31 Ekim - 06 Kasım 2010
|
TAŞKIŞLA MİMARININ
PEŞİNDE
Prof. Dr. Afife Batur
başkanlığında altı kadın mimar
akademisyen,
İstanbul’a gelen ve
birçok tarihi yapının tasarımına imzasını atan
İngiliz mimar William James Smith’i araştırıyorlar.
Ekimde başlayan projenin iki yıl süreceğini, 2012
yılında sonuçlanacağını belirten Batur, “Projemizin
amacı, 19. yüzyıl Osmanlı mimarlığının çağdaşlaşma
projelerinden biri olarak Taşkışla (Mecidiye
Kışlası) ve mimarı William James Smith’in İstanbul
yapıları üzerine ayrıntılı bir belgeleme ve inceleme
çalışması yapmak. Bu çalışmanın sonuç içeriğinin,
19. yüzyıl İstanbul mimarlık ortamının
değerlendirilmesine önemli katkı sağlaması
hedefleniyor” dedi.
Batur araştırmaların bir kısmını İngiliz
arşivlerinde yapacaklarını, Osmanlı arşivlerinde ise
şu ana kadar 489 belgeye ulaştıklarını belirterek,
“Smith, İstanbul’a Abdülmecid zamanında gelmiş bir
mimar. Padişahla iyi geçindiği biliniyor. Öyle ki,
İtalya’da
Osmanlı’nın başkonsolosu olarak görev bile yapmış.
Sultanın gittiği
Beyoğlu’ndaki Naum
Tiyatrosu’nu yenilemiş. Birçok esere imza atmış.
O nedenle önemli mimarlardan biri ancak hakkında çok
az şey biliniyor” diye konuşuyor.
W. J.
Smith’in bilinen yapıları
* İngiliz Büyükelçilik binası (Balıkpazarı
Beyoğlu):
İngiltere’nin
İstanbul Konsolosluğu olarak kullanılıyor.
* St. Helena Şapeli (İngiltere İstanbul
Başkonsolosluğu içinde)
* İngiliz Gemicileri Hastanesi ve İngiliz
Konsolosluğu (Kuledibi): Mevcut değil.
* İngiliz Konsolosluk Hapishanesi (Kuledibi):
Beyoğlu Hastanesi Kadın Doğum Bölümü olarak
kullanılıyor.
* Mecidiye Kışlası (Taşkışla):
İTÜ Mimarlık
Fakültesi olarak kullanılıyor.
* Tophane-i
Amire Hastanesi (Gümüşsuyu): Gümüşsuyu
Askeri Hastanesi olarak kullanılıyor.
* Tophane Kasrı (Tophane): MSGSÜ Meslek Yüksekokulu
ve Sanat Tarihi Enstitüsü olarak kullanılıyor.
* Kış Bahçesi-Camlı Köşk ve Alay Köşkü (Dolmabahçe
Sarayı içinde, Beşiktaş):
Dolmabahçe Sarayı
Müzesi’ne dahil.
* Deniz Hst. (Kasımpaşa), İbrahim Ethem Paşa Konağı
(Kantarcılar): Mevcut değil.
W. J. Smith’in yenileme çalışmaları
* Selimiye Kışlası (Üsküdar): Kışla olarak
kullanılıyor.
* Naum Tiyatrosu (Beyoğlu): Mevcut değil.
Proje ekibi: Prof. Dr. Afife Batur (Proje
yürütücüsü-İTÜ), Doç. Dr. Aygül Ağır (İTÜ), Yrd.
Doç. Dr. Mine Topçubaşı (Çanakkale Onsekiz Mart
Üniversitesi), Dr. Gül Cephanecigil (İTÜ), Y. Mimar
Hilal Uğurlu (İTÜ), Y. Mimar Seda Kula Say (İTÜ)
Milliyet Cumartesi,
Haber: Önay Yılmaz, 06.11.2010
|
İnce HESap Bağdattan Dönecek mi?
DOĞA VE KÜLTÜR VARLIKLARI KATLİAMI
ASIL ŞİMDİ BAŞLIYOR!
|
AKP BU YASAYLA RÖVANŞA HAZIRLANIYOR
Geçtiğimiz hafta ardı ardına ülkenin dört bir yanından sit kararları ve Bölge İdare Mahkemelerinin HES'lere yönelik durdurma kararlarının haberleri gelmeye başladı.
Bu haberlerin içinde en çok öne çıkan Rize- İkizdere'deki HES'lerle ilgili SİT kararı oldu. Ancak Gümüşhane'den Tunceli'ye özellikle de HES projelerinin olduğu doğa alanlarından, korumaya yönelik yargı ve sit kararları sevinç yarattı.
Trabzon Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'nun, bölge halkının aylardır süren hukuk mücadelesi ve çabaları sonucu, Rize’nin İkizdere Vadisi’ni doğal sit alanı ilan etmesinin yarattığı sevinç ise ülkenin tüm doğaseverlerinin kursağında kaldı.
Bu kararın ardından Bandırma'da bir açılışta konuşan Başbakan Erdoğan, "daha önce aklınız neredeydi, sit olduğu şimdi mi aklınıza geldi. Önümüzü kesiyorlar" sözleriyle, karara sert tepki gösterdi.
Ardından da Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu, kararı yargıya götüreceklerini açıkladı. Çünkü İkizdere'deki kararın ardından, bölgedeki 22 hidroelektrik santralin yapımının önü kesilecekti.
Bakan Eroğlu'nun bu açıklamasının ardından gelen yeni haber ise daha da çarpıcıydı.
AKP Hükümeti, 2002 yılından beri üzerinde çalışılan ancak deyim yerindeyse "sümen altında" bekletilen "Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Kanunu Tasarısı"nı hızla Bakanlar Kurulu'ndan geçirerek meclise gönderdi.
Kamuoyunda oldukça tartışılan tasarının getirdiği en önemli değişikliklerden biri de mevcut doğal SİT alanlarının statülerinin yeniden değerlendirilecek olmasıydı. Ancak bundan daha da önemlisi doğal sit ilan etme yetkisinin koruma kurullarından alınıp, Çevre ve Orman Bakanlığı'na devredilecek olmasıydı.
Çevre örgütlerini ayağa kaldıran bu girişim, hükümetin 'İkizdere rövanşı' olarak değerlendirilirken, Doğa Derneği Başkanı Güven Eken, kararı "Anadolu'nun ölüm fermanı" olarak yorumladı.
Ancak Çevre ve Orman Bakanlığı artan tepkiler üzerine bir basın açıklaması yaparak, tasarının İkizdere kararıyla bir ilgisinin bulunmadığını, Aralık 2009'da AB Çevre Faslı'nın açılmasıyla başlayan sürecin bir sonucu olduğunu açıkladı. Bakanlık açıklamasında ayrıca, "Bu çerçevede ulusal mevzuatımızdaki özellikle habitatlar ve türler ile alakalı envanter oluşturulması; habitat ve türlerin izlenmesi için bir sistem oluşturulması, flora ve fauna ile yaşama ortamlarının fiziki planlarda dikkate alınması, korunan alanlar ağının oluşturulması, yönetim planlarının tanımlanması konularındaki eksikliklerin giderilmesi ve mevzuatımızın AB Mevzuatı ile uyumlaştırılması maksadıyla Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Kanunu Tasarısı hazırlanmıştır" ifadeleri dikkat çekti.
Kısaca Çevre ve Orman Bakanlığı bu çok eleştirilen tasarı için AB'ni gerekçe gösterdi. Ancak Doğa Derneği Başkanı Güven Eken'e göre tasarı Türkiye'nin imzaladığı hiç bir uluslararası anlaşmaya uymuyor.
Çevre örgütlerinin ve uzmanların ortak görüşü, tasarının bu haliyle meclisten geçmesi durumunda bütün sit alanları ve milli parkların üzerindeki hukuki koruma kalkanının sona ermiş olacağı ve bütün bu alanların betonlaşma ve diğer yatırım projeleriyle tahrip edileceği yönünde.
Tasarıyı değerlendiren Kırsal Çevre ve Ormancılık Sorunları Araştırma ve Uygulama Derneği'nden Doç. Dr. Yücel Çağlar, gelişmelerin 'bir musibet, bin nasihatten yeğdir' atasözünü akla getirdiğini söylüyor. İkizderede'deki sit kararının, uzunca bir süredir bekletilen tasarının gündeme gelmesine yol açtığını belirten Çağlar, yapılan tartışmaların olumlu olduğunu ancak tartışmalardaki sığlığın iktidarın bu konuda ne kadar şanslı olduğunu gösterdiğini söylüyor.
Çağlar'a göre tasarının hazırlık süreci ve içerdiği yaptırımlar, siyasal iktidarın doğal varlık ve süreçlere nasıl yaklaştığının, dahası, doğal varlıkların sermaye birikimine bir olanak olarak sunulmasının göstergesi.
“Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek Devletin ve vatandaşların ödevidir” hükmünü içeren Anayasanın 56. maddesini anımsatan Çağlar, "Açıktır ki, vatandaşların bu ödevlerini ancak çevrenin korunması ile ilgili her girişime katılarak ve/veya katkıda bulunarak yerine getirebilirler. Tasarının hazırlık sürecinde bir ölçüde de olsa göz önünde bulundurulan bu anayasal ilke Tasarının son biçimi verilirken göz ardı edilmiştir. Dolayısıyla, 'katılımcılık' ilkesi, Tasarının hazırlanma sürecinde, deyiş yerindeyse 'kenar süsü' işlevini görmüş, 'kağıt üzerinde kalmıştır'. Tasarı, gerçekte, 37. maddesinin 4. bendiyle 2872 sayılı Çevre Kanunu’nun 9. maddesinin 'a' fıkrasını yürürlükten kaldırarak bu durumun kurumsallaştırılmasını da öngörmektedir" değerlendirmesinde bulunuyor.
Öte yandan Tasarının 4. maddesine dikkat çeken Çağlar, maddenin 'ç' bendinde, 'Tabiat ve biyolojik çeşitliliğin yönetiminin karar alma sürecinde şeffaflık ile yeterli düzeyde katılım sağlanması esastır' biçiminde açıklanan 'katılım' ilkesinin göstermelik bir süreç olarak işletileceğinin de somut bir göstergesi olduğuna işaret ediyor.
Tasarının hemen hemen tüm maddelerinde birbirleriyle çelişkili, ne anlama geldiği anlaşılamayan terim ve kavramlara çokça yer verilerek genellemeler yapıldığının da altını çizen Çağlar, bu iddiasına Tasarının 17. maddesindeki paragrafı dayanak gösteriyor.
17. maddede yer alan, “Nesli tehlike altında, nadir, dar yayılışlı, dar yayılışlı endemik, relikt, tehdit altında, hassas ve gösterge türler tabii yaşama alanlarında özel olarak korunur” şeklindeki ifadelerin açık olmadığını öne süren Çağlar, "dahası, maddenin 2. bendinde “Özel korunması gereken yabani bitki ve hayvan türlerine ilişkin liste Bakanlıkça belirlenir.” yaptırımına da yer verilerek, keyfiliklere olanak sağlanmıştır" görüşünü dile getiriyor.
Önümüzdeki hafta daha çok tartışılması beklenen Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Kanunu Tasarısı'nın, içerdiği yaptırımların eksikliği ve yanlışlığının yanında içermediği yaptırımları ve yetersizlikleri dolayısıyla da Türkiye'nin doğa koruma alanındaki kazanımların onarılamayacak biçimde zarar görmesine yol açabileceğinin altını çizen Doç. Dr. Yücel Çağlar, kapsamlı değerlendirmesinde tasarının bu içeriğiyle meclise sunulmaması gerektiğini vurguluyor.
İşte Yücel Çağlar'ın meclise sunulan Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Kanunu Tasarısı'na ilişkin değerlendirmesinden çarpıcı satır başları...
-Türkiye’de geçerli olan ekonomik büyüme süreci yeni sermaye birikim alanlarının bulunmasını ve ticarileştirilmesini gerektirmektedir. Doğal varsıllıklar ise, ülkemizde, henüz böyle bir büyüme düzeninin gerektirdiği yoğunlukta ve yaygınlıkta henüz ticarileştirilememiştir. En son düzenlenen içeriğiyle Tasarı, öngörüldüğü gibi yasalaştığında hemen hemen tümüyle bu yetersizliğin aşılmasına sınırsızca katkıda bulunabilecek bir düzenleme işlevini görecektir.
-Amacı, “Ülkemizin kara, kıyı, sucul ve deniz alanlarındaki sahip olduğu tabii değerlerin, biyolojik çeşitliliğin, gen kaynaklarının ve peyzajın korunması ile koruma kullanma dengesi gözetilerek sürdürülebilirliğine ilişkin usul ve esasların belirlenmesi….” gibi ilgi alanları, olguları, dolayısıyla önlemleri ve ilgili kuruluşları (görevli ve yetkili) son derece farklı olan bir yasal düzenlemede bu türden belirsizlikler, boşluk ve anlam kaymaları önlenemediğinde yönetsel kargaşa kaçınılmazdır.
-Tasarının 6. maddesine göre; “Bu Kanun kapsamına giren konularda genel istişarenin sağlanmasını, tabiatın ve biyolojik çeşitliliğin korunmasını ve bilimsel esaslara göre yürütülmesini sağlamak maksadıyla gerekli kararları almak üzere…” oluşturulan 20 kişilik Ulusal Biyolojik Çeşitlilik Kurulu’nun çoğu üyesinin genel müdür ya da genel müdür yardımcısı gibi kamu görevlilerinden oluşturulması öngörülmektedir; öyle ki, bu kurulda DSİ ve Maden İşleri, Bayındırlık ve İskan Bakanlığı Teknik Araştırma ve Uygulama Genel Müdürleri yahut yardımcılarının da yer verilmiştir. “Mahalli Biyolojik Çeşitlilik Komisyonu”nun üye bileşiminde bile büyük ölçüde korunan bu yapının siyasal iktidarlara bağımlı olması kaçınılmazdır;
-Çevre ve Orman Bakanlığı’nın merkez ve taşra birimleri tarafından kullanılması gereken ve özellikle de doğa koruma alanında vazgeçilemeyecek olan yönetsel ilkeler geçersizleştirilmektedir; örneğin, Tasarının 4. maddesinde yer verilen “Korunan alanlarda yerinde koruma ve yönetimin sağlanması için gerektiğinde işbirliği ve yetki devri yapılabilir.” yaptırımının hangi alanlarda ve düzeylerde işletilebileceğine herhangi bir açıklık getirilmemiş olması, özellikle yerel düzeyde son derece vahim çatışmalara yol açabilecektir;
-Görece olarak en önemli koruma yapılarında bile, örneğin tabiatı koruma alanı, yaban hayatı koruma alanı, gen koruma alanı vb alanlarda, daha da önemlisi, bu alanların “mutlak koruma bölgelerinde” de (Madde 3/m) “üstün kamu yararı” (Madde 15/2), “stratejik kullanımı gerektiren” (Madde 15/2) vb hukuksal dayanaklara yeterince sahip olmadığı artık anlaşılan gerekçelerle, izin verilmesine, irtifak ve intifa hakları oluşturulabilmesine olanak sağlanmaktadır (Madde 15); üstelik bu alanda “son söz” için Bakanlar Kurulu yetkili kılınmaktadır;
-Tasarının 9. maddesinin 3. bendine göre; “Uzun devreli gelişme planları da dahil olmak üzere korunan alanlara ait her tür ve ölçekteki planlar Bakanlıkça yapılır, yaptırılır ve onaylanır. Bu alanlarda sit alanı bulunması halinde sadece sit alanlarıyla sınırlı kalmak kaydıyla ilgili Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulunun uygun görüşü alınır.”; böylece, görece olarak bağımsız organlar olan söz konusu koruma bölge kurullarının işlevleri sözü edilen “uygun görüşü” vermekle sınırlandırılmış olmaktadır.
-Açıktır ki, yatay ve dikey tümleşikliğin gerektiğince sağlanması her türlü planlama çalışmasının öncelikli koşuludur. Tasarıda bu koşul yerine getirilmemekte, aksine, gerçekte “plansızlık” olarak nitelendirilebilecek karar ve uygulama süreçlerine olanak verilmektedir. Bu durum, doğa koruma amacıyla kullanılabilecek kısıtlı kaynakların savurganlığına yol açabilecek, yanı sıra, siyasal iktidarların, somut olarak da ilgili yönetimlerin her türlü keyfili karar ve uygulamalarını kolaylaştırabilecektir.
Odatv, Yazı: Yusuf Yavuz, 06.11.2010
|
|
NİŞANYAN'DAN ŞİRİNCE'YE
'HODRİ MEYDAN' KULESİ
İzmir'in Selçuk
İlçesi'nde sit kapsamındaki Şirince Köyü'nde inşa
ettiği 16 yapı hakkında İl Özel İdare Encümeni
tarafından yıkım kararı çıkan yazar Sevan Nişanyan,
şimdi de İzmir Valisi Cahit Kıraç'ın, "Kanunu yerine
getirip bu binaları yıkacağız" sözlerine tepki
olarak Şirince'de işlettiği pansiyonun yanına 12.5
metre yüksekliğinde bir kule inşa etti; adını da
"Hodri Meydan" koydu.
Bugün törenle açılışını yapmayı planladığı kuleyle
ilgili olarak Yeni Asır'a açıklamalarda bulunan
Sevan Nişanyan, kulenin yapımına 2 Eylül tarihinde
başladıklarını belirterek, "29 Ekim'de tamamlamayı
planlamıştım. Yetişmedi, üzgünüm. 1 hafta gecikmeyle
açıyoruz" diye konuştu.
Türkiye'nin Doğu Akdeniz Bölgesi'nde, Gürcistan'da
ve Yunanistan'ın güneyinde bu kulenin benzerlerini
gördüğünü ifade eden Nişanyan, "Kuleyi yapmaktaki
amacım güzellik. Bunun dışında bir amacı yok" diye
konuştu. Kulenin girişindeki "Zalimin aczini görmek
ve göstermek için inşa edildi" şeklindeki yazıtı da
değerlendiren Nişanyan, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Kulenin girişine bir yazıt koyduk. İsteyen istediği
gibi yorumlar. Zalimin aczini, yani çaresizliği
görmek ve göstermek gibi bir amacımız vardı. Bunun
için yazıt yaptırdık. Güzel oldu. Zalim sözüyle de
genelde tüm zalimleri kast ediyorum. Kişilerle
alakam yok" dedi.
İl Özel İdaresi Encümeni tarafından alınan yıkım
kararları ile ilgili "paçavra değerindedir"
yorumunda bulunan Nişanyan, "Bu kararların kıymeti
yoktur ve ciddiye alınacak şeyler değildir.
Uygulanabileceği ile ilgili ise, bu memlekette deli
çok, katil de çok. Ne yaparlar, ne yapmazlar bilmem.
Buna göre davranışlarımı yönlendirecek değilim" diye
konuştu. Şirince'ye 15 yıldır katkı sağladığını,
faydalı işler yaptığını belirten Nişanyan, şöyle
konuştu:
"Ben kimsenin yapmadığı faydalı işler yapıyorum. Bu
köyün güzelleşmesi, kalkınması ve Türkiye'ye örnek
olması için mücadele veriyorum. O açıdan içim rahat.
Mimari yönüyle sürdürülebilir kalkınma modeli
açısından, eğitim kurumları inşa etme açısından
dünyaya örnek olabilecek eserlerdir. Korunmaya
yönelik imar mevzuatının ruhuna ve amacına bu kadar
uygun çok az örnek vardır. Ancak İzmir Valiliği'ne
bağlı bürokratik birimlerin bunu kavrayabilecek
kapasitesi, zeka düzeyi ve kültür düzeyi mevcut
değil. Dolayısıyla kendi kendilerine
debeleniyorlar."
Nişanyan evleri ile ilgili alınan yıkım kararlarının
gerçekleşeceğine inanmadığını belirten Nişanyan,
bundan kuşku duymadığını ifade etti. Nişanyan, "Nişanyan
evleri yıkılmayacak.Buna karşı bürokratik oligarşi
yıkılacak. Bundan kuşkumuz yok. Türkiye iyi günlere
gidiyor. Türkiye'de yönetim ve siyaset anlayışı
değişiyor. Bu çağdışı, miyadını doldurmuş, son
kullanım tarihi çoktan geçmiş olan devlet yönetim
anlayışı son günlerini yaşıyor. İnşallah onların
yıkıldığını göreceğiz."
Nişanyan kulenin önüne yerleştirdiği
yazıtın üzerine de, "Zalimin aczini görmek ve
göstermek için inşa edildi" yazdırdı. Kuleyi
"güzellik olsun" diye yaptırdığını belirten Nişanyan,
bugün saat 14.00'te açılış töreni düzenleyeceğini
söyledi. "Kuleyi neden inşa ettiniz" sorusuna,
"Gazeteniz vesile oldu" yanıtını veren Nişanyan,
"Yeni Asır Gazetesi'nde Vali Kıraç'ın söylediği,
'yık-tı-ra-ca-ğız' şeklinde hecelenerek söylenmiş
manşeti görünce böyle bir kuleyi yapmanın tam da
doğru cevap olacağını düşündüm" dedi.
Yeni Asır, Haber: İlker
Çoban, 05.11.2010
|
SAAT MÜZESİ AÇILDI
Dolmabahçe Saat
Müzesi'nin açılışında konuşan Şahin, Türk kültür ve
medeniyetinin zaman kavramına büyük önem verdiğini
söyledi. TBMM Başkanı Mehmet Ali Şahin, "Kültür
tarihimiz, medeniyet anlayışımızın eşsiz eserleri
ile doludur" dedi.
Şahin, "Kültür tarihimiz, medeniyet anlayışımızın
eşsiz eserleri ile doludur, mimari eserlerle
doludur. Bu eserler, bizim milletimizin insanlık
anlayışını, sanat anlayışını ve hayatı yorumlamasını
bir nevi yansıtır. Bütün ecdat yadigarı eserlerde
ilk göze çarpan özellik, derin insan sevgisi ve
saygısıdır" diye konuştu.
Büyükşehirlerin meydanlarında saat kulelerinin
görülebileceğini belirten Şahin, "Eminönü'nde de bir
saat kulesi vardı. Zaman zaman oradan geçiyorum, ama
hala var mı bilmiyorum" dedi.
Şahin, geçmişe doğru gidildiğinde saatin icat olarak
en çok Türk insanının üzerinde çalıştığı aletlerden
biri olduğunun fark edilebileceğini belirterek,
Müslüman bilim adamı ve mühendis El-Cezeri'nin
Süleymaniye Kütüphanesi'ndeki mevcut kitaplarında,
guguklu saatlerin ilk defa onun tarafından çizildiği
ve hatta farklı saatler yapıldığının
görülebileceğini ifade etti.
Mehmet Ali Şahin, şunları kaydetti:
"Burada, Milli Saraylar'ın elinde mevcut ve başka
bir kurumun elinde olduğunu zannetmediğim 75
civarında saati inceleyeceğiz. Bu müze ilk defa
açılmıyor. 2004'te de açıldı ve uzun süre açık
kaldı. Müze, genişletmek, müzecilik anlayışına göre
yeniden dizayn etmek ve saatleri tamir etmek için
bir yıldır kapalıydı. Burada tarihe bir yolculuk
yapacağız. Bunları izlerken kültürü o hava
içerisinde yaşamış olacağız."
Saatleri tamir etmenin zorluğuna işaret eden Şahin,
bu konuda çok sayıda ustanın da olmadığını dile
getirdi.
Şahin, kültür yadigarı saatlerin sergilendiği müzeyi
yeniden ziyarete açmaktan duyduğu memnuniyeti dile
getirerek, akşam da restore edilen Aynalıkavak
Kasrı'nın açılışının yapılacağını sözlerine ekledi.
TBMM Milli Saraylar
Daire Başkanı Yasin Yıldız da Saat Müzesi'nin
Türkiye'de bir ilk olma niteliği taşıdığını söyledi.
Yıldız, Milli Saraylar Daire Başkanlığı envanterinde
bulunan saatler içerisinden depolarda bulunan ve
geçmişte ziyaretçilerin göremediği saatlerin saat
ustaları Recep Gürgen ve Şule Gürbüz tarafından
onarıldıktan sonra sergilenmeye hazır hale
getirildiğini belirtti.
Sergi mekanının da ciddi bir restorasyon
çalışmasından geçtiğini ifade eden Yıldız, müzede
Türk, İngiliz ve Fransız saatlerinden oluşan bir
karmanın görülebileceğini dile getirdi. Yıldız,
saatlerin hepsinin 19. yüzyıldan günümüze ulaşan
saatler olduğunu belirterek, her birinin arkasında
bir felsefe barındırdığını ve birbirlerinden ayrı
ayrı önemli özellikleri olduğunu kaydetti.
Yasin Yıldız, Türk saatleri içerisinde Mevlevi saat
ustalarının yaptıkları saatlerin 19. yüzyılın zihin
dünyasını günümüze yansıtan güzel örnekler olarak
ortaya çıktığını sözlerine ekledi.
Habertürk, 05.11.2010
|
SİZ OLMADAN BAŞARAMAYIZ:
İSTANBUL HEPİMİZİN
Kamusal çıkar
ve sosyal faydanın
ön planda olduğu bir anlayışa sahip olmanın
gerekliliğini her seferinde vurgulayan
İstanbul S.O.S.,
denize, yeşile, ormana, suya, çayıra hasret kalmamak
ve lastik tekerlekli
tüp geçişi protesto etmek için
5 Kasım Cuma günü
saat 11.00’de Galatasaray Lisesi önünde
‘tekerlek lastikleriyle’, S.O.S yazacağı,
‘Sambistambul Müzik Grubu’nun müzik dinletisiyle
basın açıklaması yapacağı konu ile ilgili bir basın
bildirisi yayınladı:
“İstanbul’da bir süredir kentin doğal, tarihsel,
sosyal ve ekonomik anlamda yeniden şekillenmesine
sebep olan bir dizi kararlar alınmakta ve
uygulanmaktadır. Birçok ülkenin toplam nüfusundan
daha fazla kişinin yaşadığı bu kentte, kentlilerin
günlük hayatlarını, yaşam alanlarını ve ekonomik
faaliyetlerini doğrudan etkileyen bu karar ve
uygulamalar tamamen tepeden inme bir anlayışla ve
belirli çevrelere katma değer kazandırma kaygısıyla
yapılmaktadır.
