Haberler logo Ağustos '09 Arşivi

23 - 29 Ağustos 2009

İMPARATORUN SİKKELERİNİ YARIM MİLYON DOLARA SATMAYA KALKTILAR





Türkiye'den yurt dışına kaçırılmaya çalışılan tarihi eserler jandarmanın nefes kesen operasyonuyla ele geçirildi. Bir yıldır takip altında tutulan kaçakçılar, Burdur ve Konya bölgesindeki eski yerleşim birimlerinden elde edilen eserleri Avrupa'ya götürmeye çalışırken yakalandı. Bizans imparatoru adına bastırılmış tarihi sikkelerin de aralarında bulunduğu eserlerin 500 bin dolara satılmaya çalışıldığı ortaya çıktı.

 

İstanbul İl Jandarma Komutanlığı ekipleri, tarihi eser kaçakçılığı konusuyla bağlantılarını tespit ettiği iki şüpheliyi yaklaşık bir yıl önce takibe aldı. Tarihi eser kaçakçılığı konusunda önceki dönemlerdeki operasyonlarda izine rastlanan iki şüphelinin Konya Çatalhöyük ve Burdur Hacılar bölgelerinden çıkarılan tarihi eserleri İstanbul'a getirdikleri ve tarihi eser uzmanı bazı koleksiyoner ve alıcılarla bağlantı kurdukları ortaya çıktı. Jandarmanın tarihi eser kaçakçılığı konusunda uzman biriminin yürüttüğü soruşturma kapsamında kaçakçıların Kumburgaz'da bulundukları ve görüşmelerini burada yaptıkları tespit edildi.

 

Şüphelilerin adreslerini belirleyen görevliler, kaçakçıların kendi araçlarıyla eserleri taşıyarak alıcılara gösterdiklerini belirledi. Bunun üzerine kullandıkları araç takibe alınarak kaçakçıların adres bilgilerine ulaşıldı. Kumburgaz bölgesine gelindiği sırada harekete geçen ekipler, E.A. ve M.K isimli iki kişiyi gözaltına aldı. Araçta yapılan aramada bulunan çok sayıda tarihi esere el konuldu.

 

Gözaltına alınan şüphelilerin ifadelerini alan jandarma ekipleri ele geçirilen eserlerin envanterini de çıkardı. Buna göre eserlerin Bizans İmparatoru 1. Justinianus ve Adrianus'a ait 139 adet madeni sikke, Roma dönemine ait bir adet mühür, bir adet turuncu renkli yüzük taşı, 3 adet madeni yüzük, bir adet kolye, 3 adet toprak pipo, 2 adet madeni bilezik, 1 adet toprak testi ile 7 adet tarihi eser niteliğinde obje olduğu tespit edildi.

 

Arkeoloji Müzesi'nin uzman görevlileri tarafından incelemesi yapılan eserler müze bünyesine alındı. Toplam 147 adet tarihi eser ile ilgili gözaltına alınan 2 şüpheli Büyükçekmece Adliyesi'ne sevk edildi.

 

Tarihi eserlerin, İstanbul'daki irtibat kaynakları aracılığıyla Avrupa'da bir ülkeye götürülmeye çalışıldığı ve operasyonun şüphelilerin İstanbul'dan ayrılırken gerçekleştirildiği belirtildi.

haberler.com, 28.08.2009

YASAK ŞEHİR NETTEN GEZİLEBİLECEK

 

 

Pekin'de 600 yıllık tarihi olan Yasak Şehir, hizmete sunacağı yeni internet sitesiyle online olarak gezilebilecek.

China Daily gazetesinin haberine göre, İmparatorluk Sarayının online gezi hizmeti 1 Ekimdeki Milli Gün kutlamalarıyla başlayacak.

Yasak Şehir Bilgilendirme Merkezi Müdürü Hu Çui, yaptığı açıklamada, müzenin hem online hizmet almak, hem de yerinde görmek isteyen ziyaretçilere 8 bin 707 oda ve 1,5 milyon civarında sanat eseriyle, yeni dönemde daha iyi hizmet sunacağını söyledi.

Hu, ayrıca akademik çalışma yapmak isteyen araştırmacılara, İmparatorluk Sarayına ait doküman ve resimlere online olarak ulaşabilme imkanı sağlayacak hizmet sayesinde, Çin tarihi ve imparatorluk yaşantısına dair çalışmaların daha çok yapılacağını kaydetti.

Gerçek görüntüler, fotoğraflar ve saray hakkında ayrıntılı bilgi bulunan site, aynı zamanda 725 bin metre karelik alanı üç boyutlu olarak gezme imkanı sunuyor.

Dünyada halen ayakta kalan en büyük saray olan Yasak Şehir, Ming Hanedanlığı'nın ortalarından Çing Hanedanlığı'nın sonuna kadar (1421-1911) 27 imparatora ev sahipliği yaptı.

Yaklaşık 725 bin metre kare alanı kaplayan Yasak Şehir, güneyden kuzeye yaklaşık bin metre uzunluğunda, doğudan batıya yaklaşık 800 metre genişliğinde. Dört tarafı, 10 metreyi aşkın yükseklikteki duvarlarla çevrili olan Yasak Şehir, 1987 yılında UNESCO tarafından Dünya Mirasları Listesi'ne alındı.

Habertürk, 28.08.2009

KAYAKÖY ÖREN YERİNDE ÇEVRE KİRLİLİĞİ

 

 

Fethiye’nin Kaya Köyü'nde bulunan tarihi Rum kenti içerisindeki kilisenin kendisi kadar sarnıcı içerisindeki çöp yığını da görenleri üzüyor.

 

Fethiye’nin Kaya Köyü'nde bulunan tarihi yapılar her yıl binlerce ziyaretçiyi bölgeye çekiyor. Bölge halkı ve turizm çeşitliliği için önemli bir mekan olan tarihi Kaya Köyü'ndeki mekanların durumu ise ziyaretçileri üzüyor. Kaya Köyü içerisinde bulunan alt kilisenin tavanındaki ikonların üzerine yazılan aşk mesajlarını gören ziyaretçiler gördükleri manzara karşısında büyük üzüntü yaşıyorlar. Hz. İsa ve benzer resimlerin yer aldığı ikonların üzerine yazılan yazılar, hem tarihe büyük bir saygısızlık olarak iz bırakıyor hem de ziyaretçilerin aklında farklı bir Fethiye imajı bırakıyor. Ziyaretçileri daha da şaşırtan ve üzen ikinci konu ise tarihi kilisenin hemen önünde duran sarnıcın içerisinin çöplerle dolu olması tepki çekiyor. Ziyaretçilerin ya da yöre halkının içerisine attığı pet şişe ve teneke kutularla çöplüğü andıran tarihi sarnıç, 19. yüzyıl tarihinde yapılmış. Bahçesindeki mozaik süslemeler ve duvarlarındaki ikonlarla ziyaretçilerin dikkatini çeken tarihi kilisenin hemen önünde yer alan tarihi sarnıcın bu durumunun ne zaman son bulacağı ise bilinmiyor. Kaya Köyü ziyaret etmek için 8 TL ücret ödeyen ziyaretçiler, çevre kirliliğinin önlenememesi halinde ziyaretçi sayısının azalacağını iddia ediyor.

Anayurt Haber, 28.08.2009

ASIRLIK ANIT ÇINAR KURUYOR

 

Edremit İlçesi Kızılkeçili Köyü'nden Akçay’a denize akan Kızılkeçili Çayı'nın Çağlayan mevkiinde bulunan 850 yaşını geçen ‘Kızılkeçili Köyü Anıt Çınarı' etrafında bulunan zeytin işleme tesisler nedeni ile sıkıntılı günler yaşıyor.

 

Çınarın etrafında bulunan eski su değirmeninin şimdilerde zeytin işleme tesisi olarak çalışmakta olduğu, kimyasal madde içeren suların dereye ve anıt çınarın beslendiği yere açıktan atılması çınarın 9 asırlık mutlu yaşamını tehlikeye attığı  belirtildi.

 

Kızılkeçili Köyü Muhtarı Ali Deveci, “Orijinal adı Platanus Orientalis olan boyu 30 metreden fazla, çevresi 8 metre 60 santim gelen yaklaşık 9 asırlık ‘Anıt Çınar’ Kızılkeçili Köyü'nün simgesi oldu ve 15 yıl önce Anıtlar Kurulunca ‘Anıt Çınar’ olarak tescil edilip koruma altına alındı. Asırlık Anıt Çınar’a sahip çıkmak ve korumak bizim görevimizdir. Bizans döneminden başlayıp Selçuklu ve Osmanlı döneminden sonra Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşu ve yaşamasına tanıklık eden tarihi çınarımızı yaşatmak için uğraş veriyorum’ diyen Kızılkeçili Köyü Muhtarı Ali Deveci, “Anıt çınarın kurumaya başlaması dibinde bulunan zeytin işletme sahibi, Balıkesir Çevre Müdürlüğü ve Anıtlar Kurulu'nu ilgilendiriyor ama konuya ilgi gösteren yok. Bu nedenle Kızılkeçili köylülerinin yakın zamanda Anıt Çınarı kurtarmak ve ilgi çekmek için bir ‘Protesto Yürüyüşü’ yapacaklarını söylediler” dedi.

Körfezde Ses, Haber: Enver Dolgun, 28.08.2009

İKİ TARİHİ BİNAYA 750 BİN TL'LİK KAYNAK

 

İl Özel İdaresi'nin sağladığı 750 bin TL'lik kaynak ile Bafra'da atıl durumda bulunan 2 tarihi bina, restore edilerek ilçenin kültür varlıklarına kazandırılacak. Samsun Valisi Hasan Basri Güzeloğlu, Bafra İlçesinde bir dizi ziyaret ve incelemelerde bulundu. İl Özel İdaresi'ne ait eski kilise ve Bafra Müzesi'nin karşısında atıl bir vaziyette bulunan 3 katlı tarihi binada incelemelerde bulunan Güzeloğlu, binalarla ilgili restorasyon müjdesi verdi. İl Özel İdaresi'nce tarihi binalara 750 bin TL'lik kaynak aktarılarak restorasyonu yapılacağını açıklayan Vali Hasan Basri Güzeloğlu, "Bafra'da kültür varlıklarının hem kazandırılması hem de kültür amaçlı kullanılması dönük Bafra Belediyesi'nin bir dizi çalışmasına biz çok açık bir şekilde destek veriyoruz" dedi.

Anayurt Haber, 28.08.2009

JANDARMADAN KAÇAK KAZIYA SUÇÜSTÜ

 

Sivas'ın Hafik İlçesi'nde kaçak kazı yaptıkları sırada suçüstü yakalanan 6 kişi, savcılık talimatıyla tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı. Alınan bilgiye göre, ilçeye bağlı Yarhisar Köyü dere mevkiinde dün akşam saatlerinde kaçak kazı yaptıkları belirtilen B.Ç, M.B, M.A, B.Ü, F.Y, ve F.G, jandarma ekiplerince suç üstü yakalandı. Gözaltına alınan zanlılarla birlikte el feneri, gaz lambası, gaz maskesi, ip, merdiven, makara, eldiven, sinek kovucu sprey gibi çeşitli malzemeler bulundu. Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu'na muhalefet suçundan haklarında işlem yapılan zanlılar, jandarmadaki işlemlerinin ardından savcılık talimatıyla tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı.

Sivas Hürdoğan, 28.08.2009

"TARİHİMİZE SAHİP ÇIKMIYORUZ"

 

 

Erzurum’da tarihi çeşmeler başta olmak üzere çok sayıda esere ait kitabenin çalındığı ya da tahrip edildiği kaydedildi. ERVAK Başkanı Erdal Güzel, Erzurum’un, geçmişte birçok medeniyete ev sahipliği yaptığını belirterek, tarihi ve kültürel değerlerle yoğrulan şehrin, bu değerlerine sahip çıkamadığı görüşünü savundu.

 

Başta tarihi çeşmeler olmak üzere, bazı eserlerin üzerindeki kitabelerin ortadan kaybolduğunu vurgulayan Erdal Güzel, “Kitabeler genellikle kaybolmuşlar, kırılmışlar ya da tahrip edilmişler. Genellikle kitabelerin bulunduğu noktalarda altın aranmış, define kazıları yapılmış.” diye konuştu. Kitabesinin bulunduğu yerde altın aranan bir başka eserin de, Erzurum Kalesi olduğuna dikkati çeken Erdal Güzel, Kale’nin giriş kapısının hemen üzerindeki kitabe kaidesinin tahrip edildiğini dile getirdi. Erzurum’da, kitabesi kayıp ya da tahrip olmuş çok sayıda tarihi eserin bulunduğunu anlatan ERVAK Başkanı Güzel, “Kitabe kaidelerinde altın aramak, bir yerde bilinçsizliğin göstergesidir. Ancak burada, tarihi ve kültürel değerlerimize yeterince sahip çıkamamış oluşumuz da sorgulanmalıdır.” diye konuştu.

 

Tarihi eserlerin korunması, yaşatılması ve gelecek nesillere aktarılmasının, toplumun her kesiminin başlıca görevi olduğunu vurgulayan ERVAK Başkanı Erdal Güzel, “Mezarlıklardaki mezar taşları, nasıl ki yüzyıllar öncesine ait birer şifre niteliğindeyse, kitabeler de, aynı şekilde tarihi geçmişe ait kodlamalardır. Çok sayıda tarihi eserimiz bu kitabelerden yoksun halde. Bazı yerde çeşmelerimiz, bazı yerde medreselerimiz, bazı yerde külliyelerimiz, işte bu şifrelerden mahrum bırakılmışlardır. ERVAK olarak, tarihi ve kültürel mirasın korunması amaçlayan her çalışmada seve seve görev alırız. Biz, tarihi mirasın tahrip edilmesinden dolayı bugün kendimizi de işin içerisine katarak, nasıl hayıflanıyorsak; aynı tepkiyi ve eleştiriyi gelecek nesillerden de göreceğiz. Gelecek nesillerimizin böyle bir durumla karşı karşıya kalmamaları için tarihe, bizler de bugünden sahip çıkmalıyız. ” ifadelerini kullandı.  

Erzurum Gazetesi, 28.08.2009

TARİHİ ESER OPERASYONU

 

Bartın'da, Osmanlı ve Roma dönemine ait çok sayıda tarihi eser ele geçirildi.


Bartın'ın Amasra İlçesi'nde, tarihi eser bulundurulduğu ihbarını alan jandarma ekipleri, mahkeme tarafından verilen arama kararı ile Muzaffer S. isimli şahsın iş ve evine operasyon düzenledi. Operasyonda, Osmanlı dönemine ait 727 adet gümüş sikke, Roma dönemine ait 1 adet bronz kapaklı haç kolye, Roma dönemine ait 9 adet bronz sikke, 1 adet çakmaklı pistol tabanca, Roma dönemine ait 1 adet kandil, 1 adet ağır baş ele geçirildi. Amasra Müze Müdürlüğü ekipleri de tarihi eserlerle ilgili inceleme yaptı.


Jandarma ekibi operasyonda Muzaffer S.'yi gözaltına aldı. Cumhuriyet Savcılığı olayla ilgili tahkikat başlattı.

Bartın Kent Haber, 28.08.2009

MİMAR SİNAN'IN HAMAMI 3 MİLYON DOLARA SATILIK

 

 

İstanbul Balat'ta bulunan ve 1582 yılında 3. Murad'ın annesi Nurbanu Sultan tarafından Mimar Sinan'a yaptırılan, daha sonra ise bölgede yaşayan yoğun gayrimüslim nüfusu nedeniyle Yahudi hamamına dönüştürülen Cibali Ayakapı Hamamı 3 milyon dolara satılığa çıkarıldı. 1969 yılından bu yana Hasan Yıldırım adlı şahsa ait olan özel mülkiyetli hamamın satış ve pazarlamasını Remax Partner ofisi yapacak. Hamamın sahibinin eseri korunmak istemesine rağmen yatırım yapamadığı bu nedenle de eseri koruyabilecek yatırımcılar aradığı öğrenildi. Remax Partner Ofisinden Okan Aksudoğan, rölöve çalışması yapılması gereken yapıyı müze ya da sanat galerisi amaçlı kullanacaklara satmak istediklerini belirtti. Aksudoğan müzecilikle ilgilenen şirketlerle de bağlantıya geçeceklerini kaydetti. Bazı kaynaklarda Havuzlu Hamam olarak da geçen Cibali Ayakapı Hamamı'nın 19. yüzyılın sonlarına kadar bu amaçla kullanıldığı daha sıonra ise bölgede sanayi ve depolama faaliyetlerini artmasıyla birlikte hamam niteliğini kaybettiği biliniyor. Yapı halen kereste deposu olarak kullanılıyor.

Osmanlı dönemindeki hamamlar hem kadın hem de erkeklerin kullanabileceği şekilde yapılıyordu. Ancak büyük hamamların çok fazla su sarfiyatı yapması nedeniyle sadece kadın veya erkekler için küçük hamamlar yapıldı. Ayakapı Hamamı'nı da sadece erkeklerin kullandığı biliniyor.

Cibali Ayakapı Hamamı, Yahudi inancındaki durgun suda banyo yapma geleneğinden hareketle içinde "çıfıt batağı" denilen özel bir havuza da sahip. Bölgede yaşayan Musevi vatandaşların gusül abdesti alabilmeleri için bu bölümün sonradan eklendiği tahmin ediliyor. Dış duvarları kesme taş ve tuğladan yapılan hamamın soyunmalık kısmının üzeri ise kubbe ile örtülmüş. Kubbe üstünde şu anda bulunmayan bir aydınlık fenerinin de olduğu söyleniyor. Hamam şu anda harabe halinde bulunuyor.

Sabah, Haber: Dilek Taş, 28.08.2009

ARTIK HEYKELLERİ KORUMALAR BEKLEYECEK

 

Büyükçekmece’deki heykelleri 7 gün 24 saat korumalar bekleyecek.
 

Bunun için bir güvenlik ekibi kuruldu. Çünkü heykelleri kırıyorlar.

Bunu duyunca aklıma, müzelerle, heykellerle ilgili filmler geldi, özellikle mumya dizisi.


Büyükçekmece Belediye Başkanı Dr. Hasan Akgün, belediyenin on yıldır gerçekleştirdiği Heykel Festivali’nde yapılan, belediyeye armağan edilen heykellerle Büyükçekmece’yi süsledi.
 

Heykeller oraya uygar bir görünüm kazandırdı.


Yalnız buraya da dikilmedi bu heykeller, İstanbul’un birçok semtine de dağıtıldı, TRT’nin önüne bile konuldu.


Bu heykeller sayesinde üç tane Heykel Parkı yaptırıldı. Parka gelenler, gezenler için güzel bir olay.


Heykel Festivali her yıl temmuz ayında yapılıyor. 10 yıldır yapılan bu festivalden belediye 80 heykel kazandı.


Hem heykeltıraşlar Türkiye’yi tanıyor hem de eserlerini kısa süre de olsa yaşadıkları, gördükleri ülkeye armağan ediyorlar.


Heykele önem veren belediyelere özel bir sevgim vardır. Nedense bizim toplumumuz heykeli sevmiyor. Heykel denince, başta Atatürk olmak üzere devlet ve diğer alanlardaki büyüklerin heykelini anlıyor sadece.


Oysa bugünün heykeli artık soyut formlardan oluşuyor, Büyükçekmece Belediyesi’ne armağan edilen heykeller de böyle.


Kendi anlamadığı, ö
ğrenemediği bir heykeli de heykel saymadığından kırıp döküyor. Üstelik bunlarda erotizm de  Son günlerde heykel krizinin Kars’ta yaşandığını okumuşsunuzdur.

 


Ankara’da olanları söylemeye gerek yok.

 

 

 

* * * 

Dr. Hasan Akgün, tepkisinde, üzüntüsünde, önlem almada haklı.

Bunu kültüre ve emeğe saygısızlık olarak görüyor.


Gerçekten de gelecek kuşaklar, heykelli bir semtte oturduklarını unutmayacaklar.


Başkan, Büyükçekmece’de yaşayanların bu heykelleri kırmadıklarını, aksine onları koruduğunu belirtiyor.


Ancak dışardan gelen yabancılar bu tür tahribatı yapıyorlarmış.


Peki bunlar nasıl korunacak?


Özel güvenlik ekibi haftanın 7 günü 24 saat bu heykelleri koruyacak.


İnsan bazen umutsuzluğa kapılıyor. Dünyaca ünlü heykeltıraşlar geliyor, heykel yapıyorlar, yapıtlarını armağan edip gidiyorlar.
 


Biz ne yapıyoruz, onları kırıyoruz.

 


Sanırım belediye başkanlarının artık heykelleri korumak da görevleri arasında sayılacak.


O görüntüyü düşünüyorum da, gülmekle üzülmek arasında bir duygu kaplıyor beni.


Heykeli gören biri, peki yanındaki kim diye sorsa, bekçisi diyeceksiniz.


Peki kardeşim cansız bir kitleyi korumak neden?


Bekçinin de işi zor. Cansız bir varlığı, bir taşı bekleyecek gün boyu.


* * *

 

Belli olmaz, bir gün taş bile dile gelir de çektiğini anlatabilir.     

Hürriyet, Yazı: Doğan Hızlan, 28.08.2009

KURİKİ HÖYÜĞÜ'NDEKİ ÇALIŞMALAR SONA ERDİ

 

 

Batman Merkez Oymataş Köyü yakınlarındaki Kuriki Höyüğü´ndeki kazılar sona erdi.

 

Ekibin 45 gün süren çalışmaları sonunda yedi odası ve koridoru bulunan büyük bir yapı açığa çıkarıldı. Dumlupınar Üniversitesi'nden Yardımcı Doç.Dr. Elif Genç başkanlığında yapılan kazıda laboratuar çalışmaları Eylül ayı başına kadar sürecek. Batman Çayı ile Dicle Nehri'nin birleştiği alanda yer alan Höyük'teki odaların içinde, bazıları basit topraktan, bazıları ise taş bloklardan sanduka sitemi şeklindeki çocuk mezarlarında 6-7 aylık olduğu tahmin edilen 2 tane fetüs ve erken Tunç Çağı ile ilişkili olduğu düşünülen ocaklar ortaya çıkartıldı. Ayrıca, ürünlerin depoladığı silo ile yanmış tahıl kalıntıları tespit edildi.

 

Elde edilen bulgulardan 3. bin yılları başlarında burada yoğun bir yerleşimin olduğunun görüldüğünü belirten Elif Genç, "İnsanlar ürününü üretip kışın depolarda silolarda muhafaza ediyor. Kazı sonucu o dönem insanların nasıl beslendiğine dair de önemli ipuçları verecek." dedi.  Arazi çalışması biten Höyük'te açılan çukurlar, üzeri tahta bloklarla kapatılıp etrafına tel örgü çekilerek koruma altına alındı. 14 Temmuz'da 12 kişilik uzman ve 21 işçi ile başlayan kazılarda, İtalyan Floransa Üniversitesi'nden arkeolog, antropolog ve biyologlar da görev aldı.

Batman Gazetesi, 27.08.2009

ÇARPIK YAPILAŞMA 700 YILLIK TARİHİ GERİDE BIRAKTI





Çarpık yapılaşma, Orta Anadolu'da tarihinde 'İkinci Medine (Medine-i Sani)' olarak bilinen Konya'nın Seydişehir İlçesi'ni sıradan bir ilçe haline getirdi. Miladi 1280'li yıllarda Seyit Harun Veli tarafından kurulan Seydişehir'in 700 yıllık zengin geçmişi çarpık yapılaşmanın gölgesinde kaldı.Kurulduğu zaman etrafı surlarla çevrili bir şehir olduğu bilinen ilçede, günümüzde kale ya da surlara benzeyen herhangi bir eser yok. Şehrin sahip olduğu az sayıdaki tarihi eserlerin de korunması için bir gayret görülmüyor. 700 yıllık bir geçmişe sahip ilçede, geçmişten bir cami ve caminin yanı başında inşa edilen bir hamam kalmış. Onlar da son dönemlerde gerçekleşen hızlı ve çarpık şehirleşme sonucu yapılan binaların gölgesinde kalmış.

 

Şehrin elinde kalan son tarihi eser cami miladi 1320'de Selçuklu mimarisiyle yaptırılmış. Camiinin yapımında daha çok ahşap malzeme kullanılmış. Cami akustik ortamı ve mimarisi ile yerli ve yabancı ziyaretçiler tarafından hayranlıkla geziliyor. Bir çok kez onarım ve tamirattan geçen cami, en son 2007'de restore edildi. Orijinal halinin bozulmaması için yoğun bir gayret gösterildiği bilinen restore çalışmalarında uzmanlar görev aldı. İkinci katında bayanlar mahfeli bulunan caminin kapısı İran'dan hediye gelmiş. Konya Vakıflar Bölge Müdürlüğü, caminin kapısını, tarihi değeri olduğu için sergilenmek üzere Konya'ya müzeye kaldırmış. Caminin hemen yanı başında bulunan Seyit Harun Veli'nin türbesi, mezarı başında bulunan çok değerli bir taştan dolayı halka kapalı tutuluyor.

 

Cami imamı Süleyman Koyuncu, Seydişehir'in kurucusu olarak bilinen Seyit Harun Veli hazretlerini ve camiyi çok fazla tanıtamamaktan yakınıyor. İmam Koyuncu, "Evlerin ve binaların gölgesinde kalan 700 yıllık bir tarihten bahsediyoruz. Ama kimseye sesimizi duyuramıyoruz. Gelmeden kimse burada böyle bir cami olduğunu göremiyor. Evler neredeyse gelip caminin içine girecek. İşyerleri tarihi dokuya zarar veriyor. Çevrenin temizlenmesi gerekiyor." dedi. Seydişehir Müftüsü Sıtkı Beydilli de ilçenin elinde kalan tek tarihi eser olan caminin ve hamamın durumunun içler acısı olduğunu söyledi. Beydilli, "Cami ve hamam evlerin ve dükkanların arasında birer gölge gibi kalıyor. Kimsenin ekmeği ile oynama gayretinde değiliz. Amacımız tarihi dokuya uygun bir çevre düzenlemesinin gündeme taşınması. Burayı tarihi bir cazibe merkezi yapabiliriz. Şehrin 700 yıllık geçmişi olan tarihi dokusunu ön plana çıkarabilirsek bundan herkes karlı çıkar. Caminin çevresi herkesin kullanabileceği bir meydana çevrilebilir, ışıklandırma ile farklı bir ortam oluşturulabilir. Belediyenin bu konuda bir adım atmasını bekliyoruz." şeklinde konuştu.

Yeni Şafak, 27.08.2009

TARİHİ TAŞHAN TURİZME KAZANDIRILACAK

 

 

Malatya'nın Hekimhan İlçesi'nde 1200'lü yıllarda yapıldığı kitabelerde belirtilen tarihi Taşhan yeniden restore edilerek hizmete açılırken, Taşhan'ın çevresinde bulunan ve çirkin bir görüntü veren yapıların yıkılması istendi. Hekimhan Belediye Başkanı Sait Özoğlu, 800 yıllık geçmişe dayanan tarihi Taşhan'ın çevresini düzenlemek için istimlak yapacaklarını belirterek, "Taşhan, Vakıflar Bölge Müdürlüğünce yeniden restore edilerek hizmete açılmıştır. Ancak etrafı gerçekten bir kurtarılmayı bekliyor. Çevrede yer alan yıkıntı görünümü veren işyerlerini istimlak ederek Taşhan çevresini yeniden düzenleyeceğiz. Taşhanı da halkımızın hizmetine sunmak için tüm kurum ve kuruluşların desteğini bekliyoruz. Vakıflar Müdürlüğü de istimlak konusunda bizlere yardımcı olmalıdır. 800 Yıldır dimdik ayakta duran bu tarihi değerimizi gelecek kuşaklara devretmeliyiz" dedi.

 

Hekimhan Kaymakamı Ramazan Fani de tarihi Taşhan'ın büyük bir tarihi miras olduğunu ifade ederek, "Devletimiz büyük bir destek vererek Tarihi Taşhan'ı yeniden restore etmiştir. Çevresindeki yapıların yıkılması gerekiyor. Bunun içinde gereken çalışmaların yapılması gerekiyor. 1. Ceviz Festivali'nde düzenlediğimiz yemek yarışmasını Taşhan'da yaptık ve bu tarihi eserimizin ortaya çıkmasını sağladık. Tarihi Taşhan bundan sonra Hekimhan turizmine açılmalı ve bu yönde değerlendirilmelidir " diye konuştu.

Yeni Şafak, 27.08.2009

PERGE'DE 2 BİN YILLIK LAHİT BULUNDU

 

 

Antalya'daki Perge Antik kentinde hiç açılmamış bir lahit bulundu. Arkeologlar, tahrip edilmemiş mezara çok az rastlandığına dikkat çekerek, bunun büyük bir şans olduğunu belirtiyorlar.

 

Perge'de bu yılki kazılar oldukça verimli geçiyor. Antalya Müzesi'ni süsleyen şaheser niteliğindeki pek çok lahit burada ortaya çıkarıldı. Son kazılarda kireçtaşından yapılmış yaklaşık 2 bin yıllık hiç açılmamış bir lahit bulundu.

Bölgedeki antik mezarların çoğunun, define avcıları tarafından tahrip edildiği göz önüne alındığında, ikinci kez hiç dokunulmamış bir lahdin bulunması büyük bir önem kazanıyor.

İstanbul Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof.Dr.İnci Delemen, "Evet soyulmamış olması tabii önemli. Kuşkusuz böylece, sıradan bir lahit olmakla beraber, ölü gömme gelenekleri hakkında bize bilgi ulaştırabiliyor, o yönüyle önemli" diye konuştu.

Bu mezar bir öncekine göre daha yoksul; takı yok, birkaç koku şişesi ve ayna bulunuyor. Soyulmamış antik mezarlar antropologlar için de önemli... İçindeki 15 iskelet, 2 bin yıl öncesi için ipuçları verecek.

Hacettepe Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof.Dr.Yılmaz Selim Erdal da şu bilgileri verdi: "Sosya ekonomik yapısını belirleyebilirsiniz. Yani zengin mi fakir mi ve ne tür besinlerle beslendiklerini, beslenme modellerini ortaya çıkartabilirsiniz. Dolayısıyla bir iskelet, bir insanın ya da onların oluşturduğu toplumun yaşam tarzının toplamını sağlam biçimde gün ışığına çıkartabiliyor."

Perge kazıları Eylül ortasında sona erecek.

Trt/Haber, 27.08.2009

KARS'IN SİMGESİ KAZ HEYKELİ KALDIRILDI





Kars Belediyesi’nin önündeki iki kadın heykeli ile Şehit Hulusi Aytekin Caddesi üzerindeki çıplak kadın heykelini kaldırtan Ak Partili Belediye Başkanı Nevzat Bozkuş, son olarak kentin girişindeki kaz heykelini kaldırttı. Bozkuş, heykelin kazaya neden olmasın diye kaldırıldığını söyledi.





Heykeltıraş Murat Alınak tarafından yapılan kaz heykeli, Ocak 2008’de havaalanı yolu üzerindeki Ali Gaffar Okkan ile İsmail Aytemiz bulvarlarının kesiştiği kavşağa konuldu. Kars’ı sembolize eden heykel, Ak Partili Belediye Başkanı Nevzat Bozkuş’un talimatıyla 24 Ağustos Pazartesi günü akşam saatlerinde belediye ekipleri tarafından vinçle kaldırılıp, depoya götürüldü. Böylece, daha önce Kars Belediyesi’nin önündeki, birinin elinde gül, diğerinin kucağında kuzu bulunan iki kadın heykeliyle Şehit Hulusi Aytekin Caddesi üzerindeki kadın heykelini kaldırtan Başkan Nevzat Bozkuş’un kaldırttığı heykel sayısı dörde çıktı.





Temmuz ayında düzenlediği basın toplantısının ardından gazetecilere zarf içinde 500’er lira dağıtan Bozkuş, basın danışmanı aracılığıyla yaptığı açıklamada, heykelin “araçların ve yayaların görüşünü engellediği için herhangi bir kazaya sebebiyet vereceği” gerekçesiyle İl Trafik Komisyonu’nun kararı doğrultusunda kaldırıldığını kaydetti. Açıklamada, “Kavşak, trafiğe uygun hale getirilecek. Heykel ise yeniden boyanacak ve bakımı yapıldıktan sonra uygun bir yere konulacak” denildi.





Eski Kars Belediye Başkanı Naif Alibeyoğlu, kentin kar, gravyer ve kazıyla ünlü olduğunu belirterek, şunları söyledi:

“Her kent orada ünlü olan bir şeyler ile sembolize edilir. Kars kaz ile marka kent oldu. Yaptığımız tanıtım çalışmaları sayesinde kaz fiyatları arttı ve aileler kazcılık yaparak geçimini sağlamaya başladı. Kentin girişindeki bu heykelin etrafında sinyalizasyon yaparak döner kavşak yapacaktık. Meydanın adını da Özgürlük Meydanı koyacaktık. Heykelin il trafik komisyonu kararı uyarınca kaldırıldığı doğru değil. Ak Partili Denizli Belediyesi, kentin girişindeki horoz heykelini neden kaldırmıyor?”

Milliyet, Haber: Mukadder Yardımcıel, 27.08.2009

DEPREMLE ORTAYA ÇIKAN TARİH

 

10 sene önce meydana gelen 17 Ağustos depremi, İzmit'te Roma dönemine ait tarihi eserlerin ortaya çıkmasına sebep oldu.

 

Yıkılan bir binanın enkazı kaldırılırken bulunan kalıntıları gün yüzüne çıkartma çalışmaları sürüyor.

 

İzmit'in Çukurbağ Mahallesi'nde yıkılan bir binanın enkazını kaldırma çalışmaları sırasında Roma dönemine ait tarihi kalıntılara rastlandı.

 

Arazinin istimlak işlemlerinin tamamlanmasının ardından da kazı çalışmalarına bu yaz başlanabildi.

 

Kocaeli Büyükşehir Belediyesi ve Kocaeli Müzeler Müdürlüğ'nce ortaklaşa yürütülen çalışmalarda, şu ana kadar MS 3. yüzyıla ait olduğu tespit edilen asker panosu, kadın başı heykeli ve bina kalıntıları bulundu.

 

Kazı çalışmalarının sonuçlandırılması ve bulunan eserlerin sergilenmesi planlanıyor.

Trt/Haber, 27.08.2008



ENDER KÜLT YAPILARDAN

 

  

 

Denizli’de Hierapolis antik kentinde, bir Anadolu tanrısı olan Apollon’u, tahtta otururken gösteren, başsız 4 metre yüksekliğinde, mermerden, anıtsal bir heykel iki parça halinde gün ışığına çıkarıldı. İtalyan kazı heyeti başkanı arkeolog Prof.Dr. Francesco D’Andria “Heykelin, Anadolu’da az rastlanan, büyük boyutlu ender kült yapıtlarından biri olduğunu” açıkladı.

Temmuz sonunda ilk parçası bulunan heykelin büstüne ise önceki gün ulaşıldı. Heykelin kaslar üzerine yayılan tunik giysisinin saydam görünüşünü sağladığı, yanlarındaki deliklerden kolların gövdeye bağlandığı belirlendi. Apollon sağ elinde dönemin çalgısı olan bir “lir” tutmaktaydı. Roma İmparatoru Tiberius’un yaptırdığı anlaşılan heykelin bir tapınağın ön cephesi ile bağlantılı olduğu anlaşılıyor. Prof. D’Andria, antik Yunanistan’ın ünlü yontucusu Fidias’tan esinlenildiğini, heykelin tapınakta, Atina Parteno’nundaki Atina ve Zeus heykellerine benzer bir konumda olduğunu düşünüyor.

 

Anadolu’da bu tipteki anıtsal heykellerin sayısının on kadar olduğunu söyleyen İtalyan kazı başkanı, İzmir Klaros kutsal alanında, 7 metre yüksekliğinde, yine tahta oturmuş Apollon’un yanında tanrıça Artemis ile kız kardeşi ve annesinin heykellerinden başka bir de Burdur Sagalassos’ta 3 metre yüksekliğinde bir başka Apollon heykel buluntuları ile paralelliğe dikkati çekti.

Roma döneminde tanrılaştırılan bazı imparatorların da anıtsal heykelleri yapılmıştı. Daha önce Efes’te ve geçen yıl Sagalassos’ta bu türden heykeller gün ışığına çıkarılmışlardı. Sagalassos’ta bulunan İmparator Hadrian’ın dev başı Londra’daki sergide olağanüstü ilgi çekmişti. Onarılarak Hierapolis Müzesi’nde sergilenecek heykelin başının bulunması ile ilgili kazı çalışmalarının sürdüğü de bildirildi.

Cumhuriyet, Haber: Özgen Acar, 27.08.2009

KARARGAH TEPESİ TURİZME AÇILIYOR





26 Ağustos 1071'de Türklere Anadolu'nun kapılarını açan ve Alparslan'ın komutasındaki askerlerin, Bizanslılara karşı kazandığı Malazgirt Meydan Muharebesi'nin yönetildiği Ağrı'nın Patnos İlçesi'nde bulunan 'Şehit Tepesi' turizme kazandırılıyor.


Yapılan çalışmalar hakkında bilgi veren Patnos Kaymakamı Tuncay Dursun, Doğansu Köyü yakınlarında bulunan 'Ziyaret Tepesi' mevkiini turizme kazandıracaklarını belirtti. Bu konu da Ağrı Valiliği'nde de destek aldığını ifade eden Kaymakam Dursun, 2008 yılından bu yana tarihçilerin bölgede incelemelerde bulunduğunu kaydetti. Ramazan Bayramı'ndan sonra Ağrı Valisi Mehmet Çetin'in İbrahim Çeçen Üniversitesi'nde bir grup öğretim üyesi ile birlikte gelip bölgede incelemelerde bulunacağını söyleyen Kaymakam Dursun, "Malazgirt Meydan Muharebesi'ni kazanan ordunun bugünkü Patnos'un Doğansu ve Özdemir köyleri arasında konuşlandığını ifade ediyor. Muharebe planları da bu hat üzerinde yani Doğansu Köyü sınırları içinde bulunan 'Ziyaret Tepe' bölgesinde yapıldığını dile getiriyor. Sultan Alparslan'ın karargahının Patnos sınırları içinde yer alması ve muharebenin buradan sevk ve idare edilmesi hususun bugüne kadar akademik çevrelerce biliniyordu. Muharebe döneminde bu coğrafyanın da Malazgirt idari sınırları içinde kabul edildiğinin bilinmesi gerekir" dedi.


Muharebenin yaşandığı yıllarda Patnos İlçesinin Malazgirt'e bağlı olmasından dolayı muharebenin günümüze kadar sadece Muş'un Malazgirt İlçesi'nde yapıldığı bilindiğini savunan Kaymakam Dursun, "Ancak daha sonra Doğansu'nun Patnos sınırlarına dahil edilmesi muharebe safhasının en önemlilerinden ordunun sevk ve idare edildiği karargah bölgesini de gündeme getirdi. Bugünkü idari sınırlar dikkate alındığında Malazgirt Muharebesi ile ilgili kutlamalarda Patnos'un da ev sahipliği yapması gerekir. Çünkü Büyük Selçuklu Ordusu ve ordu karargahının bu sınırlarda olması Muharebeyi anlamak açısından önemli olmaktadır. Bir muharebe, kazanan ordunun konuşlandığı yerdeki bakış açısı ile daha iyi anlatılabilir. Buna rağmen muharebe çok büyük ölçüde bugünkü Malazgirt coğrafyasında cereyan etmiştir. Bu muharebenin bütün Türkiye de kutlanması gerekir'' diye konuştu.


Tarihçilerin ekseriyetinin mutabık kaldığı Patnos'un Doğansu Köyü sınırlarında yer alan ve Selçuklu Ordusu'nun Bizans Ordusu'nun harekatını en iyi şekilde gören tepe olan Ziyaret Tepesi'nin muharebeyi tema edinen anıtlarla donatılmasını bir hedef olarak belirlenmesi gerektiğini savunan Patnos Kaymakamı Tuncay Dursun, kaymakamlık olarak muharebenin her safhasını anlatacak anıtların yapılmasının yanı sıra her yıl 2 Ağustos'ta birde kutlama töreni düzenleyecekleri ifade etti.

Ağrı Kent Haber, 27.08.2009

TARİHİ ESER KAÇAKÇISI TURİST SERBEST

 

 

Antalya'da, tatil dönüşünde havalimanında tarihi eser olarak nitelendirilen bir taş ile yakalanan Fransız turist, dört ay tutuklu kaldıktan sonra mahkeme tarafından serbest bırakıldı.

 

Tatil için eşi ve çocuklarıyla Fransa'dan Antalya'ya gelen Domanick Murugan isimli Fransız turist, kentin en eski yerleşim birimlerinden Kaleiçi'nde 20 Euro'ya bitki kabartmalı bir taş satın aldı. 2 Mayıs tarihinde tatil bitişinde Fransa'ya dönmek için Antalya Havalimanı'na giden Fransız turist tarihi eser olarak nitelendirilen taş ile yakalandı. Yurt dışına çıkarılması yasak olan tarihi taş ile yakalandıktan sonra yargılanan Murugan, çıkarıldığı mahkeme tarafından tutuklanarak cezaevine konulmuştu.

 

Tarihi eser kaçakçılığı suçlamasıyla dört aydır tutuklu bulunan ve Antalya 3. Ağır Ceza Mahkemesi'nde yargılanmasına devam edilen Domanick Murugan serbest bırakıldı. Duruşmaya sanığın ablası Rubby Mercier, eniştesi Marc Mercier ve Fransa'dan gelen gazeteciler de katıldı. Duruşma sonunda Murugan, 1 yıl 3 ay hapis cezasına çarptırıldı. Murugan'ın iyi hali nedeniyle mahkeme heyeti bu cezayı önce 1 yıl 15 gün hapis ve 3 bin 327 TL para cezasına ardından beş yıl herhangi bir suç işlememesi şartıyla serbest bırakılmasına karar verdi.

 

Duruşmanın ardından büyük bir sevinç yaşayan abla Rubby Mercier ve enişte Marc Mercier, karardan dolayı memnun olduklarını söyledi. Fransız gazetelerinde Murugan'ın cezaevinde kötü şartlar altında kaldığı şeklinde haberlerin hatırlatılması üzerine enişte Marc Mercier, "Böyle bir durum olmadı" dedi.

 

Fransız Murugan'ın avukatı Bilal Kalaycı ise karardan memnun olduğunu söyleyerek adaletin yerini bulduğunu belirtti.

Antalya Kent Haber, 27.08.2009

İKİ TARİHİ CAMİ ONARILACAK

 

 

İzmit Belediye Başkanı Dr. Nevzat Doğan, Tarih Koridoru projesi kapsamında yer alan iki önemli tarihi yapının onarımlarına ilişkin Ankara düzeyinde yaptığı girişimlerden olumlu sonuç aldı.

 

Vakıflar Genel Müdürlüğü, Akçakoca Mahallesi’nde 1255 yılında yapılan Dere Camii ile Veliahmet Mahallesi’ndeki Zıbıncı Camiinin onarımı için düğmeye bastı. Dere Camii için ihalenin en geç ocak ayına kadar yapılacağı açıklandı. Zıbıncı Camii için de ihale öncesinde, proje ve rölöve çiziminin bir an önce gerçekleştirilmesine ilişkin çalışmalara hız verildiği bildirildi. Tadilatları yıllardır gündemde olan ama bir türlü prosedürlerin aşılamadığı bu iki tarihi yapı ile ilgili Ankara’dan gelen yeni haber, İzmit adına sevindirici oldu.

 

Geçtiğimiz hafta Ankara’da Vakıflar Genel Müdür Vekili Aydın Seçkin ve Vakıflar Genel Müdürlüğü Sanat Eserlerinden Sorumlu Yapı İşleri Daire Başkanı Suat Giray ile görüşen İzmit Belediye Başkanı Dr. Nevzat Doğan, aradan bir hafta geçtikten sonra Ankara’dan iki tarihi yapı için onarım kararı çıktığının kendisine bildirilmesini memnuniyetle karşıladı. Tarih Koridoru projesine ilişkin çalışmaların sürdüğünü dile getiren Başkan Doğan, “Bu koridor üzerinde yer alan ve mülkiyeti Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne ait olan Akçakoca ve Zıbıncı Camilerinin restorasyonu için düğmeye basıldığı bize bildirildi. Bu sevindirici bir haber ve İzmit’in çehresini değiştirecek bir girişim olan Tarih Koridoru Projemize de çok önemli bir destektir.” Şeklinde konuştu.

Özgür Kocaeli, 27.08.2009

SİDE'DE ARKEOLOJİK KAZILARA DEVAM





Antalya’nın Manavgat İlçesi'ne bağlı Side Beldesi’nde arkeolojik çalışmalar devam ediyor.

 

Anadolu Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Başkanı Doç.Dr. Hüseyin Sabri Alanyalı’nın başkanlığında, Doç.Dr. Feriştah Alanyalı, Doç.Dr. A. Tolga Tek ve Yrd. Doç.Dr. Alptekin Oransay, Yrd. Doç.Dr. Erkan İznik ve Anadolu Üniversitesi Arkeoloji Bölümü öğrencilerden oluşan ekibin yürüttüğü arkeolojik kazı çalışmaları, tiyatronun orkestra bölümünde, Dionysos Tapınağı ile Tak ve çevresinde yoğunlaştı.

 

Doç.Dr. Hüseyin Sabri Alanyalı, Side’deki çalışmaların merkezini tiyatro ve çevresinin oluşturduğunu belirterek, “Side Tiyatrosu’nda çok uzun yıllardan bu yana çalışmalar sürüyor. 2009 yılında Side Tiyatrosu çalışmaları çerçevesinde, Anadolu Üniversitesi Uydu ve Uzay Bilimleri Araştırma Enstitüsü Müdürlüğü tarafından Doç.Dr. Alper Çabuk başkanlığındaki bir ekip tarafından harita çalışmaları yürütüldü. Bu çalışmaların en önemli amacı mevcut kent planının koordinatlandırılması ve balondan yararlanarak bir nokta bulutunun üretilmesi” dedi.





Bu yıl kazı çalışmalarında ilk kez yeni bir teknoloji ürünü olan Laser Scanner kullanıldığını belirten Doç.Dr. Alanyalı, “Laser Scanner ile 0,1 derece aralıklarla yapı üzerinde tarama işlemi yapılmakta.Bu tarama işlemi sonucunda çalışma alanına ait nokta bulutu elde edilmesi planlanmakta. İleriki aşamada nokta bulutu işlenerek gerekli ve ilgili kesitler ve yapının 3 boyutlu görüntüsü elde edilecektir. Bu işlem belgeleme çalışmalarına inanılmaz bir hız kazandırarak, tiyatroda bundan sonra yapılması planlanan koruma ve uygulama projelerine de önemli bir katkı sağlayacaktır" şeklinde konuştu.

 

Anadolu Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Başkanı Doç.Dr. Hüseyin Sabri Alanyalı, çalışmalar kapsamında Agora’da temizlik ve düzenleme çalışmalarının da gerçekleştirildiğini ifade etti. Doç.Dr.Alanyalı, şunları söyledi:

“Öncelikle alana dökülen toprak ve kum kaldırılarak yoğun ot ve bitki temizliği yapılmış, iki Agoranın ortasına atılmış tiyatrodaki etkinliklerde kullanılan tuvalet, antik doku içinde büyük bir kirlilik oluşturduğundan buradan vinçle kaldırılarak alan boşaltılmıştır. Önümüzdeki yıllarda çalışmalar tamamlandıktan sonra ziyarete açılması planlanan Agora ve çevresi şimdi tüm unsurları ile birlikte daha iyi algılanmaktadır. “

 

Doç.Dr. Hüseyin Sabri Alanyalı, 2010 yılında gerçekleştirilecek kazı ve çalışmalar çerçevesinde Agora’da yer alan daire planlı Tykhe Tapınağı’nın rölöve çalışmalarına başlanacağını ifade etti. Doç.Dr.Alanyalı, “Agora kazıları 1948 yılında başlamıştır. Fakat zamanın teknik yetersizliklerinden dolayı mimari parçaları tam tasnif edilememiştir. Gelecek yıl tapınağın çevresinde temel sondajı yapılacağı gibi, mimari elemanları da incelenerek restorasyon çalışmaları için temel veriler sağlanmış olacaktır. Amacımız finansal kaynak bulunduğunda tapınağın kısmen ayağa kaldırılmasıdır" dedi.

 

Son yıllarda arkeolojik alanlarda yürütülen disiplinlerarası çalışmaların, bilimsel araştırmalara çok önemli yeni bilgiler sağladığını da sözlerine ekleyen Doç.Dr. Alanyalı, " Side’de bu yıl Anadolu Üniversitesi Fizik Bölümü, Malzeme Bilimi ve Mühendisliği bölümü ile Ankara Üniversitesi Fizik Bölümü’nün katkıları ile malzeme karakterizasyonu ve tarihlendirme çalışmaları başlatılmıştır.Kazı alanlarından alınan numuneler optik Limunesans yöntemleri ile tarihlendirilmektedir. Bir başka ifade ile bu numunelerin en son güneş ışığını ne zaman gördüğü tespit edilmektedir. Bu şekilde elde edilen sonuçlar arkeologlara özellikle stil yoluyla tarihleme yapamadıkları harç ve sıva gibi malzemenin tarihlenmesinde yardımcı olmaktadır" şeklinde konuştu.

Antalya Kent Haber, 27.08.2009

EUROPA NOSTRA TAORMINA KONGRESİ'NİN ARDINDAN KÜLTÜREL MİRAS KONUSUNDA AKTİF LOBİ FAALİYETİ YÜRÜTMEYE BAŞLIYOR





Her yıl düzenlenen Europa Nostra Genel Kurulu ve Kongresi, bu yıl 2-7 Haziran 2009 tarihleri arasında İtalya’nın Sicilya bölgesinde küçük bir kasaba olan Taormina’da gerçekleştirildi. Toplantılar sırasında yapılan değerlendirmeler ve sonrasında yayınlanan belgeler, Europa Nostra’nın Avrupa’da kültürel mirasın korunması ve geliştirilmesi konusunda aktif lobi faaliyeti sürdürmeye başladığını gösteriyor.

 

Kongre kapsamındaki çalışma toplantısında kabul edilerek yayınlanan “Kültürel Mirasın Avrupa İçin Önemi” başlıklı politika belgesi, Avrupa Birliği kurumlarını, 2013 yılına kadar sürecek Kültür Programı’nın uygulanması ve gelecekte diğer programların oluşturulmasında kültürel mirası tam anlamıyla dikkate almaya çağırıyor. Avrupa Parlamentosu’nda yeni seçilen üyelerin ve Avrupa Komisyonu’nda yeni atanan yetkililerin göreve geldiği önemli bir dönemde yayınlanan politika belgesi, kültürel mirasın ilgili tüm politikalara dahil edilmesini talep ediyor. Belgede değinildiği üzere Europa Nostra, 2010 başlarında Brüksel’de düzenleyeceği 2. Avrupa Kültürel Miras Politikası Forumu aracılığıyla kültürel miras alanında rol alan paydaşları bir araya getirmeyi ve politika belgesinde ifade edilen görüşleri paylaşmayı planlıyor.

 

Kongre kapsamında 4 Haziran günü düzenlenen “Avrupa’nın Tarihi Kasabaları ve Köyleri ile Çevresindeki Peyzajın Korunması” konulu Europa Nostra Forumu’nda ise aşırı nüfus artışı, turizm baskısı, plansız gelişim ve ilgisizlik nedeniyle tehdit altında olan kasabalar, köyler ve kırsal peyzajların korunması konusu ele alındı. Forumun sonunda kabul edilen “Avrupa’nın Belleği ve Kimliğinin Korunması” başlıklı Taormina Bildirgesi, kültürel mirasın korunmasının yalnızca büyük ölçekli ve herkes tarafından bilinen anıtların korunmasında ibaret olmadığının altını çiziyor ve Avrupa’daki küçük kasaba ve köylerdeki değerlerin korunmasının da Avrupa’nın bellek ve kimliğinin sürdürülmesinde önemli bir yer tuttuğunu vurguluyor.

 

Merkezi, Hollanda-Lahey’de bulunan Europa Nostra, Avrupa’dan tarihi miras konusunda çalışan 220 sivil toplum örgütünü biraraya getiriyor. Buna ek olarak, 170 kamusal ve özel kuruluş (bölgesel ve yerel yönetimler, müzeler, üniversiteler vb) ve her geçen gün sayısı artan kişisel üyeler de Europa Nostra’yı destekliyor. Taormina Genel Kurulu’nda seçilen yeni Yönetim Kurulu Üyeleri arasında Türkiye’den Orhan Silier de bulunuyor.

 

Mimarlar Odası, Taormina’daki Genel Kurul toplantısında Europa Nostra üyeliğine kabul edildi. Europa Nostra’nın bir sonraki Genel Kurul toplantısı 9-12 Haziran 2010’da İstanbul’da düzenlenecek.

Mimarlar Odası, 27.08.2009

YENİ İSTİKLAL MARŞI ARAYIŞI BELGELENDİ

 

 

1921 yılında kabul edilen İstiklal Marşı'nın yerine yeni bir marş için açılan yarışmaların belgeleri ilk kez gün ışığına çıktı. Yıpranmış belgeler restore ediliyor.

 

Konya Bölge Yazma Eserler Kütüphanesi Müdürü Bekir Şahin, yazma eserlere ilgisi olan öğretmenin son altı- yedi yıldır 100’ün üzerinde belgeyi kazandırdığını, son teslim edilen 57 belgede 1925 yılında düzenlenen İstiklal Marşı yarışmasıyla ilgili şartname, başvuru dilekçeleri ve çok sayıda şiir gibi önemli bilgiler yer aldığını kaydetti. Selçuk Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç.Dr. Caner Arabacı da Cumhuriyet döneminde yeniden milli marş yazılması konusunda yarışmalar yapıldığını bildiklerini ifade etti: “1924, 1925’ten itibaren İstiklal Marşı’nı değiştirmeye yönelik bu tür çabalar resmen sarf edilmiş, basında yazılar yazılmış. Fakat bu yarışmalarla ve mahiyetiyle ilgili ilk defa birinci elden belgeler böylece ortaya çıkarılmış oluyor. Yeni marş arayışını Türkiye’nin 1924’ten sonra Batı’ya yönelişiyle ilişkilendirmek gerekiyor. İstiklal Marşı ise İngiltere, Fransa, Yunanistan ve İtalya Türkiye’de işgalciyken yazıldı. Onun için İstiklal Marşı’nda Batı’yla ilgili çok net ifadeler var. Batı’yı ’tek dişi kalmış canavar’ olarak gören ifadeler var.” Belgeler arasında, Enis Behiç Koryürek’in bir şiiri ve Osman Zeki Üngör’e ait bestenin yazdığı mektup, 1925 yılında yapılan İstiklal Marşı Beste ve Güfte Yarışması’yla ilgili olarak Milliyet Gazetesi’nin 13 Kasım 1925 tarihli sayısındaki duyuru da yer alıyor.

Radikal, 27.08.2009

TARİHİ ESER KAÇAKÇILIĞI YAPAN İKİ YABANCI UYRUKLU YAKALANDI

 

Adana'da tarihi eser kaçakcılığı yapan yabancı uyruklu iki zanlı gözaltına alındı.

 

Alınan bilgiye göre, ilde çok sayıda tarihi eseri yurt dışına çıkartacağı bilgisini alan Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Şube ekipleri, Ziyapaşa Mahallesi'ne operasyon düzenledi. Baskında A.A.A ve A.F.İ isimli yabancı uyruklu şüpheliyi yakalandı.

 

Şahısların kullandığı araçta yapılan aramada direksiyon kutusu içerisine gizlenmiş halde Pers, Grek, Ortaçağ, Roma, Bizans ve Venedik dönemlerine ait çeşitli şekil ve ebatlarda toplam 507 adet sikke, 1 adet gümüş yüzük, 2 adet bronz yüzük, 1adet gümüş kolye, 1 adet gümüş madalyon olmak üzere toplam 512 adet tarihi esere el konuldu. Emniyet Müdürlüğü'nde ifadeleri alanın A.A.A ve A.F.İ. adlı kişiler Cumhuriyet Savcılığı'na sevk edildi.

haberler.com, 26.08.2009

MANİSA GÖRDES'TE NEOLİTİK ÇAĞ'A AİT YERLEŞİM YERİ BULUNDU

 

Manisa'nın Gördes İlçesi'ne bağlı Kayacık beldesinde, Geç Neolitik Çağ'a ait yerleşim yeri bulundu.

 

Yerleşim yeri, Adnan Menderes Üniversitesi Arkeoloji Bölümü'nden Doç.Dr. Ergin Akdeniz başkanlığındaki bir grup arkeolog ve öğrenciden oluşan ekip tarafından, Kayacık sınırları içerisindeki Yanık Tepe mevkisinde tespit edildi.

 

Ekip, TÜBİTAK'ın "Prehistorik ve Protohistorik Çağlarda Manisa ve Çevresi" adlı projesi kapsamında yapılan yüzey araştırmasında çalışıyor. Projede Kültür ve Turizm Bakanlığı'nı ise Denizli Müzesi arkeoloğu Kezban Yılmaz temsil ediyor. Yerleşim yerinin en önemli özelliği, Plateia Petra (Şahan Kayası) adıyla anılan antik yerleşimin, yakınında bulunması.

 

Kazı başkanı Doç.Dr. Akdeniz, "Bölge, uzun süre Akhisar ve çevresinin iç kesimlerle ulaşımında çok önemli bir güzergah görevi üstlenmiş. Çalışmalar sonucu Geç Neolitik, Kalkolitik ve özellikle İlk Tunç çağlarına tarihlenen çanak, çömlek parçaları topladık. Bunlar, çizim ve fotoğraflama işlemlerinin ardından çağdaşı buluntularla karşılaştırılacak." dedi.

Geçen ay Yakaköy'de de, Roma dönemine ait olduğu sanılan başka eserler ortaya çıkartılmıştı.

Turizm Gazetesi, 26.08.2009

DÜLÜK ANTİK KENTİ'NDEKİ KAZI ÇALIŞMALARI BAŞLIYOR

 

 

Şehitkamil Belediyesi'nin koordinasyonunu yaptığı Dülük antik kentindeki kazı çalışmalar hafta sonunda başlıyor. Almanya'nın Münster Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof.Dr. Engelbert Winter'in başkanlığını yapacağı kazı çalışmalarına değişik ülkelerden 18 arkeoloğun katılacağı belirtildi. Proje kapsamında Gaziantep'e gelen 18 arkeoloğa, 19 işçi de destek verecek.

 

Kazı çalışmalarının başkanlığını yapacak Almanya'nın Münster Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof.Dr. Engelbert Winter, çalışmaların 3 Ekim 2009 tarihinde sona ereceğini söyledi. Kazı çalışmaları öncesi Şehitkamil Belediye Başkanı Rıdvan Fadıloğlu'nun makamında ziyaret eden Dr. Engelbert Winter, kazı çalışmalarının hızlandırılması konusundaki fikirleri olumlu karşıladıklarını belirterek, Fadıloğlu'na turizme verdikleri önemden dolayı teşekkür etti. Winter, "Turizm konusunda bilgi sahibi ve donanımlı bir belediye başkanının koordinasyonunda bu kazı çalışmalarını gerçekleştireceğimiz için ekip olarak şanslıyız." dedi.

 

Şehitkamil Belediye Başkanı Rıdvan Fadıloğlu, kazı çalışmalarına hız kazandırmak için çeşitli alternatifler geliştirdiklerini söyledi. Fadıloğlu, şunları söyledi: "Kültürel mirasın korunması ve bazı buluntuların yeni nesillere aktarılması açısından kazı çalışmaları büyük önem taşıyor. Değişik ülkelerden gelen arkeologlarımızı ilimizde ağırlamaktan büyük onur duyuyoruz. Yine değerli hocamız Dr. Engelbert Winter'i de kazı çalışmaları başlamadan burada görmek bizi mutlu etti. Yerel yönetimlerin rutin hizmetler kadar kültür ve turizm alanında da aktif rol alması gerektiğine inanıyoruz. Seçim öncesi bu konuda vaatler vermiştik. Dülük'teki kazı çalışmalarının uzun süreli yapılmasını sağlayarak, çalışmaların daha verimli olması arzusu içerisindeyiz. Bu konuda son derece deneyimli bir ekip oluşturduk. Şehitkamil İlçesi sosyal donatıları, yolları, teknolojik alp yapısı ve sporu kadar kültür ve turizm alanındaki yenilikleriyle de konuşulacaktır."

haberler.com, 26.08.2009

1600 YILLIK TAPINAK BULUNDU





Bursa'nın Büyükorhan İlçesi'nde tarlasını süren bir çiftçi tarafından tesadüfen bulunan bin 600 yıllık bazilikada yeni tapınak, odalar ve mozaikler üzerinde yazılar bulundu.

 

Dünyada mimari açıdan ikinci örnek olan tapınak, üzeri kapatılarak bir turizm merkezine dönüştürülecek ve Hıristiyanlar hac için bu mekana gelecek.


2001 yılında tarlasını süren bir çiftçi tarafından tesadüfen bulunan Doğu Roma döneminden kalma bazilikada bu yılki kazılar sona erdi.

 

Uludağ Üniversitesi (UÜ) ve İsviçre'nin Lozan Üniversitesi ve Bursa Müze Müdürlüğü ile ortaklaşa yürütülen kazılar neticesinde, Roma dönemine ait olan ve şu ana kadar adı konulamayan tarihi yapının, Doğu Roma'da Hıristiyanlık dininin resmi din olarak kabul edilmesinin ardından yapılan ilk kilise olduğu belirlendi. Bir benzerinin Fransa'nın başkenti Paris'te olduğu söylenen bazilika, heyet tarafından koruma altına alındı.

 

Kilisede yer alan mozaiklerin üzerinde bulunan yazılar ise herkesi hayrete düşürdü. Tarihçiler ise yazının kiliseye yardım eden insanların unutulmaması için mozaiklerin üzerine isimlerinin yazıldığını söyledi.

 

Bursa Müze Müdürü Enver Sağır, "Bu tapınağın Roma döneminden erken Hıristiyanlık dönemine ait bir kültür merkezi olduğunu söyleyebiliyoruz. Bu yılki kazılarda belli bir tabakaya ulaştık. Yeterli bilgi elde ettik. Mozaiğin sağlamlaştırılması ve çevredeki alanların kamulaştırılmasıyla birlikte bu alan daha geniş bir çevreye yayılacak. Bu sene tapınak üzerinde yer alan mozaiklerin üzerinde ilginç yazılara rastladık. Burada yer alan yazıların kiliseye yardım edenlere ait olduğunu tahmin ediyoruz. 2012 yılında dünyada mimari açıdan ikinci örnek olan bu tapınağın üzeri kapatılıp ziyarete açılacak" dedi.

 

İsviçre Lozan Üniversitesi'nden gelen heyetin başkanı arkeolog Claude Alain Paratte, projede çalışmaktan büyük memnuniyet duyduğunu, özellikle çıkarılan mozaiklerin mükemmel bir dekorasyona sahip olduğunu belirtti. Bu yılki çalışmalarda çok iyi sonuçlar elde ettiklerini belirten Paratte, "Çalışmalar sonucu burada bir tapınak, tapınaktan sonra sütunların olmadığı küçük bir kilise, sonra sütunlu bir kilise ve daha sonra iki tane küçük bazilikanın olduğu ortaya çıktı. Bu yıl yapılan kazılarda tapınak odaları ve yeni bir tapınak ortaya çıktı. Burasının o dönemde hac olarak kullanıldığını tahmin ediyoruz. Buraya gelen misafirler ise muhtemelen tapınak odalarında misafir edildi" diye konuştu.

 

Kazıların ne zaman biteceği konusunda kesin bir şey söylemenin yanlış olduğunun altını çizen Paratte, çalışmaların 20 yıl sürebileceğini ifade etti. Özel kaplama malzemeler kullanılarak koruma altına alınan tarihi kilisenin restorasyon çalışmaları önümüzdeki yıllarda da devam edecek.
Bursa Kent Haber, 26.08.2009

TARİH ŞEHRİ KİLİS





Kilis ve ilçelerinde 18 höyüğün birinci derecede sit alanı içerisinde olduğu bildirildi.

 

Kilis Valiliği'ne ait www.kilis.gov.tr internet sitesinden derlenen bilgiye göre, 18 höyük içerisinde sadece Oylum Höyük'te kazı yapılıyor. 18 höyüğün 6 tanesi Elbeyli İlçesi'nde bulunuyor.

 

Söz konusu internet sitesinde Kilis ve ilçelerindeki höyükler şöyle sıralanıyor:

"Kilis merkez Oylum Köyü'nde Oylum Höyük, Elbeyli İlçesi Güvendik Köyü'nde Çatal Höyük, Elbeyli İlçesi Geçerli Köyü'nde Kulsurun Höyük, Kilis merkez Öncüpınar karayolu üzerindeki Leylit mevkiinde Leylit Höyük, Kilis merkez Yavuzlu beldesinde Yavuzlu Höyük, Kilis merkez Acar Köyü'nde Acar Höyük, Musabeyli İlçesi Belentepe Köyü'nde Belentepe Höyük, Polateli İlçesi Polatbey Köyü'nde Polatbey Höyük, Kilis merkez Karamelik Köyü'nde Karamelik Höyük, Musabeyli İlçesi Murat Höyük Köyü'nde Murat Höyük, Elbeyli İlçesi Taşlıbakar Köyü'nde Taşlıbakar Höyük, Kilis merkez Çörten Köyü'nde Sinnap Çörten Höyük, Kilis merkez Demirciler Mahallesi İçeri Bahçe Akpınar mevkiinde Akpınar Höyük, Kilis merkez İnanlı Köyü'nde İnanlı Höyük, Elbeyli İlçesi'nde Çamurlu Höyük, Elbeyli İlçesi Taşlıbakar Köyü'nde Tileyli Höyük, Elbeyli İlçesi Yağızlı Köyü'nde Kızıl Höyük, Kilis merkezde Kumludere Höyük adı alında tescilli 18 höyük yer alıyor."

 

Kilis Valiliği internet sitesinde kent envanterindeki bilgilere göre Oylum Höyük, boyutları itibarıyla Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nin en büyük höyüklerinden biri olarak biliniyor. Envanterde Oylum Höyük ile ilgili şu bilgilere yer veriliyor:

 

"Biri 22 metre, diğeri 37 metre yüksekliğinde ve bir boyunla birbirine bağlanan iki yükseltiden oluşan höyük, 460 metre uzunluğunda ve 370 metre genişliğindedir. Ovadaki alçak bir yükselti üzerine kurulan Oylum Höyük, yüksek Anadolu platosunun bittiği ve Suriye'ye doğru uzanan düzlüklerin başladığı verimli topraklar üzerinde bulunmaktadır. Höyüğün batı etekleri boyunca akan ve Kilis Ovası'ndan doğan Akpınar Deresi, binlerce yıl boyunca buradaki yerleşmelerin yaşam kaynağı olmuştur. Höyük, Kilis Ovası'na hakim durumdadır. Kilis'in bulunduğu bölge Mezopotamya'dan Filistin'e uzanan "Bereketli Hilal'in kuzeybatı ucunda yer almaktadır. Höyüğün doğu-batı ve kuzey-güney yönlerinde uzanan eski ticaret yolları üzerindeki stratejik konumu, burayı oldukça önemli bir arkeolojik merkez kılmaktadır. Oylum Höyük, çevresindeki uydu yerleşme niteliğindeki birçok höyükle birlikte, başta Tunç Çağları MÖ 3000-1200/1000 olmak üzere çeşitli dönemler boyunca bölgesel bir merkez konumuna gelmiştir. Gerek yüzey araştırmaları gerekse gerçekleştirilen kazılar, höyüğün en azından Geç Kalkolitik Dönem'den, yani MÖ 3500-3000'den itibaren kesintisiz olarak yoğun iskan gördüğünü ortaya koymaktadır. Anadolu, Suriye, Mezopotamya arasında yer alan oldukça büyük bir höyüktür. Stratejik bir konumda bulunan höyük, hemen her dönemde iskan görmüştür. Bu nedenle arkeolojik açıdan büyük bir önem teşkil etmektedir. Söz konusu üç kültürün kesiştiği bir merkez olarak yalnız Anadolu arkeolojisi için değil aynı zamanda Ön Asya arkeolojisi için de büyük bir önem taşımaktadır. Orta Tunç Çağı'nda önemli bir siyasi güç olan Hititler'in, güney seferlerinde Oylum Höyük'ü kullanmış olduğu tahmin ediliyor. Höyük'te Hititlere ait arkeolojik bulguların ele geçmesi de bu tahmini güçlendiriyor. Bakırtaş (Kalkolitik) Çağı'ndan Hellenistik Dönem'e kadar kesim iskan gören Oylum Höyük'te yapılan kazılar sonunda bölgenin tarihinin yanı sıra Ön Asya'nın tarihi de aydınlanmaktadır. Oylum Höyük'te 1989 yılında Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Başkanı Prof.Dr. Engin Özgen'in başkanlığında başlayan kazı çalışmaları, Cumhuriyet Üniversitesi'nden Yrd. Doç.Dr. Atilla Engin, Yrd. Doç.Dr. Erdal Eser, Yrd. Doç.Dr. Meryem Acara Eser'in danışmanlığında her yıl kesintisiz olarak sürmektedir. Kazı sonucu ele geçen buluntular Kilis'te müze olmadığı için Gaziantep Müzesi'nde sergilenmektedir."

Gaziantep Hakimiyet, 26.08.2009

MALATYA'NIN ADI BİLE YOK

 

 

Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, Nemrut Dağı'nda yapılacak çalışmalarla ile ilgili bakanlıkta Adıyaman Milletvekilleri ve Ortadoğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ) öğretim üyeleri ile toplantı gerçekleştirdi.

Bakanlıkta gerçekleşen toplantıya AKP Adıyaman Milletvekilleri Şevket Gürsoy, Mehmet Erdoğan, Ahmet Aydın ve ' Nemrut Koruma Geliştirme Planı'nda görev alan akademisyenler katıldı. Toplantıda, Nemrut Dağı ile ilgili plan dahilinde yapılan çalışmalar, Nemrut Dağı'nda eserlerin korunma şekli, yaşanan problemler, turist sayısının arttırılması gibi konuların yanı sıra 'Nemrut Koruma Geliştirme Planı' geniş bir şekilde ele alındı.
2006 yılından beri 'Nemrut Koruma Geliştirme Planı' ile ilgili çalışma yapıldığını dile getiren Bakan Ertuğrul Günay, çalışmaların biraz daha hızlandırılmasını isteyerek, bütçe konusunda sıkıntı olmadığını ifade etti.

Tolantı sonrasında değerlendirmede bulunan Milletvekili Şevket Gürsoy, Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay'ın Nemrut Dağı'na büyük önem verdiğini belirterek, toplantının çok faydalı geçtiğini söyledi.

Malatya- Adıyaman sınırının hemen yanında Kahta İlçesinde bulunan Nemrut Dağı'na, Malatya'dan da ulaşılıyor. Nemrut Malatya'da "ortak kültür varlığı" olarak değerlendirilirken Adıyaman tarafı buna şiddetle karşı çıkıyor ve Nemrut'a Malatya'dan ulaşımı bile engellemeye çalışıyor. Adıyaman AKP Milletvekili Hüsrev Kutlu'nun, 2007'nin sonbaharında Malatya'ya gelip Nemrut'a gitmeyi planlayan Kültür ve Turizm Bakanı Günay'a, "Nemrut’a Malatya’dan gitmeniz, Mescidi Aksa’ya İsrail’in açtığı kapıdan girmeye benzer." demiş ve bakanın gezisini Adıyaman üzerinden yaptırmıştı. Ayrıca bakanın tepkisiz kaldığı bu sözlere Malatya'dan büyük tepki gelmişti. Kutlu, daha sonra bu sözlerini düzeltme çabası içerisine girerken, bakanın da Malatya'ya gelip, buradan Nemrut'a gitme planı ortaya atılmış, ancak aradan geçen sürede bakan bir türlü Malatya'ya gelememişti.

Malatya Haber, 26.08.2009

ÇUKURBAĞ KAZISI HEYECANLA SÜRÜYOR





Kocaeli Büyükşehir Belediye Başkanı İbrahim Karaosmanoğlu, Roma dönemine ait kalıntıların olduğu Çukurbağ kurtarma kazısında incelemelerde bulundu. Büyükşehir olarak Kocaeli’nin geleceğine olduğu gibi tarihi dokusuna da sahip çıktıklarını söyleyen Başkan Karaosmanoğlu, “Tarihi mirasımız bizim için önemli bir zenginliktir. Bu bize atalarımızdan gelen bir miras. Bu mirasa ihanet etmemeli, sahip çıkmalıyız. Kocaeli’nin bugününe de, geleceğine de, tarihine de sahip çıkıyoruz’’ dedi.

 

Roma dönemine ait kalıntıların olduğu Çukurbağ kurtarma kazısı Büyükşehir Belediyesi ve Kocaeli Müzeler Müdürlüğü tarafından yürütülüyor. Çukurbağ kazısı, Kocaeli’nde şu ana kadar yapılan en geniş kapsamlı arkeolojik kazı olmanın yanı sıra yerel yönetimin içinde bulunduğu ilk çalışma olma özelliğini de yansıtıyor. Kocaeli Büyükşehir Belediyesi milattan sonra 3. yüzyıl Roma dönemine ait kalıntıların bulunduğu Çukurbağ Kurtarma Kazısı’nı Kocaeli Müzeler Müdürlüğü ile beraber sürdürüyor. Kazı çalışmaları sırasında kentin tarihine ışık tutacak bulgular bulundu.

 

Çukurbağ kurtarma kazısında incelemede bulunan Başkan Karaosmanoğlu, Kocaeli Müze Müdürü İlksen Özbay ile yetkililerden bilgi aldı. Büyükşehir olarak, Kocaeli’nin tarihi dokusuna sahip çıktıklarını aktaran Başkan Karaosmanoğlu, “Kentimizin tarihi dokusuna büyük önem ve değer veriyoruz. Bu kentin tarihi değerleri, bizim için büyük bir miras. Bu miras geçmişte büyük ölçüde tahrip edilmiş ve burada olduğu gibi toprak altında kalmış. Büyükşehir olarak Kocaeli’nin tarihi değerlerini gün yüzüne çıkarmak için çok önemli çalışmalarımız var. Kocaeli’nin tarihi değerlerini ortaya çıkardığımız zaman, önemini daha iyi anlayacağız. Tarihi mirasımız bizim için önemli bir zenginliktir. Bu bize atalarımızdan gelen bir miras. Bu mirasa ihanet etmemeli, sahip çıkmalıyız’’ ifadesini kullandı.

 

Büyükşehir Belediyesi, 17 Ağustos Depremi’nde yıkılan evden yola çıkılarak tespit edilen Roma dönemine ait kalıntıları gün yüzüne çıkartmak için Kocaeli Müzeler Müdürlüğü ile Çukurbağ da ki alanda kurtarma kazısı yürütüyor.


Çukurbağ Mahallesi Bahariye Caddesi üzerindeki alanda yapılan ilk temizlik çalışmalarında 3. yüzyıl Roma dönemine ait panolara rastlandı. Kazı alanında Kocaeli Büyükşehir Belediyesi iki Arkeolog ve bir Sanat Tarihçisi ile Kocaeli Müzeler Müdürlüğü’nün uzmanlarıyla beraber çalışmaların tarihi eserlere zarar verilmeden ve sorunsuz bir şekilde sürdürülmesi için görev alıyor.
Büyükşehir Belediyesi ayrıca kazıda kullanılan araçlar, ulaşım gibi lojistik destekler vererek tarihe ışık tutacak çalışmanın titizlikle gerçekleştirilmesine olanak sağlıyor.

Özgür Kocaeli, 26.08.2009

IRAK'TA ÇALINTI BİR PICASSO TABLOSU BULUNDU

 

Irak polisine bağlı özel kuvvetler biriminin, ülkenin güneyinde bir eve düzenlediği baskında çalıntı bir Picasso tablosunu ele geçirdiği, tabloyu satmayı planlayan kişiyi de tutukladığı bildirildi.


Irak polis sözcüsü Binbaşı Muthana Halid, Pablo Picasso imzalı "Çıplak Kadın" adlı tablonun, Saddam Hüseyin'in 1990 Kuveyt işgali sırasında Kuveyt'ten çalınan sanat eserleri arasında olduğunu söyledi.

Binbaşı Halid, tablonun Bağdat'ın güneyindeki Hille kentinde bir şüpheliye ait eve dün düzenlenen baskında bulunduğunu, zanlının sorgulanmakta olduğunu kaydetti.

Tutuklanan şahsın tabloyu 450 bin dolara satmaya çalıştığını belirten Halid, uzmanlarınsa bu tablonun değerinin 10 milyon dolar civarında olduğunu tahmin ettiklerini anlattı.

Cnn Türk, Fotoğraf: Akşam, 26.08.2009

KUBADABAD SARAYI TURİZME KAZANDIRILMAYI BEKLİYOR

 

 

Mustafa Çıpan, Beyşehir Gölü kıyısında bulunan ve Selçuklu Devleti'nin ayakta kalan tek sarayı olan Kubadabad Sarayı'nın hem Edirne, Bursa ve İstanbul'daki Osmanlı saraylarına kaynak teşkil eden, hem de dönemini yansıtan tek sivil saray mimari örneği olduğunu bildirdi.Sarayla ilgili olarak, 18 Mart Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr. Rüçhan Arık tarafından 29 yıldır bölgede kazı çalışmaları yürütüldüğünü hatırlatan Çıpan, gelecek yıl çalışmaların 30'ncu yılı münasebetiyle hem nitelikli bir yayın yapmak, hem de saray kompleksinde farklı bir proje uygulamak istediklerini kaydetti. Çıpan, sarayın bulunduğu nokta ile ana yol arasındaki yolun parke gömme taşlarla yeniden değerlendirileceğini belirterek, “Bütün kazıları gerçekleştiren hocamızla yaptığımız istişareleri bakanlığımızla paylaşarak çalışmaları yürütmeye çalışıyoruz. Bundan bir ay önce de, hocamızın hazırlamış olduğu bir raporu TBMM Başkanımıza sunarak, Kubadabad Sarayı'nın milli saraylar kapsamına alınması talebinde bulunmuştuk. Konunun takipçisi olacağız. Meclis başkanımızın bilgilendirilmesi, bölge milletvekillerimizin ve bakanlığımızın, bürokratlarımızın bu konuda hassasiyet göstermeleri bizim için son derece anlamlı. Gerçekten Edirne'de, Bursa'da, İstanbul'daki Osmanlı saraylarına kaynak teşkil eden, hem de dönemini yansıtan tek sivil saray mimari örneği olan Kubadabad Sarayı, mutlaka kurtarılmalı ve turizme kazandırılmalıdır” diye konuştu.

 

Selçuklu Devleti'nin ayakta kalan tek sarayı olması nedeniyle, Kubadabad Sarayı'nı çok önemsediklerini ve bu konuda yapılan çalışmaları titizlikle yürüttüklerini de dile getiren Çıpan, yakın bir gelecekte somut gelişmeler elde ettikçe konu hakkında kamuoyunu bilgilendirmeye devam edeceklerini sözlerine ekledi.

Yeni Şafak, 26.08.2009

ANTİK AGORA'DA KAZI ÇALIŞMASI

 

İzmir'de 2 bin 500 yıllık geçmişe sahip "Antik Agora" kentle bütünleşiyor.

 

Kamulaştırma çalışmalarıyla Agora'nın çevresi 3 bina dışında tamamen açıldı.

Kazıların da sürdüğü bölge, kent içinde önemli bir cazibe merkezi olacak.

Bölgede kazılar 75 yıldır sürüyor. Kamulaştırma işlemleriyle Agora'nın çevresindeki eski binalar da yıkıldı.

 

Bu yılki kazılar ise batı bölümünde devam ediyor.

 

Kazı Başkanı Yrd. Doç. Akın Ersoy, "Bu batı alan olarak tanımladığımız bu yıkımı yapılan alanda bir agora kadar Türk arkeolojisine dünya arkeolojisine hizmet edecek bir potansiyel alan ortaya çıktı." dedi.

 

İzmir'de bulunmuş yerinde korunmuş en büyük mozaikli tabana ulaştıklarını belirten Ersoy, sergilemeye dönük olarak çalışmalar yaptıklarını söyledi.

 

Çalışmaların tamamlanmasıyla bölge bir "Arkeoloji ve Tarih Parkı"na dönüştürülecek.

Trt/Haber, 26.08.2009

BODRUM'DA 2500 YILLIK KUTSAL ALAN BULUNDU

 

Myndos Antik Kenti Kazı Başkanı Prof.Dr. Mustafa Şahin, Tavşan Adası'nda yapılan kazılarda kilise kalıntıları, mezar alanı ve tapınak olduğu düşünülen bir yapı bulduklarını belirterek, ''Bu bulgular Tavşan Adası'nda 2500 yıllık bir kutsal alanın olduğunu ortaya koyuyor'' dedi. Prof.Dr. Şahin, gazetecilere yaptığı açıklamada, Gümüşlük beldesinde bulunan tarihi Myndos Antik Kenti'ndeki kazı çalışmalarının 2004 yılında yüzey araştırmaları ile başladığını söyledi. Kazı çalışmalarına 2007-2008 yıllarında çeşitli nedenlerden dolayı ara verildiğini hatırlatan Şahin, ''Çalışmalara 2009 yılında yeniden başlandı. Bu tarihe kadarki dönemde yapılan çalışmalarında bazilika, ayazma, Dor stoası, su sistemine ait önemli bölümler bulundu'' diye konuştu. Prof.Dr. Şahin, kazı çalışmalarıyla ilgili şu bilgileri verdi: 'Burada yaptığımız kazı çalışmalarında MÖ 5. yüzyıla ait bir yapının duvarlarını ortaya çıkardık. Bu yapı tapınak ya da benzeri anıtsal bir yapı olabilir. Yapının tapınak olduğunu düşünüyoruz. Çünkü limana girişte ve hakim bir noktada. Bununla ilgili çalışmalar bu hafta başlatılacak ve en azından bir bölümü kazı sezonu boyunca gün ışığına çıkartılmaya çalışılacak. Bu bölgeye kutsal bir alan diyebiliriz. Tahmin etiğimiz gibi bir tapınak söz konusu ise MÖ 5. yüzyıldan başlayan ve MS 10. yüzyıla kadar kullanılan kutsal bir alan söz konusu.''

 

Tavşan Adası'nda yaptıkları kazı çalışmalarında MS 13. yüzyıla ait bir yerleşim alanı bulduklarını da anlatan Şahin, bu yerleşim alanın bir sur duvarı ile çevrili olduğunu kaydederek, şunları kaydetti:''Burada yaptığımız kazılarda da bir kilise kalıntısını ortaya çıkardık. Kilisenin zemini mozaik ile kaplı. 10 Eylülden sonra taban mozaiğini sağlamlaştırma çalışması başlayacak. Kilisenin eteğinde ise bir mezar alanı ortaya çıkardık. Her mezarda ortalama 6 iskelet bulunmakta. Mezar buluntuları, mezar alanının kilise ile bağlantılı olduğunu gösteriyor. Sonuç olarak Tavşan Adası'nda yapılan kazılarda kilise kalıntıları, mezar alanı ve tapınak olduğunu düşündüğümüz bir yapı bulduk. Bu bulgular Tavşan Adası'nda 2500 yıllık bir kutsal alanın olduğunu ortaya koyuyor.''

 

Tarihi Mydos Kenti'nin bulunduğu Gümüşlük beldesinde çok sayıda kilise olduğuna işaret eden Prof.Dr. Şahin, sözlerini şöyle sürdürdü: ''Bunun sebebi, Bizans çağında ya da erken Hıristiyanlık döneminde Myndos'un piskoposluk merkezi olarak kullanılmış olması. Bunda en önemli etkende Myndos'un Avrupa'yı Kudüs'e bağlayan kutsal hac yolu üzerinde yer alması. Deniz ulaşımında hacı adaylarının Kudüs'e giderken ya da dönerken uğradıkları kutsal noktalardan birisi. Myndos bu nedenle Hıristiyanlık dini için önemli. Tavşan Adası'nı ileride özellikle dini turizme açma açısından da önemli."

Yeni Asır, 26.08.2009

TARİHE IŞIK TUTAN YAPILAR

 

Türkiye'nin en büyük entegre kalkınma projelerinden GAP'ın uygulandığı bölge, su ve enerji kaynaklarıyla olduğu kadar kültür varlıkları ve turizm potansiyeliyle de dikkati çekiyor. Bölgede tescilli birçok tarihi yapı tarihe ışık tutuyor.

Başbakanlık GAP Bölge Kalkınma İdaresi verilerine göre, Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın bölgede tescilli 2 bin 996 sivil ve askeri mimarlık örneği bulunuyor. Tarih öncesi çağlardan günümüze kadar ulaşmış birçok uygarlığa ev sahipliği yapmış Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nde Şanlıurfa, Adıyaman, Gaziantep, Şırnak ve Mardin gibi kentler kültür mozaiğinin merkezini oluşturuyor. Tarihsel süreç içinde günümüze kadar özelliğini kaybetmeden kalan mimarlık örnekleri, sit alanları, ticaret yolları ve mimari varlıklarla öne çıkan bölge, Anadolu'nun önemli tarihsel mekanları arasında yer alıyor. GAP kapsamında bulunan Şanlıurfa, Adıyaman, Batman, Diyarbakır, Gaziantep, Kilis, Mardin, Siirt ve Şırnak'ta toplam bin 880 tescilli konut, 11 konak, 9 kabaltı ve 5 konak kabaltı tarzı tarihi yapı yer alıyor.

Gaziantep 27Gazetesi, 26.08.2009

TOPKAPI SARAYI'NDA MÜTHİŞ KEŞİF

 

     

 

Topkapı Sarayı'nın ana girişinde bulunan eski karakol binasının arkasındaki bahçede, Bizans akropolü ortaya çıkarıldı. Akropolün yanı sıra bölgede Tunç Çağı'na kadar giden arkeolojik buluntular da bulundu.


Tunç Çağı'ndan parçaların bulunması, İstanbul'un tarihinin bilinenden çok daha öncelere dayandığı görüşlerini destekliyor.

 

Karakol binasının arkasında Bizans sanatı ve arkeolojisi uzmanı Dr. Ferudun Özgümüş temizlik çalışmalarını yürütüyor. TÜRSAB Kültür Turizmi Komitesi'nce düzenlenen gezide konuşan Dr. Ferudun Özgümüş, karakol binasının arkasındaki gecekonduları boşaltılması ve bölgenin temizlenmesiyle, dünyanın en önemli akropolünün ortaya çıktığını söyledi. Özgümüş, ayrıca tunç çağına kadar giden arkeolojik parçaların da bulunduğunu ifade etti. Özgümüş, temizlik çalışmalarını ardından arkeolojik kazı çalışmalarına başlanacağını dile getirdi.

 

Burada, yani Saray'ın bahçesinde hizmetlilerin kullandığı gecekondular yer alıyordu. Kültür Bakanlığı'nın yoğun çabalarıyla hukuki olmadan lojman olarak kullanılan karakol binası ve arka bahçesindeki gecekondular boşaltılmıştı. Aynı zamanda tam da Aya İrini'nin yanında bulunan bölgede sürdürülen temizlik çalışmaları, saklı tarihi gün yüzüne çıkarıyor.

 

Ziyaretimiz sırasında tüm gecekonduların yıkıldığı görüyoruz ancak gecekondulardan birinin tuvaletinin çalışmaların yapıldığı bölgenin ortasında kullanılmak üzere durması karşısında şaşkınlığımızı gizleyemiyoruz.

 

Akropol tepesi, İstanbul'un ilk kuruluş yeri olarak biliniyor. "Akro" (yüksek), "Polis" (şehir) kelimelerinden türetilmiş akropol, yüksek ve savunulması kolay tepeler üzerinde kale anlamına geliyor. Bu kale içinde yönetici krallığa ait çeşitli sosyal ve dinsel yapılar yer alıyor.

 

Bu arada ortaya çıkarılan Bizans akropolünün önünde yer alan eski karakol binası ise restaurant oluyor. TÜRSAB ve Kültür Bakanlığı'nın yaptığı işbirliğinin ardından TÜRSAB da Feriye Lokantası'yla anlaşma yaptı. Eski karakol binası, Osmanlı Türk ağız tadına uygun yeme içme mekanına dönüştürüyor.

 

Ayrıca Feriye Lokantası olacak karakol binasının arkasında çıkan buluntuların ortaya çıktığı yerin de arkeolojik park haline getirileceği ifade ediliyor.

Sabah Turizm, Haber: Nilüfer Şensöz, 26.08.2009







BURSA'DA DÜNYA KALELİ KENTLER BİRLİĞİ HEYECANI

 

 

Ekim ayında Bursa'da yapılacak Dünya Kaleli Kentler Birliği toplantısı öncesi açıklama yapan Osmangazi Belediye Başkanı Mustafa Dündar, sempozyumun kentin tarihi açısından önemli olduğunu söyledi. Vaktiyle savaş ve savunma maksadıyla yapılan kalelerin bugün barışçı gayelerle kullanılabileceğini göstermek amacıyla Bursa'da bir araya gelecek olan Dünya Kaleli Kentler Birliği Üyeleri, kalelerin tarihi yapısını ele alacak. Kalelerin restorasyonu ve yapımları ile ilgili kararların çıkacağı sempozyum öncesi açıklama yapan Dündar, Bursa surlarının ortaya çıkarılması için önceki dönemde çok önemli çalışmalar yapıldığını ve bu çalışmaların devam edeciğini ifade etti. Osmangazi Belediyesi'nin Dünya Kaleli Kentler Birliği Yönetim Kurulu Üyesi olduğunu hatırlatan Dündar, "8-9-10-11-12 Ekim'de Bursa'da yapılacak olan sempozyuma yurt dışından 150'nin üzerinde davetli katılacak. Milletler arası olarak bu sempozyuma 250 belediye katılacak. Bu toplantı çok geniş çaplı olacak. Belediye olarak böyle bir sempozyuma ev sahipliği yapmanın gururunu yaşayacağız. Bu toplantılarda bazı kararlar alınacak. Kalelerin tarihi yapıları ile ilgili çalışmalar, kalelerin yeniden restorasyonunun yapılmasının gerekliliği, tarihi yönden bu alanlara yatırım yapılmasının doğruluğu yada yanlışlığı, diğer ülkelerde tarihi alanlara yönelik yapılan çalışmaların hangi aşamada olduğu tartışılacak. Bu konuların uzmanları ve belediyeciler bir araya gelerek, burada 1 haftalık bir çalışma yapılacak" dedi.

9-10-11 Ekim tarihlerinde gerçekleşecek sempozyuma, Helen Camper, Scott Redford, Michael Kill, Suphi Saatçi ve Nezih Başgelen gibi dünyaca ünlü tarihçiler ve bilim adamları katılarak tebliğ sunacak. Sempozyumda Balkan, Orta Asya ve Anadolu kalelerinin yanı sıra, İngiltere, İspanya ve Portekiz gibi Avrupa ülkelerinden kaleler incelenecek. Bursa ve İznik gezilerinin de yer alacağı sempozyum 12 Ekim'de tamamlanacak.

Yeni Şafak, 26.08.2009

NOEL BABA MÜZESİ'NDE KAZI

 

Antalya'nın Demre İlçesi'ndeki Noel Baba Müzesi'nde bu yılki kazılar başladı.

 

MS 4'üncü yüzyıldan kalan Noel Baba Kilisesi, bugün Noel Baba Müzesi olarak ziyaretçilerini ağırlıyor.

 

Türkiye'de en çok ziyaret edilen ören yerlerinden biri olan müzenin bazı bölümlerinde kazı çalışması başlatıldı.

1989 yılından bu yana devam eden kazılara Hacettepe Üniversitesi'nden Yıldız Ötüken başkanlık ediyor.

 

Kazılarda bugüne kadar kilisenin kuzeyinde yer alan piskoposluk sarayı içindeki ek binalar ortaya çıkarıldı. Ayrıca kilise içindeki duvarlarda yer alan yüzlerce resim günışığına çıkarılarak restore edildi.

 

Kazılar bu yıl piskoposluk ikametgahının batısında ve podyumda devam ediyor.

 

Eskişehir Osman Gazi Üniversitesi Öğretim Görevlisi Çiğdem Aras, "Etraftaki alüvyonlar temizlenmekte. Ve böylece yapılan açmalarda da çıkan çalışmalar envanterlenerek çalışmalar devam edilmektedir." dedi.

 

Çeşitli üniversitelerden 18 öğretim görevlisi ve öğrencinin katıldığı kazılar bir ay sürecek.

Trt/Haber, 26.08.2009

PMO: TARİHİ BARTIN ORDUYERİ KÖPRÜSÜ AĞIR TAŞIT TRAFİĞİNE AÇILIYOR





Peyzaj Mimarları Odası (PMO), 1897 yılında kesme taştan beş ayak üzerinde kurulan Orduyeri Köprüsü'nün altında genişleme çalışmaları yapılmasını kınayarak, "Bartın Belediyesi'nin Orduyeri Köprüsü üzerinde yapmış olduğu tahribattan bir an önce vazgeçmesini, geri dönüşü olmayan bu faaliyetin durdurulmadığı takdirde kamusal ve hukuksal takipçisi olacağımızı bildiriyoruz" dedi. Oda tarafından yazılı açıklamada, Bartın'ın Tarihi Kentler Birliği üyeliği vurgulanıyor ve bütüncüllük taşımayan gündelik projelerle kent yönetilemeyeceği savunuluyor.

Açıklamada, Bartın Belediye Başkanı Cemal Akın 'ın, "Oranın yapılma sebebi, iki aracı yan yana geçirebilmektir. Yayalar da geçemiyor. Yayaların geçebilmesi için, kazaların olmaması için, yüksek araçların da geçebileceği alan haline getirmek istedik. Bu yönde çok talep oldu. Biz böyle iken bir de kuruldan karar alalım dedik. İki üç gün içinde sonuçlanır diye düşünüyorum. Velev ki yapılamazsa da vebali bizim değil. Biz evimizin önüne köprü yapmıyoruz. Bütün Bartın‘ı rahatlatmak için bir şey yapıyoruz. Biz iş yapmaya devam ediyoruz" demecine yer veriliyor ve şöyle devam ediliyor:

"TMMOB Peyzaj Mimarları Odası olarak soruyoruz:

• Sayın başkan, gerekçeleriniz Bartın‘ın ulaşım sistemindeki daralmalara karşın bir çözüm arayışı olarak algılanabilir... Ancak, yüksek araçların geçmesinin sağlanacağı, araç trafiğinin daha yoğun olmasının planlandığı köprünün taşınmaz kültür varlığı olarak TESCİLLİ bir yapı olduğunu bilmiyor muydunuz?
• İş yapmaya devam ediyoruz diyorsunuz. Kültür mirası olarak tescillenmiş alanların tahribatından önce, Bartın ilimizin öncelikli hizmet bekleyen sorunlarını çözmeniz daha rasyonel değil mi? Hatırlatalım; Peyzaj Mimarları bu konuda size gerekli yardımda bulunmaya hazırdır.
• Bartın ilinin Tarihi Kentler Birliği üyesi olduğunu ve bir kamu görevlisi olarak Birlik Tüzüğüne aykırı işler yapılamayacağını biliyor musunuz?
• Kültür varlığı olarak TESCİLLİ alanlarda ihale ve uygulama yapmadan önce projenizin niteliği ve türü hakkında Koruma Kurulu onayı olmaksızın çalışmalara başlayamayacağınız yasal hükümleri olduğunu biliyor musunuz?
• Tarihi Kentler Birliği‘nin 19 Nisan 2003 tarihinde Amasra/Bartın Bildirgesindeki " TARİHSEL MİRASTAN HERKES SORUMLUDUR: TKB üyesi kentlerdeki kültür varlıklarının korunması çabaları sevinç kaynağıdır. Ancak bu çabanın sadece belediyelerde veya sadece valiliklerde yoğunlaşması da artık "aşılmalı"; ortak miras için "kamu-yerel-sivil-özel birlikteliğin" güçlendirilmesine de öncelik verilmelidir." kararını biliyor musunuz?

