Haberler logo Eylül '09 Arşivi

20 - 26 Eylül 2009

ÜFTADE TÜRBESİ'NE RESTORASYON

 

 

Bursa’nın önemli ziyaret mekanlarından Hisar’daki tarihi Üftade Türbesi’ndeki restorasyon çalışmaları hızlandı.

Bursa-Vakıflar Bölge Müdürlüğü’nün 143 bin lira masraf ile elden geçirdiği türbenin ana taşıyıcı tarihi sütunlarına, üniversiteden uzman bilirkişilerin tavsiyesi ile yeni kullanılmaya başlanan karbon elyaf bir malzeme sarılacak. Yeni binalarda çimento içerisinde demir gibi kullanılan karbon malzemeler, yapıların direncini arttırıyor. Farklı bir ürün olan karbon elyaf ise, dokuma görünüşü ve kolay bütünleşmesi ile biliniyor. Yapının ömrünü uzatmak için kullanılacak karbon elyaf tabakalarla taşıyıcı sütunların daha uzun ömürlü olması temin edilecek. Türbe içerisindeki sağlam ahşap aksam muhafaza edilirken, çürüyen döşeme ve tavan tahtaları da yenilenecek. Muhammet Üftade Hazretleri’nin türbesinin 1.5 ay içerisinde Kurban Bayramına kadar ziyarete açılması planlanıyor. Türbenin dışındaki mermer kitabelerde yerinde muhafaza edildi.

Yeni Bursa, 25.09.2009

MÜZEYE ZİYARETÇİ AKINI

 

 

Ramazan Bayramı'nda Arkeoloji Müzesi ile St Pierre Kilisesi'ni 3 bin 250 kişinin ziyaret ettiği bildirildi. Müze Müdürü Faruk Kılınç, yaptığı açıklamada, 20-22 Eylül tarihleri arasında Antakya'ya gelen yerli ve yabancı turistlerin en fazla Arkeoloji Müzesi ile St. Pierre Kilisesi'ne ilgi gösterdiklerini, 3 bin 250 kişinin toplam 26 bin TL ödeyerek ziyaret ettiklerini söyledi. Hava koşullarının kötü olması nedeniyle Samandağ İlçesinde bulunan Titus Tüneli'ni yeteri kadar ziyaret gerçekleştirilmediğini ifade eden Kılınç, ''Tunus'tan sonra taban mozaiği zenginliği nedeniyle dünya'da ikinci konumda olan Antakya Arkeoloji Müzesi'ni bin 500 kişi ziyaret etti ve 12 bin TL hasılat elde edildi. Dünya'nın ilk mağara kilisesi olan ve Hz. İsa'ya inananlara ''Hıristiyan'' adının verildiği, ''hac yeri'' kabul edilen St. Pierre Kilisesi'ni de bayram boyunca bin 750 kişi ziyaret etti ve 14 bin TL ödeme yaptı. Aynı tarihlerde, basın kartları sahipleri, gaziler, subay, astsubaylar, ilköğretim okulu öğrencileri ve 65 yaş üzeri emekliler de müze ve ören yerlerinden ücretsiz yararlandılar'' dedi. Kılınç, müzenin yetersiz kaldığını, 36 bin eserin depoda bekletildiğini, İl Özel İdare bütçesinden Maşuklu beldesinde yapımı planlanan yeni müzenin proje ihalesinin 2 Ekim Cuma günü gerçekleştirileceğini de sözlerine ekledi.

Hatay Gazetesi, 25.09.2009

BAK ŞU DEFİNE AVCILARINA!

 

 

Son dönemlerde gazetelerde define aramak için dedektör reklamlarının verilmesi sonucunda definecilerin çoğalmasına ve böylece tarihe mal olmuş eserlerin bilinçsizce yok olmasına sebep olmaktadır.

 

Gazetelerde ve ulusal medyada yer alan bu tür reklamların kısa yoldan zengin olma hayali güden hayalperest ve sorumsuz insanların Anadolu'ya mal olmuş tarihi dokuları yok edilmesine sebep olmaktadır. Son olarak Alucra'da 1928 yılında Köymen İnşaatın kurucusu merhum Mustafa Köymen'in ilk müteahhitlik eseri olan Karahasan Köprüsü definecilerin tahribatından nasibini aldı. İlgili kurumların duyarsızlığı bir tarihi eseri daha yok etmeye mahkum bırakmıştır. Sorumsuz insanların bu tür eylem ve fiillerinde herhangi bir ceza-i işlem yapılmaması bu insanların sayısını her geçen gün arttırmaktadır.

 

Karahasan Köprüsü tarihi ipek yolu üzerinde yer alan Alucra-Şebinkarahisar karayolunun 13. km sinde Karahasan Deresinin üzerine 1928 yılında inşa edilmiştir. Daha önce bu taş köprünün yerinde ağaç köprü bulunmakta idi. Genç Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulması ile beraber her tarafta mevcut yollar yenilenerek yeniden yapılmaya başlanmıştı. Ulaşımsızlığın acısını 93 harbinde buna mukabil Balkan Harbinde ve 1.Dünya Savaşında görerek yaşayan ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk Türkiye'de öncelik olarak ana ulaşım görevini üstlenmiş yolların bakımını ve yapımını yapmıştır. İşte bunlardan bir tanesi de Bayburt-Alucra-Şebinkarahisar-Amasya yoludur. 2000 yıllık bu tarihi yol, Anadolu'daki kurulmuş devletlerin varlığını sürdürülmesinde önemli bir yapı taşı olmuştur. Bu kadar önem arz eden yol üzerindeki kesme taştan yapılmış olan Karahasan Köprüsü duyarsızlıktan ve ilgisizlikten yok olmaya doğru gitmektedir. 1992 yılında Şiran-Alucra-Şebinkarahisar D-40 Devlet Karayolunun yapımıyla birlikte tarihi Karahasan Köprüsü yol güzergahı dışında kalarak sessizce geçmişte yapmış olduğu büyük hizmetin onur ve haşmetiyle gelip geçen yolcuların ilgisini ve minnetini almaktadır.

Giresun Gazetesi, 25.09.2009

BEYAZIT KULESİ TURİSTİK OLUYOR

İstanbul Büyükşehir Belediyesi, İstanbul Üniversitesi içerisinde yer alan Beyazıt Yangın Kulesi'ni restore ederek, turizme kazandırmaya hazırlanıyor.

Beyazıt Yangın Kulesi'nin bu amaçla İBB tarafından restore edilmesi için gerekli onay Belediye Meclisi'nde kabul edildi. Kulenin ve bahçe giriş kapısı zemin altı odalarının basit bakım onarımının yapılması ve Beyazıt Yangın Kulesi merkezli bir turistik gezi güzergahı oluşturulacak şekilde projelendirilmesi için yürütülecek çalışma kapsamında, kuleye doğru giden yollar da gezi güzergahı olarak düzenlenecek.

Beyazıt Kulesi'nin restorasyon masrafları İBB tarafından karşılanacak.

Sabah, Haber: Zeynel Yaman, 25.09.2009

2009 SONUNA KADAR 200 EV RESTORE EDİLECEK

Afyonkarahisar'da bu yılın sonuna kadar restore edilen tarihi ev sayısı 200'ü geçecek. Şehirde tarihi dokuya sahip, korunması tescilli ve dış cephe korumalı 400 civarında tarihi ev bulunuyor. Bunların şu ana kadar 174'ü bu zamana kadar Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından ayrılan ödeneklerle Afyonkarahisar Valiliği Kültür ve Turizm Müdürlüğü tarafından restore edildi. Afyonkarahisar Valisi Haluk İmga, 2009 yılı sonuna kadar restore edilen ev sayısının 200'ü geçeceğini bildirdi.

Vali Haluk İmga, korunması tescilli yapı ve dış cephe korumalı binaların bulunduğu bölgenin çok geniş bir alana oturduğunu söylüyor. Bu binalar ve bölgenin, Afyonkarahisar'ın sahip olduğu gerçek bir hazine olduğunu dile getiren İmga, bugün Anadolu'da bu kadar çeşitliliğe sahip bir mimari dokuya rastlamanın mümkün olamayacağını ifade ediyor.

Bu bölgede görülen evlerin hiçbirisinin diğerine benzemediğinin altını çizen İmga, "Bu evler iyi bir kondüksiyonla bugüne intikal etmiştir. Bizim yapmakta olduğumuz çalışmalar dış cephe ve çatısının ıslahına yöneliktir. Evlerin içini genellikle vatandaşlarımız kendileri restore ediyorlar. Amacımız bu evleri bu kültürel değerleri önümüzdeki kuşaklara sağlıklı biçimde aktarmaktır." dedi.

Yukarı mahalleler olarak bilinen bölgede yer alan 19 mahallede 1902 yılında büyük yangında bütün yapıların yanarak kül olduğunu hatırlatan Vali Haluk İmga, sonraki süreçte ızgara planlı bir proje oluşturulduğunu söyledi. Yangından sonraki aşamada 1904 yılından başlayarak bu bölgenin günümüze kadar gelen binalarla donatıldığını aktaran İmga, söz konusu binaların 400 civarında olduğunu belitti.

Bu bölge envanterinin 1994'lü yıllarda çıkarıldığını belirten İmga, 2003 yılından itibaren sokak sağlıklaştırma çalışmalarına girişildiğini kaydetti. Sokak sağlıklaştırma projesi çerçevesinde bugüne kadar 174 binanın restore edildiğini dile getiren İmga, "Şu anda 20 konutun restorasyon çalışması sürdürülüyor. Yaklaşık 11 vatandaşımız da evlerini restore ettirmek için proje oluşturmuş durumda. Sene sonu itibariyle restorasyon çalışmasında 200 rakamını aşacağımıza inanıyorum." diye konuştu.

Vali İmga, restore edilen evlerin bölgeye cazibe kazandırdığını sözlerine ekledi.

Afyon Haber, 25.09.2009

'KIZIL AVLU'YU GÜNAY AÇACAK





Bergama'da bulunan ve aslına uygun olarak restore edilen 1800 yıllık bazilika, 27 Eylül'de Kültür ve Turizm Bakanı'nın katılacağı törenle turist ziyaretine açılacak.

Bergama'da bulunan ve aslına uygun olarak restorasyon çalışmaları tamamlanan bazilikanın açılışı Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay tarafından yapılacak. Halk arasında 'Kızıl Avlu' olarak bilinen, Mısır Tanrısı Serapis adına inşa edilen ve Hıristiyanlığın İncil'de adı geçen ilk 7 kiliseden biri olma özelliğine sahip 1800 yıllık bazilikanın onarımı gerçekleştirilen bölümü, Günay'ın katılacağı bir törenle turist ziyaretine açılacak.

Bergama'daki tarihi ve ören yerlerinin kazı çalışmalarını da yürüten Alman Arkeoloji Enstitüsü tarafından gerçekleştirilen restorasyon çalışmaları tamamlanan ve ana binanın güneyinde yer alan kule, yerli ve yabancı turistlerin gezi alanına dahil edilmek üzere gün sayıyor. 27 Eylül Pazar günü Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay tarafından açılışı yapılacak olan bölüm, Doğu Akdeniz'in Roma dönemine ait en büyük ve en önemli yapı kompleksleri arasında yer alıyor. Almanya Federal Cumhuriyeti Türkiye Büyükelçisi Eckart Cuntz'un da katılacağı açılış töreni için Bergama'da hazırlıklar son hızla tamamlanıyor.

Restorasyon çalışmasının, ilçenin turizm potansiyeli açısından son derece önemli olduğuna dikkat çeken Bergama Belediye Başkanı Mehmet Gönenç, "Üç bin yıllık tarihi geçmişi ile dinlerin, bilimin ve medeniyetlerin merkezi konumunda olan tarihi ilçemiz, yüksek potansiyeline rağmen ne yazık ki, turizm pastasından yeteri kadar faydalanamamaktadır" dedi. İlçedeki ekonomik sıkıntıların çıkış yolunun turizmden geçtiğini belirten Başkan Gönenç, "Fakat yıllardır turizmin gelişmesi için yeterli ölçüde turizm alt yapı çalışması yapılmayışı, tarihi ve ören yerlerinde sürdürülen çalışmaların bilimsel kazıdan öteye gidememesi gibi pek çok nedenlerle turizmden yeteri kadar ekonomik girdi sağlayamıyoruz" diye konuştu.

MS 2. yüzyılda Roma İmparatoru Hadrianos tarafından Mısır'ın mitolojik tanrısı Serapis'e adanarak yapılan bazilikaya Serapis Tapınağı da deniyor. Bazilika kırmızı renkli tuğlalardan inşa edildiği için halk arasında Kızıl Avlu olarak biliniyor. Bazilikanın içine Bizans döneminde bir de kilise eklentisi yapılmıştır. Güney kulesi günümüzde cami olarak kullanılan bazilikanın kuzey kulesi Roma döneminden nadiren gönümüze ulaşmış kubbeli yapılardan birisidir. Bazilika son iki yıldır Mayıs aylarında 1. Patrik Bartholemeos tarafından düzenlenen ayine ev sahipliği yapmaktadır.
Yeni Asır, Haber: Erdal Çarboğa, 25.09.2009

TARİHE DAYANIYOR, İNSANLIĞA DAYANAMIYOR

 

 

Gaziantep tarihinde önemli bir yere sahip olan Yüzükçü Hanı eskilerde ticaret merkezi olarak kullanılırken, şimdilerse amaç dışı olarak kullanılıyor. Tarih Kentler Birliği kapsamında restorasyonu yapılması düşünülenler arasında yer alan Yüzükçü Hanının, şimdiki kullanıcıları; otoparkçılar, ahırcılar ve yem depocuları...

Handa Ekonomik krizin etiksi ile kimileri işyerini kapattı, kimileri ise başka yerlere taşındı. İşyerlerin boşalması ile birlikte çevre esnafları Han’ın avlusuna araçlarını park ettikleri gözlenirken, odalar ise hayvanlar için ahır ve yem deposu olarak kullanıldığı dikkat çekti.

 

Mezopotamya, Suriye ve Anadolu arasındaki geçiş noktasında yer alması, tarihin her döneminde Gaziantep’in ticari yaşamına önemli katkılar sağlamıştır. Bu ticari zenginliğin tanıkları olan hanların birçoğu bugün de ticari yaşamlarını sürdürmeye devam ediyorlar. Yüzükçü Hanı için bunu söylemek mümkün değil. Han ne kadar insanlar için tarihe ev sahipliği yapsa da, İnsanların tarihine sahip çıkmadığını Yüzyıllık Hanı amaç dışı kullanmaları ile gözler önüne serdi. Yüzükçü Hanı, mimari yönden bazı değişikliklere uğramasına rağmen, yinede kentin önemli ticaret mekanı olmuştur.

Gaziantep 27 Gazetesi, 25.09.2009

TOPKAPI SARAYI'NDAKİ KARAKOL BİNASI, ASLİ MİMARİSİNE DÖNDÜ

 

Topkapı Sarayı'nın güvenliğini sağlamak üzere birinci avluda 19. yüzyılda inşa edilen dış karakol binasının restorasyonu tamamlandı. Atıl durumdan kurtarılan bina, yarın Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay tarafından açılacak.

 

Dış karakol binası, Topkapı Sarayı birinci avlusunda 19. yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu'nun son dönemlerinde tek katlı kagir bir karakol binası olarak inşa edildi. İçine eklemeler yapılarak lojman, kazı barakaları gibi farklı amaçlarla kullanılan bina, özgün iç ve dış mimarisinden uzaklaştırıldı. Kültür ve Turizm Bakanlığı ve TÜRSAB işbirliği ile restore edilen bina, kongre ve konferansların özel geceleri ile gala yemeklerinde kullanılacak. Topkapı Sarayı'nda gerçekleştirilen temizleme çalışmaları sırasında Aya İrini'nin bitişiğinde Bizans dönemine ait kalıntılar da bulundu. Bizans devrinin meşhur Samson Ksenedokhion'u (hastane/düşkünler evi) ya da şehrin piskoposluk sarayı olduğu düşünülen kalıntıların bulunduğu bölüm 'arkeolojik park' olarak düzenlenecek.

Zaman, 25.09.2009

EN BÜYÜK ANGLOSAKSON HAZİNESİ

 

İngiltere’de 55 yaşındaki işsiz Terry Herbert, Staffordshire bölgesinde bir arkadaşının arazisinde metal dedektörüyle define ararken, 7. yüzyıldan kalma yaklaşık 1500 parçadan oluşan bir hazine keşfetti.

 

Hazinenin, arkeolojik bakımdan Tutankamon’un mezarı kadar önemli bir keşif olduğu belirtildi. Hazine, 5 kilo ağırlığında 650 altın ve 1.3 kilo ağırlığında 530 gümüş parça ile çok sayıda değerli taştan oluşuyor. British Museum yetkilileri, 1.1 milyon Euro değer biçilen hazine parçalarını inceleme çalışmalarının bir yılı bulacağını düşünüyor. Hazineyi bulan Herbert ve arazi sahibi hazineden paylarına düşeni alacak.
Hürriyet, 25.09.2009

CUNDA'DA TARİH YOK OLUYOR





Balıkesir’in Ayvalık İlçesi'nde, Ayvalık Belediyesi’nin girişimleri ve Kültür Bakanlığı’nın katkılarıyla tescillenen bin 800 civarındaki tarihi taş bina ve tescillenemeyen pek çok antik yapıların çoğu yıkılmak ve yok olmak üzere.

 

Özellikle Ayvalık ilçe merkezi ve Cunda Adası’nda bulunan tescilli binalar Kültür Bakanlığı’ndan alınan hibe ya da uzun vade kredilerle yeniden hayata geçirilmeye çabalanırken, Eski Çocuk Esirgeme Kurumu olarak bilinen tarihi Despot evi her geçen gün Cunda sakinlerinin gözleri önünde biraz daha yok oluyor. Adanın en görkemli binalarından olan tarihi Despot Evi, günümüzde kaderine terk edilip, her an yıkılması beklenen adadaki birçok yapıdan sadece birisi olarak görünüyor.

 

20 yıl öncesine kadar içerinde çocukların barındığı, Osmanlı’ya hükümet binası olarak hizmet vermiş, görkemli bir yapı olan tarihi Despot Evi ve halkın “Eski Çocuk Esirgeme Kurumu Binası” olarak isimlendirdiği taş bina yok olma yolunda hızla ilerlemesi Cunda sakinleri tarafından üzüntüyle karşılanıyor.

 

Yunanistan’ın devlet olduğu gün toplanan bağışlar ile yaptırılan bu görkemli yapı geçmişten günümüze tarihe tanıklık etmesiyle biliniyor. Binayı yaptıran despot 1877 yılında binaya yapılan bir baskın da hayatını kaybetmiş ve bu görkemli yapının ancak 15 yıl keyfini sürebildiği tarihi belgelerden anlaşılıyor. Despot’un ölümünden sonra Osmanlı Devleti binayı satın alarak Hükümet binası olarak yıllarca kullanmış.

 

Yıllar sonra mübadele ile birlikte bina öksüz yurdu olarak kullanılmaya başlanan ancak, Çocuk Esirgeme Kurumu’nun binanın arkasında bulunan araziye yeni ve modern bir tesis yapılarak, taşınmasıyla bina kaderine terk edilmiş, şu an yıkılmak üzere olmasıyla da yürekleri burkuyor.


Öte yandan, Cunda Adası’ndaki mahalle aralarında bulunan bazı tarihi taş evlerin de tıpkı eski Çocuk Esirgeme Kurumu hizmet binası olarak kullanılan Despot Evi gibi yıkılmak üzere olması üzüntüyü arttırıyor.

 

Konuyla ilgili olara görüşlerini belirten Ayvalık Belediye Başkanı Hasan Bülent Türközen, “Göreve geldiğimizden bu yana Ayvalık’ı Kültür ve Sanat Başkenti yapmak için çaba gösteriyoruz. Bunun içinde kültürel değerlerimize sahip çıkmak gerektiğinin bilinciyle yapmış olduğumuz çalışmalar sonucunda ilçemizde bulunan bin 800 civarında ki taş binanın tescilini sağladık. Tescilli evlerin sahipleri tarafından yapacakları girişimlerle Kültür Bakanlığı kanalıyla uzun ve orta ölçekte alınacak kredilerle, restorasyonlarının yapılmasının yolunu açtık. Ancak bu noktada birazda kültürel değerlerimizden olan taş binaların sahiplerinin duyarlı olması gerekiyor. Biz Ayvalık Belediyesi olarak bu kültürel değerlerimizin yıkılmaktan kurtarılması, yaşatılması ve korunması için elimizden gelenin daha fazlasını yapmaya hazırız. Yeter ki ilçemizin bakir tarihi dokusu ve kültürel miraslarımız yaşatılması için herkes üzerine düşeni yapsın. Cunda da bulunan Despot Evi’ni daha önce defalarca Ayvalık Belediyesi’nin himayesine almak için girişimlerimiz oldu. Keşke bu tarihi bina belediyenin bünyesinde olabilseydi. Şimdiye kadar bu binayı kullanılabilir hale getirebilirdik” diye konuştu.


Ayrıca, Cunda Adası Koruma ve Yaşatma Derneği yöneticileri, “Cunda adasında bulunan ve bir süre önce Çocuk Esirgeme Kurumu'nda yaşayan çocuklara hizmet veren, tarihi Despot Evi’nin özel biri tarafından satın alındığına dair yerel basında çıkan bazı haberler okumuştuk. Ancak halen daha bu binanın yıkılmasını önleyecek çalışmalar, eğer bu bina gerçekten özel bir mülkiyetse başlatılmış değil” dedi.

Balıkesir Kent Haber, 24.09.2009

İSHAKPAŞA SARAYI İLK GÜNÜNE DÖNDÜ!

 

 

İshakpaşa Sarayı, restorasyon çalışmalarının ardından ziyarete açıldı. Ağrı Kültür ve Turizm Müdürü Muhsin Bulut, yaklaşık 2 yıldır restorasyon çalışmasının yürütüldüğü tarihi sarayda son aşamaya geldiklerini söyledi. Muhsin Bulut, 2 yıllık çalışma sonucunda İshakpaşa Sarayı’nın bazı duvarların güçlendirildiğini, sarayın kar ve yağmur sularından korunması amacıyla çatısının yapıldığını belirtti.

Bulut, restorasyon sırasında tarihi sarayın dokusunun bozulmadığını, her şeyin orijinaline uygun yapıldığını kaydederek, "Geçen hafta restorasyon çalışmaları tamamlandı ve geçici kabulü yaptık. Sarayın iş bitim teslimi ise bilirkişilerle beraber ekim ayının ikinci haftasında gerçekleştirilecek. Tarihi sarayımızı şimdiden yerli ve yabancı turistlerin ziyaretine açtık. Bu çalışmalardan sonra ziyaretçi sayısının artarak devam edeceğini umuyoruz" dedi.
Radikal, 24.09.2009

BELEDİYENİN MÜHÜRLEDİĞİ BİNA

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı, Avanos’ta peribacalarının olduğu sit alanı Zelve Vadisi’nde bir hizmet binası yapmaya başladı. 16 Eylül’de Radikal’de de yer alan haberle gündeme gelen bina tuvalet, hediyelik eşya dükkanları, turizm bürosu ve bilet gişesinden oluşuyor. Yöre halkı ‘çivi bile çakamadıkları’ bölgede Kültür Bakanılğı’nın betonarme bina dikmesine tepki gösterirken, AKP’li Avanos Belediyesi de inşaatı durdurup mühürledi. Nevşehir Kültür Turizm Müdürlüğü’nün ‘projesi Ankara’dan geldi’ dediği binanın ‘çarpık yapılaşmayı önlemek’ gerekçesiyle yapılmak istendiği bildirildi. 17 Eylül’de konuyla ilgili bir açıklama yapan Bakan Günay, “Yaptığımız iyi girişimler böyle geleneksel alışkanlıklarla çatışıyor. Konuyu yakından takip ediyorum. Koruma Kurulu kararına bir aykırılık varsa, oradaki çalışmaları durdururum,” dedi.

Radikal, 23.09.2009

NOTRE DAME DE SION LİSESİ RESTORE EDİLDİ

 

Pergel İnşaat ve Minimale Mimarlık 2. derece tarihi eser olan Notre Dame de Sion Lisesi'nin iç avlusu ve cephelerini tarihi dokuya sadık kalarak restore etti ve açık hava konser alanı yarattı.

 

Proje çizimleri Ocak 2009'da başlayan ve Nisan 2009'da tamamlanan renovasyon işlerinin uygulaması Temmuz 2009'da başladı ve Eylül 2009'da tamamlandı. Proje mimarı Natalia Rybakiewicz, yapılan renovasyonlarla ilgili "Binalara geçen uzun yıllar sonucunda yok olmuş karakterlerini yeniden kazandırmaya çalıştık. Amacımız binaları değiştirmek değil, tarihi değerlerini ön plana çıkarmak ve onlara eski kalitelerini yeniden kazandırmaktı.

Sabah, 24.09.2009

980 BİN KİŞİ MÜZEKART'LI OLDU

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından Türkiye'nin müze ve ören yerlerinin gezilmesi için hazırlanan ve 20 TL karşılığında edinilen 'Müze Kart'a bir yılda 980 bin kişi sahip oldu.

 

Halkın müze ve ören yerlerine olan ilgisini artırmak, tarih ve arkeoloji bilincini yükseltmek amacıyla uygulan projeden, 2010 yılında yabancı turistler de yararlanarak Müzekart alabilecek.

Bakanlığa bağlı, müze ve ören yerlerine 1 yıl süre ile sınırsız giriş imkanı sunan ve 18 Haziran 2008'de uygulamaya konulan ''Müzekart''a bu güne kadar 980 bin kişi başvurdu.

Fiyatı 20 TL olan, öğrenci ve öğretmenlerin 10 TL karşılığında sahip olduğu ve 300'ü aşkın müze ve ören yerinin kapılarını açan Müzekart, Topkapı Sarayı içerisinde bulunan Harem Dairesi'nde, Efes Ören yeri içerisinde bulunan Yamaçevler'de, Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesinde bulunan Kayralı Prenses Cam Batığı Salonu'nda ve Göreme Açık Hava Müzesi'nde bulunan Karanlık Kilise gibi yerlerde geçmiyor.

 

Müze Kart Nasıl Alınır?
Müzekart, tüm müze ve ören yerlerindeki gişelerden ve kart basım istasyonlarından, ''Fotoğraflı TC kimlik kartı, pasaport ya da sürücü belgesi'' gösterilerek 40 saniye içinde alınabiliyor.

 

Ayrıca ''www.muzekart.com'' adresine istenen bilgileri girerek kredi kartıyla da Müzekart başvurusu yapılabiliyor. Sistem onay aldıktan sonra kart, üç gün içinde kurye ile belirtilen adrese gönderiliyor.

 

Turnike sistemi olan tüm müze ve ören yerlerinde kullanılabilen kartın geçerlilik süresi devam ettiği müddetçe turnike sistemi çalışıyor. Hangi kartın hangi tarihte, hangi müzeyi ziyaret ettiği, ne kadar süre kaldığı, kaç kez ziyaret ettiği gibi bilgiler ise sistemde depolanıyor.

 

Sahibi dışında kişiler tarafından kullanılamayan Müzekart, çalınması ya da kaybolması durumunda yeniden 20 TL ödenerek temin edilebiliyor.

 

Müzekart, Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi, Topkapı Sarayı Müzesi, Ayasofya Müzesi, İstanbul Arkeoloji Müzesi, Kariye Müzesi, Efes Ören Yeri, Bergama Akropol Ören Yeri, Efes Müzesi, İzmir St. Jean Anıtı, Antalya Arkeoloji Müzesi, Antalya Aspendos Ören Yeri, Antalya Perge Ören Yeri, Antalya Myra Ören Yeri, Antalya St. Nicholas Ören Yeri, Antalya Alanya Kalesi, Konya Mevlana Müzesi, Çanakkale Truva Ören Yeri, Nevşehir Göreme Açık Hava Müzesi, Muğla Bodrum Su Altı Arkeoloji Müzesi, Aydın Afrodisias Ören Yeri, Ankara ve İstanbul Döner Sermaye İşletmesi Merkez Müdürlüklerinden alınabiliyor.


Asıl kart basım istasyonu olmayan müze ve ören yerlerinde geçici müze kart satışı da yapılıyor. Resimsiz olarak düzenlenen ve kişinin adı ve soyadının yazılı olduğu geçici kartlar 2 aylık süre içinde kimlik kartı ile kullanılabiliyor. Ancak kartın 2 ay içerisinde, bir Müzekart basım istasyonundan ücretsiz olarak, fotoğraflı asıl karta dönüştürülmesi gerekiyor.

Ntvmsnbc, 24.09.2009

TARİHE BÜYÜK SAYGISIZLIK

 

 

Van'da Urartular dönemine ait 2800 yıllık tarihi Meher Kapı'ya yapılan saygısızlık sürüyor. Etrafındaki renkli boyalı aşk cümleleri ile daha önce de gündeme getirilen tarihi kapının üzerine yazılar yazılmaya devam ediliyor.

 

Akköprü Mahallesi'nde bulunan ve halk arasında 'Taş Kapı', 'Çoban Kapısı' veya 'Hazine Kapısı' olarak da bilinen tarihi 2800 yıllık Meher Kapı, aşıkların mekanı haline geldi. İç ve yan taraflarında sprey boyalarla aşk cümlelerinin yazıldığı tarihi kapının etrafındaki kayalara da çeşitli yazılar yazıldı.

 

Yazıların genelde gençler tarafından yazıldığını anlatan Hakan Aslan isimli mahalleli, yapılan davranışın çok çirkin olduğunu kaydetti. Arkadaşını tarihi yere gezdirmeye getirdiğini söyleyen Aslan "Arkadaşım daha önce burayı görmemiş ve onu gezdirmeye getirdim. Fakat yazılan cümlelerin oluşturduğu çirkin görüntü beni mahcup etti. Keşke tarihi mekanlarımıza daha iyi sahip çıkabilsek" dedi.

 

Urartu Medeniyeti'nin inanç sistemi hakkında bilgiler veren ve uygarlığın inandığı 79 tanrının isminin bulunduğu yapıtta, ayrıca ülke içinde kutsanan tüm tanrı ve tanrıçalar, bunlara sunulan günlük kurban listeleri ve kutsal sayılan dağ, nehir ve kentler bildiriliyor.

Van Kent Haber, 24.09.2009

VENÜS HEYKELCİĞİ TRUVA'YA IŞIK TUTACAK

 

Truva’nın bölgedeki etkisinin hangi alanlara kadar yayıldığını belirlemek için Çanakkale Bozköy yakınlarındaki Hanaytepe Höyüğü’nde başlatılan yüzey araştırmasında, kadın vücudunu simgeleyen en az 5 bin yıllık olduğu sanılan mermer Venüs heykelciği, 10 taş balta, İlk Tunç Çağı Dönemi’ne ait tapu kaydı sayılan mühür ve çok sayıda çanak, çömlek parçası bulundu.

 

Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Doç.Dr. Rüstem Aslan, “Truva dışındaki yerleşmelerde Truva’nın izlerini takip ediyoruz” dedi.
Hürriyet, Haber: Burak Gezen, 24.09.2009

"TARİHİ ANTAKYA EVLERİ GELİŞİGÜZEL RESTORE EDİLMEMELİ"

 

Mimarlar Odası Hatay Şube Başkanı Mehmet Yaşar Coşkun, tarihi evlerin, mülk sahiplerince gelişi güzel restore edilmemesi için Antakya Belediyesi'nin ''Özel Proje Alanı'' belirlemesini ve bu kapsamda çalışmalar yürütülmesi gerektiğini söyledi.

 

Coşkun, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Antakya'daki tarihi binaların, sahipleri tarafından yapılan onarım ve tadilatlarının tahribata yol açtığını ifade etti.


Turizm açısından değerlendirilmesi gereken bu yapıların yoğun bulunduğu yerlerle ilgili belediye tarafından projelendirilme çalışması yapılması gerektiğini belirten Coşkun, şöyle konuştu:
''Kurtuluş Caddesi'ndeki tarihi evlerin, mülk sahipleri tarafından gelişi güzel restore edilmemesi sağlanmalı . Antakya Belediyesinin 'Özel Proje Alanı' belirleyip buraları proje ihalesine çıkarması gerekiyor.


Geçmiş belediye döneminde 'Mevzi Koruma Planı' yapıldı, fakat organize edilemedi. Bu yüzden herkes kendi görüşüne göre bir şeyler yapmaya çalışıyor. Cadde üzerindeki tarihi binaların hepsini kafe olarak restore ederseniz amacınıza ulaşamazsınız. Bu alanların neresinde kafe, neresinde otel ve neresinde hediyelik eşya iş yeri açılacağı önceden belirlenmelidir. Mülk sahibi binayı restore edeceği zaman belediyenin belirlemiş olduğu bu projeye bakarak karar vermeli. Bu projenin hayata geçirilmesi için gerekli olan kaynak, Kültür ve Turizm Bakanlığı, valilik ya da belediye bütçesinden sağlanmalı.''


Coşkun, binaların çoğunda restorasyonun gelişi güzel yapıldığını savunarak, ''Antakya'da bu alanda usta yok. Bunun önüne geçmek için, İŞKUR İl Müdürlüğü ile yapacağımız protokolle, restorasyon yapan ustalara kurs vereceğiz. Taş, ahşap ve demir üzerine 4 aylık eğitimle verilecek olan kursla amaç, restorasyonun gerektiği şekilde yapılmasını sağlamak'' diye konuştu.

 

Avrupalı turistlerin lüks otellerden çok tarihi özelliği bulunan butik otelleri tercih ettiğini kaydeden Coşkun, bu durumun değerlendirilmesi gerektiğini sözlerine ekledi.

Hatay Gündem, 23.09.2009

KANAL KAZISI SIRASINDA...

 

 

Malatya'da sulama suyu için kanal çalışması esnasında Roma dönemine ait olduğu değerlendirilen bir mağara mezarı bulundu.

Merkeze bağlı Samanköy'de sulama suyu için kanal açılması çalışması yapılırken, mağara mezar bulundu. Mağaranın içinde ise 3 tane mezar göründü. Çalışma esnasında mağaranın zarar görmediği ve sadece giriş kapısının ortaya çıktığı ifade edildi.

İş makinesi durdurularak durum polise ve jandarmaya bildirildi. Olay yerine gelen Müze Müdürlüğü görevlilerinin yaptığı inceleme sonucunda mezar taşı müzeye getirildi.

Mağara mezarının Roma Dönemi'ne ait olduğu ihtimali üzerinde duruluyor.

Mağara mezarının önü yeniden iş makinesiyle kapatılırken Malatya Müze Müdürlüğü'nün, durumu Sivas Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu'na bir raporla gönderdiği belirtildi.

Tesadüfen ortaya çıkan mağara mezarının çevresindeki kanal açma çalışmasının şimdilik durdurulduğu kaydedildi.

Malatya Haber, 23.09.2009

SİMENA ANTİK KENTİ'NDEKİ LAHİT YENİLENDİ

 

Antalya'da Üçağız Köyü'nde bulunan Likya Antik Mezarı restore edilerek yok olmaktan kurtarıldı.

 

Batı ucundaki çatlakların her geçen yıl arttığı belirtilen lahit, Likya dönemi kral mezarlarından biri ve antik kentin dikkat çekici yapıları arasında yer alıyor. Uzmanlar tarafından içine girilerek çatlakları kapatılan antik mezar, Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay'ın talimatıyla restore edilerek korumaya alındı.

 

Türkiye'nin turistik tanıtım filmleri ve broşürlerinde de yer alan lahit, Simena Antik Kenti'nin en önemli anıtları arasında yer alıyor. 

       

Üçağız Köyü Muhtarı Salih Çan ise mezarda oluşan çatlakların kendilerini  üzdüğünü belirterek, “Bakanımızın özel ilgisiyle, köyümüzün simgesi olan mezar  restore edildi” dedi.

Hürriyet, 23.09.2009



GÖKGÖL MAĞARASI ZİYARETE KAPATILDI

 

 

Zonguldak'ta arife günü başlayan ve bayramın ikinci gününden itibaren etkisini arttıran sağanak yağışlar nedeniyle Acılık Deresi'ni besleyen ve Gökgöl Mağarası'nın içinden geçen dere suları taştı. Ziyaretçi sayısı her geçen yıl artan 3 bin 250 metre uzunluğundaki mağaranın 350 metresi, su ve çamurlar altında kaldı.

 

Sadece 875 metresi ziyarete açılabilen Gökgöl Mağarası'ndaki spot lambaları ve elektrik kablolarının da su ve çamur deryası içerisinde kalması nedeniyle temizleme çalışmaları güçlükle yapılıyor. Şiddetli her yağışta su altında kalan mağara, uzun yıllar sonra ilk kez çamur altında kaldı. 

 

Önemli derecede maddi zararın olduğu tahmin edilen mağarada görevli İl Özel İdaresi personeli, elektrik tesisatına zarar vermeden mağarayı temizlemeye ve bayram sonrasında ziyarete açılması için yetiştirmeye çalışıyor.

 

Ziyarete açıldığı 8 yıl içerisinde 225 bini aşkın yerli ve yabancı turistin gezdiği Gökgöl Mağarası'nda Fosil Giriş, Damlataşlar Galerisi, Çöküntü Salonu, Muhteşem Salon, Büyük Çöküntü Salonu ve Harikalar Salonu gibi bölümler ile bu bölümler arasında yürüyüş parkuru, köprüler ve seyir terasları bulunuyor. 

Değişim Medya, 23.09.2009

İZMİR KAZILARINDAN ÇIKAN 8 BİN YILLIK GEÇMİŞ

 

Bugüne kadar 5 bin yıllık bir tarihi olduğu bilinen İzmir'in geçmişinin 8 bin 500 yıla dayandığı ortaya çıktı. 

 

İzmir'de Yeşilova Höyüğü'nde yapılan kazılarda ayrıca deri işletmeciliğinde kullanılan çok miktarda taş ve kemik alet ile dokumacılıkta kullanılan ağırlıkların da bulunması bölgede dericilik ve tekstilinde yapıldığını ortaya çıkarttı. 

 

Araştırmaları yapan Yeşilova Kazı Heyeti'nin Başkanı Yrd. Doç.Dr. Zafer Derin, 8 bin yıl önce o döneme göre gelişmiş deri işlemeciliği ve tekstilciliğin var olduğunu ortaya çıkardıklarını söyledi. 

Ortaya çıkarılan taş ve kemik aletlerin bölgede işleme atölyelerinin varlığını da ortaya koyduğunu kaydeden Yrd. Doç.Dr. Derin, "Bu topraklarda hem dericilik ve deri işleme, hem de tekstil 8 bin yıl öncesinden başlamış. Kazılarda çok miktarda taş alet ortaya çıkarıldı. Bu aletlerden bölgede dericilik endüstrisi, deri işçiliğinin yaygın olarak yapıldığını görüyoruz. Taş aletler 8 bin yıl öncesine kadar gidiyor. Dericilikle ilgili elimizde 3 farklı eser, çok miktarda hayvan kemiği var. Avcılık yapıyorlarmış, avladıkları hayvanların etlerini yiyorlar, derilerini işliyorlar ve kemiklerinden de süs eşyaları yapılıyormuş. Hayvan derilerini işlemek için deriyi tabaklamaya yarayan taş aletler, ön kazıyıcılar çok miktarda çıktı. Hiçbir yerde çıkmadığı kadar deriyi tabaklamaya yarayan taş alet görüyoruz. Kesici aletler, delmek için kemikten delici var. Bu aletlerler yönünden zengin bir kazı alanımız var." dedi. 

 

Yrd. Doç.Dr. Derin ayrıca "Çadırlarda, yaşam alanlarında dokumaların kullanıldığını, alanların kaplandığını düşündüklerini söyledi. Yeşilova bölgesinde yaşayan topluluğun, biraz ileride Belkahve'de yaşayan topluluklardan farklı bir yaşam tarzı olduğunu da ortaya koyduklarını, Yeşilova'da yaşayanların, Egeli kültüre sahip, Belkahve'de ise Anadolu kültürünün egemen olduğunu belirtti.

Hürriyet, 23.09.2009

AMASRA KALESİ'NİN DÜŞMANI AĞAÇLAR

Amasra Kalesi’nde kaleyi saran ağaçlara savaş açıldı! MÖ 30’lu yıllarda Roma döneminde inşa edildiği tahmin edilen kalenin surlarını saran ağaçlarla kimyasal yolla mücadele edilecek. Cenova armaları, kartal ve öküz başı figürleriyle süslü kalenin daha iyi görülebilmesi için  surlarda kendiliğinden boy veren incir ve defne ağaçları kimyasal yöntemle temizlenecek. Daha önce ağaçlar belediye tarafından kesilerek temizlenmek istenmiş, ancak köklere ulaşılamadığından budama etkisi yapan bu kesimlerden sonra ağaçlar daha da gür çıkmıştı. 

 

Amasra Belediye Başkanı Emin Timur kararlı:  “Küçük Liman mevkiinden görünen kale surları, ağaçlar nedeniyle kapandı. Birkaç kez bakanlıktan uzman ekipler, inceleme yaptılar. Onlar da temizlenme gerektiğini söylediler. Bu ağaçların kimyasalla kurutulması gerekiyor. Bakanlık düzeyindeki girişimlerin sonucunu bekliyoruz.” 

 

Bartın’ın Karadeniz kıyısındaki Amasra Hellenistik çağ, Roma, Bizans, Ceneviz, Selçuklu ve Osmanlı dönemlerine ait çok sayıda tarihi eseri barındırıyor. Kentin uzun bir dönem boyunca kullanılan kalesi de çeşitli uygarlıklardan izlerin yanı sıra günümüze kadar kısmen korunan Ortaçağ savunma sistemleriyle tanınıyor.

Radikal, 23.09.2009

GÖKMEDRESE EĞİTİM MERKEZİ OLUYOR

 

 

Osmangazi Belediyesi'nce restorasyonu tamamlanıp kültür merkezi haline getirilen Gökdere Medresesi, eğitim merkezi oluyor.

 

Ağırlıklı olarak müzik üzerine kursların düzenleneceği tarihi binada, resim, tezhip, ebru, hat ve fotoğraf atölyelerinin yanı sıra edebiyat atölyeleri de yer alacak. Ayrıca verilecek hizmetler arasında aile içi eğitim seminerleri, psiko-drama ve yaratıcı drama kursları ile çocuk kulübü de bulunuyor.

 

Gökdere Medresesi'nde verilecek olan müzik eğitimi Türk Sanat Müziği, Türk Halk Müziği, Tasavvuf Müziği ile bağlama, ud, keman, tambur, ney, kanun, piyano ve gitar gibi enstrümanlara yönelik olacak. Bu kursların kayıtları 15 Ekim tarihine kadar devam edecek. Kayıt döneminin ardından başlayacak olan eğitimlerle Gökdere Medresesi, yüzlerce kursiyeri ağırlayacak.
Osmangazi Belediye Başkanı Mustafa Dündar, Gökdere Medresesi'nde düzenlenecek kurslarla bu tarihi yapının bir eğitim merkezine dönüşeceğini söyledi. Dündar, “Bu mekanda düzenlenecek müzik kurslarına katılanlar belediyenin Gösteri Sanatları Topluluğu bünyesinde yer alan Türk Sanat Müziği ve Türk Halk Müziği gibi topluluklarında yer alma şansını yakalayacaklar” dedi.

 

Kayhan Çarşısı'nın Osmangazi Belediyesi'nde baştan aşağıya yenilenmesiyle kentin cazibe noktalarından biri haline geldiğini söyleyen Dündar, “Kayhan Çarşısı'nın önemli duraklarından biri olan Gökdere Medresesi, özellikle Türk Sanat Müziği tutkunlarının yakından tanıdığı bir mekan. Burada düzenlenecek müzik kursları bu tarihi yapının Türk müziğinin merkezi olma iddiasını daha da güçlendirecektir.” dedi. Dündar Osmangazi Belediyesi`ne bağlı diğer kültür merkezlerinde de çeşitli kurslar düzenleneceğini söyleyerek, “Bu kurslarla Osmangazi`de eğitim seferberliği başlatıyoruz” diye konuştu.

Bursa Olay, 23.09.2009

OSMANLI ARŞİVLERİ SİTESİ TARİHİN ÜZERİNE TAŞINIYOR

 

 

Sultanahmet'te birkaç binada tutulan Osmanlı arşivinin, 'Osmanlı Arşiv Sitesi' adı altında tek çatı altında toplanacağı Kağıthane'deki arazide tarihi kalıntılar ortaya çıktı. Başbakanlık Toplu Konut İdaresi Başkanlığı'nın (TOKİ) inşa etmeyi planladığı projenin arazisinde, Kanuni Sultan Süleyman döneminde kurumlaştırılan Istabl-ı Has binalarının, saraya ait hayvanların bakım, eğitim alanlarının ve vatandaşların kullanımına verilen Hazine'ye ait çayırlıkların bulunduğu belirlendi. Araştırmacı Hüseyin Irmak, alan ile binaları, II. Abdülhamid için dönemin ünlü fotoğrafçıları Abdullah Biraderler'in fotoğrafladığını, bunların padişahın ünlü Yıldız Arşivi'nde bulunduğunu kaydetti.

 

Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü'nün yürüttüğü proje için çalışmalar 5 yıl önce başlatıldı. Osmanlı Arşiv Sitesi inşası için, Kağıthane'de bir kısmı poligon olarak kullanılan Hazine arazisi seçildi. Araziyle ilgili plan değişiklikleri İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi'nce yapıldı. Sitede, arşiv binalarının yanı sıra araştırma, konferans ve sergi salonları ile misafirhaneler de yer alacak. 80 bin metrekarelik projenin 50 bin metrekarelik kısmının yeraltında olması planlanıyor. Sitede 100 milyon adedi aşkın belge bulunacak. Sitenin inşaatı için TOKİ, 7 Ağustos'ta ihale düzenledi. İhaleye 12 firma teklif verdi. Konvansiyonel kalıp sistemiyle yapılacak olan Osmanlı Arşiv Sitesi'nin bitirme süresi de TOKİ'nin yer tesliminden itibaren 3 yıl olarak belirlendi. Sitenin 100 milyon dolara mal olması bekleniyor.

 

Prof.Dr. İlber Ortaylı (Topkapı Sarayı Müzesi Başkanı): Osmanlı Arşivi Sitesi'nin Kağıthane'de yapılmasına ve Osmanlı arşivinin tek bir çatı altında toplanmasına gerek yok. Sayısı belli, her gün artan bir şey değil.

 

Prof.Dr. Semavi Eyice (Tarihci): Saraya ait hayvanlar bu bölgenin otları çok besleyici olduğu için buraya çıkarılırmış. Hara binalarının ihyasına gerek yok. Okmeydanı'nda çok daha önemli eserler yok edildi. Hüseyin Irmak (Araştırmacı): Bulunacak her şey şehir tarihi için bir kazanım olacağı gibi ilgili proje, alanda bulunacak kalıntılar dikkate alınarak şekillendirilmeli. Böylece bir tarih yok edilmeden yeni bir işleve dahil edilebilir."

Sabah, Haber: Hasan Ay, 23.09.2009

"TÜRK ARKEOLOJİSİ PARMAKLA GÖSTERİLİR"

 

2600 yıllık teknenin benzeri olan Kybele ile 2600 yıl önceki rotayı izleyerek Foça'dan Marsilya'ya uzanan zorlu bir yolculuk gerçekleştiren Prof.Dr. Hayat Erkanal ile arkeoloji ve sualtı kazılarıyla ilgili konuştuk. Uzun yıllardır Urla'da Limanreis kazılarını yürüten Erkanal, çalışmalarını istikrarlı şekilde sürdürdüklerini anlattı. Her yıl hem Türk hem yabancı öğrencilerin aralarında bulunduğu dev bir ekiple çalıştıklarını belirten Erkanal, binlerce eseri günyüzüne çıkardıklarını dile getirdi. Sualtı kazılarıyla ilgili bilgiler veren Erkanal, yaşadıkları zorlukları da bizlerle paylaştı.


* Sualtı kazılarınız ne durumda?
- Denizdeki çalışmalarımız devam ediyor. Bu dönemlerde çok fazla rüzgar var. Dalga yüksek olduğu için sığ alanlarda çalışıyoruz. Sığ alanlarda çalışmak deniz altında çok riskli bir iş, dalga 10 metre derinliğe kadar çalışmaları etkileyebiliyor. O nedenle dalga yüksek ve rüzgar olduğu zaman bu çalışmalarımızı durdurmak zorunda kalıyoruz. Daha önceki yaptığımız çalışmalarda özellikle Kanadalı uzmanların katkısıyla Karantina Adası'ndan Polis Kampı'na kadar çok geniş bir bölgenin yerleşim alanı olduğu, bir zelzele sonrasında çökme meydana geldiğini tespit ettik. Burada, neredeyse karadaki kadar denizin altında da kazı yapmamız gereken bir alan var. Dolayısıyla su altında çok daha aktif olmamız gerekiyor. Bu nedenle burada bir kampus oluşturmamız lazım. Bu kampus şimdiye kadar Türkiye'deki çalışmalar içinde en önemlisi olacak. Bu sene dökumantasyon çalışması yapıyoruz. Bunun için de gerekli olan dinlendirme havuzlarını inşa ettik. Su tesisleri takıldı. Önümüzdeki yıllarda çıkarmaya başlanacak. Ankara Üniversitesi sualtı ünitesini kurmakla büyük bir fedakarlık örneği gösterdi. Sualtı çok masraflı bir iştir. Sualtında araştırmalar var ama bizim dışımızda fiilen kazı yapan yok. Amerika'da uzmanlar dünyada en önemli 10 sualtı araştırma merkezlerini sıraladılar ve bu ilk 10'un içine bizi de koydular.


* Kurmayı planladığınız müze ne durumda?
- Gümrük ve Tekel Müdürlüğü'ne ait bir bina var. Urla Belediyesi sembolik bir parayla satın aldı ve Ankara Üniversitesi'ne tahsis etti. Burayı üniversite müzesi olarak tahsis edeceğiz. Tarihi bir bina olduğu için restore etmek kolay değil. unların ilgili kurullardan geçmesi gerekiyor. İlgili kurumlar müsaade etti. Yeni bir bina kursaydık şimdiye müzeyi oluşturmuştuk. Ama inşallah kampus alanı inşa edilirken müze binasını da ortaya çıkaracağız. Daha çok sualtı arkeoloji müzesi olarak tanzim edilecek ve Bodrum'dan sonra ikinci müze olacak. Bunun dışında karadan çıkan eserleri de belli ölçüde sergileyeceğiz. Üniversite müzesi olduğu için bulduğumuz eserleri bakanlığın müzelerine vermek mecburiyetindeyiz. Bu arada da bazı eserler için izin alınacak.


* Bir de arkeopark projeniz var...
- Evet arkeoparkın çok büyük ses getireceğine inanıyorum. Çıkardığımız batıkları da burada sergilemek istiyoruz. Denizcilik tarihiyle ilgili buluntularımız var. Sualtı kazılarından çıkan en eski ahşap ve metal çapa örnekleri de sergilenecek. Halkın bu konuda daha fazla aydınlanmasını istiyoruz. 16 bin metrekarelik alana kütüphane, konferans salonu, depo ve labaratuvarlar olacak. Misafirhane, sergileme alanı da olacak. Ortasında doğal göl olacak. Plan, Sayın Mustafa Koç'un desteğiyle yapıldı. Belediyeye bu projeyi verdik, onaylanmasını bekliyoruz. Hızlanması ödeneğe ve bulabilirsek sponsorlara bağlı. İnşaat şirketi size 3 ayda teslim ederim diyor.

- Arkeopark projisinin içinde inşa edeceğimiz 4-5 bin yıl öncesini yansıtan ev çok ilgi çekecek. Genelde vitrinlerde eserleri sergiliyoruz, kap-kacak diyoruz ama bu eşyaların nasıl kullanılacağına dair bir fikir vermiyoruz. Tarih öncesi çağlarda nasıl un yapıldığın kimse bilmez. Un yapımında kullanılan taş aleti koyarsınız vitrine adam bakar geçer. Ama biz içine buğdayı koyacağız adama un yaptıracağız, dokuma yaptıracağız, maden döktüreceğiz. Ne yerler ne içerler nasıl zaman geçirirler, bunları insanlara bizzat yaşatacağız. 4-5 bin sene öncesine götüreceğiz. O günün şartlarını yaşayacak. Bundan sonra hiç unutmayacak.

* Türkiye'de devletin sosyal bilim araştırmalarına yeterli desteği vermediği söylenir. Arkeologlar da yaşıyor mu bu problemi?
- Eskiden 'Niye şunu yapıyorsunuz, niye bunu yapmıyorsunuz' dendiğinde 'Ödenek ayrılmıyor' denirdi. Ama bugün durum farklı. Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın elinde büyük bir kaynak var. Bu kaynak da ören yerleri ve müzelerden gelen paralar. Bunlar şimdiye kadar farklı yerlerde kullanılırdı. Ama Sayın Atilla Koç döneminden itibaren bütün bu döner sermaye kaynakları arkeolojik kazılar yönlendirildi. Artık öyle bir hale geldi ki birden bire kaynak bolluğu oldu Türkiye'de. Hatta bazı meslektaşlarımız bunları harcayamayıp iade etmeye başladı. Bugün Türkiye'de para olmadığı için yapılamayan herhangi bir kazı yoktur. Yalnız bu kazılar kontrol altına alındı. Bundan sonra Türkiye'de yabancı kazı olmayacak. Bu, Yunanistan'da da komşu ülkelerde de uygulanan bir yöntem. Bunun yanında da randıman isteniyor. Bu nedenle genç arkadaşlarımıza da iş düşüyor.

- Eser ortaya çıkarmak güzel bir şey ama bunun bilimsel yöntemlerle çıkarılması ve bunların tanıtımının tam yapılması da isteniyor. Kaynak sorunu kalmadı ama şartlar da ağırlaştı. Bunun dışında TÜBİTAK da uzun senelerden beri kazılara para vermeye başladı. TÜBİTAK'tan da ilk kazı parası alan yer burasıdır. Şimdi TÜBİTAK'ta da sosyal bilimler grubu oluşturuldu. Arkeoloji de bunu içine sokuldu yeterli miktarda destek vermeye başladı. Türk arkeologları önemli sonuçlar ortaya koymaya başladılar. Bu da sevindirici birşey. Arkeoloji Türkiye'de sosyal bilimler alanında uluslararası alanda isim yapmış ün yapmış birkaç bilim dalından bir tanesidir. Özellikle genç arkadaşlarımız büyük bir çaba gösteriyorlar. Eskiden gelen bu geleneği bozmadılar. Türk arkeolojisi dediğimiz zaman parmakla gösterilir.

* Burada uluslararası etkinlikleriniz de oluyor..
- Avrupa Topluluğu'nun bir arkeoloji projesi var. Orada bir komisyonun başkanlığını yapıyorum. Hatta geçen sene burada bu komisyonun toplantısı yaptık. Onun genel toplantısını da 2010'da inşallah yine Urla'da yapacağız. Bir de Teksas Üniversitesi'yle ortaklaşa uluslararası alanda bir sualtı arkeolojisi sempozyumu yapmak istiyoruz. Böyle etkinliklerin bölgeye de katkısı oluyor.

Yeni Asır, Haber: Hüseyin Yiğiter, 22.09.2009

FOSSEPTİK ÇUKURUNDA TARİH HAZİNESİ

 

 

Ağrı'da fosseptik çukuru açma çalışmaları sırasında 146 parça tarihi eser bulundu. Eserler incelenmek üzere Erzurum Müze Müdürlüğü'ne gönderildi.

 

Edinilen bilgiye göre Ağrı merkeze bağlı Dönerdere Köyü'nde evine fosseptik çukuru kazan M.K. isimli vatandaş, toprak altında tarihi eserler buldu. Daha sonra İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü'ne giden vatandaş, tarihi eser olduğunu düşündüğü malzemeleri teslim etti.

 

İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü'nde yapılan ön incelemede 122 adet boncuk, 1 demir parçası, 1 demir kargı ucu, 15 adet demir çağı seramiği, 1 adet tunç çağı monokrom boyalı-bezeli seramiği, 1 adet Urartu dönemi seramiği, 4 parça madeni kap ve 1 parça da cam bilezik tespit edildi.

 

Bulunan tarihi eserleri tutanakla teslim aldıklarını belirten İl Kültür ve Turizm Müdürü Muhsin Bulut, bulunan 146 parçanın değer tespiti için Erzurum Müzesi'ne gönderildiğini söyledi. Erzurum'da buluntular için değer tespit komisyonu kurulacağını ifade eden Bulut, "Komisyon tarafından tespit edilecek değer, eserleri bulup İl Müdürlüğü'ne teslim eden şahısa verilecektir. İlimizde de var olan tarihi eser kaçakçılarına fırsat verilmemesi gerekir. Eserlerin maddi değeri az olsa da tarihe ışık tutmaları için önemlidir. Vatandaşımızı örnek davranışından dolayı kutluyorum" dedi.

Erzurum Gazetesi, 22.09.2009

TRUVA'DA İKİ GİZEMLİ İSKELET

 

 

Çanakkale’deki Truva Antik Kenti’nde sürdürülen kazılarda, Truva Savaşı’na ışık tutacak iki insan iskeleti bulundu.

 

Aşağı kentin savunma hendeğinde ortaya çıkan bir kadın ve bir erkeğe ait iskeletlerin Truva Savaşı’nın kurbanları olabileceği belirtildi. Kazı ekibi, Truva aşağı kentindeki savunma hendeğinin güney girişinin devamını tespit etmek için sürdürdükleri çalışmalarda bir ilkle karşılaştı. Kazıların başkan yardımcısı Onsekiz Mart Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü öğretim üyesi Doç.Dr. Rüstem Aslan, hendeğin hemen üstünde, yeni doğmuş çocuğuyla beraber ya da dokuz aylık hamileyken gömülmüş bir kadın ile bir erkek iskeleti bulduklarını açıkladı.
Aslan, “Önemli olan, Truva Savaşı dönemine denk geliyor olmaları. Aceleyle, çok özen gösterilmeden hendeğin iç tarafına gömülmüşler. Kemik analizleri ve tarihlemeler devam ediyor” dedi.


Aynı döneme ait bir iskeletin de Korfmann dönemi kazılarında kalenin hemen yanında bulunduğunu belirten Aslan, “Ama kalenin bu kadar dışında ve savunma hendeğinin dibinde iki gömünün bulunması bir ilk. Aşağı kent çevresinde kazı çalışmalarımızı devam ettireceğiz. ‘Burası bir mezarlık mı, yoksa bunlar savaşın kurbanları mı?’, daha net söyleyebileceğiz” diye konuştu.

Milliyet, Haber: Burak Gezen - Ersan Küçükkuru, 22.09.2009

DEV MEDUSA'YI GÖREN TAŞ KESİLDİ





Mitolojide Medusa, yılandan saçları ve bakışlarıyla insanları taşa çeviren bir tanrı... Kibyra’da bulunan Medusa başı da hem büyüklüğü hem de renkli mermerlerden çizilmiş olması bakımından görenleri büyülüyor.

 

Antik dönemdeki koruyucu kimliğiyle daha çok mezar yapılarında betimlenen Medusa başı, Kibyra antik kentinde orkestra salonunun zeminini kaplıyor. Kibyra’nın Medusa resmiyle simgeleşmesi bekleniyor.

 

Burdur’un Gölhisar İlçesindeki Kibyra antik kentindeki orkestra salonunun döşemesinde, mitolojide insanları taş yaptığına inanılan tanrı Medusa’nın başının renkli mermerlerden çizilmiş bir ‘resmi’ bulundu.


“Anadolu arkeoloji tarihinde bir ilk” olma özelliğine sahip mermer döşeme (Opus sectile) Medusa başı, M.S. 2. yüzyıla tarihlendirildi. Medusa başının, Zeugma’nın Çingene kızı ile Ayasofya’nın meleği kadar önemli olduğuna dikkat çeken Kibyra Kazı Başkanı Doç.Dr. Şükrü Özüdoğru, “Orkestra salonlarında mermer döşeme vardı. Ancak ilk defa resim olarak mermer döşemeye burada rastlanıldı. Kibyra, Medusa resmiyle simgeleşecek” dedi.


İri gözleri, kalın dudakları arasından görülen dişleri, dışarı sarkmış dili, kanatlı başlığı ve dalgalı saçları arasına, boynuna dolanmış yılanlarla betimlenen Medusa başı, çevresini saran kırmızı beyaz renkte mermerlerden yapılmış yaprak benzeri ışın sıralarıyla görenleri büyülüyor. 

 

Kibyra Kazı Başkanı Özüdoğru, Medusa başıyla ilgili olarak şu bilgileri verdi: “Ebatları yanında, orkestranın tam merkezinde kırmızı, beyaz ve yeşil mermerden yapılmış Medusa başı, tamamıyla sağlam olarak ortaya çıkarıldı. Yılanlardan oluşan saçlarıyla ve bakışlarıyla insanları taşa çevirdiğine inanılan, antik dönemdeki koruyucu kimliğiyle özellikle mezar yapılarında betimlenen Medusa başını görenler mitolojideki gibi taş kesiliyor! Bir orkestra salonunun zemin döşemesinde böylesine bir Medusa resmi, Anadolu arkeolojisi için tekil örnek. Bu sebeple, Kültür Bakanlığı’ndan uzman restoratörler, renkli mermer döşemenin ve Medusa resminin korunması ve restorasyonu için bir ön çalışma yapmaya başladı. Şayet gerekli ödenek sağlanabilirse önümüzdeki yıllarda bu eşsiz arkeolojik buluntunun yerinde sergilenmesi mümkün olacak.”

Anadolu’da birçok antik kentin Roma villalarında, hamamlarında, gerek çizim, gerek mozaik olarak Medusa başı bulunuyor. Apollon Tapınağı ve Yerebatan Sarnıcı’nda da Medusa başını görmek mümkün. Ancak Burdur’da bulunan Medusa başını diğerlerinden ayıran en önemli özellikleri, renkli mermer taşlardan, orkestra salonuna yere döşeme olarak yapılması ve orijinal yerinde korunuyor olması...

 

Kazılara 20 Haziran’da başladıklarını hatırlatan Özüdoğru, meclis binası olarak da kullanılan yapının kazısı sonucunda, 52,5 metre cephe uzunluğu, 12,80x4,35 metre boyutlarındaki sahnesi, 31 oturma sırası ve 3600 kişilik kapasitesiyle Antik Çağ Anadolusu’nun en görkemli yapılarından birini ortaya çıkardıklarını söyledi. Özüdoğru, “MS 2. yüzyılda, son şekliyle inşa edildiği anlaşılan meclis binası ve orkestra salonu, bir yangın sonucu göçtüğü anlaşılan çatısı haricinde neredeyse tamamen korunmuş durumda. İç cephesinin ve sahnesinin renkli mermerlerle ve renkli heykel ve sütunlarla süslenmiş olduğu ele geçen parçalardan anlaşılıyor. Medusa başıyla Kibyra’nın önemli antik kentlerden biri olacağını kısa süredeki kazı çalışmaları bize gösterdi” dedi. 2006 yılından bugüne, Burdur Müze Müdürlüğü’nün başkanlığında ve Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi’nin desteğiyle yürütülen kazılarda, daha önceki yıllarda da Anadolu’nun en önemli stadyumu bulunmuştu.

Milliyet, Haber: Ömer Erbil, 22.09.2009

HİTİT UYGARLIĞI GÜN IŞIĞINA ÇIKIYOR





Temeli milattan önceye dayanan Hitit Uygarlığı, Türkiye ile İtalya liderliğindeki ‘KaleidoscopEurope’ projesi ile yeniden hayat buluyor. Yaklaşık üç yıllık bir çalışma ile Hitit çalgıları, bin 700 yıl sonra ‘Hattuşa Orkestrası’ ile yeniden sese kavuşacak.

 

Avrupa Birliği’nin ‘Kültür Köprüleri’ (Cultural Bridges) programı kapsamındaki ‘KaleidoscopEurope’ projesi ile Avrupa ile Türkiye arasındaki ilişkilerin güçlendirilmesi amaçlanıyor. Bu kapsamda Türkiye’nin yanı sıra İtalya, Portekiz ve Macaristan’da çok sayıda sergi, atölye çalışması ve performans düzenlenecek. Projenin önemli bir parçası olan Hattuşa Orkestrası ise binlerce yıl önce yaşayan köklü bir kültüre ışık tutacak. Hattuşa Orkestrası’nı fikir sahibi Müzikolog Oğuz Elbaş, TOBAV Genel Sekreteri Meltem Keskin, Başkent Üniversitesi Müzik ve Sahne Sanatları Bölümü Öğretim Üyesi Okan Murat Öztürk ve İtalyan Kültür Merkezi Kültür Ataşesi Angela Tangianu ile konuştuk.

Gelişim sürecinden biraz bahseder misiniz?
Oğuz Elbaş: Bu, yaklaşık iki yıllık bir proje. Neler yaşadık, neler.
Angela Tangianu: 2007’de proje çağrısı yapıldığında başvurduk. Projemizde atölye çalışmaları, konser gibi yedi etkinlik var.

Bu proje ile Avrupa Birliği ve Türkiye ne kazandı?
A.T.:
İnsanlar beraber çalışmak için ülkelerinden geliyor. Bu kadar farklı ülkeden insan bir arada çalışmak ve ortaya somut bir şeyler koymak durumunda. Otomatik olarak projede bunu yapıyoruz. İkincisi üniversite öğrencilerine adanmış projeler var. Öğrencilere o projeyle ilgili yıl boyuna yayılmış bir çalışma yaptırılıyor. Bu sayede gençlerde bağı kuvvetlendirmek amaçlanıyor. Özetle atölye çalışmasının önemi projelerde devamlılık, farklı ülkelerin bağ kurması ve bu bağın proje sonrasında da devam edebilmesidir.

Neden Hititler?
O.E.: Hititler’i anlayabiliyor ve kavrayabiliyoruz. Nedeni de bize on binlerce yazılı materyal bırakmalarıdır. Biz akademisyenler, dilbilimciler onları çözdük. Yorumlar ve çıkarımlar yaptık. Bir diğer nedeni de, dünyaya müthiş değerli şeyler bırakmışlar. Sanatsal, sosyal yapılanma, hukuki vs. her açıdan. Hala Anadolu’da var olan değerlerden bahsediyoruz. Yalnız Anadolu’da değil, Avrupa’da da var. Yani amacımız Anadolu’nun, böyle bir uygarlığın oluşumunda önemli yerlerden biri olduğunu dünyaya anlatmaktı.

O.M.Ö: Anadolu, en görkemli uygarlıkların hayata geçtiği özel coğrafyalardan biridir. Akdeniz, Avrupa, hatta Uzakdoğu’ya kadar uzanabilecek bir coğrafyada medeniyetlerin yaratıldığı, farklı kültürlerin bir araya geldiği bir alan Anadolu. Bu yüzden Anadolu’yu farklı bir kavrayışla ele alıyoruz. Hattuşa’nın dünya kültürüne mesaj vereceği çok önemli açılımlar var; barış ve kültürel zenginliğe sahip çıkmak gibi. Bunlar bizi farklı bir bilinç noktasına getiriyor. Anadolu’yu ve Avrupa ile binlerce yıllık ilişkisini kavrayabilmenin yolu kaynakları tanımaktan geçiyor.

Projede ağır basan taraf Anadolu mu, Hititler mi?
O.M.Ö: Anadolu’yu temel aldık. Hititler’in simgesel önemi var. Bir başlangıç noktasını ifade ediyor. Anadolu ile Avrupa kültürleri arasındaki bağı, Hititler’in simgesel varlığı üzerinden günümüze taşıyoruz.
A.T.: Hattuşa ‘Müzik nasıl bir yol aldı, nasıl Avrupa’yı dolaştı ve nasıl hala var’ı anlatıyor.

Orkestradan biraz bahsetsek?
O.M.Ö: Proje ile Hitit döneminin çalgıları yeniden yapıldı. Kostümler dahi elimizdeki arkeolojik verilerden yola çıkarak tasarlandı. Müzik ise Avrupa kültürünün geleneksel müziklerini yansıtıyor. Orkestra, 19 kişilik yaylı çalgılar ile toplamda 35 kişiyi buluyor. İzleyici bin 700 sonra yeniden yapılan çalgıları görüp, o sesi ilk defa duyacak. Eser ise şu mantıkla kurgulandı; Hitit dönemi müziğini anlayabileceğimiz sadece görseller var. Bunlardan hareketle yaşayan gelenekle arkeolojik bulgular arasındaki bağları gözden geçirdik. Kompozisyon için de Hititler’in doğup geliştiği Çorum ve çevre kültürlerinin yerel müziklerinden materyal anlamında yararlandık. Makamsal yapılara bağlı kalarak özgün besteler yaptık.

Hitit gelenekleri sahneye yansıyacak yani?
O.E.:
Kesinlikle. Örneğin bağlama püskülü 3 bin 700 yıl öncesinden kalma bir gelenek. Anadolu’da da hala var.
O.M.Ö: Gelenek denilen şey statik değil. Gelişiyor ve dönüşüyor. Geleneğin gelişse de, değişse de süreklilik arz eden bir yönü var. Değişim süreçle ilgili ama onun doğal olması süreklilik açısından önemli. Dünyada geçmişle bugün arasındaki bağı kurabilmenin yolları vardır Yaşayan gelenekler bunlardan olabileceği gibi, bir de yazılı belgeler ya da görsellerdir.
A.T.: Bu sadece bir konser değil. İnsanları bilgilendirmek ve eğitmek de amacımız. Çok yönlü bir etkinlik bu.

Bestelenen parçanın sözlerini kim yazdı?
O.E.:
Sözleri ben yazdım. 15 yıldır Hitit kültürü üzerine araştırma yapıyorum. Ne yapmak istediklerini, ne dediklerini bir biçimde anlatmam lazımdı. O metin, araştırmalar sonucu ortaya çıkan şiirsel bir özet. Günümüze kattıkları sundukları o müthiş değerlerden yola çıkarak, lirik dört bölümlük metin ortaya çıktı.
Hürriyet Ankara, Haber: Rüya Yensal, 22.09.2009

KUTSAL ALANDA BİR HAMAM

 

Çanakkale'nin Ayvacık İlçesi'ne bağlı Gülpınar beldesindeki Apollon Smintheus Tapınağı'nda inşa edilen antik hamam, genelde kent merkezlerinde bulunan hamamlardan, kutsal bir alanda kurulmuş olmasından dolayı farklılık taşıyor.

 

Beldede, Prof.Dr. Coşkun Özgünel başkanlığında yürütülen kazılar, Apollon Smintheus kutsal alanındaki hamamda yoğunlaştırıldı.

 

Kazı ekibi üyesi arkeolog Davut Kaplan, Troas yöresinin en eski hamamı özelliğini de taşıyan yapının, temellerine kadar Bizanslılar tarafından tahrip edildiğini, bununla ilgili ellerinde belgeler bulunduğunu söyledi.

 

Roma dünyasının günlük yaşamının bir parçası olan yıkanma geleneğinin en güzel kanıtı olan hamamın bazı ilkleri barındırdığına işaret eden Kaplan, milattan sonra 1. yüzyıl sonunda inşa edilmiş olan hamamın, konumu, plan ve tekniği açısından diğer örneklerinden farklı olduğuna dikkati çekti.

 

Apollon Smintheus Tapınağı'nın hemen yanında inşa edilmiş olan hamamın en önemli özelliği, kutsal alanda ve rahipler tarafından yapılmış olması.

 

Hamamın, birer kapıyla bağlanan odaları en sıcaktan soğuğa doğru sıralanmış. Roma hamamlarının olmazsa olmazı olan ısıtma sistemi, farklı teknik uygulamalarıyla karşımıza çıkıyor. Temel seviyesinde korunmuş külhan bölümünde tespit edilen 4 ayrı ocak, en az üç mekanın tabandan ısıtıldığını ortaya koyuyor. Bu mekanlarda özellikle duvardan ısıtma sisteminin ilginç bir örneği olan "tegula mammatae" olarak nitelendirilen tuğlalar kullanılmış.


Arkeolog Davut Kaplan, o dönemde halka açık olan hamamda küçük ve özel bir mekanın da alttan ve duvardan ısıtmaya sahip olduğunu belirlediklerini ifade ederek, şunları söyledi:

"Bu mekan olasılıkla, halka açık bölümlerden soyutlanmış, din adamı ve yöneticilerin yıkandığı bir yer. Hamamın diğer bölümlerinin sadeliğine karşın, bu özel odanın zemininin mozaik tabana sahip olduğu ortaya çıktı. Ana renklerin tümünü barındıran mozaikte, geometrik ve bitkisel motifler bir arada kullanılmış ve adeta renk cümbüşü yaratılmış."

 

Kaplan, hamamın diğer bir ilginç özelliğinin de, yapının ısıtılmasında ocakların yakımı ve bakımında görevlendirilmiş kişilere ait özel bir servis koridorunun varlığı olduğunu söyledi.

Kaplan, tonoz örtüyle kapalı olan bu koridora hamam dışından girildiğini, böylelikle hamama yıkanmak için gelenler ile görevlilerin birbirlerini asla görmediğini ve rahatsız etmediğini kaydetti.

Trt/Haber, 21.09.2009

RÜYASINDA ALTIN GÖRDÜ MANASTIRI KAZDI





Beşiktaş Ortaköy'de, mülkiyeti Vakıflar Genel Müdürlüğü'ne ait tarihi Andonyan Manastırı'nda gece bekçisi olarak çalışan Salih K, rüyasında manastırda 1.5 ton altın gömülü olduğunu görünce 8 arkadaşıyla birlikte binanın bir odasının zeminini kazdı. Kilise binasını Vakıflar Genel Müdürlüğü'nden 30 yıllığına kiralayan firmanın yetkilileri manastıra geldiklerinde 3 metrelik kuyuyu fark etti. Firma yetkililerinin ihbarıyla manastıra gelen polis, definecilere ait kazma, kürek ve gaz maskelerine el koydu. Gözaltına alınan bekçi ve arkadaşları, sorgulandıktan sonra serbest bırakıldı.

 

İstanbul'da, Beşiktaş'taki Ortaköy Çevirmeci Sokak No: B/1 adresinde bulunan ve mülkiyeti Vakıflar Genel Müdürlüğü'ne ait olan tarihi Andonyan Manastırı'nda gece bekçisi olan Salih K, rüyasında manastırda 1.5 ton altın gömülü olduğunu gördü. Salih K, rüyasını arkadaşlarına anlattı ve 9 arkadaş, manastırda gömülü hazineyi aramayı kararlaştırdı. Manastıra kazma, kürek ve gaz maskeleri getiren kafadarlar, Bizans altınlarıyla tarihi Osmanlı sikkelerini bulmak amacıyla manastırın odalarından birini kazmaya başladı.

 

Bu sırada manastır binasını anıt ağaçlar da bulunan bahçesiyle birlikte Vakıflar Genel Müdürlüğü'nden 30 yıllığına kiralayan bir şirketin yetkilileri, binada rehabilitasyon çalışması başlattı. İnceleme yapmak için manastıra gelen firma yetkilileri bekçinin şüpheli davranışlarından şüphelenince 3 metre derinlikteki kuyuyu fark etti.

 

Şirket yetkililerinin ihbarıyla olay yerine gelen polis, definecilere ait kazma, kürek ve gaz maskelerine el koydu. Polis, telefonla ulaştığı Salih K'yı Arnavutköy Polis Merkezi'ne davet etti. Salih K, polis merkezine arkadaşlarıyla birlikte gitti. Manastırda define aradıklarını kabul etmeyen 9 arkadaş, sorgularının ardından serbest bırakıldı.

 

Papaz okulu olarak kullanılan "Andonyan Manastırı", 1860 yılında inşa edildi. Yıkılmaya yüz tutmuş haldeki manastır, bir şirket tarafından içinde anıt ağaçların da olduğu bahçesiyle birlikte 30 yıllığına kiralandı. Sokağın sonunda Ayios Yeoryios Mezarlık Kilisesi ve Ortaköy Rum Ortodoks Mezarlığı da bulunuyor.

Habertürk, Haber: Serhat Alaattinoğlu, 21.09.2009

SANTA HARABELERİ DEFİNECİ TEHDİDİ ALTINDA





İnanç turizmi açısından Doğu Karadeniz’in en önemli turizm merkezi olmaya aday Santa Harabeleri, defineciler yüzünden yok olma tehlikesiyle karşı karşıya. Defineciler, harabelerin içinde hazine ararken, tarihi de yok ediyorlar.


Gümüşhane’nin Kelkit havzası içinde yer alan Santa harabeleri’nin (Dumanlı Köy) geçmişi 17. yüzyıla kadar uzanıyor. Önemli bir ibadet merkezi olan ve yüzyıllarca sekiz kilisesi ile ziyaretçilere dini hizmet vermiş olan Santa harabeleri, bugün kaderine terk edilmiş durumda. 8 mahalleden 300’ü aşkın yapıdan oluşan Santa harabeleri, aynı zamanda yaylacılar tarafından da kullanılan bir yerleşim bölgesi. Ancak bu yerleşim bölgesinin en büyük derdi, yaylacılar gittikten sonra kış aylarında başta kiliseler olmak üzere tarihi yerlerinin define avcıları tarafından kazılarak tahrip edilmesi.


Yazları yaylaya çıkan ve orada hayvancılıkla geçinen Adem Uzun, şunları anlatıyor: “Yaz aylarında harabelerin olduğu yere geldiğimizde tarihi binaları, zemininde çukur açılmış şekilde buluyoruz. Santa’da bulunan kiliselerin duvarlarındaki resimler de defineciler tarafından kırılıyor, tahrip ediliyor. Burada sekiz mahallede sekiz kilise bulunuyor, bu kiliselerden sadece bir tanesinin tavanı sağlam. Tavanı sağlam olan kiliseyi korumaya çalışıyoruz ama bölgeye sadece yaz aylarında yaylacılık için geliyoruz. Kışın Santa’da kimse kalmadığından defineciler gelerek tarihi binaların içini kazıyor. Santa’yı gezen büyüleniyor, ama yavaş yavaş yıkılıyor. Devletimizin gelip, buradaki tarihe sahip çıkmasını istiyoruz.”


Santa harabeleri, Gümüşhane’nin Dumanlı Köyü sınırları içinde ve bin 600 metre yükseklikte yer alıyor. Kentin ne zaman kurulduğu bilinmiyor ama yazılı tarih, 17. yüzyıla kadar uzanıyor. Sekiz kilisesi var. Taş işçiliğinin güzel örneklerini oluşturan evlerin bugüne kadar yaklaşık 300’ü ayakta kalmış. Demircilik ve gümüşçülüğün önemli bir sanat olduğu Santa’daki 8 kiliseden bugüne kadar ancak 5’i gelebilmiş. Binalar, tüm tahribat rağmen göz kamaştırıyor.

Radikal, Haber: Fatih Kılıç, 21.09.2009

DÖRTYOL'DA TARİHİ ESER KAÇAKÇILIĞI

 

Hatay'ın Dörtyol İlçesi'ndeki operasyonda Bizans, Roma, İslam ve Ortaçağ dönemlerine ait çok sayıda tarihi eser ele geçirildi, 3 kişi tutuklandı.

 

Valilik İl Basın ve Halkla İlişkiler Müdürlüğünden yapılan yazılı açıklamaya göre, ihbarı değerlendiren Dörtyol Jandarma Komutanlığı ekipleri, Yeşilköy beldesine operasyon düzenledi.
Operasyonda, Bizans, Roma, İslam ve Ortaçağ dönemlerine ait olduğu tespit edilen 130 adet sikke, 3 adet yüzük, çan ile çok sayıda muhtelif parça tarihi eser ele geçirildi.

 

Gözaltına alınan Y.Y, M.E. ile M.K, çıkarıldıkları mahkemece ''tarihi eser kaçakçılığı yapmak'' suçundan tutuklandı.

Hatay Gündem, 20.09.2009

TARİHİ AHŞAP CAMİ, İLK GÜNKÜ İHTİŞAMINI KORUYOR

 

Trabzon'un Dernekpazarı İlçesi Güney Mahallesi'ndeki tarihi ahşap cami, 190 yıldır dimdik ayakta duruyor.

 

Camiyi ziyaret edenler yıllara meydan okurcasına ayakta duran ve halen kullanılan camiyi görünce şaşkınlıklarını gizleyemiyor. Caminin içinde ve dışında kullanılan ahşap işlemelerin yıllardır yıpranmamış olması, işlemelerde kullanılan zarafet ziyaretçileri büyülüyor.

 

Caminin 1819 yılında mahalle halkı tarafından yapıldığını söyleyen İmam Faruk Nafiz Özkan, 60 metrekarelik alanda 150 kişinin ibadet ettiğini ve mimarının bilinmediğini söyledi. Caminin giriş kapısı, hutbe, minber, kürsü, duvar, tavan ve balkonundaki ahşap işlemeler dikkatleri çekerken, işlemelerin yapıldığı tarihten bu yana bozulmaması da görenleri hayrete düşürüyor

Zaman, Haber: Habib Oğanberdi, 20.09.2009

OSMANLI TARİHİNİ DEĞİŞTİREBİLECEK KAZI BAŞLADI





Osmanlı'nın Bizans İmparatorluğu'ndan ilk fethettiği, Osman Bey'in da adına ilk hutbeyi okuttuğu kale olan Karacahisar Kalesi'nde kazı çalışmaları başladı.
 

Eskişehir Valisi Mehmet Kılıçlar, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Karacahisar Kalesi kazılarının, Valiliğin desteği ve girişimiyle Arkeoloji Müzesi Müdürlüğü'nün önderliğinde ağustos ayında tekrar başladığını, ekim ayına kadar da süreceğini söyledi.

Kazılarla birlikte kalenin restorasyon çalışmalarını da sürdürmek istediklerini ifade eden Vali Kılıçlar, şöyle konuştu:

"Restorasyon çalışmaları da kazıyı gerçekleştiren Anadolu Üniversitesi (AÜ) Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü Başkanı Prof.Dr. Erol Altınsapan gözetiminde olacak. Kazı çalışmaları dünyada ve ülkede Osmanlı İmparatorluğu'nun başlangıcını ortaya çıkartacak ilk bilimsel kazıdır. Bu hisar 1289 yılında Osman Bey tarafından ilk fethedilmiştir. Kazının sonucunu bütün dünya bekliyor. Buradan çıkacak sonuçlar çok önemli. Uluslararası sonuçlar yaratacak bir kazı çalışması. Kazı çalışmalarına Prof.Dr. Halil İnalcık'ı da davet ettik. Kazı ekibine Prof.Dr. İnalcık'ın isteğiyle doktora öğrencisi arkeolog Fahri Dikkaya dahil edildi. Prof.Dr. İnalcık'tan da kazıyı incelemesini istedik."

Prof.Dr. Altınsapan da Selçuklular tarafından İç Anadolu Bölgesi'nin kuzeyine yerleştirilen Ertuğrul Gazi'nin yönettiği Kayı boyunun, zamanla kendi adına Bizanslılara karşı akınlara başladığını belirterek, Karacahisar Kalesi'nin Ertuğrul Gazi'nin oğlu Osman Gazi tarafından Bizanslıların elinden fetihle alındığını ifade etti.

"Karacahisar Kalesi, 1288'da Osmanlı İmparatorluğu'nun ilk fethettiği kaledir" diyen Prof.Dr. Altınsapan, şöyle devam etti: "Kaledeki ilk kazılar 1999 yılında Prof.Dr. Halil İnalcık'ın önderliğinde, dönemin AÜ Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölüm Başkanı Prof.Dr. Ebru Parman tarafından başlatıldı. Kazı çalışmaları 2002-2005 arasında devam etti. Kazıların sağlıklı olması için daha çok kaynağa ve işçiye gerek vardır. Sayın Valimiz Mehmet Kılıçlar, bize bu anlamda çok büyük güvence verdi."

Prof.Dr. Altınsapan, fethedildiği günden bugüne kadar kale içinde bir yapılaşmanın bulunduğunu ifade ederek, çalışmaların 60 dönümü kapsayan kalenin yerleşim alanında sürdürüldüğünü bildirdi.

Kaleye bağlı yerleşim alanlarının yaklaşık 200 dönüme yayıldığını anlatan Prof.Dr. Altınsapan, şunları kaydetti:

"Öncelikli hedefimiz kale içindeki yerleşim dokusunu ortaya çıkartmak. Karacahisar Kalesi'nin fethi Osmanlı İmparatorluğu'nun başlangıcındaki en önemli olay. Karacaşehir ilk hutbenin okunduğu yerdir. Kalenin iç suruna dayalı iş atölyelerini de gün yüzüne çıkarttık. Kalenin fethedilmesi, Osmanlı'nın Bizans'a büyük bir rakip olacağının göstergesi oldu. Karacahisar Kalesi, Osmanlı'nın İznik'ten Edirne'ye kadar olan fetih sürecinin başlangıcıdır. Kazı sonucunda Osmanlı tarihi değişebilir. Prof.Dr. Halil İnalcık da Karacahisar'dan (Osmanlı'nın ilk başkenti) diye söz ediyor.

Karacahisar'da erken Osmanlı kent yerleşimi bulunuyor. Çalışmalarda kalede bir iç surun bulunduğunu ortaya çıkarttık. Surun kuleleri de ortaya çıktı. Daha sonra kalenin ana kısmına geçip, yapacağımız sondajlarla çalışmalara devam edeceğiz. Yüzey araştırmasında, çevrede onlarca yapının temel izlerini gördük. Mezarlık olduğunu düşündüğümüz yerler de var."

Cnn Türk, 20.09.2009

GEMİCİLİK TARİHİNE YENİ IŞIK

 

Yenikapı’daki kazılarda İstanbul’un denizcilik tarihine ışık tutacak bir tekne kalıntısı daha bulundu. Kalıntının 1500 yıllık ve dönemin en büyük kargo gemisine ait olduğu sanılıyor.


 


Marmaray metro projesi kapsamında Yenikapı’da sürdürülen ve bugüne kadar 34 batığa ulaşılan arkeolojik kazılarda, 6. yüzyıla ait 35-40 metre büyüklüğünde yeni bir batık gün yüzüne çıkarılıyor. Batıkların “en eski tarihli ve en büyüğü” olarak nitelendirilen kargo gemisinin, bugüne kadar bulunan batıkların en önemlisi olduğu vurgulanıyor.


İlk kez Milliyet’in görüntülediği tarihi batığı yerinde gören Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün de heyecanını gizleyemediği belirtiliyor.  



 


Kazı ekibini heyecanlandıran ve etrafı açıldıkça büyüklüğü daha da net anlaşılacak batık, büyük bir titizlikle ortaya çıkarılıyor. Ahşapların ıslatılmaması halinde sertleşerek 2-3 gün içinde parçalanma riskini göz önünde bulunduran kazı ekibi, çalışmalara ara verdiği süreçte batığın düzenli olarak ıslatılmasını sağlıyor. Özel bir sistem ile akşamları aralıklı olarak ahşapların üzerine su bırakılıyor. Gündüz ise sulama işçiler tarafından hortumla gerçekleştiriliyor.
Batığın etrafında fırça, mala ve elle yapılan temizlik sırasında çok sayıda insan ve hayvan kemikleri ile anfora da bulundu. Batığın etrafında bulunan kemikler laboratuvarda inceleme altına alınacak. 

 

Batık tamamen ortaya çıkarıldıktan sonra İstanbul Üniversitesi uzmanlarınca havuza alınarak konservasyonu yapılacak.





İstanbul’un denizcilik tarihi açısından büyük önem arz eden batığın metro istasyonu içinde yapılması planlanan müzede sergilenmesi düşünülüyor.