Bugün İstanbul’da onlarca ‘kentsel dönüşüm’ ve
‘yenileme projesi’ bulunmaktadır. Bu projelerle
İstanbul adeta yeniden inşa edilmekte, ayakta
durabilen tarihi yapıların yok olmasına göz
yumulmakta, orman arazileri, arkeolojik, kentsel ve
doğal sit alanları ortadan kaldırılmaktadır. Kentsel
dönüşüm ya da yenileme projesi adı altında,
insanların evlerine kamulaştırma yoluyla el
konulmakta, onlarca bazen yüzlerce yılda oluşmuş
mahallerde, insanların evleri, kültürleri, komşuluk
ilişkileri ve iş yerleri ellerinden alınmakta ve bu
insanlar tedbirsiz ve sosyal desteksiz bir şekilde
kent çeperlerinde yaşamaya mecbur edilmektedir.
Sulukule, Tarlabaşı, Fener-Balat-Ayvansaray, Zeyrek,
Süleymaniye gibi eşsiz tarihi semtlerin bulunduğu
Tarihi Yarımada’da çok değerli sivil mimarlık
örnekleri, tescilli binalar yıkılmakta, ahşap evler
umursamazca yok edilip, yerlerine betonarme binalar
yapılarak giydirme cephelerle tarihin korunduğu
beyan edilmektedir. Tarihi gibi görünen yeni
yapılarla İstanbul ‘yalancı’ bir dekora
dönüştürülmektedir.
Haliç’te 65 metre direkleri, çelik halatları ve
denizden 17 metre yükseklikte gövdesiyle dev bir
çelik yığını olan Metro geçiş köprüsü ile farklı açı
ve yüksekliklerde açılmış metro tünellerinin
plansız, programsız inşa süreçlerinin hataları
kapatılmaya çalışılıyor, bu arada yüzlerce yıldır
bozulmadan korunmuş yapılar, Haliç kıyılarının
Süleymaniye ve Galata Kulesi’nin bulunduğu eşsiz
görüntüsü tarihe gömülmek isteniyor.
Tarihi Yarımada’ya Topkapı Sarayı’nın hemen yanından
çıkış yapan ve her gün 75 bin aracın geçişini
sağlayacak İstanbul Boğazı Karayolu Tüp Geçiş
Projesi’nin ihalesi, sözleşmesi yıllar önce
yapılmış, Koruma kurulu onay kararı alınmış durumda.
Bu proje fiziksel ve ekonomik yönden Tarihi
Yarımada’nın ve bir anlamda bildiğimiz İstanbul’un
ölümü anlamına geliyor.
Daha önce kamusal alan olarak belirlenen ve kamu
yararına kullanılan hastaneler, okullar, tarihi sit
alanları, vakıf arazileri, orman arazileri, kamu
kurum ve tesisleri hızla özelleştiriliyor, yerlerine
oteller, alış-veriş merkezleri ve turizm tesisleri
yapılıyor. Tarihi Haydarpaşa Garı Otel, TCD
Demiryolları arazisi ise gökdelenlerin yükseldiği
bir alan haline getirilmek isteniyor. Beyoğlu’nda
tarihi sinema ve kültür alanları Emek Sineması ve
diğer salonlar kapatılıp yıkılarak kent kültürünün
önemli yapıları alış-veriş merkezlerine
dönüştürülüyor. Üçüncü Boğaz köprüsü ile ormanlık
araziler ve su havzaları yok ediliyor, kırsal
alanlar imara açılıyor.
Sermayenin ulusal veya uluslararası alanda hakim
olduğu, yaşam alanlarımıza, dünyamıza, soluduğumuz
havaya, yaşadığımız çevreye zarar verdiği, rant
uğruna evlerimizin, okullarımızın, hastanelerimizin,
sinemalarımız elimizden alındığı, sosyalleşme ve
insanca yaşamak için parasız girilen veya
kullanılabilen tek bir kamusal alanın bırakılmak
istenmediği bu sürece artık dur demek gerekmektedir.
Bu gidişe dur demenin tek yolu Toplumsal bilincin
yeniden bireysel çıkardan kamusal çıkara doğru
şekillendirildiği, sosyal faydanın ön plana
çıkarıldığı yeni bir anlayışa sahip olmaktır. Aksi
takdirde; denize, yeşile, ormana, suya, çayıra
hasret kalacağımız, oteller ve alışveriş
merkezleriyle çevrilmiş bir dünyada müşterisi
olamadığımız küresel bir pazarın her geçen gün biraz
daha dışına itilerek, değer görmeyen insan
müsveddelerine dönüşeceğimiz bir gelecek bizi
beklemektedir. Bu durum tüm topluma çok iyi
anlatılmalıdır.
Yaşamımıza ve yaşam alanlarımıza daha karalı bir
şekilde sahip çıkmanın zamanı gelmiştir,
İstanbul’umuza sahip çıkıyoruz…”
Yapı, 05.11.2010
|
KÜLTÜRPARK'TAN TARİH
FIŞKIRIYOR
Bolu Belediyesi
tarafından yeraltı otoparkı yapılması amacıyla
çalışmaların başladığı Kültürpark’ta da tarihi duvar
kalıntılarına rastlandı. İl Müze Müdürlüğü
tarafından yapılan kurtarma kazısı ile ilgili
bilgiler veren Müze Müdürü Mustafa Güneş,
Kültürpark’ın Kentsel Arkeolojik Sit Alanı
içerisinde yer aldığı söyledi.
Güneş, “Otopark yapılacak alanın sit alanı içinde kalması nedeni ile Ankara Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’nun 17.03.2010 tarih ve 4934 sayılı kararı gereğince Müdürlüğümüzce Mayıs ayında sondaj kazısı yapılmış ve sahada 16 adet sondaj çukuru açılmıştır. Söz konusu çalışma sırasında bazı sondajlarda duvar kalıntılarına rastlanmıştır. Konu tekrar Koruma Kuruluna iletilmiş ve Ankara Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’nun 30.06.2010 tarih ve 5179 sayılı kararı ile duvar kalıntılarının tümünün açığa çıkarılması için kurtarma kazısı yapılmasına karar verilmiştir. Söz konusu karar uyarınca; Bakanlığımız, Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğünün 12.08.2010 tarih ve 172467 sayılı ruhsatı ile Müdürlüğümüzce 20.09.2010 tarihinde Kurtarma kazısı çalışmalarına başlanmıştır” ifadelerini kullandı.
Bolu'nun Sesi,
05.11.2010
|
CAMİNİN GÜNEY KAPISI
NEDEN KAPATILDI?
Sivas'ta 1833 yılında yapıldığı tahmin edilen tarihi
Çatalpınar Korkmazoğlu Cami'sinde başlatılan
restorasyon çalışmaları cami cemaatinin tepkisini
çekti. Cami cemaati yoğun olarak giriş yapılan
kapının neden kapatıldığını merak, ikinci bir
kapının ne gibi bir mahsurunun bulunduğunu merak
etmeye başladı.
Vakıflar Bölge Müdürlüğü tarafından geçtiğimiz
aylarda ihalesi yapılan ve çalışmalarına başlanan
tarihi caminin bahçesine çıkan iki giriş kapısından
biri iptal edildi.
Cami cemaatinin yoğun olarak giriş yaptığı kapının
restorasyon çalışmaları kapsamında iptal edilmesine
özellikle yaşlı vatandaşlar tepki gösterdiler.
Caminin Alibaba Caddesi'ne bakan kısımdaki bahçe
kapısının iptal edilmesine tepki gösteren
vatandaşlar, camiye giriş yapmak için daha uzun
mesafe kat etmek zorunda kalacaklarını ifade
ederek,cemaat arasında özellikle yaşlı vatandaşların
yanı sıra özürlü ve hastalığa yakalanan cemaatin
camiye girişte zorlanacağını kaydettiler.
Yıllardır iki kapısı bulunan caminin bir kapısının
neden iptal edildiğini anlamakta zorlandıklarını
belirten vatandaşlar yetkililerin konuya eğilmesini
istediler.
Çok uzun yıllar çift bahçe kapısı ile ibadete açık
bulunan camiinin projesinin tek kapının iptal
edilerek çizildiği ve kurulun onayından geçerek
restorasyonun bu proje dahilinde gerçekleştirildiği
öğrenilirken, projeyi çizenlerin ve bu projeyi
onaylayanların ikinci bir kapıda ne mahsur
gördükleri ise merak konusu oldu.
Cami cemaati yetkililerin bu konu ile
ilgilenmelerini ve uzun yıllardır camiye girişte
kullanılan ikinci kapının tekrar açılarak cami
cemaatinin mağduriyetlerinin giderilmesini
istiyorlar.
Sivas Çatalpınar'da bulunan bu caminin kitabesi
günümüze gelememiştir. Bununla beraber cami
içerisindeki bir levhada Ali Aşkar Paşa'nın 1833
yılında yaptırdığı yazılıdır.
Moloz taş ve tuğladan yapılmış olan cami kareye
yakın dikdörtgen planlıdır. Üzeri kırma çatı ile
örtülüdür. İçerisinde herhangi bir bezemeye
rastlanmamıştır. Yanında taş kaide üzerine yuvarlak
gövdeli, tek şerefeli minaresi vardır.
Sivas Hürdoğan,
05.11.2010
|
İSTANBUL'UN KÜLTÜR
MİRASI KAYIT ALTINDA
Sahip olduğu kültürel
varlıklar bakımından dünyanın en zengin
şehirlerinden biri İstanbul. Binlerce yıllık
tarihine şahitlik etmiş izler şehrin her yerinde.
Ancak kültürel mirasın
dört başı mamur bir envanteri, bugüne kadar ne yazık
ki çıkarılamamış. Şimdi ise Prof.Dr. Ahmet Emre
Bilgili öncülüğünde bir heyet, İstanbul'un kültür
varlıklarını kayıt altına alıyor.
İstanbul Kültür ve Turizm Müdürü Ahmet Emre Bilgili'nin girişimi, 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı'nın desteğiyle İstanbul'un kültür haritası çıkarılıyor. Camiler, tarihi özelliğe sahip Doğu Roma'dan Cumhuriyet'e kadarki bütün yapılar ve sözlü kültür, bir yazılıma aktarılıyor ve kayda alınıyor. Şimdiye kadar girilen bilgi 60 bin sayfayı buluyor.
Proje ile İstanbul'un
kültürel varlıkları, ulaşılabilen en eski tarihinden
günümüze kadarki süreçte ele alınıyor ve bu
dönemlere dair mirasın envanteri (dökümü)
çıkarılıyor. Aslında İstanbul kültürüne dair her
şeyin bulunabileceği bir kütüphane kuruluyor.
Kütüphane dediysek yığılı kitapların olduğu bir oda
düşünmeyin. Bu sadece online ortamda, istenilen her
bilgiye ulaşılabilecek bir site. Zaten projenin
önemi de buradan geliyor. İstanbul'un kültürel
envanteri daha önce birçok kez çıkarılmaya
çalışılmış fakat hiçbir zaman bir arşivde
toplanamamış.
Proje, Prof.Dr. Ahmet
Emre Bilgili başkanlığında 48 kişiden oluşan bir
ekibin, 16 aylık sıkı bir çalışmasıyla hayata
geçiriliyor. İstanbul'un kültürel tarihini öğrenmek
isteyen binlerce sayfalık bilgilere bir tıkla
ulaşabilecek. Hatta akademisyenler, öğrenciler,
araştırmacılar, yazarlar buradaki verilerle sağlıklı
araştırmalar yapabilecek.
Sitede kaynakların yanı
sıra, İstanbul ile ilgili tüm kitapları, yayınları,
tezleri, ayrıca şehrin dönemlere göre haritaları
görülebilecek. Mesela, 1836-1837 yıllarında Von
Moltke tarafından hazırlanan İstanbul haritası,
1861-1876 tarihinde belediye tarafından 1/200
ölçeğinde hazırlanan İstanbul'un ilk modern kadastro
haritası bunlardan bazıları.
Özellikle halk
bilimcilerin, turizm acentelerinin, turist
rehberlerinin işini kolaylaştıracak bir başka veri
başlığı ise 'Halk Kültürü'. Bu bölümde, şehre dair
birçok efsane de toparlanıp kayda geçilmiş. Tarih
boyunca İstanbul'daki gelenek görenekler ince ince
tespit edilmiş; çocuk oyunlarından amin alaylarına,
eğlence hayatından günlük hayata, el sanatlarından
sanatçılara, hanlardan hamamlara pek çok şey burada
kaynağıyla verilmiş.
Projede 21. yüzyılın
kültür alanları ve etkinlikler de unutulmamış. Sanat
galerileri, opera ve bale salonları, konser
salonları, sinemalar, bienaller, festival ve fuar
bilgileri, sivil toplum kuruluşlarına, derneklere
bağlı kültür merkezlerinin çetelesi tutulmuş. Ancak
bu sistemin bir sorunu var: Projenin devamlılığını
sağlayacak maddi destekte bulunacak sponsor
bulmak...
1 milyon 512 bin liralık
bir bütçeyle hayata geçen böylesine detaylı ve
devasa bu projenin öncüsü İstanbul İl Kültür ve
Turizm Müdürü Prof.Dr. Ahmet Emre Bilgili;
amaçlarının, kültürel mirasıyla dünya şehirlerinin
ötesindeki İstanbul'u kaybetmemek ve gelecek
nesillere aktarmak olduğunu söylüyor. Bilgili,
projeyi daha önce birçok kez uygulamaya koymak
istediklerini fakat bütçe bulunamadığından yarı
yolda kaldıklarını ifade ediyor. Ve ekliyor: "Bu
yıl, İstanbul'un Kültür Başkenti olması bizim için
fırsattı ve hemen ajansa, projenin işleme girmesi
için teklif sunduk. Ajans da İstanbul'un Kültür
Başkenti olmasına yakışır bir proje olduğundan
teklifi kabul etti. Bu aşamadan sonra, işin ehli
olan kişilerle güçlü bir ekip kuruldu ve kısa sürede
projenin büyük çoğunluğu bitti."
Projede; Prof.Dr. Zeynep
Ahunbay, Prof.Dr. Mehmet Özdoğan, Doç.Dr. Haluk
Dursun, Doç.Dr. Zeynep Enlil, Doç.Dr. Abdulkadir
Emeksiz gibi alanlarında uzman isimler yer alıyor.
Mustafa Talha Selimoğlu, Doğu Roma'dan Cumhuriyet'e
su yollarının haritalarını çıkarıyor şu günlerde.
Restorasyon uzmanı mimar Nisa Semih ise surlarla
ilgili envanter çalışmasını yürütüyor.
Projenin İstanbul'a
ve Türkiye'ye katkısı ne olacak?
Uzun çalışmalar, güçlü
bir ekip, bürokratik ve akademik bir destek,
teknolojik altyapı ve ciddi bir bütçenin biraraya
gelmesiyle yürütülen kültür envanteri projesinin
İstanbul'a ve Türkiye'ye katkısı ne olacak peki?
Öncelikle, proje için hazırlanan yazılım, diğer
illerin kültürel mirasını verilemek istendiğinde
teknolojik altyapıyı sağlayacak. Bu deneyim,
Türkiye'deki diğer kentler için de bir model
oluşturacak. Böylece, Türkiye'nin uluslararası
tanınırlığını artıracak, turizm potansiyelini
yükseltecek. Nihayetinde kültürel değerler bir
havuzda toplanacak.
Sahip olduğu kültürel
varlıklar bakımından dünyanın en zengin
şehirlerinden biri İstanbul. Binlerce yıllık
tarihine şahitlik etmiş izler şehrin her yerinde.
Zaman Cuma, Haber: Sevim
Şentürk, 05.11.2010
|
AĞA HAN MÜZESİ
HAZİNELERİ SERGİSİ AÇILIYOR
İslam dünyasının, Endonezya'dan Sicilya'ya,
Endülüs'ten Çin'e uzanan farklı coğrafyalarda aynı
döneme denk gelen yansımalarını içeren "Ağa Han
Müzesi Hazineleri" başlıklı sergi, yarın Sabancı
Üniversitesi Sakıp Sabancı Müzesi'nde (SSM)
açılacak.
SSM'nin, Ağa Han Kültür Vakfının iş birliğiyle
düzenlediği serginin tanıtımı amacıyla düzenlenen
toplantıda konuşan Müze Müdürü Nazan Ölçer, en
değerli İslam sanat eserlerini bünyesinde barındıran
ve 2013 yılında Toronto'da ziyarete açılacak Ağa Han
Müzesi'nin başyapıtlarını sanatseverlerle buluşturan
serginin, halkının büyük çoğunluğu Müslüman olan bir
ülkede ilk kez gerçekleştirildiğini belirtti.
İslam dünyasının, Endonezya'dan Sicilya'ya,
Endülüs'ten Çin'e uzanan farklı coğrafyalarda aynı
döneme denk gelen yansımalarını içeren sergide,
seramik, ahşap, metal, kumaş gibi materyallerden
yapılan ve üzerlerinde Kur'an-ı Kerim'den metinlerin
yer aldığı objelerin yanı sıra el yazmaları ve
minyatürlerin de bulunduğunu belirten Ölçer,
eserlerin Ağa Han ve ailesinin şahsi koleksiyonu
olduğunu söyledi.
Ölçer, İslami sanatların seçkin örneklerinden oluşan
serginin, koleksiyonun toplandığı ülkelerin coğrafi
ve kültürel çeşitliliği aracılığıyla, İslam'ın
evrenselliğine işaret ettiğini vurgulayarak, "Sergi,
İslam sanatının Avrupa'dan Çin'e ulaşan bir
coğrafyada beslendiği ve beslediği kültürleri gözler
önüne seriyor. Serginin, İslam sanatının dünyanın
dört bir yanında ortaya çıkan ve hiç görmediğimiz
yansımalarını gözler önüne sererek, belki de zaman
zaman unuttuğumuz hoşgörü ve karşılıklı anlayış
hislerini tazeleyeceğini umuyoruz. Sergide, her
zaman görme fırsatı bulamayacağımız eserler yer
alıyor" diye konuştu.
İslam sanatında yazının her zaman büyük önem taşıdığını, sözü kağıda aktaran sanatçıya verilen
değerin bütün sanatların üstünde tutulduğunu anlatan
Ölçer, "Onlar yazdıkları eserlere küçük notlarla
kimliklerini, kimin öğrencisi olduklarını, ne amaçla
yaptıklarını yazarlar ve bizlere tarihte iyi bir
pencere açma fırsatı verirler. Tuvallere yansıyan
resim sanatı, İslam sanatında bazen bir kitabın
sayfalarına girebilir ve onunla kısıtlı kalabilir
ama bazen de onların devasa boyutlarda yaptıkları
minyatürlere yol açar" dedi.
"EN İYİ SERGİ OLDU"
Ağa Han Kültür Vakfı Genel Müdür Luis Monreal ise
sergideki başyapıtların, Toronto'da 2013'te açılacak
Ağa Han Müzesi'ne ait olduğunu belirterek, "Kuzey
Amerika'da böyle bir müze kurma fikri, Batı
dünyasına İslam kültürünün çeşitliliğini göstermek
amacıyla ortaya çıktı. Çünkü İslamiyet, geniş bir
coğrafyaya yayılan, farklı mezheplerden
inananlarıyla, 1300 yıldan uzun bir geçmişe sahip
bulunuyor. İslam sanat ve geleneğinin evrensel
yönünü de göreceğimiz sergide yer alan eserler
arasında, Çin'den İspanya'ya kadar çok geniş bir
coğrafyayı kapsayan eserler bulunuyor" diye konuştu.
Müzenin, Vakfın, İslam dünyasına yaptığı
çalışmaların bir uzantısı olduğunu belirten Monreal,
tarihi şehirleri rehabilite etme, canlandırma ve
gerekirse tarihi eserleri koruma altına alma amacını
taşıdığını söyledi.
Afganistan, Pakistan, Suriye, Tanzanya, Zanzibar,
Mali'nin de aralarında bulunduğu birçok ülkedeki
İslami eserleri restore ettiklerini, koruma altına
aldıklarını ve koleksiyona kazandırdıklarını
kaydeden Monreal, Türkiye'nin de Ağa Han konusunda
ne kadar hassas olduğunu bildiklerini, Türk
mimarlarının, her yıl verilen Ağa Han mimar
ödüllerini defalarca aldığını anlattı.
Koleksiyonun farklı eserlerinin, İtalya, İngiltere,
Almanya ve Portekiz'de sergilendiğini, eserlerin
İstanbul'un ardından da Malezya, Güneydoğu Asya
ülkelerinde ve ABD'de sanatseverlerle buluşacağını
belirten Monreal, "Bugün burada gerçekten çok parlak
başyapıtların bir kısmını göreceksiniz. Bu sergiye
katılım müze için hazırlık gibiydi. Koleksiyonun
içindeki eserleri farklı şekillerde yorumlamalarına
izin verildi. Farklı bir yorum ortaya çıktı. İltifat
etmek için değil, samimi bir şekilde söylemek
istiyorum. İstanbul şimdiye kadarki en iyi sergiyi
bir araya getirdi. Hazırlanan katalog da en iyisi"
dedi.
Toplantının ardından Ölçer, Monreal ve küratör
Benoit Junod, gazetecilere sergiyi gezdirdi.
SSM, bu sergide "Efsane İstanbul: Bizantion'dan
İstanbul'a - Bir Başkentin 8000 Yılı" sergisini
kurgulayan mimar Boris Micka ile çalıştı. Micra,
eserleri, İstanbullulara farklı bir deneyim
yaşatacak ve ziyaretçiyi sıkmayacak interaktif bir
düzenle yerleştirdi.
İslam sanatına farklı bir bakış açısı getiren
sergide, 4 eserin üzerindeki yazılar, dokunmatik
ekranlar yardımıyla Farsça, Türkçe ve İngilizce
olarak ekrana yansıtıldı.
Böylece müzeyi gezenler, dünya edebiyatının
şaheserlerinden biri kabul edilen İranlı şair
Nizami'nin 12. yüzyılın sonlarında yazdığı
"Hamse"sini, 15. yüzyılda Timuri edebiyatçısı
Hüseyin el-Vaiz el Kaşif'in masal derlemesini,
Firdevsi'nin ünlü destanı Şehname'nin 1492'de
Şiraz'da yazılan resimli nüshası ile 1654 tarihli
İsfahan'da yazılan nüshasını okuyabiliyor.
Sergi, 27 Şubata kadar görülebilecek. Sergi
süresince, tüm hafta sonları, Sabancı Üniversitesi
öğrencileri tarafından ücretsiz rehberli tur hizmeti
verilecek. Ayrıca serginin ilerleyen günlerinde
"Komşu Günü" etkinliğiyle Emirgan çevresindeki
sanatseverler müzede ağırlanacak.
Sergiyle paralel, hafta içi 10.00-11;12.00 ve
13.00-11;15.00 saatleri arasında, okul grupları için
atölye çalışmaları gerçekleştirilecek.
Türkiye Gazetesi, 05.11.2010
|
KANUNİ'NİN 4 ASIRLIK
MİRASI: TERK EDİLEN SU SARNIÇLARI
Kanuni Sultan
Süleyman'ın Rodos Seferi öncesinde yaptırdığı su
sarnıçları yok olma tehlikesiyle karşı karşıya. 490
yıllık sarnıçlar yüzyıllar boyu, dağ başlarında, yol
kenarlarında su ihtiyacını karşılamış.
Mimar Sinan'ın inşa
ettiği yapılar, sanat tarihinde bir satır bile olsa
yer almamanın hüznünü yaşıyor!
Kanuni Sultan
Süleyman'ın 1520 yılında Rodos Seferi öncesinde
ordunun su ihtiyacını karşılamak için Muğla'ya
yaptırdığı sarnıçlar, tabiat şartlarına dayanmaya
çalışıyor. Mimar Sinan tarafından inşa edilen 490
yıllık eserler, sanat tarihinde bir satır da olsa
yer almayı bekliyor.
Fethiye'den Bafa
Gölü'ne, Bod-rum'dan Denizli-Tavas'a kadar uzanan
bir coğrafyada yaygın olan sarnıçlar, bölgenin
mührü, kimliği ve dağ başlarındaki yalnız bekçisi
gibiler. Türkiye'de en yoğun olarak bu yörede
bulunan sarnıçların 300 civarında olduğu tahmin
ediliyor. Bazıları kubbeli, bazıları tonozlu olan
sarnıçların 30 kadarının girişinde kitabeler dikkat
çekiyor. Bodrum yolu üzerindeki Sıralık mevkiinde
bulunan ve Miladi 1766 yılında inşa edildiği görülen
bir sarnıçtaki kitabede şu ifadelere yer veriliyor:
"Hasbüna'llah ve ni'me'l-vekil Ni'me'l-Mevla ve
ni'me'n-nasir. Sahibü'l-hayrat ve'l-hasenat El-Hacc
Abdullah el-Muğlavi Sene 1180 (Miladi 1766)"
Sarnıçları ile ilgili
araştırmalar yapan Muğla Üniversitesi Fen Edebiyat
Fakültesi Türk Dili Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr.
Namık Açıkgöz, sarnıçların, Muğla yöresine,
Kanuni'nin bir hediyesi olduğunu söylüyor. Açıkgöz,
"Kanuni 1522 yılının Haziran ayı başında, Rodos'u
fethetmek üzere İstanbul'dan yola çıkarak, 24 Temmuz
1522 günü Muğla'ya gelmiş ve karargahını kurmuş. 2
gün sonra, 26 Temmuz günü Marmaris'e ulaşan Kanuni
ve ordusu, Muğla'da su ihtiyaçlarını bu sarnıçlardan
karşılamış." diyor.