Karabük Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu Başkanlığı‘nı göreve davet edip, soruyoruz:

• Orduyeri Köprüsü üzerinde Belediye tarafından hazırlanan ve hatta uygulamaların bile başlatıldığı proje, kurul başkanlığınıza sunulmuş ve onay alınmış mıydı?
• İhalesi yapılan ve uygulaması başlanan Orduyeri Köprüsü genişletme çalışmalarını başlatan Bartın belediye başkanın " Kurul kararı alalım" şeklinde yapmış olduğu basın açıklaması, başkanlığınızın söz konusu projeyi mutlak onaylayacağı anlamına mı gelmektedir?

Ülkemiz doğal-kültürel ve tarihi değerlerinin korunarak kullanıma açılması konularına planlama ve tasarım projeleri hazırlama ve uygulama hizmet alanı içerisinde görev yapan peyzaj mimarlığı meslek disiplini olarak, Bartın Belediyesi tarafından kentin fiziksel planlanması ve tasarımına yönelik faaliyetleri özenle izlemekteyiz. Kentin doğal ve tarihi özellikleri ile ülkemizin birçok kıyı kentinden farklı özellikler de taşıdığı bilincinde olarak son günlerde kentin önemli simgelerinden biri olan Orduyeri köprüsü üzerinde yapılan çalışmalar hakkında ulaşan bilgiler karşısında yetkilileri kamu görevlisi sorumluluğunda davranmaya,  bütün Bartınlıları yaşadığı kentine sahip çıkmaya çağırıyoruz.

Sayın Başkan, tarihi kent dokuları, kentsel ve kültürel mirası yüksek değerler taşıyan kentlerde bütüncül planlamalar olmaksızın günlük çözümler üretilen projelerle kent yönetilemez.  Bartın kenti ulaşım planı yapılmadan parçacı çözümler yapamazsınız. Bartın'ın, Tarihi Kentler Birliği'ne üye, gerek merkez, gerekçe ilçeleri ile eşsiz doğal , kültürel varlıkları içermesi nedeniyle, herhangi bir planlama kararı alınmadan önce üzerinde hassasiyetle durulması gereken kentlerimizden biri olduğu gerçeğini kamu hizmeti üreten bir yetkili olarak yadsıyamazsınız".

Yapı, 26.08.2009

"YAPILMAZSA AKM'YE YAZIK OLUR"

 

 

Atatürk Kültür Merkezi’nin yenileme projesine imza atan mimar Murat Tabanlıoğlu, “Binanın yenilenmesini herkes istiyor. Para da var. Her şey hazır. Yapılmazsa, yazık olur” dedi. AKM’nin mimarı olan babası Hayati Tabanlıoğlu’na söz verdiği için projeyi gönüllü olarak bilabedel yaptığını belirten Murat Tabanlıoğlu, yenileme projesiyle ilgili şu bilgileri verdi:

“Binanın cephesi şu anda neyse aynı şekilde yenilenecek. Ön cephede şu anda tek cam var, çift camla değiştirilecek. Mimar olmayan kişi değiştiğini hissedemeyecek. Teras şu an kullanılmıyor. Oraya saydam, açılıp kapanan bir sistem yapıyoruz. Restoranın yer alacağı o noktadan bütün Boğaz’ı görebiliyorsunuz. Atıl duran bir teras, yapılmazsa İstanbullu çıkamayacak. Bu kullanım da kuruma gelir getirecek. İçeriye girdiğiniz zaman küçük bir shop yer alacak. Oradan AKM’yi temsil eden bir hatıra ya da müzik cd’si satın alabilmek mümkün olacak. Eskiden binanın 4 salonuna, çeşitli yerlerinden giriliyordu. Biz herkes, Taksim Meydanı’ndan girsin istiyoruz.”

Bir kültür yapısı olan AKM’nin kentte ya?ayan herkes tarafından kullanılmasını istediklerini belirten Tabanlıoğlu, önümüzdeki hafta düzenlenecek bilgilendirme toplantıda AKM bünyesinde yer alan İDOB, Devlet Senfoni Orkestrası, Devlet Tiyatrosu temsilcileri, Mimarlar Odası İstanbul Şubesi temsilcileri, AKM Çalışma grubu üyeleriyle bir araya gelecek.

Toplantıda AKM’nin yenilenmesiyle ilgili mahkemeden yürütmeyi durdurma kararı aldıran Kültür Sanat ve Turizm Emekçileri Sendikası’nın ve süreci destekleyen Mimarlar Odası’nın endişelerinin de ele alınacağını belirten Tabanlıoğlu, “İtirazlar avan projeye yönelikti. Süreç içinde  proje gelişti, yenilendi, bugünkü onaylanan en doğru haline getirildi. Konuyu iyi anlatınca, sanatçılar ve diğer AKM çalışanları projenin kendi destekledikleri fikirler doğrultusunda tamamlandığını tekrar görecekler” diye konuştu.

Radikal, Haber: Mustafa Kınalı, 26.08.2009

MAÇKA'DAKİ TARİHİ MANASTIRLAR İLGİ BEKLİYOR

 

Konumu ve mimarisi nedeniyle Türkiye'nin ve Doğu Karadeniz Bölgesi'nin en önemli tarihi yapıtlarının başında gelen Sümela Manastırı'na olan ilgi her geçen gün artarken, aynı vadide bulunan ve Sümela Manastırı'nın kardeşleri konumundaki Vazelon ve Kuştul Manastırları bir türlü vizyondaki yerini alamıyorlar.

Bölge insanı tarafından dahi tam anlamıyla bilinmeyen her iki manastırın varlığını turistler kitaplarda ve broşürlerde görebiliyorlar. Yetkililer, ilgisizlik nedeniyle bir türlü gün yüzüne çıkamayan Vazelon ve Kuştul manastırlarına gitmek isteyen vatandaşların yol sorunu ve yön tabelaları nedeniyle büyük güçlüklerle karşılaştığını belirtiyorlar. Yol ve tanıtım sorunu giderildiğinde Trabzon'a ve Maçka'ya gelen turistlere günü birlik gezilerin yerine daha fazla konaklama fırsatı sağlanacağı belirtilirken, halk yapılan girişimlerin sonuç vermediğini, yerel yönetimden destek beklediklerini söylüyor.

Yeni Şafak, Haber: Kamil Anahar, 26.08.2009

PARİS'TE SULAR DURULMUYOR

 

 

Birleşmiş Milletler’in 191 üyeli Eğitim, Bilim ve Kültür Organizasyonu UNESCO’nun genel direktörlük koltuğu için çeşitli üye ülkeler 9 ismi aday gösterdi. Bu isimler arasında en şanslısı ama aynı zamanda ismi etrafında en çok polemik döneni Mısır Kültür Bakanı Faruk Hüsnü... Mısır Kültür Bakanı Hüsnü’yü Mısır’ın yanı sıra Kuveyt, Sudan ve Libya da bu koltuğa aday gösterdi.

Seçilme şansı olan ikinci isim ise AB Komisyonu Dışişleri Komiseri Benita Ferrero-Waldner. Bu iki aday dışında Litvanya, Rusya Federasyonu, Bulgaristan, Ekvador, Tanzanya ve Benin hükümetleri kendi adaylarını çıkardı.

Kamboçya ise, Cezayirli Muhammed Bedjaoui’yi aday gösterdi. Başka bir deyişle, seçim Arap ve Afrika ülkelerinin aralarındaki taktik savaşlarına da tanıklık ediyor.

Geçtiğimiz haftalarda Le Monde gazetesinde yayımlanan bir yazısıyla ‘İsrailli yazarların kitaplarını yakmak gerektiği’ yolundaki sözlerinden ötürü özür dileyen ve kendisinin bir “barış insanı” olduğunu vurgulayan Mısırlı Faruk Hüsnü, ilke olarak Arap Birliği, Afrika Birliği ve İKÖ’nün desteğine sahip... Mısır hükümeti, Faruk Hüsnü’nün Le Monde’da çıkan yazısının arkasını da getirerek Amos Oz ve David Grossman gibi İsrailli yazarları Arapçaya çevirme, Kahire yakınındaki Ortaçağ’dan kalma Maimonides Sinagogu’nu onarma kararlarını kamuoyuna duyurdu. Bu sayede uzun süre sert şekilde Hüsnü’ye muhalefet eden İsrail, destek vermese de muhalefetini geri plana itti.

Buna karşılık antisemitizm karşıtı Yahudi kuruluşları, Nobel Barış Ödülü sahibi Elie Wiesel, Shoah filminin yönetmeni Claude Lanzman, ünlü Fransız filozof Bernard-Henri Levy gibi isimlerin Hüsnü’nün adaylığına karşı başlattıkları kampanya devam ediyor.

Milliyet, Haber: Sabetay Varol, 26.08.2009

BÜYÜKŞEHİR İSTANBUL'UN EN KAPSAMLI 'KÜLTÜR HARİTASI'NI HAZIRLADI





Büyükşehir Belediyesi'nin hazırladığı en kapsamlı ‘Kültür Haritası', İstanbullulara ve turistlere ücretsiz olarak dağıtılıyor. İstanbul'un önemli tarihi ve turistik yerleri ile buralara ulaşım imkanının yer aldığı harita, mekanlar hakkında verilen detaylı bilgilerle eşsiz bir hizmet sunuyor.

 

İstanbul'u daha yakından tanımak isteyen vatandaşlar ve şehrimizi ziyaret gelen turistler, artık çok önemli bir tanıtım kılavuzuna sahip... İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür ve Sosyal İşler Daire Başkanlığı Turizm Müdürlüğü, 3 aylık yoğun bir çalışmanın ardından İstanbul'un en kapsamlı ve en kullanışlı ‘Kültür Haritası'nı hazırladı. Türkçe ve İngilizce olarak hazırlanan harita ücretsiz olarak İstanbulluların ve şehrimizi ziyaret eden turistlerin hizmetinde...

 

Tarihi Yarımada, Eyüp, Üsküdar ve Beşiktaş'ın önemli tarihi ve turistik yerlerinin işlendiği haritada; tarihi camiler, türbeler, kiliseler, sinagoglar, müzeler, kültür merkezleri ve tarihi meydanların yanı sıra, resmi binalar, ünlü caddeler-sokaklar, tiyatro, kütüphane, hastane, spor salonu, koru-park gibi çok aranan mekanlar ile İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin işlettiği köşkler ve sosyal tesisler de bulunuyor.

 

Bizans, Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyeti'ne ait eserlerin farklı tonlarda gösterildiği ‘İstanbul Kültür Haritası'nın arkasında; Tarih Öncesi Dönem, Doğu Roma ve Bizans Dönemi, Klasik Osmanlı Dönemi ile Batılılaşma ve Cumhuriyet Dönemi eserleri, fotoğrafları eşliğinde detaylı olarak anlatılıyor.

 

Haritanın en önemli özelliklerinden biri de şehir içi ve şehir dışı ulaşım imkanları ile tarihi mekanlara ulaşan kara, hava, deniz ve raylı sistem güzergahlarının detaylı olarak belirtilmesi. Renkli kuşe kağıda 64x90 santimetre ebatında renkli olarak basılan harita, rahat okunabilirliği, şık tasarımı ve katlanabilir olma özellikleriyle oldukça kullanışlı.

 

İstanbul'da düzenlenen kongre ve organizasyonlarda özellikle talep edilen ‘İstanbul Kültür Haritası'; Eminönü, Beşiktaş, Üsküdar, Kadıköy meydanları ile Cevahir Alışveriş Merkezi gibi ortak kullanım alanlarından ücretsiz temin edilebiliyor. Şimdiden İstanbullulardan ve ziyaretçilerden yoğun ilgi gören harita, kendi alanında en geniş kapsamlı ilk eser olarak eşsiz bir hizmet sunuyor.

İstanbul Büyükşehir Belediyesi, 26.08.2009

TARİHE FARKLI BİR BAKIŞ





Tarihçi, araştırmacı yazar Ali Taşpınar, "Trabzon Pontus Devleti olarak tanımlanan devlet aslında Trabzon Devleti'dir. 1204-1461 yılları arasında yaklaşık 250 yıllık bir dönemdir. Yöneticileri Rum'dur. Helen'dir. Halkının büyük bir kısmı Türk topluluklarıdır" dedi.


Ali Taşpınar, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli ile Başbakan Recep Tayyip Erdoğan arasında yaşanan "Potamya" tartışmasına bir açıklama getirerek Karadeniz tarihini değiştirecek açıklamalarda bulundu.


Rize'deki yer isimleriyle ilgili yıllardır bilimsel araştırmalar yapan ve önümüzdeki günlerde konuyla ilgili yeni bir kitabını piyasaya sürmeye hazırlanan Ali Taşpınar, bilinenin aksine Rize'deki yer isimlerinin Ermenice ve Rumca olmadığını söyledi.


Rize'deki yer isimlerinin sadece Ermenice ve Rumca ekler alarak değiştiğini belirten Taşpınar, şöyle konuştu: "Bölgemizdeki yer adları konusunda ilk bakıldığında halktaki yanlış bir düşünce sonucu bunların Rumca ya da Ermenice olduğu konusunda genel bir kanaat vardı. Ama zaman içerisinde bu konuların araştırılması ile Trabzon Devleti döneminde bu yer adlarının Rumca ve Ermenice ek alarak yani 1204-1461 döneminde kendi söyleyişlerine uydurulduğunu görmekteyiz. Rumca'nın ortaya çıkışına baktığımızda Arapça, Farsça, Eski Türkçe, Helence ve Roma Dillerinin yerel diller ile kaynaşması sonucu ortaya çıkan bir dildir. Bu dili şu an Yunanistan'da bulunan Doğu Karadeniz kökenlilerin dışındaki hiçbir Yunan'ın ve o bölge Rum'unun anlaması mümkün değildir. Çünkü bu dilin Yunanca ile bir ilgisi yoktur."


Taşpınar, Trabzon Pontus Devleti olarak bilinen devletin aslında bir Rum Devleti olmadığını asıl adının Trabzon Devleti olduğunu ileri sürerek şunları söyledi: "Bölgemizi ilk şenlendiren toplulukların vermiş olduğu bölge adları Trabzon Devleti zamanında, bu devleti bazı kimseler Trabzon Pontus Devleti olarak tanımlıyor ancak tarihi olarak doğrulanmıştır, aslen Trabzon Devleti'dir. 1204-1461 yılları arasında yaklaşık 250 yıllık bir dönemdir. Komnenler ailesine mensup bir prensin kurduğu bir devlettir.


Sadece yöneticileri Rum'dur. Helen'dir. Halkının büyük bir kısmı ise Türk topluluklarıdır."
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın baba ocağı olan Rize'nin Güneysu İlçesinin eski ismi "Potomya" ile ilgili tarihçilerin iki tezi olduğunu ifade eden Taşpınar, sözlerine şöyle devam etti: "Askaroz Deresi'nin Güneysu tarafına uzanan koluna Potamya Deresi denmektedir. Salarha tarafına uzanan koluna ise Salarha Deresi denmektedir. Deniz ile birleştiği yer Askaroz'dur. Askaroz, Oğuz Boyu'ndan Azgur Türkmenlerinin bu bölgeye yerleşenlerinin ismidir. Sonundaki 'oz' eki ise Rumca ektir. Potamya kelimesi ise Rumcada dere yurdu anlamına gelmektedir. Bu Potomya ile ilgili ortaya atılan birinci açıklamadır. Ama Potamya isminin Peçeneklerden kalma bir isim olduğu konusunda da tarihçilerimiz görüş ortaya koymaktadır."


Taşpınar, Lazlar'ın Kuman Türk'ü olduklarını açıkladı. Taşpınar, konuyla ilgili açıklamasını şöyle tamamladı: "Lazlar, Kuman Türklerinden bir boydur. Dilleri farklı olmuş olabilir. Türk Dünyası'nda çok sayıda dil ve lehçe kullanılmaktadır. Bu Türk Dünyası'nın bir gerçeğidir. Onları farklı görmek mümkün değildir."

Trabzon Kent Haber, 26.08.2009

PICASSO MÜZESİ TADİLATTA

 

 

Üç binden fazla Picasso eseri ile Picasso’ya ait koleksiyonların sergilendiği Picasso Müzesi yenileme çalışmaları için dün kapılarını iki seneliğine kapattı. Müze, meraklılardan iki yıl uzak kalacak eserleri geride bıraktığımız pazar günü, yani son gün ücretsiz sergiledi. Müze müdürü Anne Baldassari’nin yaptığı açıklamaya göre uzmanların hummalı altyapı çalışmalarının ardından başlayacak restorasyon süresince Picasso eserleri ödünç verilmeyecek.

3 bin metre karelik alanın tadilatına önümüzdeki yıl başlanması planlanıyor. En az iki yıl sürecek tadilatın 20 milyon Avro (yaklaşık 43 trilyon TL) tutması bekleniyor. Müzenin modernize edilmesi gerektiğini söyleyen Baldassari, elektrik aksamlarının yenileneceği ve içinin daha rahat dolaşabilecek şekilde düzenleneceğini söyledi.

Müze halihazırda senede yarım milyon ziyaretçiye ulaşıyor. Ancak  Baldassari ziyaretçi sayısını arttırmak ve gençlerin de ilgisini çekmek istediklerini belirtiyor. müze müdürü sergi salonlarının genişletileceğini ve öğrenci etkinlikleri için de özel salonlar açılacağını söylüyor. Toplam 5 bin parça esere sahip olan müzede yalnızca 250-300 parça sergileyebildiklerini ifade ederek müzenin küçüklüğünden şikayet eden Baldassari “Bu şekilde devam edemeyiz” diyor.

Şu sıralar sıkı güvenlik önlemleriyle etrafında kuş uçurtulmayan Picasso Müzesi Paris’in Marais bölgesinde barok dönemde inşa edilen  bir köşkte 1985’te açılmıştı.

Radikal, 25.08.2009

AFRODİSİAS ANTİK KENTİ KAZILARI SONA ERDİ

 

 

Aydın'ın Karacasu İlçesinde bulunan Afrodisias Antik Kenti'ndeki kazılar sona ererken, bu yılki kazılarda valinin evi ve üzerinde yerli bir figür olan yazıt ortaya çıkarıldığı bildirildi. Kazı Başkanı Roland Smith, 1961 yılından beri New York Üniversitesi tarafından sürdürülen ve bu yıl Mayıs ayında başlayan Aphrodisias Antik Kenti kazılarının sona erdiğini belirterek, kazılarda 70 işçiyle Türkiye, ABD ve İngiltere'den gelen 35 öğrenci ve öğretim üyesinin yer aldığını söyledi.Yaklaşık 3,5 ay süren kazılar için 600 bin dolar harcandığını ifade eden Smith, bu yılki kazı döneminin çok geniş ve enteresan bir çalışma programıyla geçtiğini söyledi.

Bu yıl dört ayrı yerde kazı çalışması gerçekleştirdiklerini ve Hadrian hamamında geniş kapsamlı restorasyon çalışması başlattıklarını vurgulayan Smith, beş yıl önce başlanan Sebasteion anıtındaki restorasyon çalışmasının da sürdüğünü belirtti.

Smith, şöyle devam etti: ''Bu yılki kazılardan birinin yapıldığı Bazilika'da, valinin oturduğu ev bulundu. Burası önemli kararların verildiği bir yer. Önemli bir buluntu. Tetrapylon önündeki ana cadde kazısındaysa çok önemli tabakalar bulduk. Osmanlı döneminden, geç Roma dönemine kadar giden yerleşimler bulduk. Bu yerleşimlerde önemli buluntular da yer alıyor. Bunların içindeki en önemli buluntulardan biri, büyük bir yazıt. Üzerinde yerli bir figür var. Bu Afrodisias'ın yerli tarihini gösteren önemli buluntulardandır. Bu buluntular, MS 1. ve 2. yüzyıla ait. Bu dönemde Afrodisias büyük bir gelişme yaşamış ve önemli anıtların yapıldığı dönemlerden biridir.''

Smith, gelecek yıl Tetrapylon önündeki ana caddenin açılması çalışmasına devam edeceklerini, şehrin ortasındaki önemli anıtlarda kazı yapacaklarını vurgulayan Smith, Güney Agora'daki büyük bir havuzu da kazmak istediklerini kaydetti.
Cumhuriyet, 25.08.2009

BELEDİYE 'AÇILIM'DAN CAMİ AÇMAYI ANLADI!





Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Başkanı Kadir Topbaş’la birlikte Adalar’da geçen hafta azınlıkların dini liderleriyle bir araya gelirken, İBB, Silivri Ortaköy’deki tarihi bir kiliseyi cami olarak restore etmeye başladı. Ayasofya, Selimiye ve Süleymaniye ile aynı koruma özelliklerine sahip 1. derecede tarihi kiliseye Koruma Kurulu kararıyla minare de yapılacak. Silivri Belediyesi söz konusu yapının Silivri Tapu Müdürlüğü’nde kendileri adına “harap durumda kilise” olarak kayıtlı olduğunu bildirirken, Mimarsinan Üniversitesi Güzel Sanatlar öğretim üyesi Oktay Ekinci, “Bina kesinlikle bir kilise” diyerek kararın iptal edilmesini istedi.

Aziz Dimitrios Kilisesi o dönem Rumların yaşadığı Silivri Ortaköy’de 1831 yılında inşaa edildi. Köyde hiç Müslüman yaşamadığı için cami bulunmuyordu. 1924 mübadelesinde Rumların boşalttığı köye Rumelili Türkler yerleşti. Köy halkı, kilisenin girişinde bulunan haç ve dinsel kabartmaları koruyarak yapıyı cami olarak bir süre kullandı. Yapıya, daha sonra ahşap bir minare eklendi. Köy halkı daha sonra kendi camisini inşa ederek kiliseyi kaderine terk etti. Ahşap minare ise zamanla yıkıldı. Bakımsız kalan kilise uzun süre ahır ve depo olarak kullanıldı.

Girişinde Hıristiyan azizleri anlatan iki kabartma ile ana kapının hemen üstünde büyük bir haç bulunan kilise, Silivri Tapu Müdürlüğü’nde Silivri Belediyesi adına “harap durumda kilise” olarak kayıtlı. Bina, Koruma Kurulu Yasası gereği 1. derece tarihi eser sayılıyor. Yasaya göre, 19. yüzyıl ve öncesindeki tüm eski eserler 1. derece tarihi eser kapsamında bulunuyor.

Dönemin Ak Partili Silivri Belediye Başkanı Hüseyin Turan, İBB Başkanı Kadir Topbaş’tan tarihi yapının cami olarak restore edilmesi için destek isteyince Aziz Dimitrios Kilisesi’nin camiye dönüşme süreci başladı. İstek, Topbaş tarafından uygun görüldü ve İBB Yapı İşleri Müdürlüğü restorasyonu üstlendi. Rölöve, restitüsyonu (yeniden tasarımlama) ve restorasyon projesi hazırlanarak İstanbul 1 Nolu Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu’na sunuldu. Kurul, tarihi yapının hiçbir yönüyle camiyi andırmaması, tüm unsurlarıyla bir kilise görünümünde olmasına rağmen belediyenin projesini 2008 yılında “Ortaköy cami restorasyonu” olarak onayladı. Kurul, daha sonra yapılan başvuru üzerine de 4 Haziran 2009 tarihinde binanın yeni işlevine uygun olarak minare yapılmasına izin verdi.

İBB Basın Danışmanlığı, restorasyonu şu anda devam eden tarihi yapının tescil bilgilerinin kendilerinde olmadığını bildirdi ve Koruma Kurulu’nun kararını gönderdi. Kararda, yapının tescil durumunun net olmadığı belirtildi.

Mimarlar Odası eski Genel Başkanı ve Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi öğretim üyesi Oktay Ekinci, Koruma Kurulu’nun tarihi kiliseyi camiye dönüştürme kararını büyük üzüntüyle karşıladığını belirterek şöyle konuştu: ”Yapı geçmişte bir süre cami olarak kullanılmış olsa bile kilisedir ve yeniden cami olarak kullanılması için sadece Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın, o da Bakanlar Kurulu kararıyla birlikte izni gerekir. Tabelada resmedilen proje de cami değil, kilise. Bu karar, birçok yönüyle bilim ve etik dışıdır. Koruma Genel Müdürlüğü bu kararın yeniden değerlendirilmesini talep etmeli. Kurul da yeniden karar üretilinceye kadar uygulamayı durdurmalıdır.”

Ekinci, “Minaresiz bir restorasyon onayından sonra, ek bir minare projesi istemek, dahası önermek, kabul etmek de mimarlık ve koruma ilkelerine aykırı. Kurul kararındaki ‘işlevine uygun minare’ sözü bilim ve mimarlık adına talihsizlik” dedi.

İstanbul Rum Patrikliği Basın ve Halkla İlişkiler Başkanı Peder Dositheos Anağnostopulos, zamanında Silivri Ortaköy’de 280 hanelik bir Ortadoks cemaatin yaşadığını belirterek, “Kitaplarda bu cemaatin iki tane kilisesi olduğu yazılıyor. Kilisenin adı mutlaka kayıtlarda vardır ama bizim o kayıtları bulmamız lazım. Tabii mübadele esnasında arşivlerin çoğu maalesef yok olmuştur.” dedi.

Bir caminin kiliseye çevrilmesinin Türkiye’de mümkün olmadığını belirten Anağnostopulos, şöyle konuştu: “Osmanlı İmparatorluğu’ndan beri bu böyledir. Fakat bir kilisenin camiye çevrilmesine karşı herhangi bir Osmanlı veya Türkiye Cumhuriyeti kanunu olduğunu ben bilmiyorum. Yani takdire kalmıştır. Eğer belediye meclisi isterse yapabilir. Fakat Lozan Anlaşması’na göre kiliselerin camiye çevrilemeyeceği yerler vardır. Mesela İstanbul’da Kadıköy, Adalar gibi, Gökçeada, Bozcaada gibi yerlerde camileri kiliseye çevirmek anlaşma hükümlerine aykırıdır.”
Milliyet, 25.08.2009



******


GÜNAY'DAN 'CAMİ' DÖNÜŞÜMÜNE TEPKİ

 

Milliyet’in önceki gün manşetten duyurduğu Silivri Ortaköy’deki Aziz Dimitrios Kilisesi’nin cami olarak restore edilmesi kararına Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay tepki gösterdi. Kararı, yeniden incelenmesi için Koruma Kurulu’na gönderdiğini belirten Günay, tarihi yapının orijinal formatı korunarak müze olarak değerlendirilebileceğini söyledi. Günay, Milliyet’e de uyarısı için teşekkür etti.

Silivri’nin AKP'li eski Belediye Başkanı Hüseyin Turan, Ak Partili olan İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş’tan tarihi kilisenin cami olarak restore edilmesi için destek istemişti. Topbaş da talebi uygun görünce İstanbul Büyükşehir Belediyesi Yapı İşleri Müdürlüğü restorasyonu üstlenmişti. Rölöve, restitüsyonu (yeniden tasarımlama) ve restorasyon projesi hazırlanan yapı, İstanbul 1 No’lu Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu’na sunulmuştu. Kurul, tarihi yapıyı “Ortaköy cami restorasyonu” olarak onaylamış, daha sonra da minare yapılmasına izin vermişti. 

Milliyet’in duyurduğu gelişmelere tepki gösteren Günay, “Bugün (dün) gazetede gördüm, inceleme talimatı verdim” dedi. Prosedür gereği tarihi ibadethanenin restorasyonu konusunda onayı alınması gereken Dışişleri’nin görüş vermediğini ifade eden Günay,  “Metruk bir kiliseyi camiye çevirmeye ihtiyaç yok” dedi. Yeteri kadar cami olduğunu vurgulayan Günay, kilisenin olduğu bölgede de vatandaşların ihtiyacını karşılayacak kadar cami olduğunu söyledi. Günay, cami projesini, onayı veren Koruma Kurulu’na yeniden gönderdiğini açıkladı. Günay, Kurul’un incelemeleri sonucunda tarihi kilisenin, formu korunarak müze haline getirilebileceğini ifade etti.

Prof.Dr. İlber Ortaylı (Topkapı Sarayı Müzesi Başkanı): Ben kilisenin cami olarak restorasyonuna karşıyım. Kilise ya bırakırsın çöker ya cemaatten birileri çıkar kendi restore eder ya da devlet restore eder. O zaman kilise olmazsa bile kütüphane veya müze olarak kullanılabilir. Kiliseden cami olmaz. Bunlar Balkan numaralarıdır yakışmaz Türkiye’ye. 15. ve 17. asırların işi. Bu asırda böyle şey olmaz. Git kendi camini kendin yap. İhtiyaç da vardır, camiye onu da söyleyeyim. Ama başka yere yaparsın. Bu gibi davranışlar olur olmaz insanlara da koz oluyor. Bir başvuru yapılırsa idari mahkemeden döner sanıyorum.

Prof.Dr. Semavi Eyice (Sanat tarihçisi): Osmanlı’nın yayılma döneminde birçok kilise camiye çevrilmişti. Bence içinde, yani duvarlarında freskler falan yoksa çevrilmesinde bir sakınca yok.
 Bu tarih boyunca yapılmış. Bir mahsuru yok. Hiç değilse dini bir bina yine saygın bir fonksiyon alıyor. Benim görüşüm içinde korunması gerekli bir şey yoksa eğer pekala çevrilebilir.

Prof.Dr. Cevat Erder (UNESCO Türkiye Milli Komisyonu Kültürel Miras İhtisas Komitesi üyesi): Bu etiğe sığmayan yanlış bir şey. UNESCO bu tip şeylere çok hassas. Yapılan, bir tarihi eserin yıkılması  değil, o tarihi eserin kavramına başka kavram sokmaktır. Bu UNESCO için de kabulü zor bir şeydir. Binaların fiziki yapısı değil, ruhu da vardır. Kötü bir bina olabilir,  ama örnek vereyim, eğer Atatürk bir binanın içinde yaşamışsa bu binanın şeklinin üstüne çıkar. Ve bina bu şekilde değerlendirilir. Bu İstanbul’un içinde olsaydı UNESCO tepki gösterirdi. Ama dışında kalıyor.

Kilisenin cami olarak restore edilmesi kararını veren 1 Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu Başkanı Prof.Dr. Sait Başaran aldıkları kararı savundu. Başaran, Milliyet’e şu açıklamayı yaptı:

“O kararı tekrar imzalarım. Orası bir kilise imiş, camiye çevrilmiş. Cami olarak hizmet etmiş. Projeler gelmeden önce orasını diskotek yapmak istediler. Biz ‘hayır’ dedik, ‘kutsal mekandır, özgün haliyle korunması gerekir’ dedik. Uzun yıllar Osmanlı döneminde cami olarak hizmet etmiş. Hıristiyan hiçbir vatandaş da kalmadığı için cami olarak restore edilmesinde sakınca görmedik. Telefonla araştırdım. Bu yapının distotek yapılma isteğiyle kurula başvurulmuş. Biz de tescil ettik. Diskotek olmaktan kurtardık. Onu kilise olarak ne yapacaktık. Diskotek mi yapsalardı?”

Başaran, binaya bir de minare yapılması için izin verildiğinin hatırlatılması üzerine, “Cami restorasyonu yaptıktan sonra eklenebilir, niye eklenmesin? Bir sakıncası mı var?” dedi.

İstanbul Büyükşehir Belediyesi, ‘kiliseye cami’ kararıyla ilgili olarak bir açıklama yaptı. Eserin 80 yıl öncesine varan geçmişinde bulunan cami işlevinin görmezden gelindiği öne sürülen açıklamada, “Eserin onarımını talep eden Silivri Belediyesi değil, maliki konumundaki Ortaköy Belde Belediyesi’dir” denildi.

Ortaköy’ün son belediye başkanı DYP’li Erdinç Tabak ise restorasyon talebinin Selimpaşa Belediyesi’nin Ak Partili Belediye Başkanı Ahmet Yağcıoğlu’nun girişimleri sonrasında gündeme alındığını öne sürerek şöyle konuştu: “İBB bize kiliseyi cami olarak restore etmek isteğiyle müracaat etti. Biz de meclis kararı alarak bunu onayladık.”
Milliyet, Haber:
Mithat Yurdakul, Şakir Aydın, Şenol Demirci, 26.08.2009

İMPARATORLUK MÜZESİ'NİN HALİ İÇLER ACISI

 

Osmanlı hükümdarı Sultan II. Abdülhamit döneminde Konya'da yaptırılan Müze-i Humayun (İmparatorluk Müzesi) bakımsızlık ve ilgisizlik nedeniyle yıkılma tehlikesiyle karşı karşıya.

20. asrın başında açılan ve 1926'ya kadar hizmet veren müze, içindeki değerli eserlerin Mevlana Müzesi'ne devrinin ardından kaderiyle baş başa kalmış. Milli Eğitim Müdürlüğü'ne devredilen binanın Eğitim Müzesi olarak restore edilmesi planlanıyor.

 

İstanbul'da bulunan Müze-i Hümayun'un Konya şubesi olarak, ünlü Osmanlı ressamı ve müzecisi Osman Hamdi Bey tarafından ziyarete açılan bina restore edilecek. Bakımsızlık nedeniyle yıkılmaya yüz tutan tarihi yapı, 19. yüzyıl sonunda Anadolu'da kurulan ilk müze olma özelliği taşıyor. 19. yüzyıl sonlarında İstanbul Arkeoloji Müzeleri, ünlü ressam ve müzeci Osman Hamdi Bey tarafından devlet müzesi niteliğindeki 'Müze-i Hümayun' adıyla kuruldu. O dönemde, Bursa, Antalya ve İzmir gibi illerde de Müze-i Hümayun'un şubeleri oluşturulurken, bunlardan biri de Konya'da yer aldı.

 

1901'de ziyaretçilere açılan müzede, genellikle arkeolojik eserler ve değerli taşlar sergilendi. Kapısında müzenin Osmanlıca isminin yazılı olduğu kitabenin bulunduğu müze, 1926'da Mevlana Müzesi'nin açılmasıyla boşaltıldı. Mülkiyeti Milli Eğitim Müdürlüğü'ne bırakılan müze, tarihi olması nedeniyle büyük önem taşıyor. Sıvaları dökülen, dış duvarları çatlayan, kapı ve pencereleri ise paslanan binanın içler acısı durumu tarihçilerin tepkisini çekiyor.

 

Emekli öğretim üyesi Araştırmacı-Yazar Yrd. Doç. Dr Hasan Özönder, tarihi müze binasının bir an önce restore edilmesi gerektiğini söyledi. Özönder, o dönemde kurulan Müze-i Hümayun'un şubelerinden birinin Konya'da yer almasının bu şehre verilen önemi gösterdiğini dile getirdi.

Milli Eğitim Müdürlüğü yetkilileri ise Müze-i Humayun binasının restore edilerek Eğitim Müzesi olarak hizmet vereceğini belirtti. İl Milli Eğitim Müdürü Halil Şahin, Karma İlköğretim Okulu'nun bahçesi sınırlarında kalan müzenin restoresi için gerekli çalışmayı başlattıklarını bildirdi. Halil Şahin, restorasyon çalışmalarının tamamlanmasından sonra müzede okullardan toplanan eğitimle ilgili tarihi dokümanların sergileneceğini ifade etti.

Zaman, Haber: Aydın Hızlıca, 25.08.2009

OTLARIN ARASINDA BİR GARİP OLİMPİYAT STADI

 

 

Magnesia Antik Kenti kazılarında, maki ve otlarla kaplı alanda 30 bin kişilik stadyum bulundu. Ancak stadyumu ortaya çıkarmak için yapılan çalışmalar ödenek engeline takıldı.

Aydın’ın Germencik İlçesine bağlı Ortaklar beldesi Tekin köyünde sürdürülen kazılar durma noktasına geldi. Kazı Başkanı Prof.Dr. Orhan Bingöl spor kulüplerinin de ilgisini bekliyor:

“Kazı çalışmalarında, TÜBİTAK projesi olan stadyum bölümünde yoğunlaştık. Stadyumun arkasındaki galerilerde şu an 36 metre yüksekliğe ulaştık. Arkada daha başka galerilerin olduğunu düşünüyoruz. İlginç bir buluntu da çember. Nasıl şimdi stadyumlarda misafir takımlara ayrılan bölümler varsa o zaman da öyle yapılmış. Efesliler, İzmirliler, Bergamalılar gibi. Sadece devletin ve Tübitak’ın katkısıyla işler açıkçası oldukça zor görünüyor. Özellikle bu gibi yapılara spor kulüplerimizin de el atması, gönül vermesi, katkı sağlaması dileğimiz.”

Radikal, 25.08.2009

REHBERLER ANTİK YOLU TEMİZLEYECEK

 

Kuşadası Turist Rehberleri Derneği 4 Eylül Cuma günü Ortaklar'daki Magnesia ile Efes Antik Roma yolunun çevre temizliğini yapacak.


KURED Başkanı Ali Karapınar, son dönemde elde edilen bulgularla yıldızı her yıl biraz daha parlayan Ortaklar beldesindeki Magnesia Antik Kenti'ne kamuoyunun ilgisini yoğunlaştırmak amacıyla dernek olarak bir dizi etkinlik planladıklarını bildirdi.


Kazı başkanlığıyla yaptıkları çalışmalar sonucu, kazı başkanlığının yönetim ve gözetiminde, Magnesia'yı Efes'e bağlayan antik Roma yolunun, Naipli Köyü sınırları içinde kalan yaklaşık 900 metre uzunluğundaki, ana kayaya oyulmuş bölümünü, ot ve çalı-çırpıdan arındıracaklarını belirten Karapınar, zemin döşemesini görülebilir kılmak amacıyla, çevre temizliği yapacaklarını, antik kente kadar yoldan yürüyüş imkanı sağlayacaklarını söyledi.


Antik kentlerin turizm açısından büyük önem taşıdığına dikkati çeken KURED Başkanı Karapınar, "Rehber olsun olmasın, çevre temizliğine katılacak olan arkeoloji dostlarına eldiven, toz maskesi ve gözlük, bir örnek tişört ve kasket dağıtılacaktır. Etkinlik alanında bir sağlık görevlisi ve tam donanımlı ilk yardım seti bulundurulacaktır. Sponsor firmaların flamaları Magnesia kazı alanı girişindeki sosyal tesise asılacaktır. Plaket töreni ve yerel ürün sergisi bu flamalar önünde düzenlenecektir" diye konuştu.

Haber Ekspres, 24.08.2009

TARİHİ BİNA RESTORASYONU ARTTI, BANKALARIN KREDİ YARIŞI KIZIŞTI





Son dönemde bakımsızlık nedeniyle yıkılmaya yüz tutmuş birçok tarihi binanın restorasyonunun önem kazanmaya başlaması, karlı bir sektörün de kapılarını araladı. Potansiyeli farkeden genç mimarlar, sokak sokak gezip eski bina ararken, açılacak ihaleleri takip eden şirketler ile kredi veren kurumlar arasındaki rekabet de kızışıyor. Tarihi bina restorasyonu için Türkiye'de ilk kez kredi kurumunu devreye sokan Toplu Konut İdaresi (TOKİ), 2005 yılında 16 projeye kredi verirken, sadece bu yılın ilk 6 ayında bu rakam 77'ye çıktı. Bu alandaki talebi değerlendirmek için bankalar da harekete geçti. Fortis Bank, 60 ay vadeyle tarihi restorasyon kredisi uygulamasını başlattı. Artan ilgiden çok memnun olan sektör yetkilileri, ancak ağır bürokrasinin bellerini bükmeye devam ettiğini vurguluyor.

Karlı bir sektöre dönüşen tarihi bina restorasyonunda rakamlar parmak ısırtıyor. Öyle ki, 700-800 bin TL'den alınan bir bir bina 2.5 milyon TL'ye satılabiliyor. Es Yapı Mimarlık Canan İzgi, bina fiyatlarının el yaktığını, özellikle tarihi bölgelere büyük bir ilgi olduğunu söylüyor. İzgi, "Örneğin İstanbul'un eski semtleri olan Galata, Beyoğlu civarına büyük ilgi var. Ayrıca bazı binalar İstanbul 2010 kapsamında Türkiye'ye gelecek olanlar için butik otele de dönüştürülüyor. Ancak bu işi belli bir parası olan insanlar yapabilir. Çünkü çok büyük maliyeti var. Bazen de bir binanın yarı fiyatına yapılmış bir daireyi satın alabiliyorsunuz" diyor.

Boğaz bölgesinde tarihi binalarla ilgilenen İkias Gayrimenkul'ün ortağı Serhat Kara ise, özel bankaların da düşük faizli ve uygun vadeli nakit kredi desteği sağlamaya başlamasının sektör açısından olumlu olduğunu vurguluyor. Son dönemde tarihi eser statüsündeki binaların restorasyonunun karlı bir işe dönüşmesinin bir çok girişimcinin de ilgisini çektiğini anlatan Kara, "Özellikle yeni mimarlar ve müteahhitler, sokak sokak gezip bina inceliyor" diye konuşuyor. Ancak sektörün asıl probleminin kaynak değil, aşırı bürokrasi olduğunu vurgulayan Kara, şöyle devam ediyor: "Hazır kaynağın var, eski eseri alıyorsun. Kimseden bir şey almaya da ihtiyacın yok ama burada çok ciddi sıkıntılar yaşanıyor. Projelerin onaylanması çok uzun süre alıyor. Anıtlar Kurulu kadrolarında ciddi problemler yaşanıyor. Restorasyonlar batılı ülkelerde çok ciddi teşvikler alıyor. Türkiye'de ise önüne engel konuluyor. Restorasyon artık şehir efsanesi oldu, İnsanlar birbirlerine 'Aman yapma başına bela alırsın' diyorlar."

Öte yandan, TOKİ de 2005 yılından bu yana, bakımsızlık yüzünden yıkılmaya yüz tutmuş tarihi konak ve yalıların restorasyonuna destek veriyor. 2005'ten bu yana büyük çoğuluğu İstanbul'da olmak üzere toplam 235 projeye destek veren TOKİ, toplam 17 milyon TL'nin üzerinde de kredi verdi. Krediden yararlanan projeler arasında, Safranbolu, Ürgüp, Bursa-Osmangazi, Çanakkale, Bartın, Ordu, Fatsa, Mersin ve İstanbul'da Sarıyer, Eyüp, Kuzguncuk, Arnavutköy'deki binalar bulunuyor.


TOKİ Kredi Uzmanı Lokman Tuncer, insanların önceden bu kredilerden haberi olmadığını ve binasına çivi bile çakamadığını belirterek, ancak son dönemde bilincin arttığını, insanların artık bu işi ticari olarak da görmeye başladıklarını ifade ediyor. TOKİ'ye tarihi restorasyon kredisi için başvuruda bulunanların sayısının giderek arttığına dikkat çeken Tuncer, 2005 yılında sadece 16 projeye kredi verilirken, bu yılın ilk 6 ayında 77 projeye kredi verildiğini açıklıyor.

Tuncer, Fortis Bank'ın da tarihi binalar için restorasyon kredisi vermeye başlamasını ise şöyle değerlendiriyor: "Özel bankaların girişimleri olumlu. Ancak bizimle rekabet edemezler. Bizim verdiğimiz şartlarla kredi vermeleri pek olanaklı değil. Yıllık yüzde 4 faizle kredi veriyoruz. Aylık binde 3'e geliyor. Bu şartlara inmeleri mümkün değil."


Fortis Bank ise, yaptığı yazılı açıklamada, "TOKİ'nin sağladığı restorasyon kredisindeki uzun başvuru işlemleri ve süreçleri Fortis Tarihi Bina Restorasyon Kredisi için geçerli değil. Fortis Bank Türkiye olarak, kredi başvurularını en kısa sürede sonuçlandırabiliyoruz" diyor. Krediyi 60 aya kadar vadeyle kullandıran Fortis, kredi alan müşterilerine bir yıllık ücretsiz kiralık kasa hizmeti de sağlıyor.

Eski bir eserin restorasyonu için geçen bürokratik süreç 6 aydan başlayıp 4 yıla kadar uzayabiliyor. Restorasyona başlamak için öncelikle eserin Anıtlar Yüksek Kurulu'nda tescili olup olmadığı ve Boğaziçi İmar Müdürlüğü'nden imar durumu öğreniliyor. Daha sonra ise eski eserle ilgili 3 ayrı proje hazırlanıyor. Birinci etap projesinde, binanın bugünkü halini gösteren rölöve projesi hazırlanıyor. İkinci etapta, binanın özgün halinin nasıl olduğunun belgeler, doküman ve fotoğraflarla tasdik edildiği restitüsyon projesi hazırlanıyor. Üçüncü etap ise, eski eserin restorasyondan sonra alacağı fonksiyonlara göre şekillenen proje oluyor. Bu 3 proje Anıtlar Yüksek Kurulu'na belgelerle sunuluyor. Projenin Anıtlar Yüksek Kurulu'ndan onay almasından sonra Boğaziçi İmar Müdürlüğü'ne ruhsat talebinde bulunuluyor. Ruhsat alındığı taktirde inşaata başlanıyor. İnşaatın her aşaması, Boğaziçi İmar Müdürlüğü ve proje müellifi mimar tarafından denetleniyor.

Referans, Haber: Sevda Yüzbaşıoğlu, 24.08.2009

HACI BAYRAM CAMİİ'NİN ÇEVRESİ HARABE GÖRÜNTÜDEN KURTULUYOR

 

Hacı Bayram Camii'nin çevresindeki 120 evin restorasyon çalışmalarını yürüten Ankara Büyükşehir Belediyesi, tarihin sessiz tanığı bölgeyi yeniden ayağa kaldırmakta kararlı. Tüm altyapı çalışmaları tamamlanan Hacı Bayram bölgesinde, evlerin restore ve çevre düzenlemesinin iki yıl içinde bitirilmesi bekleniyor. Böylece, Hacı Bayram Cami ve çevresindeki tarihi Ankara evleri harabe görüntüsünden kurtulacak.

Başkent'in bir zamanlar, elçilikler ve bakanlık binalarına ev sahipliği yapan Hacı Bayram Cami çevresinde şu sıralar hummalı bir çalışma yürütülüyor. Ulus Tarihi Kent Projesi çerçevesinde devam eden çalışmalarda bölgedeki 120 tescilli yapı Kültür ve Tabiat Varlıkları'nı Koruma Kurulu tarafından yeniden düzenleniyor. Yaklaşık 2 milyon 100 bin metrekarelik bir alanı kapsayan proje tamamlandığında bölgenin Ankara'nın cazibesini daha da artacağı vurgulanıyor. Büyükşehir Belediyesi yetkilileri, Hacı Bayram çevresindeki tarihi Ankara evlerinin yıllardır ihmal edildiğini ve mahkeme kararlarının restorasyon çalışmalarını geciktirdiğini hatırlatarak, "Şimdi önümüzde hiçbir engel kalmadı. Kurul kararıyla izne bağlı olarak restorasyon çalışmalarını yürütüyoruz. Amacımız, Ankara'nın kalbi olan Hacı Bayram Camii ve bölgesini hak ettiği yere kavuşturmak. Bölgede doğalgaz, su, kanalizasyon ve elektrik altyapı çalışmaları da tamamlandı. Çevre düzenlemesi ve yeşil alan çalışmalarıyla burası cazibe merkezi olacak." şeklinde ifade etti.

Öte yandan Hacı Bayram Camii avlusuna araç trafiğinin yasaklanması ve buradaki dolmuşların kendileri için ayrılan başka bir yere taşınması bölgenin rahatlamasını sağladı.

Zaman, Haber: Mevlut Karabulut, 24.08.2009

YEŞİLOVA'DAN TARİH FIŞKIRIYOR





İzmir'in bilinen 5 bin yıllık tarihini 8 bin 500 yıla çıkaran Yeşilova'daki kazıların bu yılki bölümünün başladığı, kazıların ilk 20 gününde müzede sergilenebilecek kalitede 10'a yakın eser çıkarıldığı, Bornova Belediyesinin de kazı bölgesinde çeşitli uygulamalar yapacağı bildirildi.Kazı heyeti başkanı ve Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümünden Yrd. Doç.Dr. Zafer Derin, yaptığı açıklamada, Yeşilova höyüğünde 2009 yılı kazılarının 6 Temmuzda başladığını ve eylül ayının sonuna kadar süreceğini söyledi. Kazılara Kültür ve Turizm Bakanlığı, Ege Üniversitesi ve Bornova Belediyesinin önemli katkıda bulunduğunu belirten Yrd. Doç.Dr. Derin, İzmir'in en eski tarihini gün ışığına çıkarmak istediklerini kaydetti.

Bugüne kadar çıkarılan eserler ile İzmir'in tarihinin 5 bin yıl öncesine kadar uzadığının tespit edildiğini ancak Yeşilova'daki kazılarla kentin tarihinin 8 bin 500 yıl geriye gittiğinin belirlendiğini ifade eden Derin, şunları söyledi:'Kazılarla İzmir'e ilk yerleşen topluluğun nasıl yaşadığını, hangi ırka sahip olduğunu anlamaya çalışıyoruz. Üç dönemdir devam eden kazılarla önemli bilgi ve belgelere ulaştık. En eski katların tarihlerine ulaşamadık ama 8 bin 500 yıl önceye giden radyokarbon tarihleri var. 8 bin 500-9 bin yıl önce ilk yerleşimin başladığını, insanların sazdan otlardan birtakım evler yaparak hayvancılık, avcılık yaptığını, ilkel yaşam tarzı sürerek yerleşik hayata geçtiğini görüyoruz.'

Yrd. Doç.Dr. Derin, üç dönemdir devam eden kazılarda İzmir Arkeoloji Müzesi'ne yaklaşık 500 eser verdiklerini belirterek, şöyle konuştu:

'Bu yılki kazıların ilk 20 gününde de 10'a yakın müzelik eseri gün ışığına çıkardık. İğneyle kuyu kazar gibi kazı yapıyoruz. Öğrenci arkadaşlarım kazılarda görev alıyor. İşçi desteğini de sağladık. Çalışmalar uzun yıllar devam edecek. Bakanlar Kurulu kararıyla kazı alanı ören yeri haline geldi. İzmir'in en eski geçmişini öğreneceğiz. Güneydoğu Avrupa'nın, Yunanlıların da büyük oranda köklerinin yattığı yerlerin bu bölgeler olduğunu tahmin ediyoruz. Kazı alanı Bornova Ovası'nın ortasında, 300 metre çapında, benzer yerleşimlerin yapıldığı 3 alan var. Bu alanlar tarih öncesi dönemin yerleşim yerleri.'

Bornova Belediye Başkanı Kamil Okyay Sındır da şunları söyledi: 'Kazı alanının hemen yakınlarına çıkarılan eserlerin sergileneceği küçük bir müze yapmak istiyoruz. Ayrıca o yıllarda insanların yaşadığı sazdan ottan evlerin benzerleri yapılacak. Yine o evlerin yakınlarına ilkel fırınlar inşa edilecek. Ürettikleri mısırı nasıl öğüttükleri ziyaretçilere uygulamalı gösterilecek. Neolitik devir öncesi ve sonrası çocuklara, gençlere, bizlere, büyüklere anlatılacak, gösterilecek. O devirleri anlatan eğitimler verilecek. 'Kendin yap, kendin öğren' tarzında o devirleri yaşatan bir mekan oluşturulacak. Bornova'ya gelen yerli veya yabancılar mutlaka gelmek, orayı görmek isteyecek.'

Yeni Şafak, 24.08.2009

KİLİSE E-BAY'DE SATILIYOR

 

Fransa'nın İspanya sınırında bulunan Massat kasabasının belediye başkanı 17. yüzyılda inşa edilen Aisle Kilisesi'ni E-bay'de satışa çıkardı.

 

1 euro başlangıç fiyatıyla açık arttırmaya konulan kilise ilanı E-bay'de bir ilk olurken Fransa'da taraflar arasında tartışmaya neden oldu.

Kilisenin, kasaba sakinleri tarafından kullanılmadığını ve son bir senede içerisinde hiçbir dini seremoninin yapılmadığını belirten belediye yetkilileri Aisle Kilisesi'ni eğlence ve sergi salonuna çevirmek istediklerini belirtti. Yetkililer amaçlarının internet vasıtası ile gerçek satış yapmak olduğunu belirtti.

Bugün, 24.08.2009

SAGALASSOS'TA MOZAİK YAZI BULUNDU

 

 

Burdur'un Ağlasun İlçesi'ndeki Sagalassos Antik Kenti'nin hamam bölümünde mozaikten ''ithaf yazısı'' bulundu. Gün ışığına çıkarılan mozaik yazının milattan sonra 5. yüzyılda yazıldığı tahmin ediliyor.

Sagalassos'ta mozaik yazı bulundu. Mimar Sinan Üniversitesi Arkeoloji Bölümü ve Sagalassos Antik Kenti Hamam Bölümü Başkanı Hasan Uzunoğlu" mozaik yazının Sagalassos'ta meydana gelen depremde zarar gördüğünü; 8 satır olduğu tahmin edilen yazının şimdilik 2 satırı gün ışığına çıkarıldı" dedi.

 

MS 5. yüzyılda yazıldığı sanılan yazının, hamamın soğukluk bölümü olarak adlandırılan kuzey girişine okunacak şekilde yerleştirildiğini anlatan Uzunoğlu''Zemine yerleştirilen ve siyah-beyaz mozaikten yazılan yazının, Genç Antos veya Yeni Santos'a adanarak yazıldığı tahmin ediliyor. Anadolu'nun batısında yer aldığı tahmin edilen Santos kentinin ismi ya da Sagalassos'ta önemli bir kişilik olarak öne çıkan Antos'a adanarak hamamın soğukluk girişine konulan ve ithaf yazısı olduğu sanılan yazı tam anlamıyla henüz çözülememiştir. Bütün olarak 8 satır olduğu sanılan yazı, sadece 2 satır olarak gün ışığına çıkarılmıştır.


Hamamın 2009 yılı kazılarının en önemli buluntusu olarak göze çarpan ithaf yazısı, opus tesselatum tarzında örülmüş. Mozaiklerin kare şeklinde özel şekil verilmeden yerleştirilmesi sanatı olan opus tesselatum tarzı, günümüze kadar bozulmadan gelmiş''dedi.

 

Uzunoğlu, aynı yerde geçen yıl da Roma imparatorlarından Marcus Aurelius, Antonius Pius ve İmparatoriçe Faustina'nın heykellerinin bulunduğunu anımsattı.

Cumhuriyet, 24.08.2009

ANTİK YAZITLAR KAYDA ALINIYOR

 

Taşköprü İlçesi'nde 126 köy ve ilçede yapılan yüzey araştırmalarında bulunan antik yazıtların kayıt altına alındığı bildirildi.

 

Yüzey araştırmaları, Kültür Bakanlığı Denetmeni Ersin Atakal`ınkontrolünde İsviçre Zürih Üniversitesi öğretim üyeleri Prof.Dr. Christian Marek,Dr. Ursula Kunnest ve Max Gander ile Pompeiopolis Antik Kenti Kazı Başkanı veAlmanya Münih Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof.Dr. Latife Summerer tarafından yapılıyor.

 

Zürih Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof.Dr. Christian Marek, yaptığıaçıklamada, Taşköprü`de 26 Ağustos`a kadar yüzey araştırmaları yapacaklarını,bulunan eserler üzerinde ise bu tarihten itibaren 7 gün inceleme yapacaklarını söyledi.

 

Marek, yüzey araştırmaları kapsamında yazılı eserlerin örneğini alarak,bu eserlerin hangi döneme ve medeniyete ait olduğunu araştırdıklarını ifade etti.Taşköprü Belediye Başkanı Hüseyin Arslan ise ilçenin tarihine ışık tutacak bu çalışmalara ellerinden gelen desteği verdiklerini belirterek, başta köy muhtarları olmak üzere tüm vatandaşların yüzey araştırması yapan ekibe destek olmasını istedi.

Kastamonu Postası, 23.08.2009

SELÇUK TARİHİNİ KORUYOR





Efes Antik Kenti, Meryem Ana Evi, St. John Kilisesi, Artemis Tapınağı, Ayasuluk Kalesi, İsa Bey Camii başta olmak üzere zengin kültür varlıklarına sahip olan Selçuk’ta tarihin mirası olan bu değerlerin korunması için ilgili tüm kurumlar el ele çalışıyor.

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı, Selçuk Kaymakamlığı, Selçuk Belediyesi, Efes Müze Müdürlüğü, Avusturya Arkeoloji Enstitüsü, Pamukkale Üniversitesi Arkeoloji Bölümü ilçedeki kültür varlıklarının korunup kollanması için ortak bir anlayış içersinde çalışmalarını sürdürüyor.

 

Efes Antik Kenti Koruma Amaçlı İmar Planının yapım işi, Efes Antik Kenti Kazı ve Restorasyon çalışmaları, Efes Antik Tiyatrosunun restorasyonu, Ayasuluk Kalesi Kazı ve Restorasyon çalışmaları, Beylikler Dönemine Ait Türbelerin Kazı ve Restorasyonu, Antik Su Kemerlerinde Restorasyon çalışmaları gibi projeler şu anda ilçede yürütülmekte olan kültür varlıklarını koruma çalışmalarının sadece bir kaçı.

 

Selçuk Belediyesi tüm bu projelerde ana sponsor olarak yerini almış. Avusturya Arkeoloji Enstitüsü tarafından Efes’te yıllardır sürdürülen kazı çalışmaları ve üç yıldır devam eden Antik Tiyatronun Restorasyonu çalışmalarına Selçuk Belediyesi beş ay süreyle on beş eleman ve malzeme desteğiyle katkı veriyor. Ayrıca Belediye olarak Efes Antik Tiyatrosunun güney kapısının güçlendirme çalışmaları ile tiyatronun güney bölümünün çelik konstrüksiyon ile desteklenmesi projelerinin yapımını da üstlenmiş ve ihale işlemlerini tamamlamış.





Ayasuluk Kalesi'nde yürütülmekte olan kazı ve restorasyon çalışmalarında Selçuk Belediyesi ile PamukKale Üniversitesi birlikte çalışıyor. 15 Haziran tarihinde başlayan çalışmalara Selçuk Belediyesi yirmi eleman ve malzeme desteğiyle katılıyor. Ayrıca Belediye bu alanda yapılacak büyük çapta rölöve ve restorasyon projelerinin yapım giderlerini karşılıyor. Proje tamamlandığında bitişik bir alanda bulunan Ayasuluk Kalesi, Artemis Tapınağı, İsa Bey Camii ve St. John Kilisesi yeni bir gezi güzergahı haline gelecek ve bu yeni projenin ilçe turizmine önemli katkıları olacak.

Şehir merkezinde bulunan Bizans dönemine ait Antik Su Kemerlerinin restorasyon projesinin yapım masraflarını üstlenerek koruma kuruluna onaylatan Selçuk Belediyesi restorasyonun birinci etabının ihalesini de yaparak çalışmaları başlattı. Meryem Ana Evi ve Efes’te çevre ve ot temizliği yine Belediye tarafından düzenli olarak yapılan çalışmalar arasında yerini alıyor. Geniş bir alana yayılan Efes’te belediye her yıl üç ay süreyle on beş işçiyle ot biçimi yapıyor.

 

Belediye olarak kültür varlıklarının korunmasına her yıl önemli bir bütçe ayırdıklarını belirten Selçuk Belediye Başkanı H.Vefa Ülgür Efes Antik Kenti'nin Koruma Amaçlı İmar Planı çalışmaları sürüyor. Bu planın onaylanmasının ardından beş yıllık programız kapsamında Efes Antik Kentine yeni giriş kapıları, otopark alanları ve çarşı yapılacak. Efes Ören yeri Meclis Binası restorasyonu içinde harekete geçmiş bulunuyoruz. Kale, St.John ve Artemis Tapınağı onarım ve çevre düzenlemeleri içinde programımızda önemli bir bütçe ayırıyoruz. Bu zenginliklerimizi de turizme kazandırmak için çalışmalarımızı sürdürüyoruz. Kale içersine işyerleri yapılarak Kale ve çevresinin turizme kazandırılması için ilgililerle görüşüyoruz” dedi.

Selçuk Bölge Haberleri, 23.08.2009

554 YILLIK TARİHİ AKŞEMSEDDİN CAMİİ RESTORASYONU TAMAMLANAMADI

 

Küre İlçesi'nin en eski yapılarından biri olan Hoca Akşemseddin Cami`nin restorasyonu tamamlanamadı.

 

AA muhabirinin edindiği bilgiye göre, 1455 yılında Hoca Akşemsettin tarafından yaptırılan cami, gerek mimarisi, gerek akustiği, kapısı ve gerek minberindeki ağaç işlemeleriyle oldukça dikkat çeken tarihi bir eser özelliği taşıyor.
    

Restorasyonu çalışmasına 2007 yılında başlanan caminin, geçtiğimiz yıl Ekim ayında tamamlanması öngörülüyordu. Camideki çalışmalar hala sona ermezken Küreliler, duruma tepki gösteriyor.
    

Cami Onarımı ve restorasyonu ile ilgili açıklama yapan AKP Küre Belediye Meclisi üyesi Ayhan Suna, caminin restorasyonunun tamamlanamamasından dolayı üzüntü duyduklarını ifade ederek özellikle teravih namazlarında vatandaşların sıkıntı yaşadığını belirtti.
    

Küreliler, bu yıl merkezdeki Kuran Kursu'nda, Meslek Yüksek Okulu'nda ve merkeze çok uzak olan Fatih Camii'nde teravih namazlarını kılabiliyor.

Kastamonu Postası, 23.08.2009

KILIÇARSLAN KÖŞKÜ'NDE GELİŞME YOK

 

Alaaddin Tepesi'nde yer alan tarihi Kılıçarslan Köşkü'nün restorasyonu ve yeni İl Halk Kütüphanesinin yapımı için Konya Valiliği ve Büyükşehir Belediyesi arasında 20 Mayıs 2009 tarihinde protokol imzalanmıştı.

 

İl Halk Kütüphanesi’nin yapımı Kültürpark alanındaki düzenlemelerle başlarken, Kılıçarslan Köşkü ile ilgili şimdiye kadar herhangi bir gelişme yaşanmadı.

 

Kılıçarslan Köşkü’nün son kalıntıları perişan durumda beklerken, Valilik ve Büyükşehir Belediyesinin Kılıçarslan Köşkü ile ilgili şimdiye kadar ne yapıldığını kamuoyuna açıklaması bekleniyor. Öte yandan tarihi Alaaddin Camii ile ilgili kapsamlı restorasyon projesinin hazırlanarak kamuoyu ile paylaşılması bekleniyor.

Merhaba Gazetesi, 23.08.2009

PARKTA GÖZ GÖRE GÖRE TARİH KATLEDİLİYOR

 

 

Fatih Fevzipaşa Caddesi üzerinde bulunan bir park ...
Kazılarda ortaya çıkan tarihi eserlerin sergilendiği bir yer ...

Ancak yukarıdaki fotoğrafta da net olarak görüldüğü gibi parktaki eserlerin çoğu tahrip ediliyor.

Üzerine yazılar yazılıyor. İşte bu manzaralar da semt sakinlerini çileden çıkarıyor: "Tarih bilincinden yoksun kişiler, burayı harap ediyor.

Tarihi eser olduğu söylenen taşlar kırılıyor, her tarafı boyanıyor. Madem burası önemli bir mekan, neden koruma altına alınmıyor? Herkes elini kolunu sallayarak tarihi kalıntıların yanına gidiyor. Avrupa Kültür Başkenti olacağız.

Şehrimize gelen turistlere bu rezaleti mi göstereceğiz? Yazık, günah değil mi? Neden ilgililer duyarsız kalıyor?"

Habertürk İstanbul, 23.08.2009

11 AYRI DİLDE YAPILAN ÇAĞRIYLA MÜZEYE MALZEME ARANIYOR





İstanbul'un henüz bir şehir müzesi yok. İETT Taşıt Müzesi, İstanbul Belediye Müzesi ve İstanbul Su Medeniyetleri Müzesi gibi koleksiyonlar var ama bunların tümünü topladığınızda içinden bir kent müzesi çıkmıyor. Sekiz bin yıldır üzerinde insanların yaşadığı, anılar ve eserler bıraktığı bu kentin aslında çok sayıda müzeye sahip olması gerekiyor.

 

Bu fikirden hareket eden Adalar yönetimi ve sivil toplum gönüllüleri bir araya gelerek son iki yıldır bir müze kurmak için çaba sarf ediyor. Bu yoğun çalışma sonunda meyvesini verdi ve Adalar Müzesi'nin kurulması için somut adımlar atıldı. Adalar Belediyesi, Adalar Kaymakamlığı ve Adalar Vakfı'nın işbirliği ile İstanbul Büyükşehir Belediyesi, İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı'nın desteğiyle Adalar'ın en eski yapılarından biri olan eski İskenderiye Patriği Sofronios'un evi restore edilip müzeye dönüştürülecek. Temmuz 2010' da açılması planlanan müze için geniş kapsamlı bir sergi açıldı. 8 Ağustos Cumartesi günü Büyükada İskele Meydanı'nda açılan sergi 12 Eylül'e kadar sürecek.





İlk insanın Adalar'a tam olarak ne zaman yerleştiği bilinmiyor ama eldeki verilere göre Adalar'da tarihlenebilen ilk olay, Makedonya Kralı Büyük İskender'in komutanlarından Antigones'in oğlu Dimitrios Poliorkites'in Burgaz Adası'nda babasının adına bir kale inşa ettirmesidir.

 

Dimitrios Poliorkites, MÖ 298'de kurulan bu kaleye babasının adını vermiş ve ada o tarihten sonra Antigoni.olarak isimlendirilmişti. Bizans döneminde Adalar bir zindan yeriydi. Burada kurulan manastırlar aynı zamanda saray mensuplarının ve soyluların hapishaneleri ve sürgün yeri olarak ünlendi. Kraliçe Zoe'den Patrik İgnatios'a, Aziz Teodoros'tan İmparatoriçe Teodosia ve oğlu Vasilios'a kadar birçok soylu ömrünü bu adalarda tamamlamak zorunda kalmıştı. Bunlar şanslı sayılırdı çünkü Adalar'ın güzelliklerini seyrederek ölüp gitmişlerdi. Ama 1071'de Selçuklu Sultanı Alparslan'a yenilen namlı Bizans İmparatoru Romanos Diogenes, o seferdeyken Bizans sarayında iktidarı ele geçirenler tarafından daha İstanbul'a varmadan yakalanıp gözlerine mil çekilerek Kınahada' da kendi yaptırdığı manastıra kapatılmış ve burada ölmüştü.

 

Osmanlı döneminin başında küçük Rum balıkçı köylerinden ve manastırlardan ibaret olan insan yerleşimi zamanla genişleyip gelişti. 19. yüzyılın ilk çeyreğinde "pazar kayıkları'nın başlattığı daha sonra Şirketi Hayriye'nin düzenli seferlere geçtiği tarihten sonra Adalar şenlendi. Kınalıada Ermeni, Büyükada ve Heybeli Rum, Burgazada ise Yahudi ağırlıklı bir nüfusa sahipti o yıllarda.  Osmanlı'nın Türk tebaası ve saray çevresi zenginleşmeye ve Batılı yaşam tarzını benimsemeye başlayınca Adalar'da Osmanlı beyefendileri. hanımefendileri ve paşaları da boy göstermeye; gösterişli yalı ve köşkler inşa ettirmeye başlandı. Atatürk'ün Büyükada'daki Anadolu Kulübü'ne sık sık gidip gelmesi ve 1924'te hastalandığında Adalar'da kalmasıyla birlikte bu güzellikler diyarı tekrar şenlendi. Menderes döneminde ortaya çıkan yeni zenginler eski konakları satın alıp yerleştiler ya da kendilerine üç dört katlı apartmanlar inşa ettirmeye koyuldular. 6-7 Eylül 1955 olayları İstanbul'da en çok Adalar'ı etkiledi. Ve buradaki zengin kozmopolit yapı çözülmeye başladı. Bütün bunlara rağmen Adalar güzelliğini ve çokdinli, çokdilli yapısını günümüze kadar korumayı başardı.

 

Adalar, Türk edebiyatını da derinden etkiledi. Recaizade Mahmut Ekrem'den Ahmet Rasim'e, Yahya Kemal'den Mehmet Akif Ersoy'a, Mehmet Rauf'tan Sait Faik'e kadar birçok büyük edebiyatçı Adalar'dan etkilenip şiirler, şarkı sözleri ve romanlar yazdılar.

 

Adalar'ın uzun geçmişini yukarıdaki bir paragrafta özetlemeye çalıştık. Bu görkemli tarih, hatıralar, kültür mirası, elde kalmış tarihi objeler, kurulacak bir müze sayesinde geleceğe derli toplu olarak aktarılabilecek. Tüm Avrupa' da ve özellikle İngiltere'deki bütün şehirlerde hatta küçücük kasabalarda bile kent müzeleri görürsünüz. Müzeye girip çıktığınızda o kentin tüm geçmişiyle yüz yüze geliyorsunuz, birkaç saat içinde yüzlerce kitap okumuş kadar bilgileniyorsunuz. İşte bu nedenle modem insan, müzesi olmayanın hafızasının da olmayacağına inanıyor.

 

8 Ağustos'ta törenle açılan serginin arkasındaki büyük panoda Türkçe, Yunanca, Ermenice, Ladino, Kürtçe, Süryanice, İngilizce, Fransızca, Almanca, Arapça ve Farsça dillerinde "Adalar Müzesi'ne Doğru, Anlatılan Bizim Hikayemizdir. Anılar yok olmasın, paylaşılsın, geleceğe aktarılsın ... " deniyor.

 

Bir zamanlar Adalar'da bu 12 dil aynı anda konuşuluyordu. Söz konusu panoda yer alan ise bu dillerde anıları olanlara bir çağrı niteliğinde. "Getirin elinizde kaybolup giden fotoğrafları, bir mücevher değerinde olan belgesel filmleri, objeleri bu müzeye bağışlayın" deniliyor aslında. Çünkü Adalar'a dair herkesin geçmişinden kalanlar bir puzzle parçaları. Bu parçaları birleştirdiğimiz zaman bu eşsiz güzellikteki coğrafyanın bütün fotoğrafı sonsuza kadar seyredilebilir.

 

40 panodan oluşan serginin bir bölümünde, bir ailenin özel albümünden fotoğraflarla Adalar geziliyor, Bu albüm, sahaftan rastlantı sonucu bulunmuş. Serginin bir amacı da burada evlerde saklı kalan, belki unutulan bu tür belge ve fotoğraflar, eşyalar yavaş yavaş ya çöpe gidiyor ya da sahafa, antikacıya. Yani kayboluyor. Müze, bu belgelerin, objelerin bağışlanması çağrısını yapıyor.

 

Zaten müzeye dair yapılan açık çağrıda, "Bu sergi aynı zamanda 'Adalar Müzesi' için adaların tarihsel, sosyolojik haritasını çıkarmaya yönelik olarak görsel, basılı malzemelerin, yaşantıva ait objelerin toplanması için bir davetiye, bir çağrı niteliğini taşıyor" ifadesi yer aldı.

 

Adalar Müzesi Kürasyon Kurulu Prof.Dr. Baha Tarıman (İstanbul Üniversitesi), Gökhan Akçura, Gündüz Vassaf, Prof.Dr. İhsan Bilgin (İstanbul Bilgi Üniversitesi), Prof.Dr. Murat Güvenç (İstanbul Bilgi Üniversitesi), Sadık Karamustafa (Mimar Sinan Üniversitesi) ve Suat Aksoy'dan (İstanbul 2010 Müze ve Kültürel Miras Projeleri Direktörü) oluşuyor.

 

Müze, Adalıların belleklerinde önemli bir yeri olan eski Büyükada İlkokulu diğer adı ile Taş Mektep binasında .kuruluyor.  İskenderiye Patriği Sofronios'un evi olan bina belediye tarafından satın
alınarak 1922 yılından itibaren okul olarak kullanılmaya başlandı. İlk adı' Köprülü Mehmet Paşa Numune Mektebi olan okulun adı daha sonra Büyükada İlkokulu olarak değiştirildi. 1967 yılına kadar Büyükada İlkokulu olarak hizmet vermeye devam etti.

Hürriyet keyif, Yazı: Ersin Kalkan, 23.08.2009

İŞTE ATA'NIN EFSANE TELGRAF HATTI

 

 

PTT Genel Müdürlüğü, postacılar tarafından yıllardır efsane olarak anlatılan "Atatürk'ün gizli telgraf hattı"nı sonunda ortaya çıkardı. İstanbu1'dan Kurtuluş Savaşı'nın kaderini değiştiren mesajların gönderildiği gizli telgraf hattı, Sirkeci Postanesi'nin bodrumunda bulundu.

 

PTTGenel Müdürlüğü'nün oluşturduğu tarih komisyonu, bodrum katında inceleme başlatmıştı. Yapılan araştırmalarda ucu kesilmiş eski bir hat bulundu. Bu hattın da söz konusu efsanevi hat olduğunu düşünen komisyon, tescil için Türk İslam Eserleri Müzesi'nden yardım istedi. Hattı inceleyen Türk İslam Eserleri arkeologları, bunun söz konusu tarihi hat olduğunu tescil etti. Arkeologlar yaptıkları uzun çalışmaların 'ardından bulunan hattın Kurtuluş Savaşı yıllarında kahraman Türk postacılar tarafından çekilen tarihi hat olduğunu belirledi. Ancak kalın duvarlarla çevrili 100 yıllık postane binasında yapılan incelemede hattın diğer ucuna ulaşılamadı. Kurtuluş savaşımızda çok önemli yere sahip olan o hat koruma altına alınacak.

 

16 Mart 1920 günü İstanbu1'un işgal edilmesiyle birlikte İngiliz askerleri Sirkeci Postanesi'ni de ele geçirmişti. Her posta memuruna da Ankara'da bulunan Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşlarına İstanbul'dan mesaj gitmemesi için bir İngiliz askeri dikti. Buna rağmen İhsan Pere ve arkadaşları canları pahasına postanenin ikinci kat muhabere salonundan bodrum katına gizli bir telgraf hattı çekmeyi başardı. Buradan da Ankara'ya çok önemli mesajları geçtiler .

Habertürk İstanbul, Haber: Nihat Uludağ, 23.08.2009

"KAYI SOYU TEORİSİ SİYASİ BİR İDDİA"





Osmanlı'nn kuruluş yeri ve tarihiyle ilgili tezi çokça tartışılan ve eleştirilen Prof. Halil İnalcık'a göre, tenkit edenlerin çoğu makalesini bile okumadı.

 

Son günlerde Osmanlı'nın Yalova'da kurulduğuna dair tarihi tespitiniz çok tartışıldı. Karşı çıkanlar oldu. Bu tartışmalarla ilgili düşüneniz ne?

Eski tarihçilerimiz birisinin naklettiği rivayeti aynen alır kitabına koyar. Bu sahte bir rivayet midir, yanlışlıklar var mı, sorgulamadan aynen kaynağının söylediği gibi alır. Bunun asıl bir sebebi "Müslüman yalan söylemez" inancı olabilir. Halbuki bir tarihi olay ve kişi hakkında söylenen rivayeti tarihçi kullanırken, bunu süzgeçten geçirmek zorundadır. Buna "textkritik" metodu denir. Bir misal vereyim. Sözde Osman'a rüyasında dünya hakimiyeti müjdelenmiş. Bunu Şeyh Edebali yorumlamış. Bunu modern bir tarihçi kabul edebilir mi? 15. yüzyılda Aşıkpaşazade'de, Neşri bunu gerçek gibi kayd ederler. Kaynaklarımız bunun gibi hurafeler içerir.

Osmanlı Beyliği'nin kesin biçimde Yalak-Ova savaşı sonucu kuruluşu meselesine gelince...

1302'de Osman Gazi'nin kazandığı Yalakova-koyunhisarı (Bapheus) Zaferi, Anonim Tevarih-Ali Osman'da uzun uzadıya anlatılıyor. Aşıkpaşazade'de sadece iki cümle var, ayrıntısı yok. Bu önemli zaferin ayrıntılarını Osman Gazi'nın çağdaşı Bizanslı Georgios Pachymeres'in eserinde buluyoruz. Yalakova'da Osman Gazi'nin 5 bin kişilik bir kuvvetle Bizans kuvvetlerini denize döktüğünü yazıyor... Bizans tarihçisi bu savaşı büyük bir zafer olarak tespit etmiş ve bundan sonra Osman'ın bayrağı altına Anadolu'dan gazilerin gelip katıldığını işaret etmiştir. Bu karşılaştırmalı olayı Girit'te bir sempozyumda bildirdim ve bu bildirim Yunanistan'da basıldı. Türkiye'de İznik üzerinde bir kitap çıkarıldı, orada da neşredildi; bu makalede tüm kaynaklar gösterildi. Bırakın sıradan kimseleri tarihçiler bile bunu okumamış görünüyor. Osman Gazi'nin 1302'de tarih sahnesine çıkmış olduğunu, Bizanslı tarihçinin ifadesini esas olarak yazdım.

Osmanlılar'da hanedanın Kayı boyundan geldiği teziyle ilgili de önemli bir tespitiniz var, bu da çok tartışılacak...

Osmanlılarda hanedanın menşei hakkında başka bir teori vardır. Oğuzname'de Türkler'in dip-atası Oğuz Han olarak kaydedilir. Sözde onun 6 oğlu olmuş. Gün, Ay, Yıldız, Gök, Dağ, Deniz...Gün en büyük oğluymuş... Onun oğlu da Kayı... Oğuz Destanı diyor ki, Hanlık Oğuz Han'dan sonra Gün Han'ın hakkıdır ve ondan sonra da bütün Türk kabileleri üzerinde egemenlik Gün Han'ın oğlu Kayı'ya aittir. Osmanlı hanedanı da işte bu Kayı Han'dan geliyor. Bu şecereyi, ikinci Murad zamanında 1440'lara doğru Yazıcızade ortaya atmıştır. Yazıcızade diyor ki, Osman Gazi zamanında kabileler toplandı ve Oğuzhan'ın vasiyeti gereğince Kayı Han neslinden gelen Osman'ı han ilan ettiler... Osmanlı hanedanı Kayı Han neslindendir. Bu hikaye, 1440'larda ileri sürülmüştür. Yazıcızade neden bunu yazdı, açıklanması kolay. Timur, Osmanlılar'ı yendikten sonra Yıldırım Bayezid oğulları üzerinde egemenliğini kabul ettirmiştir.

Timur'un oğlu Şahruh, İkinci Murat zamanında kendisine bir hil'at (Hükümdarların takdir için bir kimseye verdikleri cübbe) gönderip bunu giymesini, kendi egemenliğini tanımasını istemiştir. Zira Timur ve oğulları kendilerini Oğuzhan neslinden sayarlar. Büyük hanlığın kendilerine ait olduğunu iddia ederler. İşte bu iddia karşısında II. Murad kendi bağımsızlığını göstermek üzere Oğuzname destanını kullanmış ve Osman Bey'in Oğuzhan'ın neslinden olduğu iddiasını benimsemiştir. Kayı menşei iddiası, Timuroğulları'nın Oğuzhan'dan geldikleri iddiasına karşı siyasi bir iddiadır. Bu bir kurgudur. Fatih zamanında şehzadelere Oğuz, Korkut adlarını vermişler ve topların üzerine Kayı damgasını koymaya başlamışlardır. Kayı teorisi Osmanlı hanedanını yüceltmek için ortaya atılmış bir teoriden ibarettir. Bunu 40 yıl önce de yazmıştım.
 

Gelelim bana yapılan itirazlara: Deniyor ki Osmanlı devleti Bilecik'in Söğüt kazasında kurulmuştur... Osman Gazi'nin kariyerinde, beylik yani bir devlet kuruluncaya kadar bir takım aşamalar vardır. Babası Ertuğrul gelip Söğüt'te yerleşiyor... Bir aşiret olabilir ama bu beylik, bir devlet kurulması şeklinde yorumlanamaz. Osman 1288'de Eskişehir yakınında tepede Bizans tekfuru elindeki Karacahisar kalesini fethetti. Bazıları bunu Osmanlı beyliğinin kuruluş tarihi olarak yorumlayabilir. Ondan sonra Osman 1299'a doğru Eskişehir'den Bilecik'e kadar geniş bölgeyi fethetti. Yenişehir sınırında Bizans'a karşı yerleşti ve akınlara başladı. Bunun tarihi 1299'dur. Bu söylediğim tarihlerin herhangi birini beyliğin, devletin kuruluşu olarak alabilirsiniz. Ama bu aşamalardan hiçbiri Bapheus zaferi gibi çağdaş bir kaynak tarafından tam tarihiyle teyit edilmemiştir. Ancak Osman'ın 27 Temmuz 1302'de Bizans ordusuna karşı kazandığı zafer çağdaş Pachymeres tarafından zikredilmiştir. Bu nedenle bir tarihçi olarak 27 Temmuz 1302 tarihini alıyorum.

Sabah, Haber: Burak Altuner, 23.08.2009

"NEMRUT'A KAYNAK SIKINTISI YAŞANMAZ"

 

 

Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, Nemrut'taki tarihi eserlerin yerlerinde bırakılarak mı korunacağı, yoksa taşınarak yerinde imitasyonlarının mı sergileneceği yönündeki sorulara cevap aradıklarını söyledi. Bakanlık Opera Binası Yunus Emre Toplantı Salonu'nda önceki gün düzenlenen Nemrut Koruma Geliştirme Planı çalışmalarının ele alın sunuma katılan Günay, burada yaptığı konuşmada, toplantıda ODTÜ ile bakanlığın Nemrut konusundaki çalışmalarının değerlendirileceğini söyledi. Bölgede 2006'dan bu yana çalışmaların sürdürüldüğünü, kendisinin de göreve geldikten sonra işlerin ''biraz daha hızlandırılmasını'' istediğini anlatan Günay, sözlerini şöyle sürdürdü: "Cevaplandırmamız gereken sorular var. Bu emsalsiz eserler yerlerinde mi korunacak? Yerlerinde korunacaksa, doğa şartlarına karşı nasıl korunacak? Çünkü bunlar kireç taşı ve kum taşı malzemelerden yapılmış olan ve iklim değişikliklerine, doğa tahribatına açık olan yapılar. Kaldı ki son yıllarda ülkemizdeki turizmin artışıyla birlikte çok daha fazla insan temasına, göz, el ve çeşitli tahribatına maruz kalıyorlar." Günay, Nemrut ile ilgili sürdürülen projenin bütçesine yönelik soru üzerine ise, konuyla ilgili 2 milyon TL'nin üzerinde kaynak ayrıldığını belirterek, ''Kaynak sıkıntımız yok, Çünkü buraya özel olarak önem veriyorum. Nemrut'ta kaynak sıkıntısını, kendimize, hükümetimize, ülkemize yakıştırmam'' dedi.

 

Türkiye'nin UNESCO Dünya Miras Listesi adayları sayısının da 23'e çıktığını anımsatan Bakan Günay ayrıca, "Aday sayısı 18'di. 5 dosyamız daha kabul edilme aşamasında. Perge, Afrodisias, Sagalassos, Çatalhöyük, tüm Likya sahili de yeni adaylarımız" dedi. Bakan Günay, 9 alanımızın da UNESCO'nun kalıcı listesinde olduğunu hatırlattı.

Sabah, 23.08.2009

ORIENT EXPRESS BU YIL SON SEFERİNE ÇIKACAK

 

 

İngiliz Independent gazetesi, "Avrupa demiryolu tarihinin en ünlü tren hizmeti" olarak tanımladığı Orient Express hattından kalan son bölümün de yıl sonunda kapanacağını bildirdi. Orient Express şu anda sadece her gece Viyana- Strazburg hattında çalışıyor. Orient Express'in son vagonu 12 Aralık sabahı saat 8.59'da Ren kıyısındaki Strazburg'a ulaştığında, efsanevi yolculuğun 126 yıllık tarihi de sona ermiş olacak ve tren, yeni bir girişimci çıkmadığı taktirde roman, sinema ve seyahatnamelerde yaşayacak. Georges Nagelmackers'in 1882'de kurduğu Orient Express'in seferleri 20'nci yüzyıl içinde özellikle savaşlar yüzünden zaman zaman kesintiye uğrasa da en büyük darbeyi 1977 yılında Türkiye'deki terör nedeniyle İstanbul bölümünün iptal edilmesiyle yedi. İstanbul'un devreden çıkarılmasından sonra Orient Express Paris ve Bükreş arasında işlemeye devam etti. 2001 yılında ise Viyana'dan sonraki doğu bölüm iptal edildi. Bu, demiryolu romantiklerini Viyana- Strazburg arasında yaklaşık bin kilometrelik hatta sıkıştırdı.

Sabah, 23.08.2009

ANTİK KENT GÜN IŞIĞINA ÇIKACAK

 

 

Münih Üniversitesi’nden gelen uzmanlar, Kültür ve Turizm Bakanlığı izniyle Dikili’deki Aterneus Antik Kenti’nde yüzey araştırması yaptı. Bölgenin, arkeolojik açıdan çok zengin olduğu belirtildi.

 

İzmir'in Dikili İlçesi’ndeki Aterneus Antik Kenti’nde, Almanya’nın Münih Üniversitesi’nden gelen ekip, Kültür ve Turizm Bakanlığı izniyle yüzey araştırması yaptı. Proje sorumlusu Prof.Dr. Martin Zimmerman, özellikle ‘Zindancık’ bölgesini çok beğendiklerini söyledi. Heyet, bu bölgeyi fotoğrafladıktan sonra Katıralan Köyü yakınlarındaki Hatipler Kalesi’ne geçti. Hellenistik dönemden kalma örme duvarlar hayranlıkla incelendi. 

 

MÖ 2000’li yıllardan kalma çanak, çömlek parçaları topladı. Proje görevlisi Dr. Güler Ateş, bu bölgenin hiçbir resmi kaynakta bulunmadığını ifade ederek, şöyle dedi: “Dikili olağanüstü ve arkeolojik açıdan çok zengin bir bölge. Aristo burada yaşamış. Onun gibi pek çok filozof ve düşünür burada yetişmiş. Daha önce hiç detaylı araştırma yapılmamış. Belki de buraya ilk kez arkeolog eli değiyor. Çalışmalar sürecek.”

Milliyet Ege, 23.08.2009

ÇATALHÖYÜK'TE 9 BİN YIL ÖNCE ŞİŞMAN YOKTU





İngiliz bilim adamı Prof.Dr. Ian Hodder, yaklaşık 100 kişilik ekiple 16 yıldır Çatalhöyük’te sürdürdüğü kazı çalışmaları sonucunda, 9 bin yıl önce yaşamış insana ait ayrıntılara ulaştı.

Konya’nın Çumra İlçesinde bulunan, Neolitik Çağ yerleşim yeri Çatalhöyük, dünya arkeoloji çevrelerinde merak uyandıran bir kazı alanı.

Orta Doğu ve Akdeniz çanağında ilk kez insanoğlunun topraktan kap yapmaya başladığı yer olan Çatalhöyük, ilk kez buğday yetiştirmeye başlamaları ve evlerde dini inançları doğrultusunda çizilen duvar resimleri ve öküz başlarıyla ön plana çıkıyor.

İnsanoğlunun dünyadaki serüvenine ışık tutmayı amaçlayan Çatalhöyük kazısının 16 yıldır başkanlığını yapan İngiliz bilim adamı Prof.Dr. Ian Hoddder, sadece kazı değil, farklı bilim dallarından uzmanların katılımıyla kurulan çok sayıda laboratuarda araştırma yapılmasını da sağlıyor. Çatalhöyük’te bugüne kadar denenmemiş bir arkeoloji okulu oluşturuldu. Burada yapılan kazı ve laboratuar çalışmalarına bazı firmalar sponsorluk desteği veriyor.

Ian Hoddder, günümüzden 9 bin yıl önceki insanların huzur içinde yaşadığı Çatalhöyük’ün, bugün Avrupa’da yaşayan halkların bile ataları olabileceğini, bu insanların beslenme şekilleri, kemik yapıları, genetik özelliklerine ilişkin her yeni bulgunun, günümüz modern insanının bilinmeyenlerine kapı araladığını söyledi. Hodder, Çatalhöyük’te yapılan çalışmaların hemen her bilim dalını ilgilendirdiğini ancak, burada tespit edilen bulguların, son dönemde organik besinlere ve doğal yaşama yönelişle birlikte, daha yoğun ilgi göreceğini tahmin ettiğini belirtti.
 

9 bin yıl önce burada yaşayan, tarım faaliyetlerine yeni başlayan insanların 1,70 metreden kısa olduklarını ancak, günümüz insanına göre çok daha güçlü olduklarını savunan Hodder, şunları söyledi: "Burada çok sayıda mezar, iskelet buluyoruz. Sadece bir evin tabanına gömülmüş 8-10’ya yakın iskelete rastlıyoruz. Burada bulduğumuz kemikleri ve bu insanların tuvalet olarak kullandıkları yerlerdeki 9 bin yıllık dışkıları çok detaylı inceliyoruz. Böylece ne yiyip ne içtiklerini, vücut ve kas yapıları hakkında detaylı bilgilere ulaşabiliyoruz. Çatalhöyük insanının vücudunda yağ sorunu yoktu. Çünkü, yoğun şekilde et, balık, elma gibi çeşitli meyvelerle besleniyorlardı. Ayrıca, günlük yaşamlarında oldukça hareketliydiler. Buğday yetiştirmeye başlamışlardı ancak, karbonhidrat tüketimleri yok denecek kadar azdı. Ayrıca, böğürtlen gibi çalı türü bitkilerin meyvelerini yiyorlardı. Evlerine çatıdaki delikten girip çıkıyorlardı. Isınmak ve yemek pişirmek için evin içinde bulunan ocaktan çıkan duman, tıpkı sigara içme etkisi yapıyor, onların sağlıklarını olumsuz yönde etkiliyordu. Bu nedenle pek çok insan 40 yaşına kadar ancak yaşayabiliyordu.

Tifo ve dizanteri gibi hastalıklarla baş edemiyorlardı. Ölüm nedenleri de buydu. O dönemin bu denli zor şartlarına rağmen, 70-75 yaşına kadar ulaşan kişileri tespit ettik. Oysa bugün özellikle gelişmiş ülkelerde insanların çoğu şişmanlık sorunu yaşıyor. Belki de 9 bin yıl öncesinde bu sorunu yaşamayan insanların yediklerini daha yakından incelememiz gerekiyor."
 

Yapılan araştırmalarda, Çatalhöyük’te yaşayanların dişlerinin çok sağlıklı olduğu bilgisine ulaştıklarını anlatan Hodder, "Çünkü, bulduğumuz iskeletlerin dişlerinde de önemli bir diş sağlığı sorunuyla karşılaşmadık. Çenelerin çoğunda dişlerin varlığını devam ettirdiğini gördük. Bu durum insanların o dönemde natürel olarak beslenmelerinden kaynaklanıyordu" diye konuştu. Hodder, 9 bin yıl önce Konya bölgesinde bataklıklar ve vahşi yaşam nedeniyle hayatın onlara daha acımasız davrandığını belirterek, "Özellikle çocukların yaşamı çok zordu. Bir kişi, o şartlar altında çocukluk evresini ve ileri dönemlerde tifo, dizanteri gibi ölümcül hastalıkları atlattıklarında uzun süre yaşayabiliyordu. Bulduğumuz iskeletlerin ölüm yaşı genellikle çocukluk dönemlerinde yoğunlaşıyor" dedi.

Radikal, Haber: Mura Aslan, 23.08.2009

YABANCI KAZILARA EŞBAŞKANLIK SİSTEMİ

 

Yabancı arkeoloji kazılarına, 2010 yılından itibaren eşbaşkanlık sistemi getiriliyor. Yabancı kazılarda olup biteni öğrenmek için getirilecek sistem, yerli ve yabancı arkeologlar arasında tartışma yarattı.

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı, bir genelge ile yabancı arkeoloji kazılarına 2010 yılından itibaren eşbaşkanlık sistemi getirildiğini duyurdu. Sistemin, yabancı kazılarda olup biteni öğrenmek ve Türk arkeologların bilimsel olarak yabancı arkeologlardan yararlanmasını sağlamak için getirildiği belirtildi.


Genelge yerli ve yabancı arkeologlar arasında tartışma yaratırken, ABD Büyükelçisi James Jeffrey ile Almanya Büyükelçisi Eckart Cuntz, konuyla ilgili kaygılarını Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’a iletti. Elçilerin ziyaretini doğrulayan Günay ise geri adım atmayacağını, ancak yeni düzenlemeler yapılabileceğini söyledi.


Türkiye’de yabancılar, Bakanlar Kurulu kararıyla 43 arkeolojik kazı ile 34 yüzey araştırması yapıyor. Önümüzdeki yıldan itibaren yeni genelgeye göre yabancı ekiplerin yanında mutlaka bir Türk akademisyen kazı başkanı olarak bulunacak. Kazılar kısa sürede bitirilemeyecek ve en az 4 ay kazı sezonu devam edecek. Ayrıca yabancı kazı heyetlerinin içinde Türk öğrenci çalıştırılacak.

Kültür ve Turizm Bakanı Günay, Türk arkeolojisinin çok ilerlediğini ve bu alanda imkanların artırıldığını belirterek, “2004 yılında kazılara 3 milyon lira kaynak aktarılırken geçen yıl 21 milyon, bu yıl ise 25 milyon lira ayırdık. Rutin çalışan yabancı kazılara izin vermeyeceğim. 15 gün kazıyor, hiçbir koruma önlemi almadan ülkesine geri dönüyor. Bilimsel yayın bile yapmıyor. 4 ay kazılar için uzun, üniversitelerden 2.5 ay izin alabiliyorlarmış. Burada bir kolaylık yapabiliriz. Süreyi 3 aya düşürürüz. Eşbaşkanlar 15 gün önceden hazırlık yaparlar, 15 gün de kazı bittikten sonra koruma önlemlerini alırlar. Eşbaşkanlar kazı polisi olmayacak. Yönetmeliğini önümüzdeki günlerde çıkaracağız.” 

 

İzmir Limantepe Kazı Başkanı Prof.Dr. Hayat Erkanal, genelgeyi savunarak, geç bile kalındığını söyledi. Erkanal şöyle dedi:
Yunanistan uzun yıllardır uyguluyor. İtalyanlar yabancı arkeologlara kazı vermiyor. İngiltere’den çalıntı eserlerini isteyen Yunanistan, eserler iade edilmedi diye tüm İngiliz kazılarını iptal etti.
Genç öğrenci arkadaşlarımız ekip kurmakta zorlanıyor. Yabancıların kazılarında görev alarak bilgi ve görgülerini artırabilecekleri gibi, yabancı kazılar da denetim altına alınmış olacak.”






Arkeologlar Derneği İstanbul Şubesi ise şu açıklamayı yaptı: “Eğer beklenti uygulamanın Türkiye arkeolojisine katkısı olacağı yönünde ise zaten ülkemizde yabancılarla ortak çalışma yapmanın önünde hiçbir engel yok. Eğer yabancı meslektaşlar daha başarılı olarak görülüyor ve bundan dolayı zorunlu ortaklık öneriliyorsa, bu da Türk arkeologlarını ‘küçük düşüren’ ve bugüne kadar elde edilen başarıyı göz ardı eden bir bakış açısıdır. Kendini yeterli gören hiçbir arkeoloğun yabancı bir meslektaşının zorunlu ortağı olmayı kabul ederek mesleki onurunu zedeleyeceğini düşünmemekteyiz.”

Milliyet, Haber: Ömer Erbil, 23.08.2009

KÜLTEPE'DE BOĞA VE TANRIÇA HEYKELİ BULUNDU

 

Kayseri'nin Kültepe ören yerinde bu yılki arkeolojik kazılarda Anadolu topraklarında eşine hiç rastlanılmayan Hellenistik-Roma dönemine ait boğa başları ve tanrıça heykeli bulundu.


Kültepe Kazı Başkanı ve Ankara Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof.Dr. Fikri Kulakoğlu, Kültepe’de yarım asırdan fazla bir süredir devam eden kazılarda ilk defa Hellenistik-Roma dönemine ait kutsal bir yapıya ulaşıldığını söyledi. Ayrıca Kulakoğlu, Anadolu topraklarında Hellenistik-Roma dönemine ait ender bulunan eserlerden bazılarına Kültepe’de rastlamanın sevincini yaşadıklarını ekledi.


1948 yılından beri Kültepe'de sürdürülen kazılarda 20 binin üzerinde çivi yazılı kil tablet çıkartıldı. Anadolu topraklarının yazıyla tanıştığı ilk merkez olma özelliğini taşıyan Kültepe'de günümüzden 4 bin yıl öncesinde Asurlu tüccarlar, Mezopotamya'dan getirdikleri değerli malları burada takas gibi yöntemleri de kullanarak satıyorlardı. Anadolu topraklarında sistemli ticareti ilk defa, Kültepe'de Asurlu tüccarlar başlatmıştı.