İstanbul Arkeoloji Müzeleri arkeologları Sırrı Çömlekçi ile Mehmet Ali Polat tarafından sürdürülen kazıların ne kadar devam edeceği ise henüz belli değil. Alanı Milliyet’e gezdiren iki arkeoloğun da ortak görüşü, İstanbul’da şehir arkeolojisinin Yenikapı kazıları sayesinde çok ilerlediği yönünde.

İstanbul Arkeoloji Enstitüsü’nün Yenikapı’da yapılacak metro binası içinde kurulmasının yerinde olacağını söyleyen arkeologlar, aynı zamanda bir şehir müzesine de ihtiyaç olduğunu vurguladılar.





Döneminin en büyük gemilerinden biri olduğunu vurgulayan Arkeolog Mehmet Ali Polat şu bilgileri verdi: “Cemal Pulak hoca, Yenikapı-1 batığının yaklaşık 380 groston yük kapasiteli olduğunu belirtiyordu. Bu batık ondan 3 kat büyük. Döneminin şilebi gibi. Bildiğimiz kadarıyla daha önce bu kadar büyük bir gemiye batık olarak rastlanılmadı. Yenikapı kazıları, dünyada en çok batık çıkan kazı unvanına sahip oldu. İstanbul tarihi için inanılmaz bir fırsat doğdu.”





Yenikapı’da kalıntıları ortaya çıkarılan arkeolojik gemi sayısı 34’e yükseldi. En son ortaya çıkarılan batık, bulunanların en büyüğü. Özel alanlarda korumaya alınan gemi parçaları, kuruyup parçalanmamaları için düzenli olarak ıslatılıyor.

 Milliyet, Haber: Ömer Erbil, 20.09.2009

"BİZİ YOĞUN İLGİ BATIRIYORDU





Geçtiğimiz aylarda bilimsel ve kültürel anlamda çok heyecan verici bir olay yaşandı. Arkeologlar, inşa ettikleri ilkel savaş gemisiyle Foça'dan Marsilya'ya gitti. Olay, dış basında büyük yankı uyandırdı. Tarih canlandı. Dünya basınında da oldukça ilgiyle karşılandı. Yapılan eylemin öneminin topluma yansıyandan fazla olduğunu düşündük ve daha ayrıntılı ele alabileceğimiz bir yazı dizisi yapmaya karar verdik. Bir grup bilim adamı, deneysel arkeoloji adı altında 2 bin 600 yıl önce kullanılan savaş gemilerinin bir benzerini inşa ederek, Foça'dan Marsilya'ya kürek ve yelkenlerle zorlu bir yolculuk gerçekleştirdi. Yolcular konakladıkları limanlarda büyük coşkuyla karşılandılar. Ancak kimi Avrupalıların, Türklerin Arap kültürüyle yaşadığını sandıklarını görerek şaşırdılar. Yanlarında kadınların da olduğunu görüp şaşıranlar olmuş. Bu olay bana 18. yüzyılda ünlü türk diplomat 28 Mehmet Çelebi'nin Paris büyükelçiliğine atandığında yaşadıklarını anımsattı. 28 Mehmet Çelebi anılarını anlattığı kitabında Osmanlı'nın ününü duyan ama nasıl insan olduklarını bilmeyen Avrupa halkının kendisine nasıl davrandıklarını anlatır. Bir limana girdiği zaman yöre halkının büyük kalabalıklar halinde kendisini karşılamaya geldiğini, Ramazan'da iftarını nasıl açtığını merak eden binlerce kadının süslenip, tiyatro ya da operaya gider gibi elçimizin iftarını izlemeye koştuğunu, bu seyrin sahura kadar sürdüğünü söyler. Buna üzülmeli mi, sevinmeli mi? Bilimadamlarımızın bu girişimi takdir gerektirirken, kendimizi hala Avrupalı halka tamamen anlatamamış olamamamız da acı bir durum.


Projeyi hayata geçiren Arkeoloji Profesörü Hayat Erkanal ve Arkeolog Osman Erkurt ile konuştuk.

Önce Prof. Erkanal ile Urla'daki kazı evinde buluştuk. Bir bilim merkezinden çok kendinizi harikalar diyarında hissettiğiniz bir ortam yaratmış Erkanal. Üzerinde nilüferlerin olduğu, içinde balıkların yüzdüğü havuzlar, birçok cins tavuk ve tavşanlar, kediler. İnanılmaz bir çalışma ortamı. Bir yanda öğrenciler harıl harıl çalışıyorken biz hocayla konuşmaya başladık.

- Sayın Erkanal, Foça-Marsilya yolculuğu projesi nasıl başladı?
Ben bu olayı bir çeşit deneysel arkeoloji olarak algıladım. 2 bin 600 yıllık bir tekne ile Foça'dan çıkacaksınız Yunanistan adalarından bazılarını kat edeceksiniz, Yunanistan'ın batısından Arnavutluk'a çıkacaksınız. Orada İtalya'nın Güney sahillerini takip edeceksiniz, Fransa'nın güney sahillerini takip edeceksiniz, Marsilya'ya kadar gideceksiniz. Tabii böyle bir olayın böyle bir tekneyle yapılıp yapılmaması, yapıldığı taktirde ne tür güçlüklerin ortaya çıkabileceğini bilmiyorduk. Bunu yaşamak, dolayısıyla da deneyimler elde etmek benim için en büyük bir olaydı.


- Arkeoloji deyince daha çok kazı yapan insanlar akla geliyor, deneysel arkeoloji pek yapılmıyor değil mi?
Evet bu tür çalışmalar fazla yok ne yazık ki. Ancak önümüzdeki yıllarda deneysel arkeolojiyi daha farklı boyutlarda ele alacağız. Mesela arkadaki araziye oluşturacağımız arkeoparka MÖ 3000-5000 sene öncesinin bir evini yapacağız. O evde nasıl yemek yeniyordu, nasıl ekmek yapılıyordu, nasıl kumaş dokunuyordu, nasıl yaşanıyordu. Bunları hem halka göstereceğiz hem de isteyen bunları uygulayabilecek.


- Turizm amaçlı bir şey mi olacak?
Turizmin yanı sıra halkımızın tarihine sahip çıkması açısından da önem taşıyor. Bir parça canlandırarak, bir parça deneylerin içine sokarak yapmayı amaçlıyoruz. Eğer gerçekleştirebilirsek Türkiye'de bir ilk olacak bu. Daha önceden de Uluburun teknesi projemiz vardı. O daha eski bir tekneydi. 3 bin 500 yıllık bir tekne ile dokuz gün dokuz gece süren bir yolculuk yaparak Doğu Akdeniz'e gittik, güney sahillerini dolaştık. O daha ilkel bir tekneydi, kürekleri yoktu ve daha hantaldı. Ondan pek çok notlar aldık. Bu tip teknelerin güvertesinin olmadığı iddia edilirdi. Muhakkak güvertelerinin olması gerektiğini ortaya koyduk. Güvertesi olmazsa bu teknelerin bir hafta yolculuk yapabileceğini düşünmek hayal olur. Bir gün dahi denizde yol kat edemezler. Çünkü özellikle Ege denizinde Akdeniz'de de fırtına çok fazla oluyor ve dalga boyu çok yüksek oluyor. Aşağı yukarı altı metre dalga boyunu hem Akdeniz'de yaşadık hem de Marsilya'ya giderken Ege denizinde yaşadık. Böyle bir durumda teknenin içi hemen suyla dolacak dolayısıyla bırakın içindeki kargonun bozulmasını, insanların yaşamasını, tekne alabora olacak. Onun için deneyerek gerçekleştiriyoruz. Yolculuğumuzun nedenlerinden biri bu.

İkincisi tarihi bir gerçek var. Biliyoruz ki milattan önce 6. yüzyılda yani günümüzden 2 bin 600 yıl önce Foçalılar İranlıların da etkisiyle Anadolu topraklarını terk ediyorlar ve çeşitli bölgelerde koloniler kuruyorlar. Yunanistan'da, İtalya'da kuruyorlar ve bunlardan birisi de Marsilya. Zaten Marsilya limanına gittiğiniz zaman limanında bulunan pirinç plakette, "Bu şehir MÖ 600 yılında Anadolu'dan gelen 'Phokaialı'lar tarafından kurulmuştur" yazar. Bu yazı, projenin çıkış noktasını oluşturması açısından çok önemlidir. Bu olayı canlandırmak gündeme getirmek istedik.


- Fransa'da Türk yılı olmasının da etkisi var mı?
Evet üçüncü neden de bu. Biz de bir katkıda bulunmak istedik. İki ülkenin dış işleri bakanlığı da bu projeyi destekliyorlardı. Ama bu arada çok hoşumuza giden olaylar da gerçekleşti. Halk tarafından büyük bir sevgiyle karşılaştık. Yunanistan'da, İtalya'da Fransa'da olsun tekneyi binlerce insan gelip ziyaret etti. Hatta tekne, zaman zaman batma tehlikesi atlattı. O kadar insan üzerine çıktı ki. Grup grup almaya başladık insanları, kuyruğa girdiler. Konakladığımız yerlere hep güzel mesajlar götürdük. Genelde geceleri konaklıyorduk. Gündüzleri yol alıyorduk. Hatta zaman zaman çeşitli nedenlerler de birkaç gün konakladığımız limanlar da oldu. Aşağı yukarı yirminin üzerinde yerde konaklama yaptık. İşin en güzel tarafı da insanlar arasında çok güzel ilişkiler kurmamızdı.

Teknede seyahat eden arkadaşlarımızın önemli bir kısmı Urla'dan. Dolayısıyla Urla ile bazı belediyeler arasında özellikle İtalya'daki şehirler arasında bir takım kardeşlik ilişkileri de kurmayı planladık. Bu da seyahatin insanlar arasındaki dostluk açısından bir meyvesi olacak.

- Biraz tekneden bahseder misiniz?
Tekne, bir savaş teknesi. Yelkeni dışında on çift küreği var. Tabi savaş teknelerinde kürekler daha çok savaş anlarında kullanılıyor. Ve önünde bronzdan bir mahmuzu var. Bu mahmuz, hızla kürek çekmek suretiyle düşman gemilerine hızla bindiriyor ve su alıp batmasını sağlıyor. İnsanlar bu kadar uzun mesafe kürek çekemezler ama savaş sırasında kürek çekilmesi lazım. Savaş sırasında yelkenleri açayım da düşman tarafına meyledeyim diyemezsiniz. Bu yüzden en önemli faktör kürek oluyor. Seren dediğimiz tek parçadan oluşan dikdörtgen şeklinde yelkeni var. Tabi bu yelkenler şimdiki yelkenler gibi değil. Ancak rüzgar bir taraftan geldiği taktirde tekne hareket edebiliyor. Şimdi yandan da gelse karşıdan da gelse yelkenler hareket edebiliyor. Bizimki eski bir geleneği yansıttığı için böyle. Aşağı yukarı 25 personelle yola çıktık, 20'si kürekçi. Bir de şunu kontrol etmek istedik 'böyle bir tekne iki aylık bir yolculuğa dayanır mı dayanmaz mı?' nitekim dayandı. Hatta daha çok yol alabilecek bir durumu var teknenin. Teknelerin aslında sedir ağacından yapılması gerekiyordu ancak sedir ağacını şu anda Türkiye'de bulmak mümkün değil. Onun için bu tekne çamdan yapıldı. Ama buna rağmen beş-altı metre dalgalara dayandı.

- Teknede kimler vardı?
Öğrenciler vardı, arkeologlar vardı, doktor vardı. Ben bilimsel danışman olarak görev aldım. Osman Bey(Erkurt) hem teknenin inşa edilmesinde bulundu hem kaptanlığını yaptı. Yelkenciler de vardı. Yaklaşık 25 kişiydik.

Yeni Asır, Haber: Hüseyin Yiğiter, 20.09.2009

YENİCE'DE TARİHİ ESER OPERASYONU

 

Çanakkale’nin Yenice İlçesi'ne bağlı Nevruz Köyü'nde tarihi eser kaçakçılığı yaptığı iddiasıyla 5 kişi gözaltına alındı.

 

Edinilen bilgiye göre Nevruz Köyü'nde bazı kişilerin tarihi eser kaçakçılığı yaptığı ihbarını alan Jandarma ekipleri gerçekleştirdikleri operasyonda Ö.A, B.G, B.K, H.T ve M.Ö’yü gözaltına aldı. Adli makamlarca alınan soruşturma izniyle yapılan takip sonucu şahısların evlerinde yapılan aramada 3 adet uçları yılanbaşı ve bronz olduğu değerlendirilen bilezik, 3 adet bronz küpe, 5 adet ay şeklinde bronz obje parçası, 2 adet helezon şeklinde bronz obje parçası, 1 adet dedektör ve 1 adet kulaklık ele geçirildi.

 

Şüphelilerden Ö.A, B.G ve H.T Cumhuriyet Savcısı’nın talimatıyla alınan ifadelerine müteakip serbest bırakılırken; M.Ö ve B.K ise Cumhuriyet Savcılığı’na sevk edilmek üzere gözaltına alındı.

Çanakkale Kent Haber, 19.09.2009

POLİSTEN TARİHİ ESER OPERASYONU

 

Ağrı'nın Eleşkirt İlçesi'nde güvenlik güçleri tarafından yapılan yol kontrollerinde bir otomobilde çok sayıda tarihi eser ele geçirildi.

 

Edinilen bilgiye göre Eleşkirt Aydıntepe Köyü yol güzergahında güvenlik güçleri tarafından yapılan yol kontrollerinde İ.A. yönetimindeki otomobil durdurularak arama yapıldı.

 

Otomobilde yapılan aramalarda, 876 adet çeşitli ebatlarda bronz ve bakır sikke, 1 adet demir haç kolye, 11 adet bronz bakır yüzük, 1 adet bronz renkli kolye parçası, 1 adet bakır kolye, 1 adet toprak çeşme başı, 1 adet sarı renkli kapı tokmağı ele geçirildi.

 

Yakalanarak gözaltına alınan araç sürücüsü İ.A.'nın ifadesi alındıktan sonra serbest bırakıldığı ve olayla ilgili soruşturmanın devam ettiği kaydedildi. 

Ağrı Kent Haber, 18.09.2009

PATARA TARİHÇİLERİ ŞAŞIRTIYOR

 

Dünyanın bilinen ilk demokratik meclisi, ayakta kalan en eski deniz feneri ve bugünün teknolojisine uygun su yollarıyla Patara tarihçileri şaşırtmaya devam ediyor...

 

Antalya'nın Kaş İlçesi'ndeki antik kentte yapılan kazıların bu yılki etabı da sona erdi.

1988 yılından bu yana süren kazı çalışmalarında tempo bir an olsun düşmüyor... Zira, Likya Uygarlığı'nın başkenti Patara Antik Kenti'nde bulunan her eser, dönemin yaşam biçimi ve teknolojisi konusunda tarihçilerde heyecan uyandırıyor.

 

Çalışmalar Akdeniz ve Anadolu Üniversiteleri ile Almanya Mainz Üniversitesi'nin ortaklığıyla gerçekleştirildi.

 

Kazı Başkanı Prof.Dr.Havva İşkan Işık, "Likya dönemi Bey Sarayı'na yönelik olarak çalışmalarımızı gerçekleştirdik. Bunun yanında meclis binasının restorasyonu ve diğer alanlardaki sağlıklaştırma etkinliklerimiz de devam etti. Çok başarılı bir sezon geçirdiğimize inanıyoruz." dedi.

Patara kazı çalışmalarında bu yıl Kibele, Hades ve Afrodit heykelleri bulundu.

 

Su yolunun şehiriçi bölümü ve çarşı bölgesindeki 4 dükkan da ortaya çıkarılarak restorasyona hazır hale getirildi.

Trt/Haber, 17.09.2009


Sagalassos (Gertrude Bell)
...1907




13 - 19 Eylül 2009

169 YILLIK MARKİZ ZAMANA YENİLDİ, PASTASI TARİH OLDU

80'li yılların sosyetesinin uğrak yeriydi Markiz Pastanesi. Kadınlar en şık kıyafetlerini giyinir, erkekler en şık aksesuarlarını takar Markiz'de çikolata, pasta yemek ya da limonata içmek için buluşur mekanın zevkini çıkarırdı. Ancak zaman öyle hızlı geçti, nesiller öyle keskin kabuk değiştirdi ki bugün Markiz'in o dillere destan pasta ve çikolatalarının yerinde hamburger ve makarna, Markiz yazan kapısının üstünde ise kocaman bir Yemek Kulübü yazısı duruyor. 169 yıllık tarihinin dördüncü değişimini yaşayan Markiz'den geriye sadece adı kalmış gibi görünüyor.

Haşim Erhan Abaz ve Ufuk Yağcı ortaklığındaki Kahveci Gıda'nın Yönetim Kurulu Danışmanı Burak Alparslan, Beyoğlu caddesinin ihtiyaçlarını karşılamak adına Robert's Coffee'yi Yemek Kulübü'ne dönüştürdüklerini söyledi. Sigara yasağından sonra karlılıklarında azalmalar yaşandığını dile getiren Alpaslan, "Robert's Coffee kar etmiyordu. Sigara yasağı da üstüne gelince insanların uygun fiyata yemek yiyebileceği bir café-restoran konsepti oluşturmaya karar verdik. Yemek Kulübü caddenin gerçeklerine daha uygun" dedi.

 

1840'TA Passage Oriental adı ile açılan Markiz, sanatçılar ve entelektüellerin uğrak yeriydi. 2003'te Aksoy Grubu ile restore edilerek yeniden hayata döndü. Pasajın giriş katında bulunan Markiz Pastanesi ise eski dokusu aynen korunarak kapılarını açtı. Ancak Aksoy Holding istediği karlılığa ulaşamayınca Markiz'i kapattı. 2006'da bu kez İngiliz bir şirkete satılan Markiz'i Kahveci Gıda kiraladı. 2007'de Robert's History Markiz olarak açılan mekan yine kar etmeyince ucuza yemek yeme konseptli Yemek Kulübü olarak işletilmeye başlandı.

Sabah, Haber: Pınar Çelik, 19.09.2009

İŞTE II. ABDÜLHAMİD'İN AİLE ALBÜMÜ





Osmanlı’nın en çalkantılı döneminde saltanat süren Sultan II. Abdülhamid’in aile fotoğraflarından oluşan albümü kitap oldu. Yıldız Sarayı’ndaki gündelik hayatı da yansıtan fotoğraflar, şehzade ve sultanların giyim, yaşam şekillerine ışık tutuyor.

 

Osmanlı tarihinin en tartışılan padişahlarından biri olan II. Abdülhamid’in aile fotoğraflarından oluşan albümü kitap haline getirildi. İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür AŞ tarafından 1.5 yıllık çalışma sonucunda hazırlanan “Sultan II. Abdülhamid’in Aile Albümü”, “Sultan II. Abdülhamid Han Arşivi İstanbul Fotoğrafları” ve “Sultan II. Abdülhamid’in Arşivinden Dünya” isimli kitapların ardından, serinin üçüncü kitabı...


II. Abdulhamid’in fotoğraf arşivindeki 36 bin 535 kare fotoğrafın üç kişilik ekip tarafından tek tek incelenmesi sonucu seçilen 138 fotoğrafın yer aldığı albüm, II. Abdülhamid’in ailesiyle ilgili ilk albüm çalışması. 






Kuşe kağıda baskılı 198 sayfalık kitap, Osmanlı’nın en çalkantılı döneminde 33 yıl saltanat süren II. Abdülhamid’in hayatına dair bilgilerle başlıyor. Şehzadeler ve sultanlar bölümünde ise Sultan II. Abdülhamid, Sultan Abdülaziz ve Sultan Abdülmecid’in aileleriyle ilgili bilgiler yer alıyor. II. Abdülhamid ile Sultan Abdülaziz’in soyağaçlarına da kitapta yer veriliyor.

 

Yıldız Sarayı’ndan Kesitler” bölümünde ise saraydaki köşklerden kasırlara, bahçelerden ziyafet salonuna kadar birçok farklı fotoğraf bulunuyor. Bu bölümde silahhane ve saraya davet edilen tiyatro grupları ile şehzadelerle birlikte sünnet ettirilen fakir çocukların fotoğrafları yer alıyor. Bu bölümde ayrıca Sultan’a arz edilen mücevherlerden bazılarının fotoğrafları bulunuyor.





Kitabın ikinci bölümünde II. Abdülhamid ile tahttan indirilerek öldürülen amcası Abdülaziz’in çocuklarının fotoğrafları yer alıyor. II. Abdülhamid’in oğlu Mehmet Selim Efendi, kızları Zekiye Sultan ve Naime Sultan ile Sultan Abdülaziz’in oğulları Mahmud Şevked Efendi, Mahmud Seyfeddin Efendi, son Halife Abdülmecid Efendi ve kızları Emine Sultan, Nazime Sultan, Esma Sultan’ın çocukluk fotoğrafları bu bölümde bulunuyor. Albümde ayrıca Abdülhamid’in oğlu Mehmed Selim Efendi’nin askeri üniformalı, elinde kitap ve çiçek tutarken çekilmiş birçok fotoğrafının yanı sıra Sultan Abdülaziz’in çocukları Mahmud Şevked Efendi, Mahmud Seyfeddin Efendi ile son Halife Abdülmecid Efendi’nin de tek tek ve birlikte çekilmiş çok sayıda çocukluk fotoğrafı yer alıyor.

Milliyet, Haber: Şakir Aydın, 19.09.2009

TARİHE IŞIK TUTAN TABAK

 

 

Okyanusun derinliklerindeki Ertuğrul Fırkateyni’nde üç yıldır devam eden kazı çalışmalarında ortaya çıkarılan bir porselen, Japon sanat tarihine ışık tutuyor.

 

119 yıl önce, Japonya’nın güneyinde Oshima Adası açıklarında kayalıklara çarparak parçalanarak Osman Paşa ve 550 denizciyle okyanusun derinliklerine gömülen Ertuğrul Fırkateyni’nde 3 yıl önce başlatılan kazılarda çıkan eserler, Japonlar’ı şaşkına çevirdi.


Japonya’nın Kuşimoto Kenti’nde 3 yıl önce başlayan ve Sualtı Arkeolojisi Enstitüsü ile Bodrum ve Karya Kültür ve Tanıtım Vakfı’nca kaptan Tufan Turanlı başkanlığında sürdürülen ‘Ertuğrul Fırkateyni Japonya’da Bir Türk Gemisi Projesi’nde 40 metre derinlikteki fırkateynden çıkarılan 3 bin 519 eser arasında yer alan 1 porselen, tarihçileri şaşırttı. Japonya’da 1860’lı yıllarda ünlü porselen ustası Yokohoma’nın yaptığı ve üzerini imzaladığı porselen tabağı İmparator Meiji‘ye verdiği anlaşıldı. İmparator Meiji’nin de bu tabağı kendisini ziyarete gelen Ertuğrul Fırkateyni’nin komutanı Osman Paşa’ya hediye ettiği  tek tabak olduğu ortaya çıktı.

 

Japon tarihçiler, Kuşimoto Ertuğrul Araştırma Merkezi’nde yapılan konservasyon çalışmaları sırasında ortaya çıkan gerçeğin ardından kazı başkanı Turanlı’yı ziyaret ettiler.


Japonya devlet televizyonu NHK’nin genel yayın yönetmeni Tadashi Yanagisawa, porselenin tarihini anlatan 12 dakikalık belgesel hazırlatarak yayınladı.

Milliyet Ege, Haber: Yaşar Anter, 19.09.2009

SABIKALI ÇOBAN AFRODİT HEYKELİNİ SATARKEN YAKALANDI

 

Definecilerden çalınan ve 100 bin dolara satılmak istenen Afrodit heykelleri, İstanbul Ataşehir'deki operasyonla ele geçirildi.

 

2050 yıllık geçmişi olan HeLlenistik dönem eserlerini satmak için polisle sıkı pazarlığa giren zanlının emniyette kaydı bulunan ve çobanlık yapan B.Ö. olduğu tespit edildi.

 

MÖ 30 ile 300 yılları arasına ait, killi topraktan yapılan 20-25 santim boyundaki Afrodit heykelleri, güzellik ve aşkı temsil ediyor.

Zaman, 19.09.2009

NE OLURSAN GEL AMA ŞORTLU GELME

 

 

Konya’da Mevlana Müzesi’nde ziyaretçiler için kılık- kıyafet düzenlemesi getirildi.

 

Müze’nin girişine asılan ‘Huzur-ı Pir’ (Pir’in Huzuru) başlıklı uyarıcı tabelada, ‘şortla girilmemesi’ maddesi de yer aldı. Kültür ve Turizm İl Müdürü Mustafa Çıpan, Mevlana Müzesi’nde uyarı yazıları bulunmasına rağmen ziyaretçilere, kılık kıyafet konusunda herhangi bir zorlamanın söz konusu olmadığını belirtti. Mevlana Müzesi’nde bir dönem şortla gelen yabancı kadın ve erkek turistlere, uzun etekler verilerek müzenin içerisine girmeleri sağlanırken, kamuoyunda oluşan tepkiler nedeniyle bu uygulamaya son verilmişti.
Hürriyet, Haber: Mehmet Kayhan Yıldız, 19.09.2009

TARSUS'TA MS 2. YÜZYILA AİT ARAMA ÇALIŞMALARI BAŞLADI

 

Tarsus’ta Roma dönemine ait MS 2. yüzyıla ait mezarların olabileceği düşüncesi ile ön çalışmalar başlatıldı.

 

Tarsus Arkeoloji Müze Müdürlüğü ve Mersin Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Bilimsel  Danışmanlığı başkanlığında Köylü Garajında mezar alanı olup olmadığı  arkeolojifizik yöntemler ile incelenmeye başlandı. Mersin Üniversitesi Arkeoloji Bölüm Başkanı Prof.Dr. Serra Durugönül, tarihi potansiyeli her zaman göz dolduran Tarsus’ta, böyle önemli bir çalışmayı başlatıyor olmaktan mutluluk duyduklarını söyledi.

 

Roma dönemine ait MS 2. yüzyılın sonlarına ait mezarların olabileceği düşüncesi ile çalışmaları başlattıklarını söyleyen Durugönül, “Tonuzlu ve çok katlı mezarları Küçük Asya olarak tabir edilen Türkiye sınırları için çok sık rastlanabilir mezar türü değildir. Bu da kentin Roma dönemindeki ihtişamını gösteriyor”dedi.

 

Mersin Üniversitesi Arkeoloji Bölüm Başkanı Prof.Dr. Serra Durugönül, Tarsus Köylü Garajı'ndaki mezarların çıkması halinde kamulaştırma mümkün olduğu takdirde kazı çalışmaları için Turizm Bakanlığına gerekli başvuruların yapılacağını vurgulayarak, “Kamulaştırma durumundna kimse mağdur edilmez”dedi.

 

Arkeolojifizik çalışmalarının yaklaşık bir hafta gibi süreceği öğrenilirken, Tarsus Köylü Garajı'ndaki mezar arama çalışmalarına Tarsus Müze Müdürü Abdulbari Yıldız ve diğer uzman kişilerde katıldı.

Tarsus Haber, 17.09.2009

SELÇUK KALESİ BİR TEHLİKE DAHA ATLATTI

 

İzmir'in Selçuk İlçesi'ndeki Ayasuluk Kalesi'nin batı yamacındaki yangın keleye ulaşmadan söndürüldü.

 

İzmir'in Selçuk İlçesi'ndeki kalenin (Ayasuluk Kalesi) batı yamacındaki zeytinliklerdeki kuru otların yanmasıyla başlayan yangın rüzgarın etkisiyle kale surlarına doğru yayıldı. Yakında olan itfaiye araçlarının yangına erken müdahale etmesi ve Ayasuluk kazısı çalışanlarının da yangın söndürme çalışmalarına katılması sonucunda alevler kaleye ulaşmadan söndürüldü.

 

Çocukların kuru otları yakması sonucunda başlayan yangında 3 dönüm civarında zeytinlik zarar görürken ölen ya da yaralanan olmadı

Selçuk Bölge Haberleri, 17.09.2009

YANLIŞ ADIMLAR





Selçuklu Belediyesi'nin Sille'deki Aya Eleni Kilisesi'ni restore ettirmesi ile Kültür ve Turizm Müdürlüğü'nün Mistik Müzik Festivali'nde Şaman ayinine yer verilmesi tepki çekiyor.

 

İstiklal Marşı Derneği Konya Şube Başkanı Durmuş Küçükşakalak, Konya’da yapılacak olan Mistik Müzik Festivali’nde kültürel bir birliktelik sağlamaktan ziyade Türk-İslam kültürünün orijinal bir tarafının olmadığının ima edilmeye çalışıldığını söyledi. Küçükşakalak, “Bu festivalde şamanizmden, budizmden, Hıristiyan ilahilerinden örnekler sunulacak. Bu da tamamen ideolojik fikirlere dayanan bir projedir” diye konuştu.

 

Türkiye’nin dört bir yanında yapılan kültürel araştırmalarının temelinde siyasal bir ideolojinin yer aldığını aktaran Şube Başkanı Durmuş Küçükşakalak, buradaki amacın kafalarda ‘Türklerin yaşadığı ve adına Türkiye dedikleri bu topraklar kimindir’ sorusunu oluşturmak olduğunu ifade etti. Küçükşakalak bu tür çalışmaların Türk kültürünü ilgilendiren her alanda devam ettiğini belirtti.

 

İdeolojik bir eksende düşünüldüğünde Sille’de bulunan Aya Eleni Kilisesi’nin Selçuklu Belediyesi tarafından restore edilmesinin de tamamen siyasal emellere dayanan bir çalışmanın ürünü olduğunu anlatan Küçükşakalak, “Yine İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti olmaya hazırlanıyor. İstanbul’un amblemlerindeki minarelerin kesilmesi yapılan yanlışlıkları gösteriyor” dedi.


İstiklal Marşı Derneği Konya Şube Başkanı Durmuş Küçükşakalak, Türkiye’nin barındırdığı kültürel değerler gün yüzüne çıkarılırken ideoloji arayışına gidildiğini söyledi

İstiklal Marşı Derneği Konya Şube Başkanı Durmuş Küçükşakalak, Türkiye’nin barındırdığı kültürel değerlerin gün yüzüne çıkarılması konusunda son yıllarda ciddi çalışmalar yapıldığını bildirdi. Yapılan bu çalışmaların temelinde kültürel bir değer sunmaktan ziyade siyasi ve ideolojik bir oluşumun yer aldığını dile getiren Durmuş Küçükşakalak, Sille’de bulunan Aya Eleni Kilisesi’nin restore edilmesinin de bu siyasi ve ideolojik düşüncenin bir parçası olduğunu söyledi. Türkiye’nin her yerinde aynı çalışmanın yürütüldüğünü anlatan Durmuş Küçükşakalak, “1960 yılından sonra ülkenin birçok yerinde olduğu gibi Konya’da da hummalı bir şekilde tarihi değer taşıyan yerlerde araştırma başlatıldı. Bu bağlamda Çatalhöyük’te bugün de devam eden araştırmalar başlatıldı. Buradaki araştırmalar kültürel değerlerin gün yüzüne çıkarılmasını sağlamaktan ziyade akıllarda ‘Türklerin yaşadıkları ve adına Türkiye dedikleri toprakların asıl sahibi kimdir?’ sorusunu gündeme taşımaktır. Yapılan çalışmalarla da bu soru amacına yavaş yavaş ulaşmaktadır” diye konuştu.


Sadece yapılan arkeolojik kazılarda değil kültürel konuları ilgilendiren her alanda bu ideolojinin yürütüldüğüne dikkat çeken İstiklal Marşı Derneği Konya Şube Başkanı Durmuş Küçükşakalak, Konya için ‘dünyanın başkenti’ denilmesinin bu konuya temas ettiğini belirtti. 2010 Avrupa Kültür Başkenti olmak için hazırlanan İstanbul’un ambleminde de minarelerin kesildiğine dikkat çekerek, “Minarelerini budadığınız bir memleketi tamamen Türk yurdu olarak nitelendiremezsiniz. O zaman da Türkiye Türklerin vatanı mıdır? sorusu gündeme gelir. İdarecilerimiz de farkında olmadan bu tür oyunlara alet oluyorlar” ifadelerini kullandı.


Kültür yozlaşmasını gerçekleştirmeye çalışan diğer bir çalışmanın da Konya’da düzenlenecek Mistik Müzik Festivali’nde gerçekleştirilmeye çalışıldığına vurgu yapan Durmuş Küçükşakalak, “Mistik Müzik Festivali’nde budizmden de bir şeyler koyabilirsiniz, hıristiyan ilahilerinden de, şamanizmden de. Bu da tamamıyla siyasi ve ideolojik boyutları olan bir projedir. Burada İslam’ın orijinal bir tarafının olmadığını imaya yönelik çalışmalar var. Bu konuda Mevlana fazlasıyla kullanıldı. Bu mistik müzik festivalindeki havada bütün dinlere hitap eden bir şekle sokuldu. Bu Mevlana’nın dünya görüşüyle, felsefesiyle, Mevlana’nın savunduğu ve inandığı değerlerle örtüşmeyen bir konudur. Yani Mistik Müzik Festivali, Alevilerin semahı gibi değişik dini ritüeller taşıyan şeyleri diriltmeye yöneliktir. Bu tür olayların da Konya’da cereyan etmesi Konya’nın Türk şehri olmasını aşan bir durumdur” diye konuştu.

Merhaba Gazetesi, 17.09.2009

AYASOFYA MÜZESİ PADİŞAH TÜRBELERİ KAPILARINI AÇIYOR

 

 

İl Özel İdaresi, İstanbul’un kültür mirası olan tüm eski eserlerin restorasyonlarını birer birer bitirerek ziyarete açıyor. Ramazan ayının hemen öncesinde I. Abdülhamit Türbesi’ni ziyarete açarak, "Eski eserler gün yüzüne çıkıyor" sloganıyla İstanbul’un kültür mirasına sahip çıkan İl Özel İdaresi, Osmanlı sanat tarihi açısından çok büyük önem taşıyan Ayasofya Türbelerinin de kapılarını açıyor.

Restorasyonu tamamlanan Ayasofya Müzesi Türbeleri, 5 padişaha ev sahipliği yapıyor. İstanbul’da en çok padişahın, hanım sultanın, valide sultanın, padişah kızlarının ve şehzadelerin gömülü olduğu hanedan türbelerini artık herkes görebilecek ve gezebilecek.

Mimarlık ve sanat tarihi açısından büyük önem taşıyan; Mimar Sinan’ın, Mimar Davut Ağa’nın ve Mimar Dalgıç Ahmed Ağa’nın eserleri olan, Şehzadeler Türbesi (XVI. yy) , II. Selim Türbesi (1577), III. Murad Türbesi (1599) ve III Mehmed Türbesi (1608) 18 Eylül 2009 Cuma günü, düzenlenecek açılış töreni ile kapılarını açacak.

İstanbul’da Osmanlı ölüm kültür ve medeniyetinin örneklerinin sergilendiği bu türbelerin; en iyi taş ve mermer işçiliğine ve en güzel İznik çinilerine sahip oldukları belirtiliyor. Türbeler ayrıca hat sanatının usta kuşak yazılarını, ince ağaç işçiliğinin sedef kakmalı kapı ve pencere örneklerini barındırıyor.

Yapı, 17.09.2009

PAMUKKALE'DE 2 TİYATRO DAHA BULUNDU

 

  

Denizli Valisi Yavuz Erkmen, Hierapolis Antik Kenti kazı ve restorasyon çalışmalarını incelemek üzere Pamukkale'ye gitti. Vali Yavuz Erkmen'in inceleme gezisine İl Kültür ve Turizm Müdürü Mehmet Korkmaz ve Pamukkale Arkeoloji Müzesi Müdürü Hüseyin Baysal da eşlik etti.

İlk olarak Hierapolis Antik Kenti Kazı Evi'ni ziyaret eden Vali Erkmen'e, Hierapolis Antik Kenti Kazı Heyeti Başkanı Prof.Dr. Francesco D'Andria tarafından 2009 yılı içinde yürütülen kazı ve restorasyon çalışmaları hakkında bilgi verildi.

 

Prof.Dr. Francesco D'Andria, bu yıl iki ay kazı çalışması yaptıklarını ve kazıyı sekiz farklı üniversiteden 75 kişilik bir ekiple yürüttüklerini ifade ederek şöyle konuştu: "Bu sene 14 yerde kazı yaptık. Her ekibin başında bir profesör arkadaşımız var. Bu yıl dört metre yüksekliğinde Apollon heykelini bulduk. Ayrıca iki tiyatro daha bulduk. Pamukkale'de ikisi kutsal olmak üzere dört tiyatro oldu. Bir diğer ortaya çıkardığımız buluntu da kutsal kaynak su yapısı. İki bin sene önce nereden termal su çıkıyordu artık onu biliyoruz. Yapılacak bir proje ile bulduğumuz antik havuzlar ve kaynaklar tekrar kullanılabilir hale gelebilir."

 

Prof.D'Andria, bu yılki kazı sezonunda önemli sonuçlar elde edildiğini, bulunan önemli buluntulardan bir tanesinin büyük boyutlu Apollon heykeli olduğunu belirterek şunları söyledi: "Yaklaşık dört metre boyunda olan heykel Apollonu temsil etmektedir. Apollon taht üzerinde oturmuş bir şekilde tasvir edilmiş. Heykel Apollon kutsal alanı yakınında bulunmuştur. Heykel tapınağın içinde yer alan kült heykelidir. Antik dönemde Hierapolis'liler ve kehanet için gelen hacılar ziyaret ettikleri alanda yer almaktaydı. Türkiye'de ve tüm Akdeniz Bölgesi'nde büyük boyutlu heykellere çok az rastlanmaktadır."

 

Antik kentin zenginliklerinden biri olan termal kaynağın da gün yüzüne çıkarıldığını belirten Prof. D'Andria, kaynağın çıktığı yerde traverten bloklar ile kemer yapıldığını ve yanında iki havuz bulunduğunu söyledi. Bu havuzların antik dönemdeki hacılar tarafından çeşitli hastalıklara tedavi amacıyla kullanıldığını belirten Prof. D'Andria, kazıların antik dönem termal hamam yapısını ortaya çıkardığını sözlerine ekledi.

 

Vali Yavuz Erkmen de, kazı çalışmalarını yürüten kazı ekibine yaptıkları çalışmalardan dolayı teşekkür etti. Bu yıl antik tiyatronun ayağa kaldırılması için önemli adımlar atıldığını anlatan Erkmen, "Antik tiyatro ilgili projemiz koruma kurulundan geçti ve yıl sonu gelmeden bürokratik işlemleri bitirip ihalesini yapmayı planlıyoruz" dedi. Hierapolis'teki eserlerin ayağa kaldırılmasının turist sayısında önemli bir artışa neden olacağını da vurgulayan Vali Erkmen, eserler ayağa kalktıkça buraları görmek isteyen turistlerin ve dolayısıyla turizmden elde edilecek gelirin artacağını ifade etti. Antik kiliseye ulaşımı kolaylaştıracak köprüye de değinen Vali Erkmen, 14 metre uzunluğundaki köprü projesinin koruma kurulundan geçtiği takdirde köprünün yapımının önümüzdeki turizm sezonuna yetiştirileceğini ve ziyaretçilerin bu köprüyü kullanabileceklerini söyledi. Kazı evinin ardından bu yılki kazılarda ortaya çıkarılan tiyatrolar ve çeşme alanında da incelemelerde bulunan Vali Erkmen, ortaya çıkarılan eserler hakkında Prof.D'Andria'dan bilgi aldı.

Denizli Kent Haber, 17.09.2009








PORTAKAL MESCİDİ 15 YIL SONRA AÇILDI

 

İzmit’in en eski mahallelerinden Akçakoca’da 1842 yılında yaptırılan Portakal Hafız Mescidi, Kocaeli Büyükşehir Belediyesi tarafından aslına uygun olarak restore edildi, çevre düzenlemesi yapıldı. Tarihi ibadethane, 15 yıllık aradan sonra yeniden ibadete açıldı.


15 yıl metruk halde kaldıktan sonra restore edilen Portakal Mescidi, Kadir Gecesi’ne rastlayan önceki gece teravih namazıyla birlikte ibadete açıldı. Mescidin ibadete açılması nedeniyle tören düzenlenmedi, ancak il protokolü mescidin açılışında buluştu. Portakal Hafız Mescidinin ibadete açılması nedeniyle teravih namazına girmeye hazırlanan, bu arada 6ncı torununun dünyaya geldiği müjdesini alan Büyükşehir Belediye Başkanı İbrahim Karaosmanoğlu ile belediye yönetimi, caminin hemen karşısında oturan ve mescidin ibadete açılmasında öncülük yapan AKP İl Disiplin Kurulu Başkanı Orhan Atabay ev sahipliği yaptı.

 

Portakal Mescidi’nde restorasyondan sonraki ilk teravih namazına Kocaeli Valisi Gökhan Sözer, Milletvekilleri Fikri Işık ve Eyüp Ayar, İl Genel Meclisi Başkanı Ali Ayaz, İzmit Belediye Başkanı Nevzat Doğan, AKP İl Başkanı Zeki Aygün, Vergi Dairesi Başkanı Yasef Pehlivan, Defterdar Süleyman Dal, Milli Eğitim Müdürü Nevzat İspirli, İl Sağlık Müdürü Hasan Aydınlık, Büyükşehir Genel Sekreteri Ersin Yazıcı ve bürokratlar katıldılar.


Teravih namazını kılanlar, daha sonra mescide yakışır güzellikte olan bahçesinde oturdular ve sohbet ettiler, Orhan Atabay’ın ikram ettiği hurmalardan yediler. Portakal Hafız Mescidi’nde aynı anda 50 kişi ibadet edebiliyor.

Özgür Kocaeli, 17.09.2009

"TARLANIZDA ALTIN VAR" DEYİP DOLANDIRDILAR

 

Van’ın Çaldıran İlçesi Başeğmez Köyü'nde oturan Hakim Babat ile oğlu Mehmet Babat güvenlik güçlerine başvurarak, 3 kişi tarafından dolandırıldıklarını bildirdi. Baba ile oğul Babat, savcıya verdiği bilgide, köye gelen iyi giyimli 3 kişinin kendilerini “altın arayan devlet görevlisi” olarak tanıttığını, altın arama cihazı ile tarlalarda arama yaptıklarını, kendilerine “tarlanızda yüklü miktarda altın ve tarihi eser var. Bunlar Türkiye’yi satın alır, kimseye söylemeyin” dediklerini belirtti. Hakim ve Mehmet Babat, 3 kişinin köyden ayrılmasının ardından kendilerini telefonla arayan ve avukat olduğunu söyleyen bir kişinin tarladaki altın ile tarihi eserlerin çıkartılması ve gerekli izinlerin alınması için 40 bin avro gerektiğini bildirdiğini, bunun üzerine hayvanlarını ve evdeki ziynet eşyayı satarak İzmir Konak Postanesine İbrahim Aksu adına belirli aralıklarla 93 bin TL havale gönderdiklerini kaydetti.


Kendisini avukat olarak tanıtan kişinin İbrahim Aksu adına 30 bin TL daha göndermesini istediğini söyleyen baba ile oğul Babat, bunun üzerine dolandırıldıklarını anlayarak şikayetçi olduklarını belirtti. Van Emniyetinin, İzmir polisi ile bağlantı kurmasının ardından, Asayiş Şube Müdürlüğü Yankesicilik ve Dolandırıcılık Büro Amirliği ekipleri, Konak Postanesi’nde önlem aldı. Van’dan havale edilen 30 bin TL’yi postaneden İbrahim Aksu adına düzenlenmiş sahte sürücü belgesi ile almak isteyen B.A. (37) ile dışarıda bekleyen S.A. (35) ve E.B. (46) gözaltına alındı. İzmir Emniyet Müdürlüğünde sorgulanan 3 zanlının, Van’ın Çaldıran İlçesinde kendilerini devlet görevlisi olarak tanıtan kişiler olduğu belirlendi. Zanlıların ifadelerinde, tarlalarında tarihi eser ve altın bulunduğuna ve kendilerini eve götürüp yemek yediren baba ile oğluna tarlalarında altın ve tarihi eser bulunduğunu kimseye söylememeleri için Kuran’a el bastırdıklarını söyledikleri öğrenildi. Zanlılar, işlemleri tamamlandıktan sonra adliyeye sevk edilecek.

Türkiye Gazetesi, 17.09.2009

VAN YONCATEPE'DE RESTORASYON

 

Urartu döneminin önemli eserlerinden biri olan Yoncatepe Kalesinde, kazı ve restorasyon çalışması yapılıyor. Kale, 2010 yılında turizme açılacak.

Van'ın Erek dağı eteklerindeki Yoncatepe Kalesi, Milattan Önce binli yıllarda Urartu krallarınca inşa ettirildi.

Kalede 1997 yılından bu yana kazı çalışması yapılıyor.

Kazılarda, Urartuların mimari yapı ve sosyal yaşantısıyla ilgili önemli bulgular elde edildi.

İstanbul Üniversitesi Avrasya Arkeoloji Enstitüsü Müdürü Prof.Dr.Oktay Belli, bölgenin 2700 yıllık geleneksel konut mimarisi konusunda bilgi veren en önemli yerleşim merkezi olduğunu ve bu bölgenin mutfak, temizlik, banyo kültürünü öğrendiklerini dile getiriyor.

Kalenin içinde bulunan saray ise Urartu Krallığının bilinen en büyük sarayı. 2 kattan oluşan sarayın, ilk katında taş, ikinci katında ise kerpiç kullanıldığı görülüyor.

Restorasyona ilişkin olarak bilgi veren Prof.Dr.Oktay Belli, "Yabancı bir madde yani çimento ve kireç hiç bir zaman kullanmadık. Aynı 2700 yıllık taşlarla inşa ettirdiğimiz yapılar sanki gerçekten o dönemde yapılmış sezisini hissini uyandırıyor" diye konuştu.

Van'a 12 kilometre uzaklıkta, Yukarı Bakraçlı Köyü yakınlarındaki Yoncatepe Kalesi, önümüzdeki yıl turizme açılacak.

Trt/Haber, 16.09.2009

HÜDAVENT HATUN TÜRBESİ TURİZME KAZANDIRILACAK

 

Niğde Belediyesi Hüdavent Hatun Türbesi'nin daha fazla yerli ve yabancı turist çekebilmesi için türbe önünde düzenleme çalışması başlattı.

 

Çalışmalar kapsamında Hüdavent Hatun Türbesi'nin daha çok ilgi çekmesi için çevre temizliği yapıldı. Türbenin etrafındaki ağaçların dalları budandı, türbenin içinde bulunduğu alan yabani ot ve bitkilerden arındırıldı. Anadolu Selçuklu Devleti döneminden kalan Hüdavent Hatun Türbesi üzerindeki işleme, kabartma ve kullanılan malzemelerle birlikte döneminin en iyi işçiliklerini yansıtıyor. Niğde Belediye Başkanı Faruk Akdoğan, türbe çevresindeki çalışmaları yerinde inceledi.

Zaman, 16.09.2009

SAGALASSOS FOTOĞRAFLARI İSTANBUL'DA SERGİLENECEK





Burdur'un Ağlasun İlçesi'ndeki "Sagalassos Antik Kenti"nin fotoğraflarından oluşan sergi, 23 Eylül'de İstanbul'daki Aygaz Genel Müdürlük binasında açılacak.

Konuya ilişkin yapılan açıklamada, "Sagalassos Antik Kenti"nin yeniden ayağa kaldırılan anıtlarına ve dokunulmamış bölgelerine odaklanan Belçikalı fotoğrafçılar Bruno Vandermeulen ve Danny Veys'in, kazıların dinamiğini çektikleri karelere yansıttığı belirtildi.

Fotoğrafların ayrıca "Sagalassos Fotoğraf Kitabı"nda toplandığı ifade edilen açıklamada, kazı alanını geniş bir kitleye göstermeyi amaçlayan bu sergi ve kitapta, çok sayıda önemli buluntunun yanı sıra devam eden çalışmalara ait siyah-beyaz fotoğrafların yer aldığı bildirildi.

Açıklamada görüşlerine yer verilen Sagalassos Kazı Heyeti Başkanı Prof.Dr. Marc Waelkens, bu kitap ve serginin, "Sagalassos Antik Kenti"ni ve kazı alanını geniş bir halk kesimine farklı ve şaşırtıcı bir şekilde gösteren olağanüstü bir sunum olduğunu belirtti.

Antik kenti ilk kez arkeolog değil bir sanatçı gözüyle fotoğraflayan Bruno Vandermeulen ve Danny Veys de çalışmalarında küçük detaylar üzerine yoğunlaşmak yerine, kazı alanını daha geniş bir perspektifle ele almaya çalıştıklarını dile getirdi. Sergi, 8 Ekim tarihine kadar gezilebilecek.

Tarihi MÖ 4200'lere dayanan "Sagalassos Antik Kenti"ndeki kazı çalışmaları, 1990 yılından bu yana Belçika'daki Leuven Üniversitesi'nin desteği ve aynı üniversitenin Arkeoloji Bölümü öğretim üyesi Prof.Dr. Marc Waelkens'in başkanlığında yürütülüyor.

Kazılar, Burdur Müzesi işbirliği ile yaklaşık 80 kişilik kazı ekibi ve 100 kişilik işçi grubuyla gerçekleştiriliyor.

Kazılarda ortaya çıkan eserlerle bütün dünyanın dikkatini üzerine çeken "Sagalassos Antik Kenti", son olarak 2008 yılındaki kazılarda gün ışığına çıkarılan Roma imparatoru Hadrian'a ait baş heykeli ile pek çok arkeoloji yayını tarafından en önemli arkeolojik buluşların yapıldığı 10 yerden biri seçildi.

Bu heykel ayrıca, Londra'daki British Museum'da düzenlenen "Hadrian" sergisinin en önemli parçası oldu.

Cnn Türk, 16.09.2009

İŞTE OSMANLI'NIN EN RİSKLİ BÖLGELERİ

 

Erken uyarı sistemleri sayesinde 100 yıl içinde olabilecek sel ve taşkınlar önceden tahmin edilip, tedbir alınacak...

Su Vakfı Başkanı Zekai Şen ve ekibi, 2 yıldır üzerinde çalıştıkları proje kapsamında "Ulusal İklim Değişikliği" modeli geliştirdi. Modelde, Türkiye'deki bütün illerde 100 yıl içinde oluşabilecek yağış, akış, sıcaklık değerleri bulunuyor.

"Türkiye'nin kurtuluşu" olarak görülen bu proje tamamlandığında erken uyarı sistemleri sayesinde önümüzdeki 100 yıl içinde Türkiye'de olabilecek sel ve taşkınlar önceden tahmin edilip, önlemler alınabilecek. Su Vakfı'nın yıllardır Türkiye'nin taşkın risk haritasının çıkarılması için çalıştığını söyleyen Su Vakfı Başkanı Zekai Şen, “Bilimsel esas ve modellerle oluşturulan bu çalışmanın bir benzeri yok. Yeter ki destek versinler. Çok daha kapsamlılarını hazırlayabiliriz" dedi.

Bu tür projeleri hazırlarken uzmanların bölgeleri gezip, oranın geçmişini araştırdıklarını vurgulayan Şen, "Projelerimizi hazırlarken Türkiye'deki 311 istasyondaki yağışların önceki yıllarda yapılmış tüm ölçümlerini inceledik. Yağışlarla ilgili bölümü bitirdik. Şimdi taşkın, haritalandırma ve yazılım kısmındayız. Mart ayında projemiz tamamen bitmiş olacak" diye konuştu. Büyükşehir Belediyesi yetkililerine projenin detaylarını anlatmak istediklerini, ancak bir cevap alamadıklarını söyleyen Şen, yine de proje bitince belediyeye teslim edeceklerini vurguladı.

Ayamama Deresi'ni 12 yıl önceki taşkında incelediğini anlatan Zekai Şen, "Mimar Sinan döneminde yapılan köprüler ayakta idi. Yeni yapılan köprüler ise baraj etkisi yapıyordu ve sel bastı" dedi. Ayamama'da şimdi de taşkınların olduğunu aktaran Şen, "Ayamama Deresi, önümüzdeki 6-10 yıl içinde daha büyük bir taşkınlara sebep olacak" ifadelerini kullandı. Yetkililerle irtibata geçerek taşkın risk haritasının çıkarılmasını istediğini ifade eden Şen, mevzuatta olmadığı gerekçesiyle kendisine olumsuz dönüş yapıldığını anlattı.

Osmanlı döneminde İstanbul'un riskli bölgeleri şöyle sıralanıyor. Kağıthane (Kağıthane Deresi civarı), Silahtarağa bölgesi, Gülhane, Çobançeşme, Ayamama Deresi bölgesi, Laleli'nin denize bakan tarafı, Kazlıçeşme, Alibeyköy, Kadırga, Edirnekapı, Karagümrük, Sultanahmet'in bazı bölgeleri, Balat, Fener, Bayrampaşa, Yenikapı, Beylerbeyi, Kuzguncuk, Çengelköy Bekar Deresi bölgesi.

Bugün, Haber: Münevver Çakırbaş, 16.09.2009

KAZILDIKÇA TURİST GELİYOR

 

 

Aydın'ın Sultanhisar İlçesi'nde bulunan Nysa Antik Kenti'nde kazı ve restorasyon projelerinde mesafe alınmasıyla, bölgenin turistik çekim merkezi haline gelmeye başladığı belirtildi.


Kültür ve Turizm Bakanlığı adına 1990 yılından bu yana Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Fakültesi Öğretim Üyesi Prof.Dr. Vedat İdil başkanlığında yürütülen kazı çalışmalarıyla ilgili değerlendirme toplantısı düzenlendi.


MÖ 3. yüzyılda kurulan, Roma egemenliği döneminde parlak bir dönem yaşayan Nysa'nın, özellikle eğitim alanında çok önde olduğunun belirlendiğini ifade eden Prof.Dr. İdil, Nysa'nın çok iyi korunmuş bir kütüphane ve meclis binasına sahip olduğunu, kütüphanenin Efes'teki Celsus Kütüphanesi'nin ardından en iyi korunmuş ikinci antik kütüphane ve meclis binasının da Anadolu'nun en iyi korunmuş antik meclisleri arasında yer aldığını söyledi.

 

Prof.Dr. İdil, kazı ve restorasyon çalışmalarıyla tiyatro, kütüphane ve yaşlılar meclisi yapılarının ortaya çıkarıldığını, Türkiye'nin tanıtımında önemli bir işlev üstlenebilecek yapıda bulunan kentin bölgedeki turizmi de hareketlendirdiğini belirterek, "Farklı özelliklere sahip kentin büyük bir turistik çekim potansiyeli var. Kazılara başladığımız dönemde çok az turist geliyordu. Bir kaç yıl sonra Japon turistler gelmeye başladı. Haftada 4-5 otobüs turist geliyor dedi.

Yeni Asır, 16.09.2009

VALİ CERRAH KASTABALA'DA





Osmaniye Valisi Celalettin Cerrah, kazı çalışmalarının devam ettiği Kastabala Antik Kenti'ni ziyaret etti.

 

Kazı Başkanı Gaziantep Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Anabilim Dalı Başkanı Doç.Dr. Turgut Hacı Zeyrek'ten çalışmalar hakkında bilgi alan Vali Cerrah, Vali Yardımcısı Mehmet Sadık Tunç ve İl Kültür ve Turizm Müdür Yardımcısı Veli Aba ile birlikte kazı alanında incelemelerde bulundu.

 

Doç.Dr. Turgut Hacı Zeyrek, Vali Cerrah'a kazı alanında yaptıkları çalışmalardan söz ederek buluntuların yapısı ve tarihleri hakkında ayrıntılı bilgi verdi. Kazıdan önce Kastabala'nın tarihinin Milattan Sonra 2. Yüzyıl ile başlatıldığını söyleyen Doç.Dr. Zeyrek, kazıdan sonraki buluntularla bu tarihin çok daha geriye, milattan önce 4-5. Yüzyıla kadar ulaştığını söyledi. Zeyrek, kazı çalışmaları sırasında bir taban döşemesine ulaştıklarını da ifade ederek, "Burada bulunan devrilmiş sütunlardan sağlam olanları kaldırıldı. Çok parçalı olanları yatay konumda kendi kaidesi üzerine yatırıldı" dedi.

 

Bu arada, dev sütunların kaldırılmasında Vali Cerrah'ın sağladığı vinç sayesinde daha rahat çalışabildiklerini ifade eden Doç.Dr. Zeyrek, Vali Cerrah'ın çalışmalarının her noktasında kendilerine çok büyük destek olduğunu ifade etti. Zeyrek, "Buraya geldiğimiz günden bugüne kadar verdiği destek nedeniyle kendim ve ekibim adına Sayın Valimize teşekkür etmek istiyorum" dedi.

 

Kastabala'nın çok önemli bir tarihi değer olduğunu kaydeden Zeyrek, kazı çalışmaları sırasında Adana'dan, İstanbul'dan pek çok ziyaretçinin daha şimdiden Kastabala'yı ziyaret ettiğini belirtti.

Vali Cerrah ise ziyaretinin sonunda Kazı Başkanı Doç.Dr. Turgut Hacı Zeyrek ve ekibine çalışmalarından dolayı teşekkür ederek kazı alanından ayrıldı.

Osmaniye Kent Haber, 16.09.2009

AGORA KAZILARINDA EROS BAŞI BULUNDU





Agora Antik Kenti kazı çalışmalarında Eros heykelinin başı bulundu.


Heykelin MS 1. yüzyıla ait ve yaklaşık 2 bin yıllık olduğunu belirten Agora Kazı Başkanı Yrd. Doç. Akın Ersoy, heykelin ekibi çok heyecanlandırdığını söyledi.


Roma Dönemi'nde bebek ve küçük çocuk figürünün Eros heykelinde kullanıldığını belirten Ersoy, "Bir çarşı ve kentin yönetim merkezi olarak kabul ettiğimiz Agora ile Eros heykelini bağdaştıramıyoruz. Muhtemelen heykel, başka yerde yapılıp bir heykel grubu ile birlikte Agora'ya getirilmiş. Ancak çok iyi korunmuş durumda. Tarihte İzmir büyük bir kent ve tüm tanrı ile tanrıçaların heykellerine rastlamamız mümkün. Ancak Agora kazı alanında böyle bir buluntunun çıkması kazı çalışmalarımız açısından sevindirici bir durum. Eros heykeli 2009 yılı için prestij eserimiz oldu" dedi.


İkiçeşmelik Caddesi ile Agora arasında kalan ve İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından kamulaştırması tamamlanan alandaki kazıları hızla sürdürdüklerini belirten Ersoy, bölgede önemli bir Osmanlı geçmişi olduğunu söyledi.

Bölgede önce 500 yıllık Osmanlı tabakasını çıkaracaklarını, ardından daha aşağıda olan Roma tabakasına ineceklerini belirten Ersoy, kazılarda 17'inci yüzyıl dönemine ait cam ve seramik atölyesine ulaştıklarını söyledi. Osmanlı döneminde kullanılan cam ve seramik atölyelerinde üretilen eserlerin Kemeraltı Çarşısı'nda satıldığını tahmin ettiklerini belirten Ersoy, "Kazı ekibinden Prof.Dr. Binnur Gürler ile yaptığımız çalışmalarda üfleme tekniğinin kullanıldığı cam ve seramik atölyesinin olduğunu belirledik. Alanda cam üfleme için kullanılan bronz pipetleri ve fazlalık camları kesmeye yarayan makas bulduk. Ayrıca aynı anda seramikleri pişirmek için aralarına konan cam bilyeler de çıktı. Bulduğumuz seramiklerin Kuzey Avrupa'da üretilen eserlerin taklitleri olduğunu da belirledik. Ayrıca Osmanlı dönemine ait tarihi bir çeşme de bulduk" diye konuştu.

Ok ve yayıyla birlikte kanatlı olarak tasvir edilen Eros, Yunan ve Roma mitolojisinde anılır. Eros'un görevi okunu kullanırken bir kişiyi diğerine aşık olmasını sağlamaktır. Aşk Tanrısı olmasının yanında Doğurkanlık Tanrısı olarak da bilinir. Kompozisyonlarda Afrodit ve Dionysos ile birlikte tasvir edilmiştir.Mitolojide kadınların aşkını Afrodit, erkeklerin aşkını ise Eros temsil eder.

Yeni Asır, Haber: İlker Çoban, 16.09.2009

YEŞİLOVA HÖYÜĞÜ'NDEN TARİHİ ESER FIŞKIRIYOR





İzmir'in bilinen 5 bin yıllık tarihini 8 bin 500 yıla çıkaran Yeşilova Höyüğü'nde bu yıl yapılan kazılarda, müzelerde sergilenebilecek 150'den fazla eserin gün ışığına çıkarıldığı bildirildi. Yeşilova Höyüğü Kazı Başkanı Yrd. Doç.Dr. Zafer Derin, yaptığı açıklamada, Temmuz ayında başlayan 4. kazı döneminin Ramazan Bayramı sonrasında sona ereceğini, çok başarılı bir kazı dönemi geçirildiğini söyledi. ''Birinci İzmir'' olarak adlandırılan kazı alanında müzede sergilenebilecek 150'den fazla eserin gün ışığına çıkarıldığını belirten Yrd. Doç.Dr. Derin, şöyle dedi: ''Yeşilova Höyüğü'nde bu yıl 4. kazı dönemini yaşadık. Kazı sezonu sonunda 150'den fazla eseri İzmir Arkeoloji Müzesi'ne teslim edeceğiz. Bu kadar çok eserin ortaya çıkarılması kazılarımız açısından çok önemli. Özellikle çanak, çömlek, taş aletlerden çok sayıda eserler bulduk.

Bu kadar çok eserin bulunması o dönemde yaygın bir kültürün olduğunu ortaya koyuyor. İzmir'in ilk yerleşenlerinden tutun, en zengin döneminde yaşayan toplumuna kadar birçok bilgiyi yeni kazılardan öğrendik. 8 bin yıl öncesinde çok zengin kültürün yaşadığını görüyoruz. Kazı alanı yüzey toprağının yaklaşık bir metre altında başlıyor, 3,5-4 metre derinliğe kadar iniyoruz. Çukur dibinde toprak tarafından örtülmüş bir tarihi ortaya çıkardık. Bu yılki kazılarda İzmir'in geçmişiyle ilgili yeni veriler ortaya çıkardık.''

Yrd. Doç.Dr. Derin, kazı alanında çanak çömleğin kullanımından da önce dönemlere gidebilecek bulgulara rastlandığını ifade ederek, ''Alanda 8 bin 500 yıl öncesi yaşamın başladığını da ortaya çıkarılabilecek tabakaların varlığını ilk defa keşfettik. Radyo karbon sonuçları ve önümüzdeki yıllarda yapılacak kazı çalışmalarıyla bu konuda net bilgiler de ortaya çıkarılabilecek'' diye konuştu. Bu yılki kazılarda ilk defa çanak çömleklerin üzerinde ana tanrıça kabartmalarının da bulunduğunu bildiren Zafer Derin, elde edilecek bulguların bilim dünyası ile paylaşılacağını kaydetti.

Küp mezarın İzmir metropolündeki kazılarda ortaya çıkarılan en eski küp mezar olduğunu ve 5 bin yıl öncesinin ölü geleneklerinin ortaya çıkarılabileceğini belirten Derin, iskelet üzerinde de çalışmalar yapıldığını, sergilenmesi durumunda müzede büyük ilgi çekeceğine inandığını söyledi. Yrd. Doç.Dr. Derin, kazılara Kültür ve Turizm Bakanlığı, Büyükşehir ve Bornova Belediyesi ile Ege Üniversitesinin katkı sağladığını, bu yıl kazılarda 40 kişinin görev aldığını ifade etti. Ortaya çıkarılan eserlerin kazı alanı yakınında sergilenmesinin önemli olduğunu, bu yönde çalışmalar da yapıldığını kaydeden Derin, bölgedeki kazıların uzun yıllar devam edeceğini, en kısa sürede de bir kazı evi yapılması gerektiğini belirtti.

Yeni Asır, 16.09.2009

BUNU YAPAN KÜLTÜR BAKANLIĞI

 

Nevşehir’e bağlı Avanos İlçesi'ne 5 kilometre uzaklıktaki açık hava müzesi Zelve’de Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından iki ay önce hem de ‘çarpık yapılaşmayı önlemek’ gerekçesiyle başlatılan inşaat, bu bölgede yaşayan halkı ve turistleri şoke etti. 1995 yılında planlanan ve bu yıl uygulamaya konulan proje, AKPli Avanos Belediyesi ile  Kültür ve Turizm Bakanlığı’nı da karşı karşıya getirdi. Zelve Açık Hava Müzesi’nin hemen girişinde yer alan  inşaat, bir süre önce ‘projeye uygun’ olmadığı gerekçesiyle Avanos Belediyesi tarafından mühürlenip durduruldu.

İnşaat alanında başlama tarihi ve inşaatı yapan firma ve yaptıran kurumla ilgili kimlik bilgileri yer almazken, binadaki belediyenin mührünün de dikkat çekmemek için söküldüğü gözlendi. Ünlü vadiyi gezerken karşılarına beton bir inşaat çıkan turistler şaşkına dönüyor. İskoç turist Elizabeth Keddie, “Bu bina tarihi bu yere yakışmıyor. Burası sadece sizlerin değil, bütün dünyanın ortak kültür mirasıdır. Böyle bir yere böyle bir bina yapılmasını protesto ediyorum” dedi.

Zelve’nin bulunduğu alandaki Aktepe Köyü Muhtarı Rıfat Demirtaş da birçok turistin Avanos Belediye Başkanı Mustafa Kırıkçı’ya yazdığı dilekçelerle inşaatı protesto ettiğini söyledi. Demirtaş bir Fransız turistin belediye başkanına yazdığı dilekçede, “Ben buraya tarihi eserleri görmeye geldim. Beton yığınları görmeye gelmedim” dediğini aktardı.

Aktepe Köyü'nün eski muhtarı Abdullah Şengül ise Zelve’nin Kapadokya’nın Göreme, Yeraltı şehri, Ürgüp ve Göreme gibi önemli bir tarihi mekanı olduğunu vurguladı:

“Bu bölge birinci derecede sit alanı. Burada yapılan binaya belediye izin vermedi. Bu tarihi ve doğal dokuyu bozacak her türlü yapılaşmaya karşıyız. Ben yetiştirdiğim üzümlere asmalık ağaç diktiğim için ağır cezada yargılandım. Vatandaş evinin önündeki merdiveni onarsa mahkemeye verilir, 20 ay hapse çaptırılır. Bu bina burada yapılırsa bu bölgede betonlaşmanın önü açılır. Ben Zelve’de doğdum. Taş düşmesi sonucu birileri ölünce köy buradan taşındı. Daha sonra da devlet burayı istimlak etti. Üstelik araziler köylüden alınırken değersiz arazi denilerek istimlak edildi. Turizm köyün en önemli geçim kaynağı.”

Yetkililerden alına bilgiye göre, projesi Ankara’dan, Kültür ve Turizm Bakanlığı’ndan yapılan ve denetlenen inşaat, dört kısımdan oluşuyor: Tuvalet, hediyelik eşya dükkanları, turizm bürosu ve bilet gişesi... Avanos Belediye Başkanı Mustafa Körükçü, inşaatın Koruma Kurulu kararından sonra yapıldığını belirterek, “Şu anda belgelerini inceliyoruz. Daha fazla konuşmak istemiyorum” diye yanıt verdi. Nevşehir Kültür ve Turizm Müdürlüğü yetkilileri ise kendilerinin uygulayıcı olduğunu, projenin Ankara’dan yapılarak inşaata başlandığını söyledi.

Radikal, 16.09.2009


******


GÜNAY İNŞAATI SAVUNDU: ESTETİK YAPI





Nevşehir’e bağlı Avanos’ta peribacalarının bulunduğu sit alanı Zelve Vadisi’ne, bakanlığının betonarme bina yapmasının ne derece doğru olduğu sorulan Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, “Yaptığımız iyi girişimler böyle geleneksel alışkanlıklarla çatışıyor. Konuyu yakından takip ediyorum. Koruma Kurulu kararına bir aykırılık varsa çalışmaları durdururum” dedi. Bakan, İstanbul’da katıldığı bir toplantının ardından gazetecilerin Kapadokya’daki inşaatla ilgili sorularını şöyle yanıtladı:

“Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu kararı çerçevesinde orada içinde ihtiyaç, bilgilendirme ve kitap satış merkezlerinin olduğu bir karşılama merkezi yapılıyor.  Koruma Kurulu kararına bir aykırılık varsa oradaki çalışmaları durdururum. Karkas yapı, daha sonra yerel taşlarla örülecek, son derece estetik bir düzenleme yapılıyor. Oradaki seyyar satıcıların yerleri kamulaştırılmış, bedelleri ödenmiş buna rağmen orada satış yapmaya devam etmek istiyorlar. Ne yazık ki yaptığımız iyi girişimlerin direnişlerle karşılaşıldığı biliniyor.”

İnşaatı belediyenin mühürlediği iddiasıyla ilgili olarak Günay, “Belediyeler küçük oy gruplarına büyük tavizler verebilir. Ayrıntısını öğreneceğim” diye konuştu.
Radikal, 17.09.2009

İZMİR BÜYÜKŞEHİR 'TARİHE SAYGI'YI ÖDÜLLENDİRDİ





İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin, geçmiş uygarlıklara ait kültürel ve mekansal mirasa hak ettiği saygının gösterilmesini, kentteki tarihi yapıların korunmasını teşvik amacıyla düzenlediği ‘Tarihe Saygı/Yerel Koruma Ödülleri’ni kazananlar belli oldu.

 

Türkiye’de ilk kez İzmir Büyükşehir Belediyesi’nce düzenlenen organizasyonun, bu yıl yedincisi yapıldı. Binlerce yıllık kültür geleneğinin biriktiği coğrafyada, farklı uygarlıklara ait çeşitlenmiş kültürel-mekansal mirasa hak ettiği saygının gösterilerek korunması, tarihi çevreye ilişkin koruma bilinci taşıyan çaba ve eylemlerin özendirilmesi gerekliliğinden hareketle gerçekleştiriliyor. 

 

Seçici kurulda; mimar Necdet Şenoğlu, Prof.Dr. Necati Şen, Prof.Dr. Bozkurt Ersoy, Yrd. Doç.Dr. Sadık Cengiz Yesügey, Yrd. Doç.Dr. Zafer Derin, Yrd. Doç.Dr. Nicel Saygın, Yrd. Doç.Dr. Mert Çubukçu, Yrd. Doç.Dr. Ahu Dalgakıran, Öğr. Gör. Dr. Ülkü İnceköse ve Öğr. Gör. Dr. Aygün Ekin Meriç yer aldı.

 

Kentli İzmirli Ödülü: Zübeyde Göktan Evi (Bayındır), Yaşar Kemal Öztürk Evi (Bayındır), Nihat Bora Evi (Bayındır), Yılmaz Eren Terzi Dükkanı (Urla), Salih Bulgut Evi (Yeni Foça)


Özgün İşlevin Değiştirildiği Esaslı Onarım Ödülü: Abdülhamit Köşk Binası (Torbalı), Uma-Urla Müzik Akademisi (Urla)


Özgün İşlevin Korunduğu Esaslı Onarım Ödülü: Ali Bayık Evi (Foça), Selma Pastırmacı Evi (Yeni Foça)


Emek Ödülü: Resul Aggün (Foça-Ali Bayık Evi Ahşap İşçiliği)


Tarihsel Çevre ve Kültür Varlıklarını Koruma Dalında Katkı Ödülü: Konak Şehit Fethibey İlköğretim Okulu Öğrenci Çalışması-Güzel İzmir’in Tarihi Mekanları ve Dokuları, Özel Karşıyaka Piri Reis İlköğretim Okulu Öğrenci Çalışması-Metropolis, Yaratıcı Çocuklar Derneği-Antik Kentleri Seviyorum&Müzemi Tanıyorum projeleri, Yakın Kitabevi-Adım Adım İzmir ve Çevresi Rehberi, Yaşar Ürük-gazete, dergi yazıları, Emin Aydoğan-Tarihüstü Kemeraltı&Otel ve Diğerleri Belgesel Fotoğraf Projesi İzmir Milli Kütüphane.

Milliyet Ege, 16.09.2009

TOPKAPI SARAYI'NA ÇİLİNGİR ÇAĞIRILDI

 

 

Topkapı Sarayı'nda bazı önemli odaların ve bölümlerin anahtarlarının olduğu ana kasa kendi anahtarı tarafından teknik bir arıza nedeniyle açılamayınca saraya çilingir çağırıldı. Kasa çilingir tarafından özenle açıldı. Saray yetkilileri kasayı kendilerinin açabileceklerini ama zarar vermek istemediklerini söylediler.

Bu arada saraya sabah saatlerinde gelen turistler içeriye alınmadı.Turistlere bir aksaklıktan dolayı bir saatlik gecikme olacağı duyuruldu ve özür dilendi. Kilitli olan ana kasada Harem, Kutsal Emanetler, Hazine Odaları gibi önemli bölümlerinin anahtarları olduğu öğrenildi. İstanbul'a gemilerle gelen kalabalık turist grupları daha sonra sırayla bir saat sonra saraya alındı. Kasanın içinde anahtarların yanı sıra sarayın evraklarının da bulunduğu öğrenildi.

Hürriyet, 16.09.2009

BAYRAKLI TARİHİNİ ÖĞRENECEK

 

Bayraklı Belediyesi, ilçenin 8 bin yıla dayanan geçmişini yeni nesillere anlatmak için, Smyrna Bayraklı kazı ekibiyle proje hazırladı.

 

İzmir’in ilk yerleşim yeri olarak bilinen Smyrna, ilçedeki ilköğretim öğrencilerine tanıtılacak. Projeye ilk etapta, 39 ilköğretim okulunun sekizinci sınıfları dahil edilecek. Bini aşkın öğrenci, gruplar halinde haftanın üç günü kazı alanına götürülecek. 1993’ten bu yana kazıların başkanlığını yürüten Prof. Meral Akurgal, çalışmalar ve gün yüzüne çıkarılan eserler hakkında bilgi verecek. Başkan Hasan Karabağ, “Tarihimize sahip çıkmak istiyoruz. Bizim neslimiz belki Smyrna’yı gözardı etti ama yeni nesle tarihimizi öğretmekte kararlıyız” dedi.

Milliyet Ege, 16.9.2009

ÜÇ BİN 700 YIL ÖNCEKİ HİTİT ÇALGILARIYLA KONSER





Binlerce yıl önce, insanoğlunun Anadolu'da kayalara çizdiği çalgı resimlerinin bir gün tabiri caizse ete kemiği bürünüp ses vereceği kimin aklına gelirdi! Bu uzak hayal gerçekleşti ve yaşadığımız toprakların eski sakinlerinden Hititler'in müzik aletleri, bize seslerini duyurmak için gün sayıyor.

 

'KaleidoscopEurope' projesi kapsamındaki Hattuşa etkinliği ile 3 bin 700 yıl öncesine ait unutulmuş 11 Hitit çalgısı yeniden ses verdi. Büyük-küçük lir, arp, bağlama-tar, davul, darbuka, çalpara, kaval, çifte kaval, boru çalgıları arkeolojik belgelerden tespit edilerek yeniden tasarlandı. Ayrıca bu çalgılardan çıkan özel seslere göre Ertuğrul Bayraktarkatal tarafından bir de senfonik bir beste yapıldı. Yeniden yapılan çalgılar ve senfonik beste, 26 Eylül'de Ortadoğu Teknik Üniversitesi'nde verilecek konserle dünyaya tanıtılacak. Türk, İtalyan, Macar ve Portekizli müzisyenlerden oluşan 'Hattuşa Orkestrası' 28 Eylül'de Hitit kalıntılarının bulunduğu Çorum'da ve 2 Ekim'de de Portekiz'de bir konser verecek. Hattuşa etkinliğinde ayrıca Anadolu'da (MÖ 1720-1190) yılları arasında hüküm süren Hititlerin, dünya kültür hayatına kazandırdığı değerleri konu alan atölye çalışmaları ve sergiler de düzenlenecek.

 

Hattuşa adlı etkinlik, müzik tarihçisi Oğuz Elbaş'ın yaklaşık 12 yıldır sürdürdüğü Hitit müziği araştırmaları temel alınarak hazırlandı. Hattuşa'yı hazırlayan da yine Oğuz Elbaş. Ona bu çalışmada, Okan Murat Öztürk, Cihat Aşkın, Ertuğrul Bayraktarkatal, Ertuğ Korkmaz gibi isimler eşlik ediyor. Oğuz Elbaş, projeyi şöyle anlatıyor: "Hattuşa'ya müzik tarihi ve çalgı bilimi açısından oldukça önemli deneysel bir çalışma diyebiliriz. Bu tür çalışmalar, tarihsel süreci daha iyi algılamamızı sağlamaktadır. Bu sayede 3 bin 700 yıl öncesine ait çalgılar yeniden hayat buldu."

 

Çalgılar üretilirken aslına sadık kalınmaya çalışılmış, bir taraftan da senfonik yapıdaki bir orkestra ile birlikte çalınacakları göz önüne alınmış. Öncelikle ODTÜ'de görevli bir grup akademisyen tarafından kabartmalı vazolar, ortostatlar ve orijinal örneklerden yararlanarak çalgıların orijinal boyutları belirlenmiş. Daha sonra İTÜ Türk Müziği Konservatuarı Çalgı Yapım Bölümü hocalarından Tunç Buyruklar, Şafak Köksal, İbrahim Coşkun büyük-küçük lir, arp, kaval, davul, çalpara ve borunun; çalgı yapımcısı Özay Önal ise bağlamaların projelerini hazırlamış ve imalatlarını yapmış. Davul, arp, çalpara ve borunun imalatları ise Feridun Obul tarafından gerçekleştirilmiş. Hitit çalgıları için hazırlanan müziklerde Hattuşa'nın günümüzdeki yüzü Çorum'un geleneksel müzikleri temel alınmış. Elbaş, elimizde bir Hitit müziği kaydı ya da notası olmadığı için bölgede günümüze kadar yaşama imkanı bulan geleneksel şarkıların, özel düzenlemelerle Hitit çalgıları ve modern çalgılarla seslendirildiğini ifade ediyor. Dönemin daha iyi anlatılması amacıyla orkestrada görev alan müzisyenler için özel Hitit giysileri üretilmiş.

 

Bu çalgılardan çıkan seslere göre hazırlanan beste için şair ve edebiyatçıların da desteği alınarak sözler de yazılmış. Bestelenen eserin birinci bölümünde, Hititlerin dünya için önemi vurgulanıyor. İkinci bölümde, Hitit kültürü ve günümüz modern dünyasına yansımaları işleniyor, üçüncü bölümde Hitit yaşamından kesitler veriliyor ve son bölümde ise yok oluşları anlatılmaya çalışılıyor.

Zaman, Haber: Ali Pektaş, 16.09.2009

DÖNÜŞÜM SANCISI AYVANSARAY'DA

 

Rafet - Esma Yetişener çifti 55 yıldır Ayvansaray’da oturuyor. Mahallelerini anlatırken “Bizim için buradan başka bir hayat yok” diyorlar... Ama bugünlerde Yetişener çiftinin evinde tedirginlik var. Fatih Belediyesi, ‘buluşmak, anlaşmak’ için aileye gün aşırı ‘davet’ gönderiyor. 200 yıllık tarihi olan tapulu eski Rum evi yıkım için sıra bekliyor. Gerekçe, ‘kentsel dönüşüm’.
 

8 bin 500 yıllık tarihe sahip Fener - Balat-Ayvansaray Bölgesi 1950 yılında göç almaya başladı. Öncesinde Rumlar, Yahudiler, Ermeniler vardı... ‘Mahalle kültürü’nün her yönüyle yaşanabileceği İstanbul’un nadir yerlerinden bu bölge için Fatih Belediyesi’nin ‘yenileme’ projesi birkaç yıldır gündemdeydi. Projenin dayanağı ise 5366 sayılı ‘yıpranan tarihi ve kültürel taşınmaz varlıkların yenilenerek korunması ve yaşatılarak kullanılması’ hakkındaki kanun ve ilgili yönetmelik.

Yenileme projesi 2005-2006 yıllarında önce yerel yönetimlerden son olarak da Bakanlar Kurulu’ndan onay aldı. Yüklenici firma Çalık Grubu ve GAP İnşaat ihaleye teklif vererek, Fatih Belediyesi ile sözleşme imzaladı. Alan, ‘kentsel sit alanı’ olarak tescil edildi. Yenileme alanı olarak belirlenen bölge, Eski Atik Mustafapaşa, Mollaaşkı, Balatkarabaş mahalleleriyle, Tahtaminare, Yıldırım ve Vodina caddelerinde toplam 279 bin 345 metrekarelik alanı kapsıyor.

‘Haliç’in Üç Kapısı’ adı verilen projeyi anlatan bir de broşür hazırlanarak semt sakinlerine dağıtıldı. Projede bölgedeki imar planı, yüzde 53 konut, yüzde 12 ticaret, yüzde 16 konaklama, yüzde 8 ofis ve kültürel yapı alanı yüzde 2 olarak belirlenmiş. Proje bölgesinde 910 bina yer alıyor. Bu binalar istimlak edilecek. Belediyenin açıklamasına göre proje alanındaki binaların yüzde 18.7’si basit onarım gerektiren veya gerektirmeyen, yüzde 19.4’ü aşırı tahribat yüzünden yapısal özelliğini kaybetmiş, yüzde 61.9’u büyük çaplı onarım gerektiren binalar. Binaların yüzde 85’i dolu. Projeye karşı olan ‘Fatih İlçesi Fener- Balat- Ayvansaray Mülk Sahipleri ve Kiracıların Haklarını Koruma Derneği’, dün bir basın toplantısıyla ‘Evlerimizi yıktırmayacağız’ dedi. Toplantıya Mimarlar Odası’ndan, derneğin Beyoğlu-Tarlabaşı versiyonundan ve Sulukule Platformu’ndan da tam destek geldi.


Toplantıya katılan semt sakinlerinden Rafet Yetişener, “Bu bölge ‘kentsel dönüşüm’ için uygun değil ki... Mesela Sulukule’deki yapılaşmanın büyük bir bölümü kaçak, ama burada hepimizin tapusu var. Benim evim eski bir Rum evi, 200 yıllık tarihi var. Yarın Anıtlar Kurulu’na gidip bu ‘tarih katliamına’ nasıl izin veriliyor, öğrenmeye çalışacağım” derken eşi Esma Yetişener de yenilemenin ‘ironik’ yanına dikkat çekiyor:


“Dayanakları kültürel tarihi korumak... Bunun için önce ‘evlerinizde tadilat yapacağız’ dediler; şimdi yıkma planları var. Evimiz, sapasağlam daha yeni tadilattan geçti. Hangi gerekçeyle elimden tapumu almak istiyorlar? Evimi yıkacak olan zihniyet, yalnızca bana da değil 200 yıla haksızlık edecek.”


Projeye karşı sesini yükseltenlerden biri de 200 TL ev kirası ödeyen Şükriye Şahin... Şahin, “Mal sahiplerinin eline para verip gönderecekler. Beni hem 40 yıllık mahallemden kovuyorlar. TOKİ’ye sesleniyorum, bizi de çatısız bırakmasınlar. Benim İstanbul’da 200 TL’ye kira ödeyebileceğim bir yer yok” diyor. Mahalleden Kazım Alakurt dönüşümden yana: “Bu tarihi eser dedikleri evler, tinerci yatağı... Temizlesinler buraları.”

 

Fatih İlçesi Fener-Balat-Ayvansaray Mülk Sahipleri ve Kiracıların Haklarını Koruma Derneği Başkanı Hasan Acar ise dünkü toplantıda semt sakinlerine şöyle seslendi:
“Evlerimizi yıkacak, yerlerine kendi çizdikleri projeyi uygulayıp bizlere de başka semte taşınmayı önerecekler. Bu bölge de ranta açılacak, gelsin oteller, gitsin alışveriş merkezleri... Muhtemelen inşaat şirketleri evlerin satılması için fahiş ücretler önerecek. Sakinlerden ricam, kanmayın, imza atmayın, evinize sahip çıkın.”


Derneğin basın sözcüsü Çiğdem Şahin’e göre de belediyenin bölge için açıkladığı ‘bütünleşik çözüm’ ifadesi şu anlama geliyor:
“Bütünleşik ifadesi bölgede binaların yıkılacağının kanıtıdır. Yani binaların ön cephesi korunarak, içerden yıkım yapılıp bloklar birleştirilecek ve daha geniş daireler elde edilecek. Zengin müşteriler küçük daireleri tercih etmeyeceği için de evlerin orijinal haliyle restore edilmesi karlı görülmüyor. Belediye ada olarak yıkım yapılarak birleştirme yoluyla yenileme yani yıkım yapacağını itiraf ediyor.”

Radikal, Haber: Mehmet Özdoğan, 16.09.2009


******


FATİH-BALAT 'YENİLENİRKEN' YERİNDEN EDİLENLER

 

1980'li yıllarda İstanbul'da da uygulamaya konan neo-liberal politikalar, kent yaşamı üzerindeki etkilerini 2000'li yıllarda daha da yoğunluklu olarak hissettirmeye başladı. "Yarışmacı kent", "yarışan kent" kavramları ile oluşturulan yeni vizyonlar, kentin yeniden paylaşımını da gündeme getirdi.

Bu, kente yeni değerler biçen, meta değerini artıran ve alt gelir gruplarının bu yeni maliyeti ödeyemeyeceğini varsayan anlayıştır. Yani farklı gelir gruplarının kent içindeki yeni paylaşım kavgası, alt gelir grupları için zorlu bir karşılaşma niteliğini taşımaktadır. Kentsel dönüşüm projeleriyle devlet destekli bir mekansal dönüşüme sahne olan İstanbul'da, Fener - Balat semtleri de bu projelerden nasibini aldı.

Yoksullaşma

Fener -  Balat, neoliberal kent politikalarının gelişiminin tarihsel süreçlerinden tümüne örnek gösterilebilir niteliklere sahip değişimlere sahne oldu. 1980'lerde Dalan'la başlayan sanayisizleştirme süreci, önceki dönemde iş imkanlarından dolayı buraya gelmiş olanları fakirleştirmeye başladı. 1990'larda ise tarihi mekanların yeniden keşfedilmesi sonucu Fener - Balat'ta ki evlerin yenileme çalışmaları başladı.

Bu süreç aynı zamanda Fener - Balat'ın farklı bir gelir grubu tarafından da talep edilmeye başlandığı, soylulaştığı dönemin de başlangıcı oldu. 2000'li yıllarda Tarlabaşı ile başlayan, tarihsel özelliği olan mekanların ilgi odağı olması sürecine Fener - Balat da dahil oldu ve 2005 yılında çıkarılan, 5366 sayılı "Yıpranan Tarihi ve Kültürel Taşınmaz Varlıkların Yenilenerek Korunması ve Yaşatılarak Kullanılması Hakkındaki Kanun" maddesine dayandırılarak, 2006 yılında yenileme bölgesi ilan edildi.

Bu semtte yaşanan sürece alt gelir grupları, özellikle de kiracılar açısından bakıldığında, yenileme alanı ilanı, kent mekanındaki sığınaklarının elinden alındığı, yıkıcı, yok edici bir ikinci raunt anlamına gelmektedir. Sadece barınma hakkı ile izah edilemeyecek bu süreç, iş imkanlarını ve zaman içindeki süreçte geliştirdikleri geçinme stratejilerini de yok eden, yaşam hakkının sorgulanması noktasında tartışılması gereken bir yöne doğru ilerlemektedir.

