26 Nisan - 2 Mayıs 2009
|
İSPANYOLLARIN GÖZÜ İLE MISIR
Mısır’da İspanyol arkeolojik faaliyetleri 1886 yılında Luxor yakınlarındaki Deir Al-Medina’da bulunan bir mezarın İspanyol diplomat Eduardo Toda Y Gèell tarafından kazılması ile başladı. 20. yüzyılda Galarza Kontu, Giza’da kazılar sürdürdü. 1960’larda baraj inşaatı sırasında sualtında kalacak yapıları kurtarmak için İspanyollar, Almagro Basch başkanlığında Mısır ve Sudan topraklarında sürdürülen büyük uluslararası kurtarma operasyonunda yer aldılar. Karşılığında kendilerin binlerce eser armağan olarak verildi. İspanya’nın, Mısır’ın kültürel birikimlerini kurtarma yönündeki çabalarına karşılık bu ülkeye hediye edilen eserlerden birisi olan Debod Tapınağı şu anda Madrid’de.
Mısır’ın geçmişine yönelik 120 yıllık bu katkıyı kutlamak için iki hafta kadar önce Kahire’de, Mısır Müzesi’nin bahçesinde bir gala gecesi düzenlendi. “Mısırdaki İspanyol Arkeolojisinin 120 Yılı” isimli bu galada, Mısırlı ve İspanyol arkeologların yanı sıra Ömer Şerif gibi şöhretler, Mısır ve İspanyol kültür bakanları vardı. Gecenin şerefine geçtiğimiz 120 yıl boyunca İspanyol arkeologlar tarafından Mısır’da bulunmuş 137 farklı eser teşhir edildi.
Nevine El-Aref, Al Ahram 24 Nisan 2009
|

 |
 |
ATIN EVCİLLEŞTİRİLMESİNİN SIRRI ÇÖZÜLDÜ MÜ?
Yaban atlarının ilk olarak bundan 5000 yıl kadar önce, bugünkü Romanya, Ukrayna, Rusya ve Kazakistan’ı içeren Karadeniz – Hazar steplerinde evcilleştirildiği biliniyor. Atın insan hayatında ve geçmişinde oynadığı önemli role karşılık evcilleştirilme işleminin detayları hala bilinmemekte.
Science Dergisi’nin son sayısında bu konuda ilginç bir makale yayınlandı. Berlin Leibniz Enstitüsü’nden, Alman Arkeoloji Enstitüsü’nden, Berlin Humbolt Üniversitesi’nden ve Max Planck Enstitüsü’nden Alman uzmanlar ile, Amerikalı ve İspanyol bilim adamlarının ortaklaşa yürüttükleri bir araştırma atın evcilleştirilmesinin ardındaki sırları açıklamakta.
Evcilleştirmenin yeri ve zamanını tespit edebilmek için atların kıl renklerinde etken olan DNA’larda Geç Pleistosen’den Ortaçağa birçok farklı örnekte incelendi. Bu çalışma aynı zamanda, evcilleştirme başladıktan sonra, antik hayvan yetiştiricilerinin farklı çiftleştirme tercihleri sonunda atın kıl renginin ne denli hızla değiştiğini ve farklılaştığını da ortaya koydu.
Bu çalışma, insanlık tarihi için çok büyük bir öneme sahip olan bu hayvanların Neolitik Dönem boyunca aşamalı olarak evcilleştirildiklerini gösteriyor.
Science Daily, 24 Nisan 2009
|
SURİYE, IDLEB'DE BİZANS MOZAİĞİ
İdleb Arkeoloji Departmanı tarafından verilen bilgiye göre Salqin’in 15 km batısında, Jakara Köyü’nde Bizans Dönemi’ne tarihlenen bir mozaik bulundu. Diğer bir küçük kuş ile birlikte büyük bir tavuskuşununun yanı sıra, zeytin ve nar ağaçlarını gösteren mozaikte, yapan sanatçıya övgüler içeren Latince bir yazıt da bulunuyor.
Kazı Başkanı Anas Haj-Zaidan, şu anda süren kazıların sadece bir ön tespit amaçlı olduğunu, bölgede buna benzer başka mozaikler de bulunduğunu fakat bu mozaiğin en önemli farkının ölçülerinin büyüklüğü olduğunu belirtti.
SANA, 22 Nisan 2009
|
 |
SANAT DEDEKTİFLERİ İŞ BAŞINDA
Sanat eserlerinin sık sık çalınması yeni bir meslek dalının doğmasına yol açtı: "Sanat dedektifleri", profesyonel araştırmalar sonucunda ulaştıkları eserleri sahiplerine iade ediyorlar.
Picasso, Van Gogh ya da Munch gibi önemli ressamların tabloları müzelerden ya da özel koleksiyonlardan en az birer kez çalındı.
Bunlar milyonlarca dolar değerinde paha biçilmez eserler. Sanat dedektifi adını taşıyan görevliler ise çalınmış eserlerin peşinde. Çalınmış sanat eserlerini araştıran Art Loss Register adlı ajansın Köln şubesinde çalışan "sanat dedektifi" Victorine Stille de onlardan biri.
Sanat dedektifi Stille'nin çalışma ofisi oldukça aydınlık. Masaların üzerinde her yana dağılmış sanat objeleriyle ilgili kataloglar duruyor.
Victorine Stille, ajansın veri bankasında araştırma yapıyor. Ajans, 1991 yılında Londra’da kuruldu. Kısa süre içinde New York, Amsterdam, Paris ve hatta Köln’de şubeleri açıldı. Kuruluşundan bu yana, eserleri çalınan sanat koleksiyoncuları düzenli olarak ajanstan yardım talep ediyor.
Sanat dedektifi Victorine Stille, çalışmasına ilk olarak söz konusu kayıp eserin üretim yılı ve sanatçının adı gibi ayrıntıları bir araya getirerek başlıyor. Daha sonra hepsini veri bankasına kaydediyor. Bu sayede diğer şubelerdeki çalışanlar da bu verilere ulaşabiliyor. Böylece dünya çapındaki araştırma başlıyor. Stille şöyle konuşuyor:
“Sık sık karşılaştığımız şey, eserin çalınmasının ardından öncelikle iki ya da üç yıl kadar kara borsada elden ele dolaşması. Bizim, eserlerin 15 yıl sonra tekrar ortaya çıktığına dair bir teorimiz var.“
Bu eserler, örneğin müzayede ya da sanat fuarlarında günün birinde yeniden ortaya çıkabiliyor. Ancak 15 yıl, sanat dedektifleri için oldukça uzun bir süre. Bu nedenle hızlı hareket eden dedektifler ise eserin kendiliğinden ortaya çıkmasını beklemiyor. 28 yaşındaki sanat dedektifi Victorine Stille de vaktinin çoğunu, internette araştırma yaparak geçiriyor. "Belki çalıntı olarak bildirilen bir esere rastlarım" beklentisiyle, müzayedelerle ilgili verileri inceliyor. Tabii sık sık dışarıya da çıkıp, sergilere ya da sanat fuarlarına katılıyor.
Cnn Türk, 02.05.2009
|
 |
HOLLANDA'DA SANAT HIRSIZLARI İŞ BAŞINDA
Fotoğraf Altı: Salvador Dali'nin 1941 yılında yaptığı "Three Ages" üçlemesinden Adolescence
Hollanda'da, maskeli ve silahlı soyguncular bir müzeden biri ünlü İspanyol ressam Salvador Dali'ye ait olmak üzere 2 tablo çaldı.
Yetkililer, Spanbroek'deki Scheringa Müzesindeki dünkü soygunda, silahlı kişilerin güvenlik görevlisini tehdit ederek tabloları çaldığını, olayda yaralanan olmadığını açıkladı.
Müzeden yapılan açıklamada da, çalınan eserlerin Dali'ye ait 1941 yapımı "Adolescence" ile Polonyalı Tamara de Lempicka'nın 1929 tarihli "La Musicienne" tabloları olduğu belirtildi.
Açıklamada, olaydan üzüntü duydukları ve eserlerin en kısa zamanda bulunmasını istedikleri kaydedildi.
Müzenin açıklamasında, tabloların değeri konusunda bilgi verilmedi, ancak bu eserlerin müzenin koleksiyonundaki en önemli parçalar arasında yer aldığı ifade edildi.
Cnn Türk, 02.05.2009
|
TARİHİ ESERLERİ SATMAYA ÇALIŞAN 2 KİŞİ YAKALANDI
Roma ve Bizans dönemine ait heykellerle, gümüş sikke ve süs eşyaları denizli Müze Müdürlüğü'ne teslim edildi.
Denizli'de çeşitli dönemlere ait tarihi eserler ele geçirilirken, olayla ilgili 2 kişi gözaltına alındı.
R.B'nin elindeki tarihi eserleri satmak için müşteri aradığı istihbaratını alan jandarma, düzenlediği operasyonda, Roma dönemine ait 2 adet heykel başı ve Bizans dönemine ait 1 adet vazo ele geçirdi. R.B. gözaltına alındı.
Buldan'a bağlı Kadıköy beldesinde elindeki tarihi eserleri satmak için müşteri arayan H.D. de jandarma tarafından suçüstü yakalandı. Operasyonda, 108 adet gümüş sikke, 172 adet tarihi süs eşyası ve 280 adet tarihi değeri bulunan eser ele geçirildi.
Tarihi eserler, Denizli Müze Müdürlüğüne teslim edildi. Zanlılar çıkarıldıkları mahkemece tutuksuz yargılanmak serbest bırakıldı.
Haber Ekspres, 02.05.2009
|
BOYALI TARİH
Sina Yarımadası’nda bugüne dek bilinen en büyük antik Mısır tapınağı Kantara’da bulundu.
Antik çağda Tharo olarak bilinen Tel Hebua, eskiden Mısır ordularının doğu sınırlarına yaptıkları seferler sırasında ordugah olarak kullanılan küçük bir yerleşimdi. Burada sürdürülen arkeolojik çalışmalar Yeni Krallık Dönemi’ne ait çok büyük bir tapınağı açığa çıkardı.
80x70 m ölçülerindeki tapınak üstleri resimlerle süslenmiş boyalı tuğlalar ile inşa edilmiş. Yapı, birçok küçük şapel ve üç arınma havuzunun yanı sıra, 34 sütunla desteklenen, dikdörtgen şeklinde dört büyük salona sahip. 4 m kalınlığında duvarlarla tahkim edildiği anlaşılan tapınakta tanrılar Horus, Hathor, Tefnut, Montu ve Renenutet ait resimlerin yanı sıra Tuthmosis II ve Ramses II’nin de rölyefleri bulundu.
Yapının doğu ve batı kanatlarında iki grup halinde ve olasılıkla Seti I, Ramses II ve Seti II dönemlerine tarihlenen 13 depo mevcut. Depolarda bu üç firavunun dönemlerine tarihlenen binlerce yazıt ve mühür ele geçti.
Al Ahram, 26 Nisan 2009
|
 |
|
JANDARMADAN TARİHİ ESER KAÇAKÇILARINA BASKIN
Gümüşhane Valiliği'nden yapılan yazılı açıklamada, istihbari çalışmalar neticesinde Gümüşhane İl Jandarma Komutanlığı ve Kelkit İlçe Jandarma Komutanlığı tarafından alınan arama kararının ardından Kelkit ilçesi Özen köyünde yaşayan R. E. ve A. M. isimli şahısların evlerinde arama yapıldı.
Aramalar neticesinde, Roma ve Osmanlı dönemine ait olduğu değerlendirilen 118 adet bakır ve bronz sikke, 4 adet yüzük, 2 adet küpe, 5 adet takı objesi olmak üzere toplam 129 parça tarihi eser ile 1 adet metal arama dedektörü ele geçirildi.
Sorgu ve işlemleri tamamlanan R.E ve A.M, savcılık tarafından serbest bırakıldı.
Sabah, 02.05.2009
|
BAKANLIK: MÜZE, ESERLERİN SERGİLENMESİNE UYGUN DEĞİL
Adana Rölöve ve Anıtlar Müdürlüğü'nün Etnografya Müzesi'nde yaptığı ölçümlerde yapıdaki nem oranının yüksek olduğu tespit edildi. Zaman Gazetesi'nin haftalık yayınlanan Adana ekinde yer alan, "Adana'nın müzeleri dökülüyor" başlıklı haber sonrasında Kültür ve Turizm Bakanlığı ildeki müzelerde inceleme başlattı.
Zaman'a yapılan açıklamada Bakan Ertuğrul Günay'ın talimatıyla Adana Etnografya Müzesi'nin eser sağlığı ve güvenliği açısından incelendiği belirtildi.
Etnografya müzesinin taşınmaz kültür varlığı olarak tescilli eski bir kilise binasında hizmet verdiği hatırlatılan açıklamada: "Ancak, hâlihazırda boşaltılmış durumdadır. Kilise bahçesindeki taş eserleri hariç, diğer eser geçici olarak depolara kaldırılmıştır. Yapılan incelemede, binanın duvarlarında çatlamalar ve ayrılmalar oluştuğu görülmüştür. Ayrıca, Adana Rölöve ve Anıtlar Müdürlüğü'nce yapılan ölçümlerde nem oranının yüksek olduğu tespit edilmiştir." değerlendirmesine yer verildi.
Bahse konu kilise binası ile aynı bahçe içinde yer alan ve halen Rölöve ve Anıtlar Müdürlüğü hizmet binası olarak kullanılan yerin boşaltılması halinde atıl kalacağı vurgulayan açıklamada, şu bilgilere yer verildi: "Buranın Adana Etnografya Müzesi hizmet binası olarak düzenlenebileceği önerilmiş. Ancak binanın nem oranı yüksek olduğu görülmüştür. Bu hususlar göz önünde bulundurulduğunda her iki binanın etnografik eserlerin sergilenmesine elverişli olmadığı anlaşılmıştır. Ayrıca tescilli kilise binasının onarım projelerinin hazırlanarak Koruma Bölge Kurulu'na sunulmasının ve buranın Anıt Müze olarak düzenlenmesinin daha uygun olacağı düşünülmektedir. Bu nedenle Adana Etnografya Müzesi olarak kullanılmak üzere başka bir binanın bulunmasının gerektiğine karar verilmiştir."
Adana Etnografya Müzesi hizmet binasının bulunması çalışmalarına devam edildiği kaydedilen bakanlık açıklamasında, "Anılan kilise binasının onarımı ve Anıt Müze olarak düzenlenmesi için gerekli çalışmaların Adana Rölöve ve Anıtlar Müdürlüğü'nce yürütülmesi için gerekli talimat verilmiştir. Adana Atatürk Müzesi ve Misis Mozaik Müzesi'ne ilişkin çalışmalar da devam etmekte olup, 2010 yılı yatırım programında değerlendirilecektir."
Bu arada bakanlığın açıklamasında her yağmurda akan, duvarları dökülen Merkez Park içindeki Adana Arkeoloji Müzesi'ne hiç değinmemesi dikkat çekti.
Zaman, Haber: Mehmet Şahin, 01.05.2009
|
TARİHİ ARDAHANKAPI DEFİNECİLERCE YAĞMALANDI
Osmanlı- Rus Harbi (93 Harbi) döneminde şehrin savunması amacıyla yaptırılan Ardahankapı (Kavakkapı) defineciler tarafından yağmalandı. Tarihi kapının işlemeli süslü taşlarını çalan defineciler kayıplara karıştı.
Tarihi eserler define avcıları tarafından yağmalanmaya, tahrip edilmeye devam ediyor. Evren Paşa Mahallesi'ndeki Ardahankapı definecilerin yağmasına uğradı. Osmanlı- Rus Harbi(1877-1878) öncesinde Padişah Sultan Abdülhamit'in emri ile dönemin Erzurum Valisi Mareşal Fosfor Mustafa Sıtkı Paşa, şehrin savunulması amacıyla Ardahankapı, Harputkapı, İstanbulkapı ve Karskapı'yı inşa ettirmişti. Bir kısmı askeri bölge içerisinde yer alan Ardahankapı'nın askeri alan dışında kalan kuzey yüzündeki kesme taşlar kimliği belirsiz kişilerce yağmalandı. Tarihi kapının taşlarının defineciler tarafından yağmalanmasına semt sakinleri tepki gösterdi.
Tarihçi- Yazar Muzaffer Taşyürek, Ardahankapı'nın olayın üzüntü verici olduğunu söyledi. Tarihi kapıların büyük bir zenginlik olduğunu ve buraların özel koruma altına alınması gerektiğini kaydeden Taşyürek, Erzurum'da sistemli bir şekilde tarihi eserlerin özelikle tabyalar ile tarihi kapıların yağmalandığını ve bunun önüne geçilemediğini ileri sürdü. Çat Yolu üzerindeki İl Özel İdaresi alanı içerisinde bulunan Harput Kapı'nın gün yüzüne çıkartılması için İl Genel Sekreteri Selami Altınok'un büyük çaba ve gayret sarfetmesine karşılık Ardahankapı'nın definecilerin insafına terk edilmesinin düşündürücü olduğuna vurgu yaptı. Taşyürek, "Ecdat yadigarı Ardahankapı'nın taşlarının sökülüp çalınması, burada define aranması üzüntü verici. Tarihi eserlerimiz yağmalanırken, kimsenin buna ses çıkartmaması, görgü tanıklarının olayı güvenlik birimlerine bildirmemesi, bu yerlerin özel güvenlik sistemine alınmaması düşündürücü." diye konuştu.
haberler.com, 01.05.2009
|

 |
MÜZE ÇALIŞMALARI VE
KURTARMA KAZILARI SEMPOZYUMU SONA ERDİ
Kültür Varlıkları ve
Müzeler Genel Müdürlüğü'nce her yıl farklı bir ilde
düzenlenen Müze Çalışmaları ve Kurtarma Kazıları
Sempozyumu dün sona erdi.
Sempozyumda 2008 yılında gerçekleştirilen 110 adet
kurtarma kazısında edilen sonuçlar 37 ayrı bildiri
olarak sunuldu. Sempozyuma Türkiye genelinden
yaklaşık 300 kişi katıldı.
Sempozyumun ardından Müze Müdürleri Toplantısı
Ticaret ve Sanayi Odası konferans salonunda
gerçekleştirildi. Toplantıya Kültür ve Turizm
Bakanlığı Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürü
Orhan Düzgün ile birlikte yüze yakın müze müdürü
katıldı. Her yıl farklı bir ilde düzenlenen ve
müzelere ilişkin sorun ve çözüm önerilerinin
tartışıldığı Müze Müdürleri Toplantısı’nda bu yıl
ilk kez fiili bir eğitim çalışması da yapıldı.
Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü Dış
İşler Daire Başkanlığı Uzmanı Zülküf Yılmaz, her yıl
yapılan müze müdürleri toplantısında bu yıl küçük
bir değişiklik yaparak fiili bir eğitim çalışması
yapmayı uygun gördüklerini belirtti. Müzelerde
karşılaşılan sorunlara da kısaca değinen Yılmaz,
“Müzelerde yaygın olan en temel sorunların başında
teşhir-tanzim sorunu yaşanıyor” dedi. Toplantıda
ayrıca müzelere eser alma yönetmeliği ve
koleksiyonerlik yönetmeliği hakkında katılımcılara
bilgi verildi. Müze Müdürleri Toplantısında fiili
eğitimi ise Japonya’da 45 gün boyunca müzecilik
kursuna katılan Dr. Güner Sağır verdi. Toplantı daha
sonra basına kapalı şekilde sürdü.
Müze Çalışmaları ve Kurtarma Kazıları Sempozyumu ile
Müze Müdürleri Toplantısı’na katılmak üzere Sivas’a
gelen müze müdürleri ayrıca bugün Divriği İlçesine
giderek burada kültür varlıklarını inceleyecekler.
Sivas Hürdoğan,
01.05.2009
|
DR. ATAKUMAN TÜM
GÖREVLERİNDEN ALINDI
Bilim ve Teknik
Dergisi’nin mart sayısında
Darwin’i kapak
konusu olarak seçtiği gerekçesiyle yönetimindeki
dergi sansüre uğrayan Dr.
Çiğdem Atakuman,
yürüttüğü tüm görevlerden alındı.
Bilim ve Teknik
Dergisi’nin Yayın Yönetmeni ve Sorumlu Yazı İşleri
Müdürü olan Dr. Atakuman, derginin mart sayısı için
Darwin’i kapak
konusu olarak belirlemiş, ancak bunu fark eden
TÜBİTAK Başkan Yardımcısı Prof. Ömer Cebeci duruma
müdahale etmiş ve derginin kapağını ve içeriğini
değiştirmişti.
Milliyet’in “Darwin Sansürü” başlığıyla konuyu
haberleştirmesinden 4 gün sonra açıklama yapan
TÜBİTAK yönetimi, sansürü kabul etmezken Atakuman’a
görev değişikliğinin önerildiğini bildirmişti. Süreç
içerisinde TÜBİTAK yönetimi Atakuman’a, Bilim ve
Toplum Dairesi Başkan Vekilliği’nden alındığını
tebliğ ederken, diğer görevlerini ise
sürdürebileceği açıklamasını yapmıştı. Atakuman’ın
elinde kalan görevlerin de alınarak nisan ayı
ortasında ‘Başkan Danışmanlığı’na atandığı
öğrenildi.
Milliyet, Haber: Mansur
Çelik, 01.05.2009
|
|
MÜZEDE ŞÜPHELİ PAKET
Malatya'daki Atatürk Evi Müzesi'nin bahçesine
bırakılan şüpheli paket polisi alarma geçirdi.
Edinilen bilgiye göre, Atatürk Evi Müzesi'nin
bahçesine bırakılan şüpheli paket paniğe neden oldu.
İhbar üzerine olay yerine giden polis ekipleri,
öncelikle bölgeyi yaya ve araç trafiğine kapatarak
çevrenin güvenliğini sağladı. Bomba imha
uzmanlarının robot kullanarak patlattığı çanta boş
çıktı. Polis ekipleri çantayı incelemek üzere
Emniyet Müdürlüğü'ne götürdü.
Olayla ilgili olarak başlatılan soruşturma sürüyor.
Malatya Kent Haber,
30.04.2009
|
BU TEFSİRİN DÜNYADA BAŞKA BİR ÖRNEĞİ YOK
Atatürk Üniversitesi'ne, paha biçilemeyen nadir eserler bağışlandı. Eski ulaştırma ve kültür bakanlarından Rıfkı Danışman'ın Atatürk Üniversitesi'ne hediye ettiği 567 kitaptan 4'ü 'çok nadir eserler' olarak biliniyor.
Üniversitenin Doğu Dilleri Bölümü hocalarından Prof.Dr. Sadi Çöğenli'ye göre eserler arasında yer alan 'Kitabu Ğureri'l-Meani' adlı 15. yy. tefsir kitabının dünya kütüphanelerinde başka nüshası yok. Ahkam ayetlerinin tefsirini içeren 'Mesalikü'l- Efham ila Ayati'l-Ahkam' adlı 17. yy. eserinin de Türkiye'de benzeri bulunmuyor. Ayrıca 'Meşariku'l-Envar' adlı hadis kitabı ile 16. yy'da yazılan 'Islahu'l-İzah' adlı hukuk kitabı da çok kıymetli eserler olarak tanınıyor.
Prof.Dr. Çöğenli, üç dönem Erzurum milletvekili seçilen Rıfkı Danışman'ın, koleksiyonunda bulunan 365'i el yazması ve eski eser özelliği taşıyan toplam 567 kitabı bağışlamasının kütüphanelerini zenginleştirdiğini belirtti. Eserlerin bir kültür hazinesi olarak üniversite kütüphanesinde korunacağını ifade eden Çöğenli, şunları söyledi: "Erzurum'un eski müftülerinden Sakıp Danışman'ın oğlu Rıfkı Danışman, babasından kalan bu paha biçilmez eserleri bağışlayarak çok önemli bir kültür hizmetini ifa etmiştir."
Zaman, 01.05.2009
|
 |
MÜZELER GECESİ YENİDEN
Müzeler Haftası bu yıl
18-24 Mayıs 2009 tarihleri arasında kutlanacak.
Kültür ve Turizm Bakanlığı'na bağlı Kültür
Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü'nden alınan
bilgiye göre kutlama programı çerçevesinde 'Avrupa
Müzeleri Gecesi' etkinliği düzenlenecek. Buna göre
18 Mayıs Pazartesi günü yurt genelindeki bazı
müzeler saat 23.30'a kadar, Topkapı Sarayı Müzesi
ise saat 21.00'e kadar ücretsiz gezilebilecek.
18 Mayıs Pazartesi günü
saat 23.30'a kadar yerli ve yabancı turistlerin
ücretsiz gezilebileceği müzelerin listesi şöyle:
-
Ankara Anadolu Medeniyetleri
Müzesi
-
Antalya Müzesi
-
İstanbul Arkeoloji Müzeleri,
Ayasofya Müzesi ve Türk ve İslam Eserleri Müzesi,
-
İzmir Arkeoloji Müzesi, Efes
Müzesi,
-
Konya Mevlana Müzesi,
-
Çorum Müzesi
-
Sinop Müzesi
-
Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi
Bakanlığa bağlı
müzelerin yanı sıra özel sektörün işlettiği
müzelerin de bu etkinliğe geçen yıllarda olduğu gibi
katılması bekleniyor.
Turizm Habercisi,
30.04.2009
|
 |
TARİHİ KÖPRÜ İLGİSİZLİK KURBANI
Kütahya Simav’da 7 yıl önce belediye tarafından ortaya çıkarılan Osmanlı dönemine ait 9 gözlü tarihi köprünün ilgisizlik yüzünden çökmeye başlaması vatandaşları derinden üzüyor.
Geçmişiyle ilgili kimsenin bir bilgiye sahip olmadığı tarihi kemer köprünün koruma altına alınması için TEMA Vakfı olarak belediye aracılığı ile Kütahya Vakıflar Bölge Müdürlüğüne başvuruda bulunduklarını ifade eden Türkiye Erozyonla Mücadele, Ağaçlandırma ve Doğal Varlıkları Koruma Vakfı (TEMA) Simav Temsilcisi Ömer Önder, Vakıflar Bölge Müdürlüğü'nden aldıkları, ”Bizden habersiz sakın bölgede herhangi bir çalışma yapmayın” yönündeki uyarı niteliğindeki resmi yazının kendileriyle birlikte Simav halkını da derinden üzdüğünü kaydetti.
Simav – Bursa Karayolunun 3.kilometresinde güzergah üzerinde yer alan taştan yapılmış “9 Gözlü Tarihi Kemer Köprü”nün kendini bilmez vatandaşlar tarafından sürekli tahrip edilmek suretiyle çökme tehlikesiyle karşı karşıya bulunduğuna dikkat çeken TEMA Simav Temsilcisi Ömer Önder,”Vakıflar önlem almayacaksa TEMA Vakfı olarak biz önlem alalım. Tarihi eserin çevresini koruma altına alalım. Yoksa yarın çok geç olacak. Ata yadigarı bir tarihi yapı daha toprağa karışacak. Bu durum beni ve Simav halkını derinden üzüyor” dedi.
Vakıflar Bölge Müdürlüğü'nün konuya hassasiyetle eğilmesini beklediklerini anlatan 85 yaşındaki Simav’ın TEMA dedesi Ömer Önder, yetkililerin bölgede yapacakları bir incelemenin ardından serzenişte bulunmakta kendisinin ne kadar haklı olduğunun ortaya çıkacağını iddia etti, görevlileri Simav’a davet etti.
Kütahya Kent Haber, 30.04.2009
|
TARİHİ MEKANLARA ALT YAPI ÇALIŞMASI
Mardin Belediye Başkanı Beşir Ayanoğlu altyapı çalışmalarına başladıklarını ve çalışmaları ilk olarak tarihi mekanların yer aldığı kent merkezinde gerçekleştirdiklerini bildirdi. Başkan Ayanoğlu, Melik Mahmut Camii'ne kadar 700 metrelik su ve kanalizasyon şebeke hattı çekileceğini söyledi.
Tarihi kent Mardin'de baharın gelmesiyle beraber altyapı çalışmaları başladı. Beyaz Su'nun gelmesiyle beraber yaz ayında bir sorunla karşılaşmamak için eski hükümet konağı altından Melik Mahmut Camii'ne kadar 700 metrelik su ve kanalizasyon şebeke hattı çekildi. Belediye Başkanı Mehmet Beşir Ayanoğlu, göreve geldiklerinden bu yana tarihi kentin en büyük sorunu haline gelen altyapının değişmesi için oluşturulan ekiplerle çalışmalara başladıklarını ifade etti. Başkan Ayanoğlu, "Yaz ayında oluşacak sorunlar ve eski şebekeden kaynaklanan su kaçaklarının önüne geçmek için eski hükümet konağı altından Melik Mahmut Camii'ne kadar olan 700 metrelik kısma su ve kanalizasyon şebeke hattı çektik. Vatandaşımızın rahatı bizim rahatımızdır. Tarihi kentimizin hak ettiği yere gelmesi ve marka şehir olması için çalışıyoruz" dedi.
Mardin Kent Haber, 30.04.2009
|
 |
EKİCİ, GÜNAY'A ANTİK KENTİ SORDU
Cumhuriyet Halk Partisi (CHP)
Gaziantep Milletvekili Akif Ekici, Kültür ve Turizm
Bakanı Ertuğrul Günay’a Karkamış Antik Kentiyle ile
ilgili bir soru metni hazırlayarak harabeler
hakkında bilgiler aldı.
Suriye sınırında mayınlı
sahada bulunduğundan dolayı ziyarete kapalı olan
harabeler uzunca bir süre mayınlardan temizlenmeyi
beklemekteydi. Bunun üzerine geçtiğimiz aylar askeri
bölge durumundaki sahada çalışma yapılabilmesi için
Genelkurmay Başkanlığı'ndan izin çıkmış böylece
harabelerin turizme açılması yönünde önemli bir
adımda atılmış oldu. Bölgeye yeterli teşvik’in
uygulanmamasından dolayı ve yaşanan global krizle
esnafın, çiftçinin ve bölge halkının büyük zorluklar
yaşadığını, bu nedenle antik kentin turizme açılması
çalışmalarının hızlandırılması gerektiğini ve bunun
büyük bir önem taşıdığını belirten Akif Ekici, Antik
kentin turizme açılması çalışmaları için mayın
temizleme işi de dahil olmak üzere ayrılan kaynağı
sordu.
Soru üzerine açıklama yapan Bakan Günay,
Şöyle konuştu: “Gaziantep İl Özel İdare bütçesinden
Karkamış antik kenti mayın temizleme işi için
1.500.000 TL ödenek ayrılmış olup Türkiye- Suriye
bölgelerarası iş birliği programı çerçevesinde
Başbakanlık Devlet Planlama Teşkilatı
Müsteşarlığınca da 350.000 dolar ödenek tahsis
edilmiştir” dedi. Ekici’nin yönelttiği mayın
temizleme işi ile ilgili ihale için başlatılan
çalışmaların hangi aşamada olduğunu, turizm geliri
olarak büyük fayda sağlayacak antik kentin ziyarete
açılması ve mayınlı bölgenin temizlenmesi için
sürenin ne kadar süreceği sorusunda ise Günay,
“Türkiye Cumhuriyeti Devleti ile Suriye Arap
Cumhuriyeti Devleti kara sınırında yer alan
mayınların temizlenmesi faaliyetine ilişkin ihale
yapma görev ve yetkisi Bakanlar Kurulunun 31/01/2005
tarihli, 2005/8450 sayılı ve 13/06/2005 tarihli,
2005/8982 sayılı kararıyla Maliye Bakanlığına
verilmiştir. Bu yetki çerçevesinde söz konusu
taşınmazda bulunan mayınların temizlenmesi işinin
Gaziantep Valiliği İl Özel İdaresi tarafından
gerçekleştirilmesi hususunda Milli Savunma
Bakanlığı, Maliye Bakanlığı, Bakanlığımız ve
Gaziantep Valiliği İl Özel İdaresi arasında
23/02/2009 tarihli protokol imzalanmıştır. Söz
konusu protokole istinaden Gaziantep İl Özel
İdaresince yürütülen Karkamış Antik Kenti mayın
temizleme projesi ile ilgili ön hazırlık
çalışmalarına yaklaşık maliyet, idari ve teknik
şartnameler başlanılmış olup 2 yıl içerisinde işin
tamamlanması planlanmaktadır” dedi.
Bölgede kazı
çalışmalarını geliştirmek üzere 2008 yılında İtalya,
Bologna Üniversitesi öğretim üyelerinden Doç.Dr. Nicola Marchetti’nin kendilerine başvurduğunu ifade
eden Ertuğrul Günay, “Değerlendirme Komisyonunda bu
talep değerlendirilmiş, prensipte uygun görülmüştür.
Ancak kazı çalışmalarının gerçekleştirilebilmesi
için anılan protokol doğrultusunda alanın
mayınlardan temizlenmesi gerekmektedir. Antik kentle
ilgili olarak bakanlığımıza Japon bilim heyetlerince
herhangi bir resmi kazı talebinde bulunulmamıştır”
dedi. Son olarak Kültür ve Turizm Bakanlığı ile
Avrupa bölgelerarası işbirliği kapsamında başlatılan
çalışmayla yapımı düşünülen Rumkale- Karkamış Kalesi
arasındaki sahil yolunun hangi aşamada olduğunu
açıklayan Bakan Günay, “Rumkale- Karkamış sahil yolu
için bölgeye ilişkin harita çalışmaları Gaziantep İl
Özel İdaresince tamamlanmak üzere olup harita
çalışmalarının bitiminde Karkamış Antik Kenti’nden
Atatürk Barajı’na kadar olan kısmın il Özel İdaresi
bütçesinden ayrılan 500.000 TL ile Fırat Kültür
Havzası planı hazırlanacaktır. Bu çalışmalar 2009
yılında bitirilerek master planı çerçevesinde
altyapı ve üstyapı çalışmalarına başlanacaktır”
dedi.
Gaziantep 27 Gazetesi,
30.04.2009
|
|
AMERİKA'DAKİ POMPEI
Roma Uygarlığı’nın
önemli kentlerinden Pompei’de ortaya çıkarılan ve o
dönemin yaşam biçimini gösteren arkeolojik
buluntular, Pompeii and the Roman Villa: Art and
Culture around the Bay of Naples adlı sergiyle Los
Angeles’daki LACMA’da sergilenecek.
Sergi,
Washington’daki National Gallery tarafından organize
edildi.
Taraf, 30.04.2009
|
NİĞDE KALESİ'NE ÇEVRE DÜZENLEMESİ
Niğde Belediye Başkanı Faruk Akdoğan, Niğde Kalesi çevre düzenlemesi ile ilgili uzman mimar ve mühendislerle bir araya geldi.
Ankara'dan gelen mimar ve mühendislerden oluşan ekip, Niğde Kalesi'nde incelemelerde bulundu. Kent merkezinde yer alan tarihi yapılarda da incelemelerde bulunan ekip, tarihi eserlerin özelliklerini koruyarak gelecek nesillere aktarılması ve turizme kazandırılması için proje hazırlayacak.
Belediye Başkanı Faruk Akdoğan, Niğde'nin planlı büyüme ve çağdaş şehir imajının ortaya konulmasında vazgeçilmez bir önem taşıyan projenin, Niğde'ye oldukça farklı bir görüntü kazandıracağını söyledi.
Proje kapsamında ilk somut adımın atıldığını bildiren Başkan Akdoğan, “Çok büyük bir proje. Belki biraz zaman alacak ancak hem bölgenin tarihi yapısının göz önünde bulundurulması, hem istediğimiz sonucun elde edilmesi, hem de çalışmaların sağlıklı şekilde yürütülebilmesi için bu zaman dilimine ihtiyacımız var. Geçtiğimiz hafta sonunda uzman mimar ve mühendislerimiz bölgede incelemelerini başlattı. Bu hafta da çalışmalarını sürdürecekler. Yapılacak düzenleme ve restorasyon çalışmaları kapsamında Alaaddin Tepesi yıllar öncesindeki gibi Niğdelilerin ailecek gezdiği, eğlenip dinlendiği güzel günlerine kavuşacak” dedi.
Niğde Kent Haber, 30.04.2009
|
 |
TARİHİ CAĞALOĞLU HAMAMI 16.5 MİLYON DOLARA SATILIK
Osmanlı
döneminden kalan en eski hamam olan
300
yıllık Cağaloğlu Hamamı 16.5 milyon dolara
satılığa çıkarıldı. Re-Max
tarafından satışı yapılacak olan ve internetten
ilanla satışa çıkarılan tarihi hamama İtalyan ve
Amerikalı gayrimenkul yatırımcıları ile Türkiye'den
turizm yatırımcılarının talip olduğu öğrenildi. Hem
mal sahibi hem de emlak ofisinin tek şartı ise
yapının tarihi öneminden dolayı SPA ya da hamam
konseptini devam ettirecek bir yatırımcıya
satılması.
Ayla Erer adlı şahsa ait olan ve
işletmesi Fais Çağdaş tarafından
yapılan hamamda aynı zamanda akraba da olan mal
sahibi ile işletmeci arasında bir süredir sorunlar
yaşandığı biliniyordu. Mal sahibi hamamı satmak
isterken işletmeci de satıştan belli bir hisse
istiyordu. Ancak taraflar hisse oranı konusunda
anlaşamadığından halen devam etmekte olan mahkeme
sürecinin Mayıs sonunda tamamlanmasının ardından
satış işleminin gerçekleşmesi bekleniyor.
Sultan Mahmud tarafından 1741'de
inşa ettirilen hamam New York Times'ın
"Ölmeden önce görülmesi gereken 1000 yer" listesinde
yer almıştı. Barok ve Osmanlı mimarisindki hamamın
ünlü ziyaretçileri arasında Florence Nightingale,
Ömer Sehrif, Richard Harrison, Harrison Ford,
Gianfranco Ferre geliyor.
Hamamın dünyada başka bir emsali olmaması nedeniyle
değer biçilmekte güçlük çekildi. Re- Max yetkilileri
bu nedenle mal sahibinin istediği rakam olan 16.5
milyon dolarda karar kıldı. Hamam talip olan İtalyan
ve Amerikalı gayrimenkul yatırımcıları yapıyı spa
veya turizm amaçlı kullanmak istediği biliniyor.
Sabah, 30.04.2009
|
|
TARİHİ MEZARLAR HARABEYE
DÖNDÜ
Bolu'nun Mudurnu
İlçesi'nde bulunan tarihi mezarlar bakımları
yapılmadığı için harabeye döndü.
Mudurnu Kanuni Sultan Süleyman Cami avlusunda
bulunan Şeyh Fahreddin-Rumi mezarlığının halini
gören vatandaşlar, "Vicdanımız sızlıyor. Bu tarihi
mezarların bu şekilde harabeye dönmüş olması bizleri
çok üzüyor" dediler.
2008 yılı içerisinde tadilat işlemleri için gerekli
izinlerin alındığı tarihi mezarlar yıllardır
bakımsız olarak bekliyor. Turizm ilçesi haline gelen
Mudurnu'ya gelen turistler, tarihi mezarlar ile
ilgilenilmesi gerektiğini belirttiler.
Bolu Kent Haber,
29.04.2009
|
HASANKEYF UNESCO'DA YER
ALMAYI HAK EDİYOR
Hasankeyf’in de içinde bulunduğu Dicle Vadisi’nin
UNESCO Dünya Doğa ve Kültür Mirası listesine
uygunluğunu belgeleyen bilimsel rapor konusunda
bilgi verildi.
Doğa Derneği, söz konusu
bilimsel raporu daha önce Tarkan ile birlikte
ziyaret ettikleri Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul
Günay’a sunmuştu.
Doğa Derneği Kampanya
Koordinatörü Erkut Ertürk ile Kurumsal İletişim
koordinatörü Yücel Sönmez,
Hasankeyf'in Yolgeçen mağarasında düzenledikleri
basın toplantısında Ilısu Barajı'nın yapılmasıyla
bölgede yok olmayla karşı karşıya kalacak kuşlar ve
Hasankeyf’in de içinde bulunduğu Dicle Vadisi’nin
UNESCO Dünya Doğa ve Kültür Mirası listesine
uygunluğunu belgeleyen bilimsel rapor konusunda
bilgi verdiler.
Slayt gösterimi eşliğinde sunum yapan
Ertürk, Hasankeyf’in dünyada bir başka benzerinin
daha bulunmadığına dikkat çekerek "Bir alanın UNESCO
Dünya Mirası Listesi'ne alınması için UNESCO
tarafından belirlenmiş 10 kriter bulunuyor. Bu 10
kriterden bir tanesinin karşılanıyor olması bile bir
alanın UNESCO listesine dahil edilmesine yetiyorken,
Hasankeyf ve içinde bulunduğu Dicle Vadisi bu 10
kriterin 9’unu karşılıyor. Hasankeyf bu özelliği ile
dünyanın en önemli alanlarından biridir. Biz
Hasankeyf ve Dicle Vadisi’nin UNESCO Dünya Mirası
listesine dahil edilmesi için gerekli sürecin
başlatması için çalışmalar başlattık" dedi.
Ilısu Baraj Projesinin hayata geçmesi
ile bölgedeki beş önemli doğa alanı ve 400
kilometrelik nehir yatağını kapsayan doğal alanların
geri dönülmez bir biçimde zarar göreceğini ileri
süren Sönmez, "Ilısu baraj projesinin finansmanının
Avrupalı kredi ihracat kuruluşlarınca, Almanya,
İsviçre ve Avusturya hükümetlerinin onayı ile
sağlanıyor. Bu krediler, Türkiye gerekli şartları
yerine getirmediği için 6 ay süreyle askıya alınmış
durumda ve süre Haziran 2009’da dolacak. Yapılan
çalışmalara göre barajla birlikte bölgedeki 300’den
fazla arkeolojik alandan 83’ü sular altında kalacak.
Dicle Vadisi ve Hasankeyf, tarihi zenginliklerin
yanı sıra biyolojik çeşitliliği ve bölgeye has
türleri nedeniyle de büyük önem taşımaktadır" dedi.
Batman Gazetesi,
29.04.2009
|
20. YÜZYILIN MÜZESİ BİLBAO GUGGENHEIM, GEHRY VE BİZ
Ben van Berkel ve Caroline Bos, A+U'nun 07:07-442
sayısındaki "The Museum of 21st Century"
yazılarında, geleceğin özel koleksiyonlara ait
olacağını, ki bunların neler hakkında oldukları
konusunda kuvvetlice bilgi aktaracaklarını,
böylelikle de yönlendirmenin genel koleksiyonlardan
daha uzak olarak kültürü harekete geçireceğini ifade
etmişlerdir. Bu ifadenin somutlaşmış durumu,
Stuttgart'taki 2006'da tamamlanan UN Studio van
Berkel & Bos'un, yani kendilerinin ürünü olan
Mercedes-Benz Müzesi'nde1
gözlemleyebiliriz.
Bu örnekten önce, 20. yüzyılın bitimine çok az
kala hayata katılan Bilbao Guggenheim Müzesi'nin de
bize bildirdiklerini, içinde doğduğu bölge,
tasarımcısı ve destekleyicisi üçlemesiyle ürün
üzerinden okuyalım istedik. Müzeyi farklı zamanlarda
dolaşan iki mimar olarak. Yeşim Kamile Aktuğlu,
1998'de2, Deniz Balık da 2007'de3 müzeyi dolaşma, yaşama ve inceleme şansını
yakalamışlardı. Yeşim'in kongre programında vardı,
Deniz ise özellikle o müze için Bilbao'ya gitmişti.
Bu deneyimi paylaştıkları alanlar ve anlar ise,
Dokuz Eylül Üniversitesi, Mimarlık Fakültesi,
Mimarlık Bölümü'ndeki kendi odaları ve okulun
koridorlarındaki karşılaşmalarıdır. İlk olarak ortak
paydayı keşif anı oldukça heyecanla oluşmuştur ve
hemen yolculuğa başlamışlardır. Bir 1998, bir 2007
yapacaklardır Bilbao'da.

Bilbao Guggenheim Müzesi, Titanyum ve kireç taşı kaplı cephelerinin birlikteliği., Fotoğraf: Yeşim Kamile Aktuğlu, Mayıs 1998
Bilbao hakkında özellikle 1997'de Guggenheim
Bilbao Müzesi'nin açılmasından itibaren çok şey
yazıldığı kesindir. Ancak bu yazı iki farklı zamana
ait iki farklı Bilbao izleniminin çakıştırılmasına
dayanır. Çünkü bir kent okuması, bireysel görüşlerin
dışında, değişik görüşlerin üst üste
çakıştırılmasıyla da yeni bir boyut kazanır. Hem
okuyucu hem de yazarlar için yeni açılımlar sağlayan
bu dinamik süreç, bir düellodur aslında.
Bilbao, İspanya'nın kuzeyinde bulunan Bask
Bölgesi'nin en gelişmiş endüstri kentidir. Bu yüzden
kentte daha çok sanayi yapılarının bulunmasına
karşın Guggenheim Bilbao Müzesi'nin açılmasıyla
birlikte yavaş yavaş turistik bir kimliğe bürünmekte
ve çok sayıda turist çekmektedir.
İspanyol mimarlığını, Madrid'de çok yoğun olarak
oradaki ürünlerde gözlemleyebiliriz, hem eski hem de
yeni, hatta yepyeni. Bunlar dünyada olagelen
mimarlıktaki gelişmelerin İspanya'daki yanılsamaları
niteliğinde karşımıza çıkar. Aynı anda eski
yapıların, günümüzde de, fonksiyon değişikliği ile
yaşamaya devam etmesi sonucu, hem eskiyi, hem de
yeniyi aynı anda deneyimleyebiliriz. Reina Sofia
Müzesi'nde, ya da Atocha Tren İstasyonunda olduğu
gibi.
Madrid'den uçakla ulaştığımız San Sebastian kıyı
yerleşimi de, bize Çeşme niteliğinde, ama oldukça
büyük ölçekli bir okyanus yerleşiminin İspanyol
koşullarında nasıl yaşadığını bize her anda
bildirir, eski ve yeni mimarlık örnekleriyle. Reina
Maria Cristina Oteli ve Centro Kursal Kongre Merkezi
ve diğerleri üzerinden, gece ve gündüz hem
Madrid'de, hem de San Sebastian'da akıp giden bir
yaşantı mevcuttur, kıyısında, sokaklarında,
binalarında, özetle her metrekaresinde yaşanan...
1998'deki "Çelik Yapının 2. Dünya Konferansı"nda
bildiri sunmak üzere ziyaret edilen bu iki yerden
bir mola için, sempozyum programında bir öğleden
sonra 10'a yakın otobüsle Bilbao'ya gidildi. Bask
Bölgesi'ne yapılan ziyaret dağların arasından
sürmüştü. Aylardan Mayıs olduğu için, her türlü
giyime açık bir nitelikte idi hava koşulları.
Bilbao'ya gidilen 2007 yılının Mayıs ayında gelen
güneş ve sıcak havanın da etkisiyle sokaklarda çok
sayıda turist göze çarpıyordu. Bilbao'ya birkaç
günlüğüne, özellikle Guggenheim Bilbao Müzesi'ni
gezmek için gidildi. Bu nedenle de müzeye yakın
olduğu bilinen, Bilbao'nun kuzeyindeki Casco Viejo
bölgesinde kalınmıştı. Otobüs garından çıkınca,
kentin dört bir yanında aynı formda tasarlanan ve
Bilbao'nun sembollerinden biri haline gelen Sir
Norman Foster imzalı metro istasyonlarından biri
kullanılarak Casco Viejo'ya doğru yola çıkıldı. 1995
yılında kullanıma açılan metro istasyonunun şeffaf
girişi dikkat çekiciydi. Bilbao halkı için gündelik
bir şey olan metro, o an için çok heyecan vericiydi.
İlk önce mimarı Frank O. Gehry ve mühendisinin ve
birkaç mimarın daha açıklamaları ile tanıtılan
Guggenheim Bilbao'nun ziyareti, bu Teatro Arriage
Opera binasındaki sunumdan sonra gerçekleşmişti.
Gece 24:00'e kadar tümüyle kongreye katılan 650'yi
aşkın katılımcının ziyaretine açık bırakılan
Guggenheim'in keşfi, her anda ilave edilen
bilgilerle, artan bir keyifle sürdü. İlk önce
binanın çevresi ve uzaklardan görünüşlerin nasıl
olduğunun deneyimlendiği araştırma ve inceleme
süreci, iç mekanların bizzat yaşanmasıyla devam
etti.
Müzeye gitmeden önce kentle ilgili fikir sahibi
olmak için yürüyerek ve metroyu kullanarak kenti
gezmeye, başka bir deyişle kitaplarda okunan,
resimlerde görülen Bilbao görüntülerini bireysel
algılarla var etmeye, canlandırmaya ve oradaki
yaşanmışlıklara bir yenisini eklemeye karar verildi.
Casco Viejo bölgesi, daracık taş sokaklardan ve
sürpriz meydanlardan oluşur. Sokakların iki yanı,
zemin katları şeffaf cepheli olan eski yapılarla
çevrilidir. Giysi, piercing ve dövme dükkanlarının
ilginç vitrinleri ile sokak müzisyenlerinden gelen
hoş ezgiler, bu bölgede kendine has bir aura
yaratmış gibidir. Yine de bu aura, Türk usulü bir
kebap salonunun araya karışmasına engel değildir.
Bilbao'nun kuzey bölgesi, diğer tarafa, Nervion
Nehri'nin üstünden geçen köprülerle bağlanır. Casco
Viejo'dan çıkıp Abando bölgesini gezmek için
kullanılan Ayuntamiento Köprüsü, Bilbobus olarak
adlandırılan şehir içi ulaşım otobüslerinin sıklıkla
kullandığı geniş bir köprüdür. Buradan Abando'ya
geçerken sağa doğru bakıldığında Santiago
Calatrava'nın köprüsü Zubizuri ve daha arkada da
Guggenheim Bilbao Müzesi'nin kulesi net olarak
görünür. Frank Gehry, La Salve Köprüsü'nü kucaklayan
bu kuleyi, Guggenheim'ın varlığını işaret etmesi
amacıyla yaptığını söylemiştir (Newhouse, 1998,
s.245-246). Bunda da gerçekten başarılı olduğunu
söylemek gerekir.
Bilbao'daki konferans yerinden 150 mil uzakta
olan Guggenheim Müzesi, her biri tekil olan 16.000
farklı bileşen ile çelik iskeletli bir yapıya sahip
bir komplekstir4. Dış mekandaki Nervion
Nehri'nin müzenin terasına kadar yanaşması, müzenin
yukarıdan geçen otoyolun altına sokulması ile, müze
binası tüm kütlesiyle şehirle bütünleşmişti. Otoyol
üzerinden Calatrava'nın Campo Volantin yaya köprüsü
ise selam yolluyordu. Güneş ışınlarının titanyum
kaplama üzerinde size yansıyan kesitleri ile sizi
daha çok büyülüyordu.

Bilbao Guggenheim Müzesi, Fotoğraf: Deniz Balık, Mayıs 2007
Bu yönden akşam üzeri vaktinde müzeye yaklaşacak
olursanız, gün batımının müzenin tam arkasında
olması nedeniyle binanın görünüşünde çok güzel bir
etki yaptığını görürsünüz. Bu noktada Gehry'nin,
müzenin dış cephe kaplaması olan titanyumda nasıl
karar kıldığını anlatmak gerekir. Aslında Gehry,
kurşun-bakır alaşımı (lead-copper: içinde kurşun
bulunduran bakır) kullanmak istemiş, ancak çoğu
ülkede bu malzemenin kullanımının yasaklanmasıyla
farklı malzeme arayışına girmiştir. Alüminyumun
rengi değiştiği ve kirliliğe dayanıklı olmadığı için
uygun değildi. Çinko, siyaha dönüşüyordu; paslanmaz
çeliği de Gehry, Bilbao'nun ışık koşulları altında
beğenmemişti. Rastlantı eseri yerde bulduğu bir
parça titanyumun yağmurda altına dönmesi, Gehry'i
çılgına çevirmişti. Böylece titanyumun kalınlığını
azaltıp kullanarak ülkenin bu bölümündeki ışıkla
malzemenin oyununu harika bir şekilde sağlamıştı (Mack,
1999, s.28).
Müzeye bu doğrultudan yaklaşmanın başka bir
avantajı da, doğrudan girişe ulaşmak yerine köprünün
altından geçen kuyruk kısmından diğer taraftaki ana
girişe kadar müzenin çevresinde dönmüş olmaktır.
Böylece hem öncelikle yapıyı dıştan değerlendirerek
kendinizi müzeye hazırlıyorsunuz, hem de içeri
girmek için daha da sabırsızlanıyorsunuz.
Basamak inilerek girilen müzede bilet aldıktan
sonra atriuma geçilir. Guggenheim'ın yöneticisi
Thomas Krens, atriumun öncelikle mimari anlamda
keyifli olmasını istediği için fütürist mimarlık
vizyonundan yola çıkılmıştı: Gerekli yerlerde patika
şeklinde kat kat yolların oluşturulması, düşey
sirkülasyonların geri planda saklı kalmayıp cam ve
metal yılanlar gibi cephelere tırmanması gibi (Newhouse,
1998, s.250).
Atriumda aynı zamanda, geçici sergi kapsamında
devasa bir enstalasyon da izleyici karşılıyordu.
Alman sanatçı Anselm Kiefer'in Work in Progress
(2006) adlı 15 metre yüksekliğindeki eseri, bu
sanatçıyla müzenin en üst katlarında karşılaşmayı
sürdüreceğime işaretti. Çünkü bu müzede, geçici
sergi kapsamında çok sayıda sanatçıya ait az sayıda
eser sergilemek yerine, dönemde en fazla iki
sanatçıya yoğunlaşıp onların çok sayıdaki eseri
sergilenir.
İç mekanda, büyük hacimlerin birbirine akacak
şekilde tezyini ile total ve de özel mekanlar birim
içinde birbirlerine uyumlandırılmıştır. Dışarıya
açılan devasa yükseklikte teras camekanı da doğal
ışığın tüm bina yüksekliğince içeriye akacağı tek
yüzeydir. Diğer doğal aydınlatmalar gerek üstten
gerekse duvarlardaki ara ara açılan açıklıklardan
elde ediliyordu.
Atriumu yeterince inceledikten sonra insan hangi
yöne gideceğiyle ilgili karmaşa yaşayabilir, çünkü
burası, birkaç galeri ve nehre bakan geniş bir
terasa açılır. Galerilerin en büyüğü ve ilgi çekeni
ise heykeltıraş Richard Serra'nın bu mekana özel
olarak hazırladığı enstalasyonu The Matter of
Time'ın yer aldığı uzun galeridir. Müzenin kalıcı
sergisi olan The Matter of Time, Serra'nın 2005'te
tamamladığı bir enstalasyondur. Galerinin tamamı,
heykel alanının bir parçasıdır: Serra, eserlerin
organizasyonunu bilinçli olarak insanları
heykellerin arasından ve içinden geçirmeye yönelik
kurmuştur. Beklenmeyen yollarda gezinirken heykeller
baş döndürücü ve unutulmaz bir hareket hissi
yaratmaktadır (Cross&Bashkoff, 2007, s.4). Bu
serginin tamamına hakim olabilmek için de galerinin
yanındaki maket odası incelenebilir ya da üst katta
galeri boşluğundan bakılarak tüm alan izlenebilir.
Sokaktan, bir şelale kenarından inilen
merdivenlerle giriş kapısından içeriye adım atıp,
ziyareti tamamladıktan sonra, girişin solundaki
normal kabul edilebilecek ölçekte bir başka kapıdan
tekrar dış mekana ulaşılıyordu.
Girişin camlama sistemi ile diğer tür camlı dış
cephe düzenlemelerinde kullanılan üçgen ve kırıklı
cam kompozisyonları güneş ışığını, farklı açılardaki
kırınımlarla Miro'nun tabloları gibi yansıtıyordu.
Bütün gün müzeyi gezmekten yorulunca, müze
girişine açılan kafeteryaya oturduk. Girişte verilen
bileklik sayesinde de istenildiği an müzeden çıkıp
şehri gezdik, sonra da tekrar müzeye döndük. Başka
bir deyişle, şehre malolmuş bu müze, resmi bir
auradan çıkarılarak, müze gezme aktivitesi günlük
yaşantının içine katıldı.
Gehry, 1998'deki 65 yaş birimine göre beyaz
saçlarıyla, kısa boyuyla, kokteyl anında mimarlarla
sohbet ederken, sahip olduğu enerji, müzenin
enerjisiyle birlikte çalışıyordu. Dinamizm, ve keyif
her anı ve her yeri sarmalamıştı.
Gecenin yarısında 24:00'te herkes yorgun ama o
kadar da mutlu bir şekilde, otobüslerin koltuklarına
yerleşmiş olarak sessizce, ama düşlerde hep
Guggenheim ile SanSebastian'a varıldı.
Sonrasında, Guggenheim Berlin'i, sırf meraktan
ziyaret ettik. Hani gelmişken içeri girip bir
bakalım. Peggy Guggenheim'ı ise, vaporetto'dan bir
bakışla selamladık.
Frank Gehry'i, Düsseldorf'ta, yeni gümrük
binalarında, daha bir farklı bir şekilde
gözlemledik. Düsseldorf'un hediyelik kupasının,
Gehry'nin yeni gümrük binalarından olması da,
mimarlığına konan nokta oldu.
Sonuçta, bu gözlemlerle, deneyimlerle ve
bilgilerle, biz de kendimizi Guggenheim İzmir'in
mimarları olmaya hazır gördük, 2012'ye girerken.
1 Eylül 2007'de, Yeşim Kamile Aktuğlu tarafından yerinde gezilmiş ve incelenmiştir.
2 2 Mayıs 1998'de, Yeşim Kamile Aktuğlu tarafından, Second World Conference on Steel in Construction, 11-13 Mayıs 1998, San Sebastian, İspanya programı kapsamında yerinde gezildi ve incelendi.
3 Mayıs 2007'de, Deniz Balık tarafından yüksek lisans tezinde müzeyle ilgili deneyimlerini aktarabilmek amacıyla yerinde gezildi ve incelendi.
4 www.eng.nus.edu.sg
5 Cross, Susan va Bashkoff, Tracey (2007) Guggenheim Museum Bilbao Guide:
Exhibitions, Programs. Mart-Ekim 2007. FMGB
Guggenheim Museum Bilbao, Bilbao.
6 Mack, Gerhard (1999) Art Museums Into the 21st Century. Birkhaueser, Almanya.
7 Newhouse, Victoria (1998) Towards a New Museum. The Monacelli Pres Inc., ABD.
Arkitera, Yazı: Yeşim Kamile Aktuğlu - Deniz Balık,
29.04.2009
|
ADIYAMAN'DA TARİHİ ESER
KAÇAKÇILIĞI
Adıyaman’da düzenlenen
tarihi eser operasyonda 15 santim uzunluğunda sarı
renkli heykel ele geçirildi.
Edinilen bilgiye göre,
Adıyaman Emniyet Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize
Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü görevlilerinin
tarihi eser kaçakçılığının önlenmesine yönelik
yapmış oldukları istihbarı çalışmaları neticesinde;
Adıyaman’da faaliyet gösteren TPAO yakınlarında
tarihi eser alışverişi olacağı yönünde bilgiler elde
edildi. Yapılan fiziki takip sonrası durdurulan,
Y.E.B.,D.Ş. ve Ö.B. isimli şahısların içerisinde
bulundukları 02 DD 527 plaka sayılı Toyota Marka
araç içerisinde şoför koltuğunun altında 15 santim
uzunluğunda sarı renkli heykel ele geçirildi. Olayla
ilgili soruşturma sürdürülüyor.
Adıyaman Haber,
29.04.2009
|
CENNETİN KAPILARI KORUNMALI

Anadolu
Selçuklu döneminden kalan "en görkemli yapı" Divriği
Külliyesi, "Cennetin Kapıları" isimli fotoğraf
sergisi aracılığıyla dün (28 Nisan 2009)
İstanbullularla buluştu. İstanbul Teknik
Üniversitesi (İTÜ) Mimarlık Fakültesi Taşkışla
binasındaki, yapının ihtişamını vurgulamak için
devasa fotoğraflardan oluşan serginin açılışına ilgi
büyüktü.
Yapının taçkapılarının yok olma tehlikesine karşı
kamusal bir duyarlılık oluşturmak amacıyla
düzenlenen serginin küratörü Yüksek Mimar Basri
Hamullu. Fotoğrafları Mimar Cemal Emden tarafından
çekilen serginin danışmanlığını üstlenen isim ise
1965’ten beri Divriği Külliyesi üzerine çalışan
Prof.Dr. Doğan Kuban.
Serginin açılışında konuşan Kültür ve Turizm Bakanı
Müsteşarı İsmet Yılmaz, UNESCO listesinde olmasından
gurur duydukları bu eser için sadece Kültür
Bakanlığı’nın bir şey yapmasının yeterli
olmayacağını, önemli olanın Külliye’ye tüm
Türkiye’nin ve dünyanın sahip çıkması olduğunu
vurguladı.
Müsteşar’ın, devletin bu Külliye için şimdiye kadar
her türlü yardımı yaptığını ve "eğer bilim adamları
proje geliştirirlerse" bundan sonra da yardım
yapmaya hazır olduğu yolundaki sözleri üzerine,
konuşma sırası geldiğinde Doğan Kuban "Yapının bütün
özelliği dışında, kapılarda. Bunlar bugüne kadar
ayakta kalmışlar, ama artık sonları geliyor. Yapıyı
suya, yağmura karşı korumak için proje mi lazım?
Mühim olan yapıya sahip çıkmak. Sayın Müsteşar proje
istiyor, alın size proje: Külliye’nin kapalı müze
koşullarında korunmasından başka çare yok! Devlete
başka türlü bir çarenin olmadığını anlatmaya
çalışıyorum. Üzerinden kavga etmeye gerek yok.
Bunları korumak gerek!" dedi. Sıradan bir
restorasyon projesi ile Külliye’nin korunamayacağını
anlatan Kuban, fotoğraflardaki Külliye’ye sonradan
eklenmiş saçakları işaret ederek "Bunlarla
Külliye’yi koruyamazsınız" şeklinde konuştu.
Kuban, yapının ne bir İslam dekorasyonu ne de bir
Selçuklu dekorasyonu olduğunu söyleyerek şöyle
konuştu:
"Yapı, Divriği’nin insanlık ve dünya sanat tarihine
bir katkısı. Asya kültürünün, göçerlerle arasındaki
fırtınalı kaynaşmalarının bir sonucu."
Mengücekoğulları’ndan Ahmet Şah ve eşi Turan Melik
tarafından Sivas’ta 1228 – 1229 tarihleri arasında
yaptırılan Divriği Külliyesi cami, türbe ve
şifahaneden oluşuyor. Külliye aynı zamanda
UNESCO’nun dünya mimari anıtlar listesindeki tek
Türk anıtı olma özelliğini taşıyor. Külliye, İslam
mimarisinde başka eşi olmayan bir üslupta yapılmış.
Sergi, 29 Mayıs’a kadar İTÜ Taşkışla Binası Mimar
Sinan Holü’nde görülebilir.
Mimarizm.com, Yazı: Filiz Yavuz, 29.04.2009
|
HASANKEYF'DE İLK KEZ BİR
HÖYÜK KAZILACAK
Bu yıl 4
farklı noktada başlayacak Hasankeyf kazı çalışmaları
arasında eski çağa ait bir höyük’te bulunuyor.
Arkeolojik kazı
çalışmaları kapsamında bu yıl restorasyon ve
belgeleme çalışmalarının yanı sıra ilk defa ahşap
analizi de yapılacak.
Ilısu Barajı suları
altında kalma tehlikesi yaşayan Batman’ın tarihi
ilçesi Hasankeyf’te kazı çalışmaları bu yıl Mayıs’ın
ilk haftasında başlayacak.
Hasankeyf kazı ekibi başkanı ve
Batman Üniversitesi Rektörü Prof.Dr. Abdüsselam
Uluçam, kazı çalışmalarının Ekim ayı sonuna kadar
devam edeceğini söyledi.
Prof.Dr. Uluçam, bu yılki kazılar
için GAP İdaresi’nden 1 Milyon 250 Bin ve DSİ’den
400 Bin olmak üzere toplam 1 Milyon 600 bin TL
ödenek ayrıldığını belirterek, ödenek konusunda
sıkıntılarının bulunmadığını ifade etti.
Bu yıl 4 farklı noktada kazı
çalışması yapacaklarını belirten Uluçam, kazı
çalışmalarının 12 öğretim görevlisi, doktora mastır
yapan 22 tane yüksek lisan öğrencisi, yurt içi ve
yurt dışından müracaat eden 180 öğrenci arasından
seçilecek 80 öğrenci ve 150 işçi ile sürdürüleceğini
ifade etti.
Bu yılkı Arkeolojik kazı çalışmaları
kapsamında Hasankeyf’te ilk defa bir Höyükte kazı
çalışması yapılacağını belirten Prof Uluçam ayrıca
Antik Kentte yine ilk kez ahşap analizi yapılacağını
belirtti. Uluçam, Höyük’te yapılacak kazı
çalışmalarında Ege Üniversitesi’nden Eski Çağ
Arkeloğu Prof Dr Gülriz Kozbe ile Klasik Arkeolog
Prof Dr. Hayat Erkanal’ın yer alacağını söyledi.
Höyük’ün yanı sıra Hasankeyf’in kuzey
ucunda yer alan Artuklu köşkü, Selahiye Bahçeleri
içinde bulunan Haydarbey Zaviyesi ve Kale başında
bulunan Büyük Saray'da da kazı çalışmaları
yapacaklarını belirten Uluçam, arkeolojik kazı
çalışmaları kapsamında ayrıca restorasyon ve
belgeleme çalışmalarının da yapılacağını ileri
sürdü.
Batman Gazetesi,
29.04.2009
|
GALERİLER KAPATILDI