Birgün, 22.08.2009

BURGESS ŞEYLİ (BURGESS SHALE) VE KAMBRİYEN DÖNEMİ FOSİLLERİ

 

2009 yılı; doğa bilimleri açısından pek çok önemli olayın yüz, yüz elli ve iki yüzüncü yıl dönümü. Darwin’in iki yüzüncü doğum yılı, Türlerin Kökeni’nin yüz ellinci yılı ve daha az bilinse de Kambriyen dönemi fosillerinin bulunuşunun üzerinden tam yüz yıl geçti. Günümüzden 505 milyon yıl öncesine ait olan bu fosiller, tüm fosil kayıtlarının en zenginlerindendir. Bu fosillerin bulunduğu alan, Kanada’daki İngiliz Kolombiya’sındaki Burgess Dağı bölgesidir. Bugün bu alan, Yoho Ulusal Parkı içinde yer almaktadır ve UNESCO’nun Dünya Kültürel Mirası listesinde bulunmaktadır. Bu alandaki fosillerin tümüne Burgess Şeyli (killi bir tür taş) denilmektedir.


Burgess Şeyli, günümüzden 505 milyon yıl önce yaşanmış, Kambriyen Patlama olarak da bilinen biyoçeşitlilik artışının en önemli fosil örneklerini gözler önüne sermiştir. Burgess’in çevresindeki fosiller, tren yolu yapımı sırasında ilk defa 1800’lerin sonunda bulunmuştur. Bulunan fosiller, bugün soyu tükenmiş olan trilobitlere aittir. Daha sonra Charles D. Walcott (Smitsonian Enstitüsü’nün o dönemki sekreteri) 1909’da ilk Burgess Şeyli fosilini keşfetmiştir. 1910 ve 1924 yılları arasında bölgeden 65 binden fazla fosil örneği toplamıştır. Bu bölgede bulunan fosiller, resimden de görülebileceği gibi ince bir taş tabakası yüzeyindeki karanlık filimler ya da litografik resimler olarak görülmektedir.


Burada oldukça nadir, yumuşak vücutlu canlılara ait fosiller bulunmuştur. Normalde yumuşak vücutlu canlılara ait fosillerin bulunması oldukça zordur. Çünkü bunlarda bizim iskeletimiz gibi sert, fosilleşebilecek yapılar bulunmamaktadır. Ancak Burgess Şeyli’nin doğal yapısı solungaç, ayak ve iç organlar gibi yapıların fosilleşmesine ve kalıntılarının günümüze kadar gelmesine olanak sağlamıştır. Kambriyen Patlama ile günümüzdeki tüm ana hayvan grupları birden görünür olmuştur. Biyolojik çeşitlilik birden artmıştır. Bu hayvanlardan bazıları günümüzdeki hayvanların atalarıdır. Bazılarının ise bugün soyu tükenmiştir ve günümüzdeki okyanus canlılarına hiç mi hiç benzememektedirler.


Burgess Şeyli canlıları, ılık ve sığ bir denizde, geniş bir karbonat resifinin yakınlarında yaşamıştır. Kambriyen döneminde Kuzey Amerika Kıtası, Ekvator’u kesiyordu ve karalarda yaşam henüz yoktu. Kara bitkileri ve hayvanlarının henüz evrimleşmediği bir dönemden bahsediyoruz. Yerküre üzerindeki yaşam, yalnızca deniz bitkileri ve deniz omurgasızlarından ibaretti. Burgess Şeyli canlılarına ev sahipliği yapan resif, bugün karadadır. Bu resif bugün Wapta ve Field dağları arasında kalmıştır. Bundan yaklaşık 175 milyon yıl önce yer hareketleri ile dağlar oluşurken, bunu harekete geçiren doğal kuvvetler bu fosilleri de gömülü oldukları deniz tabanından almış ve onları pek çok kilometre uzağa, şimdiki yerlerine taşımıştır. Hayvanlar, resifin önüne doğru olan sürekli çamur akışı nedeni ile ölmüştür. Peki bu nadir bulunan canlıların yumuşak kısımlarının bile bu kadar iyi korunmasını ne sağlamıştır? Canlıların yumuşak kısımlarının çürümeksizin kalabilmesi için oksijenle ve ayrıştırıcı bakterilerle temaslarının olmaması gerekir. Çamur akışının böyle bir ortamı sağladığı ve çamurun bu canlıların tüm çatlaklara ve açıklıklara (organlarına) dolarak, onlara kilden mezarlar hazırladığı düşünülmektedir. Bu kil katmanı, onları ayrıştırıcı bakterilerden ve oksijenden koruyarak bugüne kadar bozulmadan ulaşmalarını sağlamıştır. Böylece pek çok canlı bütünüyle korunarak, günümüze yaşam tarihi açısından önemli örnekleri bırakmıştır. Ünlü Paleontolog Stephen Jay Gould, Burgess Şeyli’nde görülen Kambriyen Patlama ile canlıların çeşitliliğinin hızlı artışını kesintili denge teorisi ile açıklamıştır. Burgess Şeyli, paleontologlar açısından ve evrim bilimciler açısından önemlidir, çünkü;
* Günümüzden tam 505 milyon yıl öncesine yalnızca okyanuslarda yaşamın olduğu bir döneme aittirler,
* Muazzam bir şekilde korunmuş olmaları ve canlıların iç organlarına kadar korunmuş fosilleri onların yaşamlarına dair önemli ayrıntıları (nasıl yaşadıkları, neye benzedikleri vb.) araştırmacılara sunmaktadır,
* Fosiller, evrimin doğasını anlamamızda önemli ipuçlarını ortaya çıkarmıştır, bugün bilinen tüm ana hayvan gruplarının ataları fosillerde mevcuttur.

Evrensel, Haber: Günseli Bayram, 22.08.2009

KAZI ÇALIŞMALARINA ARA VERİLDİ

 

Siirt'te iki ayrı yerde yürütülen kazı çalışmalarına Ramazan ayı nedeniyle ara verildi.

 

Kazı Başkanı Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Yardımcı Doçent Dr. Haluk Sağlamtimur, konuyla ilgili yaptığı açıklamada, "Ilısu Baraj Gölü altında kalacak olan tarihi ve kültürel eserlerin kurtarılması çalışmaları kapsamında, 3 yıldan beri Başür Höyük ve bu yıl başladığımız Kurtalan İlçesi Çattepe Köyü'ndeki höyükte toplam 300 kişi ile sürdürdüğümüz kazı çalışmalarına, Ramazan ayı nedeniyle kısmi ara veriyoruz.

 

Ülkemizin 11 değişik üniversitesinden gelen 70 kadar öğrenci ile kazı alanlarında çizim ve düzenleme çalışmalarını ise sürdüreceğiz. Bunun yanı sıra kazılarda ortaya çıkardığımız çanak çömlek parçalarının temizlik, restorasyon ve bütünleme çalışmalarına da devam edeceğiz. Kazı çalışmalarına Ramazan Bayramı'ndan sonra tekrar başlayacağız" şeklinde konuştu.

Siirt Kent Haber, 22.08.2009

RUS SANATININ SAHTE TABLOLARI

 

 

Rusya’da Malevich, Popova, Kandinsky ve Goncharova gibi sanatçıların avangart eserleri yalnızca sanatseverlerin dikkatini çekmekle kalmıyor, müzayedelerde de oldukça yüksek fiyatlara alıcı buluyor.

 

Örneğin Goncharova, geçen yıl eserleri en çok satılan kadın sanatçı oldu. Ortada tek bir problem var: Bu eserlerin büyük bölümü sahte.


Farklı akımlardan eserler, Rusya’da gittikçe popüler bir hal alırken, sahteciler sanat piyasasının büyük bir bölümünü kaplıyor. Uzmanların ulaştığı sonuca göre, milyonlarca sterline satılan tabloların en az yüzde ellisi ve hatta yüzde 80’i sahte. Rusya’nın zengin sanat koleksiyonerleri, servetlerini Rus avangart sanatına harcamayı seviyor, bu da sahtekarlara nasıl büyük paralar kazanabileceklerine dair fikir veriyor. Uzman William MacDougall, etrafta gerçeklerden daha fazla sahte eser olduğunu belirtiyor.

Taraf, 22.08.2009

FRİDA UZMANLARI KIZDIRAN KEŞİF





Ölümünün üzerinden yarım yüzyıldan fazla zaman geçmesinin ardından, Troçki ve Josephine Baker’ı sevgilileri, Diego Rivera’yı ise kocası, ruh eşi ve baş işkencecisi olarak seçen Meksikalı sürrealist ressam Frida Kahlo, bu kez yeni bir tartışmanın merkezinde.

 

“Ben kendi gerçekliğimi resmederim” diyen bir sanatçıya uygun olarak, tartışmalar gerçeklik ve doğruluk etrafında dönüyor.


Kahlo’nun yağlı boya tabloları, günlük yazıları ve kişisel mektuplarından oluşan bir kitap yayımlayacak olan Princeton Architectural Press, söz konusu kitap hakkında “20. yüzyılın en önemli sanatçılarından birinin tutkulu ve mizah dolu kayıp arşivi” yorumunu yapıyor.


Ancak bu keşif iddiası bir grup Kahlo uzmanını kızdırdı. Uzmanlar kitaptakilerin sahte olduğunu iddia ediyor. İddiaya göre, Kahlo bunları bir ahşap oymacıya, oymacı bir avukata, avukat da antika işi ile uğraşan bir çifte vermiş.  


Uzmanlar ayrıca, Meksika Ulusal Kültür ve Sanat Konseyi ile Ulusal Güzel Sanatlar Enstitüsü’ne Kahlo hakkında böyle aldatmacalara izin vermemeleri ve durumu düzeltmeleri konusunda baskı yapıyor.


Daha önce Kahlo’nun pek çok eserini satmış olan Latin Amerikalı bir sanat tüccarı olan Mary-Anne Martin ise kitabı aptalca bulduğunu söyledi. Ancak kitabın akıllı ve dikkatlice hazırlandığını da sözlerine ekledi. Martin sözlerine “Kitap Kahlo ve onun Rivera’yla olan ilişkisine, feminist ve komünistliğine dair biyografik eşyalarla dolu” diyerek devam etti. Koleksiyonu bire bir görmediğini söyleyen Martin, “Bu Frida Kahlo hakkında biraz bilgi sahibi olan bir insanın ya da bir uzmanın hemen görmek isteyeceği ve onun için yolculuk yapacağı bir şey değil. Biri her sahte resim yaptığında uçağa atlayıp gitseydim işlerimi hiçbir zaman bitiremezdim” dedi. 


Leticia Fernández ile birlikte bir antika dükkanı olan tartışmaya açık keşfin sahibi Carlos Noyola ise bin 200 parçadan oluşan koleksiyonunun gerçekliğinden oldukça emin. “Koleksiyonu gerçekliğine inanarak bir araya getirdik” diyen Noyola, kitabın satılık olmadığını ve hiçbir zaman da satılmayacağını söylüyor.

Taraf, 22.08.2009

TARİHİ KORURKEN DAYAK YEDİ

 

 

Erzurum'da tarihi taşlarla çevrilen çeşmenin sökülmesine engel olmaya çalışan muhtar, bu yüzden dayak yediği iddiasında bulundu.Edinilen bilgilere göre, Aşağı Mumcu Mahallesi, Çaykara Caddesi üzerinde bulunan ve tarihi taşlardan yapılan Kırmızı çeşme, geçtiğimiz Çarşamba günü saat 22. 30 sıralarında iş makinesiyle sökülmeye başlandı.

 

Durumu gören mahalle muhtarı Nevzat Özeken, şahıslara müdahale etmeye çalıştı. Bunun üzerine saldırıya uğrayarak dayak yediğini ileri süren Muhtar Özeken, karakola şikayette bulundu.

Muhtar Özeken, "Çeşmenin söküldüğünü görünce duruma müdahale etmeye çalıştım. Siz kimsiniz ? belediye ekiplerinden misiniz ? diye sordum. Yok belediye ekiplerinden olmadıklarını söyleyerek bana saldırdılar. Daha sonra olay karakolluk oldu. Bu çeşme en aşağı yüz yıllık bir tarihe sahip. Bu çeşmenin taşları tarihi ve Necati Güllülü'nün belediye başkanlığı döneminde getirilerek takılmıştı" dedi.

 

Çeşmenin sökülmemesi için savcılığı da suç duyurusunda bulunduğunu kaydeden Muhtar Özeken, "Kim neden bu çeşmeyi sökmeye çalışıyor? ESKİ'ye dilekçe ile beyanda bulunduk onların çeşmenin sökülmesinden haberdar değiller. Belediye ekipleri önce biz değiliz sonra da iş karakolluk olunca o çalışanlar bizden deniliyor" diye konuştu.

Erzurum Gazetesi, 22.09.2009

ANIT MEZARLAR KORUMA ALTINDA

 

 

Araban İlçesi'nde bulunan anıt mezarların koruma altına alınacağı bildirildi.

AKP Gaziantep Milletvekili Mehmet Erdoğan, beraberinde Araban Kaymakamı Orhan Balcı, Gaziantep Rölöve ve Anıtlar Bölge Müdürlüğü Uzmanı Zeynel Abidin Seferoğlu, Gaziantep İl Özel İdaresi Altyapı Daire Başkanı Mehmet Çetin, Araban Belediye Başkanı Mehmet Özdemir, Elif Beldesi Belediye Başkanı İbrahim Çobanoğlu ile birlikte ilçeye bağlı Elif Beldesi, Hasanoğlu ve Hisar köylerindeki anıt mezarlarda incelemelerde bulundu.

 

Gaziantep Rölöve ve Anıtlar Bölge Müdürlüğü Uzmanı Zeynel Abidin Seferoğlu, burada yaptığı açıklamada, Araban İlçesine bağlı Elif beldesi, Hasanoğlu ve Hisar köylerinde bulunan Roma döneminden kalma anıt mezarlarda bir süreden bu yana incelemelerde bulunduklarını söyledi.

 

Seferoğlu, yapılan incelemenin ardından, hazırladıkları projenin, Gaziantep Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulunca onaylandıktan sonra, onaylı projeye göre anıt mezarların restorasyon, aydınlatma ve peyzaj çalışmalarının Gaziantep İl Özel İdaresince yaptırılarak, tarih turizmine açılacağını belirtti.

Gaziantep 27 Gazetesi, 22.08.2009

KADINLAR TARİH KAZIYOR

 

 

Samsun’un Vezirköprü İlçesi'ne bağlı Oymaağaç Köyündeki höyükte yürütülen ve Hititlerin dini merkezi Nerik’in izlerini bulabilmek için yapılan kazılarda erkek işçi bulunamayınca, iş köyün kadınlarına düştü. Gerda Henkel Vakfı, Freie Universitesi, Deutsche Orient-Gesellschaft, Bilkent Üniversitesi, Knödler Decker Vakfı, Dresden Teknik Üniversitesi, Tepe Knauf özel sponsorların desteğiyle sürdürülen Oymaağaç kazılarının bu yılki bölümü kısa süre önce başladı. Ancak, kazılara başlayabilmek için yeterli eleman bulamayan kazı ekibi, çareyi köyün kadınlarını çalıştırmakta buldu. Erkeklerin çeşitli bahanelerle çalışmak istememesi üzerine köydeki 15 kadını kazı ekibine dahil ettiğini belirten Kazı Başkanı Doç.Dr. Rainer Czichon, ekim ayına kadar sürecek kazıların gidişinden memnun olduğunu söyledi. Czichon, “Başlangıçta tereddüt olsa da sonradan işe alıştılar. Şu anda problemsiz çalışıyorlar” dedi. Kadınların erkeklere göre işlerinde daha titiz olduklarını da belirten Czichon, “kadın işçiler erkeklerden daha dikkatli ve temiz çalışıyor. Evlerindeki temizlik gibi burada da titiz davranıyorlar” dedi.

 

Kazıda çalışan kadın işçiler, evde boş oturmaktansa kazılarda çalışmayı tercih ettiklerini belirtti. “Tarlada çalışmak gibi” diyen kadın işçilerden bazıları ise merak sebebiyle işe başladığını söyledi. İşe başladıktan sonra keyif aldıklarını belirten kadın işçiler, ilk defa böyle bir uğraş içinde olduklarını ifade etti.

Türkiye Gazetesi, 22.08.2009

OTOMOBİLDEN TARİH FIŞKIRDI

 

Nizip İlçesi'nde bir otomobilde yapılan aramada 102 parça tarihi eser ele geçirildi.

Bir ihbarı değerlendiren Emniyet Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Grup Amirliğine bağlı ekipler, Nahsen Ç'nin kullandığı plakası açıklanmayan otomobili, ilçe girişinde durdurdu. Otomobilde yapılan aramada, bagajda çuvallar içerisinde toprak ve taştan yapılmış 102 parça çanak ve çömlek bulundu. Tarihi eserlerin Tunç Çağı'na ait olduğu ve Gaziantep Müzesine gönderileceği öğrenildi. Yetkililer, olayla ilgili olarak otomobil sürücüsü Nahsen Ç'nin gözaltına alındığını, soruşturmanın sürdürüldüğünü bildirdi.   

Gaziantep 27 Gazetesi, 22.08.2009

WARHOL İMZALI PORTREYE 278 BİN DOLAR

 

 

ABD'de haziran ayında hayatını kaybeden pop şarkıcısı Michael Jackson'un Andy Warhol tarafından yapılan portresi New York kentinde düzenlenen bir müzayedede satıldı.Adını açıklamayan koleksiyoner portre için 278 bin 500 dolar verdi.

 

Vered Sanat Galerisi, Amerikalı sanatçı Andy Warhol tarafından 1984 yılında yapılan ve Jackson'un Thriller albümünü yayımladığı günlerini yansıtan ve onu kırmızı ceketinin içinde gülümserken gösteren 76'ya 66 cm boyutlarındaki portresinin satıldığını açıkladı.

 

Galerideki müzayedenin telefon ve internet üzerinden yapıldığı ve adının açıklanmasını istemeyen alıcının özel bir koleksiyoner olduğu belirtildi. Bir yetkili, portre için 1 milyon dolardan fazla para ödendiği belirtti, ancak portrenin tam olarak kaça satıldığını söylemedi.

 

New York'ta satışa sunulmadan önce Londra'da üç gün boyunca sergilenen portre için açılış fiyatının 800 bin dolar olduğu kaydedildi.

 

Portrenin, mayıs ayında ünlü müzayede evi Sotheby's tarafından düzenlenen müzayedede 278 bin 500 dolara satıldığı, adının açıklanmasını istemeyen alıcısının, Jackson'un ölümünün ardından kar etmek amacıyla portreyi satışa çıkardığı bildirildi.

Hürriyet, 21.08.2009

AMASYA KALESİ MERCEK ALTINDA





İstanbul Üniversitesi tarafından Amasya Kalesi'nde bu sene başlayan kazıların ilk katmanında Osmanlı dönemine ait kalıntılara ulaşıldı.


İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç.Dr. Emine Dönmez başkanlığında 21 Temmuz tarihinde başlayan kazılar, 21 Ağustos tarihinde tamamlandı. Amasya Kalesi'nde yapılan kazılara Prof.Dr. Baha Tanman, Prof.Dr. Selim Erdal, Prof.Dr. Vedat Onar, Doç.Dr. Şevket Dönmez, Yrd. Doç.Dr. Fethi Ahmet Yüksel, Yrd. Doç.Dr. Evangelina Pişkin, Yrd. Doç.Dr. Metin Alparslan, Yrd. Doç.Dr. Meltem Alparslan, Öğretim Görevlisi Sevgi Parlak, Araştırma Görevlileri Arzu Akkaya, Ahmet Çakmak, Çiler Özdemir ve İstanbul Üniversitesi öğrencileri Gözde Yanık, Gülşah Kaya, Gözde Dinarlı ve Görkem Hersek katılırken, akademik görevlilerin yanı sıra 40 kişilik işçi ekibi de çalışmalarda yer aldı.


Kalenin kuzeydoğusunda 3 adet açma açılırken, bu sene ilk defa yapılan kazı çalışmaları bu noktada yoğunlaştırıldı. Yapılan çalışmalar sonrasında Osmanlı öncesi ve Osmanlı dönemine tarihlenen iki farklı kültür evresine işaret eden mimari tabakalar ve küçük buluntular saptandığını söyleyen Yrd. Doç.Dr. Emine Dönmez, "Elde ettiğimiz mimari veriler arasında arazinin topografyasına uyumlu olarak gelişen, teraslama sistemine göre inşa edilmiş iki farklı mimariye ait temeller tespit edildi. Mekanlarda karşılaştığımız ocak ve tandırın dışında depolama amaçlı kullanıldığını saptadığımız çok sayıda küp ve küp parçaları mekanların işlevleri konusunda bizlere somut bilgiler sunuyor" dedi.


Önümüzdeki yıllarda bu kazıların daha geniş bir ekiple sürdürüleceğini belirten Emine Dönmez, "Kazılardan elde ettiğimiz verilerin yardımıyla mekanların bazı bölümlerinin depo ve mutfak benzeri bir ihtiyacı karşıladığını düşünüyoruz. Mimari verilere ek olarak küçük buluntular arasında çok sayıda Osmanlı dönemi ve Osmanlı öncesi dönemlere işaret eden farklı tekniklere dair seramik örnekleri, cam bilezik parçaları, sikkeler, çeşitli madeni buluntular, lüle parçaları ve kemik buluntuları yer alıyor" diye konuştu.

Amasya Kent Haber, 21.08.2009


******


AMASYA KALESİ TEMİZLENİYOR





Amasya Kalesi'nde yapılan kazı çalışmalarının tamamlanmasından sonra kalede temizlik çalışmalarına başlandı.


Amasya'nın ortasında bulunan Harşena Dağı'nın tepesindeki Amasya Kalesi'nde İstanbul Üniversitesi tarafından yapılan kazı çalışmalarının 2009 ayağının tamamlanmasından sonra Kültür ve Turizm Müdürlüğü tarafından kalede temizlik çalışması yapılıyor.

 

Amasya Kalesi'nde yaklaşık 25 işçi ile temizlik çalışmalarını yürüttüklerini söyleyen Kültür ve Turizm Müdürü Ahmet Kaya, kalenin genelinde özellikle sur duvarlarının diplerinde büyüyen yabani otların ve kurumuş otların herhangi bir yangına mahal vermeden temizlendiğini, 3 gün sürecek temizlik çalışmaları çerçevesinde kalenin tamamının elden geçirileceğini belirtti.

Amasya Kent Haber, 22.08.2009

150 YILLIK KONAK RESTORE EDİLİYOR

 

Mudurnu'da 150 yıllık Fuat Bey Konağı'nda restorasyon çalışması başladı. 
 

Tarihi Fuat Bey Konağı'nın restorasyonunu yapan Mimar Aytaç Eskicioğlu, "Kültür Bakanlığı'nın teşviki ile başlayan çalışmalarımızda ilk etapta 30 bin TL destek geldi.

Fakat binada 70 bin TL tadilat yapılacak. Binanın taşıyıcı kısmı harap olmuş.

Alttan tekrar desteklendi. 150 yıllık binanın restore işi bakanlığın verdiği para ile zor gerçekleştirilir" dedi.

Bolunun Sesi, 21.08.2009

'KORUMA'DAN YARGI KORUDU





Çanakkale İdare Mahkemesi, Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma İl Kurulu tarafından önce “cumhuriyet dönemi mimari eseri” olarak tescillenen, daha sonra ise sit kararı bozulan Çanakkale Devlet Hastanesi binasıyla ilgili yürütmeyi durdurma kararı aldı. Çanakkale Belediye Başkanı Ülgür Gökhan, “Kentin mimari dokusunu ve kültür yapısını korumakla yükümlü olanlar, görevini layıkıyla yapmayıp kendilerini oraya getirenlere siyasi diyet ödemeye kalkınca, gereğini mahkeme yapmıştır” dedi.

Çanakkale'deki koruma kurulu, geçen şubat ayında binayı cumhuriyet dönemi eseri olarak tescillemişti. Kurul yönetiminin değişmesinin ardından ise nisan ayında SİT kaldırılarak bina imar rantına açılmıştı.Bunun üzerine idare mahkemesine başvuran Çanakkale Belediyesi, devlet hastanesinin tescilinde ısrar etti. Belediye avukatları, hastanenin hemen bitişiğinde yer alan Cumhuriyet İlköğretim Okulu, Halk Bahçesi gibi yapıların koruma altına alındığına dikkat çekerek, hastanenin de de aynı statü ve özellik içerdiğine vurgu yaptı.

Mimarlar odası, Çanakkale Çevre Platformu, inşaat mühendisleri odası meslek ve sivil toplum örgütleri de kurul kararına “TOKİ’ye peşkeş çekilecek” endişesiyle karşı çıkmışlar, CHP Çanakkale İl Başkanlığı da “Hastaneme dokunma” başlıklı imza kampanyası başlatmıştı.

Belediyenin başvurusunu değerlendiren idare mahkemesi, koruma kurulunun kararının yürütmesini durdurdu. Yürütmeyi durdurma kararında şu ifadelere yer verildi:

“Çanakkale Devlet Hastanesi, cumhuriyet dönemi mimarlığının birinci dönemden ikinci döneme geçiş yıllarında yapılmıştır. Kentin ilk devlet hastanesidir ve civarında tescilli Halk Bahçesi ve Cumhuriyet İlköğretim Okulu gibi taşınmazlar bulunması nedeniyle alandaki bütünlüğün bir parçasıdır. Koruma kararının kaldırılmasında bu hususların aksini ortaya koyan inceleme, araştırma, bilgi ve belgelerin bulunmadığı anlaşılmıştır. Davaya konu yapının tescil edilmesine gerek olmadığı yolundaki Çanakkale Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu kararında hukuka uyarlık bulunmadığı sonucuna varılmıştır.”

Çanakkale Belediye Başkanı Ülgür Gökhan, yürütmeyi durdurma kararının ardından yaptığı açıklamada, “Kentin mimari dokusunu ve kültür yapısını korumakla yükümlü olanlar görevini layıkıyla yapmayıp kendilerini oraya getirenlere siyasi diyet ödemeye kalkınca gereğini mahkeme yapmıştır. Umarım bu ara karardan bir sonuç çıkarılmıştır. Kimse kendini hukukun üzerinde görmesin. Biz bu kentin rantını ancak kent yararlılığı varsa açarız. Birey rantına kapalı olduğumuzu sağır sultan duydu. Ben adamlarımı koyarım, yasanın orasını, burasını çimciklerim sonra da yandaşlarıma dağıtırım anlayışı ancak muz cumhuriyetlerinde geçerlidir. Hukuk devleti böyle bir şeyi kaldırmaz” dedi.

Cumhuriyet Ege, Haber: Mehmet Celen, 21.08.2009

CİDE'DE 6 BİN YILLIK ESERLER BULUNDU





Kastamonu'nun Cide İlçesi'nde başlatılan ve uluslararası bir ekibin yürüttüğü arkeolojik yüzey araştırması çalışmalarında günümüzden 6 bin yıl önceye kadar geri giden buluntulara rastlandı.


Hollanda'nın Leiden Üniversitesi'nden Dr. Bleda Düring başkanlığında oluşturan bir ekip yaptıkları arkeolojik yüzey araştırması projesiyle Cide ve çevresinin tarih öncesi dönemlerine ışık tutmaya çalışıyor. Şu ana kadar yapılan çalışmalarda kesin olmayan bulgular çerçevesinde Cide'nin bilinen tarihinin 4 bin yıl daha geriye çekilebileceği belirtildi.

 

Cide'nin bilinen tarihi günümüzden 2 bin 500 yıl önce başladığı kabul ediliyordu. Yeni başlatılan arkeolojik kazı ile birlikte Cide'nin tarihi geçmişi 6 bin yıl öncesine kadar geri çekilebilecek.
Leiden Üniversitesi'nden Dr. Bleda Düring yaptıkları çalışmanın arkeolojik kalıntıların kapsamlı ve yoğun yüzey araştırması tekniklerini birlikte kullanarak incelemeyi planladığını ve klasik öncesi yani MÖ 10 bin ile MÖ 550 tarihleri arasına yoğunlaşılacağını söyledi.


Dr. Düring, Cide'nin Karadeniz Bölgesi'nde tipik bir yere sahip olduğunu belirterek ilçenin denizcilik tarihi açısında doğal liman Gideros Koyu ile tekneleri kıyıya çekmek için elverişli olan uzun sahilinin oldukça önemli olduğunu belirtti.


Karadeniz kıyılarının Anadolu anakarası ile Karadeniz'e kıyısı bulunan diğer yerlerle olan ilişkilerinin de inceleneceği çalışmaya Hollanda Leiden Üniversitesi, University Collage Londra, Sheffield Üniversitesi gibi üniversitelerden katılımcılar destek veriyor. Cide Arkeoloji Projesi Türkiye'den Kültür Bakanlığı, Hollanda Araştırma Enstitüsü ile İngiliz Arkeoloji Enstitüsü ile de bağlantılı.


Cide'de yürütülen projede Kültür Bakanlığı adına Çanakkale Arkeoloji Müzesi'nden Arkeolog Çağman Esirgemez katılırken, uluslararası arkeoloji ekibinin Cide ve çevresindeki rehberliğini ise eğitimci ve fotoğraf sanatçısı olan Recai Yılmaz yapıyor. Uluslararası ekibin katılımıyla yapılan çalışmaların 3 yıl süreceği bildirildi.

Kastamonu Kent Haber, 21.08.2009

YAĞMALANAN NİF DAĞI SİT ALANI OLDU

 

Nif Dağı’ndaki kaçak kazı ve yağmalama Nif Dağı Araştırma ve Kazı Projesi’ni harekete geçirdi.

İzmir’in Torbalı İlçesi Dağkızılca Köyü'nde derhal bilimsel kazı çalışmalarına başlayan ekip kazılarda şimdiye kadar çok çeşitli namlu örnekleri, ok uçları, sikkeler ve lahit buldu. Kazı başkanın verdiği bilgiye göre arazi sahiplerinin mezarları açması ve kaçak kazılar yapılması üzerine Kültür ve Turizm Bakanlığı ve İstanbul Üniversitesi işbirliğiyle çalışmalar başlatıldı. Tüm bölge sit alanı ilan edildi.

Nif Dağı Araştırma ve Kazı Projesi Başkanı Prof.Dr. Elif Tül Tulunay, kazısı devam eden Başpınar Kilisesi’nin restore edildikten sonra çok güzel bir ören yeri olacağını ifade ederek Avrupa’da bu kadar eski kilise bulunmadığını, kazı evinin yetersiz olduğunu ve yerel yönetimin bu konuda destek olması gerektiğini söyledi.

Radikal, 21.08.2009

KAYA MEZARLARI İÇİN ACİL ÇAĞRI





2 bin 400 yıllık kaya mezarları eriyor...

Muğla Dalyan'daki Kaunos Antik Kenti kaya mezarları yok olma tehlikesiyle karşı karşıya.

Dalyan'ın simgesi konumundaki tarihi zenginliğin korunabilmesi için acil önlem çağrısı yapıldı.

Köyceğiz Gölü'nü denize bağlayan Dalyan kanalları... Çok sayıda turist ağırlayan bölge, aynı zamanda geçmişi 2 bin 400 yıl öncesine uzanan Kaunos Antik Kenti ve kaya mezarlarına evsahipliği yapıyor.

Ancak Dalyan'ın simgesi kaya mezarları hızla eriyor. Mezar sütunları aşınmadan dolayı yıkılmaya başladı.

Yörede kazı yapan arkeologlar, kaya mezarları için koruma ve restorasyon projesi hazırladı. Ancak projeyi hayata geçirecek maddi kaynak henüz bulunamadı.

Akdeniz Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof.Dr.Cengiz Işık, "Gelecek nesiller için bunlar bizde bir emanet, emanete de ihanet etmeyelim" dedi.

Trt/Haber, 20.08.2009


******


DALYAN'IN KAYA MEZARLARI ŞEKER GİBİ ERİYİP GİTMESİN

 

1997 yazının yakıcı sıcağında, ailemle çıktığım bir Akdeniz turunda yolum düşmüştü ilk kez Dalyan'a. İzmir'den aracımızla hareket ederek kıyı boyunu izleyen gezi planımızın durak noktaları arasında Dalyan yoktu aslında. Gökova, Marmaris derken Köyceğiz Körfezi'ni aşarak Fethiye, Kalkan, Kaş gibi mavi yeşil bir doğa cennetini ayaklarımızın altına serpen konaklama bölgelerinden sonra Antalya'ya ulaşacaktık. Amaç Antalya'nın altını üstüne getirdiğimize kanaat getirdiğimiz anda da rotamızı Alanya'ya çevirmekti.

Ama evdeki hesabın çarşıya uyduğu nerede görülmüş ki... Peder Bey, Dalyan'a vardığımızda, geceyi geçirmeyi planlamadığımız halde, "Yahu burada neden zaman geçirmiyoruz. Dalyan'ı da görelim" diyerek oltayı attı. Kerhen direksiyonu kırdık elbette, yumurtalarını gömmek için on binlerce deniz yolu kat eden dev kaplumbağaların diyarına. Ve olanlar oldu. Teğet geçerek en büyük aptallığı etmenin ucundan döndüğümüz Dalyan, sevgili babam sayesinde fırsatını bulduğum anda gitmeyi istediğim 'ilk yer' olarak gönlüme zimmetlendi. Ki evlilik tatili için hiç düşünmeksizin karar kıldığımız yer de Dalyan olmuştu yıllar sonra.

Kiraladığınız tekne ile yer yer sazlıkların arasında kaybolarak, İztuzu Plajı'na kadar süren o kanal yolculuğu her seferinde daha büyük bir zevk verir mi insana! İnanın veriyor. Başınızı sağa çevirdiğinizde, tepenizde Kaunos Antik Kenti'nin yaklaşık 2500 yıl öncesinde kayalara oyulmuş görkemli kral mezarları çarpıyor gözünüze. Hayretler uyandıran bir yağlıboya tablosunun içine eklenmiş gibi çarpılıp kalıyorsunuz manzaraya. Zaten küçük bir tatil beldesi olan Dalyan'ın, turist akınına uğramasını sağlayan haşmetli hazinesi de o Kaunos Antik Kenti'ndeki kral mezarları. Dünyanın en iyi tasvir edebiyatçısının satırlarıyla bile anlatılamayacak güzellikteki Dalyan'a gitmek, herkesin bir gün mutlaka aklına esmeli.

Ama şimdilerde, bir hastalığın zayıf yerimizden vurması gibi, dünyalar güzeli Dalyan da el sürmeye kıyamayacağımız bir noktasından yakalandı rahatsızlığa. Yeni Asır'ın haberinde gözünüze mutlaka ilişmiştir. Kaunos'ta, Likyalılar'ın kocaman kayalara nakış gibi işledikleri kral mezarları, antik kentin Kazı Başkanı Prof.Dr. Cengiz Işık'ın tabiriyle kansere yakalandı. Bir kaya üzerine oyularak yapılabilecek en büyük sanat eseri canım mezarlar, üzerine su damlacıkları dökülen şekerler gibi eriyerek desenini yitirmeye başladı. Dalyan'ı, yürek parçalayıcı bu hastalığın pençesinden kurtarmanın bir yolunu bulmak için hiçbir seferberlikten kaçınmamak boynumuzun borcu.

Prof.Dr. Işık, mezarların yapıldığı kireç taşının doğa koşulları karşısındaki dayanıksızlığı ve insan tahribatının yol açtığı 'kaya kanseri'ni hepimize duyurdu. CHP Muğla Milletvekili Dr. Ali Arslan da konuyu Meclis'e taşıma duyarlılığı göstererek, Turizm Bakanımız Ertuğrul Günay'ın çalışmalarıyla ilgili bilgi almak için soru önergesi verdi. İnanıyoruz ki, Ertuğrul Günay hiç kuşkusuz bu tarihi eserlerin kayaların üzerinden akıp gitmesine izin vermeyecektir.

Yitirilecek zamana tahammül yok! Çünkü kaya mezarlarının yüzeyindeki korozyonların hastalıktan pul pul dökülmesi, tarihin en sanatkar izlerini silme riskinin yanında, çevresine tehlike saçmaya da başlamış. Anladığım kadarıyla yurtdışından bilim adamlarının da getirilmesiyle kurulacak bir heyetin inceleme yapması ve aşınmaya son verecek çareyi bulması gerekiyor. Ama öncesinde uzun zaman alacak, titiz çalışmayla sürdürülecek bir teşhis dönemi geçirileceği kesin. Kopan parçaların, toprağın ve kireç taşının incelenmesi sırasında, mezarların bozulmaması için de üstün bir özen gösterilecek.

Bunu başaracak uzman ekibin kurulması ile hastalığın teşhisi ve kayaların onarımı için atılacak her adımın ucu elbette paraya dayanıyor. Ama Prof. Işık'ın da altını çizdiği gibi, binlerce yıl öncesinin el oymacılığıyla yapılmış kaya mezarlarının bir gün çirkin ve boş oyuklara dönüşmemesi adına, Bakan Günay gerekeni yapacaktır. Yoksa Dalyan'ın göbeğinden akan o kanaldaki sefa gezintisi sırasında, çehresini dümdüz ettiğimiz kayalara hangi yüzle dönüp bakabiliriz!

Yeni Asır, Yazı: Bülent Gürlük, 28.08.2009

MÜFTÜDEN HIRKA-İ ŞERİF AÇIKLAMASI

 

"Yanlış ütü yıprattı, Hırka-i Şerif Ramazan'da ziyarete açılmayacak" haberleri üzerine İstanbul Müftüsü Mustafa Çağrıcı konuya açıklık getirdi.

Hırka-i Şerfi bu yıl sergilenemeyecek ama neden ütü değil, zamanın çarklarının yarattığı bin 400 yıllık yıpranma...

Mustafa Çağrıcı, bazı basın organlarında, Hırka-ı Şerif'in ütülenirken yakıldığı yolundaki haberler üzerine basının karşısına çıktı.

Hırka-i Şerif'in zaman içinde yıprandığı için ziyarete açılmayacağını vurgulayan Çağrıcı, Hırka'nın zarar gördüğü yolundaki haberlerin gerçeği yansıtmadığını söyledi.

Çağrıcı, Hırka-ı Şerif'in; bugünkü 'emanetçisi' olan ve Veysel Karani'nin 57'nci kuşaktan torunu Gülay Köprülü'nün korumasında olduğunu hatırlattı.

"Ailenin bize verdiği bilgiye bakmak durumundayız; onların verdiği bilgiye göre de orada hırkanın sağlığına zarar verecek şekilde herhangi bir operasyonun yapılmadığı yönündedir" diyen Çağrıcı, "Tabi doğrusu kamuoyu her ne kadar cami içinde olması dolayısıyla yetkinin bizede olduğu düşünülüyorsa da esasen bizim hiç bir resmi yetkimiz yoktur, yetki tamamen aileye aittir" açıklamasında bulundu.

Ramazan ayı boyunca Hırka-i Şerif'i görmekten mahrum kalacaklar için ise Veysel Karani ve Hırka-i Şerif'in görüntülerinin yer aldığı kısa bir belgesel film, Hırka-i Şerif Camii bahçesinde gösterime sunulacak.

Trt/Haber, 19.08.2009

Sardis (National Geographic, Ocak)
...1909




16 - 22 Ağustos 2009

MUALLA EYÜBOĞLU'NU KAYBETTİK





Ressam-şair Bedri Rahmi Eyüboğlu ve yazar Sabahattin Eyüboğlu’nun kız kardeşi, Türkiye’nin ilk kadın mimarlarından Mualla Eyüboğlu Anhegger, kalp yetmezliği nedeniyle 90 yaşında İstanbul’da vefat etti.


Erzurum Aziziye’de 1919 yılında doğan Mualla Eyüboğlu, 1942’de Güzel Sanatlar Akademisi Mimari Bölümü’nden mezun oldu. Türkiye’nin ilk kadın mimarlarından olan Eyüboğlu, köy enstitüleri programında görev alan ağabeyi Sabahattin Eyüboğlu ve İsmail Hakkı Tonguç başta olmak üzere öncü isimlerle birlikte, köy enstitüsünde mimar, inşaat sorumlusu, öğretmen olarak çalıştı. 1947 yılından itibaren mesleki hayatı boyunca arkeolojik kazılarda, koruma kurullarında, tarihi anıtların onarımlarını yürüten Eyüboğlu, başta Rumelihisarı ve Topkapı Sarayı Harem Dairesi olmak üzere sayısız tarihi eserin restorasyonunu yaptı.


Eyüboğlu, 2001 yılında vefat eden Alman Türkolog ve tarih araştırmacısı Dr. Robert Anhegger ile evliydi.

Radikal, 16.08.2009


******


MUALLA EYÜBOĞLU ANHEGGER VE KÖY ENSTİTÜLERİ

 

Türkiye'nin ilk kadın mimarlarından olan Mualla Eyüboğlu Anhegger 1940 yılında 3803 sayılı yasa ile ilkokul öğretmeni yetiştirmek üzere açılmış olan Köy Enstitüleri projesinde ağabeyi Sabahattin Eyüboğlu ve İsmail Hakkı Tonguç başta olmak üzere öncü isimlerle birlikte, mimar, inşaat sorumlusu, öğretmen olarak çalıştı. 1947 yılında, Ortaklar Köy Enstitüsü'nde çalışırken zehirli sıtmaya yakalanıp İstanbul'a dönünceye kadar 5 yıl, hem Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü'nde çalışıp hem de Anadolu'nun dört bir bucağındaki 21 köy enstitüsünün kuruluşuna katıldı.

27 Şubat 1993 tarihinde Tarih Vakfı tarafından düzenlenen İlber Ortaylı'nın sunduğu Kuşaklar Buluşması'nın sekizinci toplantısına eşi Rober Anhegger ile konuk olan Mualla Eyüpoğlu Anhegger köy enstitüleri ile tanışmasını şu şekilde anlatıyordu:

"1942'de Güzel Sanatlar Akademisi Mimari Bölümü'nden mezun oldum. Mezun olduğum zaman mutlaka Anadolu'da çalışmak istiyordum. Annem de her zaman diyor ki ‘aman uşaklarım elinizden geldiğince köylücükleri okutun'. Hepimiz onun için hoca olduk. Ben de Anadolu'da öğretmen olarak çalışmak istedim. Fakat o zaman Anadolu'da mimar tabiri dahi yok. Nerede çalışacağım? O zaman Sabahattin ağabeyim Talim Terbiye Kurulu azası. Ben annemden bir hafta ağabeyime gidiyorum diye izin aldım. Ankara'ya gittim. İlk Tedrisat Umum Müdürü Tonguç beni Hasanoğlan Köy Enstitüsü Yapı Kolu Başkanı tayin etti. Ağabeyimle Hasanoğlan'a gittik.

Köy Enstitüleri'ne bir şey öğretemedim ama Yapı Kolu başkanıyken talebeden çok şey öğrendim. Köy Enstitüleri'ne mimar olmanın öğretici tarafı şu oldu: Herkesten kendi yaşadığı evin planını yapmasını istedim. İşte o zaman Anadolu'daki 40 bin köyün daha prehistoryada yaşadığını gördüm ve bu beni daha çok heyecanlandırdı."

Köy Enstitüleri
Mualla Eyüboğlu Anhegger'in üzerinde büyük bir emek sarfettiği hem mimar, hem de öğretmen olarak çalıştığı enstitüler eğitim alanında Türkiye'de gerçekleştirilen en özgün projelerden biriydi. Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel'in yönettiği enstitülerin kuruluşundaki amaç eğitim alanında kırsal kesimde yaşayan halk ile kentliler arasındaki bozuk dengeyi eşitlemek ve köy halkına pratik bilgi vermekti.





1936'ta Saffet Arıkan'ın milletvekilliği döneminde köy eğitmeni projesi uygulamasına başlandı. Askerliğini onbaşı veya çavuş olarak yapan gençler, Ziraat Bakanlığı'nın işbirliğiyle, modern tarım tekniklerini uygulayan Mahmudiye Devlet Üretme Çiftliği'nde yetiştirilerek köylere gönderiliyordu. Amaç, köye hem bir öğretmen hem de modern üretim araçları ve tarım yöntemleri sağlamak ve eğitimin mali yükünü hafifletmekti. İsmail Hakkı Tonguç yönetiminde başlanan bu projenin başarılı olması üzerine 1937 ve 1939 yıllarında çıkarılan yasalarla köy eğitmeni yetiştirme deneyimi yaygınlaştırıldı.




Kepirtepe Köy Enstitüsü


İlk iki Köy Enstitüsü, 1937'nin Ekim ayında "Köy Öğretmen Okulu" adıyla Eskişehir-Çifteler ve İzmir-Kızılçullu'da açıldı. Bunlara, 1938'de Trakya-Kepirtepe, 1939'da Kastamonu-Gölköy Köy Öğretmen Okulları da eklendi. Kırsal kesime yönelik bu eğitim uygulaması daha sonra kurulan Köy Enstitüleri için uygun koşullar yaratarak Köy Enstitüleri'ne geçişi kolaylaştırdı.

"Köy Öğretmen Okulu" adıyla açılan kurumlara "Köy Enstitüsü" adı, 17 Nisan 1940 tarihinde çıkarılan 3803 sayılı Köy Enstitüleri Kanunu ile kondu. Bu yasa ile köy okullarında görev alacak olan öğretmenleri yetiştirmek üzere kent ve kasabalardan uzak, geniş arazisi bulunan uygun yerlerde Köy Enstitüleri kurulmaya başlandı.

Köy Enstitüsü Binaları için Proje Yarışması Açıldı
Kanunun 16. maddesine göre yaptırılacak ilkokul binalarının planlarının hazırlattırılması işi, 20 Aralık 1940 tarihinden, 10 Şubat 1941 tarihine kadar devam etmek üzere yarışmaya açıldı. Tasarlanacak binaların soğuk, sıcak ve ılıman iklim bölgelerini göz önünde tutarak bir bina için bu bölgelere göre üç tip proje olması gerekiyordu. Yarışmadaki başka önemli bir noktada köylerde bulunabilen inşaat malzemesinin cinsinin, niteliğinin, iklim bölgelerine göre köy binalarının gösterdikleri stil farklarını, köylerdeki inşaatta çalıştırılabilecek elemanın teknik durumlarının dikkate alınmasıydı.

 

İsmail Hakkı Tonguç, Celal Otman, Hüsnü Tümer, Enver Ziya Karal, Hayrullah Örs, Lutfi Engin, Ali Rıza Törüner, Necati Erginöz, Tahsin Özdemir, mimar Hellinger'den oluşan yarışma jürisi yüksek mimar Asım Mutlu ve Ahsen Yapanar'ın projelerini birinci, yüksek mimar Zeki Sayar'ın projesi ikinci, yüksek mimar Rebii Gorbon'un projesini üçüncü seçti.




Asım Mutlu ve Ahsen Yapanar tarafından hazırlanan birinci olan proje (soğuk iklim tipine göre)
Kaynak: Arkitekt, 1-2 (1941-1942)





Kaynak: Mimarlık ve Kadın Kimliği, Boyut Yayın Grubu

 

Köy Enstitülerinde devletin az bir yardımı ile, öğretmen adayları, iş içinde çalışarak hem kendi barınaklarını, dersliklerini ve diğer gereksinimlerini, çalışma yerlerini yaptılar hem de gereken genel kültür ile mesleki bilgileri ve tarım çalışmaları yaparak köy için gerekli olan beceriyi kazandılar. Bunlar, işi bilen öğretmen ve usta öğreticilerin rehberliği altında gerçekleşti. 1942-43 öğretim yılında, Köy Enstitüleri'ne öğretmen, bölge okullarına yönetici, gezici başöğretmen, ilköğretim müfettişi ve kesim müfettişi yetiştirmek amacıyla Hasanoğlan Köy Enstitüsü bünyesinde Yüksek Köy Enstitüsü de açıldı.

 

Enstitü faaliyetleri 1946 yılında durduruldu, 1954 yılında da hepsi kapatıldı. Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü'nün binalarından bazıları halen Atatürk Anadolu Öğretmen Lisesi olarak kullanılıyor. 2007 yılında "Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü Değerlendirme Projesi Ulusal Fikir Yarışması" adı altında köy enstitüleri modelinin bir toplumsal hafıza olduğu gerçeğiyle, gündemde kalması ve 2007'de nasıl bir eğitim sistemine işaret edeceğinin de tartışılmasını sağlanması amacıyla bir öğrenci yarışması açıldı.

 

Arkitera, Kaynak: Milli Eğitim Bakanlığı, Arkitekt, Wikipedia, Ulusal Mimarlık Ödülleri ve Sergisi Derleyen: Emine Merdim Yılmaz, 18.08.2009

KIRKLARELİ MÜZE BİNASI YETERSİZ KALIYOR

 

Kırklareli'nin tarihi eserlerinin ve kültürel varlıklarının tanıtımında sıkıntı yaşandığı bildirildi.

Kırklareli'nde Cumhuriyetin ilk yıllarında Belediye Başkanlığı binası olarak hizmet veren 1894 yapımı tarihi Kırklareli Müzesi'nde kayıtlı 5 bin 337 tarihi eser bulunmasına rağmen, binanın yetersizliği nedeniyle bunlardan ancak 605'i sergilenebiliyor.

Kırklareli Müze Müdürü İrfan Candar, yaptığı açıklamada, Kırklareli'ne yeterli bir müze binası yapılmasının şart olduğunu söyledi.

Müzede sergilenenlerin, arkeolojik, etnografik ve sikkelerle benzeri eserlerden oluştuğunu ifade eden Candar, müzede halen kayıtlı bulunan 2 bin 525 sikkeden 72'sinin, 2 bin 157 olan arkeolojik eserden 323'ünün ve 655 olan etnografik eserden de ancak 210'unun teşhir edilebildiğini kaydetti. Candar, diğerlerinin ise depolarda bekletildiğini belirtti.

Müzede yer alan eserlerin çoğunun, Kırklareli ve çevre ilçelerdeki kazılardan elde edildiğini ve nadir eserler arasında yer aldığını vurgulayan Candar, şunları söyledi:

''Müzemizdeki eserlerin önemli bölümü Neolotik ve Kalkolotik döneme aittir. Dolayısıyla bunların tarihi MÖ 5 bin 800 ile 6 bin 800'e kadar inebiliyor. Bilindiği gibi bu dönemde demir, bakır, seramik ve cam gibi materyaller kullanılmıyor. İnsanlar o dönemde henüz madenle tanışmadığı için eserler, toprak, taş, kemik ve ağaçtan oluşuyor.

Müzemizde ayrıca, Roma dönemine ait çok değerli mermer heykel, sütun ve lahitler var. Bunlar da genellikle MS II. yüzyıla ait eserler. Örneğin, müze bahçemizde yer alan bir lahit ilgi çekici. Babaeski'nin Alpullu beldesi yakınlarındaki Düğüncülü köyündeki bir tümülüsten çıkarılan bu lahit, MS II. yüzyılın ortalarına, ismini belirleyemediğimiz bir kral veya komutana ait. Bu lahitten çıkan iskeletin orjinaline uygun bir benzerini müzemizde sergiliyoruz.

Roma dönemi öncesine ve sonrasına ait eserler bakımından Vize İlçesi oldukça zengin. Çünkü Vize, Traklara başkentlik yapmış bir yerleşim birimi. Trakya'da başkentlik yapan iki önemli şehir var. Bunlardan ilki Vize diğeri de Osmanlı'nın başkenti olan Edirne''

Kırklareli müzesinde ilgi çeken bir başka eserin de Pınarhisar İlçesi'ne bağlı Poyralı Köyü'nde, bir çiftçinin tarlasında çift sürerken bulduğu erzak küpü olduğunu belirten Candar, küpün çiftçi tarafından müzeye bağışlandığını kaydetti. Candar, ayrıca Vize İlçesi ile İğneada beldesinde Osmanlı ve Rus yapımı iki topunda koruma altına alındığını bildirdi.

Müze müdürü Candar, Kırklareli'nin düşman işgalinden kurtuluşunda önemli görevler üstlenen bazı komutanların da özel silah ve eşyalarının da sergilendiğini kaydetti.

Trakya Net Haber, 21.08.2009

KOMMAGENE-NEMRUT TURİZM ODAKLI CANLANDIRMA PROJESİ KABUL EDİLDİ





Adıyaman, AB destekli ''Kommagene-Nemrut Turizm Odaklı Canlandırma'' projesine devam ediyor. 5 milyon 582 bin avro bütçeli Kommagene-Nemrut Turizm Odaklı Canlandırma Projesi, kabul edildi.

 

Adıyaman İl Kültür ve Turizm Müdürü Mustafa Ekinci, AB Katılım Öncesi Mali Araç Programının ilk teklif çağrısı olan Bölgesel Rekabet Edebilirlik Operasyonel Programına sundukları 5 milyon 582 bin avro bütçeli ''Kommagene-Nemrut Turizm Odaklı Canlandırma Projesi''nin kabul edildiğini açıkladı.

 

Proje kapsamında yürütülecek çalışmaların etkisiyle Adıyaman ve bölge turizminde birkaç yıl içerisinde önemli değişimler, gelişimler yaşanacağını savunan Ekinci, proje kapsamında değişik alanlarda çalışmalar yapılmasının öngörüldüğünü belirtti. Ekinci, projenin Kültür ve Turizm Bakanlığı, Adıyaman Valiliği, İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü, İl Özel İdaresi, Orta Doğu Teknik Üniversitesi ve Adıyaman Belediyesinin ortak eseri olduğunu ifade ederek, şunları söyledi:

 

''Proje sayesinde Adıyaman'ın turizm altyapısı geliştirilecek. Perre Antik Kenti'nin çevre düzenleme ve uygulama projesi hazırlanacak. Nemrut Ören Yeri çok etkili organizasyonlarla tanıtılacak. Projeyi 3 yılda bitireceğiz. Zaten projenin alt yapısı vardı. Ortadoğu Teknik Üniversitesindeki uzmanlar bu projenin alt yapısını oluşturmak için 2006 yılından bugüne kadar çalıştılar. O alt yapıyı Ortadoğu Teknik Üniversitesiyle birlikte kullanarak çok ciddi bir proje hazırladık.'' Ekinci, proje kapsamında Kommagene buluşmaları, uluslararası kongreler, basın ve yayın faaliyetleri, belgesel filmler, dijital animasyonlar, bilgisayar oyunları hazırlayarak Adıyaman'ın turizm potansiyelini tanıtacaklarını ve değerlendireceklerini bildirdi.

 

Kommagene-Nemrut Turizm Odaklı Canlandırma Projesi ile Nemrut Ören Yeri için ilk kez ''çok ciddi bir finansman kaynağı'' bulunduğuna dikkati çeken Ekici, şöyle konuştu: ''Bu yılki Nemrut Festivali iptal edildi. Projemiz sayesinde Uluslararası Kommagene Klip Festivali düzenleyeceğiz. Dünyanın 8. Harikası olarak bilinen, UNESCO tarafından dünya kültür mirasları arasında yer alan, devasa kral ve tanrı heykellerinin arasında güneşin doğuşu ve batışının en güzel izlendiği yer olarak bilinen Nemrut Ören Yeri, AB'nin desteğiyle yeni bir festivale kavuşmuş olacak. Uluslararası Kommagene Klip Festivali'nde, en iyi kurgu, en iyi görüntü, en iyi müzik ve en iyi seslendirme olmak üzere 4 ayrı dalda yarışma düzenleyeceğiz. Birincilere altın Antiocshos heykeli vereceğiz.''

Turizm Gazetesi, 21.08.2009

HAZİNE BEKLERKEN İCRALIK OLDULAR

 

Kayseri’nin Kocasinan İlçesi'ne bağlı Güneşli beldesine bağlı Yüreğir Köyü'nde oturan 58 yaşındaki Muhsin Durmuş ile ağabeyi 64 yaşındaki İzzet Durmuş’un evine gelen İsmail D, Selahatin S. ve Mehmet S.Ö, iddiaya göre “Sizin arazilerde çok kıymetli define var. Gece bilgisayarlı dedektörle arama yapacağız. Defineye sizi de ortak edeceğiz. Define bulmak için bir papaz da bizimle olacak” dedi. 3 kişi, “Defineyi birlikte bulduğumuz papazın otel masrafları için bir miktar para lazım” diyerek iki kardaşten para istedi.

Yanlarında nakit para olmayan Durmuş kardeşler de papazın masraflarının ödenmesi ve hazineye ortak olmak adına dolandırıcılara 2 adet açık senet verdi. Senetlerin başkalarına verilmesiyle dolandırıldıklarını anlayan kardeşler, bu senetlerini geri almak için dolandırıcılara parça parça toplam 26 bin lira ödedi. Kardeşler geri alamadıkları 50 bin TL’lik iki senet için icra tebligatı gönderilince Cumhuriyet Savcılığına başvurup, suç duyurusunda bulundular.

Türkiye Gazetesi, 21.08.2009

BAKANIN EFES TUTKUSU

 

İzmir’in Selçuk İlçesi’nde bulanan Efes Antik Kenti’nde 116 yıldır kazı çalışmalarını yürüten Avusturya’nın Bilim ve Araştırma Bakanı Johennes Hahn, sade bir vatandaş gözüyle kendisini cezbeden antik kent ile ilgili olarak Kültür ve Turizm Bakanlığı ile uzun yıllar işbirliği içinde çalışmayı istediklerini söyledi. Hahn, 1988 yılında iki arkadaşıyla turist olarak geldiğini ve bir arkadaşının rehberlik yaptığını anlatarak, "O yıllarda yamaç evlerde çatı yoktu. Efes’i gezdim, ama kazı yapanlarla hiç ilgilenmemiştim. Böyle harika bir tarihi varlığın farkında değildim. Meğer burası dünyanın en büyük açık hava müzesiymiş. Başka kentleri de dolaşmıştım ama aklımda en çok Efes kalmıştı" dedi. Son 10 yılda yatırımların çok arttığını, özellikle yamaç evler de büyük harcamalar ve çalışmalar yapıldığını kaydeden Hahn, "Kültür ve Turizm Bakanlığı ile bir yüzyıl daha işbirliği yaparak çalışmayı istiyoruz. Efes’e gelirken Avusturya’dan bazı işadamlarını da getirdim. Onların da ilgisi büyük oldu" diye konuştu.

Hürriyet Ege, Haber: Veysel Erol, 21.08.2009

MÜZEKART'TAKİ SINIRLAMA TEPKİ ÇEKİYOR





Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın geçen yıl haziran ayında uygulamaya koyduğu Müze Kart, her müzenin kapısını açmıyor. Bakanlığa bağlı 317 müze ve ören yerinde kullanılan kart, Topkapı Sarayı içindeki harem dairesi, Meryemana, Efes'teki Yamaçevler, Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi'ndeki Karyalı Prenses Cam Batığı Salonu ve Göreme Açıkhava Müzesi'ndeki Karanlık Kilise'de geçmiyor.

 

Bu alanları ziyaret etmek için ek ücret ödemek zorunda kalmalarına tepki gösteren kart sahiplerine bakanlık, "Meryemana bize bağlı değil. Diğer yerlerin de taşıma kapasitesi düşük. Hassas tarihi dokuya sahip bu alan aşırı ziyarette zarar görüyor." açıklamasını yapıyor.

Kısa sürede 900 bin kişi tarafından satın alınan Müze Kart, bir yıl süreyle bakanlığa bağlı 187 müze ve 130 ören yerini sınırsız gezme imkanı sunuyor. Ücreti 20 lira olan, öğrenci ve öğretmenlerin 10 liraya alabildiği kartın, Efes içindeki Yamaçevleri ve Meryemana'yı kapsamaması ise tepki çekiyor. Ziyaretçiler, 20 lira ödeyerek girdikleri Yamaçevler için 15, Meryemana için de 2,5 lira ek ücret vermek zorunda kalıyor. Kartı alırken vatandaşa 'müzelerin tamamına ücretsiz girebileceksin' denildiğini öne süren Karavan Turizm'in sahibi Aleks Baltazzi, bazı yerlerde ekstra ücret istendiğinde turistlerin şaşkınlığa uğradığını anlatıyor.

 

Kart sahibi İsmail Şimşek de bazı müze ve ören yerlerini ziyarette sıkıntı yaşadıklarını ifade ederek, "Müze Kart'a para ödediysem her müzeye, ören yerine ve içindeki bölümlere parasız girebilmeliyim. Bu hak ayrıcalık olarak bana verilmeli." diyor.

 

Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay ise kartın her müzede geçerli olmamasını eleştirenlere şöyle cevap veriyor: "Müze Kart, bakanlığımıza bağlı 317 müze ve ören yerinde geçerli. 20 lira karşılığında, bir yıl boyunca sınırsız giriş imkanı sağlıyor. Meryemana Evi ise bize bağlı değil. Efes ören yeri içinde bulunan Yamaçevleri de eskiden beri biletle ziyaret edilen bir bölüm. Taşıma kapasitesi düşük olan ve hassas tarihi dokusu sebebiyle aşırı ziyarete müsait olmayan Yamaçevler'e Müze Kart ile girilmemekte. Buralardan ayrı ücret alınmasının sebebi daha fazla gelir elde etmek değil, fiziki şartlarının çok fazla ziyarete müsaade etmemesi."

Zaman, Haber: Mustafa Yüksel, 21.08.2009

KAZILAR İÇİN AYRILAN ÖDENEK ARTTI

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı'nca arkeolojik alan çalışmaları ve kazılar için ayrılan ödenekler 6 kat arttı. Kültür ve Turizm Bakanlığından yapılan yazılı açıklamaya göre, “2004’ten 2008’e kadarki dönemde arkeolojik alan çalışmaları ve kazılar için ayrılan ödeneklerde yüzde 600 artış oldu” denildi. 2009’da Ağustos ayına kadar ayrılan ödenek miktarı 19 milyon 8 bin TL olurken, söz konusu rakamın yıl sonuna kadar 25 milyon TL’ye ulaşması bekleniyor.

Türkiye Gazetesi, 21.08.2009

KAZIDA FRANSIZ KÖPRÜSÜ ÇIKTI

 

İskenderun İlçesi'nde, belediye tarafından yapılan içme suyu borusu onarım çalışmaları sırasında yapılan kazıda, kentin işgali sırasında Fransızlar tarafından yapıldığı belirlenen ''köprü'' ortaya çıkartıldı.

 

İskenderun Belediye Başkanı Yusuf Civelek, belediye ekiplerinin, sızıntı olduğu belirlenen içme suyu şebekesinin değiştirilmesi amacıyla gerçekleştirdiği kazılar sırasında köprü olarak kullanılan bir yapıya rastlandığı yönündeki bilgiler üzerine, Prof. Muammer Aksoy Caddesi'ne geldi. Yetkililerden bilgi alan Civelek, yapılan incelemelerde, eski İskenderun-Antakya yolu altında kalan köprünün tarihi değerinin bulunmadığının ve önemli bölümünün de hasar gördüğünün tespit edildiğini söyledi. Aşırı yağışlarda söz konusu yerde mahallelerin drenaj borularının yetersiz kalmasından dolayı taşkın sorunu yaşandığını belirten Civelek, içme suyu şebekesinin onarımının yanında ekiplerin drenajdan kaynaklanan sıkıntıyı da gidermeye yönelik çalışmaları sürdüreceğini kaydetti.

Hatay Gazetesi, 20.08.2009

MARCUS AURELIUS'UN BAŞI DEPODAN ÇIKIYOR

 

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı, Burdur Arkeoloji Müzesi'nde yer olmadığı için depoda bekletilen dünyaca ünlü imparator heykellerinin sergilenmeleri için yaklaşık 100 bin TL ödenek ayırdı.

 

Dünyaca ünlü bu eserlerin sergilenmesi kentin kültür turizmini de hareketlendirecek. Ağlasun İlçesi sınırlarında yer alan Sagalassos Antik Kenti'nde yapılan kazı çalışmalarında çıkarılan Roma imparatorları Hadrian ile Marcus Aurelius'a ait heykeller, Burdur Arkeoloji Müzesi'ne yapılacak imparatorlar kültünde sergilenecek. Burdur İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü'nün talebi üzerine Antalya Rölöve Anıtlar Müdürlüğü, imparatorlar heykellerinin sergilenmesi için gerekli olan projeyi hazırladı. Müzenin Sagalassos'la ilgili kısmında yer alacak imparatorlar kültünün yapımında Sagassos kazı ekibi de görev alacak. Burdur Kültür ve Turizm İl Müdür Vekili Mehmet Tanır, heykellerinin sergilenmesiyle ilgili olarak "Eserlerin güzel bir ortamda sergilenmeleri için yaptığımız çalışmalar sonuca ulaştı. Kültür ve Turizm Bakanı'mız Ertuğrul Günay da bu eserleri görmek için 3 kere Burdur'a gelmişti." dedi. İki yıl önce bulunan Hadrian'ın dev boyutlardaki heykeli, geçtiğimiz yıl Londra British Museum'da sergilenmiş, serginin ardından yer sıkıntısı nedeniyle depoya kaldırılmıştı. 2008'de bulunan Aurelius heykeli ise Amerikan Archaeology dergisi tarafından '2008'in en önemli 10 arkeoloji olayı' arasında gösterilmişti. MS 161-180 yıllarında Roma tahtına oturan 'Beş İyi İmparator'dan sonuncusu sayılan Marcus Aurelius'un son günleri, 'Gladyatör' adlı filme de konu olmuştu.

Zaman, Haber: Mustafa Yıldız, 21.08.2009

SERADAN TARİHİ VİLLA ÇIKTI

 

 

Zonguldak’ın Çaycuma İlçesi Kadıoğlu Köyü’nde Nizamettin Oral isimli şahsın sera kurarken bulduğu mozaik üzerine bölgede başlatılan çalışmalarda villa olduğu tahmin edilen yapıya ait ikinci bir mozaik taban bulundu.

 

Tabanın bir kısmı ortaya çıkartılırken, çalışmalar ekonomik sıkıntılar nedeniyle durma noktasına geldi.  Kadıoğlu Köyü’nde oturan Nizamettin Oral’ın sera kurarken ortaya çıkardığı ve Zeugma’yı andıran mozaik yapı üzerine Ereğli Müzesi tarafından kazı çalışmaları başlatılmıştı. Arkeolog Handan Özalpay başkanlığında yürütülen kazı çalışmalarında, ikinci bir mozaik taban bulundu. Tabanın bir kısmı gün yüzüne çıkarılırken, diğer kısmı ise ödenek yetersizliğinden bekletiliyor. Çalışmalar hakkında bilgi veren Ereğli müzesi Arkeologlarından Handan Özalpay, “MS sonra 25–260 yıllarında kullanılan bir sikke buldu. Bu sikke nedeniyle bu tarihlere ait olduğunu tahmin ediyoruz. Sera kurulurken ortaya çıkan Zeugma benzeri 6x5 metre ebatlarında mozaik tabanın ardından 4.20–9 metre ebatlarında olduğunu tahmin ettiğimiz, yeni bir mozaik taban bulduk. Tabanın yarısından fazlasını çıkardık. Ama çoğunluğunun tahrip edildiğini gördük. Tabanın yaklaşık üçte birinin tahripli olduğunu gördük. Tabanların yanı sıra su oluğu, 4 basamaklı merdiven, su borusu, bulundu.. Odalardan biri diğerinden bir basamak aşağıda bulunuyor. Bu da, zeminin meyilli olmasından kaynaklanıyor olabilir. Ayrıca çok sayıda kırık, pişmiş eşya, kase, testi parçaları çıkıyor. Bir tahribat belirtisi var. Ya döneminde yada daha sonra tahrip edilmiş olabilir” dedi. Kazı alanında inceleme yapan Çaycuma Belediye Başkanı Mithat Gülşen, bu seneki çalışmaların sürmesi için gerekli ek ödenek konusunda çalışmaların sürdüğünü ifade etti. Ek ödenek için umutlu olduğunu belirten Gülşen, “Filyos’ta yapılan kazı çalışmaları, havaalanının açılması, Vadi projesinin hayata geçmesi yönünde atılan adımlar, bölgemizi hem sanayi, hem de tarihi ve turistik açıdan önemli düzeye getireceği inancındayız.”

Değişim Medya, 20.08.2009

KRALİÇE GÜNEŞİ GÖRDÜ

 

Şanlıurfa Haleplibahçe'de park çalışmaları sırasında tesadüfen bulunan ve kıl çadırla korunan Amazon Kraliçesi Penthesilea'nın av partisinin resmedildiği mozaiklerin üstü yeniden açıldı.

 

Kazı ekibi, mozaiklerin bozulan kısımlarında yapılan düzenlemelerin güneşin etkisiyle daha çabuk sağlamlaşması için kıl çadırları kaldırmaya karar verdi. Üzerleri açılan mozaiklerin ayrıntıları ve yeni bulunan kraliçe figürleri de ortaya çıktı. Savaşan aslan, ok kullandıkları için göğüslerini aldıran savaşçı kadınların resmedildiği mozaiklerin Fırat Nehri'nden tek tek toplanan taşlarla yapıldığı biliniyor.

 

Şanlıurfa Kültür ve Turizm Müdürlüğü, daha önce mozaikleri korumak için kazı yapılan alanın çevresini koruma duvarıyla çevirmişti. Mozaikleri görmeye gelen turistlerin üzerine basmamaları için kenarlarına da ahşap köprüler kurularak yürüme alanları oluşturulmuştu. Çalışmalarının sona ermesinin ardından bölge açık hava mozaik müzesine dönüştürülecek.

Şanlıurfa Kent Haber, 20.08.2009

AKÇAKOCA'DA MAĞARA TURİZMİ

 

 

Akçakoca’nın Fakıllı Köyündeki ''Fakıllı Mağarası'' turizme açıldı. Akçakoca Fakıllı Mağarası'nın turizme açılması nedeniyle Fakıllı Köyü'nde bir tören düzenlendi. Törene Belediye Başkanı Fikret Albayrak, Akçakoca Kaymakamı Sayın Savaş Tuncer, İlçe Jandarma Komutanı Yüzbaşı Cem Yalçın, daire amirleri ve vatandaşlar katıldı.


Akçakoca Kaymakamı Savaş Tuncer mağaranın turizme açılması yönünde başlatılan proje ile ilk kez bir köyde nazım imar planı uyguladıklarını söyledi. Tuncer, mağaranın doğal sit alanı olduğunu belirtti.

 

Akçakoca'ya 7 kilometre mesafedeki Fakıllı Köyü'nde bulunan mağara, sarkıt ve dikitler bakımından oldukça mükemmel olan 1010 metre uzunluğunda ve bölgemizdeki turizme katkı sağlayacak bir konuma geldi.Mağara sit kapsamında olduğu için başta Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurlu olmak üzere diğer kurumlardan gerekli izinleri alınarak Mağara içi mimari, aydınlatma ve çevre düzenlenmesi projeleri Akçakoca Kaymakamlığı tarafından düzenlendi ve ihale edilerek yetkili kurullardan izin alınarak yaptırıldı.

Düzca Damla, 20.08.2009

KİLİSE BAHÇESİNE KURAN KURSU

 

Diyarbakır’ın Çüngüş İlçesinde, 15. yüzyıldan kalma tarihi Ermeni kilisesinin bahçesine Kuran kursu inşa ediliyor. Diyarbakır Arkeoloji Müzesi yetkilileri, durumu Koruma Kurulu’na ihbar ettiklerini belirtirken, inşaat yetkilileri, izni kaymakamlıktan aldıklarını söyledi. Kaymakamlık ise “Resmi bir izin verilmemiş” dedi.


“SİT alanı” olarak kabul gören, ancak bakımsızlıktan harabeye dönen kilisenin hemen yanında Kuran kursu yapılması, tarihi yapıyı büyük ölçüde tahrip edecek. Diyarbakır Arkeoloji Müzesi’ne durumu ihbar etti ve Diyarbakır Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu’nun bölgede inceleme yapmasını istedi. Görüşmek istediğimiz Koruma Kurulu yetkilileri ise, “Basına bilgi veremiyoruz” dedi.

Özel bir inşaat şirketi tarafından yapılan Kuran kursunun yapı iznine ilişkin şirket yetkilileri kaymakamlıktan gerekli izni aldıklarını belirtiyor. Çüngüş Kaymakamlığı yetkilileri ise böyle bir yapı kurulduğu bilgisine sahip olduklarını iddia ediyor. Herhangi bir iznin söz konusu olmadığını ifaden yetkililerin, “Bizim tarafımızdan verilen resmi bir izin yok. Ama eğer bireysel olarak dilekçe getirip imzalatmışlarsa onu bilemiyoruz” açıklaması yapması ise akıllarda soru işaretleri bırakıyor. Yaklaşık 2 aydır yapımı süren ve şu an 3. katı da tamamlanan Kuran kursu inşaatına, müdahale edilmemesi ise inşaatın yetkililerin onayından geçtiği yorumuna yol açıyor.
İlçe merkezine girişte yer alan kiliseye restorasyon yapılmadı. Ermenilerin eski yerleşim yerlerinden biri olan Çüngüş, Ermenice adıyla Çenkuş’ta bulunan iki Ermeni kilisesinden biri.

Evrensel, 20.08.2009

DİKİLİ'DE ARKEOLOJİK ARAŞTIRMALAR KONFERANSI

 

Dikili'deki Aterneus antik kentinin tarihçesi ve buradaki arkeolojik çalışmalarla ilgili "Aterneus Kentinin Tarihçesi ve Arkeolojik Araştırmalar" konulu konferans yapıldı.


Dikili Belediyesi Kültürevi'ndeki konferansa Aterneus Kenti Kazıları Proje sorumlusu Prof.Dr. Martin Zimmerman, Kazı Başkanı Prof.Dr. Felix Pirson, Proje Görevlisi Dr. Güler Ateş, Kültür ve Turizm Bakanlığı'ndan görevli Arkeolog Ertan Yılmaz konuşmacı olarak katıldı.


Dikili Kaymakamı Zafer Karamehmetoğlu, Belediye Başkanı Osman Özgüven, çeşitli kurumların müdürleri ve vatandaşların izlediği konferansta kazıya ilişkin bilgi veren Kazı Başkanı Felix Pirson, Aterneus ve çevresinin tarihi açıdan çok zengin bir bölge olduğunu ve burada 2006 yılından beri uluslararası düzeyde bilimsel araştırma yaptıklarını belirtti.


Prof.Dr. Martin Zimmerman da halen yüzeyde görünebilen araştırmalar yaptıklarını belirterek şu bilgileri verdi: "Seramik ve kalıntılardan kentin tarihçesini çıkarıyoruz. Yüzeyde topladığımız çanak, çömlek parçalarından burada MÖ 2000'li yıllara kadar yerleşim olduğunu anlıyoruz. Burada birçok kaçak kazı yapılmış, bununla birlikte tarihe zarar verilmiş."


Arkeolog Ertan Yılmaz da Aristo'nun da yaşadığını antik şehirde düşünür ve filozofların yetiştirildiğini anlatarak, "Dikili'deki kültürel etkinlikleri, sosyal faaliyetleri sık sık okuyoruz. Aterneus'un antik çağdaki insanlarının kültürünün genetik olarak Dikili halkına geçtiğini düşünüyorum" dedi.

Haber Ekspres, 20.08.2009

TARİH GÖÇÜYOR

 

Kastamonu'da aşırı yağışlar sonrası kale ve kaya mezarlarında bulunan kayalarda kopmalar meydana geliyor.


Yetkililerin kayalarda başlayan kopmaların tehlikeli olmaması için tedbir alması gerekiyor.

Kastamonu Nasrullah, 20.08.2009

SIRBİSTAN'DAKİ LEPENSKİ VİR ANTİK TARİHİ ÇAĞDAŞ BİR TATLA SUNUYOR




Lepenski Vir, Demir Kapılar Boğazı'nın yakınında bulunuyor.


1965 yılında Djerdap Hidroelektrik Santralının inşası sırasında, işçiler antik bir yerleşimin, Lepenski Vir'in kalıntılarını ortaya çıkardılar.

 

Müze küratörü Vasoje Vasiç, "Lepenski Vir halkı avcı ve toplayıcıydı. İlk çiftçiler, bu bölgenin bu en eski sakinlerinden kısa bir süre sonra ortaya çıktı." dedi.

 

Demir Kapılar Boğazı'nın yakınındaki saha bir büyük yerleşim ve on adet uydu köyden meydana geliyor. 1967 yılında arkeolog Dragoslav Srejoviç Lepenski Vir Müzesi'ni kurdu.

 

Müze Ulusal Yatırım Planı tarafından karşılanan yenileme çalışmalarından ötürü bu yaz kapalı ve yıl sonunda tekrar açılması planlanıyor.




Müze, arkeolog Dragoslav Srejoviç tarafından 1967 yılında kurulmuş.


Vasiç SETimes'e verdiği demeçte, "Müze ziyaretçileri tamamen yeni bir görünüm, yeni içerik ve modern video ve ses sunumlarıyla karşılayacak. Otantik bir ortam, tarih öncesi toplumlara ait ocak ve mihrapların sunulacağı müzeden ayrı olarak, ziyaretçilerin daha önceye kıyasla çok daha fazla sergi görebilecekleri bir galeri de açılacak." dedi.

 

Yetkili, bölgenin turistlerin eserleri otantik bir düzende görmelerine olanak sağlayacak bir etno parka dönüştürüleceğini de belirtti. Tuna Nehri'nin kıyısında bir kampın yanı sıra bir bilim istasyonu kurma planları da var.

 

Sırbistan'ın doğusu Lepenski Vir'in dışında turistleri cezbeden birçok doğal kaynağa da sahip. Lepenski Vir'e yaklaşık 30 kilometre, Belgrad'a ise 190 kilometre mesafedeki Majdanpek, başta altın olmak üzere madenleriyle tanınıyor.

 

Majdanpek Turizm Örgütü, Rajkova Reka, Paskova Reka veya Mali Pek nehirlerinin yakındaki kıyılarından birinde bölgedeki en eski zanaat olan altın yıkama deneyimi sunuyor.

 

Majdanpek'e sadece 3 kilometre mesafede Rajkova mağarası bulunuyor. Mağara adını, efsaneye göre, gündüz Türkleri soyup gece çaldığı hazineleri mağaraya saklayan Rajko Dükü'nden alıyor.

 

Mağara ilk olarak Sırp coğrafyacı Jovan Cvijiç tarafından 1894 yılında keşfedildi. Bugünse turistlere ve mağarabilimcilere tamamen açık durumda. Binlerce yıldır doğa tarafından yaratılmış kireçtaşından süsler ve parlayan kristaller mağaranın duvarlarını süslüyor.

Mağaranın içinde 2300 metreden uzun kanallar bulunuyor ve bunların 600 metresi turistler tarafından gezilebiliyor.

Southeast European Times, Haber: Bojana Milovanoviç, Fotoğraflar: Nikola Barbutov, 20.08.2009

TARSUS'TA İKİ TARİHİ ESER BULUNDU

 

Mersin'in Tarsus İlçesi'nde, MÖ 500-600 yıllara ait 2 tarihi eser ele geçirildi. Olayla ilgileri olduğu ileri sürülen 2 kişi tutuklandı.

 

Tarsus İlçe Emniyet Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Grup Amirliği ekipleri ilçe genelinde tarihi eser kaçakçılığını önleme çalışmaları kapsamında yapılan istihbarı çalışmalarda; Mersin'den bir şahsın tarihi eser almak için Tarsus'a geleceğini bilgisi aldı. Yapılan kontroller esnasında İ.K. ile Ü.K. isimli şahısların olduğu otomobilde yapılan aramada MÖ 500-600 yıllarına ait kafa kısmıyla birlikte 46 santimetre uzunluğunda, çıplak kadın heykeli ele geçirildi.  Gözaltına alınan Ü.K. ve İ.K. isimli şahıslar çıkarıldıkları mahkemece tutuklandı.

Mersin Kent Haber, 19.08.2009

İSABEY KÖŞKÜ GÜN IŞIĞINA ÇIKIYOR

İzmir'in Selçuk İlçesi'ndeki Ayasuluk (Selçuk) Kalesi içinde yürütülen kazı çalışmalarında, Aydınoğulları Beyi İsabey'in ikamet ettiği köşkün bulgularına rastlandı.

 

Ayasuluk Tepesi ve St Jean Kilisesi Kazı Başkanı, Yardımcı Doçent Mustafa Büyükkolancı, yaptığı açıklamada, Pamukkale Üniversitesi kazı ekibi olarak, Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın izni ve Selçuk Belediyesi'nin desteğiyle iki yıldır çalışmalarını sürdürdüklerini söyledi.

 

Büyükkolancı, 5 yıllık proje kapsamında çalıştıklarını, geride bıraktıkları iki yılda önemli çalışmalara imza attıklarını belirterek, Kalenin sur duvarlarının onarımı ve içindeki yapıların kazıların birarada yürütüldüğü bilgisini verdi.

 

Büyükkolancı, 'Selçuk İlçesi'nin başına taç gibi konulmuş olan Ayasuluk Kalesi, içindeki yapılarla birlikte 3 yıl sonra ziyaretçilere kapısını açacak' diye konuştu.

 

Ekibin geçen yaz kale içinde daha önce hiç çalışma yapılmamış bir yapıyı belirlediğini ve bu yapının sınırlarını çizdiğini ifade eden Büyükkolancı, Haziran ayında ise belirlenen alanda kazı çalışmalarına ağırlık verdiklerini söyledi.

 

Büyükkolancı, yapı ortaya çıkmadan da burasının bir 'komutan evi' olduğunu tahmin ettiklerini, 1670 yılından kalma bir gravürde yer alan yapıyla, bulunan yapının yeri ve mimarisinin benzeşmesinin de bu görüşlerini desteklediğini anlatarak, yapının giderek ortaya çıkmasıyla burasının büyük olasılıkla İsabey'in konutu olduğunun tahmin edildiğini kaydetti. İsabey'in bölgeyi 30 yıl yönettiğini, 1375 yılında hala ayakta olan ve her yıl çok sayıda ziyaretçiye kapılarını açan İsabey Camisi'ni yaptırdığını hatırlatan Büyükkolancı, bulunan yapıdaki bezeme ve profillerin camidekilerle çok benzediğini ifade etti ve 'Hatta iki yapı aynı ustaların elinden çıkmış bile diyebiliriz' dedi. Büyükkolancı, yapının en ilginç bölümlerinin mermerden yapılmış Doğu ve Güneybatı kapıları olduğunu ifade ederek, yapıda Efes'in Roma ve Bizans çağı mimari süslemeciliğinin örneklerinin görülebileceğini söyledi.

 

Selçuk'un çok sayıda tarihi zenginliği barındırdığını, bunların arasında kalenin ayrı bir öneme ve güzelliğe sahip olduğunu belirten Büyükkolancı, şu bilgileri verdi: 'Selçuk Kalesi yeni ve görkemli bir yapıya kavuşmuş oldu. Kale içinde yükselen, iki katlı, üst katı ahşap yapı, yanındaki mescidi ve arka bölümünde yer alan hamamıyla birlikte, sanıyorum ki, 3 yıl sonra burayı gezmeye gelenler için gerçekten önemli bir merkez olacaktır.'

 

Büyükkolancı başkanlığındaki ekip, 15 arkeolog ve 30 işçiyle çalışmalarını sürdürüyor.

Yeni Şafak, 19.08.2009

TARİHTEKİ 'İLK İMZA' BULUNDU





Türkiye'de kazı çalışmaları süren 120 bölgede, geçen yıl çıkartılan 2 bin 84 tarihi eserle birinciliği elde eden Muğla’nın Yatağan İlçesi’ne bağlı Turgut Beldesi’ndeki Lagina Antik Kenti'nde tarihte atılan ‘ilk imza’ ve ‘ilk mülkiyet işareti’ bulundu. Kazı heyeti başkanı Selçuk Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Dekanı Prof.Dr. Ahmet Tırpan, tabut şeklinde hazırlanan ve cesetlerin içine taşınıp gömüldüğü kulplu küp mezarlardan birinden çıkan pişmiş topraktan yapılma 5 bin yıllık damga mührün tarihte atılan ‘ilk imza’, ‘ilk mülkiyet işareti’ olduğunu söyledi.

 

Prof.Dr. Ahmet Tırpan, “Bu bulgu o dönemde kapitalizmi, ilk mülk edinme mücadelesini ortaya koymaktadır. Bu damga mühür, 5 bin yıl önceki kapitalizmin ilk belirleyici imzasıdır. Mühür eski çağ insanında ekonominin, mülk edinmenin, dolayısıyla kapitalizmin ilk işaretlerinden biridir” dedi. Prof.Dr. Tırpan, küp mezarlara hediye olarak konulan damga mühürün yanı sıra gözyaşı şişeleri, idoller, kesik gaga ağızlı testiler ve kesici aletlerin de günışığına çıkarıldığını kaydetti.

 

Lagina Antik Kenti'nde 80 kişiyle yürütülen kazılarda, bu yılın ilk altı ayı itibariyle 650 eser gün yüzüne çıkarıldı. Kazılarda MS 4. yüzyılda Roma döneminden kalma, bir askere ait olduğu düşünülen 1600 yıllık heykel başı gün yüzüne çıkartılarak koruma altına alındı. Aynı bölgede bulunan kömür havzasındaki kurtarma kazılarında ise MÖ 3000 yılına ait 5 bin yıllık önemli eserlere ulaşıldı. Eserler kazı evinde korumaya alındı. Kömür havzası içersindeki kurtarma kazılarında ayrıca, MÖ 3000 yılına ait ‘pitos’ adı verilen, taşınabilir 80 küp mezara ulaşıldı.


Prof.Dr. Ahmet Tırpan, altında kömür yatakları bulunması nedeniyle küp mezarları bölgeden alıp daha önce dolgu yapılmış başka alanlara taşımak istediklerini söyledi.

 

Bu eserleri oluşturulacak açık hava müzesinde sergilemeyi hedeflediklerini aktaran Prof.Dr. Ahmet Tırpan, “Çıkartılan milyonlarca TL değerindeki eserler müze depolarında kaderlerine terk ediliyor. Çıkarılan eserlerin, arkeolojinin tabiatı gereği bulundukları bölgelerde sergilenmesi esastır. Bu nedenle Yatağan’a acilen müze kurulması gerekiyor” diye konuştu.

Milliyet, 19.08.2009

AIZANOI KAZI ÇALIŞMALARINI DPÜ VE ALMAN ALBERT-LUDWIGS ÜNİVERSİTESİ'NİN ORTAKLAŞA YÜRÜTMESİ PLANLANIYOR

 

Kütahya'nın Çavdarhisar İlçesi'ndeki Aizanoi Antik Kenti'nde kazıların 2010 yılından itibaren Dumlupınar Üniversitesi (DPÜ) ile Almanya'nın Freiburg kentinde faaliyet gösteren Albert-Ludwigs Üniversitesi tarafından ortaklaşa yürütülmesi için girişimlerde bulunulduğu bildirildi.

 

Kütahya Valisi Şükrü Kocatepe, kazı alanında incelemeler yaparak, Albert-Ludwigs Üniversitesi öğretim üyesi ve kazı grubu başkanı Prof.Dr. Ralf Vonden Hoff'tan çalışmalara ilişkin bilgi aldı.

 

Kocatepe, inceleme sonrasında yaptığı açıklamada, Kütahya'nın elde ettiği kazanımların daha ileri düzeye taşınabilmesi için Aizanoi'deki kazıların bir an önce tamamlanıp buradaki eserlerin ortaya çıkarılması gerektiğini söyledi.

 

DPÜ Arkeoloji Bölümünün kazı çalışmalarına katılması sağlanarak Alman arkeologlarla etkin ve sürekli bir kazı programı yapılması konusunda talepleri olduğunu anlatan Kocatepe, ''Kazıya DPÜ'nün de katılması talebimizi sözlü olarak Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay'a iletmiştik. Geçtiğimiz günlerde Bakanlıktan bir heyet geldi ve inceleme yaptı. Hazırlayacakları rapora göre önümüzdeki yıldan itibaren bu konuda bir çalışma yapılacak'' dedi.

 

Kocatepe, Alman arkeologların Aizanoi'de araştırma kazısı yaptığına işaret ederek, süreleri çok kısıtlı olduğundan bekledikleri sonucun alınamadığını kaydetti.

 

Prof.Dr. Hoff'un, DPÜ ve Albert-Ludwigs üniversitelerinin kazıda birlikte çalışması fikrine olumlu baktığını ifade eden Vali Kocatepe, ''Önümüzdeki yıldan itibaren daha kapsamlı kazı projesi hazırlayarak Aizanoi'deki tüm eserlerin kısa zamanda ortaya çıkarılması ve turizmin hizmetine sunulmasının mümkün hale gelmesini diliyorum'' diye konuştu.

 

Prof.Dr. Hoff da kazıların yanı sıra bir restorasyon projesi hazırladığını bildirerek, çevredeki eski yapıların onarılması halinde Aizanoi Antik Kenti'nin cazibesinin artacağına inandığını belirtti.

Tellal Gazetesi, 19.08.2009

KAPALI TÜRBELER ZİYARETE AÇILIYOR





Türbeler-Çeşmeler Taşınır ve Taşınmaz Kültür Varlıklarını Koruma ve Yaşatma Derneği (TÜRÇEK) Başkanı da olan Bilgili, Alay Köşkü'nde düzenlediği basın toplantısında, İstanbul'da Kültür ve Turizm Bakanlığı'na bağlı müzeler hakkında bilgi verdi. 

 

Kentte yaklaşık 400 türbe bulunduğunu, bunlardan 117 tanesinin İstanbul Türbeler Müze Müdürlüğünün sorumluluğunda olduğunu ifade eden Bilgili, vatandaşların ramazan ayında türbelere yoğun bir ilgi gösterdiğini söyledi.

 

Bilgili, ramazan ayı öncesinde türbelerin her türlü eksikliğinin giderilmesi için çalışmalara hız verdiklerini dile getirerek, 'Yarından itibaren İstanbul'da kapalı hiçbir türbe kalmayacak. Yarın kapalı olan bütün türbelerimiz açılıyor' dedi.

 

İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin türbeler için verdiği güvenlik desteğinin son 3 aydır verilmediğini hatırlatan Bilgili, şunları kaydetti:

'Bu nedenle bazı türbelerimiz güvenlik nedeniyle kapanmak zorunda kalmıştı. Bakanlık da güvenlik personeli veremiyor. Derneğimiz de bu konuda yetersiz. İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansının sağladığı 25 güvenlik personeli ile yarından itibaren kapalı olan türbelerimizin hepsini açıyoruz. Tabii ki restorasyon olan türbeler bunun dışında...'

 

Ahmet Emre Bilgili, Kültür ve Turizm Bakanlığının imkanlarının türbelerin açık olması ve korunması için yeterli olmadığını, bunun üzerine yaklaşık 2 yıl önce TÜRÇEK'in kurulduğunu ve yaklaşık 35 personelin istihdam edildiğini anlattı.

 

Derneğin amacının türbeleri açık tutmak, temizliğini ve güvenliğini sağlamak olduğunu kaydeden Bilgili, görev yapan personelin ücretlerinin dernek tarafından karşılandığını söyledi.

 

Derneğin, vatandaşların bağışlarıyla ayakta kaldığını, gelir ve giderlerinin 'www.turbeler.org.tr' adresinden öğrenilebileceğini ifade eden Bilgili, tamamen güvene dayalı ve şeffaf bir hizmet sunduklarını vurguladı.

 

Bilgili, internet sitesinde türbelerde sanal gezi yapmanın da mümkün olduğunu belirterek, buradan türbeler hakkında her türlü bilginin edinilebileceğini sözlerine ekledi.

 

İstanbul Türbeler Müze Müdürü Hayrullah Cengiz de türbelerin halk için büyük önem taşıdığını belirterek, bu nedenle ramazan ayında vatandaşların türbe ziyaretlerini rahatça yapabilmesi için büyük bir gayret gösterdiklerini söyledi. 

 

Cengiz, İstanbul Türbeler Müze Müdürlüğü'ne 25 güvenlik personelinin katılmasıyla Hatice Turhan Sultan, Havatin, Cedid Havatin, I. Abdülhamid, II. Mahmud, Nef-i Fidan, Kanuni Sultan Süleyman, Hürrem Sultan, III. Mustafa, Yavuz Sultan Selim ile Abdülmecid ve Şehzadeler Türbeleri'nin ziyarete açılacağını söyledi.

 

III. Mustafa, Yavuz Sultan Selim ile Abdülmecid ve Şehzadeler türbelerinin restorasyon çalışmalarının sonuna yaklaşıldığını da ifade eden Cengiz, gelişmelere göre bu türbelerin de açılıp açılmayacağının ramazan ayı içinde belli olacağını bildirdi.

 

Hayrullah Cengiz, İstanbul Türbeler Müze Müdürlüğünde halen 15 bine yakın eserin mevcut olduğunu da belirterek, bu eserlerin halen depolarda bulunduğunu, bu eserlerin teşhiri ve daha iyi şartlarda muhafazası için yeni yer arayışını sürdürdüklerini kaydetti.

Yeni Şafak, 19.08.2009


******


I. ABDÜLHAMİD TÜRBESİ TÖRENLE AÇILDI





I. Abdülhamid tarafından 1776 – 1777 yıllarında yaptırılan imaretin bir bölümünü oluşturan türbe, gerçekleşen restorasyon sonrasında yeniden hizmete açıldı. Türbe, yenilenen yüzüyle İstanbul’un kültür mirasındaki yerini aldı. İstanbul Valisi Muammer Güler’in katılımıyla gerçekleşen açılış törenine, İstanbul İl Genel Meclisi Başkanı Hasan Hüsamettin Koçak, İstanbul İl Özel İdaresi Genel Sekreteri Sabri Kaya, İl Kültür Müdürü Prof.Dr. Ahmet Emre Bilgili, İl Müftüsü Prof.Dr. Mustafa Çağrıcı ve İl Genel Meclisi Üyeleri katıldı.

Açılış programının ilk konuşmasını yapan İl Özel İdaresi Genel Sekreteri Sabri Kaya, “Amacımız 2010 Avrupa Kültür Başkenti olacak şehrimizde kültürel mirasımıza sahip çıkarak, tarihi eserlerimizi İstanbullularla buluşturmaktır. Restorasyonunu tamamladığımız onlarca eserden biri de şu an avlusunda bulunduğumuz I. Abdülhamit Türbesi’dir. Bir yıl süren restorasyon çalışmalarının ardından bugün tekrar hizmete başlıyor. Bu tarihi türbeyi aslına uygun bir biçimde halka sunmaktan gurur duyuyoruz” diye konuştu. Kaya, I. Abdülhamit Türbesi’nde gerçekleşen restorasyonunun 866 bin 586 TL’ye mal olduğunu açıkladı.

Daha sonra söz alan İl Genel Meclisi Başkanı Hasan Hüsamettin Koçak, “Bir dünya başkenti olan İstanbul’da bize ya da başka medeniyetlere ait olan birçok tarihi eserin, sıvaları, boyaları dökülmüş bir halde sahip çıkacak el bekliyordu” dedi. Koçak, İl Genel Meclisi olarak tüm eski eserlerin meclisin gündeminde olduğunu, İstanbul İl Özel İdaresi ile birlikte tüm eski eserlerin eski ihtişamlarına kavuşmaya başladığını söyledi.

İstanbul Valisi Muammer Güler de ülkemizde 75 bine yakın kültür ve tabiat varlığı olduğuna dikkat çekerek, "Bunların bir çoğu İstanbul’da bulunuyor. Hangi medeniyete ait olursa olsun, bu eserleri korumak bizim görevimiz. Eserleri korumaya yönelik kaynakların çoğalması yönünde son yıllarda önemli çalışmalar yapılmakta. Çalışmalar için 200 trilyona yakın kaynak ve bu kaynağın dışında 150 trilyonluk fon oluşturuldu. Bugün gelinen noktada, İstanbul’un kültür mirası yeniden ayaktadır” dedi.

Yapı, 20.08.2009

17 DERVİŞ HÜCRESİ RESTORE EDİLİYOR

 

Konyada her gün çok sayıda turistin ziyaret ettiği Mevlana Müzesi’nde, restorasyon çalışmaları başladı.

Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından ayrılan 500 bin TL ödenek ile yapılacak olan restorasyonun ilk aşamasında, toplam 17 derviş hücresi, 1925 yılındaki fiziki yapısına kavuşturulacak. Restorasyon çalışmaları sırasında müze, ziyaretçe açık olacak.

Hürriyet, Haber: Mehmet Kayhan Yıldız, 19.08.2009

İSTANBUL 2010 AJANSI: ŞENLİKLER BEYAZIT MEYDANI'NDA YAPILSIN

 

İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı'nın Yürütme Kurulu, ilgili kurumlardan her yıl Sultanahmet Meydanı'nda düzenlenen Ramazan Şenlikleri'nin bu yıl Beyazıt Meydanı'nda gerçekleştirilmesini istedi.