Fener ve Balat, Bizans'tan beri varlığını sürdüren ve özellikle Osmanlı'nın  İstanbul'u fethi ile de önemini artıran semtlerdir. Osmanlılar döneminde özellikle Musevi ve Rum azınlıklar tarafından yaşama alanı olan bu bölge, 19. yüzyıldan sonra önemini yitirmiştir. Bu değişimin en büyük nedeni Haliç kıyılarının ticari canlılığının azalması,  1894 depremi ile ardı ardına semtte çıkan yangınlar ve Hasköy, Ortaköy, özellikle Galata ve Pera'nın daha nitelikli yerleşim alanı haline gelmesi ile açıklanabilir.

6-7 Eylül

19. yüzyılın ikinci yarısından sonra öncelikle devlet fabrikaları ve ardından her türlü atölye, imalathane ve mezbahanın gelmesiyle burası  büyük ölçüde değişime uğramıştır. Semtin kıyı  kesimi, özellikle Fransız kent plancısı Henry Prost'un 1930'lu yıllarda sanayiyi buraya getirme kararı nedeniyle değişmiş ve Fener kıyısındaki Rum nüfusun yaşamını sürdürdüğü yalıların yerini atölye ve fabrikaların alması sonucunu doğurmuştur. (İstanbul Ansiklopedisi, 2. ve 3. Cilt)

Semtin çehresinin değişmesine paralel olarak sosyal yapısı da değişmiştir. Öncelikle semtin ticari önemini yitirmesi, sonrasındaysa 1942'de yürürlüğe giren Varlık Vergisi Kanunu ve 1955'te yaşanan 6-7 Eylül olayları nedeniyle de semt Museviler ve Rumlar tarafından terk edilmiştir. Gelişen sanayi ile birlikte iş gücü ihtiyacı doğmuş ve azınlıklar tarafından terk edilen evlere Anadolu'dan gelenler yerleşmeye başlamıştır. Balat'ta 1950'li 60'lı yıllarda özellikle Kastamonu'dan gelen nüfus ağırlıklıdır. Hatta pazar günleri Balat çarşısının yakınında Kastamonu Pazarı kurulur. 1980'lere kadar semtte yaşayanlar ağırlıklı olarak civardaki fabrikalarda çalışır. 1985'te Dalan tarafından gerçekleştirilen Haliç'i temizleme çalışmalarına kadar bölge ağırlıklı olarak sanayi üretimi yapan yer olma niteliğini sürdürmüştür.

Göç

1980 sonrasında ise Fener - Balat semtlerine doğu ve güneydoğu Anadolu'dan zorunlu göçle gelenler yerleşmeye başlamışlardır. Bu ikinci büyük göç dalgası ilki ile önemli farklılıkları içerisinde barındırır. Zorunlu göç ile gelenlerin, dönebilecek köyleri, memleketleri yoktur, onları bekleyen hazır bir iş yoktur ve herhangi bir birikime de sahip değillerdir. Fener - Balat semtlerini seçme nedenleri ise ucuz kira ve şehir merkezinde iş bulabilme imkanı ile açıklanabilir. 1980 sonrası göç dalgasıyla gelenler genellikle enformel işlerde çalışmaktadırlar ve bu grup içerisinde işsizlik çok yoğun olarak yaşanmaktadır. Ev kadınlarının çoğu baş örtüsü kenarı, buzdolabı süsü üretimi gibi ev eksenli işleri yürütmektedir. Geçinme stratejileri içinde yardımlar önemli bir yer tutmaktadır.

1980'lerde Haliç'in sanayisizleştirilmesi ile başlayan süreç, 1996 yılında İstanbul'un ev sahipliğini yaptığı Habitat Zirvesi sırasında yeni bir gündeme taşınmış ve Fener - Balat semtlerinin rehabilitasyonu fikri ortaya atılmıştır.

1997 yılında Fatih Belediye Başkanı olan Saadettin Tantan tarafından proje gündeme getirilmiş ama 6 Ocak 2003 yılında ancak hayata geçirilebilmiştir. Fener Balat Rehabilitasyon Projesi dört farklı konu üzerinden planlanmıştır: Evlerin restore edilmesi, sosyal merkez, Balat Çarşı'nın yenilenmesi ve katı atık yönetimi. Projeye Avrupa Birliği tarafından kaynak sağlanmış ve 7 milyon avro hibe edilmiştir. Projenin uygulamasında farklı iş tanımlarını yüklenen firma ve kurumların oluşturduğu bir konsorsiyum kurulmuştur. 2004 yılında da projenin restorasyon ayağı ihale edilmiş ve Pekerler İnşaat Şirketi ihaleyi almıştır. Rehabilitasyon projesi 2008 yılında tamamlanmış, bu süreçte 121 bina restore edilmiş, iki sosyal merkez yenilenmiş ve biri bir yıl süresince rehabilitasyon projesini yürüten ekiplerce çalıştırılmış, bu bir yıl sonunda Fatih Belediyesi'ne devredilmiştir.

"Yenileme"

Rehabilitasyon projesinin uygulama sonuçlarına bakıldığında, restorasyon ayağında hedeflenen 200 sayısına bütçe ve zaman kısıtları nedenleriyle ulaşılamamış; katı atık yönetimi ayağı ise ancak kısa bir süre uygulanabilmiş; restorasyon sırasında semtte iş ihtiyacı olanların çalıştırılması hedefi ise hiç uygulama imkanı bulmamış, hatta Pekerler İnşaat'ın işçileri arasında yabancı uyruklu ucuz iş gücünün tercih edildiği gözlemlenmiştir.

Fener-Balat'ta 18 Nisan 2007 tarihinde avan proje ve uygulama ihalesi bir arada yapılmış olup sözleşme 30 Nisan 2007 tarihinde, tıpkı Tarlabaşı Yenileme Projesi'nde olduğu gibi Gap İnşaat'la imzalanmıştır. Projenin teslim tarihi 03.09.2010'dur.

Fener-Balat Yenileme Projesi alanı 279.345,91 m² olup, toplam 59 ada 909 parselden oluşmaktadır. Semt sahil kısmında bulunan yeşil alanlar ve konut-ticaret fonksiyonlarının bulunduğu yerleşim alanı olmak üzere temel olarak iki bölgeden oluşmaktadır.

Semtin tarihi mirası olarak sayabileceğimiz yapılarının alanı dahilinde 11 adet tescilli anıt eser, 195 adet sivil mimarlık örneği ve 25 adet öneri sivil mimarlık örneği bulunmaktadır.

Fener-Balat Yenileme Projesi aynı zamanda şu ana kadar geliştirilmiş  olan kentsel dönüşüm projelerinin, kapsadığı alan açısından en büyük olanıdır.

27.12.2007 tarihinde Kültür ve Turizm Bakanlığı İstanbul Yenileme Alanları  Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğü'ne sunulan yenileme avan projesinin onayının yapıldığı bilinmektedir.

Proje, Tarlabaşı Yenileme Projesi'nde olduğu gibi ada bazlıdır. Yani aynı  adada bulunan binaların içleri birleştirilerek yapılacaktır. Tarlabaşı Yenileme Projesi'ni anımsatan bu uygulama yöntemi ile ilgili olarak Fatih Belediyesi yenileme alanları ile ilgili danışmanı Mustafa Çiftçi ile yapılan, 10 Şubat 2009 tarihli görüşme sırasında şu açıklamalar getirilmiştir:

"Yenileme yasası düzenlemeyi ada bazında alır yapar. Parsel ölçeğinde değildir çünkü parsel yapısı çok girift çok ufak parseller var ve çok ufak parsellere imar açısından çözüm getirmek çok zor. Bu yüzden yenileme kısmının özü ada bazında çalışmaktır. Ada bazında değerlendirme yapılıyor, dediğim gibi 59 tane adayı kapsayan bir proje..."

Uygulamanın bu kısmı mimarların büyük çoğunluğu tarafından, tarihi bir bölgede var olan bina özelliklerinin değiştirilmemesi, tarihi niteliklerinin korunması gerektiği nedeniyle eleştirilmektedir.

Fener -  Balat Yenileme Projesi, rehabilitasyon projesinin etkilerinin katlanarak arttığı ve mağduriyetin çok daha büyük bir kesim tarafından yaşanacağı bir proje olma niteliğini de içerisinde barındırmaktadır. Rehabilitasyon projesinde dikkate alınan mülkiyet hakları bu projede çok daha az önem taşımakta ve yerinden etmeyle ilgili çok daha doğrudan sonuçları olacağı anlaşılmaktadır. Bu projede, Tarlabaşı Yenileme Projesi'nde de uygulanan mülkiyet transferi biçimi seçilmiştir. Rehabilitasyon projesinin dolaylı yoldan etkilediği, hatta bazı durumlarda avantajlar elde etmelerini sağladığı mülk sahiplerinin yenileme projesinde ciddi bir mağduriyet yaşayacağı ortadadır.

Semt sakinleri "yok yerde"

Kiracılar ise projenin hiçbir kısmında yer almamakta ve kiracılara yapılacak taşınma yardımı Mustafa Çiftçi tarafından şu sözlerle tanımlanmaktadır:

"Normalde kiracılarla ilişkili olan bir proje değil, mal sahipleriyle ilişkili olan bir proje. Ancak biz proje kapsamında biraz projenin sosyal ayağını geniş tutarak kiracılara taşınma gibi bir yardımda bulunuyoruz; bir de 10 yıldan fazla alanda kiracı olduğunu ispatlayan insanlara proje yapıldıktan sonra belediyeye kalan mülkler üzerinde isterlerse alanda yeniden kiracı olma hakkı sağlıyoruz."

Bu açıklamalarda da açıkça görülüyor ki, yenileme projesi bölgede bütünlüklü bir yerinden etme sonucu doğuracak ve özellikle kiracılar bu ikinci rauntta tamamen mağlup olacaklardır. Şehre yeni bir özellik ve fiyat biçen anlayış, şehrin yaşayanlarını da tümden değiştirme hedefi gütmektedir. Dünya arenasında yarışmaya çıkan marka şehirler içinde, "barınma hakkı" ve "yaşama hakkı" defo olarak görülmektedir.

Fener - Balat'ta Fatih Belediyesi semt halkı ile görüşmelere başlamıştır. Eylül ayı içerisinde mülk sahipleriyle birebir görüşmelerin de başlayacağı semt sakinlerine bildirilmiştir. Mağduriyetin rehabilitasyon projesine nazaran çok daha geniş bir kesimi kapsaması sonucu semt halkı dernek kurma girişimini de yürütmektedir. Bu aşamada umut edilen, yürütülen mücadelenin sadece mülk sahipliği ile sınırlı kalmaması ve barınma hakkı üzerinden biçimlenerek kiracıları da kapsamasıdır.

Bugün İstanbul'da yoksulların yaşadıkları yerlerde yıkım korkusu yaşanmaktadır. Tarihi kent merkezlerinde, işçi mahallelerinde, eski gecekondu alanlarında...  Kentlerin tarihini, üretim ilişkilerini, sosyo-ekonomik yapısını göz ardı ederek kentler kurmaya çalışan iradenin ilk göz diktiği alan kentin içinde kalmış, yoksulluk ve yoksunluk ile şekillenmiş mekanlar olmakta...

Bianet, 16.09.2009

KAÇAK KAZIYA SUÇÜSTÜ

Sinop'un Durağan İlçesi'nde kaçak kazı yaptıkları belirlenen 4 kişi jandarma tarafından suçüstü yakalandı.

 

Edinilen bilgiye göre, bir ihbarı değerlendiren jandarma ekipleri, ilçeye bağlı Çerçiler Köyü Kunduzçal mevkiinde İ.D, A.M, K.Ç ve A.Y isimli şahısları kaçak kazı yaparken suçüstü yakaladı.

 

Yapılan incelemede 1 metre genişliğinde ve 1 metre derinliğinde kazı yapıldığı tespit edildi. Olayla ilgili 4 kişi gözaltına alınırken, kazıda kullanılan 1 adet jenaratör, 1 adet hilti, 1 adet balyoz, 5 adet murç ile kazma küreklere el konuldu. Soruşturma sürüyor.

Sinop Kent Haber, 15.09.2009

Kayseri´de Anadolu Selçukluları devrine ait en eski kümbetlerinden biri olan Hasbek Kümbeti şimdilerde bakımsızlık nedeniyle adeta çöplük haline geldi. 1186 yılında yaptırılan Kadı Kümbeti´ ve ´Mesud Gülzar Kümbeti´ diye isimlendirilen bu yerde şimdi fareler cirit atıyor, evsizler barınak olarak kullanıyor ve içerisi çöplükten geçilmiyor.


Ramazan ayında olmamıza rağmen bu önemli yer adeta meyhane olarak kullanılıyor. Hasbek Kümbeti’nin içler acısı haline duyarlı vatandaşlar el atsana hiçbir yetkilinin konuyla ilgilenmemesi tarihe ne kadar önem verdiğimizi gözler önüne seriyor.


Kapısında ‘Kayseri Vakıflar Bölge Müdürlüğü tarafından basit onarımı yapılmıştır’ yazısı dikkat çeken Hasbek Kümbeti’ne yapılan bu büyük saygısızlığın biran önce ortadan kaldırılması için yetkilileri davet ediyoruz.

Kayseri Gündem, 15.09.2009

KALEDE KAZI ÇALIŞMALARI SÜRÜYOR





Bitlis Kalesi'nde 2004 yılında Pamukkale Üniversitesi Sanat Tarihi Bölüm Başkanı Prof.Dr. Kadir Pektaş ve Öğr. Gör. Gülsen Baş tarafından başlatılan kazı çalışmaları devam ediyor.

 

Temmuz ayı başında başlayan ve ekim ayı ortalarına kadar devam edecek olan kazı ile ilgili olarak açıklamalarda bulunan Kazı Başkanı Prof.Dr. Kadir Pektaş, bu yıl ilk defa Bitlis Kalesi'nde 3 ayrı noktasında kazı çalışmaları yürüttüklerini söyledi. Prof.Dr. Pektaş, "2004 yılında başlattığımız çalışmaları bu yıl da sürdürdük. 50 kişilik bir ekiple devam ettiğimiz kazılarımızda bu yıl ilk defa üç farklı alanda gerçekleştirdik" dedi.

 

Bu yıl ki kazı çalışmaların üç farklı alanda gerçekleştirdiklerini ifade eden Pektaş, "Birincisi hamamın doğu tarafında bulunan 19'ncu yüzyıldan kaldığını tahmin ettiğimiz katmanda çalışıyoruz. Burada daha alt katmanlara da indik. Daha erken tarihlerde inşa edilmiş yapıların izlerine rastladık. İkinci çalışma alanımız iç kalede olmuştu. Burada da açmalarımızı güney yönde genişlettik. Yeni planlar ve mekanlarda ortaya çıkmaya başladı. Geçen yıllarda olduğu gibi bu yıl da kaliteli seramiklere rastladık. Üçüncü çalışmamız ise Doğu burcunda olan alanda oldu. Burada yine eski döneme ait düz bir yapı ortaya çıktı. Bu yapının etrafında açmalarımızı devam ettirdik. Ancak güney yönde olan kapısına halen ulaşamadık. Kapısını bulup buradan içeri girerek yapının tam olarak ne olduğunu anlayacağız. Bu yapı hamamdan sonra ikinci sağlam yapı olarak gün ışığına çıkarıldı" şeklinde konuştu.

 

Prof.Dr. Pektaş açıklamasının devamında ise kazı çalışmalarında yeni bulgulara rastladıklarını belirterek, "Kazı çalışmaları sırasında çıkan toprakların elenmesi sırasında şu ana kadar 300 civarında sikke, metal buluntu geldi. Bunlar yine farklı dönemlerden günümüze ulaşan bulgular oldu. Çoğunluğunu Osmanlı'nın oluşturduğu bu bulgularda, Akkoyunlu ve Karakoyunlu dönemlerinden bulgulara da rastladık. Sırlı tuğla bezemeleri var. Bunların bir binanın dış bezemeleri olduğunu düşünüyoruz. Çok miktarda günlük kullanılan sırlı ve sırsız kaplar elde edildi" şeklinde açıklamalarda bulundu.

Bitlis Kent Haber, 15.09.2009

YEŞİL TÜRBE BAYRAMDA AÇILIYOR





Bursa'nın simgesi haline gelen ve restorasyon çalışmaları 3 yıldır süren Yeşil Türbe'nin Ramazan Bayramı'nda açılacağı bildirildi. Bursa Valisi Şahabettin Harput, yaptığı açıklamada, Yeşil Türbe'de 2006 yılında Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği'nin (TOBB) mali desteğiyle başlatılan restorasyonun yaklaşık 3 yıldır sürdüğünü söyledi. Harput, 'Dünyada eşi benzeri olmayan muhteşem bir şaheser' olarak tanımladığı türbeyi 1421'de Çelebi Mehmet'in yaptırdığını ifade ederek, 'Çelebi Mehmet, hayatındayken kendi türbesini kendi yaptırıyor. Vefatından sonra buraya defnediliyor. Çelebi Mehmet, dağılan Osmanlıyı toplayan, tekrar ayağa kaldıran önemli bir büyük' dedi.Bursa kadar diğer iller ve yurt dışında yaşayanların sabırsızlıkla ziyaret etmeyi beklediği Yeşil Türbe'nin aslına uygun restorasyonu için KDV hariç 1,7 milyon lira harcandığını vurgulayan Harput, 'Bu muhteşem eser aslına uygun restore edilip, Bursa'ya ve Türkiye'ye kazandırılmış oldu. Ramazan Bayramı'nda açalım istiyoruz. Vatandaşlarımız uzun süredir türbenin açılmasını bekliyor. Bursa çifte bayram yapacak' diye konuştu.

 

Bursa İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü yetkilileri ise restorasyon için birçok akademisyen, firma, kurum ve kuruluşun desteğinin alındığını belirtti.Özellikle iç ve dış cephedeki çiniler için çok titiz bir çalışma yapıldığını vurgulayan yetkililer, şunları kaydetti:

'Orijinal İznik çinisi ile ilgili çeşitli firmalardan numune olarak üretilen çiniler alındı. Çiniler, Kültür ve Turizm Bakanlığı ile İstanbul Teknik Üniversitesi'nin laboratuarlarında kontrol edildi. Kabul gören 2 firmanın ürettiği çiniler, yüklenici firma tarafından alınıp türbenin restorasyonunda kullanıldı. Bu kadar uzun sürmesi, işçilikte büyük özen gösterilmesinden kaynaklandı. Açılmasının ardından Yeşil Türbe, yerli ve yabancıların büyük ilgisini görecek.'

 

Dünya mirası kültürel varlıkları arasında yer alan, bulunduğu semte bile adını vererek kentle özdeşleşen Yeşil Türbe, 1421 yılında Çelebi Sultan Mehmet tarafından yaptırıldı.Mimarı Hacı İvaz Paşa, nakkaşları Ali Bin İlyas Ali, Mehmed El Mecnun ve Ali Bin Hacı Ahmet Tebrizi olan türbenin pencere alınlıklarında yazıtlar bulunuyor.

 

Sekiz köşeli planı ve alt kattaki mezar odası ile Selçuklu kümbetlerinin devamı görünümündeki türbenin iç kısmı 'Çini cenneti' olarak nitelendiriliyor. Renkli sır ve mozaik çini tekniklerinin uygulandığı çini süslemeleriyle eşsiz bir yapıya sahip Yeşil Türbe'nin renkli ve geometrik motifli çinilerle bezenmiş olan mihrabı, bir sanat başyapıtı olarak kabul ediliyor. Ceviz ağacından geçme tekniği ile yapılmış, geometrik motiflerle süslü kitabeli kapısı, Osmanlı ahşap işçiliğinin güzel bir örneği olarak gösteriliyor.

Yeni Şafak, 15.09.2009

PARÇA PARÇA MÜZE





İstanbul'un yüzyıllardır bir müze şehir olduğu söylenir. Peki nerede bu şehrin müzesi? Avrupa'da en küçük şehirlerin, kasabaların bile, tarihlerini anlatan ve bölgeyi tanıtan müzeleri mevcut... Avrupa'nın 2010 kültür başkenti İstanbul'da bu konuyla ilgili çalışmalara daha yeni başlandı. Tabii ki 2010'a "yetişebilmek" kaygısıyla.

 

Geçtiğimiz günlerde İstanbul'da şehir müzeleri ile ilgili birçok gelişme yaşandı. İstanbul'un ilk şehir müzesi diye adlandırılan ve Ağustos 2009'da faaliyete geçen Adalar Şehir Müzesi; bundan bir yıl önce faaliyete geçen ve aslında konumu, içeriği açısından gerçek bir şehir müzesi özelliği yaşayan Eyüp'teki Nezih Eldem Şehir Müzesi ve belediyenin kendi insiyatifini kullanarak, Haliç kıyısını "değerlendirmek" üzere aldığı karar sonucu kullanılamaması ve 1988'den beri açık olan, fakat kentlinin de farkında olmadığı Yıldız Sarayı Şehir Müzesi...

Yıldız Sarayı Şehir Müzesi





Aslında İstanbul'un 1939 yılından beri bir şehir müzesi var, ama kimsenin haberi yok. Müze, Osmanlı İmparatorluğunun dördüncü büyük sarayı olan Yıldız Sarayı'nın Güzel Sanatlar binasında 1988 yılından beri hizmet veriyor. Müzenin kuruluş tarihi 1939 yılına kadar inmekte. Beyazıt'taki Belediye Kütüphanesi'nde açılan müze, 1945 yılından sonra Saraçhane`de bulunan Gazanferağa Medresesinde Belediye Müzesi adı ile hizmet vermeyi sürdürdü.

 

1988'de Yıldız Sarayı'na taşınan ve Şehir Müzesi adıyla yeniden hizmete açılan müze, sergileme alanı olarak düzenlenen, iki katlı uzun salondan oluşuyor. Şehir müzesinin koleksiyonunda genellikle 18. ve 19. yüzyıla tarihlendirilen etnografik ve tarihsel nitelikteki eserler bulunuyor.

Osmanlı dönemi İstanbul'unun sosyal hayatını yansıtan bu eserler, tablolar, yazı-resimler ve hat levhaları, kumaşlar, Yıldız ve eser-i İstanbul damgalı porselenler, çeşitli cam eserler, yazı (hat) malzemeleri, tarikat eşya ve alemleri, mutfak eşyaları, kahve takımları, buhurdanlar, sahanlar, takılar, mahfazalar, ölçek, terazi ve ağırlıklar, mühürler, cilt kalıpları, keramik ve çiniler, Tophane lüleciliği ürünleri vb. objelerden oluşuyor.

 

Fakat, Yıldız Sarayı'nın içindeki güzel sanatlar binasında bulun bu müze, yine saray gibi gizli kalmış. Klasik Osmanlı Müzesi bağlamında sergilenen objeler, mekan olarak seçilen saray, hala "halka inememe" ve zamanın gerisinde kalma problemi taşıyor.

 

Dünya metropolleri artık "Post-Modernizm Ötesi"ni konuşuyor ve yaşıyor. 21. yüzyılın gelişen metropolündeki ilk ve tek şehir müzesinde ise, modernist, post modernist ve hatta güncel hiçbir yapıt, sanat eseri yok. Osmanlı'nın sosyal yaşamında kalınmış... Müze, koruların içinde saklanmış ve terk edilmiş sanki. Artık sanatta ve tasarımda kamusal alan kullanımının vurgulandığı çağımızda, İstanbul gibi çok yönlü ve uluslararası bienaller ve etkinliklerin yapıldığı bir şehirde, merkezde ve kamunun erişimine açık bir müze mekanı oluşturmak çok zor olmasa gerek. Şehirde açık alan kullanımından bahsediyoruz hep, ya da köhnemiş dokunun yeniden kullanılarak şehir hayatına kazandırılmasından...Bu noktada planlama araçları ve organları devreye giriyor. Özellikle de yerel yönetimler.


Adalar Müzesi





Geçtiğimiz günlerde İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı projeleri kapsamında, İstanbul Büyükşehir Belediyesi, Adalar Belediyesi, Adalar Kaymakamlığı ve Adalar Vakfı'nın ortak çalışması ile hayata geçirilen "Adalar Müzesi" projesi duyuruldu. Proje kapsamında, Adalar'ın bilinen tüm tarihini, yakın geçmişini, bugününü belgeleyip İstanbullulara aktarmayı amaçlayan Adalar Müzesi Sergisinin ana temasını "Anlatılan bizim hikayemiz, anılar yok olmasın, paylaşılsın, geleceğe aktarılsın" düşüncesi oluşturuyor. Bu çağrı, Adaların çok kültürlü geçmişine ve evrensel dokusuna bağlı olarak Türkçe, İngilizce, Almanca, Fransızca, Rusça, Ladino, Ermenice, Rumca, Süryanice, Kürtçe, Arapça, Farsça dillerinde vurgulanıyor.





Müzenin mekanı, Adalıların belleklerinde çok önemli yeri olan ve Taş Mektep olarak da bilinen eski Büyükada İlkokulu olarak belirlenmiş. Adalar Müzesi'nde, Adalar'ın Bizans öncesi döneme kadar uzanan tarihi hakkında eserler sergilenecek. Adalar'ın tarihi yaşamını ve bugüne değin yaşamış toplulukların eserlerinin yer alacağı müzenin geçici eserler sergisi bölümünde ise özellikle güncel döneme ilişkin belgeler ve fotoğraflar yer alacak. Kütüphane ve arşiv birimlerinin de yer alacağı müze aynı zamanda, adalardaki diğer müzelerle de ilişkilendirilip bir 'müzeler kompleksi' oluşturulması açısından büyük önem taşıyor.





Halen müzenin kurulacağı tarihi Taş Mektep binasının restorasyon projeleri hazırlanırken, bir yandan da bilgi, belge ve malzeme toplanıyor. Projenin belkemiğini oluşturan sözlü tarih çalışmaları büyük bir heyecanla sürüyor. Adalıların, Ada dostlarının, sivil toplum örgütlerinin, tarihçilerin, mimarların, çevre dostlarının, araştırmacıların, yazar ve sanatçıların da desteğiyle hayata geçirilen bu tarihsel girişim, yeni müzecilik anlayışları temelinde tamamen farklı bir zeminde biçimleniyor.

 

Büyükada'da yapılan Şehir Müzesi, kamusal alanda halkın kent kimliği üzerine bilgi sahibi olması ve katkıda bulunmasını sağladı. Ayrıca eski, kullanılmayan bir yapının yeniden değerlendirilerek bölgeye kazandırılması açısından da doğru bir örnek.


Nezih Eldem Şehir Müzesi




İstanbul'daki diğer şehir müzesi ise, Eyüp'te bulunan Nezih Eldem Şehir Müzesi.


19. yy.ın başlarında Askeri Rüşdiye olarak inşa edilen iki katlı kagir bina daha sonra Askerlik şubesine dönüştürüldü ve 1980'li yıllarda Haliç'in sanayiden arındırılması çalışmaları kapsamında yıkıldı. 1990'ların sonuna doğru Kurul arşivinde bulunan rölöveden yola çıkılarak Eyüp Belediyesi Planlama Müdürlüğü tarafından rekonstrüksiyon projeleri hazırlanarak müze olarak kullanılmak üzere kurul onayına sunuldu ve kurul tarafından onaylandı. Eyüp Belediyesi de 2005 yılında Nezih Eldem Şehir Müzesi olarak kurulması kararını aldı. Müze, Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın 24 Ekim 2007 tarihli onayı ile özel müze statüsüne geçti.

 

Müzenin sergileme ve uygulama projeleri tamamlandı. Fakat, bu dönemde yerel yönetimin değişmesi nedeniyle bütün uygulamalar durduruldu. Yeni gelen yönetim, binayı "müze" olarak değil de, farklı "fonksiyonlarda" kullanmak isteyince, İstanbul'un ilk Türk Yerleşmesi özelliğini taşıyan Eyüp'te, bölgenin geçmişini ve kimliğini yansıtacak müze binası, bugün tamamen işlevsiz kalmış oldu.




Binanın yıkılmadan önceki hali




Bina yeniden yapıldıktan sonra


Müze binası ayrıca konumu açısından da çok önemli. "Haliç Kültür Vadisi" kapsamında, stratejik bir konuma sahip olan müze, İstanbul'da hem Haliç ve çevresi hem de kentin tamamında kültürel kimliğin ve benliğin geliştirilmesi açısından bir nirengiydi.

 

Müze faaliyete geçmeden önce, müzeden bağımsız bazı kurum ve kuruluşlar, burada sergi ve etkinlikler düzenledi. Bunlardan en önemlisi IUA kapsamında açılan Üç Eyüplüler sergisi.

Yine Haliç kıyısında bulunan İstanbul Bilgi Üniversitesi'nin Sahne ve Gösteri Sanatları Yönetimi, Kültür Yönetimi ve Sanat Yönetimi son sınıf öğrencilerinin Haliç'e değişik açılardan yaklaşarak sosyal ve kültürel yönlerini ön plana çıkarmak amacıyla hazırladıkları projeler sergilendi.

 

Müze, bölge için pek çok proje üretmiş olan mimar Nezih Eldem'e adanmış. Mimarlar Odası yönetim kurulu ve UNESCO Türkiye Milli Komisyonu üyeliği yapan ve Türk Tarihi Çevre Koruma (TAÇ) Vakfı kurucu üyesi olan Eldem, pek çok tasarıma imza attı. 1921 yılında Eyüp'te doğan mimar, hayatının büyük bir kısmını Eyüp'te proje üretmekle geçirdi. Bölgeyi çağdaş, düzeyli ve sağlıklı bir tarihsel-işlevsel seviyeye ulaştırmak için yoğun projelendirme ve uygulama çalışmaları sürdürdü.

Kültür Bakanlığı'ndan "özel müze" statüsüyle onaylanmış ve İstanbul'un en eski semtlerinden birinde, Haliç kıyısında bulunan müze, şu anda kullanılmıyor. Kullanılamamasının sebebi, binanın kötü durumda olması ya da yasal açıdan aykırı bir durumda olması değil. Yapı yeniden yapıldı ve şehir müzesi olarak kullanılmasına karar verildi. Binanın kullanılamamasının sebebi tamamen yerel yönetim. Bölgeye gelen yeni yönetimin, gayet stratejik öneme sahip bu yapıyla ilgili, "yeni fonksiyon vererek değerlendirme" amacıyla aldığı karar, müzeyi şu an işlevsiz bırakıyor. Müze binasında şimdi Eyüp Belediyesi'nin bazı birimleri bulunuyor. Ortaya böyle traji-komik bir durum çıkmış.

İstanbul'a bir şehir müzesi yapmak ve onu korumak.. Biz elimizdekini koruyamıyoruz ve yönetimlerin kendi inisiyatifleri doğrultusunda kullanmalarına göz yumuyoruz. Kamusal kullanımı teşvik etmesi gereken "kamu kuruluşları" , özel yatırımları teşvik ediyor.


Aynı İstanbul'da yapılan parçacıl planlar gibi, parça parça şehir müzelerimiz var. Biraz ondan, biraz bundan... İstanbul'un bir köşesi için yapılmış ya da güncel bilgi,belge,eser içermeyen Osmanlı müzeleri ya da var olup da, "kullanamadığımız" müzeler...

Kent Haber, Yazı: Hülya Yalçın / Sanat Tarihçisi, Der.: Dilek Öztürk, 15.09.2009

BAYRAMDA MÜZELERİN DURUMU

 

Bazı müzeler ve örenyerleri ile Kapalıçarşı ve Mısır Çarşısı’nın önümüzdeki hafta kutlanacak Ramazan Bayramı (20-21-22 Eylül 2009) boyunca mesai durumları şöyle olacak:

 

Topkapı Sarayı Müzesi:

1. gün öğleden sonra açık, açılış:13:00, son giriş:18:00, kapanış:19:00
2. gün 09:00-19:00 arası açık, son giriş 18:00.
3. gün kapalı (Salı)

 

Ayasofya Müzesi:

1. gün öğleden sonra açık, açılış 13:00, son giriş 18:00, kapanış 19:00
2. gün kapalı (Pazartesi)
3. gün, 09:00-19:00 arası açık, son giriş 18:00

 

Kariye Müzesi:

1. gün öğleden sonra 13:00’ten itibaren açık, son giriş 18:00, 19:00’da kapanıyor.
2. gün 09:00-19:00 arası açık, son giriş 18:00
3. gün 09:00-19:00 arası açık, son giriş 18:00

 

Dolmabahçe Sarayı:

1. gün kapalı.
2. gün 09:00-17 saatleri arasında açık, son giriş 16:00
3. gün 09:00-17 saatleri arasında açık, son giriş 16:00
 
İstanbul Arkeoloji Müzeleri:

1. gün öğleden sonra açık, açılış 13:00, kapanış 19:00, son giriş 18:00
2. gün kapalı (Pazartesi)
3. gün 09:00-19:00 saatleri arasında açık, son giriş 18:00
 
Efes Müzesi:

1. gün öğleden sonra açık, açılış 13:00, kapanış 19:00, son giriş 18:30
2. gün 08:30-19:00 arası açık, son giriş 18:30
3. gün 08:30-19:00 arası açık, son giriş 18:30 
 

Efes Örenyeri:

1. gün 08:30-19:00 arası açık, son giriş 18:30
2. gün 08:30-19:00 arası açık, son giriş 18:30
3. gün 08:30-19:00 arası açık, son giriş 18:30

 

Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi:

1. gün öğleden sonra açık, 13:00 açılış, kapanış saati 18:30, son giriş 17:30.   
2. gün açık, 08:30-18:30 arası açık, son giriş 17:30
3. gün açık, 08:30-18:30 arası açık, son giriş 17:30
                                              
Antalya Müzesi:

1. gün öğleden sonra açık, 13:00-19:00 saatleri arasında açık, son giriş 18:30
2. gün açık, 09:00-19:00 arası açık, son giriş 18:30
3. gün açık 09:00-19:00 arası açık, son giriş 18:30
     
Göreme Açıkhava Müzesi:

1. gün öğleden sonra açık, 13:00-19:00 arası açık, son giriş 18:15
2. gün açık, 08:00-19:00 arası açık, son giriş 18:15
3. gün açık , 08:00-19:00 arası açık, son giriş 18:15
 
Kapalıçarşı:

Bayram boyunca, 3 gün kapalı

 

Mısır Çarşısı:

Bayram boyunca, 3 gün kapalı

 

Yerebatan Sarnıcı:

1. gün öğleden sonra açık; 13:00-19:00 arası açık, son giriş 18:30
2. gün 09:00-19:00 saatleri arasında açık, son giriş 18:30
3. gün 09:00-19:00 saatleri arasında açık, son giriş 18:30

Turizm Habercisi, 15.09.2009

TORUNLARI MALLARINI İSTİYOR





Mimar Sinan'ın torunu olduğunu söyleyen Sina Yönel, tapularla Vakıflar Genel Müdürlüğü'ne gidip hakkını istedi. Vakıflar 'O senin deden değil' dedi. Yönel şimdi dava açmaya hazırlanıyor.

 

Sinan Yönel'in, Mimar Sinan'ın 8. kuşaktan torunu olduğu iddiasıyla, ellerindeki tapularla ortaya çıkması, dünyaca ünlü Mimar Sinan ile ilgili yeni bir tartışma başlattı.


Yönel, gerçek adı Mimar-ı Sultani Sinanuddin Atik Yusuf Bin Abdullah olan Mimar Sinan ile ilgili çeşitli belgeleri mahkemeye sunmaya hazırlanıyor. Bu belgelerden biri de İstanbul'daki selde ayakta kalan Büyükçekmece Köprüsü. Köprünün kitabesinde bu eserin mimarı olarak Yusuf Bin Abdullah'ın ismi yer alıyor. Büyükçekmece Köprüsü, Vakıflar Genel Müdürlüğü'nün 1941 tarihli dergisinde ise dünyaca ünlü Mimar Sinan'ın eserleri arasında gösteriliyor. Aynı dergide Mimar Sinan'ın, Yusuf Bin Abdullah adıyla anıldığı da vurgulanıyor.

Mimar Sinan'ın torunları adına konuşan Avukat Ayhan Tuncer, Vakıflar Genel Müdürlüğü'nün iki farklı Mimar Sinan olduğunu iddia ederek tarihi çarpıttığını, Sinan ile torunlarına açıkça hakaret ettiğini söyledi. Büyükçekmece Köprüsü, Mehmet Çelebi tarafından kaleme alınan el yazması, Kadı huzurunda yapılan satış senedi ve vakıf senedinin tek bir Mimar Sinan olduğunu ortaya koyduğunu anlatan Tuncer, yasal yollara başvuracaklarını da sözlerine ekledi.

Vakıflar Genel Müdürlüğü ise Sinan'ın torunları olduklarını söyleyen kişilerin sundukları belgelerin, meşhur Mimar Sinan'a ait vakıf ile hiçbir ilgisi bulunmadığını, Süleymaniye Camii ve Selimiye Camii başta olmak üzere pek çok önemli dünya şaheserine imza atan Mimar Sinan'ın, 1489 tarihinde Kayseri Ağırnas'ta doğduğunu bildirdi. 

Akşam, Haber: Volkan Yanardağ, 15.09.2009

JANDARMADAN TARİHİ ESER OPERASYONU

Eskişehir'de, temin ettikleri tarihi eserleri satmak için Bursa'ya gittikleri iddia edilen 3 kişi yakalandı.

 

Edinilen bilgiye göre, bir ihbarı değerlendiren İl Jandarma Komutanlığı ekipleri, kent merkezi, Alpu ve Mihalıççık ilçelerinde vatandaşlardan temin ettikleri tarihi eserleri Bursa'da satmak istedikleri öne sürülen şüpheliler L.Ö., M.E. ile O.A.'yı, Eskişehir-Bursa karayolunda düzenledikleri operasyonla yakaladı.

 

Gözaltına alınan şüphelilere ait otomobilde yapılan aramalarda, 167 sikke, iki tarihi eser niteliğinde yüzük, bir erkek heykel büstü, iki eski dönemlere ait balta ucu, üç eski dönemlere ait pişmiş topraktan yapılmış testi, birer hayvan heykeli, demir saç tokası, demir bilezik, dört süs eşyası ve sekiz kurusıkı tabanca mermisi ele geçirildi.

 

Şüphelilerin işlemlerinin tamamlanmasının ardından "tarihi eser kaçakçılığı" suçundan adliyeye sevk edilecekleri bildirildi.

Eskişehir Kent Haber, 15.09.2009

HİCAZ'A TRENLE 1 GÜNDE GİDİLECEK

 

 

Tarihi Hicaz demiryolunu yeniden canlandırma çalışmalarına hız verildi. Ulaştırma Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı Suat Hayri Aka, "Proje tamamlandığında İstanbul'dan yola çıkan tren, 24 saatte Mekke'de olacak." dedi.

 

Türk Amerikan İşadamları Derneği'nin düzenlediği iftar yemeğine katılan Aka, Hicaz Demiryolu Projesi hakkında basın mensuplarına bilgi verdi. Osmanlı topraklarında gerçekleştirilen ilk demiryolunun, İngilizler tarafından 1856 yılında işletmeye açılan İskenderiye-Kahire demiryolu olduğunu ifade eden Aka, demiryolunun I. Dünya Savaşı'nda ve sonrasında tahrip edildiğini, 1918 yılında ise Medine bağlantısının tamamen kesildiğini söyledi. Hicaz demiryolunun yeniden hayata geçirilmesi için Türkiye, Ürdün ve Suudi Arabistan'ın, bu hattın yapılmasına müştereken karar vermesi gerektiğinin altını çizdiğine dikkat çeken Aka, TCDD'nin bu anlamda gerekli girişimleri sürdürdüğünü belirtti.

 

Aka, "Bu önemli projeye hayat vermek için demiryolunun geçtiği diğer ülkelerin de taşın altına ellerini koyması gerekiyor. Bu projenin tamamlanması diğer ülkelerin katkısı olmadan mümkün değil. Projeye, Türkiye olarak hızlı tren istasyonlarıyla başlamış durumdayız. Suriye ve Ürdün, çalışmalara 2010'da başlayacak. Suudi Arabistan'da ise çalışmalar 2012 yılında tamamlanmış olacak. Proje tamamlandığında İstanbul'dan yola çıkan bir tren, 24 saatte Mekke'de olacak." ifadelerini kullandı.

Zaman, 15.09.2009

EZİNE'DE TARİHİ ESER OPERASYONU

Çanakkale’nin Ezine İlçesi'ne bağlı Geyikli beldesinde gerçekleştirilen operasyonda tarihi eser satışı yaptığı iddia edilen şahıs suçüstü yakalandı.

 

Edinilen bilgiye göre H.S. isimli şahsın elinde tarihi eser bulundurduğu ve bu eserleri satmak amacıyla müşteri aradığı ihbarını alan Jandarma Komutanlığı’na bağlı ekipler, Ezine İlçesine bağlı Geyikli beldesine operasyon düzenledi. Gerçekleştirilen operasyonda Geyikli iskelesinde gözaltına alınan H.S’nin üzerinde yapılan aramada tarihi eser özelliği bulunan 1 adet (16,5x2,7x2,4)cm. ebatlarında baş kısmı erkek, boyundan aşağısı çıplak kadın şeklindeki heykel ele geçirildi.

 

Heykel incelenmek üzere Çanakkale Müze Müdürlüğü’ne teslim edilirken, şüpheli H.S ise Cumhuriyet Savcılığı’nın talimatı ile ifadesinin alınmasından sonra serbest bırakıldı.

Çanakkale Kent Haber, 15.09.2009

500 YIL SÜRECEK KAZILAR

Kültepe Örenyeri Kazı Başkanı ve Ankara Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof.Dr. Fikri Kulakoğlu, ören yerindeki kazılarda çivi yazılı tabletlerin çıkmaya devam ettiğini belirterek, “Kazıların 500 yıl daha sürmesini bekliyoruz” dedi.

 

Kayseri'nin Kocasinan İlçesi Kültepe-Kaniş örenyerinde sürdürülen kazı çalışmalarında Anadolu tarihini yakından ilgilendiren belgeler çıkmaya devam ediyor. Kazı çalışmaları hakkında bilgiler veren Kültepe Örenyeri Kazı Başkanı ve Ankara Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof.Dr. Fikri Kulakoğlu, Kültepe'de çıkan eserlerin en önemlilerinin çivi yazılı tabletler olduğunu vurguladı.

 

Çivi yazılı belgelerin Anadolu tahine ışık tutması bakımından önemli olduğunun altını çizen Kulakoğlu, "Bu kazılarda tabletlerin dışında, Anadolu insanının o dönemde evlerinde kullandığı her türlü malzeme çıkıyor. Birde tabi ki ticaret sistemi sayesinde zenginleşen bu şehirde, bazı lüks eşyalarda karşımıza çıkabiliyor. Şimdi ye kadar Kültepe'de yaklaşık 25 bine yakın çivi yazılı tablet bulundu. Bunların yüzde 99'u Ankara'daki Anadolu Medeniyetleri Müzesi'nde, bir kısım tablet Kayseri Arkeoloji Müzesi'nde, bir kısmı da İstanbul Arkeoloji Müzesi'nde bulunmaktadır. Kazılarda halen tablet çıkmaya devam ediyor. Çünkü henüz Karun alanının tamamını bitirmiş durumda değiliz. Karun ve Kültepe'nin henüz 10'da 1'ini ancak kazılabilmiş vaziyetteyiz. Buradaki kazıların en az 500 yıl daha süreceğini tahmin ediyoruz” şeklinde konuştu.

Kayseri Kent Haber, 14.09.2009

TESADÜFEN BULUNAN TARİH

 

Efes Antik Kenti'nin en ilgi çekici bölümlerinden biri olan ve yüzyıl önceki kazılarda ortaya çıkarılan Celcus Kütüphanesi'ni, 1970-1978 yılları arasında yürüttüğü çalışmalarla "ayağa kaldıran" kişi olarak bilinen Avusturyalı arkeolog Friedmund Hueber'in, eksik parçaları İzmir'deki bir incir ağacının altında bulduğu öğrenildi.

 

Emekli olmasına rağmen günlerinin büyük çoğunluğunu İzmir'in Selçuk İlçesinde geçiren Arkeolog Hueber, 1970'te Efes'te çalışmaya başladığını söyledi.

 

Hueber, Celcus Kütüphanesi üzerindeki çalışmalar sırasında yaşadıkları ilginç olayı, şöyle anlattı:
"Binanın parçaları 1903-1904 kazılarında çıkmıştı. 7 parça Avusturya'ya gitmiş, parçaların bir kısmı Efes'teydi. 52 parça ise İzmir'deki Agora Açık Hava Müzesine gönderilmişti. Bunları bir araya getirirken, çok enteresan bir olay yaşadık. Arkadaşlarımla 52 parçayı incelemek ve almak için İzmir'e geldik. Alanın tamamını gezdik. Efes'ten hiçbir parçaya rastlamadık. Tepede bulunan bir incir ağacının altında otururken, bir arkadaşım ucu görünen bir taştaki motifin Efes mimarisiyle uyumlu olduğunu söyleyince çok ilgimizi çekti. Birkaç gün süren çalışma sonunda, kaybolan parçaları o tepenin altında bulduk."

 

Kütüphane çalışmaları sırasında Roma mimarisi ve Efes kentinin genel mimarisi üzerinde çok önemli bilgilere ulaştıklarını, eğimli temel tekniğinin o güne kadar sanıldığı gibi ilk kez Yunanlılar tarafından değil, Romalılar tarafından kullanıldığını anladıklarını ifade eden Hueber, perspektif ve meydan mimarisiyle ilgili önemli bulgulara ulaştıklarını bildirdi.

 

Hueber, "Efes, 1978 yılına kadar düz bir alandı, Celcus'un ayağa kalkmasıyla Efes kentine 3. boyut kazandırılmış oldu. Bunu gözlerimizle gördük ve gördük ki burası bir köy mimarisi değil, enfes bir mimari zekanın ürünüdür, anladık ki bir metropolün merkezindeyiz" dedi.

 

Efes'in ve Selçuk'un hayatında önemli bir yeri olduğunu anlatan Hueber, özellikle burada düzenlenen kültürel etkinlikler ve konserlerden büyük keyif aldığını belirtti.

 

Hueber, "Bugün gezerken insanlar kütüphanenin ihtişamını görüyor, bense onu oluşturan 757 parçanın bir araya gelişini gözümde canlandırabiliyorum" dedi.

Trt/Haber, 14.09.2009

İMPARATORLAR SANDIKTAN ÇIKIYOR

Geçtiğimiz yıllarda gün yüzüne çıkarılıp, sandıklarda saklanan Roma İmparatorları Hadrian ile Marcus Aurelius’un heykelleri Burdur Müzesi’ne yapılacak teşhir salonunda sergilenecek.

 

Burdur'un Ağlasun İlçesi'ndeki Sagalassos Antik Kenti'nden geçtiğimi günlerde çıkarılan Roma İmparatorları Hadrian ile Marcus Aurelius'un sandıklarda muhafaza edilen heykelleri, düzenlenen teşhir salonunda sergilenecek. Burdur Müzesi Müdürü Hacı Ali Ekinci, yaptığı açıklamada, İmparator Hadrian'ın başı ve İmparator Marcus'un heykellerini sergilemek için müzedeki sergi salonunun bir bölümünü değiştireceklerini ifade etti.

 

Yaklaşık bir ay içerisinde yapılacak çalışmalar için ödenek bulunduğunu kaydeden Ekici, “Düzenlemenin projesi hazırlandı ve çalışmalara başladık. 25–30 gün içerisinde yapılacak çalışmalar için ödeneğimiz hazır durumda. 2007–2008 dönemi kazıları sırasında çıkarılan eserleri, sandıktan kurtarılıp, müze içerisinde sergilenmesi Burdur ve ülkemiz turizmine büyük katkı sağlayacaktır” diye konuştu.

Burdur Kent Haber, 14.09.2009

İPEK YOLU'NA YÖN VEREN AHİLERİN MEZARLARI SAHİPSİZ

 

Bir zamanlar Selçuklu ve Osmanlı Devleti döneminde ticaret güzergahı olan İpek Yolu'na yön veren Ahilerin mezarlarına şimdilerde kimse sahip çıkmıyor.

Birçok tarihi yapıyı günümüze kadar taşımayı başaran Erzurum, Asya ve Avrupa'yı birbirine bağlayan önemli ticaret yolu olarak bilinen İpek Yolu üzerinde bulunuyor. Bir dönemler ticari merkez durumuna ulaşan Erzurum'da buna bağlı olarak Ahilik kültürü de önemli bir yere sahip. Ancak Anadolu'da ticari ve kültürel faaliyetlerin öncüsü olan Ahilerin kabirlerine ne sivil toplum kuruluşları ne de kamu kurumları sahip çıkıyor.

Erzurum merkez Yakutiye Belediyesi Mehdi Efendi Mahallesi'nde apartmanlar arasında kaybolan yeni bir Ahi mezarı tespit edildi. Kabrin Ahi Fahrettin'e ait olduğunu belirten Eğitimci Yazar Muzaffer Taşyürek, bu tür mezarların tarihe ışık tutacağını söyledi. Belediye, Anıtlar Yüksek Kurulu ve Tabiat Varlıklarını ve Koruma Kurulu'nun tarihi yapıya sahip çıkmasını isteyen Taşyürek, Ahi Fahrettin'in Anadolu Alperenlerinden olduğuna dikkat çekti.

Taşyürek, Ahi Fahrettin ile ilgili şu bilgileri verdi: "İbrahim Hakkı Konyalı tarafından mezar taşı okunmuştur. Mezar taşının arka yüzünde bir fırfır süs ve güzel bir kandil kabartması ile Kelime-i Tevhit yazısı vardır. Bu taşın sol tarafının kenarına kabartma halinde bir kama ile bir düz kılıç resmi yapılmıştır. Bununla Ahi Fahreddin kesici bir silahla öldürüldüğü anlatılmak istenmiştir. Ahi Fahreddin'in 'debbağ' olduğu beyan ediliyor." dedi. Taşyürek, Debbağlar şeyhinin esnaf üzerinde önemli nüfusu olduğunu ve ticarette hile yapanların dükkanlarını kapattırdığını ifade etti.

Öte yandan Ahi Şeyhi Tuman Baba'nın mezarı hala çöplükten kurtarılamadı. Yaklaşık 20 yıldır ulusal ve mahalli basın tarafından gündeme getirilen Ahi Tuman Baba'nın kabri definecilerce talan edilmiş durumda korunmayı bekliyor. Tarihi İpek Yolu üzerinde bulunan Erzurum'a her yıl 30 bin deve yükü emtia geldiğini dile getiren Taşyürek, "Erzurum'un hanları, kervansarayları, çarşı ve pazaryerleriyle önemli bir yeri bulunuyor. Ahi Evran'a bağlı birçok Ahi şeyhinin bulunuyor. Ahi Fahrettin'in ve Tuman Baba bunlardandır" diye konuştu.

Zaman, Haber: Selim Karahan, 14.09.2009

BİR TARİH YOK OLUYOR

Şahinbey İlçesi'nin Geneyik Mahallesi’nde Adana Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu, antik döneme ait su kuyularının üzerinde sondaj çalışmasının yapılmasını yasakladı. Yasağı dinlemeyen geçen mahalle sakinleri, tarlalarını sulamak ve su ihtiyaçlarını gidermek amacıyla tarihi alanda birden fazla sondaj çalışması yaptı. Mahalle sakinlerinden Halil Sayın, tarihi dokuya zarar veren uygulamanın sonlandırılması için tek başına mücadele başlattı.

 

‘Geneyik Su Yolu Koruma Alanı’ olarak tescillenen tarihi su kuyularının her geçen gün biraz daha yok olduğuna dikkat çeken Halil Sayın, bazı vatandaşların yasaları çiğneyerek su kuyularının üzerinde sondaj çalışmasını sürdürdüğünü bildirdi. Sayın, “Bizans dönemine ait su kuyularının koruma altına alınması için yoğun mücadele verdim. Adana Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu üyelerinin bölgede yaptıkları çalışma ardından burası sit alanı ilan edildi. Bilinçsiz bazı vatandaşların topraklarını sulamak ve su ihtiyaçlarını gidermek için başlattıkları sondaj çalışmalarının önüne geçemiyoruz. Yasalara aykırı davranan bu kişiler hakkında yasal işlem başlatılması gerekiyor” diye konuştu.

 

Geneyik Mahallesi'nde tarihi bir dokunun yok olmaması için yetkilileri bir an önce harekete geçmesini isteyen Halil Yılmaz, “SİT alanı olarak belirlenmiş bölgede yürütülen sondaj çalışmalarının durdurulması ve yeni sondaj çalışmalarına bundan sonra devam edilmemesi için konuya muhatap tüm kurumları göreve davet ediyorum” dedi. Mahalle statüsüne yeni kavuşan Geneyik’in bir kültür ve tarih merkezi haline getirilmesi için çalışma sürdürdüğünü anlatan Yılmaz, sondaj çalışmasına karşı çıktığı için mahallede bazı vatandaşların tepkisine de maruz kaldığını dile getirdi.

Gaziantep Hakimiyet, 14.09.2009

TARİHİ ROMA HAMAMI YENİ PROJE BEKLİYOR

 

Mersin’in Tarsus İlçesi'nin en önemli tarihi eserlerinden biri olan Roma İmparatorluk çağından kalma Roma Hamamı’nda 3 yıldır kazı çalışmaları yapılmıyor. Müze Müdürü Abdulbari Yıldız, Türkiye’nin değişik üniversitelerinden arkeoloji bölümü öğrencilerinin Roma Hamamı’nda kazı çalışmalarına katıldıklarını, ancak kazı süresinin 3 yılla sınırlı olması sebebiyle çalışmaların yarım kaldığını söyledi.

 

Hamamın, kuzey ve batı bölümlerinin tamamen yıkılmış durumda olduğunu, güney duvarında 3.5 metre genişlikte, 4 metre yükseklikte delik açılmak suretiyle yol geçirildiğini ifade eden Yıldız, “Yeni bir proje yapılması şart. Bu konuyu bakanlığa bildirdik” diye konuştu.

Türkiye Gazetesi, 14.09.2009

2200 YILLIK ALIŞVERİŞ MERKEZİ

 

Ayvacık İlçesi'nde bulunan Assos Antik Kenti’nde 2009 yılı kazıları devam ediyor. Kazı Başkanı Doç.Dr. Nurettin Arslan, bu yılki kazılara Almanya’nın Münih ve Cottbus ile İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) ve Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesinden (ÇOMÜ) mimarlar ve arkeologların katıldığını söyledi. Her ekibin çalışma alanlarının farklı olduğuna işaret eden Arslan, şehir surlarının ortaya çıkartılması ve çizilmesi işlemlerinin Almanlar tarafından yapıldığını bildirdi. Arslan, bu yılki kazılarda Doğu Roma ile ilgili bölümler de bulunduğunu ifade ederek, “Bunlardan ilki Ayazma Tepesi’ndeki kilisenin kazıları. Diğeri ise yine konut bölgesindeki alanların ortaya çıkartılması. Buralarda Bizans döneminin yaşam şekilleri hakkında bilgi edinmek için kazılar yapıyoruz” dedi.

Türkiye Gazetesi, 14.09.2009

GÜVERCİNADA SURLARI YENİLENİYOR

 

Kuşadası Belediyesi, ilçenin simgesi Güvercinada'da restorasyon çalışmaları başlatıyor.

Kuşadası Belediye Başkanı Esat Altungün, Güvercinada'nın zamanla bozulan ve harap olan sur duvarlarının aslına uygun olarak restore ettirmek için çalışmaların sürdüğünü bildirdi. Altungün, "Uygulama sonucunda Kuşadası'nın simgesi durumundaki tarihi ve kültürel mirasımız Güvercinada, aslına uygun şekliyle hak ettiği konuma gelecek" dedi.


Kuşadası Belediyesi tarafından hazırlatılan rölöve projelerinin Aydın Kültür Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulunca onaylandığı belirtildi. Birinci derece sit alanında yer alan tarihi Güvercinada Kalesi'nin sur duvarları ve iç kalesinin aslına uygun olarak restore edileceği bildirildi.


Yoğun ziyaretçi akınına uğrayan, doğa ve kültürel zenginliğe sahip Güvercinada'nın sosyal ve kültürel etkinliklerle canlandırılması ve turizm anlamında ilçeye canlılık getirmesi amacıyla öncelikle sur duvarlarının onarılarak iç kaleye işlev verileceği duyuruldu.

Haber Ekspres, 14.09.2009

İTALYA VE JAPONYA, KARKAMIŞ ANTİK KENTİ'NİN KAZILARINA SPONSOR OLMAK İÇİN YARIŞIYOR

 

İtalya Başbakanı Silvio Berlusconi, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'a mektup yazarak İtalyan bir firmanın Gaziantep'in Karkamış İlçesi'ndeki antik kentte yapılacak kazılara sponsor olmak istediğini bildirdi. AKP Gaziantep Milletvekili Fatma Şahin, Karkamış Antik Kenti'ndeki kazı işine daha önce Japon Prensi Tomohito Mikasa'nın da talep olduğunu belirterek, "Başbakanımız bir ay içinde kazıları Japonların ya da İtalyanların yapacağına karar verecek." dedi.

Zaman, 14.09.2009

ANİ HARABELERİ ONARILIYOR

 

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı, Kars'ta bulunan Ani Harabeleri'nin restorasyonunu yaptırıyor. Her gün biraz daha güzellik ve estetiğinden bir şeyler kaybeden Ani Harabeleri onarılıyor.

 

Özellikle define avcıları tarafından izinsiz yapılan kazılardan büyük zarar gören harabelerin tekrar bakım ve onarımları yapılarak eski güzel görünümüne kavuşturulmaya çalışılıyor. Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın destekleriyle Kars Valiliği ile Kültür ve Turizm İl Müdürlüğü tarafından yapılan ortak çalışmada Kayseri'nin Mimar Sinan Beldesi'nde getirilen taş ustaları tarafından onarılıyor. Her gün yüzlerce yerli ve yabancı turistin ziyaret ettiği harabeler tarihi dokuya uygun olarak onarılıyor.

 

Büyük bir özveri ile harabelerin onarımını yapan Rıfat ve Mehmet Boyraz isimli taş ustası kardeşler, yaklaşık olarak 20 gündür çalıştıklarını belirttiler. Çalışmaları tamamladıktan sonra gideceklerini belirten Boyraz kardeşler, "Biz çalışmamızı bitirdikten sonra gideceğiz. Bundan sora burayı sahiplemek halka düşer" dediler.

 

Kars şehir merkezinde 42 kilometre uzaklıkta olan ve eski adı 'Ani' olan Ocaklı Köyü sınırları içerisinde yer alıyor. Türkiye-Ermenistan sınırını ayıran Arpaçay Nehri'nin batı yakasında yer alan harabeler, volkanik bir tüf tabakası üzerine kurulmuş bir ortaçağ şehridir. İpekyolu üzerinden kurulan ilk konaklama merkezi olduğu kadar bir ticaret merkezi olan antik kentin zenginliği de buradan gelmektedir.

Erzurum Gazetesi, 13.09.2009

AKM'Yİ KURTARAN UZLAŞMA





Açtığı davayla AKM’deki çalışmaları durduran Kültür Sanat-Sen Sendikası ile 2010 Ajansı anlaştı. Tadilat projesinde sendikanın istediği değişiklikler yapılacak. Sendika da davayı çekecek.

 

Açtığı davayla İstanbul Atatürk Kültür Merkezi’ndeki (AKM) yenileme projesi hakkında yürütmenin durdurulması kararını aldıran Kültür Sanat-Sen Sendikası ile 2010 Ajansı anlaştı. Sendika, tadilat projesinde itiraz ettiği noktalardan vazgeçilmesi durumunda davayı geri çekecek.

 

Murat Tabanlıoğlu tarafından hazırlanan tadilat projesinde terasa yapılması düşünülen restoran, bina dışına taşınan boyahane, gişelerin yerleri ve salondaki yan balkonlardan vazgeçiliyor. Bu noktada yeni hazırlanan tadilat projesi hızla Koruma Kurulu’ndan geçirilecek ve AKM 2010 yılına yetiştirilecek.


Kültür Sanat-Sen Sendikası’nın AKM’de yenileme çalışmasına karşı çıkarak açtığı davada, İstanbul 9. İdare Mahkemesi yürütmeyi durdurma kararı almıştı. AKM’de de yeni bir kararı çıkana kadar tüm çalışmalar durmuştu. 

 

Delik deşik olan AKM binasıyla ilgili Milliyet’te yayımlanan haberin ardından binayı 2010 yılına yetiştirmeye çalışan 2010 Ajansı ile yürütmeyi durdurma kararı alan Kültür Sanat-Sen yetkilileri, bir araya gelerek uzlaşı arayışı içine girdi. Tadilat projesinde sendikanın isteği doğrultuda değişiklik yapılacak. Sendika da bu değişiklik neticesinde davayı geri çekecek.

 

AKM’nin ortada kalma tehlikesine dikkati çeken 2010 Ajansı Yürütme Kurulu Başkanı Şekip Avdagiç: “Mahkemenin nihai kararı 6-7 ayı bulur. Bu tarihten itibaren sonuç lehimize bile çıksa, 2010 yılına yetiştirmemiz imkansızdı. Bu durumda 2010 Ajansı olarak biz çekilirdik. Sendika ile itiraz noktalarında uzlaşmaya gittik. Projede ortak kararla revizyon yapılabileceğini anlattık. AKM 2010 yılı içinde sanat faaliyetlerine hazır hale gelir” dedi.

 

Kültür Sanat-Sen Genel Başkanı Yavuz Demirkaya: “Koruma yasaları kapsamında restorandan
vazgeçildi. Boyahane eski haliyle kalacak. Merdivenlerin yerlerinin değiştirilmesi ve salonda ek
balkon noktalarında anlaşmazlığımız hala sürüyor. Gişeler sol tarafta olacak. Mahkemeye konu olan kurul kararından vazgeçiliyor.”

Milliyet, Haber: Ömer Erbil, 13.09.2009

WARHOL'UN 10 ESERİ ÇALINDI

 

ABD’nin Los Angeles kentindeki bir evden, pop art sanatçısı Andy Warhol’un 10 eserden oluşan milyonlarca dolar değerinde bir koleksiyon çalındı.

Los Angeles polisinin yaptığı açıklamaya göre, çalınanlar arasında Chris Evert, Muhammed Ali, O.J. Simpson ve diğer bazı ünlü sporcuların tasvir edildiği yapıtlar bulunuyor. Hırsızlığın yapıldığı evin Richard Weisman’a ait olduğu ve çalınan eserlerin arasında bu işadamına ait bir portrenin de bulunduğu kaydedildi. Çalınan koleksiyonun bulunmasını sağlayacak bilgi verenlerin 1 milyon dolarla ödüllendirileceği bildirildi.

Hürriyet, 13.09.2009

34 BİN YILDIR BİÇİP DİKTİ

 

Amerikalı ve Gürcü arkeolog ve paleontologların Gürcistan'daki keşifleri insanların 34 bin yıldan daha uzun bir zaman önce keten iplik kullandığını ortaya çıkardı. Amerikan bilim dergisi Science'da yayımlanacak makaleye göre, Gürcistan'da bir mağaradaki kazılarda bulunan keten iplik kalıntıları yetiştirilmemiş yabani ketene ait.


Harvard Üniversitesi'nden Prehistorik Arkeoloji Profesörü Ofer Bar-Yosef bunların kumaş, dikiş ipliği, giysi, sicim ve sepet yapmakta kullanılmış olabileceğini söyledi. Bar-Yosef, bu ipliklerle yapılan cisim ve giysilerin insanların hayatta kalma şanslarını ve dağlık bölgenin zor koşullarında hareket edebilme kabiliyetlerini arttırdığına dikkat çekti. "Bunun mağara çevresinde yetişen yabanıl keten olduğunu ve modern insan tarafından sıklıkla kullanıldığını biliyoruz" diyen Bar-Yosef, ipliklerin bazılarının insanlar tarafından dokunduğunu, bunun da halat veya sicim yapmakta kullanıldığını gösterdiğini, bazılarının boyandığını belirtti.

İlk insanlar, kumaşı ve ketenle yapılan ipliği boyamak için bitkileri kullanıyordu. Bu iplikler bugün, aradan geçen çok uzun zaman boyunca tahribata uğradığından çıplak gözle görülemiyor. Arkeologlar, iplikleri mağaranın farklı derinliklerinden getirilen kil örneklerini mikroskopla incelerken tesadüfen keşfetti.


Asıl amaç sıcaklık dalgalanmalarının ilk insanları nasıl etkilediğini anlamak için ağaç polenlerini incelemekti. Araştırmacılar, iplik kalıntılarının gün ışığına çıktığı kil örneklerinin yaşını belirleme işleminde, mağaranın tabanındaki katmanları belirlemek için radyokarbon yöntemini kullandı. Mağarada 21 bin ve 13 bin yıl öncesine ait iplik kalıntıları da keşfedildi. Çek Cumhuriyeti'ndeki Dolni Vestonice'de daha önceki kazılarda 28 bin yıl öncesine tarihlenen iplik kalıntıları keşfedilmişti.

Gürcistan'ın başkenti Tiflis'teki Ulusal Müze'nin müdürü David Lordkipanidze de ülkesindeki son kazılarda bulunan fosillerin, insanın ilk atalarının bölgede, tahmin edilenden 800 bin yıl önce yaşamış olabileceklerini gösterdiğini anlattı. Gürcü bilim adamı, ele geçen beş kalıntının 1,8 milyon yıl öncesine tarihlendiğini belirterek fosillerin, 'homo erectus'un Afrika'dan Gürcistan'a, Avrupa'da insanın ilk kez ortaya çıktığının belgelenmesinden çok önce ziyarette bulunmuş olabileceğine kanıt oluşturabileceğini söyledi.

Haber Ekspres, 13.09.2009

HARPUT KALESİ'NDE YENİ YERALTI YAPILARI BULUNDU

 

Elazığ'ın eski yerleşim yeri Harput Kalesi'nde yapılan kazıda yeni yer altı yapıları bulundu.

 

Kalede yapılan çalışmalar sırasında giriş kapısı yakınlarında Doğu Roma döneminde sarnıç veya kaçış amacıyla yapıldığı tahmin edilen tünel ile Artuklu döneminde kalenin yer altı yapılarına ulaştığı tahmin edilen girişi belirlendi.

 

Tünel, minare merdivenleri gibi dik bir şekilde zemine doğru inerken, yine basamaklarla yer altına inen tesis girişi, kendi zemininden yer yer zeminden 14-15 metre yükseklikte tavana sahip bulunuyor.

 

Elazığ Arkeoloji ve Etnografya Müzesi Müdürü ve kazı başkanı Haydar Kalsen, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Bakanlığın izin ve desteği ile Valiliğin büyük destek ve katkılarıyla kalede 2005 yılında başladıkları kazıya devam ettiklerini söyledi.

 

Kalsen, kazılarda çok önemli mesafeler aldıklarını belirterek, Urartular'dan son Osmanlı dönemine kadar birçok medeniyetin kültür varlıklarını, mimari kalıntılarını somut örneklerine açığa çıkardıklarını kaydetti.

 

Kazı bilimsel danışmanı emekli öğretim üyesi Prof.Dr. Veli Sevin ise kalenin 3 giriş kapısı içinde en eskisi olan ve Doğu Roma Dönemi'nden kaldığını tahmin ettikleri kapının yanında yaptıkları sondaj ve temizlik çalışmaları sırasında yeni bir yer altı tünelinin varlığını keşfettiklerini söyledi.

Kazı çalışması başlattıkları tünelin, taştan minare basamakları gibi dik bir şekilde aşağı doğru indiğini ifade eden Sevin, ''Büyük bir ihtimalle kalenin su ihtiyacı ya da savunma veya gizli bir çıkış amacıyla inşa edilmiş. Eldeki veriler, daha çok Doğu Roma döneminde kullanıldığını yani kalenin en erken döneminde Roma dönemlerinde inşa edilmiş olabileceğini gösteriyor. Bu tünel Harput'un önemine yepyeni bir katkı. Geçen yıl bulunan Urartu-Artuklu zindanına ilaveten yepyeni bir katkı olarak ortaya çıkarılıyor'' dedi.

 

Sevin, tünelin duvarlarının Doğu Roma Bizans, Artuklu ve Dulkadiroğulları izlerini taşıdığını, duvarların ''Horasan Harcı'' olarak bilinen kireç ve ince kum karıştırılarak elde edildiğini belirterek, sıvanın bin yıldır halen görevini yaptığını kaydetti.

 

Sevin, Harput Kalesi'nin bir yer altı dünyası olduğunun anlaşıldığını, Urartular döneminden başlamak üzere Bizans ve Artuklular'ın kalenin üzerine inşa ettikleri büyük yapılar kadar bir bölümünü de yer altına inşa ettiklerini söyledi.

 

Kazının her geçen gün yeni bir sürprizi müjdelediğini ifade eden Sevin, Bizans tünelinin çalışmaları sırasında bu tünelin üzerinde Osmanlı Mahallesi'nin altında yepyeni bir yer altı mimarisi ile karşılaştıklarını kaydetti.

 

Sevin, şunları söyledi: ''Bu şimdiye kadar bulduklarımızın en görkemlisi. Gerçekten şaşırtıcı güzellikte, şaşırtıcı büyüklükte kapsam olarak da muazzam bir yer altı tesisiyle karşı karşıyayız. Henüz kapısı açılmakta olan bu tünelin içine de büyük çapta toprak dolmuş, ama içine girilebiliyor. Yürünebildiği kısmıyla zaman zaman kemerli tünellerin, kemerli tavanlarının yüksekliği 14-15 metreye kadar varıyor. Hakikaten heybetli görkemli muazzam bir yer altı tesisiyle karşı karşıyayız.''

 

Sevin, tesis girişinin ana kayaya oyularak yapıldığını, kayanın bittiği yerde yine Horasan harcı kullanılarak örülmüş taş ve tuğlalardan yapıldığını belirterek, tuğla işçilik ve kemerlerin tesisin Artuklular döneminde yapıldığına işaret ettiğini anlattı.

 

Sevin, henüz kazıların çok başında olmalarına rağmen önemli yapılar ortaya çıkardıklarını belirterek, bulunan yapılar ile Harput'un Türkiye'nin, Doğu Anadolu'nun en dikkati çekici kültür, arkeolojik ve turistik merkezlerinden biri haline geleceğine inandığını sözlerine ekledi.

Harput Kalesi'nde yapılan kazılarda bugüne kadar kale camisi, konutlar, konaklar, dükkanlar, atölyeler, sokak ve meydanlar ile sarnıçlar ortaya çıkarıldı.

 

Kalede yer altı yapısı olarak kayaya oyulmuş, 90 basamakla yerin 30 metre altına doğru ilerleyen ve 12. Yüzyılda Artuklu Hükümdarı Belek Gazi'nin Kudüs Kralı 2. Baldwin'i hapsettiği zindan bulunarak, temizlenmişti.

Zaman, 13.09.2009

TRAKLARIN BİLİNMEYENLERİ ORTAYA ÇIKACAK





Tekirdağ'da Ganos Dağı eteklerinde MÖ 5000'de kurulduğu tahmin edilen kentte yapılacak arkeolojik kazılarda, Trak şehirlerinin fiziksel şekli, sosyal ve kültürel yaşantıları ortaya çıkartılacak.

 

Bölgede, geçen yıl ilk kez başlatılan ve Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi (MSGSÜ) Arkeoloji Bölümü Öğretim Görevlisi Yrd. Doç.Dr. Zeynep Koçel Erdem tarafından sürdürülen çalışmalarda, Trakların tarih öncesi kentlerine ait bulgular elde edildi.

Erdem, 1 Alman öğrencinin de bulunduğu 9 kişilik araştırma ekibinin, Ganos Dağı eteklerindeki detaylı arkeolojik yüzey araştırmasının, Şarköy İlçesi Göziköy, Hoşköy, Esendik, Palamut, Beyoğlu, Tatarlı ve Ormanlı köylerinde sürdüğünü söyledi.

Bölgedeki çalışmalarda, Trakların bilinmezlerini ortaya koyabilecek bulgulara rastlandığını ifade eden Erdem, ilk buluntulara göre Trakların kıyılara nazaran daha çok iç kesimlerde yerleştiklerini saptadıklarını kaydetti. Ganos Dağı'nın eteklerinde kurulan kentte özellikle 4. yüzyıldan Bizans dönemine kadar yoğun yerleşmelerin varlığını tespit ettiklerini belirten Erdem, şunları söyledi:

''Yüzey araştırmamızın, 2 yıl daha süreceğini öngörüyoruz. Bundan sonra başlayacak kazılarda, tarih öncesine ait ve Trakların bilinmezlerini ortaya çıkarabilecek çok önemli buluntuları elde edeceğimizi tahmin ediyoruz.''

Erdem, bölgede yapılacak kazılarda, Trak şehirlerinin fiziksel şeklinin de ortaya çıkacağını bildirdi. Trakların, tarih öncesinde Efes gibi mermerle süslü görkemli yapılar yerine çok daha farklı fiziksel özelliğe sahip şehirlerde yaşadıklarını ifade eden Erdem, kazıların Trakların sosyal ve kültürel yapılarını da ortaya çıkarmaya yardımcı olacağını söyledi. Şimdiye kadar bölgede bilinmeyen klasik dönem yerleşmelerinin izlerine rastlandığını ifade eden Erdem, şöyle devam etti:

''Yerel Trak kabilelerinin yaşadığı bu şehirlerde çok ilginç buluntulara rastladık. Bunlar tarihe ışık tutan eserler. Bölgede, tümülüsler dışında değişik mezar türlerinin kullanıldığını da tespit ettik. Trakların tarih öncesindeki bu kenti, tümülüsler bakımından çok zengin. Klasik döneme uzanan höyükler tespit ettik. Beyoğlu bölgesinde rastladığımız kaleler de klasik dönemden Bizansa kadar kullanılmış.''

Erdem, geçen yılki detaylı arkeolojik yüzey araştırmasında, seramik parçası ve taş aletlere rastlandığını anımsatarak, bu buluntuların MÖ 5000'lere ait olduğunun tahmin edildiğini söyledi. 7 bin yıl öncesine ait eserlerin bulunmasının tarihe ışık tutacak nitelikte olduğunu belirten Erdem, ancak bölgede kaçak kazı yapanların bu buluntulara ciddi zararlar verdiğini bildirdi. Erdem, bölge halkının kaçak kazı yapanlara karşı duyarlı olması ve bunlara fırsat vermemesi gerektiğini sözlerine ekledi.

Trakların Odyris Krallığı, Edirne'nin Keşan İlçesinin doğusundan İstanbul Selimpaşa'ya kadar uzanan sahil kesiminde hüküm sürdü.

MÖ 359-341 yılları arasında yaşayan Odyris Kralı Kersebleptes'in krallığı, Makedonya Kralı II. Philip döneminde istilaya uğradı ve II. Philip, Trakların Odyris Kralı Kersebleptes'in kenti Heraion Techos'u aldı. 10 yıl boyunca Kral Kersebleptes, II. Philip'in egemenliği altında yaşadı ve MÖ 341'de öldü.

Trakların MÖ 12. yüzyılda doğudan geldiği ve daha sonra MS 1. yüzyılda tarih sahnesinden silindikleri belirtiliyor.

Sabah, 12.09.2009

7 YIL ÖNCE ULU CAMİ'DEN ÇALINAN ÇİNİLERİN BULUNMASI SEVİNÇLE KARŞILANDI

 

Adana'nın tarihi Ulu Camii'nin restorasyonu sırasında çalınan 223 adet çininin 500 bin dolar değerindeki 67 parçasının İstanbul'da ele geçirilmesi kentte sevinçle karşılandı.

 

Restorasyon çalışmaları sürerken 6 Aralık 2002 'de caminin kapılarını kıran hırsızlar çinileri sökerek kayıplara karışmıştı. O tarihten bu yana yerleri boş duran çinilerin, yerlerine tekrar yerleştirilmesi bekleniyor. Vakıflar Bölge Müdürlüğü yetkilileri, ekspertizin ardından adli emanete teslim edilen çinilerle ilgili haberleri basından öğrendiklerini söyledi. Yetkililer, çinilerin tekrar yerine konulmasının uzmanlık gerektirdiğine dikkat çekerek, Genel Müdürlük Sanat Eserleri Yapı İşleri Daire Başkanlığı'nın karar vereceğini kaydetti. Yetkililer, çinilerin bir müzede sergilenebileceğini de ifade etti.

 

Çukurova Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Türk İslam Sanatları Tarihi Ana Bilim Dalı Başkanı Yrd. Doç.Dr. Gözde Ramazanoğlu, Ulu Camii'ndeki çinilerin bulunmasını "çok sevindirici" bir gelişme olarak değerlendirdi. Hem Adana tarihi hem mimarlık açısından bu çinilerin büyük öneminin olduğunu dile getiren Ramazanoğlu, yıllar sonra bu eserleri bulanları tebrik etti. 16. yüzyıl ağırlıklı çinilerin günümüz teknolojisiyle üretmenin imkansız olduğuna işaret eden Ramazanoğlu, şunları söyledi: "Adeta Ulu Camii'ni çini müzesine çeviren bu nadide eserlerin geri gelmesi çok önemlidir. Dünyanın farklı müze ve koleksiyonlarında bu çiniler paha biçilemiyor. 16. yüzyıl ortalarında 20-25 yıllık sürede üretilen bu çinilerin dünyada pek fazla örnekleri yok. Cami duvarlarında çalınan çinilerin eksikliği herkes gibi beni de üzüyordu. Duvarlardaki eksik parçalar mevcutlarından daha az olduğu için çinilerin bütünlük bakımından tekrar yerine konulmasının uygun olacağını düşünüyorum. Ancak bu konudaki son kararı yetkili birimler vereceklerdir."

 

Adana Müftü Vekili Cafer Erol ise Ulu Cami'nin Adana'nın tarihi simgelerinden birisi olduğunu vurguladı. Ramazanoğlu Beyliği'nin Türk İslam mimarisinin şaheserlerinden biri olan mabedin yıllar önce çinilerinin çalındığını bildiren Erol, "Şu anda bu kıymetli çinilerin bulunduğunu haberlerden öğrendik. Çok sevindik. İnşallah yetkililer tarafından tekrar çıkartıldıkları yere monte edilerek, eski güzelliğine kavuşturulur." dedi.

Zaman, Haber: Mehmet Şahin, 12.09.2009

HAVRADA RESTORASYON 2010'DA

 

 

Gaziantep Vakıflar Bölge Müdürlüğü'nün şu anda bir harabe görünümünde olan Havra'yı restore ettirip kente yeniden kazandıracağı belirtilirken, Büyükşehir Belediyesi'nin de Havra'nın çevresinde düzenleme yapacağı kaydedildi.

 

Havra'nın çevresinde düzenleme çalışması Vakıflar Bölge Müdürü İsa Güven, Havra'nın çalışmalarının sürdüğünü Havra'nın 2010'da restore edilip kente yeniden kazandırılacağını belirtirken, kendilerinin restorasyon işlemlerini tamamlanmasının ardından çevre düzenlemesinin de başlayacağını söyledi. 1 Yılda ayağa kalkacak Havra'nın restorasyon işlemlerinin yaklaşık 1 milyon liraya mal olacağını dile getiren Güven, havranın çalışmalar başladıktan bir yıl sonra tamamlanacağını dile getirdi.

 

Tarihi Havranın çevresinde bazı vatandaşlar satın aldıkları eski Antep evlerini yıkarak yerini otoparka çevirdiler. 2010 yılında Havrada başlayacak olan restore çalışmaları öncesinde bu otoparkların faaliyetlerinin men edilmesini isteyen bazı arkeologlar, “Tarihi yapı çevresinde bu tür görüntüler hiçte hoş değil. Havranın hem arkası hem de önünde otopark işletiliyor. Bu duruma yetkililerin bir an önce son vermesini istiyoruz” diye görüş belirttiler.

Gaziantep Hakimiyet, 12.09.2009

OSMANLI 550 YIL ÖNCE UYGULAMIŞ

 

Osmanlı Devleti şehircilikle de yakinen alakalı olduğunu ispatlamıştır.

 

Osmanlı döneminin en önemli tarihi yapılarından biri olan Edirne Sarayı'nda günümüzün modern şehircilik alt yapısının yaklaşık 550 yıl önce uygulandığı ortaya çıktı.

 

Yapımına 1450 yılında II. Murat döneminde başlanan ve Fatih Sultan Mehmet döneminde tamamlanan Edirne Sarayı daha sonra yapılan ilavelerle 3 milyon metrekarelik geniş bir alana ulaştı. Osmanlı dönemindeki yapılan diğer saraylardan farklı olarak bir şehir şeklinde inşa edilen tek yapı Edirne Sarayı savaşlardan dolayı harabeye döndü. Zaman içerisinde önemli bir bölümü yok olan sarayın tekrar eski günlerine dönmesi için kazı çalışmaları başlatıldı.

 

Trakya Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü Öğretim Üyesi Yrd.Doç.Dr. Mustafa Özer başkanlığında yapılan çalışmalar devam ediyor. Temmuz ayında sarayın Kum Kasr-ı bölümüne ait hamamlarda ve mutfaklar bölümünde devam eden kazılarda günümüzün modern şehircilik alt yapısının yaklaşık 550 yıl önce Osmanlı tarafından uygulandığı ortaya çıktı.

 

Şehir şeklinde inşa edilen Edirne Sarayı'nın temiz su ihtiyacını karşılayan ve atık suyu uzaklaştıran alt yapı şebekesinin kurulduğu belirlendi.550 yıl önceki kullanılan su nakil sistemini günümüzün su şebekesinden ayıran özelliği kullanılan malzemenin farklı olması.


Kazı Başkanı Yrd. Doç.Dr. Mustafa Özer, yapılan kazıların Osmanlı'nın alt yapı hususunda ciddi ilerlemeler kat ettiğini gösterdiğini belirtti.

 

Kazı çalışmalarının kum kasrına ait hamam ile saray mutfağının bulunduğu alanda devam ettiğini ifade eden Özer, bu çalışmalar sırasında pek çok alt yapı izine rastladıklarını söyledi.

 

Özer, "Edirne Yeni Sarayı'nın Kum Kasrı Hamamı Matba-ı Amire'de yaptığımız arkeolojik kazılar sonucunda ortaya çıkarılan alt yapı sistemlerinin günümüzde belediyelerin yaptığı alt yapı sistemleriyle ilişkili olduğunu görüyoruz. Aslında mantık olarak aynı olan atık su, temiz su bağlantıları ve bunların yapılardan uzaklaştırılması yakınlara getirilmesi yöntemlerinin aynı olduğunu sadece kullanılan malzemelerin farklı olduğunu görüyoruz." diye konuştu.

 

Yrd. Doç.Dr. Mustafa Özer, 1450'li yıllarda yapıldığını bildikleri her iki yapıda ve çevresindeki mekanlarda karşılaştıkları bu alt yapıya ait izlerin kendilerine Osmanlı mimarisi ve şehircilik anlayışını gösteren önemli veriler olduğunu ifade etti. Özer, "Bu veriler Osmanlı şehirciliğinin önemli bir göstergesi durumda. Ve alt yapısı hususunda çok ciddi ilerlemeler kat ettiği bizlere göstermektedir." dedi.

Trt/Haber, 10.09.2009

İKİZTEPE KAZILARI TAMAMLANDI

 

İkiztepe kazıları 35 yıldır sürüyor. Yörede şimdiye kadar çok önemli tarihi bulgular ortaya çıkartıldı.

 

İstanbul Üniversitesi Öğretim Üyesi Profesör Önder Bilgi başkanlığındaki kazılar bu yıl, ilk tunç çağı yerleşim alanı olan Tepe 1'de sürdürüldü. Bilgi, kazıların daha derinlere doğru geliştirildiğini, ana toprağa kadar ulaşıldığını söyledi. Ortaya çıkan 4 mimari tabakadan iki tanesinde, mimari ile ilgili ve hatta ocak fırın kalıntılarıyla ilgili enkazlara rastlandı.

 

Bulgular, burada yaşayanların, dönemlerine göre sanayi oluşturduğunu ve özellikle tekstil alanında ileri gittiğini ortaya koyuyor. Bu yılki kazılarda, silah, takı, kolye ve kesici alet türünden 245 parça, gün ışığına çıkartıldı.

 

İkiztepe'de elde edilen bulgular, Samsun Arkeoloji ve Etnoğrafya Müzesi'nde sergileniyor.

Trt/Haber, 10.09.2009

KARS'IN TARİHİ EVLERİ KAYBOLUYOR

Kars Kalesi'nin eteklerinde bulunan tarihi Kars Evleri kaderine terk edildi.


Kaleiçi Mahallesi Dereiçi mevkiinde bulunan tarihi evler ilgisizlik ve bakımsızlıktan dolayı yıkılmaya başlanmış.

Kars Belediyesi tarafından koruma altına alınan ancak restorasyonu yarım kalan tarihi evler, kaderine terk edilmiş. Geçmişte muhteşem görüntüsüyle görenleri büyüleyen tarihi evler şimdi harabeye dönmüş vaziyette. Madde bağımlılarının mekanı haline gelen bu buram buram tarih kokan evler kısa sürede koruma altına alınmaz ise yıkılarak tarihin karanlıklarına gömülecek.

Kars Kent Haber, 28.08.2009

SULAR TARİHİ KÖPRÜYÜ YUTUYOR

 

 

Karaman'ın Ermenek İlçesi'nde yapımı tamamlanan ve su tutulmaya başlanan Ermenek Barajı ve Hidroelektrik Santrali'nin (HES) suları altında, ekili alanlar ve yerleşim birimleri dışında tarihi Görmeli Köprüsü de kalacak.

 

Göksu Nehri üzerine Karamanoğulları Beyliği döneminde Mahmut Bey'in oğlu Mirza Halil Bey ile Bedreddin İbrahim Bey tarafından yaptırılan ve 703 yıllık tarihi bir geçmişe sahip olan Görmeli Köprüsü'nün sulara gömülecek olması çevre halkını üzüyor. Baraj kapaklarının kapanmasıyla yavaş yavaş sulara gömülmeye başlayan tarihi köprü, Ermenek'in Kazancı beldesi ile Mersin'in Anamur ilçesini birbirine bağlıyordu.

 

Köprüden 20 dakikada Kazancı'ya sağlanan ulaşım yeni yapılan servis yoluyla 2 saate çıkacak. Ermenek-Kazancı ve Görmeli yolunun ise Evsin Köyü üzerinden sağlanması beklenirken, Ermenek-Görmeli arası 58, Ermenek-Yalındal 62 ve Ermenek-Kazancı arası da 75 kilometreye çıkacak. Öte yandan, Görmeli Köprüsü'nün batı cephesinde bulunan kitabelerin yerinden sökülerek Karaman Müzesi'ne taşındığı öğrenildi.

 

Türkiye'nin birinci, Avrupa'nın altıncı yüksek barajı ve dördüncü büyük baraj gölü olma özelliğini taşan Ermenek HES Barajı'nın yıllık 120 milyon euro gelir getirmesi bekleniyor. Yedi yılda yapılan masraflar elde edilecek gelirle 5 yılda karşılanmış olacak. Temelden yüksekliği 218 metre, göl alanı ise 62 kilometrekare olan barajın 4.6 milyar metreküp su toplayacağı öğrenildi.
Karaman Kent Haber, 27.08.2009

Troya (National Geographic, Mayıs)
...1915




6 - 12 Eylül 2009

BERGAMA'NIN TARİHİ KULESİ HAZIR

 

Almanya'daki vakıflar tarafından 500 milyon lira harcanarak yapılan Bergama Kızılavlu Kilisesi'nin Güney Kulesi'nin restorasyon çalışmaları 2 yılda tamamlandı. Açılışı 27 Eylül'de yapılacak

Dünyada 7 kiliseden biri olarak bilinen Bergama Kızılavlu Kilisesi'nin Güney Kulesi'nin restorasyonunun tamamlandığı, kulenin açılışının 27 Eylül 2009 tarihinde Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay tarafından yapılacağı belirtildi.


