleştirdiğini,  arkadaşı Koray A. aracılığıyla resimleri satabilmek amacıyla İstanbul’a gittiğini anlattı.

İstanbul’da zanlıların bağlantı kurduğu ünlü ressam ve bilirkişi Prof.Dr. Dinçer Erimez, resimlerin arkasındaki DRHM’ye ait mührü gördü. Erimez’in uyarısı sonucu müze yönetimi Veli D.’nin peşine düşerken, D. yine gizlice depoya girip resimleri yerine bıraktı.  Resimlerin bulunmasına karşın polis, 7 kişiyi gözaltına aldı.

Milliyet, Haber: Tolga Şardan, 25.03.2009

PABLO PICASSO'NUN GUERNICA'SI LONDRA'DA

 

 

Picasso’nun ünlü savaş karşıtı eseri Guernica’nın bir kopyası evvelki gün Londra’ya getirildi.

 

Eserin dokuma versiyonu 24 saat boyunca Whitechapel Art Gallery’nin duvarında asılı kaldı. Picasso eserin orijinalini 1937 yılında İspanya İç Savaşı sırasında Cumhuriyetçilerin Guernica’yı bombalamasını protesto etmek için yapmıştı. Tablo iki yıl sonra Whitechapel Gallery’de sergilenmişti.


Ressam 1950’lerde tablonun orijinalinin dünyayı gezemeyecek kadar narin olduğunu fark ettiğinde, iki İranlı dokumacıya eserinin birebir üç kopyasını yapmaları için izin vermişti. Diğer üç kopyanın biri şu an Japonya’da, diğeri Fransa’da, üçüncüsü ise Rockefeller Ailesi tarafından sahiplenilmiş.

Taraf, 25.03.2009

TARİHİ ESER OPERASYONU

 

 

Karabük Emniyet Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Şube ekipleri tarafından yapılan operasyonda 1 kişi tarihi eserlerle birlikte yakalandı.


Kaçakçılık Şube Müdürlüğü ekipleri tarafından S.Ş. isimli şahsın tarihi eser satacağı ihbarı üzerine takibe alındı. Kent merkezinde ekipler tarafından yakalanan S.Ş. ile birlikte 4 adet bronz haç, deri kaplama Kuran'ı Kerim, bronz spatula ve 7 parça halinde bronz parçalar ele geçirildi. Yapılan inceleme sonrası 4 adet bronz haçın 2863 Sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu kapsamında Kültür Varlığı olduğu tespit edildi.

 

Olayla ilgili olarak gözaltına alınan S.Ş.'nin sorgusu sürüyor.

Karabük Kent Haber, 25.03.2009


Ölü doğmuş bir projenin cenazesi (Devam):

İKİBİN
(S)ON

2010'DA BABIALİ DE SAHNE ALACAK MI?





‘Avrupa Kültür Başkenti’ ilan edilen İstanbul’u uluslararası seyahat pazarına daha etkin sunmak için hazırlanan etkinlikler 2010’da “sahne” alacak. Ancak, Kültür Başkenti Yürütme Kurulu’nun başkanı kıdemli bir gazeteci olmasına karşın 2010’da sergilenecek etkinlikler arasında Türkiye’nin “basın ve yayın başkenti” İstanbul’un 300 yıllık bu birikimini görünür kılacak, Babıali basın tarihiyle doğrudan ilgili bir etkinlik başlığı henüz göremedim.

İletişim Müzesi
Üstelik 2010, Türkçe fikir gazeteciliğinin başlangıcı kabul edilen Tercüman-ı Ahval’in yayınının da 150. yılı! Bu durum, 2010’da İstanbul’a en çok turisti getirme politikalarının bir sonucu mu yoksa unutkanlık mı emin değilim. Yine de henüz vakit varken “basın ve yayın başkenti İstanbul”un bu alandaki mirasını 2010’da kısmen görünür kılacak “Türkiye Açık Alan İletişim Müzesi” önerimi paylaşmak istiyorum: Tarihi Yarımada’daki 300 yıllık matbaa, gazete, dergi ve yayınevi tarihini ve mimari izlerini “görünür” kılacak “Türkiye Açık Alan İletişim Müzesi” projesi ivedilikle hazırlanmalı ve 2010’da temeli atılmalı.

Çok yönlü işlevler taşıyacak “Türkiye Açık Alan İletişim Müzesi”nin temelinin atılması ile elde edilebilecek somut sonuçlar üç ana başlıkta sıralanabilir:

1- “Döneminin sosyoekonomik ve kültürel değerleri”ni barındıran eski basın yayın işletmelerinin binalarının daha özenli korunması sağlanacak.

2- Cağaloğlu bölgesindeki kitap yayıncılığı faaliyetlerinin kısmen de olsa sürdürülmesi teşvik edilecek.

3- Dijital çağda baş döndürücü bir hızla değişen iletişim teknolojilerinin tarihsel evrimini ve bunun toplumsal, kültürel, siyasal ve iktisadi etkilerini de içerecek bir tarihsel yolculukla Türkiye iletişim tarihi eğitimi mümkün olacak.

Babıali haritası
Sirkeci Postanesi-Topkapı Sarayı-İÜ Beyazıt Kampüsü üçgenini kapsayacak “Açık Alan İletişim Müzesi”, yaygın anlamda iletişim tarihi eğitimine katkının yanı sıra İstanbul’u ziyaret edenlerin de ilgisini çekecektir. İletişim tarihiyle ilgili mevcut müze birimlerini de içerecek “Açık Alan İletişim Müzesi” iki aşamalı hayata geçirilebilir. Birinci aşamada “Açık Alan İletişim Müzesi”nin temeli atılabilir. Bu amaçla, 2010’a kadar, basın yayınla ilgili kurumların izlerini taşıyan 112 mekanın işaretlendiği mevcut Babıali 1830-1980 Haritası (1) büyük boyda ve ışıklı olarak Açık Alan İletişim Müzesi’nin “giriş” noktalarına asılmalıdır. Bu haritada işaretli 112 noktaya yerleştirilecek panolara da bu mekanlarda faaliyet gösteren gazete, dergi, matbaa gibi kurumların kısa tarihçesi yazılmalıdır. Yine 2010’a kadar, Babıali’de halen hizmet veren ve “basın yayın” tarihini sergileyen ya da barındıran kurumlar “Açık Alan İletişim Müzesi”nin ara durakları olarak, bütüncül bir anlayışla, yeniden düzenlenmelidir. Örneğin: Basın Müzesi, PTT Müzesi, İÜ İletişim Galerisi, İÜ Nadir Eserler Kütüphanesi, Beyazıt Kütüphanesi, Köprülü Kütüphanesi, Basın Sarayı, İstanbul Valiliği, Matbaayı Amire ve 2. Mahmut Türbesi (2).

150. yıl sempozyumu
Türkiye iletişim tarihini özlü olarak anlatan bir rehber kitap ve bir belgesel 2010’a kadar tamamlanarak “Açık Alan İletişim Müzesi”nin ara duraklarında kullanıma sunulabilir. Ayrıca Türkiye iletişim tarihini yansıtan belgesel ve sinema filmleri de bu ara duraklarda, özellikle de Basın Müzesi’nde programlı olarak gösterilebilir. Bu filmlerin içerikleriyle uyumlu olacak sergi, söyleşi ve benzeri etkinlikler de 2010 içinde hazırlanabilir. İletişim tarihiyle ilgili kitaplar 2010’da yeniden basılabilir ya da yeni kitapların hazırlanması teşvik edilebilir. Akşam, Cumhuriyet, Dünya, Hürriyet, Milliyet, Vatan gibi Babıali ile tarihsel bağı olan gazetelerin kuruluş yıldönümlerinde Basın Müzesi’nde sergi ve söyleşiler düzenlenebilir. Sadece mütevazı bir büstü bulunan İbrahim Müteferrika başta olmak üzere gazetecileri, müvezzileri, matbaacıları ve telgrafçıları sembolize eden heykeller ‘Açık Alan İletişim Müzesi’ projesi kapsamında üretilerek uygun noktalarına yerleştirilebilir. İÜ İletişim Fakültesi, “150. Yılında Türkiye’de Fikir Gazeteciliği Sempozyumu” düzenleyebilir.

2010 sonrası yapılacaklar
Şüphesiz 2010 sonrası yapılacaklar daha zahmetli ama daha kalıcı olacaktır. İlk olarak, ‘Açık Alan İletişim Müzesi’ uygulama alanının merkezini oluşturacak Babıali Caddesi, Cağaloğlu Yokuşu, Cemal Nadir ve Narlı Bahçe sokaklarındaki basın yayınla ilgili mevcut fonksiyonların bütünü koruyacak bir planlama ve işletmelerin özendirilmesi için teşvikler gerekiyor. İkincisi Babıali Haritası’nda işaretli yapılardan yıkılmamış olanlar kültür varlığı olarak tescil edilmelidir. Üçüncüsü ise ‘İletişim Müzesi’nin ara durak sayısı artırılmalı. Örneğin: MEB Kitabevi, İstanbul Maarif Kitaphanesi, Kanat Yayınevi, İçtihad Evi, Kırmızı Konak, Sosyal Yayınları, Yayıncılar Birliği, Türk Edebiyatı Dergisi, eski Akşam ve Dünya gazeteleri binaları bu amaçla değerlendirilebilir. Modüler bir yaklaşımla ara durak niteliğindeki müzelerle desteklenecek olan ‘Açık Alan İletişim Müzesi’nin sahibi Kültür Bakanlığı olmalıdır. İletişim Müzesi’nin projelendirmesini ve uygulama koordinasyonu da yapacak Bakanlık, Büyükşehir Belediyesi, Fatih Belediyesi, İstanbul Üniversitesi, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti, Türkiye Yayıncılar Birliği, PTT, Mimarlar Odası ve Tarih Vakfı gibi kurumlar ile proje ortağı olarak çalışabilir.


1. Orhan Koloğlu’nun hazırladığı ve Raşit Yakalı’nı çizdiği “Babı Ali 1830-1980” haritası için bkz.: Bir Zamanlar Bab-ı Ali (Haz.: Orhan Koloğlu), TGC Yayınları, İstanbul, 1998, s.2
2. Takvim-i Vekayi’yi yayınlatan 2. Mahmut’un Türbesi’nde, basını sansürüyle ünlü 2. Abdülhamit de gömülü. Basın Müzesi’ne komşu bu türbenin avlusunda da muhalif fikirleri nedeniyle katledilen ilk gazeteciler Hasan Fehmi ve Ahmed Samim’in yanı sıra Tercüman-ı Ahval’i yayınlayan Agah Efendi’nin mezarları bulunuyor.

Radikal, Yazı: Hasan Üstün / İÜ, Arş. Gör., 24.03.2009

İSTANBUL 2010 AVRUPA KÜLTÜR BAŞKENTİ: KAÇIRILAN FIRSATLAR VE ENDİŞELERİMİZ

 

İstanbul’un 2010 Avrupa Kültür Başkenti seçilmesinin, İstanbul’un kültür varlıklarının, tarihsel ve doğal değerlerinin korunması ve yaşatılması için bir fırsat olarak değerlendirilebileceği düşüncesi hepimizi heyecanlandırmıştı. Bu anlamda, tarihi yapıların restore edilerek kente kültür ve sanat mekanları olarak kazandırılması, tarihi mahallelerin koruma kuralları çerçevesinde yenilenmesi çalışmalarının yapılması beklenebilirdi. 5706 sayılı özel yasa kapsamında çok ciddi kaynakların ayrılması, beklentinin umuda dönüşmesine, kentsel dönüşüm ve yenileme projelerinin, UNESCO dünya mirası listesi çalışmalarının, restorasyon/rehabilitasyon projelerini ilgili yasa çerçevesinde gerçekleştirmesi doğrultusunda bir şeylerin yapılabileceğine olan iyimserliğin oluşmasına yol açmıştı.

 

Ancak gelişmelerin bu yönde olmadığını, endişelerin çoğaldığını, söz konusu projelerden birçoğunun meslek alanımızda ve kamuoyunda sıklıkla tartışıldığını görüyoruz. Yasa kapsamında oluşturulan ajansın ayrılan kaynakları doğru yönde ve şekilde kullanmayacağı yönünde kaygılar doğmaktadır. Bazı belediyeler kendi bölgelerindeki projelerin 2010 kapsamına alınması yönünde öneriler getirmişlerdir. Fatih ve Beyoğlu Belediyeleri tarafından “kentsel dönüşüm” adı altında gerçekleştirilmeye çalışılan kültürel varlıkların ve tarihi mahallelerin yıkımlarının Avrupa Kültür Başkenti projeleri içerisine alınmasını buna örnek olarak belirtebiliriz.

 

Çalışmaların “dünya mirası İstanbul”un değerlerinin korunması ve yaşatılması temelinde gerçekleşmesi, kültür yatırımlarının geliştirilmesi için kullanılabilecek bu değerli fırsatın kaçırılmaması gerekirken, yapılmakta olan çalışmaların ve gündemdeki projelerin bu amaca hizmet ettiğini söylemek ne yazık ki mümkün değildir. 2010 temsilcilerinin söylemlerinde “yeni” bir İstanbul, “kentin dönüm noktası”, “turizmin merkezi” şeklindeki ifadelere çok sık rastlanmaktadır. Çalışmalar bir yönüyle turistik tanıtıma indirgenmiştir. Öte yandan yöneticilerin ideolojik bir tercih olarak uygulamaya çalıştıkları Osmanlının canlandırılması projesinin hayata geçirilmesi için bir fırsat olarak değerlendirme gayretleri tartışılması gereken önemli bir konu olarak gündemimizde durmaktadır.

 

2010 sürecindeki gelişmelere sivil toplum perspektifinden bakabilmek, karşılaşılan sorunları ve bilgiyi paylaşabilmek, kentliyle ve kentli kuruluşlarıyla birlikte tartışarak ortak bir tavrı geliştirebilmek nedense önemsenmedi. Oysa çalışmaların başarılı olabilmesi için, öncelikle tüm kesimlerin katkısını alabilecek düzenlemelerle demokratik katılımın aranmasına gereksinim olduğu hep vurgulanmıştır.

 

Mimarlar Odası Avrupa Kültür Başkenti çalışmalarını İstanbul Büyükkent Şubemiz aracılığıyla yakından izlemektedir. 2010 Avrupa Kültür Başkenti sürecine farklı, alternatif bir bakışın geliştirilmesi, tartışılabilmesi ve sürecin kamuya mal edilebilmesi amacıyla bir araya gelen, meslek odaları, semt güzelleştirme dernekleri, çevreci kuruluşlar, yayın kuruluşları, kent platformları, sanatçı derneklerinin temsilcilerinin buluştuğu toplantılar düzenlenmiş; sürecin birlikte değerlendirilmesi ve kuruluşların önerilerinin paylaşılması sağlanmıştır. Kamu yararını temsil eden sivil toplumun temsilcileri ile bu birliktelik platformunun sürdürülmesi Mimarlar Odası’nın İstanbul 2010 kapsamındaki çalışmalara yapacağı önemli bir katkı olarak değerlendirilmelidir.  

Mimarlar Odası, Yazı: Bülend Tuna / Mimarlar Odası Genel Başkanı, 23.03.2009

SAHNE KİMİN İSTANBUL?





Büyükşehir Belediyesi’nin oldukça yüklü olduğu anlaşılan “2010 Avrupa Kültür Başkenti” projesine ayırdığı bütçeden payını alan “Sahne Senin İstanbul” afiş ve pankartlarının yerini şimdilerde, yerel seçimin hareketlendiği bir ortamda doğal olarak seçim duyuruları aldı. Büyükşehir Belediyesi adına bu değişim doğrusu iyi de oldu. Çünkü “Sahne Senin İstanbul” yazılı afişler, İstanbul gibi bir metropolün “kültür ve tarihini” yitirişiyle örtüşmüyordu.

2010 Kültür Başkenti hazırlıklarına (ki bunların ne olduğunu henüz somut olarak görmüyor ve bilmiyoruz), kimi meslektaşlarımın iyi niyetli ve olumlu yaklaşımlarını, özür dileyerek, bu nedenle paylaşamıyorum. Her şeyden önce coğrafi konumu ile dünyanın sayılı güzel kentlerinden biri olan İstanbul’un “Avrupa Kültür Başkenti” etiketiyle anılması, doğup büyüdüğümüz bu kent için elbette bir övünç kaynağıdır. Ne var ki, bu övünç, yurttaşını oturduğu yöreye her geçen gün biraz daha adeta yabancılaştıran, kültür ve tarih kalıtını (mirasını) yok eden bir çarpık kentleşme anlayışıyla bağdaşmadığı gibi, böylesi güzel bir duyguyla da ters düşüyor.

İstanbul için önce şu soruyu sormak gerekir: İstanbul, bırakın bir yabancının gözünde, önce kendi vatandaşı için gerçekten bir kültür kenti midir? Kentin yerel baş sorumlusu Büyükşehir Belediyesi, İstanbul’un büyük metropol olabilme niteliklerini, sadece yol yapmak, kavşak açmak, gökdelen dikmek, yüklü harcamalarla yeşillikleri laleyle donatmak, metrobüs projelerini geliştirmek gibi çalışmalarla sınırlı tutmaktadır.

Oysa bir kentin, kültür ve tarihi birikimiyle Avrupa’ya açılabilmesi, önce kendi yurttaşının uygarlığa kapı olan bu anlayışla iç içe yaşamasıyla olanaklıdır.

Cumhuriyet dönemine adını yazdıran tiyatrolarımızdan bugün kaçı ayakta kalabilmiştir (Kenter Tiyatrosu’nu bu arada yürekten kutlamak gerek. Alanında tek örnektir ayakta kalabilen) ya da kültür kenti olmanın simgesi elle tutulur bugün kaç tiyatro salonumuz vardır? Kültür belleğimiz Tepebaşı Dram Tiyatrosu’nun yangınlara teslim edilmesinden sonra, (özel kurumların sanat mekanlarının dışında) devlet ya da yerel yönetim eliyle İstanbul’a kaç sanat kültür merkezi kazandırılmıştır? Tiyatrosu yok, operası yok, kentli nüfusun yüzde 80’i bu iki kültür sanat etkinliğine yabancı, konser salonları sayılı, soluk alan meydanları yok, Portekiz’in minik Porto kenti 1906’dan kalma muhteşem mimarideki tarihi kütüphanesi ile övünürken, 600 yıllık kentin Beyazıt Devlet Kütüphanesi’nin görünümü “kitaplıktan çok karanlık ve rutubetli bir manastır görünümünde” (Ataol Behramoğlu, Cumhuriyet Pazar Eki, Beyazıt Devlet Kütüphanesi’nden izlenimler) Kadın Eserleri Kütüphanesi hala geliştirilmeyi, genişletilmeyi, iyileştirilmeyi bekliyor.

Kentin geleneksel mimari silueti de birer birer yok oluyor, tarihin belleği ahşap yapılar çöküşe terk edilmiş, yananların yerine gökdelenler dikiliyor. Kentin dokusu yozlaşıyor, bozuluyor, yabancılaşıyor. 21. yüzyılda İstanbul kentinin kültür, sanat birikiminin övünme kapsama alanı, tarihi Sultanahmet, Topkapı ile Yerebatan Müzesi, Galata Kulesi vs. ile sınırlı. Bunun ötesinde kent, Shoping Center’lar, Business Tower’lar, Happy City’s, The İstanbul Konutları, Starbucks’lar, Gloria’s Jeans kahveleri, Manhattan yerleşimleri, görkemli alışveriş merkezleri ve konut gökdelenleriyle kuşatılmış durumda. Akaretler’deki vakıf binaları, resim galerileri, konferans ve konser salonlarına dönüştürülmesi gerekirken, New York City’yi aratmayan lüks mağazaları konuk ediyor. İstanbul’u ziyaret eden bir yabancı, kentin özgün mimarisini, kültürünü, sanatını, yaşamını değil, bunları solukluyor. Bunun adı da Kültür Başkenti oluyor.

Son derece yaşamsal olduğuna inandığım yerel seçimler öncesinde, her türlü zorluğuna karşın asla vazgeçemeyeceğim güzel İstanbul için böylesine eleştirel bir bakış getirmek istemezdim. Ancak gerçekleri dillendirmek hepimizin sorumluluğudur diye düşünüyorum.

Cumhuriyet, Yazı: Deniz Banoğlu, 23.03.2009

TAKSİM'DE YENİ AKM 2010'A HAZIRLANIYOR





Uzun süren yıkım tartışmalarıyla gündeme gelen Taksim Meydanı’nın anıt yapısı Atatürk Kültür Merkezi (AKM), yenileme çalışmalarıyla geleceğe hazırlanıyor. Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından imzalanan protokolle 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansınca üstlenilen AKM’nin yenileme projesi, binayı 1969’da tamamlayan Mimar Hayati Tabanlıoğlu’nun mimar oğlu Murat Tabanlıoğlu’na verildi.

 

Kısa süre içinde genel çerçevesi hazırlanan "AKM yenileme projesi" ile AKM, 2010 İstanbul’unda sanatseverlere, günümüz teknolojisi ve mimarisi ile yenilenen, bununla birlikte geçmişten izler taşıyan yeni yüzüyle ev sahipliği yapacak.


Yenileme çalışmaları kapsamında yapılacak işlerle yeni görünümü sunulan bina, salonların bulunduğu ana bina ve depoların bulunduğu yan bina olarak iki ayrı bölüm halinde ele alınıyor.

2010 yılına yetiştirilmesi planlanan ana binada yenilemeler kapsamında, öncelikle tüm binanın tesisatı, ışık ve ses sistemi yenilenecek. Dış cephe ve çatı yeniden ele alınarak ısı ve ses izolasyonu yapılacak. Ön cephe tamamen sökülerek günümüz teknolojisine uygun olarak, ses ve ısı yalıtımı sağlayacak çift cam uygulanacak. Teknik yenilemelerin yanı sıra binanın görünümü de günümüz gelişmiş mimari teknolojisini yansıtacak.

 

AKM’nin ön cephesini kaplayan ve inşa edildiği zamanın teknolojisini yansıtan alüminyum elemanlar, Avrupa’da birçok alüminyum restorasyon çalışmalarında olduğu gibi, aynı grid sistem cam yapı kullanılarak yenilenecek. Böylece ön cephe daha transparan hale getirilecek. Ayrıca, ön cephenin tamamı yeni bir "LED teknolojisi" sayesinde, gündüz ve gece farklı yayınların yapılabileceği, sanatsal çalışmaların sergilenebileceği büyük bir ekran olarak kullanılabilecek. Girişin üzerini tamamen kapatan cam bir saçak kullanılacak.

 

Ana giriş, sanatçı ve dekor girişleri yeniden düzenlenecek. Girişteki gişeler kaldırılarak geniş bir karşılama alanı oluşturulacak, böylece alüminyum konstrüksiyonuyla dönemin simgelerinden biri olan girişteki döner merdivenin etrafı açılarak, merdiven ortaya çıkartılacak. Salonlara ulaşımda yaşanan sirkülasyon sorunu böylece çözümlenmiş olacak.


Ana salonun tüm teknik donanımı elden geçirilerek yenilenecek, salonun girişinde tek ve büyük bir fuaye oluşturulacak.


Ana bina içerisinde konser CD’leri, sergi katalogları, defterler, kartpostallar gibi hediyelik eşyaların satılacağı küçük bir satış ofisi açılarak AKM’nin markalaşmasına katkı sağlanması da hedefleniyor.
 
Binanın merdivenleri yangın yönetmeliğine göre yeniden düzenlenecek. Arka kısımdaki merdivenlerden biri camla kapatılarak yangın merdiveni olarak kullanılacak. Prova salonlarının yetersizliği nedeniyle binanın arka tarafında yeni ve çağdaş prova salonları hazırlanacak. Bu salonlarda doğal ışığın içeri alınabilmesi için yeni bir uygulama geliştirilecek. Sanat galerisi, hareketli panellerle büyütülecek, tüm tavan ve ana sistem restore edilecek. Kültür ve Turizm Bakanlığının önerisiyle, yapının üst katlarında, Boğaz manzarasına bakan, sanatçıların ve diğer çalışanların da kullanabileceği bir restoran düzenlenecek. AKM’nin yenileme çalışmalarının 2009 yılı Ağustos sonunda tamamlanması öngörülüyor. Böylece Ağustos ayında, sanatçıların 2010 yılı için repertuar çalışmalarına başlamaları amaçlanıyor.
 
Geçmişin önemli kültürel, dinsel ve diğer yapılarının bulunduğu İstanbul’da, opera binası olarak, büyük bir tiyatro binasının yapımına 29 Mayıs 1946’da Vali ve Belediye Başkanı Dr. Lütfi Kırdar zamanında başlandı. Bu başlangıç mimar Rükneddin Güney’in projelerine göre oldu. Maddi nedenlerle İstanbul Belediyesi tarafından yürütülemeyen ve önce Maliye Bakanlığı daha sonra Bayındırlık Bakanlığına devredilen yapı, 1960’lı yılların sonuna kadar senelerce temel karkaslar ve tahta perdelerle çevrili bir şekilde tamamlanmayı bekledi. Nihayet mimar Hayati Tabanlıoğlu’na görev verilerek tamamlanan yapı, 12 Nisan 1969’da İstanbul Kültür Sarayı adıyla "Aida" temsiliyle hizmete açıldı. AKM, o zaman dünyanın dördüncü, Avrupa’nın ikinci büyük sanat merkezi olma özelliğine sahipti. Ancak AKM, 1970 yılında Arthur Miller’ın "Cadı Kazanı" adlı oyunu sahnelenirken çıkan yangında büyük bir tahribat gördü.

Dönemin Valisi Vefa Poyraz, AKM’nin açılışı ve sonrasında yaşananları anılarında şöyle anlatıyor:

"AKM, başta Cumhurbaşkanı Demirel olmak üzere Başbakan ve Bakanların katılımıyla açıldı. AKM’nin açılışıyla İstanbul’un en önemli eksikliği giderilmiş oluyordu. Açılışın üzerinden bir yıldan fazla bir zaman geçmişti ’AKM yanıyor’ haberi ile şok oldum. Evden öyle bir telaşla çıktım ki, elbisemi dahi arabada giyindim. Taksim’e geldim ki manzara dehşet. Ateş bütün binayı sarmıştı. Çevre ilçelerden gelen itfaiyelerin de takviyesiyle söndürme çalışmaları sürüyordu. Durum çok vahimdi, yangına bir sabotajın neden olduğu açıktı. Hayati Tabanlıoğlu ile birlikte ağladığımı hatırlıyorum. Hainler güzelim binayı yaktılar."

 

Yangın nedeni üzerinde türlü olasılıklar ileri sürüldü, ancak konu hukuk açısından sonuca bağlanmadı. Yangın sonunda tüm sahne ve seyirci bölümü büyük ölçüde hasara uğradı. Yangından önce ve birinci yapım döneminden 13 yıl sonra bitirilen yapı, yangından sonra yeniden 7 yıl daha sabır gösterilerek tekrar tamamlandı. Yeni değişiklikler, sıkı güvenlik ve yangın önlemleri ile AKM, 1978’de yeniden açıldı.

Radikal, 22.03.2009


TARİHİ ESER KAÇAKÇILARI GÖZALTINA ALINDI

 

Mersin'in Erdemli İlçesi'nde, tarihi eser kaçakçılığı yaptıkları iddia edilen 7 kişi gözaltına alındı.

Erdemli Emniyet Müdürlüğü Organize Suçlar ve Kaçakçılık Şubesi ekipleri, Hüsametli ve Sorgun köylerinde bazı kişilerin tarihi eser kaçakçılığı yaptığını belirledi. Alıcı gibi davranarak zanlılarla temas kuran ekipler, buluşma yerinde M.Ç. ile M.A'yı gözaltına aldı. Zanlılarla birlikte mini haç, mühür yüzük, 2 vazo, Orta Çağ ve Roma dönemlerine ait olduğu belirlenen 44 sikke ele geçirildi. Olayla ilgili Z.D, E.Y, A.K, M.N. ve H.P. de yakalandı. Zanlılar, haklarında 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu gereğince işlem yapılarak, adliyeye sevk edildi.

Zaman, 24.03.2009

8 ASIRLIK MEDRESENİN RESTORASYONU BAŞLIYOR

 

8 asır önce yaptırılan Taş Medresesi'nin restorasyon ihalesi bu ay içerisinde yapılacak. Yenilemenin en kısa zamanda bitirileceğini ifade eden yetkililer, medresenin restorasyondan geçirilmesinin ardından müze olarak halka açılacağını belirtti.

 

Anadolu Selçuklu sultanlarından II. Keykubat zamanında başvezir olan Emirdad Sahipata Hüseyin'in oğlu Fahreddin Ali tarafından 1250 yılında yaptırılan medrese, o tarihten bu yana birçok tamirat geçirdi. 1965'ten itibaren Akşehir Arkeoloji Müzesi olarak kullanılan Taş Medresesi, 1986'dan beri restorasyon için teşhire kapatıldı. Taş Medrese'nin restorasyon çalışmalarının yapılabilmesi için, Konya Rölöve ve Anıtlar Müdürlüğü'ne ödenek gönderildiği ve proje ihalesinin 27 Mart'ta gerçekleştirileceği öğrenildi. Taş Medrese'nin proje ihalesinin ardından restorasyon ihalesinin yapılacağı ve restorasyon çalışmalarının ardından da 'Taş Eserler Müzesi' olarak halka açılacağı bildirildi.

Zaman, Haber: Hacı Başer, 24.03.2009

EZO GELİN'İN MEZARI RESTORE EDİLDİ

 

Oğuzeli İlçe Kaymakamlığı tarafından Ezo Gelin’in anıt mezarı restore edildi. Oğuzeli İlçesi Dokuzyol Köyü'nde bulunan Ezo Gelin anıt mezarını restore ettiren Oğuzeli Kaymakamı Remzi Demir, Dokuzyol İlköğretim Okulu öğrencileriyle beraber mezarı ziyaret etti. Kaymakam Demir, ilçenin tanıtımı için büyük önem taşıyan Ezo Gelin’in hikayesinin, gelecek nesillere de aktarılması konusunda gayret göstermeye devam edeceklerini kaydetti.

Kaymakam Remzi Demir, "Ezo Gelin adıyla meşhur Zöhre Bozgeyik, 1909 yılında Oğuzeli İlçesi Dokuzyol Köyü'nde doğmuştur. 1930 yılında değişik usullerle Şiddo Hanifi Açıkgöz ile evlenen Ezo Gelin'in bu evliliği uzun sürmez ve 1,5 yıl sonra ayrılır. 6 yıl dul kaldıktan sonra 1936 yılında Suriye'nin Kozbaş Köyü'nde teyzesi oğlu Abuzer Memey ile evlenir. Bu evlilikten 3 çocuğu olan Ezo Gelin’in sadece kızı Celile yaşamaktadır. 1956 yılında vatan hasretiyle verem olan Ezo Gelin, vefat edince imkan olursa Türkiye'yi gören Bozhöyük tepesine gömülmeyi vasiyet eder. 1997 yılında eski Oğuzeli Kaymakamı Cemal Hüsnü Kansız, eski Gaziantep Valisi Muammer Güler ve Dokuzyol Köyü'nden olan eski Devlet Bakanı Mustafa Yılmaz'ın teşvikleriyle mezarın nakli için Suriye makamlarına başvurulur. 2 yıl süren çalışma ve temaslar sonucu Ezo Gelin'in naaşı eski Oğuzeli Kaymakamı Cemal Hüsnü Kansız başkanlığında bir heyet tarafından 23 Eylül 1999 tarihinde Dokuzyol Köyü’ne getirilir. Vatan sevgisinin, kardeşliğin, misafirperverliğin, Türk kültürünün temsilcisi Ezo Gelin, 24 Eylül 1999 yılında Oğuzeli İlçesi Dokuzyol Köyü'ndeki anıt mezarında toprağa verilir" dedi.

Gaziantep 27 Gazetesi, 24.03.2009

YUNANLI BALIKÇININ AĞINA BRONZ HEYKEL TAKILDI

 

Yunanlı balıkçı, ağının bu kadar ağırlaştığını görünce bir canavar yakaladığını düşünmüş olmalı.Ağdan çıkan ise 2200 yıllık bronz bir süvari heykeli idi. 

 

Kültür Bakanlığı’nın açıklamasına göre söz konusu heykel Kos ile Kalymnos adaları arasındaki sularda bulundu ve balıkçı tarafından yetkililere teslim edildikten sonra temizleme çalışmalarına başlandı. MÖ 2. yüzyıla tarihlenen heykel, göğüs zırhlı ve kısa tünik giysili, kılıçlı bir süvariyi göstermekte. 

Associated Press, 23.03.2009  

TABLODAKİ GERÇEKTEN SHAKESPEARE DEĞİL Mİ?

 

 

William Shakespeare’in geçmişten günümüze kalmayı başaran tek tablosu olduğuna inanılan eserle ilgili iddialar bitmek bilmiyor.

 

Geçtiğimiz haftalarda Hükümdar II. Charles dönemine ait ve Gerard Soest imzasını taşıyan portredeki kişinin Shakespeare olduğu söylenmişti. Şimdiyse bazı uzmanlar aksini iddia ediyor ve resmedilmiş kişinin, aslında dünyaca ünlü oyun yazarı olmadığını söylüyor. National Portrait Gallery’nin 16. yüzyıl küratörlerinden Dr Tarnya Cooper, portredeki kişinin aynı zamanda şair ve yazar olan saray mensubu Sir Thomas Ovebury’ye çok benzediğini belirtiyor. Tablodaki modelin Overbury ile Shakespeare’e olan benzerliği kıyaslandığında Overbury’ye daha çok benzediğini söyleyen Cooper, kendinden oldukça emin. Shakespeare Birthplace Trust’ın yöneticisi Profesör Stanley Wells ise tablodakinin yüzde 90 Shakespeare olduğu konusunda ısrarcı. Tartışma yaratan tablo, hakkındaki iddialara rağmen ünlü oyun yazarının doğum günü olan 23 nisanda The Shakespeare Birthplace Trust’ta sergilenmeye başlanacak.


Çalışmanın 1610 yılında resmedildiği ve ilk Shakespeare portresi olduğu düşünülmüştü. Eserin ilk sahibi ise Shakespeare’in yakın arkadaşı ve aynı zamanda en iyi müşterisi olan Southampton Kontu’ydu. Portrenin Cobbe Ailesi tarafından satın alındığı ve Hampshire’daki bir müzede korunduğu; daha sonra da Surrey’e gönderildiği tahmin ediliyordu. Aile üyelerinden Alec Cobbe, konuyla ilgili yaptığı açıklamada, “Üç asırdan beri ailemizin elinde bulunan bu portrenin kime ait olduğunu bilmiyorduk. Hatta bir ara Sir Walter Raleigh’a ait olduğunu bile düşündük” yorumunu yapmıştı. Tablonun 1616’da Shakespeare’in ölümünden altı yıl önce yapıldığına inanılıyordu. Eser halen National Trust’a ait bir binada bulunuyor.

Taraf, 23.03.2009

115 YIL ÖNCE TRUVA

 

Çanakkale’deki Truva antik kentinde 115 yıl önce kazı çalışmalarını yürüten Wilhelm Dörpfeld’in çektiği fotoğraflar, Tübingen-Troia Vakfı’nca gün yüzüne çıkarıldı.

60 adet siyah beyaz fotoğraf Manfred Osman Korfmann Kütüphanesi’nde sergilenmeye başlandı. 10 Nisan’a kadar gezilebilecek sergi, hem o dönem kazılarına hem de işçi portrelerine ışık tutuyor. Truva Kazı Heyeti Başkan Yardımcısı Yrd. Doç. Dr. Rüstem Aslan, "Aslında Dörpfeld’in Truva kazılarından çekmiş olduğu 300’ü aşkın fotoğraf var. Biz 60’ını sergiliyoruz dedi.
Milliyet, 23.03.2009

MISIR'DA MUMYALAMA YATAĞI

 

 

Mısırlı yetkililerin bildirdiğine göre, Luxor’da KV-63 numaralı mezarda süren kazılarda bulunan ve 3000 yıl önce mumyalama işlemi sırasında ölülerin yatırıldığı bir yatağın parçaları restorasyon sonrası bütünlendi. Tutankhamon’un mezarının hemen yanında bulunan bu mezar odası uzun yıllardır kazılmakta. 

 

Ayak ucunda aslan başları ile süslü yatak, vücudun kurutulabilmesi için başucundan ayak ucuna doğru 5 cm alçalıyor. Vücut, organları çıkarıldıktan sonra 40 gün bu yatakta bekletilip bandajlama işlemine geçiliyordu. Ardından, bir süre daha bekletilip tabutlanıyordu. 

 

Luxor Eski Eserler Yöneticisi Mansour Bouriq’in açıklamasına göre daha önceden de mezarlarda bu tür yataklar bulunmuştu. Fakat, bu parçasının özelliği törensel olmayıp, gerçekten bir mumyalama işleminde kullanılmış olması. Yatağın üzerinde yağ ve tohum gibi bazı mumyalama malzemelerinin kalıntılarına rastlanmış olması bu fikri desteklemekte.

 

2006 yılından bu yana Amerikalı arkeologlar tarafından kazılan KV-63, 80 yıldır Krallar Vadisi’nde bulunan ilk mezar ve 8. Hanedanlık Dönemi’ne (MÖ 1570-1304)  tarihlenmekte. 

AFP, 20.03.2009

Ephesos (Allom)
...1850




15 - 21 Mart 2009


DOSYA


-2-


"TÜBİTAK Nasıl Katledildi?"


TARİKAT-I TÜBİTAK
DARWİN'E KARŞI...







DÜNYA NE DEDİ?


DÜNYA 'DARWIN SANSÜRÜ'NÜ KONUŞUYOR

The Observer gazetesi, "Türkiye'deki birbiriyle mücadele eden siyasi gruplar, akademik özgürlüğü konusunda yeni bir kavgaya girdi" derken olayın "sansür" suçlamalarına neden olduğunu belirtti.

İngiltere'de Pazar günlerinde yayınlanan The Observer gazetesi, Türkiye muhabiri Robert Tait imzalı haberinde Darwin olayını değerlendirirken "Türkiye'deki birbiriyle mücadele eden siyasi gruplar, akademik özgürlüğüne ilişkin yeni bir kavgaya girdi" diye yazdı.

Bilim ve Teknik, 16 sayfalık dosyayı, dergiyi yayınlayan bir devlet kurumu olan TÜBİTAK'ın talimatı üzerine çıkarttığını belirten gazete, derginin editörü Çiğdem Atakuman'ın da "yetkilerini aştığı gerekçesiyle işten atıldığı"na dikkat çekti. The Observer şöyle devam etti:

"Olay, kökleri İslam'da olan Adalet ve Kalkınma Partisi hükümetini akademik kurumlara dini fikirlerini empoze etmekle suçlayan akademisyenler ve politikacıların sansür iddialarına neden oldu. Aynı zamanda Avrupa yetkililerinin, ifade özgürlüğüne yönelik kısıtlamaların sürmesinin Türkiye'nin AB üyeliği sürecine zarar verebileceği yönünde yeniden uyarıda bulunmalarına yol açtı.

Hükümet de, makalenin geri çekilmesinde herhangi bir rol oynadığı savını reddetti ve evrim teorisine, iyi bilinen muhalefetini bir kenara bırakarak kınayanlara katıldı."

Sabah, 15.03.2009


******


"DARWIN'I KAĞIT KIYMA MAKİNESİNE YOLLADILAR"

 

Fransa’da yayımlanan Le Monde gazetesi, TÜBİTAK Bilim ve Teknik Dergisi’nin mart sayısında Darwin’le ilgili kapağının sansürlenerek değiştirilmesini okurlarına “Yaradılışçılar Darwin’i kağıt kıyma makinesine yolladı” başlıklı haberiyle duyurdu.

 

Haberde “karanlık bir yaradılışçı hareket” olarak nitelendirilen Adnan Hocacıların girişimiyle Türkiye’de bundan önce de Darwin karşıtı birçok yasak uygulamasının hayata geçirildiği ve İslamcı baskı gruplarının son birkaç yıldır Türkiye’de Darwin karşıtı kampanya yürüttüğü kaydedildi.


Bu kampanya sonucunda şimdiye kadar birçok internet sitesinin yasaklandığı vurgulanan haberde, son olayla birlikte sansürün ilk kez bir kamu kuruluşunu hedef aldığının altı çizildi.
Olayın, “en prestijli Türk bilim kurumu TÜBİTAK’ın hükümetin kontrolüne geçtiğinin göstergesi” sayıldığını kaydeden gazete, geçen ağustos ayına kadar bağımsız çalışan kurumun AKP tarafından çıkarılan bir yasayla hükümete bağlandığına dikkat çekti.

Milliyet, 15.03.2009


******


AVRUPA'DA DARWIN TEPKİSİ SÜRÜYOR

 

İngiliz The Observer Gazetesi, TÜBİTAK’taki "Darwin sansürü" tartışmaları konusunda, "Türkiye’de birbiriyle mücadele eden siyasi gruplar, akademik özgürlük konusunda yeni bir kavgaya girdi" yorumunu yaptı.

Bilim ve Teknik’in son sayısında yer alacak Charles Darwin konusunun son anda kapaktan çıkarılmasını "sansür" olarak niteleyen gazete, "İslami kökenli AKP hükümetinin akademik kurumlara dini fikirler empoze etmeye çalıştığının iddia edildiğini" bildirdi. Yazıya göre, AB yetkilileri de, sansürün üyelik sürecine zarar verebileceği yönünde Türkiye’yi uyardılar.

İngiliz ve Fransız basınının ardından, İtalyan basını da Türkiye’deki tartışmalara değindi. Corriere della Sera Gazetesi, AKP’nin köklerinde "İslam siyaseti" olduğunu öne sürdü. Gazete, Türk toplumunu İslamileştirmek istediği iddia edilen AKP’nin, derginin Darwin kapağıyla bayilere ulaşmasını engellediğini savundu. İki İtalyan Avrupa Parlamentosu üyesi olan Marco Panella ve Marco Cappato ise Avrupa Birliği Komisyonu Bilim Çalışma Alt Komisyonu’na verdikleri soru önergesinde şu ifadeyi kullandılar: "Evrim Teorisi’ne karşı İslam’ın acımasız tutumunda, AB’nin Türkiye’yi üye yapma isteksizliğinin ne kadar payı olduğu ortaya çıkarılmalıdır."

Hürriyet, Haber: Reha Erus, 16.03.2009






TÜRKİYE'DE KİM NE DEDİ?

 

 

"EVRİM BİLİMSEL BİR GERÇEKTİR, ÇARPITILAMAZ"

 

Başbakanlığa bağlı bir kurum olarak faaliyet gösteren Türkiye Bilimler Akademisi (TÜBA), Bilim ve Teknik Dergisi’nin mart sayısının Charles Darwin’i konu alan kapağının değiştirilmesiyle başlayan tartışmalar konusunda sert bir açıklama yaptı.

 

TÜBA’dan önceki gün yapılan açıklamada “evrim kuramıyla ilgili gelişen olaylar ve tartışmalar nedeniyle bazı görüşlerin paylaşılması zorunluluğu doğduğu” bildirildi.


TÜBA’nın Ankara’da yapılan ortak irade belirleme toplantısında benimsenen görüşlerle Akademi Konseyi görüşünün kamuoyunun dikkatine sunulduğu belirtilen açıklamada, bilimin ancak, özgür ve özerk bir ortamda yaşayacağı ve gelişebileceği vurgulandı. Bilimin uygulanıp sürdürüldüğü ortamlarda sorgulamanın, dolayısıyla araştırmanın bir yaşam biçimi olarak zorunlu olduğu belirtilen açıklamada şöyle denildi:


“Türkiye’nin çağdaş bilgi toplumuna ulaşma yolundaki en büyük tehdit, bilimsel gerçeklerin gözardı edilmesidir. Evrim, çağdaş bilimin kabul ettiği bilimsel bir gerçektir. Bu gerçeğin çarpıtılması, engellenmesi kabul edilemez.


21. yüzyılda diğer ülkelerle her yönden rekabete girişen ülkemizin, sorgulayan ve araştıran genç nesiller yetiştirmeye yönelik bilime dayalı, çağdaş düşünceyi temel alan, dogmalardan uzak bir eğitim anlayışını hayata geçirmesi zorunludur.”

Milliyet, 15.03.2009


******


KONYA'YA HAKARET

 

İnsanın maymundan türediği safsatasını ortaya atan, ateist ve Türk-İslam düşmanı Darwin'in Konya'ya kurulacak bilim merkezinde heykelinin ve evrim sergisinin yer alması düşüncesi hakaret olarak nitelendirildi.

Milliyet gazetesinin haberine göre Konya’ya kurulacak olan bilim merkezinde Darwin’in heykeli ve ‘Evrim Teorisi sergisi’ yer alacak. Habere göre, Büyükşehir Belediye Başkanı Tahir Akyürek, merkezdeki kalıcı sergilerden birinde evrim teorisinin de anlatılacağı, Darwin’in bir heykelinin de yer alacağını belirtti. İnanç düşmanı Darwin’e ve çürütülmüş evrim teorisine gösterilen yakınlık büyük tepki çekti.

 

Okurlarımızın konuyla ilgili tepkileri şu şekilde…

 

Erdem Çetiner (Yüksek Makine Mühendisi): “Milliyet gazetesinde okuduğum bir haber karşısında şok oldum, TÜBİTAK geçen hafta yaşanan Bilim Teknik dergisi olaylarından sonra Tübitak Konya'ya bilim merkezi kurup, bir evrim sergisi açıp, Darwin'in heykelini dikeceklermiş, bu ne rezalettir, ne kepazeliktir, bilim merkezi açmalarına kimsenin bir şey diyeceği yok. Evrim sergisi ve Darwin’in heykelini bir inanç yurdu olan Konya'mıza diktirtmeyiz, eğer de dikerlerse buradan gideriz, bu aşağılanmayla yaşayamayız.”

 

Meltem Yıldızlar: “Evrim teorisi ve Darwin, Allah’ın varlığını inkar ederken Konya Büyükşehir Belediyesi böyle bir olaya nasıl izin verebilir? Biz Konya Belediyesini ve Konya halkını dinine bağlı, Allah inancına sahip, muhafazakar olarak biliyoruz.  Böyle bir sergiye izin verilmesi demek, Türkiye’yi bölmeye çalışan bu güçlere hizmet etmek demektir. Konya Belediyesi’nin buna izin vermemesini istiyorum.”

 

Semih Demir: “Konya gibi imanlı, dindar bir şehre böyle bir olayın yapılması çok şaşırtıcı. Bunun bariz Konya üzerinde oynanan bir oyun olduğu apaçık ortada. Hep beraber birilik olup güzel imanlı Konyamızda bu tarz oyunların oynanmasına izin vermeyelim, bu bir Konyalı olarak hepimizin borcu.”

 

Aslı Yılmaz: “İnanıyorum ki Konya Belediyesi, Darwin’in heykelinin dikilmesi konusunu bir an önce iptal edecektir. Dinsizlerin oyununa gelmemek gerekir. Bunun için de her turlu önlem alınmalıdır. Bilim adi altında yapılan bu komploya bir dur demek lazım.”


Osman Akanil: “Darwin ve Evrim Teorisi bilimi değil, tamamen dinsizliği savunur bu sebeple bilim adı altında milletimize de bunu aşılamaya çalışıyorlar. Biz milletimizi aşağılayan, terosini de bu nefret ve dinsizlik üzerine kurmuş bir cahili tarihten silmek yerine nasıl olur da şehrin göbeğine heykel dikilmesine nasıl müsaade ederiz?”

 

Ferah Türkoğlu: “Konya’nın huzuruna, bilimine, eğitimine önem veren ve huzuru bozan her türlü haberden kaçınan bir yerel gazete olarak Milliyet gazetesinde  çıkan bir habere duyarsız kalmayacağınızdan eminim. Konya’da Tübitak’ın Darwin heykeli dikme talebinden bir Konyalı olarak çok rahatsızlık duydum.”

 

Ahmet Kefeli: Darwin fanatik bir Türk düşmanıdır. Sizler mütedeyyin ve halkı için iyi, doğru işler yapmış biri olarak  Milletimizi aşağı ırk olarak gören sapkın bir inanca sahip birinin heykelini nasıl dikersiniz, ideolojisini nasıl destekler siniz? Güzel ülkemin Konya ilinde Allah’a inanan ve Müslüman insanlar var. Böyle bir olaya asla tahammül etmez ve desteklemezler.

 

Kıvanç Güllüoğlu: Güzel ülkemizde Yüce Allah’ımızı inkar eden bir teorinin putunun bulunması olacak iş değil. Ülkemizde nice Müslüman yiğit gençlerimiz vardır.  Böyle bir kararı alan kişileri kınıyorum. Bu Türk milletine yapılmış büyük bir hakarettir.

Merhaba Gazetesi, 15.03.2009


******


TÜBİTAK NASIL KATLEDİLDİ

 

YIL 2002... AKP henüz iktidara gelmemiş.

 

Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma Kurumu (TÜBİTAK) Başbakanı Prof.Dr. Namık Kemal Pak, Türkiye'nin 2002 yılı içinde 9 bin 303 bilimsel yayın yaparak büyük bir sıçrama gerçekleştirdiğini açıkladı ve şu bilgileri verdi:

 

"Türkiye 80 ülke arasında 25. sıradan 22. sıraya yükseldi. Bu sıçramayla Türkiye Danimarka, Avusturya, Finlandiya, Yunanistan, Portekiz, İrlanda ve Lüksemburg gibi 7 Avrupa ülkesini geride bıraktı."

O tarihte eski Doğu Bloku ülkeleri henüz Avrupa Birliği'ne üye olmamışlardı. Polonya dışındaki bütün aday ülkeler Türkiye'nin gerisindeydi.

* * *

Tarih 2003 Kasım'ı...

AKP iktidarının birinci yılı...

Başbakan Tayyip Erdoğan TÜBİTAK'ın başına kendi yandaşını getirmek için Prof.Dr. Namık Kemal Pak'ın seçilmesine onay vermedi.

Meclis'e bir yasa değişikliği getirildi.

Değişiklik Başbakan'a kurum başkanını ve Bilim Kurulu'nun 6 üyesini bir defaya mahsus olmak üzere atama yetkisi veriyor.

CHP milletvekili Oya Araslı kürsüye çıkıp yasanın Anayasa'ya, hukuka aykırı olduğunu söyledi.

Ama AKP'lilerin oylarıyla değişiklik Meclis'ten geçti.

Yasa onaylanır onaylanmaz da Bilim Kurulu'na atamalar yapıldı.

Atananlardan biri de Ankaralı bir kuyumcu.

O tarihlerdeki bir yazımda "AKP iktidarı TÜBİTAK'ı katlediyor" diye yazmışım.

* * *

Tarih 2004 Ocak'ı...

Başbakan Erdoğan TÜBİTAK'ın başına Prof.Dr. Nüket Yetiş'i atadı.

Bilim çevrelerine göre Prof. Yetiş'in bilim karnesi cılız. Uluslararası yayınlarda yayınlanan bilimsel makalesi 5'i geçmiyor.

Üniversitede dinci görüşleriyle tanınıyor. Bazı tarikatlara yakın olduğu söyleniyor.

O günlerde yazdığım bir yazıda şu vurguları yapmışım:

"TÜBİTAK'ta çalışanların kanısı, kurumun iktidar tarafından ele geçirdiği yönünde.

Bana göre de TÜBİTAK gitti.

Bundan sonra iflah olmaz. Çünkü bu bilimsel kuruma siyaset sokuldu.

Dünya bilim çevrelerinde saygın bir yeri olan TÜBİTAK ne yazık ki bu niteliğini yitirecek."

* * *

Tarih 2004 Nisan'ı...

TÜBİTAK'taki kadrolaşma tamamlandı. Değerli bilim adamlarının hemen hepsi kurumdan ayrıldı.

TÜBİTAK'in bilimsel performansı birden düştü.

Son olarak da yapılanlara dayanamayan Marmara Araştırma Merkezi Başkanı Prof.Dr. Naci Görür istifa etti.

O gün şöyle yazmışım:

"Şimdi oturup hep beraber TÜBİTAK'ın ruhuna Fatiha okuyalım."

* * *

Tarih 2005 Ekim'i...

İktidarın ele geçirdiği TÜBİTAK perişan durumda. Kurumun yasal statüsü bile yok.

* * *

Tarih 2009 Mart'ı...

TÜBİTAK'ın Bilim ve Teknik Dergisi'nin Mart sayısında Darwin sansür edildi.

Darwin kapağı ve konusu kaldırıldı.

Darwin'i kapak yapan derginin Genel Yayın Yönetmeni Dr. Çiğdem Atakuman sözlü olarak görevden alındı.

TÜBİTAK'taki bu çağdışı anlayış dünya bilim çevrelerinde de şaşkınlıkla karşılandı.

Hürriyet, Yazı: Tufan Türenç, 16.03.2009


******


BOĞAZİÇİ'NDEN TÜBİTAK TEPKİSİ

Boğaziçili 224 akademisyen Bilim ve Teknik dergisinin Darwin konulu kapağının sansürlenmesine tepki göstererek, TÜBİTAK’tan Darwin için özel bir sayı çıkarmasını istediler

Boğaziçi Üniversitesi’nde görev yapan 224 öğretim üyesi, altına imza attıkları ortak bir açıklamayla TÜBİTAK Bilim ve Teknik dergisinin Darwin konulu kapağının sansürlenmesine tepki gösterdi. Açıklamada, Türkiye’de büyük tartışmalara sebep olan ve yabancı basın organlarında da gündeme getirilen sansür “bilim dışı” olarak nitelendirilerek, TÜBİTAK’ın en kısa zamanda bir Darwin özel sayısı çıkartması talep edildi.

“TÜBİTAK BT Dergisinin yok olan Darwin sayısı ve düşündürdükleri” başlığıyla yapılan açıklamada, Darwin sansürünün ve arkasından yapılan açıklamaların derin kaygıyla izlendiği vurgulanarak, şöyle denildi:

“Özel sayıya üst yönetimce uygulanmış olan sansür, bilim dışı siyasi ölçütlerin devrede olduğu, TÜBİTAK’ta kararların nesnel ve saydam bir biçimde alınmadığı izlenimini yaratmıştır. Darwin sayısının apar topar değiştirilmesinden doğan şaşkınlığımız, yapılmış çelişkili açıklamalarla daha da artmıştır. Bu olayla, TUBİTAK’ın dünya kamuoyunda yaratmış olduğu olumsuz izlenim, uluslararası bilimsel saygınlığımıza da gölge düşürmüştür”

Sansürcü, dogmacı her türlü tepeden müdahalenin bilim ve eğitimin düşmanı olduğunun vurgulandığı açıklamada, Darwin’in Evrim Kuramı’nın dünya bilim tarihinin en önemli kuramlarından biri olduğu hatırlatıldı.

Bilim tarihine Darwin düzeyinde damgasını vurmuş bir kişiye, doğumunun 200. yılında TÜBİTAK Bilim ve Teknik dergisinin bir sayısının ayrılmasının beklentiden öte, bir görev olduğuna dikkat çekilen açıklamada, “TÜBİTAK Bilim ve Teknik dergisinin en kısa zamanda bir Darwin özel sayısı çıkarmasını talep ediyor ve umuyoruz. Ayrıca, TÜBİTAK yönetiminin, bu üzücü olayın yol açmış olduğu kurumsallık, nesnellik ve özerklik kaygılarını giderici adımları atıp, kamuoyuna gereken güvenceyi ivedilikle vermesini bekliyoruz” denildi.

Boğaziçi Üniversitesi’nden öğretim üyeleri 
A. Kerem Saysel  - A. Sumru Özsoy - A. Taylan Cemgil - A.Nazlı Başak - A.Tamer Ünal - Ahmet Ersoy - Ali Baykal - Ali Rıza Kaylan - Alp Eden - Alpar Sevgen - Arsin Arşık - Arzu Çelik - Arzu Öztürkmen - Asım Karaömerlioğlu - Aslı Özyar - Aslı Sencer Erdem - Aslı Tolun - Avadis Hacınlıyan - Aybek Korugan - Aydan Gülerce - Aydın Pesen - Ayfer Hortaçsu - Aylin Unaldı - Ayşe Buğra - Ayşe Caner - Ayşe Gürel - Ayşegül Metindoğan Wise - Ayşegül Toker - Ayşen Candaş Bilgen - Ayşenur Yontar Toğrol - Ayşın Baytan Ertüzün - Bahar Güner - Başak Güven - Begüm Özkaynak - Belkıs Halfon - Bengü Börkan - Berna Kılınç - Betül Kırdar - Betül Tanbay - Bige Kolukısa İnelmen - Bilge Ataca - Buket Yakmacı-Güzel - Burak Acar - Burak Güçlü - Burak Gürel - Burçay Erus - Burçin Ünel - Bülent Sankur - C. Emre Alper - Can Özturan - Cem Alptekin - Cem Behar - Cem Ersoy - Cem Say - Cengizhan Öztürk - Cevza Sevgen - Ceyda Arslan-Kechriotis - Cumhur Güldemir - Çetin Yılmaz - Çiğdem Dalay - Deniz Albayrak-Kaymak - Deniz Ilgaz - Deniz Tarba Ceylan - Derin Terzioğlu - Devrim Güven - Dilek Ardaç - Duygu Avcı Semiz - Duygu Köksal - Ebru Z. Muğaloğlu - Edhem Eldem - Ediz Taylan - Elif Alakavuk - Elif Ozkırımlı - Emine Adadan - Emine Erktin - Engin Ader - Ercan Alp - Ercan Balıkçı - Erhan Altunel - Erol Köroğlu - Ersan Demiralp - Eser Taylan - Esra Battaloğlu - Esra Mungan - Eşref Eşkinat - F. Kerem Harmancı - Falih Köksal - Fatih Alagöz - Fatih Ecevit - Fatih Mercan - Fatma Gök - Fatma Türe - Ferhunde Özbay - Ferit Öztürk - G. Gülsün Akın - Gül Sosay - Gülcan Erçetin - Gülen Aktaş - Güler Fişek - Günay Anlaş - Günay Kocasoy - Günhan Dündar - Günizi Kartal - Gürol Irzık - H. Özcan Gülçür - Hadi Özbal - Hakan Deliç - Hale Saybaşılı - Halim Kara - Haluk Bingöl - Haluk Oral - Hamdi Erkunt - Hande Çağlayan - Hasan Bedir - Hayal Köksal - İbrahim Semiz - ilhan Or - İlknur Doğan - İsmail Kaplan - Işık Aytaç - Işıl Baş - Işıl Bozma - Jonathan Ross - Kemal Kirişçi - Kıvanç İnelmen - Kıvanç Karaman - Koray Çalışkan - Koray Durak - Kuban Altınel - Kuyaş Buğra - Lale Akarun - Lamia Gülçur - Levent Kurnaz - Levent Yıldıran - M. Enis Oğuz - M. Ufuk Cağlayan - Maria D. Alvarez - Mehmet Erbudak - Mehtap Işık - Meltem Gürle - Meral Demirel - Mine Eder - Mine Göl-Güven - Mine Nakipoğlu - Muhittin Mungan - Murat Baç - Mustafa Aktar - Mutlu Koca - Müfide Pekin - Müge Kanuni - Müge Turet Sayar - Najla Osseiran - Necati Aras - Necla Birgül İyison - Nermin Abadan-Unat - Nesrin Özören - Neş'e Bilgin - Nevra Necipoğlu - Nihan Nugay - Nilgün Cılız - Nilgün Fırat - Nilgün Işık - Nilsun Ince - Nilüfer Özyurt - Nur Gurani Aslan - Nüket Esen - Olcay Akyıldız - Orhan Yenigün - Osman Nuri Darcan - Oya Pancaroğlu - Oya Pınar Ardıç - Öner Hortaçsu - Özge Ünal - Özlem Beyarslan - Özlem Öğüt - Özlem Öz - Özlem Ünlühisarcıklı - Perran Akan - Pınar Yolum - Raşit Bilgin - Refik Güllü - Reşad Kayalı - Reşit Canbeyli - Rıfat Okçabol - Sakine Çil - Selcan Kaynak - Selim Kusefoğlu - Sema Öğünlü - Sema Sakarya - Serra Müderrisoğlu - Sibel Tatar - Sinem Çakmak - Sumru Akcan - Şehnaz Tahir Gürçağlar - Şemsa Özar - Şevket Pamuk - Taner Bilgiç - Tınaz Ekim-Aşıcı - Tonguç Rador - Tunga Güngör - Turgut Nugay - Uğur Şanlı - Umut Aydın - Ülker Bilgin - Ümit Bilge - Ünal Zenginobuz - Vangelis Kechriotis - Viktorya Aviyente - Yağmur Denizhan - Yaman Barlas - Yasemin Keskiner - Yasemin Palanduz Kahya - Yavuz Acar - Yavuz Akpınar - Yeşim Arat - Yıldız Silier - Yücel Terzibaşoğlu - Zeynep Ata - Zeynep Atay - Zeynep Gambetti - Zeynep Kadirbeyoğlu - Zeynep Sabuncu - Zeynep Uysal - Zühre Aksoy
Milliyet, 21.03.2009





TÜBİTAK'DA NELER OLDU?


ATAKUMAN: İSTİFA ETMEYECEĞİM

 

TÜBİTAK’ta ‘Darwin sansürü’nün gün ışığına çıkmasını sağlayan ve yönetimin istifa baskısına maruz kalan Bilim ve Teknik Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Dr. Çiğdem Atakuman, avukatlarıyla görüş-tüğünü ve istifa etmeme kararı verdiğini, TÜBİTAK Başkan Yardımcısı Ömer Cebeci’nin kendisini görevden almasını bekleyeceğini söyledi.


Bilim ve Teknik dergisinde, Darwin’in 200’üncü doğum günü ve ‘Türlerin Kökeni’’ adlı efsanevi eserinin 150’nci yayınlanış yıldönümü sebebiyle Mart 2009 sayısında Darwin ve Evrim özel dosyası hazırlanmış, ancak Cebeci tarafından dergi baskıya giderken kapak konusu değiştirilmiş ve Darwin yazıları dergiden çıkarılmıştı. Olayın ortaya çıkmasından dört gün sonra TÜBİTAK tarafından yapılan açıklamada, Atakuman’ın ‘yetki aşımı yaptığı’ vurgulanarak, kurum içinde biriminin değiştirilmesinin önerildiği belirtilmişti.


Radikal’in sorularını yanıtlayan Atakuman ise derginin işleyişi ve Cebeci’nin bu işleyiş üzerindeki etkisiyle ilgili şu değerlendirmelerde bulundu:

Yayın kurulumuzun yönetmeliklere göre içerikle ilgili bir karar alma ya da karar verme yetkisi yoktur, bilimsel danışmanlık tarzında bir görev üstlenmektedir. Mart 2009 sayısının hazırlanması sırasında yaşadığımız süreçler son 42 yıldır ne ise öyle işlemiştir. Sayın Cebeci, benim gizli toplantılar yaptığımı öne sürüyor. Asla olmadı. Derginin o ayki sayısı hazırlanıp basıma gönderildiği anda, biz yazar kadromuzla beraber toplanır ve bir sonraki sayının son hazırlıklarını yaparız.
 

Şu ana kadar bana görevden alınmamla ilgili resmi bir tebligat yapılmadı. Sayın Ömer Cebeci, ‘bu derece büyük bir hata yapma sezgi yanlışlığına düşebilecek bir kişiyle daha fazla çalışmak istemediğini’ sözlü olarak söyledi. Resmi tebligat bekliyorum. İstifa etmeyeceğim.
 

TÜBİTAK’ın internet sitesinde yer alan açıklamanın, özellikle uluslararası camiadan gelen yoğun baskılar üzerine yapıldığını düşünüyorum. Aslına bakarsanız, bu açıklamaların içerisinde tutarlı bir şey de göremiyorum. Ama bu açıklamayı yaparken bile düşünmedikleri bir şey var: Şubat, mart ayları tüm dünyada Darwin’le ilgili kutlamaların yapıldığı aylardır ve bu anlamda geç kalındı. (...) Uluslararası camia, bu konuya (Darwin skandalı) Galileo’ya ve Kepler’e yapılan müdahalenin bir eşdeğeri olarak bakıyor.
 

Ömer Cebeci, başkan yardımcısı olduğu günden beri yayın kurulunda toplantılar yapılmıyor; yapılamıyor. Yönetmeliğe göre yayın kurulunda üçü kurum içinden, beşi dışından sekiz kişinin olması gerekiyor. Bu nedenle ayrılanların yerine kimi önerdiysek Ömer beyin vetosunu yedi. Bu nedenle de yayın kurulu toplantıları yapılamıyor. Bunun gerçekten kişisel bir işgüzarlık olduğunu düşünüyorum. Kurum içinde, bugüne kadar böyle bir müdahaleyle Ömer beyin yönetimine kadar karşılaşmadık.”

Radikal, Haber: Behzat Miser, 15.03.2009


******


TÜBİTAK, DARWIN'IN HEYKELİNİ DİKECEK

 

TÜBİTAK’ın öncülüğünde Konya’da açılacak olan Türkiye’nin ilk bilim merkezinde, kalıcı bir “Evrim Teorisi sergisi” açılacak ve Darwin’in heykeli dikilecek.

 

Bu konuda bir açıklama yapan Konya Büyükşehir Belediye Başkanı Tahir Akyürek, TÜBİTAK’ın “bilime ilginin artmasını sağlamak ve yurt genelinde yaygınlaştırmak amacıyla her ile Bilim Merkezi kurulması” çağrısının ardından, altı büyük şehir belediyesinin başvuruda bulunduğunu söyledi.


Akyürek, “TÜBİTAK, Konya’nın projesini seçti. Türkiye’de ilk kez Konya’da kurulacak olan Bilim Merkezi, araştırmacı, yenilikçi ve özgüven sahibi bireylerin yetişmesine katkıda bulunacak. Merkezdeki kalıcı sergilerden birinde evrim teorisi de anlatılacak ve sergi alanında Darwin’in küçük bir heykeli de yer alacak” dedi.

Milliyet, Haber: Soner Kavak, 15.03.2009


******


ÇİĞDEM ATAKUMAN BİLİM VE TEKNİK'İN BAŞINDA KALDI

 

TÜBİTAK'ın çıkardığı Bilim ve Teknik Dergisi'ndeki 'sansür olayı'ndan sonra görevinden alındığı duyurulan derginin yayın yönetmeni Çiğdem Atakuman'a resmi yazı yazılarak, vekaleten yürütüğü daire başkanlığı görevinden alındığı ancak, popüler bilim yayınlarının genel yayın yönetmeni olarak görevine devam edeceği bildirildi.


TÜBİTAK’ın ünlü popüler bilim dergisi Bilim ve Teknik dergisinde, Darwin’in 200. doğum günü ve Türlerin Kökeni adlı efsanevi eserinin 150. yayınlanış yıldönümü sebebiyle mart sayısında Darwin ve Evrim özel dosyası hazırlanmış, ancak Ömer Cebeci tarafından dergi baskıya giderken kapak değiştirilerek, Darwin yazıları dergiden çıkarılmıştı. Dergi, bir hafta gecikmeli olarak "Küresel İklim Değişikliği" kapağıyla çıkarken, TÜBİTAK yaptığı açıklamada olaydan Atakuman'ı sorumlu tutmuştu.

Radikal, 17.03.2009


******


ATAKUMAN GÖREVDEN 'KISMEN'ALINDI





Darwin sansürü sonrası ne yapacağı merakla beklenen TÜBİTAK yönetimi, Bilim ve Toplum Dairesi Başkan Vekili, Popüler Bilim Yayınları Müdürü, Bilim ve Teknik Dergisi Yayın Yönetmeni Dr. Çiğdem Atakuman hakkında kararını verdi.

 

Atakuman’ın, 15 aydır vekaleten yürüttüğü “daire başkanlığı” görevinden alındığı, diğer görevlerini yine asaleten sürdüreceği duyuruldu.


Edinilen bilgiye göre, Atakuman’ın Daire Başkan Vekilliği’nden alındığına ilişkin tebligat, dün kendisine yapılarak, tüm kurum birimlerine de duyuruldu.


Derginin mart sayısı için kapak konusu olarak belirlenen Darwin’i sansürleyerek, konuyla ilgili yazıların çıkarılması talimatını veren TÜBİTAK Başkan Yardımcısı Ömer Cebeci, 6 Mart’ta Atakuman’a “görevden alınarak, uzman olarak başka bir birimde görevlendirileceğini” şifahi olarak söylemişti.


Atakuman’ın dergideki görevini korumasında, sansürün hem Türkiye hem de uluslararası bilim camiasında büyük tepkiye yol açmasının etkili olduğu yorumları yapıldı.

Milliyet, 18.03.2009





BÜTÜN BUNLAR OLURKEN...


DARWIN'IN DOĞUM GÜNÜNÜ UNUTTUK MU?





Evrim teorisini ortaya atan Charles Darwin’in 200’üncü yaşı nedeniyle tüm dünya Darwin Yılı’nı kutluyor. Bizde ufak toplantılar dışında henüz kayda değer bir etkinlik yok, ilk girişim Bilim ve Teknik dergisinin sansürlenmesi oldu!

 

2009evrim teorisinin babası doğabilimci Charles Darwin’in 200’üncü doğum yılı. Ayrıca ünlü kitabı “Türlerin Kökeni”nin yayımlanışının üzerinden de tam 150 yıl geçmesi nedeniyle 2009, Uluslararası Biyolojik Bilimler Birliği (IUBS) ve UNESCO tarafından Darwin Yılı ilan edildi.
Buna bağlı olarak da dünyanın pek çok köşesinde  Darwin’e ve evrim teorisine dair etkinlikler yapılıyor.


Türkiye de Darwin Yılı’na sansür skandalıyla dahil oldu. Günlerce gazete manşetlerinden inmemesine rağmen yine de hatırlatalım: TÜBİTAK’ın aylık dergisi Bilim ve Teknik’in hazırladığı Darwin kapağı ve 15 sayfalık dosya sansüre uğradı. Dergi Küresel İklim kapağıyla çıktı, derginin genel yayın yönetmeni Dr. Çiğdem Atakuman görevinden alındı.


Her ne kadar TÜBİTAK sansürü reddedip derginin bir sayısını Darwin’e “tahsis edeceğini” açıklasa da, ulusal ve uluslararası bilim kuruluşları tepki yağdırdı.