Kültür ve Turizm Bakanlığı, yıllardır
sürdürülen tartışmaları bitirerek, Ayasofya
Müzesi'nin “Ayasofya Müze Narteks Sergi Salonu” ile
“Ayasofya Müzesi Üst Galeri”sini kültür sanat
faaliyetlerine kapattı.
Aya İrini Müzesi'nin ise sadece “klasik müzik
konserleri ve özel sergiler”e tahsis edilmesine izin
verildi. Öte yandan, Anadolu Ateşi'nin yaptığı
gösterinin ardından “tahrip oluyor” tartışmalarına
sahne olan Aspendos ve Side Antik Tiyatrosu'nda
bundan böyle bu tür gösteriler yapılmayacak.
Hürriyet, Haber: Umut Erdem, 28.04.2009
******
KÜLTÜR VE TURİZM BAKANLIĞI'NIN İSABETLİ KARARINI
DESTEKLİYORUM
Hürriyet'teki bir haber; uygulamadaki tarihi bir
yanlışın düzeltildiğini bize iletiyordu. Haberi
yazıma alacağım, gözünden kaçıranlar mutlaka okusun
diye:
Başlık şu: "Galeriler kapatıldı"
Kültür ve Turizm Bakanlığı, yıllardır sürdürülen
tartışmaları bitirerek, Ayasofya Müzesi Narteks
Sergi Salonu ile Ayasofya Müzesi Üst Galeri'sini
kültür sanat faaliyetlerine kapattı.
Aya İrini Müzesi'nin ise sadece klasik müzik
konserleri ve özel sergilere tahsis edilmesine izin
verdi. Öte yandan Anadolu Ateşi'nin yaptığı
gösterinin ardından tahrip oluyor tartışmalarına
sahne olan Aspendos ve Side Antik Tiyatrosu'nda
bundan böyle bu tür gösteriler yapılmayacak."
Oh, hele şükür, dedim.
Bu konuda çok yazdığım için, o mekanlara
yakışmayan gösteriler yapılmasından duyduğum
rahatsızlığı gerekçeleriyle açıkladım. Bakanlığın
verdiği bu karar gecikmiş bir düzeltmedir.
Aya İrini, gerçekten de ancak klasik müzik
konserlerine, önemli sergilere tahsis edilmesi
gereken bir yerdir. Oysa, moda defileleri, birtakım
anma geceleri burada yapıldı. Mekanın ağırlığına,
tarihine ihanet sayıyorum ben bu şekilde
kullanılmasını.
Aynı gerekçeyle Ayasofya Müzesi için de alınan
önlemleri destekliyorum. Konser denince de, hiç
kuşkusuz ben mikrofonun kullanılmadığı, klasik müzik
konserlerini kastediyorum.
Aspendos'un kullanımı da oranın tarihi geçmişine,
fiziksel dayanıklılığına aykırı bir anlayışla,
mikrofonlu konserlere açıldı, gümbür gümbür sesler,
taşları sarsıyordu.
Sarsıyormuş desem daha doğru. Çünkü böyle
gösterilerde orada bulunmadım. Uyarılara dikkat
edilmedi. Orası da mikrofonsuz klasik müzik
konserleri, operalar için kullanılmalı. Ne yazık ki
biz tarihi mekanları tahrip etmekten rahatsız
olmuyoruz. Ben bu kararın bozulmamasını istiyorum.
Birtakım çevrelerden gösteriş uğruna bu kararın
bozulması için yükselecek seslere kulak asmayın.
Şimdi birtakım insanlar çıkacak, oralarda kalabalık
gösteriler yapılmasını, turizm gerekçesiyle
eleştirecekler. Aman dikkat edin. Kültür ve Turizm
Bakanı Ertuğrul Günay başta olmak üzere, bu
yasaklamada emeği olan herkesi kutluyorum. Tarihi
mekanları kurtardıkları, asıl işlevlerine
döndürdükleri için.
Hürriyet, Yazı: Doğan Hızlan, 29.04.2009
|
BELEDİYE MÜZENİN
İŞLETİMİNE TALİP
Nevşehir'in Hacıbektaş
Belediyesi, her yıl on binlerce yerli ve yabancı
turistin ziyaret ettiği Hacıbektaş Veli Müzesi'nin
işletim hakkını istiyor.
Açıklamalarda bulunan
Hacıbektaş Belediye Başkanı Ali Rıza Selmanpakoğlu,
ünlü Türk İslam düşünürü Hacıbektaş-ı Veli'nin
mezarının da bulunduğu ilçelerindeki Hacıbektaş Veli
Müzesi'nin 1964 yılından bu yana Kültür ve Turizm
Bakanlığı tarafından işletildiğini söyledi.
Alevi toplumu için büyük
öneme sahip olan ve her yıl on binlerce kişi
tarafından ziyaret edilen müzenin, pazartesi
günlerinin yanı sıra gün içerisinde akşam saat
17.00'dan sonra kapalı tutulduğunu belirten
Selmanpakoğlu, müzenin daha geniş bir zaman
diliminde ziyaret edilmesine olanak sağlamak için
belediye olarak buranın işletim hakkını almak
istediklerinin kaydetti.
Konuyla ilgili olarak
Kültür ve Turizm Bakanlığı'na gerekli başvurularını
yaptıklarını açıklayan Ali Rıza Selmanpakoğlu, "Bu
müze devletin ve devlet memuru anlayışı içerisinde
yönetiliyor. Buna hiçbir şikayetimiz yok, ama mesela
saat akşam 17.00'da kapanıyor. İnsanlar kalkıyorlar
Erzurum'dan, Sivas'tan Ankara'ya ve İstanbul'a
giderken Hacıbektaş'a uğrayıp burayı ziyaret etmek
istiyorlar. Bir bakıyorlar ki müze kapalı. Buradan
çok buruk bir şekilde ayrılıyorlar. Çünkü bu müze
klasik bir müze değil. Hacıbektaş-ı Veli'nin
mezarının bulunduğu bir müze. Nevşehir'den geçen
insanlar kısa bir süreliğine de olsa Hacıbektaş'a
uğrayarak, bu müzeyi ziyaret etmek ve burada dua
etmek istiyorlar. Müze akşam erken kapandığı için bu
isteklerinden mahrum kalıyorlar. Ayrıca pazartesi
günleri de kapalı tutuluyor. Eğer müzenin işletme
hakkı bize geçerse orada daha uzun süreli bir
ziyaret yapma şansını insanlarımıza tanıyacağız"
dedi.
HACIBEKTAŞ VELİ VE
HACIBEKTAŞ VELİ MÜZESİ
Hacıbektaş Veli, bugünkü
Türkistan'ın Horasan şehrinde doğmuş bir Türk-İslam
mutasavvıfı ve düşünürü. Hacıbektaş Veli,
Türkistan'da Hoca Ahmet Yesevi ocağında felsefe,
sosyal ve fen bilimleri alanında eğitim görmüş daha
sonra İran, Irak, Arabistan ve Suriye'de bilimsel
araştırmalar yapmış. Daha sonra Anadolu'ya gelen ve
geldiğinde Sulucakarahöyük'e bugünkü ismiyle
Hacıbektaş İlçesine yerleşen Hacıbektaş Veli, burada
hoşgörü, insan sevgisi ve toplumsal eşitliği temel
alan bir felsefi sistem geliştirmiş.
Hacıbektaş Veli
Külliyesi, Orhan Gazi, Murat Hüdavendigar, Yıldırım
Beyazıt, Yavuz Sultan Selim, IV. Mustafa, Abdülaziz
ve II. Abdülmecit dönemlerinde onarım görmüş ve 1957
ve 1964 yıllarındaki son onarımından sonra 16
Ağustos 1964 yılında Kültür ve Turizm Bakanlığı'na
bağlı bir müze olarak ziyarete açıldı. İçerisinde
Hacıbektaş Veli'nin mezarının da bulunduğu müze,
plan bakımından birbirine geçmeli olarak yapılmış üç
ana bölümden oluşmakta.
1. avlu "Nadar Avlusu"
olarak bilinmekte. Nadar avlusuna anıtsal görünümlü
"Çatal Kapı"dan girilmekte ve kapının sağında 1902
yılında Feyzullah Dedebaba döneminde yapılmış olan
"Üçler Çeşmesi" yer almakta. Önceleri bu avlu içinde
at evi, misafirlerin kaldığı odalar ve dergaha ait
dükkanlar bulunmakta iken bu yapılar günümüze kadar
ulaşamamıştır. "Dergah Avlusu" olarak da bilinen
ikinci bölüme "Üçler Kapısı"ndan girilmekte. 2. avlu
içinde sağda Aslanlı Çeşme, Aşevi Baba Köşkü, Aşevi
ve Tekke Cami, ortada Meydan Havuzu, solda Mihman
Evi, Meydan Evi ve Kiler Evi ile üst katında
Dedebaba Köşkü gibi bölümler bulunmaktadır.
Nevşehir Kent Haber,
29.04.2009
|
ÜÇ DEFİNECİ YAKALANDI
Sakarya'nın Serdivan
İlçesi'nde, dedektör ile arama yapan 3 kişi jandarma
tarafından yakalandı.
Selahiye Köyü taş ocağı
mevkiinde H.D., S.K. ve M.A. isimli şahıslar, orman
arazisinde maden arama dedektörü ile izinsiz arama
yaptıkları esnada jandarma ekipleri tarafından
suçüstü yakalandı. Cumhuriyet savcısının talimatıyla
dedektöre el konulurken, şahıslar ifadeleri
alındıktan sonra serbest bırakıldı.
Sakarya Kent Haber, 28.04.2009
|
ANADOLU MEDENİYETLERİ MÜZESİ'NE YABANCI TURİST İLGİSİ
Medeniyetin beşiği olarak nitelendirilen Anadolu'da kurulan uygarlıkların eserlerinin sergilendiği Anadolu Medeniyetleri Müzesi, yabancı turistlerin yoğun ilgisini çekiyor. 185 bin tarihi eserin yer aldığı müzeyi geçen yıl 173 bini yabancı, 116 bini yerli 289 bin turist ziyaret etti. Yerli turistlerin büyük kısmını ise okulların düzenlediği turlar oluşturuyor. Müzede paha biçilemeyen, insanların ilk kez kullandığı çok sayıda tarihi eser sergileniyor. Müzedeki bazı eserler, kültür anlaşmaları çerçevesinde çeşitli ülkelere teşhir amaçlı gönderiliyor.
Kendine özgü koleksiyonları ile dünyanın sayılı müzeleri arasında yer alan Anadolu Medeniyetleri Müzesi'nde, Anadolu arkeolojik eserleri Paleolitik Çağ'dan başlayarak günümüze kadar, kronolojik bir sırayla sergileniyor. Müzede Antalya Karain Mağarası buluntularından yontma taş çağı insanlarının mağara ve kayaaltı sığınaklarında barınan avcı ve toplayıcı topluluklarının eserlerinden Osmanlı İmparatorluğu'nun sikkelerine kadar çok sayıda eser yer alıyor. Müzede Ankara sınırları içerisinde bulunan tarihi eserler ise kronolojik olarak sergileniyor. Galatlar'dan kalan ve Ankara'ya ismini veren çapa figürlü sikkeler de müzede bulunuyor.
Müzeyi tanıtıcı etkinlikler düzenlemelerine rağmen yurtiçinden okul turları dışında fazla ziyaretçi gelmediğini söyleyen Anadolu Medeniyetleri Müzesi yetkilileri, öğrenci turlarının okulların kapanmasına yakın arttığını belirtti. Öğrenci turları nedenle müzeye gelen sayısının diğer aylara nazaran nisan, mayıs ayında üç–beş kat arttığını açıklayan yetkililer, müzede dünyanın çoğu müzesinde benzerinin dahi bulunmadığı tarihi eserlerin yer aldığını kaydetti. "Vatandaşlarımız bu eserlerin farkında değil. Yurtdışından bazı kişiler müzemizde sergilenen bir eseri görmek için geliyor, ama vatandaşlarımız yakınındaki değerden istifade etmiyor" diyen yetkililer, müzeyi tanıtmak amacıyla eserlerle ilgili takvim ve broşür bastırarak dağıttıklarını bildirdi. Yaptıkları tanıtım çalışmalarına rağmen vatandaşları müzeye çekemediklerini ifade eden yetkililer, Müzekartların satışının artmasıyla birlikte ziyaretçilerin artmasını beklediklerini kaydetti. Anadolu Medeniyetleri Müzesi'nin Avrupa'da yılın müzesi seçildiğini hatırlatan yetkililer, müzeye eserlerin kazı, satın alma, hediye edilme ve kaçak yollardan ele geçirilmeyle geldiğini kaydetti.
Zaman, 28.04.2009
|
 |

|
MÜZE BİTMEDİ AMA AÇILDI
Orta Anadolu’nun en büyük Arkeoloji Müzesi olma özelliğinin yanı sıra Sivas’ın ilk ve tek Arkeoloji Müzesi, tamamlanmadan düzenlenen törenle hizmete açıldı. Müzenin açılış töreni İl Kültür ve Turizm Müdürü Kadir Pürlü, Çekül Vakfı Başkanı Prof.Dr. Metin Sözen, Belediye Başkanı Doğan Ürgüp, Müzeler Genel Müdürü Orhan Düzgün’ün konuşmalarıyla başladı.
Son konuşmayı yapan Vali Dalmaz, müteahhitlere sitemde bulunurken sözleriyle de yapılan çalışmaların tamamlanmadan müzenin açıldığını da ortaya koydu. Vali Dalmaz açılış töreninde yaptığı açıklamada, “Bu güzel projeyi uygulamak için biz 5 kez ihale yaptık ve bu hale geldi. Açılışın ardından giriş kapısında ki merdiven bölümünü yeniden söktürüp güzel bir şekilde yeniden yaptıracağız ve bu bizim 6. ihalemiz olacak” dedi.
Valilik İl Özel İdaresi tarafından 5 kez ihale edilen müzenin halen tamamlanamamış olmasının eleştiren Vali Veysel Dalmaz, “Bunu da sorgulamamız gerektiğini düşünüyorum. Zira işçilikte müteahhitlikte çok sorunlarımız çok eksiğimiz var. İnsanlarımızı bu anlamda yetiştirmemiz gerektiğini düşünüyoruz” açıklamasında bulundu.
2003 yılında İl Özel İdaresi tarafından ihalesi yapılan ve 2005 yılında restorasyon çalışmalarının başladığı Arkeoloji Müzesi’nde şimdiye kadar yapılan çalışmalar için 2 milyon 120 bin TL harcandı. Müzenin yapılan 5 ihale sonucunda bazı yerlerinin 2 kez yaptırılması sonucu ortaya çıkan giderlerin hesabını kimin vereceği konusunda ise her hangi bir açıklama yapılmadı. Henüz tamamlanmandan açılışı yapılan müzede bin 263 tanesi içerde 108 tanesi de müze bahçesinde olmak üzere bin 371 eser sergilenmeye başlandı. Arkeoloji Müzesi açılış törenine Ulaştırma Bakanlığı Müsteşarı Habip Soluk, Müze Çalışmaları ve Kurtarma Kazıları Sempozyumu ile Müze Müdürleri Toplantısı’na katılmak üzere Sivas’a gelen müze müdürleri, daire müdürleri ve çok sayıda vatandaş katıldı.
Sivas Hürdoğan, 30.04.2009
|
SİVAS'TA ARKEOLOJİ MÜZESİ AÇILIYOR
Orta
Anadolu'nun en büyük arkeoloji müzesi Sivas'ta
açılıyor.
Türkiye'nin ilk anıt heykeli olan ve Osman
Gazi'ye ait olduğu bilinen büst de müzede
sergilenecek eserler arasında yer alıyor.
Sivas Endüstri Meslek Lisesi bahçesinde bulunan
ve yapımı Osmanlıların son dönemine rastlayan 'Sanat
Mektebi Binası' restore edilerek müze haline
dönüştürüldü.
5 bin 965 metrekare alan üzerine kurulu müzede,
Hitit uygarlığının simgesi olan çift boğa, nesli
tükenmiş hayvanlara ait kemik ve fosiller ile 5 bin
730 sikke ve 2 bin 357 arkeolojik eser sergilenecek.
Müzede yaklaşık 10 milyon yıl önce Sivas'ın
Hayranlı ve Haliminhanı mevkilerinde yaşayan fil,
gergedan, zürafa, sırtlan, antilop, ceylan ve üç
toynaklı atlara ait fosiller de sergilenecek.
Orta Anadolu'nun en büyük arkeolojik müzesinin
resmi açılışı Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay
tarafından gerçekleştirilecek.
Trt/Haber, 28.04.2009
|
|
YEŞİL TÜRBE'NİN ÇİNİLERİ GELDİ
Bursa'nın
simgelerinden Yeşil Türbe'nin dış cephesine 30 yıl
önceki restorasyonda konulan fayanslar sökülmeye
başlandı.
Orijinaline en yakın şekilde üretilen ve Kültür
Bakanlığı İstanbul Konservasyon Merkezi ile İstanbul
Teknik Üniversitesi laboratuarlarında testten geçen
çinilerin ilk partisi Bursa'ya geldi.
Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği'nin (TOBB)
sponsorluğunda yaklaşık 2.5 yıl önce restorasyonuna
başlanan Yeşil Türbe'nin dış cephesine konulacak,
orijinaline en yakın çinilerin yapılması 1 yıldan
fazla zaman aldı. İznik, Özbekistan ve İstanbul'daki
atölyelerin ürettiği kerpiç tipi konik kalın
çinilerden, renk uyumu, kuartz miktarı ve
dayanıklılığı en yüksek çıkan İstanbul Eren Çini'ye
ait numunelerde karar kılındı. Usra İnşaat
tarafından gerçekleştirilen restorasyonda, uzun
araştırmalardan sonra onay alınarak üretilen ilk
parti çini Bursa'ya ulaştı.
Bursa İl Kültür ve Turizm Müdürü Ahmet Gedik,
Kültür Bakanlığı Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel
Müdürlüğü'nden Restorasyon Daire Başkanı Serhat
Akçan ile İdari Mali İşler Başkanı Gürhan Özdeğer'in
hafta sonu Bursa'ya gelerek Yeşil Türbe'de
incelemelerde bulunduğunu söyledi.
Ahmet Gedik, 'Çalışmaların en zor bölümü de
aşıldı. İTÜ'nün laboratuarlarında 50'ye yakın
numune, yapılan testlerde kontrol edildi. En uygun,
orijinaline en yakın çini belirlendi. İlk parti çini
de Bursa'ya ulaştı. 30 yıl önce hatalı olarak
yapılan restorasyonda, renkleri dahi birbirini
tutmayan 7 cephedeki banyo fayanslarını söküyoruz.
Bir haftaya kadar, orijinale benzer kerpiç tipi
kalın çiniler döşenmeye başlanacak. Ağustos ayı
sonuna kadar restorasyonun bitirilmesi hedefleniyor'
diye konuştu.
Bursa Olay, 28.04.2009
|
KOZAN KALESİ YENİDEN
KEŞFEDİLDİ

Birçok medeniyete ev sahipliği yapmış Kozan’ın,
şehir merkezinde ve şehre hakim bir bölgede bulunan
Kozan Kalesi’nin tarih ve doğa turizmine
kazandırılması için ulaşım yolunun genişletilmesi,
ışıklandırılması ve çevre düzenleme amaçlı Kültür ve
Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu tarafından onaylı
projesinin ihalesi tamamlanarak yapım çalışmalarında
sona yaklaşıldı.
Kültürel ve doğal güzellikler bakımından oldukça
zengin bir bölge olan Kozan'ı turizm açısından
cazibe merkezi haline getirmek için yoğun çaba sarf
eden Kozan Belediye Başkanı Kazım Özgan, projenin
ilk aşamasında Adana Valiliği İl Özel İdaresinin de
katkılarıyla manastırdaki çamlık alan ile kale
girişine kadar olan yolu kapsayan bölgede servis
ünitesi, amfi, arkeolojik park, barbeküleri ve
oturma grupları olan piknik üniteleri ile muhtelif
yerlerde seyir terasları yer aldığını ve kale
yolunun Arnavut kaldırım modeli olan bazalt
taşlarıyla döşeme işleminin tamamlandığını belirtti.
Özgan, “Bugünden vatandaşlarımızın yoğun olarak
gezmeye başladığı kalemizde ikinci aşamada yine
yolun sonuna doğru yani kale kapısına yakın bir
bölgede 300 kişinin aynı anda yeme içme ihtiyacını
karşılayabileceği, düğün, merasim gibi özel günlerde
de hizmet verebileceği ve 20 yataklı birde butik
otelin bulunacağı bir sosyal tesis yapılacak” dedi.
Kale, kalkerden meydana gelen oldukça dik bir tepe
üzerinde bulunmaktadır. 400 m rakımlı olan bu tepe
ilçeye hakim bir konumdadır. Çukurova’nın en önemli
kalelerinden biridir. Kalenin alçak surları, Tarsus
Kalesi örnek alınarak yapılmıştır. Günümüzde ise
oldukça sağlam bir yapıdadır. Sis Kalesi’nin,
çeşitli kaynaklarda, Asurlular tarafından yapıldığı
ve sonradan da birçok el değiştirdiği
belirtilmektedir. 700 yıla yakın bir süre bölgeye
hakim olan Hititlerin de bu kaleyi yapmış
olabileceği düşünülebilir.
Yörenin en eski kalelerinden biri olan Kozan Kalesi,
“Dağ kaleleri” zincirinin dördüncü halkasını teşkil
etmektedir. Kalenin, iki grup halinde inşa edilmiş
44 kule ve burcu bulunmaktadır. Güney kesimindeki
tepede bir iç kale (Ahmedek) vardır. Kalede 20-30
basamak merdivenle inilen mahzenler ve gizli yollar
mevcuttur. İç kale de dahil altı bölümden
oluşmaktadır. Bütün bölümleri birbirine bağlayan
kapılar vardır. Kalenin su ihtiyacı ise, büyük su
sarnıçları sayesinde karşılanmakta idi.
Sis kalesi, kuzey ve güney olmak üze re iki ayrı
kale grubundan oluşur. Bu bölümler bir sur ile
birbirine bağlanmıştır. Kalede Asur, Roma ve Ermeni
dillerin- de yazılmış bir kaç yazıt bulunmuştur. Bu
yazıtlar kalenin, tarih çağlarından günü müze kadar
çok sayıda el değiştirdiğini, ortaya koyar.
Kozan Kalesi'nden Anavarza, Karasis ve Andıl
kalelerinin görüldüğü bilinmektedir. Ayrıca berrak
bir havada Akdeniz‘in bile görülebileceği
söylenmektedir.
Turizm Habercisi, 28.04.2009
|
200 YILLIK TARİHİ EV YIKILDI
Ankara Altındağ Belediyesi’nin tarihi Hamamönü’nde
başlattığı restorasyon çalışmalarında büyük bir
skandal ortaya çıktı. AKP’li Belediye Meclis Üyesi
Ali Gökşin’in 68 bin TL’ye aldığı 200 yıllık tarihi
Ankara evinin restore edilmediği, yıkılıp yeniden
yapıldığı ortaya çıktı. Altındağ Belediye Başkanı
Veysel Tiryaki, bugün değeri 350 bin TL olarak ifade
edilen evi Kültür Bakanı Ertuğrul Günay’a gezdirmiş,
Günay eve övgüler düzmüştü.
Altındağ Belediyesi’nin şair Mehmet Akif Ersoy’un
yaşadığı Hamamönü Mahallesi’nde başlattığı “Sokak
sağlıklılaştırma ve restorasyon projesi” kapsamında
mahallede bulunan tarihi Ankara evleri restore
edilmişti. Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma
Bölge Kurulu Müdürlüğü’nün onayladığı proje
kapsamında, dönemin Altındağ Belediyesi İmar
Komisyonu Başkanı Ali Gökşin’e ait olan Dutlu Sokak
21 numaralı evin de restore edilmesi gerekiyordu.
Ancak 200 yıllık ev 2007 yılının Mayıs ayında birkaç
gün içinde yıkılarak yeniden yapıldı.
İnşaat sırasında evin önüne Altındağ Belediyesi Fen
İşleri Müdürlüğü imzalı restorasyon tabelası
konuldu. Tabelada inşaatın başlangıç tarihi olarak
24 Kasım 2006, bitiş tarihi olarak da 28 Temmuz 2007
yazıyordu. Tabelada yazan tarihler, başlaması
gereken tarihten 6 ay sonra başlayan çalışmaların,
projede yazan bitiş tarihine yetiştirilmeye
çalışıldığını ortaya koyuyor. Evin tarihi değeri
olduğu belirtilen, ağaç işlemeli tavanı ise tamamen
ortadan kayboldu.
Halen Altındağ Belediye Meclis Üyesi olan Ali Gökşin,
evi 2006 yılında Mehmetçik Vakfı olarak da bilinen
Türk Silahlı Kuvvetleri Güçlendirme Vakfı’ndan 68
bin TL’ye satın aldı. Evin şu anki değerinin 350 bin
TL civarında olduğu tahmin ediliyor.
Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın 2005 yılında
çıkardığı “Taşınmaz Kültür Varlıklarının Onarımına
Yardım Sağlanmasına Dair Yönetmeliğe” göre Koruma
Kurulları tarafından tescilli olan binaların
restorasyonunda 50 bin TL’yi geçmeyen projelerin
masraflarının tamamı, 50 bin TL’nin üzerindeki
projelerin masraflarının yüzde 70’i Bakanlık
tarafından karşılanıyor. Gökşin ile beraber AKP’li
Altındağ Belediye Meclis üyelerinden birkaçının daha
aynı bölgede tarihi evleri düşük fiyatlara satın
alıp restorasyon projesinden yararlanmaları akla
“Restorasyon projesi mi, rant projesi mi” sorusunu
getiriyor.
Hacettepe Üniversitesi’ne ait öğrenci yurdunun
bulunduğu sokaktaki evlerin restorasyon sonrasındaki
fiyatları 100 bin TL’lerle ifade ediliyor. Evlerin
birçoğu şu an restoran, kafe ya da bar olarak
kullanılıyor.
Konuyla ilgili görüştüğümüz Altındağ Belediye Meclis
Üyesi Ali Gökşin ise, iddiaları yalanladı.
Kendisinin iş adamı olduğunu, projenin teknik
ayrıntıları hakkında bilgi sahibi olmadığını
belirten Gökşin, binanın projeye uygun olarak
restore edildiğini savundu. Gökşin, konuyu yargıya
taşıyan Abdulhalik Balaban hakkında da tazminat
davası açacağını söyledi.
Hamamönü’nün eski sakinlerinden Abdulhalik Balaban,
konuyla ilgili Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı
Veysel Tiryaki hakkında “görevi kötüye kullanma”
iddiasıyla Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’na suç
duyurusunda bulundu. Ancak İçişleri Bakanlığı,
Altındağ Belediyesi Teftiş Kurulu müfettişi ve
Altındağ Belediyesi’nde çalışan bir inşaat
mühendisine hazırlatılan “bilirkişi raporu”nu
dayanak göstererek, Tiryaki hakkındaki soruşturma
isteğini reddetti.
Aynı bölgede 1959 yılında belediyeden satın aldığı
dükkanı, “restorasyon” gerekçesiyle yıkılan Balaban,
olayın peşini bırakmadı. Balaban, İçişleri
Bakanlığı’nın Tiryaki hakkında soruşturma izni
vermemesine itiraz etti.
Balaban’ın başvurusunu değerlendiren Danıştay 1.
Daire Başkanlığı, İçişleri Bakanlığı’nın iddiayla
ilgili “işleme koymaya gerek yoktur” kararını bozdu.
Danıştay, Altındağ Belediye Başkanlığı’na bağlı
olarak oluşturulan bir heyetin hazırladığı bilirkişi
raporuna dayanarak iddianın işleme alınmamasının,
kararın “Objektifliğini ve hukukiliğini tartışmalı
hale getirdiği”ne hükmetti.
Kültür ve Turizm Bakanı
Ertuğrul Günay, Veysel Tiryaki ile beraber
restorasyon çalışmalarının olduğu Dutlu Sokağı
gezmiş, Ali Gökşin’e ait evde basına poz vermişti.
Evin anı defterini de imzalayan Günay, “Ankara’da
böyle bir mahalle yok” diyerek eve övgüler dizmişti.
Belediyenin tarihi Hamamönü ve Akbaş Mahallesi’nde
gerçekleştirdiği proje, 24 Kasım 2006 tarihinde
başladı. AKP’li Meclis Üyeleri Halit Çakmak, Gürsel
Baran, Ömer Gafa ve Ünsal Muratdağı projenin
gerçekleştiği alandaki 79 yıllık 84 metrekarelik
eski evi 16 Kasım 2007’de 32 bin TL’ye ortaklaşa
satın aldılar. Altındağ AKP İlçe Başkanı İdris
Atalay da, 220, 225 ve 161 metrekare büyüklüğündeki
3 evi, 9 Kasım 2007’de satın aldı. Mahallede
restorasyon sonrası 100 metrekare civarındaki evler
150 bin ile 200 bin, 150-200 metrekare
büyüklüğündeki evler 200-250 bin, 300 metrekare
büyüklüğündeki evler 400 bin, 500 metrekare ve daha
geniş evler ise 700-750 bin TL’ye alıcı buluyor.
Evrensel, Haber: Cem Gurbetoğlu, 28.04.2009
|

|
TARİHİ ESER KAÇAKÇISI YAKALANDI
Burdur'da polisin şüphelenerek aradığı bir kişinin elindeki çuvaldan 1 adet mermer sütun başı çıktı.
Edinilen bilgiye göre Köprübaşı mevkiinde M.D. isimli şahıs ağzı açık beyaz çuval içerisinde bulunan 2863 sayılı yasa kapsamında olduğu değerlendirilen 1 adet mermer sütun başı ile birlikte yakalandı.
Müze Müdürlüğünden alınan ekspertiz raporunda parçanın Geç Roma Dönemine ait sütun başı olduğu ve 2863 sayılı yasa kapsamında bulunduğu anlaşıldı. M.D. ifadesi alındıktan sonra tutuksuz yargılanmak üzere C.Başsavcılığı'nca serbest bırakıldı.
Muhafaza altına alınan sütun başı Burdur Müze Müdürlüğü'ne teslim edildi.
Burdur Kent Haber, 28.04.2009
|
İNSANLIK MİRASININ ÜSTÜNE HELİKOPTER PİSTİ
YAPIYORLAR

İstanbul’da yer alan insanlığın en eski yerleşim
kalıntılarından biri olan ve SİT alanı ilan edilen
Silivri’deki 5 bin yıllık Selimpaşa Höyüğü’nün
tepesi, helikopter pisti yapılmak için tıraşlanıyor.
Özel mülkiyete ait bir arazinin içinde yer alan
Silivri’deki 5 bin yıllık Selimpaşa Höyüğü’nün
tepesi traşlanarak helikopter pisti yapıldığı
belirlendi. Birinci dereceden sit alanı ilan edilen Selimpaşa Höyüğü, aynı zamanda Marmara Bölgesi’nin
en büyük höyüklerinden biri.
Bölgenin ayakta kalan tek yapısı olan Selimpaşa
Höyüğü, 5 bin yıllık bir geçmişe sahip. Özel
mülkiyete devredilmiş olan höyük, etrafını saran
yazlık siteler ve duvarlar yüzünden yok olma
tehlikesiyle karşı karşıya. Tunç Çağı döneminden
kalan höyükte araştırma yapılması için Kültür
Bakanlığı’ndan uzun süredir izin beklendiği
belirtildi.
Selimpaşa Höyüğü’nün insanlık tarihi açısından
önemini vurgulayan İstanbul Üniversitesi (İÜ)
Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Prehistorya
Anabilim Dalı başkanı Prof.Dr. Mehmet Özdoğan,
“Selimpaşa Höyüğü İstanbul ve Marmara çevresinde
kalmış olan tek ve son höyük. Burada aşağı yukarı 5
bin yıllık bir birikim var. Bu birikim, İstanbul
civarında başka hiçbir yerde yok. İstanbul’daki bu
kültür mirası sadece bizi değil çok büyük bir
coğrafyayı ilgilendiriyor ve bizi insanlığa karşı
sorumlu hale getiriyor” dedi.
Özdoğan, höyükleri bir kütüphane gibi düşünmek
gerektiğini belirterek, “Burası kapısı kilitli bir
arşiv. Ancak bilimsel bir müdahale yapıldığı zaman
etkin bir bilgi anlamına gelerek insanlığın
hizmetine açılır. Bu kütüphane yok olmadan
belgelenmesi lazım, bunu yapmak bizim insanlığa
karşı borcumuz” ifadelerini kullandı.
Höyüğün anlaşılması için uzun yıllardır çalışmaların
sürdüğünü vurgulayan Prof.Dr. Mehmet Özdoğan,
“Höyüğü ilk olarak 1964’te İngiliz Arkeoloji
Enstitüsü Müdürü David French belgeledi. Ancak daha
sonra yapılan çalışmalar hep yüzeysel kaldı. Bir
kitaplığın dışından bakılarak, o kitaplıktan ne
kadar bilgi alınabilirse biz de o kadar bilgi aldık.
Bölgenin tescili için ben 1981’de başvurdum ancak
2004’te sit alanı ilan edilebildi” diye konuştu.
Bölgenin yeteri kadar araştırılmadığının altını
çizen Türkiye Arkeolojik Yerleşmeleri (TAY) Projesi
Koordinatörü Arkeolog Prof.Dr. Oğuz Tanındı ise
“TAY olarak 2000 yılında Selimpaşa Höyüğü ile ilgili
araştırmalar yaptık, koruma kurulları höyüğü
bulamıyordu biz onlara yerini gösterdik. Görüldüğü
gibi devlet bir şey yapmamış, zaten hiçbir zaman bir
şey yapmıyor zarar vermek dışında. Türkiye’nin ne
doğru düzgün bir kültür politikası, ne koruma
politikası, ne de kültürel varlıkların gelecek
kuşaklara kalmasını sağlayan bir politikası var. Ben
adında kültür olan bir bakanlığın varlığından bile
haberdar değilim, belki Ankara’da bina olarak vardır
ama ben bilmiyorum” dedi.
Höyüklerin, katmanlaşmış bir köy olduğunu ifade eden
Tanındı, “Höyükler nesillerin üst üste barındığı bir
katmanlaşma oluşturuyor. Biz, Osmanlının toprakları
üzerinde oturuyoruz, Osmanlı da Bizans toprakları
üzerinde oturmuş. Bu böyle gidecek ama çağdaş
yerleşmeleri inşa ederken geçmiş kuşakları yok etmek
geleceğe yönelik bir saldırıdır” diye konuştu.
Selimpaşa Höyüğü’nün kurtarılması konusunda bütün
görevin devlete düştüğünü belirten Tanındı, dünyanın
bütün gelişmiş ülkelerinde bu gibi yerlerde kazı
yapılmadan önce arkeologların gelip çalıştığını ve
uygun olduğuna dair rapor verildikten sonra diğer
kazı çalışmalarının başlayabileceğini söyledi.
Birgün, Haber: Ümit Altındere, 28.04.2009
|
PAŞAOĞLU KONAĞI'NA 15 BİN ZİYARET
Ordu Paşaoğlu Konağı ve Etnografya Müzesi'ni 2008 yılında yaklaşık 15 bin kişinin ziyaret ettiği bildirildi.
İl merkezinde Selimiye Mahallesi'nde bulunan Paşaoğlu Konağı ve Etnografya Müzesi'ne yerli ve yabancı turistler büyük ilgi gösteriyor. 2008 yılında toplam 14 bin 792 kişinin ziyaret ettiği müzeyi 163 de yabancı turist gezdi. Müzeyi ziyaret edenlerin büyük bir bölümünü öğrenci grupları, 17 yaş altı ve yaşlılar oluştururken, 2 bin 249 kişi müzeyi paralı ziyaret etti. Her yıl mayıs ayının ikinci haftasından itibaren ziyaretçi sayısının oldukça arttığını belirten Müze Müdürü Halil Coşar, ekim ayına kadar bu yoğunluğun devam edeceğini söyledi. Özellikle okulların bitmesiyle öğrencilerin oluşturduğu turların Ordu'ya geldiklerinde kesinlikle müzelerine uğradığını ifade eden Coşar, öğrenci ve öğretmenlere ücretsiz hizmet verdiklerini kaydetti. Müzede yaklaşık 3 bin eserin bulunduğunu hatırlatan Coşar, 2009 yılı ilk 3 ayında toplam 2 bin 124 turistin müzeyi ziyaret ettiğini belirtti. Bu yılın ilk yarısında yabancı turistlerin çok fazla gelmediğini ifade eden Coşar, yaz mevsimin gelmesiyle bu sayının artmasını beklediklerini söyledi.
Paşaoğlu Konağı'nın, Karadeniz Bölgesi'nde bulunan ve geçen yüzyıldan zamanımıza ulaşan sivil mimarinin ender örneklerinden biri olduğunu dile getiren Coşar, 3 TL karşılığında müzenin gezilebileceğini sözlerine ekledi.
Ordu Kent Haber, 28.04.2009
|
 |
|
POLİSTEN TARİHİ ESER
OPERASYONU
Karaman Emniyet
Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele
(KOM) Şube Müdürlüğü ekipleri tarafından
gerçekleştirilen operasyonda 1 adet tarihi eser ele
geçirildi.
Edinilen bilgiye göre,
KOM Şubesi ekipleri yaptıkların istihbarat
çalışmaları sonucunda, R.Ö. ve M.Ö. isimli iki
şahsın elinde tarihi eser olduğunu tespit etti.
Şahısların elinde olduğu belirlenen 1 adet tarihi
eser için müşteri kılığına giren KOM Şubesi
ekipleri, şahısları gözaltına aldı.
Şahısların ev ve
işyerlerinde yapılan aramalarda bir adet ahşap
üzerine ceylan derisine işlenmiş Meryem Ana ikonası
ele geçirildi. Olayla ilgili soruşturmanın sürdüğü
bildirildi.
Karaman Kent Haber,
28.04.2009
|
ARKEOLOJİ MÜZESİ 25 BİN TL'LİK GÜNLÜK KİRA BEDELİ İLE EN PAHALI MEKAN OLDU
Kültür ve Turizm Bakanlığı, tarihi mekan, müze ve kültür merkezlerinin kira bedellerini yeniden düzenledi.
Özel ve kamu kuruluşlarının kullanımına sunulan yerler arasında en yüksek kira 25 bin TL ile İstanbul Arkeoloji Müzesi'nin bahçesi için istendi. Bahçeyi 20 bin TL bedelle Topkapı Sarayı'nın 1. Avlusu takip etti. Bakanlık, sadece klasik müzik dinletilerine izin verilen Aya İrini Müzesi, Bordum Sualtı Arkeoloji Müzesi'ne bağlı antik tiyatro ve Rumeli Hisarı için 15 bin TL'lik ücret belirledi.
Ayasofya Müzesi, Aspendos ve Side Tiyatrosu'nun etkinliklere kapatıldığını duyurdu. Mekana ya da taşınmazlara verilebilecek hasarların tazmini için 'teminat bedeli' alacağını açıkladı.
Zaman, Haber: Aslıhan Aydın, 28.04.2009
|
 |
"NEMRUT DAĞI İÇİN MECLİS
ARAŞTIRMA KOMİSYONU KURULMALIDIR"
CHP Adıyaman
Milletvekili Şevket Köse, Nemrut Dağı'nın turizm
sezonunun açılmasıyla birlikte, Nemrut Dağı'nın
turizm potansiyelinin artırılması ve sorunlarının
çözülmesi amacıyla Meclis Araştırması yapılması için
Meclis Araştırma Önergesi verdi.
Nemrut Dağı hakkında
bilgiler veren Vekil Köse, “Ülkemizin ve Adıyaman’ın
en önemli kültür varlıklarından biri de Doğu-Batı
medeniyetinin, 2150 metre yükseklikte muhteşem bir
piramitteki kesişme noktası, dünyanın sekizinci
harikası Nemrut Dağı’dır. Yüksekliği on metreyi
bulan büyüleyici heykelleri, metrelerce uzunluktaki
kitabeleri UNESCO Dünya Kültür Mirasında yer
almaktadır. İki bin yıldır güneşin doğuşunu ve
batışını 2150 metre yükseklikte izleyen dev
heykellerin sırrı Kommagene Uygarlığı’na
dayanmaktadır” dedi.
Köse, “Nemrut Dağı'nın
zirvesindeki eserlerden ilk söz eden ve bunların
Asurlulardan kalma olduğunu tahmin eden, 1881'de
Diyarbakır’da yol yapım işlerinde görevli Alman
Mühendis Karl Sester'dir. Sester'in verdiği bilgiler
doğrultusunda Kraliyet Akademisi tarafından
araştırma yapmak üzere bölgeye gönderilen genç bilim
adamı Otto Punchtein başkanlığındaki ekip, Nemrut
Dağı'nın tepesindeki Tümülüs ve tümülüsün doğu ve
batı yanlarında oluşturulmuş teraslar üzerindeki
devasa heykeller ve çeşitli kabartmalardan oluşan
eserler üzerinde çalışır. Uzun çalışmalar sonunda
Grekçe yazılı kitabeyi çözen Punchstein, bu
eserlerin Kommagene Uygarlığı’na ait olduğunu ve
Kommagene Kralı 1. Antiochos tarafından
yaptırıldığını keşfeder. Antiochos'un ağzından
yazılan kitabe, Nemrud Dağı’nın sırrını ve
Antiochos'un yasalarını içermektedir. Daha sonra
Alman Mühendis Karl Humann ve İstanbul Arkeoloji
Müzesi'nin kurucusu Osman Hamdi Bey’in de katıldığı
Nemrut Dağı çalışmaları 1953’ten 1980’li yıllara
kadar Amerikalı Arkeolog Theresa Goell ve Friedrich
Karl Dörner ve 1986 yılından itibaren, Dörner'in
öğrencisi Sencer Şahin tarafından sürdürülmüştür.
Kommagene Uygarlığı'nın ortaya çıkmasını sağlayan
kazılar, Nemrut Dağı’ndan başka Arsameia, Samsat ve
Fırat Havzasında gerçekleştirilmiştir. Bölgede
yapılan kazılarda ortaya çıkartılan taşınabilir
eserler müzelerde, geri kalanları da Milli Park
Alanı içerisinde korumaya alınmıştır” diye ifade
etti.
“Nemrut Dağı turizm
açısından Adıyaman, Güneydoğu Anadolu Bölgesi ve
Türkiye için büyük bir potansiyeldir” diyen CHP
Adıyaman Milletvekili Köse, “ Halihazırda her yıl
binlerce yerli ve yabancı turistin ziyaret ettiği
Nemrut Dağı, bacasız fabrika olarak değerlendirilen
bir yerdir. Yalnız, Nemrut Dağı’nın turizm
potansiyelinin yeterince değerlendirildiği
söylenemez. Zengin potansiyeli, hak ettiği değeri
bulamadığı için ortaya çıkarılamayan Nemrut
Dağı’nın; hak ettiği değeri bulması ile birlikte,
ülkemiz hem ekonomik hem de sosyal kazançlar elde
edecektir. Nemrut Dağı’nın turizm potansiyelinin
araştırılması, bu bölgede turizmin gelişmesine engel
olan sorunların ve bu sorunların çözüm önerilerinin
tespiti amacıyla Anayasa’nın 98. ve TBMM
İçtüzüğü’nün 104 ve 105. maddeleri gereğince Meclis
Araştırması açılmasını saygılarımızla arz ederiz”
dedi.
Adıyaman Haber, Haber:
F. Rüştü Bereket, 28.04.2009
|
STK'LAR: NEKROPOL ARKEOLOJİK PARK OLMALI

Antalya Büyükşehir Belediyesi’nin eski
Doğu Garajı ve
Halk Pazarı
alanında uygulamak istediği 55 bin m2’lik iş merkezi
projesinin iptal edilerek bu alanın arkeolojik park
ve müze olarak kullanılması istendi.
Kültür
Sanat Sen ve Peyzaj Mimarları Odası’nın
da aralarında yer aldığı sekiz Sivil Toplum Kuruluşu
(STK) tarafından yapılan yazılı açıklamada, iş
merkezi projesi alanının 8 dönümünde
Antalya
Nekropolü’ne ait 600 kadar mezar çıktığı
için Koruma Kurulu tarafından
“sit alanı” ilan edildiği halde 13
bin m2’lik bölümde Büyükşehir’in projeyi uygulamakta
ısrar etmesi ve Koruma Kurulu’nun da buna izin
vermesi 2863 sayılı Koruma Kanunu’nun
suiistimali olarak nitelendi.

STK’ların
açıklamasında, Son Nokta dergisinin Antalya
Müzesi’nin 1999 yılı kazı raporunu hatırlatarak
yaptığı “Doğu Garajı Sit Alanı Olsun” uyarısını
dikkate almayan Büyükşehir Belediyesi’nin, 2008
yılında, kepçeli iş makineleri ile başlattığı temel
kazısında 1’i oda tipi, 8’i lahit tipi onlarca antik
mezarın tahrip edildiği ve bu tahribatın da örtbas
edilerek “iş kazası” sayıldığı iddiası hatırlatıldı.
Eski Başkan Menderes Türel’in seçim broşüründe
Antalya Nekropolü’nün üzerinin iş merkezi projesinin
halk pazarı bölümü ile kapatılacağının açıklandığını
hatırlatan STK’lar, Büyükşehir Belediyesi’nin
Antalya Nekropolü ve çevresindeki çalışmalarını
“endişe verici” olarak niteledi.

Açıklamada,
Antalya’nın kuruluşunu Attalos’tan 100 yıl kadar
önceye tarihleyen Antalya Nekropolü’nde uygulanmak
istenen Büyükşehir İş Merkezi Projesi’nin İPTAL
edilerek bu alanın “arkeolojik park” olarak
düzenlenmesini isteyen STK’lar, Koruma Kanunu’ndaki
“Bir alanın koruma bölge kurulunca sit olarak ilanı,
bu alanda her ölçekteki plan uygulamasını durdurur.
Sit alanının etkileşim çevresine ilişkin varsa
1/25.000 ölçekli plan kararları ve notları alanın
sit statüsü dikkate alınarak yeniden gözden
geçirilerek ilgili idarelerce onaylanır” hükmü
doğrultusunda koruma amaçlı imar planı
hazırlanmasını talep etti.
Açıklamada, Antalya Nekropolü’nün “etkileme
çevresi”ndeki 13 bin m2’lik alanın Antalya Kent
Müzesi projesine dahil edilerek kentin 2 bin 300
yıllık kültürel birikimini sergilemek amacıyla
kullanılmasını ya da bu alanın Arkeoloji Müzesi ek
binası için yer aradığı bilinen Kültür ve Turizm
Bakanlığı’na MÜZE yeri olarak tahsis edilmesi de
önerildi. Alanın Kültür Bakanlığı’na tahsisi
karşılığında ise, Perge ve Termessos tiyatroları ile Kırkgöz Han’ın kültürel amaçlı kullanım için
Büyükşehir’e tahsisinin istenebileceği belirtildi.
Antalya Nekropolü’ndeki antik mezarların tahrip
edildiği ve bu tahribatın da “iş kazası” sayılarak
örtbas edildiğini yazan 12.04.2009 tarihli Radikal
gazetesindeki iddiaların Cumhuriyet Savcılığı ve
Antalya Valiliği tarafından soruşturulması da
istenen basın açıklamasına imza koyan STK’lar
şunlar:
EĞİTİM SEN (Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası),
ANTÇEV (Antalya Çağdaş Eğitim ve Kültür Vakfı), TÜM
BEL SEN (Tüm Belediye ve Yerel Yönetim Hizmetleri
Emekçileri Sendikası), REHBERANT (Profesyonel Turist
Rehberleri Derneği), KÜLTÜR SANAT SEN (Kültür ve
Sanat Emekçileri Sendikası), TMMOB Peyzaj Mimarları
Odası ve YAYED (Yerel Yönetimler Araştırma Yardım ve
Eğitim Derneği) ve ÇGD (Çağdaş Gazeteciler Derneği)

Basın
açıklamasının tam metni şöyle:
Antalya Büyükşehir Belediyesi, eski Doğu Garajı ve
Halk Pazarı alanını, toplam 55 bin m2 iş merkezi
yapılmak üzere, 2007 yılında, Kadıahmetoğlulları
A.Ş.’ye ihale etmişti. Bu alanın Antalya
Nekropolü’nün sınırları içinde olduğu, Antalya
Müzesi’nin 1980 -1999 yılları arasındaki kurtarma
kazılarında ortaya çıkardığı 82 mezarın bilimsel
bulguları ile kesinlik kazanmasına karşın Büyükşehir
Belediyesi İş Merkezi için plan değişikliği ve proje
yarışması yapılırken bu bulgular “yok” sayılmıştı.
Müze’nin kazı sonuçlarını hatırlatarak Büyükşehir’in
bu ihmaline dikkat çeken Son Nokta dergisi, “Doğu
Garajı Sit Alanı Olsun” önerisini aylarca
tekrarlamasına karşın, Antalya Koruma Kurulu bu
uyarıyı görmezden gelmiş, Kurul’un bu “töleransı”
ile Büyükşehir Belediyesi, İş Merkezi projesini
uygulamakta ısrar etmişti.
Radikal gazetesinde (12.04.2009’da) yayınlanan
“Antalya Nekropolü’ne kepçe!” başlıklı yazıda,
Antalya Koruma Bölge Kurulu’nca, 1992’de arkeolojik
alan olarak tanımlanan Attaleia antik kentinin Doğu
Nekropolü sınırları içinde kalan eski Doğu Garajı
ve Halk Pazarı’nda, Büyükşehir Belediyesi’ne ait iş
merkezi projesi için kepçeli iş makineleri ile 4
metre kadar temel kazısı yapıldığı ve biri oda tipi,
sekizi lahit tipi onlarca antik mezarın tahrip
edildiği ve bu tahribatın “iş kazası” sayılarak
örtbas edildiği iddiası yer almıştır. Yazıyla
birlikte kullanılan fotoğraflardan mezarların ciddi
şekilde zarar gördüğü anlaşılmaktadır.
Bu olaydan sonra, 02.05.2008 tarihinde, Antalya
Nekropolü’nü yerinde inceleyen Antalya Kültür ve
Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu ise,
Büyükşehir’in İş Merkezi projesinin 8 bin m2’lik
bölümünü “potansiyel sit” alanı ilan etmiştir.
Ancak, aynı kararda Antalya Nekropolü’nün “etkileme
çevresi”nde kalan iş merkezi projesinin eski Doğu
Garajı bölümünde inşaatın devamına izin verilmiştir.
Koruma Kanunu’nun 17. maddesi ise, sit alanı ilan
edilen Antalya Nekropolü’nün “etkileme çevresi”ndeki
iş merkezi projesinin iptal ederek Antalya Nekropolü
ve çevresi için sit statüsüne uygun koruma planı
yapılmasını emretmektedir.
Koruma Kanunu’nun bu emrine rağmen, Büyükşehir,
Kanun’daki sit alanı ilanının geçiş dönemiyle ilgili
bir boşluğu suiistimal etmiş ve Antalya
Nekropolü’nün “etkileme çevresi”nde iş merkezi
inşaatına devam etmek istemiştir. Buna ek olarak,
Büyükşehir’in önceki Başkanı seçim broşürlerinde,
Müze kazısı bittikten sonra Koruma Kurulu tarafından
askıya alınan projenin halk pazarı bölümünün de
Antalya Nekropolü üzerine inşaa edileceği
açıklanmıştır. Bu açıklamadan öğreniyoruz ki, sit
alanı olmasına karşın üzerine iş merkezi (halk
pazarı bölümü) inşa edilecek 8 dönümlük Nekropol’tün
sadece çok küçük bir bölümü iş merkezinin bodrumunda
sergilenecektir.
Bu bilgilerden Büyükşehir’in arkeolojik alanda iş
merkezi yapmak için kepçeli iş makinesi ile temel
kazısı hatasından gerekli dersi çıkarmadığını ve
Antalya’nın 2 bin 300 yıllık tarihinin izlerini
ticarete kurban etmekte ısrarcı olduğunu anlıyoruz.
Talep ve önerilerimiz
Biz aşağıda imzası olan kurumlar, Müze’nin kazı
bulgularına ve gazetecilerin ısrarlı uyarısına
karşın Antalya Nekropolü’nü “yok” sayarak bu alanda
iş merkezi yapmak için plan değişikliği ve
projelendirme yapan, Antalya Nekropolü’nü kepçeli iş
makineleri ile kazdıran ve Koruma Kurulu’nun
“potansiyel sit” alanı ilanına rağmen Nekropol
üzerinde iş merkezi yaptırmakta ısrar eden
Büyükşehir Belediyesi’nin Antalya tarihine karşı bu
özensizliğini endişe verici buluyoruz. Bugün kadar
yaşanan olumsuzluklara karşın, 29 Mart’tan sonra
göreve başlayan yeni yönetimin, Antalya Nekropolü’ne
karşı Büyükşehir Belediyesi’nin özensiz tavrına son
vererek bu alanı Antalya’nın kültürel tarihini
zenginleştiren bir değer ve ilk Antalyalıların
bugüne ve geleceğe bir mirası olarak ele alması için
halen bir fırsatı vardır. Bu çerçevede,
(1) Antalya’nın kurucusu sayılan Attalos’tan 100 yıl
kadar önce burada yaşamış “ilk Antalyalılar”ın
izlerini barındıran Antalya Nekropolü’nde uygulanmak
istenen Büyükşehir İş Merkezi Projesi’nin İPTAL
edilerek bu alanın ARKEOLOJİK PARK olarak
düzenlenmesini istiyoruz ve
(2) Koruma Kanunu’ndaki “Bir alanın koruma bölge
kurulunca sit olarak ilanı, bu alanda her ölçekteki
plan uygulamasını durdurur. Sit alanının etkileşim
çevresine ilişkin varsa 1/25.000 ölçekli plan
kararları ve notları alanın sit statüsü dikkate
alınarak yeniden gözden geçirilerek ilgili
idarelerce onaylanır.” (madde:17) hükmünün Antalya Nekropolü ve “etkileme çevresi” için vakit
yitirilmeden uygulanmasını ve Antalya Nekropolü ve
çevresi için en kısa sürede KORUMA PLANI
hazırlanmasını talep ediyoruz.
(3) Hazırlanacak Koruma Planında ise, Antalya
Nekropolü’nün “etkileme çevresi”ndeki 13 bin m2’lik
alanın (a) Antalya Kent Müzesi projesine dahil
edilerek kentin 2 bin 300 yıllık kültürel ve
toplumsal birikimini sergilemek amacıyla
kullanılmasını ya da (b) bu alanın Arkeoloji Müzesi
ek binası için yer aradığı bilinen Kültür ve Turizm
Bakanlığı’na MÜZE yeri olarak tahsis edilmesini
öneriyoruz. Bu alanın Kültür Bakanlığı’na tahsisi
karşılığında da Perge ve Termessos Tiyatroları ve Kırkgöz Han’ın, - kültürel amaçla kullanmak üzere -
Büyükşehir’e tahsisi talep edilebilir.
“İlk Antalyalılar”ın izlerini barındıran Antalya
Nekropolü’nün, kentin tarihindeki önemine uygun
olarak değerlendirilmesi ve gerekli adımların
ivedilikle atılması için yukarıda sıralanan bu talep
ve önerilerimizi bir dilekçe ile yazılı olarak
Büyükşehir Belediyesi’ne bildireceğiz ve bu
taleplerimizin ısrarlı takipçisi olacağız. Bu
amaçla, öncelikle gece-gündüz sürmekte olan temel
kazısının durdurulmasını ve talep ve önerilerimiz
doğrultunda Antalya Nekropolü ile ilgili Büyükşehir
Belediyesi’nin ne yapacağının vakit yitirilmeden
kamuoyuna açıklanmasını talep ediyoruz. Ayrıca,
Antalya Nekropolü’nde kepçeli iş makineleri ile
temel kazısı yapılarak antik mezarların tahrip
edildiği ve bu tahribatın da “iş kazası” sayıldığı
iddialarının Antalya Cumhuriyet Savcılığı ve
Antalya Valiliği tarafından soruşturularak 2863
sayılı Koruma Kanunu’nun gereği yapılmalıdır.
Kamuoyuna saygıyla duyururuz.
Yapı, 27.04.2009
|

|
DEFİNE AVCILARI HAZİNE PEŞİNDE
Çanakkale’nin Ayvacık İlçesi'ne bağlı Küçükkuyu beldesi Arıklı Köyü sınırları içerisinde bulunan Gargaron Krallığı'na ait hazinenin peşine düşen define avcıları köyün belirli bölgelerinde kazılar yaparak hazine aradı.
Gargaron antik kentinin güney bölgesinde zeytinlikler arasında geceleri kaçak olarak yapılan kazıda define aradıkları iddia edilen kişilerin kendilerini korkuttuğunu belirten köylüler, “Toprağı birkaç yerde metrelerce kazarak amaçlarına ulaşmayı hedefleyen bu define avcıları bölgede iki ağacın arasında belirledikleri bir noktayı en az 5-6 metre kazarak çalışma yapmış. Bölgeden geçerken kazılan bu yerin etrafında kırık küp parçalarının bulunması bize hazineye ulaştıkları izlenimini verdi. Yetkililerden bu bölgede önlem almasını istiyoruz” dedi.
Çanakkale Kent Haber, 27.04.2009
|
60 YILLIK HARABE NEUES MÜZESİ UYKUSUNDAN UYANDI

İkinci Dünya Savaşı sırasında yüzde 70'i hasar
gören Berlin'deki Neues Müzesi, açılan uluslararası
yarışmayı kazanan İngiliz David Chipperfield ve
Julian Harrap tarafından sağcı Alman gazetelerinin
'Savaşta İngiliz'ler yıkmıştı, tadilatını İngilizler
yapıyor' görüşlerine inat restore edildi.
İkinci Dünya Savaşı'nda gördüğü hasar nedeniyle
kullanıma kapatılan Almanya'nın Berlin kentindeki
‘Neues Museum' 64 sene sonra kapılarını
meraklılarına açıyor. Restorasyonu İngiliz mimar
David Chipperfield ve Julian Harrap tarafından
tamamlanan müzenin yeni mimarisi epey iddialı.
Almanya'nın Berlin kentinin içinden geçen Spree
Nehri üzerinde küçük bir ada olan Museuminsel'in
(Müzeler Adası) içinde yer alan beş müzeden biri
olan Neues Museum'un İkinci Dünya Savaşı sırasında
yüzde 70'i hasar görmüş ve kapatılmıştı. Daha sonra
Almanya'yı doğu ve batı olarak ikiye ayıran ünlü
Berlin Duvarı'nın örülmesiyle bu iki taraf arasında
kalan müze uzun yıllar sürecek bir uykuya yatmıştı.
Almanya 1990'ların başında müzeyi yeniden
yapılandırmaya karar verdi ve 1993'te uluslararası
bir yarışma düzenleyerek dünya çapında mimar ve
restorasyon uzmanlarını restorasyon için yarıştırdı.
Ancak o yılki yarışmadan tatmin edici bir sonuç
çıkmadı, restorasyon ertelendi. Bir sonraki yarışma
ise 1997 yılında yapıldı. Bu yarışmanın galiplerinin
milliyeti Almanya'da ciddi tartışmalara neden
olacaktı. Restorasyonu yapmaya hak kazanan David
Chipperfield ve Julian Harrap İngilizdi. Sağ görüşlü
basına göre ise müzeyi İkinci Dünya Savaşı sırasında
İngilizler harap etmişti. Tüm bu tartışmaların
gölgesinde Chipperfield tüm adanın restorasyon
projesinin başına geçerek bir master plan hazırladı
ve sonra çalışmalar başladı. Yaklaşık 12 yıl süren
restorasyonun tüm ada için maliyeti 1.5 trilyon
avroyken, bu meblağın 295 milyon avrosu Neues Müzesi
için kullanıldı.
Geçtiğimiz ay tamamlanan restorasyonda eskinin
birebir yenilenmesinden kaçınıldığı kadar, eserin
yapısına modernitenin nüfuz etmesinden de uzak duran
bir anlayış güdüldü. Müzenin orijinal yapısı
korunurken Chipperfield'ın diliyle Mısır ve İlkçağ
tarihi müzelerinin dilinden yardım alınarak yeniden
anlatıldı. Restorasyonun en büyük özelliklerinden
biri müzeden savaşın izlerini tamamen silmemiş
olması. Çeşitli kısımlarında savaştan kalma izleri
hala duran, yeni çağdaş mimariyle, yapıldığı dönemin
tuğla duvarlarını, süslemeli kubbesini birlikte var
eden müzenin içi henüz boş. Bir dönem sahip olduğu
görkemli koleksiyon pek çok farklı müzeye dağılmış,
şimdi yeni bir koleksiyon oluşturuluyor.
Büyük bir tarihi zenginliğin sergilendiği beş
müzeden oluşan ‘Müzeler Adası'nın tamamı, Prusya
Kültür Vakfı'na bağlı olan Berlin Devlet Müzeleri
tarafından yönetiliyor. 1999 yılında UNESCO dünya
kültür mirası listesine alınan ada, Berlin Devlet
Müzeleri kapsamındaki Eski Müze, Yeni Müze, Eski
Ulusal Galeri, Bergama Müzesi ve Ortaçağ
koleksiyonunu içeren Bode Müzesi'nden oluşuyor.
Burada yapılan ikinci müze olan Neues Müzesi ünlü
neoklasist Karl Friedrich Schinkel'in öğrencisi
Friedrich August Stüler tarafından 1841-1859
tarihleri arasında yapılmıştı.
Radikal, 27.04.2009
|
İSTANBUL'UN BÜYÜK SINAVI

İstanbul’un
tarihi alanlarının Dünya Kültür Mirası
listesinde kalıp kalmayacağını belirleyecek raporu
hazırlayacak olan Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim
ve Kültür Örgütü’nün (UNESCO)
üç kişilik heyeti dün akşam İstanbul’a geldi.
Geçen yıl gerçekleştirilen
UNESCO denetiminin ardından 1 yıllık süreçteki
ilerlemelere bakacak olan heyetin raporuna göre
İstanbul hakkında karar verilecek.
UNESCO heyeti, Süleymaniye ve Zeyrek’teki yenileme
projeleriyle ilgili incelemeler yapacak,
Ayvansaray’da bulunan Tekfur Sarayı ve Anemas
Zindanları’nı da gezecek. Ekibin gündemindeki bir
diğer proje de kazıların sürdüğü Marmaray... Ekip,
ayrıca geçen yıl İstanbul’un siluetini olumsuz
etkileyeceği gerekçesiyle karşı çıktıkları Haliç
Metro Köprüsü’nü de tekrar ele alacak.
Projesini Kadir Topbaş’ın çizdiği köprüyle ilgili
ekibe yeni bir proje sunulması beklenmiyor. Ekibe,
İstanbul Büyükşehir Belediyesi yetkilileri ve Koruma
Uygulama Denetim Bürosu (KUDEB)
yetkilileri bilgi verecek.
UNESCO ekibi, geçen yıl büyük önem verdikleri
Sulukule, Four Seasons, Bizans Surları ve Balat’ı bu
yıl inceleme gündemine koymadı. Ancak yetkililer,
ekibin, gündem dışı konularda da incelemeler
yapabileceğini belirterek, bu noktalarla ilgili
olarak da hazırlık yapıldığını kaydetti.
Milliyet, Haber: Gürkan Akgüneş, 27.04.2009
******
'FOUR SEASONS' SÜRPRİZİ

UNESCO heyeti İstanbul’un ‘Dünya
Kültür Mirası Listesi’nde kalıp kalmayacağını
belirleyecek rapor için incelemelere başladı.
İstanbul’un “Dünya Kültür Mirası Listesi”nde
kalıp kalmayacağını belirleyecek raporu hazırlamak
üzere kentte incelemelere başlayan Birleşmiş
Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü’nün
(UNESCO) üç kişilik heyeti, dün Aya İrini, Four
Seasons ek otel inşaatı ve Yenikapı Marmaray kazı
alanında incelemelerde bulundu. Heyettekiler,
yetkililere sık sık soru sorarak cevapları not etti.
UNESCO Tarihi Yerler ve Anıtlar Uluslararası Konseyi
(ICOMOS) uzmanı David Mitchelmore, ICOMOS Kentsel
Planlama Uzmanı Prof. Astrid Debold-Kritter ve
UNESCO Avrupa ve Kuzey Amerika Programı Uzman
Asistanı A. Junaid Sorohs-Wali’den oluşan heyet, dün
10.00 sıralarında Topkapı Sarayı dış avlusundaki Aya
İrini Müzesi’ne geldi. UNESCO heyetine, İstanbul
Vali Yardımcısı Feyzullah Özcan, İstanbul Rölöve ve
Anıtlar Müdürü Hüseyin Kaya, İl Özel İdaresi Proje
Koordinasyon Birimi Direktör Yardımcısı Yalçın Kaya
eşlik etti.
İstanbul Sismik Riskin Azaltılması ve Acil Durum
Hazırlık (İSMEP) Projesi kapsamında restorasyon ve
güçlendirme hazırlıkları yapılan Aya İrini’yle
ilgili teknik bilgi alan heyet, çalışmalar
yapılırken hangi tecrübelerden faydalanıldığını ve
binanın orijinalinde değişiklikler olup olmayacağını
sorguladı. Heyet, 4 gün boyunca yapacağı
incelemelerin ardından raporunu hazırlayacak ve
UNESCO Dünya Kültür Mirası Komitesi’nin temmuz da
Sevilla’da yapacağı toplantıya sunacak. Komite,
rapora yıllardır uyardığı İstanbul ile ilgili
kararını verecek.
Heyete, İSMEP Projesi kapsamında, depremden
etkilenmesi olası tarihi yapılarla ilgili
çalışmaları anlatan inşaat yüksek mühendisi Mehmet
Emin Akdoğan, gazetecilere şu açıklamayı yaptı:
“Aya İrini’yle birlikte Arkeoloji Müzesi ve Mecidiye
Köşkü’yle ilgili çalışmalar sürdürüyoruz. Bu
binalarımız olası bir depremin yaratacağı etkiye
dayanabilecek güçte değil. Binaların bazı noktalarda
zayıf olmaları nedeniyle ele alınmaları gerekiyordu.
Bunu gerçekleştirdik. Heyet, İSMEP Projesi için
genelde memnuniyetlerini dile getiriyor. Ancak
çalışmaların uluslararası standartlarda
sürdürülmesini özellikle talep ediyorlar.”
Aya İrini’den ayrılan heyet daha sonra Four Seasons
Oteli ek binasının inşaatının yürütüldüğü tarihi
Bizans Sarayı kalıntılarının bulunduğu arkeolojik
alana geçti. Buradaki çalışmalarını basına kapalı
yürüten heyet, proje ve inşaat yetkilileriyle
birlikte alanı gezdikten sonra brifing aldı. Heyet
üyesi Prof. Astrid Debold-Kritter, ilgililere sık
sık sorular yönelterek, notlar tuttu. Geçtiğimiz yıl
da arkeolojik alanda incelemelerde bulunan heyetin,
Türkiye’ye bildirdiği ilk gündemde Four Seasons
gezisi yer almıyordu. Heyet, 4 gün boyunca yapacağı
incelemelerin ardından raporunu hazırlayacak ve
UNESCO Dünya Kültür Mirası Komitesi’nin temmuz
ayında İspanya’nın Sevilla kentinde yapacağı
toplantıya sunacak. Bu rapora göre komite yıllardır
uyardığı İstanbul ile ilgili kararını verecek.
Milliyet, Haber: Gürkan Akgüneş, 30.04.2009
|
TARİHİ KARALIYORLAR
Bartın'ın tarihi ve
turistik ilçesi olan Amasra'da, tarihi Hisarpeçe
mevkiinde Belediye tarafından yapılan
iyileştirmeler, kişi yada kişiler tarafından zarar
görüyor. Vatandaşlar, tarihi kalede yapılanlara
zarar verenlere tepki gösteriyor.
Amasra'daki tarihi
mekanlar, Kültür Bakanlığı ve yerel yönetimler
tarafından iyileştirme çalışmaları sonrasında güzel
bir görünüme kavuşturuldu. Amasra'nın tarihi
Hisarpeçe mevkiinde yapılan iyileştirmelerin
üzerinden kısa bir süre geçmesine rağmen kişi yada
kişiler, mozaiklerin üstünü boyayıp, kalp ve yazı
yazıp, lambalarını kırdı. Akşam Hisarpeçe'nin güzel
görünmesini sağlayan sokak lambalarının kırılması,
duvar yazıları yazılması, kaldırım taşlarının
yerinden sökülmesi, Amasra'da yaşayan vatandaşların
tepkisine sebep oldu.
Binlerce TL paranın
harcanarak güzel hale getirilen tarihi Hisarpeçe'de,
mozaiklerin üstü boyandı, ışıklandırma çalışmıyor.
Vatandaşlar, "Devlet buraları düzgün hale getiriyor.
İlçemize gelen misafirler buraları sürekli geziyor.
Misafirler buralara yapılan kötülükleri görünce de
ister istemez tepki veriyorlar. Buraları bizler
korumazsak, kimse sahip çıkmaz. Buralara tadilatlar
kolaylıkla yapılmıyor. Tarihi değerlerimize sahip
çıkmalıyız" dedi.
Bartın Kent Haber,
27.04.2009
|
|
İŞTE 1200 YILLIK BİZANS SARAYI'NIN HALİ

Bizans Büyük Sarayı kalıntıları, Four Seasons
Oteli’nin ek binaları altında kalırken, bir başka
Bizans sarayı ise kaderine terk edildi.
Mermer pencereleri ve muhteşem kapısıyla Sarayburnu
sahil yolu üzerinde hala dikkatleri çekmeyi başaran
yaklaşık 1200 yıllık
Bukoleon Sarayı’nın durumu 2010’da “Kültür
Başkenti” olmaya hazırlanan İstanbul’a yakışmıyor.
Bir bölümünü gecekonducuların istila ettiği saray
kalıntılarının diğer bölümlerini ise tinerciler ve
evsizler kullanıyor.
Fatih İlçesi'nde Sultanahmet Camii’nin güneyinde,
hipodromdan Marmara Denizi’ne kadar uzanan 100 bin
metrekarelik alanı Bizans’ın Büyük Sarayı kaplıyor.
Burada birbirlerinden ayrı olarak Bukoleon,
Mangan ve Dafne gibi küçük saraylar var.
İmparator II. Iustinianus’un MS 842 yılında saray
topluluğuna eklediği en önemli yapılardan birisi de Çatladıkapı’daki Hormistas veya Bukoleon Sarayı diye
isimlendirilen bölümler.
Pek az kalıntının günümüze ulaşabildiği bu bölümde
İmparator’un tahta çıkmadan önce yaşadığı mekanlar
olduğu sanılıyor. Sarayın bu bölümleri 20. yüzyılın
başında Sirkeci demiryolunun yapımı sırasında
yıkıldı ve büyük bir kısmı da çevredeki yeni
yapılanmaların altında kaldı. Günümüzde sahil yolu
üzerinde mermer söveli pencereleri ile bu sarayın
mahzeni ve görkemli kapısı görülebiliyor.
Tarihi saraydan geriye kalan bölümlerde tinerciler
ve evsiz alkolikler yaşıyor. Bu kişiler kendilerine
mekan ettikleri saraya yabancıların girmesine de
izin vermiyor. Gündüzleri sarayı gezmek isteyen
yerli ve yabancı
turistler binayı ancak dışarıdan görebiliyor;
içeride bağlı bulunan köpekler kimseyi
yaklaştırmıyor.
Sarayın diğer bir bölümü ise gecekondu istilasına
uğramış. Gecekondular saray duvarlarına yapılmış.
Surkondu olarak da nitelendirilebilecek gecekondular
için belediye de, Koruma Kurulu da sessiz kalıyor.
2010 Avrupa Kültür Başkentliği'ne hazırlanan şehirde
tarihi yarımada içinde pek çok eser restore
edilirken Bukoleon Sarayı ile ilgili bir çalışma
yapılmıyor.
Milliyet, Haber: Ömer Erbil, 27.04.2009
|
TARİHİ ESER KAÇAKÇILIĞI
İzmir'in Selçuk İlçesi'nde
düzenlenen operasyonda, "Gladyatör" figürlü mezar steli parçası ele geçirildi.
Alınan bilgiye göre, bir ihbarı değerlendiren
jandarma ekipleri, İsabey Mahallesi'nde T.C.'nin (35)
oturduğu evde arama yaptılar. Aramada, evin bodrum
katında yer alan bir adet "Gladyatör" figürlü mezar
steli parçası bulundu. T.C.'nin serbest bırakıldığı,
mezar steli parçasının da Efes Müzesi Müdürlüğü'ne
teslim edildiği bildirildi.
Haber Ekspres, 26.04.2009
|
İSRAİL MESCİD-İ AKSA'YI HER AN YOK EDEBİLİR

İHH öncülüğünde
İstanbul Barış Platformu'nun düzenlediği “İsrail
Kazdıkça Kanayan Yara: Mescid-i Aksa Sempozyumu”,
Zeytinburnu Belediyesi Sanat ve Kültür Merkezi'nde
başladı.
Dünya kamuoyunun
dikkatini Mescid-i Aksa'ya çevirmek" ve "acil önlem"
alınması gerektiğini vurgulamak için yapılan
sempozyuma, Uluslararası Kudüs Müessesesi Genel
Sekreteri Dr. Muhammed Ekrem el-Adluni, Aksa
Vakıflar ve Tarihi Eserler Müessesesi Başkanı Zeki
Muhammed Tevfik Ağbariye, Mizan İnsan Hakları
Merkezi'nden Dr. Kemal eş-Şerafi, Kudüs Kalkınma
Kurumu'ndan Fadıl Vişahi ve Nahda Hareketi Genel
Başkanı Raşid Gannuşi katıldı. Konuşmacılar
tebliğlerinde, İsrail'in Kudüs'ü adım adım ele
geçirme planlarını belgelerle ortaya koydu. Bölgeden
gelen gözlemciler, İsrail'in Mescid-i Aksa ile
birlikte Osmanlı ve İslam eserlerini de ortadan
kaldırmaya çalıştığını bildirdi.
Sempozyumun açılış
konuşmasını yapan İHH İnsani Yardım Vakfı Genel
Başkanı Bülent Yıldırım, Mescid-i Aksa'nın İsrail'in
kazı çalışmalarıyla her an yıkılma tehlikesiyle
karşı karşıya olduğunu söyledi. Yıldırım,
"Arkeolojik amaçlı olduğu iddia edilen kazılarla, bu
kutsal mekanın süreç içinde yıkılması
planlanmaktadır. Utanç Duvarı'yla abluka altına
alınan Kudüs ve Mescid-i Aksa, İslam kimliğinden
arındırılmaya çalışılıyor” dedi.
Merkezi Lübnan'ın
başkenti Beyrut'ta bulunan Uluslararası Kudüs
Müessesesi'nin Genel Sekreteri Dr. Muhammed Ekrem
el-Adluni de, Kudüs'te İsrail'in uyguladığı tehcir
uygulamalarına dikkat çekti. Adluni, “İşgal
otoriteleri mahallelerdeki pek çok evi tahliye için
tebligat gönderiyor. Ardından evler yıkılacak ve
buralar Kral Davut Parkı'na çevrilecek. Böylece
hayallerindeki kutlu (!) Yahudi kentine
dönüştürülecek” şeklinde konuştu.
Zeytinburnu
Belediyesi Kültür ve Sanat Merkezi, dün başlayan
sempozyumun konuklarını ağırladı. Katılımın yoğun
olduğu sempozyumu ise, İHH İnsani Yardım Vakfı,
Araştırma ve Kültür Vakfı, İslam Dünyası Sivil
Toplum Kuruluşları Birliği (İDSB), MAZLUM-DER
İstanbul Şubesi, Medeniyet İlim Kültür Eğitim ve
Dayanışma Derneği, Mirasımız Derneği ve İnsan ve
Medeniyet Hareketi'nden oluşan İstanbul Barış
Platformu düzenledi.
Aksa Vakıflar ve
Tarihi Eserler Müessesesi Başkanı Zeki Muhammed
Tevfik Ağbariye, sadece Mescid-i Aksa'nın değil,
Kudüs'teki tüm yapıların büyük tehlike altında
olduğunu söyledi. Ağbariye şunları ifade etti:
“1967'deki İsrail işgalinden bu yana Kuds-ü Şerif;
halkı, binaları, camileri, yolları, mezarlarıyla yok
edilip Yahudileştirilmeye maruz kaldı. Kudüs'te tek
bir gerçek var, o da bu muazzam eserlerdeki derin
İslam tarihi izlerinin tahrif ve imha edilmeye
çalışıldığı. 1976'da işgalci İsrail hükümeti,
Mücahidin Mezarlığı'na buldozerle saldırdı, kazdı,
şehitlerin naaşlarını çıkarttı. En-Nebi Davud
Camisi, Yahudi dini törenleri düzenlenmesi için
sinagoga çevrildi, birçok cami kapatıldı. Ezan
okunması ve namaz kılınması yasaklandı."
Yeni Şafak, 26.04.2009
|
200 YILLIK TARİHİ EV 'KÜLTÜR EVİ' OLACAK
Tarihi
Muğla evi, 'kültür evi' olarak restore edilmesi
amacıyla Muğla Üniversitesi'ne devredildi.
Balıbey Mahallesi Sekibaşı Sokak'taki Prof.Dr. Güner
Gürsel, Serpil Erbaş ve Sevinç Günizi'ye ait tarihi
Muğla evi, 'kültür evi' olarak restore edilmek üzere
Muğla Üniversitesi'ne verildi. Devir töreninde
konuşan Güner Gürsel, geleneksel Muğla mimarisini
yaşatmak istediklerini, bu nedenle tarihi evi Muğla
Üniversitesi'ne verdiklerini söyledi. Gürsel, kısa
zamanda tarihi evin eski kimliğe kavuşmasını umut
ettiğini belirterek, "Bu bina eski kimliğine
kavuştuktan sonra, hocalarımızın, asistanlarımızın
ve öğrencilerimizin burada çalışmalarını görmek,
bizim heyecanımızı ve mutluluğumuzu daha da
artıracak" diye konuştu.
Muğla Üniversitesi Rektörü Prof.Dr. Şener Oktik ise
üniversitenin, kurulduğu günden bu yana kent
merkezdeki tarihi evlerden kimilerini restore
ettirdiğini ve üniversitenin türlü faaliyetlerini bu
evlerde yürüttüğünü söyledi. Oktik, bağış
sahiplerine teşekkür ederek, "Üniversitemiz, bu evin
orijinal haline dönüştürülmesi için herkesin
desteğini bekliyor. Bu tür miraslar ne üniversiteye,
ne de bir kişiye aittir, bu yapılar sadece
tarihindir" dedi.
Restore edilecek evin yaklaşık 200 yıllık bir
geçmişe sahip olduğunu anlatan Oktik, şöyle konuştu:
"Bu evi yapan bir Rum ustadır. Muğla'nın ilk kiremit
çatılı evi olma özelliğini taşıyan ev, aynı zamanda
2 cumbalı ilk evdir. Üniversitemize bu binayı
bağışlayan aile fertleri, bu evde doğmuşlar. Evin
güzelliği hala yerinde. Önemli olan eski günlerdeki
çekiciliğine ve sağlığına bu evi kavuşturmak. İlk
etapta Muğla Üniversitesi'nin yapmak istediği,
burayı ayağa kaldırmaktır. Daha sonra buranın içinde
üniversite çalışanlarının ve öğrencilerinin Muğla
halkıyla daha kolay kaynaşacağı bir kültür alanı
oluşturacağız."
Oktik, daha sonra, tarihi evi üniversiteye
bağışlayan aile bireylerine plaket verdi.
Haber Ekspres, 26.04.2009
|
RUM KALE'DE KAZI ÇALIŞMASI YAPILACAK

