20 - 26 Eylül 2009
|
ÜFTADE TÜRBESİ'NE RESTORASYON
Bursa’nın önemli ziyaret mekanlarından Hisar’daki tarihi Üftade Türbesi’ndeki restorasyon çalışmaları hızlandı.
Bursa-Vakıflar Bölge Müdürlüğü’nün 143 bin lira masraf ile elden geçirdiği türbenin ana taşıyıcı tarihi sütunlarına, üniversiteden uzman bilirkişilerin tavsiyesi ile yeni kullanılmaya başlanan karbon elyaf bir malzeme sarılacak. Yeni binalarda çimento içerisinde demir gibi kullanılan karbon malzemeler, yapıların direncini arttırıyor. Farklı bir ürün olan karbon elyaf ise, dokuma görünüşü ve kolay bütünleşmesi ile biliniyor. Yapının ömrünü uzatmak için kullanılacak karbon elyaf tabakalarla taşıyıcı sütunların daha uzun ömürlü olması temin edilecek. Türbe içerisindeki sağlam ahşap aksam muhafaza edilirken, çürüyen döşeme ve tavan tahtaları da yenilenecek. Muhammet Üftade Hazretleri’nin türbesinin 1.5 ay içerisinde Kurban Bayramına kadar ziyarete açılması planlanıyor. Türbenin dışındaki mermer kitabelerde yerinde muhafaza edildi.
Yeni Bursa, 25.09.2009
|
 |

|
MÜZEYE ZİYARETÇİ AKINI
Ramazan Bayramı'nda Arkeoloji Müzesi ile St Pierre Kilisesi'ni 3 bin 250 kişinin ziyaret ettiği bildirildi. Müze Müdürü Faruk Kılınç, yaptığı açıklamada, 20-22 Eylül tarihleri arasında Antakya'ya gelen yerli ve yabancı turistlerin en fazla Arkeoloji Müzesi ile St. Pierre Kilisesi'ne ilgi gösterdiklerini, 3 bin 250 kişinin toplam 26 bin TL ödeyerek ziyaret ettiklerini söyledi. Hava koşullarının kötü olması nedeniyle Samandağ İlçesinde bulunan Titus Tüneli'ni yeteri kadar ziyaret gerçekleştirilmediğini ifade eden Kılınç, ''Tunus'tan sonra taban mozaiği zenginliği nedeniyle dünya'da ikinci konumda olan Antakya Arkeoloji Müzesi'ni bin 500 kişi ziyaret etti ve 12 bin TL hasılat elde edildi. Dünya'nın ilk mağara kilisesi olan ve Hz. İsa'ya inananlara ''Hıristiyan'' adının verildiği, ''hac yeri'' kabul edilen St. Pierre Kilisesi'ni de bayram boyunca bin 750 kişi ziyaret etti ve 14 bin TL ödeme yaptı. Aynı tarihlerde, basın kartları sahipleri, gaziler, subay, astsubaylar, ilköğretim okulu öğrencileri ve 65 yaş üzeri emekliler de müze ve ören yerlerinden ücretsiz yararlandılar'' dedi. Kılınç, müzenin yetersiz kaldığını, 36 bin eserin depoda bekletildiğini, İl Özel İdare bütçesinden Maşuklu beldesinde yapımı planlanan yeni müzenin proje ihalesinin 2 Ekim Cuma günü gerçekleştirileceğini de sözlerine ekledi.
Hatay Gazetesi, 25.09.2009
|
BAK ŞU DEFİNE AVCILARINA!
Son dönemlerde gazetelerde define aramak için dedektör reklamlarının verilmesi sonucunda definecilerin çoğalmasına ve böylece tarihe mal olmuş eserlerin bilinçsizce yok olmasına sebep olmaktadır.
Gazetelerde ve ulusal medyada yer alan bu tür reklamların kısa yoldan zengin olma hayali güden hayalperest ve sorumsuz insanların Anadolu'ya mal olmuş tarihi dokuları yok edilmesine sebep olmaktadır. Son olarak Alucra'da 1928 yılında Köymen İnşaatın kurucusu merhum Mustafa Köymen'in ilk müteahhitlik eseri olan Karahasan Köprüsü definecilerin tahribatından nasibini aldı. İlgili kurumların duyarsızlığı bir tarihi eseri daha yok etmeye mahkum bırakmıştır. Sorumsuz insanların bu tür eylem ve fiillerinde herhangi bir ceza-i işlem yapılmaması bu insanların sayısını her geçen gün arttırmaktadır.
Karahasan Köprüsü tarihi ipek yolu üzerinde yer alan Alucra-Şebinkarahisar karayolunun 13. km sinde Karahasan Deresinin üzerine 1928 yılında inşa edilmiştir. Daha önce bu taş köprünün yerinde ağaç köprü bulunmakta idi. Genç Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulması ile beraber her tarafta mevcut yollar yenilenerek yeniden yapılmaya başlanmıştı. Ulaşımsızlığın acısını 93 harbinde buna mukabil Balkan Harbinde ve 1.Dünya Savaşında görerek yaşayan ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk Türkiye'de öncelik olarak ana ulaşım görevini üstlenmiş yolların bakımını ve yapımını yapmıştır. İşte bunlardan bir tanesi de Bayburt-Alucra-Şebinkarahisar-Amasya yoludur. 2000 yıllık bu tarihi yol, Anadolu'daki kurulmuş devletlerin varlığını sürdürülmesinde önemli bir yapı taşı olmuştur. Bu kadar önem arz eden yol üzerindeki kesme taştan yapılmış olan Karahasan Köprüsü duyarsızlıktan ve ilgisizlikten yok olmaya doğru gitmektedir. 1992 yılında Şiran-Alucra-Şebinkarahisar D-40 Devlet Karayolunun yapımıyla birlikte tarihi Karahasan Köprüsü yol güzergahı dışında kalarak sessizce geçmişte yapmış olduğu büyük hizmetin onur ve haşmetiyle gelip geçen yolcuların ilgisini ve minnetini almaktadır.
Giresun Gazetesi, 25.09.2009
|
 |
|
BEYAZIT KULESİ TURİSTİK OLUYOR
İstanbul Büyükşehir Belediyesi, İstanbul Üniversitesi içerisinde yer alan Beyazıt Yangın Kulesi'ni restore ederek, turizme kazandırmaya hazırlanıyor.
Beyazıt Yangın Kulesi'nin bu amaçla İBB tarafından restore edilmesi için gerekli onay Belediye Meclisi'nde kabul edildi. Kulenin ve bahçe giriş kapısı zemin altı odalarının basit bakım onarımının yapılması ve Beyazıt Yangın Kulesi merkezli bir turistik gezi güzergahı oluşturulacak şekilde projelendirilmesi için yürütülecek çalışma kapsamında, kuleye doğru giden yollar da gezi güzergahı olarak düzenlenecek.
Beyazıt Kulesi'nin restorasyon masrafları İBB tarafından karşılanacak.
Sabah, Haber: Zeynel Yaman,
25.09.2009
|
2009 SONUNA KADAR 200 EV
RESTORE EDİLECEK
Afyonkarahisar'da bu yılın sonuna kadar restore
edilen tarihi ev sayısı 200'ü geçecek. Şehirde
tarihi dokuya sahip, korunması tescilli ve dış cephe
korumalı 400 civarında tarihi ev bulunuyor. Bunların
şu ana kadar 174'ü bu zamana kadar Kültür ve Turizm
Bakanlığı tarafından ayrılan ödeneklerle
Afyonkarahisar Valiliği Kültür ve Turizm Müdürlüğü
tarafından restore edildi. Afyonkarahisar Valisi
Haluk İmga, 2009 yılı sonuna kadar restore edilen ev
sayısının 200'ü geçeceğini bildirdi.
Vali Haluk İmga, korunması tescilli yapı ve dış
cephe korumalı binaların bulunduğu bölgenin çok
geniş bir alana oturduğunu söylüyor. Bu binalar ve
bölgenin, Afyonkarahisar'ın sahip olduğu gerçek bir
hazine olduğunu dile getiren İmga, bugün Anadolu'da
bu kadar çeşitliliğe sahip bir mimari dokuya
rastlamanın mümkün olamayacağını ifade ediyor.
Bu bölgede görülen evlerin hiçbirisinin diğerine
benzemediğinin altını çizen İmga, "Bu evler iyi bir
kondüksiyonla bugüne intikal etmiştir. Bizim
yapmakta olduğumuz çalışmalar dış cephe ve çatısının
ıslahına yöneliktir. Evlerin içini genellikle
vatandaşlarımız kendileri restore ediyorlar.
Amacımız bu evleri bu kültürel değerleri önümüzdeki
kuşaklara sağlıklı biçimde aktarmaktır." dedi.
Yukarı mahalleler olarak bilinen bölgede yer alan 19
mahallede 1902 yılında büyük yangında bütün
yapıların yanarak kül olduğunu hatırlatan Vali Haluk
İmga, sonraki süreçte ızgara planlı bir proje
oluşturulduğunu söyledi. Yangından sonraki aşamada
1904 yılından başlayarak bu bölgenin günümüze kadar
gelen binalarla donatıldığını aktaran İmga, söz
konusu binaların 400 civarında olduğunu belitti.
Bu bölge envanterinin 1994'lü yıllarda çıkarıldığını
belirten İmga, 2003 yılından itibaren sokak
sağlıklaştırma çalışmalarına girişildiğini kaydetti.
Sokak sağlıklaştırma projesi çerçevesinde bugüne
kadar 174 binanın restore edildiğini dile getiren
İmga, "Şu anda 20 konutun restorasyon çalışması
sürdürülüyor. Yaklaşık 11 vatandaşımız da evlerini
restore ettirmek için proje oluşturmuş durumda. Sene
sonu itibariyle restorasyon çalışmasında 200
rakamını aşacağımıza inanıyorum." diye konuştu.
Vali İmga, restore edilen evlerin bölgeye cazibe
kazandırdığını sözlerine ekledi.
Afyon Haber, 25.09.2009
|
'KIZIL AVLU'YU GÜNAY
AÇACAK

Bergama'da bulunan ve
aslına uygun olarak restore edilen 1800 yıllık
bazilika, 27 Eylül'de Kültür ve Turizm Bakanı'nın
katılacağı törenle turist ziyaretine açılacak.
Bergama'da bulunan ve aslına uygun olarak
restorasyon çalışmaları tamamlanan bazilikanın
açılışı Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay
tarafından yapılacak. Halk arasında 'Kızıl Avlu'
olarak bilinen, Mısır Tanrısı Serapis adına inşa
edilen ve Hıristiyanlığın İncil'de adı geçen ilk 7
kiliseden biri olma özelliğine sahip 1800 yıllık
bazilikanın onarımı gerçekleştirilen bölümü,
Günay'ın katılacağı bir törenle turist ziyaretine
açılacak.
Bergama'daki tarihi ve ören yerlerinin kazı
çalışmalarını da yürüten Alman Arkeoloji Enstitüsü
tarafından gerçekleştirilen restorasyon çalışmaları
tamamlanan ve ana binanın güneyinde yer alan kule,
yerli ve yabancı turistlerin gezi alanına dahil
edilmek üzere gün sayıyor. 27 Eylül Pazar günü
Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay tarafından
açılışı yapılacak olan bölüm, Doğu Akdeniz'in Roma
dönemine ait en büyük ve en önemli yapı kompleksleri
arasında yer alıyor. Almanya Federal Cumhuriyeti
Türkiye Büyükelçisi Eckart Cuntz'un da katılacağı
açılış töreni için Bergama'da hazırlıklar son hızla
tamamlanıyor.
Restorasyon çalışmasının, ilçenin turizm potansiyeli
açısından son derece önemli olduğuna dikkat çeken
Bergama Belediye Başkanı Mehmet Gönenç, "Üç bin
yıllık tarihi geçmişi ile dinlerin, bilimin ve
medeniyetlerin merkezi konumunda olan tarihi
ilçemiz, yüksek potansiyeline rağmen ne yazık ki,
turizm pastasından yeteri kadar faydalanamamaktadır"
dedi. İlçedeki ekonomik sıkıntıların çıkış yolunun
turizmden geçtiğini belirten Başkan Gönenç, "Fakat
yıllardır turizmin gelişmesi için yeterli ölçüde
turizm alt yapı çalışması yapılmayışı, tarihi ve
ören yerlerinde sürdürülen çalışmaların bilimsel
kazıdan öteye gidememesi gibi pek çok nedenlerle
turizmden yeteri kadar ekonomik girdi
sağlayamıyoruz" diye konuştu.
MS 2. yüzyılda Roma İmparatoru Hadrianos
tarafından Mısır'ın mitolojik tanrısı Serapis'e
adanarak yapılan bazilikaya Serapis Tapınağı da
deniyor. Bazilika kırmızı renkli tuğlalardan inşa
edildiği için halk arasında Kızıl Avlu olarak
biliniyor. Bazilikanın içine Bizans döneminde bir de
kilise eklentisi yapılmıştır. Güney kulesi günümüzde
cami olarak kullanılan bazilikanın kuzey kulesi Roma
döneminden nadiren gönümüze ulaşmış kubbeli
yapılardan birisidir. Bazilika son iki yıldır Mayıs
aylarında 1. Patrik Bartholemeos tarafından
düzenlenen ayine ev sahipliği yapmaktadır.
Yeni Asır, Haber: Erdal
Çarboğa, 25.09.2009
|
TARİHE DAYANIYOR, İNSANLIĞA DAYANAMIYOR
Gaziantep tarihinde önemli bir yere sahip olan Yüzükçü Hanı eskilerde ticaret merkezi olarak kullanılırken, şimdilerse amaç dışı olarak kullanılıyor. Tarih Kentler Birliği kapsamında restorasyonu yapılması düşünülenler arasında yer alan Yüzükçü Hanının, şimdiki kullanıcıları; otoparkçılar, ahırcılar ve yem depocuları...
Handa Ekonomik krizin etiksi ile kimileri işyerini kapattı, kimileri ise başka yerlere taşındı. İşyerlerin boşalması ile birlikte çevre esnafları Han’ın avlusuna araçlarını park ettikleri gözlenirken, odalar ise hayvanlar için ahır ve yem deposu olarak kullanıldığı dikkat çekti.
Mezopotamya, Suriye ve Anadolu arasındaki geçiş noktasında yer alması, tarihin her döneminde Gaziantep’in ticari yaşamına önemli katkılar sağlamıştır. Bu ticari zenginliğin tanıkları olan hanların birçoğu bugün de ticari yaşamlarını sürdürmeye devam ediyorlar. Yüzükçü Hanı için bunu söylemek mümkün değil. Han ne kadar insanlar için tarihe ev sahipliği yapsa da, İnsanların tarihine sahip çıkmadığını Yüzyıllık Hanı amaç dışı kullanmaları ile gözler önüne serdi. Yüzükçü Hanı, mimari yönden bazı değişikliklere uğramasına rağmen, yinede kentin önemli ticaret mekanı olmuştur.
Gaziantep 27 Gazetesi, 25.09.2009
|
 |
TOPKAPI SARAYI'NDAKİ KARAKOL BİNASI, ASLİ MİMARİSİNE
DÖNDÜ
Topkapı Sarayı'nın güvenliğini sağlamak
üzere birinci avluda 19. yüzyılda inşa edilen dış
karakol binasının restorasyonu tamamlandı. Atıl
durumdan kurtarılan bina, yarın Kültür ve Turizm
Bakanı Ertuğrul Günay tarafından açılacak.
Dış karakol binası, Topkapı Sarayı birinci
avlusunda 19. yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu'nun son
dönemlerinde tek katlı kagir bir karakol binası
olarak inşa edildi. İçine eklemeler yapılarak
lojman, kazı barakaları gibi farklı amaçlarla
kullanılan bina, özgün iç ve dış mimarisinden
uzaklaştırıldı. Kültür ve Turizm Bakanlığı ve TÜRSAB
işbirliği ile restore edilen bina, kongre ve
konferansların özel geceleri ile gala yemeklerinde
kullanılacak. Topkapı Sarayı'nda gerçekleştirilen
temizleme çalışmaları sırasında Aya İrini'nin
bitişiğinde Bizans dönemine ait kalıntılar da
bulundu. Bizans devrinin meşhur Samson
Ksenedokhion'u (hastane/düşkünler evi) ya da şehrin
piskoposluk sarayı olduğu düşünülen kalıntıların
bulunduğu bölüm 'arkeolojik park' olarak
düzenlenecek.
Zaman, 25.09.2009
|

|
EN BÜYÜK ANGLOSAKSON HAZİNESİ
İngiltere’de 55 yaşındaki işsiz Terry Herbert, Staffordshire bölgesinde bir arkadaşının arazisinde metal dedektörüyle define ararken, 7. yüzyıldan kalma yaklaşık 1500 parçadan oluşan bir hazine keşfetti.
Hazinenin, arkeolojik bakımdan Tutankamon’un mezarı kadar önemli bir keşif olduğu belirtildi. Hazine, 5 kilo ağırlığında 650 altın ve 1.3 kilo ağırlığında 530 gümüş parça ile çok sayıda değerli taştan oluşuyor. British Museum yetkilileri, 1.1 milyon Euro değer biçilen hazine parçalarını inceleme çalışmalarının bir yılı bulacağını düşünüyor. Hazineyi bulan Herbert ve arazi sahibi hazineden paylarına düşeni alacak.
Hürriyet, 25.09.2009
|
CUNDA'DA TARİH YOK
OLUYOR

Balıkesir’in Ayvalık
İlçesi'nde, Ayvalık Belediyesi’nin girişimleri ve
Kültür Bakanlığı’nın katkılarıyla tescillenen bin
800 civarındaki tarihi taş bina ve tescillenemeyen
pek çok antik yapıların çoğu yıkılmak ve yok olmak
üzere.
Özellikle Ayvalık ilçe
merkezi ve Cunda Adası’nda bulunan tescilli binalar
Kültür Bakanlığı’ndan alınan hibe ya da uzun vade
kredilerle yeniden hayata geçirilmeye çabalanırken,
Eski Çocuk Esirgeme Kurumu olarak bilinen tarihi
Despot evi her geçen gün Cunda sakinlerinin gözleri
önünde biraz daha yok oluyor. Adanın en görkemli
binalarından olan tarihi Despot Evi, günümüzde
kaderine terk edilip, her an yıkılması beklenen
adadaki birçok yapıdan sadece birisi olarak
görünüyor.
20 yıl öncesine kadar
içerinde çocukların barındığı, Osmanlı’ya hükümet
binası olarak hizmet vermiş, görkemli bir yapı olan
tarihi Despot Evi ve halkın “Eski Çocuk Esirgeme
Kurumu Binası” olarak isimlendirdiği taş bina yok
olma yolunda hızla ilerlemesi Cunda sakinleri
tarafından üzüntüyle karşılanıyor.
Yunanistan’ın devlet
olduğu gün toplanan bağışlar ile yaptırılan bu
görkemli yapı geçmişten günümüze tarihe tanıklık
etmesiyle biliniyor. Binayı yaptıran despot 1877
yılında binaya yapılan bir baskın da hayatını
kaybetmiş ve bu görkemli yapının ancak 15 yıl
keyfini sürebildiği tarihi belgelerden anlaşılıyor.
Despot’un ölümünden sonra Osmanlı Devleti binayı
satın alarak Hükümet binası olarak yıllarca
kullanmış.
Yıllar sonra mübadele
ile birlikte bina öksüz yurdu olarak kullanılmaya
başlanan ancak, Çocuk Esirgeme Kurumu’nun binanın
arkasında bulunan araziye yeni ve modern bir tesis
yapılarak, taşınmasıyla bina kaderine terk edilmiş,
şu an yıkılmak üzere olmasıyla da yürekleri
burkuyor.
Öte yandan, Cunda Adası’ndaki mahalle aralarında
bulunan bazı tarihi taş evlerin de tıpkı eski Çocuk
Esirgeme Kurumu hizmet binası olarak kullanılan
Despot Evi gibi yıkılmak üzere olması üzüntüyü
arttırıyor.
Konuyla ilgili olara
görüşlerini belirten Ayvalık Belediye Başkanı Hasan
Bülent Türközen, “Göreve geldiğimizden bu yana
Ayvalık’ı Kültür ve Sanat Başkenti yapmak için çaba
gösteriyoruz. Bunun içinde kültürel değerlerimize
sahip çıkmak gerektiğinin bilinciyle yapmış
olduğumuz çalışmalar sonucunda ilçemizde bulunan bin
800 civarında ki taş binanın tescilini sağladık.
Tescilli evlerin sahipleri tarafından yapacakları
girişimlerle Kültür Bakanlığı kanalıyla uzun ve orta
ölçekte alınacak kredilerle, restorasyonlarının
yapılmasının yolunu açtık. Ancak bu noktada birazda
kültürel değerlerimizden olan taş binaların
sahiplerinin duyarlı olması gerekiyor. Biz Ayvalık
Belediyesi olarak bu kültürel değerlerimizin
yıkılmaktan kurtarılması, yaşatılması ve korunması
için elimizden gelenin daha fazlasını yapmaya
hazırız. Yeter ki ilçemizin bakir tarihi dokusu ve
kültürel miraslarımız yaşatılması için herkes
üzerine düşeni yapsın. Cunda da bulunan Despot
Evi’ni daha önce defalarca Ayvalık Belediyesi’nin
himayesine almak için girişimlerimiz oldu. Keşke bu
tarihi bina belediyenin bünyesinde olabilseydi.
Şimdiye kadar bu binayı kullanılabilir hale
getirebilirdik” diye konuştu.
Ayrıca, Cunda Adası Koruma ve Yaşatma Derneği
yöneticileri, “Cunda adasında bulunan ve bir süre
önce Çocuk Esirgeme Kurumu'nda yaşayan çocuklara
hizmet veren, tarihi Despot Evi’nin özel biri
tarafından satın alındığına dair yerel basında çıkan
bazı haberler okumuştuk. Ancak halen daha bu binanın
yıkılmasını önleyecek çalışmalar, eğer bu bina
gerçekten özel bir mülkiyetse başlatılmış değil”
dedi.
Balıkesir Kent Haber,
24.09.2009
|
İSHAKPAŞA SARAYI İLK GÜNÜNE DÖNDÜ!
İshakpaşa Sarayı, restorasyon çalışmalarının ardından ziyarete açıldı. Ağrı Kültür ve Turizm Müdürü Muhsin Bulut, yaklaşık 2 yıldır restorasyon çalışmasının yürütüldüğü tarihi sarayda son aşamaya geldiklerini söyledi. Muhsin Bulut, 2 yıllık çalışma sonucunda İshakpaşa Sarayı’nın bazı duvarların güçlendirildiğini, sarayın kar ve yağmur sularından korunması amacıyla çatısının yapıldığını belirtti.
Bulut, restorasyon sırasında tarihi sarayın dokusunun bozulmadığını, her şeyin orijinaline uygun yapıldığını kaydederek, "Geçen hafta restorasyon çalışmaları tamamlandı ve geçici kabulü yaptık. Sarayın iş bitim teslimi ise bilirkişilerle beraber ekim ayının ikinci haftasında gerçekleştirilecek. Tarihi sarayımızı şimdiden yerli ve yabancı turistlerin ziyaretine açtık. Bu çalışmalardan sonra ziyaretçi sayısının artarak devam edeceğini umuyoruz" dedi.
Radikal, 24.09.2009
|
 |
BELEDİYENİN MÜHÜRLEDİĞİ BİNA
Kültür ve Turizm Bakanlığı,
Avanos’ta peribacalarının olduğu sit alanı Zelve
Vadisi’nde bir hizmet binası yapmaya başladı. 16
Eylül’de Radikal’de de yer alan haberle gündeme
gelen bina tuvalet, hediyelik eşya dükkanları,
turizm bürosu ve bilet gişesinden oluşuyor. Yöre
halkı ‘çivi bile çakamadıkları’ bölgede Kültür
Bakanılğı’nın betonarme bina dikmesine tepki
gösterirken, AKP’li Avanos Belediyesi de inşaatı
durdurup mühürledi. Nevşehir Kültür Turizm
Müdürlüğü’nün ‘projesi Ankara’dan geldi’ dediği
binanın ‘çarpık yapılaşmayı önlemek’ gerekçesiyle
yapılmak istendiği bildirildi. 17 Eylül’de konuyla
ilgili bir açıklama yapan Bakan Günay, “Yaptığımız
iyi girişimler böyle geleneksel alışkanlıklarla
çatışıyor. Konuyu yakından takip ediyorum. Koruma
Kurulu kararına bir aykırılık varsa, oradaki
çalışmaları durdururum,” dedi.
Radikal,
23.09.2009
|
NOTRE DAME DE SION LİSESİ RESTORE EDİLDİ
Pergel
İnşaat ve Minimale Mimarlık 2. derece tarihi eser
olan Notre Dame de Sion Lisesi'nin iç avlusu ve
cephelerini tarihi dokuya sadık kalarak restore etti
ve açık hava konser alanı yarattı.
Proje çizimleri
Ocak 2009'da başlayan ve Nisan 2009'da tamamlanan renovasyon işlerinin uygulaması Temmuz 2009'da
başladı ve Eylül 2009'da tamamlandı. Proje mimarı
Natalia Rybakiewicz, yapılan renovasyonlarla ilgili
"Binalara geçen uzun yıllar sonucunda yok olmuş
karakterlerini yeniden kazandırmaya çalıştık.
Amacımız binaları değiştirmek değil, tarihi
değerlerini ön plana çıkarmak ve onlara eski
kalitelerini yeniden kazandırmaktı.
Sabah, 24.09.2009
|
980 BİN KİŞİ MÜZEKART'LI OLDU
Kültür ve
Turizm Bakanlığı tarafından Türkiye'nin müze ve ören
yerlerinin gezilmesi için hazırlanan ve 20 TL
karşılığında edinilen 'Müze Kart'a bir yılda 980 bin
kişi sahip oldu.
Halkın müze ve ören yerlerine olan ilgisini
artırmak, tarih ve arkeoloji bilincini yükseltmek
amacıyla uygulan projeden, 2010 yılında yabancı
turistler de yararlanarak Müzekart alabilecek.
Bakanlığa bağlı, müze ve ören yerlerine 1 yıl
süre ile sınırsız giriş imkanı sunan ve 18 Haziran
2008'de uygulamaya konulan ''Müzekart''a bu güne
kadar 980 bin kişi başvurdu.
Fiyatı 20 TL olan, öğrenci ve öğretmenlerin 10 TL
karşılığında sahip olduğu ve 300'ü aşkın müze ve
ören yerinin kapılarını açan Müzekart, Topkapı
Sarayı içerisinde bulunan Harem Dairesi'nde, Efes
Ören yeri içerisinde bulunan Yamaçevler'de, Bodrum
Sualtı Arkeoloji Müzesinde bulunan Kayralı Prenses
Cam Batığı Salonu'nda ve Göreme Açık Hava Müzesi'nde
bulunan Karanlık Kilise gibi yerlerde geçmiyor.
Müze Kart Nasıl Alınır?
Müzekart, tüm müze ve ören yerlerindeki gişelerden
ve kart basım istasyonlarından, ''Fotoğraflı TC
kimlik kartı, pasaport ya da sürücü belgesi''
gösterilerek 40 saniye içinde alınabiliyor.
Ayrıca ''www.muzekart.com'' adresine istenen
bilgileri girerek kredi kartıyla da Müzekart
başvurusu yapılabiliyor. Sistem onay aldıktan sonra
kart, üç gün içinde kurye ile belirtilen adrese
gönderiliyor.
Turnike sistemi olan tüm müze ve ören yerlerinde
kullanılabilen kartın geçerlilik süresi devam ettiği
müddetçe turnike sistemi çalışıyor. Hangi kartın
hangi tarihte, hangi müzeyi ziyaret ettiği, ne kadar
süre kaldığı, kaç kez ziyaret ettiği gibi bilgiler
ise sistemde depolanıyor.
Sahibi dışında kişiler tarafından kullanılamayan
Müzekart, çalınması ya da kaybolması durumunda
yeniden 20 TL ödenerek temin edilebiliyor.
Müzekart, Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi,
Topkapı Sarayı Müzesi, Ayasofya Müzesi, İstanbul
Arkeoloji Müzesi, Kariye Müzesi, Efes Ören Yeri,
Bergama Akropol Ören Yeri, Efes Müzesi, İzmir St.
Jean Anıtı, Antalya Arkeoloji Müzesi, Antalya
Aspendos Ören Yeri, Antalya Perge Ören Yeri, Antalya
Myra Ören Yeri, Antalya St. Nicholas Ören Yeri,
Antalya Alanya Kalesi, Konya Mevlana Müzesi,
Çanakkale Truva Ören Yeri, Nevşehir Göreme Açık Hava
Müzesi, Muğla Bodrum Su Altı Arkeoloji Müzesi, Aydın
Afrodisias Ören Yeri, Ankara ve İstanbul Döner
Sermaye İşletmesi Merkez Müdürlüklerinden
alınabiliyor.
Asıl kart basım istasyonu olmayan müze ve ören
yerlerinde geçici müze kart satışı da yapılıyor.
Resimsiz olarak düzenlenen ve kişinin adı ve
soyadının yazılı olduğu geçici kartlar 2 aylık süre
içinde kimlik kartı ile kullanılabiliyor. Ancak
kartın 2 ay içerisinde, bir Müzekart basım
istasyonundan ücretsiz olarak, fotoğraflı asıl karta
dönüştürülmesi gerekiyor.
Ntvmsnbc, 24.09.2009
|
 |
TARİHE BÜYÜK SAYGISIZLIK
Van'da Urartular dönemine ait 2800 yıllık tarihi Meher Kapı'ya yapılan saygısızlık sürüyor. Etrafındaki renkli boyalı aşk cümleleri ile daha önce de gündeme getirilen tarihi kapının üzerine yazılar yazılmaya devam ediliyor.
Akköprü Mahallesi'nde bulunan ve halk arasında 'Taş Kapı', 'Çoban Kapısı' veya 'Hazine Kapısı' olarak da bilinen tarihi 2800 yıllık Meher Kapı, aşıkların mekanı haline geldi. İç ve yan taraflarında sprey boyalarla aşk cümlelerinin yazıldığı tarihi kapının etrafındaki kayalara da çeşitli yazılar yazıldı.
Yazıların genelde gençler tarafından yazıldığını anlatan Hakan Aslan isimli mahalleli, yapılan davranışın çok çirkin olduğunu kaydetti. Arkadaşını tarihi yere gezdirmeye getirdiğini söyleyen Aslan "Arkadaşım daha önce burayı görmemiş ve onu gezdirmeye getirdim. Fakat yazılan cümlelerin oluşturduğu çirkin görüntü beni mahcup etti. Keşke tarihi mekanlarımıza daha iyi sahip çıkabilsek" dedi.
Urartu Medeniyeti'nin inanç sistemi hakkında bilgiler veren ve uygarlığın inandığı 79 tanrının isminin bulunduğu yapıtta, ayrıca ülke içinde kutsanan tüm tanrı ve tanrıçalar, bunlara sunulan günlük kurban listeleri ve kutsal sayılan dağ, nehir ve kentler bildiriliyor.
Van Kent Haber, 24.09.2009
|
VENÜS HEYKELCİĞİ TRUVA'YA IŞIK TUTACAK
Truva’nın bölgedeki etkisinin hangi alanlara kadar
yayıldığını belirlemek için Çanakkale Bozköy
yakınlarındaki Hanaytepe Höyüğü’nde başlatılan yüzey
araştırmasında, kadın vücudunu simgeleyen en az 5
bin yıllık olduğu sanılan mermer Venüs heykelciği,
10 taş balta, İlk Tunç Çağı Dönemi’ne ait tapu kaydı
sayılan mühür ve çok sayıda çanak, çömlek parçası
bulundu.
Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Fen Edebiyat
Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Doç.Dr.
Rüstem Aslan, “Truva dışındaki yerleşmelerde
Truva’nın izlerini takip ediyoruz” dedi.
Hürriyet, Haber: Burak Gezen, 24.09.2009
|
"TARİHİ ANTAKYA EVLERİ
GELİŞİGÜZEL RESTORE EDİLMEMELİ"
Mimarlar Odası Hatay
Şube Başkanı Mehmet Yaşar Coşkun, tarihi evlerin,
mülk sahiplerince gelişi güzel restore edilmemesi
için Antakya Belediyesi'nin ''Özel Proje Alanı''
belirlemesini ve bu kapsamda çalışmalar yürütülmesi
gerektiğini söyledi.
Coşkun, AA muhabirine
yaptığı açıklamada, Antakya'daki tarihi binaların,
sahipleri tarafından yapılan onarım ve
tadilatlarının tahribata yol açtığını ifade etti.
Turizm açısından değerlendirilmesi gereken bu
yapıların yoğun bulunduğu yerlerle ilgili belediye
tarafından projelendirilme çalışması yapılması
gerektiğini belirten Coşkun, şöyle konuştu:
''Kurtuluş Caddesi'ndeki tarihi evlerin, mülk
sahipleri tarafından gelişi güzel restore edilmemesi
sağlanmalı . Antakya Belediyesinin 'Özel Proje
Alanı' belirleyip buraları proje ihalesine çıkarması
gerekiyor.
Geçmiş belediye döneminde 'Mevzi Koruma Planı'
yapıldı, fakat organize edilemedi. Bu yüzden herkes
kendi görüşüne göre bir şeyler yapmaya çalışıyor.
Cadde üzerindeki tarihi binaların hepsini kafe
olarak restore ederseniz amacınıza ulaşamazsınız. Bu
alanların neresinde kafe, neresinde otel ve
neresinde hediyelik eşya iş yeri açılacağı önceden
belirlenmelidir. Mülk sahibi binayı restore edeceği
zaman belediyenin belirlemiş olduğu bu projeye
bakarak karar vermeli. Bu projenin hayata
geçirilmesi için gerekli olan kaynak, Kültür ve
Turizm Bakanlığı, valilik ya da belediye bütçesinden
sağlanmalı.''
Coşkun, binaların çoğunda restorasyonun gelişi güzel
yapıldığını savunarak, ''Antakya'da bu alanda usta
yok. Bunun önüne geçmek için, İŞKUR İl Müdürlüğü ile
yapacağımız protokolle, restorasyon yapan ustalara
kurs vereceğiz. Taş, ahşap ve demir üzerine 4 aylık
eğitimle verilecek olan kursla amaç, restorasyonun
gerektiği şekilde yapılmasını sağlamak'' diye
konuştu.
Avrupalı turistlerin
lüks otellerden çok tarihi özelliği bulunan butik
otelleri tercih ettiğini kaydeden Coşkun, bu durumun
değerlendirilmesi gerektiğini sözlerine ekledi.
Hatay Gündem,
23.09.2009
|
 |
KANAL KAZISI SIRASINDA...
Malatya'da sulama suyu için kanal çalışması esnasında Roma dönemine ait olduğu değerlendirilen bir mağara mezarı bulundu.
Merkeze bağlı Samanköy'de sulama suyu için kanal açılması çalışması yapılırken, mağara mezar bulundu. Mağaranın içinde ise 3 tane mezar göründü. Çalışma esnasında mağaranın zarar görmediği ve sadece giriş kapısının ortaya çıktığı ifade edildi.
İş makinesi durdurularak durum polise ve jandarmaya bildirildi. Olay yerine gelen Müze Müdürlüğü görevlilerinin yaptığı inceleme sonucunda mezar taşı müzeye getirildi.
Mağara mezarının Roma Dönemi'ne ait olduğu ihtimali üzerinde duruluyor.
Mağara mezarının önü yeniden iş makinesiyle kapatılırken Malatya Müze Müdürlüğü'nün, durumu Sivas Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu'na bir raporla gönderdiği belirtildi.
Tesadüfen ortaya çıkan mağara mezarının çevresindeki kanal açma çalışmasının şimdilik durdurulduğu kaydedildi.
Malatya Haber, 23.09.2009
|
SİMENA ANTİK KENTİ'NDEKİ LAHİT YENİLENDİ
Antalya'da Üçağız Köyü'nde bulunan Likya Antik Mezarı
restore edilerek yok olmaktan kurtarıldı.
Batı ucundaki çatlakların her geçen yıl arttığı
belirtilen lahit, Likya dönemi kral mezarlarından
biri ve antik kentin dikkat çekici yapıları
arasında yer alıyor. Uzmanlar tarafından içine
girilerek çatlakları kapatılan antik mezar, Kültür
ve Turizm Bakanı
Ertuğrul Günay'ın talimatıyla restore edilerek
korumaya alındı.
Türkiye'nin turistik
tanıtım filmleri ve broşürlerinde de yer alan
lahit, Simena Antik Kenti'nin en önemli anıtları
arasında yer alıyor.
Üçağız Köyü Muhtarı Salih Çan ise mezarda
oluşan çatlakların kendilerini üzdüğünü
belirterek, “Bakanımızın özel ilgisiyle, köyümüzün
simgesi olan mezar restore edildi” dedi.
Hürriyet, 23.09.2009
|


|
 |
GÖKGÖL MAĞARASI ZİYARETE KAPATILDI
Zonguldak'ta arife günü başlayan ve bayramın ikinci gününden itibaren etkisini arttıran sağanak yağışlar nedeniyle Acılık Deresi'ni besleyen ve Gökgöl Mağarası'nın içinden geçen dere suları taştı. Ziyaretçi sayısı her geçen yıl artan 3 bin 250 metre uzunluğundaki mağaranın 350 metresi, su ve çamurlar altında kaldı.
Sadece 875 metresi ziyarete açılabilen Gökgöl Mağarası'ndaki spot lambaları ve elektrik kablolarının da su ve çamur deryası içerisinde kalması nedeniyle temizleme çalışmaları güçlükle yapılıyor. Şiddetli her yağışta su altında kalan mağara, uzun yıllar sonra ilk kez çamur altında kaldı.
Önemli derecede maddi zararın olduğu tahmin edilen mağarada görevli İl Özel İdaresi personeli, elektrik tesisatına zarar vermeden mağarayı temizlemeye ve bayram sonrasında ziyarete açılması için yetiştirmeye çalışıyor.
Ziyarete açıldığı 8 yıl içerisinde 225 bini aşkın yerli ve yabancı turistin gezdiği Gökgöl Mağarası'nda Fosil Giriş, Damlataşlar Galerisi, Çöküntü Salonu, Muhteşem Salon, Büyük Çöküntü Salonu ve Harikalar Salonu gibi bölümler ile bu bölümler arasında yürüyüş parkuru, köprüler ve seyir terasları bulunuyor.
Değişim Medya, 23.09.2009
|
İZMİR KAZILARINDAN ÇIKAN 8 BİN YILLIK GEÇMİŞ
Bugüne kadar 5 bin yıllık bir
tarihi olduğu bilinen İzmir'in geçmişinin 8 bin 500
yıla dayandığı ortaya çıktı.
İzmir'de
Yeşilova Höyüğü'nde yapılan kazılarda ayrıca deri
işletmeciliğinde kullanılan çok miktarda taş ve
kemik alet ile dokumacılıkta kullanılan ağırlıkların
da bulunması bölgede dericilik ve tekstilinde
yapıldığını ortaya çıkarttı.
Araştırmaları yapan Yeşilova Kazı Heyeti'nin Başkanı
Yrd. Doç.Dr. Zafer Derin, 8 bin yıl önce o döneme
göre gelişmiş deri işlemeciliği ve tekstilciliğin
var olduğunu ortaya çıkardıklarını söyledi.
Ortaya
çıkarılan taş ve kemik aletlerin bölgede işleme
atölyelerinin varlığını da ortaya koyduğunu kaydeden
Yrd. Doç.Dr. Derin, "Bu topraklarda hem dericilik
ve deri işleme, hem de tekstil 8 bin yıl öncesinden
başlamış. Kazılarda çok miktarda taş alet ortaya
çıkarıldı. Bu aletlerden bölgede dericilik
endüstrisi, deri işçiliğinin yaygın olarak
yapıldığını görüyoruz. Taş aletler 8 bin yıl
öncesine kadar gidiyor. Dericilikle ilgili elimizde
3 farklı eser, çok miktarda hayvan kemiği var.
Avcılık yapıyorlarmış, avladıkları hayvanların
etlerini yiyorlar, derilerini işliyorlar ve
kemiklerinden de süs eşyaları yapılıyormuş. Hayvan
derilerini işlemek için deriyi tabaklamaya yarayan
taş aletler, ön kazıyıcılar çok miktarda çıktı.
Hiçbir yerde çıkmadığı kadar deriyi tabaklamaya
yarayan taş alet görüyoruz. Kesici aletler, delmek
için kemikten delici var. Bu aletlerler yönünden
zengin bir kazı alanımız var." dedi.
Yrd.
Doç.Dr. Derin ayrıca "Çadırlarda, yaşam alanlarında
dokumaların kullanıldığını, alanların kaplandığını
düşündüklerini söyledi. Yeşilova bölgesinde yaşayan
topluluğun, biraz ileride Belkahve'de yaşayan
topluluklardan farklı bir yaşam tarzı olduğunu da
ortaya koyduklarını, Yeşilova'da yaşayanların, Egeli
kültüre sahip, Belkahve'de ise Anadolu kültürünün
egemen olduğunu belirtti.
Hürriyet,
23.09.2009
|
AMASRA KALESİ'NİN DÜŞMANI AĞAÇLAR
Amasra Kalesi’nde kaleyi saran
ağaçlara savaş açıldı! MÖ 30’lu yıllarda Roma
döneminde inşa edildiği tahmin edilen kalenin
surlarını saran ağaçlarla kimyasal yolla mücadele
edilecek. Cenova armaları, kartal ve öküz başı
figürleriyle süslü kalenin daha iyi görülebilmesi
için surlarda kendiliğinden boy veren incir ve
defne ağaçları kimyasal yöntemle temizlenecek. Daha
önce ağaçlar belediye tarafından kesilerek
temizlenmek istenmiş, ancak köklere
ulaşılamadığından budama etkisi yapan bu kesimlerden
sonra ağaçlar daha da gür çıkmıştı.
Amasra
Belediye Başkanı Emin Timur kararlı: “Küçük Liman
mevkiinden görünen kale surları, ağaçlar nedeniyle
kapandı. Birkaç kez bakanlıktan uzman ekipler,
inceleme yaptılar. Onlar da temizlenme gerektiğini
söylediler. Bu ağaçların kimyasalla kurutulması
gerekiyor. Bakanlık düzeyindeki girişimlerin
sonucunu bekliyoruz.”
Bartın’ın
Karadeniz kıyısındaki Amasra Hellenistik çağ, Roma,
Bizans, Ceneviz, Selçuklu ve Osmanlı dönemlerine ait
çok sayıda tarihi eseri barındırıyor. Kentin uzun
bir dönem boyunca kullanılan kalesi de çeşitli
uygarlıklardan izlerin yanı sıra günümüze kadar
kısmen korunan Ortaçağ savunma sistemleriyle
tanınıyor.
Radikal,
23.09.2009
|
GÖKMEDRESE EĞİTİM MERKEZİ OLUYOR
Osmangazi Belediyesi'nce restorasyonu tamamlanıp kültür merkezi haline getirilen Gökdere Medresesi, eğitim merkezi oluyor.
Ağırlıklı olarak müzik üzerine kursların düzenleneceği tarihi binada, resim, tezhip, ebru, hat ve fotoğraf atölyelerinin yanı sıra edebiyat atölyeleri de yer alacak. Ayrıca verilecek hizmetler arasında aile içi eğitim seminerleri, psiko-drama ve yaratıcı drama kursları ile çocuk kulübü de bulunuyor.
Gökdere Medresesi'nde verilecek olan müzik eğitimi Türk Sanat Müziği, Türk Halk Müziği, Tasavvuf Müziği ile bağlama, ud, keman, tambur, ney, kanun, piyano ve gitar gibi enstrümanlara yönelik olacak. Bu kursların kayıtları 15 Ekim tarihine kadar devam edecek. Kayıt döneminin ardından başlayacak olan eğitimlerle Gökdere Medresesi, yüzlerce kursiyeri ağırlayacak.
Osmangazi Belediye Başkanı Mustafa Dündar, Gökdere Medresesi'nde düzenlenecek kurslarla bu tarihi yapının bir eğitim merkezine dönüşeceğini söyledi. Dündar, “Bu mekanda düzenlenecek müzik kurslarına katılanlar belediyenin Gösteri Sanatları Topluluğu bünyesinde yer alan Türk Sanat Müziği ve Türk Halk Müziği gibi topluluklarında yer alma şansını yakalayacaklar” dedi.
Kayhan Çarşısı'nın Osmangazi Belediyesi'nde baştan aşağıya yenilenmesiyle kentin cazibe noktalarından biri haline geldiğini söyleyen Dündar, “Kayhan Çarşısı'nın önemli duraklarından biri olan Gökdere Medresesi, özellikle Türk Sanat Müziği tutkunlarının yakından tanıdığı bir mekan. Burada düzenlenecek müzik kursları bu tarihi yapının Türk müziğinin merkezi olma iddiasını daha da güçlendirecektir.” dedi. Dündar Osmangazi Belediyesi`ne bağlı diğer kültür merkezlerinde de çeşitli kurslar düzenleneceğini söyleyerek, “Bu kurslarla Osmangazi`de eğitim seferberliği başlatıyoruz” diye konuştu.
Bursa Olay, 23.09.2009
|
 |

|
OSMANLI ARŞİVLERİ SİTESİ TARİHİN ÜZERİNE TAŞINIYOR
Sultanahmet'te birkaç binada tutulan Osmanlı arşivinin, 'Osmanlı Arşiv Sitesi' adı altında tek çatı altında toplanacağı Kağıthane'deki arazide tarihi kalıntılar ortaya çıktı. Başbakanlık Toplu Konut İdaresi Başkanlığı'nın (TOKİ) inşa etmeyi planladığı projenin arazisinde, Kanuni Sultan Süleyman döneminde kurumlaştırılan Istabl-ı Has binalarının, saraya ait hayvanların bakım, eğitim alanlarının ve vatandaşların kullanımına verilen Hazine'ye ait çayırlıkların bulunduğu belirlendi. Araştırmacı Hüseyin Irmak, alan ile binaları, II. Abdülhamid için dönemin ünlü fotoğrafçıları Abdullah Biraderler'in fotoğrafladığını, bunların padişahın ünlü Yıldız Arşivi'nde bulunduğunu kaydetti.
Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü'nün yürüttüğü proje için çalışmalar 5 yıl önce başlatıldı. Osmanlı Arşiv Sitesi inşası için, Kağıthane'de bir kısmı poligon olarak kullanılan Hazine arazisi seçildi. Araziyle ilgili plan değişiklikleri İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi'nce yapıldı. Sitede, arşiv binalarının yanı sıra araştırma, konferans ve sergi salonları ile misafirhaneler de yer alacak. 80 bin metrekarelik projenin 50 bin metrekarelik kısmının yeraltında olması planlanıyor. Sitede 100 milyon adedi aşkın belge bulunacak. Sitenin inşaatı için TOKİ, 7 Ağustos'ta ihale düzenledi. İhaleye 12 firma teklif verdi. Konvansiyonel kalıp sistemiyle yapılacak olan Osmanlı Arşiv Sitesi'nin bitirme süresi de TOKİ'nin yer tesliminden itibaren 3 yıl olarak belirlendi. Sitenin 100 milyon dolara mal olması bekleniyor.
Prof.Dr. İlber Ortaylı (Topkapı Sarayı Müzesi Başkanı): Osmanlı Arşivi Sitesi'nin Kağıthane'de yapılmasına ve Osmanlı arşivinin tek bir çatı altında toplanmasına gerek yok. Sayısı belli, her gün artan bir şey değil.
Prof.Dr. Semavi Eyice (Tarihci): Saraya ait hayvanlar bu bölgenin otları çok besleyici olduğu için buraya çıkarılırmış. Hara binalarının ihyasına gerek yok. Okmeydanı'nda çok daha önemli eserler yok edildi. Hüseyin Irmak (Araştırmacı): Bulunacak her şey şehir tarihi için bir kazanım olacağı gibi ilgili proje, alanda bulunacak kalıntılar dikkate alınarak şekillendirilmeli. Böylece bir tarih yok edilmeden yeni bir işleve dahil edilebilir."
Sabah, Haber: Hasan Ay, 23.09.2009
|
"TÜRK ARKEOLOJİSİ PARMAKLA GÖSTERİLİR"
2600 yıllık
teknenin benzeri olan Kybele ile 2600 yıl önceki
rotayı izleyerek Foça'dan Marsilya'ya uzanan zorlu
bir yolculuk gerçekleştiren Prof.Dr. Hayat Erkanal
ile arkeoloji ve sualtı kazılarıyla ilgili konuştuk.
Uzun yıllardır Urla'da Limanreis kazılarını yürüten
Erkanal, çalışmalarını istikrarlı şekilde
sürdürdüklerini anlattı. Her yıl hem Türk hem
yabancı öğrencilerin aralarında bulunduğu dev bir
ekiple çalıştıklarını belirten Erkanal, binlerce
eseri günyüzüne çıkardıklarını dile getirdi. Sualtı
kazılarıyla ilgili bilgiler veren Erkanal,
yaşadıkları zorlukları da bizlerle paylaştı.
* Sualtı kazılarınız ne durumda?
- Denizdeki çalışmalarımız devam ediyor. Bu
dönemlerde çok fazla rüzgar var. Dalga yüksek olduğu
için sığ alanlarda çalışıyoruz. Sığ alanlarda
çalışmak deniz altında çok riskli bir iş, dalga 10
metre derinliğe kadar çalışmaları etkileyebiliyor. O
nedenle dalga yüksek ve rüzgar olduğu zaman bu
çalışmalarımızı durdurmak zorunda kalıyoruz. Daha
önceki yaptığımız çalışmalarda özellikle Kanadalı
uzmanların katkısıyla Karantina Adası'ndan Polis
Kampı'na kadar çok geniş bir bölgenin yerleşim alanı
olduğu, bir zelzele sonrasında çökme meydana
geldiğini tespit ettik. Burada, neredeyse karadaki
kadar denizin altında da kazı yapmamız gereken bir
alan var. Dolayısıyla su altında çok daha aktif
olmamız gerekiyor. Bu nedenle burada bir kampus
oluşturmamız lazım. Bu kampus şimdiye kadar
Türkiye'deki çalışmalar içinde en önemlisi olacak.
Bu sene dökumantasyon çalışması yapıyoruz. Bunun
için de gerekli olan dinlendirme havuzlarını inşa
ettik. Su tesisleri takıldı. Önümüzdeki yıllarda
çıkarmaya başlanacak. Ankara Üniversitesi sualtı
ünitesini kurmakla büyük bir fedakarlık örneği
gösterdi. Sualtı çok masraflı bir iştir. Sualtında
araştırmalar var ama bizim dışımızda fiilen kazı
yapan yok. Amerika'da uzmanlar dünyada en önemli 10
sualtı araştırma merkezlerini sıraladılar ve bu ilk
10'un içine bizi de koydular.
* Kurmayı planladığınız müze ne durumda?
- Gümrük ve Tekel Müdürlüğü'ne ait bir bina var.
Urla Belediyesi sembolik bir parayla satın aldı ve
Ankara Üniversitesi'ne tahsis etti. Burayı
üniversite müzesi olarak tahsis edeceğiz. Tarihi bir
bina olduğu için restore etmek kolay değil. unların
ilgili kurullardan geçmesi gerekiyor. İlgili
kurumlar müsaade etti. Yeni bir bina kursaydık
şimdiye müzeyi oluşturmuştuk. Ama inşallah kampus
alanı inşa edilirken müze binasını da ortaya
çıkaracağız. Daha çok sualtı arkeoloji müzesi olarak
tanzim edilecek ve Bodrum'dan sonra ikinci müze
olacak. Bunun dışında karadan çıkan eserleri de
belli ölçüde sergileyeceğiz. Üniversite müzesi
olduğu için bulduğumuz eserleri bakanlığın
müzelerine vermek mecburiyetindeyiz. Bu arada da
bazı eserler için izin alınacak.
* Bir de arkeopark projeniz var...
- Evet arkeoparkın çok büyük ses getireceğine
inanıyorum. Çıkardığımız batıkları da burada
sergilemek istiyoruz. Denizcilik tarihiyle ilgili
buluntularımız var. Sualtı kazılarından çıkan en
eski ahşap ve metal çapa örnekleri de sergilenecek.
Halkın bu konuda daha fazla aydınlanmasını
istiyoruz. 16 bin metrekarelik alana kütüphane,
konferans salonu, depo ve labaratuvarlar olacak.
Misafirhane, sergileme alanı da olacak. Ortasında
doğal göl olacak. Plan, Sayın Mustafa Koç'un
desteğiyle yapıldı. Belediyeye bu projeyi verdik,
onaylanmasını bekliyoruz. Hızlanması ödeneğe ve
bulabilirsek sponsorlara bağlı. İnşaat şirketi size
3 ayda teslim ederim diyor.
- Arkeopark projisinin içinde inşa edeceğimiz 4-5
bin yıl öncesini yansıtan ev çok ilgi çekecek.
Genelde vitrinlerde eserleri sergiliyoruz, kap-kacak
diyoruz ama bu eşyaların nasıl kullanılacağına dair
bir fikir vermiyoruz. Tarih öncesi çağlarda nasıl un
yapıldığın kimse bilmez. Un yapımında kullanılan taş
aleti koyarsınız vitrine adam bakar geçer. Ama biz
içine buğdayı koyacağız adama un yaptıracağız,
dokuma yaptıracağız, maden döktüreceğiz. Ne yerler
ne içerler nasıl zaman geçirirler, bunları insanlara
bizzat yaşatacağız. 4-5 bin sene öncesine
götüreceğiz. O günün şartlarını yaşayacak. Bundan
sonra hiç unutmayacak.
* Türkiye'de devletin sosyal bilim araştırmalarına
yeterli desteği vermediği söylenir. Arkeologlar da
yaşıyor mu bu problemi?
- Eskiden 'Niye şunu yapıyorsunuz, niye bunu
yapmıyorsunuz' dendiğinde 'Ödenek ayrılmıyor'
denirdi. Ama bugün durum farklı. Kültür ve Turizm
Bakanlığı'nın elinde büyük bir kaynak var. Bu kaynak
da ören yerleri ve müzelerden gelen paralar. Bunlar
şimdiye kadar farklı yerlerde kullanılırdı. Ama
Sayın Atilla Koç döneminden itibaren bütün bu döner
sermaye kaynakları arkeolojik kazılar yönlendirildi.
Artık öyle bir hale geldi ki birden bire kaynak
bolluğu oldu Türkiye'de. Hatta bazı meslektaşlarımız
bunları harcayamayıp iade etmeye başladı. Bugün
Türkiye'de para olmadığı için yapılamayan herhangi
bir kazı yoktur. Yalnız bu kazılar kontrol altına
alındı. Bundan sonra Türkiye'de yabancı kazı
olmayacak. Bu, Yunanistan'da da komşu ülkelerde de
uygulanan bir yöntem. Bunun yanında da randıman
isteniyor. Bu nedenle genç arkadaşlarımıza da iş
düşüyor.
- Eser ortaya çıkarmak güzel bir şey ama bunun
bilimsel yöntemlerle çıkarılması ve bunların
tanıtımının tam yapılması da isteniyor. Kaynak
sorunu kalmadı ama şartlar da ağırlaştı. Bunun
dışında TÜBİTAK da uzun senelerden beri kazılara
para vermeye başladı. TÜBİTAK'tan da ilk kazı parası
alan yer burasıdır. Şimdi TÜBİTAK'ta da sosyal
bilimler grubu oluşturuldu. Arkeoloji de bunu içine
sokuldu yeterli miktarda destek vermeye başladı.
Türk arkeologları önemli sonuçlar ortaya koymaya
başladılar. Bu da sevindirici birşey. Arkeoloji
Türkiye'de sosyal bilimler alanında uluslararası
alanda isim yapmış ün yapmış birkaç bilim dalından
bir tanesidir. Özellikle genç arkadaşlarımız büyük
bir çaba gösteriyorlar. Eskiden gelen bu geleneği
bozmadılar. Türk arkeolojisi dediğimiz zaman
parmakla gösterilir.
* Burada uluslararası etkinlikleriniz de oluyor..
- Avrupa Topluluğu'nun bir arkeoloji projesi var.
Orada bir komisyonun başkanlığını yapıyorum. Hatta
geçen sene burada bu komisyonun toplantısı yaptık.
Onun genel toplantısını da 2010'da inşallah yine
Urla'da yapacağız. Bir de Teksas Üniversitesi'yle
ortaklaşa uluslararası alanda bir sualtı arkeolojisi
sempozyumu yapmak istiyoruz. Böyle etkinliklerin
bölgeye de katkısı oluyor.
Yeni Asır, Haber: Hüseyin Yiğiter, 22.09.2009
|
FOSSEPTİK ÇUKURUNDA TARİH HAZİNESİ
Ağrı'da fosseptik çukuru açma çalışmaları sırasında 146 parça tarihi eser bulundu. Eserler incelenmek üzere Erzurum Müze Müdürlüğü'ne gönderildi.
Edinilen bilgiye göre Ağrı merkeze bağlı Dönerdere Köyü'nde evine fosseptik çukuru kazan M.K. isimli vatandaş, toprak altında tarihi eserler buldu. Daha sonra İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü'ne giden vatandaş, tarihi eser olduğunu düşündüğü malzemeleri teslim etti.
İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü'nde yapılan ön incelemede 122 adet boncuk, 1 demir parçası, 1 demir kargı ucu, 15 adet demir çağı seramiği, 1 adet tunç çağı monokrom boyalı-bezeli seramiği, 1 adet Urartu dönemi seramiği, 4 parça madeni kap ve 1 parça da cam bilezik tespit edildi.
Bulunan tarihi eserleri tutanakla teslim aldıklarını belirten İl Kültür ve Turizm Müdürü Muhsin Bulut, bulunan 146 parçanın değer tespiti için Erzurum Müzesi'ne gönderildiğini söyledi. Erzurum'da buluntular için değer tespit komisyonu kurulacağını ifade eden Bulut, "Komisyon tarafından tespit edilecek değer, eserleri bulup İl Müdürlüğü'ne teslim eden şahısa verilecektir. İlimizde de var olan tarihi eser kaçakçılarına fırsat verilmemesi gerekir. Eserlerin maddi değeri az olsa da tarihe ışık tutmaları için önemlidir. Vatandaşımızı örnek davranışından dolayı kutluyorum" dedi.
Erzurum Gazetesi, 22.09.2009
|
 |

|
TRUVA'DA İKİ GİZEMLİ İSKELET
Çanakkale’deki Truva Antik Kenti’nde sürdürülen kazılarda, Truva Savaşı’na ışık tutacak iki insan iskeleti bulundu.
Aşağı kentin savunma hendeğinde ortaya çıkan bir kadın ve bir erkeğe ait iskeletlerin Truva Savaşı’nın kurbanları olabileceği belirtildi. Kazı ekibi, Truva aşağı kentindeki savunma hendeğinin güney girişinin devamını tespit etmek için sürdürdükleri çalışmalarda bir ilkle karşılaştı. Kazıların başkan yardımcısı Onsekiz Mart Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü öğretim üyesi Doç.Dr. Rüstem Aslan, hendeğin hemen üstünde, yeni doğmuş çocuğuyla beraber ya da dokuz aylık hamileyken gömülmüş bir kadın ile bir erkek iskeleti bulduklarını açıkladı.
Aslan, “Önemli olan, Truva Savaşı dönemine denk geliyor olmaları. Aceleyle, çok özen gösterilmeden hendeğin iç tarafına gömülmüşler. Kemik analizleri ve tarihlemeler devam ediyor” dedi.
Aynı döneme ait bir iskeletin de Korfmann dönemi kazılarında kalenin hemen yanında bulunduğunu belirten Aslan, “Ama kalenin bu kadar dışında ve savunma hendeğinin dibinde iki gömünün bulunması bir ilk. Aşağı kent çevresinde kazı çalışmalarımızı devam ettireceğiz. ‘Burası bir mezarlık mı, yoksa bunlar savaşın kurbanları mı?’, daha net söyleyebileceğiz” diye konuştu.
Milliyet, Haber: Burak Gezen - Ersan Küçükkuru, 22.09.2009
|
DEV MEDUSA'YI GÖREN TAŞ KESİLDİ

Mitolojide Medusa, yılandan saçları ve
bakışlarıyla insanları taşa çeviren
bir tanrı... Kibyra’da bulunan
Medusa başı da hem büyüklüğü hem de renkli
mermerlerden çizilmiş olması bakımından görenleri
büyülüyor.
Antik dönemdeki koruyucu kimliğiyle daha çok
mezar yapılarında betimlenen Medusa başı, Kibyra
antik kentinde orkestra salonunun zeminini kaplıyor.
Kibyra’nın Medusa resmiyle simgeleşmesi bekleniyor.
Burdur’un Gölhisar İlçesindeki Kibyra antik
kentindeki orkestra salonunun döşemesinde,
mitolojide insanları taş yaptığına inanılan tanrı
Medusa’nın başının renkli mermerlerden çizilmiş bir
‘resmi’ bulundu.
“Anadolu
arkeoloji tarihinde bir ilk” olma özelliğine
sahip mermer döşeme (Opus sectile) Medusa başı, M.S.
2. yüzyıla tarihlendirildi. Medusa başının,
Zeugma’nın Çingene kızı ile
Ayasofya’nın meleği kadar önemli olduğuna dikkat
çeken Kibyra Kazı Başkanı Doç.Dr. Şükrü Özüdoğru,
“Orkestra salonlarında mermer döşeme vardı. Ancak
ilk defa resim olarak mermer döşemeye burada
rastlanıldı. Kibyra, Medusa resmiyle simgeleşecek”
dedi.
İri gözleri, kalın dudakları arasından görülen
dişleri, dışarı sarkmış dili, kanatlı başlığı ve
dalgalı saçları arasına, boynuna dolanmış yılanlarla
betimlenen Medusa başı, çevresini saran kırmızı
beyaz renkte mermerlerden yapılmış yaprak benzeri
ışın sıralarıyla görenleri büyülüyor.
Kibyra Kazı Başkanı Özüdoğru, Medusa başıyla
ilgili olarak şu bilgileri verdi: “Ebatları yanında,
orkestranın tam merkezinde kırmızı, beyaz ve yeşil
mermerden yapılmış Medusa başı, tamamıyla sağlam
olarak ortaya çıkarıldı. Yılanlardan oluşan
saçlarıyla ve bakışlarıyla insanları taşa
çevirdiğine inanılan, antik dönemdeki koruyucu
kimliğiyle özellikle mezar yapılarında betimlenen
Medusa başını görenler mitolojideki gibi taş
kesiliyor! Bir orkestra salonunun zemin döşemesinde
böylesine bir Medusa resmi, Anadolu arkeolojisi için
tekil örnek. Bu sebeple, Kültür Bakanlığı’ndan uzman
restoratörler, renkli mermer döşemenin ve Medusa
resminin korunması ve restorasyonu için bir ön
çalışma yapmaya başladı. Şayet gerekli ödenek
sağlanabilirse önümüzdeki yıllarda bu eşsiz
arkeolojik buluntunun yerinde sergilenmesi mümkün
olacak.”
Anadolu’da birçok antik kentin
Roma villalarında, hamamlarında, gerek çizim,
gerek mozaik olarak Medusa başı bulunuyor. Apollon
Tapınağı ve Yerebatan Sarnıcı’nda da Medusa başını
görmek mümkün. Ancak Burdur’da bulunan Medusa başını
diğerlerinden ayıran en önemli özellikleri, renkli
mermer taşlardan, orkestra salonuna yere döşeme
olarak yapılması ve orijinal yerinde korunuyor
olması...
Kazılara 20 Haziran’da başladıklarını hatırlatan
Özüdoğru, meclis binası olarak da kullanılan yapının
kazısı sonucunda, 52,5 metre cephe uzunluğu, 12,80x4,35 metre boyutlarındaki sahnesi, 31 oturma sırası
ve 3600 kişilik kapasitesiyle Antik Çağ Anadolusu’nun en görkemli yapılarından birini ortaya
çıkardıklarını söyledi. Özüdoğru, “MS 2. yüzyılda,
son şekliyle inşa edildiği anlaşılan meclis binası
ve orkestra salonu, bir
yangın sonucu göçtüğü anlaşılan çatısı haricinde
neredeyse tamamen korunmuş durumda. İç cephesinin ve
sahnesinin renkli mermerlerle ve renkli heykel ve
sütunlarla süslenmiş olduğu ele geçen parçalardan
anlaşılıyor. Medusa başıyla Kibyra’nın önemli antik
kentlerden biri olacağını kısa süredeki kazı
çalışmaları bize gösterdi” dedi. 2006 yılından
bugüne, Burdur Müze Müdürlüğü’nün başkanlığında ve
Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi’nin desteğiyle
yürütülen kazılarda, daha önceki yıllarda da
Anadolu’nun en önemli stadyumu bulunmuştu.
Milliyet, Haber: Ömer Erbil, 22.09.2009
|
HİTİT UYGARLIĞI GÜN IŞIĞINA ÇIKIYOR

Temeli milattan önceye dayanan Hitit
Uygarlığı, Türkiye ile İtalya liderliğindeki
‘KaleidoscopEurope’ projesi ile yeniden hayat
buluyor. Yaklaşık üç yıllık bir çalışma ile Hitit
çalgıları, bin 700 yıl sonra ‘Hattuşa Orkestrası’
ile yeniden sese kavuşacak.
Avrupa Birliği’nin ‘Kültür Köprüleri’ (Cultural
Bridges) programı kapsamındaki ‘KaleidoscopEurope’
projesi ile Avrupa ile Türkiye arasındaki
ilişkilerin güçlendirilmesi amaçlanıyor. Bu
kapsamda Türkiye’nin yanı sıra
İtalya, Portekiz ve Macaristan’da çok sayıda
sergi, atölye çalışması ve performans
düzenlenecek. Projenin önemli bir parçası olan
Hattuşa Orkestrası ise binlerce yıl önce yaşayan
köklü bir kültüre ışık tutacak. Hattuşa
Orkestrası’nı fikir sahibi Müzikolog Oğuz Elbaş,
TOBAV Genel Sekreteri Meltem Keskin, Başkent
Üniversitesi Müzik ve Sahne Sanatları Bölümü
Öğretim Üyesi Okan Murat Öztürk ve İtalyan Kültür
Merkezi Kültür Ataşesi Angela Tangianu ile
konuştuk.
Gelişim sürecinden biraz bahseder misiniz?
Oğuz Elbaş: Bu, yaklaşık iki
yıllık bir proje. Neler yaşadık, neler.
Angela Tangianu:
2007’de proje
çağrısı yapıldığında başvurduk. Projemizde atölye
çalışmaları, konser gibi yedi etkinlik var.
Bu proje ile Avrupa Birliği ve Türkiye ne
kazandı?
A.T.: İnsanlar beraber çalışmak için
ülkelerinden geliyor. Bu kadar farklı ülkeden
insan bir arada çalışmak ve ortaya somut bir
şeyler koymak durumunda. Otomatik olarak projede
bunu yapıyoruz. İkincisi üniversite öğrencilerine
adanmış projeler var. Öğrencilere o projeyle
ilgili yıl boyuna yayılmış bir çalışma
yaptırılıyor. Bu sayede gençlerde bağı
kuvvetlendirmek amaçlanıyor. Özetle atölye
çalışmasının önemi projelerde devamlılık, farklı
ülkelerin bağ kurması ve bu bağın proje sonrasında
da devam edebilmesidir.
Neden Hititler?
O.E.: Hititler’i anlayabiliyor ve
kavrayabiliyoruz. Nedeni de bize on binlerce
yazılı materyal bırakmalarıdır. Biz
akademisyenler, dilbilimciler onları çözdük.
Yorumlar ve çıkarımlar yaptık. Bir diğer nedeni
de, dünyaya müthiş değerli şeyler bırakmışlar.
Sanatsal, sosyal yapılanma, hukuki vs. her açıdan.
Hala Anadolu’da var olan değerlerden bahsediyoruz.
Yalnız Anadolu’da değil, Avrupa’da da var. Yani
amacımız Anadolu’nun, böyle bir uygarlığın
oluşumunda önemli yerlerden biri olduğunu dünyaya
anlatmaktı.
O.M.Ö: Anadolu, en görkemli
uygarlıkların hayata geçtiği özel coğrafyalardan
biridir. Akdeniz, Avrupa, hatta Uzakdoğu’ya kadar
uzanabilecek bir coğrafyada medeniyetlerin
yaratıldığı, farklı kültürlerin bir araya geldiği
bir alan Anadolu. Bu yüzden Anadolu’yu farklı bir
kavrayışla ele alıyoruz. Hattuşa’nın dünya
kültürüne mesaj vereceği çok önemli açılımlar var;
barış ve kültürel zenginliğe sahip çıkmak gibi.
Bunlar bizi farklı bir bilinç noktasına getiriyor.
Anadolu’yu ve Avrupa ile binlerce yıllık
ilişkisini kavrayabilmenin yolu kaynakları
tanımaktan geçiyor.
Projede ağır basan taraf Anadolu mu,
Hititler mi?
O.M.Ö: Anadolu’yu temel aldık.
Hititler’in simgesel önemi var. Bir başlangıç
noktasını ifade ediyor. Anadolu ile Avrupa
kültürleri arasındaki bağı, Hititler’in simgesel
varlığı üzerinden günümüze taşıyoruz.
A.T.: Hattuşa ‘Müzik nasıl bir
yol aldı, nasıl Avrupa’yı dolaştı ve nasıl hala
var’ı anlatıyor.
Orkestradan biraz bahsetsek?
O.M.Ö: Proje ile Hitit döneminin
çalgıları yeniden yapıldı. Kostümler dahi
elimizdeki arkeolojik verilerden yola çıkarak
tasarlandı. Müzik ise Avrupa kültürünün geleneksel
müziklerini yansıtıyor. Orkestra, 19 kişilik yaylı
çalgılar ile toplamda 35 kişiyi buluyor. İzleyici
bin 700 sonra yeniden yapılan çalgıları görüp, o
sesi ilk defa duyacak. Eser ise şu mantıkla
kurgulandı; Hitit dönemi müziğini
anlayabileceğimiz sadece görseller var. Bunlardan
hareketle yaşayan gelenekle arkeolojik bulgular
arasındaki bağları gözden geçirdik. Kompozisyon
için de Hititler’in doğup geliştiği Çorum ve çevre
kültürlerinin yerel müziklerinden materyal
anlamında yararlandık. Makamsal yapılara bağlı
kalarak özgün besteler yaptık.
Hitit gelenekleri sahneye yansıyacak yani?
O.E.: Kesinlikle. Örneğin bağlama püskülü
3 bin 700 yıl öncesinden kalma bir gelenek.
Anadolu’da da hala var.
O.M.Ö: Gelenek denilen şey statik
değil. Gelişiyor ve dönüşüyor. Geleneğin gelişse
de, değişse de süreklilik arz eden bir yönü var.
Değişim süreçle ilgili ama onun doğal olması
süreklilik açısından önemli. Dünyada geçmişle
bugün arasındaki bağı kurabilmenin yolları vardır
Yaşayan gelenekler bunlardan olabileceği gibi, bir
de yazılı belgeler ya da görsellerdir.
A.T.: Bu sadece bir konser değil.
İnsanları bilgilendirmek ve eğitmek de amacımız.
Çok yönlü bir etkinlik bu.
Bestelenen parçanın sözlerini kim yazdı?
O.E.: Sözleri ben yazdım. 15 yıldır Hitit
kültürü üzerine araştırma yapıyorum. Ne yapmak
istediklerini, ne dediklerini bir biçimde anlatmam
lazımdı. O metin, araştırmalar sonucu ortaya çıkan
şiirsel bir özet. Günümüze kattıkları sundukları o
müthiş değerlerden yola çıkarak, lirik dört bölümlük
metin ortaya çıktı.
Hürriyet Ankara, Haber: Rüya Yensal, 22.09.2009
|
KUTSAL ALANDA BİR HAMAM
Çanakkale'nin Ayvacık
İlçesi'ne bağlı Gülpınar beldesindeki Apollon
Smintheus Tapınağı'nda inşa edilen antik hamam,
genelde kent merkezlerinde bulunan hamamlardan,
kutsal bir alanda kurulmuş olmasından dolayı
farklılık taşıyor.
Beldede, Prof.Dr. Coşkun Özgünel başkanlığında
yürütülen kazılar, Apollon Smintheus kutsal
alanındaki hamamda yoğunlaştırıldı.
Kazı ekibi üyesi arkeolog Davut Kaplan, Troas
yöresinin en eski hamamı özelliğini de taşıyan
yapının, temellerine kadar Bizanslılar tarafından
tahrip edildiğini, bununla ilgili ellerinde belgeler
bulunduğunu söyledi.
Roma dünyasının günlük yaşamının bir parçası olan
yıkanma geleneğinin en güzel kanıtı olan hamamın
bazı ilkleri barındırdığına işaret eden Kaplan,
milattan sonra 1. yüzyıl sonunda inşa edilmiş olan
hamamın, konumu, plan ve tekniği açısından diğer
örneklerinden farklı olduğuna dikkati çekti.
Apollon Smintheus Tapınağı'nın hemen yanında inşa
edilmiş olan hamamın en önemli özelliği, kutsal
alanda ve rahipler tarafından yapılmış olması.
Hamamın, birer kapıyla bağlanan odaları en
sıcaktan soğuğa doğru sıralanmış. Roma hamamlarının
olmazsa olmazı olan ısıtma sistemi, farklı teknik
uygulamalarıyla karşımıza çıkıyor. Temel seviyesinde
korunmuş külhan bölümünde tespit edilen 4 ayrı ocak,
en az üç mekanın tabandan ısıtıldığını ortaya
koyuyor. Bu mekanlarda özellikle duvardan ısıtma
sisteminin ilginç bir örneği olan "tegula mammatae"
olarak nitelendirilen tuğlalar kullanılmış.
Arkeolog Davut Kaplan, o dönemde halka açık olan
hamamda küçük ve özel bir mekanın da alttan ve
duvardan ısıtmaya sahip olduğunu belirlediklerini
ifade ederek, şunları söyledi:
"Bu mekan olasılıkla, halka açık bölümlerden
soyutlanmış, din adamı ve yöneticilerin yıkandığı
bir yer. Hamamın diğer bölümlerinin sadeliğine
karşın, bu özel odanın zemininin mozaik tabana sahip
olduğu ortaya çıktı. Ana renklerin tümünü barındıran
mozaikte, geometrik ve bitkisel motifler bir arada
kullanılmış ve adeta renk cümbüşü yaratılmış."
Kaplan, hamamın diğer bir ilginç özelliğinin de,
yapının ısıtılmasında ocakların yakımı ve bakımında
görevlendirilmiş kişilere ait özel bir servis
koridorunun varlığı olduğunu söyledi.
Kaplan, tonoz örtüyle kapalı olan bu koridora
hamam dışından girildiğini, böylelikle hamama
yıkanmak için gelenler ile görevlilerin birbirlerini
asla görmediğini ve rahatsız etmediğini kaydetti.
Trt/Haber, 21.09.2009
|
RÜYASINDA ALTIN GÖRDÜ MANASTIRI KAZDI

Beşiktaş Ortaköy'de, mülkiyeti Vakıflar Genel
Müdürlüğü'ne ait tarihi Andonyan Manastırı'nda gece
bekçisi olarak çalışan Salih K, rüyasında manastırda
1.5 ton altın gömülü olduğunu görünce 8 arkadaşıyla
birlikte binanın bir odasının zeminini kazdı. Kilise
binasını Vakıflar Genel Müdürlüğü'nden 30 yıllığına
kiralayan firmanın yetkilileri manastıra
geldiklerinde 3 metrelik kuyuyu fark etti. Firma
yetkililerinin ihbarıyla manastıra gelen polis,
definecilere ait kazma, kürek ve gaz maskelerine el
koydu. Gözaltına alınan bekçi ve arkadaşları,
sorgulandıktan sonra serbest bırakıldı.
İstanbul'da, Beşiktaş'taki Ortaköy Çevirmeci
Sokak No: B/1 adresinde bulunan ve mülkiyeti
Vakıflar Genel Müdürlüğü'ne ait olan tarihi Andonyan
Manastırı'nda gece bekçisi olan Salih K, rüyasında
manastırda 1.5 ton altın gömülü olduğunu gördü.
Salih K, rüyasını arkadaşlarına anlattı ve 9
arkadaş, manastırda gömülü hazineyi aramayı
kararlaştırdı. Manastıra kazma, kürek ve gaz
maskeleri getiren kafadarlar, Bizans altınlarıyla
tarihi Osmanlı sikkelerini bulmak amacıyla
manastırın odalarından birini kazmaya başladı.
Bu sırada manastır binasını anıt ağaçlar da
bulunan bahçesiyle birlikte Vakıflar Genel
Müdürlüğü'nden 30 yıllığına kiralayan bir şirketin
yetkilileri, binada rehabilitasyon çalışması
başlattı. İnceleme yapmak için manastıra gelen firma
yetkilileri bekçinin şüpheli davranışlarından
şüphelenince 3 metre derinlikteki kuyuyu fark etti.
Şirket yetkililerinin ihbarıyla olay yerine gelen
polis, definecilere ait kazma, kürek ve gaz
maskelerine el koydu. Polis, telefonla ulaştığı
Salih K'yı Arnavutköy Polis Merkezi'ne davet etti.
Salih K, polis merkezine arkadaşlarıyla birlikte
gitti. Manastırda define aradıklarını kabul etmeyen
9 arkadaş, sorgularının ardından serbest bırakıldı.
Papaz okulu olarak kullanılan "Andonyan
Manastırı", 1860 yılında inşa edildi. Yıkılmaya yüz
tutmuş haldeki manastır, bir şirket tarafından
içinde anıt ağaçların da olduğu bahçesiyle birlikte
30 yıllığına kiralandı. Sokağın sonunda Ayios
Yeoryios Mezarlık Kilisesi ve Ortaköy Rum Ortodoks
Mezarlığı da bulunuyor.
Habertürk, Haber: Serhat Alaattinoğlu, 21.09.2009
|
SANTA HARABELERİ DEFİNECİ TEHDİDİ ALTINDA

İnanç turizmi açısından Doğu Karadeniz’in en
önemli turizm merkezi olmaya aday
Santa Harabeleri, defineciler yüzünden yok olma
tehlikesiyle karşı karşıya. Defineciler, harabelerin
içinde hazine ararken, tarihi de yok ediyorlar.
Gümüşhane’nin Kelkit havzası içinde yer alan Santa
harabeleri’nin (Dumanlı Köy) geçmişi 17. yüzyıla
kadar uzanıyor. Önemli
bir ibadet merkezi olan ve
yüzyıllarca sekiz kilisesi ile ziyaretçilere dini
hizmet vermiş olan Santa harabeleri, bugün kaderine
terk edilmiş durumda. 8 mahalleden 300’ü aşkın
yapıdan oluşan Santa harabeleri, aynı zamanda
yaylacılar tarafından da kullanılan bir yerleşim
bölgesi. Ancak bu yerleşim bölgesinin en büyük
derdi, yaylacılar gittikten sonra kış aylarında
başta kiliseler olmak üzere tarihi yerlerinin define
avcıları tarafından kazılarak tahrip edilmesi.
Yazları yaylaya çıkan ve orada
hayvancılıkla geçinen Adem Uzun, şunları anlatıyor:
“Yaz aylarında harabelerin olduğu yere geldiğimizde
tarihi binaları, zemininde çukur açılmış şekilde
buluyoruz. Santa’da bulunan kiliselerin
duvarlarındaki resimler de defineciler tarafından
kırılıyor, tahrip ediliyor. Burada sekiz mahallede
sekiz kilise bulunuyor, bu kiliselerden sadece bir
tanesinin tavanı sağlam. Tavanı sağlam olan kiliseyi
korumaya çalışıyoruz ama bölgeye sadece yaz
aylarında yaylacılık için geliyoruz. Kışın Santa’da
kimse kalmadığından defineciler gelerek tarihi
binaların içini kazıyor. Santa’yı gezen büyüleniyor,
ama yavaş yavaş yıkılıyor. Devletimizin gelip,
buradaki tarihe sahip çıkmasını istiyoruz.”
Santa harabeleri, Gümüşhane’nin Dumanlı Köyü
sınırları içinde ve bin 600 metre yükseklikte yer
alıyor. Kentin ne
zaman kurulduğu bilinmiyor ama
yazılı tarih, 17. yüzyıla kadar uzanıyor. Sekiz
kilisesi var. Taş işçiliğinin güzel örneklerini
oluşturan evlerin bugüne kadar yaklaşık 300’ü ayakta
kalmış. Demircilik ve gümüşçülüğün önemli bir sanat
olduğu Santa’daki 8 kiliseden bugüne kadar ancak 5’i
gelebilmiş. Binalar, tüm tahribat rağmen göz
kamaştırıyor.
Radikal, Haber: Fatih Kılıç, 21.09.2009
|
DÖRTYOL'DA TARİHİ ESER
KAÇAKÇILIĞI
Hatay'ın Dörtyol İlçesi'ndeki
operasyonda Bizans, Roma, İslam ve Ortaçağ
dönemlerine ait çok sayıda tarihi eser ele
geçirildi, 3 kişi tutuklandı.
Valilik İl Basın ve
Halkla İlişkiler Müdürlüğünden yapılan yazılı
açıklamaya göre, ihbarı değerlendiren Dörtyol
Jandarma Komutanlığı ekipleri, Yeşilköy beldesine
operasyon düzenledi.
Operasyonda, Bizans, Roma, İslam ve Ortaçağ
dönemlerine ait olduğu tespit edilen 130 adet sikke,
3 adet yüzük, çan ile çok sayıda muhtelif parça
tarihi eser ele geçirildi.
Gözaltına alınan Y.Y,
M.E. ile M.K, çıkarıldıkları mahkemece ''tarihi eser
kaçakçılığı yapmak'' suçundan tutuklandı.
Hatay Gündem,
20.09.2009
|
TARİHİ AHŞAP CAMİ, İLK GÜNKÜ İHTİŞAMINI KORUYOR
Trabzon'un Dernekpazarı
İlçesi Güney Mahallesi'ndeki
tarihi ahşap cami, 190 yıldır dimdik ayakta duruyor.
Camiyi ziyaret edenler yıllara meydan okurcasına
ayakta duran ve halen kullanılan camiyi görünce
şaşkınlıklarını gizleyemiyor. Caminin içinde ve
dışında kullanılan ahşap işlemelerin yıllardır
yıpranmamış olması, işlemelerde kullanılan zarafet
ziyaretçileri büyülüyor.
Caminin 1819 yılında mahalle halkı tarafından
yapıldığını söyleyen İmam Faruk Nafiz Özkan, 60
metrekarelik alanda 150 kişinin ibadet ettiğini ve
mimarının bilinmediğini söyledi. Caminin giriş
kapısı, hutbe, minber, kürsü, duvar, tavan ve
balkonundaki ahşap işlemeler dikkatleri çekerken,
işlemelerin yapıldığı tarihten bu yana bozulmaması
da görenleri hayrete düşürüyor
Zaman, Haber: Habib Oğanberdi, 20.09.2009
|
OSMANLI TARİHİNİ DEĞİŞTİREBİLECEK KAZI BAŞLADI

Osmanlı'nın Bizans İmparatorluğu'ndan ilk
fethettiği, Osman Bey'in da adına ilk hutbeyi
okuttuğu kale olan Karacahisar Kalesi'nde kazı
çalışmaları başladı.
Eskişehir Valisi Mehmet Kılıçlar, AA muhabirine
yaptığı açıklamada, Karacahisar Kalesi kazılarının,
Valiliğin desteği ve girişimiyle
Arkeoloji Müzesi Müdürlüğü'nün önderliğinde
ağustos ayında tekrar başladığını, ekim ayına kadar
da süreceğini söyledi.
Kazılarla birlikte kalenin restorasyon çalışmalarını
da sürdürmek istediklerini ifade eden Vali Kılıçlar,
şöyle konuştu:
"Restorasyon çalışmaları da kazıyı gerçekleştiren
Anadolu Üniversitesi (AÜ) Edebiyat Fakültesi Sanat
Tarihi Bölümü Başkanı Prof.Dr. Erol Altınsapan
gözetiminde olacak. Kazı çalışmaları dünyada ve
ülkede Osmanlı İmparatorluğu'nun başlangıcını ortaya
çıkartacak ilk bilimsel kazıdır. Bu hisar 1289
yılında Osman Bey tarafından ilk fethedilmiştir.
Kazının sonucunu bütün dünya bekliyor. Buradan
çıkacak sonuçlar çok önemli. Uluslararası sonuçlar
yaratacak bir kazı çalışması. Kazı çalışmalarına
Prof.Dr. Halil İnalcık'ı da davet ettik. Kazı
ekibine Prof.Dr. İnalcık'ın isteğiyle doktora
öğrencisi arkeolog Fahri Dikkaya dahil edildi.
Prof.Dr. İnalcık'tan da kazıyı incelemesini istedik."
Prof.Dr. Altınsapan da Selçuklular tarafından İç
Anadolu Bölgesi'nin kuzeyine yerleştirilen Ertuğrul
Gazi'nin yönettiği Kayı boyunun, zamanla kendi adına
Bizanslılara karşı akınlara başladığını belirterek,
Karacahisar Kalesi'nin Ertuğrul Gazi'nin oğlu Osman
Gazi tarafından Bizanslıların elinden fetihle
alındığını ifade etti.
"Karacahisar Kalesi, 1288'da Osmanlı
İmparatorluğu'nun ilk fethettiği kaledir" diyen
Prof.Dr. Altınsapan, şöyle devam etti: "Kaledeki
ilk kazılar 1999 yılında Prof.Dr. Halil İnalcık'ın
önderliğinde, dönemin AÜ Edebiyat Fakültesi Sanat
Tarihi Bölüm Başkanı Prof.Dr. Ebru Parman
tarafından başlatıldı. Kazı çalışmaları 2002-2005
arasında devam etti. Kazıların sağlıklı olması için
daha çok kaynağa ve işçiye gerek vardır. Sayın
Valimiz Mehmet Kılıçlar, bize bu anlamda çok büyük
güvence verdi."
Prof.Dr. Altınsapan, fethedildiği günden bugüne
kadar kale içinde bir yapılaşmanın bulunduğunu ifade
ederek, çalışmaların 60 dönümü kapsayan kalenin
yerleşim alanında sürdürüldüğünü bildirdi.
Kaleye bağlı yerleşim alanlarının yaklaşık 200
dönüme yayıldığını anlatan Prof.Dr. Altınsapan,
şunları kaydetti:
"Öncelikli hedefimiz kale içindeki yerleşim dokusunu
ortaya çıkartmak. Karacahisar Kalesi'nin fethi
Osmanlı İmparatorluğu'nun başlangıcındaki en önemli
olay. Karacaşehir ilk hutbenin okunduğu yerdir.
Kalenin iç suruna dayalı iş atölyelerini de gün
yüzüne çıkarttık. Kalenin fethedilmesi, Osmanlı'nın
Bizans'a büyük bir rakip olacağının göstergesi oldu.
Karacahisar Kalesi, Osmanlı'nın İznik'ten Edirne'ye
kadar olan fetih sürecinin başlangıcıdır. Kazı
sonucunda Osmanlı tarihi değişebilir. Prof.Dr.
Halil İnalcık da Karacahisar'dan (Osmanlı'nın ilk
başkenti) diye söz ediyor.
Karacahisar'da erken Osmanlı kent yerleşimi
bulunuyor. Çalışmalarda kalede bir iç surun
bulunduğunu ortaya çıkarttık. Surun kuleleri de
ortaya çıktı. Daha sonra kalenin ana kısmına geçip,
yapacağımız sondajlarla çalışmalara devam edeceğiz.
Yüzey araştırmasında, çevrede onlarca yapının temel
izlerini gördük. Mezarlık olduğunu düşündüğümüz
yerler de var."
Cnn Türk, 20.09.2009
|
GEMİCİLİK TARİHİNE YENİ IŞIK
Yenikapı’daki kazılarda İstanbul’un denizcilik tarihine ışık tutacak bir tekne kalıntısı daha bulundu. Kalıntının 1500 yıllık ve dönemin en büyük kargo gemisine ait olduğu sanılıyor.

Marmaray metro projesi kapsamında Yenikapı’da sürdürülen ve bugüne kadar 34 batığa ulaşılan arkeolojik kazılarda, 6. yüzyıla ait 35-40 metre büyüklüğünde yeni bir batık gün yüzüne çıkarılıyor. Batıkların “en eski tarihli ve en büyüğü” olarak nitelendirilen kargo gemisinin, bugüne kadar bulunan batıkların en önemlisi olduğu vurgulanıyor.
İlk kez Milliyet’in görüntülediği tarihi batığı yerinde gören Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün de heyecanını gizleyemediği belirtiliyor.

Kazı ekibini heyecanlandıran ve etrafı açıldıkça büyüklüğü daha da net anlaşılacak batık, büyük bir titizlikle ortaya çıkarılıyor. Ahşapların ıslatılmaması halinde sertleşerek 2-3 gün içinde parçalanma riskini göz önünde bulunduran kazı ekibi, çalışmalara ara verdiği süreçte batığın düzenli olarak ıslatılmasını sağlıyor. Özel bir sistem ile akşamları aralıklı olarak ahşapların üzerine su bırakılıyor. Gündüz ise sulama işçiler tarafından hortumla gerçekleştiriliyor.
Batığın etrafında fırça, mala ve elle yapılan temizlik sırasında çok sayıda insan ve hayvan kemikleri ile anfora da bulundu. Batığın etrafında bulunan kemikler laboratuvarda inceleme altına alınacak.
Batık tamamen ortaya çıkarıldıktan sonra İstanbul Üniversitesi uzmanlarınca havuza alınarak konservasyonu yapılacak.