Türkiye’de bunlar olurken dünya Darwin Yılı’nı sergiler, festivaller, konferanslarla kutluyor.
Bunlardan biri New York’taki Amerikan Doğa Tarihi Müzesi’nde 2006’da açılan ve Amerika’nın çeşitli kentlerinde tekrarlanan “Darwin” adlı sergi. Cambridge Üniversitesi arşivindeki belgelerden oluşan sergi, İngiltere geneline yayılmış olan “Darwin2009” programı çerçevesinde 14 Kasım 2008’de Londra Doğa Tarihi Müzesi’nde açıldı. 19 Nisan’a kadar da devam edecek. Önümüzdeki üç yıl içinde Pensilvanya, Boston, Chicago, Toronto ve Londra’ya gidecek. Temmuz ayında ise Cambridge Üniversitesi’nde Darwin Festivali düzenlenecek. 

Başka bir festival ise Darwin’in doğum yerinde düzenlenen, yıl boyunca sürecek etkinliklerden oluşan “Darwin’s Shrewsbury 2009 Festival”.


İngiltere’de ayrıca üzerinde “1809 DARWIN 2009” yazısıyla çevrelenmiş ve bir maymunla yüz yüze duran Darwin portesi olan, kenarında ise “ON THE ORIGIN OF SPECIES 1859” yazısı bulunan iki poundluk özel anma parası basıldı. 

En büyük sürpriz ise İngiltere Kilisesi’nden geldi. Kilise, Eylül 2008’de “Seni yanlış anladığımız, sana karşı gösterdiğimiz ilk tepkide hatalı oluşumuz ve bu sebeple başkalarının da seni yanlış anlamasına yol açtığımız için özür dileriz” dedi. Fakat torununun torunu Andrew Darwin bu özrü anlamsız bulduğunu söyledi. 

Vatikan da bir açıklama yaparak “Darwin’in, insanın maymundan geldiğini öne sürerken doğru yolda olduğunu” kabul etti. Ancak evrim teorisinin Hıristiyanlığa uyumlu olduğu
şerhini düşmeyi de ihmal etmedi. 3-7 Mart arasında ise Vatikan “Evrim ve Yaradılışın Uyumu” konulu bir konferans düzenledi.

 

Türk bilim adamları da Darwin2009 adını verdikleri bir oluşumla katılıyor Darwin Yılı’na. Ancak ne zaman ne etkinlik yapılacağı henüz belirsiz. Merak edenler, www.darwinyili.org adresini ziyaret edebilir. Ülkemizdeki önde gelen üniversiteler de henüz bu yılla ilgili herhangi bir program açıklamış değil. 

Charles Robert Darwin

12 Şubat 1809’da İngiltere’de Shrewsbury kasabasında, Robert ve Susannah Darwin’in beşinci çocuğu olarak doğdu. Kötü bir okul hayatı olan Charles Darwin bütün vaktini avlanarak, balık tutarak, bitki, böcek ve kuşları inceleyerek geçirdi. Zar zor bitirdiği Sam Butler Okulu’ndan sonra Edinburg Üniversitesi’nin tıp fakültesine yazıldı.


Babası doktor olmasını istiyordu ama Charles’ın aklının başka yerde olduğu belliydi. Bir gün gelip “İşin gücün avlanmak, köpeklerle uğraşmak  ve sıçan yakalamak; sen kendin için de bütün aile için de bir yüz karası olacaksın” dedi baba Darwin. 1827’de Charles’ı Edinburgd’dan aldı, Cambridge Üniversitesi’ne bağlı Christ’s College’a yazdırdı. Darwin’in teoloji okuyup bir din adamı olmasını umuyordu. Ama onun aklı doğa bilimindeydi. Botanik profesörü John Stevens Henslow’dan ders almaya başladı.

1831 sonbaharında Henslow onu Beagle gemisinin kaptanı Robert FitzRoy ile tanıştırdı. FitzRoy gemisiyle Güney Amerika yolcuğuna çıkacaktı ve kendisine eşlik edecek bir doğabilimci arıyordu. Bilim tarihinin belki de en büyük tartışmasına kaynak olacak bu yolculuk beş yıl sürdü. Darwin yolculuk boyunca çeşitli fosiller ve canlılar keşfetti; örnekler topladı.


Galapagos Adaları’nda kuşların ve kaplumbağaların, yaşadıkları adalara göre ufak fizyolojik farklar gösterdiklerini fark etti. Galapagos’tan getirdiği kaplumbağalardan biri olan Harriet o zamanlar 5 yaşındaydı. Harriet, 23 Haziran 2006’da, 176 yaşında kalp krizinden öldü.


Beagle 1836’da İngiltere’ye döndü, Darwin Cambridge’e gidip yolculukta topladığı örneklerin tanımlanması üzerinde çalışmaya başladı.


1838’de “doğal seçilim” kavramını geliştirdi, buna göre çevreye uyum sağlayan organizmalar, uyum sağlamakta zorlanan diğerlerine göre daha yüksek yaşama ve üreme şansına sahipti. Fakat bu fikrini hemen paylaşmadı bilim dünyasıyla. Kendisine gelecek itirazları hesap ediyor, olabildiğince hazırlıklı olmak istiyordu.

Alfred Russell Wallace’ın da kendisininkine benzer bir teori geliştirdiğini öğrendiği zaman, hemen kitabını yayımlamaya karar verdi ve “Türlerin Kökeni” 24 Kasım 1859’da 1250 nüsha olarak yayımlandı. İlk baskı hemen o gün tükendi. Kitabını, girişteki şu cümleyle kendisi özetliyordu: “...Yaşamın karmaşık ve zaman zaman değişen koşullarında kendisine fayda sağlayacak herhangi bir değişikliğe sahip olan her canlı, hayatta kalmada daha yüksek şansa sahip olacak ve doğal olarak seçilecektir. Kuvvetli kalıtım prensibi sayesinde, seçilen her cins kendi yeni ve değişik formunu yayma eğiliminde olacaktır”.


Fikirleri genç doğabilimciler arasında coşkuyla karşılansa da Kutsal Kitap’ın Yaradılış bölümüne karşı olduğu gerekçesiyle tartışmaların odağı oldu. Hala yanlış bilindiği gibi “Adem ile Havva’dan değil maymundan geliyoruz” dediğini sananlar kıyameti kopardı. Oysa yalnızca insanla maymunun aynı soydan üremiş olabileceklerini söylemişti Darwin...


Darwin, 19 Nisan 1882’de Kent’teki evinde öldü. Binlerce insanın katıldığı cenaze töreni
26 Nisan’da Westminister Manastırı’nda yapıldı. Yolunuz Londra’ya düşer de; Darwin’in, Newton ile aynı odada yattığı mezarını ziyaret etmek isterseniz, Westminster Manastırı pazar hariç her gün açık.

Darwin, Beagle yolculuğundan sonra kısa bir süre Londra’da çalıştı, ardından taşraya yerleşti ve çalışmalarının neredeyse tamamını burada gerçekleştirdi. Nadiren bilimsel toplantılara katıldı, her yıl yalnızca iki haftasını Londra’da geçirdi.


Buradaki iletişim yöntemi mektuplardı. Yaşamı boyunca iki bin kişiyle mektuplaştı Darwin. Yalnızca fikir alışverişinde bulunmadı mektuplarla, deneysel malzemelerini alıp gönderdi de. Örneğin Kaliforniya afyon çiçeği ile ilgili bir araştırması için yıllarca Brezilya ve Almanya ile tohum değiş tokuş etti. Mektup yazdığı kişiler arasında bilim adamları, öğretmenler, bitki ve hayvan yetiştiriciler, rahipler vardı. 

Darwin’in binlerce mektubunu, Darwin Correspondence Project sahiplendi. Proje, 1974’te, Amerikalı akademisyen Frederick Burkhardt tarafından, zoolojist Sydney Smith’in yardımıyla kuruldu. Merkezi Cambridge Üniversitesi’nin kütüphanesi olan proje, Darwin’in el yazmaları, kitapları, günlükleriyle en geniş koleksiyona sahip. Mektup sayısı ise 9 bini buluyor.

Kütüphane, 10 yıla yakın bir çalışmanın sonucunda Darwin’in evrim teorisinin ilk taslağının da aralarında bulunduğu 20 bin belgeyi internet üzerinden halka açtı.


İnternette okunabilecekler arasından yalnızca Darwin’in bilimsel çalışmaları değil, karısı Emma’nın günlükleri de bulunuyor. Emma Darwin, www.darwin-online.org.uk adresindeki 60 ciltlik defterlerde Darwin’in aile hayatını anlatıyor. 

20 yıl önce bir dolabın köşesinde bulunan bu günlüklere pek yüz verilmemişti diyor Darwin Online’ın direktörü Dr. John van Whye, “O sıralar Darwin’in gündelik yaşamıyla değil, yalnızca ‘Türlerin Kökeni’ ile ilgileniliyordu”. Her sayfasının tarandığı günlüklerin ilginç özelliklerinden biri de Emma’nın el yazısının kocasından çok daha güzel olması...” 

1987 yılından beri verilen Darwin Ödülleri, hiç de sandığınız gibi makbul değil. Çünkü kendilerini “aptalca” yollardan öldürenlere veriliyor. Bu kişiler kendi hayatlarına son vererek genlerinin bir sonraki nesile aktarılmasını engellemiş oluyor, böylece ileriki nesillerin daha aklı başında olmalarının yolu açılıyor.


Örneğin 1995’te bu ödülü kazanan kişi kola otomatından bir şeyler alırken otomatın üzerine düşmesi sonucu ölmüş. 1996 ödülünün sahibi ise otomobiline uçaklara yol gösteren aygıtlardan takıp 30 metrelik uçuruma düşen bir hava çavuşu.


Ödüle aday olma kriterleri şunlar: Ölmek ya da kısırlaşmak. Ölümüne bizzat neden olmak. Dehşet verici bir karar almak. Ve tabii olayın kesinlikle gerçek olması da şart! 

Darwin yıllar içinde pek çok sinema filmine de konu oldu. Bunlardan ilki 1916 tarihli “What Darwin Missed / Darwin Ne Kaçırdı”. 2006 yapımı, Juliette Lewis, Joseph Fiennes, David Arquette’in oynadığı “Darwin Odülleri” filminin senaristlerinden biri de Winona Ryder.  Yapım aşamasında olanlardan söz edersek... Senarist Chase Palmer, Peter Nichols’ın “Evrimin Kaptanı: Charles Darwin’e Dünya Turu Yaptıran Adamın Kara Talihi” adlı romanını sinemaya uyarlıyor. Film, Beagle gemisinin kaptanı Robert FitzRoy ile Charles Darwin’in 30 yıllık arkadaşlığını anlatacak.


Oscar’lı yapımcı Jeremy Thomas ve yazar John Collee Charles Darwin’in halefi Randal Keynes’in yazdığı “Annie’nin Kutusu” adlı kitaptan uyarlanacak bir filme hazırlanıyorlar. Film, Darwin’in ailesi, özellikle de 10 yaşında ölen kızı Annie üzerine odaklanacak. “Creation / Yaradılış” adındaki filmde Darwin’i Paul Bettany, karısı Emma’yı Jennifer Connelly oynuyor.


Jonny Campbell’ın yöneteceği “Mrs. Darwin” adlı filmde ise Darwin’i Joseph Fiennes’in canlandıracağı konuşuluyor.


Darwin sıkça alıntı yapılan, aynı sıklıkta da yanlış alıntılanan biri. İşte üzerine yapışan sözlere birkaç örnek...
- “En güçlü ve en zeki olan hayatta kalır” demedi. Söylediği şuydu: “Değişime ayak uyduran hayatta kalır.”
- Lady Hope’un iddia ettiği gibi, ölüm döşeğinde Hıristiyanlığa döndüğünü de, şu cümleleri de söylemedi: “Sorular, önermeler, fikirler attım ortaya. İnsanlar bunlardan kendilerine bir din yarattılar”. Çocukları babaları ölürken Lady Hope’un yanında olmadığını açıkladılar.
- “Çok iyi biliyorum ki, önerilerim gerçek bilimin dışına taşacak”. Bu cümle ağzından çıktı; ama bağlamından koparılınca evrim teorisini kapsıyormuş gibi görünen cümle, aslında o esnada üzerinde çalıştığı bitkilere dairdi.

Milliyet Pazar, Haber: Miraç Zeynep Özkartal, 15.03.2009

KABE'Yİ SÜSLEYEMEDİ, 100 YIL SONRA SATILDI

 

 

Hazreti Muhammed’in kabrini süslemesi için Hindistan’da yaklaşık 100 yıl önce dokunan halı, açık artırmada yaklaşık 5.5 milyon dolara satıldı.

Sotheby’s Müzayede şirketi tarafından yapılan açıklamaya göre, Katar’ın başkenti Doha’da önceki gece düzenlenen açık artırmada, çok sayıda doğal inciyle bezeli halı, 5 milyon 458 bin dolara alıcı buldu. Halıyı alan kişinin kimliği açıklanmadı. Hazreti Muhammed’in kabrine hediye göndermek için halı siparişi veren kişi, halı dokunana dek ölmüş ve halı da ailesinde kalmıştı.

Hürriyet, 20.03.2009

TARİHİ ESERLE YAKALANDILAR

 

Denizli’de tarihi eser kaçakçılarına yönelik düzenlediği 2 ayrı operasyonda, 5 kişi gözaltına alındı. İlk olarak Honaz’ın Gürlek Köyü’nde oturan Z.Y., M.A. ve A.B.’nin evlerine, operasyon düzenleyerek, gözaltına aldı. Zanlıların evlerinde, Roma Dönemi’ne ait 1 zehir kabı, 7 bronz sikke, 2 küpe, 1 kolye ele geçirildi. Gümüşler Beldesi’nde de H.E. ve İ.G.’nin evlerine operasyon düzenledi. İki zanlı, gözaltına alındı.

Hürriyet Ege, Ramazan Çetin, 20.03.2009

"MARMARAY HATTI ÜZERİNDEKİ 28 İSTASYON BİNASI YIKILACAK, 14'Ü DEVRE DIŞI KALACAK





Marmaray güzergahı nereleri kapsıyor?
Anadolu ve Avrupa yakalarında mevcut demiryolunun üzerine kuruluyor ve tüp geçitle denizin altından birbirine bağlanıyor.

 

Ama Marmaray TCDD’nin projesi değil?
Hayır. Şu anda inşaatı DLH Marmaray Bölge Müdürlüğü yürütüyor. Demiryolu Kanunu çıkınca DLH’nın tasfiye edilmesi ve işletmenin TCDD’ye bırakılması gerekiyor ancak DLH Marmaray Bölge Müdürlüğü kanun kapsamında bırakıldığı içi tasfiye edilemiyor. Bu da aslında Marmaray’ın TCDD’ye bağlı olmayacağını gösteriyor. Muhtemelen ileride yabancı bir konsorsiyum üzerinden özelleştirilmesi düşünülüyor.

 

Yani TCDD’ye ait araziler, tren yolu ve gabariyle birlikte bir süre sonra özelleşmiş olacak mı diyorsunuz?
Şöyle anlatayım: Çift hatlı bir yol düşünün. Her iki tarafında 12 metre gabarisi var. Yolu da eklersek toplamda 30 metrelik bir alan. Kamulaştırmalarla daha da genişleyeceğini varsayalım; 63 kilometre uzunluğunda, 30-40 metre genişliğinde bir araziden bahsediyoruz. Aslında bu hat yapılırken 30 metre gabarili yapılmış. Yani her iki tarafında 30’ar metrelik pay olması gerekiyor. Ancak kamu kurumlarının kaderine terk edilmesi, tadilatlar derken arazi işgallerine göz yumuldu. Bir zaman sonra gabari, işgallerle 12 metreye kadar indi. Arazi belediyenin olmamasına rağmen belediye gelip yol yaptı; vatandaş ev inşa etti... Şu anda güzergah üzerinde bir çok yer demiryoluyla iç içe geçmiş durumda. Marmaray inşaatı başladığı takdirde en kötü ihtimalle yan taraftaki yollar gider. Dolayısıyla mesken sahiplerinin yaşamı da oldukça zorlaşacak. Bunların içinde tarihi evler de var. Özellikle Avrupa yakasında ve Pendik’te ahşap evler var. Suadiye’deki tarihi camii de tam gabarinin içine giriyor.

 

Tarihi istasyon binaları ne olacak peki?
DLH tarafından hazırlanan bir belgede, nerelerin yıkılacağı tek tek gösteriliyor. Mesela Kızıltoprak’taki tarihi istasyon tescilli binadır, yıkılacak. Avrupa yakasındaki hemen hemen tüm istasyonlar yıkılıyor ve bunların da hepsi tescilli.

 

Yıkılma gerekçesi ne?
Hat üçe çıkarılacak ve istasyonların yeri değişecek; dolayısıyla yıkılmaları gerekiyor. DLH’nın açıkladığı resmi belgeye göre 28 istasyon binası kesinlikle yıkılacak. 14 bina yenilenecek ya da güzergahtaki geometrik oynamalarla devre dışı bırakılacak. Örneğin, tarihi Kartal istasyonu devre dışı kalacak.

 

Koruma Kurulu devrede değil mi şu anda? Tarihi binaların yıkılmasını engelleyecek bir çalışma yapılmıyor mu?
Projeyi yürüten tarafın umurunda değil. Mimarlar Odası, Birleşik Taşımacılık Çalışanları Sendikası (BTS) ve Anıtlar Yüksek Kurulu dışında karşı çıkan yok. Bu üç kurumun ortak imzasıyla, bütün hattın endüstriyel miras ilan edilmesi ve koruma altına alınması için Kocaeli dahil altı tane Koruma Kurulu’na başvuru yapıldı. Başvuru aylardır Koruma Kurulları’nda bekliyor. Hiçbir şekilde işlem yapılmıyor. DLH inşaat alanını bölgelere ayırarak, her bölgeyi farklı müteahhit firmalara vermiş. Örneğin Bostancı - Haydarpaşa arasındaki istasyon binaları ve müştemilatlarının inşaatları bir firmaya; Bostancı - Pendik arası başka bir firmaya verilmiş. Dolayısıyla işin içinde birçok firma var. Bu firmaların istasyonlar için plan ve projeleri hazırladıktan sonra onay almaları gerekiyor. DLH Marmaray Bölge Müdürlüğü belirli istasyon binalarındaki çalışmalar için Koruma Kurulu’na başvuruda bulunmuş. Yani süreci devam ettiriyorlar. Şimdi bunların karara bağlanması çok önemli. Ayrıca bölgede istasyon binaları dışında birçok sanat eseri var. Alt ve üst yaya geçitleri, köprüler... Bunlar koruma altında olmadıklarından yıkmak için kuruldan izin alınması da gerekmiyor. Yine DLH’nın raporuna göre bu hat üzerindeki yaklaşık 150 sanat yapısı yıkılacak. Bir de raporlarında tarihin korunacağı yönünde açıklamaları var. İstasyon binalarının yenileneceğinden bahsediyorlar. Doğal olarak insanlar restore edileceğini düşünüyorlar ama ayrı bir belgede de yıkılacakların listesi var. Yani kamuoyuna yansıtılanla kurumlar arasındaki yazışmalar farklı. Kamuoyuna sunulan raporda istasyonlar yıkılmayacak, yenilenecek deniliyor ama DLH’nın kendi iç yazışmalarında neresi yıkılacak belli.



******


"HAYDARPAŞA VE SİRKECİ GARLARI İŞLEVSİZ KALACAK"





Marmaray hattı açıldıktan sonra Haydarpaşa Garı ne olacak?
Haydarpaşa bölgesi proje dışında göründüğü için, onunla ilgili herhangi bir bilgi yok raporlarda.

 

Peki Sirkeci?..
Topkapı Sarayı ile birleşerek, açık hava müzesi haline getirilecek gibi bazı söylentiler oldu. Ancak bir kesinlik kazanmış değil.

 

Ama tüp geçit açıldıktan sonra Haydarpaşa ve Sirkeci Garları neredeyse işlevsiz kalacaklar öyle değil mi?
Anadolu yakasında Söğütlüçeşme İstasyonu ve Haydarpaşa Garı, Avrupa yakasında ise Yedikule - Sirkeci arası, Marmaray kapsamında değil. Başlangıçta Haydarpaşa projeye dahildi; ancak bu bölgeyle ilgili başka planları olduğu için projeden çıkarıldı. DLH’ya yazılı olarak bunun nedenini sorduk. Verdikleri yanıtta "görülen lüzum üzerine" diye bir ifadeyle karşılaştık. O lüzumun ne olduğu belli değil.

 

Sirkeci - Yedikule arası kısa bir mesafe değil. Üstelik üzerinde tarihi evlerin de olduğu çok güzel bir güzergah.
Bu hat Abdülaziz zamanında yapılmış ve o zaman sarayın içinden geçiyormuş. Padişah bu hatta o kadar önem veriyormuş ki, bir rivayet göre "Demiryolu geçsin de, gerekirse odamın içinden geçsin" demiş. Bugün ise bu hattı ortadan kaldırmaya çalışıyorlar. Yenikapı ve Yedikule’de yapılan kazılarda da tarih canlanıyor mu, yoksa yok mu oluyor anlayamıyorum.

 

İstanbul bir deniz kenti... Tüp geçit yapıldıktan sonra deniz taşımacılığı da durumdan olumsuz etkilenecektir.
Ben buna deniz kentinde denizi görmeden yaşamak diyorum. Vapura binmek yerine denizin altından geçiyorsunuz. Zaten Haydarpaşa – Karaköy ve Haydarpaşa – Eminönü arası seferler biter. Yani vapur ulaşımı da büyük ölçüde zarara uğrayacak. Zaten bunu istiyorlar.

 

Uzun süredir vapurların bakımsız bırakıldığını gözlemliyorum. İskeleler keza öyle...
Bunu geçin, başta Marmaray sadece demiryolu için olacak dendi ama lastikli geçiş için ihale yapıldı. Demek siz sadece karayoluna önem veriyorsunuz. Deniz ve demiryolu ulaşımı ikinci planda kalıyor. Karayolu tüp tüneli de Marmaray tüp tünelinin hemen paralelinde yer alıyor.

 

İstanbul bütün iş ve yaşam merkezleriyle kuzeye doğru genişleyen bir kent... Dolayısıyla güneye yapılacak olan Marmaray’ın, İstanbul’un ulaşım sorununu çözecek olması ne kadar gerçekçi?
İstanbul’un Marmara Denizi kıyısındaki yolcu sayısında bir doygunluk, hatta azalma olduğunu, iş ve yerleşim alanlarının kuzeye doğru kaydığını projenin içinde yer alan uzmanlar bile söylüyor. Trafiğin yoğun olduğu bölgeler de doğal olarak buralar. Trafik sıkışıklığı demiryolunun geçtiği yerlerde değil ki. O halde aynı güzergaha bir tane daha yol kondurmak ne kadar mantıklı?

 

Amaç insanları toplu taşımaya sevk etmek deniyor ama Levent’te çalışan biri Marmaray’ı neden kullansın?
Zaman kazandıracak diyorlar. Bakın, DLH’nın yaptığı hesaba göre Gebze – Halkalı arası ulaşım 180 dakika sürüyor. Fark ettik ki işin içine Harem - Eminönü arası arabalı vapur seferini de katıyorlar. Haydarpaşa’ya gelen bir yolcunun, Harem’deki arabalı vapurla ne alakası var? Basit bir örnek vereyim: Gebze - Söğütlüçeşme arasında banliyö trenlerinin bir çizelgesi vardır. Hangi dakikada, hangi istasyonda olması gerektiği yazar. DLH’ya göre bu hatta banliyö yolculuğu 60 dakika sürüyor. Oysa bundan on sene önce Gebze – Haydarpaşa arası banliyö hattı 55 dakikaydı. Yani kurduğunuz sistem, eskisine göre 5 dakika daha yavaş. Bir de ulaşımda entegrasyon denen bir şey vardır. Eskiden tren gelince vapur kalkardı. Yani bunlar birbiriyle bağlantılı çalışıyordu. Kısaca, tüpün kazandıracağı çok büyük bir zaman değil. Haydarpaşa’dan Eminönü’ne geçmek isteyen bir yolcu için kazandırdığı sadece dört dakikadır. Dört dakika için de bu kadar büyük yatırım yapılmaz herhalde. Taşıtları entegre hale getirirseniz, Haliç’teki tersaneleri kapatmak yerine vapurlara bakım yaparsanız, trenleri yenilerseniz zaten dört dakika kazanırsınız. Her iki yakada çalışan banliyö trenlerinin ekonomik ömrü dolmuş durumda. Karayolu aracı yağmurda patinaj yapabiliyor değil mi? İşte demiryollarında da aynı şey geçerli. Trenlerin patinaj yapmasını engelleyen bir kurmalı sistem vardır. Bu sistemi çalıştırmıyorlar; yani bakımını yapmıyorlar. O zaman en ufak bir durumda motorlar yanmaya başlıyor. Dolayısıyla daha önce 55 dakika süren yol, artık daha uzun sürüyor.

Yapı, 20.03.2009

BEŞ MAHALLE KENTSEL SİT ALANI İÇİNE ALINDI

Kahramanmaraş'ın ilk yerleşim merkezi olan 5 mahalle ''Kentsel Sit Alanı'' içerisine alındı. Çalışmaları sürdüren Kahramanmaraş Belediyesi tarihe yeniden ışık tutmayı hedefliyor. Kahramanmaraş Belediyesi tarafından 2005 yılında başlatılan çalışmalar yavaş yavaş meyvesini vermeye başladı. İlk olarak tarihi ve kültürel dokuların envanter çalışmasını ortaya koyan belediye şimdi de 36 hektar alanda koruma amaçlı imar çalışmasını tamamladı.

 

Bakanlar Kurulu kararı ile Kurtuluş, Ekmekçi, Divanlı, Kayabaşı ve Şıh Turan mahalleleri Kentsel Sit Alanı'na dahil edildi. Bu kapsamda çalışmalarını sürdüren Kahramanmaraş Belediyesi 3 yıl içerisinde bu bölgeleri turizme kazandırmayı amaçlıyor. Belediye Başkanı Mustafa Poyraz'da bu alanların şehrin tarihi zenginlikleri olduğunu ve turist çek için büyük önem arz ettiğini kaydetti.

Zaman, 20.03.2009

ALMANYA'DA 7000 YILLIK TEKNELER ÇÜRÜMEYE TERKEDİLDİ

 

 

Avrupa’da şimdiye dek bulunan en eski tekne kalıntıları Almanya’da, kısmen yıkılmış bir barınakta çürüyüp dağılmaya terk edildi. İkisi 7000, üçüncüsü ise yaklaşık 6000 yıllık olan bu tekneler yedi yıl önce Baltık yakınlarında Stralsund’da bir inşaat çalışması sırasında bulunmuştu. Yetersiz kaynak sonucu bakımsızlık içinde bir depoya kaldırılan ahşap tekneler sonunda çürüyüp dağıldılar. Stralsund Müzesi yetkilisi Andreas Grüger olayı “Sadece Almanya için değil, tüm dünya için telafi edilemez bir kayıp” olarak niteledi. 

 

Schwerin’de Antik Eser Restorasyon Merkezi’ne teslim edilen tekneler burada maddi imkanların yetersizliği dolayısıyla restore edilemediği gibi korunamadı da. Uygun ve korunaklı bir yere yerleştirileceklerine bir barakaya atıldılar. Barakanın 2004’de kısmen çökmesi sonunda yağmur ve güneşe maruz kaldılar ve kelimenin tam anlamı ile “dağıldılar” 

thelocal.de, 12.03.2009

MÜZECİLİK ÇALIŞTAYI VE PANELİ DEMRE'DE BAŞLADI

 

Akdeniz Üniversitesi (AÜ) Arkeoloji Bölümü Müzecilik Anabilim Dalı, Rölöve ve Anıtlar Müdürlüğü ve Demre Belediyesi'nce ortaklaşa düzenlenen 5. Müzecilik Çalıştayı, Demre'de başladı.


Demre Belediyesi Kültür Salonu'nda düzenlenen çalıştayın açılış oturumuna Demre Kaymakamı Ersin Tepeli, Demre Belediye Başkanı Süleyman Topçu, Akdeniz Üniversitesi Arkeoloji Bölümü'nde Prof.Dr. Nevzat Çevik ve diğer yetkililer katıldı.


Prof.Dr. Nevzat Çevik, bu yıl Andriake Liman Kenti ve Myra Antik Kenti'nde kazılara başlanacağını bildirdi. Bu kazılar devam ederken Andriake Liman kentindeki Roma İmparatorluğu'nun buğday silosunun da Likya Müzesi haline getirileceğini belirten Çevik, ''Bu konuda uzmanların ve yöre halkının düşünceleri alındıktan sonra karar verilecek. Nasıl bir müze olması sorusuna yanıt aranacak. Oluşacak öneriler doğrultusunda bir karar alınacak ve bakanlığa sunulacak. Demre büyük bir müze kazanacak'' dedi.

Kemer Gözcü, 20.03.2009

MURADİYE HAMAMI ENGELLİ MERKEZİ OLDU





600 yıllık Muradiye Hamamı, Osmangazi Belediyesince kamulaştırılıp, restore edilerek ‘Engelli Kişisel Gelişim Merkezi` olarak hizmete açıldı.

 

Osmangazi Belediyesi, Bursa'nın ziynetleri arasında yer alan tarihi bir yapıyı daha kentin ve kentlinin kullanımına sundu. Özel mülkiyette iken kamulaştırılarak belediyenin mülkiyetine geçirilen ve kısa bir süre içinde restore edilen Muradiye Hamamı, engellilere yönelik önemli merkezlerden biri oldu. Muradiye Engelli Kişisel Gelişim Merkezi olarak hizmete giren yapıda engellilere yönelik çeşitli kurslar gerçekleştirilecek.


Düzenlenen açılış törenine Bursa Milletvekilleri Mehmet Tunçak, Mehmet Emin Tutan, Osmangazi Belediye Başkanı ve Büyükşehir Belediye Başkan Adayı Recep Altepe, Osmangazi Belediye Başkan Adayı Mustafa Dündar, belediye meclis üyeleri ve vatandaşlar katıldı. Açılış kurdelesinin kesilmesiyle engelli kişisel gelişim merkezi haline getirilen hamamı gezen davetliler, engelliler tarafından hazırlanmış birbirinden güzel el sanatları ürünleriyle karşılaştılar. Eserler davetlilerden büyük beğeni toplarken, bundan sonra açılacak kurlarda hazırlanacak eserlerde yine tarihi hamam da izleyicilerle buluşacak.


Engellilerden gelen talepler doğrultusunda oluşturulan ebru, resim, bilgisayar, ahşap boyama, el sanatları kurslarıyla engellilere kişisel gelişim imkanı sunulacak. Bu tür kurslar daha küçük çaplı olarak Osmangazi Yerel Gündem 21 Engelli Bakım Merkezi (OBAM) ve Engelli Danışma Merkezi (OSEM)`de düzenleniyordu. Fakat Muradiye Hamamı'nın tamamen bu amaçla tahsis edilmesiyle, kente bu yöndeki eksikliği giderecek ciddi bir adım atılmış oldu. Muradiye Engelli Kişisel Gelişim Merkezi`nde yine engellilerden gelen talepler doğrultusunda okuma yazma kursları düzenlenecek.
Giriş kat ve Asma kattan oluşan hamam engelli rehabilitasyonuna uygun şekilde özel olarak restore edildi. Bu kapsamda binanın girişi rampa ile sağlanıyor. Asma kata ise engelli asansörü ile ulaşılıyor. Asma katta çalışma ofisleri ve eğitim üniteleri yer alıyor. Giriş katında engelli tuvaletleri ve kafeterya bulunuyor. İç kısımda ise bilgisayar laboratuarı oluşturuldu. Eskiden odun deposu (cehennemlik) olarak kullanılan kısım ek hizmet binası olarak yeniden inşa edildi. Tüm bina network ağı ile döşenmiş olup, dahili telefon hatları kuruldu. Yeterli dekoratif aydınlatma ile donatılan yapı, kapalı devre güvenlik sistemi ile 24 saat korunacak.


Muradiye Hamamı'nın da bundan öncekiler gibi; Gökdere Medresesi, Ördekli Hamamı, Seyid Usul Kültür Merkezi, Karabaş-i Kültür Merkezi gibi restorasyonunun ardından işlevsel hale getirildiğini belirten Osmangazi Belediye Başkanı Recep Altepe, “600 yıllık Muradiye Hamamı, harabe haldeyken bugün kentin yaşayan mekanlarından biri haline geldi. Üstelik engellilere hizmet veren yapı oldukça önemli bir misyon üstlenmiş oldu” dedi.

Bursa Olay, 20.03.2009

TARİHİ ESER AÇIKLAMASI

 

Konya Vakıflar Bölge Müdürü İbrahim Genç, görev alanlarına giren ve gazetemizde yayımlanan Seyfettin Karasungur Türbesi, İplikçi Cami ve Pisili Camii’nin tuvaletleri ile ilgili haberler üzerine açıklama yaptı.


Karasungur Türbesi
Mülkiyeti Vakıflar Genel Müdürlüğü'ne ait Seyfettin Karasungur Türbesi’nin basit onarım niteliğindeki imalatlarının en son 1998 yılında elverdiği ölçüde gerçekleştiğini hatırlatan Vakıflar Bölge Müdürü İbrahim Genç, “En son olarak 2007 yılında idaremizce yapılan çevre hafriyat çalışmaları sonrasında türbenin kaidesi ile mezar katı ortaya çıkarılarak orijinal kota ulaşılmış, mezarlık bölümünün temizliği yapılmış ve bulunan izler doğrultusunda hazırlatılan rölöve, restorasyon ve restitüsyon projeleri Konya Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulunca onaylanmıştır. İdaremizce onaylı proje doğrultusunda tescilli türbenin onarımına başlanılma aşamasına gelinmişken, türbe beden duvarları çevresindeki mülkiyetin Karatay Belediyesi’ne ait olması nedeniyle uygulama ilgili belediye tarafından engellenerek, idaremiz hakkında Cumhuriyet Savcılığına suç duyurusunda bulunulduğundan yapılan hafriyat kapatılarak tescilli türbenin onarım ve restorasyonunun idaremiz tarafından yapılması engellenmiştir” dedi. En son olarak türbenin orijinal kaidesi ile giriş katına ait orijinal basamaklarının bulunduğu, Karatay Belediyesi mülkiyetindeki alanın idare mülkiyetine geçmesi için idare tarafından tapu iptali tescil davası açıldığını kaydeden İbrahim Genç, davanın sonuçlanmasına müteakip gerekli onarım ve restorasyon çalışmalarına başlanabileceğini vurguladı. Genç, konuyla ilgili olarak idarenin hiçbir ihmali söz konusu olmadığını belirtti.
 

İplikçi Camii
İplikçi Camii’nin kuzey beden duvarında yer alan ve kalkan duvar içerisindeki kanaldan oluşan sızıntıların Vakıflar Bölge Müdürlüğü teknik elemanlarınca incelendiğini kaydeden İbrahim Genç, problemin çatı kalkan duvarları arkasındaki gizli dere ile toplanarak çörtenlerden atılan suyun, çörten ağızlarının tıkanması nedeniyle tahliye edilememesinden kaynaklandığını bildirdi. Çörten ağızları temizlenerek gerekli bakımın yapıldığını ve su sızıntısının önlendiğini vurgulayan Genç, “Mülkiyeti idaremize ait tarihi camiler kullanımının diyanet işlerine ait olması nedeniyle periyodik bakımların kullanıcı tarafından yapılarak benzer olumsuzlukların önlenmesi gerekmektedir” dedi.
Eski Garaj civarındaki Pisili Camii’nin tuvaletlerindeki tahribatla ilgili olarak da açıklama yapan Genç, sorunun çözümü için girişimde bulunduklarını söyledi. 

Merhaba Gazetesi, 19.03.2009

TARİHİ ESER KAÇAKÇILARI CEZAEVİNE KONULDU

 

Muğla'nın Milas İlçesi'nde, jandarma ekiplerine tarihi eser satmaya çalıştıkları iddiasıyla gözaltına alınan 2 kişi, tutuklandı.


Milas İlçe Jandarma Komutanlığı ekiplerince, Beçin beldesinde, ellerindeki tarihi eserleri satmak isterken suçüstü yakalanan V.K. (47) ve C.A. (45) ifadeleri alındıktan sonra adliyeye sevk edildi. Zanlıların, çıkarıldıkları mahkemece tutuklanmalarına karar verildi.


Beçin beldesinde, alıcı gibi davranarak irtibat kuran jandarma ekiplerine ellerindeki tarihi eserleri satmak isteyen V.K (47) ile C.A (45) suçüstü yakalanmıştı. Zanlılarla birlikte, Roma dönemine ait 48 sikke ele geçirilmişti.

Haber Ekspres, 19.03.2009

AKP'NİN TARİHİ EVLERE İLGİSİ BAŞKA





Altındağ Belediyesi'nin, şair Mehmet Akif Ersoy'un evinin bulunduğu mahallede başlattığı tarihi eski Ankara evlerinin restore edildiği "sokak sağlıklaştırma" projesinden de "Sulukule vakası" ortaya çıktı. Belediye meclisinin onayıyla hazırlanan projenin gerçekleştiği mahallede dört belediye meclis üyesi bir evi ortak alırken bir üye de tek başına bir ev edinme yoluna gitti. Altındağ AKP İlçe Başkanı İdris Atalay ise mahalleden üç ev satın aldı. Belediye de altı evi bünyesine kattı.


Hürriyet internet sitesinden Umut Erdem'in haberine göre Altındağ Belediyesi'nin tarihi Hamamönü ve Gündoğdu Mahallesi'nde gerçekleştirdiği proje, 24 Kasım 2006 tarihinde başladı. Belediye, Anıtlar Kurulu'nca tamamı tescilli olan evlerin bulunduğu mahallenin tüm elektrik ve telefon tesisatını yeraltına alırken, sokak ve kaldırım taşlarını orijinaline uygun olarak yeniledi, evlerin dış cephelerini de asıllarına uygun olarak restore etti. Bugüne kadar yaklaşık 80'in üzerinde ev restore edildi.


AKP'li meclis üyeleri Halit Çakmak, Gürsel Baran, Ömer Gafa ve Ünsal Muratdağı projenin gerçekleştiği Fırın Sokak'ın meydana bakan, önü açık bir alandaki 79 yıllık eski evi 16 Kasım 2007'de ortaklaşa satın aldı. Eve ödedikleri ücreti önce açıklamak istemeyen üyelerden Çakmak, Hürriyet'in ısrarı üzerine 84 metrekarelik eve 32 bin TL ödediklerini söyledi.

Başka bir üye Ali Gökşin ise sokağın en büyük evlerinden birini, Türk Silahlı Kuvvetlerini Güçlendirme Vakfı'ndan 2006 yılında 68 bin TL'ye satın aldı. "Korunması Gerekli Taşınmaz Kültür Varlığı" olarak kayıtlı olan avlulu ahşap ev 280 metrekarelik bir alanda bulunuyor. Belediye Başkanı Veysel Tiryaki, restore edilen Gökşin'in evinde bakanlar başta olmak üzere önemli misafirlerini ağırlıyor.


Belediye meclis üyelerinin yanı sıra mahalledeki evlere en çok ilgiyi de Altındağ AKP İlçe Başkanı İdris Atalay'ın gösterdiği ortaya çıktı. Atalay, 220, 225 ve 161 metrekare büyüklüğündeki üç evi, 9 Kasım 2007'de mal varlığına ekledi. Emlak vergisi bildirimi belgesine göre asgari arsa bedeli 65 bin, 64 bin ve 46 bin YTL olarak belirlendi.

Emlakçıların verdiği bilgiye göre, mahallede 100 metrekare civarındaki evler 150 bin ile 200 bin, 150-200 metrekare büyüklüğündeki evler 200-250 bin, 300 metrekare büyüklüğündeki evler 400 bin, 500 metrekare ve daha geniş evler ise 700-750 bin TL'ye alıcı buluyor. Gökşin'in 2006'da 68 bin YTL'ye aldığı 280 metrekarelik evinin değeri bugün yaklaşık 350 bin TL oldu.

CHP'li belediye meclis üyesi Ali Ergin, "Belediyenin ve hangi meclis üyelerinin bölgede ev aldığını" yazılı soru önergesiyle Belediye Başkanı Tiryaki'ye sordu. İddiaları doğrulayan Tiryaki, üyelerin restorasyonlarını belediyenin yapmadığını kaydetti. Tiryaki, önergede ortak alınan eve "Gürsel Baran ve ortakları" ibaresini kullanarak, diğer üyelerin isimlerini de açıklamadı.

Ergin, Belediye Meclisi'nin 10 Ekim 2008'deki toplantısında konunun "etik ve ahlak dışı" olduğunu vurguladı. Eleştirileri yanıtlayan Tiryaki'nin sözleri tutanaklara şöyle geçti:
"Restorasyon işine başladığım ilk günden itibaren meclis üyelerine hep şunu söyledim: 'Tanıdıklarınıza söyleyin, buradaki evleri alın; çünkü buralarda 50 mirasçı var, dün bir ev yıkıldı.' Burada proje kapsamında bizim bir eve harcadığımız para 25-26 bin YTL. Meclis üyelerinin aldığı binalara kesinlikle belediyeden bir kuruş harcamamışımdır.

Gökşin ise evi Mehmetçik Vakfı'ndan 68 bin YTL'ye aldı bir ortakla beraber. Ortak da ölmüştür. Daha önce Vakıf burayı iki defa satmak istedi. Belediye olarak 40 milyar'a almak istedi. İhaleye çıktı. Bunlar 'ihalesiz satamayız' dediler. 100 milyar istediler giren olmadı. 68 milyara gitti. Şimdi bunlar yapılmasın da mezbelelik mi kalsın buralar? Madde bağımlıları yatsın, sarhoşların kusmukları mı dolaşsın? Mehmet Akif Ersoy'un, Karacabey'in yatırları var o bölgede."
 

Ortaklardan Halit Çakmak ise şöyle konuştu: "Harabe halinde bir evdi. Restorasyonunu kendi imkanlarımızla yaptık. Büro olarak kullanacağız. Normal bir vatandaşın elinde hangi hakları varsa o haklardan yararlandık. Sizce bir sakıncası mı var? Biz o proje başladıktan 7-8 ay sonra aldık. Bunu satan vatandaş sokak iyileştirme projesini görmedi mi? Bu eve bir iyileştirme yapılmamıştı. Sokağın kendisi iyileştirildi. Dış cephe giydirmesi yapılmamıştı. İsteyen olursa satmaya hazırız. Biz sadece bu mahalleye katkımız olsun istedik.

Yoksa burada bir rant meselesi yoktur. Hem rant olsa ne olacak? Yaptığım masrafları vatandaş versin bir kuruş fark dahi almadan satmaya hazırım. Bizim herşeyimiz ak süt gibi ortada. Paramla istediğim yerden istediğim şeyi satın alırım. Altındağ Belediyesi Meclis Üyesiyim diye kendi bölgemde, kendi paramla iş yapmayacak mıyım? Belediye imkanlarıyla, parasıyla yapıyorsam tamam. Onları hep beraber sorgulayalım. Benim inşaatımda belediyenin çöpü dahi olamaz."

Radikal, 19.03.2009

ARTEMİS TAPINAĞI YAPILDIĞI TOPRAKLARA GERİ Mİ DÖNÜYOR?





"Mağrur Babil’in üstünde savaş arabaları için yol olan duvarını ve Alpheus’daki Zeus heykelini ve asma bahçeleri gördüm ve güneşin kolosusunu ve yüksek piramitlerin devasa işçiliğini ve Mausolos’un engin mezarını; ama Artemis’in bulutlar üzerine kurulmuş evini gördüğümde diğer tüm harikalar parlaklıklarını kaybetti ve dedim ki, (İşte! Olimpus’un dışında, Güneş hiç bu kadar büyük bir şeye bakmadı.)"

 

Dünyanın 7 harikasını derleyen Sidon’lu Antipader’in bu sözlerle tanımladığı, ancak bugün yerinde sadece iki mermer parçasının bulunduğu Artemis Tapınağı’nın, topraklarında yeniden yükselmesi için çalışma başlatıldı.  Dünyanın 7 harikasından biri olarak adlandırılan ve bugün kalıntılarından bir kısmı Londra’daki British Museum’da sergilenen Artemis Tapınağı’nın, Efes’te 110 yıldır kazı çalışmalarını sürdüren Avusturya Kazı Evi arkeologları tarafından kendi ölçülerinde birebir çizimi yapıldı. Tapınağın orijinal yerinden 2 kilometre mesafedeki Kurudağ’da aslına uygun olarak yeniden inşa edilmesini öngören çalışmanın yürütücülüğünü, bu amaçla oluşturulan Artemis Kültür Sanat ve Eğitim Vakfı üstlendi. Proje, önce Selçuk Belediyesine, buradan da İzmir Büyükşehir Belediyesine gönderildi.

 

İzmir 2 Nolu Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulundan da uygunluk kararının çıkması durumunda proje, Kültür ve Turizm ile Maliye bakanlıklarının onayına sunulacak.

 

Selçuk Kaymakamı Aziz İnci, konuyla ilgili olarak, Artemis Tapınağı’nın, dünyanın 7 harikası arasında yer aldığını belirterek, şunları kaydetti:  "Bu 7 harikadan sadece Mısır’daki piramitler var ayakta, diğerleri yok. Ya denizin, ya toprağın altında ya da kaybolmuş. Ama bizim eserimizin elimizde projesi var. Çünkü Avusturya’lı arkeologlar, 110 yıldır burada çalışıyorlar. Tapınağın bütün detaylarını biliyorlar. Bu bilgiler bir çizime, sonra bir projeye dönüştü. Artemis Tapınağı, bire bir kendi ölçülerinde ve Selçuk Efes toprakları üzerinde yeniden yükselecek. Sadece tapınağın kendisi değil, aynı zamanda bir site şeklinde yükselecek."

 

Efes’te koruma kurulu kararları gereği yapılamayan kültür ve sanat etkinliklerinin, hayata geçmesi halinde bu sitede yapılacağını bildiren İnci, Artemis’in günün çok büyük bir kültür ve sanat merkezi olarak yükseleceğini kaydetti.

 

Projenin, 1000-1200 dekarlık bir arazide yapımının öngörüldüğünü, sadece kapalı mekanlar değil, rekreasyon alanlarının da bulunacağını ifade eden İnci, maliyetin, 100 milyon doların üzerinde olacağının hesaplandığını söyledi.


İnci, "çalışmalarda tarihe, arkeolojiye, bilimin verilerine uygun davranmak zorundasınız. Bütün girişimler, Avusturya Kazı Evi ve yerel otoritelerle görüşülerek yapılıyor. Bakanlıkların görüşü çok önemli. Biz projenin bir an önce hayata geçirilmesi için çalışan arkadaşlara destek veriyoruz" dedi.

 

Dönemin en büyük mermer taş yapısı olan ve Tanrıça Artemis’e ithaf edilen tapınak, Lidya Kralı Kroisos tarafından başlatıldı. 120 yıllık bir projenin eseri olan Artemis Tapınağı, MÖ 550 yıllarında tamamlandı.

 

Yapı, Yunan mimar Chersiphron tarafından tasarlandı, dönemin en büyük heykeltıraşları Pheidias, Polycleitus, Kresilas ve Phradmon tarafından bronz heykellerle süslendi. Pazaryeri ve aynı zamanda dini müessese olarak kullanılan Artemis Tapınağı, MÖ 356’da, adını ölümsüzleştirmek isteyen Herostratus tarafından yakıldı, aynı büyüklükte ancak 3 metre yüksek olarak yeniden inşa edildi. Yapı, 262’de Gotlar tarafından yıkıldı, bir daha onarılmadı. British Museum adına 1869-1874’te J.T. Wood ve 1904-1905’te David G. Hogart’ın yaptığı kazılarda bulunan tapınak kalıntıları, İngiltere’ye götürüldü.

Radikal, 19.03.2009

CARAVAGGIO'NUN KARANLIK ODASI

 

Caravaggio’nun resimlerini yaparken fotoğraf tekniği kullandığı belirlendi.


Floransa’daki Uluslararası Stüdyo Sanat Merkezi’nde görevli araştırmacı Roberta Lapucci, 16. yüzyılda yaşayan ressamın, fizikçi dostu Giovanni Battista Della Porta’nın verdiği fikirle modellerini ‘fotoğrafladığını’ söyledi.


Lapucci’nin araştırmalarında elde ettiği sonuca göre, Caravaggio, bir tür “karanlık oda”da çalışıyor ve modellerini tavandaki bir delikten gelen ışıkla aydınlatıyordu. Modellerin görüntüsü bir lens ve ayna yardımıyla tuvale yansıtılıyordu. Caravaggio, karanlıkta görünen kimyasallar ve minerallerle karıştırdığı beyaz kurşunla, tuvale yansıyan görüntünün üzerinden çizim yapıyor, daha sonra da resmi tamamlıyordu.


Roberta Lapucci, “ışık ve gölge ustası” ressamın kullandığı bu yöntemin “fotoğrafçılığın temeli olan teknikleri içerdiğini” söyledi. Lapucci, bu teknikteki “karanlık oda”nın ressamlar arasında ilk kez Caravaggio tarafından kullanıldığını belirtti.

Evrensel, 19.03.2009

AŞKIN'A YARGITAY ŞOKU

 

Yargıtay'dan, Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi eski Rektörü Prof.Dr. Yücel Aşkın'a 'üzücü' haber geldi. Yargıtay 7'nci Ceza Dairesi, eski Rektör Aşkın hakkında 'Tarihi eser kaçakçılığı' suçundan verilen 'beraat' kararını, 'usul' yönünden bozdu. Van 2'nci Asliye Ceza Mahkemesi'nin 'beraat' kararının temyiz incelemesini yapan Yargıtay,  'yeterli bilirkişi incelemesi yapılmadan hüküm kurulduğu' kararına vardı.

Van 2'nci Asliye Ceza Mahkemesi, Yargıtay'ın bozma kararına uyarsa, yargılamada başa dönülecek ve dava konusu bin 19 eser, uzman bilirkişi tarafından incelendikten sonra yeniden karar verilecek. Yerel mahkeme ilk kararında direnirse, dava nihai kararı verecek olan Yargıtay Ceza Genel Kurulu'na gönderilecek.


Oybirliği ile verilen karar, Van Cumhuriyet Başsavcılığı'nın, 'beraat' kararına yaptığı itiraz üzerine alındı. Dosyayı inceleyen Yargıtay, Aşkın'ın evindeki tarihi eserlerin, arkeoloji ve sanat tarihi alanında uzman bilirkişiler tarafından incelenmediğini saptadı.


Bu durumu 'usul eksiği' olarak belirleyen Yargıtay, yerel mahkemenin 'beraat' kararını bozdu ve suça konu eserlerin uzman bilirkişi heyeti tarafından incelendikten sonra karar verilmesi gerektiğine dikkat çekti.

 

Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi eski Rektörü Yücel Aşkın hakkında, 2005 yılında evinde yapılan aramada bulunan bin 19 tarihi eserle ilgili olarak 'Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu'na muhalefet' suçundan dava açılmıştı.

Akşam, Haber: Ersin Bal, 19.03.2009

ANTİK DÜNYANIN EN UZUN YERALTI SU KANALI





Suriye’de, Romalı mühendislerin  şehirlere su taşımak için inşa ettikleri 100 km den uzun bir ve yapımı yüzyıl sürmüş olan bir su kanalı araştırılıyor. 

 

Romalıların suya olan düşkünlükleri tarih boyunca biliniyordu. Örneğin binlerce çeşmesi ve yığınla hamamı olan Roma’da yılda kişi başı su tüketimi 500 litrenin üzerinde idi ve bu kadar yüksek miktarı karşılamak için Romalı mühendisler asırlar boyu kurşun borulardan kale yüksekliğinde su kemerlerine kadar birçok su mühendisliği mucizesi gerçekleştirmişlerdi.





Fakat MÖ 1. yüzyılda Filistin’i istila eden Romalıların böyle bir lüksü yoktu çünkü, bölgede ciddi su sıkıntısı vardı. Bu durumun üstesinden gelmek için bulunan yöntem ise 106 km den daha uzun bir tünel açmaktı. 





Tünel, Almanya, Darmstadt’da hidromekanik profesörü olan Mathias Döring tarafından keşfedilmiş ve araştırmalar devam ediyor. Kanal, Suriye’de bulunan ve şu anda kurumuş bir bataklıktan başlıyor. 1, 11 ve 94 km uzunluğunda üç tünele girmeden önce 64 km yeryüzünde ilerliyor. Bugüne dek bulunmuş en uzun antik su tüneli ise Bologna’da idi ve sadece 19 km idi. Tünelleri açmak için 600.000 metreküpten daha fazla taşın kırıldığı tahmin ediliyor. Yol boyunca 10 ayrı antik yerleşime su taşıyan tüneller antik çağda 50.000 civarında bir nüfusu olan Gadara şehrinde son buluyor. 

Spiegel Online, Haber: Matthias Schulz, 11.03.2009

MÜZELER, SANTRALİSTANBUL'DA TARTIŞILACAK

 

İstanbul Bilgi Üniversitesi Sanat Yönetimi Bölümü tarafından düzenlenen 'Le Laboratoire: Yaratıcılık için bir sanat ve bilim mekanı' başlıklı konferans yarın Santralistanbul’da gerçekleşecek.


Müzelerin sanat ve tarihi eserleri toplama, koruma ve sergileme fonksiyonlarının yanısıra, kentle ve halkla iletişim kurmak üzere giriştikleri projeler, bu kurumların kamusal alandaki varlığına işaret ediyor. Bu kapsamda, Müze ve İletişim Konuşmaları serisinin üçüncüsü; kültür, toplum ve eğitim alanlarında değişimi kolaylaştırmayı amaçlayan üretim ve süreç odaklı bir kültür merkezini, İstanbul’daki kültür aktörleriyle buluşturuyor.


Le Laboratoire (Paris) sanat yönetmeni Caroline Naphegyi’nin konuşmacı olarak katılacağı konferansta; sanat ve bilimin aynı mekanda buluşması ve bu buluşmanın yaratıcılığa yansıma biçimleri tartışılacak.

Birgün, 18.03.2009

"ÖLÜ DENİZ TOMARLARI'NI SADDUKİLER YAZDI"

 

 

Geçen yüzyılın en önemli arkeolojik bulgularından biri olarak kabul edilen Ölü Deniz Tomarları'nın (parşömenleri) Saddukiler tarafından yazıldığı iddia edildi.


Daily Telegraph’taki habere göre, Kudüs’teki İbrani Üniversitesi'nden Profesör Rachel Elior, 930 parşömenin bir Yahudi mezhebi olan ve geçmişleri Hazreti Süleyman zamanına kadar giden Saddukiler tarafından yazıldığını öne sürdü. Akademisyenler, tomarlar bulunduğundan beri bunların Yahudi mezhebi Esseneler tarafından yazıldığını düşünüyorlar. Parşömenlerin üzerine dini inançlarını yazdıkları söylenen Essenelerin, birinci yüzyılda yaşadığı belirtiliyor.

 

Elior ise Kudüs’ün fethedilmesinden sonra kentin en yüksek rahibi olan Zadok’un torunlarının uygulamalarının kayda geçirildiği parşömenlerin, daha sonra Kumran’a götürüldüğünü öne sürdü. Prof. Elior, parşömenlerdeki yazılı yasaların Sadduki yasası olduğunu her ciddi akademisyenin kabul etmesi gerektiğini belirtti.


Tomarlar Ölü Deniz kıyısındaki Kumran mağaralarında 1947’de bir çoban tarafından bulunmuştu. Saddukiler, Tanrı’nın dünyayı yarattıktan sonra kendi haline bıraktığına inanırlardı. Yahudi aristokrasisini temsil eden Saddukiler, ruhun ölümsüzlüğüne, ölülerin dirileceğine ve meleklereyse inanmazlardı.

Radikal, 18.03.2009

VAKIFLAR HEDEF BELİRLEDİ

 

 

Vakıflar Bölge Müdürü İsa Güven, bu yıl 18'i Gaziantep, 10'u Kilis'te olmak üzere 28 tarihi mekanın onarım ve restorasyonunu yapmayı hedeflediklerini bildirdi. Güven, tarihi ve kültürel mekanların çok yoğun olarak bulunduğu iller arasındaki Gaziantep'te özellikle son 4 yılda birçok eserin yapılan restorasyon çalışmasıyla yok olmaktan kurtarılarak genç kuşaklara kazandırıldığını belirtti. Cami, hamam, han ve mescit gibi 26 vakıf eserinin restore edildiğini belirten Güven, bu çalışmalar için 14 milyon TL'ye yakın harcama yapıldığını ifade etti.

Özellikle Osmanlı Devleti döneminde, vakfı eserlerinin yapımına büyük önem verildiğini, elde edilen kira gelirleri ile de fakirlere yardım yapıldığını dile getiren Güven, “Zaman içerisinde yıpranan bu mekanlar, bir taraftan yok olma tehlikesi ile karşı karşıya kaldı, diğer taraftan da bakımsızlık nedeniyle kullanılamaz hale geldi. Bu mekanlarda kiracı olarak ticari faaliyette bulunan bir çok esnafımız ise zor şartlarda bu mekanlarda çalışmalarını sürdürdü" dedi.

Gaziantep 17 Gazetesi, 18.03.2009

EN POPÜLER 103 İSİM TABLODA BULUŞTU





İnternetteki son fenomen tüm zamanların en popüler 103 isminin yer aldığı bu tablodaki kişilerin kim olduğunu bilmeye çalışmak. İlk bakışta biraz karışık görünse de tabloya dikkatli bakıldığında pek çok tanıdık yüze rastlamak mümkün. Uzun zamandan beri internette dolanan ancak kim ya da kimler tarafından yapıldığı bilinmeyen tablonun üç Çinli ve Tayvanlı sanatçıya ait olduğu ortaya çıktı. Dudu, Li Tiezi ve Zhang An'ın yağlı boya çalışması, ünlü İtalyan ressam Raphael'in Rönesans fresklerinden 'The School of Athens' (Atina Okulu)'ten esinlenerek yapılmış. Raphael'in Atina Okulu tablosunda filozoflar yer alıyor. Gandhi, Josef Stalin, Leonardo da Vinci, Putin, Mike Tyson, Margaret Thatcher bu tabloda yer alan ünlü 103 isimden sadece birkaçı.
Üç ressam tarafından 2006 yılında yapılan 'Discussing the Divine Comedy with Dante' (Dante'yle İlahi Komedya'yı Tartışmak) başlığını taşıyan bu tablo internetteki son fenomen oldu. (The Daily Mail)

 

 Tablodaki isimler şöyle: 

 

1. Bill Gates - 2. Homer - 3. Cui Jian - 4. Vladimir Lenin - 5. Pavel Korchagin - 6. Bill Clinton - 7. Deli Petro - 8. Margaret Thatcher - 9. Bruce Lee - 10. Winston Churchill - 11. Henri Matisse - 12. Genghis Khan - 13. Napoleon Bonaparte - 14. Che Guevara - 15. Fidel Castro - 16. Marlon Brando - 17. Yasser Arafat - 18. Julius Caesar - 19. Gen. Claire Lee Chennault - 20. Luciano Pavarotti - 21. George W. Bush - 22. The Prince of Wales - 23. Liu Xiang - 24. Kofi Annan - 25. Zhang An - 26. Mikhail Gorbachev - 27. Li Tiezi - 28. Dante Alighieri - 29. Dai Dudu - 30. Pele - 31. Guan Yu - 32. Ramses II - 33. Charles De Gaulle - 34. Albert Nobel - 35. Franklin Roosevelt - 36. Ernest Hemingway - 37. Elvis Presley - 38. Robert Oppenheimer - 39. William Shakespeare - 40. Wolfgang Amadeus Mozart - 41. Steven Spielberg - 42. Pablo Picasso - 43. Marie Curie - 44. Zhou Enlai - 45. Johann Wolfgang Von Goethe - 46. Laozi - 47. Marilyn Monroe - 48. Salvador Dali - 49. Dowager Cixi - 50. Ariel Sharon - 51. Qi Baishi - 52. Qin Shi Huang - 53. Mother Teresa - 54. Song Qingling - 55. Rabindranath Tagore - 56. Otto Von Bismarck - 57. Run Run Shaw - 58. Jean-Jacques Rousseau - 59. Audrey Hepburn - 60. Ludwig Van Beethoven - 61. Adolf Hitler - 62. Benito Mussolini - 63. Saddam Hussein - 64. Maxim Gorky - 65. Sun Yat-Sen - 66. Den Xiaoping - 67. Alexander Pushkin - 68. Lu Xun - 69. Joseph Stalin - 70. Leonardo Da Vinci - 71. Karl Marx - 72. Friedrich Nietzsche - 73. Abraham Lincoln - 74. Mao Zedong - 75. Charlie Chaplin - 76. Henry Ford - 77. Lei Feng - 78. Norman Bethune - 79. Sigmund Freud - 80. Juan Antonio Samaranch - 81. Chiang Kai Shek - 83. Leo Tolstoy - 84. Li Bai - 82. The Queen - 85. Corneliu Baba - 86. Auguste Rodin - 87. Dwight Eisenhower - 88. Michael Jordan - 89. Hideki Tojo - 90. Michelangelo - 91. Yi Sun-Sin - 92. Mike Tyson - 93. Vladimir Putin - 94. Hans Christian Andersen - 95. Shirley Temple - 96. Albert Einstein - 97. Moses - 98. Confucius - 99. Ghandi - 100. Vincent Van Gogh - 101. Toulouse Lautrec - 102. Marcel Duchamp ve 103. Usame Bin Ladin. (George Bush'un hemen arkasında.)

Radikal, 18.03.2009

MÜZE ÇEKMECESİNDEN KEŞİF ÇIKTI

 

 

Kanadalı araştırmacılar, Kuzey Amerika’da bebek büyüklüğünde etobur dinozor keşfetti.


Calgary Üniversitesi'nden Nicholas Longrich’e göre, etobur "velociraptor" türü dinozorun 1,8 ile 2,2 kilogram ağırlığındaki bu minik kuzeninin, böcekler, memeliler ve hatta bebek dinozorlar gibi dişine göre ne bulursa avladığı ve yediği tahmin ediliyor.  Longrich ve meslektaşı Philip J. Currie, Proceedings of the National Academy of Sciences dergisinde yayımlanan araştırmalarında, "bebek dinozorun", güney Alberta’nın ormanlık ve bataklık alanlarında 74 milyon önce yaşadığını da kaydetti. Çin’de son birkaç yılda ortaya çıkarılan aynı küçüklükteki dinozorların ve bunlarla ilgili yapılan çalışmaların, araştırmacıların Kuzey Amerika’daki bu bebek dinozoru belirlenmesine yardımcı olduğu belirtiliyor.


Bu bebek dinozorun kemiklerinin, çeyrek yüzyıl önce toplanan fosiller arasında bulunduğunu ve bu zamana kadar bir müzenin çekmecesinde tutulduğunu anlatan Longrich, bunlar üzerinde yaptıkları araştırmada tespit ettikleri küçük pençelerin genç bir dinozora ait olduğunu sandıklarını, ancak leğen kemiğini incelediklerinde bu pençelerin bir yetişkin dinozora ait olduğunu tespit ettiklerini kaydetti.


Longrich, bu buluşlarının, bulunmayı bekleyen daha küçük dinozorlar ihtimalini artırdığını ifade etti.  Kuzey Amerika’da bundan önce bulunan en küçük etobur dinozorun bir "kurt" büyüklüğünde olduğu belirtildi.

Radikal, 17.03.2009

"ASPENDOS'U YAĞMALATMAYACAĞIZ"

 

Kültür Sanat-Sen Genel Başkanı Başkanı Yavuz Demirkaya, Kültür Bakanlığı’nı eleştirdi ve Aspendos’u savunacaklarını söyledi.


Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın kültür varlıklarını korumak ve gelecek kuşaklara aktarmakla birinci derecede sorumlu olduğunu hatırlatan Demirkaya, bakanlığı kendi çıkardıkları yasayı çiğnemekle suçladı ve Aspendos Tiyatrosunun yağmalanmasına asla izin vermeyeceklerini söyledi.


Eğitim Sen Antalya Şubesi’nde genel merkez ve bölge yönetim Kurulu üyelerinin de katılımıyla bir basın toplantısı düzenleyen Demirkaya, Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın TÜRSAB ile birlikte imzaladığı protokolü eleştirdi. “Aspendos Arena Projesi”, Aspendos Tiyatrosunun doğusundaki 1.derece Arkeolojik sit alanında açık hava tiyatrosu inşa edilmesini ön görüyor.
Demirkaya bunu, “Bu karar ülkemizin kültür ve tabiat varlıkları üzerinde telafisi mümkün olmayan tahribatlara yol açacak niteliktedir” sözleriyle yorumladı. Söz konusu kararın derhal geri çekilerek, kültür ve tabiat varlıklarımızın zarar görmesinin engellenmesini isteyen Kültür Sanat-Sen, kararın geri alınması için hukuki girişimler de dahil olmak üzere her türlü eylem ve etkinlikte bulunacak.


Demirkaya, alınan bu kararın hiçbir bilimsel kriterlere uymadığını, mevcut kanuna ve ilke kararına aykırı olduğunu belirterek, kültür ve sanat işkolunda yetkili olan sendikalarının bu hukuksuzluğa seyirci kalmayacağını söyledi.

Evrensel, 17.03.2009


Ölü doğmuş bir projenin cenazesi (Devam):

İKİBİN
(S)ON

İSTANBUL 2010'DA YENİ ÜYELERİN SEÇİMİ NİSAN'A KALDI

 

İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı'nda istifa eden yürütme kurulu üyelerinin yerine gelecek yeni üyelerin seçimi nisan ayına kaldı.

 

Hüseyin Kavi başkanlığında önceki gün toplanan danışma kurulu, kendi üyelerinden 11'inin mahalli idareler seçimlerinden sonra yeniden belirlenecek olması nedeniyle seçimin de ertelenmesini kararlaştırdı. Bu sürede İstanbul Ticaret Odası ve İstanbul Sanayi Odası'nın görevlendirileceği 2 yeni üye ile yürütme kurulu karar alabilir konuma gelecek. Yeni üyelerle oluşturulacak yürütme kurulunun ilk toplantısının bu hafta içerisinde yapılması hedefleniyor.

Zaman, 17.03.2009


******


İSTANBUL 2010'DA YÜZLER SEÇİMLE GÜLECEK





İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı (AKBA) bir süre daha, en azından Nisan başına dek 'başsız' kalacak gibi. Ancak bunun bir nedeni var: 29 Mart seçimleri. Hal ve gidiş, AKBA ve İstanbul 2010 projelerinin kaderinin yerel seçimlerin (galiplerinin) elinde olduğunun işaretlerini veriyor. Buna göre, önceki gün 14.00'de, İstanbul Sepetçiler Kasrı'nda AKBA Danışma Kurulu Başkanı Hüsamettin Kavi öncülüğünde yapılan toplantı, AKBA Yönetim Kurulu'ndan istifa ederek ayrılan dört üyenin yerine kimlerin seçileceğinin müzakere edildiği bir bürokratik zirveye dönüşmüş görünüyor.

 

AKBA'nın 59 kişilik Danışma Kurulu'nda üç İl Genel Meclisi Üyesi, üç Belediye Meclisi Üyesi ve kendi içlerinde seçimleri yenilenen birer İstanbul Sanayi Odası (İTO) ve İstanbul Ticaret Odası (İTO) üyesi var. Bu 'bürokratik' kadrolaşma unsurları da, AKBA'da yaşanan nazik 'yönetişim' düğümünün bir tezahürü.

 

Öte yandan, 16 Mart'taki aynı toplantıda, 2010'a can veren Girişim Grubu üyelerinden iki, diğer Danışma Kurulu üyelerinden de iki kişinin Yürütme Kurulu'na seçilmesi öngörülmüş. Fakat bu 'yenileme' de, bu seçimin yapılması Danışma Kurulu'na 29 Mart ertesi yeni katılacak kimseler açısından sağlıksız olacağı için 'seçim uğruna' ertelenmiş. Hal böyle iken, İstanbul 2010'da dosyaları işleme alınan birçok proje de boşluğa düşmüş. Birçok disiplinden sanatçı ise İstanbul 2010'da doğrudan muhatap bulamadıkları için gözü takvimde, parmakları 'e-mail' kutusunda, bekliyor.

 

İşte Kavi de bu nedenle devreye girmiş. Kavi bu 'acil' kararların alınma sürecinde, Danışma Kurulu yetkilisi olmasının da etkisi ile, halen Yürütme Kurulu üyeliği devam eden Valilik, Belediye ve T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı temsilcilerine ek olarak, İSO ve İTO'dan da birer yürütme kurulu üyesinin alınarak, yeterli toplantı katılımcısı sayısının beşe ulaşabileceğine inanıyor.

 

Bu yüzden, de Yürütme Kurulu üyeleri tamamlanana kadar, ajansın işine bu 'geçici' beş üye ile devam edebileceği yönünde bir çalışma yapılmış. AKBA Yürütme Kurulu'nda Başkan Vekili olarak halen, T.C. Kültür Bakanlığı İl Kültür Müdürü Ahmet Emre Bilgili bulunuyor. Bu arada 'kriz'in taraflarından olduğu varsayılan AKBA Genel Sekreteri Eyüp Özgüç de, aldığı 14 günlük 'rapor'la görevine şimdilik ara vermiş. İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Artistik Komite Yönetmenleri ise, projenin iç yetki karmaşasının aşılabilmesi bakımından ortak açıklama yapmak için hazırlanıyor. İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Girişim Grubu da yetki karmaşasına acilen son verilmesinden yana.

 

İstanbul 2010 projesi Danışma Kurulu'nda yer alan Vecdi Sayar, gelişmeleri SABAH'a şöyle yorumladı: "İstanbul 2010'da yaşanan tıkanıklığın, baştan beri savunduğumuz katılımcı, adil ve saydam bir yönetim anlayışıyla aşılabileceğine inanıyorum. Kanımca, gelinen noktanın sorumlusu kamu görevi yapan bir kuruluşu, kişisel 'şov'una alet eden eski Yürütme Kurulu Başkanı'dır. 2010 sürecini, İstanbul'un kültürel dinamiklerini ve 2010 Ajansı'nın idari yapısını hiçe sayan bir anlayışla yönetmek, kimsenin haddi olmaması gerekir. Yürütme Kurulu Başkanı'- nın görevi, 'orkestra şefliği'dir. Bütün aletleri en iyi kendisinin çaldığını iddia eden bir orkestra şefi, olmaz, olamaz. Takım oyununa inanmayan, kişisel tercihlerini devreye sokan yöneticilere ihtiyacımız olmasa gerekir."