 

Ramazan ayında yapılan bu şenliklere karşı olmadıklarını belirten 2010 Ajansı Yürütme Kurulu, şenliklerin trafik ve ulaşım açısından çok daha rahat olan Beyazıt Meydanı'nda yapılmasının İstanbullular için daha faydalı olacağını açıkladı. Kurul ayrıca, İstanbul'un turistik yönden en önemli mekanlarından biri olan Sultanahmet Meydanı'nın, özellikle yaz aylarında binlerce turist tarafından ziyaret edildiğini ve Ramazan ayında kurulan etkinlik alanları nedeniyle Meydan'ın çevresinde konumlanan ana tarihi mekanların turistler tarafından ziyaret edilemediğini belirtti.

Zaman, 19.08.2009

KAZDIKÇA YENİ ESERLER ÇIKIYOR

 

Denizli’deki Laodikya kazılarında, antik kentin kurucu tanrısı Zeus’un heykelinin başından sonra, gücü ve hakimiyeti sembolize eden çift yüzlü baltası da bulundu.

 

Kaynaklardaki orijinal adı Labris, Latince adı ise Bipennis olan balta, Zeus heykelinin bir hafta önce çıkarılan başının yakınında gün yüzüne çıkarıldı.

 

Pamukkale Üniversitesi Arkeoloji Bölüm Başkanı ve Kazı Heyeti Başkanı Prof.Dr. Celal Şimşek, daha önce Zeus’un kızı, bereket tanrıçası Artemis ve Frigya bölgesinin ana tanrıçası Kibele’nin sevgilisi Attis’in heykellerinin baş kısmını bulduklarını bildirdi.

 

Prof.Dr. Şimşek, “Stadyum Caddesi olarak adlandırdığımız bölgede çalışmalarımız devam ediyor. Efes Caddesi’yle kesiştiği noktada, MS 1. yüzyıla tarihlediğimiz anıtsal çeşme yapısı bulduk” diye konuştu.

Milliyet Ege, 19.08.2009

ÇATALHÖYÜK'TE YENİ DÖNEM





Selçuk Üniversitesi ile Çatalhöyük Araştırma Projesi arasında karşılıklı işbirliği ve dayanışmayı geliştirmek amacıyla yeni bir protokol imzalandı. Rektör Prof.Dr. Süleyman Okudan, yapılan yeni anlaşma ile arkeoloji bölümü öğretim üyeleri ve öğrencilerinin, Batı Höyük'teki geç dönem mezarlarına ait bilgilere erişimlerinin sağlandığını, bu çerçevede bilimsel araştırma projesi gerçekleştireceklerini söyledi. Çatalhöyük Araştırma Projesi ile yapılan anlaşma kapsamında 3 yıldır öğrencilerin alandaki kazı çalışmalarına katıldığını belirten Rektör Okudan, bu yıl yenilenen anlaşma ile 4 öğrencinin daha kazılara katıldığını, önümüzdeki yıl bu sayının artacağını ifade etti. Prof.Dr. Okudan, " Öğrencilerimiz kazıları yürütmekte olan ekiple koordineli çalışarak dünyaca ünlü arkeologlarla tanışma ve tecrübelerini paylaşma imkanı buluyor. Bu paylaşımın öğrencilere büyük ayrıcalık sağlayacağına inanıyorum. Anlaşma çerçevesinde bu yıl Çatalhöyük ekibi ile TÜBİTAK destekli bilimsel bir araştırma projesi hazırlıyoruz. Projenin kabul edilmesi ile kazılardaki çalışmalar daha bilimsel bir boyut kazanacak. Ayrıca ortaklaşa sosyal programlar da düzenleyeceğiz." dedi.

Selçuk Üniversitesi ile çalışmaktan mutlu olduklarını, işbirliğine önem verdiklerini ifade eden Çatalhöyük Kazı Başkanı Prof.Dr. Ian Hodder,"Üniversite ile çok yakın bir çalışma programımız var. 3 yıl boyunca öğrenciler burada kazılara katıldı. Yeni anlaşma ile de bu yıl 4, gelecek yıl 8 öğrenci kazılarda görev alacak. Öğrenciler, kazıların nasıl yapıldığı, kazılarda çıkan bulguların nasıl incelendiğini uygulamalı olarak görüp, öğreniyorlar. Her yıl ortalama 22 ülkeden 120 civarında arkeolog ve öğrenci buradaki çalışmalara katılıyor. Öğrenciler bilim adamlarından yeni şeyler öğreniyorlar. Buradaki çalışmaların öğrencilerin gelecekteki kariyerlerine büyük katkı sağlayacağına inanıyorum." diye konuştu.

Yeni Şafak, Haber: İsmail Poçan, 19.08.2009

20 YILDIR KAZILAN ŞEHİR: PATARA

 

Patara Kazı Başkanı ve Akdeniz Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr. Havva İşkan Işık, Likya Birliği'nin başkenti Patara'da kazı çalışmalarının 20. yılını doldurduğunu ve çalışmaların yüz yıl daha sürebileceğini söyledi. Işık, arkeolojik alanlarda ilk defa bir su yolunun incelendiğini belirtirken, 2 bin yıl önce yapılan su taşıma sisteminde bugün mühendislik açısından bilinen her türlü kuralın kullanıldığını söyledi. Kazı çalışmaları kapmasında TÜBİTAK ve Pamukkale Üniversitesi iş birliğiyle "Patara Su Yolları ve Sistemleri Projesi"nin de yürütüldüğünü vurgulayan Işık, antik kente 21 kilometre uzaktan getirilen suyun mecrasını izlediklerini dile getirdi. Işık, su yolunun, çıktığı kaynaktan kent içi dağıtım şebekesine kadar her türlü ayrıntısıyla ele alındığını belirtti. Pamukkale Üniversitesi Mühendislik Fakültesi İnşaat Mühendisliği Bölümü Hidrolik Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof.Dr. Orhan Baykan ise , "Su iletim ve dağıtım hattı, bugünkü içme ve kullanma suyu sistem mühendisliğine uygun felsefeyle inşa edilmiş" dedi.

Türkiye Gazetesi, 19.08.2009

OLUZ HÖYÜK'TEN TARİH FIŞKIRDI





İstanbul Üniversitesi tarafından 2007 yılında kazı çalışmalarına başlanılan Oluz Höyük'te 3 yıllık kazı çalışmalarının ardından 5 bin 500 yıl öncesine ait kalıntılar ele geçirildi.


Amasya'nın Toklucak Köyü yakınlarında bulunan yaklaşık 45 dönümlük araziyi kaplayan Hitit Uygarlığı'nın en önemli yerleşim merkezlerinden birisi olduğu belirlenen Oluz Höyük'te İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Doç.Dr. Şevket Dönmez Başkanlığı'nda 2007 yılında başlanılan kazılarda 3 ana katman belirlenirken, bu ana katmanların ilkinin Hellenistik Döneme ait olduğu, ikincisinin Demir Çağı'na ait olduğu, üçüncü kültür katının Hitit Dönemi'ne ait olduğu saptanırken, özellikle Hitit Dönemi'nde çok önemli bir yerleşim yeri olarak kullanılan Oluz Höyük'te yapılan kazılarda taş mühür, tunçtan orak, mimari kalıntılar ve yine bu döneme ait çanak çömlek kalıntıları bulundu.


2007 yılında başlayan kazı çalışmalarında 3. yılı tamamladıklarını açıklayan Kazı Başkanı Doç.Dr. Şevket Dönmez, "Bu yıl ki kazılara 20 öğrenci ve çeşitli üniversitelerden her biri konusunda uzman 10 öğretim üyesi katıldı. Bu yıl Oluz Höyük kazısı mimarlık tarihi değiştirecek çok önemli veriler ortaya sundu. Özellikle geç Frig kentinin iki tane sütun kaidesiyle anıtsal girişini ve bu girişe uzanan taş döşeli yolu ortaya çıkarttık ki, bu dönem zaten Anadolu'da çok iyi bilinmiyordu. Bu kazılarda elde ettiğimiz veriler Amasya'nın mimarlık tarihine yaptığı çok önemli bir katkı olarak yerini alacaktır. Bunların dışında çok önemli iki tane mühür ele geçirdik. Bunlardan bir tanesi burada bir dönem egemenlik süren Perslere ait, bu mühür cam bir mühür, özelliği de baskısının bir metal kalıpta yapılmış olması. Bu zamana kadar bu küçük boyutta, bu işçilikte ve bu maddeden yapılmış hiçbir mühür ele geçmemişti. Ayrıca bir Frig mührü elegeçirdik. Bunda da aslan ceylan mücadelesi var, bunda da Frigler'in buradaki karakterini yansıtıyor" dedi.


Oluz Höyük'te Hitit Dönemi katmanında bir saray yada tapınağı ortaya çıkarmayı hedeflediklerini söyleyen Doç Dr. Şevket Dönmez, "Bunların dışında Hitit Dönemi tabakalarına ulaştık. Biz Oluz Höyük'ün çok önemli bir Hitit kenti olduğunu biliyoruz. Fakat Hitit kentinin üzerinde yaklaşık 4 metrelik bir dolgu var, sonraki dönemlerin yerleşmeleri var.

 

Bu yerleşmeleri yavaş yavaş ortadan kaldırarak büyük Hitit kentini ortaya çıkartacağız ve inanıyorum ki bu Hitit kentinde saray veya tapınağa ulaşacağız ve inşallah yazılı belgelere ulaşacağız. Yazılı belgeleri ele geçirdiğimizde bu bölgenin Hitit Dönemi'nde coğrafyası şekillenmeye başlayacak. Ayrıca bu dönemki kazıların son önemli bulgusu da Hititlerden önce yaşamış insanlara ait erken Tunç Çağı tabakasının ele geçirilmesi. Bu tabakada da el yapımı çanak çömlekler bulduk ve bu tabakanın da önemi günümüzden 5 bin 500 yıl önceye kadar uzanması. Oluz Höyük kazıları gösteriyor ki Amasya Orta Anadolu ile Orta Karadeniz Bölgeleri arasında kilit bir bölge.

 

Bu bölgeden de çok önemli ticari metalar bulundu. Bir ticaret bölgesi, bir geçiş yolu, özellikle Hitit Dönemi'nde bu yolun çok kullanıldığını düşünüyoruz" diye konuştu.


Oluz Höyük'te yapılan kazılara katılan İstanbul Üniversitesi Veteriner Fakültesi Anatomi Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr. Vedat Onar, "Kazılar esnasında çıkan hayvan iskeletlerini inceleyerek hangi dönemlerde hangi hayvan türleri yoğunlukta onları ortaya koyuyoruz. Şuanda yoğun olarak sığır, koyun, keçi ve domuz var. İncelemelerimiz devam ediyor, bunların içinde atlarda var. Kasaplık aktivitelerde var üzerlerinde, derinin sıyrılmasını gösteren bulgularda var. Yoğun olarak da genç hayvanların tüketildiğini ortaya çıkardık" şeklinde konuştu.

Amasya Kent Haber, 19.08.2009

KAZILARDA NEHİR KALINTISI ÇIKTI

 

 

Ilısu Barajı'yla ilgili tartışmalar sürerken, baraj gölü suları altında kalacak tarihi eserler kurtarılmaya çalışılıyor.

 

Siirt'teki Çattepe Höyüğü'nde,Türkiye'de arkeolojik kazılarda ilk kez, bir nehir üzerinde liman kalıntısı bulundu.

 

Botan ve Dicle nehirlerinin birleştiği noktada bulunan Çattepe Höyüğü'nde kazılar bu yıl başladı.

150 kişilik ekiple yürütülen kazıyla, tarihi ve kültürel yapı gün ışığına çıkarılacak. Höyük geniş bir alanı kapsadığı için dört ayrı noktada kazı yapılıyor. Elde edilen buluntulara göre, höyükte yerleşim, MÖ 6 bin yılında başlayıp günümüze kadar devam ediyor.

 

Höyüğün üstünde 2 ailenin yaşadığı bir köy bulunuyor. Kazılarda ortaya çıkarılan liman kalıntısı, bölgenin önemini ortaya çıkarıyor. Kazı Başkanı Haluk Sağlamtimur, "Dicle tarafındaki yani batı tarafındaki ortaya çıkarttığımız liman yapısı, bu liman yapısı Ortaçağ kayıtlarındaki Telfafan antik şehri ile ilişkili olması lazım, elimizdeki veriler onu gösteriyor...Liman yapısı olarak da Dicle üstünde ya da nehirler üstündeki ender yapı örneklerinden biri, bu alanda ele geçti." dedi.

 

Önümüzdeki günlerde yüzey araştırmaları kapsamında, Hasankeyf ile Çattepe arasındaki alanda kültür envanteri çıkarılacak.

Trt/Haber, 18.08.2009

TOKİ ATAKÖY SAHİLİNİ SATMAKTAN VAZGEÇTİ

 

 

Toplu Konut İdaresi (TOKİ), 19 Ağustos’ta satmaya hazırlandığı Ataköy sahilindeki arazilerin satışından vazgeçtiğini açıkladı. Milliyet gazetesi, arazi üzerinde 17’nci yüzyıldan kalma birinci grup tarihi eserler olduğunu ortaya çıkarmış ve konuyu, “İzinsiz çivi bile çakmayın” başlığıyla manşetine taşımıştı. Ataköylüler de sahildeki arazilerin satışının engellenmesi için gece gündüz eylem yapmıştı.

TOKİ tarafından yapılan açıklamada, “İstanbul 5. İdare Mahkemesi’nin 13 Ağustos 2009’da verdiği yürütmeyi durdurma kararı nedeniyle Ataköy’deki arazilerin satış ve kiralama ihalesi iptal edilmiştir” denildi.

 Ancak TOKİ’nin gerekçe olarak ileri sürdüğü dava, 19 Ağustos’ta satılmaya hazırlanılan arazileri kapsamıyor. İdare Mahkemesi’nin yürütmeyi durdurma kararı verdiği dava, Dati Holding tarafından işletilen Ataköy Marina, Sheraton oteli, Marina Otel, Galeria alışveriş merkezi ve bu tesislerin aralarında kalan arsaları kapsıyor.

TOKİ, yap-işlet-devret bedelinin düşük olduğu gerekçesiyle Dati’nin işlettiği parselleri yeniden ihaleye çıkarmış, Dati de bu ihaleye karşı yürütmeyi durdurma ve iptal davası açmıştı. İdare Mahkemesi, 13 Ağustos’ta Dati’nin işlettiği bu parsellerin satışı için yürütmeyi durdurma kararı verdi.

TOKİ, İdare Mahkemesi’nin Dati tarafından işletilen araziler hakkında verdiği yürütmeyi durdurma kararından dört gün sonra, üzerinde tarihi eserlerin bulunduğu arsaların ihalesini iptal ettiğini açıkladı. Uzmanlar, arazideki tarihi eser varlığının yapılaşmaya engel olacağını öngören yatırımcılar ihaleye ilgi göstermeyince, TOKİ’nin DATİ tarafından açılan yürütmeyi durdurma davasını bahane etmiş olabileceğini ifade ediyorlar.
Milliyet, 18.08.2009

KONYA'DAKİ OBRUK HAN KİRAYA VERİLECEK

 

Karatay İlçesi Obruk Köyü'nde bulunan 12 bin 16 metrekare Obruk Han, açık teklif yöntemi ile 44 yıllığına, restore et - işlet – devret modeli ile kiraya verilecek.

 

Muhammen bedeli 1 milyon 247 bin 566 lira olarak belirlenen ihalede katılımcılardan 37 bin 427 lira tutarında geçici teminat bedeli alınacak.

İhale, 3 Eylül 2009 tarihinde saat 10.30'da müdürlükte gerçekleştirilecek.

 

Söz konusu ihaleye katılmak isteyenler şartnameyi, Karatay'da bulunan Vakıflar Bölge Müdürlüğü Sanat Eserleri ve Yapı İşleri Şubesinden satın alabilecekler.

Konya Hakimiyet, 18.08.2009

UYAN EY AKM!





Geçenlerde, İstanbul 2010 Kültür Başkenti Ajansı’nın her on beş günde bir yapılan medyayı bilgilendirme toplantısından çıktıktan sonra ağır ağır yürüyerek kendimi Taksim Meydanı’na attım ve tam karşımda duran Atatürk Kültür Merkezi’nin sessiz ve kimsesiz hali beni dehşetli üzdü. Bu binayı çok sevmem, nedeni estetik bulmamamdır; ayrıca binayla ilgili kötü bir anım var, 12 Mart’ta bu koskoca binayı yakmaktan gözaltına alınmıştım.

Yani kişisel bir geçmişimiz vardır, şimdilerde ne kadar beğenmesem de artık bir kültür mirasına dönüşen binanın bu sessiz ve kimsesiz haline üzülüyorum. Pek çok İstanbullunun beklediği gibi ben de bir an önce onarılarak öncelikle balenin ve operanın emrine verilmesini bekliyorum.

Bildiğiniz gibi onarım işi , Kültür Bakanlığı’nı ilgilendiren bir iş. Bakanlık da bu işin koordine edilmesini 2010 Kültür Başkenti Ajansı’na vermiş. Çalışmalar başlamış, proje hazırlanmış, bu arada Sanat Kültür ve Turizm Emekçileri Sendikası onarımın binanın tarihsel dokusuna zarar vereceği gerekçesiyle ocak ayında İstanbul 9. İdare Mahkemesi’nde bir dava açmış. Açılan bu dava süredursun, onarım için gerekli çalışmaları sürdüren 2010 Ajansı da ihale açma aşamasına gelmiş ve ihale 22 Temmuz’da sonuçlanmış, ihaleyi alan şirket tam işe başlayacak; ocak ayında 9. İdare Mahkemesi’nde açılan dava sonuçlanmış ve yürütmeyi durdurma kararı alınmış.

Yani işin Türkçesi, onarım işlemine başlanması için şimdi karşı davanın açılması gerekiyor, bu da Türk bürokrasisi ve adalet sisteminde aylar demek. Örnek, ocakta açılan dava temmuzda karara bağlanıyor, yeni dava için de nereden baksanız beş-altı ay gerekecek.

Ortada çok can sıkıcı bir durum var. Sanırım bu işten ne Kültür Bakanlığı ne Sanat Kültür ve Turizm Emekçileri Sendikası ne de 2010 Yürütme Kurulu memnundur. Sonuçta onarım için ayrılan önemli bir miktar para var ve onarım yapılamıyor. Gelinen durum biz yurttaşları da ilgilendiriyor, daha doğrusu en çok bizi ilgilendiriyor. Kamunun bu iş için ayrılmış parası resmen atıl durumda ve bizler neredeyse bir buçuk yıla yakın bir zamandır opera ve bale için tek doğru dürüst mekanımız olan AKM’den yoksunuz.

Ben kişisel olarak, bu ülkeyi hep çok zengin ama beceriksiz eski zaman ailelerine benzetirim. Her şey vardır, han, hamam ama çok başlılık ve iletişimsizlik ağır bastığından işler yürümez. Herkes çırpınıp durur ve zamanlar geçer.

Şimdi İstanbul 2010 Kültür Başkenti Ajansı, Sanat Kültür ve Turizm Emekçileri Sendikası ve Kültür Bakanlığı yetkililerine bir görev düşüyor. Bir araya gelmek ve nerelerde bir iletişim hatası olduğunu bulmak ve bir an önce AKM’nin onarımına başlamak.

Örneğin kültür sanat ve turizm emekçilerinin açtığı davada bilirkişiler binanın ön cephesindeki değişikliklere itiraz etmişler, ayrıca binanın dış cephesine eklenecek ayrı bir merdivenle çıkılacak lokantanın yapımına karşı çıkmışlar; içeride, özellikle de fuayelerde yapılması planlanan değişiklikler binanın gücünü azaltacak demişler, boya ve terzi atölyelerinin binadan çıkarılmasına itiraz etmişler. Ancak 2010 Ajansı ise bu projenin verilen ilk proje olduğunu ve daha sonra projenin çeşitli uzman uyarıları dikkate alınarak yeniden düzeltildiğini söylüyorlar.

Bu düzeltilmiş projelerden mahkemenin haberi yok. Şimdilerde işleri çabuklaştırmak için, 9. İdare Mahkemesi’nin kararına itirazın Kültür Bakanlığı tarafından hemen yapılması ve değiştirilen proje üzerinden yeni ve alışılmışın dışında çok hızlı bir değerlendirme yapılıp işe başlanması gerekiyor.

12 Mart döneminde küçücük bir kızken yaktığım iddiasıyla içeri alındığım bir bina için yıllar sonra “Ne olur bir an önce onarın” diye feryat eden bir yazı yazacağım hiç aklıma gelmezdi. Ama artık tarih olmuş bu binada güzelim arya seslerini değil, farelerin ayak seslerini duymak canımı sıkıyor. Farelere dur demek bu kadar zor mu? 
Cumhuriyet, Yazı: Işıl Özgentürk, 18.08.2009

TARİHİ ESER OPERASYONU

 

Çorum'un İskilip İlçesi'nde düzenlenen operasyonda, 112 parça tarihi eser ele geçirildi.


Edinilen bilgiye göre bir istihbaratı değerlendiren jandarma ekipleri, Yalakçay Köyü yakınlarında 19 FG 581 plakalı aracı durdurdu. Otomobilde yapılan aramada 112 adet tarihi eser ele geçirilirken, Ş.C. ve M.K. gözaltına alındı. Operasyonda ele geçirilen tarihi eserler, niteliklerinin tespit edilmesi amacıyla Çorum Müzesi'ne gönderildi.

Çorum Kent Haber, 18.08.2009

BÜYÜK İSKENDER'İN ELE GEÇİREMEDİĞİ ŞEHİR





Pamukkale Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi ve Sillyon Antik Kenti Kazı Başkanı Doç.Dr. Elif Özer, yaptığı açıklamada, Sillyon Antik Kenti'nin Antalya'daki antik kent ve ören yerleri arasında en ilginç yerleşim yerlerinden biri olduğunu söyledi.

Truva Savaşı'ndan sonra göçlerin başladığı bir dönemde kurulduğu belirlenen şehrin Antalya Ovası'nın tam ortasında bir tepede olması nedeniyle günümüze kadar korunduğunu anlatan Özer, Sillyon'un erken dönem tarihi kaynaklarda iskan gören bir şehir olduğunu ifade etti.

Özer, şehrin MÖ 6 ve 5. Yüzyıllarda Persliler tarafından kale şehir olarak kullanıldığı, Büyük İskender'in Mezopotamya'dan çıkıp Anadolu'ya girmesiyle kentin siluetinin de değiştiğini kaydetti.

Doç.Dr. Özer, şöyle devam etti: "Büyük İskender, Pamfilya bölgesine geldiğinde buradaki kentleri ele geçirmek istiyor. İskender, Sillyon'a iki kez geliyor. Bazı antik kaynaklarda belirtildiğine göre, Büyük İskender'in 'teslim olun' çağrısına karşılık Sillyon halkı direniyor. Bir süre burayı işgal etmeyi deneyen İskender, bu isteğine kavuşamadan dönüyor. Tarihi kaynaklar, Sillyon'un Büyük İskender'in ele geçiremediği birkaç şehirden biri olduğunu gösteriyor."

Sillyon'un jeopolitik konumu nedeniyle Helen, Roma, Bizans, Selçuklu ve Osmanlılar tarafından kullanılan bir kent olduğunu anlatan Elif Özer, Selçuklular tarafından yapılan taş caminin ise halen ayakta olduğuna dikkati çekti.

Yapılacak restorasyonla caminin ziyarete açılabileceğini belirten Doç.Dr. Özer, "Selçuklular ve Osmanlılar antik yapılara hiçbir şekilde zarar vermemişler ve korumuşlar. Bu nedenle kentin birçok yapısı doğa şartlarının uğrattığı zarar dışında bir zayiata uğramamış. Özellikle Hellenistik döneme ait yapılar oldukça iyi korunmuşlar" dedi.

Antik kentte henüz kazı çalışmalarının başlamadığını, yüzey araştırmalarının ise sürdüğünü belirten Özer, bu çalışmalar sırasında turkuaz mavisi kap kacak parçaları, Selçuklu dönemine ait olduğu belirlenen minik insan başı gibi buluntuların gün ışığına çıkarıldığını kaydetti.

Kent tiyatrosunun 1969 yılındaki heyelanda yıkıldığını ve 11 basamağının ayakta kaldığını ifade eden Özer, gerekli önlemlerin alınmaması durumunda tiyatronun tamamen yok olacağına işaret etti.

Özer, kaynağı Sillyon Antik Kenti eteklerinden çıkan su kaynağının ise yüzyıllardan beri insanlar tarafından kullanıldığını vurgulayarak, şöyle konuştu:

"Bu kaynak hiç kurumadan yüzyıllar boyunca akmış. Bu civardaki insanlar tarafından bu su biliniyor ve kullanılıyor. Oysa bu kaynak suyunun tanıtımı yapılsa, bölgeye olan ilgiyi de artırır. Çok güzel bir tadı var. Sillyon adını verdiğimiz bu su, kentle belki de aynı yaşlarda. Bu suyun ölçüm çalışmalarını yapıyoruz. Selçuklular ve Osmanlılar da suyun çıkış noktasına bir çeşme yaparak suyun kullanımına devam etmişler."

Sillyon Antik Kenti yakınlarındaki yerleşim birimlerinde yaşayan vatandaşlar ise antik kentin yeterince tanıtılmadığından yakındılar.

Cnn Türk, 18.08.2009

PASİNLER KALESİ TARİHİ İMAJINA KAVUŞUYOR

 

 

Pasinler Belediyesi'nce kale etrafındaki harabeler temizleniyor. Belediye Başkanı Ünsal Sertoğlu, tarihi Pasinler kalesinin çevresinin kısa süre içerisinde temizlenmiş olacağını bildirdi.

 

Pasinler Belediye Başkanı Ünsal Sertoğlu ilçenin tarihi ve kültürel mirası olan Pasinler Kalesinin etrafındaki çarpık kentleşme sonucu modern bir görünümden uzak olan bölgede çevre düzenlemesi çalışması başlattı.

 

Başkan Sertoğlu, çarpık yapılaşmalar karşısında yapılan istimlaklara rağmen enkazların bir türlü ortadan kaldırılmadığını belirterek, bu durumun hem ilçenin hem de Pasinler Kalesinin imajına uygun olmadığını dile getirdi.

 

Sertoğlu, temizleme çalışmaları tamamlandıktan sonra bölgede yeşil alan çalışması yaparak Pasinler Kalesinin tarihine uygun bir şekilde korunmasını sağlayacaklarını dile getirdi.

Erzurum Gazetesi, 18.08.2009

KAKLIK MAĞARASI KOLAY GEZİLECEK

 

Denizli’de 2002’de turizme kazandırılan, beyaz traverten oluşumları nedeniyle “Yer Altındaki Pamukkale” diye isimlendirilen Kaklık Mağarası’nın daha fazla ziyaretçi çekmesi için çalışma başlatıldı.

 

Burada incelemede bulunan Vali Yardımcısı Halil İbrahim Ertekin, Jeoloji Mühendisleri Odası’nın, mağara için yeni bir proje hazırlayacağını bildirdi. Proje kapsamında, merdiven ve korkuluklarının yeniden yapılacağını kaydeden Ertekin, ışıklandırmanın da yeniden düzenleneceğini belirtti. “Girişinde de, çevredeki mermer ve traverten ocaklarından çıkan fosillerin sergileneceği bir müze yapılması öngörülüyor” dedi.

Milliyet Ege, Haber: Ramazan Çetin, 18.08.2009

UTANÇ ABİDESİNE BAŞKAN EL KOYDU

 

 

Kalecik Kalesi’nde bakımsızlıktan çürümeye terk edilen Atatürk heykeli, Ankara Hürriyet’in ısrarlı haberleri sonucu yepyeni bir görünüme kavuştu. Kalecik Kalesi’ne geçtiğimiz yıl restorasyon yapılmasına karşın kalenin içindeki Atatürk heykeline dokunulmadığı ortaya çıkarken, Ankara Hürriyet heykelin ayağının kırık boyalarının döküldüğünü duyurmuştu.

Heykelin haline tepkiler çığ gibi büyürken, harekete geçen Kalecik Belediye Başkanı Nevzat Şahin, konuyla ilgili çalışmalara başladı.

Kalede restorasyonun kendileri göreve gelmeden önce tamamlandığına dikkat çeken Şahin, "Heykelin haline bizler de üzüldük. Tepkiler üzerine hemen harekete geçtik. Heykelin yeni bir görünüme kavuşması için elimizden geleni yaptık. Heykelin ayağının nasıl kırıldığını, kimler tarafından kırıldığını bilmiyoruz ama çok üzücü bir durumdu. Ayağını tamir ettirdik, bütün heykelin de baştan aşağı bakımını yaptırdık" dedi. Geçtiğimiz yıl kalenin her yanının restore edilmesine karşın, ayağı parçalanmış, kafasında ve sırtında boya lekeleri bulunan Atatürk heykeline tepki gösteren Kalecikliler de, heykelin yeniden bakıma alınmasını memnuniyetle karşıladılar.

Hürriyet Ankara, Haber: Eray Görgülü, 18.08.2009

BAUHAUS CENNETİ TEL AVİV





Günümüzde İsrail’in en büyük ve en kalabalık şehri olan Tel Aviv, modern kent yapısı, eğlence ve sanat hayatıyla Ortadoğu’nun en önemli şehirlerinden biri… 2003 yılında “White City/Beyaz Şehir” olarak UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne dahil edilen Tel Aviv’in en önemli özelliklerinden biri de sayıları 5 bini bulan, Bauhaus stilde inşa edilmiş yapıya ev sahipliği yapıyor olması.

Bugün ortalama 400 bin nüfusu bulunan Tel Aviv, 1909 yılında dönemin en önemli liman kentlerinden biri olan Yafo civarında, “Ahuzat Beit” adı verilen bölgede kuruldu. Avrupa’dan gelen göçlerle 1920-1925 yılları arasında nüfusu 34 bine çıkan Tel Aviv, çok kısa bir süre içinde modern Yahudi edebiyatı, tiyatro, müzik ve görsel sanatlar merkezi haline geldi. Bu göç dalgalarıyla gelenler arasında Arieh Sharon, Yosef Neufeld ve Ze’ev Rechter gibi genç Yahudi mimarlar da vardı. İlerleyen yıllarda Sam Barkai ve Genia Averbuch gibi mimarlar da bu gruba dahil oldular.

1920’li yıllar boyunca “Ahuzat Beit” bölgesinde inşa edilen iki ve üç katlı yapılarda eklektik stil hakimdi. Kendileri için “rüya evler” inşa etmek isteyen Avrupalı göçmenler, yerel doğu motiflerini kubbe, sivri kemerler, yüksek pencereler gibi klasik mimari öğelerle ve şamdan, Davud Yıldızı gibi geleneksel Yahudi motifleriyle harmanladılar. Ve bütün bunların birleşiminden yerel bir tarz yarattılar.

1920’li yılların sonuna doğru, Tel Aviv’in ilk belediye başkanı Meir Dizengoff tarafından görevlendirilen İngiliz Şehir Plancısı Patrick Gedes yeni kentin mastır planını çizdi. İlerleyen yıllarda Almanya’da Nazilerin yükselişi ve dünyadaki ekonomik krizin de etkisiyle yeni bir göç dalgası daha yaşandı. Yeni göçmenler arasında Almanya’daki Bauhaus Okulu’nda yetişmiş ve Le Corbusier’den etkilenmiş Alman Yahudi Mimarlar da vardı. Avrupa’daki modern akımın etkisindeki bu mimarlar, büyük kitleler için fonksiyonelliğin ön plana çıktığı, daha sade yapılar tasarladılar. Bu yapı stili, Yahudiler için sosyal eşitliğin olduğu, daha iyi ve yeni bir hayatı hedefleyen Siyonist düşünceye ve her geçen gün sayıları artan göçmenlerin barınma ihtiyacına cevap verme arayışına paralel bir gelişim izledi. Sosyal ve ekonomik nedenler hızlı, basit ve ucuz bir yapı çözümü bulmayı gerekli kılıyordu. Tüm bu sorunlara çözüm arayışında olan mimarlar, sadece 1931-1937 yılları arasında 2700 Bauhaus yapı inşa ettiler. Kısa süre içinde Tel Aviv, büyük ticari binaları, fabrikaları, dükkanları, bankaları, otelleri, tiyatrolarıyla her yönüyle büyüyen bir kent konuma geldi.

Bugün Tel Aviv’de çoğu Dizengoff, Rothschild ve Bialik caddelerinde olmak üzere beş binden fazla Bauhaus stilde inşa edilmiş yapı bulunuyor. Çoğu beyaz, kübik ve süslemesiz olan bu yapıların karakteristiğini belirleyen oldukça önemli detaylar var. Örneğin; iskeletle bağlantısı olmayan ve sadece kaplama olarak kullanılan duvarlar, sütunlar, düz çatılar, beyaz duvarlar, uzun ve dar pencereler, gölgelendirilmiş pervazlar, cam tuğlalarla belirginleştirilmiş dikey merdivenler, pencereleri çevreleyen makine ve tekne motifleri, silindir şeklindeki tırabzanlar, dairesel köşeler ve elbette fonksiyonelliğe ve basitliğe odaklanmış bir mimari…

Henüz oldukça “genç” bir kent olmasına rağmen UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne giren Tel Aviv, aynı zamanda dünyada en fazla Bauhaus yapının bir arada bulunduğu tek kent olmasıyla da dikkat çekiyor.

Yapı, Yazı: Aslı Elitsoy, 18.08.2009

KIRIKKALE'DE OSMANLI MEZARLARININ BAKIMI YAPILIYOR





Kırıkkale'nin Çelebi İlçesi'ndeki Osmanlı dönemine ait mezarlar bakıma alındı. Otlarla kaplı olan mezarlar, belediye çalışanları tarafından temizleniyor. Yaklaşık 300 yıllık olduğu tahin edilen mezarlar, Çelebi İlçesi Gülveren Mahallesi'nde şehir mezarlığının içinde bulunuyor.

 

İlçe tarihinin geçmişlere dayandığını açıklayan Çelebi Belediye Başkan Vekili Mustafa Şener, şehir mezarlığı içinde bulunan Osmanlı dönemine ait mezarların bakımının yapılmaya başlandığını söyledi.

 

Bol yağış nedeniyle otların diz boyuna yaklaştığını açıklayan Mustafa Şener, "Otlar mezarları kapatmaya başladı. Bunun üzerine ekiplerimizle mezarları temizlemeye başladık." dedi. Tarihin toplumların ve insanlığın hatıra defteri olduğunu vurgulayan Şener, "İnsanoğlunun bıraktığı her iz bir sonraki kuşağın yolunu aydınlatır. Yeni kuşağın yapması gereken sadece bu izleri doğru yorumlamaktır. Böylece öncekilerin yaşadıklarını tekrar yaşamak zorunda kalmadan yaşam standardını daha ileri götürebilirler. Tarihini bilmeyen toplumlar, sadece günlük seyrin rüzgarına göre hareket ederler. Daha önce yapılmış bir hatayı tekrar yaşayabilirler. böylece hem kendilerine hem sonraki nesillere zaman kaybı ve acı yaşatırlar. bu anlamda tarih bir tecrübedir." şeklinde konuştu.

 

Tarihi yazıtları ve izleri çok olan toplumun güçlü olduğunun altını çizen Şener, "Bu yazıtlardan ve izlerden en iyi şekilde yararlanan toplum medeni bir toplumdur. insan bir engelle karşılaştığında geriye doğru giderek hız, güç ve açı kazanarak koşar engeli geçer. Tarihte toplumların önüne çıkan engelleri aşabilmesi için geriye yani tarihine dönmesi ve oradan güç ile hız alarak önündeki engeli kolayca aşmasını sağlaması bakımından önemlidir." diye konuştu.

 

Mezarlar, öğretmen ve tarih araştırmacısı Bekir Şener tarafından davet edilen Ankara Anadolu Medeniyetler Müzesi Müdürlüğü'nden Arkeolog Tahsin Saatçi ve Müze Araştırmacısı Mehmet Sevim tarafından incelendi.

 

Araştırmalar soncunda mezarın bir tanesinin mermerden yapıldığı, arka yüzünün iki daireyle süslü olduğu, 2. Mahmut döneminden kaldığı tespit edildi. İkinci mezarı inceleyen arkeologlar, mezarın mermerden yapıldığını ve kavuk kısmının silindirik süslemelerden oluştuğunu belirledi. Arkeologlar mezarın 1. Abdülhamit zamanına ait olduğunu söyledi. Üçüncü mezarın ise kireç taşından yapıldığını, baş ve ayak kısmında değişik süslemelerle kaplı olduğunu, alın kısmında 'Muhammed' yazısının bulunduğunu belirten arkeologlar, mezarın kenarlarında kılıç motifinin çizili olduğunu açıkladı. Mezarın 2. Abdülhamit döneminden kaldığı kaydedildi. Dördüncü mezar ise diğer mezarlardan gösterişsiz olduğunu ifade eden arkeologlar, mezarın yanında anlamsız geometrik süslemelerin yer aldığını ve mezarın 2. Abdülhamit döneminden kaldığı ifade etti.

Haberler.com, 17.08.2009

MÖ 16 BİN YIL ÖNCEYE AİT TOPRAKTAN YAPILMA ANA TANRIÇA FİGÜRÜ BULUNDU





Kahramanmaraş'ın Döngel Köyü'nde bulunan Direkli Mağarası'nda yapılan kazılarda MÖ 16 bin yıl öncesine ait olduğu belirlenen, topraktan yapılma ana tanrıça figürü bulundu.

 

Gazi Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç.Dr. Cevdet Merih Erek başkanlığında 5 Temmuz'da başlatılan kazılar devam ediyor. Kahramanmaraş'a 65 kilometre uzaklıkta bulunan Döngel Köyü Direkli Mağarası'ndaki kazılara Kahramanmaraş Müze Müdürlüğü'nde görevli arkeologlar ile Erek'in 17 öğrencisi katılıyor.

 

Buradaki kazıların Türkiye'deki üçüncü mağara kazısı olma özelliği taşıdığını anlatan Yrd. Doç.Dr. Erek, çalışmaların yirminci gününde MÖ 16 bin yıl önceye ait olduğu belirlenen ve topraktan yapılma ana tanrıça figürü bulduklarını belirtti. Erek, ''Mezopotamya, Anadolu ve Yakındoğu arkeolojisi içerisinde pişirilerek yapılan en eski tanrılar ya da tanrıçalar MÖ 5 binden önce geriye gidildiğinde ortaya çıkmıştı. Pişirme tekniği ile şekil verilen kil o dönemde kullanılıyordu ve bundan önce yok deniliyordu, Direkli Mağarasında bulduğumuz pişmiş topraktan ana tanrıça bizi 16 bin yıl eskiye götürdü yani araya 10 bin yıl bir fark artırdı. Pişirme tekniğinin çok eskiye ait olduğunu, bu figür bize kanıtlıyor.'' dedi.





Kahramanmaraş'ta 1959'dan sonra hiçbir Türk araştırması veya kazısı gerçekleşmediğini anlatan Erek, ''Kahramanmaraş'ın etrafındaki illerde neredeyse arkeoloji tavan yapmış bir çalışma alanıdır. Adana, Gaziantep, Sivas, Adıyaman, Malatya, Kayseri, bu illerde bir sürü insan nice araştırma yapıyor ve çalışıyorlar. Kahramanmaraş bu araştırmalarda çok bakir kalmış bir il. 2006'da Suçatı mevkiinden Püren geçidine kadar alanda bir yüzey araştırması yaptık. En büyük hedefimiz Direkli mağarasındaki kazıları tamamlayıp Döngeli bir açık hava müzesi ve açık hava laboratuarı haline getirebilmek ve yurt dışından insanların gelip burada çalışmalar yapmasını sağlamak.'' diye konuştu.

 

Direkli Mağarası'nın Kahramanmaraş'ın en eski yerleşim birimi olduğunu vurgulayan Erek, ''Bazı yontma taş aletleri var ki bizleri MÖ 300 binlere götürebilir. Derinliğini tam kestiremiyoruz ama bu bölgenin kültürel dolgusunun çok kalın olduğunu düşünüyorum. Çünkü kültürel dolgular çok yavaş birikir bazen 3 santimde 5 bin yıl saklıdır çok yavaş bir kültürel dolgu oluşur. Bazen 10 santimde tarih olarak 100 bin yıl aşağıya inebilirsiniz o nedenle kazıyı son derece dikkatli ve ince yapmamız gerekiyor.'' şeklinde konuştu.

 

Direkli Mağarası'ndaki kazılara ABD Baylor Üniversitesi'nden Arkeolog Benjamin Arbuckle'nın da katıldığını anlatan Erek, şöyle dedi: ''Bugüne kadar kabaca yapmış olduğu tür tayininin sonucuna göre mağarada ayı, domuz, kurt, tilki, kaplumbağa, tavşan, ağaç samuru, su samuru, balık, bol miktarda yılan ve karacaların da bu bölgede tüketildiğini biliyoruz. Kemiklerde çok sayıda kesme izleri var yani eti kemikten ayırdıkları avlandıklarını ve hatta kemiklerinin iliklerini almak için aşırı deforme olduğunu gösteriyor bunlar bizim mağarayı tanımamızda başka mağaralar karşılaştırmamız için çok önemli bilgilerdir. Mağaranın içerisinde bitki tohumları buluyoruz, bu da bize hangi bitkilerin tüketildiğini gösterecek ve o bitki türleri hala burada var mı, varsa hangileri var, bunlar bizim için çok önemli, bunların hepsini bir araya getirip bir kitap hazırlanmasın sağlayacağız.'' diye konuştu.

Haberler.com, 17.08.2009

NAZİ YAĞMASINDAN KALANLAR

 

II. Dünya Savaşı sırasında Avrupa’daki çok sayıda önemli sanat eseri Adolph Hitler’in kişisel zevkleri için çalınmış ve yağmalanmıştı. Bu eserlerin bir bölümü hala kayıp. Ancak yeni keşfedilen bir belge, Nazi döneminde kaybolan eserlerin üzerindeki esrar perdesinin kalkmasına yardımcı olabilir. “Hitler Album” adlı belge, 1940 yılında Naziler tarafından kurulan ve görevi işgal altına alınan bölgelerdeki sanat eserlerini kamulaştırmak olan Einsatzstab Reichsleiter Rosenberg (ERR)’nin faaliyetleri hakkında ilginç detaylar içeriyor.


Bu dokümanda Nicolas de Largillière, Antoine Watteau ve Hyacinthe Rigaud’nun da aralarında bulunduğu önemli ressamlara ait 78 resmin listesi ve fotoğrafları yer alıyor. Bu eserlerin yüzbinlerce pound değerinde olduğu da bilinenler arasında.


Fransa’da savaş esnasında çalınan çoğu eserin akıbeti o günden bu yana meçhul. Söz konusu yapıtlardan bir bölümünün geri dönüşsüz bir biçimde tahrip olduğu bazılarının ise savaştan sonra Nazilere karşı savaşan müttefik kuvvetler tarafından kurtarıldığı biliniyor.


Amerika Birleşik Devletleri’ndeki Texas eyaletinde bulunan belge, Sotheby’s Müzayede Evi’nin Londra’daki merkezinde tutuluyor. Katalog yardımıyla yeri tespit edilebilecek sanat eserlerinin ise ait oldukları yere iade edilmesi söz konusu.


Sotheby’s’in Tazmin Bölümü’nün başında bulunan Lucian Simmons albümü, “Son derece önemli ve değerli bir buluntu” sözleriyle tanımladı.


Amerika’da görev yapan arşivci Allen Weinstein, konu hakkında şunları söyledi: “Bu albüm, Nuremberg Mahkemeleri’nden sonra, Naziler tarafından yağmalanan sanat eserleri hakkında bilgi veren en önemli keşif.”


Naziler’in, Avrupa’daki sanat koleksiyonlarından çaldıkları ve Hitler’in II. Dünya Savaşı’ndan sonra bakıma alınan Führermuseum için seçtiği eserler, fotoğraflanmış ve kataloglanmıştı. Hitler’in Avusturya’nın Linz kentindeki Führermuseum’da özel bir sanat galerisi vardı. Bu eserler de burada muhafaza ediliyordu.


Yenisi ortaya çıkıncaya kadar bu albümlerden 39 tane olduğu sanılıyordu. Bu albümler Nuremberg Mahkemeleri’nde kanıt olarak kullanılmış ve ardından Washington’daki Ulusal Arşiv’in deposuna kaldırılmıştı.

Taraf, 17.08.2009

ÇOBANLARIN MAĞARALARI TURİZME AÇILIYOR

 

Giresun’un Görele İlçesi Karabörk beldesinde çobanlar tarafından bulunan ve damlataşı oluşumları bakımından zengin olan mağaralar Belediye Başkanı Ömer Karaman’ın da gayretiyle gün yüzüne çıkarılmaya çalışılıyor.


Çifte Gürgen mevkiinde bulunan mağaralara Libas ismi veriliyor. Belediye Başkanı Karaman, çobanlar tarafından bulunan mağaralarla ilgili hemen proje çalışması başlattıklarını ifade ederek, "Tarihi oluşumu çok eski olacağı için içinde geçmiş yıllarda yaşam var mıydı bilmiyoruz. Mağaraya gelen taş yollar buralarda eski tarihlerde yerleşim olabileceğini gösteriyor fakat bunları gün yüzüne çıkarmak arkeologların işi. Belediyemiz imkanlarıyla bunları yapmak çok zor biz ancak temizliğini yaptırabildik. Devletin bu işle ilgili birimleri bundan sonrasına el atıp bu güzellikleri gün yüzüne çıkarsın istiyoruz. Umarım burası da astım gibi hastalıklara şifa merkezi olur. Karadeniz’de solunum şikayeti olan çok insanımız var." diye konuştu.

Birgün, 17.08.2009

TUZ HANI DANIŞTAY'IN KARARINI BEKLİYOR





Adıyaman'a gelen yerli ve yabancı turistlerin kent merkezinde alış veriş yaparak ekonomik girdi sağlaması planlanan tarihi Tuz Hanı'nın turizme kazandırılması, Danıştay'ın vereceği karara kaldı.

 

Tarihi yapısı nedeniyle il turizmine kazandırılmak istenilen Tuz Hanı için başlatılan kamulaştırma çalışmaları, mülkiyet sahiplerinin mahkemeye başvurmaları sonucu askıya alınmıştı. Oturakçı Pazarı'nda bulunan tarihi Tuz Hanı'nın turizme kazandırılması için dört yıl önce başlatılan çalışma bir türlü başlatılamadı. Hibe yoluyla tüm parsellerin bir kısmını alan il daimi encümeni, diğer parsellerin kamulaştırılmasına karar verdi fakat parsellerinin kamulaştırılmasını istemeyen mülkiyet sahipleri mahkemeye başvurdu.

 

Tuz Hanı'nın turizme kazandırılması amacıyla restorasyon çalışması düşünülen 452 ada üzerindeki 12 parsel ve bu parsellerin üstündeki yığma otel kamu yararı görülerek, il daimi encümeni tarafından kamulaştırıldı. 45 mirasçısı bulunan Tuz Hanı'nın 29 hissedarı noter vekaletiyle hisselerini Özel İdare'ye bağışladı. Hissedarlardan 16'sı ile yapılan görüşmelerde anlaşmaya varılamadı. Bununla Tuz Hanı'nın yanında bulunan 10 adet dükkanın sahipleri, çıkartılan kamulaştırma kararına karşı çıktı ve mahkemeye başvurdu. Hissedarlar İdari mahkemeyi kaybetmesinin ardından temyiz için Danışta 6. daireye başvurdu. Tuz Hanı'nda hissedarların haklı olup olmadığını Danıştay 6. daire karar verecek.

 

Adıyaman Kültür ve Turizm Müdürü Mustafa Eskici, Tuz Hanı ve Tuz hanı çevresindeki dükkanların turizme kazandırılması için mahkeme kararının beklendiğini dile getirerek, "3 yıldan beri mahkeme devam ediyor. İdare mahkemeyi hissedarlar kaybetti ve davayı temyize götürdüler. Rölöve, restorasyon ve restorasyon için İl Özel İdare bütçesinde 2 milyon TL para hazır bekletiliyor. Tarihi Tuz Hanı'nın turizme kazandırılmasıyla birlikte yerli ve yabancı turistlerin çarşıya inmeleri sağlanabilir. Şehir merkezindeki bir yere turistlerin gelmesi demek, turistlerin alış veriş yapması anlamına geliyor" dedi.

Adıyaman Kent Haber, 17.08.2009

TEION'DA YOL SAVAŞLARI





Çaycuma İlçesi'ne bağlı Filyos Beldesi'nde, MÖ 7'nci yüzyılda kurulan ve ‘Karadenizdeki Efes’ olarak adlandırılan Teion Antik Kenti’ndeki kazı alanının yanından geçen yolu genişletme projesi, kazı ekibiyle belediyeyi karşı karşıya getirdi. Prof.Dr. Sümer Atasoy, arkeolojik sit alanındaki kazı çalışmasına zarar vereceği gerekçesiyle karşı çıktığı yol projesine Karabük Anıtlar Koruma Kurulu’nun da onay vermedi. Prof.Dr. Atasoy, Filyos Belediye Başkanı AKP’li Ömer Ünal’ın, belirlediği 35 kişiyi işe alması yönünde kendisine baskı yaptığını öne sürdü.


Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Zonguldak Valiliği İl Özel İdaresi'nin desteği ile 2006 yılında başlatılan ‘Karadeniz'in Efes'i' Antik Teion Kenti'ndeki kazı çalışmalarında önemli gelişme kaydedildi. Trakya Üniversitesi Arkeoloji Ana Bilim Dalı Başkanı Prof.Dr. Sümer Atasoy başkanlığında yürütülen çalışmalarda şimdiye kadar MÖ 7'nci yüzyıla ait çanak, çömlek gibi eserlerin yanında, hamam, liman ve mendirek kalıntıları, bir binanın eşik taşında Roma Dönemi'nde üremeyi, bolluk ve bereketi simgeleyen kabartma ve antik tiyatro bulundu. Bu yıl kazı çalışmaları 27 Temmuz'da 6 öğretim üyesi, 3 restore mimar, 2 seramik ve 2 yazıt uzmanı, 2 jeofizikçi ve 20 öğrencinin katılımıyla yeniden başladı.


Karayolları Genel Müdürlüğü'nün, Filyos ile Çaycuma arasındaki yolu genişletme projesi, belediye ile kazı ekibini karşı karşıya getirdi. Arkeolojik sit alanı olan kazı bölgesinin hemen yanından geçen yoldaki genişletme çalışmasının kazı bölgesine zarar vereceğini savunarak projeye karşı çıkan Prof.Dr. Atasoy, Karabük Anıtlar Koruma Kurulu'nun projeye onay vermediğini belirterek, şöyle dedi:
“Bu yol, kazı çalışmalarının yapıldığı arkeolojik SİT alanının üzerinden geçmektedir. Bu bölgede mezarlar var. Bu yol genişletilirse, mezarlara zarar vereceğimizi söyledik. Gerek CHP'li eski belediye başkanı, gerek şimdiki belediye başkanı Karabük Anıtlar Koruma Kurulu'na müracaat etmiş ve olumsuz cevap almıştır. Belediye başkanı benden yine araştırma yapmamı, buradan yol geçirilmesi için olumlu rapor vermemi istedi.”


Prof.Dr. Atasoy, Başkan Ünal'ın, bu yıldaki kazı programlarında olmamasına rağmen, yol çalışmasının yapılacağı bölgede kazı yapmalarını istediğini anlatırken şöyle konuştu:
“Program dışına çıkarak bu bölgede kazı yaptık ve su kanalı gördük. Başkan, ‘Hayır, o yeterli değil’ dedi. ‘Bir daha sondaj yap’ dedi. Yine araştırma yaptık, mezar çıktı. Ama belediye başkanı, ‘3 tane kemik için bu yolu nasıl durdururuz? Filyos'a bu yol mutlaka yapılmalı' dedi. Ben de kendisine, ‘Kültürel mirası koruma görevim var. Ben bunun için size rapor veremem. Zaten benim raporum da geçerli değildir. Anıtlar Kurulu karar verecektir' dedim. Ama belediye başkanı ısrar etti ve beni, kendisini engellemekle suçladı.”


Prof.Dr. Atasoy, Başkan Ünal'ın kendisine 35 kişilik bir liste vererek, bunların işe alınması için baskı yaptığını, kazı ekibine yardımcı olmaları için 7 kişiyi işe aldıklarını söyledi.


Belediye Başkanı Ünal ise, tarihi kalıntı varsa başka alternatiflerin üzerinde duracaklarını belirterek, şöyle konuştu:
“Karabük Anıtlar Koruma Kurulu'na gittik. ‘Kazı Başkanı Prof.Dr. Sümer Atasoy'un izin vermesi halinde, size yol konusunda izin verebiliriz’ dediler. Biz de hocamızla görüştük. Hocamız bazı görüşmelerden sonra ‘Tabii ki size yardımcı olurum’ dedi. 2-3 gün sonra orada kazıya başlandı ve 1 kemik parçası çıktı. Hocamız dedi ki; ‘Kemik parçası çıktı, bu işi durduruyoruz.’ ‘Hocam durdurmayalım, kazıya devam edelim. Yol güzergahındaki kazının bütün masraflarını biz karşılayalım’ dedik. Hocamız onu da reddetti. Burada tarihi kalıntı varsa gözlerimizle görelim. Varsa bizim onu yok edecek halimiz yok. Tarihi kalıntı varsa, biz de başka alternatiflerin üzerinde dururuz.”


Kazı ekibindeki hocaların politika yaptıklarını öne süren Başkan Ünal, “Filyos'ta kazı yapıp, Filyos'ta politika yapmak da yok. Hocamız arkeolog olduğu için kralları çok incelemiş. Biraz da kafasının kenarında kral olmak gibi bir his var. ‘Filyos'ta kral benim, kral ben olacağım’ gibi şeylerin peşinde. Böyle bir şey yok. Biz hiç kimseden kanun dışı bir şey istemedik.”


Başkan Ünal, Prof.Dr. Atasoy’un, kazı çalışmalarında görev alan 35 kişiye yemek talebinde bulunduğunu, belediye olarak bunu karşılamadığını, kendisinin 35 kişinin işe alınması konusunda dayatması olmadığını söyledi.

Radikal, Haber: Durmuş Sevindik, 17.08.2009

TARİHİN SESSİZ TANIĞI MELİKŞAH HAMAMI ESKİ GÜNLERİNİ ARIYOR

 

Çubuk'un Melikşah Köyü'ndeki tarihi hamam ilgisizlikten yok olmak üzere. 1979 yılına kadar fonksiyonel olan tarihi hamam Atatürk ve Başbakan İsmet İnönü tarafından da ziyaret edilmişti.

Şimdi harabe haline gelen hamamı köylüler yeniden eski hüviyetine kazandırmak istiyor. Tarihi kaynaklarda Melikşah Köyü'ndeki hamamın 1402 Ankara savaşından sonra Timur tarafından kızı Melikşah adına yaptırıldığı belirtiliyor.

 

Melikşah Köyü sakinlerinden Hacı Yılmaz, köylerinde bulunan tarihi bir eserin harabe görüntüsüne gönüllerinin razı olmadığını söyledi. Yılmaz, "Tarihi bilgilere göre bu hamamın geçmişi yüz yıllara dayanıyor. Son dönemlerde Türkiye'nin her köşesinde tarihi eserlere sahip çıkılırken Ankara'nın merkezindeki bir eserin kaderine terk edilmesine gönlümüz razı değil. Yetkililerden gerekli ilginin gösterilmesini bekliyoruz." şeklinde konuştu. Kuzey Anadolu fay hattının güney kollarından Çerkeş-Orta-Çubuk kolunun güney ucunda kaynağı bulunan hamam şifalı olduğu gerekçesi ile Timur tarafından bir açıkhava banyosu şeklinde imar edilmiş. Suyu deri hastalıklarına iyi geldiği bilinen hamam, 1979 yılında yapılan sondaj çalışmaları sonunda suyunu kaybetmiş ve kurumuştur.

Zaman, 17.08.2009

MEZARLAR YOK OLUP GİDİYOR

 

Dalyan’ın kanalı süsleyen kaya mezarlarıyla ünlü antik Kaunos Kenti’nin Kazı Başkanı ve Başkent Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof.Dr. Cengiz Işık, “Kaya mezarlarının her yıl bir parçasını yitiriyoruz. Bunların acilen restorasyona alınması gerekiyor” dedi. Köyceğiz’e bağlı Çandır Köyü sınırları içerisinde yer alan antik kentte kazı çalışmaları sürüyor. Kaunosluların kendi dillerini konuştukları, dönemin ilk tuzlasını kurdukları gibi önemli bulgulara ulaşılırken, pek çok anıtsal yapı da ortaya çıkarıldı. Işık, “Bir başka yerde depolamak için eserleri yerin altından çıkarmanın anlamı yok. Kazı çalışmaları elbette devam etmeli ancak Kaunos denilince ilk akla gelen kaya mezarları, yani 2400 yıllık tarih gözlerimizin önünde eriyip yok oluyor” diye konuştu.
Cumhuriyet, 17.08.2009

ÇOCUKLAR 7 BİN YIL ÖNCEKİ YAŞAMI ÖĞRENDİ

 

 

İç Anadolu’daki “kale kent” modelinin bilinen ilk örneği kabul edilen Aksaray’daki yedi bin yıllık Güvercinkayası’nda öğrencilere arkeoloji eğitimi veriliyor. Eğitimden bölge köylerindeki çocuklar yararlanıyor.

Kazı başkanı Prof.Dr. Sevil Gülçur, bu alanların ancak çevredeki aileler ve çocuklarının sahip çıkmasıyla korunabileceğini söyledi. “Hem Aşıklı Höyük hem de Güvercinkayası kazı alanlarının korunması ve gelecek nesillere taşınması için çocuklara arkeoloji eğitimi veriyoruz. Bu eğitimin, insanlık tarihinin binlerce yıllık izini taşıyan höyüklerde verilmesi gerektiğine inanıyoruz” dedi. Eğitim çalışması geçen yıl Demirci Beldesi’ndeki okullara yönelik başlatılmıştı. Bu yıl, Aşıklı Höyük’te çocuklara arkeoloji eğitimi Gülay Sert, Güvercinkayası’ndaki eğitimi ise Fatma Yıldız başkanlığında, İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi ve Çapa Halk Sağlığı Anabilim Dalı’nda okuyan tıp öğrencileri verdi. Eğitime katılan çocuklara kazı alanının geçmişi, önemi anlatılıyor. Deneysel evde, eski yaşamı gözlerinde canlandırmaları sağlanıyor. Arkeologların çalışma yöntemleri izah edilerek, çocukların soruları cevaplanıyor. Prof.Dr. Gülçur, yaptıkları çalışmalarda yedi bin yıl önce zengin bir mutfak kültürü oluştuğunu saptadıklarını söyledi.

Hürriyet Seyahat, Haber: Murat Önertaş, 17.08.2009

PERGE ANTİK KENTİ KAZILARINA 40 YILINI VERDİ

 

 

İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji ve Klasik Arkeoloji bölümleri Anabilim Dalı Başkanı Prof.Dr. Haluk Abbasoğlu, Antalya’nın Aksu İlçesinde bulunan Perge Antik Kenti’ne 40 yılını harcadı. Asistanlığı döneminde başladığı kazı çalışmalarına halen devam eden Prof.Dr. Abbasoğlu, Perge Antik Kenti’nin kendisi için bir nevi yurt olduğunu söyledi. Prof.Dr. Abbasoğlu, kazılar sonunda kentin kuruluş tarihini 3000 yıl geriye götürdüklerini dile getirdi. Prof.Dr. Abbasoğlu, kazılarda bronz ve tunç dönemine ait kalıntılar bulduklarını söyledi.

Türkiye Gazetesi, 17.08.2009

ANTİK PARION'DA VERİMLİ DÖNEM

 

Çanakkale’nin Biga İlçesi Kemer Köyü’nde yer alan antik Parion kenti arkeolojik kazılarının bu yılki çalışmaları sona erdi. Kazı başkanlığını Atatürk Üniversitesi Arkeoloji Bölümü öğretim üyesi Prof.Dr. Cevat Başaran’ın yaptığı ve yaklaşık iki ay süren bu yılki çalışmalarda, kentin antik çağdaki durumuna ilişkin önemli bulgular elde edildi.

Bugüne ulaşan kalıntıları, MÖ 8. yüzyıla kadar giden, antik çağda üzüm bağları, şarapları ve sikkeleriyle ün salmış bir balıkçı kenti olarak bilinen Parion’da bu yılki kazılar tamamlandı. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın 135 bin lira ödenek verdiği kazı çalışmalarına, bölgenin önde gelen sanayi kuruluşlarından İÇDAŞ A.Ş.’de ayni yardımların yanı sıra, 65 bin liralık sponsorluk desteği sağladı. Yaklaşık 60 kişilik bir ekibin gerçekleştirdiği bu yılki çalışmalar antik kentin beş ayrı bölgesinde sürdürüldü. Nekropol çalışmalarında üçü taş sandık mezar (lahit), biri küp olmak üzere kiremit kaplama toplam 20 mezar açılırken, iskelet kalıntılarıyla bunlara ait çok sayıda ölü hediyesi ortaya çıkarıldı.

Parion Kazı Ekibi Başkanı, Atatürk Üniversitesi Arkeoloji Bölümü öğretim üyesi Prof.Dr. Cevat Başaran, özellikle taş sandık mezarlarda altın taç, eroslu küpe ve yüzüklerin yanı sıra imitaston taçlar da bulunduğunu belirterek, "Diğer mezar hediyeleri arasında pişmiş toprak ve cam gözyaşı şişeleri, içki kapları, pişmiş toprak kandiller, demir strigilisler (spor sonrası ter temizleme aleti) pişmiş toprak insan ve hayvan figürinleri, sikkeler ve bronz aynalar bulunuyor" dedi.

Hürriyet Ege, Haber: Soner Karabulut, 17.08.2009


******


YENİ ZEUGMA ÇANAKKALE'DE





Çanakkale Biga'da, 2800 yıllık Parion Antik Kenti'nde yapılan kazılarda tarihin ilk kalorifer sistemi bulundu. Kazı Başkanı Prof.Dr. Cevat Başaran, kentin Efes ya da Zeugma gibi ses getireceğini söyledi. Biga'daki Kemer Köyü'ne ilköğretim okulu yaptırmak isteyen İÇDAŞ, 4 yıl önce temel kazısına başladı. Çalışmalar sırasında 6 metre derinliğe inildi ve tarihi bir nekropolle karşılaşıldı. Gerekli izinler alınıp 2005'te arkeolojik kazı başlatıldı. İÇDAŞ Çelik Enerji Tersane ve Ulaşım AŞ ile Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın desteklediği Parion Antik Kenti kazılarını Atatürk Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Başkanı Prof.Dr. Cevat Başaran ve ekibi üstlendi. Arkeologlar, bu süreçte birçok tarihi esere ulaştı. Nekropol, amfi tiyatro, çarşı ve villaların bulunduğu 5 ayrı noktada devam eden kazılarda bugüne kadar 20 taş sandık mezarda altın taç, Eros motifli küpe ve yüzükler, pişmiş toprak ve cam gözyaşı şişeleri, sikkeler ve bronz aynalar bulundu. Kazı çalışmalarının başkanlığını yürüten Prof.Dr. Cevat Başaran, tüm bu eserleri Çanakkale Arkeoloji Müzesi'ne teslim etti. Başaran, ilerleyen yıllarda İÇDAŞ'ın da desteği ile Parion'un müzesesini yaptırmayı ve tüm bu eserlerin burada sergilenmesini arzu ettiklerini söyledi.

Elde ettikleri bulgulara göre 2800 yıl önce, Parion'da yaklaşık 70-80 bin kişinin yaşadığını öngördüklerini aktaran Prof.Dr. Başaran, bir villada dünyanın ilk kalorifer sisteminin bulunduğunu belirtti. Antik kentte altın kalıpları bulduklarını, böylece şehirde altın üretimi yapıldığının belirlendiğini vurgulayan Başaran, "Parion'un, uskumru ve yunus balıkları, üzüm bağları, şarapları ve ön yüzünde boğa ya da gogo başı bulunan sikkeleriyle ün salmış bir balıkçı kenti olasılığı üzerinde de duruyoruz" dedi. Başaran, Parion Antik Kenti'nin, Türkiye'de, yabancı bilimadamı bulunmadan kazılan ilk tarihi kent olduğunun altını çizdi.

Sabah, Haber: Gül Kireklo, 18.08.2009

ATATÜRK'ÜN MÜZESİNDE ÖDENEK SIKINTISI

 

 

Atatürk'ün emriyle 20 Eylül 1937'de Dolmabahçe Sarayı'nın veliaht dairesinde kurulan Beşiktaş'taki Türkiye'nin ilk güzel sanatlar müzesi olan İstanbul Resim ve Heykel Müzesi, 1937'de burada yapılan ilk serginin tekrarı özelliğinde bir koleksiyonla yeniden açıldı. Türkiye'nin ilk güzel sanatlar müzesi olmasına rağmen, sürekli kapanması nedeniyle adı 'Kapalı Müze'ye çıkan mekan yine ödeneksizlik sonucu restore edilememe tehlikesiyle karşı karşıya. Müze eğer ödenek bulamazsa ay sonunda yeniden kapanıyor. Binanın mülkiyeti Milli Saraylar Daire Başkanlığı'nda, müze yönetimi ise Mimar Sinan Üniversitesi'ne ait. Üniversiteden bir ödenek bekleyen fakat devamlı bir ödeneği olmadığı için restorasyonu tamamlanamayan müzenin müdür yardımcısı Salim Yavaşoğlu "Yeterli bütçe hiçbir zaman sağlanmadı. 2007'de restorasyona başladık dört büyük salon bitti. Biten salonlarda Serginin Sergisi adıyla resim ve heykel koleksiyonu var. Fakat bu ay sonunda tekrar kapanacak," diyor. Şu an sergide olan resimlerin panolarının bile kiralık olduğunu ve üniversitenin sergiye devam etmek istemezse panoları geri vereceklerini söyleyen Yavaşoğlu, "Bu yıl bağımsız ödenek için teklif yaptık sonuç bekliyoruz" dedi.

Sabah, Haber: Şüheda Aykut, 17.08.2009

TARİH YENİDEN CANLANIYOR

 

Yıllardır harabe halinde onarılmayı bekleyen Tarihi Ayavukla Kilisesi, İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin başlattığı restorasyon çalışmaları ile yeniden ayağa kalkmaya başladı. Çalışmaları yerinde incelemek ve bilgi almak üzere Basmane Semti’ndeki tarihi yapıya giden Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu, binanın iç duvarlarında süslemeler ve resimleri ilgiyle izledi. Yapılan bu çalışmayla kent kültürüne önemli bir katkı sağlandığını söyleyen Başkan Kocaoğlu, “Ayavukla Kilisesi, İzmir için tarihi önemi olan bir inanç yapısı. Çok kötü durumdaydı, çatı çökmüştü, kurtarmamız gerekiyordu. Onun için gerekli çalışmaları yaptık” dedi. Restorasyon sonrası sergi mekanı, semt eğitim merkezi ve kitaplık olarak İzmir’e kazandırılacak tarihi yapı, kentin kültür yaşamına önemli katkılar sağlayacak. Bir süre Kültür Bakanlığı tarafından opera çalışma salonu olarak kullanıldıktan sonra yangın geçiren ve uzun süredir metruk bir durumda bekleyen Ayavukla, İzmir 1 Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu’nun onadığı 1/5000 ölçekli Kemeraltı ve Çevresi Koruma Amaçlı Nazım İmar Planı çerçevesinde “Sosyo Kültürel Tesis Alanı” olarak hizmet verecek.

Hürriyet Ege, 17.08.2009

NASIL İÇİNİZE SİNİYOR MU?





Kuşadası Kese Dağı’nda, her gün yerli ve yabancı turistlerin gezdiği seyir terasında bulunan Atatürk anıtının kaidesindeki mermer ve pirinç yazılar döküldü, çevresi çöplüğe döndü, adaleti temsil eden heykelin terazisi çalındı.

 

Anıtla ilgili çok şikayetler aldıklarını, bazı vatandaşların belediyeye durumu ilettiğini anlatan Atatürkçü Düşünce Derneği Kuşadası Şube Başkanı Nail Topal, "Belediye başkanı ve meclis üyelerine durumu aktardık. Anıtın başka bir yere taşınacağını, burası için farklı projeleri olduğunu söylediler" dedi.

 

Topal, anıtın taşınmasına kadar bir şeyler yapılmasını istediklerini, bir eleman görevlendirildiği yanıtı aldıklarını söyledi. Topal, anıtın kaldırılmasının farklı yorumlanmaması için götürüleceği alanla ilgili projeyi de görmek istediklerini vurguladı.

 

Kuşadası’na tatile gelip fotoğraf çekmek için terasa çıkan inşaat mühendisi Süleyman Çırak ise gördüğü manzaradan utandığını söyledi, "Belediye başkanının yapması gereken ilk iş, ulu öndere sahip çıkıp, anıtın etrafını düzenlemek. Fotoğrafları CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’a ileteceğim" dedi.

 

Kuşadası’na hakim ve seyir tepesi olarak kullanılan Kese Dağı’nda anıt önünde yer alan ve adaleti temsil eden genç kızın elindeki terazi de kimliği belirsiz kişilerce çalınmıştı.
Hürriyet, Haber: Latif Sansür, 17.08.2009

EFES'TEN SONRA MÜZEYE DE TURNİKE SİSTEMİ

 

Efes Antik Kenti giriş ve çıkışlarına yapılan turnike sisteminden sonra Selçuk İlçesi'nde bulunan Efes Müzesine de turnike sistemi kuruldu.

 

Ziyaretçiler artık Efes’e olduğu gibi, Müzeye de turnikeden geçecekler. Daha önce gişeden bilet aldıktan sonra Efes Müzesini gezmeye başlayan ziyaretçiler, bundan böyle Bakanlık tarafından yaptırılan turnikelerden biletini okutarak geçecekler. Turnikede ayrıca normal biletin yanı sıra Müze Kart ve özürlüler için geçiş alanı da bulunuyor.

 

Efes Müzesinde Turnikeli uygulamaya yeni başlanıldığını belirten Efes Müzesi Müdürü Cengiz Topal, bu uygulamanın ziyaretçiler ve Müze için çok yararlı olacağını kaydetti.

Selçuk Bölge Haberleri, 16.08.2009

ZİNCİRLİ HÖYÜK'TE KAZILAR SÜRÜYOR

 

 

Gaziantep'teki tarihi yerleşim yerlerinden Zincirli Höyük'te, Chicago Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof.Dr. David Scholen ve ekibi tarafından yürütülen kazıda, Samal Krallığı'nın kültürüne ilişkin bilgiler elde edileceği bildirildi.

 

Prof.Dr. Scholen, höyükteki kazıya 2009 yılında başladıklarını ve bu yıl çalışmanın dördüncü etabını gerçekleştirdiklerini söyledi.


Kazının uzman ve öğrencilerden oluşan 25 kişilik ekip tarafından gerçekleştirildiğini ifade eden Prof.Dr. Scholen, ''Kazımızla, Samal Krallığı'nın kültürüne ilişkin bilimsel bilgiler elde edeceğiz, Gaziantep'e yeni bir turizm alanı kazandıracağız'' dedi.

MÖ 2500 yılından bu yana yerleşim yeri olduğuna ilişkin bilgilere ve bulgulara ulaşılan, Geç Hitit Devletleri adı altında toplanan kent krallıklarından biri olan Samal Krallığı'nın merkezi olduğu ifade edilen höyükte, 10 yıl süreyle kazı yapmayı planladıklarını belirten Prof.Dr. Scholen, şöyle konuştu:
''Höyükte ilk kazımızı 2006 yılında yaptık ve 5 hafta sürdü. 2007 yılındaki kazılarımızda 45 kişi görev aldı. Alman ve Amerikalı akademisyenlerin yanı sıra birçok ülkedeki üniversitelerden doktora öğrencilerinin katıldığı kazı, 7 hafta sürdü. Höyükte geçen yılki çalışmamızla da 150 metrekarelik bir alan açtık. Bu yıl bu alanlardaki yapı kalıntılarını ayrıntılarıyla ortaya çıkarmak için hassas bir çalışma yürüttük.''

Turizm Gazetesi, 17.08.2009

TARİHİ ESER KAÇAKÇILIĞI YAPAN 17 KİŞİ YAKALANDI

 

Denizli'nin Sarayköy İlçesi'nde, sahte para ve tarihi eser kaçakçılığı yapan bir suç örgütüne yönelik operasyonda 17 kişi gözaltına alındı.

 

Edinilen bilgiye göre, jandarma, elebaşılığını M.O. ve M.V.'nin yaptığı çeteyi 8 ay takip etti. Eş zamanlı başlatılan operasyonlarda Denizli'nin Sarayköy, Buldan, Acıpayam, Çal, Çivril ve Honaz ilçeleriyle Aydın, Isparta, Ankara, İzmir, Manisa, Burdur ve İstanbul'da, parada sahtecilik ve tarihi eser kaçakçılığı yaptığı tespit edilen 17 kişi gözaltına alındı. Zanlılardan, 9 aylık hamile bir kadın ifadesinin ardından serbest bırakıldı. Operasyonda 14 bin lira, 500 dolar ve 200 avro sahte para ele geçirildi. Olayla ilgili soruşturma devam ediyor

Zaman, Haber: Bünyamin Avcı, Resul Cengiz, 16.08.2009

KAZIDAN NAZIM ÇIKTI

 

İstanbul’da Tarihi Yarımada’da 12 yıl önce başlayan ve bir süre önce Danıştay’ın durdurduğu “Büyük Bizans Sarayı Kazısı”nda, geçmişi MÖ 7. yüzyıla uzanan 10 binin üzerinde arkeolojik buluntu çıkarıldı. En ilginç buluntu ise Nazım Hikmet’in 1933’te toplatılan ve hapse girmesine neden olan “Gece Gelen Telgraf” adlı şiir kitabı oldu.

Bizans İmparatorluğu’nun ilk sarayı olan Sultanahmet’ teki Büyük Bizans Sarayı’nda, 12 yıl süren kazı çalışmalarında gün yüzüne çıkarılan arkeolojik buluntulara ilk kez HABERTÜRK ulaştı.

Buluntular arasında Büyük Bizans Sarayı’nın ana giriş kapısı olan MS 5. yüzyıl tarihli Bronz K pı (KhalkePue) ile hemen yanında “İsa Şapeli ” olarak bilinen bir kilisede var. Çalışmalar sonucu Bizans İmparatoru 1. Roma nos (MS 920-944) döneminde yaptırılan “Soter Khristostes Khalkes Şapeli ” de asırlar sonra gün yüzüne çıktı.

Kazı alanında Geç Roma ve Erken Bizans dönemine ait zemin döşemeleri, Roma dönemine ait pişmiş figürünler, 13. yüzyıla ait çaydanlık ve fincanlar, Osmanlı dönemine ait tükrük hokkaları bulundu. Üzerinde “Lailaheillallah” yazılı, 1515-1520 yıllarına tarihlenen İznik işi vazo da çıktı. Ayrıca Ayasofya inşa edilirken kullanılan, üzeri “Megale Ekklessia” yani Büyük Kilise damgalı tuğlalar bulundu.

Üniversite olarak yaptırılan ve adliye sarayı olarak kullanılan Darül Fünun’un altındaki kalıntılarda, MS 5-6. yüzyıllar ile MS 11-13. yüzyıllar da kullanılan gömü alanları da bulundu.
Soylu İstanbullulara ait gömü alanından 81 adet iskelet çıkarıldı. Bazılarının başında gümüş taçlar ‘diademler) bulunan iskeletlerin yanında 11 ve 12. yüzyıllara ait pişmiş toprak kaseler, cam koku şişeleri ve soyluluğun sembolü olan mor renkli kumaş parçasına ulaşıldı.

Araştırmalar için Hacettepe Üniversitesi’ne gönderilen iskeletlerin
cinsiyetleri, yaşları ve geçirdikleri hastalıklar belirlendi. Bizans döneminde
yaşayan insanların da günümüz insanıyla benzer hastalıklardan mustarip olduğu ortaya çıktı. İskeletlerin dişlerinde iskorpit ve kemiklerinde erime bulgularına rastlandı. Araştırma sonuçlarına göre, o dönemde ortalama insan ömrü 35-40 yaş olarak tespit edildi.

Çöplük amaçlı kullanılan 2 adet kuyuda yapılan kazılarda ilginç eserler çıkarıldı. Çok sayıda çanak çömlek, bugünkü balık ızgarasına bire bir uyan ızgaralar, 75 balık tabağı ve 113 şarap kadehi (kantharos), testiler, şeftali
çekirdekleri, yılan kafaları ve çam kozalağı ile dinlenen Hermes figürü bulundu.

Büyük Bizans Sarayı kazı sorumlusu Arkeolog Asuman Denker, şunları anlattı: “Son kazımızda, üzeri yazılı bazı kağıt parçaları bulduk. Okunabilen yanık parçalar arasında Nazım Hikmet’in 1933’te toplatılan ve ünlü şairin 6 ay 3 gün hapse çarptırılmasına neden olan Gece Gelen Telgraf adlı şiir kitabından parçalar vardı. Aynı alanda, şaire ikinci bir dava açılmasına yol açan Hiciv
Vadisi’nde Bir Tecrübei Kalemiye adlı şiire de ulaştık. Adliye’ye ait mürekkep şişeleri, porselen fincan ve tabaklar, çeşitli mühürler ve yanık evraklar da çıktı. Osmanlıca dava dilekçelerine ulaşıldı. Bizim için çok heyecan verici.” Denker, İstanbul Adliyesi 1933’te yandığında kalıntılarının bu araziye yayıldığını da anlattı.

Danıştay 6. Dairesi, 11 ay önce aldığı bir kararla 1/5000 ölçekli tarihi yarımada üzerindeki tüm inşaatları davalar sonuçlanıncaya kadar durdurdu. Eski Sultanahmet Cezaevi üzerine kurulu Four Seasons Otel’in kazı alanında kalan 50 odalı ek bina inşaatı da, Mimarlar Odası’nın açtığı dava nedeniyle durduruldu.


Kazı alanı ile otelin ek binasının yükseldiği inşaat aynı parselde olduğu için de mahkeme kararıyla inşaatla hiç ilgisi olmamasına rağmen asrın kazısı da durmuş oldu.

Habertürk, 16.08.2009

DENİZLİ'DE ÜÇ TARİHİ BİNA DAHA KURTULUYOR

 

Denizli Belediyesi, üç tarihi binayı daha restore ettirme kararı aldı.

 

Değirmenönü Mahallesi’ne adını veren Merzeci Un Fabrikası, Baki Evi ve Sürücüoğlu Evi, orijinal görünümlerine kavuşturulacak. Üçünün çalışmalarının da 2010’da tamamlanacağı bildirildi. Başkan Yardımcısı Mustafa Ünal, “Un fabrikasının istimlak çalışmaları tamamlandı. Han ve değirmen olarak iki binadan oluşan tesisin değirmen bölümü kullanılamayacak durumda. Han kısmının ise sadece alt katı nispeten iyi. Restorasyondan sonra bina tamamen kullanıma açılacak” dedi.

Milliyet Ege, 16.08.2009

SÜMELA'DA AYİN GERGİNLİĞİ

 

 

Aralarında Rusya Parlamentosu milletvekillerinden İvan Saidis ile Selanik Valisi Panayotis Psomyadis ve iki din adamının da bulunduğu yaklaşık 500 Gürcü, Rus ve Yunanlı turist dün Sümela Manastırı’na geldi. Meryemana’nın ölüm yıldönümü olması nedeniyle manastırda mum yakıp ayin yapmak isteyen turistlere izin verilmedi.

 

Taşların üzerine konularak yakılan mumlar yetkililer tarafından söndürüldü. Ayin yapmaya çalışanlara Trabzon Müze Müdürü Nilgün Yılmazer müdahale etti ve mumları söndürdü. Yılmazer, ayin yapmanın yasalara aykırı olduğunu, mekanın taş düşmelerine karşı tehlikeli olduğunu belirterek, turistlerden mekanı terk etmelerini istedi. Bu sırada dua eden Rus Vekil Saidis ile engellemeye çalışan Nilgün Yılmazer ve Selanik Valisi Psomyadis arasında kısa süreli itişme oldu. Olaya Sümela Manastırı’ndaki özel korumalar müdahale etti. Saidis ile Psomyadis, gruba kendi dillerinde kısa birer hitapta bulunduktan sonra hep birlikte dua ettiler. Turistler manastırı gezdikten sonra mekandan ayrıldılar. Trabzon Valisi Recep Kızılcık, turist kafilesinin ayin yapmak istediğini belirterek, “Kendilerine Sümela’nın müze olduğunu hatırlatarak talebi geri çevirdik” dedi.

Hürriyet Haber: Osman Şişko, 16.08.2009

TARİHİ CAMİNİN YANINDA YANGIN

 

Gebze’nin en önemli tarihi yapılarından birisi olan Sultan Orhan Camisi’nin hemen yan tarafında çıkan yangın korkuttu.

Kullanılmayan ahşap evde çıkan yangının kısa sürede söndürülmesi, olası bir faciayı da önledi.


Tarihi Sultan Orhan Camisi’nin hemen yanı başında 1114.Sokak No:120 adresinde yer alan, kullanılmayan eski evde öğ3lesaatlerinde yangın çıktı. Çevrede bulunanlar hemen itfaiyeyi aradı. İtfaiye ekipleri kısa sürede olay yerine geldi ve alevler büyümeden, çevreyi sarmadan yangına müdahale etti.

Özgür Kocaeli, 16.08.2009

NEANDERTHAL MUTFAĞINDA NE VARDI?

 

Bilim insanlarının son araştırmalarına göre 40 bin yıl önce Avrupa’da yayılmaya başlayan ilk insanların, hayvansal kaynakları tüketme alışkanlıklarında değişiklik bulunduğu ortaya çıktı.


ABD’nin St. Louis kentindeki Washington Üniversitesi ile Kanada’nın British Columbia Üniversitesi’nden araştırmacılar, insan fosilleri üzerinde biriken karbon ve azotların sabit izotoplarından elde ettikleri verileri değerlendirdi.


Avrupa’da yaklaşık 40 bin yıl önce yaşayan Neandertal insanı ve ortaya çıkmaya başlayan modern insanın, düzenli ve başarılı bir biçimde geyik, büyükbaş hayvan ve at gibi geniş bir av yelpazesi bulunduğunu, bazen daha büyük ve tehlikeli hayvanları da öldürdüklerini belirten bilim adamları, ancak Neandertal insanının düzenli olarak balık yediğine dair fazla kanıt bulunmadığına işaret etti.


ABD’li ve Kanadalı bilimciler, Ulusal Bilimler Akademisi dergisinde yayımladıkları araştırmada, Avrupa’daki bazı erken modern insanların, kara hayvanlarına ek olarak tutarlı ve devamlı bir şekilde balık tükettiğini gördü.

İspanyol bilimcilerin Neandertal insanı fosilleri üzerinde yaptığı DNA analizinde de Neandertal insanının, modern insan gibi acı, buruk ve keskin tatları ayırt edebildiği anlaşıldı. Barselona’daki Biologia Evolutiva Enstitüsü’nden bilim insanlarının 48 bin yaşındaki kemikler üzerinde yaptıkları analizler, acı ve buruk tatları alabilme yetisi veren genin Neandertal ve modern insan tarafından paylaşıldığını gösterdi.


Buna göre Neandertal insanı, modern insan gibi PTC olarak bilinen çok buruk kimyasalı tadabiliyordu. İnsanların büyük bölümü bu farkı ayırt edebilirken, yüzde 25’i bu tadı alamıyor.
DNA analizinin, genetik değişikliğin Neandertallerde de bulunan bu farkın sorumlusu olduğunu belirten İspanyol bilimciler, bunun, bu genetik değişikliğin, Neandertalden modern insana giden kökenin ayrılmasından önce de var olduğunu gösterdiğini kaydettiler.

Evrensel, 15.08.2009

Midas'ın Mezarı
...1842




9 - 15 Ağustos 2009

AFYONKARAHİSAR'DA TARİHİ CAMİ YANDI

 

Afyonkarahisar’da tarihi Zülali Camii’nde, yangın çıktı. Caminin çatısından başlayan yangın kısa sürede büyüdü. Ekipler, 1 saatlik çalışma sonunda, çevreye sıçramadan yangını söndürebildi. Cami kullanılamaz hale geldi.

Türkiye Gazetesi, 15.08.2009

AVRUPA'NIN TARİHİNE YOLCULUK





Yeri 2007 yılında tespit edilen ve “İstanbul’ un ikinci  tarihi yarımadası” olarak nitelendirilen Küçükçekmece’deki antik Bathonea kentinde Bakanlar Kurulu kararıyla kazı çalışmaları başlıyor. Kazıları Türk arkeologlar önderliğinde bir araya gelen 4 ülke ve 7 üniversiteden uzmanlar yapacak. Uzun yıllar sürmesi beklenen arkeolojik kazılar sonucunda 2700 yıllık olduğu tahmin edilen bir tarih ortaya çıkarılacak.





Kocaeli Üniversitesi’nden Yrd. Doç.Dr. Şengül Aydıngün’ün başkanlığını yürüttüğü İstanbul Tarih Öncesi Çağlar Araştırmaları (İTA) projesi kapsamında 2007 yılında Küçükçekmece gölünün Avcılar ve Küçükçekmece kıyılarında bir yüzey araştırması yapıldı. Araştırma sonucunda göl kıyısında 2,5 kilometre uzunluğunda ve 1,5 metre yüksekliğindeki surlarla çevrili bir yerleşim yeri tespit edildi.


Sualtı arkeoloğu Hakan Öniz’in çalışmalarıyla bulunan deniz fenerinin Erken Bizans Dönemi(MS 4-5 yy) eseri olduğu belirlenirken, taş iskele, rıhtım kalıntıları, ev duvarları, seramik ve mermer parçaları bulundu. Yine Küçükçekmece’deki Yarımburgaz Mağarası’ndan yola çıkan ekip, “İstanbul’un Avrupa’da ilk tarım yapılan yerlerinden biri olduğunu” kanıtlayan 10-15 bin yıl öncesine ait taş aletler elde etti.

 

Yapılan inceleme sonucunda MÖ 7. yüzyıla dayanan antik Bathonea kenti olduğu düşünülen alan, şimdi Bakanlar Kurulu kararıyla İstanbul’un tarihsel mirasına kazandırılıyor. Küçükçekmece’deki İstanbul’un ikinci tarihi yarımadası için uzun yıllar sürecek bir arkeolojik keşif kazısı başlıyor.


Kazı çalışması, Avcılar ve Küçükçekmece belediye başkanlıklarının desteği ile Kocaeli Üniversitesi’nden Yrd. Doç.Dr. Şengül Aydıngün başkanlığında; İstanbul, Bristol, KKTC Doğu Akdeniz, Hollanda Lahey, Selçuk, Strazburg üniversitelerinin uzmanları tarafından yapılacak. 9 ülkeden arkeolog, jeolog, mimar, sanat tarihçisi, sualtı araştırmacısı, şehir plancısı, jeofizikçi ve harita mühendisi 40 kişi, İstanbul’un tarihini daha da geriye götürmek için çalışacak.




Kazı alanını Milliyet’le gezen İstanbul Kültür ve Turizm Müdürü Prof.Dr. Ahmet Emre Bilgili, “Keşfi yapılan Bathonea ile İstanbul’un tarihi daha geriye gidiyor. Bu bilimsel kazı sadece kentimizin değil Avrupa’nın tarihine de ışık tutacak. Kentimizin tarihsel zenginliği, Bathonea ile bir kez daha dünyanın ilgisini çekecek” dedi.





İngiltere Bristol Üniversitesi’nde Avrupa Tarih Öncesi Uzmanı olan ve aynı zamanda Almanya Halle-Wittenberg Martin Luther King Enstitüsü Tarih Öncesi Arkeoloji Bölümü hocası olan Volker Heyd, “Uluslararası açıdan bakıldığında tarımsal hayatın ve yerleşik düzenin Avrupa’ya geçmeden önceki temelini burada görüyoruz. Bulduğumuz taş aletler tarımın Avrupa’ya bu coğrafyadan gittiğini gösteriyor. Taş devrinden Helenistik döneme, Bizans’tan Osmanlı döneminin kalıntılarına rastladığımız bu bölge bir tarih hazinesi olarak keşfedilmeyi bekliyor. Yöresel açıdan da çok önemli. Çünkü manzara ve konum açısından böyle bir bölgede tarihi bir yapıya sahip olmak kültürel bir zenginliktir” dedi.




Milliyet, Haber: Gökhan Karakaş, 15.08.2009

CAMİ DEĞİL GAZİNO GİBİ





Doğan Kuban, Behruz Çinici, Doğan Tekeli ve Cengiz Bektaş, farklı mimarisi ve iç dizaynı ile uzun süre gündemde kalan Şakirin Camisi’nin ibadethaneden ziyade gazinoya benzediğini söyledi. Behruz Çinici, bir adım daha ileri giderek, “Bu cami değildir’ dedi.

Karacaahmet Mezarlığı’nın içinde yapılan, açıldığı zaman farklı mimarisi kadar iç dizaynı da pek çok tartışmaya konu olan Şakirin Camisi, Türkiye’nin ünlü mimarları tarafından sert bir biçimde eleştirildi. Prof. Doğan Tekeli, “Burası cami değil gazino gibi” derken, Prof. Doğan Kuban, “Akvaryum ya da kahve gibi, dini ortamın ciddiyetine yakışmıyor” diye konuştu. Behruz Çinici, doğrudan, “Cami değildir, bence Şakirin’e cami denilmesi günahtır” dedi. Cengiz Bektaş ise “Mihrap içinde yerdeki halıda üç kişilik yer izi var, gerçekten üç imam mı var” diye sordu. Mimarlık tasarımı dergisi Yapı’da bir araya gelen dört ünlü mimar muhtelif açılardan Şakirin Camisi’ni değerlendirdi:

Prof. Doğan Tekeli: Şimdi bu camiye baktığımızda ilk izlenimimiz, burasının bir ibadet mekânına değil de, sanki bir gazino gibi, açık, ferah, çok da şıkırtılı bir yere girdiğimiz yönünde. Aydınlatılmasında dış camlar filtre edilmiş ama o filtreleme çok zayıf. Adeta, ‘Burası bir sosyete camisi ve kokteylle açılır’ gibi bir fikir doğuyor (...) Halk, ‘Gazino gibi ne güzel pırıl pırıl’ diyebilir.

Prof. Doğan Kuban: Minareler önce unutulmuş sonradan eklenmiş gibi. Özellikle avluda ağır, oransız kolon kiriş sistemi duruyor. İçeriye girdiğinizde akvaryum ya da kahve gibi, dini ortamın ciddiyetine pek yaklaşmayan bir mekân karşılıyor (...) Bütün bu eleştirilere karşın burada çağdaş olmak gibi bir endişe var. Bu çaba benim için yeterli.

Behruz Çinici: Bence Şakirin’e cami denilmesi günahtır. Zira burada Kuran’a şirk unsurları çoğunlukta. Bir heyet kurulup bu caminin irdelenmesi şart. Üstelik o minareler! Birinin altında da koskoca Abdesthane+WC yazısı! Olacak şey mi? İbadet mekânlarının altına dükkân yapılması dahi kabul edilemezken burada WC’lerin üstünde rükuya varılması günah değildir de nedir?

Cengiz Bektaş: Ben girdiğimde o mihrapla tedirgin oluyorum. Mihrap içinde yerdeki halıda üç kişilik yer izi var, gerçekten üç imam mı var? Kısaca, bu yapı tasarımı, içmimarlığı ile işlevine uygun genel bir senaryoya oturmamış (...) Burada bir süre sonra namaz kılanlar gezinenleri ya da baka bir şeyi de görebilirler...

İçeri girince çok üzüldüm. Paranız çok diye de illa ortaya altınları filan serpiyorsanız, ortaya başka şeyler çıkıyor. Benim mimarimi bozmuşlar, yalnızca süsleme açısından da değil, dışarıdan baktığınız zaman benim ince ince yaptığım yerlerin üstüne böyle birtakım kuşaklar geçirmişler, cephelerde benim istemediğim şeyleri yapmışlar (...) Onların umurunda değil, ‘mimar kim oluyor’ diyorlar.

Hürriyet, Haber: Sefa Kaplan, 15.08.2009

TAŞ DEVRİNE ZAMAN AYARI

 

Güney Afrika’daki Cape Town Üniversitesi’nden bilim adamları, taş devriyle ilgili ‘küçük’ bir hesap hatası yapıldığını ortaya çıkardı. Taş devri insanının, alet yapmak için ateşi kullanması tahmin edilenden 50 bin yıl önceye dayanıyor. Yani, alet yapımı için ateş kullanımının tarihi 72 bin yıllık. Yüksek derece sıcaklık demirin ve diğer metallerin yapısını değiştirdiği gibi eski insanların da taşları daha kolay parçalara ayırmak için ateşe tuttukları ortaya çıktı.

Hürriyet, 15.08.2009

EN ESKİ İZMİRLİLER ESKİ AVRUPALILARIN ATASI MI?

 

 

İzmir’in bilinen 5 bin yıllık tarihini 8 bin 500 yıla çıkaran Yeşilova’daki kazıların bu yılki bölümü başladı. Kazıların sadece ilk 20 gününde müzede sergilenebilecek kalitede 10’a yakın eser çıkarıldı. Kazı başkanı Yrd. Doç.Dr. Zafer Derin ‘ilk İzmirlilerin’ günlük yaşamını keşfettiklerini söyledi:

“Kazılarla İzmir’e ilk yerleşen topluluğun nasıl yaşadığını, hangi ırka sahip olduğunu anlamaya çalışıyoruz. 8 bin 500 yıl önce ilk yerleşimin başladığını, insanların sazdan, otlardan evler yaparak hayvancılık, avcılık yaptığını görüyoruz. Burada yaşayan ilk insanların kültürlerinin ilerlemiş olduğunu ve kendi mühürleri bulunduğunu, yönetim tarzları olduğunu anlıyoruz. 300 metre çapında bir alanda yerleşmişler, dağınık yerleşim var. Kullandıkları taş aletleri, çanak çömleği, birçok şeyi açığa çıkarmış durumdayız. İzmir’in en eski geçmişini öğreneceğiz. Güneydoğu Avrupa’nın, Yunanlıların da büyük oranda köklerinin yattığı yerlerin bu bölgeler olduğunu tahmin ediyoruz. Bornova Ovası’nda, 300 metre çapında, benzer yerleşimlerin yapıldığı üç alan var. Bu alanlar tarih öncesi dönemin yerleşim yerleri.”

Yabancı bilim adamlarının ilgiyle izlediği kazılara Bornova Belediyesi de destek veriyor. İzmir’in en eski yerleşim alanının Bornova olduğunun ortaya çıktığını belirten Bornova Belediye Başkanı Kamil Okyay Sındır heyecanlı:

“Kazı alanının yakınlarına küçük bir müze yapmak istiyoruz. Ayrıca o yıllarda insanların yaşadığı sazdan ottan evlerin benzerleri yapılacak. Yakınlarına ilkel fırınlar inşa edilecek. Neolitik devir öncesi ve sonrası çocuklara, gençlere, bizlere gösterilecek. ‘Kendin yap, kendin öğren’ tarzında o devirleri yaşatan bir mekân oluşturulacak. Bornova’ya gelen yerli veya yabancılar mutlaka görmek isteyecek.”

Radikal, 14.08.2009

ERZURUM TAM BİR AÇIK HAVA MÜZESİ





Türkiye'nin en yüksek rakımlı Şehri Erzurum, dağlarla çevrili. Şehir, ovanın Palandöken eteklerine yakın kısmında kurulmuş. Yaz mevsiminin en sıcak günleri olmasına rağmen, hava serin; akşamları ceketsiz duramıyoruz, insanı ferahlatan, zindelik veren bir havası var...

Stratejik konumu, Erzurum'u tarih boyunca önemli bir yerleşim yeri yapmış. Şehirde birçok medeniyetin izi bulunmakta, adeta bir açık hava müzesi. Yollar, sokaklar temiz, bakımlı. Bir medeniyet merkezi olduğu her haliyle anlaşılıyor.