Tarihi mekanda bir yıl önce
batı ve doğu bölgelerinde başlatılan giriş ve çıkış
yol düzenlemesi ve restorasyon çalışmalarının ilk
etabı tamamlandı.
Yol düzenleme çalışmalarıyla rahat bir şekilde
ulaşma imkanı sağlanan tarihi mekana, 30
kilometrelik bir mesafede bulunan Zeugma Antik
Kenti'nden de vapur turu ile ulaşılabiliyor.
Baharın gelmesiyle yerli ve yabancı turistlerin
ilgisinin arttığı tarihi mekanda, kazı
çalışmalarının başlaması ile birlikte bu ilginin
daha da artması bekleniyor.
Gaziantep Kültür ve Turizm İl Müdürü Salih Efiloğlu,
kültür turizmi açısından, Zeugma'dan sonra önemli
bir merkez konumunda bulunan Rum Kale'de bu yıl
mayıs ayında 60 kişilik bir ekip tarafından kazı
çalışması başlatılacağını söyledi.
Kazı çalışmasının Gaziantep İl Kültür Müdürlüğü'nün
başkanlığında yapılacağını ifade eden Efiloğlu, şu
bilgileri verdi:
''Kazı çalışmalarımıza Gaziantep Valiliği İl Özel
İdaresi destek oluyor. Kazı ekibinde, Müdürlüğümüz
elemanlarının yanı sıra Gaziantep Müze Müdürlüğü,
Gaziantep Üniversitesi ve Kültür ve Turizm
Bakanlığı'ndan görevliler yer alıyor. Kazı ve
temizlik çalışmaları için hazırlıklarımız son
aşamaya geldi. Amacımız, bu çalışmaları mayıs ayında
başlatıp, yıl sonuna kadar devam ettirmek.''
Kazı çalışmalarının öncelikle kale duvarlarından
başlatılacağını ifade eden Efiloğlu, şöyle konuştu:
''Kazılarda öncelikle, kale duvarlarının toprak
dolguları boşaltılarak temizlenecek. Özellikle,
kalenin, Fırat Nehri'ni gören yamaçlarındaki
duvarlar ve odalar, temizlik sonrasında restore
edilerek, ziyaretçilerin hizmetine açılacak. Daha
önceden çevre düzenleme ve yol çalışması tamamlanan
Rum Kale'de bu yıldan itibaren, yerli ve yabancı
turistlerin daha rahat bir şekilde gezmelerine imkan
sağlanacak.''
Rum Kale'deki kazıların en az 10 yıl süreceğini
ifade eden Efiloğlu, şöyle devam etti:
''Nehir yolu ile rahat bir şekilde ulaşım
sağlanabilen Rum Kale, yerli ve yabancı turistlerin
ilgisini daha fazla çekmeye başladı. Zeugma Antik
Kenti'ne gelen turistler, buradan güzel bir vapur
yolculuğu ile 30 kilometre uzaklıkta bulunan Rum
Kale'yi rahat bir şekilde görebilme imkanına sahip
oluyor. Zeugma Antik Kenti ile Rum Kale arasındaki
bölge, çok büyük tarihi ve doğal güzellikleri
bünyesinde barındırıyor.
Bizim amacımız, uzun süreli olacağını tahmin
ettiğimiz kazı ve restorasyon çalışmaları ile tarihi
Rum Kale'yi kültür turizmine kazandırabilmek. Halen,
günübirlik turistik gezilerin yapılabildiği bu
mekanı, konaklama tesisleri de yaparak, turistlerin
yatılı olarak ziyaret edebilecekleri bir mekan
haline getirebilmek.''
Sabah, 26.04.2009
|
ST. PIERRE KİLİSESİ YOK
OLMA TEHDİDİ ALTINDA

Mustafa Kemal Üniversitesi
(MKÜ) Senatosu 2 semavi dinin üyeleri için tarihi ve
kültürel önem taşıyan arkeolojik ve doğal
zenginlikleriyle dolu olan Habib-i Neccar Dağı'nın
korunmasının ve çevre düzenlemesinin yapılma-sının
bölge turizmine büyük katkı sağlayacağını ifade
etti.
MKÜ Senatosu yaptığı yazılı açıklamada Müslümanlar
ve Hıristiyanlar için önemli bir manevi kimlik olan
Habib-i Neccar' dan adını alan bu dağın, her iki din
için kutsiyet taşıdığını ve günümüzde de bu önemini
koruduğunu belirttiler. Habib-i Neccar Hatay için
önemli Habib-i Neccar Dağı'nın aynı zamanda sahip
olduğu bitki örtüsü ve barındırdığı hayvansal
çeşitlilik ile insanlık için geçmişte ve günümüzde
doğal bir zenginlik alanı olduğunu belirten Senato,
“Bu çerçevede, doğal yapısı, tarihsel ve kültürel
kimlikleriyle şehirlerin markalaşmaya çalıştığı bir
dönemde; Habib-i Neccar Dağı, St. Pierre Kilisesi,
Habib-i Neccar ziyareti, Antiokheia şehir surları ve
kalesi, Demirkapı anıtı, Toprakaltındaki kentsel
yapı kalıntıları, Charonion olarak adlandırılan
anıtsal heykeli, Antik su kanalları ve su kaynakları
ve Bitkisel ve hayvansal canlı varlığının, çevresi
ile bir bütün olarak korunması, doğal yapının ve
morfolojinin bozulmaması, geri dönüşü olmayan
yıkımların ve yok edimlerin önlenmesi, gelecek
kuşaklara aktarılması, toplumumuz ve Hatay için
büyük önem taşımaktadır” dedi. Bölge turizmine büyük
katkı sağlayacak Bu değerlerin ön plana çıkarılması
Hatay' da turizmi doğrudan etkileyeceğini belirten
Senato, “Turizm halkımızın iş ve geçimi için çok
önemli bir gelir kaynağıdır. Turizm ve yukarıda
sıralanan değerlerin korunması, bu faaliyetten
geçimini sağlayan esnaf ve sanatkarlarımızın yanı
sıra, Hatay ilinde son zamanlarda sayısı artan üst
düzey Turistik otellerin yaşaması ve doluluk
oranının arttırılması için önemlidir” dedi. Senato
uyardı Son zamanlarda St. Pierre Kilisesi'nin
bulunduğu alanda, dağdan kayaların düşmesinin can
kaybına yol açtığını ve yapının, 2007 yılında bir
süre ziyarete kapatıldığını hatırlatan Senato, “Bu
olay St. Pierre Kilisesi'nin çevresi ile birlikte
yıkım ve yok olma tehdidi altında olduğunu
göstermektedir. Bu yıkımın nedenlerinin ayrıntılı
olarak araştırılması, saptanması ve nedenlerinin
ortadan kaldırılmasına yönelik önlemlerin ivedi
olarak alınması gerekmektedir. Semavi dinler için
kutsal, insanlık tarihi için bir kültür varlığı
olarak değer taşıyan Habib-i Neccar Dağı'nın
bütünüyle, içerdiği tarihi, kültürel, arkeolojik ve
doğal değerler açısından Arkeolojik ve Doğal Sit
kapsamı altına alınması gerekmektedir” dedi.
Hatay Gazetesi,
25.04.2009
|
TARİHİ PARALAR ELE
GEÇİRİLDİ
Ağrı'nın Tutak İlçesi'nde
jandarma ekipleri tarafından yapılan yol
kontrollerinde 85 adet tarihi para ele geçirildi.
Edinilen bilgiye göre, Doğangün Jandarma Karakol
Komutanlığı tarafından yapılan kontrollerde bir
ticari taksi içerisinde yolculuk yapan Y.S. adlı
şahsın üst aramasında 85 adet gümüş renkli üzerinde
resim işlemeleri olan tarihi para ele geçirildi.
Olayla ilgili şahsın gözaltına alındığı, inceleme ve
soruşturmanın sürdürüldüğü bildirildi.
Ağrı Kent Haber,
25.04.2009
|
"URARTULAR, EN ÖZGÜN
UYGARLIKTIR"
Atatürk Üniversitesi
Edebiyat Fakültesi Dekanı Prof.Dr. Yılmaz Özbek,
“İnsanlığı tehdit eden en büyük sorunlardan biri,
bilim, teknoloji ve kültürler arası
çatışmadır.”dedi.
Atatürk Üniversitesi Kültür Merkezi Mavi Salon’da
düzenlenen konferansta konuşan Prof.Dr. Yılmaz
Özbek, geçmişten günümüze kadar kültürlerin var
olma, yok olma mücadelesi verdiklerini belirtti.
Kültürlerin, gelişen teknolojiyle yok olmasının
olumsuz olduğunu ifade eden Prof.Dr. Özbek, doğayla
toplumun uyumunu sağlayan kültürel değerlerin hızla
yok olduğunu söyledi.
Konferansta Urartu medeniyetini anlatan İstanbul
Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Eski Çağ Ana Bilim
Dalı Öğretim Üyesi Prof.Dr. Oktay Belli, Anadolu
coğrafyasının insanlığa verilmiş en büyük lütuf
olduğunu söyledi. Belli, konuşmasında şunları
kaydetti:
“5 bin 500 yıldır biz bu topraklarda yaşıyoruz.
Mustafa Kemal Atatürk döneminde bilim adamları yurt
dışına gönderilir, oranın bilimi, teknolojisi
alınırdı. Şimdilerde kültürümüz yok olma mücadelesi
vermekte. Biz Anadolu çağ uygarlığının bir
parçasıyız ve biz bununla büyüdük.Bizim
topraklarımız Anadolu’nun kutsal topraklarının bir
parçasıdır.”
Uygarlıkların yanlış anlatıldığını da vurgulayan
Belli, konferansta şunları söyledi:
“Uygarlıklar bize yanlış anlatılmış. 40 yıldır
medeniyetler üzerine çalışma yapıyorum. Her kazıda
yeni bir gerçeği öğreniyoruz. Bazı kazı
çalışmalarında Urartular’a ait kalıntılar bulduk.
Urartular hiçbir kültürün etkisi altında kalmamış
özgün bir medeniyettir. Urartular, madencilik
alanında çok gelişmiştir. Diğer medeniyetler
kapılarını ağaçtan yaparken, Urartular kapılarını
tunçtan yapmıştır.”
Urartu medeniyetinin her alanda çok gelişmiş bir
uygarlık olduğunu vurgulayan Belli, “Urartular çivi
yazısını bularak çok önemli bir buluşu
gerçekleştirdiler. Urartuların, kültürü tarihi
yazılıdır, her şeyleri belgelere dayalıdır.
Urartular aynı zamanda tuvaleti bulmaları çok
önemlidir. Tuvalet kültürü ilk Urartular’da
başladı.”diye konuştu.
Urartular’ın tarım alanında da önemli çalışmalar
yaptıklarını açıklayan Belli, “Bu medeniyet, tarıma
çök önem vermiş, modern sulama sistemleri yapmıştır.
Tam 120 tane baraj yapmıştır, hiç bir ülkede böyle
bir gelişmişlik yoktur. Biz bu uygarlığın sahibiyiz
ve bu uygarlığı geleceğe aktaracak olan yine
bizleriz.”dedi.
Erzurum Kent Haber,
25.04.2009
|
SAĞLIK MÜZESİ 12 YAŞINDA

Trakya Üniversitesince (TÜ)
müze haline getirilen, dünyanın en prestijli
müzecilik ödüllerinden Avrupa Konseyi 2004 Yılı
Avrupa Müze Ödülü’nü kazanan Sultan II. Bayezid
Külliyesi Sağlık Müzesi, kuruluşunun 12. yıl
dönümünü kutluyor.
Sultan II. Bayezid Külliyesi Sağlık Müzesi Müdürü
Enver Şengül, yaptığı açıklamada, Yeniimaret
semtindeki Sultan II. Bayezid Külliyesi
Darüşşifası’nın bünyesindeki sağlık müzesinin TÜ’nün
kültürel miras ve korumacılık alanında
gerçekleştirdiği en büyük projelerden olduğunu
söyledi.
Bu projeyle, Osmanlı İmparatorluğu’nun ikinci
başkenti olan Edirne’nin önemli bir eserinin yıkılıp
gitmesinin önlendiğini ve kente turizm alanında
önemli bir marka kazandırıldığını ifade eden Şengül,
“TÜ’nün bu önemli yapılara sahip çıkmasının altında,
Edirne’nin yükseköğretim ve tıp tarihine sahip
çıkması yatmaktadır. Çünkü 1488 yılında hizmete
giren bu külliyenin medresesi döneminin temel tıp
bilimlerinin öğretildiği bir üniversite
konumundaydı. Hastanesi ise bu öğrencilerin uygulama
yaptıkları yerdi” dedi.
Edirne’nin Ruslar tarafından işgal edildiği
Osmanlı-Rus Savaşı sonrasında başlayan ve Balkan
Savaşları’yla devam eden süreçte birçok yapı gibi
külliyenin de sahipsiz kaldığını belirten Şengül,
şunları kaydetti:
“Cumhuriyet sonrası yaşanan ekonomik sıkıntılar ve
kültürel mirasa gereken önemin verilmemesi nedeniyle
yıkılıp yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalan
tarihimizin bu önemli yapıları, 1984 yılında Trakya
Üniversitesine devredildi. Restorasyonun ardından bu
eserlerimiz eğitim alanları olarak kullanılmaya
başlandı. 1997 yılında müzeye dönüştürülen
külliyenin darüşşifa bölümü, dünyanın en prestijli
müzecilik ödüllerinden Avrupa Konseyi 2004 Yılı
Avrupa Müze Ödülü’nü alarak önemli bir tanıtım
fırsatı yakaladı.
Müzemizde 500 yıl öncesinin bir Osmanlı bimarhanesi
canlandırıldı. Tedavide, dönemin hekimlik
bilgilerinin yanı sıra müziğin, su sesinin, güzel
kokuların ve meşguliyetin kullanıldığı bu mekanlar
geçmişi zengin bir görsel anlatımla günümüze
taşınıyor.
Müzede birinci avluya girince musikinin güçlü
nağmeleri kişiyi sarıyor. Müzenin ana mekanı olan
Psikiyatri Tarihi Bölümü’nde ise kendinizi yüzyıllar
öncesinin müzik terapi ortamında buluyorsunuz.
Ortadaki havuzun şadırvanından akan suyun sesi,
neyin mistik sesiyle birleşerek kişiyi zaman
yolculuğuna çıkarıyor.”
Şengül, henüz çok genç olmasına rağmen, önemli
başarılara imza atan, Edirne’nin kültür hayatının
önemli merkezlerinden biri haline gelen sağlık
müzesinin külliyenin diğer bölümlerini de içine
alarak farklı bir müzecilik anlayışıyla tarihi
değerleri dünyaya tanıtmaya devam edeceğini
kaydetti.
Enver Şengül, Sağlık Müzesi’nin dünyanın en
prestijli müzecilik ödüllerinden Avrupa Konseyi 2004
Yılı Avrupa Müze Ödülü’nü kazanmasının yanı sıra
2005 yılında Hırvatistan’ın Dubrovnik kentinde
yapılan Dünya Ödüllü Müzeler Buluşması’nda en iyi
ikinci sunum, 2005 Yılında Güneydoğu Avrupa
Gazeteciler Derneği Yılın Başarı Ödülü, geçen yıl
Almanya’nın Köln kentinde En İyi Sunum Ödülü’nü
alarak Türkiye’nin ve kültürün tanıtımına büyük
katkı sağladığını bildirdi.
Şengül, müzenin Avrupa Kültür Mirası Birliği’nce
“Mükemmellik Kulübü”ne de kabul edildiğini kaydetti.
Müzeyi hizmete girdiği 2007 yılında 132 bin 825
yerli ve yabancı turistin ziyaret ettiğini, müzeyi
ziyaret edenler arasında Bulgaristan ve Yunanistan
vatandaşlarının ilk sırada yer aldığını kaydeden
Şengül, “Müzemizi geçen yıl da 4 bin 20’si yabancı
126 bin 129 kişi ziyaret etti. Müzemizin diğer
bölümlerini de açtığımızda Balkanların ortak kültür
mirası olacak” diye konuştu.
1488 yılında 8. Osmanlı Padişahı Sultan II. Bayezid
tarafından dönemin sosyal devlet ve sağlık
anlayışının bir yansıması olarak yapılan külliyenin
Darüşşifa bölümünün tıp tarihinde önemli yeri
bulunuyor.
Hastaların, dönemin tıbbi birikimi yanında müzik ve
su sesiyle tedavi edildiği bu mekanlar, 1900’lü
yıllarla birlikte kaderine terk edildi. 1984 yılında
Trakya Üniversitesince devralınan bu binalar önce
restore edildi, daha sonra üniversitenin bazı
bölümlerinin uygulama alanı olarak kullanıldı. Bu
bölümler daha sonra yeni yapılan binalarına
taşınınca burası 23 Nisan 1997 tarihinde müzeye
dönüştürüldü.
Ruh Hastalarını Rehabilitasyon Derneğinin
katkılarıyla 30 Haziran 2000 tarihinde şifahane
bölümü Psikiyatri Tarihi Bölümü olarak düzenlendi.
Tasarım sanat yönetmenliğini Türkan Kafadar’ın
yaptığı, dönemin bütün özelliklerini yansıtan kostüm
ve aksesuarla donatılan, cansız mankenlerin
kullanıldığı bu bölüm ilgi görüyor.
Müzenin Darüşşifa’dan sonra ikinci bölümü olan Tıp
Medresesi (Medreset-ül Etıbba) 23 Nisan 2008
tarihinde hizmete girdi. Uluslararası Rotary 2420.
Bölge Guvernörlüğünün iş birliğiyle düzenlenerek
hizmete açılan bu bölümde ziyaretçiler, tıpla ilgili
zaman yolculuğuna çıkarılıyor.
Edirne Internet
Gazetesi, 23.04.2009
|
TARİHİ MAĞARA
KARANLIKTAN KURTULUYOR

Amasya'da Harşena
Dağı'na MÖ 4. yüzyılda Mitridates Krallığı döneminde
inşa edilen şehir merkezinden 160 metre yüksekteki
Zindan Mağarası, Roma Dönemi'nde gömüldüğü
karalıktan kurtuluyor.
Amasya'nın ortasında bulunan Harşena Dağı'nın sarp
yamaçlarında şehir merkezinden 160 metre yüksekte
Mitridates Krallığı döneminde askeri amaçlı olarak
yapıldığı tahmin edilen ve Roma İmparatorluğu
döneminde tahrip edilerek içi doldurulan Zindan
Mağarası, gün ışığına çıkartılıyor. Amasya Valiliği
tarafından Zindan Mağarası'nın temizlenmesi
çalışmalarına başlanırken, çalışmalar sırasında özel
raylı sistem kuruldu.
Kent merkezinden 160 metre yüksekte ana kaya
oyularak yapılan mağaradaki temizlik ve sondaj
çalışmalarını yerinde incelemek için mağaranın
bulunduğu kayalığa tırmanan Vali Celalettin Lekesiz
ve gazeteciler, yaklaşık 1 saat süren zorlu tırmanış
sonrasında mağaranın girişine ulaştılar. Raylı
sistem olmasına rağmen kayalığa tırmanmayı tercih
eden Vali Lekesiz, tehlikeli yolculuğun ardından
yaptığı açıklamada, mağaranın en kısa sürede
temizlenerek gün ışığına kavuşturulacağını belirtti.
Sarp kayaların
yamacında yapılan ve giriş kapısından yaklaşık 130
metre derinliğe kadar temizlenen mağaradan dünyaca
ünlü Amasyalı coğrafyacı Strabon'un 'Coğrafya'
isimli eserinin 12. cildinde 'Benim şehrim' diye
ifade ettiği Amasya'yı ve Amasya Kalesi'ni çok iyi
tasvir ettiğini, Amasya Kalesi'nde kanalların
bulunduğunu, 2 kanaldan birisinin boğaza, diğerinin
ise Yeşilırmak'a indiğinden bahsettiğini açıklayan
Vali Lekesiz, "Strabon'un eserinde bahsettiği
kanallardan Yeşilırmak'a inen kanalın Kızlar
Sarayı'nda mevcut
olan Ceylan Yolu Tüneli olduğu, diğerinin ise halen
temizlik çalışmaları devam eden Zindan Tüneli olduğu
anlaşılmaktadır. Ünlü gezgin Evliya Çelebi de bu
mağaralardan bahsetmekte ve Strabon'u
doğrulamaktadır" dedi.
Zindan Tüneli'nin Mitridates Krallığı döneminde MÖ
4. yüzyılda inşa edildiğini, tünelin girişinin 5.30
metre çapında olduğunu ve ileriye doğru daraldığını,
Roma İmparatorluğu'nun Amasya'yı almasından sonra
Mitridates Krallığı'na ait eserleri tahrip ederek
yıktığını ve mağaranın da MÖ 69 yılında kaya ve
toprak doldurularak kapatıldığını ifade eden Vali
Lekesiz, "Zindan Mağarası yapıldığı dönemde büyük
ihtimalle güvenlik için yapılmış. Kalenin
kuşatılmasında askerler buradan inerek düşmanı
çevrelemiş.
Mağaranın sonunda ne olduğu bilinmiyor. Fakat bu
mağaranın sonuna geldiğimizde tarihe önemli bir ışık
tutmuş olacağız. 'Gidenin geri gelmediği' şeklinde
şehir efsanelerinin yazıldığı Cilanbolu Mağarası'nda
yaptığımız çalışmalar sonrasında o mağarayı gün
ışığına çıkarttık ve ziyarete açtık. Bu mağarayı da
temizledikten sonra insanların ziyaretine açacağız"
diye konuştu.
Yaklaşık 90 derecelik bir eğimle inşa edilen
mağaraya girilmesinin tehlikeli olduğunu belirten
Vali Lekesiz, temizlik çalışması yapan işçilerin de
zor şartlar altında çalıştığını, 130 metresi
temizlenen mağaranın tamamının temizlenmesinden
sonra alınacak güvenlik önlemleri ve yapılacak
ışıklandırma çalışması sonrasında ziyarete
açılacağını açıkladı.
Amasya Kent Haber,
23.04.2009
|
19 - 25 Nisan 2009
|
KATKI
SCHLIEMANN GELENEĞİ
Heinrich Schliemann Troya’yı kazmaya başladığı 1871 yılının ertesinde büyük bir define buldu. Aslında, çoğumuzun zannettiği gibi tek bir define değildi bu; arka arkaya 17 farklı yerde altın, gümüş, elektron takılar, süsler, kaplar bulmuştu Schliemann. Bunların tümünü önce Yunanistan’a, ardından Almanya’ya kaçırdı. Bugün bu eserlerin büyük kısmı Rusya’da, Puşkin ve Hermitaj müzelerinde. Ve yine, çoğumuzun zannettiği gibi, bulduğu eserlerin tümü bunlar değil, eserlerin büyük bir kısmı kayıp. Bazılarını sadece kendisinin çizdiği resimlerden biliyoruz, bulunduktan sonra bir daha gören olmamış. Eserlerin Rusya’da bulunduğunun anlaşılması üzerine 1991 yılında Türk Hükümeti konu ile ilgilenmiş, Rusya’ya bir nota vermiş, geçen yıllar boyunca birçok ortamda talebini tekrarlamışsa da şimdiye dek somut bir sonuç alınamamıştır.
Konumuz aslında Heinrich Schliemann’ın Troya’da bularak yurtdışına çıkardığı ve bugün dünyanın birçok müzesine dağılmış ya da kaybolmuş olan hazineler değil. Konumuz, Schliemann’ın bu tatsız geleneğinin kendisinden sonra da aynı antik şehirde devam etmesi. Aşağıda birçok örneğini görebileceğiniz gibi, bu şanssız şehrin birçok eseri yıllar boyu kaçak kazılarla yurtdışına satıldı, satılmaya da devam ediyor.
Yıllardır üşenmeden söylediğimiz gibi, yurtdışına kaçırılmış eserlerin geri getirilmesi için mücadele etmek zorundayız. Bu, bu eserlerin sahibi olarak bizim hem hakkımız, hem de sorumluluğumuz. Ama, öte yandan, bu mücadelelerin uluslararası mahkemelerde büyük masraflara mal olduğunu göz önüne alarak, kaçak kazılarla yurtdışına kaçırılmalarına engel olacak adımları atmanın, gideni geri getirmekten çok daha kolay ve ucuz olacağını da fark etmenin zamanı geldi de geçiyor. Unutmayalım ki, aşağıda gördüğünüz eserler bundan 130 yıl önce değil, sadece 30 – 40 yıl önce yurtdışına kaçırıldı.
1966 yılında Pennsylvania Üniversite Müzesi’nin bir aracıdan satın aldığı 32 parça eserin Troia Bölgesi’nden geldiği satıcı tarafından belirtilir. Tümü altın olan bu takıların birçoğu Schliemann tarafından Troya’da bulunan eserlerinin nerede ise aynısıdır. Bu eserlerden bazıları:

İki adet sarkıtlı altın küpe, işçiliği 1878 yılında Schliemann tarafından bulunan F Hazinesi’ndeki küpelerle aynıdır. UPenn

İki adet sarkıtlı altın küpe, işçiliği ve tarzı 1873 yılında Schliemann tarafından bulunan C Hazinesi’ndeki küpelerle aynıdır. UPenn

Altın iğne, 1872 yılında bulunan ve bugün Moskova’da olan altın iğnenin hemen hemen aynısı. UPenn

Pennsylvania Üniversite Müzesi’ne satılan toplam 360 adet boncuğun bir kısmı. Bu boncukların çoğunun işçiliği 1872 yılında bulunan definenin aynısıdır. UPenn
Diğer bir Troya eser grubu ise Metropolitan Müzesi’nde yer alan Norbert Schimmel Koleksiyonuna ait dört parça altın, gümüş ve elektron eserdir. Dördünün birarada ele geçtiği belirtilen eserler için “Kuzeybatı Anadolu Menşeli” ibaresi kullanılmakta, MÖ 2300 – 2000 tarihleri verilmekte ve “Heinrich Schliemann’ın Troya bulduklarının çok benzeri” denmektedir. Kaldı ki, 1985 yılında ölen koleksiyoner Norbert Schimmel’in binlerce parçalık eski eser koleksiyonunda bulunan eserlerin birçoğu sorunlu idi. Aralarında Anadolu’dan kanun dışı yollarla kaçırılmış olağanüstü güzellikte birçok parça da vardır.

Elektron kaplamalı gümüş kantaros, Troya IV’de çok benzer formda seramikler ele geçmiştir. Resim MET

Kapaklı elektron şişe, Troya dışında şimdiye dek benzeri görülmemiştir. Troya’da ise bakır ve bronz olarak bilinen en az dokuz örnek vardır. Resim MET

Omphalos dipli gümüş kase. Resim MET

Gümüş tankard. Resim MET
British Museum’da bulunan bu parçanın ise Troya’dan gelme olduğu müze tarafından açıklanmıştır.

Gümüş depas amphikypellon, Bitish Museum
Troya A Hazinesi’nde bulunan küpelerle büyük benzerlik gösteren bu küpe 1977 yılında Zürich’te satılmış ve Pforzheim Takı Müzesi tarafından satın alınmıştır.

Sarkıtlı altın küpe, Pforzheim Takı Müzesi
Bu küpe ise bir öncekinin aynısıdır ve Nisan 1998’de Londra’da Christie’s Müzayede Salonlarında satılmış, Hong Kong’lu bir işadamı tarafından satın alınmıştır.

Sarkıtlı altın küpe, Hong Kong
Ali Yamaç
|
|
TARİHİ EVLER TURİSTİK
OLUNCA KIYMETE BİNDİ
Türkiye'nin en hızlı
sanayileşen şehirlerinden birisi olan Denizli'de
tarihi eserlere sahip çıkılıyor. Tarihi evler kamu
kurumları ve sanayiciler tarafından restore edilerek
tekrar kullanıma açılıyor
Denizli Belediye Başkanı Nihat Zeybekci, eskiden
rant elde etmek için şehir merkezlerine apartmanlar
dikildiğini ancak günümüzde bunun tersine dönmeye
başladığını söyledi.
Bir zamanlar eski evler yıkılarak apartman
dikildiğini vurgulayan Zeybekci, günümüzde tarihi
evlerin turizmden kazandırdığı gelirden dolayı daha
çok korunmaya çalışıldığını, bunda sanayicilerin
sponsor olarak restore ettirmesinin çok önemli payı
olduğuna dikkat çekti.
1980'li yıllarda Denizli'de binlerce tarihi ev
olduğunu ancak daha sonra ranttan dolayı bu evlerin
yıkıldığını kaydeden Zeybekci, "Külahçıoğlu Un
Fabrikası'nı sanayicilerimizin sponsorluğunda
restore ederek Denizli'mize kazandırdık. Bu tarihi
kimliği olan binaları gönlümüz istiyor ki
vatandaşlarımız kendisi korusun. Kendileri
kullansınlar, yaşatsınlar istiyoruz ama
vatandaşlarımız tabii ki günümüz ekonomik koşulları
altında bu binaların ortadan kaldırarak buralara 5-6
katlı binaların yapılmasını daha çok tercih ettiler"
dedi.
Denizli'de ilk etapta 7 tarihi binayı
kamulaştırdıklarını ifade eden Zeybekci, "Bu evlerin
bulunduğu bölgenin dokusunu değiştirmeye
çalışıyoruz. Öncelikle belediye olarak bunları
korumak istiyoruz. Vatandaşlardan da 'Bu evler ne
güzel olmuş' diyerek kendi evlerini kullanarak
korumasını, Zenginlerimizin bu evleri satın alarak
günlük kullanımda ev olarak kullanmasını istiyoruz.
Bu evlerden 1980'li yıllarda binlerce vardı şimdi
azaldı. Gün gelecek bu tarihi evler 7-8 katlı
apartmanlardan daha değerli hale gelecek" diye
konuştu.
İzmir'deki Efes'ten sonra Anadolu'nun en büyük ve
önemli antik şehri Laodikya'nın, Türkiye'de ilk kez
Denizli Belediyesi'ne devredilmesine dikkat çeken
Zeybekci, tarihi yerlerin zaman zaman açılıp
gösterilen yerler olması gerektiğini savundu.
Zeybekci, "Laodikya antik kentinin sorumluluklarını
devraldık. Biz Laodikya Eskihisar, Sevindik, Sümer,
Kirişhane, Bayramyeri, Hükümet Meydanı, Gazi Bulvarı
ve Çınar'a turistlerin gelmesini istediğimiz yerler.
Buralarda tarihi evlerin bulunduğu yerleri restore
edip sanat bölgesi veya sanat mahallesi haline
dönüştüreceğiz" şeklinde konuştu.
Tarihi evleri, sanayicilerden sponsor bularak
restore ettiklerini kaydeden Zeybekci, şunları
söyledi: "Şimdi özümüze dönmenin güzellikleri
yaşmanın zamanıdır. Koruma altındaki yapıların
koruma-kullanma dengesinin çok iyi sağlanması lazım.
Koruyalım derken hiçbir şeyi ellettirmeden bunu
çürümeye yok olmaya terk etmekte tehlikeli. Bence
koruma amaçlı kanunlar kullanımda teşvike eden,
cazip eden bir hale getirilmeli. Sanayicimiz nasıl
okul yaptığında vergisinden düşebiliyorsa, koruma
amaçlı binaları satın alıp restore ettiğinde de
giderleri vergisinden düşebilmeli."
Haber Ekspres,
25.04.2009
|
ATEŞTE AÇAN ÇİÇEKLER
SADBERK HANIM'DA

Tabak, maşrapa, bordür,
kupa, vazo, mercan kırmızısı sırlı çiniler,
seramikler, kâseler... Derin bir üslubun ve ince
işçiliğin göz kamaştırdığı bu eserler adı sanı belli
olmayan nakkaşların elinden çıkarak senelerce
camilerde, türbelerde, medreselerde, saraylarda,
köşklerde ve hamamlarda gözü okşadı.
Daha çok İznik
atölyelerinde üretilen çiniler, 15. ve 17. yy.
arasında en aydınlık zamanlarını yaşadı. Sadberk
Hanım Müzesi, 330 parçalık 'Ateşin Oyunu' başlıklı
bir İznik çini sergisine ev sahipliği yapıyor.
Müzenin ve Ömer M. Koç'un koleksiyonunda yer alan
eserlerden oluşan sergi, erken Osmanlı dönemi İznik
çini ve seramik örnekleri ile başlayıp 17. yüzyılda
sona eriyor. İlk kez toplu halde sunulan bu
eserlerin büyük çoğunluğunu duvar çinileri, seramik
tabaklar ve kaplar oluşturuyor. Sergiyi gezerken
İznikli ustaların hayal dünyasının genişliği hemen
cezbediyor.
İznik kenti, 15. ve 17.
yüzyıllar arasında Osmanlı'nın mimari yapılarının
süslemesi için kullanılan çinilerin ve seramik
kapların üretildiği önemli bir merkezdi. Hamur
hazırlayanından sırça çekenine, nakış yapanından
fırına yerleştirenine kadar çeşitli kollarda çalışan
ustalardan elbirliğiyle ortaya çıkan bu incelikli
eserler, yüzyıllar boyunca büyük beğeniyle
karşılandı. Çini sanatının gelişiminde sarayın
sanata olan ilgisi ve Mimar Sinan'ın etkisi oldukça
önemli. Kanuni Sultan Süleyman'ın hüküm sürdüğü 16.
yüzyılın ikinci yarısı üslup ve teknik bakımından
çini sanatının en ihtişamlı dönemiydi. 1648'de
İznik'i ziyaret eden Evliya Çelebi ise kendi
yaşadığı yüzyılın başında birkaç yüz atölye olduğu
halde, yalnızca dokuz atölyenin kaldığını söyler.
Minber külahlarında, pencere ve kapı alınlıklarında,
fil ve payanda ayaklarında, şerefe altındaki
dolgularda mangan moru, zeytin yeşili, lavanta
mavisi, firuze, eflatun ve mercan kırmızısıyla
bezenmiş rengarenk İznik çinilerinin üretimi ise ne
yazık ki 17. yy. sonunda biter.
Osmanlı'nın sanat
akademisi Ehli Hiref'teki nakkaşların hazırladığı
desenler, çinilere işlenirken çiçek açmış meyve
ağaçları, hatayi, rumi motiflerin yanı sıra
şakayıklar ve krizantemler doğanın mest eden
coşkusunu kalıcı kılmış. Firuze zemin üzerinde beyaz
bulutlar, bahar açmış dallar ve bunların diplerinden
çıkan laleler ve daha nice İznik çinisini Sadberk
Hanım Müzesi'nde görmek için uzunca bir vaktiniz
var, son gün 11 Ekim.
Zaman, Haber: Musa İğrek,
25.04.2009
|
BU SERGİYİ GEZMEK
DİVRİĞİ ULU CAMİ'YE GİTMEK GİBİ

UNESCO’nun Dünya
Mimari Anıtları listesindeki tek Türk eseri, Divriği
Ulu Cami ve Şifahanesi. Selçuklular’dan kalan bu
görkemli yapıyı Mengücekoğulları’ndan Ahmet Şah ve
eşi Turan Melik, 1228’de Mimar Hürrem Şah’a
yaptırdı. Son elli yıldır restorasyonzedeye dönen
cami ve şifahanesi, şimdi fotoğraflarla sesini
duyurmaya hazırlanıyor. Cennetin Kapıları başlıklı
sergi 28 Nisan - 29 Mayıs tarihleri arasında
Taşkışla İTÜ Mimarlık Fakültesi’nde açık kalacak.
Fotoğrafları mimar Cemal Emden çekti. Küratörü ve
tasarımcısı yüksek mimar Basri Hamulu. Danışmanı ise
Prof. Doğan Kuban.
Evliya Çelebi, Divriği’ye gittiğinde Ulu Cami’nin
eşşiz taş bezemelerine bakıp “Üstad mimar bu camiye
öyle emek sarf edip kapı ve duvarları öyle nakş
bukalemun eylemiş ki, methinde diller kısır, kalem
kırıktır” demiş.
Bu külliyeyi olağanüstü kılan taç kapıları. Çünkü
taşlar geleneksel yöntemle tek tek işlenip üst üste
dizilmemiş, bir heykel gibi yekpare taştan oyulmuş.
Bu yöntem külliyeye aynı zamanda statik açıdan 800
yıldır ayakta kalacak bir sağlamlık da kazandırmış.
Bozkırdaki bu 800 yıllık şaheser, zamandan değil
devlet eliyle insandan zarar gördü bugüne kadar.
Devletin son 50 yılda müteahhitlere ihale ettiği
restorasyonlar, mimari katliamdan öteye gitmedi.
Bezemeli taşları kırıldı, temeline su doldu,
çatısına tonlarca ağırlık bindirildi. Neyse ki dört
yıl önce açılan restorasyon ihalesine başvuru
olmadı. Devlet de caminin çevresini işgal eden
binaların istimlakı için bütçe ayırdı.
Prof. Doğan Kuban, ilk kez 1965’te gidip gördüğü Ulu
Cami ve Külliyesi’ne adeta aşık oldu. O günden sonra
defalarca gitti, üzerine kitaplar, makaleler yazdı.
En uygun restorasyon projelerini hazırladı. Ama
nafile. Devlete sesini duyuramadı, restorasyon
ihalelerini durduramadı. Divriğililere küstü. Son
Ulu Cami kitabını yazmaktan bu nedenle vazgeçti. Tam
umudunu kesmişti ki, 2008 Ocak’ında eski bir
öğrencisi, Divriğili mimar Basri Hamulu kapısını
çaldı. Hoca ve öğrencisi, yanlarına mimar-mimari
fotoğrafçı Cemal Emdem’i de aldılar. Ulu Cami’yi
kurtarmak için bir başka çözüm buldular: Anıt
caminin sesi, fotoğraflar yoluyla yurtiçi ve
yurtdışında duyulacaktı.
Tamamen bireysel bir çalışmaydı. Üç gönüllünün, Ulu
Cami’nin eşsiz bir mimari şaheser olduğunu çok iyi
bilen üç mimarın çalışmasıydı. 150 bin liraya mal
oldu, tüm masraflarını Basri Hamulu karşıladı.
Basri Hamulu, Ulu Cami’nin taç kapısının yüz metre
ilerisindeki yedi evden birinde doğup büyüdü. İTÜ’de
mimarlık okudu, Doğan Kuban’ın öğrencisi oldu. 20
yıl aradan sonra 2007’de Divriği’ye gitti. Oyunlar
oynadığı caminin taşlarındaki erimeleri,
bozulmaları, eklenen saçağı gördü. Plastik yağmur
suyu oluklarında biriken sular, 800 yıllık taşları
patlatmıştı. Neye uğradığını şaşırdı. O tarihe kadar
“Divriği’de muhteşem bir eser var, devlet de korumak
için ne gerekiyorsa yapıyor” diye düşünüyordu.
Doğan Kuban, kendisinin Divriğili olduğunu
biliyordu. Koridorda ne zaman karşılaşsalar,
“Buralarda dolaşıyorsun, caminin etrafındaki
binaları temizlemiyorsun” diye şaka yapardı. 2007’de
hocasının “Divriği Mucizesi” kitabında Divriğililere
kırgınlığını gördü. O daha çocukken
İstanbul’dan
mimarların camiye gelip ölçüp biçtiğini, hocasının
onlardan biri olduğunu geç de olsa anladı. “Hocamı
buldum, evine gittim. Divriği’den geldiğimi, caminin
son durumunu gördüğümü, öğrencisi olduğumu anlattım.
Ulu Cami için ne yapabilirim, dedim” diye anlatıyor.
Doğan Kuban, Hamulu’ya gülümseyerek “O zaman caminin
çevresiyle ilgili bir proje hazırlayalım” dedi. 2008
Ocak’ından itibaren, önce üç harita mühendisini
Divriği’ye gönderip cami ve çevresinin ölçümlerini
yaptırdılar. Kuban’ın Ulu Cami ile ilgili umutları
yeniden yeşerdi. Anıt caminin çevre düzenleme
projesi için İsrail’den Hollanda’ya, dünyanın dört
bir yanından topladığı örnek çizimlerin yer aldığı
kitapları açtı. Hamulu’nun bilgisayar ortamındaki
çizimlerine karşı çıktı, “El lezzetini kat” dedi.
Proje böylece bitti ve uygulama projesine sıra
geldi. Mimari fotoğrafçı-mimar Cemal Emden de Ulu
Cami’nin belgesel ve artistik fotoğraflarını çekti.
Hamulu, dosyaları aldı, büyük bir heyecanla Kültür
Bakanlığı’na gitti. “Hiçbir maddi karşılık
beklemiyoruz, ihale peşinde değiliz. Bu projeyi
uygular mısınız?” dedi. Bakanlık yetkilileri hiç
ilgilenmedi. Hocasıyla altı ay boyunca yaptığı
çalışma boşa gitti. Üç ay önce aldıkları bir kararla
restorasyonzede anıt camiyi kurtarmak için fotoğraf
sergisi açmaya, böylelikle kamuoyu oluşturmaya karar
verdiler.
Kuban ve Hamulu, sergi için uygun mekan aramaya
başladılar. Hamulu’nun sınıf arkadaşı İTÜ Mimarlık
Bölümü Dekan Yardımcısı Yegan Kahya’nın davetiyle
Taşkışla’daki tarihi İTÜ Mimarlık Bölümü, serginin
mekanı oldu. Cemal Emden’in çektiği fotoğraflardan
44’ünü seçtiler. En büyüğü 7x9 metre olan
fotoğrafları özel tekniklerle ışıklandırdılar ve
ayaklı platformlara yerleştirdiler. 150 bin liraya
mal olan serginin tüm harcamalarını Basri Hamulu
karşıladı. “Ulu Cami’nin öncesi ve sonrası yok. Yani
böyle bir eser dünyada daha önce yapılmış olabilir
ama yıkılmıştır. Sonrasında yapılmıştır ama
yıkılmıştır, yoktur. Ulu Cami’yi yapan sanatçılar
sadece bu eseri yapmışlar” diyor.
Doğan Kuban ve Basri Hamulu’ya göre devlet, ayırdığı
istimlak parasını cami çevresinde yaşayanlara yeni
ev yapılmasında ve cami çevresinin binalardan
temizlenip ağaçlandırılmasında kullanmalı. Daha
sonra da caminin aşama aşama önceden yapılan
restorasyonlardan arındırılmasını ve üzerinin şeffaf
bir fanus içine alınarak müzeye dönüştürülmesini
istiyorlar. Hamulu, “Proje ve restorasyon mutlaka
uluslararası bir konsorsiyum tarafından yapılmalı.
Bu anıt doğru ellere ihale edilmediği sürece çıkıp
bağıracağız” diyor.
Prof. Doğan Kuban
Bu zenginlikte bir taş yontu yaratısı
sadece Divriği’ye özgüdür. Divriği bir Asya sanatı
müzesidir. Yapının eş siz yontularının dış hava
etkilerinden kurtarılarak kesinlikle müze
koşullarında korunması gerekir. Her ayrıntısının
herhangi bir şekilde yenilenmesi söz konusu değil.
Bu proje, tümüyle çelik ve camdan şeffaf bir
yapıyla, anıtı bir müze objesi gibi koruyarak dünya
koruma uygulamaları içinde onu özel konuma
yükseltecektir. Divriği’yi dünya kenti yapacaktır.
Mimar Cemal Emden
Geçen yıl Basri Hamulu beni aradı. Ulu
Cami’nin fotoğrafını çekelim, dedi. Haziranda gittik
ve caminin fotoğraflarını gece çekmeye karar verdik.
Yapının her tarafı gün ışığı görmüyor çünkü. Diğer
Selçuklu yapılarından farklı olarak kabartmaları üç
boyutlu. Kütlesel ifadelerini ortaya çıkaracak
aydınlatma tekniği kullanarak fotoğraf çektik.
Bununla yetinmeyip yapının sadece göz yüksekliğinde
değil, farklı kotlarda yatay ve düşey fotoğraflarını
da çektik. İki otobüs, aydınlatma malzemeleriyle
dolu kamyonlarla gittik. Çalışma üç gece sürdü.
İtfaiye araçlarının kepçeleri kaldırılıp hareketli
iskeleye dönüştürüldü.
Hürriyet Cumartesi,
Haber: Gülden Aydın, 25.04.2009
|
YASSIADA SUALTI
ARKEOLOJİ TURİZMİNE AÇILIYOR
Bodrum açıklarındaki 1.
derece doğal sit alanı olarak tescillenen ve
etrafında 12 batığın bulunduğu Yassıada'nın sualtı
arkeoloji turizmine kazandırılması için çalışma
başlatıldı. Turgutreis beldesinden iki mil uzaktaki
Yassıada'nın dalış turizmine açılması için
hazırlanan proje Kültür ve Turizm Bakanlığı
tarafından onaylanarak uygulama aşamasına geçti.
Bakanlık, Muğla Valiliği, Bodrum Sualtı Arkeoloji
Müzesi ve Turgutreis Belediyesi arasında yapılan
protokolle, Yassıada'nın dalış turizmine açılması
için belediyenin yapacağı tesislere de onay verildi.
Muğla İl Kültür ve
Turizm Müdürü Osman Murat Süslü, son yıllarda
dünyada olduğu gibi Türkiye'de de sualtı dalış
turizminin büyük bir gelişme gösterdiğini belirtti.
Türkiye'nin sualtı arkeolojisi ve batıkları
konusunda başka ülkelerle kıyaslanamayacak kadar
zengin ve cazibeli bir alan olduğunu kaydeden Süslü,
Yassıada Batıkları Sualtı Örenyeri'nin dünyada 'ilk
örnek' olacağını kaydetti. Turizm Müdürü Süslü,
şunları dile getirdi: "Sualtı arkeoloji alanında
dünyaca ünlü Yassıada bölgesinin ve batısındaki Roma
çağına ait amphora kırıkları ve batığını bulunduğu
Çatalada'nın 'Yassıada Batıkları Sualtı Örenyeri'
olarak Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel
Müdürlüğü'nün emirleri doğrultusunda, Bodrum Sualtı
Arkeoloji Müzesi Müdürlüğü'nün denetiminde, Perge,
Phasselis ve Efes ören yerleri gibi düzenlenerek
kontrollü ziyarete açılması ülkemiz su altı
arkeoloji turizmine büyük yarar sağlayacaktır."
Su altında korunması
gerekli kültür ve tabiat varlıklarının bulunduğu
alanlara sportif amaçlı dalışın yasak olduğunu
hatırlatan Süslü, bakanlıktan izin alınarak
araştırma ve kazı yapılabildiğini dile getirdi.
Yassıada'nın koordinatlarıyla birlikte Resmi
gazetede yayınlanarak yasak dalış bölgesi içinde yer
aldığını bildirdi. 1961-1983 yılları arasında kazı
heyetinin Ada'yı kamp yeri olarak kullandığını dile
getiren Süslü, şu bilgileri verdi: "Barakaların
zemin ve duvarları kullanılarak gözlem evi, bilet
gişesi, ilk yardım odası, tuvalet, duş, depo,
kafeterya, konferans odası, çalışma odası, kompresör
odası ve basın odası gibi ihtiyaçları içeren proje,
İzmir Rölöve ve Anıtlar Müdürlüğü ve Müzemiz
Müdürlüğü uzmanlarınca hazırlanmış Muğla Kültür ve
Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu'nun kararıyla
onanmıştır."
Zaman, Haber: Kayber
Avcı, 24.04.2009
|
TARİHİ KİLİSE TAHRİP EDİLDİ
Kayseri'nin Melikgazi İlçesi Germir Mahallesi'nde bulunan Rum Panaya Kilisesi hazine avcıları tarafından tahrip edilirken, kilisenin arka bölümü samanlık olarak kullanılıyor.
Kayseri kökenli dünyaca ünlü sinemacı Elia Kazan'ın köyü olan ve sonradan Melikgazi İlçesine bağı bir mahalle haline gelen Germir'deki Rum Panaya Kilisesi, hazine avcıları tarafından tahrip ediliyor.
Yapım tarihi belirlenemeyen ve ayakta kalmayı başaran üç kiliseden biri olan Panaya Kilisesi'nin iç kısmı, kimliği belirlenemeyen kişiler tarafından hazine aramak amacıyla kazılıyor. Daha önce bölgede yaşayan Rum vatandaşların yaptığı ve şu ana Devlet Hazinesi'nin malı olan tarihi kilisenin bazı duvarları yıkık vaziyette. Bir çan kulesine sahip olan kilisenin arka tarafı ahır olarak kullanılırken, bakımsızlık sebebiyle kilise içerisinde ve kubbesinde otlar ve fidanlar bulunuyor. Tinercilerin mekanı haline gelen kilisenin duvarlarına yazılan yazılar ise görüntü kirliliğine yol açıyor. İki kapısı bulunan kilisenin bazı bölümlerine ek duvar yapılarak ayakta kalmasının sağlandığı gözlendi.
Germir'i kuş bakışı izleme imkanı sunan kilise içerisinde bulanan dört kolon sütunun bazı bölümlerinde Rum motifleri yer alırken, kubbenin iç kısmında Hz. İsa'ya ait resimler bulunuyor.
Kayseri Rölove ve Anıtlar Müdürlüğü'nden edinilen bilgiye göre, bölgede bulunan üç kiliseden ikisinin Devlet Hazinesi'ne, birinin ise özel şahsa ait olduğu bildirildi.
Kayseri Kent Haber, 24.04.2009
|

 |
650 YILLIK SERAMİKLER
GÜN YÜZÜNE ÇIKARILDI

Edirne'de geçen yıl
yapılan kurtarma kazılarında yaklaşık 650 yıllık
geçmişe sahip olan seramikler bulundu. Arkeoloji ve
Etnografya Müzesi Müdürlüğü ekipleri yaptığı
kurtarma kazılarında sürpriz bir buluntu ile
karşılaştı. Dilaverbey Mahallesi'ndeki kazılarda
bulunan kırmızı hamurlu, beyaz astar üzerine kobalt
mavisi bezemeli seramiklerin erken Osmanlı dönemine
ait olduğu belirlendi.
14. yüzyıl sonları ile
15. yüzyıl ortalarına ait olduğu tespit edilen
seramiklerin, ilk olarak 1935 yılında Aydın
Milet'teki kazılarda gün yüzüne çıkarıldı. Bu
seramiklerin asıl üretim yerinin
İznik olduğu 1965
yılı
İznik kazılarında,
büyük bir seramik fırınından ele geçen çok sayıdaki
parça sayesinde tespit edildi.
İznik dışında
İstanbul,
Salihli,
Çanakkale,
Antalya,
Kütahya gibi
merkezlerde örnekleri saptanmıştır.
Edirne Arkeoloji ve
Etnografya Müzesi Müdürü
Hasan Karakaya,
kazılarda bulunan erken Osmanlı dönemine ait "Milet
Tipi" seramiklerin son derece zengin bir desen
repertuarına sahip olduğunu söyledi.
Edirne buluntuları
arasında yer alan kuş figürlü iki parçanın nadir
rastlanan örneklerden olduğunu kaydeden Karakaya,
"Bezeme düzenleri her parçada birbirinden farklıdır.
Düz ve pervaz ağızlı büyük tabaklar, yayvan ve derin
kaselerin yanı sıra kapalı kap formlarına işaret
eden
Kulp parçaları da
ele geçmiştir. Beyaz astar ve sıraltı kobalt mavisi
kapların yanında, nadir rastlanan firuze ve mor
sıraltına siyah bezemeli örnekler de mevcuttur.
Kazıma bezemeli bir örnek ile Çin porselenlerinin
etkisini açıkça ortaya koyan dış yüzü mavi-beyaz
bezemeli örnekler de özellikle ilginçtir." dedi.
Edirne'nin "mavi
beyaz hazinesi" olarak tabir edilen seramikler,
sergilendikleri
Edirne Arkeoloji ve
Etnografya Müzesi'nde 23 Nisan tarihinden itibaren
sanatsever ve ilgi duyan meraklılarına gösterilmeye
başlandı.
haberler.com, 24.04.2009
|
TARİHİ KONAKLAR TURİZME
KAZANDIRILIYOR
Afyonkarahisar Yukarıpazar Mahallesi civarında
bulunan tarihi konaklar turizme katkı sağlamak
amacıyla çeşitli şekillerde değerlendiriliyor. Kimi
okul olarak kimi çeşitli aktivitelerin yapıldığı bir
mekan olarak kimide butik otel ve restoran olarak
halkımızın hizmetine sunuluyor.
Çok ciddi bir yapılanmayla bölge turizminde önemli
bir misyon üstlenen ve son günlerde hummalı bir
çalışma içerisine girerek restorasyonu tarihi dokuya
uygun olarak hazırlanan Şehitoğlu Butik Otel ve
Restoran halkımız ve turistik ziyarete gelenler için
hizmet vermeye başlayacak. Konuyla ilgili açıklama
yapan Şehitoğlu Butik Otel ve Restoran sahibi
Hüseyin Şehitoğlu “Öncelikli olarak butik otelimizde
tüm eşyalar tarihi özellikler taşıyacak. 5 yıldızlı
bir otel konforunda olacak olan butik otelimiz
bölgenin tek akıllı binaları olacak. Pc Tv’ler
kanalıyla aynı zamanda natif donanımlara sahip
yangın ve hırsız alarmı hava durumuna göre binanın
ısıtılıp soğutulması ve benzeri tüm işlemlere dahil
binalar olacak” dedi.
Restoran bölümünde ise Türk Tasavvuf Musikisi ve
Türk Sanat Müziği’nin icra edileceğini belirten
Hüseyin Şehitoğlu yöresel yemeklerin turistik
ziyaret için ilimize gelenlere ve halkımıza
sunulacağını bildirdi. Özel günlerin de yapılacağını
söyleyen Şehitoğlu “Aynı zamanda bu işletmede ebru
hattat resim ney ve benzeri sanat kursları ve
sergileri düzenlenecek. Bölgenin tarihi dokusunun
termalle bütünleşmesini hedefliyoruz. Ayrıca
Türkiye’nin ikinci büyük Mevlevihane’sinin bu
işletmelere çok yakın olmasından dolayı civar
bölgelerden günübirlik ziyaretçi sayısının
artırılmasında da önemli bir misyon üstleneceğiz”
şeklinde konuştu.
Şehitoğlu “Bu işletmeler tarihi dokunun bulunduğu
bölgenin kalkınmasında da ilk ve tek örnek
sergilemektedir" diye konuştu. Hüseyin Şehitoğlu
yapılacak olan butik otel ve restoranın geçtiğimiz
yıl 16 Ekim’de başlandığını ve önümüzde ki Mayıs ayı
sonu gibi de işletmeyi faaliyete sokmayı
hedeflediklerini belirtti.
Afyon Haber, 24.04.2009
|
 |
EKONOMİK KRİZ RESTORASYONU DA VURDU
Sivas’ta geçtiğimiz yıl restorasyona alınan ve çalışmaları devam eden Çifte Minareli Medrese ve Şifahiye Medresesi’nde para krizi baş gösterdi.
Söz konusu yerlerin restorasyon işinde çalışan bir grup işçi, paralarını alamadıklarını öne sürerek tepki gösterdi. Tarihi Şifahiye Medresesi, Çifte Minareli Medrese ve Gök Medrese'nin restorasyon işinde çalıştıklarını belirten bir grup işçi, Şifahiye Medresesi'nin önünde toplandı. Restorasyon işlerini alan şirketten bir süredir paralarını alamadıklarını ileri süren işçiler, mağdur olduklarını iddia etti.
İşçilerden Recep Bulut, yaptığı açıklamada, konuyla ilgili gerekli her yere başvurduklarını ancak sonuç alamadıklarını söyledi. Bulut, “Paramızı alamadık. Herkesin çoluğu çocuğu var. Yetkililerin buna çözüm getirmesini istiyoruz” dedi. Şifahiye Medresesi, Çifte Minareli Medrese ve Gök Medrese olmak üzere 3 şantiyede çalıştıklarını ifade eden Bulut, “Şantiyedeki çalışmaları durdurduk. Gerekirse yaptığımız işleri geri sökeceğiz. Geçen yıldan bile alacağımız var” diye konuştu.
Paralarını alana kadar çalışmayacaklarını belirten Bulut, “Bizden başka da kimse çalışamaz. Para alınana kadar burada iş olmayacak. 2 yıldır hala içeride parası olan arkadaşlar var” dedi.
Bu arada, işçilerden biri ise 6 arkadaş olarak karar aldıklarını, bir haftaya kadar bu işin sonuçlanmaması durumunda Vakıflar Bölge Müdürlüğü’nün önünde üzerlerine benzin dökerek kendilerini yakacaklarını söyledi.
Sivas Hürdoğan, 24.04.2009
|
HİTLER'İN TABLOLARI 143
BİN DOLARA SATILDI
İngiltere'de dün
düzenlenen müzayedede genç Adolf Hitler tarafından
yapıldığı tahmin edilen tablolar 143 bin dolara
satıldı.
Mullock's müzayede evi tarafından düzenlenen satışta
tahminlerin üzerinde fiyat bulan tablolar, Hitler'in
Avusturya'nın başkenti Viyana'da ressam olarak
yaşamını kazanmaya çalıştığı döneme ait. Hitler bu
dönemde Viyana'da bir sanat okuluna başvurmuş, ancak
reddedildikten sonra orduya katılmıştı.
Müzayede yetkilileri, A. Hitler imzasını taşıyan 12
sulu boya, yağlı boya ve iki farklı çizimin özgün
birer çalışma olduğunu belirtiyor.
Sabah, 24.04.2009
|
|
71 YIL TAVAN ARASINDA
BEKLEME ÖDÜLÜ: 37 MİLYON
Pablo Picasso'nun, kızı
Maya'nın 2 yaşındaki halini resmettiği portre, 5
Mayıs'ta Londra'daki Sotheby's müzayede salonunda
düzenlenecek açık artırmayla satışa çıkarılacak.
Yaklaşık 37 milyon liraya alıcı bulması beklenen
tablo, müzayede ile ilk kez sanatseverlerin
karşısına çıkmış olacak. Picasso'nun sevgilisi Marie-Therese
Walter'dan olan çocuğunu elinde oyuncak bir bot
tutarken gösterdiği 1938 tarihli çalışması, ölümüne
kadar ünlü ressamın koleksiyonunda kalmış, daha
sonra özel bir koleksiyonda saklanmıştı.
Akşam, 24.04.2009
|
AYASOFYA'YA TARİHİ ESER
TAKVİYESİ
Vakıflar Genel
Müdürlüğü, çürümeye terk edilmiş kültür varlıklarını
canlandırmak için harekete geçti. İçinde paha
biçilmez eserler bulunan tarihi vakıf müzeleri,
restore ediliyor. İstanbul'daki müzelerin bir kısmı
ise hem onarılıyor hem de yer değiştiriyor.
Sultanahmet Camii Hünkar
Kasrı'nda bulunan Halı Müzesi, bu kapsamda
Ayasofya'ya taşınıyor. Ayasofya İmarethanesi olarak
bilinen yer, Vakıflar'ın yeni halı müzesi haline
getirilecek.
İmarethanenin bir
süredir restorasyon çalışmaları yürütülüyordu.
Onarımı büyük ölçüde bitirilen binaya Hünkar
Kasrı'ndaki halı müzesi taşınacak. Ardından kasrın
restorasyonuna başlanacak. Sultanahmet Camii
altındaki fil ahırları bölümünde yer alan Kilim ve
Düz Dokuma Yaygılar Müzesi buraya getirilecek.
Vakıflar Genel Müdürü Yusuf Beyazıt, depolara
kilitlenen taşınabilir kültür varlıklarını, çürümeye
terk edilmiş durumdan çıkarmayı hedeflediklerini
söylüyor. Hem eserlerin güvenlik altına alınması hem
de sergilenmesi amacıyla müze kurulması talimatı
verdiğini anlatan Beyazıt, "Ülke genelinde müze
olmaya uygun tarihi yapılar belirlenerek restore
ediliyor. Bu yapılarda sergilenmek üzere eserlerin
konservasyonu yapılarak, teşhire hazır hale
getiriliyor." diyor.
Çalışmalar çerçevesinde
İstanbul'daki vakıf müzeleri de yeniden
yapılandırılıyor. Müzelerin yer değiştirmesi de bu
faaliyetler arasında. Halı Müzesi, Kilim ve Düz
Dokuma Yaygılar Müzesi, Türk Vakıf Hat Sanatları
Müzesi, Türk İnşaat ve Sanat Eserleri Müzesi bir
taraftan yer değiştirip binaları onarılıyor. Diğer
yandan da depolarında bulunan eserler kurtarılıyor.
Müzelerde teşhir edilen ya da depolarında saklanan
binlerce eski eserin konservasyonları (koruma)
yapılarak, tasnif ediliyor. Tasnif işlemi
tamamlananlar, yeni açılan müzelerde teşhir
edilecek.
Zaman, Haber: Aslıhan
Aydın, 24.04.2009
|
 |
MARDİN'DEKİ 124 YILLIK KİLİSE YENİDEN İBADETE AÇILDI
Mardin'de 1885 yılında yapılan "Mor Cırcıs" kilisesi, restore edilerek yeniden ibadete açıldı. Bin 400 yıllık Deyrulzafaran manastırı yolunda bulunan, Süryanilere ait tarihi kilisesi, Benen İnciliş tarafından restore edildi. Avrupa'nın birçok ülkesinden ve Suriye'den gelen yüzlerce Süryani, burada ayine katıldı.
Eski Kale Köyünde düzenlenen açılış törenine Mardin Valisi Hasan Duruer, Belediye Başkanı Beşir Ayanoğlu, Deyrulzafaran Manastırı Metropoliti Saliba Özmen, Kırklar Kilisesi Papazı Gabriel Akyüz, Suriye'den gelen birçok rahip ve papazla çok sayıda Süryani katıldı. Törende konuşan Vali Duruer, insanların Hz. Adem (AS)'den beri kardeş olduğunu belirtti. Duruer, "Hepimiz, Hz. Adem ile Havva'nın çocuklarıyız. Tevhit inancının peygamberi Hz. İbrahim (AS), hepimizin müşterek atasıdır. Yüzyıllardan beri bu topraklarda kardeşçe yaşadık. İnşallah bundan sonra da böyle devam ederiz. Bu kilisenin açılışında emeği geçen herkese teşekkür ediyorum." dedi.
haberler.com, 23.04.2009
|
125 YILLIK TEKKE CAMİİ
RESTORE EDİLİYOR
Şanlıurfa'daki 125
yıllık Tekke Camii restore ediliyor. Viranşehir ilçe
merkezindeki tarihi cami, yıkılma tehlikesi
bulunduğu için yaklaşık iki aydır kapalı
tutuluyordu.
Vakıflar Genel Müdürlüğü
Camileri Koruma Kurulu'nca koruma altına alınan,
İbrahim Paşa'nın eşinin yaptırdığı cami, bahçesinde
bulunan mezarlıkla beraber restore edilmeye
başlandı. Vakıflar Genel Müdürlüğü yetkilileri,
tarihi Tekke Camii'nin 1 Temmuz 2009'da ibadete
açılacağını belirterek restorasyon için 296 bin lira
harcanacağı bildirdi.
Zaman, Haber: Halil
Kara, 23.04.2009
|
YÜZYILLARA MEYDAN OKUYOR
Yapılar vardır seyrettikçe onu inşa edenlere karşı hayranlık uyandırır. İsviçre’nin başkenti Bern’in içinden akan Aare Nehri üzerindeki köprülerden biri olan Bremgarten Köprüsü işte tam böyle bir sanat eseri. 30 hız sınırı bulunan köprüden geçtikten sonra hemen aracınızı bir yere park edip dakikalarca bu muhteşem yapıyı seyredesiniz gelir.
1466’da ilk defa inşa edilen bu harika ahşap köprü sadece 1535’de bir kez tamir geçirmiş. Ve o günden buyana insanların hizmetinde. Bu köprü Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u fethetmesinden sadece 13 yıl sonra yapılmış.
Tek şerit halindeki köprünün bir ucundan diğer ucuna baktığınızda karşıdan araç gelip gelmediğini görebiliyorsunuz. 92 metre uzunluğundaki köprüyü geçerken adeta tarihe bir yolculuk yapıyorsunuz. Son model araçlar ile 543 yaşındaki ahşap köprünün üzerinden geçmek sizi başka dünyalara taşıyor.
3 metre 4 cm yüksekliğinde ve 6 metre 40 cm genişliğinde olan Bremgarten Köprüsü Aare Nehri’nin boynuna yüzyıllar öncesinden takılmış ahşaptan bir gerdanlık gibi duruyor.
Bremgarten Köprüsü başkent Bern ve çevresinde Aare Nehri üzerine kurulmuş 19 ayrı köprüden biri. Ancak en yaşlısı. Ahşap işçiliğinin zirvesindeki eserlerden biri halindeki köprünün sağlamlığı en az birkaç yüzyıl daha ayakta durabileceğini gösteriyor.
Bolu Olay, Haber: Seyfi Alp, 23.04.2009
|
 |
|
KURŞUNLU CAMİSİ RESTORE
EDİLİYOR
Eskişehir'in Sivrihisar
İlçesi'nde, tarihi Kurşunlu Camisi'ndeki restorasyon
çalışmaları başladı.
İlçede Osmanlı dönemi
tarihi eserlerinden biri olan Kurşunlu Camisi (Şeyh
Baba Camisi), Vakıflar Genel Müdürlüğü'nce restore
ediliyor. Kubbesi kurşunla kaplı olan tarihi caminin
yanı başında Şeyh Baba Yusuf’un oğlu ünlü velilerden
Hamdi Baba ve yakınlarının bulunduğu türbe de
restorasyon kapsamına alındı.
Anadolu’da önemli bir
ziyaret yerlerinden olan Kurşunlu Camisi ve Hamdi
Baba Türbesi'nin restorasyonu, ilçe halkını ve
ziyaretçileri sevindirdi.
Eskişehir Kent Haber,
23.04.2009
|
SAATÇİ ALİ EFENDİ KONAĞI, ARTIK İZMİT BELEDİYESİ'NİN
İzmit Veli Ahmet Mahallesi Almaca Mescit Yokuşu’nda bulunan tarihi Saatçi Ali Efendi Konağı, kültürel ve sosyal faaliyetlerde kullanılmak üzere, kamunun bedelsiz kullanımı kapsamında İzmit Belediyesi’ne tahsis edildi.
Konağın anahtarını Kocaeli Defterdarı Süleyman Dal, İzmit Belediye Başkanı Nevzat Doğan’a teslim etti. Defterdar Dal, halen boş olan konağın ticari kullanımdan çok, ücretsiz kullanımının daha uygun olacağını düşündüklerini belirtti. Dal, “En iyi kullanabilecek kurumun İzmit Belediyesi olduğunu gördük. Sosyal ve kültürel projelerde kullanım amaçlı süresiz olarak, ücretsiz tahsis ettik” dedi.
İzmit Belediye Başkanı Nevzat Doğan da, halkın malının emin ellerde olacağını söyledi. Dal’a teşekkür etti. İzmit Tarih Koridoru Projesi’ni seçim vaadi olarak ortaya koyan Doğan, daha önce Etnografya Müzesi olarak da kullanılan Saatçi Ali Efendi Konağı için bakanlıkla görüştüğünü, 1-2 hafta içinde uzmanların gelip inceleme yapacağını söyledi. Doğan, 5 yıl içinde Tarih Koridoru Projesi’ni bütünüyle tamamlamayı hedeflediklerini söyledi.
Özgür Kocaeli, 23.04.2009
|
 |
|
HEYKELDEKİ
KILICI ÇALDILAR
Erzurum’da Aziziye Anıtı’nda bulunan Gazi Ahmet Muhtar Paşa’nın heykelinin taşıdığı kılıç, kimliği belirlenemeyen kişilerce çalındı.
Aziziye Parkı’nda 1971 yılında yapılan ve 93 Harbi’nde yaşananların tasvir edildiği anıtta yer alan Gazi Ahmet Muhtar Paşa’nın heykelinin taşıdığı kılıç bir daha kırılarak çalındı.
Daha önce 2 kez kırılan ve Büyükşehir Belediyesi ekiplerince yaptırılan kılıcın en kısa sürede yeniden kaynak yapılarak heykele monte edileceği bildirildi.
Türkiye Gazetesi, 23.04.2009
|
TARİHİ ÇÖPLÜĞE ÇEVİRDİLER