Bergama Kaymakamı Ahmet Ertan Yücel başkanlığında Bergama Belediye Meclisi Salonu'nda toplantı düzenlendi. Toplantıya, Belediye Başkanı Mehmet Gönenç, Emniyet Müdürü İsmail Akıntürk, CHP İlçe Başkanı Dr. İdris Yavuzyılmaz, DP ilçe Başkanı ve BERKSAV Başkanı Mustafa Durmaz, Turizm Derneği Başkanı Macit Gönlügür ve Müze Müdürü Adnan Sarıoğlu ile Kazı Başkanı Prof. Dr. Felix Pirson katıldı.


Kızılavlu Kilisesi Güney Kulesi restorasyonu hakkında bilgi veren Prof. Dr. Pirson, restorasyonun Almanya'daki vakıflar tarafından 2 yılda tamamlandığını, 500 bin TL'lik harcama yapıldığını belirtti.
Prof. Dr. Pirson, kulenin açılışının 27 Eylül'de Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay tarafından yapılacağını ifade ederek, çalışmalara gelecek yıllarda Akropol ve diğer antik alanlarda da devam edileceğini kaydetti.


Kaymakam Ahmet Ertan Yücel ise Bergama'nın potansiyel zenginliğe sahip bir ilçe olmasına rağmen eksiklerin bulunduğunu, ortaya çıkarılan değerlerden yararlanılması arayışına girilmesi gerektiğini belirterek, Kızılavlu'daki bütün eserlerin elden geçirilmesini istedi.

Haber Ekspres, 12.09.2009

AŞKLARINI TARİHİ ESERLERE KAZIDILAR





Muğla'nın Yatağan İlçesi'ndeki, binlerce yıl önceden kalma eserlerin, üzerlerine sprey, tornavida ve demirlerle yazılan aşk mesajları, özel koruma altında olması gereken tarihi değerleri harap etti. Tarihe yapılan bu saygısızlık, arkeolojik kazıların heyet başkanlarını da isyan ettirdi.
Muğla Yatağan'daki iki önemli antik kenti olan, Stratonikeia ve Lagina'nın kazı heyetleri başkanları, eserlerin bekçilerle korunamayacağını belirterek, "Genç nesil bilgilendirilmeli" dedi.

Dünyanın en büyük mermer kenti olma özelliğini taşıyan Stratonikeia'da, meclis binası duvarları ve sütunları ile oda mezarın iç duvarlarına yazılar yazıldı. Ayrıca meclis binası duvarında, bir otomobil tamircisinin reklamının olması ziyaretçilerin tepkisini artırdı. Pagan dininin merkezi kabul edilen Lagina antik kentindeki eserler de aynı şekilde tahribata uğradı. Her yıl dini törenlerin düzenlendiği kentteki kutsal yol üzerinde bulunan tarihi eserler üzerine çivi ve benzeri aletlerle yazılar yazıldığı gözlendi.


Lagina Kazı Başkanı Prof. Dr. Ahmet Tırpan, tarihi eserleri korumanın, ilköğretim okulundan itibaren verilecek eğitimle gerçekleştirilebileceğini söyledi.

Prof. Dr. Tırpan, "Yaşadığı çevreyi ve kültürü bilmeyenler, tarihini de bilemez. Gençlerimiz Anadolu tarihini bilmezlerse, eserleri tahrip eder, üzerlerine isimlerini yazar. Önceki yıllarda okullarımızda turizm ve arkeoloji dersleri vardı. Öğrencilere yaşadıkları topraklardaki önemli insanlar, yerler ve eserler tanıtılıyordu. Ancak bu dersler Milli Eğitim müfredatından kaldırıldı. Sorunun temeli de bu" dedi. Prof. Dr. Tırpan, "Antik kentlerimizde binlerce eser var. Her eserin yanına eli sopalı bir bekçi dikemeyiz. Her yazı yazanın peşinden koşamayız. Kentler, özel güvenlik şirketlerinin birkaç çalışanı tarafından korunuyor. Koruma, eserlerin başında beklemeyle sağlanamaz. Antik kentlerin güvenliğinden sorumlu insanların da eğitimden geçirilmeleri ve en azından korudukları bölgelerdeki tarihi, öğrenmeleri gerekiyor" dedi.

Stratonikeia Antik Kenti Başkanı ve Pamukkale Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Bilal Söğüt de, antik kentlerin güvenliğinin artırılması gerektiğini söyledi. Tarih sevgisini aşılamanın uzun bir süreç olduğunu anlatan Doç. Dr. Söğüt, güvenlik personelinin sayılarının da arttırılması gerektiğini vurguladı. Doç. Dr. Söğüt, "Stratonikeia ölümüne aşkın yaşandığı bir kent. Gladyatörleri ve aşk hikayesiyle tarihe ismini yazdırmış bir yer. Ancak bazı kişiler, aşklarını yanlış yerlere yazıyor. Antik kente gelen yabancılar, eserler zarar görebilir diye telefonlarını kapatıyor, ayakkabılarını çıkarıyor. Bu bilince sahip olduğumuz gün, eserlerimiz emin ellerde olur" diye konuştu.

Yeni Asır, Haber: Osman Akça - Fatih Abacıoğlu, 12.09.2009

PVC SÖKÜLDÜ TARİH NEFES ALDI

 

 

Fatih Sultan Mehmet'i Rum mimara uyguladığı haksız ceza yüzünden yargılayan İstanbul'un ilk kadısı ve belediye başkanı Hızır Bey'in yaptırdığı, son yıllarda harap durumda olan Hızır Bey Camii, İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nce restore edildi. Yıllar içinde yapılan onarımlarda özünü kaybeden caminin, tavan, duvar, minber ve mihrabındaki PVC kaplamalar sökülünce, tarihi yapının özgün desenlerine ulaşıldı. Vefa'da harap halde olan Hızır Bey Camii'ndeki restorasyon çalışmaları iki yıl önce başlatıldı. Uzmanların yaptığı ilk incelemede, İstanbul'un fethinin ardından inşa edilen camiye 19'uncu yüzyılda aslına uygun olmayan avlu, son cemaat yeri, abdest alma yeri ve lojman eklendiği son yıllarda yapılan onarımlarda ise cami içi duvar ve tavan yüzeyleri ile mihrap ve minberin PVC esaslı malzeme ile kaplandığı tespit edildi. Koruma Kurulu kararıyla yapılan sökümlerden sonra cami aslına uygun onarıldı.

Sabah, Haber: Hasan Ay, 12.09.2009

İNTEPE, HEKTOR HEYKELİNE KAVUŞTU





Çanakkale'nin İntepe beldesinde yapımı tamamlanan ve beldenin girişine yerleştirilen “Hektor Heykeli”nin açılışı yapıldı.

 

İntepe Belediye Başkanı Alaattin Özkurnaz, törende yaptığı konuşmada, Hektor'un yağmur bereketiyle geldiğini söyledi.

Heykelin beldeye ve ülkeye turizm anlamında büyük katkılar sunacağına inandıklarını ifade eden Özkurnaz, “Hem İntepe hem Çanakkale hem de ülkemiz kazanacak. Bu bizler için tarihsel ve kültürel bir kazançtır. Hektor heykelinin yapımı aşamasında emeği geçenlere teşekkür ediyorum. İtalya'nın Nemi kentinden gelen misafirlerimizin bugün burada olması açılışımıza ayrı bir anlam kattı. Çünkü İtalyanlar kendi köklerini Truva'da arıyor. Hektor da Truva Savaşları'nın baş kahramanlarından birisidir” dedi.
 
Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay'ın Hektor Anıtı ile ilgili görüşlerini açıklamasının ardından “Günay'dan önce davranarak böyle bir heykel yaptırdılar” söylentilerinin gerçeği yansıtmadığını belirten Alaattin Özkurnaz, şöyle konuştu:
“Kültür Bakanımızdan önce davrandığımız gibi bir durum yok. Çünkü, bu heykel bizim 5-6 yıl önceki bir hayalimiz. Bakanın düşüncesi de bizi mutlu etti. Biz sadece kendi düşüncelerimizi gerçekleştirdik. Sayın bakanın hayali konusunun gerçekleşmesinde de en büyük destekçisi olacağız. Biz bu heykeli kendi şartlarımızla yaptık. Boğaza hakim bir yerde Hektor'u var ettik. Burası sosyal aktivite merkezi olacaktır. Çevre düzenlemesinin ardından daha güzel bir uğrak mekan haline gelecektir.”

Heykeli ücretsiz olarak yapan heykeltıraş Tülay Çelikel ise mermer malzemesi kullanarak yaptıkları heykelin kaidesi ile birlikte 5 metre yüksekliğe sahip olduğunu söyledi.
Heykeli bir aylık çalışmayla yaptıklarını ifade eden Çelikel, şöyle konuştu:
“Kendi düşüncelerimizi yansıttığımız, kendimize ait bir Hektor heykeli oluşturduk. Bu tümüyle bana ait bir tasarım oldu. Kendi ruhumu bu eserime yansıttım. Hektor'un Türk-Yunan savaşlarıyla ilgili karakterini biraz daha barışa bağlayabilir miyiz? Bunun hesabını yaptık. Bunu daha yumuşak hatlarla daha farklı formlarda daha güçlü tasvir etmeye çalıştık.”

Heykelin yapımında görev alan Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi öğretim elemanı Seyhan Boztepe de heykel çalışmasını Çanakkale'de yaptıklarını belirterek, bunun büyük önem verdikleri projelerden birisi olduğunu söyledi.

Boztepe, İntepe beldesinin bu heykelden ciddi kazançlar elde etmesini beklediklerini kaydetti.

Hürriyet, 12.09.2009

YAĞMALANAN HÜNKAR KASRI ORİJİNAL ÇİNİLERİNE KAVUŞUYOR





İçindeki paha biçilmez tarihî eserleri yağmalanan Yeni Camii-Hünkar Kasrı, eski ihtişamına yeniden kavuşuyor. Çinilerinin çoğu çalınan ve kalanları da hırsızlar tarafından tahrip edilen kasır, Vakıflar Genel Müdürlüğü'nün çalışmaları sayesinde canlanacak.

 

Vakıflar, büyük çaba harcayarak kayıp 400 çiniden 24'ünü bulmayı başardı. Bugünlerde bakımı yapılan çiniler orijinal yerlerine monte ettiriliyor.

 

Vakıflar Genel Müdürlüğü'nden alınan bilgiye göre, 1940'tan beri ilginç hırsızlıklara sahne olan kasırdan 400'den fazla çini çalındı. 2003'te 17. yüzyıla ait 24 çini çalındı. 3 yıl boyunca izine rastlanmayan eserler, Londra'da ortaya çıktı. Ünlü bir müzayede evi olan Sotheby's, çinileri 2007'de satışa çıkardı. Vakıflar Genel Müdürlüğü Kaçakçılık Daire Başkanlığı'nın takibinde olan ve İnterpol'ün de aradığı eserler arasında yer alan çinilerin satışı hemen durduruldu. Türkiye'ye getirilen çinilerin öncelikle bakımları yapıldı ve yeniden kullanılabilecek şekle getirildi.

 

Genel müdürlük, ünlü yapının restorasyonunu da başlattı. İstanbul Ticaret Odası sponsorluğunda restore ettirilen Hünkâr Kasrı yeniden ayağa kaldırıldı. Çiniler takılmak üzere İstanbul Ticaret Odası yöneticilerine teslim edildi. Restorasyon sırasında mevcut çiniler tek tek sökülerek numaralandırıldı. 10 bin civarında sayımı yapılan çinilerin 500 tanesi ise sahte çıktı. Daha önceki restorasyonlarda gerçeklerinin yerine sahte çinilerin yerleştirildiği tespit edildi. Zemin hazırlama ve projelendirme çalışmalarının tamamlanmasının ardından 'kasırbaş' olarak adlandırılan en görkemli odanın duvarından sökülen çiniler halen boş olan orijinal yerlerine takılacak.

 

Osmanlı padişahlarının yazlık saraylarından biri olan Hünkar Kasrı (Valide Kasrı), Türk sivil mimarisinin bir şaheseri olarak kabul ediliyor. Yapının içinde Yeni Cami'ye gizli bir geçit bulunuyor. Yapıldığı yıllarda Valide Sultan, daha sonra da padişah ve sultanlar namazdan ve dini törenlerden önce buraya gelir, bir süre dinlenirlermiş. Kasrın giriş kapısındaki ağaç işçiliği, içerideki çinili ocaklar, duvarları kaplayan çini panolar, renkli cam pencereler büyük dikkat çekiyor. İznik'te yapılan çinilerin bir kısmı sadece bu kasrı süslemek için özel olarak yapıldığından, desenlerine başka hiç bir yerde rastlanmaz.

Zaman, Haber: Aslıhan Aydın, 12.09.2009

YEŞİL CAMİ İÇİN SPONSOR ARANIYOR





Osmanlı'nın ilk başkenti Bursa'nın sembollerinden Yeşil Camii bakımsızlıktan adeta dökülüyor. Her ay binlerce turistin ziyaret ettiği cami kapsamlı bir restorasyon bekliyor.

Vakıflar Bölge Müdürlüğü, tarihi eserlerin onarımında kullanılan paranın tamamının vergiden düşürülmesini öngören ve kamuoyunda 'Sponsorluk Yasası' olarak bilinen düzenlenme ile tarihi camiyi yeniden ayağa kaldırmayı hedefliyor. Çelebi Sultan Mehmet tarafından 1419'da yaptırılan Yeşil Camii, 1855 depreminin ardından 1862'de kapsamlı bir restorasyon görmüştü. Valilik, 'Tarihi camiye sponsor olurum' diyen işadamıyla görüşmelerini sürdürüyor.

Osmanlı payitahtı Bursa'da, tarihi eserlere yönelik restorasyon çalışmaları son yıllarda artarken Yeşil Camii'nin restorasyonu bir türlü gerçekleşmedi. Yeşil Camii, 1552den sonra, bazı önemli tamirler geçirdiyse de en önemli tamirini 1855 zelzelesinden sonra 1862 senesinde gördü. 1992'de kısmen restore edilen caminin dış cephesi 2005'te elden geçirildi; ancak tarihi caminin içerisindeki kırık çiniler yürek burkuyor.

Vakıflar Bölge Müdürlüğü, tarihi caminin restorasyonu için sponsor arayışına gidi. İlk kez 2 Ocak 2004'te Resim Gazete'de yayınlanarak yürürlüğe giren, tarihi eserlerin restorasyonunda kullanılan paranın kurumlar ve gelir vergisi matrahından düşürülmesini kapsayan düzenleme Şubat 2008'de çıkan Vakıflar Kanunu'ndaki yerini aldı. Aradan geçen zamana rağmen Osmanlı payitahtı Bursa'da henüz sponsorluk yoluyla tarihi eser restorasyonu gerçekleşmedi. Bursa Valisi Şahabettin Harput'un da girişimleriyle bir işadamıyla sponsorluk görüşmeleri başlatıldı. İşadamıyla görüşmeler sürerken Yeşil Camii'nin restorasyonu için hazırlatılan iki kapsamlı proje 2008'de Anıtlar Kurulu'nca onaylandı. Şimdi, işadamıyla yapılan görüşmelerin sonuçlandırılması bekleniyor. Yıllar sonra gerçekleşecek restorasyonda camideki tarihi çiniler tamir edilecek, kalem işleri yapılacak.

Restorasyon kararı en çok turizmcileri sevindirdi. Turizmci Hasan Erdem, "Bursa turizm potansiyeli ile dünya çapında nama sahip, ancak turistlerin uğrak mekanı haline gelen Yeşil Camii'nin içler acısı hali en çok bizi üzüyordu. Çünkü gelen turistler büyük bir heyecanla girdikleri camide tarihe yeterince sahip çıkılmadığı izlenimi alıyordu." dedi.

Yeşil Camii'nin de aralarında bulunduğu 17 tarihi yapının restorasyonu için projelendirme çalışmalarının sürdüğünü açıklayan Vakıflar Bölge Müdürü Mürsel Sarı, 'Sponsorluk kanunu' olarak bilinen düzenleme kapsamında henüz Bursa'da tarihi eser restorasyonu gerçekleşmediğini kaydetti. Mürsel Sarı, "Düzenleme geçmişine sahip çıkmak isteyen işadamlarına kaçınılmaz bir fırsat sunuluyor. Ecdadın eserlerini onaran, yeniden gün yüzüne çıkaran hayırseverlerin restorasyonda kullandığı paranın tamamı Gelir ve Kurumlar vergisi matrahından düşürülüyor. Yeşil Camii için sponsor görüşmelerimiz sürüyor." ifadelerini kullandı.

Yeni Şafak, 11.09.2009



Eceabat İlçesi'ndeki bir evde yapılan aramada, Çanakkale Savaşı'ndan kalma çok sayıda savaş malzemesi ele geçirildi.  Bir ihbarı değerlendiren jandarma ekipleri, M.S'nin Büyük Anafarta Köyü'ndeki evinde arama yaptı.

 

Aramalarda, Çanakkale Savaşı'nda kullanıldığı tespit edilen 24 adet su matarası, 6 Fransız yapımı patlamamış el bombası, 1 İngiliz asker botu, 2 Fransa yapımı patlamamış top mermisi, 8 Fransız tüfek süngüsü, 3 İngiliz kaması, 1 Fransız tüfek namlusu, 11 İngiliz boş mermi kovanı, 1 Fransız mayon kutusu, 8 Fransız ilaç şişesi, 14 İngiliz top mermisi başlığı, 7 İngiliz silah bakım aparatı, 5 çatal, 10 kaşık, 1 kırık rom şişesi, 110 İngiliz üniforma düğmesi, 140 İngiliz tabanca mermisi ve çok sayıda üst üste hamurlaşmış İngiliz piyade tüfeği mermisi ele geçirildi. Ele geçirilen malzemeler, Çanakkale Deniz Müzesi Müdürlüğü'ne teslim edilirken, M.S, ifadesinin alınmasının ardından serbest bırakıldı.

Burası Çanakkale, 11.09.2009

SÜMBÜLLÜ KONAK'TA RESTORASYON SÜRÜYOR





Osmangazi Belediyesi'nce restorasyonu sürdürülen Sümbüllü Bahçe Konağı'nda duvar resimleri çok özel bir operasyonla sökülüp, yapının restorasyonunun ardından yerine asıldı.

 

Konağın yıllara meydan okuyan kalem işi resimleri Konservasyon çalışmasıyla koruma altına alındı. Konağın tüm yaşanmışlıklarına tanıklık eden orijinal resimler, sıvasıyla birlikte üzerine dağılmasını önleyici bezlerle örtülerek parçalar halinde yerinden söküldü. Sökülen parçalar tamamen organik malzemeler kullanılarak mevsimsel etkinlerden korundu. Konağın restorasyonunun tamamlanmasıyla, parçalar halinde sökülen resimler tekrar yerine yapıştırıldı. Montaj çalışmaları sırasında, kesilen yerlerin birleştirilmesi için alçı ve macunlar kullanıldı.

Binanın uzun süre harabe halde kalması yüzünden kalem işi çalışmalar hasar görmüş, Konservasyon çalışmaları sırasında da paçalara ayrıldığı için yıpranma oluşmuştu. Yaklaşık 40 parçaya ayrılan resimlerin yerine takılma işlemleri büyük bir titizlikle tamamlandı. Şimdi kalem işi çalışmaların rötuşları yapılacak. Yürütülen çalışmanın tamamlanmasıyla yıllarca konağın duvarlarını süsleyen duvar resimleri gelecekte de konaktaki yerini korumayı sürdürecek.

Sümbüllü Bahçe Konağı'nın inşaatında son aşamaya gelindi. Eşsiz manzarası ve muhteşem mimarisiyle göz kamaştıran ve 6 ayrı yapıdan oluşan konak yıl sonuna doğru sosyal tesis olarak hizmete girecek. 1921-23 yıllarında Ülkü Özalp`in dedesi Rasim Vehbi tarafından yapılan tarihi yapı, Bursa'nın en gözde noktalarından biri olan Tophane sırtlarında yer alıyor ve mimarisiyle göz kamaştırıyor. Sümbüllü Bahçe Konağı, farklı dönemlerde yapılmış 6 yapıdan oluşuyor. Maliyeti Bursa Ticaret ve Sanayi Odası tarafından üstlenilen tarihi yapıların kaba inşaatı tamamlandı. İnce işçiliğinin de tamamlanmasıyla konak yıl sonunda yeni konuklarını ağırlamaya başlayacak

Bursa Olay, 11.09.2009

KYME ANTİK KENTİ GÜNYÜZÜNE ÇIKIYOR

 

 

Kazıların 25. yılında ilk kez tiyatroda çalışma başlatıldı. MS 4-7’nci yüzyıllardan kalma mezar alanı bulundu.

 

Aliağa Nemrut limanlar bölgesindeki Kyme’de İtalyan kazı ekiplerince 25 yıldır sürdürülen kazı çalışmaları, son 4-5 senede kazandığı hızla antik kentin ihtişamını gözler önüne sermeye başladı. Uzun seneler İtalyan arkeolog Prof. Sebastiana Lagona ve ekibinin yürüttüğü, bu yıldan itibaren Calabria Üniversitesi’nden vatandaşı Prof. Antonio La Marca ve ekibinin devraldığı çalışmalarda önemli ilerleme kaydedildi.

 

Ekipten Türk arkeolog Cenker Atila, Kyme’nin MÖ 2 binli yıllarda Yunanistan’dan göç eden Aiol’lar tarafından kurulan önemli bir kent olduğunu söyledi. O dönemde yaklaşık 100 bin nüfusa sahip olduğunun tahmin edildiğini bildiren Atila, “Bütün çalışmaların 25 yıllık bir geçmişi var ama son 4-5 yılda yapılanlar 20 seneden daha fazla” dedi. Halen 4-5 sektörde birden kazı yapıldığını belirten Cenker Atila, şunları kaydetti: “Bunlardan en önemlisi ilk defa tiyatroda çalışmaya başladık. Kent, Roma döneminde şehir merkeziyken, MS 2-3’üncü yüzyıllarda terk ediliyor ve sonra muhtemelen kutsal bir alan haline getiriliyor. Bunu da agora bölümünde ortaya çıkardığımız en erken kilise yapısından anlıyoruz.”

Milliyet Ege, Haber: Ufuk Kırabalı, 11.09.2009

ULU CAMİ'NİN ÇİNİLERİ İSTANBUL'DA BULUNDU

 

 

Adana'nın Seyhan İlçesi'nde Ramazanoğulları Beyliği döneminde inşa edilen Ulu Cami'den 7 yıl önce çalınan 223 adet çininin 500 bin dolar değerindeki 67 parçası İstanbul Fatih'teki bir evde ele geçirildi. Yakalanan iki zanlının poliste benzer suçtan kaydı bulunuyor. 1998 yazında Adana'da meydana gelen depremde hasar gören Ulu Cami'nin onarımı sürerken işçilerin Ramazan Bayramı tatili yaptığı 6 Aralık 2002 tarihinde çinileri çalınmıştı. Yapılan araştırmada kapı kilidini kırarak giren hırsızların cami duvarlarında bulunan değişik ebatlardaki çinileri çaldığı ortaya çıkmıştı. Ramazanoğulları Beyliği döneminde 1545 yılında yapımı tamamlanan Ulu Cami'nin çalınan 16. ve 17. yüzyıllara ait çinilerinin bir bölümünün Kocamustafapaşa'daki bir evde saklandığı yönünde ihbarı değerlendiren Asayiş Şube Müdürlüğü Hırsızlık Büro Amirliği ekipleri operasyon yaptı. Operasyonda kutu koliler içerisinde sarılmış vaziyette 67 adet çini levha ele geçirildi. Evde bulunan Murat M. (39) ve Cengiz K. (58) gözaltına alındı. Daha önce Kapalıçarşı'da eski eser alıp satan iş yeri olan Cengiz K. verdiği ifadede, çinilerin çalıntı olduğunu bilmediğini, bunları kendilerine satan kişinin öldüğünü söyledi. Zanlılar yapılan sorgulamalarının ardından Fatih Adliyesi'ne sevk edildi. Zanlıların benzer suçlardan emniyette kayıtları bulunduğu bildirildi. Ele geçirilen çinilere 500 bin dolar değer biçilirken bir parçasının 6 ila 7 bin dolar arasında alınıp satıldığı belirtildi. Çiniler ekspertizin ardından adli emanete teslim edildi.

Sabah, Haber: Rıdvan Tezel, 11.09.2009

MEVLEVİHANE'YE BÜYÜK İLGİ

 

 

Mevlevi Müzesi'ne olan ilginin her geçen gün hızla artarken manevi değerlerimizden biri olan Mevleviliğin yükselen bir değer olarak ilgi odağı olduğu gözleniyor

Sultan Divani Mevlevihanesi Müze Müdürü Lokman Derya Solmaz, Mevlevi Müzesine olan ilginin her geçen gün biraz daha arttığını söyledi. Ramazan ayı öncesinde aylık tahmini 10 bin ziyaretçinin müzeyi ziyaret ettiğini belirten Müze Müdürü L. Derya Solmaz, Ramazan ayında bu sayının yüzde 50 artış göstererek 15 bini bulduğunu düşündüklerini kaydetti. Müze ziyaretlerinin ücretsiz gerçekleşti-rildiğini dile getiren Sultan Divani Mevlevihanesi Müze Müdürü L. Derya Solmaz, teravih namazı öncesinde müze bahçesinde sema töreninin icra edildiğini söyledi. Teravih namazı öncesinde belki de tek sema töreni icra edilen Mevlevihane'nin Sultan Divani Mevlevihanesi olacağına dikkat çeken Solmaz; "Son dönemde Sultan Divani Mevlevihanesi Müzesi ilgi odağı haline geldi. Konya'daki kadar kıymetli bir Mevlevihane de görev yapmaktan son derece mutlu ve onurluyuz. Ziyaretçilerin ziyaret adabına uymaları bizleri memnun etmektedir. İnsanımız manevi değerlerimizden olan Mevleviliğin değerini yeniden keşfetmiş durumda. Bizler halkımızın gösterdiği samimi ilgiye teşekkür ediyoruz."dedi. Çok sayıda vatandaşın ziyaret ettiği Sultan Divani Mevlevihanesi Müzesi'nin hazırlanmasında emeği geçenlere ziyaretçilerin teşekkür ve dua ettiklerini söyleyen Müze Müdürü Lokman Derya Solmaz, müze sayesinde Afyonkarahisarlıların misafirlerini gururla gezdirebildiklerini sözlerine ekledi.

Afyon Haber, 10.09.2009

VALİ EROL, KALE KAZILARINI YERİNDE İNCELEDİ

 

 

Elazığ'ın eski yerleşim yeri Harput'taki kale kazıları devam ediyor. Elazığ Müze Müdürü Haydar Kalsen'in Başkanlığını, emekli öğretim üyesi Prof.Dr. Veli Sevin'in Bilimsel Danışmanlığını yaptığı kazı ekibinde mimar, fotoğrafçı, arkeolog ve sanat tarihçisi olan toplam 42 kişi görev alıyor.

2005 yılında başlanan kazıların 5. yılında Harput Kalesi'ndeki 250 yıllık bir Osmanlı Mahallesi yavaş yavaş gün yüzüne çıkıyor. Elazığ Valisi Muammer Erol bugün Harput Kalesi'ndeki kazı alanını ziyaret ederek, burada İl Kültür ve Turizm Müdürü Tahsin Öztürk, Müze Müdürü Haydar Kalsen ve Prof.Dr. Veli Sevin'den yürütülen çalışmalar ve elde edilen bulgular hakkında bilgi aldı.

 

Vali Muammer Erol, kale kazıları sonucu ortaya çıkarılan; 1220 yıllarında Harput Artuklu Emiri Belek Gazi'nin Kudüs Haçlı Kralı 2. Baldwin'i hapsettiği zindanın iç bölümlerine kadar inerek incelemelerde bulundu.

 

Kazı bilimsel danışmanı emekli öğretim üyesi Prof.Dr. Veli Sevin. İstanbul, İzmir gibi kentlerin dışında Anadolu'da camisi, atölyeleri ve evleriyle bir Osmanlı Mahallesinin ortaya çıkmaya başladığını bildirdi. Prof.Dr. Sevin yerin 30 metre derinlik ve 80 metre uzunluğundaki bulunan Belek Gazi'nin Kudüs Haçlı Kralı 2. Baldwin'i hapsettiği zindandaki su birikintisinin dinamo aracılığıyla boşaltıldığını; Urartular tarafından su tesisi kurmak amacıyla oyulan kayanın tarih içinde zindana çevrildiğini, 16-17. yüzyıla kadar Osmanlılar döneminde de kullanıldığını belirtti. Sevin, kalede bir Osmanlı Darphanesi'nin varlığını bildiklerini ve yerini tespit etme konusunda çalışmaların sürdüğünü bildirdi.

Yeni Şafak, 10.09.2009

OSMANLI, MODERN ŞEHİRCİLİK ALTYAPISINI 550 YIL ÖNCE UYGULAMIŞ

 

 

Trakya Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç.Dr. Mustafa Özer başkanlığında yapılan çalışmalar devam ediyor. Temmuz ayında sarayın Kum Kasrı bölümüne ait hamamlarda ve mutfaklar bölümünde devam eden kazılarda günümüzün modern şehircilik altyapısının yaklaşık 550 yıl önce Osmanlı tarafından uygulandığı ortaya çıktı.

Şehir şeklinde inşa edilen Edirne Sarayı'nın temiz su ihtiyacını karşılayan ve atık suyu uzaklaştıran altyapı şebekesinin kurulduğu belirlendi. 550 yıl önceki kullanılan su nakil sistemini günümüzün su şebekesinden ayıran özelliği kullanılan malzemenin farklı olması. Kazı Başkanı Yrd. Doç.Dr. Mustafa Özer, yapılan kazıların Osmanlı'nın altyapı hususunda ciddi ilerlemeler kat ettiğini gösterdiğini belirtti. Kazı çalışmalarının kum kasrına ait hamam ile saray mutfağının bulunduğu alanda devam ettiğini ifade eden Özer, bu çalışmalar sırasında pek çok altyapı izine rastladıklarını söyledi. Özer, "Edirne Yeni Sarayı'nın Kum Kasrı Hamamı Matbah-ı Amire'de yaptığımız arkeolojik kazılar sonucunda ortaya çıkarılan altyapı sistemlerinin günümüzde belediyelerin yaptığı altyapı sistemleriyle ilişkili olduğunu görüyoruz. Aslında mantık olarak aynı olan atık su, temiz su bağlantıları ve bunların yapılardan uzaklaştırılması, yakınlara getirilmesi yöntemleri aynı olduğunu, sadece kullanılan malzemelerin farklı olduğunu görüyoruz." diye konuştu. Yrd. Doç.Dr. Mustafa Özer, 1450'li yıllarda yapıldığını bildikleri her iki yapıda ve çevresindeki mekanlarda karşılaştıkları bu alt yapıya ait izlerin kendilerine Osmanlı mimarisi ve şehircilik anlayışını gösteren önemli veriler sunduğunu ifade etti. Özer, "Bu veriler Osmanlı şehirciliğinin önemli bir göstergesi durumda. Ve altyapısı hususunda çok ciddi ilerlemeler kat ettiğini bizlere göstermektedir." dedi.

Zaman, Haber: Kadri Kılıç, 10.09.2009

KÜLTÜR 'YAŞAM'SAL SAYILMADI!





Bir süredir “en yaşanılır” ve “en yaşanıl(a)maz” ilan edilen illerimizin “sevinç” ve “hüzün”lerini izliyoruz... “CNBC-e Busines” dergisinin “yaşanılabilir iller sıralaması” medyada pek sevilince, “ideal” bulunan kentlerin yöneticileri adeta zafer sarhoşluğunda; “yaşanmaz” denilenlerde ise kimsenin ağzını bıçak açmıyor... Peki, bu sonuç gerçekçi midir? Kentlerin “yaşanılabilir”lik kıyaslamasında, derginin “parametreler” dediği “ölçüt”leri doğru mudur?

Örneğin araştırmada “yeni”lik olarak “kişi başına banka mevduatı”na bakıldığı söyleniyor. Bu ölçüt, bankaya uğramasalar da geçinebilen, huzurlu insanların “az para”yla mutlu yaşadıkları, ama listede hayli “geri”lerde yer verilen Amasya, Çanakkale, Muğla, Tokat gibi “dingin”, “insancıl” ve “kimliğine saygılı” kentlerimizde ne anlama geliyor?

Ya şu “para”(!)metreye ne demeli? “Bir gelişmişlik göstergesi olarak alışveriş merkezlerinin (AVM) nüfusa oranı” da eklenmiş!!! Bu ise dünyanın imrendiği “geleneksel alışveriş kültürümüzün tarihi çarşı ve pazarları”nı hala yaşatan kentlerimize umarsızlık değil midir? Yaşanabilirlik için “kültürel düzey”i saptarken AVM sayısına bakmak; aynı AVM’lerin sinemalarıyla yetinmek, yani kentlileri “özgün kent kültürü”nden kopartan ve insan ilişkilerinden uzaklaştıran “tüketim hangarları”nı önemsemek, kentsel gelişmişliğin değil, olsa olsa “Anadolu’ya yabancılaşma”nın göstergesidir..

Nitekim onca görkemli tarihi hanları, eşsiz Tuz Pazarı, yaşamın merkezindeki Uzun Çarşı’sı ve Kapalıçarşısı’yla Bursa’nın bile “ilk 10”a girememesi bu yüzden olsa gerek...

Benzer şekilde Ankara’nın “şampiyon”luğunun nedeni de AVM’lerdeki rekor artış; tarihi kent merkezinin adeta unutulması; eski çarşılarının perişan hali!.. Ankara’daki “araç yoğunluğu” övülürken kentin, “başkent” olduğunu ve yıllardır “hükümetteki parti”nin yönettiğini unuturcasına “kamu yatırımlarının yüksekliği” esas alınmış!

CNBC-e Busines’in işte böylesi “para”cı bakışla saptadığı 34 ölçüt arasında “özgün kent kimliği” gibi evrensel “yaşanılabilirlik” zenginliği ise akla bile gelmemiş... Oysa başta Habitat, Uluslararası Mimarlar Birliği ve UNESCO gibi kent ve yaşam kültürünün evrensel kurumlarınca kabul edilen en önemli gösterge; “tarihi dokunun korunması; sivil mimari kimliğin sürdürülmesi ve geleneksel toplumsal mekanların yaşatılması”dır...

Bu “öncelikli” ölçütün, özellikle son yıllarda İtalya’da başlayıp Avrupa’ya yayılan “Yavaş Şehir” (Citta Slow) hareketinde de “belirleyici” olduğunu da CNBC-e Busines belli ki “bilmiyor”! O kadar ki aynı hareketin “yaşanılabilirlik için otomobile hayır” ilkesine rağmen, örneğin Antalya’yı “ilk 10”a alırken ilin tarih ve doğal zenginliği yerine bakın neyi önemsiyor; “Türkiye’de nüfusa göre en çok araç (otomobil) Antalya’da...”

Böylesi ölçütler, yukarıda anımsatılan kent, yaşam ve kültür kurumlarınca “gerçek yaşanılabilir”liğin önündeki “engel”ler sayılıyor. CNBC-e Busines’in ölçütleriyle yaşanabilir olmayı hedefleyecek kentlerimizin ise kültür ve kimlik değerlerinden kalanları da yok etmeleri, otomobil sayılarını arttırarak, durmadan yol ve kavşak açmaları; bankadaki “mevduat”ların da mutlaka yükseltilmesi gerekiyor!..

‘Son’daki ‘Hazine’ler...

Derginin “en yaşanmaz” ilan ettiği kentlerimize gelince... İşte birçoğu “Tarihi Kentler Birliği ödülleri”ni de almasına rağmen, “yaşanılabilir kent” için ölçüt sayılmayan kimi çabalardan örnekler:

Diyarbakır: Listede sondan ikinci... Suriçi’ndeki koruma çalışmaları ile dünyaca ünlü surlarının yeniden kente kazandırılması, kentte yaşamayı da çekici kılıyor. Ancak bu çabalarla “kentlilik bilinci”nin yükseltilmesi hiç önemsenmemiş.

Şanlıurfa: Sondan 4. ilan edilen “Peygamberler Kenti”mizin tarihi ve kültürel dokusunu kurtaran çalışmalar öylesine “yaşam”sal ki son seçimlerde halkın buna verdiği destek demokrasi tarihine geçti...

Gaziantep: Uygarlık ve kültür değerlerini “kent ölçeği”nde yaşatma projeleriyle her yıl ödüller alan Gaziantep bile listenin sonlarına itelenmiş.

Kars: Anadolu’nun ilk planlı kenti; ayrıca planını 100 yıldır bozmayan ve korunacak bina sayısını 80’den 300’e çıkartan tek kentimiz... Uluslararası kültür ve sanat etkinlikleriyle de ün yapmasına rağmen sonlarda...

Mardin: Eşsiz tarihi dokusu ve kimlikli kent mimarisiyle UNESCO Dünya Mirası listesine aday… Özgün mekanlarını turizmle buluşturmada başarılı örneklerine rağmen “yaşanılamaz” ilan edildi!

Hatay: Kutsal kitaplarda bile adı anılan ve kültür zenginliği denince Anadolu’nun ilk akla gelen merkezlerinden Antakya’nın bile onca yaşamsal değerlerine rağmen “yaşanılabilir” sayılmamasına ne denebilir?

Evet... Örnekleri sıraladıkça görüyoruz ki kent bilincinde “para”nın ölçütü ile “kültür”ün ölçütü çok farklı... Asıl üzücü olansa bu araştırmayı yere göğe sığdıramayan medyamızın da kentlerimize vefasızlığı…
Cumhuriyet, Yazı: Oktay Ekinci, 10.09.2009

MİMAR SİNAN'DAN SEL DERSİ





10 yıllık süper köprüler çöktü. Mimar Sinan'ın Büyükçekmece'ye yaptırdığı köprü dimdik ayakta..

Mimar Sinan'ın Osmanlı orduları geçsin diye inşa ettirdiği Büyükçekmece köprüsü sel felaketinden etkilenmedi..

Üstelik baraj kapakları açılmış olmasına rağmen. Su seviyesi yine de köprüyü aşmadı...

Çağın teknolojisiyle yapılan köprüler çökerken, bu 450 yıllık köprü yenilerine meydan okuyor.. Tarihi eser sayısız depremler ve sel felaketlerine aldırmıyor.

Sel ortalığı yıkıp geçti ama tarihi köprü, popülist siyasetçilere, suçu hep başkalarında arayan halka ve gözünü para hırsı bürümüş müteahhitlere iyi bir ders veriyor..

İnternet Haber, 10.09.2009


******


MİMAR SİNAN 5 ASIR ÖNCE DÜŞÜNMÜŞ AMA...





Yoğun yağış nedeniyle Büyükçekmece Barajı’nın kapakları açıldı, bazı yerleri su bastı. Mimar Sinan’ın 500 yıl önce yaptığı köprü, suyun tahliyesine imkan verirken, E-5 ve D-100 köprüleri suyun geçişine engel oluyor.

Büyükçekmece Belediye Başkan Yardımcısı Zafer Özsayın, ilçedeki durumla ilgili açıklamalarda bulundu.

Zafer Özsayın, canlı yayında şunları söyledi:
"Baraj kapaklarını sabahtan doğal olarak açmak zorunda kaldılar, yüksek debide su geliyor. Fakat aradaki ufak göletten E-5’in kestiği bir güzergah var. Buradan denize ulaşım rahat olmadığı için bir şişme oluyor. Bu nedenle yağmur suyu kanalları doluyor ve bu kanallardan kente su gidiyor. Yıpranmış ve atıl durumdaki E-5 köprüsü ve kemerleri var. Bu, denize ulaşımı engelliyor eğer bu kaldırılsaydı sıkıntı yaşanmazdı. Birtakım setler oluşturarak minimize etmeye çalışıyoruz.

Şu anda sadece iki sokakta 10-15 cm yüksekliğinde su var. Su bodrumları doldurdu. Diğer bölgelere nazaran burada afet var denemez. Fakat baraj kapakları sürekli açık kalır, yağmur da devam ederse bu tehlike artacaktır.

Ortada atıl kalan, iptal edilen bir köprü var. Büyük temelleri, suyun denize ulaşımını engelliyor. Zaten betonarmesi ömrünü tamamlamış, yıllardır burada duruyor. E-5 köprüsüyle setler arasındaki su yükselme gösteriyor. Gidiş gelişin ortasında atıl kalan bir bölüm var.

Eski yapılan köprünün -Mimar Sinan Köprüsü'nün- su debisi hesaplanmış, suyun denize ulaşımı sağlanmış ama yeni yapılan E-5 ve D-100 köprüsünde hiç dengelenmemiş. Eski köprü örnek alınsaydı bu sıkıntı asla yaşanmazdı."

Ntvmsnbc, 10.09.2009


******


SU TERAZİSİNİN ADALETİ

 

Büyükçekmece’de Mimar Sinan’ın tarihi köprüsü vardır. Yapılışı “devri Kanuni” ile 1560’lı yıllardır... İstanbul’u Avrupa’ya bağlayan yol üzerindedir. Bir “altın kolye” gibidir... Üzerinden nice ordular geçmiştir, nice bezirganlar, nice sultanlar... Bu kadar yüzyıldır altından Balkanlar’ın Istranca’sına damlayan her yağmurun damlası, bu köprüyü selamlayarak Marmara’nın maviliğine kavuşmuştur.

Nice seller görmüştür; nice feyezanlar... Yani, ani gelen seller.

 

Bunlar onlarca sene arayla ani ve anormal yağış debileri.

 

Mimar Sinan’ın köprüsü, taştan yapılmıştır, yüzyıllardır “taş” gibi durur ayakta.

 

Büyükçekmece’ye kar yağar 50 santim, köprünün üstünde bir parmak yüksekliği durmaz..

 

Batı’nın bilimine dönünce, ne üniversitelerimiz, ne mühendislerimiz, hiç merak etmemiş bu köprünün “tılsımı”nı... Çevresindeki bütün coğrafyayı kar kaplar, bunun üzerinde kar durmaz...

Viyadüklerin girişlerinde de hep tabelalarımız vardır; ikaz eder, önce buzlanma köprünün üzerinde olur!

 

Nitekim Büyükçekmece Gölü’nü dolduran son sellerde, Mimar Sinan Köprüsü gene görevini yapmış, kapaklar açılınca gelen ani feyezanı karşılamış, üzerine almış, deniz tarafına geçirmiştir...

 

Ama öbür tarafındaki “yeni” köprülerde su boğulmuş ve geriye vurmuştur!

 

Felaketin bir nedeni de budur.

 

Suyun terazisinin adaleti budur işte!

Hürriyet, Yazı: Yalçın Bayer, 11.09.2009

KAPALI ÇARŞI'NIN ÖRTÜSÜ DEĞİŞECEK

 

 

Osmanlı Çarşıları içinde en büyük kapalı çarşı kompleksine sahip olan Bursa`da, Osmangazi Belediyesi'nin tarihi alanlara yönelik yapmış olduğu çalışmalar devam ediyor. Osmangazi Belediyesi, tarihi ve kültürel mirasın korunmasına yönelik projeleriyle birlikte kentin merkezi noktalarının restorasyonu için harekete geçti.

 

Uzun Çarşı'yı, pazar görünümünden kurtaran ve üzerini uzay çatı ile kapatan belediye, şimdi de Kapalı Çarşı'nın üzerini değiştirmeyi planlıyor.

 

Yaptıkları çalışmalarla Bursa'yı tarih ve kültür açısından canlandırdıklarını ifade eden Dündar, Kapalı Çarşı esnafının ekonomik açıdan zenginleşmesini sağlamak için üst örtüsünün değişeceğini söyledi. İnsanların sosyal ve ekonomik yaşamlarının sürekli bir şekilde değişime uğradığının altını çizen Dündar, şöyle konuştu:

“Alışveriş merkezleri dünyada yaygınlaşmış ve Türkiye`de ihtiyacın fazlası kadar açılmıştır. Bu merkezlerin Bursa`da ki sayısı da son yıllarda artmıştır. Bu gibi yerler, bizim geleneksel alışveriş tarzımızı değiştirdi. Değişik kampanyalar düzenleyerek müşteri çekiyorlar. Kendini yenileyememenin vermiş olduğu sıkıntılar nedeniyle çarşı esnafı ekonomik açıdan geri kaldı. Bizim orada yaptığımız çalışmalarla çarşımız, dünyanın en büyük kapalı alışveriş merkezi haline geldi. Hedefimiz Büyükşehir Belediyesi'yle birlikte Hanlar bölgesini eski hürriyetine büründürmek.”

Bursa Olay, 10.09.2009

KİLİSELERİN TESCİLİ İÇİN GELEN HEYETİN KORUCULAR TARAFINDAN ENGELLENDİĞİ İDDİA EDİLDİ

 

Batman'da kiliselerin tescili için gelen heyetin korucular tarafından engellendiği iddia edildi. Olayı kınayan Mazlum-Der Batman Şubesi, 21. yüzyıl Türkiye'sinde işlenen bu suçun cezasız kalmaması ve faillerinin soruşturulmasını istedi.

 

Batman'ın Kozluk İlçesi'ne bağlı Akçalı beldesindeki kilise ve mezarların tescili için gelen, aralarında merkezi İstanbul'da bulunan Sason-Ermeniler Sosyal Yardımlaşma ve Kültür Dayanışma Başkanı Aziz Dağcı ile Diyarbakır Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Müdür Yardımcısı Ahmet Demir'in de bulunduğu heyetin korucular tarafından engellendiği iddia edildi. Yapılmak istenen bu ziyaretin, Akçalı Köyü girişinde korucuların keyfi uygulaması sonucu engellendiğini ileri süren Mazlum-Der Batman Şube Başkanı Murat Çiçek, "Kaynağını yasadan ve hukuktan almayan aksine hukuka ve insan haklarına açıkça meydan okuyan bu uygulamayı kınıyoruz." dedi. Uygulamanın evrensel insan hakları ölçütlerine aykırı olduğu gibi aynı zamanda anayasal bir suç teşkil ettiğini ileri süren Çiçek, 21. yüzyıl Türkiye'sinde işlenen bu suçun cezasız kalmaması ve faillerinin soruşturulması gerektiğini söyledi. Günlerdir kamu otoritesinin konuya mantıklı bir izah getirmesini beklediklerini belirten Çiçek, ilgililerce herhangi bir açıklama yapılmamasının, kamu otoritesinin de bu hukuksuzluğu onayladığı anlamına geldiğini savundu.

 

Yüzyıllardır birlikte yaşadıkları gayrimüslim vatandaşların hak ve özgürlüklerinin devletlerarası sorunlara kurban edilmemesi gerektiğini savunan Çiçek, açıklamada şunları kaydetti: "Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed'in Hıristiyan olan İbn Harris b. Ka'b ve kavmine yazdırdığı anlaşma metninde 'Şarkta ve Garpta yaşayan tüm Hıristiyanların dinleri, kiliseleri, canları, ırzları ve malları Allah'ın, Peygamber'in ve tüm müminlerin himayesindedir. Hıristiyanlık dini üzere yaşayanlardan hiç kimse istemeden İslam'ı kabule zorlanmayacaktır. Hıristiyanlardan birisi herhangi bir cinayete veya haksızlığa maruz kalırsa Müslümanlar ona yardım etmek zorundadırlar.' maddelerini yazdırdıktan sonra '... Kitap Ehli'yle en güzel olan bir tarzın dışında mücadele etmeyin. Ve deyin ki; 'Bize ve size indirilene iman ettik; bizim İlahımız da, sizin İlahınız da birdir ve biz O'na teslim olmuşuz.' (Ankebut Suresi, 46) ayetini okumuştur."

Heberler.com, 10.09.2009

EN ÇOK PANORAMA MÜZESİ GEZİLDİ

 

 

Büyükşehir Belediyesi tarafından Gaziantep'e kazandırılan üç müzeyi yaz döneminde toplam 119 bin 83 kişi ziyaret etti. Büyükşehir Belediyesi tarafından Gaziantep'e kazandırılan Bayazhan Gaziantep Kent Müzesi, Emine Göğüş Mutfak Müzesi ve Gaziantep Kalesi galerilerinde oluşturulan Gaziantep Savunması ve Kahramanlık Panoraması Müzesi'nin teşhir tanzimi yapılarak ziyarete açıldı. Gaziantep'in bu üç müzesini yaz döneminde toplam 119 bin 83 kişi ziyaret etti.

 

Gazianteplilerin 6 bin 317 evladını şehit vererek hiçbir yerden yardım ve destek almadan "Ölürsem şehit, Kalırsam Gazi olurum" inancıyla Gaziantep'i düşman işgalinden kurtardıkları Gaziantep savunması yıllarının heykeller ve belgesel filmlerle anlatıldığı Gaziantep Savunması ve Kahramanlık Panoraması müzesini 4 ayda 57 bin 895 kişi gezdi. 57 bin 895 kişiyle en çok gezilen müze oldu. Gaziantep'in geleneksel mutfak kültürünün tanıtıldığı ve bu kapsamda mutfak malzemelerinin en önemlisi olan bakır mutfak araç gereçlerinin özel vitrinlerde sergilendiği Emine Göğüş Mutfak Müzesini ise 44 bin 333 kişi ziyaret etti.

 

Yaptıkları çalışmalarla Gaziantep'i bir turizm ve kültür şehri yapmak için çalıştıklarını ifade eden Başkan Asım Güzelbey, "Kültür ve turizm şehri olmak için de eski eserlerimize sahip çıkmamız gerekiyor. Hedefimiz Gaziantep'e 1 milyon turist çekmek, Gaziantep'in nüfusu kadar bir ziyaretçiyi Gaziantep'e çekmeyi hedefliyoruz. Hedefimiz 1 milyon turist olduğu için gelen turist sayısından memnun değiliz. Çünkü şu anda Gaziantep'e gelen 60-70 bin turist geliyor" dedi.

Gaziantep 27 Gazetesi, 10.09.2009

TARİHE YÖN VEREN KAFATASI





Gürcistan’da insanlık tarihine yeniden ışık tutan kafatası, insanın atalarının Afrika'dan Avrasya'da sanılandan 800 yıl önce göçe ettiklerini ortaya çıkardı.   

 

İngiliz Independent ve Daily Telegraph gazetelerinin haberlerinde, Gürcistan’ın başkenti Tiflis’e iki saat uzaklıktaki Dmanişi kazı alanında bulunan ilk insana ait kafataslarından birinin 1.8 milyon yıllık olduğu belirtildi.

 

Bölgede bulunan kafatasları, çene kemikleri, kol ve bacak kemiği parçalarının, insanın atalarının, Afrika’dan Avrasya’ya daha önce sanılandan yaklaşık 800 bin yıl önce göç ettikleri ve tekrar Afrika’ya dönmeden önce burada uzun bir evrimsel süreç geçirdikleri fikrini verdiği kaydedildi.

 

Gürcü bilim adamlarının keşfi, Guildford’daki İngiliz Bilim Festivalinde açıklanırken, Gürcistan Ulusal Müzesinin müdürü profesör David Lordkipanidze, iki erkek ve 3 kadının kalıntılarından oluşan fosillerin, modern insanın öncüsü homo erektusun ilk örnekleri olduğunun anlaşıldığını söyledi.

 

Lordkipanidze, Dmanişi’de insan kalıntılarının yanında taştan aletler ve hayvan kemiklerinin bulunduğu, bunun, bu insanların eti yemek için hazırladıkları anlamına gelebileceğini kaydetti.

David Lordkipanidze, homininler adı verilen bu insanların, homo erektuslardan daha ilkel göründüğünü, beyinlerinin homo erektuslarınkinden yaklaşık yüzde 40 oranında daha küçük ve 1 metre 44 santimetre ile 1,5 metre arasındaki boylarının homo erektuslardan daha kısa olduğunu bildirdi.

 

Alet yapımı konusunda gelişmiş oldukları görülen, yüksek sosyal ve bilişsel kabiliyetlere sahip homininlerin bacaklarıyla kaval kemiklerinin, bugünün insanınkine çok benzediği ve bu ilk insanların iyi koştuğunun sanıldığı kaydedildi.

 

Kafataslarından birinin sahibinin yaşamı boyunca tüm dişlerini kaybettiği, buna rağmen hayatta kalmayı başardığı, bu durumun da karşılıklı bakıma dayalı bir tür sosyal organizasyonun varlığı fikrini verdiği bildirildi.

 

Homo erektusların Afrika’dan bölgeye yaklaşık 1 milyon yıl önce göç eden ilk insanlar olduğu düşünülüyordu.

 

Profesör David Lordkipanidze, Gürcistan’da kalıntıları bulunan bu ilk insanların, Avrasya’da daha sonra yaşayan homo erektusların ataları olabileceğini ifade ederek, "Sorun şu: Homo erektuslar Afrika’da mı, yoksa Avrasya’da mı ortaya çıktı. Eğer Avrasya’da ortaya çıktılarsa, tersine bir göç mü söz konusu? Bu fikir birkaç yıl önce çok aptalca görünebilirdi, ancak bugün o kadar aptalca görünmüyor" diye konuştu.

Hürriyet, 10.09.2009

TARİHİ ESER OPERASYONU

 

Konya'da tarihi eser kaçakçılığı yaptıkları iddia edilen 2 kişi, jandarmanın düzenlediği operasyonla yakalandı.

 

Konya İl Jandarma Komutanlığı'na bağlı ekipler, merkez Selçuklu İlçesi Alaaddin Tepesi'nde tarihi eser satmak isteyen kişilerin olduğu ihbarı üzerine harekete geçti. Şahısları takibe alan jandarma, tarihi eserleri satmak isteyen Ö.T. (34) ile L.B'yi (36) düzenlediği operasyonla gözaltına aldı. Operasyonda şüphelilerle birlikte tarihi eser olduğu sanılan toplam 70 parça sikke ve çeşitli objeler ele geçirildi. Ele geçirilen sikke ve objelerin tarihi eser olup olmadığının bilirkişi raporundan sonra netlik kazanacağı belirtildi.

 

Jandarma tarafından ifadeleri alınan 2 şüpheli, Konya Numune Hastanesi'nde sağlık kontrolünden geçirildikten sonra adliyeye sevk edildi.

Manşet Gazetesi, 10.09.2009

TARİHİ KEMERALTI 'YENİDEN' SAHİPSİZ

 

Tarihi Kemeraltı Esnaf Derneği, İzmir Esnaf ve Sanatkarlar Odaları Birliği (İESOB), İzmir Büyükşehir Belediyesi ve Konak Belediyesi işbirliğiyle Aralık 2008’de başlatılan ‘Yeniden Kemeraltı’ projesinde ortaya konulan hedeflerden hiçbiri gerçekleşmedi. Yurttaşlara dağıtılan 3 bin tane ‘Kemeraltım’ kartı işlevsiz kalırken, aydınlatma, gece alışverişi, eğlence programları gibi projeler hayata geçmedi. Kemeraltı Esnaf Derneği Başkanı Mehmet Gülaylar, dört ay sürecek proje konusunda hiçbir kurumdan destek alamadıklarını belirterek, “Son 30 yılın en kötü yazını yaşadık. İçim yanıyor” dedi.

 

Geçen yıl aralık ayında başlatılan ve Tarihi Kemeraltı Çarşısı için hazırlanan kampanya ile Kemeraltım kart ve “e-kemeralti.com” devreye girecek, çarşının içinde yabancı dil bilen personelin de bulunacağı danışma büroları kurulacak, firmaların akreditasyonunu öngören Kemeraltı Yönetim Modeli uygulamaya konulacak ve butik otel yapılacaktı. Bunun yanı sıra çarşının geç saatlere kadar açık kalması, aydınlatmasının yenilenmesi ve üstünün kapatılması sağlanacaktı.

Sözkonusu projelerin gerçekleşemediğine dikkat çeken Tarihi Kemeraltı Esnaf Derneği Başkanı Mehmet Gülaylar, çarşının son 30 yılın en kötü yazını yaşadığını dile getirdi. Çarşının canlandırılması için başlatılan “Yeniden Kemeraltı” projesinin zabıta tarafından yürütülen işporta ve çığırtkanlara yönelik çalışmalara sıkışıp kaldığını belirten Gülaylar, “Biz Kemeraltı esnafı olarak bu projeden umduğumuz hiçbir sonucu alamadık. Mayıs ve haziran aylarında çekim alanlarını kuramadık ve çarşıda beklediğimiz heyecanı yaratamadık. Projede yalnız kaldık. Samimiyet yok bu konuda. Ancak basına yansıyan ‘cek’ler ‘cak’lar var. Hareket alanında maalesef istediğimiz çalışmayı göremedik” diye konuştu.

 

Derneği kurarlarken Kemeraltı’nı tüm kurumların el birliği ile eski canlılığına kavuşturmayı umduklarının altını çizen Gülaylar, şöyle konuştu: “En çok duyduğumuz ‘Üstümüze düşen neyse yaparız’ lafı. Demek oluyor ki, İzmir’de hiçbir kurum üzerine ne düştüğünü bilmiyor. Bu dönemde hiçbir umudumuz yok, önümüzdeki döneme dair koyabilecek hedefimiz kalmadı. Bu proje hazırlıklarının yüzde 60-70’ini Dernek bütçesinden karşıladık. Altyapılarını bitirdik. Dosya dosya kurumlara gönderdik. Sadece İzmir Vergi Dairesi Başkanı Mustafa Bulut’tan olumlu bir yanıt geldi. Onun dışında bize görüş bile bildirilmedi.”

 

Gülaylar, çarşıda kaliteyi arttırmak ve kayıt dışı ekonomiye karşı mücadele etmek amacıyla çıkarttıkları 3 bin tane “Kemeraltım” kartının da basıldığını, vatandaşa dağıtıldığını, ancak kartları okuyacak makine bulunamadığı için uygulanamadığını aktardı. Gülaylar, “Bu kartları okuyacak, tanesi 200 dolar olan makinelerin temini için tüm kurumlardan destek istedik. 100 tane makineye ihtiyacımız vardı ancak bundan da sonuç alamadık. Bu kartların proje aşamasında ve yazılımı için 120 bin TL harcama yapmıştık” diye konuştu.

Hürriyet Ege, 10.09.2009

GÖRMELİ KÖPRÜSÜ TRAFİĞE KAPANDI

 

 

Karaman'da 1305 yılından beri hizmet veren tarihi Görmeli Köprüsü, Ermenek Hes Barajı sularının yükselmesi sebebiyle ulaşıma kapatıldı. 2002 yılında yapımına başlanan Ermenek HES barajında 12 Ağustos 2009 tarihinde su tutulmasına başlanmıştı.


Ermenek Barajı'nın sularının yükselmeye devam etmesi ile birlikte Görmeli Köprüsü üzerinden geçmek tehlikeli hale geldi. Ermenek Karayolları ekipleri, gerekli kontrolleri yaptıktan sonra Görmeli Köprüsü'nü ulaşıma ka-pattı. Suların 22 metre yükseldiğini belirleyen görevliler, köprünün su altında kalması için 6 metre kaldığını tespit etti. Karayolları ekipleri, köprüye geçişi engelleyecek gerekli trafik işaret ve levhalarını yerleştirdi. Ancak köprüyü kullanan yöre halkı, tüm işaret ve levhaları görmezden gelerek köprüyü kullanmayı sürdürüyor.


Su altında kalacağı için Görmeli Köprüsü'nün kitabesi sökülerek Karaman Müzesi'ne taşındı. Köprünün kitabesinde, "Sultan-ı Azam emniyetle geçilmek üzere bu köprünün yapılmasını emretti. O Sultan-ı Azam ki alemi de Allah'ın gölgesidir. Dünya ve din üzerinde feth babasıdır. Bu kimdir derseniz, Karamanoğullarından Mahmut Bey oğlu Halil Bey'dir. Alemi İslam'da daim kılsın, sene Hicri 706-Miladi 1305. Mimari Aciz kul Yusuf oğlu Süleyman." yazıyordu.

Manşet Gazetesi, 10.09.2009

BATMAN'DA NEOLİTİK ÇAĞ KALINTILARI

 

 

Batman’ın Beşiri İlçesi'nde bulunan Sumaki Höyüğü'nde yapılan kazı çalışmalarında Neolitik Çağ'a ait bulgular ortaya çıkartıldı.

 

Çanakkale Üniversitesi Arkeoloji Bölümü'nden Doç.Dr. Aslı Erin Özdoğan başkanlığında Sumaki Höyüğü ve Çeme Alo Höyüğü'nde yürütülen kazı çalışmalarında önemli bulgular elde edildi.

Doç Dr. Özdoğan, Beşiri merkezde bulunan Sumaki Höyüğü'nde, yürütülen kazı çalışmalarında Neolitik Çağ'a ait olduğu ileri sürülen bulgular ortaya çıkardıklarını belirtti. Doç.Dr. Özdoğan, Sumaki Höyüğü'nün geçmişinin MÖ 6500 yıllarına, Çeme Alo Höyüğü'nün ise MÖ 2000 yıllarına dayandığını söyledi.

Kazı çalışmalarının 5 yıl daha devam edeceğini belirten Doç.Dr. Aslı Erin Özdoğan, Sumaki Höyüğünde 18 öğrenci ve teknik ekip ile 70 işçi, Çeme Alo Höyüğü'nde ise 18 öğrenci ve teknik eleman ile 45 işçinin çalıştığını söyledi.

Beşiri'ye bağlı Işıkveren Köyü'nde bulunan Gre Amer Höyüğü'nde Koç Üniversitesi Arkeoloji Bölümü'nden Yrd. Doç.Dr. Gül Pulhan başkanlığında yapılan kazı çalışmalarında ise 400 yıllık yerleşim yeri ortaya çıkartıldı. Höyükten çıkan seramiklerin şaşırtıcı güzellikte olduğu ifade edildi.

Gre Amer Höyüğü'nde de 16 kişilik öğrenci ve teknik ekip ile 60 işçinin çalışıyor.

Batman Çayı ile Dicle Nehri'nin birleştiği alanda yer alan Kuriki Höyüğü'nde Dumlupınar Üniversitesi'nden Yrd. Doç.Dr. Elif Genç başkanlığında yapılan ve bir hafta önce biten kazı çalışmasında, 7 odalı yapının içinde de erken Tunç Çağı ile ilişkili olduğu düşünülen ocaklar ortaya çıkartılmış, ayrıca, ürünlerin depoladığı silo ile yanmış tahıl kalıntıları tespit edilmişti.

Haber Diyarbakır, 09.09.2009

DİVRİĞİ'YE 3 MİLYON TL İLAVE KAYNAK AKTARILDI





Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, Divriği’nin bir kültür ve turizm bölgesi olması amacıyla ilave kaynak aktardıklarını 2003 yılında aktarılan kaynağın ise nerde ve nasıl kullanılacağını açıkladı.

 

Divriği’yi önemsediğini belirten Bakan Günay  “2003 yılında Divriği için ödenek ayrılmış ve İl Özel İdaresi’ne bu kaynak aktarılmıştı. Daha önce buraya kamu edilmiş bu eski kaynağı kamulaştırma için kullanacağız. Ayrıca, Dünya Miras Alanlarına Kamu 2010 Ajansından bir fon ayırmıştık. Bu fondan bir milyon 200 bin ve bir milyon 800 bin olmak üzere toplam 3 milyon TL daha Divriği için yeni bir kaynak ayırdık’ dedi.


Geçtiğimiz hafta sonu 4 Eylül Sivas Kongresi’nin 90. yıl dönümü kutlama programı kapsamında Sivas’a gelen Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, Divriği İlçesine de giderek Divriği Ulu Camii ve Darüşşifası Çevre Düzenlemesi ile ilgili İstimlak Kararı çerçevesinde kamulaştırılan ilk binanın yıkımına katılmıştı.


UNESCO tarafından Dünya Kültür Mirası Listesi’ne dahil edilen tarihi Divriği Ulu Camii ve Darüşşifası’nın ayakta tutulması için sürdürülen kamulaştırma çalışmaları devam ederken Bakan Günay, 3 milyon TL ilave kaynağın müjdesini verdi.


Divriği Ulu Camii ve Darüşşifası’nın 1985 yılında UNESCO tarafından dünya mirası olarak kabul edildiğini belirten Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay,’ Divriği Ulu Cami 1985’de UNESCO’nun dünya miras alanı içerisine girdi. 1990 yılında birinci derece tarihi eser varlığı olarak tescil edildi. 2007 yılında göreve başladığım da Divriği ile ilgili özel bir toplantı yaptım. Milletvekilleri, kaymakam, belediye başkanları ve dönemin valisi ile birlikte bu toplantıları yaptık. Bu toplantılarda neler yapılabileceğini görüştük. Divriği’nin üzerinde her zaman çok hassasiyetle durdum ve durmaya devam edeceğim’ dedi.


 İl Özel İdaresi tarafından gerçekleştirilecek olan kamulaştırma çalışmasında 6 bin 500 metrekare arazi ve bu alanda bulunan 51 yapı kamulaştırılacak. 2010 yılı Ocak ayına kadar tamamlanması planlanan kamulaştırma çalışmasının ardından Divriği Ulu Cami ve Darüşşifası Çevre Düzenleme Projesi hayata geçirilecek.

Sivas Hürdoğan, 09.09.2009

DEPREMDE ZARAR GÖREN BEŞKÖPRÜ ONARILACAK

 

Marmara Depremi'nde zarar gören tarihi bin 500 yıllık Beşköprü (Justinianus Köprüsü) onarılacak. En son 1995 yılında onarımı yapılan bin 500 yıllık tarihi köprünün bazı bölümlerinde Marmara Depremi'nde çatlaklar oluştuğunu belirten Sakarya Müze Müdür Vekili Arkeolog Mürşit Yazıcı, Karayolları Genel Müdürlüğü'nün köprünün onarımı için proje çalışması başlattığını ifade etti.

Köprüde depremin yanı sıra doğal tahribatların da oluştuğunu kaydeden Yazıcı, "Köprünün bazı kemer ayaklarında depremde çatlaklar meydana geldi. Bazı bölümlerde aşınmalar oldu. 14 yıl önce yapılan onarımda köprü üzerinde kullanılan korkulukların bazıları düşmüş. Kocaeli Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğü'nün görüşü alındıktan sonra onarım çalışması yapılacak." diye konuştu. Bizans İmparatoru Justinianus tarafından MS 558-561 yılları arasında yaptırılan köprünün Anadolu'daki en uzun Bizans köprülerinden biri olduğunu anlatan Yazıcı, köprüye çevre düzenlemesi yapılarak etkinlik kazandırılması gerektiğini söyledi. Arkeolog Mürşit Yazıcı şöyle konuştu: "Bu konuda Sakarya Büyükşehir Belediyesi ve Adapazarı Belediyesi'nin projeleri var. Köprünün çevresinde arkeolojik kazı yapılması gerekiyor. Bu sayede saklı kalmış birçok şey gün yüzüne çıkabilir."

Zaman, Haber: Salih Hamurcu, 09.09.2009

KONAK'TAN 6 MÜZE

 

 

Müzecilik alanında büyük yatırımlara başlayan Konak Belediyesi, oyuncaktan masklara, çalgılardan karikatürlere, Ege medeniyetinden asker Atatürk kıyafetlerine müzeler açıyor.

Konak Belediyesi, müzecilik atağına kalktı. Oyun ve Oyuncak Müzesi’nin ekim ayında hizmete gireceğini belirten Belediye Başkanı Hakan Tartan, "Kentimiz butik müzelere kavuşacak" dedi. Oyun ve Oyuncak Müzesi’nin ardından Mask ve Giysi, Çalgı ve Karikatür, Ege Medeniyet, Folklor ve Kostüm Tarihi, Şiir ve Asker Atatürk Kıyafetleri müzeleri açılacak. Tartan, "Bu müzeleri açarak Konak’ın adını müzeler kenti olarak tüm dünyaya duyuracağız" dedi.

İlk oyuncak müzesini İstanbul’da kuran Sunay Akın, Konak Belediyesi’nin yaşama geçireceği Oyun ve Oyuncak Müzesi’nin de konsept danışmanlığını üstlendi. Şair, yazar ve gazeteci Akın, Konak Belediyesi’nin İzmir’e böyle bir müze kazandırarak uluslararası alanda sesini duyuracağını belirterek, "Almanya’da 5 tane oyuncak müzesi var; 5 tane daha kuruluyor. Şehirler müzeleriyle öne çıkıyor artık. İzmir çağdaş bir kent" dedi.

Hürriyet, 09.09.2009

SANAT PARANIN YÖNETİMİNDE





Modern ve çağdaş Türk sanatı uluslararası müzayede şirketlerinin “yeni gözdesi” mi sorusu dün başlayan yazı dizinin ana eksenini oluşturuyordu. Dünyaca ünlü müzayede evlerinin Türkiye’deki sanata ilgisinin nasıl ve neden şimdi ortaya çıktığına ilişkin sorularımızı konunun uzmanlarına sormaya devam ediyoruz. Dünkü bölümde yer verdiğimiz müzayede evi yöneticileri kimi zaman örtüşen, kimi yerde ayrılan görüşleriyle konumuza ilişkin düşüncelerini dile getirmişlerdi. Bugün ise ülkemiz sanat ortamının önemli figürlerinin bu konudaki görüşleriyle dizimizi sürdürüyoruz.

Beral Madra (Küratör, Sanat Eleştirmeni)
Sanat piyasası benim uzmanlık alanım değil; ancak sanat piyasasının sanat üreticisi ve alımlayıcısı arasındaki zaten kırılgan olan ilişkiyi hedef alan müdahalesi beni ilgilendiriyor. Türkiye’de hala çağdaş sanatın biçim, içerik ve kuramlarının değerlendirilme sorunu var; dolayısıyla piyasa manipülasyonları sanatı olumsuz etkiliyor. İstanbul sanat fuarları uluslararası nitelik kazanmadığı için boşluğu doldurma işini uluslararası müzayede şirketleri dolduruyor ve de koleksiyoncular tam anlamıyla dolduruşa getiriliyor. Son müzayede neyi kanıtladı, pek anlayamadım. Zaten satılan/satılabilen resimler satıldı. Kimlerin aldığını da bilemiyoruz. Yabancılar aldıysa, iyi. Yerel koleksiyoncular aldıysa, bu kadar tantanaya ne gerek vardı; zaten alanlar belli... Örneğin, bu müzayede Londra basınında ne kadar duyuruldu? Yalnız Türkiye basınında mı duyuruldu? İstanbul’da üst düzey sanat galerilerinin katıldığı bir sanat fuarı gerçekleşmedikçe (Dubai’de bu gerçekleşti), bu tür müzayedelerden çok şey beklenemez. Birileri para kazanıyor da, sanatçılar kazanıyor mu?

Ali Artun (Galeri Nev)
Hayatın ne ölçüde finansallaşmış olduğu son krizden sonra artık daha berrak. Ama sanat daha da şiddetli finansallaşıyor. Yani “para yönetimi”ne bağımlı oluyor. O zaman da müzayede ve fuarlar yükseliyor, galeriler bunların yörüngesine giriyor. Sotheby’s’in spektaküler Damien Hirst müzayedesinde gayet açık görüldüğü gibi sanat, toplumu, kamuyu es geçiyor ve müzayede salonundan çıkıp doğrudan koleksiyonerin özel salonlarına gidiyor. Sanat, ziynet gibi bir lüks halini alıyor. Tabiat gibi sanat da özelleştiriliyor. Sanat ortamları şirketleşiyor. Sanat yönetimi disiplini o nedenle türedi ve bu hızla giderse yakında İstanbul’daki sanat işletmecilerinin sayısı sanatçıların sayısını aşacak. Ne yazık ki sanatın kendisi de bu dönüşüme ayak uyduruyor. Damien Hirst gibi sanatçılar son kertede finans dünyasıyla ortak olan birer işadamına evriliyor. Baudelaire’den beri modernist estetiği koşullandıran, avangardı kamçılayan sanat ve para kazanma arasındaki çatışma, çoktandır çözülüp gidiyor.

Ömer Uluç (Sanatçı)
Değerlendirmek mi? Hiç değer vermiyorum. Özellikle New York’ta benim sergilerime gelip yemeklere oturmuş As Başkanların 1980-90 arasını ölü bir dönem olarak tanımlaması tam bir komiklik. Dünya sanatı ve eninde sonunda etkilediği Türkiye’nin sanatta dönüşüm dönemidir. Bu ünlü müzayede evinin çeşitli departmanları ve As Başkanları şemasını tam bilmiyorum. Ama bunların bazılarının yüzlerini Türkiye’deki sanat ortamına çevirdiklerine inanmanın imkanı yok. Yaptıkları müzayedenin niteliği, katılımı, katalogları, herkes biliyor ki içler acısı. Bu kadar gürültüye kimin ne gereksinimi var? Bunları söylüyorum, çünkü Sotheby’s’i 1990 katalog kapağından tanıyorum. Böyle şeyler yapmalarının ayıp olduğuna inanıyorum.

Vasıf Kortun (Küratör, Garanti Platform Güncel Sanat Merkezi Yöneticisi )
Aslında bu sorulara cevap vermek istemiyorum, çünkü cevap verirsem çok kişinin canını yakacağım. Sanatçılar burada sürünürken, işlerini gösterecekleri mecralar yok iken, üretime yardım verilmezken, uluslararası sergilere katılanlara kamusal destek gelmezken, malum güya müzeciklerimiz ne yaptıklarını kendileri bile bilmiyorlarken, literatür oluşturulmuyorken piyasayı neden tartışalım? Basiretsiz, risk almayan, kendi yolundan gitmeyen, kümelenmeye bayılan bir ortamdayız. Tüm bu hataların hepsi önlenebilirdi, bambaşka bir yerde olabilirdik, maalesef gemilerin kaptanlığı idari sınıf insanlarda, çünkü burjuvanın çoğunluğu ürkek ve vizyonsuz. Bugün sanatçı girişimlerinin, küçük ölçek sanatçı kurumlarının ve her şeyden önce sanatçıların dışında çok az şey oluyor. Türkiye’deki başat sanat ortamı daha önce “modern” yalanlar üzerine kuruluydu. Bugün ise “genişletilmiş taşralılık” deneyimlenmekte. Mesela, İstanbul Modern misali yerlerde gördüğümüz türden, birbiriyle asla yan yana gelmemesi gereken kültürel üretimlerinin aynı bukette pazarlanması, makulün diktatörlüğüne işaret ediyor. Güncel  ile öncesi arasında yaşanan kırılmayı bastırmaya çalışıyorlar. 1980-1990 ölü filan değildi, her şey o dönemde, ortam 1983’ten itibaren kıvılcım aldı. Ama sorun Sotheby’s’de değil, o sadece bu ortamın sıradan bir tezahürü, vur kaç.

Cumhuriyet, Yazı: Esra Al Çavuşoğlu, 09.09.2009

"ERİMESİNE İZİN VERMEM"

 

Muğla'nın Ortaca İlçesi'ne bağlı Dalyan beldesindeki kral mezarlarında inceleme yapan Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, Türkiye'nin simgesi haline gelen mezarların yok olmasına göz yummayacaklarını söyledi. Yeni Asır'ın, mezarlardaki erimeyi "Tarih kanser oldu" başlığıyla manşetine taşımasının ardından bölgeye gelen Bakan Günay, Önlem alınmadığı taktirde 2 bin 400 yıllık tarihin yok olup gideceğini belirtti, "Mezarlar için alınacak tedbirler, uzun araştırmalar öngörüyor" dedi.

Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, dün uçakla Dalaman Havaalanı'na gelip karayoluyla Dalyan'a geçti. Bakan'ın yağışlı havada gerçekleşen tarihi gezisine Muğla Vali Yardımcısı Recep Yüksel, Dalyan Belediye Başkanı CHP'li Arif Sarı, CHP'li Ortaca Belediye Başkanı Hasan Karaçelik, Köyceğiz Belediye Başkanı CHP'li Salih Erbay, Ortaca Kaymakamı Mustafa Gürdal, Köyceğiz Kaymakamı Halil İbrahim Çomaktekin, AK Parti İl Başkanı Gültekin Akça, İl Kültür ve Turizm Müdürü Murat Süslü de eşlik etti.

Kaunos Kazı Heyeti Başkanı Prof.Dr. Cengiz Işık, Bakan Günay'a kaya mezarlarındaki erimeyi gösterdi. Daha önce yaptığı açıklamada, 2003 yılında mezarlardaki erimeye ilişkin rapor hazırlamasına karşın önlem alınmadığını belirtip tehlikeye dikkat çeken Işık, Bakan Günay'a sorunun nedenlerini açıkladı. Prof.Dr. Işık, mezar yüzeyinde büyük korozyon yaşandığını, mezarların bu duruma gelmesinde tektonik hareketler, doğa koşulları, mezarların yapısındaki ince kılcal damarlar gibi kireç çizgilerinin zaman içinde erimesi ve asit yağmurlarının etkili olduğunu söyledi. Aşınmanın tehlikeli boyuta ulaştığını anlatan Işık, "Kaunos denince ilk akla gelen kaya mezarları, gözlerimizin önünde eriyor. Her yıl bir parçasını kaybediyoruz" dedi.

Kültür ve Turizm Bakanı Günay, incelemenin ardından gazetecilere yaptığı açıklamada kaya mezarlarının Türkiye'nin yurt dışı tanıtım fotoğraflarında yer aldığını, Türkiye'nin adeta simgesi haline geldiğini söyledi. Erimenin önlenebilmesi için neler yapabileceğini yerinde görmek istediğini kaydeden Bakan Günay, "Mezarların yok olmasını önlemek için alınacak tedbirler uzun süren araştırmaları öngörüyor. Kaya mezarlarının problemi zor bir problem. Burası özel tarihsel alanlarımızdan birisi. Dikkatli gözlem yapmalıyız. Ciddi laboratuar çalışmaları yapmamız gerekebilir. Bu basit bir restorasyon değil. Derde deva olacak restorasyon projesi geliştireceğiz. Yok olmasına asla göz yummayacağız. Tedbir almazsak 10 ile 20 yıl sonra Türkiye'nin simgesi olan bu alanlar yok olacak. Bu nedenle buradayım" dedi.

Prof.Dr. Cengiz Işık, ziyaretçilerin mezarları görmek istediğini, insan eliyle de tahribat gerçekleştiğini belirtip, "Geçmiş yıllarda insanlar talan etmiş, beğenmediği eserleri tahrip etmiş. Turistlerin gezmesi için seyir terası yapılırsa insan kaynaklı tahribat da önlenebilir" dedi. Öneriye sıcak bakan Günay, vali yardımcısına proje hazırlanması için talimat verdi. Bakan, kaya mezarlarından sonra Kaunos Antik Kenti'nde inceleme yaptı, restore edilen antik tiyatronun açılışını gerçekleştirdi, Kazı Başkanı Işık'tan bilgi aldı. Bakan, antik kilisede kazılarda ortaya çıkarılan mozaik eserin de temsili açılışını yapıp kurdelesini kesti.

Kaya Mezarları
Caretta caretta deniz kaplumbağalarıyla birlikte Dalyan'ın simgesi olan, kayalar içine oyulmuş, MÖ 3 ve 4'ncü yüzyıllarda dönemin kralı, eşi, yakın askerleri, hizmetçileri, Karya ve Likyalı soylular, zenginler, kahramanlar için yapılan kaya mezarları, yılda 300 bini yabancı 700 bin kişinin ziyaret ettiği beldenin gözde bölgesi. Denize yer yer 80 derecelik açılarla yükselen kayalık dağların içlerine oyulan mezarlar özellikle yabancı turistlerin ilgisini çekiyor. Arkeologlara göre bu mezarlar antik Kaunos kentinin zenginliği ve gücünün göstergesi. İon tapınağı görünümünde yontulmuş kaya mezarları içinde ölülerin konması için yan yana üç taş sıra bulunur. Anıt mezarların ön cephesini süsleyen İon sütunları ve aslan kabartması bulunuyor.
Yeni Asır, 09.09.2009

DEMRE'DE 16 ASIRLIK SİNAGOG





Kültür ve Turizm Bakanlığı ve Akdeniz Üniversitesi adına Prof.Dr. Nevzat Çevik başkanlığında Antalya'nın Demre İlçesi'nde başlanan 'Myra ve Limanı Andriake' kazılarında büyük heyecan. Bölgede ilk kez MS 5.yy'a ait olduğu sanılan sinagog kalıntıları bulunurken, Yahudi varlığına ilişkin izlere rastlandı.

Bizans dönemi dinsel ve sosyal yapılanması üzerine çok önemli bir keşif olarak kabul edilen bulgular, Doğu Roma İmparatorluğu içindeki Musevi varlığının ve durumunun anlaşılması açısından büyük tarihsel önem taşıyor.

Keşfin yapıldığı bölge olan Demre, Hıristiyanlığın en önemli figürlerinden biri Aziz Nikolaus'un (Noel Baba) doğduğu ve ana kilisesinin kurulduğu bir yer olarak biliniyor. Yeni bulunan sinagog ile Apollon'dan İslamiyet'e kadar kesintisiz dinler tarihi zincirindeki eksik halka olan Musevilik de eklenmiş sayılıyor.

Prof. Çelik, Yahudilerin antik çağlarda da dışlanan, baskı gören bu nedenle de kimliklerini açıklamayan bir topluluk olduğunu belirterek, Anadolu'nun Roma, Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyeti dönemlerinde Yahudilere kucak açtığını söyledi. Buldukları Sinagogun Roma döneminde Hıristiyanlığın baskın olduğu 5.yy'da inşa edildiğini kaydeden Çelik, "Bu bugüne kadarki mevcut bilgileri değiştiriyor. Bugüne kadar böyle bir bulgu yoktu" dedi.

Prof. Çelik, Demre'nin Antalya'nın en çok turist alan yeri olduğunu anlatarak, şöyle devam etti: "Demre Hıristiyanlık açısından dinsel bir merkez. Bu sinagog ile Yahudiler için de aynı konuma gelebilir. Amerikalı turistler buraya gelmek istiyor. Kudüs ve New York'taki bilim adamlarından mektuplar alıyorum. Dünya kamuoyunda ses getiren bu keşif, Türk turizmine önemli bir ivme kazandıracak" dedi.

Gelişmenin Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın Davos'taki 'one minute çıkışı'yla yüzde 70 oranında azalan İsrailli turist sayısını yeniden artırması bekleniyor.

Akşam, 09.09.2009


******


MYRA VE ANDRIAKE KAZILARINDA ÖNEMLİ BULGULARA ULAŞILDI





Likya’da MS 5.yy’a dayanan erken Yahudi varlığına ilişkin bu ilk arkeolojik bulgular; Likya tarihi ve kültürüne ilişkin bilinenlere de yenisini eklemiş oldu.

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı’ndan verilen bilgide, Myra antik kentinin Finike’ye 26 kilometre, Kaş’a 44 kilometre uzaklıkta orta Likya’nın merkezinde konumlandığı, antik kentin aynı zamanda Kekova denizi ve batık kent kalıntıları ile de iç içe bulunduğu hatırlatılarak, Anadolu’da Doğu Roma (Bizans) dönemi dinsel ve sosyal yapılanması üzerine “büyük bir keşif olan” söz konusu bulguların, Doğu Roma İmparatorluğu içindeki Musevi varlığının ve durumunun anlaşılması açısından büyük tarihsel önem taşıdığı ifade edildi.

 

Bulguların Yahudi varlığının antik ticaret merkezi olan Andriake limanında keşfedilmiş olmasının da tüccar karakterli Yahudi halkının o dönemde de ticarette etkin olduklarını göstermesi nedeni ile oldukça önemli olduğu belirten Bakanlık yetkilileri, İS. 5. yy ait olan sinagog ile Apollon’dan İslamiyet’e kadar kesintisiz dinler tarihi zincirindeki eksik halka olan “Musevilik”in de eklenerek, Likya adına Demre’nin bölge dinlerinin hemen tümüne ev sahipliği yaptığının ortaya çıktığı kaydetti.

 

Bakanlıktan yapılan açıklamada, Antik Sinagog’a (Yahudi tapınağı) ilişkin şu bilgilere yer verildi:
“Yapı, Roma dönemi granariumunun batı köşesi önünde, limana bakar biçimde konumlandırılmış. 3.90m çapındaki apsisin bulunduğu ana odanın ölçüleri 7.25x5.08 m’dir. Biri kuzeyden diğeri batıdan olmak üzere 2 girişi bulunmaktadır. Bilimsel araştırmalar sonlandırılmamış olsa da yapının Bizans (Doğu Roma) döneminde 4.-6. yy’da inşa edildiği düşünülüyor. Tapınakta, ‘büyük bir şans eseri’ bulunan Menorah Plaklarında Yahudi dininin bilinen standart sembolleri bulunuyor. Tamamı yazıtlı olan plakalar, daha önce Anadolu’da sadece Sardis, Priene ve İznik’te bulunan benzerlerine göre çok daha nitelikli ve ikonografik içerikli olmalarıyla dikkat çekiyor. Menorah plaklarından tamamen sağlam olan biri 89x45m ölçülerinde, birinci sınıf işçilikli profilli mermer bir levha. Ortasında 7 kollu şamdan (menorah), sağ yanında boynuz-borazan (şofar) ve sol yanında da hayat ağacı-palm ve limon ağacı (lulav) işlenmiş. Üstündeki silmede de 3 satırlık yazıt, yazıtın sol yanında alttaki panodaki öğeleri (Menorah-Şofar-Lulav) stilize edilmiş küçük bir sembolik örneği bulunuyor. Yazıtın içeriği henüz tam anlaşılmasa da adayanların isimleri Prokles ve Romanus olarak okunuyor. Bulunan 3 ayrı yazıttan 2’sinde ‘İsrael’ kelimesinin yani Yahudi topluluğunun özetlenmiş ifadesi kullanılmış. ‘Amen’ ve diğer standart dinsel ifadelerle de yazıt sonlandırılmış.”

Turizm Gazetesi, 10.09.2009

SBF'DE HEYKELLERLE 150 YILIN SERÜVENİ

 

 

Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nin (SBF) kuruluşunun 150. yılı etkinlikleri kapsamında düzenlenen taş heykel sempozyumunda, okulun geçmişini simgeleyen çalışmalar hazırlanıyor.

 

Çankaya Belediyesi Fen İşleri Müdürlüğü arazisinde düzenlenen sempozyumda, heykeltıraşlar okulun 150. kuruluş yılı için hazırlayacakları eserler üzerinde çalışıyor. Hacettepe Üniversitesi Heykel Bölümü öğretim üyesi Ayhan Yılmaz, etkinlik kapsamında Mülkiye’nin 150. yılı organizasyon komitesi tarafından heykeltıraşların bir araya getirildiğini ve okulun 150 yıllık serüveni üzerine tasarımlar hazırlandığını söyledi. Heykel sempozyumunda beğenilen tasarımlar üzerinde çalışmaya başladıklarını belirten Yılmaz, kendi çalışmasında okulun 150 yıllık geçmişinde öne çıkan isimleri bir sütun üzerinde parmaklarla simgelediğini ifade etti.

 

Mersin Üniversitesi Heykel Bölümü öğretim üyesi Doç.Dr. Nesrin Karacan da daha önce birçok sempozyuma katıldığını, ancak bu organizasyonun kendisi için farklı bir önemi olduğunu belirtti. Kocaeli Üniversitesi öğretim üyesi Gökhan Ercan da, kurumun 150. yılının heykellerle anılacak olmasının kalıcılık bakımından büyük önem taşıdığını dile getirdi.