Sabah, 18.03.2009


******


İSTANBUL 2010 AKB AJANSI: TÜM ÇALIŞMALARIMIZI AYNI HEYECANLA SÜRDÜRECEĞİZ

 

İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı Danışma Kurulu Başkanı Hüsamettin Kavi, gerçekleştirilen olağan kurul toplantısının ardından bir basın bildirisi yayınladı:

"İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı Danışma Kurulu, olağan toplantısını 16 Mart 2009 saat 14:00'te Sepetçiler Kasrı'nda çoğunluk temin edilerek gerçekleştirmiştir. Danışma Kurulu, her ay gerçekleştirilen toplantılarında olduğu gibi, Mart ayı gündeminde yer alan konuları, yapılan bilgilendirmeler ışığında müzakere etmiştir.

Danışma Kurulu gündeminde yer alan Yürütme Kurulu eksik üyelerinin seçimi maddesine yönelik Kurul üyelerinden gelen öneri ile seçimin, Nisan ayı başına ertelenmesi hususu değerlendirilmiştir. Danışma Kurulu üyeleri arasında bulunan 3'ü İl Genel Meclisi, 3'ü Büyükşehir Belediye Meclisi Üyesi ve 5'i Belediye Başkanı olmak üzere toplam 11 üyenin, Mart ayı sonunda gerçekleştirilecek yerel idare seçimlerinden sonra yeniden belirlenecek olması nedeniyle, Kurul üyelerinin tamamı söz konusu erteleme önerisinin kabulü hususunda mutabık kalmıştır. Danışma Kurulu'na atanacak yeni üyelerin seçme ve seçilme iradesine sahip olmalarının sağlanabilmesi amacıyla, Yürütme Kurulu üyeleri seçiminin Nisan ayı başına ertelenmesi kararı oybirliğiyle alınmıştır.

Bu süre içerisinde İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı'nın yürütmekte olduğu tüm faaliyetlerinin aksamadan sürdürülebilmesi amacıyla Yürütme Kurulu'nda görev yapacak olan İstanbul Ticaret Odası ve İstanbul Sanayi Odası'nın temsilcilerinin en kısa zamanda belirlenerek kurumumuza bildirilmesi için gerekli temaslar yapılacaktır. Söz konusu kurumlardan görevlendirilecek 2 yeni üye ile Yürütme Kurulu'nun salt üye çoğunluğu sağlanacak ve oluşacak beş üye ile Kurul karar alabilir konuma gelecektir. Yeni üyelerle oluşturulacak Yürütme Kurulu'nun ilk toplantısının bu hafta içerisinde yapılabilmesi ve İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti çalışmalarının herhangi bir aksaklığa uğramaksızın devam ettirilmesi öngörülmektedir.

Bu anlamda, İstanbul'u Avrupa Kültür Başkenti sıfatına yakışır bir şekilde 2010 yılına hazırlayabilmek için tüm çalışmalarımızı aynı heyecan ve kararlılıkla sürdüreceğimizi kamuoyunun bilgisine sunarız."

Arkitera, 19.03.2009


******


KENT İLE SANAT ARASINDAKİ UÇURUM





“Bu neyin didişmesi?” başlıklı yazısında Cem Erciyes, “2010’u daha çok geleneksel mirasa yönelik bir kalkındırma projesi olarak gören anlayışla, kültür endüstrisine yönelik bir destek olarak gören anlayış arasındaki işbirliği raydan çıktı” diyordu. Erciyes’in tespitine göre “2010 Ajansı’nda yaşanan sorunlar, kültür endüstrisiyle yani iş dünyasıyla hükümet arasındaki bir çatışma”dan kaynaklanıyor.  Bir tarafta mimarlık, restorasyon, inşaat işleri yer alıyor. Diğer tarafta müzik, sinema, tiyatro gibi sanatsal etkinlikler. Hükümet kaynakların daha çok inşaat işlerine ayrılmasını istiyor. Kültür endüstrisi ise etkinliklere daha çok pay ayrılmadığı için rahatsız. Anlaşmazlık işte bundan kaynaklanıyor.

 

Belli ki dışarıdan bakıldığında 2010’da yaşanan sorunlar böyle görülüyor. Hemen söyleyeyim: Eğer sorun bundan kaynaklansaydı, belediyeler ve kültür-sanat ticaretiyle uğraşanlar arasında her gün bir anlaşmazlık yaşanırdı. Oysa değil anlaşmazlık, ticaret erbabının her koşulda duruma uyum gösterdiği söylenebilir. ‘İş dünyası’ kamusal süreçlerin kapalı olmasından istifade etmekte. Bağımlı olan, kraldan çok kralcıdır bizim ülkemizde! Karşı çıkıyorsa birileri, ya evleri başlarına yıkılacak halktır, ya da işyerini kaybedecek esnaf. Sanat erbabımızın örnek mekanının ‘Fransız Sokağı’ olması bu konuda yeterince bir fikir vermiyor mu? Ayıptır söylemesi, olsa olsa birbiriyle didişir ama ayrıcalıklarını terk etmeyi asla göze alamaz. Siyasal patronajla ayrışmak durumunda olanlar varsa, onlar ‘iş dünyası’nın dışında kalanlardır. Sistem onları marjinalleştirip bir kenara iter. Kamu, muhafazakarlığı yani anonim işleri, ‘iş dünyası’ modernliği temsil eder. Ayrışmadan çok paylaşma, hatta anlaşma vardır, taraflar arasında. Bütün bu tespitlere rağmen Erciyes’in başlattığı tartışmanın önemli olduğunu ve başka bir açıdan bakıldığında meselenin özüne dokunduğunu düşünüyorum.

 

Nasıl oluyor da pek çok sanatçı kendisine sunulan dikensiz gül bahçesinde yaşamak yerine, başka bir iş yapıyor? Nasıl oluyor da zorluklara, tehditlere rağmen bağımsızlığı tercih ediyor?  Ve nasıl oluyor da sermaye günümüzde bu “kimseyi temsil etmeyen, yaptıkları anlaşılmayan, çıkarını kollamayan” sanatçıları destekliyor? Bugün yaşanan sorunlar sanatın ne kadar önemli hale geldiğini, topluluklar lehine bir gelişmenin nasıl olabileceğini gösteriyor.

 

Anlaşmazlık olarak algılanan temelde iki ayrı işleyişe sahip olan siyaset ile sanatın karşılaşması. Günümüzde sanatsal olan artık sanatsal olmayandır, çünkü kamusal alanda sanat teknokratik anonimliği sorgular. İstanbul 2010’un asıl sorunu da bir ‘üçüncü yol’ yaratma sorunu. Sorun bu deneyimin zorluğundan kaynaklanıyor. Bugün bu iki alanı -entelektüel ile siyasalı- ilişkilendirmeden sanatsal bir durum yaratmak mümkün değil. Eğer Avrupa Kültür Başkenti (AKB) projesinde ikili bir yapı oluşmuşsa, yani daha açık söylersek kültürle ilgili bir proje ‘sanat’ ve ‘inşaat’ diye ikiye bölünmüşse, sorun bu ikisi arasında ortaya çıkan anlaşmazlıkta değil, doğrudan bu ayrışmada olmalı. Avrupa Kültür Başkenti Programı sanatı piyasa ilişkilerine terk eden, mimarlığı, restorasyonu ise bir uygulama işi olarak kabul eden ideolojik patronajı sorun eden, dönüştürmeyi amaçlayan bir etkinlik. AKB olan kentlerde kültürün stratejik bir konu olarak disipliner ayrımların ötesine geçmesi, kent işlevlerini kucaklaması hedeflenir. Amaç kentin dönüştürülmesidir. Kentlilerin kendi gelecekleri üzerinde söz sahibi olması,  eşitsizliğe karşı mücadele edilmesi, kentin yaratıcılığa açılması için adımlar atılması amaçlanır. İstanbul’un AKB olması için yaklaşık on senedir özveriyle çalışan ve ilgili bütün tarafları bir araya getirerek başvuru dosyasını hazırlayan, Seçici Kurul’un oybirliği ile aldığı kararda altını çizdiği ‘sivil girişim’in amacı da bu.

 

Kent ve sanat uçurumu

Bugünkü kentsel dönüşüm modeli mekana müdahaleyi yalnızca fiziksel bir konu olarak ele alıyor. AKB programında ise kentleri yaratıcılığa, çoklu ortamlara açan, halkın katılımı ile gerçekleştirilen kentsel iyileştirme çalışmaları bu dar çerçeveyi aşmak için yapılabileceklere örnek oluşturuyor. Kamusal alanların kente yeniden kazandırılması için yapılanlar, birçok açıdan, kültür mirasının korunması, ulaşım, yerleşim alanlarının iyileştirilmesi ve katılım açısından halkın lehine gelişmelerin nasıl olabileceğine örnek oluşturuyor. İstanbul 2010’da da AKM Yenileme Projesi, Yenikapı Theodosius Limanı Projesi, UNESCO Dünya Kültür Mirası Alanı için yapılan çalışmalar, AKB normlarına uygun bir şekilde geliştirilen projeler bu dönüşümün nasıl olacağı hakkında bir fikir veriyor.

 

Bu süreçte işlevini yitirmiş endüstriyel mekanların kentin kültür altyapısına kazandırılması söz konusu. Kentin Asya yakasını besleyen eski gaz fabrikasının bölgesel gelişmede rol alan bir merkez olması amaçlanıyor. Aynı zamanda uluslararası mimarlık etkinlikleriyle kentin kamusal mekanlarının kültürel kullanımına dikkat çekecek projeler üzerinde çalışılıyor. Yalnızca Yenikapı’da karşılaşılan karmaşık durumun başarılı yönetimi de bu dönüşüme yol açabilir. Bu projeler ayrı ayrı kuruluşların optiği ile değil, kentin çoklu dinamikleri ile ilişkili bir yönetim modeli içinde geliştirilebilir. İstanbul 2010 bu açıdan kuruluşlar, disiplinler arasında koordinasyonu sağlamanın ötesinde projeyi entegre bir yönetim modeline taşıma imkanlarına sahip. 2010 Ajansı mevcut kamusal kuruluşların ilgisini yönetim ve işletme modeline çekmeye çalışıyor. Binaların kamusal bütçelerle yapılmış olmasıyla yetinilmiyor, programlama ve işletme açısından da kurumlaşmış olması amaçlanıyor. Altyapıya ilişkin kalıcı gelişmenin yönetim modelinde gerçekleşmesi hedefleniyor. Eğer AKM gibi simgesel bir örnekte başarı sağlanırsa, bu diğer kamu kültür kuruluşlarına da örnek olabilir.

 

Şimdi tekrar 2010’a bakalım. Sorun imkan dağıtmak olarak algılanan politikayla özel alana izole edilmiş, piyasa ilişkilerine teslim olmuş sanat arasında değil. Sanatı savunanlarla, her türlü ilişkiyi kendileri için fırsata çevirmeye çalışan iktidar ve piyasa bağımlısı çevreler arasında. 2010’da kaynak aktarmayı ve siyasal patronajı başarı kıstası gören yönetim biçimiyle sanat karşılaştı ve kriz çıktı. Şimdi bütün olanlardan ders çıkarıp yola nasıl ‘daha iyi’ devam edilebilir? 2010’da kent ve sanat gündemleri arasındaki uçurum nasıl kapatılır, iletişim çalışmaları ile sanat ve kent gündemlerinin buluşması nasıl sağlanabilir?  Önümüzdeki sürecin en önemli konuları bunlar.

Radikal, Korhan Gümüş / İstanbul 2010 Kentsel Uygulamalar Direktörü, 19.03.2009


BENT PİRAMİDİ'NİN İÇ ODALARI ZİYARETE AÇILIYOR

 

Mısır'da 4 bin 500 yıllık Bent Piramidinin iç odaları ziyarete açılacak.

 

Mısır'ın baş arkeoloğu Zahi Havas, Kahire'nin güneyindeki bölgenin geliştirilmesine yönelik hazırlanan yeni bir plan çerçevesinde, Bent Piramidinin iç odalarının ilk kez ziyarete açılacağını bildirdi.

 

Havas, 4'üncü Hanedan döneminden Firavun Sneferu'ya ait, eğik profiliyle tanınan piramidin bir ya da iki ay içinde gezilebileceğini belirtti. 100 metre uzunluğundaki piramit, birçok başka piramitle birlikte Kahire'nin 80 kilometre güneyindeki çölde bulunuyor.

 

Havas, bölgenin korunması ve civardaki köylerin geliştirilmesi için Birleşmiş Milletler işbirliğiyle bir yıl sürecek bir projenin yürütüleceğini de belirtti.
Cnn Türk, 17.03.2009

191 ADET SİKKE BULUNDU

 

Bilecik'te jandarma tarafından bir araçta 191 adet sikke ele geçirilirken, olayla ilgili 4 kişi gözaltına alındı.


Edinilen bilgiye göre, bir ihbarı değerlendiren jandarma ekipleri, Pelitözü Köyü girişinde bir araçta arama yaptı. Yapılan arama sonucu araçta bulunan şahısların üzerinde 191 adet sikke ele geçirildi. Olay sonrası araçta bulunan M.G., Y.Y., İ.K. ve H.Y. gözaltına alındı. İfadeleri alınan zanlılardan Y.Y. ve H.Y. adliyeye sevk edilirken, diğerleri serbest bırakıldı.

Bilecik Kent Haber, 17.03.2009

HATTUŞA'YA 1 MİLYON TL KAYNAK HARCANIYOR

 

İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı’nın Hititlerin başkenti Hattuşa için ayırdığı 1 milyon TL kaynak, 5 bin metrekare alan yeniden düzenlenmesi, Boğazkale Müzesi’nin genişletilmesi ve ören yeri girişine 400 metrekare tabanlı Ziyaretçi Karşılama Merkezi yapılmasına harcanıyor. Hititlerin en büyük kutsal mekanı Yazılıkaya Açık Hava Tapınağı’nda da kaya bloklarının sağlıklaştırılması, kayalardaki çatlakların giderilmesi işleri yapılacak. Bu kapsamda, küçük çatlakların içinin kireç harçla doldurulması, büyük çaptaki çatlakların ise yöresel taşlarla örülerek sağlamlaştırılması planlanıyor. Ören yerine panel çit yapılarak güvenlik sisteminin de kurulacağı da belirtiliyor.

Türkiye Gazetesi, 17.03.2009

İNGİLTERE'DE TEIFI NEHRİNİN AĞZINDA ANTİK BALIK TUZAĞI

 

Uydu fotoğrafları ve dalgıçlar tarafından yapılan araştırmalar sonunda İngiltere’de, Teifi Nehri’nin denize açıldığı yerde, sualtında en az 1000 yıllık olduğu tahmin edilen ve 250 m'den daha uzun antik bir balık tuzağı keşfedildi. Bu keşfin ardından, Pembrokeshire Koleji ve Dyfed Arkeoloji Vakfı yetkilileri bu antik yapı ile ilgili, birlikte çalışacakları bir proje başlattılar.

 

Pembrokeshire Koleji’nden Dr Ziggy Otto, bu etkileyici yapının tümü ile sualtında olduğunu, bu durumda tarihlenmesinin oldukça zor olduğunu ama deniz seviyesinin bugünkü kadar yüksek olmadığı ve Teifi halicine girişin daha zor olduğu zamanlardan kalmış olabileceğini belirtti. Dr. Otto ayrıca, tuzağın ağzının baktığı yön dikkate alındığında, bunun somon gibi göç eden balıkları yakalamak için yapıldığının aşikar olduğunu açıkladı.

Tivy Side Adviser, 10.03.2009

SANAT ESERLERİ ÇALINDI

 

Britanya’daki Wiltshire bölgesindeki bir galeriden 10 binlerce sterlin değerindeki sanat eserlerinin çalındığı bildirildi. Polis müzeyi talan eden hırsızları yakalamak için yürüttüğü çalışmalara devam ediyor.

 

Hırsızların Spread Eagle Eğitim Merkezi’ne bağlı yardım cemiyetinin penceresini kırarak içeri girdiği anlaşıldı. Konu hakkında açıklama yapan galeri sözcüsü, “Hırsızlar galerinin hem üst hem de alt katlarında 100 binlerce sterlinlik zarara yol açtı ve binaya ciddi boyutlarda zarar verdi. Ancak asıl büyük zarar galerideki eserlere geldi. Çünkü çoğu ortadan kayboldu” dedi.

Taraf, 17.03.2009

ATATÜRK EVİ MÜZE OLDU

 

 

Daha önce Atatürkevi olarak kullanılan bina, yapılan düzenleme ile Malatya Atatürkevi Müzesi'ne dönüştürüldü. Müzenin 18 Mart Çanakkale Şehitlerini Anam Günü'nde düzenlenecek törenle açılacağı kaydedildi.

Müzenin düzenlenmesi çalışmalarına katılan İnönü Üniversitesi öğretim Üyesi Yrd.Doç.Dr. Göknur Akçadağ, müzenin 1 salon ve 6 ayrı oda halinde düzenleneceğini aktararak, her bir odanın ayrı bir şekilde düzenleneceğini ifade etti.

Yrd.Doç.Dr. Akçadağ, müze salonunun konferans salonu şeklinde düzenlendiği belirterek, burada ziyarete gelen öğrencilere Cumhuriyet dönemi ile ilgili olarak konferansların verilerek, slayt gösterilerinin sunulabileceğini kaydetti. Yrd.Doç.Dr. Akçadağ, "Atatürk'ün Malatya'ya geldiği zaman kullandığı eşyalardan oluşan odası olacak. Bir oda Atatürk kitaplığı ve Cumhuriyet dönemiyle ilgili fotoğraflarla düzenlenecek. Bir odada ise Malatya'nın Cumhuriyet dönemi ile ilgili eserleri yer alacak. Malatya'nın Kurtuluş Savaşı ile ilgili bilgilerin yer aldığı bir oda da düzenlenecek. Müze için Genelkurmay Başkanlığı silah koleksiyonu gönderecek. Burası Malatya için güzel ve anlamlı bir müze olacak. Hem Malatya için hem de Cumhuriyet dönemi için önemli bir müze açılıyor. Müze açılmadan vatandaşlarımız şimdiden yoğun bir ilgi gösteriyorlar. Malatya'da önemli bir eksiklik giderildi."

Malatya Haber, 16.03.2009

ÇATALHÖYÜK'TE 9 BİN YIL ÖNCE YAŞAM





Çatalhöyük kazısı eğitim sorumlusu arkeolog Gülay Sert, Anadolu'da bazı evlerin ve ahırların duvarlarına nazardan korunmak için hayvan başı asılması geleneğinin 9 bin yıl öncesine dayandığını düşündüklerini, Çatalhöyük'te de boğa başlarının evlere asıldığını söyledi.

Gülay Sert, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Konya'nın Çumra İlçesindeki Çatalhöyük'te 1993 yılında başlatılan kazıların İngiliz Prof. Ian Hodder başkanlığında 16 yıldır sürdürüldüğünü ifade etti.

Günümüzden 9 bin yıl öncesi Neolitik döneme ait bu yerleşim yerinin en büyük özelliğinin daha o dönemde evlerin duvarlarına çizilen, her biri sanat eseri sayılan duvar resimleri ve kabartmaları olduğunu belirten Sert, Neolitik döneme ait diğer yerleşim yerlerinde böyle sanat eserleriyle karşılaşılmadığını söyledi.

Dünyadaki arkeoloji çevrelerinin ilgi odağı haline gelen Çatalhöyük'te 7 yıldır çocuklara yönelik eğitim çalışmaları da yaptıkları kaydeden Sert, "Her yıl kazı alanına gruplar halinde getirdiğimiz ilköğretim öğrencilerine önce Çatalhöyük'ü, buradaki insanların nasıl yaşadığını anlatıyoruz. Daha sonra çocuklara ören yerinde kazı yapan arkeologları gösterip kazıdan çıkarılan topraklarda kazı çalışması yaptırıyoruz" dedi.

Sert, öğrencilere kil ve alçıyla, Çatalhöyük'te yaşayan insanların yaptığı figürler ve heykelciklerden ürettirdiklerini, böylece çocukların tarih bilincini geliştirip tarihi eserlere duyarlı olmalarını sağlamaya çalıştıklarını söyledi.

Tüm bu eğitim çalışmalarını Shell firmasının sponsorluğunda gerçekleştirdiklerini bildiren Sert, bu yılın yaz aylarında Antalya, Isparta ve Ankara'da yetiştirme yurtlarında kalan öğrencilerin Çatalhöyük'e getirileceğini, talep gelmesi durumunda yetişkinler için de eğitim çalışması yapabileceklerini kaydetti.

Neolitik dönemde 8 bin insanın bir arada yaşadığı Çatalhöyük'ün görülmeye ve hakkında ayrıntılı bilgi alınmaya değer bir yer olduğunu belirten Gülay Sert, şöyle konuştu:
"Çatalhöyük'te bin 400 yıl boyunca yaşamış insanların neler yaptığı, nasıl evlerde oturduğu, ne yiyip içtiği, inançları günümüz insanınca merak ediliyor. Çatalhöyük insanları inançlarına, atalarına son derece bağlı insanlardı. Atalarına duydukları saygı nedeniyle ölülerini yaşadıkları evlerin tabanına gömüyorlardı. Kerpiçten yaptıkları evlere çatılarında açtıkları kapılardan giriyorlar, evleri birbirine bitişik inşa ediyorlardı. Çatalhöyük insanı, hiç değiştirmediği kurallara bağlı yaşıyordu. Örneğin, burada bulunan evlerin hepsinde içerideki yemek ocakları evin güney duvarına bitişik. Bu geleneği bin 400 yıl boyunca hiç değiştirmemişler."

Çatalhöyük'te diğerlerinden daha büyük bir eve rastlanmamış olmasının burada bir yönetici bulunmadığını gösterdiğini ifade eden Sert, "Burada kadınlar ve erkekler eşitlikçi bir anlayışla yaşıyordu. Erkeğin yaptığı her işi kadın da yapıyordu. Çünkü kadın ve erkek aynı hastalıklara yakalanmış, aynı gıda maddelerini yiyip içmiş. Kazılarda bulunan obsidyen taşından aynalar, tokalar, bilezikler, yüzükler, dönemin insanının süslenmeye, bakımlı olmaya özen gösterdiğini açıklıyor" dedi.

Arkeolog Sert, Çatalhöyüklülerin hastalık derecesinde temizliğe önem veren insanlar olduğunun anlaşıldığını, içeride ateş yaktıkları için is olan duvarları bir yıl içinde pek çok kez boyadıklarının, duvar resimlerini ise her defasında yeniden çizdiklerinin tespit edildiğini bildirdi.

Çatalhöyük'te bugüne uzanan bazı alışkanlıkların da dikkati çektiğini belirten Sert, şunları kaydetti:
"Anadolu'da bazı evlerin ve ahırların duvarlarına nazardan korunmak için hayvan başı asılması geleneğinin 9 bin yıl öncesine dayandığını düşünüyoruz. Çatalhöyük'te de boğa başları evlere asılıyordu. Geçen yılki kazılarda da çok sayıda boğa başı bulundu. Bu güçlü hayvanların ruhlarının kendilerini kötülüklerden koruyacağına inandıklarını düşünüyoruz. Yani, günümüzde Anadolu'da evlerin dış duvarlarına hayvan başı asma geleneğinin 9 bin yıl öncesine uzandığını söylemek yanlış olmaz. Ayrıca, Çatalhöyük'te bulunan kadın heykelciklerin kafasında şapka benzeri başlıklar var. Bunlar, günümüz Anadolu kadınının köylerde taktığı başlıklara çok benziyor."

Cnn Türk, 16.03.2009

ROMEO VE JULIET AŞKINA MADDİYAT GİRDİ

 

 

Verona Belediyesi, Romeo ve Juliet evi olarak bilinen yeri nikah salonu yapıyor. Burada evlenmek isteyen Veronalılar 600, diğer yerlerden gelenlerse 1000 Euro'yu gözden çıkarmak zorunda.
İtalya'nın Verona şehrinde bulunan ünlü aşık Romeo'nun Juliet'inin evi, nikah dairesi olarak kullanılmaya başlanacak. Verona belediyesi, "Juliet'in, balkonunun altında bekleyen Romeo'yla gizlice görüştüğü" evi nikah dairesine dönüştürerek, Verona'nın "romantik şehir" imajını artırmayı amaçlıyor.


Ancak Verona'da evlenme romantizminin bir bedeli var. Juliet'in evinde nikah kıydırmanın bedeli Veronalılar için 600, başkaları içinse 1000 avro olacak.Proje çerçevesinde gelecekte turistler için, otelden çiçeğe kadar her türlü ayarlamanın yapılacağı "evlenme paketi" de hazırlanacak. Nikah töreni evin içinde yapılabileceği gibi, bahçede ünlü balkonunun altında da nikah kıyılabilecek.
"Juliet'in Evi" anlamına gelen "Casa di Giulietta" turistlerin uğrak yeri. 14. yüzyıldan kalma evin bulunduğu şehre her yıl 1,2 milyon turist geliyor. Cappello ailesine ait olan ev, ünlü yazar Shakespeare'in kurgusal karakterinin bu evde yaşamış olabileceği efsanesine yol açmıştı.

Haber Ekspres, Fotoğraf: http://goeurope.about.com, 16.03.2009

TARİH KURTARILMAYI BEKLİYOR

 

 

Gaziantep kent merkezinde, bulunan 500'ün üzerindeki Antep evinin önemli bir kısmı boş olduğu için yok olma tehlikesi ile karşı karşıya bulunuyor. Düğmeci Mahallesi Karahoca Sokak'ta bulunan ve 150 yıllık olan iki katlı Antep evi, adeta bir harabe haline çevirmiş durumda. Düğmeci Mahallesi muhtarı Abidin Hösükler de hiç olmazsa, geçici bir çözüm olarak evin etrafının bir duvar ile çevrilmesini talep etti.

 

Madde bağımlısı çocukların, 4 ay önce çöpleri yakmaları nedeniyle bir de yangın geçiren ve ön cephe duvarları siyah bir renge bürünen tarihi mekan, kurtarılmayı bekliyor. Atılan çöplerin yaydığı pis koku, uyuşturucu madde bağımlısı çocukların geceleri burayı barınmak için kullanmasının yanı sıra, her an yıkılma tehlikesi bulunan bu tarihi mekan, mahalle sakinlerinin tepkisine neden oluyor. Mahalle sakinleri, mülkiyeti Mehmet Dalbaz'a ait olan Antep evinin bir an önce kurtarılmasını istiyor.

 

Kültür ve Turizm İl Müdürü Salih Efiloğlu, tarihi mekanlar içerisinde önemli bir yere sahip olan Antep evlerinin aslına uygun olarak restore edilmesi için imkanlar ölçüsünde destek verdiklerini söyledi. Değişik bölgelerde 500'den fazla tarihi Antep evi bulunduğunu ve bunların önemli bir kısmının da yıkılma tehlikesi ile karşı karşıya olduğunu ifade eden Efiloğlu, “Birçok semtte olduğu gibi Düğmeci Mahallesi'nde bulunan Antep evi de uzun sure kullanılmadığı için yıkılmış ve yok olma tehlikesi ile karşı karşıya" dedi.

 

“Bu mekan özel bir kişiye ait olduğu için mülkiyet sahibinin sorumluluğunda" diyen Efiloğlu, “Eğer, bu konuda bize bir başvuru olursa, gereken yardımı yaparız. Tarihi mekanların kurtarılması konusunda, özel sektöre de büyük görevler düşüyor. Bu konuda, Gaziantep Büyükşehir Belediyesinin de uygulamaya koyduğu bir proje var. Nitekim, son yıllarda bu mekanların aslına uygun olarak restore edilip değişik amaçlarla kullanıldığını görüyoruz. Tarihi Antep evleri, restore edilmeleri durumunda, konut olarak kullanılabileceği gibi, ticari faaliyetlerde bulunacak alanlar (otel, lokanta, satış merkezi) olarak da kullanılabilir" şeklinde konuştu.

Gaziantep 27 Gazetesi, 16.03.2009

EN KORUNAKLI TARİHİ CAMİYE BOYALI SALDIRI

Antalya'nın en iyi korunan tarihi eserlerinden, Kaleiçi'nin simgesi Yivli Minare Camii'ne, boyalı ve sloganlı saldırı gerçekleştirildi. Yivli Minare adı ile anılan cami ve külliyesi duvarlarına, kimliği belirlenemeyen kişiler tarafından püskürtme boya ile siyasal içerikli yazılar yazıldı.

 

1. Alaeddin Keykubad tarafından 1219-1238 tarihleri arasında yaptırılmış olan Yivli Minare Camii, Antalya Vakıflar Bölge Müdürlüğü tarafından özel bir inşaat firmasına 2006 yılından bu yana restore ettiriliyor.

 

Antalya Büyükşehir Belediyesi Zabıta Daire Başkanlığı tarafından Kaleiçi ve Cumhuriyet Meydanı, oluşturulan Özel Güvenlik Birimi tarafından korunuyor.

 

Bir araç ve üç motorize ekip, bir golf aracı ve yaya olmak üzere 100 kişinin 24 saat boyunca koruduğu Kaleiçi ve Antalya'nın simgesi Yivli Minare Camii'ne yapılan saldırı, çevre esnafı ve tarihi eseri ziyarete gelenler tarafından kınandı.

 

Külliyenin arka tarafı ise birahane ve eski eşya deposu olarak kullanılıyor.

Cnn Türk, 16.03.2009

KLEOPATRA ÖLDÜRDÜ, CESEDİ EFES'TE ÇIKTI

 

Mısır Kraliçesi Kleopatra'nın kız kardeşi olan Arsinöe'nin mezarı Efes'te bulundu. Mezarı bulan Avusturyalı arkeologlar, Arsinöe'nin yaklaşık 2 bin yıl önce ablası Kleopatra ve ablasının sevgilisi Romalı komutan Marcus Antonius tarafından öldürtüldüğünü sanıyor. Cinayetin sebebi ise kız kardeşler arasındaki iktidar mücadelesi... Öte yandan öldüğünde 15 ile 18 yaşları arasında olduğu belirtilen Arsinöe'nin iskeleti üzerinde yapılan incelemeler genç kadının karışık bir etnik kökene sahip olduğunu ortaya koydu. Bu bilginin, güzelliğiyle meşhur Kleopatra'nın etnik kökeni konusundaki tartışmalara yeni bir soluk getirmesi bekleniyor.

Avusturya Bilim Akademisi üyesi Hilke Thür, buluşun çok önemli olduğunu ve Kleopatra ailesi hakkında pek çok gerçeği açığa çıkarabileceğini belirtirken, ulaşılan yeni bilgiler ay sonunda ABD'de bir kongrede açıklanacak. 17 yaşında tahta çıkan ve Julius Sezar'dan bir oğlu olan Kleopatra, Sezar'ın ölümünün ardından Marcus Antonius'la aşk yaşadı ve 39 yaşında intihar etti.

Sabah, 16.03.2009

MISIR, LUXOR'DA ALTIN MÜCEVHERLER

 

Mısır’da, Luxor’un batı sahilinde kazı yapan İspanyol arkeologlar 3500 yıl önce, Kraliçe Hatçepsut zamanında yaşamış bir devlet hazinesi görevlisinin mezarında altın mücevherler buldular. Mısır Kültür Bakanlığı’nın verdiği bilgiye göre, Djehuty isimli şahsın mezarında –büyük olasılıkla kendi kullandığı - beş çift altın küpe ile iki adet altın yüzük bulundu. 

 

Djehuty’un mezarı, bu döneme tarihlenen tüm mezarlar arasında fresklerle süslü olan dördüncü mezar. Duvarların ikisinde Ölüler Kitabı’ndan yazılar ve tavanda tanrıça Nut’u gösteren süslemeler mevcut. 

 

Madrid Milli Araştırmalar Merkezi’nden Jose Galan ve ekibi 2002 yılından bu yana Luxor batı sahilinde bulunan Dra Abu El-Naga’da kazı yapmaktalar ve Djehuty’nun mezarına inen 3 m'lik şaft geçen yıl kazılarının sonunda bulunmuştu. 

Bloomberg, 10.03.2009

TASARIMA DA SANSÜR GELİYOR





AKP hükümeti bir yandan Patent Enstitüsü’nün yetki alanını genişletirken diğer yandan yaratıcı fikirlere ve eserlere sansür getiriyor. Şubatın sonunda 554 Sayılı Tasarımın Korunması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname’de değişiklikler yapıldı ve TBMM’ye sunuldu. Amaç, “tasarımların korunmasıyla yaratıcılığın ve yenilikçiliğin teşviki, rekabet ortamının iyileştirilmesi ve sanayinin gelişmesi” olarak anlatıldı. Oysa şu an Meclis’te onay bekleyen yasa taslağı kabul edilirse, kamu düzenine ve “genel ahlak”a uygun olmayan tasarımlar patent alamayacak, koruma kapsamı dışında olacak. Sadece endüstriyel ürünlere ait tasarımlar değil, zanaatkarların tasarımları da bu kanundan etkilenecek.

 

Madde gerekçesinde, şu görüşler var: “Mevcut uygulamada Türk Patent Enstitüsü’nün kamu düzenine ve genel ahlaka aykırı talepleri reddetme yetkisi bulunmamakta, başvurular bu kapsamda bir incelemeye tabi tutulmaksızın yayımlanmaktadır. Bu madde, söz konusu durumun önlenmesi için düzenlenmiştir. Türk Bayrağı Kanunu gibi özel kanunlarla korunan objelerin yanı sıra tasarım hakkının, tasarımın sahibi olduğunu iddia eden kişinin tekeline verilmesinin kamu düzeni açısından sakıncalı olacağı, tasarımların ayrıca, işkence aleti, pornografik ürünler veya terör örgütlerinin simgelerini içeren tasarımlar gibi konusu suç teşkil eden ve toplumun genelince kabul edilmiş ahlak kurallarına aykırı unsurlar içeren ürünlere ait olması durumunda kanunla verilen haklardan yararlanamaması amaçlanmıştır.”





Şimdi isterseniz bir düşünelim. Hayal gücüne bağlı olarak yapılan birtakım yaratımların “genel ahlak”a uymayanları koruma kapsamına giremeyecek. Yasadaki bu maddenin suiistimal edileceği aşikar. Nitekim biz bir ayran reklamında memeleri sallanan ineklerden tahrik olup reklamı yayından kaldırmış bir zihniyetiz. Peki neyin “genel ahlak”a uygun olup olmadığına karar verme sürecinde kimler mi etkin olacak? Türk Patent Enstitüsü, Sanayi Bakanlığı’na bağlı bir kurum. Bu da demek oluyor ki hangi hükümet iktidardaysa o zihniyet inceleyecek bu tasarımları. Söz konusu bir simgeyse bunun çağrışımları herkese göre farklılık gösterecektir. Bu yasanın henüz düşünce aşamasındayken yaratımı baltalayacağı kesin. Biz de yasa taslağıyla ilgili 2007’de düzenlenen Sex&Design sergisinin küratörü Erdem Akan ve Endüstriyel Tasarımcılar Meslek Kuruluşu Başkanı Doç.Dr. Gülay Hasdoğan ile görüştük.

 

Endüstriyel Tasarımcılar Meslek Birliği Başkanı Gülay Hasdoğan 1995’te 554 sayılı tasarımların korunması hakkındaki kanun hükmünün hazırlanması sürecinde komisyondaymış. O zamanlar da “genel ahlak”la ilgili maddenin yasaya konması konusunda uzun tartışmalar yapılmış. Avrupa Birliği yasalarında da buna benzer bir hüküm olduğunu söyleyen Hasdoğan, “Bizim tasarımızda başta genel ahlakla ilgili bir madde yoktu. AB’den çok daha ileri bir yasayken değiştirilip bu hale getirildi” diyor.

 

Kamu düzeni ve genel ahlaka aykırılık çok geniş ve ucu açık kavramlar. Bir kısım insanın genel ahlaktan, kamu düzeninden algıladığı şey sadece pornografiden ibaretken diğer kısmının aklına başka semboller gelebilir. İşkence aleti de kamu düzenine ve genel ahlaka aykırı sayılabilirken, bir tasarımcı işkenceyi eleştirmek için işkence aletine benzeyen bir obje de tasarlayabilir.

Sonuçta sanat bir ifade tarzı ve sorun da aslında bu; ifade özgürlüğü. Devlet politikaları önünü kesmek istediği tüm kavramları genel ahlak, kamu düzeni gibi düşüncelerle sınırlandırıyor.

Tasarımların patentleri konusundaki itirazların herkese açık olduğunu söylüyor Hasdoğan, bu itirazların normal şartlarda orijinallik ve şekil hakkında olması gerektiğini ancak bu taslağın meclisten çıkmasıyla itirazların genel ahlakla ilgili de olabileceğini vurguluyor. Ona göre, yeni çıkan taslakta şekil ve orijinallik kamu düzeni ve genel ahlakın gerisinde kalacak. “Bu incelemelerin ucunun nereye gideceği belli olmayabilir. Bir gün kadeh de kamu düzenine aykırı diyebilirler, benim tasarımıma patent vermezler. Bu kavramların bu şekilde yasaya konu olması, yasada madde olarak geçmesi çok kötü. Kamu düzenine ve genel ahlaka aykırılık gibi bir kavramın incelendiği komisyondan bir tasarımı geçirmek sansürden geçirmek anlamına gelir. Sonuçta bunu inceleyecek olanlar da memur. Onun uzmanlığına, duyarlılığına, anlayışına bağlı” diyor.

 

Tasarımcı Erdem Akan ise, Türk Patent Enstitüsü’nün ahlak polisliğine soyunduğunu söylüyor. “Bir tasarımcı olarak” diyor, “Patent Enstitüsü’nün politik kriterlerle yetkilerini keyfi seçimlerde kullanması yerine, Türkiye’de fikir özgünlüğünü ve yaratıcı haklarını savunucu alanlarda çalışmasını beklerim.”

Cumhuriyet Dergi, Haber: Sinem Dönmez, 15.03.2009

TARLABAŞI NASIL DÖNÜŞMELİ?


İstanbul'da 'kentsel dönüşüm' denince akla gelen ilk yerleşim bölgelerinden biri şüphesiz ki Beyoğlu'nun Tarlabaşı semti. İstanbul'un arsa değeri yüksek bölgelerinden biri; çünkü kentin kalbinde, eğlence ve ticaret merkezinin hemen yanı başında. Yıllardır ihmal edilen binalar birbirine yaslanarak, zorlukla ayakta duruyor. Ancak bu tarihi semtin dönüştürülmesi konusunda tartışmalar bitmek bilmiyor. Geçtiğimiz günlerde Beyoğlu Belediyesi önünde toplanan bir grup Tarlabaşılı, 'Tarlabaşı Yenileme Projesi'nin yüklenici firması GAP İnşaat'ı avan projede (kesinleşmemiş, öncü proje) haklarının gözetilmediği gerekçisiyle protesto etti. Ancak işin bir de mimari boyutu var; tarihi bir semt olan ve yüzyıllar boyunca pek çok farklı dinden insanın bir arada yaşayarak kültür mozaiği oluşturduğu bu semtin projede öngörülen şekilde dönüştürülmesi bazı çevrelerce kentin tarihi dokusunu da yok etmek anlamına geliyor. Mimarlar Odası İstanbul Şube Başkanı Eyüp Muhçu, bu şekilde düşünen isimlerin başında geliyor. Projedeki 34 binanın dönüştürülmesini üstlenen Erginoğlu & Çalışlar Mimarlık'tan Kerem Erginoğlu ve Hasan Çalışlar ise böyle bir projenin Tarlabaşı'nın çehresini olumlu şekilde değiştireceği görüşünde. Mimarlar ve Eyüp Muhçu'yla Tarlabaşı Yenileme Projesi'nin artılarını, eksilerini konuştuk. 


Mimarlar Odası İstanbul Şube Başkanı Eyüp Muhçu, Tarlabaşı'nın özgün mimari örnekleri barındıran bir bölge olduğunu ve binaların restorasyon kurallarına uygun olarak fonksiyonlarıyla birlikte korunmaları gerektiğini belirtiyor.


'Tarlabaşı bölgesi önce Bakanlar Kurulu tarafından 28.3.2006'da Resmi Gazete'de yayınlanarak yürürlüğe giren kararla yenileme alanı ilan edildi ardından da bölge için acele kamulaştırma kararı alındı. Bu geçen süre içinde Çalık Grubu tarafından hazırlanan bazı projeler söz konusu. Bu projeler Yenileme Kurulu'na sunuldu ve bu kuruldaki uzman üyenin şerhine rağmen karar altına alındı. Biz de 22.04.2008 tarihinde TC Kültür ve Turizm Bakanlığı İstanbul Yenileme Alanları Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu'nun kararının yürütmesinin durdurulması ve iptali için dava açtık.


Mimari açıdan değerlendirdiğimizde; Tarlabaşı'nın geçmişi 300, 400 yıl öncesine dayanıyor. Bu bölge dönemin özgün mimari unsurlarını barındıran bir yapı topluluğuna sahip. İstanbul'un kent dokusuna ve mimarlık değerlerine önemli katkısı olan bir yerleşim alanı. Burası ilgisizlik ve ihmalle zamanla bakımsız hale gelmiş, bölgede yıkılmaya yüz tutmuş binalar da var. Bu yapıları korumak için ciddi ve kapsamlı bir çalışma yapılması gerekir. Bölgedeki kültür varlığı niteliğindeki yapıların restorasyon kurallarına uygun olarak bakımlarının yapılması ivedi olarak programa alınmalıdır ve restorasyon çalışmalarında fonksiyonuyla koruma esas olmalıdır. Ancak öngörülen projede, bu süreç yok sayılarak, ulusal ve uluslararası koruma hukuku bir kenara bırakılarak, bölgenin mimarlık ve kent değerlerini tamamen ortadan kaldıracak, sadece 'rant' amaçlı müdahale yapılmak istendiğini görüyoruz.'


Eyüp Muhçu, proje sonrasındaki Tarlabaşı'nın görünümünü ise şöyle açıklıyor: 'Bu projeler korunması ve restorasyon ilkelerine göre onarımlarının yapılması gereken binaları ortadan kaldırıyor. Sadece Tarlabaşı Bulvarı'na bakan kimi tescilli binaların cepheleri dekor olarak korunuyor. Şu anda 4-5 katlı olan tescilli binalar, projede 8-10 katlı olarak yapılan binaların cephelerine monte edilmiş gibi tasarlanmış. Tarlabaşı Bulvarı'ndan baktığınız zaman birtakım kapı ve pencereler görüyorsunuz ancak bunlar yalancı cephe elemanları olarak düşünülmüş. Kapıdan giremiyor ve pencere açamıyorsunuz. Çünkü duvar üzerine boyama şeklinde yapılmaları öngörülmüş. Dünyada eşi benzeri olmayan bir uygulamayla karşı karşıya Tarlabaşı. Kat artırılıyor, yeraltında çok sayıda otoparkla birlikte bodrum katlarında iskan olanakları verilerek ticaret fonksiyonlu alanların yapılmasına olanak sağlanıyor. Bölgedeki konutlar yerini tamamen ticari fonksiyonlara bırakıyor. Alışveriş merkezi, otel, işyeri gibi... Böyle olduğu takdirde Tarlabaşı'nın o özgün mimari değerleri ve kent dokusu tamamen ortadan kaldırılmış oluyor. Bu proje gerçekleşirse şu anda yetersiz olan ulaşım ve altyapı daha da yetersiz hale gelecek. Oysa Tarlabaşı'nın değerleri korunarak İstanbul'a yeniden kazandırılabilir, burası yaşanabilir alanlar olarak yeniden kazanılabilir yeter ki bu istensin.'

Yenileme Projesi'nde 34 binanın dönüşümünü üstlenen Kerem Erginoğlu ve Hasan Çalışlar, projenin kendilerine düşen kısmında; tamamen korunacak, cephesi korunacak ve fiziki sebebi nedeniyle yıkılması gereken binalar olduğunu belirtiyor. İki mimar, projedeki 34 bina için nasıl bir çalışma yapacaklarını anlattı. 

 

Yenileme Projesi'ne nasıl dahil oldunuz?
Kerem Erginoğlu: Adalar bölge bölge dağıtıldı. Ana caddenin bir arkasındaki bloğu firmamız aldı. Orada her bina için tek tek bir ön araştırma yapılmış, cephelerin rölöveleri çıkarılmıştı. Biz de gidip inceleme yaparak danışma kurulumuzla birlikte hangilerinin tam olarak korunması gerektiğine karar verdik. Mesela bazı binalar tescilli gözüküyor ama görüyoruz ki bina yıkılıp yerine bambaşka bir bina yapılmış. Biz de kiminin sırf cephesinin korunmasına, kiminin tamamen korunmasına karar verdik.


Hasan Çalışlar: Bazılarının cephelerinin korunacak hali yok, tamamen çökmüş ama güzel bir cephe. Onları korumayı planlıyoruz. İçi ve dışı tamamen koruncak binalar da var.

 

Binaların mimari değeri sizin çalışmanızı ne şekilde etkiliyor?
K.E.:  Birinci derece tarihi eserse tamamen orijinaliyle korumak zorundasınız. İkinci derecede birçoğunu yıkıyorlar, betonarme bir strüktür yapıp cephesini eskisi gibi yapıyorlar. Aslında bu rekonstrüksiyondur. Üçüncü derecede binayı alıp taşımak, yerini değiştirmek, yüksekliğiyle oynamak bile mümkündür.

 

Bölgedeki binalar kaçıncı derece tarihi eser?
K.E.: Hepsi farklı, aralarında birinci derece tarihi eser yok. Buna rağmen biz bazılarının tamamıyla korunmasının doğru olacağını düşünüyoruz. Çünkü o cephenin tekrar aynısını yapamıyorsunuz.

Yenileyeceğiniz binalarda nasıl bir yöntem izleyeceksiniz?


H.Ç.: Tüm cepheleri bir kabuk olarak tutup içine yepyeni bir bina önerdik. Koruyabildiklerimizi orijinal bırakıp koruyamadıklarımızı rekonstrüksiyon olarak yapıp bir cephe hattı oluşturmak istiyoruz. Binaların arkalarındaki bahçe ve boşlukları belli noktalardan keserek işlevsel avlular oluşturuyoruz.

 

Yenileme Projesi'nin tarihi dokuyu bozacağını düşünenler var. Bu binaları restore ederek bölgeyi dönüştürmek mümkün değil mi?
H.Ç.: Parsel parsel restorasyon şundan dolayı yapılamıyor; mesela Beyoğlu Balo Sokak'ta Kanadalı bir iş verenimiz taş bir binayı almıştı. İmkanları çok müsaitti ve restorasyonun doğru bir şekilde yapılmasını istiyordu. Ama kurul, belediye derken 2 senede ancak restorasyon aşamasına gelebildik. Bunun bir doku nakli olarak düşünülmesi lazım. Bu projeye karşı olanlar çok idealist düşünüyorlar oysa her şeyin onların dediği gibi yapılabilmesi için Tarlabaşı'ndaki rantların çok çok yükselmesi ve her parselin bu meşakkatli çabaya girmeye değer hale gelmesi lazım. Bunun için de bölgenin biraz toparlanması lazım. Bu da doku nakliyle mümkün. Devamı geldikçe tek tek restorasyon yapılabilecek hale gelmesinin yolu açılır.

Akşam Pazar, Haber: Ahu Uz, 15.03.2009

6 İLDEKİ TARİHİ ESER OPERASYONUNDA 9 KİŞİ ELE GEÇİRİLDİ

 

Tarihi eser kaçakçılarına yönelik Manisa İl Jandarma Komutanlığı koordinasyonunda 6 ilde eş zamanlı düzenlenen operasyonlarda 9 kişi yakalandı.


Tarihi eser kaçakçılığına karşı bir süredir teknik takip sürdüren Manisa Jandarma Komutanlığı ekipleri, operasyon başlattı. Manisa'nın yanı sıra İzmir, Bursa, Aydın, İstanbul ve Kütahya'yı da kapsayan operasyonlarda, T.Ö, A.T, S.S, E.Ç, S.Ö, H.E, R.A, H.Ç. ve S.A. gözaltına alındı.
Tarihi eser kaçakçılığı yaptıkları iddiasıyla savcılığa sevk edilen zanlılarla birlikte 4 sikke, 2 heykel, 8 madeni parça, 2 gelin başı olarak adlandırılan bronz eser, dedektör, 2 bilgisayar, fotoğraf makinesi, video kamera ile etnografik değeri olan 2 parça ele geçirildi.
Bu arada olayla ilgisi bulunduğu öne sürülen 3 kişinin arandığı öğrenildi.

Haber Ekspres, 15.03.2009

İLK TABYAYA 'İNSANLIK ANITI'

 

Kars Belediye Başkanı Naif Alibeyoğlu’nun, Kars Kalesi’nin yanında inşaatı süren ’İnsanlık Anıtı’nı, Anadolu’nun ilk tabyası olarak kabul edilen Timur Paşa Tabyası üzerine yaptırdığı ortaya çıktı.

 

Lala Mustafa Paşa’nın, kalenin gözetlenmesi ve güvenliğini sağlamak amacıyla 1579 yılında yaptırdığı tabyanın gözetleme kuleleri ile piyade siperlerinin, anıt inşaatı sırasında zarar gördüğü belirlendi. İş makineleri çalışırken bir takım arkeolojik verilerin bulunması ve proje dışına çıkılarak bir de kafeterya yaptırılması üzerine, koruma kurulu inşaatı durdurdu.

Kafkas Üniversitesi Fen- Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç.Dr. Akın Bingöl, 430 yıllık bir geçmişe sahip olan tabyanın üzerine anıt dikilmesini ’cinayet’ olarak değerlendirdi.

Hürriyet, Haber: Onur Sağsöz, 15.03.2009

HALLELUJAH, SONUNDA HAZIR





“Tanrı’nın mimarı” Gaudi’nin yapımına 1882’de başladığı ve 1926’da ölene kadar tüm hayatını adadığı Barselona’daki La Sagrada Familia Katedrali 2010’da ibadete açılıyor.

 

Dünyanın belki de en merak uyandıran, en görkemli ve en esrarengiz yapısı o. Hakkındaki söylentilerin bitmediği, insanların kafasındaki soru işaretlerinin hiçbir zaman silinmeyeceği, gizemini asla yitirmeyen La Sagrada Familia... Onun insanı ürperten görkemi ve gotik mimarinin tüm özelliklerini taşıyan karanlık yapısıyla sadece Katalan halkının değil, tüm dünyanın ilgisini çekiyor...


La Sagrada Familia dünyanın en büyük mimarlarından biri olarak kabul edilen yeni dalga akımının öncüsü Antoni Gaudi’nin imzasını taşıyor ve Gaudi'nin en önemli eseri olarak geçiyor, ama başka bir özelliği de bitmemesi...

Bu yarım kalmışlık yıllardır devam eden tartışmaların da çıkış noktasını oluşturuyor. Bazıları katedralin Gaudi’nin ön gördüğü şekilde bitirilmesini isterken bazıları da bu görüşe karşı çıkıp eserin bu haliyle çok daha ilgi çekici olduğunu ve bilinçli olarak tamamlanmadığı ileri sürüyorlar. Ama tüm bu tartışmaların arasında, katedral ilk defa gerçek işlevini yerine getirmeye hazırlanıyor. 1882 yılında yapımına başlanan katedral nihayet kapılarını bir ayin için açıyor.
Baş mimarın yaptığı açıklamaya göre 2010 yazında yarım kubbeli tavan yerine oturmuş olacak ve ilginç heykellerle süslü katedral, sonunda amacına ulaşarak Katolik alemine ev sahipliği yapmaya başlayacak.


La Sagrada Familia üzerinde çalışan ve yıllardır yapıyı tamamlamaya çalışan mimarlar, yaptıkları açıklamada heybetli bazilikanın gelecek yaz ilk hizmetini vereceğini belirttiler. İspanyol mimar Gaudi, 1883 yılında tutkuyla bağlı olduğu projesi ile ilgili ilk çalışmalara başlamıştı. Ancak 1926 yılında tramvayın altına kalarak hayatını kaybetmesi, gözbebeğinin ancak gelecek nesillerce tamamlanacağının sinyallerini vermişti. Proje yıllar yılı pek çok sorunla karşılaşmıştı ancak şimdi “acaba tamamlanabilecek mi” diye merak uyandıran yapıyı her yıl 5 milyon turistin ziyaret etmesi bekleniyor.


20 bin ton ağırlığındaki dünyanın belki de tamamlanmamış en ünlü yapısı son derece sorunlu bir tarihe sahip. “Tanrı’nın mimarı” olarak tanınan Gaudi, diğer tüm fonlar tükendiğinde tüm parasını bu projeye yatırdığı için yoksulluk içinde hayatını kaybetmişti. 1936-39 yılları arasında gerçekleşen İspanya İç Savaşı sırasında anarşistler projenin orijinal planlarını yakmış ve bu nedenle de Gaudi’nin versiyonuna sadık kalarak katedrali bitirmek günümüz mimarlarına kalmıştı.
 

La Sagrada Familia, Gaudi’nin gözbebeğiydi her zaman. Gaudi, 1882’de F. del Villar tarafından yapımına başlanan kiliseyi tamamlama işini üzerine aldığında yıl 1883’tü. Gittikçe daha fazla zamanını bu esere ayıran Gaudi, 1908’de başka proje almayı bıraktı ve 1926 yılında hayata gözlerini yumana dek kadar sadece La Sagrada Familia ile uğraştı. Gaudi, tüm mimari bilgisini, inancın gizemine ilişkin görsel açıklamalarla birleştirerek bir 20. yüzyıl katedrali yaratmayı arzuluyordu. Sadece tüm enerjisini esere ayırmakla kalmamış, stüdyosunu da inşaata taşımıştı. 7 Temmuz 1926’da, 74 yaşında tramvayın altında kalarak öldü ve hayatını adadığı La Sagrada Familia’ya gömüldü.

Taraf, 15.03.2009

MÜZENİN İLK ZİYARETÇİSİ HIRSIZ OLDU

 

Malatya'da restore edilen Beşkonaklar'dan Etnografya Müzesi olarak düzenlenme çalışması yapılan konaklardan birine hırsız girdi.


Malatya Müze Müdürü İzzet Ezen, polise yaptığı şikayette, Beşkonaklar'ın 2.'sinin salon kısmında bir şahsın gezindiğini ve gece bekçisini görünce kaçtığını, yaptıkları kontrolde çalınan herhangi bir eşyanın olmadığını, müzeye hırsızlık amacıyla giren şahıstan şikayetçi olduğunu bildirdi.


Polisin olayla ilgili araştırması sürüyor.

Habertürk.com, 14.03.2009

BİTLİS'TE KAZILAR İÇİN ÖDENEK HAZIR

 

Bitlis Kültür ve Turizm Müdürü Hüsnü Işıkgör, il genelinde devam eden kazı çalışmaları için 2009 yılı ödeneğinin hazır olduğunu söyledi.

 

Işıkgör, gazetecilere yaptığı açıklamada, kazı alanları için koruma kuruluna sundukları projelerin onaylandığını belirterek, aktarılan ödeneklerle 2009 yılı kazı çalışmalarının hızlı bir şekilde devam edeceğini belirtti.

 

Kazı alanları için kurula sundukları projelerin onaylandığını, Harabeşehir'deki 2. etap kazı çalışmalarının devam edeceğini bildiren Işıkgör, Bitlis'te yürütülen kazıların mevsim nedeniyle çok kısa sürdüğünü söyledi.
 

Işıkgör, ''Süre azlığı nedeniyle kazılar için yeterli bir çalışma yapılamıyor. Biz de kazı süresinin mayıs ayından başlayıp, ekim ayında sonlandırılması için kazı başkanlıklarına talepte bulunduk. Ancak kazı başkanları bunun için bütçelerinin yetersiz olduğu söylediler'' dedi.

Turizm Gazetesi, 14.03.2009

ADEM'LE HAVVA YASAK ELMA'YI BURADA MI YEDİ?

 

'Arkeoloji dünyasının kalbinin attığı yer' olarak adlandırılan Şanlıurfa'daki Göbeklitepe, sanat tarihçilerini hayrete düşürüyor. İngiliz Daily Mail gazetesinin kazı çalışmalarını sürdüren arkeologların, Göbeklitepe'de ortaya çıkacak bilgilere "dünya medeniyetinin doğumuna dair bildiğimiz tüm gerçekleri sarsacak bir arkeoloji depremi," gözüyle baktığını yazması, bölgeyi dünyanın gündemine getirdi.


Göbeklitepe'nin dünya medeniyetinin doğumuna dair tüm bilgileri sarsacak arkeolojik depremi yaratacağına inanılıyor.


Bölgeyi keşfeden Alman arkeolog Klaus Schmidt'in, Göbeklitepe'nin Mezopotamya'daki ilk şehirlerden beş bin 500 yıl, İngiltere'deki ünlü Stonehedge anıtından da yedi bin yıl daha yaşlı olduğunu belirtmesi bu ortak görüşü destekliyor.

Şanlıurfa İl Kültür ve Turizm Müdürü Selami Yıldız, 12 yıldır yapılan kazılar sonucunda Göbeklitepe'nin 11 bin 500 yıl öncesine ait dünyanın en eski tapınağı olduğunun ortaya çıktığını belirtiyor. Bu gerçeğin arkeoloji tarihini değiştirdiğini vurgulayarak kazının hikayesini şöyle anlatıyor: "1986'da bir çifti, sabanla çift sürürken 75 cm büyüklüğünde heykel bulup Urfa Müzesi'ne teslim ediyor. Bu heykel, Schmidt'in dikkatini çekiyor. Heykelden kopardığı ve heykelin bulunduğu alandan topladığı taş parçasını Almanya'ya gönderip karbon testi yaptırıyor. Test sonucu günümüzden 11 bin 500 bin öncesine yani Neolotik döneme ait olduğunu ortaya koyuyor. Kazılar o gün bugündür Schmidt'in başkanlığında, her sene 30 civarında heyetle sürüyor." Yıldız, "Daha önce insanoğluna ait ilk tapınağın Malta adasında beş bin yıl öncesine ait bir tapınak olduğu sanıldı. Göbeklitepe'de ortaya çıkan bulgular ve mimari öğeler, arkeoloji tarihinin yeniden yazılmasına vesile oldu. Tarihi yazan bir şehir olarak, Urfa'yı tarihte değil tarihi Urfa'da arayın," diyor.






Göbeklitepe'nin 11 yılda sadece yüzde birlik bölümünün kazıldığını, kazıların artırılması gerektiğini söyleyen Yıldız, şöyle devam ediyor: "Her yıl sadece bir ay kazı yapıyorlar.


Urfa sıcak bir kent olduğu için kazılar 10 ay boyunca sürdürülebilir. Kazılar ve ekip sayısı genişletilip, burası bir an önce turizme kazandırılmalı. Kentimiz, sahip olduğu bu değerlerle uyuyan bir devdir ve uykudan uyandırılması lazım. Harran'ı hilal şeklinde çevreleyen Göbeklitepe ile çağdaş olan altı yerleşim bölgesi Türk ve Alman arkeologlar tarafından tespit edildi.
Bunlar Karahantepe, Sefertepe, Hamzamtepe, Gürcütepe ve Tülidris tepesi. Buralarda da arkelojik kazı yapılması bekleniyor. Şanlıurfa Müzesi, 74 bin eser sayısı ile Türkiye'nin beşinci müzesi konumunda. Ancak müze yetersiz."

Göbeklitepe'nin dünya üzerinde mimarlik tarihi ve plastik sanatların da başlangıç yeri olduğunu kaydeden Yıldız, "İnsanoğlu daha önce avcı toplum halinde yaşıyordu. Neolitik dönemde ise yerleşik hayata geçtiler. Tapınaklar, evler, şehirler oluşturdular. Etrafında gördüğü öğeleri, bunlarla ilgili görsel düşüncelerini önce taşa kazıdı. Plastik sanatların taşa kazınmasının ilk örneği Göbeklitepe'dir.


Kazılarda ortaya çıkan buğday taneleri var.İlk buğdayın ve 16 çeşidin Urfa ve Harran ovasında yapıldığı ortaya çıktı" bilgisini veriyor.






Sanat Tarihi Uzmanı Sait Rızvanoğlu da, dünyanın en eski tapınağı oluşu nedeniyle arkeolojik açıdan çok önemli olduğunu, ancak daha dikkat çekici bir noktanın bulunduğuna işaret ediyor: "Burasının arkeoloji dünyasına bomba gibi düşmesinin daha önemli bir nedeni var. Neololitik dönemde insanlar yerleşik hayata geçmeye çalışıyordu. Arkeologlar bugüne kadar insanoğlunun yerleşik hayata geçmesindeki en önemli faktörün korunma ve açlık güdüsü olduğunu söylüyordu. Fakat Göbeklitepe'de bu anlayış yıkıldı. İnsanların ilk yerleşik hayata geçtiği dönemde dinsel bir tapınak yapılıyor. Bu durum, sadece açlık ve korunma içgüdüsüyle değil, dinsel ihtiyaçlar dolayısıyla da yerleşik hayata geçildiğini gösterdi. Genel tabu yıkıldığı için bu bilgi devrim sayılır.





Urfa'nın dinler tarihinin başladığı yer olduğunu, bunun Göbeklitepe'yle de kanıtlandığına değinen Harran Üniversitesi Sanat Tarihi Bölümü Başkanı Doç.Dr. Cihat Kürkçüoğlu, bunun önemini şöyle anlatıyor: "UNESCO'nun dünya kültür mirası listesine girecek bir yer. Kazılar devam ediyor ve 20-30 yıl daha süreceği tahmin ediliyor. Kazıların yarıdan fazlasının tamamlanması ve çevre düzenlemesinin yapılması halinde UNESCO'ya başvurulacak. O listeye girdikten sonra Urfa'nın ekonomik kaderi değişecek, turistler akın akın gelecek.


Göbeklitepe'nin yeniden gündeme gelmesi Urfalılar'ı sabırsızlandırdı. Kazıların bir an önce bitirilmesini istiyorlar." YASAK ELMA BURADA MI YENDİ? Neolitik devir insanlarının daha gelişmiş olduğunu ortaya çıkaran kazılarda bugüne kadar toplam 45 parça bulundu. Kazılarda ortaya atılan en çarpıcı iddia, söylenceye göre Adem ve Havva'nın yasak elmayı yediği 'Cennet Bahçesi'nin Göbeklitepe'de olabileceği! Schmidt, İncil'de geçen Cennet Bahçesi'nin burası olabileceğini düşünüyor ve "Göbeklitepe cennetten bir tapınak!" diyor. Doç.Dr. Kürkçüoğlu bu iddiaya açıklık getiriyor: "Yazılı kaynaklarda, Adem ve Havva'nın hayatının bir evresinde burada yerleşik hayat sürdüğü bulunuyor. Göbeklitepe'nin yanındaki ovaya Edene denmesi rastlantı olamaz. Edene'nin adının Adem'in kovulduğu Adn Cenneti'nden geldiği düşünülüyor."

 

Arkeologlar, boğa, tilki, yaban domuzu, yılan, turna, yaban ördeği, ceylan, yaban eşeği kabartmalı tapınakları ve sırlarıyla Göbeklitepe'yi yazı ve çanak-çömlekçilik öncesi tarihi aydınlatacak en önemli kaynak olarak görüyor. Bu kadar çeşitli hayvan kabartmasının başka hiçbir yerinde olmadığı belirtiliyor.





Göbeklitepe kazı başkanı Alman Arkeolog Doç.Dr. Klaus Schmidt, "Bilindiği gibi Göbeklitepe kazılarına 1995 yılında başlandı. 14 yıldan beri her yıl Eylül-Ekim aylarında iki ay süreyle kazı yapıyorduk, Geçtiğimiz yıl üç buçuk ay çalıştık. Bu yıl ise iki dönem halinde olacak. İlk dönem iki ay Nisan-Mayıs aylarında ve ikinci dönem de Eylül-Ekim aylarında iki ay kazı çalışması yapılacak. Bu yıl daha yeni başlamamıza rağmen yeni açmalar bulduk. Daha öncekiler 25-30 metre çapındaydı. Yeni bulduklarımız çok daha küçük çapta. Hatta çıkan T şeklindeki dikili taşlar da küçük. Yeni bulduğumuz T şeklindeki taş bir metre boyunda, yan yatmış ve kırılmış.
Taş üzerinde de insan ve hayvan figürleri var. 2009 yılı kazılarında yeni açacağımız açmalarla belki kazı yapılması gereken alanın yüzde 10'unu gerçekleştirmiş olacağız."

Sabah, 13.03.2009

Karatepe (M. Darga, N. Olgunsu - H. Çambel, H.T. Bossert)
...1947




8 - 14 Mart 2009


DOSYA


-1-


"Adamcağız ölmüş gitmiş", rahat bırakın yahu şu rahmetliği!


TARİKAT-I TÜBİTAK
DARWİN'E KARŞI...






Geçtiğimiz hafta bilim dünyası akıl almaz bir skandala şahit oldu. Türkiye'nin en eski ve en saygın bilim dergilerinden biri olan Bilim ve Teknik Dergisi sansürlendi, hatta Sorumlu Yazı İşleri Müdürü görevden alındı. Yazılı ve görsel basın, aydınlar, bilim insanları, uluslararası bilim camiası tepkilerini dile getirdi. TÜBİTAK ise böyle bir sansürün söz konusu olmadığını belirterek, Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Dr. Çiğdem Atakuman'ın sansür iddiaları nedeniyle değil, daha önceki dönemlerde de sergilediği, yetki aşımı ile ilgili olaylar da göz önüne alınarak, kurum içinde birim değişikliği önerildiğini kaydetti.

Bu dosyayla amacımız hem Darwin olayıyla ilgili geçen haftanın haberlerinden bir derleme yapmak, hem de tarihe bir kez daha kayıt düşmek...

TAYHaber, 14.03.2009



TÜBİTAK'TA BÜYÜK SKANDAL!

 

TÜBİTAK dünyanın tartışacağı bilim adamlarının inanamayacağı bir icraata imza attı..  Aslında eski bir tartışmadır. kimileri Darvin teorisine inanır kimileri inanmaz.. Ama bilim inanıp inanmamaya bakmaz, inceler araştırır... Peki, Ankara’da ne oldu biliyor musunuz? TÜBİTAK Darvin’le ilgili tam 15 sayfayı yırtıp attı.. O çok eski Bilim ve Teknik Dergisi de siyasi bir dergi gibi bilim insanları tarafından sansürlendi.

 

TÜBİTAK'ın çıkardığı Bilim ve Teknik Dergisi sansüre uğradı... Dünyaya en çok da bilime kendini kabul ettiren, evrim teorisinin sahibi Darwin Bilim ve Teknik'e giremedi... Dini çevreler Darwine ve evrim teorisine şiddetle karşı çıkıyor... Anlaşıldı ki Bilim ve Teknik dergisi de artık aynı zihniyette...


Türkiye'nin en saygın ve en köklü dergilerinden biri.. Tam 42 yıldır aboneleri her sayısını iple çekiyor... Ama mart sayısı bir hafta gecikmeli çıktı... Çünkü derginin kapağı ve içeriğinde son anda değişikliğe gidildi... Çünkü sansür uygulandı... Çünkü siyaset ve ideoloji bilime el koydu, o el bu sayfayı yırttı attı...

 

2009 UNESCO tarafından tüm dünyada Darwin yılı olarak ilan edildi.. Darwinin doğumunun 200. yıldönümü nedeniyle... Bilim ve Teknik dergisi de Mart sayısını Darwin ve evrim teorisi kapağıyla hazırladı.. Derginin içinde de Darwin'e 15 sayfa ayrıldı ta ki Tübitak Yönetim Kurulu derginin son halini görene kadar...

 

TÜBİTAK Başkan Yardımcısı Ömer Cebeci taslağı gördü ve olmaz dedi... Bu dergi yayınlanamaz... Basit bir anlatımla Darwin insanın maymundan geldiğini söylüyor... Ama islami çevrelerde bu görüş benimsenmiyor... Darwinli bu kapak  da Türkiye'nin en saygın bilim ve araştırma kurumundan veto yedi...

 

Oysa Darwin'i şiddetle eleştiren Adnan Hoca'nın yazdığı yaratılış atlası bazı okullar ve meclise girmeyi başarmıştı.. Tüm dünyanın tanıdığı Darwin'eyse kapılar kapandı...

 

Skandal bu kadarla da kalmadı... Darwin'li kapağı hazırlayan derginin genel yayın yönetmeni Çiğdem Atakuman görevden alındı...


Yani TÜBİTAK  Darwin'i tartışmak bir yana, Darwin'i gündeme getirenlere bile tahammül edemedi...

 

Aslında TÜBİTAK'ta uzun zamandır kadrolaşma tartışmaları vardı...


Hükümet TÜBİTAK kanununu değiştirdiğinde siyasetin bilime müdahale edeceği uyarısı yapılmıştı... Ama bilim adamları bilime siyasilerden önce müdahale etti. Darvin'le ilgili tüm yazıları çıkardılar,yerine küresel iklim değişikliğini kapak yaptılar...

 

Ama TÜBİTAK'ta asıl kapak olan bilimdeki iklim değişikliği oldu..

Kanal D, 09.03.2009





DARWIN'E SANSÜR

 

Kapağında Darwin’in 200’üncü doğum yıldönümü olan derginin baskısı durduruldu. Kapak ve 15 sayfalık Darwin yazısı imha edildi, yerine ’Küresel iklim değişikliği’ dosyası konuldu. Dergi bu yüzden bir hafta geç çıktı...

ANKARA - TÜBİTAK’ın ünlü dergisi Bilim ve Teknik’in Mart sayısında büyük bir skandal yaşandı. Tam 42 yıldır çıkan, Türkiye’nin en saygın ve köklü dergilerinden biri olan Bilim Teknik dergisi, Mart ayında kapak konusu olarak evrim teorisinin sahibi Darwin’i seçince sansüre uğradı. Adnan Hoca başta olmak üzere aşırı dinci çevrelerin karşı çıktığı evrim teorisinin sahibi Darwin’i kapak fotoğrafı yapan dergi, içeride de 15 sayfasını Darwin’e ayırmıştı. TÜBİTAK Başkan Yardımcısı Ömer Cebeci, Bilim ve Teknik Dergisi’nde bu konunun işlenmesini veto etti.