Erzurum'da 1900'lü
yıllarda yapıldığına dair kayıt bulunan, ancak hangi
amaçla yapıldığı hiçbir kurum tarafından bilinmeyen
tarihi bina, alemci ve balicilerin mekanı haline
geldi.
Gölbaşı’nda, 18. yüzyılın sonlarına doğru kimi
kaynaklara göre ‘Amerikan Koleji’, kimi kaynaklara
göre de, ‘Amerikan Konsolosluğu’ olarak faaliyet
göstermesi için inşa edilen binanın tescil kaydının
bulunduğu öğrenilirken, yaptıranın belli olmadığı,
ancak şu ana kadar bilinen 100’e yakın varisinin
olduğu belirtildi.
Üzerinde tasarrufta bulunamadığı için enkazı andıran
bina, gündüz saatlerinde çocuklar için eğlence alanı
ve çöplük olarak kullanılırken, geceleri de,
alemcilerle balicilerin uğrak mekanı oluyor.
Gölbaşı’nda yaşayan vatandaşlar, daha önce Rölöve ve
Anıtlar Müdürlüğü yapan Yakutiye Belediye Başkanı
Ali Korkut’a çağrıda bulunarak, söz konusu binayla
ilgili olarak mutlaka bir adım atılmasını istediler.
Mahalle sakinleri, “Kimileri bu bina için
konsolosluk binası, kimileri de Amerikan Koleji
diyor. Hangi amaçla yapıldığı ve kimin tasarrufunda
olduğu bilinmiyor. Fakat geceleri bu binada hoş
olmayan şeyler oluyor. Civarda ne kadar madde ve
alkol bağımlısı varsa, bu alanda toplanıyor.” diye
konuştular.
100’e yakın varisinin bulunduğu öne sürülen eski
binanın yıkılması, ya da farklı amaçlarla
değerlendirilmesini isteyen vatandaşlar, harabelere
savaş açtığını belirten Başkan Korkut’a seslenerek,
bu binayı da ortadan kaldırması talebinde
bulundular.
Mahalle sakinlerinden Mustafa Tügen isimli vatandaş,
yapımı yarım kalan binayla ilgili olarak ilerleyen
günlerde Yakutiye Belediyesi’ne başvuruda
bulunacaklarını bildirerek, “Binanın yarım kalması
ve çirkin bir görüntü oluşturması bir yana, içi de
çöplükten farksız durumda. Bununla birlikte geceleri
civarda ne kadar alkol ve madde bağımlısı varsa,
hepsi burada. Bazen sokağa çıkmaktan bile imtina
ediyoruz. Bu enkazı buradan temizlemedikçe,
insanların huzuru da sağlanmamış olunacak. Bu yüzden
belediyeyi görev başına çağırıyoruz” şeklinde
konuştu.
Erzurum
Gazetesi, 23.04.2009
|
SİNAN'IN MİRASI, KÜLTÜRÜN KAPILARINI YENİDEN AÇIYOR
Mimar Sinan'ın son eseri olarak
bilinen ve Yahya Kemal Beyatlı'nın meşhur dizelerini
yazdığı Valide-i Atik Külliyesi, el sanatlarının
yaşadığı ve gelecek kuşaklara aktarıldığı bir merkez
olarak 25 Nisan'da yeniden kapılarını açıyor.
Külliye içinde yer alacak Nakkaş Tezyini Sanatlar
Merkezi; tezhip, minyatür, ebru, hat ve cilt gibi
sanatları içeren süsleme sanatları konusunda önemli
bir eğitim merkezi olarak sanatseverlerle buluşacak.
Mimari ve kitap süsleme sanatlarını tek bir çatı
altında buluşturan yapı, Osmanlı nakkaşhane
geleneğinin küçük bir modeli niteliğinde. Açılışı 25
Nisan günü saat 14.00'te yapılacak tarihi merkez,
hocaları ile verdiği eğitim faaliyetini devam
ettirirken var olan tezyini sanatlar arşivini uzman
kadrosu ve öğrencileri ile geliştirerek yayın
çalışmaları da yapacak. Burada düzenlenecek sergi,
seminer ve çeşitli etkinlikler sanatseverleri kültür
şehri Üsküdar'da buluşturan ve adından söz ettiren
önemli bir merkez olacak.
Sabah, 23.04.2009
|
|
 |
SEIMAREH BARAJ ALANINDA İRAN'IN EN BÜYÜK KURTARMA KAZISI
İran Arkeolojik araştırmalar Merkezi (ICAR) İran’ın Ilam Bölgesi’nde yer alacak Seimareh Baraj Gölü havzası için büyük bir kurtarma kazıları projesi planlıyor. Sular altında kalacağı belirlenen kırk ayrı yerleşimin tümünde birden 23 Eylül 2009 tarihinden itibaren kazılara başlanacak. 2007 yılında yapılan ilk kurtarma kazıları sırasında baraj gölü havzasında değişik dönemlere ait yaklaşık 100 yerleşim tesbit edilmişti.
ICAR yöneticisi Mohammad-Hassan Fazeli-Nashli’nin açıklamasına göre baraj inşaatını yürüten şirketler üç sezon boyunca kurtarma kazılarının da sponsorluğunu kabul ettiler. Barajın inşaatı hemen hemen tamamlanmış ve normal koşullarda 2008 yılının sonunda işletmeye açılması gerekirken, kazıların gerçekleştirilebilmesi için su tutma işlemi üç yıl ertelendi.
Daha önce yapılan araştırmalar sırasında bölgedeki antik tabakalarda Mezopotamya etkisinin işaretlerine rastlanmış, bu etki ile ortaya çıkan Ubaid Dönemi kalıntılarına rastlanmıştı. Dört ayrı kısma ayrılan bu dönem MÖ 5600 – 3900 yıllarını kapsıyor.
Aynı bölgede 2007 yılında İran Milli Petrol Şirketi tarafından yapılan petrol arama çalışmaları sırasında da bazı antik yerleşimler tahrip olmuştu.
Tehran Times, 20.04.2009
|
KEÇİVAN KALESİ'NİN TURİZME AÇILMASI
Kars'ın Kağızman İlçesi'ne bağlı Tunçkaya Köyü'nde bulunan Keçivan Kalesi'nin turizme açılması isteniyor.
Tarihte birçok savaşlara sahne olan Keçivan Kalesi'nin içinde bir cami ve kilise bulunuyor. Günümüze kadar gelmiş olan kale talan edilirken kilise ve kalenin taşlarının sökülerek ev yapımında kullanıldığı bildirildi. Kalenin burçları ise ahır olarak kullanılıyor. Tarihi eser niteliğini taşıyan ve üzerinde insan figürleri bulunan resimli taşlar evlerin duvarlarında süs olarak kullanılıyor. Üç tarafı sarp kayalarla çevrili kalenin tek giriş kapısı Batı kısmında bulunuyor. Kale bu yüzden 'Tek Kapılı Kale' unvanına da sahip.
Keçivan Kalesi, Kağızman İlçesi'nin kuzeybatısında yer alan Aladağ'ın hemen eteğindedir. Eski sancak merkezi bir kaledir. Kaynaklar ve halk arasında Keçivan, Geçivan, Geçvan adları ile anılmakta olup, kalenin bulunduğu yerleşim yeri 1960 sonrası Tunçkaya Köyü olarak isim almıştır.
Pijen, Seffak, Efrasyab cenkleri hikayesinde adı geçerek anlatılan bu kalenin halk arasında 'Efrasyab'ın yaylaklarından olduğu' rivayet olunmuştur. MÖ 650-120, MS 16 yıllarında Aras boylarına yerleşen Saka Türklerinin padişahının adı İran destanlarında 'Turan Padişahı Efrasyab 'olarak gösterilirken Türklerce 'Alp-Er Tonga' olarak tanınmaktadır.
618 yıllarında Kars bölgesinde adı bilinen tek şehir 311'de Oğuzlardan Kamsarakam beylerinin malikanesi olacak olan bu Artageyra'dır (Keçivan). Bununla beraber adı geçen Arta-Kers Kalesi de (Kers Köyü) Kağızman'dadır. Her iki yer adının başındaki Artak, Artag, Arda sözlerinin Asyanik'lerden kalma veya Sakalara ait adların kökleriyle ilişkili olduğu sanılmaktadır.
Evliya Çelebi 1640 yılında Doğu'ya gerçekleştirdiği seyahatinde bu kaleyi (Geçivan-ı Dudman Kalesi) olarak tanıtmıştır. Evliya Çelebi, bin 200 kadar toprak örtülü evi, üç adet camisi, 40-50 kadar dükkanı, bir kale ağası ve 300 kale neferi olduğunu belirtmiştir. Kalenin doğu ucundaki sarp iç kale semtinde 12. sır Selçuklu tarzında yapılmış bir kümbet bulunmaktadır. Birçok kez saldırıya uğramış olan kale yıkılmış, tekrar onarım görmüştür.
Tek kapılı şehir diye adlandırılan üç tarafı uçurumlu, kayalıklar üzerine kurulu kale giriş kapısındaki yüksek hisarları ve surlarıyla ayakta olup Saka Türklerinin hükümdarı Alp Er Tonga'nın hatırasını yaşatmaktadır.
Kars Kent Haber, 22.04.2009
|

 |
DÜNYA MİRASI GEÇİCİ LİSTESİ'NE TÜRKİYE'DEN 5 YENİ
ALAN DAHA EKLENDİ

UNESCO Dünya Mirası Geçici Listesi’nde 18
alanla yer alan Türkiye, listeye bu yıl 5 alan daha
ekledi. Türkiye’nin Dünya Mirası Geçici Eserler
Listesi'nde sahip olduğu eser sayısı 23’e çıktı.
Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın UNESCO’ya yaptığı
başvuruda Afrodisias Antik Kenti, Sagalassos Antik
Kenti, Çatalhöyük Neolitik Kenti, Perge Antik Kenti,
Antik Likya Uygarlığı Kentleri yer aldı.
Kültür ve
Turizm Bakanlığı, Türkiye’nin zengin doğal ve
kültürel değerlerinden 5 tanesinin daha Dünya Mirası
Geçici Listesi’ne dahil edilmesi yönünde UNESCO’ya
başvuruda bulundu.
Dünya
Mirası Geçici Listesi'ne eklenen 5 alandan;
Afrodisias Antik Kenti Aydın’da, Sagalassos Antik
Kenti Burdur’da, Çatalhöyük Neolitik Kenti Konya’da,
Perge Antik Kenti Antalya’da ve Antik Likya
Uygarlığı Kentleri Antalya ve Muğla il sınırları
içersinde yer alıyor. Dünya Miras Listesinde yer
alabilmek için önce Dünya Mirası Geçici Listesi’ne
kabul edilmek gerekiyor.
UNESCO,
Dünya Kültürel ve Doğal Mirasının Korunmasına Dair
Sözleşme kapsamında, insanlığın ortak mirasının
belirlenmesi için Dünya Miras Listesi çalışmaları
yürütüyor. Çalışmalar çerçevesinde, Dünya Miras
Listesi ve Dünya Miras Geçici Listesi olmak üzere
iki liste oluşturuluyor. Türkiye’den 9 adet kültür
varlığı Dünya Miras Listesi’nde yer alıyor. Söz
konusu eserler: Göreme Milli Parkı ve Kapadokya Kaya
Yerleşimleri, Divriği Ulu Camii ve Darüşşifası,
İstanbul’un Tarih Alanları, Hattuşa Hitit Başkenti,
Nemrut Dağı, Hierapolis-Pamukkale, Xanthos-Letoon
Safranbolu Şehri, Truva Arkeolojik Kenti.
Kültür ve
Turizm Bakanlığı’nın başvurusunun kabul edilmesi ile
birlikte Aphrodisias Antik Kenti, Sagalassos Antik
Kenti, Çatalhöyük Neolitik Kenti, Perge Antik Kenti
ve Antik Likya Uyarlığı Kentleri de Dünya Mirası
Geçici Listesi’ne girdi, listedeki Türkiye’ye ait
eser sayısı da böylece 23’e yükseldi. Bu alanların
Dünya Miras Listesi'ne alınmasıyla ilgili
uluslararası yükümlülükler kapsamında yönetim
planlarının hazırlanması çalışmalarının sürdürüldüğü
bildirildi.
Dünya Mirası Geçici Listesinde daha önceden bulunan alanlar:
1. Alahan Manastırı
2. Alanya Kalesi ve Tersanesi
3. Bursa ve Cumalıkızık Osmanlı Kentsel ve Kırsal
Yerleşimleri
4. Edirne Selimiye Cami
5. Efes
6. Harran ve Şanlıurfa Yerleşimleri
7. İshakpaşa Sarayı
8. Karain Mağarası
9. Konya Selçuklu Başkenti
10. Mardin Eski Kent Merkezi
11. Selçuk Kervansarayları Denizli-Doğubeyazıt
Güzergahı
12. St.Nicholas Kilisesi
13. St.Paul Kilisesi, St.Paul Kuyusu ve Çevresi
14. Sümela Manastırı
15. Diyarbakır Kalesi ve Surları
16. Ahlat Eski Yerleşimi ve Mezar Taşları
17. Güllük Dağı-Termessos Milli Parkı
18. Kekova
Dünya Mirası Geçici Listesine
2009 yılında eklenen alanlar:
1. Afrodisias Antik Kenti
2. Perge Antik Kenti
3. Sagalassos Antik Kenti
4. Çatalhöyük Neolitik Kenti
5. Antik Likya Uygarlığı Kentleri
Turizm Gazetesi, 22.04.2009
|
DENİZLİ HÜKÜMET KONAĞI VE MİMAR CENGİZ BEKTAŞ
HAKKINDA
Denizli'de Koruma Kurulu tarafından
tescilli Hükümet Konağı'nın yıkılmak istenmesi ve
yerine yeni hükümet konağı, müze binası ve çevre
düzenlemesi konusu gündeme gelince kentin sahip
olduğu kültürel miras örneklerinin geçmişte nasıl
yok edildiği de gündeme geldi.
Denizli'de geçmişte süregelen bir 'vandalizmin'
şimdilerde de hala devam etmesi bir mimar ve kültür
adamı olarak beni rahatsız ediyor.

Halkevi ve Eski Hükümet Konağı
Ayakta kalan birkaç mimari, tarihi ve kültürel
mirasın korunması gerekirken, bizzat resmi eller
tarafından sanki 'YIK-YAP-SATÇI' anlayışla tescilli
yapıların tehdit edilmesi, tescilli sivil mimari
örneklerin (Hulusi Oral Evi, Spor Salonu arkasındaki
Kuyumcu Evi gibi) kaderine bırakılması beni üzüyor.
Bunlarla ilgili yapılması gerekenleri defalarca
resmi makamlara iletmemize karşın olası bir yıkımı
ve yangını beklemeleri Denizli'ye ve yönetenlerine
yakışmıyor.
İçinden çıkmış sözüm ona kültür adamlarının bu
resmi makamlara 'şirin görünme' ya da onlardan 'iş
alma' gerekçesi ile kültür kıyımına araç olmaları
işin daha vahim tarafı.
Son zamanlarda mimar/şair Cengiz Bektaş'ın Tescilli
Hükümet Konağı hakkındaki '...yurt binası olarak
yapılmıştır. Sonradan valilik binasına
dönüştürülmüştür. Tarihi, mimari bir değeri yoktur.
Depreme dayanıksızdır. Çürüktür. Yıkılmasında
sakınca yoktur. Önündeki Atatürk Anıtı
kalmalıdır...' şeklindeki, vali tarafından 3 Nisan
2009 tarihinde Mimarlar Odası Denizli Şubesi'nde
okunan raporu ile Denizli'nin nasıl bir tehlike ile
karşı karşıya olduğu bir daha ortaya konmuştur.

Hükümet Binası, bugün
Denizli'nin cefasını değil, sefasını süren bu
'Denizlili' ünlü şahısla kişisel bir husumetim
yoktur. Hatta bir şair olarak bazı şiirlerini
beğenirim de. Ama ne yazık ki Denizli'de yaptığı bir
çok yapısının yerinde eskiden tarihi, mimari,
değerli kültür mirası yapılarımız vardı. Kendisi
bunların yıkılmasına ses çıkarmamış, hatta görmezden
gelmiştir. 1934 doğumlu bir mimar olarak Çaybaşı
Caddesi kenarında eski Denizli evleri dokusu
oluşturan sokağın yok oluşunda bir tepkisini
göremezsiniz.
Dahası bu şahsın, 'korumacı', 'kültür adamı'
kimliği ile yaptığı yapılara şöyle bir bakarsak,
mimarı olduğu şimdiki Merkez Bankası ve Cumhuriyet
Parkı yerinde eski Enfes Hükümet Konağı ve Halkevi
-Yurt-Binası bulunuyordu. 1927'de Denizli Esnafı ve
Tabakları tarafından kurulmuş Türkiye
Cumhuriyeti'nin ilk ve tek Denizli İktisat
Bankası'nın özgün mimarili yapısının yıkılmasına göz
yumarak yerine 7 katlı brüt beton banka binasını
(İktisat Bankası) diken de bu şahıstır. Eski Denizli
Vali Konağı, Belediye Binaları vb. gibi mimari değer
taşıyan yapıların yok oluşunu sayın Bektaş hep
'uzaktan seyretmiştir'. Tarihi Bayramyeri için
çizdiği projede yine tarih, mimari miras ve kültürel
doku yok sayılmış, proje uygulandıktan bir yıl sonra
yapılar belediye başkanı Ziya Tıkıroğlu tarafından
yıktırılmış, geri kalanı ise 2008 yılında belediyece
yıkılmıştır. Bu konuların hukuki bir yaptırımı
olmayabilir. Ama 'kültür adamı', 'aydın' ve Mimarlar
Odası Merkez Yönetim Kurulu üyesi biri olarak bu tür
kültürel kıyımlara bir nevi aracı olması meslek
etiğine aykırıdır.

Denizli Merkez Bankası, 1971 - 73

Denizli İktisat Bankası
Bu mimarın 1999 - 2004 Dönemi Denizli Belediyesi
Danışman Mimarı olduğu süreçte kentteki tek Selçuklu
Yapısı olan Ulu Cami'nin yıkılması, yıkıldıktan
sonra da bu görevini sürdürmüş olması sadece
rastlantı mıdır? Ulu Cami'den sonra şimdi sıra
Tescilli Hükümet Konağı'nda mıdır? Daha sonra sıra
Gazi İlk Mektebi'ne mi gelecektir? Kentte yaşayan
birisi olarak kaygı duymaktayım. Bektaş'ın bunlara
da yanıt vermesi gerekir... Tek tek, sindire sindire
Denizli'deki kültürel varlıkların, tarihi ve mimari
eserlerin yok edilmesine karşı durmayı mesleğinin
etik kurallarına bağlı bir mimar olarak görev
sayıyorum.

Eski Denizli İktisat Bankası'nın şimdiki yerinde bulunan diğer banka
En son Denizli Hükümet Konağı binasının
tescilinin kaldırılması, yıkılması konusunda bu
şahsın 'ehil' gösterilmesi bizi üzen son olaydır.
Çürüksu Vadisi'nde yer almış, etrafı antik kentlerle
çevrili, bir ulaşım ağı kavşağında yer alan,
kültürlerin, turizmin, tarihin odağı Denizli'de
olası yanlış yönlendirmelerin önüne geçmek için bu
açıklamayı gerekli buluyorum. Denizli'nin her tür
sorunlarına çarenin uzaklarda değil kendi içinde
olduğunu da belirtmek istiyorum
Denizli Gazetesi, Yazı: Süleyman Boz, 21.04.2009
|
KÜLTÜR TURİZMİNDE ATAK
Muğla Yatağan’da
Kaymakam Şehmus Günaydın ve CHP’li Belediye Başkanı
Hasan Haşmet Işık, Stratonikeia ve Lagina antik
kentlerini turizme kazandırmak amacıyla restorasyon
ve kazı çalışmaları başlattı, tanıtım gezisi
düzenledi.
Geziye vali yardımcıları Recep Yüksel, Mestan Yayman
ve Faruk Bekarlar, İl Kültür ve Turizm Müdürü Murat
Süslü, TÜRSAB Bodrum Yönetim Kurulu Üyesi Sevinç
Gökbel, Bodrum Otelciler Birliği Başkanı Halil
Özyurt ile çok sayıda Yatağanlı katıldı.
Stratonikeia Kazı Başkanı Doç.Dr. Bilal Söğüt,
antik kent hakkında katılımcılara geniş bilgi verdi.
Söğüt, antik kentlerin yollarının kötü durumda
olduğunu vurguladı, "Düzeltmek için anıtlar kuruluna
başvurduk. Sorunu en kısa zamanda çözeceğiz" dedi.
Kaymakam Günaydın ise Stratonikeia’nın dünyanın en
büyük antik kentlerinden olduğuna dikkat çekti,
"İlçemizin tanıtımına çok büyük katkıları olacağına
inanıyoruz. Gladyatörler şehri olan Stratonikeia’da
başlatılan restorasyon ve kazı çalışmalarını
aralıksız sürdürüp burayı kültür turizminin
hizmetine açacağız" diye konuştu.
Hürriyet, 21.04.2009
|
|
ESKİ ERMENİ MEZARLIĞI ÜZERİNE OKUL İNŞAATI

Gevaş
İlçesi
Aydınocak Köyü’nde bulunan ve
Ermeni mezarlığı olarak bilinen
bölgeye 5 derslikli ilköğretim okulu ve lojman
yapılması için çalışma başlatıldı.
Milli
Eğitim Müdürlüğü tarafından ihalesi yapılan
okul inşaatının 3 gün önce başlayan temel kazı
çalışmaları sırasında çok sayıda insan kafatası ve
kemiği ortaya çıktı.
Kafatası ve kemiklerin bir bölümü, kazı işinde
çalışanlar tarafından toplanırken, çoğu da
hafriyatla birlikte yakındaki bir çukura döküldü.
Bölgenin Ermeni mezarlığı olduğunun bilindiğini
belirten köylüler, buraya okul yapılmasını doğru
bulmadıklarını belirtirken, Gevaş Kaymakamı
Tahsin Aksu, bölgenin mezarlık olduğu
yönünde her hangi bir kayıt bulunmadığını, savcılık
ve jandarmaya inceleme yaptıracağını söyledi.
Gevaş İlçesi’ne 35 kilometre uzaklıkta bulunan
Aydınocak Köyü’nde Ermeni mezarlığı olarak bilinen
bölgeye okul yapılması kararı alındı. 3 gün önce
başlayan kazı çalışmalarında müteahhit firma
işçileri beklemedikleri bir manzarayla karşılaştı.
İş makinelerinin kazdığı her yerden insan kafatası
ve kemikleri çıkmaya başladı. Köylüler ve işçiler
kazıdan çıkan bazı kafatası ve kemikleri toplarken,
birçok kafatası ve kemiğin de hafriyatla birlikte
okul temelinin yanındaki boşluğa döküldüğü
belirtildi.
Köy merası olarak tahsis edilen ve herkes tarafından
Ermeni mezarlığı olduğu bilinen bölgeye okul
yapılmasına köylüler tepki gösterdi. Köylüler 200
yıldan beri bu köyde yaşadıklarını belirterek şöyle
dedi:
“Mezarların taşlarının çoğu tahrip edilmiş. Kimileri
de bu taşları evlerinin duvarlarında kullanmışlar.
Şimdi bu bölgede okul için kazı yapılıyor. Daha
derine inilirse daha çok kafatası ve kemik çıkar.
Buranın bir Ermeni mezarlığı olduğunu biliyoruz. Biz
üzülüyoruz. Kim olursa olsun mezhebi, dini ne olursa
olsun burası tarihtir. Turizm amacıyla
kullanılabilirdi. Her kepçe darbesinde kemik
çıkıyor. Tabii ki mezarlık üzerine okul yapılması
saygısızlıktır. Köy merası olduğu için de, köyün
neye ihtiyacı varsa bu arazinin üzerine yapılıyor.
Okul buraya değil eski okulun yerine yapılabilirdi.”
Gevaş Kaymakamı Tahsin Aksu, okul
yapılan bölgenin köy merası olduğunu ve orada
mezarlık bulunduğuna ilişkin herhangi bir bir bilgi
ve belgenin olmadığını söyledi. Kaymakam Aksu,
jandarma ve savcılığın inceleme yapmasından sonra
mezarlık gibi bir durumun söz konusu olması halinde
gerekli işlemlerin yapılacağını söyledi.
Radikal, 21.04.2009
|
KARACA MOZAİĞİ
SERGİLENİYOR

Malatya'da bir tarlada bulunan Roma dönemine ait
karaca motifli taban mozaiği tablo haline
getirilerek Malatya Müzesi'nde sergilenmeye
başlandı.
Doğanşehir İlçesine bağlı Güneydoğru Köyü'nde eski
Doğanşehir Belediye Başkanı Hanifi Bayram'a ait
tarlada bulunan Roma dönemine ait otlayan karaca
motifli taban mozaiğinin onarımı Malatya Müzesi'nde
tamamlanarak, sergilenmeye başlandı.
Otlayan karaca motifli Roma mozaiğinin sergilenmesi
nedeniyle Malatya Müzesi'nde bir tören düzenlendi.
Törene Vali Yardımcısı İnci Sezer Becel, Kültür ve
Turizm Müdürü Derviş Özbay, Malatya Baro Başkanı
Selahattin Sarıoğlu, Malatya Esnaf ve Sanatkarlar
Odaları Birliği Başkanı Şevket Keskin, Doğanşehir
Belediye Başkanı İbrahim Karaman, eski Doğanşehir
Belediye Başkanı Hanifi Bayram ile kalabalık bir
topluluk katıldı.
Malatya Müze Müdürü İzzet Esen, "Karaca motifli
taban mozaiğimizi 2007 yılındaki kazı ile müzemize
kazandırdık. Bu mozaiğin önemli bir bölümü define
arayıcıları tarafından tahrip edilmiş. Malatya ve
Malatya Müzesi önemli bir esere kavuştu. Mozaiğinin
onarımı esnasında Malatya Müzesi personeli de bu
alanda kendilerini geliştirdiler. Artık bu alanda
yetişmiş elemanlarımız bulunmaktadır" dedi.
Eski Doğanşehir Belediye Başkanı Hanifi Bayram ise,
babasını tarlasında bulunan mozaiklere zamanın da
müdahale edilememesinden dolayı üzüntülü olduğun
belirterek, Doğanşehir'in tarihi bir ilçe olmasına
karşın, bu özelliğini günümüze yansıtamadığını
kaydetti.
Malatya Kültür ve Turizm Müdürü Derviş Özbay ise
mozaiğin müzede sergilenmesine kadar emeği geçen
herkese teşekkür ederek, 2007 yılının kasım ayında
kazı çalışmalarına başlanan mozaiğin kazı çalışması
sonunda müzeye getirildiğini, 2.5 aylık restorasyon
çalışması sonunda MS 4. yüzyıldan
kaldığı tahmin edilen mozaiğin teşhire hazır hale
getirildiğini belirtti.
Vali Yardımcısı İnci Sezer Becel ise, turizm denince
akla sadece denize giren turistlerin gelmemesi
gerektiğini belirterek, kültür ve tarih turizmine de
önem verilmesi gerektiğini kaydetti. Yapılan
konuşmalardan sonra otlayan karaca motifli mozaik
tablosunun açılışı yapıldı.
Müze Müdürü İzzet Esen, "Burada özellikle işçilik
konusunda biz Zeugma etkisini görüyoruz. Muhtemelen
Zeugma'daki ustaların etkisini ya da oradan gelmiş
ustaların buradaki çalışmaları olabilir. Hemen hemen
Zeugma ile aynı tarihe sahip. Zeugma ile eşdeğer
nitelikte olabilecek bir taban mozaiği" şeklinde
bilgi verdi.
Malatya Kent Haber,
21.04.2009
|
TARİHİ YARIMADA'NIN ÇEHRESİ DEĞİŞİYOR

Kültür ve Turizm Bakanı
Ertuğrul Günay, ‘Sur-u Sultani’ olarak bilinen,
Topkapı Sarayı, Gülhane Parkı ve Sirkeci Garı’nı da
içine alan
tarihi yarımadada yapılacak düzenlemeleri
Milliyet’e anlattı
Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, Aya İrini
ve Ayasofya’da artık gelişigüzel konser ve sergi
düzenlemesi yapılmasına izin vermeyeceklerini
belirtti.
Günay, “Aya İrini, Topkapı ve Ayasofya’yı küçük
kokteyller yapma mekanı olmaktan kurtaracağız. Çok
özel organizasyonlar, devlet için prestij konusu
olan etkinliklerin açılışlarında kullandıracağız.
Belki yılda bir defa olacak bunlar. Aşağıda koğuş
binası var. Orayı boşaltıp bir dinleti salonu
yapacağız. Aya İrini ve Ayasofya’nın, amatör, küçük
toplantı ve sergi salonu olarak kullanılmasını
önleyeceğiz” dedi.
İstanbul’un ‘Sur-u Sultani’ olarak bilinen, Topkapı
Sarayı, Gülhane Parkı ve Sirkeci Garı’nı da içine
alan
tarihi yarımadasında kalan binalarla ilgili
olarak, Günay’ın
Milliyet’e yaptığı açıklamalar şöyle:
“Topkapı Sarayı içinde ayrı mekanlarımız var.
Matbaa, lise, Zührevi Hastalıklar Hastanesi, eski
Gülhane Hastanesi, TSK’ya ait depolar Topkapı Sarayı
için yeni mekanlar olacak. Buralar depo ve sergi
alanı için kullanılacak. Matbaa boşaltıldı. Bir
kısmı Rölöve Müdürlüğü olarak kullanılırken, bir
bölümünde ise saltanat arabaları sergilenecek.
Matbaa Lisesi bu yıl sonunda boşaltılıyor. Gülhane
hastaneleri bir yeme içme mekanı ve müze deposu
olarak kullanılacak. Kara Kuvvetleri’nin kullandığı
deniz tarafındaki depolar var, onlar da fazla
gecikmeden çıkacak. Ben görüşmelerini Genelkurmay
Başkanımızla yaptım. Binalar tarihi mekan. Sarayın
tüm depo ihtiyacını görecek büyüklükte. Prensip
olarak onay verdiler. Konyalı Restoran, sarayın tam
içinde uygunsuz bir mekan. Oradan çıkarmak için
arayışlarımız sürüyor. Orayı da sergi mekanı ve depo
olarak kullanacağız.
Darphane binaları, sanayi arkeolojisi ve başta
sikkeler olmak üzere Arkeoloji Müzesi için bir sergi
alanı olacak. Kafeteryalarla da destekleyerek bir
dinlenme alanı olabilir diye düşünüyoruz. Harabe
görüntüsü var ama çok çabuk ayağa kaldırabiliriz
burayı.
Darphane binalarıyla ilgili olarak fikir çalışmasını
Türkiye Seyahat Acentaları Birliği’yle (TÜRSAB)
beraber yapıyoruz. TÜRSAB koordinatörlük yapıyor,
sonra ana sponsor olacak.
Onlar bir gelir elde etmeyecek. Amaç ziyaretçi
sayısını artırmak. ‘Tarih Vakfı çıktı, TÜRSAB girdi’
eleştirisine katılmıyorum. Çünkü burayı bir
işletmeye vermiyoruz. Buranın restorasyonu için
sponsor bulacak. Belki içinde bir kafetarya
işletecek. Ama gelirini buraya harcayacak. 18 yıldır
lojman olarak kullanılan, mezbelelik haline
getirilmiş olan 1. avludaki karakol binasını, şimdi
restore ettiriyoruz. Burayı pastane, dinlenme alanı
yapıyoruz. Arkasındaki tarihi alanı da ortaya
çıkaracağız. Burayı Uluslararası Kongre
İşletmeciliği (UKTAŞ) şirketine sponsor olarak
verdik. Bakanlığımız da bu kuruluşa ortak. UKTAŞ da,
Feriye Restoranları’na tesisi işletmesi için verdi.
8 yıllığına. Yıllık 264 bin lira artı KDV’ye verdik.
Burası bir çöplüktü. Her odada tuvalet vardı.
‘Burada ne oluyor’ diyenlere buranın eski halini
hatırlatmak lazım. Tarihi mekanı aslına uygun ayağa
kaldırıyoruz. Bakanlığımız burada para harcamıyor
ama gelir elde edeceğiz. Gecekondular vardı
arkasında. Onların hepsini yıktık. Düşünebiliyor
musunuz, sarayın bahçesinde gecekondu vardı.
İnanılacak gibi değil.”
Zührevi Hastalıklar Hastanesi’nin boşaltıldığını
anlatan Günay, şöyle devam etti:
“Büyük bir dertti benim için. Sarayın bahçesinde
hastane vardı. Orayı butik otel yapmayı planlıyoruz.
Tren hattı da kalkınca saray tamamen aslına dönecek.
Ana caddeden girişi de olan farklı bir alan. Okulun
olduğu mekanı konservasyon atölyelerini
taşıyacağız.”
Arkeoloji Müzesi’ni etrafındaki tarihi binalarla
büyütmek istediklerini söylen Günay, “1 milyonun
üzerinde eser var. Var olan alanları da sağlıklı
hale getireceğiz. Arkeoloji Müzesi çok özel bir
mekana sahip. Dünyada bir başka eşi yok. Darphane
binalarından yeni teşhir alanı vereceğiz. Darphane
binaları ile Arkeoloji Müzesi aynı kotta. Aynı
yürüyüş güzergahı üzerinde” dedi.
Milliyet, Haber: Ömer Erbil, Fotoğraf: Murat
Öztürk, 21.04.2009
|
 |
KRAL KAYA MEZARLARI TURİZME HAZIR
Kültür turizminde marka olma yolunda emin adımlarla yürüyen Amasya'da 2008 yılında 95 bin 828 turist konakladı, yatırım ve restorasyon çalışmaları için 4 milyon 826 bin 235 lira harcandı.
Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın kültür turizminde marka kent olma yolunda pilot seçtiği illerin başında gelen Amasya'da 2004 yılı ile 2007 yılı arasında yükselen bir grafik izleyen konaklayan turist sayısı 2008 yılında düşüş yaşadı. 1007 yılında 163 bin yerli ve yabancı turistin konakladığı kentte 2008 yılında 95 bin 828 turist konakladı.
Ayrıca 2008 yılında Kültür ve Turizm Bakanlığı ile İl Özel İdaresi kaynaklarından yatırım ve restorasyon çalışmaları için Harşena Kalesi Kral Kaya Mezarları'nın onarımı, Müzenin onarımı ve çevre düzenlemesi, İl Kültür Müdürlüğü hizmet binası onarımı, Merzifon Kültür Merkezi onarımı, sokak sağlıklaştırma ve çevre düzenlemesi, tarihi eser kazı çalışmaları, Amasya maketinin yapılması, kalenin ışıklandırılması, tanıtım çalışmaları, eski evlerin onarımı, Cilanbolu tünelinin temizlenmesi ve Amasya'nın markalaşma imaj çalışmaları için toplam 4 milyon 826 bin 235 lira harcanırken, bunların içerisinde en yüksek rakam olan 2 milyon 967 bin 838 liralık harcama ile Harşyena Kalesi Kral Kaya Mezarları'nın onarımı geliyor.
Amasya Kent Haber, 20.04.2009
|
TARİHİ ESER
KAÇAKÇILARINA DARBE
Karaman'ın Ermenek
İlçesi'nde jandarmanın gübre yüklü bir kamyonette
yaptığı aramada kadın ve erkek figürü bulunan tarihi
kabartma lahit ele geçirildi.
Edinilen bilgiye göre,
bir ihbarı değerlendiren jandarma timleri sabaha
karşı 04.00 sıralarında Ermenek Çamlıca Köyü
arasında gübre yüklü 33 UL 647 plakalı kamyoneti
durdurdu.
Kamyonetin içinde ve
kasasında arama yapan timler gübrelerin arasına
saklanmış 1 metre 35 santim yüksekliğinde ve 30
santim eninde kadın ve erkek figürü bulunan kabartma
lahit ele geçirdi.
Jandarma kamyonette bulunan H.Ö.
(54), M.Ö. (29), A.K. (42) ve E.K.'yi (39) gözaltına
aldı. Daha sonra savcılığın izniyle şahısların
evlerinde de arama yapan timler 2 adet ruhsatsız av
tüfeği, 1 adet dinamit lokumu, 1 adet 7.65 çapında
ruhsatsız tabanca ile bu tabancaya ait 9 mermi ve 1
adet fil kabartmalı küçük figür buldu.
Şahısların lahdi sit
alanı olan Çamlıca Gökçe Ören yerinden buldukları
öğrenildi. Karaman Müzesi'ne teslim edilecek olan
kadın ve erkek figürü bulunan tarihi kabartma
lahdin geç Roma Dönemi'ne ait olduğu bildirildi.
Olayla ilgili soruşturma
devam ediyor.
Karaman Kent Haber,
21.04.2009
|
|
ARKEOMETRİ ARKEOLOJİNİN YARDIMCISIDIR
İnsanoğlunun geçmişinin
araştırılmasında arkeologlar çok çeşitli soruları
yanıtlamaya çalışırlar. Eldeki verilerin
incelenmesi, hangi döneme ait buluntulara
ulaşıldığı, hangi materyalin alet yapımında
kullanıldığı, nereden getirildiği, toplumların yaşam
biçimleri ve daha birçok sorunun yanıtlarına ulaşmak
pek de kolay değildir. 1950’li yıllarda başlayan
arkeometri çalışmaları sayesinde, buluntuların kesin
tarihlerinin ortaya çıkarılması ve kimyasal
analizlerinin yapılarak hangi madenlerin
kullanıldığının anlaşılması gibi birçok problem
çözülmeye başlandı.
Arkeometri Yüksek Lisans ve Doktora bölümü Öğretim
Görevlisi Ay Melek Özer ve Arkeometri Anabilim Dalı
Başkanı Asuman Günal Türkmenoğlu, Türkiye’nin tek
arkeometri bölümüne sahip olan ODTÜ’de, 7-8-9 Mayıs
tarihlerinde düzenleyecekleri 1’nci ODTÜ Arkeometri
Çalıştayı’nı ve Türkiye’de arkeometri çalışmalarının
nasıl başladığını gazetemize anlattılar.
Arkeometri nedir, arkeolojiyle nasıl bir ilişkisi
vardır ve hangi bilim dallarını kapsar?
Ay Melek Özer: Arkeometri, Oxford Üniversitesi’nden
bir grup tarafından üretilmiş. Arkeometri sentetik
bir kelime; arkeo ve metri kelimelerini
birleştirmişler. ‘Arkeo’yu, arkeolojiden, ‘metri’yi
de ölçüm sistemlerinden almışlar ve arkeometri adını
vermişler. Aynı Oxford grubu arkeometri sözcüğünü
ise kullanmıyor artık. İngilizce; ‘Archaeologic
Science’ olarak kullanıyorlar ancak bunu Türkçe’ye
çevirdiğimizde ‘Arkeoloji Bilimi’ demeniz gerek; o
zaman da arkeologlar; “arkeoloji zaten bilimdir”
diyerek itiraz ediyorlar. “Bilim Bilimi” gibi bir
tanım olmayacağı için biz arkeometri demeye devam
ediyoruz. Arkeometrinin içine arkeologlara yardımcı
olan fen ve doğa bilimlerinin tümü giriyor; fizik,
kimya, biyoloji, matematik, istatistik, mühendislik
fakültesine bağlı bütün bölümler, inşaat, maden,
makina, metalurji, jeoloji, kimya mühendisliği.
Kullanılan bütün bilimler ve araştırmalar arkeolojik
buluntulara uygulanıyor ve ortaya arkeologlara
yardımcı bilgiler çıkıyor. Son olarak, arkeologlarla
birlikte yapılan tartışmalar sonucunda bilgiler
yazılı hale getiriliyor.
Arkeometri çalışmaları Türkiye’de ne zaman ve kimin
öncülüğünde başladı?
Ay Melek Özer: 1980’de, İstanbul Üniversitesi
Arkeoloji Bölümü’nden Prof.Dr. Ufuk Esin, Prof.Dr.
Halet Çambel, Prof.Dr. Bahadır Alkım ve Prof.Dr.
Handan Alkım ile ODTÜ Kimya Bölümü’nden Doç Dr.
Olcay Birgül ve Fizik Bölümü’nden Prof.Dr. Yeter
Göksu arkeometri çalışmalarının nasıl
yürütülebileceği üzerine fikir alışverişinde
bulunuyorlar. Bu ekip yaptıkları ilk tartışmalar
ışığında Arkeometri Çalışma Grubu’nu kuruyor. Çalıştayımızı ithaf ettiğimiz
Prof.Dr. Ufuk Esin
arkeolojinin, doğa ve fen bilimlerinden nasıl
yararlanabileceği üzerine ilk kafa yoran ve bu
çalışmayı başlatan kişidir.
Arkeometri Çalışma Grubu TÜBİTAK-ODTÜ işbirliğinde
1992’ye kadar çalışmalarını sürdürdü. Birçok okuldan
akademisyenlerin katılımıyla grubun çalışmaları her
sene toplantılarla ve çalışmaların yayınlanmasıyla
devam etti. İlk arkeometri çalışmalarının sonuçları
ise 1979’da, İkiztepe, Çayönü, Tepecik -Güneydoğu-
kazılarında ortaya çıkan verilerden elde edildi.
ODTÜ’nün yürüttüğü Keban Kurtarma Kazıları
Projesi’nin de Türkiye arkeometri çalışmalarına
katkısı vardır. Ufuk hanımla bizlerin, farklı
dallardan arkadaşların ilk teması o zaman
başlamıştır.
ODTÜ’nün arkeolojiye olan ilgisi nereden geliyor?
Ay Melek Özer: ODTÜ’de arkeoloji bölümü olmamasına
karşın, ODTÜ’nün arkeolojiye olan ilgisi 1960’larda
başladı.
Dönemin Rektörü Kemal Kurdaş, ODTÜ yerleşkesi içinde
ve hemen dışında bulunan Frig, Hellen, Roma
kalıntılarının kazılmasına öncülük etti. Yalıncak,
Koçumbeli, Ahlatlıbel ve Gençlerbirliği (kurtarma)
kazıları buluntuları da yerleşke içerisinde bulunan
ODTÜ Müzesi’nde sergileniyor. ODTÜ, yerleşkesi
içinde kendi müzesi olan sayılı okullardandır.
1990’daysa arkeometri çalışma grubunun
olgunlaşmasıyla birlikte eğitim yapmaya karar
verdik.
ODTÜ Arkeometri Ana Bilim Dalı ise 1990’da, Fen
Bilimleri Enstitüsü’ne bağlı olarak kuruldu; yüksek
lisans eğitimi vermeye başladık ve geçen sene de
doktora eğitimine başladık. Bölümümüz, Kültür
Bakanlığı’nın her sene düzenlediği Kazı Araştırma ve
Arkeometri Sempozyumu’na da arkeometri seksiyonu
altında katılıyor.
Evrensel, 20.04.2009
|
YENİSİNİ YAPMAK DAHA KOLAY GELMİŞ
Malatya’nın Darende İlçesi Tohma
Çayı üzerinde bulunan bin 450 yıllık tarihi Nadir
Köprüsü yıkıldı. Üstelik yıkımı yapan da Karayolları
Bölge Müdürlüğünün ihaleyi verdiği taşeron şirket…
Tarihi Nadir ve Uzunok Köprülerinin karayolları 8.
bölge müdürlüğü tarafından 2 yıl önce restorasyonu
için çalışmalara başlanmıştı.
Darende İlçesinde Tohma ırmağı üzerindeki ayakta
kalan Nadir, en eski köprü. Nadir ile aynı ırmağın
üzerinde yer alan Uzunok ise ilçedeki en uzun köprü.
2 köprünün de kapsamlı bir onarımdan geçirilmesi
beklenirken, Tarihi Nadir Köprüsü tamamen yıkılarak
yeniden yapıldı.
karayolları genel müdürlüğünün 2007 yatırım
programına aldığı köprülerin restorasyon çalışmaları
ise ihale yapıldıktan 20 ay sonra başladı.
Köprülerin onarım ihalesini alan Öz-Ba inşaat
Yetkilisi Cemil Özer restore çalışmalarına
başlandığını köprülerin aslına uygun olarak
yenileneceğini söylemişti. Köprülerin tahribata
uğradığı ve birer gözlerinin kapandığını ifade eden
Özer, yapacakları çalışma ile her iki köprüyü de
restore ederek yok olmalarını önleyeceklerini
söylemişti. Ancak tüm bunlar sadece sözde kaldı ve
kendi elleriyle köprüyü yıkarak yenisini yaptılar.
Bu da yetmezmiş gibi yeni yapılan köprünün yanı
başında araçların ve okula gitmek için çocukların
geçmek zorunda olduğu yol tehlike saçıyor. Sadece
demir iskeletlerin olduğu geçici köprü, insan
hayatını tehdit ediyor.
Evrensel, 20.04.2009
|
|
TARİHİ ESER OPERASYONU:
3 GÖZALTI
Denizli'de, iki ayrı
tarihi eser operasyonunda çok sayıda tarihi eser ele
geçirilirken, üç kişi de gözaltına alındı.
Denizli İl Jandarma Alay
Komutanlığı'nca, kültür ve tabiat varlıkları
kaçakçılığına yönelik çalışmalar sonucunda, merkez
Başkarcı bölgesinde Z.D. isimli şahsın elinde tarihi
eser bulunduğu ve satmak için müşteri aradığı haberi
alındı. Z.D. isimli şahsın faaliyetinin
delillendirilmesini müteakiben adli makamlardan
alınan arama kararıyla adı geçen şüpheli ve tarihi
eserleri ele geçirmek üzere operasyon düzenlendi.
Operasyonda, Z.D.
yakalanırken, aracında yapılan aramada 323 adet
sikke ele geçirildi.
Sarayköy İlçesi'ne bağlı
Sığma bölgesinde de Ü.Ş. ve H.H.Ş. isimli şahısların
ellerinde tarihi eser bulunduğu ve satmak için
müşteri aradıkları tespit edildi. Bunun üzerine
yapılan operasyonda, şahısların üst ve araçlarında
yapılan aramada 800 adet sikke ve bir adet toprak
testi ele geçirildi.
Her iki olayda ele
geçirilen toplam bin 123 adet sikke ve bir toprak
testi Müze Müdürlüğü'ne teslim edildi. Z.D., Ü.Ş. ve
H.H.Ş. isimli şahıslar ifadelerinin alınmasının
ardından adli makamlara sevk edildi.
Denizli Kent Haber,
20.04.2009
|
125 YILLIK TARİHİ TİYATRO KÜL OLDU
Kanada'nın
Ontario eyaletinde 19'uncu yüzyıldan kalma tarihi
yaz tiyatrosu, yangında kül oldu.
Jackson's Point
Köyü'nde
bulunan tiyatro, 1883 yılında çiftlik binası olarak
iki ana duvarının dışında tamamen ağaçlardan inşa
edildi ve 1949 yılından itibaren yazlık tiyatro
olarak kullanıldı.
Tarihi Kızıl Çiftlik Tiyatrosunda 60 yıldır her yaz
kültürel etkinlikler düzenleniyordu.
Çevre sakinleri, yangının başlamasıyla tüm binayı
sarmasının sadece dakikalar aldığını, itfaiye
ekiplerinin ''yapabilecekleri fazlaca bir şey
olmadığını'' söylediler.
Jackson's Point Köyü'nün bağlı olduğu Georgina
Belediye Başkanı Rob Grossi, ''Bu tiyatro, bölgemizi
ayakta tutan en önemli unsurdu. Üzüntümü ifade
edecek kelime bulamıyorum'' dedi.
Sabah, 20.04.2009
|
ENEZ KALESİ ONARIM
BEKLİYOR
Edirne'nin Enez
İlçesi'ndeki tarihi kale ve içerisinde yer alan
Ayasofya Camii, onarım bekliyor.
MÖ 7. yüzyılda yapılan
Enez Kalesi, 1971 yılında İstanbul Üniversitesi
Doğal Varlıkları Koruma Kurulu tarafından korunmaya
alınmıştı. Tarihi kale zaman zaman yapılan
tadilatlarla bugüne kadar ayakta kalmayı başardı.
Edirne'nin en eski
tarihi eseri olan Enez Kalesi, yerli ve yabancı
turistlerin ilgi odağı oluyor. Ancak, yaz sezonunun
yaklaşması nedeniyle gelecek turistlerin kaleye
yapacakları gezilerde, göze hoş olmayan görüntüler
var.
Kalenin içinde bulunan
Ayasofya Camii onarımı için geçen yıl Turizm
Bakanlığı'ndan çıkarılan 300 bin TL yardımın akıbeti
merak konusu oldu. Vatandaşlar, kale ve caminin bir
an önce bakımdan geçirilmesini istiyor.
Edirne Kent Haber,
20.04.2009
|
|
DOKUZ MİLYON YIL ÖNCESİNE YOLCULUK

Muğla’da dokuz milyon yıl öncesine ait zengin fosil
yataklarının bulunduğu Özlüce Kazı Alanı, açık hava
müzesine dönüştürülüyor. Turolian Park iki ay sonra
ziyarete açılacak. Zürafa, at, domuz, fil, gergedan
ve sırtlan fosillerinin yer alacağı müzede, patika
yollar ve seyir tepeleri bulunacak. Çalışmaları
yürüten Antropolog Prof.Dr. Berna Alpagut, seyahat
acentelerine çağrıda bulunarak parkın tur
programlarına alınmasını istedi.
Muğla’nın Özlüce Köyü Kaklıca Tepesi yakınlarında,
1993 yılında ateş yakmak için çukur açan çobanlar
fosiller buldu. Sonrasında kazı alanına dönüştürülen
bölgede dönemin Valisi Lale Aytaman’ın talimatıyla
başlayan çalışmalar devam ediyor. Dokuz milyon yıl
öncesindeki Turolian dönemine ait zengin fosil
yataklarının bulunduğu Özlüce Kazı Alanı’nda, Muğla
Müze Müdürlüğü’nün sorumluluğunda ve
Ankara Üniversitesi Dil Tarih ve Coğrafya
Fakültesi Antropoloji Bölümü Öğretim Üyesi
Antropolog Prof.Dr. Berna Alpagut başkanlığında
yürütülen kurtarma çalışmalarında, yüzey
incelemeleri sonucu yedi bin metrekarelik alanda üç
ayrı fosil yatağı tespit edildi. Kazılarda
zürafagiller, boynuzlugiller, gergedangiller,
hortumlu memeliler, domuzgiller, atgiller ve
etçilere ait fosillerle çok sayıda bitki fosili gün
ışığına çıkarıldı.
Fosiller Muğla Müzesi’nde oluşturulan “Dr. Lale
Aytaman Doğa Tarihi Seksiyonu” salonunda
sergilenmeye başlandı. Ayrıca geçen yılın ilk
günlerinde Muğla Valiliği’nin girişimleriyle bölgede
açık hava müzesi kurulması
kararlaştırıldı.
Muğla Üniversitesi,
Ankara Üniversitesi ve Hatay Mustafa Kemal
Üniversitesi’nin işbirliğinde yürütülen Muğla Müzesi
sorumluluğundaki projeye, İl Özel İdaresi ile Kültür
ve Turizm Bakanlığı da destek verdi. Turolian
Park’ın ilk etabı geçen yıl kasım ayında tamamlandı.
Kazıların sürdüğü alanda patika yollar oluşturuldu,
seyir tepeleri yapıldı. Ziyaretçilerin fosillere
zarar vermeden kazı çalışmalarına da tanıklık etmesi
amaçlandı. Ancak yoğun yağış nedeniyle çevre
düzenlemeleri tamamlanamadı. Haziran ayına kadar
çevre düzenlemesinin tamamlanması, parkın tel
örgülerle çevrilmesi ve fosillerin canlı halini
yansıtan maketlerin yerleştirilmesi planlanıyor.
Çalışmaları yürüten Prof.Dr. Alpagut, ilk çıkan
fosillerin sert yapı içinde korunduğu için hiç
bozulmadan günümüze kadar ulaşabildiğini söyledi.
Bunların üzeri özel bir maddeyle kaplandıktan sonra
Muğla Müzesi’nde oluşturulan salonda
sergilendiklerini belirtti: “Ziyaretçiler fosillerin
çıkarıldığı bölgeleri de gezmek istiyor. Turolian
Park, eko turizm açısından önemli bir proje.
Uygarlıkları görmeye gelen turistlere doğa
mirasımızı gösterecek bir açık hava müzesi yaptık.
Bulduğumuz fil, gergedan, zürafa, sırtlan, at ve
domuz gibi omurgalı hayvan türleri bize Muğla
bölgesinin 8- 10 milyon yıl önce günümüzden daha
sıcak, yağışlı bir iklime, ormanlık alanlar ve geniş
otlaklara sahip olduğunu gösteriyor.” Prof.Dr. Alpagut, fosil maketleri için sponsor aradıklarını
söyledi.
Çalışmalar kapsamında, atıl durumdaki Özlüce
İlköğretim Okulu binası kazı ekibine devredildi.
Parkın kültür turizmine hız kazandırması, on
binlerce turisti bölgeye çekmesi bekleniyor.
Muğla Müze Müdürü Arkeolog Şevki Bardakçı ise, yeni
bulguların kentin çok zengin tarihi ve kültürel
değerlerlerine katkıda bulunacağını söyledi: “Duvar
yazılarından, Roma dönemine, Bizans döneminden
Osmanlıya kadar çok zengin bir coğrafyadayız. Fosil
yatakları milyonlarca yıl önce buranın canlılar için
önemli bir bölge olduğunu gösteriyor. Turolian,
günümüzden 5- 9 milyon yıl öncesinde Doğu Asya’dan
İspanya’ya kadar uzanan geniş bir alanda yaşamış ve
yok olmuş canlıları içeren bir dönemdir. Adını
fosillerin ilk bulunduğu yer olan İspanya’daki
Turuel Havzası’ndan almış. Biz de burada açık hava
müzesinin adını Turolian Park koyduk. Projenin ilk
etabı başarıyla tamamlandı. Çalışmalar hızla
sürüyor.”
Hürriyet Seyahat, Yazı: Ahmet Bayrak, 20.04.2009
|
AGORA'DA KAZILAR YIL SONUNA KADAR BİTECEK
Dünyanın
kent içinde kalmış en büyük antik agorası olarak
kabul edilen İzmir Agora'daki tarihi ve kültürel
zenginlikleri gün ışığına çıkartmak amacıyla
Büyükşehir Belediyesi'nin büyük destek verdiği
çalışmalar yeni dönemde daha da hızlanacak.
Antik Agora'nın kentle bütünleşmesi, İkiçeşmelik
Caddesi'nden geçen vatandaşların tarihi mekanı
görebilmesi amacıyla bugüne kadar bölgede 25 milyon
TL'ye yakın kamulaştırma yapan Büyükşehir
Belediyesi, Agora'yı kentle bütünleştirebilmek için
3 etap halinde gerçekleştirdiği kamulaştırma
çalışmalarının 4, 5 ve 6. etabını hayata geçirmek
için harekete geçti.
2 yılda yaklaşık 25 milyon TL'lik kamulaştırma yapan
Büyükşehir Belediyesi, 2009 yılı sonuna kadar
kamulaştırma çalışmalarını tamamlamayı planlıyor.
Yapılması öngörülen yeni etap kamulaştırma
çalışmalarının Büyükşehir Belediyesi'ne maliyetinin
yaklaşık 15 milyon TL'yi bulması öngörülüyor.
Agora ve çevresini 'Arkeoloji ve tarih parkı' olarak
düzenlemeyi planlayan İzmir Büyükşehir Belediyesi,
Agora'nın gün yüzüne çıkabilmesi için 16.6 milyon
metrekarelik alanda kamulaştırma yaptı. 3 etap
şeklinde kamulaştırması yapılan alandaki çoğu
binanın yıkılmasının ardından Agora'nın önünü bir
perde gibi kapatan binalar ortadan kalktı.
Büyükşehir Belediyesi geri kalan alanda yeni
kamulaştırma yapmak için harekete geçti. 4-5 ve 6.
etap kamulaştırma çalışmaları için düğmeye basan
belediye yıl sonuna kadar Agora'nın etrafındaki
metruk binaları yıkarak tarihi güzelliğin tamamen
ortaya çıkarılmasını hedefliyor.
Hızlı bir şekilde sürdürülen çalışmaların
tamamlanmasının ardından Agora ve İkiçeşmelik
caddeleri birleştirilecek. Yıllar boyunca ihmal
edilen tarihi Agora'nın çevresinin açılması ile
birlikte ören yerini ziyaret eden turist sayısında
da önemli bir artış olması bekleniyor. Çalışmalar üç
koldan birden sürdürülecek. Bir yandan kamulaştırma
çalışmaları devam ederken diğer yandan da
kamulaştırılan binalar yıkılıp bu bölgelerde de kazı
çalışmaları yürütülecek. Öte yandan eski metruk
binalar arasına sıkışmış olan tescilli yapılar da
proje kapsamında yeniden kent yaşamına
kazandırılacak. Tescilli yapılar aslına uygun olarak
yeniden restore edilecek. Restorasyon çalışmalarına
önümüzdeki süreçte başlanacak.
Yeni Asır, Haber: Ercan Gürcaner, 20.04.2009
|
MİNAREYİ TASARLAMAK

Molla Çelebi Camisi'nin 1970'li yıllardaki görünümü

2009'da Molla Çelebi Camisi. Statik sorunlar yüzünden minare yıkılıp yeniden yapılmış.
İnşa edildiği tarihten bugüne Molla Çelebi
Camisi'nin başına gelmeyen kalmamış. Ama bir de
Vakıflar'dan çekeceği varmış...
Fındıklı'da, Mimar Sinan Güzel Sanatlar
Üniversitesi'nin yanı başında, son cemaat yeri
caddeye bitişik bir cami dikkati çeker. Fındıklı
Camisi ya da Molla Çelebi Camisi adıyla bilinen ve
klasik döneme ait olduğu hemen anlaşılan bu cami,
Sinan döneminin yapıtları arasındadır. Molla Çelebi
Camisi, Osmanlı mimarlığının klasik dönem cami
tipolojisinde büyük bir önem taşıyan altı ayaklı
plan şemasına sahiptir. Cami plan tipleri arasında,
mihrap duvarına paralel gelişen yayvan planın
yeğlendiği bilinir; altı ayaklı şema da merkezi bir
öğe olan kubbenin yayvan bir plana oturmasına olanak
tanır. Kadırga Sokollu Camisi, Topkapı Kara Ahmed
Paşa Camisi, Babaeski Semiz Ali Paşa Camisi, aynı
dönemin altı ayaklı camileri arasında en önde
gelenlerdir.
Molla Çelebi Camisi'nin banisi, Molla Çelebi
lakabıyla bilinen ve İstanbul kadılığı yapmış olan
Mehmed Vusuli Efendi'dir. Bugün Fındıklı parkının
kıyısında yapayalnız duran cami, inşa edildiği
dönemde küçük bir külliyenin parçasıydı. Yine banisi
Molla Çelebi'nin adını taşıyan hamam ve bir de okul,
külliyenin öteki yapılarını oluşturuyordu. Caminin
inşa tarihi tam olarak bilinmiyor. Kimi kaynaklar
1589, kimileri 1565-1566 tarihini veriyor.
Kitabesinden 1561-1562 tarihinde yapıldığı anlaşılan
Molla Çelebi Hamamı (Fındıklı Hamamı) ile aynı
tarihte inşa edilmiş olduğu ise en fazla kabul gören
görüş.
Molla Çelebi Camisi bugüne dek pek çok yangın ve
deprem atlatmış. 1723 ve 1724 tarihlerinde çıkan
yangınlar sonucunda cami harap olmuş. Mustafa Cezar,
10 Ekim 1723 gecesi Fındıklı'da caminin civarında
çıkan bir yangın sonucunda epeyce ev ve dükkanın
yandığını aktarıyor. 6 Kasım 1724 gecesi caminin
yakınında çıkan yangında ise bir miktar ev ve dükkan
kömür haline gelirken Fındıklı Hamamı'nın da
camekanının yandığını belirtiyor. Bu yangınlardan
büyük bir tahribatla çıkan caminin harim bölümü
onarılıyor ve son cemaat yeri ahşap bir revak
biçiminde yeniden yapılıyor. 1787 yılında ise
Sadrazam Koca Yusuf Paşa bu ahşap revağın önüne
kendi adıyla anılan bir sebil yaptırıyor.
Cezar, 1 Mart 1823 günü Cihangir'deki Firuzağa
Camisi yakınında bir evden çıkan yangının, bir
koldan Fındıklı Hamamı'na kadar uzandığını yazıyor.
Hem bu yangında, hem de 1834 yılında çıkan yangında
cami ve hamam tahrip oluyor ve yeniden onarılıyor.
Peş peşe gelen bu yangınlara ve sayısız depreme
karşın cami ve çevresinin 20. yüzyıla bağlamsal bir
bütünlük içinde ulaştığını görüyoruz. 1926 tarihli
Pervititch haritasında, o dönemde Fındıklı Caddesi
adını taşıyan yol ile deniz arasındaki dokunun
ayakta olduğu, yola cephe veren hamamla cami
arasında Fındıklı Sokağı'nın yer aldığı, ahşap revak
önündeki sebilin yine yola cephe verdiği
saptanabiliyor.
İşte Osmanlı kentinden geçen yüzyıla ulaşan bu
görüntü, 1957'de, Menderes'in imar çalışmalarının
kurbanı oluyor. Yol açma ve genişletme çalışmaları
sırasında caminin çevresindeki tarihsel doku, Molla
Çelebi Hamamı'yla birlikte yıkılıp yok ediliyor.
Daha sonra Kabataş set duvarına monte edilecek olan
Koca Yusuf Paşa Sebili ise sökülüp kaldırılıyor.
Böylece artık kendisine teğet geçen caddenin
kıyısında kalan Molla Çelebi Camisi, içinde yer
aldığı kentsel bağlamı da tümüyle yitiriyor. Caminin
yaşadığı başka bir değişim ise, 1958'de, ahşap
revağın yerini bugünkü son cemaat yerine bırakması
oluyor. Sedad Hakkı Eldem'in 16. yüzyılın klasik
çizgilerine sadık restitüsyonuyla ve betonarme bir
strüktürle inşa edilen son cemaat yeri camiye "yeni"
ama "otantik" bir görünüm kazandırıyor.
Ne yazık ki Molla Çelebi Camisi'nin yaşadıkları
burada sonlanmıyor. 2000'li yıllara ulaşıldığında
caminin minaresinin -büyük bir olasılıkla 1999
depreminin sonucu olan- statik sorunlar taşıdığı
görülüyor ve Vakıflar minarenin yıkılıp yeniden
yapılmasını kararlaştırıyor. Bu arada sorunlu
minarenin caminin özgün minaresi olmadığını
belirtmek gerek. Şerefe korkulukları üzerinde ve
peteğin üst kesiminde yer alan kabartma girland
bezemeler, mevcut minarenin geç dönemde inşa
edildiğine tanıklık ediyor. Yapının özgün minaresi
olmasa da, yukarı doğru incelen hafif konik
gövdesiyle bu zarif minarenin camiyle tam anlamıyla
bütünleştiği söylenmeli.
İşte, 2001 yılında bu minare statik sorunlarının
çözümü için yıkıldı ve yeniden inşa edildi. Ne var
ki inşa edilen minare artık başka bir minareydi;
daha açık bir deyişle, yıkılan minarenin hafif konik
geometrisi yok edilmiş, gövde külaha dek aynı çapta
yükselen bir silindire dönüştürülmüş, şerefe de
zorunlu olarak büyümüştü. Camiyle bütünleşen o zarif
minare yerini ne olduğu belirsiz bir "modern" zaman
minaresine bırakmıştı. Vakıflar'ın bu müdahaleyi
minareye 16. yüzyıldaki özgün görünümünü kazandırmak
için yaptığı sanılmasın. Yukarıda sözünü ettiğim
girland bezemeleri yeni minarede de yer alıyor, yani
yeniden inşa edilen minare -sözde- yıkılan geç dönem
minaresi. Zaten silindirik gövdeye sahip klasik
dönem minarelerinin, şerefe ile külah arasındaki
petek bölümlerinin genellikle gövdeden daha ince
olduğu biliniyor. Ayrıca caminin özgün minaresinin
nasıl olduğu da belli değil, bu yüzden geç dönem
minaresini aynen korumak gerekiyor.
Vakıflar'ın yeniden inşa ettirdiği bu minarenin,
yeni "tasarımı" ile müteahhitin işini
kolaylaştırdığına kuşku yok. Peki ama Vakıflar'ın
görevi müteahhitlerin işini kolaylaştırmak mıdır
yoksa "vakıf eserler"i korumak mı?
Radikal Tasarım, Yazı: Aykut Köksal, 20.04.2009
|
 |
CUMHURİYET DÖNEMİNE SANSÜR
Melih Gökçek yönetimindeki Ankara Anakent Belediyesi’nin haftalık yayın organında, "Ankara’da görülmesi gereken tarihi mekanlar" arasında Kocatepe ve Hacı Bayram camileri sıralanırken Anıtkabir ile Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyet Müzeleri’ne yer verilmedi.
Daha çok "Gökçek’in propaganda aracı" olarak görülen belediyenin "Büyükşehir Ankara" adlı bültenin son sayısının 2’nci sayfasındaki "Bunları biliyor musunuz" başlıklı köşesinde, "Ankara’da görülmesi gereken tarihi mekanlar" olarak, "Ankara Kalesi", "Jülian Sütunu", "Augustus Tapınağı", "Hacı Bayram Camii", "Kocatepe Camii" ve "Roma Hamamı" sayıldı. Ancak bu eserler arasında 22 yıl önce yapımı tamamlanan Kocatepe Camisi’nin yer almasına karşın bundan daha eski olan Cumhuriyet dönemi yapılarının "yok" sayılması dikkat çekti. Belediyenin bülteninde yer vermediği Ankara’daki tarihi mekanlar şöyle: "Kurtuluş Savaşı Müzesi - I. TBMM Binası, Cumhuriyet Müzesi - II. TBMM Binası, Anıtkabir, Ulus Cumhuriyet Anıtı, Anadolu Medeniyetler Müzesi, Etnografya Müzesi, Ankara Devlet Resim ve Heykel Müzesi, Atatürk’ün Mekanı Müze Köşk, Atatürk Evi, Alagöz Karargah Müzesi, TBMM."
Anakent Belediye Meclisi üyesi ve Çankaya Belediye Meclisi Başkanvekili Fazıl Güleken, belediyenin bülteninde Cumhuriyet değerlerinin göz ardı edilmesine tepki gösterdi.
Cumhuriyet, 20.04.2009
|
SÜLEYMANİYE EVLERİ YENİDEN HAYAT BULUYOR
İstanbul'un en önemli tarihi merkezlerinden Süleymaniye'de yürütülen Kentsel Yenileme Projesi kapsamında, son 50 yılda yıkım, yangın ve tahribat nedeniyle yok olmuş eski eser niteliğindeki 90 Süleymaniye evinin varlığı tespit edildi. Yok olmuş evlerin tespiti için 100 yıllık arşivler tarandı, itfaiye raporları araştırıldı, Genelkurmay Başkanlığı'nın hava fotoğrafları, eski haritalar incelendi, bölgede uzun yıllar yaşayan kişilerle görüşmeler yapıldı. Ayrıca, tespit edilen arsalarda yapılan yüzeysel temizlik sayesinde temel ölçüsü alındı.
Projeyi yürüten restorasyon uzmanı Haliç Üniversitesi Öğretim Üyesi Yrd.Doç.Dr. Halil Onur, "Yok olmuş ev sayısı daha daha fazla olabilir, ama arşiv taraması sonucu 90 evin varlığını kesin olarak tespit ettik. Bu evler UNESCO kriterlerine göre aslına uygun olarak yapılacak" dedi. Fatih Belediyesi ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi şirketlerinden KİPTAŞ işbirliğiyle yürütülen Süleymaniye Kentsel Yenileme Projesi'nin 100 dönümlük ilk etabındaki çalışmada 333 eski eser bina restore edilecek. Proje kapsamında ayrıca, bölgede yeni yapılan ancak tarihi dokuya uymayan 413 bina da yenilenecek. Bölgede Vakıflar'a ait çeşme, cami, han, hamam gibi 23 anıt yapının da restorasyonu gerçekleştirilecek.
Süleymaniye'nin yangınlarla, göçlerle tarihin her döneminde tahribata uğradığını kaydeden Onur, "Geriye dönüş mümkün değil, ama bu projeyle Süleymaniye yeniden yaşanabilir bir yer haline gelecek. Birçok sokağın trafiğe kapatılmasını öneriyoruz" dedi.
Projeyi yürüten mimarlardan Erol Kuzubaşıoğlu ise yenileme projesi kapsamında çelik kullanılmayacağını, binalarda özgün taşıyıcı sistemlerin uygulanacağını belirtti. Kuzubaşıoğlu, restorasyon projesinin 1 yıl içinde biteceğini ve hemen sonrasında restorasyona başlanacağını bildirdi.
Sabah, 20.04.2009
|
 |
 |
ATATÜRK'ÜN "KÜLLİYEYİ ACİLEN ONARIN" TALİMATI 76 YIL SONRA YERİNE GETİRİLDİ
Konya'daki Sahip Ata Külliyesi'nin Mustafa Kemal Atatürk'e rağmen sahipsiz bırakıldığı ortaya çıktı. Atatürk'ün 1931'de Başvekil İsmet İnönü'den 'acilen onarılmasını' istediği Konya'daki Sahip Ata Külliyesi'nin tam 76 yıl sonra onarıldığı öğrenildi. Atatürk'ün söz konusu isteği, dönemin başbakanı İnönü ve tek partisi CHP'nin yanı sıra daha sonra göreve gelen hükümetler tarafından da yerine getirilmemiş.
Vakıflar Genel Müdürlüğü'nün 2008 yılı faaliyet raporuna göre Mustafa Kemal, 1931 senesinde yurt gezisine çıkıyor. 21 Şubat'ta Konya'da bulunduğu sırada İnönü'ye 'Acele ve Mühim' notuyla bir telgraf metni çekiyor. Telgrafta Konya'daki ata yadigarı eserlerin durumunun iyi olmadığını, derhal ve acele olarak onarılması gerektiğini rica ediyor. Onarılmasını istediği eserlerin ismini telgrafta bir bir sayıyor. Bunlar arasında 1279'da inşa edilen Sahip Ata Camii ve Medresesi'ni de zikrediyor. Tarihi eserlerin asker tarafından kullanılanlarının öncelikle boşaltılmasını ve uzman kişiler tarafından onarımının temin edilmesini istiyor. Fakat o günlerin siyasi ve ekonomik ortamında onarım bir türlü gerçekleştirilemiyor. Ta ki 76 yıl sonrasına kadar.
Vakıflar Genel Müdürlüğü, 2003'ten itibaren başlattığı tarihi eserlerin onarımına dönük atak çerçevesinde, 2007 senesinde Sahip Ata Külliyesi'ni de onarıyor. Tam 730 yaşındaki külliye, yok olma ve çalınma tehlikesi altındaki birçok paha biçilmez eseri barındırdığı için müze haline dönüştürülüp 2008'de ziyarete açılıyor. Her biri kendine has özelliklere sahip olan cami, tekke, türbe, hangah, hamam ve medreseyi içeren külliyenin onarım ve yenileme işlemi, mümkün olduğunca aslına uygun yapılıyor. Yıllarca harap durumda kalan tarihi yapıdaki binlerce nadide eserden bazıları şunlar: Halı, kilim, seccade, çini, yazma Kur'an-ı Kerim ve eserler, hüsn-ü hat levhaları, şamdan, taş kitabeler, Sakal-ı Şerif. Bu arada müzeyi gezmek ücretsiz.
Zaman, 20.04.2009
|
ANTİK KENTTE KAZI DURDU
Danıştay'ın Aydın
Tralleis Antik Kenti’nin kazı başkanının
değiştirilmesi yönündeki kararı üzerine, yeni sezon
kazı hazırlıkları durduruldu.
Kazılar, 2006’dan bu yana, Adnan Menderes
Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölüm
Başkanı Prof.Dr. Abdullah Yaylalı tarafından
yürütülüyordu. Aynı bölümde öğretim üyesi olan,
kazının önceki başkanı Yrd.Doç.Dr. Rafet Dinç’in
Danıştay’a yaptığı itiraz üzerine bu kararın
alındığı bildirildi.
Milliyet Ege, 20.04.2009
|
|
ULUSOY: MARDİN MEDENİYETLER BAŞKENTİ

Mardin
Atatürk Kültür Merkezi’nde
Türkiye
Seyahat Acentaları Birliği (TÜRSAB)
tarafından “Kültür Turizmi Sempozyumu”
düzenlendi. Sempozyumda, kültür ve inanç turizminin
yeri ve önemi, kültür turizminin bölgesel
kalkınmadaki rolü, turizmin pazar yöntemleri
konuları masaya yatırıldı. Sempozyuma Mardin Valisi
Hasan Duruer, Belediye Başkanı Beşir Ayanoğlu,
Turizm işletmecileri ve çok sayıda davetli katıldı.
TÜRSAB Başkanı Başaran Ulusoy,
yaptığı açılış konuşmasında, Mardin’in medeniyetler
başkenti olduğunu söyledi. Ulusoy, 24 farklı
medeniyetin yaşandığı kentte medeniyetlerin izlerine
rastlanmasının kente özellik kattığını vurguladı.
Ulusoy, Mardin Valisi Hasan Duruer’in üç ay içinde
yaptığı restorasyon ve iyileştirme çalışmaları
karşısında hayrete düştüğünü belirterek, turizminin
geliştirilmesi için her türlü desteği vereceğine
dair söz verdi.
Mardin Valisi Hasan Duruer, Kentsel
Dönüşüm Projesi kapsamında başlatılan sokak
restorasyon çalışmalarını il genelinde
yaygınlaştıracaklarını belirtti.
Cumhuriyet, 20.04.2009
******
MARDİN SOKAKLARINDA DEĞİŞİM

24 uygarlığın
izine rastlanan Mardin sokaklarında şimdilerde büyük
bir değişim rüzgarı esiyor. Bir yandan seyahat
acenteleri ve işadamları Mardin'e çıkarma yaparak
şehrin kalkınması için harekete geçiyor, diğer
yandan ünlü modacı Cemil İpekçi, Mardin'de kadın ve
çocuklar için yeni projeler yürütüyor. Kadınlara
moda eğitimi vermenin, tasarım okulu kurmanın
yanı sıra köylerde okul sonrası sosyal eğitim
merkezlerini hayata geçirmek için çalışıyor. Bu yaz
hayata geçmesi planlanan sosyal eğitim merkezleri
projesi çerçevesinde öğrencilere, kendi etnik
grubundan hocaların da eğitim vereceği belirtiliyor.
Kentsel dönüşüm projesi kapsamında başlatılan
çalışmalarla da Mardin'in geleneksel evlerinin
korunmasına ve yanlış yapılaşmanın engellenmesine
çalışılıyor.
Ayrıca sinema salonu olmayan Mardin yakında sinema
salonuna kavuşuyor. Ayrıca İstanbul'daki Cezayir
Sokağı'nın benzeri Mardin'e de yapılacağı
söyleniyor.
Geçtiğimiz günlerde Türkiye Seyahat Acentaları
Birliği (TÜRSAB) tarafından Mardin'de düzenlenen
"Kültür Turizmi Sempozyumu"nda Mardin'de
İstanbul'dan gelen çok sayıda turizmci, bölgenin
kalkınması için neler yapabileceklerini masaya
yatırdı.
"Bölgede turizmin gelişmesi için her türlü desteği
vermeye hazırız'' diyen TÜRSAB Başkanı Başaran
Ulusoy, Mardin Valisi Hasan Duruer'in 3 ay içinde
yaptığı restorasyon ve iyileştirme çalışmaları
karşısında hayrete düştüğünü ifade etti. TÜRSAB
Başkanı Başaran Ulusoy, Mardin'in medeniyetler
başkenti olduğunu belirterek, 24 farklı medeniyetin
yaşandığı kentte medeniyetlerin izlerine
rastlanmasının Mardin'e farklı özellik kattığını
söyledi.
Kentsel dönüşüm projesi kapsamında başlatılan
çalışmalar kent genelinde yaygınlaştığını belirten
Vali Hasan Duruer, "Mardin, medeniyetlerin
başkentidir. Binlerce yıldır dillerin, dinlerin ve
kültürel zenginliklerin birarada yaşatıldığı bir
kenttir. Burayı ziyaret edenler, 'kabloları ne zaman
kaldıracaksınız, beton binaları ne zaman
yıkacaksınız' diyorlar. Şunu söyleyebilirim ki,
gözünüze çirkin gelen herşeyi kaldıracağız.
Çalışmalarımızı başlattık, aralıksız olarak sürüyor"
dedi.