İstanbul’un denizcilik tarihi açısından büyük önem arz eden batığın metro istasyonu içinde yapılması planlanan müzede sergilenmesi düşünülüyor.
İstanbul Arkeoloji Müzeleri arkeologları Sırrı Çömlekçi ile Mehmet Ali Polat tarafından sürdürülen kazıların ne kadar devam edeceği ise henüz belli değil. Alanı Milliyet’e gezdiren iki arkeoloğun da ortak görüşü, İstanbul’da şehir arkeolojisinin Yenikapı kazıları sayesinde çok ilerlediği yönünde.
İstanbul Arkeoloji Enstitüsü’nün Yenikapı’da yapılacak metro binası içinde kurulmasının yerinde olacağını söyleyen arkeologlar, aynı zamanda bir şehir müzesine de ihtiyaç olduğunu vurguladılar.

Döneminin en büyük gemilerinden biri olduğunu vurgulayan Arkeolog Mehmet Ali Polat şu bilgileri verdi: “Cemal Pulak hoca, Yenikapı-1 batığının yaklaşık 380 groston yük kapasiteli olduğunu belirtiyordu. Bu batık ondan 3 kat büyük. Döneminin şilebi gibi. Bildiğimiz kadarıyla daha önce bu kadar büyük bir gemiye batık olarak rastlanılmadı. Yenikapı kazıları, dünyada en çok batık çıkan kazı unvanına sahip oldu. İstanbul tarihi için inanılmaz bir fırsat doğdu.”

Yenikapı’da kalıntıları ortaya çıkarılan arkeolojik gemi sayısı 34’e yükseldi. En son ortaya çıkarılan batık, bulunanların en büyüğü. Özel alanlarda korumaya alınan gemi parçaları, kuruyup parçalanmamaları için düzenli olarak ıslatılıyor.
Milliyet, Haber: Ömer Erbil, 20.09.2009
|
"BİZİ YOĞUN İLGİ BATIRIYORDU

Geçtiğimiz aylarda bilimsel ve kültürel anlamda
çok heyecan verici bir olay yaşandı. Arkeologlar,
inşa ettikleri ilkel savaş gemisiyle Foça'dan
Marsilya'ya gitti. Olay, dış basında büyük yankı
uyandırdı. Tarih canlandı. Dünya basınında da
oldukça ilgiyle karşılandı. Yapılan eylemin öneminin
topluma yansıyandan fazla olduğunu düşündük ve daha
ayrıntılı ele alabileceğimiz bir yazı dizisi yapmaya
karar verdik. Bir grup bilim adamı, deneysel
arkeoloji adı altında 2 bin 600 yıl önce kullanılan
savaş gemilerinin bir benzerini inşa ederek,
Foça'dan Marsilya'ya kürek ve yelkenlerle zorlu bir
yolculuk gerçekleştirdi. Yolcular konakladıkları
limanlarda büyük coşkuyla karşılandılar. Ancak kimi
Avrupalıların, Türklerin Arap kültürüyle yaşadığını
sandıklarını görerek şaşırdılar. Yanlarında
kadınların da olduğunu görüp şaşıranlar olmuş. Bu
olay bana 18. yüzyılda ünlü türk diplomat 28 Mehmet
Çelebi'nin Paris büyükelçiliğine atandığında
yaşadıklarını anımsattı. 28 Mehmet Çelebi anılarını
anlattığı kitabında Osmanlı'nın ününü duyan ama
nasıl insan olduklarını bilmeyen Avrupa halkının
kendisine nasıl davrandıklarını anlatır. Bir limana
girdiği zaman yöre halkının büyük kalabalıklar
halinde kendisini karşılamaya geldiğini,
Ramazan'da iftarını nasıl açtığını merak eden
binlerce kadının süslenip, tiyatro ya da operaya
gider gibi elçimizin iftarını izlemeye koştuğunu, bu
seyrin sahura kadar sürdüğünü söyler. Buna üzülmeli
mi, sevinmeli mi? Bilimadamlarımızın bu girişimi
takdir gerektirirken, kendimizi hala Avrupalı halka
tamamen anlatamamış olamamamız da acı bir durum.
Projeyi hayata geçiren Arkeoloji Profesörü Hayat
Erkanal ve Arkeolog Osman Erkurt ile konuştuk.
Önce Prof. Erkanal ile Urla'daki kazı evinde
buluştuk. Bir bilim merkezinden çok kendinizi
harikalar diyarında hissettiğiniz bir ortam yaratmış
Erkanal. Üzerinde nilüferlerin olduğu, içinde
balıkların yüzdüğü havuzlar, birçok cins tavuk ve
tavşanlar, kediler. İnanılmaz bir çalışma ortamı.
Bir yanda öğrenciler harıl harıl çalışıyorken biz
hocayla konuşmaya başladık.
- Sayın Erkanal, Foça-Marsilya yolculuğu projesi
nasıl başladı?
Ben bu olayı bir çeşit deneysel arkeoloji
olarak algıladım. 2 bin 600 yıllık bir tekne ile
Foça'dan çıkacaksınız Yunanistan adalarından
bazılarını kat edeceksiniz, Yunanistan'ın batısından
Arnavutluk'a çıkacaksınız. Orada İtalya'nın Güney
sahillerini takip edeceksiniz, Fransa'nın güney
sahillerini takip edeceksiniz, Marsilya'ya kadar
gideceksiniz. Tabii böyle bir olayın böyle bir
tekneyle yapılıp yapılmaması, yapıldığı taktirde ne
tür güçlüklerin ortaya çıkabileceğini bilmiyorduk.
Bunu yaşamak, dolayısıyla da deneyimler elde etmek
benim için en büyük bir olaydı.
- Arkeoloji deyince daha çok kazı yapan
insanlar akla geliyor, deneysel arkeoloji pek
yapılmıyor değil mi?
Evet bu tür çalışmalar fazla yok ne yazık ki. Ancak
önümüzdeki yıllarda deneysel arkeolojiyi daha farklı
boyutlarda ele alacağız. Mesela arkadaki araziye
oluşturacağımız arkeoparka MÖ 3000-5000 sene
öncesinin bir evini yapacağız. O evde nasıl yemek
yeniyordu, nasıl ekmek yapılıyordu, nasıl kumaş
dokunuyordu, nasıl yaşanıyordu. Bunları hem halka
göstereceğiz hem de isteyen bunları uygulayabilecek.
- Turizm amaçlı bir şey mi olacak?
Turizmin yanı sıra halkımızın tarihine sahip çıkması
açısından da önem taşıyor. Bir parça canlandırarak,
bir parça deneylerin içine sokarak yapmayı
amaçlıyoruz. Eğer gerçekleştirebilirsek Türkiye'de
bir ilk olacak bu. Daha önceden de Uluburun teknesi
projemiz vardı. O daha eski bir tekneydi. 3 bin 500
yıllık bir tekne ile dokuz gün dokuz gece süren bir
yolculuk yaparak Doğu Akdeniz'e gittik, güney
sahillerini dolaştık. O daha ilkel bir tekneydi,
kürekleri yoktu ve daha hantaldı. Ondan pek çok
notlar aldık. Bu tip teknelerin güvertesinin
olmadığı iddia edilirdi. Muhakkak güvertelerinin
olması gerektiğini ortaya koyduk. Güvertesi olmazsa
bu teknelerin bir hafta yolculuk yapabileceğini
düşünmek hayal olur. Bir gün dahi denizde yol kat
edemezler. Çünkü özellikle Ege denizinde Akdeniz'de
de fırtına çok fazla oluyor ve dalga boyu çok yüksek
oluyor. Aşağı yukarı altı metre dalga boyunu hem
Akdeniz'de yaşadık hem de Marsilya'ya giderken Ege
denizinde yaşadık. Böyle bir durumda teknenin içi
hemen suyla dolacak dolayısıyla bırakın içindeki
kargonun bozulmasını, insanların yaşamasını, tekne
alabora olacak. Onun için deneyerek
gerçekleştiriyoruz. Yolculuğumuzun nedenlerinden
biri bu.
İkincisi tarihi bir gerçek var. Biliyoruz ki
milattan önce 6. yüzyılda yani günümüzden 2 bin 600
yıl önce Foçalılar İranlıların da etkisiyle Anadolu
topraklarını terk ediyorlar ve çeşitli bölgelerde
koloniler kuruyorlar. Yunanistan'da, İtalya'da
kuruyorlar ve bunlardan birisi de Marsilya. Zaten
Marsilya limanına gittiğiniz zaman limanında bulunan
pirinç plakette, "Bu şehir MÖ 600 yılında
Anadolu'dan gelen 'Phokaialı'lar tarafından
kurulmuştur" yazar. Bu yazı, projenin çıkış
noktasını oluşturması açısından çok önemlidir. Bu
olayı canlandırmak gündeme getirmek istedik.
- Fransa'da Türk yılı olmasının da etkisi
var mı?
Evet üçüncü neden de bu. Biz de bir katkıda bulunmak
istedik. İki ülkenin dış işleri bakanlığı da bu
projeyi destekliyorlardı. Ama bu arada çok hoşumuza
giden olaylar da gerçekleşti. Halk tarafından büyük
bir sevgiyle karşılaştık. Yunanistan'da, İtalya'da
Fransa'da olsun tekneyi binlerce insan gelip ziyaret
etti. Hatta tekne, zaman zaman batma tehlikesi
atlattı. O kadar insan üzerine çıktı ki. Grup grup
almaya başladık insanları, kuyruğa girdiler.
Konakladığımız yerlere hep güzel mesajlar götürdük.
Genelde geceleri konaklıyorduk. Gündüzleri yol
alıyorduk. Hatta zaman zaman çeşitli nedenlerler de
birkaç gün konakladığımız limanlar da oldu. Aşağı
yukarı yirminin üzerinde yerde konaklama yaptık.
İşin en güzel tarafı da insanlar arasında çok güzel
ilişkiler kurmamızdı.
Teknede seyahat eden arkadaşlarımızın önemli bir
kısmı Urla'dan. Dolayısıyla Urla ile bazı
belediyeler arasında özellikle İtalya'daki şehirler
arasında bir takım kardeşlik ilişkileri de kurmayı
planladık. Bu da seyahatin insanlar arasındaki
dostluk açısından bir meyvesi olacak.
- Biraz tekneden bahseder misiniz?
Tekne, bir savaş teknesi. Yelkeni dışında on çift
küreği var. Tabi savaş teknelerinde kürekler daha
çok savaş anlarında kullanılıyor. Ve önünde bronzdan
bir mahmuzu var. Bu mahmuz, hızla kürek çekmek
suretiyle düşman gemilerine hızla bindiriyor ve su
alıp batmasını sağlıyor. İnsanlar bu kadar uzun
mesafe kürek çekemezler ama savaş sırasında kürek
çekilmesi lazım. Savaş sırasında yelkenleri açayım
da düşman tarafına meyledeyim diyemezsiniz. Bu
yüzden en önemli faktör kürek oluyor. Seren
dediğimiz tek parçadan oluşan dikdörtgen şeklinde
yelkeni var. Tabi bu yelkenler şimdiki yelkenler
gibi değil. Ancak rüzgar bir taraftan geldiği
taktirde tekne hareket edebiliyor. Şimdi yandan da
gelse karşıdan da gelse yelkenler hareket
edebiliyor. Bizimki eski bir geleneği yansıttığı
için böyle. Aşağı yukarı 25 personelle yola çıktık,
20'si kürekçi. Bir de şunu kontrol etmek istedik
'böyle bir tekne iki aylık bir yolculuğa dayanır mı
dayanmaz mı?' nitekim dayandı. Hatta daha çok yol
alabilecek bir durumu var teknenin. Teknelerin
aslında sedir ağacından yapılması gerekiyordu ancak
sedir ağacını şu anda Türkiye'de bulmak mümkün
değil. Onun için bu tekne çamdan yapıldı. Ama buna
rağmen beş-altı metre dalgalara dayandı.
- Teknede kimler vardı?
Öğrenciler vardı, arkeologlar vardı, doktor vardı.
Ben bilimsel danışman olarak görev aldım. Osman Bey(Erkurt)
hem teknenin inşa edilmesinde bulundu hem
kaptanlığını yaptı. Yelkenciler de vardı. Yaklaşık
25 kişiydik.
Yeni Asır, Haber: Hüseyin Yiğiter, 20.09.2009
|

|
YENİCE'DE TARİHİ ESER OPERASYONU
Çanakkale’nin Yenice İlçesi'ne bağlı Nevruz Köyü'nde tarihi eser kaçakçılığı yaptığı iddiasıyla 5 kişi gözaltına alındı.
Edinilen bilgiye göre Nevruz Köyü'nde bazı kişilerin tarihi eser kaçakçılığı yaptığı ihbarını alan Jandarma ekipleri gerçekleştirdikleri operasyonda Ö.A, B.G, B.K, H.T ve M.Ö’yü gözaltına aldı. Adli makamlarca alınan soruşturma izniyle yapılan takip sonucu şahısların evlerinde yapılan aramada 3 adet uçları yılanbaşı ve bronz olduğu değerlendirilen bilezik, 3 adet bronz küpe, 5 adet ay şeklinde bronz obje parçası, 2 adet helezon şeklinde bronz obje parçası, 1 adet dedektör ve 1 adet kulaklık ele geçirildi.
Şüphelilerden Ö.A, B.G ve H.T Cumhuriyet Savcısı’nın talimatıyla alınan ifadelerine müteakip serbest bırakılırken; M.Ö ve B.K ise Cumhuriyet Savcılığı’na sevk edilmek üzere gözaltına alındı.
Çanakkale Kent Haber, 19.09.2009
|
POLİSTEN TARİHİ ESER
OPERASYONU
Ağrı'nın Eleşkirt
İlçesi'nde güvenlik güçleri tarafından yapılan yol
kontrollerinde bir otomobilde çok sayıda tarihi eser
ele geçirildi.
Edinilen bilgiye göre
Eleşkirt Aydıntepe Köyü yol güzergahında güvenlik
güçleri tarafından yapılan yol kontrollerinde İ.A.
yönetimindeki otomobil durdurularak arama yapıldı.
Otomobilde yapılan
aramalarda, 876 adet çeşitli ebatlarda bronz ve
bakır sikke, 1 adet demir haç kolye, 11 adet bronz
bakır yüzük, 1 adet bronz renkli kolye parçası, 1
adet bakır kolye, 1 adet toprak çeşme başı, 1 adet
sarı renkli kapı tokmağı ele geçirildi.
Yakalanarak gözaltına
alınan araç sürücüsü İ.A.'nın ifadesi alındıktan
sonra serbest bırakıldığı ve olayla ilgili
soruşturmanın devam ettiği kaydedildi.
Ağrı Kent Haber,
18.09.2009
|
PATARA TARİHÇİLERİ ŞAŞIRTIYOR
Dünyanın bilinen ilk
demokratik meclisi, ayakta kalan en eski deniz
feneri ve bugünün teknolojisine uygun su yollarıyla
Patara tarihçileri şaşırtmaya devam ediyor...
Antalya'nın Kaş İlçesi'ndeki antik kentte yapılan
kazıların bu yılki etabı da sona erdi.
1988 yılından bu yana süren kazı çalışmalarında
tempo bir an olsun düşmüyor... Zira, Likya
Uygarlığı'nın başkenti Patara Antik Kenti'nde
bulunan her eser, dönemin yaşam biçimi ve
teknolojisi konusunda tarihçilerde heyecan
uyandırıyor.
Çalışmalar Akdeniz ve Anadolu Üniversiteleri ile
Almanya Mainz Üniversitesi'nin ortaklığıyla
gerçekleştirildi.
Kazı Başkanı Prof.Dr.Havva İşkan Işık, "Likya
dönemi Bey Sarayı'na yönelik olarak çalışmalarımızı
gerçekleştirdik. Bunun yanında meclis binasının
restorasyonu ve diğer alanlardaki sağlıklaştırma
etkinliklerimiz de devam etti. Çok başarılı bir
sezon geçirdiğimize inanıyoruz." dedi.
Patara kazı çalışmalarında bu yıl Kibele, Hades
ve Afrodit heykelleri bulundu.
Su yolunun şehiriçi bölümü ve çarşı bölgesindeki
4 dükkan da ortaya çıkarılarak restorasyona hazır
hale getirildi.
Trt/Haber, 17.09.2009
|
13 - 19 Eylül 2009
|
169 YILLIK MARKİZ ZAMANA YENİLDİ, PASTASI TARİH OLDU
80'li yılların sosyetesinin uğrak yeriydi Markiz Pastanesi. Kadınlar en şık kıyafetlerini giyinir, erkekler en şık aksesuarlarını takar Markiz'de çikolata, pasta yemek ya da limonata içmek için buluşur mekanın zevkini çıkarırdı. Ancak zaman öyle hızlı geçti, nesiller öyle keskin kabuk değiştirdi ki bugün Markiz'in o dillere destan pasta ve çikolatalarının yerinde hamburger ve makarna, Markiz yazan kapısının üstünde ise kocaman bir Yemek Kulübü yazısı duruyor. 169 yıllık tarihinin dördüncü değişimini yaşayan Markiz'den geriye sadece adı kalmış gibi görünüyor.
Haşim Erhan Abaz ve Ufuk Yağcı ortaklığındaki Kahveci Gıda'nın Yönetim Kurulu Danışmanı Burak Alparslan, Beyoğlu caddesinin ihtiyaçlarını karşılamak adına Robert's Coffee'yi Yemek Kulübü'ne dönüştürdüklerini söyledi. Sigara yasağından sonra karlılıklarında azalmalar yaşandığını dile getiren Alpaslan, "Robert's Coffee kar etmiyordu. Sigara yasağı da üstüne gelince insanların uygun fiyata yemek yiyebileceği bir café-restoran konsepti oluşturmaya karar verdik. Yemek Kulübü caddenin gerçeklerine daha uygun" dedi.
1840'TA Passage Oriental adı ile açılan Markiz, sanatçılar ve entelektüellerin uğrak yeriydi. 2003'te Aksoy Grubu ile restore edilerek yeniden hayata döndü. Pasajın giriş katında bulunan Markiz Pastanesi ise eski dokusu aynen korunarak kapılarını açtı. Ancak Aksoy Holding istediği karlılığa ulaşamayınca Markiz'i kapattı. 2006'da bu kez İngiliz bir şirkete satılan Markiz'i Kahveci Gıda kiraladı. 2007'de Robert's History Markiz olarak açılan mekan yine kar etmeyince ucuza yemek yeme konseptli Yemek Kulübü olarak işletilmeye başlandı.
Sabah, Haber: Pınar Çelik, 19.09.2009
|
 |
İŞTE II. ABDÜLHAMİD'İN
AİLE ALBÜMÜ

Osmanlı’nın en
çalkantılı döneminde saltanat süren Sultan II.
Abdülhamid’in aile fotoğraflarından oluşan albümü
kitap oldu.
Yıldız Sarayı’ndaki
gündelik hayatı da yansıtan fotoğraflar, şehzade ve
sultanların giyim,
yaşam şekillerine ışık tutuyor.
Osmanlı tarihinin en
tartışılan padişahlarından biri olan II.
Abdülhamid’in aile fotoğraflarından oluşan albümü
kitap haline getirildi.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi
Kültür AŞ tarafından 1.5 yıllık çalışma sonucunda
hazırlanan “Sultan II. Abdülhamid’in Aile Albümü”,
“Sultan II. Abdülhamid Han Arşivi İstanbul
Fotoğrafları” ve “Sultan II. Abdülhamid’in
Arşivinden Dünya” isimli kitapların ardından,
serinin üçüncü kitabı...
II. Abdulhamid’in fotoğraf arşivindeki 36 bin 535
kare fotoğrafın üç kişilik ekip tarafından tek tek
incelenmesi sonucu seçilen 138 fotoğrafın yer aldığı
albüm, II.
Abdülhamid’in ailesiyle ilgili ilk albüm çalışması.

Kuşe kağıda baskılı 198
sayfalık kitap, Osmanlı’nın en çalkantılı döneminde
33 yıl saltanat süren II. Abdülhamid’in hayatına
dair bilgilerle başlıyor. Şehzadeler ve sultanlar
bölümünde ise Sultan II. Abdülhamid, Sultan
Abdülaziz ve Sultan
Abdülmecid’in aileleriyle ilgili bilgiler yer
alıyor. II. Abdülhamid ile Sultan Abdülaziz’in
soyağaçlarına da kitapta yer veriliyor.
“Yıldız
Sarayı’ndan Kesitler” bölümünde ise
saraydaki köşklerden kasırlara, bahçelerden ziyafet
salonuna kadar birçok farklı fotoğraf bulunuyor. Bu
bölümde silahhane ve saraya davet edilen
tiyatro grupları
ile şehzadelerle birlikte sünnet ettirilen fakir
çocukların fotoğrafları yer alıyor. Bu bölümde
ayrıca Sultan’a arz edilen mücevherlerden
bazılarının fotoğrafları bulunuyor.

Kitabın ikinci bölümünde
II. Abdülhamid ile tahttan indirilerek öldürülen
amcası Abdülaziz’in çocuklarının fotoğrafları yer
alıyor. II. Abdülhamid’in oğlu Mehmet Selim Efendi,
kızları Zekiye Sultan ve Naime Sultan ile Sultan
Abdülaziz’in oğulları Mahmud Şevked Efendi, Mahmud
Seyfeddin Efendi, son Halife Abdülmecid Efendi ve
kızları Emine Sultan, Nazime Sultan, Esma Sultan’ın
çocukluk fotoğrafları bu bölümde bulunuyor. Albümde
ayrıca Abdülhamid’in oğlu Mehmed Selim Efendi’nin
askeri üniformalı, elinde kitap ve çiçek tutarken
çekilmiş birçok fotoğrafının yanı sıra Sultan
Abdülaziz’in çocukları Mahmud Şevked Efendi, Mahmud
Seyfeddin Efendi ile son Halife Abdülmecid
Efendi’nin de tek tek ve birlikte çekilmiş çok
sayıda çocukluk fotoğrafı yer alıyor.
Milliyet, Haber: Şakir
Aydın, 19.09.2009
|
 |
TARİHE IŞIK TUTAN TABAK
Okyanusun derinliklerindeki Ertuğrul Fırkateyni’nde üç yıldır devam eden kazı çalışmalarında ortaya çıkarılan bir porselen, Japon sanat tarihine ışık tutuyor.
119 yıl önce, Japonya’nın güneyinde Oshima Adası açıklarında kayalıklara çarparak parçalanarak Osman Paşa ve 550 denizciyle okyanusun derinliklerine gömülen Ertuğrul Fırkateyni’nde 3 yıl önce başlatılan kazılarda çıkan eserler, Japonlar’ı şaşkına çevirdi.
Japonya’nın Kuşimoto Kenti’nde 3 yıl önce başlayan ve Sualtı Arkeolojisi Enstitüsü ile Bodrum ve Karya Kültür ve Tanıtım Vakfı’nca kaptan Tufan Turanlı başkanlığında sürdürülen ‘Ertuğrul Fırkateyni Japonya’da Bir Türk Gemisi Projesi’nde 40 metre derinlikteki fırkateynden çıkarılan 3 bin 519 eser arasında yer alan 1 porselen, tarihçileri şaşırttı. Japonya’da 1860’lı yıllarda ünlü porselen ustası Yokohoma’nın yaptığı ve üzerini imzaladığı porselen tabağı İmparator Meiji‘ye verdiği anlaşıldı. İmparator Meiji’nin de bu tabağı kendisini ziyarete gelen Ertuğrul Fırkateyni’nin komutanı Osman Paşa’ya hediye ettiği tek tabak olduğu ortaya çıktı.
Japon tarihçiler, Kuşimoto Ertuğrul Araştırma Merkezi’nde yapılan konservasyon çalışmaları sırasında ortaya çıkan gerçeğin ardından kazı başkanı Turanlı’yı ziyaret ettiler.
Japonya devlet televizyonu NHK’nin genel yayın yönetmeni Tadashi Yanagisawa, porselenin tarihini anlatan 12 dakikalık belgesel hazırlatarak yayınladı.
Milliyet Ege, Haber: Yaşar Anter, 19.09.2009
|
SABIKALI ÇOBAN AFRODİT
HEYKELİNİ SATARKEN YAKALANDI
Definecilerden çalınan
ve 100 bin dolara satılmak istenen Afrodit
heykelleri, İstanbul Ataşehir'deki operasyonla ele
geçirildi.
2050 yıllık geçmişi olan
HeLlenistik dönem eserlerini satmak için polisle
sıkı pazarlığa giren zanlının emniyette kaydı
bulunan ve çobanlık yapan B.Ö. olduğu tespit edildi.
MÖ 30 ile 300 yılları
arasına ait, killi topraktan yapılan 20-25 santim
boyundaki Afrodit heykelleri, güzellik ve aşkı
temsil ediyor.
Zaman, 19.09.2009
|
|
 |
NE OLURSAN GEL AMA ŞORTLU GELME
Konya’da Mevlana Müzesi’nde ziyaretçiler için kılık- kıyafet düzenlemesi getirildi.
Müze’nin girişine asılan ‘Huzur-ı Pir’ (Pir’in Huzuru) başlıklı uyarıcı tabelada, ‘şortla girilmemesi’ maddesi de yer aldı. Kültür ve Turizm İl Müdürü Mustafa Çıpan, Mevlana Müzesi’nde uyarı yazıları bulunmasına rağmen ziyaretçilere, kılık kıyafet konusunda herhangi bir zorlamanın söz konusu olmadığını belirtti. Mevlana Müzesi’nde bir dönem şortla gelen yabancı kadın ve erkek turistlere, uzun etekler verilerek müzenin içerisine girmeleri sağlanırken, kamuoyunda oluşan tepkiler nedeniyle bu uygulamaya son verilmişti.
Hürriyet, Haber: Mehmet Kayhan Yıldız, 19.09.2009
|
TARSUS'TA MS 2. YÜZYILA
AİT ARAMA ÇALIŞMALARI BAŞLADI
Tarsus’ta Roma dönemine
ait MS 2. yüzyıla ait mezarların
olabileceği düşüncesi ile ön çalışmalar başlatıldı.
Tarsus Arkeoloji Müze
Müdürlüğü ve Mersin Üniversitesi Arkeoloji Bölümü
Bilimsel Danışmanlığı
başkanlığında Köylü Garajında mezar alanı olup
olmadığı arkeolojifizik
yöntemler ile incelenmeye başlandı. Mersin Üniversitesi
Arkeoloji Bölüm Başkanı Prof.Dr. Serra Durugönül,
tarihi potansiyeli her zaman göz dolduran Tarsus’ta,
böyle önemli bir çalışmayı başlatıyor olmaktan
mutluluk duyduklarını söyledi.
Roma dönemine ait MS 2. yüzyılın sonlarına ait mezarların
olabileceği düşüncesi ile çalışmaları
başlattıklarını söyleyen Durugönül, “Tonuzlu ve çok
katlı mezarları Küçük Asya olarak tabir edilen
Türkiye sınırları için çok sık rastlanabilir mezar
türü değildir. Bu da kentin Roma dönemindeki
ihtişamını gösteriyor”dedi.
Mersin Üniversitesi
Arkeoloji Bölüm Başkanı Prof.Dr. Serra Durugönül,
Tarsus Köylü Garajı'ndaki mezarların çıkması halinde
kamulaştırma mümkün olduğu takdirde kazı çalışmaları
için Turizm Bakanlığına gerekli başvuruların
yapılacağını vurgulayarak, “Kamulaştırma durumundna
kimse mağdur edilmez”dedi.
Arkeolojifizik
çalışmalarının yaklaşık bir hafta gibi süreceği
öğrenilirken, Tarsus Köylü Garajı'ndaki mezar arama
çalışmalarına Tarsus Müze Müdürü Abdulbari Yıldız ve
diğer uzman kişilerde katıldı.
Tarsus Haber, 17.09.2009
|
SELÇUK KALESİ BİR TEHLİKE DAHA ATLATTI
İzmir'in Selçuk İlçesi'ndeki Ayasuluk Kalesi'nin batı yamacındaki yangın keleye ulaşmadan söndürüldü.
İzmir'in Selçuk İlçesi'ndeki kalenin (Ayasuluk Kalesi) batı yamacındaki zeytinliklerdeki kuru otların yanmasıyla başlayan yangın rüzgarın etkisiyle kale surlarına doğru yayıldı. Yakında olan itfaiye araçlarının yangına erken müdahale etmesi ve Ayasuluk kazısı çalışanlarının da yangın söndürme çalışmalarına katılması sonucunda alevler kaleye ulaşmadan söndürüldü.
Çocukların kuru otları yakması sonucunda başlayan yangında 3 dönüm civarında zeytinlik zarar görürken ölen ya da yaralanan olmadı
Selçuk Bölge Haberleri, 17.09.2009
|

|
YANLIŞ ADIMLAR

Selçuklu
Belediyesi'nin Sille'deki Aya Eleni Kilisesi'ni
restore ettirmesi ile Kültür ve Turizm
Müdürlüğü'nün Mistik Müzik Festivali'nde Şaman
ayinine yer verilmesi tepki çekiyor.
İstiklal Marşı Derneği
Konya Şube Başkanı Durmuş Küçükşakalak, Konya’da yapılacak olan Mistik Müzik
Festivali’nde kültürel bir birliktelik sağlamaktan
ziyade Türk-İslam kültürünün orijinal bir
tarafının olmadığının ima edilmeye çalışıldığını
söyledi. Küçükşakalak, “Bu festivalde şamanizmden,
budizmden, Hıristiyan ilahilerinden örnekler
sunulacak. Bu da tamamen ideolojik fikirlere dayanan
bir projedir” diye konuştu.
Türkiye’nin dört bir yanında yapılan kültürel
araştırmalarının temelinde siyasal bir ideolojinin
yer aldığını aktaran Şube Başkanı Durmuş
Küçükşakalak, buradaki amacın kafalarda ‘Türklerin
yaşadığı ve adına Türkiye dedikleri bu topraklar
kimindir’ sorusunu oluşturmak olduğunu ifade etti.
Küçükşakalak bu tür çalışmaların Türk kültürünü
ilgilendiren her alanda devam ettiğini belirtti.
İdeolojik bir eksende düşünüldüğünde Sille’de
bulunan Aya Eleni Kilisesi’nin Selçuklu Belediyesi
tarafından restore edilmesinin de tamamen siyasal
emellere dayanan bir çalışmanın ürünü olduğunu
anlatan Küçükşakalak, “Yine İstanbul 2010 Avrupa
Kültür Başkenti olmaya hazırlanıyor. İstanbul’un
amblemlerindeki minarelerin kesilmesi yapılan
yanlışlıkları gösteriyor” dedi.
İstiklal Marşı Derneği Konya Şube Başkanı Durmuş
Küçükşakalak, Türkiye’nin barındırdığı kültürel
değerler gün yüzüne çıkarılırken ideoloji arayışına
gidildiğini söyledi
İstiklal Marşı Derneği Konya Şube Başkanı Durmuş
Küçükşakalak, Türkiye’nin barındırdığı kültürel
değerlerin gün yüzüne çıkarılması konusunda son
yıllarda ciddi çalışmalar yapıldığını bildirdi.
Yapılan bu çalışmaların temelinde kültürel bir değer
sunmaktan ziyade siyasi ve ideolojik bir oluşumun
yer aldığını dile getiren Durmuş Küçükşakalak,
Sille’de bulunan Aya Eleni Kilisesi’nin restore
edilmesinin de bu siyasi ve ideolojik düşüncenin bir
parçası olduğunu söyledi. Türkiye’nin her yerinde
aynı çalışmanın yürütüldüğünü anlatan Durmuş
Küçükşakalak, “1960 yılından sonra ülkenin birçok
yerinde olduğu gibi Konya’da da hummalı bir şekilde
tarihi değer taşıyan yerlerde araştırma başlatıldı.
Bu bağlamda Çatalhöyük’te bugün de devam eden
araştırmalar başlatıldı. Buradaki araştırmalar
kültürel değerlerin gün yüzüne çıkarılmasını
sağlamaktan ziyade akıllarda ‘Türklerin yaşadıkları
ve adına Türkiye dedikleri toprakların asıl sahibi
kimdir?’ sorusunu gündeme taşımaktır. Yapılan
çalışmalarla da bu soru amacına yavaş yavaş
ulaşmaktadır” diye konuştu.
Sadece yapılan arkeolojik kazılarda değil kültürel
konuları ilgilendiren her alanda bu ideolojinin
yürütüldüğüne dikkat çeken İstiklal Marşı Derneği
Konya Şube Başkanı Durmuş Küçükşakalak, Konya için
‘dünyanın başkenti’ denilmesinin bu konuya temas
ettiğini belirtti. 2010 Avrupa Kültür Başkenti olmak
için hazırlanan İstanbul’un ambleminde de
minarelerin kesildiğine dikkat çekerek,
“Minarelerini budadığınız bir memleketi tamamen Türk
yurdu olarak nitelendiremezsiniz. O zaman da Türkiye
Türklerin vatanı mıdır? sorusu gündeme gelir.
İdarecilerimiz de farkında olmadan bu tür oyunlara
alet oluyorlar” ifadelerini kullandı.
Kültür yozlaşmasını gerçekleştirmeye çalışan diğer
bir çalışmanın da Konya’da düzenlenecek Mistik Müzik
Festivali’nde gerçekleştirilmeye çalışıldığına vurgu
yapan Durmuş Küçükşakalak, “Mistik Müzik
Festivali’nde budizmden de bir şeyler
koyabilirsiniz, hıristiyan ilahilerinden de,
şamanizmden de. Bu da tamamıyla siyasi ve ideolojik
boyutları olan bir projedir. Burada İslam’ın
orijinal bir tarafının olmadığını imaya yönelik
çalışmalar var. Bu konuda Mevlana fazlasıyla
kullanıldı. Bu mistik müzik festivalindeki havada
bütün dinlere hitap eden bir şekle sokuldu. Bu
Mevlana’nın dünya görüşüyle, felsefesiyle,
Mevlana’nın savunduğu ve inandığı değerlerle
örtüşmeyen bir konudur. Yani Mistik Müzik Festivali,
Alevilerin semahı gibi değişik dini ritüeller
taşıyan şeyleri diriltmeye yöneliktir. Bu tür
olayların da Konya’da cereyan etmesi Konya’nın Türk
şehri olmasını aşan bir durumdur” diye konuştu.
Merhaba Gazetesi,
17.09.2009
|
 |
AYASOFYA MÜZESİ PADİŞAH TÜRBELERİ KAPILARINI AÇIYOR
İl Özel İdaresi, İstanbul’un kültür mirası olan tüm eski eserlerin restorasyonlarını birer birer bitirerek ziyarete açıyor. Ramazan ayının hemen öncesinde I. Abdülhamit Türbesi’ni ziyarete açarak, "Eski eserler gün yüzüne çıkıyor" sloganıyla İstanbul’un kültür mirasına sahip çıkan İl Özel İdaresi, Osmanlı sanat tarihi açısından çok büyük önem taşıyan Ayasofya Türbelerinin de kapılarını açıyor.
Restorasyonu tamamlanan Ayasofya Müzesi Türbeleri, 5 padişaha ev sahipliği yapıyor. İstanbul’da en çok padişahın, hanım sultanın, valide sultanın, padişah kızlarının ve şehzadelerin gömülü olduğu hanedan türbelerini artık herkes görebilecek ve gezebilecek.
Mimarlık ve sanat tarihi açısından büyük önem taşıyan; Mimar Sinan’ın, Mimar Davut Ağa’nın ve Mimar Dalgıç Ahmed Ağa’nın eserleri olan, Şehzadeler Türbesi (XVI. yy) , II. Selim Türbesi (1577), III. Murad Türbesi (1599) ve III Mehmed Türbesi (1608) 18 Eylül 2009 Cuma günü, düzenlenecek açılış töreni ile kapılarını açacak.
İstanbul’da Osmanlı ölüm kültür ve medeniyetinin örneklerinin sergilendiği bu türbelerin; en iyi taş ve mermer işçiliğine ve en güzel İznik çinilerine sahip oldukları belirtiliyor. Türbeler ayrıca hat sanatının usta kuşak yazılarını, ince ağaç işçiliğinin sedef kakmalı kapı ve pencere örneklerini barındırıyor.
Yapı, 17.09.2009
|
PAMUKKALE'DE 2 TİYATRO DAHA BULUNDU
Denizli Valisi Yavuz Erkmen, Hierapolis Antik Kenti kazı ve restorasyon çalışmalarını incelemek üzere Pamukkale'ye gitti. Vali Yavuz Erkmen'in inceleme gezisine İl Kültür ve Turizm Müdürü Mehmet Korkmaz ve Pamukkale Arkeoloji Müzesi Müdürü Hüseyin Baysal da eşlik etti.
İlk olarak Hierapolis Antik Kenti Kazı Evi'ni ziyaret eden Vali Erkmen'e, Hierapolis Antik Kenti Kazı Heyeti Başkanı Prof.Dr. Francesco D'Andria tarafından 2009 yılı içinde yürütülen kazı ve restorasyon çalışmaları hakkında bilgi verildi.
Prof.Dr. Francesco D'Andria, bu yıl iki ay kazı çalışması yaptıklarını ve kazıyı sekiz farklı üniversiteden 75 kişilik bir ekiple yürüttüklerini ifade ederek şöyle konuştu: "Bu sene 14 yerde kazı yaptık. Her ekibin başında bir profesör arkadaşımız var. Bu yıl dört metre yüksekliğinde Apollon heykelini bulduk. Ayrıca iki tiyatro daha bulduk. Pamukkale'de ikisi kutsal olmak üzere dört tiyatro oldu. Bir diğer ortaya çıkardığımız buluntu da kutsal kaynak su yapısı. İki bin sene önce nereden termal su çıkıyordu artık onu biliyoruz. Yapılacak bir proje ile bulduğumuz antik havuzlar ve kaynaklar tekrar kullanılabilir hale gelebilir."
Prof.D'Andria, bu yılki kazı sezonunda önemli sonuçlar elde edildiğini, bulunan önemli buluntulardan bir tanesinin büyük boyutlu Apollon heykeli olduğunu belirterek şunları söyledi: "Yaklaşık dört metre boyunda olan heykel Apollonu temsil etmektedir. Apollon taht üzerinde oturmuş bir şekilde tasvir edilmiş. Heykel Apollon kutsal alanı yakınında bulunmuştur. Heykel tapınağın içinde yer alan kült heykelidir. Antik dönemde Hierapolis'liler ve kehanet için gelen hacılar ziyaret ettikleri alanda yer almaktaydı. Türkiye'de ve tüm Akdeniz Bölgesi'nde büyük boyutlu heykellere çok az rastlanmaktadır."
Antik kentin zenginliklerinden biri olan termal kaynağın da gün yüzüne çıkarıldığını belirten Prof. D'Andria, kaynağın çıktığı yerde traverten bloklar ile kemer yapıldığını ve yanında iki havuz bulunduğunu söyledi. Bu havuzların antik dönemdeki hacılar tarafından çeşitli hastalıklara tedavi amacıyla kullanıldığını belirten Prof. D'Andria, kazıların antik dönem termal hamam yapısını ortaya çıkardığını sözlerine ekledi.
Vali Yavuz Erkmen de, kazı çalışmalarını yürüten kazı ekibine yaptıkları çalışmalardan dolayı teşekkür etti. Bu yıl antik tiyatronun ayağa kaldırılması için önemli adımlar atıldığını anlatan Erkmen, "Antik tiyatro ilgili projemiz koruma kurulundan geçti ve yıl sonu gelmeden bürokratik işlemleri bitirip ihalesini yapmayı planlıyoruz" dedi. Hierapolis'teki eserlerin ayağa kaldırılmasının turist sayısında önemli bir artışa neden olacağını da vurgulayan Vali Erkmen, eserler ayağa kalktıkça buraları görmek isteyen turistlerin ve dolayısıyla turizmden elde edilecek gelirin artacağını ifade etti. Antik kiliseye ulaşımı kolaylaştıracak köprüye de değinen Vali Erkmen, 14 metre uzunluğundaki köprü projesinin koruma kurulundan geçtiği takdirde köprünün yapımının önümüzdeki turizm sezonuna yetiştirileceğini ve ziyaretçilerin bu köprüyü kullanabileceklerini söyledi. Kazı evinin ardından bu yılki kazılarda ortaya çıkarılan tiyatrolar ve çeşme alanında da incelemelerde bulunan Vali Erkmen, ortaya çıkarılan eserler hakkında Prof.D'Andria'dan bilgi aldı.
Denizli Kent Haber, 17.09.2009
|

 |
PORTAKAL MESCİDİ 15 YIL SONRA AÇILDI
İzmit’in en
eski mahallelerinden Akçakoca’da 1842 yılında
yaptırılan Portakal Hafız Mescidi, Kocaeli
Büyükşehir Belediyesi tarafından aslına uygun olarak
restore edildi, çevre düzenlemesi yapıldı. Tarihi
ibadethane, 15 yıllık aradan sonra yeniden ibadete
açıldı.
15 yıl metruk halde kaldıktan sonra restore edilen
Portakal Mescidi, Kadir Gecesi’ne rastlayan önceki
gece teravih namazıyla birlikte ibadete açıldı.
Mescidin ibadete açılması nedeniyle tören
düzenlenmedi, ancak il protokolü mescidin açılışında
buluştu. Portakal Hafız Mescidinin ibadete açılması
nedeniyle teravih namazına girmeye hazırlanan, bu
arada 6ncı torununun dünyaya geldiği müjdesini alan
Büyükşehir Belediye Başkanı İbrahim Karaosmanoğlu
ile belediye yönetimi, caminin hemen karşısında
oturan ve mescidin ibadete açılmasında öncülük yapan
AKP İl Disiplin Kurulu Başkanı Orhan Atabay ev
sahipliği yaptı.
Portakal Mescidi’nde restorasyondan sonraki ilk
teravih namazına Kocaeli Valisi Gökhan Sözer,
Milletvekilleri Fikri Işık ve Eyüp Ayar, İl Genel
Meclisi Başkanı Ali Ayaz, İzmit Belediye Başkanı
Nevzat Doğan, AKP İl Başkanı Zeki Aygün, Vergi
Dairesi Başkanı Yasef Pehlivan, Defterdar Süleyman
Dal, Milli Eğitim Müdürü Nevzat İspirli, İl Sağlık
Müdürü Hasan Aydınlık, Büyükşehir Genel Sekreteri
Ersin Yazıcı ve bürokratlar katıldılar.
Teravih namazını kılanlar, daha sonra mescide
yakışır güzellikte olan bahçesinde oturdular ve
sohbet ettiler, Orhan Atabay’ın ikram ettiği
hurmalardan yediler. Portakal Hafız Mescidi’nde aynı
anda 50 kişi ibadet edebiliyor.
Özgür Kocaeli, 17.09.2009
|
"TARLANIZDA ALTIN VAR" DEYİP DOLANDIRDILAR
Van’ın Çaldıran İlçesi Başeğmez Köyü'nde oturan Hakim Babat ile oğlu Mehmet Babat güvenlik güçlerine
başvurarak, 3 kişi tarafından dolandırıldıklarını
bildirdi. Baba ile oğul Babat, savcıya verdiği
bilgide, köye gelen iyi giyimli 3 kişinin
kendilerini “altın arayan devlet görevlisi” olarak
tanıttığını, altın arama cihazı ile tarlalarda arama
yaptıklarını, kendilerine “tarlanızda yüklü miktarda
altın ve tarihi eser var. Bunlar Türkiye’yi satın
alır, kimseye söylemeyin” dediklerini belirtti.
Hakim ve Mehmet Babat, 3 kişinin köyden ayrılmasının
ardından kendilerini telefonla arayan ve avukat
olduğunu söyleyen bir kişinin tarladaki altın ile
tarihi eserlerin çıkartılması ve gerekli izinlerin
alınması için 40 bin avro gerektiğini bildirdiğini,
bunun üzerine hayvanlarını ve evdeki ziynet eşyayı
satarak İzmir Konak Postanesine İbrahim Aksu adına
belirli aralıklarla 93 bin TL havale gönderdiklerini
kaydetti.
Kendisini avukat olarak tanıtan kişinin İbrahim Aksu
adına 30 bin TL daha göndermesini istediğini
söyleyen baba ile oğul Babat, bunun üzerine
dolandırıldıklarını anlayarak şikayetçi olduklarını
belirtti. Van Emniyetinin, İzmir polisi ile bağlantı
kurmasının ardından, Asayiş Şube Müdürlüğü
Yankesicilik ve Dolandırıcılık Büro Amirliği
ekipleri, Konak Postanesi’nde önlem aldı. Van’dan
havale edilen 30 bin TL’yi postaneden İbrahim Aksu
adına düzenlenmiş sahte sürücü belgesi ile almak
isteyen B.A. (37) ile dışarıda bekleyen S.A. (35) ve
E.B. (46) gözaltına alındı. İzmir Emniyet
Müdürlüğünde sorgulanan 3 zanlının, Van’ın Çaldıran
İlçesinde kendilerini devlet görevlisi olarak
tanıtan kişiler olduğu belirlendi. Zanlıların
ifadelerinde, tarlalarında tarihi eser ve altın
bulunduğuna ve kendilerini eve götürüp yemek yediren
baba ile oğluna tarlalarında altın ve tarihi eser
bulunduğunu kimseye söylememeleri için Kuran’a el
bastırdıklarını söyledikleri öğrenildi. Zanlılar,
işlemleri tamamlandıktan sonra adliyeye sevk
edilecek.
Türkiye Gazetesi, 17.09.2009
|
VAN YONCATEPE'DE RESTORASYON
Urartu döneminin
önemli eserlerinden biri olan Yoncatepe Kalesinde,
kazı ve restorasyon çalışması yapılıyor. Kale, 2010
yılında turizme açılacak.
Van'ın Erek dağı eteklerindeki Yoncatepe Kalesi,
Milattan Önce binli yıllarda Urartu krallarınca inşa
ettirildi.
Kalede 1997 yılından bu yana kazı çalışması
yapılıyor.
Kazılarda, Urartuların mimari yapı ve sosyal
yaşantısıyla ilgili önemli bulgular elde edildi.
İstanbul Üniversitesi Avrasya Arkeoloji Enstitüsü
Müdürü Prof.Dr.Oktay Belli, bölgenin 2700 yıllık
geleneksel konut mimarisi konusunda bilgi veren en
önemli yerleşim merkezi olduğunu ve bu bölgenin
mutfak, temizlik, banyo kültürünü öğrendiklerini
dile getiriyor.
Kalenin içinde bulunan saray ise Urartu Krallığının
bilinen en büyük sarayı. 2 kattan oluşan sarayın,
ilk katında taş, ikinci katında ise kerpiç
kullanıldığı görülüyor.
Restorasyona ilişkin olarak bilgi veren Prof.Dr.Oktay
Belli, "Yabancı bir madde yani çimento ve kireç hiç
bir zaman kullanmadık. Aynı 2700 yıllık taşlarla
inşa ettirdiğimiz yapılar sanki gerçekten o dönemde
yapılmış sezisini hissini uyandırıyor" diye konuştu.
Van'a 12 kilometre uzaklıkta, Yukarı Bakraçlı Köyü
yakınlarındaki Yoncatepe Kalesi, önümüzdeki yıl
turizme açılacak.
Trt/Haber, 16.09.2009
|
HÜDAVENT HATUN TÜRBESİ TURİZME KAZANDIRILACAK
Niğde Belediyesi Hüdavent Hatun Türbesi'nin daha
fazla yerli ve yabancı turist çekebilmesi için türbe
önünde düzenleme çalışması başlattı.
Çalışmalar kapsamında Hüdavent Hatun Türbesi'nin
daha çok ilgi çekmesi için çevre temizliği yapıldı.
Türbenin etrafındaki ağaçların dalları budandı,
türbenin içinde bulunduğu alan yabani ot ve
bitkilerden arındırıldı. Anadolu Selçuklu Devleti
döneminden kalan Hüdavent Hatun Türbesi üzerindeki
işleme, kabartma ve kullanılan malzemelerle birlikte
döneminin en iyi işçiliklerini yansıtıyor. Niğde
Belediye Başkanı Faruk Akdoğan, türbe çevresindeki
çalışmaları yerinde inceledi.
Zaman, 16.09.2009
|
SAGALASSOS FOTOĞRAFLARI İSTANBUL'DA SERGİLENECEK

Burdur'un Ağlasun İlçesi'ndeki "Sagalassos
Antik Kenti"nin fotoğraflarından oluşan
sergi, 23 Eylül'de İstanbul'daki
Aygaz Genel Müdürlük binasında açılacak.
Konuya ilişkin yapılan açıklamada, "Sagalassos
Antik Kenti"nin yeniden ayağa kaldırılan
anıtlarına ve dokunulmamış bölgelerine odaklanan
Belçikalı fotoğrafçılar Bruno Vandermeulen ve Danny
Veys'in, kazıların dinamiğini çektikleri karelere
yansıttığı belirtildi.
Fotoğrafların ayrıca "Sagalassos Fotoğraf Kitabı"nda
toplandığı ifade edilen açıklamada, kazı alanını
geniş bir kitleye göstermeyi amaçlayan bu
sergi ve kitapta, çok sayıda önemli buluntunun
yanı sıra devam eden çalışmalara ait siyah-beyaz
fotoğrafların yer aldığı bildirildi.
Açıklamada görüşlerine yer verilen Sagalassos Kazı
Heyeti Başkanı Prof.Dr. Marc Waelkens, bu
kitap ve serginin, "Sagalassos
Antik Kenti"ni ve kazı alanını geniş bir halk
kesimine farklı ve şaşırtıcı bir şekilde gösteren
olağanüstü bir sunum olduğunu belirtti.
Antik kenti ilk kez arkeolog değil bir sanatçı
gözüyle fotoğraflayan Bruno Vandermeulen ve Danny
Veys de çalışmalarında küçük detaylar üzerine
yoğunlaşmak yerine, kazı alanını daha geniş bir
perspektifle ele almaya çalıştıklarını dile getirdi.
Sergi, 8 Ekim tarihine kadar gezilebilecek.
Tarihi MÖ 4200'lere dayanan "Sagalassos
Antik Kenti"ndeki kazı çalışmaları, 1990
yılından bu yana Belçika'daki Leuven
Üniversitesi'nin desteği ve aynı üniversitenin
Arkeoloji Bölümü
öğretim üyesi Prof.Dr. Marc
Waelkens'in başkanlığında yürütülüyor.
Kazılar, Burdur Müzesi işbirliği ile yaklaşık 80
kişilik kazı ekibi ve 100 kişilik
işçi grubuyla gerçekleştiriliyor.
Kazılarda ortaya çıkan eserlerle bütün dünyanın
dikkatini üzerine çeken "Sagalassos
Antik Kenti", son olarak 2008 yılındaki
kazılarda gün ışığına çıkarılan Roma imparatoru
Hadrian'a ait baş heykeli ile pek çok arkeoloji
yayını tarafından en önemli arkeolojik buluşların
yapıldığı 10 yerden biri seçildi.
Bu heykel ayrıca, Londra'daki British Museum'da
düzenlenen "Hadrian" sergisinin en önemli parçası
oldu.
Cnn Türk, 16.09.2009
|
İŞTE OSMANLI'NIN EN RİSKLİ BÖLGELERİ
Erken uyarı
sistemleri sayesinde 100 yıl içinde olabilecek sel
ve taşkınlar önceden tahmin edilip, tedbir
alınacak...
Su Vakfı Başkanı Zekai Şen ve ekibi, 2 yıldır
üzerinde çalıştıkları proje kapsamında "Ulusal İklim
Değişikliği" modeli geliştirdi. Modelde,
Türkiye'deki bütün illerde 100 yıl içinde
oluşabilecek yağış, akış, sıcaklık değerleri
bulunuyor.
"Türkiye'nin kurtuluşu" olarak görülen bu proje
tamamlandığında erken uyarı sistemleri sayesinde
önümüzdeki 100 yıl içinde Türkiye'de olabilecek sel
ve taşkınlar önceden tahmin edilip, önlemler
alınabilecek. Su Vakfı'nın yıllardır Türkiye'nin
taşkın risk haritasının çıkarılması için çalıştığını
söyleyen Su Vakfı Başkanı Zekai Şen, “Bilimsel esas
ve modellerle oluşturulan bu çalışmanın bir benzeri
yok. Yeter ki destek versinler. Çok daha
kapsamlılarını hazırlayabiliriz" dedi.
Bu tür projeleri hazırlarken uzmanların bölgeleri
gezip, oranın geçmişini araştırdıklarını vurgulayan
Şen, "Projelerimizi hazırlarken Türkiye'deki 311
istasyondaki yağışların önceki yıllarda yapılmış tüm
ölçümlerini inceledik. Yağışlarla ilgili bölümü
bitirdik. Şimdi taşkın, haritalandırma ve yazılım
kısmındayız. Mart ayında projemiz tamamen bitmiş
olacak" diye konuştu. Büyükşehir Belediyesi
yetkililerine projenin detaylarını anlatmak
istediklerini, ancak bir cevap alamadıklarını
söyleyen Şen, yine de proje bitince belediyeye
teslim edeceklerini vurguladı.
Ayamama Deresi'ni 12 yıl önceki taşkında
incelediğini anlatan Zekai Şen, "Mimar Sinan
döneminde yapılan köprüler ayakta idi. Yeni yapılan
köprüler ise baraj etkisi yapıyordu ve sel bastı"
dedi. Ayamama'da şimdi de taşkınların olduğunu
aktaran Şen, "Ayamama Deresi, önümüzdeki 6-10 yıl
içinde daha büyük bir taşkınlara sebep olacak"
ifadelerini kullandı. Yetkililerle irtibata
geçerek taşkın risk haritasının çıkarılmasını
istediğini ifade eden Şen, mevzuatta olmadığı
gerekçesiyle kendisine olumsuz dönüş yapıldığını
anlattı.
Osmanlı döneminde İstanbul'un riskli bölgeleri şöyle
sıralanıyor. Kağıthane (Kağıthane Deresi civarı), Silahtarağa bölgesi, Gülhane, Çobançeşme, Ayamama
Deresi bölgesi, Laleli'nin denize bakan tarafı,
Kazlıçeşme, Alibeyköy, Kadırga, Edirnekapı,
Karagümrük, Sultanahmet'in bazı bölgeleri, Balat,
Fener, Bayrampaşa, Yenikapı, Beylerbeyi, Kuzguncuk,
Çengelköy Bekar Deresi bölgesi.
Bugün, Haber: Münevver Çakırbaş, 16.09.2009
|
 |
KAZILDIKÇA TURİST GELİYOR
Aydın'ın Sultanhisar İlçesi'nde bulunan Nysa Antik Kenti'nde kazı ve restorasyon projelerinde mesafe alınmasıyla, bölgenin turistik çekim merkezi haline gelmeye başladığı belirtildi.
Kültür ve Turizm Bakanlığı adına 1990 yılından bu yana Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Fakültesi Öğretim Üyesi Prof.Dr. Vedat İdil başkanlığında yürütülen kazı çalışmalarıyla ilgili değerlendirme toplantısı düzenlendi.
MÖ 3. yüzyılda kurulan, Roma egemenliği döneminde parlak bir dönem yaşayan Nysa'nın, özellikle eğitim alanında çok önde olduğunun belirlendiğini ifade eden Prof.Dr. İdil, Nysa'nın çok iyi korunmuş bir kütüphane ve meclis binasına sahip olduğunu, kütüphanenin Efes'teki Celsus Kütüphanesi'nin ardından en iyi korunmuş ikinci antik kütüphane ve meclis binasının da Anadolu'nun en iyi korunmuş antik meclisleri arasında yer aldığını söyledi.
Prof.Dr. İdil, kazı ve restorasyon çalışmalarıyla tiyatro, kütüphane ve yaşlılar meclisi yapılarının ortaya çıkarıldığını, Türkiye'nin tanıtımında önemli bir işlev üstlenebilecek yapıda bulunan kentin bölgedeki turizmi de hareketlendirdiğini belirterek, "Farklı özelliklere sahip kentin büyük bir turistik çekim potansiyeli var. Kazılara başladığımız dönemde çok az turist geliyordu. Bir kaç yıl sonra Japon turistler gelmeye başladı. Haftada 4-5 otobüs turist geliyor dedi.
Yeni Asır, 16.09.2009
|
VALİ CERRAH KASTABALA'DA

Osmaniye Valisi Celalettin Cerrah, kazı
çalışmalarının devam ettiği Kastabala Antik Kenti'ni
ziyaret etti.
Kazı Başkanı Gaziantep Üniversitesi Fen-Edebiyat
Fakültesi Arkeoloji Anabilim Dalı Başkanı Doç.Dr.
Turgut Hacı Zeyrek'ten çalışmalar hakkında bilgi
alan Vali Cerrah, Vali Yardımcısı Mehmet Sadık Tunç
ve İl Kültür ve Turizm Müdür Yardımcısı Veli Aba ile
birlikte kazı alanında incelemelerde bulundu.
Doç.Dr. Turgut Hacı Zeyrek, Vali Cerrah'a kazı
alanında yaptıkları çalışmalardan söz ederek
buluntuların yapısı ve tarihleri hakkında ayrıntılı
bilgi verdi. Kazıdan önce Kastabala'nın tarihinin
Milattan Sonra 2. Yüzyıl ile başlatıldığını söyleyen
Doç.Dr. Zeyrek, kazıdan sonraki buluntularla bu
tarihin çok daha geriye, milattan önce 4-5. Yüzyıla
kadar ulaştığını söyledi. Zeyrek, kazı çalışmaları
sırasında bir taban döşemesine ulaştıklarını da
ifade ederek, "Burada bulunan devrilmiş sütunlardan
sağlam olanları kaldırıldı. Çok parçalı olanları
yatay konumda kendi kaidesi üzerine yatırıldı" dedi.
Bu arada, dev sütunların kaldırılmasında Vali
Cerrah'ın sağladığı vinç sayesinde daha rahat
çalışabildiklerini ifade eden Doç.Dr. Zeyrek, Vali
Cerrah'ın çalışmalarının her noktasında kendilerine
çok büyük destek olduğunu ifade etti. Zeyrek,
"Buraya geldiğimiz günden bugüne kadar verdiği
destek nedeniyle kendim ve ekibim adına Sayın
Valimize teşekkür etmek istiyorum" dedi.
Kastabala'nın çok önemli bir tarihi değer
olduğunu kaydeden Zeyrek, kazı çalışmaları sırasında
Adana'dan, İstanbul'dan pek çok ziyaretçinin daha
şimdiden Kastabala'yı ziyaret ettiğini belirtti.
Vali Cerrah ise ziyaretinin sonunda Kazı Başkanı
Doç.Dr. Turgut Hacı Zeyrek ve ekibine
çalışmalarından dolayı teşekkür ederek kazı
alanından ayrıldı.
Osmaniye Kent Haber, 16.09.2009
|
AGORA KAZILARINDA EROS BAŞI BULUNDU

Agora Antik Kenti kazı çalışmalarında Eros
heykelinin başı bulundu.
Heykelin MS 1. yüzyıla ait ve yaklaşık 2
bin yıllık olduğunu belirten Agora Kazı Başkanı Yrd.
Doç. Akın Ersoy, heykelin ekibi çok
heyecanlandırdığını söyledi.
Roma Dönemi'nde bebek ve küçük çocuk figürünün Eros
heykelinde kullanıldığını belirten Ersoy, "Bir çarşı
ve kentin yönetim merkezi olarak kabul ettiğimiz
Agora ile Eros heykelini bağdaştıramıyoruz.
Muhtemelen heykel, başka yerde yapılıp bir heykel
grubu ile birlikte Agora'ya getirilmiş. Ancak çok
iyi korunmuş durumda. Tarihte İzmir büyük bir kent
ve tüm tanrı ile tanrıçaların heykellerine
rastlamamız mümkün. Ancak Agora kazı alanında böyle
bir buluntunun çıkması kazı çalışmalarımız açısından
sevindirici bir durum. Eros heykeli 2009 yılı için
prestij eserimiz oldu" dedi.
İkiçeşmelik Caddesi ile Agora arasında kalan ve
İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından
kamulaştırması tamamlanan alandaki kazıları hızla
sürdürdüklerini belirten Ersoy, bölgede önemli bir
Osmanlı geçmişi olduğunu söyledi.
Bölgede önce 500 yıllık Osmanlı tabakasını
çıkaracaklarını, ardından daha aşağıda olan Roma
tabakasına ineceklerini belirten Ersoy, kazılarda
17'inci yüzyıl dönemine ait cam ve seramik
atölyesine ulaştıklarını söyledi. Osmanlı döneminde
kullanılan cam ve seramik atölyelerinde üretilen
eserlerin Kemeraltı Çarşısı'nda satıldığını tahmin
ettiklerini belirten Ersoy, "Kazı ekibinden
Prof.Dr. Binnur Gürler ile yaptığımız çalışmalarda üfleme
tekniğinin kullanıldığı cam ve seramik atölyesinin
olduğunu belirledik. Alanda cam üfleme için
kullanılan bronz pipetleri ve fazlalık camları
kesmeye yarayan makas bulduk. Ayrıca aynı anda
seramikleri pişirmek için aralarına konan cam
bilyeler de çıktı. Bulduğumuz seramiklerin Kuzey
Avrupa'da üretilen eserlerin taklitleri olduğunu da
belirledik. Ayrıca Osmanlı dönemine ait tarihi bir
çeşme de bulduk" diye konuştu.
Ok ve yayıyla birlikte kanatlı olarak tasvir edilen
Eros, Yunan ve Roma mitolojisinde anılır. Eros'un
görevi okunu kullanırken bir kişiyi diğerine aşık
olmasını sağlamaktır. Aşk Tanrısı olmasının yanında
Doğurkanlık Tanrısı olarak da bilinir.
Kompozisyonlarda Afrodit ve Dionysos ile birlikte
tasvir edilmiştir.Mitolojide kadınların aşkını
Afrodit, erkeklerin aşkını ise Eros temsil eder.
Yeni Asır, Haber: İlker Çoban, 16.09.2009
|
YEŞİLOVA HÖYÜĞÜ'NDEN TARİHİ ESER FIŞKIRIYOR

İzmir'in bilinen 5 bin yıllık tarihini 8 bin 500
yıla çıkaran Yeşilova Höyüğü'nde bu yıl yapılan
kazılarda, müzelerde sergilenebilecek 150'den fazla
eserin gün ışığına çıkarıldığı bildirildi. Yeşilova
Höyüğü Kazı Başkanı Yrd. Doç.Dr. Zafer Derin,
yaptığı açıklamada, Temmuz ayında başlayan 4. kazı
döneminin Ramazan Bayramı sonrasında sona ereceğini,
çok başarılı bir kazı dönemi geçirildiğini söyledi.
''Birinci İzmir'' olarak adlandırılan kazı alanında
müzede sergilenebilecek 150'den fazla eserin gün
ışığına çıkarıldığını belirten Yrd. Doç.Dr. Derin,
şöyle dedi: ''Yeşilova Höyüğü'nde bu yıl 4. kazı
dönemini yaşadık. Kazı sezonu sonunda 150'den fazla
eseri İzmir Arkeoloji Müzesi'ne teslim edeceğiz. Bu
kadar çok eserin ortaya çıkarılması kazılarımız
açısından çok önemli. Özellikle çanak, çömlek, taş
aletlerden çok sayıda eserler bulduk.
Bu kadar çok eserin bulunması o dönemde yaygın bir
kültürün olduğunu ortaya koyuyor. İzmir'in ilk
yerleşenlerinden tutun, en zengin döneminde yaşayan
toplumuna kadar birçok bilgiyi yeni kazılardan
öğrendik. 8 bin yıl öncesinde çok zengin kültürün
yaşadığını görüyoruz. Kazı alanı yüzey toprağının
yaklaşık bir metre altında başlıyor, 3,5-4 metre
derinliğe kadar iniyoruz. Çukur dibinde toprak
tarafından örtülmüş bir tarihi ortaya çıkardık. Bu
yılki kazılarda İzmir'in geçmişiyle ilgili yeni
veriler ortaya çıkardık.''
Yrd. Doç.Dr. Derin, kazı alanında çanak çömleğin
kullanımından da önce dönemlere gidebilecek
bulgulara rastlandığını ifade ederek, ''Alanda 8 bin
500 yıl öncesi yaşamın başladığını da ortaya
çıkarılabilecek tabakaların varlığını ilk defa
keşfettik. Radyo karbon sonuçları ve önümüzdeki
yıllarda yapılacak kazı çalışmalarıyla bu konuda net
bilgiler de ortaya çıkarılabilecek'' diye konuştu.
Bu yılki kazılarda ilk defa çanak çömleklerin
üzerinde ana tanrıça kabartmalarının da bulunduğunu
bildiren Zafer Derin, elde edilecek bulguların bilim
dünyası ile paylaşılacağını kaydetti.
Küp mezarın İzmir metropolündeki kazılarda ortaya
çıkarılan en eski küp mezar olduğunu ve 5 bin yıl
öncesinin ölü geleneklerinin ortaya
çıkarılabileceğini belirten Derin, iskelet üzerinde
de çalışmalar yapıldığını, sergilenmesi durumunda
müzede büyük ilgi çekeceğine inandığını söyledi.
Yrd. Doç.Dr. Derin, kazılara Kültür ve Turizm
Bakanlığı, Büyükşehir ve Bornova Belediyesi ile Ege
Üniversitesinin katkı sağladığını, bu yıl kazılarda
40 kişinin görev aldığını ifade etti. Ortaya
çıkarılan eserlerin kazı alanı yakınında
sergilenmesinin önemli olduğunu, bu yönde çalışmalar
da yapıldığını kaydeden Derin, bölgedeki kazıların
uzun yıllar devam edeceğini, en kısa sürede de bir
kazı evi yapılması gerektiğini belirtti.
Yeni Asır, 16.09.2009
|
BUNU YAPAN KÜLTÜR BAKANLIĞI
Nevşehir’e bağlı
Avanos İlçesi'ne 5 kilometre
uzaklıktaki açık hava müzesi
Zelve’de
Kültür ve Turizm Bakanlığı
tarafından iki ay önce hem de
‘çarpık
yapılaşmayı önlemek’ gerekçesiyle
başlatılan inşaat, bu bölgede yaşayan halkı ve
turistleri şoke etti. 1995 yılında planlanan ve bu
yıl uygulamaya konulan proje, AKPli
Avanos Belediyesi ile
Kültür ve
Turizm Bakanlığı’nı da karşı karşıya
getirdi. Zelve Açık Hava Müzesi’nin
hemen girişinde yer alan inşaat, bir süre önce
‘projeye uygun’ olmadığı gerekçesiyle Avanos
Belediyesi tarafından mühürlenip durduruldu.
İnşaat alanında başlama tarihi ve inşaatı yapan
firma ve yaptıran kurumla ilgili kimlik bilgileri
yer almazken, binadaki belediyenin mührünün de
dikkat çekmemek için söküldüğü gözlendi. Ünlü vadiyi
gezerken karşılarına beton bir inşaat çıkan
turistler şaşkına dönüyor. İskoç turist
Elizabeth Keddie, “Bu bina tarihi bu yere
yakışmıyor. Burası sadece sizlerin değil, bütün
dünyanın ortak kültür mirasıdır. Böyle bir yere
böyle bir bina yapılmasını protesto ediyorum” dedi.
Zelve’nin bulunduğu alandaki Aktepe Köyü Muhtarı
Rıfat Demirtaş da birçok turistin
Avanos Belediye Başkanı
Mustafa Kırıkçı’ya
yazdığı dilekçelerle inşaatı protesto ettiğini
söyledi. Demirtaş bir Fransız turistin belediye
başkanına yazdığı dilekçede, “Ben buraya tarihi
eserleri görmeye geldim. Beton yığınları görmeye
gelmedim” dediğini aktardı.
Aktepe Köyü'nün eski muhtarı
Abdullah Şengül
ise Zelve’nin Kapadokya’nın Göreme, Yeraltı şehri,
Ürgüp ve Göreme gibi önemli bir tarihi mekanı
olduğunu vurguladı:
“Bu bölge birinci derecede sit alanı. Burada yapılan
binaya belediye izin vermedi. Bu tarihi ve doğal
dokuyu bozacak her türlü yapılaşmaya karşıyız. Ben
yetiştirdiğim üzümlere asmalık ağaç diktiğim için
ağır cezada yargılandım. Vatandaş evinin önündeki
merdiveni onarsa mahkemeye verilir, 20 ay hapse
çaptırılır. Bu bina burada yapılırsa bu bölgede
betonlaşmanın önü açılır. Ben Zelve’de doğdum. Taş
düşmesi sonucu birileri ölünce köy buradan taşındı.
Daha sonra da devlet burayı istimlak etti. Üstelik
araziler köylüden alınırken değersiz arazi denilerek
istimlak edildi. Turizm köyün en önemli geçim
kaynağı.”
Yetkililerden alına bilgiye göre, projesi
Ankara’dan, Kültür ve Turizm Bakanlığı’ndan yapılan
ve denetlenen inşaat, dört kısımdan oluşuyor:
Tuvalet, hediyelik eşya dükkanları, turizm bürosu ve
bilet gişesi... Avanos Belediye Başkanı
Mustafa Körükçü, inşaatın Koruma Kurulu
kararından sonra yapıldığını belirterek, “Şu anda
belgelerini inceliyoruz. Daha fazla konuşmak
istemiyorum” diye yanıt verdi.
Nevşehir
Kültür ve Turizm Müdürlüğü yetkilileri ise
kendilerinin uygulayıcı olduğunu, projenin
Ankara’dan yapılarak inşaata başlandığını söyledi.
Radikal, 16.09.2009
******
GÜNAY İNŞAATI
SAVUNDU: ESTETİK YAPI

Nevşehir’e bağlı
Avanos’ta peribacalarının bulunduğu
sit alanı Zelve Vadisi’ne,
bakanlığının betonarme bina yapmasının ne derece
doğru olduğu sorulan Kültür ve Turizm Bakanı
Ertuğrul Günay, “Yaptığımız iyi girişimler
böyle geleneksel alışkanlıklarla çatışıyor. Konuyu
yakından takip ediyorum. Koruma Kurulu kararına bir
aykırılık varsa çalışmaları durdururum” dedi. Bakan,
İstanbul’da katıldığı bir toplantının ardından
gazetecilerin Kapadokya’daki inşaatla ilgili
sorularını şöyle yanıtladı:
“Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu kararı
çerçevesinde orada içinde ihtiyaç, bilgilendirme ve
kitap satış merkezlerinin olduğu bir karşılama
merkezi yapılıyor. Koruma Kurulu kararına bir
aykırılık varsa oradaki çalışmaları durdururum.
Karkas yapı, daha sonra yerel taşlarla örülecek, son
derece estetik bir düzenleme yapılıyor. Oradaki
seyyar satıcıların yerleri kamulaştırılmış,
bedelleri ödenmiş buna rağmen orada satış yapmaya
devam etmek istiyorlar. Ne yazık ki yaptığımız iyi
girişimlerin direnişlerle karşılaşıldığı biliniyor.”
İnşaatı belediyenin mühürlediği iddiasıyla ilgili
olarak Günay, “Belediyeler küçük oy gruplarına büyük
tavizler verebilir. Ayrıntısını öğreneceğim” diye
konuştu.
Radikal, 17.09.2009
|
İZMİR BÜYÜKŞEHİR 'TARİHE SAYGI'YI ÖDÜLLENDİRDİ

İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin, geçmiş
uygarlıklara ait kültürel ve mekansal mirasa hak
ettiği saygının gösterilmesini, kentteki tarihi
yapıların korunmasını teşvik amacıyla düzenlediği
‘Tarihe Saygı/Yerel Koruma Ödülleri’ni kazananlar
belli oldu.
Türkiye’de ilk kez İzmir Büyükşehir
Belediyesi’nce düzenlenen organizasyonun, bu yıl
yedincisi yapıldı. Binlerce yıllık kültür
geleneğinin biriktiği coğrafyada, farklı
uygarlıklara ait çeşitlenmiş kültürel-mekansal
mirasa hak ettiği saygının gösterilerek korunması,
tarihi çevreye ilişkin koruma bilinci taşıyan çaba
ve eylemlerin özendirilmesi gerekliliğinden
hareketle gerçekleştiriliyor.
Seçici kurulda; mimar Necdet Şenoğlu,
Prof.Dr.
Necati Şen, Prof.Dr. Bozkurt Ersoy, Yrd. Doç.Dr.
Sadık Cengiz Yesügey, Yrd. Doç.Dr. Zafer Derin,
Yrd. Doç.Dr. Nicel Saygın, Yrd. Doç.Dr. Mert
Çubukçu, Yrd. Doç.Dr. Ahu Dalgakıran, Öğr. Gör. Dr.
Ülkü İnceköse ve Öğr. Gör. Dr. Aygün Ekin Meriç yer
aldı.
Kentli İzmirli Ödülü: Zübeyde Göktan Evi
(Bayındır), Yaşar
Kemal Öztürk Evi (Bayındır), Nihat Bora Evi
(Bayındır), Yılmaz Eren
Terzi Dükkanı (Urla), Salih Bulgut Evi (Yeni
Foça)
Özgün İşlevin Değiştirildiği Esaslı Onarım Ödülü:
Abdülhamit Köşk Binası (Torbalı), Uma-Urla Müzik
Akademisi (Urla)
Özgün İşlevin Korunduğu Esaslı Onarım Ödülü: Ali
Bayık Evi (Foça), Selma Pastırmacı Evi (Yeni Foça)
Emek Ödülü: Resul Aggün (Foça-Ali Bayık Evi Ahşap
İşçiliği)
Tarihsel Çevre ve Kültür Varlıklarını Koruma Dalında
Katkı Ödülü: Konak Şehit Fethibey İlköğretim Okulu
Öğrenci Çalışması-Güzel İzmir’in Tarihi Mekanları ve
Dokuları, Özel
Karşıyaka
Piri Reis İlköğretim Okulu Öğrenci Çalışması-Metropolis,
Yaratıcı Çocuklar Derneği-Antik Kentleri
Seviyorum&Müzemi Tanıyorum projeleri, Yakın Kitabevi-Adım
Adım İzmir ve Çevresi Rehberi, Yaşar Ürük-gazete,
dergi yazıları, Emin Aydoğan-Tarihüstü
Kemeraltı&Otel ve Diğerleri Belgesel Fotoğraf
Projesi İzmir Milli Kütüphane.
Milliyet Ege, 16.09.2009
|
TOPKAPI SARAYI'NA ÇİLİNGİR ÇAĞIRILDI
Topkapı Sarayı'nda bazı önemli odaların ve bölümlerin anahtarlarının olduğu ana kasa kendi anahtarı tarafından teknik bir arıza nedeniyle açılamayınca saraya çilingir çağırıldı. Kasa çilingir tarafından özenle açıldı. Saray yetkilileri kasayı kendilerinin açabileceklerini ama zarar vermek istemediklerini söylediler.
Bu arada saraya sabah saatlerinde gelen turistler içeriye alınmadı.Turistlere bir aksaklıktan dolayı bir saatlik gecikme olacağı duyuruldu ve özür dilendi. Kilitli olan ana kasada Harem, Kutsal Emanetler, Hazine Odaları gibi önemli bölümlerinin anahtarları olduğu öğrenildi. İstanbul'a gemilerle gelen kalabalık turist grupları daha sonra sırayla bir saat sonra saraya alındı. Kasanın içinde anahtarların yanı sıra sarayın evraklarının da bulunduğu öğrenildi.
Hürriyet, 16.09.2009
|
 |
|
BAYRAKLI TARİHİNİ ÖĞRENECEK
Bayraklı Belediyesi,
ilçenin 8 bin yıla dayanan geçmişini yeni nesillere
anlatmak için, Smyrna Bayraklı kazı ekibiyle proje
hazırladı.
İzmir’in
ilk yerleşim yeri olarak bilinen Smyrna, ilçedeki
ilköğretim öğrencilerine tanıtılacak. Projeye ilk
etapta, 39 ilköğretim okulunun sekizinci sınıfları
dahil edilecek. Bini aşkın öğrenci, gruplar halinde
haftanın üç günü kazı alanına götürülecek. 1993’ten
bu yana kazıların başkanlığını yürüten Prof. Meral
Akurgal, çalışmalar ve gün yüzüne çıkarılan eserler
hakkında bilgi verecek. Başkan Hasan
Karabağ, “Tarihimize sahip çıkmak istiyoruz.
Bizim neslimiz belki Smyrna’yı gözardı etti ama yeni
nesle tarihimizi öğretmekte kararlıyız” dedi.
Milliyet Ege, 16.9.2009
|
ÜÇ BİN 700 YIL ÖNCEKİ HİTİT ÇALGILARIYLA KONSER

Binlerce yıl önce, insanoğlunun Anadolu'da
kayalara çizdiği çalgı resimlerinin bir gün tabiri
caizse ete kemiği bürünüp ses vereceği kimin aklına
gelirdi! Bu uzak hayal gerçekleşti ve yaşadığımız
toprakların eski sakinlerinden Hititler'in müzik
aletleri, bize seslerini duyurmak için gün sayıyor.
'KaleidoscopEurope' projesi kapsamındaki Hattuşa
etkinliği ile 3 bin 700 yıl öncesine ait unutulmuş
11 Hitit çalgısı yeniden ses verdi. Büyük-küçük lir,
arp, bağlama-tar, davul, darbuka, çalpara, kaval,
çifte kaval, boru çalgıları arkeolojik belgelerden
tespit edilerek yeniden tasarlandı. Ayrıca bu
çalgılardan çıkan özel seslere göre Ertuğrul
Bayraktarkatal tarafından bir de senfonik bir beste
yapıldı. Yeniden yapılan çalgılar ve senfonik beste,
26 Eylül'de Ortadoğu Teknik Üniversitesi'nde
verilecek konserle dünyaya tanıtılacak. Türk,
İtalyan, Macar ve Portekizli müzisyenlerden oluşan 'Hattuşa
Orkestrası' 28 Eylül'de Hitit kalıntılarının
bulunduğu Çorum'da ve 2 Ekim'de de Portekiz'de bir
konser verecek. Hattuşa etkinliğinde ayrıca
Anadolu'da (MÖ 1720-1190) yılları arasında hüküm
süren Hititlerin, dünya kültür hayatına kazandırdığı
değerleri konu alan atölye çalışmaları ve sergiler
de düzenlenecek.
Hattuşa adlı etkinlik, müzik tarihçisi Oğuz
Elbaş'ın yaklaşık 12 yıldır sürdürdüğü Hitit müziği
araştırmaları temel alınarak hazırlandı. Hattuşa'yı
hazırlayan da yine Oğuz Elbaş. Ona bu çalışmada,
Okan Murat Öztürk, Cihat Aşkın, Ertuğrul
Bayraktarkatal, Ertuğ Korkmaz gibi isimler eşlik
ediyor. Oğuz Elbaş, projeyi şöyle anlatıyor: "Hattuşa'ya
müzik tarihi ve çalgı bilimi açısından oldukça
önemli deneysel bir çalışma diyebiliriz. Bu tür
çalışmalar, tarihsel süreci daha iyi algılamamızı
sağlamaktadır. Bu sayede 3 bin 700 yıl öncesine ait
çalgılar yeniden hayat buldu."
Çalgılar üretilirken aslına sadık kalınmaya
çalışılmış, bir taraftan da senfonik yapıdaki bir
orkestra ile birlikte çalınacakları göz önüne
alınmış. Öncelikle ODTÜ'de görevli bir grup
akademisyen tarafından kabartmalı vazolar,
ortostatlar ve orijinal örneklerden yararlanarak
çalgıların orijinal boyutları belirlenmiş. Daha
sonra İTÜ Türk Müziği Konservatuarı Çalgı Yapım
Bölümü hocalarından Tunç Buyruklar, Şafak Köksal,
İbrahim Coşkun büyük-küçük lir, arp, kaval, davul,
çalpara ve borunun; çalgı yapımcısı Özay Önal ise
bağlamaların projelerini hazırlamış ve imalatlarını
yapmış. Davul, arp, çalpara ve borunun imalatları
ise Feridun Obul tarafından gerçekleştirilmiş. Hitit
çalgıları için hazırlanan müziklerde Hattuşa'nın
günümüzdeki yüzü Çorum'un geleneksel müzikleri temel
alınmış. Elbaş, elimizde bir Hitit müziği kaydı ya
da notası olmadığı için bölgede günümüze kadar
yaşama imkanı bulan geleneksel şarkıların, özel
düzenlemelerle Hitit çalgıları ve modern çalgılarla
seslendirildiğini ifade ediyor. Dönemin daha iyi
anlatılması amacıyla orkestrada görev alan
müzisyenler için özel Hitit giysileri üretilmiş.
Bu çalgılardan çıkan seslere göre hazırlanan
beste için şair ve edebiyatçıların da desteği
alınarak sözler de yazılmış. Bestelenen eserin
birinci bölümünde, Hititlerin dünya için önemi
vurgulanıyor. İkinci bölümde, Hitit kültürü ve
günümüz modern dünyasına yansımaları işleniyor,
üçüncü bölümde Hitit yaşamından kesitler veriliyor
ve son bölümde ise yok oluşları anlatılmaya
çalışılıyor.
Zaman, Haber: Ali Pektaş, 16.09.2009
|
DÖNÜŞÜM SANCISI AYVANSARAY'DA
Rafet - Esma
Yetişener çifti 55 yıldır Ayvansaray’da oturuyor.
Mahallelerini anlatırken “Bizim için buradan başka
bir hayat yok” diyorlar... Ama bugünlerde Yetişener
çiftinin evinde tedirginlik var. Fatih Belediyesi,
‘buluşmak, anlaşmak’ için aileye gün aşırı ‘davet’
gönderiyor. 200 yıllık tarihi olan tapulu eski Rum
evi yıkım için sıra bekliyor. Gerekçe, ‘kentsel
dönüşüm’.
8 bin 500 yıllık tarihe sahip Fener - Balat-Ayvansaray
Bölgesi 1950 yılında göç almaya başladı. Öncesinde
Rumlar, Yahudiler, Ermeniler vardı... ‘Mahalle
kültürü’nün her yönüyle yaşanabileceği İstanbul’un
nadir yerlerinden bu bölge için Fatih Belediyesi’nin
‘yenileme’ projesi birkaç yıldır gündemdeydi.
Projenin dayanağı ise 5366 sayılı ‘yıpranan tarihi
ve kültürel taşınmaz varlıkların yenilenerek
korunması ve yaşatılarak kullanılması’ hakkındaki
kanun ve ilgili yönetmelik.
Yenileme projesi
2005-2006 yıllarında önce yerel yönetimlerden son
olarak da Bakanlar Kurulu’ndan onay aldı. Yüklenici
firma Çalık Grubu ve GAP İnşaat
ihaleye teklif vererek, Fatih Belediyesi ile
sözleşme imzaladı. Alan, ‘kentsel sit alanı’ olarak
tescil edildi. Yenileme alanı olarak belirlenen
bölge, Eski Atik Mustafapaşa, Mollaaşkı,
Balatkarabaş mahalleleriyle, Tahtaminare, Yıldırım
ve Vodina caddelerinde toplam 279 bin 345
metrekarelik alanı kapsıyor.
‘Haliç’in Üç Kapısı’ adı verilen projeyi anlatan
bir de broşür hazırlanarak semt sakinlerine
dağıtıldı. Projede bölgedeki imar planı, yüzde 53
konut, yüzde 12 ticaret, yüzde 16 konaklama, yüzde 8
ofis ve kültürel
yapı alanı yüzde 2 olarak
belirlenmiş. Proje bölgesinde 910 bina yer alıyor.
Bu binalar istimlak edilecek. Belediyenin
açıklamasına göre proje alanındaki binaların yüzde
18.7’si basit onarım gerektiren veya gerektirmeyen,
yüzde 19.4’ü aşırı tahribat yüzünden yapısal
özelliğini kaybetmiş, yüzde 61.9’u büyük çaplı
onarım gerektiren binalar. Binaların yüzde 85’i
dolu. Projeye karşı olan ‘Fatih İlçesi Fener- Balat-
Ayvansaray Mülk Sahipleri ve Kiracıların Haklarını
Koruma Derneği’, dün bir basın toplantısıyla
‘Evlerimizi yıktırmayacağız’ dedi. Toplantıya
Mimarlar Odası’ndan, derneğin Beyoğlu-Tarlabaşı
versiyonundan ve Sulukule Platformu’ndan da tam
destek geldi.
Toplantıya katılan semt sakinlerinden Rafet
Yetişener, “Bu bölge ‘kentsel dönüşüm’ için uygun
değil ki... Mesela Sulukule’deki yapılaşmanın büyük
bir bölümü kaçak, ama burada hepimizin tapusu var.
Benim evim eski bir Rum evi, 200 yıllık tarihi var.
Yarın Anıtlar Kurulu’na gidip bu ‘tarih katliamına’
nasıl izin veriliyor, öğrenmeye çalışacağım” derken
eşi Esma Yetişener de yenilemenin ‘ironik’ yanına
dikkat çekiyor:
“Dayanakları kültürel tarihi korumak... Bunun için
önce ‘evlerinizde tadilat yapacağız’ dediler; şimdi
yıkma planları var. Evimiz, sapasağlam daha yeni
tadilattan geçti. Hangi gerekçeyle elimden tapumu
almak istiyorlar? Evimi yıkacak olan zihniyet,
yalnızca bana da değil 200 yıla haksızlık edecek.”
Projeye karşı sesini yükseltenlerden biri de 200 TL
ev kirası ödeyen Şükriye Şahin... Şahin, “Mal
sahiplerinin eline para verip gönderecekler. Beni
hem 40 yıllık mahallemden kovuyorlar. TOKİ’ye
sesleniyorum, bizi de çatısız bırakmasınlar. Benim
İstanbul’da 200 TL’ye kira ödeyebileceğim bir yer
yok” diyor. Mahalleden Kazım Alakurt dönüşümden
yana: “Bu tarihi eser dedikleri evler, tinerci
yatağı... Temizlesinler buraları.”
Fatih İlçesi Fener-Balat-Ayvansaray Mülk
Sahipleri ve Kiracıların Haklarını Koruma Derneği
Başkanı Hasan Acar ise dünkü toplantıda semt
sakinlerine şöyle seslendi:
“Evlerimizi yıkacak, yerlerine kendi çizdikleri
projeyi uygulayıp bizlere de başka semte taşınmayı
önerecekler. Bu bölge de ranta açılacak, gelsin
oteller, gitsin alışveriş merkezleri... Muhtemelen
inşaat şirketleri evlerin satılması için fahiş
ücretler önerecek. Sakinlerden ricam, kanmayın, imza
atmayın, evinize sahip çıkın.”
Derneğin basın sözcüsü Çiğdem Şahin’e göre de
belediyenin bölge için açıkladığı ‘bütünleşik çözüm’
ifadesi şu anlama geliyor:
“Bütünleşik ifadesi bölgede binaların yıkılacağının
kanıtıdır. Yani binaların ön cephesi korunarak,
içerden yıkım yapılıp bloklar birleştirilecek ve
daha geniş daireler elde edilecek. Zengin müşteriler
küçük daireleri tercih etmeyeceği için de evlerin
orijinal haliyle restore edilmesi karlı görülmüyor.
Belediye ada olarak yıkım yapılarak birleştirme
yoluyla yenileme yani yıkım yapacağını itiraf
ediyor.”
Radikal, Haber: Mehmet Özdoğan, 16.09.2009
******
FATİH-BALAT 'YENİLENİRKEN' YERİNDEN EDİLENLER
1980'li
yıllarda İstanbul'da da uygulamaya konan
neo-liberal
politikalar, kent yaşamı üzerindeki etkilerini
2000'li yıllarda daha da yoğunluklu olarak
hissettirmeye başladı. "Yarışmacı kent",
"yarışan kent" kavramları ile
oluşturulan yeni vizyonlar, kentin yeniden
paylaşımını da gündeme getirdi.
Bu, kente yeni değerler biçen, meta değerini artıran
ve alt gelir gruplarının bu yeni maliyeti
ödeyemeyeceğini varsayan anlayıştır. Yani farklı
gelir gruplarının kent içindeki yeni paylaşım
kavgası, alt gelir grupları için zorlu bir
karşılaşma niteliğini taşımaktadır. Kentsel dönüşüm
projeleriyle devlet destekli bir mekansal dönüşüme
sahne olan İstanbul'da, Fener - Balat semtleri de bu
projelerden nasibini aldı.
Yoksullaşma
Fener - Balat, neoliberal kent
politikalarının gelişiminin tarihsel süreçlerinden
tümüne örnek gösterilebilir niteliklere sahip
değişimlere sahne oldu. 1980'lerde
Dalan'la
başlayan sanayisizleştirme süreci, önceki dönemde iş
imkanlarından dolayı buraya gelmiş olanları
fakirleştirmeye başladı. 1990'larda ise tarihi
mekanların yeniden keşfedilmesi sonucu Fener -
Balat'ta ki evlerin yenileme çalışmaları başladı.
Bu süreç aynı zamanda Fener - Balat'ın farklı bir
gelir grubu tarafından da talep edilmeye başlandığı,
soylulaştığı dönemin de başlangıcı oldu. 2000'li
yıllarda Tarlabaşı ile başlayan, tarihsel özelliği
olan mekanların ilgi odağı olması sürecine Fener -
Balat da dahil oldu ve 2005 yılında çıkarılan,
5366 sayılı "Yıpranan Tarihi ve Kültürel
Taşınmaz Varlıkların Yenilenerek Korunması ve
Yaşatılarak Kullanılması Hakkındaki Kanun"
maddesine dayandırılarak, 2006 yılında yenileme
bölgesi ilan edildi.
Bu semtte yaşanan sürece alt gelir grupları,
özellikle de kiracılar açısından bakıldığında,
yenileme alanı ilanı, kent mekanındaki
sığınaklarının elinden alındığı, yıkıcı, yok edici
bir ikinci raunt anlamına gelmektedir. Sadece
barınma hakkı ile izah edilemeyecek bu süreç, iş
imkanlarını ve zaman içindeki süreçte
geliştirdikleri geçinme stratejilerini de yok eden,
yaşam hakkının sorgulanması noktasında tartışılması
gereken bir yöne doğru ilerlemektedir.
Fener ve Balat, Bizans'tan beri varlığını sürdüren
ve özellikle Osmanlı'nın İstanbul'u fethi ile de
önemini artıran semtlerdir. Osmanlılar döneminde
özellikle Musevi ve Rum azınlıklar tarafından yaşama
alanı olan bu bölge, 19. yüzyıldan sonra önemini
yitirmiştir. Bu değişimin en büyük nedeni Haliç
kıyılarının ticari canlılığının azalması, 1894
depremi ile ardı ardına semtte çıkan yangınlar ve
Hasköy, Ortaköy, özellikle Galata ve Pera'nın daha
nitelikli yerleşim alanı haline gelmesi ile
açıklanabilir.
6-7 Eylül
19. yüzyılın ikinci yarısından sonra öncelikle
devlet fabrikaları ve ardından her türlü atölye,
imalathane ve mezbahanın gelmesiyle burası büyük
ölçüde değişime uğramıştır. Semtin kıyı kesimi,
özellikle Fransız kent plancısı Henry Prost'un
1930'lu yıllarda sanayiyi buraya getirme kararı
nedeniyle değişmiş ve Fener kıyısındaki Rum nüfusun
yaşamını sürdürdüğü yalıların yerini atölye ve
fabrikaların alması sonucunu doğurmuştur. (İstanbul
Ansiklopedisi, 2. ve 3. Cilt)
Semtin çehresinin değişmesine paralel olarak sosyal
yapısı da değişmiştir. Öncelikle semtin ticari
önemini yitirmesi, sonrasındaysa 1942'de yürürlüğe
giren Varlık Vergisi Kanunu ve 1955'te yaşanan 6-7
Eylül olayları nedeniyle de semt Museviler ve Rumlar
tarafından terk edilmiştir. Gelişen sanayi ile
birlikte iş gücü ihtiyacı doğmuş ve azınlıklar
tarafından terk edilen evlere Anadolu'dan gelenler
yerleşmeye başlamıştır. Balat'ta 1950'li 60'lı
yıllarda özellikle Kastamonu'dan gelen nüfus
ağırlıklıdır. Hatta pazar günleri Balat çarşısının
yakınında Kastamonu Pazarı kurulur. 1980'lere kadar
semtte yaşayanlar ağırlıklı olarak civardaki
fabrikalarda çalışır. 1985'te Dalan tarafından
gerçekleştirilen Haliç'i temizleme çalışmalarına
kadar bölge ağırlıklı olarak sanayi üretimi yapan
yer olma niteliğini sürdürmüştür.
Göç
1980 sonrasında ise Fener - Balat semtlerine doğu ve
güneydoğu Anadolu'dan zorunlu göçle gelenler
yerleşmeye başlamışlardır. Bu ikinci büyük göç
dalgası ilki ile önemli farklılıkları içerisinde
barındırır. Zorunlu göç ile gelenlerin, dönebilecek
köyleri, memleketleri yoktur, onları bekleyen hazır
bir iş yoktur ve herhangi bir birikime de sahip
değillerdir. Fener - Balat semtlerini seçme
nedenleri ise ucuz kira ve şehir merkezinde iş
bulabilme imkanı ile açıklanabilir. 1980 sonrası göç
dalgasıyla gelenler genellikle enformel işlerde
çalışmaktadırlar ve bu grup içerisinde işsizlik çok
yoğun olarak yaşanmaktadır. Ev kadınlarının çoğu baş
örtüsü kenarı, buzdolabı süsü üretimi gibi ev
eksenli işleri yürütmektedir. Geçinme stratejileri
içinde yardımlar önemli bir yer tutmaktadır.
1980'lerde Haliç'in sanayisizleştirilmesi ile
başlayan süreç, 1996 yılında İstanbul'un ev
sahipliğini yaptığı Habitat Zirvesi sırasında yeni
bir gündeme taşınmış ve Fener - Balat semtlerinin
rehabilitasyonu fikri ortaya atılmıştır.
1997 yılında Fatih Belediye Başkanı olan Saadettin
Tantan tarafından proje gündeme getirilmiş ama 6
Ocak 2003 yılında ancak hayata geçirilebilmiştir.
Fener Balat Rehabilitasyon Projesi dört farklı konu
üzerinden planlanmıştır: Evlerin restore edilmesi,
sosyal merkez, Balat Çarşı'nın yenilenmesi ve katı
atık yönetimi. Projeye Avrupa Birliği tarafından
kaynak sağlanmış ve 7 milyon avro hibe edilmiştir.
Projenin uygulamasında farklı iş tanımlarını
yüklenen firma ve kurumların oluşturduğu bir
konsorsiyum kurulmuştur. 2004 yılında da projenin
restorasyon ayağı ihale edilmiş ve Pekerler İnşaat
Şirketi ihaleyi almıştır. Rehabilitasyon projesi
2008 yılında tamamlanmış, bu süreçte 121 bina
restore edilmiş, iki sosyal merkez yenilenmiş ve
biri bir yıl süresince rehabilitasyon projesini
yürüten ekiplerce çalıştırılmış, bu bir yıl sonunda
Fatih Belediyesi'ne devredilmiştir.
"Yenileme"
Rehabilitasyon projesinin uygulama sonuçlarına
bakıldığında, restorasyon ayağında hedeflenen 200
sayısına bütçe ve zaman kısıtları nedenleriyle
ulaşılamamış; katı atık yönetimi ayağı ise ancak
kısa bir süre uygulanabilmiş; restorasyon sırasında
semtte iş ihtiyacı olanların çalıştırılması hedefi
ise hiç uygulama imkanı bulmamış, hatta Pekerler
İnşaat'ın işçileri arasında yabancı uyruklu ucuz iş
gücünün tercih edildiği gözlemlenmiştir.
Fener-Balat'ta 18 Nisan 2007 tarihinde avan proje ve
uygulama ihalesi bir arada yapılmış olup sözleşme 30
Nisan 2007 tarihinde, tıpkı Tarlabaşı Yenileme
Projesi'nde olduğu gibi Gap İnşaat'la imzalanmıştır.
Projenin teslim tarihi 03.09.2010'dur.
Fener-Balat Yenileme Projesi alanı 279.345,91 m²
olup, toplam 59 ada 909 parselden oluşmaktadır. Semt
sahil kısmında bulunan yeşil alanlar ve
konut-ticaret fonksiyonlarının bulunduğu yerleşim
alanı olmak üzere temel olarak iki bölgeden
oluşmaktadır.
Semtin tarihi mirası olarak sayabileceğimiz
yapılarının alanı dahilinde 11 adet tescilli anıt
eser, 195 adet sivil mimarlık örneği ve 25 adet
öneri sivil mimarlık örneği bulunmaktadır.
Fener-Balat Yenileme Projesi aynı zamanda şu ana
kadar geliştirilmiş olan kentsel dönüşüm
projelerinin, kapsadığı alan açısından en büyük
olanıdır.
27.12.2007 tarihinde Kültür ve Turizm Bakanlığı
İstanbul Yenileme Alanları Kültür ve Tabiat
Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğü'ne
sunulan yenileme avan projesinin onayının yapıldığı
bilinmektedir.
Proje, Tarlabaşı Yenileme Projesi'nde olduğu gibi
ada bazlıdır. Yani aynı adada bulunan binaların
içleri birleştirilerek yapılacaktır. Tarlabaşı
Yenileme Projesi'ni anımsatan bu uygulama yöntemi
ile ilgili olarak Fatih Belediyesi yenileme alanları
ile ilgili danışmanı Mustafa Çiftçi ile yapılan, 10
Şubat 2009 tarihli görüşme sırasında şu açıklamalar
getirilmiştir:
"Yenileme yasası düzenlemeyi ada bazında alır yapar.
Parsel ölçeğinde değildir çünkü parsel yapısı çok
girift çok ufak parseller var ve çok ufak parsellere
imar açısından çözüm getirmek çok zor. Bu yüzden
yenileme kısmının özü ada bazında çalışmaktır. Ada
bazında değerlendirme yapılıyor, dediğim gibi 59
tane adayı kapsayan bir proje..."
Uygulamanın bu kısmı mimarların büyük çoğunluğu
tarafından, tarihi bir bölgede var olan bina
özelliklerinin değiştirilmemesi, tarihi
niteliklerinin korunması gerektiği nedeniyle
eleştirilmektedir.
Fener - Balat Yenileme Projesi, rehabilitasyon
projesinin etkilerinin katlanarak arttığı ve
mağduriyetin çok daha büyük bir kesim tarafından
yaşanacağı bir proje olma niteliğini de içerisinde
barındırmaktadır. Rehabilitasyon projesinde dikkate
alınan mülkiyet hakları bu projede çok daha az önem
taşımakta ve yerinden etmeyle ilgili çok daha
doğrudan sonuçları olacağı anlaşılmaktadır. Bu
projede, Tarlabaşı Yenileme Projesi'nde de uygulanan
mülkiyet transferi biçimi seçilmiştir.
Rehabilitasyon projesinin dolaylı yoldan etkilediği,
hatta bazı durumlarda avantajlar elde etmelerini
sağladığı mülk sahiplerinin yenileme projesinde
ciddi bir mağduriyet yaşayacağı ortadadır.
Semt sakinleri "yok yerde"
Kiracılar ise projenin hiçbir kısmında yer almamakta
ve kiracılara yapılacak taşınma yardımı Mustafa
Çiftçi tarafından şu sözlerle tanımlanmaktadır:
"Normalde kiracılarla ilişkili olan bir proje değil,
mal sahipleriyle ilişkili olan bir proje. Ancak biz
proje kapsamında biraz projenin sosyal ayağını geniş
tutarak kiracılara taşınma gibi bir yardımda
bulunuyoruz; bir de 10 yıldan fazla alanda kiracı
olduğunu ispatlayan insanlara proje yapıldıktan
sonra belediyeye kalan mülkler üzerinde isterlerse
alanda yeniden kiracı olma hakkı sağlıyoruz."
Bu açıklamalarda da açıkça görülüyor ki, yenileme
projesi bölgede bütünlüklü bir yerinden etme sonucu
doğuracak ve özellikle kiracılar bu ikinci rauntta
tamamen mağlup olacaklardır. Şehre yeni bir özellik
ve fiyat biçen anlayış, şehrin yaşayanlarını da
tümden değiştirme hedefi gütmektedir. Dünya
arenasında yarışmaya çıkan marka şehirler içinde,
"barınma hakkı" ve "yaşama hakkı" defo olarak
görülmektedir.
Fener - Balat'ta Fatih Belediyesi semt halkı ile
görüşmelere başlamıştır. Eylül ayı içerisinde mülk
sahipleriyle birebir görüşmelerin de başlayacağı
semt sakinlerine bildirilmiştir. Mağduriyetin
rehabilitasyon projesine nazaran çok daha geniş bir
kesimi kapsaması sonucu semt halkı dernek kurma
girişimini de yürütmektedir. Bu aşamada umut edilen,
yürütülen mücadelenin sadece mülk sahipliği ile
sınırlı kalmaması ve barınma hakkı üzerinden
biçimlenerek kiracıları da kapsamasıdır.
Bugün İstanbul'da yoksulların yaşadıkları yerlerde
yıkım korkusu yaşanmaktadır. Tarihi kent
merkezlerinde, işçi mahallelerinde, eski gecekondu
alanlarında... Kentlerin tarihini, üretim
ilişkilerini, sosyo-ekonomik yapısını göz ardı
ederek kentler kurmaya çalışan iradenin ilk göz
diktiği alan kentin içinde kalmış, yoksulluk ve
yoksunluk ile şekillenmiş mekanlar olmakta...
Bianet, 16.09.2009
|
KAÇAK KAZIYA SUÇÜSTÜ
Sinop'un Durağan İlçesi'nde kaçak kazı yaptıkları
belirlenen 4 kişi jandarma tarafından suçüstü
yakalandı.
Edinilen bilgiye göre, bir ihbarı değerlendiren
jandarma ekipleri, ilçeye bağlı Çerçiler Köyü Kunduzçal mevkiinde İ.D, A.M, K.Ç ve A.Y isimli
şahısları kaçak kazı yaparken suçüstü yakaladı.
Yapılan incelemede 1 metre genişliğinde ve 1
metre derinliğinde kazı yapıldığı tespit edildi.
Olayla ilgili 4 kişi gözaltına alınırken, kazıda
kullanılan 1 adet jenaratör, 1 adet hilti, 1 adet
balyoz, 5 adet murç ile kazma küreklere el konuldu.
Soruşturma sürüyor.
Sinop Kent Haber, 15.09.2009
|
 |
Kayseri´de Anadolu Selçukluları devrine ait en eski kümbetlerinden biri olan Hasbek Kümbeti şimdilerde bakımsızlık nedeniyle adeta çöplük haline geldi. 1186 yılında yaptırılan Kadı Kümbeti´ ve ´Mesud Gülzar Kümbeti´ diye isimlendirilen bu yerde şimdi fareler cirit atıyor, evsizler barınak olarak kullanıyor ve içerisi çöplükten geçilmiyor.
Ramazan ayında olmamıza rağmen bu önemli yer adeta meyhane olarak kullanılıyor. Hasbek Kümbeti’nin içler acısı haline duyarlı vatandaşlar el atsana hiçbir yetkilinin konuyla ilgilenmemesi tarihe ne kadar önem verdiğimizi gözler önüne seriyor.
Kapısında ‘Kayseri Vakıflar Bölge Müdürlüğü tarafından basit onarımı yapılmıştır’ yazısı dikkat çeken Hasbek Kümbeti’ne yapılan bu büyük saygısızlığın biran önce ortadan kaldırılması için yetkilileri davet ediyoruz.
Kayseri Gündem, 15.09.2009
|
KALEDE KAZI ÇALIŞMALARI SÜRÜYOR