 

Baskı aşamasında derginin kapak konusunun değiştirilmesi talimatı verildi ve Darwin kapağını hazırlayan derginin genel yayın yönetmeni Çiğdem Atakuman görevden alındı. Evrim teorisine göre insanın maymundan geldiği tezinin sahibi olan Darwin yerine Küresel İklim Değişikliği kapak yapıldı, ancak bu değişiklik nedeniyle dergi bir hafta geç çıktı. “Adnan Hoca” olarak tanınan Adnan Oktar’ın 200’den fazla dini içerikli kitabı arasında “Harun Yahya” takma adıyla yazdığı “Yaratılış Atlası” adlı kitapta evrim teorisine karşı çıkılıyor. Atlas’ta Darwin’in Evrim Teorisi için “terörizmin kaynağıdır” ifadesi kullanılıyor. Aşırı dinci çevreler, Darwin’in evrim teorisine “Tanrı anlayışını yıktığı” gerekçesiyle karşı çıkıyor.

 

Bugüne kadar Darwin’le ilgili birçok yayın yapan TÜBİTAK’ın kanununda değişiklik geçen yıl yapıldı. 10’uncu Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer tarafından iki kez veto edilen, iki kez de Anayasa Mahkemesi’nden dönen kanun değişikliği, muhalefetin “iktidar 2003 yılından beri TÜBİTAK’ı bilim kuruluşu olmaktan çıkarıp resmi daireye dönüştürmeye ve kadrolaşmaya çalışıyor” eleştirilerine rağmen 13 Ağustos 2008’de yürürlüğe girdi. TÜBİTAK bilim kurulu üyelerinin seçim yöntemini değiştiren kanunla 12 üye ile Başkandan oluşan Bilim Kurulu üyelerinin seçilmesi, seçim usulü, üyelerin görev süresi ile Bilim Kurulu’nun görev ve yetkileri yeniden belirlendi. Yeni düzenlemeye göre Bilim Kurulu 10 aday, YÖK Genel kurulu da 2 aday belirliyor. Başbakan da kurulun seçtiği 10 aday arasından 5’ini, YÖK’ün seçtiği 2 aday arasından da birini kurula atıyor.

 

Tüm dünyada 2009 yılı, Evrim Teorisi’nin babası İngiliz bilim adamı Charles Darwin’in 200’üncü doğum günü ve ünlü teorisini anlattığı “Türlerin Kökeni” adlı kitabının da yayınlanmasının 150’nci yılı olması nedeniyle Darwin Yılı olarak kutlanıyor. Bir çok üniversite ve bilim dernekleri, bu yıl Darwin’i ve Evrim Teorisi’nin konu alan birçok konferans düzenledi ve hala düzenlemeye devam ediyor. Ayrıca, dünyanın en büyük dergilerinden BBC Focus, Newsweek ve New Scientist Darwin kapaklarıyla çıktı. The Times, New York Times, Washington Post, Independent gibi saygın gazeteler de Darwin ekleri verdi.

Vatan, 09.03.2009





ÖMER CEBECİ İSTİFA ETMELİ, TÜBİTAK'TAKİ KADROLAŞMA TEMİZLENMELİDİR!

TÜBİTAK, Türkiye Cumhuriyeti'nin ana bilimsel araştırma kurumu, aynı zamanda Türkiye'nin en köklü popüler bilim dergisi Bilim ve Teknik'i çıkaran kurumdur. Dün medyaya yansıyan haberlere göre, Bilim ve Teknik dergisi Mart ayı sayısında Charles Darwin ve biyolojik evrim konusunu işlemek istemiş, ancak TÜBİTAK baskan yardımcısı Ömer Cebeci, dergiye müdahale edip içeriğini değiştirtmiştir. Dahasi, dergi editörünün görevden alınması sürecini başlatmıştır. Cebeci haberleri reddetmemiştir.

Evrim kuramı, biyolojik bilimlerin en temel unsurlarından biridir. Sırf 2008 yılı başında beri uluslararası biyolojik, tıbbi ve zirai bilim dergilerinde 23,406 biyolojik evrimi konu edinen makale yayınlanmıştır. Bunlara Nature ve Science gibi temel bilim dergileri dahildir. Ayrıca TÜBİTAK'ın, Turkish Journal of Biology gibi kendi hakemli dergileri de dahildir. Demek ki TÜBİTAK başkan yardımcısı Cebeci, ne dünyada, ne ülkemizde, ne de kendi kurumunda yürüyen araştırma faaliyetlerinden habersiz, cahil bir yöneticidir. Üstüne üstlük cahil dünya görüşüne uymadığı için toplumun bilgilenmesine de engel olabilen, gorevini kötüye kullanan bir yöneticidir. Sn. Cebeci'yi bu makama getiren siyasi irade ve bürokratik çevre de kendisi kadar cahil ve ehliyetsizdir. Durumun yegane açıklaması budur.

TÜBİTAK'in Fetullahçı cahil ve ehliyetsiz bir kadronun eline düşmesi, Türkiye'de bilim üretiminin daha da geri kalması anlamına gelecektir. Ülkeyi daha da bağımlılaştıracaktır. AKP herhalde bunu istemektedir. AKP'nin en yakın ortağı ABD ve Avrupa Birliği gibi zengin ülkeler ve odaklar ise bu sonucu açıkça arzu etmektedir. Hem üniversite çevresi hem halkımız AKP'ye karşı uyanık olmalıdır.

TÜBİTAK ise konuya en kısa zamanda açıklık getirmelidir. Kurumda gerçekleşen AKP yanlısı tarikat kadrolaşması derhal temizlenmelidir.

Ömer Cebeci ise derhal istifa etmelidir.

universitekonseyleri.org, 10.03.2009





"NE KAVGAMIZ OLABİLİR? ADAM ÖLMÜŞ GİTMİŞ"

 

TÜBİTAK’ta yaşanan "Darwin sansürüne" hem iktidardan, hem de muhalefetten itiraz geldi. AKP’li Devlet Bakanı Mehmet Aydın, "Darwin’e sansür akla aykırı" derken, CHP lideri Baykal, sansürü, "Üzüntü verici bir durum" olarak niteledi. Diğer görüşler ise şöyle:

Deniz Baykal: (CHP Genel Başkanı) Üzüntü verici bir durum. Darwin’in adından alerji duymak, tartışılmasını, hatırlanmasını engelleme ihtiyacı içine girmek, hangi saplantıların, peşin fikirlerin bilimsel örgütlenmeye egemen olduğunu gösteriyor.
 

Prof. Necip Taylan (AKP-İlahiyatçı) Bilim dergisi, evrim teorisinin varlığını görmezden gelemez. Evrim teorisini fiziksel olarak ispatlamak mümkün görünmüyor. Bunun için milyonlarca yıllık bir değişim gerekiyor. Ancak ne olursa olsun, siyasi ve dini yaklaşımlarla bu meseleye bakılmaması lazım. Bilim adamı kendi işini, teologlar kendi işini yapacak.

Prof. Mehmet Sağlam (AKP-Hukukçu) Bilim Kurulu neyi basacağına, neyi değiştireceğine kendi karar verir. Gerçek nedenini kim biliyor. ’Bir dahaki sefere kullanırız’ diye düşünmüş olabilirler. Ne var bunda yahu!

Prof. Necla Arat (CHP-Felsefeci) Çok yanlış ama benim için sürpriz olmadı. AKP iktidarının göreve getirdiği kişiler, AKP ideolojisiyle paralel hareket etmeyi sürdürüyorlar.

Muharrem İnce (CHP-Eğitimci) Bilim dergisinin yayın politikası rahatsız ediyordu iktidarı. TÜBİTAK’a yakında cami imamlarını atarlarsa şaşırmayın.

Prof. Tunca Toskay (MHP-İktisatçı) Kendilerini, Türk toplumunu sosyo-kültürel açıdan dönüştürme projesinin yürütücüsü gibi davranıyorlar. Bütün mesele burada düğümleniyor.

Mehmet Aydın Devlet Bakanı: "Sansür konusu TÜBİTAK’ın işi değil. Bilime ambargo koymak, Darwin’e sansür koymak akla gelecek bir şey olamaz. Tam tersine bilime ne kadar kendisi yanlış yapmış olursa olsun hizmet eden kim varsa, bilim adamı sıfatını almaya hak kazanmışsa, onun görüşlerinin anlatılmasıdır. TÜBİTAK olarak işimiz gücümüz yok sansürle mi uğraşacağız? Çok açık söyleyeyim, kimse bundan bir ideoloji okumaya çalışmasın. Bizim Darwin ile ne kavgamız olabilir. Adamcağız ölmüş gitmiş."

Darwin, evrim teorisine ulaşmasını sağlayan beş yıllık Beagle yolculuğunda bu güzergahı takip etti. ’Türlerin Kökeni’ bu yolculuğun ürünüydü.

CHP milletvekili Hüsnü Çöllü, soru önergesi ile Başbakan’a şunları sordu:

"Derginin, Darwin fotoğrafı ile hazırlanan kapağının değiştirilmesi ve Darwin ile ilgili hazırlanan bölümün çıkarılmasının gerekçesi nedir?(...) Bilim kuruluşunda böylesine bir uygulamaya izin verilmesi, kabul edilebilir bir durum mudur? Böylesine bir değişiklik, TÜBİTAK Başkan Yardımcısı’nın kişisel müdahalesi ile olamayacağına göre, karar nasıl alınmıştır? Yaşanan bu süreci onaylamıyorsanız, konunun incelenmesi ve soruşturulması için bir girişimde bulunacak mısınız?"

Prof. Dr. Aykut Kence (ODTÜ) Bu sadece TÜBİTAK’la ilgili bir olay değil. Hükümetin tutumuyla da alakalı bir durum. Bu ülkenin Milli Eğitim Bakanı, Darwinizmi ateizmle bir tutarsa olacağı budur. TÜBİTAK bilimi sansürlüyor. Bütün dünya Darwin yılı ilan edip kutluyor. Fakat bizimkiler Darwin’i bilim düşmanı ilan ediyor. Dinle bilim karıştırılmamalı. Türkiye’de artık bilim de sansürleniyor.

Prof. Dr. Ali Alpar (Sabancı) Türkiye’de ideolojik ve dini inançlar nedeniyle bunu kabul etmeyenler var. TÜBİTAK gibi bir kurumun popüler bir bilim yayınından çıkarılması, hele de Darwin’in 200’üncü doğum yılında çıkarılmasını çok manidar buluyorum.

Prof. Dr. Namık Kemal Pak (Eski TÜBİTAK Başkanı) Bu sansür beni şaşırtmadı. 2003 yılında TÜBİTAK’a ilk müdahaleye başlandığı zaman bunun bir gün olacağını tahmin etmiştim. Siyasi, ideolojik ve dini yaklaşımlarla Darwin’in evrim teorisine karşı çıkmak doğru değil. Bilim bunlardan bağımsız çalışmak zorunda.

Evrime doğru

Doğum, 12 Şubat 1809, İngiltere.
Kilisede dini eğitim gördü.
22 Ekim 1825 Edinburg, 15 Ekim 1827 Cambridge Üniversitesi
Charles Lyell’in, ’Jeolojinin Prensipleri’ kitabı ufkunu aydınlatır.
21 Aralık 1831, Beagle gemisiyle Galapagos yolundadır.
Tierra del Fuego’da gördüğü yerliler, insanlığın ataları üzerine yorumlarına zemin hazırlar.
Ocak 1834’te Patagonya’da deniz seviyesinden metrelerce yüksekte deniz kabuklarına rastlar.
15 Eylül 1835, Galapagos: Bitki örtüsü, hayvan türleri, sürüngenler ve kuşlar Darwin’i çarpar. Teorileri şekillenmeye başlar.
Farklı coğrafi şartlar, aynı kökenden gelen canlıların farklı özellikler kazanmasına yol açmaktadır.
Bir süre sonra da bunların farklı türler olduğunu kavrayacaktır.
2 Ekim 1936, Beagle gemisi beş yıl sonra İngiltere’ye döner.
Önce günlüğünü, arkasından diğer kitaplarını peş peşe yayımlar. Canlıların, çevreye kendilerini uyarladıklarını yazar.
"Canlılar arasında bir rekabet ve doğal seleksiyon süreci vardır. Güçlü olan ayakta kalmakta, diğer türler zamanla yok olmaktadır" der.
1859’da ’Türlerin Kökeni Üzerine’ni kitabı raflardaki yerini alır ve kıyamet kopar.
1861-1868 arasında kitabının yeni baskıları yapılır. Her baskıda teorisini biraz daha geliştirir, eleştirilere de cevap verir.
1882’de öldüğünde, arkasında bilim ve düşünce tarihini sarsan dev bir külliyat bırakmıştır. Bugün hala tartışılan ve kimi ülkelerde de sansürlenen bir külliyat...

Hürriyet, Haber: Nuray Babacan -Şehriban Oğhan - Esra Kaya, 11.03.2009





YARATILIŞ KAFASI TÜBİTAK'I BİTİRDİ

 

Bilim-Teknik Dergisi’nden Evrim kuramının yaratıcısı Charles Darwin dosyasının apar topar çıkarılması, gözlerin TÜBİTAK üzerindeki dinci baskıya çevirdi. 2004 yılında AKP eliyle çıkarılan yasa TÜBİTAK’ı özerk olmaktan çıkarıp, iktidarın hegemonyasına soktu. Sansür vakası da AKP’nin bu yönelimiyle alakalı gelişti.

 
1963 yılında kurulan TÜBİTAK’ın 2005 yılı itibariyle fiilen değişip başka bir kurum haline gelmesinin resmileşmesi, geçtiğimiz yıl meclisin tatile girmesinden bir gün önce kabul edilen yasayla oldu. Erdal İnönü’nün başbakan yardımcısı olduğu donemde TÜBITAK özerk hale getirilmişti. Buna göre Bilim Kurulu üyeleri, suresi dolan üyeleri ve başkanlarını (ki bu başkan ayni zamanda TUBITAK başkanı) kendileri seçiyor ve başbakanlığa onay için sunuyorlardı. Başbakan veto etse dahi, üye seçme hakkı halen Bilim Kurulu’ndaydı, veto edilen üyeyi yeniden önerme hakları da vardı. Başbakan en fazla 3 kez veto edebiliyor, karşılığında kendisi doğrudan atama yapamıyordu.

Ancak 2004 yılında AKP bu yasayı delmek için girişimde bulundu ve fiilen bir "başkan" atayamadığı için bir "başkan vekilini" cebren atayıp, yeni TUBITAK yasası hazırladı. Bu yasayla Başbakan’a TUBITAK başkanı ile Bilim Kurulu üyelerini doğrudan atama yetkisi verilmesi öngörülüyordu... Ancak bu yasayı bir turlu geçirememişlerdi. Mecliste bu yeni TUBITAK yasası muamması sürerken, vekil olarak atanan Nüket Yetiş ve yeni Bilim Kurulu üyeleri AKP hükümetiyle birlikte bir yasa çıkarıp TÜBİTAK’ın adini değiştirdiler. Böylece kurulduğu gündem 2005 yılına kadar Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma Kurumu olan adi, küçük bir değişiklikle "Teknik" yerine "Teknolojik" getirilerek "Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumu" oldu. Bu değişiklikten TÜBİTAK’ın meşhur logosu da nasibini aldı ve eskisine çok benzer bir düzenleme yapılarak isin içinden çıkıldı. Bu değişikliği TÜBITAK kendi sayfasında su cümle ile geçiştiriyor: "Daha önce “Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma Kurumu” olan TÜBİTAK ismi, 7 Temmuz 2005 tarihinde yürürlüğe giren 5376 sayılı Kanun ile, “Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumu” olarak değişmiştir."...


Dolayısıyla, TÜBITAK ve Bilim ve Teknik dergisi tümüyle hükümetin politik görüsüne bağımlı hale gelmiş durumda Şimdiye kadar adında ve logosundaki ufak değişiklikler ve bünyesindeki ufak tefek değişikliklerle "ses etmeden" kendi yolunu çizmeye başlayan bu yeni kurum ve başındaki yöneticilerin anlayışı yavaş yavaş şekillenmeye başladı.

***
Ömer Cebeci’nin gelişi de olaylı olmuştu
Ekim 2003'te Başbakanlık tarafından, TÜBİTAK Kanunu'na eklenecek geçici bir maddeyle, başkan ve boşalan bilim kurulu üyelerini bir kereye mahsus olmak üzere başbakanın seçmesi öngörüldü. Kasım 2003'te Meclis Genel Kurulu'nda kabul edilip Cumhurbaşkanı'na gönderilen tasarı, bilim dünyasını karıştırdı. 21 Kasım 2003'te Cumhurbaşkanı Sezer yasayı veto etti. Aralık 2003'te tasarı TBMM'de aynen kabul edildi ve yeniden Cumhurbaşkanı'na gönderildi. 22 Aralık 2003'te yasa Cumhurbaşkanı tarafından onaylandı ve yürürlüğe girdi. CHP yasanın iptali için Anayasa Mahkemesi'ne başvurdu. 25 Aralık 2003'te Başbakan boş olan altı Bilim Kurulu üyesini atadı. Bilim Kurulu ocak ayında yeni üyelerle birlikte ilk kez toplandı ve Prof. Dr. Nükhet Yetiş'i vekâleten başkan seçti. Yetiş vekâleten göreve başladı. Başkan yardımcılığına Prof. Dr. Ömer Cebeci getirildi. Aynı gün altı kurul üyesi istifa etmişti.

Birgün, Yazı: Barış İnce, 11.03.2009





DARWIN, EVRİM, BİLİM, DİN, LAİKLİK VE MODERNLİK

 

Teori demek günlük hayatta anlaşıldığı şekilde tahmin, hayal, spekülasyon demek değildir. Darwin’in evrim teorisi modern biyolojinin ve biyoteknolojinin temelini oluşturan defalarca doğrulanmış, bütün ciddi bilim adamlarınca kabul edilen ve bilimsel araştırmalarda sürekli kullanılan bir teoridir.

 

Darwin Yılı’ ile ilgili kapak ve yazının TÜBİTAK Başkan Yardımcısı’nın kararıyla TÜBİTAK Bilim ve Teknik Dergisi’nden çıkarıldığını haberlerden öğrendik.
Böyle bir olayın modern, laik ve ‘bilgi toplumu’ olmak iddiasındaki bir ülkenin Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumu bir yana, herhangi bir kamu kurumunda olması tuhaf olurdu. Olay belki teknik nedenlerle açıklanacaktır. O zaman da yönetim ve organizasyon usulleri ile ilgili sorular akla geliyor. Türkiye’de günümüzde bilim, modernlik, laiklik gibi konularda malum olması gerekeni ilam gerekiyor. 

Evrim teorisi, bilim ve laiklik üzerine
Bilimde teori demek deney ve gözlemleri açıklayan ve ileriye dönük yeni deney ve gözlemlerle ilgili tahminler yapabilen, bu tahminleri de şimdiye kadarki deney ve gözlemlerle doğrulanmış olan, birbirleriyle tutarlı ve mantıksal bütünlük içindeki kavramlar bütünü demektir. Teori demek günlük hayatta anlaşıldığı şekilde tahmin, hayal, spekülasyon demek değildir.


Darwin’in evrim teorisi modern biyolojinin ve biyoteknolojinin temelini oluşturan defalarca doğrulanmış, bütün ciddi bilim adamlarınca kabul edilen ve bilimsel araştırmalarda sürekli kullanılan bir teoridir. Bu teoriyi kullanarak türlerin nasıl ortaya çıktığını, ayrıştığını, çeşitlendiğini, yok olduğunu anlayabiliyoruz. Bu teorinin fosillerden genomun çözülmesine, DNA daki mutasyonların sıklıklarının ve mekanizmalarının gözlenmesine kadar birbirinden uzak ve farklı yöntemlerle elde edilen pek çok kanıtı vardır. Bu teoriyi kullanarak ilaç ve gıdalardan tarım ve çevre sorunlarına kadar birçok alanda yapılan buluşlardan artık hepimiz yararlanıyoruz.


Evrim teorisine göre:
i) Canlıların sonraki nesillere özelliklerini geçirmesine (kalıtıma) araç olan genlerde      (DNA’da) nadiren ve rasgele çeşitli sebeplerle mutasyonlar olur.
ii) Bu mutasyonlar çoğu zaman canlının özelliklerini etkilemez, çoğu zaman çevresi ile uyumunu, hayatta kalmasını ve üreyerek genlerini daha sonraki nesillere aktarmasını zorlaştıran özellikler getirir. O zaman bu mutasyonu taşıyan yeni nesil canlıların doğması ihtimali çok düşüktür. Bu tür olumsuz etkisi olan mutasyonlu genler istatistik olarak sonraki nesillerde azalırlar. Nadiren de mutasyon canlının çevreye uyum, hayatta kalma ve üreme şansını artıran özelliklere yol açar. Bu durumda mutasyonlu genlerin sonraki nesillerde görülme sıklığı artar. Bu ‘doğal seçim’ yoluyla türler evrimleşir, özellikleri değişir.
iii) Evrim çok nadir olayların çok büyük sayıda nesillerden sonra biriken etkisi ile ortaya çıkar.
Evrim günlük hayatta sonuçlarını görmediğimiz, insan ömrüne göre havsalamızın almayacağı kadar uzun zamanlarda olan bir doğal süreç olduğu için bilim çevreleri dışında anlaşılması ve kabulü zor bir kavramdır - tıpkı vaktiyle Dünya’nın yuvarlak olduğu, kendi etrafında döndüğü ve Güneş’in etrafında yörüngede hareket ettiği gibi ‘yeniliklerin’ zor kabul edildiği gibi.


Evrim teorisi ve kanıtları bütün canlıların şimdi var oldukları biçimde ayni anda yaratıldığı şeklindeki bazı dini inançlarla açıkça çelişir. Evrim teorisi belli türden din anlayışı ile bilim arasındaki uzlaşmazlığın çağımızdaki en önde gelen ve dikkat çeken örneğidir. Bu bakımdan evrim teorisi üzerindeki tartışmalar din ve bilim ilişkisinin, ve laiklik başta olmak üzere modern toplumun siyasi ilkelerinin odak noktasındadır.


Ancak Tanrı’nın  kainatı yaratırken doğa yasalarını da koyduğu ve ondan sonra bu yasalara göre doğanın işleyişine karışmadığı şeklinde bir dini inanç bilimin bütünüyle ve bu arada evrim teorisi ile çelişmez. Bunun tersine, Tanrı’nın her an doğada olan ve insanın başına gelen her olayın bütün ayrıntılarına karar vermekte olduğu şeklinde bir inanç ise her türlü bilginin güvenilirliğini ortadan kaldırır ve geleceğe dönük tasarımı da imkânsızlaştırır. Böyle bir itikat elbette bilimi de bütün sonuçları ile kabul edemez. Bu tür mutlak kadercilik heves etse de modernleşmeyi gerçekleştiremez,  modernleşme ile çelişir. 


Modern toplumlar karmaşık olayların olduğu, gerek doğanın, gerekse toplumun mümkün olduğu kadar gözlemden elde edilen bilgiye göre anlaşılmasına ihtiyaç duyulan toplumlardır. Bu bilginin edinilmesine ve kullanılmasına dini veya ideolojik ön hükümlerin engel olmaması gerekir. Laiklik dünya ile ilgili bilgilerin nasıl edinileceği ve nasıl paylaşılacağı konusunda bir ilke koyar.  Dünya ile ilgili bilgiyi sadece dünyaya bağlar. İlke olarak, ayni şartlar altında herkesin ayni sonuca varacağı tür bilgiler üzerine toplumsal anlaşmayı  öngörür, ve dini hükümler yerine bu dünya bilgisine öncelik verir. Bu anlamda laiklik bilimsel yöntemle uyum içindedir ve toplum ve siyaset meselelerinde bilgi yöntemi olarak bilimsel yöntemi seçer. 


Demek ki bilimin nasıl anlaşıldığı ve bu arada evrim kuramının nasıl anlaşıldığı ideolojik bakımdan yüklü ve  modernleşme ile temelden ilgili bir konudur. 


Kurumlar, uzmanlık, değerlendirme ve yönetme üzerine
Modern bir toplumun işlemesi için iyi bilgi gerekir.  Öyleyse her konunun uzmanlarca  kararlaştırılması gerekir. Modern topluma gereken sadece bilgiyi uygulamada kullanmak değil  bilgi üretmektir. Bunun için bilimsel araştırma, bilimsel araştırma için de özgür düşünebilme, deney ve gözlem sonuçlarını ön hükümlere bağlamadan kabul etmek ve anlamaya çalışmak gerekir.


Sadece teknolojiyi üretmek ve kullanmak, bilimsel araştırma ve özgür eleştiri olmayan bir ortamda uzun vadede kalıcı hatta mümkün değildir.


Bilim ve teknolojinin her alanı ayrı uzmanlık gerektirir. Hepsinin ortak tavrı, başka uzmanlık alanlarına saygı göstermek olmalıdır. Yöneticilerin ve farklı teknik meslek adamlarının bilim konularının içeriği, doğruluğu ve yayımlanması üzerinde hüküm vermemesi gerekir. Karar yetkisi hiyerarşideki konuma göre değil uzmanlığa göre olmalıdır.


Bilimsel araştırma sonuçları kadar bilimle ilgili kamuoyuna sunulan bilgilerin de popüler bilimin de sadece içeriğin doğruluğu ve iyi anlatılması kaydıyla özgürce  yayımlanması gerekir.

 
Herhangi bir kamu kurumunun ama hepsinden çok uğraş alanı bilimle ilgili olan TÜBİTAK’ın uzmanlık esasına göre karar vermesi gerekir.


Popüler bilim yayınları ile ilgili ayrıntılı kararların, akademisyen de olsa kendi mesleği mühendislik olan en üst düzey bir yönetici tarafından verilmesi iyi bir değerlendirme, karar verme ve kurum yönetme yolu değildir. Bu durumda kararın yöneticinin uzmanlığına göre değil, kişisel ve ideolojik tercihlerine göre verildiği akla gelmektedir.


TÜBİTAK öteden beri yayımladığı ve şimdi de yayımlamakta olduğu ‘Popüler Bilim’ kitapları ile Türkiye’de önemli bir hizmet yapmakta; umarım bu yayınlar sürer. Bu kitaplar arasında  evrimle ilgili birçok değerli kitap da var. Evrimle ilgili ayrıntılı bilgi edinmek isteyenler TÜBİTAK Popüler Bilim kitaplarını okuyabilirler.
Radikal, İllüstrasyon: Hicabi Demirci, Yazı: M. Ali Alpar: Sabancı Üniversitesi öğretim üyesi, Türkiye Bilimler Akademisi üyesi (TÜBİTAK Bilim Kurulu eski üyesi, 1993-1997), 11.03.2009





DARWIN'E SANSÜR TÜRKİYE'NİN GÜNDEMİNDEYDİ

 

Bilim ve Teknik Dergisi’nin Darwin Yılı’nda Darwin’e sansür uygulaması ‘skandal’ olarak değerlendirilirken, bazı gazeteler hem sansürcü kafayı savundu hem de bu vesileyle evrim teorisini ve sansürü duyuran basın organlarını hedef aldı.


Star: Sansür haberi uydurma: Gazete, ‘Darwin’e sansür’ haberi uydurma çıktı’ başlığını kullandı. Gazete bu iddiasını Devlet Bakanı Mehmet Aydın’ın “...Dergiyi gördüm. 14. ve 15. sayfalarında Darwin’in bütün kitaplarıyla ilgili tanıtım yazıları bulunuyor. Sansür olsaydı o yazılar da olmazdı” sözlerine dayandırdı. Oysa TÜBİTAK’ın evrimi konu eden kapağının değiştiği, evrim dosyasının tamamen çıkarıldığı, hiçbir yetkili tarafından yalanlanmamıştı.


Star Mehmet Altan ise gazetesinin aksine sansürü eleştirdi: “...Vatikan bu ay ‘Evrim Teorisi’ hakkında bir konferans yapma kararı almıştı... TÜBİTAK Darwin yasakçılığıyla UNESCO’dan çok uzaklaştığı gibi, İngiliz Kilisesi ve Vatikan’dan da daha bağnaz bir tutum sergiliyor... Yasakçılık... Sansür... Kendi gibi düşünmeyene tahammülsüzlük artıkça, bunun en büyük faturası siyasal iktidara çıkmakta...
Vatikan’dan daha geri bir anlayışla TÜBİTAK ne kadar yönetilebilinir ki?”
 

Sabah yorumsuz: Gazete Bilim ve Teknik Dergisi’nin Darwin kapağını değiştirmesinin TBMM’de yankılandığını belirterek, AKP, MHP ve CHP’li vekillerin görüşüne yer verdi. Gazete haberi yorumsuz şekilde verirken yazarı Nazlı Ilıcak sansürü sert dille eleştirdi:
“...İslam gibi Hıristiyanlık da bu kurama karşıdır. Nasıl olmasın? Kutsal kitaplarda insanoğlunun Hz. Âdem ve Hz. Havva’dan geldiği yazılıyken, Darwin, maymundan evrildiğimizi ileri sürer. Netice itibarıyla, bunlar kanıtlanmış bilgi değil. Adı üstünde: Teori. Ama, kutsal kitaplara ters düşüyor diye insanları bu bilgiden mahrum da bırakamazsınız. Özellikle bunu TÜBİTAK gibi bir bilim kuruluşu yapamaz. ... İsteyen, istediği şeye inanabilir. Ama bir bilim kuruluşu, Darwin teorisine, Adnan Hoca gibi düşmanlık güdemez. Benim, kapağı değiştirttiği söylenen Prof. Ömer Cebeci’ye bir teklifim var. Darwin ile en iyi mücadeleyi Adanan Hocacılar yapıyor. TÜBİTAK’tan istifa edip, Adnan Oktar’a iltihak etsin ve onun Harun Yahya ismiyle yayınladığı şu kitapları okusun: Sosyal Silah Darwinizm; Darwinizm’in Sonu; Evrim Aldatmacası; Türlerin Evrim Yanılgısı; Bir Zamanlar Darwinizm.’’


Anadolu’da Vakit: Müslüman mahallesinde salyangoz satmak: ‘Kartel, Darwinizm avukatlığına soyundu’ başlıklı haberde sansüre verilen tepki ‘anlaşılmaz’ olarak yorumlandı. “Yaratılışı inkâr eden Darwin’i savunan medya grubunun tavrı Müslüman mahallesinde salyangoz satmak şeklinde yorumlandı” denildi. ‘Yaradılış teorisi’ni savunan, ‘Bilim Araştırma Vakfı’ üyesi Dr. Cihat Gündoğdu’nun “Ateizm ve komünizmin ülkemizde de yerleşmeseni istiyorlar” görüşlerine yer verildi. Gazetenin köşe yazarlarından Ali Taşçı ‘Ben artık okula gitmek istemiyorum’ başlıklı yazısında, evrim teorisini Allahsızlık diye yorumladı.


Milli Gazete’de tuhaf bir köşe yazısı: Yazar Mahmut Topbaş ‘Maymun gözünü açıyor, bilgin açmıyor’ başlıklı yazısında, “Kur’an’da veya sünnette, maymundan insanın türediğini anlatan bir tek kelime yokken, Yahudilerden bir kısmının maymuna dönüştüğünü anlatan ayetler vardır” dedi. (Bkz. yukarıdaki yazı/E.N.)

Yeni Şafak, Zaman, Türkiye ve Bugün gazetelerinde Bilim ve Teknik Dergisi’ndeki sansürle ilgili haber yer almadı. Ayrıca Yeni Şafak, Yeniçağ ve Anadolu’da Vakit’te ‘Darwinist Diktatörlüğün Zulmüne Son Verilmelidir’ başlıklı tam sayfalık ilanlar yayımlandı. Evrim teorisine karşı çıkan metnin altında Harun Yahya’nın (Adnan Hoca) Darwinizm karşıtı kitaplarının reklamı yer aldı.

Radikal, 12.03.2009


******


DOÇ. ÖZSOY: KENDİ GEÇMİŞİNDEN KAÇAMAZSIN





Hacettepe Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç.Dr. Ergi Deniz Özsoy, şempanze ile insan kökeninin 7 milyon yıl öncesinde çakıştığının görüldüğünü söyledi.

 

"Doğumunun 200 Yılında Darwin, Ortaya Çıkışının 150. yılında Evrim Teorisi" konulu seminer, Ankara Üniversitesi Rektörlük Binası 100. Yıl Toplantı Salonu’nda yapıldı.


Seminerde konuşan Özsoy, insanların genellikle Darwin üzerine odaklandığını, ancak Chevaliers Lamarck’ın ondan daha önce türlerin değiştiğini gösteren ilk şablonu yaptığını söyledi.


Darwin’in "Türlerin Kökenleri" kitabının ilk baskılarında "Evrim/Evolution" kelimesini kullanmadığına dikkat çeken Özsoy, Darwin’in ne metafiziğin ne dinin ne de temel mitolojinin etkisi altında kalmadan eserini yarattığını anlattı.


Bilim alanındaki gelişmelerin Darwin’i haklı çıkardığını ifade eden Özsoy, Mendel’in 1867’de yaptığı genetik ile ilgili çalışmaların 1900’de tüm dünyaya yayılmasının ardından, Mendel genetiği ile Darwin teorisinin birleştirildiğini ve 1930’lu yıllarda NeoDarwinizm akımının çıktığını söyledi.
Özsoy, 1940’lı yıllarda kromozom çeşitliliği analizleri, 1953’deki DNA çalışmaları, 1966’de protein çeşitliliğinin evrimsel değişim modellerinde kullanılması, 1983’de evrimsel genetik analizinin ilk kez kapsamlı DNA dizisi düzeyinde kullanılması ve sonrasındaki gelişmeler ışığında, türlerin kuşaktan kuşağa değiştiğinin net bir şekilde görülebildiğini bildirdi.


"Tohum rahime düştükten sonra evrimsel biyolojik özelliklerini de kullanarak gelişiyor" diyen Özsoy, "Şempanze ile insan kökeninin 7 milyon yıl öncesinde çakıştığı görülüyor. Kendi geçmişinden kaçamazsın" görüşünü dile getirdi.

Radikal, 12.03.2009


******


TÜBİTAK: DARWIN KAPAĞINA SANSÜR SÖZ KONUSU DEĞİL

 

TÜBİTAK’ın internet sitesinden yapılan açıklamada, "Bilim ve Teknik Dergisinin Mart sayısının hazırlık ve basım aşamasında, tamamen kurum içi süreçlerdeki aksaklıklar ve Sorumlu Yazı İşleri Müdürü ve Yayın Yönetmeninin yetki aşımından kaynaklanan sorunların ’Darwin Sansürü’ olarak algılanması, hem kurumumuz hem de bilim camiamız için çok üzücü olmuştur" denildi.
Açıklamada şu ifadelere yer verildi:


"Bilim ve Teknik Dergisi’nin Mart 2009 sayısında ’Küresel iklim değişikliği’ ana temasının işlenmesi kararlaştırılmıştır. Bu tema doğrultusunda editoryal çalışmaların tamamlandığı ve görsel çalışmalara devam edildiği bilgisi, 27 Şubat 2009 tarihinde Sorumlu Yazı İşleri Müdürü ve Yayın Yönetmeni Dr. Çiğdem Atakuman tarafından Başkan Yardımcısı Prof. Dr. Ömer Cebeci’ye bildirilmiştir.


Derginin Mart sayısı Darwin Yılı veya kuramına hasredilmemiş, ancak Darwin ve Evrim Kuramı ile ilgili TÜBİTAK yayınları, derginin ’Yayın Dünyası’ sayfalarında yer almıştır. Ancak, rutin yayın süreçlerinin dışında, basım aşamasından hemen önce Dr. Atakuman tarafından, dergiye 16 sayfa ilave edilmiş ve bu doğrultuda, hafta sonu kapak da değiştirilmiştir.


Olağan süreç ve işlemlerin dışına çıkılarak, hafta sonu acele ile değiştirilerek hazırlatılan dergi 2 Mart Pazartesi sabahı Prof. Dr. Cebeci’nin görüşüne sunulmuştur. Doğal olarak, Darwin Yılı temasının, bir uzman yardımcısı tarafından kaleme alınmış ve bilimsel değerlendirmesi yapılmamış ilave sayfalar ile yayınlanmasının uygunluğu sorgulanmıştır.


Bunun üzerine, Dr. Atakuman yaptığı yanlışlığın farkına vararak kendi inisiyatifiyle dergi içeriğini ve kapağını tekrar 27 Şubat tarihi itibariyle hazırlanmış olan ’Küresel iklim değişikliği’ temasına dönüştürerek basıma gönderilmesi kararı ve talimatını vermiştir.


Bu süreçte, ne TÜBİTAK yönetiminden ne de TÜBİTAK Başkan Yardımcısı Prof. Dr. Ömer Cebeci’den, genelde veya özelde Darwin için bir baskı veya sansür söz konusu değildir. Ancak, Dr. Atakuman’ın daha önceki dönemlerde de sergilediği yetki aşımı ile ilgili olaylar da göz önüne alınarak, kendisine kurum içinde birim değişikliği önerilmiştir.


Eğer derginin Mart 2009 sayısı incelenirse, Darwin ve evrim konusunda TÜBİTAK yayınları hakkındaki bilgilerin yer aldığı görülecektir. Tanıtımı yapılan binlerce sayfadan oluşan bu eserler, Türkiye’deki konuyla ilgili tüm yayınlar ve haberlerden daha zengindir. Kurumumuzun Darwin ve Evrim Kuramına yaklaşımı bütün bilimsel olgulara ve teorilere yaklaşımından farklı değildir. Evrimsel biyolojide modern sentezin öncülerinden biri olan Ernst Mayr’ın ’Biyoloji Budur’ isimli kitabı Kasım 2008 tarihinde kurumumuz tarafından yayımlanmıştır."

Her yıl olduğu gibi, Darwin Yılı olan 2009 yılında da konunun Bilim ve Teknik Dergisi’nde detaylı ve yeterli olarak ele alınacağı belirtilen açıklamada, "Bilim ve Teknik Dergisi’nin bir sayısı bu konuya tahsis edilecektir" denildi.


Açıklamada, şu ifadelere yer verildi:
"TÜBİTAK’ın kuruluş görevleri, akademik camianın ve özel kesimin yaptığı bilimsel ve teknolojik araştırmaları desteklemek, ülkemiz için kritik olan bilimsel ve teknolojik araştırmaları yapmak, toplumumuzda bilim okur yazarlığının yükseltilmesine katkı sağlamak ve bilim insanlarına destek sağlamaktır.


TÜBİTAK, kuruluş amaçları ve misyonu doğrultusunda çalışmalarına devam edecektir. Bilim ve teknolojide anlamlı ve güçlü adımları atmakta iken, bu konunun önyargılara dayalı olarak gündeme getirilmesinin, ülkemizin bu atılımlarına yardımcı olmayacağı değerlendirilmektedir.
Gelinen bu noktaya farklı anlamlar yükleyerek olayın bilime sansür gibi gösterilmeye çalışılması bilimin önündeki her türlü engelin ortadan kaldırılmasını ve bilimin desteklenmesini temel görev kabul etmiş kurumumuzu ve çalışanlarını derinden yaralamıştır."

Radikal, 12.03.2009


******


BİLİM VE TEKNİK'İN YAYIN YÖNETMENİ KONUŞTU





Bilim ve Teknik Dergisi'nin görevden alındığı belirtilen Yayın Yönetmeni Dr. Çiğdem Atakuman, kendisini suçlayan TÜBİTAK yöneticilerine zehir zemberek yanıt verdi. Prof. Ömer Cebeci'nin söylediğinin aksine kesinlikle Darwin'e sansür uyguladığını belirten Atakuman, sansür sürecinide anlattı. Atakuman, "Basında “Darwin sansürü” diye anılan olay sıradan bir iddia değil, tümüyle bir gerçektir. Dolayısıyla kurumu ve çalışanlarını “derinden yaralayan” olay da bu gerçeğin ortaya çıkarılması değil, Prof. Ömer Cebeci’nin bu skandala yol açan bilim dışı, kişisel tavrıdır" dedi.

Atakuman'ın açıklamasının tam metni şöyle:

TÜBİTAK tarafından Bilim ve Teknik Dergisinde yaşanan sansür olayını açıklamak için yapılan kamuoyu duyurusundaki asılsız gerekçeler ve 12 Mart akşamı bir televizyon kanalında Prof. Ömer Cebeci tarafından “iş kazası” şeklinde yorumlanarak Dr. Çiğdem Atakuman’ı suçlayan beyanlar karşısında gerçekleri sunmak amacıyla bu basın açıklamasına gerek duyulmuştur.

TÜBİTAK basın açıklamasında ileri sürülen iddialar aşağıda maddeler halinde yanıtlanmaktadır:

1. Mart 2009 sayısının hazırlanmasında Bilim ve Teknik dergisinin olağan süreçlerinde herhangi bir aksaklık veya Sorumlu Yazı İşleri Müdürü ve Yayın Yönetmeni Dr. Çiğdem Atakuman’ın bu süreçlerde yetki aşımı söz konusu değildir. Dergi yayın hayatına başladığı tarihten beri uygulanan süreçler Mart 2009 sayısı için işletilmiştir. Bilim ve Toplum Daire Başkanlığı organizasyon şeması ve görev tanımlarına göre dergi yayın yönetmeni, Popüler Bilim Yayınları müdürüne bağlıdır. Çiğdem Atakuman, asaleten yürüttüğü Popüler Bilim Yayınları Müdürlüğü görevinin yanı sıra, Bilim ve Teknik Dergisi adına Basın Savcılığında kayıtlı Sorumlu Yazı İşleri Müdürlüğü, Genel Yayın Yönetmenliği ve tüm bu fonksiyonların bağlı olduğu Bilim ve Toplum Daire başkan Vekilliği görevini yürütmektedir. Bu organizasyon yapısında dergi yayın kurulunun, derginin içeriğiyle ilgili karar alma yetkisi bulunmamaktadır. Karar yetkisi olmayan yayın kurulları bir nevi bilimsel danışmanlık görevi görmekte ve içerik uygunluğu konusunda görüş bildirmektedir. Bu kapsamda, TÜBİTAK Bilim ve Teknik dergisinin yayın kurulunun, derginin içeriği ve kapak konusuna ilişkin herhangi bir karar yetkisi de yoktur.

2. Kaldı ki Prof. Ömer Cebeci yayın kurulu görevine atandığı zamandan bu yana yayın kurulu toplanamamıştır. Yayın kurulunun görevi her yılın son ayında tamamlanır ve yeni isimlerden oluşan bir kadro gelecek yılın ocak ayından itibaren göreve atanır. Yönetmeliğe göre yayın kurulunun üçü kurum içinden beşi de kurum dışından olmak üzere sekiz kişiden oluşması gerekir. Dr. Çiğdem Atakuman, Prof. Ömer Cebeci’ye (Bilim Toplum Daire Başkanlığı’nın bağlı olduğu başkan yardımcılığına getirildiği tarihten itibaren) yayın kurulunun yönetmeliğe uygun olarak oluşturulabilmesi için sürekli olarak girişimde bulunmuş ve birçok isim önermişken Prof. Ömer Cebeci bu isimleri uygun görmemiş, 2008 yılında kurulda görev almış iki kişinin haricinde kimsenin kurula atanmasına onay vermemiştir. Ömer Cebeci, Bilim ve Toplum Daire başkanlığının bağlı olduğu Başkan Yardımcılığı görevine getirildiği Aralık 2008 tarihinden itibaren, aynı dairenin başkan Vekili Dr. Çiğdem Atakuman defalarca kendisiyle iş süreçlerini ve organizasyon yapısını görüşmek için talepte bulunmasına rağmen, “ben seni çağırmadan gelme” ifadesiyle geri çevrilmiştir. Bunun üzerine Çiğdem Atakuman karar bekleyen konuları yazılı, sözlü ve e-mail aracılığıyla kendisine ileterek Ömer Cebeci’nin bu konuları tartışmak için kendisini çağırmasını beklemiştir. Olağan süreçlerde meydana gelen aksamalar, Prof. Ömer Cebeci’nin ilgili Başkan Yardımcılığı ve Yayın Kurulu üyeliği görevine Aralık 2008’de atandığı andan itibaren başlamıştır.

3. Küresel İklim Değişikliği ana temasının Bilim ve Teknik dergisinin Mart 2009 sayısı için kapak olarak kararlaştırılmış olduğuna ilişkin herhangi bir karar yoktur. Küresel İklim Değişikliği temasının Bilim ve Teknik dergisinde iki ana temadan biri olarak yer alacağı doğrudur; ancak kapak konusu olarak kararlaştırılmamıştır. Bu konuda da tıpkı dergide yayımlanacak diğer konular gibi editoryal ve görsel çalışmalar sürdürülmüştür. İddia edildiği gibi 27 Şubat 2009 tarihinde Dr. Çiğdem Atakuman tarafından TÜBİTAK Başkan Yardımcısı Prof. Ömer Cebeci’ye hiç bir surette bu konunun kapak olacağı bildirilmemiştir.

4. Bilim ve Teknik Dergisinin Mart sayısı, Darwin’in doğumunun 200. yılı ve Türlerin Kökeni kitabının yayımlanışının 150. yılı nedeniyle tüm dünyanın en önemli bilim kurumlarının ve en prestijli bilim dergilerinin yaptığı gibi, doğal olarak Darwin’e ayrılmıştır. Konu ile ilgili çalışmalar, söylendiği gibi bir “haftasonu operasyonu” sonucu değidir. Yazı çalışmaları, derginin Şubat sayısı basıma verildiği andan itibaren başlatılmıştır.

5. TÜBİTAK’ın basın açıklamasında konu edilen ‘Yayın Dünyası’ sayfalarının dergide yer alması, Darwin sansürünün ardından Dr. Çiğdem Atakuman’ın ısrarıyla gerçekleşebilmiştir. Dergiye 16 sayfanın eklenmesi , ileri sürüldüğü gibi rutin yayın süreçlerinin dışında değil, tümüyle matbaa ile yapılan teknik şartnameye uygun olarak ve insiyatif dahilinde teknik yönetmenin önerisiyle kararlaştırılmıştır. Bilindiği gibi Bilim ve Teknik dergisi Ocak 2009 tarihinden itibaren yeni formatı ve sayfa tasarımıyla yayın hayatını sürdürmektedir. Mart sayısına kadar geçen 2 ay boyunca okurlardan gelen “sayfa sayısının azlığı” ve diğer tepkiler üzerine önce Şubat sayısında tasarıma ilişkin yenilikler yapılmış, Mart sayısında da gelen yazıların fazlalığı nedeniyle derginin 112 sayfa olarak yayımlanmasına karar verilmiştir. Bu yenilikler Şubat sayısında Dr. Çiğdem Atakuman tarafından kaleme alınan iki sayfalık bir yazıyla okurlarla paylaşılmıştır.

6. Bilim ve Teknik Dergisi çalışanları yıllardır dergiyi yayına hazırlamak amacıyla ve büyük bir özveri ile ‘hafta sonu çalışmaları’ yapmaktadır. Dolayısıyla, hafta sonu çalışmaları, özellikle Mart 2009 sayısı için gizli bir operasyon olarak planlanmamıştır.

7. İddia edildiği gibi 2 Mart Pazartesi sabahı derginin son hali Prof. Ömer Cebeci’nin görüşüne sunulmamıştır. Tersine Prof. Ömer Cebeci kendi insiyatifi ile, Dr. Atakuman’ın görevli olarak şehir dışında bulunduğu bir sırada, derginin teknik yönetmenini aramış, derginin son halini görmek istemiştir. Derginin değiştirilme süreci Dr. Çiğdem Atakuman’ın yokluğunda bu şekilde başlamıştır.

8. Darwin Yılı teması “bir uzman yardımcısı” tarafından kaleme alınmıştır. Ancak bu uzman yardımcısı, Biyoloji alanında lisans ve yüksek lisans derecelerine sahip başarılı bir biyologtur. Bu yetkinliği ile, ayni kişinin daha önceki sayılarda yayımlanan yazıları geri çevrilmemiş olmasına karşın, Darwin yazısının “uzman yardımcısı” sıfatıyla geri çevrilmesi anlaşılabilecek bir durum değildir. Üstelik daha önce yayımlanan yazılar, kesinlikle daha alt düzeyde uzmanlık gerektiren yazılar değildir.

9. İddia edildiği gibi, Dr. Çiğdem Atakuman “yaptığı yanlışın farkına varmamış”, tersine bunun bir yanlışlık olmadığını ileri sürmüştür. Dergi içeriğinin ve kapağın yeniden hazırlanması Dr. Çiğdem Atakuman’ın kendi insiyatifiyle değil, tümüyle Prof. Ömer Cebeci tarafından gerçekleştirilmiştir. Kapak konusunun son anda Küresel İklim Değişikliği temasına dönüşmesi de derginin ikinci ağırlıklı teması olması nedeniyledir. Derginin basıma gönderilme talimatını vermek doğal olarak Dr. Çiğdem Atakuman’a aittir; fakat bu talimat yukarıda söylendiği gibi Prof. Ömer Cebeci’nin ısrarı ve baskısıyla verilmiştir.

10. 4 Mart günü, havaalanından doğrudan görevinin başına dönen Dr.Çiğdem Atakuman Ömer Cebeci ile görüşmek üzere defalarca girişimde bulunmuş ancak 6 Mart akşam üstü Prof. Ömer Cebeci’nin makamına çağrılmıştır. Kendisine, Darwin konusunun “Türkiye’nin içinde bulunduğu hassas ortamda provokatif bir konu” olduğu söylenmiş ve bu nedenle yalnızca popüler bilim yayınlarıyla ilgili görevlerinden değil, 15 aydır sürdürdüğü TÜBİTAK Bilim ve Toplum Daire Başkanı Vekilliği dahil tüm görevlerinden alındığı ve başka bir birimde “uzman” kadrosuyla görevlendirileceği sözlü olarak bildirilmiştir. Buna gerekçe olarak da yetki aşımı konusu hiç gündeme getirilmemiş, onun yerine “böylesine hassas bir konuda yanlış sezgilerle hareket etmesinden dolayı güven ilişkisinin zedelenmesi” öne sürülmüştür.

11. Basın açıklamasında gururla sözü edilen Ernst Mayr’ın ‘’Biyoloji Budur’’ adlı kitabı ise bu yönetim tarafından değil, daha önceki yönetimler tarafından yayım sürecine alınıp çeviri aşamasına gelmesine karşın ancak Dr. Çiğdem Atakuman’ın kişisel çabasıyla yayın programında yıllardır beklemekte olduğu raflardan çıkarılarak gündeme alınmıştır.

12. Basın açıklamasında yer alan, “Darwin Yılı olan 2009 yılında da bu konu, TÜBİTAK Bilim ve Teknik dergisinde detaylı ve yeterli olarak ele alınacaktır. TÜBİTAK Bilim ve Teknik dergisinin bir sayısı bu konuya tahsis edilecektir” ifadesi, Türkiye ve dünyada ortaya konan tepkiler üzerine hızla alınmış bir karardır. Bu karardan ne yayın kurulunun ne de derginin halihazırda resmen görevden alınmamış olan Sorumlu Yazı İşleri Müdürü ve Yayın Yönetmeni Dr. Atakuman’ın haberi yoktur.

13. Basında “Darwin sansürü” diye anılan olay sıradan bir iddia değil, tümüyle bir gerçektir. Dolayısıyla kurumu ve çalışanlarını “derinden yaralayan” olay da bu gerçeğin ortaya çıkarılması değil, Prof. Ömer Cebeci’nin bu skandala yol açan bilim dışı, kişisel tavrıdır.

Tüm süreç detaylı olarak aşağıda belirtildiği şekilde gelişmiştir:
Bilim ve Teknik dergisinin her sayısının yayına hazırlanma sürecinde olduğu gibi Mart sayısının içeriği, Şubat sayısı çıktıktan sonra, yayın yönetmeninin yazarlarla birlikte yapmış olduğu toplantıda belirlenmiştir. Yazılar doğal hazırlık süreçlerinden geçtikten sonra ayın son haftasında baskıya hazırlanma sürecine girmiştir. Darwin yazıları da diğer yazılar gibi bu süreçlerden geçmiş ve bir ay öncesinden hazırlanmaya başlanmıştır. Dergi kapağı 28 Şubat Cumartesi günü baskıya hazırlanmıştır. Dr. Çiğdem Atakuman, ayni gün içerisinde içerikle ilgili son kontrolleri de yaptıktan sonra dergiyi matbaaya gönderilmek üzere teknik yönetmene teslim etmiş ve 1 Mart Pazar günü görevli olarak Antalya’da düzenlenen üniversitelere yönelik mali bilgilendirme toplantısına gitmiştir.
Daha önce herhangi bir şekilde derginin işleyiş süreçlerine müdahil olmayan ve bu konuda bir talebi de bulunmayan Prof. Ömer Cebeci 2 Mart Pazartesi günü bu sayıyı özellikle görmek istemiştir. Dergi, Prof. Ömer Cebeci’ye teknik yönetmen tarafından sunulmuştur. Darwin ile ilgili kapak ve Darwin ile ilgili yazıları gören Prof. Ömer Cebeci, derginin basım sürecinin durdurulmasını söylemiştir. Böylece başlayan süreçte Prof. Ömer Cebeci Dr. Çiğdem Atakuman’ı arayarak durumu bildirmiş ve derginin Darwinle ilgili kapak ve yazılarının çıkarılmasını istemiştir. Kapak değişikliğinin önüne geçmek ve dergideki Darwin yazılarını yayımlayabilmek amacıyla Prof. Ömer Cebeci’yi birkaç kez arayan Dr. Çiğdem Atakuman tüm çabalarına rağmen Prof. Ömer Cebeci’nin kararını değiştirememiştir. Eğer bir yetki aşımı varsa, bu yetki aşımı (basın savcılığında sorumlu yazı işleri müdürü olarak kayıtlı) Dr. Çiğdem Atakuman’ın yetkilerine karşı Prof. Ömer Cebeci tarafından yapılmıştır. Darwin Yılı’nın kutlanmasıyla ilgili olarak Mart sayısında kalan iki sayfalık Yayın Dünyası yazısı ancak Dr. Çiğdem Atakuman’ın ısrarıyla dergide yer bulabilmiştir.
Dr. Çiğdem Atakuman, Antalya’dan döndüğü 4 Mart Çarşamba günü havaalanından doğruca kuruma gitmiş ve 12.30 gibi Prof. Ömer Cebeci’nin sekreterine geldiğini bildirerek gelişmelerle ilgili görüşme talebinde bulunmuştur. Randevu talebine karşılık alamayan Dr. Çiğdem Atakuman derginin Nisan sayısının içeriğini hazırlamak üzere dergi çalışanlarıyla toplanmıştır. 5 Mart Perşembe günü Nisan sayısının içeriğinin ilk hazırlıkları tamamlanmış ve yazarlar çalışmalarına başlamıştır. Daireyle ilgili diğer görevlerini de sürdürmeye devam eden Dr. Çiğdem Atakuman, 6 Mart Cuma günü 15.30 dolayında Prof. Ömer Cebeci’nin makamına çağrılmıştır. Kendisinin TEYDEB’e uzman olarak görevlendirilmesinin uygun görüldüğü “sözlü olarak ” bildirilmiştir. Buna gerekçe olarak da Prof. Ömer Cebeci, “Dr. Çiğdem Atakuman’ın Darwin’i kapak yaparak büyük bir hata yaptığını ve böylesine büyük bir hata yapma kapasitesine sahip birisiyle çalışamayacağını” göstermiştir. Bu konuşma sırasında, Dr. Çiğdem Atakuman’a ancak 6 Mart Cuma günü bildirilen görev değişim kararının aslında kendisinin Antalya’da olduğu 2 Mart Pazartesi günü alındığı söylenmiştir. Bu karar alınırken durumun Çiğdem Atakuman’ın yetkilisi olduğu Daire Başkanlığı altında çalışan Sözleşmeler Müdürü ve Akademik Yayınlar Müdürü ile görüşüldüğü söylenmiştir. Bu durum daha sonra adı geçen müdürler tarafından da teyit edilmiş ve kararın Çiğdem Atakuman’ın “kasıtlı” olarak böyle bir eylemde bulunduğu şüphesi üzerine verildiği bu kişier tarafından Çiğdem Atakuman’a söylenmiştir.


9 Mart Pazartesi günü, kendisine sözle ifade edilen görev değişikliği kararının resmi tebligatını bekleyen Dr. Çiğdem Atakuman’a böyle bir tebligat yapılmamıştır. Dr. Çiğdem Atakuman bu tebligatı beklerken basında yer alan açıklamalara göre aynı gün Prof. Ömer Cebeci olaydan ve Darwin ile ilgili kapaktan haberdar olmadığı ve Çiğdem Atakuman’ın görevinin başında olduğu yönünde bir açıklama yapmıştır. Olayların başlangıcından bu yana yalnızca “Çiğdem Hanım görevinin başındadır” demekle yetinen üst yönetim yapılan basın açıklamasında, halen resmen tebliğ edilmeyen bu görev değişikliğini itiraf etmiştir. Kapaktan haberdar olmadığını söylediği 9 Mart Pazartesi akşamı bir televizyon kanalında “var olmadığı söylenen” kapak kamuoyuna sunulmuş ve sansür olayı açığa çıkarılmıştır.


Dr. Çiğdem Atakuman, bu haberin yayınlandığı günden bu yana resmi bir tebligat almamıştır. Olayın kamuoyunda yarattığı tepki üzerine bir süre sessiz kalan TÜBİTAK, 12 Mart tarihli resmi basın açıklamasında, “Dr. Çiğdem Atakuman’ın görevden alınması ve Darwin’e sansür yapılması söz konusu değildir” demeciyle yetinmiştir.


12 Mart günü kurumda görevinin başında olan Çiğdem Atakuman kurum iç denetim görevlileri tarafından odasında iki etapta gerçekleştirilen araştırma mahiyetli bir sorguya tabii tutulmuştur.
Akşam saatlerinde, Prof. Ömer Cebeci, tüm daire başkanlığı çalışanlarının ve yayın kurulu üyelerinin katıldığı ancak Bilim ve Teknik Yayın Kurulu üyelerinden hiçbirinin katılmadığı bir toplantı yapmış ve katılımcılara, Çiğdem Atakuman’ın görevinden alınmadığını ancak yerini terk ettiğini ve bu durumda Dairenin ve derginin bir yöneticiye ihtiyacı olduğunu söylemiştir.


TÜBİTAK yönetimi “Darwin sansürü”nü yukarıda açıklandığı gibi asılsız gerekçelerle inkar etmeyi sürdürmüştür. İnkar etmekle de kalmamış, uluslararası camianın yoğun baskıları üzerine olayı Dr. Çiğdem Atakuman’ın üzerine yıkarak kendilerini aklama yoluna gitmişlerdir. Bu süreç içinde Dr. Atakuman hiçbir şekilde basınla görüşmemiş, TÜBİTAK’tan kendisine ve kamuoyuna yapılacak resmi açıklamayı beklemiştir. Ne var ki yapılan basın açıklamasında bulunan kasıtlı yanlış beyanlar nedeniyle bu açıklamayı yapma gereği duymuştur. Tüm bunlar aslında bir bilim insanının onurunu, Bilim ve Teknik Dergisinin saygınlığını ve bilimsel düşünceyi koruma çabasıdır.

Dr. Çiğdem Atakuman, ODTÜ Kimya Mühendisliği mezunu olup, Arkeometri Ana Bilim Dalında yüksek lisans derecesini almış, doktora çalışmalarını Amerika’da Kaliforniya Üniversitesi’nde (UCLA’de) arkeoloji üzerine yapmıştır. TÜBİTAK’ta yürütmekte olduğu tüm üst düzey görevlerine, Eylül 2007’de, tamamen Özgeçmişi ile ilgili değerlendirme sonucunda, Türkiye’de Bilim ve Toplum alanında faaliyet gösteren ender kişilerden biri olduğu, ve Bilim ve Toplum Dairesi’nde üst düzey yetişmiş eleman eksikliğini kapatmak amacıyla getirilmiştir. Bu görevinden önce Dr. Atakuman, ODTÜ Bilim ve Teknoloji Müzesinin Kurulmasında görev almış ve ODTÜ Toplum ve Bilim Merkezinin kurucularından biri olarak Müdür Yardımcılığı görevlerini yürütmüş, Arkeometri ve Yerleşim Arkeolojisi ABD’nda dersler vermiştir.


Dr. Atakuman’ın, TÜBİTAK’taki görevine başlayana kadar TÜBİTAK Başkanı Sayın Prof. Dr. Nüket Yetiş veya Prof. Dr. Ömer Cebeci ile hiçbir ilişkisi olmamıştır.
Kamuoyuna saygı ile duyurulur.
Dr. Çiğdem Atakuman

Radikal, 13.03.2009





DARWIN'İN DOĞUM YILI TÜBİTAK'DA BÖYLE KUTLANDI

 

TÜBİTAK Bilim ve Teknik Dergisi’nin son sayısında yaşanan "Darwin krizi" bu kurumda yıllar içinde oluşan zihniyeti de gözler önüne serdi.

TÜBİTAK’tan yapılan yazılı açıklamada ise Darwin’e sansür iddiaları reddedilerek, "Kurumumuzun Darwin ve Evrim Kuramına yaklaşımı bütün bilimsel olgulara ve teorilere yaklaşımından farklı değildir" denildi.

TÜBİTAK Bilim ve Teknik Dergisi’nin Mart sayısında yaşanan Darwin sansürü, gözlerin bir kez daha bu kuruma çevrilmesine yol açtı. AKP döneminde yapısı değiştirilen TÜBİTAK’ın Başkanlığı’na 2004’te vekaleten Prof. Dr. Nüket Yetiş atandı. Prof. Yetiş, 2008’de başkan oldu. Yetiş’in başkanlığı öncesinde derginin Genel Yayın Yönetmeni Raşit Gürdilek, danışman kadrosuna geçirilmek istenince emekli oldu. Gürdilek’in yerine, sansür krizinde görevden alınan Çiğdem Atakuman getirildi.

Son bir yılda derginin yazarlarından Elif Yılmaz, Zeynep Tozar, Gülgün Akbaba, Gökhan Tok ve Serpil Yıldız da görevlerinden ayrıldı. Yazarlar istifa kararlarında, dergideki magazinleşme ve başıboşluğun etkisi olduğunu belirterek, "Çiğdem Atakuman yönetimin direktiflerini uyguluyordu. ’Ya bizim istediğimizi yazarsınız ya da çeker gidersiniz’ diyordu" dediler.

Aralık 2008’de, TÜBİTAK Başkan Yardımcısı Güldal Büyükdamgacı görevden alınarak danışman yapıldı. Yerine Bilim Kurulu üyesi Prof. Dr. Ömer Cebeci getirildi. Başkan yardımcılı da yapan Prof. Cebeci, Charles Darwin’in 200’üncü doğum yıldönümü nedeniyle hazırlanan derginin Mart sayısının kapağını sansürledi.

UNESCO, Darwin’in 200’üncü doğum yıldönümü ve "Türlerin Kökeni" adlı eserinin yayımlanmasının 150’nci yılı nedeniyle 2009’u "Darwin Yılı" ilan etti. Dünyanın en önemli bilim kurumları Darwin’i çeşitli faaliyetlerle anarken, en prestijli bilim dergileri yazılar yayımladı. Bilim ve Teknik Dergisi de kapak konusu olarak Darwin’i seçti. Ancak derginin basım aşamasında konu çıkarıldı.

Hürriyet, 13.03.2009


******


"TÜBİTAK YÖNETİCİLERİ İÇİNİZ RAHAT OLSUN"

 

Medyaya yansıyan haberlere göre Tübitak'ın yayını olan Bilim-Teknik Dergisi'nin son sayısındaki kapak değişikliği epey gürültü koparacağa benziyor.

 

Her şeyden önce böyle bir gürültüyü ben çok daha önceleri bekliyordum ve eninde sonunda bu kavganın çıkması da kaçınılmazdı. Zira yıllardan beri bilimi istedikleri gibi ideolojik bağlamda yönlendirmeye alışmış bir grup zevâtın ellerinden oyuncakları alınınca ve istedikleri gibi ideolojik bilim yapmanın yolları tıkanınca böyle feryat etmelerine de şaşmamak gerekir. Bu yüzden Tübitak yönetimine karşı yapılan saldırı ve hakaretler haksızdır.

Ülkemizdeki demokratik açılımlara ayak uyduramayan, çığırtkan azınlığın vulger materyalizmleri ve sözde pozitivizmleri adına her zaman tepe tepe kullandıkları bir malzeme bir anda ellerinden çıkma durumuna gelince, böyle fırtınalar koparmalarına da çok şaşmamak gerekir. Bundan sonra ellerindeki bilim maskesi takılmış her türlü ideolojik argümanlarını Tübitak'a saldırmak için kullanacaklardır. Artık Tübitak'ın ne gericiliği, ne yobazlığı kalır!

İdeolojik kaygılarla 'bilimi' yorumlamak...
Acaba gerçekte durum nasıldır? Her şeyden önce derginin adının Bilim ve Teknik olduğunu da unutmayalım! Demek ki, ismi böyle olan bir dergi Bilim'den ve Teknik'ten bahsetmelidir değil mi? Hakkını yemeyelim, hakikaten bu istikamette de oldukça yazı var, tercüme de olsa dünyadaki gelişmeleri yakından takip ediyor. Bilim meraklılarına mâlumat veriyor, gençleri bilime özendiriyor. Fakat bir de bu bilime yapılan yorumlar var ki, işte ideolojik boyut burada başlıyor. Birçok makalenin satır aralarında yapılan yorumlar hep evrimci ve ateist bakış açısına uygun yapılıyor. Evrim zaten çok uzun yıllardır derginin temel tabusu haline gelmişti. Peki evrimden ve Darwin'den bahseden başka dergiler yok mu? Elbette ki var ve olmalı. Meselâ National Geographic ve Geo bunların en başta gelenlerinden. Evrimi kesin ispatlanmış bir kanun gibi takdim edip, aslında materyalist ve ateist düşüncelerine destek yapmak için kullananlar kendi çıkardıkları özel dergilerinde bunu yapabilirler. Nitekim bunlara karşı Sızıntı, Zafer, Köprü, Mercek vs. çok sayıda özel kuruluşun dergisi de evrimi çürütücü ve yanlışlayıcı yayınlar yapmaktadırlar. Demokratik bir ülkede herkesin her görüşü savunma hakkı vardır, ama kendi imkânlarıyla bunun altyapısını oluşturmak mecburiyetindedir. Devlet bu hususta tarafsız olmalıdır. Halbuki Tübitak çıkardığı Bilim-Teknik dergisiyle bunun tam aksine yıllardır devlet imkânlarıyla ve devlet korumasında resmen belli bir ideolojinin borazanlığını yapmaktaydı. Eğer bir derginin adı Bilim-Teknik ise bilim ve teknikten bahsetmelidir.

Geniş anlamda evrim teorisi veya Darwinizm (bütün versiyonlarıyla) ise bilimsellikten çok uzak sadece bir hipotez üzerinde hareket eden inançlar bütünüdür. İçinde bilimi ilgilendiren bazı hususlar (tabii seleksiyon, adaptasyon ve mutasyon gibi) ise kendi olmaları gereken bağlamlarından kopartılıp, aşırı yorumlanarak ideolojiye âlet edilmiştir. Canlılar âleminde bir değişme vardır, türlerin içinde çeşitlilik ve alt türlerin ortaya çıkışında bu mekanizmaların belli bir yeri ve önemi de vardır. Ancak biyolojinin laboratuvara girmeyen, hayat, ölüm, ilk canlı, ilk insan, yeryüzünün ilk hâline ait spekülatif tartışmalar müspet ilim sahasına ait değil, bilim felsefesi ve biyoloji felsefesi gibi sosyal dallarda ele alınması gereken konulardır.

Hiç kimse böyle konuların tartışılmasına karşı çıkmaz, fakat burada yapılan bilim değil, tamamen ideoloji ve dünya görüşü etrafında şekillenen inançların, bilim diye dayatılmasıdır. Devlet eliyle de herhangi bir inancın bilim dergisi içinde dayatılması asla uygun değildir. Evrime bir din gibi inananlar ve tabu kabul ettikleri bu inanca asla söz söyletmek istemeyenlerin yaptıkları en büyük cerbeze "bilimsellik" iddialarıdır. Fakat artık bunu da aklı başında ve dünyayı okumuş hiç kimse kabul etmemektedir. Başta ABD olmak üzere dünyanın pek çok ülkesinde evrime karşı itirazlar hızla yükselmekte, yüzlerce bilim adamı bu hususta yapılan forumlara katılmakta ve imza kampanyalarıyla evrimin bilimsel olmadığını ve hayatı tesadüfi mutasyonlarla izah edemeyeceklerini söylemektedir. Meraklı olanlar internette kısa bir tarama yaparlarsa evrim aleyhine binlerce sayfa doküman bulabilirler. Discovery Institute, Institute for Creation Research, John Templeton gibi birçok kuruluş bu hususta yüzlerce kitap çıkarmış ve çıkarmaktadır. Tabii ki, evrimi bir din gibi savunanların da binlerce sayfası ve kitapları var. Bilim felsefecileri neyin bilim, neyin bilim olmadığı hususunda binlerce yazı yayınlamışlar. Bilim bütün argümanlarıyla temelinden sorgulanıyor. Ne yazık ki, bizim ülkemizde hâlâ tek parti dönemindeki dayatmalarından vazgeçemeyen birtakım insanlar bilimi kullanarak materyalizm inançlarını savunma telâşındadırlar.