Şehirde Selçuklu ve Osmanlı mimarisinin şaheserleri bulunmakta.

 

Erzurum'da görülmesi gereken Tortum Şelalesi, Tortum Gölü'nün son kısmında bulunmakta. Tortum Çayı'nın 48 metre yüksekten düşmesiyle meydana gelen çağlayan, vadideki bir dağın heyelan sonucu çayın önünü kapatmasıyla oluşmuştur. Oluşumu açısından dünyanın ikincisi, yüksekliği açısından dünyanın üçüncü çağlayanı kimliğine sahiptir.

 

Erzurum'un sembolü haline gelen Çifte Minareli Medrese'ye gidiyoruz. 13'üncü yüzyılın sonlarında İlhanlılar tarafından yaptırılmış, Anadolu Selçuklu Mimari geleneğine uygun açık avlulu, iki katlı ve iki minareli olan bu eğitim kurumu, Anadolu'nun en büyük medresesidir. İnci gibi işlenmiş çifte minare, kapı ve diğer süslemeler anlatılır gibi değil.

Hemen yanıbaşında, Saltuklular döneminde yapılmış Erzurum'un en eski camisi, Ulucami. Karşıda Erzurum Kalesi. Şehre hakim bir tepe üzerinde kurulu bulunan Erzurum Kalesinin surlarındaki Saat Kulesi her taraftan rahatlıkla görülebilmekte.
Biraz ötede Üç Kümbetler; tamamıyla kesme taştan yapılmış olan kümbetlerin 13'üncü yüzyıl sonu ve 14'üncü yüzyıl başına ait oldukları kabul edilmekte.

Üç kümbetler, Türklere ait diğer kümbetlere nazaran değişik planları, kullanılan malzeme ve süslemeleri açısından ayrı bir yer tutar.


Yakutiye Medresesi'ne yöneliyoruz. İlhanlı Hükümdarı Sultan Olcayto zamanında Gazan Han ve Bolugan Hatun adına, Hoca Cemaleddin Yakut tarafından MS 1310 yılında inşa edilmiş, bu dönemden günümüze kalan nadir eserlerden biri. Anadolu'daki kapalı avlulu medreselerin en büyüğü. Plan düzeni dengeli mimarisi ve iri motifli süslemeleri ile Erzurum'un en göşterişli yapılarından biri...

Tarihi eserlerin hepsini anlatmak ne mümkün. Ahmediye Medresesi, Lala Paşa Camisi, Taşhan, diğer camiler, çeşmeler, türbeler, köprüler, kaleler... Dedim ya, tam bir açıkhava müzesi.

Bu tarihi şehirde gezerken, Osman Hattatoğlu durduruyor, Ayazpaşa Camiinin minaresini gösteriyor, "Ruslar tabyaları işgal ettikleri zaman işte bu minarede Osman Bedrettin Hazretleri sabah ezanı okuyor, etkileyici bir şekilde halkı direnmeye çağırıyor ve 7'den 70'e bütün Erzurumlular bu mübarek zatın sözünü tutuyor, Ruslar püskürtülüyor..."

Camiye, minareye bir daha bakıyor, o mübarek zatı ve insanların sel gibi tabyalara aktığını hayal ediyorum... Erzurum ve Dadaşlar gönüllerimizde boşuna taht kurmamış...

Erzurum'un 2.5 kilometre güneydoğusunda, Palandöken dağının eteğinde bulunan Abdurrahman Gazi Türbesine gidiyoruz. Peygamber efendimizin sancaktarı olduğu söylenen bu mübarek zatın türbesi her zamanki gibi dolup, taşmıştı. Erzurum'a hakim olan burada tarihi bir cami de yapılmış.
Destanlara mekan olmuş Erzurum Tabyalarına gidiyoruz. Baskın ve istilalardan şehri korumak amacıyla, şehrin çevresinde, görüş açısı yüksek tepelere inşa edilmiş 22 stratejik yapı. İçlerinde karargah binaları, askeri barınaklar, eğitim sahaları, yemekhaneler, sarnıçlar, pusu odaları yer alan bu tabyalar; bazen tek, bazen de birkaç büyük yapının birleşiminden meydana gelir.

Tamamı kesme taşlardan yapılmış tabyaların en önemlileri, şehrin hemen doğusunda bulunan Mecidiye ve Aziziye Tabyalarıdır.

Aziziye Tabyası'nın girişinde Aziziye Anıtı ve iki tarafta bulunan toplar, bizi o günlere götürüyor. Az ötede de Nene Hatun Türbesi... 93 Harbi olarak anılan, 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı sırasında, bu tabyaların savunmasında diğer Dadaşlar gibi kahramanca çarpışmış. 20 yaşında genç bir gelin iken, küçük yaştaki oğlunu ve kızını "Sizi bana Allah verdi, ben de O'na emanet ediyorum" diyerek evde bırakıp savaşa giden kahraman hatun... Mezarı anlamlı bir yerde, savaştığı mekanda.


Tabyanın birimlerini geziyor, hakim yerinden Erzuruma bakıyorum. Bütün Erzurumluların tabyaları kurtarmak için geldikleri günü hayal ediyorum...


Az ötede bulunan Mecidiye Tabyası'na gidiyor, kesme taşlardan yapılmış binanın azametinden çok etkileniyorum. Bu tabyalar halka açık. Herkes gidip gezmeli, görmeli. Bu topraklar uğruna ne bedeller ödendiği iyi anlaşılmalı...

Türkiye Gazetesi, Yazı: Behçet Fakihoğlu, 14.08.2009

VALİ KARALOĞLU KAZI ÇALIŞMALARINI İNCELEDİ

 

 

Beraberinde Vali Yardımcısı Hasan Yılmaz, Müze Araştırma Görevlisi Mete Tozkoparan ile birlikte Yukarı Bakraçlı köyünde bulunan 2700 yıl önce Urartular tarafından yapılan ilk saray olan Yonca Tepe Kalesine gelen Van Valisi Münir Karaloğlu'nu İstanbul Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof.Dr. Oktay Belli, Güzin Sühran Belli tarafından karşılandı. Vali Karaloğlu'na kale hakkında bilgi veren Prof.Dr. Belli, 12 yıldan beri bu kalede kazı çalışmaları yaptığını anlattı. Belli, "Yonca Tepe kalesi 2007 rakımda bulunmaktadır. Urartular döneminde çok kaleler yapılmış fakat bu kaleyi Urartular ilk kez saray olarak kullanmışlardır' dedi. 40 yıldan beri bu bölgede araştırma ve kazılar yaptığını söyleyen Belli, 'En çok beğendiğim illerden bir tanesi Van ilidir. Çünkü Van'da bulunan tarihi yapılar ve sanat eserleri hakkında diyebilirimi ki Dünyanın hiç bir yerinde yoktur. Bizim buradaki amacımız bu tür muhteşem eserleri gün yüzüne çıkarıp restoresi yapıldıktan sonra turizme sunmaktır" dedi. Yaptığı ziyaretten dolayı duydukları memnuniyetleri dile getiren Prof.Dr. Oktay Belli, Van Valisi Münir Karaloğlu'na teşekkür etti. Daha sonra yine Yukarı Bakraçlı köyünde bulunan Yedi Kilise'yi gezen Van Valisi Münir Karaloğlu kilise hakkında Müze Araştırma görevlisi Mete Tozkoparan'dan bilgi aldı. Kilisenin çıkışında bekleyen çocuklarla sohbet eden Van Valisi Münir Karaloğlu, kız çocuklarınca oyuncak bebek, erkek çocuklara ise oyuncak araba dağıttı. Köylülerin ikram ettiği ayran'ı için Vali Karaloğlu daha sonra köylülerle vedalaşarak köyden ayrıldı.

Yeni Şafak, Haber: Adem Gül, 14.08.2009

37 YIL SONRA YENİDEN YANDI

 

 

Fatih Emniyet Müdürlüğü’nün çatısında meydana gelen yangında tarihi bina büyük hasar gördü. 1972 yılı 15 Aralık’ta Cağaloğlu’ndaki defterdarlık binasının çatısında şüpheli bir yangın çıkmıştı. Günlerce süren yangında birçok değerli evrak yok olurken, ‘sabotaj’ ihtimali üzerinde duruldu. Aradan 37 yıl geçti. Osmanlı İmparatorluğu döneminde yaklaşık 4 bin metrekarelik alana kurulu olan tarihi bina son olarak Fatih İlçe Emniyet Müdürlüğü’nün hizmetine verildi.

Dün sabah 03.45 sıralarında tarihi binada aynı kaderi yaşadı. Binanın tadilatta olan çatısında önce bir patlama meydana geldi ardından da çatıda bulunan ahşap ve boya malzemeleri tutuştu. Alevler kısa sürede tüm çatıyı sardı. Nöbetteki polisler korkuyla dışarı çıkarken, yangına, Eminönü, Fatih, Beyoğlu, Bakırköy, Bayrampaşa ve Zeytinburnu itfaiyesi müdahale etti. Yangın, yaklaşık iki saat süren çalışmalarla kontrol altına alındı. Yangından sonra polis ekipleri inceleme başlattı. İlk incelemelerde herhangi bir saldırı veya sabotaj izine rastlanılmadığı öğrenildi.

Radikal, 14.08.2009

FRANSIZLAR KIZIL KİLİSE İÇİN 40 BİN EURO TOPLADI

 

Kapadokya hayranı Fransızlar Dünya anıtlar fonu listesinde yer almasını sağladıkları Aksaray'ın Güzelyurt ilçesinde bulunan 1500 yıllık tarihî Kızıl Kilise'nin restorasyonu için 40 bin Euro topladı.

Üyelerinin tamamı Fransız olan Kapadokya Dostları Derneği Başkan Yardımcısı Ahmet Diler, derneğin 1995'te Fransa'da kurulduğunu, Kapadokya'ya ilginin de düzenlenen turlarla başladığını ifade etti. Dernek olarak Kapadokya'nın tanıtımı için projeler hazırladıklarını anlatan Diler, öncelikle Kızıl Kilise'nin kurtarılmasını amaçladıklarını kaydetti.

Zaman, 14.08.2009

YABANCI ARKEOLOGLAR MUĞLA'YI PAYLAŞAMIYOR

 

Muğla Üniversitesi Arkeoloji Anabilim Dalı Başkanı ve Pedesa Kazı Başkanı Prof. Dr. Adnan Diler, üzerlerinde çok ciddi baskı olduğunu, yabancı arkeologların Karia bölgesinde kazı yapmak için çok fazla talepleri bulunduğunu söyledi.

 

Muğla'ya yabancı arkeologlardan çok talep olduğunun altını çizen Diler, "Bizde daha arkeolojinin A'sı yokken yabancı seyyahlar 2-3 asır önce buralarda çalışmış. Yabancılar bu bölgede araştırma yapıyor. Biz kimsenin başkanlığında ve ortaklığında değiliz ve çalışmayız. Onlar gelebilirler, misafirperveriz, bizim ekibimizde çalışabilirler. İngilizler bir taraftan, Almanlar bu taraftan, diğeri o taraftan. O orayı, bu burayı kazımak istiyor. Çalışmak isteyenler bize müracaat etsin, şemsiyemizin altına alırız. Doğrusu budur." diye konuştu.

 

Sadece Bodrum yarımadası değil, bütün antik Karia bölgesinin kültür envanteri, korunması ve tescillerini yaptıklarını ifade eden Diler, "Bundan sonra da her türlü mücadeleye varız. Her şeyimizi paylaşırız ama hiç kimseye teslim etmeyiz." dedi.

 

Ekiplerinde çalışan Almanların amatör ruhlu olduğunun altını çizen Prof. Dr. Diler, "Almanya'dan gelen arkadaşların biri doktor, diğeri ise yeni mezun olmuş. Burayı çok seviyorlar. Şu anda surları çalışıyorlar ama yayınlarında, benim ismimin birinci yazılması şartıyla sadece bir rapor hazırlayacaklar. Birlikte çalışıyoruz. Ben burada kimseye bir şey vermiş değilim. Ekibimizi yabancılarla biraz çeşitlendirdik, zenginleştirdik, çünkü arkeoloji evrensel bir bilimdir." şeklinde konuştu.

 

Kazı Başkanı Diler, yaklaşık 10 yıldır süren yüzey araştırmalarından sonra 3 yıl önce Bodrum'un Konacık beldesindeki Pedesa antik kentinde kazılara başladıklarını aktardı.

 

Diler, Türkiye'nin çeşitli üniversitelerinden ve Almanya'dan bir ekip olmak üzere 25 araştırma ekibi ve 20 işçiyle 2009 yılı kazılarına bir ay önce başladıklarını ve bir ay daha çalışacaklarını kaydetti.

Geçen yıl başladıkları Akropolis (yukarı kent), Athena tapınağı ve Nekropolis'te kazılara devam ettiklerini belirten Adnan Diler, şunları söyledi: "Bu sene çevre düzenlemelerine ağırlık verdik. İki yıldır yapılamayan ihaleler yüzünden bir türlü ödenek gelmeyince, restorasyonlara başlayamamıştık. Bu yıl Muğla İl Özel İdaresi'nin destekleriyle çalışmalarımıza hız verdik."

haberler.com, 14.08.2009

TARİHİ ESER OPERASYONU

 

Haymana’da bir eve baskın düzenleyen jandarma ekipleri, üzerinde hayvan figürleri bulunan lahit mezar ele geçirdi. Durupınar Köyünde Zekeriya K’ya ait evde tarihi eser bulunduğu ihbarını alan jandarma, söz konusu eve baskın düzenledi. Operasyonda, üzerinde hayvan figürleri bulunan ve Hitit dönemine ait olduğu sanılan lahit mezar ele geçirildi. Gözaltına alınan Zekeriya K, adliyeye sevk edildi.

Hürriyet, 14.08.2009

SİNAGOGUN TAHSİSİ GELDİ

 

 

Bergama'da şu an harabe bir şekilde ayakta kalmaya çalışan Sinagog'un restorasyonu için gerekli çalışmaları yapmaya başlayan Bergama Belediye Başkanı Mehmet Gönenç, restorasyon çalışmalarının başlayabilmesi için en önemli adımlardan birisini attı. Maliye Bakanlığı Milli Emlak Genel Müdürlüğü'nden istenen tahsise olumlu cevap geldi ve Sinagog'un tahsisi, koruma ve kültürel amaçlı faaliyetlerde kullanılmak üzere Bergama Belediyesi'ne yapıldı. Tahsisin yapılması ile birlikte Sinagog'un restorasyonu için atılan adımlardan birisinin daha olumlu sonuçlandığını ifade eden Başkan Mehmet Gönenç, "Şimdi önümüzde tek bir engel var. O da restorasyon için gerekli finansmanı sağlamak. Finans sorununu da çözdüğümüz gibi restorasyon çalışmalarına başlayacağız" dedi.

Turabey Mahallesi'nde bulunan Sinagog'un restorasyonu için rölöve projelerinin hazır olduğunu, tahsisinde yapılmasının ardından çalışmalarda iyi bir noktaya gelindiğini açıklayan Belediye Başkanı Gönenç, "Sinagog'un restorasyonu için finans sorununu çözmeye yönelik çalışmalarımız devam ediyor. Ocak ayında restorasyon projelerimizle, İzmir Valiliği İl Özel İdare fonundan restorasyonlar için ayrılan kaynaktan kullanabilmek için müracaat edeceğiz. Eğer projemiz uygun görülüp, restorasyon için gerekli olan parayı alabilirsek, çalışmalarımıza önümüzdeki yıl vakit kaybetmeden başlayacağız" dedi.

Sinagog'un restorasyon çalışmaları ile Bergama doğumlu olan ve 4 yaşına kadar Bergama'da yaşan İsrail'in Türkiye Büyükelçisi Gabby Levy'nin yakından ilgilendiğini söyleyen Belediye Başkanı Mehmet Gönenç, geçtiğimiz hafta içerisinde Büyükelçi Levy'in Bergama ziyaretinde 100 bin dolarlık bağışla ilgili açıklamalar yaptığına dikkat çekerek, "Restorasyona başladığımızda İstanbul'da yaşayan bir Musevi vatandaş 100 bin dolarlık bağışta bulunacak. Tabi bu para restorasyon için yeterli değil. Projemizin İzmir Valiliği tarafından kabul edilmesi halinde, belediyemize aktarılacak olan kaynağı da kullanarak, en kısa sürede Sinagog'un restorasyonunu sağlayacağız" dedi.
Bergama Kuzey Ege, 14.08.2009

KEŞİŞHANE OTEL OLDU

 

 

Edremit-Altınoluk arasında bulunan Manastır Çayının, Kazdağı Milli Parkı içinden doğup Avcılar Köyü ile Kavlaklar Köyü arasından geçerek aynı zamanda iki köye de sınır oluşturduğu biliniyor. 13 Nisan 1934 tarihinde Mustafa Kemal Atatürk'ün ziyareti sırasında Edremit’ten Çanakkale'ye geçerken kullandığı Avcılar Köyü Günerçam mevkiinde halen dimdik ayakta birde tarihi kemer köprü bulunuyor.

 

Manastır  adını, hemen yanı başından akan Manastır Çayı'ndan almış. Manastır Çayı da adını Rumlar zamanında yakın bölgesinde bulunan Rum Manastırı’ndan almıştır. Bölgenin asırlardır mola yeri olarak kullanıldığından bilinmektedir.

 

Manastır, konumu itibariyle eski ticaret (İpek yolu) yolu üzerine kurulmuştur. Önündeki bakımsız taş yol, o dönemde şehirlerarası yol olarak kullanılan ulu önder Atatürk 'ünde bir kaç sefer geçmiş olduğu tarihi bir yoldur. Hatta Atatürk’ün Manastır’da mola verip ayağını çınar’a dayayıp sigarasını içtiği bile rivayet edilir. İçerisinde kendisini çevreleyen 550 yıllık 3 adet çınar ağacı bulunan manastır bölgesi yolcuların dere kenarında dinlendiği ve çaylarını içtiği, konaklayıp dinlendikleri bir han olarak bilinir. Köylüklerinde bu bölgede yabancılara bahçe mahsullerini satıp geçimlerini sağladığı söylenmektedir.

Körfezde Ses, 14.08.2009

TAYİNAT HÖYÜĞÜ KAZI ÇALIŞMALARI TARİHE IŞIK TUTACAK

 

Mustafa Kemal Üniversitesi (MKÜ) Rektörü Prof. Dr. Şerefettin Canda, Tayinat Höyüğü kazı çalışmalarının tarihin önemli bir bölümüne ışık tutacağını söyledi. Canda, Antakya-Reyhanlı karayolu üzerinde bulunan kazı çalışmalarını yerinde inceledi.

Kazı çalışmalarını MKÜ, Toronto Üniversitesi, Ortadoğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ), Koç ve Boğaziçi Üniversitesi'nin ortaklaşa yürüttüğünü ifade eden Canda, şöyle devam etti: ''Edindiğim bilgilere göre höyükte ilk kez 1930'lu yıllarda kazı yapılmış ve yazılı tabletlerde kentin adı Kunulua olduğu anlaşılmıştır. Kent, MÖ 1100-550 yılları arasında Amik Ovası merkez olmak üzere Halep'e kadar uzanan, Asur tabletlerinde Unki Hitit yazılı tabletlerinde Attina olarak geçen bölgenin başkenti olmuştur. 2009 yılında Kültür ve Turizm Bakanlığı adına yapılan kazı çalışmalarında da en göz alıcı buluntular höyüğün orta kısımlarında bulunan yerde gerçekleştirilen kazıda ortaya çıkarılmıştır. Tayinat Höyüğü kazı çalışmaları tarihin önemli bir bölümüne ışık tutacak.'' Canda, tarihin aydınlatılmasına, tüm imkanları kullanarak destek vermeye devam edeceklerini sözlerine ekledi.

Hatay Gazetesi, 14.08.2009

SULTANAHMET RAMAZAN'A HAZIR

 

 

Ramazan ayının en yoğun yaşanacağı Sultanahmet, bu yıl da Fatih Belediyesi'nin gerçekleştireceği etkinliklerle eski Ramazanları aratmayacak. Bir hafta sonra mübarek ayın gelişiyle şenlenecek mekanda, At Meydanı'nda kurulan Ramazan standlarının yanı sıra eski Ramazan eğlencelerine ve konserlere yer ve-rilecek. Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir, Sultanahmet Meydanı'ndaki Mehmet Akif Ersoy Parkı'nda yaptığı basın açıklamasıyla 30 günde gerçekleştirilecek 361 etkinlikle ilgili bilgi verdi. Demir, “Sultanahmet'te Ramazan'a Merhaba” konseptiyle 2010 Avrupa Kültür Başkenti'ne yakışır bir anlayışla yapılacak etkinlikler düzenleyeceklerini dile getirdi.

 

2010 Avrupa Kültür Başkenti'nin kalbi olan Sultanahmet'te bu yıl düzenlenecek Ramazan etkinlikleri, önceki yıllarda yapılanlardan pekçok noktada ayrılıyor. Bu konu hakkında kalite ve güvenliğin ön planda olacağını söyleyen Mustafa Demir, “Önceki yıllarda yaşanan kontrol eksikliği bu yıl yaşanmayacak. Çünkü çok ciddi bir kontrol mekanizması kurduk ve bizim belirlediğimiz kriterlerde herhangi bir aksama, firmalara ciddi yaptırımlar getiriyor. Standlarımızı hijyen kurallarına, halk ve çevre sağlına önem veren bir yaklaşımla tasarladık ve en önemlisi katılımcıları denetleyecek bir kurumla anlaştık” dedi. Demir, bu yıl tarihi dokuyla uyumlu yaklaşık 100 adet stand kurulacağını, bu standların tasarımında Sultanahmet Camii'nin avlusundaki kubbelerden esinlenildiğini ve sanki avlunun devamıymış gibi düşünüldüğünü sözlerine ekledi.

 

Mustafa Demir, toplantının sonunda, meydanda sökülebilir malzemeden 400 kişi kapasiteli amfi tiyatronun hazırlandığını, kurulan sahnede direkler arası etkinlikleri, İncesaz, İstanbul semazenleri, gazeller ve mehter konserleri olacağını belirtti. Ramazan süresince Sultanahmet Meydanı'nın, Wi-fi internet şemsiyesine kavuşturulduğunu belirten Demir, ulaşım ve otopark konusunda da gerekli düzenlemelerin yapıldığını söyledi.

Yeni Şafak, 14.08.2009

MYNDOS'TA KAVGA BİTMİYOR





Muğla’nın Bodrum İlçesi'ne bağlı Gümüşlük beldesindeki Myndos antik kentini gün ışığına çıkarma çalışmaları sırasında, beldedeki 1, 2 ve 3. derece arkeolojik ve doğal sit alanlarının yağmalanmasını önlemek amacıyla yapılan tanıtım, kamulaştırma ve koruma kampanyaları tartışma yarattı.

 

Antik kentin yağmalanmasını engellemeye yönelik kamuoyu oluşturmaya çalışan Gümüşlük Akademisi Vakfı Başkanı yazar Latife Tekin, belediye tarafından baskı altına alınmak istendiğini ve tehdit edildiğini iddia etti.


Gümüşlük Belediye Başkanı DP’li Mehmet Tire ise, Tekin’in başında bulunduğu vakıf tarafından kaçak inşaat yapıldığı gerekçesiyle soruşturma başlatarak yıkım kararı aldıracağını söyledi.


Beldedeki 1 ve 2. derece arkeolojik ve doğal sit alanlarının 3. dereceye düşürülerek yapılaşmaya açılacağı iddiaları ortalığı karıştırırken, Tekin, tarihe sahip çıkmaya çalıştıklarını söyledi.  Tire ise Tekin’in asılsız iddialarla gündemi saptırmaya çalıştığını savunarak, “Tekin’in benim şahsımda üç kuruşluk değeri yok. Bir ihbar sonucu vakfa gönderdiğim yetkili personel, ruhsatında 1032 metrekare hakkı olan vakıf arazisinde 244 metrekare fazla ve kaçak inşaat tespit etti. Bu nedenle yasal işlem başlattık” ifadesini kullandı.


Tekin ise Tire’nin bu iddiasına “Yapılaşma hakkının 5 bin metrekare olduğu ve sadece bunun dörtte birini kullandıkları” yanıtını verdi.

Milliyet, Haber: Yaşar Anter, 14.08.2009


******


MYNDOS İÇİN HALA UMUT VAR

 

Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay'dan Myndos antik kentine destek geldi. Günay, sit alanlarının betonlaşmasına karşı olduğunu ve Myndos'un korunması gerektiğini açıkladı.

 

Gümüşlük Akademisi'nin 31 Temmuz'da 'Myndos Umut Konserleri' ile başlattığı ve antik Myndos kentinin betonlaşmasına engel olmak için düzenlenen kampanyaya beklenen destek kısa sürede geldi. Zuhal Olcay'la başlayan gönüllü konserler aracılığıyla verilen mücadeleye Kültür Bakanı Ertuğrul Günay ilgisiz kalmadı. Gümüşlük Akademisi'nin kurucusu yazar Latife Tekin'in bir televizyon programında yaptığı, "Kültür Bakanımızdan konuyla ilgili bir açıklama bekliyoruz ve kendisini konserlerimize davet ediyoruz," çağrısı üzerine Bakanlıktan şu yanıt geldi: "Kültür ve Turizm Bakanlığı sit alanlarının betonlaşmasına, tarihi dokusunun yapılarla bozulmasına karşıdır. Böyle bir bozulmaya tahammülü yoktur. Bölgedeki I. ve II. derecede arkeolojik sit alanı olarak tescilli bulunan alanların III. dereceye dönüştürülmesine ilişkin herhangi bir çalışma mevcut değildir."

Latife Tekin de bu gelişmeden dolayı çok mutlu olduklarını söyledi ve şunları ekledi: "Bakan Ertuğrul Günay bizi hemen yanıtladı. Konuyu araştırdıklarını, orada bir ihlal sözkonusuysa gereğinin yapılacağını açıkladılar. Myndos için hala umut var. Myndos hepimizin. Bakanı konserlerimize de bekliyoruz. Bodrumlular da bize çok destek veriyor. Konserlere büyük ilgi var. İlk gece Zuhal Olcay'ın konserine 450 kişilik amfi tiyatroya 500 kişi geldi." Myndos Umut Konserleri, bu akşam saat 21.30'da Bodrum Gümüşlük'te, Gümüşlük Akademisi'nin bahçesindeki amfi tiyatroda gerçekleşecek Bulutsuzluk Özlemi konseriyle devam ediyor.

Sabah, 5.08.2009

ROMA LAHDİNİ HAMUR TEKNESİ YAPTILAR





Çanakkale'nin Biga İlçesi'nde, Parion Antik Kenti kazılarının sürdürüldüğü Kemer Köyündeki bir evde bulunan ve önceleri hamur teknesi olarak kullanıldığı belirtilen lahit, antik kentin nekropolüne taşındı.

 

Kazı Başkanı, Atatürk Üniversitesi Arkeoloji Bölümü öğretim üyesi Prof.Dr. Cevat Başaran, AA muhabirine yaptığı açıklamada, yaklaşık 2 aydır kazı çalışmalarının sürdürüldüğü Parion Antik Kentinde yeni bir lahiti gün yüzüne çıkardıklarını söyledi.

 

Başaran, lahdi, köyde kahve işleten ve ''Kahveci Kadir'' olarak tanınan köylünün bilgi vermesi üzerine, onun kiracı olarak oturduğu evde bulduklarını belirterek, ''ev sahibinin babası eski bir ağaymış. Yanında çalışanların ekmeğini kendi evindeki fırında yapıyormuş. Bu lahit de o zamanlar hamur teknesi olarak kullanılıyormuş. Evin mutfak bölümünde bulunan bu lahitten kimseye bahsedilmemiş. Vatandaş, bize güvendi ve haber verdi. Biz de evin mutfak bölümündeki lahdi gün yüzüne çıkardık'' diye konuştu.

 

Prof.Dr. Başaran, lahdi, kazı ekibi ile birlikte yoğun uğraşlar sonucu, evin kapısını kırıp vinç yardımıyla çıkardıklarını ve Parion Nekropolü'nde (mezarlık) hazırlanan podyumun üzerine koyduklarını kaydetti.

 

Yaklaşık 4,5 ton ağırlığında, 2,5 metreye 1,25 metre ölçülerindeki lahdin yüksekliğinin 1 metre civarında olduğuna değinen Prof.Dr. Cevat Başaran, şu bilgileri verdi:

''Roma Dönemine ait, 2. yüzyıl tarihli mermerden yapılmış prokonnessos tipi yarı yapım lahdin ön yüzü üzerinde tabula-ansata (ölenin ismi, kendisi ve ailesinin özelliklerini anlatan kitabe)  ve girlandlar (askı çelenk motifi) var. Kısa yan yüzlerde  girlandlar yer alırken, arka yüzün sonradan değiştirilerek bir çeşme cephesi olarak düzenlendiğini görüyoruz. İki yanında selvi ağacı motifleri arasında dilimli kemer şeklinde aynalığı olduğu anlaşılıyor, bunun da üzerinde üç satırlık kitabe yeri hazırlandığını tespit ettik.''

Akşam, 14.08.2009

TOKİ'DEN SATILIK TARİHİ ESER





Koruma Kurulu, TOKİ’nin satmaya hazırlandığı Ataköy sahilindeki tarihi yapıları birinci sınıf eser olarak tescil etti. Kurul, ‘Bu arazilerde kurul görüşü alınmadan hiçbir işlem yapılamaz’ diye tapuya şerh koydurdu.

 

Toplu Konut İdaresi’nin (TOKİ) 19 Ağustos’ta ihaleyle satmaya hazırlandığı Ataköy sahilindeki arazide, Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu tarafından tescil edilmiş birinci grup tarihi eserler olduğu ortaya çıktı.


Ataköylülerin gece gündüz eylem yaparak satılmasını engellemeye çalıştıkları arazide inceleme yapan İstanbul 7 Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu, 22 Nisan 2009 tarih ve 6430 yevmiye numaralı kararında, arazide bulunan İskender Çelebi ihata duvarı, baruthane binaları, kule ve tarihi çeşmeyi birinci grup tarihi eser olarak tescil etti.


Koruma Kurulu, tarihi eserleri arazinin tapu kaydına işleterek, şerh koydurdu. Kurul’un koydurduğu tapu şerhinde, tarihi eserlerin bulunduğu parsel ile bu parsele komşu parsellerde, kurul görüşü alınmadan çivi bile çakılamayacağı vurgulandı. Kurulun tapuya düştüğü şerh şöyle:

“İstanbul 7 Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğü’nün 20/04/2009 tarih, 135 sayılı yazısına ekli karar gereğince bu parsel (564 ada 158, 161, 162 parseller) ve bu parsellere komşu parsellerle ilgili olarak kurul görüşü alınmadan hiçbir işlem yapılamayacağı bildirildi.”

 

Kurul kararına rağmen TOKİ yaptığı satış duyurusunda, söz konusu araziye, yüksekliği 72 metreyi geçmeyen binalar inşa edilebileceğini açıkladı.


Açıklamada ayrıca, Sivil Havacılık Genel Müdürlüğü’nden görüş alınarak bu yüksekliğin artırılabileceği ifade edildi, TOKİ’ye göre turizm ve rekreasyon imarı olan araziye; otel, apart otel, gazino, lokanta, yat kulübü, alışveriş tesisleri, akaryakıt istasyonu, gösteri-spor-eğlence tesisleri, sağlık kulübü, marina, kanal, gölet, havuz ve benzeri su yüzeyleri yapılabilecek.


TOKİ, Ataköy sahilinde üç parsel halinde toplam 94 bin metrekarelik araziyi 517 milyon 540 bin lira muhammen bedel üzerinden satışa çıkardı. Arazileri satın alan firma isterse yüzde 20’sini peşin olarak ödeyip, kalanını 36 ay vadeye bağlayabilecek. TOKİ, üç parsel toplamına en yüksek teklif veren ve peşin ödemeyi kabul eden firmayı tercih edeceğini açıkladı. TOKİ, satışa çıkardığı üç parselin yanındaki 59 bin 799 metrekarelik parseli de yıllık 6 milyon lira kira artı yüzde 18 KDV’yle 49 yıllığına kiralayacağını ilan etti.


TOKİ 49 yıllık kira bedelini peşin olarak veren firmaya da yüzde 25 indirim yapacağını duyurdu. TOKİ, Ataköy’de Galleria alışveriş merkezinin yanındaki araziyi 16 yıl süren dava sonucunda 2008 yılında devralmıştı. Araziyi Emlak Bankası’ndan yap-işlet-devret modeliyle alan Yafes Öztürk ve mirasçıları davayı kaybedince, arazi üzerindeki motel binaları yıkılmıştı. 


Koruma kurullarının tapuya düştüğü şerhler, o arazi üzerindeki yapılaşmanın önüne en büyük engel olarak çıkıyor. Zorlu Gayrimenkul’ün, Özelleştirme İdaresi’nden 800 milyon dolara satın aldığı Karayolları arazisinde yapmayı düşündüğü proje, Kurul onayına sunulmuş olmasına rağmen hala gerçekleştirilemedi.


Aynı şekilde Rönesans İnşaat da Zeytinburnu’nda denizi doldurarak inşa edeceği kruvaziyer gemi limanı projesini Koruma Kurulu’nun uyarılarıyla yeniden tasarladı. Her iki proje de kurul onay süreçleri ve imar planlarının iptali istemiyle açılan davalar nedeniyle üç yıldır bekliyor.






Tarihi belgelere göre; Baruthane-i Amire adıyla anılan Bakırköy Baruthanesi, Şehremini Baruthanesi’nin yanması üzerine şehrin dışında yeni bir tesis kurulması düşüncesinden doğmuş. Baruthanenin önce Kağıthane deresinin kıyısına yapılması planlanmış ancak burasının o dönemde bir mesire yeri olduğu düşünülerek, Bakırköy’deki (Makri kariyesi) İskender Çelebi bahçesinin daha uygun olduğuna karar verilmiş. Baruthane’de 1724 yılında bir yangın çıkmış, hızla tamir ettirilerek 1727’de tekrar faaliyete geçirilmiş. III. Selim devrinde Baruthane Nazırlığı kurularak bütün baruthaneler Bakırköy Baruthanesi’ne bağlanmış ve 1794 yılında eski Başdefterdar Mehmed Şerif Paşa nazır olarak görevlendirilmiş

Milliyet, Haber: Fehim Genç, Fotoğraf: Murat Öztürk, 14.08.2009





Mimarlar Odası Bakırköy Şube Başkanı Esin Hacıalioğlu, parsellerin satışına olanak sağlayan kararın iptali için Bakırköy Belediyesi tarafından başlatılan hukuki sürecin devam ettiğini belirterek, “İlgili parsellerde Bizans ve Osmanlı dönemine ait kalıntılar olduğu bilinmekte ve arkeolojik sit olması yönünde Anıtlar Kurulu’na müracaatımız bulunmaktadır. Ayrıca parseller üzerinde Anıtlar Kurulu’nca tescillenmiş çok sayıda ağaç mevcuttur” diye konuştu. Ataköy 1.Kısım Derneği Başkanı Prof. Dr. Ayfer Kaynar ise, “Hem modern yapısıyla hem tarihi yapısıyla İstanbul’un gözbebeği olan Ataköy sahili, turizm ve ticaret alanına dönüştürülmeye çalışılıyor” dedi. 

Milliyet, Haber: M. Akif Erdem, 14.08.2009

KONAK'TA TARİHİ BİNALARA ÇİÇEK

 

İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin “develi örtü” tartışması devam ederken, Konak Belediyesi, eski ve yıpranmış yapıları yeşil örtü ile süsleme kararı aldı.

 

Konak Belediye Başkanı Dr. Hakan Tartan, eski yapıları çevreleyen koruma perdelerini begonvil ve sarmaşıklar ile süsleyerek kötü görüntüyü ortadan kaldırmaya başladıklarını söyledi. Araç ve yaya trafiğinin yoğun olduğu cadde üzerlerinde bulunan tarihi binaların önüne ve çevresine; begonvil, morsalkım ve hedera sarmaşığı gibi bitkilerin dikildiğini belirten Başkan Tartan, uygulamanın vatandaşlar tarafından beğenildiğini dile getirdi.

 

Kent içinde yıkılmaya yüz tutmuş yapıların vatandaşlara zarar vermesini önlemek amacıyla perde uygulaması yapıldığına değinen Başkan Tartan, “Ancak tarihi yapıyı korurken, demir perde ile birlikte ortaya görsel bir kirlilik çıkıyor. Bunun da önüne geçebilmek amacıyla yeni bir uygulama başlattık. Demir perdelerin önüne dikilen rengarenk begonvil ve sarmaşıklar perdeyi sardığında yeşil bir görüntüyle birlikte çehresi değişecek. Alsancak bölgesinde başlattığımız çalışmayı kent içindeki perde yapılan tüm binalarda uygulayacağız. Bir süre sonra kötü görüntüler vatandaşları rahatsız etmeyecek. Yasalar çerçevesinde Belediye olarak, ancak bu müdahaleyi yapabiliyoruz. Çünkü eski yapıların sahiplerine ulaşmak çok zor. Şahıslara ait mülkler oldukları için başka bir işlem de yapılamıyor” dedi. Çankaya’daki yıpranmış Atlas Oteli’nin görsel kirliliğini ortadan kaldırmak isteyen Büyükşehir Belediyesi, binaya üzerinde develerin, fesli adamların bulunduğu örtüyü giydirmişti. Bu tercih, İzmir’in ‘geçmişteki kültürü’ olarak tanımlanmıştı.

Hürriyet Ege, 14.08.2009

MERYEMANA MEZARI KARABURUN'DA MI?

 

Fotoğraf Altı: Çeşme Müze Müdürlüğü uzmanları, bölgede inceleme yaptı. Geç Roma ve Erken Hıristiyanlık dönemlerine ilişkin bulgular ortaya çıktı. Hıristiyan kaynakları, Havari Yohanna’nın yazdığı ve kıyametle ilgili bilgiler içeren İncil’in de Meryem Ana mezarında olduğunu söylüyor.

 

Karaburun Yarımadası’nın tarihinin 10 milyon yıl öncesine dayandığını belgeleriyle kanıtlayan araştırmacı, yazar ve gazeteci Neşet Öztekin, bu kez dünya tarihine yön verebilecek bir araştırmayla gündemde... 78 yaşındaki Öztekin, Hıristiyan aleminin peygamberi Hz. İsa’nın annesi Meryem Ana’nın, yüzyıllardır bulunmaya çalışılan mezarının, Karaburun’da, Yaylaköy’deki ‘Ana Manastırı’ ile ‘Yarengediği’ olarak bilinen bölgede olduğunu iddia ediyor.

 

Öztekin, kanıt olarak da Meryem Ana Evi’nin Selçuk’ta Bülbül Dağı eteklerinde bulunmasına aracı olan rahibe Anna Katharina Emmerich’i ve hıristiyan kaynaklarında anlatılanları gösteriyor. Usta araştırmacı, “Tüm veriler Karaburun’u gösteriyor. Bölgenin adı Ana Manastırı ve sürekli su akan kaynağın adı da Ana Manastır Ayazması. Yapılacak kapsamlı bir araştırma sonucu kayıp mağara ve mezar burada bulunacak, tarih yeniden yazılacaktır” diyor.

Milliyet Ege, 14.08.2009

TARİHE BAZ KONDU

 

 

Kalecik Belediyesi’nin GSM şirketlerine kiraladığı tarihi Kalecik Kalesi’ne dikilen dev baz istasyonunun Anıtlar Yüksek Kurulu tarafından tam dokuz yıl sonra fark edildiği ortaya çıktı.

Edinilen bilgiye göre, tarihi kalenin mülkiyet sahibi Kalecik Belediyesi, kaleyi 2000 yılında GSM şirketlerine kiraladı. Üç GSM şirketi de, ilçenin her yanından görülebilen ve SİT alanı olmasına karşın kaleye dev bir baz istasyonu kondurdu. Aradan yıllar geçmesine rağmen dev baz istasyonu, hiç bir kurumun ve yetkilinin dikkatini çekmedi.

Temmuz ayında Tarihi Kalecik Köprüsü’nde bir taşın kaybolduğu ihbarını alan Anıtlar Yüksek Kurulu üyeleri, inceleme yapmak üzere Kalecik’e girerken dev baz istasyonunu farkettiler. İstasyonla ilgili yetkililerinden bilgi alan üyeler, kalenin belediye tarafından GSM şirketlerine kiralandığını öğrenince, baz istasyonunun hemen kaldırılmasını istedi ancak, istasyon aradan bir ay geçmesine rağmen halen kaldırılmadı.

Kırıkkale-Çankırı karayolundan dahi görülebilen dev baz istasyonunun yanındaki Atatürk heykelinin hali ise yürekleri sızlatıyor. Geçtiğimiz yıl kalenin her yanının restore edilmesine karşın, ayağı parçalanmış, kafasında ve sırtında boya lekeleri bulunan Atatürk heykeline dokunulmaması da, "Bu nasıl restorasyon" dedirtiyor.

Hürriyet Ankara, Haber: Eray Görgülü, 14.08.2009

TARİHİ KULEDE OT TEHLİKESİ

 

Tokat'ta, Osmanlı Padişahı Sultan II. Abdülhamit Han tarafından yaptırılan tarihi saat kulesinde biten otların tarihi yapıya zarar vermesinden endişe ediliyor.


Tokat'ta, II. Abdülhamit Han'ın tahta çıkışının 25. yıldönümüne rastlayan 1902 yılında kesme taştan yapılan 33 metre yüksekliğindeki saat kulesinde biten otlar defalarca temizlenmesine rağmen sorun giderilemedi. Kesme taşlar arasında biten otların horasan tabir edilen malzemeyi bozarak taşların zamanla yerinden oynatmasından korkuluyor. Saat kulesinin altında 16 yıldır baba yadigarı mesleği saat tamirciliği yapan ve saat kulesine elinden geldiği kadar bakım yapan Ahmet Ulhan ise otların saat kulesine zarar vereceği görüşüne katılmadığını ifade ederek, asıl otların yerinden oynatılması ile taşların arasının açılabileceğini kaydetti. Saat kulesinin tepesinde ve çevresindeki otların ise rüzgar ve kuşlar vasıtasıyla getirilen tohumların kesme taşlar arasına girmesi sonucu bittiği tahmin ediliyor.

Tokat Kent Haber, 13.08.2009

DEFİNE AVCILARI YAKALANDI

 

Kahramanmaraş'ın Ekinözü İlçesi'nin Boğazbağları mevkiinde define arayan üç kişi yakalandı.

İlçe merkezine bir kilometre uzaklıktaki Boğazbağları mevkiine gelen üç kişi kaçak kazı yaparak tarihi eser aramaya başladı.

 

Beraberlerinde getirdikleri kepçe ile bahçe içerisinde kazı yapan kişileri gören vatandaşlar durumu Ekinözü İlçe Jandarma Komutanlığı'na bildirdi. İhbar üzerine operasyon başlatan jandarma ekipleri kaçak kazı yapan üç kişiyi yakaladı. Şahısların kazı sırasında bazı eserler buldukları öğrenildi. Çıkartılan eserlerin hangi döneme ait olduğunun yapılan incelemenin ardından ortaya çıkarılacağı belirtildi.

Kahramanmaraş Kent Haber, 13.08.2009

TARİHE IŞIK TUTULUYOR





Afyonkarahisar'ın Bayat İlçesi'nin Yukarı Çaybelen (Maçaklı) Köyü'nün 40 kilometre doğusunda yer alan ve halk arasında Dede Mezarı olarak bilinen tarihi yerleşme ve mezarlar gün ışığına kavuşuyor. Afyonkarahisar ve ilçelerindeki en eski yerleşim ile bölgenin o dönemdeki yaşam şekillerine ilişkin bilgiler veren kazılarda 350'den fazla mezar kazılıyor

Maçaklı Kale ismi verilen höyükte Afyonkarahisar Müze Müdürlüğü'nce gerçekleştirilen kazılarda, höyükte MÖ 1900-1550 yılları arasında yaşamış olan bir topluluğa (Orta Tunç Çağı'nda) ait mezarlığın, yerleşmenin 400 metre güneydoğudaki bir sırta yapıldığı tespit edildi. Mezarlık MÖ 1900 yılından itibaren 400 yıl kadar kullanıldığını açıklayan Afyonkarahisar Müze Müdürü Mevlüt Üyemez, kazı yaptıkları alanda 350-360 civarında mezar bulunduğunu açıkladı. Günümüzde tarım alanı olarak kullanılan bu mevkiinin halk arasında Dede Mezarı olarak isimlendirildiğini ifade eden Müze Müdürü Mevlüt Üyümez, inanışa göre mezarlıktan geceleri çok parlak ışıklar yandığını ve bu ışıklar yukarıdan aşağıya doğru hareket ettiğini söyledi. Bölgenin halk için olan önemini de hatırlatan Müdür Üyümez, bölge halkının yağmur duası için Dede Mezarı'na çıktığını vurguladı.

Afyonkarahisar Müze Müdürlüğü başkanlığında 2005 yılından beri Dede Mezarları'nda arkeolojik kazılar yapıldığını belirten Mevlüt Üyümez, "Bu kazılara Selçuk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Doç.Dr. Özdemir Koçak ve ekibi bilimsel heyet üyeleri olarak katılmaktadır. Yapılan kazı çalışmalarında yüksek bir teknoloji kullanılmaktadır. Burada Eskiçağ Tarihi, Arkeoloji, Antropoloji, Jeodezi Mühendisliği, Jeofizik Mühendisliği ve Kimya gibi bilim dallarından hocalar çalışmalar yapmaktadır. Mezarlıktan çıkarılan insan kemiklerinin Karbon analizleri Amerika Florida'da bulunan Beta Analytic Radiocarbon Dating Laboratory'de yapılmaktadır." dedi.

Dede Mezarları'nın sınıflandırılmasının Orta Tunç Çağ'ına tarihlendirildiğini de anlatan müze Müdürü Mevlüt Üyümez, mezarlığın 90 metreye 60 metre büyüklüğünde olduğunu belirtti. Mezarlıkta o dönemde Anadolu'da uygulanan üç çeşit gömme geleneğinin var olduğunu söyleyen Üyümez, "Bunlardan birisi; insanların büyük küpler içerisine gömülmesidir. Diğeri iri ve yassı taşlardan dikdörtgen şeklinde yapılan mezarlara olan gömüdür. Son gömme şekli ise kayaların oyulması suretiyle ölünün bu alana gömülmesidir. Ölüler genellikle hocker denilen tarzda, yani anne karnındaki gibi gömülmektedir. Bu mezarlıkta bazı ölülerin de yakılarak küçük küplere konduğu ve gömüldüğü görülür." diye konuştu.

Mezarlarda ölülerin daha sonraki hayatlarında kullanmaları için bazı eşyalarıyla beraber gömüldüğünü de vurgulayan Mevlüt Üyümez, bu eşyaların topraktan yapılmış çanak-çömlekler, kemik ve taş boncukların yanı sıra bronzdan yapılmış yüzük, bilezik ve iğneler olduğunu anlattı. Dede Mezarı Nekropol kazılarının, Anadolu'nun Orta Tunç Çağ ismi verilen dönemi hakkında çok önemli bilgiler verdiğini de ifade eden Üyümez, bu bilgilere göre Afyonkarahisar çevresinde sözü edilen dönemde kendisine has ve gelişmiş bir topluluk yaşadığının tespit edildiğini anlattı. Orta Tunç Çağı'nda ölü gömme geleneğinin yanı sıra dönemin insan yaşantısı hakkında çok önemli bulgular elde edildiğini hatırlatan Üyümez, 2009 yılı kazı çalışmalarının 20 Ağustosa kadar devam edeceğini anlattı.

Afyon Haber, 13.08.2009

BUCAK'TA TARİHİ ESER OPERASYONU

 

Bucak Jandarma Komutanlığı ekiplerince, Bucak İlçesine bağlı Kocaaliler Beldesi Pazar mahallesinde oturan D.A’nın tarihi eser kaçakçılığı yaptığı istihbaratını alan jandarma ekipleri şahsı uzun süredir takibe alması ile D.A’nın evinde bulunan tarihi eserleri pazarlamak istemesi tespiti ile harekete geçen jandarma D.A’nın evinde yapılan aramada 2 adet Gümüş Darik sikke, 8 adet Hellenistik Gümüş Sikke, 1 adet Bizans dönemine ait haç, 3 adet Bizans dönemine ait takı, 1 adet Selçuklu dönemine ait gümüş sikke, 3 adet Amorf parça tarihi eser, 2 tanede tarihi eser niteliği olmayan taş parça ve 1 tanede 25 santim uzunluğunda 11 santim genişliğinde MS 2.yy Roma dönemine ait heykel yakalandı.

 

Heykelin milattan sonra ikinci yüz yılda koluna yılanlar sarılmış hekim heykeli olduğu iddia edilirken yakalan tarihi eserler Burdur Müzesine teslim edildi.

 

D.A tarihi eser bulundurmak, satmak suçlarından adli makamlara sevk edilirken, konu ile ilgili soruşturma sürdürülüyor.

Burdur Kent Haber, 13.08.2009

AÇIK HAVA MÜZESİ'NE DOĞRU





Bodrum Aspat antik bir yerleşke; 8. yüzyıla ait Roma hamamı, limanı, dağın eteklerine yayılan kent kalıntısı ve tepede yer alan Çıfıt Kalesi’yle geçmişin izlerini günümüze taşıyan bir kültür merkezi. Kaynağı, denizle birleşen deresi ve kumsalıyla doğal güzellikleri koruyan bir koy. Bu koyda bulunan sahil tesislerini işadamı Murat Balkan işletiyor. Ancak bu tesisler tahmin ettiğiniz üzere modern bir ‘beach’ değil, sanat yapıtlarıyla taçlandırılmış potansiyel bir açıkhava müzesi.

Bütün hikaye, takvimler 2002’yi gösterirken, Prof. Kıymet Giray ve bir grup arkadaşının “öğrenimlerini ülkemizde tamamlamış genç ressam ve heykeltıraşların yarının Türk sanatına katkıda bulunmasına olanak sağlamak” amacıyla, ilk Uluslararası Resim ve Heykel Sempozyumu’nu düzenlemek üzere işe koyulmasıyla başlıyor. İlk zamanlarda daha genç sanatçılarla çalışan ekip, zamanla ustaları da dahil etmiş etkinliklere. Tamamen özel bir girişim olan bu tasarıya katılan sanatçılarla bir belge imzalanıyor, yapıtlarının hiçbir zaman satılmayacağı ve ‘Aspat Heykel Parkı ve Resim Müzesi’ yapıtları olarak korunacağına dair.

Tasarının hayata geçirildiği yıldan bu yana, birçok siyasi, kültürel ve ekonomik değişime rağmen, bu girişimin halen, eskisinden de kapsamlı bir şekilde devam etmesinde Murat Balkan’ın büyük emeği ve özeni olduğunu söylüyor Kıymet Giray. Bunun nedeni ise sanat ve sanatçıların düşünsel alanda geliştirecekleri açılımların toplumu aydınlatma niteliğine olan inancı.

Giray’ın söylediklerine bakılırsa çağdaş sanatın örnekleri arasında denize giren, dinlenen halk, Bodrum’da eğlencenin yalnızca magazin boyutunda olmadığına tanık olmaktan mutlu ve çalışmayla çok ilgili. Atölyeler onlara da açık. Yapıtların her geçen gün geçirdiği değişimi izlemek onları mutlu ediyor.

Girişimin en güzel tarafı belki de bugüne kadarki (yaklaşık 30 tona varan) birikimin 2013’te bir Açık Hava Taş Müzesi’ne dönüştürülecek olması. Bu Türkiye’de bir ilk olacak. Giray, heykel parklarının dünya üzerinde, özellikle Kuzey Avrupa’da önem taşımaya başladığını, örneğin Kröller Müller Müzesi’nin gerek heykel bahçesi, gerek resim müzesiyle Aspat için iyi bir örnek olabileceğini söylüyor: “Nasıl ki Aspat’ta bulunan antik yerleşke geçmişi bugüne taşıyorsa, bugün yapılan çağdaş sanat yapıtları da geleceğe kalan değerler olsun istiyoruz.”

Atölyeler 15 Ağustos’a dek devam edecek.

Cumhuriyet, Haber: Elif Bereketli, 13.08.2009

MAĞARALAR AYDINLATILDI

 

Konya merkez Selçuklu Belediyesi, tarihi bir yerleşim alanı olan Sille'de tarihi mekanları ve mağaraları aydınlatarak bu alanın turizm değerini artırıyor. Sille'yi turizme kazandırma ve turizm gelirinden bölge halkının faydalanmasın yönelik çalışmalar kısa sürede olumlu gelişmelere neden oldu.

 

Selçuklu Belediyesi tarafından restore edilen Karataş Cami, Mezaryaka Cami, Hacı Ali Ağa Hamamı ve Kültür Evi'nin yanı sıra tarihi mağaralarda ışıklandırma çalışmaları tamamlandı. Yapılan çalışmalarla birlikte Sille akşam saatlerinde ışıl ışıl bir görüntü alıyor. Aydınlatma sisteminin faaliyete geçişiyle birlikte Sille ilgi odağı oldu. Özellikle Profesyonel ve amatör fotoğrafçıların ilgi gösterdiği Sille, yeni yüzüyle ziyaretçilerini bekliyor.

Habertürk, Haber: Murat Dönmez, 13.08.2009

'PEKİN ADAMI' ATEŞ KULLANIYORMUŞ

 

Çin Uluslararası Radyosunun haberine göre, arkeologlar, Pekin adamının da bulunduğu Coukoudien mağaralarında birçok omurgalı hayvan fosilinin yanı sıra küller, yanmış kemikler ve kömürleşmiş bazı kalıntılar bulduklarını duyurdu.

 

Bu keşfin, 200-500 bin yıl önce yaşamış Pekin Adamı'nın ateş kullandığını kanıtladığı belirtilen haberde, geçmişte bazı yabancı uzmanların "o dönemde Pekin Adamı'nın ateş kullanamayacağını" iddia eden söylemlerini de cevapladığı kaydedildi.

 

Omurgalı Paleontoloji (Taşıl Bilim) ve Paleoantropoloji Enstitüsü Başkan Yardımcısı Gao Şing yaptığı açıklamada, son dönemde bölgede bulunan bin yıllık omurgalı fosillerinin, taş aletlerin ve birçok kalıntının aksi yöndeki tüm iddiaları çürüttüğünü söyledi.

 

Pekin'in 50 kilometre güneybatısında bulunan Coukoudien bölgesi, Pekin Adamı'nın yaşadığı yer olarak biliniyor. Pekin Adamı ya da günümüzdeki bilimsel adıyla Homo Erectus Pekinensis (Dik Yürüyen Pekinli), günümüzden 200-500 bin yıl önce yaşamış insan türünün genel adı.

 

Paleoantropoloji çalışmalarında dünyada bir dönüm noktası olarak kabul edilen Pekin Adamı, 1929 yılında Çinli arkeolog Vey Pıncong tarafından bulundu.

 

Pekin Adamı'nın kalıntıları ve kafatası 1937-1945 yılları arasında kayboldu. Bazı çevreler, kalıntıların ABD'ye kaçırıldığını iddia ediyor.

Ntvmsnbc, 13.08.2009

BATIKTAN ÇIKAN DEV SÜTUNLAR DİKİLDİ

 

İzmir'in Seferihisar İlçesine bağlı Kızılburun mevkiinde MÖ 1'inci yüzyılda batan gemiden çıkarılan dev mermer sütunlar, TIR'a yüklenerek Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi'ne getirildi. Mermer sütunlar, İzmir Menderes’teki Klaros antik kentinde bulunan Apollon Tapınağı’nın inşasında kullanılmak üzere Marmara Adası’ndan yola çıkmıştı.

Gemi batınca tam 2 bin 100 yıl boyunca, denizin dibinde kalan sütunlar, 2006 yılında çıkarılıp koruma altına alındı. Sütunlardan üçü dün temizleme ve koruma işleminden geçirilmek üzere Bodrum Sualtı Arkeloji Müzesi’ne getirildi. Çeşme ’den TIR ile getirilen her biri 6-7 tonluk dev eserlerin vinçlerle indirilişini turistler de ilgiyle izledi.

Eserlerin gerekli işlemlerden geçirildikten sonra Çeşme Müzesi’ne götürüleceği açıklandı. Kızılburun batığında yapılan çalışmalar sırasında mezar stelleri, mermer sunu kapları, mermer levhalar, Hermes heykelciği, kurşundan imal edilmiş çıpa, derinlik ölçmek için kullanılan iskandil ve çeşitli amforalar bulunmuş ve Çeşme Müzesi’nde koruma altına alınmıştı.

Radikal, 13.08.2009

AHLAT DÜNYA MİRAS LİSTESİ'NE ADAY





Bitlis'in Ahlat İlçesi'nde ''Ahlat Eski Yerleşimi ve Selçuklu Mezar Taşları''nın, Dünya Kültür Mirası Programı'na alınması için, ''Dünya Miras Alanı Yönetim Planını Hazırlama Koordinasyon Toplantısı'' düzenlendi.

Kültür ve Turizm Bakanlığı, Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü Koruma Planlaması, Kültür Yatırım ve Girişimleri Teşvik Dairesi Başkanı Melih Hakan Aygün, Bitlis Eren Üniversitesi Ahlat Meslek Yüksek Okulu'nda düzenlenen toplantıda, Ahlat'ın Dünya Miras Listesine alınabilmesi için bir dizi çalışmanın yürütülmesi gerektiğini söyledi.

Bir alanın Dünya Miras Listesine alınabilmesi için, o alanda alan yönetim planının yapılmasının zorunlu hale getirildiğini belirten Aygün, şöyle konuştu: ''Toplantımızı, dünya miras geçici listesinde bulunan Ahlat'ın, gelecekte dünya miras listesine alınması için şart olan, alan yönetim planının hazırlanması sürecine ilişkin, bilgi alışverişinde bulunmak için düzenledik. Dünya Miras Merkezi uygulama kılavuzunda, bir alanın Dünya Miras Merkezi'ne alınabilmesi için, o alanda alan yönetim planının yapılması zorunlu hale gelmiştir. Süreç olarak genel yaklaşımda öncelikle bir alan sınırı belirliyoruz. Ahlat'ta bu sınır çalışması yapılmış durumda. Şu anda ne yazık ki henüz Koruma Bölge Kurulumuzun toplantısını yapamaması nedeniyle, Ahlat'ın belirlenen sınırları kesinleşmemiş ve şu anda değerlendirme aşamasında bulunuyor.''

Bu süreçten sonra bir alan başkanı atanması gerektiğini açıklayan Aygün, ardından eş güdüm denetleme, danışma kurullarının kurulması, en son bölümde ise planın seyir durumuna göre denetim biriminin oluşturulması gerektiğini ifade etti. Bu konuda sivil toplum örgütlerine önemli görevler düştüğünü belirten Aygün, ''Plan, katılımcı bir süreç öngörüyor. Burada aslında bir anlamda sürdürülebilirliği sağlamak ve katılımcı süreçle beraber, herkesin elini taşın altına koyması bekleniyor. Eğer bu ilçeyi siz ayağa kaldıracaksanız, Ahlat'ı bir şekilde tanıtacaksanız ve geleceğe taşıyacaksanız. Herkes bu yükü taşımalı, bu sorumluluğu benimsemeli'' diye konuştu.

Eski Ahlat Şehri Kazı Başkanı Doç.Dr. Nakış Karamağaralı ise Ahlat'ın aday adaylığı süreci için Kültür ve Turizm Bakanlığı ile sürekli irtibat halinde olduklarını söyledi. Karamağaralı, ''Eski Ahlat Şehri Kazı Başkanlığı adına ilk etapta sınırların belirlenmesi konusunda bize düşen görevleri yaptık. Belirlenmesi gereken sınırları İl Kültür ve Turizm Müdürlüğümüzle ortak olarak belirledik. Bunun şu anda Van Koruma Kurulu'ndan geçmesi bekleniyor'' dedi.

Ahlat Kaymakamı Bilal Şentürk de Ahlat'ın Dünya Kültür Mirası Programı'na alınması için, Ahlatlılar'ın da çok istekli olduğunu ifade ederek, ''Bizlere düşen görevleri ve sorumlulukları yerine getirmeye her zaman hazırız'' diye konuştu.


Ahlat Belediye Başkanı A. Mümtaz Çoban ise adaylık süreci aşamasında, yerel yönetim olarak bu konuda üzerlerine ne düşüyorsa yapmaya hazır olduklarını belirterek, ''Şu anda bizleri ilgilendiren en önemli husus ise Türk tarih ve medeniyetinin en önemli yerlerinden biri olan Ahlat'tın, tanıtımını ve dünyayla buluşmasını gerçekleştirmek meselesidir'' dedi.


Toplantıda Kültür ve Turizm Uzmanı Derya Aslangedikli, Ahlat'ın, dünya miras listesinde yer alması için yapılan alt yapı çalışmaları hakkında sunum yaptı.

Cumhuriyet, 13.08.2009

ADIYAMAN BELEDİYESİ, TARİHİ GAZHANE BİNASINI RESTORE EDİYOR

 

 

Adıyaman Belediyesi, tarihi Gazhane mekanını restore ediyor. Şeyh Muhyiddin-i Arabi Camii'nin doğu bitişiğinde bulunan Gazhane'nin eski görünümüne kavuşması için başlanan restorasyon çalışmaları kapsamında, ünlü taş ustaları tarafından tarihi mekanın duvarları dantel gibi işlenerek şekil veriliyor.

 

Kültür ve Turizm Müdürlüğü ile Müze Müdürlüğü'nün arşivlerinde Gazhane'yle ilgili kayıtlara ulaşılarak, tarihi mekanın şekillerinden faydalanılıp, orijinal tarihi yapısına dokunulmadan beyaz kesme taşlarla kaplama ve onarım yapılıyor. Hicri 1168 tarihinde yapıldığı belirlenen Gazhane'nin yerli ve yabancı turistlerin ilgi odağı haline gelmesi için bir taraftan su drenajı döşenirken, öte taraftan duvarını oluşturan eski taşlar elle raspa edilerek (beyazlaştırılarak) taş oyma ustalarının ellerinde şekilleniyor.

 

Adıyaman Belediye Başkanı M. Necip Büyükaslan, Gazhane'nin Adıyaman'ın tarihi açısından çok önemli bir yere sahip olduğuna dikkat Çekerek, söz konusu bölgenin eski imajına kavuşacak bir mekan haline getirileceğini söyledi.

haberler.com, 13.08.2009

2 BİN 100 YIL SONRA MÜZEDELER

 

İzmir‘in Seferihisar İlçesi’ne bağlı Kızılburun mevkiinde MÖ 1’inci yüzyılda batan bir gemide 4 yıldır yürütülen sualtı kazılarında çıkartılan dev mermer sütunlar, Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi’ne getirildi.

İzmir Menderes’teki Klaros Antik Kenti’nde bulunan Apollon Tapınağı’nın inşasında kullanılmak üzere Marmara Adası’ndan çıkartılan mermerlerden işlenen ve tapınağa götürülürken geminin batması sonucu 2 bin 100 yıldır denizin dibinde kalan sütunlar, vinç yardımıyla müzenin bahçesine yerleştirildi. Çeşme’den TIR ile getirilen, her biri 6-7 ton ağırlığındaki eserlerin vinçlerle indirilişini turistler de ilgiyle izledi.

Hürriyet, Haber: Nilüfer Kandırmış, 13.08.2009

DEFİNE AVCILARINA MÜJDE





Define avcıları tarihi değer taşıyan altın ve sikke bulduklarında Turizm ve Kültür Bakanlığı tarafından ödüllendirilecek.

 

Gizli kazı yapan ya da geçmiş dönemlerde yaşayan kültürlere ait kalıntı bulanlar, bundan sonra devletten izin alarak arkeologların eşliğinde kazı yapabilecek. Kazı sonunda bulunan altın, sikke ve gömülerin bedeli mükafat olarak kazıyı yapan kişiye verilecek. Konuyla ilgili açıklama yapan Diyarbakır Arkeoloji Müzesi Müdürü Mehmet Bilici, yasalara uyularak yapılan kazılarda çıkan definenin bedelinin bulan kişiye hediye olarak verildiğini belirterek, "Kültür ve tabiat varlıklarını koruma yasası var.

 

Eğer bir kişi bir yerde hazine, altın, sikke ya da gömü olduğunu tahmin ediyorsa ya da bu yönde duyum almışsa il merkezlerinde valiliklere, ilçe merkezlerinde kaymakamlıklara başvurarak izin alma suretiyle kazı yapabilir. Alınan izinden sonra kazıyı yapacak kişiye arkeolog, kazı ekibi, kazının yapılacağı yeri korumak için polis ya da jandarma yardımı sağlanır. Ama kazıyı yapacak kişi, tüm masrafları kendi cebinden karşılar. Eğer kazı yapılan yerde herhangi bir tarihi değer taşıyan madde bulunmazsa kazıyı yapan kişiye masrafların bedeli iade edilmez.

 

Bunun için, kazı yapacakların iyice düşünmesi gerekir. Yılda ortalama 15 kaçak kazı güvenlik güçlerince tespit ediliyor. Eğer kazı yapan ya da tesadüfen tarihi eser bulanlar, 3 gün içinde Kültür ve Turizm Müdürlükleri'ne başvurursa o şahıslara mükafat verilir. Bu şahıslar 3 günlük süre zarfında bize başvurmazsa ve güvenlik güçlerince yakalandıkları takdirde o kişiler hakkında adli işlem yapılır. Bunun önüne geçmek için herkesi yasalara uymaya davet ediyorum. Kültür
varlıkları hepimizin ortak değeridir" dedi.

 

Diyarbakır'ın medeniyetler ve kültürler şehri olduğuna dikkat çeken Bilici, "Şu ana kadar Diyarbakır'da 700 ile 800 arasında tarihi eser mahiyetinde ev var. Bunlar arasında en eski ve kaliteli eserler Kortuk tepede bundan 12 bin yıl önce, yani MÖe 10 bin yılına ait olanlar. Bunları Arkeoloji müzesi olarak en iyi şekilde koruyoruz" dedi.


Diyarbakır Arkeoloji Müzesi bundan sonra yeni yerinde hizmet verecek. Müzenin yeri İçkale'de olacak. Yeni müzenin 2011 yılında hizmete girmesi planlanıyor.

Diyarbakır Kent Haber, 12.08.2009

İSTANBUL'UN İLK KENT MÜZESİ'NE ÖZEL AÇIKHAVA SERGİSİ AÇILDI





İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı projeleri kapsamında, İstanbul Büyükşehir Belediyesi, Adalar Belediyesi, Adalar Kaymakamlığı ve Adalar Vakfı’nın ortak çalışması ile hayata geçirilen 'Adalar Müzesi' projesi kapsamında, Adalar’ın bilinen tüm tarihini, yakın geçmişini, bugününü belgeleyip İstanbullulara aktarmayı amaçlayan Adalar Müzesi Sergisi, 8 Ağustos Cumartesi günü gerçekleştirilen törenle açıldı. Sergisinin ana temasını 'Anlatılan bizim hikayemiz, anılar yok olmasın, paylaşılsın, geleceğe aktarılsın' düşüncesi oluşturuyor. Bu çağrı, Adaların çok kültürlü geçmişine ve evrensel dokusuna  bağlı olarak Türkçe, İngilizce, Almanca, Fransızca, Rusça, Ladino, Ermenice, Rumca, Süryanice, Kürtçe, Arapça, Farsça dillerinde vurgulanıyor. Adaların ünlülerinden Sait Faik, Mihal Şişko, Tiraje Dikmen, Troçki, Yufkacı Yavuz Sezer, Ahmet Refik, Atatürk ve İnönü, Ciğerci Altan Sönmezler, Fethi Okyar, Reşat Nuri Güntekin, Koço Kalfa ve Hüseyin Rahmi Gürpınar, Adalıların belleğinde serginin bir parçası olarak yer alıyor.





İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti etkinlikleri kapsamında, Adalar’dan esinlenerek yaratılan kültür ve sanat eserlerini, yaşanan sürgünleri, göçleri ve anıları, çağdaş müzecilik anlayışı ve tekniğiyle bugüne ve geleceğe taşımayı hedefleyen 'Adalar Müzesi'nin, 2010 yaz aylarında ziyarete açılması planlanıyor. İstanbul Üniversitesi’nden Prof. Dr. Baha Tanman, Gökhan Akçura, Gündüz Vassaf, Bilgi Üniversitesi’nden Prof. Dr. İhsan Bilgin ile Prof. Dr. Murat Güvenç, Mimar Sinan Üniversitesi’nden Sadık Karamustafa ve İstanbul 2010 Müze ve Kültürel Miras Projeleri Direktörü Suay Aksoy’dan oluşan Kürasyon Kurulu tarafından çalışmaları yürütülen Adalar Müzesi, İstanbul’un ilk kent müzesi olma özelliğini taşıyor.

Adalıların belleklerinde çok önemli yeri olan ve Taş Mektep olarak da bilinen eski Büyükada İlkokulu’nda kurulacak Adalar Müzesi'nde, Adalar'ın Bizans öncesi döneme kadar uzanan tarihi hakkında eserler sergilenecek. Adalar'ın tarihi yaşamını ve bugüne değin yaşamış toplulukların eserlerinin yer alacağı müzenin geçici eserler sergisi bölümünde ise özellikle güncel döneme ilişkin belgeler ve fotoğraflar yer alacak. Kütüphane ve arşiv birimlerinin de yer alacağı müze aynı zamanda, adalardaki diğer müzelerle de ilişkilendirilip bir 'müzeler kompleksi' oluşturulması açısından büyük önem taşıyor. 






Halen müzenin kurulacağı tarihi Taş Mektep binasının restorasyon projeleri hazırlanırken, bir yandan da bilgi, belge ve malzeme toplanıyor. Projenin belkemiğini oluşturan sözlü tarih çalışmaları büyük bir heyecanla sürüyor. Adalıların, Ada dostlarının, sivil toplum örgütlerinin, tarihçilerin, mimarların, çevre dostlarının, araştırmacıların, yazar ve sanatçıların da desteğiyle hayata geçirilen bu tarihsel girişim, yeni müzecilik anlayışları temelinde tamamen farklı bir zeminde biçimleniyor.

Yapı, 12.08.2009

APOLLON'DA KAZI YENİDEN BAŞLADI

 

Aydın’ın Didim İlçesi'nde bulunan Apollon Tapınağı’ndaki kazı çalışmalarının 2009 yılı etabı başladı.

 

Almanya’nın Halle Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Görevlisi Prof. Dr. Andreas Furtuaengler başkanlığında yürütülen kazı çalışmaları 3 ayrı noktada 35 kişilik ekiple sürdürülüyor.

 

Didim’e bağlı Hisar Mahallesi sınırları içinde bulunan Apollon Tapınağı çevresinde sürdürülen kazı çalışmalarının 3 Ağustos’ta başladığını belirten Kazı Başkanı Prof. Dr. Andreas Furtuaengler, “3 Ağustos’ta kazı çalışmalarına başladık. 3 ayrı ekibimiz 35 kişile kazı çalışmalarını yürütüyor.

Çalışmalarımız 2 ay sürecek. Ayrıca Tavşan Adasında da kazı çalışmaları yapacağız. Tavşan Adasındaki çalışmalar 31 Ağustos’ta başlayacak. 3 Ekimde tüm çalışmalarımız bitecek. Toplam üç buçuk aylık bir çalışmamız olacak” dedi.

Her yıl binlerce yerli ve yabancı turistin ziyaret ettiği Binlerce yıllık Apollon Tapınağındaki çalışmalarda geçen yıl binlerce yıllık bir kadın iskeleti bulunmuştu.

Aydın Kent Haber, 12.08.2009

VALİ ALTIPARMAK: ÖREN YERLERİ DEFİNECİLERİN ELİNDE

 

Muğla Valisi Ahmet Altıparmak, Muğla ve çevresinde yaklaşık 200 ören yeri olduğunu belirterek, ''Yüzlerce ören yeri kontrolsüz şekilde birtakım definecilerin elinde'' dedi.

 

Vali Altıparmak, Muğla Valiliği'nde, İl Kültür ve Turizm Müdürlüğünce düzenlenen 1. Muğla Arkeolojik Kazı ve Yüzey Araştırmaları Sempozyumu'nda yaptığı konuşmada, ören yerlerine kaynak ayırmakta sıkıntı çektiklerini söyledi. Muğla'daki ören yerlerinin hızla turizme kazandırılması gerektiğini ifade eden Vali Altıparmak, ''Anadolu enteresan bir yer, örfümüzü bu şekilde kazanmış değiliz. Yüzyılların birikimi olarak yemek kültürümüz, yaşam kültürümüz bugün bu noktada, sizler de bunu iğneyle kuyu kazar gibi kazarak çıkarıyorsunuz'' dedi.

 

Bu tarihi mekanların bir şekilde insanların göz zevkine sunulması gerektiğine işaret eden Vali Altıparmak, ''Bu mekanları ziyaret edenlerden ücret alabilmeliyiz. Bu şekilde bir sonraki kazılarımızı finanse edebiliriz. Yapılan çalışmalarla üstteki birtakım kültürel değerleri elde ettik, bundan sonra bunları nasıl sergileriz, nasıl kaynak elde edebiliriz bunun hesabını yapmalıyız'' diye konuştu.

 

Altıparmak, Atina'da bir müzeyi ziyaret ettiğini, oradaki eser sayısının Muğla'daki kazı alanlarında bulunan eser sayısından az olduğunu ifade ederek, şunları söyledi: ''Orada sergilenen eserlerin çoğu bizim açık hava müzesi olarak düşündüğümüz alanlardaki sütunlar ve benzeri şeyler getirilerek oluşturulmuş. Sizin kazı yaptığınız alanlardaki kazı evlerini ve eserlerini düşünün, inanılmaz bir zenginlik, her ören yeri bugün açık hava müzesi olabilecek durumda. Böyle bir zenginliğin üzerindeyiz ama onların bir müzede elde ettiği geliri biz 200 ören yerinde elde edemiyoruz.''

 

Vali Altıparmak, yüzlerce ören yerinin kontrolsüz şekilde birtakım definecilerin elinde olduğunu savundu. Sempozyuma, İl Kültür ve Turizm Müdürü Murat Süslü, Muğla'daki kazı alanlarında görev yapan kazı başkanları ile kazı alanlarında çalışan üniversite öğrencileri de katıldı.

Turizm Gazetesi, 12.08.2009

EDİRNE SARAYI'NDA RESTORASYON





Edirne Sarayı'nın restorasyon çalışmalarına başlandı. Yapıların toprak üstünde kalan kısımlarına öncelik veren kazı ekibi çalışmalarına hız verdi.

 

"Edirne Sarayı Türk kültürünün Efesidir" diyen Trakya Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç.Dr. Mustafa Özer'in başkanlığını yürüttüğü kazı ekibindeki uzman tarihçiler de, Osmanlı arşivinde çalışmalarına start verdi. Farklı alanlardaki uzmanlardan oluşan 30 kişilik bilimsel ekibin yanı sıra, Trakya ve 18 Mart Üniversiteleri'nden gelen 16 öğrenci ve 11 işçiyle başlayan bu yıl ki kazı çalışmalarının, Eylül ayının son haftasına kadar sürdürülmesi planlanıyor.

 

Edirne Yeni Saray Kazısı Başkanı Yrd. Doç.Dr. Mustafa Özer, geçtiğimiz ay mutfaklar bölümünden başlayan kazı alanında program dahilinde sürdürülen çalışmaları kamuoyuna açıkladı. Farklı alanlardaki uzmanlardan oluşan geniş katılımlı bir ekiple başlatılan çalışmaların Eylül ayı sonuna kadar sürmesinin planlandığını kaydeden Özer, gerek Edirne ve gerekse ülkemizin diğer kentlerindeki kurum, kuruluş, sivil toplum örgütü, sanayici ve kişilerin, başlatılan Edirne Yeni Sarayı'nı ortaya çıkarma, koruma ve yaşatma çalışmalarına destek olmalarını umut ettiklerini söyledi. Özer, ülkemiz için olduğu kadar dünya için de önemli bir kültürel miras olan Edirne Yeni Sarayı'nın kurtarılarak gelecek kuşaklara aktarılmasının hedeflendiğini ifade etti. Özer, Bakanlar Kurulu'nun 11 Mayıs 2009 tarih ve 2009/14995 sayılı kararıyla, Yeni Saray alanında, başkanlığındaki bir ekip tarafından, Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Trakya Üniversitesi Rektörlüğü adına, arkeolojik kazı yapılmasının uygun görüldüğünü hatırlattı.

 

2008 yılı Aralık ayında, Sarayiçi mevkii, Yeni Saray alanında arkeolojik kazı yapmak üzere Kültür ve Turizm Bakanlığı'na yapılan başvuruda; söz konusu saray alanındaki sorunlar, yapılması gerekenler ve hedeflerin ayrıntılı şekilde belirtilerek, kısa, orta ve uzun vadeli bir çalışma takvimi belirlendiğini belirten Özer, önerilen program ve hedefler doğrultusunda, bu yıl Edirne Yeni Sarayı ile ilgili gerçekleştirmeyi düşündükleri çalışmalara başladıklarını kaydetti. Bu bağlamda, Edirne Yeni Saray alanında öncelikli olarak yapılması gereken çalışmalara başlanmış ve program dahilinde sürdürülen çalışmaları da Özer şöyle açıkladı:

 

Henüz tam olarak sınırlarını bilemediğimiz Edirne Yeni Sarayı'nın; yayılma alanını, sınırlarını ve burada bulunan kalıntıların konumunu belirlemeye yönelik olarak bölgede, harita mühendislerinden oluşan bir ekip marifetiyle ülke koordinatları esas alınarak bir halihazır ve topoğrafik harita çıkarma çalışması başlatıldı. Bu çalışmalar kademeli şekilde sürdürülmekte.


Sanat tarihi, arkeoloji, mimarlık, tarih, restorasyon, jeoloji ve harita mühendisleri gibi farklı alanlardaki uzmanlardan oluşan 30 kişilik bir bilimsel ekip yanı sıra, Trakya ve 18 Mart Üniversitelerinden gelen 16 öğrenci ve 11 işçiyle başlayan bu yıl ki kazı çalışmaları, Eylül ayının son haftasına kadar sürecek.

Edirne Kent Haber, 12.08.2009

ILISU BARAJ GÖLÜ'NDEN NE KURTULURSA

 

 

Ege Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Gülriz Kozbe, Ilısu Baraj Gölü altında kalacak tarihi eserlerin kurtarılması amacıyla yürütülen kazıların daha fazla kültür varlığının kurtarılması amacıyla genişletildiğini söyledi.

Prof. Dr. Kozbe, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Diyarbakır'ın Bismil İlçesi'ndeki Kavuşan Höyüğü'nde yürüttükleri kazılarda Asur uygarlığı dönemine ait sandık mezar, çanak-çömlek fırını, cam süs eşyası yapma fırını, küp mezar ve değerli eşyalarıyla birlikte gömülen insanlara ait mezarların ortaya çıktığını söyledi.

Kavuşan Höyüğü'nde haziran ayından bu yana 25 öğrenci ve 100 işçi olmak üzere 125 kişiyle yapılan kazılarda önemli bulgulara ulaştıklarına dikkati çeken Kozbe, Ilısu Baraj Gölü altında kalacak olan tarihi eserlerin kurtarılması amacıyla Bismil'de 2001 yılından bu yana kazı çalışmalarının sürdürüldüğünü bildirdi.

Kozbe, kazılarla ilgili şu bilgileri verdi: "Ilısu Baraj Gölü havzasında Diyarbakır, Bismil İlçesi, Siirt, Batman'da 2000 yılında başlatılan kazı çalışmaları bu yıl da sürecek. 2000 yılında başlatılan kazılar Daha fazla kültür varlığının kurtarılması amacıyla bu yıl daha da genişletildi. Bu kapsamda Diyarbakır, Bismil İlçesi, Batman, Siirt ve Mardin Dargeçit'te de kazı çalışmaları yapılacak. Kazı çalışmaları barajın yapımı tamamlanıncaya kadar devam edecek. Ilısu Barajı alanı Diyarbakır, Siirt ve Batman ile Mardin olarak üç bölgeye ayrıldı. Çalışmalar her üç bölgede de 'Ilısu Barajı ve HES Projesi Kültürel Miras Çalışmaları' kapsamında devam ediyor."

Cnn Türk, 12.08.2009

TARİHİ ESER OPERASYONU

 

Tokat'ta yapılan tarihi eser operasyonunda ele geçirilen bazı eselerin Roma ve Hellenistik dönemlere ait olduğu bildirildi.


Edinilen bilgiye göre, İl Emniyet Kaçakçılık ve Organize Suçlar Şube Müdürlüğü ekipleri, 2 şahsın elindeki tarihi eserleri yüksek meblağ karşılığında yurt dışına satacağı yönünde bilgi alarak operasyon düzenlemişti.

 

Ele geçirilen üzeri elmaslarla süslü kuş motifli broş ve küpelerin 19. yüzyıla ait olma ihtimali üzerinde durulurken, altın küpeler ve balık motifi bulunan yüzüğün Roma dönemi, Büyük İskender portresi ve arka yüzünde aslan motifi ile Aleksandr yazısı bulunan kolye sallamasının ise Hellenistik döneme ait olduğu bildirildi.

Sanıkların, ele geçirilen broş ve küpelerin 'aile yadigarı' olduğunu ileri sürdüğü belirtilirken; 3 adet altın yüzük, 1 adet altın kolye sallaması, 2 adet gümüş sikkeyi ise Komana çevresinde bir yerden temin ettikleri tahmin ediliyor.


Operasyonda ayrıca 1 adet dizüstü bilgisayar, 2 adet kazı alanını gösteren resim, tarihi eser görüntülerinin yer aldığı 3 adet CD, 1 adet el yazması kitap ve 44 adet 9 mm çaplı fişek ele geçirildi.

Tokat Kent Haber, 12.08.2009

MONA LISA'YA ÇAYLI SALDIRI

 

Paris'teki Louvre müzesini ziyaret eden bir Rus turist “Dünyanın En Ünlü Resmi” ünvanına sahip Mona Lisa tablosuna çay dolu bardak fırlattı. Le Parisien Gazetesi'nin haberine göre, elindeki kaynar çayı bardağıyla birlikte Leonardo Da Vinci'nin ünlü başyapıtı Mona Lisa tablosunun ortasına fırlatan Rus kadın, müze korumaları tarafından güçlükle engellendi.

Kadının fırlattığı bardak 'güvenlik camı'na çarpınca paramparça olarak yere düştü.

Müze yetkilileri kurşun geçirmez güvenlik camının neme karşı da koruyucu olduğunu ve tablonun zarar görmediğini açıkladı. Rus bayanda, 'sanat eserleri karşısında kafa karışıklığı yaratan ve saldırgan davranışlara iten Stendhal Sendromu' olabileceği ifade ediliyor.

Yeni Şafak, 12.08.2009

ÇUKUROVA'NIN EFES'İ OLACAK





Osmaniye'nin merkeze bağlı Kesmeburun Köyü yanında bulunan antik Kastabala Kenti'nde kazı çalışmaları sürüyor. Gaziantep Üniversitesi Arkeoloji Ana Bilim Dalı Başkanı Doç.Dr. Turgut Hacı Zeyrek başkanlığında yürütülen kazının projesini Gaziantep Üniversitesi hazırladı. Projeye Kültür ve Turizm Bakanlığı destek veriyor.

 

İlk etapta 10 yıllık süreyi kapsayacak projenin kazı çalışmaları kentin giriş kısmında bulunan sütunlu caddenin kazılıp temizlenmesi ve daha sonra da sütunların yerine dikilmesi ile başlayacak. Projenin ikinci etabında ise Tonozlu Yapı kazısı yapılıp, Bedesten'in ortaya çıkarılması planlanıyor. Üçüncü etapta ise kentin tapınak alanının kazısı yapılacak.

 

Kazı çalışmasını sürdüren Doç Dr. Turgut Hacı Zeyrek, ilk etap çalışmalarının 2009 yılı Eylül ayı sonuna kadar devam edeceğini bildirdi. Hemen yanı başında Bodrum Kale olarak adlandırılan bir de kale bulunan Kastabala Antik Kenti hakkında bilgi veren Zeyrek, "Kastabala, ilk tespitlerimize göre 150 hektarlık alanı kaplıyor. Yaptığımız ilk incelemelerde Tunç, Hellenistik, Roma ve Orta Çağ dönemlerine ait kalıntılar bulduk. kentin girişinde sütunlu cadde bulunuyor. Bu cadde daha sonra Bedesten (çarşı) bölümünden devam edip, Tiyatro bölümüne kadar gidiyor. Ayrıca Tapınak ve Hamam kısımları var. Yani burası çok kapsamlı bir yerleşim yeri. Kent tamamıyla ortaya çıktığında muhteşem bir eser ortaya çıkacak" dedi. Bu arada en çok insan gücüne ihtiyaç duyduklarını da belirten Zeyrek, yetkililerden bu konuda destek beklediklerini bildirdi.

 

Osmaniye'nin bir kaleler şehri olduğunu belirten Kültür ve Turizm Müdür Vekili Veli Aba ise Kastabala'nın Osmaniye turizmine ve tanıtımına büyük katkı sağlayacağını belirterek, "Biz daha önce Valilik ile birlikte Osmaniye turizmini canlandırmak için Kaleler Turu düzenlemeyi planlamıştık. Bu tur kapsamında Kastabala Antik Kenti de önemli bir yer alacaktır. Ayrıca Karatepe Arslantaş Açık Hava Müzesi. Kadirli Ala Cami gibi önemli tarihi yerleri de bunun içine kattığımızda Osmaniye turizmi ülkemizde önemli bir yere sahip olacaktır" şeklinde konuştu. Veli Aba, kazı çalışmalarında toplam 50 kişinin görev aldığını ve ilk etapta 210 bin TL. ödenek alındığını söyledi. Aba, Kastabala Antik Kenti'nin Çukurova'nın Efes'i olacağını  belirtti.

Gaziantep Hakimiyet, 12.08.2009

ARKEOLOJİ MÜZESİ'NİN YENİ YERİ İÇİN ÇALIŞMALARA BAŞLANDI

 

Hatay Valiliği İl Basın ve Halkla İlişkiler Müdürlüğünden yapılan açıklamada; ilimizin sahip olduğu zengin kültür varlıklarının sergilenmesinde Arkeoloji Müzesinin yetersiz kalmasından dolayı daha geniş bir alana ihtiyaç duyulduğundan ve yine şanına yakışır dünya çapında yeni bir müze binasının yapılmasının gerekli olduğu ve bunun için çalışmalara başlanılması Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından İl Kültür ve Turizm Müdürlüğüne iletildiği açıklandı. Konu ile ilgili yapılan açıklama şöyle: “Bunun üzerine; Müze Müdürlüğü tarafından yapılan araştırmalar sonucunda, yeni müze binasının yapımı için uygun görülen Hatay İli, Merkez İlçe Maşuklu Beldesi sınırları içerisinde bulunan ve mülkiyeti İl Özel İdaresine ait 1076 (12.988,65 m2), 1087 (926,38 m2), 1161 (8.905,30 m2), 1082 (15.146,49 m2), 1084 (2.296,05 m2) parsel no.lu taşınmazların, İl Özel İdaresi'den Bakanlığımıza tahsis edilmesi talep edilmiş ve İl Özel İdaresi Emlak İstimlak Müdürlüğünün 19.01.2009 tarih ve 552 sayılı yazısı eki İl Genel Meclisinin 09.01.2009 tarihli kararı ile Kültür ve Turizm Bakanlığına tahsisinin yapıldığı bildirilmiştir.” Tahsisi yapılan taşınmazlarda Müze Müdürlüğü tarafından sondaj kazısı çalışmalarının tamamlandığı belirtilerek, “Maşuklu Belediyesi tarafından söz konusu parsellere ait imar planında plan tadilatı yapılmıştır. “Hatay Yeni Müze Proje Yapımı” işi için Bakanlığımız Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğün tarafından ödenek tahsisi yapıldığı ve söz konusu işin ihale işlemlerinin Adana Rölöve ve Anıtlar Müdürlüğü ve Hatay Valiliğince koordineli olarak, yapı denetim hizmetlerinin Adana Rölöve ve Anıtlar Müdürlüğü teknik elemanlarınca ihale yetkilisi görevinin Hatay Valiliğince yürütülmesinin uygun görüldüğü bildirilmiştir. İl Özel İdaresi Plan Proje Yatırım ve İnşaat Müdürlüğünün 23.07.2009 tarih ve 8759 sayılı yazısı gereği ihale yapılmak üzere Adana Rölöve ve Anıtlar Müdürlüğü tarafından yeni müze proje yaklaşık maliyeti, tip idari şartname, hizmet alımları tip sözleşmesi, hizmet işleri genel şartnamesi ve mahal listesi Müdürlüğümüze gönderilmiş olup söz konusu dokümanlar İl Özel İdaresine iletilmiştir. İhale süreci başlamıştır” denildi.

Hatay Gazetesi, 12.08.2009

BAŞBAKAN'IN TALİMATINA UYULDU

 

 

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Mayıs 2009’da İstanbul'da ilçe belediye başkanlarına yönelik yaptığı toplantıda “Festivallere harcayacağınız parayı ilçenizde bulunan fakir fukaraya dağıtın” talimatına Adıyaman’da da uyuldu. Kahta Kaymakamlığı ve Kahta Belediyesi’nin ortaklaşa düzenlediği Uluslararası Nemrut Kommagene Festivalinin düzenlenmeyeceği öğrenildi.

 

Adıyaman ve Nemrut Dağı’nın tanıtımına büyük katkısı olan ve gelenekleri yaşatan festivalin kutlanmaması kamuoyunda tepkilere neden oldu. 16 yıldır düzenlenen Uluslararası Nemrut Kommagene Festivali’nin bu 17.’si düzenlenecekti. Kahta Kaymakamı Coşkun Açık, Başbakan’ın talimatının referansında ve başlatılan ‘Kendi Okulunu Yap’ kampanyasına destek verilmesi amacıyla festivalin bu yıl kutlanmayacağını açıkladı.

 

Geçtiğimiz yıllarda komşumuz olan Malatya’nın Nemrut Dağı festivali düzenlemek istemesi üzerine Adıyaman ayağa kalkerken, Başbakan’ın talimatıyla festivalin kutlanmayacak olması tepkilere nende oluyor.

 

16 yıldır çeşitli etkinliklerle kutlanan Uluslararası Nemrut Kommagene Festivalimiz Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın mayıs ayında İstanbul’da yaptığı ilçe belediye başkanları toplantısında ilçe belediye başkanlarına “Festivallere harcayacağınız parayı ilçenizde bulunan fakir fukaraya dağıtın” talimatı üzerine bu yıl düzenlenmeyecek. Ancak festival organizasyonu için harcanacak paranın eğitim gibi önceliklere harcanması bekleniyor.

 

Öte yandan konuya farklı açıdan bakanlar ise “Bacasız Sanayi” olarak kabul edilen turizmin gelişmesi için büyük önem arz eden ve Adıyaman’ın turizminin gelişip daha çok yerli ve yabancı turistin Adıyaman’a gelmesini sağlayabilecek Uluslararası Nemrut Kommagene Festivali’nin düzenlenmemesini büyük bir hata olarak değerlendiriyorlar.

Adıyaman haber, 11.08.2009

ASLANAPA'DA İZİNSİZ KAZI YAPTIKLARI İDDİASIYLA 8 KİŞİ TUTUKLANDI

 

Kütahya'nın Aslanapa İlçesi'nde, kaçak kazı yaptıkları iddiasıyla yakalanan 12 kişiden 8'i tutuklandı.

 

Alınan bilgiye göre, bazı kişilerin ilçeye bağlı Haydarlar Köyü yakınında izinsiz kazı yapacağı bilgisine ulaşan jandarma ekipleri, operasyon düzenledi.

 

Ekipler, tarihi eser aramak amacıyla kazı yaptıkları öne sürülen 12 kişiyi suçüstü yakaladı.

 Mahkemeye çıkarılan R.K., H.A., M.V., K.S., M.B., H.Ş., S.E., Ö.A., ''tarihi eser aramak amacıyla izinsiz kazı yapmak'' suçundan tutuklandı.

 

Kazı yaparken yakalanan 4 kişi ise tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı.

Tellal Gazetesi, 12.08.2009

MARDİN'DE 13 TARİHİ EV RESTORE EDİLDİ

 

Mardin’deki tarihi evlerden 13’ünün rölöve çalışması bitirildi. Çalışmalara katılan 22 öğrenciye sertifika verildi. Mardin Belediyesi Meclis Salonu’nda düzenlenen sertifika töreninde konuşan Belediye Başkanı Vekili Zeynelabidin Bakırcı, yaptıkları çalışmalardan dolayı öğrencilere teşekkür etti. Belediye olarak yapılan çalışmaları desteklemeye devam edeceklerini ifade eden Bakırcı, şöyle dedi: “Mimar Sinan Üniversitesi ile Mardin Belediyesi tarafından ortaklaşa yürütülen rölöve çalışması Mardin için çok önemli. Rölöve çalışması sayesinde kültür varlıklarının restorasyonları aslına uygun ve doğru şekilde yapılıyor. Şu ana kadar toplam 13 evin rölöve çalışmaları bitmiş durumda. Burada yapılan çalışmalar Mardin’in UNESCO’ya girmesi aşamasında çok faydalı olacak.”

Türkiye Gazetesi, 11.08.2009

1700 YILLIK YAHUDİ TAPINAĞI BULUNDU

 

 

Demre’de kentin limana bakan konumunda konumlanmış bir Yahudi tapınağı bulundu.

 

MS 3’üncü yüzyıldan kaldığı sanılan tapınak, bölgedeki turizm faaliyetleri açısından büyük önem taşıyor. Kazıları yürüten Akdeniz Üniversitesi öğretim üyesi Prof.Dr. Nevzat Çevik, Likya topraklarında ilk kez Yahudi kültürüyle ilgili bir iz bulduklarını söyledi. Prof.Dr. Çevik şunları söyledi:

“Myra Andriake kazılarında, Andriake Limanı’nda granariumun (hububat deposu) hemen önünde apsisli bir tapınak limana bakmakta. İlk başta bunun ne olduğunu bilemedik. Ama kazılardan sonra ele geçen mimari buluntular ve özellikle birinci sınıf kalitede yapılmış mermer levhalarda Yahudi dininin en önemli unsuru 7 kollu şamdanı kabartma halinde gördük. Bizim için çok büyük sürpriz oldu. Likya’da artık Yahudilerin de var olması gerektiğini, diğer alanlarda da bunlara bakılarak yol takip edilmesi gerektiğini anlamış bulunuyoruz.” Prof.Dr. Çevik, levhalarda Prokles ve Romanos adlı kişilerin isimlerinin yer aldığını alacağını söyledi.

Vatan, 11.08.2009

YAZ KAMPINDA ARKEOLOJİK KEŞİF

 

Şam Üniversitesi Arkeoloji Bölümü öğrencileri, yaz kampı için bulundukları Tartus'un Amrit bölgesinde arkeolojik keşif yaptılar.

 

Kampa katılan 17 öğrenci, kamp bölgesinde Bizans dönemine ait paralar ve 3 iskelet buldu.

SANA Ajansı'na açıklama yapan kamp lideri Cemal Tamum, para ve iskeletlerin dışında bir taş duvarın da gün ışığına çıkarıldığını söyledi. Tamum, keşiflerin Amrit bölgesinde son dönemde yapılan çalışmalarda ortaya çıkarılan en önemli kalıntılar olduğunu kaydetti.

Sabah, 11.08.2009

10 MİLYON YILLIK MAYMUNUN KEMİKLERİ BULUNDU

 

Macaristan'ın kuzeydoğundaki Rudabanya bölgesinde 10 milyon yıl önce yaşadığı sanılan 25 maymunun kemikleri bulundu.

 

Macaristan Coğrafya Enstitüsü ve Kanada Toronto Üniversitesi tarafından bölgede yapılan kazılarda ortaya çıkarılan kemiklerin şaşkınlık verecek kadar iyi durumda olduğu belirtildi.

İnsana benzeyen bu maymunların ağaçlarda yaşadığı, dört ayağını aynı anda kullandığı, 25 kilo ağırlığında ve 50 santim uzunluğunda olduğu açıklandı. Aynı cins maymunların kalıntılarına daha önce İspanya, Fransa, Almanya ve Yunanistan'da rastlandı.