Kültür ve
Turizm Bakanlığı Tanıtma Genel Müdür Yardımcısı
Levent Demirel, Mardin'e gelenlerin kıskanıldığını
söyledi. Mardin Turizminin istenilen hedeflere
ulaşması için görsel ve yazılı tanıtımlarını
sürdüreceklerini belirten Demirel, "Mardin'de bir
kent, bir dünya yatıyor" dedi. Sempozyuma konuşmacı
olarak gazeteci Coşkun Aral, Mardin Sinema Derneği
Başkanı Helün Fırat, TÜRSAB GAP Bölgesel Yürütme
Kurulu Başkanı Fikret Murat Tural katıldı.
Diğer yandan ünlü tasarımcı ve modacı Cemil İpekçi
de Mardinli kadınlar ve çocuklar için çarpıcı
projelere imza atıyor.Her ayın 10 gününü Mardin'de
geçirmeyi planlayan ünlü modacı Cemil İpekçi,
Mardin'in gelişimi için önemli bir örnek.
Sorularımızı yanıtlayan Cemil İpekçi, Mardin ile
ilgili 4 projesini şöyle anlatıyor. "Buradaki
kadınlarımıza geri ve istihdam sağlamak için
başlamıştım. Deneme için 2 yıl önce bir masa örtüsü
yaptım. Mardin'in kendi tasarımı var. 2000 bin parça
DHL satın almıştı. Sonra kadınlara 3 giysi yaptım. 4
bin 500 adet satıldı. Bunların geliri kadınlarımıza
kalıyor. Ürünler Cemil İpekçi markasıyla çıkıyor,
ancak üreten kadının ismi yer alıyor. 40 kadın
bundan para kazandı. ÇATOM'un desteğiyle burada bir
merkez kurmaya karar verdik. Valilik destek oldu.
Valilik buradaki eski binayı tahsis etti. Şimdi bu
eski binanın içinde 167 kadınımız burada eğitim
görüyor. Aynı zamanda onlar üretip kendileri para
kazanıyorlar.
Diğer projemiz de tasarım okulu kurmak. Herkes
"Tasarım okulu da açmayacak mısınız?" diye
soruyordu. Mayıs ayında yerel gazetede duyurarak 30
talebeyi alacağım. Eylül'den itibaren 2 yıllık
tasarım eğitimi vereceğiz. Ben her ayın 5-10 günü
burada olacağım. Kendi yetiştirdiğim asistanlarım
burada olacak. Ama Mardin içine girince bir çok şeyi
daha yapma ihtiyacı duyuyorsunuz. En önemli sorun
bence Güneydoğu'da kadınlara ve çocuklara yatırım
yapmak. Kadınlara ve çocuklara yeteri kadar yatırım
yapılırsa 10 yıl içinde mükemmel bir mahsul
alabiliriz. Kadınları eğitmek hangi bakımdan
eğitmek. Nasıl eğitiriz? Kadının sadece süslenme
aracı ve anne olmadığını, birey olduğunu öğretmek
çok önemli.
Bir de AB ve valiliğin yardımıyla sosyal eğitim
merkezi projesini hayata geçireceğiz. Okuldan sonra
köylerde çocukların hepsi sokaklarda. Burada 8
yaşında sigara içen çocuklar görüyoruz. Proje
kapsamında çocuklar okul sonrası basket oynayacak,
dersini çalışacak, lisan öğrenecek. Eğlenceli bir
biçimde eğitim alacak. Türkü, Kürdü, Arabı... Sosyal
eğitim merkezlerini her kurduğumuz köyde, kendi
etnik grubundan hoca olacak. Çocukları İstanbul'a
düşmeden evvel sokaktan kurtarmamız gerekiyor.
Ayrıca İstanbul'daki Cezayir Sokağı gibi burada da
Bakırcılar Çarşısı'nda bir sokak kuracağız."
Öte yandan Türk Girişim ve İş Dünyası Konfederasyonu
(TÜRKONFED) Başkanlar Konseyi, bugün Mardin'de
toplanıyor.Mardin Sanayici ve İşadamları Derneğinin
(SİAD) ev sahipliğinde gerçekleşecek toplantıya,
Devlet Bakanı Kürşad Tüzmen de katılıyor. Türk
Sanayicileri ve İşadamları Derneği (TÜSİAD) Yönetim
Kurulu Başkanı Arzuhan Yalçındağ'ın da katılacağı
toplantının açılışında, Mardin Valisi Hasan Duruer,
TÜRKONFED Yönetim Kurulu Başkanı Celal Beysel,
DOGÜNSİFED Yönetim Kurulu Başkanı Tarkan Kadooğlu ve
Mardin SİAD Yönetim Kurulu Başkanı Nasır Duyan da
konuşma yapacak.
Sabah, Haber: Nilüfer Şensöz, 21.04.2009
|

 |
ACEMİ ŞANSI
Arkeologlar, Kleopatra ve sevgilisi Mark Anthony’nin 2000 yıl kadar önce kuzey Mısır’da, kayalık bir yamaçta bulunan bir mezara gömüldüğünü düşünüyorlar. Mısır Eski Eserler yöneticisi Zahi Hawass ve Dominik Cumhuriyeti’nden bir Mısırbilimci olan Kathleen Martinez başkanlığındaki ekip, tanrıça İsis’e adanmış olan Taposiris Magna tapınağında çok yakında bu meşhur sevgililerin mezarını bulmayı ümid ediyor. Ekip üç yıldır burada çalışıyor ve yakın zamanda Anthony'nin mezarının burada olduğunu ispatlayabilecek birçok buluntuya rastladı. Bunların arasında bir maske, heykeller ve sikkeler mevcut. Martinez, Kleopatra’nın, sevgilisi Mark Anthony ile birlikte gömüldüğünü söyleyen birçok antik kaynak bulunduğunu belirterek mezarı bulmayı umduklarını söyledi. Mezarın tapınağın içinde olduğuna inandıklarını fakat, şimdiye dek araştırılan tüm dehlizlerin yeni dehlizlere açıldığını belirtti.
Martinez’in bu konuda yaptığı araştırmalar beş yıl sürmüş, ardından yetkili mercileri ikna ederek kazı izni almak için bir yıl daha uğraşmış. Bugün artık hemen herkes onunla fikir birliği içinde, hatta Zahi Hawass bu mezarın bulunması durumunda, Tutanhamon’un mezarının 1922'de bulunmasından bu yana gerçekleşen en önemli arkeolojik olay olacağını söylüyor.
Martinez, araştırmalarında “acemi şansı”nın da yanında olduğunu kabul ediyor. Örneğin, kazıya başlamalarının hemen ardından, Macar araştırmacıların yıllar önce kazıyı terk ettikleri noktada tapınağın İsis’e adanmış olduğunu belgeleyen bir seramik parçası bulmuşlar.
AFP, 19.04.2009
|
VANADOKYA KEŞFEDİLDİ

Orada saklı
bir cennet var. Kapadokya’daki peri
bacalarını kıskandıracak,
Ihlara vadisiyle
aşık atacak bir cennet.
Van’ın
Başkale İlçesine bağlı
Elbak Vadisi’nden bahsediyoruz.
Kapadokya’nın doğudaki ikizi diye tarif edilebilecek
vadinin adını Van valiliği
Van’adokya
koymuş. Daha önceleri terör nedeniyle kapalı tutulan
bu cennet köşesi, önceki gün ilk misafirlerini
ağırladı.
Buram buram tarih kokan bu doğal güzellikte daha
önceleri Ermeniler yaşarmış. Bu nedenle
Van’adokya’da her biri birbirinden farklı irili
ufaklı kiliseler mevcut, bir de ancak gizli bir
tünelle ulaşılabilen kale. Bakanın bir daha baktığı
bu görkemli kale kimilerine göre efsanevi
Alamut Kalesi’ni andırıyor. Doğal olarak
bizim de aklımıza şu soru geliyor; “Yoksa Alamut
Kalesi bu mu?”
Köyle iç içe geçmiş peri bacalarının üst kısmında
devasa bir taş blok var. Köylülere sorduğumuzda,
oranın tek bir taşın bile örülmediği Rıkan Kalesi
olduğunu öğreniyoruz. Yaklaşık 200 metre yükseklikte
olan kaleye tek bir giriş var; o da peri bacalarının
altında oyulan gizli bir tünel.
150 basamaktan oluşan tünel bittikten sonra
günışığıyla karşılaşıp Rıkan Kalesi’ne
ulaşılabiliniyor. İçinde su sarnıçları, tüneller,
değişik ebatta odalar, dibeklerin ve Kral Köşkü
olduğu kalede her şey ana karaya oyularak yapılmış.
Van’a 123 km mesafede bulunan Elbak Vadisi Başkale
İlçesi sınırları içinde. İran sınırına sıfır noktada
bulunan vadi, içinde doğal güzelliklerinin yanı sıra
özellikle Orta Çağ tarihi eserlerini barındırıyor.
Bölge, bugüne kadar turizme kapalı durumdaydı. PKK
ile güvenlik güçleri arasında 25 yılı aşkındır
yaşanan çatışmaların azalmasından dolayı güvenlik
güçleri, bölgeyi turizme açtı.
Van Turizm İl Müdürlüğü de bunu fırsat bilip 15-22
Nisan Turizm Haftası nedeniyle basın mensuplarını
Elbak Vadisi’ne götürdü. Van Turizm İl Müdürlüğü’nün
organize ettiği Elbak Vadisi gezisine Vali
Yardımcısı Ali İpek’in yanı sıra Vanlı turizm
acenteleri ve çok sayıda gazeteci de katıldı. Gezi,
Yavuzlar, nam-ı diğer Taxik Köyünden başladı.
Yavuzlar Köyü, İran’ın sıfır noktasında kurulmuş bir
köy ve köy sakinlerinin temel geçim kaynakları mazot
kaçakçılığı.
Zap Suyu’nun doğduğu köy, doğal ve tarihi
güzelliklerle donatılmış. Köyün hemen arkasında
Turizm İl Müdürlüğü’nce Vanadokya ismini verdiği
Peri Bacaları var. Vanadokya’nın oluşumu ve tarihi
ile ilgili bilgiler veren Taştan, bölgenin turizme
açılması için her türlü çalışmayı yapacaklarını
ifade etti.
Taraf, 19.04.2009
|
ÇİN SEDDİ TAHMİN EDİLENDEN DAHA UZUN
Çin Seddi'nin, 1368-1644 yılları arasında hüküm süren Ming Hanedanı zamanında, tahmin edilenden 2551,8 kilometre daha uzun, yani 8851,8 kilometre olduğu bildirildi.
Bu sonuca, Çin Kültürel Miraslar İdaresi ile Devlet Haritacılık Bürosu tarafından yapılan ve iki yıl süren ortak araştırmayla ulaşıldı.
Yapımına MÖ 259-210 yılları arasında yaşayan İmparator Çin Şi Huang döneminde başlanan Çin Seddi, 1987 yılında Birleşmiş Milletler'in Dünya Mirasları arasına alındı.
Son araştırmada Ming Hanedanı döneminde Çin Seddi'nin kuzeydoğudaki Liaoning eyaletinin Huşan bölgesinde başladığı ve kuzeybatıdaki Gansu eyaletinde bulunan Ciayü geçidine ulaştığı ortaya çıkarıldı.
Çin Seddi Liaoning, Hıbey, Tianjin, Pekin, Şanşi, İç Moğolistan, Şaanşi, Ningşia, Gansu ve Çinghay olmak üzere kuzey Çin'deki 10 eyalet, şehir ve özerk bölgeden geçiyor. Çin Seddi'nin 6259,6 kilometrelik kısmı insan yapımı duvar, 359,7 kilometresi kazılan hendek ve siperler, 2232,5 kilometresi de nehir ve tepeler gibi doğal engellerden oluşuyor.
Seddin günümüzde en çok ziyaret edilen bölümleri Ming Hanedanı dönemine ait.
Şinhua haber ajansı, son teknolojilerin kullanıldığı ve Çin Seddi'nin Çin ve Han hanedanları dönemlerinin araştırıldığı çalışmaların 2010 yılına kadar süreceğini bildirdi.
Sabah, 19.04.2009
|
 |
RESTORE EDİLEN ALAADDİN CAMİİ İBADETE AÇILDI
Karadeniz'in tek Selçuklu mimarisi cami olan 895
yıllık Sinop Alaaddin Camii, Samsun Vakıflar Bölge
Müdürlüğü tarafından bakım, onarım ve restorasyon
işleri tamamlanarak törenle ibadete açıldı.
Törende konuşan İl Müftüsü Ahmet Faruk Kuluş,
Kuzey Anadolu'daki en büyük Selçuklu eserlerinden
birisi olan Alaaddin Camisi'nin 1267, 1385 ve 1861
tarihlerinde ciddi restorasyonlar gördüğünü
hatırlatarak, caminin son 150 yıllık süreçte ciddi
bir restorasyona alınmadığını söyledi. Camideki
restorasyon çalışmalarının 15 ay sürdüğünü dile
getiren Kuluş, "Şu anda camimizin çok büyük bir
restorasyon geçirdiği kanaatindeyiz. Çok güzel bir
çalışma oldu. Eski şekline yani Asar-ı Kadime
dediğimiz eski eser şekline tam anlamıyla kavuştu.
Camimizin kendisiyle birlikte avlusu da farklı nezih
bir mekan haline geldi"dedi.
Samsun Vakıflar Bölge Müdürü Muhsin Öztürk ise
Alaattin Camii'nin Karadeniz sahilinde tek Selçuklu
İmparatorluğu eseri olduğunu hatırlatarak, "1.5
yıllık süre zarfında restorasyonu gerçekleştirildi
ve bugün itibari ile hizmete açıldı. Caminin onarımı
için sözleşme bedeli olarak 1 milyon 700 bin TL para
harcandı." şeklinde konuştu.
Zaman, Haber: Tolga Özkoç, 19.04.2009
|
 |
TARİHİ ALANLAR ÇÖPLÜK GİBİ
Çanakkale'de, destan yazan Mehmetçiğin kanıyla sulanmış topraklar çöplüğe döndü. Gelibolu yarımadası tarihi Milli Parkı'na özellikle hafta sonları yapılan geziler sonrası ziyaretçilerin bıraktıkları çöplerin toplanmaması, hoş olmayan görüntülerin oluşturuyor.
Eceabat Turizm ve Tanıtma Derneği Başkanı Mehmet Ali Geray, yarımadanın gezilip görülen tarihi mekanlarında, şehitlik, kale ve bir çok anıt yakınında, ayrıca arkeolojik değeri bulunan Morto Koyu bölgesindeki antik su kuyularına atılan çöplerin tarihi bir ayıba yol açtığını söyledi. Bölgedeki konteynerlerin yetersiz kaldığını, çöplerin de zamanında toplanmadığını ileri süren Geray şöyle dedi:
“Gelibolu bir çöplük gibi, Morto Koyu bölgesindeki antik su kuyuları da ne yazık ki çöplüğe dönüşmüş. Tarihi yarımadaya ziyarete gelenlerin bıraktıkları çöpler zamanında toplanmayınca bu görüntüler ortaya çıkıyor. İngiliz askerlerinin, zırhlı araçlarını gizlemek için açtıkları hendekler çöplerle dolu. Yerel yönetimler bu ayıba son vermeli.”
Hürriyet, Haber: Erdem Sürek - Ersan Küçükkuru, 19.04.2009
|
GAZİANTEP TARİHİNE SAHİP ÇIKIYOR
Özgün mimariye
sahip Gaziantep evleri restore edilerek, butik otele
dönüştürülüyor.
Eski konaklar yöreye özgü "Havara" taşlarından
yapıldığı için kışın sıcak, yazın ise serin tutuyor
içinde yaşayanları.
Bir ya da iki katlı olarak inşa edilen tarihi
yapıların pencereleri sokak yerine avluya açılıyor.
Geçmişte, avlusunda çocukların oynadığı,
acısıyla-tatlısıyla ailelerin yaşadığı konakların
bazıları şimdi, butik otel olarak yerli ve yabancı
turistleri ağırlıyor.
Müşteriler butik otelleri, geçmiş zamanların
yaşantısını yansıttığı için tercih ediyor.
İnsanı geçmişe götüren tarihin tanığı otellerde,
eski eşyalar da yer alıyor.
Trt/Haber, 19.04.2009
|
|
Ölü doğmuş bir projenin cenazesi (Devam):
İKİBİN(S)ON
|
BAKAN YAZICI UYARDI
İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti projesinde
çalışmalarda bir tempo düşüşü olduğunu kaydeden
Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Hayati Yazıcı,
“Harcamaların isabetli kullanılması konusunda
hassasız. İnsanın olduğu yerde yanlış uygulama da
olur ama onu engelleriz, yanlışın üzerini de
örtmeyiz” dedi.
Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Hayati Yazıcı,
İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti (AKB) Ajansı
Yürütme Kurulu tarafından onaylanan 144 projenin
ihale işleminin tamamlandığını, bunların tutarının
ise 24.5 milyon lira olduğunu bildirdi.
Sarayburnu’ndaki Sepetçiler Kasrı’nda İstanbul AKB
Ajansı Yürütme Kurulu üyelerinin de katılımıyla
basın toplantısı düzenleyen Bakan Yazıcı, İstanbul
2010 AKB Ajansı’nın, 2010 yılında yapılacak
etkinlikleri planlamak ve yönetmek, kamu ve sivil
kurum ve kuruluşların yapacakları çalışmaların
koordinasyonunu sağlamak amacıyla 2007 yılında
kurulduğunu hatırlattı.
Yazıcı, 2008 yılından bu yana çalışmalarını yürüten
ajansın Yürütme Kurulu’nda görev yapan dört üyenin
Şubat ayında kendi istekleriyle istifa ettiklerini
hatırlatarak, istifa edenlerin yerine Ahmet Tanyolaç,
Halim Bulutoğlu, İsrafil Kuralay ve Faruk Pekin’in
seçildiğini kaydetti. Hayati Yazıcı, Yürütme Kurulu
Başkanlığı’na Şekib Avdagiç’in, Genel Sekreterlik
görevi sona eren Eyüp Özgüç’ün yerine ise Mülkiye
Başmüfettişi Yılmaz Kurt’un atandığını anımsattı.
Projenin, Türkiye’nin uluslararası kamuoyundaki
imajına olumlu katkı sağlayacağını ifade eden
Yazıcı, aynı zamanda medeniyetlerin beşiği olan
İstanbul’un kaderini değiştirecek bir fırsat
olduğunu kaydetti. Yazıcı şöyle konuştu:
“Harcamaların isabetli şekilde kullanılması temel
hedeflerimiz arasındadır. Yanlış uygulamaların
hiçbir zaman üzerini örtmeyiz, örtmeyeceğiz. İnsanın
olduğu yerde yanlış uygulamalar olur. Ama onu
gördüğümüzde engelleriz, bir daha o tür
uygulamaların oluşmasına fırsat vermeyiz. Bu konuda
son derece hassas olduğumuzu söylemek isterim.”
Geçmişte kurul üyeleri arasında bazı sorunlar
yaşandığını kaydeden Bakan Yazıcı, genel sekreterle
ilgili bir soruşturma olmadığını ifade etti. Yazıcı,
“Bir yürütme kurulu üyesinin dedesinin ölümü
nedeniyle gazeteye ajans tarafından ilan verilmiş.
Bu konu hakkında neler söyleyeceksiniz?” sorusuna
karşılık, şunları kaydetti: “Böyle bir şey olamaz.
Bu ajans hiçbir arkadaşımızın yakınının vefatı
dolayısıyla ilan veremez. Doğum günü ilanı veremez.
Evlilik yıl dönümü ilanı veremez. Öyle bir fatura
var ortada. Ödeme talimatını vermiyorum. Bu para
ödenmeyecek.”
Projeyi yürütecek yeni ekiple birlikte basının
karşısına çıkan Bakan Yazıcı, Topkapı Sarayı’nın
orijinaline uygun hale getirileceğini, sur içindeki
yapıların temizleneceğini, Ayasofya Müzesi’nde
çalışmaların tamamlanacağını ve yılsonuna kadar 60
milyon liralık harcama yapılmasını öngördüklerini
söyledi. Şu ana kadar toplamı 24.5 milyon TL olan 88
proje onaylanmış durumda.
Vatan, 18.04.2009
******
İSTANBUL 2010'DA YENİ BİR SAYFA AÇILDI

Yönetim kurulundaki istifalar, genel sekreter
değişikliği, projeler ve usulsüz yapılan harcama
iddiaları ile son günlerin en çok tartışılan
kurumlarından olan İstanbul 2010 Avrupa Kültür
Başkenti Ajansı, yeni bir sayfa açtı.
Koordinasyon Kurulu Başkanı Devlet Bakanı ve
Başbakan Yardımcısı Hayati Yazıcı, dün ajansın yeni
yönetim kurulu ve genel sekreteriyle basının
karşısına çıktı. Genel sekreterliğe Yılmaz Kurt'un,
istifa eden dört üyenin yerine Ahmet Tanyolaç, Halim
Bulutoğlu, İsrafil Kuralay ve Faruk Pekin'in
seçildiği duyuruldu. Bakan Yazıcı ilk olarak
açıklık, şeffaflık ve dürüstlüğün temel ilkeleri
olduğunu söyledi. Harcamaların çarçur edilmemesi
konusunda titiz olduklarını ifade eden Bakan, yanlış
uygulamaların üstünü örtmeyeceklerini vurguladı.
Bakan Yazıcı, daha sonra ajansta yaşanan istifa
sürecini değerlendirdi ve gündemdeki iddialara tek
tek cevap verdi. İstifaların, çalışmalarını olumsuz
yönde etkilediğini kabul eden Yazıcı, bir tempo
azalması olduğunu ancak bu durumun bazı faydaları
olduğunu da dile getirdi. İstifaların en önemli
nedenini kan uyuşmazlığı olarak değerlendiren
Yazıcı, iddia edildiği üzere istifaların temelinde
maddi konuların bulunmadığını belirtti. "Ajansta
çalışan görevlilerin akçeli konularda en ufak bir
yanlışı olsa zaten ben tutmam. Kişiler arasında bir
iletişim sorunu yaşandı. Bir kan uyuşmazlığı söz
konusu oldu." diyen Yazıcı, diğer bir iddia olan
Başbakanlık tarafından müfettişlerin
görevlendirilmesi konusunu da, "Projelerde kamu malı
kullanıldığı için rutin denetimler yapılmaktadır."
şeklinde cevapladı.
Bazı kurul üyelerinin şahsi harcamaları olduğu
iddialarını da cevaplayan Hayati Yazıcı, üyelerden
birinin gazete ilanı verdiğini ve bu ilanın
faturasının ajansa geldiği bilgisini öğrendiğini
söyleyerek, "Faturayı gördüm ve ödenmemesi için
talimat verdim. Burada yapılan harcamalar, kamu
hukukuna uymak zorunda, kimse şahsi harcamalar
yapamaz." şeklinde konuştu. Hala yenileme
çalışmalarına başlanılamayan Atatürk Kültür Merkezi
(AKM) ile ilgili soruyu da cevaplayan Yazıcı, şubat
ayındaki toplantıda verilen tarihin bir tahmin ve
öngörü olduğunu söyleyerek, AKM'nin 10-12 ay gibi
bir süreçte yenileneceğini düşündüklerini ifade
etti. Öte yandan Bakan Yazıcı, ajans tarafından
bugüne kadar onaylanan 144 projeden 88'inin
sözleşmesinin yapıldığını ve ihale işlemi
gerçekleştirildiğini; bunların tutarının ise 24,5
milyon TL olduğunu açıkladı.
Zaman, Haber: Ali Pektaş, 19.04.2009
******
KÜLTÜR BAŞKENTİ İŞİNİ ABARTMAYALIM
Avrupa Kültür
Başkent'leri projesi ilk kez 1985 yılında başlamış.
Atina ile... Sonra sırasıyla şöyle devam etmiş:
Floransa, Amsterdam, Berlin, Paris... Ardından
neredeyse bir sürü ufak tefek Avrupa şehrini
tanıtmak adına bu projeye dahil etmişler. Paris'ten
tam 20 yıl sonra İstanbul akıllarına gelmiş. Hani
Galatasaray eşleştiğinde varlığından haberdar
olduğumuz 274 bin nüfuslu İrlanda şehirciği Cork var
ya... O bile 2005'te Avrupa Kültür Başkenti olmuş...
Bir dünya imparatorluğunun payitahtı İstanbul'a
sıranın iş başladıktan 25 yıl sonra gelmesinden daha
bir garip durum, İstanbul'un hangi kentlerle
birlikte bu 'onura' layık görülmüş olması:
Almanya'nın Essen kenti (581.000) ile Macaristan'ın
Peç şehri (150 bin nüfus). Peki, 2011'de hangi
Kültür Başkentlerimize sıra geliyor, dersiniz? Turku
ve Tallinn... Bilmeyenler için hatırlatalım Turku
(180 bin) Finlandiya'da, Tallinn (400 bin)
Estonya'da. Bir sonrasında Moldavya'dan
Zübürdükoviç'i seçerler herhalde...
Bu projeye hiç itirazım yok... Özünü anlıyor; doğru
ve çok faydalı buluyorum. Benim itirazım, bizim bu
projeye uygun birçok orta boy kentimiz dururken
İstanbul'la katılmamıza ve bu işi bir üçüncü dünya
savaşı ciddiyeti içinde ele almaya çalışmamıza... Bu
işe bakan kuruluşun başkanını bile Başbakan'dan daha
zor seçtik...
Bu arada bir de ihale iptal edildi: Yaratıcı Çalışma
ve Kampanya Planlama, Yurtiçi ve Yurtdışı Medya
Satınalma, Açık Hava Mecra Satınalma, Web Sitesi
Tasarımı ve İşletimi, Basın-Halkla İlişkiler ve
Etkinlik Yönetimi hizmetlerini sunacak ajansları
belirlemek üzere açılan ihale.
Nasıl ama?.. Bu iş yıllar öncesinden belli. Kalmış 6
ay. İletişim işin ruhu. Sen iletişim ile ilgili
bütün işleri durdur... Aferin sana!..
Şimdi tavsiyem şu: Bırakın ihaleyi mihaleyi.
Hükümette bir dolu pratik adam var. Hemen
çözerler... İşin yasal yapısı hallolur. Alın
yanınıza Reklamcılar Derneği (RD) ile İletişim
Danışmanlığı Şirketleri Derneği'ni (İDA). Kurdurun
onlara iki tane üçlü konsorsiyum. Ve yürüyün. Şu
proje İstanbul'daki 10 tane yapının renovasyonuna ve
bunların duyurulmasına, 5 tane kültürel çalışmanın
gerçekleşmesine yarasa hedefine ulaşır. Abartmayın
yeter ki...
Akşam, Yazı: Ali Saydam,
20.04.2009
******
2010 'KIYAK' BAŞKENTİ
'İstanbul 2010 Kültür Başkenti Ajansı'nda yapılan
dikkat çekici uygulamalar Meclis'e taşındı. CHP
Yalova Milletvekili Muharrem İnce'nin soru
önergesine Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay
tarafından verilen cevap, Ajans'taki 'kıyakçılığı'
ortaya çıkardı
'İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti' projesinde
skandal üstüne skandal! CHP Yalova Milletvekili
Muharrem İnce, Kültür Bakanı Ertuğrul Günay'ın
yanıtlaması istemiyle soru önergesi verdi. Bakan
Günay'ın, Ajans çalışanlarının maaş skalasını da
ekleyerek önergeye verdiği yanıt, Ajans'ta yapılan
skandalların belgesi oldu.
İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti
Ajansı'nda 'Kurumsal İletişim Direktörü' olarak
görev yapan lise mezunu bir personelin, kurumdaki
profesör ve doçentlerden bile yüksek maaş aldığı
belirlendi.
Kadrodaki tek 'lise mezunu' olan Nilgün Ören'in,
Ajans'ın Genel Sekreter Yılmaz Kurt'u ve Yardımcısı
Kemal Koç'u sollayarak 4 bin 500 bin TL maaş aldığı
ortaya çıktı. Soru önergesine yanıt veren Kültür ve
Turizm Bakanı Ertuğrul Günay'ın hazırladığı bilgi
notunda ise Nilgün Ören için 'Daha önce çalıştığı
yerler: Türk Amerikan Dernekleri Federasyonu
Temsilcisi' ifadesi yer alıyor. Ören ile aynı maaşı
alan tek kişi ise Devlet Güzel Sanatlar Akademisi
mezunu, Macro Space Organisation Genel Müdürü Korhan
Gümüş. Genel Sekreter Yardımcısı Kemal Koç'un maaşı
2 bin 526 TL'de kalırken, diğer direktörlerin
maaşları da 3 bin 500 ila 2 bin 800 TL arasında
değişiyor.
2007'de 200 milyon, 2008'de 805 milyon TL bütçeyle
göreve başlayan İstanbul Avrupa Kültür Başkenti
Ajansı geçen ay istifalarla sarsıldı. Çolakoğlu ile
yardımcılıklarını yürüten Prof.Dr. İskender Pala ve
Gürhan Ertür ile yürütme kurulu üyesi Prof.Dr.
Metin Sözen ani bir kararla istifa etti.
Çolakoğlu ve üyeler istifalarının nedeni 'İstifamız
kişi yahut kurumlara karşı yapılmış bir hareket
olmayıp, tamamen projenin selameti amacını
gütmektedir. (...) Danışma kurulu tarafından
seçilecek yeni üyelere, arzu ettikleri takdirde
destek olmaya devam edeceğiz.(...) Kişilik
haklarımız saklı kalmak koşuluyla bizim çalıştığımız
dönemle ilgili susma hakkımızı kullanacağız'
şeklinde bir bildiriyle açıkladılar.
İstifa eden ve ismini açıklamak istemeyen bir
yürütme kurulu üyesi, kurumda 'reklam savaşı'
olduğunu iddia ederek 'Sahne senin İstanbul' adlı
reklam kampanyasında yüzde 60'lık reklam payını
Genel Sekreter Eyüp Özgüç'ün tek bir gruba verdiğini
ileri sürdü. Başbakanlık Denetleme Kurulu'ndan bu
göreve atanan Özgüç, 13 Nisan günü görevinden
alındı, yerine Yılmaz Kurt getirildi.
İkinci skandal ise 'Direktörler ve
Yönetmenler' bölümünde yaşandı. 'Edebiyat Yönetmeni'
olan eski Türkiye Yazarlar Birliği İstanbul Şube
Başkanı Ahmet Kot'un, Kültür Bakanlığı tarafından
2004'te bir kitap basım ihalesinde usulsüzlük
yaptığı ve bu nedenle 'ihale yasağı' kapsamında
bulunduğu ortaya çıktı. Bakanlık müfettişlerinin
raporunda, 'lhan Berk' kitabının basım ihalesini
üstlenen Ahmet Kot'un sahibi olduğu şirketin
usulsüzlük yaptığı vurgulanarak, 2 yıl süreyle
'ihale yasağı' getirilmesine karar verildi.
Akşam, Yazı: Deniz Güçer, 21.04.2009
|
|
SURLAR, KENTLE YAŞAYABİLECEK Mİ?

İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı
ile Erasmus antlaşması bağlamında
Yıldız Teknik Üniversitesi Mimarlık
Fakültesi, Strasbourg Devlet Yüksek
Mimarlık Okulu ile
9 Eylül
Üniversitesi öğretim üyeleri ve lisansüstü
öğrencileri tarafından,
İstanbul Karasurları
için bir kentsel tasarım atölye çalışması
gerçekleştirildi. Bu atölye çalışmalarının sonuçları
30 Nisan’a kadar “Çevresiyle,
yaşayanlarıyla, mahalleleriyle... Surları düşünmek”
başlığı altında Fransız Kültür Merkezi’nde
sergileniyor.
Atölye çalışmalarında, Karasurları yalnızca
korunması gereken bir anıt olarak değil, insanları,
yaşam çevresi, ulaşım imkanları, kamusal
mekanlarıyla bir bütün olarak incelenmeye çalışıldı,
öneriler geliştirildi. Proje kapsamında bağımsız
uzmanların katılımıyla yürütülecek bu tür
çalışmaların devam etmesi ve surların, içinde
bulundukları kentsel bağlamla ilişkileri,
restorasyon teknikleri, mimarlık ve şehircilik
açısından farklı deneyimlere, araştırmalara açık bir
biçimde ele alınması hedefleniyor.
Kentler gibi surlar da yaşar
İstanbul dünyadaki en büyük sur varlığına sahip
kentlerden biri. 25 km uzunluğundaki
görkemli kent surları İstanbul’a eşsiz bir değer
kazandırıyor. Bugün büyük bir bölümü ayakta duran
surlar II. Theodosius zamanında,
yaklaşık 1600 yıl önce son halini aldı. Surlar
üzerinde yüzlerce kule, onlarca kapı yer alıyordu ve
yapıldıkları tarih itibarıyla dünyanın en gelişmiş
kent savunma sistemi örneğiydi. İstanbul’un
Pera-Galata tarafında olduğu gibi,
Avrupa’da büyük kentlerinin bir bölümü 19. yüzyılda
modernleşirken surlarını kaybettiler.
Londra,
Paris,
Brüksel,
Viyana’da modern belediyelerin ilk
icraatı surları yıkmak oldu. Bu yıkımların nedenini
anlamak mümkün: Sanayi devrimi sonrası kentlerde
önemli bir nüfus artışı oldu. Kentler Ortaçağ’dan
kalan surların içine sığamaz oldu, dışına taştı.
Belki yıkımlar için başka nedenler de aranabilir:
Ulus-devletin mekan düzeni ile kentlerin fiziksel
sınırlarının olması düşüncesi -büyük bir ihtimalle-
çelişki yaratıyordu. Surlar, kentlerin geçmişini,
Ortaçağ’ı simgeliyordu.
Modern devletler ise, öncelikle kentlerde eski
düzenin izlerini silmek istiyorlardı. Bu nedenle
kentlerin mevcut dokusu yanında kentlerin surları da
yıkımlardan nasibini aldı. Ya da bazen teknik
gerekçeler etkili oldu. Örneğin İstanbul’da surlara
en büyük müdahale, 1870’lerde tren hattı inşa
edilirken gerçekleşti. Birçok yerde surların yakın
çevresine ana ulaşım arterleri, katlı kavşaklar
yapıldı, yollara geçit vermek için yıkımlar yapıldı.
En büyük tahribat son çeyrek asırda
“restorasyon” adı altında yapılan inşaatlar
nedeniyle oldu. Çünkü yapılan müdahalelerin çoğu
“ihya” çalışması gerekçesi altında,
imar işleri kapsamında gerçekleştirildi. Bu nedenle
UNESCO Dünya Miras Merkezi ile
ICOMOS ortak heyetinin, 2006’da yaptığı
tetkik sonucu hazırladığı raporda ve aynı yıl
Temmuz’da Vilnius’ta yapılan
30. Komite toplantısında alınan
kararda, Dünya Mirası Listesi’nde yer alan İstanbul
Karasurları’ndaki restorasyon çalışmalarının
sorunlarına işaret edildi ve aciliyetle gözden
geçirilmesi istendi.
Yalnızca restorasyonla korunamaz
Modernleşme döneminin başlangıcında bugünkü gibi bir
koruma bilinci olmadığı için çoğu zaman surların
yokluğu da, varlığı da fark edilmedi. Ya yıkıldı ya
da korunduğu için değil, kendi hallerinde
bırakıldıkları için günümüze kadar geldi. Ancak
surlar her zaman yaşamın içinde oldu, insanlar
binlerce yıl surlara komşu olarak yaşadı. Kentler,
içinde insanların yaşadığı, ihtiyaçların sürekli
değiştiği, geliştiği yerler. Kentlerin içinde kalmış
olan surlar da, yalnızca geçmişin izlerini bugüne
taşıyan fosilleşmiş kalıntılar değil. Onların da,
değerlendirilişi, kullanılış biçimi,
anlamlandırılışıyla, kentler gibi “canlı” oldukları
söylenebilir. Binlerce yıldır yaşamın sürdüğü
çevresindeki yerleşim alanları, arkeolojik
kalıntıları, sarayları, camileri, kiliseleri,
sinagogları, tekkeleri, limanları ile surlar da,
Tarihi Yarımada’yı dünyada benzersiz bir yere sahip
kılıyor. Surların kapıları geçmişte olduğu gibi
bugün de ulaşım için kullanılıyor, çevresinde
çocuklar oynuyor, pazarlar kuruluyor, hatta
hendekleri binlerce yıldır bostan olarak
değerlendiriliyor. Bu nedenle bugün, surların yeni
yönetim deneyimlerine ve yaratıcı fikirlere açılması
yalnızca uzmanlar için değil, kent halkı için
önemli.
BM’nin eğitim ve kültür örgütü
UNESCO’nun
öncülük ettiği “Dünya Kültür Mirası”
kavramı her türlü ayrımcılığa, tehdide karşı önemli
bir güvence getiriyor. İnsanlığın ortak mirası
olarak devletlerin sorumluluğunu tanımlıyor.
Özellikle, yönetim planlarının hazırlanması süreci,
kent halkını işin içine katmayı, kurumların, kendi
yararlarını temsilin ötesine geçerek, birlikte
çalışmalarını özendiriyor. Kültür mirasının eskiden
olduğu gibi bir restorasyon, ya da “ihya”
problematiği içinde ele alınmaması, sorun alanları
arasında ilişkisel bir yaklaşım ve konu odaklı
deneyimler geliştirilmesi amaçlanıyor. Böylece
restorasyon anonim bir iş olarak değil, farklı
düşüncelere açık, yaratıcı bir uğraş niteliği
kazanıyor.
İstanbul’da surların bir restorasyon konusu olarak
ele alınması yeterli değil. İstanbul yalnızca
restorasyon çalışmaları ile korunamaz. İstanbul
surlarının, -kültür varlıkları, insanları,
mahalleleriyle birlikte- hiçbir kentin sahip
olmadığı çapta zenginliğini kent halkı için bir
değere dönüştürmeli. Bunun için surları
tek
boyutlu bir “restorasyon işi” olarak ele
almak yerine çok katmanlı bir anlam dünyasına
taşımak, 20. yüzyıldan kalma araçsal yönetim
mantığının kısırlaştırmasından kurtarmak gerekli.
Bugün surların ideolojik ve teknokratik kültürel
miras problematiğinden kurtarılması, kentin yönetim
pratiklerinin nasıl dönüştürülebileceğini
gösteriyor.
Kentin eşsiz kültürel mirasının küçük bir azınlığın
çıkarları için kullanımı ile -UNESCO meselesinde
olduğu gibi- Osmanlı ve Bizans geçmişinin küresel
ilgiye açılması arasındaki çelişki, kent halkı
açısından neyin daha yararlı olacağı hakkında acaba
bize bir fikir vermiyor mu?
Radikal İki, Yazı: Korhan Gümüş, 19.04.2009
|
 |
"MUDURNU'DA TARİHİ YAPILARIN ÖN PLANA ÇIKMASI İÇİN ÇALIŞMALARIMIZ DEVAM EDİYOR"
Mudurnu Belediye Başkanı Mehmet İnegöl, Mudurnu'da tarihi yapıların ön plana çıkması için çalışmaların sürdüğünü söyledi.
İnegöl yaptığı açıklamada, Mudurnu'da yapılması gerekenleri çok iyi bilen birisi olarak göreve geldikten sonra çalışmaya hızla başladığını anlattı. İnegöl, şöyle devam etti:
"Mudurnu hafta sonu turizmi ile kendini gösteren, tarihi dokuları ile ön planda olan bir ilçe. Mudurnu'yu tatilciler sadece hafta sonu ziyaret ediyor. Biz Mudurnu'nun tanıtımını iyi bir şekilde yaparak hafta içinde de tatilcilerin gelmesini sağlamayı hedefliyoruz."
Mudurnu'da bulunan tarihi konakların restorasyonlarının devam ettiğini anımsatan İnegöl, "Restorasyonu yapılmayan konakların da restorasyonun yapılması için girişimlerde bulunduk. Mudurnu'yu ziyaret eden tatilcilere Mudurnu'nun tarihinin iyi bir şekilde anlatılması için belediye bünyesinde rehberlik hizmeti verilecek."dedi.
İnegöl, Demirciler Çarşı'nda bulunan iş yerlerinden birkaçını belediyeye kazandıracaklarını, iş yerlerinde gerekli düzenlemelerin yapılmasından sonra yeniden Mudurnu turizmi için hizmet vermesini sağlayacaklarını anlattı.
Bolunun Sesi, 18.04.2009
|
KAZI ÇALIŞMALARI
HAZİRAN'DA BAŞLIYOR

Nevşehir'in Ürgüp
İlçesi'nde bulunan Sobesos Antik Kenti'nde bu yılki
kazı çalışmalarına haziran ayında başlanacağı
öğrenildi.
Nevşehir'in Ürgüp
İlçesi'ne bağlı Şahinefendi Köyü'nde, 2002 yılında
yapılan kaçak bir kazı sonrasında ortaya çıkartılan
ve Genç Roma ile Erken Bizans dönemine ait Sobesos
Antik Kenti'nde kazı çalışmalarının bu yılda
süreceği bildirildi.
Nevşehir İl Kültür ve
Turizm Müdür Vekili Halis Yenipınar, 2002 yılında
başlanılan kazı çalışmalarında bugüne kadar önemli
bir mesafe aldıklarını belirterek, antik kentinde
hamam, toplantı salonu, mezar şapeli ile birlikte
100'e yakın mezarın gün ışığına çıkartıldığını
açıkladı.
Bu yıl haziran ayında
başlaması planlanan ve kendisinin başkanlık edeceği
kazı çalışmaları için Kültür ve Turizm Bakanlığı
Döner Sermayeler İşletmesi Merkez Müdürlüğü'nden 60
bin TL ödenek talebinde bulunduklarını ifade eden
Yenipınar, kazı çalışmalarında 30 kişilik bir ekibin
görev alacağını belirtti.
Halis Yenipınar, "Bu yıl
planladığımız kazı çalışmalarında, daha önce kazı
çalışması yapılan hamam ile toplantı salonu
arasındaki mimari yapıyı gün ışığına çıkartmaya
çalışacağız. Önümüzdeki yıllarda da devam edecek
olan kazı çalışmaları sonunda burası bölgenin önemli
bir turizm merkezi haline gelecek" dedi.
Nevşehir Kent Haber,
17.04.2009
|
12 - 18 Nisan 2009
|
BU DEĞİRMENİN SUYU
NERDEN?

Arkeoloji Müzesi’nde
restorasyon bir türlü bitmiyor. Henüz hizmete
açılmadan neredeyse her işin ikinci bir kez
yapıldığı arkeoloji müzesine yapılan ekstra
harcamalar akıllara “Bu değirmenin suyu nerden
geliyor” sorusunu getiriyor.
2006 yılında dönemin Valisi Hasan Canpolat
tarafından Arkeoloji Müzesi olarak restore edilmeye
başlanan Endüstri Meslek Lisesi bahçesinde ki tarihi
bina aradan geçen 3 yıl içerisinde hala tam
anlamıyla hazır hale getirilemedi.
Yapımı ve açılışı yılan hikayesine dönen Arkeoloji
Müzesi yapılmaya başlandığı günden beri çeşitli
sorunlarla gündeme geliyor.
Restorasyon çalışması kapsamında yapılan bina çatısı
daha sonra aktığı gerekçesiyle yeniden yapıldı.
Kullanılmayan ve kış mevsiminde içerinin soğuk
olması nedeniyle patlayan ahşap parkeler yenileriyle
değiştirildi.
Proje kapsamındaki ısınma sisteminin sökülüp yeniden
değiştirildi. Ayrıca duvarları çatlayan ve yeniden
tamir edilerek boyanan arkeoloji müzesinde şimdi de
giriş kapıları değiştirildi. Orta Anadolu’nun en
büyük Arkeoloji Müzesi olma özelliğini taşıyan Sivas
Arkeoloji Müzesi’nin iç peyzaj ve düzenleme
çalışmaları büyük ölçüde tamamlanırken, geçtiğimiz
yıl çatısında akıntıdan meydana gelen sorunda
giderildi. Restore halindeyken bile restoreye
ihtiyaç duyulacak hale gelen müzenin 29 Nisan
Çarşamba günü Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay
tarafından açılması planlanırken, müzenin neredeyse
daha hiç kullanılmayan 5 ayrı ahşap ve kanatlı giriş
kapısı sökülerek yerine yenileri takıldı.
Daha önce yapılan çalışmalar eksik yada hatalı ise
yapılan harcamaların hesabını kimin vereceği ise
merak konusu.
29 Nisan Çarşamba günü Müze Müdürleri ve Kurtarma
Kazıları Toplantısına katılmak üzere Sivas’a gelecek
olan Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın
açılışını yapacağı Arkeoloji Müzesi, açılışa
yetiştirilmeye çalışılıyor. Bu kapsamda Atatürk
Kongre ve Etnografya Müzesi’nin deposunda bulunan 5
bin 730 sikke, 2 bin 357 arkeolojik eser, Arkeoloji
Müzesi’ne taşındı.
Aceleyle yapılan taşıma çalışmaları sonucu bazı
arkeolojik eserler müzenin içi yerine bahçesine
taşındı. Bu durum ortaya iç acıtan bir manzara
çıkardı. Müze bahçesinin peyzaj çalışmasında
kullanılacak olan gübre yığınlarının arasında kalan
tarihi eserler, henüz müzede sergilenemeden gübreye
bulandı. Ortaya çıkan manzara arkeolojik eserlere
verilen önemi gözler önüne serdi.
Sivas Hürdoğan,
17.04.2009
|
MÜZE GİRİŞİMİNE
BAKANLIKTAN DESTEK
Kars'taki Kanlı Tabya'nın 'Harp Tarihi Müzesi'
olması için Kültür ve Turizm Bakanlığı destek verdi.
Kars Merkez Bülbül Mahallesi'nde bulunan Kanlı Tabya
ile ilgili olarak geçtiğimiz yıl Kars Valiliği'nce
oluşturulan Kars Tabyaları Bilimsel Danışma Kurulu
tarafından yapılan inceleme ve çalışmalar sonucu
Kanlı Tabya'nın Harp Tarihi Müzesi olarak
düzenlenmesi kararlaştırıldı. Danışma Kurulu
tarafından alınan bu karar gereğince Kültür ve
Turizm Bakanlığı ile yazışmalar yapıldı.
Yapılan değerlendirmeler sonucunda, 'Kanlı Tabya
Rölöve, Restitüsyon, Restorasyon Projeleri Yapımı',
Kültür ve Turizm Bakanlığı
Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü 2009
Yılı Yatırım Programı'na dahil edilerek gerekli
ödenek ayrıldı.
2009 yılı içerisinde projelerin yapımı ile
başlayacak olan çalışmalar sona erdiğinde, Kars
Kanlı Tabya, Harp Tarihi Müzesi olarak restore
edilerek turizme kazandırılacak.
Kars Kent Haber,
17.04.2009
|
|
Kriz üstü bahar,
defineci cemaati
işbaşı yapar... |
 |
|
KAZILAN ÇUKURA DÜŞÜP YARALANDI
Sivas'ta, bir kişi define çukuruna düşerek yaralandı.
Edinilen bilgiye göre, dün öğle saatlerinde Ferhatbostan Mahallesi'ndeki bir arsada resmi izinle define aramak için kazı çalışması yapan Meral Y. (51)'nin kazdığı çukura Nurhan A. (38) düştü.
Yaralanan Nurhan A., Sivas Devlet Hastanesi'ne kaldırıldı.
Sivas Kent Haber, 15.04.2009
|
TARİHİ ESERLERİ SATAMADAN YAKALANDILAR
Kahramanmaraş'ta emniyet ekiplerinin gerçekleştirdiği operasyonla 18 adet sikke, 1 adet etnografik eser olduğu tahmin edilen gümüş bilezik ele geçirilirken, tarihi eserleri satmaya çalışan 2 kişi yakalandı.
Edinilen bilgiye göre, emniyet ekipleri istihbarı çalışmalar neticesinde Kahramanmaraş'ta yaşayan 2 kişinin kent merkezinde ve Göksun ilçelerinde yaptıkları kazılarda buldukları tarihi eserleri para karşılığı satmak için müşteri arayışı içerisinde oldukları bilgisine ulaştı.
Bunun üzerine harekete geçen Organize Suçlarla Şube Müdürlüğü dedektifleri yaptıkları operasyonla 18 adet sikke, 1 adet etnografik eser olduğu tahmin edilen gümüş bilezik ele geçirilirken, müşteri arayışı içerisindeki 2 kişiyi yakaladı. Zanlıların emniyetteki ifadeleri devam ederken, sorgularının ardından adliyeye çıkartılacakları öğrenildi.
Kahramanmaraş Kent Haber, 17.04.2009
|
 |

|
TARİHİ ESER OPERASYONU
Bilecik'te tarihi eser kaçakçılığı yaptığı iddia edilen bir kişi jandarma tarafından gözaltına alındı.
Edinilen bilgiye göre, Bilecik'in Küplü Köyü'nde, elindeki tarihi eserleri satmak isteyen bir kişi olduğu ihbarına alan jandarma istihbarat timleri, alıcı kılığına girerek E.K. ile buluştu.
Pazarlık sonucu elinde bulunan tarihi eser niteliğindeki kılıç ve kasaturayı satmak isteyen E.K. gözaltına alındı. Adli mercilere sevk edilen E.K. serbest bırakıldı.
Bilecik Kent Haber, 17.04.2009
|
DEFİNE AVCILARINA SUÇÜSTÜ
Manisa'nın Alaşehir İlçesi'nde polis ve jandarma ekiplerinin ortaklaşa düzenledikleri operasyonda, kaçak tarihi eser kazısı yapan 7 kişi suç üstü yakalandı.
Edinilen bilgiye göre, Alaşehir İlçe Emniyet Müdürlüğü ile İlçe Jandarma Komutanlığı'na bağlı ekipler, Evrenli Köyü sınırları içerisinde yapılan kaçak kazı alanına baskın düzenledi. Burada tarihi eser aradıkları belirlenen C.K. (49), F.B. (40), S.T (27), B.D. (20), L.A. (58), İ.S. (31) ve Ö.B. (27) suçüstü yakalandı.
Şüphelilerin yaklaşık bir yıldır bu alanda kazı çalışması yaptıkları, kazı alanında haramiler ve eşkıyalara ait hazinenin olduğu iddia ediliyor. Kaçakçıların kazı alanına bölgeden geçen elektrik hattından kaçak elektrik çektiği, hazineye ulaşmak için 12 metre tünel kazdıkları, 3 metre derinliğe inerek 3 metre düz devam edip 1 metre yüksekliğe çıktıkları, 10 metre daha düz tünel açtıktan sonra tekrar 8 metre derinliğe indikleri, en son varılan hedefte bulunan mermer sütunu kırmaya çalışırlarken suçüstü yakalandıkları belirtildi.
Kazı alanında kazma, kürek, seyyar elektrik kabloları, balyoz, taş kırmak için matkap, el fenerleri, halatlar gibi malzemeler ele geçirildi. Kazı alanı jandarma tarafından koruma altına alındı. Şüpheliler ise adliyeye sevk edildi.
Manisa Kent Haber, 16.04.2009
|
 |
 |
TARİHİ ESER ŞEBEKESİ ÇÖKERTİLDİ
Kayseri'nin Sarız İlçesi'nde jandarma ekiplerince yapılan operasyonda 10 adet sikke ile silah ele geçirilirken, 8 kişi ise gözaltına alındı.
Kayseri Valiliği'nden yapılan yazılı açıklamada, jandarma ekiplerince Sarız İlçesinde Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu'na muhalefet suçlarını örgütlü olarak işlediği öne sürülen şahıslara yönelik operasyon düzenlendiği belirtildi.
Örgüt lideri M.T. (31) ile örgüt üyeleri H.A. (37), A.A. (62), T.T. (49), N.Y. (35), H.K. (22), M.K. (20) ve M.A. (28) isimli şahısların yakalanarak gözaltına alındığı operasyon kapsamında yapılan aramalarda ise 1 adet ruhsatsız tabanca, 1 adet kuru sıkı tabanca, 2 adet av tüfeği, 19 adet fişek, 10 adet sikke, 63 adet CD, 1 adet dedektör ile çok sayıda doküman ele geçirildi.
Soruşturmanın sürdürüldüğü belirtildi.
Kayseri Kent Haber, 16.04.2009
|
GÖYNÜK'TE SİKKE VE TARİHİ ESERLER ELE GEÇİRİLDİ
Bolu İl Jandarma Komutanlığı'nca yapılan istihbarı çalışmalar neticesinde, Göynük İlçesi D. Köyünde M.E. ve A.E. isimli şahıslara ait evde Cumhuriyet Savcılığı'ndan alınan arama kararına istinaden yapılan aramada; geçmiş dönemlere ait 23 adet sikke, 2 adet toprak kandil, 3 adet küçük boy toprak vazo, 2 adet orta boy toprak vazo ve 1 adet seramik kapak ele geçirildi.
Şüphelilerin ifadeleri alındıktan sonra tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı.
Bolunun Sesi, 13.04.2009
|
 |
 |
DEFİNE AVCILARI MANASTIRI KÖSTEBEK YUVASINA ÇEVİRDİ
Şırnak'ın İdil İlçesi'ne bağlı Bereketli (Hedil) Köyü'nde bulunan tarihi manastır (Dera Barana) kaçak define avcıları tarafından adeta köstebek yuvasına çevrildi.
Tarihi manastırın bazı duvarlarını ve odalarını yıkan ve manastırın tabanlarını metrelerce kazarak define arayan kaçak define avcıları tarih manastırı kullanılmaz hale getirdi. İdil'in 20 km kuzey batısında Mardin'e bağlı Dargeçit İlçesine yakın olan tarihi manastırın en az bin yıllık olduğu belirtiliyor.
Etrafında birçok yıkık kilise ve harabenin bulunduğu manastır, aynı zamanda şarap yapılan ve saklanan bir merkez olarak da biliniyor. Cehennem Deresi vadisinin hemen üstünde bulunan Bereketli Köyündeki manastırın çevresinde birçok eski şehir ve 7 kilise kalıntısı göze çarpıyor.
Bereketli Köyü sakinleri, manastırın define avcıları yüzünden yıkıldığını belirterek, yetkililerden manastıra sahip çıkılmasını istediler.
Sabah, 17.04.2009
|
İSTANBUL'A BRONZ HEYKEL DAYANMIYOR
İstanbul parklarındaki heykellerin başına gelmeyen kalmadı. Emirgan Korusu'ndaki geyik heykelinin önce yavrusu, sonra kendisi çalındı. Rumelihisarı'ndaki parktaki Orhan Veli heykelindeki martı 2 kez çalınırken, Gülhane Parkı'ndaki Aşık Veysel heykelindeki saz 3 kez çalındı. Hayvan heykelleriyle tanınan ünlü Fransız heykeltıraş Pierre Louis Rouillard'ın 1864'te yaptığı ve daha sonra Emirgan Korusu'na yerleştirilen bronz geyik heykeli, 2004'te çalındıktan 3 ay sonra bir hurdacıya satılmak üzereyken ele geçirildi. Ayaklarından kesilen ve sadece gövdesi bulunan heykeli, heykeltıraşlar İnayet Türkoğlu ve Hüseyin Alparslan 1.5 aylık çalışmayla yeniledi.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi Park ve Bahçeler Müdürü İhsan Şimşek, "Heykelin başı ve yavru geyik heykeli bir türlü bulunamadı. Gövdeyi 4 yıl depoda tuttuk. Sonra yaptırmaya karar verdik. Heykeltıraş, korudaki heykelin önünde çocuklarıyla birlikte hatıra fotoğrafı çektirmiş. O fotoğraf sayesinde heykeli yeniden aslına uygun şekilde yaptırdık. Heykel envanteri konusunda çalışma yapmalıyız" dedi.
Sabah, 13.04.2009
|
 |
|
TARİHİ BEHRAMPAŞA HANI
KİME EMANET?

Bir mermer firması
tarafından atölye olarak kullanılan Tarihi
Behrampaşa Hanı, restore edilmek üzere butik otel
yapılması için yaklaşık 6 ay önce bu mermer firması
tarafından boşaltılmıştı.
Aradan geçen zaman içerisinde her hangi bir
restorasyon çalışmasının başlamadığı Tarihi
Behrampaşa Hanı, bugünlerde davetsiz misafirleri
ağırlıyor.
1576 yılında Sağır Behram Paşa tarafından yaptırılan
Tarihi Behrampaşa Hanı restore edilip hizmete
açılacağı günü beklerken, bazı olumsuzluklarda
beraberinde yaşanıyor.
Uzun yıllar bir mermer firmasının faaliyet
gösterdiği ve yakın zamanda boşalttığı han, şu an
boş beklerken, hanın taşlarla örülen bazı
pencerelerinin duvarlarının yıkıldığı gözlendi.
Kim veya kimler tarafından yıkıldığı belli olmayan
pencere duvarı, hanın içerisine kolayca giriş
yapılmasına imkan veriyor.
Giriş kapısı kilitli olan hana girmek isteyenler
tarafından yıkıldığı tahmin edilen pencere duvarının
bir an önce yeniden kapatılması gerekiyor.
Çevre sakinlerinden alınan bilgilere göre, mermer
firmasının hanı boşaltmasının ardından, pencere
duvarının yıkıldığı öğrenildi. Pencere duvarının
nasıl yıkıldığı hakkında bilgileri olmadığını
söyleyen çevre sakinleri, hanın içerisine giriş
olanağı sağlayan bu açıklığın bir an önce
kapatılması gerektiğini belirttiler. Kapılarının
kilitlenmesinden başka hiçbir güvenlik önlemi
bulunmayan hanın, alemcilerin mekanı haline
gelmesinden ve çıkması muhtemel bir yangında Tarihi
Behrampaşa Hanı’ın kül olmasından korkan çevre
sakinleri, yetkililerden yenileme çalışmaları
başlayana kadar bu pencerenin tekrar kapatılarak
önlem alınması gerektiğini kaydettiler.
1576 yılında Sağır Behram Paşa tarafından yaptırılan
tarihi Behrampaşa Hanı kesme taştan iki katlı ortası
açık avlulu, etrafında odalar yerleştirilerek inşa
edildi. Hanın bir de ahır kısmı bulunuyor.
Güney yönünde dışa taşıntılı, sivri kemerli bir
giriş cephesi, girişin üzerinde üç dilimli kemere
sahip iki penceresi yer alan tarihi Hanın
pencerelerin sağ ve solunda aslan motifi işlendiği
gözleniyor.
Sivas Hürdoğan,
17.04.2009
|

|
CHP İLÇE BAŞKANI EMİNÖNÜ İÇİN AİHM'DE
Eminönü Belediyesi'nin tüzel kişiliğinin sona erip bölgenin Fatih İlçesi'ne bağlanması kararı, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne (AİHM) taşındı. İki ilçenin birleştirilmesinden önce CHP Eminönü İlçe Başkanı olan Sait Karahan, geçen hafta AİHM'ye kişisel başvuru yaparak, Eminönü'nün tekrar ilçe haline getirilmesini talep etti.
Karahan, başvuruyu, birleşme yapılırken kararın halka referandum için sunulmadığı ve mülkiyet hakkının çiğnendiği gerekçesiyle yapıldığını söyledi. Aynı konuyu daha önce Anayasa Mahkemesi'ne götüren CHP'nin talebi reddedilmişti. AİHM'den çıkacak kararın uzun bir zaman alacağı belirtilirken, mahkeme benzer davalarda genelde ülkenin iç işlerine karışmama yönünde karar veriyor ve başvuruları reddediyor.
Zaman, 17.04.2009
|
KAPALIÇARŞI
RESTORASYONLA GELECEK KUŞAKLARA AKTARILACAK
Yapı statiğine zarar
veren müdahaleler ve bakımsızlık nedeniyle sorunlar
yaşayan Kapalıçarşı'nın kurtarılması için start
verildi. Başkan Topbaş, dünyanın ilk ve en büyük
çarşısındaki restorasyon ve güçlendirme
çalışmalarını bu dönem bitirmeyi hedeflediklerini
açıkladı.
İstanbul Büyükşehir
Belediye Başkanı Kadir Topbaş, 29 Mart Yerel
Seçimleri'nin ardından ilk ziyaretlerini Fatih,
Kağıthane ve Eyüp Belediyelerine gerçekleştirdi. İlk
olarak Fatih Belediye Başkanlığı'na geçerek yeniden
seçilen Mustafa Demir'i kutlayan Başkan Kadir
Topbaş, Demir ile birlikte gazetecilerin sorularını
cevaplandırdı.
Fatih Belediyesi'nin
sorumluluğuna giren Eminönü'ndeki Kapalıçarşı'nın
dünyanın ilk ve en büyük çarşısı olduğunu belirten
Başkan Topbaş, "Kapalıçarşı İstanbul'un geçmişten
gelen bir mührü. Çarşıda, vakıflar, şahıs ve
belediye mülkiyetinde yerler var. Şahıs mülkiyetinde
olan yerlerde duvarlar kalınlıklarına müdahale
edilmesi, onarım nedeniyle çatıdaki kurşunların
kaybolmasıyla ilgili şikayetler söz konusu.
Kurşunlar çalınıyor diye çatıyı farklı malzemelerle
örtmüşler. Bir an önce buranın eski haline
getirilmesi gerekiyor. Bu da ancak birlikte
çalışmayla olabilir. Kültür Bakanlığı, İl Özel
İdaresi, Büyükşehir Belediyesi ve Fatih Belediyesi
olarak, çarşı derneğiyle birlikte bu dönem burayı
toparlamalıyız. Dış etkenler nedeniyle çarşının
durumu her geçen gün kötüye gitmekte. Bir an önce
müdahale edilmeli. Hedefimiz bu dönem sonuna kadar
restorasyon, bakım ve güçlendirme çalışmalarını
bitirmek" diye konuştu.
Fatih Belediye Başkanı
Mustafa Demir de Kapalıçarşı'nın kurtarılması için
seçimin hemen ardından İstanbul Büyükşehir
Belediyesi Tarihi Çevreyi Koruma Daire Başkanlığı,
İl Kültür Müdürlüğü, İstanbul 2010 Ajansı ve
Kapalıçarşı yönetiminden temsilcilerin katılımıyla
bir danışma grubu oluşturduklarını belirterek,
hazırladıkları plan dahilinde üç aşamada çarşıyı
kurtaracaklarını söyledi.
Demir, "Kapalıçarşı'daki
çalışmamız kısa., orta ve uzun vadeli üç aşamadan
oluşuyor. İlk aşamada akan çatılar ve hemen müdahale
edilmesi gereken konularla ilgili çalışma yapıyoruz.
İkinci aşamada Kapalı Çarşı'nın yönetim planını
çıkaracağız. Nihai olarak da Kapalıçarşı'nın tüm
bölgelerinin düzenleneceği master projeyi
hazırlayarak uygulayacağız. Projemiz kurul kararıyla
tüm eksik ve ihtiyaçların giderileceği geniş
kapsamda olacak" şeklinde konuştu.
Mustafa Demir'in
bahsettiği yönetim planı konusuna açıklık getiren
Kadir Topbaş ise, yönetim planının tüm maliklerin
kabul edeceği kapsamda olacağını ve yapılan tüm
çalışmaların bu yönetim planı doğrultusunda
gerçekleştirileceğini kaydetti. Topbaş, "Dolayısıyla
yönetim planın verdiği kararlara uymak zorunlu
olacak. Şu anda yönetim planı olmadığı için
zorunluluk esasını getiremiyoruz. Buradaki
çalışmaları aktif hale getirecek, ticari hayatı
engellemeyecek. Çalışmaların bu dönem tamamlanmayı
hedefliyoruz" dedi.
İstanbul Büyükşehir
Belediyesi, 17.04.2009
|
ANTİK KİLİSEYE KORUMA
ÇATISI
İzmir'in Selçuk
İlçesi'ndeki Ayasuluk Tepesi ve St. Jean
Kilisesi'nde, Pamukkale Üniversitesi Arkeoloji
Bölümü Öğretim Üyesi Yrd.Doç.Dr. Mustafa
Büyükkolancı tarafından devam ettirilen kazılara
belediyenin desteği sürüyor.
Son çalışmalarla zamanında duvarları tamamen mermer
plakalar ve resimlerle kaplı olan kilisenin günümüze
ulaşabilmiş tek bölümü olan şapeldeki (küçük kilise)
duvar resimlerinin korunması için yapılan koruma
çatısı tamamlandı.
Bu bölümdeki niş içinde ortada Hz. İsa, sağda St.
Jean ve solda İzmirli Timoteius'un resmedildiği
şapeldeki duvar resimlerini hava şartlarından
korumak için yapılan, zamanla yer yer çürüyen ve
çöken çatı, kazı heyeti tarafından hazırlanan ve
İzmir 2 Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını
Koruma Kurulu'nca onaylanan proje gereğince yeniden
inşa edildi.
Açık hava şartlarına dayanıklı ahşaptan imal edilen
ve üzeri kiremitle örtülen çatının bütün malzeme
masrafları belediye tarafından karşılandı.
İlçenin kültür varlıklarının korunması için
üzerlerine düşen görevleri yerine getirdiklerini
belirten Selçuk Belediye Başkanı Hüseyin Vefa Ülgür,
"Toprak altından çıkarılan eserler, yüzyıllardır
kendilerini koruyan dengeli bir ortamı kaybetmekte
ve dış etkilere açık hale gelmektedir. Bunların
bilimsel teknikler kullanılarak korunması ve
kazıların buna göre planlanması temel anlayıştır"
dedi.
Haber Ekspres,
17.04.2009
|
ARTIK SANAT DA NETTEN İNDİRİLİYOR!
Tate Müzesi, iTunes üzerinden ücretsiz olarak indirilebilmesi için galerilerinde bulunan eserleri tanıtan yüzlerce video ve audio klip üretti.
Şu anda 400’den fazla dosya iTunes U adındaki online eğitici bölümden indirilebiliyor. Proje, David Hockney gibi sanatçılara direkt olarak soru sorulabilecek Twitter adlı bir siteyi de içeriyor. Ayrıca Jeff Koons ve Louise Bourgeois gibi modern sanatın önemli isimleriyle yapılmış röportajlara ulaşmak da mümkün.
iTunes, Turner Prize kazanmış sanatçı Martin Creed ve grubunun Tate Modern’deki performansının yanı sıra, eserleri hakkındaki tartışmaların kliplerine ulaşmayı da mümkün kılıyor. Tate Müzesi’nin ikisi Londra’da, biri Liverpool’da biri de Cornwall’da olmak üzere dört galerisi bulunuyor.
Taraf, 16.04.2009
|
 |
|
500 YILLIK HAMAM RESTORE
EDİLİYOR
Muğla'da 500 yıllık
Sekibaşı Hamamı, kültür merkezi olarak kullanılmak
amacıyla restore ediliyor.
SİT alanı içindeki
hamam, sahibi Yılmaz Ercan tarafından belediyeye
bağışlandı.
Sanat Tarihçisi Esin
Gençtürk, "Proje özellikleri bakımından
incelediğimizde haçvari, 4 elvanlı ve köşe hücreli
tipe giriyor. Hamamın günümüze sadece sıcaklık
mekanı, külhan ve su deposu ulaşmış" dedi.
Tarihi hamamın
restorasyonuna başlandı.
4 ay sürecek
restorasyonun ardından Sekibaşı Hamamı, kent
arşivinin de yer alacağı Kültür Merkezi olarak
kullanılacak.
Trt/Haber, 16.04.2009
|
KADİFEKALE SURLARINA 24 ASIR SONRA ONARIM
Büyük
İskender tarafından MÖ 334 yılında yaptırılan
İzmir'deki Kadifekale surları, yaklaşık 24 asır
sonra İzmir Büyükşehir belediyesince restore
ettiriliyor.
MÖ 334 yılında, Pagos Dağı'nda Makedonya
Kralı Büyük İskender'in isteği üzerine yaptırılan
Kadifekale, belediyenin hazırlayacağı projeyle
tekrar ayağa kaldırılacak. Sanat tarihçisi, malzeme
uzmanı, kimya uzmanı, mimar, restorasyon uzmanı gibi
pek çok farklı alanda uzmanlaşmış bir ekibin
çalışmasıyla hazırlanacak projenin tamamlanmasının
ardından, gerekli onaylar alınarak yapım ihalesine
çıkılacak.
İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından açılan proje
ihalesini kazanan firma, uzman ekibiyle ölçümlere
başladı. Çalışmaların, teknik ve ayrıntılı bir iş
olması nedeniyle yaklaşık 1 yıl sürmesi planlanıyor.
Çalışmalar sırasında fotostation ve fotogrametri
gibi farklı yöntemlerin kullanıldığı hassas ölçümler
ile sur duvarlarının tüm kotu, yüksekliği, yüzeydeki
yapıları, çevredeki ağaçlar gibi her şey farklı
açılardan ölçülecek. Ayrıca yüzeyde görünen her taş
parçası için tam ölçümler yapılıp, en küçük
parçasına kadar düz bir şekilde görülebilecek.
Malzeme analiziyle sur duvarlarında kullanılan
malzemeler net biçimde ortaya konulurken, hangi
dönemde neler yapıldığı ve nasıl yapıldığı da
bilimsel ve sayısal olarak ortaya çıkarılacak. Sur
duvarlarında kullanılan taşların yapısı,
dayanıklılıkları ve yapısındaki bileşenler de yüzde
olarak ortaya çıkarılacak ve sonraki etap onarım
çalışmalarında buna uygun malzemeler kullanılacak.
186 metre yüksekliğindeki Pagos Dağı eteklerinde bir
tepe üzerinde bulunan Kadifekale, ilk defa MÖ 334
yılında, Anadolu'yu Pers egemenliğinden kurtaran
Makedonya Kralı Büyük İskender'in isteğiyle yapıldı.
Kale, Roma döneminden sonra Ortaçağ'da Timur
orduları tarafından 1402'de tahrip edildi, bunu
İzmir'deki 1668 yılında olan deprem izledi. Kaleden
bugüne pek az kalıntı gelebildi. Günümüze gelebilen
kalıntılar, daha çok Ortaçağ'a ait.
Ortaçağ kale duvarlarının altında yapılan
araştırmalardaysa, Hellenistik döneme ait duvar
kalıntılarıyla karşılaşıldı. Günümüze gelen
kalıntılardan, kalenin moloz taş, kesme taş ve
tuğladan yapıldığı anlaşılıyor.
Kadifekale'den bugüne, yalnızca kalenin batısındaki
beş kulesiyle güneyindeki duvarlarından bir bölümü
kaldı. Bunlara dayanılarak, kalenin uzunluğunun 6
kilometre olduğu ve sur duvarlarını destekleyen
kulelerin 35 metre yüksekliğinde olduğu anlaşılıyor.
Kalenin bunun dışında kalan doğu ve kuzey kısımları
tamamen yıkılmış durumda. Kalede bir dehliz ve bir
de su sarnıcı kalıntısı da görülüyor.
Kadifekale surlarının bir bölümünün, Çelebi Mehmet
tarafından yıktırıldığı biliniyor. Yalnızca Doğu
yönündeki surlardaki rektangonal (çok iri taşlar)
parçalardan bir iki adedi, Basmane Garı'ndan
Tilkilik'e uzanan ve Altınpark'a giden yolun başında
bulunuyor.
Haber Ekspres, 16.04.2009
|
MISIRLILAR ŞARABI İLAÇ OLARAK KULLANMIŞ
Amerikalı
araştırmacılar,
Mısırlıların binlerce yıl önce şarabı
ilaç olarak kullandığını ortaya çıkardı.
Mısır’ın güneyindeki bir firavun mezarında
keşfedilen şişelerde, tedavi etmek amacıyla
kullanılan 5 bin yıllık
şarap kalıntılarına rastlandı. Proceedings of
the National Academy of Sciences dergisinde
yayımlanan
araştırmaya göre, bilim adamları Mısır’ın ilk firavunlarından Akrep I’in mezarından alınan örneklerde ayrıca bitki özlerine de rastladı. Pennsylvania Üniversi-tesi’nden Profesör Patrick McGovern ve ekibinin test ettiği şişelerin bulunduğu mezarın, MÖ 3150’ye ait olduğu kaydedildi.
Milliyet, 16.04.2009
|
TRALLEIS'DE KAZILAR TAM GAZ
Aydın’da devam eden ‘Turizm Haftası’ etkinlikleri kapsamında Tralleis Antik Kenti Kazı Başkanı Prof.Dr. Abdullah Yaylalı, antik kentte devam eden çalışmalarla ilgili bir sunum gerçekleştirdi.
Tralleis Antik Kenti kazı idare binasında gerçekleştirilen sunuma Aydın Vali Yardımcısı Mesut Kırcalı, Aydın İl Kültür ve Turizm Müdürü Nuri Aktakka, İl Kültür ve Turizm Müdür Yardımcısı Nusret Debre, Aydın Sosyal Hizmetler İl Müdürü Bilal Çenet, Aydın Ticaret Odası (AYTO) Yönetim Kurulu Başkanı İsmail Hakkı Dokuzlu ve öğrenciler katıldı.
Antik kente devam eden kazı ve restorasyon çalışmaları hakkında bilgiler veren Prof.Dr. Abdullah Yaylalı, sunumda Tralleis Antik Kenti'nin geçmişi ile ilgili bilgiler aktarırken, son üç yıl içerisinde bulunan tarihi eserler ve yapılan çalışmalar hakkında bilgi verdi.
Sunumun ardından konuşan Aydın İl Kültür ve Turizm Müdürü Nuri Aktakka da, kazıların çok iyi bir hızla devam ettiğini belirterek, bu yıl ki kazı döneminde daha çok tarihi eserin bulunmasının amaçlandığını kaydetti.
Aydın Kent Haber, 16.04.2009
|
 |
'KAPLUMBAĞA TERBİYECİSİ' EFSANESİNİN SONU