Sarnıçlar, sadece sanat
tarihi ve mimari açıdan önemli değil, bugün yol
kenarlarında bulunanlar, eski devirlerdeki ulaşım
yollarının belirlenmesine yardımcı olduklarından
tarihi ve coğrafi açıdan da önem taşıyor.
Bu taş yapılar, güzel
görünsün diye üzerleri sıvandığı ve hatta kireçle
badana edildiği için tek tipleştirilmeyle karşı
karşıya. Sarnıçların birçoğu kullanılmıyor. Fakat
dağ başlarındakiler, yalnızlığa terkedilmiş durumda.
Sarnıçlar, sanat tarihinde bir satır da olsa yer
almayı bekliyor.
Sarnıçlarda, daire
şekilli istinat duvarı üzerini örten kubbe, taşların
ters gerilim tekniğine göre dantel gibi işlenip
örülmesiyle ayakta durur ve tam tepesinde kilit taşı
yer alır. İstinat duvarlarının yüksekliği bir-bir
buçuk metre, kalınlığı ise 40-50 santimdir; ancak
bir taş eninde olan kubbe ise 15-20 santim
kalınlığındadır. Kubbe, istinat duvarının üstünde ve
25-30 santim içinden başlar. Kapı kısımlarında ve
alınlığında, yekpare kesilmiş mermerler veya büyük
taşlar yer alır. Kubbe veya tonozun, istinat
duvarından 25-30 santim kadar içte kalmasının ve
istinat duvarının dış kısmının, biraz yüksek
olmasının sebebi, kubbeye düşen yağmur sularının,
duvarla kubbenin birleştiği yerdeki dolgu
deliklerinden, sarnıcın içine akmasıdır. Son
dönemlerde yapılan sarnıçlarda, dolgu delikleri
toprak seviyesindedir ve bu yüzden, sarnıca, yağmur
suyu ile birlikte, toprak da dolar; böylece bir süre
sonra sarnıç kullanılmaz hale gelir. Sarnıca,
kapıdan yağmur suyu ile birlikte toprağı sürükleyip
gelen suyun girmesini ve sulanmaya gelen hayvanların
sarnıca düşmesini önlemek amacıyla, 40-50 santim
yükseklikte kare veya dikdörtgen alanlı bir engel
duvarı örülür. Sarnıçlar, genellikle dere taşıyla,
az da olsa bazıları kırma taş ile yapılır. Taşları
tutturmak için, önceleri yağlı çamur, sonraları ise
kireç-kum karışımı harç kullanılır. Orijinallerinde,
örme taşların üstünde sıva yoktur ve bu halleriyle,
yalın bir güzellik sergilerler.
Zaman Cuma , Haber:
Kayber Avcı, 05.11.2010
|
TARTIŞMA YARATAN MEDRESE
MÜZE OLACAK
Bir süre önce modacı
Cemil İpekçi'nin düzenlediği defileyle gündeme gelen
Mardin'deki tarihi Kasımiye Medresesi, bilim müzesi
oluyor. Mardin'de aralarında sivil toplum kuruluşu
temsilcilerinin de yer aldığı bir grubun, Eylül
ayında Cemil İpekçi'nin 'Bir Doğu Masalı Dört
Mevsim' defilesine dini mekan olduğu gerekçesiyle
karşı çıktığı Kasımiye Medresesi'nin, 'El Cezeri
Bilim Müzesi'ne dönüştürülmesi için başlatılan
çalışmalar sürüyor.
Mardin Valisi Hasan Duruer yaptığı açıklamada,
Artuklular zamanında yapımına başlanan, Akkoyunlular
döneminde tamamlanan, eğitim ve bilim merkezi olarak
kullanılan Kasımiye Medresesi'nin derslik, öğrenci
yatakhanesi, laboratuar, mescit ve eyvandan
oluştuğunu belirterek, bu mekanın I. Dünya Savaşı'na
kadar işlevini sürdürdüğünü söyledi.
Medresede restorasyon çalışmalarının Kültür ve
Turizm Bakanlığı'nca yapıldığını, Diyarbakır Vakıflar
Bölge Müdürlüğünce de kültürel amaçla kullanılmak
üzere Mardin Valiliğine kiralandığını belirten Duruer, Medresenin bilim müzesine dönüştürülmesi
için bir süre önce başlattıkları çalışmanın
sürdüğünü bildirdi.
Kasımiye Medresesini bütün Ortadoğu'ya hitap edecek
bir bilim müzesi haline getireceklerini bildiren
Duruer, "Yaklaşık olarak üç milyon dolarlık bir
çalışma ile Kasımiye Medresesini, El Cezeri Bilim
Müzesi haline getiriyoruz. Bu bilim müzesinde
sergilenecek eserlerin yüzde 60 geldi. Bu müze,
Mardin'e sembol olacak. Bütün Ortadoğu'ya hitap
edecek bir bilim müzesi haline getiriyoruz. Bununla
Mardin dördüncü müzeye kavuşmuş olacak. Bunlar
Arkeoloji Müzesi, Etnografya Müzesi, Bilim Müzesi ve
Kent Müzesidir. Sanat galerileri ile de şehri
donatacağız" dedi.
Vali Duruer, Deyrulzafaran Manastırı'nın Mardin'in
önemli eserlerinden bir tanesi olduğunu belirterek,
"Biz, medeniyetlerin hepsini kendi medeniyetimiz
kabul ediyoruz. İster Müslüman, ister Hıristiyan
ister Yezidi olsun kendi medeniyetimiz olarak
değerlendiriyoruz. Dolayısıyla burada bu çalışmayı
yapıyoruz. Ocak ayı sonunda kadar buradaki çalışma
tamamlanır" diye konuştu.
Mardin'i eski kimliğine kavuşturmak için
çalışmaların yoğun şekilde sürdüğünü belirterek Vali
Duruer, bunun için toplam 100 milyon liraya ihtiyaç
olduğunu söyledi.
Mardin Kalesi'nde 218 yıldır restorasyon
yapılmadığını kaydeden Duruer, kalenin onarımı için
gerekli olan 15 milyon lirayı temin ettikleri anda
çalışmayı başlayacaklarını sözlerine ekledi.
Habertürk, 04.11.2010
|
|
MATISSE'İN ESERİNE REKOR FİYAT
Ünlü Fransız ressam ve heykeltıraş Matisse'in bir heykeli, açık artırmada 48,8 milyon dolara satıldı. Çıplak bir kadının arkadan tasvir edildiği 1,8 metrelik bronz heykelin, Londra'daki Christie's müzayede evindeki açık artırmada, komisyon dahil 25-35 milyon dolar arasında alıcı bulacağı tahmin ediliyordu.
Christie's müzayede salonu, açık artırmayı Gagosian Galerisi'nin kazandığını bildirdi.
'Nu de dos, 4 etat' (Arka 4) adlı eserin, Matisse'in 1908-1931 yılları arasında yaptığı dört heykellik serinin bir parçası olduğu belirtiliyor.
Aynı müzayedede, İspanyol kübist ressam Juan Gris'in yağlıboya bir eserinin de 28,6 milyon dolara satıldığı bildirildi.
Habertürk, 04.11.2010
|
EDİRNE'DEKİ SİNAGOG RESTORE EDİLECEK
Edirne'de II.
Abdülhamid'in fermanıyla yapılan ve şu anda harabe
durumunda olan sinagog restore edilecek.
Vakıflar Bölge Müdürlüğü tarafından yapılan ihale
sonucunda başlatılacak restorasyonun 2012 yılında
tamamlanması hedefleniyor. 1906'da Osmanlı Hükümdarı
II. Abdülhamid'in fermanıyla Viyana sinagogu örnek
alınarak Fransız mimarı France Depre tarafından inşa
edilen sinagog, 1907 yılında ibadete açıldı. 1983
yılına kadar sinagogu kullanan Yahudi cemaatinin
şehri terk etmesi ile cemaatsiz kalan sinagog, vakıf
mevzuatı gereği 1995 yılında Vakıflar Genel
Müdürlüğü'ne geçti. Avrupa'nın en büyük üçüncü
sinagogu olma özelliğine sahip olan yapı aynı
zamanda üç ana binadan oluşuyor. Bunlar Büyük
Sinagog, Küçük İbadethane (Müştemilat) ve Okul
(idari bina) binasıdır. Büyük oranda tahrip olan
yapının restore edilmesine karar verildi.
Restorasyon 2012 yılında tamamlanacak.
Zaman, Haber: Kadri Kılıç, 04.11.2010
|
|
EROĞLU: ILISU, HASANKEYF'İN KURTARILMASI İÇİN FIRSAT
Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu,
Hasankeyf’i su altında bırakacak olan Ilısu
Barajı’nın aslında tarihi kentin kurtarılması için
bir fırsat olduğunu söyledi.
Eroğlu, “Ilısu Barajı yapılmasa o tarihi
eserlerin hepsi harap olacaktı. Kültür Bakanlığı’yla
birlikte muhteşem
bir
kurtarma projesi hazırlıyoruz” dedi.
Hürriyet, 04.11.2010
|
TÜRBELER ALTIN ÇAĞINI YAŞIYOR
Kanuni Sultan Süleyman,
Hürrem Sultan ve
Mimar Sinan türbelerinin restorasyonu için
Gürsoy Grup Yönetim Kurulu Başkanı
Hasan Gürsoy ile İstanbul Kültür ve Turizm
Müdürü Prof.Dr. Ahmet Emre
Bilgili arasında bir protokol imzalandı.
Tören sonrası basın mensuplarının sorularını
yanıtlayan Bilgili,
"Kanuni Sultan Süleyman, Hürrem Sultan ve Mimar
Sinan türbelerinin restorasyonu ile birlikte
İstanbul'da restore edilmemiş hiçbir türbe
kalmayacak" dedi. Bilgili,
herhangi bir gerekçe ile kapalı olan hiçbir türbenin
bulunmadığını ifade etti. Gürsoy Grup Yönetim Kurulu
Başkanı Hasan Gürsoy da böyle bir görevi
üstlenmekten dolayı kendisini
şanslı saydığını anlatarak,
"Ben burda doğup büyüdüm. Mimar Sinan
İlkokulunda okudum. Vefa
Lisesi mezunuyum. Bu fırsatı
yakaladığım için mutluyum.
Türbeleri en kısa sürede projelerine uygun olarak
teslim edeceğiz. İstanbul turizmine ve kültürüne
hizmet sağlayacağız"
diye konuştu.
Hasan Gürsoy'un, türbelerin restorasyonunu
karşılıksız üstlenmek için müdürlüğe başvurduğunu
belirten Bilgili, bu
girişiminden dolayı Gürsoy'a teşekkür etti.
Süleymaniye Camisi'nin de Gürsoy Yapı tarafından
restore edildiğini hatırlatan
Bilgili, aksilik yaşanmadığı takdirde
caminin açılışının Kurban Bayramı'nda yapılacağını
kaydetti.
Sabah, Haber: Mesut Altun, 04.11.2010
|
|
RUSYA TARİHİNDEN TABLOLAR
Pera Müzesi’nde dün açılışı yapılan “Çarlık Rusyası’ndan Sahneler: Rus Devlet Müzesi Koleksiyonu’ndan 19. Yüzyıl Rus Klasikleri” sergisinde St. Petersburg’daki Rus Devlet Müzesi’nin 360 bin eserlik koleksiyonundan seçilen 65 tanesi sergileniyor. 19. yüzyılda yaşamış, Gogol, Tolstoy ya da Dostoyevski gibi Rus yazarlardan etkilenmiş İlya Repin, Venetsianov, Pavel Fedotov, Vasiliy Perov, Nikolay Yaroşenko, Vladimir Makovski ve Kasatkin gibi ressamların işleri, dönemin gerçeklerini yansıtıyor. Küratörlüğünü Rus Devlet Müzesi Müdür Vekili Evgenia N. Petrova ve Tayfun Belgin’in yaptığı sergide dönem yazarlarının tasvir ettiği her şey adeta bir film gibi izleniyor.
Rus Devlet Müzesi Müdür Vekili Evgenia N. Petrova sergiyle ilgili “19. yüzyıl öncesine bakıldığında Rus sanatındaki resimlerin hayatın sadece güzel yanlarını yansıttığı görülüyor. Ancak sergide de görüleceği gibi bundan sonraki dönemde halkın çektiği acılar, kişilerin günlük yaşamları resmin konusu oluyor. Bu gelişmede örneğin Repin’in Tolstoy’la arkadaş olması önemli. Usta edebiyatçılar, ressamların halkın yaşadıklarını daha net bir biçimde göstermesinde çok etkili oldu” diyor. Ve özellikle Repin’in “Volga Kıyısında Burlaklar” adlı eserini müzeden çıkarmakta büyük zorluk çektiklerini, ziyaretçilerin bu eserden dört ay boyunca mahrum kalacağını vurguluyor.
Hürriyet, Haber: Deniz İnceoğlu, 04.11.2010
|
EN ÖNEMLİ OSMANLI KOLEKSİYONU UNESCO'DA
UNESCO, 12-19. yüzyıllara ait Osmanlı ile İslam elyazmaları ve taşbaskılarından oluşan ve Avrupa'daki İslam kültürü açısından büyük önem taşıyan 'Safvet Bey Başagiç Koleksiyonu'nu tanıtan bir sergi düzenledi. UNESCO'daki Slovakya Daimi Temsilciliği'nin girişimiyle, BM Uluslararası Kültürel Yakınlaşma Yılı faaliyetleri çerçevesinde düzenlenen sergi, 10 Kasım tarihine kadar açık kalacak.
Sergide yer alan koleksiyon, 1997 yılında, 'UNESCO Dünya Belleği Programı'na kayıt edilmişti. Koleksiyon, Bratislava Üniversitesi Kütüphanesi'nde bulunuyor.
1870 ve 1934 yılları arasında yaşayan Bosna Hersek doğumlu Safvet Bey Başagiç'in, Osmanlı ve İslam elyazmaları ve taşbaskılarından oluşan koleksiyonundan alınan eserlerin bulunduğu sergi, sadece Avrupa'daki İslam kültürü açısından değil, aynı zamanda Osmanlı İmparatorluğu'nun Balkanlar ve doğu Avrupa'daki yönetimine ışık tutması açısından da büyük önem taşıyor.
Eski Yugoslavya'daki savaş sırasında Saraybosna'daki Şarkiyat Enstitüsü Kütüphanesi'nin yakılması sonucu Balkanlardaki Osmanlı ve İslam eserleriyle ilgili koleksiyonların büyük kısmının tahrip olması yüzünden, Başagiç koleksiyonun varlığı büyük önem taşıyor.
Habertürk, 04.11.2010
|
|
|
GİZLİ ATATÜRK ARŞİVİ BULUNDU
Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi depolarında bulunan sinema ve belgesel yapımların saklandığı film kutuları kapakları açıldıkça şaşırttı. Üzerinde "haşereyle mücadele" yazılan kutudan dönem filmi çıkınca herkese sürpriz oldu. "İçi başka dışı başka" dedirten sürprizler, filmlere olumsuz biçimde yansımadı. Depoda, bir bölümü ilk kez gün yüzüne çıkacak olan "Ankara Türkiye'nin kalbi", "Atatürk'ün Güneydoğu gezisi", "Atatürk'e suikast teşebbüsü üzerine Ankara'da miting", "Atatürk'ün cenazesi İstanbul ve Ankara" gibi filmler var. Bakanlığın, Mimar Sinan Üniversitesi deposunda 2 bin 288 kutu film arşivi var. Bu, 600 bin metrelik bobin anlamına geliyor. Filmler son 30 yıldır üniversite deposunda bulunuyor. Arşivini yakın plana alan bakanlık, kutu kapaklarında sürpriz yazılara karşı filmlerin geçireceği bir restorasyon ve sonrası 'Nutuk' gibi Atatürk'ün kendi sesi ve görüntüsü ile izlenecek.
Sinema ve Telif Hakları Genel Müdürü Abdurrahman Çelik, SABAH'a, kutuların içinden çıkarılmaya başlanan filmlerin bozulmadığını, saklama koşullarının iyi olması nedeniyle restore edildikten rahatlıkla izleneceklerini söyledi. Çelik, "Haşere ile mücadele' benzeri bazı örnekli kutular var. Ama içleri açıldıkça filmler çıkıyor. Bu kutuların üzerine neden böyle yazıldığını bilmiyoruz. Ancak, önemli olan filmlerin bozulmamış olması" dedi.
Sabah, 04.11.2010
|
İLK İNSAN DAHA 'ERKEK'MİŞ!
İngiltere Kraliyet Tıp
Topluluğu’ndan Kanadalı
ve İngiliz
bilim insanları, mağaralarda yaşayan ilk insanların
film ve çizgi filmlerdeki gibi saldırgan ve
rekabetçi olduğunu buldu.
Fosil kalıntılarında yapılan araştırmalar,
atalarımızın bugünkü insanlardan daha yüksek
seviyede erkeklik hormonu testosterona sahip
olduğunu gösterdi. Bulgular doğrulanırsa bu, eski
insanlar cinsellikte de daha ‘rastgele’ ve
saldırgandı demek.
Geçmişteki çalışmalar, ana rahminde testosterona
maruz kalmanın maymun ve insanları daha agresif
yaptığını göstermişti. Bilim insanları sadece
bir avuç
örneği incelemiş olsa da bulgular, Neandertallerin
ve ilk insanların modern erkeklere göre daha
testosteron güdümlü olduğunu göstermiş oldu.
Rikal, 04.11.2010
|
|
|
MODIGLIANI'NİN TABLOSU 68.9 MİLYON DOLARA SATILDI
İtalyan ressam Amedeo Modigliani’nin “Divanda Oturan Çıplak Kadın” isimli nü tablosu, tahminlerden çok üstünde bir fiyatla 68.9 milyon dolara satıldı. Wall Street Journal gazetesi, bu konudaki haberinde yine tablonun 11 yıl önce “Türk bankacısı Halit Cıngıllıoğlu tarafından 16.8 milyon dolara satın alındığı”nı belirtti. Cıngıllıoğlu ise iddianın doğru olmadığını açıklamıştı.
Amadeo Modigliani’nin 1917 yılında yapılan “Divanda Oturan Çıplak Kadın” isimli ünlü nü tablosu, Sotheby’s tarafından Salı gecesi New York’ta gerçekleştirilen satışta 68.9 milyon doları gördü. Wall Street Journal, bu konudaki haberinde açık artırmaya telefonla katılan bir kişi tarafından satın alınan tablo için ödenen tutarın, 40 milyon dolarlık tahminin çok üstünde olduğuna dikkat çekti.
Hürriyet, Fotoğraf: Akşam, 04.11.2010
|
KIRKAĞAÇ'TA TARİH GÜN YÜZÜNE ÇIKIYOR
Manisa'nın Kırkağaç İlçesi Siledik Köyü'nde, MÖ 3. yüzyılda Suriye Krallığına ait Seleukos'un oğlu 1. Antihokos'un karısı Stratonike adına kurdurduğu kent gün ışığına çıkıyor.
Kültür Bakanlığı ve Kırkağaçlı Milletvekili Recai Berber, Kültür ve Turizm Bakanlığı Müsteşarı İsmet Yılmaz, Manisa Valisi Celalettin Güvenç de Eylül ayı içerisinde Siledik'i ziyaret etmişti. Manisa Müze Müdürlüğü tarafından hazırlanan program çerçevesinde ön çalışmaları başlatılan kazı çalışmaları Siledik Köyü'nde başladı. Arkeolog Umut Doğan, antik dönemde Stratonikeia adıyla kurulmuş olan bu kentin Roma döneminde de Hadrianapolis ismini aldığını belirterek "Burada Kültür Bakanlığının özel bir desteği ile arkeolojik kazıların başlanmasına bu yıl karar verildi" dedi.
Bilimsel arkeolojik kazıların önümüzdeki yıllarda da devam edeceğini anlatan Yılmaz, şöyle konuştu: "Kültür ve Turizm Bakanlığının projesi de bu. Bu yüzden bu yıl bilimsel kazılara bir ön çalışma olsun diye Manisa Müze Müdürlüğünün temizlik çalışmaları var, küçük sondaj kazıları yapılıyor. Sondaj kazılarını biz daha çok önceki yıllar da defineciler tarafından kazıldığını ve tahrip edildiğini gördüğümüz alanlarda yoğunlaştırdık. Bu sayede bu alanlarda meydana gelmiş tarihi eser tahribatını tespit etmeye dönük bir çalışma. Bu çalışmamızın bir kısmı yaklaşık 10-15 gün kadar süreceğini tahmin ettiğimiz bu ilk etapta bazı kaçak kazı çukurlarının yeniden açılması ve kontrol edilmesi dışında çevredeki tarihi yapıların çevresinin temizlenmesi amaçlanıyor. Biz de müze müdürlüğü olarak bu temizlik çalışmasını yaptıktan sonra önümüzdeki yıllar da Kültür ve Turizm Bakanlığı burada bilimsel üniversitelerle iş birliği halinde bilimsel bir kazıyı devam ettirecekler."
Kazı çalışmalarını takip eden Karakurt Belediye Başkanı Necdi Özkan da Manisa Milletvekili Recai Berber'in desteği ile başlatılan bu proje de kazı çalışmalarının başladığını söyledi. Kendilerine Kırkağaç yöresi olarak teşekkür ettiğini anlatan Özkan, sözlerine şöyle devam etti: "Çünkü, bu çalışmadan sonra yapılacak bilimsel kazılarda da bu eski tarihi yapılar meydana çıkarılabilirse kültür ve turizm alanın da burada bir canlılık olacaktır. Tabi yöre insanımız da bu hareketlilikten faydalanacak. Bu proje ilçemizin kalkınmasına da büyük katkı sağlayacak. Bu destekleri veren bu çalışmayı yapan başta Umut hocama Manisa Müzesi yetkililerine ve kazı çalışmaların da çalışan işçi arkadaşlarımıza teşekkür ediyoruz."
Manisa Kent Haber, 03.11.2010
|
|
ERDOĞAN: DÜNYADAKİ İZLERİMİZ KÜLTÜR MİRASI OLACAK
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Moğolistan'daki ilk
Türk yazıtlarından Saraybosna'daki ata
yadigarlarına, Makedonya'daki camilerimizden
Kudüs'teki mezarlıklarımıza kadar nerede bize ait
bir iz varsa onu dünya kültür mirasına kazandırmanın
mücadelesini veriyoruz" dedi.
Başbakan Erdoğan, Kosova'nın Prizren şehrindeki
Şadırvan Meydanı'nda vatandaşlara hitap etti.
Kosova'nın, dünyanın en güzel ülkelerinden biri
olduğunu, Prizren'in de Kosova ve dünyada
güzellikleriyle, tarihiyle, kültürel mirasıyla
farklı bir yerde durduğunu söyledi.
Prizren'in hoşgörü ortamıyla, birlikte yaşama
kültürüyle tüm dünyaya örnek teşkil ettiğini ifade
eden Erdoğan, dünyada farklılıkların bir arada nasıl
yaşayacağını görmek isteyenlerin Kosova'ya,
Prizren'e gelmesi gerektiğini dile getirdi.
Türkiye olarak Kosova'daki kültürel mirasın
korunması için çok güzel işlere imza atıldığını
anlatan Erdoğan, Türk Kalkınma ve İşbirliği İdaresi
Başkanlığının birçok yerde bu mirasın gelecek
nesillere aktarılabilmesi amacıyla çalışmalarını
sürdüğünü söyledi.
Başbakan Erdoğan, Türkiye olarak sadece Prizren'de
değil, dünyanın her yerinde ata yadigarlarına sahip
çıkıp, ecdadın mirasını muhafaza için yoğ un çaba
sarf ettiklerini vurguladı.
"Moğolistan'daki ilk Türk yazıtlarından
Saraybosna'daki ata yadigarlarına, Makedonya'daki
camilerimizden Kudüs'teki mezarlıklarımıza kadar
nerede bize ait bir iz varsa onu dünya kültür
mirasına kazandırmanın mücadelesini veriyoruz" diyen
Erdoğan, tüm bu eserlerin kültürel mirasın,
insanlığın ortak mirası olduğuna inandıklarını
kaydetti.
Türkiye Gazetesi'nden kısaltarak, 03.11.2010
|
MUĞLA MÜZELERİNİ 773 BİN 848 KİŞİ ZİYARET ETTİ
Muğla İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü’ne bağlı müze ve
ören yerlerini bu yılın ilk 10 aylık döneminde
ziyaret eden 773 bin 848 kişi, 3 milyon 885 bin 961
lira gelir bıraktı. Turistler en çok Bodrum Sualtı
ve Arkeoloji Müzesi’ne ilgi gösterirken ören yerleri
arasında ise Kleopatra Adası olarak bilinen Sedir
Adası en çok gezilen yer oldu.
İl Kültür
ve Turizm Müdürlüğü'nden alınan istatistik
rakamlarına göre il genelinde bulunan 6 müzeden 2
milyon 413 bin 631, ören yerlerinden ise 1 milyon
472 bin 330 lira gelir sağlandı. Bodrum Sualtı ve
Arkeoloji Müzesi’nde 343 bin 200 ziyaretten 2 milyon
253 bin 895, Marmaris Müzesi’nde 36 bin 900
ziyaretten 90 bin 453, Zeki Müren Müzesi’nde 66 bin
52 ziyaretten 48 bin 750, Fethiye Müzesi’nde 5 bin
371 ziyaretten 10 bin 399, Muğla Müzesi’nde 2 bin
672 ziyaretten 10 bin 134 lira gelir elde edildi.
Milas Müzesi’ni ise ücretli ziyaret eden olmadı.
Ören yerlerinden ise Sedir Adası'nda 95 bin 835
ziyaretten 453 bin 390, Mavsoleion antik kentinde 45
bin 257 ziyaretten 251 bin 248, Kaunos antik
kentinde 35 bin 597 ziyaretten 203 bin 700, Kayaköy
kalıntılarında 46 bin 211 ziyaretten 191 bin 864,
Tlos antik kentinde 8 bin 329 ziyaretten 43 bin 216
lira gelir sağlandı.