Bitlis Kalesi'nde 2004 yılında Pamukkale
Üniversitesi Sanat Tarihi Bölüm Başkanı Prof.Dr.
Kadir Pektaş ve Öğr. Gör. Gülsen Baş tarafından
başlatılan kazı çalışmaları devam ediyor.
Temmuz ayı başında başlayan ve ekim ayı
ortalarına kadar devam edecek olan kazı ile ilgili
olarak açıklamalarda bulunan Kazı Başkanı Prof.Dr.
Kadir Pektaş, bu yıl ilk defa Bitlis Kalesi'nde 3
ayrı noktasında kazı çalışmaları yürüttüklerini
söyledi. Prof.Dr. Pektaş, "2004 yılında
başlattığımız çalışmaları bu yıl da sürdürdük. 50
kişilik bir ekiple devam ettiğimiz kazılarımızda bu
yıl ilk defa üç farklı alanda gerçekleştirdik" dedi.
Bu yıl ki kazı çalışmaların üç farklı alanda
gerçekleştirdiklerini ifade eden Pektaş, "Birincisi
hamamın doğu tarafında bulunan 19'ncu yüzyıldan
kaldığını tahmin ettiğimiz katmanda çalışıyoruz.
Burada daha alt katmanlara da indik. Daha erken
tarihlerde inşa edilmiş yapıların izlerine
rastladık. İkinci çalışma alanımız iç kalede
olmuştu. Burada da açmalarımızı güney yönde
genişlettik. Yeni planlar ve mekanlarda ortaya
çıkmaya başladı. Geçen yıllarda olduğu gibi bu yıl
da kaliteli seramiklere rastladık. Üçüncü çalışmamız
ise Doğu burcunda olan alanda oldu. Burada yine eski
döneme ait düz bir yapı ortaya çıktı. Bu yapının
etrafında açmalarımızı devam ettirdik. Ancak güney
yönde olan kapısına halen ulaşamadık. Kapısını bulup
buradan içeri girerek yapının tam olarak ne olduğunu
anlayacağız. Bu yapı hamamdan sonra ikinci sağlam
yapı olarak gün ışığına çıkarıldı" şeklinde konuştu.
Prof.Dr. Pektaş açıklamasının devamında ise kazı
çalışmalarında yeni bulgulara rastladıklarını
belirterek, "Kazı çalışmaları sırasında çıkan
toprakların elenmesi sırasında şu ana kadar 300
civarında sikke, metal buluntu geldi. Bunlar yine
farklı dönemlerden günümüze ulaşan bulgular oldu.
Çoğunluğunu Osmanlı'nın oluşturduğu bu bulgularda,
Akkoyunlu ve Karakoyunlu dönemlerinden bulgulara da
rastladık. Sırlı tuğla bezemeleri var. Bunların bir
binanın dış bezemeleri olduğunu düşünüyoruz. Çok
miktarda günlük kullanılan sırlı ve sırsız kaplar
elde edildi" şeklinde açıklamalarda bulundu.
Bitlis Kent Haber, 15.09.2009
|
YEŞİL TÜRBE BAYRAMDA AÇILIYOR

Bursa'nın simgesi
haline gelen ve restorasyon çalışmaları 3 yıldır
süren Yeşil Türbe'nin Ramazan Bayramı'nda açılacağı
bildirildi. Bursa Valisi Şahabettin Harput, yaptığı
açıklamada, Yeşil Türbe'de 2006 yılında Türkiye
Odalar ve Borsalar Birliği'nin (TOBB) mali
desteğiyle başlatılan restorasyonun yaklaşık 3
yıldır sürdüğünü söyledi. Harput, 'Dünyada eşi
benzeri olmayan muhteşem bir şaheser' olarak
tanımladığı türbeyi 1421'de Çelebi Mehmet'in
yaptırdığını ifade ederek, 'Çelebi Mehmet,
hayatındayken kendi türbesini kendi yaptırıyor.
Vefatından sonra buraya defnediliyor. Çelebi Mehmet,
dağılan Osmanlıyı toplayan, tekrar ayağa kaldıran
önemli bir büyük' dedi.Bursa kadar diğer iller ve
yurt dışında yaşayanların sabırsızlıkla ziyaret
etmeyi beklediği Yeşil Türbe'nin aslına uygun
restorasyonu için KDV hariç 1,7 milyon lira
harcandığını vurgulayan Harput, 'Bu muhteşem eser
aslına uygun restore edilip, Bursa'ya ve Türkiye'ye
kazandırılmış oldu. Ramazan Bayramı'nda açalım
istiyoruz. Vatandaşlarımız uzun süredir türbenin
açılmasını bekliyor. Bursa çifte bayram yapacak'
diye konuştu.
Bursa İl Kültür ve
Turizm Müdürlüğü yetkilileri ise restorasyon için
birçok akademisyen, firma, kurum ve kuruluşun
desteğinin alındığını belirtti.Özellikle iç ve dış
cephedeki çiniler için çok titiz bir çalışma
yapıldığını vurgulayan yetkililer, şunları kaydetti:
'Orijinal İznik
çinisi ile ilgili çeşitli firmalardan numune olarak
üretilen çiniler alındı. Çiniler, Kültür ve Turizm
Bakanlığı ile İstanbul Teknik Üniversitesi'nin
laboratuarlarında kontrol edildi. Kabul gören 2
firmanın ürettiği çiniler, yüklenici firma
tarafından alınıp türbenin restorasyonunda
kullanıldı. Bu kadar uzun sürmesi, işçilikte büyük
özen gösterilmesinden kaynaklandı. Açılmasının
ardından Yeşil Türbe, yerli ve yabancıların büyük
ilgisini görecek.'
Dünya mirası
kültürel varlıkları arasında yer alan, bulunduğu
semte bile adını vererek kentle özdeşleşen Yeşil
Türbe, 1421 yılında Çelebi Sultan Mehmet tarafından
yaptırıldı.Mimarı Hacı İvaz Paşa, nakkaşları Ali Bin
İlyas Ali, Mehmed El Mecnun ve Ali Bin Hacı Ahmet
Tebrizi olan türbenin pencere alınlıklarında
yazıtlar bulunuyor.
Sekiz köşeli planı
ve alt kattaki mezar odası ile Selçuklu
kümbetlerinin devamı görünümündeki türbenin iç kısmı
'Çini cenneti' olarak nitelendiriliyor. Renkli sır
ve mozaik çini tekniklerinin uygulandığı çini
süslemeleriyle eşsiz bir yapıya sahip Yeşil
Türbe'nin renkli ve geometrik motifli çinilerle
bezenmiş olan mihrabı, bir sanat başyapıtı olarak
kabul ediliyor. Ceviz ağacından geçme tekniği ile
yapılmış, geometrik motiflerle süslü kitabeli
kapısı, Osmanlı ahşap işçiliğinin güzel bir örneği
olarak gösteriliyor.
Yeni Şafak, 15.09.2009
|
PARÇA PARÇA MÜZE

İstanbul'un yüzyıllardır bir müze şehir olduğu
söylenir. Peki nerede bu şehrin müzesi? Avrupa'da en
küçük şehirlerin, kasabaların bile, tarihlerini
anlatan ve bölgeyi tanıtan müzeleri mevcut...
Avrupa'nın 2010 kültür başkenti İstanbul'da bu
konuyla ilgili çalışmalara daha yeni başlandı. Tabii
ki 2010'a "yetişebilmek" kaygısıyla.
Geçtiğimiz günlerde İstanbul'da şehir müzeleri
ile ilgili birçok gelişme yaşandı. İstanbul'un ilk
şehir müzesi diye adlandırılan ve Ağustos 2009'da
faaliyete geçen Adalar Şehir Müzesi; bundan bir yıl
önce faaliyete geçen ve aslında konumu, içeriği
açısından gerçek bir şehir müzesi özelliği yaşayan
Eyüp'teki Nezih Eldem Şehir Müzesi ve belediyenin
kendi insiyatifini kullanarak, Haliç kıyısını
"değerlendirmek" üzere aldığı karar sonucu
kullanılamaması ve 1988'den beri açık olan, fakat
kentlinin de farkında olmadığı Yıldız Sarayı Şehir
Müzesi...
Yıldız Sarayı Şehir Müzesi

Aslında İstanbul'un 1939 yılından beri bir şehir
müzesi var, ama kimsenin haberi yok. Müze, Osmanlı
İmparatorluğunun dördüncü büyük sarayı olan Yıldız
Sarayı'nın Güzel Sanatlar binasında 1988 yılından
beri hizmet veriyor. Müzenin kuruluş tarihi 1939
yılına kadar inmekte. Beyazıt'taki Belediye
Kütüphanesi'nde açılan müze, 1945 yılından sonra
Saraçhane`de bulunan Gazanferağa Medresesinde
Belediye Müzesi adı ile hizmet vermeyi sürdürdü.
1988'de Yıldız Sarayı'na taşınan ve Şehir Müzesi
adıyla yeniden hizmete açılan müze, sergileme alanı
olarak düzenlenen, iki katlı uzun salondan oluşuyor.
Şehir müzesinin koleksiyonunda genellikle 18. ve 19.
yüzyıla tarihlendirilen etnografik ve tarihsel
nitelikteki eserler bulunuyor.
Osmanlı dönemi İstanbul'unun sosyal hayatını
yansıtan bu eserler, tablolar, yazı-resimler ve hat
levhaları, kumaşlar, Yıldız ve eser-i İstanbul
damgalı porselenler, çeşitli cam eserler, yazı (hat)
malzemeleri, tarikat eşya ve alemleri, mutfak
eşyaları, kahve takımları, buhurdanlar, sahanlar,
takılar, mahfazalar, ölçek, terazi ve ağırlıklar,
mühürler, cilt kalıpları, keramik ve çiniler,
Tophane lüleciliği ürünleri vb. objelerden oluşuyor.
Fakat, Yıldız Sarayı'nın içindeki güzel sanatlar
binasında bulun bu müze, yine saray gibi gizli
kalmış. Klasik Osmanlı Müzesi bağlamında sergilenen
objeler, mekan olarak seçilen saray, hala "halka
inememe" ve zamanın gerisinde kalma problemi
taşıyor.
Dünya metropolleri artık "Post-Modernizm Ötesi"ni
konuşuyor ve yaşıyor. 21. yüzyılın gelişen
metropolündeki ilk ve tek şehir müzesinde ise,
modernist, post modernist ve hatta güncel hiçbir
yapıt, sanat eseri yok. Osmanlı'nın sosyal yaşamında
kalınmış... Müze, koruların içinde saklanmış ve
terk edilmiş sanki. Artık sanatta ve tasarımda
kamusal alan kullanımının vurgulandığı çağımızda,
İstanbul gibi çok yönlü ve uluslararası bienaller ve
etkinliklerin yapıldığı bir şehirde, merkezde ve
kamunun erişimine açık bir müze mekanı oluşturmak
çok zor olmasa gerek. Şehirde açık alan
kullanımından bahsediyoruz hep, ya da köhnemiş
dokunun yeniden kullanılarak şehir hayatına
kazandırılmasından...Bu noktada planlama araçları ve
organları devreye giriyor. Özellikle de yerel
yönetimler.
Adalar Müzesi

Geçtiğimiz günlerde İstanbul 2010 Avrupa Kültür
Başkenti Ajansı projeleri kapsamında, İstanbul
Büyükşehir Belediyesi, Adalar Belediyesi, Adalar
Kaymakamlığı ve Adalar Vakfı'nın ortak çalışması ile
hayata geçirilen "Adalar Müzesi" projesi duyuruldu.
Proje kapsamında, Adalar'ın bilinen tüm tarihini,
yakın geçmişini, bugününü belgeleyip İstanbullulara
aktarmayı amaçlayan Adalar Müzesi Sergisinin ana
temasını "Anlatılan bizim hikayemiz, anılar yok
olmasın, paylaşılsın, geleceğe aktarılsın" düşüncesi
oluşturuyor. Bu çağrı, Adaların çok kültürlü
geçmişine ve evrensel dokusuna bağlı olarak Türkçe,
İngilizce, Almanca, Fransızca, Rusça, Ladino,
Ermenice, Rumca, Süryanice, Kürtçe, Arapça, Farsça
dillerinde vurgulanıyor.

Müzenin mekanı, Adalıların belleklerinde çok
önemli yeri olan ve Taş Mektep olarak da bilinen
eski Büyükada İlkokulu olarak belirlenmiş. Adalar
Müzesi'nde, Adalar'ın Bizans öncesi döneme kadar
uzanan tarihi hakkında eserler sergilenecek.
Adalar'ın tarihi yaşamını ve bugüne değin yaşamış
toplulukların eserlerinin yer alacağı müzenin geçici
eserler sergisi bölümünde ise özellikle güncel
döneme ilişkin belgeler ve fotoğraflar yer alacak.
Kütüphane ve arşiv birimlerinin de yer alacağı müze
aynı zamanda, adalardaki diğer müzelerle de
ilişkilendirilip bir 'müzeler kompleksi'
oluşturulması açısından büyük önem taşıyor.

Halen müzenin kurulacağı tarihi Taş Mektep
binasının restorasyon projeleri hazırlanırken, bir
yandan da bilgi, belge ve malzeme toplanıyor.
Projenin belkemiğini oluşturan sözlü tarih
çalışmaları büyük bir heyecanla sürüyor. Adalıların,
Ada dostlarının, sivil toplum örgütlerinin,
tarihçilerin, mimarların, çevre dostlarının,
araştırmacıların, yazar ve sanatçıların da
desteğiyle hayata geçirilen bu tarihsel girişim,
yeni müzecilik anlayışları temelinde tamamen farklı
bir zeminde biçimleniyor.
Büyükada'da yapılan Şehir Müzesi, kamusal alanda
halkın kent kimliği üzerine bilgi sahibi olması ve
katkıda bulunmasını sağladı. Ayrıca eski,
kullanılmayan bir yapının yeniden değerlendirilerek
bölgeye kazandırılması açısından da doğru bir örnek.
Nezih Eldem Şehir Müzesi

İstanbul'daki diğer şehir müzesi ise, Eyüp'te
bulunan Nezih Eldem Şehir Müzesi.
19. yy.ın başlarında Askeri Rüşdiye olarak inşa
edilen iki katlı kagir bina daha sonra Askerlik
şubesine dönüştürüldü ve 1980'li yıllarda Haliç'in
sanayiden arındırılması çalışmaları kapsamında
yıkıldı. 1990'ların sonuna doğru Kurul arşivinde
bulunan rölöveden yola çıkılarak Eyüp Belediyesi
Planlama Müdürlüğü tarafından rekonstrüksiyon
projeleri hazırlanarak müze olarak kullanılmak üzere
kurul onayına sunuldu ve kurul tarafından onaylandı.
Eyüp Belediyesi de 2005 yılında Nezih Eldem Şehir
Müzesi olarak kurulması kararını aldı. Müze, Kültür
ve Turizm Bakanlığı'nın 24 Ekim 2007 tarihli onayı
ile özel müze statüsüne geçti.
Müzenin sergileme ve uygulama projeleri
tamamlandı. Fakat, bu dönemde yerel yönetimin
değişmesi nedeniyle bütün uygulamalar durduruldu.
Yeni gelen yönetim, binayı "müze" olarak değil de,
farklı "fonksiyonlarda" kullanmak isteyince,
İstanbul'un ilk Türk Yerleşmesi özelliğini taşıyan
Eyüp'te, bölgenin geçmişini ve kimliğini yansıtacak
müze binası, bugün tamamen işlevsiz kalmış oldu.

Binanın yıkılmadan önceki hali

Bina
yeniden yapıldıktan sonra
Müze binası ayrıca konumu açısından da çok
önemli. "Haliç Kültür Vadisi" kapsamında, stratejik
bir konuma sahip olan müze, İstanbul'da hem Haliç ve
çevresi hem de kentin tamamında kültürel kimliğin ve
benliğin geliştirilmesi açısından bir nirengiydi.
Müze faaliyete geçmeden önce, müzeden bağımsız
bazı kurum ve kuruluşlar, burada sergi ve etkinlikler
düzenledi. Bunlardan en önemlisi IUA kapsamında
açılan Üç Eyüplüler sergisi.
Yine Haliç kıyısında bulunan İstanbul Bilgi
Üniversitesi'nin Sahne ve Gösteri Sanatları
Yönetimi, Kültür Yönetimi ve Sanat Yönetimi son
sınıf öğrencilerinin Haliç'e değişik açılardan
yaklaşarak sosyal ve kültürel yönlerini ön plana
çıkarmak amacıyla hazırladıkları projeler
sergilendi.
Müze, bölge için pek çok proje üretmiş olan mimar
Nezih Eldem'e adanmış. Mimarlar Odası yönetim kurulu
ve UNESCO Türkiye Milli Komisyonu üyeliği yapan ve
Türk Tarihi Çevre Koruma (TAÇ) Vakfı kurucu üyesi
olan Eldem, pek çok tasarıma imza attı. 1921 yılında
Eyüp'te doğan mimar, hayatının büyük bir kısmını
Eyüp'te proje üretmekle geçirdi. Bölgeyi çağdaş,
düzeyli ve sağlıklı bir tarihsel-işlevsel seviyeye
ulaştırmak için yoğun projelendirme ve uygulama
çalışmaları sürdürdü.
Kültür Bakanlığı'ndan "özel müze" statüsüyle
onaylanmış ve İstanbul'un en eski semtlerinden
birinde, Haliç kıyısında bulunan müze, şu anda
kullanılmıyor. Kullanılamamasının sebebi, binanın
kötü durumda olması ya da yasal açıdan aykırı bir
durumda olması değil. Yapı yeniden yapıldı ve şehir
müzesi olarak kullanılmasına karar verildi. Binanın
kullanılamamasının sebebi tamamen yerel yönetim.
Bölgeye gelen yeni yönetimin, gayet stratejik öneme
sahip bu yapıyla ilgili, "yeni fonksiyon vererek
değerlendirme" amacıyla aldığı karar, müzeyi şu an
işlevsiz bırakıyor. Müze binasında şimdi Eyüp
Belediyesi'nin bazı birimleri bulunuyor. Ortaya
böyle traji-komik bir durum çıkmış.
İstanbul'a bir şehir müzesi yapmak ve onu korumak..
Biz elimizdekini koruyamıyoruz ve yönetimlerin kendi
inisiyatifleri doğrultusunda kullanmalarına göz
yumuyoruz. Kamusal kullanımı teşvik etmesi gereken
"kamu kuruluşları" , özel yatırımları teşvik ediyor.
Aynı İstanbul'da yapılan parçacıl planlar gibi,
parça parça şehir müzelerimiz var. Biraz ondan,
biraz bundan... İstanbul'un bir köşesi için yapılmış
ya da güncel bilgi,belge,eser içermeyen Osmanlı
müzeleri ya da var olup da, "kullanamadığımız"
müzeler...
Kent Haber, Yazı: Hülya Yalçın / Sanat Tarihçisi,
Der.: Dilek Öztürk, 15.09.2009
|
BAYRAMDA MÜZELERİN
DURUMU
Bazı müzeler ve örenyerleri ile
Kapalıçarşı ve Mısır Çarşısı’nın önümüzdeki hafta
kutlanacak Ramazan Bayramı (20-21-22 Eylül 2009)
boyunca mesai durumları şöyle olacak:
Topkapı Sarayı Müzesi:
1. gün öğleden sonra açık,
açılış:13:00, son giriş:18:00, kapanış:19:00
2. gün 09:00-19:00 arası açık, son giriş 18:00.
3. gün kapalı (Salı)
Ayasofya Müzesi:
1. gün öğleden sonra açık, açılış
13:00, son giriş 18:00, kapanış 19:00
2. gün kapalı (Pazartesi)
3. gün, 09:00-19:00 arası açık, son giriş 18:00
Kariye Müzesi:
1. gün öğleden sonra 13:00’ten
itibaren açık, son giriş 18:00, 19:00’da kapanıyor.
2. gün 09:00-19:00 arası açık, son giriş 18:00
3. gün 09:00-19:00 arası açık, son giriş 18:00
Dolmabahçe Sarayı:
1. gün kapalı.
2. gün 09:00-17 saatleri arasında açık, son giriş
16:00
3. gün 09:00-17 saatleri arasında açık, son giriş
16:00
İstanbul Arkeoloji
Müzeleri:
1. gün öğleden sonra açık, açılış
13:00, kapanış 19:00, son giriş 18:00
2. gün kapalı (Pazartesi)
3. gün 09:00-19:00 saatleri arasında açık, son giriş
18:00
Efes Müzesi:
1. gün öğleden sonra açık, açılış
13:00, kapanış 19:00, son giriş 18:30
2. gün 08:30-19:00 arası açık, son giriş 18:30
3. gün 08:30-19:00 arası açık, son giriş 18:30
Efes Örenyeri:
1. gün 08:30-19:00 arası açık,
son giriş 18:30
2. gün 08:30-19:00 arası açık, son giriş 18:30
3. gün 08:30-19:00 arası açık, son giriş 18:30
Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi:
1. gün öğleden sonra açık, 13:00
açılış, kapanış saati 18:30, son giriş 17:30.
2. gün açık, 08:30-18:30 arası açık, son giriş 17:30
3. gün açık, 08:30-18:30 arası açık, son giriş 17:30
Antalya Müzesi:
1. gün öğleden sonra açık,
13:00-19:00 saatleri arasında açık, son giriş 18:30
2. gün açık, 09:00-19:00 arası açık, son giriş 18:30
3. gün açık 09:00-19:00 arası açık, son giriş 18:30
Göreme Açıkhava
Müzesi:
1. gün öğleden sonra açık,
13:00-19:00 arası açık, son giriş 18:15
2. gün açık, 08:00-19:00 arası açık, son giriş 18:15
3. gün açık , 08:00-19:00 arası açık, son giriş
18:15
Kapalıçarşı:
Bayram boyunca, 3 gün kapalı
Mısır Çarşısı:
Bayram boyunca, 3 gün kapalı
Yerebatan Sarnıcı:
1. gün öğleden sonra açık;
13:00-19:00 arası açık, son giriş 18:30
2. gün 09:00-19:00 saatleri arasında açık, son giriş
18:30
3. gün 09:00-19:00 saatleri arasında açık, son giriş
18:30
Turizm Habercisi,
15.09.2009
|
TORUNLARI MALLARINI İSTİYOR

Mimar Sinan'ın torunu olduğunu söyleyen
Sina Yönel, tapularla Vakıflar Genel Müdürlüğü'ne
gidip hakkını istedi. Vakıflar 'O senin deden değil'
dedi. Yönel şimdi dava açmaya hazırlanıyor.
Sinan Yönel'in, Mimar Sinan'ın 8. kuşaktan torunu
olduğu iddiasıyla,
ellerindeki tapularla ortaya çıkması, dünyaca ünlü
Mimar Sinan ile ilgili
yeni bir tartışma başlattı.
Yönel, gerçek adı Mimar-ı Sultani Sinanuddin Atik
Yusuf Bin Abdullah olan Mimar Sinan ile ilgili
çeşitli belgeleri mahkemeye sunmaya hazırlanıyor. Bu
belgelerden biri de İstanbul'daki selde ayakta kalan
Büyükçekmece Köprüsü. Köprünün kitabesinde bu eserin
mimarı olarak Yusuf Bin Abdullah'ın ismi yer alıyor.
Büyükçekmece Köprüsü, Vakıflar Genel Müdürlüğü'nün
1941 tarihli dergisinde ise dünyaca ünlü Mimar
Sinan'ın eserleri arasında gösteriliyor. Aynı
dergide Mimar Sinan'ın, Yusuf Bin Abdullah adıyla
anıldığı da vurgulanıyor.
Mimar Sinan'ın torunları adına konuşan Avukat Ayhan
Tuncer, Vakıflar Genel Müdürlüğü'nün iki farklı
Mimar Sinan olduğunu iddia ederek tarihi
çarpıttığını, Sinan ile torunlarına açıkça hakaret
ettiğini söyledi. Büyükçekmece Köprüsü, Mehmet
Çelebi tarafından kaleme alınan el yazması, Kadı
huzurunda yapılan satış senedi ve vakıf senedinin
tek bir Mimar Sinan olduğunu ortaya koyduğunu
anlatan Tuncer, yasal yollara başvuracaklarını da
sözlerine ekledi.
Vakıflar Genel Müdürlüğü ise Sinan'ın torunları
olduklarını söyleyen kişilerin sundukları
belgelerin, meşhur Mimar Sinan'a ait vakıf ile
hiçbir ilgisi bulunmadığını, Süleymaniye Camii ve
Selimiye Camii başta olmak üzere pek çok önemli
dünya şaheserine imza atan Mimar Sinan'ın, 1489
tarihinde Kayseri Ağırnas'ta doğduğunu bildirdi.
Akşam, Haber: Volkan Yanardağ, 15.09.2009
|
|
JANDARMADAN TARİHİ ESER OPERASYONU
Eskişehir'de, temin ettikleri tarihi eserleri satmak
için Bursa'ya gittikleri iddia edilen 3 kişi
yakalandı.
Edinilen bilgiye göre, bir ihbarı değerlendiren
İl Jandarma Komutanlığı ekipleri, kent merkezi, Alpu
ve Mihalıççık ilçelerinde vatandaşlardan temin
ettikleri tarihi eserleri Bursa'da satmak
istedikleri öne sürülen şüpheliler L.Ö., M.E. ile
O.A.'yı, Eskişehir-Bursa karayolunda düzenledikleri
operasyonla yakaladı.
Gözaltına alınan şüphelilere ait otomobilde
yapılan aramalarda, 167 sikke, iki tarihi eser
niteliğinde yüzük, bir erkek heykel büstü, iki eski
dönemlere ait balta ucu, üç eski dönemlere ait
pişmiş topraktan yapılmış testi, birer hayvan
heykeli, demir saç tokası, demir bilezik, dört süs
eşyası ve sekiz kurusıkı tabanca mermisi ele
geçirildi.
Şüphelilerin işlemlerinin tamamlanmasının
ardından "tarihi eser kaçakçılığı" suçundan adliyeye
sevk edilecekleri bildirildi.
Eskişehir Kent Haber, 15.09.2009
|
HİCAZ'A TRENLE 1 GÜNDE GİDİLECEK
Tarihi Hicaz demiryolunu yeniden canlandırma çalışmalarına hız verildi. Ulaştırma Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı Suat Hayri Aka, "Proje tamamlandığında İstanbul'dan yola çıkan tren, 24 saatte Mekke'de olacak." dedi.
Türk Amerikan İşadamları Derneği'nin düzenlediği iftar yemeğine katılan Aka, Hicaz Demiryolu Projesi hakkında basın mensuplarına bilgi verdi. Osmanlı topraklarında gerçekleştirilen ilk demiryolunun, İngilizler tarafından 1856 yılında işletmeye açılan İskenderiye-Kahire demiryolu olduğunu ifade eden Aka, demiryolunun I. Dünya Savaşı'nda ve sonrasında tahrip edildiğini, 1918 yılında ise Medine bağlantısının tamamen kesildiğini söyledi. Hicaz demiryolunun yeniden hayata geçirilmesi için Türkiye, Ürdün ve Suudi Arabistan'ın, bu hattın yapılmasına müştereken karar vermesi gerektiğinin altını çizdiğine dikkat çeken Aka, TCDD'nin bu anlamda gerekli girişimleri sürdürdüğünü belirtti.
Aka, "Bu önemli projeye hayat vermek için demiryolunun geçtiği diğer ülkelerin de taşın altına ellerini koyması gerekiyor. Bu projenin tamamlanması diğer ülkelerin katkısı olmadan mümkün değil. Projeye, Türkiye olarak hızlı tren istasyonlarıyla başlamış durumdayız. Suriye ve Ürdün, çalışmalara 2010'da başlayacak. Suudi Arabistan'da ise çalışmalar 2012 yılında tamamlanmış olacak. Proje tamamlandığında İstanbul'dan yola çıkan bir tren, 24 saatte Mekke'de olacak." ifadelerini kullandı.
Zaman, 15.09.2009
|
 |
EZİNE'DE TARİHİ ESER OPERASYONU
Çanakkale’nin Ezine İlçesi'ne bağlı Geyikli
beldesinde gerçekleştirilen operasyonda tarihi eser
satışı yaptığı iddia edilen şahıs suçüstü yakalandı.
Edinilen bilgiye göre H.S. isimli şahsın elinde
tarihi eser bulundurduğu ve bu eserleri satmak
amacıyla müşteri aradığı ihbarını alan Jandarma
Komutanlığı’na bağlı ekipler, Ezine İlçesine bağlı
Geyikli beldesine operasyon düzenledi.
Gerçekleştirilen operasyonda Geyikli iskelesinde
gözaltına alınan H.S’nin üzerinde yapılan aramada
tarihi eser özelliği bulunan 1 adet
(16,5x2,7x2,4)cm. ebatlarında baş kısmı erkek,
boyundan aşağısı çıplak kadın şeklindeki heykel ele
geçirildi.
Heykel incelenmek üzere Çanakkale Müze
Müdürlüğü’ne teslim edilirken, şüpheli H.S ise
Cumhuriyet Savcılığı’nın talimatı ile ifadesinin
alınmasından sonra serbest bırakıldı.
Çanakkale Kent Haber, 15.09.2009
|
500 YIL SÜRECEK KAZILAR
Kültepe Örenyeri Kazı Başkanı ve Ankara Üniversitesi
Öğretim Üyesi Prof.Dr. Fikri Kulakoğlu, ören
yerindeki kazılarda çivi yazılı tabletlerin çıkmaya
devam ettiğini belirterek, “Kazıların 500 yıl daha
sürmesini bekliyoruz” dedi.
Kayseri'nin Kocasinan
İlçesi Kültepe-Kaniş örenyerinde sürdürülen kazı çalışmalarında Anadolu
tarihini yakından ilgilendiren belgeler çıkmaya
devam ediyor. Kazı çalışmaları hakkında bilgiler
veren Kültepe Örenyeri Kazı Başkanı ve Ankara
Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof.Dr. Fikri Kulakoğlu,
Kültepe'de çıkan eserlerin en önemlilerinin çivi
yazılı tabletler olduğunu vurguladı.
Çivi yazılı belgelerin Anadolu tahine ışık
tutması bakımından önemli olduğunun altını çizen
Kulakoğlu, "Bu kazılarda tabletlerin dışında,
Anadolu insanının o dönemde evlerinde kullandığı her
türlü malzeme çıkıyor. Birde tabi ki ticaret sistemi
sayesinde zenginleşen bu şehirde, bazı lüks
eşyalarda karşımıza çıkabiliyor. Şimdi ye kadar
Kültepe'de yaklaşık 25 bine yakın çivi yazılı tablet
bulundu. Bunların yüzde 99'u Ankara'daki Anadolu
Medeniyetleri Müzesi'nde, bir kısım tablet Kayseri
Arkeoloji Müzesi'nde, bir kısmı da İstanbul
Arkeoloji Müzesi'nde bulunmaktadır. Kazılarda halen
tablet çıkmaya devam ediyor. Çünkü henüz Karun
alanının tamamını bitirmiş durumda değiliz. Karun ve
Kültepe'nin henüz 10'da 1'ini ancak kazılabilmiş
vaziyetteyiz. Buradaki kazıların en az 500 yıl daha
süreceğini tahmin ediyoruz” şeklinde konuştu.
Kayseri Kent Haber, 14.09.2009
|
TESADÜFEN BULUNAN TARİH
Efes Antik Kenti'nin en ilgi çekici bölümlerinden
biri olan ve yüzyıl önceki kazılarda ortaya
çıkarılan Celcus Kütüphanesi'ni, 1970-1978 yılları
arasında yürüttüğü çalışmalarla "ayağa kaldıran"
kişi olarak bilinen Avusturyalı arkeolog Friedmund
Hueber'in, eksik parçaları İzmir'deki bir incir
ağacının altında bulduğu öğrenildi.
Emekli olmasına rağmen günlerinin büyük
çoğunluğunu İzmir'in Selçuk İlçesinde geçiren
Arkeolog Hueber, 1970'te Efes'te çalışmaya
başladığını söyledi.
Hueber, Celcus Kütüphanesi üzerindeki çalışmalar
sırasında yaşadıkları ilginç olayı, şöyle anlattı:
"Binanın parçaları 1903-1904 kazılarında çıkmıştı. 7
parça Avusturya'ya gitmiş, parçaların bir kısmı
Efes'teydi. 52 parça ise İzmir'deki Agora Açık Hava
Müzesine gönderilmişti. Bunları bir araya
getirirken, çok enteresan bir olay yaşadık.
Arkadaşlarımla 52 parçayı incelemek ve almak için
İzmir'e geldik. Alanın tamamını gezdik. Efes'ten
hiçbir parçaya rastlamadık. Tepede bulunan bir incir
ağacının altında otururken, bir arkadaşım ucu
görünen bir taştaki motifin Efes mimarisiyle uyumlu
olduğunu söyleyince çok ilgimizi çekti. Birkaç gün
süren çalışma sonunda, kaybolan parçaları o tepenin
altında bulduk."
Kütüphane çalışmaları sırasında Roma mimarisi ve
Efes kentinin genel mimarisi üzerinde çok önemli
bilgilere ulaştıklarını, eğimli temel tekniğinin o
güne kadar sanıldığı gibi ilk kez Yunanlılar
tarafından değil, Romalılar tarafından
kullanıldığını anladıklarını ifade eden Hueber,
perspektif ve meydan mimarisiyle ilgili önemli
bulgulara ulaştıklarını bildirdi.
Hueber, "Efes, 1978 yılına kadar düz bir alandı,
Celcus'un ayağa kalkmasıyla Efes kentine 3. boyut
kazandırılmış oldu. Bunu gözlerimizle gördük ve
gördük ki burası bir köy mimarisi değil, enfes bir
mimari zekanın ürünüdür, anladık ki bir metropolün
merkezindeyiz" dedi.
Efes'in ve Selçuk'un hayatında önemli bir yeri
olduğunu anlatan Hueber, özellikle burada düzenlenen
kültürel etkinlikler ve konserlerden büyük keyif
aldığını belirtti.
Hueber, "Bugün gezerken insanlar kütüphanenin
ihtişamını görüyor, bense onu oluşturan 757 parçanın
bir araya gelişini gözümde canlandırabiliyorum"
dedi.
Trt/Haber, 14.09.2009
|
İMPARATORLAR SANDIKTAN ÇIKIYOR
Geçtiğimiz yıllarda gün yüzüne çıkarılıp, sandıklarda
saklanan Roma İmparatorları Hadrian ile Marcus
Aurelius’un heykelleri Burdur Müzesi’ne yapılacak
teşhir salonunda sergilenecek.
Burdur'un Ağlasun İlçesi'ndeki Sagalassos Antik
Kenti'nden geçtiğimi günlerde çıkarılan Roma
İmparatorları Hadrian ile Marcus Aurelius'un
sandıklarda muhafaza edilen heykelleri, düzenlenen
teşhir salonunda sergilenecek. Burdur Müzesi Müdürü
Hacı Ali Ekinci, yaptığı açıklamada, İmparator
Hadrian'ın başı ve İmparator Marcus'un heykellerini
sergilemek için müzedeki sergi salonunun bir
bölümünü değiştireceklerini ifade etti.
Yaklaşık bir ay içerisinde yapılacak çalışmalar
için ödenek bulunduğunu kaydeden Ekici,
“Düzenlemenin projesi hazırlandı ve çalışmalara
başladık. 25–30 gün içerisinde yapılacak çalışmalar
için ödeneğimiz hazır durumda. 2007–2008 dönemi
kazıları sırasında çıkarılan eserleri, sandıktan
kurtarılıp, müze içerisinde sergilenmesi Burdur ve
ülkemiz turizmine büyük katkı sağlayacaktır” diye
konuştu.
Burdur Kent Haber, 14.09.2009
|
|
İPEK YOLU'NA YÖN VEREN AHİLERİN MEZARLARI SAHİPSİZ
Bir zamanlar Selçuklu ve Osmanlı Devleti döneminde
ticaret güzergahı olan İpek Yolu'na yön veren Ahilerin mezarlarına şimdilerde kimse sahip
çıkmıyor.
Birçok tarihi yapıyı günümüze kadar taşımayı başaran
Erzurum, Asya ve Avrupa'yı birbirine bağlayan önemli
ticaret yolu olarak bilinen İpek Yolu üzerinde
bulunuyor. Bir dönemler ticari merkez durumuna
ulaşan Erzurum'da buna bağlı olarak Ahilik kültürü
de önemli bir yere sahip. Ancak Anadolu'da ticari ve
kültürel faaliyetlerin öncüsü olan Ahilerin
kabirlerine ne sivil toplum kuruluşları ne de kamu
kurumları sahip çıkıyor.
Erzurum merkez Yakutiye Belediyesi Mehdi Efendi
Mahallesi'nde apartmanlar arasında kaybolan yeni bir
Ahi mezarı tespit edildi. Kabrin Ahi Fahrettin'e ait
olduğunu belirten Eğitimci Yazar Muzaffer Taşyürek,
bu tür mezarların tarihe ışık tutacağını söyledi.
Belediye, Anıtlar Yüksek Kurulu ve Tabiat
Varlıklarını ve Koruma Kurulu'nun tarihi yapıya
sahip çıkmasını isteyen Taşyürek, Ahi Fahrettin'in
Anadolu Alperenlerinden olduğuna dikkat çekti.
Taşyürek, Ahi Fahrettin ile ilgili şu bilgileri
verdi: "İbrahim Hakkı Konyalı tarafından mezar taşı
okunmuştur. Mezar taşının arka yüzünde bir fırfır
süs ve güzel bir kandil kabartması ile Kelime-i
Tevhit yazısı vardır. Bu taşın sol tarafının
kenarına kabartma halinde bir kama ile bir düz kılıç
resmi yapılmıştır. Bununla Ahi Fahreddin kesici bir
silahla öldürüldüğü anlatılmak istenmiştir. Ahi
Fahreddin'in 'debbağ' olduğu beyan ediliyor." dedi.
Taşyürek, Debbağlar şeyhinin esnaf üzerinde önemli
nüfusu olduğunu ve ticarette hile yapanların
dükkanlarını kapattırdığını ifade etti.
Öte yandan Ahi Şeyhi Tuman Baba'nın mezarı hala
çöplükten kurtarılamadı. Yaklaşık 20 yıldır ulusal
ve mahalli basın tarafından gündeme getirilen Ahi
Tuman Baba'nın kabri definecilerce talan edilmiş
durumda korunmayı bekliyor. Tarihi İpek Yolu
üzerinde bulunan Erzurum'a her yıl 30 bin deve yükü
emtia geldiğini dile getiren Taşyürek, "Erzurum'un
hanları, kervansarayları, çarşı ve pazaryerleriyle
önemli bir yeri bulunuyor. Ahi Evran'a bağlı birçok
Ahi şeyhinin bulunuyor. Ahi Fahrettin'in ve Tuman
Baba bunlardandır" diye konuştu.
Zaman, Haber: Selim Karahan, 14.09.2009
|
 |
BİR TARİH YOK OLUYOR
Şahinbey İlçesi'nin Geneyik Mahallesi’nde Adana Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu, antik döneme ait su kuyularının üzerinde sondaj çalışmasının yapılmasını yasakladı. Yasağı dinlemeyen geçen mahalle sakinleri, tarlalarını sulamak ve su ihtiyaçlarını gidermek amacıyla tarihi alanda birden fazla sondaj çalışması yaptı. Mahalle sakinlerinden Halil Sayın, tarihi dokuya zarar veren uygulamanın sonlandırılması için tek başına mücadele başlattı.
‘Geneyik Su Yolu Koruma Alanı’ olarak tescillenen tarihi su kuyularının her geçen gün biraz daha yok olduğuna dikkat çeken Halil Sayın, bazı vatandaşların yasaları çiğneyerek su kuyularının üzerinde sondaj çalışmasını sürdürdüğünü bildirdi. Sayın, “Bizans dönemine ait su kuyularının koruma altına alınması için yoğun mücadele verdim. Adana Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu üyelerinin bölgede yaptıkları çalışma ardından burası sit alanı ilan edildi. Bilinçsiz bazı vatandaşların topraklarını sulamak ve su ihtiyaçlarını gidermek için başlattıkları sondaj çalışmalarının önüne geçemiyoruz. Yasalara aykırı davranan bu kişiler hakkında yasal işlem başlatılması gerekiyor” diye konuştu.
Geneyik Mahallesi'nde tarihi bir dokunun yok olmaması için yetkilileri bir an önce harekete geçmesini isteyen Halil Yılmaz, “SİT alanı olarak belirlenmiş bölgede yürütülen sondaj çalışmalarının durdurulması ve yeni sondaj çalışmalarına bundan sonra devam edilmemesi için konuya muhatap tüm kurumları göreve davet ediyorum” dedi. Mahalle statüsüne yeni kavuşan Geneyik’in bir kültür ve tarih merkezi haline getirilmesi için çalışma sürdürdüğünü anlatan Yılmaz, sondaj çalışmasına karşı çıktığı için mahallede bazı vatandaşların tepkisine de maruz kaldığını dile getirdi.
Gaziantep Hakimiyet, 14.09.2009
|
TARİHİ ROMA HAMAMI YENİ PROJE BEKLİYOR
Mersin’in Tarsus İlçesi'nin en önemli tarihi
eserlerinden biri olan Roma İmparatorluk çağından
kalma Roma Hamamı’nda 3 yıldır kazı çalışmaları
yapılmıyor. Müze Müdürü Abdulbari Yıldız,
Türkiye’nin değişik üniversitelerinden arkeoloji
bölümü öğrencilerinin Roma Hamamı’nda kazı
çalışmalarına katıldıklarını, ancak kazı süresinin 3
yılla sınırlı olması sebebiyle çalışmaların yarım
kaldığını söyledi.
Hamamın, kuzey ve batı bölümlerinin tamamen yıkılmış
durumda olduğunu, güney duvarında 3.5 metre
genişlikte, 4 metre yükseklikte delik açılmak
suretiyle yol geçirildiğini ifade eden Yıldız, “Yeni
bir proje yapılması şart. Bu konuyu bakanlığa
bildirdik” diye konuştu.
Türkiye Gazetesi, 14.09.2009
|
2200 YILLIK ALIŞVERİŞ MERKEZİ
Ayvacık İlçesi'nde bulunan Assos Antik Kenti’nde 2009
yılı kazıları devam ediyor. Kazı Başkanı Doç.Dr.
Nurettin Arslan, bu yılki kazılara Almanya’nın Münih
ve Cottbus ile İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) ve
Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesinden (ÇOMÜ)
mimarlar ve arkeologların katıldığını söyledi. Her
ekibin çalışma alanlarının farklı olduğuna işaret eden Arslan, şehir surlarının ortaya
çıkartılması ve çizilmesi işlemlerinin Almanlar
tarafından yapıldığını bildirdi. Arslan, bu yılki
kazılarda Doğu Roma ile ilgili bölümler de
bulunduğunu ifade ederek, “Bunlardan ilki Ayazma
Tepesi’ndeki kilisenin kazıları. Diğeri ise yine
konut bölgesindeki alanların ortaya çıkartılması.
Buralarda Bizans döneminin yaşam şekilleri hakkında
bilgi edinmek için kazılar yapıyoruz” dedi.
Türkiye Gazetesi, 14.09.2009
|
GÜVERCİNADA SURLARI YENİLENİYOR
Kuşadası
Belediyesi, ilçenin simgesi Güvercinada'da
restorasyon çalışmaları başlatıyor.
Kuşadası Belediye Başkanı Esat Altungün,
Güvercinada'nın zamanla bozulan ve harap olan sur
duvarlarının aslına uygun olarak restore ettirmek
için çalışmaların sürdüğünü bildirdi. Altungün,
"Uygulama sonucunda Kuşadası'nın simgesi durumundaki
tarihi ve kültürel mirasımız Güvercinada, aslına
uygun şekliyle hak ettiği konuma gelecek" dedi.
Kuşadası Belediyesi tarafından hazırlatılan rölöve
projelerinin Aydın Kültür Tabiat Varlıklarını Koruma
Kurulunca onaylandığı belirtildi. Birinci derece sit
alanında yer alan tarihi Güvercinada Kalesi'nin sur
duvarları ve iç kalesinin aslına uygun olarak
restore edileceği bildirildi.
Yoğun ziyaretçi akınına uğrayan, doğa ve kültürel
zenginliğe sahip Güvercinada'nın sosyal ve kültürel
etkinliklerle canlandırılması ve turizm anlamında
ilçeye canlılık getirmesi amacıyla öncelikle sur
duvarlarının onarılarak iç kaleye işlev verileceği
duyuruldu.
Haber Ekspres, 14.09.2009
|
İTALYA VE JAPONYA, KARKAMIŞ ANTİK KENTİ'NİN
KAZILARINA SPONSOR OLMAK İÇİN YARIŞIYOR
İtalya
Başbakanı Silvio Berlusconi, Başbakan Recep Tayyip
Erdoğan'a mektup yazarak İtalyan bir firmanın
Gaziantep'in Karkamış İlçesi'ndeki antik kentte
yapılacak kazılara sponsor olmak istediğini
bildirdi. AKP Gaziantep Milletvekili Fatma
Şahin, Karkamış Antik Kenti'ndeki kazı işine daha
önce Japon Prensi Tomohito Mikasa'nın da talep
olduğunu belirterek, "Başbakanımız bir ay içinde
kazıları Japonların ya da İtalyanların yapacağına
karar verecek." dedi.
Zaman, 14.09.2009
|
|
 |
ANİ HARABELERİ ONARILIYOR
Kültür ve Turizm Bakanlığı, Kars'ta bulunan Ani Harabeleri'nin restorasyonunu yaptırıyor. Her gün biraz daha güzellik ve estetiğinden bir şeyler kaybeden Ani Harabeleri onarılıyor.
Özellikle define avcıları tarafından izinsiz yapılan kazılardan büyük zarar gören harabelerin tekrar bakım ve onarımları yapılarak eski güzel görünümüne kavuşturulmaya çalışılıyor. Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın destekleriyle Kars Valiliği ile Kültür ve Turizm İl Müdürlüğü tarafından yapılan ortak çalışmada Kayseri'nin Mimar Sinan Beldesi'nde getirilen taş ustaları tarafından onarılıyor. Her gün yüzlerce yerli ve yabancı turistin ziyaret ettiği harabeler tarihi dokuya uygun olarak onarılıyor.
Büyük bir özveri ile harabelerin onarımını yapan Rıfat ve Mehmet Boyraz isimli taş ustası kardeşler, yaklaşık olarak 20 gündür çalıştıklarını belirttiler. Çalışmaları tamamladıktan sonra gideceklerini belirten Boyraz kardeşler, "Biz çalışmamızı bitirdikten sonra gideceğiz. Bundan sora burayı sahiplemek halka düşer" dediler.
Kars şehir merkezinde 42 kilometre uzaklıkta olan ve eski adı 'Ani' olan Ocaklı Köyü sınırları içerisinde yer alıyor. Türkiye-Ermenistan sınırını ayıran Arpaçay Nehri'nin batı yakasında yer alan harabeler, volkanik bir tüf tabakası üzerine kurulmuş bir ortaçağ şehridir. İpekyolu üzerinden kurulan ilk konaklama merkezi olduğu kadar bir ticaret merkezi olan antik kentin zenginliği de buradan gelmektedir.
Erzurum Gazetesi, 13.09.2009
|
AKM'Yİ KURTARAN UZLAŞMA

Açtığı davayla
AKM’deki çalışmaları durduran Kültür
Sanat-Sen Sendikası ile 2010 Ajansı anlaştı.
Tadilat projesinde sendikanın istediği
değişiklikler yapılacak.
Sendika da davayı çekecek.
Açtığı davayla
İstanbul Atatürk Kültür Merkezi’ndeki (AKM)
yenileme projesi hakkında yürütmenin durdurulması
kararını aldıran Kültür
Sanat-Sen Sendikası ile 2010 Ajansı anlaştı.
Sendika,
tadilat projesinde itiraz ettiği noktalardan
vazgeçilmesi durumunda davayı geri çekecek.
Murat Tabanlıoğlu tarafından hazırlanan tadilat
projesinde terasa yapılması düşünülen restoran, bina
dışına taşınan boyahane, gişelerin yerleri ve
salondaki yan balkonlardan vazgeçiliyor. Bu noktada
yeni hazırlanan tadilat projesi hızla Koruma
Kurulu’ndan geçirilecek ve
AKM 2010 yılına yetiştirilecek.
Kültür Sanat-Sen Sendikası’nın AKM’de yenileme
çalışmasına karşı çıkarak açtığı davada, İstanbul 9.
İdare Mahkemesi yürütmeyi durdurma kararı almıştı.
AKM’de de yeni bir kararı çıkana kadar tüm
çalışmalar durmuştu.
Delik deşik olan AKM binasıyla ilgili Milliyet’te
yayımlanan haberin ardından binayı 2010 yılına
yetiştirmeye çalışan 2010 Ajansı ile yürütmeyi
durdurma kararı alan Kültür Sanat-Sen yetkilileri,
bir araya gelerek uzlaşı arayışı içine girdi.
Tadilat projesinde sendikanın isteği doğrultuda
değişiklik yapılacak. Sendika da bu değişiklik
neticesinde davayı geri çekecek.
AKM’nin ortada kalma tehlikesine dikkati çeken
2010 Ajansı Yürütme Kurulu Başkanı Şekip Avdagiç:
“Mahkemenin nihai kararı 6-7 ayı bulur. Bu tarihten
itibaren sonuç lehimize bile çıksa, 2010 yılına
yetiştirmemiz imkansızdı. Bu durumda 2010 Ajansı
olarak biz çekilirdik. Sendika ile itiraz
noktalarında uzlaşmaya gittik. Projede ortak kararla
revizyon yapılabileceğini anlattık. AKM 2010 yılı
içinde sanat faaliyetlerine hazır hale gelir” dedi.
Kültür Sanat-Sen Genel Başkanı Yavuz Demirkaya:
“Koruma yasaları kapsamında restorandan
vazgeçildi. Boyahane eski haliyle kalacak.
Merdivenlerin yerlerinin değiştirilmesi ve salonda
ek
balkon noktalarında anlaşmazlığımız hala sürüyor.
Gişeler sol tarafta olacak. Mahkemeye konu olan
kurul kararından vazgeçiliyor.”
Milliyet, Haber: Ömer Erbil, 13.09.2009
|
WARHOL'UN 10 ESERİ ÇALINDI
ABD’nin Los
Angeles kentindeki bir evden, pop art sanatçısı Andy
Warhol’un 10 eserden oluşan milyonlarca dolar
değerinde bir koleksiyon çalındı.
Los Angeles polisinin yaptığı açıklamaya göre,
çalınanlar arasında Chris Evert, Muhammed Ali,
O.J. Simpson ve diğer bazı ünlü sporcuların tasvir
edildiği yapıtlar bulunuyor. Hırsızlığın yapıldığı
evin Richard Weisman’a ait olduğu ve çalınan
eserlerin arasında bu işadamına ait bir portrenin
de bulunduğu kaydedildi. Çalınan koleksiyonun
bulunmasını sağlayacak bilgi verenlerin 1 milyon
dolarla ödüllendirileceği bildirildi.
Hürriyet, 13.09.2009
|
|
34 BİN YILDIR BİÇİP DİKTİ
Amerikalı ve Gürcü arkeolog ve paleontologların
Gürcistan'daki keşifleri insanların 34 bin yıldan
daha uzun bir zaman önce keten iplik kullandığını
ortaya çıkardı. Amerikan bilim dergisi Science'da
yayımlanacak makaleye göre, Gürcistan'da bir
mağaradaki kazılarda bulunan keten iplik kalıntıları
yetiştirilmemiş yabani ketene ait.
Harvard Üniversitesi'nden Prehistorik Arkeoloji
Profesörü Ofer Bar-Yosef bunların kumaş, dikiş
ipliği, giysi, sicim ve sepet yapmakta kullanılmış
olabileceğini söyledi. Bar-Yosef, bu ipliklerle
yapılan cisim ve giysilerin insanların hayatta kalma
şanslarını ve dağlık bölgenin zor koşullarında
hareket edebilme kabiliyetlerini arttırdığına dikkat
çekti. "Bunun mağara çevresinde yetişen yabanıl
keten olduğunu ve modern insan tarafından sıklıkla
kullanıldığını biliyoruz" diyen Bar-Yosef,
ipliklerin bazılarının insanlar tarafından
dokunduğunu, bunun da halat veya sicim yapmakta
kullanıldığını gösterdiğini, bazılarının boyandığını
belirtti.
İlk insanlar, kumaşı ve ketenle yapılan ipliği
boyamak için bitkileri kullanıyordu. Bu iplikler
bugün, aradan geçen çok uzun zaman boyunca tahribata
uğradığından çıplak gözle görülemiyor. Arkeologlar,
iplikleri mağaranın farklı derinliklerinden
getirilen kil örneklerini mikroskopla incelerken
tesadüfen keşfetti.
Asıl amaç sıcaklık dalgalanmalarının ilk insanları
nasıl etkilediğini anlamak için ağaç polenlerini
incelemekti. Araştırmacılar, iplik kalıntılarının
gün ışığına çıktığı kil örneklerinin yaşını
belirleme işleminde, mağaranın tabanındaki
katmanları belirlemek için radyokarbon yöntemini
kullandı. Mağarada 21 bin ve 13 bin yıl öncesine ait
iplik kalıntıları da keşfedildi. Çek
Cumhuriyeti'ndeki Dolni Vestonice'de daha önceki
kazılarda 28 bin yıl öncesine tarihlenen iplik
kalıntıları keşfedilmişti.
Gürcistan'ın başkenti Tiflis'teki Ulusal Müze'nin
müdürü David Lordkipanidze de ülkesindeki son
kazılarda bulunan fosillerin, insanın ilk atalarının
bölgede, tahmin edilenden 800 bin yıl önce yaşamış
olabileceklerini gösterdiğini anlattı. Gürcü bilim
adamı, ele geçen beş kalıntının 1,8 milyon yıl
öncesine tarihlendiğini belirterek fosillerin, 'homo
erectus'un Afrika'dan Gürcistan'a, Avrupa'da insanın
ilk kez ortaya çıktığının belgelenmesinden çok önce
ziyarette bulunmuş olabileceğine kanıt
oluşturabileceğini söyledi.
Haber Ekspres, 13.09.2009
|
HARPUT KALESİ'NDE YENİ YERALTI YAPILARI BULUNDU
Elazığ'ın eski yerleşim yeri Harput Kalesi'nde
yapılan kazıda yeni yer altı yapıları bulundu.
Kalede yapılan çalışmalar sırasında giriş kapısı
yakınlarında Doğu Roma döneminde sarnıç veya kaçış
amacıyla yapıldığı tahmin edilen tünel ile Artuklu
döneminde kalenin yer altı yapılarına ulaştığı
tahmin edilen girişi belirlendi.
Tünel, minare merdivenleri gibi dik bir şekilde
zemine doğru inerken, yine basamaklarla yer altına
inen tesis girişi, kendi zemininden yer yer zeminden
14-15 metre yükseklikte tavana sahip bulunuyor.
Elazığ Arkeoloji ve Etnografya Müzesi Müdürü ve
kazı başkanı Haydar Kalsen, AA muhabirine yaptığı
açıklamada, Bakanlığın izin ve desteği ile Valiliğin
büyük destek ve katkılarıyla kalede 2005 yılında
başladıkları kazıya devam ettiklerini söyledi.
Kalsen, kazılarda çok önemli mesafeler
aldıklarını belirterek, Urartular'dan son Osmanlı
dönemine kadar birçok medeniyetin kültür
varlıklarını, mimari kalıntılarını somut örneklerine
açığa çıkardıklarını kaydetti.
Kazı bilimsel danışmanı emekli öğretim üyesi
Prof.Dr. Veli Sevin ise kalenin 3 giriş kapısı
içinde en eskisi olan ve Doğu Roma Dönemi'nden
kaldığını tahmin ettikleri kapının yanında
yaptıkları sondaj ve temizlik çalışmaları sırasında
yeni bir yer altı tünelinin varlığını
keşfettiklerini söyledi.
Kazı çalışması başlattıkları tünelin, taştan
minare basamakları gibi dik bir şekilde aşağı doğru
indiğini ifade eden Sevin, ''Büyük bir ihtimalle
kalenin su ihtiyacı ya da savunma veya gizli bir
çıkış amacıyla inşa edilmiş. Eldeki veriler, daha
çok Doğu Roma döneminde kullanıldığını yani kalenin
en erken döneminde Roma dönemlerinde inşa edilmiş
olabileceğini gösteriyor. Bu tünel Harput'un önemine
yepyeni bir katkı. Geçen yıl bulunan Urartu-Artuklu
zindanına ilaveten yepyeni bir katkı olarak ortaya
çıkarılıyor'' dedi.
Sevin, tünelin duvarlarının Doğu Roma Bizans,
Artuklu ve Dulkadiroğulları izlerini taşıdığını,
duvarların ''Horasan Harcı'' olarak bilinen kireç ve
ince kum karıştırılarak elde edildiğini belirterek,
sıvanın bin yıldır halen görevini yaptığını
kaydetti.
Sevin, Harput Kalesi'nin bir yer altı dünyası
olduğunun anlaşıldığını, Urartular döneminden
başlamak üzere Bizans ve Artuklular'ın kalenin
üzerine inşa ettikleri büyük yapılar kadar bir
bölümünü de yer altına inşa ettiklerini söyledi.
Kazının her geçen gün yeni bir sürprizi
müjdelediğini ifade eden Sevin, Bizans tünelinin
çalışmaları sırasında bu tünelin üzerinde Osmanlı
Mahallesi'nin altında yepyeni bir yer altı mimarisi
ile karşılaştıklarını kaydetti.
Sevin, şunları söyledi: ''Bu şimdiye kadar
bulduklarımızın en görkemlisi. Gerçekten şaşırtıcı
güzellikte, şaşırtıcı büyüklükte kapsam olarak da
muazzam bir yer altı tesisiyle karşı karşıyayız.
Henüz kapısı açılmakta olan bu tünelin içine de
büyük çapta toprak dolmuş, ama içine girilebiliyor.
Yürünebildiği kısmıyla zaman zaman kemerli
tünellerin, kemerli tavanlarının yüksekliği 14-15
metreye kadar varıyor. Hakikaten heybetli görkemli
muazzam bir yer altı tesisiyle karşı karşıyayız.''
Sevin, tesis girişinin ana kayaya oyularak
yapıldığını, kayanın bittiği yerde yine Horasan
harcı kullanılarak örülmüş taş ve tuğlalardan
yapıldığını belirterek, tuğla işçilik ve kemerlerin
tesisin Artuklular döneminde yapıldığına işaret
ettiğini anlattı.
Sevin, henüz kazıların çok başında olmalarına
rağmen önemli yapılar ortaya çıkardıklarını
belirterek, bulunan yapılar ile Harput'un
Türkiye'nin, Doğu Anadolu'nun en dikkati çekici
kültür, arkeolojik ve turistik merkezlerinden biri
haline geleceğine inandığını sözlerine ekledi.
Harput Kalesi'nde yapılan kazılarda bugüne kadar
kale camisi, konutlar, konaklar, dükkanlar,
atölyeler, sokak ve meydanlar ile sarnıçlar ortaya
çıkarıldı.
Kalede yer altı yapısı olarak kayaya oyulmuş, 90
basamakla yerin 30 metre altına doğru ilerleyen ve
12. Yüzyılda Artuklu Hükümdarı Belek Gazi'nin Kudüs
Kralı 2. Baldwin'i hapsettiği zindan bulunarak,
temizlenmişti.
Zaman, 13.09.2009
|
TRAKLARIN BİLİNMEYENLERİ ORTAYA ÇIKACAK

Tekirdağ'da Ganos Dağı eteklerinde MÖ 5000'de
kurulduğu tahmin edilen kentte yapılacak arkeolojik
kazılarda, Trak şehirlerinin fiziksel şekli, sosyal
ve kültürel yaşantıları ortaya çıkartılacak.
Bölgede, geçen yıl ilk kez
başlatılan ve Mimar Sinan Güzel Sanatlar
Üniversitesi (MSGSÜ) Arkeoloji Bölümü Öğretim
Görevlisi Yrd. Doç.Dr. Zeynep Koçel Erdem
tarafından sürdürülen çalışmalarda, Trakların tarih
öncesi kentlerine ait bulgular elde edildi.
Erdem, 1 Alman öğrencinin de bulunduğu 9 kişilik
araştırma ekibinin, Ganos Dağı eteklerindeki detaylı
arkeolojik yüzey araştırmasının, Şarköy İlçesi Göziköy, Hoşköy, Esendik, Palamut, Beyoğlu, Tatarlı
ve Ormanlı köylerinde sürdüğünü söyledi.
Bölgedeki çalışmalarda, Trakların bilinmezlerini
ortaya koyabilecek bulgulara rastlandığını ifade
eden Erdem, ilk buluntulara göre Trakların kıyılara
nazaran daha çok iç kesimlerde yerleştiklerini
saptadıklarını kaydetti. Ganos Dağı'nın eteklerinde
kurulan kentte özellikle 4. yüzyıldan Bizans
dönemine kadar yoğun yerleşmelerin varlığını tespit
ettiklerini belirten Erdem, şunları söyledi:
''Yüzey araştırmamızın, 2 yıl daha süreceğini
öngörüyoruz. Bundan sonra başlayacak kazılarda,
tarih öncesine ait ve Trakların bilinmezlerini
ortaya çıkarabilecek çok önemli buluntuları elde
edeceğimizi tahmin ediyoruz.''
Erdem, bölgede yapılacak kazılarda, Trak
şehirlerinin fiziksel şeklinin de ortaya çıkacağını
bildirdi. Trakların, tarih öncesinde Efes gibi
mermerle süslü görkemli yapılar yerine çok daha
farklı fiziksel özelliğe sahip şehirlerde
yaşadıklarını ifade eden Erdem, kazıların Trakların
sosyal ve kültürel yapılarını da ortaya çıkarmaya
yardımcı olacağını söyledi. Şimdiye kadar bölgede
bilinmeyen klasik dönem yerleşmelerinin izlerine
rastlandığını ifade eden Erdem, şöyle devam etti:
''Yerel Trak kabilelerinin yaşadığı bu şehirlerde
çok ilginç buluntulara rastladık. Bunlar tarihe ışık
tutan eserler. Bölgede, tümülüsler dışında değişik
mezar türlerinin kullanıldığını da tespit ettik.
Trakların tarih öncesindeki bu kenti, tümülüsler
bakımından çok zengin. Klasik döneme uzanan höyükler
tespit ettik. Beyoğlu bölgesinde rastladığımız
kaleler de klasik dönemden Bizansa kadar
kullanılmış.''
Erdem, geçen yılki detaylı arkeolojik yüzey
araştırmasında, seramik parçası ve taş aletlere
rastlandığını anımsatarak, bu buluntuların MÖ
5000'lere ait olduğunun tahmin edildiğini söyledi. 7
bin yıl öncesine ait eserlerin bulunmasının tarihe
ışık tutacak nitelikte olduğunu belirten Erdem,
ancak bölgede kaçak kazı yapanların bu buluntulara
ciddi zararlar verdiğini bildirdi. Erdem, bölge
halkının kaçak kazı yapanlara karşı duyarlı olması
ve bunlara fırsat vermemesi gerektiğini sözlerine
ekledi.
Trakların Odyris Krallığı, Edirne'nin Keşan
İlçesinin doğusundan İstanbul Selimpaşa'ya kadar
uzanan sahil kesiminde hüküm sürdü.
MÖ 359-341 yılları arasında yaşayan Odyris Kralı
Kersebleptes'in krallığı, Makedonya Kralı II. Philip
döneminde istilaya uğradı ve II. Philip, Trakların
Odyris Kralı Kersebleptes'in kenti Heraion Techos'u
aldı. 10 yıl boyunca Kral Kersebleptes, II.
Philip'in egemenliği altında yaşadı ve MÖ 341'de
öldü.
Trakların MÖ 12. yüzyılda doğudan geldiği ve daha
sonra MS 1. yüzyılda tarih sahnesinden silindikleri
belirtiliyor.
Sabah, 12.09.2009
|
7 YIL ÖNCE ULU CAMİ'DEN ÇALINAN ÇİNİLERİN BULUNMASI
SEVİNÇLE KARŞILANDI
Adana'nın tarihi Ulu Camii'nin
restorasyonu sırasında çalınan 223 adet çininin 500
bin dolar değerindeki 67 parçasının İstanbul'da ele
geçirilmesi kentte sevinçle karşılandı.
Restorasyon çalışmaları sürerken 6 Aralık 2002
'de caminin kapılarını kıran hırsızlar çinileri
sökerek kayıplara karışmıştı. O tarihten bu yana
yerleri boş duran çinilerin, yerlerine tekrar
yerleştirilmesi bekleniyor. Vakıflar Bölge Müdürlüğü
yetkilileri, ekspertizin ardından adli emanete
teslim edilen çinilerle ilgili haberleri basından
öğrendiklerini söyledi. Yetkililer, çinilerin tekrar
yerine konulmasının uzmanlık gerektirdiğine dikkat
çekerek, Genel Müdürlük Sanat Eserleri Yapı İşleri
Daire Başkanlığı'nın karar vereceğini kaydetti.
Yetkililer, çinilerin bir müzede sergilenebileceğini
de ifade etti.
Çukurova Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Türk
İslam Sanatları Tarihi Ana Bilim Dalı Başkanı Yrd.
Doç.Dr. Gözde Ramazanoğlu, Ulu Camii'ndeki
çinilerin bulunmasını "çok sevindirici" bir gelişme
olarak değerlendirdi. Hem Adana tarihi hem mimarlık
açısından bu çinilerin büyük öneminin olduğunu dile
getiren Ramazanoğlu, yıllar sonra bu eserleri
bulanları tebrik etti. 16. yüzyıl ağırlıklı
çinilerin günümüz teknolojisiyle üretmenin imkansız
olduğuna işaret eden Ramazanoğlu, şunları söyledi:
"Adeta Ulu Camii'ni çini müzesine çeviren bu nadide
eserlerin geri gelmesi çok önemlidir. Dünyanın
farklı müze ve koleksiyonlarında bu çiniler paha
biçilemiyor. 16. yüzyıl ortalarında 20-25 yıllık
sürede üretilen bu çinilerin dünyada pek fazla
örnekleri yok. Cami duvarlarında çalınan çinilerin
eksikliği herkes gibi beni de üzüyordu. Duvarlardaki
eksik parçalar mevcutlarından daha az olduğu için
çinilerin bütünlük bakımından tekrar yerine
konulmasının uygun olacağını düşünüyorum. Ancak bu
konudaki son kararı yetkili birimler vereceklerdir."
Adana Müftü Vekili Cafer Erol ise Ulu Cami'nin
Adana'nın tarihi simgelerinden birisi olduğunu
vurguladı. Ramazanoğlu Beyliği'nin Türk İslam
mimarisinin şaheserlerinden biri olan mabedin yıllar
önce çinilerinin çalındığını bildiren Erol, "Şu anda
bu kıymetli çinilerin bulunduğunu haberlerden
öğrendik. Çok sevindik. İnşallah yetkililer
tarafından tekrar çıkartıldıkları yere monte
edilerek, eski güzelliğine kavuşturulur." dedi.
Zaman, Haber: Mehmet Şahin, 12.09.2009
|
 |
HAVRADA RESTORASYON 2010'DA
Gaziantep Vakıflar Bölge Müdürlüğü'nün şu anda bir harabe görünümünde olan Havra'yı restore ettirip kente yeniden kazandıracağı belirtilirken, Büyükşehir Belediyesi'nin de Havra'nın çevresinde düzenleme yapacağı kaydedildi.
Havra'nın çevresinde düzenleme çalışması Vakıflar Bölge Müdürü İsa Güven, Havra'nın çalışmalarının sürdüğünü Havra'nın 2010'da restore edilip kente yeniden kazandırılacağını belirtirken, kendilerinin restorasyon işlemlerini tamamlanmasının ardından çevre düzenlemesinin de başlayacağını söyledi. 1 Yılda ayağa kalkacak Havra'nın restorasyon işlemlerinin yaklaşık 1 milyon liraya mal olacağını dile getiren Güven, havranın çalışmalar başladıktan bir yıl sonra tamamlanacağını dile getirdi.
Tarihi Havranın çevresinde bazı vatandaşlar satın aldıkları eski Antep evlerini yıkarak yerini otoparka çevirdiler. 2010 yılında Havrada başlayacak olan restore çalışmaları öncesinde bu otoparkların faaliyetlerinin men edilmesini isteyen bazı arkeologlar, “Tarihi yapı çevresinde bu tür görüntüler hiçte hoş değil. Havranın hem arkası hem de önünde otopark işletiliyor. Bu duruma yetkililerin bir an önce son vermesini istiyoruz” diye görüş belirttiler.
Gaziantep Hakimiyet, 12.09.2009
|
OSMANLI 550 YIL ÖNCE UYGULAMIŞ
Osmanlı Devleti
şehircilikle de yakinen alakalı olduğunu
ispatlamıştır.
Osmanlı döneminin en önemli tarihi yapılarından
biri olan Edirne Sarayı'nda günümüzün modern
şehircilik alt yapısının yaklaşık 550 yıl önce
uygulandığı ortaya çıktı.
Yapımına 1450 yılında II. Murat döneminde
başlanan ve Fatih Sultan Mehmet döneminde tamamlanan
Edirne Sarayı daha sonra yapılan ilavelerle 3 milyon
metrekarelik geniş bir alana ulaştı. Osmanlı
dönemindeki yapılan diğer saraylardan farklı olarak
bir şehir şeklinde inşa edilen tek yapı Edirne
Sarayı savaşlardan dolayı harabeye döndü. Zaman
içerisinde önemli bir bölümü yok olan sarayın tekrar
eski günlerine dönmesi için kazı çalışmaları
başlatıldı.
Trakya Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Sanat
Tarihi Bölümü Öğretim Üyesi Yrd.Doç.Dr. Mustafa
Özer başkanlığında yapılan çalışmalar devam ediyor.
Temmuz ayında sarayın Kum Kasr-ı bölümüne ait
hamamlarda ve mutfaklar bölümünde devam eden
kazılarda günümüzün modern şehircilik alt yapısının
yaklaşık 550 yıl önce Osmanlı tarafından uygulandığı
ortaya çıktı.
Şehir şeklinde inşa edilen Edirne Sarayı'nın
temiz su ihtiyacını karşılayan ve atık suyu
uzaklaştıran alt yapı şebekesinin kurulduğu
belirlendi.550 yıl önceki kullanılan su nakil
sistemini günümüzün su şebekesinden ayıran özelliği
kullanılan malzemenin farklı olması.
Kazı Başkanı Yrd. Doç.Dr. Mustafa Özer, yapılan
kazıların Osmanlı'nın alt yapı hususunda ciddi
ilerlemeler kat ettiğini gösterdiğini belirtti.
Kazı çalışmalarının kum kasrına ait hamam ile
saray mutfağının bulunduğu alanda devam ettiğini
ifade eden Özer, bu çalışmalar sırasında pek çok alt
yapı izine rastladıklarını söyledi.
Özer, "Edirne Yeni Sarayı'nın Kum Kasrı Hamamı
Matba-ı Amire'de yaptığımız arkeolojik kazılar
sonucunda ortaya çıkarılan alt yapı sistemlerinin
günümüzde belediyelerin yaptığı alt yapı
sistemleriyle ilişkili olduğunu görüyoruz. Aslında
mantık olarak aynı olan atık su, temiz su
bağlantıları ve bunların yapılardan uzaklaştırılması
yakınlara getirilmesi yöntemlerinin aynı olduğunu
sadece kullanılan malzemelerin farklı olduğunu
görüyoruz." diye konuştu.
Yrd. Doç.Dr. Mustafa Özer, 1450'li yıllarda
yapıldığını bildikleri her iki yapıda ve
çevresindeki mekanlarda karşılaştıkları bu alt
yapıya ait izlerin kendilerine Osmanlı mimarisi ve
şehircilik anlayışını gösteren önemli veriler
olduğunu ifade etti. Özer, "Bu veriler Osmanlı
şehirciliğinin önemli bir göstergesi durumda. Ve alt
yapısı hususunda çok ciddi ilerlemeler kat ettiği
bizlere göstermektedir." dedi.
Trt/Haber, 10.09.2009
|
İKİZTEPE KAZILARI TAMAMLANDI
İkiztepe kazıları 35
yıldır sürüyor. Yörede şimdiye kadar çok önemli
tarihi bulgular ortaya çıkartıldı.
İstanbul Üniversitesi Öğretim Üyesi Profesör
Önder Bilgi başkanlığındaki kazılar bu yıl, ilk tunç
çağı yerleşim alanı olan Tepe 1'de sürdürüldü. Bilgi, kazıların daha derinlere doğru
geliştirildiğini, ana toprağa kadar ulaşıldığını
söyledi. Ortaya çıkan 4 mimari tabakadan iki tanesinde,
mimari ile ilgili ve hatta ocak fırın kalıntılarıyla
ilgili enkazlara rastlandı.
Bulgular, burada yaşayanların, dönemlerine göre
sanayi oluşturduğunu ve özellikle tekstil alanında
ileri gittiğini ortaya koyuyor. Bu yılki kazılarda, silah, takı, kolye ve kesici
alet türünden 245 parça, gün ışığına çıkartıldı.
İkiztepe'de elde edilen bulgular, Samsun
Arkeoloji ve Etnoğrafya Müzesi'nde sergileniyor.
Trt/Haber, 10.09.2009
|
KARS'IN TARİHİ EVLERİ KAYBOLUYOR
Kars Kalesi'nin eteklerinde bulunan tarihi Kars
Evleri kaderine terk edildi.
Kaleiçi Mahallesi Dereiçi mevkiinde bulunan tarihi
evler ilgisizlik ve bakımsızlıktan dolayı yıkılmaya
başlanmış.
Kars Belediyesi tarafından koruma altına alınan
ancak restorasyonu yarım kalan tarihi evler,
kaderine terk edilmiş. Geçmişte muhteşem
görüntüsüyle görenleri büyüleyen tarihi evler şimdi
harabeye dönmüş vaziyette. Madde bağımlılarının
mekanı haline gelen bu buram buram tarih kokan evler
kısa sürede koruma altına alınmaz ise yıkılarak
tarihin karanlıklarına gömülecek.
Kars Kent Haber, 28.08.2009
|
|
 |
SULAR TARİHİ KÖPRÜYÜ YUTUYOR
Karaman'ın Ermenek İlçesi'nde yapımı tamamlanan ve su tutulmaya başlanan Ermenek Barajı ve Hidroelektrik Santrali'nin (HES) suları altında, ekili alanlar ve yerleşim birimleri dışında tarihi Görmeli Köprüsü de kalacak.
Göksu Nehri üzerine Karamanoğulları Beyliği döneminde Mahmut Bey'in oğlu Mirza Halil Bey ile Bedreddin İbrahim Bey tarafından yaptırılan ve 703 yıllık tarihi bir geçmişe sahip olan Görmeli Köprüsü'nün sulara gömülecek olması çevre halkını üzüyor. Baraj kapaklarının kapanmasıyla yavaş yavaş sulara gömülmeye başlayan tarihi köprü, Ermenek'in Kazancı beldesi ile Mersin'in Anamur ilçesini birbirine bağlıyordu.
Köprüden 20 dakikada Kazancı'ya sağlanan ulaşım yeni yapılan servis yoluyla 2 saate çıkacak. Ermenek-Kazancı ve Görmeli yolunun ise Evsin Köyü üzerinden sağlanması beklenirken, Ermenek-Görmeli arası 58, Ermenek-Yalındal 62 ve Ermenek-Kazancı arası da 75 kilometreye çıkacak. Öte yandan, Görmeli Köprüsü'nün batı cephesinde bulunan kitabelerin yerinden sökülerek Karaman Müzesi'ne taşındığı öğrenildi.
Türkiye'nin birinci, Avrupa'nın altıncı yüksek barajı ve dördüncü büyük baraj gölü olma özelliğini taşan Ermenek HES Barajı'nın yıllık 120 milyon euro gelir getirmesi bekleniyor. Yedi yılda yapılan masraflar elde edilecek gelirle 5 yılda karşılanmış olacak. Temelden yüksekliği 218 metre, göl alanı ise 62 kilometrekare olan barajın 4.6 milyar metreküp su toplayacağı öğrenildi.
Karaman Kent Haber, 27.08.2009
|
6 - 12 Eylül 2009
|
BERGAMA'NIN TARİHİ
KULESİ HAZIR
Almanya'daki vakıflar
tarafından 500 milyon lira harcanarak yapılan
Bergama Kızılavlu Kilisesi'nin Güney Kulesi'nin
restorasyon çalışmaları 2 yılda tamamlandı. Açılışı
27 Eylül'de yapılacak
Dünyada 7 kiliseden biri olarak bilinen Bergama
Kızılavlu Kilisesi'nin Güney Kulesi'nin
restorasyonunun tamamlandığı, kulenin açılışının 27
Eylül 2009 tarihinde Kültür ve Turizm Bakanı
Ertuğrul Günay tarafından yapılacağı belirtildi.
Bergama Kaymakamı Ahmet Ertan Yücel başkanlığında
Bergama Belediye Meclisi Salonu'nda toplantı
düzenlendi. Toplantıya, Belediye Başkanı Mehmet
Gönenç, Emniyet Müdürü İsmail Akıntürk, CHP İlçe
Başkanı Dr. İdris Yavuzyılmaz, DP ilçe Başkanı ve
BERKSAV Başkanı Mustafa Durmaz, Turizm Derneği
Başkanı Macit Gönlügür ve Müze Müdürü Adnan Sarıoğlu
ile Kazı Başkanı Prof. Dr. Felix Pirson katıldı.
Kızılavlu Kilisesi Güney Kulesi restorasyonu
hakkında bilgi veren Prof. Dr. Pirson, restorasyonun
Almanya'daki vakıflar tarafından 2 yılda
tamamlandığını, 500 bin TL'lik harcama yapıldığını
belirtti.
Prof. Dr. Pirson, kulenin açılışının 27 Eylül'de
Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay tarafından
yapılacağını ifade ederek, çalışmalara gelecek
yıllarda Akropol ve diğer antik alanlarda da devam
edileceğini kaydetti.
Kaymakam Ahmet Ertan Yücel ise Bergama'nın
potansiyel zenginliğe sahip bir ilçe olmasına rağmen
eksiklerin bulunduğunu, ortaya çıkarılan değerlerden
yararlanılması arayışına girilmesi gerektiğini
belirterek, Kızılavlu'daki bütün eserlerin elden
geçirilmesini istedi.
Haber Ekspres,
12.09.2009
|
AŞKLARINI TARİHİ
ESERLERE KAZIDILAR