Osman Hamdi Bey'in en çok tanınan eseri
'Kaplumbağa Terbiyecisi' hakkında yıllardır pek çok
şey söylendi. Kimileri "O zamanki idari yapılanma
içinde yer alanlara siyasi birtakım göndermeler."
dedi, kimileri "Doğu'yu çağdaşlaştırmak isteyen bir
Osmanlı aydınının hali." diye yorumladı bu resmi.
Kimi de böyle bir mesleğin olup olmadığını
araştırdı. Sabancı Müzesi'nde dün açılan "Batı'ya
Yolculuk - Türk Resim Sanatının 70 Yıllık Serüveni
(1860 - 1930)" adlı sergi, tabloyla ilgili önemli
bir gerçeği ortaya çıkardı. Ünlü oryantalist ressam,
eserini yaparken 1869'da yayımlanan Tour du Monde
adlı seyahat dergisinde, İsviçre diplomatının
Japonya üzerine yazdığı makalede yer alan kaplumbağa
terbiyecisi gravüründen esinlenmiş. Sergide
'Kaplumbağa Terbiyecisi'nin bir ikizi daha olduğu da
ortaya çıktı. Belma Simavi Koleksiyonu'nda yer alan
ve çok az kimsenin bildiği bu tablo ilk kez
sergileniyor.
Aynı aileden gelen ve
Osman Hamdi'nin arşivini elinde bulunduran tarihçi
Prof.Dr. Ethem Eldem,
sergi kataloğu için kaleme aldığı yazıda 'Kaplumbağa
Terbiyecisi' üzerindeki tüm sisleri 'basit' bir
şekilde dağıtıyor. Şimdiye kadar esere dair
yorumların kendisini güldürdüğünü söyleyen serginin
küratörü Ferid Edgü ise "Osman Hamdi konuyu çok
sevmiş ve esinlenerek resmetmiş. Eldem'in makalesi
tüm yorumlara çok güzel cevap." diyor.
Kaplumbağa Terbiyecisi hakkında bugüne kadar
yapılan bütün yorumları boşa çıkaran öykü aynen
şöyle: Osman Hamdi Bey, 1869'da babasına Bağdat'tan
yazdığı mektubunda, "Bana yollamış olduğunuz Tour du
Monde'u okudum" der. 'Devr-i Alem' veya 'Dünya Turu'
olarak tercüme edilebilecek bu eser, dönemin en
gözde seyahat dergisidir. Ciltte yer alan bir
İsviçre diplomatının Japonya üzerine makalesinin ilk
sayfasında yer alan gravürde bir 'Kaplumbağa
Terbiyecisi' resmedilmiştir. Japon L'Crepon adlı bir
illüstratör tarafından çizilip yayımlanan resmin
yanında ise şu bilgi yer alıyor: "Kaplumbağa
terbiyecisi kendi şarkılarıyla madeni bir davulun
ritminden başka bir şey kullanmaz. Öğrencileri ise
tek sıra halinde yürür, çeşitli hareketlerde
bulunur, sonunda da insan yardımı olmadan, en
irileri en küçüklere köprü oluşturarak alçak bir
masaya çıkarlar; ardından da kendiliklerinden üç
veya dört öbek oluştururlar, sanki birisi bağadan
tepsileri üst üste yığmış gibi".
Ethem Eldem, "Bu resmi gördükten sonra Osman
Hamdi Bey'in Kaplumbağa Terbiyecisi'ni düşünmemek
elde değil." diyerek yıllardır süren bir efsaneyi
söndürmenin keyfiyle şöyle devam ediyor: "Belki de
bu kadar gizemli bulduğumuz ve bir türlü
manalandıramadığımız tablonun arkasındaki hikaye
bundan ibarettir: Bağdat'ta ilk gördüğünde ilgisini
çekmiş, sonra da kim bilir, belki otuz beş sene
sonra Tour du Monde'un o cildi tekrar eline
geçtiğinde bu resmi hatırlayıp yeni bir tablonun
ilham kaynağı bu şekilde belirmiştir."
1869'da yayımlanan Japon gravürü ve 1906'da
tamamlanan Kaplumbağa Terbiyecisi'nin ikinci
versiyonu sergide yan yana konulmuş. Böylece
tablonun ilham kaynağının ne olduğu, böyle bir
meslek olup olmadığı, burada temsil edilenin bir
ilerleme veya sanat metaforu olabileceği gibi
efsaneler son buluyor. 2004'te o günkü parayla 5
trilyon lira gibi rekor bir fiyata satılan
'Kaplumbağa Terbiyecisi' şu anda Pera Müzesi'nde yer
alıyor. Sabancı Müzesi'nde sergilenen ikinci eseri,
sanatçı kendi el yazısıyla Ahmet Muhtar Paşa'ya
ithaf etmiş.
Zaman, Haber. Musa İğrek, 16.04.2009
|

 |
KOZLUK KALESİ ÖLÜM SAÇIYOR
Batman'ın Kozluk İlçesi'nin kale dibinde oturan vatandaş yetkililerden acil yardım bekliyor.
Kale dibinde oturan vatandaş ölüm korkusuyla uyuyor, ölüm korkusuyla uyanıyor. "Sürekli kaleden taş düştüğünü ve evlere çarptığını" iddia ediyorlar.
Konuyla ilgili kale dibinde oturan ve ölümden saniye farkıyla kurtulan Abdülkerim Baltaş, durumu bize şöyle anlattı: "Sürekli taş düşüyor. Geçenlerde ben merdivenlerden eve çıkarken eşim bana kaç dedi, ben kaçtım, taş tam yerime düştü, ben saniye farkıyla kurtuldum. Eşim beni uyarmasaydı ben şimdi yaşamayacaktım."
Restorasyonuyla ilgili Baltaş, şöyle devam etti: "Biz kale dibinde oturuyoruz, Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından restore edilirse ilk katkıyı biz sunarız. Elimizden gelen yardımı biz yaparız. Gerekirse evimizi de kaleye kurban veririz, yeter ki kale kurtulsun" diye konuştu. Baltaş, "Kozluk kalesi Kozluk'un sembolüdür. Kozluk'un turizmi için, Kozluğun gelişmesi için çok önemli bir yer olduğunu ve bu tarihi mirasın korunması gerektiğini söylüyoruz. Gereken desteği verip bu kaleyi bu rezaletten kurtarılması gerekiyor." diye ekledi.
Haber Diyarbakır, Haber: Mehmet Karabaş, 15.04.2009
|
CAMİ RESTORASYONU BAŞTAN
SAVMA
Balıkesir'in Burhaniye
İlçesi'nde, Hacıahmet Camii'nde yapılan restorasyon
çalışması cemaati memnun etmedi.
İlçenin en eski
camilerinden olan 215 yıllık Hacıahmet Camii'nde
geçen yıl başlatılan restorasyon çalışması
tamamlanırken, yapılan işler cemaati memnun etmedi.
Restorasyon sırasında
kırılan mermerlerin bile değiştirilmediğini belirten
emekli öğretmen Bayram Kalay, harcanan paralara
yazık olduğunu bildirdi. Geçen yılın ağustos ayında
başlayan tadilatın sona ermesiyle yapılan işlerdeki
kusurların ortaya çıktığını belirten Kalay,
"Cenaze yıkama yeri ve şadırvan dışında önemli bir
şey yapılmadı. Restorasyon sırasında kırılan
mermerleri bile değiştirme gereği duymamışlar.
Caminin içindeki sütunlardaki boyalar silindikten
sonra hiçbir işlem yapılmamış. Devletin parasına
yazık değil mi? Bu işlerin kontrolünü yapacak bir
yetkili yok mu" dedi.
Balıkesir Kent Haber,
16.04.2009
|
|

|
MISIR'DA ÜÇ AYRI YERDE KLEOPATRA'NIN MEZARI ARANIYOR
Arkeologlar, Mısır’da Akdeniz sahili yakınlarında üç ayrı yerde Kleopatra ve Mark Anthony’nin mezarlarını aramaya başlayacaklar. Mısır eski Eserler Yüksek Konseyi tarafından üç gün önce yapılan açıklamaya göre, sevgililerin mezarlarını bulmak için geçen ay Taposiris Magna tapınağında yapılan sismik araştırmada bu üç nokta belirlendi.
Tapınak, İskenderiye yakınlarında, bugün Abusir olarak bilinen Mariut Gölü kenarında Ptolemy II Dönemi’nde (MÖ 282-246) inşa edildi. Kleopatra ve Mark Anthony, ordularının MÖ 31 yılında Actium Savaşı’nda yenilmesinden sonra intihar etmişlerdi. İskenderiye yakınlarında olduğu tahmin edilen mezarları ise bugüne dek bulunamadı. Taposiris Magna tapınağında geçen yıl yapılan kazılarda Kleopatra’ya ait biri bronz iki heykel, üzerinde kraliçenin resmi basılı 22 sikke ve Mark Anthony’nin bir maskesi bulundu. Tapınakta ayrıca mezar olabilecek şaftlar tespit edilmişti.
AP, Haber: Rebecca Santana, 15.04.2009
|
İDİL'DE TARİHİ KİLİSE
RESTORE EDİLİYOR
Şırnak'ın İdil İlçesi'nde bulunan ve bir dönem
cezaevi olarak kullanılan tarihi kilise
bakımsızlıktan harabeye ve çöp alanına dönerken
kilisede restorasyon çalışması başlatıldığı
öğrenildi.
Yukarı Mahalle Hükümet Caddesi üzerinde bulunan ve 2
yıl önce İdil Belediyesi tarafından çevresi biriken
çöplerden temizlenen eski kilise, kısa süre sonra
tekrar eski haline dönerek yine çöp toplama ve köpek
saklanma yuvasına dönüştü.
İdil Süryani Kadim Vakfı Başkanı Şemun Gösteriş,
"Vakfımız bünyesindeki bütün kiliseleri zaman içinde
restore edeceğiz. Şu anda MS 303 yıllarından kalma
Mor Corce Kilisesi'nin restore çalışmasına başlandı.
Önümüzdeki tarihlerde İdil'de bulunan bütün tarihi
kiliselerimizi restorasyondan geçireceğiz" dedi.
İlçenin en işlek yerinde olmasına karşın kilisenin
temizliğinin yapılmaması vatandaşların tepkisini
çekiyor.
Şırnak Kent Haber,
15.04.2009
|
|
|
YOL ORTASINDA MEZAR
Konya Selçuklu’da
Hocacihan Saray Mahallesi’nde yol ortasında bulunan,
yaklaşık 200 yıllık olduğu tahmin edilen ve taşında
“Erler Diyarı” yazan bir mezar, Saray Caddesi’ndeki
yol genişletme çalışmaları sonrası yol ortasında
kaldı.
Hocacihan Saray Mahallesi Muhtarı Ali Demir,
yaklaşık 5 yıl önce yol genişletme çalışması
yapıldığını, mezarın yolun ortasında kalması
yüzünden sık sık trafik kazaları yaşandığını
belirtti. Bunun üzerine mezarlığın demir
parmaklıklarla çevrildiğini kaydeden Demir “Selçuklu
Belediyesi’nden burasının daha düzenli bir hale
getirilmesini, bir türbe haline dönüştürülmesini
istiyoruz” dedi. Selçuklu Belediyesi yetkilileri de,
mezarın kime ait olduğunun bilinmediğini belirtti.
Milliyet, Haber: İsmail Akkaya, 15.04.2009
|
DOLMABAHÇE'YE STAT, MİRASIMIZA SAYGISIZLIK
Bakan Günay'ın stat açıklamalarına mimarlardan ve mühendislerden de destek geldi.
Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, İnönü Stadyumu'na ek bina yapılması ve stadın genişlemesiyle ilgili başvurular olduğunu ancak yeni binaların Dolmabahçe Sarayı'na zarar vermesinden endişe ettiği için bu tür taleplere sıcak bakmadığını söylemişti. Bakan Günay'ın dünkü açıklamalarına mimarlardan ve mühendislerden de destek geldi. İşte görüşler:
Cemal Gökçe (İnşaat Mühendisleri Odası Başkanı) : Ek binaların yapılması bir yana stadyumun da Gökkafes'in de bir an evvel yıkılması gerek. Burasını yeşil alan haline getirmek gerek.
Prof.Dr. Haluk Eyidoğan (Ulusal Deprem Konseyi Başkanı): İstanbul'daki birçok bina gibi İnönü Stadyumu da miadını doldurdu. Stadda illa bir şey yapılacaksa, yeni eklemelerden çok güçlendirmenin yolu aranmalı.
Dr. Sinan Gerim (Mimar): Stat teknik açıdan Dolmabahçe'ye bir sorun çıkarmaz. Ancak Dolmabahçe'ye stat yapılmasını imparatorluk mirasına saygısızlık olarak görüyorum. Böylesine bir yağma hareketine tanık olmak bana utanç veriyor. Gökkafes de İnönü Stadı da derhal yıkılmalı.
Beşiktaş Jimnastik Kulübü'nün Yatırımlardan Sorumlu Yönetim Kurulu Üyesi İlhan Durusoy, kulüp olarak bu bölgeden vazgeçmelerinin söz konusu olmadığını söylüyor. Durusoy, "Stat projesi konusunda çalışmalarımız devam ediyor. Başbakanımız da bu konuda BJK'ya destek sözü verdi” diyor.
Bugün, Haber: Mehmet Rıfat Yeğen, 15.04.2009
|
 |
Ölü doğmuş bir projenin cenazesi (Devam):
İKİBİN(S)ON
|
2010'DA GENEL SEKRETER DE GİTTİ KAVGA BİTTİ
İstanbul 2010
Avrupa Kültür Başkeni Ajansı Genel Sekreteri
Eyüp Özgüç’ün görevi sona erdi. 2010
yönetiminde yaşanan krizin taraflarından biri olan
Özgüç, bir süredir ‘raporlu’ydu. Dün, 2010 Yürütme
Kurulu Başkan Vekili,
Prof.Dr. Ahmet
Bilgili imzasıyla bir açıklama yapıldı ve
Eyüp Özgüç’ün ayrıldığı duyuruldu.
Açıklamada “Sürdürülmekte olan yeniden yapılanma
sürecinde, idari kadro organizasyonunun 5706 sayılı
yasa çerçevesinde düzenlenmesi kapsamında, Genel Sekreterlik makamına yeni bir atamanın yapılması
uygun görülmüş ve bu nedenle Eyüp Özgüç’ün Genel
Sekreterlik görevi sona ermiştir,” deniliyor.
Aynı açıklamada yeni Genel Sekreter’in önümüzdeki
hafta toplanacak Yürütme Kurulu toplantısında
atanacağı belirtiliyor. Geçen ay Eyüp Özgüç’le
anlaşamayan Yürütme Kurulu Başkanı Nuri Çolakoğlu ve
üç üye, İskender Pala, Metin Sözen, Gürhan Ertür
istifa etmişlerdi. Bu istifalar geniş yankı
uyandırmış çeşitli iddiaların yanı sıra, 2010
projelerinin geleceği konusunda da endişeler dile
getirilmişti. Yeni yürütme kurulu üyeleri ve
başkanın da yakında atanması bekleniyor.
Radikal, 15.04.2009
******
İSTANBUL 2010 KRİZİNDE
SON PERDE
Olay Nautic şirketinin
sahibi Cumali Varer, 25 şubat günü istifa eden
İstanbul 2010 Kültür Başkenti Ajansı Yürütme Kurulu
eski başkanı Nuri Çolakoğlu hakkında ilginç iddialar
ortaya attı. 2000 yılından beri yelken yarışları
organize eden Cumali Varer, 2008 yılında İstanbul
2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı’nın ana
sponsorluğunda, Fransa’da başlayıp İstanbul’da
noktalanan bir yarış düzenlemiş ve yarışın 22 milyon
dolarlık bir geri dönüşü olmuştu. 2010 ajandasından
320 bin avroluk sponsorluk bedeli aldığını ve 22
milyon dolarlık reklam geri dönüşü sağlamanın büyük
bir başarı olduğunu söyleyen Varer, 8 martta
Milliyet gazetesinde yayımlanan bir haberde, Cap
İstanbul’un Çolakoğlu’nun istifa gerekçelerinden
biri olarak gösterilmesini kendisine yapılmış bir
saldırı olarak nitelendiriyor. Varer, haberi
Çolakoğlu’nun yaptırdığı kanaatini taşıdığını ifade
ediyor. Haberde, 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı
Genel Sekreteri Eyüp Özgüç’ün yedi icraatının Nuri
Çolakoğlu ve dört kurul üyesinin istifasına yol
açtığı belirtilmiş ve yelken yarışı hakkında şu
ifadelere yer verilmişti: “Eyüp Özgüç, Bakan Hayati
Yazıcı’nın talimatı var diyerek Yönetim Kurulu’ndan
bir şirkete Marsilya-İstanbul arası yelken yarışı
için 675 bin lira ödenek çıkmasını sağladı. Sonradan
Bakan Yazıcı’nın olaydan haberdar olmadığı
anlaşıldı.”
“Yarışın adını 2010 Avrupa Kültür Başkenti Cap
İstanbul yaptık. Yarışçıları taşıyan 28 tekneye de
İstanbul 2010’un logosunu yerleştirdik. Fransa ve
Türkiye’deki birçok televizyon ve gazetede haber bu
şekilde yer aldı” diyen Cumali Varer, Nuri Çolakoğlu
hakkında ise şunları söyledi. “Çolakoğlu, bu kadar
başarılı bir projeyi karalayarak hem beni hem de
diğer proje sahiplerini töhmet altında bırakmış
oldu. Sanki bir tanıdığa 320 bin avro verilmiş gibi
bir itham var. İstifa ettikten sonra bu haberi
yaptırdı ve yelken yarışını istifasına gerekçe
gösterdi. Beni kullanarak ‘AKP’liler buraya iş
yapıyor. AKP’lilerin projeleri kuruldan geçiriliyor’
gibi bir imaj yarattı. Proje sahiplerinin cesaretini
kırarlarsa nasıl yürüyecek bu işler. Benim şahsi
düşünceme göre bakanla ve şu anda İstanbul’u yöneten
AKP’li belediye başkanıyla sürtüşme içine girdi Nuri
Çolakoğlu. Bu sürtüşmeyi yaratmadaki amacı, ‘Bunlar
bu işi yapamaz. Bunu ben yaparım’ düşüncesini
herkese kabul ettirmekti. Yapamazsa da, ‘AKP’lilerin
baskı ve müdahaleleri yüzünden bu işi yürütemedim’
diyebilecek durumda olmaktı. Bu şekilde
başarısızlığının siyasi sorumluluğunu da bakanın
üzerine atacaktı. Ama bunun sonunun istifaya
gideceğini ummuyordu. ‘Ya ben ya diğerleri’ blöfü
yaptı.”
Projesinin bakanın talimatıyla geçmediğini, Nuri
Çolakoğlu’nun da imzasıyla onaylandığını belirten
Varer şöyle konuşuyor. “Başbakanlık tanıtma fonunun
tabii ki haberi var bu yarıştan. Nuri Çolakoğlu da
bunu bahane etti ve ‘bakanın talimatıyla yarışa
sponsorluk bedeli ödendi’ dedi.”
Yarış sürecinde de Nuri Çolakoğlu’nun kendisini zor
durumda bıraktığını, uzun süre ödeme talimatı
vermediğini söylüyor Cumali Varer. “Yarış bittikten
sonra ödül töreni yapıldı ve dördüncü gelen
sporcunun kupasını da Nuri Çolakoğlu takdim etti.
Kendisi bana ödül töreninde ‘yaptığınız iş çok güzel
ama çok hızlı oldu’ dedi. Yarış bitmişti ve ödül
töreni yapılıyordu ancak kendilerinden henüz gerekli
parayı alamamıştım. Kazanlara ödüllerini verecek
param yoktu. Beni bir ay süründürdü. Bana, ‘hayır
parayı iş bitiminden sonra vereceğim’ diyordu. Ödül
töreninde, ilk ona giren sporculara 150 bin avroluk
çek verdim ve o esnada bankada çeklerin karşılığı
bile yoktu. ”
Cumali Varer, Çolakoğlu’nun kendisini siyasi olarak
bir yere oturttuğunu, bu şekilde iş yapma
potansiyelini etkilediğini, Başbakanlık Tanıtma Fonu
yetkililerinin bile “acaba Çolakoğlu medya yoluyla
yine karalama yapar mı?” diye 2009’da düzenleyeceği
yarış için kendisine destek vermekte tereddüt
ettiğini söylüyor.
İstanbul 2010’da işlerin tıkanma noktasına geldiğini
ve bunun eski yönetimden kaynaklandığını söyleyen
Varer sözlerine şöyle devam ediyor: “Öyle bir hava
yayıyorlardı ki, ‘Çolakoğlu’nun tanıdığı adamların
projeleri geçer. Diğerleriyle iş yapmayın
spekülasyon olur’ Öküzün altında buzağı arandığı
için projeler objektif bir şekilde
değerlendiremiyordu. Kimse proje sunmaya cesaret
edemez hale geldi. ”
Nuri Çolakoğlu’na Cumali Varer’in kendisi
hakkındaki iddialarını sorduk. Çolakoğlu’nun
yanıtını aynen yayımlıyoruz:
“Benim Cumali Varer ile bir meselem yok.
Milliyet’teki haberle de hiç bir ilgim yok. İstifa
eden Yürütme Kurulu üyeleri olarak ilke olarak 2010
konusunda konuşmama kararımız var. Çünkü bu proje
İstanbul ve Türkiye için çok önemli bir proje. Bu
projeyi gereksiz polemiklerle gölgelemek
istemiyoruz.”
Taraf, 15.04.2009
******
2010'UN GENEL
SEKRETERLİĞİ'NE YILMAZ KURT GETİRİLDİ
İstanbul 2010 Avrupa
Kültür Başkenti Ajansı'nın genel sekreterliğine
Mülkiye Başmüfettişi Yılmaz Kurt atandı.
İstanbul Üniversitesi
Hukuk Fakültesi mezunu olan Kurt, Cumhuriyet
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü ile Londra
Middlesex Üniversitesi'nde sosyal politika üzerine
yüksek lisans yaptı, çeşitli ilçelerde kaymakamlık
görevinde bulundu.
Zaman, 18.04.2009
|
|
BOLU'DAN FOSİL FIŞKIRIYOR
Abant İzzet Baysal Üniversitesi (AİBÜ) Eğitim Fakültesi İlköğretim Bölüm Başkanı Prof.Dr. Faruk Sancar, Bolu'nun fosil bakımından çok zengin olduğunu ve adeta fosil fışkırdığını söyledi.
AİBÜ Eğitim Fakültesi İlköğretim Bölüm Başkanı Prof.Dr. Faruk Sancar, Bolu'nun jeolojik yapısı hakkında açıklamalarda bulundu. Sancar, "Bolu'da her kürekte en az bin fosil çıkar" dedi.
Bolu'nun da Türkiye gibi yeni bir kara parçası olduğuna ve denizden bundan 50-60 milyon yıl önce kurtulduğunu söyleyen Sancar, kara oluşumumuzun devam ettiğini kaydetti. Bolu'da fosillerin ise en çok Yukarısoku Mahallesi civarında olduğunu açıklayan Sancar, buranın uzunluğunun 60 kilometre civarında olduğunu ve Mengen'e kadar devam ettiğini ifade etti. Sancar, "Bolu'da yürürken aslında kabaran Tetis denizinin dibinde yürüdüğümüzün farkında değiliz. Köroğlu Dağı volkanik bir dağdır. Türkiye gibi Yunanistan, İtalya ve benzeri yerlerde denizden yeni çıkan kara parçalarıdır. Bizim ve bizim gibi yeni kara parçalarının oluşumları hala devam ediyor. Erciyes hala aktif bir volkanik dağdır. Halkımız volkanik dağ diyince patlamasını bekliyor. Ama aslında bir aktif volkanik dağ demek illa patlayan veya homurdanan bir dağ değildir. Bunun gibi Köroğlu Dağı da volkanik bir dağdır. Daha 20 milyon yıllıktır ve her an yeniden aktif hale gelebilir. Çünkü daha çok genç bir oluşumun üzerinde yaşıyoruz" diye konuştu.
Bolu Kent Haber, 15.04.2009
|
 |
KENTLERİMİZ KÜLTÜR VE MEDENİYET DEĞERLERİYLE GELİŞİR

Ünlü
kentbilimci Lewis Mumford,
"Kentlerin Kültürü"adlı yapıtında, "Kent,
bir topluluğun kültürünün ve erkinin yoğunlaştığı
yer, zamanın bir ürünü, birikimidir" der. Gerçekten,
kentsel yaşamla medeniyet arasında yakın bir ilişki
olduğunu varsayan görüşler yaygındır. O kadar ki, bu
görüşler, kimi dillerdeki kent ve medeniyet
karşılığı sözcükler arasındaki benzerliği de kanıt
olarak kullanma eğilimindedirler.
Latin dillerinde de medeniyet (civilization) ve kent
(city, civitas), Arapçadaki medeniyet, medeni ve
kent (Medine) gibi sözcükler arasındaki köken
benzerliği medeniyetlerin kentlerde doğduğunu,
medeniyetin kaynağının kentler olduğunu
düşündürmüştür. Yunancadaki kent (polis) sözcüğünün
de siyaset (politiae) ile ayni kökten geldiği
bilinmektedir. Kentsel yaşamın medeniyetin beşiği
olarak algılanması, kimi dillerde, kibarlık (civilite)
ve görgü (urbanite) sözcüklerinin de kent kökünden
türetilmelerine yol açmıştır. Bir başka deyişle
kibarlık ve görgü kent insanına özgü özellikler
olarak algılanagelmiştir.
Fiziksel mekan değil
Kentler sadece insanların bir arada yaşadığı
fiziksel mekanlar değildir. Günlük hayatlarındaki
davranış kalıpları, düşünce biçimleri, politik
tercihleri, sosyal ilişkileri gibi kente özgü
sosyal, siyasal ve kültürel özellikler olduğu gibi,
fiziksel yapı da mimarisiyle, estetiğiyle kente özgü
hız ve ölçeği ile ayrı özellik taşır. Kentler, büyük
bir toplumun ayrılmaz parçasıdır. Bir toplumda
kentlerin sayısı, yayılımı ve işlevleri, kültürünün
karmaşıklığına ve kültürel değişikliklerden
etkilenme derecesine göre farklılık gösterir. Kentin
gördüğü işlevlerin, bir ölçüde kültürünün yapısına,
karmaşıklığına ve bu yüzden de içinde bulunulan
tarihsel döneme göre değiştiği bilinmektedir.
Medeniyetlerin de böyle bir atmosfer içerisinde
kentleri kendisine beşik olarak seçtiğini rahatlıkla
söyleyebiliriz.
Medeniyetin beşiği olarak kabul edilen kentlerin
kültürel gelişmesi ekonomik ve toplumsal gelişmesine
katkıda bulunur. Bunun için kenti yönetenlerin
sağlıklı bir kültür politikası yürütmeleri
gerekmektedir. Kültür politikası ekonomik gelişmeye,
topluluk duygusunun oluşmasına katkıda bulunur.
İlköğretimden yetişkinlerin eğitimine kadar bütün
eğitim düzeylerinde ana öğedir; belde işlerine
kamusal katılımın gerçekleşmesini sağlayabilir,
nüfusun engelli kesimlerinin yaşam koşullarının
iyileştirilmesine yardımcı olabilir. Bu nedenledir
ki, kültür politikası, kapsamlı bir kent
politikasının kilit öğesidir; kentlerde yaşam
kalitesinin iyileştirilmesine ve insan haklarının
geliştirilmesine yönelik genel politikanın ayrılmaz
bir parçasıdır.
Kent ve kültür ilişkisine bakarken üzerinde
durulması gereken önemli bir kavram da kent
kimliğidir.
Bir Fransız düşünürüne göre kültür, "Her şey
unutulduğu zaman belleklerde ne kalıyorsa ona
verilen isimdir". Burada dikkati çeken özellik,
kültürün bir birikimin ürünü olduğu, posası atılmış,
darası düşülmüş değerleri temsil etmekte olduğudur.
Bu bağlamda, kent kültüründen neyi anlamak gerekir?
Herhalde, tarihin ve doğanın kente bırakmış olduğu
birikimi. Kuşku yok ki, bu birikimin temel öğesi, o
kentin kimliğidir. Her kentin kimliğinde, o kentin
süreklilik kazanmış olan ayırt edici özellikleri
saklıdır.
Kentleri anımsatan imgeler
Kentlere kültürel anlamda kimlik kazandıran ayırt
edici özelliklerin başında kentleri anımsatan
imgeler ve öğeler gelir. Mesela
Eiffel
Kulesi Paris'i,
Topkapı Sarayı
ve Mimar Sinan camileri İstanbul'u,
San Marco Meydanı Venedik'i,
Empire State New York'u
anımsatmaktadır. Kültürün somut plandaki öğeleri
olan mimari eserler kentlere kimlik kazandıran en
önemli simgesel yapılardır. Yine bu bağlamda her
kenti kendi medeniyet dünyası ile ilişkilendiren
ruhun kentteki somut yansımaları olarak kabul
edeceğimiz mimari eserler kentlerin birer medeniyet
merkezi olduğu konusunda bizlere fikir verebilir.
Sultanahmet Camii İstanbul'a kimlik
kazandırırken aslında İstanbul'un ağırlıklı
kimliğinin İslam-Osmanlı olduğunu vurgular. Benzer
şekilde Barcelona'daki
Sagra da Familia
Katedrali, Katolik kültürün Barcelona'ya
vurduğu damgayı yansıtır.
Kentsel kimliğin oluşumu
Şüphesiz kentlere kimlik kazandıran yegane unsur
mimari değildir. Meydanlar, doğal varlıklar,
parklar, bahçeler, insani hareketlilik, coğrafi
koşullar vb öğeler de kentsel kimliğin oluşumunda
önemli etkenlerdir. Tarihin ve coğrafyanın yanında
kentin kültürel ve sosyal aktiviteler bakımından ne
noktada olduğu kent kimliğini belirleyen önemli bir
faktör olarak karşımıza çıkmaktadır. Mesela Atina
deyince aklımıza bir olimpiyat şehri, Calgary
deyince de kış sporlarının icra edildiği bir kent
gelmektedir. Bu bağlamda İstanbul'un 2010 yılında
Avrupa Kültür Başkenti seçilmesi İstanbul'un
bölgesinde önemli bir kültür merkezi olarak
algılanmasına katkı sağlayacak, bu organizasyon
İstanbul'un kent kimliğinin pekişmesine yardımcı
olacaktır.
Kent ve kültür ilişkisi bağlamında açılması gereken
bir diğer tartışma konusu da kentsel kültürün
kentlilik bilinci sayesinde korunup yaşatılmasıdır.
Ancak buradaki bakış açısında kentte farklı
kültürlerin kendilerini ifade edebilecekleri politik
ve sosyal zeminin oluşturulmuş olması şartı
aranmalıdır. Herhangi bir kültürü ağırlıklı olarak
dayatmak yerine kültürlerin kendilerini ifade
etmelerine olanak sağlamak daha anlamlıdır. Bu
anlamda yaşadığı kente sahip çıkan bireyler kentli
olma bilinciyle hareket ettiklerinde kentin tarihi
ve kültürel birikiminin korunmasına katkı
sağlayabileceklerdir.
Kentlerin somut kültürel varlıklarının korunması
için imzalanan uluslararası anlaşmalar elbette
bağlayıcı ve önemlidir. Ancak her şeyden önce
kentlerde yaşayan ve kentleri yöneten kimselerin
kentlerdeki tarihi ve kültürel birikime sahip
çıkması gerekir.
Referans, Akif Çarkçı / Araştırmacı-yazar-
Kentsel siyaset ve yönetim danışmanı, 14.04.2009
|
2 BİN YILLIK ŞARAP
FABRİKASI BULUNDU

Amasya'da, Yeşilırmak
üzerine yapılan hidroelektrik santraline (HES) su
taşıyacak kanalların inşası esnasında yaklaşık 2 bin
yıllık bir şarap fabrikası ortaya çıktı.

Yeşilırmak üzerine yapılan hidroelektrik santraline
su taşıyacak kanalların yapımı esnasında,
Amasya-Taşova karayolu üzerinde Çiğdemlik Köyü
civarında inşaat işçileri tarafından Roma ve Bizans
dönemlerinde kullanılmış olan yaklaşık 2 bin yıllık
bir şarap fabrikası bulundu. Köylülerin durumu
müzeye bildirmelerinin ardından bölgede kazı
çalışması başlatılırken, 3 günlük kazı esnasında
ortaya çıkartılan büyük bölümü tahrip olmuş şarap
fabrikasının bölgede bir benzerinin daha bulunmadığı
bildirildi.

Kazı çalışmalarını
yürüten Amasya Müzesi arkeologlarından Sinan Özbey,
kanal çalışmalarının yapıldığı yerde Roma
Dönemi'nden Bizans Dönemi'ne kadar kullanım görmüş
şarap içlikleri tespit ettiklerini, kanal çalışması
esnasında bir kısmının tahrip olduğunu, çok geniş
bir alana yayıldığını ve kısa sürede kurtarma
çalışmalarını tamamlayarak bir rapor
hazırlayacaklarını ifade etti.
Büyük 2 adet deponun
bulunduğu kazı alanında daha önceleri kaçak kazı
yapıldığı tespit edilirken, şarapların konulduğu
büyük küplerin bazılarının kırılmadan günümüze kadar
ulaştığı tespit edildi.
Amasya Kent Haber,
14.04.2009
|
HASANKEYF VE ALLIANOI YAĞMURDAN KAÇARKEN DOLUYA
TUTULDU

Kültür ve Tabiat Varlıklarını
Koruma Yüksek Kurulu'nun barajlardan etkilenecek
kültürel alanları korunmak konusunda Devlet Su
İşleri'ni (DSİ) yetkilendirmesi üzerine, Danıştay 6.
Dairesi bu kararı iptal etmişti. Danıştay kararı ile
Devlet Su İşleri'nin doğal ve kültürel mirası hiçe
sayan politikasından kurtulan Hasankeyf ve Allianoi
gibi pek çok alan, aynı komisyonun ikinci bir kararı
ile bu sefer de baraj yapan şirketlerin insafına
terk edildi.
Karara göre korunması gereken
taşınmaz kültür varlıklarının bulunduğu alanlarda ve
arkeolojik sit alanlarında baraj yapımına Kültür ve
Turizm Bakanlığı tarafından belirlenecek
üniversitelerin öğretim üyeleri ve yatırımcı kuruluş
temsilcilerinin de yer alacağı en az beş kişilik bir
komisyon karar verecek.
DSİ'den alınan yetkinin
şirketlerin de içinde bulunduğu komisyonlara
devredilmesini bilimsellikten uzak, tümüyle ranta
dayalı ve kabul edilemez bir karar olarak
nitelendiren Doğa Derneği Başkanı Güven Eken, sivil
toplum örgütleri olarak kararın iptali için yargıya
başvurmak da dahil tüm seçenekleri
değerlendireceklerini söyledi.
Koruma alanlarında yapılması
planlanan baraj projelerinde yatırımcı inşaat
şirketlerinin doğal ve kültürel varlıklar hakkında
söz sahibi olmasının kabul edilebilir hiçbir yanının
olmadığını kaydeden Eken şunları söyledi:
"Bu karar alınırken ne yazık ki ne
üstün kamu yararı, ne bilim, ne de kültürel ve doğal
mirasımız dikkate alınmıştır. Turizm ve Kültür
Bakanlığı'na bağlı Kültür ve Tabiat Varlıklarını
Koruma Yüksek Kurulu'nun Danıştay'ın iptal ettiği
ilke kararını işin içine şirketleri de katarak
yeniden alması, kamu vicdanını derinden yaralayacak
niteliktedir. Doğa Derneği yargıya başvurmak da
dahil bu kararın geri çekilmesi için diğer sivil
toplum örgütleriyle birlikte elinden geleni
yapacak."
Yapı, 14.04.2009
|
 |
DÜNYANIN YEDİ HARİKASINA EN İDDİALI ADAY
Kapadokya peri bacaları, dünyanın yeni '7 tabiat harikası'nın en güçlü adayları arasında gösteriliyor.
İnternetteki 250'den fazla turizm ve seyahat dergisi tarafından yapılan son düzenlemede, 2011 yılında açıklanacak olan dünyanın yeni 7 tabiat harikası için dünya genelinde 21 bölge belirlendi. Aralarında peri bacalarının da bulunduğu 21 aday bölgenin, dünyanın yeni 7 tabiat harikasına en güçlü adaylar olduğu vurgulandı. Değerlendirmede peri bacalarının 60 milyon yıllık bir jeolojik geçmişe sahip olduğu belirtildi. Ayrıca 2 bin yıl önce Hıristiyanların ilk kiliselerini bu bacalar içinde kurduklarına işaret edildi.
Zaman, 14.04.2009
|
KALEHÖYÜK ESERLERİNE JAPON USULÜ KORUMA

Tarihi Tunç Çağı'na kadar dayanan Kırşehir
Kalehöyük eserleri, Kaman'da inşa edilen Japon
yapımı müzede sergilenecek.
Arkeolojik alandan çıkarılan 2 bin 500 civarında
eser, deprem, yangın, hırsızlık ve zamanın
yıpratıcılığı gibi olumsuzluklara karşı koruma
altına alınmış olacak. Müze, Türkiye'de 'Japon yılı'
ilan edilen 2010'da ziyarete açılacak.
Japon kültürel hibe programı çerçevesinde 430
milyon yen ayrılarak inşa edilen müzenin temeli
2008'in Haziran ayında atıldı. 10 ayda bitirilen
müze, teknik özellikleri ile benzerlerinin arasından
sıyrılmayı başardı. Japonya'nın önemli
şirketlerinden Kajima tarafından yapılan müze,
sergilenecek eserlerin önemi göz önünde
bulundurularak dizayn edildi. Arkeolojik eserleri
muhafaza amacıyla en ileri teknolojiyle donatıldı.
Yapının mimarisine Kalehöyük'ün orijinal formu
ilham kaynağı oldu. Bin 500 metrekare kapalı alana
sahip müze; sergi salonları, eserlerin
inceleme-araştırma-fotoğraflama ve restorasyonuna
imkan tanıyan laboratuar, konferans köşesi,
kütüphane, depo gibi bölümlere ayrıldı. Güvenlik,
aydınlatma, ısıtma gibi sistemler yedekli olarak
binaya yerleştirildi. Sistemin bozulması halinde
yedeğinin devreye girebileceği mekanizma
oluşturuldu. Binanın en önemli özelliklerinden biri
ise iklimlendirme sistemlerinin kurulmuş olması.
Özellikle eser depoları ve sergi salonunda
kullanılan sistem, eserlerin zamana, toza ve ışığa
karşı yıpranmasını önlüyor. 2010 yılında
ziyaretçilere açılacak olan müzede kazı yöntemleri
ve çıkarılan eserleri görme imkanı olacak. İnşaatı
biten müzenin bu süre içinde teşrifatı yapılacak.
Eserler taşınacak ve yerleştirilecek.
Kalehöyük Arkeoloji Müzesi'nde sergilenecek
eserler, yine Japon kazı ekibi tarafından 23 yıldan
bu yana yapılan kazılardan elde edildi. Kazı heyeti
başkanı arkeolog Dr. Sachihiro Omura'nın verdiği
bilgilere göre, çalışmalarda her yıl yaklaşık 1
milyon eser çıkarılıyor. Ancak çoğu eser çok küçük
parçalardan oluştuğu için sergilenmiyor. Saklanan
eserler arkeolojik açıdan değerli; ancak görsellik
açısından önemli bulunmadığı için depolarda
tutuluyor. Çıkarılan eserler bugüne kadar Kırıkkale
Müzesi'nde sergileniyordu. Japon kazı heyeti, en az
50 yıl daha bölgede çalışma yapmayı planlıyor.
Zaman, Haber: Aslıhan Aydın, 14.04.2009
|
OSMANLILAŞTIRILAN SÜLEYMANİYE

Süleymaniye bir Osmanlı mahallesi olarak
şekillenmeye 16. yüzyılda başladı. Bugün bildiğimiz
şekle ise 1950'lerden itibaren bürünmeye koyuldu.
Aslında öncülleri de yok değildi 1950'lerdeki göç
dalgasıyla gelen ve bugün şehri idare edenlerin
"köhneleşme" demeyi tercih ettikleri "dönüşüm"ün.
Önceleri Süleymaniye Camii ve etrafındaki külliye ve
medrese kompleksiyle Osmanlı elitlerini
yetiştirmekle maruf Süleymaniye, 18. yüzyılda
yoksullaşmaya, 19. yüzyılda ise militerleşmeye
başladı.
İnşa edilen askeri kurumlar Süleymaniye'yi başka
türlü bir havaya büründürdü. 1950'lerde Süleymaniye,
DP iktidarıyla canlanmaya başlayan İstanbul
sanayisine yakın konumuyla hızlı bir şekilde göç
almaya başladı. Ahşap konaklar Anadolulu
misafirlerini ağırlamaya koyuldular...
Yangınlar
1977 Süleymaniye SİT alanı ilan edildi ve
Türkiye'deki kültürel miras koruma uygulamalarının
problemli yönleri burada da gözlemlenmeye başlandı.
Ahşap evler tarihi miras sayıldıkları için tamir
edilmeleri bin türlü bürokrasiye bağlanıyor ve bu
yüzden ya yıkılıyor ya da bilinçli bilinçsiz
yangınlarla yok oluyorlardı. 1994-2004 yılları
arasında Süleymaniye'de yaklaşık 150 tarihi ev küle
döndü. Her yangından sonra başlayan "otopark ya da
inşaat mafyası yaptı”, “bilinçli olarak kundaklandı”
söylentileri kısa zamanda ilginçliğini kaybetti.
1982'de dönemin Cumhurbaşkanı Kenan Evren'in devreye
girmesiyle 130'a yakın ev restore edilmesi kaydıyla
İstanbul Üniversitesi'ne verildiyse de böyle bir
çalışma hiçbir zaman yapılmadı. Üniversite bölgedeki
evlerin üzerine "Bu bina İstanbul Üniversitesi'nin
koruması altındadır" mealinde bir küçük tabela
çakmakla yetindi.

UNESCO
Süleymaniye'nin kaderinin 1985'te mahallenin UNESCO
Tarihi Miras Listesi'ne dahil edilmesiyle
değişebileceği düşünülüyordu. Ancak bu da olmadı.
Fener-Balat'ta iyi niyetle başlayıp soylulaştırmayla
sona eren tarihi mahalle iyileştirme projesi hem
İstanbul Büyükşehir hem de Fatih Belediyesi için bir
model oluşturdu. Esasında "Beyoğlu Yasası" olarak da
bilinen 5366 numaralı yasanın kabulüyle
Süleymaniye'nin soylulaştırılması için de yasal
zemin üretilmiş oldu. Fener-Balat ve Sulukule ile
birlikte Süleymaniye de bu yasa kapsamında 24 Mayıs
2006 tarih ve 10501 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı
ile yenileme alanı ilan edildi.
Belediyenin yenileme projesi uygulamayı düşündüğü
bölge toplam 938 bin 718 metrekarelik bir alanı
kapsıyor ve bu alanda 728 tescilli, 1239 tescilsiz
yapı bulunuyor. İBB ile Fatih Belediyesi arasındaki
protokol Süleymaniye'de yenileme projesinin uygulama
sürecini diğerlerinden bir miktar farklılaştırmış
durumda. Süleymaniye'deki uygulamanın diğerlerinden
en temel farkı ise KİPTAŞ'ın burada doğrudan bina
satın alarak mülk sahibi kimliğiyle projeye dahil
olması.
Projenin taraflarından biri ise kaçınılmaz olarak
TOKİ, zira TOKİ bu yenileme alanında uygulanacak
projelere kendi mülkiyeti altındaki binayı restore
ederek katılacak mülk sahiplerine proje bedelinin
yüzde 70'ini 10 yıl vade ve yüzde 4 faizle kredi
sağlıyor. Proje için gereken fon ise Kültür
Bakanlığı ve İl Özel İdaresi'nden sağlanıyor. Ayrıca
tanımı tam olarak yapılmamış bir de "sponsorluk"
kurumundan söz ediliyor projede. Bu bölgede
yapılacak projelere bağış ve yardım gibi araçlarla
katılanlara yüzde 100 gelir vergisi indirimi
sağlanacağı ifade ediliyor.
"Osmanlı Mahallesi"
Proje görünürde bölgedeki ahşap ve kagir yapıların
restore edilmesini amaçlıyor. Böylece moda
kullanımıyla Süleymaniye'nin "Osmanlı mahallesi"
kimliğinin yeniden canlandırılması planlanıyor. Bu
fikir Murat Belge'ye bile uzaktan bakınca hoş
görünüyor. Keza, 13 Eylül 2008'de Taraf
Gazetesi'ndeki köşesinde Süleymaniye'de başlayan
hareketlenmenin verdiği heyecanla şunları
söylemişti: "Bunlar 'otorite'nin, 'yönetim'in
yaptığı işler değil, toplumun içinden çıkmış
bireylerin yaptıkları. 'Olsa' diye ne zamandır
beklediğimiz şeyler böyle böyle başlıyor."
Ama yakından bakıldığında mevcut hareketliliğin tam
anlamıyla bir canlanma olmadığı anlaşılıyor. Örneğin
avan projenin Yenileme Kurulu'nca onaylanmasından
bir müddet sonra, 25 Eylül 2007'de bir açıklama
yapan UNESCO'nun İstanbul Yürütme Komitesi
gidişattan duyduğu hoşnutsuzluğu açıkça dile
getirmişti. Komitenin projeden algıladığı yöntem,
adı restorasyon konulan işlemlerin tarihi yapıları
yıkıp çelikle yeniden inşa etmek anlamına
geldiğiydi.
Komite üyeleri Prof.Dr. Nur Akın ve Doç.Dr. Deniz İncedayı, Osmanlı ahşap mimarisinin en güzel
örneklerinin bu projeyle birlikte tamamen ortadan
kaldırılacağını ifade etti. Daha da fecisi,
komitenin projeyle ilgili detayları basından
öğrenmek durumunda kalmasıydı. Belediyenin
kendilerini haberdar etmesi gerektiğini söyleyen
komite üyeleri, Türkiye'nin de altında imzasının
bulunduğu 2005 tarihli Viyana Sözleşmesi'ni
hatırlatarak yapıların yıkılıp yeniden yapılmasının
söz konusu olamayacağını kaydettiler. Komite
üyelerinden Akın'a göre proje "bir cinayet"ti. Bir
başka komite üyesi ve Ulusal Ahşap Birliği üyesi
Emine Erdoğmuş ise projenin Süleymaniye'yi "müsamere
dekoru"na dönüştüreceğini söyledi. Dahası maliyet de
abartılmıştı.
Müze kent olacak!
KİPTAŞ Genel Müdürü İsmet Yıldırım’ın bizzat yaptığı
bir açıklama Erdoğmuş’un her iki tespitinde de hayli
doğruluk payı olduğunu gösteriyor. Yıldırım şöyle
diyor: "Tarihi yarımadadaki o mistik havaya uygun
Osmanlı Türk mahallelerini canlandırıyoruz. Bizim
restore edip satacağımız evlerle Haliç sırtlarından
Süleymaniye'ye kadar geniş bir bölgede hızlı bir
yenilenme süreci başlayacak. Bu projeyle İstanbul'a
yılda 10 milyon turist çekebilecek bir müze kent
ortaya çıkacak. 1280 evlik projede, biz 300 evi
üstlendik ve şu ana kadar 20 trilyon lirayla 101 evi
satın aldık. Diğerlerini ya ev sahipleri yapacak ya
da Büyükşehir Belediyesi istimlakla
restorasyonlarını üstlenecek."
Mimar Sinan Üniversitesi Öğretim Üyelerinden Dr.
Besime Şen, Süleymaniye’deki 1280 evden yalnızca
301’inin iyi durumda edildiğini söylüyor. Projenin
esas olarak henüz TBMM’de bekleyen ancak AKP’nin
yerel seçimlerden sonraya ertelediği Dönüşüm
Alanları Yasa Tasarısı’nın kabulünden sonra
hızlanacağını da ifade ediyor. Bu proje çerçevesinde
Süleymaniye ile birlikte Ayvansaray, Yedikule,
Zeyrek, Cankurtaran, Kumkapı, Gedikpaşa, Laleli,
Fener, Balat, Eyüp, Tarlabaşı ve Üsküdar’da yaklaşık
10 bin binayı kapsayan dönüşüm projesi hızla hayata
geçirilecek. Yalnızca Süleymaniye ve çevresinde
dönüşüm projesinden evi ya da işyeri dolayısıyla
etkilenecek olan nüfus 10 bini buluyor.
Bu etkilenmenin boyutu ise mevcut mülk sahipliği
durumuna göre değişiyor. Projeye TOKİ’den kredi
almak ve kendi evini restore ettirmek suretiyle
katılanlar yalnızca borçlanmakla kalmış oluyorlar.
Projeye katılmamayı tercih edenleri ise Süleymaniye
özelinde iki tür akıbet bekliyor. İlki evlerini
KİPTAŞ’a satmak zorunda bırakılmaları, ikincisi ise
buna da razı olmazlarsa “acil kamulaştırma”
kapsamında belediye tarafından uygun görülen bedel
karşılığında mülklerini terk etmeleri.
Bölgede mülk sahibi değil de kiracı olarak
bulunanlara ilişkin ise herhangi bir özel düzenleme
bulunmuyor. Ancak belli bir direniş gösterildiğinde
gönülsüz de olsa ilçe ya da Büyükşehir
Belediyesi’nin kiracılara da çeşitli “kolaylıklar”
sağladığını Sulukule örneğinden biliyoruz. En iyi
ihtimalle kendilerine borçlanmak suretiyle
taşınabilecekleri, kent çeperinde TOKİ tarafından
inşa edilmiş sosyal konutlardan birisi uygun
görülüyor. Rakamlar belediyece açıklanmamakla
birlikte Süleymaniye’de bugüne kadar 101 binanın
kamulaştırıldığı, 200 kadar binanın da KİPTAŞ
tarafından satın alındığı biliniyor. Ancak ne
kamulaştırma ne de KİPTAŞ’ın satın alma faaliyeti
sorunsuz...
Projenin geçmişinde ve geleceğinde barındırdığı
muhtemel uygunsuzlukları ele veren bir haber durumu
bir miktar özetliyor. İlçe belediyeleri yenileme ya
da dönüşüm bölgelerinde vatandaşları ikna etmek için
genellikle belediye başkan yardımcılarını
görevlendiriyor ve hane hane dolaşarak gerekirse
pazarlık usulüyle mülk sahiplerini evlerini satmaya
ya da projeye ortak olmaya ikna ediyorlar.
Süleymaniye özelinde ise KİPTAŞ bizzat mülk satın
aldığından bu iş için özel bir “pazarlıkçı”
görevlendirmiş durumda. Süleymaniye ve Vefa’da
evlerini KİPTAŞ’a satan 40 kişinin açtıkları davada
ortaya koydukları iddialar bu pazarlıklarda ne
türden argümanlarla oynandığı konusunda şüphe
yaratır nitelikte. Çünkü davacılar KİPTAŞ adına
kendileriyle muhatap olan Hamit Çalışır’ın onları
evlerini ya da iş yerlerini satmamaları halinde
elektrik ve sularının kesileceği şeklinde tehdit
ettiğini iddia ediyorlar. Dahası Çalışır’ın
kendisini belediye başkan danışmanı olarak
tanıttığını, pazarlık yapmaya zabıtalar eşliğinde
geldiklerini, tehditler karşısında korktukları için
mülklerini satmaya razı olduklarını söylüyorlar.
KİPTAŞ yetkililerinden Ali Kuru Mahmutoğlu ise doğal
olarak iddiaları yalanlıyor ve Çalışır’ı “Belki
üslubu sert olabilir ama kanunsuz bir şey yapmadı.
Sonuçta bizim görevlendirdiğimiz biri” diyerek
koruyor. Çalışır de benzer şekilde “Ben KİPTAŞ adına
mülk sahipleriyle tek tek görüştüm. Pazarlık yaptım
ve anlaştım. Kesinlikle zorla çıkarılma yok” diyor.
Öte yandan mahalle sakinleri, Çalışır’a, dolayısıyla
KİPTAŞ’a “hayır” cevabı verenlerin elektrik ve
sularının kesildiğini doğruluyorlar.
Pazarlıkla ya da zorla Süleymaniye tartışmalı bir
geleceğe hazırlanıyor. Resmi tarih söyleminin
ezberlettiği bir Osmanlı mitinden türetilmiş
nostaljik ama aynı zamanda fütüristik bir “mahalle”
mevcudun yerini almak üzere cilalanıyor. Tarihi
yarımada “binlerce turistin gelip ceplerindeki canım
euroları bırakacakları” bir tür “eğlence parkı”
görünümüne alıştırılıyor. Orada olmaları çok değil
40-50 yıl öncesinin ekonomi-politikaları ile
sağlanmış kuşakların çocukları ise birer fazlalık
olarak görülüyor.
Mahallenin Osmanlı kimliği bir tür ticari yatırım
olarak yeniden canlandırılmaya çalışılırken, zaman
içinde evrimleşerek varlığını korumuş hakiki mahalle
eski bir giysi gibi bir kenara fırlatılıyor.
Şimdilik ve verili imkanlar çerçevesinde durum ancak
mülkiyet aktarımı babında dava konusu olabiliyor.
Zaten proje tamamlandığında, yani Süleymaniye
mahallesinin yerini onun dijital baskı kalitesindeki
fotoğrafı aldığında konuşulacak fazla bir şey
kalmayacakmış gibi görünüyor.
Bianet, Haber: Ayşe Çavdar,
Fotoğraf: Fatih Pınar, 08.04.2009
|
MISIR'DA
53 MEZARDA
BOYALI MUMYALAR BULUNDU
Mısır’da, Orta Krallık Dönemi’ne (MÖ 2061-1786) ait, içinde düzinelerce mumya bulunan, kayalara oyulmuş 53 mezar bulundu.
Bir vahada ve tümü pırıl pırıl boyalı olarak bulunan mumyaların büyük kısmı 4000 yıllık.
Bu grubun içinde bulunan ve 22. Hanedanlık Dönemi’ne (MÖ 931 - 725) ait olan dört mumya ise, bu döneme ait, şimdiye dek bulunanların en güzelleri olarak kabul ediliyor.
Ketenlere sarılmış mumyalar antik Mısır’ın geleneksel renkleri olan firuze, toprak ve altın sarısına boyanmışlar.
Mezarlık, Kahire’nin güneyinde, Fayum Vahası’nda bulunan Ilahun Pirmaiti yakınlarında keşfedildi.
Kazıyı sürdüren Mısırlı ekip 15 adet boyalı ölü maskesi, süslemeler ve ölü hediyesi olarak bırakılan çanak çömlekler de buldu.
Middle
East Online, 13.04.2009
|
|
EMİRSULTAN'DAKİ DÖNÜŞÜM TARİHİ HAMAMI ÇATLATTI

Bursa'nın en önemli ziyaret mekanı olan
Emirsultan`da, Büyükşehir Belediyesi'nin başlattığı
kentsel dönüşüm çalışmaları tarihi yapılara zarar
vermeye başladı.
Vakıflar Müzesi yapılması için yeni restore
edilen tarihi Emirsultan Hamamı'nın duvarlarında,
hemen yanında 12 metrelik kazı sebebiyle çatlaklar
oluştu. Vakıflar Bölge Müdürlüğü çatlaklarla ilgili
tespit davası açarken, üniversiteden uzman görüşünü
de dosyaya koydu. Mahkemeye müracaat eden Vakıflar,
tayin edilecek bilirkişinin raporuna göre çıkacak
kararı bekliyor.
Uludağ Üniversitesi'nden bir uzmanın raporunda,
yığma özellikteki tarihi hamamın 80 santim yakınında
12 metre derinliğe inilmesinin doğu cephesindeki
duvarlarda ve zemin mermerlerinde çatlamaya sebep
olduğu belirtildi. Üniversite raporunda, çatlakların
hassas izleme aletleriyle (ekstensometre) izlenmesi
tavsiye edildi. 15 metreye 35 metre büyüklüğündeki
yığma hamamın duvarlarındaki çatlağın doğu kısımdaki
derin kazıdan kaynaklandığı kaydedildi.
Vakıflar Bölge Müdürlüğü`nün Büyükşehir
Belediyesi`ne durumu bildiren yazısına ise ilginç
bir cevap geldi. Belediye yetkilileri, çatlağın yan
taraftaki otopark için yapılan 12 metrelik kazıdan
değil, caminin restorasyonundan sonra tamamlanan
kubbesinin yükünden kaynaklanan oturmadan meydana
geldiğini ileri sürdü.
Emirsultan kentsel dönüşüm projesinin Kültür ve
Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'nca onaylandığı,
ancak uygulama sorumluluğunun Büyükşehir Belediyesi'nde
olduğu bildirdi. Vakıflar yetkilileri, tarihi
hamamdaki çatlakların etraftaki kaldırımlarda da
görüldüğüne dikkat çekti.
Vatandaşlar ise, Kültür ve Tabiat Varlıklarını
Koruma Kurulu'nun, tarihi yapıların yanında özel
şahıslara kesinlikle kazı izni vermemesine rağmen,
bu projede hamam ve caminin dibine kadar girilmesine
göz yumduğunu, bunu anlamakta zorlandıklarını
söylediler.
Bursa Olay, 13.04.2009
|
GÜNAY: MÜZELER TARİHİ MÜCEVHER KUTULARIDIR
Kültür Ertuğrul
Günay, Kocaeli'nde gerçekleştirilen müzecilik
toplantısında Başkan Karaosmanoğlu, ile biraraya
geldi. Günay, "Nasıl bayanlar en değerli eşyalarını
mücevher kutularında saklarsa, müzeler de insanlık
tarihinin mücevher kutularıdır' dedi.
Başkan
Karaosmanoğlu, Kocaeli Üniversitesi (KOÜ) tarafından
düzenlenen uluslararası müzecilik toplantısında
Kültür Bakanı Günay ile bir araya geldi.Kocaeli
Büyükşehir Belediye Başkanı İbrahim Karaosmanoğlu,
Kocaeli Üniversitesi (KOÜ) tarafından düzenlenen 1.
Uluslararası Müzecilik Toplantısı'na katıldı.
Toplantıda Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay da
hazır bulundu. Toplantıda bir konuşma yapan Bakan
Günay, "Bayanlar mücevherlerini bir kutuda saklar.
Müzeler de insanlık tarihinin mücevher kutusudur."
dedi.
KOÜ Rektörü
Prof.Dr. Sezer Komşuoğlu'nun ev sahipliğinde yapılan
toplantıya Bakan Günay ve Başkan Karaosmanoğlu'nun
yanı sıra Kocaeli Valisi Gökhan Sözer ile
akademisyenler, Güzel Sanatlar ile Arkeoloji
bölümlerinin öğrencileri katıldı. Baki Komşuoğlu
Kongre Merkezi'ndeki etkinlik, Güzel Sanatlar
Fakültesi'nin öğretim üyelerinin müzik dinletisiyle
başladı.
Gerçekleştirilen
etkinlikte açılış konuşmasını yapan Rektör Prof Dr.
Sezer Komşuoğlu, üniversitenin en yeni bölümlerinden
olan Arkeoloji bölümünün, Güzel Sanatlar bölümüyle
beraber yaptığı bu etkinliğin kendisini çok
sevindirdiğini söyledi. "Müzeler bir kentin
vitrinidir' diyerek sözlerine başlayan Başkan
Karaosmanoğlu da, "Müzeler kentin geçmişini,
tarihini ortaya koyan bir vitrindir. Kocaeli, tarihi
miras itibariyle Türkiye'nin en zengin kentlerinden
biridir. Kocaeli, Türkiye'de müzeciliği başlatan
Osman Hamdi Bey'e Gebze'de ev sahipliği yapmanın da
gururunu taşımaktadır. Büyükşehir olarak,
Kocaeli'nin zenginliklerini Türkiye'ye tanıtmak
adına KOÜ ile birlikte hareket ediyoruz.'
ifadelerini kullandı.
Türkiye'nin
müzecilik açısından en büyük potansiyele sahip
ülkelerden biri olduğunu ama bunu yeterince
değerlendiremediğini vurgulayarak konuşmasına
başlayan Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay,
"Müzeler insanların ortak bilincinin geleceğe
taşındığı yerlerdir. Nasıl bayanlar en değerli
eşyalarını mücevher kutularında saklarsa, müzeler de
insanlık tarihinin mücevher kutularıdır.' şeklinde
konuştu.
Bakan Günay,
Türkiye'de kamunun elinde 99 müze müdürlüğü ve 200
müze bulunduğu, özel sektörün de yaklaşık 100 müze
ile buna destek verdiği bilgilerini de aktardı. Pek
çok tarihi eserin depolarda kaderine terk edildiğini
hatırlatan Bakan Günay, bundan sonra depo müzeler
konseptine geçeceklerini ve Ankara'da büyük bir
Anadolu Uygarlıkları Müzesi kuracaklarını anlattı.
Konuşmaların ardından Bakan Günay'a teşekkür plaketi
verildi. Daha sonra arkeolojik kazılarda ortaya
çıkan kadın heykelciklerinin günümüz sanatçıları
tarafından yeniden yorumlanmasından oluşan Zamansız
Tanrıçalar Heykel Sergisi'nin açılışı
gerçekleştirildi.
Yeni Şafak, 13.04.2009
******
MÜZECİLİĞİMİZ Mİ?
BİLDİĞİNİZ GİBİ!