Darwin'in getirlerini ve götürülerini tartışabilmek
Bilim varlıklarda cereyan eden hâdiselerin nasıl'ını araştırmak için kontrollü ve tekrarlanabilen deneylerle ve gözlemlerle laboratuvarda faaliyetler yürütür. Ölçümler ve testler yapar ve bunları objektif olarak da yorumlar. Elbette bu faaliyetin laboratuvarda yürütülen bir pozitif yanı vardır, bunu kimse inkâr edip de bilim düşmanlığı yapmaz. Ancak bilimin söylemediklerini, kendi inançları doğrultusunda yorumlayıp, "bundan başka yolu yok, ancak böyle yorumlanır" diye dayatmak antidemokratik rejimlerde olur (bir zamanlar Rusya'da ve Hitler Almanya'sında olduğu gibi). Türkiye ise bu dönemleri çoktan aşmıştır. Artık kimse Darwinizm'i bilimsel bir gerçek olarak dayatamaz. Hayatın ve insanın menşei hususunda yapılan çalışmalara saygı duyarız. Bu çalışmalardan çıkan objektif ilmî tespitler varsa, onları da inceleme sahamıza alırız. Fakat tamamen ideolojik kaygılarla üretilmiş sahte fosillere, yapılmamış deneylere, çarpıtılmış zaman ölçümlerine ve aşırı yorumlanarak ateist bir inanca destek olmak üzere inşa edilmiş düşünceleri "bilim" olarak kabul edemeyiz. Tabii ki, herkes kendi inancı doğrultusunda istediği her şeye istediği gibi yorumlar yapar, ama sadece kendisini ve kendisi gibi düşünenleri bağlar. Ateist ve materyalist inançlarına delil olarak bilimi yorumlamaları da kendilerini bağlar, fakat bunu "kesin ve tartışılmaz bir bilim kanunu" gibi kimseye dayatmamaları gerekir.

Dolayısıyla devletin resmî bir yayın organından da kimse tek taraflı olarak, sadece evrim inancını propaganda eder mahiyette yayın yapamaz. Tübitak idarecileri bu hususta rahat olmalılar, çünkü faydalı bir iş yapmışlardır. Belki şöyle de olabilirdi: Darwin doğumunun 200. yılında bütün dünyada tartışılıyor. Bizim ülkemizde de Darwin ne getirdi, ne götürdü gibi bir soru sorulup, Darwinizm'e inananlardan ve inanmayanlardan eşit sayıda yazı ile bir tartışma platformu açıp, kapakta da "200. yılında hâlâ tartışılan bir teori" başlığıyla verilebilirdi. Ancak inanıyorum ki, böyle bile olsaydı mâlum zevat yine feryada devam edecekti, çünkü onlar bu mevzunun tartışılmasına bile karşılar, tabularına el sürülmesini asla hazmedemezler ve onlara ne yapsanız memnun edemezsiniz.
Zaman, Yazı: Prof.Dr. İrfan Yılmaz, 13.03.2009





DEVLET BAKANI AYDIN: BİLİMDE HATALARA DA TOLERANS GÖSTERMELİYİZ

 

Devlet Bakanı Mehmet Aydın, TÜBİTAK’ın Bilim ve Teknik Dergisi’nin son sayısının kapağında değişiklik yapılmasına ilişkin açıklama yaptı

 

Aydın "Herkesin bildiği, ders kitaplarına girdiği, Türkiye’de ders kitaplarında okutulduğu bir konuyu, bir bilim adamını siz 21. yüzyılda ’aman duyulmasın derseniz’ olur mu böyle şey? Bunu kim yapar? Böyle bir şey olamaz, mümkün değil" dedi

Aydın, TÜBİTAK’ın organizasyonuyla Harbiye Askeri Müzesinde gerçekleştirilen "Avrupa Araştırma Konseyinin (ERC) 2009 Türkiye Konferansı" kapsamında düzenlenen basın toplantısının ardından gazetecilerin sorularını yanıtladı.


"Bilim ve Teknik Dergisi’nin kapağındaki değişikliğe ilişkin" soru üzerine, Aydın, TÜBİTAK’ın dün hazırladığı basın duyurusunda konunun ayrıntılarıyla anlatıldığını belirtti.


Basın duyurusunda, bir iç mekanizma ile olan sıkıntının anlatıldığını ifade eden Aydın, "Ne TÜBİTAK’taki arkadaşlarımızın, ne de benim aklıma bilimin hangi alanı olursa olsun, hangi bilim adamı olursa olsun, onunla ilgili herhangi bir sansür, perdeleme asla gelmez, böyle bir şey söz konusu olamaz" diye konuştu.


Mehmet Aydın, felsefe hocası olduğunu, felsefenin eleştirel yanıyla ilgili ihtisası bulunduğunu belirterek, sözlerine şöyle devam etti:
"Bu benim bütün hayatıma karşı bir şey olmuş olur. Yani her türlü fikre açık olmak benim aynı zamanda mesleğim. ’Benim ne düşüncem varsa, ona aykırı olan düşünceler de benim düşüncem kadar saygıya layıktır’ geleneği içinden geliyorum. O bakımdan orada işi daha çok politika olarak düşünseniz daha iyi olur. Ben tekrar etmeyeyim, tam kelime kelime doğrusunu metinden alın yazın. Orada bir çalışma sürecinden, çalışma hiyerarşisinden doğan bir sıkıntı. 2009 yılı Darwin yılı olduğu için, doğumunun 200. yılı olduğu için, zaten ayrıca geniş kapsamlı bir çalışma süreci devam ediyor. Dolayısıyla bir Darwin sayısı zaten çıkıyor."

Devlet Bakanı Aydın, konuşmasında basın mensuplarına yönelik şunları kaydetti:

"Ümit ediyorum çok dikkatlice not alırsınız. Ne zaman konuşsak, bir bakıyorsunuz ertesi gün çıkan yazının sizin söylediğinizle ilgisi yok. İki şeyi de düzeltmek istiyorum. Bu konu bana intikal ettiği gün İzmir’de 8-10 cümle söyledim. Ama bütünlüğü içinde verilmediği için basına yanlış intikal etti. Ben dedim ki, ’200 senedir zaten bilinen, tanınan, lehinde aleyhinde ciltler dolusu kitap yazılmış bir bilim adamına sansür koymak kadar mantıksızlık olamaz.’ Çünkü zaten bilinmeyen birisi değil ki, ’aman bilmesinler’ diyebilesiniz. Zaten biliniyor. Herkesin bildiği, ders kitaplarına girdiği, Türkiye’de ders kitaplarında okutulduğu bir konuyu, bir bilim adamını siz 21. yüzyılda ’aman duyulmasın derseniz’ olur mu böyle şey? Bunu kim yapar? Böyle bir şey olamaz, mümkün değil."


TÜBİTAK’ın, Bilim ve Teknik Dergisi’nin layık olduğu prestiji verebilmek için çalışmayı bir bütünlük içinde, bütün kurum üyeleri ile birlikte hazırlayacağını anlatan Aydın, dergiye, bir kişinin gözden geçirilmemiş bir yazısını koymanın doğru olmayacağını söyledi.


Bakan Aydın, konunun kendi açılarından çok açık olduğunu vurgulayarak, konuşmasını şöyle sürdürdü:
"Hiçbir zaman benim aklıma gelmez o söylenenler. Ama orada ben diyorum ki, o bile yanlış anlaşıldı. Ben diyorum ki, 200 sene önce yaşamış ölmüş bir insan üzerine ambargo konur mu? Ertesi gün basında adam ölmüş, gitmiş zaten gibi bir çerçeve içinde veriliyor. Yani bundan şikayetçiyim, haberiniz olsun. Ondan sonra diyorum ki, zaten yeteri kadar Darwin ile Darwinizmle uğraşan var. Bunu ’Bilimsel olarak çalışan var’ anlamında demiyorum. ’Bu çocukla uğraşma’ kelimesindeki ’uğraşma’ ne ise o anlamda söylüyorum. TÜBİTAK, Darwin ile Darwinizmle niye uğraşsının cevabı, ’Niye çalışsın, niye etüd etsin’ değil. Olumsuz anlamda ’niye uğraşsın’ demek istiyorum. Ama bu hemen profesör olan arkadaşlarca ’Darwin ile uğraşmak TÜBİTAK’ın görevidir’ deniliyor. O olumsuz anlamda söylemiyorum ki... Darwin ile niye uğraşıyorsunuz fikrini söylemiş, bir bilim adamıdır."

Mehmet Aydın, bilimde hata yapmanın isabet etmek kadar doğru, mümkün ve yaygın olduğuna işaret ederek, eğer yapılan hatalar olmasaydı bilimin bugün bu düzeye ulaşamayacağını söyledi.

Bir bilim adamının ortaya attığı teori kanıtlanırsa bilimsellik niteliği kazanacağını, kanıtlanmazsa gündemden düşeceğini, bazen de bilimsellik niteliği kazanan teorinin bilimselliğinin zamanın seyri içinde tekrar tartışma konusu olabileceğini dile getiren Aydın, bu konuda ışığın yayılması ile ilgili teoriyi örnek göstererek, ışığın bazen dalga, bazen kırılarak yayıldığının söylendiğini, bazen de her ikisinin de kabul edildiğini kaydetti.


Bakan Aydın, "bilimin düşe kalka yürüyen bir süreç olduğunu" ifade ederek, sözlerini şöyle sürdürdü:

"Bilimde hatalara karşı da doğrular kadar tolerans göstermemiz lazım. Dolayısıyla bir bilim adamı yaptığı, öne sürdüğü bir teoride yanlış yapıyorsa, doğru yapan kadar aslında saygıya layık bir iş yapıyor. Çünkü ortalık karışsın diye onu yapmıyor, düşüncesi o... O bakımdan siz o yazılan çizilenlere bakmayın. Onlar acaba şuradan girersek hükümet ne kadar zarar eder, buradan girersek ne kadar zarar eder şeklinde... Halis eleştiriler var. Anlamadığı için veya biz kendimizi anlatamadığımız için onlara da teşekkür ediyorum. Yani bilim konusunda gösterdikleri duyarlılıklara da teşekkür ediyorum. Çünkü o bizim ana felsefemiz. Bilimin, bilimsel düşüncenin, bilime dayalı toleransın önü tamamen açık olmadan hiçbir ülke kalkınmayı gerçekleştiremez. TÜBİTAK’ın görevi, benim siyasi olarak görevim de o. Ama birileri hala ’Aman ne olur, bir hata da burada yapsalar da oradan bir şey çıkarsak’ diyorlarsa, onu da ne yapayım, elimden ne gelir."

Bakan Aydın, bir gazetecinin, "Türkiye’nin bilim ve teknik alanında zaman kaybetmeye zamanı olmadığını ifade ettiniz. Bu tartışmalar zaman kaybı değil mi?" sorusuna, "Bizim açımızdan değil. Yani bu tartışmalar 10 kat daha büyüse biz işimize gücümüze bakarız. Yani TÜBİTAK ne yapıyorsa onu devam ettirmek zorunda. Günlük tartışmalara dalarak bizim vakit kaybetmemiz mümkün değil" karşılığını verdi.

TÜBİTAK Başkanı Nükhet Yetiş ise bir gazetecinin, "Özellikle bu konulardan sonra derginin, 2009’un Darwin yılı olması sebebiyle ölüm yıl dönümünden bahsedilecek bir özür sayısı çıkarılacağına dair haberler çıktı. Bu haberlerin aslı var mıdır?" sorusunu şöyle yanıtladı:

"Özür sayısı diye bir şey olamaz. 2009 yılının şöyle bir özelliği var. Şubat ayı Darwin’in doğuşunun 200. yılı, kitabının çıkmasının da 150. yılı. Hatta ilk konferans vermesinin de geçen yılın sonunda 150. yılıydı. Onun için 18 ay gibi bir sürede kabul edildi. Biz yaptığımız işi ciddi ve titiz yapmayı seven bir ekibiz. Bunu ciddi ve gerçekten bilimsel süzgeçlerden geçirilmiş şekilde yapacağız. Bunu, bu olay olsa da yapacaktık, olmasa da yapacaktık. Tamamen idari olan bir sürecin tesadüfen konunun Darwin olması dolayısıyla bu kadar büyük bir etki, bulabildiğim en nazik kelime, en az olumsuz kelime, yapmasını şaşkınlıkla karşıladık. Bu hem TÜBİTAK açısından hem de Türkiye’nin belli yerlere bir anlamda gönderilen mesajlarla sorulanıyor olması Türkiye için olumlu bir şey olmamıştır. TÜBİTAK yurt içinde ve dışında çok iyi bilinir, imajı çok iyidir. Onun için ben bunun geçici bir kriz olduğunu düşünüyorum ve bitmiş olduğuna inanıyorum. Bizim yapacağımız bir şeyi ileride birileri ’özür diledi’ diye söylerse, o da onların tercihleridir."

ERC Başkanı Fotis Kafatos da, aynı yöndeki soru üzerine, bu tür tartışmaları önemsiz bulduğunu ifade ederek, "Bu tip şeyler olabilir. Önemli olan burada ilerlememiz. Bu sadece bir yanlış anlaşılma ve çok önemsiz bir şey. Bazen bir şeyde ilerlemek istediğiniz zaman dalgalar size çarpabilir, geriye iter, ama bu asla yılmamanız gerekin bir husustur" diye konuştu.

Radikal, 13.03.2009



MAYMUN GÖZÜNÜ AÇIYOR,
BİLGİN AÇMIYOR


Maymunun gözü açıldı, bazı bilginlerin gözü hâlâ açılamadı ve körü körüne taklitçiliğe devam ediyorlar.

Bunlara "Maymun suratlı" deseniz kızarlar, köpürürler. "Maymun iştahlı" deseniz kabul etmezler.

İnsan neslinin maymundan geldiğini okulda öğreten öğretmen, kendisine "Maymun dölü" deseniz küplere binip onu da deviriyor.

Kuyruğu nerede? Sorusuna da zaman içinde kısalmış diyor ve biri dişi biri erkek iki köpek alsanız, bunların kuyruğunu kesseniz ve çiftleştirseniz, onlardan doğan eniklerin de kuyruğunu keserek çiftleştirseniz on nesil sonra kuyruksuz köpek doğar" deyiveriyorlar.

Peki, Yahudiler binlerce yıldır, Müslümanlar 1400 yıldır sünnet olurlar ama hâlâ doğan çocuklar sünnetsiz doğar cevabına karşı üç maymunu oynarlar, duymazdan gelirler.

Liseli öğrencilere sohbetler yaparken değerli bir arkadaşım anlatmıştı: "Biyoloji öğretmenimiz maymundan geldiğimizi anlatıyor ve kimse inanmazken öğrencilerden biri buna inandı. Öğretmen de ona dergi, kitap, makale ne varsa veriyor o arkadaş da bizlere anlatıyordu.

Bir gün ona ben "Öğretmen anlattığında inanmamıştım ama sen anlatınca inandım" dedim. Sebebini sorunca "Sen benziyorsun da" deyince o arkadaş bir daha "maymun" kelimesini ağzına almadı" demişti.

Kur'an'da veya sünnette, maymundan insanın türediğini anlatan bir tek kelime yokken, Yahudilerden bir kısmının maymuna dönüştüğünü anlatan ayetler vardır.

Buyurun okuyun:

Bakara 65- Siz içinizden cumartesi gününde haddi aşanları biliyorsunuz. Onlara "Alçalmış maymun olunuz" dedik.

Maide 60- De ki: "Allah katında yeri bundan daha kötü olanını size haber vereyim mi?" Allah'ın lanet ettiği ve üzerine gazap ettiği, ve onlardan bir kısmını maymun, hınzır ve tağuta (azgın kul'a) kul yaptığı kişilerin yeri daha kötü, yolu daha sapıktır.

A'raf 166- Yasaklandıkları şeye karşı geldiklerinde onlara (Yahudilere): "Aşağılık maymun olun" dedik.

Buna rağmen, yani Kur'an, bir kısım Yahudi'nin maymuna dönüştüğünü anlattığı halde onlara hitap ederken 12 ayette "Ey ehli kitap..." der. Beş yerde "Ey Adem oğulları..." der, 18 yerde de "Ey insanlar..." diye hitap eder.

Kur'an'a inanmayıp da Kur'an eğitiminden geçen Mevlana'ya inananlar da Mesneviyi dinlesinler ve okusunlar:

Mesnevi, Profesör Amil Çelebioğlu sadeleştirmesi 5/2600 Ahdi, tövbeyi bozmak, sonunda insanı lanete uğratır.

Cumartesi günlerinde iş işlememeye memur olan Yahudiler, tövbelerini bozdular da çarpılıp helak oldular.

Tanrı, o kavmi maymun şekline soktu. Çünkü inada girişip Tanrı ahdini bozdular.

Bu ümmette beden çarpılması yoktur. Fakat ey akıllı fikirli adam, gönül, çarpılması vardır.

Mesnevi, Profesör Amil Çelebioğlu sadeleştirmesi 5/2601. Bir adamın gönlü maymun gönlüne döndü mü bedeni de maymunun gönlünden daha aşağı olur.

O eşeğin gönlü de hakikatten haberdar olsaydı, bir hünere nail olmuş bulunsaydı sureti yüzünden hor olur muydu hiç?

Ashabı kehf'in köpeğinin huyu iyiydi, fakat sureti, köpek suretindeydi. Fakat bu sureti, ona bir noksan verdi mi?

Yahudiler, halk zahirî azabı görsün diye zahiren çarpıldılar.

Fakat iç âleminden bunlardan başka yüz binlercesi, tövbesini bozma yüzünden domuz ve eşek oldu."


Vaktim.com, Yazı: Mahmut Toptaş - Milli Gazete, 11.03.2009







EVRİM KURAMI VE GİDİŞAT


Evrim kuramının, bilim dünyasındaki gidişatı etkilediği söz konusu olsa da, Türkiye ve dünyadaki genel gidişatı etkilediğini söylemek kolay değil. Tersine, gidişatın evrim kuramını kendisine dert ettiğini ve evrim kuramının tu-kaka edilip yaratılış anlayışının onun yerini almaya başladığını söylemek yanlış olmaz. Bu nedenle başlık, “Gidişat ve evrim kuramı” olsa daha doğru olur herhalde!
 
Sanki gizli bir el yine yapacağını yaptı: İşsizlik, iktisadi bunalım ve yolsuzluklar alıp başını giderken, bir anda gündem değişiverdi.
 
TÜBİTAK’ın çıkardığı Bilim ve Teknik dergisinin Darwin’li kapağının değiştirilip ilgili yazıların dergiden çıkarıldığı haberleri ortalığı sardı. Bu olay, TÜBİTAK tarafından yapılan basın duyurusunda açıklandığı gibi, gerçekten bilimsel kaygılarla gerçekleştirilen bir değişiklik sonucu olmuş olabilir. Son beş yılda TÜBİTAK’ta olup bitenlere bakarak, bu basın duyurusunun gerçeği yansıtmadığı da düşünülebilir. Eninde sonunda bu kurum da Türkiye’nin bir kurumu, AKP’nin yeniden biçimlendirip kadrolaştığı bir kurum, değil mi? Poliste, eğitimde, üniversitede ve aklınıza gelen her yerde f-tipi kadrolaşma varsa, TÜBİTAK’ta neden olmasın?
 
Durum o noktaya gelmiştir ki, bilim adamının bilimselliği bile kuşkuyla karşılanmaktadır. Yukarıda değinilen olayla ilgilenenlerin çoğu, “Böyle bir şey olmamıştır” demek yerine, TÜBİTAK’ta böyle bir şey olabileceğini düşünmüştür. 
 
Bu olay, arkasında iyi niyet olsun olmasın, toplumun giderek bilimsel görüşten uzaklaştığı gerçeğini yeniden gözler önüne sermiştir. Bu gerçek olguda, basın açıklaması doğru da olsa TÜBİTAK’ın da payı vardır, YÖK’ün de, üniversitelerin de, siyasetçilerin de, askerlerin de, akademisyenlerin de, yargı organlarının da.
 
Bilimsel görüşten uzaklaşma, tüm dünyada küreselleşmeyle hızlanmıştır. Türkiye’de ise 12 Eylül darbesiyle anamalcı iktisadi sistemin benimsendiği ölçüde yoğunlaşmıştır. Yoğunlaşma, Devlet Planlama Teşkilatı’nın 1983 tarihli Özel İhtisas Komisyonu raporuyla başlamıştır. Bu rapor, “Türk seciyesine uygun olan İslam; din, kültürün özü, kültür de dinin formu; kültür unsurları arasında din ve dine bağlı ahlak, en önemli yeri işgal etmektedir; dinsiz ilim felaket kaynağıdır; ancak böyle bir kültürle iyimser, itaatli, ümitli ve akılcı bir nesil yetiştirmek mümkün olabilir” gibi veciz (!) sözler içermektedir. Bu rapordaki anlayışı yansıtan Türk-İslam sentezi, 20 Haziran 1986 günü, eğitim-kültür yaşamımızı belirleyecek esaslar olarak kabul edilmiştir. Bu esasları kabul eden, o zamanın Cumhurbaşkanı Kenan Evren, Genelkurmay Başkanı Necdet Üruğ, YÖK Başkanı İhsan Doğramacı, Başbakan Turgut Özal, Milli Eğitim Bakanı Metin Emiroğlu, Kültür Bakanı Mükerrem Taşçıoğlu, Devlet Bakanı Mesut Yılmaz ve Atatürk Kültür Dil ve Tarih Yüksek Kurulu Başkanı Suat İlhan’dan oluşan kuruldur. Bu kurulda bir de Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreteri vardır.
 
Eğitim ve kültür yaşamımızı belirleyen bu içerik, tam da anamalcı küreselleşmenin istediği insan tipini üretecek içeriktir. İstenen tip, dine bağlı olacak, dini ahlaka sahip olacak, itaat edecek, iyimser olacak, ümitli olacak! Dini bir havayla söylenenlere, dini içerikli sözlere, dindar olduğu sanılanlara itaat edecek; onların söylemleri doğrultusunda ümitli ve iyimser olacak. Olayların arka planını düşünmeyecek, hiçbir şeyi sorgulamayacak; öğretilen inançlar dışında hiçbir hak peşinde koşmayacak.
 
Yıllardır yapılan bu tip insanı yetiştirmek.
 
Evrim kuramı bu nedenle kitaplardan çıkarılmıştır ve son yıllarda ancak yaratılış düşüncesiyle birlikte okutulmaktadır. 
 
Altı yıldır sistemi istediği biçimde yoğuran şimdiki Milli Eğitim Bakanı, boşuna mı Darwin’i Türk düşmanı olmakla suçluyor? Evrim kuramına karşı, bir kuram olmadığı ve bir inancı ifade ettiği halde boşuna mı yaratılış düşüncesine, “yaratılış kuramı” deyip duruyorlar? Kuramın yasa olmadığını, evrim kuramının bilim dünyasında 150 yıldır tartışılsa da bugün için tek geçerli kuram olduğunu, pek çok olayın bu kuram sayesinde aydınlatıldığını bile bile, bırakın kanıtlamayı sanki “yaratılış düşüncesi” tartışılabilirmiş gibi, boşuna mı “evrim kuramı henüz ispat edilmedi” diyorlar? İleri sürülen bu tartışmalar da yukarıda değinilen insan tipinin akılcılığı(!) oluyor.
 
TBMM’deki eğitim-kültür komisyonu başkanlığına yıllardır bir ilahiyatçı getiriliyor. YÖK’teki eğitim komisyonu başkanlığı bile bir ilahiyatçıya veriliyor. İmam hatip ve ilahiyat kökenli (genelde evrimi yadsıyan) kişiler, ilk ve ortaöğretimde kadrolaşıyor. Eğitim kurumları evrime düşman cemaatlerin eline geçiyor. Üniversiteye gelen öğrencilerin (öğretmen olacaklar dahil) büyük bir çoğunluğu yanında, biyoloji alanında çalışan öğretim üyelerinin önemli bir bölümü de evrim kuramını benimsemiyor. 
 
Bu arada Osmanlı hayranlığı da ivme kazanıyor. Üniversite öğrencileri, Cumhuriyet sistemine aldırmazken, Osmanlıya toz kondurmuyor. Başbakan, sıkışınca “ulemaya soralım” diyor. Bir eğitim sendikası Diyanetten fetva istiyor. Kuraklığa, zamlara ve her türlü derde karşı duayla önlem almaya çalışıyoruz. Ve de, demokratik bir süreç olması gereken seçim kampanyaları sırasında bile, kimilerine halk iradesini yok sayan son-padişah ya da son-halife unvanları verilmek isteniyor.
 
Böyle bir ülkede ve ortamda, eğitim ve kültür siyasaları alt üst edilmeden, TÜBİTAK’ın, YÖK’ün ve de çok yakın bir gelecekte de TÜBA’nın ulemalaşması ve de evrime karşı çıkması önlenebilir mi?

Haber Sol, Yazı: Rıfal Okçabol, 13.03.2009




ODTÜ'DE TÜBİTAK'A TARİHİ PROTESTO





ODTÜ öğretim elemanları üyeleri ve öğrenciler, Bilim ve Teknik Dergisi’nin kapağının değiştirilmesine tepki olarak ODTÜ Stadyumu’ndaki "devrim" yazısının "d" harfini kapatıp "evrim" yazısı oluşturdu.

 

Öğretim elemanları ve öğrenciler, stadyumun tribünlerinin "d" harfi bulunan kısmında toplanarak, alkışlarla protestoda bulundur. "D" harfinin öğretim elemanları ve öğrencilerce kapatılmasıyla tribünlerde "evrim" yazısı ortaya çıktı.

ODTÜ Öğretim Elemanları Derneği Başkanı Prof. Dr. Melih Ersoy yaptığı açıklamada, UNESCO tarafından "Darwin yılı" olarak ilan edilen 2009 yılında, TÜBİTAK Bilim Teknik Dergisi’nin Mart sayısı için hazırlanan kapağının değiştirilmesinin, bilim ve bilimsel araştırmaları yaygınlaştırmak ve benimsetmekle sorumlu bir kurum için son derece kaygı verici ve kabul edilemez bir tutum olduğunu söyledi. "Darwin’in Evrim Kuramı’na karşı takınılan tavrın, ülkenin sürüklenmeye çalışıldığı noktayı göstermesi açısından önemli" olduğunu iddia eden Ersoy, "Bu olay, tamamen dogmatik ve bilim karşıtı bir dünya görüşünün TÜBİTAK yönetimine egemen olmaya başladığını kanıtlamıştır. Bilimsel kuramların halka duyurulmasına bile tahammül gösteremeyen bu zihniyeti şiddetle kınıyor ve bu müdahalenin sorumluları olan Ömer Cebeci ve Nükhet Yetiş’in istifalarını talep ediyoruz" dedi.

ODTÜ Biyoloji ve Genetik Topluluğu adına yapılan açıklamada da Bilim ve Teknik Dergisi’nde bir "özür kapağı" beklendiği ifade edilerek, şunlar kaydedildi:
"Bu özür kapağına ne konulabilir sıkıntısı çekecekler için ODTÜ Stadyumu’nun tribünlerindeki buluşmamızda ’devrim’ yazısının ’d’sinin üzerine ’sansüre sansür’ tavrımızı ifade etmek için bir süreliğine kapatarak ’evrim’ yazısını açıkta bırakıyoruz. Başta medyaya, bilime ve sanata olmak üzere düşünen, araştıran ve ifade eden bireylere sansürün şiddetle arttığı bu dönemde gazetelerin boş beyaz sayfalarla bilimsel dergilerin ’ısmarlama’ kapaklarla çıkmasına tahammül edemiyoruz ve diyoruz ki ısmarlama kapak öyle değil böyle olur." ODTÜ’deki 26 öğrenci topluluğu adına yapılan açılamada ise bilimsel üretimi ve bilimsel düşünceyi baskı altına almanın Ortaçağ’da rastlanan bir uygulama olduğu belirtilerek, "Karanlığa teslim olmayacağız" denildi.

Radikal, 14.03.2009


******


DARWİN'İ SANSÜR EDEN İSTİFA ETMEZSE, AİHM'E GİDERİM


Türkiye'nin yetiştirdiği sayılı bilim adamlarından, İTÜ Avrasya Bilimleri Öğretim Üyesi ve Türkiye Bilimler Akademisi Asli Üyesi Celal Şengör, yakında evrim konusunda yaptığı araştırmanın kitabını yurt dışında baskıya sürecek... Prof. Dr. Şengör, TÜBİTAK'ın dergisi "Bilim ve Teknik"e yapılan sansürün peşini bırakmayacağını ve gerekirse Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne kadar gideceğini anlattı.

Türkiye'nin en saygın popüler bilim dergisi Bilim ve Teknik, Mart sayısında Darwin'in 200'üncü doğum yıldönümü nedeniyle, tüm dünyadaki benzer bilim dergileri "Nature" ve "New Scientist" gibi, 'Darwin' kapağıyla çıkmaya hazırlanıyordu. Fakat son anda, ne olduysa oldu; kapak ve 15 sayfalık Darwin yazısı imha edildi. Yerine "Küresel iklim değişikliği" dosyası konuldu. Dergi bu yüzden bir hafta geç çıktığı gibi yayın yönetmeni de görevden alındı. Çok geçmeden TÜBİTAK Başkan Yardımcısı Ömer Cebeci'nin dergideki bu konuyu veto ettiği ortaya çıkınca, 21'inci yüzyılda, Türkiye'nin en saygın bilim kurumlarından birinde, 'sansür' tartışmaları alevlendi. Prof. Dr. Celal Şengör, yapılan tartışmanın Türkiye için bir utanç kaynağı olacağı görüşünde... Şengör, son olarak yaptığı 'Geological Society of America' kitap serisinden çıkacak 'Permiyen Yok Oluşu ve Tetis Bir Global Jeoloji Denemesi' adlı araştırmasının, 250 milyon yıl önceki ile bugün arasında insanın geçirdiği evrimi gösterdiğini söylüyor.

Bu tartışmayı sadece yobazlar yapıyor

'250 milyon yıl önce dünyadaki yaşamın yüzde 95'i ortadan kalkıyor. Niçin kalktığı, 200 yıldır jeolojide bir sorun. Bu soruna bugüne kadar verilen en iyi cevap, yakında kitap olarak ABD'de yayınlanıyor. Güney Afrika'daki bir öğrencim ile birlikte bu kitabı hazırladık' diyen Prof. Şengör, evrim konusundaki tartışmalara güldüğünü vurguluyor ve ekliyor: 'Ben evrim konusunda doğrudan tarafım. Ama benim taraf olmam yetmiyor, aklı başında her insan bu işe taraf. Birisi çıkıp derse ki 'Dünya düzdür', siz de bu işe taraf olur, 'Böyle bir zırvalık olmaz' derseniz. 'Efendim, Darwin haklı mı, değil mi?' sorusunu sormakla, 'Yahu dünya düz müdür?' sorusunu sormak aynı derecede abestir. Bugün bilim dünyasında böyle bir tartışma yok. Bu tartışmayı sadece yobazlar yapıyor.'

Darwin'e karşı çıkmak tıbba karşı çıkmaktır

Celal Şengör, yaptığı araştırmayla, 250 milyon yıl önce, 'tetis' denilen okyanusun, zehirlendiğini ortaya çıkarmış. Şengör, bu deniz içinde biriken hidrojen sülfürün patlayarak içindeki gazın dışarı çıkmasının, içinde dinazorların da olduğu türleri öldürdüğünü anlatıyor: 'Bütün okyanus gazoz gibi patlıyor. İçindeki gaz dışarı çıkınca, hem denizin içindekileri öldürüyor, hem de 2 bin kilometre çevresindeki her şeyi. Dolayısıyla, o zaman da bütün karalar bir arada olduğu için yaşamın yüzde 95'ini ortadan kaldırıyor. Bu araştırmam da ABD'deki jeoloji cemiyetinde bir kitap olarak yayınlanacak.'

Prof. Dr. Şengör, Türkiye'yi yöneten iktidarın, bilim ve modern yaşam için bir tehlike olduğu görüşünde: 'Darwin'e karşı çıkmak, insan emniyeti için de tehlikedir. Çünkü Darwin'e karşı olduğunuz zaman, tıbba da karşısınız demektir. Çünkü modern tıbbi araştırmalar tamamen evrime dayanır. Eğer evrime güvenmiyorsanız, modern tıbbi araştırma yapamazsınız.'

Türkiye'de ve Amerika'da cahiller yığını var

Celal Şengör, Devlet Bakanı Mehmet Aydın'ın 'Darwin yanlış yaptı ama sansür hataydı' sözlerini şöyle yorumluyor: 'Denecek tek şey: 'Cahil.' Darwin'in yanlış yaptığı çok şey var. Ama 'doğal seçme' teorisi, yanlış değil. En azından bugüne kadar yanlışlanabilmiş değil. Bilimde her teori tartışılır. Şimdiye kadar yanlışlayamadıysak, bunun üzerine gider yanlışlamaya çalışırız. Hepimiz veri topluyoruz. Daha iyi bir teori olabilir mi? Yok. Her şeyi en iyi açıklayan Darwin'in teorisi. Ama Darwin'in teorisi eksikti. Bunun üzerine Mendel'in genetiği geldi. Daha sonra da, Hugo De Vries'in mutasyonu geldi. Bunlar bir araya gelerek 20'nci yüzyılda yeni bir sentez oluşturuldu. Bütün bunları kucaklayan yeni bir evrim teorisi çıktı.'

Prof. Şengör, Türkiye'nin Darwin'e inanmayan ülkeler sıralamasında ABD'den sonra ikinci sırada gelmesini cehalet düzeyi ile ilişkilendirerek açıklıyor: 'Bu, Türk cehalet düzeyini gösteriyor. Türkiye'deki eğitim, 1946'dan sonraki nüfus patlamasıyla birlikte iflas etmiştir. Türkiye korkunç bir cahiller yığınıdır. Amerika'daki halk da öyle. 15-20 yıl önce bu tartışma Türkiye'de yokken, bugün var. Çünkü cehalet artmıştır. Türkiye'de din temelli politika gemi azıya alınmıştır. Hiçbir uygar toplumda dinin toplumu yöneltmesine izin verilemez. Çünkü din tamamıyla subjektif bir şeydir.'

Bu sansürle alanen suç işlendi

Darwin'in bütün konularının ve kapağının olduğu gibi dergiden atılmasının Türkiye'de bilim dünyasına ve insanlığa yapılan bir ihanet olarak gördüğünü vurgulayan Şengör: 'Bu sizin gençliğinize ihanettir. Bir insanlık suçudur. Bu yazıyı her kim çıkartmışsa, Ömer Cebeci'yse, tek başına Ömer Cebeci; bilim kuruluysa top yekun bilim kurulu suç işlemiştir. TÜBİTAK'ın yasa ile kendine göre bir sürü ilkeleri var. Bu görevin yapılmasına engel olmuşlardır. İkincisi; 'Bilgi Edinme Serbestisi' diye bir kanunumuz var. Buna engel olmuşlardır. Dolayısıyla, alenen suç işlemişlerdir.'

Şengör, eğer savcılar bu konuda harekete geçmezlerse, yapacağı hareketi şöyle anlatıyor: 'Savcıların bu konuda harekete geçip sansürcüleri mahkemeye verip görevlerinden aldırmazsa, ben bizzat Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne müracaat ederim. İşin peşini bırakmam. Gerekçem de açık, TÜBİTAK, benim ve çocuklarımın bilgi edinme hürriyetini engelliyor.'

TÜBİTAK rezilliklerle uğraşıyor

Celal Hoca, TÜBİTAK'ı kıyasıya eleştiriyor: 'TÜBİTAK, rezilliklerle uğraşan bir kurum. Bu olay, ilk ve tek değil. Bütün mesleki dergilerde 30 kişi istifa etti. Kimse kalmadı TÜBİTAK'ta. Türkiye Bilimler Akademisi Başkanı Yücel Kanbolat da daha önce bir mesleki dergiden istifa etmiş. TÜBİTAK'taki kötü gidişat, Namık Kemal Pak'ın görev süresinin bitmesiyle başladı. O zamanki bilim kurulu Namık Kemal Pak'ın görev süresinin uzatılmasını başbakanlığa teklif etti. Başbakan kanunu çiğneyerek bunu onaylamadı. Başbakan'ın uzatmak zaten elinde değildi, Başbakanın yapacağı şuydu: Cumhurbaşkanı'na arz edecekti. Başbakan bunu beğenmeyebilir, şerh düşer. Der ki; 'Efendim ben bu atamaya karşıyım' Fakat kanun gereği Cumhurbaşkanı'na arz etmesi lazımdı, etmedi. Ondan sonra hatırlayacaksınız dedi ki, 'Efendim bir kere de biz atarsak ne olurdu?' Alenen kanunu çiğnedi. Yerine birisini atadı tabii ama Cumhurbaşkanı da onaylamadı'

Yaratılış teorisi ABD desteğiyle empoze edildi

Celal Hoca'ya ilkokulda hâlâ evrim teorisinin ders kitaplarında ve müfredetta olduğunu hatırlatınca, ilginç bir cevap alıyoruz: 'Okutuluyor mu, bilmiyorum ben. Yalnız ben lise biyoloji kitabında, yaratılış fikrinin ders kitabında olduğunu gördüm; tüylerim diken diken oldu. Yaratılışın en küçük bir verisi yok. Bugün bilimde böyle bir şeyin mevzusu yok. Hani derler ya, bilimsel teorilerin doğruluğu ispat edilemez ama yanlışlığı ispat edilir. Bu yaratılışın yanlışlığı ispat edilmiş vaziyette ve halen bizim ders kitabımızda. Ne zaman kondu, Vehbi Dinçerler zamanında mı? Hangi destekle kondu, Amerika'dan gelen kitaplar desteğiyle. Amerika'da bu konuda makale yayınlandı, 'Türkiye'de yaratılış nasıl hortladı?' diye. 'Hortladı' değil 'Nasıl oluştu?' denmeli, yoktu ki bizde böyle bir şey...'

Sıkıyorsa beni üniversiteden atsınlar

Celal Şengör, YÖK tarafından üniversiteden atılmak üzere mahkemeye verilme aşamasındaki belirsizliği şöyle yorumluyor: 'YÖK tarafından ele alındım. Daha ne diyeyim? Neticesi belli değil, bir senedir sürüyor. Hadi atsınlar beni, onu bekliyorum ya. Niye atmıyorlar beni? Ben diyorum ki 'Ben böyle bir suç işlemedim.' YÖK'ün gönderdiği inceleme ekibi diyor ki, 'Suç oluşmamış'. YÖK Başkanı bana mektup yazıyor, diyor ki; 'Onlar öyle diyor ama ben senin atılmanı teklif edeceğim.' İyi atsın hadi. Değil mi? Bütün dünya ayağa kalktı biliyorsunuz. Amerikan Bilimler Akademisi bunlara mektup yazdı. Cumhurbaşkanı'na ve Başbakan'a da yazdı.'

Vatan Gazetesi, Tuğrul Tunalıgil, 15.03.2009

GÜMÜŞLÜK KOYU'NDA 'ORGANİZA İŞLER'





Bodrum'da 178 bşn metrekare arsa toplayan iş adamı Mehmet Durmaz'ın imar izni için DP adayını belediye başkanı seçtirmeye çalıştığı konuşuluyor.

Bodrum Gümüşlük Koyu’nda bir işadamı SİT alanında 170 bin metrekare arazi aldı. Araziye inşaat yapamayan işadamının kendine yakın bir belediye başkanı seçtirmeye çalıştığı iddiası yarımadayı karıştırdı.

Sadece 2 bin 849 seçmenin bulunduğu beldede, DP adayının yaptığı harcamalar, dağıttığı altınlar, AKP ve MHP adaylarının ise son dakikada adaylıktan çekilmesi iddiaları güçlendiriyor.

Gümüşlük Bodrum’un en batı noktasında cennet bir koy. 2 bin 500 yıllık batık Myndos şehrinin üzerinde kurulu. Denizaltında kalan antik şehre Bodrum’dan özel yapım akvaryum teknelerle geziler düzenleniyor. Gümüşlük Koyu’nun tamamı SİT alanı. Tek bir çivi çakmak dahi yasak. Bodrum Yarımadası’nın bugüne kadar korunabilmiş nadir, bakir koylarından biri. Gümüşlük şimdi betonlaşma tehlikesiyle karşı karşıya. Bugünlerde yarımada, silah ticareti yapan işadamıyla ilgili söylentilerle çalkalanıyor. İddiaya göre bu işadamı Gümüşlük’te süper lüks villalar ve 5 yıldızlı otel yapmak istiyor. İşte Bodrum’da herkesin konuştuğu iddianın detayları:

Olayların odak noktasındaki işadamı Mehmet Durmaz. Durmaz silah tüccarı, Türk Silahlı Kuvvetleri’ne silah satıyor. İsrail’le yapılan silah anlaşmalarında adı geçiyor. Son dönemde Gümüşlük’le yakından ilgili. Yaklaşık 10 yıldır Gümüşlük Koyu’nun denize sıfır en güzel noktalarındaki arazileri belde halkından tek tek satın almış. Durmaz’ın bugüne kadar topladığı arazilerin toplamı 177 bin 903 metrekareyi bulmuş. Gümüşlük sahilindeki arazilerin neredeyse onda biri artık Mehmet Durmaz’a ait.

Tamamı SİT alanı

Mehmet Durmaz’ın satınaldığı arazilerin tamamı ise SİT alanında bulunuyor. Çivi çakması dahi yasak. Ama Durmaz burada süper lüks villalar inşaa etmek istiyor. Bir gecede yaptığı kaçak iki villa belediye tarafından yıkılmış. Başka denemeleri de CHP’li belediye tarafından engellenmiş. Belediye engelini aşamadığı için yıllardır hayal ettiği projelerin hiçbirini gerçekleştiremeyen Durmaz, başka çareler de denemiş.

Hileli arkeoloji raporu

Mehmet Durmaz, 2. derece SİT alanı olan arazilerini 3. dereceye indirmek ve bu sayede kısmi inşaat izni alabilmek için de çok çaba sarfetmiş. 2005 yılında Bodrum Müzesi’ne başvuran Durmaz, arazisinde tarihi kalıntı olmadığını kanıtlamak için sondaj kazıları yaptırmış. Arkeolog Bahadır Berkay ve ekibi tarafından hazırlanan rapor gerçekten istediği yönde olmuş. Ama ihbarlar üzerine yapılan soruşturma sonunda raporun gerçekleri yansıtmadığı tespit edilince Bahadır Berkay Mardin’e sürülmüş.

DP adayına açık destek

Mehmet Durmaz’ın şimdi hedefi yerel seçimler. Kendine yakın bir ismi belediye başkanı yapıp işlerini yürütmek istediği iddia ediliyor. Durmaz, yerel seçimde Demokrat Parti adayı Mehmet Tire’ye açık destek veriyor. Tire emekli bir asker. Son olarak Aydın İl Jandarma Komutanlığı yapmış. Tire Durmaz’la ilgili iddiaları yalanlıyor.

“Herkes destekleyebilir”

Mehmet Tire, seçim bürosundakilerin Gümüşlük’te olduğunu teyit etmelerine rağmen telefonda sürekli şehir dışında olduğunu söyledi. Israrımız sonunda telefonda sorularımızı yanıtlayan Tire, şunları söyledi:

Mehmet Durmaz’ın MHP ve AKP adaylarına telkinde bulunduğu ve onların adaylıktan bu nedenle çekildikleri konuşuluyor...

“Bu iddialarla benim hiç ilgim yok. Alakam da yok onlarla. Herhalde özgür iradeleriyle karar vermişlerdir.

Durmaz sizi destekliyor mu?

Bu bir seçimdir. Herkes birileriyle beraber olacak. Kendisinin bizden yana olduğunu biliyorum. Oyunu bizden yana kullanacağını biliyorum.

Size parasal katkısı oluyor mu?

Hayır, hayır. Kesinlikle hayır.

Altın dağıttığınız söyleniyor?..

Alan varsa yanıma gelsin.

Durmaz’ın geniş araziler aldığı ama belediyeyle sorunlar yaşadığı bu nedenle çıkar beklediği için size destek verdiği iddia ediliyor...

Hiçbir destek almadım. O adamla da bu konularda hiç görüşmedim. Tapuya gidebilirsiniz. Bu adamın ne kadar arazisi var öğrenebilirsiniz. Bu adamın arazileriyle ilgim yok. Ben buraya vatandaş istediği için gelip aday oldum. Yoksa birileri istediği için değil.





OTEL İNŞAATI VAADEDİLDİ

Gümüşlük’ün CHP’li Belediye Başkanı Mehmet Ülküm de iddialarla ilgili şunları söylüyor: “Karşı adayın bir takım kişilere vaadlerde bulunduğunu duyuyoruz. Bu yaygın bir söylenti halinde devam ediyor. Bazı kişilere, maddi çıkarlar vaadettiği söyleniyor. 2035’e göre imar planları yaptık. Bunlarda bir takım değişiklikler yapmayı vaadettikleri, buraya 5 yıldızlı oteller yaptırılacağı, kazanmaları halinde bu inşaatlar için izin verileceği konuşuluyor.”

İki aday son anda çekildi

GümüŞlük’te konuşulan iddialarla ilgili en somut gelişme AKP ve MHP adaylarının son dakikada adaylıktan çekilmesi. AKP adayı Ömer Aydın ve MHP adayı Osman Demir’in partilerinin yeni aday göstermesine fırsat bırakmayacak şekilde son dakikada aynı anda istifa etmesinin Durmaz’ın telkiniyle olduğu iddia ediliyor. AKP ve MHP’nin Bodrum’daki 11 beldeden sadece Gümüşlük’te aday göstermemiş olması kimsenin dikkatinden kaçmıyor.
“Kolestrolüm yüksek”

Hastalığı nedeniyle adaylıktan çekildiğini savunan AKP’li Ömer Aydın, “Demokrat Parti adayı Mehmet Tire lehine istifa ettiğiniz söyleniyor, doğru mu?” sorumuza karşılık, “Hayır, ben rahatsız olduğum için istifa ettim. Hastaneye gittim, kan tahlili yaptırdım. Biraz kolestrolüm yüksekmiş. Ama yine de başımın dönmesi geçmedi. Ayın 17’sinde beyin tomografisi çektireceğim. Sonra bakacağız. Tedavi olmaya çalışıyorum. Bu şekilde, ileri geri koşturacak halim yok yani” dedi. Aydın, işadamı Durmaz’ı tanımadığını, son dönemde de hiç görüşmediğini ileri sürdü. Aydın, “Adamlarıyla görüştünüz mü?” sorumuza da, “Yok, benim onlarla bir ilgim yok. Zaten parti beni geç seçti. Kazanmamız pek mümkün değildi. İnanın rahatsızım, ileri geri koşturacak halde değilim. Ben yine AKP’liyim” diye konuştu.

Ekonomik kriz nedeniyle çekildim

AKP adayıyla birlikte MHP adayının da yerlerine yeni aday çıkarılamayacak yarımadada en çok konuşulan konulardan biri.

Adaylığı bırakan MHP’li Osman Demir de kazanamayacağını bildiği ve bu ekonomik krizde boşu boşuna 50-60 milyar liralık harcama yapmak istemediği için adaylıktan çekildiğini ileri sürdü. Osman Demir, Mehmet Durmaz veya bir adamıyla hiçbir görüşmesinin olmadığını savundu.

MHP son seçimlerde 923 oyla kazanan CHP’nin ardından 316’ün üzerinde oy alarak ikinci olmuştu.

Promosyon Recep İvedik ve altın

GÜMÜŞLÜK’TE Demokrat Parti’nin yaptığı seçim harcamaları bir beldenin boyutlarını fazlasıyla aşmış. Bodrum-Gümüşlük yolunun kenarındaki ’billboard’ların bir ikisi dışında tamamı DP adayı tarafından kiralanmış. Beldedeki yaklaşık 300 genç dolmuşlarla Recep İvedik’i izlemek üzere Bodrum’a, OASIS Alışveriş Merkezi’ndeki sinemaya götürülmüş. Beldenin tek lokantasında 12.00-13.00 arasında bedava yemek verildiği iddia ediliyor. Hatta DP Adayı Tire’nin bizzat seçmenlere altın dağıttığı konuşuluyor. Bu iddialar beldede yaşayanların anlattıklarıyla da doğrulanıyor. Tire’nin elinden aldığı altını gösteren beldoe sakinlerinden emekli asker Mustafa Bahar, “Tire, bir albay emeklisi, bu kadar masrafa onun gücünün yetmeyeceğini tahmin ediyorum. Hergün yemek veriyorlar, içki veriyorlar. Gezi düzenliyorlar” diyor.

Beldede bulunan gençler, araçlarla Bodrum’a Recep İvedik filmini izlemeye götürülmüş. Beldenin gençleri de bunu doğruluyor.

Adayla işadamı aynı karede

Seçim süreci başladığından beri Gümüşlük’ten ayrılmayan Mehmet Durmaz, birçok organizasyonda Tire’yle birlikte boy gösteriyor. İşadamı Durmaz, (önde soldan ikinci) yukarıdaki fotoğrafta Gümüşlük’te yaptırdığı okulun protokol töreninde Muğla Valisi (ortada) görülüyor. Fotoğrafta en sağ başta bulunan ise Durmaz’la hiçbir ilgisi bulunmadığını söyleyen DP adayı Mehmet Tire.

Vatan Gazetesi, 15.03.2009

İSRAİL'DE FARSÇA AŞK ŞİİRLİ KAP PARÇASI





Eski Kudüs’te, Dr. Rina Avner tarafından sürdürülen kazılar sırasında 12. veya 13. yüzyıla ait ve üzerinde bir aşk şiirinden farsça yazılı bir mısra bulunan İran menşeli bir kap parçası bulundu. Firuze sırlı, çiçek desenli kap parçasının üzerindeki mısrada;

 

“boynundaki kulp da bir sevgilinin ona sarılan eliydi” 

 

yazmakta. Farsça uzmanı Rivka Cohen’e göre bu mısra, İranlı şair Ömer Hayyam’ın aşağıda tümü bulunan rubaisinden alıntı.


”Şu testi de benim gibi biriydi;

O da bir güzele vergun, dertliydi.

Kim bilir, belki boynundaki kulp da

Bir sevgilinin ona sarılan eliydi” 

 

Farsça şiirlerle süslenmiş İran çanak çömleği dünyada bir ilk değil ama İsrail’de ilk defa bulunuyor. Öte yandan, bu parçanın Kudüs’e geliş şekliyse bir sır. Bir inşaat sahasında sürdürülmekte olan kazının final raporu Ben Gurion Üniversitesi’nden  Dr. Nitsan Amitai-Preiss tarafından yayınlanacak. 

Artdaily.com, Rubainin Türkçesi Sabahattin Eyüboğlu, 14.03.2009

"TAŞ OCAĞI ASPENDOS'A ZARAR VERMEZ Mİ?"

 

 

CHP Antalya Milletvekili Tayfun Süner, Aspendos Antik Tiyatrosu'nun, zarar gördüğü için bazı gösterilere kapatıldığını ifade ederek, tiyatronun yakınına, dinamit kullanılan bir taş ocağı açılmasının doğru olup olmadığını sordu.

 

Süner, Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay'ın yanıtlaması istemiyle TBMM Başkanlığına sunduğu soru önergesinde, Aspendos Antik Tiyatrosu'na 1-2 kilometre mesafede bir taş ocağının faaliyet gösterdiğini belirtti.

Taş ocağında dinamit patlamasının tiyatroya zarar verip vermeyeceğini öğrenmek isteyen Süner, "Aynı şekilde tiyatronun 50-100 m. yakınında bulunan ve DSİ'nin kullanması için tahsis edilen, hafif tonajlı araçların kullandığı bu yoldan geçen ve taş ocağından çıkan malzemeleri taşıyan yaklaşık 100 ton ağırlığındaki kamyonların bu esere zararı olmayacak mı? Bakanlığınız, sit alanı olarak kabul edilen bölgeleri bu şekilde mi koruyor?" sorularını yöneltti.

tempo24.com.tr, 14.03.2009

ORMAN YANINCA ÇANAKKALE'DEKİ MEÇHUL ŞEHİTLİK GÜN YÜZÜNE ÇIKTI

 

 

Gelibolu Yarımadası Tarihî Milli Parkı içindeki Yalova köyü yakınlarında, geçen yıl yaşanan yangın sonrası Çanakkale savaşlarından kalma olduğu belirlenen hastane şehitliğinin kalıntıları ortaya çıktı.

 

Akbaş Şehitliği'nin yakınındaki meçhul şehitlikte bulunan kemikler, yangın sonrası bölgede dolaşan köylüler tarafından bulundu. Durumun yerel rehberlere haber verilmesi üzerine bölgeye giden Osmanlı tarihi araştırmacısı İhsan Pala ve arkadaşları, kalıntılar üzerinde inceleme yaptı. Kemiklerin çekilen fotoğraflarını ve diğer belgeleri Milli Park Müdürlüğü'ne ulaştıran rehberlere, bölgenin koruma altına alınacağı belirtildi. Konuyla ilgi açıklamalar yapan araştırmacı İhsan Pala, "Yangının ardından bölgedeki ağaçların kesilmesiyle 'Şüheda Kabristanı' olarak bilinen yerde şehitlerin kemikleri ortaya çıktı. Araştırınca bölgede gerçek şehitliklerin olduğunu gördük. Mustafa Kemal'in komutanlığını yaptığı 19. Tümen'in 'Akbaş' mevkiinde olduğunu biliyoruz. Bu mevki, 1950'li yıllarda Yalova köyüne doğru yol açmak amacıyla bilinçsizce kazıldı. Yangının ardından da gerçek şehitlik gün yüzüne çıktı. Ağaçlar yok olunca şehitlerimizin mezar taşları belirdi." dedi.

Zaman, Haber: Muzaffer Altunay, 14.03.2009

PATRİKHANE'DE SANAL TUR

 

İnsanlığın Ortak Projesi: İstanbul konsepti çerçevesinde ’www.360tr.com’ adlı multi-medya grubu, Fener Rum Patrikhanesi’ni, ’Virtual Reality (VR) Panoramik Fotoğraf Teknolojisi’yle internet ortamına taşıdı.

Proje Yönetmeni İmdat Demir, İstanbul’un çok kültürlü yapısını öne çıkarma stratejisi çerçevesinde global düzeyde farkındalık yaratmayı amaçladıklarını söyledi.


Bu kapsamda sinagoglar, kiliseler ve camilerin proje çerçevesinde değerlendirileceğini belirten Demir, Fener Rum Patrikhanesi’yle ilgili çalışmayla üç boyutlu bir gezi imkanı sunulduğunu belirtti. Patrikhane, ’www.360tr.com/patrikhane’ adresinden gezilebilecek.

Hürriyet, 14.03.2009

FİLM GİBİ...

 

Osmanlı İmparatorluğu birkaç yüzyılın en büyük imparatorluğu olarak kabul edilir. İstanbul'un fethi ile birlikte bir "İmparatorluk" olan Osmanlı İmparatorluğu hiç kuşkusuz ki bu tarihten itibaren askeri yönden kendini geliştirmek zorundaydı. Karadaki zaferlerin yanı sıra denizler de fethedilmek zorundaydı.





Türklerde Sinop'un fethinden sonra gelişmeye başlayan denizcilik Osmanlı devletine gelinceye kadar tecrübe kazanmıştı.
Osmanlı denizciliğinin temelinde Türkiye Selçuklu Devleti, Aydın Oğulları ve Karesi Oğullarının teknik ve gelenekleri vardı. Osmanlılar ilk büyük tersanelerini Yıldırım Beyazıd zamanında Gelibolu’da kurdular (1). Osmanlı donanması gerçek anlamda İstanbul’un fethinde sonra Fatih Sultan Mehmet zamanında  kalıcı ve büyük fetihlere imza atabilmiştir. İstanbul’da Haliç’te kurulan Tersane-i Amire’de büyük gemiler  inşa edilmiş ve ilk deniz fetihleri bundan gerçekleşmiştir (2). İlk kez Fatih Sultan Mehmed'in Kaptan-ı Derya Hamza Paşa'yı görevlendirmesi üzerine Kasımpaşa Deresi'nin Hasköy tarafında sakin, geniş ve derin bir su alanına sahip olan bir yerde 11 Aralık 1455'de inşa edilen ve "Bir kaç göz, bir cami-i şerif ile kaptan paşalar için bir divanhaneden" oluşan tersaneye Sultan Bayezid devrinde yeni ilaveler yapılmıştır.

 

Bu tersanenin bir Devlet Tersanesi (Tersane-i Amire) haline gelişi ise, Yavuz Sultan Selim zamanında gerçekleşmiş (1515) ve Kanuni devrinde geliştirilerek müştemilatıyla devrinin en ünlü tersanesi olmuştur. İtalyan tarihçi R. Romano"nun da belirttiği gibi, XVI. yüzyıl Akdeniz dünyasında etkin iki büyük tersaneden biri İstanbul"da bulunuyordu. Yapılan araştırmalar, İstanbul Tersanesinin aslında Venedik"teki benzerinden çok daha faal ve üstün olduğunu ortaya koymaktadır (3).





Bilinenin aksine yüzyıllar boyunca Haliç kıyısında "Camialtı, Taşkızak ve Haliç" gibi üç ayrı tersane şeklinde değil tamamından oluşan tek ve dev bir "Tersane Kompleksi" mevcuttu. İşte bu kompleks, kuruluşundan bu yana 6 asırdır gemi yapım faaliyeti yürütülen; bu özelliği ile de dünya üzerinde başka örneği olmayan bir sanayi işletmesidir. Tarih içinde pek çok tahribata uğramasına rağmen halen bünyesinde önemli yapılar ve eserler barındırmaktadır. Bir süredir konunun uzmanları tarafından bu bölgede bir Denizcilik Müzesi kurulması için girişimler sürerken gündeme bir anda "sinema platosu olması" geldi.

 

Türk sinemasının sorunları bir sinema platosu ile çözülür mü bilemem ama bir sorunu çözerken daha büyük sorunları ortaya çıkarmak konusunda gayet başarılı olduğumuzu biliyorum. Eskiler "Bir deli bir kuyuya taş atmış, kırk akıllı çıkaramamış" derler. Bu konuda da böyle oldu, Cumhurbaşkanı'nın davetine icabet eden sinemacılar bu plato konusunu gündeme getirdiler ve bir anda kendilerini TMMOB Gemi Mühendisleri Odası ile karşı karşıya buldular. Çünkü Cumhurbaşkanı'nın talimatı üzerine harekete geçen Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği’nin girişimi ile işlemlerin başlatıldığı anlaşıldı.





Umuyoruz ki;

* Sanata ve kültüre gerçekten gönül vermiş herkes bu yanlışlığa karşı çıkar.

* Cumhurbaşkanlığı, konunun uzmanlarına danışmadan hareket etmemeyi öğrenir.

* Bu benzersiz endüstriyel sit alanı bir müzeye dönüştürülür.

 

TAYHaber, Ayşe Didem Bayvas, Fotoğraflar: barbaros.biz, 14.03.2009



Kaynaklar:

(1) Aydın Taneri, “Osmanlı Kara ve Deniz  Kuvvetleri”, Ankara, 1981, s.321-322

(2) Ali İhsan Genceri, “Deniz Kuvvetleri”, Osmanlı , C.6. Ankara, 1999, s.555-556.

(3) Ruggiero Romano, "Economic Aspects of the Construction of Warships in the Sixteenth Century", Crises and Change in the Venetian Economy in the 16th and 17th Centuries, (ed. B. Pullan), London 1968, s.59-87.

İKİ MİLYONLUK ANTİKALARI AÇIK ARTIRMAYA ÇIKIYOR

 

1980'lerin ikinci yarısında hareketlenmeye ve değişmeye başlayan sanat ortamımızda en önemli koleksiyonerlerden biriydi Halil Bezmen. Biriktirdiği sanat eserleri, bazı müzelerimizde yer alacak kadar değerliydi. İşlerinin kötü gitmesiyle sahip olduğu koleksiyonun büyük bir kısmını kaybetti. Bezmen koleksiyonerliğin inceliğini çok iyi biliyordu. Kendisi aynı zamanda Türkiye'nin en ünlü sanayicilerindendi, Mensucat Santral, Türkiye'nin ilk markasıydı. Bezmen, İSKİ skandalının ardından iflas etti, tarihi eser kaçakçılığıyla suçlandı, 500 milyon dolara yakın servetini sıfırladı ve Amerika'ya gitti. Bütün davalardan beraat ederek beş yıl önce Türkiye'ye dönen Bezmen, tarihi eser kaçakçılığından suçlandığı için 15 yıldır Haydarpaşa Gümrüğü'nde konteynerler içinde saklanan 420 kalem antika eşyasına da kavuştu. "Paraya ihtiyacım var" diyen Bezmen, 11 Nisan'da Sofa Otel'inde Beyaz Müzayede tarafından yapılacak 'Halil Bezmen Koleksiyon' isimli müzayedede bir dönem 'tarihi eser kaçakçısı' damgasını yediği bu antikalarını satışa çıkaracak.

* 'Tarihi eser kaçakçısı' damgasını yedikten sonra neler kaybettiniz?
Maddi kayıplarım malum... Onun dışında kardeşlerimi, babamı, karımı, dostlarımı kaybettim. En önemlisi, kendi ismimi kaybettim. Bugün Türkiye'de kötü bir insan olarak hatırlanıyorum; halkın gözünde kesinlikle aklanamadım. Beraat ettiğim filan da gazetelerde yazılmadı.

* Ne zaman beraat ettiniz?
2006'da. El konulan 420 kalem malımın hiçbirinin tarihi eser olmadığı ortaya çıktı. Tarihi eser olmadığını mahkeme, bilirkişiler saptadı, hatta üç kez bilirkişiler değişti. Ancak bunun Yargıtay'dan onanması lazımdı. Bu Yargıtay işi iki yıl sürdü. Yargıtay'da da onandı, mahkeme gümrüklere "Malı iade edin" dedi. Bu sefer gümrükler dedi ki, "Devlete vergi borcun var mı?" Vergi borcumun kalmadığı ve SSK borcumun da bulunmadığı araştırıldı. Bir yıl da o sürdü... Sonunda geçen ay, yani tam 15 yılın sonunda, "Borcunuz yok dava bitti. Buyrun mallarınızı" dediler...

* 15 yıl önce ne olmuştu da size 'tarihi eser kaçakçısı' damgası vurulmuştu?
Amerika'ya gitmeye karar verdiğim gün, bütün eşyalarımı bir konteynere koydum ve Haydarpaşa'ya yolladım. Tam gemi yola çıkarken, 'burada tarihi eser kaçakçılığı' yapılıyor diye mallarıma el konuldu. Hakkımda da tutuklama emri çıktı. Bana ait olmayan ama üzerime yüklenen borçlardan dolayı zaten iki yıldır mücadele veriyordum. Hayatın benim için pek tadı kalmamıştı. Devamlı kötü adam olarak sunuluyordum. Başa çıkamadım. Medya güçlü. Sen tek adamsın. Neticede yaşamanın tadı kalmamıştı. İntiharın eşiğinden döndüm. Yeni hayata başlamak üzere Türkiye'yi terk ettim.

* Şimdi de el konulan mallarınızı geri aldınız. 15 yılda sağlam kalmışlar mı?
Bunlar iyi muhafaza edilmiş sayılır. Ellerinden geleni yapmışlar. Hepsi konteyner içinde durmuş. Bir rutubet olmuş, o kadar. Mallar iyi durumda.

* Konteynerden neler çıktı?
50 küsur tablo var. 450 tablodan oluşan bir koleksiyonum vardı. Fabrikalar kapanırken gelirlerim kayboldu. Yaşamak için bunların bir kısmını satmak zorunda kaldım. Bir kısmını da devlet geldi, 'senin vergi borcun var' dedi, el koydu. Aslında öyle bir hakkı yoktu, benim borcum değildi. Anonim şirketin borcuydu. Neyse, bu elimde kalanlar, yani 50 küsur tablo benim kendi seçtiğim ve en beğendiğim, kendime sakladığım, bağlı olduğum tablolardı. Benim içlerindeki en beğendiğim ve değerli olan Türkiye'de bulunmuş Fransız ressam Vagnier'in 'Cariye' isimli Osmanlı döneminden kalma yaklaşık değeri 1 milyon TL olan bir tablo. Geri kalanlar değerli antika ev eşyaları.

* Başka neler var?
Bu eşyaların arasında Ardeko ve Arnuvo eşya koleksiyonum var. 40 sene evvel başlanmış bir koleksiyon olduğu için bugün piyasada bulunamayacak nefislikte ve nadirlikte Fransız, Alman ve Avusturya malları var. Vazo, mermer heykel, saat, 1930'dan kalma bir radyo, 1930'dan kalma bir laterna ve şık eşyalar var. Evin gümüşleri, çatal bıçakları, tabakları var. Bunların hepsi çok şık. 420 kalemin tahmini değeri 2 milyon TL civarı...

* 'Cariye' dışındaki tablolar da değerli mi?
Ben o yıllardaki ilk koleksiyonculardan biriyim. Bu yüzden her şeyin en iyisini seçebilme şansım vardı. O zamanlar, müzayede bile yoktu. Sanat eserlerini Londra'dan getiriyordum. Hatta pek çok Osmanlı eserini yurtdışından toplayıp Türkiye'ye kazandırdım. Tabii ki hepsi değerli parçalar. Erol Akyavaş, Zeki Faik, Bedri Rahmi, Nejat Devrim, Hamit Güreli, Cemal Tollu gibi sanatçıların tabloları var. Oradaki sanatçıların ikinci sınıf bir eserini asla bulamazsınız. 450 tablonun arasında Osman Hamdi'ler de vardı tabii ki ama kalmadı. Bugüne kadar onları satarak geçindim. Sanat eserlerini yıllarca toplayan ben, sonrasında tarihi eser kaçakçısı durumuna düştüm, bu bana çok koydu! Ben sadece sanat aşkı olan bir işadamıydım.

Sabah Günaydın, 13.03.2009

KÜLTÜR VARLIKLARINA 22 MİLYON LİRA HARCANDI

 

İzmir İl Özel İdaresi'nin taşınmaz kültür varlıklarının korunması için üç yılda 87 esere 22 milyon 960 bin liralık katkı sağladığı bildirildi.

 

İzmir İl Özel İdaresi Genel Sekreteri Yakup Vatan, 2005 yılında çıkan 'Taşınmaz Kültür Varlıklarının Korunmasına Ait Katkı Payına Dair Yönetmelik' gereği belediyelerden tahsil ettikleri emlak vergisinin yüzde 10'unun kesildiğini söyledi. Vatan, tahsil edilen miktarın İl Özel İdaresi tarafından açılan özel bir hesapta toplandığını vurguladı. Bu paraların belediyelerin hazırladığı projelere aktarıldığını belirten Vatan, şunları söyledi: "İzmir İl Özel İdaresi tarafından son 3 yılda 87 eserin restorasyonu için 22 milyon 960 bin liralık kaynak aktarıldı. 2008 yılında en çok katkı 2 milyon 290 bin lirayla Tire Belediyesi'ne, 1 milyon 992 bin lira ile Bergama Belediyesi'ne, 1 milyon 235 bin lira ile Torbalı Belediyesi'ne, 1 milyon 8 bin lira ile Ödemiş Belediyesi'ne ve 969 bin lirayla da Büyükşehir Belediyesi'ne sağlandı." Yakup Vatan, 2009 yılında ise 37 projenin desteklenmesine karar verildiğini belirtti.

Zaman, 13.03.2009

RESTORASYON KALDIĞI YERDEN DEVAM EDİYOR





Kış mevsimi nedeniyle restorasyon çalışmasına ara verilen Şifahiye Medresesi’nde çalışmalar yeniden başladı.

Şifahiye Medresesi ve Çifte Minareli Medresesi restorasyon şantiye şefi Tuğba Ağbaba, Şifahiye Medresesi’nde restorasyon çalışmasına tamamen kış mevsimi dolayısıyla ara verdiklerini ve baharla birlikte yeniden başladıklarını kaydederek, “Şifahiye Medresesi’nde ki restorasyona çalışmalarına işçiler paralarını alamadığı için ara verildi gibi şeyler kamuoyuna lanse edildi. Bu tamamen gerçek dışı.

Sivas’ın kış şartlarının çok ağır ve Şifahiye Medresesi restorasyona kış mevsiminde devam edilmesi kesinlikle doğru olmaz. Bizim burada taş işimiz, tuğla işimiz en önemlisi kurşun kaplama işimiz var.
Bunların hepside tamamen hava şartları ile alakalı şeyler Çünkü harç yapacaksınız harcın donmaması gerekiyor ki kurşun yaptıracaksınız işçinin güvenliği için kurşunun kaymaması gerekiyor. Restorasyona bu nedenle ara verildi ve şimdi bahar mevsimi ile birlikte yeniden başladık” dedi. Mayıs sonu veya Haziran ayı ortası gibi iki eserde de işleri toparlama aşamasına gelmeyi hedeflediğini belirten Ağbaba, yapılan restorasyon çalışmaları hakkında teknik bilgilerde verdi. Ağbaba, “Taş, tuğla ve çatı işimiz var, tuğla işimizin büyük bir kısmı bitti. Tonoz kısmı bitti, taş işine başlamıştık o devam ediyor. Tuğla kısmında onarımlarımız devam edecek.

Çatımızın yüzde 80’lik kısmı bitti kalan kısmı hava şartlarını bekliyor kurşunumuz falan hazır. Ama işçinin güvenliği için yağmur yağmayacak kar yağmayacak bir havayı bekliyoruz oda muhtemelen Nisan ayında olacak. Taş siparişlerini verdik onların komplesi hazır.  Yapının kendisi orijinal Sivas taşı olduğu için kullanıldığımız taşlar Sivas ve Yıldızeli civarındaki ocaklardan geliyor” dedi. Çifte minare için bir hafriyat çalışmamız vardı bitti diyen Ağbaba, döşeme için bir hafriyat çalışması daha yapacaklarını belirtti. Çifte minarede zaten daha önceden belirli bir kazı yapıldığı için bu alanda arkeolojik kazı yapmadık diyen Ağbaba, “Bu alanda elle toprak kazısı yaptık. Döşeme için bir hafriyat çalışması daha yapacağız. Temel duvarlarını yükselteceğiz. Duvarlarımız bir metre 20 santimetre yükseklikte olacak ve duvarların üzeri sanki devam ediyormuş hissi verecek.  Çifte minarede tamamen orijinal çini kullanılacak. Eserin üzerinde ki çininin örneği alındı, asıllarına uygun olarak Konya’dan çini getirildi.  Kesinlikle boyama değil.  Çinici arkadaşlarımız bir haftaya kadar burada olurlar. Onlarda kış şartları yüzünden gelemedi. Minarede kışı iki kat sert yaşıyorsunuz” diye konuştu.Sivas Hürdoğan, 13.03.2009

ARTEMİS TAPINAĞI'NDA KAZLAR, TAVUKLAR...