Muğla'nın Yatağan
İlçesi'ndeki, binlerce yıl önceden kalma eserlerin,
üzerlerine sprey, tornavida ve demirlerle yazılan
aşk mesajları, özel koruma altında olması gereken
tarihi değerleri harap etti. Tarihe yapılan bu
saygısızlık, arkeolojik kazıların heyet başkanlarını
da isyan ettirdi.
Muğla Yatağan'daki iki önemli antik kenti olan,
Stratonikeia ve Lagina'nın kazı heyetleri
başkanları, eserlerin bekçilerle korunamayacağını
belirterek, "Genç nesil bilgilendirilmeli" dedi.
Dünyanın en büyük mermer kenti olma özelliğini
taşıyan Stratonikeia'da, meclis binası duvarları ve
sütunları ile oda mezarın iç duvarlarına yazılar
yazıldı. Ayrıca meclis binası duvarında, bir
otomobil tamircisinin reklamının olması
ziyaretçilerin tepkisini artırdı. Pagan dininin
merkezi kabul edilen Lagina antik kentindeki eserler
de aynı şekilde tahribata uğradı. Her yıl dini
törenlerin düzenlendiği kentteki kutsal yol üzerinde
bulunan tarihi eserler üzerine çivi ve benzeri
aletlerle yazılar yazıldığı gözlendi.
Lagina Kazı Başkanı Prof. Dr. Ahmet Tırpan, tarihi
eserleri korumanın, ilköğretim okulundan itibaren
verilecek eğitimle gerçekleştirilebileceğini
söyledi.
Prof. Dr. Tırpan, "Yaşadığı çevreyi ve kültürü
bilmeyenler, tarihini de bilemez. Gençlerimiz
Anadolu tarihini bilmezlerse, eserleri tahrip eder,
üzerlerine isimlerini yazar. Önceki yıllarda
okullarımızda turizm ve arkeoloji dersleri vardı.
Öğrencilere yaşadıkları topraklardaki önemli
insanlar, yerler ve eserler tanıtılıyordu. Ancak bu
dersler Milli Eğitim müfredatından kaldırıldı.
Sorunun temeli de bu" dedi. Prof. Dr. Tırpan, "Antik
kentlerimizde binlerce eser var. Her eserin yanına
eli sopalı bir bekçi dikemeyiz. Her yazı yazanın
peşinden koşamayız. Kentler, özel güvenlik
şirketlerinin birkaç çalışanı tarafından korunuyor.
Koruma, eserlerin başında beklemeyle sağlanamaz.
Antik kentlerin güvenliğinden sorumlu insanların da
eğitimden geçirilmeleri ve en azından korudukları
bölgelerdeki tarihi, öğrenmeleri gerekiyor" dedi.
Stratonikeia Antik Kenti Başkanı ve Pamukkale
Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr.
Bilal Söğüt de, antik kentlerin güvenliğinin
artırılması gerektiğini söyledi. Tarih sevgisini
aşılamanın uzun bir süreç olduğunu anlatan Doç. Dr.
Söğüt, güvenlik personelinin sayılarının da
arttırılması gerektiğini vurguladı. Doç. Dr. Söğüt,
"Stratonikeia ölümüne aşkın yaşandığı bir kent.
Gladyatörleri ve aşk hikayesiyle tarihe ismini
yazdırmış bir yer. Ancak bazı kişiler, aşklarını
yanlış yerlere yazıyor. Antik kente gelen
yabancılar, eserler zarar görebilir diye
telefonlarını kapatıyor, ayakkabılarını çıkarıyor.
Bu bilince sahip olduğumuz gün, eserlerimiz emin
ellerde olur" diye konuştu.
Yeni Asır, Haber: Osman
Akça - Fatih Abacıoğlu, 12.09.2009
|
PVC SÖKÜLDÜ TARİH NEFES ALDI
Fatih Sultan Mehmet'i Rum mimara uyguladığı haksız ceza yüzünden yargılayan İstanbul'un ilk kadısı ve belediye başkanı Hızır Bey'in yaptırdığı, son yıllarda harap durumda olan Hızır Bey Camii, İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nce restore edildi. Yıllar içinde yapılan onarımlarda özünü kaybeden caminin, tavan, duvar, minber ve mihrabındaki PVC kaplamalar sökülünce, tarihi yapının özgün desenlerine ulaşıldı. Vefa'da harap halde olan Hızır Bey Camii'ndeki restorasyon çalışmaları iki yıl önce başlatıldı. Uzmanların yaptığı ilk incelemede, İstanbul'un fethinin ardından inşa edilen camiye 19'uncu yüzyılda aslına uygun olmayan avlu, son cemaat yeri, abdest alma yeri ve lojman eklendiği son yıllarda yapılan onarımlarda ise cami içi duvar ve tavan yüzeyleri ile mihrap ve minberin PVC esaslı malzeme ile kaplandığı tespit edildi. Koruma Kurulu kararıyla yapılan sökümlerden sonra cami aslına uygun onarıldı.
Sabah, Haber: Hasan Ay, 12.09.2009
|
 |
İNTEPE,
HEKTOR HEYKELİNE KAVUŞTU

Çanakkale'nin İntepe
beldesinde yapımı tamamlanan ve beldenin girişine
yerleştirilen “Hektor Heykeli”nin açılışı yapıldı.
İntepe Belediye Başkanı
Alaattin Özkurnaz, törende yaptığı konuşmada,
Hektor'un yağmur bereketiyle geldiğini söyledi.
Heykelin beldeye ve ülkeye turizm anlamında büyük
katkılar sunacağına inandıklarını ifade eden
Özkurnaz, “Hem İntepe hem Çanakkale hem de ülkemiz
kazanacak. Bu bizler için tarihsel ve kültürel bir
kazançtır. Hektor heykelinin yapımı aşamasında emeği
geçenlere teşekkür ediyorum.
İtalya'nın Nemi
kentinden gelen misafirlerimizin bugün burada olması
açılışımıza ayrı bir anlam kattı. Çünkü İtalyanlar
kendi köklerini Truva'da arıyor. Hektor da Truva
Savaşları'nın baş kahramanlarından birisidir” dedi.
Kültür ve Turizm Bakanı
Ertuğrul Günay'ın
Hektor Anıtı ile ilgili görüşlerini açıklamasının
ardından “Günay'dan önce davranarak böyle bir heykel
yaptırdılar” söylentilerinin gerçeği yansıtmadığını
belirten Alaattin Özkurnaz, şöyle konuştu:
“Kültür Bakanımızdan önce davrandığımız gibi bir
durum yok. Çünkü, bu heykel bizim 5-6 yıl önceki bir
hayalimiz. Bakanın düşüncesi de bizi mutlu etti. Biz
sadece kendi düşüncelerimizi gerçekleştirdik. Sayın
bakanın hayali konusunun gerçekleşmesinde de en
büyük destekçisi olacağız. Biz bu heykeli kendi
şartlarımızla yaptık. Boğaza hakim bir yerde
Hektor'u var ettik. Burası sosyal aktivite merkezi
olacaktır. Çevre düzenlemesinin ardından daha güzel
bir uğrak mekan haline gelecektir.”
Heykeli ücretsiz olarak yapan heykeltıraş Tülay
Çelikel ise mermer malzemesi kullanarak yaptıkları
heykelin kaidesi ile birlikte 5 metre yüksekliğe
sahip olduğunu söyledi.
Heykeli bir aylık çalışmayla yaptıklarını ifade eden
Çelikel, şöyle konuştu:
“Kendi düşüncelerimizi yansıttığımız, kendimize ait
bir Hektor heykeli oluşturduk. Bu tümüyle bana ait
bir tasarım oldu. Kendi ruhumu bu eserime yansıttım.
Hektor'un Türk-Yunan savaşlarıyla ilgili karakterini
biraz daha barışa bağlayabilir miyiz? Bunun hesabını
yaptık. Bunu daha yumuşak hatlarla daha farklı
formlarda daha güçlü tasvir etmeye çalıştık.”
Heykelin yapımında görev alan Dokuz Eylül
Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi öğretim
elemanı Seyhan Boztepe de heykel çalışmasını
Çanakkale'de yaptıklarını belirterek, bunun büyük
önem verdikleri projelerden birisi olduğunu söyledi.
Boztepe, İntepe beldesinin bu heykelden ciddi
kazançlar elde etmesini beklediklerini kaydetti.
Hürriyet, 12.09.2009
|
YAĞMALANAN HÜNKAR KASRI
ORİJİNAL ÇİNİLERİNE KAVUŞUYOR

İçindeki paha biçilmez
tarihî eserleri yağmalanan Yeni Camii-Hünkar Kasrı,
eski ihtişamına yeniden kavuşuyor. Çinilerinin çoğu
çalınan ve kalanları da hırsızlar tarafından tahrip
edilen kasır, Vakıflar Genel Müdürlüğü'nün
çalışmaları sayesinde canlanacak.
Vakıflar, büyük çaba
harcayarak kayıp 400 çiniden 24'ünü bulmayı başardı.
Bugünlerde bakımı yapılan çiniler orijinal yerlerine
monte ettiriliyor.
Vakıflar Genel
Müdürlüğü'nden alınan bilgiye göre, 1940'tan beri
ilginç hırsızlıklara sahne olan kasırdan 400'den
fazla çini çalındı. 2003'te 17. yüzyıla ait 24 çini
çalındı. 3 yıl boyunca izine rastlanmayan eserler,
Londra'da ortaya çıktı. Ünlü bir müzayede evi olan
Sotheby's, çinileri 2007'de satışa çıkardı. Vakıflar
Genel Müdürlüğü Kaçakçılık Daire Başkanlığı'nın
takibinde olan ve İnterpol'ün de aradığı eserler
arasında yer alan çinilerin satışı hemen durduruldu.
Türkiye'ye getirilen çinilerin öncelikle bakımları
yapıldı ve yeniden kullanılabilecek şekle getirildi.
Genel müdürlük, ünlü
yapının restorasyonunu da başlattı. İstanbul Ticaret
Odası sponsorluğunda restore ettirilen Hünkâr Kasrı
yeniden ayağa kaldırıldı. Çiniler takılmak üzere
İstanbul Ticaret Odası yöneticilerine teslim edildi.
Restorasyon sırasında mevcut çiniler tek tek
sökülerek numaralandırıldı. 10 bin civarında sayımı
yapılan çinilerin 500 tanesi ise sahte çıktı. Daha
önceki restorasyonlarda gerçeklerinin yerine sahte
çinilerin yerleştirildiği tespit edildi. Zemin
hazırlama ve projelendirme çalışmalarının
tamamlanmasının ardından 'kasırbaş' olarak
adlandırılan en görkemli odanın duvarından sökülen
çiniler halen boş olan orijinal yerlerine takılacak.
Osmanlı padişahlarının
yazlık saraylarından biri olan Hünkar Kasrı (Valide
Kasrı), Türk sivil mimarisinin bir şaheseri olarak
kabul ediliyor. Yapının içinde Yeni Cami'ye gizli
bir geçit bulunuyor. Yapıldığı yıllarda Valide
Sultan, daha sonra da padişah ve sultanlar namazdan
ve dini törenlerden önce buraya gelir, bir süre
dinlenirlermiş. Kasrın giriş kapısındaki ağaç
işçiliği, içerideki çinili ocaklar, duvarları
kaplayan çini panolar, renkli cam pencereler büyük
dikkat çekiyor. İznik'te yapılan çinilerin bir kısmı
sadece bu kasrı süslemek için özel olarak
yapıldığından, desenlerine başka hiç bir yerde
rastlanmaz.
Zaman, Haber: Aslıhan
Aydın, 12.09.2009
|
YEŞİL CAMİ İÇİN SPONSOR
ARANIYOR

Osmanlı'nın ilk başkenti
Bursa'nın sembollerinden Yeşil Camii bakımsızlıktan
adeta dökülüyor. Her ay binlerce turistin ziyaret
ettiği cami kapsamlı bir restorasyon bekliyor.
Vakıflar Bölge Müdürlüğü, tarihi eserlerin
onarımında kullanılan paranın tamamının vergiden
düşürülmesini öngören ve kamuoyunda 'Sponsorluk
Yasası' olarak bilinen düzenlenme ile tarihi camiyi
yeniden ayağa kaldırmayı hedefliyor. Çelebi Sultan
Mehmet tarafından 1419'da yaptırılan Yeşil Camii,
1855 depreminin ardından 1862'de kapsamlı bir
restorasyon görmüştü. Valilik, 'Tarihi camiye
sponsor olurum' diyen işadamıyla görüşmelerini
sürdürüyor.
Osmanlı payitahtı Bursa'da, tarihi eserlere yönelik
restorasyon çalışmaları son yıllarda artarken Yeşil
Camii'nin restorasyonu bir türlü gerçekleşmedi.
Yeşil Camii, 1552den sonra, bazı önemli tamirler
geçirdiyse de en önemli tamirini 1855 zelzelesinden
sonra 1862 senesinde gördü. 1992'de kısmen restore
edilen caminin dış cephesi 2005'te elden geçirildi;
ancak tarihi caminin içerisindeki kırık çiniler
yürek burkuyor.
Vakıflar Bölge Müdürlüğü, tarihi caminin
restorasyonu için sponsor arayışına gidi. İlk kez 2
Ocak 2004'te Resim Gazete'de yayınlanarak yürürlüğe
giren, tarihi eserlerin restorasyonunda kullanılan
paranın kurumlar ve gelir vergisi matrahından
düşürülmesini kapsayan düzenleme Şubat 2008'de çıkan
Vakıflar Kanunu'ndaki yerini aldı. Aradan geçen
zamana rağmen Osmanlı payitahtı Bursa'da henüz
sponsorluk yoluyla tarihi eser restorasyonu
gerçekleşmedi. Bursa Valisi Şahabettin Harput'un da
girişimleriyle bir işadamıyla sponsorluk görüşmeleri
başlatıldı. İşadamıyla görüşmeler sürerken Yeşil
Camii'nin restorasyonu için hazırlatılan iki
kapsamlı proje 2008'de Anıtlar Kurulu'nca onaylandı.
Şimdi, işadamıyla yapılan görüşmelerin
sonuçlandırılması bekleniyor. Yıllar sonra
gerçekleşecek restorasyonda camideki tarihi çiniler
tamir edilecek, kalem işleri yapılacak.
Restorasyon kararı en çok turizmcileri sevindirdi.
Turizmci Hasan Erdem, "Bursa turizm potansiyeli ile
dünya çapında nama sahip, ancak turistlerin uğrak
mekanı haline gelen Yeşil Camii'nin içler acısı hali
en çok bizi üzüyordu. Çünkü gelen turistler büyük
bir heyecanla girdikleri camide tarihe yeterince
sahip çıkılmadığı izlenimi alıyordu." dedi.
Yeşil Camii'nin de aralarında bulunduğu 17 tarihi
yapının restorasyonu için projelendirme
çalışmalarının sürdüğünü açıklayan Vakıflar Bölge
Müdürü Mürsel Sarı, 'Sponsorluk kanunu' olarak
bilinen düzenleme kapsamında henüz Bursa'da tarihi
eser restorasyonu gerçekleşmediğini kaydetti. Mürsel
Sarı, "Düzenleme geçmişine sahip çıkmak isteyen
işadamlarına kaçınılmaz bir fırsat sunuluyor.
Ecdadın eserlerini onaran, yeniden gün yüzüne
çıkaran hayırseverlerin restorasyonda kullandığı
paranın tamamı Gelir ve Kurumlar vergisi matrahından
düşürülüyor. Yeşil Camii için sponsor görüşmelerimiz
sürüyor." ifadelerini kullandı.
Yeni Şafak, 11.09.2009
|

Eceabat İlçesi'ndeki bir evde yapılan aramada, Çanakkale Savaşı'ndan kalma çok sayıda savaş malzemesi ele geçirildi. Bir ihbarı değerlendiren jandarma ekipleri, M.S'nin Büyük Anafarta Köyü'ndeki evinde arama yaptı.
Aramalarda, Çanakkale Savaşı'nda kullanıldığı tespit edilen 24 adet su matarası, 6 Fransız yapımı patlamamış el bombası, 1 İngiliz asker botu, 2 Fransa yapımı patlamamış top mermisi, 8 Fransız tüfek süngüsü, 3 İngiliz kaması, 1 Fransız tüfek namlusu, 11 İngiliz boş mermi kovanı, 1 Fransız mayon kutusu, 8 Fransız ilaç şişesi, 14 İngiliz top mermisi başlığı, 7 İngiliz silah bakım aparatı, 5 çatal, 10 kaşık, 1 kırık rom şişesi, 110 İngiliz üniforma düğmesi, 140 İngiliz tabanca mermisi ve çok sayıda üst üste hamurlaşmış İngiliz piyade tüfeği mermisi ele geçirildi. Ele geçirilen malzemeler, Çanakkale Deniz Müzesi Müdürlüğü'ne teslim edilirken, M.S, ifadesinin alınmasının ardından serbest bırakıldı.
Burası Çanakkale, 11.09.2009
|
SÜMBÜLLÜ KONAK'TA
RESTORASYON SÜRÜYOR

Osmangazi Belediyesi'nce
restorasyonu sürdürülen Sümbüllü Bahçe Konağı'nda
duvar resimleri çok özel bir operasyonla sökülüp,
yapının restorasyonunun ardından yerine asıldı.
Konağın yıllara meydan
okuyan kalem işi resimleri Konservasyon çalışmasıyla
koruma altına alındı. Konağın tüm yaşanmışlıklarına
tanıklık eden orijinal resimler, sıvasıyla birlikte
üzerine dağılmasını önleyici bezlerle örtülerek
parçalar halinde yerinden söküldü. Sökülen parçalar
tamamen organik malzemeler kullanılarak mevsimsel
etkinlerden korundu. Konağın restorasyonunun
tamamlanmasıyla, parçalar halinde sökülen resimler
tekrar yerine yapıştırıldı. Montaj çalışmaları
sırasında, kesilen yerlerin birleştirilmesi için
alçı ve macunlar kullanıldı.
Binanın uzun süre harabe
halde kalması yüzünden kalem işi çalışmalar hasar
görmüş, Konservasyon çalışmaları sırasında da
paçalara ayrıldığı için yıpranma oluşmuştu. Yaklaşık
40 parçaya ayrılan resimlerin yerine takılma
işlemleri büyük bir titizlikle tamamlandı. Şimdi
kalem işi çalışmaların rötuşları yapılacak.
Yürütülen çalışmanın tamamlanmasıyla yıllarca
konağın duvarlarını süsleyen duvar resimleri
gelecekte de konaktaki yerini korumayı sürdürecek.
Sümbüllü Bahçe Konağı'nın
inşaatında son aşamaya gelindi. Eşsiz manzarası ve
muhteşem mimarisiyle göz kamaştıran ve 6 ayrı
yapıdan oluşan konak yıl sonuna doğru sosyal tesis
olarak hizmete girecek. 1921-23 yıllarında Ülkü
Özalp`in dedesi Rasim Vehbi tarafından yapılan
tarihi yapı, Bursa'nın en gözde noktalarından biri
olan Tophane sırtlarında yer alıyor ve mimarisiyle
göz kamaştırıyor. Sümbüllü Bahçe Konağı, farklı
dönemlerde yapılmış 6 yapıdan oluşuyor. Maliyeti
Bursa Ticaret ve Sanayi Odası tarafından üstlenilen
tarihi yapıların kaba inşaatı tamamlandı. İnce
işçiliğinin de tamamlanmasıyla konak yıl sonunda
yeni konuklarını ağırlamaya başlayacak
Bursa Olay, 11.09.2009
|
KYME ANTİK KENTİ GÜNYÜZÜNE ÇIKIYOR
Kazıların 25. yılında ilk kez tiyatroda çalışma başlatıldı. MS 4-7’nci yüzyıllardan kalma mezar alanı bulundu.
Aliağa Nemrut limanlar bölgesindeki Kyme’de İtalyan kazı ekiplerince 25 yıldır sürdürülen kazı çalışmaları, son 4-5 senede kazandığı hızla antik kentin ihtişamını gözler önüne sermeye başladı. Uzun seneler İtalyan arkeolog Prof. Sebastiana Lagona ve ekibinin yürüttüğü, bu yıldan itibaren Calabria Üniversitesi’nden vatandaşı Prof. Antonio La Marca ve ekibinin devraldığı çalışmalarda önemli ilerleme kaydedildi.
Ekipten Türk arkeolog Cenker Atila, Kyme’nin MÖ 2 binli yıllarda Yunanistan’dan göç eden Aiol’lar tarafından kurulan önemli bir kent olduğunu söyledi. O dönemde yaklaşık 100 bin nüfusa sahip olduğunun tahmin edildiğini bildiren Atila, “Bütün çalışmaların 25 yıllık bir geçmişi var ama son 4-5 yılda yapılanlar 20 seneden daha fazla” dedi. Halen 4-5 sektörde birden kazı yapıldığını belirten Cenker Atila, şunları kaydetti: “Bunlardan en önemlisi ilk defa tiyatroda çalışmaya başladık. Kent, Roma döneminde şehir merkeziyken, MS 2-3’üncü yüzyıllarda terk ediliyor ve sonra muhtemelen kutsal bir alan haline getiriliyor. Bunu da agora bölümünde ortaya çıkardığımız en erken kilise yapısından anlıyoruz.”
Milliyet Ege, Haber: Ufuk Kırabalı, 11.09.2009
|
 |

|
ULU CAMİ'NİN ÇİNİLERİ İSTANBUL'DA BULUNDU
Adana'nın Seyhan İlçesi'nde Ramazanoğulları Beyliği döneminde inşa edilen Ulu Cami'den 7 yıl önce çalınan 223 adet çininin 500 bin dolar değerindeki 67 parçası İstanbul Fatih'teki bir evde ele geçirildi. Yakalanan iki zanlının poliste benzer suçtan kaydı bulunuyor. 1998 yazında Adana'da meydana gelen depremde hasar gören Ulu Cami'nin onarımı sürerken işçilerin Ramazan Bayramı tatili yaptığı 6 Aralık 2002 tarihinde çinileri çalınmıştı. Yapılan araştırmada kapı kilidini kırarak giren hırsızların cami duvarlarında bulunan değişik ebatlardaki çinileri çaldığı ortaya çıkmıştı. Ramazanoğulları Beyliği döneminde 1545 yılında yapımı tamamlanan Ulu Cami'nin çalınan 16. ve 17. yüzyıllara ait çinilerinin bir bölümünün Kocamustafapaşa'daki bir evde saklandığı yönünde ihbarı değerlendiren Asayiş Şube Müdürlüğü Hırsızlık Büro Amirliği ekipleri operasyon yaptı. Operasyonda kutu koliler içerisinde sarılmış vaziyette 67 adet çini levha ele geçirildi. Evde bulunan Murat M. (39) ve Cengiz K. (58) gözaltına alındı. Daha önce Kapalıçarşı'da eski eser alıp satan iş yeri olan Cengiz K. verdiği ifadede, çinilerin çalıntı olduğunu bilmediğini, bunları kendilerine satan kişinin öldüğünü söyledi. Zanlılar yapılan sorgulamalarının ardından Fatih Adliyesi'ne sevk edildi. Zanlıların benzer suçlardan emniyette kayıtları bulunduğu bildirildi. Ele geçirilen çinilere 500 bin dolar değer biçilirken bir parçasının 6 ila 7 bin dolar arasında alınıp satıldığı belirtildi. Çiniler ekspertizin ardından adli emanete teslim edildi.
Sabah, Haber: Rıdvan Tezel, 11.09.2009
|
MEVLEVİHANE'YE BÜYÜK İLGİ
Mevlevi Müzesi'ne olan ilginin her geçen gün hızla artarken manevi değerlerimizden biri olan Mevleviliğin yükselen bir değer olarak ilgi odağı olduğu gözleniyor
Sultan Divani Mevlevihanesi Müze Müdürü Lokman Derya Solmaz, Mevlevi Müzesine olan ilginin her geçen gün biraz daha arttığını söyledi. Ramazan ayı öncesinde aylık tahmini 10 bin ziyaretçinin müzeyi ziyaret ettiğini belirten Müze Müdürü L. Derya Solmaz, Ramazan ayında bu sayının yüzde 50 artış göstererek 15 bini bulduğunu düşündüklerini kaydetti. Müze ziyaretlerinin ücretsiz gerçekleşti-rildiğini dile getiren Sultan Divani Mevlevihanesi Müze Müdürü L. Derya Solmaz, teravih namazı öncesinde müze bahçesinde sema töreninin icra edildiğini söyledi. Teravih namazı öncesinde belki de tek sema töreni icra edilen Mevlevihane'nin Sultan Divani Mevlevihanesi olacağına dikkat çeken Solmaz; "Son dönemde Sultan Divani Mevlevihanesi Müzesi ilgi odağı haline geldi. Konya'daki kadar kıymetli bir Mevlevihane de görev yapmaktan son derece mutlu ve onurluyuz. Ziyaretçilerin ziyaret adabına uymaları bizleri memnun etmektedir. İnsanımız manevi değerlerimizden olan Mevleviliğin değerini yeniden keşfetmiş durumda. Bizler halkımızın gösterdiği samimi ilgiye teşekkür ediyoruz."dedi. Çok sayıda vatandaşın ziyaret ettiği Sultan Divani Mevlevihanesi Müzesi'nin hazırlanmasında emeği geçenlere ziyaretçilerin teşekkür ve dua ettiklerini söyleyen Müze Müdürü Lokman Derya Solmaz, müze sayesinde Afyonkarahisarlıların misafirlerini gururla gezdirebildiklerini sözlerine ekledi.
Afyon Haber, 10.09.2009
|
 |

|
VALİ EROL, KALE KAZILARINI YERİNDE İNCELEDİ
Elazığ'ın eski yerleşim yeri Harput'taki kale kazıları devam ediyor. Elazığ Müze Müdürü Haydar Kalsen'in Başkanlığını, emekli öğretim üyesi Prof.Dr. Veli Sevin'in Bilimsel Danışmanlığını yaptığı kazı ekibinde mimar, fotoğrafçı, arkeolog ve sanat tarihçisi olan toplam 42 kişi görev alıyor.
2005 yılında başlanan kazıların 5. yılında Harput Kalesi'ndeki 250 yıllık bir Osmanlı Mahallesi yavaş yavaş gün yüzüne çıkıyor. Elazığ Valisi Muammer Erol bugün Harput Kalesi'ndeki kazı alanını ziyaret ederek, burada İl Kültür ve Turizm Müdürü Tahsin Öztürk, Müze Müdürü Haydar Kalsen ve Prof.Dr. Veli Sevin'den yürütülen çalışmalar ve elde edilen bulgular hakkında bilgi aldı.
Vali Muammer Erol, kale kazıları sonucu ortaya çıkarılan; 1220 yıllarında Harput Artuklu Emiri Belek Gazi'nin Kudüs Haçlı Kralı 2. Baldwin'i hapsettiği zindanın iç bölümlerine kadar inerek incelemelerde bulundu.
Kazı bilimsel danışmanı emekli öğretim üyesi Prof.Dr. Veli Sevin. İstanbul, İzmir gibi kentlerin dışında Anadolu'da camisi, atölyeleri ve evleriyle bir Osmanlı Mahallesinin ortaya çıkmaya başladığını bildirdi. Prof.Dr. Sevin yerin 30 metre derinlik ve 80 metre uzunluğundaki bulunan Belek Gazi'nin Kudüs Haçlı Kralı 2. Baldwin'i hapsettiği zindandaki su birikintisinin dinamo aracılığıyla boşaltıldığını; Urartular tarafından su tesisi kurmak amacıyla oyulan kayanın tarih içinde zindana çevrildiğini, 16-17. yüzyıla kadar Osmanlılar döneminde de kullanıldığını belirtti. Sevin, kalede bir Osmanlı Darphanesi'nin varlığını bildiklerini ve yerini tespit etme konusunda çalışmaların sürdüğünü bildirdi.
Yeni Şafak, 10.09.2009
|
OSMANLI, MODERN ŞEHİRCİLİK ALTYAPISINI 550 YIL ÖNCE UYGULAMIŞ
Trakya Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç.Dr. Mustafa Özer başkanlığında yapılan çalışmalar devam ediyor. Temmuz ayında sarayın Kum Kasrı bölümüne ait hamamlarda ve mutfaklar bölümünde devam eden kazılarda günümüzün modern şehircilik altyapısının yaklaşık 550 yıl önce Osmanlı tarafından uygulandığı ortaya çıktı.
Şehir şeklinde inşa edilen Edirne Sarayı'nın temiz su ihtiyacını karşılayan ve atık suyu uzaklaştıran altyapı şebekesinin kurulduğu belirlendi. 550 yıl önceki kullanılan su nakil sistemini günümüzün su şebekesinden ayıran özelliği kullanılan malzemenin farklı olması. Kazı Başkanı Yrd. Doç.Dr. Mustafa Özer, yapılan kazıların Osmanlı'nın altyapı hususunda ciddi ilerlemeler kat ettiğini gösterdiğini belirtti. Kazı çalışmalarının kum kasrına ait hamam ile saray mutfağının bulunduğu alanda devam ettiğini ifade eden Özer, bu çalışmalar sırasında pek çok altyapı izine rastladıklarını söyledi. Özer, "Edirne Yeni Sarayı'nın Kum Kasrı Hamamı Matbah-ı Amire'de yaptığımız arkeolojik kazılar sonucunda ortaya çıkarılan altyapı sistemlerinin günümüzde belediyelerin yaptığı altyapı sistemleriyle ilişkili olduğunu görüyoruz. Aslında mantık olarak aynı olan atık su, temiz su bağlantıları ve bunların yapılardan uzaklaştırılması, yakınlara getirilmesi yöntemleri aynı olduğunu, sadece kullanılan malzemelerin farklı olduğunu görüyoruz." diye konuştu. Yrd. Doç.Dr. Mustafa Özer, 1450'li yıllarda yapıldığını bildikleri her iki yapıda ve çevresindeki mekanlarda karşılaştıkları bu alt yapıya ait izlerin kendilerine Osmanlı mimarisi ve şehircilik anlayışını gösteren önemli veriler sunduğunu ifade etti. Özer, "Bu veriler Osmanlı şehirciliğinin önemli bir göstergesi durumda. Ve altyapısı hususunda çok ciddi ilerlemeler kat ettiğini bizlere göstermektedir." dedi.
Zaman, Haber: Kadri Kılıç, 10.09.2009
|
 |
KÜLTÜR 'YAŞAM'SAL
SAYILMADI!

Bir süredir
“en yaşanılır”
ve “en yaşanıl(a)maz”
ilan edilen illerimizin “sevinç” ve “hüzün”lerini
izliyoruz... “CNBC-e
Busines” dergisinin “yaşanılabilir iller
sıralaması” medyada pek sevilince, “ideal” bulunan
kentlerin yöneticileri adeta zafer sarhoşluğunda;
“yaşanmaz” denilenlerde ise kimsenin ağzını bıçak
açmıyor... Peki, bu sonuç gerçekçi midir? Kentlerin
“yaşanılabilir”lik kıyaslamasında, derginin
“parametreler” dediği “ölçüt”leri doğru mudur?
Örneğin araştırmada “yeni”lik olarak
“kişi başına banka
mevduatı”na bakıldığı söyleniyor. Bu ölçüt,
bankaya uğramasalar da geçinebilen, huzurlu
insanların “az para”yla mutlu yaşadıkları, ama
listede hayli “geri”lerde yer verilen Amasya,
Çanakkale, Muğla, Tokat gibi “dingin”, “insancıl” ve
“kimliğine saygılı” kentlerimizde ne anlama geliyor?
Ya şu “para”(!)metreye ne demeli?
“Bir gelişmişlik göstergesi olarak alışveriş
merkezlerinin (AVM) nüfusa oranı” da
eklenmiş!!! Bu ise dünyanın imrendiği “geleneksel
alışveriş kültürümüzün tarihi çarşı ve pazarları”nı
hala yaşatan kentlerimize umarsızlık değil midir?
Yaşanabilirlik için “kültürel düzey”i saptarken AVM
sayısına bakmak; aynı AVM’lerin sinemalarıyla
yetinmek, yani kentlileri “özgün kent kültürü”nden
kopartan ve insan ilişkilerinden uzaklaştıran
“tüketim hangarları”nı önemsemek, kentsel
gelişmişliğin değil, olsa olsa “Anadolu’ya
yabancılaşma”nın göstergesidir..
Nitekim onca görkemli tarihi hanları, eşsiz
Tuz Pazarı,
yaşamın merkezindeki
Uzun Çarşı’sı ve
Kapalıçarşısı’yla
Bursa’nın bile “ilk 10”a girememesi bu yüzden olsa
gerek...
Benzer şekilde Ankara’nın “şampiyon”luğunun nedeni
de AVM’lerdeki rekor artış; tarihi kent merkezinin
adeta unutulması; eski çarşılarının perişan hali!..
Ankara’daki “araç yoğunluğu” övülürken kentin,
“başkent” olduğunu ve yıllardır “hükümetteki
parti”nin yönettiğini unuturcasına “kamu
yatırımlarının yüksekliği” esas alınmış!
CNBC-e Busines’in işte böylesi “para”cı bakışla
saptadığı 34 ölçüt arasında
“özgün kent kimliği”
gibi evrensel “yaşanılabilirlik” zenginliği ise akla
bile gelmemiş... Oysa başta
Habitat,
Uluslararası Mimarlar Birliği ve
UNESCO gibi
kent ve yaşam kültürünün evrensel kurumlarınca kabul
edilen en önemli gösterge;
“tarihi dokunun
korunması; sivil mimari kimliğin sürdürülmesi ve
geleneksel toplumsal mekanların yaşatılması”dır...
Bu “öncelikli” ölçütün, özellikle son yıllarda
İtalya’da başlayıp Avrupa’ya yayılan
“Yavaş Şehir” (Citta
Slow) hareketinde de “belirleyici” olduğunu
da CNBC-e Busines belli ki “bilmiyor”! O kadar ki
aynı hareketin “yaşanılabilirlik için otomobile
hayır” ilkesine rağmen, örneğin Antalya’yı “ilk 10”a
alırken ilin tarih ve doğal zenginliği yerine bakın
neyi önemsiyor; “Türkiye’de nüfusa göre en çok araç
(otomobil) Antalya’da...”
Böylesi ölçütler, yukarıda anımsatılan kent, yaşam
ve kültür kurumlarınca “gerçek yaşanılabilir”liğin
önündeki “engel”ler sayılıyor. CNBC-e Busines’in
ölçütleriyle yaşanabilir olmayı hedefleyecek
kentlerimizin ise kültür ve kimlik değerlerinden
kalanları da yok etmeleri, otomobil sayılarını
arttırarak, durmadan yol ve kavşak açmaları;
bankadaki “mevduat”ların da mutlaka yükseltilmesi
gerekiyor!..
‘Son’daki
‘Hazine’ler...
Derginin “en yaşanmaz” ilan ettiği kentlerimize
gelince... İşte birçoğu “Tarihi Kentler Birliği
ödülleri”ni de almasına rağmen, “yaşanılabilir kent”
için ölçüt sayılmayan kimi çabalardan örnekler:
Diyarbakır:
Listede sondan ikinci... Suriçi’ndeki koruma
çalışmaları ile dünyaca ünlü surlarının yeniden
kente kazandırılması, kentte yaşamayı da çekici
kılıyor. Ancak bu çabalarla “kentlilik bilinci”nin
yükseltilmesi hiç önemsenmemiş.
Şanlıurfa:
Sondan 4. ilan edilen “Peygamberler Kenti”mizin
tarihi ve kültürel dokusunu kurtaran çalışmalar
öylesine “yaşam”sal ki son seçimlerde halkın buna
verdiği destek demokrasi tarihine geçti...
Gaziantep:
Uygarlık ve kültür değerlerini “kent ölçeği”nde
yaşatma projeleriyle her yıl ödüller alan Gaziantep
bile listenin sonlarına itelenmiş.
Kars:
Anadolu’nun ilk planlı kenti; ayrıca planını 100
yıldır bozmayan ve korunacak bina sayısını 80’den
300’e çıkartan tek kentimiz... Uluslararası kültür
ve sanat etkinlikleriyle de ün yapmasına rağmen
sonlarda...
Mardin: Eşsiz
tarihi dokusu ve kimlikli kent mimarisiyle UNESCO
Dünya Mirası listesine aday… Özgün mekanlarını
turizmle buluşturmada başarılı örneklerine rağmen
“yaşanılamaz” ilan edildi!
Hatay: Kutsal
kitaplarda bile adı anılan ve kültür zenginliği
denince Anadolu’nun ilk akla gelen merkezlerinden
Antakya’nın bile onca yaşamsal değerlerine rağmen
“yaşanılabilir” sayılmamasına ne denebilir?
Evet... Örnekleri sıraladıkça görüyoruz ki kent
bilincinde “para”nın ölçütü ile “kültür”ün ölçütü
çok farklı... Asıl üzücü olansa bu araştırmayı yere
göğe sığdıramayan medyamızın da kentlerimize
vefasızlığı…
Cumhuriyet, Yazı: Oktay Ekinci, 10.09.2009
|
MİMAR SİNAN'DAN SEL DERSİ

10 yıllık süper köprüler çöktü. Mimar Sinan'ın
Büyükçekmece'ye yaptırdığı köprü dimdik ayakta..
Mimar Sinan'ın Osmanlı orduları geçsin diye inşa
ettirdiği Büyükçekmece köprüsü sel felaketinden
etkilenmedi..
Üstelik baraj kapakları açılmış olmasına rağmen. Su
seviyesi yine de köprüyü aşmadı...
Çağın teknolojisiyle yapılan köprüler çökerken, bu
450 yıllık köprü yenilerine meydan okuyor.. Tarihi
eser sayısız depremler ve sel felaketlerine
aldırmıyor.
Sel ortalığı yıkıp geçti ama tarihi köprü, popülist
siyasetçilere, suçu hep başkalarında arayan halka ve
gözünü para hırsı bürümüş müteahhitlere iyi bir ders
veriyor..
İnternet Haber, 10.09.2009
******
MİMAR SİNAN 5 ASIR ÖNCE
DÜŞÜNMÜŞ AMA...

Yoğun yağış
nedeniyle Büyükçekmece Barajı’nın kapakları açıldı,
bazı yerleri su bastı. Mimar Sinan’ın 500 yıl önce
yaptığı köprü, suyun tahliyesine imkan verirken, E-5
ve D-100 köprüleri suyun geçişine engel oluyor.
Büyükçekmece Belediye Başkan Yardımcısı Zafer
Özsayın, ilçedeki durumla ilgili açıklamalarda
bulundu.
Zafer Özsayın, canlı yayında şunları söyledi:
"Baraj kapaklarını sabahtan doğal olarak açmak
zorunda kaldılar, yüksek debide su geliyor. Fakat
aradaki ufak göletten E-5’in kestiği bir güzergah
var. Buradan denize ulaşım rahat olmadığı için bir
şişme oluyor. Bu nedenle yağmur suyu kanalları
doluyor ve bu kanallardan kente su gidiyor.
Yıpranmış ve atıl durumdaki E-5 köprüsü ve kemerleri
var. Bu, denize ulaşımı engelliyor eğer bu
kaldırılsaydı sıkıntı yaşanmazdı. Birtakım setler
oluşturarak minimize etmeye çalışıyoruz.
Şu anda sadece iki sokakta 10-15 cm yüksekliğinde su
var. Su bodrumları doldurdu. Diğer bölgelere nazaran
burada afet var denemez. Fakat baraj kapakları
sürekli açık kalır, yağmur da devam ederse bu
tehlike artacaktır.
Ortada atıl kalan, iptal edilen bir köprü var. Büyük
temelleri, suyun denize ulaşımını engelliyor. Zaten
betonarmesi ömrünü tamamlamış, yıllardır burada
duruyor. E-5 köprüsüyle setler arasındaki su
yükselme gösteriyor. Gidiş gelişin ortasında atıl
kalan bir bölüm var.
Eski yapılan köprünün -Mimar Sinan Köprüsü'nün- su
debisi hesaplanmış, suyun denize ulaşımı sağlanmış
ama yeni yapılan E-5 ve D-100 köprüsünde hiç
dengelenmemiş. Eski köprü örnek alınsaydı bu sıkıntı
asla yaşanmazdı."
Ntvmsnbc, 10.09.2009
******
SU TERAZİSİNİN ADALETİ
Büyükçekmece’de
Mimar Sinan’ın
tarihi köprüsü vardır. Yapılışı
“devri Kanuni”
ile 1560’lı yıllardır...
İstanbul’u
Avrupa’ya
bağlayan yol üzerindedir. Bir
“altın kolye”
gibidir... Üzerinden nice ordular geçmiştir, nice
bezirganlar, nice sultanlar... Bu kadar yüzyıldır
altından Balkanlar’ın Istranca’sına damlayan her
yağmurun damlası, bu köprüyü selamlayarak
Marmara’nın
maviliğine kavuşmuştur.
Nice seller görmüştür; nice feyezanlar... Yani, ani
gelen seller.
Bunlar onlarca sene arayla ani ve anormal yağış
debileri.
Mimar Sinan’ın köprüsü, taştan yapılmıştır,
yüzyıllardır “taş”
gibi durur ayakta.
Büyükçekmece’ye kar yağar 50 santim, köprünün
üstünde bir parmak yüksekliği durmaz..
Batı’nın bilimine dönünce, ne üniversitelerimiz, ne
mühendislerimiz, hiç merak etmemiş bu köprünün
“tılsımı”nı...
Çevresindeki bütün coğrafyayı kar kaplar, bunun
üzerinde kar durmaz...
Viyadüklerin girişlerinde de hep tabelalarımız
vardır; ikaz eder, önce buzlanma köprünün üzerinde
olur!
Nitekim Büyükçekmece Gölü’nü dolduran son sellerde,
Mimar Sinan Köprüsü gene görevini yapmış, kapaklar
açılınca gelen ani feyezanı karşılamış, üzerine
almış, deniz tarafına geçirmiştir...
Ama öbür tarafındaki
“yeni” köprülerde su boğulmuş ve geriye
vurmuştur!
Felaketin bir nedeni de budur.
Suyun terazisinin adaleti budur işte!
Hürriyet, Yazı: Yalçın Bayer, 11.09.2009
|
 |
KAPALI ÇARŞI'NIN ÖRTÜSÜ DEĞİŞECEK
Osmanlı Çarşıları içinde en büyük kapalı çarşı kompleksine sahip olan Bursa`da, Osmangazi Belediyesi'nin tarihi alanlara yönelik yapmış olduğu çalışmalar devam ediyor. Osmangazi Belediyesi, tarihi ve kültürel mirasın korunmasına yönelik projeleriyle birlikte kentin merkezi noktalarının restorasyonu için harekete geçti.
Uzun Çarşı'yı, pazar görünümünden kurtaran ve üzerini uzay çatı ile kapatan belediye, şimdi de Kapalı Çarşı'nın üzerini değiştirmeyi planlıyor.
Yaptıkları çalışmalarla Bursa'yı tarih ve kültür açısından canlandırdıklarını ifade eden Dündar, Kapalı Çarşı esnafının ekonomik açıdan zenginleşmesini sağlamak için üst örtüsünün değişeceğini söyledi. İnsanların sosyal ve ekonomik yaşamlarının sürekli bir şekilde değişime uğradığının altını çizen Dündar, şöyle konuştu:
“Alışveriş merkezleri dünyada yaygınlaşmış ve Türkiye`de ihtiyacın fazlası kadar açılmıştır. Bu merkezlerin Bursa`da ki sayısı da son yıllarda artmıştır. Bu gibi yerler, bizim geleneksel alışveriş tarzımızı değiştirdi. Değişik kampanyalar düzenleyerek müşteri çekiyorlar. Kendini yenileyememenin vermiş olduğu sıkıntılar nedeniyle çarşı esnafı ekonomik açıdan geri kaldı. Bizim orada yaptığımız çalışmalarla çarşımız, dünyanın en büyük kapalı alışveriş merkezi haline geldi. Hedefimiz Büyükşehir Belediyesi'yle birlikte Hanlar bölgesini eski hürriyetine büründürmek.”
Bursa Olay, 10.09.2009
|
KİLİSELERİN TESCİLİ İÇİN
GELEN HEYETİN KORUCULAR TARAFINDAN ENGELLENDİĞİ
İDDİA EDİLDİ
Batman'da
kiliselerin tescili için gelen heyetin korucular
tarafından engellendiği iddia edildi. Olayı kınayan
Mazlum-Der
Batman Şubesi, 21.
yüzyıl Türkiye'sinde işlenen bu suçun cezasız
kalmaması ve faillerinin soruşturulmasını istedi.
Batman'ın
Kozluk İlçesi'ne
bağlı Akçalı beldesindeki kilise ve mezarların
tescili için gelen, aralarında merkezi
İstanbul'da bulunan
Sason-Ermeniler Sosyal Yardımlaşma ve Kültür
Dayanışma Başkanı Aziz Dağcı ile
Diyarbakır Kültür
ve Tabiat Varlıkları Koruma Müdür Yardımcısı Ahmet
Demir'in de bulunduğu heyetin korucular tarafından
engellendiği iddia edildi. Yapılmak istenen bu
ziyaretin, Akçalı Köyü girişinde korucuların keyfi
uygulaması sonucu engellendiğini ileri süren
Mazlum-Der
Batman Şube Başkanı
Murat Çiçek, "Kaynağını yasadan ve hukuktan almayan
aksine hukuka ve insan haklarına açıkça meydan
okuyan bu uygulamayı kınıyoruz." dedi. Uygulamanın
evrensel insan hakları ölçütlerine aykırı olduğu
gibi aynı zamanda anayasal bir suç teşkil ettiğini
ileri süren Çiçek, 21. yüzyıl Türkiye'sinde işlenen
bu suçun cezasız kalmaması ve faillerinin
soruşturulması gerektiğini söyledi. Günlerdir kamu
otoritesinin konuya mantıklı bir izah getirmesini
beklediklerini belirten Çiçek, ilgililerce herhangi
bir açıklama yapılmamasının, kamu otoritesinin de bu
hukuksuzluğu onayladığı anlamına geldiğini savundu.
Yüzyıllardır birlikte
yaşadıkları gayrimüslim vatandaşların hak ve
özgürlüklerinin devletlerarası sorunlara kurban
edilmemesi gerektiğini savunan Çiçek, açıklamada
şunları kaydetti: "Sevgili Peygamberimiz Hz.
Muhammed'in Hıristiyan olan İbn Harris b. Ka'b ve
kavmine yazdırdığı anlaşma metninde 'Şarkta ve
Garpta yaşayan tüm Hıristiyanların dinleri,
kiliseleri, canları, ırzları ve malları Allah'ın,
Peygamber'in ve tüm müminlerin himayesindedir.
Hıristiyanlık dini üzere yaşayanlardan hiç kimse
istemeden İslam'ı kabule zorlanmayacaktır.
Hıristiyanlardan birisi herhangi bir cinayete veya
haksızlığa maruz kalırsa Müslümanlar ona yardım
etmek zorundadırlar.' maddelerini yazdırdıktan sonra
'... Kitap Ehli'yle en güzel olan bir tarzın dışında
mücadele etmeyin. Ve deyin ki; 'Bize ve size
indirilene iman ettik; bizim İlahımız da, sizin
İlahınız da birdir ve biz O'na teslim olmuşuz.' (Ankebut
Suresi, 46) ayetini okumuştur."
Heberler.com, 10.09.2009
|
EN ÇOK PANORAMA MÜZESİ GEZİLDİ
Büyükşehir Belediyesi tarafından Gaziantep'e kazandırılan üç müzeyi yaz döneminde toplam 119 bin 83 kişi ziyaret etti. Büyükşehir Belediyesi tarafından Gaziantep'e kazandırılan Bayazhan Gaziantep Kent Müzesi, Emine Göğüş Mutfak Müzesi ve Gaziantep Kalesi galerilerinde oluşturulan Gaziantep Savunması ve Kahramanlık Panoraması Müzesi'nin teşhir tanzimi yapılarak ziyarete açıldı. Gaziantep'in bu üç müzesini yaz döneminde toplam 119 bin 83 kişi ziyaret etti.
Gazianteplilerin 6 bin 317 evladını şehit vererek hiçbir yerden yardım ve destek almadan "Ölürsem şehit, Kalırsam Gazi olurum" inancıyla Gaziantep'i düşman işgalinden kurtardıkları Gaziantep savunması yıllarının heykeller ve belgesel filmlerle anlatıldığı Gaziantep Savunması ve Kahramanlık Panoraması müzesini 4 ayda 57 bin 895 kişi gezdi. 57 bin 895 kişiyle en çok gezilen müze oldu. Gaziantep'in geleneksel mutfak kültürünün tanıtıldığı ve bu kapsamda mutfak malzemelerinin en önemlisi olan bakır mutfak araç gereçlerinin özel vitrinlerde sergilendiği Emine Göğüş Mutfak Müzesini ise 44 bin 333 kişi ziyaret etti.
Yaptıkları çalışmalarla Gaziantep'i bir turizm ve kültür şehri yapmak için çalıştıklarını ifade eden Başkan Asım Güzelbey, "Kültür ve turizm şehri olmak için de eski eserlerimize sahip çıkmamız gerekiyor. Hedefimiz Gaziantep'e 1 milyon turist çekmek, Gaziantep'in nüfusu kadar bir ziyaretçiyi Gaziantep'e çekmeyi hedefliyoruz. Hedefimiz 1 milyon turist olduğu için gelen turist sayısından memnun değiliz. Çünkü şu anda Gaziantep'e gelen 60-70 bin turist geliyor" dedi.
Gaziantep 27 Gazetesi, 10.09.2009
|
 |
TARİHE YÖN VEREN KAFATASI

Gürcistan’da insanlık tarihine yeniden ışık tutan
kafatası, insanın atalarının Afrika'dan Avrasya'da
sanılandan 800 yıl önce göçe ettiklerini ortaya
çıkardı.
İngiliz Independent ve Daily Telegraph
gazetelerinin haberlerinde, Gürcistan’ın başkenti
Tiflis’e
iki saat uzaklıktaki Dmanişi kazı
alanında bulunan ilk insana ait kafataslarından
birinin 1.8 milyon yıllık olduğu belirtildi.
Bölgede bulunan kafatasları, çene kemikleri, kol
ve bacak kemiği parçalarının, insanın atalarının,
Afrika’dan Avrasya’ya daha önce sanılandan yaklaşık
800 bin yıl önce göç ettikleri ve tekrar Afrika’ya
dönmeden önce burada uzun bir evrimsel süreç
geçirdikleri fikrini verdiği kaydedildi.
Gürcü bilim adamlarının keşfi, Guildford’daki
İngiliz Bilim Festivalinde açıklanırken, Gürcistan
Ulusal Müzesinin müdürü profesör David Lordkipanidze,
iki
erkek ve 3 kadının kalıntılarından
oluşan fosillerin, modern insanın öncüsü homo
erektusun ilk örnekleri olduğunun anlaşıldığını
söyledi.
Lordkipanidze, Dmanişi’de insan kalıntılarının
yanında taştan aletler ve hayvan kemiklerinin
bulunduğu, bunun, bu insanların eti yemek için
hazırladıkları anlamına gelebileceğini kaydetti.
David Lordkipanidze, homininler adı verilen bu
insanların, homo erektuslardan daha ilkel
göründüğünü, beyinlerinin homo erektuslarınkinden
yaklaşık yüzde 40 oranında daha küçük ve 1 metre 44
santimetre ile 1,5 metre arasındaki boylarının homo
erektuslardan daha kısa olduğunu bildirdi.
Alet yapımı konusunda gelişmiş oldukları görülen,
yüksek sosyal ve bilişsel kabiliyetlere sahip
homininlerin bacaklarıyla kaval kemiklerinin,
bugünün insanınkine çok benzediği ve bu ilk
insanların
iyi koştuğunun sanıldığı
kaydedildi.
Kafataslarından birinin sahibinin yaşamı boyunca
tüm dişlerini kaybettiği, buna rağmen hayatta
kalmayı başardığı, bu durumun da karşılıklı bakıma
dayalı bir tür sosyal organizasyonun varlığı fikrini
verdiği bildirildi.
Homo erektusların Afrika’dan bölgeye yaklaşık 1
milyon yıl önce göç eden ilk insanlar olduğu
düşünülüyordu.
Profesör David Lordkipanidze, Gürcistan’da
kalıntıları bulunan bu ilk insanların, Avrasya’da
daha sonra yaşayan homo erektusların ataları
olabileceğini ifade ederek, "Sorun şu: Homo
erektuslar Afrika’da mı, yoksa Avrasya’da mı ortaya
çıktı. Eğer Avrasya’da ortaya çıktılarsa, tersine
bir göç mü söz konusu? Bu fikir birkaç yıl önce çok
aptalca görünebilirdi, ancak bugün o kadar aptalca
görünmüyor" diye konuştu.
Hürriyet, 10.09.2009
|
TARİHİ ESER OPERASYONU
Konya'da tarihi eser
kaçakçılığı yaptıkları iddia edilen 2 kişi,
jandarmanın düzenlediği operasyonla yakalandı.
Konya İl Jandarma
Komutanlığı'na bağlı ekipler, merkez Selçuklu İlçesi
Alaaddin Tepesi'nde tarihi eser satmak isteyen
kişilerin olduğu ihbarı üzerine harekete geçti.
Şahısları takibe alan jandarma, tarihi eserleri
satmak isteyen Ö.T. (34) ile L.B'yi (36) düzenlediği
operasyonla gözaltına aldı. Operasyonda şüphelilerle
birlikte tarihi eser olduğu sanılan toplam 70 parça
sikke ve çeşitli objeler ele geçirildi. Ele
geçirilen sikke ve objelerin tarihi eser olup
olmadığının bilirkişi raporundan sonra netlik
kazanacağı belirtildi.
Jandarma tarafından
ifadeleri alınan 2 şüpheli, Konya Numune
Hastanesi'nde sağlık kontrolünden geçirildikten
sonra adliyeye sevk edildi.
Manşet Gazetesi,
10.09.2009
|
TARİHİ KEMERALTI 'YENİDEN' SAHİPSİZ
Tarihi Kemeraltı Esnaf Derneği,
İzmir Esnaf ve Sanatkarlar Odaları Birliği (İESOB),
İzmir Büyükşehir Belediyesi ve Konak
Belediyesi işbirliğiyle Aralık 2008’de başlatılan
‘Yeniden Kemeraltı’ projesinde ortaya konulan
hedeflerden hiçbiri gerçekleşmedi. Yurttaşlara
dağıtılan 3 bin tane ‘Kemeraltım’ kartı işlevsiz
kalırken, aydınlatma, gece alışverişi, eğlence
programları gibi projeler hayata geçmedi.
Kemeraltı Esnaf Derneği Başkanı Mehmet Gülaylar,
dört ay sürecek proje konusunda hiçbir kurumdan
destek alamadıklarını belirterek, “Son 30 yılın en
kötü yazını yaşadık. İçim yanıyor” dedi.
Geçen yıl aralık ayında başlatılan ve Tarihi
Kemeraltı Çarşısı için hazırlanan kampanya ile
Kemeraltım kart ve “e-kemeralti.com” devreye
girecek, çarşının içinde yabancı dil bilen
personelin de bulunacağı danışma büroları
kurulacak, firmaların akreditasyonunu öngören
Kemeraltı Yönetim Modeli uygulamaya konulacak ve
butik otel yapılacaktı. Bunun yanı sıra çarşının
geç saatlere kadar açık kalması, aydınlatmasının
yenilenmesi ve üstünün kapatılması sağlanacaktı.
Sözkonusu projelerin gerçekleşemediğine dikkat
çeken Tarihi Kemeraltı Esnaf Derneği Başkanı
Mehmet Gülaylar, çarşının son 30 yılın en kötü
yazını yaşadığını dile getirdi. Çarşının
canlandırılması için başlatılan “Yeniden Kemeraltı”
projesinin zabıta tarafından yürütülen işporta ve
çığırtkanlara yönelik çalışmalara sıkışıp
kaldığını belirten Gülaylar, “Biz Kemeraltı esnafı
olarak bu projeden umduğumuz hiçbir sonucu
alamadık. Mayıs ve haziran aylarında çekim
alanlarını kuramadık ve çarşıda beklediğimiz
heyecanı yaratamadık. Projede yalnız kaldık.
Samimiyet yok bu konuda. Ancak basına yansıyan
‘cek’ler ‘cak’lar var. Hareket alanında maalesef
istediğimiz çalışmayı göremedik” diye konuştu.
Derneği kurarlarken Kemeraltı’nı tüm kurumların
el birliği ile eski canlılığına kavuşturmayı
umduklarının altını çizen Gülaylar, şöyle konuştu:
“En çok duyduğumuz ‘Üstümüze düşen neyse yaparız’
lafı. Demek oluyor ki,
İzmir’de hiçbir kurum üzerine ne düştüğünü
bilmiyor. Bu dönemde hiçbir umudumuz yok,
önümüzdeki döneme dair koyabilecek hedefimiz
kalmadı. Bu proje hazırlıklarının yüzde 60-70’ini
Dernek bütçesinden karşıladık. Altyapılarını
bitirdik. Dosya dosya kurumlara gönderdik. Sadece
İzmir Vergi Dairesi Başkanı Mustafa Bulut’tan
olumlu bir yanıt geldi. Onun dışında bize görüş
bile bildirilmedi.”
Gülaylar, çarşıda kaliteyi arttırmak ve kayıt
dışı ekonomiye karşı mücadele etmek amacıyla
çıkarttıkları 3 bin tane “Kemeraltım” kartının da
basıldığını, vatandaşa dağıtıldığını, ancak
kartları okuyacak makine bulunamadığı için
uygulanamadığını aktardı. Gülaylar, “Bu kartları
okuyacak, tanesi 200 dolar olan makinelerin temini
için tüm kurumlardan destek istedik. 100 tane
makineye ihtiyacımız vardı ancak bundan da sonuç
alamadık. Bu kartların proje aşamasında ve
yazılımı için 120 bin TL harcama yapmıştık” diye
konuştu.
Hürriyet Ege, 10.09.2009
|
 |
GÖRMELİ KÖPRÜSÜ TRAFİĞE KAPANDI
Karaman'da 1305 yılından beri hizmet veren tarihi Görmeli Köprüsü, Ermenek Hes Barajı sularının yükselmesi sebebiyle ulaşıma kapatıldı. 2002 yılında yapımına başlanan Ermenek HES barajında 12 Ağustos 2009 tarihinde su tutulmasına başlanmıştı.
Ermenek Barajı'nın sularının yükselmeye devam etmesi ile birlikte Görmeli Köprüsü üzerinden geçmek tehlikeli hale geldi. Ermenek Karayolları ekipleri, gerekli kontrolleri yaptıktan sonra Görmeli Köprüsü'nü ulaşıma ka-pattı. Suların 22 metre yükseldiğini belirleyen görevliler, köprünün su altında kalması için 6 metre kaldığını tespit etti. Karayolları ekipleri, köprüye geçişi engelleyecek gerekli trafik işaret ve levhalarını yerleştirdi. Ancak köprüyü kullanan yöre halkı, tüm işaret ve levhaları görmezden gelerek köprüyü kullanmayı sürdürüyor.
Su altında kalacağı için Görmeli Köprüsü'nün kitabesi sökülerek Karaman Müzesi'ne taşındı. Köprünün kitabesinde, "Sultan-ı Azam emniyetle geçilmek üzere bu köprünün yapılmasını emretti. O Sultan-ı Azam ki alemi de Allah'ın gölgesidir. Dünya ve din üzerinde feth babasıdır. Bu kimdir derseniz, Karamanoğullarından Mahmut Bey oğlu Halil Bey'dir. Alemi İslam'da daim kılsın, sene Hicri 706-Miladi 1305. Mimari Aciz kul Yusuf oğlu Süleyman." yazıyordu.
Manşet Gazetesi, 10.09.2009
|
BATMAN'DA NEOLİTİK ÇAĞ KALINTILARI
Batman’ın Beşiri İlçesi'nde bulunan Sumaki Höyüğü'nde yapılan kazı çalışmalarında Neolitik Çağ'a ait bulgular ortaya çıkartıldı.
Çanakkale Üniversitesi Arkeoloji Bölümü'nden Doç.Dr. Aslı Erin Özdoğan başkanlığında Sumaki Höyüğü ve Çeme Alo Höyüğü'nde yürütülen kazı çalışmalarında önemli bulgular elde edildi.
Doç Dr. Özdoğan, Beşiri merkezde bulunan Sumaki Höyüğü'nde, yürütülen kazı çalışmalarında Neolitik Çağ'a ait olduğu ileri sürülen bulgular ortaya çıkardıklarını belirtti. Doç.Dr. Özdoğan, Sumaki Höyüğü'nün geçmişinin MÖ 6500 yıllarına, Çeme Alo Höyüğü'nün ise MÖ 2000 yıllarına dayandığını söyledi.
Kazı çalışmalarının 5 yıl daha devam edeceğini belirten Doç.Dr. Aslı Erin Özdoğan, Sumaki Höyüğünde 18 öğrenci ve teknik ekip ile 70 işçi, Çeme Alo Höyüğü'nde ise 18 öğrenci ve teknik eleman ile 45 işçinin çalıştığını söyledi.
Beşiri'ye bağlı Işıkveren Köyü'nde bulunan Gre Amer Höyüğü'nde Koç Üniversitesi Arkeoloji Bölümü'nden Yrd. Doç.Dr. Gül Pulhan başkanlığında yapılan kazı çalışmalarında ise 400 yıllık yerleşim yeri ortaya çıkartıldı. Höyükten çıkan seramiklerin şaşırtıcı güzellikte olduğu ifade edildi.
Gre Amer Höyüğü'nde de 16 kişilik öğrenci ve teknik ekip ile 60 işçinin çalışıyor.
Batman Çayı ile Dicle Nehri'nin birleştiği alanda yer alan Kuriki Höyüğü'nde Dumlupınar Üniversitesi'nden Yrd. Doç.Dr. Elif Genç başkanlığında yapılan ve bir hafta önce biten kazı çalışmasında, 7 odalı yapının içinde de erken Tunç Çağı ile ilişkili olduğu düşünülen ocaklar ortaya çıkartılmış, ayrıca, ürünlerin depoladığı silo ile yanmış tahıl kalıntıları tespit edilmişti.
Haber Diyarbakır, 09.09.2009
|
 |
DİVRİĞİ'YE 3 MİLYON TL
İLAVE KAYNAK AKTARILDI

Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, Divriği’nin
bir kültür ve turizm bölgesi olması amacıyla ilave
kaynak aktardıklarını 2003 yılında aktarılan
kaynağın ise nerde ve nasıl kullanılacağını
açıkladı.
Divriği’yi önemsediğini belirten Bakan Günay “2003
yılında Divriği için ödenek ayrılmış ve İl Özel
İdaresi’ne bu kaynak aktarılmıştı. Daha önce buraya
kamu edilmiş bu eski kaynağı kamulaştırma için
kullanacağız. Ayrıca, Dünya Miras Alanlarına Kamu
2010 Ajansından bir fon ayırmıştık. Bu fondan bir
milyon 200 bin ve bir milyon 800 bin olmak üzere
toplam 3 milyon TL daha Divriği için yeni bir kaynak
ayırdık’ dedi.
Geçtiğimiz hafta sonu 4 Eylül Sivas Kongresi’nin 90.
yıl dönümü kutlama programı kapsamında Sivas’a gelen
Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, Divriği
İlçesine de giderek Divriği Ulu Camii ve Darüşşifası
Çevre Düzenlemesi ile ilgili İstimlak Kararı
çerçevesinde kamulaştırılan ilk binanın yıkımına
katılmıştı.
UNESCO tarafından Dünya Kültür Mirası Listesi’ne
dahil edilen tarihi Divriği Ulu Camii ve
Darüşşifası’nın ayakta tutulması için sürdürülen
kamulaştırma çalışmaları devam ederken Bakan Günay,
3 milyon TL ilave kaynağın müjdesini verdi.
Divriği Ulu Camii ve Darüşşifası’nın 1985 yılında
UNESCO tarafından dünya mirası olarak kabul
edildiğini belirten Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul
Günay,’ Divriği Ulu Cami 1985’de UNESCO’nun dünya
miras alanı içerisine girdi. 1990 yılında birinci
derece tarihi eser varlığı olarak tescil edildi.
2007 yılında göreve başladığım da Divriği ile ilgili
özel bir toplantı yaptım. Milletvekilleri, kaymakam,
belediye başkanları ve dönemin valisi ile birlikte
bu toplantıları yaptık. Bu toplantılarda neler
yapılabileceğini görüştük. Divriği’nin üzerinde her
zaman çok hassasiyetle durdum ve durmaya devam
edeceğim’ dedi.
İl Özel İdaresi tarafından gerçekleştirilecek olan
kamulaştırma çalışmasında 6 bin 500 metrekare arazi
ve bu alanda bulunan 51 yapı kamulaştırılacak. 2010
yılı Ocak ayına kadar tamamlanması planlanan
kamulaştırma çalışmasının ardından Divriği Ulu Cami
ve Darüşşifası Çevre Düzenleme Projesi hayata
geçirilecek.
Sivas Hürdoğan,
09.09.2009
|
DEPREMDE ZARAR GÖREN BEŞKÖPRÜ ONARILACAK
Marmara
Depremi'nde zarar gören tarihi bin 500 yıllık
Beşköprü (Justinianus Köprüsü) onarılacak. En son
1995 yılında onarımı yapılan bin 500 yıllık tarihi
köprünün bazı bölümlerinde Marmara Depremi'nde
çatlaklar oluştuğunu belirten Sakarya Müze Müdür
Vekili Arkeolog Mürşit Yazıcı, Karayolları Genel
Müdürlüğü'nün köprünün onarımı için proje çalışması
başlattığını ifade etti.
Köprüde depremin yanı sıra doğal tahribatların da
oluştuğunu kaydeden Yazıcı, "Köprünün bazı kemer
ayaklarında depremde çatlaklar meydana geldi. Bazı
bölümlerde aşınmalar oldu. 14 yıl önce yapılan
onarımda köprü üzerinde kullanılan korkulukların
bazıları düşmüş. Kocaeli Kültür ve Tabiat
Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğü'nün
görüşü alındıktan sonra onarım çalışması yapılacak."
diye konuştu. Bizans İmparatoru Justinianus
tarafından MS 558-561 yılları arasında
yaptırılan köprünün Anadolu'daki en uzun Bizans
köprülerinden biri olduğunu anlatan Yazıcı, köprüye
çevre düzenlemesi yapılarak etkinlik kazandırılması
gerektiğini söyledi. Arkeolog Mürşit Yazıcı şöyle
konuştu: "Bu konuda Sakarya Büyükşehir Belediyesi ve
Adapazarı Belediyesi'nin projeleri var. Köprünün
çevresinde arkeolojik kazı yapılması gerekiyor. Bu
sayede saklı kalmış birçok şey gün yüzüne
çıkabilir."
Zaman, Haber: Salih Hamurcu, 09.09.2009
|
 |
KONAK'TAN 6 MÜZE
Müzecilik alanında büyük yatırımlara başlayan Konak Belediyesi, oyuncaktan masklara, çalgılardan karikatürlere, Ege medeniyetinden asker Atatürk kıyafetlerine müzeler açıyor.
Konak Belediyesi, müzecilik atağına kalktı. Oyun ve Oyuncak Müzesi’nin ekim ayında hizmete gireceğini belirten Belediye Başkanı Hakan Tartan, "Kentimiz butik müzelere kavuşacak" dedi. Oyun ve Oyuncak Müzesi’nin ardından Mask ve Giysi, Çalgı ve Karikatür, Ege Medeniyet, Folklor ve Kostüm Tarihi, Şiir ve Asker Atatürk Kıyafetleri müzeleri açılacak. Tartan, "Bu müzeleri açarak Konak’ın adını müzeler kenti olarak tüm dünyaya duyuracağız" dedi.
İlk oyuncak müzesini İstanbul’da kuran Sunay Akın, Konak Belediyesi’nin yaşama geçireceği Oyun ve Oyuncak Müzesi’nin de konsept danışmanlığını üstlendi. Şair, yazar ve gazeteci Akın, Konak Belediyesi’nin İzmir’e böyle bir müze kazandırarak uluslararası alanda sesini duyuracağını belirterek, "Almanya’da 5 tane oyuncak müzesi var; 5 tane daha kuruluyor. Şehirler müzeleriyle öne çıkıyor artık. İzmir çağdaş bir kent" dedi.
Hürriyet, 09.09.2009
|
SANAT PARANIN YÖNETİMİNDE

Modern ve
çağdaş Türk sanatı uluslararası müzayede
şirketlerinin “yeni gözdesi” mi sorusu dün başlayan
yazı dizinin ana eksenini oluşturuyordu. Dünyaca
ünlü müzayede evlerinin Türkiye’deki sanata
ilgisinin nasıl ve neden şimdi ortaya çıktığına
ilişkin sorularımızı konunun uzmanlarına sormaya
devam ediyoruz. Dünkü bölümde yer verdiğimiz
müzayede evi yöneticileri kimi zaman örtüşen, kimi
yerde ayrılan görüşleriyle konumuza ilişkin
düşüncelerini dile getirmişlerdi. Bugün ise ülkemiz
sanat ortamının önemli figürlerinin bu konudaki
görüşleriyle dizimizi sürdürüyoruz.
Beral Madra (Küratör, Sanat Eleştirmeni)
Sanat piyasası benim uzmanlık alanım değil; ancak
sanat piyasasının sanat üreticisi ve alımlayıcısı
arasındaki zaten kırılgan olan ilişkiyi hedef alan
müdahalesi beni ilgilendiriyor. Türkiye’de hala
çağdaş sanatın biçim, içerik ve kuramlarının
değerlendirilme sorunu var; dolayısıyla piyasa
manipülasyonları sanatı olumsuz etkiliyor. İstanbul
sanat fuarları uluslararası nitelik kazanmadığı için
boşluğu doldurma işini uluslararası müzayede
şirketleri dolduruyor ve de koleksiyoncular tam
anlamıyla dolduruşa getiriliyor. Son müzayede neyi
kanıtladı, pek anlayamadım. Zaten
satılan/satılabilen resimler satıldı. Kimlerin
aldığını da bilemiyoruz. Yabancılar aldıysa, iyi.
Yerel koleksiyoncular aldıysa, bu kadar tantanaya ne
gerek vardı; zaten alanlar belli... Örneğin, bu
müzayede Londra basınında ne kadar duyuruldu? Yalnız
Türkiye basınında mı duyuruldu? İstanbul’da üst
düzey sanat galerilerinin katıldığı bir sanat fuarı
gerçekleşmedikçe (Dubai’de bu gerçekleşti), bu tür
müzayedelerden çok şey beklenemez. Birileri para
kazanıyor da, sanatçılar kazanıyor mu?
Ali Artun (Galeri Nev)
Hayatın ne ölçüde finansallaşmış olduğu son krizden
sonra artık daha berrak. Ama sanat daha da şiddetli
finansallaşıyor. Yani “para yönetimi”ne bağımlı
oluyor. O zaman da müzayede ve fuarlar yükseliyor,
galeriler bunların yörüngesine giriyor. Sotheby’s’in
spektaküler Damien Hirst müzayedesinde gayet açık
görüldüğü gibi sanat, toplumu, kamuyu es geçiyor ve
müzayede salonundan çıkıp doğrudan koleksiyonerin
özel salonlarına gidiyor. Sanat, ziynet gibi bir
lüks halini alıyor. Tabiat gibi sanat da
özelleştiriliyor. Sanat ortamları şirketleşiyor.
Sanat yönetimi disiplini o nedenle türedi ve bu
hızla giderse yakında İstanbul’daki sanat
işletmecilerinin sayısı sanatçıların sayısını
aşacak. Ne yazık ki sanatın kendisi de bu dönüşüme
ayak uyduruyor. Damien Hirst gibi sanatçılar son
kertede finans dünyasıyla ortak olan birer işadamına
evriliyor. Baudelaire’den beri modernist estetiği
koşullandıran, avangardı kamçılayan sanat ve para
kazanma arasındaki çatışma, çoktandır çözülüp
gidiyor.
Ömer Uluç (Sanatçı)
Değerlendirmek mi? Hiç değer vermiyorum. Özellikle
New York’ta benim sergilerime gelip yemeklere
oturmuş As Başkanların 1980-90 arasını ölü bir dönem
olarak tanımlaması tam bir komiklik. Dünya sanatı ve
eninde sonunda etkilediği Türkiye’nin sanatta
dönüşüm dönemidir. Bu ünlü müzayede evinin çeşitli
departmanları ve As Başkanları şemasını tam
bilmiyorum. Ama bunların bazılarının yüzlerini
Türkiye’deki sanat ortamına çevirdiklerine inanmanın
imkanı yok. Yaptıkları müzayedenin niteliği,
katılımı, katalogları, herkes biliyor ki içler
acısı. Bu kadar gürültüye kimin ne gereksinimi var?
Bunları söylüyorum, çünkü Sotheby’s’i 1990 katalog
kapağından tanıyorum. Böyle şeyler yapmalarının ayıp
olduğuna inanıyorum.
Vasıf Kortun (Küratör, Garanti Platform
Güncel Sanat Merkezi Yöneticisi )
Aslında bu sorulara cevap vermek istemiyorum, çünkü
cevap verirsem çok kişinin canını yakacağım.
Sanatçılar burada sürünürken, işlerini
gösterecekleri mecralar yok iken, üretime yardım
verilmezken, uluslararası sergilere katılanlara
kamusal destek gelmezken, malum güya müzeciklerimiz
ne yaptıklarını kendileri bile bilmiyorlarken,
literatür oluşturulmuyorken piyasayı neden
tartışalım? Basiretsiz, risk almayan, kendi yolundan
gitmeyen, kümelenmeye bayılan bir ortamdayız. Tüm bu
hataların hepsi önlenebilirdi, bambaşka bir yerde
olabilirdik, maalesef gemilerin kaptanlığı idari
sınıf insanlarda, çünkü burjuvanın çoğunluğu ürkek
ve vizyonsuz. Bugün sanatçı girişimlerinin, küçük
ölçek sanatçı kurumlarının ve her şeyden önce
sanatçıların dışında çok az şey oluyor. Türkiye’deki
başat sanat ortamı daha önce “modern” yalanlar
üzerine kuruluydu. Bugün ise “genişletilmiş
taşralılık” deneyimlenmekte. Mesela, İstanbul Modern
misali yerlerde gördüğümüz türden, birbiriyle asla
yan yana gelmemesi gereken kültürel üretimlerinin
aynı bukette pazarlanması, makulün diktatörlüğüne
işaret ediyor. Güncel ile öncesi arasında yaşanan
kırılmayı bastırmaya çalışıyorlar. 1980-1990 ölü
filan değildi, her şey o dönemde, ortam 1983’ten
itibaren kıvılcım aldı. Ama sorun Sotheby’s’de
değil, o sadece bu ortamın sıradan bir tezahürü, vur
kaç.
Cumhuriyet, Yazı:
Esra Al Çavuşoğlu, 09.09.2009
|
"ERİMESİNE İZİN VERMEM"
Muğla'nın Ortaca
İlçesi'ne bağlı Dalyan beldesindeki
kral mezarlarında inceleme yapan
Kültür ve Turizm Bakanı
Ertuğrul Günay,
Türkiye'nin simgesi haline gelen mezarların yok
olmasına göz yummayacaklarını söyledi. Yeni Asır'ın,
mezarlardaki erimeyi "Tarih kanser oldu" başlığıyla
manşetine taşımasının ardından bölgeye gelen Bakan
Günay, Önlem alınmadığı taktirde 2 bin 400 yıllık
tarihin yok olup gideceğini belirtti, "Mezarlar için
alınacak tedbirler, uzun araştırmalar öngörüyor"
dedi.
Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, dün uçakla
Dalaman Havaalanı'na gelip karayoluyla Dalyan'a
geçti. Bakan'ın yağışlı havada gerçekleşen tarihi
gezisine Muğla Vali Yardımcısı Recep Yüksel, Dalyan
Belediye Başkanı CHP'li Arif Sarı, CHP'li Ortaca
Belediye Başkanı Hasan Karaçelik, Köyceğiz Belediye
Başkanı CHP'li Salih Erbay, Ortaca Kaymakamı Mustafa
Gürdal, Köyceğiz Kaymakamı Halil İbrahim Çomaktekin,
AK Parti İl Başkanı Gültekin Akça, İl Kültür ve
Turizm Müdürü Murat Süslü de eşlik etti.
Kaunos Kazı Heyeti Başkanı
Prof.Dr. Cengiz
Işık, Bakan Günay'a kaya mezarlarındaki
erimeyi gösterdi. Daha önce yaptığı açıklamada, 2003
yılında mezarlardaki erimeye ilişkin rapor
hazırlamasına karşın önlem alınmadığını belirtip
tehlikeye dikkat çeken Işık, Bakan Günay'a sorunun
nedenlerini açıkladı. Prof.Dr. Işık, mezar
yüzeyinde büyük korozyon yaşandığını, mezarların bu
duruma gelmesinde tektonik hareketler, doğa
koşulları, mezarların yapısındaki ince kılcal
damarlar gibi kireç çizgilerinin zaman içinde
erimesi ve asit yağmurlarının etkili olduğunu
söyledi. Aşınmanın tehlikeli boyuta ulaştığını
anlatan Işık, "Kaunos denince ilk akla gelen kaya
mezarları, gözlerimizin önünde eriyor. Her yıl bir
parçasını kaybediyoruz" dedi.
Kültür ve Turizm Bakanı Günay, incelemenin ardından
gazetecilere yaptığı açıklamada kaya mezarlarının
Türkiye'nin yurt dışı tanıtım fotoğraflarında yer
aldığını, Türkiye'nin adeta simgesi haline geldiğini
söyledi. Erimenin önlenebilmesi için neler
yapabileceğini yerinde görmek istediğini kaydeden
Bakan Günay, "Mezarların yok olmasını önlemek için
alınacak tedbirler uzun süren araştırmaları
öngörüyor. Kaya mezarlarının problemi zor bir
problem. Burası özel tarihsel alanlarımızdan birisi.
Dikkatli gözlem yapmalıyız. Ciddi laboratuar
çalışmaları yapmamız gerekebilir. Bu basit bir
restorasyon değil. Derde deva olacak restorasyon
projesi geliştireceğiz. Yok olmasına asla göz
yummayacağız. Tedbir almazsak 10 ile 20 yıl sonra
Türkiye'nin simgesi olan bu alanlar yok olacak. Bu
nedenle buradayım" dedi.
Prof.Dr. Cengiz Işık, ziyaretçilerin mezarları
görmek istediğini, insan eliyle de tahribat
gerçekleştiğini belirtip, "Geçmiş yıllarda insanlar
talan etmiş, beğenmediği eserleri tahrip etmiş.
Turistlerin gezmesi için seyir terası yapılırsa
insan kaynaklı tahribat da önlenebilir" dedi.
Öneriye sıcak bakan Günay, vali yardımcısına proje
hazırlanması için talimat verdi. Bakan, kaya
mezarlarından sonra Kaunos Antik Kenti'nde inceleme
yaptı, restore edilen antik tiyatronun açılışını
gerçekleştirdi, Kazı Başkanı Işık'tan bilgi aldı.
Bakan, antik kilisede kazılarda ortaya çıkarılan
mozaik eserin de temsili açılışını yapıp kurdelesini
kesti.
Kaya Mezarları
Caretta caretta deniz kaplumbağalarıyla birlikte
Dalyan'ın simgesi olan, kayalar içine oyulmuş, MÖ
3 ve 4'ncü yüzyıllarda dönemin kralı, eşi, yakın
askerleri, hizmetçileri, Karya ve Likyalı soylular,
zenginler, kahramanlar için yapılan kaya mezarları,
yılda 300 bini yabancı 700 bin kişinin ziyaret
ettiği beldenin gözde bölgesi. Denize yer yer 80
derecelik açılarla yükselen kayalık dağların
içlerine oyulan mezarlar özellikle yabancı
turistlerin ilgisini çekiyor. Arkeologlara göre bu
mezarlar antik Kaunos kentinin zenginliği ve gücünün
göstergesi. İon tapınağı görünümünde yontulmuş kaya
mezarları içinde ölülerin konması için yan yana üç
taş sıra bulunur. Anıt mezarların ön cephesini
süsleyen İon sütunları ve aslan kabartması
bulunuyor.
Yeni Asır, 09.09.2009
|
DEMRE'DE 16 ASIRLIK SİNAGOG

Kültür ve Turizm
Bakanlığı ve Akdeniz Üniversitesi adına Prof.Dr.
Nevzat Çevik başkanlığında Antalya'nın Demre
İlçesi'nde başlanan 'Myra ve Limanı Andriake'
kazılarında büyük heyecan. Bölgede ilk kez MS 5.yy'a
ait olduğu sanılan sinagog kalıntıları bulunurken,
Yahudi varlığına ilişkin izlere rastlandı.
Bizans dönemi dinsel ve sosyal yapılanması üzerine
çok önemli bir keşif olarak kabul edilen bulgular,
Doğu Roma İmparatorluğu içindeki Musevi varlığının
ve durumunun anlaşılması açısından büyük tarihsel
önem taşıyor.
Keşfin yapıldığı bölge olan Demre, Hıristiyanlığın
en önemli figürlerinden biri Aziz Nikolaus'un (Noel
Baba) doğduğu ve ana kilisesinin kurulduğu bir yer
olarak biliniyor. Yeni bulunan sinagog ile
Apollon'dan İslamiyet'e kadar kesintisiz dinler
tarihi zincirindeki eksik halka olan Musevilik de
eklenmiş sayılıyor.
Prof. Çelik, Yahudilerin antik çağlarda da dışlanan,
baskı gören bu nedenle de kimliklerini açıklamayan
bir topluluk olduğunu belirterek, Anadolu'nun Roma,
Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyeti dönemlerinde
Yahudilere kucak açtığını söyledi. Buldukları
Sinagogun Roma döneminde Hıristiyanlığın baskın
olduğu 5.yy'da inşa edildiğini kaydeden Çelik, "Bu
bugüne kadarki mevcut bilgileri değiştiriyor. Bugüne
kadar böyle bir bulgu yoktu" dedi.
Prof. Çelik, Demre'nin Antalya'nın en çok turist
alan yeri olduğunu anlatarak, şöyle devam etti:
"Demre Hıristiyanlık açısından dinsel bir merkez. Bu
sinagog ile Yahudiler için de aynı konuma gelebilir.
Amerikalı turistler buraya gelmek istiyor. Kudüs ve
New York'taki bilim adamlarından mektuplar alıyorum.
Dünya kamuoyunda ses getiren bu keşif, Türk
turizmine önemli bir ivme kazandıracak" dedi.
Gelişmenin Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın
Davos'taki 'one minute çıkışı'yla yüzde 70 oranında
azalan İsrailli turist sayısını yeniden artırması
bekleniyor.
Akşam, 09.09.2009
******
MYRA VE ANDRIAKE KAZILARINDA ÖNEMLİ BULGULARA
ULAŞILDI