Kocaeli Üniversitesi Fen Edebiyat
Fakültesi Arkeoloji Bölümü tarafından bu
yıl ilki organize edilen
Uluslararası Müzecilik Toplantısı
, 10
Nisan Cuma günü üniversitenin
Umuttepe
yerleşkesinde gerçekleştirildi. Devlet ve özel
müzelerindeki kalıcı ya da geçici sergilemeler ile
yurt dışından müzecilik örneklerinin ele alındığı
toplantıda, yeni yönetim sorunları ile hızlı değişim
karşısında yetersiz kalan kanun ve yönetmelikler de
tartışıldı.
Müzelerin günümüzde sergileme ve korumanın ötesinde
başka işlevler de taşıdığına işaret eden İstanbul
Arkeoloji Müzeleri'nden
Dr. Şeniz Atik,
İstanbul Arkeoloji Müzeleri'nin geleceği açısından
oldukça karamsar bir tablo çizdi. "Çağdaşlarıyla
karşılaştırınca, müzenin şu anki durumunu ve
geleceğini pek de parlak görmüyoruz" diyen Atik,
müze yapılarının üzerine oturduğu alanın
genişletilemediğini, ayrıca tescilli olan yapılara
da müdahale edilemediğini sözlerine ekledi. Atik, 12
bin metrekare teşhir alanı olan ve bünyesinde 1
milyonu aşkın eser barındıran müzenin tıkanmış
durumda olduğuna işaret etti ve bir laboratuar
olmamasından, uzman sayısının yetersizliğinden ve
depolarının bile ihtiyacı karşılayamamasından
yakındı. British Museum,
Louvre Museum,
Museo del Prado,
Royal Ontario Museum gibi tarihi
dokunun modern eklentilerle harmanlandığı örnekler
üzerinde duran Atik, İstanbul Arkeoloji Müzeleri
için de alternatifler üretilmesi gerektiğini
belirtti. Atik, müzenin yanındaki binaların
(Darphane) bir seçenek olabileceğini, Gülhane
Parkı'nın üzerinde durulabileceğini ya da
yapılışından bu yana tartışma konusu olan yeni
binanın yıkılarak oraya yeni bir proje
geliştirilebileceğini söyledi.
Dr. Şeniz Atik'ten sonra söz alan
Prof.Dr. Gil Jesus Fuensanta ise büyük çoğunluğu
devlet bünyesinde 1327 müzesi olan
İspanya'nın
Madrid kenti üzerinden bir
'müzecilik' okuması yaptı. Madrid'in 40 müzesi ile
İspanya'daki müze toplamı içinde önemli bir yere
sahip olduğunu vurgulayan Gil Jesus Fuensanta, kent
içinde 'sanat üçgeni' olarak
tanımladığı bölgeye odaklandı. İspanyol müzelerinin
genelde mekan olarak manastır, konak gibi eski
yapıları seçtiğine değinen Fuensanta,
koleksiyonların da tablo ağırlıklı olduğunu ifade
etti. Museo del Prado,
El
Museo Reina Sofía ve
Thyssen-Bornemisza
Museum'un güncel sergilemelerinden örnekler
de veren Fuensanta, İspanyol müzelerinin sergilemenin
ötesinde bir sanat merkezini çağrıştıran program
çeşitliliğine de değindi.
Ayasofya Müzesi Müdürü
Mustafa Akkaya
da 'ABD Başkanı Obama'yı mest eden yer' olarak
tanımladığı Ayasofya Müzesi'nde
2002 - 2008 yılları arasında yapılan müzecilik
faaliyetlerini özetledi. Ayasofya'yı 'sekizinci
harika' yapan önemli adımlardan birinin müzeye
dönüştürülmesi kararnamesi olduğuna değinen Mustafa
Akkaya, 2002 yılında kat kat sıva olan dış narteksin
duvarlarının Ayasofya Bilim Kurulu kararıyla
temizlendiğini, yapının üç döneminin 14 panoda
anlatıldığını belirtti. Yine aynı yıl tanıtma ve
yönlendirme levhalarının çağdaş müzeciliğin
gerektirdiği şekilde yenilendiğini anımsatan Akkaya,
2003 yılında galeri katına bir tanıtım panosu
yapıldığını, batı galerisine yönlendirme planı
yerleştirildiğini söyledi. 2004 yılında taş eserler
deposunun yeniden düzenlendiğini ve iklimlendirme
yapıldığını anlatan Akkaya'nın verdiği bilgilere
göre 2007 - 2008 yılları çalışmaları ise şöyle: Dış
nartekste altı dilde yayın yapan sistemin kurulması,
kuzeydoğu rampasının onarılması ve hizmete alınması,
idari bina ve modern tuvaletlerin yapımı, kubbe
mozaiklerinin koruma ve onarım çalışmaları için
kurulan iskelenin kaldırılması.
Yapı,
Haber: Mesut Tufan, 14.04.2009
|

 |
YENİ BİR MEZAR PERU'NUN TARİHİNE IŞIK TUTUYOR
Arkeolog Steve Bourget’e göre, iki değişik kültürü temsil eden hazineleri ile Moche kralının 1500 yıllık bu mezarı daha önce bulunan hemen her şeyden çok farklı. Peru’da, kerpiç tuğlalar ile yapılmış ve artık iyice erimiş bir piramidin altında keşfedilen mezar odasında 19 altın taç ve birçok mücevherin yanı sıra, yüzü mücevherlerle süslü bir maske ile kapatılmış iskeletin dışında iki ayrı erkek ve hamile bir kadın iskeleti de bulundu.
Bourget’nin söylediğine göre mezarın hem bu garip içeriği, hem de Moche şehirlerinden uzaklığı Peru’nun bu az bilinen uygarlığı ile ilgili bizlere yeni bilgiler verebilir.MS 100 ile 800 yılları arasında yükselen ve çiftçilikte uzmanlaşmış Moche Uygarlığı, basamaklı piramitleri, mücevher dolu mezarları, süslü çanak çömlekleri ile tanınıyor.
Lima’nın yaklaşık 750 km kuzeyinde yeni bulunan bu mezar Huaca el Pueblo adı verilen kerpiçten inşa edilmiş ve aşınarak artık yuvarlak bir tepe haline gelmiş basamaklı bir piramidin altında yer almakta.
Bourget’in açıklamasına göre bölgede yaşayan yerlilerin Ucupe Lordu ismini verdikleri Moche lideri öldüğünde otuzlu yaşlarında imiş. Mezara tüm kıyafetleri giydirildikten sonra yerleştirilen lordun üstü daha sonra dövülmüş bakır levhalarla kaplanmış, yüzüne de üst üste iki maske geçirilmiş. Arkeologlar, şimdi mezarda bulunan bu iskeletlerin birbirleri ile olan ilişkilerini anlamaya çalışıyorlar.
National Geographic News, Haber: Kelly Hearn - Ted Chamberlain, 10.04.2009
|
ANTALYA NEKROPOLÜNE KEPÇE

Antalya’da iş makinesiyle arkeolojik alan
kazısı gelenek olmuş!
Kaleiçi’ndeki
kepçeli kazının haberini (1) okuyan bir
arkadaşımdan, benzer bir olayın
Antalya
Nekropolü’nde de yaşandığını ve örtbas
edildiğini öğrendim. Fotoğraflarda da görüldüğü
gibi, Büyükşehir Belediyesi’nin,
eski Doğu Garajı ve Halk Pazarı bölümünde,
2
Mart 2008’de başlattığı, alışveriş merkezi
(AVM) inşaatı temel kazısında, biri oda tipi ve
sekizi lahit tipi onlarca antik mezar, iş makinesi
kepçeleriyle parçalanmış.
Müze’nin 1980-1999 arasında ortaya çıkardığı 82
antik mezar ve çok sayıda eser, Büyükşehir’in AVM
projesinin, (eski adıyla) Attaleia Nekropolü’nün
alanı içinde olduğunu ortaya koymuştu (2). Antalya
Koruma Kurulu da, 1992’de, Nekropol alanındaki yeni
yapılarda subasman vizesi alma aşamasında, Antalya
Müze Müdürlüğü’nün görüşünün alınmasını zorunlu
tutmuştu. Ama Nekropol’ü “sit” ilan etmemişti.
Büyükşehir, imar planında park olan 8 bin m2
Nekropol alanı (eski Halk Pazarı) ile kuzeyindeki 13
dönümlük ticari alanı (eski Doğu Garajı) birleştirdi
ve inşaat iznini 50 bin m2 yaptı. Bu alanda
yapılacak AVM için Mimarlar Odası’nın koordinasyonu
ile 2005’te yapılan yarışmada, Ömer Ozan Erkal’ın
projesi birinci seçildi. Ne plan tadilatlarında ne
de yarışma bilgi notlarında, Antalya Nekropol’ü hiç
anılmamıştı. Erkal, AVM projesinin halk pazarı
bölümünü Nekropol’ün üzerine yerleştirdi ve yarışma
jürisi de bunu sorgulamadı.
Bu ihmale dikkat çekip
“Doğu Garajı sit
alanı olmalı!” kampanyası başlatan yerel
Son Nokta dergisi, 1999’a ait
Müze’nin kazı raporu bilgileri ile Büyükşehir’i ve
Koruma Kurulu’nu uyarmış: “... bölge antik
Antalya’nın (Attaleia) mezarlığıydı! Buraya
vurulacak bir kazma binlerce yıllık mezarları ortaya
çıkartacaktır...” (3). Son Nokta, bu uyarısını
aylarca tekrarlamış ama Kurul Müdürü
Bülent
Baykal “görmedim” diyor. “Sit” uyarısını
dikkate almayan Büyükşehir de, yap-işlet-devret
yöntemiyle 2007’de açtığı AVM projesi ihalesini
Kadıahmetoğulları AŞ’ye vermiş.
Firma da, 2 Mart 2008’de, Antalya Nekropolü’nde iş
makineleri ile “temel” kazmaya başlamış. Bir iddiaya
göre, Nekropol’de “temel” kazısı, iş makinelerinden
bir tanesi derin bir oda mezara düşünceye kadar (üç
gün) sürmüş. Bazı yerde, dört metredeki mezarları
dahi kazıyan iş makineleri ile Nekropol’ü yok
edemeyeceğini anlayan firma ve Büyükşehir,
parçalanmış mezarların üzerini toprakla kapattıktan
sonra Müze’ye haber vermiş. Nekropol’ün üçte
ikisinde, mezarların üzerindeki kepçe izleri ve bir
oda mezarının 3 m derinlikteki taş basamaklarının iş
makinesi ile parçalanması bu iddiaları doğruluyor.
Antalya Nekropolü’ndeki sekizi lahit tipi, onlarca
mezarın parçalanması, “fail” kendisi Müze’ye haber
verdiği için “iş kazası” sayılmış! Müze Müdürü
Selahattin Aksu’nun başlattığı
kurtarma kazısında çıkarılan Roma ve Bizans’a ait
mezarların yanı sıra Hellenistik döneme (İÖ 3. yy)
ait mezarlar ve antik eserler sayesinde Antalya’nın
kuruluşu 100 yıl geriye tarihlenmiş. Bu veri,
Antalya’nın, (kurucusu sayılan) Bergama Kralı
Attalos’tan önce bir yerleşim yeri
olarak kullanıldığını kanıtlıyor. Bu gelişme
üzerine, 1992’de subasman vizesi ile yetinen Koruma
Kurulu, bu kez Nekropol alanını potansiyel sit ilan
etmiş ve AVM projesinin 8 bin m2’lik bölümünü
durdurmuş. Ama aynı kurul, AVM projesinin
“potansiyel sit”in etkileşim çevresinde kalan 13 bin
m2’lik bölümünde inşaata izin vermiş. Oysa
Koruma Kanunu, Müze kazısı bitince “1.
derece sit alanı” statüsü kazanacak Antalya
Nekropolü ve çevresindeki tüm planlarını iptal
ediyor: “Bir alanın, koruma bölge kurulunca sit
olarak ilanı, bu alanda her ölçekteki plan
uygulamasını durdurur. Sit alanının etkileşim
çevresine ilişkin varsa 1/25.000 ölçekli plan
kararları ve notları alanın sit statüsü dikkate
alınarak yeniden gözden geçirilerek ilgili
idarelerce onaylanır” (md. 17). Bu doğrultuda, AVM
projesini iptal ederek, plan tadilatı yapması
gereken Büyükşehir, kanundaki “sit ilanından önce
imar mevzuatına ve onaylı imar planlarına uygun
olarak alınmış yapı ruhsatı ve eklerine göre
subasman seviyesi tamamlanmış yapıların inşasına
devam edilebilir” istisnasından yararlanmak istemiş,
Kurul da bu isteğe uymuş. Kurul’un bu toleransı ile
temel kazısını 30 metreye indiren firma, 24 saat
çalışarak, AVM projesinin 13 bin m2’lik bölümünde
temel atmaya hazırlanıyor. Eski başkan Menderes
Türel’in seçim broşüründe, Müze kazısı bittiğinde,
AVM projesinin halk pazarı kısmının da uygulanacağı
açıklanmıştı. Türel’e göre, Antalya Nekropolü’nün
üstüne AVM’nin halk pazarı bölümü yapılacak ve 8 bin
m2’lik Nekropol’ün küçük bir bölümü, AVM’nin
bodrumunda ziyarete açılacaktı.
“Potansiyel sit”teki antik mezarları kepçe ile
temizleyip AVM yapmakta ısrar eden eski Büyükşehir
yönetimi, 29 Mart’ta değişti. Bu değişim, Antalya
Nekropolü’nü AVM ile korumaktan kurtarır mı, yoksa
(eski Otogar alanı gibi) AVM inşaat alanının
artışıyla mı sonuçlanır, emin değilim. Uzmanların
“üç maymun” tavrı, Nekropol’deki onlarca antik
mezarın iş makinesi ile parçalanıp kazınmasına yol
açtıysa da, Koruma Kurulu, “potansiyel sit alanı”
ilan etmiştir.
Şimdi yanıtı merak edilen en önemli soru şu: Yeni
Büyükşehir yönetimi Antalya Nekropolü’nü nasıl
değerlendirilecek? Burada üç seçenekleri var.
1) Ticaret lobisine boyun eğip Nekropol’ü AVM’nin
bodrumunda sergilemek.
2) AVM projesini tümüyle iptal ederek, Antalya
Nekropolü ve “etkileşim çevresi”ni 2300 yılı aşan
Antalya şehir tarihini “dün-bugün-gelecek” kurgusu
içinde sergilemeye imkan verecek Antalya Kent Müzesi
yapmak.
3) Yeni bir Arkeoloji Müzesi için Kültür
Bakanlığı’na tahsis etmek ve karşılığında da Perge
ve Termesos antik tiyatrolarını ve Kırkgöz Han’ı
kültürel amaçla kullanmak için istemek...
Antalya Nekropolü’nü iş makinesi ile 4 metre
derinliğe kadar kazarak, biri oda mezarı onlarca
“taşınmaz kültür varlığı”nın tahrip edilmesinin
Koruma Kanunu kapsamında soruşturulması işi ise,
Antalya Cumhuriyet Başsavcılığı ile Kültür ve Turizm
Bakanı Ertuğrul Günay’ın ilgisini bekliyor!
Radikal İki, Hasan Üstün / İÜ, Araş. Gör.,
12.04.2009
1. Üstün, H. ‘Sit alanında iş makinesi’, Radikal
İki, 8.3.2009
2. Büyükyörük, F.- Tibet, C., ‘1998-1999 Yılı
Antalya Doğu Nekropolü Kurtarma Kazıları’, Adalya,
1999-2000, S.4, s. 115170
3. Özyol, İ., ‘Doğu Garajı Sit alanı olmalı!’, Son
Nokta, 410.7.2007, S.7, s.1821
|
HEYKELLERİN SAHİBİ KİM?

Demek ki yerel
seçim sonuçları ile heykelleri meydanlardan kaldırma
arasında mevsimsel bir ilişki varmış.
Melih
Gökçek, 15 yıl kadar önce, büyükşehir
belediye başkanı olarak seçilir seçilmez ilk iş
olarak Mehmet Aksoy’un heykelini
kaldırmıştı. Bu kez de bir başka belediye başkanı,
işe bir heykeli vinçle sökerek başladı. Bunun
üzerine, bir başka belediye başkanı ise, sökülen
heykeli almaya talip olduklarını ilan etti. Geçen
gece olayın ilk elden taraflarını (heykel sanatçısı,
heykeli kaldıran ve heykele talip başkanları) bir TV
programında izleyip dinlerken (başkanlar programa
telefonla katılıyordu) kamusal alan ve kamusal sanat
konusunda, bu ülkenin alacağı daha çok yol olduğunu
düşünmekten kendimi alamadım. Heykeli söktüren
belediye başkanı, sözü edilen heykelin
Atatürk Bulvarı üstünde yer alan bir
kavşakta olduğundan söze başladı ve orada durdu
zaten. Anladık, söylenmek istenen, böyle “edep dışı”
bir heykelin adı Atatürk olan bir bulvarda asla yer
alamayacağıydı.
İnsan düşünmeden edemiyor, diyelim ki caddenin adı
Sevda Bulvarı olsaydı, yine bu heykel orada
kalabilecek miydi? Konuyu internetten biraz daha
araştırınca, heykelin dikildiği (2007) günden
itibaren tartışıldığını, bulunduğu kavşağa heykel
karşıtları tarafından “porno kavşağı” denildiğini,
düşünebiliyor musunuz, Rus turistlerin (dikkat,
normal turistlerden söz etmiyoruz) sürekli olarak bu
“mekruh” heykelin önünde hatıra fotoğrafları
çektirdiklerini de öğrenmiş oldum. “Ben böyle
sanatın içine...”den başlayıp “porno kavşağında” son
bulan, traji-komik bir Türkiye kamusal sanat
anlatısı işte böyle şekilleniyor.
Kamusal alanın ne olduğuna dair o kadar tuhaf
algılarımız var ki, bu kavrama gerçekten temellük
edebildiğimizi hiç sanmıyorum. Geçenlerde,
Yemekteyiz programını dikkatle izleyen akademisyen
bir arkadaşım, çok önemli bir gözlemini aktarıyordu.
Programa katılan bir yarışmacı, sokakta başörtüsüyle
dolaşıyor, konuk olarak geldiği evde ise hemen
pardösü ve başörtüsünü çıkarıyor ve pek tanımadığı
bu insanlarla beraberken başı açık yemek
yiyebiliyor, evden ayrılırken başını tekrar örtüp
sokağa öyle çıkıyormuş. Aslında net olarak bir
kamusal alan, özel alan ayrımı yapılıyor ama, TV’nin
de bir kamusal alan olduğu, çekimlerin daha sonra
herkes tarafından izlenebileceği hiç düşünülmüyor.
Kamusal alanda bulunulduğunun unutulduğu anlar,
insanı şaşırtan bir “samimiyet refleksi” hemen her
canlı yayında ortaya çıkıyor, mahrem kalması gereken
özel yaşama ilişkin pek çok ayrıntı ekranlarda
sürekli olarak ifşa ediliyor. Tekrar heykel vakasına
dönersek: Bu kez, seçimle gelen bir yerel kamu
yöneticisinin kamusal sanata ilişkin tuhaf bir
“samimiyet refleksi” ile karşı karşıya kaldık. Bu
yöneticinin sanatın ne olduğuna ilişkin kişisel
beğenisi ya da yargısı, seçildikten sonra, kamusal
alanda yapılan sanata ilişkin genel estetik bir
yargıya dönüşüyor. Yöneticilerimizin bazılarında
akla ziyan bir sahibiyet arzusu olabiliyor, “benim
vatandaşım” derken iş sonunda benim “kamusal
alanım”a kadar gidebiliyor.
Kamusal alan halkındır
Kamusal alanın ne olduğuna ilişkin teorik
tartışmalar bir yana, en azından, sahibinin ya da
kullanıcısının kim olduğu çok daha önemlidir. Biraz
basitleştirerek söylenirse, “kamusal alan”, devlet
tarafından da tarif edilse, sonuç olarak kamunun,
yani onu kullananların (“halkın”) malıdır. Bu
tanımdan çıkarak, kamusal sanat yapıtlarının,
sergilenmeye başladıkları andan itibaren onunla
iletişime geçenlerin, onu kullananların malı haline
geldiği söylenebilir. Böylece, seçilmiş belediye
başkanları da dahil, herhangi bir kamu
yöneticisinin, kamusal yararın zedelenmesi tehlikesi
dışında, kamusal yapıtlara kolayca dokunamaması
gerekir. Hele bir de iş, “sanat” gibi uzmanlarının
bile ne olduğunu tarif etmede kolayca görüş
ayrılığına düşebildikleri bir konuda şekilleniyorsa,
bırakın bu yapıtların ne olacağına uzmanlardan
oluşan heyetler karar versin.
“Kamusal sanat” (public art), modern devlet
idaresinin kamusal alanı yurttaşı için niteliksel
olarak zenginleştirme projelerinden biridir. Bir
yerleşim alanını bir şehre dönüştürebilmek, o
bölgenin sakinlerine yerel bir kimlik vermek
istiyorsanız elinizdeki en güçlü araçlardan biridir
sanat. Çünkü iyi bir sanat yapıtı, izleyicisiyle
karşılaştığı andan itibaren, onun bakışını “provoke
eder”, yapıtla bir iletişime girmeye zorlar, aklını
“karıştırabilir”, duygularını “kışkırtabilir” ya da
sanatsal bir catharsis sağlayarak, bir “ferahlık
hissi” sağlayabilir. Sanatın yaratıcı tecrübesi,
izleyicisinin hayat tecrübesiyle karşılaşır ve
yeterince güçlüyse onu kendine dönüştürür. Tahmin
edebileceğiniz üzere, burada sözünü ettiğimiz
yapıtlar ile o şehri temsil ettiği söylenen
nesnelerin bir ilişkisi yoktur. Öğrencilik
yıllarımın Ankara’sında, şehrin ana caddelerinin yol
kenarlarını “keçi” heykelcikleri kaplardı. Ya da
Kemer’deki tartışmada gündeme gelen, bir şehri
gerçekte neyin temsil ettiği tartışmasının, gerçek
sanat yapıtları önünde engel olabileceği
kanısındayım. Diyelim ki şehrimiz narıyla ünlü,
bunun anlamı şehrin her yanını nar temasını öne
çıkaran yapıtların kaplaması mı olacak? Sanata
misyonerlik yaptırmanın, sanata didaktik işlev
yüklemenin zamanı çoktan geçti, “kamusal sanat” bile
hedef daraltmaya, gitgide daha da “mahallileşmeye”,
yerelleşmeye çalışıyor. Bazı sanat kuramcıları,
artık “kamusal sanat” yerine, “topluluk sanatı” (community
art) ya da Türkçe’de daha anlaşılır olur ümidiyle,
“sosyolojik cemaat sanatı” diye çevirebileceğimiz
bir kavramı kullanmaya başladılar. Diyaloğa açık,
sanatsal yapıt ile onun yerleştirileceği mahallin
sakinlerinin doğrudan iletişimi ve uzlaşması ile
oluşan bir kamu yönetiminden söz ediyoruz.
Bu işler bize çok uzak demek yerine, tam da bu son
noktadan çıkarak, seçilmiş yöneticilere “şehrin
sakinlerinin aslında oranın sahipleri de
olduklarını” hatırlatarak, sanatsal yapıtları
yerleştirmelerini beklemeli ve talep etmeliyiz. Hiç
de umutsuz değilim, yukarıda adı geçen belediye
başkanlarının yanı sıra bilimsel düşünceye ve
katılımcı demokrasiye inanan, sanata sanat gibi
bakmasını bilen belediye başkanları olduğunu da
biliyorum. Şehirleri koyun, keçi heykelciklerinden
ya da meydanlarda yükselen dev çaydanlıklar ya da
semazenlerden kurtaralım.
Radikal İki, OrhanTekelioğlu / Bahçeşehir
Üni., 12.04.2009
|
CARİYE'YE 230 BİN TL
Halil Bezmen’in dün
satışa sunulan koleksiyonunda yer alan, Fransız
ressam Prosper Louis Vagnier’e ait 1911 tarihli
"Cariye" adlı tablosu ile Zeki Faik İzer’in soyut
kompozisyonu 230’ar bin liraya alıcı buldu.
Erol Akyavaş’ın tabloları ise 200 ile 300 bin TL
arasında satıldı. Nişantaşı Sofa Otel’de düzenlenen
müzayedede satışa çıkan Bezmen’in koleksiyonunda;
klasik ve çağdaş resimler, Osmanlı sedefli
mobilyalar, gümüş ve tabak koleksiyonları, Çanakkale
Toprak Seramik koleksiyonu, önemli imzalara sahip
Fransız ve Avusturya Art Deco mobilya, cam ve gümüş
objeler, gümüş, porselen ve cam yemek takımları yer
aldı.
Hürriyet, 12.04.2009
|
|
PAMUKKALE ESKİSİNDEN BEYAZ OLDU
Kaynak sularının
kirecinden oluşmuş dünyanın en beyaz tepesi olan
Pamukkale, yeni çevre düzenlemeleriyle eskisinden
daha güzel ve daha beyaz hale geldi.
Hierapolis, Laodikeia ve Tripolis gibi antik
kentleri, kaplıcaları ve travertenleriyle UNESCO'nun
Dünya Kültür Mirası listesinde bulunan Pamukkale'ye,
bu yıl 1,5 milyondan fazla turist gelmesi
bekleniyor. Denizli, deniz turizmi olmamasına rağmen
Pamukkale sayesinde Türkiye'de en çok turist çeken
iller sıralamasında İstanbul, Antalya ve Muğla'dan
sonra dördüncü sırada.
Pamukkale İşletme Müdürü Nevzat Sallıo, turizm
sezonu başlamadan havaların ısınmasıyla turist
hareketliliğinin artmaya başladığını söyledi. Geçen
yıl 1 milyon 415 bin turist geldiği bilgisini veren
Sallıo, bu yıl dünyadaki ekonomik krize rağmen 1,5
milyondan fazla kişi beklediklerini ifade etti.
Özellikle Uzakdoğu Asya ve Ortadoğu ülkelerinden
gelenlerin yoğunlukta olacağını kaydeden Sallıo,
"Turizm sezonuna hazırız. Güvenlik, çevre
düzenlemesi ve alt yapı çalışmalarıyla
hazırlıklarımızı tamamladık. Özellikle peyzaj ve
temizlik, turistlerimizi en üst düzeyde
karşılayacak." dedi.
Pamukkale'nin son yıllarda Türkiye'nin parlayan
yıldızı haline geldiğine dikkat çeken Nevzat Sallıo,
"Travertenler, Hz. İsa'nın (AS) 12 havarisinden biri
olan St. Philip'in burada bulunması, muhteşem bir
antik Roma şehri olan Hierapolis'in kalıntıları ve
Dünya Kültür Mirası listesinde yer alması
sebepleriyle dünyanın ilgi odağı oluyor." şeklinde
konuştu. Pamukkale ören yerinin ziyaretçi profilinin
çok farklı olduğunu vurgulayan Sallıo, şunları
söyledi: "Dünyanın hemen her bölgesinden ziyaretçi
geliyor. Son dönemlerde Ortadoğu ve Uzakdoğu
ağırlıklı oldu. Özellikle Güney Kore, Tayvan,
Japonya ve Çinlilerin ilgisi fazla. Bunda Kültür ve
Turizm Bakanlığı'nın tanıtım çalışmalarının da
etkisi var."
Pamukkale'de çok ciddi bir su dağıtımı
yapıldığını ifade eden Sallı, "Kontrollü bir şekilde
saniyede 260 litre suyu travertenlerin üzerine
veriyoruz. Bu da travertenlerin kaliteli ve iyi bir
şekilde beyazlaşmasını sağlıyor. Hierapolis
döneminde bile Pamukkale ancak bu kadar beyazdı."
dedi. Almanya'dan İrina Apel de Türkiye turu
çerçevesinde Pamukkale'ye geldiğini belirterek,
"Burada çok eğlendik. Harika yerler gördük.
Pamukkale'yi özellikle gezdik. Anlatılandan da
güzel, doğa harikası bir yer." diye konuştu. Antje
Beracak ise Pamukkale'yi görünce büyülendiğini ifade
etti. İngiliz Thomas Hayes de ilk defa geldiğini ve
çok beğendiğini belirterek, doğanın ve tarihin
birleştiği bu yeri görmekten büyük mutluluk
duyduğunu kaydetti.
İngiltere'den Sarah Williams ise, "Pamukkale'nin
güzellikleri duymuştuk. Çok fazla etkilendim. Doğa
harikası bir yer." dedi. Mısır'dan Hassan El Zeyd de
Pamukkale'nin çok hoş bir yer olduğunu vurgulayarak,
tapınak ve müzeden çok etkilendiğini, doğayla
tarihin güzelliklerini bir arada görmekten mutlu
olduğunu dile getirdi.. Fatima El Zeyd ise eşinin
kardeşinin daha önce çektiği fotoğraflarından
etkilendikleri için geldiklerini anlatarak, Arap
ülkelerinde Pamukkale'nin daha fazla tanıtılması
gerektiğini söyledi.
Zaman, Haber: Resul Cengiz, 11.04.2009
|
2400 YILLIK GEMİNİN AYNISINI YAPTILAR

"İzmir-Foça Marsilya Tarihe Yolculuk Projesi"
kapsamında İzmir'de Marsilya'ya gidecek, 2 bin 400
yıl önceki arkeolojik verilere dayanılarak yeniden
inşa edilen "Kybele Gemisi"nin tanıtımı yapıldı.
"Kybele Gemisi" 2 bin 400 yıl önceki tarih
yolculuğuna başlamadan önce inşa edildiği Urla'dan,
İzmir'deki Pasaport İskelesi'nin yan tarafına
getirildi.
360 Derece Tarih Araştırmaları Derneği Koordinasyon
Şefi ve Marsilya'ya gidecek geminin kaptanlığını
yapacak arkeolog Osman Erkurt, gazetecilere, 1,5
yılda yapımı tamamlanan geminin üretiminin çok ciddi
şekilde yapıldığını söyledi.
Erkurt, gemiyi Antik Çağ'daki koşullara göre inşa
ettiklerini belirterek, "Yolculuğumuzu gemiyi riske
sokmadan bitirmek istiyoruz. Her şey eskisi gibi
olsun istiyoruz. Belli zorluklar bizi bekliyor.
Bunları aşarak yolculuğumuzu tamamlamak istiyoruz"
diye konuştu.
2 Mayıs'ta Foça'dan Marsilya'ya hareket edecek
gemide, mürettebat olarak görev yapacak DEÜ Güverte
Bölümü öğrencisi İsmail Cem Tamkuru, yolculuk
sırasında belli zorluklarının olacağını, ancak
bunları aşarak, Marsilya'ya ulaşacaklarını söyledi.
Arkas Holding'in ana sponsorluğunu üstlendiği proje
kapsamında 360 Derece Tarih Araştırmaları Derneği
tarafından inşa edilen gemiyle 2 Mayıs'ta Foça'dan
yola çıkılacak ve o dönemde izlenen rotanın aynısı
takip edilerek Marsilya'ya ulaşılacak. Geminin en
geç 1 Temmuz'da Marsilya'da olması planlanıyor.
Sadece yelken ve kürekle seyir yapacak geminin
rotası, Phokaialıların Ege ve Akdeniz'de kurduğu ve
bugünkü adları Velia, Alalia, Nice, Antibes olan
limanları olacak.
"Kybele Gemisi"nin Marsilya'ya gitmesinin ardından
İzmir Kayığı da bu kente götürülecek ve bu iki deniz
taşıtı, Fransa su yolları üzerinde bulunan Fos Arles
Avignon, Valance, Vienne, Lyon, Villefrance, Macon,
Chalon, Balloy şehirlerinden geçerek Paris'e
gidecek.
"İzmir Kayığı"nın Fransa'ya hediye edilmesinin
ardından "Kybele Gemisi" İstanbul'a dönecek ve
"İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti"
etkinliklerine katılacak.
Bu tarihsel yolculuğun yeniden yaşanmasını
sağlayacak projenin bilimsel danışmanlığını Phokaia
Kazı Başkanı Prof.Dr. Ömer Özyiğit, gemi çizimleri
Gemi Mühendisleri Odası İzmir Şubesi, denetimi ise
Türk Loydu Vakfı tarafından yapıldı. 360 Derece
Tarih Araştırmaları Derneği bu proje için, İzmir
Fransız Kültür Merkezi ile "Mare Nostrum" adı
altında işbirliğini yapıyor. Ayrıca, Foça Belediyesi
ve Deniz Ticaret Odası İzmir Şubesi de projeye
destek veriyor.
Cnn Türk, 11.04.2009
|
 |
TARİHİ OKUL BELEDİYE BİNASI OLUYOR
Balıkesir'in Gömeç İlçesi'nde en eski yapılardan biri olan atıl durumdaki tarihi okul, Gömeç Belediyesinin hizmet binası olacak.
Gömeç Belediye Başkanı Naim Kocabıyık, AA muhabirine yaptığı açıklamada, 1875 yılında inşa edildiği ve uzun yıllar "sübyan mektebi" adıyla hizmet verdiği bilinen, Kurtuluş Savaşı yıllarında ise hastane ve karargah olarak hizmet veren tarihi binanın ilçenin en önemli veren gösterişli yapılarından biri olduğunu belirtti.
Atatürk Caddesi'nde bulunan "Anıtsal Yapı" niteliğindeki binanın 1996 yılından beri atıl durumda olduğunu anlatan Kocabıyık, belediye olarak binanın restore edilerek hizmet amaçlı kullanılması konusundaki çabalarının olumlu sonuçlandığını söyledi.
Kocabıyık, binanın Balıkesir Özel İdare Müdürlüğü'nün desteğiyle restore edileceğine, restorasyon ihalesinin şubat ayında yapıldığına dikkati çekti.
Balıkesir Özel İdare Müdürlüğüne ait olan bina Bursa Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulunun 22 Aralık 1990 tarihli kararıyla "Anıtsal Yapı" olarak tescil edildi.
Trt/Haber, 10.04.2009
|
5 - 11 Nisan 2009
|
FOUR SEASONS'DA İPTAL KARARI

İstanbul 1. Bölge İdare Mahkemesi, Sultanahmet’te tarihi kalıntılar üstüne yapılan Four Seasons Oteli ek binasının inşaat ruhsatını iptal etti. Yargıtay kararı onarsa, kaba inşaatı biten bina yıkılacak.
Sultanahmet’teki Four Seasons Oteli tarafından Osmanlı ve Bizans döneminden kalma tarihi kalıntılar üzerine yapılan inşaata ilişkin tartışmalara, İstanbul 1. İdare Mahkemesi noktayı koydu. CHP İl Başkanı Gürsel Tekin tarafından ruhsat iptali istemiyle açılan davayı karara bağlayan mahkeme, tarihi alandaki inşaatın ruhsatının, “kamu yararı olmadığı” gerekçesiyle iptaline karar verdi.
Milliyet’in Four Seasons Oteli’nin bitişiğindeki tarihi alana 50 odalı ek bina inşaatı yaptığına ilişkin haberleri üzerine harekete geçen CHP İstanbul İl Başkanlığı, inşaat ruhsatının iptali istemiyle İstanbul 1. İdare Mahkemesi’ne dava açmıştı.
Mahkemenin 25 Şubat’ta hükme bağladığı dava kapsamında Kültür ve Turizm Bakanlığı, Eminönü Belediye Başkanlığı, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı’nın savunmaları alınırken, ek otel inşaatını yürüten firma Sultanahmet Turizm AŞ. de davaya müdahil olarak katıldı.
Bakanlık “CHP’nin dava açma ehliyetinin bulunmadığını ve hasım mevkiinden çekilmesi gerektiğini ve hukuka uygun olduğunu”, Eminönü Belediyesi “inşaat ruhsatının Koruma Kurulu kararına istinaden verildiğini, kazıların İstanbul Arkeoloji Müzesi Müdürlüğü tarafından denetlendiğini, ruhsatın da hukuka uygun olduğunu” savundu.
Sultanahmet AŞ de “arkeolojik park projesiyle alandaki çalışmalardan ortaya çıkarılan kültür varlıklarının, tabiatın sebep olduğu tahribata karşı da korunmaya alınmış olacağını” iddia etti.
Danıştay 6. Dairesi’nin yürütmeyi durdurma kararına dayanak teşkil eden bilirkişi raporunu dayanak kabul eden mahkeme heyeti ise, ruhsatın iptaline karar verdi. Kararda, özetle şöyle denildi:
“Koruma ve şehircilik biliminin temel esaslarıyla örtüşmediği yönünde düzenlenen bilirkişi raporu göz önüne alındığında, inşaat ruhsatının ek otel inşaatına ilişkin kısmında hukuki uyarlılık bulunmadığı sonucuna varılmıştır. Bu nedenlerle dava konusu işlemin iptaline karar verilmiştir” dedi.
Mahkeme heyeti, kararın Danıştay Başkanlığı nezdinde temyiz yolunun açık olduğunu da bildirdi.Karara dayanak oluşturan bilirkişi raporunda, inşaat alanının hem Cumhuriyet ve Osmanlı tarihi hem de dünya açısından UNESCO kriterlerine göre son derece önemli olduğu, Osmanlı padişah ve anıtsal yapılarının yanı başında ve Büyük Bizans Sarayı kalıntıları ile 1933’te yangın sonucu yitirilen Osmanlı Adliye Sarayı kalıntıları üzerinde bulunduğu vurgulandı. Raporda, çelik konstrüksiyonlu ayaklar üzerinde yükselen üç bloklu ek yapının, arkeolojik değerlerin üzerinde olduğu ve Ayasofya ile Sultanahmet camilerini olumsuz etkileyecek biçimde ruhsat verildiğine dikkat çekildi. Ayrıca, plan kararının bilimsel esaslara, etik değerlere, uluslararası ve ulusal koruma hukukuna, şehircilik ve planlama ilkelerine tümüyle aykırı olduğu, koruma ve şehircilik biliminin esaslarıyla örtüşmediği belirtildi.
Milliyet, Haber: Şükran Pakkan, 11.04.2009
|
"TARİHİMİZE SAHİP ÇIKMIYORUZ"

Eğitimci Yazar Muzaffer Taşyürek, Erzurum'da son bir asır içerisinde tarihi çok eskilere dayanan medrese ve türbenin kaybolduğunu söyledi.
Tarihi geçmişi oldukça eskilere dayanan ve birçok medeniyete beşiklik etmiş olan Erzurum’un, çok sayıda tarihi medresesini yanlış şehirleşme ve ilgisizlik yüzünden kaybettiği bildirildi.
Eğitimci Yazar Muzaffer Taşyürek, Erzurum’da son bir asır içerisinde tarihi çok eskilere dayanan medrese ve türbenin kaybolduğunu söyledi. Günümüze kadar ulaşanların dışında, ildeki yanlış şehirleşme ve ilgisizliğin, kentin tarihi dokusu demek olan medrese ve türbeleri ortadan kaldırdığını vurgulayan Taşyürek, bu yargıya, 150 yıl önceki cami, gayrimüslim okulları, medrese ve türbelerle ilgili envantere ulaştıktan sonra vardığını kaydetti.
Erzurum’da 1871 salnameleri üzerinde çalışmaları bulunan Taşyürek, söz konusu yıllık kayıtlarına göre, Erzurum’da 307 cami, 129 medrese, 13’ü Hıristiyan, 106’sı da Müslüman olmak üzere 119 mektebin bulunduğunun anlaşıldığını belirtti. Eğitimci Yazar Taşyürek, aynı kayıtlarda, camilerden 164, medreselerden 100 ve mekteplerden de 34 tanesinin il merkezinde olduğunun aktarıldığını söyleyerek, Lalapaşa, Karakilise, Çukur, Caferzade, Zeynel Dairesi, Eminkurbu, Caferiye ve Namrevanlı gibi medreselerin günümüze sadece isimlerinin ulaşabildiğini dile getirdi.
Muzaffer Taşyürek, Ahmet Hamdi Tanpınar’ın ‘Beş Şehir’ adlı eserinde, Erzurum’a dair bilgilerin bulunduğunu ve bu eserde, 1913 yılında Erzurum’da 38 medresenin bulunduğunun kaydedildiğini anlatan Taşyürek, Rus istilaları, Ermeni tahribatı, depremler, yanlış şehirleşme ve ihmaller yüzünden tarihi yapıların önemli bir bölümünün karanlığa gömüldüğünü vurguladı.
Taşyürek, şehrin giderek genişlemesi ve yeni açılan yolların, zaman içerisinde Erzurum’u tarihi misyonundan soyutladığını ifade etti. Şehir merkezinde 30'a yakın mezar yeri bulunduğunu, bunların asri mezarlığa taşınması esnasında ulemaya ait mezarların kaybolduğunu hatırlatan Taşyürek, Erzurum'da medreseler gibi birçok tarihi türbenin ilgisizlilik ve yanlış şehirleşme sonucu kaybolduğuna vurguladı.
ÇARPIK ŞEHİRLEŞME VE KAYBEDİLEN TARİHİ DEĞERLER
AB-I GÜNEŞ TÜRBESİ: Bugünkü Güneş İlköğretim Okulu'nun bulunduğu alanda, Kundakçı Camii'nin bitişiğindeydi. Erzurum'un savaş ve depremlerde yıkıma uğraması, sonraları da her devrin anlayışına göre belediyelerin yaptığı imar hareketleri sonucunda kayboldu. Bugün ne Kundakçı Camii'nden ne de ziyaret edilen Ab-ı Güneş Türbesi'nden eser kalmamıştır.
ABÜLLEYS TÜRBESİ: Erzurum Kalesi'nin Doğu tarafındaydı. Bugün Tophane İş Merkezi olarak anılan bina ile Tebrizkapı Karakolu'nun bulunduğu alanda 1953'te yıkılan dükkanlar ve Tophaneli kahvesi vardı, türbe burada bulunuyordu.
ARAP BABA TÜRBESİ: Erzincankapı semtinde bugünkü Dumlu İş Merkezi ve sinemanın yerinde bulunmaktaydı. 1960'lı yıllara kadar burada Saray Sineması ve altında dükkanlar bulunuyordu. Halkın inancına göre; Arap Baba bu yere sinema, bar, meyhane gibi eğlence yerleri yapılmasına razı olmamış ve burası iki defa yanmıştır. Sinema yangınından sonra yeni binanın temelleri kazılırken İnşaat Mühendisi İbrahim Derviş üç metre derinlikte bir insan iskeletine rastlandığını ifade etmiştir.
DABAK BABA TÜRBESİ: Cumhuriyet Caddesi'nde Kızılay İş Merkezi'nin yerinde eskiden Karakullukçu hamamı bulunmaktaydı. Türbe bu hamamın yakınında bulunmaktaydı. Birinci Dünya Savaşı'ndan önce Erzurum'daki Hıristiyan azınlıklar tarafından dahi ziyaret olunuyormuş. İmar faaliyetleri sırasında hem hamam hem de türbe ortadan kalkmıştır.
LAL BABA TÜRBESİ: Zeki Başar bu ziyaret yeri için “Nene Hatun evinin arkasına düşen Kınakına Sokağı'nın gereksiz sokağa açıldığı yerin girişinde sağ taraftadır” tarifini yapmaktadır. Eskiden Lal Baba konuşmayan, dilsiz çocukların getirilip ziyaret edildiği bir yermiş. Hayatı hakkında fazla bilgi yoktur. Yeri merhum Dr. Zeki Başar tarafından tespit edilmiş ve şu not düşülmüştür: “Halen Kınakına Sokağı'ndaki düz dam örtülü küçük bir kulübe halinde olan türbe veya mezar kaldırılmış olup, yerinde şoför Kaya'ya ait tek katlı mütevazı bir ev vardır. 2007’de Yakutiye Belediyesi tarafından tekrar gün yüzüne çıkarılan bu ecdat yadigarının yeri ile Zeki Başar'ın tarif ettiği yer arasında fark vardır. Bilge Seyidoğlu, Lal Baba ile Ebul Fettah Enisi'nin ayni kişiler olduğunu belirtmektedir.
Erzurum Gazetesi, 11.04.2009
|
Ölü doğmuş bir projenin cenazesi (Devam):
İKİBİN(S)ON
|
İSTANBUL BU YÖNETİMLE
2010'DA SAHNE ALAMAZ

2010'da Avrupa Kültür Başkenti olmaya hazırlanan
İstanbul, yaşanan yönetim tartışmaları nedeniyle
tarihi fırsatı kaçırmanın eşiğinde. 'Sahne Senin
İstanbul' sloganı, çalışmaları yürüten ajansın
yönetim anlayışıyla bağdaşmıyor.
İstanbul 2010 Ajansı Sekreteri Eyüp Özgüç,
çeşitli kuruluşları temsilen Yürütme Kurulu'nda
bulunan üyeleri çileden çıkardı. Reklamların yüzde
60'ının Doğan grubuna gittiğini gören 7 üye,
usulsüzlüklere isyan ederek görevden ayrıldı.
Avrupa Birliği üyesi ve aday ülkelerin kentlerini
kültürel ve tarihsel birikiminin tanıtımını
amaçlayan Avrupa Kültür Başkenti projesi İstanbul'da
arap saçına döndü. Bugüne kadar pek çok tanıtım
etkinliği gerçekleştirilen ancak somut hiç bir adım
atılamazken, Avrupa Kültür Başkenti olmaya aday
İstanbul'da projeler yerine, istifalar ve üstü
kapalı yolsuzluk suçlamaları damgasını vurdu.
İstanbul 2010 Danışma Kurulu'nun 7 üyesinden 4'ünün
istifa etmesinin ardından patlak veren krizin
ardında Danış Kurulu Başkanlığını yürüten Eyüp
Özgüç'ün projeler için oluşturulan 1 milyar TL'lik
bütçenin sorumsuzca harcadığı ve reklam bütçesini
büyük kısmının Danışma Kurulu'nun bilgisi dışında
Doğan Grubu'na yönlendirmesinin yattığı öne sürüldü.
2006 yılında Essen ve Peç ile Avrupa Kültür Başkenti
seçilen İstanbul için ilk adım olarak hazırlama
kurulu belirlendi.
İstanbul 2010 Avrupa Başkenti Ajansı çatısı altında
Koordinasyon kurulu, Danışma Kurulu ve Yürütme
Kurulu oluşturuldu. Koordinasyon Kurulu
Başkanlığını, Başbakan tarafından görevlendirilen
Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Hayati Yazıcı
yürütüyor. Kurulda ayrıca, Dışişleri Bakanı,
İçişleri Bakanı, Maliye Bakanı, Kültür ve Turizm
Bakanı ile İstanbul Valisi, İstanbul Büyükşehir
Belediye Başkanı da bulunuyor.
Bunun için bir idari altyapının da oluşturulması
gerekiyordu. 2 Kasım 2007 tarihinde TBMM, Girişim
Grubu tarafından hazırlanan ve Bakanlar Kurulu
tarafından onaylanan 5706 sayılı İstanbul 2010
Avrupa Kültür Başkenti hakkında Kanun"u onayladı.
Oluşturulan İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti (AKB)
Ajansı, Girişim Grubu"nun yetkilerini devraldı.
Yetki ve sorumlulukları yasayla belirlenen İstanbul
2010 AKB Ajansı , 2 Kasım 2007 tarihinde bu yana
İstanbul"u 2010 yılı Avrupa Kültür Başkentliği"ne
hazırlamak, 2010 yılında yapılacak etkinlikleri
planlamak ve yönetmek, kamu ve sivil kurum ve
kuruluşların bu amaçla yapacakları çalışmalarda
koordinasyonu sağlamak üzere çalışmalara başladı.
2010 için hummalı bir çalışma beklenirken,
beklenmedik bir şekilde yönetimde yaşanan çatlaklar
istifalara dönüştü. Danışma Kurulu'nda yer alan Nuri
Çolakoğlu, Prof. Dr. Metin Sözen, Prof. Dr. İskender
Pala, Gürhan Ertür, Şekip Aldagiç, Alparslan Ertekin
ve Nuri Tuna'nın ani istifaları 2010 projesi
hakkında soru işaretlerini de beraberinde getirdi.
İstifa eden üyelerden hiç kimse açıklamada
bulunmazken, grubun sözcülüğünü üstlenen Çolakoğlu,
İstanbul'un menfaatleri gereği susmayı tercih
ettiklerini belirterek, "İstanbul için susuyoruz"
dedi.
7 üyeyi istifaya getiren son noktanın ise Özgüç'ün
MÜSİAD 'ın kurucu üyesi ve İTO Başkan Vekili Şefik
Aldagiç'in toplantıda üzerine yürümesi olduğu
kaydedildi. İstifa eden yürütme kurulu üyeleri
ajansta dikta rejimi uygulamakla suçladıkları
Özgüç'ün görevden alınmamasına tepki olarak, istifa
ettiklerini ve İstanbul'un iyiliği için susma kararı
aldıklarını açıkladı. İstifa eden yürütme kurulu
üyelerinin önce Koordinasyon Kurulu Başkanlığını
yürüten Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Hayati
Yazıcı'ya anlattıkları öğrenildi.
İTO Başkan Yardımcısı Şekip Aldagiç, İstanbul
Avrupa Kültür Başkenti Ajansı'ndaki Yürütme Kurulu
üyeliği görevinden 23 Şubat'ta istifa ettiğini
belirterek, 'İTO seçime gidiyordu. Yeni seçilecek
yönetimden yeniden görevlendirme yapılabileceği için
istifa ettim. Prensip olarak bu böyledir. Üyeler
yürütmekte olduğu görevlerini boşaltırlar.Yeni
yönetim kurulu oluşacağı için istifa ettim' dedi.
Aldagiç, Eyüp Özgüç'ün yürütme kurulu
toplantılarında üzerinde yürüdüğü iddiasına ise 'Ben
yürütme kurulu üyesi olarak attığım imzaların
arkasında dururum. Hiçbir kurumun yatak odasında
olan şeyler aktarılmaz” diye karşılık verdi
2010'a 8 ay kala 7 Yürütme Kurulu Üyesi'ni istifaya
götüren nedenlerin ise genel sekreter Eyüp
Özgüç'ün dikta rejimini hatırlatan uygulamaları
olduğu öğrenildi. İstifa eden ve adının
açıklanmasını istemeyen üyelerden biri, yapılan
çalışmaların hepsini Özgüç'ün hazırladığını,
üyelerin ise sadece imza yetkilerini
kullandırttığını belirtiyor.
Yeni Şafak, 11.04.2009
|
2010'UN BAŞINA SATICI GELİYOR
Nuri Çolakoğlu’nun istifasıyla boşalan İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti (AKB) Projesi’nin Yürütme Kurulu Başkanlığı’na, AKP’nin Bakırköy belediye başkan adayı olan eski Türkiye İhracatçılar Meclisi Başkanı Oğuz Satıcı getiriliyor.
Satıcı, öncelikle Danışma Kurulu üyesi olarak atanacak. Danışma Kurulu kendi arasında yapacağı seçimle boş olan dört yürütme kurulu üyesi seçimini gerçekleştirecek. Yürütme Kurul üyeliğine seçilen dört kişi arasında yer alacak Satıcı daha sonra Yürütme Kurulu başkanlığına getirilecek.
Milliyet, 11.04.2009
|
2010 İSTANBUL'UNDA TURİSTLERİ 'GEZDİRMEMEMİZ' GEREKEN MEKANLAR

Yaklaşık 1600 sene aralıksız olarak Roma, Bizans ve Osmanlı İmparatorluklarına başkentlik yapmış olan İstanbul, 2010 yılında geçici bir süreliğine yeniden eski sıfatına kavuşacak. Son iki senedir gerek Büyükşehir Belediyesi gerekse Kültür Bakanlığı tarafından muhtelif hazırlıklar yapılmakla birlikte, kente ismini veren Roma ve devamı niteliğindeki Bizans medeniyetlerine ait birçok yapının günümüzdeki durumu hala yürek burkan bir durumda.
Yaklaşık 1100 yıllık hükümranlığı süresinde Doğu ile Batı medeniyetleri arasında bir nevi ortak etkileşim alanı olarak kalan Bizans İmparatorluğu’nun günümüzdeki en büyük mirasçısı Türkiye Cumhuriyeti’dir. İlk etapta birçok kişi tarafından yadırganabilecek bu yargı Trakya ve Anadolu’daki istisnasız tüm kentlerin tarihleri incelendiğinde açık bir şekilde ortaya çıkıyor. Böylesine etkin bir medeniyete bir milenyumdan fazla başkentlik yapmış olan İstanbul’da günümüzde birçok Bizans dönemi yapısı acil olarak restore edilmeyi bekliyor.
Saray yapıları, su sarnıçları ve muhtelif askeri yapı kalıntıları hesaba katıldığında günümüzde İstanbul’daki Bizans dönemi yapı envanteri yüzlerle ifade edilebilir. Tarihi yarımadayı oluşturan Fatih ve Eminönü ilçelerinde, günümüzde yaklaşık 40 tane Bizans dönemi kilise yapısı bulunuyor. Fetih sonrası Osmanlı İmparatorluğu’nun uyguladığı ‘şenlendirme’ politikası sonucunda (ki bu politika kilise yapılarının günümüze ulaşmasındaki en büyük etkendir) birçok Bizans dönemi kilise yapısı İslami ibadethanelere dönüştürüldü. Günümüze ulaşabilen bu yapıların 21 tanesi halen cami, mescit, müze veya kilise olarak kullanılmakla birlikte, geri kalan yapılar harap bir halde.
Sadece geçtiğimiz yüzyıl içerisinde 10 farklı Bizans dönemi kilise yapısı İstanbul’un tarihi topografyasından, geride hiçbir iz bırakmamacasına silindi. 1980’de konut inşaatı sırasında son duvar kalıntıları da ortadan kaldırılan Ayvansaray’daki Toklu Dede Mescidi, 1943’te Atatürk Bulvarı genişletme çalışmaları sırasında yol güzergahı üzerinde bulunduğu düşünüldüğü için yıktırılan (ki yapı esasen yoldan yaklaşık 30 metre mesafedeydi) Zeyrek’teki Sekbanbaşı İbrahim Ağa Mescidi ve 1930’da yeni gridal yol planın tam ortasında kaldığı için yıktırılan Geç Roma dönemi Balaban Ağa Mescidi akla ilk gelen örnekler.
2010 Avrupa Kültür Başkenti seçilen İstanbul’un önümüzdeki sene birçok konuda göz önünde bulunacağı aşikar. 2009 İstanbul’unda ne yazık ki herkesin gözü önünde kent belleğinden silinmek üzere olan, kendi kaderlerine terk edilmiş birçok Bizans dönemi yapı bulunuyor. Bu yapılar içinde fiziksel durumu en kritik olanların başında Aya Kapı Mescidi geliyor. Yaklaşık 900 yaşındaki yapı, tarihin ona verdiği yükü taşımakla kalmayıp aynı zamanda üzerine inşa edilmiş üç katlı betonarme binayı da sırtlamış durumda. Dışarıdan bakılığında niteliksiz bir konut yapısı olarak görünen apartmanın bodrum katına inen kapı açıldığında Aya Kapı Kilisesi’nin giriş kemeri ortaya çıkıyor. Pencere boşlukları, üzerinde bulunan yapı sebebi ile tamamen örtülü olduğundan şapelin içi günümüzde hiçbir yerden ışık almıyor. Hemen yanı başında, metruk halde bulunan Mimar Sinan’a ait Aya Kapı Hamamı ile aynı kaderi paylaşan yapı, 2010 Avrupa Kültür Başkenti İstanbul’unda turistleri gezdirmememiz gereken mekanlar listesinde ilk sıralarda yer alıyor. Aya Kapı Kilisesi’nin yaklaşık 200 metre güneyinde bulunan Sinan Paşa Mescidi, Bizans dönemine ait bir başka şapel kalıntısı. Yapının günümüzde bitkilerle örtülü apsis duvarının dışında, bir zamanlar yakınında bulunan manastırla ilişkilendirilebilecek içi toprak ve çöple dolu küçük bir tonozlu oda da bulunuyor. 13. yy ile 14. yy arasına tarihlendirilen yapının naos mekanında, günümüzde iki katlı bir depo yapısı dikili duruyor.
Aya Kapı’dan Fatih yönüne doğru çıkıldığında Draman yakınlarında bulunan Odalar Camii, ‘can çekişen’ bir başka metruk yapı. İsmini bodrum katında bulunan odacıklardan alan yapının apsis ve narteks bölümlerinde günümüzde tek katlı birer gecekondu bulunuyor. Bu iki gecekondunun ortasında yer alan üst örtüsü yıkılmış durumdaki naos mekanında halen yabani incir ağaçları yetişiyor. Bu durum yapının bitkiler yoluyla organik bozulma sürecini hızlandırıyor. 13. yy’a tarihlendirilen yapının beden duvarlarındaki damgalı Bizans tuğlaları yakın çevresine saçılmış halde. Draman ile Fatih arasında kalan, Odalar Camii’nin yaklaşık 250 m. doğusunda bulunan Boğdan Sarayı İbadethanesi de koruma sorunları bağlamında son derece kritik noktada olan yapılardan birisi. 19. yy’a ait gravürlerde fiziki durumu oldukça sağlam görülen şapelin, günümüze sadece apsisi ve naos duvarlarının bir bölümü erişebildi. Yapı halen bitişiğindeki otomobil tamirhanesinin lastik deposu olarak hizmet veriyor.
Orta ve geç Bizans dönemine ait bu yapılardan çok daha eski kiliseler de ne yazık ki günümüzde büyük risk altında. Kentin turistik açıdan en ‘popüler’ yapısı olan Ayasofya’dan yaklaşık 70-80 sene evvel inşa edilmiş olan ve vakti zamanında Hz. Meryem’in kuşağının saklandığı ve bizzat imparatorların iştirak ettiği yortuların kutlandığı Khalkoprateion Bazilikası’nın (Acem Ağa Mescidi) ayakta kalan apsis bölümü, günümüzde ancak bitişiğindeki turistik otelin ikinci katından algılanabiliyor. Khalkoprateion Bazilikası’na ait olan, duvarları fresklerle süslü, merkezi planlı yapının kalıntıları ise günümüzde tamamen konut ve işyeri fonksiyonlu betonarme yapıların altında kaldı. Samatya’da bulunan ve 5. yy’a tarihlendirilen Karpos ve Papylos Martiriyonu altyapısı ise, yıllardır çelik kapı imalathanesi olarak işlev görüyor. Oldukça geniş bir kubbeye sahip yapının yan dehliz pencereleri, bitişiğindeki otopark sebebi ile sonradan kapatıldı. 2010’da İstanbul’da turistleri gezdirmememiz gereken mekanlar listesine, kalorifer dairesi olarak kullanılan Peribleptos Manastırı Altyapısı’nı, betonarme yapılarla dolu yapı adası içerisine sıkışmış Arcadius Sütunu Kaidesi’ni, tamamen yıkılmak üzere olan Esekapı Mescidi gibi onlara yapıyı eklemek mümkün.
Tarihi çevre ve tarihi yapı koruma, temelde çağdaş bir kültürel istek ve toplum kültürünün çağdaşlaşmasına paralel olarak gelişen bir olgudur. Günümüzde, sürekli göç alan ve nüfus yapısı değişen İstanbul’da şehrin kültür tarihine ilişkin bilinçli kamuoyu oluşturmak, gerçekleştirilebilmesi son derece güç ve uzun vadeli bir etkinliktir. Genel kapsamda toplumsal ve ekonomik zorunluluklar, insanların fiziksel ortamın güzelliğine duyarlı olmalarını, ilgi duymalarını zorlaştırıyor. 2010’a 1 kala İstanbul’da, yukarıda aktarmaya çalıştığım gibi onlarca metruk Bizans dönemi yapısı bulunuyor. Günümüzde kendi hallerine terk edilmiş gibi görünen bu yapılar, tarihin dayattığı tüm politik düşüncelerden ‘arındırılmış’ olarak ele alınmalı ve sonraki nesillere aktarılması sağlanmalıdır. 2010 yılı, değerlendirilmesi gereken önemli bir fırsat olarak algılanmalı; gerek tek yapı ölçeğinde gerekse kentsel ölçekte kısa ve uzun vadeli restorasyon/rehabilitasyon çalışmalarına ivedilikle başlanmalıdır.
Radikal İki, Yazı: Ozan Öztepe / Y. Mimar 05.04.2009
|
KÜLTÜR BAŞKENTİ'NDEN MERAKLISINA İLK TEBLİGAT
Seneye Avrupa’nın Kültür Başkenti olacaksak herkes hizaya gelmeli, haddini bilmeli.. Temsil Viyana’ya gidip opera mı izleyeceksin? Önce İstanbul’a gelip vilayete pasaportunu göstereceksin.. İzin alıp öyle gideceksin.. Kimse kafasına göre takılmayacak.. Bütün sanatçılar testi gibi bir hizada duracak..
Asitanemiz’i Avrupa’nın kültür başkenti yapma fikri kimden çıktı, bilinmiyor..
Belki İstanbul Kaymaklı Büyükşehir Belediyesi’nden.. Belki hükümet adamlarının birinden.. Bir ihtimal Pascal Nouma’nın aklına da gelmiş olabilir..
Her neyse.. Sonuç, şehirde ne kadar belediye otobüsü varsa cümlesinin kaportasına işlemiş..
“Sen Avrupa’nın 2010 Kültür Başkenti’sin İstanbul..”
Belediye adamları bu lafı arabanın arka yüzüne yazacaklarına, gövdenin yan taraflarından birine işleselerdi daha iyi olurdu.. Fazladan bir iki laf eklenirdi..
“Kültürlüysen bas gaza..”
“Kültürlüsün dediler, kız vermediler..”
“Kültürüm sağolsun..”
***
Meraklıyım ya! Meseleyi biraz didikledim.. 2010 yılına şunun şurasında sekiz ay kaldı..
Acaba İstanbul’da yaşayan biri olarak Kültür Başkenti konumuna geçince ticaretimiz ne olacak, diye.. Belli mi olur.. Belki gider Sultanahmet’te tezgâh açarız, eski kitaplarımızı satarız..
Araştırmacı gazetecilik bünyede hayal kırıklığına yol açtı.. Ben diyeceğimi diyeyim de kimse heveslenip, sivri projeler yapmasın..
Bir kere “Avrupa’nın Kültür Başkenti” olmak öyle fiyakalı bir şey değil..
Dört yıldızlı generalin koluna kırmızı renkli çavuş şeridi takmak gibi bir şey..
HAVASI KAÇMIŞ..
Bu kültür başkenti fikrini belli ki Avrupa Birliği’nin sivri zekâlarından biri icat etmiş..
Bunların ellerinde kültürdü, sanattı, tarihti, sinemaydı; böyle şeylere ayıracak para bol.. Fon üzerine fon kuruyorlar da yine dağıttıkları para bitmiyor..
Olay böyle başlamış.. Her sene bir şehri kültür başkenti ilân ediyorlar.. O yıl orada ne kadar para etmeyen sanatla uğraşan esnaf varsa, toplanıp marifetlerini icra ediyor..
Ahali de aylak aylak seyrediyor..
Fonda biriken paralardan ise bir takım garip işleri “sanat” niyetine yapan performans esnafı sebepleniyor..
1985’te Atina bu unvanı alan ilk şehir.. Ardından, Floransa, Amsterdam, Berlin..
Yani Avrupa’nın şehircilikteki ağır abileri..
Ama dediğim gibi.. Bakmışlar ki böyle yırtınmanın kimseye faydası yok.. Sözü edilen şehirler zaten birer marka..
Aralarında meşveret edip “Parayı enayi gibi bunlara dağıtacağımıza ikinci sınıf şehirlere yönelelim de bir hayrı olsun..” demişler..
1993 tarihi bu fikrin kırılma noktasıdır..
Bu tarihten itibaren kültür başkenti niyetine ne kadar “adam olamamış şehir” varsa onları bulup, eski kıtanın başına sarmışlar..
Belçika’nın Antwerp şehri ikinci lig sayılan şehirlerin ilkidir..
Bir benzetme yapalım..
Dijitürk’ün maç gelirleri birinci lig takımlarına taksim edilir.. Federasyon o parayı alıp ikinci lig takımlarına dağıtıyor..
“Kültür başkenti seçiyoruz” namı altında yapılan şey budur..
***
Şimdi size Avrupa’ya kültür başkentliği yapmış bazı şehirlerin adını vereceğim..
İçlerinden beşinin hangi ülkede olduğunu doğru bilenlere Haymana’nın Seyran Hamamı tesislerinde (eski adıyla Uyuz Hamamı) birer hafta tatil yaptıracağım..
Weimar, Avignon, Cracow, Santiago de Compostela, Salamanca, Cork, Patras, Sibiu, Stavanger, Sandnes..
Ne oldu? Diliniz içeri mi kaçtı?
Bizim, hayatını kültüre adamış insanımız Kemal Yıldırım bile üçte kaldı..
Bu yılın Avrupa kültür başkenti neresi mesela, diye sorarak devam ediyorum..
Vilnius ve Linz şehirleri bu şerefi ortaklaşa paylaşıyor.. Yerlerini tespit etmek şartıyla gidip kendinize kültür nakli yaptırabilirsiniz..
BİR KAZIK DAHA
Belediye otobüslerinin arkalarında yazan yazıdan öğrendiğimize göre İstanbulumuz seneye bu işin başı.. Biz öyle biliyoruz değil mi?
Nah öyle! Meğer bu işte iki adet kumamız daha varmış.. Vilnius ve Linz şehirleri.. Bu iki şehre İstanbul’u da katıp toplarsan ancak bir başkent ediyor..
2011’de Tallinn ve Turku şehirleri, 2012’de de Guimaraes ve Maribor şehirleri ortaklaşa bu unvanı taşıyacak..
Özetlersek.. Bizim kültür meraklısı ahalimizin bu şehirlerin yerini tespit edip, etkinliklerinden sebeplenme ihtimalleri yok.. Kader utansın..
Durumlar böyleyken böyle..
Bizim İstanbul Kaymaklı Büyükşehir Belediyesi ne yapmış? Öbürlerini yani kumalarımızı yok sayıp İstanbul’u tek başına kültür başkenti ilân etmiş..
Bunu yaparken de sanki Londra, Roma, Paris, Berlin, Madrid, Viyana yarışmışlar da bizimki birinci gelmiş gibi bir hava vermiş..
Bu plânı ben tek başıma yapsaydım.. Üzerinde “Sen kültür başkentisin İstanbul.. Seni sevmeyen ölsün..” yazan bir afiş yaptırtıp sağa sola assaydım..
Ardından bastırdığım makbuz koçanı ile dolaşıp “kültürel etkinlik parası” toplasaydım, yanmıştım..
Şimdi “nitelikli dolandırıcılıktan” yargılanıyordum..
Demokrasinin güzel tarafı bu.. Seçilmiş olduğun için aklına gelen her cinliği uygulayabilirsin.. İcraat yerine geçtiğinden kimse sana dava açmaz..
***
Kültür başkenti olduk da bir hayrını mı gördük? Bu işlere bakan Koordinasyon Kurulu’muz daha işin başında birbirine girip istifa etti..
Orta yerde zaten hepi topu dört proje vardı, onlar da öksüz kaldılar..
Kültür meraklılarına seneye sebeplenecekleri o dört kentsel projeyi de takdim edeyim..
Biri İstanbul’u Avrupa’nın tasarım (dizayn) merkezi yapmak.. Bunun için tasarımcılarla konuşmak plânlanmış..
İkinci proje tasarımcılarla konuşabilmek için tasarımcıları İstanbul’a çağırmak..
Diğer iki proje de Nazperver Kalfa Sıbyan Mektebi ile Murat Molla Kütüphanesi’ni restore etmek..
Yeter mi? Bence yeter..
Kurban olurum ben bu akıllara..
Vatan, Yazı: Selahattin Duman, 09.04.2009
|
|
 |
AKTÜEL ARKEOLOJİ DERGİSİNİN 11. SAYISINDA ALACA HÖYÜK KAZISININ 100. YILI
Türkiye’nin Arkeoloji Dergisi Aktüel Arkeoloji, Anadolu’dan ve dünyadan birçok güncel arkeoloji haberleri ile 11. sayısını çıkardı.
Dergide yer alan çalışmaların bir kısmı Türkçe ve İngilizce olmak üzere iki dilde yayınlanıyor. 11. sayıdaki öne çıkan yazıların başında, Bulgaristan’ın son dönemlerdeki en önemli arkeoloji çalışmalarından biri olan Trakyalı bir aristokratın, atları ve arabası ile birlikte gömüldüğü, Tümülüs mezar kazısı ve Mustafa Kemal Atatürk’ün Anadolu tarihi açısından önemli bularak kazı çalışmalarını başlattığı Alaca Höyük yer alıyor. Anadolu’daki en önemli yerleşim alanlarından biri olan Alaca Höyük Kazısının 100 yıllık sürecini kazı başkanı Prof. Dr. Aykut Çınaroğlu’nun kalemi ile derginin kapağına taşınmış. Derginin diğer önemli konuları arasında Urartuların eşsiz kültürünü ve izlerini yansıtan Altıntepe’deki kazı çalışmaları ve Eskişehir’in son dönemlerdeki yeni gözdesi Küllüoba Höyük kazısı ile Anadolu’nun erken dönem uygarlıklarına ilişkin birçok gelişme anlatılıyor.
Ege’nin en önemli antik kentlerinden biri olan Efes Antik Kenti’nin en erken yerleşim alanı olarak gösterilen Ayasuluk Tepesi’ndeki çalışmalar, Efes Antik kentinin tarihine ışık tutuyor. Derginin son ve en önemli çalışmalarından biri olan Kyzikos’ta ise son dönemde açığa çıkarılan tapınak ve sualtı çalışmaları anlatılıyor.
TAYHaber, 09.04.2009
|
EN ESKİ İSTANBULLU
Arkeolojik kazı yapılırken kepçelerin sokulmak istendiği Yenikapı Marmaray istasyonu inşaat alanında 8 bin 500 yıllık mezar bulundu. Bunun, bilinen en eski İstanbullu olduğu belirtildi.
Marmaray metro projesi kapsamında Yenikapı’da sürdürülen arkeolojik kazılarda, daha önce “Kepçe girsin mi girmesin mi?” tartışmalarının yaşandığı bataklık alanda 8 bin 500 yıllık bir mezar bulundu. Bilinen en eski İstanbulluya ait olduğu belirtilen mezarın daha önce bulunanlardan farklı yanları var.
Marmaray çalışmasının uzaması üzerine, Yenikapı’da Neolitik (Cilalı Taş Devri) döneme ait eserlerin bulunduğu bataklığa iş makinelerinin sokulması gündeme gelmişti. Kasım 2008’de yaşanan tartışmada, uzman arkeologlar, eserlerin doğal koruyucusu olan bataklıkta arkeolojik araştırmaların devam etmesi gerektiğini belirtmiş ve “Buraya iş makinesi sokulamaz” demişti. Tartışmalar sürerken kazılarda “urne” tipi tarihi mezarlar bulunmuş, bunun üzerine Kazı Başkanı ve İstanbul Arkeoloji Müzeleri Müdürü Dr. İsmail Karamut da kazıya el yordamıyla devam edeceklerini söylemişti.
Kazıdaki son gelişme, iş makinelerinin kazı alanına sokulmaması gerektiğini bir kez daha gözler önüne serdi.
Geçen hafta balçık alandaki kazı sırasında, 9 metre 40 santim derinlikte karşılaşılan bir iskelet kazı heyetini heyecanlandırdı. İskeletin etrafı açıldığında bugüne kadar alışılmışın dışında bir mezar ile karşılaşıldı. Başı batıya, ayakları doğuya doğru yatırılan iskeletin yanında, dönemin silahı yay olduğu tahmin edilen bir alet bulundu.
Sal şeklinde mazgallı bir ahşabın üzerine yatırılan ilk İstanbullu, bebeğin ana rahmindeki duruş pozisyonunda gömülmüş.
Cinsiyeti henüz tespit edilemeyen iskeletin dişlerinin ise sapasağlam durduğu görüldü. İskeletin diş özünden alınacak bir örnekle DNA yapısı, nasıl öldüğü ve hangi kavime ait olduğunun tespit edilebileceği belirtildi. İskeletin ayak ucunda, çömlek içinde 5 yaşlarında olduğu tahmin edilen bir de çocuk iskeleti bulundu. Çocuğun cinsiyeti de henüz tespit edilmedi.
Arkeologlar Derneği İstanbul Şube Başkanı Doç. Dr. Necmi Karul, “Dünya tarihinin en önemli, en iyi örneği keşfedildi” dedi.
Kazı sorumlusu Yaşar Anılır, İstanbul arkeoloji tarihi açısından çok önemli olan buluntunun Yarımburgaz, Fikirtepe Neolitik kazılarından daha eski olduğunu belirterek, mezarın İstanbul’un bulunan en eski mezarı olduğunu ileri sürdü. Anılır şu bilgileri verdi:
“Neolitik dönemde ahşap ızgara üzerine yatırılmış iskeletin, Anadolu ve Avrupa’da bilinen başka bir örneği yok. Büyük kavimler göçü sırasında gelip yerleşmiş olabileceklerini de tahmin ediyoruz. Macaristan ve Orta Balkanlar’la karşılaştırmalarını yapacağız. Ancak netleşen en önemli sonuç; Yunanlıların, ‘İstanbul’u Yunanlılar kurdu’ tezi tamamen bitti.”
Son mezarın bulunduğu yerin yakınında ağaçlık bir alan belirlediklerini anlatan Yaşar Anılır, şöyle devam etti:
“Ağaçların gövdeleri sapasağlam duruyor. Orman Fakültesi ağaçlardan numuneler alarak onların türlerini, yaşlarını tespit edecek. Yine Neolitik döneme ait bir yerleşim yerinin taşlarını da tespit ettik.”
Uzmanlar ne diyor?
Milliyet’in mezarla ilgili sorularını yanıtlayan uzmanlar şunları söyledi:
Prof. Dr. Mehmet Özdoğan: “İş makinesinin girmemesi çok iyi oldu. Özeleştiri yapıyorum ben de iş makinesinin girmesini söyleyerek hata yapmışım. Müze arkeologlarını kutlamak lazım. O çamurun içinde bu iskeleti yakalamaları muhteşem bir olay. İskelet incelendiğinde müthiş bilgilere ulaşılacaktır. Kurtarma kazıları değil, kent belleğini ortaya çıkarıcı kazılar yapılması gerektiğini Yenikapı bize öğretti.”
Doç. Dr. Necmi Karul: “Yenikapıdaki sürprizler artık şaşırtmıyor. Her biri çok değerli. Bu kadar iyi korunmuş bir mezar ilk kez bulunuyor. Tarih öncesi dönemden ölü gömme adetleri ile ilgili günümüze ulaşan en iyi örnek. İstanbul’un en iyi korunmuş en eski adamı. Ana rahmindeki şekli ile gömülmüş olması da oldukça ilginç bir gömü adeti.”
Milliyet, Haber: Ömer Erbil, 11.04.2009
|
ÇİLE YOLU
YANLIŞ GÜZERGAHMIŞ
Hz. İSA’NIN sırtında
çarmıhla yürüdüğü yol olduğu gerekçesiyle, hacı
olmak için bu yoldan yürüyen Hıristiyanların yanlış
güzergâhı izlediği iddia edildi.
İngiliz arkeolog Shimon
Gibson, Kudüs’te İsa’nın çarmıha gerilmeye mahkûm
edildiği alandan başlayan ve çarmıha gerildiği
noktada sona eren “Via Dolorosa”nın (Çile Yolu)
başlangıç noktasının, sanılandan 900 metre uzakta
olduğunu, yol üstündeki “kutsal durakların” ikisinin
yerinin tamamen hatalı bilindiğini ve İsa’nın
çarmıha gerildiği noktanın da tahmin edilenden 20
metre uzakta bulunduğunu söyledi.
Milliyet, 11.04.2009
|
|
GÜNAHIYLA SEVABIYLA
SEDAD HAKKI ELDEM
20. yüzyılın usta
mimarlarından Sedad Hakkı Eldem'in retrospektif
sergisinde belgeler, fotoğraflar, planlar, projeler,
tasarımlar yer alıyor. Sergi, 5 Temmuz'a kadar açık
kalacak.
Osmanlı Bankası Müzesi, Türk mimarisinin
ustalarından Sedad Hakkı Eldem'in retrospektif
sergisine ev sahipliği yapıyor. Eldem'i günahıyla
sevabıyla gözler önüne seren serginin, özellikle
'iyi ki gerçekleştirilmemiş olan taslak ve projeler'
bölümü, ziyaretçileri usta mimar üzerine yeniden
düşünmeye davet ediyor.
Retrospektif sergilerin
en büyük tehlikesi, sanatçının evvelini ahirini
ortaya dökmesidir. Bu, bir bakıma yüzleşme, biraz
eski defterleri karıştırma; yanlışları, eksikleri
görme fırsatı olarak değerlendirilebilir. Hem
sanatçıları hem de sanatseverleri bekleyen bu tuzak,
bazen ürkütücüdür. Öyle ki; tüm hayalleriniz tuzla
buz olabilir veya mutlu olabilirsiniz. Osmanlı
Bankası Müzesi'nde açılan 20. yüzyıl Türk
mimarisinin ustalarından Sedad Hakkı Eldem'in
(1908-1988) retrospektif sergisi de tam bu noktada
duruyor. Yatay ve dikey çekmeceler içerisine
yerleştirilmiş çizimler, planlar, projeler,
taslaklar ve fotoğraflar, usta mimarın olgunluk
dönemini ele alıyor. Mimarın mirasçıları tarafından
Koç Vakfı'na bağışlanan ve vakıf tarafından da sergi
için Osmanlı Bankası Müzesi'ne ödünç verilen arşiv,
ilk kez gün yüzüne çıkıyor. Geçtiğimiz yıl açılan 'Sedad
Hakkı Eldem I: Gençlik Yılları' başlıklı sergiden
sonra yüzünü gösteren bu yeni belgeler, bir
kütüphanenin arşivinde dolaşıyormuş hissini veriyor.
Sergiyi gezerken size eşlik eden boya kokusunun
yanında, demirden çekmeceleri çekmek için biraz güç
sarf etmeniz gerekecek. Türkiye'nin en büyük kişisel
mimari arşivine sahip olduğu gerçeğinden hareketle,
Eldem'in çalışmalarına odaklanan etkinlik, bir
arşiv-sergi kimliğini taşıyor.
Sergide, Italo
Calvino'nun, 'Gerçekleşmemiş gelecekler, geçmişin
ölü dallarıdır' sözünü haklı çıkaran, hayata
geçmemiş projeler var. 'İyi ki gerçekleştirilmemiş
olan taslak ve projeler' isimli bu bölümdeki dal
budak salmamış işler arasında Kuruçeşme sahil
şeridi, Soğukçeşme Sokağı, Süzer Oteli gibi
mekânlarla ilgili taslaklar yer alıyor. Serginin
küratörleri Bülent Tanju ve Uğur Tanyeli, günahıyla
sevabıyla Sedad Hakkı Eldem'i ele aldıklarını
söylüyorlar. Amaçlarının da Eldem mitolojisine yeni
katkılar yapmak değil, mimarlık dünyasının içindeki
ve dışındaki herkesi Eldem'i tarihsel ve kişisel
karmaşıklığı içinde kavramaya davet etmek olduğunu
belirtiyorlar. Sergi, bu anlamda ünlü mimarı tüm
çıplaklığıyla anlatıyor. Daha yaşarken
erişilmezliğiyle merak uyandıran Sedad Hakkı
Eldem'in sergisi bu büyüyü bozuyor mu acaba? Zira
yarım yüzyıldan uzun bir meslek hayatının tüm verimi
hiç dokunulmadan ortaya dökülmüş. Küratörler
özellikle bu noktaya dikkat çekerken mimarı fildişi
kuleden indirerek herhangi biri gibi ele alıyor.
1977'de çekilen bir belgesel filminde Eldem için, "O
Sinan'dan sonraki en önemli Türk mimarıdır" denilir.
Bu tanımlama bile ona yaşarken nasıl bir kimlik
biçildiğini gösteriyor. Küratörler sergi kataloğunda
ise şöyle diyor: "Kitaptaki tüm yazılardan sızan ve
asla açıkça ifade edilmeyen sözüyse ortak gözüküyor:
Sedad Hakkı Eldem'i ikinci bir Mimar Sinan yapmaya
kolay heveslenebilir gözüken bir entelektüel ortama
uygun malzeme sağlamamak." Eldem'in kendisine
biçilen kimliği korumak istediğini, son on yılında
efsanesini geliştirmek için hayat hikâyesine düşsel
katkılar bile yaptığını söyleyen Tanju ve Tanyeli
şöyle devam ediyor: "Sergi, Eldem'i yeniden gündeme
taşımayı amaçlıyor. Burada Eldem'in ne kadar önemli
olduğu vurgulanarak yüceltilmeyecek. İlginç olduğu
kestirilebilen, ama hepsinden önemlisi, ona ilişkin
başka hiçbir 20. yüzyıl Türk mimarı için söz konusu
olamayacak kadar fazla veri ve belge bulunulduğu
için incelenecek." diyor. Sergiyle aynı adı taşıyan
kitapta çeşitli akademisyenlerin yazıları yer
alıyor. 5 Temmuz'a kadar görülecek sergi, Sedad
Hakkı Eldem 'marka'sı üzerine yeni araştırma ve
değerlendirmeleri tetikleyecektir kuşkusuz.
Zaman, Yazı: Musa İğrek,
10.04.2009
|
ANTAKYA'YA MOZAİK MÜZESİ
YAPILMALI
Mustafa Kemal
Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Şerafettin Canda,
dünyanın en büyük mozaik müzesinin Antakya'ya
yapılması gerektiğini bildirerek, "Antakya maalesef
kendi eserlerini tanıtamıyor. Acil bir şekilde
Antakya'ya büyük bir müze yapılmalı, bu müze
dünyanın en büyük mozaik müzesi olmalıdır" dedi.
MKÜ Rektörü Prof. Dr.
Şerafettin Canda yaptığı yazılı açıklamada,
Antakya'nın çok önemli bir yeraltı zenginliği
bulunduğunu belirterek, "Nereyi kazısanız tarih
çıkıyor. Yeraltındaki bu zenginliği gün ışığına
çıkartmak, Antakya'nın hak ettiği yere gelmesine
büyük ölçüde yardımcı olacaktır" dedi.
Dünyanın en büyük mozaik
müzesinin Antakya'ya yapılması gerektiğini bildiren
Canda, "Bunu kurmayı başarabilirsek, o zaman
Antakya'ya büyük bir turist akını gerçekleşir ve
ilimiz bu sayede gelişir, büyür" diye konuştu.
Evrensel, 10.04.2009
|
 |
İTALYA'DAKİ DEPREM TARİHİ YAPILARA DA ZARAR VERDİ
İtalya’da yaşanan son deprem sırasında birçok tarihi yapının da hasar gördüğü bildirildi. İtalya Kültür Bakanlığı’nın bildirdiğine göre önemli ölçüde hasar gören yapılar arasında Santa Maria di Collemaggio Basilikası var. Pembe ve beyaz taşlarla 13. yüzyılda inşa edilmiş olan bu yapının fresklerle süslü yan duvarı tamamen çöktü. Rönesans Dönemi’nde inşa edilen diğer bir yapının, San Bernardino Basilikası’nın ise çan kulesi yıkıldı.
Öte yandan, hasar gören yapılar arasında İtalya’nın 16. yüzyılda inşa edilmiş kaleleri arasında en iyi korunmuş olan Forte Spagnolo (İspanyol Kalesi) de var. Kale bu ismi, dönemin İspanya Kralı 5. Charles’in emri ile, yerel isyancılara karşı şehri korumak için inşa edilmesi dolayısıyla almış.
Deprem, merkezinden yaklaşık 100 km uzakta bulunan Roma’da da hissedildi. Uzmanlar şehrin yakınında bulunan ve arkeolojik açıdan büyük öneme sahip Caracalla Hamamları’nda hasar olduğunu açıkladılar.
guardian.co.uk, 06.04.2009
|
ANTEP EVLERİ KADERİNE TERK EDİLDİ
Dünyanın en eski yerleşim
birimlerinden olan Gaziantep’in tarihi Antep Evleri,
bakımsızlıktan kendi kaderine terk edilmiş durumda.
İnönü Caddesi’ndeki Antep Evleri, bakımsız ve
çürümeye terk edilmiş görüntüsüyle şehrin
manzarasına da zarar verirken, evlerin yanından
geçmek zorunda kalan vatandaşlar için tehlike de arz
ediyor. Yetkililerin Antep Evleri’ne bakım yapmasını
isteyen çevre sakinleri, özellikle belediyelerin bu
konu üzerinde durması gerektiğini ifade ettiler.
Belediyelerin tarihi yerleri restorasyon yaparak
turizme kazandırmada eksik kaldığını söyleyen çevre
sakinleri, “Antep sanayide ön planda gidiyor. Ancak
tarihi dokulara gerekli önemi veremiyoruz” diye
konuştular.
Evrensel, 09.04.2009
|
"SİNAN'I ANMAK KAMU ANLAYIŞINA SAHİP ÇIKMAK
DEMEKTİR"