 

Selçuk'ta bulunan Artemis Tapınağı kaderine terk edilmiş durumda. Dünyanın yedi harikasından biri ve Hellenistik dönem tapınaklarının en yükseği olan Tapınak, Lydia Kralı Kroisos zamanında MÖ 560-550 tarihinde inşa edildi. Bugün önemli bir turistik merkez. Fakat yılda 1.5 milyona yakın ziyaretçinin gezdiği tarihi tapınağın etrafı koruma altında olmadığından içinde ördek, kaz, tavuk ve koyunlar otluyor. Her yıl milyonlarca turisti bölgeye taşıyan turizmciler, tapınağın içler acısı halinin düzeltilmesini istiyorlar ve "Dünya harikasına yakışmayacak şekilde tutulan Artemis Tapınağı'nda bir an önce turistlerin ilgisini çekecek bilgilendirici yönlendirme tabelaları yapılmalı. Buna göre yapılan çizimler ile bir maket hazırlanarak, ören yeri içine konmalı. Etrafı koruma altına alınmalı" diyorlar. Dünyanın 7 Harikası'nı derleyen Sidonlu Antipader, tapınağı şöyle tarif ediyor: "Artemis'in bulutlar üzerine kurulmuş evini gördüğümde, diğer tüm harikalar parlaklıklarını kaybetti ve dedim ki; işte, Olimpus'un dışında, güneş hiç bu kadar büyük bir şeye bakmadı."

Evrensel, 13.03.2009

DEPODAKİ TARİHİ ESERE 3 TUTUKLAMA

 

Manisa’nın Alaşehir İlçesi’nde, bir LPG tüpü deposundaki kazı çalışmalarında ele geçirdikleri tarihi eserleri, internet üzerinden satmaya çalışan 3 kişi yakalandı. Polis ekipleri, bir ihbar üzerine LPG tüpü ticaretiyle uğraşan A.A.’nın, oğlu M.A.A. ile arkadaşı A.R.Y.’nin Beşeylül Mahallesi’ndeki 200 metrekarelik depoda 6 ay boyunca yaptıkları kazıda ele geçirdikleri tarihi eserleri, internet üzerinden pazarlamaya çalıştıklarını belirledi. Bunun üzerine polis, zanlıları 10 gün süreyle takibe aldı. Baskında, Bizans Dönemi’ne ait, üzerinde melek, aziz ve dini tasvirlerin bulunduğu kabartmalar ele geçirildi.  Gösaltına alınan  3 zanlı tutuklandı.

Hürriyet Ege, Haber: Nurettin Doğan, 13.02.2009

ARKADAŞINI AL, MÜZEYE GEL

 

Baharın sıcak yüzünü hafiften göstermeye başladığı bugünlerde İstanbul'un iki büyük özel müzesi; İstanbul Modern ve Pera, öğrencilere indirimli ve ücretsiz giriş imkanı sunuyor.

 

Halen 'Gölgeye Övgü' sergisinin devam ettiği İstanbul Modern'i, 'Senin Arkadaşın Bizim Arkadaşımız!' başlıklı kampanyasıyla 6 Mayıs'a kadar üniversiteli iki arkadaştan biri ücretsiz ziyaret edebilecek. Kampanya kapsamında salı ve cuma günleri üniversitelerden İstanbul Modern'e ücretsiz servis imkanı sağlanacak. Boğaziçi Üniversitesi'nden başlayarak yola koyulacak servisler, Yıldız Teknik Üniversitesi, İstanbul Teknik Üniversitesi ve Haliç Üniversitesi ile sürecek ve diğer üniversitelere de hizmet verecek. Bu uygulama "Dünyadaki özel müzeler kriz ortamından etkilendiklerini söylerken, Türkiye'deki özel müzeler de aynı sıkıntının eşiğine mi geliyor?" sorusunu hatıra getiriyor. Suna ve İnan Kıraç Vakfı Pera Müzesi ise 26 Nisan'a kadar devam edecek yeni sergileri süresince çarşamba günleri öğrencileri ücretsiz ağırlayacak. Müze, 'Mekteb-i Sultani'den Galatasaray Lisesi'ne Ressamlar' ile 'Kurosawa/Desenler' sergilerini ücretsiz rehberli tur ile gezme imkanı sunuyor. Pera'daki sergiler için rehberli turlar ile ilgilenen okulların/öğrenci gruplarının müzeden randevu almaları gerekiyor.

Zaman, Haber: Musa İğrek, 13.02.2009

GUATEMALA, EL MIRADOR'DA ETKİLEYİCİ BULUNTU

 

 

Guatemala, El Mirador’da 2200 yıllık bir Maya kabartması bulundu. Bu yerleşimdeki kazılar dünyayı şaşırtmaya devam ediyor. Geçtiğimiz günlerde, Richard Hansen başkanlığında çoğu Guatemala’lı bir grup arkeolog Klasik Öncesi Döneme ait, yaklaşık MÖ 200 yıllarına tarihlenen bir yontu buldular. 

 

Buluntu Kültür ve Spor Bakanı Jeronimo Lancerio ve kazıyı destekleyen işadamlarının yer aldığı bir toplantıda basına tanıtıldı. Hansen buluntu ile ilgili açıklama yaptı. Söylediğine göre bu yontu su toplamak için inşa edilen yapılarda bulunuyor ve Maya mitolojisinin ikiz kahramanları Ixbalanque ve Hunacpú’yu yer altı dünyasını terk ederken gösteriyor. 

 

El Mirador arkeolojik yerleşimi Cuatro Balam Parkı’nın en önemli yerleşimi. Bu park ise, son yapılan düzenlemelerden sonra, dört binden fazla Maya Piramiti ile dünyanın en büyük arkeolojik parkı olacak. 

Guatemala Times, 09.03.2009

BATİS'İN KAHVESİ HAYATA DÖNÜYOR

 

 

Urla'nın İskele Mahallesi’nde tarihe tanıklık eden nadir yapılardan biri olan ve "Batis’in Kahvehanesi" olarak bilinen taş bina, ayağa kaldırılacak. Nobel Ödüllü şair Yorgo Seferis’in 7 yaşındayken önünde fotoğraf çektirdiği ve anılarında yer verdiği yapı, sahipleri tarafından aslına uygun restore ettirilecek. Çalışmaları üstlenen MŞB İnşaat’ın yönetim kurulu başkanı Mustafa Şafak, şu bilgileri verdi:

 

"Binanın kullanılabilecek, kütük ve taş gibi malzemeleri fotoğraflanarak söküldü. Bir tek, sağlam kalan cephe bırakıldı. Temel sağlamlaştırılması yapıldı, duvarlar örülmeye başlandı. Birebir aynı binayı yapıyoruz. Santim santim ilerliyoruz. 2010’un sonuna doğru tamamlamayı planlıyoruz. Üst katı, 10 odalı apart otel olarak turizme hizmet verebilir. Alt katı da Rum meyhanesi ya da kafe..."

 

Araştırmacı Ayla Savaş Bakır: "Bina, 19’uncu Yüzyıl’a ait Osmanlı liman yapılarından biri. Alt katı dükkan, üst katı ise konut olarak kullanılan yapı, kemerli yapısıyla dikkat çekiyor. Bu da bize o dönemin mimarisi hakkında önemli bilgiler veriyor. İskele Mahallesi, o yıllarda bir ticaret merkeziydi. Batis’in kahvehanesinin, bu noktada bir buluşma yeri, İskele’nin sosyal mekanı olduğunu söylebiliriz."

Milliyet, 12.03.2009

SU ALTINDA MÜZE OLMAZ DEMEYİN!

 

Granada’da bir heykeltıraş, Su Altı Heykel Müzesi projesine imza attı. 2006 yılının Mayıs ayında, Jason Taylor, Granada Turizm ve Kültür Bakanlığı’nın da desteği ile “Su Altı Heykel Müzesi” projesine başladı. Taylor’ın çalışmasını tamamlamasıyla, benzersiz bir dalış cenneti de ortaya çıkmış oldu.

Evrensel, 12.03.2009

KAVALALI'NIN TABLOLARI ÇALINDI

 

Kavalalı Mehmet Ali Paşa'nın Mısır'daki sarayından 9 tablonun çalındığı bildirildi.

 

Kültür Bakanı Faruk Hüsnü, tabloların dün sabah saatlerinde çerçevelerinden çıkarılarak çalındığını söyledi. Yağlı boya tabloların, Mehmet Ali Paşa ile ailesinin resimleri olduğu belirtildi. Mısır gazetelerinin haberinde, hırsızlıkla ilgili soruşturmanın sürdüğü duyuruldu. Osmanlı İmparatorluğu'nun Mısır valisi ve modern Mısır'ın kurucusu Kavalalı Mehmet Ali Paşa'nın sarayı, Kahire'nin kuzeyinde Nil nehri kıyısında bulunuyor.

Yeni Şafak, 12.03.2009

FATİH'İN TABLOSU RESTORE EDİLECEK


Edirne Belediye Başkanlığı, ünlü ressam Hasan Rıza'ya ait 1896 imzalı "Fatih'in Gemilerini Karadan Yürütmesi" isimli tarihi tabloyu restorasyonun yapılması için Milli Saraylar Daire Başkanlığı'na teslim etti.

 

Edirne Belediye Başkanlığı binasında bulunan 12 adet tablonun yapılan incelemeler neticesinde "Kuzular", "Deniz Manzaralı" ve "Karlı Havada Geyikler" adlı eserlerin acil müdahaleye ihtiyacı olmadığı, "Edirne Belediyesi Meclis Üyeleri", "Havuz Başında Gergef İşleyen Kızlar", "Osmanlı'nın Rumeli'ye Geçişi", "Nehirde Kayıklar", "Kızıldeniz Manzarası", "Geyikli Manzara", "Vadide Şelale", "İnsanı Kovalayan Kaplan" adlı tabloların acil müdahale gerektirmemeleri fakat restorasyona ihtiyaçları olduğu tespit edildi.

 

İlk olarak acil müdahale gerektiren ünlü ressam Hasan Rıza'ya ait 1896 imzalı "Fatih'in Gemilerini Karadan Yürütmesi" isimli tablosu, Milli Saraylar Daire Başkanlığı Tablo Restorasyon ve Konservasyon Atölyesi'ne teslim edildi.

Edirne Belediye Başkanlığı Özel Kalem Müdürlüğü'nde sergilenen tarihi tablo duvardan indirilerek Meclis Salonu'na alındı. Meclis Salonu'nda tabloyu inceleyen Milli Saraylar Daire Başkanlığı'nda görevli Araştırmacı Gülçin Gökçe ile Restoratör Derya Tanış, tablo üzerinde teknik bir çalışma yaparak tabloyu teslim aldı. Tablo Restorasyon ve Konservasyon Atölyesi'nde yapılacak restore çalışmasının 1 yılı bulabileceği belirtildi.

 

Ayrıca, müdahaleye ihtiyacı olan tablolar hazırlanacak bir iş programı doğrultusunda teslim alınarak, Tablo Restorasyon ve Konservasyon Atölyesi'nde restorasyona alınacak.

Edirne Kent Haber, 12.03.2009

SALİHLİ'DE TARİHİ ESER OPERASYONU

 

Manisa İl Jandarma Komutanlığı, Salihli İlçesi'ne bağlı Poyrazdamları beldesinde bir eve yaptığı operasyonda çok sayıda tarihi eser ele geçirdi.

 

Manisa İl Jandarma Komutanlığı'ndan yapılan açıklamaya göre, M.Ş., H.P., İ.K., T.Ç. ve A.A. isimli şahısların evlerinde arama yapıldı.

Aramada bir adet Roma dönemine ait üzerinde çelenk ve Eros figürleri bulunan mimari parça, bir adet Yunan alfabesi ile yazılmış altı satırlık Roma dönemine ait yazı, 20 adet Roma ve Bizans dönemlerine ait mimari parça, bir adet Hellenistik döneme ait taş fallus, bir adet Bizans dönemine ait büyük boy süslemeli mermer parça, bir adet Roma dönemine ait İon sütun başlığı, iki adet Bizans dönemine ait sütun, bir adet Osmanlı dönemine ait parça, bir adet Roma dönemine ait mermer küçük kaide, 3 adet Cal av tüfeği, bir adet namlu ucu şok ve anahtar, 26 adet av tüfeği fişeği ve bir adet av tüfeği fişekliği ele geçirildi.  Konuyla ilgili soruşturma başlatıldı.

Manisa Kent Haber, 12.03.2009

TARİHİ ESER KAÇAKÇILARI KISKIVRAK

 

 

Muğla İl Emniyet Müdürlüğü Kaçakçılık Şube Müdürlüğü ekipleri tarafından düzenlenen operasyonda tarihi eser satmak için Marmaris’e giden 3 şüpheli yakalandı.

 

Edinilen bilgiye göre; Muğla İl Emniyet Müdürlüğü Kaçakçılık Şube Müdürlüğü ekipleri tarafından Yalova ilinden Marmaris’e tarihi eser satmak için gelen T.P. (45), C.E. (39) ve E.Ü. (44) takibe alındı. Muğla Bölge Trafik Kavşağında ekipler tarafından alınan tedbir sonucu zanlıların üzerinde yapılan aramada 4 adet taş selindir mühür, cam damga mühür, toprak mühür, 2 adet Atina gümüş sikke, 4 adet Roma ve değişik dönemlere ait gümüş sikke, 2 adet Bizans ve Osmanlı dönemine ait bakır sikke, cam vazo, bronz sikke ve bakır madalyon ele geçirildi.

 

Gözaltına alınan zanlılar ifadelerinin alınmasının ardından; tarihi eser kaçakçılığı yaptıkları iddiası ile adli makamlara sevk edildi. Olayla ilgili soruşturma devam ediyor.

Muğla Kent Haber, 11.03.2009

MÜZENİN KARARINA KAZMA KÜREKLİ TEPKİ

 

 

Muğla’nın Bodrum İlçesi’ne bağlı Gümüşlük Beldesi’nde, belediyenin geçen nisan ayında başladığı kanalizasyon çalışmalarının tarihi dokuya zarar verebileceği gerekçesiyle Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi tarafından durdurulmasına tepkiler sürüyor.

CHP’li Belediye Başkanı Mehmet Ülküm’ün önceki gün bir saat kazma, kürekle çalışarak tepkisini göstermesinin ardından, aralarında milletvekilleri ve sanatçıların da bulunduğu 500 kişilik grup, yarım kalan kanalizasyon hattında dün kazma ve küreklerle çalışarak, tepkilerini gösterdi. İş makinelerinin çalışmasına izin verilinceye kadar her gün 50 kişi kazma kürekle çalışacak.

Eyleme katılan emekli öğretmen Zülfiye Demirtaş, 10 yıldır Gümüşlük’te yaşadığını belirterek, "En önemli hayalimizden birisi kanalizasyonun yapılmasıydı. Son zamanlarda artan aşırı nüfus ve foseptik çukurlarındaki sızıntı nedeniyle hem koku hem de deniz kirliliği yaşanmaya başlamıştı. AKP hükümetinin siyasi oyunu ile karşı karşıyayız. Haksız olan bu kararı, kazma kürekle bozacağız" dedi.

Gümüşlük Kültür ve Sanat Derneği Başkanı Yüksel Güner ise, 2004 yılına kadar beldenin altı kez deniz ve kıyılarının temizliği nedeniyle "Mavi Bayrak" ödülüne layık görüldüğünü hatırlatarak, "Ancak, kirlilik nedeniyle o yıldan sonra bir daha mavi bayrağı göremedik. Hem temiz denize hem de mavi bayrağa hasret kaldık. Kanalizasyon bitecek, Gümüşlük denizi kurtulacak, bu sezon belde rahat nefes alacak derken hiç beklenmedik bir şekilde çalışmaların durdurulduğunu öğrendik. Bu karar bizi şok etti. 40 sanatçı ile birlikte kazma kürek eyleme katıldık" diye konuştu.

Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi Müdür Vekili Bahadır Berkaya ise yapılan altyapı çalışmalarının değil, iş makinelerinin çalışmasının durdurulduğunu söyledi.

Milliyet, Haber: Yaşar Anter, 12.03.2009

TARİHİ ESER KAÇAKÇILIĞI YAPAN 14 KİŞİ YAKALANDI

 

Adana merkez ve ilçelerinde yapılan operasyonlarda tarihi eser kaçakçılığı yaptığı iddia edilen 14 kişi yakalandı.

 

Edinilen bilgiye göre, İl Jandarma Komutanlığı ekipleri, yaptıkları çalışmalarda bazı şahısların tarihi eser kaçakçılığı yaptığı bilgisine ulaştı. Ekipler Seyhan, Yüreğir, Kozan, İmamoğlu, Ceyhan ve Yumurtalık ilçelerinde 20 ayrı adrese eş zamanlı operasyon yaptı. Örgüt lideri olduğu belirlenen M.Ç. ile elemanları A.Ö., B.O., B.Ö., B.Ç., H.Ç., A.B., A.R.G., B.G., H.Ö., M.A., N.M., U.T. ve A.K. gözaltına alındı. Zanlıların ev ve işyerlerinde yapılan aramalarda 2 kurusıkı tabanca, eski dönemlere ait 189 sikke, 5 tarihi değeri bulunan kitap, 38 parça çeşitli dönemlere ait süs eşyası, eski dönemlerine ait 2 terazi, 4 metal arama detektörü ve tarihi eserlerin pazarlandığı bir fotoğraflı tarihi eser katalogu ele geçirildi.

Haberler.com, 12.03.2009

OLİMPİYAT BULUNTULARI ARASINDA 4000 YILLIK BALTA

 

Londra’da inşa edilmekte olan Olimpiyat yapılarının inşaat alanında iki yıldır sürdürülen arkeolojik çalışmaların en önemli buluntularından birisi, resimde gözüken 4000 yıllık taş balta.

Olimpiyat Köyü’ndeki 2.5 km2 lik alanda açılan 140 açma İngiltere tarihinin en büyük arkeolojik çalışması kabul ediliyor.
Bölgede, Demir Çağı’na tarihlenen mezarlara gömülmüş iskeletlerden Roma sikkelerine, Roma duvarlarından Ortaçağ ve Neolitik çanak çömleğe kadar birçok buluntuya rastlandı.

Aralarında 2. Dünya Savaşı’ndan kalma silah mevzileri ve 19. yüzyıldan kalma bir sandal gibi ilginç buluntular da mevcut.

contractjournal.com, 05.03.2009

“BUNLAR DÜNYANIN EN ESKİLERİ!”





Malatya'daki Cafer Höyük'teki kazılar sonucunda çıkartılarak Malatya Müzesi'nde sergilenen Neolitik Dönem Figürlerinin şuanda dünyada bilinen en eski küçük heykelcikler olduğu bildirildi.

Malatya Müzesi Müdürü İzzet Esen, Karakaya Baraj Gölü altında bulunan Cafer Höyük'te 1979-1986 yıları arasında yapılan kazılarda bulunan Tanrıca İnsan Figürlerinin, şuan için dünyanın bilinen en eski küçük heykelcikleri olduğunu ifade etti. Esen, Cafer Höyük'ün hem Anadolu ve hem de Malatya arkeolojisi için son derece önemli olduğunu belirterek, ana tanrıca yada insan figürünün ilk örnekleri diyebilecekleri örneklerin Cafer Höyükte bulunduğunu kaydetti.

Esen, Malatya Müzesi'ndeki 4'lu gruptaki heykelciklerin hem Anadolu'nun ve hem de dünyanın çok minik eserleri arasında yer aldığını ifade etti. Esen, bu heykellerin bir erkek, 3 kadın figüründen oluştuğunu aktardı.

Heykel grubunun özelikle 8 bin yıl önce kadın anatomisi üzerindeki etkiyi de aktardığını belirten Malatya Müzesi Müdürü İzzet Esen, "Bugün için bu eserlerin Dünyada örnekleri yoktur" dedi.
Malatya Haber, 11.03.2009

ANTİK ÇAĞ’IN SESLERİ YENİDEN ÜRETİLDİ

 

Sesleri en son Antik Yunan Çağı’nda duyulan enstrümanlar bir grup bilimadamı tarafından yeniden yaratıldı.

 

Geçtiğimiz hafta İtalya’da yapılan bir konferansta görüntüsü ve tınısı itibariyle arpı andıran epigonion’un ilk kez 2 bin yıldan uzun süre önce çalındığı ifade edildi. The Times gazetesine konuşan proje yetkilisi mühendis Domenico Vicinanza, epigonion için, “Enstrümanın sesi keskin, parlak ve metalik” yorumunu yaptı. Vicinanza sözlerine şöyle devam etti. “Epigonion, Barok ve Ortaçağ müziği yapan toplulukların rahatlıkla kullanabileceği bir enstrüman. Gerek yaylı, gerekse nefesli çalgılarla uyumu harika.”

Modern arp ve santura benzer bir enstrüman olan epigonion’un Yunanlı hatip ve dilbilimci Athenaeus’un MS 189 tarihli bir eserinde adı geçiyor. Tarihçiler epigonion’un Yunanistan’ın Epir bölgesinde yaşayan Epigonus adlı müzisyen tarafından keşfedildiğini düşünüyorlar.

Bilimadamları, karmaşık bir enstrüman olan epignondan önce ünlü Yunanlı matematikçi ve bilimadamı Pythagoras’ın da çaldığı bilinen monochord’un sesini bilgisayar yardımıyla yeniden yarattılar.
Söz konusu enstrümanların sesi bilgisayar yardımıyla canlandırılmadan önce, arkeolog, mühendis ve tarihçiler enstrümanların şekli ve yapıldığı madde hakkında araştırmalar yaptılar. Bu araştırmalar neticesinde elde edilen veriler, sesin yeniden canlandırılmasında kullanıldı. Geçen hafta İtalya’da konu hakkında yapılan konferansta, elektronik klavye yardımıyla antik enstrümanların sesi insanlara dinletildi.

Bugüne kadar, bu projeyi hayata geçirmeye uygun bilgisayarlar, süreci idare etmekte yetersiz kaldı. Ancak Cenevre’de üretilen Grid adlı yeni bir bilgisayar, enstrüman projesi için kullanılıyor.
Gelecekte Antik Dönem’de kullanılan başka enstrümanların sesinin de bilgisayar yardımıyla canlandırılması planlanıyor. Bunlar arasında trompet benzeri bir enstrüman olan salpinx ve lirin bir türü olan kithara da yer alıyor. Sesleri hayata döndürülen bu enstrümanlarla konserler düzenlemek de planlar arasında yer alıyor.

Taraf, 11.03.2009

3500 YILLIK
MÜCEVHER TAKIMI  

 

Mısır'ın Luksor şehri yeni bir keşfe ev sahipliği yaptı. İspanyol arkeologlardan oluşan bir ekip 18'nci hanedanlığa mensup Kraliçe Hatshepsut dönemine ait 5 altın küpe ve 2 altın yüzük buldu.

MÖ 1479-1458 yılları arasında ülkeyi yöneten Kraliçe Hatshepsut ülkenin en güçlü kraliçeleri arasında gösteriliyordu.

Sabah, 11.03.2009

MÜZE SATIŞ NOKTALARI İHALESİ ERTELENDİ





Kültür ve Turizm Bakanlığı Müze ve Ören Yerleri Satış Alanları ve Ticari Faaliyetlerin Yönetimi, Yürütülmesi, Geliştirilmesi, Ürün ve Hizmet Tedariki İhalesi 4 Mayıs 2009 tarihine ertelendi. Daha önce 23 Mart 2009 tarihinde gerçekleştirileceği ilan edilen ihale, hazırlık için ek süre talepleri dikkate alınarak 4 Mayıs 2009 Pazartesi tarihinde gerçekleştirilecek.

 

ihaleye yabancı firmalar da katılabilecek, ancak satış alanlarında yerli ürünler satılacak. İhale sonucunda 56 müze ve örenyerine yapılacak satış alanları blok halinde tek firmaya verilecek ve sözleşme süresi 8 yıl olacak.

 

Bu özelleştirme ile DÖSİMM'in şu anki  birkaç milyon TL gibi düşük olan gelirlerinin yükseltilmesi hedefleniyor.

 

Şu anda sadece 9 müze ve örenyerinde DÖSİMM satış noktası bulunuyor.

Turizm Habercisi, 11.03.2009

KAÇAKÇILARA DARBE

 

 

Adıyaman'da jandarmanın düzenlediği operasyonda 2 kardeş, Roma ve Bizans dönemine ait 804 eserle birlikte yakalandı.

Edinilen bilgiye göre, yaptıkları istihbari çalışmalar neticesinde 2 kişinin ellerindeki tarihi eserleri satmak istediklerini belirleyen Jandarma Kaçakçılık ve Organize Suçlar Şubesi ekipleri harekete geçti. Adıyaman'ın Samsat İlçesi Uzuntepe Köyünde bulunan iki kardeşle alıcı kılığında irtibata geçen jandarma ekipleri, şahıslarla buluşarak pazarlık yaptı. Tarihi eserlerin teslimatı sırasında operasyon düzenlendi. Operasyonda İ.E. ve kardeşi O.E. ellerindeki tarihi eserlerle kıskıvrak yakalandı.

Şahısların üzerinde ve evlerinde yapılan aramada 74 adet değişik obje, 45 adet kolye ucu, 4 adet mızrak ucu ile 681 adet sikke olmak üzere toplam 804 adet tarihi eser ele geçirildi. Aramalarda ayrıca 4'ü metal detektörü olmak üzere toplam 5 detektör bulundu.

Yakalanan eserlerin Roma ve Bizans dönemine ait olduğu belirtilirken, çok önemli objelerin bulunduğu bildirildi. İ.E. ve O.E. gözaltına alınırken, olayla ilgili soruşturma devam ediyor.

Adıyaman Kent Haber, 10.03.2009

MISIR'DA SOYLU BİR KADIN MEZARI

 

Arkeologların açıkladığına göre geçen hafta Kahire güneyinde Sakkara’da 27x10 m ölçülerinde bir mezar kompleksinde MÖ 13. yüzyılda hüküm sürmüş firavun 2. Ramses’in torunu Isisnofret’in mezarı bulundu. 1991 yılından bu yana bölgede kazı yapan Japon Waseda Üniversitesi arkeologlarının bildirdiğine göre, yapıda anıtsal bir giriş koridoru, sütunlu bir avlu ve üç kült şapelli bir yan salon bulunmakta. Yeni Krallık Dönemi’nde, ölenin ailesinin bayramlarda ve özel günlerde kullanmaları için kült şapelleri inşa edilmesi geleneği vardı. Burada ölenin yakınları hem yemek yerler, hem de ölüye yemek sunarlardı. 

 

Her ne kadar Isisnofret'in mezarı, biraz da soygunlar dolayısıyla, harabe halinde ise de arkeologlar şapellerde günlük hayatı gösteren süsleme ve hiyeroglifler buldular. Waseda Üniversitesi’nin ilk raporuna göre mezar odasında ise, oldukça bozulmuş durumda üç mumya ve bunların içine konduğu kireçtaşı bir lahit var. Lahitte iç, ahşap tabut yoktu ve tek mezarda neden üç mumya bulunduğu henüz bilinmiyor. 

National Geographic News, Haber: Andrew Bossone, 06.03.2009

EĞİK MİNARE TEHLİKE OLUŞTURMUYOR





Sivas'ta 1 yıl boyunca uydudan izlenen Anadolu'nun en eski camilerinden biri olan Sivas Ulu Cami'nin eğik minaresinin ''tehlike oluşturmadığı'' belirlendi.

 

Sivas Vakıflar Bölge Müdürlüğünce eğik minarenin hareketliliği, camiye yerleştirilen uydu izleme cihazıyla 1 yıl boyunca uydudan takip edildi. Çatlaklık, eğim, rüzgar ve ısı sensörleri konulan eğik minarede yapılan izlemede, eğilikliğin yanı sıra camide oluşan rutubet, sıcaklık, nem ve toprak hareketliliği de araştırıldı.

Alemden kaideye göre 116 santimetre eğik olan ve birkaç defa yıldırım isabet etmesi nedeniyle kıymetli süslemelerin bulunduğu gövdesi boydan boya yıpranan minarenin eğikliğindeki hareketliliğin nedenleri bir yıl boyunca yapılan izlemenin ardından rapor haline getirildi.

Uydu izleme cihazından çıkan sonuçlar, izlemeyi yapan firma tarafından Vakıflar Bölge Müdürlüğüne sunuldu. Raporlarda mart ve nisan aylarında minarede çok düşük derecede eğim tespit edildiği belirlenirken, daha sonraki aylarda bu eğimlerin yeniden yerine geldiği görüldü.

Yaşanan hareketliliğin mevsimsel olduğu, bu durumun yer altı sularındaki yükselmeden kaynaklanabileceği ifade edildi. Yapılan izlemeler sonrasında çıkan raporda, şu an için minarenin eğikliğinin ''hayati tehlike'' oluşturmadığı da ifade edildi.

Vakıflar Bölge Müdürlüğü yetkilileri, bir yıl boyunca süren izleme raporu sonuçlarını bu ay içerisinde toplanacak Sivas Tabiat Varlıklarını Koruma Kuruluna sunacak. Kurulun toplantıda vereceği karara göre caminin eğik minaresinde yapılacak çalışmalara karar verilecek. Bu arada eğik minarenin uydudan izlenmesine devam edileceği, çıkan sonuçların değerlendirmeye alınacağı kaydedildi.

Kaynaklara göre, ender görülen mimari yapısının yanı sıra minaresinin eğikliğiyle de dikkat çeken Ulu Cami, Anadolu'nun en eski camilerinden biri olarak biliniyor.

Danişmentli mimarisi özelliğini taşıyan Sivas Ulu Cami, kubbe fikrinin henüz gelişmediği dönemde, 1196-1197 yıllarında, Kızılarslan Bin İbrahim tarafından yaptırıldı. 1. İzzettin Keykavus Döneminde 1212 yılında onarılan caminin, avlusuna 3 yönden girişi bulunan, düz damlı, dikdörtgen planlı, kufe tipli cami sınıfının ender örneklerinden olarak gösteriliyor.

İç Anadolu'nun en büyük camilerinden biri olan Sivas Ulu Cami'nin 116 basamakla çıkılan silindirik gövdeli minaresinin, kendi eksenine göre 25 derece eğik olduğu biliniyor. Alemden kaideye göre eğik olan ve birkaç defa yıldırım isabet etmesi nedeniyle kıymetli süslemelerin bulunduğu gövdesi boydan boya yıpranan caminin minaresindeki eğikliğin araştırılması için Sivas Vakıflar Bölge Müdürlüğünce çalışma başlatılmıştı.

Sabah, 10.03.2009

SHAKESPEARE PORTRESİ SANATSEVERLERİ HEYECANLANDIRDI

 

Ünlü İngiliz edebiyatçı William Shakespeare’in hayattayken yapılan tek portresi olduğu sanılan bir tablo, İngiltere’nin başkenti Londra’da özel bir koleksiyonda bulundu.

Yüz yıllardır Cobbe ailesi tarafından muhafaza edilen tablonun 1610’da, Shakespeare’in ölümünden altı yıl önce yapıldığı sanılıyor. Tablonun bir sanat restoratörü olan Alec Cobbe’ye miras kaldığı belirtildi.

Shakespeare Vakfı Başkanı Stanley Wells, "Bu tablonun Shakespeare’in portresi olduğunun saptanması önemli bir tarihi gelişmedir. Bu yeni portre, yüksek kaliteye sahiptir" ifadesini kullandı.


Yeni portrenin, Shakespeare’in doğum günü olduğu sanılan 23 Nisan’da, doğduğu yer olan Stratford-upon-Avon’da açılışı yapılacak bir sergide sanatseverlerle buluşacağı belirtiliyor.

Radikal, 10.03.2009

İSTANBUL'UN SEMT İSİMLERİ NERDEN GELİYOR? 

 

İstanbul'un semt isimlerinin anlamı nedir? Bu isimlerin hikayeleri neye dayanıyor? İşte tüm ayrıntıları ile İstanbul.

 

Aksaray: Fatih'in sadrazamı İshak Paşa, İç Anadolu Bölgesi'ndeki Aksaray'ı ele geçirdikten sonra orada yaşayan bölge insanlarını bugünkü Aksaray semtinin bulunduğu yere gönderir. Aksaraylılar da semte adlarını verirler.

Ahırkapı: Marmara Denizi'nin kıyısında yer alan yedi ahır kapısından birisi olan bu semte, Padişah atlarının bulunduğu has ahırın yanında yer aldığı için Ahırkapı ismi verildi.

Bağlarbaşı: Semt, en ünlü bağ ve bahçelerin bir dönem burada yer almasından dolayı bu adla anılıyor.

Bebek: Semtin isminin nereden geldiği konusunda iki rivayet bulunuyor. Bunlardan ilki, Fatih Sultan Mehmet'in bölgeyi koruması için gönderdiği bölükbaşının Bebek lakaplı olması. Diğeri ise padişahın semtteki bahçesinde gezerken yılan görüp korkan şehzadesine bebek demesi ve bundan sonra bahçesinin bebek bahçesi olarak anılması.

Beşiktaş: İlk görüş, semtin ismini Barbaros Hayrettin Paşa'nın gemilerini bağlamak için diktirdiği beş taştan aldığı yönünde. Diğeri ise bir papazın burada yaptığı kiliseye Kudüs'ten getirdiği beşik taşını koyduğu ve ismin buradan geldiği yönünde.

Beyazıt: Sultan II. Beyazıt'ın buraya kendi ismiyle anılacak bir külliye yaptırmasından sonra semt, Beyazıt olarak anılmaya başladı.

Beyoğlu: Semtin isminin nerden geldiği konusunda çeşitli rivayetler bulunuyor. Bunlardan ilkine göre, İslamiyet'i kabul edip burada oturmaya başlayan Pontus Prensinden adını alıyor semt. Diğerine göreyse, 'Bey Oğlu' diye anılan Venedik Prensinin burada oturmasından geliyor semtin adı. Son bir rivayet de, burada oturan Venedik elçisine, yazışmalarda, "Beyoğlu" diye hitap edilmesinden semtin bu adla anıldığını söylüyor.

Bakırköy: Bizanslıların 'Makri Hori' dedikleri semt, 14. yüzyılda Osmanlıların eline geçince 'Makriköy' adını aldı. 1925'te ulusal sınırlar içindeki yabancı kökenli adların değiştirilmesi sırasında Atatürk'ün isteğiyle semt Bakırköy adını aldı.

Bostancı: Semt, adını eskiden her türlü meyve ve sebzenin yetiştirildiği bostanlardan biri olmasından alıyor.

Çemberlitaş: Bizans'ın en önemli meydanlarından Constantinus Forumu'nun bulunduğu yerdeki büyük sütunlardan birisi olan Çemberlitaş, semte adını verdi.

Çengelköy: Eskiden gemi çapaları bu köyde yapıldığı için isminin buradan geldiği tahmin ediliyor.

Eminönü: Osmanlı döneminde çarşıdaki esnafı denetleme yetkisi 'Emin'lere aitti. Semt, adını burada bulunan 'Gümrük Eminliği'nden alıyor.

Feriköy: Semt adını Sultan Abdülmecit ve Abdülaziz dönemlerinde yaşayan Madam Feri'den alıyor. Bölgede bulunan geniş topraklar padişah tarafından Madam Feri'nin eşine bağışlanmıştı. Ama eşi ölünce semt onun ismiyle anılmaya başlandı.

Galata: Gala, Rumca da "süt" anlamına geliyor. Bir rivayete göre Galata'nın adı semtteki süthanelere gönderme yapılarak türetildi. Başka bir görüşe göre ise İtalyanca 'denize inen yol' anlamına gelen 'galata' kelimesi düşünülerek bu isim verildi.

Okmeydanı: Fetih Ordusu kuşatmanın bir kısmını burada kurulan karargahta geçirmiş. Semtin ismi de böylelikle Okmeydanı olarak kalmış.

Şişli: Şiş yapımıyla uğraşan ve Şişçiler diye anılan bir ailenin burada bir konağı olduğu ve 'Şişçilerin Konağı'nın zamanla değişikliğe uğrayarak 'Şişlilerin Konağı' haline gelmesiyle semtin adının Şişli olarak kaldığı anlatılıyor.

Şaşkınbakkal: Henüz yerleşimin olmadığı dönemlerde yaz günleri denizden yararlanmak için bölgeye gelenlere bir bakkal dükkanı açıldığını görenler, burada iş yapılmayacağını düşünerek bakkala "şaşkın bakkal" yakıştırması yaptılar. Bundan sonra da semt Şaşkınbakkal olarak anılmaya başlandı.

Sütlüce: Bugün Sütlüce semtinin olduğu yerde Süt Menbat isimli bir Rum köyü vardı. Köyün bir köşesindeki bakır bir kadın heykelinin memelerinden su akar; bu suyun, kadınların sütünü çoğalttığına inanılırdı. Bundan dolayı semt, Sütlüce olarak anılır oldu.

Tahtakale: Sözlük anlamı 'kale altı' olan Taht-el-kale'nin bozulmasıyla Tahtakale'ye dönüşen semtin, Mercan ya da Beyazıt dolaylarındaki eski sur benzeri yapının aşağı kotunda yer aldığı için bu ismi aldığı tahmin ediliyor.

Taksim: Osmanlı zamanında sucuların; suyu, halka taksim ettikleri yer, Taksim olarak anılmaya başlandı.

Teşvikiye: Sultan Abdülmecit'in bir mahalle kurulması için teşvikte bulunduğu semtin adı Teşvikiye olarak kaldı. Bu durumu, Harbiye Karakolu ile Rumeli ve Valikonağı Caddelerinin kesiştiği kavşakta bulunan iki taş belgeleliyor.

Unkapanı: Bazı satış yerlerinde Arapça'da 'Kabban' adını taşıyan büyük teraziler bulunduğundan, buraları Kapan adını taşırdı. Sahiline buğday ve arpa yüklü gemiler demirlediğinden, semt bu adı aldı.

Üsküdar: Bizans devrinde, Skutari denilen asker kışlaları, şehrin bu yakasında yer aldığı için semt Skutarion diye anılıyordu. Bu isim zamanla Üsküdar'a dönüştü.

 

9 Dilde İstanbul
İstanbul'un pek çok dilde çok farklı isimleri bulunuyor.

Grekçe: Vizantion

Latince: Bizantium, Antoninya, Alma Roma, Nova Roma

Rumca: Konstantinopolis, İstinpolin, Megali Polis, Kalipolis

Slavca: Çargrad, Konstantingrad

Vikingce: Miklagord

Ermenice: Vizant, Stimbol, Esdambol, Eskomboli

Arapça: Bizantiya, el-Mahsura, Kustantina el-uzma

Selçuklular zamanında: Konstantiniyye, Mahrusa-i Konstantiniyye, Stambul

Osmanlıca: Dersaadet, Deraliyye, Mahrusa-i Saltanat, İstanbul, İslambol, Darü's-saltanat-ı Aliyye, Asitane-i Aliyye, Darü'l-Hilafetü'l Aliye, Payitaht-ı Saltanat, Dergah-ı Mualla, Südde-i Saadet

Zaman, 10.03.2009

TOKİ KÜLTÜR VARLIKLARI İÇİN KREDİ BAŞVURULARI 16 MART'TA 

 

Toplu Konut İdaresi (TOKİ) tarafından taşınmaz kültür varlıklarının restorasyonu amacıyla, 10 yıl vadeli, 80 bin liraya kadar, yıllık yüzde 4 faiz ile kullandırılan krediden yararlanmak için başvuru süresi 16 Mart'ta başlıyor.

 

TOKİ'den verilen bilgiye göre, bu krediden yararlanmak isteyenler, 1 Mayıs'a kadar gerekli belgeler ile TOKİ'ye doğrudan başvurabilecekler veya gerekli belgeleri posta yolu ile iletebilecek. Yapılacak incelemeden sonra, kredi kullandırılacak projeler belirlenecek. Söz konusu uygulama kapsamında bugüne kadar 158 projeye 11 milyon 811,7 bin lira kredi tahsis edilirken, şimdiye kadar 78 projeye 7 milyon 690,2 bin lira kredi kullandırıldı.

 

Açıklamaya göre, 2863 Sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu uyarınca, TOKİ kredilerinin en az yüzde 10'u kadar, tescilli taşınmaz kültür varlıklarının bakımı, onarımı ve restorasyonu için kredi kullandırılıyor. Bu kapsamda, özel hukuka tabi gerçek ve tüzel kişiler, mülkiyetlerinde bulunan korunması gerekli tescilli taşınmaz kültür varlıklarının bakımı, onarımı ve restorasyonu için, bu yıl 16 Mart-1 Mayıs günleri arasında kredi başvurusunda bulunabilecek. TOKİ, her bir proje için, keşif özetinin yüzde 70'ine kadar ve en fazla 80 bin lira olmak üzere kredi kullandırabilecek. Söz konusu projeler için , 2007 ve 2008 yıllarında da 80 bin liralık azami limit uygulanmıştı.

 

Bu kapsamda TOKİ, 2005 yılında 16, 2006 yılında 51, 2007 yılında 35, 2008 yılında 56 olmak üzere toplam 158 projeye 11 milyon 811,7 bin lira kredi tahsis etti. Bu projelerden 78'i ise tamamlandı ve şimdiye kadar tahsis edilen kredinin 7 milyon 690,2 bin liralık bölümü kullanıldı. Krediler ile İstanbul, Ankara, Bursa, Gaziantep, Hatay, Bartın, Çanakkale, Uşak, Kastamonu, Trabzon, Giresun, Safranbolu, Kalecik, Bergama, Ürgüp, Taraklı, Bolaman, Bandırma, İnebolu, Alanya, Osmaneli ilçelerinde bir çok tarihi ev ve yapının onarımı sağlandı.

 

Mülkiyetindeki tescilli taşınmaz kültür varlığının bakım, onarım ve restorasyonunu yaptırmak isteyen gayrimenkul sahiplerinden başvuru sırasında, "eserin, Taşınmaz Kültür ve Tabiat Varlıkları Bölge Kurulu tarafından onaylanmış rölöve ve restorasyon projeleri ile restorasyon raporu, onaylı projeye göre düzenlenmiş keşif raporu, iş programı, arsanın ve binanın durumunu gösteren, 1/200 veya 1/500 ölçekli belediye onaylı vaziyet planı, tapu örneği, çaplı tasarruf vesikası" isteniyor.

İdare, projenin keşif bedelinin en fazla yüzde 70;i kadar kredi kullandırıyor ve bu tutar 80 bin lirayı geçemiyor. Taşınmaz kültür varlığı için verilecek kredi miktarının yüzde 15;i bankaca gerekli teminatlar alındıktan sonra avans olarak ödeniyor.

Dünya, 10.03.2009

AÇILIŞI İKİ DEFA YAPILAN MÜZE İDEOLOJİ KURBANI MI

 

Topkapı Fetih Parkı'ndaki Türkiye'nin ilk panoramik müzesi, "Panorama 1453 Tarih Müzesi" beş hafta içinde iki kez açıldı. İlk açılışı Başbakan Erdoğan yaparken, Egemen Bağış ve Kadir Topbaş her ikisine de katıldı. Büyük harcamalara mal olan müzede sergilenen pek çok eserin maddi hatalar içerdiği iddia edildi.

 

Türkiye'nin ilk panoramik müzesi olarak 31 Ocak'ta Başbakan Tayyip Erdoğan'ın da katıldığı törenle açılan "Panorama 1453 Tarih Müzesi" beş hafta sonra yeniden açıldı. 7 Mart Cumartesi günü yapılan açılışta Başbakan Erdoğan yoktu ama ilk açılışta bulunan Devlet Bakanı Egemen Bağış ve Kadir Topbaş yine oradaydı. Topbaş, ikinci açılışta yaptığı konuşmada Panorama 1453 Tarih Müzesi'nin bugüne kadar Zeytinburnu'na yapılan en büyük yatırım olduğunu belirterek, "Müze ile Zeytinburnu yeniden vizyon ve misyon kazanmıştır. Burası fethin yaşandığı bölge olarak bütün dünyada hem daha çok tanınacak hem de ilgi görecektir" dedi.

 

Ancak, yayın hayatına geçtiğimiz ay başlayan NTV Tarih Dergisi'nin Mart sayısında, Müze'de sergilenen eserlerde pek çok maddi hata bulunduğu iddia edildi. Faruk Pekin imzalı 'Hamaset İstanbul'u Fethetti' başlıklı yazıda, müzenin 'savaşçı fetih ruhunu' öne çıkarmak adına ideolojik ve dinsel yönlendirmelere esir edildiği savunuluyor. Yazıya göre, aşağıda sıralanan maddi hatalar ciddi bir araştırmanın yapılmadığını gösteriyor.

 

Makaslar bile aynı!
İki resimdeki her şey ve herkes o kadar benziyor ki, insan 'Makaslar bile aynı!' demekten kendini alamıyor.

Öyle bir sütun yok
İstanbul surlarında kartallı bir sütunun varlığı bilinmez. 'Yılanla savaşan kartal'ın neyi temsil ettiği de meçhul.

Giyim çok modern
Kürklü askerlerin kıyafetleri çok modern. Kırmızı başlık üzerine sarılan beyaz sarıklar, Fatih devri kıyafeti değil.

Hendekler eksik
Theodosius'un surlarının önündeki hendek unutulmuş. Ayrıca sur mimarisinde müzede yer alan resimdeki gibi bir kubbe olamaz.

Uydurma çeşme
Bizanslılar şehirde genellikle kuyu ve sarnıç kullanıyorlardı. Fotoğrafta görülen yılanlı ve kartal motifli çeşmenin 'uydurulmuş' olduğu anlaşılıyor.

Hürriyet, Haber: Ardıç Aytalar – Elem  Tuğçe Oktay, 10.03.2009

ANADOLU KÖKENLİ ESERLERE AVUSTURYA EL KOYDU

 


Avusturya'da, Anadolu kökenli kandil ve sikke, bir Türk vatandaşı tarafından Innsbruck kentindeki bir müzeye satmaya çalışılırken ele geçirildi. Bir Avusturya vatandaşı da el yazması Kur'an-ı Kerim yapraklarını Türkiye'ye hediye etti.


Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürü Orhan Düzgün, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Avusturya'da Türkiye'ye ait bir kandil ve sikkenin bulunduğunu söyledi. Eserlerin herhangi bir müzeden çalıntı olmadığını belirten Düzgün, ancak Türkiye'den kaçıldığı için iadesini istediklerini bildirdi.

Düzgün'ün verdiği bilgiye göre, Avusturya'nın Innsbruck kentindeki "Tyrol Museum Landesmuseum Ferdinandeum" adlı müzeye H.Ö adlı bir Türk vatandaşı bir adet kandil ve bir adet sikkeyi para karşılığı vermek için götürdü.

Kişinin, İzmir'de bularak Avusturya'ya kaçak yollarla getirdiğini söylemesi üzerine Avusturyalı yetkililer eserlere el koydu. Türkiye de bu iki eserin iadesini istedi.

Düzgün, ayrıca, Nişan Bagos Aşçiyan isimli bir Avusturya vatandaşının Türkiye'ye el yazması Kur'an yapraklarını hediye ettiğini bildirdi. Aşçiyan tarafından bağışlanan eserin Salzburg Başkonsolosluğu tarafından alındığını anlatan Düzgün, Kur'an yapraklarının Anadolu Medeniyetleri Müzesi'ne gönderildiğini kaydetti.

Cnn Türk, 10.03.2009

KAÇAKÇILIK DİZ BOYU

 

Aralarında Bolu’nun da olduğu Çorum merkezli 4 ilde gerçekleştirilen tarihi eser kaçakçılığı operasyonunda, aralarında 1 astsubay, 1 gardiyan ve bir belediye memurunun da bulunduğu toplam 21 kişi gözaltına alındı.

 

Çorum İl Jandarma Komutanlığı'na bağlı ekipler, 6 aydır süren takip sonucunda önceki gün sabaha karşı Çorum, Çankırı, Yozgat, Bolu ile Çorum'un İskilip ve Osmancık İlçelerinde eş zamanlı operasyon düzenledi. Operasyonlarda Çorum Seydim Beldesi Jandarma Karakol Komutanlığı'nda görevli bir astsubay, Çorum L Tipi Kapalı Cezaevi'nde görevli bir gardiyan ve Çankırı Belediyesi'nde çalışan bir memurun da aralarında bulunduğu toplam 21 kişi gözaltına alındı. Operasyonlarda aralarında Roma ve Bizans dönemine ait eserlerin de bulunduğu çok sayıda tarihi eser ele geçirildiği, zanlıların tarihi eser kaçakçılığı ve kaçak kazı yapmakla suçlandığı öğrenildi. Olayla ilgili soruşturma sürdürülüyor.

Bolunun Sesi, 10.03.2009

KAÇAK KAZIDA ŞARAP TANRIÇASINI BULDULAR

 

Manisa Müzesi yetkilileri, Hellenistik döneme ait olduğunu belirledikleri mozaiğin Alaşehir'de bugüne kadar gün ışığına çıkarılan en değerli eser olduğunu belirtti. Olayla ilgili 3 kişi yakalandı

Manisa'nın Alaşehir İlçesi’nde kaçak kazı yaptıkları öne sürülen 3 kişi yakalandı. Bir ihbarı değerlendiren güvenlik güçleri, Beşeylül Mahallesi Asri Mezarlık yolunda tüp deposu olarak kullanılan arsada izinsiz kazı yapan A.A. ile oğlu M.A.A ve A.R.Y'yi gözaltına aldı.

Güvenlik güçleri, kaçak kazıda ortaya çıkarılan ve üzerinde şarap tanrıçası Dionysos tasviri ile çeşitli tanrıça figürleri bulunan tarihi mozaiğe el koydu. Manisa Müzesi yetkilileri, Hellenistik döneme ait olduğunu belirledikleri mozaiğin Alaşehir'de bugüne kadar gün ışığına çıkarılan en değerli eser olduğunu belirtti. Zanlılar, emniyetteki işlemlerinin ardından çıkarıldıkları mahkemece tutuklandı.

Haber Ekspres, 10.03.2009

“AKM AYASOFYA DEĞİL” 

 

2010 İstanbul Avrupa Kültür Başkenti projesi sıkıntılı günler yaşıyor. Bu sıkıntı, organizasyonun yürütme kurulu başkanı Nuri Çolakoğlu'nun "istifa etti, edecek" haberleriyle gün yüzüne çıkmış durumda.

 

Bu ölçekte bir projeyi gerçekleştirmenin zorluğu bir yana, 2010 İstanbul Avrupa Kültür Başkenti Ajansı son yıllarda "yıkılacak mı, yenilenecek mi" tartışmasına sahne olan Taksim'deki Atatürk Kültür Merkezi'nin sorumluluğunu da üstlendi. Özgün projesi Mimar Hayati Tabanlıoğlu tarafından yapılan ve 1969'da açılan İstanbul'un bu sembol yapısının yenileme projesi oğlu Murat Tabanlıoğlu'nun yönetimindeki Tabanlıoğlu Mimarlık tarafından karşılıksız üstlenildi.

 

Ancak Murat Tabanlıoğlu'nun deyimiyle, şirketinin üstendiği bu mesuliyet, defalarca duyurulmasına rağmen yapının yenilenme inşaatına başlanmasını sağlayamadı. Öyle ki Nuri Çolakoğlu, avan (ön) projenin basına tanıtıldığı 22 Ekim 2008'de "AKM'nin yenilenerek yüzakı bir proje olarak tekrar kullanıma açılması için önlerinde 10 ay gibi kısa bir süre olduğunu" söylüyordu. Çokaloğlu'nun duyurusu üzeriden yaklaşık beş ay geçti. Çok merak edilen, sanat çevrelerinin sabırsızlıkla beklediği yenileme henüz başlamadı.

 

Nuri Çolakoğlu'nun verdiği tarih doğru ise, AKM'de gerçekleşecek inşaatın sadece beş ayda tamamlanması gerekiyor. Diğer taraftan proje henüz Bayındırlık Bakanlığı ve Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu tarafından onaylanmış değil. Görünen o ki bu onaylar en iyi ihtimalle bir iki aylık gecikmeye daha neden olacak.

 

AKM'nin yenilenme projesini, konunun ilk muhatabı Mimar Murat Tabanlıoğlu ile konuştuk.

 

Atatürk Kültür Merkezi (AKM) işlevi ve kent içindeki konumu nedeniyle önemsenen bir yapı. Bir önceki kültür ve turizm bakanının yıkılma olasılığının dile getirmesinden itibaren de çok tartışılıyor. Siz, 2010 kapmasında bir yenileme projesi ortaya koydunuz. Ancak süre çok azaldı. Kalan zamanda sürede projenin taviz vermeden uygulanması mümkün mü?
AKM bir kamu binası ve Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın yönetiminde. Yenilenme ihtiyacı sadece son iki yılda değil, uzun yıllardır söz konusu. Örneğin biz, bu yönde ilk önerimizi 15 yıl önce, İstemihan Talay döneminde sunmuştuk. Sonra 2010 komitesi bildiğiniz bir kararla AKM'nin yeniden projelendirilmesini üstlendi.

 

Ertuğrul Günay'ın girişimi ile galiba...

Evet. Bakanlık binanın yıkılmasının yerine restore edilmesi veya renove edilmesi, değiştirilmesi kararı veriliyor. İki aşaması var: Projenin ortaya çıkması ve bu projenin bir müteahhit tarafından uygulanması. Proje, var olan yapıda belli şeylerin düzeltilmesi şeklinde yapılabilirdi. Ama köklü bir değişime karar verdik. Bakanlık da böyle istedi. Çünkü yapının ihtiyaçları görmemezlikten gelinseydi aynı problemler kısa süre sonra tekrar ortaya çıkacaktı.

 

Binanın yeni deprem yönetmeliklerine göre statik güçlendirilmesinden, içindeki sahne tekniğinden, izolasyonundan, akustiğinden, arkadaki prova salonlarının, soyunma odalarının değişmesinden, bugünün teknolojisine getirilmesine kadar her şey bu projenin içinde.

Bugün AKM projesiyle ilgili görüşmeler için Ankara'daydım. Çünkü kamu binalarının Bayındırlık Bakanlığı'nın yönetmeliklerine göre yapılması gerekiyor. Bu bakanlığın mühendislerinin mimarların, bizim projemize onay vermesi gerektiği anlamına geliyor. Bir de bu bina birinci derecede kültür varlığı olduğu için projenin bölge kültür ve tabiat varlıkları koruma kurulu tarafından onaylanması lazım. Yani önümüzdeki ay içinde bakanlık onaylarsa, proje koruma kurulana gidecek ve sonrasında da uygulama için ihaleye çıkarılacak.

 

Siz projeyi Ekim 2008'de teslim etmişsiniz. Bayındırlık Bakanlığı projeyi ilk kez mi görüyor?

Hayır. Ekim'de sunduğumuz avan projeydi. Binanın avan projesi kabul edildi, koruma kurulu da onayladı. Bugün sunduğumuz uygulama projesiydi. Sadece mimari statik değil mekanik, elektrik, sahne tekniği, akustik, peyzaj gibi detayları içeriyor. Çünkü bu yapılmadan ihaleye çıkılamıyor devlet binası olduğu için.

 

Koruma kurulu başkanı Prof.Dr. Mete Tapan'ın -kendisi de mimar- projedeki değişimlerin yeterince paylaşılmadığı yönünde eleştirisi var.

Mete Tapan ve kurul üyeleri projeyi yakından izliyor. Biz avan projeyi gösterdiğimiz zaman, uygulama projelerinde de net detaylı projeler getireceğimizi söyledik. Önümüzdeki dönemde o yapılacak. Bu arada geçen ay 2010 komitesi tarafından projenin hem basına hem de Müteahhitler Birliği tarafından davet edilen müteahhitlere açık tanıtımı yapıldı. Orada projede nelerin değişeceğini, nelerin yapılacağını anlattık. Elbette ihale süreci tamamlandıktan sonra geriye kısıtlı bir zaman kalıyor. Ama örneğin biz, Kazakistan'da bir opera binasını bir sene içinde bitirebildik. Bu tamamıyla para akışı ve müteahhitin iyi organize olmasıyla alakalı.

 

Yani "süre hala yeterli" diyebiliyor muyuz?

Ben işin projecisiyim. Benim sorumluluğumda proje yapmak var. Ama işin maliyetini düşünen müteahhit ne kadar zamanda biteceğini de duyurmak, sözleşme imzalamak zorunda. Bir de bu tip büyük kompleksler bir anda bitirilmiyor. Parça parça açılıyor. Bu yüzden de bazı bölümlere öncelik verilebilir. Örneğin bin 700 sanatçı ve yöneticinin kullandığı söylenen bölüm önce bitirilebilir.

 

AKM bloklardan oluşuyor. Ön cepheden bakıldığında yekpare bir yapı gibi algılanıyor. Oysa binayı ortasından kestiğimiz zaman Taksim Meydanı tarafında kalan bölüm seyircinin girip çıktığı, oyunların, konserlerin gerçekleştiği, sanat galerilerinin olduğu kısım. Arka bölümde ise bütün soyunma odalarının ve büroların olduğu kısım var.

 

Müteahhit, aldığı talimata göre ön ya da arka bölüme öncelik verebilir. Tabi tam teşekküllü bitmesi zaman alacak. AKM'de dört salon var. Bunların tadilatı da öncelik sırasına konabilir. İlk önce mesela, şu da denilebilir, büyük salon bitirilsin, daha sonra alttaki konser salonu ve diğer tiyatro ve çok maksatlı bir salon var onlar arkasından bitirilebilir. Açılış büyük salonda yapılabilir.

 

İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Yürütme Kurulu Başkanı Nuri M. Çolakoğlu 22 Ekim'de "AKM'nin tekrar kullanıma açılabilmesi için önümüzde 10 ay gibi kısa bir süre kaldı" demişti. Bu konuşmanın üzerinden neredeyse beş ay geçti.

Evet, Türkiye'de proje süresi genel olarak konuşulmuyor maalesef. Herkes binanın yapımıyla ilgileniyor. Normal olarak böyle bir projenin yapılması bir sene sürer. Biz bunu çok daha aşağı zamanlara çekiyoruz, çok hızlı çalışarak.

 

AKM'nin özgün projesi babanız Hayati Tabanlıoğlu'na ait. Cumhuriyet tarihinin en önemli modern eserlerinden biri olarak niteliniyor ve bu nedenle de tescilli. Ama ön görülen değişikliklerden sonra başka bir eser haline gelmesi söz konusu.

Bu sizin yorumunuz, benim yorumum böyle değil. Mimari bir konu bu. AKM'yi tarihi bir yapıdan ayrı konuma koymak lazım. Bunlar genellikle 60'lı, 70'li yıllarda modern mimarinin dünyadaki ilk örnekleri ve Türkiye'de de bu çapta bir renovasyon ilk defa yapılıyor. O yüzden tartışılması çok normal.

 

O yıllara ait mimari eserlerin bu tür değişime uygun olduğunu mu söylüyorsunuz?

Evet. Cumhuriyetin ikinci kuşağına ait eserler, mesela İstanbul Manifaturacılar Çarşısı (İMÇ), Bayındırlık Bakanlığı, Zincirlikuyu'daki Karayolları Bölge Müdürlülüğü binası tescilli şu anda. İnşa edildikleri dönemdeki teknolojiyle bugünkü teknoloji arasında birtakım farklar var. Görsellikten ziyade teknolojik farklar. Örneğin ısı izolasyonu; enerji tasarrufu için yapıların izole edilmeleri gerekiyor. Bu yüzden sizin dediğiniz gibi AKM'nin dış cephesi değişiyor ama aynı mimari karakteri değişmiyor. Metal strüktür ve cam cephe korunuyor ama malzeme değişiyor. Çift cam kullanılıyor. Örneğin bakır çatı yerine metal bir çatı yapıyoruz.

 

AKM'deki özgün asma tavanlar, açılamayan ve yanan malzemelerden yapılmış çünkü o zamanki teknoloji oymuş. 60'ların mimari çizgilerini koruyup, bugünün malzemeleriyle değiştiriyoruz. Şimdi bu bir Ayasofya'dan ve Süleymaniye'den çok farklı, çünkü o binalar taş ve çok az yıpranıyor. Ama AKM'de kullanılan malzemeler için bu geçerli değil. Orta Avrupa'da bilhassa bu tip 60'lı 70'li yıllar binaları restore edildi, hep bu bizim kullandığımız yöntemle yapıldı. Buna Avrupa Birliği binası, Nestle firmasının binası dahil. Bilhassa İsviçre, Almanya da çok iyi örnekler var.

 

Renovasyonlardan bahsediyoruz değil mi?

Evet, Orta Avrupa'daki örnekleri incelediğimizde de aynen bizim AKM'de kullanacağımız yöntemleri görüyoruz. Yani bir üçüncü şahıs baktığı zaman çok büyük bir değişim görmeyecek esasında.

 

AKM'nin en önemli özelilği kültür merkezi olması. Yani tek bir opera ya da bale salonu yok. Zamanla bu binaya çeşitli yerlerden girişler yapılmış. Mesela sanat galerisine senelerdir çok kötü bir asansörden ve merdivenden çıktık. Yandaki Oda Tiyatrosu'na bir merdivenden indik. Hem bakanlıkla hem komiteyle şu ilkede anlaştık; tüm ana girişler meydanın devamı olarak Taksim Meydanı'ndan olsun. Paris'teki Pompidou Sanat ve Kültür Merkezi'nde ya da ona benzer çok maksatlı merkezlerdeki ilke bu. Ana bir giriş noktası var ve hepsi ana fuayeden bütün dağılıyor. Yani sanat galerisine yan kapıdan çıkacağımıza, binanın ana fuayesinden gireceğiz. Bu da bir hareketlilik yaratacak.

 

AKM, temsiller dışında kullanılmayan bir yapı. Buraya İstanbul Modern'de olduğu gibi birtakım üçüncül fonksiyonlar da koyarak oranın içinde bir design shop'un olduğu yani opera ile ilgili CD'lerin, DVD'lerin, bir kalemin veya bir kitabın satılacağı bir dükkan, bir buluşma noktası oluşturacak küçük oturma yerleri yaparak daha farklı hale getirmek istiyoruz. Bunun bir örneği İstanbul Bienali'nde oldu mesela. Fuayeler ilk kez bienalde kullanıldı. AKM'nin sadece temsil zamanı değil, aynı zamanda günlük hayatta da kullanılmasını istiyoruz.

 

Söylediklerinizi "yapısal bir değişiklik" olarak algılıyorum. Daha önce olmayan bir teras lokantası yapılacak örneğin. Keza ön cephenin ekran olarak kullanılması...

Arkada bir teras vardı kullanılmayan. Orada, son zamanlarda yenilenen Londra'daki Royal Festival Hall'den örnek verebileceğim değişiklikler ön gördük. O bina Times Nehri'nin kıyısında, hatta içinden yaya yolu geçiyor. İçinde çeşitli kafeteryalar, bahsettiğim dükkanlar var ve orası günün tüm saatlerinde kullanılıyor. Böylelikle de bir şekilde şehrin devamı olmuş oluyor. AKM'de lokantanın olmasının sebeplerinden biri, bir buluşma noktasının öngörülmesi. İnsanlar AKM'nin arkasına giremedi bugüne kadar. Çok güzel bir manzara var. Ve genellikle temsilden sonra The Marmara Oteli'nde buluşulurdu. Burayı bir buluşma noktası haline getirmek ve bir yandan da gelir elde etmek amaç.

 

Cephenin ekran olarak kullanılmasına gelince... Bu bir öneriydi. Hem koruma kurulu, hem bakanlık hem de 2010 komitesiyle toplantılar yapıldı. Bu dijital ekranın propaganda ya da reklam amacıyla kullanılabileceği düşüncesi çekincelere neden oldu. Bir kültür merkezinde bunun olması doğru değil. Bizim için de vazgeçilmez bir mimari öğe değildi. İptal ettik.

 

Avan projenin koruma kurulu tarafından onaylanması uygulama aşamasında da direnç karşılaşılmayacağı şeklinde yorumlanabilir mi?

Evet. Bu binanın bence en önemli tarafı mimarisinden çok, en çok konuşulan tarafı yani bir binadan daha önce hiç bu kadar çok konuşulmamıştı çünkü neticede orası hepimizin belleğinde olan bir bina. Ya önünde buluştuk ya içine bir şekilde girdik, bu yüzden önemli. Yoksa cephesinin metal olması ve ya o devirden olması orayı bir simge haline getirdi. Ama simgeliği bir Ayasofya gibi tek bir mekan olmasından dolayı değil o tarihin beklide modern mimarisiyle işte camıyla, etrafıyla olan ilişkisiyle bizlere bazılarının sevdiği bazılarının sevmediği bir bina haline geldi.

 

Hayati Tabanlıoğlu binayı çizdiğinde siz hayatta mıydınız?

Hayır. Ama yandığını hatırlıyorum. Babam 1950'lerde Almanya'da tiyatro ve opera binaları üzerine doktorasını yaptı. Dönemin önemli isimleriyle çalıştı. 1956'da döndü ve Bayındırlık Bakanlığı'nda memur oldu. Ama hiçbir zaman memur gibi bir mimarlık yapmadı, yani mimar kaldı.

 

AKM'yi tasarladığında sizinle aynı yaşlardaydı sanırım...

Daha gençti. Proje danışmanı olarak yine kendi profesörü tesadüfen getiriliyor. Çünkü Türkiye'de bilinen bir konu değil, her gün bir opera binası yapılmıyor.

 

Dolayısıyla sizin bu projeyi karşılık almadan yapmanız bu gönül bağından kaynaklanıyor.

Bizim kendi yeterli işlerimiz var yaptığımız işler var. Biz İstanbul Modern'i de bu şekilde yaptık. Bunu daha doğru buluyoruz bu tip yapılarda ama tabi çok ta büyük bir mesuliyet esasında.

 

Hayati Tabanlıoğlu'nun projesinde "Şurayı da şöyle çizseydi" dediğiniz oldu mu?

Öyle gördüğüm yerleri, binanın ana üslubunu bozmadan değiştirmeye çalışıyorum zaten. Bahsettiğim gibi AKM, bir camii ve ya bir kilise yapısı gibi değil. Fonksiyonların önemli olduğu yerler var. Bugünün yangın yönetmeliklerine uygun yapılması lazım mesela. Gişenin içeride olmasını, bilet alanın çekip gitmemesini istedik.

 

İstanbul'un operası
İstanbul'a büyük bir opera binası kazandırılması amacıyla tasarlanan Atatürk Kültür Merkezi (AKM), Kültür Sarayı ismiyle Mimar Rükneddin Güney tarafından projelendirildi ve 1946 yılında temeli atıldı. İnşası, maddi olanaksızlıklar nedeniyle ilerleyemedi ve Bayındırlık Bakanlığı'na devredildi. 1956 yılında Almanya'daki doktorasını tamamlayarak Türkiye'ye dönen Mimar Hayati Tabanlıoğlu projenin sorumluluğunu üstlendi ve revize etti.

 

Taksim'deki yapı 1969 yılında Aida temsiliyle açıldı. Yapıldığı tarihte Avrupa'nın ikinci büyük sahnesiydi. Ancak açılışından 1,5 yıl sonra, 1970'de çıkan yangında büyük hasar gördü. 1977'de Atatürk Kültür Merkezi adıyla kapılarını tekrar açtı.

 

AKM, sanat ve mimarlık platformlarının baskısı sonucu, Kasım 2007'de İstanbul 2 Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu tarafından 1. derece kültür varlığı olarak tescillendi. 2008'de ise İstanbul 2010 Kültür Başkenti komitesi tarafından tekrar yenilenmesi istemiyle kapılarını kapattı.

 

AKM bünyesinde bin 300 kişilik büyük salon, 500 kişilik konser salonu, 200 kişilik tiyatro salonu ve 250 kişilik sinema salonu bulunuyor. Üst katlarda büyük bir sergi salonuna sahip olan AKM, İstanbul Devlet Tiyatrosu, Opera ve Balesi, Devlet Senfoni Orkestrası'nın daimi sahnesi olarak hizmet veriyordu.

Habervesaire.com, Haber: Aliye Aral, Gökhan Tan, 09.03.2009

22 YILDIR KAYIP TABLOLAR BULUNDU

 

Hollanda polisi, bazı ünlü ressamların 22 sene önce çalınan tablolarını ele geçirdi. Renoir ve Pisarro'nun resimlerinin de bulunduğu 8 tablo, 1987'de Maastricth'te çalınmıştı.

Sabah, 09.03.2009

ARŞİVİ 30 YILDA KURTARACAKLAR

 

 

Köln’de yıkılan kent arşivi binasının enkazından tarihlerini kurtarmak için kolları sıvayan Almanlar, paha biçilmez belgelerin zarar görmemesi için yıkıntıyı zaman zaman çıplak ellerle kazıyor.

 

Geçen salı günü metro çalışması sırasında Köln arşiv merkezi ve yanındaki iki binanın çökmesi sonucu, 2 kişinin yanı sıra paha biçilmez elyazmalarının da bulunduğu kent arşivi enkaz altında kalmıştı. Yetkililer, yer radarları, özel eğitimli köpekler ve vinçler eşliğinde süren enkaz kaldırma çalışmalarında tarihi belgeleri kurtarmaya özen gösteriyor.

30 yıl sürmesi ve milyonlarca euro’ya mal olması beklenen kurtarma çalışmalarında 200 kişi çalışıyor. Yağmur suyunun sızarak belgelere zarar vermesini engellemek için enkazın üzeri brandalarla kapatıldı. Uzmanlar, kurutulmaları mümkün olmayan evrakları şoklama yöntemiyle donduruyor. Böylelikle belgelerdeki küf oluşumunu engellemeyi amaçlıyorlar. Belgeler daha sonra özel yöntemlerle çözülerek kurutulacak.

Milliyet, Haber: İrfan Ergi, 09.03.2009

DEFİNE AVCISINI KENDİ YAPTIĞI BOMBA ÖLDÜRMÜŞ

 

Konya’da, bir ay önce evinde çıkan yangında öldüğü zannedilen şahsın, elinde patlayan bombadan öldüğü belirlendi.

 

Olay, bir ay önce merkez Karatay İlçesi İstiklal Mahallesi’nde bir evde meydana gelmişti. Hasan Biçici (28) ve Şengül Biçiçi (28) çiftinin evinde yangın çıkmıştı. Olayda, Hasan Biçici ölürken doğumuna bir hafta kalan eşi Şengül Biçiçi de hafif yaralı olarak kurtulmuş ve bir erkek çocuk dünyaya getirmişti.