Ören
yerlerindeki düzenleme ve yeni kazı çalışmalarıyla
ziyaretçi sayısının arttığını belirten İl Kültür ve
Turizm Müdürü Kamil Özer, “Önümüzdeki yıl 1 milyon
ziyaretçi getirmeyi hedefliyoruz.” dedi. Özer,
müzelerde 14 bin 330 ve ören yerlerinde 5 bin 11
olmak üzere toplam 19 bin 341 adet giriş kartı
satıldığını kaydetti.
Turizm Gazetesi, 03.11.2010
|
NALLIHAN'DA 190 MEZAR
Ankara’nın Nallıhan İlçesi'ne
bağlı Çayırhan beldesi Gülşehri mevkiindeki kazı
çalışmaları, Anadolu Medeniyetleri Müzesi Müdürü
Melih Arslan’ın başkanlığındaki ekip tarafından
sürdürülüyor.
Ekipte bulunan arkeolog Mustafa Metin, yaptığı
açıklamada, resmi olarak geçen sene başlattıkları
kazı çalışmalarında bugüne kadar kayalara oyulmuş
190′ın üzerinde mezarı ortaya çıkardıklarını ve
çıkarmaya da devam ettikleri söyledi.
Son olarak bir karı kocaya ait olduğu tespit
edilen mezarı ortaya çıkardıklarını anlatan Metin,
şöyle konuştu:
”Mezarlarda genelde ailenin ayakucu kısmına
baktığımızda iki küçük testi görüyoruz. Bunların
hediyelik testiler olduğunu, baş kısmına
baktığımızda da ağızda sikke görüyoruz. Bu
paraların, ölenleri öbür dünyaya gönderirken verilen
‘kayıkçı parası’ olduğunu düşünüyoruz. Eski
dönemlerde böyle bir gelenek olduğunu biliyoruz. Bu
mezar da Roma Dönemi’ne ait bir mezar. Mezarlarda
ufak tefek sikkeler de çıkmaktadır. Kadınların
küpelerine rastlanmaktadır. Bu bölgede kayaya
oyulmuş yüzlerce mezar olduğunu tahmin ediyoruz.”
Metin, geçen yıl kasım ayı ortalarında
çalışmalara ara verildiğini, bu yıl kalınan yerden
tekrar başladıklarını ifade ederek, ”Elde edilen ip
uçları sayesinde, bölgedeki kayıp kent Juliopolis’in
burada olduğunu düşünüyoruz. İleride yapılacak kazı
çalışmalarında bu kayıp kenti bularak bölgede çok
önemli kalıntılara ulaşmış olacağız. Şimdilik
nekropolde kazılarımızı sürdürüyoruz” dedi.
Kazı çalışmalarında, oda mezarlar, lahit
mezarlar, sanduka mezarlar ve toprağa yapılmış basit
görünümlü mezarlar ortaya çıkarıldığını, özellikle
oda tipi mezarlarda üç klineli bölmeler bulunduğu ve
bu mezarlarda 3–5 cesedin gömülü olduğunun çıkan
iskeletlerden anlaşıldığını belirten Metin, iki
cesedin gömülü olduğu sanduka mezarlarda, ölülere
ait kandil, bronz bir obje, kadın olanların
kulaklarında altın küpelere rastlandığını bildirdi.
Çayırhan Belediye başkanı Ömer Bayrak ise
Juliopolis Antik Kenti’nin, Çayırhan beldesinde var
olduğunun ortaya çıkması ile bölgenin çok önemli
bölgeler arasında yerini alacağını ifade ederek,
”Görüldüğü gibi muhteşem görünen kaya mezarlarına
ulaşıldı, böylesi tarihi bir bölgenin gün ışığına
çıkarılması, özellikle Juliopolis kayıp kentinin
ortaya çıkarılması bölgemiz ve Çayırhan beldesi için
olumlu bir gelişme olacak ve turizme canlılık
katacak” dedi.
Tarihi kaynaklara göre,
MÖ 100 veya 101
yıllarında yaşadığı tahmin edilen Roma İmparatoru
Jul Sezar, Pontus asıllı Basforos Kralı 2. Pharneke
ile yaptığı savaş öncesi ‘Goordion Kome’ kentinden
destek aldı. Savaşı kazanan Sezar, dünyaca ünlü sözü
”Veni-Vidi-Vici” (Geldim-Gördüm-Yendim) diyerek
başarısını Roma’ya bildirdi. Bunun üzerine ‘Goordion
Kome’de söz sahibi olan bir haydut Sezar’a
bağlılığından dolayı bu yerleşim bölgesinin adını
‘Juliopolis’ olarak değiştirdi.
Şehrin iki bin yıllık bir geçmişe sahip olduğu,
asıl yerleşim bölgesinin 1956′da yapılan Sarıyar
Barajı’nın suları altında kaldığı belirtiliyor.
Gülşehri mevkisinde olduğu tahmin edilen
Juliopolis’e ait ilk kalıntıları geçen yıl bulan
Anadolu Medeniyetler Müzesi Müdürü Melih Arslan
başkanlığındaki 4 kişilik bir ekip, bu yıl da kazı
çalışmalarına devam ediyor.
Kazıların Kurban Bayramı’na kadar süreceği ve kış
için çalışmalara ara verileceği öğrenildi.
Star Gazetesi, 03.11.2010
|
HAFTANIN HABERİ
|
|
|
"AVRUPA'NIN KÖKENİ BURSA'YA DAYANIYOR"
Bursa'da 8 bin 500
yıllık tarihe sahip olduğu belirtilen Akçalar
mevkiindeki 'Aktopraklık Höyüğü'nde yapılan
kazılarda elde edilen bulgulara göre Avrupa'nın
kökeninin Anadolu'ya dayandığı bildirildi.
Aktopraklık kazılarını yürüten ekibin
başkanlığını yapan, İstanbul Üniversitesi Edebiyat
Fakültesi Prehistorya Anabilim Dalı Öğretim Üyesi
Doç.Dr. Necmi Karul, kazılarda elde ettikleri
bulgulara göre Aktopraklık bölgesinde dışarıdan gelen
toplulukların yaşam sürdüğünün anlaşıldığını
vurgulayarak, şu bilgileri verdi:
'Bölgedeki tarım toplumunun Orta Anadolu'dan göç
ettiği görülüyor. Kesintili devam eden yaşamlarda
yeni gelen toplulukların çok daha gelişmiş
olduklarını anlıyoruz. Aradan geçen yıllarda
kırılmalar yaşanıyor. Sürekli göç geliyor. Konya'nın Cumra İlçesi'ndeki yaklaşık 9 bin yıllık
tarihe sahip olduğu belirtilen Çatalhöyük, ilk tarım
topluluklarının en iyi şekilde ortaya çıkarıldığı
önemli bir bölge. Aktopraklık ise toplulukların
geldiği coğrafyayı ifade ediyor, Çatalhöyük ve
benzeri yerleri anlatıyor. Aktopraklık insanları
Orta Anadolu'dan geliyor. Kullandıkları kaplar ve
mimarisi Orta Anadolu ile benzerlik taşıyor. Benzer
sonuçlara çok ulaştık. Çatalhöyük'ten göç olduğuna
dair kesin bir şey söylemek zor, ama Çatalhöyük
coğrafyasından göç aldığı doğru. Buradan da
Avrupa'ya göç oluyor. Çatalhöyük'ün bulunduğu
coğrafya, burasının kökeni denilebilir. Avrupalı
çiftçilerin atasının da Bursa'dan olduğu
söylenebilir.'
Necmi Karul, Aktopraklık'ta gelişmiş
toplulukların olduğunun, kültürel birikimlerinin
bulunduğunun kazılarda ortaya çıktığını belirterek,
buradan da dünyanın birçok bölgesine transfer
olduklarının görüldüğünü anlattı. Özellikle Avrupa
insanının Aktopraklık'tan, Anadolu'dan gittiğine
dair kesin veriler bulunduğunu dile getiren Doç.Dr. Karul, sözlerine şöyle devam etti:
'İnsanların Avrupa'ya nasıl taşındığı yüzyıllardır
tartışılıyor. Aktopraklık, tarım topluluklarının
Avrupa'ya geçiş üzerindeki güzergahın bir tanesi.
Avrupa'da yapılan kazılarda Aktopraklık ile benzer
bulgulara ulaşılıyor. Çıkarılan iskeletler ve bazı
buluntular üzerinde yapılan araştırmalara göre
Avrupa'nın kökeninin Anadolu olduğunu, atalarının
Aktopraklık'tan gittiklerini söylemek mümkün.
Yabancı 8, yurt içinde de 3 üniversitenin desteğiyle
ortaklaşa bir çalışma yürütülüyor. Toplulukların
geçirdiği evrim ve Avrupa'ya yayılmasını konu alan
çalışmada, DNA, botanik, çevre ve bitki uzmanları,
arkeologlar gibi birçok bilim adamı birlikte
çalışıyor.' Karul, yurt dışındaki bilim adamlarının
da Avrupa'nın kökeninin Anadolu olduğu gerçeğini
kabul ettiğini belirterek, 'Konuyla ilgili bazı
bilim adamları Bursa'ya gelerek, Aktopraklık'ta
incelemeler yaptılar. Avrupa'da elde ettikleri
bulgular ile burada bulunan bilgiler örtüşüyor.
Artık yayılmasının nasıl olduğunu araştırıyoruz'
dedi.
Bursa Olay, 03.11.2010
|
|
TURİSTLERİN YENİ GÖZDESİ
Amasya'daki Kral Kaya Mezarları, yerli ve yabancı turistlerin ilgisini çekiyor.
Hellenistik dönemde Harşena Dağı'nın güney eteklerindeki kalker kayalara oyulmuş olan anıt mezarlar ziyaretçi akınına uğruyor.
Yeşilırmak Vadisi boyunca irili ufaklı 23 adet Kral Kaya Mezarı bulunduğunu belirten Amasya Turizm İl Müdürü Ahmet Kaya, söz konusu mezarlardan dolayı Amasya'ya 'Krallar Vadisi' de denildiğini söyledi.
Amasya'nın turizm çıtasının her geçen gün yükseldiğini belirten Kaya, bu yılın ilk 9 ayında geçen seneki ziyaretçi sayısının yakalandığını dile getirdi.
Kaya, katıldıkları yurt içi ve yurt dışı turizm fuarların etkisinin ilerleyen dönemde hissedileceğini kaydetti.
Amasya Kent Haber, 03.11.2010
|
KÜLTÜREL MİRAS ZENGİNİ AMA TURİSTİ YOK
İslahiye
İlçesi, iki arkeoloji
parkı ve bir açık hava müzesi olmasına olmasına
karşılık turizmle değil kırmızı biber ve üzümüyle
tanınıyor. Suriye-Anadolu geçiş güzergahında
bulunması dolayısıyla tarihte birçok medeniyete ev
sahipliği yaptığı bilinen İslahiye, Türkiye'nin
batısını doğusuna bağlayan Tarsus-Adana-Gaziantep
Otoyolunun çok yakınında, turist kafilelerinin geçiş
güzergahı Hatay-Gaziantep karayolunun üzerinde
olmasına karşılık turist ağırlayamamanın sıkıntısını
yaşıyor.
Kaymakam Resul Kır,
ilçenin turizm alanında gelişmesinde ''geç
kalınmışlık'' yaşandığını vurgulayarak, ''İlçemizde
turizmi geliştirmek için çok sayıda proje
gerçekleştirme çabası içindeyiz'' dedi. Gaziantep'in
''tarih ve kültür kenti'' yapılması hedefi
doğrultusunda önemli bir atılım
gerçekleştirildiğini, İslahiye'nin bu atılımın
dışında düşünülemeyeceğini ifade eden Kır, "Yesemek
Açık Hava Müzemiz var. Geçen yıl ziyarete açtığımız
Tilmenhöyük Arkeoloji Parkı'na ilgi artıyor. Ayrıca
geçen ay Taşlıgeçit Arkeoloji Parkı'nı da ziyarete
açtık. Kazı yapılan ve kazı yapılacak önemli tarihi
yerleşim yerlerimiz var. Kültürel miras anlamında
bizden zengini yok ama turistiğimiz olmadığı da
doğru. Bu olumsuzluk ilçemizde turizm sektörünün
ihmal edilmesinden kaynaklanıyor. Bu ihmal sona
erdirilmeli, biz bunun için çaba harcıyoruz'' dedi.
Gaziantep 27 Gazetesi, 03.11.2010
|
|
|
BU KİLİSENİN YAPIMI 1882 YILINDAN BERİ SÜRÜYOR
Papa Benedict XVI, Katalonya'nın Barcelona şehrinde modern mimarinin öncülerinden sayılan Antonio Gaudi tarafından 1882 yılında yapılmaya başlanılan fakat Antoni Gaudi'nin 1926 yılında bir tramvayın altında kalarak ölmesi sonucu yarım kalan bir La Sagrada Familia'yı (Kutsal Aile) ziyaret edecek. Yapımı halen devam etmesi sebebiyle halk arasında "bitmeyen kilise" olarak da bilinen kilisenin yapımına, 1882 yılında halkın yardımlarıyla başlandı. Mimarinin bitmemesinin sebebi hala sembolik olarak halkın yardımlarıyla yapımına devam edilmesi ve Gaudi'nin karmaşık mimari tarzının çözülmesinin güçlüğü olarak biliniyor. Ayrıca binanın çizimlerinin ve ilk yapım yöntemlerinin de 19. yüzyıldan kalması sebebiyle günümüz teknolojisine uyarlanması da bir başka zorluk olarak dikkat çekiyor. Gittikçe dallanıp budaklanan ağaçlar şeklinde tasarlanmış olan yapının içine girildiğinde ormanda dolaşma hissi veriyor.
Bu arada Papa Benedict XVI, kilisede 47 bin kişiye; televizyonlarının başında da 150 milyon kişiye hitap etmesi bekleniyor. 7 Kasım 2010 tarihindeki ziyaretin toplam maliyetinin 500 bin euro olacağı tahmin ediliyor. 85 yaşında olan ve 44 yıldır kilisede çalışan baş mimar Jordi Bonet, kilisenin 2025 yılında tamamlanabileceğini söyledi.
Türkiye Gazetesi, 03.11.2010
|
"OPERA BİNASI YAPAMADIK AMA 3 BİN YILLIK SAHNEMİZ
OLDU"
Büyükşehir Belediyesi’nin Ulus
Bentderesi’nde başlattığı tarihi 5 bin kişilik Antik
Roma Tiyatrosu ortaya çıkarma çalışmaları
meyvelerini vermeye başladı.
Bu kapsamda bölgede tarihi dokuyu yeniden ortaya
çıkarmak ve çirkin görüntüyü ortadan kaldırmak için
başlattığı çalışmalarını sürdüren Büyükşehir
Belediyesi’nin, salaş durumda bulunan ve çirkin,
metruk bir görüntüye neden olan binaları bir bir
yıkmasıyla birlikte tarihi Antik Tiyatro da yavaş
yavaş gün ışığına çıkmaya başladı.
Bölgeyi karartan metruk biçimdeki binaların, tarihi
binalara ve çevreye zarar vermeden, profesyonel bir
şekilde yıkımının gerçekleştirildiğini, Antik
Tiyatro’nun üzerindeki tüm binaların bir bir
yıkıldığını kaydeden Büyükşehir Belediye Başkanı
Melih Gökçek, “Yıkımlar ilerledikçe Roma
devrinden kalma 5 bin kişilik Antik Tiyatro da yavaş
yavaş ortaya çıkmaya başladı. Ortaya tamamen
çıkmasının ardından da restorasyonunu yapıp, koruma
altına alacağız ve tarihe tanıklık yapan güzelliğini
yeniden sergileyeceğiz” dedi.
Daha önce de bölgede bulunan ve görüntü kirliliğine
neden olan, tarihi örten Kültür ve Turizm
Bakanlığı’na ait dört katlı binayı, İlksan
Öğretmenevi’ni, Anıl Otel’i ve çevredeki altı binayı
yıkan Büyükşehir Belediyesi, yapılan çalışmalarla
bölgenin tarihe tanıklık eden dokusunu adım adım
ortaya çıkarıyor.
Gökçek, “Bu bölge birinci derecede arkeolojik kazı
alanı, bu kapsamda da kazı çalışmaları uzman
ekiplerce, Müze Müdürlüğü ile Büyükşehir Belediyesi
tarafından yürütülmekte. Ortaya çıkarılmaya
çalışılan tarihi eser de Roma döneminden kalma bir
antik tiyatro. Bunun 5 bin kişilik olduğu
söyleniyor. Bu antik tiyatroyu açığa çıkarıp
Ankaralıları tarihi ile buluşturmak istiyoruz” diye
konuştu.
Hürriyet, 03.11.2010
|
DİVRİĞİ ULU CAMİİ GECE
DE KORUNACAK
UNESCO'nun Dünya Kültür Mirası Listesi'ndeki Divriği
Ulu Camii ve Darüşşifası'nın gece saatlerinde
korunması için 2 özel güvenlik görevlisi tahsis
edildi.
UNESCO'nun listesinde Türkiye'den 9 doğal ve
kültürel varlık arasında ilk 3'te yer alan, Avrupalı
bilim adamlarınca Anadolu'nun Elhamrası olarak
görülen ve ''Görmeden Ölmeyin'' sloganıyla tanıtılan
tarihi yapının gece de korunması için çalışma
başlatıldı.
Bu kapsamda Kültür ve Turizm Müdürlüğü'nün talebi
üzerine İl Özel İdare Müdürlüğünün de desteğiyle
20.00-08.00 saatleri arasında tarihi yapının
korunması için 2 özel güvenlik görevlisi tahsis
edildi.
İl Kültür ve Turizm Müdürü Kadir Pürlü, önceki
yıllarda yaşanan hırsızlık olaylarının gece
saatlerinde meydana geldiğini belirterek, bu yüzden
böylesi muhteşem bir eserin korunmasız olmasına
kayıtsız kalamadıklarını söyledi.
Pürlü, ''Ulu Camii ve Darüşşifası için en büyük
tehlike değerli eserlerin çalınma olasılığı.
Özellikle cami içerisinde çok değerli eserler var.
Bu eserlerin korunması kadar, cami etrafına zarar
verebilecek her türlü tehlikeye karşı da tedbir
alıyoruz. Güvenlik görevlilerimiz dönüşümlü olarak
görevlerini yapacaklar'' dedi.
Bu arada özgün mimarisi, estetik, kültürel ve
evrensel değeriyle 13. yüzyılda kadın-erkek
eşitliğini simgeleyen anıt olarak nitelendirilen
tarihi yapının yer altından takibi için başlatılan
çalışmalar da devam ediyor.
Anadolu beyliklerinden Mengücekoğulları döneminde
hükümdar Süleyman Şah'ın oğlu Ahmed Şah tarafından
1228'de yaptırılan Divriği Ulu Cami ve bitişiğine
Behram Şah'ın kızı Melike Turan Melek tarafından
aynı yıl yaptırılan darüşşifa, inanç ve tarih
turizmi açısından önemli bir eser olarak
gösteriliyor.
Sivas Hürdoğan,
02.11.2010
|
İSHAKPAŞA SARAYI'NIN RESTORASYON VE ÇEVRE
DÜZENLEMESİ İHALEYE ÇIKIYOR
İshakpaşa Sarayı'nın
restorasyon ve çevre düzenlemesi için 22 Kasım günü
ihale yapılacağı belirtildi.
Konu ile ilgili açıklamada bulunan Ağrı Kültür ve
Turizm Müdürü Muhsin Bulut, İshakpaşa Sarayı'nın
çevre düzenlemesi ile elektrik, makine işlerinin
yanı sıra, caminin restorasyonu, ambarların
düzenlenmesi, sarayda bulunan çeliklerin
kaldırılması ve güçlendirilmesi ile güvenlik sistemi
gibi iş ve işlemler için ayın 22'sinde ihale
yapılacağını belirtti. İshakpaşa Sarayı'nın gelecek
kuşaklara aktarılması için sarayın şimdiki halinin
korunmasının aciliyet arzettiğini vurgulayan Bulut,
yapılacak işlerin bu kapsamda olacağını dile
getirdi. Bulut, çalışmaların bölgeye ilgiyi daha da
arttıracağını belirterek, geçen yıllarda yapılan
restorasyonların bunun en güzel örneği olduğunu
kaydetti. Öte yandan sarayın restorasyon ve çevre
düzenlemesi ihalesinin 22 Kasım Pazartesi günü saat
10.30'da Kültür Varlıkları Müzeler Genel
Müdürlüğü'nde yapılacağı bildirildi.
Zaman, Haber: Metin Göktekin, 02.11.2010
|
AHİ EVRAN ÜNİVERSİTESİ ANKARA'DA KAZI YAPACAK
Kırşehir Ahi Evran Üniversitesi Arkeoloji Bölümü ile
Kültür ve Turizm Bakanlığı, Ankara’nın Gölbaşı
İlçesi'nde bir höyükte kazı çalışması başlatacak.
Gölbaşı-Konya yolunda bulunan Karaoğlan
Mahallesi’deki höyükte Atatürk’ün emriyle o dönem
başlatılan çalışmalar, teknik ekipman eksikliği
nedeniyle yarıda kalmıştı. O dönem sürdürülen
kazılarda klasik dönem Hitit, İlk Tunç Çağı ve
Kalkolitik dönemlere ait eserler bulundu ve Ankara
Anadolu Medeniyetler Müzesi’nde sergilenmeye
başlandı.
Höyükte yapılan kazılar hakkında bilgi veren Ahi
Evran Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Öğretim
Görevlisi Yrd. Doç.Dr. Gülçin İlgezdi, höyüğün
turizme kazandırılması amacıyla araştırma ve
inceleme yaptıklarını, kazıya 2 yıl içinde
başlanmasının planlandığını bildirdi.
İlgezdi, “Höyüğün bulunduğu alan Ankara ve
Gölbaşı’nın eski yerleşim alanlarına sahip bir yer.
Höyüğün biran önce kazı çalışmalarına başlayarak,
Ankara ve Gölbaşı’nın tarihini gün yüzüne çıkartmaya
çalışacağız.” dedi.
Gölbaşı Karaoğlan Höyüğü’nün, yapılan kazılar ve
araştırmalar sonucu, belki de Ankara ve çevresinin
en eski yerleşim alanının ortaya çıkabileceği
düşünülüyor. Karaoğlan Höyüğü'nde kazı çalışmalarının
20 yıldan daha fazla sürmesi bekleniyor.
Zaman, 02.11.2010
|
BAKANDAN MÜZE ÖVGÜSÜ
Kültür
ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, nisan-mayıs ayı
ortalarına kadar Türkiye genelinde 20'ye yakın
kültür merkezinin açılışını yapacaklarını
söyleyerek, Gaziantep Zeugma Müze'nin dünya'nın en
büyük müzesi olacağını belirtti.
Ayrıca iki büyük müzeyi bitirdiklerini anlatan
Günay, "Gaziantep Zeugma Müzesini en geç yıl başı
açacağız. Türkiye bu çerçevede dünyanın en büyük
mozaik müzesine Tunus'u geçerek sahip olacak. Çünkü
arkeoloji müzesi ve mozaik müzesi olarak
düşünülmüştü. Arkeolojiyi yerinde bırakarak
mozaiğiyi tamamen bu yeni binaya geçiriyoruz. O
yüzden çok büyük bir müze olacak" dedi.
Son günlerde ''Cumhuriyet Bayramı hediyesi'' gibi
basına yansıyan Atatürk'ün gerçek sesine ulaşılması
ve eski kayıtların yenilenmesinin de Kültür ve
Turizm Bakanlığının katkılarıyla olduğunu dile
getiren Bakan Günay, şunları kaydetti: ''O
görüntüler 2 bini aşkın film olarak bizim
arşivimizdeydi. Mimar Sinan Üniversitesi ile Telif
Hakları ve Sinema Genel Müdürlüğümüzün ortak
çalışması sonucunda hem Atatürk'ün sesine, hem
Kurtuluş Savaşı'nın ilk yıllarına hem de Osmanlı'nın
son döneminin belgesel niteliği taşıyan
görüntülerine ulaştık. Bütün bunlar kısıtlı mekanlar
içerisinde ve son derece kötü koşullar içerisinde
oluyordu"
Gaziantep 27 Gazetesi, 02.11.2010
|
5 MİLYON TL'YE RESTORASYONA ALINAN TARİHİ BİNADA
BÖLGE İDARE MAHKEMESİ HİZMET VERECEK
Erzurum'da 185 yıldır hizmet veren ve yıllarca
eski hükümet binası olarak kullanılan tarihi yapı
aslına uygun şekilde restore ediliyor. 5 milyon TL
harcanacak binada bölge idare mahkemesi hizmet
verecek.
Erzurum'da merkez Yakutiye Belediyesi karşısında
bulunan ve uzun süredir boş halde bekleyen tarihi
bina restore ediliyor. Resmi verilere göre 1825
yılında yapılan tarihi yapı 1989'a kadar valilik
binası olarak kullanıldı. Halk arasında eski hükümet
binası olarak bilinen tarihi bina maliye bakanlığı
tarafından tahsisi değiştirildikten sonra 1997-2007
arası devlet güvenlik mahkemesi (DGM) ve bölge idare
mahkemesi olarak hizmet verdi. DGM'lerin
kapanmasıyla bir süre 2. Ağır Ceza Mahkemesi olarak
hizmet veren bina 2007 yılının ikinci yarısından
itibaren bölge idare mahkemesi ve vergi
mahkemelerince kullanıldı. Yaklaşık 185 yıldır
ayakta duran tarihi binanın restorasyon projesi 3
yıl önce ihale edilerek 1930'lu yıllardaki mimari
yapısına uygun şekilde çizildi.
Bölge idare mahkemesi ise restorasyon ihalesi
nedeniyle yaklaşık 1.5 yıldır Dadaşkent'te bulunan
Bölge Adliye Binası'nda hizmet veriyor.
İhaleye 10 firmanın katıldığı ve yaklaşık
maliyetinin 5 milyon TL'yi bulduğunu açıklayan Bölge
İdare Mahkemesi Başkanı Yılmaz Akçil, ihaleyi alan
firmanın 500 gün içerisinde binayı teslim edeceğini
söyledi.