 

15 Eylül’de sona erecek sempozyumun ardından, sanatçıların çalışmaları SBF bahçesine yerleştirilecek.

Milliyet, 09.09.2009

TARABYA OTELİ'NİN İÇİNDEN NE ÇIKTI?

 

 

Sarıyer'de devam eden Tarabya Oteli'nin inşaat çalışmalarından tarihi eser çıktığı iddiasına bir yenisi eklendi. İddialara göre çalışmalar sırasında otelin altından, Rumlar için kutsal sayılan su pınarı anlamına gelen Ayazma bulundu. Ayazmanın yanında çeşitli tarihi kalıntılar ile bir kilise de bulunduğu iddialar arasında. Ancak bu kalıntıların, henüz nasıl bir tarihsel değer taşıdığı bilinmiyor. İnşaatı yürüten firmanın Sarıyer Belediyesi'ne başvurarak "kalıntıları yıkmalarını" istediği öne sürüldü. Belediye yetkilileri ise firmaya, otel ve çevresinde bulunduğu iddia edilen Ayazma'nın "öngörünüm bölgesi" sınırlarında kaldığını, bu nedenle kendilerinin buraya müdahale yetkisi bulunmadığı cevabını verdi.

 

Konu ile ilgili görüşlerine başvurduğumuz belediye yetkilileri, "Tarabya Oteli ve çevresinde yapılacak herhangi bir uygulama öncesi Boğaziçi İmar Müdürlüğü'nden ve III no.lu Koruma Bölge Kurulu'ndan izin alınması gerektiği"ne dikkat çekildi. 2960 sayılı yasa ile Boğaziçi alanı öngörünüm bölgesindeki her türlü imar yetkisinin Boğaziçi İmar Müdürlüğü'ne verildiği belirtildi.

 

Tarabya Oteli'nin arkasında olduğu söylenen Ayazma ile ilgili olarak Rum cemaati de araştırma yapılmasını istedi. Bu konuya Anıtlar Kurulu'nun el atmasını isteyen Rum cemaati, yaptıkları açıklamada, "Burada Ayazma olup olmadığı araştırılsın. Çalışmalar sırasında burada bir kitabe bulundu. Ayazma yoksa bile bu kitabeyi bize versinler. Çünkü bu kitabe, kutsal sayılan bilgileri içeriyor" açıklamasında bulundular.

Şişli Gazetesi, 09.09.2009

600 YILLIK TARİHİ ÇARŞI ONARILIYOR

 

 

Beypazarı’nda tarihi dokuyu ön plana çıkarma projesi kapsamında yer alan 600 dükkandan oluşan 600 yıllık tarihi çarşının restorasyon ve düzenleme çalışmalarına yeniden başlandı. Bu kapsamda çarşının Bostancılar ile Şadırvan sokaklarının restore edileceği belirtildi. “Yapı Düzenlemesi ve Sokak Sağlıklaştırılması Projesi” kapsamında İl Özel İdaresi’nce gönderilen ödenekle devam eden çarşı restorasyonunda 320 bin TL ihale bedeli ile bir firmaya iş teslimatı yapıldı. Firma, bu iki sokağın restorasyon çalışmalarına başladı. 2008’de İçişleri Bakanı Beşir Atalay tarafından Tanıtma Fonu’ndan 500 bin TL gönderilen ödenekle Demirciler Çarşısı’ndaki dükkanlar restore edilmişti. Yeni başlayan sokak restorasyonu ile çarşının yarısı restore edilmiş olacak.

Hürriyet Ankara, Haber: Kemal Çelen, 09.09.2009

ST PIERRE KİLİSESİ'NDE KAYALAR İÇİN ÇÖZÜM ARANIYOR

 

Hatay Valisi Celalettin Lekesiz, St. Pierre Kilisesi'nin turizme kazandırılması ve bulunduğu yerdeki dağdan kayaların düşmesiyle ilgili sorunun çözümü için gerekli çalışmaları yapacaklarını belirtti.

 

Lekesiz, Antakya Ortodoks Kilisesi Vakfı Başkanı Fadi Hurigil ile yönetim kurulu üyelerini makamında kabul etti.


İlin geleceğinin birlik ve beraberlik içerisinde inşa edilebileceğini ifade eden Lekesiz, bu konuda kentte yaşayan herkese büyük görev ve sorumluluk düştüğünü söyledi.

 

Hurigil de ''29 Haziran St. Pierre Bayramı'' kutlamalarının dünyanın ilk mağara kilisesi olan St. Pierre'de iki yıldan bu yana yapılamadığını, kutlamaları Antakya Ortodoks Kilisesi'nde gerçekleştirdiklerini belirterek, Lekesiz'den bu konuda destek istedi.


St. Pierre Kilisesi'nde kayaların düşmesiyle ilgili sorunun çözümü için gerekli çalışmaları yapacaklarını ifade eden Lekesiz, ''Sorunun çözümü konusunda en büyük eksiklik teknik ekibin olmaması. Ancak, Hristiyanlar açısından da önemli bir yer olan kilisenin bakımını gerçekleştireceğiz ve elimizden geleni yapacağız'' diye konuştu.

Hatay Gündem, 08.09.2009

KUBADABAD SARAYI'NDA KAZI ÇALIŞMALARI





Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi (ÇOMÜ) Öğretim Üyesi, Kubadabad Kazı Başkanı Prof.Dr. Rüçhan Arık, Konya'nın Beyşehir İlçesine bağlı Gölyaka beldesi sınırları içerisinde yer alan tarihi Kubadabad Sarayı'nın milli saraylar kapsamına alınması gerektiğini söyledi.

 

Arık, Kubadabad'da kazı çalışmalarının 29 yıldır devam ettiğini belirterek, Beyşehir Gölü kıyısındaki tarihi mekanın milli saraylar kapsamına alınması için TBMM'ye hazırladığı bir raporla birlikte dilekçe verdiğini belirtti. 


Konya milletvekilleriyle diğer yetkilileri konu hakkında bilgilendirdiklerini ifade eden Arık, ''Bence hem planı bakımından, hem de Osmanlı saraylarının öncüsü olması yönünden milli sarayların en millisi, Kubadabad Sarayı'dır. Kubadabad Sarayı mutlaka milli saray bünyesine dahil edilmeli'' dedi. 


Arık, Kubadabad'ı milli saraylar arasında görmeyi çok arzu ettiklerini belirterek, şunları kaydetti: 
''Bu konuda basından da destek bekliyoruz. Konunun gündemden düşürülmemesini istiyoruz. Milli saray talebimize Konya Kültür ve Turizm İl Müdürlüğü de destek veriyor. Bu konuda umutlu bir bekleyiş içerisindeyiz. Ben de bunun öncüsü olmak durumundayım. Kubadabad, benim için çok değerli.'' 

 

Selçuklu Sultanı Alaaddin Keykubad tarafından 1226-1236 yılları arasında yaptırılan saray, Beyşehir Gölü'nün güneybatısında yer alıyor. 


Basit bir saray olmaktan çok sürekli ikamet için yapılmış Selçuklu yapılar topluluğudur. Türk saray külliyesinin en eski örneği olarak kabul edilen yapıların bir başka önemli özelliğini ise bugün planı bilinen tek Selçuklu Saray Külliyesi olması oluşturuyor. 


İlk olarak 1949-51 yıllarında M. Zeki Oral'ın yaptığı kazılara daha sonra 1965 yılına kadar ara verildi. 1965-1966 yıllarında Prof.Dr. Otto Dorn Büyük Saray ve Küçük Saray'ın mimarisini ve çini dekorasyonunu ortaya çıkardı. 1980 yılında yüzey araştırmalarıyla Prof.Dr. Rüçhan Arık tarafından başlatılan çalışmalar 1981 yılından itibaren bilimsel arkeolojik kazı olarak yürütülüyor. 


Sultan ve emirleri için yapılan saray ve köşklerdeki kazılarda sarayın temelleri ve bölümleri, sarayda kullanılan yapı malzemeleri, renkli camlar, kürkler, alçı dekorasyonlar, cam, sikke, seramikler ve çiniler bulundu.

Hakimiyet, 08.09.2009

DİVRİĞİ KONAKLARI BÜYÜLÜYOR





Sivas’ın en eski yerleşim yerlerinden biri olan ve tarihi değerleri ile Türkiye’nin önde gelen yerleşim yerlerinden biri olan Divriği, Dünya Kültür Mirası Listesinde yer alan Divriği Ulu Cami’nin yanı sıra konakları ile de ilgi odağı oluyor.


Yaklaşık 300 konağın bulunduğu Divriği’de bu konaklardan 120 tanesi tescillenirken, konaklar restore edilerek bir bir turizme kazandırılıyor.


Konaklar bu kente ayrı bir güzellik ve tarihi bir değer katmasının yanı sıra yerli ve yabancı bir çok turisti de kendisine çekiyor.


Bir çok konakta çalışmalar devam ederken, tamamlanan konaklarda halkın hizmetine sunuluyor.
Divriği’de ahşap ve alçı süslemelerin güzel örneklerinin görüldüğü evler birçok bölgeye göre daha iyi muhafaza edilmiştir. Ahşap süsleme özellikle tavanlarda, ayrıca kapı, yüklük ve dolaplarda kullanılmıştır. Divriği evlerinde tavanlar mertek tavanlar, düz tavanlar, nakışlı tavanlar olmak üzere üç şekilde görülür. Mertek tavanlar malzeme kalitesine göre kırlangıç ve Hampoş tavanlar olmak üzere ikiye ayrılır. Nakışlı tavanlar, ince işçiliği ve motiflerin güzelliği ile ahşap süslemenin en yoğun uygulandığı örneklerdir, Çarkıfelekli ve İşlemeli tavanlar olmak üzere iki gruba ayrılır. Alçı süslemeler genellikle varlıklı ailelere ait evlerin selamlık bölümlerinde yer alan ocak ve çiçekliklerde görülür. Ocak ve çiçekliklerde barok tarzındaki bitkisel motiflere rastlanmaktadır.
Geleneksel Divriği evleri duvarların arkasında yer alan büyük avlular ve bahçelerin içine yerleştirilmişlerdir.


Divriği evlerinde avlu genellikle harem ve selamlığı ayırmak amacıyla orta kapı adı verilen çift kanatlı ikinci bir kapı ile bölünmüştür.


Selamlık genellikle iki katlıdır. ‘Yaz odası’ ve kış odasının sokağa cepheleri vardır. Bazı evlerde ‘yıldız köşkü’ denilen beşgen ya da altıgen planlı bir asma kat ilave edilmiştir.


Başoda geniş boyutları ve dekorasyonuyla ilgi çeken en önemli oda başodadır. Başoda 1850'den sonra ‘yaz odası’ ismini almıştır. Selamlık biriminin asıl kısmını oluşturur.


Yıldız köşkü Cihannüma: Divriği evlerinde selamlık bölümünden merdivenle çıkılan bir oda olan ‘yıldız köşkü’ üçüncü kat olarak görünmektedir. Türk konut mimarisinde ‘cihannüma’ olarak adlandırılan bu bölüm Divriği’de yıldız köşkü olarak adlandırılır. Tüm cepheler üzerinde yer alan pencereler bu odayı seyir ve dinlenme odası yapmıştır. Dikdörtgen, çokgen ve yuvarlak planlı örnekleri vardır.


Geleneksel Divriği evlerinde ‘ayakçak’ adı verilen merdivenler iç ve dış olmak üzere iki çeşittir. Dış merdivenler avludan birinci kata çıkışı sağlayan ahşap asma merdivenlerdir. İç mekanda yer alan, katlar arasında geçişleri veya harem ve selamlık arasındaki bağlantıyı sağlayan merdivenler de ahşaptır.

Sivas Hürdoğan, 08.09.2009

İZMİT, TARİH KORİDORU PROJESİNE BAŞLADI

 

 

İzmit’te Tarih Koridoru Projesi çalışmaları başladı. Burç, sur, hamam, cami, bina gibi 100'ü aşkın tarihi yapının restorasyonuyla oluşturulacak 3 kilometrelik koridorun, İzmit'in turizm alanındaki geleceğine ışık tutması bekleniyor.

 

Sanayiden yana doyuma ulaşan İzmit'in tarihi ve kültürel alanda da söz sahibi olması gerektiğini ifade eden İzmit Belediye Başkanı Dr. Nevzat Doğan, "Tarihi bir süreci başlatmanın mutluluğunu yaşıyoruz. Öncelikle işin en zor yanı olan Kapanca Sokak'tan başladık. Tarih Koridoru aslında Sekapark'tan başlıyor. Orada bir bilim müzesi oluşturacağız. Koridor, oradan Gar binasının ve müzenin olduğu bölgeye geliyor. Daha sonra yukarı çıkıp, heykelin ve Av Köşkü'nün bulunduğu, Rediv Kasrı'nın bulunduğu yere, oradan da Kapanca Sokak'a geçiyor. Buradan yukarı doğru Akçakoca Cami, Orhan Cami, surları kapsıyor. Şehitlik'e kadar uzanan bir bölge. Oldukça büyük. Gidiş dönüşüyle birlikte 3 kilometrelik bir alan" dedi.

 

Turizmin aynı zamanda bir pazarlama işi de olduğuna değinen Doğan, turizme olduğu kadar sanata karşı da duyarlı olduklarını vurgulayarak, şunları söyledi:
"Biz bir yandan bu tarihi değerleri ayağa kaldırırken, bir yandan da şehrin kültürel havasını değiştirmeye çalışacağız. Sanatsal etkinlikleri ön plana çıkarmak istiyoruz. Hatta sanatı sokağa çıkarmak istiyoruz. Bir tanesine şu anda başladık. Müzik Durağı adını verdiğimiz proje kapsamında şu anda şehrin 4 önemli noktasında canlı müzik yapılıyor. Bu uygulama halkımızın çok hoşuna gitti. Kafasında bir sürü sorun olan vatandaş, o müziği duyuyor, bir anda kafası dağılıyor. Bu, belki de o kişiye yeni bir yaşama heyecanı veriyor. Bu çalışmanın devamında resim, heykel gibi sanatların da sokağa inmesini, oralarda icra edilmesini, çocukların, gençlerin özellikle bu konularda ilgilenmelerini sağlamak istiyoruz. Şehrimizi bir kültür sanat merkezi oluşturmak istiyoruz. Tarihi binalardan birinde bunu yaparsak, çok daha güzel olacağını düşünüyoruz. Bu anlamda bir arayışımız var. İçerisinde hem kültürel etkinliklerin yapıldığı hem de birçok alanda sanatsal kursların verileceği bir merkez kurmak istiyoruz."

Turizm Gazetesi, 08.09.2009

İSTANBULOPOLİS'E DÖNÜŞ

 

2010’da Avrupa’nın kültür başkenti olacak İstanbul, 1680 yıl önce Avrupa’nın siyasi başkentiydi. Peki Konstantinapolis’in reddettiğimiz mirası üzerine ne inşa ettik .

 

Tarih bilgisinin modern zamana özgü bir durum olduğunu hatırlamakta yarar var: Tarih bilgisi coğrafya, edebiyat gibi milli eğitim programlarında yer aldığı ölçüde yaygınlaştı. Ancak bu programın içinde kent tarihi ile ilgili olaylar bir tuhaflık arz ediyor.


Örneğin İstanbul’un 1453 yılında fethedildiği önemli bir bilgi olarak tarih kitaplarında yer alıyor. Ama şu işe bakın ki, fetihe neden olan ve kent açısından önemli bir olay, imparatorluk merkezinin 330 yılında 1. Constantinus tarafından Roma’dan İstanbul’a taşınması; kentin Roma İmparatorluğu’nun başkenti olarak ilan edilmesi kayda geçmiyor. Kentin Roma’nın başkenti olduğunu İtalya’dakinin neredeyse onda biri kadarı dahi bilmiyor. Hatta imparatorluktan geriye “Doğu”su (Bizans) kaldığında da gene Akdeniz’in ve İtalya’nın büyük bir bölümünü kapsadığı, Osmanlı padişahlarının kendilerini “Roma İmparatoru” olarak gördükleri pek fazla bilinmiyor. Eğitim programlarından araştırma kurumlarına kadar uzanan bu unutkanlığı nasıl açıklamalı? 2010’da Avrupa’nın “Kültür Başkenti” olacak İstanbul’un bundan 1680 yıl önce Avrupa’nın başkenti olduğunu kaç kişi biliyor? Bu kayda değer olayın, İstanbul’un Avrupa’nın en büyük imparatorluğunun başkenti olmasının kent açısından hiçbir önemi yok mu?

Kentin düşünce üretimi felç
Soralım: Bu koşullandırılmış, iğdiş edilmiş tarih bilgisi Bizans’ı dışarıda bırakırken, acaba Osmanlı’yı öne çıkarabiliyor, iddia ettiği gibi ona özen gösteriyor mu? Cevap ne yazık ki olumsuz! Çoğulcu bir yaklaşıma kapalı olan, anonim kalıplar içinde üretilmeye çalışılan tarih bilgisi ilk önce sahip çıktığını iddia ettiği kendi geçmişini ve bugününü yok etmeye çalışıyor. Bu nedenle zannedildiği gibi bu tarih bilgisinin dışarıda bıraktığı, arka plana ittiği yalnızca kentin Bizans geçmişi değil. Bu kapatmanın bedelini Osmanlı, Bizans değil bugün kentliler ödüyor. Kentin düşünce üretimi felç edilmeye çalışılıyor.


Kamusal pratikler soylulaştırma işlevi görüyor. Böylece kentin Osmanlı geçmişi de paradoksal biçimde, tıpkı Bizans geçmişi gibi araştırmalara, keşiflere, yaratıcı düşünceye kapalı kalıyor. Oysa İstanbul gibi kentin mevcut zenginliklerinin, dinamizminin çoğulcu bir siyaset içinde nasıl bir gelecek vaat ettiğini görmek için kahin olmak gerekmiyor.


Gelelim bu yazıdan çıkarılacak somut öneriye: Kentin Avrupa’nın başkenti olduğu 11 Mayıs için bir hazırlık yapalım ve tıpkı fetih için yaptığımız gibi bu önemli olayı da coşkuyla kutlayalım!

Taraf, Yazı: Korhan Gümüş, 08.09.2009

KADIKÖY'ÜN ATALARI KEŞFEDİLMEYİ BEKLİYOR

Otopark olarak kullanılan Kuşdili Çayırı'nın yanından akan ve etrafa pis kokular yayan Kurbağalıdere'de yapılacak arıtma çalışmalarının ardından Venedik'teki gondol gezilerinin bir benzerinin yapılması planlanıyor.

İstanbul gibi binlerce yıl yaşayan kentlerde kent arkeolojisinin çok önemli olduğu kesin. Kentin sit alanında yapılan her türlü inşaat çalışması bir anda kentin geçmişine kısa süreli bir pencere açıyor. Sadece Bizans değil, İstanbul'un geçirdiği bütün tarihi dönemleri yansıtan buluntular, İstanbul'un tarihini baştan sona bir daha yazılmasını gerektirecek kadar önemli bilgiler içeriyor. Kadıköy'deki Kuşdili Çayırı'nda da binlerce yıllık kalıntılar gün ışığına çıkarılmayı bekliyor. Kuşdili Çayırı, Kadıköy'de Eski Salı Pazarı'nın kurulduğu ve bugün otopark olarak kullanılan bir alan. Geçtiğimiz aylarda Büyükşehir Belediyesinin bu alana yapmayı düşündüğü alışveriş merkezi projesiyle gündeme gelmişti. Tepkiler üzerine projenin durdurulması ise kültürel miras konusuna hassasiyetle yaklaşanları rahatlattı.
 

Kuşdili Çayırı, 1977 yılında Doğal Anıt olarak tescil edilmiş ve 1981 yılında İstanbul II Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge kurulu tarafından Doğal SİT Alanı olarak ilan edilmiş bir bölge. Doğal anıt ve doğal SİT alanı olma özelliklerinin yanı sıra Kuşdili Çayırı, arkeolojik açıdan pek çok önemli bilgiyi barındıran bir alan olması bakımından da oldukça önemli. Alan, Kadıköy'ün tarihine ilişkin ilk arkeolojik verileri ile bilinen ve MÖ 6500'lere tarihlenen Fikirtepe Höyüğü'ne yakınlığı nedeniyle de dikkat çekiyor. Yazılı kaynaklarda, Kalkhedon kentinin biri Haydarpaşa koyuna açılan, diğeri ise olasılıkla Kurbağalıdere girişinde bulunan iki limanından söz ediliyor. Haydarpaşa koyuna açılan limanın mendireğinin Osmanağa Camii'nin alt kesiminde olduğu sanılıyor. Arkeologlar, Kurbağalıdere girişinde yer alan liman boyunca uzanan bir caddenin de Kalkhedon'u İzmit'e bağladığını belirtiyor.

Kuşdili çayırının hemen güneybatı yönünde bulunan Yoğurtçu Parkı ile Osmanağa Camii arasında kalan alana kurulu Kalkhedon'un çevresi savunma duvarları ile çevrili.

Kurbağalıdere ve Kuşdili, Haydarpaşa, gibi büyük çayırları ile önemli doğal alanlara sahip olan Kadıköy, Bizans ve Osmanlı dönemlerinde genellikle mesire yeri olarak kullanılmış.

Tüm bu bilgiler bu bölgenin ne kadar önemli olduğunu ortaya çıkarıyor. Uzmanlar Kuşdili Çayırı'nda arkeolojik kazılara başlanması ve bölgedeki buluntuların bir an evvel ortaya çıkarılması konusunda çalışmalarını sürdürüyor.

İstanbul Arkeologlar Derneği Başkanı ve İstanbul Üniversitesi Prehistorya Anabilim dalı Öğretim Üyesi Necmi Karul kazı çalışmalarıyla ilgili şunları söyledi: "Büyükşehir Belediyesinin Kuşdili Çayırı'nın olduğu bölgede kültür ve alışveriş merkezi projesi gündemdeydi. Kuşdili'nin çevresinde özellikle Hasanpaşa'da aynı zamanda Kadıköy'de altı yolda Roma ve Hellenistik dönemlerden kalan arkeolojik kalıntılar var. Özellikle Hasanpaşa'nın orada büyük bir metropol olduğu biliniyor. O bölgenin Kalkhedon kentinin limanı olma olasılığı çok yüksek.

Kuşdili Çayırı uzun dönem pazar alanı olarak kullanıldığı için mevcut yapının üzerinde bir tahribat söz konusu değil. Ama bir yapının yapılması durumunda, bu bölgede antik kalıntılar olup olmadığının açığa çıkarılması gerekiyor. İstanbul Arkeologlar Derneği olarak bu alanda bir çalışma olacaksa, öncesinde arkeolojik taramasının yapılması, gerekiyorsa kazılara başlanması ondan sonraki aşamada çözüm yolları üretilmesini talep ettik. Hiçbir kalıntı yoksa inşaat başlatılır. Anıtlar Kurulu bu konuda bizim talebimiz üzerine olumlu görüş verdi ve önce arkeolojik kazılar yapılmasını öngördü. Önümüzdeki günlerde İstanbul Arkeoloji Müzeleri'nin yönetiminde orada arkeolojik kazılar yapılacak.
 

Yenikapı'daki Marmaray inşaatında 2004 Kasım'ında başlatılan arkeolojik kazılarda, Theodosios Limanı'na ait bir iskele ve Konstantin Surları'nın bır kısım duvarları gün yüzüne çıkarıldı. Ayrıca Yenikapı'da kazılarda elde edilen bulgularda, İstanbul'u Bizanslıların kurmadığını, Marmara'nın da bir göl olduğunu ortaya çıkarıldı. Kazı alanında bir rastlantı sonucu bir evin tabanında bulunan mezardaki iki iskelet, MÖ 6.500'lere tarihleniyordu. Bu bilgilerle, İstanbul tarihi tamamen değişti.

Geçtiğimiz günlerde Topkapı Sarayı'nın bahçesinde, Bizans akropolü ortaya çıkarıldı. Akropolün yanı sıra bölgede Tunç Çağı'na kadar giden arkeolojik buluntular da bulundu. Tunç Çağı'ndan parçaların bulunması, İstanbul'un tarihinin bilinenden çok daha öncelere dayandığı görüşlerini destekliyor. Akropol tepesi, İstanbul'un ilk kuruluş yeri olarak biliniyor. "Akro" (yüksek), "Polis" (şehir) anlamına geliyor.

Antik kaynaklarda söz edilmesine rağmen yakın zamana kadar yeri bir türlü bulunamayan Bathonea antik kenti ve limanları Türk arkeologlar önderliğinde gün yüzüne çıkartılıyor. Avcılar ve Küçükçekmece belediye başkanlıklarının desteği ile Kocaeli Üniversitesi'den Yrd. Doç.Dr. Şengül Aydıngün başkanlığında; İstanbul Üniversitesi, Bristol Üniversitesi, KKTC D.A.Ü, Hollanda Lahey Üniversitesi, Selçuk Üniversitesi, Strazburg Üniversitesi uzmanları bölgede araştırmalarını sürdürüyor. 9 ülkeden arkeolog, jeolog, mimar, sanat tarihçisi, sualtı araştırmacısı, arkeolog, şehir plancısı, jeofizikçi ve harita mühendisi 40 kişi İstanbul'un tarihini daha da geriye götürmek için çalışıyor. Aydıngün'ün 2007'de Avcılar ile Küçükçekmece Belediyelerinin maddi ve teknik destekleriyle başlattığı yüzey araştırmalarında, Küçükçekmece Gölü çevresinde İstanbul'da 2 bin 700 yıllık bir antik kentin varlığı belirlenmişti. Doğu Akdeniz Üniversitesi'nden sualtı arkeologu Hakan Öniz'in çalışmalarıyla bulunan deniz fenerinin Roma Dönemine ait olduğu tespit edilirken, göl kıyısında taş iskele ve rıhtım kalıntıları ile evlere ait duvar, seramik ve mermer parçaları bulunmuştu. Göl üzerindeki yarımadada ise "İstanbul'un Avrupa'da ilk tarım yapılan yerlerinden biri olduğunu" kanıtlayacak 10-15 bin yıl öncesine ait çakmak taşı aletler elde edilmişti. İlk insanların da yerleşim yeri olduğu düşünülen göl çevresinde inceleme yapan uzmanlar, İstanbul çevresinin aralıksız yaşama sahne olduğunu kanıtlarken ele geçen çakmak taşı aletler Avrupa'ya tarımın Anadolu'dan gidebileceğinin sağlam kanıtlarını oluşturdu. Bathonea'dan elde edilen veriler, İstanbul'un bilinen tarihini değiştireceği gibi, Avrupa'nın da tarihine ışık tutacak.

Yeni Şafak, Haber: Hatice Saka, 08.09.2009

DASKYLEION ANTİK KENTİ'NDEKİ KAZILAR

Dünyada en erken tarihli Zerdüşt tapınma merkezinin yer aldığı Balıkesir'in Bandırma İlçesi'ne bağlı Ergili Köyü yakınlarındaki ''Daskyleion Antik Kenti''nde bu yıl yürütülen kazılarda, kentin döneminin önemli bir dinsel bölgesi olduğunu kanıtlayan yeni bulgulara ulaşıldı.

 

Kazılara 22 yıldan beri başkanlık eden Prof.Dr. Tomris Bakır'ın emekli olmasının ardından görevi devralan Doç.Dr. Kaan İren, yaptığı açıklamada, 1 Temmuz'da başlayan kazıların, 15 Eylül'de sona ermesinin planlandığını belirtti. Bu yılki kazılarda, MÖ 7. yüzyılın son çeyreğine ait kutsal bir sunu çukuru içinde hayvan kemikleri, idol benzeri bir taş obje ile silah ve kılıç parçalarına rastlandığını ifade eden İren, bu buluntuların, bazı hayvanların adak olarak sunulduğunu gösterdiğini belirtti.

 

Doç.Dr. İren, kazıların bu yılki bölümünde ayrıca, MÖ 550-525 yılları arasında ''Akropolis''te meydana gelen yangının oluşturduğu tabakada altın ve gümüşten oluşan ''Pektoral''a (göğüse asılan ziynet eşyasına) ulaştıklarını dile getirerek, şunları söyledi: ''Bu ziynet eşyasının üzerinde bir tören sahnesi var. Bu sahnede, tanrılar-tanrıçalar, rahipler ve kurbanlara ait figürler bulunuyor. Şimdi, bu figürlerin anlamını çözmeye çalışıyoruz. Ancak şunu şimdiden söyleyebiliriz ki, Pers döneminden başlayarak Daskyleion, hep kutsal bir alan konumunda kalmış. Bölgede yaşayan tüm uygarlıklar, kendi dinlerini hep bu kutsal alanda, kendi tanrı ve tanrıçalarıyla yaşamışlar.''

 

Kazılarda MÖ 6. yüzyılın ilk dönemine ait ''Fiyale'' denilen bir kutsal sunu kabı ile ''Akropolis''in giriş kapısının üzerindeki kabartmaların konulduğu bir taş bulduklarını da anlatan İren, ''Giriş kapısının duvara gömülü olduğunu sanıyoruz. Bu kapıyı önümüzdeki yıl gerçekleştireceğimiz kazılarda ortaya çıkarmayı bekliyoruz'' diye konuştu.

 

''Daskyleion''da bugüne kadar yürütülen kazılarda mezar stelleri, kabartmalar, seramik kaplar, sikkeler, Persler'e ait sarayın bir bölümü, Zerdüşt dinine ait kutsal yol, saray çevresindeki çeşitli yapıların temelleri, taş döşeli avlular ve su kanalları, ''Kybele Tapınağı''nın temeli ile Frigler'e ait dinsel semboller ve seramikler bulunmuştu.

Cumhuriyet, 08.09.2009




Çanakkale Belediyesi Çanakkale Devlet Hastanesi yerinin Toki’ye verilerek konut yapılacağına yönelik çıkan haberler üzerine, yerel seçimler öncesi Çanakkale Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu’na başvurarak Çanakkale Devlet Hastanesi binasının Cumhuriyet Dönemi eseri olduğunu savunmuş ve tescil edilmesini istemişti.

 

Çanakkale Belediyesi’nin başvurusu üzerine Kültür veTabiat Varlıkları Koruma Kurulu Çanakkale Devlet Hastanesi binasını Cumhuriyet Dönemi eseri olarak tescil etmiş ancak daha sonra vermiş olduğu bu kararı gerekçesiz değiştirerek tescilden vazgeçmişti.


Verilen kararın tekrar Koruma Kurulu tarafından bozulmasına sert tepki gösteren Belediye Başkanı Ülgür Gökhan kent kültür mirasına sahip çıkacağını ve konuyu her platformda dile getirececeğini belirtip, hukuçular kanalıyla yargıya başvurdu.


Bunun üzerine İdare Mahkemesine açılan dava sonucunda, İdare Mahkemesi Çanakkale Belediyesi’ni haklı bularak, iptali istenen Koruma Kurulu kararının yürütmesini durdurdu.


İdare Mahkemesi’nin 2009/367 esas no.lu kararına göre;” Çanakkale İli, Merkez, Arslanca Mahallesi, 35L-4C pafta, 365 ada, 138 sayılı parselde Maliye Hazinesi adına kayıtlı taşınmaz üzerinde bulunan Çanakkale Devlet Hastanesi’nin, Cumhuriyet Dönemi Mimarlığının birinci dönemden ikinci döneme geçiş yıllarında yapıldığı, kentin ilk Devlet Hastanesi olduğu ve civarında tescilli Halkbahçesi ve Cumhuriyet ilköğretim okulu gibi taşınmazların bulunması nedeniyle alandaki bütünlüğün bir parçası olduğu, 2863 sayılı Kanun’un 6. ve 7. maddeleri doğrultusunda tescil edilerek koruma grubunun 2. grup olarak belirlenmesine dair 21.02.2009 gün ve 4204 sayılı koruma Kurulu kararında oluşan eksikliğin giderilmesi aşamasında da bu hususların aksini ortaya koyan inceleme, araştırma, bilgi ve belgelerin de bulunmadığı anlaşıldığından, 2863 sayılı Kanun’un 6. ve 7. maddesi kapsamında bulunan davaya konu yapının Cumhuriyet Dönemi Mimarlığı örneği ve geçiş dönemi yapılarından olmadığından bahisle tescil edilmesine gerek olmadığı yolunda tesis olunan 27.05.2009 gün ve 4308 sayılı Çanakkale Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu kararında hukuka uyarlılık bulunmadığı sonucuna varılmıştır.”
İdare Mahkemesi vermiş olduğu ve bu karar ile Çanakkale Devlet Hastanesi binasının Cumhuriyet Dönemi Mimarlığı Örneği ve Geçiş Dönemi Yapılarından ve bu nedenle koruması gerekli bir kültür varlığı olduğunu kabul etmiştir.

Burası Çanakkale, 08.09.2009

AKROPOL YOLU TEHLİKE SAÇIYOR

 

 

Bergama'da her gün binlerce yerli ve yabancı turistin ziyaret edip gelip geçtiği, her gün yüzlerce büyük ve küçük araçların gelip geçtiği Akropol yolu tepkileri rağmen tehlike saçmaya devam ediyor .

Geçtiğimiz 30 ağustos günü Akropol yolunda Akropolden inen bir tur otobüsüyle Akropole çıkmakla olan bir özel aracın yolun dar olması sebebiyle birbirlerine sürtünme sonucu meydana gelen trafik kazasıyla araçlarda hem maddi hasar oluşması, hem de Akropol yolunun yaklaşık yarım saatten fazla trafiğe kapalı kalması vatandaşın yetkililere karşı tepkilerine neden oldu.

Bazıları Akropol esnafından olan olay yerindeki vatandaşlar tepkileri şöyle dile getirdiler. Bergama Akropolünü hergün binlerce insan ziyaret ediyor. Her gün buradan yüzlerce araç gelip geçiyor. Bu yolda sık sık benzeri maddi hasarlı kazalar oluşuyor. Ayrıca zaman zaman bir çok araçta tehlike atlatıyor. Devlet her gün bu ziyaretçilerden otoparklarından esnaf vergilerinden çuval dolusu paralar kazanıyor. Ancak bir türlü hiç değilse en azından birazcık olsun Akropol yolunu genişleterek önlemini almıyor, insanların ölmesi mi gerekiyor? dediler daha sonra trafik polislerinin çağrılıp tarafların anlaşmasıyla araçlar elle birbirlerinden ayrılarak yolun açılması sağlandı.

Bergama Kuzey Ege, 08.09.2009

BAKANLIK SKANDALA SONUNDA SES VERDİ

 

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı, Atatürk’ün şapka devrimi yolunda ilk kez şapka giydiği yer olarak tescillenen tarihi Şükrü Ağa Konağı’nda yaşanan skandala el attı. Ankara Hürriyet’in şimdi ahır olarak kullanılan tarihi yapıyı gündeme getirmesinin ardından, Bakan Ertuğrul Günay, Koruma Bölge Kurulu uzmanlarını yapıyı incelemekle görevlendirdi.

Bölgeye giden uzmanlar bir rapor hazırlayarak, yapının acilen restore edilmesi gerektiğini bildirdi. Raporda, yapının Atatürk Müze Evi olarak kamulaştırılmasının da uygun olacağı ifade edildi. Rapor doğrultusunda toplanan Koruma Bölge Kurulu da, yapıyla ilgili rölöve ve restorasyon projelerinin değerlendirilerek yeniden kurula sunulması kararını aldı.

Rapora ilişkin bakanlıktan yapılan açıklamada da şöyle denildi:
“Söz konusu kayıtlı taşınmaz, Ankara Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğü uzmanlarınca 27.08.2009 tarihinde yerinde incelenerek, bir rapor hazırlanmıştır. Raporda; ‘Ulu önderin Kastamonu’ya giderken 23.08.1925 tarihinde kısa bir süre ile misafir olup, istirahat ettiği taşınmazın halk arasında Şükrü Ağa Konağı olarak anıldığı, söz konusu taşınmazın Gayrimenkul Eski Eserler ve Anıtlar Yüksek Kurulu tarafından 23.07.1981 tarih ve A-3029 kararı ile tescil edildiği, habere konu olan taşınmaz ile birlikte iki adet taşınmazın Kalecik Belediye Başkanlığı tarafından kamulaştırılması talebi üzerine alınan Ankara Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulunun 02.04.2008 tarih ve 3040 sayılı kararı ile kamulaştırma talebine yönelik kullanım amacının net olarak belirtilmemiş olması nedeniyle talebin uygun bulunmadığı.

Taşınmazın iç ve dış yapı elemanlarında, ahşap doğramaları ve yapı malzemelerinde doğal etkenlerden dolayı ciddi bozulmaların olduğu, yapının mevcut durumu ile kullanılmasının mümkün olmadığı, esaslı bir bakım ve onarımı içine alacak şekilde acilen restorasyonunun yapılması gerektiği ve “Atatürk Müze Evi” olarak kamulaştırılmasının uygun olacağı belirtilmiştir.”

Hürriyet Ankara, Haber: Eray Görgülü, 08.09.2009

2010'DA İSTANBUL'DA HER ŞEY DEĞİŞMEYECEK

 

İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti serüveni bir rüya gibi başlamıştı. Tüm İstanbullular hatta tüm Türkiye bu adaylıkla gurur duydu. Ama ardından gelen yönetim zafiyetleri, adam kayırma dedikoduları, başarısız projeler yüzünden sevinç, hayal kırıklığına dönüştü. 2010 Ajansı'na karşı olumsuz bir hava oluştu. Ve 2007'den bu yana ne yazık ki pek de fazla yol alınamadı. Nisan ayında, İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı'nda bir dizi değişim yaşandı. Şekib Avdagiç, Yürütme Kurulu Başkanlığı görevine atandı. Avdagiç o günden bu yana eski yönetimle, olan bitenlerle ilgili pek fazla bir şey söylemek istemedi.
 
Kamuoyu sanki sizden daha net cevaplar bekledi. Siz aynı zamanda yönetim kurulu üyesiydiniz, o dönemde gözlemlediğiniz hatalar, yanlışlar hiç olmadı mı?  
Kimilerinin kafasında çok farklı resimler var, o resim olmayınca mı yüklenildi? Yoksa birileri bu ajans üzerinden hükümeti mi dövmeye çalıştı? Ya da burada yaşanan yönetim değişikliği fırsat bilinerek, karşı olunan kişilerin giden ya da gelen takımda olduğu için mi ajansa yüklenildi? Bu soruları da göz ardı etmemeliyiz. Ben sizin sorunuzun özünde barındırdığı olumsuz manzaranın olduğu kanaatinde değilim. Biraz daha farklı değerlendiriyorum. İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı çalışmaya başladığından bu yana insanlar ajansa kendilerince bir misyon yüklediler. Sonra da beklentileri ve arzuları gerçekleşmeyince, "burası başarısız" gibi sübjektif yorumlar yaptılar. Siz bana söyleyebilir misiniz, bu kadar köklü kamu kurumları, sivil toplum örgütleri, organizasyonlar içinde bir buçuk yılda üç yüz kültür sanat ve restorasyon projesi gerçekleştirmiş ikinci bir kurum örneği var mı? Biz enerjimizi objektif kriterlere dayanmayan bu gibi değerlendirmelere karşı kendimizi savunmak istemiyoruz. Bizim ajans olarak kendi hedeflerimiz, programımız var. Biz bu çerçeveye uygun olarak yürüyorsak kendimizi başarılı addederiz.
 
Her şey yolunda gidiyorduysa neden değişiklikler yapıldı? 
Türkiye'de ilk defa farklı kesimlerden gelen dokuz ayrı insan bir masanın etrafına oturdu, kamunun kendine tahsis ettiği kaynakla, kültür sanat ve kentsel dönüşümlerle ilgili faaliyetler yapmak üzere bir araya geldi. Ve ilk defa ağırlıklı olarak sivil toplum temsilcilerinden oluşan kurulun yönetiminde bir bütçeyle kültür sanat ve renovasyon projeleri için karar verici olmasına izin veren bir yapılanma oluştu. Çok köklü kuruluşlarda da dönem dönem üst düzey yöneticiler değişir. Dört arkadaşımız, bir süre sonra ajansın daha rahat ve etkin çalışması için son derece medeni bir şekilde ayrıldılar. Ama kamuoyunun bir kısmı, onların medeni ayrılmasından memnun kalmadı. Keşke bağıra çağıra ayrılsalar da haber çıksaydı. Diğer taraftan yönetimden ayrılan arkadaşlarımız Profesör İskender Pala, Nuri Çolakoğlu, Gürhan Ertürk zaten danışma kurulu üyemiz, aydan aya toplanmaya devam ediyoruz.
 
Benim anladığım bir sorun vardı ama o sorunu kimse üstlenmedi... 
Tabii ki durup dururken Nuri Çolakoğlu, Metin Sözen, Gürhan Ertürk gibi insanlar istifa etmezler. Mutlaka onların, ajansın bazı konularda arzu ettikleri gibi işlemediğiyle ilgili sıkıntıları, endişeleri olmuştur. O ekibin içinde ben de vardım, benim de bazı rezervlerim vardı. Oda seçimlerimiz olduğu için biz zaten görevlerimizi bırakıyorduk. Denk geldi, eş tarihte izin istedik. İstifaya neden olan sıkıntılar giderildi ve kaldığımız yerden yeni bir yapıyla devam etmenin gayreti içindeyiz.

Sokaklarda yapılan konserler, adı sanı duyulmamış toplulukların etkinlikleri yerine, İstanbul'un 2010'a eksikliklerinden arınmış girmesi gibi genel bir istek var...
Biz bir müteahhit ajans değiliz. Belki ağırlıklı olarak zaten o işi yapması gereken Kültür ve Turizm Bakanlığı, Vakıflar Genel Müdürlüğü, İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin Çevre Koruma Müdürlüğü var. Biz de bir katkı vereceğiz mutlaka.

Eğer bu anlayış olsaydı, Silivri Ortaköy'deki kilise camiye çevrilmezdi. Belediyelere, Vakıflar Genel Müdürlüğü ve anıtlar kurumlarına da pek güvenmemek gerekiyor, yanlış kararlar çıkabiliyor...

Geçen gün ajansta emekli bir büyükelçimizle Yunanistan'dan gelen bazı projeleri görüşürken konu açıldı. Batı Trakya'daki kırk iki yıldır üzerinde iskele duran Osmanlı camilerini unutmayalım.
 
Haklısınız, örnekler daha da çoğaltılabilir ama sonuçta yok ettiğimiz, bu topraklarda yaşamış kendi kültürümüzün bir parçası. Bir dönem tarihi yapılar bu yolla korunmuş olabilir ama bugün yapılara din değiştirtmeden koruyabilme anlayışını geliştirmeliyiz gibi geliyor... 
Bakın bunu sadece bir örnek diye verdim. Bir hafta önce Rum Ortodoks Patriği Bartholomeos ile beraber Anadolu yakasında tek devam eden arkeolojik kazı alanını ziyaret ettik. Koç Üniversitesi uhdesinde, bir İtalyan Profesör Alessandra Ricci'nin yönetiminde yürütülen bir çalışma var. Küçükyalı'daki Bizans Su Sarnıcı'nın ortaya çıkarılması konusunda yürütülen çalışmaya destek kararı verdik. Bizim böyle bir kompleksimiz yok ama hassasiyetlerimiz de var.
 
"Eyvah vakit daraldı psikolojisi içinde değiliz" demişsiniz, son söyleşilerinizden birinde. Bugünden itibaren siz nasıl bir yol planı çizdiniz, belki her şey bitmeyecek ama öncelikleriniz neler? 
Bu göreve geldiğimizden beri yapılan çalışmaları belli bir plan çerçevesinde yürütmeye çalışıyoruz. Bir taraftan beri kültür sanat projeleriyle ilgili takvimimizi, önceliklerimizi belirledik. Şimdi zannediyorum en geç eylül ayının ilk haftasında etkinlik takvimimizi yayımlayacağız. Üç aylık dönemlerde eklentiler olabilir ama ana eksenimiz ortaya çıkacak. Hem de tarihi eserlerin restorasyonuyla ilgili takvimimizi belirledik. Kimisi kesinleşmiş kırka yakın proje var.
 
Yönetim değiştikten sonra, 27 Mayıs'ta proje alımını durdurmuştunuz, çalışmalar ne durumda? 
Bine yakın projenin değerlendirmesini aşağı yukarı tamamlama noktasındayız. O günden bu yana değerlendirilmesi yapılan ve kabul edilen hem kültür sanat hem de tarihi yapıların bakım onarım projeleri var.
 
İstanbul 2010'un bütçesi şehir efsanesine dönmüştü. Bütçeniz ne kadar? 
Evet, 800 milyon lira diye söylenip durdu ama bizim reel bütçemiz 200 milyon lira, zaten bunun 70-80 milyonu AKM'nin. Bütçenin yüzde yetmişi restorasyon projelerine ayrıldı. Kısacası çok dikkatli harcamamız gereken bir bütçemiz var.
 
Bu efsanenin nedeni, akaryakıt vergilerinin artışından ajansa kalacak pay mıydı? 
Evet, baştan böyle bir şeyler söylendi; ama artan kaynak doğrudan katma bütçeye gitti, bize gelmedi. Akaryakıtın ÖTV'sinde yapılan artıştan direkt pay alacakmışız gibi algılandı. Biz bu kaynaktan sadece kendimize tahsis edilen kadarını almak durumundayız.
 
Sponsorlarda bir artış ya da yeni bağlantılar var mı? 
Bu konuda yeni gelişmeler var. Türk Hava Yolları uçaklarının üzerine "Avrupa Kültür Başkenti" logosu yapıştıracak. 2010 için Kahve Dünyası, 53 mağazasının tamamında sattığı ürünlerden bir pay ayıracak. Vakko özel ürünler ve Nadir Metal Rafinerisi özel altın yapacak. Swatch saatlerinin Türkiye temsilcisi Eren Holding, 2010 İstanbul logolu saat ürettirecek. Hepsinden bir pay alacağız. Ürün, konsept ve doğrudan mali destek bazında sponsorluk arayışlarımız devam ediyor.
 
Son olarak, 2010'da İstanbul'a sihirli değnek bekleyenlere ne dersiniz? 
Siz gelmeden önce Fazıl Say buradaydı. "Avrupa'da iki önemli metropol var, biri Londra, biri İstanbul" diyor. İstanbul Avrupa Kültür Başkenti olduysa, sahip olduklarıyla oldu. Şimdi biraz üzerindeki tozu silkelemeye çalışıyoruz. 2010'da İstanbul'da her şey değişmeyecek. İstanbul'da bugüne kadar yeterli imkan bulamadığı için yapılamayan bazı faaliyetlerin önünü açmaya çalışıyoruz. Ama İstanbul'da devrimci bir değişim olması söz konusu değil...

Bir arkası yarına dönüşen AKM'yi nasıl bir gelecek bekliyor?
 
Görevi devraldığımızdan bu yana AKM ile ilgili çalışmaları kaldığı yerden devam ettiriyoruz. Kamuoyu tarafından hiçbir eleştiriye maruz kalmayan çok net bir ihale yaptık. Proje, AKM'nin mimarı Hayati Tabanlıoğlu'nun bugün dünya çapında bir mimar olan oğlu Murat Tabanlıoğlu tarafından bedelsiz olarak hazırlandı. Kendisine huzurlarınızda bir kez daha teşekkür ediyorum. Böyle bir projenin piyasa değeri herhalde 1-1.5 milyon dolardır. Her şey yolunda giderken gördük ki ocak ayındaki proje dikkate alınarak yürütmeyi durdurma kararı alındı. Ama biz yürütmeyi durdurma kararı aldırtan sendikanın bazı hassasiyetlerini dikkate aldığımız için projeyi geri çekip mimari revizyona tabi tutup tekrar kurula soktuk. Bir konsensüs sağlamaya çalıştık. Türkiye'de bu işler hiç kolay değil. Ama bu konuda Koruma Kurulu'nun, Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın, mimari büromuzun gösterdiği özveriyi de unutmamak lazım.
 
Hepimizin dileği AKM'nin onarımının bir an önce tamamlanması. Bundan sonra neler yapılabilir? 
Kamuoyuyla şu anda paylaşmak istediğim nokta şu: Proje hazır, ihale yapılmış, kaynak ayrılmış, müteahhit var, yapmak için irade var ama hukuki engel yüzünden başlanamıyor. Şu an bu hukuki engeli ortadan kaldırmak için taraflarla beraber bir dizi toplantı yapıyoruz. Eğer burada bir çözüm üretemezsek, yürütmeyi durdurmadan dolayı bu iş gecikirse, müracaat edilmiş olmasına karşın üst mahkemenin kurulması önümüzdeki senenin ortasında gerçekleşirse, o tarihten sonra bizim ajans olarak yapmak için zamanımız kalmazsa, AKM'nin harabe haline gelmesinin sorumlusu kim olacak, bunu hep beraber oturup düşünelim. Yarın öbür gün burayı ajansın teknik olarak yapma imkanı kalmazsa, AKM yıllar boyu sanatseverlerle buluşamaz. Kültür Bakanlığı'nın gerekli kaynağı ajans dönemini bitirdikten sonra ayırması ve yapması pratikte çok mümkün değil.
 
Rakamlarla 2010 Kültür Başkenti Ajansı ve projeleri

 
* Koordinasyon Kurulu 9 üyeden oluşuyor.
* Danışma kurulu 58 üyeden oluşuyor.
* Ajansın personel sayısı 117.
* 1990 proje başvurdu, 1282'si değerlendirmeye alındı.
* 304 proje yürütme kurulunca kabul edildi.
* Onaylanan projelerin toplam bütçesi yaklaşık 268 milyon TL.
* Bütçenin 221 milyon TL'lik kısmı kültürel miras ve kentsel uygulamalar projelerine ait.
* Kültür sanat alanındaki onaylanan projelere ayrılan pay 32 milyon TL 

Referans, Haber: Müge Akgün, 07.09.2009



******


AB'DEN İSTANBUL 2010 İÇİN HİBE

 

Avrupa Birliği Komisyonu, “Sivil Toplum Diyaloğu - İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti” başlıklı hibe programı ile İstanbul'un kültürel mirasını ve kapasitesini ortaya koyması için kültür ve sanat alanında faaliyet gösteren sivil toplum kuruluşlarına toplam 1 milyon 578 bin 900 euro hibe desteği sağlayacak. Hibe programının, kültür ve sanat alanında faaliyet gösteren sivil toplum kuruluşlarına destek vermekle kalmayıp, aynı zamanda Avrupa Birliği'ndeki muhataplarıyla işbirliği yapmalarını teşvik ederek çok taraflı ortaklıkların kurulmasına da katkıda bulunacağı bildirildi. Sivil toplum kuruluşları, 2 Aralık Çarşamba gününe kadar Merkezi Finans ve İhale Birimi'ne hibe için başvuru yapabilecek. Proje başvurusuna ilişkin detaylı bilgiye İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı'nın 'www.istanbul2010.org' veya Merkezi Finans ve İhale Birimi'nin 'www.cfcu.gov.tr' internet adreslerinden ulaşılabilecek.

Yeni Şafak, 08.09.2009

TRİPOLİS'TE HOROZ KABARTMASI BULUNDU





Denizli'nin Buldan İlçesi'ne bağlı Yenicekent beldesinde bulunan Tripolis Antik Kenti'nde, Ege Üniversitesi tarafından yürütülen kazı çalışmalarında horoz figürlü kandil bulundu. Denizli horozunun ününün antik çağlara dayandığı iddiaları henüz netlik kazanmazken, daha önce Laodikya'da bulunan horoz figürlerine bu kez Tripolis'te de rastlanması heyecan yarattı. Tripolis Antik Kenti Kazı Heyeti Başkanı Yard. Doç.Dr. Aytekin Erdoğan, 2 bin yıllık horoz figürlü kandilin, lahit ve kaya mezarlarında yapılan çalışma sırasında ele geçirildiğini bildirdi.





Üç yıldır buldukları yazıtların çoğunda Tripolislilerin boks sporunda başarılı olduğunun anlatıldığını belirten Erdoğan, horoz figürlü kandilin de çok şeyler ifade ettiğini bildirdi. Kent halkının, boksta başarılı olanları, heykellerini dikerek ödüllendirdiğini anlatan Erdoğan, "Gladyatör ve ya horoz kabartmaları, sporcu kent imgesinin kanıtı olarak düşünülebilir. Horoz kabartmaları, aynı zamanda Denizli'nin simgesi olan horozun tarihsel köklerine de işaret ediyor" dedi. Denizli İl Özel İdaresi'nin bu yıl kazılar için 50 bin TL ödenek ayırdığına dikkat çeken Erdoğan, "Az parayla, çok iş yaptık. Keşke ödenek fazla olsaydı da, horoz figürlü kandil gibi daha nice eserleri ortaya çıkarabilseydik" diye konuştu.

Yeni Asır, 07.09.2009

KARADENİZ'İN SAKLI KENTİ: TİOS





Hem yağmurun bıraktığı toprak kokusu hem de yaban kekiği kokusu eşliğinde yürüyoruz tarihin içinde... Karadeniz’in “Efes”i Filyos’tayız.... Zonguldak ilinin kuzeydoğusunda bir sahil beldesi olan Filyos, eski Tios kentinin hamam, tapınak, taş döşeli yolları, mahzenleri, balık depoları, mozaik döşeli villa kalıntıları üzerinde duruyor.

Kent, efsaneye göre MÖ 7. yüzyılda Tios adlı bir lider komutasında Miletos’tan gelenler tarafından kurulmuş. Bugün, Filyos beldesinin bulunduğu alanda eski kentten toprak üstü kalıntı olarak Roma, Bizans ve ortaçağ dönemlerine tarihlenen kale, sahil surları, su kemeri, tonozlu galeri, tiyatro, savunma kulesi ve çeşitli mezarlar var. Tios kentinin araştırılması ve kazılması, Karadeniz tarihi ve arkeolojisi için büyük önem taşıyor; çünkü Türkiye’nin Karadeniz kıyılarında antik yerleşim kazısına tek örnek.

Trakya Üniversitesi Arkeoloji Anabilim Dalı ve Tios Kazısı Başkanı Prof.Dr. Sümer Atasoy: “Tios kazıları, sadece Filyos’un tarihini değil, Türkiye’nin Karadeniz bölgesini ve dünya tarihçiliğini yönlendirecek buluntularla doludur. Kazılar ilerledikçe sürprizlerle karşılaşacağız.” diyor. Antik kentin kuzeyinde yer alan Kale Tepesi’ndeki kilise kalıntılarının arasında Atasoy, anlatıyor...

Karadeniz kıyılarının tarih ve arkeoloji yönünden araştırılmasının bugüne kadar yetersiz kalmasının nedeni nedir sizce?
Arkeologlar Akdeniz, Ege bölgesine konsantre olmuşlar. Karadeniz’de şartlar daha zor; mevsim kısa ve ayakta duran çok önemli yapılar yok. Bu yüzden dikkat çekmiyor.

Kazılar sonucu antik kentin yüzde kaçı ortaya çıktı?
Daha kentin yüzde 1’ini bile kazmadık. Şu an Bizans tabakasındayız. Roma’ya, Hellenistik dönemden aşağıya ineceğiz. Burası Bizans devrinde bir askeri üs ve ticaret limanı. Limandaki su altında kalmış sütunlar, lahitler ileriki yıllarda sualtı arkeologları tarafından çıkarılacak. Bir de kalede böyle bir tapınak kilise olduğunu bilmiyorduk. Hiçbir yerde kaydı yok, bizim için büyük sürpriz oldu.

Antik kaynaklarda Tios kentinden önemsiz, küçük bir şehir olarak bahsediliyor…
Burada çıkan yapılar bizi şaşırtıyor. Aşağı kentte geçen yıllarda yaptığımız test sonuçlarında 2 tane hamam ve taş döşeli yollara, yapılara rastladık. Bu kadar önemsiz küçük bir kentte, bu kadar önemli büyük yapı nereden geliyor. Tarihte bahsi çok az geçen ve önemsenmeyen Tios kentinin, toprak üstü kalıntılarının anıtsal boyutu ve yayılım alanının büyük olması son derece şaşırtıcı.

Filyosluların bugün belli bir geçim kaynağı yok. Kültür turizmi ile geçim kaynağı sağlanabilmesi için Tios’un kazılması Filyos için bir kurtuluş olur mu?
Bugün burada geçim kaynağı sıfır! Filyos’ta herkes turizme umut bağlamış. Bir müze yapılarak, kazılardan çıkarılacak buluntuların Karadeniz Ereğli Müzesi’ne gitmesi önlenebilir. Böylece Filyos -Tios, bir tarih ve turizm merkezi olabilir.

Peki, antik kentin üstünde bulunan Filyos Ateş Tuğla Fabrikası’nın akıbeti ne olacak?
Bölgede uzun sürecek bir kazı yapılacağı için özel mülkiyete ait alanların kamulaştırılması çalışmaları başlatıldı. Fabrikanın kamulaştırılarak yıkılması ve buranın kazılması lazım.

Cumhuriyet, Haber: Ceren Çıplak, 07.09.2009

BİR KAÇAĞIN YASALLAŞMA ÖYKÜSÜ





Şehzadebaşı’nda tarihi hamam alanı olarak kayıtlı arsada kaçak olarak başlatılan otel inşaatı, iki kez yıkılmasına ve açılan davalara rağmen bitti; "Celal Ağa Konağı" olarak hizmete girdi. Büyükşehir Belediyesi’nin plan tadilatıyla yasalaştırdığı otele açılan davalar ise devam ediyor.

Eminönü Şehzadebaşı’nda kaçak olarak inşaatına başlanan bina, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nce iki kez yıkılmasına, ilgili kurumlara “elektrik, su, telefon bağlamayın” yazılarına ve açılan davalara rağmen şimdi "Celal Ağa Konağı" adıyla 90 odalı muhteşem bir otel olarak hizmete başladı. Açılan birçok dava halen sürerken, iki kez yıkım uygulayan Büyükşehir Belediyesi plan tadilatı yaparak oteli yasallaştırdı.

İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne (İBB) yaklaşık 200 metre mesafedeki Şehzadebaşı’nda "tarihi hamam alanı" olarak kayıtlı arsada kaçak olarak 2004 yılında otel inşaatı başlatıldı. Fam Otelcilik firmasına ait arazinin bir bölümünde 17. yüzyıldan kalma 1. derecede tarihi eser olan Acemoğlu Hamamı bulunuyordu.

İnşaatla ilgili ilk şikayetler CHP tarafından Eminönü Belediyesi’ne yapıldı. Belediye ekipleri inşaatı mühürledi. Ancak mühür, her defasında kırılarak inşaata devam edildi. Belediye birçok kez tutanak tuttu, sonuç değişmedi. Bina yükselmeye devam etti.


İnşaatın bitişiğinde tarihi Acemoğlu Hamamı’nın bulunması nedeniyle 4 No.lu Anıtlar Kurulu’na şikayetler yapıldı. Kurul da, savcılığa suç duyurusunda bulundu. Ancak inşaat çalışmaları sürdü. Eminönü Belediyesi inşaatla ilgili yıkım kararı çıkardı. Fakat bu kararı gerekli alet ve makineleri olmadığı gerekçesiyle uygulamadı.

Otel İnşaatı bu arada 4. kata yükseldi. Belediye bunun üzerine yapıya elektrik, su, doğalgaz ve telefon bağlanmaması için ilgili kurumlara yazılar yazdı. Yapının yıkılması için de İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nden (İBB) yardım istedi.

Yıkım için İBB devreye girdi. 2007 Kasım ayında İBB ekipleri otelin dördüncü katını yıktı. Bu katın yeniden yapılması üzerine belediye ikinci bir yıkım daha yaptı ve Cumhuriyet Savcılığı’na suç duyurusunda bulundu. Ayrıca yapı hakkında dördüncü defa "yapı tatil tutanağı" düzenlendi. Ancak tüm bunlara rağmen otelin 4. katı yeniden yapıldı.

Bu arada Fam Otelcilik Ltd. plan tadilatı için İBB İmar Komisyonu’na müracaat etti. Komisyon 2008 Ocak ayında konuyu görüştü. Hazırlanan raporda, hamam ve çevresindeki parsellerin 1/5000 Tarihi Yarımada Koruma Amaçlı İmar Planı’nda ve 1/1000’lik Eminönü Koruma Amaçlı Uygulama Planı’nda, “tarihi hamam alanı” olarak kayıtlı olduğu belirtilerek, “parselin küçük bir bölümünde hamam bulunduğu, parselin tamamının hamam alanı olarak ayrılmasının mağduriyet yarattığı” belirtildi. İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi de, İmar Komisyonu’nun uygun gördüğü plan tadilatını kabul ederek, belediye ekiplerinin yaklaşık bir ay önce kaçak katını yıktığı binayı yasallaştırdı.

Kültür ve Turizm Bakanlığı’na 5 yıldız için başvuracak olan “Celal Ağa Konağı” isimli otel, şimdi müşteri kabulüne başladı. Otelin sahibi hakkında Büyükşehir Belediyesi, kapatılan Eminönü Belediyesi, Koruma Kurulu ve CHP Eminönü İlçe Başkanlığı tarafından açılan davalar ise sürüyor.

Bu arada savcılığın “görevini yerine getirmediği” gerekçesiyle kapatılan Eminönü Belediye Başkanı Nevzat Er ve 10 belediye görevlisi hakkında yapılan suç duyurusu üzerine başlatmak istediği soruşturmaya İçişleri Bakanlığı izin vermedi.

Binanın sahibi olan ve otele ismini veren Celal Yüksel, 1970’li yıllardan bugüne Laleli’de otelcilik yaptığını ve hayalinin 5 yıldızlı bir otel işletmek olduğunu belirterek şöyle konuştu:

"Kötü iş yaptım! Beş yıldır başıma gelmeyen kalmadı. Otel için harcadığım paraya bankalar ayda 3 milyon faiz teklif etti. Kabul etmedim. Yıkımlar yaşadım. Mahkemelere, karakollara düştüm. Sonunda isteğim haklı bulundu. Acemoğlu Hamamı’nı yıktığım, tahrip ettiğim söylendi. Hamam şu an restore edildi ve kullanıma açıldı. Tahrip ettiğimi söyleyenler gelsin yerinde görsün."

İBB Basın Danışmanlığı ise, konuyla ilgili sorularımıza yanıt vermedi.
Milliyet, 07.09.2009

İTALYAN KAZI BAŞKANLARI TEPKİLİ

 

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın, yabancıların yönettiği kazılara 2010’dan başlayarak Türk eşbaşkan zorunluluğu getirmeye hazırlandığını öğrenen İtalyan arkeologlar kaygılı ve tepkili. Bu konuda görüştüğümüz iki İtalyan arkeolog da, öngörülen eşbaşkanlık sistemi gerçekleşirse çalışmalarının çok zorlaşacağını ileri sürüyor, önümüzdeki yıl kazı için başvurmamayı bile düşündüklerini söylüyorlar.

Hierapolis kazısı başkanlığını on yıldır yürüten Prof. Francesco D’Andria da, İstanbul Küçükyalı kazısı başkanı, Koç Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Alessandria Ricci de, 23 Ağustos günlü Milliyet gazetesinde yayımlanan haberde yazıldığı gibi dünyada hiçbir ülkede yabancıların kazı yapmasına izin verilmediğinin doğru olmadığını belirtiyorlar. İtalyan arkeologlar, haberde yazılanın tersine, İtalya ve Yunanistan’da yabancıların çok sayıda kazı yaptığını, özellikle kendi ülkeleri İtalya’da kazı yapanların milliyetine değil, bilimsel yeterliliğine bakıldığını vurguluyorlar.

Prof. D’Andria, yasa önerisinde her yabancı kazı başkanının yanında bir Türk eşbaşkan olmasının neden öngörüldüğünü anlayamadığını, kazılarında zaten hazır bulunan bir Türk denetçinin yapılan çalışmaları baştan sona denetlediğini söylüyor. Prof. Ricci ise, “Dünyada yabancılara kazı izni vermeyen yalnızca iki ülke var: İran ve Çin” diyor. Prof. Ricci, işi biraz da şakaya vurarak, Suriye’ye gideceğini söylüyor ve orada Bizans uzmanlarına saygı gösterildiğini ekliyor. 1974’te asistan olarak katıldığı Hierapolis kazısında 35. yılını tamamlamak üzere olan Prof. D’Andria ise, bir eşbaşkanla çalışmanın olanaksız olduğunu bir kez daha vurgularken, “Ama ben artık Pamukkale köylüsü oldum, nasıl bırakıp giderim?” diye kaygılanıyor.

Cumhuriyet, Haber: Egemen Berköz, 07.09.2009

DÜNYANIN İKİNCİ BÜYÜK MOZAİK MÜZESİ YENİLENDİ





Hitit, Asur, Roma ve Bizans gibi birçok uygarlığın yaşam izlerinin tanığı olan ve binlerce tarihi eserin yanı sıra, sanatın renkli taşlara nakşedildiği görkemli mozaik zenginliğiyle de ünlenen Hatay Müzesi, onarılarak modern hale getirildi.

İlk olarak 1948 yılında açılan, 1969-73 yılları arasındaki ilavelerle genişletilen, ancak uzun süre onarım geçirmemesi sonucu zaman içerisinde eskiyen binanın yenilenmesi için ödenek aktarıldı. Hummalı bir çalışmayla, Mayıs ayında başlatılan onarım kapsamında, önce iç mekanların boyası yapılan ve elektrik tesisatı değiştirilen müzeye, eserleri neme karşı koruyan teknik cihazlar ve klimalar yerleştirildi. Ayrıca ziyaretçiler için yeni bilgi panoları da hazırlandı.

Mozaiklerin yanı sıra taş eserler, heykeller ve sikke gibi toplamda 35 bin civarında eserin yer aldığı müzede, bunların ancak 3 bini sergilenebiliyor.

Bunun yanında toplamı 1.250 metrekareye yakın mozaiklerden de ortalama 1.000 metrekarelik kısmı teşhire sunulabiliyor. Müzedeki diğer mozaikler, gün ışığına çıkarılmak için toprak altında bekletiliyor.

Bu eserlerin de toprak altından çıkıp sergilenebilmesi için yeni müze binasının inşasına yönelik çalışmalar yapılıyor. Yeni binanın açılmasıyla dünyanın ikinci büyük mozaik müzesi olan Hatay Müzesi, bu konumunu daha da güçlendirecek.

Hatay Müzesi, özellikle Roma ve Bizans dönemi sanatının en çarpıcı örneklerini oluşturan, rengarenk taşlarla mitolojik olayların ve kişilerin sembolize edildiği mozaikleriyle yerli ve yabancı turistlerin daima ilgisini çekiyor. Müzeyi, geçen yıl 75 bin 745, bu yılın ilk 6 ayında da 46 bin 37 kişi ziyaret etti.

Müzede sergilenen bazı mozaikler ise şöyle:

Orpheus Mozaiği: Apollon'un oğlu olup, Ozan Tanrı olarak bilinir. Euridyke'ye olan aşkıyla ünlüdür. Yılan sokması sonucu ölen eşi Euridyke'yi, yeraltından çıkarmak için Hades ile anlaşır. Anlaşma gereği, yeraltından çıkıncaya kadar geriye bakmaması gerekir. Ancak ilk ışıkları gördüğünde, özlemle arkasındaki Euridyke'ye bakar ve onu sonsuza dek kaybeder. Ona olan aşkını şiirlerde ve şarkılarda dile getirerek dolaşır.

Sarhoş Dionysos Mozaiği: ''Şarap ve Bitkilerin Tanrısı'' olan Dionysos, Zeus ile Semele'nin oğludur. Zeus ile Semele'nin ilişkisini öğrenen kıskanç Hera, Zeus'tan bütün güçlerini göstermesini ister. Zeus güçlerini gösterince, Dionysos'a hamile olan Semele yanar. Zeus bebeği baldırına yerleştirir ve oradan doğurur.

Kemgöz: Nazardan korunmak için yapılmıştır. Kötü bakışı simgeleyen gözün; akrep, köpek, ok ve gagalayan kuş ile etkisiz hale getirilmesi tasvir edilmiştir.

Okeanos ve Tethys: Karı-koca olan Okeanos ve Tethys, toprak ana Gaia ve Uranus'un titanlar olarak adlandırılan 12 çocuğundan ikisidir. Okeanos nehirlerin tanrısıdır. Tethys ise suların içindeki bolluk ve bereketi simgeler. Bu nedenle genellikle etraflarında yer alan deniz canlıları ile birlikte tasvir edilirler.

Ntvmsnbc, 07.09.2009

4 ASIRLIK HAMAM GÜN IŞIĞINA ÇIKIYOR

 

 

İzmir'in Urla İlçesi'ndeki 15. yüzyılda inşa edildiği tahmin edilen Hersekzade Ahmet Paşa Hamamı, gün ışığına çıkarılıyor.

Kazı çalışmalarını sürdüren İzmir Arkeoloji Müzesi görevlilerinden edinilen bilgiye göre, çalışmalar kapsamında, soyunmalık odasında yapılan kazılarda, küçük nargileyle sigara içiminde kullanılan lüleler bulundu. Hamamın yıkılmış ve toprak altında kalmış dış bölümündeki tuvaletler de gün ışığıyla buluşturuldu.

Sanat tarihçisi Dilara Doğu, yaptığı açıklamada, hamamı yaptıran Hersekzade Ahmet Paşa'nın, Hersek Kralı Stefan Kosariç'in küçük oğlu olduğunu belirtti.

Fatih Sultan Mehmet tarafından İstanbul'a getirildikten sonra Müslüman olup Ahmet adını alan Hersekzade Ahmet Paşa'nın, Enderun eğitimi aldığını ifade eden Doğu, devlet kademelerinde görev alan Paşanın 2. Bayezid'in kızıyla evlendiğini anlattı.

Hamamın girişinde enine bir hol, holün solunda cehennemlik bölümü, sağ tarafında ise giriş ve temizlenme yeri ile soğuk su havuzu bulunduğunu ifade eden Doğu, şunları kaydetti: "Girişin karşısındaki kapıdan kadınlara ait hamam bölümleri ve kurnalar günümüze kadar korunmuş. Tam karşıdaki 2 halvetli bölümler özel kişiler için hazırlanmış. Hamamın sol bölümü olan erkekler bölümünde yer yer çökmeler bulunuyor. Erkekler bölümünde külhan odaları, kazanhane olduğu edinilen bilgiler arasında. 15. yüzyıl Anadolu Türk mimarisi karakteristik özelliklerini taşıyan hamam, kadın ve erkek halvetlerinden oluşuyor. Tarihi hamam hakkında şu anda muamma olma özelliğini koruyan konulardan biri, ısınma sistemiyle ilgili. Yapılan kazı çalışmaları sonunda edinilecek bilgiler o devirde Urla bölgesinin ısınma şeklinin anlaşılması açısından önemli. Termal kaynaklara ulaşılabilme ihtimali göz önünde tutuluyor."

Kazıların tamamlanmasının ardından restorasyon çalışmalarına başlanacak Hersekzade Ahmet Paşa Hamamı'nın, turizme ve halkın kullanımına açılacağı öngörülüyor.

Yeni Şafak, 07.09.2009

SULUİN MAĞARASI'NIN GİZEMİNE YOLCULUK

 

 

Bu gizemi çözmek amacıyla bir ekip oluşturan Teknik Dalış ve Derin Mağara Eğitmeni Hasan Hüseyin Yelis, Asya Kıtası'nın en büyük mağarası olarak bilinen mağarada 20 gün sürecek dalışlarla 205 metre derinliğe kadar ulaşmayı hedefliyor.

Finike'ye 1 kilometre uzaklıkta bulunan ve İncirli veya Gök Mağara diye de bilinen Suluin Mağarası'na daha önce dalış yapan Amerikalı Jarrod Jablonski ve ekibi 122 metre derinliğe kadar inebilimşti. Mağaradaki araştırmalar için yaklaşık 150 bin avroluk kaynak oluşturan Yelis ise mağaranın gizemini çözmeyi hedeflediklerini belirtirken dalışlar esnasında ortaya çıkabilecek olası durumlar için ekiplerinde su altı arkeoloğu, jeolog ve biyolog da bulunacağını belirtti. Sadece Türkiye'de değil, tüm dünyada su altı topluluklarının merakla yapacakları bu dalışı beklediklerini belirten Yelis, şu bilgileri verdi: " 205 metre derinliğe kadar ulaşmayı hedefliyoruz. Dalışlar bayramdan sonra su yüzeyi temizliği ile başlayacak ve 0 gün sürecek. Bu süreçte değişik amaçlı yaklaşık 100 dalış gerçekleştireceğiz."

Finike Kaymakamı Gökhan Görgülüarslan, mağaranın turizme kazandırılmasını çok arzuladığını vurguladı. Görgülüaslan, ekibiyle dalış yapmak isteyen Yelis'in belgeleriyle 1 Eylül'de yaptığı başvuruyu Antalya Valiliği'ne gönderdiklerini, gelecek cevaba göre hareket edileceğini söyledi.


Daha önce mağaraya dalan iki kişinin öldüğünü bildiklerini kaydeden Kaymakam Görgülüaslan, "Bu nedenle çok titiz davranmak zorundayız" dedi.

Radikal, 07.09.2009

ANAVARZA MOZAİKLERİ YOK OLMAK ÜZERE





Etrafı surlarla çevrili yaklaşık bin 300 hektarlık bir alanda kurulu, Türkiye'nin en önemli antik kentleri arasında gösterilen Anavarza'da Anavarza Kızı'nın tasvir edildiği mozaikler, yeterince korunmadığı için yağışlı havaların da etkisiyle hızla bozulmaya ve kaybolmaya yüz tuttuğu kaydedildi. Mozaiği bulan ve uzun yıllardır bekçilik yapan Hatun Dilci, "1960 yılında ev temeli kazarken balıklı Mozaiği bulduk. Daha sonrada Meduze Mozaiği'ni bulduk ve müzeye haber verdik. Bunun üzerine eşimle beni Anavarza'ya bekçi yaptılar. Bugün kışın yağmurların sel olması nedeni ile zarar gören Anavarza kızının bulunduğu Mozaik çeşitli yerlerden kabardı" dedi.

Geçtiğimiz yıllarda Kentin ayakta kalan en önemli yapısı olan Alakapı, 1998 depremi nedeniyle hasar görmüş ve daha sonra müdahale olarak, büyük kemerdeki taşıyıcı sistem desteklenerek koruma altına alınmıştı.

Türkiye'nin en önemli antik kentleri arasında gösterilen Adana'nın Kozan İlçesi yakınlarındaki Anavarza'nın tapusu Kültür ve Turizm Bakanlığı'nda bulunuyor. Antik kentte belgeleme çalışması yapan İstanbul Üniversitesi (İÜ) Edebiyat Fakültesi Eskiçağ Tarihi Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof.Dr. Mustafa Hamdi Sayar, antik kentin 'Arkeo Park' olmak için bütün özellikleri taşıdığını açıklamıştı.

Meduze'nin hikayesi

Anavarza Kralının kızı Meduze'nin sağında yer alan erkek Kozan Kralı' nın oğlu, solundaki ise Misis Kralı' nın oğludur. Her iki kralın oğlu da bu kıza talip olur ve Meduze için Anavarza şehrine savaş tescilinde bulunurlar. Anavarza Kralının bir çözüm üretememesi üzerine Meduze babasına bir çözüm teklifinde bulunur. "Sevgili babacığım malum Anavarzamızın su sıkıntısı var. Şehrimize ilk önce hangi taliplim getirirse ben onunla evleneyim, böylece şehrimiz savaştan kurtulmuş olur." der. Kız bunu der demesine ama kızın gönlü Kozan Kralının oğlundadır. Yalnız Anavarza şehrine ilk suyu getiren ise Misis Kralının oğlu olmuştur. Verilen söz üzere Meduze'nin Misis Kralının oğluyla evlenmesi gerekmektedir. Fakat kızın gönlü Kozan Kralının oğlunda olduğu için sevmediği Misis Kralının oğluna varmak istemez. Sözünden döndüğü takdirde ise Anavarza şehrini ve halkına savaş açılacak, dönmez ise sevmediği biri ile evlenecektir. Çözümü intiharda bulur ve Anavarza kalesinden aşağı kendisini atar.

Kozan İlçesi'ne 27 kilometre mesafedeki Dilekkaya Köyü ile iç içe olan Anavarza antik kentinin, MÖ 1. yüzyılda bir Roma kentleşme merkezi olarak kurulduğu sanılıyor. Tarihi kaynaklara göre, kent, Kilikya bölgesinde düzenlenen şenliklerin, olimpiyatların merkezidir. 525 ve 565 tarihindeki depremlerde yıkılan kent, Bizans İmparatoru Justinianus tarafından onarıldı. 8. yüzyıldan itibaren Abbasiler, Selçuklular, Bizans ve Haçlılar arasında sürekli el değiştiren Anavarza, bir süre Ermeni krallığının merkezi oldu.

Anavarza, ovadaki surlar ve kayalık kesim olmak üzere iki bölümden oluşuyor. Surların doğu kesiminin uzunluğu 1500 metre. Tüm kenti içine alan surların 20 burcu bulunuyor. Bu surlardan şehre 4 kapı ile giriliyor. Kentin sembolü Alakapı'nın kuzeydoğusunda tiyatro ve kapının hemen önünde stadyum kalıntıları yer alıyor.

Antik kentin yanındaki Anavarza kalesi ise dik yamaçlı 200 metre yüksekliğindeki bir tepede bulunuyor. Kalede, 1057 tarihli küçük bir kilise bulunuyor. Kilise, üzerindeki yazıta göre Ermeni prensi Toras tarafından yaptırıldı.

Yeni Şafak, Haber: Kübra Türkan, 07.09.2009

BİTLİS KALESİ'NDE ÇALIŞMALAR SÜRÜYOR

 

Pamukkale Üniversitesi (PAÜ) Sanat Tarihi Bölümü ve Bitlis Kalesi Kazı Başkanı Prof.Dr. Kadir Pektaş, Bitlis Kalesi'nin kentin turizm faaliyetleri açısından büyük önem taşıdığını belirtti.

Prof.Dr. Pektaş, bu yıl Bitlis Kalesi'nde kazı çalışmalarına 10 Temmuz'da başladıklarını, talep ettikleri ek ödeneğin gelmesi halinde çalışmaların 20 Eylüle kadar devam edeceğini söyledi.

Bu yıl kalede, iç kale, doğu burç ve geçmiş yıllardaki kazılarda buldukları hamamın doğusunda açma ve seviye indirme çalışmaları yaptıklarını anlatan Pektaş, şöyle konuştu: ''Çalışmalarımıza 3 yerde devam ediyoruz. Geçen yıl açtığımız mekanlarda seviye indirme çalışmaları yaptık. İç kale kısmında üç ayaklar ve çini fırınlarında kullanılan malzemeler bulduk. Çini fırını yok ama fırına ilişkin malzemeler var. Doğu burçta, alanı genişleterek açma çalışması yaptık. Burada geçen yıl açtığımız mekanın yanında, daha sağlam bir mekan ortaya çıkardık. Bu yapının daha eski ve 15 ile 16. yüzyıllara ait olduğunu düşünüyoruz. Bununla ilgili çalışmalarımız devam ediyor. Yapının kapısına henüz ulaşamadık. Doğu burçta 18 ve 19. yüzyıllara ait tandırlar ve su tesisatları bulunuyor. Evlere ilişkin kullanım araçları var. Hamamın etrafında ise açma çalışmalarını yürütüyoruz.''

 

Geçen yıl kalede yaptıkları jeoradar çalışmasında, ikinci katmanların görüldüğünü ifade eden Pektaş, çalışmanın analizlerine göre bu yıl kazıları biraz daha derinleştirdiklerini bildirdi. Kazıları derinleştirince daha erken tarihli yapılara ve temel izlerine rastladıklarını belirten Pektaş, ''Bunların 17. yüzyıla ait olduğunu düşünüyoruz. Burada farklı buluntular da elde ettik. Kolye uçları, sikkeler, sırlı seramikler bulduk. Çalışmalarımız bu yönde devam edecek'' diye konuştu.

Bitlis Kalesi'nin kentin turizm faaliyetleri açısından büyük önem taşıdığını vurgulayan Prof.Dr. Pektaş, kalede kazı çalışmalarının tamamlanmasının ardından, kente yerli ve yabancı turist ilgisinin artacağını kaydetti.

Turizm Gazetesi, 07.09.2009

DÜZCE'DE TARİHİ ÇEŞME DUVARI BULUNDU

 

Düzce'nin Konuralp beldesinde doğal gaz kazısı sırasında tarihi çeşme duvarı bulundu. Çeşmenin doğal gaz kazısına engel teşkil etmediği belirtildi.

 

Kültür ve Turizm İl Müdürü Özcan Budak, Konuralp'in Antikkent mevkisinde doğal gaz çalışmaları sırasında tarihi çeşme duvarının ortaya çıkarıldığını belirterek, ''Doğal gaz boru döşeme çalışmaları sırasında bir duvar ortaya çıktı. Araştırma başlattık ve beldede yaşayan vatandaşlarımızın ifadelerini de göz önüne alarak bunun tarihi çeşme duvarı olduğunu belirledik'' dedi.


Budak, ''Duvar, doğal gaz çalışmalarına engel teşkil etmiyor. Müteahhit firma, özellikle duvarı zedelemeden çalışmalarını sürdürecek'' diye konuştu.

Turizm Gazetesi, 07.09.2009

KAŞ'IN 300 YILLIK SU DEĞİRMENLERİ

 

Antalya’nın Kaş İlçesi'ne bağlı İslamlar Köyü’nde 300 yıllık olduğu tahmin edilen iki su değirmeni hala çalışıyor.

Beydağları’nın eteklerindeki köyün, geçmişte yörenin buğday öğütme merkezi olduğu, Kaş ve Fethiye ilçelerinden çiftçilerin, buğdaylarını öğütmek için bu köye geldiği belirtiliyor. Eski adı Bodamya “su zengini” anlamına gelen köyde, geçmişte 17-18 civarında su değirmeni olduğu belirtiliyor. Bunlardan ancak ikisinin ayakta kalabildi. İki değirmen, 65 yaşındaki Hamdi Sarıkaya ve 63 yaşındaki Hasan Sarıer tarafından çalıştırılıyor. Hamdi Sarıkaya, “Kazanç diye bir şey yok. Kapanmasın diye, tarihi bir eser olarak değirmenleri açık tutuyoruz” dedi.

Hürriyet Seyahat, 07.09.2009

PORTAKAL MESCİDİ GÜZEL, ÇEVRESİNDE SIKINTI VAR





Kocaeli Büyükşehir Belediyesi, kentin tarihi değerlerini asıllarına uygun olarak yeniden düzenleme çalışmalarını sürdürüyor.


Büyükşehir Belediyesi, İzmit Akçakoca Mahallesi Çukurçeşme Sokak’ta bulunan Portakal Mescidi’ni de aslına uygun olarak yeniden yapıyor. Kadir Gecesi olan 15 Eylül akşamı açılması planlanan Portakal Mescidi’nin arka sokaklarında ise bazı eksikler nedeniyle vatandaşın serzenişi var.

 

Ahşap iskelet üzerine yığma tuğla ile yapılan Portakal Mescidi, her biri 45’er metrekare olmak üzere iki kattan oluşuyor. Aslına uygun olarak yeniden inşa edilmeye devam eden Portakal Mescidi’nin aydınlatma ve çevre düzenlemesi konusundaki eksiklikleri de giderilecek. Binanın badana işleri, yağmur boruları, pencere ve kapı menteşeleri, ısı yalıtımları, baştan sona yenilenecek ve binaya klima takılacak. Portakal Mescidi çalışmaların tamamlanmasının ardından çevreye de farklı bir güzellik katacak. İskeleti oluşturulan beden duvarları örülen tarihi mescidin yanına bir de park inşa ediliyor.

 

Portakal Mescidi’nin hemen arka tarafında yer alan bölgede yeni açılacak sokak ve park çalışmaları nedeniyle sıkıntılar da var.


Mescidin hemen arka tarafından yeni sokak açılması için belediyeye ücretsiz yer verdiğini belirten Mehmet Atabay, şimdiye kadar bir çalışma yapılmamasından şikayetçi. Portakal Mescidi Sokak ile Hürrem Yokuşu’nu birbirine bağlayacak sokak için 280 metrekarelik arsasını veren Mehmet Atabay, “Bir çalışma yapmayacaklarsa, arsamı geri alayım bari” diye sitem ediyor.


Aynı sokakta oturan Remziye Aktan isimli bayan da Portakal Mescidi'nin yanından yukarı çıkan merdivenler ve görünen taş duvarlarında bir bölümünün yapıldığı, diğer yarısının ise bırakıldığını belirterek, “Eski bölümün yıkılmasından korkuyoruz. Projenin tamamının taş duvar olarak düzenlenmesini, bizim merdivenlerin başının da yapılmasını istiyoruz” dedi.

Özgür Kocaeli, 07.09.2009

ULUCAMİ'DE ŞADIRVAN TARTIŞMASI





Bursa Ulucami`nin ortasında yer alan tarihi şadırvanın kapatılması, tartışma konusu oldu. Ulucami Derneği Başkanı İbrahim Aydın, kademeli fıskiyeleri ile insanı ferahlandıran cami içindeki şadırvanın, yanlış kullanım sebebiyle camide sıkıntıya sebep olduğunu söyledi.

 

Mermer havuza vatandaşların kirli paraları da atmalarının önüne geçmek için şadırvanın etrafına cam perde yaptıklarını belirten Başkan İbrahim Aydın, "Abdest alanlar, ayaklarının ıslaklığını halılarda kurutuyorlar. Ayağı kokuyorsa ve çorabı ıslak giymiş ise bir kirlilik halılara da yayılıyor. Halılar rutubet yapıyor ve kokuyor. Abdest almak için gelenlerin balgam çıkarması hem akarın kirlenmesini hem de çevrede ibadet edenlere rahatsızlık veriyor. Bayanlar orada uygun olmayan şekilde abdest almaya çalışıyorlar. Büyükler ve çocuklar ellerini havuzun içine sokarak, bazı kişilerin içdikleri suyu kirletiyorlar. Daha sayılabilecek pek çok mahsur sebebiyle, anlımızı ve yüzümüzü sürdüğümüz halıların temiz kalmasını düşünerek cami içerisinde abdest alınmasını önde gelen devlet ricalinin de istişaresi ile kapattık. Bu arada camiye abdestli olarak girmek daha makbul olduğundan bu karara da vatandaşların büyük kısmı destek veriyorlar" dedi.

 

Bu arada Ulucami`nin bahçe düzenlemesini gerçekleştirecek olan Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Altepe ise birçok vatandaştan cami içerisindeki şadırvanın kapatılması sebebiyle tepki aldıklarını belirterek yeniden abdest almaya açılmasını istiyor. Altepe, kurmayları aracılığı ile cami yönetimine haber gönderirken, henüz olumlu bir yaklaşım olmaması dikkat çekiyor. Cami Derneği, yazılı bir dilekçe ile de şadırvanı kapatmanın gerekçelerini belediye yönetimine bildirdi.


Diğer taraftan cami içerisindeki şadırvanı Ulucami Vakfiyesi`nden dolayı kapatılmasının mümkün olmadığını savunan tarihçi Erhan Yıldızalp cami içerisinde abdest tazelemek isteyen vatandaşların engellenmesi yanlıştır dedi. Şadırvanın camla çerçevelenmesi de yakışıksız bir uygulama oldu. Şadırvanın civarında uygunsuz kullanım var ise, bu durum görevlilerin gerekli ikazları ile önlenir. Ancak asırlardır süre gelen, cami vakfiyesinde yer alan bir hizmet, böyle basit bir şekilde engellenemez. Buna Vakıflar Bölge Müdürlüğü`nün Ulucami Vakfiyesi gerekçesiyle karşı çıkması lazım" diye konuştu.