Likya’da MS 5.yy’a dayanan erken Yahudi varlığına
ilişkin bu ilk arkeolojik bulgular; Likya tarihi ve
kültürüne ilişkin bilinenlere de yenisini eklemiş
oldu.
Kültür ve Turizm Bakanlığı’ndan verilen bilgide,
Myra antik kentinin Finike’ye 26 kilometre, Kaş’a 44
kilometre uzaklıkta orta Likya’nın merkezinde
konumlandığı, antik kentin aynı zamanda Kekova
denizi ve batık kent kalıntıları ile de iç içe
bulunduğu hatırlatılarak, Anadolu’da Doğu Roma
(Bizans) dönemi dinsel ve sosyal yapılanması üzerine
“büyük bir keşif olan” söz konusu bulguların, Doğu
Roma İmparatorluğu içindeki Musevi varlığının ve
durumunun anlaşılması açısından büyük tarihsel önem
taşıdığı ifade edildi.
Bulguların Yahudi varlığının antik ticaret merkezi
olan Andriake limanında keşfedilmiş olmasının da
tüccar karakterli Yahudi halkının o dönemde de
ticarette etkin olduklarını göstermesi nedeni ile
oldukça önemli olduğu belirten Bakanlık yetkilileri,
İS. 5. yy ait olan sinagog ile Apollon’dan
İslamiyet’e kadar kesintisiz dinler tarihi
zincirindeki eksik halka olan “Musevilik”in de
eklenerek, Likya adına Demre’nin bölge dinlerinin
hemen tümüne ev sahipliği yaptığının ortaya çıktığı
kaydetti.
Bakanlıktan yapılan açıklamada, Antik Sinagog’a
(Yahudi tapınağı) ilişkin şu bilgilere yer verildi:
“Yapı, Roma dönemi granariumunun batı köşesi önünde,
limana bakar biçimde konumlandırılmış. 3.90m
çapındaki apsisin bulunduğu ana odanın ölçüleri
7.25x5.08 m’dir. Biri kuzeyden diğeri batıdan olmak
üzere 2 girişi bulunmaktadır. Bilimsel araştırmalar
sonlandırılmamış olsa da yapının Bizans (Doğu Roma)
döneminde 4.-6. yy’da inşa edildiği düşünülüyor.
Tapınakta, ‘büyük bir şans eseri’ bulunan Menorah
Plaklarında Yahudi dininin bilinen standart
sembolleri bulunuyor. Tamamı yazıtlı olan plakalar,
daha önce Anadolu’da sadece Sardis, Priene ve
İznik’te bulunan benzerlerine göre çok daha
nitelikli ve ikonografik içerikli olmalarıyla dikkat
çekiyor. Menorah plaklarından tamamen sağlam olan
biri 89x45m ölçülerinde, birinci sınıf işçilikli
profilli mermer bir levha. Ortasında 7 kollu şamdan
(menorah), sağ yanında boynuz-borazan (şofar) ve sol
yanında da hayat ağacı-palm ve limon ağacı (lulav)
işlenmiş. Üstündeki silmede de 3 satırlık yazıt,
yazıtın sol yanında alttaki panodaki öğeleri (Menorah-Şofar-Lulav)
stilize edilmiş küçük bir sembolik örneği bulunuyor.
Yazıtın içeriği henüz tam anlaşılmasa da adayanların
isimleri Prokles ve Romanus olarak okunuyor. Bulunan
3 ayrı yazıttan 2’sinde ‘İsrael’ kelimesinin yani
Yahudi topluluğunun özetlenmiş ifadesi kullanılmış.
‘Amen’ ve diğer standart dinsel ifadelerle de yazıt
sonlandırılmış.”
Turizm Gazetesi, 10.09.2009
|
SBF'DE HEYKELLERLE 150 YILIN SERÜVENİ
Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nin (SBF) kuruluşunun 150. yılı etkinlikleri kapsamında düzenlenen taş heykel sempozyumunda, okulun geçmişini simgeleyen çalışmalar hazırlanıyor.
Çankaya Belediyesi Fen İşleri Müdürlüğü arazisinde düzenlenen sempozyumda, heykeltıraşlar okulun 150. kuruluş yılı için hazırlayacakları eserler üzerinde çalışıyor. Hacettepe Üniversitesi Heykel Bölümü öğretim üyesi Ayhan Yılmaz, etkinlik kapsamında Mülkiye’nin 150. yılı organizasyon komitesi tarafından heykeltıraşların bir araya getirildiğini ve okulun 150 yıllık serüveni üzerine tasarımlar hazırlandığını söyledi. Heykel sempozyumunda beğenilen tasarımlar üzerinde çalışmaya başladıklarını belirten Yılmaz, kendi çalışmasında okulun 150 yıllık geçmişinde öne çıkan isimleri bir sütun üzerinde parmaklarla simgelediğini ifade etti.
Mersin Üniversitesi Heykel Bölümü öğretim üyesi Doç.Dr. Nesrin Karacan da daha önce birçok sempozyuma katıldığını, ancak bu organizasyonun kendisi için farklı bir önemi olduğunu belirtti. Kocaeli Üniversitesi öğretim üyesi Gökhan Ercan da, kurumun 150. yılının heykellerle anılacak olmasının kalıcılık bakımından büyük önem taşıdığını dile getirdi.
15 Eylül’de sona erecek sempozyumun ardından, sanatçıların çalışmaları SBF bahçesine yerleştirilecek.
Milliyet, 09.09.2009
|
 |

|
TARABYA OTELİ'NİN İÇİNDEN NE ÇIKTI?
Sarıyer'de devam eden Tarabya Oteli'nin inşaat çalışmalarından tarihi eser çıktığı iddiasına bir yenisi eklendi. İddialara göre çalışmalar sırasında otelin altından, Rumlar için kutsal sayılan su pınarı anlamına gelen Ayazma bulundu. Ayazmanın yanında çeşitli tarihi kalıntılar ile bir kilise de bulunduğu iddialar arasında. Ancak bu kalıntıların, henüz nasıl bir tarihsel değer taşıdığı bilinmiyor. İnşaatı yürüten firmanın Sarıyer Belediyesi'ne başvurarak "kalıntıları yıkmalarını" istediği öne sürüldü. Belediye yetkilileri ise firmaya, otel ve çevresinde bulunduğu iddia edilen Ayazma'nın "öngörünüm bölgesi" sınırlarında kaldığını, bu nedenle kendilerinin buraya müdahale yetkisi bulunmadığı cevabını verdi.
Konu ile ilgili görüşlerine başvurduğumuz belediye yetkilileri, "Tarabya Oteli ve çevresinde yapılacak herhangi bir uygulama öncesi Boğaziçi İmar Müdürlüğü'nden ve III no.lu Koruma Bölge Kurulu'ndan izin alınması gerektiği"ne dikkat çekildi. 2960 sayılı yasa ile Boğaziçi alanı öngörünüm bölgesindeki her türlü imar yetkisinin Boğaziçi İmar Müdürlüğü'ne verildiği belirtildi.
Tarabya Oteli'nin arkasında olduğu söylenen Ayazma ile ilgili olarak Rum cemaati de araştırma yapılmasını istedi. Bu konuya Anıtlar Kurulu'nun el atmasını isteyen Rum cemaati, yaptıkları açıklamada, "Burada Ayazma olup olmadığı araştırılsın. Çalışmalar sırasında burada bir kitabe bulundu. Ayazma yoksa bile bu kitabeyi bize versinler. Çünkü bu kitabe, kutsal sayılan bilgileri içeriyor" açıklamasında bulundular.
Şişli Gazetesi, 09.09.2009
|
600 YILLIK TARİHİ ÇARŞI ONARILIYOR
Beypazarı’nda tarihi dokuyu ön plana çıkarma projesi kapsamında yer alan 600 dükkandan oluşan 600 yıllık tarihi çarşının restorasyon ve düzenleme çalışmalarına yeniden başlandı. Bu kapsamda çarşının Bostancılar ile Şadırvan sokaklarının restore edileceği belirtildi. “Yapı Düzenlemesi ve Sokak Sağlıklaştırılması Projesi” kapsamında İl Özel İdaresi’nce gönderilen ödenekle devam eden çarşı restorasyonunda 320 bin TL ihale bedeli ile bir firmaya iş teslimatı yapıldı. Firma, bu iki sokağın restorasyon çalışmalarına başladı. 2008’de İçişleri Bakanı Beşir Atalay tarafından Tanıtma Fonu’ndan 500 bin TL gönderilen ödenekle Demirciler Çarşısı’ndaki dükkanlar restore edilmişti. Yeni başlayan sokak restorasyonu ile çarşının yarısı restore edilmiş olacak.
Hürriyet Ankara, Haber: Kemal Çelen, 09.09.2009
|
 |
ST PIERRE KİLİSESİ'NDE
KAYALAR İÇİN ÇÖZÜM ARANIYOR
Hatay Valisi
Celalettin Lekesiz, St. Pierre Kilisesi'nin turizme
kazandırılması ve bulunduğu yerdeki dağdan kayaların
düşmesiyle ilgili sorunun çözümü için gerekli
çalışmaları yapacaklarını belirtti.
Lekesiz, Antakya
Ortodoks Kilisesi Vakfı Başkanı Fadi Hurigil ile
yönetim kurulu üyelerini makamında kabul etti.
İlin geleceğinin birlik ve beraberlik içerisinde
inşa edilebileceğini ifade eden Lekesiz, bu konuda
kentte yaşayan herkese büyük görev ve sorumluluk
düştüğünü söyledi.
Hurigil de ''29 Haziran
St. Pierre Bayramı'' kutlamalarının dünyanın ilk
mağara kilisesi olan St. Pierre'de iki yıldan bu
yana yapılamadığını, kutlamaları Antakya Ortodoks
Kilisesi'nde gerçekleştirdiklerini belirterek,
Lekesiz'den bu konuda destek istedi.
St. Pierre Kilisesi'nde kayaların düşmesiyle ilgili
sorunun çözümü için gerekli çalışmaları
yapacaklarını ifade eden Lekesiz, ''Sorunun çözümü
konusunda en büyük eksiklik teknik ekibin olmaması.
Ancak, Hristiyanlar açısından da önemli bir yer olan
kilisenin bakımını gerçekleştireceğiz ve elimizden
geleni yapacağız'' diye konuştu.
Hatay Gündem,
08.09.2009
|
KUBADABAD SARAYI'NDA
KAZI ÇALIŞMALARI

Çanakkale Onsekiz Mart
Üniversitesi (ÇOMÜ) Öğretim Üyesi, Kubadabad Kazı
Başkanı Prof.Dr. Rüçhan Arık, Konya'nın Beyşehir
İlçesine bağlı Gölyaka beldesi sınırları içerisinde
yer alan tarihi Kubadabad Sarayı'nın milli saraylar
kapsamına alınması gerektiğini söyledi.
Arık, Kubadabad'da kazı çalışmalarının 29 yıldır
devam ettiğini belirterek, Beyşehir Gölü kıyısındaki
tarihi mekanın milli saraylar kapsamına alınması
için TBMM'ye hazırladığı bir raporla birlikte
dilekçe verdiğini belirtti.
Konya milletvekilleriyle diğer yetkilileri konu
hakkında bilgilendirdiklerini ifade eden Arık,
''Bence hem planı bakımından, hem de Osmanlı
saraylarının öncüsü olması yönünden milli sarayların
en millisi, Kubadabad Sarayı'dır. Kubadabad Sarayı
mutlaka milli saray bünyesine dahil edilmeli''
dedi.
Arık, Kubadabad'ı milli saraylar arasında görmeyi
çok arzu ettiklerini belirterek, şunları kaydetti:
''Bu konuda basından da destek bekliyoruz. Konunun
gündemden düşürülmemesini istiyoruz. Milli saray
talebimize Konya Kültür ve Turizm İl Müdürlüğü de
destek veriyor. Bu konuda umutlu bir bekleyiş
içerisindeyiz. Ben de bunun öncüsü olmak
durumundayım. Kubadabad, benim için çok değerli.''
Selçuklu Sultanı Alaaddin Keykubad tarafından
1226-1236 yılları arasında yaptırılan saray,
Beyşehir Gölü'nün güneybatısında yer alıyor.
Basit bir saray olmaktan çok sürekli ikamet için
yapılmış Selçuklu yapılar topluluğudur. Türk saray
külliyesinin en eski örneği olarak kabul edilen
yapıların bir başka önemli özelliğini ise bugün
planı bilinen tek Selçuklu Saray Külliyesi olması
oluşturuyor.
İlk olarak 1949-51 yıllarında M. Zeki Oral'ın
yaptığı kazılara daha sonra 1965 yılına kadar ara
verildi. 1965-1966 yıllarında Prof.Dr. Otto Dorn
Büyük Saray ve Küçük Saray'ın mimarisini ve çini
dekorasyonunu ortaya çıkardı. 1980 yılında yüzey
araştırmalarıyla Prof.Dr. Rüçhan Arık tarafından
başlatılan çalışmalar 1981 yılından itibaren
bilimsel arkeolojik kazı olarak yürütülüyor.
Sultan ve emirleri için yapılan saray ve köşklerdeki
kazılarda sarayın temelleri ve bölümleri, sarayda
kullanılan yapı malzemeleri, renkli camlar, kürkler,
alçı dekorasyonlar, cam, sikke, seramikler ve
çiniler bulundu.
Hakimiyet, 08.09.2009
|
DİVRİĞİ KONAKLARI
BÜYÜLÜYOR

Sivas’ın en eski yerleşim yerlerinden biri olan ve
tarihi değerleri ile Türkiye’nin önde gelen yerleşim
yerlerinden biri olan Divriği, Dünya Kültür Mirası
Listesinde yer alan Divriği Ulu Cami’nin yanı sıra
konakları ile de ilgi odağı oluyor.
Yaklaşık 300 konağın bulunduğu Divriği’de bu
konaklardan 120 tanesi tescillenirken, konaklar
restore edilerek bir bir turizme kazandırılıyor.
Konaklar bu kente ayrı bir güzellik ve tarihi bir
değer katmasının yanı sıra yerli ve yabancı bir çok
turisti de
kendisine çekiyor.
Bir çok konakta çalışmalar devam ederken, tamamlanan
konaklarda halkın hizmetine sunuluyor.
Divriği’de ahşap ve alçı süslemelerin güzel
örneklerinin görüldüğü evler birçok bölgeye göre
daha iyi muhafaza edilmiştir. Ahşap süsleme
özellikle tavanlarda, ayrıca kapı, yüklük ve
dolaplarda kullanılmıştır. Divriği evlerinde
tavanlar mertek tavanlar, düz tavanlar, nakışlı
tavanlar olmak üzere üç şekilde görülür. Mertek
tavanlar malzeme kalitesine göre kırlangıç ve Hampoş
tavanlar olmak üzere ikiye ayrılır. Nakışlı
tavanlar, ince işçiliği ve motiflerin güzelliği ile
ahşap süslemenin en yoğun uygulandığı örneklerdir,
Çarkıfelekli ve İşlemeli tavanlar olmak üzere iki
gruba ayrılır. Alçı süslemeler genellikle varlıklı
ailelere ait evlerin selamlık bölümlerinde yer alan
ocak ve çiçekliklerde görülür. Ocak ve çiçekliklerde
barok tarzındaki bitkisel motiflere rastlanmaktadır.
Geleneksel Divriği evleri duvarların arkasında yer
alan büyük avlular ve bahçelerin içine
yerleştirilmişlerdir.
Divriği evlerinde avlu genellikle harem ve selamlığı
ayırmak amacıyla orta kapı adı verilen çift kanatlı
ikinci bir kapı ile bölünmüştür.
Selamlık genellikle iki katlıdır. ‘Yaz odası’ ve kış
odasının sokağa cepheleri vardır. Bazı evlerde
‘yıldız köşkü’ denilen beşgen ya da altıgen planlı
bir asma kat ilave edilmiştir.
Başoda geniş boyutları ve dekorasyonuyla ilgi çeken
en önemli oda başodadır. Başoda 1850'den sonra ‘yaz
odası’ ismini almıştır. Selamlık biriminin asıl
kısmını oluşturur.
Yıldız köşkü Cihannüma: Divriği evlerinde selamlık
bölümünden merdivenle çıkılan bir oda olan ‘yıldız
köşkü’ üçüncü kat olarak görünmektedir. Türk konut
mimarisinde ‘cihannüma’ olarak adlandırılan bu bölüm
Divriği’de yıldız köşkü olarak adlandırılır. Tüm
cepheler üzerinde yer alan pencereler bu odayı seyir
ve dinlenme odası yapmıştır. Dikdörtgen, çokgen ve
yuvarlak planlı örnekleri vardır.
Geleneksel Divriği evlerinde ‘ayakçak’ adı verilen
merdivenler iç ve dış olmak üzere iki çeşittir. Dış
merdivenler avludan birinci kata çıkışı sağlayan
ahşap asma merdivenlerdir. İç mekanda yer alan,
katlar arasında geçişleri veya harem ve selamlık
arasındaki bağlantıyı sağlayan merdivenler de
ahşaptır.
Sivas Hürdoğan,
08.09.2009
|
 |
İZMİT, TARİH KORİDORU PROJESİNE BAŞLADI
İzmit’te Tarih Koridoru Projesi çalışmaları başladı. Burç, sur, hamam, cami, bina gibi 100'ü aşkın tarihi yapının restorasyonuyla oluşturulacak 3 kilometrelik koridorun, İzmit'in turizm alanındaki geleceğine ışık tutması bekleniyor.
Sanayiden yana doyuma ulaşan İzmit'in tarihi ve kültürel alanda da söz sahibi olması gerektiğini ifade eden İzmit Belediye Başkanı Dr. Nevzat Doğan, "Tarihi bir süreci başlatmanın mutluluğunu yaşıyoruz. Öncelikle işin en zor yanı olan Kapanca Sokak'tan başladık. Tarih Koridoru aslında Sekapark'tan başlıyor. Orada bir bilim müzesi oluşturacağız. Koridor, oradan Gar binasının ve müzenin olduğu bölgeye geliyor. Daha sonra yukarı çıkıp, heykelin ve Av Köşkü'nün bulunduğu, Rediv Kasrı'nın bulunduğu yere, oradan da Kapanca Sokak'a geçiyor. Buradan yukarı doğru Akçakoca Cami, Orhan Cami, surları kapsıyor. Şehitlik'e kadar uzanan bir bölge. Oldukça büyük. Gidiş dönüşüyle birlikte 3 kilometrelik bir alan" dedi.
Turizmin aynı zamanda bir pazarlama işi de olduğuna değinen Doğan, turizme olduğu kadar sanata karşı da duyarlı olduklarını vurgulayarak, şunları söyledi:
"Biz bir yandan bu tarihi değerleri ayağa kaldırırken, bir yandan da şehrin kültürel havasını değiştirmeye çalışacağız. Sanatsal etkinlikleri ön plana çıkarmak istiyoruz. Hatta sanatı sokağa çıkarmak istiyoruz. Bir tanesine şu anda başladık. Müzik Durağı adını verdiğimiz proje kapsamında şu anda şehrin 4 önemli noktasında canlı müzik yapılıyor. Bu uygulama halkımızın çok hoşuna gitti. Kafasında bir sürü sorun olan vatandaş, o müziği duyuyor, bir anda kafası dağılıyor. Bu, belki de o kişiye yeni bir yaşama heyecanı veriyor. Bu çalışmanın devamında resim, heykel gibi sanatların da sokağa inmesini, oralarda icra edilmesini, çocukların, gençlerin özellikle bu konularda ilgilenmelerini sağlamak istiyoruz. Şehrimizi bir kültür sanat merkezi oluşturmak istiyoruz. Tarihi binalardan birinde bunu yaparsak, çok daha güzel olacağını düşünüyoruz. Bu anlamda bir arayışımız var. İçerisinde hem kültürel etkinliklerin yapıldığı hem de birçok alanda sanatsal kursların verileceği bir merkez kurmak istiyoruz."
Turizm Gazetesi, 08.09.2009
|
İSTANBULOPOLİS'E DÖNÜŞ
2010’da Avrupa’nın
kültür başkenti olacak İstanbul, 1680 yıl önce
Avrupa’nın siyasi başkentiydi. Peki
Konstantinapolis’in reddettiğimiz mirası üzerine ne
inşa ettik .
Tarih bilgisinin modern zamana özgü bir durum
olduğunu hatırlamakta yarar var: Tarih bilgisi
coğrafya, edebiyat gibi milli eğitim programlarında
yer aldığı ölçüde yaygınlaştı. Ancak bu programın
içinde kent tarihi ile ilgili olaylar bir tuhaflık
arz ediyor.
Örneğin İstanbul’un 1453 yılında fethedildiği önemli
bir bilgi olarak tarih kitaplarında yer alıyor. Ama
şu işe bakın ki, fetihe neden olan ve kent açısından
önemli bir olay, imparatorluk merkezinin 330 yılında
1. Constantinus tarafından Roma’dan İstanbul’a
taşınması; kentin Roma İmparatorluğu’nun başkenti
olarak ilan edilmesi kayda geçmiyor. Kentin Roma’nın
başkenti olduğunu İtalya’dakinin neredeyse onda biri
kadarı dahi bilmiyor. Hatta imparatorluktan geriye
“Doğu”su (Bizans) kaldığında da gene Akdeniz’in ve
İtalya’nın büyük bir bölümünü kapsadığı, Osmanlı
padişahlarının kendilerini “Roma İmparatoru” olarak
gördükleri pek fazla bilinmiyor. Eğitim
programlarından araştırma kurumlarına kadar uzanan
bu unutkanlığı nasıl açıklamalı? 2010’da Avrupa’nın
“Kültür Başkenti” olacak İstanbul’un bundan 1680 yıl
önce Avrupa’nın başkenti olduğunu kaç kişi biliyor?
Bu kayda değer olayın, İstanbul’un Avrupa’nın en
büyük imparatorluğunun başkenti olmasının kent
açısından hiçbir önemi yok mu?
Kentin düşünce üretimi felç
Soralım: Bu koşullandırılmış, iğdiş edilmiş tarih
bilgisi Bizans’ı dışarıda bırakırken, acaba
Osmanlı’yı öne çıkarabiliyor, iddia ettiği gibi ona
özen gösteriyor mu? Cevap ne yazık ki olumsuz!
Çoğulcu bir yaklaşıma kapalı olan, anonim kalıplar
içinde üretilmeye çalışılan tarih bilgisi ilk önce
sahip çıktığını iddia ettiği kendi geçmişini ve
bugününü yok etmeye çalışıyor. Bu nedenle
zannedildiği gibi bu tarih bilgisinin dışarıda
bıraktığı, arka plana ittiği yalnızca kentin Bizans
geçmişi değil. Bu kapatmanın bedelini Osmanlı,
Bizans değil bugün kentliler ödüyor. Kentin düşünce
üretimi felç edilmeye çalışılıyor.
Kamusal pratikler soylulaştırma işlevi görüyor.
Böylece kentin Osmanlı geçmişi de paradoksal
biçimde, tıpkı Bizans geçmişi gibi araştırmalara,
keşiflere, yaratıcı düşünceye kapalı kalıyor. Oysa
İstanbul gibi kentin mevcut zenginliklerinin,
dinamizminin çoğulcu bir siyaset içinde nasıl bir
gelecek vaat ettiğini görmek için kahin olmak
gerekmiyor.
Gelelim bu yazıdan çıkarılacak somut öneriye: Kentin
Avrupa’nın başkenti olduğu 11 Mayıs için bir
hazırlık yapalım ve tıpkı fetih için yaptığımız gibi
bu önemli olayı da coşkuyla kutlayalım!
Taraf, Yazı: Korhan Gümüş, 08.09.2009
|
KADIKÖY'ÜN ATALARI KEŞFEDİLMEYİ BEKLİYOR
Otopark olarak kullanılan Kuşdili Çayırı'nın
yanından akan ve etrafa pis kokular yayan
Kurbağalıdere'de yapılacak arıtma çalışmalarının
ardından Venedik'teki gondol gezilerinin bir
benzerinin yapılması planlanıyor.
İstanbul gibi binlerce yıl yaşayan kentlerde kent
arkeolojisinin çok önemli olduğu kesin. Kentin sit alanında yapılan her türlü inşaat çalışması bir anda
kentin geçmişine kısa süreli bir pencere açıyor.
Sadece Bizans değil, İstanbul'un geçirdiği bütün
tarihi dönemleri yansıtan buluntular, İstanbul'un
tarihini baştan sona bir daha yazılmasını
gerektirecek kadar önemli bilgiler içeriyor.
Kadıköy'deki Kuşdili Çayırı'nda da binlerce yıllık
kalıntılar gün ışığına çıkarılmayı bekliyor. Kuşdili
Çayırı, Kadıköy'de Eski Salı Pazarı'nın kurulduğu ve
bugün otopark olarak kullanılan bir alan. Geçtiğimiz
aylarda Büyükşehir Belediyesinin bu alana yapmayı
düşündüğü alışveriş merkezi projesiyle gündeme
gelmişti. Tepkiler üzerine projenin durdurulması ise
kültürel miras konusuna hassasiyetle yaklaşanları
rahatlattı.
Kuşdili Çayırı, 1977 yılında Doğal Anıt olarak
tescil edilmiş ve 1981 yılında İstanbul II Numaralı
Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge kurulu
tarafından Doğal SİT Alanı olarak ilan edilmiş bir
bölge. Doğal anıt ve doğal SİT alanı olma
özelliklerinin yanı sıra Kuşdili Çayırı, arkeolojik
açıdan pek çok önemli bilgiyi barındıran bir alan
olması bakımından da oldukça önemli. Alan,
Kadıköy'ün tarihine ilişkin ilk arkeolojik verileri
ile bilinen ve MÖ 6500'lere tarihlenen Fikirtepe
Höyüğü'ne yakınlığı nedeniyle de dikkat çekiyor.
Yazılı kaynaklarda, Kalkhedon kentinin biri
Haydarpaşa koyuna açılan, diğeri ise olasılıkla
Kurbağalıdere girişinde bulunan iki limanından söz
ediliyor. Haydarpaşa koyuna açılan limanın
mendireğinin Osmanağa Camii'nin alt kesiminde olduğu
sanılıyor. Arkeologlar, Kurbağalıdere girişinde yer
alan liman boyunca uzanan bir caddenin de
Kalkhedon'u İzmit'e bağladığını belirtiyor.
Kuşdili çayırının hemen güneybatı yönünde bulunan
Yoğurtçu Parkı ile Osmanağa Camii arasında kalan
alana kurulu Kalkhedon'un çevresi savunma duvarları
ile çevrili.
Kurbağalıdere ve Kuşdili, Haydarpaşa, gibi büyük
çayırları ile önemli doğal alanlara sahip olan
Kadıköy, Bizans ve Osmanlı dönemlerinde genellikle
mesire yeri olarak kullanılmış.
Tüm bu bilgiler bu bölgenin ne kadar önemli olduğunu
ortaya çıkarıyor. Uzmanlar Kuşdili Çayırı'nda
arkeolojik kazılara başlanması ve bölgedeki
buluntuların bir an evvel ortaya çıkarılması
konusunda çalışmalarını sürdürüyor.
İstanbul Arkeologlar Derneği Başkanı ve İstanbul
Üniversitesi Prehistorya Anabilim dalı Öğretim Üyesi
Necmi Karul kazı çalışmalarıyla ilgili şunları
söyledi: "Büyükşehir Belediyesinin Kuşdili
Çayırı'nın olduğu bölgede kültür ve alışveriş
merkezi projesi gündemdeydi. Kuşdili'nin çevresinde
özellikle Hasanpaşa'da aynı zamanda Kadıköy'de altı
yolda Roma ve Hellenistik dönemlerden kalan
arkeolojik kalıntılar var. Özellikle Hasanpaşa'nın
orada büyük bir metropol olduğu biliniyor. O
bölgenin Kalkhedon kentinin limanı olma olasılığı
çok yüksek.
Kuşdili Çayırı uzun dönem pazar alanı olarak
kullanıldığı için mevcut yapının üzerinde bir
tahribat söz konusu değil. Ama bir yapının yapılması
durumunda, bu bölgede antik kalıntılar olup
olmadığının açığa çıkarılması gerekiyor. İstanbul
Arkeologlar Derneği olarak bu alanda bir çalışma
olacaksa, öncesinde arkeolojik taramasının
yapılması, gerekiyorsa kazılara başlanması ondan
sonraki aşamada çözüm yolları üretilmesini talep
ettik. Hiçbir kalıntı yoksa inşaat başlatılır.
Anıtlar Kurulu bu konuda bizim talebimiz üzerine
olumlu görüş verdi ve önce arkeolojik kazılar
yapılmasını öngördü. Önümüzdeki günlerde İstanbul
Arkeoloji Müzeleri'nin yönetiminde orada arkeolojik
kazılar yapılacak.
Yenikapı'daki Marmaray inşaatında 2004 Kasım'ında
başlatılan arkeolojik kazılarda, Theodosios
Limanı'na ait bir iskele ve Konstantin Surları'nın
bır kısım duvarları gün yüzüne çıkarıldı. Ayrıca
Yenikapı'da kazılarda elde edilen bulgularda,
İstanbul'u Bizanslıların kurmadığını, Marmara'nın da
bir göl olduğunu ortaya çıkarıldı. Kazı alanında bir
rastlantı sonucu bir evin tabanında bulunan
mezardaki iki iskelet, MÖ 6.500'lere
tarihleniyordu. Bu bilgilerle, İstanbul tarihi
tamamen değişti.
Geçtiğimiz günlerde Topkapı Sarayı'nın bahçesinde,
Bizans akropolü ortaya çıkarıldı. Akropolün yanı
sıra bölgede Tunç Çağı'na kadar giden arkeolojik
buluntular da bulundu. Tunç Çağı'ndan parçaların
bulunması, İstanbul'un tarihinin bilinenden çok daha
öncelere dayandığı görüşlerini destekliyor. Akropol
tepesi, İstanbul'un ilk kuruluş yeri olarak
biliniyor. "Akro" (yüksek), "Polis" (şehir) anlamına
geliyor.
Antik kaynaklarda söz edilmesine rağmen yakın zamana
kadar yeri bir türlü bulunamayan Bathonea antik
kenti ve limanları Türk arkeologlar önderliğinde gün
yüzüne çıkartılıyor. Avcılar ve Küçükçekmece
belediye başkanlıklarının desteği ile Kocaeli
Üniversitesi'den Yrd. Doç.Dr. Şengül Aydıngün
başkanlığında; İstanbul Üniversitesi, Bristol
Üniversitesi, KKTC D.A.Ü, Hollanda Lahey
Üniversitesi, Selçuk Üniversitesi, Strazburg
Üniversitesi uzmanları bölgede araştırmalarını
sürdürüyor. 9 ülkeden arkeolog, jeolog, mimar, sanat
tarihçisi, sualtı araştırmacısı, arkeolog, şehir
plancısı, jeofizikçi ve harita mühendisi 40 kişi
İstanbul'un tarihini daha da geriye götürmek için
çalışıyor. Aydıngün'ün 2007'de Avcılar ile
Küçükçekmece Belediyelerinin maddi ve teknik
destekleriyle başlattığı yüzey araştırmalarında,
Küçükçekmece Gölü çevresinde İstanbul'da 2 bin 700
yıllık bir antik kentin varlığı belirlenmişti. Doğu
Akdeniz Üniversitesi'nden sualtı arkeologu Hakan
Öniz'in çalışmalarıyla bulunan deniz fenerinin Roma
Dönemine ait olduğu tespit edilirken, göl kıyısında
taş iskele ve rıhtım kalıntıları ile evlere ait
duvar, seramik ve mermer parçaları bulunmuştu. Göl
üzerindeki yarımadada ise "İstanbul'un Avrupa'da ilk
tarım yapılan yerlerinden biri olduğunu"
kanıtlayacak 10-15 bin yıl öncesine ait çakmak taşı
aletler elde edilmişti. İlk insanların da yerleşim
yeri olduğu düşünülen göl çevresinde inceleme yapan
uzmanlar, İstanbul çevresinin aralıksız yaşama sahne
olduğunu kanıtlarken ele geçen çakmak taşı aletler
Avrupa'ya tarımın Anadolu'dan gidebileceğinin sağlam
kanıtlarını oluşturdu. Bathonea'dan elde edilen
veriler, İstanbul'un bilinen tarihini değiştireceği
gibi, Avrupa'nın da tarihine ışık tutacak.
Yeni Şafak, Haber: Hatice Saka, 08.09.2009
|
DASKYLEION ANTİK KENTİ'NDEKİ KAZILAR
Dünyada en erken tarihli Zerdüşt tapınma
merkezinin yer aldığı Balıkesir'in Bandırma İlçesi'ne
bağlı Ergili Köyü yakınlarındaki ''Daskyleion Antik
Kenti''nde bu yıl yürütülen kazılarda, kentin
döneminin önemli bir dinsel bölgesi olduğunu
kanıtlayan yeni bulgulara ulaşıldı.
Kazılara 22 yıldan beri başkanlık eden
Prof.Dr.
Tomris Bakır'ın emekli olmasının ardından görevi
devralan Doç.Dr. Kaan İren, yaptığı açıklamada, 1
Temmuz'da başlayan kazıların, 15 Eylül'de sona
ermesinin planlandığını belirtti. Bu yılki
kazılarda, MÖ 7. yüzyılın son çeyreğine ait kutsal
bir sunu çukuru içinde hayvan kemikleri, idol
benzeri bir taş obje ile silah ve kılıç parçalarına
rastlandığını ifade eden İren, bu buluntuların, bazı
hayvanların adak olarak sunulduğunu gösterdiğini
belirtti.
Doç.Dr. İren, kazıların bu yılki bölümünde
ayrıca, MÖ 550-525 yılları arasında ''Akropolis''te
meydana gelen yangının oluşturduğu tabakada altın ve
gümüşten oluşan ''Pektoral''a (göğüse asılan ziynet
eşyasına) ulaştıklarını dile getirerek, şunları
söyledi: ''Bu ziynet eşyasının üzerinde bir tören
sahnesi var. Bu sahnede, tanrılar-tanrıçalar,
rahipler ve kurbanlara ait figürler bulunuyor.
Şimdi, bu figürlerin anlamını çözmeye çalışıyoruz.
Ancak şunu şimdiden söyleyebiliriz ki, Pers
döneminden başlayarak Daskyleion, hep kutsal bir
alan konumunda kalmış. Bölgede yaşayan tüm
uygarlıklar, kendi dinlerini hep bu kutsal alanda,
kendi tanrı ve tanrıçalarıyla yaşamışlar.''
Kazılarda MÖ 6. yüzyılın ilk dönemine ait ''Fiyale''
denilen bir kutsal sunu kabı ile ''Akropolis''in
giriş kapısının üzerindeki kabartmaların konulduğu
bir taş bulduklarını da anlatan İren, ''Giriş
kapısının duvara gömülü olduğunu sanıyoruz. Bu
kapıyı önümüzdeki yıl gerçekleştireceğimiz kazılarda
ortaya çıkarmayı bekliyoruz'' diye konuştu.
''Daskyleion''da bugüne kadar yürütülen kazılarda
mezar stelleri, kabartmalar, seramik kaplar,
sikkeler, Persler'e ait sarayın bir bölümü, Zerdüşt
dinine ait kutsal yol, saray çevresindeki çeşitli
yapıların temelleri, taş döşeli avlular ve su
kanalları, ''Kybele Tapınağı''nın temeli ile
Frigler'e ait dinsel semboller ve seramikler
bulunmuştu.
Cumhuriyet, 08.09.2009
|

Çanakkale Belediyesi Çanakkale
Devlet Hastanesi yerinin Toki’ye verilerek konut
yapılacağına yönelik çıkan haberler üzerine, yerel
seçimler öncesi Çanakkale Kültür ve Tabiat
Varlıkları Koruma Kurulu’na başvurarak Çanakkale
Devlet Hastanesi binasının Cumhuriyet Dönemi eseri
olduğunu savunmuş ve tescil edilmesini istemişti.
Çanakkale Belediyesi’nin başvurusu
üzerine Kültür veTabiat Varlıkları Koruma Kurulu
Çanakkale Devlet Hastanesi binasını Cumhuriyet
Dönemi eseri olarak tescil etmiş ancak daha sonra
vermiş olduğu bu kararı gerekçesiz değiştirerek
tescilden vazgeçmişti.
Verilen kararın tekrar Koruma Kurulu tarafından
bozulmasına sert tepki gösteren Belediye Başkanı
Ülgür Gökhan kent kültür mirasına sahip çıkacağını
ve konuyu her platformda dile getirececeğini
belirtip, hukuçular kanalıyla yargıya başvurdu.
Bunun üzerine İdare Mahkemesine açılan dava
sonucunda, İdare Mahkemesi Çanakkale Belediyesi’ni
haklı bularak, iptali istenen Koruma Kurulu
kararının yürütmesini durdurdu.
İdare Mahkemesi’nin 2009/367 esas no.lu kararına
göre;” Çanakkale İli, Merkez, Arslanca Mahallesi,
35L-4C pafta, 365 ada, 138 sayılı parselde Maliye
Hazinesi adına kayıtlı taşınmaz üzerinde bulunan
Çanakkale Devlet Hastanesi’nin, Cumhuriyet Dönemi
Mimarlığının birinci dönemden ikinci döneme geçiş
yıllarında yapıldığı, kentin ilk Devlet Hastanesi
olduğu ve civarında tescilli Halkbahçesi ve
Cumhuriyet ilköğretim okulu gibi taşınmazların
bulunması nedeniyle alandaki bütünlüğün bir parçası
olduğu, 2863 sayılı Kanun’un 6. ve 7. maddeleri
doğrultusunda tescil edilerek koruma grubunun 2.
grup olarak belirlenmesine dair 21.02.2009 gün ve
4204 sayılı koruma Kurulu kararında oluşan
eksikliğin giderilmesi aşamasında da bu hususların
aksini ortaya koyan inceleme, araştırma, bilgi ve
belgelerin de bulunmadığı anlaşıldığından, 2863
sayılı Kanun’un 6. ve 7. maddesi kapsamında bulunan
davaya konu yapının Cumhuriyet Dönemi Mimarlığı
örneği ve geçiş dönemi yapılarından olmadığından
bahisle tescil edilmesine gerek olmadığı yolunda
tesis olunan 27.05.2009 gün ve 4308 sayılı Çanakkale
Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu
kararında hukuka uyarlılık bulunmadığı sonucuna
varılmıştır.”
İdare Mahkemesi vermiş olduğu ve bu karar ile
Çanakkale Devlet Hastanesi binasının Cumhuriyet
Dönemi Mimarlığı Örneği ve Geçiş Dönemi Yapılarından
ve bu nedenle koruması gerekli bir kültür varlığı
olduğunu kabul etmiştir.
Burası Çanakkale, 08.09.2009
|
AKROPOL YOLU TEHLİKE SAÇIYOR
Bergama'da her gün binlerce yerli ve yabancı turistin ziyaret edip gelip geçtiği, her gün yüzlerce büyük ve küçük araçların gelip geçtiği Akropol yolu tepkileri rağmen tehlike saçmaya devam ediyor .
Geçtiğimiz 30 ağustos günü Akropol yolunda Akropolden inen bir tur otobüsüyle Akropole çıkmakla olan bir özel aracın yolun dar olması sebebiyle birbirlerine sürtünme sonucu meydana gelen trafik kazasıyla araçlarda hem maddi hasar oluşması, hem de Akropol yolunun yaklaşık yarım saatten fazla trafiğe kapalı kalması vatandaşın yetkililere karşı tepkilerine neden oldu.
Bazıları Akropol esnafından olan olay yerindeki vatandaşlar tepkileri şöyle dile getirdiler. Bergama Akropolünü hergün binlerce insan ziyaret ediyor. Her gün buradan yüzlerce araç gelip geçiyor. Bu yolda sık sık benzeri maddi hasarlı kazalar oluşuyor. Ayrıca zaman zaman bir çok araçta tehlike atlatıyor. Devlet her gün bu ziyaretçilerden otoparklarından esnaf vergilerinden çuval dolusu paralar kazanıyor. Ancak bir türlü hiç değilse en azından birazcık olsun Akropol yolunu genişleterek önlemini almıyor, insanların ölmesi mi gerekiyor? dediler daha sonra trafik polislerinin çağrılıp tarafların anlaşmasıyla araçlar elle birbirlerinden ayrılarak yolun açılması sağlandı.
Bergama Kuzey Ege, 08.09.2009
|
 |

|
BAKANLIK SKANDALA SONUNDA SES VERDİ
Kültür ve Turizm Bakanlığı, Atatürk’ün şapka devrimi yolunda ilk kez şapka giydiği yer olarak tescillenen tarihi Şükrü Ağa Konağı’nda yaşanan skandala el attı. Ankara Hürriyet’in şimdi ahır olarak kullanılan tarihi yapıyı gündeme getirmesinin ardından, Bakan Ertuğrul Günay, Koruma Bölge Kurulu uzmanlarını yapıyı incelemekle görevlendirdi.
Bölgeye giden uzmanlar bir rapor hazırlayarak, yapının acilen restore edilmesi gerektiğini bildirdi. Raporda, yapının Atatürk Müze Evi olarak kamulaştırılmasının da uygun olacağı ifade edildi. Rapor doğrultusunda toplanan Koruma Bölge Kurulu da, yapıyla ilgili rölöve ve restorasyon projelerinin değerlendirilerek yeniden kurula sunulması kararını aldı.
Rapora ilişkin bakanlıktan yapılan açıklamada da şöyle denildi:
“Söz konusu kayıtlı taşınmaz, Ankara Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğü uzmanlarınca 27.08.2009 tarihinde yerinde incelenerek, bir rapor hazırlanmıştır. Raporda; ‘Ulu önderin Kastamonu’ya giderken 23.08.1925 tarihinde kısa bir süre ile misafir olup, istirahat ettiği taşınmazın halk arasında Şükrü Ağa Konağı olarak anıldığı, söz konusu taşınmazın Gayrimenkul Eski Eserler ve Anıtlar Yüksek Kurulu tarafından 23.07.1981 tarih ve A-3029 kararı ile tescil edildiği, habere konu olan taşınmaz ile birlikte iki adet taşınmazın Kalecik Belediye Başkanlığı tarafından kamulaştırılması talebi üzerine alınan Ankara Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulunun 02.04.2008 tarih ve 3040 sayılı kararı ile kamulaştırma talebine yönelik kullanım amacının net olarak belirtilmemiş olması nedeniyle talebin uygun bulunmadığı.
Taşınmazın iç ve dış yapı elemanlarında, ahşap doğramaları ve yapı malzemelerinde doğal etkenlerden dolayı ciddi bozulmaların olduğu, yapının mevcut durumu ile kullanılmasının mümkün olmadığı, esaslı bir bakım ve onarımı içine alacak şekilde acilen restorasyonunun yapılması gerektiği ve “Atatürk Müze Evi” olarak kamulaştırılmasının uygun olacağı belirtilmiştir.”
Hürriyet Ankara, Haber: Eray Görgülü, 08.09.2009
|
2010'DA İSTANBUL'DA HER ŞEY DEĞİŞMEYECEK
İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti
serüveni bir rüya gibi başlamıştı. Tüm İstanbullular
hatta tüm Türkiye bu adaylıkla gurur duydu. Ama
ardından gelen yönetim zafiyetleri, adam kayırma
dedikoduları, başarısız projeler yüzünden sevinç,
hayal kırıklığına dönüştü. 2010 Ajansı'na karşı
olumsuz bir hava oluştu. Ve 2007'den bu yana ne
yazık ki pek de fazla yol alınamadı. Nisan ayında,
İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı'nda
bir dizi değişim yaşandı. Şekib Avdagiç,
Yürütme Kurulu Başkanlığı görevine atandı. Avdagiç o
günden bu yana eski yönetimle, olan bitenlerle
ilgili pek fazla bir şey söylemek istemedi.
Kamuoyu sanki sizden daha net cevaplar
bekledi. Siz aynı zamanda yönetim kurulu
üyesiydiniz, o dönemde gözlemlediğiniz hatalar,
yanlışlar hiç olmadı mı?
Kimilerinin kafasında çok farklı resimler var, o
resim olmayınca mı yüklenildi? Yoksa birileri bu
ajans üzerinden hükümeti mi dövmeye çalıştı? Ya da
burada yaşanan yönetim değişikliği fırsat bilinerek,
karşı olunan kişilerin giden ya da gelen takımda
olduğu için mi ajansa yüklenildi? Bu soruları da göz
ardı etmemeliyiz. Ben sizin sorunuzun özünde
barındırdığı olumsuz manzaranın olduğu kanaatinde
değilim. Biraz daha farklı değerlendiriyorum.
İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı
çalışmaya başladığından bu yana insanlar ajansa
kendilerince bir misyon yüklediler. Sonra da
beklentileri ve arzuları gerçekleşmeyince, "burası
başarısız" gibi sübjektif yorumlar yaptılar. Siz
bana söyleyebilir misiniz, bu kadar köklü kamu
kurumları, sivil toplum örgütleri, organizasyonlar
içinde bir buçuk yılda üç yüz kültür sanat ve
restorasyon projesi gerçekleştirmiş ikinci bir kurum
örneği var mı? Biz enerjimizi objektif kriterlere
dayanmayan bu gibi değerlendirmelere karşı kendimizi
savunmak istemiyoruz. Bizim ajans olarak kendi
hedeflerimiz, programımız var. Biz bu çerçeveye
uygun olarak yürüyorsak kendimizi başarılı
addederiz.
Her şey yolunda gidiyorduysa neden
değişiklikler yapıldı?
Türkiye'de ilk defa farklı kesimlerden gelen dokuz
ayrı insan bir masanın etrafına oturdu, kamunun
kendine tahsis ettiği kaynakla, kültür sanat ve
kentsel dönüşümlerle ilgili faaliyetler yapmak üzere
bir araya geldi. Ve ilk defa ağırlıklı olarak sivil
toplum temsilcilerinden oluşan kurulun yönetiminde
bir bütçeyle kültür sanat ve renovasyon projeleri
için karar verici olmasına izin veren bir yapılanma
oluştu. Çok köklü kuruluşlarda da dönem dönem üst
düzey yöneticiler değişir. Dört arkadaşımız, bir
süre sonra ajansın daha rahat ve etkin çalışması
için son derece medeni bir şekilde ayrıldılar. Ama
kamuoyunun bir kısmı, onların medeni ayrılmasından
memnun kalmadı. Keşke bağıra çağıra ayrılsalar da
haber çıksaydı. Diğer taraftan yönetimden ayrılan
arkadaşlarımız Profesör İskender Pala, Nuri
Çolakoğlu, Gürhan Ertürk zaten danışma kurulu
üyemiz, aydan aya toplanmaya devam ediyoruz.
Benim anladığım bir sorun vardı ama o sorunu
kimse üstlenmedi...
Tabii ki durup dururken Nuri Çolakoğlu, Metin Sözen,
Gürhan Ertürk gibi insanlar istifa etmezler. Mutlaka
onların, ajansın bazı konularda arzu ettikleri gibi
işlemediğiyle ilgili sıkıntıları, endişeleri
olmuştur. O ekibin içinde ben de vardım, benim de
bazı rezervlerim vardı. Oda seçimlerimiz olduğu için
biz zaten görevlerimizi bırakıyorduk. Denk geldi, eş
tarihte izin istedik. İstifaya neden olan sıkıntılar
giderildi ve kaldığımız yerden yeni bir yapıyla
devam etmenin gayreti içindeyiz.
Sokaklarda yapılan konserler, adı sanı
duyulmamış toplulukların etkinlikleri yerine,
İstanbul'un 2010'a eksikliklerinden arınmış girmesi
gibi genel bir istek var...
Biz bir müteahhit ajans değiliz. Belki ağırlıklı
olarak zaten o işi yapması gereken Kültür ve Turizm
Bakanlığı, Vakıflar Genel Müdürlüğü, İstanbul
Büyükşehir Belediyesi'nin Çevre Koruma Müdürlüğü
var. Biz de bir katkı vereceğiz mutlaka.
Eğer bu anlayış olsaydı, Silivri
Ortaköy'deki kilise camiye çevrilmezdi.
Belediyelere, Vakıflar Genel Müdürlüğü ve anıtlar
kurumlarına da pek güvenmemek gerekiyor, yanlış
kararlar çıkabiliyor...
Geçen gün ajansta emekli bir büyükelçimizle
Yunanistan'dan gelen bazı projeleri görüşürken konu
açıldı. Batı Trakya'daki kırk iki yıldır üzerinde
iskele duran Osmanlı camilerini unutmayalım.
Haklısınız, örnekler daha da çoğaltılabilir
ama sonuçta yok ettiğimiz, bu topraklarda yaşamış
kendi kültürümüzün bir parçası. Bir dönem tarihi
yapılar bu yolla korunmuş olabilir ama bugün
yapılara din değiştirtmeden koruyabilme anlayışını
geliştirmeliyiz gibi geliyor...
Bakın bunu sadece bir örnek diye verdim. Bir hafta
önce Rum Ortodoks Patriği Bartholomeos ile beraber
Anadolu yakasında tek devam eden arkeolojik kazı
alanını ziyaret ettik. Koç Üniversitesi uhdesinde,
bir İtalyan Profesör Alessandra Ricci'nin
yönetiminde yürütülen bir çalışma var.
Küçükyalı'daki Bizans Su Sarnıcı'nın ortaya
çıkarılması konusunda yürütülen çalışmaya destek
kararı verdik. Bizim böyle bir kompleksimiz yok ama
hassasiyetlerimiz de var.
"Eyvah vakit daraldı psikolojisi içinde
değiliz" demişsiniz, son söyleşilerinizden birinde.
Bugünden itibaren siz nasıl bir yol planı çizdiniz,
belki her şey bitmeyecek ama öncelikleriniz neler?
Bu göreve geldiğimizden beri yapılan çalışmaları
belli bir plan çerçevesinde yürütmeye çalışıyoruz.
Bir taraftan beri kültür sanat projeleriyle ilgili
takvimimizi, önceliklerimizi belirledik. Şimdi
zannediyorum en geç eylül ayının ilk haftasında
etkinlik takvimimizi yayımlayacağız. Üç aylık
dönemlerde eklentiler olabilir ama ana eksenimiz
ortaya çıkacak. Hem de tarihi eserlerin
restorasyonuyla ilgili takvimimizi belirledik.
Kimisi kesinleşmiş kırka yakın proje var.
Yönetim değiştikten sonra, 27 Mayıs'ta proje
alımını durdurmuştunuz, çalışmalar ne durumda?
Bine yakın projenin değerlendirmesini aşağı yukarı
tamamlama noktasındayız. O günden bu yana
değerlendirilmesi yapılan ve kabul edilen hem kültür
sanat hem de tarihi yapıların bakım onarım projeleri
var.
İstanbul 2010'un bütçesi şehir efsanesine
dönmüştü. Bütçeniz ne kadar?
Evet, 800 milyon lira diye söylenip durdu ama bizim
reel bütçemiz 200 milyon lira, zaten bunun 70-80
milyonu AKM'nin. Bütçenin yüzde yetmişi restorasyon
projelerine ayrıldı. Kısacası çok dikkatli
harcamamız gereken bir bütçemiz var.
Bu efsanenin nedeni, akaryakıt vergilerinin
artışından ajansa kalacak pay mıydı?
Evet, baştan böyle bir şeyler söylendi; ama artan
kaynak doğrudan katma bütçeye gitti, bize gelmedi.
Akaryakıtın ÖTV'sinde yapılan artıştan direkt pay
alacakmışız gibi algılandı. Biz bu kaynaktan sadece
kendimize tahsis edilen kadarını almak durumundayız.
Sponsorlarda bir artış ya da yeni
bağlantılar var mı?
Bu konuda yeni gelişmeler var. Türk Hava Yolları
uçaklarının üzerine "Avrupa Kültür Başkenti" logosu
yapıştıracak. 2010 için Kahve Dünyası, 53
mağazasının tamamında sattığı ürünlerden bir pay
ayıracak. Vakko özel ürünler ve Nadir Metal
Rafinerisi özel altın yapacak. Swatch saatlerinin
Türkiye temsilcisi Eren Holding, 2010 İstanbul
logolu saat ürettirecek. Hepsinden bir pay alacağız.
Ürün, konsept ve doğrudan mali destek bazında
sponsorluk arayışlarımız devam ediyor.
Son olarak, 2010'da İstanbul'a sihirli
değnek bekleyenlere ne dersiniz?
Siz gelmeden önce Fazıl Say buradaydı. "Avrupa'da
iki önemli metropol var, biri Londra, biri İstanbul"
diyor. İstanbul Avrupa Kültür Başkenti olduysa,
sahip olduklarıyla oldu. Şimdi biraz üzerindeki tozu
silkelemeye çalışıyoruz. 2010'da İstanbul'da her şey
değişmeyecek. İstanbul'da bugüne kadar yeterli imkan
bulamadığı için yapılamayan bazı faaliyetlerin önünü
açmaya çalışıyoruz. Ama İstanbul'da devrimci bir
değişim olması söz konusu değil...
Bir
arkası yarına dönüşen AKM'yi nasıl bir gelecek
bekliyor?
Görevi devraldığımızdan bu yana AKM ile ilgili
çalışmaları kaldığı yerden devam ettiriyoruz.
Kamuoyu tarafından hiçbir eleştiriye maruz kalmayan
çok net bir ihale yaptık. Proje, AKM'nin mimarı
Hayati Tabanlıoğlu'nun bugün dünya çapında bir mimar
olan oğlu Murat Tabanlıoğlu tarafından bedelsiz
olarak hazırlandı. Kendisine huzurlarınızda bir kez
daha teşekkür ediyorum. Böyle bir projenin piyasa
değeri herhalde 1-1.5 milyon dolardır. Her şey
yolunda giderken gördük ki ocak ayındaki proje
dikkate alınarak yürütmeyi durdurma kararı alındı.
Ama biz yürütmeyi durdurma kararı aldırtan
sendikanın bazı hassasiyetlerini dikkate aldığımız
için projeyi geri çekip mimari revizyona tabi tutup
tekrar kurula soktuk. Bir konsensüs sağlamaya
çalıştık. Türkiye'de bu işler hiç kolay değil. Ama
bu konuda Koruma Kurulu'nun, Kültür ve Turizm
Bakanlığı'nın, mimari büromuzun gösterdiği özveriyi
de unutmamak lazım.
Hepimizin dileği AKM'nin onarımının bir an
önce tamamlanması. Bundan sonra neler yapılabilir?
Kamuoyuyla şu anda paylaşmak istediğim nokta şu:
Proje hazır, ihale yapılmış, kaynak ayrılmış,
müteahhit var, yapmak için irade var ama hukuki
engel yüzünden başlanamıyor. Şu an bu hukuki engeli
ortadan kaldırmak için taraflarla beraber bir dizi
toplantı yapıyoruz. Eğer burada bir çözüm
üretemezsek, yürütmeyi durdurmadan dolayı bu iş
gecikirse, müracaat edilmiş olmasına karşın üst
mahkemenin kurulması önümüzdeki senenin ortasında
gerçekleşirse, o tarihten sonra bizim ajans olarak
yapmak için zamanımız kalmazsa, AKM'nin harabe
haline gelmesinin sorumlusu kim olacak, bunu hep
beraber oturup düşünelim. Yarın öbür gün burayı
ajansın teknik olarak yapma imkanı kalmazsa, AKM
yıllar boyu sanatseverlerle buluşamaz. Kültür
Bakanlığı'nın gerekli kaynağı ajans dönemini
bitirdikten sonra ayırması ve yapması pratikte çok
mümkün değil.
Rakamlarla 2010 Kültür Başkenti Ajansı ve
projeleri
* Koordinasyon Kurulu 9 üyeden oluşuyor.
* Danışma kurulu 58 üyeden oluşuyor.
* Ajansın personel sayısı 117.
* 1990 proje başvurdu, 1282'si değerlendirmeye
alındı.
* 304 proje yürütme kurulunca kabul edildi.
* Onaylanan projelerin toplam bütçesi yaklaşık 268
milyon TL.
* Bütçenin 221 milyon TL'lik kısmı kültürel miras ve
kentsel uygulamalar projelerine ait.
* Kültür sanat alanındaki onaylanan projelere
ayrılan pay 32 milyon TL
Referans, Haber: Müge Akgün, 07.09.2009
******
AB'DEN İSTANBUL 2010 İÇİN HİBE
Avrupa Birliği
Komisyonu, “Sivil Toplum Diyaloğu - İstanbul 2010
Avrupa Kültür Başkenti” başlıklı hibe programı ile
İstanbul'un kültürel mirasını ve kapasitesini ortaya
koyması için kültür ve sanat alanında faaliyet
gösteren sivil toplum kuruluşlarına toplam 1 milyon
578 bin 900 euro hibe desteği sağlayacak. Hibe
programının, kültür ve sanat alanında faaliyet
gösteren sivil toplum kuruluşlarına destek vermekle
kalmayıp, aynı zamanda Avrupa Birliği'ndeki
muhataplarıyla işbirliği yapmalarını teşvik ederek
çok taraflı ortaklıkların kurulmasına da katkıda
bulunacağı bildirildi. Sivil toplum kuruluşları, 2
Aralık Çarşamba gününe kadar Merkezi Finans ve İhale
Birimi'ne hibe için başvuru yapabilecek. Proje
başvurusuna ilişkin detaylı bilgiye İstanbul 2010
Avrupa Kültür Başkenti Ajansı'nın
'www.istanbul2010.org' veya Merkezi Finans ve İhale
Birimi'nin 'www.cfcu.gov.tr' internet adreslerinden
ulaşılabilecek.
Yeni Şafak, 08.09.2009
|
TRİPOLİS'TE HOROZ KABARTMASI BULUNDU

Denizli'nin
Buldan İlçesi'ne bağlı
Yenicekent beldesinde bulunan
Tripolis Antik Kenti'nde,
Ege
Üniversitesi tarafından yürütülen kazı
çalışmalarında horoz figürlü kandil
bulundu. Denizli horozunun ününün antik çağlara
dayandığı iddiaları henüz netlik kazanmazken, daha
önce Laodikya'da bulunan horoz
figürlerine bu kez Tripolis'te de rastlanması
heyecan yarattı. Tripolis Antik Kenti Kazı Heyeti
Başkanı Yard. Doç.Dr. Aytekin Erdoğan,
2 bin yıllık horoz figürlü kandilin, lahit ve kaya
mezarlarında yapılan çalışma sırasında ele
geçirildiğini bildirdi.

Üç yıldır
buldukları yazıtların çoğunda Tripolislilerin boks
sporunda başarılı olduğunun anlatıldığını belirten
Erdoğan, horoz figürlü kandilin de çok şeyler ifade
ettiğini bildirdi. Kent halkının, boksta başarılı
olanları, heykellerini dikerek ödüllendirdiğini
anlatan Erdoğan, "Gladyatör ve ya horoz
kabartmaları, sporcu kent imgesinin kanıtı olarak
düşünülebilir. Horoz kabartmaları, aynı zamanda
Denizli'nin simgesi olan horozun tarihsel köklerine
de işaret ediyor" dedi. Denizli İl Özel İdaresi'nin
bu yıl kazılar için 50 bin TL ödenek ayırdığına
dikkat çeken Erdoğan, "Az parayla, çok iş yaptık.
Keşke ödenek fazla olsaydı da, horoz figürlü kandil
gibi daha nice eserleri ortaya çıkarabilseydik" diye
konuştu.
Yeni Asır, 07.09.2009
|
KARADENİZ'İN SAKLI KENTİ: TİOS

Hem yağmurun
bıraktığı toprak kokusu hem de yaban kekiği kokusu
eşliğinde yürüyoruz tarihin içinde... Karadeniz’in
“Efes”i Filyos’tayız.... Zonguldak
ilinin kuzeydoğusunda bir sahil beldesi olan Filyos,
eski Tios kentinin hamam, tapınak,
taş döşeli yolları, mahzenleri, balık depoları,
mozaik döşeli villa kalıntıları üzerinde duruyor.
Kent, efsaneye göre MÖ 7. yüzyılda Tios adlı bir
lider komutasında Miletos’tan gelenler tarafından
kurulmuş. Bugün, Filyos beldesinin bulunduğu alanda
eski kentten toprak üstü kalıntı olarak Roma, Bizans
ve ortaçağ dönemlerine tarihlenen kale, sahil
surları, su kemeri, tonozlu galeri, tiyatro, savunma
kulesi ve çeşitli mezarlar var. Tios kentinin
araştırılması ve kazılması, Karadeniz tarihi ve
arkeolojisi için büyük önem taşıyor; çünkü
Türkiye’nin Karadeniz kıyılarında antik yerleşim
kazısına tek örnek.
Trakya Üniversitesi Arkeoloji Anabilim Dalı ve Tios
Kazısı Başkanı
Prof.Dr. Sümer Atasoy:
“Tios kazıları, sadece Filyos’un tarihini değil,
Türkiye’nin Karadeniz bölgesini ve dünya
tarihçiliğini yönlendirecek buluntularla doludur.
Kazılar ilerledikçe sürprizlerle karşılaşacağız.”
diyor. Antik kentin kuzeyinde yer alan Kale
Tepesi’ndeki kilise kalıntılarının arasında Atasoy,
anlatıyor...
Karadeniz kıyılarının
tarih ve arkeoloji yönünden araştırılmasının bugüne
kadar yetersiz kalmasının nedeni nedir sizce?
Arkeologlar Akdeniz, Ege bölgesine konsantre
olmuşlar. Karadeniz’de şartlar daha zor; mevsim kısa
ve ayakta duran çok önemli yapılar yok. Bu yüzden
dikkat çekmiyor.
Kazılar sonucu antik
kentin yüzde kaçı ortaya çıktı?
Daha kentin yüzde 1’ini bile kazmadık. Şu an Bizans
tabakasındayız. Roma’ya, Hellenistik dönemden
aşağıya ineceğiz. Burası Bizans devrinde bir askeri
üs ve ticaret limanı. Limandaki su altında kalmış
sütunlar, lahitler ileriki yıllarda sualtı
arkeologları tarafından çıkarılacak. Bir de kalede
böyle bir tapınak kilise olduğunu bilmiyorduk.
Hiçbir yerde kaydı yok, bizim için büyük sürpriz
oldu.
Antik kaynaklarda Tios kentinden önemsiz,
küçük bir şehir olarak bahsediliyor…
Burada çıkan yapılar bizi şaşırtıyor. Aşağı kentte
geçen yıllarda yaptığımız test sonuçlarında 2 tane
hamam ve taş döşeli yollara, yapılara rastladık. Bu
kadar önemsiz küçük bir kentte, bu kadar önemli
büyük yapı nereden geliyor. Tarihte bahsi çok az
geçen ve önemsenmeyen Tios kentinin, toprak üstü
kalıntılarının anıtsal boyutu ve yayılım alanının
büyük olması son derece şaşırtıcı.
Filyosluların bugün belli bir geçim
kaynağı yok. Kültür turizmi ile geçim kaynağı
sağlanabilmesi için Tios’un kazılması Filyos için
bir kurtuluş olur mu?
Bugün burada geçim kaynağı sıfır! Filyos’ta herkes
turizme umut bağlamış. Bir müze yapılarak,
kazılardan çıkarılacak buluntuların Karadeniz Ereğli
Müzesi’ne gitmesi önlenebilir. Böylece Filyos -Tios,
bir tarih ve turizm merkezi olabilir.
Peki, antik kentin üstünde bulunan Filyos
Ateş Tuğla Fabrikası’nın akıbeti ne olacak?
Bölgede uzun sürecek bir kazı yapılacağı için özel
mülkiyete ait alanların kamulaştırılması çalışmaları
başlatıldı. Fabrikanın kamulaştırılarak yıkılması ve
buranın kazılması lazım.
Cumhuriyet, Haber: Ceren Çıplak, 07.09.2009
|
BİR KAÇAĞIN YASALLAŞMA ÖYKÜSÜ

Şehzadebaşı’nda tarihi hamam alanı olarak kayıtlı
arsada kaçak olarak başlatılan otel inşaatı, iki kez
yıkılmasına ve açılan davalara rağmen bitti; "Celal
Ağa Konağı" olarak hizmete girdi. Büyükşehir
Belediyesi’nin plan tadilatıyla yasalaştırdığı otele
açılan davalar ise devam ediyor.
Eminönü Şehzadebaşı’nda kaçak olarak inşaatına
başlanan bina, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nce
iki kez yıkılmasına, ilgili kurumlara “elektrik, su,
telefon bağlamayın” yazılarına ve açılan davalara
rağmen şimdi "Celal Ağa Konağı" adıyla 90 odalı
muhteşem bir otel olarak hizmete başladı. Açılan
birçok dava halen sürerken, iki kez yıkım uygulayan
Büyükşehir Belediyesi plan tadilatı yaparak oteli
yasallaştırdı.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne (İBB) yaklaşık 200
metre mesafedeki Şehzadebaşı’nda "tarihi hamam
alanı" olarak kayıtlı arsada kaçak olarak 2004
yılında otel inşaatı başlatıldı. Fam Otelcilik
firmasına ait arazinin bir bölümünde 17. yüzyıldan
kalma 1. derecede tarihi eser olan Acemoğlu Hamamı
bulunuyordu.
İnşaatla ilgili ilk şikayetler CHP tarafından
Eminönü Belediyesi’ne yapıldı. Belediye ekipleri
inşaatı mühürledi. Ancak mühür, her defasında
kırılarak inşaata devam edildi. Belediye birçok kez
tutanak tuttu, sonuç değişmedi. Bina yükselmeye
devam etti.
İnşaatın bitişiğinde tarihi Acemoğlu Hamamı’nın
bulunması nedeniyle 4 No.lu Anıtlar Kurulu’na
şikayetler yapıldı. Kurul da, savcılığa suç
duyurusunda bulundu. Ancak inşaat çalışmaları sürdü.
Eminönü Belediyesi inşaatla ilgili yıkım kararı
çıkardı. Fakat bu kararı gerekli alet ve makineleri
olmadığı gerekçesiyle uygulamadı.
Otel İnşaatı bu arada 4. kata yükseldi. Belediye
bunun üzerine yapıya elektrik, su, doğalgaz ve
telefon bağlanmaması için ilgili kurumlara yazılar
yazdı. Yapının yıkılması için de İstanbul Büyükşehir
Belediyesi’nden (İBB) yardım istedi.
Yıkım için İBB devreye girdi. 2007 Kasım ayında İBB
ekipleri otelin dördüncü katını yıktı. Bu katın
yeniden yapılması üzerine belediye ikinci bir yıkım
daha yaptı ve Cumhuriyet Savcılığı’na suç
duyurusunda bulundu. Ayrıca yapı hakkında dördüncü
defa "yapı tatil tutanağı" düzenlendi. Ancak tüm
bunlara rağmen otelin 4. katı yeniden yapıldı.
Bu arada Fam Otelcilik Ltd. plan tadilatı için İBB
İmar Komisyonu’na müracaat etti. Komisyon 2008 Ocak
ayında konuyu görüştü. Hazırlanan raporda, hamam ve
çevresindeki parsellerin 1/5000 Tarihi Yarımada
Koruma Amaçlı İmar Planı’nda ve 1/1000’lik Eminönü
Koruma Amaçlı Uygulama Planı’nda, “tarihi hamam
alanı” olarak kayıtlı olduğu belirtilerek, “parselin
küçük bir bölümünde hamam bulunduğu, parselin
tamamının hamam alanı olarak ayrılmasının mağduriyet
yarattığı” belirtildi. İstanbul Büyükşehir Belediye
Meclisi de, İmar Komisyonu’nun uygun gördüğü plan
tadilatını kabul ederek, belediye ekiplerinin
yaklaşık bir ay önce kaçak katını yıktığı binayı
yasallaştırdı.
Kültür ve Turizm Bakanlığı’na 5 yıldız için
başvuracak olan “Celal Ağa Konağı” isimli otel,
şimdi müşteri kabulüne başladı. Otelin sahibi
hakkında Büyükşehir Belediyesi, kapatılan Eminönü
Belediyesi, Koruma Kurulu ve CHP Eminönü İlçe
Başkanlığı tarafından açılan davalar ise sürüyor.
Bu arada savcılığın “görevini yerine getirmediği”
gerekçesiyle kapatılan Eminönü Belediye Başkanı
Nevzat Er ve 10 belediye görevlisi hakkında yapılan
suç duyurusu üzerine başlatmak istediği soruşturmaya
İçişleri Bakanlığı izin vermedi.
Binanın sahibi olan ve otele ismini veren Celal
Yüksel, 1970’li yıllardan bugüne Laleli’de otelcilik
yaptığını ve hayalinin 5 yıldızlı bir otel işletmek
olduğunu belirterek şöyle konuştu:
"Kötü iş yaptım! Beş yıldır başıma gelmeyen kalmadı.
Otel için harcadığım paraya bankalar ayda 3 milyon
faiz teklif etti. Kabul etmedim. Yıkımlar yaşadım.
Mahkemelere, karakollara düştüm. Sonunda isteğim
haklı bulundu. Acemoğlu Hamamı’nı yıktığım, tahrip
ettiğim söylendi. Hamam şu an restore edildi ve
kullanıma açıldı. Tahrip ettiğimi söyleyenler gelsin
yerinde görsün."
İBB Basın Danışmanlığı ise, konuyla ilgili
sorularımıza yanıt vermedi.
Milliyet, 07.09.2009
|
İTALYAN KAZI BAŞKANLARI TEPKİLİ
Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın, yabancıların yönettiği kazılara 2010’dan başlayarak Türk eşbaşkan zorunluluğu getirmeye hazırlandığını öğrenen İtalyan arkeologlar kaygılı ve tepkili. Bu konuda görüştüğümüz iki İtalyan arkeolog da, öngörülen eşbaşkanlık sistemi gerçekleşirse çalışmalarının çok zorlaşacağını ileri sürüyor, önümüzdeki yıl kazı için başvurmamayı bile düşündüklerini söylüyorlar.
Hierapolis kazısı başkanlığını on yıldır yürüten Prof. Francesco D’Andria da, İstanbul Küçükyalı kazısı başkanı, Koç Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Alessandria Ricci de, 23 Ağustos günlü Milliyet gazetesinde yayımlanan haberde yazıldığı gibi dünyada hiçbir ülkede yabancıların kazı yapmasına izin verilmediğinin doğru olmadığını belirtiyorlar. İtalyan arkeologlar, haberde yazılanın tersine, İtalya ve Yunanistan’da yabancıların çok sayıda kazı yaptığını, özellikle kendi ülkeleri İtalya’da kazı yapanların milliyetine değil, bilimsel yeterliliğine bakıldığını vurguluyorlar.
Prof. D’Andria, yasa önerisinde her yabancı kazı başkanının yanında bir Türk eşbaşkan olmasının neden öngörüldüğünü anlayamadığını, kazılarında zaten hazır bulunan bir Türk denetçinin yapılan çalışmaları baştan sona denetlediğini söylüyor. Prof. Ricci ise, “Dünyada yabancılara kazı izni vermeyen yalnızca iki ülke var: İran ve Çin” diyor. Prof. Ricci, işi biraz da şakaya vurarak, Suriye’ye gideceğini söylüyor ve orada Bizans uzmanlarına saygı gösterildiğini ekliyor. 1974’te asistan olarak katıldığı Hierapolis kazısında 35. yılını tamamlamak üzere olan Prof. D’Andria ise, bir eşbaşkanla çalışmanın olanaksız olduğunu bir kez daha vurgularken, “Ama ben artık Pamukkale köylüsü oldum, nasıl bırakıp giderim?” diye kaygılanıyor.
Cumhuriyet, Haber: Egemen Berköz, 07.09.2009
|
 |
DÜNYANIN İKİNCİ BÜYÜK MOZAİK MÜZESİ YENİLENDİ

Hitit, Asur,
Roma ve Bizans gibi birçok uygarlığın yaşam
izlerinin tanığı olan ve binlerce tarihi eserin yanı
sıra, sanatın renkli taşlara nakşedildiği görkemli
mozaik zenginliğiyle de ünlenen Hatay Müzesi,
onarılarak modern hale getirildi.
İlk olarak 1948 yılında açılan, 1969-73 yılları
arasındaki ilavelerle genişletilen, ancak uzun süre
onarım geçirmemesi sonucu zaman içerisinde eskiyen
binanın yenilenmesi için ödenek aktarıldı. Hummalı
bir çalışmayla, Mayıs ayında başlatılan onarım
kapsamında, önce iç mekanların boyası yapılan ve
elektrik tesisatı değiştirilen müzeye, eserleri neme
karşı koruyan teknik cihazlar ve klimalar
yerleştirildi. Ayrıca ziyaretçiler için yeni bilgi
panoları da hazırlandı.
Mozaiklerin yanı sıra taş eserler, heykeller ve
sikke gibi toplamda 35 bin civarında eserin yer
aldığı müzede, bunların ancak 3 bini
sergilenebiliyor.
Bunun yanında toplamı 1.250 metrekareye yakın
mozaiklerden de ortalama 1.000 metrekarelik kısmı
teşhire sunulabiliyor. Müzedeki diğer mozaikler, gün
ışığına çıkarılmak için toprak altında bekletiliyor.
Bu eserlerin de toprak altından çıkıp
sergilenebilmesi için yeni müze binasının inşasına
yönelik çalışmalar yapılıyor. Yeni binanın
açılmasıyla dünyanın ikinci büyük mozaik müzesi olan
Hatay Müzesi, bu konumunu daha da güçlendirecek.
Hatay Müzesi, özellikle Roma ve Bizans dönemi
sanatının en çarpıcı örneklerini oluşturan,
rengarenk taşlarla mitolojik olayların ve kişilerin
sembolize edildiği mozaikleriyle yerli ve yabancı
turistlerin daima ilgisini çekiyor. Müzeyi, geçen
yıl 75 bin 745, bu yılın ilk 6 ayında da 46 bin 37
kişi ziyaret etti.
Müzede sergilenen bazı mozaikler ise şöyle:
Orpheus Mozaiği: Apollon'un oğlu olup, Ozan Tanrı
olarak bilinir. Euridyke'ye olan aşkıyla ünlüdür.
Yılan sokması sonucu ölen eşi Euridyke'yi,
yeraltından çıkarmak için Hades ile anlaşır. Anlaşma
gereği, yeraltından çıkıncaya kadar geriye bakmaması
gerekir. Ancak ilk ışıkları gördüğünde, özlemle
arkasındaki Euridyke'ye bakar ve onu sonsuza dek
kaybeder. Ona olan aşkını şiirlerde ve şarkılarda
dile getirerek dolaşır.
Sarhoş Dionysos Mozaiği: ''Şarap ve Bitkilerin
Tanrısı'' olan Dionysos, Zeus ile Semele'nin
oğludur. Zeus ile Semele'nin ilişkisini öğrenen
kıskanç Hera, Zeus'tan bütün güçlerini göstermesini
ister. Zeus güçlerini gösterince, Dionysos'a hamile
olan Semele yanar. Zeus bebeği baldırına yerleştirir
ve oradan doğurur.
Kemgöz: Nazardan korunmak için yapılmıştır. Kötü
bakışı simgeleyen gözün; akrep, köpek, ok ve
gagalayan kuş ile etkisiz hale getirilmesi tasvir
edilmiştir.
Okeanos ve Tethys: Karı-koca olan Okeanos ve Tethys,
toprak ana Gaia ve Uranus'un titanlar olarak
adlandırılan 12 çocuğundan ikisidir. Okeanos
nehirlerin tanrısıdır. Tethys ise suların içindeki
bolluk ve bereketi simgeler. Bu nedenle genellikle
etraflarında yer alan deniz canlıları ile birlikte
tasvir edilirler.
Ntvmsnbc, 07.09.2009
|
 |
4 ASIRLIK HAMAM GÜN IŞIĞINA ÇIKIYOR
İzmir'in Urla İlçesi'ndeki 15. yüzyılda inşa edildiği tahmin edilen Hersekzade Ahmet Paşa Hamamı, gün ışığına çıkarılıyor.
Kazı çalışmalarını sürdüren İzmir Arkeoloji Müzesi görevlilerinden edinilen bilgiye göre, çalışmalar kapsamında, soyunmalık odasında yapılan kazılarda, küçük nargileyle sigara içiminde kullanılan lüleler bulundu. Hamamın yıkılmış ve toprak altında kalmış dış bölümündeki tuvaletler de gün ışığıyla buluşturuldu.
Sanat tarihçisi Dilara Doğu, yaptığı açıklamada, hamamı yaptıran Hersekzade Ahmet Paşa'nın, Hersek Kralı Stefan Kosariç'in küçük oğlu olduğunu belirtti.
Fatih Sultan Mehmet tarafından İstanbul'a getirildikten sonra Müslüman olup Ahmet adını alan Hersekzade Ahmet Paşa'nın, Enderun eğitimi aldığını ifade eden Doğu, devlet kademelerinde görev alan Paşanın 2. Bayezid'in kızıyla evlendiğini anlattı.
Hamamın girişinde enine bir hol, holün solunda cehennemlik bölümü, sağ tarafında ise giriş ve temizlenme yeri ile soğuk su havuzu bulunduğunu ifade eden Doğu, şunları kaydetti: "Girişin karşısındaki kapıdan kadınlara ait hamam bölümleri ve kurnalar günümüze kadar korunmuş. Tam karşıdaki 2 halvetli bölümler özel kişiler için hazırlanmış. Hamamın sol bölümü olan erkekler bölümünde yer yer çökmeler bulunuyor. Erkekler bölümünde külhan odaları, kazanhane olduğu edinilen bilgiler arasında. 15. yüzyıl Anadolu Türk mimarisi karakteristik özelliklerini taşıyan hamam, kadın ve erkek halvetlerinden oluşuyor. Tarihi hamam hakkında şu anda muamma olma özelliğini koruyan konulardan biri, ısınma sistemiyle ilgili. Yapılan kazı çalışmaları sonunda edinilecek bilgiler o devirde Urla bölgesinin ısınma şeklinin anlaşılması açısından önemli. Termal kaynaklara ulaşılabilme ihtimali göz önünde tutuluyor."
Kazıların tamamlanmasının ardından restorasyon çalışmalarına başlanacak Hersekzade Ahmet Paşa Hamamı'nın, turizme ve halkın kullanımına açılacağı öngörülüyor.
Yeni Şafak, 07.09.2009
|
SULUİN MAĞARASI'NIN GİZEMİNE YOLCULUK
Bu gizemi çözmek amacıyla bir ekip oluşturan Teknik Dalış ve Derin Mağara Eğitmeni Hasan Hüseyin Yelis, Asya Kıtası'nın en büyük mağarası olarak bilinen mağarada 20 gün sürecek dalışlarla 205 metre derinliğe kadar ulaşmayı hedefliyor.
Finike'ye 1 kilometre uzaklıkta bulunan ve İncirli veya Gök Mağara diye de bilinen Suluin Mağarası'na daha önce dalış yapan Amerikalı Jarrod Jablonski ve ekibi 122 metre derinliğe kadar inebilimşti. Mağaradaki araştırmalar için yaklaşık 150 bin avroluk kaynak oluşturan Yelis ise mağaranın gizemini çözmeyi hedeflediklerini belirtirken dalışlar esnasında ortaya çıkabilecek olası durumlar için ekiplerinde su altı arkeoloğu, jeolog ve biyolog da bulunacağını belirtti. Sadece Türkiye'de değil, tüm dünyada su altı topluluklarının merakla yapacakları bu dalışı beklediklerini belirten Yelis, şu bilgileri verdi: " 205 metre derinliğe kadar ulaşmayı hedefliyoruz. Dalışlar bayramdan sonra su yüzeyi temizliği ile başlayacak ve 0 gün sürecek. Bu süreçte değişik amaçlı yaklaşık 100 dalış gerçekleştireceğiz."
Finike Kaymakamı Gökhan Görgülüarslan, mağaranın turizme kazandırılmasını çok arzuladığını vurguladı. Görgülüaslan, ekibiyle dalış yapmak isteyen Yelis'in belgeleriyle 1 Eylül'de yaptığı başvuruyu Antalya Valiliği'ne gönderdiklerini, gelecek cevaba göre hareket edileceğini söyledi.
Daha önce mağaraya dalan iki kişinin öldüğünü bildiklerini kaydeden Kaymakam Görgülüaslan, "Bu nedenle çok titiz davranmak zorundayız" dedi.
Radikal, 07.09.2009
|
 |
ANAVARZA MOZAİKLERİ YOK OLMAK ÜZERE

Etrafı surlarla çevrili yaklaşık bin 300
hektarlık bir alanda kurulu, Türkiye'nin en önemli
antik kentleri arasında gösterilen Anavarza'da
Anavarza Kızı'nın tasvir edildiği mozaikler,
yeterince korunmadığı için yağışlı havaların da
etkisiyle hızla bozulmaya ve kaybolmaya yüz tuttuğu
kaydedildi. Mozaiği bulan ve uzun yıllardır bekçilik
yapan Hatun Dilci, "1960 yılında ev temeli kazarken
balıklı Mozaiği bulduk. Daha sonrada Meduze
Mozaiği'ni bulduk ve müzeye haber verdik. Bunun
üzerine eşimle beni Anavarza'ya bekçi yaptılar.
Bugün kışın yağmurların sel olması nedeni ile zarar
gören Anavarza kızının bulunduğu Mozaik çeşitli
yerlerden kabardı" dedi.
Geçtiğimiz yıllarda Kentin ayakta kalan en önemli
yapısı olan Alakapı, 1998 depremi nedeniyle hasar
görmüş ve daha sonra müdahale olarak, büyük
kemerdeki taşıyıcı sistem desteklenerek koruma
altına alınmıştı.
Türkiye'nin en önemli antik kentleri arasında
gösterilen Adana'nın Kozan İlçesi yakınlarındaki
Anavarza'nın tapusu Kültür ve Turizm Bakanlığı'nda
bulunuyor. Antik kentte belgeleme çalışması yapan
İstanbul Üniversitesi (İÜ) Edebiyat Fakültesi
Eskiçağ Tarihi Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof.Dr.
Mustafa Hamdi Sayar, antik kentin 'Arkeo Park' olmak
için bütün özellikleri taşıdığını açıklamıştı.
Meduze'nin hikayesi
Anavarza Kralının kızı Meduze'nin sağında yer alan
erkek Kozan Kralı' nın oğlu, solundaki ise Misis
Kralı' nın oğludur. Her iki kralın oğlu da bu kıza
talip olur ve Meduze için Anavarza şehrine savaş
tescilinde bulunurlar. Anavarza Kralının bir çözüm
üretememesi üzerine Meduze babasına bir çözüm
teklifinde bulunur. "Sevgili babacığım malum
Anavarzamızın su sıkıntısı var. Şehrimize ilk önce
hangi taliplim getirirse ben onunla evleneyim,
böylece şehrimiz savaştan kurtulmuş olur." der. Kız
bunu der demesine ama kızın gönlü Kozan Kralının
oğlundadır. Yalnız Anavarza şehrine ilk suyu getiren
ise Misis Kralının oğlu olmuştur. Verilen söz üzere
Meduze'nin Misis Kralının oğluyla evlenmesi
gerekmektedir. Fakat kızın gönlü Kozan Kralının
oğlunda olduğu için sevmediği Misis Kralının oğluna
varmak istemez. Sözünden döndüğü takdirde ise
Anavarza şehrini ve halkına savaş açılacak, dönmez
ise sevmediği biri ile evlenecektir. Çözümü
intiharda bulur ve Anavarza kalesinden aşağı
kendisini atar.
Kozan İlçesi'ne 27 kilometre mesafedeki Dilekkaya
Köyü ile iç içe olan Anavarza antik kentinin, MÖ 1. yüzyılda bir Roma kentleşme merkezi olarak
kurulduğu sanılıyor. Tarihi kaynaklara göre, kent,
Kilikya bölgesinde düzenlenen şenliklerin,
olimpiyatların merkezidir. 525 ve 565 tarihindeki
depremlerde yıkılan kent, Bizans İmparatoru Justinianus tarafından onarıldı. 8. yüzyıldan
itibaren Abbasiler, Selçuklular, Bizans ve Haçlılar
arasında sürekli el değiştiren Anavarza, bir süre
Ermeni krallığının merkezi oldu.
Anavarza, ovadaki surlar ve kayalık kesim olmak
üzere iki bölümden oluşuyor. Surların doğu kesiminin
uzunluğu 1500 metre. Tüm kenti içine alan surların
20 burcu bulunuyor. Bu surlardan şehre 4 kapı ile
giriliyor. Kentin sembolü Alakapı'nın kuzeydoğusunda
tiyatro ve kapının hemen önünde stadyum kalıntıları
yer alıyor.
Antik kentin yanındaki Anavarza kalesi ise dik
yamaçlı 200 metre yüksekliğindeki bir tepede
bulunuyor. Kalede, 1057 tarihli küçük bir kilise
bulunuyor. Kilise, üzerindeki yazıta göre Ermeni
prensi Toras tarafından yaptırıldı.
Yeni Şafak, Haber: Kübra Türkan, 07.09.2009
|
BİTLİS KALESİ'NDE ÇALIŞMALAR SÜRÜYOR
Pamukkale
Üniversitesi (PAÜ) Sanat Tarihi Bölümü ve Bitlis
Kalesi Kazı Başkanı Prof.Dr. Kadir Pektaş, Bitlis
Kalesi'nin kentin turizm faaliyetleri açısından
büyük önem taşıdığını belirtti.
Prof.Dr. Pektaş, bu yıl Bitlis Kalesi'nde kazı çalışmalarına
10 Temmuz'da başladıklarını, talep ettikleri ek
ödeneğin gelmesi halinde çalışmaların 20 Eylüle
kadar devam edeceğini söyledi.
Bu yıl kalede, iç kale, doğu burç ve geçmiş
yıllardaki kazılarda buldukları hamamın doğusunda
açma ve seviye indirme çalışmaları yaptıklarını
anlatan Pektaş, şöyle konuştu: ''Çalışmalarımıza 3
yerde devam ediyoruz. Geçen yıl açtığımız mekanlarda
seviye indirme çalışmaları yaptık. İç kale kısmında
üç ayaklar ve çini fırınlarında kullanılan
malzemeler bulduk. Çini fırını yok ama fırına
ilişkin malzemeler var. Doğu burçta, alanı
genişleterek açma çalışması yaptık. Burada geçen yıl
açtığımız mekanın yanında, daha sağlam bir mekan
ortaya çıkardık. Bu yapının daha eski ve 15 ile 16.
yüzyıllara ait olduğunu düşünüyoruz. Bununla ilgili
çalışmalarımız devam ediyor. Yapının kapısına henüz
ulaşamadık. Doğu burçta 18 ve 19. yüzyıllara ait
tandırlar ve su tesisatları bulunuyor. Evlere
ilişkin kullanım araçları var. Hamamın etrafında ise
açma çalışmalarını yürütüyoruz.''
Geçen yıl
kalede yaptıkları jeoradar çalışmasında, ikinci
katmanların görüldüğünü ifade eden Pektaş,
çalışmanın analizlerine göre bu yıl kazıları biraz
daha derinleştirdiklerini bildirdi. Kazıları
derinleştirince daha erken tarihli yapılara ve temel
izlerine rastladıklarını belirten Pektaş, ''Bunların
17. yüzyıla ait olduğunu düşünüyoruz. Burada farklı
buluntular da elde ettik. Kolye uçları, sikkeler,
sırlı seramikler bulduk. Çalışmalarımız bu yönde
devam edecek'' diye konuştu.
Bitlis Kalesi'nin kentin turizm faaliyetleri
açısından büyük önem taşıdığını vurgulayan Prof.Dr. Pektaş, kalede kazı çalışmalarının tamamlanmasının
ardından, kente yerli ve yabancı turist ilgisinin
artacağını kaydetti.
Turizm Gazetesi, 07.09.2009
|
DÜZCE'DE TARİHİ ÇEŞME DUVARI BULUNDU
Düzce'nin
Konuralp beldesinde doğal gaz kazısı sırasında
tarihi çeşme duvarı bulundu. Çeşmenin doğal gaz
kazısına engel teşkil etmediği belirtildi.
Kültür ve
Turizm İl Müdürü Özcan Budak, Konuralp'in Antikkent
mevkisinde doğal gaz çalışmaları sırasında tarihi
çeşme duvarının ortaya çıkarıldığını belirterek,
''Doğal gaz boru döşeme çalışmaları sırasında bir
duvar ortaya çıktı. Araştırma başlattık ve beldede
yaşayan vatandaşlarımızın ifadelerini de göz önüne
alarak bunun tarihi çeşme duvarı olduğunu
belirledik'' dedi.
Budak, ''Duvar, doğal gaz çalışmalarına engel teşkil
etmiyor. Müteahhit firma, özellikle duvarı
zedelemeden çalışmalarını sürdürecek'' diye konuştu.
Turizm Gazetesi,
07.09.2009
|
KAŞ'IN 300 YILLIK SU DEĞİRMENLERİ
Antalya’nın Kaş İlçesi'ne bağlı İslamlar Köyü’nde 300
yıllık olduğu tahmin edilen iki su değirmeni hala
çalışıyor.
Beydağları’nın eteklerindeki köyün, geçmişte
yörenin buğday öğütme merkezi olduğu, Kaş ve
Fethiye ilçelerinden çiftçilerin, buğdaylarını
öğütmek için bu köye geldiği belirtiliyor. Eski
adı Bodamya “su zengini” anlamına gelen köyde,
geçmişte 17-18 civarında su değirmeni olduğu
belirtiliyor. Bunlardan ancak ikisinin ayakta
kalabildi. İki değirmen, 65 yaşındaki Hamdi
Sarıkaya ve 63 yaşındaki Hasan Sarıer tarafından
çalıştırılıyor. Hamdi Sarıkaya, “Kazanç diye bir
şey yok. Kapanmasın diye, tarihi bir eser olarak
değirmenleri açık tutuyoruz” dedi.
Hürriyet Seyahat, 07.09.2009
|
PORTAKAL MESCİDİ GÜZEL, ÇEVRESİNDE SIKINTI VAR

Kocaeli Büyükşehir Belediyesi, kentin tarihi
değerlerini asıllarına uygun olarak yeniden
düzenleme çalışmalarını sürdürüyor.
Büyükşehir Belediyesi, İzmit Akçakoca Mahallesi
Çukurçeşme Sokak’ta bulunan Portakal Mescidi’ni de
aslına uygun olarak yeniden yapıyor. Kadir Gecesi
olan 15 Eylül akşamı açılması planlanan Portakal
Mescidi’nin arka sokaklarında ise bazı eksikler
nedeniyle vatandaşın serzenişi var.
Ahşap iskelet üzerine yığma tuğla ile yapılan
Portakal Mescidi, her biri 45’er metrekare olmak
üzere iki kattan oluşuyor. Aslına uygun olarak
yeniden inşa edilmeye devam eden Portakal
Mescidi’nin aydınlatma ve çevre düzenlemesi
konusundaki eksiklikleri de giderilecek. Binanın
badana işleri, yağmur boruları, pencere ve kapı
menteşeleri, ısı yalıtımları, baştan sona
yenilenecek ve binaya klima takılacak. Portakal
Mescidi çalışmaların tamamlanmasının ardından
çevreye de farklı bir güzellik katacak. İskeleti
oluşturulan beden duvarları örülen tarihi mescidin
yanına bir de park inşa ediliyor.
Portakal Mescidi’nin hemen arka tarafında yer
alan bölgede yeni açılacak sokak ve park çalışmaları
nedeniyle sıkıntılar da var.
Mescidin hemen arka tarafından yeni sokak açılması
için belediyeye ücretsiz yer verdiğini belirten
Mehmet Atabay, şimdiye kadar bir çalışma
yapılmamasından şikayetçi. Portakal Mescidi Sokak
ile Hürrem Yokuşu’nu birbirine bağlayacak sokak için
280 metrekarelik arsasını veren Mehmet Atabay, “Bir
çalışma yapmayacaklarsa, arsamı geri alayım bari”
diye sitem ediyor.
Aynı sokakta oturan Remziye Aktan isimli bayan da
Portakal Mescidi'nin yanından yukarı çıkan
merdivenler ve görünen taş duvarlarında bir
bölümünün yapıldığı, diğer yarısının ise
bırakıldığını belirterek, “Eski bölümün
yıkılmasından korkuyoruz. Projenin tamamının taş
duvar olarak düzenlenmesini, bizim merdivenlerin
başının da yapılmasını istiyoruz” dedi.
Özgür Kocaeli, 07.09.2009
|
ULUCAMİ'DE ŞADIRVAN TARTIŞMASI

Bursa Ulucami`nin ortasında yer alan tarihi şadırvanın
kapatılması, tartışma konusu oldu. Ulucami Derneği
Başkanı İbrahim Aydın, kademeli fıskiyeleri ile
insanı ferahlandıran cami içindeki şadırvanın,
yanlış kullanım sebebiyle camide sıkıntıya sebep
olduğunu söyledi.
Mermer havuza vatandaşların kirli paraları da
atmalarının önüne geçmek için şadırvanın etrafına
cam perde yaptıklarını belirten Başkan İbrahim
Aydın, "Abdest alanlar, ayaklarının ıslaklığını
halılarda kurutuyorlar. Ayağı kokuyorsa ve çorabı
ıslak giymiş ise bir kirlilik halılara da yayılıyor.
Halılar rutubet yapıyor ve kokuyor. Abdest almak
için gelenlerin balgam çıkarması hem akarın
kirlenmesini hem de çevrede ibadet edenlere
rahatsızlık veriyor. Bayanlar orada uygun olmayan
şekilde abdest almaya çalışıyorlar. Büyükler ve
çocuklar ellerini havuzun içine sokarak, bazı
kişilerin içdikleri suyu kirletiyorlar. Daha
sayılabilecek pek çok mahsur sebebiyle, anlımızı ve
yüzümüzü sürdüğümüz halıların temiz kalmasını
düşünerek cami içerisinde abdest alınmasını önde
gelen devlet ricalinin de istişaresi ile kapattık.
Bu arada camiye abdestli olarak girmek daha makbul
olduğundan bu karara da vatandaşların büyük kısmı
destek veriyorlar" dedi.
Bu arada Ulucami`nin bahçe düzenlemesini
gerçekleştirecek olan Bursa Büyükşehir Belediye
Başkanı Recep Altepe ise birçok vatandaştan cami
içerisindeki şadırvanın kapatılması sebebiyle tepki
aldıklarını belirterek yeniden abdest almaya
açılmasını istiyor. Altepe, kurmayları aracılığı ile
cami yönetimine haber gönderirken, henüz olumlu bir
yaklaşım olmaması dikkat çekiyor. Cami Derneği,
yazılı bir dilekçe ile de şadırvanı kapatmanın
gerekçelerini belediye yönetimine bildirdi.
Diğer taraftan cami içerisindeki şadırvanı Ulucami
Vakfiyesi`nden dolayı kapatılmasının mümkün
olmadığını savunan tarihçi Erhan Yıldızalp cami
içerisinde abdest tazelemek isteyen vatandaşların
engellenmesi yanlıştır dedi. Şadırvanın camla
çerçevelenmesi de yakışıksız bir uygulama oldu.
Şadırvanın civarında uygunsuz kullanım var ise, bu
durum görevlilerin gerekli ikazları ile önlenir.
Ancak asırlardır süre gelen, cami vakfiyesinde yer
alan bir hizmet, böyle basit bir şekilde
engellenemez. Buna Vakıflar Bölge Müdürlüğü`nün
Ulucami Vakfiyesi gerekçesiyle karşı çıkması lazım"
diye konuştu.
Bursa Olay, 07.09.2009
|
BURSA VAİZİYE MEDRESESİ NEREDE?