Restorasyon ihalesinin geçtiğimiz yıl planlandığını
ancak teknik nedenlerden ötürü 30 Mayıs 2010'a
ertelendiğini dile getiren Akçil, tarihi binada yine
bölge idare mahkemesinin hizmet vereceğini belirtti.
Tarihi binanın restorasyon çalışması hakkında da
bilgi veren Yılmaz Akçil, şöyle konuştu: "Binanın
dış cephesi kesme taşlarla süslenecek olup, iç
yapısına özgün malzemeler kullanılacak. Deprem
güçlendirilmesi de yapılacak binayı hiçbir masraftan
kaçınmayarak aslına uygun şekilde restore
ettireceğiz. Restorasyon bitiminde söz konusu tarihi
bina orijinal durumunu yansıtan ve şehrimizin en
güzel binalarından biri olacaktır."
Zaman, Haber: Selim Karahan, 01.11.2010
|
BU KAZI EFES VE MİLET'İ GÖLGEDE BIRAKACAK
Isparta'nın Yalvaç
İlçesi'ndeki Pisidia Antiocheia antik kenti
kazılarını yürüten Doç.Dr. Mehmet Özhanlı,
çalışmalar istedikleri düzeye geldiğinde Efes,
Sagalassos ve Milet gibi antik kentleri 'gölgede'
kalacağını bildirdi.
Süleyman Demirel Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi
Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi ve Kazı Başkanı
Doç.Dr. Mehmet Özhanlı, düzenlediği basın toplantısında,
Pisidia Antiocheia'nın Frigya bölgesinin en önemli
yerleşim alanlarından biri olduğunu belirtti.
Bölgede üç yıldır yürüttükleri kazı çalışmalarından
henüz istenen verimi sağlayamadıklarını dile getiren
Özhanlı, "Kazı çalışmalarımız istenilen düzeye
geldiği takdirde Efes, Sagalossos ve Milet gibi
bilinen antik kentler, buranın gölgesinde kalır"
dedi.
Bu yıl 135 gündür 60 kişilik bir ekiple kazı
çalışmalarını yürüttüklerini anlatan Doç.Dr. Mehmet
Özhanlı, bu yılki kazılarda Tiberius Meydanı ve
çeşmesini ortaya çıkardıklarını aktardı. Özhanlı, bu
yıl ayrıca kazı evini de tamamladıklarına dikkati
çekerek, "Bu yıl korunabilecek alanların kazılmasına
önem verdik. Bu doğrultuda yaptığımız çalışmalarda
Tiberius dediğimiz meydanı ve meydanda bulunan
anıtsal çeşmeyi gün yüzüne çıkardık. Meydanda
bulduğumuz bir kapı girişi ileride bir tapınağın
olduğu izlenimini verdi, ama bu yıl o kazıyı
yapmadık" dedi.
Kazılarda bazı buluntuların dikkate değer olduğuna
değinen Özhanlı, şu bilgiyi verdi:
"Bulduğumuz binlerce sikke, takı ve o döneme ait
günlük yaşama ait Erken Roma ve Geç Roma dönemlerine
ait eserler var, ancak bu eserler arasında ikisi
oldukça önemli. Bunlardan birisi fildişinden
yapılmış bir kadın figürü. Kucağında çocuk olan ve
bir elinde nar tutan figür. Diğer bir eserimiz de
Erken Roma dönemine ait bir taş balta. Bu eseri Geç
Roma dönemine ait eserler arasında bulduk. Bu, bize
Hıristiyanlığın resmi din olarak tanınmasından sonra
Bizans döneminde bu bölgenin yağmalandığını
gösteriyor."
TOKİ'nin konut yapacağı alanının da bir süre önce
sit alanı ilan edildiğini hatırlatan Özhanlı,
TOKİ'nin konut yapmaya hazırlandığı yerin, Pisidia
Antiocheia ile Men Tapınağı'nı birbirine bağlayan
kutsal yol üzerinde kaldığını söyledi. Böylesi bir
yere bina yapılmasını 'son derece yanlış' bulduğunu
ifade eden Özhanlı, alanın sit alanı ilan edilmesi
için kendisinin de öneride bulunduğunu kaydetti.
Kazı çalışmalarının hızlı şekilde yapılabilmesi için
genel idarenin yanı sıra yerel idare ve halkın da
desteğine ihtiyaç olduğunun altını çizen Özhanlı,
"Maalesef bu desteği yeterli alamıyoruz. Halka bu
alanda yapılan çalışmaları anlatmak için
Çınaraltı'nda toplantı yapmak istedim, ancak oradaki
esnaf ücret talep etti. Halbuki burada kazı
başkanlığı yaptığım için bir kuruş ücret almıyorum.
Ben ülkem için çalışıyorum" dedi.
Özhanlı, gelecek yıl kazı çalışmalarının mayıs
ayında başlayacağını, ayrıca 2012 yılında Yalvaç'ta
Uluslararası Saint Paul Sempozyumu düzenleneceğini
sözlerine ekledi.
Habertürk, 01.11.2010
|
AYDIN'DA TARİHİ MEZARLAR BULUNDU
Aydın’ın Bozdoğan İlçesi'ne bağlı Yazıkent Beldesi’nde iş makineleri ile çevre düzenlemesi yapan belediye ekipleri oda yer altında bir şehre andıran oda mezarları buldu. İskeletleri halen bozulmamış olan ve Lidyalılardan kalma olduğu tahmin edilen mezarlar koruma altına alındı.
Edinilen bilgiye göre bugün sabah saatlerinde Yazıkent Kasabası Kızılçakır Mahallesi’nde iş makineleri ile çevre düzenlemesi yapan belediye ekipleri, çalışma sırasında büyük bir kaya parçası yerinden oynayınca, zeminde büyük bir boşluk olduğunu tespit ettiler.Bunun üzerine çalışmaya ara veren ekipler durumu Belediye başkanı Adem İlkutlu’ya bildirdi. Bölgeye gelen Başkan İlkutlu, yerin altındaki tarihi yapıdaki oda mezarlarındaki iskeletleri görünce durumu yetkililere bildirildi.
Oda şeklindeki mezarlarda çok miktarda iskeletin bulunduğunu ve anne-baba ve çocuklardan oluşan iskeletlerin, asırlar önce bırakıldığı gibi durduğunu belirten Yazıkent Belediye Başkanı Adem İlkutlu, “Yazıkent Beldesi Kızılçakır Mahallesi Tarihi Asar Kalesi’nin eteğinde bir bölge. Burada Lidyalıların yaşadığını biliyoruz. Kesin kararı uzmanlar verecek ama, bana göre bu büyük oda mezarlar da Lidyalılar döneminden kalma. Bugün ortaya çıkan mezar içten girmeli iki oda şeklinde. Odalarda yan yana çok sayıda iskelet var. Yetişkin iskeletleri olduğu gibi çocuk iskeleti de bulunuyor. Bu bize göre bir aile mezarı imiş. İskeletlerin üzerine sadece oda mezarının üstünde asırlar boyunca dökülmüş tozların oluşturduğu bir kütle var” diye konuştu.
Haber Ekspres, 01.11.2010
|
|
"HERKES CARAVAGGIO OLMAK İSTER"
Çağdaş resmin yükselen yıldızı olarak ilan edilen
Miamili Küba asıllı 32 yaşındaki Hernan Bas, Lehmann
Maupin galerisinin beşlisinden biri olarak
İstanbul’daydı. Miami çağdaş sanat dünyasına dahil
oldu diye Detroit’e taşınan Bas’ı, şöhret ve
getirdikleri hiç ilgilendirmiyor. Bas, dandyliğe
duyduğu merakını anlattığı bir de konuşma yaptı
Borusan Müzikevi’nde. Gece uçurtma uçuranlar, ormanı
idare eden orkestra şefleri, güneş gibi doğan
oğlanlar, istiridye kayıklar, kuğuların çektiği
nehir faytonlarıyla Bas resmi kalabalık ve
hataperver. Bu resim aynı zamanda James Ensor, Van
Gogh, De Kooning gibi pek çok ismin gönüllü
mirasçısı.
Resimden bir araç olarak beklentiniz nedir?
Aslında kavramsal bir araç benim için resim. Tıpkı
bir fikri anlatmak için yapabileceğin bir heykel
gibi. Aslında ben fotoğrafçıydım.
Sizin keşfedilme hikayenizi merak ediyorum
aslında...
Doğru zamanda doğru yerde, Miami’de bulunduğum için
sanırım. Gençlerin sanatı da aynı zamanda yükseldi.
Aslında benim keşfedilmem, Miami’nin keşfedilişiyle
oldu. New York’ta olup biterdi her şey, ta ki Basel
Fuarı Miami’de açılana kadar. Miami sanata açıldı.
Ve herkes Miami’ye geldi.
Master painter –büyük ressam- olmak
istiyorum, diyorsunuz.
Bence bütün resim yapanlar öyle diyordur. Caravaggio
olmak istenir. Sonuçta benim de çok etkilendiğim
ressamlar muhtemelen Michelangelo’ya özeniyorlardı.
Bu böyle bir şey. Büyük ressamlar gibi resim yapmak
isterim, ustalıkla ama resimlerim aracılığıyla ifade
etmek istediklerimin o kadar da ustaca boyanması,
gözükmesi gerekmiyor öte yandan. Ben resim yaparken
çok eğleniyorum. Fotoğraf da öyleydi, tasarlamak
zevkliydi. Resimde de kendi imgelerimi kendim inşa
ediyorum. Elbette hatalar oluyor ve itiraf edeyim en
sevdiğim resimler en çok hata olan resimler...
Bu tam da bu dönemin ruhunu barındıran bir
resim anlayışı. Bir hatadan başka hatalar doğuran...
Resmin çok uzun bir tarihi var. Bir ressam olarak ne
kadar benim bu tarihle bir ilgim yok deseniz bile
ilginiz vardır. Benim resmimin bazı bölümleri Rothko
gibi...
Sizin resminizi bir fuar kalabalığında
görsem sizi Miamili değil de Leipzigli sanabilirdim.
Ama sonra resminizi inceledim ve sizin neyin Miamili
yaptığını buldum. Bitmemişlik. Limitsiz tuval...
William De Kooning’i de gördüm resminizde.
Doğru. New York okulu soyutla başlayan ve Pollock
geleneği ve daha çok Kooning bana yakındır.
Amerikalı ressam oldun mu acayip ağır bir yükün var.
O gelenekten geliyorsun. Sonuçta onunla kaçınılmaz
bağların, sizin de kurduğunuz gibi paralelliklerin
var. Andy Warhol geleneği de var bu arada maço
ressam geleneğinin çok dışında olan. Ben kavramsal
olarak Andy Warhol gettosundanım ama iş boyamaya
gelince öbür gruptanım.
Andy Warhol gettosu eli, yani mahareti
sevmiyordu diyebilir miyiz? Günümüz sanatı eli şart
kılmıyor ama siz elinizle üretiyorsunuz?
50 yıl boyunca sanat dünyasında üretilen en iyi
işler, sanatçının elini sürmediği işlerdi. Mesela
Jeff Koons’un Puppy heykeli gibi ya da Balloon
Flower’ı. Oradaki fikir o kadar kuvvetli ki
sanatçının dokunmasına gerek kalmıyor sanırım.
Galiba çok zekice eğer nasıl yapılacağını bilmiyorsa
onu yapan birini bulması açısından. Bence çok iyi.
Jeff Koons’un resimlerini 100 kişi yapıyor,
Murakami’ninkileri de öyle... Ama benim tarzdaki
resim buna uygun değil.
Popüler ve küresel bir ‘yükselen yıldız’
olmakla ilgili hissiniz nedir?
Miami’de doğup büyümek bir bakıma şöhretten uzak
tutuyor. Bu iyi. O hip sanatçılar ve onlara
bayılanlar ekibinden, dergilerden filan koruyor. Ben
bu tür şeylerle hiç ilgilenmem. Atölyemde resmimi
yaparım. Resimlerimin satması iyi, büyük bir atölye
tutabiliyorum ve yaşıyorum.
Çok satıyor olmak baskı yaratmıyor mu?
Bazen... Daha soyut yapmak istiyorum bazen sanki
kendimi tutuyorum satmıyor diye. Çok soyut bulursam
yaptığımı hemen bir oğlan çocuğu ekliyorum. Oluyor.
(Gülüyor) Çok yavaş adımlar atıyorum.
Müzikte çok normal, birilerinin başka
birilerini çağrıştırması. Ama resim sanatında bu çok
sevilmez.
Bilmem. Herhalde orijinallikten ne anladığımızla
ilgili... Cecil Brown, De Kooning’le çok kıyaslanır
evet ama onu çok iyi anladı ve başka bir yere
taşıdı. Benim için benden önce ne olmuş çok zaruri.
Önümü görmek için gerekli. İlk sen yoktun. Hiçbir
şey orijinal değildir.
Siz figürden ne bekliyorsunuz?
Aslında kaybolmasını istiyorum son zamanlarda.
Sanırım şu sıra ondan kurtulmak da benim için bir
meydan okuma olacak. Resim geleneğine baktığınız
zaman, De Kooning mesela, figürsüz de bir hikaye
anlatabilir. Sanırım ben de bunu yapmak istiyorum.
Figürlerimin kaynağı, çocukken okuduğum çizgi
romanlardaki figürlerdi.
Müze gezer misiniz?
Kitap okumayı seviyorum. Sanatçı monografileri
özellikle. Bir isimle ilgili ama başka bir isim
geçiyor ona bakıyorum. Her sanatçı, kendinden önceki
birinin yeniden uyanışıdır. Bazen bir sanatçı, sırf
bu yüzden geçmişteki bazı sanatçıların tanınmasını
sağlar. Benim için, benim resmimin tarihle diyalog
içinde olması çok önemli. Benim bir sonraki De
Kooning olmam gerekmiyor. Bir sanat öğrencisi işimi
gördüğünde bir başkasına gösterip ‘Bunu gördün mü?’
desin yeter. Dergilerin kapağında olmaktan çok daha
iyi.
Radikal Hayat, Haber: Ayşegül Sönmez, 01.11.2010
|
|
"TÜRKLER TAMİR EDECEĞİNE YIKILSIN DAHA İYİ"
Rum Ortodoks Kilisesi Başpiskoposu Hrisostomos, KKTC'deki bir manastırın Türk Vakıflar İdaresi tarafından restore edilecek olmasına, "Türkler tamir edeceğine yıkılsın daha iyi!" diyerek tepki gösterdi.
Rum Ortodoks Kilisesi Başpiskoposu Hrisostomos, KKTC'deki bir manastırın restorasyon çalışmalarının Kıbrıs Türk Vakıflar İdaresi tarafından yapılacak olmasına sert tepki gösterdi. Rum Başpiskopos, "Manastır Türkler tarafından tamir edileceğine yıkılsın daha iyi" dedi. Rum başpiskopos, Kıbrıs Türk Vakıflar İdaresi'nin Dipkarpaz'daki Apostolos Andreas Manastırı'nın restorasyon çalışmaları için ihaleye çıkmaya hazırlandığını söyledi.
Başpiskopos, "Manastır Rum kilisesinin malıdır. Restorasyonu bizim üstlenmemiz gerekir. Türk Vakıflar İdaresi tarafından restore edileceğine yıkıldığını görmek daha iyi" dedi. Manastırın restorasyonu konusunda inisiyatifin Birleşmiş Milletler ve Güney Kıbrıs'taki Amerikan Büyükelçiliği'nde olduğunu belirten Hrisostomos, kilisenin Türk Vakıflar İdaresi'ni muhatap almayacağını savundu. Başpiskopos bu çerçevede vakıflar idaresinin görüşme talebini reddettiklerini belirti.
KKTC'nin Karpaz Burnu'nda yer alan Apostolos Andreas Manastırı Hıristiyan dünyasının en önemli ibadet yerlerinden biri olarak kabul ediliyor.
Radikal, 01.11.2010
|
KIZLAR SARAYI TURİZME
KAZANDIRILACAK
Amasya'da Harşene Dağı
üzerinde uzunca bir süredir atıl pozisyon bulunan
Kızlar Sarayı, Amasya İl Özel İdaresi tarafından
turizme kazandırılacak.
Samsun Kültür ve Tabiat
Varlıklarını Koruma Kurulu'nun onayından geçen proje
ile Kızlar Sarayı olarak bilinen alandaki eski ahşap
binanın yıkılarak yerine birebir benzerinin inşa
edildiğini belirten Amasya İl Özel İdaresi Genel
Sekreteri Mustafa Bolat, “Binanın inşa çalışmalarını
en geç bir ay içerisinde tamamlayacağız. Sonrasında
turizm amaçlı hizmet vermesi koşuluyla 5 yıllığına
ihaleye çıkaracağız” dedi.
İmar ve Kentsel
İyileştirme Müdür Vekili İsmail Bingöl ile birlikte
çalışmaları yerinde inceleyen Genel Sekreter Bolat,
Kızlar Sarayı'nın inşasına yaklaşık 200 bin lira
harcanacağını kaydetti.
Amasya Kent Haber,
03.11.2010
|
|
MÜTEFERRİKA BASKISI CİHANNÜMA SATILIYOR
7 Kasım’da Point Hotel Barbaros’ta düzenlenecek
müzayedede ilk matbaamız olan Müteferrika tarafından
basılmış ve Osmanlı Coğrafya tarihimizin en önemli
eserlerinden biri olan 1731 Cihannüma kitabı satışa
sunulacak.
Pazar Mezatı, bu haftasonu Point Otel Barbaros’a
taşınıyor. PM Müzayede Evi’nin 7 Kasım’da
düzenleyeceği Büyük Pazar Mezatı’nda Türk Matbaa
tarihinin en önemli kitaplarından birisi olan Katip
Çelebi’nin Müteferrika baskısı Kitab-ı Cihannüma en
çok dikkat çeken eserler arasında. Yine aynı konu
başlığında 18. yüzyıldan bu yana Türkiye ve Osmanlı
ile ilgili yazılmış nadir seyahatnameler,
İstanbul ve Osmanlı İmparatorluk haritaları gibi
nadir ve önemli parçaların yanı sıra birçok kitap,
gravür, obje ve fotoğraf da satışa sunulacak.
Zengin ve çok farklı eser çeşidi ile sadece
koleksiyonerlerin değil, tarihin arka odalarında
gezinmeyi seven tüm meraklıların dikkatini çekecek
mezatta Hicaz bölgesinin basılı ilk Mekke ve Medine
planları, 1. Dünya Savaşı’nda Osmanlı
İmparatorluğu’nun Almanya ve Avusturya ile yaptığı
ittifak neticesinde o yıllarda hazırlanmış hediyelik
objeler ve kartpostallar, Osmanlı hanedanının
yurtdışına çıkmasından sonra sisler arkasında kalmış
aile hayatlarından kesitler sunan hanedan
fotoğrafları, Osmanlı sanatından seçkin hat
örnekleri dikkat çeken diğer eserler arasında.
Ayrıca havacılık ve denizcilik tarihimizden
bilgiler sunan fotoğraflar, mutfak kültürü eksenli
belge ve objeler, Mimar Albert Gabriel’in Anadolu
şehirleri üzerine monografileri, sular altında
kaldığı için tarihten silinen Adakale’de yapılmış
son derece nadir bir parça olan tütün kutusu ve 100
senelik bilyeli Neptün gazoz şişesi müzayedenin en
ilginç parçaları arasında bulunuyor.
Müzayedenin diğer bir özelliği de basılı bir
katalog üretilmemiş olması. Kağıdın, bilhassa eski
kağıdın, kıymetini bilen kişiler olarak, müzayede
yönetimi daha fazla kağıt harcamamaya karar verdi.
İnternet ortamında yüksek çözünürlükte yayınlanan
eserler detayları ile birlikte
www.buyukpazarmezati.com adresinde
incelenebiliyor. İsteyenler tüm eserleri 6 Kasım
kadar Point Hotel Barbaros Sahaf Kütüphanesi
bölümünde inceleyebilir.
Hürriyet, 01.11.2010
|
500'Ü AŞKIN ESER SATIŞA ÇIKTI, SANATA 25 MİLYON LİRA
AKACAK
Dünyada çağdaş sanat eseri satışında ilk
10’a yerleşen Türkiye’nin bu alandaki potansiyeli
hızla artarken, çağdaş sanat piyasası, kasım ayında
2 büyük müzayedeyle hareketlenecek. Beyaz
Müzayede’nin 333 eserlik, Antik A.Ş’nin ise 185
eserlik koleksiyonlarıyla bir haftada 500’ü aşkın
eser sanatseverlerle buluşacak. Tamamı açılış fiyatı
üzerinden satılsa bile çağdaş sanata 25 milyon lira
aktarılacak.
SON
dönemde Burhan Doğançay’ın ‘Mavi Senfoni’ isimli
eserinin 2.2 milyon liraya satılmasıyla rekor
rakamlara ulaşan ve dünyada çağdaş sanat eseri
satışında ilk 10’a yerleşen Türkiye’nin düzenlenen
müzayedelerle de bu alandaki potansiyel hızla
artıyor. Türk çağdaş sanat piyasası, kasım ayını 2
büyük müzayede ile karşılayacak. Beyaz Art, 6 Kasım
Cumartesi ve 10 Kasım Çarşamba günü toplam 333
eserden oluşan 13’ncü Beyaz Müzayede’yi düzenlerken,
Antik A.Ş ise 185 eserden oluşan ‘Müze gibi
Müzayede’yi 7 Kasım Pazar günü düzenleyecek. Bu iki
müzayede ile bir haftada 500’ü aşkın eser
sanatseverlerle buluşurken, eserlerin tamamının
açılış fiyatı üzerinden bile satılması halinde 25
milyon liralık rakama ulaşılacak.
Çağdaş sanatın başyapıtlarını buluşturan bu iki
müzayedenin ortak noktası, en yüksek açılış
fiyatının 900 bin TL olması. Antik A.Ş.’nin
düzenlediği müzayede en yüksek açılış fiyatıyla
satışa çıkacak olan eser, Türk soyut resminin
Paris’teki önemli temsilcilerinden Mübin Orhon’un
1962 tarihli yağlıboya soyut çalışması olacak. Mübin
Orhon’un bilinen en büyük ebatlı eseri, 900 bin TL
açılış rakamı ile satışa sunulacak. Beyaz
Müzayede’de ise, Çağdaş Türk resminin en değerli
kadın
ressamı Fahrelnisa Zeid’in eseri, 600 bin ile 900
bin TL arasındaki fiyat aralığıyla en yüksek açılış
olacak. Fahr El Nisa Zeid’in bir başka yağlıboya
soyut çalışması ise Antik A.Ş’nin müzayedesinde yer
alacak. 1950-53 tarihli bu eser 750 bin TL açılış
rakamıyla satışa sunulacak. Burhan Doğançay’ın
‘Kurdeleler’ konulu 4 adet eseri ile Neşet Günal’ın
‘Korkuluk’ eserinin yanı sıra, Mehmet Güleryüz’ün
‘The Fall’ ve ‘Sarı Oda’ isimli eserleri ilk kez
sanatseverlerin beğenisine sunulacak.
13’ncü Beyaz Müzayede’nin 2 ayrı bölüm olarak
gerçekleştirileceğini söyleyen Beyaz Müzayede’nin
kurucusu Aziz Karadeniz, şunları söyledi:
“Müzayedede çok sayıda önemli eserin yer almasından
dolayı 2 bölüme ayırdık. 333 eserin 254 adetini 6
Kasım’da gündüz müzayedesi olarak düzenlerken, 79
eserin satışını da 10 Kasım’da akşam müzayesi olarak
yapacağız. Akşam müzayedeleri yurtdışında sıkça
uygulansa da, Türkiye’de biz ilk kez yapacağız.
Akşam müzayedelerini yaygınlaştırmaya çalışacağız.
2009 yılında geçtiğimiz fiyat aralığı uygulamasıyla
da eserler için tahmini bir fiyat aralığı
belirliyoruz. Buna göre, tüm eserlerin satışından
11-15 milyon lira arasında
satış
rakamı bekliyoruz.”
Antik A.Ş. Yönetim Kurulu Başkanı Turgay Artam,
Çağdaş Sanat Eserleri Müzayedesi’nde toplam 10
milyon liranın üzerinde açılış fiyatına sahip 185
eserin sanatseverlerle buluşacağını belirterek, şu
bilgileri verdi: “Eğer bu koleksiyonun tamamını,
daha önce hiç eser satın almamış birisi alırsa, en
iyi
koleksiyona sahip olacak. 7 Kasım’da Swissotel’de
düzenleyeceğimiz müzayede için yurtdışında
yayınlanan sanat dergileri, gazeteler ve internet
sitelerinde tanıtımlar yaptık. Bunun üzerine sadece
bu müzayede katılmak için yurt dışından gelecek
koleksiyoncular bulunuyor. Ayrıca bu koleksiyonu
herkesin görebilmesi için Antik A.Ş’nin Maçka’daki
binasında sergilemeye başladık. Bu sergi nedeniyle
de ‘müze gibi müzayede’ ismini verdik.”
Antik A.Ş. Yönetim Kurulu Başkanı Turgay Artam,
Maçka’da 27 Ekim’den itibaren sergilenen 185 eserin
yoğun ziyaret aldığını belirterek, “Biz de süreyi
uzun tuttuk. Her gün 500’ün
üzerinde ziyaret alıyor. 27 Ekim’den itibaren toplam
7 bin 500 kişi ziyaret etti. Ayrıca, sanatçıları
tanıtmak açısından yabancı dergilere verdiğimiz
reklamlar sayesinde de internet sitemize
yurtdışından 1100 ziyaret oldu. Bu gelişmeler çok
sevindirici” dedi.
Beyaz Müzayede’nin, 333 eser için katalogları 5 ayrı
kapakla hazırladığını ifade eden Aziz Karadeniz,
“Daha önce de 1’den fazla kapakla katalog çıkaran
Beyaz Müzayede, bu sefer 5 kapak ile sanatseverlere
ulaşıyor. Kapaklarda Fahr el Nisa Zeid, Ömer Uluç,
Adnan Çoker, Neşet Günal, Hakkı Anlı yer alıyor.