Oktay Ekinci,
Mimar Sinan’ı anmanın ancak kamu kavramının
dışlandığı bu modernist süreçte Sinan’ı yaratan
"kamu" anlayışının kutsanarak, özelleştirmelere
karşı çıkmakla mümkün olabileceğini söyledi.
Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi tarafından
ölümünün 421. yılında Mimar Sinan’ın mezarı başında
gerçekleştirilen anma toplantısında Tarihi Kentler
Birliği adına konuşan Oktay Ekinci, kamuya vurgu
yaparak mimarlığın kamu hizmeti olduğunun altını
çizdi. Ekinci, "Kamu yararı ile mimarlık ve
şehircilik arasında doğru bir orantı vardır. Eğer
biz yeniden kamu anlayışını savunmazsak ve bu
pespaye sistemin liberal anlayışına teslim olursak
ne Sinan’ı anmaya ne de burada toplanmaya hakkımız
olur" diye konuştu.
Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şube Başkanı Eyüp
Muhçu ise özellikle 2010 çalışmaları kapsamında
artan Sinan’ın eserlerini bir dekormuş gibi kullanma
çabasını eleştirerek, yeni yerel yönetimlerden kent
ve mimarlık alanında duyarlı olmalarını istedi.
Mimar Sinan’ın doğum yeri olan Ağırnas (Kayseri)
Belediye Başkanı Mehmet Osman Başoğlu ise, "İstanbul
Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş’ı törende
göremiyorum. İsterdim ki bir mimar olarak ve
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olarak burada
olsun" diye konuştu. Başoğlu, Mimar Sinan’ın
mezarının etrafındaki evi ve mülkleri başta olmak
üzere mezarın çevresinin düzenlenmesi gerektiğini
sözlerine ekledi.
Mimar Sinan
Güzel Sanatlar Üniversitesi Mimar Sinan
Araştırmaları Merkezi adına konuşan Prof.Dr. Zeki
Sönmez de Sinan’ın mesleki niteliklerinin yanında
insanı niteliklerinden de bahsederek, "Dünya
literatürüne girmiş kaç tane sanatçı var?" diye
sordu. Mimar Sinan için "Sinan dünya’ya gelmiş en
büyük mimardır" diyen Sönmez, planlarının Sinan’ın
mezarı, evi ve dükkanlarını içeren bölgeyi bir Sinan
Müzesi’ne dönüştürmek olduğunu belirtti.
Mimarlar Odası Kayseri Şubesi Başkanı Hakan
Mahiroğlu, Osmanlı parçalanmış olsa da halen dimdik
ayakta olan Sinan'ın eserlerini işaret ederek
mimarlığın gücünün altını çizdi
mimarizm.com, Haber: Filiz Yavuz, 09.04.2009
|
İNÖNÜ STADI YIKILAMAZ!

Cumhuriyet
döneminin simge yapıları birer birer yok ediliyor.
Şimdi sıra Dolmabahçe’deki
İnönü Stadı’na gelmiş; İnönü Stadı
yıkılarak yerine çok daha büyük, görkemli bir stat
yapılacakmış! Konunun ayrıntılarına girmeden önce
hemen şunu belirtelim: O stat yıkılamaz!
Beşiktaş Kulübü Başkanı
Yıldırım Demirören,
yazılı ve görsel medyanın genel yayın yönetmenleri,
spor müdürleri ve yazarlarıyla bir araya gelerek bu
konuda bilgi vermiş, girişimlerin son aşamaya
geldiğini söyleyerek medyanın desteğine gereksinme
duyduklarını belirtmiş.
Bu toplantı ve sözlerin, ilgili kurumları, örneğin
ilgili Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma
Kurulu’nu, ilgili belediyeleri etkileyip
baskı altına almak amacını taşıdığı açık. Yoksa aklı
başında hiçbir kurul, hiçbir belediye, hiçbir
şehirci, hiçbir mimar İnönü Stadı’nın yıkılmasına,
yerine başka bir stat yapılmasına onay veremez.
Veremez, çünkü stat Cumhuriyet döneminin önemli
mimarlık yapıtlarından biridir ve üzerinde anıtlar
kurulunca alınmış koruma kararı vardır.
Stadın tarihçesine bakalım… İstanbul’da futbol
karşılaşmaları 1910’lu yıllardan başlayarak 1928’e
kadar eski Union Club ve
Fenerbahçe sahasında, 1929-47 arasında da
Fenerbahçe Stadyumu ile
Taksim Topçu Kışlası avlusundaki
Taksim Stadyumu’nda oynanmaktaydı. Bunlara
ek olarak bir de Beşiktaş’taki mütevazı
Şeref Stadı vardı.
Taksim Kışlası yıkılırken ortasındaki futbol sahası
da kaldırılınca, İstanbul’a çağdaş bir stadyum
yapılması gündeme geldi. 1939’da ünlü İtalyan mimar
Vietti Violi İstanbul’a çağırıldı. Stadın temeli
onun projesine göre 19 Mayıs 1939’da atıldıysa da 2.
Dünya Savaşı nedeniyle inşaatı sürdürülemedi. 19
Mayıs 1943’te yeniden temel atıldı. Stat 27 Kasım
1947 günü Beşiktaş-AİK (İsveç)
maçıyla açıldı. 1950’de iktidara gelen
Demokrat Parti’nin ilk işlerinden biri
stadın “İnönü” olan adını 1952’de
“Mithatpaşa Stadı” şeklinde
değiştirmek olacaktı. Devran değişti; yıllar sonra
stat 1973’te yeniden İnönü Stadı
oldu.
Dolmabahçe Sarayı’nın hemen arkasına, eski
Hasahırların (Istabl-ı Amire) yıkılmasıyla yapılan
stadın yeri hep tartışmalı olmuştur. En tutarlı
itiraz stadın yapımından yıllar sonra
Çelik
Gülersoy’dan gelmiştir. Şöyle diyordu
Gülersoy: “Stadın önce kendisi yanlıştır. Dünyanın
hiçbir yerinde bir sarayın karşısında stadyuma yer
verilmemiştir. (Ayrıca) Ana trafik damarının
üzerinde ulaşımı da engelleyen bir kalabalık
fabrikasıdır. O yüzden stadın kendisi bir şehircilik
yanlışıdır.”
Gerçekten de stadın yeri yanlıştır. Hele bugünün
koşullarında… Nüfusu 15 milyona yaklaşan bir şehrin
merkezinde, en önemli saraylardan birinin dibinde
yer alan stadı yıkıp yerine çok daha büyüğünü yapmak
şehircilik açısından affedilmez bir hata olur.
Belirtildiğine göre, 42 bin kişilik yeni stat
Dolmabahçe ve çevresini de kalkındıracakmış. Metro
durakları ve meydanları içinde bulunan yürüyüş
alanlarıyla kolay bir ulaşım sağlanırken statta aynı
zamanda çok amaçlı sergi alanı, otopark, yemek
alanlarıyla denize bakan bölgede teraslı restoranlar
bulunacakmış. Kapalı alanın içinde de 5 bin kişilik
konserler için bir arena… Böylece “Dolmabahçe
kalkınacak”mış. Tam da, şehircilik açısından orada
yapılmaması gerekenler anlatılıyor.
İstanbul, böyle bilim dışı uygulamalarla kemirile
kemirile çarpıklaştı. Hasahırların yerine stat,
sarayın bahçesine dev boyutlu bir otel konduruldu.
Hemen yamaca da bunların tümünü, sarayı, camiyi,
saat kulesini ezen zorba bir gökdelen dikildi; yeşil
yok edildi. Şimdi anlaşılan, o bölgede ikinci tur
başlıyor: Yıkıp daha büyüklerini yapma turu… Egemen
göçebe kültürü yalnızca günü yaşıyor, geçmişi yok
etmekten çekinmiyor. Yıkılmak istenen, Cumhuriyetin
simge yapılarından biriymiş… Kimin umurunda?
Cumhuriyet, Haber: Doğan Hasol, 09.04.2009
|
KALEHÖYÜK ARKEOLOJİ MÜZESİ, BAKANLIĞA DEVREDİLDİ
Japon Hükümeti'nin kültür hibesiyle inşa edilen Kaman Kalehöyük Arkeoloji Müzesi törenle Kültür ve Turizm Bakanlığı'na devredildi. Kırşehir Valisi Lütfullah Bilgin, yapılan bu çalışmaların iki ülke arasında olan güven duygusunu pekiştirerek bölgenin turizmine büyük katkılar sağlayacağını ifade etti.
Japonya Büyükelçisi Nobuaki Tanaka, "Bize bu kazılarda yardımcı olan başta Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay'a, Kırşehir Valisi Lütfullah Bilgin'e çok teşekkür ediyorum. Bizlere maddi ve manav desteklerinden dolayı çok teşekkür ediyorum. Eski tarihin gün yüzüne çıkacağı bu müzenin anahtarını Kültür ve Turizm Bakanlığı'na veriyoruz" dedi.
Hayal ettiği bir projenin sevincini yaşadığını belirten Ertuğrul Günay ise, "Yıllardır hayalini kurduğum proje nihayet gerçekleşti. Önce bu işe karar vermek ve bu işi mükemmel bir biçimde zamanından önce gerçekleştiğini görmekten çok mutlu oldum. Yaşayan bir insan için daha büyük bir bahtiyarlık olmazdı. Projeyi zamanında projeyi bitiren herkese teşekkür ediyorum" diye konuştu.
Turizm Gazetesi, 09.04.2009
|
|
MEKSİKA'DA YENİ BULUNAN
MAYA ŞEHRİNDE KAZI BAŞLIYOR
Meksika’nın Yucatan
Bölgesi’nde Ichkabal’de tonlarca toprak ve ormanla
örtülü durumda bulunan Maya yerleşiminde kazılara
başlanıyor.
Burada daha önce gerçekleştirilen sondaj
kazılarında, en büyüğü temelde 200 m genişlikte ve
46 m yükseklikte olan birçok yapı kalıntısı tespit
edilmişti. Ulusal Antropoloji ve Tarih Enstitüsü (INAH)
tarafından yapılan açıklamada yerleşimin Klasik
Öncesi Dönem’e (MÖ 250 civarı) tarihlendiği
bildirildi.
INAH’ın Quintana Roo
Eyaleti yöneticisi Adriana Velazquez ise, 30
kilometrekareye yayılmış yerleşimdeki yoğun bitki
örtüsü yüzünden yapıların hemen hiçbir detayının
anlaşılamadığı söyledi. Defineciler tarafından
1970’lerden beri bilinen ama, nispeten az zarar
görmüş olan yerleşim 1995 yılında bölgede yaşayan
bir köylü tarafından Luz Evelia Campaña ve Javier
Lopez Camacho’ya bildirilince keşfedildi.
Latin American Herald Tribune, 05.04.2009
|
ANITLAR KURULU'NDAN İPEKİŞ'E VİZE
Kültür ve Tabiat
Varlıkları Koruma Kurulu, temelini Atatürk'ün attığı
Bursa'nın köklü iplik üretim tesisi İPEKİŞ'in, Otel
ve Alışveriş-Ticaret Merkezi yapılmasını öngören
projeyi onayladı.
Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu,
Bursa'nın köklü iplik üretim tesisi olan ve temelini
2 Ekim 1925'te Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün attığı
İpekiş'in Otel ve Alışveriş-Ticaret Merkezi
yapılmasını öngören projeyi onayladı. Daha önce avan
projeyi prensipte uygun bulan Kurul, 26 Mart'ta
gerçekleştirdiği toplantıda, 2 ay önce Büyükşehir
Belediye Meclisi'nden geçen 1/1000 ölçekli Uygulama
İmar Planı'nın uygun olduğuna karar verdi. Kurulun
onayından geçen proje önümüzdeki günlerde tekrar
Osmangaz Belediyesi'ne gidecek, ardından
Büyükşehir'den de onaylandıktan sonra planları
askıya çıkacak.
Anıtlar Kurulu'nun onayının ardından İPEKİŞ'in
Otel ve Alışveriş-Ticaret Merkezi yapılması için
geri sayım başlamış oldu. 26 Mart'ta toplanan
Anıtlar Kurulu, planın bazı maddelerini iptal
ederken, bir takım düzeltmelerin de yerine
getirilmesini istedi. Planda önerilen turizm
işlevinin ‘Sosyal ve kültürel amaçlı işlevle uyumlu
turizm hizmeti yapılabilir' şeklinde düzeltilmesini
isteyen Kurul, proje kapsamındaki, kentsel ve sosyal
donatı alanında geleneksel ve çağdaş sanat ürünleri
ile kültürel amaçlı ticari tesislerin yer almasını
uygun gördü.
Yapıların yüksekliği için tescilli binaların saçak
kotunu geçemeyeceğine hükmeden Kurul, projenin
Kültürpark ile ilişkisinin güçlendirilerek, kullanım
birlikteliğinin kolaylaştırılmasını istedi. Proje
kapsamında sosyal ve kültürel amaçlı işlevle uyumlu
turizm hizmetinin yapılmasına izin veren Kurul
özellikle, mimari projede eski İpekiş fabrika
binasının mimari karakterinin sürdürülerek, kent
belleğindeki imajının sürdürülmesini istedi.
Proje kapsmında; Atatürk'ün temelini attığı
tescilli binaların korunacağı belirtilirken,
yeraltında bir kat alışveriş merkezi, iki kat da
otopark olacak. Emsali 0.80 olarak belirlenen
projede, trafik yoğunluğu getirmemesi için Merinos
tarafından giriş verilmezken, girişler Kültürpark
tarafından yapılacak ve bu yol da 12 metre olarak
genişletilecek.
Toplam 30 bin metrekarelik alanda hayata geçirilecek
İpekiş Kültür Sanat Yaşam Merkezi'nde Bursa'nın eski
esnaf kültürünü yaşatan Otantik Çarşı'nın bulunması
planlanıyor. Proje kapsamında; İpekiş Anı Müzesi,
tekstil ve canlı tekstil müzesi, sanat galerisi,
ürünlerin sergileneceği show-room, tekstil dizayn
moda atölyesi ile erkek ve kadın dikim atölyeleri,
lokanta, açık kafe, yaşam meydanı, pazar alanı, uzun
çarşı, moda gösteri merkezi, amfi tiyatro, karagöz
gösteri ve tanıtım basamakları, ticaret alanları,
kahve ve aş evleri, gezinti-seyir alanları, sinema
ve tiyatrolar, konferans ve toplantı alanları ile
rezidans hotel gibi unsurlar yer alacak.
Bursa Olay, Yazı: Seyit Gündoğan, 09.04.2009
|
YEDİKULE HİSARI'NIN TAHLİYESİ ONAYLANDI

Şehristanbul Derneği Başkanı Atilla Tuna,
Danıştay 13. Dairesi'nin, İstanbul 1. İdare
Mahkemesi'nin tarihi Yedikule Hisarı'nı 30 yıllığına
kiralayan şirketin tahliyesiyle ilgili 2006 yılında
verdiği kararı onadığını bildirdi.
Danıştay 13. Dairesi, Yedikule Hisarı'nı
kiralayan şirketin tahliyesini onadı. Şehristanbul
Derneği Başkanı Atilla Tuna, Hazine adına kayıtlı
olan ve daha önce Kültür ve Turizm Bakanlığı'na
tahsis edilen tarihi Yedikule Hisarı'nın, 2004
yılında Maliye Bakanlığı tarafından geri alındığını
hatırlattı.
Maliye Bakanlığı'nın daha sonra bu ''1. derece
eski eser'' niteliğindeki yapıyı özelleştirerek
Swiss Turkish International adlı şirkete 30
yıllığına tahsis ettiğini belirten Tuna, daha sonra
şirketin yapı içinde uygulayacağı değişiklikleri
içeren projenin Kültür ve Turizm Bakanlığı'na
sunulduğunu anlattı.
Tuna, projeye ilişkin İstanbul 1. No.lu Kültür ve
Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'nun da Yedikule
Hisarı'nın tescilli bir yapı olması nedeniyle uzun
süreli kiralanmasının uygun olmadığı, ancak günlük
olarak kullanılabileceği, içinde inşaat
yapılamayacağı yönünde bir karar aldığını bildirdi.
Tuna, bu karara rağmen Yedikule Hisarı'nın 30
yıllığına şirkete kiralandığını ifade etti. Bunun
üzerine dernek olarak, Yedikule Hisarı'nın şirkete
tahsisinin iptali için İstanbul 1. İdare
Mahkemesi'ne 2004 yılında başvurduklarını kaydeden
Tuna, bu süreç içinde yapıyı kiralayan şirketin
''Yedikule Hisarı'nın içine sahne inşa ettiğini,
tescilli 3 ağacı kestiğini, zemine dozerler sokarak
Osmanlı döneminden kalan mezarları yıktığını'' ileri
sürdü.
İstanbul 1. İdare Mahkemesi'nin 2006 yılında
hisarın tahliye edilmesine karar verdiğini belirten
Tuna, bunun üzerine İstanbul Defterdarlığı Avrupa
Yakası Milli Emlak Dairesi Başkanlığı'nın İstanbul
1. İdare Mahkemesi'nin kararının bozulması için
Danıştay'a başvurduğunu hatırlattı.
Tuna, Danıştay 13. Dairesi'nin de bu başvuruyu
inceledikten sonra İstanbul 1. İdare Mahkemesi'nin
2006 yılında verdiği tahliye kararını uygun bularak
onayladığını belirtti
Cumhuriyet, 09.04.2009
|
ATATÜRK ÇEŞMESİ HAYAT BULUYOR
Etimesgut’un tarihi simgelerinden bir tanesi olan ve geçtiğimiz yıllarda şebeke suyu bağlanan Atatürk Çeşmesi Etimesgut Belediye Başkanı Enver Demirel ile yeniden Etimesgut’a kazandırılıyor.
Demirel, Atatürk Çeşmesi’ne Çakırlar Çiftliği’nden gelen kaynak suyunun arızasının giderilmesi için gerekli olan araştırılmanın yapılmasını istedi.
Etimesgut Belediye Meclisi, Belediye Başkanı Enver Demirel Başkanlığı’nda ikinci toplantısını yaptı. Atatürk Çeşmesi ile ilgili verilen önerge hakkında Belediye Meclisi’ne bilgi veren Belediye Başkanı Enver Demirel, çeşmenin tarihini anlattı. Çeşmenin suyunun Çakırlar Çiftliği bölgesinden geldiğini hatırlatan Başkan Enver Demirel, suyunun temiz olduğunu ve çayının çok güzel olduğunu söyledi.
Çeşmenin Mustafa Kemal Atatürk’ün Etimesgut’a kazandırdığı önemli tarihi eserlerden bir tanesi olduğunun altını çizen Demirel, kaynak suyunun çeşmeden akmasına engel olan arızanın giderileceğini belirtti. Etimesgut Belediye Meclisi Araştırma ve İnceleme Komisyonu ile Plan ve Bütçe komisyonu Atatürk Çeşme suyunun yeniden akması için gerekli olan araştırmalarına başladı.
Hürriyet Ankara, 09.04.2009
|
 |
KÜLTÜR BAKANLIĞI'NDAN ANİ'YE DAİR BİR 'TIK' BİLE YOK

Bakanlık tarafından hazırlanan
ve Ermeni tarihinin saklanması tartışmalarına neden
olan internet sitesinde Kültür ve Turizm Bakanı
Ertuğrul Günay’ın tarihi Ani kenti konusunda
“elimizden geleni yaparız” demesine rağmen 4 aydır
bir değişiklik yapılmadı.
Kültür ve Turizm Bakanı
Ertuğrul Günay, tarihi Ani kenti konusunda
“elimizden geleni yaparız” diyor fakat Bakanlık
tarafından hazırlanan internet sitesi 4 aydır
değiştirilmeyi bekliyor. Sitesinde yer alan
bilgilerde Ermeni tarihinin saklanması tartışmalara
neden olmuştu.
Bakan Günay, Ermeni tarihinde
önemli bir yeri olan Kars sınırları içerisinde yer
alan Ani kenti hakkında açıklamalarda bulundu.
Günay, Ani kenti ile ilgili
çalışmaları olduğunu belirterek, “Uluslararası
platformdan bu çalışmaya bulunulması gündemde.
içtenlikle bu teklifleri inceliyoruz. Restorasyon
konusunda, Ermenistan kesiminden bize katkı
yapılabileceğini söyledim. Ermenistan'dan gelen
arkeologlar ve tarihçiler Türkiye’de
meslektaşlarıyla çeşitli toplantılar yapıyor.
Cumhurbaşkanı Gül’ün başlattığı sürecin içerisinde
bize ne düşerse yapmaya hazırız. Mesela Ani
Harabeleri’nin karşısındaki taş ocaklarındaki
patlatma durdu” dedi.
Kültür Bakanı Günay bunları
söylerken, Ani tarihi kentini tanıtmak amacıyla
Bakanlık tarafından hazırlanan internet sitesi
yaklaşık dört aydır bilgilerin değiştirilmesini
bekliyor. Kültür Bakanlığı tarafından “Ören
yerlerine dair doğru ve bilimsel verilere dayalı
bilgilerin oluşması için” hazırlanan Ani internet
sitesinde 2008 yılının son aylarında yayına girmiş,
fakat Ermeni tarihi saklandığı için tartışmalara
neden olmuştu.
Bakanlık yetkilileri
tartışmaların ardından yaptıkları açıklamada, Ermeni
sözcüğünün geçmediği ve Ermeni tarihinin ayıklandığı
Ani internet sitesindeki yazıların ön bilgilendirme
olduğunu, sitenin zenginleşeceğini açıklamışlardı.
Ancak aradan geçen 4 aya rağmen Ermenistan-Türkiye
sınırının tam yanında bulunan kentin Ermeni kimliği
saklanmaya devam ediyor.
www.ani.gov.tr adresindeki
sitede bugüne kadar herhangi bir değişiklik
yapılmadı. Ören yerinin en eski tarihinin MÖ 5000
yıllarına kadar uzandığı belirtilen sitede kentin
tarihi ile ilgili şu bilgiler yer alıyor:
“Bugünkü ören yerini oluşturan
iç kale MS 4. yüzyılda Kars şehrine ismini veren
Karsak’lılar tarafından yaptırılmıştır.Ören yerinin
dış cephe surları Bagratlı Kralı Aşot tarafından MS
964 yılında yaptırılmaya başlanmış daha sonra Kral III. Sembat 978 yılında 2. takviye sur sistemini
yaptırmıştır. MS1064’te Alparslan’ın Ani’yi
fethetmesiyle kent Selçuklu Medeniyetiyle tanışır.
1064 – 1072 arasında 3. sur sistemini
yaptırılmıştır. Antik şehir uzunca bir süre Şeddatlı
Beyliği egemenliğinde kalır. şehir 12. yüzyıl
sonunda Gürcü egemenliğine geçer. 1239’da Moğol
istilasını yaşar. Bu istila büyük tahribata yol
açar. Kent ticari önemini yitirmeye başlar. Daha
sonra sırayla Saltuklu, Karakoyunlu, Akkoyunlu
Beyliklerinin hakimiyetinde kalır. 1534’te Kanuni
Sultan Süleyman Döneminde Osmanlı Devleti, Ani’deki
tek hakim güç haline gelir. Ümit Burnu’nun 1492
tarihinde keşfi ve ticaret yollarının denizlere
kaymasıyla ipek Yolu’nun önemi azalır. Ani’nin Moğol
istilası ve depremlerle etkisini zaten kaybetmiş
olan ticari önemini daha da zayıflatır. 16.yüzyılda
kent terk edilmeye başlanır. 1878 yılında Ruslar
tarafından istila ile 40 yıl Anavatandan ayrı kalan
kent 1921 yılında istiklal Harbi sırasında Ruslardan
geri alınmıştır."
Kültür Bakanlığı tarafından
hazırlanan sitede bu bilgiler yer alırken Ana
Britannica’da “9-13. yüzyıllar arasında Doğu Anadolu
tarihinde önemli bir rol oynayan Ani, 10. Yüzyılda
önemli bir Ermeni yerleşim merkeziydi” deniliyor.
Dictionnaire Larouse’da, Hachete Ansiklopedik
Sözlük’de, “Ermeni Balgatlı Krallığı’nın başkenti”
diye tanımlanıyor, Meydan Ansiklopedisi’nde
harabeler için “Süryani, İran, Ermeni, Arap, Türk
etkilerinin dikkat çekici etkilerini taşımakta”
deniliyor. Ani’ye üç sayfa ayıran İslam
Ansiklopedisi’nde ise kenti yöneten Bagrati
hanedanından “Ermeniye hükümdarları” diye söz
ediliyor.
Birgün, Haber: Ozan Bilir,
08.04.2009
|
TARİHİ KONAK KENT MÜZESİ OLACAK
Elazığ'ın en eski
yapılarından olan Valilik Konağı restorasyon
çalışmalarının tamamlanmasının ardından Kent Müzesi
olarak kullanılmasına karar verildi.
Elazığ Valisi Muammer Erol, Belediye Başkanı
Süleyman Selmaoğlu ve Emniyet Müdürü Fahrettin
Coşkun'un da katıldığı proje bilgilendirme
toplantısı bitimi tamamlanan binada
gerçekleştirildi. Vali Erol, binanın kent müzesi
olarak kullanılmasına bir ay önce karar verdiklerini
belirterek, açıklamak için seçimlerin bitmesini
beklediklerini kaydetti. Projenin tasarımcısı Mimar
Naim Arnaz ise projeyi duyduğunda heyecanlandığını
ifade ederek, "Binanın çok eski bir yapı olması beni
daha da mutlu etti." şeklinde konuştu.
Zaman, 08.04.2009
|
GEZİ NOTLARI: HAN SARAYI
Bakü'deki Han Sarayı,
1761-1762 yıllarında Azerbaycan'da ilk bağımsız
hanlık düzeni sahibi Çelebi Han'ın torunu Hüseyin
Han tarafından inşa edilmiş. İki ayrı ana girişi
olan bina, haremlik-selamlık düzene göre
tasarlanmış. İki katlı binanın her katında üç oda
bulunuyor. Bu odalar, Han'ın odası, eşi Sultan'ın
odası ve bu iki oda arasındaki büyük salondur.

Binanın en ilginç özelliği eşi benzeri olmayan
pencerelere ve tavan- duvar figürlerine sahip
olması. Pencereler çok küçük geometrilere bölünmüş
ve ahşap çıtalar arasındaki camlar doğal boyalarla
renklendirilmiş. (Yaklaşık 14.000 ahşap çıta ve cam
ızgara kullanılmış.) Pencerelerde dönemin sanatı en
iyi şekilde uygulanmış ve çivi veya yapıştırıcı
kullanılmadan malzemeler birbirine geçme yöntemi ile
birleştirilmiş. Camları boyamada yumurta akı ve
çiçeklerden elde edilen doğal boyalar kullanılmış ve
bunun sonucunda, üzerine güneş ışığının vurmasıyla,
iç mekanı rengarenk boyayan pencereler üretilmiş.
Ama ne yazık ki günümüzde pencerelerdeki bu işçiliği
devam ettirememişler. Bu güzel sanat zamanın ve
gelişen teknolojinin karşısında ayakta durmayı
başaramamış. Odaların duvarları ve tavanlarına ise
birbirinden farklı yüzlerce figür işlenmiş (Hepsi
bir hikayeyi anlatıyor). Han'ın odasındaki figürler;
dövüş ve av sahnelerini, saltanatın gücünü gösteren
simgeleri içeriyor, Sultan'ın odasında ise
verimliliği simgeleyen figürler ve çiçek resimleri
işlenmiş. Duvar figürlerinin orijinali XVIII yy'da
yapılmış olmasına rağmen daha sonra onarılmış.

Han Sarayı, surlarla çevrili tarihi alan
içerisinde, bahçesindeki havuz ve 1530 yılından
kalma 34 metre yüksekliğindeki ulu çınar ile
bütünlüğünü ve güzelliğini koruyan, görülmeye değer
kültür miraslarından. Nazım Hikmet de zamanında Han
Sarayı'nı gezme fırsatı bulmuş ve "Azerbeycan'ın
başka değerli eserleri olmasaydı bile, bir tek Şeki
Han Sarayı'nı dünyaya göstermek yeterdi," demiş. Ben
de gezip görünce aynı fikre kapıldım. İçeriye vuran
ışıklardan oluşan renk cümbüşünün içerisinde uyanmak
eminim dönemin Sultan'ının da çok hoşuna gitmiştir.
Arkitera, Yazı: Rana Öğüt Batmaz, 08.04.2009
|
TARİHİ YERLERDEKİ BARAJ YAPIMINDA YETKİ
BAKANLIĞA GEÇTİ

Baraj yapımı nedeniyle, plan ve program
bekleyen Hasankeyf ve Allianoi gibi antik kentlerin
geleceğini belirleyecek olan kritik kararı Kültür ve
Turizm Bakanlığı verecek.
Danıştay 6.
Dairesi’nin, Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma
Yüksek Kurulu’nun 2006 yılında aldığı ilke kararını
iptal etmesiyle, değiştirilen 717 sayılı İlke Kararı
Resmi Gazete’de yayımlandı.
Değiştirilen
ilke kararına göre, korunması gerekli taşınmaz
kültür varlıklarının ve arkeolojik sit alanlarının
bulunduğu alanlardaki baraj yapımında, DSİ yerine,
“Kültür ve Turizm Bakanlığınca, üniversitelerin
ilgili bilim dallarındaki öğretim üyeleri ve
yatırımcı kuruluş temsilcilerinden oluşan en az beş
kişilik bir komisyon”un önerilerine uyulacak.
Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe
giren ilke kararı şöyle:
“Barajların, planlanan alanın dışında başka bir
yerde yapılmasının kamu yararı ve hizmet gerekleri
ile bilimsel ve teknik açıdan mümkün olmadığının,
korunması gerekli taşınmaz kültür varlıklarının ve
arkeolojik sit alanlarının bulunduğu alanlarda
yapılmasının aynı sebeplerle kamu yararına uygun
olduğunun, Kültür ve Turizm Bakanlığınca,
üniversitelerin ilgili bilim dallarındaki öğretim
üyeleri ve yatırımcı kuruluş temsilcilerinden oluşan
en az beş kişilik bir komisyon tarafından tespit
edilerek önerilmesi ve bu önerinin ilgili koruma
bölge kurulunca kabul edilmesi durumunda;
a) Barajdan etkilenecek veya baraj suları altında
kalacak korunması gerekli taşınmaz kültür
varlıklarının korunmasına yönelik uygulamayı
belirlemek üzere alanın büyüklüğü ve özelliğine göre
Kültür ve Turizm Bakanlığı ile ilgili kuruluşlar
tarafından, üniversitelerin konuyla ilgili öğretim
üyelerinin (arkeolog, sanat tarihçi, şehir plancısı,
mimar, jeoloji mühendisi, restorasyon ve
konservasyon uzmanı vb.) yer aldığı Bilim Komisyonu
oluşturulmasına ve bu komisyonun baraj inşaatı sona
erene kadar çalışmalarını sürdürmesinin
sağlanmasına,
b) Baraj alanında tespit edilen taşınmaz kültür
varlıklarının niteliği ve yoğunluğu ile barajla
ilgili diğer hususlar göz önüne alınarak Bilim
Komisyonunca Acil Eylem Planının hazırlanmasına,
c) Acil Eylem Planının uygulanması ve bütçesi ile
ilgili hususların Kültür ve Turizm Bakanlığı ile
ilgili kuruluşlar arasında yapılacak bir protokol
ile belirlenmesine,
d) Acil Eylem Planı kapsamında Bilim Komisyonu
kararları doğrultusunda alandaki taşınmaz kültür
varlıklarının tespit edilmesi amacıyla, öncelikli
olarak çağdaş ve güncel bilimsel yöntemler
aracılığıyla belgeleme ve kazı çalışmalarının
yapılmasına, korunması gerekli taşınmaz kültür
varlıklarının rölövelerinin çıkarılmasına, korunması
gerekli taşınmaz kültür varlıklarının bulunduğu
alanların jeolojik etütlerinin yapılmasına,
e) Bilim Komisyonunca yapılan çalışmaların
değerlendirilmesi sonucunda elde edilen bilgi ve
belgelere dayalı olarak alandaki korunması gerekli
taşınmaz kültür varlıklarının yerinde korunmasına,
başka bir yere taşınmasına veya belgelenerek su
altında bırakılmasına ilişkin önerilerin koruma
bölge kuruluna sunulmasına,
f) Bilim Komisyonunun sunduğu öneriler hakkında
ilgili koruma bölge kurulunca karar alınmasına,
Bu kapsamda korunması gerekli taşınmaz kültür
varlıklarının;
1) Yerinde korunmalarının uygun görülmesi halinde,
buna ilişkin projelerin koruma bölge kuruluna
sunulmasına,
2) Başka bir yere taşınmalarının uygun görülmesi
halinde, mevcut yerleşim planı ve taşınacağı yere
ilişkin 1/200 ölçeğinde hazırlanan öneri yerleşim
planı ile uygulama projelerinin koruma bölge
kuruluna sunulmasına,
3) Su altında bırakılmalarının zorunlu olduğu
hallerde, hazırlanacak program çerçevesinde önem
derecesine göre kazı, belgeleme, mimari
dokümantasyonlar yanında yerleşimin ve tüm yapıların
mekanlarını da kapsayacak şekilde dijital veri ve
görsel kayıtlarının alınmasına, yerleşim planının
çıkarılmasına, su altında kalacak taşınmaz kültür
varlıklarının su sirkülasyonundan zarar görmemesi
için alınacak tedbirlere ilişkin projelerin koruma
bölge kuruluna sunulmasına,
g) Baraj alanlarında sürdürülecek kazı çalışması ve
korumaya yönelik yapılacak her türlü harcama ile
kamulaştırma çalışmalarının ilgili kuruluşlar
tarafından yapılmasına,
h) Korunması gerekli taşınmaz kültür varlıklarının
korunmasına ilişkin projeler kapsamında yapılacak
uygulamaların baraj inşaatına paralel olarak eş
zamanlı yürütülmesine, bu projelerin uygulanması
tamamlanana kadar barajların faaliyete geçmemesine,
i) Su altında kalacak korunması gerekli taşınmaz
kültür varlıklarının, baraj faaliyete geçtikten
sonra belirli sürelerle su altı arkeologları
tarafından incelenerek durumlarının tespit
edilmesine,
j) Baraj alanındaki korunması gerekli taşınmaz
kültür varlıklarının korunmasına ilişkin çalışmalar
sonucunda elde edilen bilgi ve belgelerin
yayımlanmasına, karar verildi.”
Turizm Gazetesi, 08.04.2009
******
BU KARAR ALLIANOI'Yİ KORUMAZ
Dün yayınlanan Resmi Gazete ile
arkeolojik sit alanlarının bulunduğu bölgelerde
baraj yapımı yetkisi, Devlet Su İşleri'nden alınarak
Kültür ve Turizm Bakanlığı'na verildi.
Yıllardır baraj suları altında kalma tehdidi ile
karşı karşıya olan Hasankeyf ve Allianoi’nin
yaşaması için mücadele edenler bu kararı ihtiyatla
karşıladı.
Yeni düzenlemenin eskisinden çok da farklı
olmadığını söyleyen Allianoi Girişim Grubu önceki
dönem Sözcüsü Avukat Hilal Küey, bu karara karşı da
yeni bir dava açabileceklerini söyledi.
“Baraj Alanlarından Etkilenen Taşınmaz Kültür
Varlıklarının Korunması” başlıklı 717 sayılı İlke
Kararı’nın 2. ve 3. maddelerinde yapılan
değişiklikle, korunması gerekli taşınmaz kültür
varlıklarının ve arkeolojik SİT alanlarının
bulunduğu alanlardaki baraj yapımında yetki, DSİ’den
Kültür ve Turizm Bakanlığı’na geçti. Danıştay 6.
Dairesi’nin, Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma
Yüksek Kurulu’nun 2006 yılında aldığı ilke kararını
iptal etmesiyle değiştirilen 717 sayılı İlke Kararı,
Resmi Gazete’nin dünkü sayısında yayımlandı.
Değiştirilen karara göre korunması gerekli taşınmaz
kültür varlıklarının ve arkeolojik SİT alanlarının
bulunduğu alanlardaki baraj yapımında, DSİ yerine
Kültür ve Turizm Bakanlığı’nca, üniversitelerin
ilgili bilim dallarındaki öğretim üyeleri ve
yatırımcı kuruluş temsilcilerinden oluşan en az beş
kişilik bir komisyonun önerilerine uyulacak. Yeni
karar ile çok fazla bir şeyin değişmediğini belirten
Hilal Küey, bu kararla ilgili açılacak davadan da
iptal çıkma olasılığının yüksek olduğunu söyledi. Bu
karar ile sadece DSİ’nin karar verme yetkisinin
kaldırıldığına dikkat çeken Küey, “Antik kentlerle
ilgili kararı daha geniş bir heyet verecek bundan
sonra. Sadece kimin karar vereceği değildi oysa
bizim dava gerekçemiz. Bir kültürel varlığın baraj
suları altında kalması, uluslararası yasalara göre
de mümkün değil. Yeni ilke kararında bir inceleme
yapılsın deniyor ve su altında nasıl korunacağından
bahsediyor. Oysa Allianoi’yi su altında korumak
mümkün değil ki” diye konuştu.
Evrensel,
08.04.2009
|
 |
BRONZ KADINA PAHA BİÇİLEMİYOR
Edirne Kapıkule Sınır Kapısı'nda bir süre önce ele geçirilen 2 bin 200 yıllık bronz kadın heykeline paha biçilemediği bildirildi. Edirne Müze Müdürü Hasan Karakaya, Edirne'deki sınır kapılarında ele geçirilen tarihi eserlerle de müzedeki eser sayısının her geçen gün arttığını belirtti.Bir kentte sınır kapılarının olmasının müzeler açısından bir avantaj olduğunu ifade eden Karakaya, müzede kazı yapmadan ele geçirilen çok sayıda tarihi eser bulunduğunu söyledi.
Bu eserlerden en önemlisinin geçen ay yurt dışına kaçırılırken ele geçirilen bronz kadın heykeli olduğunu vurgulayan Hasan Karakaya, şöyle devam etti: '2 bin 200 yıllık, 2 metre 20 santimetre boyundaki paha biçilemeyen bronz kadın heykeli, müzemize ayrı bir özellik katıyor. Heykel, şu anda müzemizde yediemin olarak tutuluyor. Biz ilgili bakanlıktan restoratör istedik. Heykelin temizliği yapılacak. Mahkeme aşaması bittikten sonra heykel sergilenecek.' Edirne'nin tarihi bir kent olduğunu, bu nedenle kazı çalışmalarında her döneme ait eserlerin çıkarıldığını da dile getiren Karakaya, sınır kapılarından gelen eserlerle birlikte Edirne Müzesi'nin Anadolu Medeniyetleri Müzesi'ne dönüştüğünü söyledi.
Yeni Şafak, 08.04.2009
|
TARİH YAĞMURLA ORTAYA ÇIKTI
Aydın’da bir süredir
yağan yağmurların ardından, çöplük olarak kullanılan
alanın üstündeki tozun ve toprağın akmasıyla tarihi
Rum hamamı ortaya çıktı. Üç bölümden oluşan hamamın
110- 120 yıllık olduğu, aynı zamanda eğlence mekanı
olarak da kullanıldığı belirlendi.
Aydın Eski Eserleri Sevenler Derneği Başkanı Havva
Çetintürk, Zafer Mahallesi’nde Ticaret Lisesi’nin
karşısında bulunan yıkık dökük hamamın geçen
haftalarda çıkarıldığını bildirdi. Adnan Menderes
Üniversitesi’nden (ADÜ) dernek üyesi
akademisyenlerin hamamı incelediğini ve bir an önce
onarılması gerektiği görüşü bildirdiğini aktaran
Çetintürk, "Aydın geçmiş dönemlerde Yahudiler,
Rumlar ve Ermeniler’in de yoğunlukta yaşadığı bir
kültür kentiydi. Onlardan kalan eserler halen
yaşadığımız yerlerde varlığını sürdürmekte. Ne yazık
ki ilgisizlik ve duyarsızlık nedeniyle bu tarih
hazineleri çöplük gibi kullanılmaya başladı. Ortaya
çıkan bu Rum hamamının Aydın’a kazandırılması
konusunda Belediye Başkanı Özlem Çerçioğlu’ndan
yardım bekliyoruz" diye konuştu.
Hürriyet Ege, Haber: Hüsnü Altındiş, 08.04.2009
|
SIR TÜNEL 'SU GALERİSİ' ÇIKTI
Üsküdar'da özel bir hastanenin yakınında güvenlik görevlileri tarafından fark edilen ve polisin incelemeye aldığı tünelin tarihi su galerisi olduğu belirlendi. Emniyet müdürlüğünden yapılan açıklamada tünelin Osmanlı döneminden kalma olduğu belirtildi.
Tantavi Viyadüğü çıkışında yapımı devam eden özel bir hastanenin güvenlik görevlileri tarafından fark edilen tünelle ilgili İSKİ ve polis ekipleri birlikte hareket ederek incelemelerde bulundu. Tünelin, açılışını Başbakan Recep Tayip Erdoğan'ın yapacağı söylenen hastaneye doğru gitmesi medyada suikast iddiasını gündeme getirmişti. Bunun üzerine Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü ekipleri de bölgede inceleme yaptı. Ancak tünelin hangi amaçla kazıldığına ilişkin net bilgiye ulaşılamadı.
İstanbul Emniyeti, Büyükşehir Belediyesi ve ilgili kuruluşlar, tünelin kimler tarafından kazıldığını ve amaçlarının ne olduğunu belirlemek için çalışma başlattı. Son olarak 6 Nisan 2009 tarihinde İstanbul Su ve Kanalizasyon İdaresi (İSKİ) ekiplerinin de katıldığı incelemede tünelin tarihi nitelikte olduğu 'Osmanlı döneminden kalma su galerisi' olduğu tespit edildi. Emniyetin yaptığı açıklamada konuyla ilgili araştırmaların devam ettiği hatırlatıldı.
Zaman, Haber: Mutlu Özay, 08.04.2009
|
 |
 |
BİLİNEN EN ESKİ TAŞ ALETLER
Afrika’da çalışan paleoantropologlar 500.000 yıldan daha eskiye tarihlenen taş aletler buldular. Bu keşif, bilinen en eski taş aletin tarihini 150.000 yıl gibi inanılmaz bir ölçüde geriye götürdü ve şu soruyu yarattı: Bunları kimler yaptı?
Keskin kenarlı taş alet yapmak o denli zor bir iş ki, araştırmacılar yakın zamanlara kadar bu tür nesneleri yapabilen insanların belirli bir zeka ve el kullanma becerisi geliştirmiş olmaları gerektiğini düşünüyorlardı. Başta bunlar 40.000 yıl önce başlayan Geç Taş Devri için bir ayırıcı özellik olarak kabul edildi. Ardından, kesici taşların 200.000 yıla tarihlenen Orta Taş Devri’nde Afrika’da sofistike taş alet endüstrisinin gelişimi ile ortaya çıktıkları düşünüldü.
Bu görüş, yakın zamanda Orta Doğu’da 380.000 yıla ve Avrupa’da 300.000 yıla tarihlenen aletlerin bulunması ile değişti. Bu aletlerin Neanderthaller tarafından imal edildiği düşünülmekte idi. Ama, şimdi Kenya’nın Baringo Düzlüğü’nde 500.000 yıl önce yaşayan atalarımızın bir nehir yatağından lav çakıl taşları toplayıp bunları düzgün bir şekilde kırarak keskin kenarlı taş aletler yaptıklarını biliyoruz.
Bu aletler Connecticut Üniversitesi paleoantropologları Cara Roure Johnson ve Sally McBrearty tarafından beş ayrı noktada keşfedildi ve tümü 509.000 ile 543.000 yıllarına tarihleniyor. Bunlar bugüne dek bulunmuş en eski aletler. Aynı bölgede daha önce Homo heidelbergensis’e ait bir alt çene kemiği de bulunmuştu.
ScienceNOW Daily News, Haber: Ann Gibbons, 02.04.2009
|
SANAT KURUMU YAKILMAK İSTENDİ
Sanat Kurumu’nun
1952’den bu yana Ankara Gençlik Parkı’nda faaliyet
gösteren binası önceki gün yakılmak istendi.
Sanat Kurumu’ndan yapılan açıklamada, binaya
pencereden giren kişi ya da kişilerin, sahne
bölümünü ateşe verdiği, sahnenin ön yüzü ile
perdelerinin yandığı bildirildi. Ankara Büyükşehir
Belediyesi’nin "Gençlik Parkı Yenileme Projesi"
nedeniyle telefon, elektrik ve suyu kesik olan Sanat
Kurumu’nun binasında 8 aydır sanat etkinliği
yapılmıyordu.
1984 yılında Sanat Kurumu’na verilen binanın Ankara
Büyükşehir Belediyesi tarafından tadilat
gerekçesiyle kapatıldığı ve Ekim 2008’de açılacağı
sözü verildiği halde bunun gerçekleştirilmediği
iddia ediliyor.
Milliyet, 07.04.2009
|
|
133 PARÇA TARİHİ ESER YAKALANDI
Uşak'ta jandarma
ekiplerinin düzenlediği operasyonda 2 kişi 133 parça
tarihi eserle yakalandı.
Uşak İl Jandarma Komutanlığı ekipleri, Ulubey
İlçesinde 64 KZ 049 plakalı otomobili durdurdu.
Otomobilde arama yapan jandarma, Roma ve Bizans
dönemlerine ait oldukları belirlenen 133 parça
tarihi eser ele geçirdi. Tarihi eserler arasında
sikkeler, haçlı yüzük, mermer kadın başı heykeli,
madalyon, ok uçları ve mermer heykellerin yer aldığı
öğrenildi.
Araçta bulunan Y.Y. (41) ve M.Y. (40) gözaltına
alındı. Tarihi eserler Uşak Arkeoloji Müzesi'ne
teslim edildi. Zanlıların işlemleri tamamlandıktan
sonra Ulubey Adliyesine sevk edilecekleri
bildirildi.
Haber Ekspres, 07.04.2009
|
|
KAÇAK KAZIYA 10 TUTUKLAMA
İznik`in Hisardere Köyü
yolu üzerindeki bir tarlada kaçak kazı yaparken
yakalanan Gökhan M. (44), Şenol D. (41), Muzaffer Y.
(46), Metin L.(30), Nuri Ö. (52), Metin K. (52),
Turgur G. (50), Ferdi Ö. (30),Abdulkadir T. (42) ve
Abdurrakim D. (22), iki gündür gözaltında
bulunuyordu.
Adliye`ye sevk edilen 10 kişi, çıkarıldıkları
mahkemece tutuklanırken, zanlıların Balıkesir,
Çorum, Adapazarı, Bursa, Marmaris ve Antalya`daki
evlerinde yapılan aramada 1 adet Bronz madalyon, 1
çift bakır küpe, 2 adet bakır çaydanlık, 1 adet
kapaklı bakır tabak ve bir adet dedektör ele
geçirildi.
Jandarma, bu malzemelerle birlikte bazı kazı
aletlerine, üzerinde insan ve gemi figürü olan 5 cm
çapında bronz sikke`ye el koydu.
Bursa Olay, Haber. Mehmet Buldu, 07.04.2009
|
'SANAT OLURUNA SALDIRI'
UNESCO
AIAP Türkiye Ulusal Komitesi, Antalya’nın
Kemer beldesinin yeni Belediye
Başkanı Mustafa Gül tarafından,
burada Çınarlı Kavşağı’nda yer alan
“Aşk Yağmuru” adlı heykelin
kaldırılmasını kınadı. Antalya ili Kemer beldesinin
geçen dönem belediye başkanlığını yapan
Hasan Şeker döneminde, heykel sanatçısı
Zafer Sarı tarafından
gerçekleştirilen yapıt, 2 Nisan 2009 tarihinde iş
makineleriyle söktürülüp depoya kaldırılmıştı.
UPSD Başkanı Bedri Baykam imzalı
açıklamada, “heykelin ‘milli kültürümüze uymadığı,
edep dışı ve müstehcen’ bulunduğu savları ve ‘halkın
ahlakını bozucu ve provokatif’ olarak nitelenmesiyle
sanatçı Zafer Sarı’nın ‘kişisel ve sanatsal onuruna
saldırıldığı’, buna karşın eski Belediye Başkanı
Hasan Şeker’in heykeli savunduğu” anımsatılıyor.
Eski Belediye Başkanı
Hasan Şeker’in
“heykelin Kemer için yapılmış olduğu, yerli ve
yabancı konukların heykelin önünde hatıra fotoğrafı
çektirdiği ve herkesin eseri nasıl görmek istiyorsa
öyle baktığı” sözlerinin de altı çiziliyor.
Komite, tüm bunlara karşın yeni seçilen Belediye
Başkanı Mustafa Gül’ün 2 Nisan’da heykeli kaldırması
üzerine görüşlerini ise şöyle dile getiriyor:
“Heykel sanatı özellikle açık alanlar ve meydanlarda
anlam bulan ve bir ülkenin en sarih sanatsal
envanteri olmak yanında, ülkelerin uygarlık eşiğini
de temsil etmektedir. Sanatın, kültürün, bilimin
dili evrenseldir. Geçmiş uygarlıkların zengin izini
taşıyan bir ülkenin mirasçıları olarak, şunu ulusça
bilmemiz gerekir ki geçmiş veya eski uygarlıkların
kanıtları, günümüzden yarınlara uzanan çağdaş sanat
eserleridir. Daha önceki yıllarda da bu utanç verici
yasakçı zihniyet, çağdaş sanat üreten sanatçıları
suçlamış ve eserleri cezalandırmaya kalkışmıştı.”
Komite, ayrıca Kültür Bakanı Ertuğrul Günay’ın da
“çağdaş sanatın belediyelerce bu şekilde keyfi
olarak sansürlenemeyeceğine ilişkin görüş
belirtmesinin ve ivedi olarak bir açıklama
yapmasının gereğine inandıklarını” ve “Kemer
Belediye Başkanlığı’nın en kısa zamanda bu
hatasından dönmesini ve Zafer Sarı’nın yapıtını
yerine yerleştirmesini, Türk sanat ortamı adına
talep ettiklerini” belirtiyor.
Cumhuriyet, 06.04.2009
|
TARİH, ETAP ETAP HAYAT BULUYOR
İzmir Büyükşehir Belediyesi, Kemeraltı Cephe Düzenlemeleri Projesi’nde üçüncü etabı da tamamlandı.
Bu kapsamda, Anafartalar Caddesi’nin 190 metrelik bölümü ele alındı. Toplam 101 parseli kapsayan çalışmalar, kuzeyde 875 Sokak’la güneyde 919 Sokak köşesinden Havra Sokağı’na kadar olan alanda sınırlandı.
Birinci ve ikinci etapta olduğu gibi bu çalışmalarda da tarihi dokuyu bozan eklentiler kaldırıldı, yapıların sıva ve boyaları özgün haline uygun olarak yenilendi. Cumba, kepenk ve doğrama gibi ahşap yüzeyler onarıldı. Binalar, ilk yıllarındaki görüntülere kavuşturuldu. Kemeraltı’nın bu bölümünde de tarih canlandı.
Projenin ilk etabında çarşının Konak girişinden itibaren 215 metrelik kısmına, ikinci etapta da kuzeyde Kemeraltı Camii’nin hemen yanı başındaki sebilin bulunduğu 853 Sokak’tan Başdurak Camii’nden bir sonraki adayı içine alan bölgeye el atılmıştı.
Milliyet Ege, 06.04.2009
|
 |
|
HARPUT KALESİ RESTORE
EDİLİYOR
Elazığ'da bulunan tarihi Harput kentindeki kalenin
surlarının restorasyon çalışmalarının bu yıl da
devam edeceği açıklandı.
İl Kültür ve Turizm Müdürü Tahsin Öztürk, Harput
Kalesi surlarında yapılacak restorasyonla ilgili
olarak hazırlıkların devam ettiğini, bu
hazırlıkların ardından ihaleye çıkılacağını ve
ihalenin ardından işi kazanacak firmanın restorasyon
çalışmalarına başlayacağını söyledi. Kaledeki sur ve
burçlarda yapılacak restorasyon çalışmalarının
aslına uygun olarak yapılacağı, bu çalışmaların
tamamlanmasının ardından Harput Kalesi'nin eski
görünümüne kavuşacağı bildirildi.
Elazığ Kent Haber,
06.04.2009
|
700 YILLIK ŞİFRELER ÇÖZÜLDÜ
İspanya’daki Endülüs hakimiyeti döneminde Granada (o dönemde Gırnata) şehrinde yapılan tarihi El Hambra Sarayı’ndaki Arapça yazıtlar, yüzlerce yıl sonra modern teknikler sayesinde çözüldü.
13’üncü yüzyılda özel bir kaligrafi yöntemiyle yazılan metinlerin şifresi yaklaşık 700 yıldır araştırılsa da, bir türlü çözülememişti. İspanya’nın Yüksek Bilimsel Araştırma Konseyi’ne bağlı Arap Etüdleri Okulu, dijital kameralar ve üç boyutlu tarayıcılar kullanarak, sarayın duvarlarında ve tavanlarında bulunan binlerce Arapça cümleyi inceledi. 2002 yılında başlayan araştırmada, bugüne dek 10 bin metinden 3116’sı çözüldü. Tahminlerin aksine, yazılanların sadece yüzde 10’unun Kuran’dan olduğu görüldü. Yazıtların hemen hemen tamamında, döneme ait özdeyiş ve sloganlar tekrarlanıyor. En çok tekrarlanan ifadelerden biri, Granada’yı 1238’den, İspanyolların şehri yeniden aldığı 1492’ye kadar yöneten Nasrid Hanedanı’nın şiarı olan, "Allah’tan başka muzaffer yoktur" cümlesi. Bunun dışında, "daimi saadet" tamlaması da çok sık tekrarlanıyor. Birçok duvarda göze çarpan ifadeler arasında ise "Talihine şükret, çünkü Allah sana yardım ediyor" ve "Az konuş, huzurlu ol" gibi aforizmalar var. Araştırmacılar, 2011 yılına kadar yazıların yüzde 65’inin şifresini çözüp İspanyolcaya çevirmeyi planlıyor.
Hürriyet, 06.04.2009
|
 |
AĞLAMA DUVARI'NDA BAKIM ZAMANI
İsrailli
arkeologlar Ağlama Duvarı'nın
taşlarının bir bir denetleneceğini açıkladı.
Batı Duvarı da denilen ve
Museviler
tarafından kutsal sayılan Ağlama Duvarı'nın
taşlarının en eskileri yaklaşık 2 bin yıllık.
Duvardaki en yeni taşlar ise
Osmanlı
İmparatorluğu tarafından 1917 yılında
eklenmişti.
İsrailli antika otoritesi
Jon Seligman
çalışmanın insanlar dua ederken üstlerine taşların
düşmeyeceğinden emin olana kadar süreceğini
açıkladı.
AP'nin haberine göre bugün başlayan çalışmalarda ilk
olarak platform temizlendi. 20 metrelik duvarın
bakımının 2 ay sürmesi bekleniyor.
Kudüs'teki
Büyük Tapınağın ayakta kalan tek
duvarı olan Ağlama Duvarı, Yahudiler için olduğu
gibi Müslümanlar için de kutsal sayılıyor.
Cnn Türk, 05.04.2009
|
"TOPKAPI, TARİHİNE YAKIŞACAK"
Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay'ın göreve
geldiğinden beri malum ajandası çok dolu. Öncelikli
olarak selefi Atilla Koç döneminde bakanlığın
üzerine sirayet eden rehavet havasını ortadan
kaldıran Günay, 18 aylık dönemde bir taraftan
Türkiye'nin birikmiş, hatta kronikleşmiş kültür
ve sanat sorunları ile uğraşıyor, diğer taraftan da
yurtdışında
Türkiye'nin tanıtımını kültürel bir zemine
oturtan projelerin hayata geçirilmesiyle uğraşıyor.
Tabii, kültür sanat dünyasının sorunlarını hemen
çözmenin pek de mümkünatı yok. Ama bir yerden de
başlanması gerekiyor. Ki sorunların biri çözülse
yeni sorunlar hemen baş gösteriyor. Bakan Günay'ın
İstanbul'a gelmesini fırsat bilip Topkapı Sarayı'nda
görüştük ve Suri Sultani ile ilgili çalışmalardan,
korsan yayıncılığa, Fazıl Say'la olan
tartışmasından, Altın Portakal'ın seyrine,
Ankara'daki kültür sanat dünyasının
canlandırılmasından,
Türkiye'nin yurtdışında tanıtılmasını öngören
Yunus Emre Enstitüsü'ne kadar pek çok konu hakkında
konuştuk.
"İstanbul dünyanın çok özel
kentlerinden birisi. Tarihi yarımada da İstanbul'un
en özel mekanı. Osmanlılar olsun Bizanslılar olsun impatorluklarını buradan yönetmiş. Osmanlı
İmpatorluğu'nda 18. yüzyıldan sonra yönetim Yıldız'a
doğru kayınca burası ihmal edilmiş. Osmanlı'dan
başlayarak Cumhuriyet döneminde de Sur-i Sultani
alanı içerisine çeşitli kurumlar yerleşmiş. Biz
Topkapı Sarayı'nı bir müze gibi dünyaya sunmuşuz ama
sarayın çevresini tümüyle gezilebilir, görülebilir
hale getirme konusunda ihmalci davranmışız. Şimdi
onu gidermeye çalışıyoruz. Ben göreve başladıktan
sonra aşağı yukarı 20 kurumla uğraşarak bu sahayı
temizleme, Sur-i Sultani'yi kendi tarihsel ortamına
uygun hale getirmeye çalışıyorum. Açıkçası burada
bir master planı çalışmamız var. İlk aşama da bu
ayın ortasında belli olacak. Ayrıca tarihsel ortamla
bağdaşmayan kurumların bazılarını da yıkarak tasfiye
ediyoruz. Geçen yıl Sur-i Sultani içerisindeki
Telgraghane'yi yıktık. Sağlık Bakanlığı'nın
ünitelerini çıkardık. Matbaa Binası boşaltılmıştı,
yanındaki Matbaa Lisesi'ni bu öğretim yılının
sonunda taşıyacağız. Sarayın boğaza bakan yüzünde 1.
Ordu Komutanlığı'nın kullandığı tarihi yapılar var.
Genelkurmay Başkanlığı ve 1. Ordu Komutanlığı ile
temas halindeyiz, bu yılın sonunda bu yapıları
devralacağız. Darphane boşaltıldı, orayı da bu
sahanın içerisine teşhir için katmaya çalışacağız.
Saray sınırları içerisine Zührevi Hastalıklar
Hastanesi kurulmuş, orayı boşalttık. Yani bu yılın
sonunda ve 2010'un içerisinde depo ve teşhir
alanımızı, 30 bin metrekare civarında artıracağız.
Benim hayalim İstanbul'un bu özel mekanını tarihi
niteliğine kavuşturmak. Çok öncelikli bir proje.
İstanbul 2010'dan da bu çerçeve içerisinde
yararlanıyoruz. Bize zaman ve imkan sağlıyor."
"İstanbul
2010 Avrupa Kültür Başkenti projesinde, böyle bir
yönetimsel kriz çıkmasından dolayı son derece
üzüntülüyüm. Biz konu olarak İstanbul 2010'la çok
yakından ilgiliyiz ama yönetimsel olarak sadece
temsil ediliyoruz. Yönetim Kurulu'nda bir
temsilcimiz var. Konuyla, birkaç bakanlık ilgili.
Bir bakan arkadaşımız koordinatör bakan sıfatını
taşıyor ve yönetimsel olarak daha fazla inisiyatif
kullanıyor. Umuyorum ki bu krizi çözme konusunda
acele etme ihtiyacını bütün arkadaşlar hissederler."
Sabah, 05.04.2009
|
KUŞADASI'NDA TARİHİ YAPILARA RESTORASYON
Kuşadası'nın tarihi dokularından olan Memleket
Hastanesi ve Akşam Kız Sanat Okulunda restorasyon
çalışması sürüyor.
Kuşadası Belediyesi tarafından başlatılan "Kuşadası
Doğal ve Kültürel Kimliğini Yeniden Kazanıyor"
projesi kapsamında, Çalıkuşu Evi'nin hizmete
açılmasının ardından, yüz yıla yakın bir süre Kışla
Sokak, Atatürk Caddesi ve Sevgi yolu köşesinde
Kaleiçi bölgesinde eski kent surları üzerinde hizmet
veren Memleket Hastanesi ve Akşam Kız Sanat Okulu
tarihi yapılarının restorasyonuna başlandığı
belirtildi.
Aydın Koruma Kurulu yetkilileri, Kuşadası'ndaki
tarihi iki yapının da aslına uygun yeniden inşaat
edildiğini, restorasyonun bu yıl içinde
tamamlanacağını belirtti.
Haber Ekspres, 05.04.2009
|
 |
ULUBURUN BATIĞINI 5 AYDA 113 BİN AMERİKALI GEZDİ
Amerika'nın ünlü Metropolitan Sanat Müzesi'nde sergilenen 'Uluburun batığından çıkarılan eserler Bodrum'a getirildi. Eserlere yoğun ilgi gösterildiğini belirten Su Altı Arkeoloji Müzesi Müdürü Yaşar Yıldız, sergiyi 5 ayda 113 bin 65 ABD'linin gezdiğini söyledi.
Yıldız, 18 Kasım 2008'de New York'taki müzede açılan 'Babil'in Ötesi: MÖ II. Bin Yılda Sanat, Ticaret ve Diplomasi' isimli sergide batıkla ilgili 5 bin kataloğun da satıldığını ifade etti. Batığın 14. yüzyılda Akdeniz'deki ticaret hayatı hakkında önemli bilgiler verdiğine işaret eden müze müdürü, o dönemde paranın bilinmediğini kaydetti. Batığın 1982'de 11 yıl süren yoğun çalışmalar sonucunda su altından çıkarıldığını anlatan Yıldız, arkeologları en çok sevindiren buluntunun Mısır Kraliçesi Nefertiti'ye ait mühür olduğunu söyledi.
Zaman, 05.04.2009
|