Bursa Olay, 07.09.2009

BURSA VAİZİYE MEDRESESİ NEREDE?





Bursa'da en çok ziyaret edilen tarihi mekan olan Ulucami'nin batı kapısındaki Vaizeye Medresesi önüne kaçak olarak inşa edilen 3 dükkanın yıkılarak tarihi dokunun ortaya çıkartılması isteniyor.

Osmangazi Belediyesi'nin Ertaş Çarşısı civarındaki çevre düzenlemesi çalışmalarında tarihi dokuyu ortaya çıkartıp Vaiziye Medresesi'nin tarihi duvarlarının bakımını yapması ile birlikte, kaçak olarak inşa edilen 3 dükkan göze batmaya başladı. Mülkiyeti vakıflara ait Vaiziye Medresesi'nin Atatürk Caddesi'ne bakan dış duvarı önüne kaçak olarak 30 yıl önce inşa edilen 3 dükkanın restorasyon çalışmalarından sonra bölgede kötü bir görüntü oluşturmaya başladığını belirten Ertaş Çarşısı esnafı, "Bu yapılar 25-30 yıl önce, kaçak olarak yapılmış baraka dükkanlardır. Bunların herhangi bir ruhsatı yok. Bu binalar Osmangazi Belediyesi'nin Medrese Pasajı'nı restore etmesinden sonra çok daha kötü bir görüntü oluşturmaya başladı. Bu durumdan rahatsız olan mal sahipleri de dükkanları, yapılan çalışmalara uydurmak için harekete geçtiler. Ancak hiçbir şekilde dükkan olarak kaydı gözükmeyen bu yerlerin Osmangazi veya Büyükşehir Belediyesi tarafından ortadan kaldırılmasını istiyoruz" dediler.

Osmangazi ve Büyükşehir Belediyeleri ile Bursa Valiliği'ne şikayet dilekçesi veren Çevre Müfettişi Ali Turan, Bursa'nın en tarihi ve turistik bölgesinin Ulucami ve civarı olduğuna dikkat çekerek,"Ulucami'ye 50 metre mesafedeki bu çirkin görüntü temizlenmelidir. Ulucami ve yakın çevresinin eski tarihi dokusunun yaşatılması elzemdir. Ulucami'nin batı karşısında cadde boyunda yer alan 3 dükkan, Vaiziye veya halk arasında Mahkeme-Müftülük Medresesi olarak bilinen tarihi yapının duvarına yapılan işgalle inşa edildiler. Bu medrese Yıldırım Beyazıt Han tarafından yapılmış, mahkeme, müftülük ve medrese (okul) olarak kullanılan bir yapıydı. Şimdi bu binanın cephesinde rastgele hiçbir izin alınmadan tadilatlar yapılmakta, kemerler kapatılarak asli görünüşü değiştirilmektedir. Küçük ve önemsiz zannedilen bazı tadilatların, asli unsurları ortadan kaldırarak, tarihi dokunun görünmesini değil, o mekanın mutlaka ticari boyutuna hizmet ettiği görülmektedir. İzinsiz tadilatlar engellenerek, hatta yıkılarak, tarihi medresesinin görünmesi sağlanmalı. Bu bölgedeki bütün dükkanların dikey ve yatak tabeleları dahi kaldırılarak asli yapının daha güzel ortaya çıkması sağlanmalıdır. Bu konuda sonradan konulan baraka tarzındaki uydurma dükkanlarda derhal belediye ve valilik yönetimi tarafından kaldırılmalıdır" diye konuştu.

Fahri Çevre Müfettişi Ali Turan 3 Eylül tarihinde Osmangazi, Büyükşehir belediyeleri ile Bursa Valiliği ve Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu'na müracat ederek resmi girişimlerde bulundu

Bursa Hakimiyet, 07.09.2009

İKİ YENİ ROTAYLA TURİZME HIZ, TARİHE CAN VERMEK İSTİYORLAR





400 bin yıl önce İstanbul civarındaki ilk insanların yerleştiği Yarımburgaz Mağarası, taşlara oydukları İncegiz Mağarası, Romalıların su kemerleri alternatif turizme açılıyor. İstanbul Tarih Öncesi Çağlar Araştırmaları (İTA) projesini yürüten Kocaeli Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Prehistorya Ana Bilim Dalı Başkanı Şengül Aydıngün ve ekibi, iki ayrı gezi rotası hazırladı. Birinde tarih öncesi insanların izlerini taşıyan mağaralar, diğerinde Romalılardan kalma su kemerleri görülebilecek.

 

Şengül Aydıngün ve ekibi, 2010 Kültür Başkenti Ajansı’na proje olarak sundukları rotaları, geçen hafta İstanbul Kültür ve Turizm Müdürü Ahmet Emre Bilgili ile birlikte dolaştı. Avrupa’nın en eski insanlık yerleşimi olan Yarımburgaz Mağarası’nda 175 metre ilerleyen ekip, el fenerleriyle mağara duvarlarında antik çağdan kalma resim aradı.

Antik mağara rotası Başakşehir’deki Yarımburgaz Mağarası’ndan başlıyor. İlk insanların izlerini taşıyan Yarımburgaz Mağarası, Altınşehir Mahallesi’nin çarpık gecekonduları arasında can çekişse de, 750 metre uzunluğu ve geniş galerileriyle halen büyüleyici. Atatürk Havalimanı’na yaklaşık 10, şehir merkezine ise 22 kilometre uzaklıkta. İkinci durak ise Çatalca’nın İnceğiz Köyü ile aynı ismi taşıyan İnceğiz Mağaraları. Prehistorik dönemden yaşam izleri taşıyan mağaralar, İnceğiz Köyü ve İnceğiz Deresi’nin hemen yanında, 7 kilometre boyunca uzanıyor. Kapadokya tarzında oyulmuş apartman biçimli mağaralar, dik merdiven sistemleriyle de Frig Vadisi’ndeki anıtsal kaya yapılarını andırıyor. Mağara rotasının son durağı ise Silivri’nin Danamandıra Köyü’ndeki Aylapınarı Mağarası. Mağaranın girişinde, Trakya coğrafyasında pek alışık olunmayan türde kaya kazımalarından oluşan primitif resimler yer alıyor. Mağaranın içindeki dolgu topraklarda ise Kalkolitik ve Demir Çağı’na ait kap parçaları bulunmuş. Mağara rotasını tamamladıktan sonra, köy girişinde, nilüfer çiçekleriyle kaplanmış iki küçük gölün kenarında çadır kurmak mümkün.

Su kemerleri rotası ise Çatalca’nın Gümüşpınar Köyü’nden başlıyor. Halk arasında Büyükgerme, Kurşungerme ve Ballıgerme diye anılan üç su kemeri, 373 yılında Roma İmparatoru Valens tarafından İstanbul’a su getirebilmek için inşa ettirilmiş. 35 metre yükseklikleri ile dünyadaki en yüksek Roma kemerleri olarak biliniyorlar. Gümüşpınar Su Dolum Tesisleri’nin yanındaki toprak yoldan başlayan ve yaklaşık 40 dakika süren yürüşüyün ardından Karamandere Deresi’ne ulaşılıyor. Dere kenarındaki patika izlendiğinde yüzülebilecek derinlikte doğal havuzlara ve su kemerleri görülüyor. Halen ayakta olan kemerlerin, sık ağaçların arasındaki görüntüleri bile etkileyici. Ancak kemerlerin bazı taşları defineciler tarafından yerlerinden çıkartılmış ya da kırılmış.

Yard. Doç.Dr. Şengül Aydıngün’e göre, her iki rotada bulunan mağara ve kemerler, kısa bir süre ve az bir maliyetle turizme kazandırılabilir. Böylece antik çağdan kalan miras definecilerden korunabilir ve gelecek nesillere aktarılabilir:
“Rotada yer alan mağara ve su kemerleri insanlığın ortak tarihini oluşturuyor. Mağara turizmi tüm dünyada çok sayıda turist çeken bir etkinlik. Su kemerlerinin başka bir örneği ise dünyada yok. Ekibimdeki yabancı araştırmacılar, rotalarda yer alan yerlerin nasıl olup da koruma altına alınmadığına şaşırıyor. Bizim ülkemizde olsa turizme açılır, binlerce turist ağırlayıp binlerce euro para kazındırır, diyorlar.”

Hürriyet Seyahat, Haber: Eyüp Serbest, 07.09.2009

TARİHİ KİLİSE KÜLTÜR EVİ OLACAK

 

Uzunköprü İlçesi'ndeki tarihi Aziz Louis Kilisesi’nin ‘Kültür Evi’ olarak restore edileceği bildirildi. Uzunköprü Belediye Başkanı Enis İşbilen, yıllardır atıl vaziyette bulunan kilisenin restore edilerek kültür evi olarak kullanılmasını için Fener Rum Patriği Bartholomeos ile görüştüklerini belirtti. Bartholomeos’un maddi ve manevi destek sözü verdiğini ifade eden İşbilen, sözlerini şöyle tamamladı: “Bizleri her türlü konuda destekleyeceğini belirten Bartholomeas’un, ayrıca açılışında bizzat bulunacağını belirtmesi bizleri sevindirdi.”

Türkiye Gazetesi, 07.09.2009

DÜNYA MİRASI LİSTESİNE YENİ KATILAN YERLER

 

Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Kurumu’nun (UNESCO) bu yıl Dünya Kültür Mirası listesine aldığı Wutai Dağı, Çinli Budistlerin inanç kalesi. Budizmin Çin’deki dört kutsal dağından ilki. Üzerindeki 53 tarihi tapınak ve heykelleriyle heybetli bir görünüme sahip. Listenin diğer yeni üyeleri, İsviçre’nin iki saat imalatı kasabası La Chaux-de-Fonds ve Le Locle. Her ikisi de satranç tahtasını çağrıştıran şehir planlarıyla bu listeye girmeye layık görüldü.


WUTAİ DAĞI / ÇİN




Wutai Dağı Çin’in Şansi eyaletinde. Uçurumları, çıplak zirveleriyle benzersiz bir morfolojik yapıya sahip. Beş yükseltisinin herbirinin üzerinde geniş düzlükler bulunuyor. Çince ismini bu özelliğinden almış: “Beş Platolu Dağ.” Kuzeyde Yedou Tepesi, güneyde Jinxiu Tepesi, doğuda Wanghai Tepesi, batıda Guayue Tepesi ve merkezinde Cuiyan Tepeleri yer alıyor. En yüksek noktası Yedou. 3 bin 58 metrelik dağ Kuzey Çin’in de en yüksek noktası.

Wutai’ye ilk tapınak 1’inci yüzyılda inşa edilmiş. 20’nci yüzyıl başına kadar bu faaliyet sürmüş. Bir zamanlar 360 tapınak bulunduğu söyleniyor. Bugüne sadece 53’ü ulaşabilmiş. Dağdaki tapınaklar, bin yıl boyunca Budist mimarisinin Çin saray mimarisine etkilerini gösteren bir katalog gibi.

857’de inşa edilen Doğu Ana Foguang Tapınağı, Tang Hanedanı’ndan günümüze kalabilen en yüksek ahşap bina. İçinde doğal boyutlarda kilden insan heykelleri bulunuyor. Nanchan Tapınağı ise 782’de, Yuan Hanedanı döneminde inşa edilmiş. Yedi teras ve üç bölümden oluşuyor. Alt taraftaki üç teras Jile Tapınağı, orta teras Shande Holü, ve üst taraftaki üç teras da Youguo Tapınağı. Diğer büyük mabetler arasında Xiantong Tapınağı, Tayuan Tapınağı ve Pusading Tapınağı yer alıyor.

Wutai’nin tapınakları 1937’de erken 20’nci yüzyıl tarihçisi Liang Sicheng’in de aralarında bulunduğu mimari tarihçiler tarafından keşfedilmiş. O zamandan beri sinolojistler (Çin filologları) ve geneleksel Çin mimarisi uzmanlarınca inceleniyor.
Dağdaki Budist tapınaklarından Shuxiang, sıradışı heykel koleksiyonuyla diğer tapınaklardan ayrılıyor. Ming Hanedanı döneminden kalan Budist hikayeleri üç boyutlu resimlerle tasvir edilmiş. Toplam 500 heykellik koleksiyon oluşturulmuş.

Çin’de Budistlerin dört kutsal dağı bulunuyor. Her biri Budalık mertebesine ulaşabilen fakat başkalarının ıstırabına karşı duyduğu merhamet ile bu mertebeden vazgeçen “bodhisattva”lardan yani ilahlardan birinin evi, aynı zamanda ibadet ettiği mekan. Wutai Dağı, Çince de Manjusri ve Wenshu olarak anılan bilgelik “bodhisattva”sının evi. Tibetli budistler açısından da önem taşıyor. Bu nedenle uluslararası kutsal merkez.

Vecize yazıtları olan Avatamsaka Sutra’da, Wutai Dağı bu dört kutsal dağın ilki olarak tanımlanmış. Avatamsaka Sutra’nın bir bölümünde, bir çok bodhisattvanın evi tarif ediliyor. Burada Manjusri’nin, kuzeydoğudaki “açık soğuk dağda” yaşadığı yazılı. Bu ilahın sıradan hacılar ve rahiplerin şekline veya daha çok beş renkli sıradışı bulutlar haline gelerek dağda kendini sık sık gösterdiğine inanılır. Wutai Dağı, Çinde bulunan en eski ahşap binalara da ev sahipliği yapıyor.



LA CHAUX de FONDS - LE LOCLE / İSVİÇRE




İsviçre’nin Fransa sınırındaki iki komşu kasaba, Jura Dağları’nın verimsiz toprakları üstünde. Bu nedenle saatçilik gelişmiş. Yerleşim, 19’uncu yüzyılın başlarında saat endüstrisine uygun olması için yeniden tasarlanmış. Her ikisinin de sokak dizilimi satranç tahtası gibi paralel çizgiler üzerine kurulu. İsviçre için sıradışı olan bu planlamada çizgilerin ucu açık bırakılmış; evler ve atölyeler iç içe.

UNESCO’ya göre bu, tarihi 17.nci yüzyıla dayanan yerel saat yapımı kültürünün ihtiyaçlarını bugün hala yansıtan bir tasarım örneği. Bu kültürel alan, tek endüstrili üretim kasabalarının iyi korunmuş ve yaşayan bir modeli. Her iki kasabanın şehir planları da küçük esnaflık yapılan çiftlik kültüründen, daha yoğun bir fabrikasyon üretime geçişi temsil ediyor. Karl Marx, kitabı Das Kapital’de, Jura’daki işgücü ve saat yapım endüstrisini değerlendirdiği bölümde La Chaux-de- Fonds kasabasını, “büyük fabrika-kasaba” olarak tanımlıyor.
Bu kasabalar dünyadaki saat yapımının doğum yeri olarak değerlendirilirken, İsviçre’deki Jugendstil (yeni sanat) akımının da büyük bir merkezi.

Jura bölgesi kırsal alanı, yürüyüş bisiklet ve gezinti amaçlı kayak yapmak için de elverişli.

1000 metre rakımlı La Chaux-de-Fonds, İsviçre’nin en yüksek kasabalarından. Kasaba, mimar Le Corbusier ve otomotiv sektörünün öncülerinden Louis Chevrolet ve yazar Blaise Cendrars’ın gibi ünlü kişilerin de doğum yeri. La Chaux-de-Fonds’ta az sayıda ortaçağ binası bulunuyor, çünkü kasaba 1794 yılında çıkan büyük yangında neredeyse tamamen yok oldu. Charles-Henri Junod, La Chaux-de-Fonds’u Amerikan kasabalarını taklit ederek adeta bir satranç tahtası üzerinde yeniden inşa etti.
1887 yılında burada doğan ve Le Corbusier ismiyle bilinen Mimar Charles Edouard Jeanneret-Gris, erken dönem işlerinden bazılarını bu kasabada yaptı. 1912’de anne babası için inşa ettiği Maison Blanche bunlardan biri. Zamanının çok öncesindeki eseri “Ville Turque”, 1987’den beri bu kasabadan dünyaya açılan saat markası Ebel’in, PR merkezi.

Corbusier’den önce de Jugendstill sanat akımı şehirde etkisini hissettiriyordu. Bu üslup yerel deyimle “İspanya Stili” olarak biliniyordu. Sanayileşmeyle çok daha gelişti. Bugün kasaba İsviçre’de bu akımın en önemli merkezi. Komşu kasaba Le Locle’nin dışındaki güzel görünümlü “Chateau des Monts”da büyük bir saat koleksiyonu sergileniyor. Kasabadaki Çiflik ve Elişçiliği Müzesi, 17.nci yüzyıldan kalma bir çiftlik evinde. Güzel Sanatlar Müzesi’nde ise 19 ve 20’nci yüzyıl İsviçreli sanatçıların eserleri sergileniyor.

Hürriyet Seyahat, Haber: Ayten Serin, 07.09.2009

DEV HEYKELLERİN ŞAPKA ESRARI ÇÖZÜLDÜ

 

 

Şili sahillerinden 2500 mil açıkta bulunan ada dünyanın her yerden en uzak mesafedeki yerleşim bölgesi.

Ada halkı bin yıl önce heykellere dev kızıl şapkalar takmaya başlamış.

Manchester ve Londra Üniversitesi araştırma ekibi şapkaların eski bir yanardağdan yapıldığını düşünüyor.

Dr. Colin Richards ve Dr. Sue Hamilton 1914 yılından bu yana adada çalışma yapan ilk İngiliz arkeologlar oldu.

Bir dizi ipucunu bir araya getiren arkeologlar heykellerin kızıl renkteki şapkalarının nereden geldiğine dair esrarı çözdü.

Arkeologları sonuca görünen önemli ipuçları ise bir balta, eski bir yanardağ ve de bir yol oldu.

Dr. Richards, “Şapkaların sıkıştırılmış kızıl cüruf tozundan yapılmış bir çimentodan yapıldığını ve bu cürufun da yakınlardaki bir yoldan buraya getirildiğini biliyoruz” dedi.

Herbiri birkaç ton ağırlığında olan her şapka volkanik kayalar oyularak yapılmış. Daha sonra da adanın dört bir yanındaki ünlü heykellerin başlarına yerleştirilmiş.

Şapkaların tam olarak nasıl ve neden takıldığı ise bilinmiyor.

Cnn Türk, 07.09.2009

EN ESKİ ÇEVRECİLER DOMUZTEPELİ ÇIKTI

 

Kahramanmaraş Pazarcık Domuztepe'de yürütülen kazılarda 8 bin 500 yıl önceye ait olduğu belirlenen çöp çukurları bulundu.

 

Kazı Başkanı Manchester Üniversitesi'nden Dr. Stuart Campbell, "O dönemin insanları çevreye karşı daha duyarlıydılar ve hiçbir zaman ihtiyaçlarından fazlasını tüketmediler'' dedi. British Museum'un da destek verdiği arkeolojik kazıları yürüten Dr. Campbell, "İlk olarak çöp çukurları tespit ettik. Bu aslında bize bundan 8 bin 500 yıl önce insanoğlunun yaşadıkları çevreye duyarlı olduğunu ve çevreyi çok iyi tanıdıklarını ortaya koyuyor" diye konuştu.

Sabah, Haber: Sırrıberk Arslan, 07.09.2009

DEFİNE DOLANDIRICILIĞI UYARISI

 

Erzurum Müze Müdürü Mustafa Erkmen, bazı çeşme ve tarihi eserlerin kitabelerinde altın olduğunu ileri süren kişilere karşı vatandaşları uyardı.

 

İnsanları dolandırmak ve çıkar elde etmek amacıyla sahte define haritaları ve efsaneler uyduran bir takım kişilerin, bu işlere meraklı olanları ağlarına düşürdüğüne dikkati çeken Müze Müdürü Erkmen, söz konusu girişimlere Erzurum’da da rastlandığını söyledi.

 

Erzurum’daki türbe, mezarlık, çeşme ve çeşitli tarihi eserlerde define gömülü olduğu senaryosunu uydurarak kulaktan kulağa haber uçuran artniyetli bazı kişilerin, hazırladıkları sahte define haritalarıyla insanları dolandırmaya çalıştıklarını kaydeden Erkmen, “Vatandaşlarımız bu konuda dikkatli olsunlar. Ortalıkta dolaşan sahte define haritalarına ve söylentilere kesinlikle kulak asmasınlar.

 

Dolandırılmamak ve paralarını kaptırmak istemiyorlarsa, bu yönde faaliyet gösteren kişi ya da kişileri hemen bize bildirsinler.” dedi. Tarihi eserlerin büyük bir bölümünün, söz konusu sahte efsaneler yüzünden tahrip edildiğini dile getiren Müze Müdürü Erkmen, bu tür olaylara günümüzde bile rastlandığını ifade ederek, “Bir kere hepimiz mantıklı olmalıyız. Elinde define haritası bulunan biri, bu haritayı pazarlamak yerine, gidip defineyi kendisi çıkarır. Dolandırıcılık tezgahını anlamak için bu bile yeterli bir işarettir.” diye konuştu.

 

Bu tür dolandırıcılık girişimlerinin, geçmişle günümüz arasında kurulan tarihi bağı da kopardıklarını vurgulayan Erzurum Müze Müdürü Mustafa Erkmen, “Bir kitabenin kırılması ya da çalınması, o esere ilişkin tarihi bilgilerin yok olması demek. Bu da tarihimizin yok olması demek. Bu kültürel varlıklara sahip çıkmak hepimizin boyun borcuyken, tarihi miraslarımızı dolandırıcıların kötü emellerine kurban etmeyelim. Elinde tarihi özelliğe sahip eser bulunanlar, mutlaka bize bilgi versinler. Ya da kazı yapma düşüncelerini bizimle paylaşsınlar. Devlet kimseyi mağdur etmemiştir, etmez de. Halkımız bu yönde gösterecekleri hassasiyetle hem tarihimize sahip çıkmış olacaklar, hem de istenmeyen durumlarla karşı karşıya kalmayacaklardır.” ifadelerini kullandı.

Erzurum Gazetesi, 07.09.2009

AYASOFYA'DAKİ TÜRBELERİN TAM DÖRT ASIRLIK ESRARI

 

Tarihi bin küsur sene öncesine dayanan ve bazı sırları hala çözülememiş olan Ayasofya’nın bugün pek bilinmeyen bir başka özelliği de, bünyesinde beşi padişahlara ait olmak üzere 140’tan fazla hanedan mezarını barındırmasıdır. Ayasofya’ya defnedilmiş olan padişahların ikisi, binanın kilise olduğu dönemlerden kalma “vaftizhane”de Hazreti İsa’nın vaftiz teknesinin yanı başında yatmaktadırlar ve buraya defnedilmelerindeki muamma hala çözülmemiştir.

“AYASOFYA” dendiğinde aklımıza ilk önce, Bizans’tan kalan ve dünyanın en muazzam yapılarından olan bin küsur senelik ibadethane gelir. Çoğumuz, Fatih Sultan Mehmed’in İstanbul’u fethetmesinden sonra cami haline getirdiği bu muhteşem yapının sadece ibadethane maksadıyla kullanıldığını zannederiz.


Osmanlı’nın Ayasofya’sı cami olmaktan çok daha ötede bir kimliğe sahiptir. Çevresine inşa edilen bir medrese ile okulların yanısıra vakıf ve imaret gibi diğer müesseseleriyle beraber devletin önemli bir kurumudur ve Ayasofya’nın imamları, Osmanlı protokolünün ön sıralarındadır. Ve, Ayasofya’nın pek bilinmeyen bir özelliği daha vardır: Avlusuna 16. ve 17. yüzyıllarda inşa edilmiş ama elli seneden fazla bir zamandan bu yana ziyarete kapalı olan dört ayrı türbe ile, bir “hanedan
mezarlığı”dır. Avludaki türbelerde üç padişahın yanısıra çok sayıda şehzade ve sultan yatmaktadır, türbelerin hemen ilerisinde, Ayasofya’nın kilise olduğu zamanlarda yeni doğmuş çocukların “dine giriş” merasimlerinin yani vaftizlerin yapıldığı“vaftizhane”de iki padişah, her ikisi de “deli” diye bilinen Sultan Mustafa ile Sultan İbrahim ve diğer hanedan mensupları son uykularını uyumaktadır.

Hafta içerisinde, Türkiye’nin önde gelen tarihçilerinden olan ve Ayasofya Müzeleri’nin de başkanlığını yürüten Prof.Dr. Haluk Dursun ile, yarım asırdan fazla bir zamandan buyana kapalı olan ve birkaç senedir yoğun bir restorasyon faaliyetinin devam ettiği bu türbeleri gezdik. Mekanların fotoğraflarını, Fatih Sarıbaş çekti. Ayasofya’nın bahçesinde padişahlara mahsus üç, şehzadeler için de bir türbe bulunuyor. Sonraları türbe haline getirilen ve iki padişahın
defnedildiği vaftizhane ile beraber, türbeler beşe çıkıyor. Bu türbelerdeki mezarların adedi ise, 142. İşte, Ayasofya’nın avlusunda restorasyonları devam eden ve elli seneden fazla bir zamandan buyana kapalı duran türbeler ve son uykularını bu türbelerde padişahlarla beraber uyuyan hanedan mensuplarının sayıları:

İKİNCİ SELİM TÜRBESİ: Kanuni Sultan Süleyman’ın oğlu İkinci Selim ile hanımı Nurbanu Sultan için, Mimar Sinan tarafından 1577’de inşa edildi. Türbede şu anda padişah ve eşi de dahil olmak üzere 42 sanduka bulunuyor.

ÜÇÜNCÜ MURAD TÜRBESİ: İkinci Selim’in oğlu Üçüncü Murad ile karısı Safiye Sultan için Mimar Davud Ağa tarafından 1599’da tamamlandı. Üçüncü Murad’ın 21 kızı ile kendisinden sonra tahta geçen oğlu Üçüncü Mehmed’in tahta çıkar çıkmaz idam ettirdiği 19 kardeşi, son uykularını burada uyuyorlar. Kim oldukları bilinmeyen diğer 12 hanedan mensubuyla beraber, türbede
yatanların sayısı 54’ü buluyor.

ÜÇÜNCÜ MEHMED TÜRBESİ: Üçüncü Murad’ın oğlu Üçüncü Mehmed tarafından 1608’de Mimar Dalgıç Ahmed’e inşa ettirildi. Üçüncü Mehmed’in annesi Handan Sultan ve diğer akrabalarıyla birlikte son uykusunu uyuduğu türbede 26 kişi yatıyor.

ŞEHZADELER TÜRBESİ: Ayasofya’nın avlusunda 16. yüzyılda inşa edilmiş olan mekana defnedilmiş olan şehzadelerin sayıları tam olarak bilinmiyor, ancak sandukaların adedine bakılarak, burada beş kişinin mezarının bulunduğu tahmin ediliyor.

VAFTİZHANE: Ayasofya’nın kilise olduğu devirlerde “vaftizhane”, fetihten sonra da
“yağhane” olan yerde iki padişah, Sultan Birinci Mustafa ile Sultan İbrahim, sayıları 12 olarak tahmin edilen diğer hanedan mensuplarıyla bir arada yatıyorlar. Vaftizhanedeki mezar sayısı, tam olarak bilinmemekle beraber 15 civarında zannediliyor. Ayasofya’nın avlusunda ve vaftizhanesinde bulunan hanedan türbeleriyle mezarlar işte bu beş ayrı mekanda yer alıyor ama 130’dan fazla sandukanın kimlere ait olduğu hala bilinmiyor ve türbelerin esrarı dört asırdan buyana devam ediyor. Geniş bir alana yayılan ve restorasyonları çok yakında tamamlanacak olan türbeler, bir “Türk Ölüm Kültürü” müzesi haline getirilecek.

Ayasofya’da hem ana binada, hem de avludaki türbelerde senelerden buyana devam eden restorasyon, asırlardır gözlerden uzak kalmış bir hazineyi de ortaya çıkardı: Türbelerden çok sayıda Kabe örtüsü, Hazreti Muhammed’in Medine’deki türbesini süsleyen kumaşlar ve bir hayli 17. yüzyıl elbisesi çıktı. Türk tekstil tarihi bakımından son derece önemli olan bu objeler,
sandukalar restorasyon için kaldırılırken bulundu. Tahta sandukaların üzerlerinde asırlardır duran ama eskilikten parçalanmış halde bulunan kumaş kılıflar yenileri ile değiştirilmek üzere çıkartıldıklarında, kılıflarla sandukaların arasında örtüler ve elbiseler farkedildi. Kabe’nin ve Hazreti Muhammed’in türbesinin örtülerinin İstanbul’dan her sene “surre alayları” ile gönderilen yenileriyle değiştirilmesinden sonra, eski örtüler İstanbul’a getirilir, burada büyük bir saygıyla muhafaza edilirler ve bazen önemli kişilerin sandukalarının üzerine serilirlerdi. Sandukaların üzerinden örtü parçalarının çıkması bu adete bağlanıyor, bulunan elbiselerin ise sandukaların altındaki mezarlarda yatan hanedan mensuplarına ait oldukları zannediliyor. Örtüler ve elbiseler, restorasyonun bitmesinden sonra, bulundukları yerlerde teşhir edilecekler.

Habertürk, Yazı: Murat Bardakçı, 06.09.2009

KÖPEK 15 BİN YIL ÖNCE EVCİLLEŞTİRİLMİŞ





Çatalhöyük Kazı Başkanı İngiliz Arkeolog Prof.Dr. Ian Hodder, köpeğin evcilleştirilmesinin 15 bin yıl öncesine dayandığını belirtti. Prof.Dr. Hodder, yaklaşık 100 kişilik ekiple 16 yıldır Çatalhöyük'te sürdürdükleri kazı çalışmalarının, sadece dünyadaki arkeologları değil arkeolojiye ilgi duyan herkesi heyecanlandırdığını söyledi. 9 bin yıl önce yaşamış insanla ilgili ayrıntıların pek çok bilim dalını ve sektörü yakından ilgilendirebileceğini anlatan Hodder, "Konya'nın Çumra İlçesinde bulunan Neolitik Çağ yerleşim yeri Çatalhöyük, dünya arkeoloji çevrelerinde merak uyandıran bir kazı alanı" dedi.

Prof.Dr. Hodder, Orta Doğu ve Akdeniz çanağında ilk kez insanoğlunun topraktan kap yapmaya başladığı yer olan Çatalhöyük'ün, ilk kez buğday yetiştirilmeye başlanması, evlerde dini inançları doğrultusunda çizilen ve her biri ilkel sanat eserleri sayılan duvar resimleri ve yabani öküz başlarıyla ön plana çıktığını belirtti.

Hodder, ayrıca Akdeniz havzasında kap kacak yapılmaya ilk kez Çatalhöyük'te başlamasının çok anlamlı olduğunu, bu kap kacak üretimiyle başlayan ilkel ticaretin medeniyetin belki de ilk adamı kabul edilebileceğini ifade etti. "Belki de bugün Avrupa insanının ataları Çatalhöyük'te yaşamıştı" diyen Prof.Dr. Hodder, şöyle konuştu:

"Çatalhöyük sadece bir kazı alanı olmasıyla değil, gelişmiş laboratuvarları ve dünyada alanında söz sahibi uzmanlarıyla fark ediliyor. Aynı zamanda dünyanın ve Türkiye'nin en prestijli kuruluşlarından Boeing ve Yapı Kredi, bu kazımıza ana sponsor olmaya devam ediyor. Burada insanoğlunun dünyadaki serüvenine ışık tutmayı amaçlıyoruz, önemli de mesafe aldığımızı düşünüyorum."

Çatalhöyük kazısının 16 yıldır sürdüğünü belirten Hodder, şunları kaydetti:

"Her çıkan yeni parça bizi çok heyecanlandırıyor. Burayı, Türkiye'de ilk kez uygulanan ahşap çatı tekniğiyle adeta açık hava müzesi haline getirdik. Her yeni bulgu, günümüz modern insanının bilinmeyenlerine kapı aralıyor. Buraya gelenlerin en çok sorduğu sorulardan biri '9 bin yıl önce insanlar hangi hayvanları tanıyor, onlardan yararlanıyordu?'

Köpeğin evcilleştirilmesi 15 bin yıl öncesine dayanıyor. Çatalhöyük'te ise hayvan evcilleştirmeye koyundan başlanmış. Ancak köpek yine insanın yanında, bunu bulduğumuz kemiklerden anlıyoruz. İnsana bu kadar yakın olan köpek, Çatalhöyük'te de insanın sadık dostuydu. Vahşi hayvanlardan korunmak ve sahip oldukları evcil hayvanları güvenle otlatmak için bu köpeklerden yararlandıklarını düşünüyoruz."

Cnn Türk, 06.09.2009

CAMİLER İYİ NİYETLİ CEMAATİN KURBANI





Unkapanı'ndaki Hızır Bey Camii'nin kalemişiyle dolu duvarları, kirlendi diye yeşile boyanmış. Üsküdar Meydanı'ndaki Mihrimah Sultan Camii, kablo cenneti gibi. Valide Sultan Camii'nin şadırvanına ise pimapen takılmış. Cami cemaatinin, aralarında para toplayarak 'iyi niyetle' yaptırdığı bu tadilatlar, tarihsel ve kültürel öneme sahip olan camilerimizi tahrip ediyor.

Cemaat iyi niyetli. İmam endişeli. Camiyi aydınlatmak gerek. Hırsızlar için güvenlik kamerası takmak gerek. Hem kışın soğuk oluyor, ısıtmak gerek. Sonra şadırvanı tamir etmeli. İmam, namaz sonrası bu gereklilikleri cemaatle paylaşıyor. İyi niyetli cemaat kolları sıvıyor. Kazancı yerinde esnaftan pamuk ellerini ceplerine sokması isteniyor. Tanıdık elektrikçi geliyor, kabloları bir güzel çekiyor. Duvarlar kirlenmiş, mahalleden bir boyacı çağrılıyor, bir güzel boyuyor. Para almıyor. 'Hayrım olsun' diyor. Olsun da, tarihi camilerin başına ne geliyorsa bu iyi niyetten geliyor.

Unkapanı'ndaki Hızır Bey Camii bunun en somut örneklerinden. Eşsiz kalemişiyle dolu duvarları, "kirlendi" diye önce yeşile boyanmış. Sonra cemaat para toplayıp caminin içini daha sıcak tutar diye bir güzel plastik kaplamalarla kaplatmış. Böylelikle dışarıdan harabeyi andıran tarihi caminin içi gıcır gıcır olmuş! İyi mi olmuş? Caminin restorasyonundan sonraki fotoğrafıyla cemaatinin yaptırdığı halinin fotoğrafına bakarak buna siz karar verin. Neyse ki, İstanbul'un ilk belediye başkanı ve Fatih Sultan Mehmet'in en yakın arkadaşının adını taşıyan caminin akıbeti hayır olmuş. Restorasyonla ilk günlerine dönmüş. Fakat bu akıbeti yaşayamayan, cemaatinin iyi niyetinin kurbanı olan yüzlerce cami var.






Mesela Mihrimah Sultan Camii. Üsküdar Meydanı'nda. Vapurdan iner inmez karşınıza çıkıyor. Meydandaki metro inşaatından sonra restore edileceği söyleniyor. Fakat Mihrimah Sultan Camii kablolar cenneti gibi. Tavanını kablolar sarmış. Elektrik tesisatı için, gizli kamera için eski-yeni metrelerce kabloyla kaplı her yer. Pencerelerinin birinden, bildiğiniz kocaman kalın bir demir boru geçiyor. Pencereye çirkin bir paravan çekmişler. Giriş kapılarını da demir bloklarla korumaya almışlar. Zaten duvarları kararmış caminin, içi bu demir bloklar sebebiyle iyice kararmış. Bütün bunlara rağmen Mihrimah Sultan Camii'nin durumu karşısındaki Valide Sultan Camii'nden daha iyi. Çünkü burada şadırvana pimapen takılmış! Valide Sultan Camii, Mihrimah Sultan Camii'ne göre daha aydınlık, çünkü kısmen boyanmış. Ama ne boyama! (Lütfen fotoğraflara dikkatli bakın.) Tarihi kalemişlerin üzerine gelişigüzel boya sürmüşler. Allah'tan tamamen kapatmamışlar. Fakat böyle giderse Hızır Ali Camii'nde ve daha birçok camide olduğu gibi tamamen de boyanabilir.

Mihraba elektrikli ısıtıcı çakmak, mermerleri kablolar için delmek, ahşap oyma kapıları, tavanları yağlıboyayla boyamak... Bunların hepsi iyi niyetle yapılıyor. Sonra iyi niyetle mahvedilen camiler trilyonlar harcanıp restore ediliyor. Halbuki imam ve cemaat, cami kültürü ve bakımı üzerine eğitilse bunlar yaşanmayacak. Süleymaniye Camii ve birçok tarihi yapının restorasyonunda yer alan kalemişi ustası Kaya Üçer, çok sayıda camide bu hikayelere tanıklık ettiğini söylüyor ve ekliyor: "Türkiye'de camilerin ve tarihi yapıların küçük tamirlerinin nasıl yapılacağı hakkında bir çalışma ve eğitim yok. Ödenek de. İmam sorunu tespit ediyor. Cemaate söylüyor, onlar da görgüleri, bilgileri oranında imkanları dahilinde çözüm üretiyor."

Antik kentlerden getirilen mermerlerle inşa edilen Süleymaniye Camii'nde bile bu mermerler elektrik kablosu geçirilmek için delinmiş. Kaya Üçer'e göre imamlara restorasyon ve tarihi camilerin bakımıyla ilgili eğitim verilmeli. İmamlar da cemaati bu konuda bilinçlendirmeli.

Camilerde günübirlik çözümlerin üretilmesinin bir sebebi de çok başlılık. Çünkü böyle tarihi yapılarla, belediyeler, Anıtlar Yüksek Kurulu, valilik, bakanlık, vakıflar gibi pek çok kurum ilgileniyor. Ufak tefek ihtiyaçları için bile bir sürü prosedür takip edilmesi gerekiyor. Bu da imamları yıldırıyor. Halbuki imamların ufak tamirler için bütçesinin olması lazım. Üçer, tamirleri yapabilecek, uzmanların ve ustaların listesinin imamlara verilmesini öneriyor. Üçer, özellikle tarihi camilerin elektrik sistemine bir standart getirilmesi gerektiğini söylüyor. Namaz vakitlerini gösteren ışıklı tablolardan günün hadis ve ayetlerinin yazıldığı tahtalara, afişlere ve ayakkabılıklara kadar birçok konuda standardın getirilmesi ve bütünlüğün sağlanması şart.

Kültürel kopukluğun göstergesi

İslam estetiği üzerine kitap yazan Beşir Ayvazoğlu, bütün bunların halkın kültürden koptuğunun göstergesi olduğunu söylüyor. Kültürün, estetik anlayışın farkında olmadığı için tahrip ettiğini vurgulayan Ayvazoğlu, "Tarih şuuru ve kültürel bilgisi olsa camilerin bakımı ve korunmasıyla ilgili bilenlere soracak. Korumaya çalışırken bozmayacak." diyor. Ayvazoğlu da tarihi camilerin imamlarının ve cemaatinin de cami kültürü ve estetiğiyle ilgili eğitilmesi gerektiğini söylüyor.

Sayısız yanlış müdahale örneği var. Anlatmakla bitmez. Eşsiz el işçiliğine sahip kapıyı yağlıboyayla boyuyorlar. Camiler kontrolsüz. Herkes kendine göre bir şeyler yapıyor. Küçük tamirler için geliştirilen bir sistem yok çünkü. Topkapı Sarayı'nda çalışırken ödenek olmadığı için tamir yapamadığımız zamanlar oluyordu. Kurşun akıtıyor, biz bunu çözemiyorduk. Sonra valilikte bir ödenek oluşturuldu, ihtiyaca göre valinin başkanlık ettiği bir kurul tamir parası veriyor. Dışarıdan usta ya da müteahhit getirtilip yapılıyor. Fakat bu da çok pratik bir çözüm değil. Bence devletin bünyesinde ve kurumlardan bağımsız bir teknik ekip oluşturulmalı. Bunlar İstanbul'da bir yerde konuşlanmalı. Camilerden, tarihi yapılardan ihtiyaç durumunda aranmalı kablo, boya, tamir gibi herhangi bir küçük iş için gitmeli ve anında müdahale etmeliler. Ekip, tarihi yapılar üzerine uzman kişilerden oluşmalı. Kalem işlerini, boyayı, mermerin özelliğini, motifleri, ahşabı bilmeli... İçlerinde elektrik, boya, alçı, ahşapta uzman kişiler olmalı. Başlarında da sanat tarihinden anlayan bir mimar olmalı. Önce detaylı bir eğitimden ve stajdan geçmeliler, sonra işbaşı yapmalılar. Küçük tamirlerde anında müdahale edebilmeliler. Yoksa bu, iyi niyetli esnafa bırakılacak bir iş değil. Hem daha ucuz olacağını düşünüyorum. Sadece İstanbul'daki eserler için değil Anadolu için de böyle ekip kurulabilir.

Zaman Pazar, Haber: Gülizar Baki, 06.09.2009

NEWSWEEK: SINIRLAR AÇILINCA ISSIZ ANİ CANLANIR





Newsweek dergisi, Kars'taki eski Ermeni krallığı başkenti Ani (Anı) harabeleri bölgesine hakim olan ıssızlığa vurgu yaptığı makalede Türk ve Ermeni hükümetlerinin yakınlaşma çabalarına da dikkat çekerek “Orta çağın bütün büyük ticari kentleri gibi Ani de, inançların ve halkların yoğun bir karışımı idi, bir kavşak, bir buluşma noktası, herkesin eşit durumda olduğu bir yer. Sınırın açılması ile belki dünyanın bu köşesi, ıssız bir kör uç yerine, bir kavşak olmaya yeniden başlar” diye yazdı.

 

Türkiye ile Ermenistan arasındaki yakınlaşma, yabancı medyanın ilgisini çekmeyi sürdürüyor. Son olarak prestijli Newsweek dergisi, Kars'taki eski Ermeni krallığı başkenti Ani (Anı) harabeleri bölgesine hakim olan ıssızlığa vurgu yaptığı makalede Türk ve Ermeni hükümetlerinin yakınlaşma çabalarına da dikkat çekerek “Orta çağın bütün büyük ticari kentleri gibi Ani de, inançların ve halkların yoğun bir karışımı idi, bir kavşak, bir buluşma noktası, herkesin eşit durumda olduğu bir yer. Sınırın açılması ile belki dünyanın bu köşesi, ıssız bir kör uç yerine, bir kavşak olmaya yeniden başlar” ifadesini kullandı.

 

Newsweek dergisi, son sayısında Owen Matthews imzası ile yayımladığı makalede Kars'taki eski Ermeni krallığı başkenti Ani (Anı) harabeleri bölgesine hakim olan ıssızlığa vurgu yaparken bugün bir zamanlar Ermeni kültürü beşiği olan yerlerde Ermeni kalmadığını belirterek, “Hayaletlere inanmasam da belki yerlerin ruhuna inanıyorum ve Ani'de, bugün Türkiye'nin doğusu olan eski Ermenistan'da eksik olan bir şey var” diye yazdı. Dergi şöyle devam etti:

“Ancak son dönemde Türkiye ve Ermenistan hükümetleri, barışma yolunda el yordamıyla ilerliyor. Türkiye'nin 1915 katliamlarını soykırım olarak kabul etmeyi reddetmesini, Ermenistan'daki Ermeniler, diasporadaki Ermeniler kadar önemsemiyor. Yerliler için asıl önemli olan sınır ticareti, daha ucuz elektrik, turizm ve günlük hayatının sorunları. Ve diplomasinin unsurları yerli yerine oturuyor: dostane bir futbol maçı, bunun kadar dostane bir iade maç ve cumhurbaşkanları düzeyindeki ziyaretler.”

 

Buna karşın “Birkaç futbol maçı, bir halkın öldürülmesini, anılardan tamamen silmez. Ancak belki Ani, geleceğin nasıl görülebileceğinin anahtarını veriyor. Ani'nin en büyük iki katedrali, Selçuklarca camiye çevrilmeden Hrıstiyanlığa 70 yıldan az bir süre hizmet vermişti. Ancak Türk fatihleri, çoğu kiliseleri olduğu gibi, bu iki kiliseyi de yeni camilerin yanında bıraktı. Orta çağın bütün büyük ticari kentleri gibi Ani de, inançların ve halkların yoğun bir karışımı idi, bir kavşak, bir buluşma noktası, herkesin eşit durumda olduğu bir yer. Sınırın açılması ile belki dünyanın bu köşesi, ıssız bir kör uç yerine, bir kavşak olmaya yeniden başlar.”

Yeni Şafak, 06.09.2009


******


OCAKLI KÖYÜ HAKLI SORUYOR: ANİ TAMAM DA SU HANİ?





haber dergisi Newsweek'den bir alıntı vardı önceki gün. "Kars'ta Ani Harabeleri'nin bulunduğu antik kentin Ermeni açılımıyla yeniden cazibe merkezi haline geleceğinden" söz ediliyordu. O bölgede iş gezisinde olduğum için hemen Ani Harabeleri'ne seğirtiyorum. Kars'a 42 kilometre ötedeki ören yerine geldiğimde, harabelerin bulunduğu Ocaklı Köyünün sakinleri çevremi sarıp şikayet etmeye başlıyorlar. Dediklerine kulak kabartıyorum, durum inanılır gibi değil: "Harabelere giden turistler ilk sıkıntıyla helalarda karşılaşıyorlar. İhtiyaçlarını gidermek için helaya gidiyorlar ama kapılar kapalı. Mecburen kapalı tutuluyor çünkü manzara inanılmayacak derecede feci.

 

Rehberler uyardığı için birçok turist yanlarında pet şişeler getirip dere içlerine veya araziye yayılarak tuvalet ihtiyaçlarını gideriyor. 'Bir daha harabelere gelmeyeceklerini' söyleyerek kızgın şekilde ayrılıyorlar sonra da... Bazıları 'bölgede su vardır' düşüncesiyle hazırlıksız geliyor. Onlar da köylünün bile içecek su bulamadığını görüp şaşırıyor, ardından da harabe ziyaretini bırakıp önce bakkala gidiyor, mecburiyetten pet şişeyle su alıyor."

 

Turistler köylülerin eşeklerle su taşımalarını da fotoğraflıyor. Köylüler, "2 kilometre ötede bir su kaynağı var. Günde 4-5 kez oraya eşeklerle gidip su getiriyoruz. Kışın kar eriterek su ihtiyaçlarımızı karşılıyoruz ama yazın perişanız. Kuyudan çıkan su tuzlu. Öyle tuzlu ki, çelik boruları çürütüyor" diye konuşuyor.

Sabah, Haber: Savaş Ay, 09.09.2009

HASANKEYF'DE SON SKANDAL




Çevre Bakanlığı, “Sular altında sadece birtakım tahrip olmuş yapıların bulunduğu ‘Aşağışehir’ kalacaktır” dedi. Uzmanlara göre Hasankeyf’teki tarihi zenginliğin yüzde 60-70’i zaten Aşağışehir’de bulunuyor.


“İnşaatına ekim-kasım gibi başlanır” denilen Ilısu Barajı’nda şok bir gelişme daha yaşandı.  Hasankeyf topraklarına yayılan tarihi eserlerin yüzde 60-70’inin “Zaten tahrip olmuş eserler” denilerek sular altında bırakılmak istendiği ortaya çıktı.


Konu CHP Gaziantep milletvekili Yaşar Ağyüz’ün verdiği bir soru önergesiyle gündeme geldi. Ağyüz, önergesinde,  “Ömrü 40-50 yıllık baraj için Hasankeyf’i feda etmemeyi düşünüyor musunuz?” ve “Ilısu Barajı’nın yapımına bu nedenlerle karşı çıkanları, ‘Türkiye’yi sevmeyen, bölge insanının kalkınmasını istemeyenler’ olarak suçlamanız devlet ciddiyetinizle bağdaşıyor mu?” diye sordu.


Çevre ve Orman Bakanlığı’ndan gelen cevapta, Ilısu Barajı’nın bir zaruret olduğu belirtilerek, barajın iş imkanı ve geçim kaynağı getireceği vurgulandı.  Sular altında kalacak yapılarla ilgili de şu ifadeler kullanıldı: “Hasankeyf’teki en mühim tarihi ve kültür varlıklarına sahip olan ‘Yukarışehir’ suları altında kalmayacaktır. Sular altında sadece bir takım tahrip olmuş yapıların bulunduğu ‘Aşağışehir’ kalacaktır.”


Çevre Bakanlığı’nın yanıtı İTÜ öğretim görevlisi Prof.Dr. Zeynep Ahunbay’ı şoke etti: “Aşağı Hasankeyf demek, Hasankeyf’in en az yüzde 60-70’i demek. Birçok tarihi eser burada bulunuyor. Tahrip olmuş yapılar da olabilirler ancak bu eserler suya bırakılmayacak kadar değerlidir. Kale’nin aşağısında kalan tüm eserler Aşağı Hasankeyf’e giriyor.”


Hasankeyf’i Yaşatma Girişimi sözcüsü Diren Özkan’a göre ise tarihi eserleri ‘tahrip olmuş’ diye tanımlamanın bir anlamı yok: 
“Eserlerin taşınacağı söyleniyordu. Ancak bu eserlerin taşınamayacağı anlaşılınca ‘harap olmuş’ şeklinde açıklamalar yapılıyor. Önemli olan eserlerin restore edilmesidir. Zaten kazılarda çıkan eserler de tahrip bir şekilde çıkıyor. O zaman hiç kazı yapılmasın ve eserler gün yüzüne çıkmasın.”


Doğa Derneği Proje Koordinatörü Erkut Ertük de, bu yapıların ‘tahrip olmuş eser değil, tarihi eser’ olduğunu, mutlaka restore edilerek yerinde korunmanın sağlanması gerektiğini belirtti.


Ilısı Barajı’nın temeli yaklaşık üç yıl önce Başbakan Recep Tayyip Erdoğan tarafından atıldı. İnşaata kredi sağlayan uluslararası konsorsiyum bölge halkının iskanı, tarihi eserlerin korunması ve çevre varlıklarının tespit edilip korunması konusunda 153 kriter öne sürmüştü. Bu kriterler yerine getirilmediği için yabancı ülkelerin baraja vermeyi taahhüt ettiği kredi desteği çekildi. Çevre Bakanı Veysel Eroğlu geçtiğimiz günlerde “Ilısu”yu kendi imkanlarımızla yaparız, İnşaat ekim-kasım gibi başlar” dedi. 

Ilısu Barajı yapılırsa Türkiye nelere veda edecek?
* Mardinike Sahil Sarayı Harabesi 
* Zeynel Bey Türbesi ve etrafındaki harabeler 
* İmam Abdullah 
* Kasımiye semti ve içerdiği harabeler 
* Köprübaşı’ndan kaleye giden sokağın nehir tarafı sahil surlarıyla karışık dükkanlar 
* Tarihi köprü ucunun bu sokağa birleştiği yerde eski şehir kapısı kalıntıları  
* Süryani mahallesi ve rahip evi 
* El Rızk Camii 
* Kilise harabesi  
* Sultan Süleyman Camii 
* Avlusundaki sondajda kalkolitik seramikler bulunan Koç Camii 
*  Han ve Arasta; hana bitişik küçük mescit ve türbesi 
*  Kaldırımlı, kanallı sokak ve dükkanlar 
*  Kızlar Camii l Kızlar Camii güneybatısında 1. semt külliyesi: Cami, türbe ve dükkanlar 
* Kızlar Camii batısında yamaçta setler halinde kurulu, tepede mağara ve inşaatın kaynaştığı malikane veya dergah kalıntıları 
* Bunların kuzeyinde, revaklı avlusu olan 2. semt külliyesi 
* Seramik fırınları ve atölyeleri bölgesi 
* Güneybatıdaki konak ve çevre dokusu kalıntıları 
* Karşı Yaka (Kuzeybatı/Batman tarafı) 
* Mardinike ve kazı evi karşısına düşen büyük mağara - kilise 
* Hamam 
* Kale eteğinde, kanyon içinde (Uzundere yolu) kilise ve hücreleri mağaralar olan manastır


Yukarı Şehir’de olmasına rağmen su altında kalacak yapılarsa şöyle:
Kale’nin orta kapısı. Büyük Saray’ın güneydoğusunda, geç devir mezarlığının altındaki muazzam höyük. Bu höyük asıl sarayın çoğu bölümlerini barındırıyor.  Roma saray kalesi üzerine ve içine oturuyor. Bunun doğuya (kasabaya) bakan yanında, altta Roma blok taşları, üstte Artuklu blok taşlarıyla örülü muazzam bir cephe duvarı ve ortasında büyük bir giriş bulunuyor. Baraj sularının Küçük Saray tabanına kadar yükselmesi ve kalenin üzerine oturduğu kayanın üçte ikisinin sular altında kalması öngörülüyor. Büyük bir bölümü suya battığında kireçtaşı kaya kütlesinin çözülmesi hızlanacak ve üstündekilerin dağılarak yok olması ihtimali yükselecek.

Radikal, Haber ve Fotoğraf: Serkan Ocak, 06.09.2009

KERKÜK'TEKİ TÜRK MEZARINA SAYGI

 

Irak'ın kuzeyindeki Kerkük kentinin tarihi kalesinin içinde bulunan Osmanlı mezarlığı, restorasyondan geçirilerek ziyaretçilere açıldı. Birinci Dünya Savaşı'nda şehit olan Osmanlı subaylarına ait olan mezarlık, Türkmen Vakfı ile Irak Türkmen Cephesi (ITC) tarafından yeniden onarıldı. Kerkük Kalesi'nde düzenlenen restorasyon açılışına Kerkük ITC İl Başkanı Erşad Salihi, bir vefa borcu olarak bu Osmanlı mezarlarını onardıklarını ifade ederek "Bu kalede daha önce Türkmenler otururdu. Saddam döneminde bu insanlar zorla buradan indirilerek göç ettirildi. Burada yüzlerce Türk eseri var. O dönemde İslam'ın bayrağını yüceltmek için Irak'a gelerek şehit olan subaylarımız burada yatıyorlar" dedi.

Yeni Şafak, 06.09.2009

PİŞİRİCİ LAĞIMLARA TESLİM

Dünyada yalnızca Gaziantep'te rastlanan ve bir zamanlar kentte çok sayıda örneği bulunan kastellerden geriye kalan 6 kastelden biri olan tarihi Pişirici Mescidi ve Kasteli, çevresindeki evlerin kanalizasyon sularından zarar görüyor.

 

Tarihi Antep evlerinin lağım sularının bir bölümü, Pişirici Mescidi'nin içine akmaya başlayınca yaklaşık 800 yıllık tarihi yapının taşları çürümeye başladı. Özellikle kenti ziyaret etmek için gelen turistlerin uğrak yeri olan Selçuklu eserini şimdi kokudan kimse ziyaret edemiyor.

 

Gaziantep'in Suyabatmaz Mahallesi Pişirici Sokak üzerindeki ve su mimarisinin eşsiz örneklerinden biri olan, merdivenle inilen yerin 15 metre altındaki Pişirici Mescidi ve Kasteli'nin içine sızan lağım suları nedeniyle, tarihi yapının tavan ve duvarları da aşınmaya başladı. Özellikle yaz aylarında vatandaşların sıcaktan korundukları mekanın başında gelen Pişirici Mescidi?ne sızan evlerin kanalizasyon sularının bir bölümü, mescidin tavan ve duvarlarından içeriye akıyor. Kanalizasyon suları pis koku yaymanın yanı sıra duvardaki Arapça yazılarla Salavat-ı Şerife?ye zarar vermeye başlarken, yapılan çalışmalara rağmen sızıntının geldiği yerin tespit edilemediği bildirildi.

 

Suyabatmaz Mahallesi Muhtarı Metin Ağalın, Pişirici Mescidi ve Kasteli'nin lağım sularından kurtarılmasını isterken, defalarca çalışma yapılmasına rağmen sızıntının bulunamadığını söyledi.

 

Ağalın, şöyle konuştu: ''Büyükşehir Belediyesi'ne bağlı GASKİ Genel Müdürlüğü ekipleri bunun çalışmasını yaptı. Kanalları açtılar. Bir şekilde bu suyun nereden geldiğini tespit edemiyorlar, daha önce böyle bir şey yoktu. Bugün restorasyondan geçmiş tarihi eser bu şekilde, yani bu çok şaşılacak iş. Restorasyondan sonra en az 20 defa açıldı, ama bu şekilde bunu tespit edemiyorlar, anlayamıyorum. Buraya bu kadar ciddi bir para harcanmış, ama kanalizasyon suyu sızması nedeni ile kötü durumda. Bir an önce sızmanın bulunmasını istiyoruz.''

   

Gaziantep Büyükşehir Belediyesi Su ve Kanalizasyon İdaresi (GASKİ) Genel Müdürü Fahrettin Uslusoy ise, mescidin kotunun yerin bayağı altında olduğunu, normal bir kanalizasyon kotunun altında bir alanda bulunduğu için çok uzun zamandan bu yana sızıntıları tespit etmek için uğraş verdiklerini belirtti.

 

En sonunda son bir çare olarak cadde üzerindeki bütün kanalizasyon sistemini baştan aşağı yenileyip, sağlam bir boru kullandıklarını anlatan Uslusoy, sözlerini şöyle sürdürdü:

''Ama yine baktık ki halen damlamalar devam ediyor. Şimdi bizim bir sıkıntımız da bunun civarındaki yapıların eski yapı olması, kendi iç yapılarının alt yapılarının sıkıntılı olması ve bu yapıların da bir kısmının metruk vaziyette, ya hiç kullanılmaması, ya da çok az kullanılması. Şimdi, yavaş yavaş artık bu binanın, bu civardaki evlerin sahipleriyle görüşüp teker teker kendi tesisatlarını kontrol ediyoruz. En azından bu mescidimizin böyle bir olumsuzluğu bir daha yaşamaması için bu çabayı da sarf ediyoruz. Mülkiyet hakkından dolayı evlere kendimiz giremiyoruz. Ev sahiplerini buldukça teker teker açıp kanalizasyon sistemlerini baştan aşağıya mescide zarar vermeyecek şekilde, oradaki tabii güzelliğe zarar vermeyecek hale getirilmesi için çalışmalarımızı yapıyoruz.''

 

Pişirici Mescidi ve Kasteli yetkilisi de, GASKİ Genel Müdürlüğü'nün Vakıflar Bölge Müdürlüğü ile ortak bir çalışma yürütmek için harekete geçtiğini söyledi.

   

Dünyada yalnızca Gaziantep'te rastlanan ve bir zamanlar kentte çok sayıda örneği bulunan kastellerden geriye yalnızca 6 tane kaldı.

 

İçme suyu şebekelerinin ve buzdolabının olmadığı dönemlerde, günlük yaşamda önemli yer tutan kasteller, günümüzde yalnızca çeşmelerden su akmadığı zamanlarda hatırlanan eserler olarak varlıklarını sürdürüyorlar. Geçmişte ''libas'' diye adlandırılan yer altı su yolları üzerinde inşa edilen ve 5-10 basamaklı merdivenler aracılığıyla ulaşılabilen gösterişsiz tarihi yapılar olan kasteller günümüzde, serin olması nedeniyle yazın sıcaktan bunalan yaşlıların, sürekli akan ücretsiz suyu nedeniyle de halı, kilim ya da çamaşır yıkayan kadınların ilgisini çekiyor.

 

İçinde tuvalet, banyo, mescit, dinlenme odası, çamaşırhane gibi bölümlerin bulunduğu kasteller, bu hizmetlerin karşılanması yanında yaz sıcağının etkisiyle bozulabilecek gıda ürünlerinin saklandığı mekanlar olarak ilgi görüyordu. Kasteller, birçok görevi üstlenmelerine karşın belki de yer altında yapıldıkları için pek de dikkati çekmeyen, sanat tarihi terminolojisinde kendilerine yer bulamayan eserler olarak kaldılar ve geçen zaman içinde yok oldular.

 

Gaziantep'te bir zamanlar onlarcası bulunduğu ifade edilen kastellerden, halen Şeyh Fethullah, İhsan Bey, Pişirici Mescidi, İmam-ı Gazali, Ahmet Çelebi ve Kozluca adlarıyla anılan 6'sı ayakta duruyor.

   

Selçuklu mimarisinin özelliklerini taşıyan Pişirici Mescidi ve Kasteli 1285 yılında halkın içme ve kullanma suyu ihtiyacını karşılamak için yapıldı. Yer altı su arklarının birleşim noktasında kaya oyularak inşa edilen Pişirici Kasteli'ne daha sonra mescit eklendi. Kayaların oyularak suyun bölümlere ayrıldığı ve özellikle asma tavanıyla ünlü Pişirici Mescit ve Kasteli'ne 28 basamakla iniliyor.

 

Tarihi yapı, kentin içme suyu şebekesine kavuşması sonrasında gözden düştü ve kentteki kültür mirası eserler arasına katıldı. İçinden akan su nedeniyle özellikle hava sıcaklığının yoğun olduğu yaz aylarında ilgi gören mescit ve kasteli, günümüzde erkekler dinlenmek, kadınlar halı, kilim, çamaşır ve bulaşık yıkamak, çocuklar ise avlusundaki küçük havuzlara girerek serinlemek için tercih ediyor.

 

İnsanların susuzluğunu giderdiği, serinlediği, çamaşır ve bulaşığını yıkadığı, tuvaletlerin bulunduğu tarihi yapıda, ''Çimeceklik'' denilen duş alma bölümleri de yer alıyor. İç duvarlarında Salavat-ı Şerife, 12 İmam adı, Ayet-el Kürsi yazılan Pişirici'de geniş bir de mescit, oturak yerleri, 8 tuvalet, iki havuz ve yer altı su kanalları, civar evlerin su ihtiyacını gideren livaslar (geniş yer altı su kanalları) bulunuyor.

Gaziantep Hakimiyet, 06.09.2009

NEVŞEHİR TARİHİ ESER ZENGİNİ





Nevşehir Arkeoloji ve Etnografya Müzesi'nde çeşitli uygarlıklara ait 20 bin 450 tarihi eser bulunuyor.
 

Nevşehir Müze Müdürü Halis Yenipınar, Kapadokya bölgesinin Türkiye'nin en önemli turizm merkezlerinden biri olduğunu belirtti. 1960'lı yıllardan itibaren başta Topaklı olmak üzere farklı merkezlerde kazılar yapıldığını ifade eden Yenipınar, buradan elde edilen tarihi eserlerin düzenli olarak genel bakımdan geçirildiğini dile getirdi. Yenipınar, ayrıca vatandaşların getirdiği tarihi eserleri de satın alarak koruma altına aldıklarını anlattı.

 

Gülşehir İlçesi'nin Civelek Köyü yakınlarında ortaya çıkarılan Civelek mağarasının Kapadokya bölgesinin tarihini MÖ 7000'li yıllar seviyesine ulaştırdığını aktaran Yenipınar, neolitik döneme ait pişmiş toprak kapların en eski eserler olarak Nevşehir Arkeoloji sergi salonunda yer aldığını söyledi.
 

Nevşehir Arkeoloji ve Etnoğrafya Müzesi'nde ayrıca neolitik dönemden başlayarak tunç çağı, demir çağı, Mezopotamya, Urartu, Asur ticaret kolonileri dönemi, Grek, Hellenistik, Roma, Bizans, Selçuklu, Osmanlı ve erken Cumhuriyet dönemlerine ait 20 bin 450 eser bulunduğunu söyledi. Bu eserlerin pişmiş toprak kap, metal bilezik, koku şişesi, cam bilezik, bronz, gümüş ve altın sikke, obsidiyen taşlarıyla yapılmış el aletleri, ağırşak, saç iğneleri ve kemikten oluştuğunu belirten Yenipınar, arkeolojik eserlerin yanı sıra etnografik eserlerin de müzenin etnografik teşhir bölümünde sergilendiğini kaydetti. Yenipınar, vitrin ve sergi alanı eksikliği sebebiyle sahip olunan tarihi değerlerin ancak 1500'e yakın bölümünün sergilenebildiğini kaydetti.

Müze kart uygulamasına da değinen Nevşehir Müze Müdürü Halis Yenipınar, uygulama ile birlikte Nevşehir Arkeoloji ve Etnografya Müzesi'ne olan ziyaretçi sayısının arttığını söyledi. Yenipınar, müze kart sayesinde bu güne kadar iki 500 kişinin müzeyi ziyaret ettiğini açıkladı.

Haberler.com, 05.09.2009

RESTORASYON BİTİYOR

 

 

Malatya'nın Battalgazi İlçesi'nde 372 yıllık Silahtar Mustafa Paşa Kervansarayı'nın çevresindeki dükkanlarla evlerin kamulaştırılmasının ardından başlatılan yenileme çalışmaları sürüyor.
 

2007 yılının sonunda 3 milyon 950 bin YTL'ye ihale edilen restorasyon kapsamında kervansarayın çevresinde bulunan ve kamulaştırılan yapılardan 7 dükkan yıkıldı.

 

Silahtar Mustafa Paşa tarafından 1637 yılında Battalgazi İlçesinde yaptırılan ve dönemin padişahı IV. Murat'a armağan edilen kervansaray Malatya'daki eski eserler arasındaki önemli mekanlardan biri.
 

Kısmen harap bir halde bugüne kadar gelen Silahtar Mustafa Paşa Kervansarayı, orta avlulu ve çevresi revak ve hücreli kervansaraylar grubundan. Kervansaray, 5 bin 168 metrekare bir alanı kaplıyor. Dikdörtgen planlı kervansaray, kesme taştan yapılmış; avlusunun çevresinde revaklar ve batı kanadında kapalı bir bölüm bulunuyor. Kapalı bölüm, birbirlerine yuvarlak kemerlerle bağlanmış, dört köşe taş payelerden oluşmuş bir mekan.

Malatya Aktüel, 04.09.2009



Antalya Büyükşehir Belediyesi, Hıdırlık Kulesi'nin Türkiye ve Antalya turizmine yeniden kazandırılması için çalışma başlattı.


Kent merkezindeki tarihi dokulara büyük önem veren Büyükşehir Belediyesi, Hıdırlık Kulesi için de çalışmalarını hızlandırdı. Kültür ve Sosyal İşler Daire Başkanı Adem Akyürek, Hıdırlık Kulesi için restorasyon planı hazırladıklarını bildirdi. Akyürek, ''Eylül ayı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu Toplantısı'nda Hıdırlık Kulesi ele alınacak. Daha sonra hazırlanan projeyi Tarihi Kentler Birliği'ne sunacağız ve finansmanı için destek isteyeceğiz'' dedi.


Kule ve civarında restorasyon ve çevre düzenlemesi yapacaklarına değinen Akyürek, bu alanı resim ve heykel sergi salonu olarak kullanmak istediklerini belirtti. Akyürek, Hıdırlık Kulesi'ndeki düzenlemelerin aslına uygun olacağını vurguladı.


Hadrianus Kapısı ve kale surlarında da temizlik ve çevre düzenlemesi yapacaklarını belirten Akyürek, şu bilgileri verdi:
''Tarihi dokunun yaşanılır olması bizim için son derece önemlidir. Şehir merkezindeki tarihi mekanları kent müzeciliği bakımından değerlendirmeyi planlıyoruz. Mini müzeler, sergi alanları ile kent müzeciliğini oluşturmak istiyoruz. Kent merkezinde ziyarete kapalı tarihi mekanların da kilitlerinin sanata ve kültüre açılmasını diliyoruz. Hıdırlık'ta yapacağımız düzenleme ile bu girişimin öncüsü olmak istiyoruz.''

Kemer Gözcü, 04.09.2009

GALATA MEVLEVİHANESİ 2010 AKB DESTEĞİ İLE DİRİLİYOR

 

 

İstanbul’un önemli kültür değerlerinden Galata Mevlevihanesi’nin teşhir tanzim ve çevre düzenleme projelerinin hazırlanması işine ait sözleşme, 2 Eylül 2009 tarihinde Müzeart Müzecilik ve İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı (AKBA) Genel Sekreteri Yılmaz Kurt arasında imzalandı.  

 

Galata Mevlevihanesi için hazırlanacak bu projelendirme kapsamında mevlevi kültürünün zenginliğinin gün ışığına çıkarılması ve Mevlevihane’nin günümüz müzecilik anlayışının getirdiği modern tekniklerle teşhir tanziminin yapılması amaçlanmaktadır. Aynı zamanda hazırlanacak çevre düzenleme projesi ile Mevlevihane’ye ait bahçenin fonksiyonel kullanımı sağlanarak 2010 yılında İstanbul’a gelecek yerli yabancı tüm ziyaretçilere hizmet verecek niteliğe getirilmesi hedeflenmektedir.

 

1975 yılında müze olarak hizmete açılan Galata Mevlevihanesi Kulekapı Mevlevihanesi olarak da biliniyor. Yüzyıllar boyunca hem musikiyi hem de bilimi aynı potada eritmeye çalışan mevlevihanelerin şehrimizdeki en eski örneği. Burası II. Sultan Beyazıd’ın beylerbeyi olan İskender Paşa’ya ait olan av çiftliği üzerine 1491’de inşa edilmiş.

 

Sultan III. Mustafa zamanında (1766) yandıktan sonra yeniden yapılmış, sonraki sultanlar zamanında da köklü onarımlar görmüş. Külliye şeklinde yapılmış olan Mevlevihane’de semahane, derviş hücreleri, şeyh dairesi ve hünkar mahfeli, bacılar kısmı, kütüphane, sebil, muvakkithane, mutfak, türbeler ve hazine bulunuyor.

İstanbul 2010, 04.09.2009




Finike İlçesi'ne bağlı Yuvalı Köyü Zengeder mevkisindeki Limyra (Zemuri) Antik Kenti'nde 40 yıl önce başlatılan kazı çalışmalarının bu yılki bölümü devam ediyor.


Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Avusturya Arkeoloji Enstitüsü işbirliğiyle Limyra Antik Kenti'nde 40 yıldır devam eden kazı çalışmalarının bu yılki bölümünün 36 kişilik bir ekiple 11 Eylül'e kadar sürdürüleceği kaydedildi. Kazı çalışmaları sırasında bulunan küçük eserlerin bakım ve onarım çalışmalarının ise 18 Eylül tarihine kadar sürdürüleceği ifade edildi. 1 Ağustos'ta başlayan kazılarda, 20 işçinin yanı sıra arkeolog, epigrafist, fotoğrafçı, seramikçi, mimarlardan oluşan 16 kişilik teknik bir kadro görev yapıyor.


Kazı Başkanı Dr. Martin Seyer, gazetecilere yaptığı açıklamada, 2007 yılında ortaya çıkarılan hamamla ilgili kazı çalışmalarına bu yıl da devam edeceklerini belirtti.


Kazının ileriki bölümlerinde bu tarihi eserlerin de ortaya çıkarılacağını bildiren Dr. Seyer, ''Limyra, geniş bir coğrafyaya yayılmış büyük ve önemli bir kent. Kültür ve Turizm Bakanlığı ile işbirliği halinde kazılarımız önümüzdeki yıllarda da sürecek. Bölgede, ortaya çıkarılmamış anıt yapılar ve yamaç evlerinin olduğunu düşünüyoruz'' dedi.


Kazı alanında bulunan eserlerin, teknik ekip tarafından bakım ve onarımı yapıldıktan sonra sergilendiğini anlatan Seyer, gün yüzüne çıkarılan önemli eserlerin bir kısmının bugüne kadar olduğu gibi, yine Antalya Müzesi'ne gönderileceğini kaydetti.


Dr. Seyer, bölgenin tarihiyle ilgili şu bilgileri verdi:
''1969 yılında Alman Arkeoloji Enstitüsü tarafından başlatılan, sonraki yıllarda ise Avusturya Üniversitesi ve Avusturya Arkeoloji Enstitüsü tarafından 10 kilometrelik alanda devam ettirilen çalışmalar sonrasında tarihi milattan önce 7. yüzyıla kadar uzanan Limyra kentinin, Likya Birliği'ne başkentlik yapmış önemli bir ticari merkez olduğu belirlendi.


Roma ve Bizans döneminde ise piskoposluk düzeyinde bir dini merkez olarak varlığını sürdüren kentte ortaya çıkarılan antik tiyatro, anıt yapılar, hamamlar, kiliseler, kaya mezarları ve sur duvarları, bölgenin antik tarihini belirleme açısından zengin bir kaynak oluşturuyor.''

Kemer Gözcü, 01.09.2009


30 Ağustos - 5 Eylül 2009

"TÜRBE KADAR MÜZE ZİYARETİ YOK"

 

Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, 'Bizim insanımız türbe ziyaret ettiği kadar müze ziyaret etmiyor' dedi.

 

Bakan Günay, Malatya Arkeoloji Müzesi'nde incelemelerde bulunduktan sonra gazetecilerin sorularını yanıtladı.

 

Bir gazetecinin Malatya Aslantepe Höyüğü'nde çıkan bazı eserlerin Ankara'ya götürüldüğünü hatırlatarak, 'Açık hava müzesi tamamlandıktan sonra bu eserlerin geri getirilmesi söz konusu mu?' sorusunu yanıtlayan Bakan Günay, şöyle konuştu:

'Kısmen bazıları gelebilir. Ben aslında Ankara'ya bugünkünden çok daha büyük bir müze düşünüyorum. Cumhuriyetin başkentine gerçek büyük bir uygarlıklar müzesi düşünüyoruz. Çünkü dünyayı gezip görüyoruz. Bizim topraklarımızdan götürülmüş eserlerle dünyanın en büyük müzeleri yapılmış. Halbuki onların esas yeri, kökü bizim topraklarımız. Fakat bizde o çapta bir müze yok. Genelde Anadolu'da müze konusunda bir bilgi eksikliği var. Bizim insanımız türbe ziyaret ettiği kadar müze ziyaret etmiyor. Bu noktada müze kart uygulamasını başlattık. Örneğin Malatya'da 500 bini aşmış bir nüfus var, ama ziyaretçiler yeterli değil. Üstelik de bu müze ücretsiz. Burada bir kampanya yapmak gerekir.'

 

Battalgazi İlçesi'ne geçerek Ulu Cami, Malatya Kalesi'nin surları ve Silahtar Mustafa Paşa Kervansarayı'ndaki restore çalışmalarını da inceleyen Bakan Günay, Silahtar Mustafa Paşa Kervansarayı'ndaki bazı çalışmaların aslına uygun yapılmadığını ifade etti.

 

Günay, görevlilerden birinin 'Orijinali böyleydi' demesi üzerine 'Bu işin kolayı, orijinali değil. Orijinal dokusuyla alakası yok. Başka yerlerde de gördüm. Burada ocak var ve insanlar ocağı kullanmış ve yan taraflarda da yatmış. Neden orijinallerini söküyorsunuz' dedi.

 

Gazetecilerin sorusu üzerine Nemrut'la ilgili de kısa bir değerlendirmede bulunan Bakan Günay, hem Malatya hem de Adıyaman tarafından ulaşımı kolaylaştıracak çalışmalar yaptıklarını söyledi.

Günay, şöyle devam etti:

'Nemrut kadar insanı etkileyen bir başka yer görmedim. Dünyanın sayılı örenlerinden, yerleşim yerlerinden biri. Malatya ve Adıyaman'dan ulaşımın sağlıklı yapılması ve de karşılama yerlerinin yapılması gerekiyor. Çok önem vererek dünyaya tanıtmamız gereken yerlerin başında geliyor.'

Bakan Günay, Malatya Aslantepe Höyüğü'nde incelemelerde bulunarak kazı başkanı Prof.Dr. Marcella Frangipane'den bilgi aldı.

 

Günay, burada, Ermenistan'la ilişkilerin gündeme gelmesi üzerine şunları kaydetti:

'Tarihteki tartışmayı tarihçilere havale edin gitsin. Benim dedem senin dedenle kavga etti diye ben bugün hala kavga etmek zorunda mıyım?' diye konuştu.

Yeni Şafak, 05.09.2009


******


"ELBETTE DÜŞÜNÜYORUZ"





Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, Arslantepe Höyüğü'ndeki kazılar sırasında ortaya çıkartılan sarayın, Açık Hava Müzesi’ne dönüştürülmesi çalışmalarının hızla devam ettiğini söyleyerek “2010 yılına kadar tamamlanmış olacak. Hedefimiz Anadolu’daki ören yerlerinde bütün tarihi eserleri ortaya çıkartarak gelen turisti Anadolu’ya çekmek” dedi.

Adıyaman-Nemrut yolu ile ilgili bir soruyu da yanıtlayan Bakan Günay, “Nemrut, dünyanın ve insanlığın en önemli eserlerinden birisi. Adıyaman-Malatya ayrımı gözetmeksizin oradaki çalışmalarımız devam ediyor. Malatya tarafından yolların açılması için projeler hazırlandı ve ihalesi yapıldı. Önümüzdeki yıllarda çok güzel gelişmeler olacak” diye konuştu.

Sivas’ın Divriği İlçesi’nden helikopterle Malatya’ya gelen Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, beraberinde Vali Ulvi Saran, Belediye Başkanı Ahmet Çakır, AKP'li Vekiller Öznur Çalık, İhsan Koca, Mehmet Şahin ile birlikte kültür sarayı inşaatı, Malatya Arkeoloji Müzesi Etnografya Müzesi, Battalgazi İlçesi Ulu Cami ve Kervansaray ile Arslantepe Ören Yeri'nde incelemelerde bulundu. Arslantepe kazılarını yapan İtalyan Kazı Heyeti'nin başkanı Prof.Dr. Marcella Frangipane, bakana çalışmalar hakkında bilgi verdi.

Basın mensuplarının sorularını yanıtlayan Bakan Günay, 2009 yılı turist sayısında yüzde 1 oranında artış olduğunu söyleyerek “Temmuz sonu itibarıyla, geçen yıla göre turist sayısında yüzde 1 artış var. Normal olarak dünyada yüzde 5 civarında eksilme bekleniyor. Bazı yerlerimizde yüzde 2-4 civarında eksilme var. Bazı yerlerde artış var. İstanbul’da artış var. Örneğin, İtalya, Fransa ve İngiltere'den gelenlerin sayısında artış var. Kriz dönemini ciddi bir eksilme olmadan kapanacağını ümit ediyorum. Hedefimiz, gelen turistlerin hep aynı yerlere değil, Anadolu’ya çekmek’ dedi.

Yapımı devam eden Kültür Sarayı’na Bakanlığın ödenek gönderip göndermediği ile ilgili bir soruyu yanıtlayan Bakan Günay, “Amacımız, yerel yönetimleri teşvik ederek, onların gücünün yetmediği yerde destekte bulunmak. İzlediğimiz politika budur. Biz buraya 2.5 milyon TL ödenek gönderdik ancak asıl olan yerel yönetimlerin böylesi merkezleri sahiplenmesidir” diye konuştu.

1992 yılında temeli atılan ve o zamandan bu zamana tamamlanmayıp çürümeye terk edilen Akçadağ Kültür Merkezi ile ilgili açıklamalarda da bulunan Bakan Günay, Anadolu’nun çeşitli yerlerinde ihtiyaç olmadığı halde siyasi ve güncel kaygılarla temeller atıldığını belirterek şunları söyledi:





“Akçadağ Kültür Merkezi’nin tamamlanması için Belediye başkanı ile görüşüldü. Dün yeni bir protokol yaptık yerel imkanlarla yapılması için. Bakanlık olarak da gerekli desteği sunacağız. Geçmişte, planlama yapılmadan, tamamen bölgesel, siyasal ve güncel kaygılarla kültür merkezleri, etnografya müzeleri kurulmuş. Milletin parası boşa harcanmış. Bu para benim cebimden ya da başkanların cebinden çıkmıyor ki. Restorasyonlar amacına uygun yapılmamış gelişigüzel paralar harcanmış. Bu harcanan paralar beytülmalın parası. Biz bu anlayışla hareket etmiyoruz. Bir bakıyorsunuz kültür merkezini dolduracak nüfusu olmayan yerlerde temeller atılmış ancak şehrin göbeğinde ise bu tür merkezler yok. Anadolu’nun birçok yeri böyle temel çöplüğüne dönmüş. Ancak biz yine de yüzde 70-80 oranında bitirilmiş yerleri tamamlayacağız.”

Bakan Günay, Arslantepe Höyüğü'ndeki kazı çalışmaları sırasında ortaya çıkartılan ve dünyanın ilk devlet sisteminin örneği olan sarayın Açık Hava Müzesi’ne dönüştürülmesinin yanı sıra Çavuşoğlu Mahallesi’nde bulunan kilisenin restorasyonuyla ilgili bir soruyu ise “Hedefimiz gelen turisti Anadolu’nun tüm kentlerine çekmek. Gelen turist Kapadokya’dan sonra dönüyor. Kilise, havra, pagan, cami ayırımı yapmadan bütün eserlerimizi onararak gün yüzüne çıkarmayı hedefliyoruz. Eski ve yeni tüm eserleri ayrım yapmadan kazanmayı düşünüyoruz. Türkiye, güvenli bir kardeşlik ülkesi, barış-bereket ülkesi olduğu zaman gelen turist Sivas’a, Malatya’ya da Elazığ’a da Maraş’a da Mardin’e de rahatlıkla gelir. Sözünü ettiğiniz kiliseye gelince o konuda tam olarak bilgim yok. Vali burada, belediye Başkanı burada, Özel İdare, Kültür ve Turizm Müdürlüğü burada. Söylediğim anlayış çerçevesinde onu da turizmimize kazandırmamız lazım” diye yanıtladı.

Arslantepe Höyüğü Ören Yeri'nde Kazı Başkanı Prof.Dr. Marcella Frangipane'den bilgiler alan Bakan Günay, burada basın mensuplarının sorularını cevaplandırdı. Bir soru üzerine Günay, "Nemrut Dağı'nda yapılacak çalışmalarla 2 yıl içerisinde gözle görülür iyileşmeler ortaya çıkacak. Nemrut Dağı'nı dünyaya daha iyi tanıtmamız gerekiyor. Nemrut Dağı'ndaki heykelleri orada, yerinde koruyacaksak, bazı önlemler almamız gerekiyor. Başka bir yere taşıyıp müze yapmak ve yerine kopyalarını bırakmak gibi bir fikir var. O konuda bilim insanları arasında uzlaşma olmadı. Biz de uzlaşma olmadan bir karar vermiyoruz" diye devam eden Bakan Günay, "2 bin yıllık ve 2 bin metre yükseklikteki heykeller mevsim şartlarından yıpranıyor. Mutlaka koruma yöntemi uygulamamız lazım" dedi.

"Arslantepe Höyüğü ve Açık Hava müzesi civarının koruma amaçlı İmar planı yapmayı düşünüyor musunuz?" sorusuna da Bakan Günay “Elbette. Zaten bölge sit alanı içerisinde. Çevreye de zarar vermeyecek şekilde gelen turistlerin konaklamaları ve dinlenmeleri için yapılacak tesislerin çevreye de zarar vermeyecek şekilde yapılması için planlamalarımız şimdiden başlamış durumda” yanıtını verdi.

Battalgazi İlçesindeki tarihi Silahtar Mustafa Paşa Kervansarayı restorasyon çalışmasını da yerinde inceleyen Bakan Günay, buradaki restorasyonda bazı eksikler gördüğünü belirtti.

Günay, “İş yapınca bazı eksikler oluyor. Hiç iş yapmazsanız hiç hata olmaz. Bazen iş yaparken hatalar olabiliyor. Biz aramızda paylaşıyoruz. Mümkün olduğu kadar yapılanları düzeltmeye çalışıyoruz. Önemli olan yok olmaya yüz tutmuş bir mekanı ayağa kaldırmaktır. Ki burada o çalışma yapılıyor” ifadelerini kaydetti.

Tarihi Beşkonaklar'da düzenlemesi devam eden Etnografya Müzesi'ni gezen Bakan Günay, "Malatya'nın kronolojisini içeren bir müze yapılmalı. Malatya iki cumhurbaşkanı yetiştirmiş bir il. Bu konakların birinde, geçmişten günümüze kronolojik tarihi, yazı ve eserleri içeren bir müze oluşturulmalı" ifadelerini kullandı. Malatya'ya yerleşik Devlet Tiyatrosu kurulması isteğiyle ilgili ise Bakan Günay, "Malatya'ya Devlet Tiyatrosu'nu kurduk. Yerleşik olacak. Onun hazırlıklarını yaptık. Personel taleplerimiz oldu. Haftanın her günü eser
sahneye koyacak hale getiriceğiz" dedi.

Ankara'da yeni bir müze yapmayı planladıklarını belirten Günay, “Benim hayalim Cumhuriyetin başkenti Ankara'da Türkiye Uygarlıklar Müzesi yapmaktır. Fikir çalışması yaptık. Avam proje eşiğindeyiz. Belki ulusal veya uluslararası bir yarışma da açabiliriz. Gelecek yıl temel atmayı planlıyoruz” şeklinde konuştu.
Malatya Haber, 05.09.2009

KUZEY ANADOLU'NUN İLK ÇİVİ YAZILI TABLETLERİ

 

 

Samsun'un Vezirköprü İlçesi'ndeki Oymaağaç Köyü'nde Hititlerin dini merkezi Nerik'in izlerini bulabilmek için başlatılan Oymaağaç kazılarının Başkanı Doç.Dr. Rainer Czichon, 3 yıldır sürdürülen kazılarda ilk kez çivi yazılı tabletler bulduklarını bildirdi. Doç.Dr. Czichon yaptığı açıklamada, Almanya ve Türkiye'den çeşitli bilim dallarından oluşan ekiple sürdürülen kazıda bu yıl elde edilen en önemli buluntular arasında çivi yazılı tabletler geldiğini söyledi. Czichon, 486 metrekarelik bir alanda gerçekleştirdikleri kazıyla ilgili şu bilgileri verdi:  "Üç yıldan beri devam eden kazılarda bu yıl çok önemli buluntular elde edildi. Bugüne kadar Kuzey Anadolu'da Hititlerle ilgili olarak çivi yazılı tabletler bulunmamıştı. Kuzey Anadolu'da ilk kez çivi yazılı tabletler bulduk. Tabletler bize çok şey anlatacak. Oymağaç'ın gerçekten Hititlerin kutsal kenti Nerik olabileceğinin de bir kanıtı olabilir. Bu tabletlerle bunu öğrenme şansımız çok fazla." Buluntu tabletlerin Almanya'dan gelecek uzman bir ekip tarafından incelenerek çözülmesinden sonra önemli bilgiler elde edeceklerine inandıklarını da belirten Czichon, kazılarda başka tabletlere daha rastlanmasını beklediklerini de söyledi.

Birgün, 05.09.2009

SIRRIPAŞA KONAĞI RESTORASYONA HAZIR

 

 

İzmit'ta Hacı Hasan Mahallesi Yeni Çeşme Sokak’ta bulunan 19. yüzyılın ikinci yarısında İzmit mutasarrıfı Sırrıpaşa tarafından yaptırılan, yangın nedeniyle yarısı yok olan Sırrıpaşa Konağı ile ilgili ihale süreci onaylandı ve 1-2 ay içersinde ihaleye çıkarılarak inşaat çalışmaları başlanacak. Bu nedenle Sırrıpaşa konağının çevresi temizlendi.