Bursa'da en çok ziyaret edilen tarihi mekan olan
Ulucami'nin batı kapısındaki Vaizeye Medresesi önüne
kaçak olarak inşa edilen 3 dükkanın yıkılarak tarihi
dokunun ortaya çıkartılması isteniyor.
Osmangazi Belediyesi'nin Ertaş Çarşısı civarındaki
çevre düzenlemesi çalışmalarında tarihi dokuyu
ortaya çıkartıp Vaiziye Medresesi'nin tarihi
duvarlarının bakımını yapması ile birlikte, kaçak
olarak inşa edilen 3 dükkan göze batmaya başladı.
Mülkiyeti vakıflara ait Vaiziye Medresesi'nin
Atatürk Caddesi'ne bakan dış duvarı önüne kaçak
olarak 30 yıl önce inşa edilen 3 dükkanın
restorasyon çalışmalarından sonra bölgede kötü bir
görüntü oluşturmaya başladığını belirten Ertaş
Çarşısı esnafı, "Bu yapılar 25-30 yıl önce, kaçak
olarak yapılmış baraka dükkanlardır. Bunların
herhangi bir ruhsatı yok. Bu binalar Osmangazi
Belediyesi'nin Medrese Pasajı'nı restore etmesinden
sonra çok daha kötü bir görüntü oluşturmaya başladı.
Bu durumdan rahatsız olan mal sahipleri de
dükkanları, yapılan çalışmalara uydurmak için
harekete geçtiler. Ancak hiçbir şekilde dükkan
olarak kaydı gözükmeyen bu yerlerin Osmangazi veya
Büyükşehir Belediyesi tarafından ortadan
kaldırılmasını istiyoruz" dediler.
Osmangazi ve Büyükşehir Belediyeleri ile Bursa
Valiliği'ne şikayet dilekçesi veren Çevre Müfettişi
Ali Turan, Bursa'nın en tarihi ve turistik
bölgesinin Ulucami ve civarı olduğuna dikkat
çekerek,"Ulucami'ye 50 metre mesafedeki bu çirkin
görüntü temizlenmelidir. Ulucami ve yakın çevresinin
eski tarihi dokusunun yaşatılması elzemdir.
Ulucami'nin batı karşısında cadde boyunda yer alan 3
dükkan, Vaiziye veya halk arasında Mahkeme-Müftülük
Medresesi olarak bilinen tarihi yapının duvarına
yapılan işgalle inşa edildiler. Bu medrese Yıldırım
Beyazıt Han tarafından yapılmış, mahkeme, müftülük
ve medrese (okul) olarak kullanılan bir yapıydı.
Şimdi bu binanın cephesinde rastgele hiçbir izin
alınmadan tadilatlar yapılmakta, kemerler
kapatılarak asli görünüşü değiştirilmektedir. Küçük
ve önemsiz zannedilen bazı tadilatların, asli
unsurları ortadan kaldırarak, tarihi dokunun
görünmesini değil, o mekanın mutlaka ticari boyutuna
hizmet ettiği görülmektedir. İzinsiz tadilatlar
engellenerek, hatta yıkılarak, tarihi medresesinin
görünmesi sağlanmalı. Bu bölgedeki bütün dükkanların
dikey ve yatak tabeleları dahi kaldırılarak asli
yapının daha güzel ortaya çıkması sağlanmalıdır. Bu
konuda sonradan konulan baraka tarzındaki uydurma
dükkanlarda derhal belediye ve valilik yönetimi
tarafından kaldırılmalıdır" diye konuştu.
Fahri Çevre Müfettişi Ali Turan 3 Eylül tarihinde
Osmangazi, Büyükşehir belediyeleri ile Bursa
Valiliği ve Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu'na
müracat ederek resmi girişimlerde bulundu
Bursa Hakimiyet, 07.09.2009
|
İKİ YENİ ROTAYLA TURİZME HIZ, TARİHE CAN VERMEK
İSTİYORLAR

400 bin yıl önce İstanbul civarındaki ilk
insanların yerleştiği Yarımburgaz Mağarası, taşlara
oydukları İncegiz Mağarası, Romalıların su kemerleri
alternatif turizme açılıyor. İstanbul Tarih Öncesi
Çağlar Araştırmaları (İTA) projesini yürüten Kocaeli
Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Prehistorya Ana Bilim
Dalı Başkanı Şengül Aydıngün ve ekibi, iki ayrı gezi
rotası hazırladı. Birinde tarih öncesi insanların
izlerini taşıyan mağaralar, diğerinde Romalılardan
kalma su kemerleri görülebilecek.
Şengül Aydıngün ve ekibi, 2010 Kültür Başkenti
Ajansı’na proje olarak sundukları rotaları, geçen
hafta
İstanbul Kültür ve Turizm Müdürü Ahmet Emre
Bilgili ile birlikte dolaştı. Avrupa’nın en eski
insanlık yerleşimi olan Yarımburgaz Mağarası’nda
175 metre ilerleyen ekip, el fenerleriyle mağara
duvarlarında antik çağdan kalma resim aradı.
Antik mağara rotası Başakşehir’deki Yarımburgaz
Mağarası’ndan başlıyor. İlk insanların izlerini
taşıyan Yarımburgaz Mağarası, Altınşehir
Mahallesi’nin çarpık gecekonduları arasında can
çekişse de, 750 metre uzunluğu ve geniş
galerileriyle halen büyüleyici.
Atatürk Havalimanı’na yaklaşık 10, şehir
merkezine ise 22 kilometre uzaklıkta. İkinci durak
ise Çatalca’nın İnceğiz Köyü ile aynı ismi taşıyan
İnceğiz Mağaraları. Prehistorik dönemden yaşam
izleri taşıyan mağaralar, İnceğiz Köyü ve İnceğiz
Deresi’nin hemen yanında, 7 kilometre boyunca
uzanıyor. Kapadokya tarzında oyulmuş apartman
biçimli mağaralar, dik merdiven sistemleriyle de
Frig Vadisi’ndeki anıtsal kaya yapılarını andırıyor.
Mağara rotasının son durağı ise Silivri’nin
Danamandıra Köyü’ndeki Aylapınarı Mağarası.
Mağaranın girişinde, Trakya coğrafyasında pek alışık
olunmayan türde kaya kazımalarından oluşan primitif
resimler yer alıyor. Mağaranın içindeki dolgu
topraklarda ise Kalkolitik ve Demir Çağı’na ait kap
parçaları bulunmuş. Mağara rotasını tamamladıktan
sonra, köy girişinde, nilüfer çiçekleriyle kaplanmış
iki küçük gölün kenarında çadır kurmak mümkün.
Su kemerleri rotası ise Çatalca’nın Gümüşpınar
Köyü’nden başlıyor. Halk arasında Büyükgerme,
Kurşungerme ve Ballıgerme diye anılan üç su kemeri,
373 yılında Roma İmparatoru Valens tarafından
İstanbul’a su getirebilmek için inşa ettirilmiş.
35 metre yükseklikleri ile dünyadaki en yüksek Roma
kemerleri olarak biliniyorlar. Gümüşpınar Su Dolum
Tesisleri’nin yanındaki toprak yoldan başlayan ve
yaklaşık 40 dakika süren yürüşüyün ardından
Karamandere Deresi’ne ulaşılıyor. Dere kenarındaki
patika izlendiğinde yüzülebilecek derinlikte doğal
havuzlara ve su kemerleri görülüyor. Halen ayakta
olan kemerlerin, sık ağaçların arasındaki
görüntüleri bile etkileyici. Ancak kemerlerin bazı
taşları defineciler tarafından yerlerinden
çıkartılmış ya da kırılmış.
Yard. Doç.Dr. Şengül Aydıngün’e göre, her iki
rotada bulunan mağara ve kemerler, kısa bir süre ve
az bir maliyetle turizme kazandırılabilir. Böylece
antik çağdan kalan miras definecilerden korunabilir
ve gelecek nesillere aktarılabilir:
“Rotada yer alan mağara ve su kemerleri insanlığın
ortak tarihini oluşturuyor. Mağara turizmi tüm
dünyada çok sayıda turist çeken bir etkinlik. Su
kemerlerinin başka bir örneği ise dünyada yok.
Ekibimdeki yabancı araştırmacılar, rotalarda yer
alan yerlerin nasıl olup da koruma altına
alınmadığına şaşırıyor. Bizim ülkemizde olsa turizme
açılır, binlerce turist ağırlayıp binlerce euro para
kazındırır, diyorlar.”
Hürriyet Seyahat, Haber: Eyüp Serbest, 07.09.2009
|
TARİHİ KİLİSE KÜLTÜR EVİ OLACAK
Uzunköprü İlçesi'ndeki tarihi Aziz Louis Kilisesi’nin
‘Kültür Evi’ olarak restore edileceği bildirildi.
Uzunköprü Belediye Başkanı Enis İşbilen, yıllardır
atıl vaziyette bulunan kilisenin restore edilerek
kültür evi olarak kullanılmasını için Fener Rum
Patriği Bartholomeos ile görüştüklerini belirtti.
Bartholomeos’un maddi ve manevi destek sözü
verdiğini ifade eden İşbilen, sözlerini şöyle
tamamladı: “Bizleri her türlü konuda
destekleyeceğini belirten Bartholomeas’un, ayrıca
açılışında bizzat bulunacağını belirtmesi bizleri
sevindirdi.”
Türkiye Gazetesi, 07.09.2009
|
DÜNYA MİRASI LİSTESİNE YENİ KATILAN YERLER
Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür
Kurumu’nun (UNESCO) bu yıl Dünya Kültür Mirası
listesine aldığı Wutai Dağı, Çinli Budistlerin inanç
kalesi. Budizmin Çin’deki dört kutsal dağından ilki.
Üzerindeki 53 tarihi tapınak ve heykelleriyle
heybetli bir görünüme sahip. Listenin diğer yeni
üyeleri, İsviçre’nin iki saat imalatı kasabası La
Chaux-de-Fonds ve Le Locle. Her ikisi de satranç
tahtasını çağrıştıran şehir planlarıyla bu listeye
girmeye layık görüldü.
WUTAİ DAĞI /
ÇİN

Wutai Dağı
Çin’in Şansi eyaletinde. Uçurumları, çıplak
zirveleriyle benzersiz bir morfolojik yapıya sahip.
Beş yükseltisinin herbirinin üzerinde geniş
düzlükler bulunuyor. Çince ismini bu özelliğinden
almış: “Beş Platolu Dağ.” Kuzeyde Yedou Tepesi,
güneyde Jinxiu Tepesi, doğuda Wanghai Tepesi, batıda
Guayue Tepesi ve merkezinde Cuiyan Tepeleri yer
alıyor. En yüksek noktası Yedou. 3 bin 58 metrelik
dağ Kuzey
Çin’in de en yüksek noktası.
Wutai’ye ilk tapınak 1’inci yüzyılda inşa edilmiş.
20’nci yüzyıl başına kadar bu faaliyet sürmüş. Bir
zamanlar 360 tapınak bulunduğu söyleniyor. Bugüne
sadece 53’ü ulaşabilmiş. Dağdaki tapınaklar, bin yıl
boyunca Budist mimarisinin
Çin saray mimarisine etkilerini gösteren bir
katalog gibi.
857’de inşa edilen Doğu Ana Foguang Tapınağı, Tang
Hanedanı’ndan günümüze kalabilen en yüksek ahşap
bina. İçinde doğal boyutlarda kilden insan
heykelleri bulunuyor. Nanchan Tapınağı ise 782’de,
Yuan Hanedanı döneminde inşa edilmiş. Yedi teras ve
üç bölümden oluşuyor. Alt taraftaki üç teras Jile
Tapınağı, orta teras Shande Holü, ve üst taraftaki
üç teras da Youguo Tapınağı. Diğer büyük mabetler
arasında Xiantong Tapınağı, Tayuan Tapınağı ve
Pusading Tapınağı yer alıyor.
Wutai’nin tapınakları 1937’de erken 20’nci yüzyıl
tarihçisi Liang Sicheng’in de aralarında bulunduğu
mimari tarihçiler tarafından keşfedilmiş. O zamandan
beri sinolojistler (Çin filologları) ve geneleksel
Çin mimarisi uzmanlarınca inceleniyor.
Dağdaki Budist tapınaklarından Shuxiang, sıradışı
heykel koleksiyonuyla diğer tapınaklardan ayrılıyor.
Ming Hanedanı döneminden kalan Budist hikayeleri üç
boyutlu resimlerle tasvir edilmiş. Toplam 500
heykellik koleksiyon oluşturulmuş.
Çin’de Budistlerin dört kutsal dağı bulunuyor.
Her biri Budalık mertebesine ulaşabilen fakat
başkalarının ıstırabına karşı duyduğu merhamet ile
bu mertebeden vazgeçen “bodhisattva”lardan yani
ilahlardan birinin evi, aynı zamanda ibadet ettiği
mekan. Wutai Dağı, Çince de Manjusri ve Wenshu
olarak anılan bilgelik “bodhisattva”sının evi.
Tibetli budistler açısından da önem taşıyor. Bu
nedenle uluslararası kutsal merkez.
Vecize yazıtları olan Avatamsaka Sutra’da, Wutai
Dağı bu dört kutsal dağın ilki olarak tanımlanmış.
Avatamsaka Sutra’nın bir bölümünde, bir çok
bodhisattvanın evi tarif ediliyor. Burada
Manjusri’nin, kuzeydoğudaki “açık soğuk dağda”
yaşadığı yazılı. Bu ilahın sıradan hacılar ve
rahiplerin şekline veya daha çok beş renkli sıradışı
bulutlar haline gelerek dağda kendini sık sık
gösterdiğine inanılır. Wutai Dağı, Çinde bulunan en
eski ahşap binalara da ev sahipliği yapıyor.
LA CHAUX de FONDS - LE
LOCLE / İSVİÇRE

İsviçre’nin
Fransa sınırındaki iki komşu kasaba, Jura
Dağları’nın verimsiz toprakları üstünde. Bu nedenle
saatçilik gelişmiş. Yerleşim, 19’uncu yüzyılın
başlarında saat endüstrisine uygun olması için
yeniden tasarlanmış. Her ikisinin de sokak dizilimi
satranç tahtası gibi paralel çizgiler üzerine
kurulu. İsviçre için sıradışı olan bu planlamada
çizgilerin ucu açık bırakılmış; evler ve atölyeler
iç içe.
UNESCO’ya göre bu, tarihi 17.nci yüzyıla dayanan
yerel saat yapımı kültürünün ihtiyaçlarını bugün
hala yansıtan bir tasarım örneği. Bu kültürel alan,
tek endüstrili üretim kasabalarının iyi korunmuş ve
yaşayan bir modeli. Her iki kasabanın şehir planları
da küçük esnaflık yapılan çiftlik kültüründen, daha
yoğun bir fabrikasyon üretime geçişi temsil ediyor.
Karl Marx, kitabı Das Kapital’de, Jura’daki işgücü
ve saat yapım endüstrisini değerlendirdiği bölümde
La Chaux-de- Fonds kasabasını, “büyük
fabrika-kasaba” olarak tanımlıyor.
Bu kasabalar dünyadaki saat yapımının doğum yeri
olarak değerlendirilirken, İsviçre’deki Jugendstil
(yeni sanat) akımının da büyük bir merkezi.
Jura bölgesi kırsal alanı, yürüyüş bisiklet ve
gezinti amaçlı kayak yapmak için de elverişli.
1000 metre rakımlı La Chaux-de-Fonds, İsviçre’nin en
yüksek kasabalarından. Kasaba, mimar Le Corbusier ve
otomotiv sektörünün öncülerinden Louis Chevrolet ve
yazar Blaise Cendrars’ın gibi ünlü kişilerin de
doğum yeri. La Chaux-de-Fonds’ta az sayıda ortaçağ
binası bulunuyor, çünkü kasaba 1794 yılında çıkan
büyük yangında neredeyse tamamen yok oldu. Charles-Henri
Junod, La Chaux-de-Fonds’u Amerikan kasabalarını
taklit ederek adeta bir satranç tahtası üzerinde
yeniden inşa etti.
1887 yılında burada doğan ve Le Corbusier ismiyle
bilinen Mimar Charles Edouard Jeanneret-Gris, erken
dönem işlerinden bazılarını bu kasabada yaptı.
1912’de anne babası için inşa ettiği Maison Blanche
bunlardan biri. Zamanının çok öncesindeki eseri
“Ville Turque”, 1987’den beri bu kasabadan dünyaya
açılan saat markası Ebel’in, PR merkezi.
Corbusier’den önce de Jugendstill sanat akımı
şehirde etkisini hissettiriyordu. Bu üslup yerel
deyimle “İspanya Stili” olarak biliniyordu.
Sanayileşmeyle çok daha gelişti. Bugün kasaba
İsviçre’de bu akımın en önemli merkezi. Komşu kasaba
Le Locle’nin dışındaki güzel görünümlü “Chateau des
Monts”da büyük bir saat koleksiyonu sergileniyor.
Kasabadaki Çiflik ve Elişçiliği Müzesi, 17.nci
yüzyıldan kalma bir çiftlik evinde. Güzel Sanatlar
Müzesi’nde ise 19 ve 20’nci yüzyıl İsviçreli
sanatçıların eserleri sergileniyor.
Hürriyet Seyahat, Haber: Ayten Serin, 07.09.2009
|
 |
DEV HEYKELLERİN ŞAPKA ESRARI ÇÖZÜLDÜ
Şili sahillerinden 2500 mil açıkta bulunan ada dünyanın her yerden en uzak mesafedeki yerleşim bölgesi.
Ada halkı bin yıl önce heykellere dev kızıl şapkalar takmaya başlamış.
Manchester ve Londra Üniversitesi araştırma ekibi şapkaların eski bir yanardağdan yapıldığını düşünüyor.
Dr. Colin Richards ve Dr. Sue Hamilton 1914 yılından bu yana adada çalışma yapan ilk İngiliz arkeologlar oldu.
Bir dizi ipucunu bir araya getiren arkeologlar heykellerin kızıl renkteki şapkalarının nereden geldiğine dair esrarı çözdü.
Arkeologları sonuca görünen önemli ipuçları ise bir balta, eski bir yanardağ ve de bir yol oldu.
Dr. Richards, “Şapkaların sıkıştırılmış kızıl cüruf tozundan yapılmış bir çimentodan yapıldığını ve bu cürufun da yakınlardaki bir yoldan buraya getirildiğini biliyoruz” dedi.
Herbiri birkaç ton ağırlığında olan her şapka volkanik kayalar oyularak yapılmış. Daha sonra da adanın dört bir yanındaki ünlü heykellerin başlarına yerleştirilmiş.
Şapkaların tam olarak nasıl ve neden takıldığı ise bilinmiyor.
Cnn Türk, 07.09.2009
|
EN ESKİ ÇEVRECİLER DOMUZTEPELİ ÇIKTI
Kahramanmaraş Pazarcık Domuztepe'de yürütülen kazılarda 8 bin 500 yıl
önceye ait olduğu belirlenen çöp çukurları bulundu.
Kazı Başkanı Manchester Üniversitesi'nden Dr. Stuart
Campbell, "O dönemin insanları çevreye karşı daha
duyarlıydılar ve hiçbir zaman ihtiyaçlarından
fazlasını tüketmediler'' dedi. British Museum'un da
destek verdiği arkeolojik kazıları yürüten Dr.
Campbell, "İlk olarak çöp çukurları tespit ettik. Bu
aslında bize bundan 8 bin 500 yıl önce insanoğlunun
yaşadıkları çevreye duyarlı olduğunu ve çevreyi çok
iyi tanıdıklarını ortaya koyuyor" diye konuştu.
Sabah, Haber: Sırrıberk
Arslan, 07.09.2009
|
|
DEFİNE DOLANDIRICILIĞI UYARISI
Erzurum Müze Müdürü
Mustafa Erkmen, bazı çeşme ve tarihi eserlerin
kitabelerinde altın olduğunu ileri süren kişilere
karşı vatandaşları uyardı.
İnsanları dolandırmak ve çıkar elde etmek amacıyla
sahte define haritaları ve efsaneler uyduran bir
takım kişilerin, bu işlere meraklı olanları ağlarına
düşürdüğüne dikkati çeken Müze Müdürü Erkmen, söz
konusu girişimlere Erzurum’da da rastlandığını
söyledi.
Erzurum’daki türbe, mezarlık, çeşme ve çeşitli
tarihi eserlerde define gömülü olduğu senaryosunu
uydurarak kulaktan kulağa haber uçuran artniyetli
bazı kişilerin, hazırladıkları sahte define
haritalarıyla insanları dolandırmaya çalıştıklarını
kaydeden Erkmen, “Vatandaşlarımız bu konuda dikkatli
olsunlar. Ortalıkta dolaşan sahte define
haritalarına ve söylentilere kesinlikle kulak
asmasınlar.
Dolandırılmamak ve paralarını kaptırmak
istemiyorlarsa, bu yönde faaliyet gösteren kişi ya
da kişileri hemen bize bildirsinler.” dedi. Tarihi
eserlerin büyük bir bölümünün, söz konusu sahte
efsaneler yüzünden tahrip edildiğini dile getiren
Müze Müdürü Erkmen, bu tür olaylara günümüzde bile
rastlandığını ifade ederek, “Bir kere hepimiz
mantıklı olmalıyız. Elinde define haritası bulunan
biri, bu haritayı pazarlamak yerine, gidip defineyi
kendisi çıkarır. Dolandırıcılık tezgahını anlamak
için bu bile yeterli bir işarettir.” diye konuştu.
Bu
tür dolandırıcılık girişimlerinin, geçmişle günümüz
arasında kurulan tarihi bağı da kopardıklarını
vurgulayan Erzurum Müze Müdürü Mustafa Erkmen, “Bir
kitabenin kırılması ya da çalınması, o esere ilişkin
tarihi bilgilerin yok olması demek. Bu da
tarihimizin yok olması demek. Bu kültürel varlıklara
sahip çıkmak hepimizin boyun borcuyken, tarihi
miraslarımızı dolandırıcıların kötü emellerine
kurban etmeyelim. Elinde tarihi özelliğe sahip eser
bulunanlar, mutlaka bize bilgi versinler. Ya da kazı
yapma düşüncelerini bizimle paylaşsınlar. Devlet
kimseyi mağdur etmemiştir, etmez de. Halkımız bu
yönde gösterecekleri hassasiyetle hem tarihimize
sahip çıkmış olacaklar, hem de istenmeyen durumlarla
karşı karşıya kalmayacaklardır.” ifadelerini
kullandı.
Erzurum Gazetesi, 07.09.2009
|
AYASOFYA'DAKİ TÜRBELERİN TAM DÖRT ASIRLIK ESRARI
Tarihi bin küsur sene öncesine dayanan ve bazı
sırları hala çözülememiş olan Ayasofya’nın bugün pek
bilinmeyen bir başka özelliği de, bünyesinde beşi
padişahlara ait olmak üzere 140’tan fazla hanedan
mezarını barındırmasıdır. Ayasofya’ya defnedilmiş
olan padişahların ikisi, binanın kilise olduğu
dönemlerden
kalma “vaftizhane”de Hazreti İsa’nın vaftiz
teknesinin yanı başında yatmaktadırlar ve buraya
defnedilmelerindeki muamma hala çözülmemiştir.
“AYASOFYA” dendiğinde aklımıza ilk önce, Bizans’tan
kalan ve dünyanın en muazzam yapılarından olan bin
küsur senelik ibadethane gelir. Çoğumuz, Fatih
Sultan Mehmed’in İstanbul’u fethetmesinden sonra
cami haline getirdiği bu muhteşem yapının sadece
ibadethane maksadıyla kullanıldığını zannederiz.
Osmanlı’nın Ayasofya’sı cami olmaktan çok daha ötede
bir kimliğe sahiptir. Çevresine inşa edilen bir
medrese ile okulların yanısıra vakıf ve imaret gibi
diğer
müesseseleriyle beraber devletin önemli bir
kurumudur ve Ayasofya’nın imamları, Osmanlı
protokolünün ön sıralarındadır. Ve, Ayasofya’nın pek
bilinmeyen bir özelliği daha vardır: Avlusuna 16. ve
17. yüzyıllarda inşa edilmiş ama elli seneden fazla
bir zamandan bu yana ziyarete kapalı olan dört ayrı
türbe ile, bir “hanedan
mezarlığı”dır. Avludaki türbelerde üç padişahın
yanısıra çok sayıda şehzade ve sultan yatmaktadır,
türbelerin hemen ilerisinde, Ayasofya’nın kilise
olduğu zamanlarda yeni doğmuş çocukların “dine
giriş” merasimlerinin yani vaftizlerin
yapıldığı“vaftizhane”de iki padişah, her ikisi de
“deli” diye bilinen Sultan Mustafa ile Sultan
İbrahim ve diğer hanedan mensupları son uykularını
uyumaktadır.
Hafta içerisinde, Türkiye’nin önde gelen
tarihçilerinden olan ve Ayasofya Müzeleri’nin de
başkanlığını yürüten Prof.Dr. Haluk Dursun ile,
yarım asırdan fazla bir zamandan buyana kapalı olan
ve birkaç senedir yoğun bir restorasyon faaliyetinin
devam ettiği bu türbeleri gezdik. Mekanların
fotoğraflarını, Fatih Sarıbaş çekti. Ayasofya’nın
bahçesinde padişahlara mahsus üç, şehzadeler için
de bir türbe bulunuyor. Sonraları türbe haline
getirilen ve iki padişahın
defnedildiği vaftizhane ile beraber, türbeler beşe
çıkıyor. Bu türbelerdeki mezarların adedi ise, 142.
İşte, Ayasofya’nın avlusunda restorasyonları devam
eden ve elli
seneden fazla bir zamandan buyana kapalı duran
türbeler ve son uykularını bu türbelerde
padişahlarla beraber uyuyan hanedan mensuplarının
sayıları:
İKİNCİ SELİM TÜRBESİ: Kanuni Sultan Süleyman’ın oğlu
İkinci Selim ile hanımı Nurbanu Sultan için, Mimar
Sinan tarafından 1577’de inşa edildi. Türbede şu
anda padişah ve eşi de dahil olmak üzere 42 sanduka
bulunuyor.
ÜÇÜNCÜ MURAD TÜRBESİ: İkinci Selim’in oğlu Üçüncü
Murad ile karısı
Safiye Sultan için Mimar Davud Ağa tarafından
1599’da tamamlandı. Üçüncü Murad’ın 21 kızı ile
kendisinden sonra tahta geçen oğlu Üçüncü Mehmed’in
tahta çıkar çıkmaz idam ettirdiği 19 kardeşi, son
uykularını burada uyuyorlar. Kim
oldukları bilinmeyen diğer 12 hanedan mensubuyla
beraber, türbede
yatanların sayısı 54’ü buluyor.
ÜÇÜNCÜ MEHMED TÜRBESİ: Üçüncü Murad’ın oğlu Üçüncü
Mehmed tarafından 1608’de Mimar Dalgıç Ahmed’e inşa
ettirildi. Üçüncü Mehmed’in annesi Handan
Sultan ve diğer akrabalarıyla birlikte son uykusunu
uyuduğu türbede 26 kişi yatıyor.
ŞEHZADELER TÜRBESİ: Ayasofya’nın avlusunda 16.
yüzyılda inşa edilmiş olan mekana defnedilmiş olan
şehzadelerin sayıları tam olarak bilinmiyor, ancak
sandukaların adedine bakılarak, burada beş kişinin
mezarının bulunduğu
tahmin ediliyor.
VAFTİZHANE: Ayasofya’nın kilise olduğu devirlerde
“vaftizhane”, fetihten sonra da
“yağhane” olan yerde iki padişah, Sultan Birinci
Mustafa ile Sultan İbrahim, sayıları 12 olarak
tahmin edilen diğer hanedan mensuplarıyla bir arada
yatıyorlar. Vaftizhanedeki mezar sayısı, tam olarak
bilinmemekle beraber 15 civarında
zannediliyor. Ayasofya’nın avlusunda ve
vaftizhanesinde bulunan hanedan
türbeleriyle mezarlar işte bu beş ayrı mekanda yer alıyor ama 130’dan fazla sandukanın kimlere ait
olduğu hala bilinmiyor ve türbelerin esrarı dört
asırdan buyana devam ediyor. Geniş bir alana yayılan
ve restorasyonları çok yakında
tamamlanacak olan türbeler, bir “Türk Ölüm Kültürü”
müzesi haline getirilecek.
Ayasofya’da hem ana binada, hem de avludaki
türbelerde senelerden buyana devam eden restorasyon,
asırlardır gözlerden uzak kalmış bir hazineyi de
ortaya çıkardı: Türbelerden çok sayıda Kabe örtüsü,
Hazreti Muhammed’in
Medine’deki türbesini süsleyen kumaşlar ve bir hayli
17. yüzyıl elbisesi
çıktı. Türk tekstil tarihi bakımından son derece
önemli olan bu objeler,
sandukalar restorasyon için kaldırılırken bulundu.
Tahta sandukaların üzerlerinde asırlardır duran ama
eskilikten parçalanmış halde bulunan kumaş kılıflar
yenileri ile değiştirilmek üzere çıkartıldıklarında,
kılıflarla sandukaların arasında örtüler ve
elbiseler farkedildi. Kabe’nin ve Hazreti
Muhammed’in türbesinin örtülerinin İstanbul’dan her
sene “surre alayları” ile gönderilen yenileriyle
değiştirilmesinden
sonra, eski örtüler İstanbul’a getirilir, burada
büyük bir saygıyla muhafaza edilirler ve bazen
önemli kişilerin sandukalarının üzerine
serilirlerdi. Sandukaların üzerinden örtü
parçalarının çıkması bu adete bağlanıyor, bulunan
elbiselerin ise
sandukaların altındaki mezarlarda yatan hanedan
mensuplarına ait oldukları zannediliyor. Örtüler ve
elbiseler, restorasyonun bitmesinden sonra,
bulundukları yerlerde teşhir edilecekler.
Habertürk, Yazı: Murat Bardakçı, 06.09.2009
|
KÖPEK 15 BİN YIL ÖNCE EVCİLLEŞTİRİLMİŞ

Çatalhöyük
Kazı Başkanı İngiliz Arkeolog
Prof.Dr. Ian
Hodder, köpeğin evcilleştirilmesinin 15 bin
yıl öncesine dayandığını belirtti. Prof.Dr. Hodder,
yaklaşık 100 kişilik ekiple 16 yıldır
Çatalhöyük'te sürdürdükleri kazı
çalışmalarının, sadece dünyadaki arkeologları değil
arkeolojiye ilgi duyan herkesi heyecanlandırdığını
söyledi. 9 bin yıl önce yaşamış insanla ilgili
ayrıntıların pek çok bilim dalını ve sektörü
yakından ilgilendirebileceğini anlatan Hodder,
"Konya'nın Çumra İlçesinde bulunan Neolitik Çağ
yerleşim yeri Çatalhöyük, dünya arkeoloji
çevrelerinde merak uyandıran bir kazı alanı" dedi.
Prof.Dr. Hodder, Orta Doğu ve Akdeniz çanağında ilk
kez insanoğlunun topraktan kap yapmaya başladığı yer
olan Çatalhöyük'ün, ilk kez buğday yetiştirilmeye
başlanması, evlerde dini inançları doğrultusunda
çizilen ve her biri ilkel sanat eserleri sayılan
duvar resimleri ve yabani öküz başlarıyla ön plana
çıktığını belirtti.
Hodder, ayrıca Akdeniz havzasında kap kacak
yapılmaya ilk kez Çatalhöyük'te başlamasının çok
anlamlı olduğunu, bu kap kacak üretimiyle başlayan
ilkel ticaretin medeniyetin belki de ilk adamı kabul
edilebileceğini ifade etti. "Belki de bugün Avrupa
insanının ataları Çatalhöyük'te yaşamıştı" diyen
Prof.Dr. Hodder, şöyle konuştu:
"Çatalhöyük sadece bir kazı alanı olmasıyla değil,
gelişmiş laboratuvarları ve dünyada alanında söz
sahibi uzmanlarıyla fark ediliyor. Aynı zamanda
dünyanın ve Türkiye'nin en prestijli kuruluşlarından
Boeing ve Yapı Kredi, bu kazımıza ana sponsor olmaya
devam ediyor. Burada insanoğlunun dünyadaki
serüvenine ışık tutmayı amaçlıyoruz, önemli de
mesafe aldığımızı düşünüyorum."
Çatalhöyük kazısının 16 yıldır sürdüğünü belirten
Hodder, şunları kaydetti:
"Her çıkan yeni parça bizi çok heyecanlandırıyor.
Burayı, Türkiye'de ilk kez uygulanan ahşap çatı
tekniğiyle adeta açık hava müzesi haline getirdik.
Her yeni bulgu, günümüz modern insanının
bilinmeyenlerine kapı aralıyor. Buraya gelenlerin en
çok sorduğu sorulardan biri '9 bin yıl önce insanlar
hangi hayvanları tanıyor, onlardan yararlanıyordu?'
Köpeğin evcilleştirilmesi 15 bin yıl öncesine
dayanıyor. Çatalhöyük'te ise hayvan evcilleştirmeye
koyundan başlanmış. Ancak köpek yine insanın
yanında, bunu bulduğumuz kemiklerden anlıyoruz.
İnsana bu kadar yakın olan köpek, Çatalhöyük'te de
insanın sadık dostuydu. Vahşi hayvanlardan korunmak
ve sahip oldukları evcil hayvanları güvenle otlatmak
için bu köpeklerden yararlandıklarını düşünüyoruz."
Cnn Türk, 06.09.2009
|
CAMİLER İYİ NİYETLİ CEMAATİN KURBANI

Unkapanı'ndaki
Hızır Bey Camii'nin kalemişiyle
dolu duvarları, kirlendi diye yeşile boyanmış.
Üsküdar Meydanı'ndaki
Mihrimah Sultan Camii,
kablo cenneti gibi. Valide Sultan Camii'nin
şadırvanına ise pimapen takılmış. Cami cemaatinin,
aralarında para toplayarak
'iyi niyetle'
yaptırdığı bu tadilatlar, tarihsel ve
kültürel öneme sahip olan camilerimizi tahrip
ediyor.
Cemaat iyi niyetli. İmam endişeli. Camiyi
aydınlatmak gerek. Hırsızlar için güvenlik kamerası
takmak gerek. Hem kışın soğuk oluyor, ısıtmak gerek.
Sonra şadırvanı tamir etmeli. İmam, namaz sonrası bu
gereklilikleri cemaatle paylaşıyor. İyi niyetli
cemaat kolları sıvıyor. Kazancı yerinde esnaftan
pamuk ellerini ceplerine sokması isteniyor. Tanıdık
elektrikçi geliyor, kabloları bir güzel çekiyor.
Duvarlar kirlenmiş, mahalleden bir boyacı
çağrılıyor, bir güzel boyuyor. Para almıyor. 'Hayrım
olsun' diyor. Olsun da, tarihi camilerin başına ne
geliyorsa bu iyi niyetten geliyor.
Unkapanı'ndaki Hızır Bey Camii
bunun en somut örneklerinden. Eşsiz kalemişiyle dolu
duvarları, "kirlendi" diye önce yeşile boyanmış.
Sonra cemaat para toplayıp caminin içini daha sıcak
tutar diye bir güzel plastik kaplamalarla kaplatmış.
Böylelikle dışarıdan harabeyi andıran tarihi caminin
içi gıcır gıcır olmuş! İyi mi olmuş? Caminin
restorasyonundan sonraki fotoğrafıyla cemaatinin
yaptırdığı halinin fotoğrafına bakarak buna siz
karar verin. Neyse ki, İstanbul'un ilk belediye
başkanı ve Fatih Sultan Mehmet'in en yakın
arkadaşının adını taşıyan caminin akıbeti hayır
olmuş. Restorasyonla ilk günlerine dönmüş. Fakat bu
akıbeti yaşayamayan, cemaatinin iyi niyetinin
kurbanı olan yüzlerce cami var.

Mesela
Mihrimah Sultan Camii. Üsküdar Meydanı'nda.
Vapurdan iner inmez karşınıza çıkıyor. Meydandaki
metro inşaatından sonra restore edileceği
söyleniyor. Fakat Mihrimah Sultan Camii kablolar
cenneti gibi. Tavanını kablolar sarmış. Elektrik
tesisatı için, gizli kamera için eski-yeni
metrelerce kabloyla kaplı her yer. Pencerelerinin
birinden, bildiğiniz kocaman kalın bir demir boru
geçiyor. Pencereye çirkin bir paravan çekmişler.
Giriş kapılarını da demir bloklarla korumaya
almışlar. Zaten duvarları kararmış caminin, içi bu
demir bloklar sebebiyle iyice kararmış. Bütün
bunlara rağmen Mihrimah Sultan Camii'nin durumu
karşısındaki Valide Sultan Camii'nden
daha iyi. Çünkü burada şadırvana pimapen takılmış!
Valide Sultan Camii, Mihrimah Sultan Camii'ne göre
daha aydınlık, çünkü kısmen boyanmış. Ama ne boyama!
(Lütfen fotoğraflara dikkatli bakın.) Tarihi kalemişlerin üzerine gelişigüzel boya sürmüşler.
Allah'tan tamamen kapatmamışlar. Fakat böyle giderse
Hızır Ali Camii'nde ve daha birçok camide olduğu
gibi tamamen de boyanabilir.
Mihraba elektrikli ısıtıcı çakmak, mermerleri
kablolar için delmek, ahşap oyma kapıları, tavanları
yağlıboyayla boyamak... Bunların hepsi iyi niyetle
yapılıyor. Sonra iyi niyetle mahvedilen camiler
trilyonlar harcanıp restore ediliyor. Halbuki imam
ve cemaat, cami kültürü ve bakımı üzerine eğitilse
bunlar yaşanmayacak. Süleymaniye Camii ve birçok
tarihi yapının restorasyonunda yer alan kalemişi
ustası Kaya Üçer, çok sayıda camide
bu hikayelere tanıklık ettiğini söylüyor ve ekliyor:
"Türkiye'de camilerin ve tarihi yapıların küçük
tamirlerinin nasıl yapılacağı hakkında bir çalışma
ve eğitim yok. Ödenek de. İmam sorunu tespit ediyor.
Cemaate söylüyor, onlar da görgüleri, bilgileri
oranında imkanları dahilinde çözüm üretiyor."
Antik kentlerden getirilen mermerlerle inşa edilen
Süleymaniye Camii'nde bile bu mermerler elektrik
kablosu geçirilmek için delinmiş. Kaya Üçer'e göre
imamlara restorasyon ve tarihi camilerin bakımıyla
ilgili eğitim verilmeli. İmamlar da cemaati bu
konuda bilinçlendirmeli.
Camilerde günübirlik çözümlerin üretilmesinin bir
sebebi de çok başlılık. Çünkü böyle tarihi
yapılarla, belediyeler, Anıtlar Yüksek Kurulu,
valilik, bakanlık, vakıflar gibi pek çok kurum
ilgileniyor. Ufak tefek ihtiyaçları için bile bir
sürü prosedür takip edilmesi gerekiyor. Bu da
imamları yıldırıyor. Halbuki imamların ufak tamirler
için bütçesinin olması lazım. Üçer, tamirleri
yapabilecek, uzmanların ve ustaların listesinin
imamlara verilmesini öneriyor. Üçer, özellikle
tarihi camilerin elektrik sistemine bir standart
getirilmesi gerektiğini söylüyor. Namaz vakitlerini
gösteren ışıklı tablolardan günün hadis ve
ayetlerinin yazıldığı tahtalara, afişlere ve
ayakkabılıklara kadar birçok konuda standardın
getirilmesi ve bütünlüğün sağlanması şart.
Kültürel kopukluğun göstergesi
İslam estetiği üzerine kitap yazan
Beşir
Ayvazoğlu, bütün bunların halkın kültürden
koptuğunun göstergesi olduğunu söylüyor. Kültürün,
estetik anlayışın farkında olmadığı için tahrip
ettiğini vurgulayan Ayvazoğlu, "Tarih şuuru ve
kültürel bilgisi olsa camilerin bakımı ve
korunmasıyla ilgili bilenlere soracak. Korumaya
çalışırken bozmayacak." diyor. Ayvazoğlu da tarihi
camilerin imamlarının ve cemaatinin de cami kültürü
ve estetiğiyle ilgili eğitilmesi gerektiğini
söylüyor.
Sayısız yanlış müdahale örneği var. Anlatmakla
bitmez. Eşsiz el işçiliğine sahip kapıyı
yağlıboyayla boyuyorlar. Camiler kontrolsüz. Herkes
kendine göre bir şeyler yapıyor. Küçük tamirler için
geliştirilen bir sistem yok çünkü. Topkapı
Sarayı'nda çalışırken ödenek olmadığı için tamir
yapamadığımız zamanlar oluyordu. Kurşun akıtıyor,
biz bunu çözemiyorduk. Sonra valilikte bir ödenek
oluşturuldu, ihtiyaca göre valinin başkanlık ettiği
bir kurul tamir parası veriyor. Dışarıdan usta ya da
müteahhit getirtilip yapılıyor. Fakat bu da çok
pratik bir çözüm değil. Bence devletin bünyesinde ve
kurumlardan bağımsız bir teknik ekip oluşturulmalı.
Bunlar İstanbul'da bir yerde konuşlanmalı.
Camilerden, tarihi yapılardan ihtiyaç durumunda
aranmalı kablo, boya, tamir gibi herhangi bir küçük
iş için gitmeli ve anında müdahale etmeliler. Ekip,
tarihi yapılar üzerine uzman kişilerden oluşmalı.
Kalem işlerini, boyayı, mermerin özelliğini,
motifleri, ahşabı bilmeli... İçlerinde elektrik,
boya, alçı, ahşapta uzman kişiler olmalı. Başlarında
da sanat tarihinden anlayan bir mimar olmalı. Önce
detaylı bir eğitimden ve stajdan geçmeliler, sonra
işbaşı yapmalılar. Küçük tamirlerde anında müdahale
edebilmeliler. Yoksa bu, iyi niyetli esnafa
bırakılacak bir iş değil. Hem daha ucuz olacağını
düşünüyorum. Sadece İstanbul'daki eserler için değil
Anadolu için de böyle ekip kurulabilir.
Zaman Pazar, Haber: Gülizar Baki, 06.09.2009
|
NEWSWEEK: SINIRLAR AÇILINCA ISSIZ ANİ CANLANIR

Newsweek dergisi,
Kars'taki eski Ermeni krallığı başkenti Ani (Anı)
harabeleri bölgesine hakim olan ıssızlığa vurgu
yaptığı makalede Türk ve Ermeni hükümetlerinin
yakınlaşma çabalarına da dikkat çekerek “Orta çağın
bütün büyük ticari kentleri gibi Ani de, inançların
ve halkların yoğun bir karışımı idi, bir kavşak, bir
buluşma noktası, herkesin eşit durumda olduğu bir
yer. Sınırın açılması ile belki dünyanın bu köşesi,
ıssız bir kör uç yerine, bir kavşak olmaya yeniden
başlar” diye yazdı.
Türkiye ile
Ermenistan arasındaki yakınlaşma, yabancı medyanın
ilgisini çekmeyi sürdürüyor. Son olarak prestijli
Newsweek dergisi, Kars'taki eski Ermeni krallığı
başkenti Ani (Anı) harabeleri bölgesine hakim olan
ıssızlığa vurgu yaptığı makalede Türk ve Ermeni
hükümetlerinin yakınlaşma çabalarına da dikkat
çekerek “Orta çağın bütün büyük ticari kentleri gibi
Ani de, inançların ve halkların yoğun bir karışımı
idi, bir kavşak, bir buluşma noktası, herkesin eşit
durumda olduğu bir yer. Sınırın açılması ile belki
dünyanın bu köşesi, ıssız bir kör uç yerine, bir
kavşak olmaya yeniden başlar” ifadesini kullandı.
Newsweek dergisi,
son sayısında Owen Matthews imzası ile yayımladığı
makalede Kars'taki eski Ermeni krallığı başkenti Ani
(Anı) harabeleri bölgesine hakim olan ıssızlığa
vurgu yaparken bugün bir zamanlar Ermeni kültürü
beşiği olan yerlerde Ermeni kalmadığını belirterek,
“Hayaletlere inanmasam da belki yerlerin ruhuna
inanıyorum ve Ani'de, bugün Türkiye'nin doğusu olan
eski Ermenistan'da eksik olan bir şey var” diye
yazdı. Dergi şöyle devam etti:
“Ancak son dönemde
Türkiye ve Ermenistan hükümetleri, barışma yolunda
el yordamıyla ilerliyor. Türkiye'nin 1915
katliamlarını soykırım olarak kabul etmeyi
reddetmesini, Ermenistan'daki Ermeniler,
diasporadaki Ermeniler kadar önemsemiyor. Yerliler
için asıl önemli olan sınır ticareti, daha ucuz
elektrik, turizm ve günlük hayatının sorunları. Ve
diplomasinin unsurları yerli yerine oturuyor:
dostane bir futbol maçı, bunun kadar dostane bir
iade maç ve cumhurbaşkanları düzeyindeki
ziyaretler.”
Buna karşın “Birkaç
futbol maçı, bir halkın öldürülmesini, anılardan
tamamen silmez. Ancak belki Ani, geleceğin nasıl
görülebileceğinin anahtarını veriyor. Ani'nin en
büyük iki katedrali, Selçuklarca camiye çevrilmeden
Hrıstiyanlığa 70 yıldan az bir süre hizmet vermişti.
Ancak Türk fatihleri, çoğu kiliseleri olduğu gibi,
bu iki kiliseyi de yeni camilerin yanında bıraktı.
Orta çağın bütün büyük ticari kentleri gibi Ani de,
inançların ve halkların yoğun bir karışımı idi, bir
kavşak, bir buluşma noktası, herkesin eşit durumda
olduğu bir yer. Sınırın açılması ile belki dünyanın
bu köşesi, ıssız bir kör uç yerine, bir kavşak
olmaya yeniden başlar.”
Yeni Şafak, 06.09.2009
******
OCAKLI KÖYÜ
HAKLI SORUYOR: ANİ TAMAM DA SU HANİ?

haber dergisi Newsweek'den bir alıntı
vardı önceki gün. "Kars'ta Ani
Harabeleri'nin bulunduğu antik kentin Ermeni
açılımıyla yeniden cazibe merkezi haline
geleceğinden" söz ediliyordu. O bölgede iş gezisinde
olduğum için hemen Ani Harabeleri'ne seğirtiyorum.
Kars'a 42 kilometre ötedeki ören yerine geldiğimde,
harabelerin bulunduğu Ocaklı Köyünün sakinleri
çevremi sarıp şikayet etmeye başlıyorlar.
Dediklerine kulak kabartıyorum, durum inanılır gibi
değil: "Harabelere giden turistler ilk sıkıntıyla
helalarda karşılaşıyorlar. İhtiyaçlarını gidermek
için helaya gidiyorlar ama kapılar kapalı. Mecburen
kapalı tutuluyor çünkü manzara inanılmayacak
derecede feci.
Rehberler uyardığı için
birçok turist yanlarında pet şişeler getirip dere
içlerine veya araziye yayılarak tuvalet
ihtiyaçlarını gideriyor. 'Bir daha harabelere
gelmeyeceklerini' söyleyerek kızgın şekilde
ayrılıyorlar sonra da... Bazıları 'bölgede su
vardır' düşüncesiyle hazırlıksız geliyor. Onlar da
köylünün bile içecek su bulamadığını görüp
şaşırıyor, ardından da harabe ziyaretini bırakıp
önce bakkala gidiyor, mecburiyetten pet şişeyle su
alıyor."
Turistler köylülerin
eşeklerle su taşımalarını da fotoğraflıyor.
Köylüler, "2 kilometre ötede bir su kaynağı var.
Günde 4-5 kez oraya eşeklerle gidip su getiriyoruz.
Kışın kar eriterek su ihtiyaçlarımızı karşılıyoruz
ama yazın perişanız. Kuyudan çıkan su tuzlu. Öyle
tuzlu ki, çelik boruları çürütüyor" diye konuşuyor.
Sabah, Haber: Savaş Ay,
09.09.2009
|
HASANKEYF'DE SON SKANDAL

Çevre Bakanlığı, “Sular altında sadece birtakım tahrip olmuş yapıların bulunduğu ‘Aşağışehir’ kalacaktır” dedi. Uzmanlara göre Hasankeyf’teki tarihi zenginliğin yüzde 60-70’i zaten Aşağışehir’de bulunuyor.
“İnşaatına ekim-kasım gibi başlanır” denilen
Ilısu Barajı’nda şok bir gelişme daha yaşandı.
Hasankeyf topraklarına yayılan tarihi eserlerin
yüzde 60-70’inin “Zaten tahrip olmuş eserler”
denilerek sular altında bırakılmak istendiği ortaya
çıktı.
Konu CHP Gaziantep milletvekili Yaşar Ağyüz’ün
verdiği bir soru önergesiyle gündeme geldi. Ağyüz,
önergesinde, “Ömrü 40-50 yıllık baraj için
Hasankeyf’i feda etmemeyi düşünüyor musunuz?” ve
“Ilısu Barajı’nın yapımına bu nedenlerle karşı
çıkanları, ‘Türkiye’yi sevmeyen, bölge insanının
kalkınmasını istemeyenler’ olarak suçlamanız devlet
ciddiyetinizle bağdaşıyor mu?” diye sordu.
Çevre ve Orman Bakanlığı’ndan gelen cevapta, Ilısu
Barajı’nın bir zaruret olduğu belirtilerek, barajın
iş imkanı ve geçim kaynağı getireceği vurgulandı.
Sular altında kalacak yapılarla ilgili de şu
ifadeler kullanıldı: “Hasankeyf’teki en mühim tarihi
ve kültür varlıklarına sahip olan ‘Yukarışehir’
suları altında kalmayacaktır. Sular altında sadece
bir takım tahrip olmuş yapıların bulunduğu
‘Aşağışehir’ kalacaktır.”
Çevre Bakanlığı’nın yanıtı İTÜ öğretim görevlisi
Prof.Dr. Zeynep Ahunbay’ı şoke etti: “Aşağı
Hasankeyf demek, Hasankeyf’in en az yüzde 60-70’i
demek. Birçok tarihi eser burada bulunuyor. Tahrip
olmuş yapılar da olabilirler ancak bu eserler suya
bırakılmayacak kadar değerlidir. Kale’nin aşağısında
kalan tüm eserler Aşağı Hasankeyf’e giriyor.”
Hasankeyf’i Yaşatma Girişimi sözcüsü Diren Özkan’a
göre ise tarihi eserleri ‘tahrip olmuş’ diye
tanımlamanın bir anlamı yok:
“Eserlerin taşınacağı söyleniyordu. Ancak bu
eserlerin taşınamayacağı anlaşılınca ‘harap olmuş’
şeklinde açıklamalar yapılıyor. Önemli olan
eserlerin restore edilmesidir. Zaten kazılarda çıkan
eserler de tahrip bir şekilde çıkıyor. O zaman hiç
kazı yapılmasın ve eserler gün yüzüne çıkmasın.”
Doğa Derneği Proje Koordinatörü Erkut Ertük de, bu
yapıların ‘tahrip olmuş eser değil, tarihi eser’
olduğunu, mutlaka restore edilerek yerinde
korunmanın sağlanması gerektiğini belirtti.
Ilısı Barajı’nın temeli yaklaşık üç yıl önce
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan tarafından atıldı.
İnşaata kredi sağlayan uluslararası konsorsiyum
bölge halkının iskanı, tarihi eserlerin korunması ve
çevre varlıklarının tespit edilip korunması
konusunda 153 kriter öne sürmüştü. Bu kriterler
yerine getirilmediği için yabancı ülkelerin baraja
vermeyi taahhüt ettiği kredi desteği çekildi. Çevre
Bakanı Veysel Eroğlu geçtiğimiz günlerde “Ilısu”yu
kendi imkanlarımızla yaparız, İnşaat ekim-kasım gibi
başlar” dedi.
Ilısu Barajı yapılırsa
Türkiye nelere veda edecek?
* Mardinike Sahil Sarayı Harabesi
* Zeynel Bey Türbesi ve etrafındaki harabeler
* İmam Abdullah
* Kasımiye semti ve içerdiği harabeler
* Köprübaşı’ndan kaleye giden sokağın nehir tarafı
sahil surlarıyla karışık dükkanlar
* Tarihi köprü ucunun bu sokağa birleştiği yerde
eski şehir kapısı kalıntıları
* Süryani mahallesi ve rahip evi
* El Rızk Camii
* Kilise harabesi
* Sultan Süleyman Camii
* Avlusundaki sondajda kalkolitik seramikler bulunan
Koç Camii
* Han ve Arasta; hana bitişik küçük mescit ve
türbesi
* Kaldırımlı, kanallı sokak ve dükkanlar
* Kızlar Camii l Kızlar Camii güneybatısında 1.
semt külliyesi: Cami, türbe ve dükkanlar
* Kızlar Camii batısında yamaçta setler halinde
kurulu, tepede mağara ve inşaatın kaynaştığı malikane veya dergah kalıntıları
* Bunların kuzeyinde, revaklı avlusu olan 2. semt
külliyesi
* Seramik fırınları ve atölyeleri bölgesi
* Güneybatıdaki konak ve çevre dokusu kalıntıları
* Karşı Yaka (Kuzeybatı/Batman tarafı)
* Mardinike ve kazı evi karşısına düşen büyük mağara
- kilise
* Hamam
* Kale eteğinde, kanyon içinde (Uzundere yolu)
kilise ve hücreleri mağaralar olan manastır
Yukarı Şehir’de olmasına rağmen su altında kalacak
yapılarsa şöyle:
Kale’nin orta kapısı. Büyük Saray’ın güneydoğusunda,
geç devir mezarlığının altındaki muazzam höyük. Bu
höyük asıl sarayın çoğu bölümlerini barındırıyor.
Roma saray kalesi üzerine ve içine oturuyor. Bunun
doğuya (kasabaya) bakan yanında, altta Roma blok
taşları, üstte Artuklu blok taşlarıyla örülü muazzam
bir cephe duvarı ve ortasında büyük bir giriş
bulunuyor. Baraj sularının Küçük Saray tabanına
kadar yükselmesi ve kalenin üzerine oturduğu kayanın
üçte ikisinin sular altında kalması öngörülüyor.
Büyük bir bölümü suya battığında kireçtaşı kaya
kütlesinin çözülmesi hızlanacak ve üstündekilerin
dağılarak yok olması ihtimali yükselecek.
Radikal, Haber ve Fotoğraf: Serkan Ocak,
06.09.2009
|
KERKÜK'TEKİ TÜRK MEZARINA SAYGI
Irak'ın kuzeyindeki
Kerkük kentinin tarihi kalesinin içinde bulunan
Osmanlı mezarlığı, restorasyondan geçirilerek
ziyaretçilere açıldı. Birinci Dünya Savaşı'nda şehit
olan Osmanlı subaylarına ait olan mezarlık, Türkmen
Vakfı ile Irak Türkmen Cephesi (ITC) tarafından
yeniden onarıldı. Kerkük Kalesi'nde düzenlenen
restorasyon açılışına Kerkük ITC İl Başkanı Erşad
Salihi, bir vefa borcu olarak bu Osmanlı mezarlarını
onardıklarını ifade ederek "Bu kalede daha önce
Türkmenler otururdu. Saddam döneminde bu insanlar
zorla buradan indirilerek göç ettirildi. Burada
yüzlerce Türk eseri var. O dönemde İslam'ın
bayrağını yüceltmek için Irak'a gelerek şehit olan
subaylarımız burada yatıyorlar" dedi.
Yeni Şafak, 06.09.2009
|
|
PİŞİRİCİ LAĞIMLARA TESLİM
Dünyada yalnızca Gaziantep'te rastlanan ve bir
zamanlar kentte çok sayıda örneği bulunan
kastellerden geriye kalan 6 kastelden biri olan
tarihi Pişirici Mescidi ve Kasteli, çevresindeki
evlerin kanalizasyon sularından zarar görüyor.
Tarihi Antep evlerinin lağım
sularının bir bölümü, Pişirici Mescidi'nin içine
akmaya başlayınca yaklaşık 800 yıllık tarihi yapının
taşları çürümeye başladı. Özellikle kenti ziyaret
etmek için gelen turistlerin uğrak yeri olan
Selçuklu eserini şimdi kokudan kimse ziyaret
edemiyor.
Gaziantep'in Suyabatmaz
Mahallesi Pişirici Sokak üzerindeki ve su
mimarisinin eşsiz örneklerinden biri olan,
merdivenle inilen yerin
15 metre altındaki Pişirici
Mescidi ve Kasteli'nin içine sızan lağım suları
nedeniyle, tarihi yapının tavan ve duvarları da
aşınmaya başladı. Özellikle yaz aylarında
vatandaşların sıcaktan korundukları mekanın başında
gelen Pişirici Mescidi?ne sızan evlerin kanalizasyon
sularının bir bölümü, mescidin tavan ve
duvarlarından içeriye akıyor. Kanalizasyon suları
pis koku yaymanın yanı sıra duvardaki Arapça
yazılarla Salavat-ı Şerife?ye zarar vermeye
başlarken, yapılan çalışmalara rağmen sızıntının
geldiği yerin tespit edilemediği bildirildi.
Suyabatmaz Mahallesi Muhtarı
Metin Ağalın, Pişirici Mescidi ve Kasteli'nin lağım
sularından kurtarılmasını isterken, defalarca
çalışma yapılmasına rağmen sızıntının bulunamadığını
söyledi.
Ağalın, şöyle konuştu: ''Büyükşehir Belediyesi'ne
bağlı GASKİ Genel Müdürlüğü ekipleri bunun
çalışmasını yaptı. Kanalları açtılar. Bir şekilde bu
suyun nereden geldiğini tespit edemiyorlar, daha
önce böyle bir şey yoktu. Bugün restorasyondan
geçmiş tarihi eser bu şekilde, yani bu çok şaşılacak
iş. Restorasyondan sonra en az 20 defa açıldı, ama
bu şekilde bunu tespit edemiyorlar, anlayamıyorum.
Buraya bu kadar ciddi bir para harcanmış, ama
kanalizasyon suyu sızması nedeni ile kötü durumda.
Bir an önce sızmanın bulunmasını istiyoruz.''
Gaziantep Büyükşehir
Belediyesi Su ve Kanalizasyon İdaresi (GASKİ) Genel
Müdürü Fahrettin Uslusoy ise, mescidin kotunun yerin
bayağı altında olduğunu, normal bir kanalizasyon
kotunun altında bir alanda bulunduğu için çok uzun
zamandan bu yana sızıntıları tespit etmek için uğraş
verdiklerini belirtti.
En sonunda son bir çare
olarak cadde üzerindeki bütün kanalizasyon sistemini
baştan aşağı yenileyip, sağlam bir boru
kullandıklarını anlatan Uslusoy, sözlerini şöyle
sürdürdü:
''Ama yine baktık ki halen
damlamalar devam ediyor. Şimdi bizim bir sıkıntımız
da bunun civarındaki yapıların eski yapı olması,
kendi iç yapılarının alt yapılarının sıkıntılı
olması ve bu yapıların da bir kısmının metruk
vaziyette, ya hiç kullanılmaması, ya da çok az
kullanılması. Şimdi, yavaş yavaş artık bu binanın,
bu civardaki evlerin sahipleriyle görüşüp teker
teker kendi tesisatlarını kontrol ediyoruz. En
azından bu mescidimizin böyle bir olumsuzluğu bir
daha yaşamaması için bu çabayı da sarf ediyoruz.
Mülkiyet hakkından dolayı evlere kendimiz
giremiyoruz. Ev sahiplerini buldukça teker teker
açıp kanalizasyon sistemlerini baştan aşağıya
mescide zarar vermeyecek şekilde, oradaki tabii
güzelliğe zarar vermeyecek hale getirilmesi için
çalışmalarımızı yapıyoruz.''
Pişirici Mescidi ve Kasteli
yetkilisi de, GASKİ Genel Müdürlüğü'nün Vakıflar
Bölge Müdürlüğü ile ortak bir çalışma yürütmek için
harekete geçtiğini söyledi.
Dünyada yalnızca
Gaziantep'te rastlanan ve bir zamanlar kentte çok
sayıda örneği bulunan kastellerden geriye yalnızca 6
tane kaldı.
İçme suyu şebekelerinin ve
buzdolabının olmadığı dönemlerde, günlük yaşamda
önemli yer tutan kasteller, günümüzde yalnızca
çeşmelerden su akmadığı zamanlarda hatırlanan
eserler olarak varlıklarını sürdürüyorlar. Geçmişte
''libas'' diye adlandırılan yer altı su yolları
üzerinde inşa edilen ve 5-10 basamaklı merdivenler
aracılığıyla ulaşılabilen gösterişsiz tarihi yapılar
olan kasteller günümüzde, serin olması nedeniyle
yazın sıcaktan bunalan yaşlıların, sürekli akan
ücretsiz suyu nedeniyle de halı, kilim ya da çamaşır
yıkayan kadınların ilgisini çekiyor.
İçinde tuvalet, banyo,
mescit, dinlenme odası, çamaşırhane gibi bölümlerin
bulunduğu kasteller, bu hizmetlerin karşılanması
yanında yaz sıcağının etkisiyle bozulabilecek gıda
ürünlerinin saklandığı mekanlar olarak ilgi
görüyordu. Kasteller, birçok görevi üstlenmelerine
karşın belki de yer altında yapıldıkları için pek de
dikkati çekmeyen, sanat tarihi terminolojisinde
kendilerine yer bulamayan eserler olarak kaldılar ve
geçen zaman içinde yok oldular.
Gaziantep'te bir zamanlar
onlarcası bulunduğu ifade edilen kastellerden, halen
Şeyh Fethullah, İhsan Bey, Pişirici Mescidi, İmam-ı
Gazali, Ahmet Çelebi ve Kozluca adlarıyla anılan
6'sı ayakta duruyor.
Selçuklu mimarisinin
özelliklerini taşıyan Pişirici Mescidi ve Kasteli
1285 yılında halkın içme ve kullanma suyu ihtiyacını
karşılamak için yapıldı. Yer altı su arklarının
birleşim noktasında kaya oyularak inşa edilen
Pişirici Kasteli'ne daha sonra mescit eklendi.
Kayaların oyularak suyun bölümlere ayrıldığı ve
özellikle asma tavanıyla ünlü Pişirici Mescit ve
Kasteli'ne 28 basamakla iniliyor.
Tarihi yapı, kentin içme
suyu şebekesine kavuşması sonrasında gözden düştü ve
kentteki kültür mirası eserler arasına katıldı. İçinden akan su nedeniyle
özellikle hava sıcaklığının yoğun olduğu yaz
aylarında ilgi gören mescit ve kasteli, günümüzde
erkekler dinlenmek, kadınlar halı, kilim, çamaşır ve
bulaşık yıkamak, çocuklar ise avlusundaki küçük
havuzlara girerek serinlemek için tercih ediyor.
İnsanların susuzluğunu
giderdiği, serinlediği, çamaşır ve bulaşığını
yıkadığı, tuvaletlerin bulunduğu tarihi yapıda, ''Çimeceklik''
denilen duş alma bölümleri de yer alıyor. İç
duvarlarında Salavat-ı Şerife, 12 İmam adı, Ayet-el
Kürsi yazılan Pişirici'de geniş bir de mescit,
oturak yerleri, 8 tuvalet, iki havuz ve yer altı su
kanalları, civar evlerin su ihtiyacını gideren
livaslar (geniş yer altı su kanalları) bulunuyor.
Gaziantep Hakimiyet, 06.09.2009
|
NEVŞEHİR TARİHİ ESER
ZENGİNİ

Nevşehir Arkeoloji
ve Etnografya Müzesi'nde çeşitli uygarlıklara ait 20
bin 450 tarihi eser bulunuyor.
Nevşehir Müze
Müdürü Halis Yenipınar, Kapadokya bölgesinin
Türkiye'nin en önemli turizm merkezlerinden biri
olduğunu belirtti. 1960'lı yıllardan itibaren başta
Topaklı olmak üzere farklı merkezlerde kazılar
yapıldığını ifade eden Yenipınar, buradan elde
edilen tarihi eserlerin düzenli olarak genel
bakımdan geçirildiğini dile getirdi. Yenipınar,
ayrıca vatandaşların getirdiği tarihi eserleri de
satın alarak koruma altına aldıklarını anlattı.
Gülşehir İlçesi'nin
Civelek Köyü yakınlarında ortaya çıkarılan Civelek
mağarasının Kapadokya bölgesinin tarihini MÖ 7000'li
yıllar seviyesine ulaştırdığını aktaran Yenipınar,
neolitik döneme ait pişmiş toprak kapların en eski
eserler olarak
Nevşehir Arkeoloji
sergi salonunda yer aldığını söyledi.
Nevşehir
Arkeoloji ve Etnoğrafya Müzesi'nde ayrıca neolitik
dönemden başlayarak tunç çağı, demir çağı,
Mezopotamya, Urartu, Asur ticaret kolonileri dönemi,
Grek, Hellenistik,
Roma, Bizans,
Selçuklu, Osmanlı
ve erken Cumhuriyet dönemlerine ait 20 bin 450 eser
bulunduğunu söyledi. Bu eserlerin pişmiş toprak kap,
metal bilezik, koku şişesi, cam bilezik, bronz,
gümüş ve altın sikke, obsidiyen taşlarıyla yapılmış
el aletleri, ağırşak, saç iğneleri ve kemikten
oluştuğunu belirten Yenipınar, arkeolojik eserlerin
yanı sıra etnografik eserlerin de müzenin etnografik
teşhir bölümünde sergilendiğini kaydetti. Yenipınar,
vitrin ve sergi alanı eksikliği sebebiyle sahip
olunan tarihi değerlerin ancak 1500'e yakın
bölümünün sergilenebildiğini kaydetti.
Müze kart uygulamasına
da değinen
Nevşehir Müze
Müdürü Halis Yenipınar, uygulama ile birlikte
Nevşehir Arkeoloji
ve Etnografya Müzesi'ne olan ziyaretçi sayısının
arttığını söyledi. Yenipınar, müze kart sayesinde bu
güne kadar iki 500 kişinin müzeyi ziyaret ettiğini
açıkladı.
Haberler.com, 05.09.2009
|
 |
RESTORASYON BİTİYOR
Malatya'nın Battalgazi İlçesi'nde 372 yıllık Silahtar Mustafa Paşa Kervansarayı'nın çevresindeki dükkanlarla evlerin kamulaştırılmasının ardından başlatılan yenileme çalışmaları sürüyor.
2007 yılının sonunda 3 milyon 950 bin YTL'ye ihale edilen restorasyon kapsamında kervansarayın çevresinde bulunan ve kamulaştırılan yapılardan 7 dükkan yıkıldı.
Silahtar Mustafa Paşa tarafından 1637 yılında Battalgazi İlçesinde yaptırılan ve dönemin padişahı IV. Murat'a armağan edilen kervansaray Malatya'daki eski eserler arasındaki önemli mekanlardan biri.
Kısmen harap bir halde bugüne kadar gelen Silahtar Mustafa Paşa Kervansarayı, orta avlulu ve çevresi revak ve hücreli kervansaraylar grubundan. Kervansaray, 5 bin 168 metrekare bir alanı kaplıyor. Dikdörtgen planlı kervansaray, kesme taştan yapılmış; avlusunun çevresinde revaklar ve batı kanadında kapalı bir bölüm bulunuyor. Kapalı bölüm, birbirlerine yuvarlak kemerlerle bağlanmış, dört köşe taş payelerden oluşmuş bir mekan.
Malatya Aktüel, 04.09.2009
|

Antalya Büyükşehir Belediyesi, Hıdırlık Kulesi'nin Türkiye ve Antalya turizmine yeniden kazandırılması için çalışma başlattı.
Kent merkezindeki tarihi dokulara büyük önem veren Büyükşehir Belediyesi, Hıdırlık Kulesi için de çalışmalarını hızlandırdı. Kültür ve Sosyal İşler Daire Başkanı Adem Akyürek, Hıdırlık Kulesi için restorasyon planı hazırladıklarını bildirdi. Akyürek, ''Eylül ayı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu Toplantısı'nda Hıdırlık Kulesi ele alınacak. Daha sonra hazırlanan projeyi Tarihi Kentler Birliği'ne sunacağız ve finansmanı için destek isteyeceğiz'' dedi.
Kule ve civarında restorasyon ve çevre düzenlemesi yapacaklarına değinen Akyürek, bu alanı resim ve heykel sergi salonu olarak kullanmak istediklerini belirtti. Akyürek, Hıdırlık Kulesi'ndeki düzenlemelerin aslına uygun olacağını vurguladı.
Hadrianus Kapısı ve kale surlarında da temizlik ve çevre düzenlemesi yapacaklarını belirten Akyürek, şu bilgileri verdi:
''Tarihi dokunun yaşanılır olması bizim için son derece önemlidir. Şehir merkezindeki tarihi mekanları kent müzeciliği bakımından değerlendirmeyi planlıyoruz. Mini müzeler, sergi alanları ile kent müzeciliğini oluşturmak istiyoruz. Kent merkezinde ziyarete kapalı tarihi mekanların da kilitlerinin sanata ve kültüre açılmasını diliyoruz. Hıdırlık'ta yapacağımız düzenleme ile bu girişimin öncüsü olmak istiyoruz.''
Kemer Gözcü, 04.09.2009
|

|
GALATA MEVLEVİHANESİ 2010 AKB DESTEĞİ İLE DİRİLİYOR
İstanbul’un önemli kültür değerlerinden Galata Mevlevihanesi’nin teşhir tanzim ve çevre düzenleme projelerinin hazırlanması işine ait sözleşme, 2 Eylül 2009 tarihinde Müzeart Müzecilik ve İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı (AKBA) Genel Sekreteri Yılmaz Kurt arasında imzalandı.
Galata Mevlevihanesi için hazırlanacak bu projelendirme kapsamında mevlevi kültürünün zenginliğinin gün ışığına çıkarılması ve Mevlevihane’nin günümüz müzecilik anlayışının getirdiği modern tekniklerle teşhir tanziminin yapılması amaçlanmaktadır. Aynı zamanda hazırlanacak çevre düzenleme projesi ile Mevlevihane’ye ait bahçenin fonksiyonel kullanımı sağlanarak 2010 yılında İstanbul’a gelecek yerli yabancı tüm ziyaretçilere hizmet verecek niteliğe getirilmesi hedeflenmektedir.
1975 yılında müze olarak hizmete açılan Galata Mevlevihanesi Kulekapı Mevlevihanesi olarak da biliniyor. Yüzyıllar boyunca hem musikiyi hem de bilimi aynı potada eritmeye çalışan mevlevihanelerin şehrimizdeki en eski örneği. Burası II. Sultan Beyazıd’ın beylerbeyi olan İskender Paşa’ya ait olan av çiftliği üzerine 1491’de inşa edilmiş.
Sultan III. Mustafa zamanında (1766) yandıktan sonra yeniden yapılmış, sonraki sultanlar zamanında da köklü onarımlar görmüş. Külliye şeklinde yapılmış olan Mevlevihane’de semahane, derviş hücreleri, şeyh dairesi ve hünkar mahfeli, bacılar kısmı, kütüphane, sebil, muvakkithane, mutfak, türbeler ve hazine bulunuyor.
İstanbul 2010, 04.09.2009
|

Finike İlçesi'ne bağlı
Yuvalı Köyü Zengeder mevkisindeki Limyra (Zemuri)
Antik Kenti'nde 40 yıl önce başlatılan kazı
çalışmalarının bu yılki bölümü devam ediyor.
Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Avusturya Arkeoloji
Enstitüsü işbirliğiyle Limyra Antik Kenti'nde 40
yıldır devam eden kazı çalışmalarının bu yılki
bölümünün 36 kişilik bir ekiple 11 Eylül'e kadar
sürdürüleceği kaydedildi. Kazı çalışmaları sırasında
bulunan küçük eserlerin bakım ve onarım
çalışmalarının ise 18 Eylül tarihine kadar
sürdürüleceği ifade edildi. 1 Ağustos'ta başlayan
kazılarda, 20 işçinin yanı sıra arkeolog, epigrafist,
fotoğrafçı, seramikçi, mimarlardan oluşan 16 kişilik
teknik bir kadro görev yapıyor.
Kazı Başkanı Dr. Martin Seyer, gazetecilere yaptığı
açıklamada, 2007 yılında ortaya çıkarılan hamamla
ilgili kazı çalışmalarına bu yıl da devam
edeceklerini belirtti.
Kazının ileriki bölümlerinde bu tarihi eserlerin de
ortaya çıkarılacağını bildiren Dr. Seyer, ''Limyra,
geniş bir coğrafyaya yayılmış büyük ve önemli bir
kent. Kültür ve Turizm Bakanlığı ile işbirliği
halinde kazılarımız önümüzdeki yıllarda da sürecek.
Bölgede, ortaya çıkarılmamış anıt yapılar ve yamaç
evlerinin olduğunu düşünüyoruz'' dedi.
Kazı alanında bulunan eserlerin, teknik ekip
tarafından bakım ve onarımı yapıldıktan sonra
sergilendiğini anlatan Seyer, gün yüzüne çıkarılan
önemli eserlerin bir kısmının bugüne kadar olduğu
gibi, yine Antalya Müzesi'ne gönderileceğini
kaydetti.
Dr. Seyer, bölgenin tarihiyle ilgili şu bilgileri
verdi:
''1969 yılında Alman Arkeoloji Enstitüsü tarafından
başlatılan, sonraki yıllarda ise Avusturya
Üniversitesi ve Avusturya Arkeoloji Enstitüsü
tarafından 10 kilometrelik alanda devam ettirilen
çalışmalar sonrasında tarihi milattan önce 7.
yüzyıla kadar uzanan Limyra kentinin, Likya
Birliği'ne başkentlik yapmış önemli bir ticari
merkez olduğu belirlendi.
Roma ve Bizans döneminde ise piskoposluk düzeyinde
bir dini merkez olarak varlığını sürdüren kentte
ortaya çıkarılan antik tiyatro, anıt yapılar,
hamamlar, kiliseler, kaya mezarları ve sur
duvarları, bölgenin antik tarihini belirleme
açısından zengin bir kaynak oluşturuyor.''
Kemer Gözcü, 01.09.2009
|
30 Ağustos - 5 Eylül 2009
|
"TÜRBE KADAR MÜZE ZİYARETİ YOK"
Kültür ve Turizm
Bakanı Ertuğrul Günay, 'Bizim insanımız türbe
ziyaret ettiği kadar müze ziyaret etmiyor' dedi.
Bakan Günay,
Malatya Arkeoloji Müzesi'nde incelemelerde
bulunduktan sonra gazetecilerin sorularını
yanıtladı.
Bir gazetecinin
Malatya Aslantepe Höyüğü'nde çıkan bazı eserlerin
Ankara'ya götürüldüğünü hatırlatarak, 'Açık hava
müzesi tamamlandıktan sonra bu eserlerin geri
getirilmesi söz konusu mu?' sorusunu yanıtlayan
Bakan Günay, şöyle konuştu:
'Kısmen bazıları
gelebilir. Ben aslında Ankara'ya bugünkünden çok
daha büyük bir müze düşünüyorum. Cumhuriyetin
başkentine gerçek büyük bir uygarlıklar müzesi
düşünüyoruz. Çünkü dünyayı gezip görüyoruz. Bizim
topraklarımızdan götürülmüş eserlerle dünyanın en
büyük müzeleri yapılmış. Halbuki onların esas yeri,
kökü bizim topraklarımız. Fakat bizde o çapta bir
müze yok. Genelde Anadolu'da müze konusunda bir
bilgi eksikliği var. Bizim insanımız türbe ziyaret
ettiği kadar müze ziyaret etmiyor. Bu noktada müze
kart uygulamasını başlattık. Örneğin Malatya'da 500
bini aşmış bir nüfus var, ama ziyaretçiler yeterli
değil. Üstelik de bu müze ücretsiz. Burada bir
kampanya yapmak gerekir.'
Battalgazi
İlçesi'ne
geçerek Ulu Cami, Malatya Kalesi'nin surları ve
Silahtar Mustafa Paşa Kervansarayı'ndaki restore
çalışmalarını da inceleyen Bakan Günay, Silahtar
Mustafa Paşa Kervansarayı'ndaki bazı çalışmaların
aslına uygun yapılmadığını ifade etti.
Günay,
görevlilerden birinin 'Orijinali böyleydi' demesi
üzerine 'Bu işin kolayı, orijinali değil. Orijinal
dokusuyla alakası yok. Başka yerlerde de gördüm.
Burada ocak var ve insanlar ocağı kullanmış ve yan
taraflarda da yatmış. Neden orijinallerini
söküyorsunuz' dedi.
Gazetecilerin
sorusu üzerine Nemrut'la ilgili de kısa bir
değerlendirmede bulunan Bakan Günay, hem Malatya hem
de Adıyaman tarafından ulaşımı kolaylaştıracak
çalışmalar yaptıklarını söyledi.
Günay, şöyle devam
etti:
'Nemrut kadar
insanı etkileyen bir başka yer görmedim. Dünyanın
sayılı örenlerinden, yerleşim yerlerinden biri.
Malatya ve Adıyaman'dan ulaşımın sağlıklı yapılması
ve de karşılama yerlerinin yapılması gerekiyor. Çok
önem vererek dünyaya tanıtmamız gereken yerlerin
başında geliyor.'
Bakan Günay,
Malatya Aslantepe Höyüğü'nde incelemelerde bulunarak
kazı başkanı Prof.Dr. Marcella Frangipane'den bilgi
aldı.
Günay, burada,
Ermenistan'la ilişkilerin gündeme gelmesi üzerine
şunları kaydetti:
'Tarihteki
tartışmayı tarihçilere havale edin gitsin. Benim
dedem senin dedenle kavga etti diye ben bugün hala
kavga etmek zorunda mıyım?' diye konuştu.
Yeni Şafak, 05.09.2009
******
"ELBETTE DÜŞÜNÜYORUZ"

Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay,
Arslantepe Höyüğü'ndeki kazılar sırasında ortaya
çıkartılan sarayın, Açık Hava Müzesi’ne
dönüştürülmesi çalışmalarının hızla devam ettiğini
söyleyerek “2010 yılına kadar tamamlanmış olacak.
Hedefimiz Anadolu’daki ören yerlerinde bütün tarihi
eserleri ortaya çıkartarak gelen turisti Anadolu’ya
çekmek” dedi.
Adıyaman-Nemrut yolu ile ilgili bir soruyu da
yanıtlayan Bakan Günay, “Nemrut, dünyanın ve
insanlığın en önemli eserlerinden birisi.
Adıyaman-Malatya ayrımı gözetmeksizin oradaki
çalışmalarımız devam ediyor. Malatya tarafından
yolların açılması için projeler hazırlandı ve
ihalesi yapıldı. Önümüzdeki yıllarda çok güzel
gelişmeler olacak” diye konuştu.
Sivas’ın Divriği İlçesi’nden helikopterle Malatya’ya
gelen Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay,
beraberinde Vali Ulvi Saran, Belediye Başkanı Ahmet
Çakır, AKP'li Vekiller Öznur Çalık, İhsan Koca,
Mehmet Şahin ile birlikte kültür sarayı inşaatı,
Malatya Arkeoloji Müzesi Etnografya Müzesi,
Battalgazi İlçesi Ulu Cami ve Kervansaray ile
Arslantepe Ören Yeri'nde incelemelerde bulundu.
Arslantepe kazılarını yapan İtalyan Kazı Heyeti'nin
başkanı Prof.Dr. Marcella Frangipane, bakana
çalışmalar hakkında bilgi verdi.
Basın mensuplarının sorularını yanıtlayan Bakan
Günay, 2009 yılı turist sayısında yüzde 1 oranında
artış olduğunu söyleyerek “Temmuz sonu itibarıyla,
geçen yıla göre turist sayısında yüzde 1 artış var.
Normal olarak dünyada yüzde 5 civarında eksilme
bekleniyor. Bazı yerlerimizde yüzde 2-4 civarında
eksilme var. Bazı yerlerde artış var. İstanbul’da
artış var. Örneğin, İtalya, Fransa ve İngiltere'den
gelenlerin sayısında artış var. Kriz dönemini ciddi
bir eksilme olmadan kapanacağını ümit ediyorum.
Hedefimiz, gelen turistlerin hep aynı yerlere değil,
Anadolu’ya çekmek’ dedi.
Yapımı devam eden Kültür Sarayı’na Bakanlığın ödenek
gönderip göndermediği ile ilgili bir soruyu
yanıtlayan Bakan Günay, “Amacımız, yerel yönetimleri
teşvik ederek, onların gücünün yetmediği yerde
destekte bulunmak. İzlediğimiz politika budur. Biz
buraya 2.5 milyon TL ödenek gönderdik ancak asıl
olan yerel yönetimlerin böylesi merkezleri
sahiplenmesidir” diye konuştu.
1992 yılında temeli atılan ve o zamandan bu zamana
tamamlanmayıp çürümeye terk edilen Akçadağ Kültür
Merkezi ile ilgili açıklamalarda da bulunan Bakan
Günay, Anadolu’nun çeşitli yerlerinde ihtiyaç
olmadığı halde siyasi ve güncel kaygılarla temeller
atıldığını belirterek şunları söyledi:

“Akçadağ Kültür Merkezi’nin tamamlanması için
Belediye başkanı ile görüşüldü. Dün yeni bir
protokol yaptık yerel imkanlarla yapılması için.
Bakanlık olarak da gerekli desteği sunacağız.
Geçmişte, planlama yapılmadan, tamamen bölgesel,
siyasal ve güncel kaygılarla kültür merkezleri,
etnografya müzeleri kurulmuş. Milletin parası boşa
harcanmış. Bu para benim cebimden ya da başkanların
cebinden çıkmıyor ki. Restorasyonlar amacına uygun
yapılmamış gelişigüzel paralar harcanmış. Bu
harcanan paralar beytülmalın parası. Biz bu
anlayışla hareket etmiyoruz. Bir bakıyorsunuz kültür
merkezini dolduracak nüfusu olmayan yerlerde
temeller atılmış ancak şehrin göbeğinde ise bu tür
merkezler yok. Anadolu’nun birçok yeri böyle temel
çöplüğüne dönmüş. Ancak biz yine de yüzde 70-80
oranında bitirilmiş yerleri tamamlayacağız.”
Bakan Günay, Arslantepe Höyüğü'ndeki kazı çalışmaları
sırasında ortaya çıkartılan ve dünyanın ilk devlet
sisteminin örneği olan sarayın Açık Hava Müzesi’ne
dönüştürülmesinin yanı sıra Çavuşoğlu Mahallesi’nde
bulunan kilisenin restorasyonuyla ilgili bir soruyu
ise “Hedefimiz gelen turisti Anadolu’nun tüm
kentlerine çekmek. Gelen turist Kapadokya’dan sonra
dönüyor. Kilise, havra, pagan, cami ayırımı yapmadan
bütün eserlerimizi onararak gün yüzüne çıkarmayı
hedefliyoruz. Eski ve yeni tüm eserleri ayrım
yapmadan kazanmayı düşünüyoruz. Türkiye, güvenli bir
kardeşlik ülkesi, barış-bereket ülkesi olduğu zaman
gelen turist Sivas’a, Malatya’ya da Elazığ’a da
Maraş’a da Mardin’e de rahatlıkla gelir. Sözünü
ettiğiniz kiliseye gelince o konuda tam olarak
bilgim yok. Vali burada, belediye Başkanı burada,
Özel İdare, Kültür ve Turizm Müdürlüğü burada.
Söylediğim anlayış çerçevesinde onu da turizmimize
kazandırmamız lazım” diye yanıtladı.
Arslantepe Höyüğü Ören Yeri'nde Kazı Başkanı Prof.Dr. Marcella Frangipane'den bilgiler alan Bakan
Günay, burada basın mensuplarının sorularını
cevaplandırdı. Bir soru üzerine Günay, "Nemrut
Dağı'nda yapılacak çalışmalarla 2 yıl içerisinde
gözle görülür iyileşmeler ortaya çıkacak. Nemrut
Dağı'nı dünyaya daha iyi tanıtmamız gerekiyor.
Nemrut Dağı'ndaki heykelleri orada, yerinde
koruyacaksak, bazı önlemler almamız gerekiyor. Başka
bir yere taşıyıp müze yapmak ve yerine kopyalarını
bırakmak gibi bir fikir var. O konuda bilim
insanları arasında uzlaşma olmadı. Biz de uzlaşma
olmadan bir karar vermiyoruz" diye devam eden Bakan
Günay, "2 bin yıllık ve 2 bin metre yükseklikteki
heykeller mevsim şartlarından yıpranıyor. Mutlaka
koruma yöntemi uygulamamız lazım" dedi.
"Arslantepe Höyüğü ve Açık Hava müzesi civarının
koruma amaçlı İmar planı yapmayı düşünüyor musunuz?"
sorusuna da Bakan Günay “Elbette. Zaten bölge sit
alanı içerisinde. Çevreye de zarar vermeyecek
şekilde gelen turistlerin konaklamaları ve
dinlenmeleri için yapılacak tesislerin çevreye de
zarar vermeyecek şekilde yapılması için
planlamalarımız şimdiden başlamış durumda” yanıtını
verdi.
Battalgazi İlçesindeki tarihi Silahtar Mustafa Paşa
Kervansarayı restorasyon çalışmasını da yerinde
inceleyen Bakan Günay, buradaki restorasyonda bazı
eksikler gördüğünü belirtti.
Günay, “İş yapınca bazı eksikler oluyor. Hiç iş
yapmazsanız hiç hata olmaz. Bazen iş yaparken
hatalar olabiliyor. Biz aramızda paylaşıyoruz.
Mümkün olduğu kadar yapılanları düzeltmeye
çalışıyoruz. Önemli olan yok olmaya yüz tutmuş bir
mekanı ayağa kaldırmaktır. Ki burada o çalışma
yapılıyor” ifadelerini kaydetti.
Tarihi Beşkonaklar'da düzenlemesi devam eden
Etnografya Müzesi'ni gezen Bakan Günay, "Malatya'nın
kronolojisini içeren bir müze yapılmalı. Malatya iki
cumhurbaşkanı yetiştirmiş bir il. Bu konakların
birinde, geçmişten günümüze kronolojik tarihi, yazı
ve eserleri içeren bir müze oluşturulmalı"
ifadelerini kullandı. Malatya'ya yerleşik Devlet
Tiyatrosu kurulması isteğiyle ilgili ise Bakan Günay,
"Malatya'ya Devlet Tiyatrosu'nu kurduk. Yerleşik
olacak. Onun hazırlıklarını yaptık. Personel
taleplerimiz oldu. Haftanın her günü eser
sahneye koyacak hale getiriceğiz" dedi.
Ankara'da yeni bir müze yapmayı planladıklarını
belirten Günay, “Benim hayalim Cumhuriyetin başkenti
Ankara'da Türkiye Uygarlıklar Müzesi yapmaktır.
Fikir çalışması yaptık. Avam proje eşiğindeyiz.
Belki ulusal veya uluslararası bir yarışma da
açabiliriz. Gelecek yıl temel atmayı planlıyoruz”
şeklinde konuştu.
Malatya Haber, 05.09.2009
|
KUZEY ANADOLU'NUN İLK ÇİVİ YAZILI TABLETLERİ
Samsun'un Vezirköprü İlçesi'ndeki Oymaağaç Köyü'nde Hititlerin dini merkezi Nerik'in izlerini bulabilmek için başlatılan Oymaağaç kazılarının Başkanı Doç.Dr. Rainer Czichon, 3 yıldır sürdürülen kazılarda ilk kez çivi yazılı tabletler bulduklarını bildirdi. Doç.Dr. Czichon yaptığı açıklamada, Almanya ve Türkiye'den çeşitli bilim dallarından oluşan ekiple sürdürülen kazıda bu yıl elde edilen en önemli buluntular arasında çivi yazılı tabletler geldiğini söyledi. Czichon, 486 metrekarelik bir alanda gerçekleştirdikleri kazıyla ilgili şu bilgileri verdi: "Üç yıldan beri devam eden kazılarda bu yıl çok önemli buluntular elde edildi. Bugüne kadar Kuzey Anadolu'da Hititlerle ilgili olarak çivi yazılı tabletler bulunmamıştı. Kuzey Anadolu'da ilk kez çivi yazılı tabletler bulduk. Tabletler bize çok şey anlatacak. Oymağaç'ın gerçekten Hititlerin kutsal kenti Nerik olabileceğinin de bir kanıtı olabilir. Bu tabletlerle bunu öğrenme şansımız çok fazla." Buluntu tabletlerin Almanya'dan gelecek uzman bir ekip tarafından incelenerek çözülmesinden sonra önemli bilgiler elde edeceklerine inandıklarını da belirten Czichon, kazılarda başka tabletlere daha rastlanmasını beklediklerini de söyledi.
Birgün, 05.09.2009
|
 |

|
SIRRIPAŞA KONAĞI RESTORASYONA HAZIR
İzmit'ta Hacı Hasan Mahallesi Yeni Çeşme Sokak’ta bulunan 19. yüzyılın ikinci yarısında İzmit mutasarrıfı Sırrıpaşa tarafından yaptırılan, yangın nedeniyle yarısı yok olan Sırrıpaşa Konağı ile ilgili ihale süreci onaylandı ve 1-2 ay içersinde ihaleye çıkarılarak inşaat çalışmaları başlanacak. Bu nedenle Sırrıpaşa konağının çevresi temizlendi.
İzmit Hacı Hasan Mahallesi Yeni Çeşme Sokak’ta bulunan 19.yüzyılın ikinci yarısında İzmit mutasarrıfı Sırrıpaşa tarafından yaptırılan Sırrıpaşa Konağı geçtiğimiz yıllarda bilinmeyen bir neden ile yanmıştı. Yangın sonrasında büyük hasar gören ve kullanılmaz durumda bulunan Sırrıpaşa Konağı, Kocaeli Büyükşehir Belediyesi tarafından kamulaştırıldı. Ardından yarı restorasyon, yarı rekonstrüksiyon projeleri de çizildi. Anıtlar Kurulu tarafından projeleri de onaylanan Sırrıpaşa Konağı'nın Başkan Karaosmanoğlu da ihale ile ilgili sürece olur verdi. 1-2 ay içersinde ihaleye çıkılacak ve ardından inşaat çalışmalarına başlanacak. Orijinal olan kısımlardan 1. katın duracağı, yapılan ölçümlerde giriş katının sağlam olduğu belirtildi. Sosyal kültürel amaçlı olarak kullanılması planlanan Sırrıpaşa Konağı’nın çevresi dün ekipler tarafından temizlendi.
Özgür Kocaeli, 05.09.2009
|
YOL ÇALIŞMASI BİTTİ, KAZI ÇALIŞMASI BAŞLADI
Taşlıgeçit Höyüğü'nde, 4 kilometre yol yapımının ardından kazı çalışmalarına başlandı. İslahiye İlçesi Ağalarobası Köyü yakınındaki Tahtaköprü Barajı havzasında yer alan Taşlıgeçit Höyüğü'ndeki kazı çalışmaları 60 gün sürecek.
İtalya'daki Bologna Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof.Dr. Nicolo Marchetti, Gaziantep Arkeoloji Müzesi başkanlığında yürüttüğü kazının araştırma ve koruma amaçlı olduğunu vurguladı. "Göl sularının tahrip ettiği höyükte yapacağımız çalışma büyük önem taşıyor'' diyen Marchetti, höyüğün MÖ 2000-1600 yıllarını kapsayan Orta Tunç Dönemine ait bir yerleşim yeri olduğunu belirtti. Marchetti, önceki yıllarda İslahiye'deki Tilmenhöyük'te kazı yaptığını hatırlatarak, Tilmenhöyük ile Taşlıgeçit Höyüğü'nün benzer yerleşimler olduğunu vurguladı.
Taşlıgeçit Höyüğü'ne ulaşımda sıkıntı yaşadıklarını ifade eden Marchetti, "Höyüğe ulaşmamızı sağlayacak yol yoktu. Gaziantep Valiliğine başvurarak yol yapılmasını istedik. İsteğimiz kabul edildi ve 4 kilometre yol yapıldı. Bu çalışma için sayın valimize, il özel idaresi yöneticilerine ve kaymakamımıza teşekkür ediyorum. Göl sularının neden olduğu erozyonla tahrip olan höyükte yapacağımız çalışma büyük önem taşıyor. Bu yıl 60 gün süreyle höyükte çalışacağız. Erozyonun neden olduğu tahribat nedeniyle çalışmaların bir an önce tamamlanması gerekiyor" dedi.
Marchetti, kazı çalışmasıyla İslahiye İlçesi'nin ve Gaziantep'in turizm potansiyelini zenginleştirmeyi hedeflediklerini de sözlerine ekledi.
Gaziantep 27 Gazetesi, 05.09.2009
|
 |

|
CUMHURBAŞKANI KAZI ALANINI GEZDİ
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Marmaray Projesi için yapılan kazılarda İstanbul’un tarihini değiştirecek Neolitik-Bizans-Osmanlı ve Cumhuriyet dönemine ait çok önemli 25 bin arkeolojik buluntunun çıktığı Yenikapı’daki kazı alanını gezdi.
Gül, kazı alanını gezmeden önce yetkililerden çıkarılan arkeolojik buluntularla ilgili brifing aldı. Kazı alanına inen Gül, 58 bin metrekarelik alanı kapsayan sahada çıkarılan buluntuları inceledi, yetkililerden bu buluntularla ilgili detaylı bilgiler aldı.
Gül, yapılan kazı çalışmaları sonucunda ortaya çıkan Theodosius Limanı kalıntılarını ve bu limanın hemen yanından çıkarılan 34 gemiden kargosuyla batan bir geminin iskeletini inceledi. Gül, gezinin ardından bu kazılarda ortaya çıkan bulguların önemine vurgu yaparak, “Burda yapılan kazılar bir kez daha dünyaya şunu gösteriyor ki İstanbul’un sadece üstü değil, altı da çok zengin ve görülmeye çok değer. Bu arkeolojik kalıtlar ta neolitik çağa kadar varan çok değerli bulgular. Bunlar İstanbul’un zenginliğine zenginlik katıyor” dedi.
Gül’ün uzun süre incelediği Theodosius Limanı’nın altındaki katmanda İstanbul’un tarihini değiştirecek neolitik çağ MÖ 6500’lü yıllara ait olduğu tahmin edilen 4 insan iskeleti, silahlar, ahşap eşyalar ve kano kürekleri bulunmuştu. Bu keşif İstanbul’un MÖ 667’de Kral Byzas tarafından kurulduğu savını çürüttü.
Vatan, Haber: Seyhan Sevinç, 05.09.2009
|
BİTLİS GEÇMİŞTE DENİZMİŞ

Bitlis'teki mermer ocaklarının birinde,
üzerinde çeşitli deniz canlılarına ait fosillerin
bulunduğu mermer blokları çıkarıldı.
Fosilli mermerleri bulan Genç
Polat Orman Ürünleri ve Madencilik Sanayi Ltd. Şti.
Yönetim kurulu Başkanı Nesim Haspolat, AA muhabirine
yaptığı açıklamada, ''bu fosilli mermerlerin ne
kadar sürede meydana geldiği ve özelliklerinin ne
olduğu konusunda, arkeologlar bölgeye gelip
araştırma yapmalı'' dedi.
Bitlis'teki bir ocakta fosilli mermerin bolca
bulunduğunu ve bu özelliğe sahip mermerin Türkiye'de
henüz bulunmadığını ifade eden Haspolat, şöyle
konuştu:
''Bu tarzda, bu şekillerde fosillerin olduğu mermeri
ben sadece Bitlis'te gördüm. Buralar zamanında deniz
yatağı olabilir. Biz bu mermeri Bitlis yöresinde
buluyoruz. Buralarda deniz, okyanus, nehir yatağı
olduğu kesin. Çünkü bu fosilli mermerler milyonlarca
yıl önce oluşmuş. Bu mermer türünü, kredi
yetersizliği nedeniyle ocağı açamadığım için,
piyasaya sunamadım. Almanya'da havaalanında bu
mermere rastladım. Ancak figürler bu kadar belirgin
değildi. Genellikle istiridye, deniz kabukluları,
deniz yıldızı, kelebek, balık gibi deniz ürünlerinin
bulunduğu taşlara rastlıyoruz. Bunların ne kadar
sürede meydana geldiği konusunda bölgeye arkeologlar
gelerek araştırmalar yapmalı. Buraların çok önemli
bilgi taşıdığını ve bilim adamlarının ilgisini
çekecek özellikle olduğunu düşünüyorum.''
Yüzüncü Yıl Üniversitesi (YYÜ) Fen Edebiyat
Fakültesi öğretim elemanlarından Arkeolog Sinan
Kılıç ise, bu kalıntıların tarihi deniz ''Tetis''in
işareti olduğunu söyledi.
Bu denizin çok büyük ve tarihi bir deniz olduğunu
açıklayan Kılıç, şunları dile getirdi:
''Günümüzden milyonlarca yıl önce, Türkiye diye bir
ülke ortada yoktu. Afrika, Arap Yarım Adası ve
kuzeydeki Kuzey Anadolu Dağları arasında 'Tetis' (Tethys)
Denizi vardı. Günümüzden milyonlarca yıl önce,
dünyadaki tek kıta olan Pangea'nın ayrılmaya
başlamasıyla birlikte, bu deniz ilk iç deniz olarak
ortaya çıktı. Tetis Denizi, tarihi bir denizdir.
Yukarıda bulunan Rusya, Avrupa, İskandinavya,
zamanla Arap Yarım Adası ve Hindistan'ın bulunduğu
kara parçasına yaklaştı. Bu milyonlarca yıl sürdü.
Bu darala darala, büyük dağları oluşturdu. Doğu
Anadolu Dağları, Alpler, Himalayalar böylece ortaya
çıktı. Bu kıtalar hala çarpışmaya devam ediyor. Onun
için hala depremler meydana geliyor. Bu nedenle fay
hatları hala hareketli.''
Güneyde bulunan karaların, kuzeye hala çok baskı
yaptığını açıklayan Kılıç, bu nedenle karaların orta
kısmında kabarmaların meydana geldiğini belirtti.
Bu hareketlerin milyonlarca yıldır sürdüğünü
vurgulayan Kılıç, şöyle konuştu:
''Bu nedenle dağların tepelerinde deniz kabukluları
bulmak çok normal. Dağlar ve kayalar geçmişte deniz
yatağıymış. Bu nedenle çok yüksek kesimlerde deniz
canlılarına ait fosiller görüyoruz. Bu tür
kalıntılar, fosil biliminin ilgi alanına giriyor. Bu
fosilleri incelemeliler. Milyonlarca yıl önceki
Tetis Denizi'nin, ne zaman var olduğu bu fosillerden
öğrenilebilir. Bitlis'teki bu alan da fosil
bilimciler tarafından araştırılmalı. Tetis denizinin
hangi çağlardan bu yana var olduğunu bize bu
fosiller söyler. Bu nedenle Bitlis'te bulunan
fosiller oldukça önemli. Bunların araştırılması
gerekiyor.''
Bitlis Eren Üniversitesi (BEÜ) Öğretim Üyesi Yrd.
Doç. Mehmet Demirtaş ise, Bitlis'in çok eski bir
toprak parçası üzerinde kurulduğunu söyledi.
Demirtaş, ''bu fosiller uzmanlar tarafından
araştırılmalı. Laboratuvarlarda araştırma yapılmalı.
Çünkü milyonlarca yıl önce buralar suyla kaplıydı.
Bu fosiller de onun işareti. Bitlis'te yapılacak
araştırmalar çok değerli bilgilere ulaşılmasını
sağlayabilir'' diye konuştu.
Sabah, 05.09.2009
|
MAYALARIN SIRRINI DNA TESTİ ÇÖZECEK
Guetamala'da Maya uygarlığının hüküm sürdüğü en
önemli şehirlerden olan El Mirador'un sırrı DNA
testi ile çözülecek.
Arkeologların yaptığı kazılarda ortaya çıkan
mızrak ve ok kalıntılarından alınan kan örneklerini
inceleyen araştırmacılar, şehirdeki yaşamın bitme
nedeninin kanlı bir savaş olabileceği ihtimali
üzerinde duruyor. Savaş aletlerinde bulunan kan
örnekleri inceleniyor. Yapılan test sonucunda iki
farklı DNA tipi ile karşılaşılırsa şehirdeki hayatın
bitmesine büyük bir savaşın neden olduğu ortaya
çıkacak.
Hürriyet, 05.09.2009
|
ŞANGHAY'DA
3 TÜRK
9-13 Eylül tarihlerinde Şanghay’da yapılacak Asya Pasifik Çağdaş Sanat Fuarı’na (ShContemporary), Türkiye’den Galeri x-ist, Mehmet Güleryüz ve genç sanatçılar Ansen,
Serkan Adın’ın yapıtlarıyla katılıyor. 30 farklı ülkeden 140 galeri ve 15 binden fazla koleksiyoner, sanatçı, küratör ve izleyiciyi ağırlayan ShContemporary’09, dünya sanat haritasında önemli bir yere sahip
Radikal, 05.09.2009
|
|
BALAT'I DA YIKACAKLAR

Fener,
Balat,
Ayvansaray’da
yaşayan bazı mülk sahipleri, kendilerine
Fatih Belediye Başkanlığı tarafından geçen
ay gönderilen tebligatla evlerinin bulunduğu
bölgenin 2006 yılında
“Yenileme Alanı”
ilan edildiğini ve bu kapsamda yıkılarak otel,
kültür merkezi, kafe, restaurantlara
dönüştürüleceğini öğrendiler. Yenileme projesinin
2007 yılında Çalık Grubu’na ihale
edildiğini öne süren ve evlerini kaybetme riski ile
karşı karşıya kalan semt sakinleri UNESCO’nun
bölgede örnek proje olarak hibe kredi ile restore
ettirdiği 13 evin bile proje kapsamında yıkılacak
olmasına tepki gösteriyorlar.
Evlerinin yenileme projesi kapsamında
yıkılacağından, Tarlabaşı ve Sulukule’de yaşanan
sürecin burada da tekrarlanmasından endişe duyan
Balat sakinleri semtlerine sahip çıkmak için
dernek kurdular.