Genç adamın ölmesinin ardından otopside yangından değil göğsüne gelen sert bir cisimden dolayı hayatını kaybettiğinin düşünülmesi üzerine alınan parçalar İstanbul Adli Tıp Kurumu’na gönderildi. Adli Tıp Kurumu’nda yapılan incelemede, ölümün vücuduna giren şarapnel parçalarından kaynaklandığı belirlendi. Raporun ardından araştırmasını tamamlayan polis, olay gecesi Hasan Biçici’nin define aramak için el yapımı boru tipi bomba yaptığı sırada elinde patladığını belirledi.

Taraf, 09.03.2009

MEZARDAN VAMPİR ÇIKTI

 

İtalya’nın Venedik kentinde, Ortaçağ’da vebadan ölenlerin gömüldüğü toplu mezarı kazan arkeologlar, bir kadın iskeletini ağzında tuğla ile buldular.

O dönemlerde veba hastalığının insanları ısırıp kanını emen vampirler tarafından yayıldığına inanılıyordu ve vampir olduğundan şüphelenilen insanların mezarı kazılıp ağızlarına tuğla koyarak veba yayması durdurulmaya çalışılıyordu. İskeleti incelemeye alan bilim adamlarının vampirlerle ilgili önemli sonuçlara ulaşması bekleniyor.

Hürriyet, 09.03.2009

MAYALARDAN KALMA FRİZ GELİŞMİŞ UYGARLIK İŞARETİ

 

Guatemala’da yapılan kazılarda, MÖ 300 yılından kaldığı sanılan Maya uygarlığına ait friz bulundu. Uzmanlara göre, Amerikalı arkeolog Richard Hasen’ın liderliğindeki ekibin bulduğu 2300 yıllık friz, Mayaların uygarlıklarının en üst seviyesine sanılandan daha önce eriştiğini gösteriyor.

 

Friz terimi, antik mimaride, taban kirişi ile çatı arasında kalan, üzeri boydan boya kabartmalarla süslü bölüm için kullanılıyor. Başkent Guatemala’nın 650 kilometre kuzeyindeki Peten ormanındaki El Mirador arkeoloji merkezinde bulunan dört metre uzunluğunda üç metre yüksekliğindeki friz, kireçtaşı ve yalancı mermerden yapılmış. Richard Hasen’a göre, iyi korunmuş frizde, Maya tanrılarından Popol Vuh’un iki oğlu Ixbalanque ve Hunapu, olağanüstü canavarlarla dolu bir nehirde yüzerken resmedilmiş. Hasen, “Bu friz, mayaların o dönemde bilindiği gibi sadece köylü olmadıklarını, gelişmiş bir uygarlığa sahip olduklarını gösteriyor” dedi.

 

El Mirador’da Mayalarla ilgili temel bulgular MÖ 200-150 yıllarından kalma. Bu dönemden kalan ünlü La Danta piramidi antik çağın en büyük yapılarından biri olarak görülüyor.

Taraf, 09.03.2009

GLADYATÖRLERİN ŞEHRİ "STRATONİKEİA"





Muğla'nın Yatağan İlçesi Kaymakamlığı, ilçedeki "Stratonikeia" antik kentinin dünyaya tanıtılması için çalışma başlattı.

 

Tanıtım çalışmalarında, ilçedeki kömür havzalarında tesadüfen bulunan 6 adet gladyatör heykeli ve antik kentin kuruluşunu anlatan tablo kullanılacak.

 

Yatağan Kaymakamı Şehmuz Günaydın, Stratonikeia'nın tarihi önemi olan bir antik kent olduğunu belirterek, yaşanan bir aşk hikayesi ile ilgili değişik dönemlerde yapılan resimler olduğunu ve bunların dünyanın çeşitli müzelerinde olduğunun tespit edildiğini söyledi.

 

Günaydın, üzerinde "Ölümüne Aşkın ve Gladyatörlerin Kenti Stratonikeia'ya Hoşgeldiniz" ifadesinin yer aldığı tabelanın antik şehrin girişine dikilmesinin ardından tanıtım açısından çok ciddi mesafe alındığına işaret etti.

 

Stratonikeia, burası dünyanın en büyük mermer kentlerinden bir tanesi. Yaklaşık olarak 150-200 bin insanın yaşadığı 20 bin kişilik tiyatrosu olan, meclisi olan, çok muhteşem giriş kapısı olan bir antik şehir. Turizm sezonun başlamasıyla antik kentin yoğun bir ziyaretçi trafiği yaşaması bekleniyor.

 

Günaydın, özellikle Fransa'da antik şehrin kuruluş hikayesinin bilinen bir olay olduğunu öne sürerek, şunları söyledi:

Şehir bundan 200-300 yıl önce Avrupa'da bilinen bir kent. Ayrıca, tarihçilere göre, Stratonikeia'da bulunan 'gladyatör okulu' dönemin en büyük okullarından bir tanesi ve burada çok ünlü gladyatörler yetişmiş.

 

Muğla Müzesi'nde 3 yıl önce açılan Türkiye'nin ilk gladyatör salonunu bugüne kadar yaklaşık 40 bin kişi ziyaret etti.

 

Muğla'nın Yatağan İlçesi’nde 9 yıl önce bir işletmeye ait kömür havzalarında, kömür çıkarma çalışmaları sırasında tesadüfen bulunan ve aralarında "Truva" filmine konu olan Akhilleus'un da olduğu 7 gladyatörün mezar steli (dikilmiş, yüksekliği eninden uzun yekpare bir taştan oluşan yapıt) özel bir salonda sergileniyor.

 

Gladyatör stellerinin sergilendiği salonun duvarlarında, o dönemin savaşlarını gösteren fotoğraflar yer alıyor. 7 gladyatör stelinden 6'sının hangi savaşçılara ait olduğunu belirlenmiş. Müzede, Roma Dönemi'nde ün yapmış Khrysos, Vitalius, Khrysopteros, Amarios, Eumolos, Droseros ve Akhilleus adlı savaşçıların mezar stellerinin sergilendiği öğrenildi.

Trt/Haber, 08.03.2009

NORVEÇ'TE RÖNESANS DÖNEMİNE AİT BİR TABLO ÇALINDI

 

Norveç'teki bir kiliseden Rönesans dönemi ressamlarından Lucas Cranach tarafından yapılan bir tablonun çalındığı bildirildi.

 

Polis, ülkenin güneyindeki Larvik kentindeki Luteran kilisesinden çalınan,1540 yılında yapıldığı tahmin edilen, 450 yıllık tablonun, uzman Gunnar Krogh-Hansen'e göre 2.1 ile 2.8 milyon dolar değerinde olduğunu açıkladı.

 

Soygunun, itfaiyecilerin, kilisedeki alarma yanıt vermesi üzerine bu öğleden sonra ortaya çıktığı belirtildi.

 

"Suffer the Little Children to Come Unto Me" adlı tablonun, yaklaşık 330 yıldır bu kilisede asılı olduğu kaydedildi.

 

Almanya'nın en önemli Rönesans dönemi ressamlarından biri olarak kabul edilen Lucas Cranach, 1472 ile 1553 yılları arasında yaşamıştı.

Haberler.com, 08.03.2009

SİT ALANINDA İŞ MAKİNESİ





Antalya Kaleiçi gibi bir kentsel sit alanının sokaklarında yürürken ağır iş makinesi sesi duysanız ne düşünürsünüz? Herhalde trafiğe kapalı yaya bölgesinde bir TIR ile karşılaşmış gibi olursunuz ve “Bu nerden çıktı?” sorusu geçer aklınızdan. Benim de öyle oldu. Geçtiğimiz yıl (22 Ekim), Antalya Kaleiçi’de bir arkadaş ziyareti için telaşla yürürken duyduğum iş makinesi sesi için “Bu nerden çıktı?” diye sormam, antik liman yolu ve atık su kanallarının yanı sıra bir müze galerisini dolduracak kadar tarihi eserin kurtarılmasına vesile oldu.

 

Kaleiçi’nde, etrafı iki insan boyunda tahtalarla sıkıca kapatılmış arsada, sesi sokağa taşan iş makinesinin marifetini gördüğümde şok oldum. Büyükçe bir kepçe, yerden aldığı toprakla birlikte yaklaşık 40x60x90 cm boyutunda temel taşlarını traktöre yüklüyordu; üç traktör de sıradaydı. Kısa bir görüntü kaydından sonra ilk aklıma gelen, 200 metre ilerideki Koruma Kurulu’na bilgi vermekti. Gördüklerimin koruma mevzuatı açısından incelenmesini talep eden bir dilekçeyi Kurul Müdürü’ne verdim. Müdür’den, iş makinesi ile temel kazısı yapılan arsanın 3. Derece Sit Alanı olduğunu, bu alandaki tescilli iki evin yerine yapılacak Akdeniz Medeniyetleri Araştırma Enstitüsü’nün (AKMED) misafirhane olarak kullanacağı otel kompleksinin, restorasyon ve rekonstrüksiyon projelerinin Kurul’dan onay aldığını, temel kazısının da arkeologlar denetiminde ve elle yapılması mecburiyeti olduğunu öğrendim.

 

Vatandaşlık görevini yapmış olmanın kıvancıyla Kurul binasından çıktığımda ise biraz önce temelden çıkan hafriyatın doldurulduğu traktör, yükünü boşaltmaya gidiyordu. Hiç hesapta yokken karşıma çıkan bu olay nedeniyle beklettiğim arkadaşımın affına sığınarak bu kez bir taksi ile traktörü takip ettim. Traktör, Narenciye Bahçesi yakınında, bir arsaya yükünü boşalttı. Önceden dökülmüş 10 römork kadar toprağın arasında da çok sayıda parçalanmış tarihi temel taşı vardı. Arsa, traktörcüye aitti ve çöplüğe götürülmesi istenen kazı toprağındaki taşları, ev inşaatında kullanmak istemişti. Kaleiçi’ne dönerek temel kazısının ve traktörün video görüntülerini Kurul Müdürü’ne izlettim ve dört de fotoğraf verdim.

 

Aynı gün, iş makinesi ile temel kazısı yapılan alanı inceleyen Kurul’un uzmanları, 7x15 m boyutlarında ve 1 m derinliğinde bir alanın kazıldığı ve çıkan malzemenin dışarıya taşındığını rapor etmişler. Bu raporla bilgilendirilen İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü de, “iş makinesi ile temel kazısı yapıldığı ve kültür varlığı tahribatına sebep” olunduğu için Cumhuriyet Başsavcılığı’na suç duyurusunda bulunmuş. Antalya Koruma Bölge Kurulu, 27.11.2008 tarihli toplantısında benim dilekçeyi, uzman raporlarını, savcılığa suç duyurusunu ve temel kazısı yapılan alandaki projenin müellifi ve aynı zamanda o tarihte Kurul’un başkan yardımcısı olan Dr. M. Sinan Genim’in başvurusunu değerlendirerek, proje uygulama iznini Müze’nin yapacağı kurtarma kazısı sonuna kadar askıya aldı: “...otel fonksiyonunda rekonstrüksiyon projeleri onaylanan tescilli yapıların 3. derece arkeolojik sit alanında bulunmasından dolayı, temel çalışmalarının Müze Müdürlüğü denetiminde yapılarak, hazırlanacak belgelerin Kurulumuza getirilmesinden sonra uygulamaya devam edilebileceğine; ..”

 

Bu karar üzerine, Antalya Müzesi arkeologu Nilüfer Karakaş ve araştırmacı Nermin Karagöz’ün 17.12.2008’de başlattığı temel kazısında, yüzeyden 2.20 m aşağıda Kaleiçi’nde varlığı bilinmesine karşın güzergahı bugüne kadar tam saptanamamış antik döneme ait taş döşeme yol ve bu yolun kıyısında da, ikisi seramik atölyesi ve çok sayıda dükkan kalıntısı ortaya çıkarıldı. 17.12.2009’da tamamlanan kazıda ayrıca lüle (34 adet), kandil, testi, minyatür kaplar, Bizans dönemine tarihlenen bronz sikkeler, Bizans-Selçuklu ve Osmanlı dönemlerine ait seramik parçaları, bronz röliker, mermer dibek ve geç dönem cam şişeler bulundu. Şimdi Koruma Kurulu, Müze uzmanlarının kazı raporu doğrultusunda, söz konusu otel projesini yeniden değerlendirecek.

Kaleiçi’nde, iş makinesinin kepçesi ile parçalanmaktan kurtarılan tarihi eserlerin fotoğraflarına bakarken kıvrandım. Ancak, Koruma Kurulu’na 200 metrede, uzmanların olduğu yerde bu zaaf yaşanıyor ve iş makinesi ile kaçak kazı yapılıyorsa Türkiye’deki kültürel koruma uygulamalarında ters giden bir şey var diye düşünüyorum. Sonucu sevindirici olsa da bir yurttaş olarak tesadüfen tanık olduğum bu olay kara mizah gibi geldi. Olayın yargı boyutu devam ettiği için yorum yapamıyorum ama sanırım Kültür Bakanlığı mevcut kültürel koruma çalışmalarına bir ek yaparak, sit alanlarında şu uyarı tabelasını da asmalı: Dikkat, iş makinesi çıkabilir!

Radikal İki, Yazı: Hasan Üstün / İÜ, Arş. Gör., 08.03.2009

DEFİNE AVCILARINA SUÇÜSTÜ

 

Pınarhisar Kaleler Mevkiinde define aramaya çalışan 4 kişi Emniyet Müdürlüğü Ekiplerince kıskıvrak yakalandılar.

 

Edinilen bilgilere göre; 5 Mart 2009 Perşembe günü gecenin muayyen saatlerinde Pınarhisar Kaleler Mevkiinde define aramak maksadıyla kazı yapan dört kişinin yanlarında getirdikleri aletlerle birlikte yakalandığı belirtildi.

 

İstanbul'dan kendilerine ait bir araçla geldikleri öğrenilen H.D.(34), A.S.(46), R.S.(44) ve S.S.(39)'nin define aramak maksadıyla kazmaya çalıştıkları Kaleler Mevkii'nde amaçlarına ulaşamadan kıskıvrak yakalandıkları ifade edildi.

Definecilerin yanlarında getirdikleri detektör, kazma, kürek vb. malzemelerine el konulduğu ifade edilirken, olayla ilgili tahkikatlar sürmekte.

Kırklareli Kent Haber, Haber: Süleyman Karael, 07.03.2009


Ölü doğmuş bir projenin cenazesi:

İKİBİN
(S)ON

“GAYRET GÖSTERDİK AMA ENGELLERE TAKILDIK” 





İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti’nde istifalar kesinleşti. Dün Yürütme Kurulu’nun dört üyesi, basın açıklamasıyla istifa ettiklerini duyurdu. Nuri Çolakoğlu, Prof.Dr. Metin Sözen, Prof.Dr. İskender Pala ve Gürhan Ertür ‘istifa ettiklerini’ duyurdukları açıklamada, ‘birtakım engellere takıldıklarını’ söylediler. Yönetim kurulu üyelerinin açıklaması şöyle:

 

“İstanbul’u 2010 yılında Avrupa’nın Kültür Başkenti yapmak için uzun zamandır gayretle çalıştığımız 2010 AKB Yürütme Kurulu Üyeliği’nden kendi irademizle istifa ettik. İstanbul ve Türkiye için büyük bir fırsat olarak gördüğümüz bu projede güzel şeyler yapmak istedik; bazılarını yaptık, bazılarını yürürlüğe koyduk, bazılarını tasarladık, bazılarının ilişkilerini kurduk. Vardığımız noktayı da sizlere Kasım 2008’de basılı olarak sunduk. Lakin karşılaştığımız olumsuzlukları giderme konusunda gayret göstermemize rağmen birtakım engellere de takıldık. İstanbul’un, 2010 yılında hak ettiği başarıyla kültür başkenti olabilmesi ve bu projenin her bakımdan mükemmel yürümesi yolunda biz de ayrı bir engel olmak istemediğimiz için şimdi kenara çekiliyoruz. İstifamız kişi yahut kurumlara karşı yapılmış bir hareket olmayıp tamamen projenin selameti amacını gütmektedir.

 

Bizler, ülkemizin kültür sanatla ilgili önemli kişilerinin yer aldığı Danışma Kurulu tarafından seçildik. Teveccüh ve iyi niyetlerine teşekkür ederiz. Danışma Kurulu tarafından seçilecek yeni üyelere, arzu ettikleri takdirde destek olmaya devam edeceğiz. Çalışmalarını huzur ve güvenle yürütebilmeleri adına da - kişilik haklarımız saklı kalmak koşuluyla- bizim çalıştığımız dönemle ilgili susma hakkımızı kullanacağız. 2010 Avrupa Kültür Başkentliği sürecinin başarıya ulaşmasını yürekten destekliyoruz. Kamuya saygıyla duyururuz.”

Aylardır süren bir mesele
İstifaların hemen ardından İstanbul 2010 Ajansı adına da bir açıklama yapıldı. İstifa edenlere katkılarından dolayı teşekkür eden ve bundan sonra da 2010’un yanında duracaklarına olan inancı belirten açıklamada, yeni üyelerin atanması için çalışmaların hemen başlatıldığı belirtiliyor.

Yeni üyeler, yasaya göre sivil toplum ve devlet temsilcilerinin görev yaptığı Danışma Kurulu tarafından seçiliyor. Radikal’in görüştüğü Danışma Kurulu Başkanı Hüsamettin Kavi, 2010 Danışma Kurulu’nun 16 Mart’ta rutin toplantısı olduğunu, bu tarihin daha önceye çekilebileceğini ve ilk toplantıda mutlaka ayrılan üyelerinin yerine yenilerinin seçileceğini anlattı. Kavi, yaşanan krizle ilgili olarak “Bu ajansın çeşitli kurumları var. Geçmişte benzeri olmayan bir yapı. Genel Sekreterlik yapısı da bir hayli büyüdü. Pek çok artistik direktörlük var. Bu bir ekip çalışması ama anlıyorum ki bu ekipte bir takım uyumsuzluklar oldu,” dedi.

 

2010 Genel Sekreteri Eyüp Özgüç’le Yürütme Kurulu arasındaki çekişmenin istifaya doğru gittiği, 27 Şubat’ta haber olmuş, dört ismin istifa ettiğini ise 3 Mart’ta ilk kez Radikal duyurmuştu. Taraflardan konuyla ilgili özel bir açıklama ise yapılmadı.

Radikal, 07.03.2009


******


İSTANBUL 2010’DAKİ İSTİFALARIN NEDENİ ÖZGÜÇ’ÜN ETİK BULUNMAYAN 7 İCRAATI

 

İstanbul 2010 İstanbul Kültür Başkenti’ projesini yürütmek üzere oluşturulan ajansın Yürütme Kurulu’ndan 4 kişinin istifası ile ilgili tartışmalar sürüyor. İstifa edenler “Şimdilik konuşmama hakkımızı kullanıyoruz” derken, gözler, anlaşmazlığın nedeni olan AKP destekli Genel Sekreter Eyüp Özgüç’ün 7 icraatına çevrildi.

 

İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Yürütme Kurulu Başkanı Nuri Çolakoğlu ile kurul üyeleri Gürhan Ertür, İskender Pala ve Metin Sözen’in istifasına projenin genel sekreteri Eyüp Özgüç’ün “7 icraatının’ neden olduğu öne sürüldü.

Devlet Bakanı Hayati Yazıcı tarafından İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti projesinin genel sekreterliğine getirilen ve Yürütme Kurulu’nun iznine tabi olmadan 20 bin TL’ye kadar harcama yetkisi verilen Genel Sekreter Eyüp Özgüç’ün bazı eğlence ve özel yemek giderlerini de proje bütçesinden ödediği iddia ediliyor.

Milliyet Gazetesi’nde yer alan Nedim Şener imzalı habere göre, istifa eden 4 Yürütme Kurulu üyesi dışında, Genel Sekreter Özgüç’ün harcamalarını etik bulmayan Satın Alma Direktörü ve Yürütme Kurulu üyesi Muammer Erol’un da tüm dosyaların kurumu zarara uğratacak şekilde hazırlandığı gerekçesiyle istifa ettiği belirtiliyor.

Bu usulsüz harcamalara tepki gösteren tüm Yürütme Kurulu üyelerinin Özgüç’ün görevden alınması için başlattığı girişimin iki kez Bakan Yazıcı tarafından engellendiği ileri sürüldü.

Özgüç’ün hakkındaki iddialar şöyle:
1-  “Sahne Senin İstanbul” kampanyasını 15 milyon liraya ihalesiz olarak Publics Yorum şirketine verdi.
2-  Bazı camilere alınan el yapımı Uşak halılarının 7 milyon TL tutarındaki bedelini proje bütçesinden karşıladı.
3 - Yürütme Kurulu Başkanı’nın onayı olmadan seyahat etmesi mümkün olmadığı halde harcırah alarak 22 kez izinsiz Ankara’ya gitti.
4-  “Bakan Hayati Yazıcı’nın talimatı var” diyerek Yönetim Kurulu’ndan bir şirkete Marsilya-İstanbul arası yelken yarışı için 675 bin lira ödenek çıkmasını sağladı. Sonradan Bakan Yazıcı’nın olaydan haberdar olmadığı anlaşıldı.
5-  Yürütme Kurulu’na haber vermeden Vakıflar Bankası ile ajans maaşları karşılığı protokol imzaladı.
6-  Banka tarafından verilen Audi A4 marka otomobili Bakan Yazıcı’nın Özel Kalemi’ne tahsis etmek istedi. Olaydan haberdar olan Yazıcı, “Benim böyle bir talimatım yok” deyince, araç ajansın garajına çekildi.
7-  Bazı eğlence ve özel yemek giderlerini proje bütçesinden ödedi.

Turizm Gazetesi, 08.03.2009


******


İSTANBUL 2010 AKB AJANSI, BASINA AÇIKLAMA YAPTI 

 

İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti (AKB) Ajansı, yaptığı basın açıklamasında, yoğun tempolu çalışma düzenini sürdüreceğini açıkladı:

"İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Yürütme Kurulu Başkanı Sayın Nuri M. Çolakoğlu, Yürütme Kurulu Üyeleri Sayın Gürhan Ertür, Sayın İskender Pala ve Sayın Metin Sözen kendi istekleriyle görevlerinden ayrılmışlardır.

 

İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti sürecinin en başından bugüne, projeye çok önemli katkıları bulunmuş bu değerli isimlere çok teşekkür ediyor, kendilerinin bundan sonraki dönemde de değerli fikir ve önerileriyle yanımızda olacaklarına inanıyoruz. Halihazırda Danışma Kurulu üyelikleri devam eden kamuoyunun da yakından tanıdığı Sayın Çolakoğlu, Sayın Sözen, Sayın Ertür ve Sayın Pala'nın İstanbul'a yakışır bir Avrupa Kültür Başkentliği sürecinin gerçekleştirilmesi adına her türlü desteği vereceklerinden şüphemiz yoktur.

 

Boşalan Yürütme Kurulu üyelikleri ile ilgili çalışmalar bugünden itibaren başlatılmıştır. Yürütme Kurulu'nun yeni üyeleri, Danışma Kurulu'nun sivil toplum temsilcileri ve diğer üyeleri arasından, Danışma Kurulu tarafından yapılacak seçimle en kısa süre içerisinde belirlenecektir. Yürütme Kurulu Başkanı ise, 9 kişiden oluşacak yeni Yürütme Kurulu üyeleri arasından Koordinasyon Kurulu'nca belirlenecektir.

 

2 Kasım 2007 tarihli ve 5706 sayılı kanunla kurulmuş olan İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı, güçlü mevzuat altyapısı, İstanbul'a yakışır doğru projeleri üretmek için uzman isimlerin yönlendiriciliğinde çalışan yaklaşık 100 kişilik güçlü ekibiyle, İstanbul'un tarihi ve kültürel değerlerini geleceğe taşıma ve kentin kültür - sanat altyapısını geliştirme hedefiyle yoğun tempolu çalışma düzenini sürdürmektedir.

Kamuoyunun bilgisine sunarız."

Arkitera, 09.03.2009


******


İSTANBUL 2010 AVRUPA KÜLTÜR BAŞKENTİ AJANSI'NDAN AÇIKLAMA

 

İstifa ve usulsüzlük tartışmalarıyla çalkalanan İstanbul 2010 Avrupa Başkenti Ajansı, eleştirilen uygulamalarıyla ilgili bir açıklama yaparak, alınan kararların mevzuata uygun olduğunu savundu.

 

İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Projesi Yürütme Kurulu’nda geçen hafta yaşanan istifa depreminin ardından, Genel Sekreter Eyüp Özgüç’ün usulsüz harcamalar yaptığı iddia edilmişti. Milliyet’te yayımlanan "İstanbul 2010’u sarsan yedi icraat" başlıklı haberle ilgili olarak, İstanbul 2010 Avrupa Başkenti Ajansı tarafından yapılan açıklamada, genel sekreterliğin eleştirilen yedi icraatına dair bilgiler verildi.

 

Açıklamada, Publicis Yorum firması ile İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Projesi arasındaki anlaşmanın Ajans kurulmadan önce gerçekleştiği belirtilerek, "Publicis Yorum firması ile çalışılması ve 'Sahne Senin İstanbul' kampanyası ile ilgili alınan kararlar, mevzuata uygun bir biçimde uygulanmıştır" denildi.

 

Kampanya için ödenen toplam tutarın 15 milyon TL değil, KDV dahil 8 milyon 916 bin TL olduğu, paranın da medya kuruluşlarına ödendiği belirtildi.

 

Bazı camiilere proje bütçesinden Uşak el yapımı halı alımının mevzuata uygun olarak gerçekleştiği kaydedilen açıklamada, projenin henüz hayata geçirilmemiş olduğu vurgulandı. Açıklamada, Özgüç’ün Yürütme Kurulu Başkanı’ndan izinsiz olarak seyahat etmediği, ajansın iş ve işlemlerini Kültür ve Turizm Bakanlığı, Maliye Bakanlığı ve Başbakanlık nezdinde takip etmek üzere toplam 11 kez görev kapsamında Ankara’ya gittiği ifade edildi.

 

Mersilya-İstanbul etabında yapılacak Cap İstanbul Yelken yarışı projesi için ajansa 575 bin TL’lik başvuru yapıldığı belirtilen açıklamada, bu etkinliğin Türkiye’nin tanıtımına büyük yararı olduğu anlatıldı. Ajansın maaşlarının yatırılması karşılığı Vakıfbank ile Yürütme Kurulu’ndan gizli olarak protokol yapıldığı iddiasının gerçek dışı olduğu belirtilen açıklamada, "Vakıflar Bankası tarafından İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı’na herhangi bir araç tahsis edilmemiştir" denildi.

Genel sekretere tanınmış bulunan satın alma limitinin 20 değil, 2 bin TL olduğu belirtilen açıklamada, Özgüç’ün eğlence ve özel yemek harcamalarını kuruma fatura etmediği, Yürütme Kurulu üyesi Muammer Erol’un da usulsüz harcamalar nedeniyle istifa etmediği vurgulandı.

Milliyet, 11.03.2009 


******


2010 KRİZİ İÇİN BAŞBAKANLIK DEVREDE

 

İstifa depremiyle sarsılan 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı'na yönelik iddialar Başbakanlık'ı harekete geçirdi.

 

Başbakan'ın talimatıyla Başbakanlık Teftiş Kurulu, Maliye Bakanlığı ve İçişleri Bakanlığı'ndan birer müfettişin İstanbul'a gönderildiği öğrenildi. Ekip bir ay boyunca İstanbul'da kalacak. 2010 Ajansı da konuyla ilgili yazılı bir açıklama yaparak "Kamu kaynağı kullanan tüm kurumlar TBMM ve Başbakanlık Müfettişi koordinatörlüğünde 3 bakanlık müfettişince gerçekleştirilecek rutin denetime tabidir. Bu mevzuat kapsamında, ilgili denetim elemanlarının önümüzdeki günlerde ajansımıza gelerek, yıllık denetim çalışmalarına başlayacaklarını bilgilerinize sunarız." dedi. Müfettişlerin araştırma dosyasında basına yansıyan iddiaların yanında 'imzasız ve gizli mektupların' da bulunduğu iddia ediliyor.

Zaman, Haber: Arif Bayraktar, 12.03.2009


******


İSTANBUL 2010 MERCEK ALTINDA

 

Başbakanlık, yaşanan istifalar sonrasında İstanbul 2010 Kültür Başkenti Ajansı için devrede. Ajansta Yürütme Kurulu Başkanı bulunmaması nedeniyle, karar mekanizması çöktü. Çoğunluğu sağlayamayan kurulda karar alınamaması ve onaylanmış projelere ödenek aktarılamaması nedeniyle ajansın çalışmaları da durdu. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, ajanstaki iddiaların tartışmalara neden olması nedeniyle, olaya el koydu. Ajansa ilişkin iddiaların araştırılmasını ve sorunun tespit edilerek çözülmesini isteyen Başbakan Erdoğan, Başbakanlık Teftiş Kurulu'na inceleme talimatı verdi. Kuruldan bir müfettiş ile Maliye Bakanlığı ve İçişleri Bakanlığı'ndan birer müfettiş görevlendirilerek İstanbul'a gönderildi. Bir ay boyunca İstanbul'da kalacak müfettişler, ajansı mercek altına alacak. Müfettişler, hazırladıkları raporu Başbakan Erdoğan'a sunacak. Ajansın başkan vekili, Kültür ve Turizm Bakanlığı İstanbul İl Kültür Müdürü Dr. Ahmet Emre Bilgili, şu an sadece maaş gibi acil konular için imza yetkisini kullanıyor. Bilgili, İstanbul için hazırlanan tüm projelerin durma noktasına geldiğini vurguluyor ve 2010'a yalnızca dokuz ay kaldığının altını çiziyor.

Sabah, Haber: Bülent Aydemr, 14.03.2009


93 PARÇA TARİHİ ESER ELE GEÇİRİLDİ

 

 

Kahramanmaraş'ta düzenlenen operasyonda, Hitit ve Roma dönemlerine ait 93 parça tarihi eser ele geçirildi.

 

Edinilen bilgiye göre; bir istihbaratı değerlendiren Emniyet Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlar Şube ekipleri, V.İ. isimli şahsın, elindeki Hitit ve Roma dönemlerine ait olduğu tahmin edilen bazı eserleri ve sikkeleri satmak için müşteri arayışı içerisinde olduğunu belirledi.

 

Çalışmalarını sürdüren ekipler, dün gerçekleştirdiği operasyonla, Hitit dönemine ait olduğu tahmin edilen 1 adet metal mızrak başlığı, 1 adet tarak, 1 adet ayakkabı figürü, 1 adet çekmece tutacağı, 1 adet yüzük, 1 adet alyans, 1 adet kolye başlığı, 1 adet silindir şeklinde obje, 1 adet bilye, 1 adet metal obje ve Roma dönemine ait olduğu tahmin edilen 83 adet sikke ele geçirdi.

Kahramanmaraş Emniyet Müdürü Necdet Çelikbilek, Anadolu ve Kahramanmaraş'ın tarihte birçok medeniyeti üzerinde barındırdığını belirterek; "Adeta açık hava müzesi durumunda olan ülkemizin tarihi değerleri yıllardır adeta talan edilmiş, tarihi zenginliklerimiz yok pahasına satılarak bazı ülkelerin müzelerini süslemiştir. Görevlilerimizce geçmişimize ışık tutan tarihi eserlerimizin korunmasına yönelik yaptığımız operasyonla, bu eserler ve eserleri satmaya çalışan bir kişi yakalandı" dedi.

 

Ele geçirilen tarihi eserler, gerekli işlemlerin yapılmasının ardından Kahramanmaraş Müzesi'ne teslim edilirken, V.İ. alınan ifadesinin ardından serbest bırakıldı.

Kahramanmaraş Kent Haber, 07.03.2009

CUMHURİYETİN MİMARİ MİRASI SEMPOZYUM VE SERGİSİ GERÇEKLEŞTİ





Mimarlar Odası, Cumhuriyetin mimari mirasının korunma ve değerlendirilme olanaklarını araştırmak ve yapıcı öneriler geliştirmek üzere 26-27 Şubat 2009 tarihlerinde Ankara Çağdaş Sanatlar Merkezi’nde “Cumhuriyetin Mimari Mirası” konulu bir sempozyum gerçekleştirdi. Sempozyum süresince Mimarlar Odası Şubelerinin bulundukları kentlerdeki Cumhuriyet dönemi yapılarını konu alan sergisi, Abant İzzet Baysal Üniversitesi’nin “1930’larda Bir Mimar: İzzet Baysal” konulu sergisi ve Uludağ Üniversitesi, Mimarlık Fakültesi’nin Bursa kent merkezindeki Cumhuriyet yapılarını konu alan sergisi katılımcıların ilgilerine sunuldu.

 

Sempozyum, Mimarlar Odası Genel Başkanı Bülend Tuna’nın açış konuşmasıyla başladı. Sempozyumun diğer açış konuşmaları TMMOB Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Soğancı, Vakıflar Genel Müdürü Yusuf Beyazıt ve Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri Prof.Dr. Mustafa İsen tarafından gerçekleştirildi.

 

Sempozyumun ilk gününde İlhan Tekeli’nin “Cumhuriyet Dönemine Genel Bir Bakış’ başlıklı sunuşunun ardından, Cengiz Bektaş tarafından yürütülen ilk oturumda İnci Aslanoğlu, Afife Batur ve Yıldırım Yavuz Cumhuriyet mimarlığı üzerine çeşitli değerlendirmelerini sundular. Genel nitelikli sunuşların sonuncusu Nuran Zeren Gülersoy tarafından “Cumhuriyet Döneminde Planlama / Mimari Miras İlişkileri” başlığı altında gerçekleştirildi.

 

Sempozyumun ikinci oturumunda konuşmacılar Cumhuriyetin mimari mirasının koruma nedenlerini tartıştılar. Nevzat İlhan başkanlığında gerçekleşen bu oturumda Nimet Özgönül konuyu evrensel ve ulusal değerler bağlamında, Ebru Omay Polat ideoloji ve koruma bağlamında, Elvan Ergut Cumhuriyet mimarlığının tasarımcıları bağlamında ve Ali Cengizkan yapı türleri ve yapım teknikleri bağlamında değerlendirdiler.

 

“Cumhuriyetin Mimari Mirasının Sorunları” başlıklı üçüncü oturum Yegan Kahya tarafından yönetildi; Emre Madran yasal ve yönetsel sorunlara, Serhat Akçan uygulama sorunlarına değindiler. Bilindiği gibi sempozyumun önemli bir bölümü Mimarlar Odası Şubelerinin bulunduğu kentlerdeki örnekler üzerine kurgulanmıştı. Bu bağlamda Şubeler, kentlerindeki Cumhuriyet dönemi yapılarına ilişkin özet bilgi verdikten sonra bir olumlu, bir de olumsuz yapı örneği sundular. Olumsuz örnek, herhangi bir nedenle (imar hareketleri, doğal afetler, yanlış kullanım, kullanılmama, bakım / onarım eksikliği vb.) sorunları bulunan bir yapı ya da yapı grubunu; olumlu örnek ise onarılmış, kullanılan, kentle bütünleşmiş bir işlevi olan bir yapı ya da yapı grubunu içermek üzere hazırlandı. Bu bağlamda ilk gün Meral Oğuz, Murat Erdal Dere ve Nazlı Elçin Muğla Şubesi; Hacı Abdullah Erdoğan Konya Şubesi; Nilgül Yılmaz Antalya Şubesi; Asım Güzel Gaziantep Şubesi ve Yeşim Uysal Ankara Şubesi adına sunuş yaptılar.

 

Sempozyumun ikinci gününde, “Cumhuriyetin Mimarlık Mirasının Korunması” tartışılmaya başlandı. Bugünün Mustafa Kandil başkanlığındaki ilk oturumunda Gülsün Tanyeli “Genel Yaklaşımlar”, Emel Kayın “Kuram / Uygulama Arakesitinde Tartışmalar” ve Mehmet Tunçer “Cumhuriyetin Mimari Mirasının Planlama Aracılığı ile Korunması” başlıklı sunuşlarını gerçekleştirdiler. Proje ve uygulamaların ele alındığı ikinci oturumda, Arzu Temizsoy Cumhurbaşkanlığı Kampüsü’ndeki yapıların bir değerlendirilmesini yaptı. Cengiz Kabaoğlu Ankara Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi, Yavuz Özkaya Ankara Ziraat Bankası, Gözde Uslu Ankara Eski Hukuk Mektebi onarımlarının proje ve uygulama süreçlerine ilişkin deneyimlerini aktardılar.

Demet Binan’ın başkanlığını yürüttüğü son oturumda İpek Durukan mimari mirasın günümüz yaşamındaki yerine değindi. Neslihan Dostoğlu Bursa örnekleri üzerinden Cumhuriyet yapılarının bir değerlendirmesini yaptı. Bu oturumun son etkinliği olan Şube sunuşlarını Gaye Birol Balıkesir Şubesi; Hümeyra Birol Akkurt İzmir Şubesi; Mithat Coşkun ve Enise Tügen Elazığ Şubesi ve Burak Asiliskender ile Hikmet Eldek Kayseri Şubesi adına gerçekleştirdiler.

 

Sempozyum Oktay Ekinci’nin yönettiği forum ile sonlandı.

Mimarlar Odası, 06.03.2009

Gümüşkesen - Milas (G. Bell, Nisan)
...1907




1 - 7 Mart 2009

İSTANBUL BİR ESERİNİ DAHA KAYBETTİ





İstanbul kültür varlıklarını hızla kaybediyor. Büyük-küçük denmeden, hangi devire ait olduğu ya da nerede bulunduğu farketmeden, nadiren doğal yıpranmayla, çok zaman da insanoğlu tarafından yok ediliyor. Kırılıyor, yıkılıyor, çalınıyor...

Son örneklerden biri Yedikule kapısının üzerinde binlerce yıldır duran kartal kabartması oldu. İstanbul surlarıyla yaşıt olduğu düşünülen kabartma birkaç gün önce yerinden söküldü. Bizans sanatı ve arkeolojisi uzmanı Dr. Feridun Özgümüş'ün 1998 yılından beri tarihi yarımadada yaptığı arkeolojik yüzey araştırmalarında da varlığını tespit ettiği kabartma, muhtemelen önüne asılan seçim afişinin arkasından çalındı.

Özgümüş kabartma ile ilgili olarak "Kartal figürü sadece Bizans'ta değil antik çağda da kullanılıyordu. Hellenistik çağda (MÖ 4. yy başı - MÖ 2. yy ortası) Anadolu'daki yerel Hellenik kralların ordularında PLANKH denilen birlikler vardı. Düzenli savaşta çok işe yarayan bu birlikler Romalılar Anadolu'ya gelince (MÖ 130) Roma ordu sisteminde 'lejyon' adını aldılar ve kartal motifiyle sembolize edildiler. Daha sonra bu kartal figürü hem Roma devletini hem de hıristiyanlaşmış Roma İmparatorluğu'nu temsil etmeye başladı. Bu yüzden de bazen çift başlı olarak tasvir edildiler" açıklamasını yaptı.

Özgümüş, "Yedikule'de bulunan ve MS 5. yüzyılda inşa edilen İstanbul surlarının kapılarından Yedikule kapısı (Pili İptaPirgos) kemerinin üzerinde Roma lejyonlarının en önemli sembollerinden Erken Bizans dönemi mermer kartal kabartması diğer geç Roma kartallarına göre tek başlı olan ve kanımızca dini nitelikten çok askeri bir gücü temsil eden ve bu yüzden tek başlı kartalların az örneklerindendi. Ne yazık ki artık yerinde değil." şeklinde konuştu.

İstanbul surlarında buna benzer (Ayvansaray Grolimne kapısındaki İmparator Kabartmaları, Yedikule Kalesi'ndeki 5. yüzyıl tavus kuşu kabatmaları, Ayvansaray'daki Simurg kabartması gibi) çok kıymetli örnekler olduğunu söyleyen Özgümüş bunların da kartal rölyefi gibi çalınma ihtimali olduğundan bir proje kapsamında yerlerinden alınıp yerlerine replikalarının konması, orijinallerinin de arkeoloji müzelerine götürülmesinin gerektiğini belirtti ve bu konuda herkesi duyarlı olmaya çağırdı.

TAYHaber, Ayşe Didem Bayvas, 07.03.2009





Nano Yorum:


Tüm Ortaçağ tarihi boyunca en güçlü, en aşılmaz askeri yapı ve aynı zamanda estetik bir şaheser olarak kabul edilen İstanbul surları, 1453'de bile bu kadar tahrip edilmedi, aksine fetihten sonra güçlendirildi, bakımı yapıldı ve korundu. Oysa hızlı sanayileşme ve kontrolsüz göçler sonucu oluşan plansız kentleşme, etkisini ilk önce sur çevresinde gösterdi. Duvardan tasarruf etmek için surlara bitişik yapılan evler, kapı ve/veya pencere açılmak üzere yıkılan sur duvarlarının yanı sıra sahil yolu yapımı için de devlet eliyle yıkıldılar. Yakın çevresinde yapılan ve giderek yol kenarı piknik alanına dönüşen tuhaf parklar ile yaratıcı halkımızın bostan olarak yeniden kullandığı hendekleri saymıyorum bile. Hatta evsizlerin dip köşelerde ısınmak için yaktıkları ateşlerin yarattığını da görmezden geliyorum.

Ancak kabul edilmelidir ki sahip olduğumuz değerleri hızla yok etmenin önüne geçmek zorundayız. Bunu UNESCO istediği için değil, İstanbul 2010'da Avrupa Kültür Başkenti olacağı için değil, İstanbul bizim olduğu için yapmalıyız. İstanbul kurulduğu tarihten bu yana dünyanın en büyük ve en önemli şehirlerinden biri olduğu ve hem üzerinde hem de altında tarifi mümkün olmayan, ölçüsü belirsiz değerler taşıdığı için yapmalıyız.
Ayşe Didem Bayvas, 07.03.2009

ÇAĞDAŞ TÜRK SANATININ SOTHEBY'S MACERASI BAŞARI MI DEĞİL Mİ?





İngiltere'nin ünlü müzayede evi Sotheby's'in 4 martta Londra'da gerçekleştirdiği 'Türk sanatı' müzayedesinde 23 eserin alıcı bulamaması, birçok eserin de Türkler tarafından satın alınması yeni bir tartışmayı beraberinde getirdi.

Aylardır galeri galeri gezerek Türk sanatçıların izini süren Sotheby's müzayededen (kendi deyişiyle 'mallardan') beklenen geliri elde etti. Şirket, Türk sanatçıların eserlerinden 1 milyon 349 bin 500 sterlin (3 milyon 295 bin TL) gelir sağlayarak bereketli bir pazar keşfetmiş oldu. Müzayedede Leyla Gediz, Turan Aksoy, Seyhun Topuz, Hüseyin Alptekin, Gülsün Karamustafa, İnci Eviner, Albert Bitran, Nejad Melih Devrim, İrfan Önürmen, Ferruh Başağa, Erdağ Aksel gibi sanatçıların 23 eseri ise alıcı bulamadı. Satılan eserlerin yüzde 66'sını ise Türk koleksiyonerlere gitti. Bu sonuçtan sonra "Sotheby's sanatçı seçiminde yanlış mı davrandı?" sorusu gündeme geldi. Zira köklü bir müzayede evinin dünyanın dört bir yanında yaptığı tanıtımlara rağmen elinde bu kadar eserin kalması çok da alışılmış bir durum değildi.

Her müzayedede satılmayan eserlerin olabileceğini söyleyen Galeri Nev'in yöneticisi Haldun Dostoğlu, "Satılmayan eserler için demek ki 'Sotheby's eser tercihlerini doğru yapamamış, satamayacağı eserler seçmiş' diye yorumlayabiliriz." diyor. '35 yıllık galericiyim, ne kıymetli resimler gördük, ama katalogdaki resimlerin pek çoğu sıradandı.' diyen Yahşi Baraz "İyi bir araştırma yapılmadı, seçim aceleye getirildi ve son derece zevksiz bir manzara ortaya çıktı." şeklinde konuşuyor. Rüştü Sungur, Sotheby's tüm eserleri satsaydı yine bir kulp bulunacağını söylüyor. Sotheby's yetkilileri ise Türk çağdaş sanatı ile ilgili olarak yaptıkları bu ilk açık artırmanın başarılı geçtiği kanaatinde. Öyle ki pek çok sanat eserinin tahmin edilen fiyatlarını ikiye katladığını duyurdu.

Mubin Orhon ve Erol Akyavaş her zamanki gibi müzayedenin gözdesiyken bu ikiliye müzayedenin kapağına konulan genç sanatçı Taner Ceylan da eklendi. 60-80 bin sterline satılması beklenen Mübin Orhon'un tablosu 193 bin 250 sterline satıldı. En yüksek fiyata alıcı bulan ikinci eser ise Fahrelnissa Zeid'in Minatör adlı tablosu oldu.

Haldun Dostoğlu (Galeri Nev)
"Alıcıların çoğunluğu'nun Türk olması normal, uluslararası bir market yaratılacaksa öncelikle lokal destek aranır. Hindistan sanatı çıkarken de öyle olmuştu. Satılmayan eserler her müzayedede olur. Aslında çok iyi bir gelir elde etmiş. Satılmayan eserleri Sotheby's eser tercihlerini doğru yapamamış diye yorumlayabiliriz. İyi bir pazar araştırması yaptılar ama daha dikkatli yapabilirlerdi bu seçimi. Türkiye'deki pastadan onlar da nasiplenmek istiyorlar."

Rüştü Sungur (Artium Sanat Evi)
"Son derece başarılı bir satıştı, şirket eserlerin hepsini de satsa yine bir kulp bulunacaktı. Bu bizim sanat piyasamızın birbirine çamur atmasıdır. Maalesef Türkiye'de böyle bir piyasa oluşmuş durumda. Bu tartışmalar Sothebys'in kataloğuna giremeyenlerin çıkardığı dedikodular. Gitmeyenler neden beni götürmediler diye düşünsün."

Yahşi Baraz (Galeri Baraz)
"Müzayede, ciddi bir yurtdışına açılış hareketi. Türk alıcıların bunu desteklemesi önemlidir. İyi bir tanıtım yapıldı. Beklenmeyen fiyatlara çıktı. Sotheby's eski bir kurum ama buraya gelen grup Türk resim sanatını bilmiyordu. Çok aceleye getirildi bu seçim. 10 sene sonra katalogda gördüğünüz isimleri duyamayacaksınız. Erol Akyavaş'ın bile en çirkin resimlerini seçmişler."

Zaman, Haber: Musa İğrek, 07.03.2009

EN İYİ 10 KİŞİSEL MÜZE





Yakın zamana kadar müze deyince aklımıza neredeyse yalnızca devlet müzeleri gelirdi. Şimdi iddialı özel müzelerin yanı sıra ilgi alanlarına yönelik küçük müzelerin sayısı da artıyor. Genellikle meraklısının oluşturduğu koleksiyonlar, küçük müzelere dönüşüyor. İşte bu hafta jüri bu tür küçük, kişisel ve tematik müzelerin en iyilerini seçti.

EN İYİ 10

1-Oyuncak Müzesi / İSTANBUL
2-Tahtakuşlar Müzesi / BALIKESİR
3-Doğançay Müzesi / İSTANBUL
4-Ural Ataman Klasik Otomobil Müzesi / İSTANBUL
5-Proje4L Elgiz Çağdaş Sanat Müzesi / İSTANBUL
6-Mehmet Naci Aköz Uçurtma Müzesi / İSTANBUL
7-Esat Uluumay Etnografik Eserler Müzesi /BURSA
8-Salim Mutlu Harp Anıları Müzesi / ÇANAKKALE
9-Orhan Kemal Müzesi / İSTANBUL
10-Galip Körükçü Saç Müzesi / NEVŞEHİR

OYUNCAK MÜZESİ

2005’te şair Sunay Akın tarafından, aileden kalma Göztepe’deki köşkte kuruldu. Müzede Sunay Akın’ın yirmi yıl boyunca topladığı 5000 oyuncak var. En eskisi 1817’de Fransa’da yapılmış bir keman. Beş katlı müzede her oyuncak, konusuna uygun tasarlanan odalarda sergileniyor. Uzay odasında tepede yıldızlar yanıp sönüyor, tren oyuncakları ise eski bir tren vagonunda. Pazartesi hariç 09.30-18.00, haftasonu 09.30-19.00 açık. Tam 8, indirimli giriş ücreti 5 lira. Tel: (0216) 359 45 50

TAHTAKUŞLAR MÜZESİ

Edremit’teki Tahtakuşlar Köyü’nde 1991’de Alibey Kudar tarafından kuruldu. 1994’te UNESCO tarafından 10 bin dolar destekleme ödülü verildi. Türk boylarının giyim, ev eşyaları, çadırları vb. sergileniyor. Ressam Selim Turan’ın adını taşıyan galeri 642 etkinliğe ev sahipliği yaptı. 10 bin kitaplık kütüphanesi ve 1997’de Marmara Denizi’nde ağlara takılan 360 kiloluk “Dermochelys Coriacea” türü dev kaplumbağanın sergilendiği deniz bölümü de var. Her gün açık. Giriş tam 2, indirimli 1 lira. Tel: (0266) 387 33 40.

DOĞANÇAY MÜZESİ

Ressam Burhan Doğançay, kişisel müzesini 2004’te İstanbul’da açtı. Taksim Balo Sokak’taki 19. yüzyıldan kalma bir binada Doğançay hem kendisinin hem babası Adil Doğançay’ın resimlerini sergiliyor. Müzede çocuklar için de atölye var. Sanatçının ‘Dünya Duvarları’ serisindeki resimleri, koniler serisi, New York Metro Duvarları, Aubuisson Duvar Halısı, ünlü kurdele ve gölge tabloları da var. Doğançay’ın hayran olduğu sufi müzik çalınıyor. Her gün 10.00-18.00 arası açık. Giriş ücretsiz. Tel: (0212) 244 77 70

URAL ATAMAN KLASİK OTOMOBİL MÜZESİ

Tarabya’da kurucusunun adını taşıyan müze dekorasyonuyla da ilgi çekiyor. Amerikan otomobillerinin bulunduğu bölüm dönemin Amerikan tarzına göre düzenlenmiş: Neon panolar, müzik kutuları, benzin pompaları. 1920-1970 arası döneme ait 63 otomobil sergileniyor. O yıllardaki yaşamın parçası olan Coca Cola makineleri, jant kapaklar, maket arabalar, motosiklet ve kilometre saatleri de var. 1947 model kan kırmızı Ford itfaiye aracı çok ilgi görüyor. Giriş 5 lira. Cumartesi 11.00-18.00 arası açık. Tel: (0212) 299 45 39.

PROJE 4L ELGİZ ÇAĞDAŞ SANAT MÜZESİ

2005’te Sevda ve Can Elgiz’in koleksiyonlarını sergilemek için açtığı müze, Maslak’ta Mimar Can Elgiz’in yaptığı bir plazanın altında. Barbara Kruger, Tracey Emin, Cindy Sherman, Abdurrahman Öztoprak, Hale Tenger gibi sanatçıların eserleri var. Ergin Çavuşoğlu’nun rezonansları, Candeğer Furtun’un içine insan bedeni sakladığı kabartması ve Burhan Doğançay’ın pembe kapısı da burada. Çarşamba, perşembe, cuma 10.00-17.00, cumartesi 10.00-16.00 açık. Ücretsiz. Tel: (0212) 290 25 25.

MEHMET NACİ AKÖZ UÇURTMA MÜZESİ

2005’te Mehmet Naci Aköz’ün açtığı Üsküdar’daki müzede çeşitli ülkelerden 750’ye yakın uçurtma var. Pazartesi, salı ve çarşamba 11.00-14.00 arasında ücretsiz uçurtma yapım dersleri veriliyor. Malzemesini getiren uçurtmasını yapıştırıp kendisini Üsküdar sahiline bırakıyor. Müzede elmalı, armutlu, fırfırlı, küpeli, ahtapot şeklindeki uçurtma modelleri görmek mümkün. Aköz, okullarda uçurtma dersleri veriyor. Giriş ücretsiz. Her gün 10.00-17.00 arası açık. Tel: (0216) 553 23 37 www.ucurtmadunyasi.com

ESAT ULUUMAY ETNOGRAFİK ESERLER MÜZESİ

40 yıl boyunca antikacılardan eski elbise toplayan folklor araştırmacısı Esat Uluumay, 150 takım kıyafet ve 400 takıdan oluşan koleksiyonunu Muradiye semtindeki Ahmetpaşa Medresesi’nde sergiliyor. Anadolu ve Balkanlardan kıyafet, aksesuvar ve takılar yer alıyor. Binası Fatih’in vezirlerinden Şair Ahmet Paşa tarafından 1475’te medrese olarak inşa edildi. Hat, tezhip, ebru ve minyatür kursları da veriliyor. Bahçede Osmanlı Çay Bahçesi var. Pazartesi hariç 08.00-17.00 arası açık. Giriş 2.5 TL. Tel: (0224) 243 15 00.

SALİM MUTLU HARP ANILARI MÜZESİ

Gelibolu Tarihi Milli Park’ta Alçıtepe Köyü’nde 1961’de kurulan müze Çanakkale Savaşı’na adanmış. Köyün bakkalı Salim Mutlu, köylülerin bulduğu savaş malzemelerini 1961’de evinde sergilemeye başladı. 2004’te öldü, müzeyi kızı ve damadı Nermin ve Özcan Adanır devraldı. Girişinde boş top mermisi kovanlarından yapılmış bir abide var. Silahlar, şarapnel parçaları, kurşun saplanmış asker kemikleri, su mataraları, fotoğraflar sergileniyor. Her gün 08.00-19.00 arası açık. Tam 1 lira, öğrenci 50 kuruş. Tel: (0286) 844 61 35.

ORHAN KEMAL MÜZESİ

Asıl adı Mehmet Raşit Öğütçü olan Orhan Kemal (1914-1970) anısına oğlu Işık Öğütçü 2000’de kuruldu. Öğütçü, yazarın İstanbul’da yaşadığı bir evin replikasını Cihangir’deki bu binada yeniden yarattı. Orhan Kemal’in kişisel eşyaları, kitaplarının ilk baskıları, mektupları, diş fırçası, çatalı, pijaması, daktilosu, evlilik cüzdanı ve kıyafetleri sergileniyor. Orhan Kemal’in müdavimi olduğu ünlü İkbal Kahvesi’nin bir uyarlaması da müzenin alt katında. Pazar hariç her gün 10.00-19.00 arası açık. Tel: (0212) 292 92 45.

GALİP KÖRÜKÇÜ SAÇ MÜZESİ

Avanos’taki çömlek ustası Galip Körükçü topladığı saçlar, Körükçü’nün kayadan oyma 500 metrekarelik mağara atölyesinde sergileniyor. Koleksiyonu, 1979’da saçlarını çok beğendiği Fransız bir turist kadından hatıra bir tutam saç alarak başlatmış. Muazzez Ersoy, Semra Özal, Pınar Aylin, Nurgül Yeşilçay, Selda Alkor ve İpek Tuzcuoğlu’nun da saçları var. Her yıl müzeye saç bırakan 15 kadına Kapadokya’da 10 günlük tatil ve 1 haftalık çömlekçilik kursu hediye ediliyor. 08.00-18.00 arası ücretsiz. Tel: (0384) 511 57 58.

Hürriyet Cumartesi, 07.03.2009

TARİHİ TÜRK EVLERİ İNGİLİZ MİMARA EMANET

Antalya'nın Manavgat İlçesi'ndeki tarihi Ilıca evleri İngiliz mimarın hünerli elleriyle kültür turizmine kazandırılıyor. Ilıca beldesindeki taş ve kerpiç yapılar, restorasyonun ardından eski ihtişamına yeniden kavuşuyor. Taşıdıkları otantik motiflerle turistleri cezbediyorlar.

Kerpiçten inşa edildikleri için yazın serin kışın sıcak oluyorlar. Bu özellik konaklama açısından onları daha da cazip hale getiriyor. İki evi butik otel olarak turizme açan mimar Steve Hannaby'nin hedefi beldedeki 35 yapıyı daha onarmak. Çalışmalarını Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Kurumu (UNESCO) ve Ilıca Belediyesi'nin desteğiyle yapan İngiliz mimar, tarihi evleri aslına uygun restore ettiğini vurguluyor. Turistlerden büyük ilgi gördüğü için hizmete açılan butik otellerde müşteri sıkıntısı çekmediklerini aktarıyor. Ilıca Belediye Başkan Yardımcısı Bekir Çakar da tarihi yapıların turizme kazandırılmasını desteklediklerini belirtiyor.

Zaman, Haber: Abdurrahman Büyükkeskin, 06.03.2009

TARİHİ ESER KAÇAKÇILARINA DARBE!

Başkentte ellerinde bulunan tarihi eserleri satmaya çalışan 3 kişi yakalandı.

Ankara Emniyet Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü Mali Suçlar Büro Amirliği ekiplerinin yaptığı çalışmalarda, bazı kişilerin Ankara ve Haymana İlçesinde geceleri yaptıkları kazılarda buldukları tarihi eserleri satmaya çalıştıkları belirlendi.

Düzenlenen operasyonda, Serdar G., Tahir Ü. ve Sevinç Ü. yakalanarak gözaltına alındı. Zanlılarla birlikte 26 parça tarihi eser ele geçirildi. Zanlılar, yapılan sorgularının ardından Haymana Cumhuriyet Başsavcılığı'na sevk edildi.

Ankara Kent Haber, 06.03.2009

AMENHOTEP III'ÜN HEYKELİ YENİDEN YÜKSELİYOR

Uluslararası bir ekibin çabaları ve British Museum’un daha ufak bir yardımı ile Mısır’ın en önemli firavunlarından birisinin heykeli yeniden eski yerinde yükseliyor. Tutankhamun’un büyükbabası ve Mısır’ı 36 yıl boyunca yöneten Amenhotep III’ün dev heykeli başına tekrar kavuştu ve yerine yerleşti.

Firavunun, Luxor yakınlarında, Kom el Hattan’da mezar tapınağının yanında bulunan kırmızı kuvartzit heykel yüzyıllar önce devrilmişti. 19. yüzyılın başlarında koleksiyoner Henry salt heykelin başını, diğer bir başla birlikte satın aldı ve bu başların yolculuğu British Museum’da sona erdi.

MÖ 1386-1349 arasında hüküm süren Amenhotep III’ün heykeli kuzey portikoda yer alıyordu ve Aşağı Mısır’ın hakimi olduğunu gösteren kırmızı taç giyiyordu. Güney portikoda aynı heykelin beyaz taç giyeni vardı.

Ermenistan Bilimler Akademisi’nden Dr. Hourig Sourouzian “Çalışmaların başından bu yana birçok büyük ve binlerce küçük parça topladık. 2008 yılında göğüsü oluşturduk ve British Museum’dan gelen baş kopyasını yerine yerleştirdik” dedi. Bölgede yapılan ve birçok ülkeden bilimadamlarının katıldığı çalışmalar en az 12 tane olduğu tahmin edilen heykellerin tümünün bütünlenmesi amacını taşyor.

The Times, 02.03.2009

DATÇA'DAKİ ANTİK KNİDOS KENTİ KAZISI İPTAL EDİLDİ

Muğla Kültür ve Turizm Müdürü Murat Süslü, Datça İlçesi'ndeki Antik Knidos kentinde yapılan kazı çalışmasının müfettiş kararıyla iptal edildiğini bildirdi.

Süslü, bu yıl Muğla ve ilçelerinde, 8'i Bakanlar Kurulu kararıyla olmak üzere toplam 11 arkeolojik kazı yapılacağını söyledi. Süslü, şöyle konuştu: "Bu kazılardan Datça İlçesi'ndeki Antik Knidos kentindeki kazı çalışması, müfettiş kararıyla iptal edildi. Kazı alanında eski eser tahribatı söz konusuydu. Antik köprü evine kazı evi yapılması girişimi, kurul onayına aykırı olarak restorasyon yapma, eser güvenliğinin sağlanamaması gibi nedenlerle kazı iptal oldu."

Zaman, 06.03.2009

TARİHE SAYGISIZLIK

Tekirdağ'ın kurtuluş mücadelesi sırasında düşmanlara karşı kullanılan 94 yıllık top, sergilenmek üzere konulduğu yerde çürüdü.

1915-1922 yıllarında, kentin düşman işgalinden korunması ve kurtarılması sırasında, düşmanların püskürtülmesi amacıyla kullanılan 94 yıllık top, daha sonraki yıllarda da 53 yıl boyunca Tekirdağ'da iftar saatini bildirmek için Ramazan topu olarak kullanıldı. Uzun yıllar Çiftlikönü tepesinden ateşlenen top, 1994 yılında dönemin belediye başkanı Osman Tabak tarafından Cumhuriyet Meydanı'na getirilirken, geçen 15 yıllık zaman içinde top, bulunduğu yerde atıl kalması nedeniyle çürüdü.

Anayurt Gazetesi, 06.03.2009

TARİHİ YARIMADA BİRLEŞTİ, HİZMET YÜKÜ AĞIRLAŞTI





İstanbul'un tarihi ve kültürel kimliği ile öne çıkan ilçesi Fatih'te, Belediye Başkanlığı siyasi partiler açısından prestij özelliği taşıyor. Yeni düzenlemeyle Eminönü ile birleşen Fatih, 2010 Avrupa Kültür Başkenti olan İstanbul'un merkezi konumunda.

Tarihi yarımadının ucundaki bu büyük ve güzide ilçede, seçimlerde birbirinden ilginç adaylar başkanlık için yarışacak. AKP'nin Fatih adayı Mustafa Demir, bir önceki dönem belediye başkanı olması nedeniyle rakiplerinden bir adım önde yarışa başlıyor. CHP Fatih'te Mustafa Demir'in karşısına Büyükşehir Belediye Meclisi üyesi ve CHP Grup Sözcüsü Can Özyedierler'i çıkarırken, MHP Mollaşerif Mahallesi Muhtarı Akif Ak'la Fatihli seçmenden oy isteyecek. Saadet Partisi ise 2004 yılında da aday gösterdiği Türker Saltabaş'la vatandaşın karşısına çıkacak. Son sayıma göre 455 bin 498 nüfuslu Fatih'te 57 mahalle var. Altyapı sorunları büyük oranda çözülmüş bulunan ilçenin çözüm bekleyen sorunlarından birini yıkılmaya yüz tutmuş eski yapılar oluşturuyor. İstanbul'un merkezi konumundaki ilçenin diğer büyük sorunu özellikle Halıcılar, Mollagürani, Vatan, Millet ve Akdeniz caddeleri üzerinde faaliyet gösteren oto galerilerin oluşturduğu trafik tıkanıklığı sorunu. İki tarihi ilçenin birleştirilmesi ile birlikte sayıları iki katı artan tarihi eserlerin korunması ve restore edilmesi de belediyenin çözmesi gereken öncelikli sorunlar arasında yer alıyor.

Fatih, Avrupa Kültür Başkenti'nin vitrini
Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir, partisi tarafından 29 Mart seçimlerinde tekrar aday gösterildi. Demir, yeni dönemde ilçeyi 2010 yılına hazırlayacak tasarım ve yenileme projelerine imza atmayı hedefliyor. Eminönü ile birleşen Fatih'i, dünya markası yapmayı planladıklarını belirten Demir, "Eminönü'nde Kapalıçarşı ve çevresinde, Mısır Çarşısı ve çevresinde, Süleymaniye Camii ve çevresinde başlatılan temizlik ve yenileme çalışmaları aynen devam edecek. Ayrıca hazırlayacağımız yeni projeleri, bu projelerden bire bir etkilenecek vatandaşlarla birlikte yapacağız."diyor. 2010 yılı Avrupa Kültür Başkentliğinde öncü ilçelerden biri olan Fatih'te yeni dönemde projesi devam eden Zeyrek Sarnıcı, Anemas Zindanları, Tekfur Sarayı, Emir Buhari Tekkesi ve Sümbül Sinan Tekkesi restorasyonları tamamlanacak. 1959'da doğan ve 25 yıldır Fatih'te oturan Mustafa Demir'in asıl mesleği diş hekimliği. 1983'te İstanbul Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi'nden mezun olan Demir, İstanbul Diş Hekimleri Dostluk ve Dayanışma Derneği kurucu Başkanlığı yaptı. AK Parti İstanbul il başkan yardımcılığı yapan Demir, ikinci döneminde birinci dönemde elde ettikleri başarıyı ikiye katlamak zorunda olduklarını ve bunu gerçekleştireceklerini söylüyor.

MHP'den Fatih'i tanıyan bir başkan adayı
MHP'nin Fatih Belediye başkan adayı Akif Ak, 2004'ten bu yana Mollaşerif Mahallesi muhtarı olarak görev yapıyor. Muhtarlık görevinden belediye başkanlığına geçmeyi amaçlayan Ak, 1961 İstanbul doğumlu. Aktif iş yaşamına 1983 yılında İnan Holding'de yönetici olarak başlayan Ak, 1985 yılına kadar bu görevini sürdürdü. Sonra Koç Holding'de, ardından Esbank'ta görev yaptı. Siyasete mahalle muhtarı olarak başlayan Ak, İstanbul Muhtarlar Derneği'nin de başkanlığını yapıyor.

Çocuklar için 'Masal Ülkesi' yapacak
1962 İstanbul doğumlu Can Özyedierler, Pertevniyal Lisesi mezunu. 1985'te siyasete atılan Özyedierler, önce SHP'de ardından CHP'de siyaset yaptı. CHP İstanbul İl Yönetim Kurulu üyeliği yapan Özyedierler halen, Fatih ve Büyükşehir Belediye Meclis üyesi. 1991'den beri reklam sektöründe yönetici ve şirket sahibi olarak çalışan Özyedierler, turizm yatırımları ile Fatih'in sosyal ve ekonomik hayatına canlılık kazandırmayı hedefliyor. Cankurtaran ve Ahırkapı Hıdrellez Şenlikleri'ne uluslararası boyut kazandırmak gibi projeleri bulunduğunu kaydeden Özyedierler, Belgradkapı girişindeki alanda çocuklar için "Masal Ülkesi" kurmayı planlıyor.

Başkanlık yarışını ikinci defa deneyecek
Aslen Bayburtlu olan Türker Saltabaş, Bursa İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi mezunu. Fatih Belediye başkan yardımcılığı ve İstanbul Büyükşehir Belediye başkan danışmanlığı yapan Saltabaş, gençliğin ve okulların güvenliğine büyük önem veriyor. SP adayı Saltabaş, hazırladığı "gece bekçisi" projesi ile her okulun çevresinde güvenlik görevlisi istihdam ederek, okullara güvenlik sistemi oluşturmayı hedefliyor.

Zaman, Haber: Yasin Kılıç, 06.03.2009

MÜZELERDE ZİYARETÇİ REKORU

Erzurum'da Arkeoloji, Etnografya, Atatürk Evi ve Erzurum Kalesi'nden oluşan müzeler, geçtiğimiz yılın sonuna kadar toplam 119 bin 130 kişi tarafından ziyaret edildi.

Erzurum’un, yerli ve yabancı turistlerden gördüğü ilgi, her geçen yıl biraz daha artıyor. Arkeoloji, Etnografya, Atatürk Evi ve Erzurum Kalesi’nden oluşan müzeler, geçtiğimiz yılın sonuna kadar toplam 119 bin 130 kişi tarafından ziyaret edildi. Yerli ve yabancı turistler tarafından gerçekleştirilen ziyaretler, Erzurum Müze Müdürlüğü’nün kasasına, 66 bin 540 TL kazandırırken, Müze Müdürü Mustafa Erkmen, müzelere gösterilen ilginin her geçen yıl biraz daha arttığını söyledi.

Erzurum’da geçtiğimiz yıl boyunca müzelere gelen yerli ve yabancı turist sayısının 119 bin 130 olduğunu bildiren Müze Müdürü Erkmen, toplam içerisinde yabancı turistlerin sayısının ise, 3 bin 552 olduğunu kaydetti. Yerli turistlerden 24 bin 328’inin, müzeleri ücret mukabilinde ziyaret ettiklerini açıklayan Erkmen, 91 bin 270 kişinin ise, Erzurum’daki müzeleri ücretsiz ziyaret ettiklerini belirtti.

Yerli turistlere oranla, ücretli ziyaretlerin en fazla yabancı turistler tarafından gerçekleştirildiğini dile getiren Mustafa Erkmen, “Müzelerimizi ziyaret eden yabancı turist sayısı 3 bin 552 kişiden oluşurken, ücret ödemeyen turist sayısı toplam içerisinde 197 kişi’den oluştu” dedi.

Arkeoloji, Etnografya, Atatürk Evi ve Erzurum Kalesi gibi tarihi ve turistik mekanların ziyaret edilmesi suretiyle elde edilen geliri de açıklayan Erkmen, Erzurum Müzesi’nin kasasına, geçtiğimiz yıl boyunca giren toplam paranın 66 bin 540 TL olduğunu kaydetti.

Öte yandan yerli ve yabancı turist sayısının aylara göre dağılımı ise, Erzurum’daki müzelerin en büyük ilgiyi Mayıs, Haziran, Temmuz ve Ağustos aylarında gördüğünü ortaya koydu. Hem yerli, hem de yabancı turistlerin sayısında, söz konusu aylarda adeta patlama yaşanırken, yılın diğer aylarında ise turizm hareketliliği olmadığı gözlendi. Palandöken’in yabancı turistler tarafından tıklım-tıklım doldurulduğu kış sezonunda, müzeleri ziyaret edenlerin sayısında düşüş yaşanırken, bu durum, Erzurum’da kış mevsiminin turizm açısından tam anlamıyla değerlendirilemediği sonucunu doğurdu.

Erzurum Gazetesi, 06.03.2009

600 YILLIK TEVRAT BULUNDU

İstanbul Mali Suçlarla Mücadele Şubesi ekiplerine bazı kişilerin tarihi eser kaçakçılığı yaptıkları yönünde ihbar üzerine operasyon düğmesine basıldı.

İki kaçakçının izini bulan polis, ellerinde tarihi el yazması Tevrat olduğunu tespit edilen şahıslarla müşteri gibi irtibat kurdu. Gazanfer Aslan ve Mustafa Aksu isimli kaçakçılar ellerindeki Tevrat’ın 14. yüzyıldan kalma olduğunu, ceylan derisi üzerine el yazısı ile yazıldığını ifade etti.