İzmit Hacı Hasan Mahallesi Yeni Çeşme Sokak’ta bulunan 19.yüzyılın ikinci yarısında İzmit mutasarrıfı Sırrıpaşa tarafından yaptırılan Sırrıpaşa Konağı geçtiğimiz yıllarda bilinmeyen bir neden ile yanmıştı. Yangın sonrasında büyük hasar gören ve kullanılmaz durumda bulunan Sırrıpaşa Konağı, Kocaeli Büyükşehir Belediyesi tarafından kamulaştırıldı. Ardından yarı restorasyon, yarı rekonstrüksiyon projeleri de çizildi. Anıtlar Kurulu tarafından projeleri de onaylanan Sırrıpaşa Konağı'nın Başkan Karaosmanoğlu da ihale ile ilgili sürece olur verdi. 1-2 ay içersinde ihaleye çıkılacak ve ardından inşaat çalışmalarına başlanacak. Orijinal olan kısımlardan 1. katın duracağı, yapılan ölçümlerde giriş katının sağlam olduğu belirtildi. Sosyal kültürel amaçlı olarak kullanılması planlanan Sırrıpaşa Konağı’nın çevresi dün ekipler tarafından temizlendi.

Özgür Kocaeli, 05.09.2009

YOL ÇALIŞMASI BİTTİ, KAZI ÇALIŞMASI BAŞLADI

 

 

Taşlıgeçit Höyüğü'nde, 4 kilometre yol yapımının ardından kazı çalışmalarına başlandı. İslahiye İlçesi Ağalarobası Köyü yakınındaki Tahtaköprü Barajı havzasında yer alan Taşlıgeçit Höyüğü'ndeki kazı çalışmaları 60 gün sürecek.

İtalya'daki Bologna Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof.Dr. Nicolo Marchetti, Gaziantep Arkeoloji Müzesi başkanlığında yürüttüğü kazının araştırma ve koruma amaçlı olduğunu vurguladı. "Göl sularının tahrip ettiği höyükte yapacağımız çalışma büyük önem taşıyor'' diyen Marchetti, höyüğün MÖ 2000-1600 yıllarını kapsayan Orta Tunç Dönemine ait bir yerleşim yeri olduğunu belirtti. Marchetti, önceki yıllarda İslahiye'deki Tilmenhöyük'te kazı yaptığını hatırlatarak, Tilmenhöyük ile Taşlıgeçit Höyüğü'nün benzer yerleşimler olduğunu vurguladı.

 

Taşlıgeçit Höyüğü'ne ulaşımda sıkıntı yaşadıklarını ifade eden Marchetti, "Höyüğe ulaşmamızı sağlayacak yol yoktu. Gaziantep Valiliğine başvurarak yol yapılmasını istedik. İsteğimiz kabul edildi ve 4 kilometre yol yapıldı. Bu çalışma için sayın valimize, il özel idaresi yöneticilerine ve kaymakamımıza teşekkür ediyorum. Göl sularının neden olduğu erozyonla tahrip olan höyükte yapacağımız çalışma büyük önem taşıyor. Bu yıl 60 gün süreyle höyükte çalışacağız. Erozyonun neden olduğu tahribat nedeniyle çalışmaların bir an önce tamamlanması gerekiyor" dedi.

 

Marchetti, kazı çalışmasıyla İslahiye İlçesi'nin ve Gaziantep'in turizm potansiyelini zenginleştirmeyi hedeflediklerini de sözlerine ekledi.

Gaziantep 27 Gazetesi, 05.09.2009

CUMHURBAŞKANI KAZI ALANINI GEZDİ

 

 

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Marmaray Projesi için yapılan kazılarda İstanbul’un tarihini değiştirecek Neolitik-Bizans-Osmanlı ve Cumhuriyet dönemine ait çok önemli 25 bin arkeolojik buluntunun çıktığı Yenikapı’daki kazı alanını gezdi.

Gül, kazı alanını gezmeden önce yetkililerden çıkarılan arkeolojik buluntularla ilgili brifing aldı. Kazı alanına inen Gül, 58 bin metrekarelik alanı kapsayan sahada çıkarılan buluntuları inceledi, yetkililerden bu buluntularla ilgili detaylı bilgiler aldı.

Gül, yapılan kazı çalışmaları sonucunda ortaya çıkan Theodosius Limanı kalıntılarını ve bu limanın hemen yanından çıkarılan 34 gemiden kargosuyla batan bir geminin iskeletini inceledi. Gül, gezinin ardından bu kazılarda ortaya çıkan bulguların önemine vurgu yaparak, “Burda yapılan kazılar bir kez daha dünyaya şunu gösteriyor ki İstanbul’un sadece üstü değil, altı da çok zengin ve görülmeye çok değer. Bu arkeolojik kalıtlar ta neolitik çağa kadar varan çok değerli bulgular. Bunlar İstanbul’un zenginliğine zenginlik katıyor” dedi.

Gül’ün uzun süre incelediği Theodosius Limanı’nın altındaki katmanda İstanbul’un tarihini değiştirecek neolitik çağ MÖ 6500’lü yıllara ait olduğu tahmin edilen 4 insan iskeleti, silahlar, ahşap eşyalar ve kano kürekleri bulunmuştu. Bu keşif İstanbul’un MÖ 667’de Kral Byzas tarafından kurulduğu savını çürüttü.

Vatan, Haber: Seyhan Sevinç, 05.09.2009

BİTLİS GEÇMİŞTE DENİZMİŞ





Bitlis'teki mermer ocaklarının birinde, üzerinde çeşitli deniz canlılarına ait fosillerin bulunduğu mermer blokları çıkarıldı.

 

Fosilli mermerleri bulan Genç Polat Orman Ürünleri ve Madencilik Sanayi Ltd. Şti. Yönetim kurulu Başkanı Nesim Haspolat, AA muhabirine yaptığı açıklamada, ''bu fosilli mermerlerin ne kadar sürede meydana geldiği ve özelliklerinin ne olduğu konusunda, arkeologlar bölgeye gelip araştırma yapmalı'' dedi.

Bitlis'teki bir ocakta fosilli mermerin bolca bulunduğunu ve bu özelliğe sahip mermerin Türkiye'de henüz bulunmadığını ifade eden Haspolat, şöyle konuştu:

''Bu tarzda, bu şekillerde fosillerin olduğu mermeri ben sadece Bitlis'te gördüm. Buralar zamanında deniz yatağı olabilir. Biz bu mermeri Bitlis yöresinde buluyoruz. Buralarda deniz, okyanus, nehir yatağı olduğu kesin. Çünkü bu fosilli mermerler milyonlarca yıl önce oluşmuş. Bu mermer türünü, kredi yetersizliği nedeniyle ocağı açamadığım için, piyasaya sunamadım. Almanya'da havaalanında bu mermere rastladım. Ancak figürler bu kadar belirgin değildi. Genellikle istiridye, deniz kabukluları, deniz yıldızı, kelebek, balık gibi deniz ürünlerinin bulunduğu taşlara rastlıyoruz. Bunların ne kadar sürede meydana geldiği konusunda bölgeye arkeologlar gelerek araştırmalar yapmalı. Buraların çok önemli bilgi taşıdığını ve bilim adamlarının ilgisini çekecek özellikle olduğunu düşünüyorum.''

Yüzüncü Yıl Üniversitesi (YYÜ) Fen Edebiyat Fakültesi öğretim elemanlarından Arkeolog Sinan Kılıç ise, bu kalıntıların tarihi deniz ''Tetis''in işareti olduğunu söyledi.

Bu denizin çok büyük ve tarihi bir deniz olduğunu açıklayan Kılıç, şunları dile getirdi:
''Günümüzden milyonlarca yıl önce, Türkiye diye bir ülke ortada yoktu. Afrika, Arap Yarım Adası ve kuzeydeki Kuzey Anadolu Dağları arasında 'Tetis' (Tethys) Denizi vardı. Günümüzden milyonlarca yıl önce, dünyadaki tek kıta olan Pangea'nın ayrılmaya başlamasıyla birlikte, bu deniz ilk iç deniz olarak ortaya çıktı. Tetis Denizi, tarihi bir denizdir. Yukarıda bulunan Rusya, Avrupa, İskandinavya, zamanla Arap Yarım Adası ve Hindistan'ın bulunduğu kara parçasına yaklaştı. Bu milyonlarca yıl sürdü. Bu darala darala, büyük dağları oluşturdu. Doğu Anadolu Dağları, Alpler, Himalayalar böylece ortaya çıktı. Bu kıtalar hala çarpışmaya devam ediyor. Onun için hala depremler meydana geliyor. Bu nedenle fay hatları hala hareketli.''

Güneyde bulunan karaların, kuzeye hala çok baskı yaptığını açıklayan Kılıç, bu nedenle karaların orta kısmında kabarmaların meydana geldiğini belirtti.

Bu hareketlerin milyonlarca yıldır sürdüğünü vurgulayan Kılıç, şöyle konuştu:
''Bu nedenle dağların tepelerinde deniz kabukluları bulmak çok normal. Dağlar ve kayalar geçmişte deniz yatağıymış. Bu nedenle çok yüksek kesimlerde deniz canlılarına ait fosiller görüyoruz. Bu tür kalıntılar, fosil biliminin ilgi alanına giriyor. Bu fosilleri incelemeliler. Milyonlarca yıl önceki Tetis Denizi'nin, ne zaman var olduğu bu fosillerden öğrenilebilir. Bitlis'teki bu alan da fosil bilimciler tarafından araştırılmalı. Tetis denizinin hangi çağlardan bu yana var olduğunu bize bu fosiller söyler. Bu nedenle Bitlis'te bulunan fosiller oldukça önemli. Bunların araştırılması gerekiyor.''

Bitlis Eren Üniversitesi (BEÜ) Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Mehmet Demirtaş ise, Bitlis'in çok eski bir toprak parçası üzerinde kurulduğunu söyledi.

Demirtaş, ''bu fosiller uzmanlar tarafından araştırılmalı. Laboratuvarlarda araştırma yapılmalı. Çünkü milyonlarca yıl önce buralar suyla kaplıydı. Bu fosiller de onun işareti. Bitlis'te yapılacak araştırmalar çok değerli bilgilere ulaşılmasını sağlayabilir'' diye konuştu.

Sabah, 05.09.2009

MAYALARIN SIRRINI DNA TESTİ ÇÖZECEK

 

Guetamala'da Maya uygarlığının hüküm sürdüğü en önemli şehirlerden olan El Mirador'un sırrı DNA testi ile çözülecek.

 

Arkeologların yaptığı kazılarda ortaya çıkan mızrak ve ok kalıntılarından alınan kan örneklerini inceleyen araştırmacılar, şehirdeki yaşamın bitme nedeninin kanlı bir savaş olabileceği ihtimali üzerinde duruyor. Savaş aletlerinde bulunan kan örnekleri inceleniyor. Yapılan test sonucunda iki farklı DNA tipi ile karşılaşılırsa şehirdeki hayatın bitmesine büyük bir savaşın neden olduğu ortaya çıkacak.

Hürriyet, 05.09.2009

ŞANGHAY'DA
3 TÜRK

 

9-13 Eylül tarihlerinde Şanghay’da yapılacak Asya Pasifik Çağdaş Sanat Fuarı’na (ShContemporary), Türkiye’den Galeri x-ist, Mehmet Güleryüz ve genç sanatçılar Ansen,

Serkan Adın’ın yapıtlarıyla katılıyor. 30 farklı ülkeden 140 galeri ve 15 binden fazla koleksiyoner, sanatçı, küratör ve izleyiciyi ağırlayan ShContemporary’09, dünya sanat haritasında önemli bir yere sahip

Radikal, 05.09.2009

BALAT'I DA YIKACAKLAR





Fener, Balat, Ayvansaray’da yaşayan bazı mülk sahipleri, kendilerine Fatih Belediye Başkanlığı tarafından geçen ay gönderilen tebligatla evlerinin bulunduğu bölgenin 2006 yılında “Yenileme Alanı” ilan edildiğini ve bu kapsamda yıkılarak otel, kültür merkezi, kafe, restaurantlara dönüştürüleceğini öğrendiler. Yenileme projesinin 2007 yılında Çalık Grubu’na ihale edildiğini öne süren ve evlerini kaybetme riski ile karşı karşıya kalan semt sakinleri UNESCO’nun bölgede örnek proje olarak hibe kredi ile restore ettirdiği 13 evin bile proje kapsamında yıkılacak olmasına tepki gösteriyorlar.

Evlerinin yenileme projesi kapsamında yıkılacağından, Tarlabaşı ve Sulukule’de yaşanan sürecin burada da tekrarlanmasından endişe duyan Balat sakinleri semtlerine sahip çıkmak için dernek kurdular.






Henüz resmi statü kazanmayan derneğin kurucularından tasarımcı İrfan Pulcu, Fener Rum Patrikhanesi’nden Ayvansaray’a kadar uzanan ön bölgedeki 2 parselin, Vodina Caddesi’nin yenileme alanı ilan edildiğini anlatarak “2006 yılında Bakanlar Kurulu’nun aldığı acil kamulaştırma kararı bizim bölgemizi de kapsıyormuş. Tarlabaşı’nda alınan karardan 20 gün sonra Fener-Balat-Ayvansaray bölgesi de yenileme alanı ilan edilmiş haberimiz yok” diye konuştu. Belediyenin bölgede restorasyon değil yenileme yapacağını anlatan Pulcu, proje kapsamına giren alanın yüzde 53’ünün konut olarak kalacağını yüzde 48’inin ise işlevinin değişeceğini söyledi. Pulcu “Belediyeden bize ya evinizi ada bazında kendiniz yenileyeceksiniz ya da bize satacaksınız dediler. İnşaatlar başlamadan önce tapularımızı almak istiyorlar” diye konuştu.

Belediyenin projesini halka açıklamamasını eleştiren Pulcu, “ Ön bölgede tramvay olacakmış. Deniz doldurularak yol yapılacakmış. Öğrenebildiklerimiz bunlar” dedi. Derneğin kurucu üyelerinden Çiğdem Şahin de “Yapmak istedikleri dışarıdan binayı koruyup içeriden yıkarak blok alanlar yaratarak inşaat yapmak” diye konuştu.

Cumhuriyet, Haber: Özlem Güvemli, 04.09.2009

TARİHİ MEZARLIK TAHRİP EDİLDİ





Eğil İlçesi'nde, yol genişletme çalışması nedeniyle 600 yıllık mezarlık, Lahit, mezar taşları ve asırlık ağaçlar yok edildi.

 

Eğil İlçesi'nde bulunan Zülküf ve İlyas Peygamberin türbelerinin yolu genişletilerek normal yol standartlarına kavuşturma gerekçesiyle yapılan çalışmalar, tarihi eserlerin tahribine ve adeta tarih katliamına yol açmış bulunmaktadır.

 

İl Özel İdaresi'nce ihalesi yapılan ve özel bir firmaya yaptırılan yolun genişletme ve asfaltlama çalışmalarının denetimsiz, tarihi eserlere özen göstermeden yapılması vatandaşları ve tarihçileri çileden çıkardı.

 

Yaklaşık 200 bin TL harcanacak yolun Ramazan bayramından önce hizmete girmesi beklenirken, bu katliama seyirci kalınması tepkiyle karşılandı.

Haberdiyarbakır'a gelen ihbarlar neticesinde, olayı bizzat yerinde görmek ve tahribatı sizin için belgelemek istedik. Çarşamba günü öğleden sonra tarihçi-yazar N. A. İle beraber Eğil İlçesine gittik.

Eğile varmadan yıllar önce korumaya alınmış olan ormanlık alanın kaderine terk edildiğini, önemli mekanların bulunduğu yamaçların hemen yanında Belediye'nin Kanalizasyon suyunu hiçbir işleme tabi tutmadan dereye, oradan da Dicle Baraj gölüne saldığını görerek çok hayıflandık.

 

Asıl ziyaret amacımız olan ve yol genişletme faaliyeti esnasında 500-600 yıllık tarihi mezarların tahribini bizzat müşahede ettik. Tarihi bir kümbetin yerinde yellerin estiğini, mezarların tam ortasından ikiye bölündüğünü, tarihi değeri olan lahit, kümbet, mezar taşlarının tahrip ve yok edildiğini, yokuş aşağı, molozlarla beraber atıldığını gördük.





Pir-Seyyid Ali Mezarlığı'nın büyük ölçüde tahrip edildiği, tarihi mezarların ve ağaçların kökünden söküldüğünü de gördük.

Ajansların bu tahribi görmeyip özel idare ve yüklenici firmaya övgüler yağdırması da anlaşılır değildir.

Şimdi yerinde olmayan kümbetin aynısını Eğil Mezarlığı'nda sizin için görüntüledik ki mukayese edesiniz.






Keza tahrip edilen mezar Lahit ve taşlarının benzerlerini de görüntüledik ki mukayese edilsin ve tahribatın boyutları anlaşılsın.

Haber Diyarbakır, Haber: Sıdkı Zilan, 04.09.2009

HER YERDEN TARİH FIŞKIRIYOR

 

 

Gaziantep'teki Taşlıgeçit Höyüğü'nde, 4 kilometre yol yapımının ardından kazı çalışmalarına başlandı. İslahiye İlçesi Ağalarobası Köyü yakınındaki Tahtaköprü Barajı havzasında yer alan  Taşlıgeçit Höyüğü'ndeki kazı çalışmaları 60 gün sürecek.

 

İtalya'daki Bologna Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof.Dr. Nicolo Marchetti, Gaziantep Arkeoloji Müzesi başkanlığında yürüttüğü kazının araştırma ve koruma amaçlı olduğunu vurguladı. ''Göl sularının tahrip ettiği höyükte yapacağımız çalışma büyük önem taşıyor'' diyen Marchetti, höyüğün MÖ 2000-1600 yıllarını kapsayan Orta Tunç Dönemi'ne ait bir yerleşim yeri olduğunu belirtti.

 

Marchetti, önceki yıllarda İslahiye'deki Tilmenhöyük'te kazı yaptığını hatırlatarak, Tilmenhöyük ile Taşlıgeçit Höyüğü'nün benzer yerleşimler olduğunu vurguladı. Taşlıgeçit Höyüğü'ne ulaşımda sıkıntı yaşadıklarını ifade eden Marchetti, sözlerini şöyle sürdürdü: ''Höyüğe ulaşmamızı sağlayacak yol yoktu. Gaziantep Valiliğine başvurarak yol yapılmasını istedik. İsteğimiz kabul edildi ve 4 kilometre yol yapıldı. Bu çalışma için sayın valimize, il özel idaresi yöneticilerine ve kaymakamımıza teşekkür ediyorum. Göl sularının neden olduğu erozyonla tahrip olan höyükte yapacağımız çalışma büyük önem taşıyor. Bu yıl 60 gün süreyle höyükte çalışacağız. Erozyonun neden olduğu tahribat nedeniyle çalışmaların bir an önce tamamlanması gerekiyor.''

 

Marchetti, kazı çalışmasıyla İslahiye İlçesi'nin ve Gaziantep'in turizm potansiyelini zenginleştirmeyi hedeflediklerini de sözlerine ekledi.

Gaziantep Hakimiyet, 04.09.2009

DİVRİĞİ'DE İLK KAZMA





Divriği Ulu Camii ve Darüşşifası Çevre Düzenlemesi ile ilgili İstimlak Kararı çerçevesinde ilk kazma, Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın katılımı ile vurulacak. UNESCO tarafından Dünya Kültür Mirası Listesi’ne dahil edilen tarihi Divriği Ulu Camii ve Darüşşifası’nın ayakta tutulması için sürdürülen çalışmalar kapsamında yapılacak olan kamulaştırma çalışması 2010 yılı Ocak ayına kadar tamamlanacak. İl Özel İdaresi tarafından gerçekleştirilecek olan kamulaştırma çalışmasında 6 bin 500 metrekare arazi ve bu alanda bulunan 51 yapı kamulaştırılacak. Divriği Ulu Camii ve Darüşşifası Çevre Düzenlemesi projesinin hayata geçmesi için kamulaştırılarak yıkılacak olan binalardan ilki yarın Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın katılımıyla gerçekleştirilecek. 2010 yılı Ocak ayına kadar tamamlanması planlanan kamulaştırma çalışmasının ardından Divriği Ulu Cami ve Darüşşifası Çevre Düzenleme Projesi hayata geçirilecek. Ulu Cami ve Darüşşifasının etrafındaki mülklerin kamulaştırılması için yapılacak olan harcamalar Sivas İl Özel İdaresi tarafından karşılanacak.


Anadolu Türk tarihinin en önemli eseri olan Divriği Ulu Camii ve Darüşşifası’nın Çevre Düzenlemesi ile ilgili istimlak çalışmalarına başlanırken bu önemli eser aynı zaman da uydudan izleniyor. Uydudan izlenen Divriği Ulu Cami ve Darüşşifası’nın yapı hareketliliği 1 yıl boyunca kayıt altına alınacak. . Ortaçağ sanatının Türkiye’deki şaheserlerinden olan 800 yıllık Divriği Ulu Cami’nin yapısal hareketliliği 1 yıl boyunca uydudan gözlenirken diğer yandan ise eserin restore ve rölöve projeleri hazırlanacak.

Sivas Hürdoğan, 04.09.2009


******


BAKAN GÖZETİMİNDE İSTİMLAK VE YIKIM





Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, Sivas Kongresi’nin 90’ıncı yıldönümü etkinliklerine katıldıktan sonra Divriği Ulu Camii ve Darüşşifası’nı ve butik otel olarak restore edilmeye çalışılan tarihi konaklar ile sokak düzenleme projesi yapılan semtleri gezdi. Gezdiği konaklardan Abdullahpaşa Konağı’nı ayrıntılı inceleyen Günay, basın mensuplarına konağın yeni yıla tamamlanacağını belirterek, “Bitmezse bana haber verin” dedi. Şeyhoğlu Konağı’nda yapılan bazı çalışmaları beğenmeyen Ertuğrul Günay, “Yazık, günah, para boşuna gitmiş” dedi. Gezisinin ardından Divriği Ulu Camii ve Darüşşifası’nın çevre düzenlemesi kapsamında uygulanan istimlak kararıyla yapılan ilk yıkımı izleyen Günay, burada harita üzerinde kamulaştırma uygulaması ile ilgili bilgi aldı. Bu sırada, istimlak kararı gereğince evi yıkılacak bazı vatandaşlar, Bakan Günay’dan kendilerinin mağdur edilmemesini istediler. Bakan Günay ise hiç kimseyi mağdur etmeden istimlak yaparak bu tarihi esere sahip çıkmayı, korumayı amaçladıklarını söyledi.

Vatan, 05.09.2009

GUGGENHEIM 50. YILINI KANDINSKY İLE KUTLUYOR

 

 

New York’taki ünlü Guggenheim Müzesi, soyut resmin öncü isimlerinden Vasily Kandinsky’nin retrospektif sergisine ev sahipliği yapacak. 18 Eylül’de açılacak sergi, mimar Frank Lloyd Wright tarafından tasarlanan Guggenheim Müzesi’nin kuruluşunun, Wright’ın da ölümünün 50. yılı dolayısıyla gerçekleştirilen özel etkinliklerin bir parçası. Hayli kapsamlı retrospektif, ünlü Rus sanatçının 1907-1942 yılları arasında yaptığı en önemli 100 eserini bir araya getiriyor.


Sergide yer alan eserler Paris’teki Pompidou Center, Münich’teki Stadtische Galerie, Guggenheim Vakfı ile diğer devlet ve özel müzelerin koleksiyonlarından derlenip toparlandı. Müze yetkilileri, bağışlarından dolayı Moskova’daki Galerie Tretiakov ve Tiflis’teki Ulusal Gürcistan Müzesi’ne teşekkürlerini iletti.


1866’da Moskova’da doğan Vasily Kandinsky, Almanya’da yaşadı ve 1944’te Fransa’da yaşamını yitirdi.  Kandinsky, özellikle 20. yüzyılın başında Avrupa sanat ortamının önemli aktörlerinden biri. Kuramcı yanıyla da tanınan Kandinsky, Berlin’deki ‘Mavi At’ akımının içinde yer almış, daha sonra Bauhaus okulunun bir parçası olarak Naziler bu kurumu kapatana kadar orada dersler vermişti. Kandinsky, Naziler tarafından sanatı ‘dejenere’ ilan edilince ülkeyi terk edip Fransa’ya yerleşmişti.

Radikal, 04.09.2009

İSKEÇE'DE TARİHİ CAMİ KUNDAKLANDI

 

Batı Trakya'da, İskeçe kentinde tarihi Okçular (Toksotes) Camii, kimliği belirsiz kişi ya da kişiler tarafından kundaklandı. İskeçe Seçilmiş Müftüsü Ahmet Mete'nin yardımcısı Ahmet Kral, olayın, köy imamının teravih namazını kıldırmak için camiye gitmesi üzerine farkedildiğini söyledi. Yaklaşık 500 yıllık geçmişi bulunan Okçular Camii'nde, küçük çapta maddi hasar meydana geldiği belirtildi.

Türkiye Gazetesi, 04.09.2009

TARİHİN SESSİZ TANIKLARI





Şanlıurfa'nın tarihi mimari dokusunun önemli bir kısmını oluşturan abbaralar (kabaltı) zamana direniyor.

 

Güneydoğu Anadolu bölgesi illerinin en önemli tarih detaylarından olan abbaralar, günümüzde dimdik ayakta duruyor. Yüzlerce güzel ev ve sokaktan oluşan dokunun önemli bir kısmının bozulmadan günümüze ulaşmış olmasının turizm açısından büyük bir kazanç olduğu belirtiliyor. Sivil mimari dokusunun ve anıtsal mimari dokusunun önemli bir kısmını koruyarak günümüze ulaşmış ender şehirlerden biri olan Şanlıurfa'daki kabaltılar dışarıdan kente gelen yerli ve yabancı turistlerin ilgisini çekiyor.

 

GAP kapsamında bulunan Şanlıurfa, Adıyaman, Batman, Diyarbakır, Gaziantep, Kilis, Mardin, Siirt ve Şırnak'ta toplam 9 kabaltı ve 5 konak kabaltı olmak üzere toplam 14 kabaltı, Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın mimarlık örneği listesinde yer alıyor.

 

Şanlıurfa'da birçok sokakta rastlanan, genellikle 5-15 metre uzunluğunda, 1,5-2,5 metre genişliğinde olan çıkmaz sokaklar konumundaki kabaltılar, mahallenin ana yolundan ayrılarak daha da bir kişiselleşmiş özel yollar olarak değerlendiriliyor. Genellikle bulunduğu yerdeki ailenin adıyla bilinen kabaltılar, Şanlıurfa'nın en güzel tarih detaylarından biri olarak görülüyor.

 

Şanlıurfa'da, çok sayıda tarihi sokak arasında Arabi Camii, At Pazarı, Çataldaş Meydanı, Güllüoğlu, Hızanoğlu Camii, Hüseyin Paşa, İrfaniye, Karanlık Kapı, Madenli, Yorgancı ve Zincirli sokakları yüksek duvarlarıyla turistlerin büyük ölçüde ilgisini çekiyor.

 

Şanlıurfa'daki kabaltılar ile ilgili bilgi veren Kore gazisi Mehmet Kerimoğlu, "Buralarda eskiden Ermeniler, Yahudiler, Fransızlar otururdu. Bunlar hep tarih mirasıdır. Kışın sıcaktır, yazın ise serindir. Fakat asılları değişiyor. Bir modernleşme var. Buralar eskiden arabalar için değil, sadece geçit olarak kullanılmak için yapılırdı. Eskiden böyle arabalar yoktu. Şimdi arabalar geçerken güçlük çekiyor. Çünkü eskiden tahta tekerlekli arabalar, develer ve at arabaları vardı" dedi.

 

Kabaltıların üzerindeki tarihi dokuların ticaret merkezlerine dönüştürülerek tarihi dokulara zarar verildiğini öne süren Kerimoğlu, "Bu evler çok güzel evler. Şimdi çoğu yerde tarihi evleri restoran, lokanta ve otel yapıyorlar. Mesela Yusuf Paşa Camii yanındaki tarihi evlerin hepsi lokanta yapıldı. O zamanlar karanlıktı, ışık yoktu. Yolun sağına ve sağına mum yakarlardı. Çünkü insanlar korkardı" ifadelerinde bulundu.

 

ABBARA (KABALTI) NEDİR?

Güneydoğu Anadolu Bölgesi'ndeki illerde örgü teknikleri kullanılarak inşa edilmiş, eğrisel yüzey ya da yüzeylerden oluşan mimari örgü ögesine abbara ya da kabaltı denir.

 

Abbaralar bazen sivri kemerli, basık kemerli veya yuvarlak kemerli olup, örgü sistemi beşik tonoz, çapraz tonoz olarak karşımıza çıkar. Evlere girişte yapılan sahanlıklar, bazen sokak üstlerinde, altta bir geçit bırakarak yapılmış odalar (abbaralar), ortak kullanım alanları ile özel kullanım alanlarının ara kesitlerinde nasıl bir yapılanma içinde olduğunu gösteriyor. Abbaraların alt kısmı kamuya, üst kısmının ise mülk sahibinin mülkiyetinde olduğu belirtiliyor. Abbaralar, yazın sıcaktan korunulan, kısa bir an için de olsa serinliğinden, gölgesinden faydalanılan, soluklanılan geçitler olduğu biliniyor.

Gaziantep Hakimiyet, 04.09.2009

BİR MİLYON YILLIK TAŞ BALTALAR

 

 

Nature adlı dergide yayımlanan ve ABD'nin prestijli Berkley Üniversitesi Jeokronoloji Merkezi tarafından yapılan araştırmada, bugüne kadar Avrupa'da bulunan taş baltaların 500 bin yıllık, İspanya'nın La Solana del Zamborino ve Estrecho del Quipar kazılarında bulunan baltaların ise 760 bin yıl ila 900 bin yıllık olduğu belirtiliyor.

Makalede, Afrika'da bir buçuk milyon yıllık baltaların bulunduğunu, bu buluşun, Paleolitik dönemde büyük bir teknolojik sıçrama olduğunu ve bu tür baltaların sahiplerine daha fazla hayata kalma şansı sağladığını gösterdiği ifade ediliyor.

Makalede, İspanya'da bulunan taş baltaların da yaklaşık bir milyon yıllık olmasının, Afrika ve Avrupa'da aynı dönemlerde insanların balta kullanmaya başladığını gösterdiği kaydediliyor.

Baltaların yaşı, araştırmayı yapan Gary Scott ve Luis Gilbert adlı bilim adamları tarafından "magnetostratigrafi" adlı teknikle belirlendi.

Araştırmacılar, kullandıkları teknik sayesinde, bu taş baltaların dünyanın kutup magnetik alanındaki son değişim olan 780 bin yıl öncesine, yani üst Pleistosen dönemine ait mineral unsurlar içerdiğini tespit etti.

Bilim adamları, "Üst Pleistosen döneminde kutup alanı ters. O dönemde pusula olsaydı, iğnesi kuzeyi değil güneyi gösterirdi" diye konuştu.

Cnn Türk, 03.09.2009

CENNETTEPE, YARI AÇIK MÜZE OLACAK

 

 

İzmir Karaburun Yarımadası'nda, İzmir'den yaklaşık 60 km uzaklıktaki Çeşme'nin Ildırı Köyü'nde yer alan Erythrai Antik Kenti'nde, Ankara Üniversitesi tarafından yürütülen kazı çalışmaları 2009 sezonunda üç ayrı bölgede sürüyor. 2007 yılından bu yana Dil Tarih Coğrafya Fakültesi Arkeoloji Bölümü öğretim üyesi Yrd. Doç.Dr. Ayşe Gül Akalın başkanlığında yürütülen kazı çalışmalarından elde edilen mozaikler büyük titizlilikle temizleniyor.

Kazı Başkanı Akalın, bu mozaiklerin bulunduğu Cennettepe bölgesini kısa vadede üst örtüyle korunan, yarı açık bir müze şekline getirmeyi planladıklarını belirtti. Cennettepe'nin önünde bulunan alanı ise kültürel aktivitelerin yürütüleceği bir 'arkeoloji-kültür parkı' olarak sunmayı hedeflediklerini belirten Akalın, "Cennettepe'deki kazı alanında köyün kadınlarıyla birlikte çalışıyoruz. Mozaiklerin temizlenmesinde ve çalışmaların bütününe önemli katkıda bulunuyorlar. Amacımız Erythrai'yi tatil kasabası değil, yaşatılan bir tarih kasabası olarak ülke kültür ve turizmine kazandırmak" dedi.

Yeni Asır, 03.09.2009

GÜNAY, KRAL MEZARLARI İÇİN MUĞLA'YA GELİYOR

 

 

Muğla'nın Ortaca İlçesi'ne bağlı Dalyan'daki Kaunos Antik Kenti'nin uzantısı olan 2 bin 400 yıllık kral mezarlarının doğa koşulları, insan tahribatı ve mezarların yapıldığı kireç taşının dayanıksızlığı nedeniyle yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalması Kültür ve Turizm Bakanlığı'nı harekete geçirdi. Yeni Asır'ın 'Tarih kanser oldu' manşetiyle duyurduğu tahribatın TBMM gündemine de taşınmasından sonra, sorunu yerinde inceleme kararı alan Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, önümüzdeki hafta bölgeye giderek antik kentte incelemelerde bulunacağını bildirdi.


Bakan Günay Yeni Asır'a yaptığı açıklamada, antik mezarların korunmasına büyük önem verdiklerini, Dalyan'a giderek incelemelerde bulunacağını ve bu konuda gerekli adımların atılacağını ifade etti. Kaunos Antik Kenti'nde 1966 yılından itibaren başlayan kazı ve restorasyon çalışmalarına bakanlık olarak verdikleri ödenek miktarının son 4 yılda yüzde 300 artırıldığı bilgisini veren Günay, bütçe imkanları dahilinde bundan sonra da bu desteğin devam edeceğini kaydetti. Bakanlık kaynaklarından alınan bilgiye göre, Kaunos'taki kazı ve restorasyon çalışmaları için 2004 yılında 49 bin 690 TL ödenek ayrıldı. Bu rakam 2005 yılında 56 bin 120, 2006 yılında 80 bin 696, 2007 yılında 132 bin 828, 2008 yılında 219 bin 596 TL'ye yükseldi.

Bakanlığın kazı ve restorasyon çalışmalarına verdiği desteği yıldan yıla artırmasına rağmen kral mezarları çevresel etkiler ve insan faktörü nedeniyle son yıllarda büyük tahribata uğradı. Kaya mezarlarının durumu için "Kansere yakalandı" ifadesini kullanan Kaunos Kazı Heyeti Başkanı Prof.Dr. Cengiz Işık, mezar yüzeyinde büyük korozyon yaşandığını belirtti. Mezarların bu duruma gelmesinde tektonik hareketler, doğa koşulları ve kendi yapısındaki kireç çizgilerinin zaman içinde erimesinin etkili olduğu bilgisini veren Işık, yetkilileri 2003 yılında raporla uyardığını, ancak aradan geçen altı yılda bir önlem alınmadığını söyledi. "Zaman bizden çok daha hızlı ilerliyor" diyen Işık'a göre tahribata yol açan etkenler arasında bölgede etkili olan asit yağmurları ve hava kirliliği de var.

Yılda 300 bini yabancı olmak üzere 700 bin kişinin ziyaret ettiği Dalyan'da bulunan kral mezarları yüzyıllardır ayakta kalarak geçmişin sırlarını geleceğe taşıyor. MÖ 400'lü yıllarda Karyalı ve Likyalı soylu aileler için yapıldığı sanılan, denize yer yer 80 derecelik açılarla yükselen kayalık dağların içleri oyulan mezarlar özellikle yabancı turistlerin ilgisini çekiyor. Arkeologlara göre bu mezarlar Kaunos Antik Kenti'nin zenginliğinin ve gücünün göstergesi. İon tapınağı görünümünde yontulmuş kaya mezarları içinde ölülerin konması için yan yana üç taş sıra bulunuyor.

Yeni Asır, Haber: Zafer Şahin, 03.09.2009

SAGALASSOS KAZILARI SONA ERDİ

 

Burdur'un Ağlasun İlçesi yakınlarındaki Sagalassos Antik Kenti kazılarının bu yılki bölümü sona erdi.

 

Sagalassos Antik Kenti Kazılarını 19 yıldır sürdüren Belçika Leuven Katolik Üniversitesinden Kazı Ekibi Başkan Vekili Prof.Dr. Jeroen Poblome, Sagalassos kazılarının bu yılki bölümüne ilişkin değerlendirmeyi daha sonra yapacaklarını bildirdi.

Prof.Dr. Jeroen Poblome, ''2009 yılı kazı çalışmaları ve çıkan eserler hakkında bilgiyi Belçika'ya döndükten sonra, Leuven Üniversitesinde yapılacak bir toplantıyla Belçika basınına açıklayacağız. Kazı çalışmaları hakkındaki bilgiler daha sonra Türk basınına mail yoluyla iletilecek'' dedi.

Sabah, 03.09.2009

GÖKDELEN Mİ BEKLİYORDUNUZ?





Birtakım tahrip olmuş yapılar.” Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu’nun bu kelimelerle nitelediği yapılar, henüz 10 bin yıllık tarihi bilinen ve sular altında bırakılmak istenen antik kent Hasankeyf.
CHP Gaziantep Milletvekili Yaşar Ağyüz’ün Ilısu Barajı ve Hasankeyf’le ilgili soru önergesine yanıt veren Eroğlu, Hasankeyf için bu tabiri kullandı. Ağyüz ve Hasankeyf’i Yaşatma Girişimi Sözcüsü Diren Özkan ise bu bilimsellikten ve gerçekten uzak tabirin, projenin meşrulaştırılması için kullanıldığını vurguladılar.

Ağyüz, Eroğlu’na “Hasankeyf’i sular altında bırakacak Ilısu Projesi’ni revize etmeyi, 40-50 yıllık baraj için Hasankeyf’i feda etmemeyi düşünüyor musunuz?” diye sormuştu. Eroğlu ise Ilısu Barajı ve hidroelektrik santrali (HES) projesinin yapım zorunluluğu bulunduğunu ileri sürdü. Güneydoğu Anadolu Projesi’nin kilit halkası olan, enerji ve sosyal kalkınmanın ‘ateşleyici gücü’ olarak yansıtılan projenin yapılmasının ‘neden zorunlu olduğu’ sorusunu ise yanıtsız bıraktı.


Bakan Eroğlu, bununla da sınırlı kalmadı, Ilısu Barajı ve HES projesi ile Bölge halkının hayat standardının yükseltileceğini ve Bölge’deki binlerce insana iş imkanı sağlanacağını savundu. Eroğlu, mağdur olacak kişi sayısının, iş imkanı bulacak kişi sayısından kat kat fazla olduğunu unuttu.


Eroğlu bunlarla da yetinmeyip, sular altında kalacak 10 bin yıllık tarihi yapılar için “birtakım tahrip olmuş yapılar” tabirini kullanarak AKP Hükümeti’nin tarihi ve kültürel varlıklara gösterdiği değeri bir kez daha gözler önüne serdi.

Görüşlerine başvurduğumuz, soru önergesinin sahibi Yaşar Ağyüz, Eroğlu’nun yanıtını “Çok yanlış, ne bilimsellikle, ne gerçek durumla hiç alakası olmayan, bu olayı bilmeyen birine karşı verilmiş ucuz bir cevap” olarak değerlendirdi. Hükümetin ne pahasına olursa olsun projeyi gerçekleştirmekte ısrarcı olduğunu belirten Ağyüz, “Müteahhit konsorsiyum çalışmaya devam ediyor. Revize edilmesi gerekirken, kültür değerlerinin sular altında kalmasına göz yumuluyor” diye konuştu.

Hasankeyf’i Yaşatma Girişimi Sözcüsü Diren Özkan, Hasankeyf’in tahrip olmuş değil, ‘restore edilebilecek yapılar’ olduğuna dikkat çekti. Böylesi açıklamalarla baraj projesinin meşrulaştırılmaya çalışıldığını vurgulayan Özkan, barajın yapılmasıyla Bölge halkına istihdam sağlanmayacağını söyledi. “Baraj yapımından 55 bin, 80 bin insan etkilenecek. Barajda çalışabilecek işçi sayısı en fazla 2 bin kişi olacak” diyen Özkan, halkın ekonomik durumunun zaten kötü olduğunu, zorunlu göçle birlikte daha da yoksullaşacaklarını vurguladı.

Evrensel, Haber: Ceren Saran, 03.09.2009

'ÇÖP'ÜN ALTINDAN SARAY ÇIKTI


  


Topkapı Sarayı'nın altı tarih kaynıyor. Sarayın birinci avlusunda yer alan gecekonduların atıklarıyla “çöplük” haline gelen mekanın, ilk yapımı 4. yüzyıla dayanan ve Aya İrini Kilisesi'yle organik bağı bulunan “Piskoposluk Sarayı” olduğu ortaya çıktı. Bu sarayın altında da Pagan dönemine ait Artemis Tapınağı'nın olabileceği tahmin ediliyor.

 

Ayasofya ile Aya İrini arasında kalan tarihi saray, eski karakol binasının arkasındaki gecekondular ve bunların atıklarıyla zaman içinde harap hale gelmiş ve “çöplük”e dönüşmüştü. Ancak, Sur-u Sultani çevresini düzenlemek için harekete geçen Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay'ın emriyle alan, geçen yıl temizlenmeye başlanmıştı.
 

İstanbul Üniversitesi Güzel Sanatlar Bölümü Öğretim Üyesi Dr. Ferudun Özgümüş'ün kazı başkanlığında yürütülen temizleme çalışmaları sonucunda, daha önce bir hastaneye ait olduğu tahmin edilen, ancak bazı akademisyenlerce piskoposluk sarayı olabileceği belirtilen bu tarihi yapı gün yüzüne çıktı. Kazı Başkanı Özgümüş, iki aylık hummalı çalışmalar neticesinde burasının Aya İrini ile organik bağlantısı bulunan bir “Piskoposluk Sarayı” olduğunu kesinleştirdi.
 

Özgümüş, yapının, İstanbul'un başkent olmasıyla beraber ilk defa 4. yüzyılda yapıldığının tahmin edildiğini söyledi.





Bu tarihi yapıda ilk olarak 1940'lı yıllarda, “çok bilimsel olmayan yöntemlerle” o dönemki Ayasofya Müze Müdürü Muzaffer Ramazanoğlu'nun kazı yaptığını ve burayı Sampson Hastanesi olarak düşündüğünü, ancak çalışmalarını yayımlamadığını anlatan Özgümüş, daha sonra Ferudun Dirimtekin'in, Ramazanoğlu'nun yaptığı kazıları bir dergide yayımladığını dile getirdi.
 

Dr. Özgümüş, “Ondan sonra da kimse buraya dokunmamış. Ramazanoğlu'nun kazı alanında açtığı çukur da yıllar içinde lağım ve çöple dolmuş, etrafına gecekondular yapılmış. Bunlar bütün pisliklerini oraya akıtmışlar ve orada zaman içinde bir orman oluşmuş, kalıntıların üzeri dolmuştu” dedi.

Kendilerinin çalışması sonucunda buranın “Piskoposluk Sarayı” olduğunun kesinleştiğini dikkat çeken Özgümüş, şunları kaydetti:
“Burası Sampson Hastanesi olarak biliniyordu ama öyle bir şey değil. Burası kesinlikle bir Piskoposluk Sarayı. Çünkü, yanındaki Aya İrini Kilisesi de bir piskoposluk kilisesidir ve Ayasofya ile birlikte bir bütün olarak düşünülmüştür. Bizim kalıntılarımızın da Aya İrini ile organik bağı gözüküyor, ortaya çıkıyor. Buranın Piskoposluk Sarayı olduğu çok belli. Çok eski bir kalıntı.”
 

Bahsedilen Sampson Hastanesi'nin ise Sur-u Sultani'nin dışında kalan bir yerde olduğunu tahmin ettiklerini belirten Özgümüş, “Turing Misafirevi denilen bir otelin altında bir takım kalıntılar var. Soğukçeşme sokakta bir sarnıç var. Herhalde bunlardan biri hastane binası” dedi.
 

Piskoposluk Sarayı'ndaki kalıntıların da 4. yüzyıldan 15. yüzyıla kadar farklılıklar gösterdiğini anlatan Özgümüş, bu yapının 15. yüzyıla kadar kullanıldığını, o nedenle kalıntıların farklı devirler gösterdiğini söyledi.

Kazı Başkanı Özgümüş, Topkapı Sarayı'nın bu kalıntıların üzerine yapıldığını belirterek, “Bu yapının Topkapı Sarayı ile bir bağlantısı yok. Hatta sarayın etrafını çeviren Sur-u Sultani'nin duvarları Piskoposluk Sarayı'nın tam ortasından geçiyor” dedi.
 

Surun dışında kalan bölümlerin bazı oteller tarafından restore edilerek korunduğunu ifade eden Özgümüş, şöyle konuştu:
“Ama sarayın birinci avlusunda kalan bu kısım (benim tahminlerime göre) saray binaları, darphane ve sur yapılırken doldurulmuş. Çünkü elimizdeki eski gravürlerde, şu an kazı yaptığımız alan dümdüz görünüyor, kalıntı yok. Osmanlılar zamanında bir dönem odun ambarı, bir dönem arslanhane olarak kullanılmış. Hatta, odun tartılan dev kantarları bulduk.”
 

Özgümüş, Bakan Günay'ın buranın tekrar ortaya çıkarılmasına ön ayak olduğunu vurgulayarak, şunları kaydetti:
“Sayın Bakan buranın görüntüsünden rahatsızdı, ben de konuyu kendisine anlattım. Kendisi de bu kazıları yürütmemize izin verdi. Bakan beyin gayretiyle ortaya çıkmıştır bunlar, çünkü burası yıllardan bu yana öylece duruyordu. Ama tabii çok destek geldi. Buradaki 28 kişilik ekip gönüllü çalışıyor, öğle yemeğimizi Feriye Restoran veriyor. Maddi olarak da bakanlığın yanında Gür Yapı, İstanbul Rehberler Odası ve Fest Turizm destek verdi. Tüm bu desteklerin devam etmesi halinde buradaki kazıları gelecek yıl tamamlamayı planlıyoruz.”

Buradaki tarihin Piskoposluk Sarayı'nın da ötesine geçtiğini düşündüklerini ifade eden Özgümüş, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Bu tapınağa aittir demiyorum ama eski Yunan dönemine ait sütun gövdesi ile Tunç çağına ait malzemeler de elimize geçti. Enteresan bir yer. Tam Akropolis'in tepesi. Byzantion iken İstanbul'un Akropolis'iydi burası. Topkapı Sarayı, zaten bu Akropolis'in üzerine yapılmıştır. Birçok tapınak vardı burada. Belki de bizim kazdığımız saray ile Aya İrini bir tapınak üzerine yapılmış olabilir, Artemis Lisizonos (Kemer Gevşeten) tapınağı üzerine yapılmıştı. Çünkü Artemis burası başkent olmadan önce şehrin koruyucu tanrıçası idi. Hıristiyanlık öncesi Pagan döneminde, nişanlanan genç kızlar, bellerine kırmızı şerit takıp, bu tapınağa geliyorlardı. Bu şeridi burada gevşetiyorlardı. Böylece evlendiklerinde ağrısız doğum yapacaklarına inanıyorlardı. İnşallah bu yapıların altında bu tapınağı da bulacağız.
 

Ayrıca, Byzantion sikkelerinde ay-yıldızdaki gibi hilal var. Artemis'ten önce de burada Thrako Frig kavimlerinin geldiğini bazı kaynaklardan biliyoruz. Bu yüzden buraya bu gelen kavimlerle birlikte 'Kibele kültü' de gelmiş olabilir. Özellikle Artemis tapınağının burada, yani Aya İrini Kilisesinin altında olması, buranın aynı zamanda Artemis'in öncülü olan 'mater kibele (Frigler'de dağın annesi anlamında)' ile alakalı bir yer olduğunu düşündürüyor. Zaten yeni kapı kazılarında ele geçen bazı buluntularda bu kavimlerin bu şehir Byzantion olmadan çok önceleri bile burada bulunduklarını göstermektedir. Biz burada onlara dair kalıntılara da ulaşılabiliriz.”
 

Dr. Ferudun Özgümüş, bunun çok önemli bir kazı olduğuna dikkati çekerek, “İstanbul'da antik Bizans'ı kazmak çok heyecan verici. Dünyanın en önemli Akropolis'inde çalışıyoruz. Atina da önemli ama hiçbir zaman bir imparatorluk başkenti olmadı” diye konuştu.

Hürriyet, 03.09.2009

İMPARATOR AUGUSTUS'UN HEYKEL BAŞI TUVALETTEN ÇIKTI

 

 

Denizli'nin en büyük antik kenti Laodikya'nın 7'nci yıl kazılarında Roma Cumhuriyet dönemini sona erdiren "İlk tanrı imparator" Augustus'un heykel başı bulundu. Kazı ekibi, 2 metre yüksekliğinde olduğu tahmin edilen heykelin gövdesini bulmak için çaba gösteriyor. Önceki gün Stadyum caddesindeki Latrina adı verilen tuvalet yapısındaki kazı çalışmalarında Augustus'un heykel başını bulduklarını kaydeden Laodikya Antik Kenti Kazı Heyeti Başkanı Prof.Dr. Celal Şimşek, "Bu eseri görünce çok heyecanlandık. Çünkü bu heykel başı şimdiye kadar Laodikya'da ve dünyada bulunan en kaliteli işçilikte yapılan heykel başı" dedi. Genç Octavius (Augustus), büyük amcası Jul Sezar tarafından evlat edinilmişti. Sezar'ın MÖ 44 yılında öldürülmesinin ardından onun varisi oldu. Augustus adını MÖ 27'de aldı. Cumhuriyet olarak tasarlanmış devletin tek kişi tarafından yönetilmeye uygun hale getirilmesi birkaç yıl sürdü ve Roma İmparatorluğu olarak bilinen yapı ortaya çıktı. 14. yılda ölümü üzerine, Augustus senato tarafından Romalıların ibadet etmeleri gereken bir tanrı ilan edilmiştir.

Sabah, Haber: Ufuk Soyhan, 03.09.2009

DEFİNE AVI CANINDAN ETTİ

 

 

Habipler piknik alanında bulunan doğal su kuyusunda define bulunduğu yönünde duyum alan 7 arkadaş arama yapmaya karar verdi. Önceden hazırladıkları plan doğrultusunda, söz konusu adrese dalgıç, su motoru, fener gibi ihtiyaç duydukları aletleri getiren kişiler, gece 02.00 sıralarında planlarını uygulamaya başladı.

 

Kuyudaki su, su motoruyla boşaltıldı. Bedrettin Yılmaz(38) ve Erdal isimli kişi ip merdiven aracılığı ile kuyuya inmeye başladı. Kuyuda gaz olacağını hesaba katmayan kişiler, yaklaşık 20 metre derinliğe inince nefes alamaz duruma geldi. Dışarıda bekleyen 5 kişi Bedrettin Yılmaz'ı belinde bağlı olan ipten çekerek çıkarmayı başardı. Soyadı henüz öğrenilemeyen Erdal isimli genç ise kayalara sıkıştı. Kuyudan arkadaşlarını çıkaramayacaklarını anlayan kişilerden biri itfaiye ve polisi arayarak kuyuya düştüğünü söyledi. Daha sonra da hep birlikte olay yerinden ayrıldı. Polis Bedrettin Yılmaz'ı hastaneye götürmeye çalışan 3 kişiyi gözaltına aldı. Diğer 2 kişi ise gözden kayboldu. Özel Batıbahat Hastanesi'ne kaldırılan Yılmaz yoğun bakıma alındı.

 

İhbar üzerine olay yerine gelen itfaiye ekipleri, ağaçların arasında bulunan ve etrafı tellerle çevrili kuyunun çevresini fenerlerle aydınlattıktan sonra kurtarma çalışmalarına başladı. Bir itfaiyeci kuyuya oksijen tüpü ile girdi. İçerde kimsenin olup olmadığını öğrenmek için kuyuya giren itfaiye eri yoğun gazdan zehirlenmekten son anda kurtuldu. Kuyuda metan gazının bulunması itfaiye erlerinin işini zorlaştırdı. Bir kaç denemede de başarısız olan ekipler kuyudaki gazın tamamen boşalması için çalışmalara bir süre ara verdi. İtfaiye ekiplerinin kurtarma çalışmaları havanın başlamasıyla yeniden başladı ancak kişinin cesedi henüz çıkarılamadı. Bu arada polis, olay yerinden kaçan 2 kişinin peşine düştü.

Hürriyet, 03.09.2009

ANKARA'NIN ZENGİNLERİ SINIFTA KALDI

 

Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, tasarladığı projelere kaynak bulamadığını itiraf etti. “Ankara’nın zenginleri, sanata yatırım anlamında İstanbul’un zenginlerine göre sınıfta kaldı” diyen Günay, AKM’yi yıkmak istediğini de söyledi.

Restorasyonu tamamlanan Hamamönü bölgesinde iftar yemeğine katılan Günay, barış ve kardeşlik mesajları verdi.


Pramit şeklindeki AKM binasının projesinin de, inşaatının da çok kötü olduğunu söyleyen Günay, o binayı yıkıp yerine ‘Büyük Uygarlıklar Müzesi’ni yapmayı planladığını ifade etti. Bu projenin hep hayalini kuran Günay, 30-40 bin metrekarelik bir alanda British Museum, National Art Gallery gibi müzelerle yarışabilecek bir müze amacında olduğunu da söyledi. Yaklaşık 10 yıllık bir çalışmanın gerektiğini söyleyen Günay, müzenin Cumhuriyet’in 100. yılına armağan olacağının altını çizerek “Böylece Cumhuriyet’i idrak etmiş, içselleştirmiş de oluruz” dedi.

Ankara’da yeterli kapasitede bir sahne de olmadığının hatırlatılması üzerine, senfoni ve opera-bale için 2-3 bin kişilik bir bina projeleri olduğunu söyledi. Tek bir yapı içinde hem senfoni, hem de opera-bale sahneleri olacağını söyleyen Günay, böylece maliyet anlamında büyük tasarruf edileceğinin de altını çizdi.

Ankara’ya fotoğraf, etnoğrafya ve kent müzesi yapmak istediğini söyleyen Günay, “Türkiye, kültür-sanat, tarih gibi alanlarda çok zengin. Örneğin elimizde çok değerli fotoğraf koleksiyonları var, ama sergileyecek alan yok. Çok değerli fotoğrafçılarımızın ve eserlerinin değerini bilmiyoruz” dedi. Birçok projesi olduğunu, fakat kaynak bulamadığından gerçekleştirilemediğini söyleyen Bakan, “Ankara’nın zenginleri, sanata yatırım anlamında İstanbul’un zenginlerine göre sınıfta kaldı” dedi.

Hürriyet Ankara, 02.09.2009

GİZEMLİ 'STALİN' TÜNELİ ORTAYA ÇIKTI

 

 

Moskova'da Çerkizovski pazarı yanında eski SSCB lideri Jozef Stalin'a ait bir tünel bulundu. Konuyla ilgili basına açıklamada bulunan Moskova Belediyesi Baş Mimarı Aleksandr Kuzmin, Çerkizovski pazarının yanında askerlerin 100 metre uzunluğundaki tüneli ortaya çıkardıklarını anlattı.

Tünelin Moskova'nın merkezindeki Kızıl Meydan'ın hemen karşısında bulunan eski Rossiya Oteli'ne kadar uzadığı ve uzunluğunun toplam 15 kilometre olduğu iddia ediliyor. Rus yetkililere göre tünelden zırhlı araç ve tanklar da geçebilir.

Moskova Belediye yetkilisi Kuzmin, ortaya çıkarılan tünelden çok sayıda eski Sovyet dönemine ait sanat eserlerinin de yer aldığını belirtti. Kuzmin tünelle ilgili yaptığı açıklamada, "Askerler tünelden çok sayıda resim sanat eseri de buldu. Mihail Gorbaçov'un son yıllarında ülkenin birçok müzesinde bulunan Sovyet kahramanlarını göklere çıkaran resimler sokağa atılmıştı. Sovyet askerleri de bu resimleri toplayarak 'Stalin' tüneline depolamıştı." dedi.

Stalin, İkinci Dünya Savaşı sırasında Moskova'da gizli yeraltı tünelleri ve gizemli mekanlar yaptırmıştı. 1941 yılında Alman Nazi birlikleri Moskova'nın yakınlarına kadar geldikleri sırada Stalin başkenti terk edip, başka bir bölgedeki sığınakta yaşamayı düşündüğü, daha sonra bundan vazgeçtiği belirtiliyor.
Sabah, 02.09.2009

ÇATALHÖYÜK'TE İLK KEZ 2 KATLI BİR EV ÇIKTI





Stanford Üniversitesi öğretim üyesi, Çatalhöyük Kazı Başkanı Prof.Dr. Ian Hodder, kazı çalışmalarında bu yıl önemli buluntular çıktığını, ilk kez iki katlı evler tespit ettiklerini söyledi.

 

Hodder, kazı çalışmasının ana sponsorlarından Boeing'in düzenlediği basın gününde, gazetecilere önce Çatalhöyük kazı alanı yanında bulunan binaların atölye bölümünü tanıttı. Burada Çatalhöyük'ten resim ve motif örneklerini gazetecilere gösteren Hodder, ardından, üzeri yurt dışından getirilen özel ahşap örtüyle kapatılan kazı alanını gezdirdi. Dünyada arkeoloji çevrelerinde önemli şöhrete sahip olan Çatalhöyük'teki kazı çalışmalarının kendisinin başkanlığında 16 yıldır sürdürüldüğünü anlatan Hodder, bu yıl da yazın başından itibaren gerçekleştirmekte oldukları kazı ve laboratuvar çalışmalarında ilginç bulgulara rastladıklarını anlattı. Prof.Dr. Hodder, kazı çalışmalarının 17. yılında höyüğün güneyinde ilk kez farklı bir ev yapısı tespit ettiklerini söyledi. Bugüne kadar, içinde boğa başları ve çeşitli süs eşyaları, ocak ve iskeletler bulunan tek katlı evler kazdıklarını ifade eden Hodder, ilk kez iki katlı evler bulduklarını vurguladı.

 

Prof.Dr. Hodder, "Çatalhöyük'te 3 ayrı ana noktada kazı çalışmalarını yapıyoruz. Çalışmalarımıza 22 ülkeden 120'den fazla arkeolog ve uzman katılıyor. Burada, Selçuk Üniversitesi başta olmak üzere Türkiye'deki çeşitli üniversitelerden de öğrenci ve öğretim üyeleri görev alıyor. Günümüzden 9 bin yıl önce burada yaklaşık 8 bin kişi yaşıyordu. Buraya yerleşen insanlar, birbirine bitişik, köy evlerinde olduğu gibi kapısı çatıda bulunan kerpiç evlerde oturuyorlardı. Bir bölümdeki evlerin de yanmış olduğunu gözlemledik. Bu yanık alanda, evler zaman içinde yıkılıp toprak düzeltilerek üstüne yeniden bina yapıldığı için, sadece bir dönemdeki evlerde yangın izleri görülüyor.' dedi.

Şu an Boeing ve Yapı Kredi sponsorluğundaki Çatalhöyük kazısının çok uzun yıllar devam edeceğini anlatan Hodder, Çatalhöyük'ten çıkan ünlü ana tanrıça heykelciği gibi eserlerin inşa edilecek Çatalhöyük Müzesi'nde sergilenmesinin planlandığını, önce bu müzenin höyüğün yanı başında inşa edilmesinin gündemde olduğunu, şimdi ise Konya kent merkezinde yapılması fikrinin ağırlık kazandığını sözlerine ekledi.

Yeni Şafak, 02.09.2009

HEYKELİN TAŞLARINI KÖMÜR SANIP ÇALDILAR

 

Zonguldak’ın Kozlu beldesinde, ocakta kazı yapan madencinin tasvir edildiği heykelin ayak ucundaki siyaha boyalı taşlar kömür zannedilerek çalındı. Çalışırken ölen madencilerinin anısını yaşatmak amacıyla 1995’te Ankara’da bir firmaya heykeli yaptırdıklarını anlatan Kozlu Belediyesi Başkan Yardımcısı Hüseyin Yılmaz, şöyle dedi: ‘’2004’te elinde kazma tutan madencinin üretimini anlatmak içinde ayak ucuna gerçek taş kömürü parçaları yerleştirdiğimiz 50 kilo kömür çalındı. Bunun üzerine siyah boyalı taşlar koyduk. Sanırım bazı kişiler bunları da kömür zannederek çalmış. şu anda heykelin kompozisyonu eksik kaldı. Yeniden siyaha boyalı taşlar hazırlayarak heykele yerleştireceğiz. Bunların kömür olmadığına yönelik uyarı levhası da hazırlayabiliriz. Olayla ilgili polise herhangi şikayette bulunmadık.’’

Birgün, 02.09.2009

RESTORASYONLA ORTAYA ÇIKAN GERÇEK





Mevlana Müzesi'nde 3 yıl sürecek çok kapsamlı bir restorasyona başlandı. Çalışmanın ilk bölümünde, çilehanelerin kapılarının bilinenin aksine baş eğmeden girilemeyecek kadar küçük değil, bugünkü kapıların ölçülerine yakın olduğu anlaşıldı.

 

Konya Müze Müdürlüğü yetkililerinden aldığı bilgiye göre, içinde Mevlana, ailesi ve bazı dervişlerin sandukalarıyla o dönemden kalan tarihi eserlerin bulunduğu Mevlana Müzesi, Topkapı Sarayı'ndan sonra en fazla ziyaret edilen müze durumunda ve 'Kubbe-i Hadra' olarak isimlendirilen yeşil kubbesiyle ünlü.

 

1926 yılından bu yana kapsamlı bir restorasyon görmeyen içinde tarihi binaların da bulunduğu müze kompleksinde, hazırlanan proje doğrultusunda bugüne kadar ki en büyük restorasyon başladı.

 

Restorasyon çalışmalarında, müze ziyaretlerini aksatmayacak şekilde, ilk olarak ana girişin solunda kalan, 18 çilehanenin bulunduğu tarihi yapı ele alınıyor. Derviş hücrelerinin avluya bakan kısmı, çalışmalar kapsamında brandalarla kapatıldı.

 

Yapılan çalışmalarda, bu hücrelerden bazılarının orijinal zeminine ulaşıldı. Zeminin orijinalinin Sille taşıyla döşeli olduğu tespit edildi. Avlu bölümünde de aynı taşlardan döşeli olduğu anlaşıldı.

 

Müze Müdürlüğü yetkilileri, derviş hücrelerinin Mevlana ve Mevleviliğe ilgi duyanlar için çok merak edilen bir yer olduğunu belirterek, şunları kaydettiler:

 

'Şu an iki derviş hücresinde tabana ulaştık. Çilehanelerin kapılarının daha önce anlatıldığı gibi eğilerek geçilecek şekilde değil, bugünkü kapıların ölçülerinde olduğu anlaşıldı. Çünkü kapıların alt zeminine kadar indik. Bu seviye, bugünkü zeminin 20-30 santimetre altı. Derviş hücresinin kapılarının yüksekliklerinin, yaklaşık 1,80-1,85 metre olduğunu tespit ettik. Bu çile odalarının pencerelerinin de normal bir evin pencere ölçülerine sahip olduğunu belirledik. Bu iki derviş hücresi bize bu bilgileri veriyor. Oysa, nefis terbiyesi ve olgunluğa erişme için çile çekilen bu hücrelerin kapılarının, ancak bir insanın eğilerek geçilebileceği büyüklükte olduğunu tahmin ediyorduk, birçok kaynakta da bu şekilde yazıyordu. Bu 2 hücre, kanıyı değiştirdi. Geri kalan 16 hücre zemininin de açılmasıyla bu bilgi tam anlamıyla teyit edilmiş olacak.'

 

Ayrıca, çalışmalarda ilk kez 18 çilehaneyi arkadaki Çelebi Konağı'na bağlayan yeni bir giriş kapısı da bulundu.

 

Selçuk Üniversitesi Mevlana Araştırma ve Uygulama Merkezi Müdürü Yrd. Doç. Nuri Şimşekler, çilenin, Mevleviliğin yüzyıllarca süren en önemli eğitim aşamasını oluşturduğunu söyledi.

 

1001 gün çilenin aslında o dönem koşullarında dikkate alınması gereken bir eğitim tekniği olduğunu ifade eden Şimşekler, şunları kaydetti:

 

'Konya'daki Mevlana Dergahı, sayıları Osmanlı döneminde 140'ı aşan mevlevihanelere dervişlerin (dede) yetiştirildiği az sayıda mevlevihaneden biridir. Mevlevi kültürü ve katı kurallara bağlı bu eğitim sürecinin, Mevlana'nın oğlu Sultan Veled'in zamanında oluştuğu biliniyor. Dergahta nefsine ağır gelen çeşitli uygulamalara tabi tutulan ve adına can denen bu kişiler, 3 gün ya da 18 gün boyunca buradaki hücrelerde kalıyor, hiç kimseyle görüşmeden ve tefekküre dalarak burada çile çıkartıyordu. Burada 1001 gün eğitim gören ve çile çeken her cana, bir dede eşlik ediyor, onun eğitiminde maddi ve manevi kılavuzu oluyordu. Okuma yazmayı, Kuranı Kerim'i tecvitli okumayı, Arapça ve Farsça'yı okuyup anlamayı öğrenen, belli bir nefsi olgunluğa erişen kişi, dede unvanını alarak başka mevlevihanelerde görevlendiriliyordu.'

Yeni Şafak, 02.09.2009

BU KADAR CESARETE PES!





Türkiye’nin en çok ziyaret edilen müzesi olan Topkapı Sarayı’nda güvenlik elemanı olarak çalışan Ali Gezer adlı bekçinin saray bahçesinde Hint keneviri yetiştirdiği belirlendi. Kültür ve Turizm Bakanlığı konuyla ilgili olarak soruşturma başlatırken, Gezer hakkında suç duyurusunda bulunuldu. Daha önce de ismi birkaç olaya karıştığı için geçici görevle uzaklaştırılan Gezer’in emeklilik dilekçesi verdiği bildirildi.


Denize bakan 2. Avlu’nun yan tarafında, sera bölümünde saksı içinde Hint keneviri gören saray bahçıvanı durumu yönetime bildirdi. Yapılan araştırmada bitkinin Ali Gezer’e ait olduğu belirlendi. Gezer hakkında tutanak tutulurken, durum polise bildirildi. Kültür ve Turizm Bakanlığı da idari yönden soruşturma başlattı. Gezer emekliliğini istedi. Bu olay güvenlik zafiyetini ortaya çıkardı. Daha önceki olaylarda güvenlik personelinin yetersizliğine dikkat çekilmiş, ancak yeterli girişimde bulunulmamıştı.

 

İstanbul Adliyesi’nde ifade veren Gezer, 21 Ağustos 2009’de sarayın kurşunluk bölgesinde iki saksı içinde Hint keneviri bulunduğunu anlattı. Gezer, bitkileri kendisinin ektiğini ancak Hint keneviri olduğunu bilmediğini savundu. Güvenlik amirinin bitkileri söküp müdürün odasına götürdüğünü belirten Gezer, bitkilerin Hint keneviri olmadığını, tohumun Hint keneviri çıktığını öne sürdü. Kendisine saray içinde kasten Hint keneviri yetiştirdiğine dair tutanak imzalatıldığını kaydeden Gezer, tohumu yemcilerden aldığını öne sürdü. Gezer, mevcut delil durumu ve suçun ceza süresi nedeniyle serbest bırakıldı. Müze Müdür Yardımcısı Gülendam Nakipoğlu, Gezer’in köklerin kendisine ait olduğunu ve denemek amacıyla diktiğini söylediğini belirtti.


Sarayda Eylül 1999’da elyazması Kelam-ı Kadim isimli Kuran meali, Haziran 2007’de tarihi eserler çalınmıştı. Temmuz 2007’de de içeri giren bir hırsız 3 adet çiniyle yakalanmıştı.

 

Topkapı Sarayı Müzesi Başkanı Prof.Dr. İlber Ortaylı konuyla ilgili olarak şöyle konuştu: “Ot yetiştirdiğini tespit edip emekli etmişler. Maalesef ayaktakımından güvenlik yaparsan böyle olur. Özelleştirmeden sonra Türk Telekom’dan atılanlar müzede güvenlik elemanı oldu. 2 bin lira da maaş alıyorlar. Sarayın güvenliği bunlara emanet. Ama komando getirseniz ne yapacak? Bekçinin ailesi bilmiyordu. Şimdi onlar da öğrenecek. Emekli de olamayacak.”

 

Çiçek ve yaprakları kurutularak sigara şeklinde sarılıp esrar olarak içilen bir bitki olan Hint keneviri, Tarım Bakanlığı’nın izniyle ekilebiliyor. Tohum olarak ekilen Hint keneviri, çiçek şeklinde fidan oluyor. Çiçeği açtıktan sonra yaprakları ve çiçeği toplanarak uyuşturucu madde yapımında kullanılıyor.

Milliyet, Haber: Ömer Erbil, 02.09.2009


******


İLBER ORTAYLI NE İŞ YAPAR?

 

Tarihçiliğine lafım yok. İlber Ortaylı insanı hayrete düşüren hafızası, engin bilgisi ve huzur veren sesiyle bize tarihi sevdirdi. Buna kimsenin itirazı yok. Benim itirazım Ortaylı'nın Topkapı Sarayı Müzesi Müdürü olarak ne iş yaptığı...

Ortaylı saraydaki şarap krizinden sonra aynen şunları söylemişti: “şirketin yöneticilerinin Milli Virtüözümüzün sarayın önündeki Çaykovski konserinden anladıkları demek ki sadece şarapmış. şarabı alıp çayıra yayılacaklar. O zaman mangal yapanları niye eleştiriyoruz ki.”

Yani Ortaylı özetle “Müdürü olduğum sarayda düzenlenen etkinliğin kapsamından ve şarap içildiğinden haberim yok” diyordu.


Gelelim asıl bombaya. Önceki gün güvenlik elemanı Ali Gezer'in Topkapı Sarayı'nın bahçesinde Hint keneviri yetiştirdiği ortaya çıktı. Ben sarayda şaraba karşı çıkan Alperenler için “IV. Murat da içmiştir bilmem kim de içmiştir” diyen Ortaylı'nın hint keneveri vakası için de “Efendim o sarayda ne alemler yapıldı, açtırmayın şimdi benim ağzımı” demesini beklerken olaya bu kez toplumsal bir sorun olarak yaklaştı: “Ot yetiştirdiğini tespit edip emekli etmişler. Maalesef ayaktakımından güvenlik yaparsan böyle olur. Özelleştirmeden sonra Türk Telekom'dan atılanlar müzede güvenlik elemanı oldu. 2 bin lira da maaş alıyorlar. Sarayın güvenliği bunlara emanet. Ama komando getirseniz ne yapacak?”

Özetle Ortaylı müdürü olduğu saraydaki güvenlik görevlilerinden de bi haber. “Güvenlik görevlilerini de o mu seçsin” dediğiniz duyar gibiyim, haklısınız. Benim her iki olayda da dikkatinizi çekmek istediğim nokta Ortaylı'nın görev alanına giren konularda kendini eleştiriyor olması.

Müdür nedir?

Geminin kaptanıdır.

Gemiyi en son terk eden, en küçük hatada dahi sorumluluğu üstlenen kişidir.

Belki de birileri Ortaylı'ya “Abi seni Topkapı Sarayı'na padişah yaptık, takıl kafana göre” dedi. O da kendini padişah sanıyor. Baksanıza şu benzetmelere: Hint keneviri yetiştiren güvenlik görevlisi için ‘ayak takımından', saraya taarruza geçenler Alperenler için de “Bab ı humayun'u bile geçemediler. Topkapı sarayı tarihinin en başarısız protestosu diyebiliriz” dedi.

Ortaylı'nın bu adli vakalarda bile bıyık altından gülerek yaptığı açıklamaları dinlemek büyük zevk ama üniversitede yoğun bir ders programı olan, televizyonlara program hazırlayan, arada harika kitaplara imza atan birinin Topkapı Sarayı'na ayıracak vaktinin olduğuna inanmıyorum.

Belki arada kahve içmeye gidiyordur o kadar.

Topkapı Sarayı ve diğerlerinin acilen gerçek müdürlere ve maddi kaynaklara ihtiyacı var.

Müzecilik ciddi bir iş

Yurtdışında saray ve müzeleri gezenler bilir. Herhalde en iyi de İlber Ortaylı bilir.

Nasıl anlatsam ki...

Oralarda müzecilik anlayışı tarihi bir eseri camdan çerçeveye alıp, altına küçük bir not düşmekten ibaret değil.

‘İnteraktif müze' diye bir şey var.

Göze, kulağa hatta burna hitap eden müzecilik anlayışı bu. Londra'da bir savaş müzesinde 2. Dünya Savaşı'ndan kalma bir denizaltıyı geziyordum. Bir kapak var ve üzerinde “Üç ay yıkanmayan denizaltı mürettebatının nasıl koktuğunu merak ediyor musunuz?” yazan bir not vardı. Kapağı kaldırdığınızda etrafınızı bozuk yumurta gibi kötü kokular sarıyordu.

Bir örnek daha vereyim.

Liverpool'da bir başka müze. Çocuklara Ortaçağ kıyafetleri giydirmişlerdi, onlar da müzeyi dolaşıp not alıyorlardı. Müzede yürürken yanınızda birden üç boyutlu bir görüntü çıkıyor. Ortaçağdan emekli yaşlı bir amca size derebeyinin zulmünden bahsediyor. Afrika'dan getirdikleri kölelere yaptıkları soykırımı betimleyen bir oda yapmışlar. Kölelere yapılan işkenceler ekrana yansıtılıyor, kulaklarınız arka fondan gelen kölelerin çığlıklarıyla inliyor.

Kim bilir sizin de anlatacağınız daha ne güzel örnekler vardır.

Bizim de ise bırakın ‘interaktif müzeciliği' tarihi eserlerimiz depolarda çürüyor.

Topkapı Sarayı'nda 30 TL verip harem diye üç-dört boş oda gezdirilen turistler bir daha geri dönmüyor. 

Hürriyet, Yazı: Mevlüt Tezel, 04.09.2009

MÜZEKART'TA AMACA ULAŞILDI

 

Tarih zengini Türkiye'de müze ve tarihi yerleri yerli turist ziyaret etmiyor.

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı, ilgiyi artırmak için 14 ay önce müze kart uygulamasına geçti.

20 liraya satılan 1 yıllık kart, 320 müze ve ören yerine ücretsiz giriş sağlıyor.

1 milyon kişinin kart satın almasıyla geçen yıl ziyaretçi sayısı 4,5 milyon arttı.

Artışın bu yıl 2 katına çıkması bekleniyor.

Müze kartın fiyatı, 17 yaşından küçükler için 2, üniversite öğrencileri ve öğretmenler için 10 lira.

Müze kart, müze ve ören yerlerinin gişelerinden satın alınabiliyor.

Trt/Haber, 02.09.2009

TARİH HIRSIZLARINA BIRAKILMAMALI

 

 

Malatyalı araştırmacı yazar Hayrettin Abacı, "Malatya'nın kültürel, ekonomik ve tarihi açısından önemli olan kitabe, tarih hırsızlarına bırakılmamalı" dedi.

Yeşilyurt İlçesi Yel Köprü mevkiinde Derme kanalı kenarında duran 1 metrekare civarında, üzerinde Arap harfleri yazılı olan kitabenin müzeye götürülmesi gerektiğini söyleyen Malatya Barosu eski başkanlarından emekli avukat, araştırmacı yazar Mehmet Hayrettin Abacı, "Derme kanalından akan ve buradan geçen Derme Suyu, Gündüzbey Kasabası Pınarbaşı'ndan çıkıyor. Çat Barajı'ndan gelen suyla da takviye edildikten sonra Malatya ve Battalgazi İlçesine kadar sulama suyunda kullanılıyor. Bu suyun, hemşehrimiz olan tarihçi ve coğrafyacılar tarafından çok eskiden beri Malatya toprağını suladığı iddiasındalar. Halbuki bu su 150-200 yıl önce kanala alınarak Malatya'yı sular hale getirilmiştir. O zaman, burası yani Yeşilyurt Yel Köprü denilen semtte suyun bu tarafa geçirilmesine sıkıntı çıkmış. Tahta kalaslardan bir köprü yapılmak suretiyle, su bu tarafa aktarıldı. 1940'lı yıllarda beton köprü yapıldı. O köprünün yapımı ve suyun Malatya topraklarına akıtılmasıyla ilgili olarak yapılan işlemin tarihsel belgesi olarak bu kitabe yazılmış. Tahminime göre 1852 yılında bu su buradan geçirilmeye başlamış" dedi.

Bu suyun Malatya'ya aktarılması hikayesini de anlatan Abacı, "1830'larda Anadolu'daki şehirler Avrupa'nın sanayi devrimi yapması ile bir sarsıntıya uğradı. Avrupa, sanayi devrimini yaparak üretimi makineleştirince ucuz imal eder hale geldi. O zaman Battalgazi'deki Malatya şehri, üretim ve ticaret merkezi idi. Tabiatıyla yerli üretim pahalı hale geldiğinden, Aspuzu denilen yörenin bağlarına göçtüler. Sular da yetersiz kalınca, Derme Suyu'nun da Malatya bağlarına akıtılması icap etti. O zaman bu Yel Köprü yapılarak Derme Suyu Malatya bağlarına akıtıldı" ifadelerini kullandı.

Kitabenin müzeye götürülüp, uzmanlar tarafından incelenmesi gerektiğini söyleyen Abacı, "1852 yılında yapılan bu köprünün kitabesi tahrip edilmeden ve birileri çalmadan Derme Kanalı Yel Köprü mevkiinden alınarak müzeye götürülmelidir ve koruma altına alınmalıdır. Bu kitabenin koruma altına alınması, kentimizin kültürel ve ekonomik tarihi açısından önem taşımaktadır" şeklinde konuştu.

Malatya Haber, 01.09.2009

THK'NIN KAÇAK KATI YIKILIYOR

 

Türk Hava Kurumu (THK) binasına yaptırılan kaçak kat, Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay'ın girişimleri sonucu yıkılıyor. Bakan Günay, Cumhuriyet'in ilk kurulduğu mekan olarak anılan Ulus'u tarihi dokusuna kavuşturmak için çalıştığını söyledi. Güray, Ulus'ta birçok çirkin yapı bulunduğunu ve bunun da tarihi dokuya zarar verdiğini belirtti.

Geçtiğimiz yıl kaçak olduğu için Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın katlarını yıktıran Günay, TRT ile anlaşarak, Etnografya Müzesi'nin önündeki antenlerin de kaldırılmasını sağladı.

Günay son olarak da antenleri ile aynı sırada bulunan THK'nın kaçak katının yıktırılması kararı aldırdı. Günay, Genelkurmay ve Milli Savunma Bakanlığı'na söz konusu karara uydukları için teşekkür etti. Bu hafta yıkımına başlanacak binanın orijinal yapısına kavuşacağını dile getiren Günay, bu sayede Ulus'un kaçak bir yapıdan daha kurtulmuş olacağına dikkat çekti.
Zaman, 01.09.2009

SAMSUN'DA TARİHİ KAZI ÇALIŞMA ALANI GENİŞLETİLDİ





Samsun'da yürütülen, 120 milyon euroya mal olacak Hafif Raylı Sistem inşaatını durduran tarihi mezar veya yerleşim yerinde Samsun'un tarihini değiştirecek bulgulara rastlanırken, kazı alanı genişletildi.

 

Büyükşehir Belediyesi tarafından ihalesi yapılan ve 15 kilometre uzunluğundaki hafif raylı sistem inşaatı Atakum İlçesi Atakent Mahallesi'ndeki kazı işlemleri sırasında, haziran ayında ekiplerin tarihi taşlara rastlamasıyla durdu. Durumun Samsun Müze Müdürlüğü'ne bildirilmesinin ardından, 3. derece sit alanı olan bölge koruma altına alındı ve bölgedeki raylı sistem çalışmaları durduruldu. Kültür ve Turizm Bakanlığı'na durumun bildirilmesinin ardından, özel izin çıkarılarak Samsun Müze Müdürlüğü öncülüğünde kazı çalışmaları başlatıldı.

 

Büyükşehir Belediyesi'nin desteğiyle yaklaşık 13 haftadır yürütülen kazı çalışmalarında Samsun'un tarihini değiştirecek seramik ve kap parçalarına, yerleşim yerlerine ait olduğu tahmin edilen duvarlara rastladı. MÖ 5. yüzyılda 'Klasik Dönem'de kullanılan 'siyah figür tekniği' ile yapılmış olan tarihi eserler uzmanlarca, Samsun'un tarihini değiştirecek örnekler olarak değerlendirildi. Samsun'un MÖ 1. yüzyıldan sonra Hellenistik Dönem'de yerleşimlerin başladığı tarihte yer alırken, kazı çalışmasında Samsun'da yerleşimin daha eskiye dayandığı ortaya çıktı. Kazı alanı elde edilen bulgular nedeniyle genişletildi. Bölgede 2 ayrı noktada geniş kapsamlı kazı çalışmaları yapılması kararlaştırıldı. Kazı nedeniyle ise raylı sistem çalışmalarına kazı bölgesinde ara verilmek zorunda kalındı. Bölgede daha önce boru hattı döşenmesi nedeniyle tahribat oluştuğu kaydedildi.

 

Arkeoloji ve Etnografya Müzesi Müdürü Muhsin Endoğru, kazı çalışmalarında çeşitli bulgulara rastlandığını, kazı bölgesindeki çalışmaların genişletilerek sürdüğünü kaydetti. Kazıyla ilgili rapor hazırlayacaklarını, net sonuçların o zaman belli olacağını ifade eden Endoğru, sit alanının durumuyla ilgili Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'nun karar vereceğini belirtti.

Yeni Şafak, 01.09.2009

DÜLÜK'TE ÇALIŞMALAR BAŞLADI

 

 

Şehitkamil Belediyesi'nin proje koordinasyonluğunda 3 yıl önce başlayan Dülük antik kentindeki kazı çalışmalarına, bu yıl da Alman Profesör Engelbert başkanlığında değişik ülkelerden Gaziantep'e gelen 18 arkeolog ile devam edileceği bildirildi.

Dünyanın en eski yerleşim merkezlerinden birisi olarak gösterilen Dülük antik bölgesindeki tarihi mirasın, gün yüzüne çıkartılması için yapılan çalışmalara bu yıl da devam ediliyor. Geçtiğimiz yıllarda yapılan kazılarda birçok buluntu ele geçirilirken, bu yıl ki kazılarda özellikle 5. ve 7. yüzyıla ait 1.5 metre genişliğindeki sütunların tamamının bulunması hedefleniyor.

 

Almanya'nın Münster Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof.Dr. Engelbert Winter, bu yıl ki kazı çalışmalarında yarım kalan buluntuları tamamlayarak işe başlayacaklarını söyledi. Geçtiğimiz yıl milattan önce 5. ve 7. yüzyıllara ait olduğu belirtilen 1,5 metre genişliğindeki sütunların tamamını bulmaya hedeflediklerini belirten Prof.Dr. Engelbert, “Kazı çalışmaları sabır isteyen bir uğraştır. Geçtiğimiz yıl bulunan buluntular, bu bölgede bulabileceğimiz bazı buluntularında ipucunu veriyor. Bu doğrultu da değişik ülkelerden aramıza katılan 18 arkeolog ile bu yıl ki kazı çalışmalarına başladık. Amacımız geçen yıl bulduğumuz duvarın devamına ulaşmak ve ne ifade ettiğini çözmektir” diye konuştu.

Gaziantep 27 Gazetesi, 01.09.2009

MALAZGİRT SAVAŞI İNTERNETTE

 

 

Anadolu'nun kapılarını Türklere açan Malazgirt Savaşı 938 yıldan sonra ilk kez gerçek parametreleriyle canlandırılmaya çalışılıyor.

İngiltere'nin Birmingham ve ABD'nin Princeton üniversiteleri 1071 Malazgirt savaşında Bizans ordularının Selçuklu Türklere karşı aldığı ağır yenilgiyi internette canlandırmak için çalışmalara başladı...

2011 yılında tamamlanması beklenen bu çalışmalarda Türk dünyasını Batı dünyasına getiren bu önemli savaşın gerçek boyutları irdeleniyor.

Yani, Bizans ordularının başındaki komutan Romen Diyojen ile; Alpaslanın komutasındaki Selçuklu ordusunun uyguladıkları savaş taktikleri canlandırılacak ve Bizans ordusunun uğradığı büyük bozgunun nedenleri ortaya çıkartılacak.

Bu ilginç çalışmalarda o dönemdeki orduların uyguladıkları savaş taktiklerinden , orduların eğitimleri, beslenmesi, seferberlik durumları, askerlerde sıkça rastlanan ölümcül ishal hastalıklarına kadar her bir parametre , tarih bilimcilerin yanı sıra üstün teknolojinin de "nimetlerinden" de yararlanılıyor.

İnternette yayınlanacak olan bu önemli savaşta yer alacak olan on binlerce figür ise "Second Life" gibi kurgu oyunlarında yer alan "avatar" tipler tarafından canlandıracak.

Batı dünyası kadar Osmanlıların ve bugünkü Türkiye'nin kaderini belirleyen bu önemli savaşta Bizanslı komutan Romen Diyojen , Alpaslan'a esir düşmüş ve Bizans'ın -ya da resmi adıyla Doğu Roma imparatorluğunun - ilk büyük yenilgisine yol açmıştı. Malazgirt savaşından sonra Türk milleti aşamalı olarak kurduğu hakimiyeti 1453'te İstanbul'u da fethederek tamamlamıştı.

Sabah, Haber: Stelyo Berberakis, 01.09.2009

ARKEOLOJİ MÜZESİ'NDE YENİ DÖNEM





Kültür ve Turizm Bakanlığı ve Türkiye Seyahat Acentaları Birliği (TÜRSAB) arasında İstanbul Arkeoloji Müzesi'nin işletmesinin devri konusunda imzalanan sözleşmenin üzerinden 8 ay geçti. Müzenin işletmesini 8 yıllığına devraldıktan sonra ilk iş olarak "İstanbul Arkeoloji Müzeleri Gelişim Projesi" adı altında bir birim kuran TÜRSAB, müzeninin giriş kapısından Topkapı Sarayı'na doğru çıkan yokuşta yer alan, daha önceden müzenin lojmanı olan küçük binayı proje yönetim merkezi olarak kullanmaya başladı.

 

TÜRSAB'ın kurduğu bu birimde şu günlerde hummalı çalışmalar yürütülüyor. Mayıs ayından bu yana bu binada görev yapan Köyüm Özyüksel'ün Koordinatörlüğünü yaptığı ekip, Arkeoloji Müzesi'nin yenilenmesi, bakımı, tanıtımı ve pazarlanması gibi konularda müze yönetimi  ile işbirliği içinde yeni projeler üretiyor.

 

Turizmhabercisi.com, İstanbul Arkeoloji Müzeleri Gelişim Projesi Genel Koordinatörü Köyüm Özyüksel ve Eğitim Koordinatörü Işılay Gürsu ile bu projelerin ayrıntıları hakkında bir sohbet gerçekleştirdi.  Arkeoloji Müzesi'nin sahip olduğu zengin koleksiyonla ve özgün yapısıyla dünyanın en güzel müzelerinden birisi olduğunu söyleyen Köyüm Özyüksel, buna rağmen müzenin ne yazık ki hakkettiği ilgiyi görmediğini ve ziyaretçi trafiğinin düşük kaldığını söyledi. TÜRSAB'ın bu müzenin işletmesini alarak,  müzeye olan ilgiyi arttırmayı ve ziyaretçi trafiğini yükseltmeyi amaçladığını ifade eden Özyüksel, yaptıkları hesaplamalarla müzenin geliştirilmesi için 50 trilyonluk bir bütçenin gerekli olduğu sonucuna vardıklarını açıkladı. Bu bütçeyi sponsorlarla ve müzeninin öz kaynakları ile oluşturmayı planladıklarını ve gişelerden elde gelirin, müzede yapılacak çalışmalar için harcanacağını kaydeden Özyüksel, TÜRSAB'ın bu işletmeyi almada hiçbir kar amacı gütmediğinin altını çizdi.