Henüz resmi
statü kazanmayan derneğin kurucularından tasarımcı
İrfan Pulcu,
Fener Rum
Patrikhanesi’nden Ayvansaray’a kadar uzanan
ön bölgedeki 2 parselin,
Vodina Caddesi’nin
yenileme alanı ilan edildiğini anlatarak “2006
yılında Bakanlar Kurulu’nun aldığı acil kamulaştırma
kararı bizim bölgemizi de kapsıyormuş. Tarlabaşı’nda
alınan karardan 20 gün sonra Fener-Balat-Ayvansaray
bölgesi de yenileme alanı ilan edilmiş haberimiz
yok” diye konuştu. Belediyenin bölgede restorasyon
değil yenileme yapacağını anlatan Pulcu, proje
kapsamına giren alanın yüzde 53’ünün konut olarak
kalacağını yüzde 48’inin ise işlevinin değişeceğini
söyledi. Pulcu “Belediyeden bize ya evinizi ada
bazında kendiniz yenileyeceksiniz ya da bize
satacaksınız dediler. İnşaatlar başlamadan önce
tapularımızı almak istiyorlar” diye konuştu.
Belediyenin projesini halka açıklamamasını eleştiren
Pulcu, “ Ön bölgede tramvay olacakmış. Deniz
doldurularak yol yapılacakmış. Öğrenebildiklerimiz
bunlar” dedi. Derneğin kurucu üyelerinden Çiğdem
Şahin de “Yapmak istedikleri dışarıdan binayı
koruyup içeriden yıkarak blok alanlar yaratarak
inşaat yapmak” diye konuştu.
Cumhuriyet, Haber: Özlem Güvemli, 04.09.2009
|
TARİHİ MEZARLIK TAHRİP EDİLDİ

Eğil İlçesi'nde, yol genişletme çalışması
nedeniyle 600 yıllık mezarlık, Lahit, mezar taşları
ve asırlık ağaçlar yok edildi.
Eğil İlçesi'nde bulunan Zülküf ve İlyas
Peygamberin türbelerinin yolu genişletilerek normal
yol standartlarına kavuşturma gerekçesiyle yapılan
çalışmalar, tarihi eserlerin tahribine ve adeta
tarih katliamına yol açmış bulunmaktadır.
İl Özel İdaresi'nce ihalesi yapılan ve özel bir
firmaya yaptırılan yolun genişletme ve asfaltlama
çalışmalarının denetimsiz, tarihi eserlere özen
göstermeden yapılması vatandaşları ve tarihçileri
çileden çıkardı.
Yaklaşık 200 bin TL harcanacak yolun Ramazan
bayramından önce hizmete girmesi beklenirken, bu
katliama seyirci kalınması tepkiyle karşılandı.
Haberdiyarbakır'a gelen ihbarlar neticesinde, olayı
bizzat yerinde görmek ve tahribatı sizin için
belgelemek istedik. Çarşamba günü öğleden sonra
tarihçi-yazar N. A. İle beraber Eğil İlçesine
gittik.
Eğile varmadan yıllar önce korumaya alınmış olan
ormanlık alanın kaderine terk edildiğini, önemli
mekanların bulunduğu yamaçların hemen yanında
Belediye'nin Kanalizasyon suyunu hiçbir işleme tabi
tutmadan dereye, oradan da Dicle Baraj gölüne
saldığını görerek çok hayıflandık.
Asıl ziyaret amacımız olan ve yol genişletme
faaliyeti esnasında 500-600 yıllık tarihi mezarların
tahribini bizzat müşahede ettik. Tarihi bir kümbetin
yerinde yellerin estiğini, mezarların tam ortasından
ikiye bölündüğünü, tarihi değeri olan lahit, kümbet,
mezar taşlarının tahrip ve yok edildiğini, yokuş
aşağı, molozlarla beraber atıldığını gördük.

Pir-Seyyid Ali Mezarlığı'nın büyük
ölçüde tahrip edildiği, tarihi mezarların ve
ağaçların kökünden söküldüğünü de gördük.
Ajansların bu tahribi görmeyip özel idare ve
yüklenici firmaya övgüler yağdırması da anlaşılır
değildir.
Şimdi yerinde olmayan kümbetin aynısını Eğil
Mezarlığı'nda sizin için görüntüledik ki mukayese
edesiniz.

Keza tahrip edilen mezar Lahit ve
taşlarının benzerlerini de görüntüledik ki mukayese
edilsin ve tahribatın boyutları anlaşılsın.
Haber Diyarbakır, Haber: Sıdkı Zilan,
04.09.2009
|
 |
HER YERDEN TARİH FIŞKIRIYOR
Gaziantep'teki Taşlıgeçit Höyüğü'nde, 4 kilometre yol yapımının ardından kazı çalışmalarına başlandı. İslahiye İlçesi Ağalarobası Köyü yakınındaki Tahtaköprü Barajı havzasında yer alan Taşlıgeçit Höyüğü'ndeki kazı çalışmaları 60 gün sürecek.
İtalya'daki Bologna Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof.Dr. Nicolo Marchetti, Gaziantep Arkeoloji Müzesi başkanlığında yürüttüğü kazının araştırma ve koruma amaçlı olduğunu vurguladı. ''Göl sularının tahrip ettiği höyükte yapacağımız çalışma büyük önem taşıyor'' diyen Marchetti, höyüğün MÖ 2000-1600 yıllarını kapsayan Orta Tunç Dönemi'ne ait bir yerleşim yeri olduğunu belirtti.
Marchetti, önceki yıllarda İslahiye'deki Tilmenhöyük'te kazı yaptığını hatırlatarak, Tilmenhöyük ile Taşlıgeçit Höyüğü'nün benzer yerleşimler olduğunu vurguladı. Taşlıgeçit Höyüğü'ne ulaşımda sıkıntı yaşadıklarını ifade eden Marchetti, sözlerini şöyle sürdürdü: ''Höyüğe ulaşmamızı sağlayacak yol yoktu. Gaziantep Valiliğine başvurarak yol yapılmasını istedik. İsteğimiz kabul edildi ve 4 kilometre yol yapıldı. Bu çalışma için sayın valimize, il özel idaresi yöneticilerine ve kaymakamımıza teşekkür ediyorum. Göl sularının neden olduğu erozyonla tahrip olan höyükte yapacağımız çalışma büyük önem taşıyor. Bu yıl 60 gün süreyle höyükte çalışacağız. Erozyonun neden olduğu tahribat nedeniyle çalışmaların bir an önce tamamlanması gerekiyor.''
Marchetti, kazı çalışmasıyla İslahiye İlçesi'nin ve Gaziantep'in turizm potansiyelini zenginleştirmeyi hedeflediklerini de sözlerine ekledi.
Gaziantep Hakimiyet, 04.09.2009
|
DİVRİĞİ'DE İLK KAZMA

Divriği Ulu Camii ve Darüşşifası Çevre
Düzenlemesi ile ilgili İstimlak Kararı çerçevesinde
ilk kazma, Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın
katılımı ile vurulacak. UNESCO tarafından Dünya
Kültür Mirası Listesi’ne dahil edilen tarihi Divriği
Ulu Camii ve Darüşşifası’nın ayakta tutulması için
sürdürülen çalışmalar kapsamında yapılacak olan
kamulaştırma çalışması 2010 yılı Ocak ayına kadar
tamamlanacak. İl Özel İdaresi tarafından
gerçekleştirilecek olan kamulaştırma çalışmasında 6
bin 500 metrekare arazi ve bu alanda bulunan 51 yapı
kamulaştırılacak. Divriği Ulu Camii ve Darüşşifası
Çevre Düzenlemesi projesinin hayata geçmesi için
kamulaştırılarak yıkılacak olan binalardan ilki
yarın Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın
katılımıyla gerçekleştirilecek. 2010 yılı Ocak ayına
kadar tamamlanması planlanan kamulaştırma
çalışmasının ardından Divriği Ulu Cami ve
Darüşşifası Çevre Düzenleme Projesi hayata
geçirilecek. Ulu Cami ve Darüşşifasının etrafındaki
mülklerin kamulaştırılması için yapılacak olan
harcamalar Sivas İl Özel İdaresi tarafından
karşılanacak.
Anadolu Türk tarihinin en önemli eseri olan
Divriği Ulu Camii ve Darüşşifası’nın Çevre
Düzenlemesi ile ilgili istimlak çalışmalarına
başlanırken bu önemli eser aynı zaman da uydudan
izleniyor. Uydudan izlenen Divriği Ulu Cami ve
Darüşşifası’nın yapı hareketliliği 1 yıl boyunca
kayıt altına alınacak. . Ortaçağ sanatının
Türkiye’deki şaheserlerinden olan 800 yıllık Divriği
Ulu Cami’nin yapısal hareketliliği 1 yıl boyunca
uydudan gözlenirken diğer yandan ise eserin restore
ve rölöve projeleri hazırlanacak.
Sivas Hürdoğan, 04.09.2009
******
BAKAN GÖZETİMİNDE İSTİMLAK VE YIKIM

Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, Sivas
Kongresi’nin 90’ıncı yıldönümü etkinliklerine
katıldıktan sonra Divriği Ulu Camii ve
Darüşşifası’nı ve butik otel olarak restore edilmeye
çalışılan tarihi konaklar ile sokak düzenleme
projesi yapılan semtleri gezdi. Gezdiği konaklardan
Abdullahpaşa Konağı’nı ayrıntılı inceleyen Günay,
basın mensuplarına konağın yeni yıla tamamlanacağını
belirterek, “Bitmezse bana haber verin” dedi.
Şeyhoğlu Konağı’nda yapılan bazı çalışmaları
beğenmeyen Ertuğrul Günay, “Yazık, günah, para
boşuna gitmiş” dedi. Gezisinin ardından Divriği Ulu
Camii ve Darüşşifası’nın çevre düzenlemesi
kapsamında uygulanan istimlak kararıyla yapılan ilk
yıkımı izleyen Günay, burada harita üzerinde
kamulaştırma uygulaması ile ilgili bilgi aldı. Bu
sırada, istimlak kararı gereğince evi yıkılacak bazı
vatandaşlar, Bakan Günay’dan kendilerinin mağdur
edilmemesini istediler. Bakan Günay ise hiç kimseyi
mağdur etmeden istimlak yaparak bu tarihi esere
sahip çıkmayı, korumayı amaçladıklarını söyledi.
Vatan, 05.09.2009
|
GUGGENHEIM 50. YILINI KANDINSKY İLE KUTLUYOR
New York’taki ünlü Guggenheim Müzesi, soyut resmin öncü isimlerinden Vasily Kandinsky’nin retrospektif sergisine ev sahipliği yapacak. 18 Eylül’de açılacak sergi, mimar Frank Lloyd Wright tarafından tasarlanan Guggenheim Müzesi’nin kuruluşunun, Wright’ın da ölümünün 50. yılı dolayısıyla gerçekleştirilen özel etkinliklerin bir parçası. Hayli kapsamlı retrospektif, ünlü Rus sanatçının 1907-1942 yılları arasında yaptığı en önemli 100 eserini bir araya getiriyor.
Sergide yer alan eserler Paris’teki Pompidou Center, Münich’teki Stadtische Galerie, Guggenheim Vakfı ile diğer devlet ve özel müzelerin koleksiyonlarından derlenip toparlandı. Müze yetkilileri, bağışlarından dolayı Moskova’daki Galerie Tretiakov ve Tiflis’teki Ulusal Gürcistan Müzesi’ne teşekkürlerini iletti.
1866’da Moskova’da doğan Vasily Kandinsky, Almanya’da yaşadı ve 1944’te Fransa’da yaşamını yitirdi. Kandinsky, özellikle 20. yüzyılın başında Avrupa sanat ortamının önemli aktörlerinden biri. Kuramcı yanıyla da tanınan Kandinsky, Berlin’deki ‘Mavi At’ akımının içinde yer almış, daha sonra Bauhaus okulunun bir parçası olarak Naziler bu kurumu kapatana kadar orada dersler vermişti. Kandinsky, Naziler tarafından sanatı ‘dejenere’ ilan edilince ülkeyi terk edip Fransa’ya yerleşmişti.
Radikal, 04.09.2009
|
 |
İSKEÇE'DE TARİHİ CAMİ KUNDAKLANDI
Batı Trakya'da, İskeçe
kentinde tarihi Okçular (Toksotes) Camii, kimliği
belirsiz kişi ya da kişiler tarafından kundaklandı.
İskeçe Seçilmiş Müftüsü Ahmet Mete'nin yardımcısı
Ahmet Kral, olayın, köy imamının teravih namazını
kıldırmak için camiye gitmesi üzerine farkedildiğini
söyledi. Yaklaşık 500 yıllık geçmişi bulunan Okçular
Camii'nde, küçük çapta maddi hasar meydana geldiği
belirtildi.
Türkiye Gazetesi, 04.09.2009
|
TARİHİN SESSİZ TANIKLARI

Şanlıurfa'nın tarihi mimari dokusunun önemli bir
kısmını oluşturan abbaralar (kabaltı) zamana
direniyor.
Güneydoğu Anadolu bölgesi illerinin en önemli tarih
detaylarından olan abbaralar, günümüzde dimdik
ayakta duruyor. Yüzlerce güzel ev ve sokaktan oluşan
dokunun önemli bir kısmının bozulmadan günümüze
ulaşmış olmasının turizm açısından büyük bir kazanç
olduğu belirtiliyor. Sivil mimari dokusunun ve
anıtsal mimari dokusunun önemli bir kısmını
koruyarak günümüze ulaşmış ender şehirlerden biri
olan Şanlıurfa'daki kabaltılar dışarıdan kente gelen
yerli ve yabancı turistlerin ilgisini çekiyor.
GAP kapsamında bulunan Şanlıurfa, Adıyaman, Batman,
Diyarbakır, Gaziantep, Kilis, Mardin, Siirt ve
Şırnak'ta toplam 9 kabaltı ve 5 konak kabaltı olmak
üzere toplam 14 kabaltı, Kültür ve Turizm
Bakanlığı'nın mimarlık örneği listesinde yer alıyor.
Şanlıurfa'da birçok sokakta rastlanan, genellikle 5-15
metre uzunluğunda, 1,5-2,5
metre genişliğinde olan çıkmaz
sokaklar konumundaki kabaltılar, mahallenin ana
yolundan ayrılarak daha da bir kişiselleşmiş özel
yollar olarak değerlendiriliyor. Genellikle
bulunduğu yerdeki ailenin adıyla bilinen kabaltılar,
Şanlıurfa'nın en güzel tarih detaylarından biri
olarak görülüyor.
Şanlıurfa'da, çok sayıda tarihi sokak arasında Arabi
Camii, At Pazarı, Çataldaş Meydanı, Güllüoğlu,
Hızanoğlu Camii, Hüseyin Paşa, İrfaniye, Karanlık
Kapı, Madenli, Yorgancı ve Zincirli sokakları yüksek
duvarlarıyla turistlerin büyük ölçüde ilgisini
çekiyor.
Şanlıurfa'daki kabaltılar ile ilgili bilgi veren
Kore gazisi Mehmet Kerimoğlu, "Buralarda eskiden
Ermeniler, Yahudiler, Fransızlar otururdu. Bunlar
hep tarih mirasıdır. Kışın sıcaktır, yazın ise
serindir. Fakat asılları değişiyor. Bir modernleşme
var. Buralar eskiden arabalar için değil, sadece
geçit olarak kullanılmak için yapılırdı. Eskiden
böyle arabalar yoktu. Şimdi arabalar geçerken güçlük
çekiyor. Çünkü eskiden tahta tekerlekli arabalar,
develer ve at arabaları vardı" dedi.
Kabaltıların üzerindeki tarihi dokuların ticaret
merkezlerine dönüştürülerek tarihi dokulara zarar
verildiğini öne süren Kerimoğlu, "Bu evler çok güzel
evler. Şimdi çoğu yerde tarihi evleri restoran,
lokanta ve otel yapıyorlar. Mesela Yusuf Paşa Camii
yanındaki tarihi evlerin hepsi lokanta yapıldı. O
zamanlar karanlıktı, ışık yoktu. Yolun sağına ve
sağına mum yakarlardı. Çünkü insanlar korkardı"
ifadelerinde bulundu.
ABBARA (KABALTI) NEDİR?
Güneydoğu Anadolu Bölgesi'ndeki illerde örgü
teknikleri kullanılarak inşa edilmiş, eğrisel yüzey
ya da yüzeylerden oluşan mimari örgü ögesine abbara
ya da kabaltı denir.
Abbaralar bazen sivri kemerli, basık kemerli veya
yuvarlak kemerli olup, örgü sistemi beşik tonoz,
çapraz tonoz olarak karşımıza çıkar. Evlere girişte
yapılan sahanlıklar, bazen sokak üstlerinde, altta
bir geçit bırakarak yapılmış odalar (abbaralar),
ortak kullanım alanları ile özel kullanım
alanlarının ara kesitlerinde nasıl bir yapılanma
içinde olduğunu gösteriyor. Abbaraların alt kısmı
kamuya, üst kısmının ise mülk sahibinin mülkiyetinde
olduğu belirtiliyor. Abbaralar, yazın sıcaktan
korunulan, kısa bir an için de olsa serinliğinden, gölgesinden
faydalanılan, soluklanılan geçitler olduğu
biliniyor.
Gaziantep Hakimiyet, 04.09.2009
|
 |
BİR MİLYON YILLIK TAŞ BALTALAR
Nature adlı dergide yayımlanan ve ABD'nin prestijli Berkley Üniversitesi Jeokronoloji Merkezi tarafından yapılan araştırmada, bugüne kadar Avrupa'da bulunan taş baltaların 500 bin yıllık, İspanya'nın La Solana del Zamborino ve Estrecho del Quipar kazılarında bulunan baltaların ise 760 bin yıl ila 900 bin yıllık olduğu belirtiliyor.
Makalede, Afrika'da bir buçuk milyon yıllık baltaların bulunduğunu, bu buluşun, Paleolitik dönemde büyük bir teknolojik sıçrama olduğunu ve bu tür baltaların sahiplerine daha fazla hayata kalma şansı sağladığını gösterdiği ifade ediliyor.
Makalede, İspanya'da bulunan taş baltaların da yaklaşık bir milyon yıllık olmasının, Afrika ve Avrupa'da aynı dönemlerde insanların balta kullanmaya başladığını gösterdiği kaydediliyor.
Baltaların yaşı, araştırmayı yapan Gary Scott ve Luis Gilbert adlı bilim adamları tarafından "magnetostratigrafi" adlı teknikle belirlendi.
Araştırmacılar, kullandıkları teknik sayesinde, bu taş baltaların dünyanın kutup magnetik alanındaki son değişim olan 780 bin yıl öncesine, yani üst Pleistosen dönemine ait mineral unsurlar içerdiğini tespit etti.
Bilim adamları, "Üst Pleistosen döneminde kutup alanı ters. O dönemde pusula olsaydı, iğnesi kuzeyi değil güneyi gösterirdi" diye konuştu.
Cnn Türk, 03.09.2009
|
CENNETTEPE, YARI AÇIK MÜZE OLACAK
İzmir Karaburun Yarımadası'nda, İzmir'den yaklaşık 60 km uzaklıktaki Çeşme'nin Ildırı Köyü'nde yer alan Erythrai Antik Kenti'nde, Ankara Üniversitesi tarafından yürütülen kazı çalışmaları 2009 sezonunda üç ayrı bölgede sürüyor. 2007 yılından bu yana Dil Tarih Coğrafya Fakültesi Arkeoloji Bölümü öğretim üyesi Yrd. Doç.Dr. Ayşe Gül Akalın başkanlığında yürütülen kazı çalışmalarından elde edilen mozaikler büyük titizlilikle temizleniyor.
Kazı Başkanı Akalın, bu mozaiklerin bulunduğu Cennettepe bölgesini kısa vadede üst örtüyle korunan, yarı açık bir müze şekline getirmeyi planladıklarını belirtti. Cennettepe'nin önünde bulunan alanı ise kültürel aktivitelerin yürütüleceği bir 'arkeoloji-kültür parkı' olarak sunmayı hedeflediklerini belirten Akalın, "Cennettepe'deki kazı alanında köyün kadınlarıyla birlikte çalışıyoruz. Mozaiklerin temizlenmesinde ve çalışmaların bütününe önemli katkıda bulunuyorlar. Amacımız Erythrai'yi tatil kasabası değil, yaşatılan bir tarih kasabası olarak ülke kültür ve turizmine kazandırmak" dedi.
Yeni Asır, 03.09.2009
|
 |

|
GÜNAY, KRAL MEZARLARI İÇİN MUĞLA'YA GELİYOR
Muğla'nın Ortaca İlçesi'ne bağlı Dalyan'daki Kaunos Antik Kenti'nin uzantısı olan 2 bin 400 yıllık kral mezarlarının doğa koşulları, insan tahribatı ve mezarların yapıldığı kireç taşının dayanıksızlığı nedeniyle yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalması Kültür ve Turizm Bakanlığı'nı harekete geçirdi. Yeni Asır'ın 'Tarih kanser oldu' manşetiyle duyurduğu tahribatın TBMM gündemine de taşınmasından sonra, sorunu yerinde inceleme kararı alan Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, önümüzdeki hafta bölgeye giderek antik kentte incelemelerde bulunacağını bildirdi.
Bakan Günay Yeni Asır'a yaptığı açıklamada, antik mezarların korunmasına büyük önem verdiklerini, Dalyan'a giderek incelemelerde bulunacağını ve bu konuda gerekli adımların atılacağını ifade etti. Kaunos Antik Kenti'nde 1966 yılından itibaren başlayan kazı ve restorasyon çalışmalarına bakanlık olarak verdikleri ödenek miktarının son 4 yılda yüzde 300 artırıldığı bilgisini veren Günay, bütçe imkanları dahilinde bundan sonra da bu desteğin devam edeceğini kaydetti. Bakanlık kaynaklarından alınan bilgiye göre, Kaunos'taki kazı ve restorasyon çalışmaları için 2004 yılında 49 bin 690 TL ödenek ayrıldı. Bu rakam 2005 yılında 56 bin 120, 2006 yılında 80 bin 696, 2007 yılında 132 bin 828, 2008 yılında 219 bin 596 TL'ye yükseldi.
Bakanlığın kazı ve restorasyon çalışmalarına verdiği desteği yıldan yıla artırmasına rağmen kral mezarları çevresel etkiler ve insan faktörü nedeniyle son yıllarda büyük tahribata uğradı. Kaya mezarlarının durumu için "Kansere yakalandı" ifadesini kullanan Kaunos Kazı Heyeti Başkanı Prof.Dr. Cengiz Işık, mezar yüzeyinde büyük korozyon yaşandığını belirtti. Mezarların bu duruma gelmesinde tektonik hareketler, doğa koşulları ve kendi yapısındaki kireç çizgilerinin zaman içinde erimesinin etkili olduğu bilgisini veren Işık, yetkilileri 2003 yılında raporla uyardığını, ancak aradan geçen altı yılda bir önlem alınmadığını söyledi. "Zaman bizden çok daha hızlı ilerliyor" diyen Işık'a göre tahribata yol açan etkenler arasında bölgede etkili olan asit yağmurları ve hava kirliliği de var.
Yılda 300 bini yabancı olmak üzere 700 bin kişinin ziyaret ettiği Dalyan'da bulunan kral mezarları yüzyıllardır ayakta kalarak geçmişin sırlarını geleceğe taşıyor. MÖ 400'lü yıllarda Karyalı ve Likyalı soylu aileler için yapıldığı sanılan, denize yer yer 80 derecelik açılarla yükselen kayalık dağların içleri oyulan mezarlar özellikle yabancı turistlerin ilgisini çekiyor. Arkeologlara göre bu mezarlar Kaunos Antik Kenti'nin zenginliğinin ve gücünün göstergesi. İon tapınağı görünümünde yontulmuş kaya mezarları içinde ölülerin konması için yan yana üç taş sıra bulunuyor.
Yeni Asır, Haber: Zafer Şahin, 03.09.2009
|
SAGALASSOS KAZILARI SONA ERDİ
Burdur'un Ağlasun
İlçesi yakınlarındaki Sagalassos Antik Kenti
kazılarının bu yılki bölümü sona erdi.
Sagalassos Antik Kenti
Kazılarını 19 yıldır sürdüren Belçika Leuven Katolik
Üniversitesinden Kazı Ekibi Başkan Vekili Prof.Dr. Jeroen Poblome, Sagalassos kazılarının bu yılki
bölümüne ilişkin değerlendirmeyi daha sonra
yapacaklarını bildirdi.
Prof.Dr. Jeroen Poblome, ''2009 yılı kazı
çalışmaları ve çıkan eserler hakkında bilgiyi
Belçika'ya döndükten sonra, Leuven Üniversitesinde
yapılacak bir toplantıyla Belçika basınına
açıklayacağız. Kazı çalışmaları hakkındaki bilgiler
daha sonra Türk basınına mail yoluyla iletilecek''
dedi.
Sabah, 03.09.2009
|
|
GÖKDELEN Mİ BEKLİYORDUNUZ?

Birtakım tahrip olmuş
yapılar.” Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu’nun bu
kelimelerle nitelediği yapılar, henüz 10 bin yıllık
tarihi bilinen ve sular altında bırakılmak istenen
antik kent Hasankeyf.
CHP Gaziantep Milletvekili Yaşar Ağyüz’ün Ilısu
Barajı ve Hasankeyf’le ilgili soru önergesine yanıt
veren Eroğlu, Hasankeyf için bu tabiri kullandı.
Ağyüz ve Hasankeyf’i Yaşatma Girişimi Sözcüsü Diren
Özkan ise bu bilimsellikten ve gerçekten uzak
tabirin, projenin meşrulaştırılması için
kullanıldığını vurguladılar.
Ağyüz, Eroğlu’na “Hasankeyf’i sular altında
bırakacak Ilısu Projesi’ni revize etmeyi, 40-50
yıllık baraj için Hasankeyf’i feda etmemeyi
düşünüyor musunuz?” diye sormuştu. Eroğlu ise Ilısu
Barajı ve hidroelektrik santrali (HES) projesinin
yapım zorunluluğu bulunduğunu ileri sürdü. Güneydoğu
Anadolu Projesi’nin kilit halkası olan, enerji ve
sosyal kalkınmanın ‘ateşleyici gücü’ olarak
yansıtılan projenin yapılmasının ‘neden zorunlu
olduğu’ sorusunu ise yanıtsız bıraktı.
Bakan Eroğlu, bununla da sınırlı kalmadı, Ilısu
Barajı ve HES projesi ile Bölge halkının hayat
standardının yükseltileceğini ve Bölge’deki binlerce
insana iş imkanı sağlanacağını savundu. Eroğlu,
mağdur olacak kişi sayısının, iş imkanı bulacak kişi
sayısından kat kat fazla olduğunu unuttu.
Eroğlu bunlarla da yetinmeyip, sular altında kalacak
10 bin yıllık tarihi yapılar için “birtakım tahrip
olmuş yapılar” tabirini kullanarak AKP Hükümeti’nin
tarihi ve kültürel varlıklara gösterdiği değeri bir
kez daha gözler önüne serdi.
Görüşlerine başvurduğumuz, soru önergesinin sahibi
Yaşar Ağyüz, Eroğlu’nun yanıtını “Çok yanlış, ne
bilimsellikle, ne gerçek durumla hiç alakası
olmayan, bu olayı bilmeyen birine karşı verilmiş
ucuz bir cevap” olarak değerlendirdi. Hükümetin ne
pahasına olursa olsun projeyi gerçekleştirmekte
ısrarcı olduğunu belirten Ağyüz, “Müteahhit
konsorsiyum çalışmaya devam ediyor. Revize edilmesi
gerekirken, kültür değerlerinin sular altında
kalmasına göz yumuluyor” diye konuştu.
Hasankeyf’i Yaşatma Girişimi Sözcüsü Diren Özkan,
Hasankeyf’in tahrip olmuş değil, ‘restore
edilebilecek yapılar’ olduğuna dikkat çekti. Böylesi
açıklamalarla baraj projesinin meşrulaştırılmaya
çalışıldığını vurgulayan Özkan, barajın yapılmasıyla
Bölge halkına istihdam sağlanmayacağını söyledi.
“Baraj yapımından 55 bin, 80 bin insan etkilenecek.
Barajda çalışabilecek işçi sayısı en fazla 2 bin
kişi olacak” diyen Özkan, halkın ekonomik durumunun
zaten kötü olduğunu, zorunlu göçle birlikte daha da
yoksullaşacaklarını vurguladı.
Evrensel, Haber: Ceren Saran, 03.09.2009
|
'ÇÖP'ÜN ALTINDAN SARAY ÇIKTI
Topkapı Sarayı'nın altı tarih kaynıyor.
Sarayın birinci avlusunda yer alan gecekonduların
atıklarıyla “çöplük” haline gelen mekanın, ilk
yapımı 4. yüzyıla dayanan ve Aya İrini Kilisesi'yle
organik bağı bulunan “Piskoposluk Sarayı” olduğu
ortaya çıktı. Bu sarayın altında da Pagan dönemine
ait Artemis Tapınağı'nın olabileceği tahmin
ediliyor.
Ayasofya ile Aya İrini arasında kalan tarihi
saray, eski karakol binasının arkasındaki
gecekondular ve bunların atıklarıyla zaman içinde
harap hale gelmiş ve “çöplük”e dönüşmüştü. Ancak,
Sur-u Sultani çevresini düzenlemek için harekete
geçen Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay'ın
emriyle alan, geçen yıl temizlenmeye başlanmıştı.
İstanbul Üniversitesi Güzel Sanatlar Bölümü
Öğretim Üyesi Dr. Ferudun Özgümüş'ün kazı
başkanlığında yürütülen temizleme çalışmaları
sonucunda, daha önce bir hastaneye ait olduğu tahmin
edilen, ancak bazı akademisyenlerce piskoposluk
sarayı olabileceği belirtilen bu tarihi yapı gün
yüzüne çıktı. Kazı Başkanı Özgümüş, iki aylık
hummalı çalışmalar neticesinde burasının Aya İrini
ile organik bağlantısı bulunan bir “Piskoposluk
Sarayı” olduğunu kesinleştirdi.
Özgümüş, yapının, İstanbul'un başkent olmasıyla
beraber ilk defa 4. yüzyılda yapıldığının tahmin
edildiğini söyledi.

Bu tarihi yapıda ilk olarak 1940'lı yıllarda, “çok
bilimsel olmayan yöntemlerle” o dönemki Ayasofya
Müze Müdürü Muzaffer Ramazanoğlu'nun kazı yaptığını
ve burayı Sampson Hastanesi olarak düşündüğünü,
ancak çalışmalarını yayımlamadığını anlatan Özgümüş,
daha sonra Ferudun Dirimtekin'in, Ramazanoğlu'nun
yaptığı kazıları bir dergide yayımladığını dile
getirdi.
Dr. Özgümüş, “Ondan sonra da kimse buraya
dokunmamış. Ramazanoğlu'nun kazı alanında açtığı
çukur da yıllar içinde lağım ve çöple dolmuş,
etrafına gecekondular yapılmış. Bunlar bütün
pisliklerini oraya akıtmışlar ve orada zaman içinde
bir orman oluşmuş, kalıntıların üzeri dolmuştu”
dedi.
Kendilerinin çalışması sonucunda buranın
“Piskoposluk Sarayı” olduğunun kesinleştiğini dikkat
çeken Özgümüş, şunları kaydetti:
“Burası Sampson Hastanesi olarak biliniyordu ama
öyle bir şey değil. Burası kesinlikle bir
Piskoposluk Sarayı. Çünkü, yanındaki Aya İrini
Kilisesi de bir piskoposluk kilisesidir ve Ayasofya
ile birlikte bir bütün olarak düşünülmüştür. Bizim
kalıntılarımızın da Aya İrini ile organik bağı
gözüküyor, ortaya çıkıyor. Buranın Piskoposluk
Sarayı olduğu çok belli. Çok eski bir kalıntı.”
Bahsedilen Sampson Hastanesi'nin ise Sur-u
Sultani'nin dışında kalan bir yerde olduğunu tahmin
ettiklerini belirten Özgümüş, “Turing Misafirevi
denilen bir otelin altında bir takım kalıntılar var.
Soğukçeşme sokakta bir sarnıç var. Herhalde
bunlardan biri hastane binası” dedi.
Piskoposluk Sarayı'ndaki kalıntıların da 4.
yüzyıldan 15. yüzyıla kadar farklılıklar
gösterdiğini anlatan Özgümüş, bu yapının 15. yüzyıla
kadar kullanıldığını, o nedenle kalıntıların farklı
devirler gösterdiğini söyledi.
Kazı Başkanı Özgümüş, Topkapı Sarayı'nın bu
kalıntıların üzerine yapıldığını belirterek, “Bu
yapının Topkapı Sarayı ile bir bağlantısı yok. Hatta
sarayın etrafını çeviren Sur-u Sultani'nin duvarları
Piskoposluk Sarayı'nın tam ortasından geçiyor” dedi.
Surun dışında kalan bölümlerin bazı oteller
tarafından restore edilerek korunduğunu ifade eden
Özgümüş, şöyle konuştu:
“Ama sarayın birinci avlusunda kalan bu kısım (benim
tahminlerime göre) saray binaları, darphane ve sur
yapılırken doldurulmuş. Çünkü elimizdeki eski
gravürlerde, şu an kazı yaptığımız alan dümdüz
görünüyor, kalıntı yok. Osmanlılar zamanında bir
dönem odun ambarı, bir dönem arslanhane olarak
kullanılmış. Hatta, odun tartılan dev kantarları
bulduk.”
Özgümüş, Bakan Günay'ın buranın tekrar ortaya
çıkarılmasına ön ayak olduğunu vurgulayarak, şunları
kaydetti:
“Sayın Bakan buranın görüntüsünden rahatsızdı, ben
de konuyu kendisine anlattım. Kendisi de bu kazıları
yürütmemize izin verdi. Bakan beyin gayretiyle
ortaya çıkmıştır bunlar, çünkü burası yıllardan bu
yana öylece duruyordu. Ama tabii çok destek geldi.
Buradaki 28 kişilik ekip gönüllü çalışıyor, öğle
yemeğimizi Feriye Restoran veriyor. Maddi olarak da
bakanlığın yanında Gür Yapı, İstanbul Rehberler
Odası ve Fest Turizm destek verdi. Tüm bu
desteklerin devam etmesi halinde buradaki kazıları
gelecek yıl tamamlamayı planlıyoruz.”
Buradaki tarihin Piskoposluk Sarayı'nın da ötesine
geçtiğini düşündüklerini ifade eden Özgümüş,
sözlerini şöyle sürdürdü:
“Bu tapınağa aittir demiyorum ama eski Yunan
dönemine ait sütun gövdesi ile Tunç çağına ait
malzemeler de elimize geçti. Enteresan bir yer. Tam
Akropolis'in tepesi. Byzantion iken İstanbul'un
Akropolis'iydi burası. Topkapı Sarayı, zaten bu
Akropolis'in üzerine yapılmıştır. Birçok tapınak
vardı burada. Belki de bizim kazdığımız saray ile
Aya İrini bir tapınak üzerine yapılmış olabilir,
Artemis Lisizonos (Kemer Gevşeten) tapınağı üzerine
yapılmıştı. Çünkü Artemis burası başkent olmadan
önce şehrin koruyucu tanrıçası idi. Hıristiyanlık
öncesi Pagan döneminde, nişanlanan genç kızlar,
bellerine kırmızı şerit takıp, bu tapınağa
geliyorlardı. Bu şeridi burada gevşetiyorlardı.
Böylece evlendiklerinde ağrısız doğum yapacaklarına
inanıyorlardı. İnşallah bu yapıların altında bu
tapınağı da bulacağız.
Ayrıca, Byzantion sikkelerinde ay-yıldızdaki gibi
hilal var. Artemis'ten önce de burada Thrako Frig
kavimlerinin geldiğini bazı kaynaklardan biliyoruz.
Bu yüzden buraya bu gelen kavimlerle birlikte
'Kibele kültü' de gelmiş olabilir. Özellikle Artemis
tapınağının burada, yani Aya İrini Kilisesinin
altında olması, buranın aynı zamanda Artemis'in
öncülü olan 'mater kibele (Frigler'de dağın annesi
anlamında)' ile alakalı bir yer olduğunu
düşündürüyor. Zaten yeni kapı kazılarında ele geçen
bazı buluntularda bu kavimlerin bu şehir Byzantion
olmadan çok önceleri bile burada bulunduklarını
göstermektedir. Biz burada onlara dair kalıntılara
da ulaşılabiliriz.”
Dr. Ferudun Özgümüş, bunun çok önemli bir kazı
olduğuna dikkati çekerek, “İstanbul'da antik
Bizans'ı kazmak çok heyecan verici. Dünyanın en
önemli Akropolis'inde çalışıyoruz. Atina da önemli
ama hiçbir zaman bir imparatorluk başkenti olmadı”
diye konuştu.
Hürriyet, 03.09.2009
|
 |
İMPARATOR AUGUSTUS'UN HEYKEL BAŞI TUVALETTEN ÇIKTI
Denizli'nin en büyük antik kenti Laodikya'nın 7'nci yıl kazılarında Roma Cumhuriyet dönemini sona erdiren "İlk tanrı imparator" Augustus'un heykel başı bulundu. Kazı ekibi, 2 metre yüksekliğinde olduğu tahmin edilen heykelin gövdesini bulmak için çaba gösteriyor. Önceki gün Stadyum caddesindeki Latrina adı verilen tuvalet yapısındaki kazı çalışmalarında Augustus'un heykel başını bulduklarını kaydeden Laodikya Antik Kenti Kazı Heyeti Başkanı Prof.Dr. Celal Şimşek, "Bu eseri görünce çok heyecanlandık. Çünkü bu heykel başı şimdiye kadar Laodikya'da ve dünyada bulunan en kaliteli işçilikte yapılan heykel başı" dedi. Genç Octavius (Augustus), büyük amcası Jul Sezar tarafından evlat edinilmişti. Sezar'ın MÖ 44 yılında öldürülmesinin ardından onun varisi oldu. Augustus adını MÖ 27'de aldı. Cumhuriyet olarak tasarlanmış devletin tek kişi tarafından yönetilmeye uygun hale getirilmesi birkaç yıl sürdü ve Roma İmparatorluğu olarak bilinen yapı ortaya çıktı. 14. yılda ölümü üzerine, Augustus senato tarafından Romalıların ibadet etmeleri gereken bir tanrı ilan edilmiştir.
Sabah, Haber: Ufuk Soyhan, 03.09.2009
|
DEFİNE AVI CANINDAN ETTİ
Habipler piknik alanında bulunan doğal su kuyusunda define bulunduğu yönünde duyum alan 7 arkadaş arama yapmaya karar verdi. Önceden hazırladıkları plan doğrultusunda, söz konusu adrese dalgıç, su motoru, fener gibi ihtiyaç duydukları aletleri getiren kişiler, gece 02.00 sıralarında planlarını uygulamaya başladı.
Kuyudaki su, su motoruyla boşaltıldı. Bedrettin Yılmaz(38) ve Erdal isimli kişi ip merdiven aracılığı ile kuyuya inmeye başladı. Kuyuda gaz olacağını hesaba katmayan kişiler, yaklaşık 20 metre derinliğe inince nefes alamaz duruma geldi. Dışarıda bekleyen 5 kişi Bedrettin Yılmaz'ı belinde bağlı olan ipten çekerek çıkarmayı başardı. Soyadı henüz öğrenilemeyen Erdal isimli genç ise kayalara sıkıştı. Kuyudan arkadaşlarını çıkaramayacaklarını anlayan kişilerden biri itfaiye ve polisi arayarak kuyuya düştüğünü söyledi. Daha sonra da hep birlikte olay yerinden ayrıldı. Polis Bedrettin Yılmaz'ı hastaneye götürmeye çalışan 3 kişiyi gözaltına aldı. Diğer 2 kişi ise gözden kayboldu. Özel Batıbahat Hastanesi'ne kaldırılan Yılmaz yoğun bakıma alındı.
İhbar üzerine olay yerine gelen itfaiye ekipleri, ağaçların arasında bulunan ve etrafı tellerle çevrili kuyunun çevresini fenerlerle aydınlattıktan sonra kurtarma çalışmalarına başladı. Bir itfaiyeci kuyuya oksijen tüpü ile girdi. İçerde kimsenin olup olmadığını öğrenmek için kuyuya giren itfaiye eri yoğun gazdan zehirlenmekten son anda kurtuldu. Kuyuda metan gazının bulunması itfaiye erlerinin işini zorlaştırdı. Bir kaç denemede de başarısız olan ekipler kuyudaki gazın tamamen boşalması için çalışmalara bir süre ara verdi. İtfaiye ekiplerinin kurtarma çalışmaları havanın başlamasıyla yeniden başladı ancak kişinin cesedi henüz çıkarılamadı. Bu arada polis, olay yerinden kaçan 2 kişinin peşine düştü.
Hürriyet, 03.09.2009
|
 |
ANKARA'NIN ZENGİNLERİ SINIFTA KALDI
Kültür ve Turizm
Bakanı Ertuğrul Günay, tasarladığı
projelere kaynak bulamadığını itiraf etti.
“Ankara’nın zenginleri, sanata yatırım anlamında
İstanbul’un zenginlerine göre sınıfta kaldı” diyen
Günay, AKM’yi yıkmak istediğini de söyledi.
Restorasyonu tamamlanan Hamamönü bölgesinde iftar
yemeğine katılan Günay, barış ve kardeşlik mesajları
verdi.
Pramit şeklindeki AKM binasının projesinin de,
inşaatının da çok kötü olduğunu söyleyen Günay, o
binayı yıkıp yerine ‘Büyük Uygarlıklar Müzesi’ni
yapmayı planladığını ifade etti. Bu projenin hep
hayalini kuran Günay, 30-40 bin metrekarelik bir
alanda British Museum, National Art Gallery gibi
müzelerle yarışabilecek bir müze amacında olduğunu
da söyledi. Yaklaşık 10 yıllık bir çalışmanın
gerektiğini söyleyen Günay, müzenin Cumhuriyet’in
100. yılına armağan olacağının altını çizerek
“Böylece Cumhuriyet’i idrak etmiş, içselleştirmiş de
oluruz” dedi.
Ankara’da yeterli kapasitede bir sahne de
olmadığının hatırlatılması üzerine, senfoni ve
opera-bale için 2-3 bin kişilik bir bina projeleri
olduğunu söyledi. Tek bir yapı içinde hem senfoni,
hem de opera-bale sahneleri olacağını söyleyen Günay,
böylece maliyet anlamında büyük tasarruf
edileceğinin de altını çizdi.
Ankara’ya fotoğraf, etnoğrafya ve kent müzesi yapmak
istediğini söyleyen Günay, “Türkiye, kültür-sanat,
tarih gibi alanlarda çok zengin. Örneğin elimizde
çok değerli fotoğraf koleksiyonları var, ama
sergileyecek alan yok. Çok değerli
fotoğrafçılarımızın ve eserlerinin değerini
bilmiyoruz” dedi. Birçok projesi olduğunu, fakat
kaynak bulamadığından gerçekleştirilemediğini
söyleyen Bakan, “Ankara’nın zenginleri, sanata
yatırım anlamında İstanbul’un zenginlerine göre
sınıfta kaldı” dedi.
Hürriyet Ankara, 02.09.2009
|
 |
GİZEMLİ 'STALİN' TÜNELİ ORTAYA ÇIKTI
Moskova'da Çerkizovski pazarı yanında eski SSCB lideri Jozef Stalin'a ait bir tünel bulundu. Konuyla ilgili basına açıklamada bulunan Moskova Belediyesi Baş Mimarı Aleksandr Kuzmin, Çerkizovski pazarının yanında askerlerin 100 metre uzunluğundaki tüneli ortaya çıkardıklarını anlattı.
Tünelin Moskova'nın merkezindeki Kızıl Meydan'ın hemen karşısında bulunan eski Rossiya Oteli'ne kadar uzadığı ve uzunluğunun toplam 15 kilometre olduğu iddia ediliyor. Rus yetkililere göre tünelden zırhlı araç ve tanklar da geçebilir.
Moskova Belediye yetkilisi Kuzmin, ortaya çıkarılan tünelden çok sayıda eski Sovyet dönemine ait sanat eserlerinin de yer aldığını belirtti. Kuzmin tünelle ilgili yaptığı açıklamada, "Askerler tünelden çok sayıda resim sanat eseri de buldu. Mihail Gorbaçov'un son yıllarında ülkenin birçok müzesinde bulunan Sovyet kahramanlarını göklere çıkaran resimler sokağa atılmıştı. Sovyet askerleri de bu resimleri toplayarak 'Stalin' tüneline depolamıştı." dedi.
Stalin, İkinci Dünya Savaşı sırasında Moskova'da gizli yeraltı tünelleri ve gizemli mekanlar yaptırmıştı. 1941 yılında Alman Nazi birlikleri Moskova'nın yakınlarına kadar geldikleri sırada Stalin başkenti terk edip, başka bir bölgedeki sığınakta yaşamayı düşündüğü, daha sonra bundan vazgeçtiği belirtiliyor.
Sabah, 02.09.2009
|
ÇATALHÖYÜK'TE İLK KEZ 2 KATLI BİR EV ÇIKTI

Stanford Üniversitesi öğretim üyesi, Çatalhöyük Kazı
Başkanı Prof.Dr. Ian Hodder, kazı çalışmalarında bu yıl
önemli buluntular çıktığını, ilk kez iki katlı evler
tespit ettiklerini söyledi.
Hodder, kazı
çalışmasının ana sponsorlarından Boeing'in
düzenlediği basın gününde, gazetecilere önce
Çatalhöyük kazı alanı yanında bulunan binaların
atölye bölümünü tanıttı. Burada Çatalhöyük'ten resim
ve motif örneklerini gazetecilere gösteren Hodder,
ardından, üzeri yurt dışından getirilen özel ahşap
örtüyle kapatılan kazı alanını gezdirdi. Dünyada
arkeoloji çevrelerinde önemli şöhrete sahip olan
Çatalhöyük'teki kazı çalışmalarının kendisinin
başkanlığında 16 yıldır sürdürüldüğünü anlatan
Hodder, bu yıl da yazın başından itibaren
gerçekleştirmekte oldukları kazı ve laboratuvar
çalışmalarında ilginç bulgulara rastladıklarını
anlattı. Prof.Dr. Hodder, kazı çalışmalarının 17.
yılında höyüğün güneyinde ilk kez farklı bir ev
yapısı tespit ettiklerini söyledi. Bugüne kadar,
içinde boğa başları ve çeşitli süs eşyaları, ocak ve
iskeletler bulunan tek katlı evler kazdıklarını
ifade eden Hodder, ilk kez iki katlı evler
bulduklarını vurguladı.
Prof.Dr. Hodder,
"Çatalhöyük'te 3 ayrı ana noktada kazı çalışmalarını
yapıyoruz. Çalışmalarımıza 22 ülkeden 120'den fazla
arkeolog ve uzman katılıyor. Burada, Selçuk
Üniversitesi başta olmak üzere Türkiye'deki çeşitli
üniversitelerden de öğrenci ve öğretim üyeleri görev
alıyor. Günümüzden 9 bin yıl önce burada yaklaşık 8
bin kişi yaşıyordu. Buraya yerleşen insanlar,
birbirine bitişik, köy evlerinde olduğu gibi kapısı
çatıda bulunan kerpiç evlerde oturuyorlardı. Bir
bölümdeki evlerin de yanmış olduğunu gözlemledik. Bu
yanık alanda, evler zaman içinde yıkılıp toprak
düzeltilerek üstüne yeniden bina yapıldığı için,
sadece bir dönemdeki evlerde yangın izleri
görülüyor.' dedi.
Şu an Boeing ve
Yapı Kredi sponsorluğundaki Çatalhöyük kazısının çok
uzun yıllar devam edeceğini anlatan Hodder,
Çatalhöyük'ten çıkan ünlü ana tanrıça heykelciği
gibi eserlerin inşa edilecek Çatalhöyük Müzesi'nde
sergilenmesinin planlandığını, önce bu müzenin
höyüğün yanı başında inşa edilmesinin gündemde
olduğunu, şimdi ise Konya kent merkezinde yapılması
fikrinin ağırlık kazandığını sözlerine ekledi.
Yeni Şafak, 02.09.2009
|
HEYKELİN TAŞLARINI KÖMÜR SANIP ÇALDILAR
Zonguldak’ın Kozlu beldesinde, ocakta kazı yapan
madencinin tasvir edildiği heykelin ayak ucundaki
siyaha boyalı taşlar kömür zannedilerek çalındı.
Çalışırken ölen madencilerinin anısını yaşatmak
amacıyla 1995’te Ankara’da bir firmaya heykeli
yaptırdıklarını anlatan Kozlu Belediyesi Başkan
Yardımcısı Hüseyin Yılmaz, şöyle dedi: ‘’2004’te
elinde kazma tutan madencinin üretimini anlatmak
içinde ayak ucuna gerçek taş kömürü parçaları
yerleştirdiğimiz 50 kilo kömür çalındı. Bunun
üzerine siyah boyalı taşlar koyduk. Sanırım bazı
kişiler bunları da kömür zannederek çalmış. şu anda
heykelin kompozisyonu eksik kaldı. Yeniden siyaha
boyalı taşlar hazırlayarak heykele yerleştireceğiz.
Bunların kömür olmadığına yönelik uyarı levhası da
hazırlayabiliriz. Olayla ilgili polise herhangi
şikayette bulunmadık.’’
Birgün, 02.09.2009
|
|
RESTORASYONLA ORTAYA ÇIKAN GERÇEK

Mevlana Müzesi'nde
3 yıl sürecek çok kapsamlı bir restorasyona
başlandı. Çalışmanın ilk bölümünde, çilehanelerin
kapılarının bilinenin aksine baş eğmeden
girilemeyecek kadar küçük değil, bugünkü kapıların
ölçülerine yakın olduğu anlaşıldı.
Konya Müze
Müdürlüğü yetkililerinden aldığı bilgiye göre,
içinde Mevlana, ailesi ve bazı dervişlerin
sandukalarıyla o dönemden kalan tarihi eserlerin
bulunduğu Mevlana Müzesi, Topkapı Sarayı'ndan sonra
en fazla ziyaret edilen müze durumunda ve 'Kubbe-i
Hadra' olarak isimlendirilen yeşil kubbesiyle ünlü.
1926 yılından bu
yana kapsamlı bir restorasyon görmeyen içinde tarihi
binaların da bulunduğu müze kompleksinde, hazırlanan
proje doğrultusunda bugüne kadar ki en büyük
restorasyon başladı.
Restorasyon
çalışmalarında, müze ziyaretlerini aksatmayacak
şekilde, ilk olarak ana girişin solunda kalan, 18
çilehanenin bulunduğu tarihi yapı ele alınıyor.
Derviş hücrelerinin avluya bakan kısmı, çalışmalar
kapsamında brandalarla kapatıldı.
Yapılan
çalışmalarda, bu hücrelerden bazılarının orijinal
zeminine ulaşıldı. Zeminin orijinalinin Sille
taşıyla döşeli olduğu tespit edildi. Avlu bölümünde
de aynı taşlardan döşeli olduğu anlaşıldı.
Müze Müdürlüğü
yetkilileri, derviş hücrelerinin Mevlana ve
Mevleviliğe ilgi duyanlar için çok merak edilen bir
yer olduğunu belirterek, şunları kaydettiler:
'Şu an iki derviş
hücresinde tabana ulaştık. Çilehanelerin kapılarının
daha önce anlatıldığı gibi eğilerek geçilecek
şekilde değil, bugünkü kapıların ölçülerinde olduğu
anlaşıldı. Çünkü kapıların alt zeminine kadar indik.
Bu seviye, bugünkü zeminin 20-30 santimetre altı.
Derviş hücresinin kapılarının yüksekliklerinin,
yaklaşık 1,80-1,85 metre olduğunu tespit ettik. Bu
çile odalarının pencerelerinin de normal bir evin
pencere ölçülerine sahip olduğunu belirledik. Bu iki
derviş hücresi bize bu bilgileri veriyor. Oysa,
nefis terbiyesi ve olgunluğa erişme için çile
çekilen bu hücrelerin kapılarının, ancak bir insanın
eğilerek geçilebileceği büyüklükte olduğunu tahmin
ediyorduk, birçok kaynakta da bu şekilde yazıyordu.
Bu 2 hücre, kanıyı değiştirdi. Geri kalan 16 hücre
zemininin de açılmasıyla bu bilgi tam anlamıyla
teyit edilmiş olacak.'
Ayrıca,
çalışmalarda ilk kez 18 çilehaneyi arkadaki Çelebi
Konağı'na bağlayan yeni bir giriş kapısı da bulundu.
Selçuk Üniversitesi Mevlana Araştırma ve Uygulama
Merkezi Müdürü Yrd. Doç. Nuri Şimşekler, çilenin,
Mevleviliğin yüzyıllarca süren en önemli eğitim
aşamasını oluşturduğunu söyledi.
1001 gün çilenin
aslında o dönem koşullarında dikkate alınması
gereken bir eğitim tekniği olduğunu ifade eden
Şimşekler, şunları kaydetti:
'Konya'daki Mevlana
Dergahı, sayıları Osmanlı döneminde 140'ı aşan
mevlevihanelere dervişlerin (dede) yetiştirildiği az
sayıda mevlevihaneden biridir. Mevlevi kültürü ve
katı kurallara bağlı bu eğitim sürecinin,
Mevlana'nın oğlu Sultan Veled'in zamanında oluştuğu
biliniyor. Dergahta nefsine ağır gelen çeşitli
uygulamalara tabi tutulan ve adına can denen bu
kişiler, 3 gün ya da 18 gün boyunca buradaki
hücrelerde kalıyor, hiç kimseyle görüşmeden ve
tefekküre dalarak burada çile çıkartıyordu. Burada
1001 gün eğitim gören ve çile çeken her cana, bir
dede eşlik ediyor, onun eğitiminde maddi ve manevi
kılavuzu oluyordu. Okuma yazmayı, Kuranı Kerim'i
tecvitli okumayı, Arapça ve Farsça'yı okuyup
anlamayı öğrenen, belli bir nefsi olgunluğa erişen
kişi, dede unvanını alarak başka mevlevihanelerde
görevlendiriliyordu.'
Yeni Şafak, 02.09.2009
|
BU KADAR CESARETE PES!

Türkiye’nin en çok ziyaret edilen müzesi olan
Topkapı Sarayı’nda güvenlik elemanı olarak
çalışan Ali Gezer adlı bekçinin saray bahçesinde
Hint keneviri yetiştirdiği belirlendi. Kültür ve
Turizm Bakanlığı konuyla ilgili olarak
soruşturma başlatırken, Gezer hakkında suç
duyurusunda bulunuldu. Daha önce de ismi birkaç
olaya karıştığı için geçici görevle uzaklaştırılan
Gezer’in emeklilik dilekçesi verdiği bildirildi.
Denize bakan 2. Avlu’nun yan tarafında, sera
bölümünde saksı içinde Hint keneviri gören saray
bahçıvanı durumu yönetime bildirdi. Yapılan
araştırmada bitkinin Ali Gezer’e ait olduğu
belirlendi. Gezer hakkında tutanak tutulurken, durum
polise bildirildi. Kültür ve Turizm Bakanlığı da
idari yönden soruşturma başlattı. Gezer emekliliğini
istedi. Bu olay güvenlik zafiyetini ortaya çıkardı.
Daha önceki olaylarda güvenlik personelinin
yetersizliğine dikkat çekilmiş, ancak yeterli
girişimde bulunulmamıştı.
İstanbul Adliyesi’nde ifade veren Gezer, 21
Ağustos 2009’de sarayın kurşunluk bölgesinde iki
saksı içinde Hint keneviri bulunduğunu anlattı.
Gezer, bitkileri kendisinin ektiğini ancak Hint
keneviri olduğunu bilmediğini savundu. Güvenlik
amirinin bitkileri söküp müdürün odasına götürdüğünü
belirten Gezer, bitkilerin Hint keneviri olmadığını,
tohumun Hint keneviri çıktığını öne sürdü. Kendisine
saray içinde kasten Hint keneviri yetiştirdiğine
dair tutanak imzalatıldığını kaydeden Gezer, tohumu
yemcilerden aldığını öne sürdü. Gezer, mevcut delil
durumu ve suçun ceza süresi nedeniyle serbest
bırakıldı. Müze Müdür Yardımcısı Gülendam Nakipoğlu,
Gezer’in köklerin kendisine ait olduğunu ve denemek
amacıyla diktiğini söylediğini belirtti.
Sarayda Eylül 1999’da elyazması Kelam-ı Kadim isimli
Kuran meali, Haziran 2007’de tarihi eserler
çalınmıştı. Temmuz 2007’de de içeri giren bir hırsız
3 adet çiniyle yakalanmıştı.
Topkapı Sarayı Müzesi
Başkanı Prof.Dr. İlber
Ortaylı konuyla ilgili olarak şöyle konuştu: “Ot
yetiştirdiğini tespit edip emekli etmişler. Maalesef
ayaktakımından güvenlik yaparsan böyle olur.
Özelleştirmeden sonra Türk
Telekom’dan atılanlar müzede güvenlik elemanı
oldu. 2 bin lira da maaş alıyorlar. Sarayın
güvenliği bunlara emanet. Ama komando getirseniz ne
yapacak? Bekçinin ailesi bilmiyordu. Şimdi onlar da
öğrenecek. Emekli de olamayacak.”
Çiçek ve yaprakları kurutularak
sigara şeklinde sarılıp
esrar olarak içilen bir bitki olan Hint
keneviri,
Tarım Bakanlığı’nın izniyle ekilebiliyor.
Tohum olarak ekilen Hint keneviri, çiçek
şeklinde fidan oluyor. Çiçeği açtıktan sonra
yaprakları ve çiçeği toplanarak
uyuşturucu madde yapımında kullanılıyor.
Milliyet, Haber: Ömer Erbil, 02.09.2009
******
İLBER ORTAYLI NE İŞ YAPAR?
Tarihçiliğine lafım yok.
İlber Ortaylı insanı
hayrete düşüren hafızası, engin bilgisi ve huzur
veren sesiyle bize tarihi sevdirdi. Buna kimsenin
itirazı yok. Benim itirazım Ortaylı'nın Topkapı
Sarayı Müzesi Müdürü olarak ne iş yaptığı...
Ortaylı saraydaki şarap krizinden sonra aynen
şunları söylemişti: “şirketin yöneticilerinin Milli
Virtüözümüzün sarayın önündeki Çaykovski konserinden
anladıkları demek ki sadece şarapmış. şarabı alıp
çayıra yayılacaklar. O zaman mangal yapanları niye
eleştiriyoruz ki.”
Yani Ortaylı özetle “Müdürü olduğum sarayda
düzenlenen etkinliğin kapsamından ve şarap
içildiğinden haberim yok” diyordu.
Gelelim asıl bombaya. Önceki gün güvenlik elemanı
Ali Gezer'in Topkapı Sarayı'nın bahçesinde Hint
keneviri yetiştirdiği ortaya çıktı. Ben sarayda
şaraba karşı çıkan Alperenler için “IV. Murat da
içmiştir bilmem kim de içmiştir” diyen Ortaylı'nın
hint keneveri vakası için de “Efendim o sarayda ne
alemler yapıldı, açtırmayın şimdi benim ağzımı”
demesini beklerken olaya bu kez toplumsal bir sorun
olarak yaklaştı: “Ot yetiştirdiğini tespit edip
emekli etmişler. Maalesef ayaktakımından güvenlik
yaparsan böyle olur. Özelleştirmeden sonra Türk
Telekom'dan atılanlar müzede güvenlik elemanı oldu.
2 bin lira da maaş alıyorlar. Sarayın güvenliği
bunlara emanet. Ama komando getirseniz ne yapacak?”
Özetle Ortaylı müdürü olduğu saraydaki güvenlik
görevlilerinden de bi haber. “Güvenlik görevlilerini
de o mu seçsin” dediğiniz duyar gibiyim, haklısınız.
Benim her iki olayda da dikkatinizi çekmek istediğim
nokta Ortaylı'nın görev alanına giren konularda
kendini eleştiriyor olması.
Müdür nedir?
Geminin kaptanıdır.
Gemiyi en son terk eden, en küçük hatada dahi
sorumluluğu üstlenen kişidir.
Belki de birileri Ortaylı'ya “Abi seni Topkapı
Sarayı'na padişah yaptık, takıl kafana göre” dedi. O
da kendini padişah sanıyor. Baksanıza şu
benzetmelere: Hint keneviri yetiştiren güvenlik
görevlisi için ‘ayak takımından', saraya taarruza
geçenler Alperenler için de “Bab ı humayun'u bile
geçemediler. Topkapı sarayı tarihinin en başarısız
protestosu diyebiliriz” dedi.
Ortaylı'nın bu adli vakalarda bile bıyık altından
gülerek yaptığı açıklamaları dinlemek büyük zevk ama
üniversitede yoğun bir ders programı olan,
televizyonlara program hazırlayan, arada harika
kitaplara imza atan birinin Topkapı Sarayı'na
ayıracak vaktinin olduğuna inanmıyorum.
Belki arada kahve içmeye gidiyordur o kadar.
Topkapı Sarayı ve diğerlerinin acilen gerçek
müdürlere ve maddi kaynaklara ihtiyacı var.
Müzecilik ciddi
bir iş
Yurtdışında saray ve müzeleri gezenler bilir.
Herhalde en iyi de İlber Ortaylı bilir.
Nasıl anlatsam ki...
Oralarda müzecilik anlayışı tarihi bir eseri camdan
çerçeveye alıp, altına küçük bir not düşmekten
ibaret değil.
‘İnteraktif müze' diye bir şey var.
Göze, kulağa hatta burna hitap eden müzecilik
anlayışı bu. Londra'da bir savaş müzesinde 2. Dünya
Savaşı'ndan kalma bir denizaltıyı geziyordum. Bir
kapak var ve üzerinde “Üç ay yıkanmayan denizaltı
mürettebatının nasıl koktuğunu merak ediyor
musunuz?” yazan bir not vardı. Kapağı
kaldırdığınızda etrafınızı bozuk yumurta gibi kötü
kokular sarıyordu.
Bir örnek daha vereyim.
Liverpool'da bir başka müze. Çocuklara Ortaçağ
kıyafetleri giydirmişlerdi, onlar da müzeyi dolaşıp
not alıyorlardı. Müzede yürürken yanınızda birden üç
boyutlu bir görüntü çıkıyor. Ortaçağdan emekli yaşlı
bir amca size derebeyinin zulmünden bahsediyor.
Afrika'dan getirdikleri kölelere yaptıkları
soykırımı betimleyen bir oda yapmışlar. Kölelere
yapılan işkenceler ekrana yansıtılıyor, kulaklarınız
arka fondan gelen kölelerin çığlıklarıyla inliyor.
Kim bilir sizin de anlatacağınız daha ne güzel
örnekler vardır.
Bizim de ise bırakın ‘interaktif müzeciliği' tarihi
eserlerimiz depolarda çürüyor.
Topkapı Sarayı'nda 30 TL verip harem diye üç-dört
boş oda gezdirilen turistler bir daha geri
dönmüyor.
Hürriyet, Yazı: Mevlüt Tezel, 04.09.2009
|
MÜZEKART'TA AMACA ULAŞILDI
Tarih zengini
Türkiye'de müze ve tarihi yerleri yerli turist
ziyaret etmiyor.
Kültür ve Turizm Bakanlığı, ilgiyi artırmak için
14 ay önce müze kart uygulamasına geçti.
20 liraya satılan 1 yıllık kart, 320 müze ve ören
yerine ücretsiz giriş sağlıyor.
1 milyon kişinin kart satın almasıyla geçen yıl
ziyaretçi sayısı 4,5 milyon arttı.
Artışın bu yıl 2 katına çıkması bekleniyor.
Müze kartın fiyatı, 17 yaşından küçükler için 2,
üniversite öğrencileri ve öğretmenler için 10 lira.
Müze kart, müze ve ören yerlerinin gişelerinden
satın alınabiliyor.
Trt/Haber, 02.09.2009
|
 |
TARİH HIRSIZLARINA BIRAKILMAMALI
Malatyalı araştırmacı yazar Hayrettin Abacı, "Malatya'nın kültürel, ekonomik ve tarihi açısından önemli olan kitabe, tarih hırsızlarına bırakılmamalı" dedi.
Yeşilyurt İlçesi Yel Köprü mevkiinde Derme kanalı kenarında duran 1 metrekare civarında, üzerinde Arap harfleri yazılı olan kitabenin müzeye götürülmesi gerektiğini söyleyen Malatya Barosu eski başkanlarından emekli avukat, araştırmacı yazar Mehmet Hayrettin Abacı, "Derme kanalından akan ve buradan geçen Derme Suyu, Gündüzbey Kasabası Pınarbaşı'ndan çıkıyor. Çat Barajı'ndan gelen suyla da takviye edildikten sonra Malatya ve Battalgazi İlçesine kadar sulama suyunda kullanılıyor. Bu suyun, hemşehrimiz olan tarihçi ve coğrafyacılar tarafından çok eskiden beri Malatya toprağını suladığı iddiasındalar. Halbuki bu su 150-200 yıl önce kanala alınarak Malatya'yı sular hale getirilmiştir. O zaman, burası yani Yeşilyurt Yel Köprü denilen semtte suyun bu tarafa geçirilmesine sıkıntı çıkmış. Tahta kalaslardan bir köprü yapılmak suretiyle, su bu tarafa aktarıldı. 1940'lı yıllarda beton köprü yapıldı. O köprünün yapımı ve suyun Malatya topraklarına akıtılmasıyla ilgili olarak yapılan işlemin tarihsel belgesi olarak bu kitabe yazılmış. Tahminime göre 1852 yılında bu su buradan geçirilmeye başlamış" dedi.
Bu suyun Malatya'ya aktarılması hikayesini de anlatan Abacı, "1830'larda Anadolu'daki şehirler Avrupa'nın sanayi devrimi yapması ile bir sarsıntıya uğradı. Avrupa, sanayi devrimini yaparak üretimi makineleştirince ucuz imal eder hale geldi. O zaman Battalgazi'deki Malatya şehri, üretim ve ticaret merkezi idi. Tabiatıyla yerli üretim pahalı hale geldiğinden, Aspuzu denilen yörenin bağlarına göçtüler. Sular da yetersiz kalınca, Derme Suyu'nun da Malatya bağlarına akıtılması icap etti. O zaman bu Yel Köprü yapılarak Derme Suyu Malatya bağlarına akıtıldı" ifadelerini kullandı.
Kitabenin müzeye götürülüp, uzmanlar tarafından incelenmesi gerektiğini söyleyen Abacı, "1852 yılında yapılan bu köprünün kitabesi tahrip edilmeden ve birileri çalmadan Derme Kanalı Yel Köprü mevkiinden alınarak müzeye götürülmelidir ve koruma altına alınmalıdır. Bu kitabenin koruma altına alınması, kentimizin kültürel ve ekonomik tarihi açısından önem taşımaktadır" şeklinde konuştu.
Malatya Haber, 01.09.2009
|
THK'NIN KAÇAK KATI YIKILIYOR
Türk Hava
Kurumu (THK) binasına yaptırılan kaçak kat,
Kültür ve Turizm Bakanı
Ertuğrul Günay'ın
girişimleri sonucu yıkılıyor. Bakan Günay,
Cumhuriyet'in ilk kurulduğu mekan olarak anılan
Ulus'u tarihi dokusuna kavuşturmak
için çalıştığını söyledi. Güray, Ulus'ta birçok
çirkin yapı bulunduğunu ve bunun da tarihi dokuya
zarar verdiğini belirtti.
Geçtiğimiz yıl kaçak olduğu için Kültür ve Turizm
Bakanlığı'nın katlarını yıktıran Günay, TRT ile
anlaşarak, Etnografya Müzesi'nin önündeki antenlerin
de kaldırılmasını sağladı.
Günay son olarak da antenleri ile aynı sırada
bulunan THK'nın kaçak katının yıktırılması kararı
aldırdı. Günay, Genelkurmay ve Milli Savunma
Bakanlığı'na söz konusu karara uydukları için
teşekkür etti. Bu hafta yıkımına başlanacak binanın
orijinal yapısına kavuşacağını dile getiren Günay,
bu sayede Ulus'un kaçak bir yapıdan daha kurtulmuş
olacağına dikkat çekti.
Zaman, 01.09.2009
|
SAMSUN'DA TARİHİ KAZI ÇALIŞMA ALANI GENİŞLETİLDİ

Samsun'da
yürütülen, 120 milyon euroya mal olacak Hafif Raylı
Sistem inşaatını durduran tarihi mezar veya yerleşim
yerinde Samsun'un tarihini değiştirecek bulgulara
rastlanırken, kazı alanı genişletildi.
Büyükşehir
Belediyesi tarafından ihalesi yapılan ve 15
kilometre uzunluğundaki hafif raylı sistem inşaatı
Atakum İlçesi Atakent Mahallesi'ndeki kazı işlemleri
sırasında, haziran ayında ekiplerin tarihi taşlara
rastlamasıyla durdu. Durumun Samsun Müze
Müdürlüğü'ne bildirilmesinin ardından, 3. derece sit
alanı olan bölge koruma altına alındı ve bölgedeki
raylı sistem çalışmaları durduruldu. Kültür ve
Turizm Bakanlığı'na durumun bildirilmesinin
ardından, özel izin çıkarılarak Samsun Müze
Müdürlüğü öncülüğünde kazı çalışmaları başlatıldı.
Büyükşehir
Belediyesi'nin desteğiyle yaklaşık 13 haftadır
yürütülen kazı çalışmalarında Samsun'un tarihini
değiştirecek seramik ve kap parçalarına, yerleşim
yerlerine ait olduğu tahmin edilen duvarlara
rastladı. MÖ 5. yüzyılda 'Klasik Dönem'de
kullanılan 'siyah figür tekniği' ile yapılmış olan
tarihi eserler uzmanlarca, Samsun'un tarihini
değiştirecek örnekler olarak değerlendirildi.
Samsun'un MÖ 1. yüzyıldan sonra Hellenistik
Dönem'de yerleşimlerin başladığı tarihte yer
alırken, kazı çalışmasında Samsun'da yerleşimin daha
eskiye dayandığı ortaya çıktı. Kazı alanı elde
edilen bulgular nedeniyle genişletildi. Bölgede 2
ayrı noktada geniş kapsamlı kazı çalışmaları
yapılması kararlaştırıldı. Kazı nedeniyle ise raylı
sistem çalışmalarına kazı bölgesinde ara verilmek
zorunda kalındı. Bölgede daha önce boru hattı
döşenmesi nedeniyle tahribat oluştuğu kaydedildi.
Arkeoloji ve
Etnografya Müzesi Müdürü Muhsin Endoğru, kazı
çalışmalarında çeşitli bulgulara rastlandığını, kazı
bölgesindeki çalışmaların genişletilerek sürdüğünü
kaydetti. Kazıyla ilgili rapor hazırlayacaklarını,
net sonuçların o zaman belli olacağını ifade eden
Endoğru, sit alanının durumuyla ilgili Kültür ve
Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'nun karar
vereceğini belirtti.
Yeni Şafak, 01.09.2009
|
DÜLÜK'TE ÇALIŞMALAR BAŞLADI
Şehitkamil Belediyesi'nin proje koordinasyonluğunda 3 yıl önce başlayan Dülük antik kentindeki kazı çalışmalarına, bu yıl da Alman Profesör Engelbert başkanlığında değişik ülkelerden Gaziantep'e gelen 18 arkeolog ile devam edileceği bildirildi.
Dünyanın en eski yerleşim merkezlerinden birisi olarak gösterilen Dülük antik bölgesindeki tarihi mirasın, gün yüzüne çıkartılması için yapılan çalışmalara bu yıl da devam ediliyor. Geçtiğimiz yıllarda yapılan kazılarda birçok buluntu ele geçirilirken, bu yıl ki kazılarda özellikle 5. ve 7. yüzyıla ait 1.5 metre genişliğindeki sütunların tamamının bulunması hedefleniyor.
Almanya'nın Münster Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof.Dr. Engelbert Winter, bu yıl ki kazı çalışmalarında yarım kalan buluntuları tamamlayarak işe başlayacaklarını söyledi. Geçtiğimiz yıl milattan önce 5. ve 7. yüzyıllara ait olduğu belirtilen 1,5 metre genişliğindeki sütunların tamamını bulmaya hedeflediklerini belirten Prof.Dr. Engelbert, “Kazı çalışmaları sabır isteyen bir uğraştır. Geçtiğimiz yıl bulunan buluntular, bu bölgede bulabileceğimiz bazı buluntularında ipucunu veriyor. Bu doğrultu da değişik ülkelerden aramıza katılan 18 arkeolog ile bu yıl ki kazı çalışmalarına başladık. Amacımız geçen yıl bulduğumuz duvarın devamına ulaşmak ve ne ifade ettiğini çözmektir” diye konuştu.
Gaziantep 27 Gazetesi, 01.09.2009
|
 |
 |
MALAZGİRT SAVAŞI İNTERNETTE
Anadolu'nun kapılarını Türklere açan Malazgirt Savaşı 938 yıldan sonra ilk kez gerçek parametreleriyle canlandırılmaya çalışılıyor.
İngiltere'nin Birmingham ve ABD'nin Princeton üniversiteleri 1071 Malazgirt savaşında Bizans ordularının Selçuklu Türklere karşı aldığı ağır yenilgiyi internette canlandırmak için çalışmalara başladı...
2011 yılında tamamlanması beklenen bu çalışmalarda Türk dünyasını Batı dünyasına getiren bu önemli savaşın gerçek boyutları irdeleniyor.
Yani, Bizans ordularının başındaki komutan Romen Diyojen ile; Alpaslanın komutasındaki Selçuklu ordusunun uyguladıkları savaş taktikleri canlandırılacak ve Bizans ordusunun uğradığı büyük bozgunun nedenleri ortaya çıkartılacak.
Bu ilginç çalışmalarda o dönemdeki orduların uyguladıkları savaş taktiklerinden , orduların eğitimleri, beslenmesi, seferberlik durumları, askerlerde sıkça rastlanan ölümcül ishal hastalıklarına kadar her bir parametre , tarih bilimcilerin yanı sıra üstün teknolojinin de "nimetlerinden" de yararlanılıyor.
İnternette yayınlanacak olan bu önemli savaşta yer alacak olan on binlerce figür ise "Second Life" gibi kurgu oyunlarında yer alan "avatar" tipler tarafından canlandıracak.
Batı dünyası kadar Osmanlıların ve bugünkü Türkiye'nin kaderini belirleyen bu önemli savaşta Bizanslı komutan Romen Diyojen , Alpaslan'a esir düşmüş ve Bizans'ın -ya da resmi adıyla Doğu Roma imparatorluğunun - ilk büyük yenilgisine yol açmıştı. Malazgirt savaşından sonra Türk milleti aşamalı olarak kurduğu hakimiyeti 1453'te İstanbul'u da fethederek tamamlamıştı.
Sabah, Haber: Stelyo Berberakis, 01.09.2009
|
ARKEOLOJİ MÜZESİ'NDE YENİ DÖNEM