Müzayedede kapak olabilecek 10’dan fazla eser vardı
ancak 10 ayrı kapakla katalog basmak ve
sanatseverlere ulaştırabilecek kadar zamanımız
olmadığı için 5 kapak hazırladık” diye konuştu.
Türkiye'de satılan eserlerin fiyatları için yüksek
dendiğini ancak daha işin başında olunduğunu anlatan
Turgay Artam, şöyle konuştu: “Örneğin 7 Kasım’da
yapacağımız müzayedede Mehmet Güleryüz’ün bir
başyapıtını satışa çıkarıyoruz. Mehmet Güleryüz’ün
toplam 500 eseri var. Eğer bu sanatçının eseri bir
Avrupa ülkesinde olsaydı tablonun açılış fiyatı 5
milyon Euro ile 10 milyon Euro arasında olabilirdi.
Biz 300 bin liradan başlatıyoruz. Artık fiyatlar
katlayarak artacak. Alıcılar için tabloları almak da
fırsat gibi oluyor. Çünkü parası olanlar da almak
için eser bulamayacak. Neden fiyatlar yüksek
diyorlar. Nedeni bu. Hem de önemli bir yatırım
yapmış olacaklar.”
Hürriyet, Haber: Emel Kara, 01.11.2010
|
|
BELGELER KOPYALANACAK
TOBB Hatay Genç Girişimciler Kurulu Başkanı Çağrı Belibağlı, İskenderun Ticaret ve Sanayi Odası'nda (İTSO), proje için gerekli izinlerin alınmasını sağlayan ABD'nin Virginia Eyaleti Senatörü Ryan T. McDougle ile projenin bu ülkedeki danışmanlığını yapan Virginia Commonwealth Universitesi Sosyoloji Bölümü Dekanı Doç.Dr. Robyn Lynn Diehl ile basın toplantısı düzenledi.
Belibağlı, toplantıda, Başbakanlık'ta görevli bir arkadaşı ile hazırladıkları projeyle, 8 bin 500 eserin kopyalanmasının 369 bin dolar karşılığında gerçekleşeceğini, bu projeye Türk Tanıtma Fonu'nun 100 bin dolarla destek vereceğini, TOBB ve Yunus Emre Vakfı'nın da katkı sunacağını açıkladı.
Yaptıkları incelemede, 138 milyon eserle Dünya'nın en büyük kütüphaneleri arasında gösterilen ABD Kongre Kütüphanesi'ndeki 8 bin 500 belgenin Ankara'daki Milli Kütüphane'de bulunmadığını belirlediklerini ifade eden Belibağlı, “Projedeki amaç o belgeleri kopyalayıp kitap ve CD olarak hazırlamak. Biz bu projenin, Anadolu'da yaşananların tanınması, Ermeni iddialarının açığa kavuşturulmasına ve özellikle de Hatay için önem taşıyacağına inanıyoruz” dedi.
Proje için gerekli izinlerin alınmasını sağlayan Virginia Eyalet Senatörü McDougle de, toplumlarda tarihi konularda, bir takım duygusal hassasiyetler olabileceğini, ancak global dünyada yaşayanların, barış ortamına zemin hazırlaması gerektiğini ifade etti.
McDougle, sözde Ermeni soykırım iddialarına ilişkin bir soru üzerine de global dünyada barış içinde yaşanması gerektiğini belirterek, “Geçmişi çok fazla sorgulamamalıyız” ifadelerine yer verdi.
Hürriyet, 01.11.2010
|
TOPKAPI SARAYI'NDA
MARMARAY DEPREMİ
Dünyanın en önemli
projelerden biri
sayılan Marmaray,
Topkapı Sarayı’nı
tehdit ediyor. Saray
kompleksinin
altından geçen tünel
kazısı nedeniyle
Sur-u Sultani olarak
bilinen tarihi
yapılarda büyük
çatlaklar meydana
geldi. Gülhane Parkı
içerisinde yer alan
İslam Bilim ve
Teknoloji Tarihi
Müzesi, çok sayıda
çatlak nedeniyle
çökme tehlikesiyle
karşı karşıya. Müze
her an
kapatılabilir.
Marmaray’ın tarihi
surlara verdiği
zarar Kültür ve
Turizm Bakanı
Ertuğrul Günay’ın da
gündeminde ilk
sırada yer alıyor.
Geçen hafta müzeye
gelerek çatlakları
yerinde inceleyen
Günay, Koruma
Kurulu’nun acil
toplanmasını istedi.
Yetkililerden bilgi
alan Bakan Günay’ın
gündeminde tarihi
eserleri tahliye
etmek ve müzeyi
kapatmak var.
Günay’ın olası çökme
ve can kaybı
ihtimalini göz önüne
alarak bir an önce
müzenin
kapatılmasını
istediği de
söyleniyor. Yıldız
Teknik
Üniversitesi’nden
bir heyet müzede
inceleme yaptı.
Çıkacak rapora göre
ne yapılacağına
karar verilecek.
Marmaray projesini
yürüten firmadan
mühendisler de
müzedeki çatlakları
yakından inceliyor.
Çatlaklara
yerleştirilen çok
sayıda monitör
aracılığıyla
çatlakların nasıl
genişlediği saniye
saniye izleniyor.
Marmaray
çalışmalarının
Topkapı Sarayı’nın
ana bölümlerine ne
derecede etki ettiği
konusunda ise henüz
bir veri yok.
Yetkilileri asıl
endişelendiren ise
bu ihtimalin de
yüksek olması. Tünel
kazısının bir yönü
tamamlandı. İkinci
yönünün kazı
çalışmalarına yeni
başlandı. Bu nedenle
hasarın artacağı
belirtiliyor.
Türkiye’de asrın
projesi olarak
nitelendirilen ve
Boğaz’ın iki
yakasını demiryolu
hatları ile
birleştirecek olan
Marmaray’da ilk kez
bu kadar büyük
tedirginlik
yaşanıyor. Çünkü
hattın şu anda süren
tünel ve istasyon
açma faaliyetleri
Topkapı, Ayasofya
Camii gibi eserlerin
yakınında
sürdürülüyor.
Topkapı Sarayı esas
itibariyle Gülhane
Parkı’nı da içine
alan geniş bir
kompleksten
oluşuyor. Bu
kompleksi çevreleyen
dış surlara da Sur-u
Sultani denilmekte.
Bugün İslam Bilim ve
Teknoloji Tarihi
Müzesi olarak
kullanılan yapı,
Osmanlı zamanında
Has Ahırlar olarak
anılıyordu. Burada
padişahın ve
Enderun’daki yüksek
rütbeli kişilerin
bindiği seçme atlar
bulunuyordu. Bu
bölümde ayrıca, Ahır
Emini ile diğer üst
düzey yöneticilerin
odaları da yer
alıyordu.
Has ahırlar geniş
bir restorasyondan
geçirildikten sonra
Prof.Dr. Fuat
Sezgin’in
öncülüğünde İstanbul
Büyükşehir
Belediyesi ve Kültür
Bakanlığı’nın ortak
çalışması sonucu
Mayıs 2008’de İslam
Bilim ve Teknoloji
Tarihi Müzesi olarak
hizmete açıldı.
Müzede Müslüman
bilginlerin
astronomi, coğrafya,
deniz bilimleri,
optik, kimya, fizik
ve savaş teknolojisi
alanlarındaki
eserleri ve
cihazları
sergileniyor. Müze
her gün yüzlerce
kişi tarafından
ziyaret ediliyor
Radikal, Haber: Muhittin
Danış, 01.11.2010
******
"ÇATLAMA TOPKAPI
SARAYI'NDA DEĞİL, BAŞKA MÜZEDE OLDU"
Kültür ve Turizm
Bakanı Ertuğrul Günay’ın bir protokol imza töreninde
gazetecilerin, “Marmaray kazısının Topkapı
Sarayı’nın surlarında çatlaklar meydana getirdiği”
yönündeki sorusu üzerine yaptığı açıklamada adı
geçen müzenin Topkapı Sarayı Müzesi değil, İslam
Bilim ve Teknoloji Müzesi olduğu bildirildi.
Kültür ve Turizm Bakanlığı
Basın
ve Halkla
İlişkiler Müşavirliği’nden yapılan açıklamada,
bakının soruları yanıtlarken
Topkapı Sarayı
Müzesi’nden bahsetmediği belirtildi.
Milliyet, 02.11.2010
******
MARMARAY KAZISI, İSLAM
TARİHİ MÜZESİ'Nİ ÇATLATTI
Halkalı'yı Gebze'ye
kesintisiz, modern
ve yüksek kapasiteli banliyö demiryolu sistemiyle
bağlayan, banliyö demiryolu sisteminin
iyileştirilmesi ve Demiryolu Boğaz Tüp Geçişi
inşasına dayanan
Marmaray, İslam
Bilim ve
Teknoloji Tarihi Müzesi'ni tehdit ediyor.
Saray kompleksinin altından geçen tünel kazısı
nedeniyle, Gülhane Parkı içinde yer alan ve
Topkapı Sarayı'nın
eski surlarına bitişik olan Müze'de çok sayıda
çatlak oluştu. Marmaray projesini yürüten firmanın
mühendisleri, Müze'deki çatlaklar arasına
yerleştirdikleri monitörlerle çatlakların genişleme
seyrini saniye saniye
takip ediyor.
Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul
Günay, gazetecilerin konuya ilişkin soruları
üzerine, "Bilim adamları inceliyor. Üniversiteler,
teknik
üniversite inceliyor. İkinci hattın geçmesi
sırasında daha dikkatli önlemler alınacak ve müzeyi
belki bir süre ziyarete kapatacağız'' dedi. "Yenikapı
Sirkeci hattında, İslam Bilim ve
Teknoloji Müzesi'nin altından geçerken,
sanıyorum 40 metreye
yakın bir derinlikten geçmesine rağmen muhtemel bir
boşluktan ötürü bir sarsıntı ve yer yer çatlaklar
var" diyen Günay, "Şu
anda durum sabitlendi, yeni
bir tehlike yok" diye konuştu.
Bakan
Günay, Topkapı
Sarayı'nın Marmaray kazısından etkilenmeyeceğini
düşündüğünü de sözlerine ekledi.
Topkapı Sarayı Müzesi Müdürü İlber Ortaylı, Topkapı
Sarayı'nda çatlaklara rastlanmadığını belirtti ve "Marmaray,
Gülhane Parkı'nın içindeki Topkapı Sarayı'nın eski
surlarına bitişik yapılarda çatlaklara neden oldu.
Bu yapılarda çatlaklar olduğuna göre sur da
tehlikede demektir. Belki Alay Köşkü de bundan
etkilenebilir" diye konuştu.
Alay Köşkü'nün de incelenmesi gerektiğini dile
getiren Ortaylı, "İslam Bilim ve
Teknoloji
Müzesi olan bina 20'nci asırda yapılma bir bina. Bu
binayı restore etmemize rağmen çatladı. Bizim saray
ne olur bilemiyorum, endişeliyim. Eğer çatlağa sebep
olan hattın bir de mukabili oradan geçerse çok kötü
olur. Eğer gerek görülürse
Teknik Üniversite sarayda da inceleme yapar
ve önlem alır diye düşünüyorum" dedi.
Sabah, Haber: Nurdeniz
Erken, 02.11.2010
******
"ÇATLAK VAR,
KAPATABİLİRİZ"
Kültür ve Turizm Bakanı
Ertuğrul Günay, Radikal’in ‘Sarayda çatlak’
manşetini doğrulayarak İslam Bilim ve Teknoloji
Tarihi Müzesi’ni kapatabileceklerini söyledi.
Bakan Ertuğrul Günay,
dünyanın en önemli projelerinden Marmaray’ın,
Topkapı Sarayı surlarında çatlaklara yol açmasıyla
ilgili olarak, “Ben inceledim ama bilim adamları
inceliyor. Üniversiteler, teknik üniversite
inceliyor. İkinci hattın geçmesi sırasında daha
dikkatli önlemler alınacak ve müzeyi (İslam, Bilim
ve Teknoloji Müzesi) belki bir süre ziyarete
kapatacağız” dedi.
Yerin 40 metre altında sürdürülen tünel kazısı
çalışmalarında oluşan bir boşluktan ötürü yer yer
çatlakların meydana geldiğini belirten Günay,
şimdilik gereken güçlendirmenin yapıldığını
kaydetti. İkinci hattın geçmesi sırasında daha
dikkatli önlemlerin alınacağını söyleyen Günay, “Şu
anda endişe edilecek bir durum olmadığını bilim
insanları söylüyorlar ama duvarlarda yer yer
çatlaklar var. Galiba biraz daha dikkatli olmak
gerekiyor” dedi.
Günay’a Topkapı Sarayı’ndaki ana binaların da
kazıdan etkilenip etkilenmediği soruldu. Günay,
“Hayır, Topkapı’dan uzakta tamamen Sirkeci
tarafında, İslam Bilim ve Teknoloji Müzesi
yaptığımız eski has ahırların altından geçerken yer
yer çatlamalar oldu. İkinci hat geçerken belki önlem
olarak bir süre için kapatma düşünebiliriz, tamamen
teknik üniversitenin vereceği raporlara bağlı. Ben
bizzat yerinde inceledim tabii sevimli bir durum
değil, ama aşırı ölçüde korkulacak bir durum da
değil umarım” dedi.
Radikal’in dünkü manşeti
üzerine İslam Bilim ve Teknoloji Müzesi’nde
çatlakların oluştuğu kısımlar ziyarete kapatıldı.
Müzenin bir bölümü önceden ziyarete kapatılmıştı.
Dün de ziyaretçilerin güzergahı değiştirildi.
Edinilen bilgilere göze Bilim ve Teknoloji
Müzesi’ndeki hasar sadece çatlaklarla sınırlı değil.
Müzenin hemen altından geçen kazı sırasında toprağın
4 santim kadar çöktüğü ve müze yetkililerinin büyük
paniğe kapıldığı belirtiliyor. Tünel kazısı
sırasında arkeolojik olarak büyük bir ihmal
yaşandığı da iddialar arasında. Sarayın altındaki
toprak yapısına ilişkin analizin tam olarak
yapılmadığı bu nedenle gerekli tedbirlerin
alınmadığı söyleniyor.
Müzenin hemen altından geçen tünelin bir yönü
tamamen bitirildi. Çatlaklara karşı şimdilik gerekli
güçlendirme yapıldı. Ancak ikinci tünel kazısı
nedeniyle endişeli bir bekleyiş hakim. Edinilen
bilgiye göre ikinci tünel kazısında müzenin altına
dört ay içinde ulaşılmış olacak. Japon firmanın bu
kez daha dikkatli davranacağı belirtiliyor.
Marmaray hasarı, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın da
gündemindeydi. Başbakan Erdoğan İstanbul Kongre
Merkezi'nde düzenlenen ‘24. IPMA (Uluslararası Proje
Yönetim Birliği) Dünya Kongresi’nde yaptığı
konuşmada Marmaray konusunda şunları söyledi: “Proje
kazılar sırasında ortaya çıkan tarihi eserler
nedeniyle bugüne kadar yavaş ilerledi. Bu şehrin
neresine kazma vursanız oradan tarih fışkırıyor,
oradan çok eski devletlere, çok eski medeniyetlere
ait izler ortaya çıkıyor ve biz tam bir hassasiyetle
bunları korumanın, yaşatmanın mücadelesini
veriyoruz. İstanbul, çok büyük bir değişim-dönüşüm
yaşarken, tarih modernin içinde kaybolmuyor, tersine
daha bir açığa çıkıyor ve daha bir gözle görünür hal
alıyor.”
Radikal, Haber: Muhittin
Danış, 02.11.2010
******
MÜZENİN ALTIDA BİRİ
KAPATILDI
İstanbul Kültür ve
Turizm Müdürü Ahmet Emre Bilgili, Kanuni Sultan
Süleyman, Hürrem Sultan ve Mimar Sinan türbelerinin
restorasyonuna ilişkin imza protokolü öncesinde
gazetecilerin sorularını yanıtladı. Marmaray
çalışmaları sırasında, Topkapı Sarayı'nın zarar
gördüğüne yönelik bilgilerin yanılgı olduğunu
belirten Bilgili, tünelin çalışmaları sırasında,
Sur-u Sultani denilen ve sarayın, etrafını
çevreleyen surlarda çatlamalar meydana geldiğini
söyledi.
Bilgili, tünelin, Gülhane kısmından ve yerin
yaklaşık 44 metre altından geçtiğini ifade ederek, "Marmaray
çalışmaları sırasında, sur duvarlarına bitişik İslam
Bilim Teknoloji Tarihi Müzesi'nin duvarlarında
meydana gelen tahribata ulaşıldı. Tedbir anlamında,
müzenin 6'da 1'lik kısmını ziyarete kapattık" diye
konuştu.
Yıldız Teknik
Üniversitesi'ne müracaatta bulunduklarını anlatan
Bilgili, teknik ekibin, rapor hazırlayacağını ve
rapor doğrultusunda tedbir için kapatılan bölümün
ziyarete açılacağını kaydetti.
Ahmet Emre Bilgili, Marmaray çalışmalarında ikinci
bir tünel geçişinin olacağını belirterek, "Marmaray
yetkililerini tedbir için uyardık" dedi.
Topkapı Sarayı ve Ayasofya Müzesi'nde herhangi bir
tehlikenin söz konusu olmadığını ifade eden Bilgili,
surların saraya uzak yerden geçtiğini ve Yıldız
Teknik Üniversitesi'nden gelen uzmanların bunu da
incelemesini istediklerini bildirdi.
Habertürk, 02.11.2010
|
"HASANKEYF DENİZE NAZIR İLÇE OLACAK, TURİSTLER AKIN
EDECEK"
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan,
uzun süredir çevrecilerle tartışma konusu olan Ilısu
Barajı’nın yapımını savundu ve Hasankeyf’in yok
edilmeyeceğini, kurtarılıp gelecek nesillere
kazandırılacağını söyledi. Erdoğan, “Hasankeyf
denize nazır ilçe haline gelecek, dünyanın bir
ucundan buraya artık turistler gelmeye başlayacak”
dedi.
Ilısu Köyü’nde TOKİ tarafından yaptırılan konutların
anahtar teslim törenine katılan Başbakan
Recep
Tayyip Erdoğan uzun süredir çevrecilerle hükümet
arasında tartışma konusu olan Ilısu Barajı’nın
yapımıyla ilgili olarak, “Ilısu Barajı, Hasankeyf’in
yok edilmesine değil, tam tersine kurtarılıp,
gelecek nesillere kazandırılmasına vesile olmuştur.
Hasankeyf denize nazır ilçe haline gelecek, dünyanın
bir
ucundan buraya artık turistler gelmeye başlayacak”
dedi. Ilısu Köyü'nden yola çıkarak, modern, sağlıklı,
her türlü altyapısı düşünülmüş yaşam tarzının
bölgeye hakim olmasını arzuladıklarını dile getiren
Erdoğan, şöyle konuştu: “Burada sadece içinde
yaşamak için konut yapılmadı. Aynı zamanda yeni bir
hayat tarzının, örnek yerleşim tarzının yerel
mimarisiyle nasıl olabileceği gösterildi. Ilısu Köyü
sakini Ahmet kardeşimin, Fatma kardeşimin hakkıdır
burada yaşamak. Projeden etkilenen vatandaşlarımız
için seralar inşa edildi. 200 dekarlık alana 3 bin
100 aşılı badem fidanı dikildi. Bunların geliri köy
sakinlerine ait olacak.”
Başbakan Erdoğan, artık bu topraklarda yaşayan
insanların kaderinin değiştiğini, GAP projesinin bu
değişimin
ilk
habercisi olduğunu kaydetti. GAP projesinin Fırat ve
Dicle nehirleri üzerinde enerji ve sulama amaçlı 22
barajın kurulmasını, 1 milyon 820 hektar toprağın
suyla buluşmasını ve 27.3 milyar kilovatsaat enerji
üretilmesini öngördüğünü anlatarak, şöyle devam
etti: “İktidara geldikten sonra bu projenin yeterli
hızla ilerlemediğini gördük. Hemen kolları sıvadık.
GAP Eylem Planı hazırladık. Tamamlanan sulama
projelerini 2 katından fazla artırarak yüzde 28’e
ulaştırdık. İnşallah 2013 yılına kadar suya
kavuşmamış toprak bırakmayacağız.”
Baraj yapımını gerçekleştiren firmaların
temsilcilerinden Nurettin Çarmıklı’dan barajın
tamamlanma tarihinin 2016 yılı olduğunu öğrenen
Erdoğan, “Ilısu Baraj projesinin tamamlanması için
hedeflenen tarih 2016. Bu bana çok uzun bir süre
geldi. Şimdi Nurettin Bey’e soruyorum ve diyorum ki;
bunu ne kadar daha biz şöyle geri çekeriz, ne kadar
daha kısa zamanda bunu bitiririz” dedi. Bunun
üzerine Çarmıklı, “Başbakanım bu bizim için bir
emirdir, dediğiniz tarihte bitirmeye çalışacağız”
şeklinde konuştu. Diğer firma temsilcisi Mehmet
Cengiz ise “Biz emri aldık Başbakanım, Allah nasip
ederse 2014 yılında teslim edeceğiz” diye konuştu.
Erdoğan da “Şimdi Nurettin Bey ‘Ne zaman dersiniz’,
Mehmet Bey ise ‘2014 yılı’ diyor. Ilısu Barajımızın
inşallah 2014 ilk yarısında tamamlanmasını
diliyorum. Bu barajın ekonomimize yıllık katkısı 600
milyon lirayı bulacak” şeklinde konuştu.
Başbakan Recep
Tayyip Erdoğan, ülke ve vatandaşın hayrına olan
pek çok işte olduğu gibi burada da önlerine taş
koymak için çalışanlar olduğunu belirterek, bu
barajın yapımına engel olmak için pek çok
oyun oynandığını ve pek çok engel çıkarıldığını
söyledi. Erdoğan, “Sevgili kardeşlerim; baraj
inşaatını engellemek için öne sürülen konuların
başında ne geliyordu? Hasankeyf. Biz ülkemizin bütün
değerleri, bütün imkanları bütün güzellikleri gibi
tarihine ve kültürüne de sahip çıkma konusunda da
fevkalade hassasiyet sahibiyiz” dedi. Erdoğan, yeni
Hasankeyf’in altyapı çalışmalarına başlandığını,
buradaki güzelliklere yeni Hasankeyf’in de sahip
olacağını belirterek, şöyle konuştu: “Hasankeyf
yanlış imar ve yapılaşma yüzünden yok olma tehlikesi
ile karşı karşıyaydı. Bu proje çerçevesinde
yürüttüğümüz çalışmalar Hasankeyf’i yok olmaktan
kurtarıp, ülkemiz ve dünya kültür mirasına
kazandırmıştır. Yani Ilısu Barajı, Hasankeyf’in yok
edilmesine değil, tam tersine kurtarılıp gelecek
nesillere kazandırılmasına vesile olmuştur. 8 yılda
4 bini aşkın vakıf eserimizi onardık. Hasankeyf’e de
biz sahip çıkarız.”
Başbakan Recep
Tayyip Erdoğan, Hasankeyf’in tamamının da sular
altında kalmadığını, Yukarışehir denilen bölgenin
aynen muhafaza edildiğini dile getirerek, şunları
söyledi: “Buradaki eserler restore edilip
kültürümüze kazandırılacak. Sulardan etkilenecek
aşağı kesimlerdeki eserler ise oluşturduğumuz Kültür
Parkına taşınacak ve orada en güzel şekilde
yaşatılacak. Mısır’da 1902 yılında bitirilen Asvan
Barajının suları altında kalacak onlarca eser
testereyle parça parça kesilerek bir başka yerde
yeniden kuruldu ve şu anda da Mısır’ın kültürel
mirası olarak hizmet vermeye devam ediyor.
Çocuklarımıza bırakacağımız en büyük miras, güçlü ve
müreffeh bir Türkiye olacaktır. Bunu biz
başaracağız. Tarihiyle, kültürüyle ve ekonomisiyle
güçlü bir Türkiye’yi gelecek nesillere emanet etmek
boynumuzun borcu.”
Hürriyet, 01.11.2010
|
SİDE MÜZESİ'NİN TEŞHİR ALANI GENİŞLEDİ
Side Müzesi’nde tarihi eserlerin
teşhir alanları genişletildi.
Belediyenin de katkı verdiği
çalışmada müzede 527 ve 529
parsellerde teşhir alanı
genişletildi.
Özel tasarımlı
dolapların yerleştirildiği müzede
eser yerleştirimi ise önümüzdeki
günlerde başlayacak. Müze içi ve
dışını modern bir görünüme
kavuşturmak için yapılan çevre
düzenlemesi ve onarımlarla ferforje
demir parmaklıklarla mekan koruma
altına alındı.
Side Müzesi’nde 2 bin 129
arkeolojik 9 bin sikke olmak üzere
toplam 11 bin 905 tarihi eser
bulunuyor. Yer darlığı nedeniyle
kapalı olarak muhafaza edilen 298
arkeolojik eser 34 sikkeyle birlikte
teşhir edilebilecek.
Mekan darlığı nedeniyle 12 bin
eserden sadece binini teşhir
edebildiklerini belirten Müze Müdürü
Güner Kozdere, yapılan düzenlemeyle
açık ve kapalı alanda eser
teşhirinin artacağını ifade etti.
Teşhir için yerleştirilen dolapların
renk ve biçimini müzenin iç dekor
bütünlüğüne göre tasarladıklarını
anlatan Kozdere, tarihi eserlerin
aşırı nemden etkilenmemesi için de 2
özel klima konulduğunu belirtti.