Macar bilim adamları, 10 milyon yıl önce yaşadığı tespit edilen bu maymun cinsine 38 yıl önce "Rudapithecus Hungaricus" ismini vermişti. O zaman başlatılan kazılarda şimdiye dek bu türden birçok maymunun kemikleri bulunmuştu.

İlk kez 25 adet insana benzeyen maymun kalıntılarının bulunması araştırmacıları hem şaşırttı, hem de sevindirdi. Bu kadar çok maymun kalıntılarını ilk defa bir arada gördüklerini söyleyen araştırmacılar, bazı maymunların kafatasları, el kemikleri, ayak ve çene kemiklerinin gayet iyi durumda olduğunu ifade ettiler.

Sabah, 11.08.2009

TARİHİ MEKANLAR İÇİN TABELA

 

Afyonkarahisar Belediyesi tarafından şehir içine tarihi mekanları gösteren yön tabelaları konuldu.


Afyonkarahisar'ın tarihi güzellikleri görmek için çeşitli il ve yurt dışından gelen yerli ve yabancı turistlerin gidecekleri tarihi bölgeyi daha rahat ulaşabilmeleri için belediye tarafından yön tabelaları yapıldı.


Uzun çarşı girişine takılan tabelalarda Afyonkarahisar'ın simgesi olan Kale, Ulu Camii, Mevlevihane Müzesi ve Tarihi Konaklar yer aldı. Yerli ve yabancı turistlerin gidecekleri tarihi yerlere daha kolay ulaşılabilmesi için yapılan tabelalar, çarşı esnafı ve vatandaşlar tarafından olumlu karşılandı.

Afyonkarahisar Kent Haber, 11.08.2009

PARION ARKEOLOJİK KAZISINDA SONA DOĞRU





Çanakkale’nin Biga İlçesi'ne bağlı Kemer Köyü'nde yer alan antik Parion kentinde arkeolojik kazılarının bu yılki çalışmaları 14 Ağustos’ta sona eriyor.

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Atatürk Üniversitesi adına yürütülen ve Kazı başkanlığını Atatürk Üniversitesi Arkeoloji bölümünden Prof. Dr. Cevat Başaran’ın yaptığı yaklaşık iki ay sürdürülen bu yılki çalışmalarda, kentin antik çağdaki durumuna ilişkin önemli bulgular elde edildi.

 

Kazı çalışmaları ile ilgili açıklamalarda bulunan Prof. Dr. Cevat Başaran, günümüze ulaşan kalıntıları MÖ 8.yüzyıla kadar geri giden Parion’un antik çağda üzüm bağları, şarapları ve ön yüzünde gorgo başı bulunan sikkeleriyle ün salmış bir balıkçı kenti olarak bilindiğini belirterek, “Yaklaşık 60 kişilik bir ekibin gerçekleştirdiği bu yılki çalışmalar antik kentin beş ayrı bölgesinde sürdürüldü. Nekropol çalışmalarında üçü taş sandık mezar (lahit), biri küp olmak üzere toplam 20 mezar açılırken, iskelet kalıntılarıyla bunlara ait çok sayıda ölü hediyesi ortaya çıkarıldı. Özellikle taş sandık mezarlarda altın taç, eroslu küpe ve yüzüklerin yanı sıra imitaston (taklit) taçlar da bulundu.

 

Bronz yapraklar ve terakota boncukların altın yaldızla boyanması sonrası elde edilen taçların yanı sıra aynı nitelikte kolye ve pazubentlere de rastlandı. Diğer mezar hediyeleri arasında pişmiş toprak ve cam gözyaşı şişeleri, içki kapları, pişmiş toprak kandiller, demir strigilisler (spor sonrası ter temizleme aleti) pişmiş toprak insan ve hayvan figürinleri, sikkeler ve bronz aynalar ele geçti. Antropolog S.Bekmez’in iskeletler üzerinde yaptığı araştırmalarda ise, iskeletlerin aşırı nem dolayısıyla fazla tahrip oldukları yaş ortalamasının düşük olduğu ifade edilirken, gömülerin genelde erişkin oldukları ve farklı sosyal yapıya sahip kişilerin aynı yere gömüldükleri belirtti” dedi.

 

Mezarların bazılarının restore edildiğini de belirten Başaran, “Kentin önde gelen yapılarından olan Antik Tiyatroda, sahne binasını ortaya çıkarmaya yönelik çalışmalara da devam edildi. Bu çalışmalar sırasında çok sayıda mimari bezemeli blok, sütun başlık ve tambur parçaları ve kabartmalı friz bloğu parçalarına rastlandı. Frizlerde capricorn (keçi başlı ve ayaklı balık gövdeli yaratık) yunus balığı ve üç yılanın çektiği bir araba içerisindeki tanrıça Ceres, köpekli erkek figürü resmedildiğini gördük. Bir başka friz bloğu üzerinde ise, erosların domuz avı sahnesine yer verildiğini gördük. Diğer mimari parçalar arasında alınlık ve arşitravla bezemeli tavan parçaları da bulunuyor” dedi.

 

Antik tiyatronun karşısında yer alan Roma Villası’ndaki çalışmalarda, mekanın ısıtma sistemine ilişkin sorunların çözülmeye başlandığını da ifade eden Prof. Dr. Cevat Başaran, “Buna göre, geçen yıl kazılan havuzlu mekanın batısındaki büyük mekanda yapılan derinleştirme çalışmasında tabanı sertleştirilmiş zemin üzerinde kare tuğla ayaklara ve iki delikli künklere rastlandı. Mekanın tamamında izlenen yoğun yanık ve is katmanından, buranın ısıtma sistemiyle ilgili olasılıkla bir ısı elde etme ve dağıtım mekanı (kalorifer yapısı) olabileceği sonucuna ulaşıldı.

 

Ayrıca çalışmalar sırasında geç dönemde bu mekanın bir çöplük olarak kullanılmasından çok sayıda kandil ve seramik ile cam parçaları, yapı tuğlaları, bezemeli mimari elemanlar ele geçti. Yamaç yapısındaki çalışmalar sırasında geç Roma ve Bizans dönemine ait korozyonlu sikkelerin yanı sıra seramik kaplar, yapı tuğlaları kırık cam kadeh ve pişmiş toprak figürin parçaları ele geçti. Kalıntılar arasında su kanal sistemleriyle tonozlu yapı odasının bulunması, “specar tube” adı verilen ve genelde geç roma dönemi hamamlarında duvar içerisine yerleştirilmiş ısı künklerinin de ele geçmesi, buranın bir hamam olabileceği düşüncesini akla getiriyor.

 

Sondaj bölgesindeki çalışmalarda da ana yapıya ait olduğu düşünülen orijinal tabana inilerek düzgün kesme taşlardan oluşturulan bir zemin tespit edildi. Ayrıca geç dönemde yoğun tahribata uğrayan yapının antik çağdaki görkemini yansıtan üst yapı mimari elemanları ortaya çıkarıldı. Bunlardan biri olan yaklaşık 1 metre çapında ve 2 metre boyunda bir sütun gövdesi geçici olarak ayağa kaldırıldı. Arazide yapılan çalışmaların yanı sıra bir arkeoloji okulu niteliğindeki Parion kazı evindeki çalışmalarda da, küçük buluntular ve kapların restorasyonu ve konservasyonu ile profil çizim çalışmalarıyla çömlekçilik atölye çalışmaları yapılıyor” dedi.
 

Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın 135.000 TL. ödenek verdiği, kazı çalışmalarına, bölgenin önde gelen sanayi kuruluşlarından İÇDAŞ A.Ş'de ayni yardımların yanı sıra, sağladığı 65.000 TL ile sponsorluk desteğinde bulunuyor.

Çanakkale Kent Haber, 11.08.2009

AGORA'DAKİ KAZILAR DÖRT NOKTADAN SÜRDÜRÜLÜYOR

 

Kent merkezinde 'dünyanın en büyük antik agorası' kabul edilen tarihi İzmir Agorası'nda kazı çalışmaları, yapılan kamulaştırmalar ve gerçekleştirilen yıkımlar ile genişletiliyor.

 

Kazı çalışmalarını inceleyen ve kazı Başkanı Yard. Doç.Dr. Akın Ersoy'dan bilgi alan İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu, "Agora'da ilk kamulaştırma 1997 yılında yapılmış. Uzun yıllar kamulaştırma ve yıkım çalışmalarına ara verilmesinin ardından ilk kazmayı biz 2005'te vurduk. Kamulaştırma bedeli olarak ödediğimiz miktar 30 milyon TL'ye ulaştı. Şimdi bu alanlara yayılan kazı çalışmalarında önemli buluntular ortaya çıkıyor" şeklinde konuştu.

 

Başkan Kocaoğlu, şöyle devam etti: " Agora'nın gün yüzüne çıkarılıp kent ile bütünleşmesi ve turizmin hizmetine sunulması için büyük gayret gösteriyoruz. Şimdi 4-5 yerde birden kazı çalışması yapılıyor. Agora'yı ve kazılardan elde edilen arkeolojik değerdeki buluntuları insanlarla dünya ile buluşturabilirsek, İzmir'in tanıtımını da o kadar çok yapmış oluruz". Başkan Kocaoğlu'na bilgi veren Yard. Doç.Dr. Ersoy ise kamulaştırma yapılan batı alanında daha önce mozaik taban bulduklarını, şimdi açarak genişlettiklerini, kent meclisinin bulunduğu noktada geç Roma ve geç antik çağa ait tabaka kazıların sürdüğünü belirtti.

Zaman, 10.08.2009

KAPADOKYA'DAKİ TARİHİ KONAKLAR KORUMA ALTINDA





Nevşehir'in Ürgüp İlçesi'ne bağlı Mustafapaşa beldesindeki 105 tescilli tarihi binadan 25'i turizme kazandırılmak amacıyla restore ediliyor. Beldede bir çoğu 18. yüzyılda yaptırılan tarihi konakların bir bölümü, hazırlanan rölöve ve restorasyon projelerinin onayından sonra restore ediliyor.

Beldedeki restorasyonu biten tarihi konaklar ise butik otel, müze, halı mağazası veya turistik restoranlar olarak değerlendiriliyor.

 

Tarihi konaklara turizmciler de büyük ilgi gösteriyor. Yerli ve yabancı yatırımcılar, konakları turizm amaçlı yatırımlarda değerlendirme talebinde bulunuyor.

 

Mustafapaşa Belediye Başkanı Levent Ak, yaptığı açıklamada, bu konakların son yıllarda dizi çekimlerine de sahne olduğunu belirterek, her yıl yaklaşık 10 konağın restorasyonunun tamamlandığını söyledi.

 

Konakların restorasyonunun aslını uygun yapıldığını anlatan Ak, şunları söyledi:
''1'i köprü, 2'si çeşme olmak üzere toplam 105 adet konak ve medrese binamız var. Bu tarihi yapılarla ilgili, Kültür ve Turizm Bakanlığınca hibe yolu ile projeler üretilerek, uygulamaya yönelik ödenekler çıkarılıyor ve her yıl 10 konağımız restore ediliyor. Restorasyonlar tamamlandıktan sonra da tarihi binalar, restoran, müze, halı mağazası, butik otel olarak turizme hizmet veriyor.
Tarihi konaklarımız ağırlıkla 1800-1920'li yıllara ait. Bu yıl 16 konağımızın restorasyon projesi Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından kabul edilip, restorasyonuna başlandı. Geçen yıl restorasyonuna başlananlar ile birlikte şu anda toplam 25 tarihi konağımız restore ediliyor.''

Özel sektörden, yabancı gruplardan, turizmcilerden konakları değerlendirmek için çok sayıda teklif geldiğini kaydeden Ak, ''Yabancı yatırımcılardan da teklifler var. Yatırımcıları davet ediyoruz. Gelsinler, her türlü kolaylığı sağlayabilmek için elimizden gelen gayreti gösterelim'' diye konuştu

Arkitera, 10.08.2009

KAZI ÇALIŞMALARI SON BULDU





Antalya'nın Kaş İlçesi'ne bağlı Kınık beldesindeki Xanthos Antik Kenti'nde süren kazıların bu yılki bölümü sona erdi.

 

Kazı başkanlığını Bordeaux Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Jacques Des Courtils'in yürüttüğü kazının bu yılki bölümünde Fransa'dan 5 öğretim üyesi, 5 Fransız teknik eleman ve 30 işçi görev yaptı.

 

Kazı Başkanı Fransız Jacques Des Courtils, yaptığı açıklamada, bu yıl yaptıkları kazıda 5. ve 6. yüzyıllara ait seramikler ortaya çıkardıklarını söyledi.

 

Antik kentin tiyatrosunun restorasyon projesini yaptırdıklarını anlatan Courtils, ''Çok büyük, ama zor bir iş. Tiyatro çok kötü durumda. Binayı restore etmek gerekiyor. Burayı toplamak oldukça uzun ve zor bir iş olacak. Kazı döneminde antik kentin taban taraması için sondajlara devam ettik'' dedi.

 

Courtils, Xanthos Antik Kenti'nin Likya uygarlığının 6 büyük kentinden biri olduğuna işaret ederek, kazıların bu yılki bölümünde 1. Likya Akropolü'ndeki sarayda sondaj çalışmaları yapıldığını kaydetti.

 

Kazı Başkanı Courtils, çalışmayla ilgili şu bilgileri verdi:
''Sondaj çalışmalarında bir devlet binası ortaya çıkarıldı. Kazılarda yeni seramikler, mozaikler ve kentte meydana gelen büyük bir yangının izleri bulundu. Yangının 5. yüzyılda meydana geldiğine ilişkin kesin belirtiler elde ettik. Mozaiklerde onarım ve restorasyon çalışması yapıldı. Mozaiklerin üzeri koruma amaçlı kapatıldı. Ana caddede açma çalışmalarına devam edildi. Kral mezarındaki yazıt temizlendi ve kopyası çıkartıldı. Tiyatronun sahne bölümü ortaya çıkarıldı ve temizlendi. Tiyatronun üç boyutlu rölövesi ve onarım projesi yapıldı, onarıma hazır hale getirildi''

Arkitera, 10.08.2009

YENİ AKROPOLİS MÜZESİ'NDE KUYRUKLAR BİTMİYOR





"Demokrasinin beşiği, Batı uygarlığının kalbi" neredeyse tüm rehberler bu gibi cümlelerle başlıyor sunuşlarına Atina'da. Gerçekten de Atina, 2500 yıl önce demokrasinin temellerinin atıldığı, sanat, felsefe ve bilimin geliştiği, dallanıp budaklandığı bir şehir. Antik çağlardan bu yana bir kültür merkezi.


Atina'nın önemi; bir kent olarak güzelliğinden, cazibesinden çok, evrensel değerlerin, uygarlığın beşiği olarak görülmesinde yatıyor. Ayrıca dünyanın çok az yerinde bir binanın üst katına çıktığınızda Atina'da gördüğünüz manzarayla karşılaşıyorsunuz.


Adını savaş tanrıçası Athena'dan alan çevresi tepelerle çevrili Atina'nın neredeyse her bir yanından tarih fışkırıyor. Lykabettus tepesine ya da Acropol'e çıktığınızda ya da sokaklarda dolaşırken nereye baksanız geçmişin izlerini görüyorsunuz.


Bir açık müze görünümündeki Atina, Avrupa'nın en fazla turist çeken kentlerinden de biri. Temmuz ayında 40 derece sıcaklıkta Akropolis'i binlerce kişi omuz omuza dolaşıyor. 20 Haziran'da açılan yeni Akropolis Müzesi'nin önünde sabahın ilk saatlerinden itibaren başlayan kuyruklar bitmiyor.

Akropolis'in ilk müzesi 1865 yılında Parthenon'un karşısındaki tepede kurulmuş. Ama hiçbir zaman eldekileri sergilemek için yeterli olmamış. Yunanistan'ın ilk kadın Kültür Bakanı Melina Mercouri 1980'lerin başında göreve geldiğinde en büyük hayali olan yeni bir müze projesi için uluslararası yarışma açmış. Akropolis'e çıkan yolun üzerinde, antik kalıntıların üzerinde inşa edilecek müze binasının yapımına ise ancak 2001 yılında başlanmış.


Ünlü İsviçreli mimar Bernard Tschumi ve Yunan mimar Michalis Photiadis'in birlikte tasarlayıp uyguladığı modern yapı eskisinden on kat büyük ve 14 bin metrekare sergi alanına sahip. Antik kalıntıların üzerindeki alanların döşemelerinde cam, galeriler ve sütunlarda mermer kullanılmış. Müzeye antik kalıntıların üzerinden geçerek, onları seyrederek giriliyor.


Dokuz yıl önce yapımına başlanan müze arkeolojik alanın üzerine yapıldığı için büyük tartışmalara neden olmuş, hatta dönem dönem yapımı durdurulmuştu. Müzenin altındaki kazı çalışmaları halen devam ediyor. Planlandığı gibi 2010 yılında kazı çalışmaları biterse bu alan da ziyaretçilere açılacakmış. 130 milyon euroya mal olan, yılda 2.5 milyon kişinin ziyaret edeceği tahmin edilen müzeye girişte 1 euro gibi sembolik bir ücret alınıyor.


Müzenin birinci katından itibaren Yunan mitolojisinin kahramanları ile birlikte üst katlara doğru yolculuk başlıyor. Üçüncü kat ise tümüyle Parthenon Galeri olarak düzenlenmiş.


Orijinal heykeller ve İngiltere'de bulunan parçaların son derece başarılı bir şekilde yapılmış kopyaları bir arada sergileniyor. Bunların arasında Mercouri'nin kültür bakanlığı yaptığı 1980'li yıllar boyunca British Museum'dan getirilmesi için büyük uğraş verdiği "Parthenon frizleri"nin ülkede bulunan 85 metrelik bölümü ve İngiltere'de bulunan bölümlerin alçıdan kopyaları da bulunuyor.
1994 yılında aramızdan ayrılan Melina Mercouri sadece Acropolis Müzesi'nin değil aynı zamanda Avrupa Kültür Başkenti girişimi fikrinin de sahibi. Zaten bu yıl AB tarafından İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı'na verilen 15 milyon euroluk ödül de Melina Mercouri'nin adını taşıyor.
Ülkesinin kültür-sanatına yaptığı uzun soluklu katkılardan dolayı politikacıların Mercouri'den ve kültür kenti olarak Atina örneğinden ise İstanbul'un alacağı çok ders var.


Yunanistan'ın İlk Özel Müzesi Benaki
Benaki Müzesi Mısır'ın İskenderiye kentinde yaşayan Yunan asıllı Antonis Benakis tarafından 1930 yılında kurulmuş ilk özel müze. Yunanistan'ın sosyal ve kültürel hayatına büyük katkıları olan Benaki, Mısır'da yaşadığı yıllarda toplamaya başladığı koleksiyonunu Atina'da sürekli yaşamaya başladığı 1926 yılında Yunanistan'a bağışlamış.


Müze kurulduktan kısa bir süre sonra diğer bağışçıların topladığı eserleri de bünyesine katmaya başlamış. Benaki Müzesi antik dönemden günümüze çok geniş bir koleksiyona sahip. Atina'ya gidildiğinde mutlaka ziyaret edilmesi gereken yerlerin başında geliyor.


Atina'nın en güzel semtlerinden biri olan Kolonaki'deki "neoklasik" mimarinin en güzel örneklerinden olan aile yadigarı ev de müzeye dönüştürülmüş. 2004 yılında Benaki Müzesi'ne iki yeni bina daha eklenmiş. Bunlardan biri Avrupa'daki en büyük İslam Sanatları Müzesi. Diğeri ise 1960'lardan kalan endüstriyel bir binanın dönüştürülmesiyle oluşturulan, içinde çağdaş sanat yapıtlarının ve çok amaçlı salonların bulunduğu kültür merkezi.
Referans, Haber: Müge Akgün, 10.08.2009

AYA ELENİ KİLİSESİ RESTORE EDİLECEK

 

 

Hıristiyan alemi için büyük bir öneme sahip Aya Eleni Kilisesi, Selçuklu Belediyesi tarafından restore edilecek. Belediye tarafından daha önceki dönemlerde başlayan Sille Kültürevi, Sille Hamamı, Karataş ve Mezaryaka Camii ile cadde ve sokaklarda yapılan çalışmalarla çehresi değişen Sille'nin en eski ve tarihi yapılarından biri olan Aya Eleni Kilisesi de restore edilecek.

Selçuklu Belediyesi tarafından yapılacak olan restorasyon çalışmaları ile ilgili proje ihalesi daha önce yapılmıştı. Konya Valiliği'ne konu ile ilgili yapılan başvuru olumlu sonuçlandı ve Valilik restore çalışmaları için 500 bin lira ödenek tahsis etti. Ayrıca Selçuklu Belediyesi'nce Sille'de sokak sağlıklaştırma çalışmaları için 250 bin lira tahsis edildi. 2009 yılı içerisinde başlanacak olan çalışmalar 2010 yılında tamamlanacak.

Selçuklu Belediye Başkanı Uğur İbrahim Altay, restorasyon işlerinin başlaması ile birlikte çalışmaların bir yıl gibi kısa bir sürede tamamlanacağını söyledi. Başkan Altay, "Sille medeniyete beşiklik etmiş bir yerleşim merkezidir. Tarihimizden günümüze intikal eden bu eserleri koruyacak ve sonraki kuşaklara taşımaya çalışacağız. Sille'nin tarihi mekanlarının gün yüzüne çıkması, turizme kazandırılması ve Sille'nin yeniden canlılık kazanması için büyük çaba harcıyoruz" dedi.
Habertürk, Haber: Murat Dönmez, 10.08.2009

TARİHİ MEZARLARA VEFASIZLIK

 

Rize'ye gelen ilk Müslüman Türklere ait oldukları iddia edilen Rize Kalesi içerisindeki tarihi mezarlar ilgisizlik ve bakımsızlık yüzünden kaybolma tehlikesi ile karşı karşıya bulunuyor.


Rize'ye 1071 Malazgirt Zaferi'nin ardından gelen ilk Müslüman Türklere ait oldukları iddia edilen akıncı mezarları, ilgisizlik ve bakımsızlık yüzünden kaybolma tehlikesi yaşıyor. Kale mahallesinde bulunan ve taşlarının kırılıp çalınması ile bir bölümü tamamen kaybolan mezarlardan ayakta kalmayı başaranlar ise üzerlerindeki metrelerce uzunluğundaki otlar yüzünden görünmez halde bulunuyor.

Rize Kent Haber, 10.08.2009

2300 YIL SONRA TEKRAR HAYAT BULUYOR

 

Dünyanın ilk demokratik meclis binası Antalya'nın Kaş İlçesi'ndeki Patara Antik Kenti'nde bulunan dünyanın ilk demokratik meclis binasının restorasyonu sürüyor. Patara Kazı Başkanı Akdeniz Üniversitesi Fen ve Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Havva İşkan Işık, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Patara ören yerinde bulunan Likya Birliği Meclis Binası'nın Kültür ve Turizm Bakanlığınca TBMM'ye devredildiğini anımsattı.

Restorasyon çalışmalarının TBMM Başkanlığı koordinasyonunda sürdürüldüğünü belirten Işık, şu anda birinci etap restorasyon ve acil statik önlemlere yönelik çalışmaların devam ettiğini bildirdi. Yapının Türkiye'nin en büyük kültür varlıklarından biri olduğuna işaret eden Işık, restorasyonun tamamlanmasının ardından dünya parlamento başkanlarının burada bir araya geleceğini ifade etti.

Kaş'ta bulunan Likya Uygarlığı'nın başkenti Antik Patara Kenti'ndeki MÖ 2. yüzyıldan kalma ilk demokratik meclis binası, 1455 kişi kapasiteli. MS 4. yüzyıla kadar kullanıldığı bilinen yapının restorasyonu için TBMM tarafından 5 milyon TL ödenek ayrıldı. Yapının restorasyonunun tamamlanmasının ardından dünya parlamento başkanları TBMM Başkanlığı ev sahipliğinde burada bir araya gelecek.

Habertürk, 10.08.2009

TALİMHANE'Yİ ÖRNEK ALAN ANTALYA KALE İÇİ'Nİ ESNAF YÖNETECEK

 

Antalya'nın en önemli tarihi ve turistik bölgesi konumunda olan Kaleiçi'nin İstanbul'daki Talimhane ve Tarlabaşı için uygulanan ve bölgedeki sivil toplum kuruluşlarının (STK) yönetime dahil edildiği "Alan Yönetimi" modeliyle yönetilmesi için düğmeye basıldı. Antalya Büyükşehir Belediye Başkanı Prof. Dr. Mustafa Akaydın'ın talimatı ile başlatılan çalışmalar kapsamında Büyükşehir Belediyesi Genel Sekreteri Prof. Dr. Mehmet Aktekin ve Başkan Danışmanı Göksel Kumsal, İstanbul'daki Talimhane ve Tarlabaşı projelerini incelemek amacıyla İstanbul'un yolunu tuttu.
 
2005 yılına kadar İstanbul'un en güvensiz ve en düzensiz bölgelerinden biri olan Taksim'deki Talimhane'nin "Alan Yönetimi" modeli ile bugün turistik bir çekim merkezine dönüştüğünü söyleyen Prof. Dr. Mehmet Aktekin, "Alan yönetimi özel bölgelerin özel kurallarla yönetilmesini esas alıyor. Çünkü tarihi ve turistik bölgeler kendine has özellikler taşıyor. Bundan dolayı da daha profesyonel bir bakış açısı ile bölgeyi yönetmek şart oluyor. Kaleiçi'ni hak ettiği noktaya taşımak ve Kaleiçi'ni turistlerin uğramadan geçemediği bir bölge haline getirmek için yol haritamızı belirledik" dedi.

İstanbul'daki temaslarının kendileri açısından ufuk açıcı olduğunu dile getiren Aktekin, "Kaleiçi, kamu kuruluşları ile Kaleiçi-Kalekapısı esnafımızın kurdukları derneklerle birlikte ortak olarak belirlenecek kurallarla yönetilecek. Böylece Kaleiçi ve çevresinde tüm esnaf kazanacak. Esnafın ticari olarak kalkınması bölgedeki hizmet kalitesini hızla yukarıya çekecek" diye konuştu.

Kaleiçi'ni Kalekapısı ve Cumhuriyet Meydanı ile birlikte ele alacaklarını belirten Aktekin, "Bir bölgeye hayat verirken mutlaka etrafını da düşünmelisiniz. Böylece Kaleiçi yeni kimliğine kavuşurken dışa bakan alanları ile de etkileşimde bulunması sağlanacak" diye konuştu.
 
Antalya'daki "Alan Yönetimi" projesi kapsamında, Kaleiçi Mahalle Muhtarlıkları, Kentder, Kalyader, Kaleiçi Koruma Vakfı gibi tüm dernek ve sivil toplum kuruluşlarını içine alan ortak bir yönetim modeli oluşturulacak. Böylelikle Kaleiçi ve Yat Limanı kamu ve sivil toplum kuruluşlarının ortak iradeleriyle yönetilmiş olacak. "Kamu kuruluşları ile sivil toplum örgütlerinin bir bölgeyi ortak yönetimi" anlamına gelen "Alan Yönetimi" uygulaması, özelliği olan bölgelerin kendi kuralları çerçevesinde yönetilmesini esas alıyor. Bu kapsamda alan yönetimi uygulanan bölgede özerk kurallar dizisi belirleniyor. Bu kurallar araç giriş çıkış saatleri, bölgedeki işyerlerinin açılış kapanış saatleri, özel güvenlik uygulamaları, bölgeye özel danışma büroları, özel şenlik ve festival uygulamaları gibi başlıkları içeriyor.

Referans, Haber: Mehmet Ali Kantarcı, 10.08.2009

TELEKOM ÇALIŞMASINDA TARİHİ KÖPRÜ ORTAYA ÇIKTI

 

 

Osmanlı döneminin önemli yerleşim bölgelerinden biri olan ve yapılan arkeolojik kazılarda MÖ 3 bin yılından itibaren yerleşime açıldığı belirlenen İnegöl`de tarihi bir köprü bulundu. Önceki gün Türk Telekom tarafından yapılan kazı çalışmaları sırasında ortaya çıkan tarihi köprünün Osmanlı döneminde kullanıldığı tahmin ediliyor.

 

Bir süreden beri Telekom tarafından İnegöl-Bozüyük arası devlet karayolu kenarında telekomünikasyon nakil hatlarını yeraltına alma çalışmaları nedeniyle kazılar yapılıyordu. Önceki gün Emin Petrol önünde iş makinesi ile yapılan kazıda, Osmanlı döneminde kullanıldığı tahmin edilen tarihi köprüye rastlandı. Köprünün giriş kısmının ortaya çıkması ile kazı çalışmalarına ara verildi. Kazı çalışmaları yapanların haber vermesi üzerine Petrol sahibi İbrahim Demir, durumu Jandarma ekiplerine bildirdi. Kazının yapıldığı yere gelen Jandarma ekiplerinin olayla ilgili bilgiler almasının ardından, çalışmalar tarihi köprüye temas etmeden kontrollü bir şekilde devam etti.
Petrol istasyonu sahibi İbrahim Demir, kazı yapılırken tarihi köprüyü fark ettiklerini, çalışmalar sırasında zarar görmemesi için gerekli hassasiyetin gösterildiğini belirterek, İnegöl`ün tarihi geçmişinin bir kez daha gün yüzüne çıktığını söyledi.

Bursa Olay, Haber: Sadullah Organ, 10.08.2009

AGORA'DA KENT MECLİSİ GÜN IŞIĞINA ÇIKARILDI





Kent merkezinde dünyanın en büyük antik agorası kabul edilen tarihi İzmir Agorası’nda kazı çalışmaları, Büyükşehir Belediyesi’nin yaptığı kamulaştırmalar ve gerçekleştirdiği yıkımlarla açtığı alanlara yayıldı. Çalışmaları inceleyen ve Kazı Heyeti Başkanı Yrd. Doç.Dr. Akın Ersoy’dan bilgi alan Başkan Aziz Kocaoğlu, “Agora’da ilk kamulaştırma 1997’de yapılmış. Uzun yıllar kamulaştırma ve yıkım çalışmalarına ara verilmesinin ardından ilk kazmayı 2005’te biz vurduk. Kamulaştırma bedeli olarak ödediğimiz miktar 30 milyon TL’ye ulaştı. Şimdi bu alanlara yayılan kazı çalışmalarında önemli buluntular ortaya çıkıyor” dedi.

 

İzmir Agorası’nın, kent içinde bulunması dolayısıyla dünyada bir örneği bulunmadığını söyleyen Kocaoğlu, “Göreve geldiğimiz yıldan itibaren Agora’nın gün ışığına çıkarılıp kentle bütünleşmesi ve turizmin hizmetine sunulması için büyük gayret gösteriyoruz. Yaptığımız kamulaştırmalar ve yıkımlarla kazı alanını genişletirken, ara verilen kazı çalışmalarını da yaptığımız destekle yeniden başlattık. Şimdi 4-5 yerde birden kazı yapılıyor. Bu da bizi sevindiriyor. Buradaki çalışmaları ne kadar hızlı yürütür, Agora’yı ve kazılardan elde edilen arkeolojik değerdeki buluntuları dünyayla buluşturabilirsek, İzmir’in tanıtımını da o kadar çok yapmış oluruz. Kentin gelişimine katkı sağlarız. Tarihe, arkeolojiye saygımızı yansıtmış olur. Bu gayret içindeyiz. Başta kazı başkanımız olmak üzere, tüm emeği geçenlere teşekkür ediyorum” diye konuştu.

 

Yrd. Doç. Akın Ersoy da kamulaştırma yapılan batı alanında daha önce mozaik taban bulduklarını, şimdi açarak genişlettiklerini, kent meclisinin bulunduğu noktada geç Roma ve geç antik çağa ait tabaka kazıların sürdüğünü bildirdi. Ersoy, “Tabaka kazılarıyla bu dönemlere ait kent meclisini ortaya çıkarmaya çalışıyoruz. Bazilika ikinci galeride grafitili panolar var. Burada koruma ve sağlamlaştırma çalışmalarımız sürüyor. Bazilika dördüncü galeride kuzeydoğu kapısının ortaya çıkarılmasına yönelik kazılarımız devam ediyor. İki yerde kazı, iki yerde de biri grafiti biri de mozaik olmak üzere konservasyon çalışması yürütüyoruz. Mozaikle kent meclisini, Büyükşehir Belediyesi’nin kamulaştırma yaptığı alanda ortaya çıkardık” dedi.

Milliyet Ege, 10.08.2009

DÜNYA MİRASI LİSTESİNE YENİ KATILAN YERLER

 

İspanya’nın kuzey-batısındaki Herkül Kulesi bugün hala işlevini sürdüren bir deniz feneri. İkinci yüzyılda Romalıların yaptığı kuleyle ilgili pek çok efsane ve hikaye var. La Corunna kentini tepeden izlemek için de çıkılabilen kule, iyi korunduğu ve işlevini sürdürdüğü için UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne alındı.

 

Listeye yeni eklenenlerden biri de İngiltere’nin Galler bölgesindeki Pontcysyllte Su Kemeri ve Kanalı. 1805’te ticari teknelerin ulaşımı için açılmış. Bu kanal Endüstri Devrimi döneminin mühendislik başyapıtı olarak görüldüğü için listeye girmiş.

 

HERKÜL KULESİ (İspanya)





Herkül Kulesi, İspanya’nın kuzeybatısındaki Galiçya bölgesinde. İkinci yüzyılda, La Corunna Limanı’nın girişinde kurulmuş. Corunna’nın merkezinden 2,4 kilometre uzaklıkta. Brigahtium Kulesi’ni yapan Romalıların eseri. 57 metrelik bir kayanın üstündeki kulenin yüksekliği 55 metre. Tabanına bitişik olarak küçük bir dikdörtgen Roma binası bulunuyor. Kule aynı zamanda bir heykel parkına da sahip. Burada Demir Çağı’ndan kalma Monte Dos Bicos kaya yontmaları ve bir Müslüman mezarlığı da var. Binanın Roma buluntuları, 1990’da yapılan arkeolojik kazılarla ortaya çıkartılmış. Bu kule aynı zamanda Yunan - Roma döneminden kalan hem yapısal bütünlüğü korunmuş hem de hala fonksiyonunu sürdürebilen tek fener. Faro de Chipiona’dan sonra İspanya’nın en yüksek deniz feneri.

Kule 1788’de Kral 4’üncü Carlos döneminde restore edilmiş. Neo klasik tarzdaki, kare zeminli fenerin ışığı 32 mil (58 kilometre) uzaktan görülebiliyor. Kuleye, içindeki 242 basamakla tırmanılıyor. Etkileyici, panaromik Corunna manzarası için bu zahmete değiyor. Yapının, İskenderiye Feneri’nden örnek alındığı düşünülüyor. Orijinali etrafını sararak yükselen bir rampa ile inşa edilmiş. Rampa öküzlerin fenere geceleri yakacak odun taşıması için yapılmış.

Kulenin bir önemli özelliği de ortaçağdan 19’uncu yüzyıla kadar hakkında birçok efsane üretilmiş olması. Mitolojiye göre Herkül, Geryon’un kafasını kesip onun kalıntılarını burada yakmış ve üstüne de bu anıtı dikmiş. Kelt ve Yunan - Roma mitolojisinden izler taşıyan bir başka efsane, kahraman Herkül’ün zalim Geryon’u üç gün, üç gece süren bir savaştan sonra öldürdüğünü söylüyor. Kelt mitolojisine göre bundan sonra Herkül, Geryon’un kafasını ve silahlarını gömerek üzerine bir şehrin kurulmasını emretti. Bu efsanenin izlerini Corunna kentinin askeri armasında görmek mümkün. Kule sembolü üzerindeki kurukafa ve çapraz kemik (ölüm tehlikesi işareti) Herkül’ün öldürdüğü düşmanın kafasını temsil ediyor. Lebor Gabala Erren’in 11’inci yüzyıl derlemesi “İşgaller Kitabı”nda yer alan bir başka efsaneye göre, Galiçya Kelt halkının kurucu atası Kral Breogan burada oğulları için dev bir kule inşa ettirdi. Kule öyle yüksekti ki, oğulları çok uzakları görebiliyordu. Kuleden gördükleri çok uzaktaki yeşil topraklar onları kuzeye, İrlanda’ya yelken açmaya itti. Ölümünden sonra Breogan’ın devasa bir heykeli de kulenin yakınlarına dikildi.



PONTCYSYLLTE KANALI (İngiltere)

 

Pontcysyllte Su Kemeri ve Kanalı, İngiltere’nin Galler bölgesinin kuzeydoğusunda. İnşaatı 1795 yılında başlayıp, 1805 yılında tamamlanmış. 18 kilometre uzunluğundaki kanal, Endüstri Devrimi döneminin önemli mühendislik başarılarından biri. Çetin coğrafi koşullarda, zorlu bir güzergahtan geçecek kanalın inşası için cesur ve yaratıcı yöntemler bulmak gerekiyordu. Üstelik, seviye farkını gidermek için havuzlama sistemi kullanılmayacaktı. Kemer, dönemin meşhur İnşaat Mühendisi Thomas Telford tarafından öncü bir mühendislik başyapıtı ve anıtsal bir  metal mimari örneği olarak tasarlandı. Dökme ve işlenmiş demirin bir arada kullanımı, kemerin kavislerinin hafif ama güçlü olmasını sağladı. Bu da hem anıtsal hem de zarif bir tarz ortaya çıkmasını sağladı. Özellikleriyle, sonraki yıllarda dünyadaki pek çok yenilikçi projeye ilham verdi. Yapımındaki yaratıcı zeka, dikkat çekici uzmanlık becerisi sayesinde UNESCO tarafından bu yıl Dünya Kültür Mirası ilan edildi.  

Pontcysyllte Kemeri adını, nehrin biraz yukarısındaki üç ayaklı köprüden alıyor. Galce “nehirleri bağlayan köprü” anlamına geliyor. Telaffuzu ise pont-kersulty. Kemer, Dee Nehri vadisinin üzerinden geçiyor. Her yıl binlerce kanal teknesi bu yolu kullanıyor. Bugün yörenin önemli turistik mekanlarından biri. Turistleri kanalın genişliğine göre yapılmış, dar ve uzun tekneler taşıyor. Su kemeri, Llangollen Kanalı’nı üzerinde taşıyor. 


Kemerin yapımı sırasında sadece bir işçinin hayatını kaybetmiş olması bile o günler için başlı başına başarı kabul edilmişti. Kanal yaklaşık 1,6 kilometrede 25 milimetre eğime sahip. Kemerin yol boyunca yapılan her aşamasında bölge taşları kullanıldı ve en yüksek kemer 35 metreyi buldu. Kemerin sütunları ise tuğladan inşa edildi. Destek ayakları tabanda sekiz metre genişliğinde, yukarıda 5 metre. Dökme demirden 19 kemer kavisinin her biri 13,6 metre genişlikle köprüyü destekliyor. Bu yapının harcında kireç, su ve öküz kanı kullanıldı. Kemer tamamlandıktan sonra su ile dolduruldu ve 6 ay öylece bırakılıp gözlendi. Kemerin yapımı o zaman 45 bin Sterline malolmuştu. Açılış törenine sekiz bin kişi katıldı.

Hürriyet Seyahat, 10.08.2009

İLK TÜRK MUMYALAR SERGİLENİYOR





Amasya Müzesi'nde sergilenen Müslüman Türklere ait mumyalar, dünyada tek olma özelliğini taşıyor.


7 bin 500 yıllık bir tarihi ve birçok medeniyete yaptığı ev sahipliğiyle Türkiye'de marka kent olmaya aday illerin en başında gelen ve dünyanın en iyi mumya koleksiyonuna sahip olan Amasya'da, 14. yüzyılda egemenliklerini sürdüren İlhanlılar Dönemi'nde, Moğollar tarafından zehirlenerek ya da boğularak öldürüldükleri zannedilen Amasya Valisi ya da Anadolu Nazırı olarak görev yaptığı bilinen Şehzade Cumudar, ailesi, eşi, çocukları, Amasya Emiri İşbuğa Noyin, Amasya'da hükmetmiş Pervane Bey'e ait mumyalar, Mısır'dakilerin aksine iç organları çıkartılmadan mumyalanan ilk Türk ve Müslüman mumyalar olma özelliğine sahip.


Seyyah Evliya Çelebi'nin de bahsettiği mumyalar, Amasya Müzesi'nin kurulduğu 1925 yılından beri biliniyor. O yıllarda sergilenmek üzere müze deposuna konulan mumyalar, kentin ortasından geçen Yeşilırmak'ın taşması sonucu olumsuz yönde etkilenirken, daha sonra Gökmedrese Camii'nin 1962 yılında müze olarak kullanılmaya başlanmasıyla birlikte burada sergilenmeye başlandı. Şu anda kullanılan Amasya Müzesi'nin 1976 yılında hizmete girmesiyle birlikte yeni müzenin bahçesinde bulunan Sultan Mesut Türbesi de mumyalık olarak düzenlendi ve mumyalar burada sergilenmeye başlandı.


Amasya Müzesi, bünyesinde barındırdığı gerek arkeoloji literatürüne geçen eserlerle, gerekse Selçuklu ve Osmanlı dönemlerine ait 40 bini aşkın eserle Türkiye'de seçkin ve zengin müzelerden birisi olma özelliğini taşırken, Hitit Uygarlığı'na ait Fırtına Tanrısı Teşup Heykeli ve mumyalar hem Amasya'nın hem de Türkiye'nin tanıtımında önemli rol oynuyor. Mumyalamanın bir sanat olduğunu ve Osmanlı döneminde yapılan tahnit işlemlerinde çeşitli ilaçların kullanıldığını belirten Amasya Müzesi Araştırmacısı Muzaffer Doğanbaş, "Türkiye'de 7 adet müzede mumya bulunmaktadır. Bunun yanı sıra Selçuklu ve Osmanlı dönemlerine ait türbelerde mumya örnekleri var. Örneğin Elazığ Arap Baba Türbesi'nde, Kemah'taki Danişmendli türbelerinde ve Konya'daki türbelerde bulunmaktadır. Türklere has bir mumyalama geleneği vardır. Türk mumyalarında Mısır mumyalarında olduğu gibi ketenleme yoktur.

 

Türklerdeki mumyalama geleneği kendi içerisinde bir farklı gelenek çözümlemesi var. Örneği Rusya'daki mumyalara baktığımızda ameliyat işlemleri, iç organlarının çıkartılma teknikleri farklı, bunun çok teknik olarak mukayeseni yapmak için örneklerin bir araya gelmesi gerek. Türkiye'de mumyalama yapacak bir uzman yok ama tıp fakültelerinde kadavraları ilaçlama teknikleri var. Mumyalamanın bir alt kademesi olarak düşünülebilir, cesedi muhafaza anlamında ama dolayısıyla mumyalama uzmanı yok. Mumyalama sanatında kullanılan ilaçlar 40 civarındadır.

 

Özellikle Hacı Paşa'nın 1380 tarihli Şifa-ül Eksan isimli eserinde yazılıdır. Bunları halkın anlayabileceği şekilde söylersek, yemeklerde kullanılan tuz mumyalama maddesidir, soğan bir mumyalama maddesidir. Bunların dışında birçok kimyevi medde vardı. Bugün mumyalama yapılmadığı içinde bu maddelerin isimleri konulmuş değildir. Tahnit yapan insanlar tıbbı bilen insanlardı. Osmanlı'da kadrolu tahnit memurları vardı. Sultanlar veya şehzadeler öldüğü zaman onların mumyalanmasında bulunurlardı. Osmanlı sultanları içerisinde mumyalanmış sultanlar tabii ki var. Osman Gazi, Orhan Gazi, Yavuz Sultan Selim ve II. Bayezid çıkartıldığında diğerlerinin neredeyse tamamı mumyalanmıştır" dedi.

Amasya Kent Haber, 10.08.2009

İŞTE TÜRKİYE'NİN 100 MİMARİ ŞAHESERİ





Yaşadığımız topraklarla ilgili en çok övündüğümüz konu birçok uygarlığa ev sahipliği yapmış olmasıdır. Uygarlıkların üst üste geçtiği bir coğrafyada ise oldukça farklı mimari eserlere ev sahipliği yaptığımızı bilmek ve bu konuda duyarlılık kazanmak da gerekiyor. NTV Yayınları'nın 100'ler serisinden çıkan Türkiye'nin Kültür Mirası 100 Mimari Şaheser adlı kitap da bu duyarlılığın önemli bir parçası olarak yayımlandı. Türkiye'nin dört bir yanından, farklı medeniyetlere ait mimari yapıların en iyi yüzünü bir araya getiren kitapta Adıyaman'daki Nemrut Dağı Tümülüsü'nden Antalya'daki Aspendos Tiyatrosu'na, Bursa Koza Han'dan İstanbul'daki Galata Kulesi'ne birçok mimari esere ve bunların tarihsel özelliklerine rastlamak mümkün. Meltem Cansever kitaptaki seçim sürecinin de bir hayli zahmetli olduğunu söylüyor kitabın önsözünde.

Türkiye'nin önemli sanat tarihçilerinin yer aldığı seçme kurulunda Prof. Dr Afife Batur, Prof. Dr. Semavi Eyice, Prof. Dr. Uğur Tanyeli bulunuyor. Ayrıca jüri görevini üstlenen bu isimlerin arasında Cengiz Bektaş, Rehberler Odası Başkanı Şeref Yener, sanat tarihçisi Dr. Sedat Bornovalı da hazırladıkları listelerle yer almış. Sanat tarihçilerinden fikir alarak oluşturulan listede UNESCO Dünya Kültür Mirası ilkeleri de dikkate alınmış. Kitaptaki eserlerin ait olduğu medeniyetler de oldukça çeşitlendirilmeye çalışılmış. Böylece Hititlerden Süryani'ye, Bizans'tan Selçuklu'ya, Osmanlı'dan Cumhuriyet Türkiye'sine uzanan farklı dönemlere ait birçok esere yer verilen bir kitap çıkmış ortaya.

Seçme kurulunda bulunan isimler kendi görüşlerine göre farklı listeler hazırlarken, 24 eserde ise birleşmiş. Bunlardan bazıları: Ayasofya, Bursa Yeşil Camii, Divriği Ulucami ve Şifahanesi, Ephesos, İstanbul Kara Surları, Küçük Ayasofya, Rumelihisarı, Selimiye Cami, Süleymaniye Camii ve Topkapı Sarayı. Bunların yanında dikkat çeken bir diğer konu ise bu eserlerin illere göre dağılımı. Bu eserlerin 30'dan fazlasını barındıran İstanbul listenin başında yer alıyor. İkinci sırada Selçuklu sultanlarının yazlık olarak kullandığı Antalya var. Sonrasında Bursa ve Edirne bulunuyor. 100 Mimari Şaheser listesinin geri kalanı diğer illerde yer alıyor. Fotoğraflar İzzet Kehribar ve Sami Güner imzası taşıyor.

İşte sizler için kitaptan seçtiğimiz birkaç örnek:

Antalya Aspendos Tiyatrosu: Belkıs Köyü yakınlarında bulunan antik Aspendos kentinde 2. yüzyılda Marcus Aurelius döneminde inşa edilmiş. Şöyle de bir hikayesi var: Aspendos kralının kızı Belkıs'ın evlenme çağı gelir. Kral, kızını en güzel hediyeyi getirene vereceğini söyler, bir yarışma açar ve bu yarışma sonucunda da Aspendos Su Kemeri'ni birinci seçecekken kente bir tiyatro yapıldığı haberini alır. Kral tiyatroya gider, oturur ve o sırada 'Kral kızı benim olmalıdır.' diye bir ses duyar. Sahneye bakınca tiyatronun mimarı Zeno'nun kendi kendine konuştuğunu fark eder. Yapının akustiği o kadar iyidir ki fısıltılar bile tiyatroda yankı haline geliyormuş. Bunu gören kral, kızını Zeno'ya verir.

Tiyatro 15-20 bin kişilik oturma yerine sahip. Gladyatör oyunları için de hizmet veren yapı Selçuklular döneminde ikametgah olarak kullanılmış. Yakın zamana kadar konserler verilen tiyatro, 2008 yılında tadilata alınmış. Uzmanlar konserlerin yapıya onarılmaz zararlar vereceği fikrinde.

Listedeki bazı eserler

Adıyaman: Nemrut Dağı Tümülüsü.
Antalya: Aspendos Tiyatrosu.
Aydın: Didyma Apollon Tapınağı.
Bursa: Bursa Yeşil Camii, Koza Han. Edirne: Selimiye Camii, Üç Şerefeli Cami.
İstanbul: III. Ahmet Çeşmesi, Ayasofya Müzesi, Beylerbeyi Sarayı, Dolmabahçe Sarayı, Galata Kulesi, Kapalıçarşı İç Bedesten, Ortaköy Camii, Sultanahmet Camii, Süleymaniye Camii, Topkapı Sarayı.
İzmir: Selçuk İsabey Camii.



İstanbul Galata Kulesi



Galata Kulesi, Cenevizlilerden günümüze kalan en görkemli anıt-yapı. Deniz seviyesinden 35 metre yükseğe kurulan yapı, zeminden yaklaşık 70 metre yükseklikte. Bizans döneminde 12. yüzyılda Haliç kıyısında bir imtiyaz bölgesine sahip olan Cenevizliler Latin istilası sonrasında burayı Venediklilere bırakmak zorunda kaldılar. 13. yy'dan başlayarak buraya yerleşmeye başlayan Cenevizliler tüm sınırlamalara rağmen savunma amaçlı surlar kurmayı başardılar. Galata Kulesi'nin bulunduğu alana ancak 1349'da ulaşınca, bu savunma sisteminin tepe noktasını sınırlayan bir güç simgesi ve askeri amaçlı olarak kuleyi inşa ettiler. Osmanlı döneminde birçok kez tadilattan geçen kule en son 1967 yılında yenilendi ve üst katı lokanta ve lokal olarak kiraya verildi. Hala restoran olarak hizmet veren kule, İstanbul manzarası izlemek isteyenler için de balkonunu açık tutuyor.



Aydın / Didyma Apollon Tapınağı



Ege kıyısındaki antik tapınaklar arasındaki en büyük ölçekli bağımsız yapı olan tapınak, antik İonia'da bugünkü Aydın'ın Yeşilhisar Köyü sınırları içinde bulunuyor. Hellenistik tapınağın MÖ 8. yüzyıldan kalma arkaik tapınağın üzerine inşa edildiği biliniyor. MÖ 494'te Persler tapınağı yıkarak, hazine ve kilt heykelleri Sus'a götürmüşler.


Diyarbakır Ulucamii



Anadolu'nun en eski camisi. Ulucami önemli kutsal mekanlar olan Harem'i Şerifler'in beşincisi olarak kabul ediliyor. 639'da Hz. Ömer döneminde bir kiliseden camiye çevrilmiş. Büyük Selçuklulardan İnaloğullarına, Artuklu ve Akkoyunlulardan Osmanlı'ya uzanan çeşitli devletler tarafından geliştirilmiş. Cami çeşitli özellikleriyle Şam'daki Ümmiye Camii ile benzerlikler taşıyor.



Erzurum/Çifte Minareli Medrese



Selçuklu Sultanı Alaaddin Keykubat'ın ya da İlhanlı vezirlerinden Süleyman Pervane'nin eşi Hundi Hatun tarafından yapıldığı varsayılarak yapı Hatuniye Medresesi olarak anılıyor.



Bursa Yeşil Camii



Aynı adlı türbe, medrese, hamam, imaret ve hanla birlikte bir külliye içinde yer alan Yeşil Cami, Bursa'nın anıt başyapıtlarından biri. I. Mehmet Çelebi devrinde (1413-1421) inşa edilen cami, adını çinilerinin turkuaz renginden alıyor. Ortası fenerli birinci kubbenin altında şadırvanlı bir havuz yer alıyor. Yapı, çok zengin ve üstün nitelikli çini, alçı, kalemişi ve ahşap süslemeleriyle dikkat çekiyor. 

Zaman Pazar, Yazı: Yusuf Gündüz, 09.08.2009

GİZEMLİ KAZININ SONUCUNU HERKES ÇOK MERAK EDİYOR

 

 

Kocaeli'nde şu günlerde tek resmi kazı çalışması, İzmit Müze Müdürlüğü tarafından yürütülüyor. Çukurbağ Mahallesi Bahariye Caddesi’nde geçtiğimiz yıllarda tesadüfen ortaya çıkan tarihi eserlerin bulunduğu alanda İzmit Müzesi, şu günlerde hummalı bir kazı çalışması sergiliyor.
Çukurbağ Mahallesi Bahariye Caddesi’nde 17 Ağustos 1999 depreminde hasar gören ve yıkılan binanın enkazı kaldırılırken, altından tarihi eserler çıkmıştı. Hatta, şu anda İzmit Müzesi’nde bulunan dev Herkül heykelinin buradan çıkarıldığı ve çöpe atıldığı iddia edilmişti. İlk aşamada ortaya çıkan tarihi eserler müze bahçesine kaldırılırken, İzmit Müzesi’nin çok uzun süredir elini sürmediği bu alanda, gerekli kamulaştırma yapıldı ve nihayet resmi kazı başladı. Uzman arkeologlar nezaretinde gerçekleşen kazı, Cumartesi ve Pazar günleri de devam ediyor. Kazı çalışmasının aşamaları hakkında Müze’den açıklama yapılmadı. Bu kazının sonucunda ne çıkacağı merak ediliyor. Kazıda kazma ve küreklerin yanı sıra cımbız ve minik fırçalar da kullanılıyor.

Özgür Kocaeli, 09.08.2009

ANTİK DÖNEM YAZISI TÜRK ÇOBANIN ÇIKTI





Antik şehirdeki taşların üzerine adını kazıyan Türk çoban neredeyse Bulgaristan'da tarihe geçecekti! Filmleri aratmayan ilginç olay, Bulgar profesör Nikolay Ovçarov'un, "Perperikon" antik kentinde yaptığı kazı ve incelemelerle ilgili geçen hafta Kırcaali kentinde düzenlediği basın toplantısıyla ortaya çıktı. Perperikon'da yaptığı kazı ve incelemelerle ilgili gazetecilere açıklamalarda bulunan Ovçarov, yeni bir antik yol kalıntısı bulduğunu söyledi.

Daha sonra da, üzerinde yazı bulunan bir taşı gazetecilere göstererek, yazıların MS 4 ve 6. yüzyılı kapsayan geç antik döneme ait olduğunu, yazının da kentin tarih boyunca aldığı isimlerden biri olabileceğini ileri sürdü. Ancak Türk kökenli bir foto muhabiri, kendisinin çok az Türkçe bildiğini ve taştaki yazıların Türkçe'ye benzediğini söyledi. Bunun üzerine öfkelenen Ovçarov gazeteciye, "Biz çözemedik, sen iki dakikada nasıl çözdün?" diyerek tepki gösterdi. Muhabir olayın üzerine gitmeyince de konu unutuldu.

Ovçarov'un 'tarihi' buluşu, Bulgar basınında geniş yankı buldu. Ancak Kırcaali bölgesinde yayın yapan 'Yeni Hayat' gazetesi editörü Türk gazeteci Nahit Doğu, taşın üzerinde Türkçe olarak "Niyazi Kazım" yazdığını fark etti. Yazı, bilgisayar yardımıyla belirginleştirince de gerçek ortaya çıktı. Gazete, epigrafi (yazıt bilimi) konusunda ülkede otorite olan Prof. Dr. Kazımır Popkonstantinov'dan da görüş istedi. Popkonstantinov da söz konusu taşta 'Niyazi Kazım' yazdığını doğruladı. Bu ilginç durumun ardından araştırmalarına devam eden gazete, taşın üzerindeki yazının yıllar önce bölgede çobanlık yapan Niyazi Kazım tarafından yazıldığını belirledi. Kazım'ın 1989 yılında yaşanan göçten önce bölgede çobanlık yaptığı ve sürüsünü tarihi kent kalıntıları arasında otlatırken can sıkıntısı nedeniyle bulduğu bir taşın üzerine adını ve soyadını kazıdığı belirlendi. Böylece 'tarihi yazı' tartışmalarına da son nokta konulmuş oldu.
 

Bulgaristan'dan Türkiye'ye göç eden ve İzmir'de yaşayan 54 yaşındaki Niyazi Kazım, yıllar önce bölgede çobanlık yaparken taşlara yazılar yazdığını söyleyerek şöyle dedi: "Hayvanları otlatırken canın sıkılır. Eşeğimi bağladığım uzun demirle taşlara ismimi kazırdım. Kaya ya da taşların etrafında eski dönemlere ait taşlar da vardı. Onların üzerine hayvan, nal, haç gibi resimler yapılmıştı. Ben de onlardan esinlenirdim."

Sabah, Haber: Murat Savaş - Erdal Çarboğa, 09.08.2009

BİR KOLEKSİYON MÜZESİNİ BEKLİYOR





Beyliklerden devletlere, oradan da imparatorluklara uzanan mazimizde hep bir şekilde denizlerle içi içe olmuşuz. Deniz savaşları, kuşatmalar, donanmalar, Akdeniz'de mücadele edilen korsanlar derken bugüne kadar millet olarak epey bir denizcilik geçmişi bırakmışız arkamızda... Bir de tüm bunlara, bu diyarların evvelki sahiplerinden (Bizans, Roma ve daha eskiler) kalan mirası da eklediğimizde muazzam bir denizcilik tarihiyle karşı karşıya kalıyoruz.

Gelgelelim, hal böyleyken ülkemizde tam manasıyla bir denizcilik müzesinin varlığından söz etmek mümkün değil. Askeri savaş gemileri ve malzemelerinin yer aldığı deniz müzeleri mevcut olsa da, bunlar bir denizcilik müzesinde olması gereken her şeyi bir araya getirmiyor. Bu işe gönül verenlerin azlığı, olanların ise girişimciler tarafından destek bulamaması bir denizcilik müzemizin önündeki en büyük engel şu anda. Milli dalgıç ve sualtı araştırmacısı Mustafa Aydemir, her şeyiyle kendini bu işe adamış bir isim. 1977'de toplamaya başladığı, İstanbul Arkeoloji Müzesi'ne kayıtlı amforalarla dünyanın en büyük amfora koleksiyonlarından birini oluşturmayı başarmış. Tek hayali ise birçok koleksiyoncu arkadaşı ile "Sualtı, Deniz ve Amfora Müzesi" projesini hayata geçirmek.

Mustafa Aydemir, 1999'da kurdukları Arkeolojik Koleksiyoncular Derneği (KOLDER) ile birlikte müze çalışmalarına da başlamış. Tam on yıldır, hayalini kurduğu müze için pek çok fikir yürütmüş. Bir arkeolojik eser koleksiyoncusu olarak bu eserlerin hiçbirinin bir şahsa ait olmadığını ifade eden Aydemir, "Bunlar bütün dünya insanlığınındır. Bizler de onların geçici bekçileriyiz. İnsanlık adına onları bir müze projesiyle bir araya getirip, yine insanlığın hizmetine sunmakla görevliyiz." diyor. Aydemir, otuz yıldır koleksiyonculuk yaptığını, aralarında kırk yıldır yapanların da olduğunu söylüyor. Mustafa Aydemir'de amfora, diğer arkadaşlarında ise su altı malzemeleri (dalgıç başlıkları vb.), seramik ve bronz eserleri ve harita koleksiyonu var. Hepsi bu kadar değil tabi, bu deniz tutkusunun koleksiyon sahibi yaptığı pek çok kişi daha var. Geriye sadece maddi bir destek kalıyor. Bu 'tutkun'lara ise ellerindeki tematik olarak birbirini tamamlayan eserleri bir araya getirerek 'denizcilik müzesi' oluşturmak düşüyor. Denizcilik müzesinden de ne anlaşılması gerektiğini de belirtmeden geçemiyor Aydemir: "Türkiye'de denizcilik müzeleri yok. Sadece Beşiktaş'ta bir askeri deniz (naval) müzesi, Bodrum'da da sualtı müzesi var. Deniz müzesi ise sivil, askeri, sualtı, su üstü ve arkeolojik eserler ile bir deniz akvaryumunu da kapsayan bir şey. Yani Türkiye'de tam manasıyla bir denizcilik müzesi vardır diyemeyiz. İşte biz buna talibiz."

Olası bir denizcilik müzesinin de nasıl olması gerektiğini hayli düşünmüş Mustafa Aydemir. Yatırımcısına para kazandıracak bir müze hayal ettiklerini söyleyen Aydemir, "Durağan, seyirlik, gidilip görüldükten sonra unutulup giden bir müze de olmayacak. Olacaksa beş duyuya hitap etmeli, insanları heyecanlandırmalı ve tekrar gelme isteği uyandırmalı. Özellikle çocukları ve yabancıları kendine çeken, sürprizlerle dolu bir deniz müzesi hayal ediyoruz." diyor. Burada bir noktaya da dikkat çekmeden edemiyor, "Elbette kazanılan para birilerinin cebine girsin değil meselemiz. Geri dönüşümlü olarak müze için kullanılmalı o paralar. Yeni eserler alınmalı, müzenin büyümesi için kullanılmalı, bilimsel araştırmalara destek verilmeli. Aynı zamanda konferanslar, paneller, seminerler ve sergiler de düzenlenmeli."

Müzenin içeriği ise Avrupa'daki benzerlerinden biraz farklı olacak. Orta Asya'dan Balkanlar'a Avrupa'dan Amerika'ya deniz müzeleri ile akvaryumların ayrı ayrı yerlerde olduğunu söyleyen Aydemir, "Biz akvaryumla deniz müzesini birleştirmeyi düşünüyoruz. Bu da dünyada ilk olacak." diyor. Akvaryumda antik batıklar; Roma batığı, Bizans batığı, amforalar ve diğer şeyler de olacak. Bu antik batıklar üzerinde, bir sualtı kazısı nasıl yapılır, uygulamalı olarak gösterilecek. Akvaryumda tropik balıklar değil, kendi sularımızın balıkları olacak.

Denizcilik müzesinde ise her döneme ait eserler kendi bütünlüğü içinde ayrı ayrı sergilenecek. Arkaik, Klasik, Hellenistik, Roma, Bizans, Selçuklu ve Osmanlı dönemlerine ait mekanlarda ziyaretçiler o zaman diliminin dünyasına girecek. Bölümlerde her dönem, giyim kuşamları, yeme içme kültürleri, deniz ticareti gibi kendilerine ait unsurlar ile anlatılacak. Müzenin nereye kurulması gerektiği konusunda ise Aydemir, "Elbette bunlar deniz kentlerinde olmalı. İstanbul bunun için biçilmiş kaftan, Antalya hakeza öyle. İzmir, İskenderun, Samsun ve daha pek çok yer olabilir." diyor.

Kısacası, eğer bu müze projesi hayata geçerse, hem kendi denizcilik tarihimizi, hem bu coğrafyanın yaşadığı bütün dönemleri, hem de dünya denizcilik tarihini anlatacak bir zaman yolculuğuna çıkmaya hazır olun.

***

Hayali denizcilik müzesi kurmak

Bu yıl UNESCO tarafından Katip Çelebi yılı ilan edildi. Ama ne yazık ki birkaç çalışma dışında pek bir şey yapılmadı. Denizle ve denizcilikle bu kadar içli dışlı, ismi denizlerle müsemma isimler yetiştiren bir millet olarak, tam anlamıyla bir denizcilik müzemiz henüz yok. Olanlarsa denize dair ne varsa içermiyor. Amfora koleksiyoncusu Mustafa Aydemir'in tam on yıldır böyle bir hayali var: Denizcilikle ilgili her şeyi kapsayan bir "Denizcilik Müzesi" kurmak.
Zaman Pazar, Yazı: Yavuz Ulutürk, 09.08.2009

LİMANTEPE'DE BATIK HEYECANI





İzmir'in rla İlçesi’ndeki antik Limantepe kazılarında, 17’nci yüzyıla ait tabak yüklü Hollanda ticaret gemisinin izine rastlandı. Kazı Başkanı, Ankara Üniversitesi Sualtı Arkeolojik Araştırma Merkezi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Hayat Erkanal, İskele Mahallesi Gelinkaya Mevkii açıklarında, deniz tabanından iki metre derinlikte bulunan geminin, çok iyi korunmuş durumda olduğunu söyledi.

 

Buraya ağırlık vereceklerini kaydeden Prof. Dr. Hayat Erkanal, şöyle konuştu:

“BU yıl geminin dokümantasyonuna başlayacağız. Aynı  zamanda tamamen temizlenmesi için büyük havuzların ve laboratuvarların yapılması gerekiyor. Önümüzdeki seneye kadar onları tamamlayıp, geminin bulunduğu bölgeyi kazmaya başlayacağız. Yedi yıl içinde de kurulacak olan müzemizde sergilemeyi umut ediyoruz. Toprak altındaki gemi, Bodrum Kalesi’nde sergilenenden daha iyi durumda olacaktır ve daha büyük ilgi çekecektir.”

Milliyet Ege, Haber: Turan Gültekin, 09.08.2009

3 BİN YILLIK MISIR HEYKELİ SANKİ JACKSON'IN BÜSTÜ

 

ABD'nin Chicago kentindeki Field Müzesi'nde sergilenen 3 bin yıllık bir büst, Michael Jackson hayranlarının yeni gözdesi oldu. MÖ 1050 ila 1550 yılları arasında, antik Mısır'daki "Yeni İmparatorluk Dönemi" nde yapıldığı belirtilen büstün bu denli ilgi çekmesinin sebebi ise, büstteki kadın yüzünün 25 Haziran'da hayatını kaybeden popun kralı Michael Jackson'ın yüzüne inanılmaz derecede benzemesi. Bu benzerliğin rastlantısal olamayacağını düşünen bazı hayranları da, Jackson'ın estetik cerrahlarına "Benim yüzümü bu büstteki yüze benzetin" demiş olabileceğini iddia ediyorlar. Popun kralının müzeyi ziyaret edip etmediğine dair ise henüz bir açıklama yapılmadı.

Sabah, 09.08.2009

PICASSO'NUN ÇALINAN GRAVÜRÜ BULUNDU

 

ABD’DE çaldığı Picasso gravürünü satmaya çalışan bir kişi gözaltına alındı.

 

Delaware eyaleti federal savcılığı, Miami’de yaşayan Marcus Patmon’ın, Picasso’nun 1904 tarihli ‘Yoksulların Yemeği - Le Repas Frugal’ adlı gravürünü satmaya çalışırken gözaltına alındığını bildirdi. Patmon’in 20 yıl ceza alabileceği açıklandı. 


Pİcasso'nun 1904’te yaptığı gravür, 22 Mayıs 2008’de Florida eyaletindeki bir galeriden çalınmıştı. Gravürün 300 bin dolar değerinde olduğu tahmin ediliyor. “Yoksulların Yemeği”, Sabancı Müzesi’nde izlenen ‘Picasso İstanbul’da’ adlı sergide de izleyiciyle buluşmuştu.

Milliyet, 09.08.2009

KAZI ÖDENEKLERİ MECLİSİ KARIŞTIRDI





Denizli İl Genel Meclisi’nin önceki gün yapılan oturumuna kazı tartışması damga vurdu. CHP’li üye Huriye Çağlayan, gündem dışı olarak, Buldan Yenicekent’teki Tripolis, Kale’deki Tabea ve Çivril Beycesultan Höyüğü’ndeki kazı çalışmalarına aktarılmak üzere ayrılan 210 bin lira ödeneğin daha sonra neden geri alınarak Laodikya’ya verildiğinin açıklanması için yazılı soru önergesi verdi.


MHP Grup Başkanvekili Cafer Birtürk de bunun üzerine yine gündem dışı söz aldı. Birtürk, kazılara ayrılan ödeneklerin tamamına karşı olduğunu söyledi, şöyle dedi: “Grubum adına konuşmuyorum. Kişisel görüşüm. Biz kimin için kazı yapıyoruz? Yılda üç-beş turist gelecek diye başkalarının tarihini gün yüzüne çıkarmaya çalışıyor ve milyonlarca lira aktarıyoruz. Bana kalsa bir kuruş vermem.”

Milliyet Ege, 09.08.2009


******


LAODIKYA'YA CHP'Lİ ÜYELER SAHİP ÇIKTI





Denizli'de MHP’li İl Genel Meclisi Üyesi Cafer Birtürk’ün, “Elimde olsa bir kuruş bile vermem” dediği Laodikya Antik Kenti’ne CHP’liler çıkarma yaptı.

 

Kazı başkanı Prof. Celal Şimşek’ten bilgi alındı, onlarca heykele ulaşılan çalışmalara destek verildi. Meclisin CHP Grup Başkanı Selahattin Koçdemir, “Buradaki tarih bizim yüzakımız” dedi.

Milliyet Ege, Haber: O. Nuri Boyacı, 14.08.2009


******


MÜTHİŞ BULGULAR





Denizli’nin Eskihisar Köyü’ndeki Laodikya Antik Kenti’nde sürdürülen kazı çalışmalarında 2 bin yıldan daha eski olduğu belirlenen ve dönemin tanrıları olarak kabul edilen 3 ayrı heykel başı bulundu.

 

Hellenistik döneminin en güçlü tanrısı Zeus, bereket tanrısı Artemis ve ana tanrıça Attis’in heykel başlarının bulunması kazı heyetinde heyecan yarattı. Kazı Heyeti Başkanı Pamukkale Üniversitesi Dekanı Prof. Celal Şimşek, tanrı heykel başlarının kaliteli işçilikle yapıldığını, şimdiye kadar bulunan eserler arasında en iyileri olduğunu söyledi. Bu hafta Asapos Tepesi’nde başlayan kazı çalışmalarında üç haykel başını buldukların kaydeden Şimşek, "15-20 santimetre boyundaki heykel başları kazı heyeti tarafından titizlikle temizlendi. Şimdi bu eserlerin gövde parçalarını bulmaya çalışıyoruz. Heykel başlarında çok kaliteli işçilik var. Bu heykel başları Laodikya’da o dönemde heykel atölyesi olduğu ve bu heykellerin orada yapıldığını gösteriyor. Şimdiye kadar bulunan eserler, Laodikya’nın zenginliğini, gücünü, bolluğunu ve bereketini yansıtıyor" dedi.

Hürriyet Ege, Haber: Ramazan Çetin, 15.08.2009

TAŞINMAZ KÜLTÜR VARLIKLARI İÇİN AYRILAN 4 MİLYON 781 BİN 774 TL FON HESABINDA BEKLİYOR





Adana İl Özel İdaresi son üç yılda taşınmaz kültür varlıklarının korunmasına ait katkı payından belediyelerin projelerine toplam 1 milyon 746 bin 245 TL aktardı. Belediyelerin Emlak Vergileri'nden kesilen yüzde 10'luk paydan oluşan fonda biriken 4 milyon 781 bin 774 TL ise yeni projeler için kullanımı bekliyor. Söz konusu kaynaktan bugüne kadar Büyükşehir, Kozan, Sarıçam ve Yumurtalık Belediyeleri yararlandı.

 

Adana Büyükşehir Belediye Başkanı Aytaç Durak, CİHAN'a yaptığı değerlendirmede, belediyeler eliyle kullanılması gereken bu fonun bürokrasiye takıldığını söyledi. Projelerinin hazır olduğunu ifade eden Durak, "Biz belediyeciler başladığımız işi bir an önce bitirmek istiyoruz. Ama devlet memurları bu hızımıza ayak uydurmazlar. Kentte kültür varlıklarının korunması için elimizden geleni yapıyoruz. Versinler bu kaynağı kullanalım." dedi.

 

Seyhan Belediye Başkanı Azim Öztürk ise taşınmaz kültür varlıklarının korunması ve canlandırılması amacıyla meydana gelen bu fonun çok rasyonel bir şekilde kullanılması gerektiğinin altını çizdi. Valilik işbirliğinde bu havuzda biriken parayla tarihi Tepebağ bölgesinde 12 dönüm üzerinde dünyada iki üç yerde örneği bulunan Arkeopark Projesi'ni hayata geçirmeyi planladıklarını belirten Öztürk, kazıların yanında bazı binaların restorasyonunu da içeren bu çalışmanın ilk etabı için 5 milyon 500 bin TL öngörüldüğünü vurguladı. İl Özel İdaresi'nde toplanan emlak vergilerindeki katkı paylarının doğru bir biçimde harcanması için belediyelerin koordineli hareket etme zorunluluğu bulunduğunu anlatan Öztürk, kentlerdeki farklılıkların ve önceliklerin tespitinde titiz davranılmasını istedi.

 

Kozan Belediye Başkanı Kazım Özgan, valiliğe sundukları üç projeden ikisinin kabul edilerek bu fondan yararlanma hakkını elde ettiğini açıkladı. Destekleri için Vali İlhan Atış'a teşekkür eden Özgan, kaynağın yeterince değerlendirilememesini belediyelerin istenen oranda proje üretememesine bağladı. Kozan Kalesi ve sit alan çevresinin düzenleme işinde sözleşme bedelinin yüzde 50'si oranında katkı payı aldıklarını aktaran Özgan, Kozan Hoşkadem Camii, bedesten ve tarihi dükkanları içine alan 3 hektarlık kentsel sit bölgesi için de finansman temin ettiklerini söyledi.

 

Adana Büyükşehir Belediye Başkan Vekili Zihni Aldırmaz, ilçe belediyelerin kültür varlıklarının korunması için toplanan katkı payı kadar, il özel idaresine borcunun bulunduğunu kaydetti. Büyükşehir Belediyesi'nde kurulan Koruma Uygulama Denetim Bürosu'nun (KUDEP) tarihi ve kültürel eserlerin korunması için projeler ürettiğine işaret eden Aldırmaz, kabul edilenlerin yanında Ali Münif Yeğenağa Caddesi'nin Sağlıklaştırılması, sıra konakları gibi projeleri için müracaata bulunduklarını ifade etti. Aldırmaz, "Belediyelerin fonda bekleyen paranın tamamını kullanacak projeleri mevcut. Ama biraz bürokrasi yavaş işliyor. Ayrıca belediye gelirlerinden kesilen bu havuzdan valiliklerde yararlanmak istiyor. Bunun için bir yönetmelik çıkartıldı." şeklinde konuştu.

haberler.com, 08.08.2009

TOSYA BAĞ EVLERİ RESTORE EDİLİYOR

 

Selçuklu ve Osmanlı mimarisinin en güzel örneklerinden Tosya bağ evlerinin Kastamonu Valiliği tarafından restore edilmeye başlanması, Tosya'daki Nalbantoğlu Şirketler Grubu'na da örnek oldu.
    

Şirket, D100 kara yolu Çankırı kavşağındaki bir bağ evini restore ettirmeye başladı. Şirket Yönetim Kurulu 2. Başkanı Hüseyin Nalbantoğlu, AA muhabirine yaptığı açıklamada, bağ ve bağ evlerini restore etmek için hiçbir fedakarlıktan kaçmayacaklarını söyledi.
    

Kastamonu Valiliği'nin turizm hamlesini örnek aldıklarını belirten Nalbantoğlu, valilik tarafından restore edilen bağ evini beğendiklerini, satın aldıkları bir bağevini restore etmek üzere proje hazırlayarak çalışmalara başladıklarını kaydetti. Nalbantoğlu, restore edilen bağ evi sayısını artırmayı hedeflediklerini bildirdi.
    

Tosya İlçesinde yaklaşık bin 800 bağ evi olduğu, bu bağ evlerinden 350`sinin restore edilmek için uygun olduğu bildirildi.

Kastamonu Postası, 08.08.2009

TÜRKİYE'NİN İLK ARKEOLOJİ PARKI BURSA'DA KURULUYOR

 

 

Türkiye'nin ilk arkeoloji parkı, büyükşehir belediyesinin öncülüğünde Bursa'da kuruluyor. Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Altepe, göreve geldikleri günden bu yana tarihi, turistik ve doğal güzelliklerin yaşatılmasına yönelik yaptıkları çalışmaların "Yaşayan Müze Kent Bursa" hedefinin parçası olduğunu ifade etti.

 

Başkan Altepe, "Yedi merkez ilçemizdeki tarihi aksları sağlıklı hale getiriyoruz, türbe, mezar, cami, han ve hamamları restore ediyoruz, Gölyazı ve Kumyaka gibi unutulmuş değerleri ihya ediyoruz." dedi. Başkan Altepe, bu kapsamda Akçalar Aktopraklık'ta İstanbul Teknik Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç.Dr. Necmi Kurul tarafından 5 yıldır devam eden bilimsel kazıların yapıldığı bölgenin arkeoloji park, haline dönüştürülmesiyle ilgili çalışmaların devam ettiğini kaydetti. Aktopraklık'ta yapılan kazılarda yaklaşık MÖ 7000 yıl dönemine dayanan yerleşik alanın ortaya çıktığına dikkati çeken Başkan Altepe şu bilgileri verdi: "Yalnızca Bursa'nın tarihi geçmişi ile değil Anadolu'nun geçmişine de ışık tutacak bilgi ve buluntular bizleri heyecanlandırmaktadır. Bu kapsamda söz konusu üniversitenin önerileri doğrultusunda geliştirilen Türkiye'nin ilk kapsamlı arkeolojik parkının oluşturulması noktasında tüm desteğimizi veriyoruz. Bursa'nın yaşayan müze kenti olması yolunda bu çalışmanın önemli olduğuna inanıyoruz. Bu çalışmanın Bursa turizmi açısından hem bir açılım hem de bir kazanım olduğuna inanıyoruz."

 

İTÜ Öğretim Üyesi Doç.Dr. Necmi Kurul da yapılan kazılarda tarih öncesi yerleşimin daha iyi anlaşılması amacıyla izleme kulelerinin kurulmasının planlandığını belirterek, bu konuda kendilerine destek olan Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Altepe'ye teşekkür etti.

Zaman, Haber: Adem Elitok, 08.08.2009

UŞAK'TA TARİHİ EVLERE YENİLEME

 

Uşak Belediyesi, kentteki yıkılmaya yüz tutmuş, kullanılmayan tarihi evleri yenileyip turizme kazandırmak için kolları sıvadı.

İlk etapta Kültür  ve Tabiat Varlıklarını Koruma, Uygulama ve Denetim Bürosu kurulacağı belirtildi. Kentteki 100’e yakın kültür mirası evin ayağa kalkmayı beklediğini belirten Başkan Ali Erdoğan, “Hepsi de aslına uygun olarak restore edilecek. Uşak’ın tarihi yüzü ortaya çıkacak” dedi.

Milliyet Ege, 08.08.2009

RUM AŞIKLAR AZİZ MEZARINI MAĞDUR ETTİ

 

Kıbrıs Rum kesiminde mutsuz aşıkların, taşlarını kopara kopara dertlerine medet umdukları azizin mezarı yok olma tehlikesiyle karşı karşıya.

 

Mezarın bulunduğu Arodes Köyünün başkanı Matthaios Stefanu, aşktan yana dertli olanların, ismi "aşık" anlamına gelen Aziz Agapitikos'un köydeki kilisenin avlusunda bulunan mezarından yüzyıllardır parçacıklar alarak, bunu aşk iksirlerinde kullandıklarını anlattı.

Mezarın neredeyse dörtte birinin yok olduğunu belirten Stefanu, "Birçok insan bunun işe yaradığını söylüyor. İnsanlara ne olduğunu bilmiyorum, ama son birkaç yıldır taş alabilmek için bu mezara akın ediyorlar" dedi.

Köylülerin, daha geçenlerde bir grup insanın neredeyse yarım kiloluk bir taşla mezardan ayrıldığına şahit olduğunu ifade eden Stefanu, böyle giderse mezardan geriye bir şey kalmayacağına dikkati çekti.

Kıbrıs Rum kesiminde faaliyet gösteren tarihi eserler kurumu başkanı Maria Hacikosti ise yapabilecekleri tek şeyin, mezardaki tahribatı tespit ederek bundan böyle daha fazla zarar verilmesini önlemek olduğunu söyledi.

Cnn Türk, 07.08.2009

KORDON'UN CUMBALI EVLERİ ONARILIYOR

 

Sekiz bin yıllık zengin geçmişiyle dünya kenti olma hedefi güden İzmir’de, gözler hangi köşeye dönse bir başka güzellik görüyor. Her dönemde şehrin vitrini olma özelliğini koruyan, Körfez’e nazır Alsancak’ta da Türk ve Rum mimarisinin birbirinden seçkin örnekleri yer alıyor. Yıllara inat ayakta duran, ancak çok da yıpranan cumbalı evler de onlardan... Birinci derece koruma altındaki bu tarihi binalar için restorasyon izni çıktı. Sahipleri, çalışmalara başladı. Şimdi her biri, İzmir’in inci gerdanlığı Birinci Kordon’da, o eski ihtişamlı günlerine geri dönme yolunda tek tek onarılıyor.

Milliyet Ege, 07.08.2009

ÇEVRECİLER TEOS ANTİK KENTİNİ TEMİZLEDİ

 

İzmir'in Seferihisar İlçesi<2nde bulunan Teos Antik Kenti'nin temizlenmesi ve en kısa zamanda turizme kazandırılması için Seferihisar Belediyesi temizlik ekipleri, Çevre Koruma Derneği ve halktan çok sayıda gönüllü, tarihi mekanı pırıl pırıl yaptı. Sığacık Yat Limanı'nın açılmasıyla önemi daha da artacak olan Teos Antik Kenti'nin çevre düzenlemesi çalışmalarına, sivil toplum kuruluşları da katıldı.
 

Ege kıyılarındaki en önemli antik kentlerden biri olan, ancak yılda 1700 ziyaretçisiyle, en az ilgi gören ören yerlerinden olan Teos Antik Kenti, İzmir Valisi Cahit Kıraç ve CHP'li Seferihisar Belediye Başkanı Tunç Soyer'in duyarlı çalışmaları sonucu nihayet hak ettiği değeri bulmaya başladı. Teos'taki tarihi zenginliğin bugün kadar değerlendirilememiş olmasının, Seferihisar'ın turizm potansiyeli açısından büyük kayıp olduğunu vurgulayan Başkan Soyer, en kısa zamanda arkeolojik kazıların yanı sıra çevre düzenlemesinin de tamamlanacağını bildirdi. Soyer, antik kente giden yolda da düzenlemeye gidileceğini sözlerine ekledi.

Yeni Asır, 07.08.2009

BİR ULUSAL OPERANIN BİLANÇOSU: SEKİZ HÜKÜMET, 16 BAKAN VE YARISI KAPALI 60 SENE





Atatürk Kültür Merkezi ile ilgili çalışan mimarlar inisiyatifi tarafından 5 Ağustos 2009 Çarşamba günü Pera Müzesi’nde düzenlenen panelde genel vurgu, yapının yenilenmesinin ardından kamusal bir buluşma / karşılaşma mekanı olarak daha çok faaliyet göstermesi gerektiği üzerineydi.

Atatürk Kültür Merkezi’nin geleceği için çalışma grubu oluşturuldu. Yapının özgün yapısına sadık kalınarak korunması, elektromekanik sistemlerinin güncellenmesi ve kullanım performansının geliştirilmesi çalışmalarına dair uygulama sürecini ve gelişmeleri değerlendirmeye çalışacak inisiyatifin ilk toplantısı ise, 5 Ağustos 2009 Çarşamba günü Pera Müzesi’de gerçekleştirildi. Düzenlenen panelin konuşmacıları Murat Tabanlıoğlu, Mete Tapan, Doğan Tekeli, Tansel Korkmaz, Serhat Ada ve oturum başkanı İhsan Bilgin, AKM’nin geleceğini yurtdışından örnekler ile karşılaştırmalı olarak tartışmaya açtılar.

İhsan Bilgin’in katılımcıları tanıttığı ve AKM – Taksim dönüşüm tarihine değindiği ön konuşmasının ardından ilk sözü, İstanbul 2010 Ajansı desteği ile yapının yenilenmesi projesinde görevlendirilen Tabanlıoğlu Mimarlık’tan Murat Tabanlıoğlu aldı. Konuşmasının başında Oslo Operası, Kopenhag Operası ve Royal Opera gibi örneklere yer veren Tabanlıoğlu, çevre ile bütünleşmenin bu gibi yeni ve yenilenmiş yapılarda taşıdığı önemin altını çizdi. Tabanlıoğlu, kamuoyuna sunulan cephe ve perspektif görsellerinin ötesinde yapı ve planlama detaylarını paylaştığı konuşmasında, AKM’nin şu anki durumuna yönelik kritik eleştirilerde de bulundu. Girişlerin ortak hale getirileceğini, prova salonlarının yenileneceğini, sanat galerisinin güncellenmesinin söz konusu olduğunu dile getiren Tabanlıoğlu, yapının restorasyonunun “bir makyaj değil, okşama” olacağını, günümüz teknolojisinin uzun ömürlülük odaklı olarak kullanılacağını söyledi. Tabanlıoğlu buna bağlı olarak üç kritik noktaya, yangın korunumu, iklimlendirme ve ısı korunumu ile akustik şartlara vurgu yaptı.

Panelin ikinci konuşmacısı Mete Tapan, koruma kurullarında yıllardır sürdürdüğü görevinden hareketle AKM’nin yıkılması, yenilenmesi ve yenilenmesinin durdurulması kararlarına bir bakış attı. Bugün yapının hala ayakta olmasını sivil toplum kuruluşlarına borçlu olduğumuzu belirten Tapan, bu süreçten en çok İstanbul ve İstanbulluların zarar gördüğünü, kentin iki senedir operasız kaldığını dile getirdi. Tabanlıoğlu Mimarlık’ın projesinde yapılan işin –kimileri badana boyadan ibaret sansa da- bilimsel ve doğru olduğunun altını çizen Tapan, parası, yasası, işin uzmanı sorumluluları olan bir projede bir adım ileri gidilememesinin vahim olduğunu ekledi.

AKM’nin başından bugüne tanıklık ettiği hikayesini esprili bir dil ile paylaşan Doğan Tekeli, Tabanlıoğlu’nun açılışına dek 20 sene uğraştığı yapının akıbetinin ve aynı açıklamayı yaparak, aynı raporları vererek geçirdiği sürecin Türkiye’nin “bir mimari dram ülkesi” olduğuna işaret ettiğini belirtti. Tekeli, Hayati Tabanlıoğlu’nun yıllar süren uğraşılarına dair anekdotlar da aktaran Tekeli, mimarın “yakarsınız” diyerek raporlar sunmasına rağmen gerekli önlemlerin alınmadığını, sonuç olarak 1970 yılında yapının yandığını ve yine Tabanlıoğlu’nun sorumlu tutulduğunu hatırlattı. Tekeli, bir buçuk sene davalarla uğraşan ve neticede aklanan Tabanlıoğlu’na binayı yeniden gerçekleştirme teklifi geldiğinde mimarın kendisi ile konuşarak “Sen olsan ne yapardın?” diye sorduğunu paylaştı.

Doğan Tekeli, 63 milyon TL’ye mal edilmesi beklenen yenilenmenin, yurtdışındaki benzerlerine kıyasla ne denli kısıtlı bir bütçeye sahip olduğunun da altını çizdi.

AKM çalışma grubunun düzenlediği paneldeki bir diğer konuşmacı, Tansel Korkmaz da sunumunu yapının çevresi ve kamu ile ilişkisi üzerine kurdu. Karşılaşma mekanlarının küresel kentlerdeki önemine dikkat çeken Korkmaz, Taksim’in bu anlamda önemli, AKM’nin ise şanslı olduğunu dile getirdi. Yıllarca kentsel hareketliliğe mesafeli duruşu nedeniyle kentsel ölçekte ulaşılmaz bir duvar gibi algılanan AKM’yi “fildişi kule”ye benzeten Korkmaz, yeni düzenlemede yapının, kamusal mekanın tüm akıcılığını davet ve kabul etmesi gerektiğini belirtti. Korkmaz bunun, yapı kesitlerine müdahale edilerek mümkün kılınabileceğini söyleyerek yalnızca mevcut yapı kurgusunu değil, Tabanlıoğlu’nun yenileme projesini de eleştirdi. Korkmaz, projenin söz konusu müdahalelerde az bile kaldığını, daha cesur olmasının beklendiğini açıkladı.

Panelin son konuşmacısı olan Serhan Ada, “23 yıl geçti ve nihayet açılıyor” şeklindeki Hayati Tabanlıoğlu alıntısı ile başladığı sunuşunda Tabanlıoğlu’nun AKM’ye ilişkin notlarını aktardı. Sekiz hükümet, 16 Bayındırlık Bakanı görmüş, 30 sene kapalı 30 sene açık kalmış bir yapının ülkenin mimarlık ve siyaset ortamı hakkında pek çok şey söylediğini vurgulayan Ada, AKM’nin adının koymamız ve bu binanın “ulusal opera”mız olduğu gerçeğini göz önüne almamız gerektiğini ekledi. Kamuya ait olması gereken AKM’ye dair tüm sorunların da ülkenin kültür politikası ile ilgili olduğunu belirten Ada, Avrupa’da bu gibi sorunların hep krizlerin aşılması ile bertaraf edildiğini hatırlatarak “Umarım biz de bunu sağlayabiliriz” temennisinde bulundu.

Mimarizm, Yazı: Seda Kayım, 07.08.2009


******


"AKM ASLINA UYGUN YAPILSIN"




AKM’nin yenileme projesinde giriş katından merdivenle inilen küçük bir konser salonu da var.


Atatürk Kültür Merkezi’nin (AKM) ihalesini iptal eden mahkeme kararının arkasında İstanbul Bölge İdare Mahkemisi’nde dava açan KESK’e bağlı Kültür Sanat Sendikası var. Sendika, “tadilat bahanesiyle AKM’nin yok edilmek istendiğini” savunuyor.


Sendika’nın başvurusu üzerine konuyu görüşen mahkeme, “Yapılan düzenleme ile koruma grubu 1 olan yapının günümüze ulaşmış sosyo-kültürel, tarihi kimliğini oluşturan mekansal, biçimsel, yapısal özellikleri ile çevre içindeki özgün konumunun korunmadığı”na karar verdi ve AKM’nin ihalesini iptal edip, yürütmeyi durdurdu. Davayı açan Kültür Sanat Sen Başkanı Yavuz Demirkaya ile AKM hakkında görüştük. Demirkaya, AKM’nin Cumhuriyet döneminin simgesi ve Taksim Cumhuriyet alanını oluşturan temel öğelerden biri olduğunu vurguluyor. 

Mevcut bir avan proje hazırlanmış ve onaylanmışken, yedi ay sonra çok farklı yeni bir projenin aynı kurul tarafından onaylandığını ifade eden Demirkaya, “Bu durum anlaşılır gibi değildir” dedi ve şöyle devam etti: “Bu proje, AKM’yi ticari bir mekan olarak kullanmak fikri üzerinden değiştirmek, daha da kötüsü özelleştirmenin yolunu açmak anlamına geldiği açıkça gözlenmektedir. Kültür ve Turizm Bakanlığı, AKM’nin günümüze ulaşmış sosyo-kültürel ve tarihi kimliğini oluşturan mekansal, biçimsel ve yapısal özellikleri ve çevre içindeki özgün konumunu koruyacağına, yapılan değişikliklerle adeta yok etmek istemektedir. AKM adeta yıkılmadan, tamamen değiştirilerek yasal engeller aşılmak istenmektedir ve sıradan bir bina gibi yap-işlet-devret mantığında projelendirilmiştir. Aspendosları, Efesleri, Sideleri, Fasalisleri ve Olimposları aynı tehlikeler beklemektedir.”

Sendika ne istiyor?
Demirkaya, “Biz birilerinin ekmeğine yağ sürmek amacıyla bu davayı açmadık,” diyor: “Mahkemenin verdiği bu karardan dolayı mutlaka birileri sevinecek, birileri de üzülecektir. Fakat işin aslı böyle değil; bizim aldırdığımız karar tadilatın yapılmasını hızlandıracak ve daha iyi, aslına uygun bir AKM’nin ortaya çıkmasını sağlyacaktır. Hiçbir şekilde, hiçbir zaman sendikamız AKM binasının yıkılmasını istememiştir, tam tersine karşı durmuştur.  Sendikamız, SİT alanı içinde bulunan tarihi bir binanın yıkılması değil, diğer Avrupa ülkelerinde olduğu gibi aslına uygun bir bilimsel yaklaşımla yapılmasını istemektedir.”


Kültür-Sen’in mahkemeye gönderdiği başvuru dilekçesinde AKM için tasdikli bir avan projesi varken çok farklı yeni bir projenin hazırlanıp onay alındığı belirtiliyor ve yeni bir avan proje için tadilat adı altında onay alınmasının mevzuata aykırı olduğu belirtiliyor.


Ön cephenin ekran olmasına karşı çıkılıyor ve buraya yansıtılacak görüntülerin değişecek olması da eleştiriliyor. Bu uygulamanın Taksim gibi önemli kentsel SİT alanında, 1. derecede tescilli simgesel bir kültür varlığı yapısının her an başka bir cephe görüntüsü yaratmasının yasalara ve mevzuata aykırı olduğu savunuluyor.


Cephede, merdivenlerde, fuayelerde yapılan değişiklikler, boyahanelerin kaldırılması, sanat galerisinin düzenlemesinin edğiştirilmesi, bale çalışma salonunun restoran yapılması, gibi değişiklikler “merkezin işleyiş ve sanatsal faaliyetlerini olumsuz yönde etkileyecek şekildedir,” deniliyor.

Mahkeme ne dedi?
İstanbul 9. İdare Mahkemesi, AKM’de yapılan bilirkişi incelemesinin ardından “Yapılan düzenleme ile koruma grubu 1 olan yapının günümüze ulaşmış sosyo-kültürel, tarihi kimliğini oluşturan mekansal, biçimsel, yapısal özellikleri ile çevre içindeki özgün konumunun korunmadığı, ilke kararlarına uygunn davranılmadığı anlaşıldığından tesis edilen işlem ile eski avan proje tadilatında hukuka ve meziata uygunluk bulunmamaktadır” dedi. 

Yenilenmeli mi yıkılmalı mı?
* TAKM’nin temeli 1946’da atıldı. 1956 yılına kadar ödenek olmadığı için ilerlemedi.
* 1957’de Hayati Tabanlıoğlu binayı opera yerine kültür merkezi olarak projelendirdi.
* 1969’da ilk açılış yapıldı.
* Bina 27 Kasım 1970’te Cadı Kazanı oyunu sırasında yandı. 
* 1977’de ikinci açılış yapıldı.
* 6 Ocak 1999’da Anıtlar Kurulu Tescil kararı verdi. Kültür Bakanı İstemihan Talay’dı. Bakanlığın isteği üzerine Tabanlıoğlu tarafından yenileme konsepti önerisi hazırlandı.
* 2005 yılında Kültür Bakanı Atilla Koç binanın ekonomik ömrünü tamamladığını bu nedenle yıkımdan başka çare olmadığını söyledi. Sanatçılar eylem yapmaya başladı.
* 2007 yılında Ertuğrul Günay’ın Kültür Bakanlığı sırasında Ekim ayında AKM’nin yıkılıp
yeniden yapılacağı kararı TBMM’den geçti.
* 2007 Kasım ayında, Koruma Kurulu AKM’yi birinci grup kültür varlığı olarak tescilledi.
* Kasımda İstanbul 2010 hakkında kanun yayımlandı. AKM’nin ‘yıkılması’ yerine ‘yenilenmesi’ ifadesi kanunda yer aldı.
* 2007 yılının son altı ayı çeşitli toplantılarla AKM’nin nasıl ‘yeniden yapılacağı’ tartışıldı.
* Ekimde Tabanlıoğlu ve 2010 Ajansı arasında protokol imzalandı.
* 24 Aralık 2008’de Koruma Kurulu binanın yenilenme projesine onay verdi.
* 8 Mayıs 2009’da uygulama projelerine kültür bakanlığı onay verdi.
* 5 Haziran’da ihale ilan edildi, 23 Temmuz’da ihale sonuçlandı.
* Temmuz 2009’da İstanbul Bölge İdare Mahkemesi ihaleyi durdurdu.

Radikal, Haber: Behzat Miser, 08.08.2009


******


BİR ACIKLI HİKAYENİN KAHRAMANI





Atatürk Kültür Merkezi (AKM) ihalesi geçen ay mahkeme kararıyla durdurulunca, İstanbul’un bu önemli ve talihsiz kültür yapısında hikaye tekrar başa dönmüş oldu. Tekrar AKM’nin yenileme projesi, 2010’a yetişip yetişmeyeceği, hatta ‘yıkılması’ konuşulmaya başlandı.


Hatırlanacağı üzere, dört yıl kadar önce AKM’nin yıkılması gündeme gelmiş, sanatçılar sokaklara dökülmüş, epeyce bir tartışıldıktan sonra, bu yorgun yapının yenilenmesine karar verilmişti.