Kültür ve Turizm Bakanlığı ve
Türkiye Seyahat Acentaları Birliği (TÜRSAB) arasında
İstanbul Arkeoloji Müzesi'nin işletmesinin devri
konusunda imzalanan sözleşmenin üzerinden 8 ay
geçti. Müzenin işletmesini 8 yıllığına devraldıktan
sonra ilk iş olarak "İstanbul Arkeoloji Müzeleri
Gelişim Projesi" adı altında bir birim kuran TÜRSAB,
müzeninin giriş kapısından Topkapı Sarayı'na doğru
çıkan yokuşta yer alan, daha önceden müzenin lojmanı
olan küçük binayı proje yönetim merkezi olarak
kullanmaya başladı.
TÜRSAB'ın kurduğu bu birimde şu
günlerde hummalı çalışmalar yürütülüyor. Mayıs
ayından bu yana bu binada görev yapan Köyüm
Özyüksel'ün Koordinatörlüğünü yaptığı ekip,
Arkeoloji Müzesi'nin yenilenmesi, bakımı, tanıtımı
ve pazarlanması gibi konularda müze yönetimi ile
işbirliği içinde yeni projeler üretiyor.
Turizmhabercisi.com, İstanbul
Arkeoloji Müzeleri Gelişim Projesi Genel
Koordinatörü Köyüm Özyüksel ve Eğitim Koordinatörü
Işılay Gürsu ile bu projelerin ayrıntıları hakkında
bir sohbet gerçekleştirdi. Arkeoloji Müzesi'nin
sahip olduğu zengin koleksiyonla ve özgün yapısıyla
dünyanın en güzel müzelerinden birisi olduğunu
söyleyen Köyüm Özyüksel, buna rağmen müzenin ne
yazık ki hakkettiği ilgiyi görmediğini ve ziyaretçi
trafiğinin düşük kaldığını söyledi. TÜRSAB'ın bu
müzenin işletmesini alarak, müzeye olan ilgiyi
arttırmayı ve ziyaretçi trafiğini yükseltmeyi
amaçladığını ifade eden Özyüksel, yaptıkları
hesaplamalarla müzenin geliştirilmesi için 50
trilyonluk bir bütçenin gerekli olduğu sonucuna
vardıklarını açıkladı. Bu bütçeyi sponsorlarla ve
müzeninin öz kaynakları ile oluşturmayı
planladıklarını ve gişelerden elde gelirin, müzede
yapılacak çalışmalar için harcanacağını kaydeden
Özyüksel, TÜRSAB'ın bu işletmeyi almada hiçbir kar
amacı gütmediğinin altını çizdi.
TÜRSAB ve Bakanlık arasında
müzenin devrine ilişkin imzalanan sözleşmenin
'destekçilik, hizmet ve işbirliği' çerçevesinde
imzalandığına dikkat çeken Işılay Gürsu da,
TÜRSAB'tan gelen ekip olarak bu ofiste 3 kişi
çalıştıklarını, bilet gişesinde de 4 kişinin
çalıştığını belirtti. Gürsu, yakında müzenin
bilgilendirme masasında da 2 kişininin çalışmaya
başlayacağını kaydetti. Proje geliştikçe işe
alımların artabileceğini ifade eden Gürsu, tüm
ekibin müzenin var olan ekibiyle uyum içinde
çalıştığını vurguladı. Müze uzmanlarının öngürdüğü
noktalarda onlara destek olmaya çalıştıklarını ifade
eden Gürsu, 5 aydır burada olduklarını, sözleşme
süresinin ise 8 yıl olduğunu bildirdi.
Projeye müzeninin mimari planların
çizilmesiyle başladıklarını açıklayan Gürsu, aynı
zamanda kurumsallaşma adına müzeye özel bir logo
tasarımı da yaptırdıklarını da ifade etti.
Arkeloji Müzesi'nin yenilenmesi
için Kaba Mimarlık'la anlaştıklarını açıklayan
İstanbul Arkeoloji Müzeleri Gelişim Projesi Genel
Koordinatörü Köyüm Özyüksel, bu konuda Bilimsel
Danışma Kurulu kurduklarını Refik Duru, Haluk
Abbasoğlu, Metin Sözen, Nazan Ölçer, Nur Çapa,
İsmail Karamut gibi isimlerin bu kurulda yer
aldığını açıkladı.
Müzenin bahçesindeki ve içerideki
kafelerin yenileneceğini ve yeni bir hediyelik
dükkan tasarımı yaptırdıklarını kaydetti. Müzenin
kafelerinin işletmesini Feriye Lokantaları'na
verdiklerini söyleyen Özyüksel, hediyelik eşya
dükkanında müzeye özel objelerin ve replikaların
satışını yapacaklarını ifade etti. Bunların tasarımı
için çok özel kişilerle çalıştıklarını belirten
Köyüm Özyüksel, kafelerin ve hediyelik dükkanın
açılmasının Ekim ayında gerçekleştirmeyi
planladıklarını sözlerine ekledi.
"Hem koleksiyonu
hazırlayan hem de dükkanı işleten bir firma olacak"
diyen Özyüksel, müzenin yeri geldiğinde onayını,
yeri geldiğini görüşünü alarak hareket ettiklerini
bildirdi. İçerideki yeni kafenin şu andaki kışlık
kafeyle aynı yerde olacağını kaydeden Özyüksel,
bahçedeki kafenin de yeniden düzenlenerek yaz-kış
kullanılacak hale getirileceğini belirterek,
etkinlikler için bahçenin her zaman açık olduğunu
kaydetti.
Arkeoloji Müzesi'nin tanıtılması
için faaliyetler de yürüttüklerini söyleyen Özyüksel,
"En son heykeltıraş Lelya Girgin'in röportaj ve
fotoğraf çekimini burada yaptık. Önümüzdeki ay
Harper's Bazaar'da bu röportajı okuyacağız." dedi.
TÜRSAB'ın kendi tanıtımını yaptığı
ve her yerde Arkeoloji Müzesi'ni de tanıtacağını
anlatan Özyüksel, yurtdışı fuarlara da gideceklerini
açıkladı. Bu fuarlarda dağıtılmak üzere broşürler
hazırlattıklarını, müzenin broşürünü ilk kez
kendilerinin yapacağını aktardı. Müzeninin yeni web
sayfasının da yayına gireceğini anlatan Özyüksel,
"Şimdilik İngilizce-Türkçe yayın yapacağız, ileride
başka dilleri de ekleyeceğiz. Adresimiz
www.istanbularkeloji.gov.tr olacak" diye
konuştu.
İstanbul Arkeoloji Müzesi'nin şu
andaki ziyaretçi ortalamasının yılda 200 bin
olduğunu hatırlatan Köyüm Özyüksel, hedeflerinin 1
yıl sonra bu sayıyı 1 milyona çıkarmak olduğunu
bildirdi. "Biz geldiğimizden bu yana, çok şiddetli
bir tanıtıma henüz başlayamamıza rağmen ziyaretçi
sayısı epey arttı." diyen Özyüksel sözlerini şöyle
tamamladı:
"Salonların yenilenmesi konusu
için sponsorlarla görüşüyoruz. İlgi epey yüksek,
çoğu sponsorların kendileri bize geliyor. Örneğin
çocuklarla ilgili projelendirmeleri Marshall firması
yapacak. İskender Lahdi'nin bulunduğu salonu başka
bir şirket yenilemiş olacak. Bütçeyle ilgili
konuşmak için erken, bizim öngörülerimiz 50
trilyonluk bir bütçe gerektiği yönünde."
Turizm Habercisi, Haber: Özlem
Kapar, 31.08.2009
|
ELLERİNDE CIMBIZLA TARİH AYIKLIYORLAR
Antalya'da bulunan Karain Mağarası, insanlık tarihinin başlangıcından bugüne izler taşıyor. Bilim adamları, ince eleklerden geçirdikleri mağara toprağında cımbızla adeta tarih ayıklıyor.İnsanlık tarihinin başlangıcındaki süreçte mağara, Alt Yontmataş devrinden başlayarak Orta ve Üst Yontmataş evreleri, Neolitik, Kalkolitik, Eski Tunç gibi protohistorik çağlarda ve Klasik Çağ'da sürekli iskan edilmiş.
Bunun doğal bir sonucu olarak yaklaşık 11 metreyi bulan kalın bir kültür dolgusu içeren mağara, klasik dönemlerde ise adak mağara olarak kullanılmış. Dış duvarlarında Grekçe kitabe ve nişler bulunan mağarada kazı çalışmaları Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Arkeoloji Bölüm Başkanı Prof.Dr. Işın Yalçınkaya başkanlığında yürütülüyor.
Prehistorya bölümünün bütün öğretim üyelerinin yanı sıra 32 öğrencinin görev yaptığı bu yılki kazı çalışmaları, gelecek ayın ilk haftasına kadar sürdürülecek. Prof.Dr. Yalçınkaya, 63 yıl önce Prof.Dr. İsmail Kılıç Kökten tarafından keşfedilen kazılara 1985 yılından beri kendisinin devam ettiğini söyledi.
Yeni Şafak, 31.08.2009
|
 |

|
OSMAN GAZİ'YE YENİ İMAJ
Bursa'nın merkez Osmangazi İlçe Belediyesi, gerçeği yansıtmadığı için yerinden kaldırılan Osman Gazi'nin yeni heykeli, görüşü alınan Prof.Dr. Halil İnalcık'ın da katılacağı törenle Ekim ayında yerine konulacak.
Osmangazi Belediyesi, İlçeye adını veren Osman Gazi'nin Şehreküstü Meydanı'ndaki heykelini aslına uygun olarak yeniden yaptırdı. Tarihi kaynaklar taranarak gerçeğe daha yakın bir tasarımı uygulamaya geçiren Osmangazi Belediyesi, tarihi kaynaklardaki `Alp' tanımına uygun heykel için Heykeltıraş Eray Okkan ile çalıştı. Yaklaşık 6,5 metre yüksekliğinde, çelik konstrüksiyon olarak fiber malzemeden yapılan yeni heykel, bir metre 75 santimetre yüksekliğindeki kaidenin üzerinde yükselecek.
Osmangazi Belediye Başkanı Mustafa Dündar, cübbeli ve bir elinde kitapta tasvir edilen Osman Gazi heykelinin `Alp' tanımına uymadığının iddia edildiğini belirterek, "Bu yüzden Osman Gazi heykeli, tarihi kaynaklar taranarak gerçeğine uygun bir şekilde yeniden yaptırıldı. Bu kaynakların en önemlisi de `tarihçilerin kutbu' olarak bildiğimiz hocamız Prof.Dr. Halil İnalcık'tır" dedi.
Yeni heykelin açılışı için Ekim ayında yapılması planlanan Dünya Kaleli Kentler Birliği Buluşması'nı düşündüklerini de ifade eden Dündar, "Tarif ve telkinleriyle heykele şekil veren Prof.Dr. Halil İnalcık hocamıza heykeli açtırmayı planlıyoruz" diye konuştu.
Dündar, Şehreküstü Meydanı'ndan kaldırılan eski heykelin gerekli bakımı yapıldıktan sonra belediye binasının önüne dikileceğini sözlerine ekledi.
Vatan, 31.08.2009
|
DEV HEYKELLERE NANOTEKNOLOJİK KUMAŞ
Adıyaman'ın Kahta İlçesi'nde bulunan ve UNESCO'nun Dünya Kültür Mirası Listesi'nde yer alan Nemrut Ören Yeri'ndeki dev tanrı heykelleri, nanoteknolojiyle üretilmiş kumaş kullanılarak hazırlanacak kılıflarla korunacak.
Konuyla ilgili bilgi veren ODTÜ Mimarlık Fakültesi Öğretim Üyesi Doç.Dr. Neriman Şahin Güçhan, Nemrut Ören Yeri'ndeki dev tanrı heykelleri ve diğer kalıntıları korumak için bir yıldan bu yana çalışmalar yaptıklarını söyledi.
Çalışmalarını 2010 yılına kadar sürdüreceklerini belirten Güçhan, çetin kış koşulları nedeniyle üzerlerinde çatlaklar oluşan heykellerin en iyi şekilde nasıl korunabileceği konusu üzerinde çalıştıklarını ifade etti.
Güçhan, şöyle konuştu:
"Tahribatı en aza indirmek için bu yıl nanoteknoloji ile üretilen kılıfları heykellere giydireceğiz. Heykeller için hazırlayacağımız kılıfların kumaşı özel, laboratuar koşullarında denedik. Nanoteknoloji ile üretilen bu kumaş su geçirmiyor, ama su buharını dışarıya çıkarıyor. Yani bu kumaş sayesinde taş heykellerin üzerindeki çatlaklara su girmeyecek ve donmayacak. Çünkü, heykellerin çatlaklarında giren su donunca büyük tahribata neden oluyor."
Güçhan, heykellerin gördüğü tahribatı bütünüyle önlemelerinin mümkün olamayacağına işaret ederek, amaçlarının tahribatı olabildiğince yavaşlatmak olduğunu söyledi.
Trt/Haber, Fotoğraf: Hürriyet, 31.08.2009
|
 |
|
2700 YILLIK KALEYE YAPAY ŞELALE
Erzurum´un
Oltu İlçesi´ndeki MÖ 7. yüzyılda Cenevizlerce
yapılan Oltu Kalesi´nin eteklerine yapılan yapay
şelale tartışmalara neden oldu.
Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi
Anabilim Dalı Başkanı Prof.Dr. Hamza Gündoğdu, bu
tür yanlış düzenlemelerin tarihi eserlere büyük
zarar verdiğini söylerken Belediye Başkanı AK Parti´li
İbrahim Zeyrek, yıktırmayı düşünmediğini açıkladı.
Zeyrek, “2004 yılında göreve geldim. Şelale benden
önceki MHP´li Belediye Başkanı Nejmettin Taşçı
döneminde ‘ilçeye güzellik katsın' diye yapılmış.
‘Tarihi dokuya zarar verelim' diye düşüncesi olamaz.
İnsanlarımız akşamları gidip kamelyada çaylarını
içiyor, dinleniyor. Onun için kaldırmayı da
düşünmüyorum'' dedi. Eski Belediye Başkanı Taşçı
ise, “Ben herkesten daha çok tarihi eserlere
düşkünüm. Şelale kaleyi hiçbir zarar vermeden toprak
zemin üzerine inşa edildi'' dedi.
Hürriyet, Haber: Tevfik Akan, 31.08.2009
|
"MALATYA VE DÜNYA İÇİN ÖNEMLİ"

Malatya'daki Arslantepe Höyüğü'ndeki dünyanın
bilinen en eski orijinal sarayını açık hava müzesi
yapılması çalışmaları başladı. Turistler, gelecek
sezondan itibaren dünyada ilk kez devlet sisteminin
başlatıldığı en eski sarayı gezebilecekler.
Malatya'nın Orduzu beldesinde bulunan ve kazı
çalışma tarihi 1934 yılına kadar uzanan Arslantepe
Höyüğü'ndeki sezon kazı çalışmaları başladı. İtalya
Roma La Sapienza Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof.Dr. Marcelle Frangipane başkanlığında sürdürülen
kazı çalışmaları ile höyükteki dünyanın bilinen en
eski sarayının açık hava müzesi yapılması ile ilgili
inşaat aynı anda birlikte yürütülüyor.
Kültür ve Turizm İl Müdürü Derviş Özbay ile İtalya
Roma La Sapienza Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof.Dr. Marcelle Frangipane Arslantepe Açık Hava Müzesi
ile ilgili olarak açıklamalarda bulundular.
Kültür ve Turizm İl Müdürü Derviş Özbay, "Özlemimiz
bu sarayın açık hava müzesine dönüştürülmesiydi.
Hocamız bir Malatyalı gibi ve bir Malatyalıdan daha
çok çalışıyor. Açık hava müzesi projesini Marcelle
Firangipane yaptırdı. Özel İdare bütçesi ve diğer
imkanlarımızla ihalemizi yaptık. İnşaatımız devam
ediyor. Kısmet olursa bu yıl içinde bitecek,
önümüzdeki yılda açılışını yapacağız. Sezon başında
turizme hazır hale getireceğiz. Bu bizim
hayalimizdi, bu hayalimizi gerçekleştirdik. Malatya
için çok önemli. Bu aynı zamanda Nemrut Dağı'nın bir
paraleli. Malatya çok önemli bir eser kazandı.
Buranın 3-4 dilde bütün dünyaya tanıtımını
yapacağız" dedi.
Arslantepe'deki kazılarda 33 yıldan beri başkanlık
yapan İtalya Roma La Sapienza Üniversitesi Öğretim
Üyesi Prof.Dr. Marcelle Frangipane çalışmaları
Türkçe anlatarak, "Açık hava müzesi işi başladı.
Yardımları olanlara çok teşekkür ediyoruz. Açık hava
müzesi Malatya için çok önemli olacak. Ama dünya
için çok önemli olacak. Çünkü burada bütün
medeniyetlerin izleri var. Çok önemli bir bina
kompleksi var. Biz buraya saray diyoruz. Çünkü ilk
defa devlet sistemi burada başlıyor. Tapınak var,
havlu
var. Depolar var. Bina çok iyi duruyor. Duvarlar
2-2.5 metre boyunda. Duvarlarda resim var. Burası
bütün devlet sisteminin başladığı bir yer. Burası
Malatya kadar turizm içinde önemli. Turistlere
burada devlet sistemini ve şehir sisteminin nasıl
başladığını anlatacağız. Bu proje için uzun süre
çalıştık. Bunun başka bir örneği yok. Saray,
Milattan Önce 3 bin 400 yılına ait. Demek ki 5 bin,
5 bin 300 yıl öncesine ait" şeklinde bilgi verdi.
Prof.Dr. Marcelle Frangipane şunları söyledi:
"Saray'ın kuzeyindeki çalışmalar devam ediyor. 2-3
yıl sonra başka odalar bulacağız.Saray devam ediyor.
Saray'ın bitiği noktada evler başlıyor. Bu evler
önemli insanlara ait evler. Çalışmalar devam edecek.
Saray çok önemli bir buluntu. Arslantepe'de çok uzun
bir tarih var. Bizim kazı çalışmaları yaklaşık 50
yıldır sürüyor. Doğu Anadolu ve Malatya bölge
tarihini kalkolitikten sonra Hitit'e kadar Bizansa
kadar komple tarihi biz şimdi biliyoruz.
Arslantepe demek, 5 bin, 6 bin tarih var demek.
Şehir ve
devlet sistemi Arslantepe'de başlıyor. Bu çok eski
bir sistem."
Malatya Haber, 31.08.2009
******
"İNŞALLAH BULACAĞIZ"

Arslantepe kazılarında Malatya'nın Hititler
döneminde önemli bir başkent olduğu belirlendi.
Malatya'nın Orduzu beldesinde bulunan ve kazı
çalışma tarihi 1934 yılına kadar uzanan Arslantepe
Höyüğü'nde ki sezon çalışmaları sürüyor. İtalya Roma
La Sapienza Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof.Dr. Marcelle Frangipane başkanlığında sürdürülen ikinci
kazı çalışmasında Hitit döneminin büyük başkentinin
izleri aranıyor.
İtalya Roma La Sapienza Üniversitesi Öğretim Üyesi
Prof.Dr. Marcelle Frangipane, Arslantepe'de yıl
önce Hitit Dönemi ile ilgili olarak ikinci bir kazı
çalışması da başlattıklarını belirterek, "2 yıl önce
başka kazı açtık. Burada Hitit dönemi var.
Malatya'da o zamanda önemli bir başkent vardı.
Herkes biliyor. Arslan kapısı vardı. Bizden önce
yapılan kazıda bulanarak Ankara Medeniyetler
Müzesi'ne götürüldü. Kazılara yeniden başlamak
lazım. Şimdi kazı sistemi değişti. Daha sistematik
ve daha detayla tarih bilinebilir. Biz buradaki
kazılara yeniden başladık. Geçen yıl burada çok
büyük bir salon bulduk. Salon Arslan kapısının
yanındaydı. Sütün vardı, Geç Hitit dönemine aitti.
Şimdi biz duvarı kaldırıyoruz. Altta büyük bir duvar
var. Yanmış bir duvar. O ikinci bir tabaka" dedi.
Malatya'nın Hitit Döneminin önemli büyük
başkentlerinden birisi olduğunu belirten İtalya Roma
La Sapienza Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof.Dr. Marcelle Frangipane şunları söyledi:
"Burada önemli bir tarih var. Hititler Malatya'ya
geldiler, imparatorluk zamanında, burada bir merkez
kurdular. Şehir kapısı yaptılar. Burada lokal bir
kültür ve başkent başladı. Biliyoruz, tarih
tabletler var. Malatya'da daha bulamadık ama,
inşallah bulacağız. Ama biliyoruz, burada çok büyük
bir başkent vardı."
Malatya Haber, 02.09.2009
|
ANKARA PALAS OTELİ'NİN RESTORASYONU TAMAMLANDI
Aydın Nazilli'de, "Belediye Etnoğrafya Müzesi"
olarak hizmete açılması planlanan "Ankara Palas
Oteli"nde restorasyon çalışmaları tamamlandı.
Nazilli Belediye Başkanı Haluk Alıcık, "kültür
varlığı" niteliğinde kabul edilen ve "Ankara Palas
Oteli" olarak bilinen belediye mülkiyetindeki
binanın, "kent müzesi" haline getirilmesi için İzmir
Rölyef ve Anıtlar Müdürlüğü kontrolünde başlatılan
restorasyon çalışmalarının tamamlandığını bildirdi.
Belediye Meclisi'nin, Ankara Palas Oteli'nin "Nazilli
Belediyesi Etnografya Müzesi" olarak hizmet
vermesinin kararlaştırdığını belirten Başkan Alıcık,
"Müzemizin çalışmaları hızla devam ediyor. Giriş
bölümüne "efe ile nazlı kız" heykelleri konuldu. İç
ve bahçe kısımların rölyef çalışmaları tamamlandı.
Nazilli'nin düşman işgalinden kurtuluşunun yıl
dönümü nedeniyle kutlamaların yapıldığı 5 Eylülde
açılışını yapmayı hedeflediğimiz müzenin
eksikliklerini tamamlamaya çalışıyoruz" diye
konuştu.
Belediye Başkanı Haluk Alıcık, çalışmaların
yapıldığı binayı araştırmacı yazar Sabahattin Burhan
ve rölyef sanatçısı Mustafa Çerçi ile gezdi.
Haber Ekspres, 30.08.2009
|
YİNE SULTANAHMET TARTIŞMASI
İstanbul Sultanahmet Meydanı’nda gerçekleştirilen
ramazan etkinlikleri nedeniyle tarihi bölge yemek ve
alışveriş standlarıyla kaplanıyor. İftarını burada
açmak isteyen binlerce vatandaş da Sultanahmet’e
akın ediyor. Bu kalabalığa dünyanın dört bir
yanından gelen turistler de eklenince Sultanahmet
çevresi bir kargaşa merkezine dönüşüyor. Tarihi
bölgedeki tüm etkinliklerin bu alana toplanması ise
büyük tepki çekiyor. Ak Parti MKYK üyesi ve
Yenişafak Gazetesi yazarı Ayşe Böhürler, dün
köşesinde “Vah Sultanahmet” diyerek tarihi mekandaki
Ramazan etkinliklerini eleştirdi. Böhürler,
“Sultanahmet, hepimizin gençliğinde ayrı bir önemi
vardı... Bugün ise Sultanahmet, sucuk-kepap
kokuları, çimlere taşan, serilen gazetelerde açılan
iftarları, gürültüsü ve keşmekeşi ile ’hadi gidip
ortam yapalım, kebap yiyelim’ mekanı haline gelmiş
durumda” dedi.
İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti
Ajansı İletişim Koordinatörü Yusuf Müftüoğlu da
şenliklerin ısrarla burada yapıldığı belirterek “Bu
yıl trafik ve ulaşım açısından daha rahat olan
Beyazıt Meydanı’nda yapılmasını önerdik. Burası şu
anda sucuk firmalarının reklam alanı haline geldi.
Tarihi alanı döner kokuları sardı. Biz buna itiraz
ediyoruz” dedi. İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti
Ajansı geçen yıllarda da şenliklerin Sultanahmet’in
tarihi dokusuna zarar verdiğini belirterek
eleştirmişti.
Vatan, Haber: Burak Bilge, 30.08.2009
******
RANTAMAN ŞENLİKLERİ

Sultanahmet Meydanı'nın değişmeyen
yazgısı... Tarihi meydanın dokusu 15 yıldır her
Ramazan sucuk döner, kebap, kestane kokularına
boğuluyor. '2010 Avrupa Kültür Başkenti' seçilen
İstanbul'u yönetenler rant panayırından bir türlü
vazgeçemiyor.
2010 Avrupa Kültür Başkenti İstanbul'un
'turistik' kalbi Sultanahmet Meydanı'nda gelenek
yine bozulmadı! Kurulan 'Ramazan Panayırı' yüzünden
tarihi meydan dumanaltı oldu.
Taş-tuğla görünümlü kalın plastikten
barakaların dikildiği, Fatih Belediyesi eliyle parça
parça (en küçük baraka 20 bin TL) kiralanan
Sultanahmet'ten izlenimler:
* Turistler, Sultanahmet Meydanı'nın çimenlerine
'yün halı' ve 'battaniye' serip iftar eden
'piknikçileri' ağzı açık seyrediyor.
* Sucuk döner, tantuni, kebap, kokoreç ve kestane
satan barakalardan yayılan duman Sultanahmet
Camii'nin avlusunu bir bulut gibi sarıyor.
* İftardan sonra en çok geleneksel Ramazan
tatlılarımızdan 'chocnette' ve 'waffle'ı yeniyor.
* Panayırın popüler içeceği közde Türk kahvesi.
Fincanların nasıl yıkandığını gören yok!
* Piknikçilerin çocukları Yılanlı Sütun'a mısır
koçanı atma yarışması yapıyor! Zabıta kovaladığı
için ağlayan çocuklar anne-babaları tarafından
'sosis balon' ve 'uçan sapan'la ödüllendiriliyor.
Şair ve yazar Hilmi Yavuz'un 'Lumpen
şenliği' olarak nitelendirdiği panayırın temelleri
1994 yılında atıldı. Dönemin ANAP'lı Belediye
Başkanı Ahmet Çetinsaya', Sultanahmet Camii'nin ön
duvarına Osmanlı evlerinden benzetme barakalar
yaptırarak kiraya verdi. Fazilet, Saadet ve AKP'li
belediyelerin 'Ramazan eğlenceleri' adı altında
meydanın tamamına yayılması, baraka sayılarını
artırması ve bu barakaları kiralamasıyla
Sultanahmet'in çevresi yeme-içme panayırına döndü.
Akşam, 04.09.2009
******
SULTANAHMET'TE RAMAZANLAR ÇOK DEĞİŞMİŞ

Sultanahmet'te ilk ramazan etkinlikleri
başladığında küçük bir kıyamet koptu. Şehirliler ve
semt esnafı isyan ediyordu. Derme çatma barakalarda
açılan sucukçu, köfteci, sosisçilerden geçilmiyor,
dumandan göz gözü görmüyordu. Standart yoktu, hijyen
kuralları ayaklar altında çiğneniyordu. Ancak
İlçenin başkanlık koltuğuna oturan Mustafa Demir
tavrını belirledi ve “Sultanahmet'teki etkinliklere
devam edeceğiz ama size daha şehirli, renkli ve
uygar bir ramazan vaat ediyorum” dedi. Sultanahmet'e
gidip bu meydandaki ramazanın yeni şeklini şemalini
görme fırsatı bulduk.
Bir zamanlar “Direklerarası” diye bir yer varmış.
Burada devrin ünlü kantocuları sahneye çıkar, kukla
tiyatrolarında İbiş seyredilir, Karagöz-Hacivat'ın
gölgelerinde eğlenilirmiş. Cambazlar gösteri yapar,
boyu üç-dört metreyi bulan tahta bacak takviyeli
olanlarla ip cambazları yarışırmış. Bir başka
bölümde hokkabazlar, meddahlar çıkarmış ahalinin
karşısına. Pehlivan güreşleri ve at cambazı
gösterileri bile olurmuş. Sonra Şems Tiyatrosu,
Mınakyan Tiyatrosu, Abdürrezzak Tiyatrosu, Benliyan
Kumpanyası, Turan Tiyatrosu, Felek Sineması, Bizans
Tiyatrosu ve Malul Gaziler Millet Tiyatrosu gibi
yerler dolup taşarmış. Günümüzün Vezneciler
Caddesi'nin başıyla Şehzadebaşı Camii arasında kalan
yerde kurulmuş olan Direklerarası, 1940'lı yıllara
kadar varlığını sürdürmüş sonra da kaybolup gitmiş.
Kendi gitmiş ama namı sürmüş.
Çocukluğumuz bu namdan kaynaklanan ramazan
masallarını dinleyerek geçti. Siyah-beyaz
televizyonların stüdyolarında kurulan derme çatma
19. yüzyıl dekorlarının altında Direklerarası
canlandırıldı. Zamanla sıkıcı, anlamsız ve neşesiz
bir hal aldı. Nurhan Damcıoğlu ile birlikte bu
gösteri de yaşlandı. Bitti ve nihayet geriye bir şey
kalmadı. Ramazanlarda ortalık sessizleşti. Pide,
ezan ve biraz da hüzün kaldı geçmişten günümüze.
1990'larda belediyelerde yönetimler değiştiğinde
artık yeni bir söz söylemenin ve etkinlikler
yapmanın gerekli olduğunu düşünen yerel yöneticiler
işe ramazan çadırlarıyla başladılar. Birkaç yıl
sonra Feshane etkinlikleri başladı. Bu tarihi
yapıdaki etkinlikler Direklerarası ile köy
festivalleri arasında bir yerlerde duruyordu.
Eski kentin meydanlarından biri olan Sultanahmet'te
ilk ramazan etkinlikleri başladığında küçük bir
kıyamet koptu. Şehirliler ve semt esnafı isyan
ediyordu. Aslında o dönemde dillendirdikleri
itirazlarında çok büyük bir haklılık payı vardı.
Lütfü Kibiroğlu'nun Eminönü Belediye Başkanı olduğu
devirde şekillenip genişleyen bu etkinlik bırakınız
İstanbul'u Anadolu'nun herhangi bir kentine bile
yakışmayacak sakilliklerle doluydu. Derme çatma
barakalarda açılan sucukçu, köfteci, sosisçilerden
geçilmiyor, dumandan göz gözü görmüyordu. Uzaklardan
gelip Sultanahmet Camii'nde teravi namazına duran
müminler caminin kubbesine kadar yükselen dumanların
altında dua etmeye çalışıyordu. Standart yoktu,
hijyen kuralları ayaklar altında çiğneniyordu.
Gazeteler yazdı, televizyonlar gösterdi ama hem
Kibiroğlu hem de ondan sonra gelen Nevzat Er, bana
mısın, demedi. Son yerel seçimden önce sur içindeki
iki belediye Fatih ismiyle birleştirildi. Yeni
başkan Mustafa Demir'in Sultanahmet'ten bu
etkinlikleri kaldırıp kaldırmayacağı merak
ediliyordu. Başkanlık döneminin ilk ramazanında
Demir tavrını belirledi ve “Sultanahmet'te devam
edeceğiz ama size daha şehirli, renkli ve uygar bir
ramazan vaat ediyorum” dedi. Biz de Sultanahmet'e
gidip bu meydandaki ramazanın yeni şeklini şemalini
görme fırsatı bulduk.
İlk dikkatimizi çeken, dumanlı müesseselerin
sayısındaki önemli düşüş oldu. Etkinlik alanındaki
köfteci ve dönercilerin hepsini toplasanız, her
nedense hiç filtre kullanmayan Sultanahmet
Köftecisi'nin yaydığı dumanın yarısı kadar kirlilik
yaratmadığını gördük. Ayrıca meydana bir ekonomik
demokrasi havası yerleşmişti. Eskiden bölgeye
gelenler sadece buradaki işletmelerden ya da çevre
esnafından alışveriş yapmak zorunda kalıyorlardı.
Ama şimdi belediye, etkinlik alanının dört bir
yanına piknik masaları koymuştu. Bu da bölgede geçen
yıllarda fahiş ölçülere çıkan yiyecek içecek
fiyatlarının ucuzlamasını sağlamıştı.
Birkaç yıl önceki ramazanlarda kadınların sayısı
düşüktü. Bu ramazan meydanı kadınlar doldurmuş.
Zabıta ve özel güvenlik ekipleri sürekli dolaştığı
için kadınlar ve gençler kendilerini daha güvenli
bir ortamda hissediyor. Meydanın gürültüsünden
kaçmak isteyenler için de alternatifler var. Örneğin
mutfağını yenileyip zenginleştiren Binbirdirek
Sarnıcı'nda bu yıl geleneksel iftar sofrası
kuruluyor. Gökkubbeye doğru uzanan 1600 yıllık
sütunların altında derin bir ney sesi ve klasik Türk
müziği dinleyerek huşu içinde iftarınızı
açabiliyorsunuz.
Ayrıca geçici olarak meydanın iki yanına
yerleştirilen dükkanların mimarisi muhteşem.
Sultanahmet Camii'ndeki küçük medrese kubbeleri
klonlanarak birkaç sıra halinde yerleştirilmiş.
Medreselerin duvarlarından çekilen fotoğraflar
bilgisayar teknolojisinin sunduğu sonsuz imkanlarla
duvar kağıtlarına basılıp bin yıllık dükkan
görüntüsü elde edilmiş. Cami ve medresenin
duvarlarıyla mükemmel bir uyum sağlanmış, bu
atmosfere çok iyi oturmuş.
Her on dükkandan birinde Osmanlı macunu satılıyor.
Ayrıca “Osmanlı döneri” ve “Osmanlı lokması”na da
ilk defa rastladım. Eski dönemde, Dikilitaş ve
Yılanlı Sütun'un bulunduğu orta alan mezbelelik
gibiydi. Dikilitaş'ın etrafına yerleştirilen
atlıkarıncalar vardı. Belediye bu yıl bunlara izin
vermemiş. Geçen yıl bir tabela ve bez afiş kirliliği
yaşanırdı. Belediye bunların da çoğunu kaldırmış.
Sadece birkaç noktada MTTB'nin belki de bugüne kadar
ortaya attığı en anlamlı sloganın asıldığı bez
afişleri görüyorsunuz. Afişte, “Kardeş kavgası
bitsin ki ramazanımız mübarek olsun” yazıyor.
Turistler küçük bir meydanda aniden bir semazenle
burun buruna gelebiliyor. Başka bir aralıkta bir ney
sesi duyabiliyor. Tezhip, hat, ebru gibi geleneksel
sanatlarla doğrudan temas edebiliyor, sanatçılarla
yüz yüze konuşabiliyorlar. Ayrıca havuzlu meydanın
çevresindeki çimenliğe yayılıp rahatlıkla biralarını
içebiliyorlar.
Çapa'da Yusuf Bahçıvancı adında bir fotoğrafçı var.
Eski gazeteci ve 30 yıldır fotoğraf işi de yapıyor.
Yanına Bülent Çuvaş adında bir arkadaşını da alıp
ramazan için 12 kişiden oluşan bir ekip kurmuş.
Osmanlı dönemi kadın ve erkek kıyafetleri diktirip
belediyeden meydandaki dükkanlardan birini
kiralamış. Elbiseleri giyen yerli ve yabancı
misafirler fotoğraf çektiriyor. Yerliler Osmanlı
giysilerine yabancılardan daha hevesli görünüyor.
Muhammet ve Ömer Başdağ adında iki hattat kardeş
var. Osmanlı kaligrafisini Latin harflerine
uygulayarak isimler yazıyorlar. İnce bir televizyon
ekranını da klasik, ağır bir çerçeveyle dükkanın tam
girişine asmışlar. Kapalı devre yayın yapan bu
televizyonda kaligrafın nasıl çalıştığını
görebiliyorsunuz. Ayrıca Vefa Bozacısı, Sütiş ve
Kubbealtı gibi ünlü işletmeler de buradan dükkanlar
kiralamış.
Etkinliğin organizasyonunu üstlenen firma
Sultanahmet'e gelenlere bir dolu sürpriz hazırlamış.
Örneğin, yolda yürürken karşınıza ansızın pembe
feraceli, şemsiyeli güzel bir kız ve yanında fesli
redingotlu bir Osmanlı beyefendisi çıkıveriyor.
Arkanızı döndüğünüzde boyu dört metreye ulaşan yine
redingotlu ve uzun siyah pantolonlu bir adamla
karşılaşıyorsunuz. Zıplayarak üstünüzden geçiyor,
uzatılan nargilenin marpucuyla oynuyor, atılan
elmaları topları tutup kenarda koklaşan sevgililerin
üzerlerine fırlatıyor
Hürriyet Cumartesi, Haber: Ersin Kalkan,
05.09.2009
|
HIRKA-İ ŞERİF'İN RAPORU TAMAM, SIRA ONARIMDA
Hırka-i Şerif'in bakım ve onarımı için Türkiye'ye davet edilen dördü İtalyan, biri İngiliz beş konservatör, Hırka-i Şerif'i inceleyerek raporlarını sundu. Veysel Karani'nin torunları Köprülü Ailesi'ne ait olan ve Hırka-i Şerif Camisi'nde her Ramazan sergilenen Hırka-i Şerif'in onarımı için İstanbul İl Özel İdaresi harekete geçti. İlk incelemeyi Topkapı Sarayı Mukaddes Emanetler Bölümü'nün restorasyonunu yapan ekip yaptı ve hırkanın sergilendiği ve mekanının restorasyonu ile hırkanın bakım ve onarımının yapılması gerektiğini bildirdi.
Bunun üzerine Hırka-i Şerif'in konservasyonu için dünyanın önemli müzeleriyle temasa geçildi ve erken dönem İslam tekstili ile ilgili uzmanlar araştırıldı. İngiltere'den Louise Squire ve İtalya'dan Marina Zingarelli, Claui Beyer, Lucia Nucci, Costanza Perrona da Zara heyeti Türkiye'ye davet edildi. Uzmanların daha önce görev yaptığı ABD'deki Smithsonian, İngiltere'deki Victoria Albert gibi ünlü müzelerden referans alındı. Özellikle 6. yüzyıl İslam tekstili alanında uzman konservatörler, hırkayı inceleyerek rapor hazırladı. Bu raporu inceleyecek Bilim Heyeti, konservatörü seçecek ve hırkanın onarım çalışması başlatılacak. Hırka-i Şerif'in onarımının yanı sıra saklandığı Hırka-i Şerif Camii'nde de restorasyon çalışması yapılacağını belirten İl Özel İdaresi Genel Sekreteri Sabri Kaya, "Ayrıca, orada bir Veysel Karani Müzesi oluşturacağız. Çalışmalar 2010 Ramazan ayına yetişecek" dedi.
Sabah, 30.08.2009
|
 |
KURUL "NET DEĞİL" DESE DE BELGELER 'KİLİSE' DİYOR

Koruma Kurulu,
Silivri
Ortaköy’deki tarihi kilise için “tescili net
olmayan tarihi yapı” diyor ancak yapının,
tapu senedinde ve uygulama imar planında “metruk
kilise” olarak tescillendiği görülüyor.
İstanbul 1 Numaralı Koruma Kurulu’nun
Silivri
Ortaköy’deki tarihi kilise hakkında düzenlediği
“tescili net olmayan tarihi yapı” tespitini belgeler
yalanlıyor. Tarihi yapının, hem Silivri
Tapu Müdürlüğü tarafından düzenlenen tapu
senedinde, hem de Ortaköy Belediyesi tarafından
hazırlanan uygulama imar planında “metruk kilise”
olarak tescillendiği görülüyor. Silivri Belediyesi,
Ortaköy sakinlerinden camiye ihtiyaç olduğu yönünde
hiçbir yazılı ve sözlü girişimin olmadığını,
gelecekteki ihtiyacı karşılamak için de köyde dört
dini tesis alanı için yer ayrıldığını bildirdi.
Aziz Dimitrios Kilisesi’nin, Silivri Belediyesi
adına kayıtlı Ortaköy’de 2559 numaralı parselin tapu
senedinde “metruk kilise ve arsa” olarak
tescillendiği görülüyor.
Yönetmelik gereği yapı hakkında herhangi bir
kurul kararı bulunmaması durumunda tapu müdürlüğü ve
belediye gibi
resmi kurum tespitlerinin tescil anlamına
geldiği kaydediliyor.

Koruma Kurulu’nun kilise için “tescili net olmayan
tarihi yapı” tanımlamasını eleştiren ve tapu
müdürlüğü ile belediye gibi resmi kurumların
tespitlerinin de tescil anlamına geldiğini kaydeden
eski Mimarlar Odası Genel Başkanı Oktay Ekinci,
şunları söyledi:
“Koruma Kurulu ilke kararı gereğince
Türkiye sınırlarında bulunan tüm yeni ve eski
dini yapılar Koruma Kurulu denetimindedir. Dün
yapılsa dahi bir kilise, cami veya
sinagog, bugün kurul denetimine tabidir. İzinsiz
çivi çakamazsınız. Tüm 19. yüzyıl yapıları da
birinci derece tarihi yapıdır. Bunlar Koruma Kurulu
ilke kararlarıdır. ‘Tescili net değil’ ifadesi ise
tam bir skandaldır. Görevi tescil olan bir kurum
böyle bir ifade kullanamaz.”
İstanbul Üniversitesi
Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü mezunu olan
Silivri Belediye Başkanı Özcan Işıklar ise,
“Ortaköy’de bir tarih skandalı yaşandığını ve buna
seyirci kalmayacaklarını” belirterek, Koruma
Kurulu’nun “tescili net olmayan” gibi bir ifade
kullanmasının üzerinde düşünülmesi gerektiğini
belirtti.
Işıklar, “Kurula gönderilen evrakta yer alan tapu
senedi ve uygulama imar planında yapının kilise
olarak tescil edildiği açıkça görülmekte. Görsel
olarak da yapıya kimse cami diyemez. Anıtlar
Kurulu’na uygulama kararının iptali için başvuruda
bulunduk. Mahkemeden yürütmeyi durdurma kararı
çıkarmak için de hazırlık yapıyoruz” dedi.
Milliyet, Haber: Şenol Demirci, 30.08.2009
******
KİLİSEYE 'MİNARE'!

Silivri-Ortaköy’deki 1830’lara ait
Aziz Dimitrios Kilisesi’nin cami yapılması,
Milliyet’e manşet olunca telefon yağmuru da başladı:
“Tarihte de böyleydi; neden karşısınız?” Haberi
yazan Şenol Demirci’ye de
söylemiştim: “Korumayı gericiliğe alet etmek
isteyenler, geçmişteki örneklere sarılacaklardır...”
Aynı huy yıllardır Ayasofya için de depreşmez mi?
Atatürk’ün uluslararası çağdaş kültür sözleşmelerine
“öncü” ve “örnek” olmuş müze kararını hala
hazmedemeyenler var... Nitekim Silivri’de de benzer
durum yaşanıyor; kilisenin “yeni minare”yle
camileşmesine Koruma Kurulu Başkanı bile diyor ki:
“Diskotek mi olsaydı?”! (Milliyet-26 Ağustos 2009)
Bu mantığa göre, yarın birisi çıkıp, Trabzon’daki ya
da İznik’teki Ayasofya’yı da diskotek yapmak
isterse, Koruma Kurulları “hayır” demekle
yetinmeyip, “kurtarmak” için “cami olsun” mu
diyecekler? Yazık bu kurulların o nice “özverili
yıllar”la sağlanan saygınlığına.
‘Siyaset’in
uzmanları!
Ne var ki asıl üzüldüğüm, kimi uzmanların da
“destekler” halleri... Örneğin
Prof. Semavi
Eyice diyor ki: “Bu tarih boyunca yapılmış;
bir mahzuru yok... hiç değilse, dini bir bina, yine
saygın bir fonksiyon alıyor.” Özellikle “Bizans”
uzmanlığıyla ün yapan hocamızın, kilise için örneğin
kütüphane, kültür merkezi, sanat galerisi gibi
işlevleri de “saygın” bularak önermesi gerekmez mi?
Son seçimde AKP’nin Kadıköy belediye başkan adayı
olan, “en az” oyu alınca da belli ki “teselli
mükafatı” olarak İstanbul 2010 Kültür Başkenti
Danışmanı yapılan mimar
Sinan Genim
de şunları söylemiş: “Cemaati olmadığı için yeniden
kilise yapmanın anlamı yok...” İnsan düşünmeden
edemiyor; siyaset bu kadar mı değiştirir insanı?
Oysa Genim de korumada deneyimli mimarlarımızdan...
Çağdaş restorasyon ilkelerine göre, tarihi anıtsal
bir yapıya “geçmişte olmayan minare” eklemenin
“uygunsuz”luğunu çok iyi bilir. Hele kurul
kararındaki “işlevine uygun minare” sözü kadar,
başta mimarların sorgulaması gereken etik ve bilim
dışı bir ifade ne olabilir?
‘Bilim’in uzmanları
Böylesi “siyasi” uzmanların yanında “bilimin
uzmanları” ise bakın neler söylemişler: Yine
korumada ülkemizin yüz akı hocalarımızdan
Prof.Dr. Cevat Erder diyor ki: “Binaların
sadece fiziki yapısı değil, ruhu da vardır...”
İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ni yönetenler ise
sözde restore ettikleri kilisenin “ruh”una hiç
aldırmıyorlar; belki de kavrayamıyorlar!..
Ya Prof.Dr. İlber Ortaylı’nın
haykırışı; “İbret-i alem” için aktarıyorum:
“Kiliseden cami olmaz. Bunlar 15. ve 17. asırların
işi; bu asırda olmaz; Türkiye’ye yakışmaz... Git
kendi camini kendin yap. İhtiyaç da vardır camiye,
onu da söyleyeyim. Ama başka yere yaparsın...”
Nitekim Kültür ve Turizm Bakanı
Ertuğrul
Günay da demiş ki: “Başka inançlara ait
ibadet yerlerinin camiye dönüştürülmesine geçmiş
yıllarda belki ihtiyacımız vardı. Şu anda yok...”
Siyasi uzmanlara bundan açık “çağdaşlık dersi” olur
mu?
Çağdaşlığın ilkeleri
Türklerin özellikle “fethettikleri” yerlerdeki
kiliselere minare ekleyerek cami gereksinimlerini
karşılamaları; bu nedenle de çoğuna “fethiye camisi”
denilmesi, akılcı ve insancıl bir anlayışın
ürünüdür. Kiliseye dönüştürülmüş caminin çok az
sayıda olduğunu düşündüğümüzde, “şovenizme
kapılmadan” gurur duyabiliriz. Ancak günümüzün
yaklaşımı, hiçbir kültürü diğerinden üstün görmeden,
tümünü “eş saygınlık”ta kucaklamak ve inanç
yapılarını da “siyasal egemenlik gösterisine alet
etmeden” korumak değil midir? Hele buna aykırı bir
“niyet” için tarihte var olmayan “uydurma” bir
minareyi “kültür” adına onaylamak ise Koruma
Kurullarının varlık nedenine aykırı, bilimsel
kimliklerine umarsızlıktır...
Silivri’de yanlıştan dönerek, ulusal onurumuzu
kurtaracağımıza inanıyorum...
Cumhuriyet, Yazı: Oktay Ekinci, 02.09.2009
|
ZEUGMA'DA KAZI MESAİSİ SÜRÜYOR
Zeugma Antik Kenti'nde bu yılın Mart ayında
başlatılan kazı çalışmaları yoğun olarak devam
ediyor.
Çalışmalarla ilgili
bilgi veren Ankara Üniversitesi öğretim üyesi ve
Zeugma Kazı Başkanı Doç.Dr. Kutalmış Görkay, kazılarda 60 kişilik
ekibin görev aldığını belirtti. Çalışmaların gelecek ayın sonunda bitirileceğini
bildiren Doç.Dr. Görkay, bu yıl Kültür ve Turizm
Bakanlığının desteğiyle yapılan kazı çalışmalarına
250 bin TL kaynak ayrıldığını kaydetti.
Bu yılki çalışmaları 2007 yılında bulunan Muzalar
Evi'nde yoğunlaştırdıklarını ifade eden Görkay,
ayrıca Zeugma Belkıs Tepe Kutsal Alanı'nda kazıların
sürdürüldüğünü bildirdi.
Doç.Dr. Görkay, Dionysos ve Danae evlerinde de
restorasyon ve konservasyon çalışmalarının devam
ettiğini, her iki Roma evinin koruma altına alınması
için yapılan çatı çalışmalarının gelecek yılın
başında tamamlanacağını kaydetti.
Geçen yıl Muzalar Evi ile Zeugma Belkıs Tepe Kutsal
Alanı ve Tapınağı'nda yaptıkları çalışmalarda çok
önemli bulgular ortaya çıkarıldığını ifade eden
Görkay, 4-4.5 metre boyunda olduğu tahmin edilen
heykelin bu çalışmalar sırasında bulunduğunu,
heykelin mitolojik tanrılara ait olduğunu tahmin
ettiklerini bildirdi.
Bakanlar Kurulu kararıyla 2005 yılında Zeugma Antik
Kenti'nde başlatılan çalışmalarda korumaya da önem
verdiklerine dikkati çeken Görkay, şöyle konuştu:
"Zeugma'yı bölge ve ülke turizmine önemli katkıda
bulunan bir turizm merkezi haline getirmeyi
amaçlıyoruz. Ancak her zaman belirttiğimiz gibi
önceliğimiz Zeugma'nın en iyi biçimde korunmasını
sağlamaktır. Gün ışığına çıkarılan villaların
korunması amacıyla üzerlerinin çatıyla örtülmesi
için çalışma yapıyoruz. Önceki yıllardaki kazılarda
ulaştığımız bazı kamu yapılarını bütünüyle ortaya
çıkarmak için de kazı yapacağız. Bulunan eserlerin
konservasyonu ve restorasyonuyla ilgili
çalışmalarımızı sürdüreceğiz. Zeugma'nın yerleşim
alanında jeofizik ve yüzey araştırmaları da
yapacağız. Antik kentin bir bütün olarak gün ışığına
çıkarılması, koruma kaygısı ön planda olarak
arkeopark haline getirilmesi uzun yıllar alacaktır."
Zeugma Antik Kenti'nin Hikayesi
Zeugma Antik Kenti, MÖ 300'de Büyük İskender
tarafından "Selevkeia ad Euphrates" adıyla kuruldu.
Romalı Komutan Pompeius MÖ 64'te kendine yaptığı
yardımlar karşılığında kenti 1. Antiokhos'a verdi.
Kommagene Krallığı'nın 4 büyük şehrinden biri olan
kent, MÖ 31'den itibaren tamamıyla Roma
İmparatorluğu'na bağlandı ve "köprü", "geçit"
anlamına gelen "Zeugma" adını aldı.
Roma döneminde büyük bir zenginlik ve ihtişam
yaşayan Zeugma, MS 256'da Sasani Kralı 1. Şapur
tarafından ele geçirilerek yakıldı ve yıkıldı.
Zeugma'da ilk kazı, kaçak kazı ihbarı üzerine
Gaziantep Arkeoloji Müzesi Müdürlüğü'nce 1987'de
yapıldı.
Kazıda oda biçimli aile kaya mezarı, mezarın
sahiplerine ait heykeller bulundu. Antik kentte
ikinci kazı 1992'de yine kaçak kazı ihbarı üzerine
Gaziantep Arkeoloji Müzesi tarafından yaptırıldı. Bu
kazıda taban mozaiği ve ilk villa gün ışığına
çıkarıldı.
Antik kentin önemli bir bölümünün GAP kapsamında
inşa edilen Birecik Barajı'nın göl suları altında
kalacak olması nedeniyle 1993'ten itibaren yerli ve
yabancı bilim adamlarından oluşan çok sayıda ekip,
Zeugma Antik Kenti'nde kurtarma kazıları yürüttü.
Kurtarma kazılarında gün ışığına çıkarılan eserlerin
en önemlileri olan mozaikler, Mars heykeli, duvar
resimleri ve kil mühür baskı koleksiyonu, Gaziantep
Arkeoloji Müzesi'nde sergileniyor.
Trt/Haber, 30.08.2009
******
"ZEUGMA EN İYİ ŞEKİLDE KORUNACAK"

Ankara Üniversitesi
öğretim üyesi ve Zeugma Kazı Başkanı Doç.Dr. Kutalmış
Görkay, bu yılın mart ayında başlatılan kazı
çalışmalarının yoğun olarak devam ettiğini, antik
kentte kazı çalışmalarının eylül ayına kadar
sürdürüleceğini söyledi.
Doç.Dr. Görkay, bu yılki çalışmaları 2007
yılında bulunan Muzalar Evi'nde yoğunlaştırdıklarını
ifade eden Görkay, ayrıca Zeugma Belkıs Tepe Kutsal
Alanı'nda kazıların sürdürüldüğünü bildirdi. Kazı
çalışmalarında 60 kişilik ekibin yer aldığını
belirten Görkay, arkeolog ve restoratörlerin çeşitli
üniversitelerin öğretim üyeleri olduğunu,
çalışmalara ABD Purdue ve Almanya Berlin Freie
üniversitelerinden araştırmacı ve öğrencilerin de
katıldığını ifade etti.
Çalışmaların ayın sonunda bitirileceğini bildiren
Doç.Dr. Görkay, bu yıl Kültür ve Turizm
Bakanlığının desteğiyle yapılan kazı çalışmalarına
250 bin TL kaynak ayrıldığını, işçi ve teknik
ekipmanla birlikte toplam 60 kişinin bu yıl görev
yaptığı Zeugma Antik Kenti kazılarında, 2007 yılında
ortaya çıkan Muzalar Evi ile yine buranın en önemli
eski kutsal alanlarından Belkıs Tepe'deki tapınak
yapısında gerçekleştirildiğini söyledi.
Bakanlar Kurulu kararıyla 2005 yılında Zeugma
Antik Kenti'nde başlatılan çalışmalarda korumaya da
önem verdiklerine dikkati çeken Görkay, “Zeugma'yı
bölge ve ülke turizmine önemli katkıda bulunan bir
turizm merkezi haline getirmeyi amaçlıyoruz. Ancak
her zaman belirttiğimiz gibi önceliğimiz Zeugma'nın
en iyi biçimde korunmasını sağlamaktır. Gün ışığına
çıkarılan villaların korunması amacıyla üzerlerinin
çatıyla örtülmesi için çalışma yapıyoruz. Önceki
yıllardaki kazılarda ulaştığımız bazı kamu
yapılarını bütünüyle ortaya çıkarmak için de kazı
yapacağız. Bulunan eserlerin konservasyonu ve
restorasyonuyla ilgili çalışmalarımızı sürdüreceğiz.
Zeugma'nın yerleşim alanında jeofizik ve yüzey
araştırmaları da yapacağız. Antik kentin bir bütün
olarak gün ışığına çıkarılması, koruma kaygısı ön
planda olarak arkeopark haline getirilmesi uzun
yıllar alacaktır" dedi.
Gaziantep 27 Gazetesi, 01.09.2009
|
SİDE'DE TARİH GÜN IŞIĞINA ÇIKIYOR

Antalya'nın
Manavgat İlçesi'ne bağlı Side Beldesi'nde arkeolojik
çalışmalar devam ediyor. Anadolu Üniversitesi
Arkeoloji Bölümü Başkanı Doç.Dr. Hüseyin Sabri Alanyalı'nın başkanlığında,
Doç.Dr. Feriştah
Alanyalı, Doç.Dr. A. Tolga Tek ve Yrd. Doç.Dr.
Alptekin Oransay, Yrd. Doç.Dr. Erkan İznik ve
Anadolu Üniversitesi Arkeoloji Bölümü öğrencilerden
oluşan ekibin yürüttüğü arkeolojik kazı çalışmaları,
tiyatronun orkestra bölümünde, Dionysos Tapınağı ile
Tak ve çevresinde yoğunlaştı.
Doç.Dr. Hüseyin
Sabri Alanyalı, Side'deki çalışmaların merkezini
tiyatro ve çevresinin oluşturduğunu belirterek,
“Side Tiyatrosu'nda çok uzun yıllardan bu yana
çalışmalar sürüyor. 2009 yılında Side Tiyatrosu
çalışmaları çerçevesinde, Anadolu Üniversitesi Uydu
ve Uzay Bilimleri Araştırma Enstitüsü Müdürlüğü
tarafından Doç.Dr. Alper Çabuk başkanlığındaki bir
ekip tarafından harita çalışmaları yürütüldü. Bu
çalışmaların en önemli amacı mevcut kent planının koordinatlandırılması ve balondan yararlanarak bir
nokta bulutunun üretilmesi” dedi.
Bu yıl kazı
çalışmalarında ilk kez yeni bir teknoloji ürünü olan
Laser Scanner kullanıldığını belirten Doç.Dr.
Alanyalı, “Laser Scanner ile 0,1 derece aralıklarla
yapı üzerinde tarama işlemi yapılmakta. Bu tarama
işlemi sonucunda çalışma alanına ait nokta bulutu
elde edilmesi planlanmakta. İleriki aşamada nokta
bulutu işlenerek gerekli ve ilgili kesitler ve
yapının 3 boyutlu görüntüsü elde edilecektir. Bu
işlem belgeleme çalışmalarına inanılmaz bir hız
kazandırarak, tiyatroda bundan sonra yapılması
planlanan koruma ve uygulama projelerine de önemli
bir katkı sağlayacaktır" şeklinde konuştu.
Alanyalı,
çalışmalar kapsamında Agora'da temizlik ve düzenleme
çalışmalarının da gerçekleştirildiğini ifade etti.
Doç.Dr.Alanyalı, şunları söyledi: “Öncelikle alana
dökülen toprak ve kum kaldırılarak yoğun ot ve bitki
temizliği yapılmış, iki Agoranın ortasına atılmış
tiyatrodaki etkinliklerde kullanılan tuvalet, antik
doku içinde büyük bir kirlilik oluşturduğundan
buradan vinçle kaldırılarak alan boşaltılmıştır.
Önümüzdeki yıllarda çalışmalar tamamlandıktan sonra
ziyarete açılması planlanan Agora ve çevresi şimdi
tüm unsurları ile birlikte daha iyi algılanmaktadır.
“
Doç.Dr. Hüseyin
Sabri Alanyalı, 2010 yılında gerçekleştirilecek kazı
ve çalışmalar çerçevesinde Agora'da yer alan daire
planlı Tykhe Tapınağı'nın rölöve çalışmalarına
başlanacağını ifade etti.
Yeni Şafak, 29.08.2009
|
RUMKALE ZİYARETÇİLERE AÇILIYOR

Fırat Nehri üzerinde
konuşlanan tarihi Rumkale'nin doğu ve batı
girişlerinin restorasyonu tamamlandı. İl Kültür ve
Turizm Müdürlüğü ve İl Özel İdaresi işbirliğinde
yürütülen projenin birinci aşaması kapsamında
restore edilen Rumkale, 2010 yılında ziyaretçilerini
ağırlayacak.
Gaziantep İl Kültür ve Turizm Müdürü Salih
Efiloğlu, Gaziantep'in sanayi ve ticaretin yanında
bir turizm kenti haline gelmesi için altyapı
çalışmalarını sürdürdüklerini, Fırat Kültür Vadisi
Projesi kapsamında Rumkale ve çevresinde restorasyon
çalışmaları yaptıklarını söyledi.
Fırat baraj gölü içinde kalan tarihi Rumkale'nin
tamamını turizme kazandırmak istediklerini ifade
eden Efiloğlu, kalede şair Aziz Nerses Kilisesi ve
Barşavma Manastırı'nın yanı sıra Türk-İslam
döneminde yapılmış birçok eser bulunduğunu
vurguladı. Gaziantep Valisi'nin 2 yıl önce verdiği
talimat doğrultusunda, buraya sahip çıkmak için İl
Özel İdaresi ile birlikte proje hazırladıklarını
belirten Efiloğlu, "Acil eylem planını da Rumkale
merkezli düşündük. Kalenin doğu ve batı girişlerinin
restorasyonunu tamamladık. Önümüzdeki ay içinde yeni
bir ihale yapacağız. Acil eylem planının ikinci
bölümüne başlayacağız. Kuzey bölümde önce arkeolojik
kazı yaptıracağız, sonra kale duvarlarının,
galerilerin ve kale çevresindeki 11 evin
restorasyona başlayacağız. Kalenin tahsisini
alırsak, tamamının restorasyonunu 5 yılda bitiririz.
Ama kaleyi, 2010 yılında ziyarete açarız.''
Vapur ve teknelerle, Rumkale, Halfeti ve Zeugma
arasında turlar düzenlendiğini, turlara yerli ve
yabancı ziyaretçilerin büyük ilgi gösterdiğini ifade
eden Efiloğlu, üç yanı zümrüt yeşili göl ve bunu
çevreleyen dik tepelerle çevrili doğa harikası bir
yer olan Rumkale'de 5-6 yerde seyir terasları
oluşturacaklarını da bildirdi. Efiloğlu, ''Fırat
Vadisi doğa harikası gizemli bir bölge. Yerli ve
yabancı ziyaretçilerden büyük ilgi var. Karkamış'tan
başlayarak Atatürk Barajı'na kadar 130 kilometrelik
bir aks var. Bu aksın tamamı Şanlıurfa, Gaziantep ve
Adıyaman sınırları içinde. Ortak bir alan
oluşturarak bölgeyi turizme kazandırmak istiyoruz''
diye konuştu.
Gaziantep 27 Gazetesi, 29.08.2009
|
EN ESKİ İSTANBUL HARİTADA KAYBOLDU!

Küçükçekmece’de dilden dile dolaşan “Gölün dibinde minare var” efsanesi, geçen yıl bir temele kavuştu. ‘Minare’, antik Bathonea Kenti’nin batık denizfeneriydi. Bathonea’nın 2 bin 700 yıllık yerleşim olduğu anlaşıldı. Kazı 16 Ağustos’ta başladı.
Küçükçekmece’deki antik Bathonea kenti topraklarının
İstanbul Büyükşehir Belediye’sinin 1/100 bin ölçekli
çevre düzeni planında arkeolojik sit alanı olmaktan
çıkarıldığı anlaşıldı. Planda 2 bin 700 yıllık
kentin ‘yeşil ve spor alanı’ olarak gösterilmesi
şaşkınlık yarattı.
Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi’nin
raporuna göre bu kararla bölgede yapılaşmaya olanak
verilecek. Bölge tahrip olacak. İstanbul İl Kültür
Müdürlüğü’ne göre ise ‘yanlışlık’ bir raporla
kolayca düzeltilir, burada yapılaşma düşünülemez
bile. Büyükşehir yetkilileri sessiz.
2 bin 700 yıllık antik kentin keşfi, arkeoloji
çevrelerince ‘son yılların en büyük keşfi’ olarak
nitelendiriliyordu. ‘İstanbul’un ikinci tarihi
yarımadası’ denilen bölgede ‘ilk’ kazı çalışması 16
Ağustos günü büyük umutlarla başlatılmıştı.
İstanbul’un 1/100 binlik yeni İl Çevre Düzeni Planı,
13 Şubat’ta Büyükşehir Belediye Meclisi’nde
onaylandı. Plan 17 Temmuz 2009’da askıya çıkarıldı.
Planda Küçükçekmece Gölü’nün batı kıyısı, kentsel ve
bölgesel yeşil ve spor alanı olarak gösterildi. İç
kısımları ise üniversite alanı olarak işaretlendi.
Aynı bölge, 2006 tarihli 1/100 binlik şehir planında
‘Arkeolojik Sit Alanı’ olarak gösteriliyordu.
İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü’nden adının
açıklanmasını istemeyen bir yetkili, bölgenin sit
alanı kapsamından çıkarılması talebinin İstanbul
Üniversitesi’nden geldiğini iddia etti ancak ekledi:
“Birinci derece sit alanı olmasıyla ilgili bakanlık
kararı var. İstanbul Üniversitesi, kampus alanının
devamı olarak kullanmak istiyordu. Başvuru Kültür
Varlıklarını Koruma Kurulu’nda görüşülüyor. Tarihi
olup olmadığına karar verilecek. Ama orada kazı
başladı. Bütün bu gelişmelerden sonra bu kararı
veremezler.” İstanbul Üniversitesi Edebiyat
Fakültesi Arkeoloji Bölümü’nden Prof.Dr. Mehmet Özdoğan’a göre de yaşanan sadece bir ‘veri akışı
eksikliği’nden kaynaklanıyor; antik kentin bulunduğu
bölgenin imara açılmasıysa söz konusu bile olamaz:
“Orası birinci derece sit alanı hem de su havzası.
Üniversite, tarihi kentin bulunduğu yer için değil
daha üst bölümü için başvurmuştu. Bu kararlar, veri
akışı eksikliğinden kaynaklanıyor. Tahrip
edilmesinin hiçbir sebebi olamaz. Orası birinci
derece sit alanı hem de su havzası. Üniversite,
tarihi kentin bulunduğu yer için değil daha üst
bölümü için başvurmuştu. Bu kararlar, veri akışı
eksikliğinden kaynaklanıyor. Bölgenin tahrip
edilmesinin hiçbir sebebi olamaz.”
Bölgenin imara açılması için baskılar olduğu
biliniyordu. 16 Ağustos’ta kazı çalışmalarının
başladığı törene katılan Avcılar Belediye Başkanı
Mustafa Değirmenci bu durumu “Yıllardır bölgenin
imara açılması için büyük baskılar görmemize rağmen
buna karşı koyduk. Doğru bir karar vermiş olmanın
mutluluğunu yaşıyoruz” diye ifade etmişti.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi Basın Danışmanlığı,
plan değişikliğiyle ilgili olarak DHA muhabirinin
sözlü ve yazılı olarak başvurularına yanıt vermedi.
Konuyla ilgili diğer tarafların görüşleri şöyle:
Yıldız Uysal (Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent
Şubesi Kentleşme ve Planlama Komitesi Üyesi): Yeni
plan bölgede yapılaşmaya olanak tanıyacak. Bu plana
göre üniversite oraya kampüs binası yapabilir ya da
kapalı spor kompleksi yapılabilir. Bu kararlar,
tarihi önemi dışında, 400 endemik türe sahip
Küçükçekmece Havzası için son derece sakıncalıdır.
Geri dönüşü olmayacak tahribatlara neden olabilir.
Bu planı resmi yazıyla kendilerinden istedik. Ama
üzerine tarih atılmamıştı. Şimdi konuyu çevirmek
isteyebilirler.
Prof.Dr. Ahmet Emre Bilgili (İstanbul İl Kültür ve
Turizm Müdürü): Daha önce burada antik kent olduğu
kesinleşmemişti. Doğru olsa bile bilgi eksikliğinden
olabilir. Artık, antik kent olduğu netleşti. Kazı
işlerini yürütenler bir rapor hazırlar ve bunu
koruma kuruluna sunarlar. Onlar da planı değiştirir.
Böyle bir alana yapılaşma düşünülemez.
Hüseyin Dost (Avcılar Belediyesi İmar Müdürü):
Planda üniversite ya da ‘Kentsel ve Bölgesel Yeşil
ve
Spor Alanı’ olarak gözükse de orası birinci derece
sit alanı. Kazılar da başladı. Üst ölçekte böyle
gözükse bile küçük ölçekte hazırlanacak planlarda bu
durum değiştirilir. Oranın yapılaşmaya açılması söz
konusu olamaz.
Bathonea Antik Kenti, geçen yıl yapılan yüzey
araştırmaları sonucu ortaya çıkarıldı. Böylece
Küçükçekmece’de yıllardır “Gölün içinde bir cami
minaresi var” efsanesi de açığa çıkmış oldu.
‘Minare’nin antik kentin batık denizfeneri olduğu
anlaşıldı. Günümüzden 1000 yıl önce Küçükçekmece
Gölü’nün Marmara ile bağlantısı daha genişti. Antik
limanda 40’tan fazla gemi demirleyebiliyordu.
Çalışmalarını tüm dünyanın izlediği Bathonea,
Küçükçekmece gölünün Avcılar ve Küçükçekmece
kıyıları boyunca, Türkiye Atom Enerjisi Kurumu’nun
arazisi kıyıları da dahil 10 bin metrekareden fazla
bir alanı kaplıyor. Göl tarafından gelindiğinde ilk
olarak bir fener ve büyük bir liman ortaya çıkıyor.
Limanın arkasında bir sarnıcın izleri var.
Yarımadanın içlerine doğru 3 kilometrelik kıyı
boyunca yeşil alanlarda tarihi kalıntıların olduğu
düşünülüyor. Hala tarla olarak kullanılan alanın
altında, tarih öncesi neolitik döneme ait bulgular
ve bir mezarlık (nekropol) alanı olduğu belitiliyor.
Jeofizik çalışmalarla tespit edilen alanın bir
kısmı, İstanbul Üniversitesi Veterinerlik
Fakültesi’ne ait arazisi içinde bulunuyor. Tapınağın
bulunduğu bölgeden, denize doğru izleri görülen
antik yoldan şehrin özel iskelesine iniliyor.
Antik yol kıyısında kentin kalıntıları kullanılarak
20. Yüzyıl başlarında inşa edilmiş çiftlik
binalarının izleri görülürken, yıkılmış bir çeşme,
yalak olarak kullanılmış bir lahit parçası ve
Osmanlı dönemine ait yıkık bir hamam göze çarpıyor.
Tatlı su kaynaklarının hala kullanıldığı gözlenen
kıyıdaki iskele gözle görülebiliyor. İskele
çevresinde döneme ait bir sütun da göze çarpıyor.
Uzmanlar ‘İstanbul’un tarihinin yeniden yazılmasına
neden olacak’ denilen kentte kazıların en az 100 yıl
süreceği görüşünde...
Radikal, Haber: Asım Güneş, Fotoğraf: Serkan
Akkoç/DHA, 29.08.2009
|
"AKM 2010'A YETİŞMEZ"

Bakan Günay, yenileme çalışmaları durdurulan
Atatürk
Kültür Merkezi için ‘Bir an önce girilmesini
istiyordum’ dedi. İl Müdürü Bilgili’nin yanıtı ‘2010
Kültür Başkenti etkinliklerine yetiştirmek zor’
oldu.
Tescilli tarihi bina konumunda olan ve yenileme
projesiyle tadilata alınan
İstanbul
Atatürk
Kültür Merkezi (AKM) zor durumda. Yenileme
projesini üstlenen Tabanlıoğlu inşaat firmasının,
AKM’nin statik yapısını belirlemek amacıyla
yaptığı çalışmalar sürerken mahkeme kararıyla inşaat
durduruldu. Binanın duvarları, taşıyıcı kolonları,
kiriş sistemleri delik deşik.
Kültür ve
Turizm Bakanı
Ertuğrul Günay, “AKM’yi yıkamıyorsak bu kadar
kapsamlı bir proje yapılmasına razı değildim. Acil
ihtiyaçlarını giderip bir an önce içine girilmesini
istiyordum” dedi. Binayı birlikte gezdiğimiz
İstanbul İl Kültür Turizm Müdürü ve aynı zamanda
2010 Ajansı Yürütme Kurulu Başkan Vekili Prof.Dr.
Ahmet Emre Bilgili’nin ilk tepkisi ise “2010 Kültür
Başkenti etkinliklerine yetiştirmek zor” oldu.
Refahyol hükümeti döneminde “Taksim’e
cami yapılsın” tartışmaları başladıktan sonra Koruma
Kurulu AKM’yi “tescilli tarihi bina” statüsüne aldı.
Yani AKM
Topkapı Sarayı ile aynı statüye geldi. Oysa AKM,
temeli 1960 yılında atılan ancak uzun yıllar atıl
kalan ve daha sonra 1978’de bugünkü haliyle açılışı
yapılan bir bina. Yıllarca
tadilat yapılmadığı için de bina tepeden tırnağa
eskidi.
“Yıkılsın mı yıkılmasın mı?” diye bir süre
tartışıldıktan sonra binanın yenileme projesi,
AKM’nin ilk mimarı Hayati Tabanlıoğlu’nun oğlu Murat
Tabanlıoğlu’na verildi. AKM, 1 Haziran 2008’den
itibaren boşaltılmaya başlandı ve tüm etkinlikler
durduruldu. Aradan tam bir yıl geçti ve
Tabanlıoğlu’nun projesi, Koruma Kurulu’ndan çıkarak
ihalesi yapıldı.

İhaleyi, 64 milyon liraya Özsoy inşaat aldı. Ancak
bu kez Kültür
Sanat-Sen Sendikası’nın yenileme çalışmasına
karşı çıkarak açmış olduğu davada, İstanbul 9. İdare
Mahkemesi yürütmeyi durdurma kararı aldı ve
çalışmalara ara verildi.
Mahkeme, kararını onaylar ve projeyi hukuka
aykırı bulursa, AKM bu haliyle ortada kalacak.
AKM’nin basit onarımlarla yeniden sanatsal
faaliyetlere geçmesi ise mümkün değil. Çünkü
koltukları tamamen sökülen,
elektrik, su, ısıtma, soğutma sistemleri çalışmayan bina kullanılamaz halde.

Üstelik her kolonu, her odasının duvarları tek tek
delinmiş binada güçlendirme yapılması da şart.
Açılan kolonlarda korozyon açıkça görünürken hem
Sakarya Üniversitesi’nin hazırladığı raporda hem
de Tabanlıoğlu inşaat firmasının raporlarında
binanın taşıyıcı sisteminin zayıflığı dikkat
çekiyor. Basit onarımın bile en az 7 aydan önce
bitirilemeyeceği öngörülüyor.
AKM’yi birlikte gezdiğimiz İstanbul İl Kültür
Turizm Müdürü ve aynı zamanda 2010 Ajansı Yürütme
Kurulu Başkan Vekili Prof.Dr. Ahmet Emre Bilgili,
şöyle konuştu:
“Durum vahim. Süreç konusunda 2010 Ajansı’nın kusuru
yok. Biz sadece mali açıdan destekledik. Ortadaki
durumdan kimsenin memnun olması mümkün değildir
sanırım.
Sendikanın itiraz gerekçelerine hiç katılmıyorum.
Onlar yapının işlevselliğiyle ilgilenmeli. Bu
haliyle 2010 yılındaki sanat faaliyetlerine binayı
yetiştirmek zor.”
1960 yılında atılan ancak uzun
yıllar atıl kalan ve daha sonra 1978 yılında bugünkü
haliyle açılışı yapılan bir yapı. Yıllarca tadilat
yapılmadığı için de bina tepeden tırnağa eskidi.
Başlatılan yenileme çalışması da mahkemeye takıldı.

Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay ise şöyle
konuştu: “B planı olarak ısıtma-soğutma, elektrik
aksamı, mekanik ve elektronik aksamların yapılıp
içine bir an önce girilebilecek bir projenin
yapılmasını istedim. Hukuksal olarak da mahkemenin
itiraz ettiği konulara dokunmayarak diğer işleri
yapabiliyor muyuz, onu inceletiyorum. Güçlendirme
yapılmadan binaya girmek hakikaten mümkün değil.
Proje 64 milyon liraya
ihale edildi. Bana kalsa bu parayı vermezdim.
AKM ihtiyaca cevap vermiyor. Yıkılıp yapılması daha
doğru. Ancak rejim sorunu haline getirildi. Cami
yapılacak, alış veriş merkezi yapılacak, denildi. Bu
söylenenlerin olması mümkün mü? Ama kırmızı çizgiler
çekildi ve bugüne böyle geldik.”
Milliyet, Haber: Ömer Erbil, 29.08.2009
******
AKM İÇİN UZLAŞMA
Milliyet’in
İstanbul
Atatürk
Kültür Merkezi’nin (AKM) içler acısı halini
ortaya koyan haberi, yenileme çalışmalarına açtığı
davayla itiraz eden Kültür
Sanat-Sen üyeleri ile 2010 Ajansı yetkililerini
bir araya getirdi.
Kültür
Sanat-Sen’in projeyle ilgili açmış olduğu davada
itiraz ettiği konuların masaya yatırıldığı
toplantının ardından
AKM’nin
tadilat projesinde revizyona gidilmesi yönünde
görüş birliğine varıldığı, ancak hangi konularda
revizyona gidileceğinin önümüzdeki hafta
gerçekleştirilecek olan nihai toplantıda karara
bağlanacağı öğrenildi. Yaklaşık 3 saat süren
toplantıda taraflar beraber çalışma kararı da aldı.
Milliyet, Haber: Ömer Erbil, 30.08.2009
*******
"AKM'NİN VEBALİ MAHKEMEYE BAŞVURANLARINDIR"
Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, AKM’nin
restarosyonu konusunda İstanbul 9. İdre
Mahkemesi’nin verdiği karar üzerine, “Bu karar
için başvuranar vebal taşıyor,” diyerek, Kültür
Sanat Sen’i suçladı.
Kültür Sanat Sen, ‘tadilat bahanesiyle AKM’nin yok
edilmek istendiğini’ savunarak mahkemeye
başvurmuş, İstanbul 9. İdare Mankemesi de
yürümenin durdurulması kararı vermişti. Bu karar
üzerine Radikal’in sorularını yanıtlayan Günay,
ihale aşamasına ‘ite kaka’ geldikerini söyleyerek,
AKM’nin yenilenmesi işini 65 milyon TL’ye ihale
ettiklerini ve şimdi yargı tarafından
engellendiğini söyledi. Karara itiraz ettiklerini
söyleyen Günay, “Şimdi ne olacağını mahkeme
söylesin,” dedi.
“Kültür Sanat Sen, yargıya başvurarak,
restorasyonun tamamlanmamasını mı isyor, yoksa AK
Parti iktidarı yapamadı diye yine sokakta gösteri
mi yapmak istiyorlar,” diye soran Günay, sözlerini
şöyle sürdürdü: “Bu durum tamamen iktidara karşı
yapılmış bir şeydir. Çünkü bu mahkemeyi açan
arkadaşlar geldi, anlattım; bu işi Kazancıoğlu
firması yapıyor. Bu firma, ana projenin sahibi.
Bunlar ‘biz bu işin sahibiyiz’ diye geldiler.
Onlar yapıyorlar, işin özünün bozmuyorlar.
‘Dışarıda cam olmasın, alüminyum olmasın, eski taş
düzen olsun’ dediler, düzelttik. ‘Ama izin verin
burada, yani İstanbul’un en güzel mekanının çatı
katında, tepesinden su akan prova salonu yerine
çok şık bir kafeterya olsun’ dedik. ‘Tamam
efendim, anladık’ dediler ve gittiler.
Yargı kararı devam etti, geldiler. Ben artık
birşey söylemekten çekiniyorum, çünkü ne söylesem
bir yerlere çekiliyor. Ama şunu söylemek istiyorum,
bu kadar kriz döneminde, bu kadar paraya ihtiyacımız
varken 65 milyon TL’ye yapılmış bir ihale, herkes
içeri girecekken kapıda bekliyorlar. Bunun vebali
artık bu yola başvuranlarındır. Bu gecikirse, bu
yetişmez ve durursa bunun vebalini mahkemeyi açanlar
çekecektir.
Ne söylesek çıkıp eleştiriyorlar, o projeyi ben
yapmadım. Proje, binanın mimarı Kazancıoğlu’nun
projesi, sahibi yani. Koruma Kurullarından geçti.
Koruma Kurulları, fevkalede sanat insanlarından,
bilim insanlarından, hocalardan oluşuyor.
Hepsinden geçti, yargı almış bir bilirkişi raporu;
ona göre karar vermiş. Şu anda yargıda, biz de
itiraz ettik. Bu iş yetişsin istiyoruz. Eğer
yetişsin isteniyorsa herkes bize yardımcı olsun.
Zaten biz geç kaldık diye panikliyorduk, iki ay da
buradan kaybettik.”
Radikal, Haber: Behzat Miser, 30.08.2009
******
İSTANBUL'UN EN BÜYÜK KÜLTÜR FABRİKASINA KİLİT
VURULDU
AKM'ye dair son karar restore edilecek olması ama
nasıl, ne zaman, kimin tarafından henüz belli değil.
İstanbul'un en büyük kültür fabrikası kapısına kilit
vurulmuş halde öylece bekliyor.
Günümüz sanatçıları zaman-mekan-uzam anlayışına
başkaldırıyor. Onlar için anlatım biçemi mekandan
öteye taşınıyor. Hatta kültür ve sanatı
yaygınlaştırmak için metro-tren istasyonları,
havaalanları alternatif mekanlar arasında yer
alıyor. Alternatif mekanlarda açılan resim sergileri
ve düzenlenen konserler seyircinin imgelemi için
yeni ufuklar açarken sanatçı için de yeni imgelemler
oluşturmak için imkan sağlıyor. Hatta bu alternatif
mekan yaklaşımında hapishaneler, yatılı okullar,
virane tarihi binalar yapılacak etkinlikle ilintili
olarak mucizevi doğal dekorlara dönüşebiliyor...
Bizler, -ki göçer bir toplum olmamıza karşın-
kültür-sanat düzleminde yatay durumdayız. Beton bina
olmadan kültür-sanatın eylem haline dönüşmesinin
imkansız olabileceğini düşünen zihinler, yapılmış
olanı yıkmadan çözüm üretemiyor. İstanbul'un orta
yerinde AKM (Atatürk Kültür Merkezi) sorunsalı bir
düğüm olarak arz-ı endam ediyor. Bu düğüm içinde
mekanı birlikte kullanan Devlet Tiyatrosu/Opera,
Bale/Senfoni aynı mekansızlık kaderini paylaşıyor. AKM, kentin önemli bir atardamarı. Stendtakılsa bir
derece, ana damarlar tamamen tıkalı. Yıkalım,
yeniden yapalımcılar, rantçılar, tadilatçılar derken
atıl durumda bekliyor Taksim'de heybetli kültür
merkezi.
Başka bir örnek
Benzer durum Düsseldorf opera binasında yaşandı. Her
akşam perde açan, üstelik de yüzde yüz doluluk oranı
olan Avrupa'nın gözde operalarından biri, nasıl
olurdu da tadilat nedeniyle perde kapayabilirdi? Bu
iki sene boyunca kar/zarar tablosuna bakıldığında
bunun yanıtını geçiştirmek, hatta opera tarihlerinde
2007/2008 ve 2008/2009 sezonundaki gösterilerimiz
tadilat dolayısıyla gerçekleşememiştir diye yer
alması ne denli anlamlı olurdu? Çözüm, tadilat
yapılmadan önce bulunmuştu. Bir ay bile kaybetmeyi
göze almak mümkün değildi. Bilindik kerestelerden
kısa zamanda alternatif bir opera binası -mobil
opera- kuruldu. Fuayesi, locası, balkonuyla az
bütçeli, çok amaçlı ve her yere monte edilecek
durumda tasarlanan mekan, iki sene boyunca operaseverlerin özlemini dindirirken kapalı gişe
gösterileriyle kara geçen kurumlar arasında yer
alıyor. Restorasyon ardından tarihi binada eserleri
izlemeye gitsek de mobil çözüm bizlerin anımsayacağı
pratik zekanın ürünü olarak hafızalarımızda kalıyor.
'Win win' yaklaşımı
Tarihi Düsseldorf opera binası yapısal açıdan AKM'ye
benzer. Ne barok ne de rokoko mimarı özellikleri
taşır. Dış cephesi Bauhaus biçiminde, hacmi ise
AKM'nin neredeyse çeyreği. Kültür-sanat ve medya
dünyasından, restorasyon karar ve uygulanma
evresinde kimse öldüresiye kavga etmiyor. Yıkalım,
yeniden yapalım, içinde AVM de olsun, araya opera
sıkışsın gibi double burger hayaller taşıyan zeka
ürünleri yok. Binanın eksikleri gideriliyor, renove
ediliyor, restore ediliyor ve bu ekonomik yaklaşıma
bir de getirilen mobil çözüm kültür sanat alanında
bir "win win".
AKM ise her açıdan "loose loose" durumu arz
ediyor. Onu yıkmayı beceremedik ama sessiz bir
sandukaya çevirdik. Devlet Opera ve Balesi
Kadıköy'de perde diyor. DT (Devlet Tiyatroları)
Cevahir Alışveriş Merkezi'nde, Kenter Tiyatrosu'nda
nerede yer bulabilirse oyunlarını sergilemeye
çalışıyor. Devlet Senfoni'nin ise izine
rastlayamadım. AKM'ye dair son karar restore
edilecek olması ama nasıl, ne zaman, kimin
tarafından bunlar da bilinmez yumağı. Şehr-i
İstanbul'da en büyük kültür fabrikamızın kapısına
kilit vurduk... AB kapısında hevesle beklerken
kültür-sanat etkinliklerimiz gibi binalarımız da
mobil değil stabil!
Referans, Yazı: Emre Erdem, 01.09.2009
|
VİKİNG HAZİNESİ BULUNDU
İngiltere’de, son 150 yılın ‘en büyük ve en
önemli’ Viking definesi gün ışığına çıkarıldı.
Define, bir baba ve oğlu tarafından metal
dedektörleriyle bulundu.
10. yüzyıla ait olduğu belirtilen tarihi
buluntuların değerinin 1 milyon 82 bin
sterlin (yaklaşık 2 milyon 650 bin
TL) olduğu kaydedildi. Hazinede,
değeri 200 bin sterlini (yaklaşık 490 bin TL) bulan
gümüş bir kupa ve çeşitli gümüş parçalar var.
Milliyet, 29.08.2009
|
|
60'INDAN SONRA DALIŞA BAŞLADI

Hayatını geçmişin ortaya çıkarılmasına adayanlar,
Anadolu'nun dört bir yanında arkeolojik kazılara
katılıyor. Yerel halkın define aradığını sandığı
arkeologların bazıları, kazılarda yarım yüzyılı
geride bıraktı.
Kazı sırasında çoğunlukla kızgın güneşin altında,
büyük bir sabır ve emekle, bazen haftalarca
heyecanla toprağın sunacağı sürprizi bekleyen bilim
adamları, birbirinden ilginç hikayelerle Anadolu'nun
gizli tarihini ortaya çıkarmak için çalışıyor.
Anadolu'da dünyanın ilk yazılı tabletlerinin
bulunduğu Kültepe Kaniş/Karum Höyüğü'ndeki kazıların
Şeref Başkanı Prof.Dr. Kutlu Emre, 55 yıldır kazı
çalışmalarına katılıyor. Kayseri kent merkezine 20
kilometre uzaklıktaki Kültepe Höyüğü'nde ilk
bilimsel kazı çalışmalarını başlatan Prof.Dr.
Tahsin Özgüç'ün öğrencisi olan Prof.Dr. Emre, 1954
yılından beri kazı çalışmalarında görev alıyor.
Kültepe'deki kazılara Ankara Üniversitesi Dil ve
Tarih Coğrafya Fakültesinde öğrenciyken hocalarının
teklifiyle katılmaya başlayan Emre, akademik
kariyerini sürdürürken de her zaman kazı
çalışmalarına katılmaya devam ettiğini, hatta 1999
yılında emekli olmasına rağmen halen büyük
mutlulukla kazı alanında görev yaptığını belirtti.
Yabancıların Kültepe'nin kıymetini bildiğini ancak
yöre halkının çalışmaları çok fazla önemsemediğini
belirten Emre, kazılarda çıkarılan eserlerin korunup
sergilenebileceği bir müze bulunmadığını, bu nedenle
çok değerli eserlerin kilit altında tutulduğunu,
Kayseri'de müze kurulması için yıllardır gayret
gösterdiklerini söyledi.
Türkiye'nin önde gelen arkeologlarından Ankara
Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi
Arkeoloji Bölüm Başkanı Prof.Dr. Hayat Erkanal da
toprak altındaki tarihin yanı sıra su altındakileri
de gün ışığına çıkarmak için 60 yaşından sonra dalış
yapmaya başladı.
1992 yılında başladığı Urla'daki Limantepe
kazılarını yürütürken höyüğün bir bölümünün su
altında kalmış olabileceği şüphesi üzerine yaptığı
araştırmada kentin önemli bölümünün denizin içinde
olduğunu saptayan Erkanal'ın heyecan ve ısrarıyla
Türkiye'nin ilk su altı arkeoloji ekibi kuruldu.
İsrail Hayfa Üniversitesi ekibiyle 60 yaşında dalgıç
olarak ilk kazıları yapan Prof.Dr. Erkanal,
2002'den beri çalışmalarını hem karada hem de
denizde sürdürüyor.
Hürriyet Ankara, 29.08.2009
|
MÜZELERDE HIRSIZLIK
Kültür ve
Turizm Bakanlığı, 98 ayrı müzede yaklaşık 3 yıldır
sürdürdüğü denetim çalışmaları sonucunda müzelerden
1118 adet tarihi eserin kaybolduğunu, 1241 eserin
ise taklit olduğunu saptadı.
Gazeteport sitesinde yer alan Yavuz Alatan’ın
haberine göre kayıp eserlerden 371’inin arkeolojik,
100’ünün etnografik ve 714’ünün de sikke (tarihi
para) olduğu belirlendi. Asılları çalınan ve yerine
taklitleri konan eserlerin de 955’inin sikke,
286’sının arkeolojik olduğu saptandı.
Kayıp eserlerin fotoğraf ve özellikleri, Gümrük
Müsteşarlığı ile İçişleri, Dışişleri ve Adalet
Bakanlıklarına gönderildi. Bir bölümü yurtdışına
kaçırıldığı sanılan bu eserler, ancak herhangi bir
müzayedede satışa çıkarıldığı takdirde yurda geri
getirilmesi için girişimde bulunulabiliyor. Kayıp ve
çalıntı eserlerle ilgili 6 müze personeli devlet
memurluğundan çıkarıldı. Altı personel hakkında ceza
davası açıldı, 32 personele de disiplin cezaları
verildi.
Müzelerdeki eserler, koruma altında olmasına rağmen
hırsızlarının hedefi olmaktan kurtulamıyor. 2000
yılında Konya’daki Yusufağa Yazma Eser
Kütüphanesi’nden, aralarında İbni Sina ve Katip
Çelebi’ye ait olanların da bulunduğu 128 basma kitap
çalındı. Çalınan ve kaybolan eserler arasında Aydın
Nysa antik kentindeki podyum figür başları, Bursa’da
MS 3’üncü yüzyıla ait “Burçlar Kuşağı” konulu mozaik
pano, Burdur Müzesi’ndeki 2 adet aslan başlı
fragman, Orhangazi Türbesi sanduka örtüsü, Sakıp
Sabancı Müzesi bahçesindeki çeşmenin süslü tepelik
kısmı ve ayakları, Milas’daki Bizans devrine ait
sütun başlıkları, el yazması Kuran-ı Kerimlerle
Aydın’daki balbal tipindeki mezar taşları da yer
alıyor.
Evrensel, 28.08.2009
|
KAZ HEYKELİ BAKIM VE ONARIMI YAPILDIKTAN SONRA BAŞKA
YERE KONACAK
Kars Belediyesi tarafından geçtiğimiz
yıl Ali Gaffar Okkan Bulvarı'nın başlangıcına
konulan kaz heykeli, başka bir yerde
değerlendirilmek üzere kaldırıldı.
Eski Belediye Başkanı Naif Alibeyoğlu döneminde,
Kars Belediyesi tarafından Kars'ın simgesi olarak
tasarlanıp yaptırılan kaz heykeli, İl Trafik
Komisyonu'nun aldığı kararla bulunduğu yerden
kaldırıldı. Heykelin, bölgeden geçen araç ve
yayaların görüş açılarını engellediği, kazalara yola
açabileceği gerekçesiyle bulunduğu yerden
kaldırıldığı belirtilerek, daha sonra alınacak
kararla başka bir yere konulacağı ifade edildi.
Kaz heykelinin kaldırılması hususunda Kars
Belediye Başkanı Nevzat Bozkuş, şunları kaydetti:
"Daha önce İl Trafik Komisyonu tarafından 07.12.2007
tarih ve 2007/13 sayılı Bakanlık genelgesi gereği
Ali Gaffar Okan Bulvarı ile İsmail Aytemiz Bulvarı
kavşağında bulunan kaz heykelinin kaldırılması
kararı Kars Belediyesi'ne yazılı olarak
bildirilmişti. Ayrıca heykeli yapan heykeltıraş
Murat Alınak ile de görüştük ve kendisi de geldi ve
şu anda heykelin bakım ve boyasını yapıyor.
Havaalanı yolu üzeri Karayolları kavşağındaki süs
havuzunun bulunduğu yere koymayı düşünüyoruz."
Zaman, Haber: Burhan Yıkıcı, 28.08.2009
|