Müzede sergilenen 1700 yıllık 17
amfora da bir arada toplanarak
koruma altına alındı. Verilere göre,
müze ziyaretinde son 3 yılda
kademeli olarak artış olduğu. Müzeyi
2007′de 99 bin, 2008′de 117 bin,
2009′da 136 bin yerli ve yabancı
turist ziyaret etti. 2010 sonu
itibariyle bu rakamın 200 bini
bulması bekleniyor. Side Müzesi’nin
güvenliğini ise 24 saat süreyle gece
görüşü de olan 40 güvenlik
kamerasıyla sağlanıyor.
Samanyolu Haber, 31.10.2010
|
İZMİR'DE TARİHİ KÖY SATILIĞA ÇIKARILDI
İzmir'in Foça İlçesi'ne bağlı Kozbeyli Köyü'nde yarım
asırlık cami, tarihi Kuzu Beyi Kulesi ve 157 ayrı
köy evi orman bölgesi sınırları dahilinde kaldığı
gerekçesiyle satılığa çıkarıldı.
Geçmişi yaklaşık 600 yüzyıl öncesine dayanan
Kozbeyli Köyündeki çoğu Osmanlı mimarisi özelliği
taşıyan 157 ev, hazinenin orman bölgesi sınırları
içinde kaldığı gerekçesiyle açtığı davayı kazanması
üzerine 2/B yasası kapsamında satışa çıkarıldı.
Satılacak taşınmazlar arasında tarihi cami ve köyün
kurucusu Kuzu Bey tarafından yaptırılan kulenin de
bulunması şaşkınlığa neden oldu. Hazine, yıllar
boyunca devam eden mahkeme süreci sonucunda haklı
bulundu. Köylüler Hazine'ye kira ödemeye başladı.
Hemen akabinde söz konusu taşınmazların 2/B yasası
kapsamında satılmasına karar verildi.
İzmir Defterdarlığı Milli Emlak Dairesi Başkanlığı
tarafından görevlendirilen uzman heyet köyde
taşınmazlar üzerinde değer tespit çalışmalarına
başladı. Kozbeyli halkına evlerinin belirlenen birim
fiyatı üzerinden satılacağını ve satış önceliğin
içinde ikamet edenlere ait olduğu bildirildi.
Duruma tepki gösteren Köy Muhtarı Hayrettin Günindi,
250 evden 157'sinin satışa çıkarıldığını belirterek
şunları söyledi: "Kozbeyli halkı atalarının bile
çocukluklarını geçirdiği evlerini hazine tarafından
açılan davada kaybetti. Kaybettikleri yetmiyormuş
gibi mahkeme masraflarını ödemek zorunda kaldılar.
Kendi evlerinde kiracı konumuna düştüler. Şimdi de
ihaleye girip kendi evlerini satın almaya
çalışacaklar. Köy de herkes, 'Ya evime bir daha
sahip olamazsam' endişesiyle, umutsuz bir bekleyiş
içerisinde."
Atalarından miras kalıp bütün hayatlarını
geçirdikleri evlerini satın almak için gün sayan
Kozbeyli halkı tarihi caminin satılacak olmasını
esprili bir şekilde yorumladı. Camiyi alacak olanın
cami girişini ücret dahilinde yapması halinde köy
halkına nasıl bir ücret tarifesi uygulanacağını
şimdiden düşünen köylüler, camiyi alacak
girişimcinin fiyat tarifesi konusunda köy halkına
indirim yapması gerektiğini ifade etti.
Şaphane Dağının Gencerlik Körfezini kuş bakışı
seyreden bir yamacında çam ormanları ve zeytinlikler
arasındaki tarihi Kozbeyli Köyü yarım asır önce Kuzu
Bey tarafından kuruldu. Köye kendi adını taşıyan bir
kule ile bir de cami yaptıran Kuzu Bey'in döneminden
sonra köy her geçen asırda biraz daha gelişerek
büyüdü. Eski taş evleri, camisi ve tarihi
kalıntılarıyla zamana tanıklık eden Kozbeyli Köyü'nde, ilk olarak 1945 yılında kadastro çalışması
yapıldı. Köy de 35 yıl aradan sonra 1980 yılında
yapılan ikinci kadastro çalışmasında, Tarihi cami ve
Kuzu Beyi Kulesi ile birlikte 157 taşınmazın orman
sınırları içersinde bulunduğuna karar verildi. Bu
durum karşısında Hazine arazilerin tarafına tescili
için dava açarak yasal süreci başlattı.
Türkiye Gazetesi, Haber: Hasan Eser, 31.10.2010
|
TARİHİ YAPILAR DİJİTAL KORUMADA
İstanbul Büyükşehir Belediyesi'ne bağlı Boğaziçi İnşaat Müşavirlik A.Ş. (BİMTAŞ) bünyesinde, lazerli tarama tekniğiyle yapılan çalışma sayesinde aynı anda belirlenen yapı ve sokaklarda 500 bin noktaya birden sinyal gönderilerek elde edilen kopyalar, dijital ortama aktarıldı.
3D modelleme yöntemiyle 100 metrelik bir alanda 1 milimetrelik hatayla çalışan sistem sayesinde İstanbul'un tarihi yapıları, iki yıl süren bir çalışma sonucunda arşivlendi. BİMTAŞ Genel Müdürü Ahmet Ağırman, 3D lazer tarama uygulamasının bu kadar geniş ölçekte yalnızca İstanbul'da yapıldığını söyledi. Ağırman, kendilerince geliştirilen sistemin, hatasız ve düşük maliyetli olduğunu belirterek şunları söyledi: "Bir yerin restorasyonu için ön hazırlık ve modelleme çalışması aylarca sürebilir. Üç-dört yıl sürebilecek Süleymaniye'yi projelendirmek, bu sistemle bir ayda tamamlandı. Milimetreye varıncaya kadar doğru veriler üretebiliyoruz."
Ağırman, Süleymaniye Camii günün birinde yıkılsa bile birebir yapabilecek veri tabanına sahip olduklarını söyledi. Ahmet Ağırman, "Amacımız, İstanbul'da Nuruosmaniye, Süleymaniye Camii, Küçük Ayasofya gibi tarihi mekanlar ve mahalleler ölçeğinde yaptığımız çalışmayı, Türkiye geneline yaymak" dedi.
Sabah, Haber: Zeynel Yaman, 31.10.2010
|
SEKİZ MÜZE PROJESİ GELDİ DE YAPMADIK MI?
İstanbul iki ay sonra 2010 Avrupa Kültür Başkenti
unvanına veda ediyor.
31 Aralık’tan sonra o mavi amblemin altında
sürdürülen sanat ve kültür etkinlikleri sona eriyor.
İstanbul 2010 Ajansı Genel Sekreteri Yılmaz Kurt ile
bilançoyu çıkartmak üzere buluştuk.
Kurt, yüzlerce projeye harcanan paranın 150 milyon
Euro’yu bulduğunu söylüyor.
Bunun 3 milyon Euro’su Avrupa Birliği’nden.
Projelere ne kadar para harcandığının ayrıntılarına
girmeyeceğim.
Harcamaları Deloitte tarafından denetlenen ajansın
resmi sitesinde bunları görmek mümkün.
Benim daha çok üzerinde durmak istediğim şey 2010
Avrupa Kültür Başkenti unvanına sahip olmanın
İstanbul’a kazandırdıkları.
Her alanda “doyurucu” olan sanat ve kültür
etkinlikleri bitince geriye ne kalacak?
Bu sayısız polemiklere yol açan bir konu.
Ajansın kurulmasından sonra görev değişiklikleri
başta yaşanan talihsiz olaylar en fazla İstanbul’a
zarar verdi.
Yılmaz Kurt’un dediği gibi beklentiler yüksekti.
AKM’nin restorasyonu başta, İstanbul’un hiç olmazsa
bir “Kent Müzesi”ne, konser, opera salonlarına,
kapsamlı bir kütüphaneye kavuşması bekleniyordu.
Hiç biri olmadı.
GEHRY’NİN PROJESİ NE OLDU?
Geçenlerde İstanbul’da rastladığım Marsilya Belediye
Başkanı’ndan, 2013’te aynı unvana sahip olacak
şehirde “Akdeniz Medeniyetler Müzesi” için harıl
harıl çalıştıklarını duyup kıskanmamak mümkün mü?
2009 yılı, mayıs ayında göreve gelen Kurt,
İstanbul’a gerçek anlamda kalıcı bir eser
kazandırılmamasını şöyle açıklıyor:
“İstanbul’da fazla otorite var. Merkezi ve yerel
yönetimlerin yanı sıra, Vakıflar, Kültür Bakanlığı,
İl Müdürlükleri... Böylesine karmaşık yapıyla karar
almak zor.”
Güzel de hiç olmazsa bir kerecik, İstanbul’un hayrı
için bu karmaşık yapı aşılamaz mıydı?
Kurt’a göre, bir başka sorun da “kalıcı eser”
projesi sunulmaması.
“Diğer Avrupa Kültür Başkentleri’nde 1 yıl kala tüm
projeler sunulmuş oluyor” diyor.
“Sekiz müze projesi sunuldu da mı yapmadık” diye
ekliyor.
Sekizi bilmem ama İnan Kıraç’ın TRT binasının olduğu
yerde, yıllar önce projesini ünlü mimar Frank
Gehry’nin çizdiği kapı gibi bir müze projesi vardı.
KİŞİ VE KURUMLARA DUYURULUR
Çekişmeler ve Kurt’un sözünü ettiği “karmaşık
yapı”nın kurbanı oluverdi.
Bu arada sevindirici bir haber.
2011 yılı haziran ayına kadar faal olacak Kültür
Başkenti Ajansı, önüne dört dörtlük bir “kalıcı
eser” projesi gelirse para vermeye hazır.
Buradan ilgili kişi ve kurumlara duyurulur.
Peki başladığım söze döneyim.
2010 Kültür Başkenti’nden geriye kalıcı ne kalacak?
Ayasofya, Topkapı başta olmak üzere sayısız
restorasyon.
Liste hayli uzun ama restore edilen eserler arasında
gözüme çarpan Bizans eseri varla yok arası...
Yoksa İstanbul üç imparatorluğa başkentlik yapmamış
mıydı?
Hürriyet, Yazı: Gila Benmayor, 31.10.2010
|
ŞARHÖYÜK'TE 4 BİN YILLIK MÜHÜR BULUNDU
Şarhöyük Arkeoloji Kazısı Başkanı
Prof.Dr. Taciser Sivas, Şarhöyük’de
yapılan kazılarda höyüğün kültürel
tarihinin günyüzüne çıktığını
söyledi.
Eskişehir’de 1989 yılından bu yana devam eden Şarhöyük (Dorylaion) arkeoloji kazılarının, kentin tarihi açısından çok önemli bulgular elde edilmesini sağladığını belirten Anadolu Üniversitesi (AÜ) Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr. Taciser Sivas, “Şarhöyük, Eskişehir’in kent kimliğine kavuştuğu ilk yerdir. 1989 yılından beri bu höyük ve çevresinde kazı çalışmalarımız devam ediyor. Höyükte yapılan kazılarda Hitit, Helen, Bizans ve İslam tarihine ait çok önemli bulgular elde ediyoruz. Bu sene yaptığımız çalışmalarda höyük ve çevresinin röntgenini çekerek önümüzdeki senelerde yapacağımız kazılarda neler yapabileceğimizi inceledik. 70′i
aşkın sergilenebilir nitelikte,
200′den fazla ise kültürel tarihi
aydınlatmaya yardımcı olacak eser
bulduk. Bunların içerisinde Hitit
dönemine ait çift yüzlü bir mühür de
var. Şu anda mührü okutmak için bir
hiyeroglif uzmanını bekliyoruz. Bu
mührü okuduğumuz zaman Hitit
tarihini aydınlatacak çok önemli
bilgiler elde edeceğiz” diye
konuştu.
Kültür ve Turizm Bakanlığı ile AÜ
adına devam eden kazılara bu yıl, AÜ
Öğretim Üyeleri ve öğrencilerinden
oluşan 45 kişilik ekibin yanı sıra,
Eskişehir Valiliği ve Eskişehir
Cumhuriyet Baş Savcılığı’nın da izni
ile Eskişehir Açık Cezaevi’nden 50
mahkum da işçi olarak katıldı.
Haber Oku, 30.10.2010
|
|
AFRİKA MEDENİYETTE 55 BİN YIL ÖNE GEÇTİ
ABD’nin Colorado Üniversitesi araştırmacıları, Güney Afrika’da bulunan Blombos Mağarası’nda 75 bin yıl önceye ait aletleri inceledi. İncelemelerin sonucunda, aletlerin taşlara şekil vermek için kemik veya diğer cisimlerin kullanıldığı teknikle yapıldığı belirlendi.
Bilim dünyası, aynı tekniğin Avrupa’da yaklaşık 20 bin yıl önce kullanıldığını ortaya çıkarmıştı. Yongalama olarak bilinen uygulamada, ilk olarak çekiç benzeri bir nesneyle taşa ilk şeklin verilmesi, ardından kenarları veya ucunun yontularak keskinleştirilmesine dayanıyor.
Araştırmacı ekibinde yer alan Paola Villa, bu tekniğin mızrak ucu ve taş bıçaklar gibi ikiyüzlü nesnelerin keskinlik, kalınlık ve genel şekil bakımından daha iyi biçim alması adına diğer tekniklerden daha kullanışlı olduğunu belirtti.
Afrikalıların yongalama tekniğinde daha ileri olduğu bulgusunu kesinleştirmek adına, bilim insanları elde ettikleri silisten yapılmış mızrak ucu kalıntılarını, kalıntıların bulunduğu Blombos mağarasındaki kilis toprağı kullanarak yaptıkları taşlarla karşılaştırdı.
Yongolama tekniğiyle yapılan taşlarla, 75 bin yıl önceki benzerleri karşılaştırıldığında, Blombos Mağarası’nda bulunan aletlerin aynı şekilde yapıldığı ortaya çıktı.
Villa, “Fransa ve İspanya’da bu tekniğin 20 bin yıl önce kullanılmaya başlandığını zannediyorduk. Ama Afrikalıların çok eski zamanlarda alet yapımında daha ileri bir teknik kullandığını anladık” dedi.
Hürriyet, 29.10.2010
|
TARLABAŞI'NI NİÇİN SAVUNMAMIZ GEREKİYOR?
Birleşmiş
Milletler İnsan Yerleşimleri Birimi Habitat'a, zorla
tahliyeleri raporlayan danışmanlar grubu AGFE'nin
İstanbul kentsel dönüşüm bölgelerini ziyaretinin
ikinci günüydü (8-12 Haziran 2009); ilk gün
muhafazakar yerel yönetimin Sulukule kentsel
yenileme uygulaması incelenmiş, ihlal ve
mağduriyetler not alınmıştı. İkinci gün sosyal
demokrat yönetimin dönüşüm bölgesi
Küçükbakkalköy'deydik. Yaşam alanları tarumar
edilerek barakalara sığınmak zorunda bırakılan 15
civarı Roman aile ile görüşürken, sanki önceki günü
başa sarmış, yeni baştan yaşıyorduk. Heyet üyesi,
Asya Barınma Hakkı Koalisyonu kurucusu, uluslararası
barınma hakkı ödülleri sahibi Prof. Arif Hasan'ın
bir ara dinlemeye ve izlemeye dayanamadığını fark
ettim, birlikte dışarı çıktık. Hasan, ‘dünyanın her
yerinde aynı acıyı ve mezalimi görmeye artık
dayanamıyorum, inzivaya çekilmek istiyorum' diyerek
dert yandı. İsteğini gerçekleştiremeyeceğini ikimiz
de biliyorduk; mağduriyet ve ihlalleri görünür
kılarak kamuoyu yaratmak, insan hakları
savunucularının en önemli güçlendirme
mekanizmalarından biridir çünkü.
Rant Üzerinden Şekillenen Kentler
AGFE İstanbul Raporu'nda da vurgulandığı üzere, 8000
yıllık geçmişiyle dünyanın en eski kentlerinden
birini küresel kente dönüştürme gayretleri, kentsel
arazilerin üzerinde muazzam bir baskı oluşturmakta.
5-yıldızlı küresel kent projeleri, yerleşik
toplulukların mahallelerinden zorla tahliyelerine
neden olurken, bu mahalleler de üst gelir
gruplarının ihtiyaçlarına göre yeniden tanzim
edilmekte. Rapor, ‘'İstanbul'da zorla tahliye ve ev
boşaltmaların gerçekleşmekte olduğunu'' açıklamakla
kalmıyor, sözleşmelere atılan imzaların ardındaki
kamulaştırma/acele kamulaştırma baskılarına da
değinerek ‘insan haklarının ihlali' olarak
nitelendiriyor. Tamamen ekonomik kaygılar ve kentsel
rant üzerinden şekillenen ve kentin ekonomik
büyümesini insani önceliklerinin önüne koyan böyle
bir model adil olabilir mi? Ya da başka türlü
sorarsak, bir kentin mekanlarının üst gelir
gruplarının ve girişimcilerin ihtiyaçlarına göre
tanzimi nelerin/kimlerin pahasına gerçekleşir? Böyle
bir paradigmada demokrasi, adalet ve eşitlik yer
bulabilir mi? Böyle bir kent güvenli bir kent
olabilir mi?
Adil Bir Kent Modeli
Arif Hasan, An Alternative to the World Class City
Concept isimli çalışmasında, küresel kent
paradigmasına alternatif adil bir kent modeli arar
ve önerilerini şöyle sıralar: Kentsel projeler: 1)
bölgenin ekolojisini tahrip etmemeli; 2) orta-alt ve
alt gelir gruplarının ihtiyaç ve çıkarları
doğrultusunda olmalı; 3) kentsel rant yerine sosyal
ve çevresel etmenleri dikkate almalı; 4) somut ve
somut olmayan kültürel mirası korumalı.
Çevre ve insan sevgisinden yoksunların bu ilkeleri
gerçekleştiremeyeceklerinden hareketle, siyasiler
ile planlamacıların, kentsel toprakların
metalaşmalarını önleyen yeni ve insani bir kent
modelini nasıl kabullenebileceklerini de sorgular.
Bazı mimari projelerindeki ‘tamir edilemez zararı'
görerek, 1983'de Hipokrat yemini benzeri bir yemin
yaratmış ve hep sadık kalmıştır: "Ekolojiyi ve
çevreyi tamir edilemez bir şekilde zarara uğratacak
projelerde yer almayacağıma, yoksulluğu artıran,
insanları yerlerinden eden ve somut ve somut olmayan
kültürel miras değerlerini, çok-sınıflı kamusal
alanları ve binaları yok eden projeler
yapmayacağıma; bunları gerçekleştiren tüm projelere
karşı çıkacağıma ve uygulanabilir alternatif
projeler geliştireceğime...''
"Zorla Tahliyeler" Meşrulaştırılıyor
AGFE İstanbul Raporu'nun zorla tahliye projeleri
olarak tanımladığı kentsel dönüşüm projelerinin
mimar ve şehir planlamacıları, Arif Hasan gibi kendi
iç hesaplaşmalarını yapmazlar ise nasıl bir kent
yaratacaklarının acaba farkında mıdırlar? Kentsel
rant üzerine oturan ve barınma hakkı mağduriyet ve
ihlallerini tetikleyen böyle bir modelin kenti
nerelere sürükleyebileceğini acaba yerel ve merkezi
yöneticiler öngörebilmekte midir? Yoksulluğu
kriminalleştiren diliyle zorla tahliyeleri
meşrulaştıran Basın'ın bu gidişatta hiç mi günahı
yoktur? AGFE Heyeti'nin değerlendirmelerine göre,
kentsel dönüşüm modeli evsiz insanlar yaratarak
devamlı hareket halinde bir nüfusa yol açmakla
kalmayacak, yoksulluğun katmerleştirilerek kent
çeperlerine taşınması ile gerilimleri de
arttıracaktır. Gerilim politikaları üzerine oturan
bir model ise ‘çökmeye mahkûmdur'. Bu ikazın
üzerinden 1,5 sene bile geçmeden, Beyoğlu Belediye
Başkanı'nın NTV'den iftiharla ‘‘Galata'dan
başlayarak alanlar açtık'', ‘verdiğimiz bir hareket
ile tüm mekanizmayı tetikledik' cümlelerinden kısa
bir süre sonra, hep birlikte Galata çevresi ve
Tarlabaşı'ndan başlatılan bu tetiklemenin Tophane'de
sebep olduğu depreme ve gerilimin zemin şaşırarak
sanat galerilerinde patlamasına şahit olduk. Barınma
hakkı ihlal ve tehditlerinin baskısı altında yaşayan
nüfuslardan oluşan bir kentin adil bir kent
olamayacağının ve adil olmayan bir kentin hiç de
güvenli olmayacağının altını çizerek, belki de artık
Tophane'yi Toskana yapma hayallerini bir kenara
koymak ve çağdaş Avrupa'yı tanımlayan bazı metinlere
başvurmakta yarar var: ‘‘Kentsel politikaların temel
amacının sosyal ve mekansal uyum olduğunu bir kez
daha vurguluyoruz. Kentlerimiz ve kasabalarımız, her
türlü sosyal ortamdan gelen insanların her gün
birbiri ile harmanlandığı ve insanların yaşadığı,
çalıştığı, çok nesilli, çokkültürlü ve çok dinli
yerlerdir.'' (Avrupa Kentsel Şartı-2)
Gidişata "Dur" Demenin İlk Adımı...
Her türlü sosyal, kültürel ve ekonomik ortamdan
gelenlerin harmanlandığı İstanbul'u, rant hırslı
girişimciler ve siyasiler ile fırsatçı mimar ve
planlamacıların eline terk eden, kentin
önceliklerini de yaşayanlarının talepleri
doğrultusunda düzenlemek yerine kentsel rantın
yönüne göre gerçekleştiren bu sistemde, demokrasi ve
adaletten bahsedilemeyeceği açıktır. Şiddetin kenti
nasıl teslim alabileceğini görmek için Tophane
örneği yeterli bir alarmdır. Öte yandan, paradoksal
bir şekilde, bugün Kadiri tarikatından Tophaneli
Ahmet Amca'nın barınma hakkını muhafazakar yerel
yönetim değil, Tarlabaşılı travesti Gizem
korumaktadır. Tarlabaşı elden giderse başta Tophane
olmak üzere İstanbul'un birçok bölgesi nüfuslarından
kopartılmış, gerilimlere gebe bölgelere dönecektir.
İşte bu nedenle Tarlabaşı'nı koruyabilmek, adil bir
kent inşa edilebileceğinin umudu olarak önemlidir.
Yönetimler ile mimar ve planlamacıların yoksulluğu
artıran, insanları yerlerinden eden, kenti
gerilimlerin ve şiddetin kucağına atan rant-odaklı
projeler yerine insan-odaklı projeler üretmeleri de
bu nedenle gereklidir. Dubai-Manhattan arası bir
kent karikatürüne dönüştürülerek
Disneylandlaştırılmak istenen binlerce yıllık bu
antik kenti ve kubbeli/minareli siluetini
muhafazakar iktidara karşı savunmanın paradoksu bir
yana, bu gidişata dur diyebilmenin ilk etabı,
elbirliği ile Tarlabaşı'nı korumaktan geçmektedir.
Birgün, Yazı: Cihan Uzunçarşılı Baysal,
29.10.2010
|
SURLAR YAĞMURA DAYANAMADI
Çanakkale’nin Eceabat İlçesi'ne bağlı Kilitbahir Köyü sınırları içinde bulunan Namazgah Tabyaları’nı çevreleyen tarihi sur duvarlarının bir kısmı yoğun yağışlar sebebiyle yıkıldı.
2. Abdülhamit döneminde Asaf Paşa tarafından yaptırılan ve 1. Dünya Savaşı sırasında da kullanılan Namazgah tabyalarını çevreleyen tarihi sur duvarlarının koruma altında olduğunu belirten yetkililer, sağanak yağmurla birlikte toprağın yumuşaması sonucu bir kısmının yıkılarak zarar gördüğünü söylediler.
Tarihi duvarın yıkılan bölümünün Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Eceabat Kaymakamlığı Köylere Hizmet Götürme Birliği'nin koordinesiyle aslına uygun olarak restore edileceğini de belirten yetkililer, çalışmaların ise hava koşularını düzelmesinin ardından yapılacağını ifade ettiler.
Çanakkale Kent Haber, 29.10.2010
|
|
24 - 30 Ekim 2010
|
BÜYÜK ÖDÜL İSTANBUL
MODERN'E
Cumhurbaşkanlığı Basın
Merkezi’nden yapılan açıklamaya göre,
"Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülü
Yönetmeliği" ile, Türk kültür ve sanat yaşamına
önemli katkılarda bulunan, ülkenin kültür ve
sanatının yücelmesine çalışan Türk vatandaşı ve
yabancı uyruklu kişiler ile kurumlara, Devlet adına
onurlandırmak ve özendirmek amacıyla
Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülü
verilmesinin öngörüldüğü anımsatıldı.
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün ödülün her yıl kültür
ve sanatın farklı dallarında verilmesi talimatı
verdiği belirtilen açıklamada bu çerçevede Prof. Dr.
Mustafa İsen, M. Emin Kuz, H. Ahmet Sever, S. Yusuf
Müftüoğlu, Zeynep Damla Gürel, Prof. Dr. Nihat
Boydaş, Yrd. Doç .Mehmet Kalpaklı’dan oluşan bir
Değerlendirme Kurulu’nun belirlendiği kaydedildi.
Açıklamada şöyle denildi:
"Değerlendirme Kurulu’nun önerisi üzerine, Sayın
Cumhurbaşkanımız,
2010 yılı Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük
Ödüllerinin,
Tarih dalında, Osmanlı tarihinin zengin kaynakları
yanında günümüze kadar göz ardı edilmiş satır
aralarını özenle ayıklayıp araştırarak yeni ve özgün
yorumlara ulaştığı ve bunları etkileyici bir dil ve
üslupla ifade ettiği için Cemal Kafadar’a,
Resim dalında, modern resim sanatının temel ve
evrensel üslubuna klasik sanatlarımızın kimi
öğelerini de katarak modern ve evrensel olanla
gelenekseli buluşturması çabaları için Ergin İnan’a,
Kültür Sanat Kurumu olarak sanat kurumlarının klasik
sergileme ile sınırlı yapısını önemli ölçüde
değiştirerek aktif bir sanat hareketliliği
sağladığı, uluslararası düzeyde sergi ve
etkinliklere ev sahipliği yaptığı ve kültür sanat
işletmeciliğine özgün bir yaklaşım getirdiği için
İstanbul Modern’e verilmesini uygun görmüşlerdir."