Yasayla, 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı’nın sorumluluğuna verilen AKM’nin yenilenmesi projesi, Tabanlıoğlu Mimarlık’a verilmişti. Ancak bu projeyi de ‘koruma prensiplerine’ aykırı bulan mahkeme, yürütmeyi durdurma kararı verdi. Böylece zaten 2010 yılının sonuna yetişmesi beklenen AKM’nin, ne zaman tamamlanacağı ve İstanbul’un salon sorunun nasıl çözüleceği yine belirsizleşti.


5 Ağustos Çarşamba günü, yenileme projesinin sorumluluğunu üstlenen 2010 ekibi ve mimar Murat Tabanlıoğlu herkese açık bir toplantı düzenlediler. Sorular ve eleştirilerle zaman zaman gerginleşen bir atmosfere dönüşen toplantıda Koruma Kurulu’nun başkanı Prof. Mete Tapan’ın “Bu proje bilimsel ve doğrudur,” sözleri dikkat çekti. Toplantıda 2010 Ajansı’ndan Serhan Ada ve Ajansın Yönetim Kurulu Başkanı Şekip Avdagiç de söz aldılar.

Tabanlıoğlu: Değişiklik dıştan anlaşılmayacak
Yurtdışından benzer kültür merkezi ve opera binası örneklerinden de bahseden Murat Tabanlıoğlu, asıl amaçlarının binayı Taksim’le ve halkla geçişken kılmak olduğunu vurguladı. Tabanlıoğlu hem yurt içinden hem de yurt dışından uzmanlardan oluşan bir ekiple çalıştıklarını ve AKM’nin yapımında yer alan teknik ekipten hayatta olanları da ekibe dahil ederek beş ayda projeyi tamamladıklarını aktardı. Projede, binanın yıllar içindeki kullanımı sırasında işlevsiz hale gelen ana kapısının tekrar eski işlevine kavuşturulmasının öngörüldüğünü kaydeden Tabanlıoğlu, ayrıca en üst kattaki restoranın sadece çalışanların ve sanatçıların değil herkesin girebileceği hale getirileceğini söyledi. Bu restoranın, kentin panoramik manzarasını gözler önüne serdiğinin altını çizen mimar Murat Tabanlıoğlu, “Cam fanus şeklindeki bir asansörle çıkılacak bu restoran İstanbul’un yeni buluşma noktası olacak” dedi.


Murat Tabanlıoğlu, büyük sahnenin 21. yüzyıl gerçeklerine uygun olarak dijital teknolojiyi de kapsayacak şekilde düzenleneceğini, güvenlik girişi için binanın dışında cam bir bölüm yapılacağını ama tüm bu düzenlemelere rağmen binanın dışında çok fazla oynama yapılmayacağı için dışarıdan fazla bir değişiklik hissedilmeyeceğini anlattı.

Prof. Tapan: Bu hal kabul edilemez
Prof. Mete Tapan, “Belli kesimlerin bu projeye karşı maalesef itirazları olmaktadır. Yenileme olarak sadece boya-badana gibi işlerin yapılmasını istiyorlar, ama binayı koruma açısından yapılan iş bilimseldir, doğrudur. Bu projeyi gerçekten önemli, dünya çapında bir mimara teslim ettik ki bu özelliğini babasından aldı. Ortada bir proje var, en iyi uzmanlar tarafından denetleniyor, ama bir adım dahi atamıyoruz. Bu nedenle hepimizin yıllardır sanattan uzak kalmamızı ben hiçbir şekilde kabul edemiyorum. AKM yenileme ihalesinin yürütmesi mahkemede bilirkişinin öngörülen değişikliklerin koruma kurallarına uymadığı yönünde rapor vermesi üzerine durduruldu. Kelime kelime her şeyi değerlendirirseniz badana-boyadan başka hiçbir şey yapamazsınız” diyor.

Avdagiç: İnsanlar rahatça girebilmeli
Şekip Avdagiç, temel düşüncelerinin halkı sanatla bütünleştirmek ve İnsanlar İstiklal’de bir mağazaya nasıl rahatça girebiliyorlarsa bu binaya da öyle rahatlıkla girebilmelerini sağlamak olduğunu söyledi. Kentte sanatın, sadece özel kuruluşların işletmesindeki mekanlara indirgendiğini ve bir anlamda sadece seçkinlerin ulaşabildiği bir yapıya büründüğünü ifade eden Avdagiç, sanatın halka ulaşabilmesinde kamu kurumlarının büyük önemi bulunduğunu aktardı. Avdagiç, “Proje, sanatın özelleşmesine, ticarileşmesine, kamu hayatından sökülüp atılmasına karşı bir yerde bir meydan okuma olacaktır. Karşımızda engeller olsa da biz bu projeyi tamamlayacağız. Projeyi üç defa Koruma Kuruluna sunduk. Biz projemize inanıyoruz. Sonuçtan herkesin memnun olacağına eminiz” diye konuştu.

Ada: Önemli olan işletebilmek
Serhan Ada ise AKM’de asıl meselenin işletilmesi olduğunun ve eğer işletmesi değiştirilmeyecekse binanın yenilenmesinin anlamı olmadığının altını çizerek, kültür merkezinin halkla bütünleştirilmesi için yapılan çalışmaların yoğunlaştırılması gerektiğini söyledi.

Radikal, 08.08.2009


******


AKM'Yİ KAFETERYA YAPMAK İSTEYENLERE RED

 

TMMOB Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şube Başkanı Eyüp Muhcu, Atatürk Kültür Merkezi’nin (AKM) yenileme projesine, yürütmenin durdurulması kararının yerinde olduğunu belirterek, “AKM, korunması gerekirken, amacı dışında dönüştürülmek isteniyor” dedi. İstanbul 9. İdare Mahkemesinin, AKM’deki proje tadilatının yürütmesinin durdurulmasına ilişkin 3 Temmuz 2009 tarihinde verdiği kararı değerlendirdi.

AKM’nin, yapıldığı dönemde Avrupa’nın 2’nci, dünyanın da 4’üncü büyük opera binası olduğunu, binanın 1. sınıf tescilli korunması gereken kültür varlığı niteliği taşıdığını da kaydeden Muhcu, “İstanbulluların beklentilerini karşılayan bir karardır” dedi. AKM’nin, adeta bir kahvehane, kafeterya gibi tadilatla dönüştürülmek ve ticarileştirilmek istendiğini savunan Eyüp Muhcu, bu dönüştürme işleminden İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı’nın sorumlu olduğunusöyledi. Uluslararası Plastik Sanatçılar Derneği Başkanı ressam Bedri Baykam da AKM’nin 20. yüzyılda Türkiye’nin mimarisi ve sanatını temsil eden en önemli buluşma merkezi olduğunu belirterek, “AKM’ye reva görülenler, sanatı izole etmeye ve yok etmeye yönelik girişimlerdir” dedi. Tiyatro Oyuncuları Meslek Birliği (TOMEB) İstanbul temsilcisi Orhan Kurtuldu da hukukun da verdiği kararla AKM’nin özgün yapısının değiştirilemeyeceğine hükmettiğini kaydetti. Nazım Hikmet Kültür Merkezi temsilcisi sanatçı Orhan Aydın da AKM’nin 2010 yılına hazırlanması gibi bir çabanın söz konusu olmadığını ileri sürerek, “AKM, bir yılı aşkın zamandır boş olduğu halde hiçbir çalışma yapılmadı” diye konuştu.

Vatan, 11.08.2009

Ephesus (National Geographic, Aralık)
...1908




2 - 8 Ağustos 2009

BARAJ SULARI KAZIYI SARDI

 

Aksaray’daki Mamasın Barajı’nın sularının yükselmesiyle birlikte 7 bin yıllık geçmişe sahip Güvercinkayası kazı alanı çevresinin sularla kaplandığı, barajın tamamen dolması durumunda kazı alanının da sular altında kalabileceği bildirildi.

 

Güvercinkayası Kazı Başkanı ve İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Prehistorya Anabilim Dalı Başkanı Prof.Dr. Sevil Gülçur, orta kalkolitik dönemden bugünlere ulaşan Güvercinkayası’nın İç Anadolu’daki kale kent modelinin bilinen ilk örneği olduğunu söyledi. Güvercinkayası’nda bu yılki kazı çalışmalarına 1 Ağustos’ta başladıklarını ve kazının uluslararası bir ekiple sürdürüldüğünü ifade eden Gülçur, ‘’Bu sene kazılarda yurt dışından gelen arkeologlarla birlikte 30 kişilik bir bilim ekibi ve çoğunluğunu köyden gelen kızların oluşturduğu 20 kişilik bir işçi ekibiyle çalışıyoruz’’ dedi. Güvercinkayası’nın Mamasın Barajı alanı içinde olduğunu anlatan Gülçur, ‘’Bu yıl yağışların etkisiyle kışın Mamasın Barajı içinde kalan Güvercinkayası’nın çevresi yaz aylarında da yarımada şeklinde baraj sularıyla kaplandı’’ dedi.

Anayurt Gazetesi, 07.08.2009

KAZI ÇALIŞMALARI BAŞLADI

 

 

Samsun'un Vezirköprü İlçesi'nde bulunan Hititler'in kutsal şehri Nerik için kazı çalışmaları başladı.


Vezirköprü Oymaağaç Köyü'nde başlayan kazı çalışmaları, ziyaretçi akınına uğruyor. Höyüğü ziyarete gelenlere kazı çalışmaları hakkında bilgi veren Berlin Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Doç.Dr. Rainer Czichon, Hititler'in en kutsal yeri olarak bilinen 'Nerik Kutsal Şehri'nin ortaya çıkarılması için 2006 yılından beri çalışmaların devam ettiğini ifade etti. Oymaağaç Höyük'te kazı çalışmalarını yürüten Doç.Dr. Rainer Czichon, "Bütün krallar kral olmak için buraya gelmişler, hava tanrıya kurban kesmişler gerçek kral olmak için. O yüzden burası gerçek Nerik olursa çok şanslıyız. Şu anda kesin bir şey demiyoruz. Ama çivi yazılı tabletler bulunması güzel bir işaret, burası mutlaka önemli bir yer, yoksa tabletler olmayacaktı. Truva kazısında şimdiye kadar küçük bir mühür bulundu, çivi yazılı başka bir şey yok. Alacahöyük 2 tane çivi yazısı tabletle bulundu. Bu yer Hititler'in en kuzey şehri. Burada Hitit İmparatorluğu'na ait malzemeler bulduk" dedi.


Kazı çalışmalarının ne kadar süreceği konusunda kesin bir cevap veremeyen Berlin Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Doç.Dr. Rainer Czichon, şimdiye kadar kazılarda çıkan çeşitli kaplar, hava tanrısının sembolü olan boğa figürü, dini törenlerde kullanılan küçük kaplar, çivi yazılı tabletler ve eserlerin Samsun Arkeoloji Müzesi'nde sergilendiğini söyledi. Oymaağaç Köyü'nde bulunan höyükte yürütülen bu yılki kazıların 4 Ekim'de sona ereceği belirtildi.

Samsun Kent Haber, 07.08.2009

GÖLYAZI'NIN TARİHİ AYAĞA KALKACAK

 

 

Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Altepe, Meclis Üyesi Abdullah Karadağ, Genel Sekreter Yardımcısı Bayram Vardar ve Projeler Koordinatörü Aziz Elbas'la birlikte Gölyazı'da incelemelerde bulundu.

AKP Nilüfer İlçe Başkanı Metin Düvencioğlu ile Nilüfer Meclis Üyesi Ethem Şahin`in de eşlik ettiği incelemelerde Başkan Altepe, Bayır Mahallesi Muhtarı Ali Öksüz ile Merkez Mahallesi Muhtarı Fevzi Üner'den bölgenin eksiklikleriyle ilgili bilgi aldı. Vatandaşlarla sohbet ederken, gölün etrafını baştan sona dolaşan Altepe, Gölyazı'nın Bursa için çok önemli bir yerleşim merkezi olduğunu belirterek, “Gölyazı Bursamızın turizmi açısında oldukça önemli ancak bu potansiyeli değerlendirilemeyen bir değer. Gölyazı'nın lokal anlamda yapılarının ayağa kaldırılmasından ziyade bütünsel olarak ele alacağız. Yapacağımız çalışmalarla Gölyazı'nın 7 bin yıllık tarihini öne çıkartacağız” dedi.

Bursa Olay, 07.08.2009

AKM'YE TOPKAPI SARAYI MUAMELESİ YAPILIR MI?





İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti projeleri kapsamında tadilat yapılması planlanan ve 13 aydır kapalı olan Atatürk Kültür Merkezi (AKM) üzerindeki tartışmalar devam ediyor. Konu önceki gün Pera Müzesi’nde yapılan panelle bir kez daha masaya yatırıldı. 1 Haziran 2008’de boşaltılan binada tadilatın başlamaması, üstelik, Tabanlıoğlu Mimarlık tarafından hazırlanan avan proje için Kültür Sanat-Sen tarafından açılan dava sonunda, İstanbul 5. İdare Mahkemesi’nce yürütmeyi durdurma kararının alınması, AKM’nin akıbetinin ne olacağı sorusunu yeniden gündeme taşıdı. Mahkeme, hazırlanan avan proje tadilatında hukuka ve mevzuata uyarlılık bulunmadığı gerekçesiyle yürütmeyi durdurma kararı aldı.


AKM, İstanbul Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu tarafından ‘birinci grup anıtsal yapı’ olarak tescillenen ve koruma altına alınan bir yapı. Bu gruptaki diğer yapılar arasında Topkapı Sarayı, Dolmabahçe Sarayı, Ayasofya ve Süleymaniye de bulunuyor.

 

Kültür Sanat Sen Genel Başkanı Yavuz Demirkaya, AKM’nin tamamıyla yasa ve mevzuatlar çerçevesinde, tarihi, sosyolojik dokusu bozulmadan onarılması gerektiğini düşündükleri için dava açtıklarını belirterek, “Daha önce de girişimlerde bulunduk ama kimse bizi muhatap almadı. Son çare olarak bu davayı açtık. Bu yürütmeyi durdurma kararı aldırarak AKM’nin tamamlanma sürecini uzattığımız için suçlanıyoruz. Oysa bu bina Haziran 2008’de boşaltıldı ve Temmuz 2009’a kadar hiçbir şey yapmadılar” dedi. Demirkaya, avan projede karşı çıktıkları noktalardan bazılarını da şöyle sıraladı: “Dış ve iç cephelerde oynamalar var. Boyahanenin, terzihanenin dışarı çıkarılması büyük sorun. Çünkü şu anda dekorlar boyahaneden kolaylıkla sahneye iniyordu.

Bale salonunu kaldırıyor ve restoran yapıyorlar. Bu restorana da dışarıdan bir asansörle ulaşılacak. Bu dış cepheye müdahaledir. Döşemelerinden tutun seramiğine, salonun balkonlarının yapılıp yapılmamasına kadar müdahalede bulunuyorlar.”


2 No’lu İstanbul Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu Başkanı Prof.Dr. Mete Tapan ise şunları vurguluyor: “Birinci grupta Dolmabahçe, Topkapı gibi yapılar vardır. Ama siz AKM’ye bir Süleymaniye Camii, Topkapı Sarayı gibi yaklaşamazsınız. AKM bir simge yapı. Dolmabahçe, Süleymaniye zaten mimari bakımdan değerleri çok yüksek yapılar.


Halbuki AKM’nin esasında dünya mimarlık literatüründe çok yeri yok. Kurullar, güncelleşmesi gereken binalar varsa ona izin vermeliler. Eğer bu yürütmeyi durdurma kararını değerlendirirsek AKM’de sadece boya badana yapılabilir. Başka bir şey yapılamaz demektir o. Birinci grupta yer almasına rağmen biraz daha esnek davranmamız gerekiyor AKM’nin tadilatına.”

 

Uzmanlar ne diyor?
Orhan Kurtuldu (Tiyatro Meslek Birliği İstanbul Temsilcisi) Bu dava, AKM’de tadilat gerekçesiyle yapılmak istenen kanun dışı müdahaleyi önlemek için açıldı. Koruma ilkeleriyle tescilli bir bina olan AKM’de yapılmak istenen tadilat binanın simgesel değerini ortadan kaldıracak. Böyle bir müdahale yapamazsınız diyor koruma kurulu. AKM’nin ana girişinde büyük bir yıkım gerçekleştiriliyor, orada yeni bir alan yaratılıyor. Bunun amacı ne? Sanata hizmet ediyor mu? Hayır. Orada ticari bir alan oluşturulacak. Böylesine büyük bir müdahale korumaya alınmış bir binaya yapılamaz.

 

Doğan Tekeli (Mimar) Bence buradaki yürütmeyi durdurma kararı çok sert bir karar. Anıtlar Kurulu’nun AKM’yi birinci derece diye sınıflandırması da belki eksik olmuş. Çünkü AKM müdahale edilebilir bir yapı. Mesela Süleymaniye’nin dokunulmazlığı başkadır. O, 400-500 yıldır gelmiş bir miras, anıt. AKM ise çağdaş bir kullanım yapısı. Teknolojisinin yenilenmesi için birtakım müdahalelerde bulunulması kaçınılmaz.

 

Korhan Gümüş (İstanbul 2010 Kentsel Uygulamalar Direktörü) Bu yapının simgesel değerinin yaşaması gerek; ama dönüşümü dikkate alarak... Yoksa işlevsiz kalır ve fosil kalıntıya dönüşür. Bu tip simgesel yapıların hepsinde değişiklikler olabilir. AKM’nin değişen teknolojilere ve zamana ayak uydurması gerekiyor. Kentin en kapsamlı kültür yapısı. Boya badanayla bu kadar ileri teknoloji içeren bir yapının ayakta durması mümkün değil. 30 yıl önceki müzik setini kullanıyor musunuz? Söz konusu proje bence dünya standartlarında bir iştir.

Milliyet, Haber: Yasemin Bay, 07.08.2009

TÜRKİYE DÜNYA MİRAS SÖZLEŞMESİ'NE UYMALI

 

UNESCO Dünya Miras Merkezi Direktörü Bandarin, Dünya Miras Sözleşmesi’ne uygun davranmasını beklediği Türk hükümetinden Sulukule Atölyesi’nin hazırladığı alternatif projeyi dikkate almasını istedi.

Mektupta, uygulanan ‘soylulaştırma’ programı sonucunda bölgenin değerlerinin kabul edilemez bir şekilde yok edildiği ifade edildi.

UNESCO Dünya Miras Merkezi Direktörü Francesco Bandarin, Sulukule Atölyesi’nin büyük bir kampanyayla dünyadaki resmi ve sivil kurumlara yaptığı destek çağrısını, UNESCO Türkiye Daimi Delegesi Büyükelçi Ali Tınaz Tuygan’a bir mektupla iletti. Bandarin mektubunda, Dünya Miras Sözleşmesi’ne uygun davranmasını beklediği Türk hükümetinden alternatif projeyi dikkate almasını istedi. UNESCO heyeti son olarak Mayıs ayında Türkiye’ye gelmiş, Sulukule, Tekfur Sarayı ve Anemas’ı kapsayan Sur Bölgesi ve Sultanahmet’teki Bizans Sarayı’nda yürütülen projelere ilişkin bazı düzeltmeler istemiş, Şubat 2010’a dek süre vermişti. Bandarin imzalı mektupta şöyle denildi:

“Ekte bir yurttaş girişiminden (Sulukule Atölyesi) gelen, Dünya Miras Alanı İstanbul’un Tarihi Alanları’nın (Türkiye) bir bölümü olan Sulukule mahallesinin korunması konusundaki son duruma ilişkin bilgi veren 3 Ağustos 2009 tarihli mektubu bulacaksınız. Dünya Miras Komitesi bölgede alternatif planlama ve katılımcılık süreçleri üzerine bir atölye çalışması hazırlıklarına ilişkin bilgi almıştır. Dünya Miras Komitesi’nin, özellikle toplulukla ilgili konular da dahil dikkatli planlama sürecine ve Dünya Miras alanının değerlerinin ve bütünlüğünün sürdürülmesini sağlamak üzere sosyal konulara özen gösterilmesine ilişkin kararlarının dikkate alınmasından müteşekkir olacağız. Ekteki bilgiyi ilgili ulusal ve yerel yetkililere iletebilirseniz teşekkür ederiz. Dünya Miras Sözleşmesi’nin uygulanmasına verdiğiniz destek nedeniyle teşekkür ederim..”

Raporun Sulukule Mahallesi'yle ilgili bölümünde şöyle denildi: “Misyon, buradaki tescilli binaların yıkılmasının yanı sıra, yerel yöneticiler tarafından uygulanan ‘soylulaştırma’ programı sonucu bölgenin değerlerinin kabul edilemez bir şekilde yok edildiğini tespit etti. Devlet raporunda bu, sosyal bir proje olarak nitelendirilmektedir. Ancak misyon, mahalle sakinlerinin yeniden yerleştirilmesinde ağır basan faktörün ekonomik faktör olduğu görüşündedir. Bu, bir koruma projesi değil imara açmadır, şahsi mal sahiplerinin yararına da değildir.”

Hürriyet, Haber: Ali Dağlar, 07.08.2009

KÖPRÜLER SEYYARA KAPANDI

 

 

Seyhan Belediyesi Zabıta Müdürlüğü ekiplerinin tarihi Taşköprü ve Regülatör Köprü üzeriyle çevresinde yaptığı sıkı denetimlerin ardından söz konusu mekanlarda çevre ve görsel kirliliğe neden olan seyyar satıcılar tamamen temizlendi.

 

Seyhan Belediyesi Basın Yayın ve Halkla İlişkiler Müdürlüğü’nden yapılan açıklamada, bölgede rutin denetimlerini sürdüren Zabıta Müdürlüğü’ne bağlı ekiplerin, her iki köprü üzerinde ve çevresinde satış yapmak üzere seyyar tezgah kurulmasına kesinlikle izin verilmediği belirtildi.

Vatandaşlar, Seyhan Belediyesi Zabıta ekiplerinin Taşköprü ve Regülatör Köprüsü civarındaki seyyar denetimlerinden memnuniyetlerini ifade etti.


Seyhan Belediyesi Zabıta Müdürlüğü, söz konusu bölgelerden seyyar satıcıların oluşturduğu rahatsızlıkla ilgili gelen yoğun şikayetler üzerine denetimlerin sıklaştırıldığını ifade etti.

Zabıta Müdürlüğü yetkilileri, denetim görevinin kendilerinde olduğunu, ancak vatandaşların da bölgedeki seyyar satıcılardan alış veriş yapmayarak bu konuda kendilerine destek olmaları gerektiğini özellikle belirtti.

Adana Kent Haber, 06.08.2009

ARKEOLOJİ TURİZMİ TUTKUNLARI ARTIK TÜRKİYE'Yİ TERCİH EDİYOR

 

Türkiye; kültür, tarih, sanat, inanç ve arkeoloji turizminde gözde ülke haline geldi.

 

Avrupa, ABD, Rusya ve İskandinav ülkelerinden Norveç, İsveç ve Danimarkalı arkeoloji ve kültür turizmi tutkunları 2 yıldır tatil ve gezi tercihlerini Yunanistan, Çek Cumhuriyeti, Mısır, Fransa, Portekiz, İspanya ve İtalya'dan Türkiye'den yana kullanmaya başladı. Bunda Anadolu topraklarının binlerce yıllık sanat, tarih, kültür, inanç ve arkeolojik eser zenginliğine sahip olması etkili oluyor.

Merkezi İngiltere'de bulunan Andante İn Travel Archaelogy Turizm Seyahat Acentesi'nde arkeoloji turizmi uzmanı olarak görev yapan arkeolog Dr. Denise Allen, Antalya bölgesindeki Hellenistik, Roma ve Bizans dönemi eserlerin çok merak edildiğini söylüyor. 20 yıldır Belçikalı arkeologların kazı yaptığı Sagalassos Antik Kent'in de ABD'li ve Avrupalılar için çok önemli tarihi şehir olduğunu ifade eden Denise Allen, "Sagalossos Türkiye'nin kültür, tarih ve arkeoloji turizminde dünyaya açılan kapısı." diyor. Yine İstanbul, Mardin, Hatay, Şanlıurfa, Van ve Ahlat inanç turizmi açısından önemli tarihi şehirler arasında gösteriliyor.

 

2008 yılında ABD, İngiltere, Almanya, Norveç, İsveç, Danimarka, Finlandiya, Belçika, İzlanda, İrlanda, Polonya ve Avusturya'dan 190 bin güzel sanat ve arkeoloji turizmi tutkunu turistleri 11'er günlük Anadolu turuna çıkaran Andante İn Travel Archaelogy Turizm Seyahat Acentesi, 2009'da bu rakamı 240 bine çıkarmayı hedefliyor. Arkeoloji turizmi tutkunu turistin 11 günlük ortalama harcamaları ise 2 bin 750 Euro olarak hesaplanıyor. Demre Tour Turizm Seyahat Acentesi Kokartlı Turist Rehberi Hakan Kaner, 2 yıldır hayata geçirdikleri Stone Theater (Taş Tiyatrosu) Projesi'yle Antalya ve ilçelerinde arkeoloji turizmini yaygınlaştırdıklarını ifade etti.

Zaman, Haber: Abdurrahman Büyükkeskin, 06.08.2009

APHRODISIAS'DA KAZILAR DEVAM EDECEK

 

Aydın Valisi Hüseyin Avni Coş, Aphrodisias Antik Kenti'nde devam eden kazılarla ilgili olarak ''Yeterli ödenek, kaynak, destek sağlanırsa, kazılarda süratlenmenin sağlanacağını tahmin ediyorum'' dedi.

Vali Coş, Aydın'ın Karacasu İlçesi'ndeki Aphrodisias Antik Kenti'nin Kazı Başkanı Prof.Dr. Roland Smith, Kazı Başkan Yardımcısı Bahadır Yıldırım ve Bakanlık Temsilcisi Seval Konak'ı makamında kabul etti.

Aphrodisias Antik Kenti Kazı Başkanı Prof.Dr. Roland Smith'in, yıllardır Türkiye'de kazı başkanlığı görevini yaptığını ifade eden Vali Coş, bu süre zarfından herhangi bir sorunun intikal etmediğini, bundan sonra da bir sorunun çıkmayacağını belirtti.

Kazı alanındaki çalışmaların daha hızlı yürümesi ve daha fazla yol alınması gerektiğini aktaran Coş, ''Bunun için de temel ihtiyaç, yeterli ödeneğin temin edilmesidir. Yeterli ödenek, kaynak, destek sağlanırsa, kazılarda süratlenmenin sağlanacağını tahmin ediyorum'' diye konuştu.

Turizm Gazetesi, 06.08.2009

ADANIN ORTASINDA RESTORASYON

 

Elazığ’dan gelip, feribotla Pertek’e geçerken, Keban baraj gölünde, en çok dikkatinizi çeken yapı Pertek Kalesi oluyor. Fırat nehri üzerinde bulunan barajın sularında küçük bir adanın üzerinde yükselen Pertek Kalesi’nde bir süredir hummalı bir çalışma var. Kale restore ediliyor ve yanına da, otel, yüzme havuzu, dinlenme tesisleri, alışveriş merkezi gibi binaların yapımı için ön hazırlıklar yapılıyor.


Keban baraj gölü yapılmadan önce Murat nehrinin kıyısında sivri bir kayanın ucunda bulunan kalenin etrafı bugün sularla çevrili bir ada görünümünde. Kalenin içinde bir sarnıç var. Güvercinler bu sarnıcın içine yumurtalarını bırakıp, kuluçkaya yatmış. Yumurtadan çıkmış yeni yavrular, henüz çatlamamış yeni yumurtalar ve başlarında bekleyen anaç güvercinler dikkati çekiyor.

Kaledeki çinili odaların da 1071 yılından sonra yöreye hakim olan Mengüçoğulları tarafından yapıldığı sanılıyor. Kale Osmanlı döneminde Halit Bin Velit tarafından onarılmış, daha önce kalede bulunan karakuş heykeli kaldırılarak Arapça yazılmış bir Kitabe konulmuş.


Bugün işçiler, kalenin dış cephesini güçlendirme çalışması yapıyorlar. Keskin bir güneşin altında hummalı bir çalışma halindeki işçilerle sohbet ediyoruz. Tarihi bir yapı olduğu için çok özenli çalıştıklarını belirtiyorlar. İşçilerden kimileri harç karıyor, kimileri taş taşıyor, kimi de kalenin duvarlarına kurulmuş iskelelerin arasında çalışıyor.

Şantiye şefi Yaşar Yalın da, buradaki çalışmalarını 2012 yılında tamamlamayı planladıklarını belirtiyor. Arkeologlar gelip kazı yapmışlar, ancak kalenin içindeki çalışmanın üniversiteden bir heyetin eşliğinde yapılacağını, o nedenle o bölüme tek bir kazma bile vurmadıklarını dile getiriyor. Restorasyon çalışmasını ilk başladıklarında çok zorlanmışlar ve kaleye giden yolu kendilerini yapmışlar. Bu yol yapılmadan önce, kaleye katırlarla harç ve malzeme taşıdıklarını anlatıyor Yaşar Yalın. “Bir taş, konulacağı yere 7-8 işçinin elinden geçerek ulaştırılıyor” diyor. Tüm bu inşaat malzemeleri de, kalenin bulunduğu küçük adacığa feribotla taşınıyor. O da ayrı bir zorluk yaratıyor.


Buradaki çalışma bir yanıyla, İstanbul’daki Kız Kulesi’nde yapılmış olan çalışmayı andırıyor, ancak ona göre daha geniş ve etraflı bir çalışma var burada.


Perteklilerin beklentisi, kalede ve etrafındaki bu çalışma tamamlandıktan sonra, kalenin tarihi mirasına yakışır biçimde restore edilmiş olması ve etrafında yapılacak tesislerde de kendilerine istihdam alanı açılması. Yani bu çalışmanın Pertek Kalesi’ni kendilerine yabancılaştıran, artık büyük paralarla gidilecek bir yer haline getiren değil, çevresinde yaşayanları da memnun eden, onlara yeni imkanlar sunacak biçimde sonuçlanması.

Evrensel, Haber: Fatih Polat, 06.08.2009

DÜNYANIN EN ESKİ HARİTASI BULUNDU





İspanya'nın kuzeyindeki Navarra bölgesinde, yaklaşık 14 bin yıl önce yapıldığı tahmin edilen bir harita bulundu.

 

Arkeologlara göre dünyanın eski haritası olan çizime, Abauntz'daki bir mağaranın içinde rastlandı.

Telegraph gazetesinde çıkan haberde, kaya üzerine oyularak yapılan haritanın, yaklaşık 18'e 13 santimetre ebadında olduğu, yaşanan bölge civarındaki dağ ve nehirlerle av ve yiyecek için uygun alanları gösterdiği belirtildi.

Araştırmayı yapan Zaragoza Üniversitesi ekibinden Pilar Utrilla, uzun süre incelenen çizimin, bölgeyi gösteren bir eskiz olduğundan kesinlikle emin olduklarını söyledi.

Eskizin hangi nedenle çıkarıldığını bilmediklerini ifade eden Utrilla, bölgedeki yiyecek ve av alanlarına ulaşılmasında kolaylık sağlanmasının amaçlanmış olabileceğini kaydetti.

Sabah, 06.08.2009

YENİ AKROPOLİS'TEKİ FİLM KRİZİ AŞILDI

 

Yunanistan'ın yeni Akropolis Müzesi, Altın Palmiyeli Fransız yönetmen Costa Gavras ile arasındaki belgesel krizini aştı. Müzede izlenen ve antik yapının tarihini işleyen bir filmin 12 saniyelik kısmı, müze yönetimi tarafından 'yanlış anlamalara yol açabileceği' endişesi ile 'yeniden düzenlenmişti'. Durumu öğrenen Costa Gavras ise bu hareketi sansür olarak nitelendirmiş ve müzeye tepki göstermişti.

 

İlgili bilgilendirme amaçlı filmde antik Yunan Parthenon tapınağı erken dönem Hıristiyanları tarafından yıkılıyor ve cübbeli ve kimliği belirsiz kişiler, yapıyı tahrip ediyordu. Gavras'ın önceki gün yaptığı açıklamada bu görüntülerin Hıristiyan rahiplerini hedef almadığını söylemesi üzerine, Müze Yönetmeni Dimitris Pantermalis, ilgili filmin eski haliyle tekrar gösterime sokulduğunu bildirdi.

Sabah, 06.08.2009

ADLARINI, 2 BİN LİRAYA TARİHE YAZDIRIYORLAR

 

 

Antalya’nın merkez Aksu İlçesi'ndeki Antik Perge Kenti’nde yıkık haldeki sütunların onarımı için 2 bin TL bağışta bulunanların adı, hazırlanan plaketlerle restore edilen sütuna yerleştiriliyor. Perge Antik Kenti Kazı Başkanı Prof.Dr. Haluk Abbasoğlu, Kültür Bilincini Geliştirme Vakfı ile ortak hazırladıkları bir program çerçevesinde küçük bağışlar toplayarak, sütunları onardıklarını belirtti. Perge’de birinci önceliklerinin restorasyon ve mevcut eserleri korumak olduğunu belirten Abbasoğlu, bağışlarla şimdiye kadar 70 sütunun onarıldığını dile getirdi.

Başlattıkları kampanya ile yıkık haldeki sütunları ayağa kaldırdıklarını anlatan Abbasoğlu, şunları söyledi: “Bir sütunun onarımı 2 bin-2 bin 200 TL civarında. Bu sütunların kaideleri genellikle eksik oluyor. Sütun kaideleri o dönemde Marmara Adası Prokonnesos mermerinden yapılmış. Biz de onarım için mermeri Marmara Adası’ndan getirtiyoruz. Yani orijinal malzeme kullanıyoruz. Sütün tek bir parça olursa onu ayağa kaldırmak biraz daha ucuza oluyor. Ama bazısı 20-30 parçadan oluşuyor. Dolayısıyla onları birleştirmek daha pahalıya mal oluyor. Ödenek bulunabilirse her yıl 30-40 sütunu onarabiliriz. Bağış yapanların isimlerini de antik geleneğin devamı olarak küçük bir plaketle ebedileştiriyoruz. Antik çağda da kente yapılar yaptıranların isimlerine yazıtta yer verilirdi.”


Perge Antik Tiyatrosu’nun restorasyonu için projelerinin hazır olduğunu ifade eden Prof Dr. Haluk Abbasoğlu, restorasyon projesinin hayata geçirilebilmesi için 8 milyon dolara ve 6 yıla ihtiyaçları olduğunu vurguladı.
Türkiye Gazetesi, 06.08.2009

VATİKAN'DAN TÜRKİYE'YE AZİZ PAULUS PROTESTOSU

 

 

İtalyan gazetesi La Stampa, Türkiye’nin Tarsus’taki Aziz Pavlus Müzesi’ni sürekli ibadete açmama kararının Vatikan’da “soğuk duş etkisi yarattığını” iddia etti. Gazete, “Ümit kapıları yeniden kapanacak gibi” ifadesini kullandı.

İtalya’nın günlük 304 bin tirajlı gazetesi La Stampa’da Marta Ottaviani imzasıyla yayınlanan haberde, Türkiye’nin Tarsus’taki Aziz Pavlus Müzesi’ni sürekli ibadete açmama kararını Vatikan’ın protesto ettiğini bildirdi. Gazete bu gelişmeyi, “Türkiye’de bulunan Katoliklere kötü bir haber ve ülkenin Avrupa Birliği’ne doğru kat ettiği yolda bir başka darbe daha” ifadesiyle değerlendirdi. Habere göre, Türkiye’de 29 Haziran’da sona eren Aziz Pavlus Yılı, bu müzeye ilgiyi de artırdı. Papalık Anadolu Vikeri Monsignor Luigi Padovese Ankara’ya şunu iletti: “Arzumuz, Tarsus Kilise-Müzesi’nin sürekli bir ibadet yeri haline gelebilmesidir. Müze olarak kullanılan iki caminin ibadete iade edildiğini biliyoruz. Doğal olarak, hiçbir şekilde mülkiyet hakkı talep etmeden bizim için de aynı şeyin olmasını arzu ediyoruz.”

Bu talebe yanıtın olumsuz olduğunun bildirildiği haberde, “Tarsus’un kapıları yine açılıyor ama sadece çok katı şartlarla. Üstelik ümit kapıları pek yakında yeniden kapanacak gibi” ifadesini kullandı.

Hz. İsa’nın 12 havarisinden Aziz Pavlus, Tarsus’ta doğmuş, mektupları İncil’e kaynak olmuştu. Doğduğu ev bugün de özenle korunuyor. Aziz Pavlus’un 2000’inci yaş günü kutlamaları 29 Haziran’da sona ermişti.

Hürriyet, 06.08.2009

ZİYARETÇİ SAYISI ARTTI

 

 

Van Arkeoloji Müzesi Müdiresi Fütuhat Özkaynak, Kültür ve Turizm Bakanlığı'na bağlı müze ve ören yerlerinde 15 Temmuz 2009 tarihinden itibaren başlatılan ücretsiz giriş uygulamasının ardından, Van Arkeoloji Müzesini 261'i yabancı olmak üzere toplam bin 461 turistin ziyaret ettiğini söyledi.


Konu ile ilgili İHA muhabirine açıklamalarda bulunan Özkaynak, Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından müze ve ören yerlerine yerli ve yabancı turistlerin ilgisini artırmak amacıyla 45 ildeki 83 müze ve ören yerine bir süre önce ücretsiz giriş uygulaması başlatıldığını hatırlattı. Özkaynak, tarihi, arkeolojik ve kültürel değerleri tanıtmak, yaşatmak ve gelecek kuşaklara aktarmak amacıyla uygulamanın başlatıldığını belirterek, "Uygulamanın meyvelerini almaya başladık. Daha önce ayda 100 kişinin ziyaret ettiği müzemiz, artık günlük bu rakamı aşmaya başladı. Artık bir günde 131 ziyaretçi ağırlamaya başladık. Bu rakamlara ilk kez ulaşıyoruz. Bu ciddi bir artıştır" dedi.


Özkaynak, çocuk, yetişkin fark etmeksizin yediden yetmişe herkesi müzeye beklediklerin ifade ederek, "Geçmişini bilmeyen bir toplumun kendiyle barışık olması düşünülemez. Müzemizde bugün Urartu, Selçuklu, Akkoyunlu, Karakoyunlu devletlerinden Osmanlı Devleti'ne kadar birçok medeniyete ait 3 bin 200 adet eser sergileniyor. Burada o dönemler bölgemizde yaşayan insanların yaşam biçimleri hakkında ipucu verecek, o dönemin izlerini taşıyan birçok eşya mevcut. Bunların mutlaka gelip görülmesi gerek. Herkesi bu değerlerimizi görmeye davet ediyorum" şeklinde konuştu.


Ailerin daha önceleri öğrenciler için ücretsiz diye sadece çocuklarını gezdirdiklerini ifade eden Özkaynak, artık anne babaların da müzeyi çok rahat gezebildiklerini ifade etti.


Bu arada müzenin giriş kapısına Türkçe ve İngilizce "Giriş Ücretsizdir" yazılı büyükçe tabelaların asılması dikkat çekti.

Van Kent Haber, 06.08.2009

TRALLEIS İÇİN GÜÇBİRLİĞİ





Aydın’ın turizm için önemli bir yere sahip olan Tralleis Antik Kenti’nde devam kazı çalışmalarında son dönemde ortaya çıkan yeni eserler kamuoyuna tanıtıldı.


Tralleis Kazı Evi’nde gerçekleştirilen toplantıya Aydın Valisi Hüseyin Avni Coş, Belediye Başkanı Özlem Çerçioğlu, ADÜ Rektörü Prof.Dr. Şükrü Boylu, Aydın İl Genel Meclisi Başkanı Akan Evren, Tralleis Antik Kent Kazı Başkanı Prof.Dr. Refet Dinç, Aydın Sanayi Odası Meclis Başkanı Yalçın Pekgüzel, Aydın Ticaret Odası Yönetim Kurulu Başkanı İsmail Hakkı Dokuzlu, siyasi partilerin il başkanları ve sivil toplum örgütü temsilcileri katıldı.


Toplantıda Tralleis kazırlarının bir an önce turizme kazandırılması için yapılması gereken konular görüşüldü. En büyük sorunun tanıtım olarak tespit edildiği toplantının sonunda bugüne kadar hiç kimsenin girmediği Arsenal gezisine tanıtım eksikliğinden dert yanan vali, belediye başkanı ve rektörün elbiselerinin ve programlarının uygun olmadığını gerekçe göstererek katılmamaları dikkat çekti.


Toplantı öncesi devam eden kazı çalışmaları hakkında bilgi veren Kazı Başkanı Rafet Dinç, bu yıl kazılar için bakanlıktan 150 bin TL’ye yakın ödenek geldiğini ve yerel yönetimlerden de güzel destek aldıklarını söyledi. Ödenek bitene kadar kazı çalışmalarına devam edeceklerini dile getiren Dinç, Tralleis bir an önce turizme açmak gerektiğini kaydetti.


Belediye Başkanı Özlem Çerçioğlu da, Tralleis’e turist çekebilmek için ulusal televizyon kanlarlıyla görüşme yaptıkları ve ilk çekimi geçtiğimiz günlerde yaparak önceki gün akşam yayınlandığını söyledi. Turist çekebilmek için tanıtımın çok öneli olduğunu dikkat çeken Çerçioğlu, yabancı televizyon kanallarıyla da görüşmeler yaparak yurt dışında da Tralleis’i tanıtmak için çaba göstereceklerini ifade etti.


Aydın Valisi Hüseyin Avni Çoş ise, turist gelmesi için kentin bir an önce gün yüzüne çıkarılmasının çok önemli olduğunu fakat, çıkarılan eserlerin korunaklı alanlarda sergilenemeyecekse eserleri gün yüzüne çıkarmanın bir anlamı olmadığını dile getirdi. Tarihi kazıların bilimsel bir çalışma olduğunu dikkat çeken Vali Coş, kazı işleminin sarrafın altını işlemesi kadar çok dikkat edilmesi gerektiren bir işlem olduğunu belirtti.


Daha sonra Tralleis Antik Kenti kazı alanına gezen toplantıya katılanlara, Kazı Başkanı Rafet Dinç, yürütülen çalışmalar hakkında bilgi verdi. Vali Hüseyin Avni Coş, Belediye Başkanı Özlem Çerçioğlu ve ADÜ Rektörü Prof.Dr. Şükrü Boylu geziler sırasında ellerine aldıkları kazı kazmalarıyla sembolik olarak antik kentte kazı yaptılar.


Toplantı sonunda bugüne kadar ziyarete kapalı olduğu için kazı çalışanları dışında hiç kimsenin girmediği Arsanel tapınağı gezisine Vali, Belediye Başkanı ve Rektör elbiselerinin bu geziye uygun olmadığını ve programlarının çok yoğun olduğunu gerekçe göstererek katılmamaları dikkat çekti.


Kazı Başkanı Prof Dr. Rafet Dinç ile birlikte Arsenal tapınağını gezen gazeteciler ilk defa girdikleri tapınağa hayran kaldılar. Arsenal tapınağı hakkında bilgi veren Rafet Dinç, tapınağın yerin yaklaşık 10 metre altında bulunduğunu ve buranın şehrin gizli geçidi olduğunu söyledi. Tapınağın savaş dönemlerinde askeri cephanelik olarak da kullanıldığını dile getiren Dinç, “Tapınağın uzunluğu 2.5 kilometreyi buluyor. biz şuanda içerde onarım çalışmalarını sürdürüyoruz. Temennimiz buranın bir an önce turizme kazandırılması” şeklinde konuştu.

Aydın Kent Haber, 06.08.2009

İZİNSİZ KAZI YAPAN 5 KİŞİ TUTUKLANDI

 

Afyonkarahisar merkeze bağlı Çıkrık beldesinde izinsiz kazı yapan bir kişi yakalandı.


Afyonkarahisar İl Jandarma Komutanlığı ekipleri tarafından Çıkrık beldesi Elmakıran mevkiinde izinsiz kazı yapan Ö.M. isimli şahıs suçüstü yakalandı.

 

Olay yerinde jandarma ekipleri tarafından 1 kazma, 1 kürek, 2 demir şiş ele geçirildi. Yakalanan Ö.M. hakkında yasal işlem başlatıldı.

Afyonkarahisar Kent Haber, 05.08.2009

İSTANBUL 2010 AVRUPA KÜLTÜR BAŞKENTİ AJANSI'NDAN İKİ YENİ ATAMA

 

İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı, kültür sanat hayatının iki önemli ismi olan Beyhan Murphy ve Mehmet Güntekin ile çalışmaya başlıyor. Halen Devlet Opera ve Balesi’nde koreograf olarak görev yapan Beyhan Murphy, Sahne ve Gösteri Sanatları Yönetmenliği’ne; Devlet Klasik Türk Müziği Korosu'ndaki asli görevini korist ve solist olarak sürdüren Mehmet Güntekin ise Klasik Türk Müziğinden Sorumlu Müzik Yönetmenliği’ne atandı.

Beyhan Murphy
Londra Çağdaş Dans Okulu (LSCD) mezunu olan Beyhan Murphy, profesyonel kariyerine 1978 yılında başladı. İngiltere’deki 17 senelik eğitim ve çalışma sürecinin ardından 1992’de, dönemin Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürü Rengim Gökmen tarafından davet edilerek Modern Dans Topluluğu’nu kurmak üzere Türkiye’ye döndü. Bu tarihten itibaren sırasıyla; Modern Dans Topluluğu Sanat Yönetmenliği, Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürlüğü Sanat Danışmanlığı ve İstanbul Devlet Opera ve Balesi Başkoreograflık görevlerini yürüttü. 2009 yılında kendi arzusuyla Başkoreograflık’tan ayrılan Murphy, halen Devlet Opera ve Balesi'nde koreograf olarak görev yapmakta ve çeşitli sanat merkezleri ve oluşumlara sanat yönetimi alanında destek olmakta.

Mehmet Güntekin
Klasik Türk Musıkisi ses sanatkarı olan Mehmet Güntekin, İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi, Kamu Yönetimi Bölümü mezunu. 1983’de kısa bir süre İstanbul Belediye Konservatuvarı Türk Musikisi Nazariyatı Bölümü’ne devam eden Güntekin, profesyonel müzik hayatına 1986’da Prof. Nevzad Atlığ yönetimindeki İstanbul Devlet Klasik Türk Müziği Korosu'nda başladı. İstanbul Belediye Konservatuarı Türk Musikisi Mezun ve Mensupları Derneği'nin yönetim kurulu üyeliğinde ve Kültür Bakanlığı İstanbul Devlet Klasik Türk Müziği Korosu Yönetim Kurulu üyeliğinde bulunmuş olan Güntekin, halen Devlet Klasik Türk Müziği Korosu'ndaki asli görevini korist ve solist olarak sürdürüyor. İstanbul Büyükşehir Belediyesi adına müzik etkinlikleri de düzenleyen Güntekin, çeşitli medya kuruluşlarında da yazarlık, editörlük ve sorumlu yazı işleri müdürlüğü yapıyor.

Yapı, 05.08.2009

KUMYAKA'NIN TARİHİ GÜN YÜZÜNE ÇIKACAK

 

 

Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Altepe, Bursa'nın değerlerini ortaya çıkaracak çalışmaları yalnızca kent merkezinde değil ilçe ve hatta bağlı köylerde de sürdürdüklerini söyledi.  
Mudanya Belediye Başkanı Hasan Aktürk, Genel Sekreter Yardımcısı Bayram Vardar, Projeler Koordinatörü Aziz Elbas ve AKP İlçe Başkanı Kadir Kahraman`la birlikte Mudanya`ya bağlı Kumyaka Köyü'nde incelemelerde bulunan Başkan Altepe, tarihi değerlerin ön plana çıkarılıp, yapılacak sahil düzenlemesi ve tesis desteği ile bölgenin bir cazibe merkezine dönüştürüleceğini kaydetti.


Kumyaka Köyü Muhtarı Ramiz Batmaz`ın da eşlik ettiği inceleme gezisinde Başkan Altepe, Kumyaka Hamamı, Beşmelekler Kilisesi, Kumyaka Köyü ve sahilini gezdi. Bursa`nın gölgede kalmış tarihi mirasının yapılan çalışmalarla bir bir gün ışığına çıkarıldığını hatırlatan Başkan Altepe, bu çalışmaların şehir merkezi ile birlikte ilçe ve köylerde de sürdüğünü kaydetti. Mudanya'nın Bursa'nın vitrini olduğunun altını çizen Başkan Altepe, “Mudanya'nın şirin beldesi Kumyaka, Bursa için önemli ve en eski yerleşim merkezlerinden biridir. Kent hazineleriyle süslü olan Kumyaka, binlerce yıllık tarihe de sahip. Bu tarihin ortaya çıkarılması, korunması ve gelecek nesillere aktarılması bizim ecdadımıza ve gelecek nesillere olan sorumluluğumuzdur” diye konuştu.


Hamamı, kilisesi ve sahiliyle özel bir yerleşim bölgesi olan Kumyaka'da yapılması planlanan çalışmalar hakkında bilgiler veren Başkan Altepe, “Kumyaka, tarih ve turizm kenti Bursa'nın ayağa kalkması konusunda Büyükşehir Belediyesi'nin el atması gereken önemli köşe taşlarındandır. Kumyaka ile ilgili çalışmalarımız sürüyor. Başmelekler Kilisesi şahıs malı olduğu için ilk etapta buranın şahıs mülkiyeti sorunu çözülmeli. Bölgede yalnızca hamam köyün malı olarak görünüyor. Büyükşehir Belediyesi olarak bir yandan mülkiyet sorununu çözmeye çalışıyoruz, diğer yandan da proje çalışmalarımız devam ediyor. Kumyaka, planlanan çalışmaların tamamlanmasının ardından kentin cazibe merkezlerinden biri haline gelecek” diye konuştu.

Bursa Olay, 05.08.2009

MÜZELERDE TEKNOLOJİK REHBER DÖNEMİ

 

Bir milletin tarihi dokusu olan müzeler de teknolojiye ayak uyduruyor.

 

Bir şirket vatandaşların müze ziyaretinde kullanabileceği "sesli ve görüntülü rehber" hazırladı.

 

Böylece misafirler rehbere ihtiyaç duymadan merak ettikleri tarihi eser hakkında bilgiye kolaylıkla ulaşabilecekler.

Sistem ilk olarak Ankara'da Cumhuriyet Müzesi kullanılmaya başlandı.

 

Müze Araştırmacısı Meral Orhan Özdeğer, sistemden önce ve sistemden sonraki müzelerin durumunu "Vitrinlere bakıp hemen geçiyorlardı. Ama şimdi ayrıntılı bir şekilde duruyorlar önünde, dinliyorlar, görüntülere bakıyorlar." sözleriyle ifade etti.

 

Sistemin genç nesilleri müzelere çekmede başarılı olduğuna dikkat çeken Özdeğer, "Ziyaretlerde tabi ki bir artış var. Özellikle çocuklar çok ilgileniyorlar. Görüntüler çocukların çok ilgisini çekiyor." dedi.

 

Şimdi sistemin bütün müzelere yayılması hedefleniyor.

Trt/Haber, 05.08.2009

BELEN KANUNİ SULTAN SÜLEYMAN KÜLLİYESİ'NİN RESTORASYONU TAMAMLANDI

 

Hatay'ın Belen İlçesi'nde bulunan tarihi Kanuni Sultan Süleyman Külliyesi'nin restorasyon çalışmaları tamamlandı.

 

Külliyenin yapılışının 456. yıldönümü, restorasyon çalışmalarının ardından düzenlenen geceyle kutlandı. Gecede, dört hafız kardeş tarafından Kur'an ziyafeti sunuldu. Osmanlı İmparatorluğu zamanında sancak kenti olarak kullanılan Belen'de, zamanın padişahı Kanuni Sultan Süleyman tarafından yaptırılan kervansaray, hamam ve camiden oluşan külliyenin aslına uygun olarak restore edilmesinin ardından külliyenin 456. yapılış yıldönümü, düzenlenen geceyle kutlandı.

Birincisi düzenlenen Belen Kanuni Sultan Süleyman Külliyesi'nin Yapılış Yıldönümü kutlamasının geleneksel hale getirileceği belirtildi.

 

Geceye Belen Belediye Başkanı Cemil Yılmazlar, Belen Müftüsü Nazif Çoban, Hatay Vakıflar Bölge Müdürü Abdullah Kayan ve davetliler katıldı. Sunumunu tiyatro sanatçısı Mehmet Beyazıt'ın yaptığı gecede konuşan Belen Müftüsü Nazif Çoban, "Avrupalı'nın dahi "Cihan Sultanı Muhteşem Süleyman" dediği Osmanlı padişahı Kanuni Sultan Süleyman Han, başta İstanbul'da kendi adını verdiği Süleymaniye Camii olmak üzere dünyanın dört bir tarafında cami, kervansaray gibi tarihi mekanlar kazandırdı. Bunlardan biri de Belen Kanuni Sultan Süleyman Camii'dir. Günümüze kadar ayakta kalan ve geçtiğimiz yıl başlanan restorasyon çalışması tamamlanan cami, yeniden ibadete açıldı." dedi.

 

Belen Belediye Başkanı Cemil Yılmazlar ise, Belen'in tarihi dokusunun korunması ve turizm yönünden gelişmesi için böylesi tarihi ecdat yadigarı eserlerin korunması ve tanıtılması gerektiğine vurgu yaptı.

Zaman, 05.08.2009

TARİHİ TAŞ BİNA KALINTILARI ORTAYA ÇIKTI

 

Zonguldak’ın Gökçebey İlçesi'ne bağlı Üçburgu Mahallesi Sanayi Sitesi mevkii üzerinde bulunan Filyos Irmağı suyu çekilince eski zamanlardan kalma Tarihi Taş bina kalıntıları ortaya çıktı.

 

Gökçebey İlçesi'nde Uçburgu ile Sanayi Sitesi mevkiinde olan Filyos Çayı içinde tarihi bir taş bina kalıntıları belirledi. Irmak suyunun çekilmesi ile birlikte ortaya çıkan taş bina eskilere dayanan bir bina olduğu bildiriliyor. Yapılan araştırmada binanın ırmak suyu içinde olması ve temelinin ise 1,5 metre ise derinde olması ile ırmak suyunun daha da derinden aktığı kaydedildi.

 

Çevredeki vatandaşlar ise burada araştırma yapılmasını isterken, tarihi binanın çevresinde olan kerpiç tuğlalar ise gözden kaçmıyor.

Vatandaşlar,  “Sadece temelleri kalan binaların yarı temelleri de ırmağın içinde kalmış temellerin etrafında kerpiç kalıntıları bolca bulunmaktadır temeller ırmağın içinde ve dışında geniş bir alana yayılmış. Temellere ve Irmağın akış yönüne bakarak buranın ne olduğu ortaya çıkmaktadır bu temeller yerin 1,5 metre altında çıktığına göre ırmak daha da aşağıda olabilir temel yapısı ve kerpiçlere göre bakarsak burası eski bir yerleşim yeri olabilir tabii ki bu Temelleri Akademisyenlerin inceleyip bilimsel bir açıklama yapmaları gerekir.” dedi. 

Değişim Medya, 05.08.2009

İRAN Şİİ CAMİİ'NDE İZİNSİZ KAZI ÇALIŞMASI

 

Üsküdar’da Karacaahmet Mezarlığı yanında yer alan İran Şii Camii ve Kabristanı’nda bulunan kavuklu, fesli eski Türkçe ve Farsça yazılı mezar taşlarının izinsiz olarak sökülmesi ve hafriyatın kamyonlarla Gölbahçe çöplüğüne götürülmesi çevredekiler tarafından tepkiyle karşılandı. Kabristanın yüksek duvar ve telle çevrili arsasında yer alan mezar taşlarının önceki gün saat 08.30’dan itibaren hafriyat kepçesi ile yerlerinden sökülerek alındığını, kırıldığını ve bazılarının kabristanda yer alan bir ağacın altına atıldığını gören yurttaşlar polisi aradı. Söz konusu arazide yapılan kazıyla ilgili herhangi bir izin belgesi gösteremeyen kişiler polis ekibinin müdahalesi ile saat 12.30’da çalışmayı durdurdu. İstanbul Büyükşehir Belediyesi Mezarlıklar Müdürlüğü Anadolu 1. Bölge Müdür Yardımcılığı ise söz konusu kazı ile ilgili olarak bilgilerinin olmadığını belirterek konu ile ilgileneceklerini bildirdi.

Cumhuriyet, 05.08.2009

ADALAR MÜZESİ'NE SERGİ KALKIYOR

 

 

En nihayetinde gerçekleşiyor. Yıllardır, akıllarda, dillerde olan Adalar Müzesi, Temmuz 2010'da yüzünü gösterecek. Adalar Belediyesi, Adalar Kaymakamlığı, Adalar Vakfı, İstanbul Büyükşehir Belediyesi ve İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı...

 

Herkes hummalı bir çalışmanın içinde. Müze rüyası gerçekleşmeden önce Adalarda açılacak 'Adalar Müzesi'ne Doğru' adlı sergi, böyle bir mekanın ne kadar gerekli olduğunu anlatmaya çalışacak.

 

8 Ağustos Cumartesi günü saat 19.00'da Büyükada İskele Meydanı'nda açılacak açık hava sergisi için dilerseniz şimdiden bir vapur hayali kurun. Sergi her ne kadar 13 Eylül'e dek sürecek olsa da Orhan Veli'nin sesine kulak verince gitme isteğiniz biraz kamçılanabilir: "Gün olur, alır başımı giderim/ Denizden yeni çıkmış ağların kokusunda/ Şu ada senin, bu ada benim."

Açıkhava sergisi, ağırlıklı olarak Büyükada iskele meydanında ve diğer adaların iskelelerinde toplam 40 panoda yer alacak. Sergide 'Anlatılan Bizim Hikayemizdir', 'Anılar Yok Olmasın', 'Paylaşılan Geleceğe Aktarılsın' gibi cümleler panolarda çeşitli dillerde aktarılacak. Adaların geçmişinden, yapıların tarihinden fotoğraflar, sanat eserleri gösterilecek. Bu sergi bir anlamda müzeye konulmak üzere, kıyıda köşede kalmış, Adalarla ilgili her türlü nesnenin toplanması için davetiye aslında. Adalar Müzesi tamamlandığı takdirde, İstanbul'un ilk kent müzesi olacak. Müze, Adalıların hayatında önemli bir yeri olan eski Büyükada İlkokulu, diğer adı ile Taş Mektep binasında kurulacak. İskenderiye Patriği Sofronios'un evi olan bina, 1922 yılından itibaren okul olarak kullanılmaya başlandı. İlk adı Köprülü Mehmet Paşa Numune Mektebi olan okulun adı daha sonra Büyükada İlkokulu olarak değiştirildi. 1967 yılına kadar bu adla hizmet vermeye devam etti.

Zaman, Haber: Musa İğrek, 05.08.2009

TARİHİ HİSAR CAMİİ'NDE RESTORASYON ÇALIŞMASI

 

İzmir’in en büyük camisi olan tarihi Kemeraltı çarsısındaki Hisar Camii’nde yıllar sonra restorasyon çalışmaları yeniden başladı. Cami geçici olarak ibatede ve ziyarete kapatıldı.
Camiye girişler ve fotoğraf çekmek ancak yetkililerin iznine bağlandı. Hem çevresindeki ticari hayatı hem de kent turizmine hayat veren Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından restorasyonu gerçekleştirilen Hisar Camii’nde çalışmaların 2009 - 2010 yılları arasında tamamlanacağı bildirildi. Daha önce depremlerden büyük zarar gören caminin minaresi onarılmıştı. 1597 yılında Yakup Bey tarafından yaptırılan ve kesme taşlardan inşa edilen caminin içi, Osmanlı süsleme sanatının en güzel örneklerini barındırıyor. Caminin ortasındaki büyük hacimli kubbesi de dikkat çekiyor.

Hürriyet Ege, Haber: Mustafa Oğuz, 05.08.2009

AFİF PAŞA İÇİN YARIŞTI, YEDİ SEKİZ HASAN PAŞA'YI ALDI





TMSF’nin satışa çıkardığı Ahmet Afif Paşa Yalısı’na talip olan ve ihalede Suzan Sabancı Dinçer ile çekişip 58 milyon TL’lik teklife yetişemeyen Abdi İbrahim İlaç Yönetim Kurulu Başkanı Nezih Barut, Boğaz’ın bir başka ünlü yalısını aldı. Emlakçıların “40 milyon TL’ye yakın eder” dediği yalı için, Nezih Barut, “Onun yarısı kadar bile vermedim” açıklamasını yaptı.

Krize rağmen Boğaziçi’nin mücevheri yalılarda el değiştirmeler devam ediyor. Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu’nun (TMSF) nisan ayında satışa çıkardığı ve Akbank Yönetim Kurulu Başkanı Suzan Sabancı Dinçer’in aldığı Afif Paşa Yalısı’na talip olan Abdi İbrahim İlaç Sanayi Yönetim Kurulu Başkanı Nezih Barut, bu yalıda 58 milyon TL’lik teklif karşısında “pes” etti ama başka bir ünlü yalıyı satın aldı. Kanlıca’daki Yedi Sekiz Hasan Paşa Yalısı’nı alan Nezih Barut, emlakçıların “40 milyon TL eder” dediği yalı için, emlakçıların dediğinin yarısından bile az verdiğini bildirdi.

 

Nezih Barut’un Haluk Erben’den aldığı 120 yıllık yalı, ilginç bir kişiliğe sahip Osmanlı paşası Yedi Sekiz Hasan Paşa’nın adıyla anılıyor. Nezih Barut, 4 ay önce çok istediği Afif Paşa Yalısı için Suzan Sabancı Dinçer ile kapışmış, 74 artırım yapılan ihalede fiyat 34 milyon TL’den 58 milyona kadar gidince “yalı” hayaline kavuşamamıştı. Eski sahiplerinin “hikayesi”, yalının fiyatını doğrudan etkiliyor. Bu anlamda Nezih Barut’un aldığı yalının sahibinin de hikayesi ilginç.

 

Yedi Sekiz Hasan Paşa’nın adını taşıyan Kanlıca’daki yalı, 19’uncu yüzyılın son çeyreğinde yapıldı. Yalı 2009’un ilk aylarında satışa çıkarılmıştı. Eski sahibi Haluk Erben’in, ilk etapta 25 milyon TL’den piyasayı yokladığı, ardından yalı piyasasındaki hareketlenme üzerine fiyatı 30 milyon TL’nin üzerine çıkardığı iddia ediliyor. Ancak Nezih Barut, yalıyı 20 milyon TL’den ucuza aldığını söylüyor. Yaklaşık 15 yıl önce yenilenen yalı, 930 metrekare arsa üzerinde ve 540 metrekare kullanım alanına sahip.

 

80 metrekarelik müştemilatı, 30 metrekarelik “keyifhanesi” bulunan yalının yüzme havuzu ve 2 araçlık otoparkı var. 3 katlı yalı 1992’de de o dönemki sahipleri tarafından 12 milyon dolara satışa çıkarılmış. Boğaziçi’nde yalı alım-satım işlemlerine aracılık eden emlakçılar, “Tarihi eser yalılarda kriz yok. Bu eserler değerini bulduğu anda el değiştiriyor. Krize rağmen çok özel eserlere talep var” ifadelerini kullanıyor.

 

Yedi Sekiz Hasan Paşa; Osmanlı Padişahı Abdülhamid’in önemli paşalarındandı. Okuma yazma bilmeyen Hasan Paşa, “Hasan” imzasını atmak için “ha” ve “nun” harflerinden yararlanıyordu. Paşa, ha ve nun harflerinin arasına  bir “tire” koyuyordu. O tire de Arapça’daki “se” harfine benziyor. “Ha” ve “nun” harfleri Arapçadaki 7 ve 8’in yazılışına da çok benziyor. Hasan Paşa, imza atarken kullandığı yöntem yüzünden “Yedi Sekiz Hasan Paşa” olarak anılıyordu.

 

Kanlıca Koyu’nda, el değiştiren bir başka yalı da ünlü Körfez Restoran’a ev sahipliği yapan Hazım Atıf Bey Yalısı oldu. 1400 metrekare bahçe içindeki yalı, 900 metrekare kullanım alanına sahip. Sosyetenin ve dünyaca ünlü devlet adamları-sanatçıların uğrak yerlerinden olan Körfez Restoran’ın büyük bir de iskelesi var. Bu yalının, 15 milyon 500 bin dolara el değiştirdiği iddia edildi. Yalının eski sahipleri Suna Salur-Ömer Salur çifti ile Alinur Salur’du. Yalının yeni sahibi, Borsada da işlem gören Erciyas Çelik Boru’nun (ERBOSAN) Yönetim Kurulu Başkanı Ahmet Kamil Erciyas oldu. Yalının, eski hüviyetine kavuşacağı, yani restoran yerine konut olarak kullanılmaya başlayacağı konuşuluyor.

Hürriyet, Haber: Ali Öztürk, 05.08.2009

TARİHİ ESER OPERASYONU

 

Balıkesir Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü'ne (KOM) bağlı Mali Suçlarla Mücadele Büro Amirliği ekiplerinin gerçekleştirdikleri operasyonda, Roma dönemine ait mezarlardan çıkarılmış 29 adet tarihi eser ele geçirildi.

 

KOM ekipleri, Balıkesir'in Susurluk İlçesinde ikamet eden T.D., N.B. ve C.K. isimli şahısların Roma dönemine ait mezarlardan çıkartmış oldukları tarihi eserleri pazarlamaya çalıştıkları istihbaratını aldı. Yapılan operasyonda, şahısların ev ve işyerlerinde 29 adet tarihi eser ele geçirildi. Aralarında dans eden kadın heykeli, çeşitli boyutlarda pişmiş topraktan yapılmış 6 adet gözyaşı şişesi, topraktan yapılmış kandiller, ağız kısmı kırılmış ve daha sonradan yapıştırılmış sürahi, pişmiş topraktan yapılmış kaplar, 2 adet göğüs kısmı olmayan kadın heykeli ve 8 adet heykelin bulunduğu eserlere el konuldu. Zanlılar, çıkarıldıkları adli makamlarca tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı.

Balıkesir Kent Haber, 05.08.2009

KAÇAK KAZIYA SUÇÜSTÜ

 

Yozgat İl Jandarma Komutanlığı ekipleri tarafından yapılan operasyonda, kaçak kazı yapan 7 kişi suçüstü yakalandı.

 

Edinilen bilgiye göre Yozgat'ın Akdağmadeni İlçesi'ndeki sit alanı Düğmelitepe mevkiinde kaçak kazı yapıldığı ihbarını alan jandarma ekipleri, gece yarısı operasyon düzenledi.

 

Yapılan operasyonda; Çayıralan İlçesi'ne bağlı Konuklar beldesinin eski Belediye Başkanı Mustafa A. (52) ile birlikte Aydemir T. (40), Yüksel Y. (42), Ömer Ş. (60), Asker E. (36), Hacı Ç. (63) ve Osman Ö. (47) kazı yaparken suçüstü yakalandı.

 

Jandarma tarafından gözaltına alınan şahıslar, çıkarıldıkları mahkemece tutuklandı

Yozgat Kent Haber, 05.08.2009



KAZI ÇALIŞMASINDA III. YÜZYILA AİT İNSAN İSKELETİ ÇIKTI

 

  

 

İzmit'te yürütülen tarihi eser kurtarma çalışması sırasında III. yüzyıla ait insan iskeletleri çıktı. Kazı çalışmasında MS 312 yılına ait bulgulara da rastlandı.

 

Tarihte birçok medeniyete ev sahipliği yapan İzmit'in dört bir tarafı tarihi eserlerle kaplı. Özellikle Çukurbağ Mahallesi'nde çok sayıda eserin yer alması nedeniyle sık sık kazılar yapılıyor. İzmit Müze Müdürlüğü'nün Tarihi Eserleri Kurtarma Çalışması adı altında yürüttüğü Çukurbağ'daki kazılarda, MS 312 yılına ait bulgulara rastlandı III. yüzyıla ait insan iskeletleri ve eşyaların çıkarıldığı kazıda, daha da ileriye gidileceği belirtildi. İskeletlerin normalinden büyük olması dikkat çekti. Kazı ekipleri, iskeletlere zarar gelmeyecek şekilde çalışmalarını titizlikle sürdürüyor.

 

Çukurbağ Mahallesi'nde devam eden kazı çalışmalarını İzmit Belediye Başkanı Dr. Nevzat Doğan da takip etti. Beraberinde, Çekül Vakfı Kocaeli Temsilcisi Numan Gülşah ve İzmit Turizm Derneği Başkanı Soner Kılıç ile bölgeye gelen Dr. Doğan, müze yetkililerinden ve arkeologlardan çalışmalar hakkında bilgi aldı.

 

Doğan, İzmit'in tarihsel zenginliğinin bir kez daha gözler önüne serildiğini hatırlatarak; "Dünyanın en büyük medeniyetlerine ev sahipliği yapan bir kentte yaşıyoruz. Çukurbağ'da sürdürülen kazı çalışmaları bunun iyi bir kanıtıdır. İzmit'in tarih ve kültür kenti olabilmesi için bu değerlerin korunması ve özenle sunulması gerekir. İlgili organlar ve sivil toplum kuruluşlarıyla bu yapıyı oluşturmak ve toprağın altındaki tarihi ortaya çıkarmak zorundayız." dedi.

haberler.com, 05.08.2009

KÜTAHYA'DA BOZULMAMIŞ DÖRT BİN YILLIK İNSAN BEYNİ BULUNDU





Kütahya'nın Seyitömer beldesi yakınlarındaki höyükte sürdürülen kurtarma kazısında bulunan 6 insan iskeletine ait kafataslarının içinde şekli bozulmamış beyinler bulundu

 

Kazı grubu başkanlığını da yürüten Dumlupınar Üniversitesi (DPÜ) Arkeoloji Bölümü Başkanı Prof.Dr. Nejat Bilgen, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Türkiye Kömür İşletmeleri (TKİ) Genel Müdürlüğüne bağlı Seyitömer Linyitleri İşletmesi (SLİ) arazisindeki höyükte 2006 yılında başladıkları kazıları her yıl 6’şar aylık dönemlerde devam ettirdiklerini bildirdi.


DPÜ ile TKİ Genel Müdürlüğü arasında imzalanan protokol gereğince kazıların 5 yıl sürdürülmesinin planlandığını, 4’üncü yıl kazılarının üç aylık bölümünün tamamlandığını belirten Prof.Dr. Bilgen, geçen yıl buldukları Orta Tunç Çağı tabakasının alt kısımlarında çalışmaya devam ettiklerini söyledi.


Prof.Dr. Bilgen, höyüğün üçte birinin Erken Tunç Çağı döneminde oluştuğunu tespit ettiklerini ifade ederek, Orta Tunç Çağı’na ait tabakaların höyükte üç evrede meydana geldiğini kaydetti.
Höyükte geçen yıl MÖ 1800’lü yıllarda yaşanan şiddetli bir depreme ait bulgular elde ettiklerini söyleyen Bilgen, bu depremin ardından yapıların yangından zarar gördüğünü ve insanların yanarak öldüğünü belirlediklerini bildirdi.

Prof.Dr. Bilgen, höyüğün Orta Tunç Çağı’na ait tabakasında kazılara devam ederken 6 insan iskeletiyle karşılaştıklarını söyledi.


Bunlardan ikisinin çocuklara ait olduğunu tahmin ettiklerini kaydeden Bilgen, şöyle konuştu:
"Geçen yıl MÖ 1800’lü yıllarda diye tarihlediğimiz Orta Tunç Çağı’ndaki bir deprem olgusuyla çatıların yıkıldığını, ahşapların yandığını gözlemlemiştik. Aslında höyüğün genelinde gördüğümüz bir yangın tabakası karşımıza çıkmıştı. Yine geçen yıl bir yapının içinde dışarıya çıkamadan yanmış iskeletlere rastlamıştık. Bu yıl da seramik atölyesi olarak düşündüğümüz alanda bol miktarda seramik eşyalar, dokuma ağırlıkları ve ağırşaklar bulduk. Bu eserlerin yanında 6 insan iskeletiyle karşılaştık. Bunları fotoğraflayıp antropoloji laboratuvarında incelemek için paketlemeye hazırlarken de kafatasının içinde kavrulmuş, yanmış ancak şekli bozulmamış beyin kalıntılarına rastladık. İnsan beyni, arkeolojide çok bilinen yaygın buluntular arasında olmadığı için çok heyecanlandık. İskeletlerin yaklaşık 4 bin yıllık olduğunu tahmin ediyoruz."


Prof.Dr. Bilgen, kafataslarındaki beyinlerin yanarak karbonlaştığından bugüne kadar geldiğini düşündüklerini söyledi.


Bu bulguların bilimsel anlamda konunun uzmanları tarafından incelenmesini ve bilim dünyasına sunulmasını istediklerini ifade eden Prof.Dr. Bilgen, beyin kalıntılarının bu yılki kazılarda elde ettikleri en önemli bulgular arasında yer aldığını sözlerine ekledi.

Höyüğün altındaki yaklaşık 15 milyon ton kömür rezervini kullanmak isteyen TKİ Genel Müdürlüğünün girişimleri sonucu Eskişehir Arkeoloji Müzesi 1989 yılında kurtarma kazısı başlattı, kazılara 1990-1995 yıllarında Afyonkarahisar Müze Müdürlüğünce devam edildi.


Yaklaşık 11 yıl ara verildikten sonra DPÜ Arkeoloji Bölümü Başkanı Prof.Dr. Nejat Bilgen başkanlığında oluşturulan kazı grubu, 2006’da çalışmalara yeniden başladı.


Başlangıçta 30 metre yükseklik, 200 metre çapa sahip höyük, altındaki 15 milyon tonluk kömür rezervine ulaşmak için her yıl 6’şar aylık dönemlerde kazılıyor. Bu yıl 4’üncü yılındaki kazılarda 12 öğretim elemanı, 20 öğrenci ve çevre köylerden 100 işçi görev yapıyor.


5 bin yıllık geçmişe sahip höyükte Tunç, Frig ve Roma dönemlerinde yoğun iskan faaliyeti yürütüldüğü belirlendi. Erken Tunç Çağı’na (MÖ 3000-2000) ait sur duvarı ve yangın geçirmiş yapılarda çok sayıda kap gün ışığına çıkarıldı. Anadolu tarihinin en eski kalıpla seramik üretimi yapılan merkezinin de burada bulunduğu tespit edildi.

Radikal, 04.08.2009

TARİHİ YAKUTİYE MEDRESESİ RESTORE EDİLİYOR

 

Türk İslam Eserleri Müzesi olarak yerli ve yabancı turistlerin ziyaretine açılan Yakutiye Medresesi'nde restorasyon çalışması başlatıldı.

 

Geçmişte yapılan yanlış restorasyon sonucu temel tarihi özelliklerini kaybeden Yakutiye Medresesi, yeniden onarılıyor. Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü, tüm bu yanlış uygulamaları ortadan kaldırmak üzere çalışma başlattı. Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü'nce hazırlatılan ve Koruma Bölge Kurulu'nca onaylanan proje kapsamında; iç ve dış mekanda yer alan taş bloklar arasındaki çimento harçlı derzler temizlenerek hidrolik kireç harçla derz yapımına başlandı. Yapı içinde bulunan mekanlarda sıva raspaları yapılarak, hidrolik kireç harçla yeniden sıvanacak.

 

Medrese yapısına uygun olmayan kapı, pencereler sökülerek yerlerine yapıyla uyumlu ahşap kapı ve pencere doğramaları takılacak. Abdest mahallinde bulunan mermer duvar ve döşeme kaplamalar sökülerek yeniden yapılacak. Restorasyonun 2010'da tamamlanacağını belirten Erzurum Rölöve ve Anıtlar Müdürü Suat Bakır, 29 Nisan 2009 tarihinde yer teslimi yapıldığını fakat fiili olarak restorasyon çalışmalarına yeni başlandığını bildirdi. Restorasyon çalışmalarına 949 bin TL'lik ödenek ayrıldığını ifade eden Bakır, ihalede yüksek bir kırım olduğunu artan parayla da bakanlığın izniyle bitmeyen kısımlara keşif ilavesi yapılacağını söyledi. Restorasyon çalışmalarının 24 Ocak 2010 tarihinde biteceğini açıklayan Bakır, Erzurum'un adeta sembolü haline gelen tarihi medresenin tarihi dokusu korunarak, gelecek nesillere aktarılacağını sözlerine ekledi.

Zaman, 04.08.2009

OLUZ'DA HİTİT KENTİ SAKLI

 

 

Amasya merkeze bağlı Oluz Höyük’te 2 yıldır süren kazılarda Hitit uygarlığına ait önemli bulgulara ulaşıldı. Kazı heyeti başkanı İstanbul Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Doç.Dr. Şevket Dönmez, MÖ 120 ve 63 yılları arasında yaşamış olan VI. Mitridates’e ait olduğu düşünülen köşk ve sikkeler bulduklarını, 25 yıl sürmesi planlanan kazıda gizli bir Hitit kentinin ortaya çıkarılacağını belirtti. Hitit kültürünün kuzey yayılmalarını ortaya çıkarmayı amaçladıklarını ifade eden Dönmez, Hitit dönemine ait mimari yapılar, mühür ve tunç bir orak bulduklarını ve Oluz Höyük’te bir Hitit kentinin saklı olduğunun kesinleştiğini belirtti. Dönmez, “Kazıda anıtsal kalıntılara ulaştık ve bu bölgede daha büyük anıtsal yapıların olduğunu düşünüyoruz. Hitit sarayı, Hitit tapınağı ya da saray tapınak olduğunu düşünüyoruz. Olası bir arşivin de burada olduğunu tahmin ediyoruz” dedi.

Oluz Höyük kazısında bulunacak kalıntı ve yazılı eserlerin Doğantepe, Ayvalıpınar gibi önemli antik kalıntıların aydınlatılmasında da etkili olacağını anlatan Dönmez, yörede Hitit kültürü hakkında elde edilecek bulguların tarihin karanlık sayfalarını aydınlatacağını söyledi.

Oluz Höyük’ün Çorum Alacahöyük ve Hattuşa kadar zengin Hitit kalıntıları içerdiğini belirten Dönmez, höyüğün ileriki yıllarda ören yeri olarak turizme ve turlara açılabileceğini bildirdi.

Cumhuriyet, 04.08.2009

USTA MİMARLAR ŞAKİRİN CAMİİ'NDEN RAHATSIZ





Mimar Cengiz Bektaş'a Almanya'dan bir okulun öğrencileri gelir. Kendisinden Ayasofya Camii'ni gezdirmelerini isterler. Gezi yapılır.

 

Bektaş öğrencilere, "Bundan sonra nereye gideceksiniz?" diye sorar. Öğrenciler de, "Şakirin Camii'ne gideceğiz, en çağdaş cami olmuş." cevabını verirler. Bu kısa anekdot, sözün nereye uzayacağını ele veriyor. Karacaahmet'te mayıs ayında ibadete açılan ve beraberinde pek çok tartışma getiren Şakirin Camii bildiğimiz tüm camilerden farklıydı. Bu yeni yorumu kimileri beğendi, kimileri de eleştirdi. Daha çok caminin iç düzenlemesini yapan Zeynep Fadıllıoğlu konuşuldu. Peki Türkiye'nin usta mimarları aylardır kapılarını ibadete açık bu cami için sular durulduktan sonra ne dedi?

 

Aylık mimarlık, tasarım dergisi Yapı, ağustos sayısında Şakirin Camii üzerinden, çağdaş cami tasarımı ve mimarlık ilişkisini değerlendiriyor. Usta mimarlar Doğan Kuban, Cengiz Bektaş, Doğan Tekeli ve Behruz Çinici'yi bir masada buluşturan dergi, camiyi enine boyuna ele almış. "Şakirin Camii'nde bir özen var ama ne kadar başarılı?" sorusunun peşine düşen mimarlar, yılların tecrübesiyle bu modern camiyi irdeliyor.

 

İşin özü usta mimarlar ve caminin mimarı Hüsrev Tayla da Şakirin Camii'nden rahatsız. Kimi içerisine Arap harfli yazı yazmakla bir yere dini mekan havası verilmeyeceğini söylüyor, kimi bir heyet kurulup bu caminin ele alınmasını, kimi de caminin çağdaş olma endişesi taşıdığını ve buraya cami denilemeyeceğini ifade ediyor. Şakirin Camii'nin ilk bakıldığında bir ibadet mekanına değil, sanki bir gazino gibi açık ferah, çok da şıkırtılı bir yere girildiği hissini verdiğini söyleyen Doğan Tekeli, "Caminin aydınlatılmasında dış camlar filtre edilmiş ama o filtreleme çok zayıf. Adeta 'Burası bir sosyete cami ve kokteylle açılır' gibi bir fikir doğuyor." diyor.

 

Doğan Kuban ise camiye girildiğinde akvaryum ya da kahve gibi dini ortamın ciddiyetine pek yakışmayan bir mekanın karşıladığını söyleyip ekliyor: "Bizim camilerde pencereler duvar kalınlığını kullanır. Pencerenin içinde Kur'an okunur. Bu yapının oturduğu platform bir dış bahçe, ancak bütün yüzeyler baştan başa saydamlaştırıldığı için namaz kılan insan bahçede dolaşan insanları ve otomobilleri görüyor. Kıble duvarı aydınlık olur. Ama cami bir kahve değil. Osmanlı cami geleneğinde caminin içi ile dış mekan arasında ilişki kurulur. Şakirin Camii'nde bu iç-dış ilişkisi yapıyı bir bahçe pavyonuna dönüştürmüş."

 

Dergide Şakirin Camii'nin mimarı Hüsrev Tayla ile de görüşülmüş. Caminin iç dekorasyonu konusunda kendisine danışılmadığını söyleyen Tayla, "Benim mimarimi bozmuşlar. Görünüşü çirkin mi? Belki çirkin olmayabilir; ama benim istediğim etkide değil; onların umurunda değil, mimar kim oluyor diyorlar." sözleriyle durumdan yakınıyor. Şakirin Camii'nın kapıları sonsuza kadar açık lakin bu 'iyi niyetli' çağdaş mimari eser, zaman geçtikçe daha pek çok tartışmaya da kapı açacak gibi.

Zaman, Haber: Musa İğrek, 04.08.2009

DARWIN'E 'OSMANLI İLGİSİ'





Charles Robert Darwin’in, doğumunun 200. yılında TÜBİTAK tarafından yayımlanan Bilim ve Teknik dergisi kapağından çıkarılması günümüzde dahi tartışma konusu olurken, evrim kuramının Osmanlıca literatüre 1860’lı yılların sonlarında girdiği ve herhangi bir sansür görmeden özgürce tanıtıldığı ortaya çıktı. Osmanlı döneminde ve Cumhuriyet’in ilk yıllarındaki yayınlarda büyük ilgi gören evrim kuramı o dönem “İnsan maymundan azmışdır” cümlesiyle formüle edildi.

“Toplumsal Tarih” dergisi son sayısında, İstanbul Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bilimi Siyasi Tarih Anabilim Dalı Başkanı Mehmet Ö. Alkan’ın kendi arşivinden faydalanarak yazdığı “Osmanlı’da Darwinizm ve Evrim Kuramı” başlıklı yazısına yer verdi. Yazı, Darwin’in neredeyse bir asırdan daha uzun bir süre önce Osmanlı dönemindeki yayınlarda sansür görmeden anlatıldığı ve hakkında uzun tartışmalar yapıldığını ortaya koydu. Avrupa’da 1859’da Darwin’in “Türlerin Kökeni” adlı eseri ile yeniden popüler olan yaratılış ve evrim konusunun Osmanlı’ya ulaşmakta gecikmediğini anlatan Alkan’ın saptamaları şöyle:


- 1870’lerin hemen başında Avrupa’da olduğu gibi Osmanlı aydınları arasında da dünyanın yaratılışı, insanın yaratılışı, evrimi gibi konular rağbet gördü. Ahmet Midhat Efendi, en çok ilgi çeken konu olan insanın yaratılışı ve evrimi konusunu ilk kez Hace-i Evvel adlı eserinde dile getirdi.


- II. Meşrutiyet döneminde ise evrim kuramcılarına, evrim kuramlarına, materyalizme ve Darwinizme ilgi arttı. Bir yandan telif ve çeviri makaleler ve kitaplar yayımlanırken, diğer yandan da orijinal dillerden çeviri eserler yayımlandı. Spencer’in,  Haeckel’in,  Bücher’in kitapları bu süreçte yayımlandı. Darwin ve evrim üzerine yazılara daha sık rastlandığı bu dönemde (...) birçok dergi ve gazetede Darwin’e ve evrim kuramı ile kuramcılarına dair haber, yazı ve makaleler yayımlandı. Baha Tevfik ve arkadaşlarının kurduğu Teceddüd-i İlmi ve Felsefi serisi bu konuda öncülük etti.

- Cumhuriyet döneminde, 1927’de İbrahim Alaaddin Bey tarafından Darwinizm adlı kitap yayımlanır. Bu eserdeki şu paragraf Darwin’i ne kadar anladıklarına da işaret ediyordu: “Mukaddes kitapların haber verdiği insanın hilkati hakkında Darven çok itirazlara, çok hücumlara maruz kalan bir nokta-i nazar serd etti, dedi ki: İnsan maymundan azmışdır. Filhakika insanların izzet-i nefsi asırlarca alınan terbiye, dini akidesi buna birden bire inanmaya manidir. Elan da Darven’in insan menşei hakkındaki telakkisine hiddet edenler pek çoktur.”

- Evrim teorisinin müfredatta yer alıp almaması veya karşılığında ve aynı anda itirazları ile dini yaratılış teorisinin okutulması gerektiği yolundaki tartışmalar 1970’lerde alevlendi ancak cumhuriyetin başlarından itibaren müfredatta yer aldı. Maarif Vekaleti 1931 yılında Darwin kitabını ilk baskısı 3000 nüsha olarak yayımladı. Devlet Matbaası’nda bastırılan kitap cumhuriyet döneminde yayınlanan Darwin hakkında yazılmış ilk telif eseri oldu. Kitap daha sonra da defalarca ve farklı kapaklarla yayımlandı.


Bu arada Bilim ve Teknik dergisinde, Mart 2009’da Darwin kapağı son anda yayından çekilmiş ve büyük tartışma yaşanmıştı. Ancak dergi daha sonra Darwin’i kapağına taşımıştı.




Darwin ve Evrim Kuramı hakkındaki eserler 1860’lı yıllarda basılıp yayılıyordu.





Seieksiyoncu olarak tanınan Spencer’ın yanı sıra, Haeckel ve Bücher de Osmanlı’da hakkında özgürce yazılıp çizilen düşünürlerdendi.


Milliyet, Haber: Şükran Pakkan, 04.08.2009

'ÇATIK KAŞLI MELEK' TARTIŞMAYA YOL AÇTI





Ayasofya Müzesi'nin 160 yıl sonra yüzü açılan melek tasviri tartışma yarattı. Fener Rum Patrikhanesi, "çatık kaşlı" melek için "Serafim" yani "Tanrı'nın habercisi" dedi. Türk sanat tarihçileri ise, "Serafim olabilir de, olmayabilir de" yorumunu yaptı. Ayasofya Müzesi Müdürü Haluk Dursun, SABAH'a, "Meleğin Serafim olup olmadığı tartışmalı" derken, bu görüşe Bizans tarihi uzmanı Prof. Semavi Eyice'den destek geldi.

Rum Patrikliği Basın ve Halkla İlişkiler Bürosu Müdürü Dositheos Anagnostopoulos, yüzü açılan meleği SABAH'a değerlendirdi. "Melekleri zikreden yüz ifadesi değil, şekilleridir" diyen Patrikhane, "6 kanatlı her melek Bizans kilise sanatında Serafim'dir. Çok gözlü gösterilen melekler Herubimdir" bilgisini verdi. Patrikhane, melekle ilgili yapılan "Cennetin bekçisi; Tanrı'nın tahtını koruyan" değerlendirmelerinin doğru olmadığını vurguladı ve "Serafim İbranice'den, yanmak anlamına gelen 'Saraf' kelimesinden gelmekte olup, bu melek Tanrının Habercisi olmakla vazifelendirilmiştir" dedi.

 

Ayasofya Müzesi Müdürü Haluk Dursun ise, "Melek konusu tartışmalı. Serafim mi değil mi inceleniyor" dedi. Bizans tarihçisi Prof. Semavi Eyice ise "Bu yüzü açılan, Serafim mi yoksa Kerubin mi kanaat bildiremiyorum" diye konuştu. Bu tartışma, meleklerin isimlerinin yazılmamasından kaynaklanıyor. Sanat tarihçisi Eyice'ye göre, melek isimleri eskiden Alman bir sanat tarihçisi tarafından not edildi. Bu kişi, daha sonra ülkesine döndüğü için kayıtlar ortadan kayboldu.

Sabah, Haber: Hülya Karabağlı, 04.08.2009


******


AYASOFYA KANATLANIYOR

 

Ayasofya’da geçen haftalarda gün yüzüne çıkarılan “kanatlı melek” figürü, sanat tarihi ve mimarlık camiasında heyecan yarattı. Ayasofya’nın 160 yıldır karanlıkta kalmış bir gizemi gün ışığına kavuşurken bir yandan da en son Sultan Abdülmecid ve o dönem restorasyonu yürüten İsviçreli mimar Gaspare Fossati’nin gördüğü diğer eserlerin durumu ayrı bir merak konusu oldu.

 

Ayasofya’daki son dönem çalışmaları, yeniden açığa çıkarılan “kanatlı melek” figürünün önemini “Ayasofya ve Fossati Kardeşler” üzerine İsviçre’de Bellinzona Kanton Arşivi’nde yaptığı araştırmalardan sonra hazırladığı kitabı bu yıl içinde yayımlanacak olan Hacettepe Üniversitesi Sanat Tarihçisi Doç.Dr. Sema Doğan’la konuştuk.

- En az 700 yıllık kanatlı melek figürü 160 yıl sonra yeniden gün yüzüne çıktı. Bu, ‘yeniden keşfin’ Ayasofya’nın tarihinde önemi nedir?
“Kanatlı melek” figürünün yeniden gün yüzüne çıkması Ayasofya’nın tarihinde gerçekten de çok önemli. Kubbeye geçiş elemanları olan dört “pandantifteki” (üçgen bingilerdeki) kanatlı melek figürlerinden, kuzeydoğu ve güneydoğudakiler Osmanlı döneminde yarasa olarak algılanmış ve yüzleri açıkta bırakılmış, kapatılmamış. Fossati’ler, çalışmaları sırasında doğudaki iki meleğin yüzlerini görmüşler, suluboya resimlerinde ve karakalem çizimlerinde melekleri yüzleriyle birlikte belgelemişler. Daha sonra diğer mozaikleri sıvayla kapatmalarına karşın meleklerin kanatlarını açıkta bırakacak şekilde yüzlerini sekiz köşeli, oval biçimli levhalarla kapatmışlar. Şimdi yeniden gün ışığına çıkartılan bu mozaik, Ayasofya’nın tarihinde hem mozaiğin özgün durumunun yeniden belirlenmesi, hem de Fossati’lerin onarımlarından bir kesit sunması açısından büyük önem taşıyor.

- Mozaiklerin üzerlerini sıva ve maskeyle kapatma yöntemi, nasıl bir sonuç vermiş görünüyor?
Sıva ile kapatma yöntemi mozaikleri kir ve nemden, insan eliyle gelebilecek zararlardan bir ölçüde koruyarak temiz kalmasını sağlamıştır. Ancak yapının duvarlarındaki çatlaklardan gelen nemin etkisiyle mozaiklerin duvar yüzeyindeki bağlayıcı sıvadan ayrılması, “tesseraların” (mozaik tanelerinin) yüzeyden ayrılarak dökülmeleri kaçınılmazdı.






- Ayasofya’daki son büyük restorasyon Fossati’lerin. Bu dönemde yapılan çalışmalara günümüzden bakınca nasıl değerlendiriyorsunuz? Bugün öncelikli olarak yapılması gerekenler neler olmalı?
Fossati Kardeşler’in onarım çalışmaları, bir proje içinde yapılmış en kapsamlı olanı. Mozaiklerin günümüze ulaşabilmesinde Harvard Üniversitesi Bizans Enstitüsü’nden Thomas Whittemore başkanlığında 1931’de başlayan ve 1970’e kadar süren onarım ve koruma çalışmalarının da büyük payı var. 1992’de başlayan İstanbul Restorasyon ve Koruma Merkez Laboratuarı ile UNESCO’nun desteklediği mimari ve mozaiklerin onarım ve sağlamlaştırma çalışmaları da çok önemli. Ayasofya’da bugün öncelikli olarak yapılması gerekenlere gelince… Alanında uzman bir bilimsel heyetin oluşturacağı proje çerçevesinde mozaiklerin ayrıntılı belgelenmesi, bilimsel bir kitap içinde yayımlanması gerekli. Ziyarete kapalı alanların da hem mimari onarımları ve hem de bu alanlardaki mevcut mozaiklerin onarımına ve korunmasına ilişkin çalışmalar da zorunlu.

- Ayasofya 1500 yıllık tarihine karşın, bütün görkemi ve müze işleviyle hep ihmal edilen bir yapı olmaya mahkum mu? Yoksa bunun teknik sebepleri mi var?
Ben Ayasofya’nın ihmal edildiğini değil de teknik nedenler ve gereksinim duyulan çok büyük maddi kaynağın eksikliğinden dolayı yapılan işlerin geciktiğini düşünüyorum. Ayasofya’nın içinde müzecilik açısından yeni düzenlemeler yapılarak tarihsel geçmişi çok daha canlı gözler önüne serilebilir. Örneğin Ayasofya’nın görsel bütünlüğünü bozmadan yan alanlarda, galeride hazırlanacak yeni sergilemeler ve ‘sinevizyon’ canlandırmalarla Ayasofya’nın kilise ve cami olarak kullanımları, yapılan onarımlar, Osmanlı döneminde geçirdiği değişiklikler tarihsel verilerle, kayıtlardan aktarılan bilgilerle ve hatta Abdülmecid döneminde Fossati’lerin onarımları, onların belgeleri eşliğinde sanal ortamda ziyaretçilere sunulabilir. Tabii, çalışma alanım değil ama, Marmara gibi bir deprem bölgesinde Ayasofya’nın durumu da sürekli olarak incelenmeli ve irdelenmeli.

Fossati’lerin çizimlerinden öğrendiğimiz kuzey ve güney “timpanumlarda” (kubbeyi taşıyan yan duvarlardaki) sıva altında bulunan diğer peygamber ve havari figürleri görülür. Galeride İsa Pantokrator, Pentekost sahneleri, apsis kemerinde Orans duruşta Meryem, Vaftizci Yahya, İmparator Ioannes V. Paleologos, kubbeyi taşıyan büyük kemerlerde Meryem ve Çocuk İsa, havari Petrus ve Paulus, kubbenin merkezinde İsa - Pantokrator ve daha pek çok mozaik bir proje hazırlanarak açığa çıkarılmalı, onarılarak belgelenmelidir. Şu anda öncelikli olarak gündemdeki çalışmalar doğrultusunda, diğer Serafim figürlerinden ikisinin de yüzleri mutlaka açılmalı, ancak biri kapalı bırakılarak Fossati’lerin çalışması bir belge olarak korunmalıdır.

Kuzeydoğu ve güneydoğu pandantiflerdeki kanatlı melekler Kerubim değil, Serafim’dir. Kuzeybatı ve güneybatı pandantiflerdeki mozaikler mevcut olmayıp, meleklerin ne zaman yapıldığı bilinmeyen boyama kopyalar. Serafim, altı kanatlı, insan yüzlü ve insan ayaklı, kanatlarında pek çok gözleri olan, manevi güçlere sahip göksel bir varlık. Göksel varlıkların hiyerarşik düzeninde ilk üç grup içinde Serafim, birinci gruptaki en üst mertebede yer alan varlık. Tanrı’nın tahtının üzerinde duran Serafim’in sayısı da kaynaklarda farklı aktarılır, bazı metinlerde iki, bazısında çok sayıda oldukları belirtilir. Serafim, Tanrı’nın tahtını korur ve yeryüzüne inmez.
Cumhuriyet, Haber: Özlem Altunok, 04.08.2009

KAZILAR İPTAL, TARİHİ ESERLER ORTA MALI OLDU





Kültür ve Turizm Bakanlığı müfettişlerince hazırlanan raporlara dayanılarak Bakanlar Kurulu kararıyla 2 yıl önce kazı çalışmaları durdurulan Muğla’nın Datça İlçesi'ndeki Knidos antik kenti korumasız bırakıldı. Amfora, seramik ve mermer buluntular, eski sandıklar içinde ve kazı evinin duvarı etrafına öylece saçılmış durumda.