 

TÜRSAB ve Bakanlık arasında müzenin devrine ilişkin imzalanan sözleşmenin 'destekçilik, hizmet ve işbirliği' çerçevesinde imzalandığına dikkat çeken Işılay Gürsu da, TÜRSAB'tan gelen ekip olarak bu ofiste 3 kişi çalıştıklarını, bilet gişesinde de 4 kişinin çalıştığını belirtti. Gürsu,  yakında müzenin bilgilendirme masasında da 2 kişininin çalışmaya başlayacağını kaydetti. Proje geliştikçe işe alımların artabileceğini ifade eden Gürsu, tüm ekibin müzenin var olan ekibiyle uyum içinde çalıştığını vurguladı. Müze uzmanlarının öngürdüğü noktalarda onlara destek olmaya çalıştıklarını ifade eden Gürsu, 5 aydır burada olduklarını, sözleşme süresinin ise 8 yıl olduğunu bildirdi.

 

Projeye müzeninin mimari planların çizilmesiyle başladıklarını açıklayan Gürsu, aynı zamanda kurumsallaşma adına müzeye özel bir logo tasarımı da yaptırdıklarını da ifade etti.

 

Arkeloji Müzesi'nin yenilenmesi için Kaba Mimarlık'la anlaştıklarını açıklayan İstanbul Arkeoloji Müzeleri Gelişim Projesi Genel Koordinatörü Köyüm Özyüksel,  bu konuda Bilimsel Danışma Kurulu kurduklarını Refik Duru, Haluk Abbasoğlu, Metin Sözen, Nazan Ölçer, Nur Çapa, İsmail Karamut gibi isimlerin bu kurulda yer aldığını açıkladı.

 

Müzenin bahçesindeki ve içerideki kafelerin yenileneceğini ve yeni bir hediyelik dükkan tasarımı yaptırdıklarını kaydetti. Müzenin kafelerinin işletmesini Feriye Lokantaları'na verdiklerini söyleyen Özyüksel, hediyelik eşya dükkanında müzeye özel objelerin ve replikaların satışını yapacaklarını ifade etti. Bunların tasarımı için çok özel kişilerle çalıştıklarını belirten Köyüm Özyüksel, kafelerin ve hediyelik dükkanın açılmasının Ekim ayında gerçekleştirmeyi planladıklarını sözlerine ekledi.

"Hem koleksiyonu hazırlayan hem de dükkanı işleten bir firma olacak" diyen Özyüksel, müzenin yeri geldiğinde onayını, yeri geldiğini görüşünü alarak hareket ettiklerini bildirdi. İçerideki yeni kafenin şu andaki kışlık kafeyle aynı yerde olacağını kaydeden Özyüksel,  bahçedeki kafenin de yeniden düzenlenerek yaz-kış kullanılacak hale getirileceğini belirterek, etkinlikler için bahçenin her zaman  açık olduğunu kaydetti.

 

Arkeoloji Müzesi'nin tanıtılması için faaliyetler de yürüttüklerini söyleyen Özyüksel, "En son heykeltıraş Lelya Girgin'in röportaj ve fotoğraf çekimini burada yaptık. Önümüzdeki ay Harper's Bazaar'da bu röportajı okuyacağız." dedi. 

 

TÜRSAB'ın kendi tanıtımını yaptığı ve her yerde Arkeoloji Müzesi'ni de tanıtacağını anlatan Özyüksel, yurtdışı fuarlara da gideceklerini açıkladı. Bu fuarlarda dağıtılmak üzere broşürler hazırlattıklarını, müzenin broşürünü ilk kez kendilerinin yapacağını aktardı.  Müzeninin yeni web sayfasının da yayına gireceğini anlatan Özyüksel, "Şimdilik İngilizce-Türkçe yayın yapacağız, ileride başka dilleri de ekleyeceğiz. Adresimiz www.istanbularkeloji.gov.tr olacak" diye konuştu.

 

İstanbul Arkeoloji Müzesi'nin şu andaki ziyaretçi ortalamasının yılda 200 bin olduğunu hatırlatan Köyüm Özyüksel, hedeflerinin 1 yıl sonra bu sayıyı 1 milyona çıkarmak olduğunu bildirdi. "Biz geldiğimizden bu yana, çok şiddetli bir tanıtıma henüz başlayamamıza rağmen ziyaretçi sayısı epey arttı." diyen Özyüksel sözlerini şöyle tamamladı:

"Salonların yenilenmesi konusu için sponsorlarla görüşüyoruz. İlgi epey yüksek, çoğu sponsorların kendileri bize geliyor.  Örneğin çocuklarla ilgili projelendirmeleri Marshall firması yapacak. İskender Lahdi'nin bulunduğu salonu başka bir şirket yenilemiş olacak. Bütçeyle ilgili konuşmak için erken, bizim öngörülerimiz 50 trilyonluk bir bütçe gerektiği yönünde."

Turizm Habercisi, Haber: Özlem Kapar, 31.08.2009

ELLERİNDE CIMBIZLA TARİH AYIKLIYORLAR

 

 

Antalya'da bulunan Karain Mağarası, insanlık tarihinin başlangıcından bugüne izler taşıyor. Bilim adamları, ince eleklerden geçirdikleri mağara toprağında cımbızla adeta tarih ayıklıyor.İnsanlık tarihinin başlangıcındaki süreçte mağara, Alt Yontmataş devrinden başlayarak Orta ve Üst Yontmataş evreleri, Neolitik, Kalkolitik, Eski Tunç gibi protohistorik çağlarda ve Klasik Çağ'da sürekli iskan edilmiş.

 

Bunun doğal bir sonucu olarak yaklaşık 11 metreyi bulan kalın bir kültür dolgusu içeren mağara, klasik dönemlerde ise adak mağara olarak kullanılmış. Dış duvarlarında Grekçe kitabe ve nişler bulunan mağarada kazı çalışmaları Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Arkeoloji Bölüm Başkanı Prof.Dr. Işın Yalçınkaya başkanlığında yürütülüyor.

 

Prehistorya bölümünün bütün öğretim üyelerinin yanı sıra 32 öğrencinin görev yaptığı bu yılki kazı çalışmaları, gelecek ayın ilk haftasına kadar sürdürülecek. Prof.Dr. Yalçınkaya, 63 yıl önce Prof.Dr. İsmail Kılıç Kökten tarafından keşfedilen kazılara 1985 yılından beri kendisinin devam ettiğini söyledi.

Yeni Şafak, 31.08.2009

OSMAN GAZİ'YE YENİ İMAJ

 

 

Bursa'nın merkez Osmangazi İlçe Belediyesi, gerçeği yansıtmadığı için yerinden kaldırılan Osman Gazi'nin yeni heykeli, görüşü alınan Prof.Dr. Halil İnalcık'ın da katılacağı törenle Ekim ayında yerine konulacak.

Osmangazi Belediyesi, İlçeye adını veren Osman Gazi'nin Şehreküstü Meydanı'ndaki heykelini aslına uygun olarak yeniden yaptırdı. Tarihi kaynaklar taranarak gerçeğe daha yakın bir tasarımı uygulamaya geçiren Osmangazi Belediyesi, tarihi kaynaklardaki `Alp' tanımına uygun heykel için Heykeltıraş Eray Okkan ile çalıştı. Yaklaşık 6,5 metre yüksekliğinde, çelik konstrüksiyon olarak fiber malzemeden yapılan yeni heykel, bir metre 75 santimetre yüksekliğindeki kaidenin üzerinde yükselecek.

Osmangazi Belediye Başkanı Mustafa Dündar, cübbeli ve bir elinde kitapta tasvir edilen Osman Gazi heykelinin `Alp' tanımına uymadığının iddia edildiğini belirterek, "Bu yüzden Osman Gazi heykeli, tarihi kaynaklar taranarak gerçeğine uygun bir şekilde yeniden yaptırıldı. Bu kaynakların en önemlisi de `tarihçilerin kutbu' olarak bildiğimiz hocamız Prof.Dr. Halil İnalcık'tır" dedi.

Yeni heykelin açılışı için Ekim ayında yapılması planlanan Dünya Kaleli Kentler Birliği Buluşması'nı düşündüklerini de ifade eden Dündar, "Tarif ve telkinleriyle heykele şekil veren Prof.Dr. Halil İnalcık hocamıza heykeli açtırmayı planlıyoruz" diye konuştu.

Dündar, Şehreküstü Meydanı'ndan kaldırılan eski heykelin gerekli bakımı yapıldıktan sonra belediye binasının önüne dikileceğini sözlerine ekledi.

Vatan, 31.08.2009

DEV HEYKELLERE NANOTEKNOLOJİK KUMAŞ

 

 

Adıyaman'ın Kahta İlçesi'nde bulunan ve UNESCO'nun Dünya Kültür Mirası Listesi'nde yer alan Nemrut Ören Yeri'ndeki dev tanrı heykelleri, nanoteknolojiyle üretilmiş kumaş kullanılarak hazırlanacak kılıflarla korunacak.

 

Konuyla ilgili bilgi veren ODTÜ Mimarlık Fakültesi Öğretim Üyesi Doç.Dr. Neriman Şahin Güçhan, Nemrut Ören Yeri'ndeki dev tanrı heykelleri ve diğer kalıntıları korumak için bir yıldan bu yana çalışmalar yaptıklarını söyledi.

 

Çalışmalarını 2010 yılına kadar sürdüreceklerini belirten Güçhan, çetin kış koşulları nedeniyle üzerlerinde çatlaklar oluşan heykellerin en iyi şekilde nasıl korunabileceği konusu üzerinde çalıştıklarını ifade etti.

 

Güçhan, şöyle konuştu:
"Tahribatı en aza indirmek için bu yıl nanoteknoloji ile üretilen kılıfları heykellere giydireceğiz. Heykeller için hazırlayacağımız kılıfların kumaşı özel, laboratuar koşullarında denedik. Nanoteknoloji ile üretilen bu kumaş su geçirmiyor, ama su buharını dışarıya çıkarıyor. Yani bu kumaş sayesinde taş heykellerin üzerindeki çatlaklara su girmeyecek ve donmayacak. Çünkü, heykellerin çatlaklarında giren su donunca büyük tahribata neden oluyor."

 

Güçhan, heykellerin gördüğü tahribatı bütünüyle önlemelerinin mümkün olamayacağına işaret ederek, amaçlarının tahribatı olabildiğince yavaşlatmak olduğunu söyledi.

Trt/Haber, Fotoğraf: Hürriyet, 31.08.2009

2700 YILLIK KALEYE YAPAY ŞELALE

 

Erzurum´un Oltu İlçesi´ndeki MÖ 7. yüzyılda Cenevizlerce yapılan Oltu Kalesi´nin eteklerine yapılan yapay şelale tartışmalara neden oldu.

Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Anabilim Dalı Başkanı Prof.Dr. Hamza Gündoğdu, bu tür yanlış düzenlemelerin tarihi eserlere büyük zarar verdiğini söylerken Belediye Başkanı AK Parti´li İbrahim Zeyrek, yıktırmayı düşünmediğini açıkladı. Zeyrek, “2004 yılında göreve geldim. Şelale benden önceki MHP´li Belediye Başkanı Nejmettin Taşçı döneminde ‘ilçeye güzellik katsın' diye yapılmış. ‘Tarihi dokuya zarar verelim' diye düşüncesi olamaz. İnsanlarımız akşamları gidip kamelyada çaylarını içiyor, dinleniyor. Onun için kaldırmayı da düşünmüyorum'' dedi. Eski Belediye Başkanı Taşçı ise, “Ben herkesten daha çok tarihi eserlere düşkünüm. Şelale kaleyi hiçbir zarar vermeden toprak zemin üzerine inşa edildi'' dedi.

Hürriyet, Haber: Tevfik Akan, 31.08.2009

"MALATYA VE DÜNYA İÇİN ÖNEMLİ"





Malatya'daki Arslantepe Höyüğü'ndeki dünyanın bilinen en eski orijinal sarayını açık hava müzesi yapılması çalışmaları başladı. Turistler, gelecek sezondan itibaren dünyada ilk kez devlet sisteminin başlatıldığı en eski sarayı gezebilecekler.

Malatya'nın Orduzu beldesinde bulunan ve kazı çalışma tarihi 1934 yılına kadar uzanan Arslantepe Höyüğü'ndeki sezon kazı çalışmaları başladı. İtalya Roma La Sapienza Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof.Dr. Marcelle Frangipane başkanlığında sürdürülen kazı çalışmaları ile höyükteki dünyanın bilinen en eski sarayının açık hava müzesi yapılması ile ilgili inşaat aynı anda birlikte yürütülüyor.

Kültür ve Turizm İl Müdürü Derviş Özbay ile İtalya Roma La Sapienza Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof.Dr. Marcelle Frangipane Arslantepe Açık Hava Müzesi ile ilgili olarak açıklamalarda bulundular.

Kültür ve Turizm İl Müdürü Derviş Özbay, "Özlemimiz bu sarayın açık hava müzesine dönüştürülmesiydi. Hocamız bir Malatyalı gibi ve bir Malatyalıdan daha çok çalışıyor. Açık hava müzesi projesini Marcelle Firangipane yaptırdı. Özel İdare bütçesi ve diğer imkanlarımızla ihalemizi yaptık. İnşaatımız devam ediyor. Kısmet olursa bu yıl içinde bitecek, önümüzdeki yılda açılışını yapacağız. Sezon başında turizme hazır hale getireceğiz. Bu bizim hayalimizdi, bu hayalimizi gerçekleştirdik. Malatya için çok önemli. Bu aynı zamanda Nemrut Dağı'nın bir paraleli. Malatya çok önemli bir eser kazandı. Buranın 3-4 dilde bütün dünyaya tanıtımını yapacağız" dedi.

Arslantepe'deki kazılarda 33 yıldan beri başkanlık yapan İtalya Roma La Sapienza Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof.Dr. Marcelle Frangipane çalışmaları Türkçe anlatarak, "Açık hava müzesi işi başladı. Yardımları olanlara çok teşekkür ediyoruz. Açık hava müzesi Malatya için çok önemli olacak. Ama dünya için çok önemli olacak. Çünkü burada bütün medeniyetlerin izleri var. Çok önemli bir bina kompleksi var. Biz buraya saray diyoruz. Çünkü ilk defa devlet sistemi burada başlıyor. Tapınak var, havlu
var. Depolar var. Bina çok iyi duruyor. Duvarlar 2-2.5 metre boyunda. Duvarlarda resim var. Burası bütün devlet sisteminin başladığı bir yer. Burası Malatya kadar turizm içinde önemli. Turistlere burada devlet sistemini ve şehir sisteminin nasıl başladığını anlatacağız. Bu proje için uzun süre çalıştık. Bunun başka bir örneği yok. Saray, Milattan Önce 3 bin 400 yılına ait. Demek ki 5 bin, 5 bin 300 yıl öncesine ait" şeklinde bilgi verdi.

Prof.Dr. Marcelle Frangipane şunları söyledi:
"Saray'ın kuzeyindeki çalışmalar devam ediyor. 2-3 yıl sonra başka odalar bulacağız.Saray devam ediyor. Saray'ın bitiği noktada evler başlıyor. Bu evler önemli insanlara ait evler. Çalışmalar devam edecek. Saray çok önemli bir buluntu. Arslantepe'de çok uzun bir tarih var. Bizim kazı çalışmaları yaklaşık 50 yıldır sürüyor. Doğu Anadolu ve Malatya bölge tarihini kalkolitikten sonra Hitit'e kadar Bizansa kadar komple tarihi biz şimdi biliyoruz.

Arslantepe demek, 5 bin, 6 bin tarih var demek. Şehir ve devlet sistemi Arslantepe'de başlıyor. Bu çok eski bir sistem."

Malatya Haber, 31.08.2009


******


"İNŞALLAH BULACAĞIZ"





Arslantepe kazılarında Malatya'nın Hititler döneminde önemli bir başkent olduğu belirlendi.

Malatya'nın Orduzu beldesinde bulunan ve kazı çalışma tarihi 1934 yılına kadar uzanan Arslantepe Höyüğü'nde ki sezon çalışmaları sürüyor. İtalya Roma La Sapienza Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof.Dr. Marcelle Frangipane başkanlığında sürdürülen ikinci kazı çalışmasında Hitit döneminin büyük başkentinin izleri aranıyor.

İtalya Roma La Sapienza Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof.Dr. Marcelle Frangipane, Arslantepe'de yıl önce Hitit Dönemi ile ilgili olarak ikinci bir kazı çalışması da başlattıklarını belirterek, "2 yıl önce başka kazı açtık. Burada Hitit dönemi var. Malatya'da o zamanda önemli bir başkent vardı. Herkes biliyor. Arslan kapısı vardı. Bizden önce yapılan kazıda bulanarak Ankara Medeniyetler Müzesi'ne götürüldü. Kazılara yeniden başlamak lazım. Şimdi kazı sistemi değişti. Daha sistematik ve daha detayla tarih bilinebilir. Biz buradaki kazılara yeniden başladık. Geçen yıl burada çok büyük bir salon bulduk. Salon Arslan kapısının yanındaydı. Sütün vardı, Geç Hitit dönemine aitti. Şimdi biz duvarı kaldırıyoruz. Altta büyük bir duvar var. Yanmış bir duvar. O ikinci bir tabaka" dedi.

Malatya'nın Hitit Döneminin önemli büyük başkentlerinden birisi olduğunu belirten İtalya Roma La Sapienza Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof.Dr. Marcelle Frangipane şunları söyledi:

"Burada önemli bir tarih var. Hititler Malatya'ya geldiler, imparatorluk zamanında, burada bir merkez kurdular. Şehir kapısı yaptılar. Burada lokal bir kültür ve başkent başladı. Biliyoruz, tarih tabletler var. Malatya'da daha bulamadık ama, inşallah bulacağız. Ama biliyoruz, burada çok büyük bir başkent vardı."

Malatya Haber, 02.09.2009

ANKARA PALAS OTELİ'NİN RESTORASYONU TAMAMLANDI

 

Aydın Nazilli'de, "Belediye Etnoğrafya Müzesi" olarak hizmete açılması planlanan "Ankara Palas Oteli"nde restorasyon çalışmaları tamamlandı.


Nazilli Belediye Başkanı Haluk Alıcık, "kültür varlığı" niteliğinde kabul edilen ve "Ankara Palas Oteli" olarak bilinen belediye mülkiyetindeki binanın, "kent müzesi" haline getirilmesi için İzmir Rölyef ve Anıtlar Müdürlüğü kontrolünde başlatılan restorasyon çalışmalarının tamamlandığını bildirdi.


Belediye Meclisi'nin, Ankara Palas Oteli'nin "Nazilli Belediyesi Etnografya Müzesi" olarak hizmet vermesinin kararlaştırdığını belirten Başkan Alıcık, "Müzemizin çalışmaları hızla devam ediyor. Giriş bölümüne "efe ile nazlı kız" heykelleri konuldu. İç ve bahçe kısımların rölyef çalışmaları tamamlandı. Nazilli'nin düşman işgalinden kurtuluşunun yıl dönümü nedeniyle kutlamaların yapıldığı 5 Eylülde açılışını yapmayı hedeflediğimiz müzenin eksikliklerini tamamlamaya çalışıyoruz" diye konuştu.


Belediye Başkanı Haluk Alıcık, çalışmaların yapıldığı binayı araştırmacı yazar Sabahattin Burhan ve rölyef sanatçısı Mustafa Çerçi ile gezdi.

Haber Ekspres, 30.08.2009

YİNE SULTANAHMET TARTIŞMASI

 

İstanbul Sultanahmet Meydanı’nda gerçekleştirilen ramazan etkinlikleri nedeniyle tarihi bölge yemek ve alışveriş standlarıyla kaplanıyor. İftarını burada açmak isteyen binlerce vatandaş da Sultanahmet’e akın ediyor. Bu kalabalığa dünyanın dört bir yanından gelen turistler de eklenince Sultanahmet çevresi bir kargaşa merkezine dönüşüyor. Tarihi bölgedeki tüm etkinliklerin bu alana toplanması ise büyük tepki çekiyor. Ak Parti MKYK üyesi ve Yenişafak Gazetesi yazarı Ayşe Böhürler, dün köşesinde “Vah Sultanahmet” diyerek tarihi mekandaki Ramazan etkinliklerini eleştirdi. Böhürler, “Sultanahmet, hepimizin gençliğinde ayrı bir önemi vardı... Bugün ise Sultanahmet, sucuk-kepap kokuları, çimlere taşan, serilen gazetelerde açılan iftarları, gürültüsü ve keşmekeşi ile ’hadi gidip ortam yapalım, kebap yiyelim’ mekanı haline gelmiş durumda” dedi.

 

İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı İletişim Koordinatörü Yusuf Müftüoğlu da şenliklerin ısrarla burada yapıldığı belirterek “Bu yıl trafik ve ulaşım açısından daha rahat olan Beyazıt Meydanı’nda yapılmasını önerdik. Burası şu anda sucuk firmalarının reklam alanı haline geldi. Tarihi alanı döner kokuları sardı. Biz buna itiraz ediyoruz” dedi. İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı geçen yıllarda da şenliklerin Sultanahmet’in tarihi dokusuna zarar verdiğini belirterek eleştirmişti.

Vatan, Haber: Burak Bilge, 30.08.2009


******


RANTAMAN ŞENLİKLERİ





Sultanahmet Meydanı'nın değişmeyen yazgısı... Tarihi meydanın dokusu 15 yıldır her Ramazan sucuk döner, kebap, kestane kokularına boğuluyor. '2010 Avrupa Kültür Başkenti' seçilen İstanbul'u yönetenler rant panayırından bir türlü vazgeçemiyor.

 

2010 Avrupa Kültür Başkenti İstanbul'un 'turistik' kalbi Sultanahmet Meydanı'nda gelenek yine bozulmadı! Kurulan 'Ramazan Panayırı' yüzünden tarihi meydan dumanaltı oldu.

Taş-tuğla görünümlü kalın plastikten barakaların dikildiği, Fatih Belediyesi eliyle parça parça (en küçük baraka 20 bin TL) kiralanan Sultanahmet'ten izlenimler:

* Turistler, Sultanahmet Meydanı'nın çimenlerine 'yün halı' ve 'battaniye' serip iftar eden 'piknikçileri' ağzı açık seyrediyor.

* Sucuk döner, tantuni, kebap, kokoreç ve kestane satan barakalardan yayılan duman Sultanahmet Camii'nin avlusunu bir bulut gibi sarıyor.

* İftardan sonra en çok geleneksel Ramazan tatlılarımızdan 'chocnette' ve 'waffle'ı yeniyor.

* Panayırın popüler içeceği közde Türk kahvesi. Fincanların nasıl yıkandığını gören yok!

* Piknikçilerin çocukları Yılanlı Sütun'a mısır koçanı atma yarışması yapıyor! Zabıta kovaladığı için ağlayan çocuklar anne-babaları tarafından 'sosis balon' ve 'uçan sapan'la ödüllendiriliyor.


Şair ve yazar Hilmi Yavuz'un 'Lumpen şenliği' olarak nitelendirdiği panayırın   temelleri 1994 yılında atıldı. Dönemin ANAP'lı Belediye Başkanı Ahmet Çetinsaya', Sultanahmet Camii'nin ön duvarına Osmanlı evlerinden benzetme barakalar yaptırarak kiraya verdi. Fazilet, Saadet ve AKP'li belediyelerin 'Ramazan eğlenceleri' adı altında meydanın tamamına yayılması, baraka sayılarını artırması ve bu barakaları kiralamasıyla Sultanahmet'in  çevresi yeme-içme panayırına döndü.

Akşam, 04.09.2009


******


SULTANAHMET'TE RAMAZANLAR ÇOK DEĞİŞMİŞ





Sultanahmet'te ilk ramazan etkinlikleri başladığında küçük bir kıyamet koptu. Şehirliler ve semt esnafı isyan ediyordu. Derme çatma barakalarda açılan sucukçu, köfteci, sosisçilerden geçilmiyor, dumandan göz gözü görmüyordu. Standart yoktu, hijyen kuralları ayaklar altında çiğneniyordu. Ancak İlçenin başkanlık koltuğuna oturan Mustafa Demir tavrını belirledi ve “Sultanahmet'teki etkinliklere devam edeceğiz ama size daha şehirli, renkli ve uygar bir ramazan vaat ediyorum” dedi. Sultanahmet'e gidip bu meydandaki ramazanın yeni şeklini şemalini görme fırsatı bulduk.

 

Bir zamanlar “Direklerarası” diye bir yer varmış. Burada devrin ünlü kantocuları sahneye çıkar, kukla tiyatrolarında İbiş seyredilir, Karagöz-Hacivat'ın gölgelerinde eğlenilirmiş. Cambazlar gösteri yapar, boyu üç-dört metreyi bulan tahta bacak takviyeli olanlarla ip cambazları yarışırmış. Bir başka bölümde hokkabazlar, meddahlar çıkarmış ahalinin karşısına. Pehlivan güreşleri ve at cambazı gösterileri bile olurmuş. Sonra Şems Tiyatrosu, Mınakyan Tiyatrosu, Abdürrezzak Tiyatrosu, Benliyan Kumpanyası, Turan Tiyatrosu, Felek Sineması, Bizans Tiyatrosu ve Malul Gaziler Millet Tiyatrosu gibi yerler dolup taşarmış. Günümüzün Vezneciler Caddesi'nin başıyla Şehzadebaşı Camii arasında kalan yerde kurulmuş olan Direklerarası, 1940'lı yıllara kadar varlığını sürdürmüş sonra da kaybolup gitmiş. Kendi gitmiş ama namı sürmüş.

Çocukluğumuz bu namdan kaynaklanan ramazan masallarını dinleyerek geçti. Siyah-beyaz televizyonların stüdyolarında kurulan derme çatma 19. yüzyıl dekorlarının altında Direklerarası canlandırıldı. Zamanla sıkıcı, anlamsız ve neşesiz bir hal aldı. Nurhan Damcıoğlu ile birlikte bu gösteri de yaşlandı. Bitti ve nihayet geriye bir şey kalmadı. Ramazanlarda ortalık sessizleşti. Pide, ezan ve biraz da hüzün kaldı geçmişten günümüze.

1990'larda belediyelerde yönetimler değiştiğinde artık yeni bir söz söylemenin ve etkinlikler yapmanın gerekli olduğunu düşünen yerel yöneticiler işe ramazan çadırlarıyla başladılar. Birkaç yıl sonra Feshane etkinlikleri başladı. Bu tarihi yapıdaki etkinlikler Direklerarası ile köy festivalleri arasında bir yerlerde duruyordu.

Eski kentin meydanlarından biri olan Sultanahmet'te ilk ramazan etkinlikleri başladığında küçük bir kıyamet koptu. Şehirliler ve semt esnafı isyan ediyordu. Aslında o dönemde dillendirdikleri itirazlarında çok büyük bir haklılık payı vardı. Lütfü Kibiroğlu'nun Eminönü Belediye Başkanı olduğu devirde şekillenip genişleyen bu etkinlik bırakınız İstanbul'u Anadolu'nun herhangi bir kentine bile yakışmayacak sakilliklerle doluydu. Derme çatma barakalarda açılan sucukçu, köfteci, sosisçilerden geçilmiyor, dumandan göz gözü görmüyordu. Uzaklardan gelip Sultanahmet Camii'nde teravi namazına duran müminler caminin kubbesine kadar yükselen dumanların altında dua etmeye çalışıyordu. Standart yoktu, hijyen kuralları ayaklar altında çiğneniyordu. Gazeteler yazdı, televizyonlar gösterdi ama hem Kibiroğlu hem de ondan sonra gelen Nevzat Er, bana mısın, demedi. Son yerel seçimden önce sur içindeki iki belediye Fatih ismiyle birleştirildi. Yeni başkan Mustafa Demir'in Sultanahmet'ten bu etkinlikleri kaldırıp kaldırmayacağı merak ediliyordu. Başkanlık döneminin ilk ramazanında Demir tavrını belirledi ve “Sultanahmet'te devam edeceğiz ama size daha şehirli, renkli ve uygar bir ramazan vaat ediyorum” dedi. Biz de Sultanahmet'e gidip bu meydandaki ramazanın yeni şeklini şemalini görme fırsatı bulduk.

İlk dikkatimizi çeken, dumanlı müesseselerin sayısındaki önemli düşüş oldu. Etkinlik alanındaki köfteci ve dönercilerin hepsini toplasanız, her nedense hiç filtre kullanmayan Sultanahmet Köftecisi'nin yaydığı dumanın yarısı kadar kirlilik yaratmadığını gördük. Ayrıca meydana bir ekonomik demokrasi havası yerleşmişti. Eskiden bölgeye gelenler sadece buradaki işletmelerden ya da çevre esnafından alışveriş yapmak zorunda kalıyorlardı. Ama şimdi belediye, etkinlik alanının dört bir yanına piknik masaları koymuştu. Bu da bölgede geçen yıllarda fahiş ölçülere çıkan yiyecek içecek fiyatlarının ucuzlamasını sağlamıştı.

Birkaç yıl önceki ramazanlarda kadınların sayısı düşüktü. Bu ramazan meydanı kadınlar doldurmuş. Zabıta ve özel güvenlik ekipleri sürekli dolaştığı için kadınlar ve gençler kendilerini daha güvenli bir ortamda hissediyor. Meydanın gürültüsünden kaçmak isteyenler için de alternatifler var. Örneğin mutfağını yenileyip zenginleştiren Binbirdirek Sarnıcı'nda bu yıl geleneksel iftar sofrası kuruluyor. Gökkubbeye doğru uzanan 1600 yıllık sütunların altında derin bir ney sesi ve klasik Türk müziği dinleyerek huşu içinde iftarınızı açabiliyorsunuz.

Ayrıca geçici olarak meydanın iki yanına yerleştirilen dükkanların mimarisi muhteşem. Sultanahmet Camii'ndeki küçük medrese kubbeleri klonlanarak birkaç sıra halinde yerleştirilmiş. Medreselerin duvarlarından çekilen fotoğraflar bilgisayar teknolojisinin sunduğu sonsuz imkanlarla duvar kağıtlarına basılıp bin yıllık dükkan görüntüsü elde edilmiş. Cami ve medresenin duvarlarıyla mükemmel bir uyum sağlanmış, bu atmosfere çok iyi oturmuş.

Her on dükkandan birinde Osmanlı macunu satılıyor. Ayrıca “Osmanlı döneri” ve “Osmanlı lokması”na da ilk defa rastladım. Eski dönemde, Dikilitaş ve Yılanlı Sütun'un bulunduğu orta alan mezbelelik gibiydi. Dikilitaş'ın etrafına yerleştirilen atlıkarıncalar vardı. Belediye bu yıl bunlara izin vermemiş. Geçen yıl bir tabela ve bez afiş kirliliği yaşanırdı. Belediye bunların da çoğunu kaldırmış. Sadece birkaç noktada MTTB'nin belki de bugüne kadar ortaya attığı en anlamlı sloganın asıldığı bez afişleri görüyorsunuz. Afişte, “Kardeş kavgası bitsin ki ramazanımız mübarek olsun” yazıyor.

Turistler küçük bir meydanda aniden bir semazenle burun buruna gelebiliyor. Başka bir aralıkta bir ney sesi duyabiliyor. Tezhip, hat, ebru gibi geleneksel sanatlarla doğrudan temas edebiliyor, sanatçılarla yüz yüze konuşabiliyorlar. Ayrıca havuzlu meydanın çevresindeki çimenliğe yayılıp rahatlıkla biralarını içebiliyorlar.

Çapa'da Yusuf Bahçıvancı adında bir fotoğrafçı var. Eski gazeteci ve 30 yıldır fotoğraf işi de yapıyor. Yanına Bülent Çuvaş adında bir arkadaşını da alıp ramazan için 12 kişiden oluşan bir ekip kurmuş. Osmanlı dönemi kadın ve erkek kıyafetleri diktirip belediyeden meydandaki dükkanlardan birini kiralamış. Elbiseleri giyen yerli ve yabancı misafirler fotoğraf çektiriyor. Yerliler Osmanlı giysilerine yabancılardan daha hevesli görünüyor.

Muhammet ve Ömer Başdağ adında iki hattat kardeş var. Osmanlı kaligrafisini Latin harflerine uygulayarak isimler yazıyorlar. İnce bir televizyon ekranını da klasik, ağır bir çerçeveyle dükkanın tam girişine asmışlar. Kapalı devre yayın yapan bu televizyonda kaligrafın nasıl çalıştığını görebiliyorsunuz. Ayrıca Vefa Bozacısı, Sütiş ve Kubbealtı gibi ünlü işletmeler de buradan dükkanlar kiralamış.

Etkinliğin organizasyonunu üstlenen firma Sultanahmet'e gelenlere bir dolu sürpriz hazırlamış. Örneğin, yolda yürürken karşınıza ansızın pembe feraceli, şemsiyeli güzel bir kız ve yanında fesli redingotlu bir Osmanlı beyefendisi çıkıveriyor. Arkanızı döndüğünüzde boyu dört metreye ulaşan yine redingotlu ve uzun siyah pantolonlu bir adamla karşılaşıyorsunuz. Zıplayarak üstünüzden geçiyor, uzatılan nargilenin marpucuyla oynuyor, atılan elmaları topları tutup kenarda koklaşan sevgililerin üzerlerine fırlatıyor

Hürriyet Cumartesi, Haber: Ersin Kalkan, 05.09.2009

HIRKA-İ ŞERİF'İN RAPORU TAMAM, SIRA ONARIMDA

 

 

Hırka-i Şerif'in bakım ve onarımı için Türkiye'ye davet edilen dördü İtalyan, biri İngiliz beş konservatör, Hırka-i Şerif'i inceleyerek raporlarını sundu. Veysel Karani'nin torunları Köprülü Ailesi'ne ait olan ve Hırka-i Şerif Camisi'nde her Ramazan sergilenen Hırka-i Şerif'in onarımı için İstanbul İl Özel İdaresi harekete geçti. İlk incelemeyi Topkapı Sarayı Mukaddes Emanetler Bölümü'nün restorasyonunu yapan ekip yaptı ve hırkanın sergilendiği ve mekanının restorasyonu ile hırkanın bakım ve onarımının yapılması gerektiğini bildirdi.

Bunun üzerine Hırka-i Şerif'in konservasyonu için dünyanın önemli müzeleriyle temasa geçildi ve erken dönem İslam tekstili ile ilgili uzmanlar araştırıldı. İngiltere'den Louise Squire ve İtalya'dan Marina Zingarelli, Claui Beyer, Lucia Nucci, Costanza Perrona da Zara heyeti Türkiye'ye davet edildi. Uzmanların daha önce görev yaptığı ABD'deki Smithsonian, İngiltere'deki Victoria Albert gibi ünlü müzelerden referans alındı. Özellikle 6. yüzyıl İslam tekstili alanında uzman konservatörler, hırkayı inceleyerek rapor hazırladı. Bu raporu inceleyecek Bilim Heyeti, konservatörü seçecek ve hırkanın onarım çalışması başlatılacak. Hırka-i Şerif'in onarımının yanı sıra saklandığı Hırka-i Şerif Camii'nde de restorasyon çalışması yapılacağını belirten İl Özel İdaresi Genel Sekreteri Sabri Kaya, "Ayrıca, orada bir Veysel Karani Müzesi oluşturacağız. Çalışmalar 2010 Ramazan ayına yetişecek" dedi.

Sabah, 30.08.2009

KURUL "NET DEĞİL" DESE DE BELGELER 'KİLİSE' DİYOR





Koruma Kurulu, Silivri Ortaköy’deki tarihi kilise için “tescili net olmayan tarihi yapı” diyor ancak yapının, tapu senedinde ve uygulama imar planında “metruk kilise” olarak tescillendiği görülüyor.

 

İstanbul 1 Numaralı Koruma Kurulu’nun Silivri Ortaköy’deki tarihi kilise hakkında düzenlediği “tescili net olmayan tarihi yapı” tespitini belgeler yalanlıyor. Tarihi yapının, hem Silivri Tapu Müdürlüğü tarafından düzenlenen tapu senedinde, hem de Ortaköy Belediyesi tarafından hazırlanan uygulama imar planında “metruk kilise” olarak tescillendiği görülüyor. Silivri Belediyesi, Ortaköy sakinlerinden camiye ihtiyaç olduğu yönünde hiçbir yazılı ve sözlü girişimin olmadığını, gelecekteki ihtiyacı karşılamak için de köyde dört dini tesis alanı için yer ayrıldığını bildirdi.


Aziz Dimitrios Kilisesi’nin, Silivri Belediyesi adına kayıtlı Ortaköy’de 2559 numaralı parselin tapu senedinde “metruk kilise ve arsa” olarak tescillendiği görülüyor. Yönetmelik gereği yapı hakkında herhangi bir kurul kararı bulunmaması durumunda tapu müdürlüğü ve belediye gibi resmi kurum tespitlerinin tescil anlamına geldiği kaydediliyor.






Koruma Kurulu’nun kilise için “tescili net olmayan tarihi yapı” tanımlamasını eleştiren ve tapu müdürlüğü ile belediye gibi resmi kurumların tespitlerinin de tescil anlamına geldiğini kaydeden eski Mimarlar Odası Genel Başkanı Oktay Ekinci, şunları söyledi:
“Koruma Kurulu ilke kararı gereğince Türkiye sınırlarında bulunan tüm yeni ve eski dini yapılar Koruma Kurulu denetimindedir. Dün yapılsa dahi bir kilise, cami veya sinagog, bugün kurul denetimine tabidir. İzinsiz çivi çakamazsınız. Tüm 19. yüzyıl yapıları da birinci derece tarihi yapıdır. Bunlar Koruma Kurulu ilke kararlarıdır. ‘Tescili net değil’ ifadesi ise tam bir skandaldır. Görevi tescil olan bir kurum böyle bir ifade kullanamaz.” 

 

İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü mezunu olan Silivri Belediye Başkanı Özcan Işıklar ise, “Ortaköy’de bir tarih skandalı yaşandığını ve buna seyirci kalmayacaklarını” belirterek, Koruma Kurulu’nun “tescili net olmayan” gibi bir ifade kullanmasının üzerinde düşünülmesi gerektiğini belirtti.


Işıklar, “Kurula gönderilen evrakta yer alan tapu senedi ve uygulama imar planında yapının kilise olarak tescil edildiği açıkça görülmekte. Görsel olarak da yapıya kimse cami diyemez. Anıtlar Kurulu’na uygulama kararının iptali için başvuruda bulunduk. Mahkemeden yürütmeyi durdurma kararı çıkarmak için de hazırlık yapıyoruz”  dedi.

Milliyet, Haber: Şenol Demirci, 30.08.2009


******


KİLİSEYE 'MİNARE'!





Silivri-Ortaköy’deki 1830’lara ait Aziz Dimitrios Kilisesi’nin cami yapılması, Milliyet’e manşet olunca telefon yağmuru da başladı: “Tarihte de böyleydi; neden karşısınız?” Haberi yazan Şenol Demirci’ye de söylemiştim: “Korumayı gericiliğe alet etmek isteyenler, geçmişteki örneklere sarılacaklardır...” Aynı huy yıllardır Ayasofya için de depreşmez mi? Atatürk’ün uluslararası çağdaş kültür sözleşmelerine “öncü” ve “örnek” olmuş müze kararını hala hazmedemeyenler var... Nitekim Silivri’de de benzer durum yaşanıyor; kilisenin “yeni minare”yle camileşmesine Koruma Kurulu Başkanı bile diyor ki: “Diskotek mi olsaydı?”! (Milliyet-26 Ağustos 2009)

Bu mantığa göre, yarın birisi çıkıp, Trabzon’daki ya da İznik’teki Ayasofya’yı da diskotek yapmak isterse, Koruma Kurulları “hayır” demekle yetinmeyip, “kurtarmak” için “cami olsun” mu diyecekler? Yazık bu kurulların o nice “özverili yıllar”la sağlanan saygınlığına.

‘Siyaset’in uzmanları!
Ne var ki asıl üzüldüğüm, kimi uzmanların da “destekler” halleri... Örneğin Prof. Semavi Eyice diyor ki: “Bu tarih boyunca yapılmış; bir mahzuru yok... hiç değilse, dini bir bina, yine saygın bir fonksiyon alıyor.” Özellikle “Bizans” uzmanlığıyla ün yapan hocamızın, kilise için örneğin kütüphane, kültür merkezi, sanat galerisi gibi işlevleri de “saygın” bularak önermesi gerekmez mi?

Son seçimde AKP’nin Kadıköy belediye başkan adayı olan, “en az” oyu alınca da belli ki “teselli mükafatı” olarak İstanbul 2010 Kültür Başkenti Danışmanı yapılan mimar Sinan Genim de şunları söylemiş: “Cemaati olmadığı için yeniden kilise yapmanın anlamı yok...” İnsan düşünmeden edemiyor; siyaset bu kadar mı değiştirir insanı? Oysa Genim de korumada deneyimli mimarlarımızdan... Çağdaş restorasyon ilkelerine göre, tarihi anıtsal bir yapıya “geçmişte olmayan minare” eklemenin “uygunsuz”luğunu çok iyi bilir. Hele kurul kararındaki “işlevine uygun minare” sözü kadar, başta mimarların sorgulaması gereken etik ve bilim dışı bir ifade ne olabilir?

‘Bilim’in uzmanları
Böylesi “siyasi” uzmanların yanında “bilimin uzmanları” ise bakın neler söylemişler: Yine korumada ülkemizin yüz akı hocalarımızdan Prof.Dr. Cevat Erder diyor ki: “Binaların sadece fiziki yapısı değil, ruhu da vardır...” İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ni yönetenler ise sözde restore ettikleri kilisenin “ruh”una hiç aldırmıyorlar; belki de kavrayamıyorlar!..

Ya Prof.Dr. İlber Ortaylı’nın haykırışı; “İbret-i alem” için aktarıyorum: “Kiliseden cami olmaz. Bunlar 15. ve 17. asırların işi; bu asırda olmaz; Türkiye’ye yakışmaz... Git kendi camini kendin yap. İhtiyaç da vardır camiye, onu da söyleyeyim. Ama başka yere yaparsın...”

Nitekim Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay da demiş ki: “Başka inançlara ait ibadet yerlerinin camiye dönüştürülmesine geçmiş yıllarda belki ihtiyacımız vardı. Şu anda yok...”

Siyasi uzmanlara bundan açık “çağdaşlık dersi” olur mu?

Çağdaşlığın ilkeleri
Türklerin özellikle “fethettikleri” yerlerdeki kiliselere minare ekleyerek cami gereksinimlerini karşılamaları; bu nedenle de çoğuna “fethiye camisi” denilmesi, akılcı ve insancıl bir anlayışın ürünüdür. Kiliseye dönüştürülmüş caminin çok az sayıda olduğunu düşündüğümüzde, “şovenizme kapılmadan” gurur duyabiliriz. Ancak günümüzün yaklaşımı, hiçbir kültürü diğerinden üstün görmeden, tümünü “eş saygınlık”ta kucaklamak ve inanç yapılarını da “siyasal egemenlik gösterisine alet etmeden” korumak değil midir? Hele buna aykırı bir “niyet” için tarihte var olmayan “uydurma” bir minareyi “kültür” adına onaylamak ise Koruma Kurullarının varlık nedenine aykırı, bilimsel kimliklerine umarsızlıktır...

Silivri’de yanlıştan dönerek, ulusal onurumuzu kurtaracağımıza inanıyorum...

Cumhuriyet, Yazı: Oktay Ekinci, 02.09.2009

ZEUGMA'DA KAZI MESAİSİ SÜRÜYOR

 

Zeugma Antik Kenti'nde bu yılın Mart ayında başlatılan kazı çalışmaları yoğun olarak devam ediyor.

 

Çalışmalarla ilgili bilgi veren Ankara Üniversitesi öğretim üyesi ve Zeugma Kazı Başkanı Doç.Dr. Kutalmış Görkay, kazılarda 60 kişilik ekibin görev aldığını belirtti. Çalışmaların gelecek ayın sonunda bitirileceğini bildiren Doç.Dr. Görkay, bu yıl Kültür ve Turizm Bakanlığının desteğiyle yapılan kazı çalışmalarına 250 bin TL kaynak ayrıldığını kaydetti.

 

Bu yılki çalışmaları 2007 yılında bulunan Muzalar Evi'nde yoğunlaştırdıklarını ifade eden Görkay, ayrıca Zeugma Belkıs Tepe Kutsal Alanı'nda kazıların sürdürüldüğünü bildirdi.

 

Doç.Dr. Görkay, Dionysos ve Danae evlerinde de restorasyon ve konservasyon çalışmalarının devam ettiğini, her iki Roma evinin koruma altına alınması için yapılan çatı çalışmalarının gelecek yılın başında tamamlanacağını kaydetti.


Geçen yıl Muzalar Evi ile Zeugma Belkıs Tepe Kutsal Alanı ve Tapınağı'nda yaptıkları çalışmalarda çok önemli bulgular ortaya çıkarıldığını ifade eden Görkay, 4-4.5 metre boyunda olduğu tahmin edilen heykelin bu çalışmalar sırasında bulunduğunu, heykelin mitolojik tanrılara ait olduğunu tahmin ettiklerini bildirdi.


Bakanlar Kurulu kararıyla 2005 yılında Zeugma Antik Kenti'nde başlatılan çalışmalarda korumaya da önem verdiklerine dikkati çeken Görkay, şöyle konuştu:

"Zeugma'yı bölge ve ülke turizmine önemli katkıda bulunan bir turizm merkezi haline getirmeyi amaçlıyoruz. Ancak her zaman belirttiğimiz gibi önceliğimiz Zeugma'nın en iyi biçimde korunmasını sağlamaktır. Gün ışığına çıkarılan villaların korunması amacıyla üzerlerinin çatıyla örtülmesi için çalışma yapıyoruz. Önceki yıllardaki kazılarda ulaştığımız bazı kamu yapılarını bütünüyle ortaya çıkarmak için de kazı yapacağız. Bulunan eserlerin konservasyonu ve restorasyonuyla ilgili çalışmalarımızı sürdüreceğiz. Zeugma'nın yerleşim alanında jeofizik ve yüzey araştırmaları da yapacağız. Antik kentin bir bütün olarak gün ışığına çıkarılması, koruma kaygısı ön planda olarak arkeopark haline getirilmesi uzun yıllar alacaktır."

 

Zeugma Antik Kenti'nin Hikayesi
Zeugma Antik Kenti, MÖ 300'de Büyük İskender tarafından "Selevkeia ad Euphrates" adıyla kuruldu. Romalı Komutan Pompeius MÖ 64'te kendine yaptığı yardımlar karşılığında kenti 1. Antiokhos'a verdi. Kommagene Krallığı'nın 4 büyük şehrinden biri olan kent, MÖ 31'den itibaren tamamıyla Roma İmparatorluğu'na bağlandı ve "köprü", "geçit" anlamına gelen "Zeugma" adını aldı.

 

Roma döneminde büyük bir zenginlik ve ihtişam yaşayan Zeugma, MS 256'da Sasani Kralı 1. Şapur tarafından ele geçirilerek yakıldı ve yıkıldı. Zeugma'da ilk kazı, kaçak kazı ihbarı üzerine Gaziantep Arkeoloji Müzesi Müdürlüğü'nce 1987'de yapıldı.

 

Kazıda oda biçimli aile kaya mezarı, mezarın sahiplerine ait heykeller bulundu. Antik kentte ikinci kazı 1992'de yine kaçak kazı ihbarı üzerine Gaziantep Arkeoloji Müzesi tarafından yaptırıldı. Bu kazıda taban mozaiği ve ilk villa gün ışığına çıkarıldı.

 

Antik kentin önemli bir bölümünün GAP kapsamında inşa edilen Birecik Barajı'nın göl suları altında kalacak olması nedeniyle 1993'ten itibaren yerli ve yabancı bilim adamlarından oluşan çok sayıda ekip, Zeugma Antik Kenti'nde kurtarma kazıları yürüttü. Kurtarma kazılarında gün ışığına çıkarılan eserlerin en önemlileri olan mozaikler, Mars heykeli, duvar resimleri ve kil mühür baskı koleksiyonu, Gaziantep Arkeoloji Müzesi'nde sergileniyor.

Trt/Haber, 30.08.2009


******


"ZEUGMA EN İYİ ŞEKİLDE KORUNACAK"





Ankara Üniversitesi öğretim üyesi ve Zeugma Kazı Başkanı Doç.Dr. Kutalmış Görkay, bu yılın mart ayında başlatılan kazı çalışmalarının yoğun olarak devam ettiğini, antik kentte kazı çalışmalarının eylül ayına kadar sürdürüleceğini söyledi.

Doç.Dr. Görkay, bu yılki çalışmaları 2007 yılında bulunan Muzalar Evi'nde yoğunlaştırdıklarını ifade eden Görkay, ayrıca Zeugma Belkıs Tepe Kutsal Alanı'nda kazıların sürdürüldüğünü bildirdi. Kazı çalışmalarında 60 kişilik ekibin yer aldığını belirten Görkay, arkeolog ve restoratörlerin çeşitli üniversitelerin öğretim üyeleri olduğunu, çalışmalara ABD Purdue ve Almanya Berlin Freie üniversitelerinden araştırmacı ve öğrencilerin de katıldığını ifade etti.

 

Çalışmaların ayın sonunda bitirileceğini bildiren Doç.Dr. Görkay, bu yıl Kültür ve Turizm Bakanlığının desteğiyle yapılan kazı çalışmalarına 250 bin TL kaynak ayrıldığını, işçi ve teknik ekipmanla birlikte toplam 60 kişinin bu yıl görev yaptığı Zeugma Antik Kenti kazılarında, 2007 yılında ortaya çıkan Muzalar Evi ile yine buranın en önemli eski kutsal alanlarından Belkıs Tepe'deki tapınak yapısında gerçekleştirildiğini söyledi.

 

Bakanlar Kurulu kararıyla 2005 yılında Zeugma Antik Kenti'nde başlatılan çalışmalarda korumaya da önem verdiklerine dikkati çeken Görkay, “Zeugma'yı bölge ve ülke turizmine önemli katkıda bulunan bir turizm merkezi haline getirmeyi amaçlıyoruz. Ancak her zaman belirttiğimiz gibi önceliğimiz Zeugma'nın en iyi biçimde korunmasını sağlamaktır. Gün ışığına çıkarılan villaların korunması amacıyla üzerlerinin çatıyla örtülmesi için çalışma yapıyoruz. Önceki yıllardaki kazılarda ulaştığımız bazı kamu yapılarını bütünüyle ortaya çıkarmak için de kazı yapacağız. Bulunan eserlerin konservasyonu ve restorasyonuyla ilgili çalışmalarımızı sürdüreceğiz. Zeugma'nın yerleşim alanında jeofizik ve yüzey araştırmaları da yapacağız. Antik kentin bir bütün olarak gün ışığına çıkarılması, koruma kaygısı ön planda olarak arkeopark haline getirilmesi uzun yıllar alacaktır" dedi.

Gaziantep 27 Gazetesi, 01.09.2009

SİDE'DE TARİH GÜN IŞIĞINA ÇIKIYOR





Antalya'nın Manavgat İlçesi'ne bağlı Side Beldesi'nde arkeolojik çalışmalar devam ediyor. Anadolu Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Başkanı Doç.Dr. Hüseyin Sabri Alanyalı'nın başkanlığında, Doç.Dr. Feriştah Alanyalı, Doç.Dr. A. Tolga Tek ve Yrd. Doç.Dr. Alptekin Oransay, Yrd. Doç.Dr. Erkan İznik ve Anadolu Üniversitesi Arkeoloji Bölümü öğrencilerden oluşan ekibin yürüttüğü arkeolojik kazı çalışmaları, tiyatronun orkestra bölümünde, Dionysos Tapınağı ile Tak ve çevresinde yoğunlaştı.

 

Doç.Dr. Hüseyin Sabri Alanyalı, Side'deki çalışmaların merkezini tiyatro ve çevresinin oluşturduğunu belirterek, “Side Tiyatrosu'nda çok uzun yıllardan bu yana çalışmalar sürüyor. 2009 yılında Side Tiyatrosu çalışmaları çerçevesinde, Anadolu Üniversitesi Uydu ve Uzay Bilimleri Araştırma Enstitüsü Müdürlüğü tarafından Doç.Dr. Alper Çabuk başkanlığındaki bir ekip tarafından harita çalışmaları yürütüldü. Bu çalışmaların en önemli amacı mevcut kent planının koordinatlandırılması ve balondan yararlanarak bir nokta bulutunun üretilmesi” dedi.

 

Bu yıl kazı çalışmalarında ilk kez yeni bir teknoloji ürünü olan Laser Scanner kullanıldığını belirten Doç.Dr. Alanyalı, “Laser Scanner ile 0,1 derece aralıklarla yapı üzerinde tarama işlemi yapılmakta. Bu tarama işlemi sonucunda çalışma alanına ait nokta bulutu elde edilmesi planlanmakta. İleriki aşamada nokta bulutu işlenerek gerekli ve ilgili kesitler ve yapının 3 boyutlu görüntüsü elde edilecektir. Bu işlem belgeleme çalışmalarına inanılmaz bir hız kazandırarak, tiyatroda bundan sonra yapılması planlanan koruma ve uygulama projelerine de önemli bir katkı sağlayacaktır" şeklinde konuştu.

 

Alanyalı, çalışmalar kapsamında Agora'da temizlik ve düzenleme çalışmalarının da gerçekleştirildiğini ifade etti. Doç.Dr.Alanyalı, şunları söyledi: “Öncelikle alana dökülen toprak ve kum kaldırılarak yoğun ot ve bitki temizliği yapılmış, iki Agoranın ortasına atılmış tiyatrodaki etkinliklerde kullanılan tuvalet, antik doku içinde büyük bir kirlilik oluşturduğundan buradan vinçle kaldırılarak alan boşaltılmıştır. Önümüzdeki yıllarda çalışmalar tamamlandıktan sonra ziyarete açılması planlanan Agora ve çevresi şimdi tüm unsurları ile birlikte daha iyi algılanmaktadır. “

Doç.Dr. Hüseyin Sabri Alanyalı, 2010 yılında gerçekleştirilecek kazı ve çalışmalar çerçevesinde Agora'da yer alan daire planlı Tykhe Tapınağı'nın rölöve çalışmalarına başlanacağını ifade etti.

Yeni Şafak, 29.08.2009

RUMKALE ZİYARETÇİLERE AÇILIYOR





Fırat Nehri üzerinde konuşlanan tarihi Rumkale'nin doğu ve batı girişlerinin restorasyonu tamamlandı. İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü ve İl Özel İdaresi işbirliğinde yürütülen projenin birinci aşaması kapsamında restore edilen Rumkale, 2010 yılında ziyaretçilerini ağırlayacak.

Gaziantep İl Kültür ve Turizm Müdürü Salih Efiloğlu, Gaziantep'in sanayi ve ticaretin yanında bir turizm kenti haline gelmesi için altyapı çalışmalarını sürdürdüklerini, Fırat Kültür Vadisi Projesi kapsamında Rumkale ve çevresinde restorasyon çalışmaları yaptıklarını söyledi.

 

Fırat baraj gölü içinde kalan tarihi Rumkale'nin tamamını turizme kazandırmak istediklerini ifade eden Efiloğlu, kalede şair Aziz Nerses Kilisesi ve Barşavma Manastırı'nın yanı sıra Türk-İslam döneminde yapılmış birçok eser bulunduğunu vurguladı. Gaziantep Valisi'nin 2 yıl önce verdiği talimat doğrultusunda, buraya sahip çıkmak için İl Özel İdaresi ile birlikte proje hazırladıklarını belirten Efiloğlu, "Acil eylem planını da Rumkale merkezli düşündük. Kalenin doğu ve batı girişlerinin restorasyonunu tamamladık. Önümüzdeki ay içinde yeni bir ihale yapacağız. Acil eylem planının ikinci bölümüne başlayacağız. Kuzey bölümde önce arkeolojik kazı yaptıracağız, sonra kale duvarlarının, galerilerin ve kale çevresindeki 11 evin restorasyona başlayacağız. Kalenin tahsisini alırsak, tamamının restorasyonunu 5 yılda bitiririz. Ama kaleyi, 2010 yılında ziyarete açarız.''

 

Vapur ve teknelerle, Rumkale, Halfeti ve Zeugma arasında turlar düzenlendiğini, turlara yerli ve yabancı ziyaretçilerin büyük ilgi gösterdiğini ifade eden Efiloğlu, üç yanı zümrüt yeşili göl ve bunu çevreleyen dik tepelerle çevrili doğa harikası bir yer olan Rumkale'de 5-6 yerde seyir terasları oluşturacaklarını da bildirdi. Efiloğlu, ''Fırat Vadisi doğa harikası gizemli bir bölge. Yerli ve yabancı ziyaretçilerden büyük ilgi var. Karkamış'tan başlayarak Atatürk Barajı'na kadar 130 kilometrelik bir aks var. Bu aksın tamamı Şanlıurfa, Gaziantep ve Adıyaman sınırları içinde. Ortak bir alan oluşturarak bölgeyi turizme kazandırmak istiyoruz'' diye konuştu.

Gaziantep 27 Gazetesi, 29.08.2009

EN ESKİ İSTANBUL HARİTADA KAYBOLDU!




Küçükçekmece’de dilden dile dolaşan “Gölün dibinde minare var” efsanesi, geçen yıl bir temele kavuştu. ‘Minare’, antik Bathonea Kenti’nin batık denizfeneriydi. Bathonea’nın 2 bin 700 yıllık yerleşim olduğu anlaşıldı. Kazı 16 Ağustos’ta başladı.


Küçükçekmece’deki antik Bathonea kenti topraklarının İstanbul Büyükşehir Belediye’sinin 1/100 bin ölçekli çevre düzeni planında arkeolojik sit alanı olmaktan çıkarıldığı anlaşıldı. Planda 2 bin 700 yıllık kentin ‘yeşil ve spor alanı’ olarak gösterilmesi şaşkınlık yarattı. 


Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi’nin raporuna göre bu kararla bölgede yapılaşmaya olanak verilecek. Bölge tahrip olacak. İstanbul İl Kültür Müdürlüğü’ne göre ise ‘yanlışlık’ bir raporla kolayca düzeltilir, burada yapılaşma düşünülemez bile. Büyükşehir yetkilileri sessiz.

2 bin 700 yıllık antik kentin keşfi, arkeoloji çevrelerince ‘son yılların en büyük  keşfi’ olarak nitelendiriliyordu. ‘İstanbul’un ikinci tarihi yarımadası’ denilen bölgede ‘ilk’ kazı çalışması 16 Ağustos günü büyük umutlarla başlatılmıştı. 

İstanbul’un 1/100 binlik yeni İl Çevre Düzeni Planı, 13 Şubat’ta Büyükşehir Belediye Meclisi’nde onaylandı. Plan 17 Temmuz 2009’da askıya çıkarıldı. Planda Küçükçekmece Gölü’nün batı kıyısı, kentsel ve bölgesel yeşil ve spor alanı olarak gösterildi. İç kısımları ise üniversite alanı olarak işaretlendi. Aynı bölge, 2006 tarihli 1/100 binlik şehir planında ‘Arkeolojik Sit Alanı’ olarak gösteriliyordu.


İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü’nden adının açıklanmasını istemeyen bir yetkili, bölgenin sit alanı kapsamından çıkarılması talebinin İstanbul Üniversitesi’nden geldiğini iddia etti ancak ekledi:

“Birinci derece sit alanı olmasıyla ilgili bakanlık kararı var. İstanbul Üniversitesi, kampus alanının devamı olarak kullanmak istiyordu. Başvuru Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu’nda görüşülüyor. Tarihi olup olmadığına karar verilecek. Ama orada kazı başladı. Bütün bu gelişmelerden sonra bu kararı veremezler.” İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü’nden Prof.Dr. Mehmet Özdoğan’a göre de yaşanan sadece bir ‘veri akışı eksikliği’nden kaynaklanıyor; antik kentin bulunduğu bölgenin imara açılmasıysa söz konusu bile olamaz:

“Orası birinci derece sit alanı hem de su havzası. Üniversite, tarihi kentin bulunduğu yer için değil daha üst bölümü için başvurmuştu. Bu kararlar, veri akışı eksikliğinden kaynaklanıyor. Tahrip edilmesinin hiçbir sebebi olamaz. Orası birinci derece sit alanı hem de su havzası. Üniversite, tarihi kentin bulunduğu yer için değil daha üst bölümü için başvurmuştu. Bu kararlar, veri akışı eksikliğinden kaynaklanıyor. Bölgenin tahrip edilmesinin hiçbir sebebi olamaz.” 

Bölgenin imara açılması için baskılar olduğu biliniyordu. 16 Ağustos’ta kazı çalışmalarının başladığı törene katılan Avcılar Belediye Başkanı Mustafa Değirmenci bu durumu “Yıllardır bölgenin imara açılması için büyük baskılar görmemize rağmen buna karşı koyduk. Doğru bir karar vermiş olmanın mutluluğunu yaşıyoruz” diye ifade etmişti.

İstanbul Büyükşehir Belediyesi Basın Danışmanlığı, plan değişikliğiyle ilgili olarak DHA muhabirinin sözlü ve yazılı olarak başvurularına yanıt vermedi. Konuyla ilgili diğer tarafların görüşleri şöyle:

Yıldız Uysal (Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi Kentleşme ve Planlama Komitesi Üyesi): Yeni plan bölgede yapılaşmaya olanak tanıyacak. Bu plana göre üniversite oraya kampüs binası yapabilir ya da kapalı spor kompleksi yapılabilir. Bu kararlar, tarihi önemi dışında, 400 endemik türe sahip Küçükçekmece Havzası için son derece sakıncalıdır. Geri dönüşü olmayacak tahribatlara neden olabilir. Bu planı resmi yazıyla kendilerinden istedik. Ama üzerine tarih atılmamıştı. Şimdi konuyu çevirmek isteyebilirler.


Prof.Dr. Ahmet Emre Bilgili (İstanbul İl Kültür ve Turizm Müdürü): Daha önce burada antik kent olduğu kesinleşmemişti. Doğru olsa bile bilgi eksikliğinden olabilir. Artık, antik kent olduğu netleşti. Kazı işlerini yürütenler bir rapor hazırlar ve bunu koruma kuruluna sunarlar. Onlar da planı değiştirir. Böyle bir alana yapılaşma düşünülemez.


Hüseyin Dost (Avcılar Belediyesi İmar Müdürü): Planda üniversite ya da  ‘Kentsel ve Bölgesel Yeşil ve Spor Alanı’ olarak gözükse de orası birinci derece sit alanı. Kazılar da başladı. Üst ölçekte böyle gözükse bile küçük ölçekte hazırlanacak planlarda bu durum değiştirilir. Oranın yapılaşmaya açılması söz konusu olamaz.

Bathonea Antik Kenti, geçen yıl yapılan yüzey araştırmaları sonucu ortaya çıkarıldı. Böylece Küçükçekmece’de yıllardır “Gölün içinde bir cami minaresi var” efsanesi de açığa çıkmış oldu. ‘Minare’nin antik kentin batık denizfeneri olduğu anlaşıldı. Günümüzden 1000 yıl önce Küçükçekmece Gölü’nün Marmara ile bağlantısı daha genişti. Antik limanda 40’tan fazla gemi demirleyebiliyordu.


Çalışmalarını tüm dünyanın izlediği Bathonea, Küçükçekmece gölünün Avcılar ve Küçükçekmece kıyıları boyunca, Türkiye Atom Enerjisi Kurumu’nun arazisi kıyıları da dahil 10 bin metrekareden fazla bir alanı kaplıyor. Göl tarafından gelindiğinde ilk olarak bir fener ve büyük bir liman ortaya çıkıyor. Limanın arkasında bir sarnıcın izleri var.


Yarımadanın içlerine doğru 3 kilometrelik kıyı boyunca yeşil alanlarda tarihi kalıntıların olduğu düşünülüyor. Hala tarla olarak kullanılan alanın altında, tarih öncesi neolitik döneme ait bulgular ve bir mezarlık (nekropol) alanı olduğu belitiliyor. Jeofizik çalışmalarla tespit edilen alanın bir kısmı, İstanbul Üniversitesi Veterinerlik Fakültesi’ne ait arazisi içinde bulunuyor. Tapınağın bulunduğu bölgeden, denize doğru izleri görülen antik yoldan şehrin özel iskelesine iniliyor.

Antik yol kıyısında kentin kalıntıları kullanılarak 20. Yüzyıl başlarında inşa edilmiş çiftlik binalarının izleri görülürken, yıkılmış bir çeşme, yalak olarak kullanılmış bir lahit parçası ve Osmanlı dönemine ait yıkık bir hamam göze çarpıyor. Tatlı su kaynaklarının hala kullanıldığı gözlenen kıyıdaki iskele gözle görülebiliyor. İskele çevresinde döneme ait bir sütun da göze çarpıyor.


Uzmanlar ‘İstanbul’un tarihinin yeniden yazılmasına neden olacak’ denilen kentte kazıların en az 100 yıl süreceği görüşünde...

Radikal, Haber: Asım Güneş, Fotoğraf: Serkan Akkoç/DHA, 29.08.2009

"AKM 2010'A YETİŞMEZ"





Bakan Günay, yenileme çalışmaları durdurulan Atatürk Kültür Merkezi için ‘Bir an önce girilmesini istiyordum’ dedi. İl Müdürü Bilgili’nin yanıtı ‘2010 Kültür Başkenti etkinliklerine yetiştirmek zor’ oldu.

 

Tescilli tarihi bina konumunda olan ve yenileme projesiyle tadilata alınan İstanbul Atatürk Kültür Merkezi (AKM) zor durumda. Yenileme projesini üstlenen Tabanlıoğlu inşaat firmasının, AKM’nin statik yapısını belirlemek amacıyla yaptığı çalışmalar sürerken mahkeme kararıyla inşaat durduruldu. Binanın duvarları, taşıyıcı kolonları, kiriş sistemleri delik deşik.


Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, “AKM’yi yıkamıyorsak bu kadar kapsamlı bir proje yapılmasına razı değildim. Acil ihtiyaçlarını giderip bir an önce içine girilmesini istiyordum” dedi. Binayı birlikte gezdiğimiz İstanbul İl Kültür Turizm Müdürü ve aynı zamanda 2010 Ajansı Yürütme Kurulu Başkan Vekili Prof.Dr. Ahmet Emre Bilgili’nin ilk tepkisi ise “2010 Kültür Başkenti etkinliklerine yetiştirmek zor” oldu.

 

Refahyol hükümeti döneminde “Taksim’e cami yapılsın” tartışmaları başladıktan sonra Koruma Kurulu AKM’yi “tescilli tarihi bina” statüsüne aldı. Yani AKM Topkapı Sarayı ile aynı statüye geldi. Oysa AKM, temeli 1960 yılında atılan ancak uzun yıllar atıl kalan ve daha sonra 1978’de bugünkü haliyle açılışı yapılan bir bina. Yıllarca tadilat yapılmadığı için de bina tepeden tırnağa eskidi.


“Yıkılsın mı yıkılmasın mı?” diye bir süre tartışıldıktan sonra binanın yenileme projesi, AKM’nin ilk mimarı Hayati Tabanlıoğlu’nun oğlu Murat Tabanlıoğlu’na verildi. AKM, 1 Haziran 2008’den itibaren boşaltılmaya başlandı ve tüm etkinlikler durduruldu. Aradan tam bir yıl geçti ve Tabanlıoğlu’nun projesi, Koruma Kurulu’ndan çıkarak ihalesi yapıldı.





İhaleyi, 64 milyon liraya Özsoy inşaat aldı. Ancak bu kez Kültür Sanat-Sen Sendikası’nın yenileme çalışmasına karşı çıkarak açmış olduğu davada, İstanbul 9. İdare Mahkemesi yürütmeyi durdurma kararı aldı ve çalışmalara ara verildi.

 

Mahkeme, kararını onaylar ve projeyi hukuka aykırı bulursa, AKM bu haliyle ortada kalacak. AKM’nin basit onarımlarla yeniden sanatsal faaliyetlere geçmesi ise mümkün değil. Çünkü koltukları tamamen sökülen, elektrik, su, ısıtma, soğutma sistemleri çalışmayan bina kullanılamaz halde.





Üstelik her kolonu, her odasının duvarları tek tek delinmiş binada güçlendirme yapılması da şart. Açılan kolonlarda korozyon açıkça görünürken hem Sakarya Üniversitesi’nin hazırladığı raporda hem de Tabanlıoğlu inşaat firmasının raporlarında binanın taşıyıcı sisteminin zayıflığı dikkat çekiyor. Basit onarımın bile en az 7 aydan önce bitirilemeyeceği öngörülüyor. 

 

AKM’yi birlikte gezdiğimiz İstanbul İl Kültür Turizm Müdürü ve aynı zamanda 2010 Ajansı Yürütme Kurulu Başkan Vekili Prof.Dr. Ahmet Emre Bilgili, şöyle konuştu:
“Durum vahim. Süreç konusunda 2010 Ajansı’nın kusuru yok. Biz sadece mali açıdan destekledik. Ortadaki durumdan kimsenin memnun olması mümkün değildir sanırım.
Sendikanın itiraz gerekçelerine hiç katılmıyorum. Onlar yapının işlevselliğiyle ilgilenmeli. Bu haliyle 2010 yılındaki sanat faaliyetlerine binayı yetiştirmek zor.”


 

1960 yılında atılan ancak uzun yıllar atıl kalan ve daha sonra 1978 yılında bugünkü haliyle açılışı yapılan bir yapı. Yıllarca tadilat yapılmadığı için de bina tepeden tırnağa eskidi. Başlatılan yenileme çalışması da mahkemeye takıldı.





Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay ise şöyle konuştu: “B planı olarak ısıtma-soğutma, elektrik aksamı, mekanik ve elektronik aksamların yapılıp içine bir an önce girilebilecek bir projenin yapılmasını istedim. Hukuksal olarak da mahkemenin itiraz ettiği konulara dokunmayarak diğer işleri yapabiliyor muyuz, onu inceletiyorum. Güçlendirme yapılmadan binaya girmek hakikaten mümkün değil. Proje 64 milyon liraya ihale edildi. Bana kalsa bu parayı vermezdim. AKM ihtiyaca cevap vermiyor. Yıkılıp yapılması daha doğru. Ancak rejim sorunu haline getirildi. Cami yapılacak, alış veriş merkezi yapılacak, denildi. Bu söylenenlerin olması mümkün mü? Ama kırmızı çizgiler çekildi ve bugüne böyle geldik.”

Milliyet, Haber: Ömer Erbil, 29.08.2009


******


AKM İÇİN UZLAŞMA

 

Milliyet’in İstanbul Atatürk Kültür Merkezi’nin (AKM) içler acısı halini ortaya koyan haberi, yenileme çalışmalarına açtığı davayla itiraz eden Kültür Sanat-Sen üyeleri ile 2010 Ajansı yetkililerini bir araya getirdi.

 

Kültür Sanat-Sen’in projeyle ilgili açmış olduğu davada itiraz ettiği konuların masaya yatırıldığı toplantının ardından AKM’nin tadilat projesinde revizyona gidilmesi yönünde görüş birliğine varıldığı, ancak hangi konularda revizyona gidileceğinin önümüzdeki hafta gerçekleştirilecek olan nihai toplantıda karara bağlanacağı öğrenildi. Yaklaşık 3 saat süren toplantıda taraflar beraber çalışma kararı da aldı.

Milliyet, Haber: Ömer Erbil, 30.08.2009


*******


"AKM'NİN VEBALİ MAHKEMEYE BAŞVURANLARINDIR"

 

Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, AKM’nin restarosyonu konusunda İstanbul 9. İdre Mahkemesi’nin verdiği karar üzerine, “Bu karar için başvuranar vebal taşıyor,” diyerek, Kültür Sanat Sen’i suçladı.

 

Kültür Sanat Sen, ‘tadilat bahanesiyle AKM’nin yok edilmek istendiğini’ savunarak mahkemeye başvurmuş, İstanbul 9. İdare Mankemesi de yürümenin durdurulması kararı vermişti. Bu karar üzerine Radikal’in sorularını yanıtlayan Günay, ihale aşamasına ‘ite kaka’ geldikerini söyleyerek, AKM’nin yenilenmesi işini 65 milyon TL’ye ihale ettiklerini ve şimdi yargı tarafından engellendiğini söyledi. Karara itiraz ettiklerini söyleyen Günay, “Şimdi ne olacağını mahkeme söylesin,” dedi.
“Kültür Sanat Sen, yargıya başvurarak, restorasyonun tamamlanmamasını mı isyor, yoksa AK Parti iktidarı yapamadı diye yine sokakta gösteri mi yapmak istiyorlar,” diye soran Günay, sözlerini şöyle sürdürdü: “Bu durum tamamen iktidara karşı yapılmış bir şeydir. Çünkü bu mahkemeyi açan arkadaşlar geldi, anlattım; bu işi Kazancıoğlu firması yapıyor. Bu firma, ana projenin sahibi. Bunlar ‘biz bu işin sahibiyiz’ diye geldiler. Onlar yapıyorlar, işin özünün bozmuyorlar. ‘Dışarıda cam olmasın, alüminyum olmasın, eski taş düzen olsun’ dediler, düzelttik. ‘Ama izin verin burada, yani İstanbul’un en güzel mekanının çatı katında, tepesinden su akan prova salonu yerine çok şık bir kafeterya olsun’ dedik. ‘Tamam efendim, anladık’ dediler ve gittiler.
Yargı kararı devam etti, geldiler. Ben artık birşey söylemekten çekiniyorum, çünkü ne söylesem bir yerlere çekiliyor. Ama şunu söylemek istiyorum, bu kadar kriz döneminde, bu kadar paraya ihtiyacımız varken 65 milyon TL’ye yapılmış bir ihale, herkes içeri girecekken kapıda bekliyorlar. Bunun vebali artık bu yola başvuranlarındır. Bu gecikirse, bu yetişmez ve durursa bunun vebalini mahkemeyi açanlar çekecektir.

 

Ne söylesek çıkıp eleştiriyorlar, o projeyi ben yapmadım. Proje, binanın mimarı Kazancıoğlu’nun projesi, sahibi yani. Koruma Kurullarından geçti. Koruma Kurulları, fevkalede sanat insanlarından, bilim insanlarından, hocalardan oluşuyor. Hepsinden geçti, yargı almış bir bilirkişi raporu; ona göre karar vermiş. Şu anda yargıda, biz de itiraz ettik. Bu iş yetişsin istiyoruz. Eğer yetişsin isteniyorsa herkes bize yardımcı olsun. Zaten biz geç kaldık diye panikliyorduk, iki ay da buradan kaybettik.”

Radikal, Haber: Behzat Miser, 30.08.2009


******


İSTANBUL'UN EN BÜYÜK KÜLTÜR FABRİKASINA KİLİT VURULDU

 

AKM'ye dair son karar restore edilecek olması ama nasıl, ne zaman, kimin tarafından henüz belli değil. İstanbul'un en büyük kültür fabrikası kapısına kilit vurulmuş halde öylece bekliyor.

Günümüz sanatçıları zaman-mekan-uzam anlayışına başkaldırıyor. Onlar için anlatım biçemi mekandan öteye taşınıyor. Hatta kültür ve sanatı yaygınlaştırmak için metro-tren istasyonları, havaalanları alternatif mekanlar arasında yer alıyor. Alternatif mekanlarda açılan resim sergileri ve düzenlenen konserler seyircinin imgelemi için yeni ufuklar açarken sanatçı için de yeni imgelemler oluşturmak için imkan sağlıyor. Hatta bu alternatif mekan yaklaşımında hapishaneler, yatılı okullar, virane tarihi binalar yapılacak etkinlikle ilintili olarak mucizevi doğal dekorlara dönüşebiliyor...

Bizler, -ki göçer bir toplum olmamıza karşın- kültür-sanat düzleminde yatay durumdayız. Beton bina olmadan kültür-sanatın eylem haline dönüşmesinin imkansız olabileceğini düşünen zihinler, yapılmış olanı yıkmadan çözüm üretemiyor. İstanbul'un orta yerinde AKM (Atatürk Kültür Merkezi) sorunsalı bir düğüm olarak arz-ı endam ediyor. Bu düğüm içinde mekanı birlikte kullanan Devlet Tiyatrosu/Opera, Bale/Senfoni aynı mekansızlık kaderini paylaşıyor. AKM, kentin önemli bir atardamarı. Stendtakılsa bir derece, ana damarlar tamamen tıkalı. Yıkalım, yeniden yapalımcılar, rantçılar, tadilatçılar derken atıl durumda bekliyor Taksim'de heybetli kültür merkezi.

Başka bir örnek
Benzer durum Düsseldorf opera binasında yaşandı. Her akşam perde açan, üstelik de yüzde yüz doluluk oranı olan Avrupa'nın gözde operalarından biri, nasıl olurdu da tadilat nedeniyle perde kapayabilirdi? Bu iki sene boyunca kar/zarar tablosuna bakıldığında bunun yanıtını geçiştirmek, hatta opera tarihlerinde 2007/2008 ve 2008/2009 sezonundaki gösterilerimiz tadilat dolayısıyla gerçekleşememiştir diye yer alması ne denli anlamlı olurdu? Çözüm, tadilat yapılmadan önce bulunmuştu. Bir ay bile kaybetmeyi göze almak mümkün değildi. Bilindik kerestelerden kısa zamanda alternatif bir opera binası -mobil opera- kuruldu. Fuayesi, locası, balkonuyla az bütçeli, çok amaçlı ve her yere monte edilecek durumda tasarlanan mekan, iki sene boyunca operaseverlerin özlemini dindirirken kapalı gişe gösterileriyle kara geçen kurumlar arasında yer alıyor. Restorasyon ardından tarihi binada eserleri izlemeye gitsek de mobil çözüm bizlerin anımsayacağı pratik zekanın ürünü olarak hafızalarımızda kalıyor.

'Win win' yaklaşımı
Tarihi Düsseldorf opera binası yapısal açıdan AKM'ye benzer. Ne barok ne de rokoko mimarı özellikleri taşır. Dış cephesi Bauhaus biçiminde, hacmi ise AKM'nin neredeyse çeyreği. Kültür-sanat ve medya dünyasından, restorasyon karar ve uygulanma evresinde kimse öldüresiye kavga etmiyor. Yıkalım, yeniden yapalım, içinde AVM de olsun, araya opera sıkışsın gibi double burger hayaller taşıyan zeka ürünleri yok. Binanın eksikleri gideriliyor, renove ediliyor, restore ediliyor ve bu ekonomik yaklaşıma bir de getirilen mobil çözüm kültür sanat alanında bir "win win".

AKM ise her açıdan "loose loose" durumu arz ediyor. Onu yıkmayı beceremedik ama sessiz bir sandukaya çevirdik. Devlet Opera ve Balesi Kadıköy'de perde diyor. DT (Devlet Tiyatroları) Cevahir Alışveriş Merkezi'nde, Kenter Tiyatrosu'nda nerede yer bulabilirse oyunlarını sergilemeye çalışıyor. Devlet Senfoni'nin ise izine rastlayamadım. AKM'ye dair son karar restore edilecek olması ama nasıl, ne zaman, kimin tarafından bunlar da bilinmez yumağı. Şehr-i İstanbul'da en büyük kültür fabrikamızın kapısına kilit vurduk... AB kapısında hevesle beklerken kültür-sanat etkinliklerimiz gibi binalarımız da mobil değil stabil!

Referans, Yazı: Emre Erdem, 01.09.2009

VİKİNG HAZİNESİ BULUNDU

 

İngiltere’de, son 150 yılın ‘en büyük ve en önemli’ Viking definesi gün ışığına çıkarıldı. Define, bir baba ve oğlu tarafından metal dedektörleriyle bulundu.

 

10. yüzyıla ait olduğu belirtilen tarihi buluntuların değerinin 1 milyon 82 bin sterlin (yaklaşık 2 milyon 650 bin TL) olduğu kaydedildi. Hazinede, değeri 200 bin sterlini (yaklaşık 490 bin TL) bulan gümüş bir kupa ve çeşitli gümüş parçalar var.

Milliyet, 29.08.2009

60'INDAN SONRA DALIŞA BAŞLADI





Hayatını geçmişin ortaya çıkarılmasına adayanlar, Anadolu'nun dört bir yanında arkeolojik kazılara katılıyor. Yerel halkın define aradığını sandığı arkeologların bazıları, kazılarda yarım yüzyılı geride bıraktı.

 

Kazı sırasında çoğunlukla kızgın güneşin altında, büyük bir sabır ve emekle, bazen haftalarca heyecanla toprağın sunacağı sürprizi bekleyen bilim adamları, birbirinden ilginç hikayelerle Anadolu'nun gizli tarihini ortaya çıkarmak için çalışıyor.


Anadolu'da dünyanın ilk yazılı tabletlerinin bulunduğu Kültepe Kaniş/Karum Höyüğü'ndeki kazıların Şeref Başkanı Prof.Dr. Kutlu Emre, 55 yıldır kazı çalışmalarına katılıyor. Kayseri kent merkezine 20 kilometre uzaklıktaki Kültepe Höyüğü'nde ilk bilimsel kazı çalışmalarını başlatan Prof.Dr. Tahsin Özgüç'ün öğrencisi olan Prof.Dr. Emre, 1954 yılından beri kazı çalışmalarında görev alıyor.

 

Kültepe'deki kazılara Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesinde öğrenciyken hocalarının teklifiyle katılmaya başlayan Emre, akademik kariyerini sürdürürken de her zaman kazı çalışmalarına katılmaya devam ettiğini, hatta 1999 yılında emekli olmasına rağmen halen büyük mutlulukla kazı alanında görev yaptığını belirtti.

Yabancıların Kültepe'nin kıymetini bildiğini ancak yöre halkının çalışmaları çok fazla önemsemediğini belirten Emre, kazılarda çıkarılan eserlerin korunup sergilenebileceği bir müze bulunmadığını, bu nedenle çok değerli eserlerin kilit altında tutulduğunu, Kayseri'de müze kurulması için yıllardır gayret gösterdiklerini söyledi.

 

Türkiye'nin önde gelen arkeologlarından Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Arkeoloji Bölüm Başkanı Prof.Dr. Hayat Erkanal da toprak altındaki tarihin yanı sıra su altındakileri de gün ışığına çıkarmak için 60 yaşından sonra dalış yapmaya başladı.


1992 yılında başladığı Urla'daki Limantepe kazılarını yürütürken höyüğün bir bölümünün su altında kalmış olabileceği şüphesi üzerine yaptığı araştırmada kentin önemli bölümünün denizin içinde olduğunu saptayan Erkanal'ın heyecan ve ısrarıyla Türkiye'nin ilk su altı arkeoloji ekibi kuruldu. İsrail Hayfa Üniversitesi ekibiyle 60 yaşında dalgıç olarak ilk kazıları yapan Prof.Dr. Erkanal, 2002'den beri çalışmalarını hem karada hem de denizde sürdürüyor.

Hürriyet Ankara, 29.08.2009

MÜZELERDE HIRSIZLIK

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı, 98 ayrı müzede yaklaşık 3 yıldır sürdürdüğü denetim çalışmaları sonucunda müzelerden 1118 adet tarihi eserin kaybolduğunu, 1241 eserin ise taklit olduğunu saptadı.


Gazeteport sitesinde yer alan Yavuz Alatan’ın haberine göre kayıp eserlerden 371’inin arkeolojik, 100’ünün etnografik ve 714’ünün de sikke (tarihi para) olduğu belirlendi. Asılları çalınan ve yerine taklitleri konan eserlerin de 955’inin sikke, 286’sının arkeolojik olduğu saptandı.


Kayıp eserlerin fotoğraf ve özellikleri, Gümrük Müsteşarlığı ile İçişleri, Dışişleri ve Adalet Bakanlıklarına gönderildi. Bir bölümü yurtdışına kaçırıldığı sanılan bu eserler, ancak herhangi bir müzayedede satışa çıkarıldığı takdirde yurda geri getirilmesi için girişimde bulunulabiliyor. Kayıp ve çalıntı eserlerle ilgili 6 müze personeli devlet memurluğundan çıkarıldı. Altı personel hakkında ceza davası açıldı, 32 personele de disiplin cezaları verildi.


Müzelerdeki eserler, koruma altında olmasına rağmen hırsızlarının hedefi olmaktan kurtulamıyor. 2000 yılında Konya’daki Yusufağa Yazma Eser Kütüphanesi’nden, aralarında İbni Sina ve Katip Çelebi’ye ait olanların da bulunduğu 128 basma kitap çalındı. Çalınan ve kaybolan eserler arasında Aydın Nysa antik kentindeki podyum figür başları, Bursa’da MS 3’üncü yüzyıla ait “Burçlar Kuşağı” konulu mozaik pano, Burdur Müzesi’ndeki 2 adet aslan başlı fragman, Orhangazi Türbesi sanduka örtüsü, Sakıp Sabancı Müzesi bahçesindeki çeşmenin süslü tepelik kısmı ve ayakları, Milas’daki Bizans devrine ait sütun başlıkları, el yazması Kuran-ı Kerimlerle Aydın’daki balbal tipindeki mezar taşları da yer alıyor.

Evrensel, 28.08.2009

KAZ HEYKELİ BAKIM VE ONARIMI YAPILDIKTAN SONRA BAŞKA YERE KONACAK

 

Kars Belediyesi tarafından geçtiğimiz yıl Ali Gaffar Okkan Bulvarı'nın başlangıcına konulan kaz heykeli, başka bir yerde değerlendirilmek üzere kaldırıldı.

 

Eski Belediye Başkanı Naif Alibeyoğlu döneminde, Kars Belediyesi tarafından Kars'ın simgesi olarak tasarlanıp yaptırılan kaz heykeli, İl Trafik Komisyonu'nun aldığı kararla bulunduğu yerden kaldırıldı. Heykelin, bölgeden geçen araç ve yayaların görüş açılarını engellediği, kazalara yola açabileceği gerekçesiyle bulunduğu yerden kaldırıldığı belirtilerek, daha sonra alınacak kararla başka bir yere konulacağı ifade edildi.

 

Kaz heykelinin kaldırılması hususunda Kars Belediye Başkanı Nevzat Bozkuş, şunları kaydetti: "Daha önce İl Trafik Komisyonu tarafından 07.12.2007 tarih ve 2007/13 sayılı Bakanlık genelgesi gereği Ali Gaffar Okan Bulvarı ile İsmail Aytemiz Bulvarı kavşağında bulunan kaz heykelinin kaldırılması kararı Kars Belediyesi'ne yazılı olarak bildirilmişti. Ayrıca heykeli yapan heykeltıraş Murat Alınak ile de görüştük ve kendisi de geldi ve şu anda heykelin bakım ve boyasını yapıyor. Havaalanı yolu üzeri Karayolları kavşağındaki süs havuzunun bulunduğu yere koymayı düşünüyoruz."

Zaman, Haber: Burhan Yıkıcı, 28.08.2009


Ephesos Artemision
...1904





.. TAY Projesi . Kuruçeşme Cad. 67/B
34345 Kuruçeşme İstanbul
Tel: 0 (212) 265 7858 - Faks: 0 (212) 287 1298
e.posta: info@tayproject.org

Copyright©1998 TAY Projesi