Rulo halinde olan 11 metre uzunluğunda ve 30 santimetre enindeki ceylan derisi üzerine yazılmış Tevrat için zanlılar polisten 3 milyon dolar istedi. Tevrat’ı görmek isteyen müşteri kılığındaki polis, tarihi eserin teslim edileceği sırada kaçakçıları suçüstü yakaladı. Zanlılar Tevrat’ı kriz nedeniyle satmayı planladıklarını söyledi. Polis, ele geçirilen tarihi Tevrat’ın Türkiye’deki sinagoglardan birinden çalınmış olabileceği ihtimali üzeride duruyor.

Bugün, 06.03.2009

İZMİR'İN TAŞINMAZ KÜLTÜR VARLIKLARI KİTAPLAŞTIRILDI

İzmir Ticaret Odası (İZTO), "Taşınmaz Kültür Varlıkları" isimli kitap yayınlandı. Kitapta taşınmaz kültür varlıklarının korunması, buna ilişkin kurallar ve teşvikler hakkında ayrıntılı bilgiler bulunuyor.

İZTO Yönetim Kurulu Başkanı Ekrem Demirtaş, bugüne kadar birçok tarihi eser ve kültür varlığının korunması için çalışmalar yaptıklarını belirterek, "Bu kitapla da tarihi eser sahiplerine bir rehber sunmayı amaçladık" dedi.

Demirtaş, tarihi 8 bin 500 yıl önceye uzanan İzmir'in tarih, kültür, inanç, toplum yaşantısı, sivil mimari ve medeniyetlerin izleri açısından dünya ve insanlık için çok önemli hazineler barındırdığını ifade etti.

Son yıllarda tarih ve kültür dokusunun korunması açısından ciddi bir bilinç ortaya çıkmasına rağmen İzmir'in yine de tarihi dokusuyla tam barışık olmadığını kaydeden Demirtaş, "Taşınmaz kültür varlıklarının korunması ve yaşatılması konusunda merkezi ve yerel yönetimle vatandaşlar arasında güçlü bir bağ ve işbirliği yok. Bu bağı güçlendirmek ve tarihi eserlere sahip çıkmak için birinci şart, şehirlilerin ve kurumların taşınmaz kültür varlıklarıyla ilgili temel bilgilere sahip olmasıdır. Bunun yanı sıra kültür varlıklarımızın nasıl yaşatılacağını, korunacağını ve bunlar için gerekli maddi kaynaklara nasıl ulaşılacağını öğretmemiz gerekiyor" şeklinde konuştu.

Yayınladıkları kitabın, tarihi eserlerin korunması için bir rehber niteliğinde olduğunu aktaran İZTO Başkanı, şöyle devam etti: "Bu kitap sayesinde taşınmaz kültür varlığı olarak nitelendirilen bir yapıya sahip olan kişi ya da kurum, temel bilgilere sahip olurken kanuni sorumlulukları ve haklarını da bilecek. Tescilli bir yapıda nasıl tadilat, onarım veya restorasyon yapılacağını, bunun için ulusal ve uluslararası teşviklere, yardım ve fonlara nasıl ulaşılacağını öğrenecek. Uygulama yöntemleri ve ilgili kurumlar hakkında bilgi edinebilecek."

Kitabın ilgili kurum ve kuruluşlara gönderileceğini, ayrıca temin etmek isteyenlerin İZTO'dan alabileceğini aktaran Ekrem Demirtaş, tarihi eser sahibi olup bu konuda daha ayrıntılı bilgi edinmek isteyen vatandaşların da ayrıca odaya başvurarak uzmanlardan bilgi alabileceğini sözlerine ekledi

Turizm Gazetesi, 05.03.2009

CUMHURİYET 'CUMHURİYET'İ YOK ETMESİN





Elçilik binaları, ülkelerin mimarlığa verdikleri değeri yansıtırlar. Cumhuriyet devriminin, bunu ne denli önemsediğini kanıtlayan “Tahran Büyükelçilik Binamız” da öyledir... Yaklaşık 2 yıl önce, ODTÜ’den Prof.Dr. Ayşıl Tükel Yavuz ile Prof.Dr. Yıldırım Yavuz’un da katılımıyla, binanın hizmete girişinin 70’inci yılı kutlandı. Yıldırım Yavuz’un anlattığına göre, mimar Seyfi Arıkan, çağdaş bir yapı tasarlamak istediğini söyleyince Atatürk demiş ki; “Modern cumhuriyetin elçilik binası da elbette çağdaş olmalı ama Türkiye’yi temsil ettiği, mimarisine de yansımalı...”

Yine Atatürk, 1930’larda Ankara’daki müze inşaatını ziyaretinde özetle şunları da söylüyordu; “Modern mimarlığın da ülkelere göre farklılıkları vardır. Fransa’daki modern mimarlık nasıl Fransızsa, Almanya’daki Alman, İtalya’daki İtalyan modern mimarlığıdır. Bizim de modern mimarimiz ‘bize has’ olmalı...”

İşte bu özlem, kamu yapılarında 50’lere, sivil yapılarda da 60’lara kadar etkili olan “ulusal çağdaş mimarlık” arayışının temeliydi. Binlerce yıllık uygarlık tarihinden süzülmüş birikimlerin “modern Türkiye”yi bezeyecek yapılara da esin kaynağı olması “Cumhuriyetin mimarlık mirası”nı yarattı...

Devrimin önemli yapıları
Mimarlar Odası, aynı mirasın yurt düzeyindeki tüm örneklerini belgeleyerek, yok olmalarını önlemeyi hedefleyen çalışmalar içinde... Bu kapsamda Ankara-Çankaya Çağdaş Sanatlar Merkezi’nde 26-27 Şubat’ta gerçekleşen sempozyumda “Cumhuriyet Devrimi”nin ürünü olan özgün ve özenli yapıların durumu ve “kentlerimize kültürel katkılarıyla yaşatılmaları” ele alındı.

Bu çabayı, “önce”likle bir “Cumhuriyet kurumu olma”nın sorumluluğuyla sürdürdüklerini belirten Genel Başkan Bülend Tuna diyor ki; “Kültür mirasımızın bu çok özel dönemini yansıtan örnekleri aynı zamanda Cumhuriyetin yarattığı mimari özen ve sanatsal duyarlılığın belgeleri olarak da geleceğe aktarılmalı...”

Sempozyumu yöneten MYK üyesi Emre Madran da Cumhuriyet yapılarının kültürel değerlerimizden yıllardır en fazla tahrip olanlar arasında yer aldığını anımsatarak şunları söylüyor: “Bu dönem yapılarının ‘eski’ sayılmaması ve çok sayıda bulunmaları yüzünden korunma kararları da ihmal edildi. Birçoğu merkezi ve yerel yönetimlerce yıkıldı ve bu duyarsızlık sürüyor. Yani Cumhuriyet, ‘Cumhuriyeti’ yok ediyor...”

Yargıdan anlamlı destek
Madran’ın bu serzenişinde ne denli haklı olduğunu, sempozyumla aynı günlere rastlayan bir “yargı kararı” da açıkça kanıtlıyor...

Ankara 5. İdare Mahkemesi, Büyükşehir Belediyesi’ne ait “Ankara Tarihi Kent Merkezi Yenileme Alanı İmar Planları”nı şehircilik ilkelerine ve kamu yararına aykırı bularak 30 Aralık 2008 tarihli kararıyla geçersiz kılarken gerekçelerini şöyle vurguluyor: “Cumhuriyetin 1940-50 dönemine ait ve çoğu mimari proje yarışmaları ile elde edilmiş binaların oluşturduğu kentsel dokunun bütünlüğünün korunması çok önemlidir (...) dava konusu plan, koruma amaçlı imar planı olmaktan ziyade, ‘yenileme amaçlı’ bir yaklaşım göstermektedir (...) kentsel sit alanı içindeki binaların temizlenmesi, mevcut dokunun karakterini ve bütünlüğünü bozacaktır...”

Hukukun ve bilirkişi raporlarındaki bilimsel yaklaşımların Cumhuriyet mirasına verdikleri bu değer, ülkeye egemen olan “kültür yoksunu imar düzeni”ne neden yansıyamıyor?

Bu soruya da yanıt aranan sempozyumun hazırlık belgelerinde özellikle başkentimizdeki kayıplar şöyle anımsatılıyor;

“Ankara’nın yenilenmesi adına Lozan Palas yıkılarak Akbank’a; Belvü Palas Merkez Bankası’na; Körfez Lokantası işhanına dönüştürüldü. Anafartalar Caddesi’nde 40’tan fazla 1950 öncesi konut ve ticarethane yapısı yıkılarak yerlerine ‘eski binalar’(!)dan çok daha fazla getirisi olmayan yeni bloklar yapıldı. Türkiye’nin ilk toplu konut uygulaması olan Bahçelievler’de, dönem yapıları parmakla sayılacak kadar azaldı. Oysa tüm bu değerlerin, kent kimliğine katkıları gözetilmeliydi...”

Türkiye'nin belleği
Mimarlar Odası şubelerinin sempozyumdaki bölgesel sunumları, aynı tahribatın birçok kent ve kasabamızda da sürdürüldüğünü gözler önüne serdi. “Sadece dini ve anıtsal yapıların önemsendiği koruma anlayışı” içinde “tescil edilmeyen eski kamu yapıları”na özelleştirme politikalarıyla “arsa” gözüyle bakıldığı da vurgulandı.

Bu aymazlık nedeniyle “ülke halkı bir süre sonra belleğini yitirecektir” denilen sempozyumda; “oysa aynı bellek, vatandaşı olmakla övündüğümüz Türkiye Cumhuriyet’inin belleğidir...” uyarısı yapıldı.

Umarız başta Kültür ve Turizm Bakanlığı ve tüm Bölge Koruma Kurullarımız olmak üzere, belediyelerimiz, valiliklerimiz ve diğer ilgili kurumlar, bu uyarıyı artık önemser; onurlu geçmişimizin mimarlık armağanlarından gelecek kuşakların da gurur duymalarını sağlarlar...

Cumhuriyet, Yazı: Oktay Ekinci, 05.03.2009

SOTHEBY'S'DE ORHON'A 273 BİN DOLAR

Sotheby's Müzayede Evi'nde çağdaş Türk sanatı ile ilgili ilk müzayede yapıldı. Toplam 1,8 milyon dolarlık satışın yapıldığ ımüzayedeneni en pahalı parçası Mübin Orhon'un 1961 tarihli tual üzerine yağlıboya tablosu oldu. Orhon'un eseri 273 bin dolara alıcı buldu. Bu eser için tahmin edilen en yüksek fiyat 113 bin dolar civarındaydı.

Müzayedede alıcı bulan ikinci en pahalı eser ise Fahrelnissa Zeid'de ait Le Minautore adlı yağlıboya tablo oldu. Tablo, 120 bin dolardan alıcı buldu. Tahmin edilen en yüksek fiyat ise 99 bin dolar civarındaydı.

Hiperrealist akımın temsilcilerinden Taner Ceylan'ın Spiritual adlı yağlıboya tablosu ise yaklaşık 100 bin dolara alıcı buldu. Bu eser için tahmin edilen en yüksek fiyat 56 bin dolar civarındaydı.

Sotheby's Müzayede Evi'nin Ortadoğu pazarından sorumlu başkan yardımcısı Ali Can Ertuğ, Türk çağdaş sanatı ile ilgili olarak yaptıkları bu ilk açık artırmanın başarılı geçtiğini söyledi.

Müzayedede Abidin Dino, İlhan Koman, Mehmet Güleryüz, Bedri Baykam, Erol Akyavaş ve Abidin Elderoğlu'nun eserleri de 50 ila 100 bin dolar arasında alıcı buldu.

Hürriyet, 05.03.2009

TARİHİ MEKANLARDAKİ 'TARİH OLMUŞ' LEVHALAR UTANDIRIYOR

Hellenistik, Roma ve Bizans dönemine ait tarihi eserler hakkında bilgi veren tanıtım levhalarının eski ve kırık hali turizmi olumsuz etkiliyor.

Turizmciler, tarihi eserler önüne dikilen levhaların estetik, uzun süreli nemli havalara dayanlıklı ve en az 4 dilde yazılı olmasını istiyor.

Tarihi şehirleri gezen turistler Hellenistik, Roma, Bizans, Pamfilya, Likya, Anadolu Selçuklu ve Anadolu beylikleri dönemine ait bilgileri bilgilendirme levhalarından öğreniyor. Ancak yenilenmediği için zamanla kırılan, paslanan ve üzerindeki yazıları silinen bu levhalar işlevini yitiriyor. Tarihi mekanları gezmek için dünyanın birçok bölgesinden Türkiye'ye gelen turistler, karşılaştıkları bu manzara karşısında şaşırıyor.

Turizmin başkenti Antalya, tarihi mekanlardaki eski levhaların çokluğuyla dikkat çekiyor. Özellikle Manavgat'taki Side Antik Kent'teki tanıtım levhaları, Türkiye hakkında olumsuz bir imajın oluşmasına yol açıyor. Birçok tarihi eserin tanıtım levhası yerlerde gezerken, üzerlerinde yazı, figür ve resimlerin bulunmaması eserin hangi döneme ait olduğunun anlaşılamamasına neden oluyor. Turizm sezonu öncesi levhaların tek tek kontrolden geçirilmesi gerektiğine dikkat çeken Side ve Eski Eserlerini Sevenleri Derneği (SESD) Başkan Yardımcısı Mehmet Çelikten, bu manzaranın 2008'de 27 milyon turisti ağırlayan, 2009'da en az 30 milyon hedefleyen Türkiye'ye yakışmadığını söyledi. Roma ve Bizans dönemine ait tarihi eserlerin bulunduğu çoğu mekanda tanıtım levhalarının kırılmış ve paslanmış durumda olduğunu ifade eden Çelikten, İngilizce ve Almanca yazıların okunmayacak kadar silik olduğunu belirtti. Çelikten, yetkilileri bir an önce bu eksikliği gidermeye çağırdı. Özellikle Side'nin arkeoloji turizminde Türkiye'nin dünyaya açılan pencere olduğunu belirten Manavgat Kültürler Arası Diyalog Merkezi (MAKDİM) Başkanı Mesut Bişkin de 20 yıl önce dikilen tanıtım levhalarının günümüz şartlarına hizmet vermede yetersiz kaldığını ifade etti. Tarihi bir şehrin en güzel tanıtımının estetik doku ve tanıtıcı bilgilerle sağlanacağına dikkat çeken Bişkin, "Ören yerlerindeki tarihi eser tanıtım levhaları acilen günümüz şartlarına göre modernize edilmeli. Şehir merkezine girişte Side Antik Kent'e bulunan tüm eserleri anlatan bir krokisini olması lazım. Turist bu krokiye bakarak hangi döneme ait eserin nerede olduğunu rahatlıkla bilecek." diye konuştu.

Tarihi şehri turistlere gezdirirken küflenmiş levhalar önünde bilgi vermeye utandıklarını belirten Bastıyalı Turizm Seyahat Acentesi Kokartlı İngilizce Turist Rehberi Mehmet Reşat Akın da bilgilendirme ve yön levhalarının çoğunun ayak altında gezdiğini anlattı. Tarihi şehirdeki bilgilendirme levhalarının yetersiz olduğunu belirten Akın, görsel bozukluğun Türk turizmini baltaladığını kaydetti.

Zaman, Haber: Abdurrahman Büyükkeskin, 05.03.2009

ALLIANOI İÇİN UMUTLAR YEŞERDİ

Allianoi Girişim Grubu geçtiğimiz günlerde Danıştay 6. Dairesi tarafından verilen ve antik kenti yakından ilgilendiren kararla ilgili yaptığı basın toplantısında, antik kentte kazılara yeniden başlanması için başvuru yaptıklarını aktardı. Allianoi için umutların arttığının dile getirildiği İzmir Tabip Odası’nda gerçekleştirilen basın toplantısında Allianoi Girişim Grubu Sözcüsü Alime Mitap konuştu.

Mitap konuşmasında, Danıştay’ın, Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu’nun (KTVKK) tarihi eserlerin baraj suları altında bırakılmasının önünü açan 717 Sayılı İlke kararının 2. ve 3. maddelerini iptal ettiğini hatırlattı. Bu nedenle Kültür ve Turizm Bakanlığı’na başvuru yaptıklarını dile getiren Mitap, ‘Allianoi’deki DSİ’nin baraj projesinin durdurularak, kazıların yeniden başlatılmasını’ istediklerini açıkladı. Mitap, “İptal edilen karara dayanılarak alınan Koruma Bölge Kurulu kararları geri alınmalı ” diye konuştu. Mitap, Danıştay kararının Hasankeyf ve olası diğer eserler için de emsal teşkil edeceğini söyledi. İzmir Birlikte Başaracağız Platformu Büyükşehir Belediye Başkan adayı Av. Arif Ali Cangı, Danıştay’ın son kararından sonra barajın su tutmasının mümkün olmadığına dikkat çekti. 2001 yılında Allianoi’nin bir tarihi değer olarak belirlenmesinin ardından baraj inşaatının durdurulması gerekirken bunun yapılmadığının altını çizen Cangı, “Burada kamunun büyük zararı var. Barajla ilgili Sayıştay incelemesi yapılıp, masraflar yetkililere rücu edilmeli. Bunun için gerekli başvuruları hazırlıyoruz” diye konuştu.

Evrensel, 04.03.2009

HANGİ BAKAN İSTANBUL'DA DEFİNE AVINDA?

Bülent Ecevit’in Başbakanlığı döneminde koruma müdürlüğünü yapan DSP Milletvekili Recai Birgün, bir bakanın İstanbul’da kaçak olarak hazine aradığını öne sürdü.

Bakanın adını açıklamayan ancak kazı yapılan binanın adresini VATAN’a veren eski emniyet müdürü Birgün, bakanın İstanbul’da altın ve tarihi eser aradığına ilişkin bilgilerin Emniyet’te bulunan arkadaşları tarafından da doğrulandığını ancak bu konunun üzerine gidilmediğini söylüyor. Birgün’ün iddialarına konu olan adres Eyüp’te Mobilyacılar çarşısının bulunduğu bölgede. Kazı alanı ise bir aydınlatma mağazası. İçinde kazı yapıldığı iddia edilen Kırmızı Aydınlatma’nın sahibi Hüseyin Kırmızı. Bölgedeki esnaf, yaklaşık bir ay önce sivil polislerin dükkanı basıp, kazıyı yapanları gözaltına aldıklarını söylüyor. İçinde kazı yapılan mağazanın yan tarafında bulunan Gökhan Cam Aksesuar mağazasının işletmecisi Zülküf Akdoğan dükkandan iki kamyon toprak çıkarıldığını anlattı: “Binanın içinde 14-15 metre kadar kuyu açmışlar. Polislere ise ’su aramak için kazdık’ demişler. Ama define aradıkları çok belli. Buraları eski yerleşim yerleri. Belki de altımızda servet yatıyor. Bu umutla kazmış olabilirler.”

Vatan, Haber: Duygu Özel, 04.03.2009



MISIR'DA BİR MEZARDA
TAHTA LAHİTLER

Mısır’da çalışmalarını sürdüren Japon arkeologlar dört tahta lahit ve 3300 yıl öncesine tarihlenen mezar buluntuları keşfettiler.

Tokyo Waseda Üniversitesi ekibini tarafından keşfedilen antromorfik lahitler Kahire’nin 25 km güneyinde yer alan Sakkara nekropolünde bulundu.

Antik Memphis yerleşiminin nekropol alanı olan Sakkara, Mısır eski eserlerinin en zengin kaynağı olarak kabul ediliyor ve arkeologlar kumlar altında keşfedilecek daha çok şey olduğunu söylüyorlar.

Lahitlerin yer aldığı mezarda ayrıca, eski Mısırlıların ölünün iç organlarını muhafaza ettikleri üç tahta kanopi kabı ile, öteki yaşamında ölüye hizmet etmeleri için yapılan ve ushabti denilen küçük hizmetçi heykelcikleri ile dolu dört tahta kutu bulundu.

MÖ 1300 ile 1330 yılları arasına tarihlenen mezar daha önce soyulduğu için lahitlerin içinde ölülere rastlanmadı fakat lahitlerin süslemeleri ile diğer buluntuların çok iyi durumda olduğu bildirildi.

Reuters, 26.02.2009

KORUMA ALTINDAKİ EV ÇÖKTÜ

Konya'nın Beyşehir İlçesi'nde, tescilli yapı kapsamında koruma altında bulundurulan eski bir ev kısmen çöktü.

Edinilen bilgiye göre, arkeolojik sit alanı kapsamında koruma altında bulundurulan ve tarihi yapıların bulunduğu İçerişehir Mahallesi'nde yer alan iki katlı bir evin bir bölümü dün akşam saat 23.00 sıralarında büyük bir gürültüyle çökerek kullanılamaz hale geldi.

Tarihi Eşrefoğlu Camii'nin karşısında bulunan Eşrefoğlu Caddesi üzerindeki Fatma Kapu'ya ait iki katlı evde oturan olmaması muhtemel bir faciayı önledi. Bitişik nizam yapıların bulunduğu cadde üzerinde meydana gelen olay üzerine Beyşehir Belediyesi'ne bağlı ekipler bölgede önlem alırken, güvenlik önlemi aldı.

Evde bulunan eşyaların zarar gördüğü yapının ayakta kalan diğer bölümlerinde ise yer yer oluşan çatlaklar dikkat çekti.

Konya Kent Haber, 04.03.2009

ATLAS OKYANUSUNDA 'ATLANTİS' MÜHRÜ

İnsan merakını tahrik eden en önemli efsanelerden biri olan Atlantis’in izine Atlas Okyanusu’nda rastlandığı iddialarına önemli bir katkı da Türkiye’den geldi. Elektronik mühendisi Timur Somay, Google Ocean adlı programla, Atlas ve Büyük Okyanus’ta üç çarpıcı şekil bulduğunu iddia etti.

Meraklı bir İnternet kullanıcısının geçtiğimiz günlerde, ’Google Ocean’ adlı programla deniz tabanı taraması yaparken, Atlas Okyanusu’nun dibinde rastladığı düzgün şekilleri kayıp kent Atlantis ile ilişkilendirmesi üzerine başlayan tartışmalara Türkiye’den bir yenisi eklendi.

Muğla Türk Telekom Müdür Yardımcısı elektronik mühendisi Timur Somay, uzaydan çekilmiş uydu görüntüleri sayesinde, İnternet ortamında deniz tabanı taraması imkánı sağlayan programla, ikisi Büyük Okyanus, biri de Atlas Okyanusu olmak üzere, üç ayrı noktada bir mühür gibi basılı şekilde ’DT 8/818’ yazısı tespit ettiğini açıkladı. Her birinin eni 30 kilometre, uzunluğu da 130 kilometre olan şekillerin sonradan eklenmiş olamayacağını savunan Somay, şunları söyledi:

"Gördüklerim kesinlikle birer yüzey şekli. Bunlar ya Tanrı’nın dünyayı yaratırken bastığı mühür ya da dünya dışı varlıkların yaptığı bir şifreleme. Yaklaşık 4 bin 500 metre derinlikteki üç coğrafi şekil de 120 derecelik açılarla 360 dereceyi tamamlıyor. Birinci şekil Panama Kanalı’nın yedi bin kilometre batısında. İkinci şekil Güney Amerika’nın iki bin kilometre doğusunda. Üçüncü şekil ise Singapur’un 1000 kilometre batısında yer alıyor. Bunu Google’un yapmış olması mümkün değil. Bu bir bilgisayar yazısı değil, kesinlikle programla ilgili değil. Kim yaptıysa bu şekilleri 120 derecelik açıyla hazırlanmış. Uydu görüntüleri incelenmeli ve denizin dibinde araştırma yapılmalı. Çok heyecan verici bir durum var ortada.

Hürriyet, Haber: Ahmet Bayrak, 04.03.2009

2010'DA ÇOLAKOĞLU GİTTİ, ÖZGÜÇ KALDI

Dün akşam Genel Sekreter Eyüp Özgüç, artistik direktörlerle yaptığı toplantıda Yürütme Kurulu üyelerinden altısının istifa ettiğini açıkladı. Buna göre Yürütme Kurulu Başkanı Nuri Çolakoğlu, seçilmiş üyeler İskender Pala, Metin Sözen, Gökhan Ertür istifa ederken, İstanbul Ticaret Odası temsilcisi Şekip Avdagiç ve İstanbul Sanayi Odası Temsilcisi Nuri Tuna da yeni yapılan oda seçimleri nedeniyle görevlerinden ayrılmış oldular. Böylece geride atanmış üyeler, İstanbul Belediyesi temsilcisi Alpaslan Baki Ertekin ve İstanbul Valiliği temsilcisi Sabri Kaya ile Kültür Bakanlığı’ndan Ahmet Emre Bilgili kalmış oldu. Dün akşamki toplantıda Eyüp Özgüç, Danışma Kurulu’nun yakında bir araya gelip yeni Yürütme Kurulu üyelerini seçeceğini, ilgili kurumların da yeni üyeleri atayacaklarını söyledi.

Genel Sekreter’le Yürütme Kurulu arasındaki uyumsuzluk, geçen hafta kurul üyelerinin istifalarını vermeleriyle üst seviyeye çıkmıştı. Ancak kurul üyeleri istifa haberini doğrulamamış, Nuri Çolakoğlu Radikal’e yaptığı açıklamada “İstifa yok, ama bir sıkıntı olduğu doğru. Çözülemeyecek bir mesele değil, çözülecek gibi görünüyor” demişti. Ne var ki mesele çözülemedi ve 2010 projesini başından bugüne kadar getiren Nuri Çolakoğlu, birlikte hareket ettiği isimlerle birlikte 2010’dan ayrılmış oldu. Başbakanlık’tan atanan Genel Sekreter Eyüp Özgüç’le Yürütme Kurulu arasındaki çatışmanın sebebi tam netlik kazanmamakla birlikte ‘projeler hakkında uyumsuzluk’ yaşandığı biliniyor.

Radikal, 03.03.2009


******


İSTANBUL 2010'DAKİ KRİZİN İÇYÜZÜ

Turizmcinin büyük umut bağladığı İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti projesi, politika- bürokrasi- sivil toplum örgütleri arasındaki kan uyuşmazlığı yüzünden vakit kaybediyor. Bu uyuşmazlık kısa sürede bir çekişmeye dönüşünce meydana gelen kriz ve ardı ardına patlayan istifalar, konuyu çözümsüzlüğe taşıdı.

Gerek sektör, gerekse sivil toplum örgütleri ve politikada en üst düzeylerde yönetim deneyimi yaşayan yazarımız Bahattin Yücel'in gözlemlerine göre; her şeyden önce Kültür Başkenti İstanbul 2010 etkinliklerindeki yönetim biçimi yüksek maliyetine karşın son derece verimsiz.

Topkapı Sarayı Müzesi Başkanı Prof.Dr. İlber Otaylı, İstanbul 2010 için ortaya hanüz hiçbir şey konulmadığını söylüyor, "Yapsınlar da görelim, alkışlayalım. Ama ortada bir şey yok" diyor.

Krizi kavrayabilmek için; önce İstanbul 2010'u kilitleyen yönetim biçimini incelemek gerekiyor. İstanbul 2010 Yürütme Kurulu, başkan da dahil olmak üzerine toplam 9 kişiden oluşuyor. Nuri Çolakoğlu, Yürütme Kurulu Başkanı olarak görev yapıyor. Başkan Yardımcıları ise İstanbul Valiliği İl Özel İdaresi Genel Sekreteri Sabri Kaya ile Gürhan Ertür... İl Kültür ve Turizm Müdürü Ahmet Emre Bilgili, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Temsilcisi Alpaslan Baki Ertekin, İTO Yönetim Kurulu muhasip üyesi Şekib Avdagiç ile Çekül Vakfı Başkanı Prof.Dr. Metin Sözen de, yürütme kurulu üyeleri arasında yer alıyor. Ajansın genel sekreterliğini Eyüp Özgüç yürütüyor.

Yürütme kurulu üyeleri, Özgüç'ün ajansla ilgili çalışmaları yürütememesinden yakınıyor. Bu nedenle Özgüç'ün istifasını istiyor. Özgüç de, geçen hafta Sabah Gazetesi'ne yaptığı açıklamada "İstanbul 2010 AKB Yürütme Kurulu bugüne kadar niçin bir proje sunamamış? Projelerin değerlendirilmesi ve seçim sürecinde niçin objektif davranılmıyor? Niçin İstanbul 2010'a gönderilen projeler aylarca bekletiliyor?" diye soruyor.

Ancak iddialara göre Eyüp Özgüç, Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Hayati Yazıcı tarafından destekleniyor. Yazıcı aynı zamanda 2010 Ajansı'nın koordinasyon kurulu başkanlığını yürütüyor. Özgüç'ten hoşnut olmayan yürütme kurulu üyelerinden istifa etme hakkı bulunan 6 üyesi, bu haklarını kullandı. Geçen hafta Radikal'e yaptığı açıklamada "İstifa yok ama sıkıntılar var" diyen Nuri Çolakoğlu da, son anda karar değiştirdi ve istifa eden üyeler arasına katıldı.

Atanmış üyeler, İstanbul Belediyesi temsilcisi Alpaslan Baki Ertekin ve İstanbul Valiliği temsilcisi Sabri Kaya ile Kültür Bakanlığı'ndan Ahmet Emre Bilgili'nin ise böyle bir hakları bulunmuyor.

Yürütme Kurulu üyeleri, istifalarının kabul edilmesini bekliyor ancak istifalar şu anda Koordinasyon Kurulu'nda bekletiliyor. Bu istifaların kabul edilmediği iddiaları olduğu gibi, "istifa tek yönlüdür, kabule gerek yoktur" görüşünü savunanlar da var. Bu arada Genel Sekreter Özgüç, Danışma Kurulu'nun önümüzdeki günlerde bir araya gelip yeni Yürütme Kurulu üyelerinin seçileceğini, İSO ve İTO'nun da yeni temsilci atayacağını belirtiyor.

Yürütme Kurulu üyeleri, Başbakan Recep Tayip Erdoğan'ın devreye girmesini ve olayı çözmesini bekliyor. İşin vahim tarafı; yaşanan kriz nedeniyle örgütte işler neredeyse durma noktasına geldi. 2010 Kültür Başkentliği'ne hazırlanan İstanbul'u zor günler bekliyor...

Turizmdebusabah.com, Haber: Eda Özsoy, 03.03.2009


******


SAHNE SENİN İSTANBUL

Siyasetin mutlaka bir partinin çatısı altında, yasama organına seçilerek yapılması şart değil. Pekala iktidarla yakın ilişkiler kurarak, dışındaymış izlenimi uyandırıp, siyaset yapmak da mümkün. Üstelik bu konumlarda bulunanların, kimi zaman doğrudan siyaset yapanlardan daha etkin olduklarına rastlanıyor.

Bazı danışmanların, köşe yazarlarının, sivil toplum kuruluşu yöneticilerinin, günlük siyasetteki etkileri çoğu kez milletvekillerinin, hatta bakanların bile üzerinde olabilir.

Bu tür yapılanmanın, açık siyaseti engelleyen hatalar zincirine yol açtığı, giderek kurumları temel işlevlerinden uzaklaştırdığı öne sürülebilir. Yürürlükteki sistemin başarısızlığı bu tezleri savunanları doğruluyor.

Türkiye'de kişi ve kurumların bu sistemi sorgulamakta gecikmeleri, sorunlara siyaset yoluyla çözüm arayanların işlerini zorlaştırıyor, diyebiliriz. Arkalarında yoğun halk oyu desteği bulunan siyasal hareketlerin, iki ya da en çok üç seçim döneminin sonunda -bazen daha kısa sürelerde- küçülmelerinin nedenleri; siyasal sistemde yukarıda değindiğimiz hatalı yapılanmada aranmalı.

Siyasal partiler yasasına göre çok yetkili parti üst yönetimi, onun göklere çıkardığı bir genel başkanın tek seçiciliğine dayalı, milletvekili adaylığı ve seçimlerde birinci adama göre karar vermek zorunda bırakılan seçmen davranışı, sonuçta milletvekilerini genelde sıkı bir disiplin altında çalışan, parmak makinalarına dönüştürüyor.

İçiçe geçen karmaşık yasama, denetim ve yürütme, bu üçlü yapıyı oluşturan kuvvetler ayrılığına dayalı ilişkilerde sınırların belirsizliği, gerçek anlamda demokratik ve üretken bir yapının oluşmasını, neredeyse imkansız hale getiriyor.

Özetlemeye çalıştığımız bu tablonun salt siyasal partilerde değil, üyelik ile yönetim arasında oluşan ara katmanlar nedeniyle, kendilerine sivil toplum kuruluşu (STK) adı verilen kurumlarda da ortaya çıkması, kesinlikle bir rastlantı sayılmamalı.. Tam tersine yaşadığımız durum; siyasal sistemizdeki eksikliklerin, toplumsal ilişkilere yansımasından başka bir şey değil.

Türkiye'nin geleceğinde önemli fonksiyonlar üstleneceği her geçen gün daha belirginleşen, turizm sektörünün örgütlenmesini de, ülke genelinden soyutlamak, ne yazık ki mümkün olmuyor.

Turizmdeki Sivil Toplum Örgütlerinin, kendi aralarında temsil ettikleri kesimin çıkarlarının kesiştiği ve çeliştiği alanları belirlemekte yetersiz kalmaları, bu yapılanmadan beklenen gerçek işlevlerin yerine getirilmesini engelliyor..

Daha zahmetli olan, araştırma ve geliştirme etkinlikleri yerine, siyaset kurumlarıyla sağlanan özel ilişkilere dayalı, kısa süreli pratik yarar sağlama hevesleri; önce yönetimlerin, ardından, kurumların, güvenilirliklerini aşındırıyor.

En güncel örnek; hükümetin çok önem verdiği Avrupa Kültür Başkenti İstanbul 2010 etkinliklerinde gözlenen, yüksek maliyetli, ancak verimsiz yönetim modeli...

Projenin ülkeye maliyetinin 1 milyar TL olacağı söyleniyor.. Özel bir yasayla oluşturulan İstanbul 2010 yönetimi; kurumsal görüş ve çıkarları savunmak yerine, özel ilişkilerle siyaset kurumunu etkilemeyi hedefleyen, bazı sivil toplum kuruluşlarının bu platformdaki temsilcileriyle yollarını ayırmak üzere. Nedenleri kamuoyuna açıklanmasa da; bu ayrılığın doku uyuşmazlığından kaynaklandığı gizleniyor.

Ancak kurulda yaşananlar; yüksek sesle dillendirilmeseler de, Türkiye'de siyaset ile STK'lar arasındaki gerçek ilişkiyi gözler önüne sermeye yarıyor. Gerçek durum; proje başlarken temsil ettikleri kurumların birikimlerini savunmak yerine, yürütmenin siyasal anlayışı karşısında teslimiyetçiliği yeğleyen bir anlayışın, sonunda yenilgiye uğradığını çağrıştırıyor.

İstanbul 2010 projesinin kamuoyuna abartılı biçimde sunulmasına sessiz kalan, bazı yöneticilerin bir süre geçince; böyle bir sonla karşılaşacaklarını tahmin etmek hiç zor değildi.

Örneğin, diğerlerine göre İstanbul'a en sonunda verilen, ancak ne anlama geldiği tam olarak bilinmeyen; Avrupa Kültür Başkenti ünvanı, hükümet kanadınca aşırı biçimde önemsendi. Rant kavgası nedeniyle yağmalandığı izlenimi veren bu kentin, Avrupa'nın Başkenti olmakla yetinmeyeceği, ileride bir dünya başkenti olacağı, bizzat Başbakanının ağzından seçim meydanlarında sıklıkla seslendirildi.

İstanbul'un bu etkinlikten yararlanarak, uygulamada yer alacak diğer sektörleri bir araya getiren, maliyetleri ve finansman kaynakları netleştirilmiş bir plan belirlenmeden, peş peşe ortaya atılan "Zihni Sinir" projeleri karşısında sessiz kalmak, Sultanahmet Meydanı'nda kaçak yapılaşma sürerken, görmezden gelmek ve medyaya selam sayılabilecek bir ucuz kurnazlıkla, "sahne senin İstanbul" kampanyaları düzenlemek, sonunda çökecekti..

Çöktü.

Bakalım bundan sonra sahnede kimler yer alacak?

Turizmdebusabah.com, Yazı: Bahattin Yücel, 03.03.2009


******


2010'DA İSTİFA DÜĞÜMÜ BUGÜN ÇÖZÜLÜYOR

Günlerdir gündemi meşgul eden 2010 İstanbul Kültür Başkenti Ajansı'ndaki istifa muammasının bugün çözülmesi bekleniyor. Son olarak önceki akşam Genel Sekreter Eyüp Özgüç'ün artistik direktörlerle yaptığı toplantıda yürütme kurulu üyelerinden altısının istifa ettiğini açıkladığı bilgisi yansımıştı.

Özgüç, Yürütme Kurulu Başkanı Nuri Çolakoğlu ile görüştüğünü ve Çolakoğlu'nun ne kendinin ne de yürütme kurulundan başkasının istifa etmediğini söylediğini belirtti. 2010 kaynakları da resmen yapılmış bir işlemin olmadığını; ancak istifalarda adı geçen isimlerin yaşanan sıkıntılarla ilgili genel sekreter ve koordinasyon kurulunun adım atmasını beklediğini dillendiriyor. İstifa haberlerinde yürütme kurulunun sıkıntılarla ilgili tutumunun etkili olduğuna dikkat çeken kaynaklar, yönetim kurulunun, koordinasyon kurulu ile Başkan Hayati Yazıcıoğlu'nun kararını beklediğini, bu kararın da bugün netleşeceğini iletti.

Zaman, Haber: Ali Pektaş, 04.03.2009


*******


İSTANBUL 2010'DA BEKLENEN İSTİFALAR GELDİ

Uzun süredir gündemi meşgul eden ve adeta yılan hikayesine dönen İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti (AKB) Ajansı'ndaki istifalar nihayet netleşti. Ajansın Yürütme Kurulu Başkanı Nuri Çolakoğlu ile üç yürütme kurulu üyesi dün görevlerinden istifa etti.

Nuri Çolakoğlu, yardımcıları Gürhan Ertür ve Prof.Dr. İskender Pala ile yürütme kurulu üyesi Prof.Dr. Metin Sözen, yaptıkları ortak yazılı açıklamada, İstanbul 2010 AKB Yürütme Kurulu'ndan kendi iradeleriyle istifa ettiklerini ifade ettiler.

İstanbul ve Türkiye için büyük bir fırsat olarak gördükleri AKB projesinde güzel şeyler yapmak istediklerini, bunların bazılarını yaptıklarını belirten üyeler, birtakım engellere de takıldıklarını vurguladılar. İstanbul'un 2010 yılında hak ettiği başarıyla kültür başkenti olabilmesi yolunda kendilerinin ayrı bir engel olmak istemedikleri için kenara çekildiklerini söyleyen üyeler açıklamada şöyle dediler: "İstifamız kişi yahut kurumlara karşı yapılmış bir hareket olmayıp tamamen projenin selameti amacını gütmektedir. Bizler, ülkemizin kültür sanatla ilgili önemli kişilerinin yer aldığı Danışma Kurulu tarafından seçildik. Teveccüh ve iyi niyetlerine teşekkür ederiz. Danışma Kurulu tarafından seçilecek yeni üyelere, arzu ettikleri takdirde destek olmaya devam edeceğiz. Çalışmalarını huzur ve güvenle yürütebilmeleri adına da -kişilik haklarımız saklı kalmak koşuluyla- bizim çalıştığımız dönemle ilgili susma hakkımızı kullanacağız."

İstifaların ardından İstanbul 2010 AKB Ajansı da bir açıklama yaparak, Nuri M. Çolakoğlu, Gürhan Ertür, Prof.Dr. İskender Pala ve Prof.Dr. Metin Sözen'in kendi istekleriyle görevlerinden ayrıldıklarını belirtti. Üyelerin projeye çok önemli katkılarının bulunduğu ifade edilen açıklamada, "Bu değerli isimlere çok teşekkür ediyor, kendilerinin bundan sonraki dönemde de değerli fikir ve önerileriyle yanımızda olacaklarına inanıyoruz. Halihazırda Danışma Kurulu üyelikleri devam eden kamuoyunun da yakından tanıdığı Sayın Çolakoğlu, Sayın Sözen, Sayın Ertür ve Sayın Pala'nın İstanbul'a yakışır bir Avrupa Kültür Başkentliği sürecinin gerçekleştirilmesi adına her türlü desteği vereceklerinden şüphemiz yoktur." denildi.

Boşalan Yürütme Kurulu üyelikleri ile ilgili çalışmaların dünden itibaren başlatıldığını duyuran ajans, yeni üyelerin, Danışma Kurulu'nun sivil toplum temsilcileri ve diğer üyeleri arasından, Danışma Kurulu tarafından yapılacak seçimle belirleneceğini ifade etti. Yürütme kurulu başkanının ise yeni üyeler arasından Koordinasyon Kurulu'nca belirleneceğinin altının çizildiği açıklamada, "İstanbul 2010 AKB Ajansı, güçlü mevzuat altyapısı, İstanbul'a yakışır doğru projeleri üretmek için uzman isimlerin yönlendiriciliğinde çalışan yaklaşık 100 kişilik güçlü ekibiyle, İstanbul'un tarihi ve kültürel değerlerini geleceğe taşıma ve kentin kültür-sanat altyapısını geliştirme hedefiyle yoğun tempolu çalışma düzenini sürdürmektedir." ifadelerine yer verildi.

Zaman, 07.03.2009

TARİHİ ESER ELE GEÇİRİLDİ

Aydın ve İzmir’de düzenlenen tarihi eser kaçakçılığı operasyonunda 15 kişi gözaltına alındı.

Zanlılardan 3’ü tutuklanırken, 12’si tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı.  Jandarmadaki sorgularının ardından adliyeye sevk edilen zanlılardan aralarında İ.L.’nin de bulunduğu 3 kişi tutuklanıp Aydın Cezaevi’ne gönderildi. 12 kişi ise tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı. Olayla ilgili soruşturmanın sürdüğü bildirildi.

Hürriyet Ege, 03.03.2009

BEDRİ RAHMİ'YE 170 BİN TL

Atrium Sanat Evi’nce düzenlenen 69’uncu Artium Geleneksel Bahar Müzayedesi’nde, Türk ressamlara ait 263 eserin yaklaşık yüzde 70’i satıldı. Müzayedede, 75 bin TL’ye açık artırmaya çıkarılan Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun soyut düzenleme eseri, 170 bin TL’ye alıcı bularak müzayedenin en pahalı eseri oldu. Müzayedede ayrıca, 100 bin TL’ye satışa sunulan Eren Eyüboğlu’nun ’Merkep’ adlı kompozisyonu da ise 150 bin TL’ye satıldı.

Hürriyet, 03.03.2009

SİT ALANINDA KAZIYA SUÇÜSTÜ

Kırıkkale'nin Ballışeyh İlçesi'nde sit alanında kaçak kazı yapmak isteyen 5 kişi, kazı malzemeleriyle birlikte suçüstü yakaladı.

Edinilen bilgilere göre, Kırıkkale İl Jandarma Komutanlığı istihbarat birimleri, Kurt Sivritepe mevkiindeki sit alanında kaçak kazı yapılacağı yönünde aldıkları bir ihbar üzerine harekete geçti.

Yapılan araştırmalar sonucunda sit alanında kaçak kazı yapmaya hazırlanan M.K., Y.D., A.T., O.K. ve S.A.E. isimli 5 kişi yakalandı. Gözaltına alınan zanlılara ait araçta yapılan aramada 1 adet gece görüş kamera sistemli dedektör ile çok sayıda çeşitli kazı malzemesi ele geçirildi.

Gözaltına alınan 5 kişi, ifadeleri alındıktan sonra haklarında düzenlenen tahkikat evrakı ile adliyeye sevk edildi.
 
Kırıkkale Kent Haber, 03.03.2009

"AKM YOK EDİLİYOR"





Kültür Sanat ve Turizm Emekçileri Sendikası, Kültür ve Turizm Bakanlığı'nı AKM'nin sosyo-kültürel ve tarihi kimliğini oluşturan özelliklerini yok etmeye çalışmakla suçladı. Sendika açıklamasında, "AKM'nin sıradan bir bina gibi yap-işlet-devret mantığında projelendirildiği açıkça görülmektedir. Yarınlarda Aspendos'ları, Efes'leri, Side'leri, Fasalis'leri ve Olimpos'ları aynı tehlikeler beklemektedir" dedi.

Kültür Sanat ve Turizm Emekçileri Sendikası, İstanbul AKM'nin tasdikli bir avan projesi varken, bu projeden çok farklı olan yeni bir avan projenin (tadilat olarak) uygulamaya sokulmasını eleştirerek, Kültür ve Turizm Bakanlığı'nı AKM'nin sosyo-kültürel ve tarihi kimliğini oluşturan özelliklerini yok etmeye çalışmakla suçladı.

Kültür Sanat-Sen yaptığı açıklamada, Atatürk Kültür Merkezi'nin 2006-2007 yıllarında Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından, tarihsel ve kültürel önemi göz ardı edilerek yıkılma girişimleri ile karşı karşıya kaldığını öne sürdü. İstanbul 2 Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu tarafından 2006 yılında rölövesinin onaylandığını, aynı kurulun 2008'de ise Beyoğlu Belediye Başkanlığı'nca imar mevzuatı açısından incelenerek gelen ikinci bir avan projesini uygun bularak onayladığını hatırlattı.

Tasdikli bir avan projesi varken ve buna uygun uygulama projesi hazırlanması gerekirken, bu projeden ve rölövesinden içi ve dış cephesi çok farklı olan yeni bir avan projenin (tadilat olarak) yaklaşık 7 ay sonra aynı kurul tarafından onaylanmasının "anlaşılır olmadığını" ifade edilen açıklamada şunlar kaydedildi: "Bu karar, hem yasaya hem de ilke kararlarına aykırıdır. Bu proje, AKM'yi ticari bir mekan olarak kullanmak fikri üzerinden değiştirmeyi, daha da kötüsü özelleştirmenin yolunu açmak anlamına geldiği açıkça gözlenmektedir. Kültür ve Turizm Bakanlığı AKM'nin günümüze ulaşmış sosyo-kültürel ve tarihi kimliğini oluşturan mekansal, biçimsel ve yapısal özellikleri ve çevre içindeki özgün konumunu koruyacağına yapılan değişikliklerle adeta yok etmek istemektedir. Binanın ön cephesi dijital ekran olmuştur. Ön cephenin ekran olması Taksim gibi önemli kentsel sit alanında ve simgesel anlamda 1. derecede tescilli Kültür Varlığı yapısının önünde her an başka bir cephe görüntüsü yaratması korumacılık anlayışına, yasalara ve mevzuata aykırıdır. Ön cephenin ana karakteri bozulmuş, ön cephe binadan koparılıp yaklaşık 1 metre öne alınmış, giriş fuayesi daraltılarak kesilmiş, buradan aşağı inen merdiven kaldırılmış başka bir merdiven yapılmıştır. Konser salonu, oda tiyatrosu, sinema salonu fuaye duvarları yıkılmış, gişeler yerinden kaldırılmıştır. AKM'nin üst katındaki bale çalışma salonu dışarıdan gelenlere hizmet veren boğaza nazır restoran haline getirilmiştir.

Yapılan değişiklikler ile kurul tarafından onaylanan 24.12.2008 tarihli yeni avan proje mevcut yapıyı yok saymakta, AKM adeta yıkılmadan tamamen değiştirilerek yasal engeller aşılmak istenmektedir."

Korumacılık kapsamında değerlendirildiğinde, bu mevzuatlara rağmen İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı'nın, AKM'yi 2008'de Kültür ve Turizm Bakanlığı'ndan devraldığı hatırlatılan açıklamaya şöyle devam edildi: "Yenileme kavramı korumacılık kavramı ile hiçbir paralellik içermemekte olup, AKM'nin sıradan bir bina gibi yap-işlet-devret mantığında projelendirildiği açıkça görülmektedir. Bu bakış açısı korumacılık anlayışına taban tabana zıt işletmeci mantığıyla AKM'yi değerlendirdiğinin açık bir göstergesidir. Yarınlarda Aspendos'ları, Efes'leri, Side'leri, Fasalis'leri ve Olimpos'ları aynı tehlikeler beklemektedir. AKP'nin sit alanlarını yağmalamak için fırsat kolladığı, kültür, turizm ve tabiat alanlarının, ranta açıldığı müzelerin özelleştirilmeye çalışıldığı düşünüldüğünde endişe edilecek bir durum yok diyebilmek mümkün değildir?"

Cumhuriyet, 03.03.2009

DEFİNE AVINA JANDARMA ENGELİ

Afyonkarahisar'ın Bayat İlçesi'ne bağlı Kuzuören Köyü'nde izinsiz kazı yapan iki kişi jandarma tarafından yakalandı.

Kuzuören Köyü'nde yakalanan E.Ç. ve M.A. isimli şahıslar hakkında yasal işlem başlatıldı.

Olay yerinde 1 adet lahit, 1 adet kazma ve bir adet kürek ele geçirildi.

Afyon Kent Haber, 02.03.2009

EL YAZMASI ESERLER DİJİTAL ORTAMDA

Edirne'de Selimiye Yazma Eserler Kütüphanesi'nde bulunan yaklaşık bin yıllık el yazması 3 bin 384 kitap, dijital ortama aktarıldı.

İl Halk Kütüphanesi Müdür Yardımcısı Musa Öncel, yaptığı açıklamada, Selimiye Camii'ndeki Selimiye Yazma Eserler Kütüphanesi'nde bulunan el yazması kitapların, Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın katkılarıyla dijital ortama aktarılması çalışmalarının tamamlandığını söyledi.

Türkiye'de 14 adet kişiye ait, 27 adet de İl Halk Kütüphanelerine bağlı olmak üzere toplam 41 adet yazma eserler kütüphanesi bulunduğunu ifade eden Öncel, en fazla el yazması kitabın ise 85 bin eserle İstanbul'da bulunduğunu bildirdi.

Dijital ortama aktarma çalışmalarına ilk olarak 2002 yılında Süleymaniye ile Konya Yazma Eserler Kütüphanesi'nde başladığını kaydeden Öncel, Selimiye Yazma Eserler Kütüphanesi'nde 5 bin 118 basma ve 3 bin 384 de el yazması eser bulunduğunu ifade etti. Öncel, başlattıkları çalışma kapsamında, el yazması eserlerin 491 bin 700 poz çekilerek, 442 CD'ye kaydedildiğini belirtti.

Basma eserlerden de 2 bin 610'unun dijital ortama aktarıldığını, 2 bin 508 eserle ilgili çalışmanın da halen sürdüğünü bildiren Öncel, "Yazma eserlerin dijital ortama aktarılmasıyla artık araştırmacılar istedikleri bilgilere daha kolay ve hızlı ulaşabiliyorlar" dedi.

Trt/Haber, 02.03.2009

500 BİN YIL ÖNCE ANADOLU İNSANI

Denizli’de 2002’de bulunan ’Homo Erectus’ fosilinin 500 bin yaşında olduğu belirlendi.

Uzmanlar, “Fosilin, ilk insanların dünyaya dağılışları konusunda bilim dünyasına ipucu sağlaması bekleniyor” dedi

2002’de Denizli’nin Kaklık Beldesi’ndeki bir mermer ocağında işçilerin bulduğu ‘Homo Erectus’ (dik durabilen insan) fosili, bilim dünyasında heyecana neden olmuştu. Pamukkale Üniversitesi’nde yapılan ön incelemenin ardından ’Homo Erectus’, Ankara’daki Jeolojik Mirası Koruma Derneği’ne gönderildi. Burada, 6 yıl boyunca incelenen fosilin 500 bin yaşında olduğu, 20-40 yaşlarında, siyah tenli bir erkeğe ait olduğu saptandı. Ayrıca, fosilin ait olduğu kişinin tüberküloz hastası olduğu da tespit edildi. ’Homo Erectus’, en eski tüberküloz vakasının tanımlanarak, tıp tarihine katkıda bulunulmasını da sağladı. Fosille ilgili çalışmalar tamamlanarak, sergilenmek üzere Denizli Müze Müdürlüğü’ne teslim edildi. Pamukkale Üniversitesi’nden Yrd.Doç.Dr. Mehmet Cihat Alçiçek, “500 bin yaşındaki kafatası fosilinin, ilk insanların dünyaya dağılışları konusunda da bilim dünyasına ipucu sağlaması bekleniyor. Fosil üzerinde tüberküloz bulunması da bu hastalığın insanlık tarihi kadar eski olduğunu kanıtlıyor” dedi.

Vatan, 02.03.2009

TARİHİ SURLAR İÇİN KORUMA AMAÇLI İMAR PLANI HAZIRLANIYOR

Malatya'nın Battalgazi İlçesi'nde Batı Roma İmparatoru Justinianus döneminde tamamlanan Malatya Kalesi'nin yıkılmaya yüz tutmuş yaklaşık 2 kilometre uzunluğundaki surları için koruma amaçlı imar planı hazırlayacak yüklenici firmaya yer teslimi yapıldı.

Battalgazi Belediye Başkanı Selahattin Gürkan, yaptığı açıklamada, koruma amaçlı imar planının ihalesinin İl Özel İdaresi tarafından 8 Ocakta yapıldığını, 132 bin TL'ye mal olacak planın, Tuta Planlama şirketi tarafından hazırlayacağını söyledi. Surların 550 metrelik kısmında da güçlendirme projesi hazırladıklarını bildiren Battalgazi Belediye Başkanı Gürkan, projenin bittiğini, Kültür ve Turizm Bakanlığından ve İl Özel İdaresinden de temin edilen kaynakla projelendirdiklerini, burasının da koruma imar planına entegre edilme aşamasında olduğunu ifade etti. Battalgazi Belediye Başkan Gürkan, Mart ayından itibaren de İl Özel İdaresinin de desteği ile 150 bin TL ödenekle surların kale giriş kısmının güçlendirmesine başlanacağını aktardı.

Zaman, 02.03.2009

MANİSA'DAKİ RUM MEHMET PAŞA BEDESTENİ MAYISTA RESTORE EDİLECEK

Manisa'nın kültür değerlerinden olan tarihi Rum Mehmet Paşa Bedesteni'nin restorasyon çalışmalarına mayıs ayında başlanacak.

Konuyla ilgili bir açıklama yapan İl Kültür ve Turizm Müdürü Erdinç Karaköse, bedestenin kamulaştırmasına 400 bin lira harcandığını, bunun 300 bin lirasını odaların karşıladığını belirterek, "Manisa, çok önemli tarihi bir binanın restorasyonunu yapmış olacak." dedi.

Yapım ihalenin Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından açılacağını dile getiren İl Kültür ve Turizm Müdürü Karaköse, "Rum Mehmet Paşa Bedesteni'nin kazandırılması amacıyla 2005 yılında, valiliğimiz önderliğinde Manisa Ticaret ve Sanayi Odası, Ticaret Borsası, Esnaf ve Sanatkarlar Odaları Birliği, Manisa'yı Mesiri Tanıtma ve Turizm Derneği ve Ziraat Odası'nın finans katkılarıyla çalışmalara başlanmıştı. Sonraki süreçte önce kamulaştırma çalışmaları ele alındı. İç mekana ait kamulaştırmalar 2008 yılında tamamlandı. Restorasyon projesi ise geçen günlerde Kamulaştırma Kurulu'nca onaylandı." şeklinde konuştu. Bedestenin dış cephesindeki 37 dükkanın restorasyonu için sahiplerinin, Kültür ve Turizm Bakanlığı'na yardım için müracaat ettiğini belirten Karaköse, "Önümüzdeki mayıs ayında bunlar da sonuçlanacak. Bedestendeki özel mülkiyet sahiplerinin zor durumda olması sebebiyle Sayın Valimiz'in talimatıyla yardım başvurularını bakanlığa ilettik, gerekli yardım yapılacak." dedi.

Zaman, Haber: Muharrem Gökçen, 02.03.2009

ULUCAMİ'NİN ÇEVRESİ YENİDEN DÜZENLENECEK

Bursa'nın tarihi simgesi Ulucami'de, şikayet konusu olan şadırvanların üstünün kapatılacağı bildirildi. Vali Şahabettin Harput, Ulucami'nin abdest alma yerlerinin üstünün kapatılması, bahçe düzenlemesi ve dış cephe temizliğini içeren projenin yakında başlayacağını söyledi. Daha önce hazırlanan proje kapsamındaki ilk ihalenin iptal edildiğini hatırlatan Vali Şahabettin Harput, yeniden ihaleye çıkılacağını söyledi.

Hazırlanan projenin hayata geçirilmesi ile Ulucami'nin baştan aşağı yenileneceğini vurgulayan Vali Harput, vatandaşlardan biraz daha sabır istedi. Ulucami'nin dış yüzeyinin temizlenmesini içeren çalışma için İstanbul Konservasyon Merkezi'nden yöntem konusunda onay beklediklerini hatırlatan Harput, bunun gelmesinin ardından çalışmaların hızlanacağını sözlerine ekledi.

Zaman, 02.03.2009

DA VINCI'YE AİT BİR PORTRE ORTAYA ÇIKTI

İtalyan devlet televizyonunda bilim programı yapan bir gazeteci, Leonardo da Vinci'nin kendisinin çizmiş olabileceği bir portreyi keşfettiğini iddia etti.

Piero Angela adlı gazeteci, Roma’daki bir basın toplantısında, portrenin Da Vinci’nin defterlerinden birinin arasından çıktığını belirtti. Portre üzerinde çok fazla karalama yapıldığından sadece burnun görülebildiğini belirten Angela, RAI televizyonunun grafik laboratuvarında bir teknisyenin resmi temizlemek için üzerinde aylarca çalıştığını söyledi. Ortaya çıkan resmin uzun saçlı, kirli sakallı ve aklı karışmış gibi görünen genç bir adam olduğu gözlendi.

Roma’da yaşayan iki yüz cerrahisi uzmanından Da Vinci’yi yaşlı haliyle gösteren portreleri ile elinde bulunan resmi gösterdiğini ifade eden Angela, cerrahların resimler arasında benzerlikler bulunduğu sonucuna vardığını söyledi.  Angela, şüpheli resimleri çizen İtalyan polislerinin de resimler arasında benzerlik bulunduğuna kanaat getirdiklerini ifade etti.

Angela’nın bahsettiği defterin orijinali ise Torino Kraliyet Kütüphanesi’nde bulunan “Codex on the Flight Birds” adlı eserin bir parçası.

Milliyet, 02.03.2009



SEYİT ONBAŞI'YA ÇİN İŞKENCESİ

Tek başına kaldırdığı 275 kiloluk top mermisiyle Ocean zırhlısını batırıp Çanakkale Savaşı'nn seyrini değiştiren Seyit Onbaşı'nın hatırası, para hırsıyla yaralandı.

Zafer Haftası öncesi Çinli üreticilerin yaptığı ucuz heykellerden hiç biri aslına benzemedi.

Çinliler, kahramana gömlek yerine ceket, cevşen yerine de papyon giydirdi.

Geçtiğimiz yıllarda, Seyit Onbaşı ve Çanakkale Zaferi ile ilgili heykelcikleri ucuza Çinliler'e yaptırdıkları için tepki gören üreticiler, bu yıl ilginç bir çözüm buldu!

Çin malı heykelciklerin altında "Made in China" yerine TM (Türk Malı) ambleminin yanına P.R.C ifadesine yer verildi. People's Republic of China (Çin Halk Cumhuriyeti) kbilmeyenler bunu Türk malsanheykelcikler ortaya inanılmaz bir tablo çıkardÇanakkale Turizm Tanıtma Derneği Başkanı yazar Ahmet Kaşıkçı, "Seyit Onbaşı'nın boynundakiler, Kuran'ın en küçük hali. Ama Çinli bunu nereden bilecek? Papyona benzetmiş, yapmış. Burada satılıyor ve yaptırım yok. Valilik, Güzel Sanatlar Fakültesi ve tarihçiler bir standart belirlemeli" dedi. Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi'nden Yard. Doç.Dr. Burhan Sayılır da Seyit Onbaşı'nın temsili de olsa bir fotoğrafı bulunduğunu, bunun dışında yapılanların gerçeği yansıtmadığını söyledi.

Kahraman onbaşı, heykellerden birinde pala bıyıklı, kalpaklı, diğerinde kalem kaşlı, çizgi bıyıklı, bir başkasında ceketli ve papyonlu olarak tasvir edildi.


Heykelleri satan bazı işyeri sahipleri "Çeşit oluyor. Müşterinin karşısına farklı heykeller çıkarıyoruz. İçlerinden birini seçerek alıyorlar" diyerek kendini savundu.

Sabah, Haber: Gürkan Düzenli, 01.03.2009

'İPLİĞE' SARILI KİLİSE GÜN IŞIĞINA ÇIKTI





Gaziantep’te şimdilerde kültür merkezi olan Gregoryan Kilisesi, her ne kadar 450 yaşında olsa da bilinen öyküsü 1920’lere dayanıyor.

Yüzbaşızade Hacı Ömer’in oğlu olan Ömer Ersoy, 1922’de Atatürk’ün talimatıyla Almanya’ya mühendislik eğitimi için gider. 1926’da Berlin’den dönen Ömer Ersoy, ağabeyi Mahmut Ersoy’la İngiltere’den getirdiği motorlu dokuma tezgahıyla bölgenin ilk dokuma ve boya fabrikasını kuruyor. Ersoy kardeşler, dönemin hükümetinden fabrika yatırımını büyütmek için bir yer talep ediyor.
1935’te, hükümetin fabrika yapımına uygun gösterdiği arazi üzerindeyse, kullanılmayan tarihi bir kilise vardır. Ersoy ailesi, Atatürk’ün de imzasının yer aldığı tapuyla kilisenin de içinde olduğu araziye sahip olur. Aile, kiliseyi yıkmak yerine yeni fabrikanın deposu haline getirir. Ancak aile “Satılık mı?” sorularından bunalınca, kilisenin etrafına yüksek bir duvar örer. Kilise böylece dikkatlerden kaçar. Fabrika kapanır, aile 1975’te İstanbul’a taşınır.

Son 5 yıldır kentteki tarihi yapıları restore edip turizme kazandırmak için bir dizi proje yürüten Gaziantep Belediye Başkanı Asım Güzelbey bir yol çalışması sırasında kiliseyle karşılaştıklarını, buranın da yenilenmesine karar verdiklerini anlatıyor.

Ersoy ailesi, kiliseyi çok az bir tutarla belediyeye satmış. Aile, aldıkları parayı da Gaziantep Valiliği’ne bağışlamış. Güzelbey, onların bu jestine karşılık kültür merkezi olan kiliseye Ömer Ersoy adını verdiklerini söylüyor. Ersoy ailesinin valiliğe bağışladığı parayla TOKİ Gaziantep’e bir okul yapacak, bu okul da adını Ömer Ersoy’dan alacak.
Güzelbey, “Kilisenin restorasyonu için Vatikan’a başvurduk. Vatikan, bu Gregoryan kilisesi olduğu için kabul etmedi. Ardından biz 700 bin TL’ye restorasyonu tamamladık” diyor. Gazianteplilerin Küçük Aya İrini dedikleri kilisede, 6 Mart’ta Anadolu Güzel Sanatlar Lisesi öğrencileri bir konser verecek.

Milliyet, Haber: Beste Önkol, 01.03.2009

SURİYE HOMS'DA
MÖ 1700'E TARİHLENEN
BİR TABLET BULUNDU

Homs Bölgesi’nde, Al Mishrefa’da çalışan Suriye Milli Araştırma ekibi geçen hafta MÖ 1700 yıllarına tarihlenen bir tablet bulunduğunu açıkladı.

Tablette, Khimar Ashkhara isimli kadının 25 gr gümüş bedelle, kendi evi ile komşusu Akhla Ashmieh evini ayıran bir duvar yaptırmak istediği ve bu şekilde kendi evine ait mülkiyet hakkının belirlenmesi hakkında karşılıklı bir anlaşma yer almakta.

SANA, 19.02.2009

CENNET BAHÇELERİ GÖBEKLİ TEPE'DE Mİ?

9 Mart’ta çıkacak "Genesis Secret" (Başlangıcın Sırrı) adlı kitapta, Göbekli Tepe’nin, Adem ile Havva’nın kovulduğu Cennet Bahçeleri olup olmadığı sorusuna yanıt aranıyor.

Tom Knox’ tarafından yazılan "Genesis Secret" (Başlangıcın Sırrı) kitabına göre, tüm deliller, Göbekli Tepe’nin Tevrat’ta geçen ’Cennet Bahçeleri’ olduğuna işaret ediyor. Arkeolojik alan, bir çoban tarafından 1994’de tesadüfen bulundu. Birçok bilimci, çobanın ortaya çıkardığı alanın, dünyanın en önemli arkeolojik keşfi olduğunu savunuyor.

Keşfi duyan Urfa Müzesi yetkilileri,İstanbul’daki Alman Arkeoloji Enstitüsü’ne ulaştı. Sonuçta çobanın keşfinden birkaç hafta sonra, Alman arkeolog Klaus Schmidt, Göbekli Tepe’ye giderek kazılara başladı. Kazdıkça şaşkınlığı artan Schmidt, dikdörtgen taşlardan oluşan "T" şeklinde bir anıt ortaya çıkardı. Yapılan karbon analizlerinin ardından, bulunan taş anıtın yaklaşık olarak MÖ 10 bin yıllarında inşa edildiği ortaya çıktı.

Stonehenge nedir?

Şimdi dünyadan önde gelen bilimciler ve arkeologlar, "Göbekli Tepe’de bulunan alan, Cennet Bahçeleri’nin ta kendisidir" diyorlar. Uzmanlar, "Eğer öyleyse, burası hiç şüphesiz Türkiye’nin Stonehenge’idir" diye de ekliyorlar.

Stonehenge, İngiltere’deki Salisbury düzlüğünde eskiden dinsel törenler için kullanılan ve Kelt rahiplerinden oluşan bir sınıf olan Druidlere atfedilen büyük taşlardan oluşan çembere verilen addır. Druiler’in bu taş çemberini kullanmış olması mümkünse de, başlangıcı İngiliz Adaları’ndaki Neolitik insanlara kadar uzanmaktadır.

Keskiyle yontulmuş, dik konumundaki 30 taştan (bunlardan halen 17’si ayaktadır) oluşan ve kavisli hale getirilerek dik duran taşlarin üzerine yerleştirilen kiriş taşlarını içeren ve böylelikle çember şeklinde kapı boşlukları oluşturan tek taş çemberdir. Stonehenge’in çemberi bölen ve yapının girişinden geçen ekseninin yaz dönencesindeki (21 Haziran) gündoğumuna doğru konumlandırılmış olması, buna karşılık, yakındaki İrlanda’da yaklaşık olarak aynı zamanlarda inşa edilen Newgrange anıtının kış dönencesindeki (21 Aralık) gündoğumuna yöneltilmiş olması ilginçtir.

Hürriyet, 01.03.2009

KADRO YOKSA AKROPOLİS DE YOK

Yunanistan Kültür Bakanlığı’nda işten çıkarılan 3 bin personel, Atina kent merkezindeki tarihi Akropolis tapınağını ziyarete kapattı.

Kültür Bakanlığı’nın işten çıkardığı 24 aylık sözleşme imzalayan 3 bin çalışan, sözleşmelerinin uzatılmasını ya da kadrolu yapılmalarını talep ediyor. Diğer yandan daha önce işten çıkarılan ancak tekrar işe alınan 700 işçi ise, 4 aydır maaşlarını alamadıkları gerekçesiyle eyleme katılıyor. Kültür Bakanlığı’nda çalışan kadrolu memurlar da arkadaşlarına destek veriyor.

Öte yandan binlerce kilometre uzaktan Akropolis’i ziyarete gelen yabancı turistler, kapısına kilit vurulan Akropolis’i göremeden dönmek zorunda kaldı. Japonya, Kore, Fransa ve Amerika gibi ülkelerden gelen turistler, Akropolis girişinde toplanan çalışanların protestolarını izlemekle yetindi. Akropolis’i yakından göremeyen turistler, giriş kapısı yakınındaki büfe ve seyyar satıcılardan kartpostal alarak meraklarını gidermek zorunda kaldı. Bazı turislerin ise Akropolis’i uzaktan gören bir tepeye çıkarak fotoğraflarını çekti.

Akropolis’in işçiler tarafından ziyarete kapatılması, hükümeti ülkenin “ağır sanayisi turizm”in geleceğine ilişkin kara kara düşündürüyor. İşten çıkarılan arkeologlardan Hristina Vasilissa, Avrupa Birliği’nin 24 ay sözleşmeli çalışanların, daha sonra kadrolu yapılmalarını kaydettiğini söyleyen Hristina, “Kültür Bakanlığı bunu 24 ay çalışanları işten çıkarmak ve yerlerine yenilerini almak şeklinde uygulamak istiyor” dedi. Bakanlığın personel olmadan çalışmalarını yürütmesinin ve tarihi mekanlarda hizmet vermesinin imkansız olduğunu da sözlerine ekledi.

Evrensel, 01.03.2009

İSKENDERUN'DA TARİHİ ADLİYE SARAYI ŞEHİR MÜZESİ OLACAK

İskenderun'da Fransızlar döneminde yaptırılan tarihi adliye sarayı binası şehir müzesine dönüştürülecek.

Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, Hatay'ın tarih ve turizm açısından potansiyel bir şehir olduğuna vurgu yaparak, tarihi adliye binasının müzeye dönüştürüleceği söyledi.

Bakan Günay, "İskenderun Limanı'nı hareketlendirmek ve yat turizmini canlandırmak için girişimlerimiz olacak. İskenderun'un tarihi binası olan adliye binasını da turizme kazandıracağız. Şu an yeni binanın temeli ve inşaat çalışmalarına başlanacaktır. Adliye binası yeni yerine taşındıktan sonra bu tarihi binayı müze haline getireceğiz" dedi.

Turizm Gazetesi, 28.02.2009


Troya (Dörpfeld)
...?






.. TAY Projesi . Kuruçeşme Cad. 67/B
34345 Kuruçeşme İstanbul
Tel: 0 (212) 265 7858 - Faks: 0 (212) 287 1298
e.posta: info@tayproject.org

Copyright©1998 TAY Projesi