Çıplak Afrodit heykeliyle ün yapan Knidos, pek çok heykeltıraş yetiştirdi. Heykellerinin güzelliğiyle bilinen tarihi kentte bugün o heykeller yer almıyor. Pek çoğu kaçak kazılar sonucu sahile yanaşan yatlarla kaçırıldığı düşünülen Knidos eserleri bugün Avrupa müzelerini süslüyor. Yatlar antik limana bugün de sıkça uğruyor. Antik kentin de güvenliği Osmanlı Devleti dönemindekinden pek de farklı değil. Geçen yıl sonuna kadar antik kentin bekçiliğini yapan Jandarma Karakolu Knidos’tan ayrılınca tarihi ören yeri yeniden eski günlerine döndü. 





Antik kentten sorumlu Marmaris Müzesi, yaklaşık 100 kilometre uzaklıkta bulunuyor ve yetersiz kalıyor. Güvenlik zafiyetinin had safhada olduğu antik kentle ilgili bir müze yetkilisi şunları söyledi: “Güvenlik sorunu olduğunu biliyoruz. En yakın jandarma karakolu 15 km ileride, Cumalı’da var. Ancak onlar devriye geziyorlar. Geceleri müzemizden 2 güvenlik görevlisini oraya kaydırdık. Gündüzleri de iki işçimiz duruyor.”

Antik kentin güvenlik dışında da sorunları var. Kazı evi etrafına dağılan ve müze tarafından kazı deposu olarak adlandırılan alan 1. derece arkeolojik sit. Yani burada yapılaşma kesinlikle yasak. Ancak kazı evi deposu, jandarma karakolu, restoran kaçak olarak yapılmış. Restoran için yıkım kararı çıkarılmış ancak uygulanmıyor. Köy tüzel kişiliğine ait restoran sit alanının tam ortasında.

Bakanlık müfettişlerince hazırlanan raporlarda arkeolojik kazıların bilimsel yapılmadığı ve antik limanda kaçak dalışlar yapıldığı ileri sürülmüştü. Kazı Başkanı Prof.Dr. Ramazan Özgan ise bu iddialardan 2 ayrı bilirkişi raporuyla aklanmıştı.






Marmaris Müzesi yetkilileri ise kazı evi deposundan çok bir çöplüğü andıran yere ‘depo’ diyor. Bir kazı evi deposunun nasıl olması gerektiğini ise Patara kazı evi deposunda görüyoruz. Patara Kazı Başkanı Prof.Dr. Havva Işık, “Tek bir seramik parçası bile envanterlenip raflardaki yerini alıyor. Araştırmacılar tek tuşla istediklerine ulaşabiliyor” diyor.

Milliyet, Haber: Ömer Erbil, 04.08.2009

İSHAK PAŞA'NIN CAM ÖRTÜSÜ EYLÜL'DE BİTİYOR

 

Doğubeyazıt‘ın sekiz kilometre uzağında, sarp kayalıklar üzerindeki İshak Paşa Sarayı’nın çatısına yapılan 7 bin metre çapındaki “cam örtü” eylül ayında bitirilecek.

Camlar, geleneksel Selçuklu mimarisinin en görkemli eserlerinden biri olan İshak Paşa Sarayı’nı kışın kardan yazın da güneşten koruyacak. “Cam örtü” sayesinde sarayı ziyarete gelenler içeriden gökyüzünü görebilecek. Saray, Ortadoğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ) öğretim üyelerinin de aralarında bulunduğu 20 kişilik bilim kurulunun raporuna göre ilk defa usulüne uygun restore ediliyor. 1685 yılında Çıldır Atabekleri’nden Çolak Abdi Paşa tarafından yapımı başlatılan ve aynı soydan gelen küçük İshak Paşa tarafından 99 yılda yaptırılan sarayda 116 oda bulunuyor.

Hürriyet, 04.08.2009

KÜLTÜREL MİRASIN KORUNMASI





Yunanistan'ın resmi tarihinde; Osmanlı egemenliğindeki dönemi yok sayması, bu dönemden 'post-Byzantine' ya da 'pre-modern aralık' olarak söz etmesi biçiminde yansıyan devlet politikası, sonuçta 'yaşanmamış bir dönemi' anımsatan tüm kültür ve sanat eserlerinin sistematik olarak yok edilmesi sonucuna eşlik etmiştir. Nitekim Yunanistan; Osmanlı döneminden günümüze kalan cami, medrese, kervansaray, türbe, köprü, imarethane, hamam, kışla, saat kuleleri, gümrük depo ve binaları gibi büyük çoğunluğu özel mülkiyet altında bulunan eski eserleri, dünyanın tüm çağdaş ülkelerinde uygulandığı üzere koruma altına alma ve tüm insanlığın ortak malı olan bir kültür mirası olarak değerlendirme yerine bugünkü sahiplerince yıkılmalarını ve yok edilmelerini özendirmiş, bu politikası ile de bireylerin sorumluluğunu öne çıkararak, tahribatın devlet eliyle yapılmadığı görüntüsü vermeye çalışmıştır.

 

Yunanistan'ın Trakya ve Makedonya bölgeleri 14. yüzyıl, Epir, Mora, Teselya yöreleri 15. yüzyıl, Rodos 1522, Girit ise 1645 yılında Osmanlı egemenliğine girdiği için bu bölgelerdeki Osmanlı eserleri 14. yüzyıldan başlayarak 18. yüzyıl sonuna kadar kendi dönemlerinin ayrı ve özgün özelliklerini taşıyarak son derece zengin bir kültürel miras çeşitliliğini ortaya çıkarmış, ancak uygarlığın beşiği olarak anılmaya devam edilen Yunanistan, böyle bir dönemi resmi tarihine geçirmediği için tüm bu eserleri yok etme yolunu seçmiştir.

 

GKRY'nin yaklaşımı da Yunanistan'dan farklı değildir. 1963'de 'Enososis'in gerçekleştirilmesine yönelik Yunan-Rum hırsı, silahsız Kıbrıs Türk halkını temel insan haklarından mahrum eden Kıbrıs Türk halkına yönelik kanlı şiddetli bir saldırı ile neticelenmiştir ki söz konusu saldırı yüzlerce Kıbrıs Türkünün ölmesine, yaralanmasına, kaybolmasına ve evlerinden sökülüp çıkarılmasına neden olmuştur. Bu barbarlığın esas bölümünü, 1963-1974 yılları arasında Kıbrıs Türklerinin terk etmek zorunda kaldıkları 103 şehir ve köyde bulunan 100'den fazla cami, türbe, mozole ve diğer Osmanlı ve başka kültürel hazinenin kötü niyetle tahrip edilmesi oluşturmuştur.

 

2006 yılında Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı Ofisi Siyasi ve Araştırmalar Departmanı'nın yürüttüğü bir çalışma, adanın Kıbrıs Rum kesiminde bulunan 106 camiden 16'sının tamamen harabeye döndüğünü, 61'inin ise ihmal edilmiş durumda olduğunu açıkça ortaya koymuştur. Yine aynı çalışmaya göre mezarlıkların neredeyse tamamı ihmal veya yok edilmiş, bazıları ise otoyola dönüştürülmüştür. Ayrıca bu varlıklar arasında, yüzlerce el yazması Kuran, seccade, rahle ve İslami ikonografik eserler gibi taşınabilir kültürel objelerin tamamı yağmalanmıştır.

 

Avrupa Konseyi Kültür ve Eğitim Komitesi eski roportörü Senatör Ymenus van der Werff 02.07.1989 tarihli raporunda, "Paphos'taki Büyük Cami'nin tamamen yok olduğunu üzüntüyle gördüklerini, bütün alanın araba otoparkı ve kavşak genişletme çalışmalarına yol açmak için dümdüz edildiğini, caminin varlığına ilişkin bir anıtın bulunmadığını, yolun aşağısındaki Türk hamamının molozlar arasında restore edilmeyi beklediğini, St.Sophia Mouttalas Camisi'nin yanındaki Kıbrıs Türk mezarlığının ise harap durumda olduğunu" belirtmiştir.

 

Söz konusu raporda dini ve kültürel Müslüman Türk eserlerine Kıbrıslı Rumların saldırıları ayrıntılı olarak listelenmemiş. Oysa, Günebakan ve Kutrafa Camilerinin 1963'de yok edilmesi, Bayraktar Camisi'nin 1962 ve 1964'te bombalandıktan sonra 1994'te kundaklanması, 400 yıllık Araplar Camisi'nin 1994'te bombalı saldırıya uğraması, İslam dünyası için kutsal mekanlardan biri olan Hala Sultan Tekkesi'nin 1999'da yakılması, Rum saldırılarına birkaç örnek olarak ilave edilebilir.

Diğer taraftan, Kıbrıslı Türk yetkililer Kuzey Kıbrıs'taki çeşitli kültürel varlıkları korumak ve muhafaza etmek için kısıtlı imkanlarla ellerinden geleni yapmaktadırlar. Kıbrıs Rum kesiminin Kıbrıslı Türklere yönelik izolasyon politikası nedeniyle mali imkanların yetersiz olduğu ve uluslararası desteğin hiçbir şekilde bulunmadığı dikkate alındığında Kıbrıslı Türk yetkililerinin performansı takdire değerdir.

 

Senatör Ymenus van der Werff yukarıda bahsedilen raporunda "Kuzeyde tahrip edilmiş kilise görmediklerini, mümkün olduğunca fazla nesnenin koruyucu güvenlik altına alınması amacıyla önemli çaba harcandığını, Yunan Ortodoks kiliselerinin kuzeyde ve güneyde sağlam bir yapıya sahip olduklarını, güneye nazaran kuzeyde koruma, planlama ve çevre korunması konularında koordinasyonun daha iyi sağlandığının görüldüğünü" ifade etmiştir.

 

Keza dönemin Avrupa Konseyi Kültür Komitesi Raportörü Vlasta Stepova da 29.10.1999'da Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'ne yaptığı ziyarette, kültürel eserlerin korunmasının en iyi yolunun bunlara alternatif bir günlük kullanım alanı bulunması olduğunu belirterek, dünyadaki hiçbir ülkenin her bir kültürel binayı müzeye çevirecek ya da tamamen koruyacak imkana sahip olmadığını dile getirmiştir. Stepova en çok, Aziz Barnabas Manastırı'nın müze, Gazi Magusa'daki Salamis Harabeleri'nin kültürel etkinlikler ve Girne'deki ünlü Bellapais Manastırı'nın konser salonu olarak kullanımından etkilenmiştir.

 

Kıbrıs Türk kesimi Kuzey Kıbrıs'a uluslararası destek verildiği takdirde çok daha fazlasının yapılabileceğine inanmaktadır. Doğal olarak Kıbrıs Rum kesimi, devamlı suretle Kıbrıs Türk kesiminin uluslararası toplumdan finansman almasını engellerken Kuzey'deki kültürel mirasın sözde yok edildiğinden şikayet ettiğinde inandırıcı olmamaktadır. Kıbrıslı Rumların KKTC'nin yeterli ilgi ve bakım için gerekli imkanları temin etmesini engellemek amacıyla uyguladıkları siyasi baskılar sonucunda UNESCO dahil olmak üzere uluslararası organlar Kıbrıs Türk kesiminin ilgili makamlarına doğrudan destek sağlama görevini şimdiye kadar yerine getirememiştir. Kültürel mirasın korunması, adadaki Kıbrıslı Türklerin sorumlu tutulamayacağı siyasi durumun devam etmesinin esiri olmamalıdır.

Trakya Net Haber, 04.08.2009

BAYINDIR KÜMBETİ'NDE KAÇAK KAZI

 

Bitlis'in Ahlat İlçesi'nde bulunan tarihi Bayındır Kümbeti bahçesinde kaçak kazı yapıldı.


Edinilen bilgiye göre kimliği belirsiz kişi veya kişiler Bayındır Kümbeti bahçesinde bulunan mezarlardan birini kazdı. Yapılan ihbarla olay yerine gelen İlçe Emniyet Müdürlüğü yetkilileri olay yerinde gerekli incelemeyi yaptı. Olayla ilgili soruşturmanın devam ettiği, faillerin yakalanmasına çalışıldığı bildirildi.


Bayındır kümbeti, kitabesinden 1481'de Rüstem Bey oğlu Bayındır için yapıldığı anlaşılmaktadır. Emir Bayındır, Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan'ın torunu Rüstem Bey'in oğludur.

Bitlis Kent Haber, 03.08.2009

GÖYNÜK'TE KAÇAK KAZI YAPAN 6 KİŞİ YAKALANDI

 

Bolu'nun Göynük İlçesi'nde, kaçak kazı yapmak isteyen 6 kişi yakalandı.

 

Alınan bilgiye göre, ilçede kaçak kazı yapıldığı ihbarını alan jandarma ekipleri, harekete geçti. Ekipler, kazı yapan S.P, S.Y, N.Ç, H.Ö, M.K ve D.B isimli şahısları yakaladı.

Yakalanan şahıslar, ifadesi alınmak üzere jandarma karakoluna götürüldü.

haberler.com, 03.08.2009

SÜTÜN MÜKEMMEL ÜÇLÜSÜ KAÇ YAŞINDA?

 

Bursa'nın Yenişehir İlçesi'nde yapılan kazılarda tarihe ışık tutacak ipuçlarına ulaşıldı.

 

Yoğurt, peynir, tereyağı gibi süt ürünlerinin Taş Devri'nde de yapıldığı kanıtlandı.

 

Ayrıca evcilleşmiş tarımın Avrupa'ya Anadolu'dan yayıldığını destekleyen unsurlara rastlandı.

 

Dr. Rana Özbal, "Anadolu'da yapılan kazılar sonucu tarımın buradan Balkanlar'a ve oradan Avrupa'ya yayıldığı teorisi daha çok desteklenmiş durumda, şimdi de yaptığımız kazılar buna katkıda bulunuyor" dedi.

 

Yenişehir Barçın Höyüğü'nde yapılan kazılarda bulunan seramik kapların analizinden çıkan sonuçlar, bilim adamlarını hem şaşırttı, hem de sevindirdi.

 

Boğaziçi Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof.Dr. Hadi Özbal, "Bulduğumuz ilk bulgular sütün bir şekilde bir prosesten geçip yağ veya peynir yapıldığını gösteriyor" diye konuştu.

 

Peynir, tereyağı ve yoğurdun Taş Devri'nde de yapıldığı kanıtlandı.

 

Kazılarda tarımın Avrupa'ya Anadolu'dan yayıldığına dair kanıtlara da ulaşıldı.

 

Kazı Başkanı Yrd. Doç.Dr. Fokke Gerritsen, "Şimdilik ilk tarımcıları bulduk, daha aşağıda daha erken tarımcıları, yabani hayvanları ve yabani otları yiyen insanlar belki burada yaşadı" dedi.

Trt/Haber, 03.08.2009

III. AHMED'İN TUĞRA ALBÜMÜ UYKUDAN UYANDI





Hatayiler, şemseler, goncalarla süslenmiş lake bir cilt... Üzerinde yer alan beyitlerin birinde mealen şöyle yazıyor: "Her biri sultanın güzel çiçek bahçeleri gibi olan tuğraların yazılı olduğu padişaha mahsus bu yazı albümü ne kadar hoştur". Bu beyitte bahsedilen padişah, Sultan III. Ahmed. İstanbul'un köşe bucak pek çok yerinde sessizce bekleyen 'su güzelleri'nden ikisi onun adını taşıyor.

 

Sanata düşkünlüğü duyanları, görenleri hayrette bırakacak cinsten. Kalemini de en az kılıcı kadar maharetle kullandığı bıraktığı eserlerden belli. Biraz hayıflansak da, o da adından başka bir şey bilmediğimiz sultanlar silsilesinden aslında.

 

III. Ahmed, hat eğitimi alan Osmanlı padişahlarından biri. Fakat diğer sultanlardan hiçbiri tuğra çekmekle uğraşmamış. III. Ahmed'in (1673-1736) alamet-i farikası işte burada başlıyor. Karşımızda devrin meşhur hattatı Hafız Osman'dan sülüs, nesih, Veliyyüddin Efendi'den ta'lik meşk etmiş, Necip mahlasıyla şiirler yazan bir hattat, bir şair sultan var. Sultanahmet'te Bab-ı Hümayun'daki meşhur çeşmesi ile Üsküdar meydanındaki çeşmesinin kitabeleri, Saray-ı Hümayun'da Arz Odası üzerindeki besmele onun kendi el yazıları. Daha da ötesinde iki mushaf yazıp Ravza-i Mutahhara'ya gönderecek kadar usta bir hattat.

 

III. Ahmed'in Murakka-ı Has'ı (padişaha mahsus murakka) yani tuğra albümü yaklaşık 300 yıllık bir uykudan uyandı. Yıllardır Topkapı Sarayı'nda sultanın kendi kurduğu müstakil kütüphanede bekleyen on tuğranın yer aldığı albüm, hat sanatı konusundaki titiz çalışmalarıyla tanınan M. Uğur Derman'ın hazırladığı bir kitapla günümüze kazandırıldı. "Murakka-ı Has Tuğrakeş Bir Padişah Sultan III. Ahmed" adıyla yayımlanan, Türkçe ve İngilizce metinlerle birlikte sunulan kitap, okuru sanata düşkün bir sultanın dünyasına davet ediyor. Lübnanlı usta şair Adonis bir şiirinde 'Hat - içinde zamanın suyu aksın diye / mürekkebin kazdığı ırmak' der. III. Ahmed'in bu albümü de 300 yıllık bir devrin ardından içinde taşıdığı tüm güzelliklerle günümüze yeniden aktı diyebiliriz.

Albümünün, III. Ahmed'in ve devrinin şaheseri olduğunu söyleyen M. Uğur Derman, "Sultan'ın hat ve sair kitap sanatlarına verdiği kıymetin bir tezahürü olarak �ayrıca kendi sanat katkılarıyla- vücud bulan bu murakka'-ı hassın tuğralarının geleneğe bağlı bir anlayışla çekildiğine şüphe yoktur." diyor. Kubbealtı Neşriyat'tan çıkan albümün İngilizce çevirisini İrvin Cemil Schick yapmış, Kale Grubu da destek vermiş.

 

III. Ahmed'in albümündeki ilk tuğra, uçuk pembe renkli bir kağıda siyah tahrirli zerendud olarak işlenmiş 'Hazreti Sultanı Kabe Kavseyni ve'l Haremeyn' ifadesinden oluşuyor. Hattatlar padişahların tuğrasını yazarken Sultan III. Ahmed de kendi 'gönül padişahı' için tuğrayı çekmiş. "Mucebince amel oluna", "Şah Ahmed bin Mehemmed Han el-muzaffer daima", "Şeriat saliki Sultan Ahmed" gibi tuğralarla devam eden albümün son tuğrasında ise sanki halka tamamlanıyor ve sultan kendisini, 'Ketebehu Ahmed Han Hadimü'l-Haremeyni'ş-Şerifeyn' olarak tanımlıyor. Bu 'ince' davranış, sultanın Efendimiz'e (sas) olan aşırı muhabbetine işaret ediyor. Kıtaların arasında ise sultana yaraşır bir hassasiyetle, Hatip Mehmed Efendi'nin kendi tarzı olan hatip ebrular yer alıyor. Bu sayede kıtaların birbirine temas etmemesi sağlanmış. Albümün baştan sona her zerresi ince bir estetiğin ürünü.

 

Yolunuz Sultanahmet'e, Üsküdar'a düşerse muhteşem bir köşk görümündeki III. Ahmed çeşmelerine göz atın. Albümde yer alan "O sultan Allah'ın aleme bir ihsanıdır, yoksa tuğraların tasarlanması -bin kere meşk edilse bile- mümkün olmazdı. Onun kaleminin nağmesi hükümleri kesip durduran kılıç gibidir; yazısının damlası cihanı koruyan merkezdir" mısralarının fısıltısında, sizi tatlı bir serinlik kuşatacaktır.

Zaman, Haber: Musa İğrek, 03.08.2009

KURŞUNLU MANASTIRI RESTORE EDİLECEK

 

Kuşadası'nın Davutlar Belde Belediye Başkanı Tuncay Uysal, antik döneme ait Kurşunlu Manastırı'nı kendi olanaklarıyla restore edip turizme kazandıracaklarını söyledi.

 

Manastır alanını Orman Bakanlığı'ndan tahsis aldıklarını belirten Uysal, şu bilgileri verdi: ''Kültür ve Turizm Bakanlığı Manastır'ın çevresini turizm alanı ilan etti. Manastır ve alanının tahsisini almak için TBMM'nin açılmasını bekliyoruz. Restorasyon için tüm hazırlıklarımız tamam. 75 bin metrekarelik alanın temizliğini yaptık. Manastırı restore edip turizmin hizmetine soktuğumuzda, buraya bir teleferik kaçınılmaz olacak. Her gün yüzlerce turistin cip safari yapmak üzere geçtiği ve ziyaret ettiği Manastır yolunun iyileştirilmesi de gerekiyor. O yol, orman yolu. Dolaysıyla Orman Müdürlüğü'nün tasarrufunda. Ama bizden katkı isterlerse iyileştirme için yardımcı oluruz.''

Turizm Gazetesi, 03.08.2009

KADIKALESİ KAZILARINA DESTEK

 

Kuşadası Belediye Başkanı Esat Altungün, 8 yıldır sürdürülen Kadıkalesi kazılarına daha fazla destek vereceklerini söyledi

Altungün, beraberindeki belediye meclisi üyeleriyle Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi öğretim üyesi Prof.Dr. Zeynep Mercangöz başkanlığında 8 yıldır sürdürülen Kadıkalesi kazı alanında incelemelerde bulundu.


Altungün, Kadıkalesi kazısına büyük önem verdiklerini belirterek, "Bugüne kadar kazıya emeği geçen herkese teşekkür ederim. Yeni belediye yönetimi olarak kazıya çok daha fazla destek vereceğiz. Kazının en kısa sürede tamamlanmasını ve Kadıkalesi'nin turizme kazandırılmasını istiyoruz. Ayrıca Kuşadası tarihinin gün ışığına çıkması açısından Kadıkalesi büyük önem taşıyor" dedi.
Kadıkalesi Kazı Başkanı Prof.Dr. Zeynep Mercangöz ise her geçen yıl biraz daha gün ışığına çıkan Kadıkalesi'nde çeşitli kültür katmanlarıyla karşılaştıklarını kaydetti.

Haber Ekspres, 03.08.2009

ANTALYA'DA KAZILARDA SON HIZ

 

Antalya'da arkeolojik kazılar tüm hızıyla sürüyor.

 

Patara ve Rhodiapolis antik kentlerinde yapılan kazılarda çok sayıda yeni eser gün ışığına çıkarıldı.

 

Dünyanın ilk demokratik meclisine sahip bu antik kent, 21 yıldır kazılıyor. Akdeniz Üniversitesi'nce yapılan kazılarda her yıl birbirinden ilginç eserler ortaya çıkıyor.

 

Kentin su yolları araştırılırken bulunan Kibele ve Hades heykelleri bunlardan ikisi.

 

Arkeolojik kazılarda su deposu olduğu belirlenen yapılar, dükkanlar da bulundu. Ayrıca kentin akropolisinde surlar ortaya çıkartıldı.

 

Kumluca'daki Rhodiapolis'de de kazı yapılıyor.

Birkaç yıldır kazılan Rhodiapolis'te bu yılın önemli buluntuları stoa ve kilise tabanındaki mozaikler oldu.

 

Orijinal renklerini koruyan mozaiklerin bozulmaması için üstü kapanacak.

 

Daha önce mutfak gereçlerinin bulunduğu bir alanda MS 3'üncü yüzyıla ait bir de tandır ortaya çıkarıldı.

 

Antalya'da arkeolojik kazıların sonbaharda sona ermesi bekleniyor.

Trt/Haber, 03.08.2009

DÜNYA MİRASI LİSTESİ'NE YENİ KATILAN YERLER

 

Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Kurumu'nun (UNESCO) Dünya Kültür Mirası listesine bu yıl Belçika'dan giren Stoclet Sarayı aslında bir özel ev. Temsil ettiği mimari ve sanatsal dönüm noktasıyla listeye girmeye değer görülmüş. İran'da bulunan Şuştar Kasabası'nda Karun Nehri üzerinde kurulan tarihi su sistemi listeye eklenen diğer yeni kültürel miras. Tarihi MÖ 5'inci yüzyıla kadar uzanan karmaşık su sisteminin bir bölümü bugün de kullanılır durumda.

 

ŞUŞTAR TARİHİ SU SİSTEMLERİ (İran)




Şuştar, Güneybatı İran'da. Kuzistan Eyaleti'nden geçen Karun Nehri'nin kıyısındaki bir kasaba. Yüzyıllardan bu yana gelişmiş bir sulama sistemine sahip, bu yüzden tarım başlıca ekonomik kaynak. Zagros Dağları'ndan ovalara geçilen bir noktada yer alan kasaba, geleneksel pazarı, camileri geniş mahzenleri, görkemli taş ve tuğla binaları, sur kalıntılarıyla etkileyici bir görünüme sahip. Yazın sıcaklık 50 derecenin üzerine çıktığında halkı mahzenlerde barınıyor.

Yaratıcı bir dehanın ürünü olan Şuştar'ın sulama sistemleri, MÖ beşinci yüzyılda Pers Hükümdarı Büyük Darius zamanına kadar dayanıyor. Bu sistemler Karun Nehri üzerinde iki ana kanal oluşturmuş. Biri hala kullanılan ve Şuştar halkına su sağlayan Gargar Kanalı. Kanala giden birçok tünel su değirmenlerine su sağlıyor. Sistem özel bir yükseltiden suyu aşamalı olarak aşağıya akıtarak bir çanağa topluyor. Sonra şehrin güneyinden girerek Mianab (Cennet) olarak adlandırılan 40 bin hektarlık çiftlik ve meyve bahçelerine hayat veriyor. UNESCO'nun Dünya Mirası ilan ettiği bu alan aynı zamanda Salasel Kalesi. Kale, tüm sistemin operasyonel merkezi. Sistem, su seviyesinin ölçüldüğü kule, barajlar, köprüler, havzalar ve değirmenleri kapsıyor. Bu şaşırtıcı yapı Elamitlerin ve Mezopotamyalıların çağlar önceki bilgi birikimine tanıklık ediyor.

Şuştar aslında bir ada şehir. Karmaşık bir sulama sistemine sahip. Nehir şehrin çevresinde dolanacak şekilde adeta su ile dolu bir kale hendeği oluşturmuş. Şehrin doğusuna, batısına ve güneyine ana kapılar ve köprüler inşa edilmiş. Sular-şeker kamışı, tahıl tarımına katkıda bulunmuş. Ganat adı verilen gizli kanallar suyu evlerin veya binaların özel depolarına; diğer yandan da yerel kullanım ve sulama için taşımış. Suyu aynı zamanda, ana kapılar savaş dönemlerinde kapandığında kullanabilmek için de özel olarak depolayabiliyorlardı. Ganatların izleri bazı evlerin yıkıntılarında hala bulunabiliyor. Bu karmaşık su sistemi 19'uncu yüzyıl boyunca bozulmaya uğradı.

Tarihte Zagros Dağları boyunca uzanan eski yol üzerinde önemli bir ticaret merkezi olan kasaba da, Kuzistan bölgesinde bulunan petrol yataklarının işletmeye açılmasından sonra yeni yerleşimlerin kurulması sonucu geriledi. Yüzyıllar boyunca kasaba Haricilerin ve Şiilerin en güçlü merkezlerinden biriydi.


STOCLET SARAYI (Belçika)




Belçika'nın başkenti Brüksel'deki saray, Montgomery Metro istasyonuna kısa bir yürüyüş mesafesinde. Stoclet Sarayı (Stoclet Evi) özel bir konut. Banker ve sanat koleksiyoncusu Adolphe Stoclet'e ait. Projesi, 1905'te Viyana'daki yeni mimari akımın öncülerinden Josef Hoffmann'a sipariş verildi. Hoffmann'a estetik ya da ekonomik herhangi bir sınır konulmadı. Ev ve bahçesi 1911'de tamamlandı. Garip geometrisi Art Nouveau (Yeni Sanat) akımının dönüm noktası oldu. Bina hem bu akım için hem de mimarideki “Modern Hareket” denilen akım için önemli bir yapıttı. Stoclet Sarayı, mimaride “Viyana Ayrılma Hareketi” olarak bilinen akımın en kusursuz, en homojen binalarından biri sayılıyor. Duvarları ressam Koloman Moser ve Gustav Kilmt'in eserlerini de içeren geniş bir resim koleksiyonuyla süslü. Stoclet Sarayı, mimar, sanatçı ve zanaatkarların uyumu yakalayan ortak çalışması sayesinde başlı başına bir sanat eseri haline geldi. Avrupa mimarisinin yenilenmesinin ispatı niteliğindeki ev, hem içi hem de dışıyla yüksek seviyede uyumunu halen koruyor. Hem demirbaşlarını hem de mobilyalarını büyük oranda orjinal haliyle görmek mümkün.

Geçen yüzyılda Avrupa'yı saran Yeni Sanat akımı, Almancada Jufendstil, Avusturya'da Sezessionstil, İspanya'da Modernista ve İtaya'da Stile Liberty olarak biliniyor. Yeni Sanat akımı mimarları, 19'uncu yüzyılda kullanılan birçok temayı, yapılarında kendilerine özgü dışavurumlarla yorumladı. Bu akımla yapılan binalarda demirin ve camın yoğun kullanımı aynı zamanda 19'uncu yüzyıl uygulamalarından geliyor. Örneğin Fransa'da 1900 yılında Paris Metrosu için yapılan yapılarda garip formlarda demir, duvar işçiliği ve beton kullanılmış. Hoffmann'ın yaptığı Stoclet Evi de, asimetrik kompozisyona sahip; beyaz düzlemleri kenarlarındaki altın yaldızlı hatlarla tanımlıyor ve Yeni Sanat motifleriyle şekillendirilmiş.

Yapı, Hoffman'ın başyapıtı kabul ediliyor. 20'inci yüzyılın en zarif, lüks konutlarından biri olarak görülüyor. Her ne kadar mermer kaplanmış ön cephesi onu sadeleştirmişse de, içindeki sanat koleksiyonu göz kamaştırıcı. Gustav Klimt'in en ünlü resimleri yemek odasında, heykeltıraş Franz Metzner'in dört bakır heykeli binanın çatısında. Binanın hem içinde hem de dışında el işçiliğiyle yapılan bölümler var. Düz ve kübik hatlar, yaklaşan modernizm akımının etkilerini gösteriyor.

Mozaikler, mobilyalar, aydınlatma, ve hatta yemek takımları bile birbirini tamamlayacak şekilde tasarlanmış. En görkemli oda olan yemek odasındaki masada bulunan 24 sandalye ren- geyiği derisi kaplı. Uzun servis masaları, siyah mermer gümüş çatal bıçak takımı, çanak çömlek, şarap kadehleri de mimar Hoffmann tarafından tasarlanmış. Adolphe Stoclet ve eşi Suzanne bu evde Igor Stravinski, Sergey Diyagilev, Jean Cocteau ve Claude Debussy gibi ünlü isimleri ağırladı.

Binada ikamet eden son kişi Adolphe Stoclet'in gelini Annie Stoclet, 2002'de öldü. Dört kızı miras için davalık oldu. Londra'daki Christie's müzayede evi, içindeki satılabilir eserlere 2007'de 18.7 milyon sterlin (44.88 milyon TL) değer biçti. Kızlardan üçü içindeki eserlerin tek tek satılmasını isterken, sadece biri dedesinin mirasının olduğu gibi korunmasını savunuyor. Binayı korumak için iki görevli içinde yaşıyor. Bina ziyarete kapalı. Sadece dışından görülebiliyor.

Hürriyet Seyahat, 03.08.2009

TARİHİ KASTEL KANALİZASYONLA BOĞUŞUYOR

 

Selçuklu mimarisinin eşsiz örneklerinden biri olan Gaziantep'teki Yer altı Pişirici Mescidi ve Kasteli büyük tehlike ile karşıya karşıya kaldı.

 

"Su alınan yer" anlamına gelen tarihi Pişirici Kasteli şimdi kanalizasyon sularıyla baş etmeye çalışıyor.

 

Pişirici Mescidi'nin 15 metre altında bulunan kastel, yüzyıllardır fokur fokur kaynayan berrak suyuyla insanı büyülüyor.

Ancak çevredeki evlerden sızan kanalizasyon suları yüzünden kasteli bugünlerde kimse ziyaret etmiyor.

 

Mescidin etrafında bulunan tarihi evlerden sızan kanalizasyon suları, koku yaydığı gibi binaya da zarar veriyor. Etrafa yayılan kokudan dolayı turistler de mekanı ziyarete gelmiyor.

 

GASKİ Genel Müdürü Fahrettin Uslusoy, kanalizasyon sızıntısı yaratan evlerin tarihe güzelliğe zarar vermemesi için çalışmalar yaptıklarını söyledi.

 

Su mimarisinin eşsiz örneklerinden olan Pişirici Kasteli şimdi kokusuz günlere döneceği zamanı bekliyor.

Trt/Haber, 03.08.2009

KARADENİZ'İN EFES'İ GÜN YÜZÜNE ÇIKARILIYOR

 

Zonguldak'ın Çaycuma İlçesi'ne bağlı Filyos beldesinde MÖ 7. yüzyılda kurulan ve Karadeniz'in Efes'i olarak değerlendirilen antik Tieion Kenti'nde kazılar sürdürülüyor.

 

Zonguldak Valiliği İl Özel İdare Müdürlüğü ile Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından desteklenen ve 2006'da başlanan arkeolojik kazılarda, 5 öğretim üyesi, 7 uzman-arkeolog ve 12 sanat tarihi öğrencisi görev alıyor. Trakya Üniversitesi Arkeoloji Bölümü ve Kazı Ekibi Başkanı Prof.Dr. Sümer Atasoy, kazıların eylül ayının ortalarına kadar süreceğini söyledi. Yaptıkları radar ölçümlerine ve etütlere göre toprak altında çok büyük bir kent bulunduğunu tahmin ettiklerini, bunun 5-6 yıl içinde ortaya çıkarılmasının da mümkün olabileceğini anlatan Atasoy, "Tieion Kenti, Karadeniz'in toprak altında kalmış, bozulmamış tek antik kenti. Diğer antik kentlerin üzerlerinde modern yerleşme varken Filyos'taki antik kentte yoktur. Bu nedenle çok özel durumu var, korunması lazım." dedi.

Zaman, 03.08.2009


******


ANTİK KAZIDA KAFATASI BULUNDU





Zonguldak'ta yapılan Antik Tios (Tienon) kentinde yapılan kazı çalışmalarında kafatası bulundu.


Trakya Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Başkanı Prof.Dr. Sümer Atasoy'un başkanlığında 25 öğrenci, öğretim görevlisi ve 32 işçinin, MÖ 7. yüzyılda Miletos kentinden gelenler tarafından kurulduğu tahmin edilen Antik Tios (Tienon) kenti olarak bilinen Filyos beldesinde yürüttüğü kazı çalışmalarında kafatası bulundu. Kazı Başkanı Atasoy, kafatasının Kaletepe mevkiinde Bizans dönemine ait bir kilisenin ortaya çıkarılması için yürütülen çalışmalarda bulunduğunu söyledi. Kafatasının MS 12. veya 13. yüzyıllarda yaşayan insanlara ait olabileceğini belirten Atasoy, "İlk yerleşim yeri olan Kale Tepesi, akropol dediğimiz yerde 3 farklı noktada kazı çalışması yapıyoruz. Bulunduğumuz yer, küçük bir kiliseciktir. Bizans döneminde MS 12-13. yüzyıla ait kilisedir. Kilisenin planını çıkarmaya çalışıyoruz. Yanında kiremit mezarlar bulunmaktadır. Kafatası ve iskeletler çıkmaktadır. Bu kilisenin duvarları, boyalı sıvalarla kaplıdır. Bunlar bize önemli ve zengin bir kilise olduğunu göstermektedir. Devamı ortaya çıkarılacaktır. Hemen yanında Roma devrine ait bir tapınak vardır. Bu tapınağı da ortaya çıkarmaya çalıyoruz" dedi.


Atasoy, kafatasının incelemek üzere Hacettepe Üniversitesi'ne gönderileceğini, iskeletin cinsiyeti, yaşı ve ölüm nedeninin belirleneceğini söyledi. Atasoy ayrıca, bulunan mezarın kalede yönetici sınıfından birine ait olabileceğini, kafatasının ait olduğu kişinin ancak kazının tamamlanmasının ardından yapılacak değerlendirmelerle ortaya çıkarılabileceğini söyledi.

Zonguldak Kent Haber, 06.08.2009

TARİHİN İLK CİNAYETİ

 

Tarihin ilk cinayetinin Taş Devri'nde, bugünkü Irak sınırları içinde işlendiği bildirildi.

İtalyan haber ajansı Adnkronos'un La Stampa gazetesine dayanarak verdiği habere göre, Zagros dağları, 50 bin ila 75 bin yıl önce bir homo sapiens'in (modern insan), bir neandertal'i (200 bin ila 28 bin yıl önce yaşamış insan ırkı) öldürüşüne sahne oldu.

Duke Üniversitesinde görev yapan Amerikalı Antropolog Steven Chuchill'in açıklamalarına yer verilen haberde, Irak'ın kuzeybatısında bir mağarada bulunan kemik kalıntılarının, okla öldürülen 40-50 yaşlarındaki bir neandertale ait olduğunun belirlendiği kaydedildi.

"Şanidar-3" adı verilen kurbanın bir kabile reisi olabileceği ifade edilen haberde, bu olayın, tarihin ortaya çıkarılan en eski cinayeti olduğu bildirildi.

Hürriyet, 03.08.2009

TARİH GÜN YÜZÜNE ÇIKIYOR





Antalya'nın Manavgat İlçesi Side antik kentinde Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Anadolu Üniversitesi işbirliğinde gerçekleştirilen kazı çalışmaları, Anadolu Üniversitesi Arkeoloji Bölüm Başkanı Doç.Dr. Hüseyin Alanyalı başkanlığında sürdürülüyor.

 

Kazı çalışmaları ve haritalandırma çalışmalarıyla ilgili gazetecilere bilgi veren Hüseyin Alanyalı, yüzde 70'i kumla kaplı olan Side Antik kentinde tarihi gün yüzüne çıkartacaklarını söyledi.

Haritalandırma çalışmalarını tamamladıklarını belirten Alanyalı, Side Antik Tiyatro'da kazı ve sondaj çalışmalarına başladıklarını söyledi. Alanyalı, "2009 yılında Side adına yaptığımız Side kazılarında bu yıl ağırlığı Side tiyatrosuna verdik. Side tiyatrosunda yaptığımız kazılar çoğunlukla çevresinde ve iç kısmında geçekleştirmiş olduğumuz sondajlardır. Burada da daha çok daha önceden bildiğimiz bilgileri pekiştirmek ve tiyatronun geçirmiş olduğu evreleri anlamak için bu kazılarda çıkacak sonuçları değerlendirerek kesin sonuca varacağımızı düşünmekteyiz. Fakat kazı çalışmalarımız 2009 yılında tiyatro ağırlıklı olmasına rağmen çalışmalarımızı gelecekte önce tiyatro çevresinde ticaret agorası ve devlet agorasında daha sonrada şehrin özellikle günümüzde yerleşim görmeyen büyük fabrikalar mahallesi ve Doğu Nekropolüne kaydırmayı düşünüyoruz. Amacımız yalnız turizmle daha doğrusu gündemde olan Side'yi zaman içerisinde arkeolojik açıdan da tanıtarak dünya kültür ve mirasına tanıtmak ve buradaki kazılardan çok daha önceden çıkmış binaları onarım ve korumaya alarak gelecek kuşaklara aktarmayı düşünüyoruz. Kazıyı belirli bir plan ve program çerçevesinde yapıyoruz. Kuyumcu titizliği ile çalışmalarımız sürüyor."

 

Çalışmaların en temel amaçlarından Side kent planının yeniden ele alınarak günümüz teknolojisinden yararlanılarak güncellenmesi ve eksik olan alanların bu yeni plana göre entegre edileceğini ifade eden Alanyalı, "Side kent planı üzerine en son çalışmalar, 1975 yılında aramızdan ayrılmış olan Prof.Dr. Müfid Mansel başkanlığında yapılmıştır. Değerli hocamızın ölümünden sora 1978 yılında yayınlanmış olan "Side" kitabında yer alan plan ise elimizdeki Side antik kentine ait son şehir planıdır. 20. yüzyılın 3. çeyreğinde şehir planlarının halen analog ölçüm aletleriyle yapılması hem de Mansel'in ardından Side Müzesi denetiminde antik kentte bir çok yeni alanın açılması Side antik kenti için yeni bir şehir planının hazırlanmasını zorunlu hale getirmiştir. Mansel'in "Side" kitabındaki plan esas alınacak, bu plan üzerinde poligon noktaları işaretlenerek arazide kaybolmayacak ve oynamayacak şekilde poligon noktaları inşa edilerek bu noktalar ulusal koordinat sistemine bağlanacaktır. Koordinat ağının kurulması ile mevcut bütün yapılar şehir planına aktarılacağı gibi, bu yapıların belgeleme çalışmalarında da büyük kolaylık sağlayacaktır."

 

Side Tiyatrosu'nda yıllardır sürdürülen kazı ve araştırma çalışmaları ile yapının sahne binası, paradoksları ve cavea kısmının açığa çıkartıldığını belirten Alanyalı, 2009 yılı çalışmalarında orkestra, parados ve sahne binası içinde, tiyatronun agoraya açıldığı alanda, caveanın arka tarafı ile dükkanların içinde açılacak sondajlar ile tiyatro ve çevresinde stratigrafiye yönelik çalışmaların planlandığını söyledi. Yapılacak sondajlar ile tiyatro ve çevresindeki yapıların yapı evreleri tespit edileceğini ifade eden Alanyalı, "Tiyatronun Hellenistik dönemde öncü bir yapıya sahip olup olmadığı, daha önce tiyatronun inşa edildiği alanda bir yapılaşmanın olup olmadığı, eğer varsa nasıl bir yapılaşma olduğu ortaya çıkack ve sondajlarda yapılacak çalışmaların sonuçları başta tiyatro olmak üzere, kentte yapılacak olan daha sonraki çalışmalara da ışık tutacak."

 

Side tiyatrosu, inşa yapım tekniği, mimari şekillenmesi ve günümüze kadar ayakta kalan şekli ile Anadolu Roma tiyatroları içerisinde önemli bir yer tuttuğunu dile getiren Alanyalı, yapının yıllar içinde yıpranması ve malzeme yorulması nedeni ile acil koruma ve onarım projesine ihtiyaç duyulduğunu söyledi. 2009 yılında birinci hedeflerinin yapının mimari belgeleme çalışmalarının bir başka deyişle rölöve çizimlerinin tamamlamak olduğunu belirten Alanyalı, "Restitüsyon, rekonstrüksiyon projeleri ile koruma ve restorasyon projelerini oluşturabilmek için tiyatronun 3D (3 boyutlu) sistem çerçevesinde taranarak görüntülerin sayısal ortama aktarılması bu görüntülerden plan, kesit, cephe ve benzeri çizimlerin üretilmesi planlanmaktadır."

 

1983-2008 yılları arasında, tiyatro ve çevresinde Dr. Ülkü İzmirligil tarafından yürütülen arkeolojik çalışmalarda ele geçen mimari, plastik, seramik ve metal eserlerden oluşan arkeolojik malzemenin katalog ve değerlendirme çalışmalarının yapılacağını söyleyen Alanyalı, bu buluntular içinde önemli bir yer tutan sikkelerinde çalışılarak kataloglanarak yayına hazırlanacağını belirtti.

Habertürk, Haber: Fatih Hepokur, 03.08.2009

ARKEOLOGLAR MEZAR ORTAYA ÇIKARDI

 

Bulgaristan'daki arkeologlar kraliyet ailesine ait bir keşif yaptılar.

 

Bulgar arkaologlar Nikolay Ovçarov ve Hitko Vaçev, Veliko Tarnovo kasabasındaki ortaçağdan kalma St Peter ve Pavel kilisesinin avlusuna gömülmüş, 14. yüzyıldan kalma olduğuna inanılan bir Bulgar prensesinin mezarını ortaya çıkardılar

Setimes.com, 03.08.2009

DİYARBAKIR SURLARINA 'ŞARAP EVİ' PROJESİ

 

 

Tarihi Diyarbakır Surları'nın işlevlendirilmesi, doğru restore edilmesi ve turizme açılması için kentin resmi kurumları çalıştay kararı aldı. Ağustos ayında yapılacak çalıştay, Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi tarafından hazırlanacak. Çalıştay'a belediyeler dahil resmi kurumlar katılacak. Mimarlar Odası, Yerel Gündem 21 Tarih ve Kentleşme Komisyonu, Çevre ve Kültür Değerlerini Koruma ve Tanıtma Vakfı (Çekül Vakfı) da çalışmalarda yer alacak.

Konu hakkında bilgi veren Sur Belediye Başkanı Abdullah Demirbaş, “Surların işlevlendirilmesi sonucunda da ortaya çıkacak sorunlardan biri de ıslak zemin ihtiyacıdır. Yani mutfak ve tuvalet ihtiyaçlarının giderilmesi durumudur. Bu nedenle proje çerçevesinde, ihtiyaç duyulacak yerlere ortak mutabakatla ıslak zemin izni verilecek” dedi.

Burçların işlevlendirilmesi ve turizme kazandırılmasına büyük önem verdiklerini belirten Demirbaş, şöyle konuştu:

“Bir takım çevreler de bu işin içinde olacak. Çalıştay'dan çıkacak ortak görüş doğrultusunda, biran önce bu çalışmalar hızlandırılacak. Mesela kimi yerlere şarap evi, kimi yerlere yemek, kimi yerlere turistik eşya satış yeri gibi işlevler kazandırılacak. Amacımız bu şekilde Diyarbakır Surları'nı dünyaya açmak, tanıtmak. Çalıştay'da nerede ne yapılacağına ilişkin karar verilecek. Her burç için tek tek tartışmalar yürütülecek, tartışma sonucunda hangi burca ne işlev kazandırılacağı karara bağlanacak.”

Demirbaş, burçlar hakkındaki stratejik karardan sonra Yap İşlet Devret modelinden hibelere kadar bir takım yöntemlere başvurulacağını anlattı.

Haber Diyarbakır, 03.08.2009

TARİHİ TABYALARIN BAKIMSIZLIĞI ZİYARETÇİLERİ ŞAŞIRTIYOR

 

Osmanlı- Rus Harbi'nin gerçekleştiği ve Nene Hatun'un kahramanlaştığı Aziziye Tabyası'nın çevresinin bakımsızlığa terk edilmesi ziyaretçilerin tepkisine neden oluyor.

 

Tarihte 93 Harbi olarak bilinen Osmanlı- Rus Harbi'nin (1877-1878) gerçekleştiği Aziziye Tabyası ilgisizlik ve bakımsızlığa terk edilmiş durumda.

 

Nene Hatun'un kabrinin de bulunduğu Aziziye Tabyası'nın çevresindeki sembolik şehit mezarların bulunduğu alanın bakımsız oluşu ve çevreye duyarsız kişilerce atılan pet, poşet gibi atıkların temizlenmemesi tepkiye neden oluyor. Tabyayı ziyaret eden yerli ve yabancı turistler karşılaştıkları çirkin görüntü karşısında şaşkınlıklarını gizleyemiyor. Aziziye tabyasının çevresi 2006 yılında Palandöken Belediyesi tarafından peyzaj çalışması gerçekleştirildi. Ancak daha sonra bakımsızlıktan tabyanın birçok yerinde döşeme taşları sökülüp, kırıldı, sembolik şehit mezarlıklarının bulunduğu alan ise yaban otlarına terk edildi.

 

Aziziye Tabyası'nın sol giriş kısmına 9. Kolordu Komutanlığı'nca 2004 yılında yaptırılan Nene Hatun Çeşmesi muslukları takılmadı ve buradan ziyaretçilerin içmeleri, serinlemeleri için akıtılmadı.

 

Muğla'dan Erzurum'a tatil için geldiğini ve bu arada Aziziye Tabyası'nı görmek için Topdağı'na çıktığını belirten Nilüfer Şenoğlu (43) karşılaştığı manzaradan utanç duyduğunu söyledi.

 

Şenoğlu, Mecidiye Tabyası'nın çevresinin temiz olmasına karşılık Aziziye Tabyası'nın çevresine rast gele atılan boş su petleri, naylon torbalar ve içerisi boşaltılmamış çöp kutularını görünce şaşkına döndüğünü ifade etti.

 

Sembolik mezarlık alanının içerisinin yaban otlarına terk edilmesi karşısında ise şaşkınlığının arttığına işaret eden Şenoğlu, "Aziziye Tabyası'nın hemen giriş kısmındaki uyarı tabelasında, 'Ecdat yadigarıdır lütfen sahip çıkalım, temiz tutalım' yazısı var. Ancak bu tabelayı koyanlar her halde buraya bekçi koymayı unutmuşlar. Çünkü tabyanın çevresine takılan pet şişiler, poşetler görsel bir kirlilik oluşturuyor. Ecdat adına, üzüldüm. Akrabamın aracıyla tabyaya çıkarken yolun kısmen stabilize oluşu ve asfaltlanmamış olması da ayrı bir skandal. Batıda bu gibi yerlere yerel yönetimler, merkezi yönetimler büyük ilgi gösterirken burada gördüğüm ilgisizlik beni derinden sarstı." diye konuştu.

Zaman, Haber: Orhan Yıldırım, 02.08.2009

İKİZTEPE KAZISI YENİDEN BAŞLADI

 

Samsun'un Bafra İlçesi İkiztepe Örenyeri’nde 1974 yılından bu yana aralıksız sürdürülen kazıların bu yılki bölümü başladı.

 

İstanbul Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof.Dr. Önder Bilge başkanlığındaki kazılar bu yıl, ilk tunç çağı yerleşim alanı olan Tepe1'de sürdürülecek.

 

Çalışmaların 20 Ağustos'ta bitirilmesi planlanıyor.

Höyükte elde edilen bulgular, Samsun Arkeoloji ve Etnografya Müzesi'nde sergileniyor.

Trt/Haber, 02.08.2009

"BİTLİS'TEKİ TARİHİ DEĞERLER HIZLA YOK OLUYOR"

 

Bitlis Eren Üniversitesi (BEÜ) Fen Edebiyat Fakültesi, Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç.Dr. Mehmet Demirtaş, Bitlis'teki tarihi değerlerin hızla yok olduğunu söyledi.

 

Demirtaş, yaptığı açıklamada, Bitlis ve ilçelerinin gelişiminin ve refah seviyesinin yükselmesinin turizme bağlı olduğunu, kentte turizm için büyük önem arz eden tarihi değerlerin ise hızla yok olduğunu belirtti.

 

Defalarca dile getirmelerine rağmen yetkili kurumların, tarihi yerlerin korunması konusunda harekete geçmediğini ve duyarsız kaldığını iddia eden Demirtaş, şöyle konuştu: "Kentin geleceği turizme bağlı. Bütün kurumların ortak görüşü de bu. Turizmin gelişmesi, çevrenin ve tarihi mekanların korunmasıyla mümkündür. Gerek Bitlis merkezde, gerekse ilçelerinde yöreyi cazibe merkezi haline getirecek çok sayıda mekan mevcut. Tatvan'da biri Pers, biri Urartu, biri de Osmanlı dönemine ait 3 kale var. Urartu dönemi eserleri arasında yer alan kral mezarları, Van Gölü Feribot İşletmesinin sahası içerisinde bulunmakta. Yine yörede çöplük olarak tabir edilen, Belediye Halk Plajı'nın bulunduğu mekanda, Urartu dönemine ait olduğu sanılan bir antik kent mevcut. Başka önemli bir yer de ilçenin Develer Suyu mevkidir. Burada binlerce yıldan bu yana hala ayakta kalmayı başarmış ve 'Nemrut'un develeri' olarak adlandırılan, dikili taşlar bulunmakta. Bunlar zamanla insanların yıkıcı tahribatı sonucu, yok olmaya başladı ve günümüzde sayıları oldukça azaldı.''

 

Son bir haftada ''Nemrut'un Develeri'' olarak adlandırılan taşlardan birinin daha kırılarak paramparça olduğunu belirten Demirtaş, bu olayın araştırılması gerektiğini bildirdi.

Zaman, 02.08.2009

OSMANLI DEVLETİ 1302'DE KURULDU

 

Son günlerde Osmanlı Devleti'nin 1299'da mı yoksa 1302'de mi kurulduğu; Söğüt'te mi yoksa Yalova'da mı kurulduğu tartışılıp, duruyor. Bunun en önemli sebebi de okumayışımızdır. Halil İnalcık Hocamız son 20 yıldır Osmanlı'nın nasıl kurulduğunu yazıp duruyor. Osman Gazi ve dönemi yakın zamana kadar sisler içerisindeydi. Halil İnalcık Hocamız'ın çalışmalarıyla yepyeni bir Osman Gazi portresi ortaya çıktı. Ancak birkaç kişi haricinde bu konuları layıkıyla anlayan yok. Bu yüzden geçtiğimiz günlerde Yalova'da yapılan toplantıyı medya tartışmalı bir şekilde ön plana çıkarınca ortalık karıştı.

 

Osmanlı'nın kurulduğu coğrafya Söğüt ve çevresidir ancak Osmanlı Devleti'ni tarih sahnesine çıkaran olay 1302'de Yalova'da cereyan eden savaştır.

 

1299 nereden çıktı?

Geleneksel Osmanlı tarih yazıcılığı, 1299 yılında Selçuklu hakimiyetinin sona erdiğini ve Osman Gazi'nin bu tarihte ba­ğımsız olduğunu kabul eder. İlk büyük Osmanlı tarihini yazan Hammer de Türkiye Selçuklu Devleti'nin yıkılış tarihi ola­rak 1299 yılını esas alır. Türkiye Selçukluları'nın yıkılmasıyla Osmanlı Beyliği'nin bağımsız kaldığını ileri sürerek, 1299'u imparatorluğun kuruluş tarihi olarak belirtir. Ancak Türkiye Selçuklu tarihi üzerine yapılan araştırmalar bu devletin 1318'e kadar de­vam ettiğini ortaya çıkarmıştır.

 

Aşıkpaşazade Tarihi'ne göre 1299'da Yarhisar, Bilecik, İne­göl ve Yenişehir fethedilmişti. Rivayete göre o zaman Osman Gazi kendi adına hutbe okutarak, bağımsızlık iddiasında bulunmuştu. Bu şehirlerin fethi Osmanlı tarihi açısından önemli­dir. Ancak fetih tarihleri tam olarak belli değildir. Osmanlı tarihleri, bu aşamada Osman Bey'i, Anadolu'daki diğer Türkmen beyleri gibi bağımsızlığa hak kazanmış, kendi adına hutbe oku­tabilecek bir İslam hükümdarı gibi göstermeye çalışırlar. Araştırmacılar da Osmanlı tarih yazıcılığındaki bu geleneği izleyerek, imparatorluğun kuruluş tarihi olarak 1299'u kabul etmişlerdir.

 

Hepimizin kuruluş tarihi olarak ezberlediği 1299'da Osmanlı tarihi için çok önemli bir hadise yoktur. Alternatif olarak Osman Gazi'nin beyliğin başına geç­tiği 1281 yılının veya beyliğin ilk merkezi olan Karacahisar'ın fethedildiği 1288 yılının kuruluş tarihi olarak kabul edilebileceği iddia­ları vardır. Halil İnalcık Hocamız, Osmanlı tarihinin ilk devirle­rindeki dönüm noktasını, 27 Temmuz 1302'de Bizans'la, Osman Gazi komutasındaki Türkmenler arasında meydana gelen Bapheus (Koyunhisar) Savaşı olarak kabul eder. Bu savaştan önce Osman Bey, Bursa ve Kocaeli bölgesindeki Türkmen beyleri ara­sında primus inter pares (benzerleri arasında birinci) konu­mundaydı. Ancak Koyunhisar Savaşı'nda Bizans kuvvetlerine karşı kazandığı zafer, Osman Gazi'yi bölgede karizmatik bir bey durumuna getirip, ona hanedan kurucusu karizması kazandırdı. Bu yüzden 27 Temmuz 1302 tarihini Osmanlı hanedanının, dolayısıyla Osmanlı İmparatorluğu'nun kesin kuruluş tarihi olarak kabul etmek, 1299'a göre çok daha doğru olacaktır.

 

Osman Gazi 1302'de Anadolu'daki Türkler arasında çok önem verilen İznik üzerine sefere çıktı. İznik yakınlarına bir havale kulesi yaptırttı. İznik çevresi suyla dolu surlarla korunuyordu. Osman Gazi, bu yüzden uzun süreli bir kuşatma ile şehirdekilerin açlıktan teslim olmalarını sağlamayı düşünmüştü. Draz (Uzun) Ali isimli bir komutanı ile bir miktar askeri kuleye bırakarak, İznik'e giriş çıkışı engelledi. İznikliler, bu durum üzerine İstanbul'dan yardım istediler.

 

Bizans kuvvetlerinin harekete geçtiğini haber alan Osman Gazi de çevredeki Türkmenleri toplayarak düşmanı karşılamak üzere hareket etti. Bizans ordusu, Mouzalon'un komutasında İstanbul'dan gelen askerler, bölgedeki Bizans tekfurlarının birlikleri ve paralı askerler olan Alanlar'dan meydana geliyordu. Ordunun mevcudu iki bin kişiydi ve çoğunluğu piyade idi.

Bu muharebenin meydana geldiği yer Halil İnalcık'ın araştırmalarına kadar karıştırılmıştır.

Koyunhisar, Yalova'ya gelmeden önceki tepede bulunan bir kaledir. Bursa'ya yakın Dimbos üzerinde bir başka Koyunhisar daha vardır ve bu ikisi karıştırılmaktadır. Osman Gazi'nin öncü kuvvetleriyle Bizans ordusu önce Koyunhisar'da çatışmışlar ardından asıl muharebe Yalova'da meydana gelmiştir.

 

Osman Gazi, Yalova'da karaya çıkan düşmanı önce bir gece baskınıyla yıprattı. Ertesi gün ovada meydana gelen muharebede Bizans ordusunda bulunan Rum ve Alanlar arasındaki çekişme ve kıskançlık Osmanlılar'ın zaferinde önemli rol oynadı. Muharebede ilk olarak Rumlar aceleyle saldırıya geçmiş fakat Alanlar'a verilen ayrıcalıklardan dolayı gevşek davranınca Osman Gazi'nin kuvvetleri karşı saldırıya geçerek Bizans kuvvetlerini mağlup etmişti.

Bugün, 02.08.2009

BODRUM KALESİ VE MÜZESİ'Nİ 103 BİN 500 KİŞİ ZİYARET ETTİ

 

Bodrum Kalesi ve Su Altı Arkeoloji Müzesi'ni, 2009 yılının ilk yedi ayında 103 bin 500 kişi ziyaret etti. Müze Müdürü Yaşar Yıldız, ziyaretçi sayısının her geçen gün arttığını söyledi.

Bodrum'a gelen yerli ve yabancı turistlerin müzeye de mutlaka uğradığını belirten Müdür Yıldız, müzede 10 bin arkeolojik eser, 4 bin sikke ve bin tane de etnografik eser bulunduğunu ifade etti. Yıldız, "Daha çok arkeolojik eserleri sergiliyoruz. Sikke salonumuz vardı, iptal edilmişti, şimdi tekrar devreye sokmak istiyoruz" dedi. Yaşar Yıldız, bu yılın başından itibaren müzeyi 67 bin 190 kişinin tam biletli, 22 bin 291 kişinin ücretsiz, 113 kuponlu ve 13 bin 860 kişinin MüzeKart'la gezdiğini aktardı.

Bodrum kalesi, Muğla'nın Bodrum İlçesinde, iki liman arasındaki kayalık bir alan üzerinde kurulduğunu söyleyen Yıldız, kaleyi şöyle anlattı: "Antik çağda önce ada olan bu alan, sonraları ana karaya bağlanarak yarımada şeklini almıştır. 1406 ile 1523 arasında inşa edilen St. Jean şövalyelerinin kalesi, kare planlı ve 180x185 metre ebadındadır. İç kalede, çeşitli ülkelerin isimlerinin verildiği kuleler bulunmaktadır. En uzunu, deniz seviyesinden 47,50 metre yükseklikteki Fransız Kulesi'dir. Ayrıca İtalyan, Alman, Yılanlı ve İngiliz kuleleri de vardır. Kalenin doğu duvarı dışında kalan bölümleri, çift beden duvarları olarak takviye edilmiştir. İç kaleye, yedi kapı geçilerek ulaşılır. Kapıların üzerinde armalar, onların üzerinde ise haçlar, düz veya yatay bantlar, ejder ve aslan figürleri bulunmaktadır. İç kalede, küçük kilisenin altındaki dahil olmak üzere 14 sarnıç vardır. Kale koruganı, çiftli duvarlar arası su hendeği, asma köprü, kontrol kulesi ve Sultan 2. Mahmut'un tuğrası, göze çarpan kısımlardır. Bodrum Kalesi, 19. yüzyıl sonunda hapishane olarak kullanıldığı dönemde, bir hamam yapısıyla Osmanlı niteliği kazanmıştır. Bugünse su altı arkeoloji müzesi olarak kullanılmaktadır. Müze koleksiyonlarındaki eserler Türk hamamı, amfora salonu, Doğu Roma gemisi, cam salonu, cam batığı, sikke ve mücevherat salonu, Karyalı prenses salonu, İngiliz Kulesi, işkence ve katliam odaları ve Alman Kulesi'nde sergilenmektedir. Ayrıca 33,5 dönüm genişliğindeki bir arazi üzerine kurulmuş olan kalede, açık mekanlarda sergilenen eserler de vardır."

Haber Ekspres, 02.08.2009

MERSİN'DE 8 BİN YILLIK İSKELET BULUNDU





İtalya'nın Lecce Üniversitesi'nden Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr. İsabella Caneva başkanlığında 40 kişilik ekiple yürütülen çalışmalarda önemli buluntulara ulaşıldı.

Önceki gün Suna ve İnan Kıraç Vakfı Akdeniz Araştırmaları Enstitüsünün desteğiyle höyüğün üst kısmındaki Orta Çağ açmalarında Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç.Dr. Gülgün Köroğlu'nun yürüttüğü çalışmalarda, MS 11. yüzyıla ait olduğu tahmin edilen 90 santimetre uzunluğunda demir kılıç ile Bizans dönemine ait olduğu sanılan sikkenin ardından, Neolitik dönemi kapsayan MÖ 5800'li yıllara ait yetişkin insan iskeleti ortaya çıkarıldı.

Kazı Başkanı Prof.Dr. Caneva, höyüğün aşağı kısmında Neolitik ve Kalkolitik döneme, üst kısmında ise Hitit, Demir Çağı, Orta Çağ ve Bizans dönemlerine ait mekanlarda çalışmalarını sürdürdüklerini söyledi.

Bu yıl erken neolitik dönemde yaptıkları çalışmalarda, geç neolitik döneme ait, içinde 8 bin yıllık yetişkin insan iskeleti bulunan mezara ulaştıklarını belirten Caneva, şöyle konuştu:

''Bu bizim açımızdan önemli bir buluntu. Geçen yılki kazılarda da geç neolitik dönemi kapsayan ve içinde iskelet olan bir mezar bulmuştuk. Yeni bulduğumuz mezarda ise kemikleri büyük oranda hasar görmüş komple bir iskelet yer alıyor. Doğum öncesi dediğimiz ve prehistoryada (tarih öncesi) tipik olan anne karnındaki pozisyonda sol tarafa yatık şekilde bulunan iskeletin yanında ayrıca 3 kase elde ettik. Kaseler kırmızı boyalı. Bu kaseler bize mezarın geç neolitik döneme ait olduğunu gösteriyor. Geç neolitik dönemde başlayan bu mezarlara içinde yiyecek olan vazo ve kaseler konuluyor. Bu da bize o dönemdeki insanların ölümden sonraki hayata inandığını gösteriyor. Bu inancın geç neolitik dönemde başladığını söyleyebiliriz.''

Mezarda bulunan iskeletin 5800'li yıllara ait olduğunu ifade eden Caneva, ''Yani pek sağlam olmayan bu iskelet günümüzden 8 bin yıl öncesine ait'' diye konuştu.

Geç neolitik döneme ait buluntulara daha üst tabakalarda ulaştıklarına ifade eden Caneva, ayrıca mezarda birer tane zeytin çekirdeği ve buğday tanesi de elde etkilerini kaydetti. Kazıların yaklaşık 2 ay süreceği bildirildi.

Anadolu'nun en eski yerleşim yerlerinden olan ve ''Soğuksutepe'' adıyla da anılan Yumuktepe'de sistemli arkeolojik kazılar, İngiliz John Garstang başkanlığında 1936-1937 yıllarında yapıldı.

İkinci Dünya Savaşı'nın başlaması nedeniyle ara verilen kazılara 1946'da yeniden başlanıp 1947'de sonuçlandırıldı. 1992 yılında hazırlanan ve 1993 yılında başlanan ''Yumuktepe Arkeolojik Kazısı'' çalışmaları ise her yaz Prof.Dr. Caneva başkanlığında sürdürülüyor.

Sabah, 02.08.2009

CEYHAN'DA TATARLI HÖYÜĞÜ ARKEOLOJİK ÇALIŞMALARI DEVAM EDİYOR





Binlerce yıllık tarihinde pek çok medeniyete ev sahipliği yapan Anadolu toprakları, arkeolojik varlığıyla dünyanın en zengin coğrafyalarından olduğunu her geçen gün biraz daha perçinleştiriyor.

 

Ceyhan'da bundan yaklaşık üç yıl önce Ceyhan Belediyesi'nin girişimleri ve sponsorluğunda Çukurova Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Başkanı Yrd. Doç.Dr. Serdar Girginer'in öncülüğünde başlatılan Tatarlı Höyüğü çalışmalarına ilgi gün geçtikçe büyüyor. Ceyhan'a bağlı Tatarlı Köyündeki Tatarlı Höyüğü'nde üç dönemdir devam eden kazılarda 3 bin 500 yıllık Kizzuwatna Uygarlığı'na ait saray gün yüzüne çıkarılmaya çalışıyor.

 

Çukurova Üniversitesi (ÇÜ) Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölüm Başkanı Yrd. Doç.Dr. Serdar Girginer'in başkanlığındaki kazılar 2007 yılında başladı. Kazılarda 3 bin 500 yıllık Kizzuwatna Uygarlığı'nın burada yaşadığı anlaşıldı. Adana Aydınlar Ocağı'nın organizasyonu, Kamu-Sen ve Türk Ocağı'nın desteği ile Türkiye'ye davet edilen Irak'taki Türkmenlerden oluşan yaklaşık 20 kişilik üniversite öğrencisi ve öğretim görevlilerinden oluşan bir ekip, Tatarlı'daki kazıları gezdiler ve çalışmalar hakkında bilgi aldılar. Kazıyı yürüten yetkilerden bilgi alan öğrenciler ve öğretim görevlileri, böyle bir uygarlığın gün yüzüne çıkartılmasının kolay bir iş olmadığını söyleyerek, emeği geçen herkese teşekkür ettiler.

 

Kazı çalışmalarını yürüten Çukurova Üniversitesi (ÇÜ) Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölüm Başkanı Yrd. Doç.Dr. Serdar Girginer, yaptıkları kazı çalışmalarında ortaya çıkan verilerden elde ettikleri bilgilerin, buranın geçmiş yıllarda önemli bir ticaret merkezi olduğunu gösterdiğini ifade etti. Girginer, şöyle dedi:

 

"Kazılarda bulunan dokumacılıkla ilgili aletler, yörede tekstilin önemli bir geçim kaynağı olduğunu gösteriyor. Hitit ve Mezopotamya kökenli mühürler ise ticaretin aktif olarak yapıldığına işaret ediyor. Bu dönem çalışmaların eylül ayında tamamlanacağını ve kazıların bu şekilde devam etmesi halinde kentin tamamının gün yüzüne çıkartılmasının yaklaşık 80 yılı bulur."

haberler.com, 02.08.2009

MYNDOS'UN GELECEĞİ İÇİN





Strabon’a göre, MÖ 640 yıllarında, Bodrum Yarımadası’nın en eski yerleşik halkı Lelegler tarafından bugünkü Gümüşlük beldesi sınırları içinde kurulan Myndos antik kenti için sanatçılar buluşuyor.

 

Halen büyük bir kısmı toprak altında bir kısmı ise su altında bulunan Myndos’u gündeme getirmek ve kentin karşı karşıya kaldığı yok olma tehlikesiyle ilgili duyarlılık oluşturmayı amaçlayan Gümüşlük Akademisi, bir dizi konsere imza atıyor.


Renkli İşler’le birlikte düzenlenen etkinlikler, 31 Temmuz’daki Zuhal Olcay konseriyle başladı. Myndos Umut Konserleri başlığı altında düzenlenen etkinlikte Bulutsuzluk Özlemi, Ezginin Günlüğü ve Kardeş Türküler Myndos için bir araya gelecek.


Gümüşlük Akademisi’nin kurucularından yazar Latife Tekin, günümüzde Myndos’un pek fazla bilinmediğine, oysa Karya uygarlığının önemli kentlerinden biri olduğuna dikkat çekiyor:

“Myndos, Gümüşlük Akademisi’nin hemen yanı başında; biz kendimizi bu kentin geleceğiyle ilgili olarak sorumlu hissediyoruz. Geçtiğimiz yıllarda Myndos’ta kazılar başladı ve bu büyük heyecan yarattı. Fakat sonra durduruldu; şu anda çok küçük bir alanda sürüyor. Orada yaşayan halkın, toprak sahiplerinin ve bizlerin ne olacağına dair beklentileri var.”

Bölgenin birinci ve ikinci derece sit alanı olduğunu, dolayısıyla köylülerin topraklarıyla ilgili beklentilerinin bulunduğunu söyleyen Tekin, Myndos antik kentinin ortaya çıkarılması için bir an önce kamulaştırma çalışmalarının başlaması gerektiğini vurguluyor:
“İnsanlar topraklarının akıbetini bilmek istiyorlar. Büyük bir antik kent olan, hatta Efes görkeminde olduğu söylenen Myndos’un büyük kısmı toprak altında. Fakat üzerinde modern yapılaşma yok; dolayısıyla Myndos’un büyük şansı var. Ortaya çıkarılabilir. Bir an önce kamulaştırılmalı araziler. Ya takas usulü yapılabilir; mesela aynı değerde başka yerde arazi verilebilir. Ya da parası ödenebilir.


Kültür Bakanlığı en azından Myndos’a dair projelerini belirlese, programını açıklasa; kazı planımız şudur, şu kadar yıl içinde kamulaştıracağız diye. Orada yaşayan insanlar olarak biz bunu bekliyoruz.”


Tekin, konserler ve Gümüşlük Akademisi kapsamında gerçekleştirdikleri etkinliklerle Myndos’a dikkatleri çekmeyi ve bir bilinç oluşturmayı hedeflediklerini belirtiyor: “Sesinizi yükselttiğiniz zaman duyulabilir oluyor; Hasankeyf’te olduğu gibi. Biz sadece bunları yapabiliriz; oranın unutulmamasını, canlı kalmasını, öneminin anlatılmasını sağlayabiliriz. Asıl işi Kültür Bakanlığı yapabilir.”


Myndos’un sesini duyuracak olan konserler 4 Eylül’e kadar  Gümüşlük Akademisi’nin bahçesindeki amfitiyatroda gerçekleşecek. Biletlere  TicketTürk web sitesinden (www.ticketturk.com) ve yarımadadaki satış noktalarından ulaşabilirsiniz. 

Myndos Umut Konserleri kapsamında 15 Ağustos 21.30’da Bulutsuzluk Özlemi, 22 Ağustos’ta Ezginin Günlüğü ve 4 Eylül’de Kardeş Türküler konserleri dinlenebilir. Tüm konserlerin başlama saati 21.30...

Milliyet, Haber: Yasemin Bay, 02.08.2009

DEFİNECİ 2 ALBAY TUTUKLANDI

 

Kocaeli’nin Kandıra İlçesi’ne bağlı Sarnıçlar Köyü’nde izinsiz define aramakla suçlanan ve jandarmanın gerçekleştirdiği operasyonla gözaltına alınanlardan 2’si albay 10 kişi tutuklandı.

Jandarma ekiplerinin ilk aşamada gözaltına aldığı 31 kişiden 10’u önceki akşam saatlerinde serbest bırakıldı, 21’i tutuklanma istemiyle mahkemeye sevk edildi. Yapılan duruşma sonunda kaçak define kazısını organize ettikleri ve elebaşılık yaptıkları ileri sürülen, her ikisi de İstanbul’da görevli oldukları belirtilen Albay Kutluay Akan, Albay Müfit Eşref Yurtsever ile Mesut Kalaycıoğlu, Salih Ataç, Uçar Özcan, Kandıra F Tipi Cezaevi’nde uzman çavuş olarak görev yapan Ali Osman Kızkapan ile fiilen kazı işlerini yaptıkları belirtilen Ethem Koç, Ramazan Çoruh, Yücel Kömürcü, Muzaffer Çakır tutuklandı.

Mahkeme ayrıca Kandıralı işadamı Rasim Tonguç, Sarnıçlar Köyü muhtarı Mustafa Bayraktar, orman memuru Cemil P., Tamer B., Özcan B., Faik Ç., Sadettin D., Mehmet Z., Fikret Ç., Nuri O. ve Harun Ş. adlı kişileri kefaletle serbest bıraktı.

Hürriyet, 02.08.2009


******


DEFİNE KAZISINDA SERBEST KALAN 9 KİŞİ TUTUKLANACAK

 

Kocaeli Jandarması, geçen hafta bir ihbar üzerine başlattığı operasyonda Kandıra’nın Sarnıçlar Köyü yakınlarında izinsiz define kazısı yapan 21 kişiyi gözaltına almıştı. Tarihi eser kaçakçılığı yapmakla da suçlanan sanıklardan 10’u tutuklanıp, 11’i serbest bırakılmıştı.

 

Mahkeme savcısı, 11 sanığın serbest bırakılması kararına, üst mahkeme nezdinde itiraz etti. Bu itirazı değerlendiren mahkeme, daha önce serbest bırakılan 11 sanıktan 9’u için bu kez tutuklama kararı çıkarttı. Serbest kalmalarına itiraz edilen sanıklardan, sadece Aşır Kan ile Muhtar Mustafa B. için yeniden tutuklama kararı verilmedi. Diğer 9 sanık, cezaevine konulacak.

Özgür Kocaeli, 07.08.2009

TARİHİ BÖYLE KORUYORUZ





Adana’da, Tufanbeyli’ye bağlı Şar Köyü’nün hemen her adımında tarih fışkırıyor. Yörede tarihi eserler dağınık halde bulunuyor ve bugüne kadar resmi bir inceleme yapılmamış. İlk kez  Kültür ve Turizm Bakanlığı desteğiyle yüzey araştırması başlatılmış, ancak eserler üzerinde yağlıboyalarla yazılan “hayata küskün”, “kahpe felek” gibi yazılar eserlerin ne kadar korunduğunu gözler önüne seriyor.


Vatandaşlar yaklaşık 150 hanenin bulunduğu köyün sit alanı olmasından dert yanıyor. 55 yaşındaki İsmail Sevişoğlu, yeni konut yapamamaları nedeniyle artık harabe görünümündeki evlerinde evlenen çocukları ve torunlarıyla yaşamak zorunda olduklarını söylüyor.


Köyde hemen herkesin aleyhlerine açılan davalar nedeniyle mahkemelik olduğunu ifade eden Sevişoğlu, “Evimin yanına fosseptik çukuru kazmaktan 3 kere mahkemeye çıktım. Tek bir çivi bile çakamıyoruz. Yeni ev yapamadığımız için çocuklarımızı da everemiyoruz” diyor.


Zehni Taşkan (65) ise oğlu Ercan’ın bir inşaat çalışması nedeniyle 1.5 yıl hapis cezasına çarptırıldığını anlatıyor. 90 yıl önce yerleştikleri köydeki tarihi zenginlikleri bugüne kadar ellerinden geldiğince koruduklarını belirten Taşkan, “Biz eserlerin korunması için bu kadar çaba gösterirken, yaşam alanlarımızın daraltılmasına ise anlam veremiyoruz. Sit alanı mutlaka daraltılmalı ve sınırları çizilmeli” diye konuşuyor.


Muzaffer Doğru da (60) yetkililerden sorunlarına çare bulunmasını istiyor: “Cenazemizi dahi jandarma gözetiminde toprağa veriyoruz.” 

 

Yörede başlatılan yüzey araştırmasına başkanlık eden Mimar Sinan Üniversitesi öğretim üyesi Yrd. Doç.Dr. Ferit Baz, “Kırık Kilise” olarak bilinen, ancak “anıt mezar” olan yapı başta olmak üzere çoğu eserin üzerinde yağlıboyalarla yazılmış “Hayata küskün”, “Kahpe felek” gibi yazılar olduğuna dikkati çekiyor. Baz, çoğu tarihi kalıntının bahçe ve ev duvarı gibi kullanıldığını vurguluyor. Antik kentin yoğun tahribat altında olduğunu kaydeden Baz, özellikle kitabeler üzerinde yaptıkları araştırmalarda kentin egemenlik alanı, yazılı kaynaklarının belgelenmesi ve yorumlanmasını amaçladıklarını söylüyor. 

 

Yrd. Doç.Dr. Baz, şöyle devam ediyor: “Comana olarak bilinen bu yer bir Hitit yerleşim alanı, ancak burası milattan sonra birinci yüzyılda bir tapınak devleti olarak göze çarpıyor. Kentin çok geniş ve verimli bir alanda kurulduğunu düşünüyoruz. Maalesef eserlerle ilgili bilinenler çok az, çünkü kitabeler ve yazıtlar tahrip olmuş ya da çalınmış.”


Baz, yörede bilinen yazıt sayısının 180 civarında olduğunu, yaptıkları araştırmalarda ise bu sayıyı 331’e ulaştırdıklarını bildiriyor.

Milliyet, 02.08.2009

TEKİRDAĞ'DAKİ TARİHİ OSMANLI ÇEŞMELERİ KURTARILMAYI BEKLİYOR

 

 

Tarih boyunca çeşitli uygarlıklara ev sahipliği yapan Tekirdağ'da, Osmanlı döneminden kalma asırlık çeşmeler yok olmaya yüz tuttu. Tekirdağ Müzesi'nin envanterindeki kayıtlara göre, en eskisi, 10 asır önce yapılmış olan ve il genelinde 41 tane bulunan çeşme, bakımsızlıktan atıl halde kaldı.

 

Tekirdağ Kültürel ve Doğa Varlıklarını Koruma Derneği Başkanı Arkeolog Akif Işın, çok sayıda tarihi çeşmenin ağır tahribata uğradığını ve yok olmaya yüz tuttuğunu söyledi.

 

Tekirdağ'da bugüne kadar Özel İdare ve Belediye tarafından çeşmelerin kurtarılmasıyla ilgili proje, rölöve, bakım, restorasyon ve çevre düzenlemesi olmadığını ifade eden Işın, "Bakanlığın taşınmaz kültür varlıkları için oluşturduğu fon, bürokratik kararlılık ortaya konularak kullanılmalı ve atıl kalan tarihi çeşmeler kurtarılmalıdır.'' dedi.

 

Yıllar önce yapılan çalışmayla, çeşmelerin kitabeleri incelenerek müze müdürlüğü kayıtlarına geçirildiğini belirten Akif Işın, şunları kaydetti: ''Bu konuda, kesin kararlı olmak gerekiyor. Bu görev, il özel idaresi ile belediyenin. Dönemin önemli kişileri tarafından yaptırılan bu çeşmelerin her birinin ayrı bir hikayesi ve anlamı var. Şehir merkezindeki Peştemalcı Caddesi girişinde bulunan çeşme, Osmanlı mimarisini yansıtan ve erken dönemlerde yapılan bir çeşmedir. Şehitlerin anısına yaklaşık 10 asır önce inşa edilmiştir. Bugün ise beton binaların arasında ayakta kalma mücadelesi veriyor.''

 

Tekirdağ'da çeşmelerin kurtarılması ve onarılması için yıllardır hiçbir işlem yapılmadığını ileri süren Işın, "Kültür ve Turizm Bakanlığı, emlak vergilerinin yüzde 10'unu taşınmaz kültür varlıklarının korunması ve restore edilmesi için fona ayırıyor. Bu paralar, İl özel idareleri ile belediyelere aktarılıyor. İl özel idaresi ve belediye de sorumluluk alanında bulunan taşınmazların korunması için fona aktarılan paraları bu yönde kullanması gerekir.'' şeklinde konuştu.

 

Tekirdağ Arkeoloji ve Etnografya Müzesi Müdürü Nejat Önder Öztürk yaptığı açıklamada, müze envanterlerinde, il genelinde Osmanlı döneminden kalan 41 tescilli çeşme bulunduğunu bildirdi.

Öztürk, müzenin, tespit görevi yaptığını ifade ederek, taşınmaz kültür varlıkları hakkında her türlü çalışmanın Anıtlar Kurulu Edirne Bölge Müdürlüğü tarafından yapıldığını söyledi. Taşınmaz kültür varlıklarının korunması için oluşturulan fonun, il özel idareleri ile belediyeler tarafından kullanılabildiğini aktaran Öztürk, "Müzemizin kayıtlarına baktığımızda 41 tescilli çeşme eserini görüyoruz. Bunlarla ilgili tüm bilgiler bizde mevcut. Fotoğrafları var. Nerede bulunduklarını biliyoruz. Ancak bakım, onarım ve çevre düzenlemesi işi, il özel idareler ile belediyelerin. İl genelinde tamamen kayıp olan Osmanlı dönemi çeşmesi yok, ancak hasarlı ve atıl çeşmelere rastlamak mümkün'' şeklinde konuştu.

Zaman, 02.08.2009

TARİHİ TAŞ BULUNDU

 

Vangölü Elektrik Dağıtım ve Anonim Şirketi (TEDAŞ) tarafından Van'da yürütülen elektrik kablolarını yer altına alma çalışmaları esnasında Ermenilere ait olduğu iddia edilen bir taş bulundu.


İkinisan Caddesi Çalık Sokak üzerinde yürütülen çalışmalar esnasında işçiler tarafından büyük bir taş parçası bulundu. İş makinelerinin de yardımıyla çıkarılan taşın üzerinde çeşitli işaretler olduğunu gören işçiler durumu polis ekiplerine bildirdi. Kazı çalışmasının yapıldığı alana gelen Emniyet Müdürlüğü ekiplerinin ardından Müze Müdürlüğü'nden bir arkeolog çağrıldı. Arkeologun yaptığı incelemelerin ardından üzerinde çeşitli işaretler bulunan taş, iş makinesiyle Müze Müdürlüğü'ne götürüldü.
Bulundukları sokakta eskiden Ermenilerin yaşadığını anlatan Tayyar Demirel adlı vatandaş "Benim evim de bu sokak üzerinde ve eski döneme ait bir çok izler var. Benim kendi bahçemde bile o döneme ait izlere rastlanıyor. Yani bu taşlardan çevrede bolca bulunabilir" dedi.
Taşın bulunduğu alanda toplanan ve ellerindeki cep telefonlarıyla fotoğraflarını çeken mahalleliler ise, taşın bir Ermeni mezarlığına ait olduğunu iddia ettiler.

Van Kent Haber, 02.08.2009

HATAY VİLAYET BİNASI MÜZE OLACAK

 

Hatay Valisi M.Celalettin Lekesiz, tarihi özelliği bulunan valilik binasının taşınacağını ve binanın müze yapılacağını söyledi.

 

Vali Lekesiz, 1 Kasım 1938'den 29 Haziran 1939 tarihine kadar, Hatay ilinin meclisi olarak kullanılmış olan binanın restorasyonunun ardından müze olacağını ifade etti. Kültürel miras konusunda herkesin gereken hassasiyeti göstermesi gerektiğini vurgulayan Vali Lekesiz, "Bu anlamda, bu tarihi binayı da mümkün olan en kısa zaman içerisinde aslı olan tarihi kimliğine yeniden kavuşturacağız." dedi. Taşınma işlemini kısa sürede yapmayı planladıklarını belirten Vali Lekesiz, buldukları ilk fırsatta vilayeti başka bir yere taşıyabilirlerse, bu tarihi binanın Hatay'ın müzesi olarak tüm ziyaretçilere kapılarını açacağını söyledi.

Zaman, 01.08.2009

LİMANTEPE SUALTI KAZISINDA DÜNYADA İLK 10'A GİRDİ





Ankara Üniversitesi Sualtı Arkeolojik Araştırma Merkezi tarafından Prof.Dr. Hayat Erkanal başkanlığında yürütülen İzmir'in Urla İlçesi'ndeki Limantepe kazıları, ABD'de yayımlanan ve dünyanın en popüler arkeoloji dergisi olan Archeology'nin Temmuz sayısında dünyanın en önemli ilk 10 sualtı kazısı arasında gösterildi. Dergide kazıyla ilgili yayınlanan yazıda kazıların, sualtı arkeolojisi konusunda çok önemli sonuçlar ortaya koyduğu ve kazılarda açığa çıkarılan liman tesisinin dünyada bu güne kadar araştırılan en erken örneklerden birisi olduğu vurgulandı.

Urla İlçesi İskele Mahallesi’nde 1992 yılından bu yana Prof.Dr. Hayat Erkanal başkanlığında yürütülen Limantepe kazıları, ABD'de yayınlanan ve dünyanın en populer arkeoloji dergisi olan Archeology'nin Temmuz sayısında dünyanın en önemli ilk on sualtı kazısı arasında gösterildi. Listede ABD'den üç, Türkiye'den iki, Yunanistan, İspanya, Vietnam, Arnavutluk ve Mısır’dan birer kazı bulunuyor. Dergide kazıyla ilgili yayınlanan yazıda kazıların, sualtı arkeolojisi konusunda çok önemli sonuçlar ortaya koyduğu ve kazılarda açığa çıkarılan liman tesisinin dünyada bu güne kadar araştırılan en erken örneklerden birisi olduğu vurgulandı.


Dünyanın en popüler arkeoloji dergisi tarafından seçilmekten dolayı mutluluk duyduklarını belirten Limantepe Kazı Heyeti Başkanı Prof.Dr. Hayat Erkanal'ın asistanı Doç.Dr. Vasıf Şahoğlu, “Limantepe aslında Urla'nın en eski yerleşmesi. Günümüzden 6 bin yıl öncesine giden bir yerleşimi var. Özellikle Erken Tunç Çağı dediğimiz MÖ 3 binde bütün Ege'nin en önemli liman kentlerinden biri burası. Kazılarda Girit'te Yunanistan'da üretilmiş seramik buluntularını bulduk. Bu buluntular o dönemde insanların deniz aşırı ticarette bulunduklarını gösteriyor” dedi.


Limantepe kazılarının batık kazısı olmadığını ifade eden Doç.Dr. Şahoğlu, “Biz limanı kazıyoruz önümüzdeki günlerde batıkların bulunması çok doğal, bu tür bir beklentimiz var. Bunun dışında burası Antik Klazomenai Kenti'nin limanlarından biri. Geçtiğimiz yıllarda ahşap çıpa bulduk. Dünyanın en eski ahşap çıpalarından biri tüm bu bulgular Limantepe'nin ne kadar önemli bir merkez olduğunu gösteriyor. Bu limanın tunç çağına kadar gidip gitmediğini bulmayı istiyoruz eğer bunu ortaya çıkartabilirsek dünyadaki tek örnek olacak” diye konuştu.

Kazıların bu yılki bölümünün alanın temizlenmesinin ardından hafta başında başladığını söyleyen Doç.Dr. Vasıf Şahoğlu bu yılki kazılarda deniz altındaki mendireğin güneyinde kalan alanda yer alan MÖ 4'üncü yüzyıl ve MÖ 6'ncı yüzyıl limanlarının tabanlarının kazılarak limanın iç kısmının araştırılması planladıklarını belirterek, “Bu çalışmanın yanı sıra önceki yıllarda Kanada’nın Mc Master Üniversitesi uzmanları tarafından çıkartılan ve Limantepe Mevkii'nde denizden yaklaşık 400 metre içeride bulunan Neolitik dönem sahil şeridini inceleyeceğiz. Mc Master Üniversitesi uzmanlarının ortaya koyduğu sualtı haritası üzerindeki yükseltilere dalışlar yaparak bu bölgede bulunma olasılığı bulunan günümüzden 8-9 bin yıl öncesine ait kalıntıları araştıracağız. Kazıların kara bölümünde de Erken Tunç Çağı'na ait olan evlerdeki kazılarımız devam edecek” dedi.

Kazıların bu yılki bölümünün en kalabalık ekiple yapıldığını, ekipte çok sayıda yabancı arkeoloğun bulunduğunu belirten Doç.Dr. Şahoğlu, “Kazılara Hacettepe, Trakya, Dokuz Eylül, Mimar Sinan, Gaziantep Üniversitelerinin yanı sıra, KKTC'den Doğu Akdeniz, İngiltere'den Londra, İtalya'dan Roma, Yunanistan'dan Atina üniversitelerinin arkeoloji bölümlerinden öğretim görevlileri ve öğrenciler katılıyor. Önümüzdeki günlerde İsrail'in Hayfa Üniversitesi'nden de on kişilik bir ekip gelecek. Bu ekibin gelmesi ile birlikte deniz kazıları başlayacak. Ekibin toplam sayısı ise 55'e ulaşacak” diye konuştu.

Radikal, 01.08.2009

GÖBEKLİTEPE'NİN YOLU ASFALTLANACAK

 

Dünyanın en eski tapınak kalıntılarının bulunduğu belirtilen Şanlıurfa'daki Göbeklitepe Höyüğü'nün yolunun asfaltlanacağı bildirildi.

 

Şanlıurfa Valiliğinden yapılan açıklamaya göre, Vali Nuri Okutan'ın ziyareti esnasında bozuk olduğunu gördüğü ve yapımı için talimat verdiği Göbeklitepe Höyüğü'nün yolu, İl Özel İdaresi'nce yapılmaya başlandı. 11 iş makinesinin çalışmalara başladığı alanda yolun, iş makinelerince yeniden düzeltildikten sonra asfaltlanacağı bildirildi.

Zaman, 01.08.2009

BARHAL MANASTIRI ZAMANA DİRENİYOR

 

Artvin'in Yusufeli İlçesi Barhal Köyü'nde bulunan ve Gürcü Kralı David Magistros tarafından 961-973 yılları arasında inşa edilen manastır, adeta zamana meydan okuyor.


Elyazmasında manastır kilisesinin Vaftizci Yahya'ya adandığı yazıyor.


Birçok onarımdan geçen Barhal Manastırı, bölgenin Müslümanlaşmasından sonra 17. yüzyıldan bu yana cami olarak da kullanılmış. Manastır, planı ve boyutları ile Yusufeli Dört Kilise Manastır Kilisesi ile büyük benzerlik gösteriyor. Manastıra kuzey, güney ve batı duvarı ortasındaki üç kapı açıklığından giriliyor. Manastırın camiye çevrilmesi sırasında kuzey ve güneydeki girişler örülerek kapatılmış, güneydeki giriş mihrap olarak düzenlenmiş. Doğal güzellikleriyle dikkat çeken Yusufeli İlçesi'ne gelen turistler, manastırı görmede ilçeden ayrılmıyor. Manastırı gören turistler, hayranlıklarını gizleyemiyor.

Artvin Kent Haber, 01.08.2009

ŞAVSAT KALESİ'NDE ARKEOLOJİK KAZI





Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından Bakanlar Kurulu kararı ile Artvin'de ilk kez bir arkeolojik kazı yapılıyor.

 

İç sur alanı dört bin metrekare, dış tarafı 12 bin metrekare, silindirik kulesi 19 metre yığma taş duvardan yapılan Şavşat Kalesi'nde başlatılan kazı çalışmalarına Yüzüncü Yıl Üniversitesi, Batman Üniversitesi, Atatürk Üniversitesi, Gazi Üniversitesi, Erciyes Üniversitesi, Dokuz Eylül Üniversitesi ve İstanbul Üniversitesi bilimsel katkı sağlıyor. Kazı çalışmalarında Arkeolog, Sanat Tarihçisi, Jeofizik Mühendisi, Restoratör, Şehir Planlayıcısı ve Seramik Uzmanı katılıyor.

 

Artvin'in Şavşat İlçesi'nde ilk kez gerçekleşen kazıya başkanlık yapan Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü Öğretim Üyesi Osman Aytekin, 11 işçi, 10 öğrenci, 8 öğretim elemanı olmak üzere toplam 29 kişilik bir ekiple çalışıyor. Çalışmalar bu yıl iki ay sürmesi beklenirken, kazıların yedi yılda tamamlanması planlanıyor.

 

Şavşat ilçe merkezine üç kilometre mesafedeki kalenin yapılan yüzey araştırmalarında Orta Çağ dönemine ait olduğu belirlenirken, kalenin daha eski dönemlere Bizans ve Roma dönemlerine ait zamanlarda da kullanılıp kullanılmadığı araştırılacak.

 

Kazı ekibinin Başkanı Arkeolog ve Sanat Tarihçisi Osman Aytekin, 1650'li yıllarda Evliya Çelebi'nin seyahatnamesinde, Erzurum'dan Batum'a giderken kaleden "Şavşatistan içerisinde sarp kayalıklar üzerine kurulmuş bir kaledir' şeklinde söz ettiğini ve askeri tanımlaması ile ilgili sözleri olduğuna dikkat çekti. Osman Aytekin, yaptığı açıklamada, "Kalenin tarihinin aydınlatılması demek sadece Şavşat'ın değil hemen hemen bütün Artvin yöresi ve civarı ile ilgili birçok bilgilere ulaşmak anlamına gelmektedir.Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın Bakanlar Kurulu kararı ile başlattığı bu kazının Artvin ve Şavşat'ta ilk olması önem taşımaktadır. Kale ve civarı bu çalışmalar sonucunda korumaya alınarak kültürel duyarsızlıkla define avcıları tarafından daha fazla tahrip edilemeyecek" dedi.

 

Burada yaptıkları yüzey araştırmasında çok önemli ipuçları elde ettiklerini anlatan Aytekin, şunları söyledi: "Moloz taşların olması ve çok kaliteli bir harç kullanılması, çeşitli nedenlerden dolayı bloklar halinde kopmuş olmasına rağmen taşların ayrılmaması dikkat çekiyor. Hangi medeniyetler tarafından ne amaçla kullanıldığını uzun süreli yapacağımız çalışmalar neticesinde belirleyeceğiz. Kazı faaliyetindeki amaç Artvin'de özellikle 50'ye yakın kalenin geçmişini belirlemektir. Artvin'de bu kadar çok kalenin varlığı 10 yılı aşkın yapılan çalışmalar sonucunda tarafımızca tespit edildi.

İlk başladığımızda bu alanlarda bir mimari doku yok. Ama kalenin iç yıkıntıları altında mimarı yapılar var. Bu mimarı yapılarının rolü ve restitüsyon ve restorasyon projelerinden sonra eski haline dönüştürülerek sanırım 10 yıl sonra burası gezilebilecek görülebilecek turizm merkezi olacak."

 

Artvin'de ilk kez bir arkeolojik kazı yapmanın sevincini de yaşadıklarını anlatan Aytekin, sözlerine şöyle devam etti: "Kulenin tabanında iki tandıra ulaştık. Bu bölgede tandır geleneği sivil mimaride pek rastlanmazken, Orta Çağ'da tandır geleneğinin varlığını gördük."

 

Öte yandan kazı çalışmaları yöre halkı tarafından merakla takip ediliyor. Kazı çalışmalarını izleyen yaşlı vatandaşlar da kazı sonuçlarını çok merak ettiklerini belirtirken "Bizden önce şu an bizim yaşadığımız bu yerlerde kimlerin ve hangi şartlarda yaşadığını çok merak ediyoruz" dediler.

Artvin Kent Haber, 28.07.2009

Gelidonya Batığı Kazısı
...1960





.. TAY Projesi . Kuruçeşme Cad. 67/B
34345 Kuruçeşme İstanbul
Tel: 0 (212) 265 7858 - Faks: 0 (212) 287 1298
e.posta: info@tayproject.org

Copyright©1998 TAY Projesi