Radikal, 29.10.2010
|
ALMANYA'NIN 'EMEK
SİNEMASI' NASIL KURTULDU?
Almanya’nın Essen
kentinde düzenlenen ‘Türk Filmleri Haftası’nın
açılış töreni için Türkiye’den giden konuklar olarak
Lichtburg sinemasına girdiğimizde ağzımızdan çıkan
ilk cümle “Aynı Emek Sineması gibi” oldu.
Ama şaşırtıcı benzerlik
bununla da kalmadı. Lichtburg sinemasının tarihini
öğrendikçe, şaşkınlığımız daha da arttı. Çünkü
1928’de açılan Lichtburg, kendisinden dört yaş büük
Emek ile ortak bir kaderi paylaşmış. Lichtburg’un
‘örnek hikayesi’ 90’lı yılların ortalarında
başlıyor. Mülk sahibi belediye bu tarihi binayı
artık seyirci gelmediği, eskidiği ve ‘çağdışı’
kaldığı gerekçesiyle bir şirkete devredilerek
alışveriş merkezine dönüştürmek istiyor. O günlerde
sinemanın önünden geçen Marianne Menze ve kocası, bu
tarihi dokunun alışveriş merkezine dönüştürülmemesi
gerektiğine karar veriyor.
Marianne Menze’nin(solda)
önderliğinde başlatılan kampanya sonunda kısa sürede
14 bin imza toplanıyor. Almanya’nın önde gelen
gazetelerinde Lichtburg sinemasının korunmasını
isteyen ve belediyeyi eleştiren sert yazılar
çıkıyor. Bugün sinemanın yöneticiliğini yapan bayan
Menze, protestolar sonucunda ihaleden
vazgeçildiğini, ancak binanın filarmoni orkestrası
için yeniden düzenlenmek istendiğini aktarıyor.
Projenin binanın dokusunu tamamen bozduğunu fark
eden Menze ve arkadaşları buna da karşı çıkıyorlar.
Belediyenin tepkisi ise farklı oluyor: “Bir yıl
işletin, becerirseniz devam edin.”
25 arkadaşıyla birlikte
sinemayı yeniden kullanılır hale getiren bayan Menze,
önce gençleri kazanmak için özel etkinlikler
düzenliyor. Bizim “Beyaz Geceler” olarak bildiğimiz
gece seanslarını konserlerle birlikte
gerçekleştiriyor ve sinemanın seyirci sayısı hızla
artıyor. Ardından Berlin Film Festivali
yöneticilerinin araya girmesiyle hükümet
organlarından ve fonlardan destekler akmaya
başlıyor. Alman yönetmenler ve oyuncular da Essen’de
yürütülen bu mücadeleye saygı duruşunda bulunmak
için filmlerinin galalarını Lichtburg’ta
gerçekleştiriyorlar. Alman sinemasının ünlü
simaları, 1250 kişilik ülkenin bu en büyük
sinemasına akın ettikçe Lichtburg’un popülaritesi ve
destekler her geçen gün artıyor. 1993-1997 yılları
arasında geçen bu yoğun mücadeleden sonra Lichtburg
Almanya’nın en popüler sinema salonuna dönüşüyor.
Bayan Menze, “Biz bunları başardıktan sonra sıra
binanın restore edilmesine gelmişti. Daha önce
flarmoni orkestrasına yönelik düzenleme için ayrılan
parayı biz aldık. Alman sinema fonu 1 milyon mark
gönderdi. Sinema 2003 yılında tadilat geçirdi. Ama
bizim için önemli olan bu rakamlar değildi.
Burasının yeniden sinema olarak görülmesi ve yeniden
meşruiyet kazanması bizim için daha önemli oldu”
diyor.
Menze’nin Lichtburg için
yaptıkları ülke sınırlarını da aşmış. Bazı Hollywood
filmlerinin Avrupa ve Almanya galaları bu sinemada
gerçekleştirilmiş. ‘Yüzüklerin Efendisi’ ve ‘Başka
Gün Öl’ bu filmlerden yalnızca ikisi. Ve son olarak
Avrupa’nın en prestijli sinema ödüllerinde Avrupa
Film Ödülü töreni 2009’da Lichtburg’da
gerçekleştirilmiş.
Bayan Menze’ye Emek
Sineması ile Lichtburg arasındaki ortak kaderi
anlattığımda. Hiç tereddüt etmeden “Seyirciyi,
özellikle de genç seyirciyi ve medyayı
kazanmalısınız” diyor. Belli ki bunu söylerken
sinema dünyasının zaten sahip çıkacağı varsayımından
hareket ediyor.
İstanbul’un 30’da biri
kadar nüfusa sahip Essen’deki tarihi binanın Alman
sinemasının kalbinin attığı yer haline geliş öyküsü;
15 milyonluk İstanbul’da Emek Sineması’na sahip
çıkamayan bizler için derslerle dolu. Menze, bir kez
daha sesleniyor kalkarken: “Siz sadece protesto
ediyorsunuz sanırım, proje de üretmelisiniz!”
Projemiz yok, evet. Belki de daha önemlisi bir
sinemaya hayat veren Marianne Menze’miz yok.
Radikal, Haber: Şenay
Aydemir, 29.10.2010
|
530 TABLO EL
DEĞİŞTİRECEK
Kasım ayının ilk
haftasında İstanbul’da yapılacak iki müzayedede
çağdaş Türk resim sanatının en önemli isimlerinin
530 adet tablosu el değiştirecek. Antik A.Ş ve Beyaz
Müzayede’nin gerçekleştireceği müzayedelerde rekor
satışlar bekleniyor. Müzayedelerin gözdesi
Fahrelnissa Zeid ve Mübin Orhon.
İstanbul kasım
ayının ilk hafta sonunda iki önemli müzayedeye
evsahipliği yapacak. Biri geçen sezon rekorlara imza
atan satışlarla adından sıkça söz ettiren Antik A.Ş’nin
Çağdaş Sanat Eserleri Müzayedesi, diğeri ise 350’den
fazla koleksiyonerin eserlerinin biraraya geldiği
13. Beyaz Müzayede. Her iki müzayedede de
Fahrelnissa Zeid, Mübin Orhon, Ömer Uluç, Erol
Akyavaş, Burhan Doğançay, Neşet Günay, Mehmet
Güleryüz gibi usta isimlerin eserleri
dikkat çekiyor.
Antik A.Ş’nin 7 Kasım
Pazar günü Swissotel’de gerçekleştireceği “Çağdaş
Sanat Eserleri Müzayedesi” her biri başyapıt olan
eserleri koleksiyoncularla buluşturacak. Koleksiyon
7 Kasım’a kadar Antik A.Ş.’nin Maçka’daki binasında
görülebilir. 1950’den günümüze Modern
ve Çağdaş Türk
sanatından müzelik eserlerin satışa sunulacağı
müzayedede Türk soyut resminin Paris’deki önemli
temsilcilerinden Mübin Orhon’un 1962 tarihli 352x112
santim boyutlarında yağlıboya soyut çalışması dikkat
çekiyor. İlk kez satışa sunulacak eser, anıtsal
ebatları ile Orhon’un bilinen en büyük ebatlı eseri.
900 bin lira açılış rakamıyla satışa sunulacak.
Müzayedenin bir diğer
başyapıtı Çağdaş Türk resminin en değerli kadın
ressamı Fahrelnissa Zeid’in 185x230 santim
ebatlarındaki yağlıboya soyut çalışması. 1950-53
tarihli bu eser 750 bin lira muhammen bedelle satışa
sunulacak. Burhan Doğançay’ın “Kurdeleler” konulu 4
adet eseri ile figür resmin ustası Neşet Günal’ın
ustalığını yansıttığı “Korkuluk” da müzayedenin göz
kamaştıran eserleri arasında.
350’den fazla önemli
koleksiyondan eserlerin satışa sunulacağı Beyaz
Müzayede’de ise eserlerin çokluğundan dolayı satış
ikiye bölündü. Müzayede 6 Kasım Cumartesi saat
14.00’te ve 10 Kasım Çarşamba akşamı saat 19.00’da
Nişantaşı Sofa Hotel’de yapılacak. Tüm eserler 2-5
Kasım’da yine Sofa Hotel’de görülebilecek. Hatta
başyapıtların çokluğundan dolayı, katalog da beş
ayrı kapakla basılacak. Fahrelnissa Zeid, Ömer Uluç,
Adnan Çoker, Neşet Günal ve Hakkı Anlı’nın eserleri
kapakları süsleyecek.
Beyaz Müzayede Yönetim
Kurulu Başkanı Aziz Karadeniz “Müzayedede kapak
olabilecek 10’dan fazla eser var, fakat 10 ayrı
kapakla basılacak katalogları sanatseverlere
zamanında ulaştırabilecek kadar zamanımız
olmadığından kendimizi 5 kapağa kısıtladık” diyor.
Müzayedede Fahrelnisa Zeid’den kapak resmi olan
600-900 bin lira muhammen bedelle satışa sunulacak
Yeniden Doğuş isimli 121x181 santim ebatlı 1968 yılı
başyapıtın yanısıra, Arapça imzalı 146x200 santim
ebadında bir başka başyapıt ve Kabus isimli 102x76
santimlik 1958 tarihli önemli bir yapıt yer alıyor.
Diğer bir kapak resmi ise Ömer Uluç’un 80’li
yılların sonlarında yaptığı 150x200 santimlik
“At-Karga-Ada” isimli başyapıtı 250-350 bin liradan
satışa sunulacak.
Hürriyet, 29.10.2010
|
TAPINAK TALANDAN KURTARILDI
Muğla’nın Milas İlçesi'nde sit alanındaki daha önce kaçak kazı yapılan Lahit mezara 400 metre uzaklıktaki Roma İmparatoru Augustus adına adanmış kutsal tapınaktaki eserler, jandarma tarafından düzenlenen operasyonla kaçırılmaktan son anda kurtarıldı.
Milas’ta Eylül ayının başlarında define avcıları tarafından bulunan ve yağmalandığı saptanan Karia Satrabı Mousolos’un babası Hekatomnos’a ait 2400 yıllık mezarda bulunan lahitten sonra, kaçak define avcılarının merakı bu alana kaydı.
Milas ilçe merkezinde lahit mezarın bulunduğu alandan 400 metre uzaklıktaki Hocabedrettin Mahallesi Tümbek sokakta sit kapsamındaki eve Jandarma ekipleri kaçak kazı yapıldığı iddiası ile operasyon düzenledi. Jandarmanın operasyonunda, U.G. ve T.Ö. isimli kişilerin evlerinde kaçak kazı izi ve tarihi eser arandı. U.G.’nin evinde herhangi bir suç unsuruna rastlanmazken, T.Ö.’nün evinde yapılan aramada, evin giriş katında salon kısmının ortasında kaçak kazı yapıldığı ve beton dökülmek suretiyle üstünün kapatıldığı tespit edildi. Milas Müze Müdürlüğü’ne bilgi verilmesinin ardından olay yerine gelen Milas Müze yetkilileri, yaptıkları inceleme sonrası, evin bulunduğu alanın birinci derecede sit alanı içinde bulunduğu, Hellenistik dönem Roma İmparatoru Ağustos adına adanmış kutsal tapınak olduğu tespit edildi.
Jandarma tarafından gözaltına alınan U.G. ve T.Ö. Cumhuriyet Savcısı’nın talimatı ile ifadeleri alındıktan sonra serbest bırakıldı. Olayla ilgili soruşturma devam ediyor.
Muğla Kent Haber, 28.10.2010
|
|
|
MİLYON DOLAR DEĞERİNDE 554 TARİHİ ESER ELE GEÇTİ
Başkent polisinin tarihi eser kaçakçılarına yönelik düzenlediği operasyonda 554 tarihi eser ele geçirilirken, 2 kişi gözaltına alındı.
Edinilen bilgiye göre, Ankara Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü ekipleri, Aksaray'da kaçak kazı yapan bazı kişilerin buldukları tarihi eserleri yurt dışına çıkartmayı çalıştıklarını tespit etti. Yapılan tespitlerin ardından Mali polisin Çankaya'da bir adrese düzenlediği operasyonda R.B. ve Ş.B. gözaltına alındı. Zanlılarla birlikte çeşitli dönemlere ait olduğu belirlenen heykelcik, balta, obje, sürahi, çan, kandil, haç, ok ucu, yüzük, mühür, kolye, hayvan figürleri, pişmiş toprak parçaları ve sikkelerin de aralarında yer aldığı 554 eser ele geçirildi.
Zanlılar hakkında ''2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu'na muhalefet'' suçlamasıyla soruşturma başlatıldı. Anadolu Medeniyetleri Müzesi'ne incelenmek üzere gönderilen tarihi eserlerle ilgili olarak uzmanların ''Paha biçmek zor, yurt dışına çıkarıldığı takdirde milyon dolarlar değerinde'' ifadesini kullandığı öğrenildi.
Türkiye Gazetesi, 28.10.2010
|
TARİHİ CAMİYE PERVANE
Tarihi yapıları ve özel kent dokusuyla ünlü Tophane semtinin en önemli eserlerinin başında, hiç şüphesiz Kılıç Ali Paşa Camii geliyor. 1580 yılında Kaptan’ı Derya olan Kılıç Ali’nin Mimar Sinan’a yaptırdığı cami, kentimizin de sayılı tarihi eserleri arasında gösteriliyor. Yaklaşık 500 yıldır tarihe tanıklık eden görkemli cami, bir süre önce restorasyon çalışmasına alındı. Aslına uygun olarak onarımı ve bakımı yapılacak. Kirlenmiş duvarları tertemiz yapılacak, yıpranmış çinileri onarılacak. Buraya kadar her şey normal görünüyor. Ancak dünyaca ünlü camimizde, hem de “Avrupa Kültür Başkenti” olduğumuz şu günlerde büyük bir garabet yaşanıyor.
Kimlikleri bilinmeyen ve amaçları da anlaşılamayan meçhul kişiler tarihi caminin kubbesine pervane, daha doğrusu mutfak aspiratörü taktı! Pervanenin ne kadar süre önce takıldığı bilinmiyor. Ancak muhteşem yapının kubbesinde çirkin bir şekilde sırıtıyor. Duyarlı kent sakinleri tarafından fark edilen garabet, tarihi binalara yağlı boya çeken ya da beton döken zihniyetin son ürünü olarak gösteriliyor.
Ayasofya’nın küçük ikizi olan muhteşem yapıdaki pervaneyi fark eden okurlarımız, hazır restorasyon çalışması sürerken bu durumun ortadan kaldırılmasını istiyor. Bunun için pervanenin çıkarılması ve caminin penceresinin aslına uygun şekilde tekrar yapılması gerekiyor. Ancak bu bölümdeki restorasyonun tamamlandığı yolundaki bilgiler, çalışmayı yapanların pervaneyi görmediklerini ya da tarihi yapıya çok yakıştırdıklarını düşündürüyor. Durum böyle ise, ortada daha vahim bir sorun var demektir. Biz yine de, restorasyon ekibinin bu pervaneyi yeni fark ettiğini ve en kısa sürede gerekeni yapacağını umuyoruz.
Habertürk, 28.10.2010
|
|
OSMANLI SİKKELERİNİN ENVANTERİ ÇIKARILIYOR
Üç kıtaya yayılan
topraklarıyla 600 yıl boyunca hüküm süren
Osmanlı İmparatorluğunu yöneten 36 padişah
döneminde bastırılan sikkelerin envanteri
çıkarılarak 9 ciltte toplanıyor.
Nilüfer Damalı Eğitim Vakfınca bu yıl
içerisinde yayımlanan ilk iki ciltte 10 padişahın
bastırdığı sikkeler yer alırken, gelecek yıl geriye
kalan ciltlerin tamamlanması hedefleniyor.
Vakıf Başkanı Atom Damalı, AA
muhabirine yaptığı açıklamada, mühendisliği
bitirmesine karşın koleksiyona ilgi duyduğunu, bu
şekilde zamanla tarih bilincinin geliştiğini
belirtti. Yaklaşık 40 yıldır sikke topladığını, 7-8
yıldır da Osmanlı sikkeleri üzerine çalışmaya
başladığını dile getiren Damalı, sikkelerin günümüze
kadar gelen en önemli tarihsel belgeler olduğunu ve
sikkeleri ''tarih laboratuarı'' olarak
tanımladığını ifade etti. Sikkelerin dönemlerine ait
çok önemli bilgiler verdiğini, bu nedenle dünyanın
birçok tarih bölümünde öğrencilerin araştırma
yapabilecekleri sikke koleksiyonlarının bulunduğunu
kaydeden Damalı, Türkiye'de ise tarihçiler ile para
bilimi (nümizmatik) arasında çok yakın bir ilişkinin
olmadığını söyledi.
Türkiye'deki tarih araştırmalarında nümizmatik
bilimine yeterince önem verilmediğini,
üniversitelerde nümizmatik bölümünün bulunmadığını,
bunun da gün yüzüne çıkmayı ve tasnif edilmeyi
bekleyen sikkelere ulaşmak isteyen tarihçiler,
nümizmatlar ve araştırmacılar için büyük zorluklara
neden olduğunu ifade eden Damalı, iktisadi ve sosyal
gerçeklerin en somut delilleri olan sikkelerin
Osmanlı İmparatorluğu'ndaki rolünü anlatan ''Osmanlı
Sikkeleri Tarihi'' kitabını bir anlamda bu alandaki
eksikliği belli ölçülerde kapatabilmek için
hazırladığını dile getirdi.
Dünyanın sayılı müzeleri araştırıldı
Osmanlı sikkeleriyle ilgili hazırladığı 9 ciltlik
çalışmanın ilk iki cildini bu yıl yayınladığını dile
getiren Damalı, 3'ncü cildin ise 1-2 ay içinde
tamamlanacağını ifade etti. Damalı, ''Bugün dünyada
erişebilecek tüm müze ve özel koleksiyonlarda yer
alan sikkeleri resimleyerek ve sınıflayarak bir
Osmanlı sikkeleri envanteri hazırlamaya koyulduk. Bu
nedenle tüm Türkiye, Avrupa ve Amerika'daki
müzelerde çalışmalar yaptık. Şimdi de gözümüzü Kuzey
Afrika ve Ortadoğu'ya çevirdik. Bu ülkelerde hiç
incelenmemiş Osmanlı sikkelerine erişmeye
çalışıyoruz'' diye konuştu. Tahminine göre bugüne
kadar gelebilen 15 bin farklı altın ve gümüş Osmanlı
sikkesinin bulunduğunu söyleyen Damalı,
hedeflerinin, bir kısmının özel koleksiyonunda
bulunduğu bu 15 bin sikkenin bilgisine kitaplarında
yer vermek olduğunu söyledi.
Sikkelerin sınıflandırmasında 4 kriter
kullanıldığını, bunların, sikkenin hangi padişah
döneminde, hangi şehirde darp edildiği, tarihi ve
sikkedeki yazılar ile desenler olduğunu belirten
Damalı, 9 cildin tamamında Osmangazi'den Sultan
Vahdeddin'e kadar 36 padişah dönemine ait tüm
sikkelerin yer alacağını anlattı. Kapsamı geniş
olacak çalışma için dünyanın değişik bölgelerindeki
müzelerde bulunan sikkelerin de incelenmesi
gerektiğini dile getiren Damalı, kendisinin de bu
yolu takip ederek Amerika'da Amerikan Nümizmatik
Vakfı (American Numismatic Society), Smithsonian
Enstitüsü (Smithsonian Institute), İngiltere'de
British Müzesi (British Museum), Ashmolean Müzesi,
Fransa'da Bibliotheque Nationale, Almanya'da Münih,
Tübingen, Berlin ve Jena Sikke müzelerinde,
Yunanistan'da Atina Müzesi, Avusturya'da Viyana
Müzesinde incelemelerde bulunduğunu kaydetti.
Damalı, Türkiye'de ise Arkeolojik Eserler Müzesi,
Darphane Müzesi, Yapı Kredi Bankası Müzesi'nden de
yararlandığını dile getirerek, bunların dışında özel
koleksiyonlardan da faydalandığını söyledi.
Hedef
''Para Müzesi'' kurmak
Damalı, ''İslam devletlerinde hükümranlığın 3
sembolü vardır. Sikke darp etmiş olmaları, o
topraklarda hutbenin Sultan adına okunması ve tuğ,
sancak gibi sembollere sahip olmaları. Bu nedenle
tüm Sultanlar sikke darbına çok önem vermişlerdir.
Bütün padişahların sikkeleri var. Zaten 'Sultan'
olabilmek için sikke darp etmiş olma şartı vardır.
Ancak Osman Gazi'den sadece 1 sikke günümüze gelmiş
olmasına rağmen, bazılarının daha çok sikkesi
vardır'' dedi.
Damalı, çok önemli Türk nümizmatların çok değerli
araştırmaları ve eserlerinin bulunduğunu, ancak tüm
Osmanlı sultanlarının sınıflandırılarak tüm
sikkelerinin yer aldığı tek eserin devam eden
çalışması olacağını kaydetti. Anadolu'nun MÖ 500'lü
yıllarda dünyada ilk olarak paranın basıldığı yer
olduğunu söyleyen Damalı, dünyanın en anlamlı para
müzesinin kurulabileceği yerin bu topraklar olduğunu
düşündüğünü kaydetti. Türkiye'nin paralarla ilgili
ender sergiler ve özel koleksiyonlar dışında, bir
para müzesine sahip olmadığını ''Bu nedenle vakıf
olarak İstanbul Para Müzesini kurmak için bir
girişimde bulunduk. Ancak, para müzesinin yer
sorununun henüz çözümleyemedik. Böyle bir fırsat
verildiği takdirde tüm dünyanın gıptayla gezeceği
bir müze açmak en büyük hayallerimden biri'' dedi.
En fazla parayı Kanuni Sultan Süleyman
bastırdı
9 ciltte tamamlanması planlanan ''Osmanlı Sikkeleri
Tarihi'' (History Of Ottoman Coins) kitabının ilk
cildinde Osman Gazi, Orhan Gazi, Sultan Murad,
Sultan Beyazid, Sultan Mehmed, 2. Murad, 2. Mehmed,
2. Beyazıd ve Selim dönemlerine ait sikkeler
hakkında bilgiler yer alıyor. Kitabın ikinci
cildinde ise Osmanlı padişahları arasında en fazla
para bastıran Kanuni Sultan Süleyman'ın bastırdığı
paralar hakkında detaylı bilgilerden söz ediliyor.
Kanuni Sultan Süleyman döneminde genişleyen
imparatorluk sınırlarının içinde basılan sikkelere
yer verilen kitapta Osmanlı nümizmatiğine giren yeni
tip sikkeler bulunuyor. Bu dönemde sınırlarının
genişlemesi, iktisadi hayatta sikkelerin
çeşitlenmesine neden olurken, 32'si altın sikkeler
olmak üzere, toplam 63 farklı şehirde 700'e yakın
değişik para basıldı. Kanuni dönemine kadar yalnızca
gümüş akçe darp edilen Osmanlı Devleti'nde, artık
akçenin 5 veya 6 misli, büyük boy, dirhem adı
verilen sikkelerin de darbına başlanıldı.
Sikkelerde neler yazılıyor
Osmanlı para düzeninde değişik süreçlerde farklı
madenlere dayalı para sistemleri kurulurken,
devletin kuruluşundan İstanbul'un fethine kadar olan
süreçte gümüşe dayalı ''tek metalli'' para sistemi
ileri dönemlerde altın ve gümüşün beraberce
şekillendiği ''çift metalli'' bir düzene geçildi.
Genellikle İslami sikkelerde kullanılan metaller
altın, gümüş ve bakır olmak üzere 3 tipte
şekillendi. İstanbul'un fethine kadar geçen süreçte
kullanılan ''akçe'' adı verilen küçük gümüş
sikkelerin devletin her fethedilen politik veya
ekonomik yönünden önemli kentinde basıldığı
görülüyor. İstanbul'un fethinden sonra yönetimin
merkezi bir yapıya dönüşmesinden sonra darphanelerde
merkezileştirilerek Topkapı Sarayının avlusunda
Darhane-i Amire kuruldu.
Osmanlı tarihi boyunca 100'ün üzerinde darphane
altın ve gümüş sikke bastırdı. Bakır mangırlar da
daha çok yerel bir para birimi kabul edildiğinden
altın ve gümüş sikke basılmamış, birçok şehirde
sadece bakır mangırlar basılmıştır. Bu kentlerle
birlikte toplam sikke basılan kent sayısı yaklaşık
125'tir. Madenlerde üretilen, eski sikkelerin
üretilmesinden, yabancı sikkelerin eritilmesinden,
kıymetli madenlerden yapılan eşya ve mücevherlerin
eritilmesinden elde edilen sikkeler, el
çekiçleriyle, mekanik preslerle sarkaç usulü
otomatik olarak üretilirdi.
Sikkeler üzerinde ''Allah aziz yardımı ile galip
kılsın'', ''Yüce Hilafet Yeri'', ''Yüce Saltanat
Yeri'', ''Yardımın Babası'', ''Adil Sultan'',
''Büyük Mülklerin Sultanı'', ''Devleti Devamlı
Olsun'', ''Sultanlığı Adaletli ve Ömrü Uzun Olsun'',
''Rum, İran ve Arap ülkesinin Sultanı'', ''Allahtan
Başka İlah Yoktur, Muhammed Allahın Elçisidir'' gibi
yazılar bulunurken, paralarda içeriğine, basıldığı
yere göre damga, tuğra, arma, motifler, mühr-i
Süleyman, saadet düğümü, mardin düğümü, çiçek ve
diğer tasarımlar gibi semboller kullanılırdı.
Osmanlı'daki sikke tiplerine akçe, mangır, dirhem,
şahi, medini, sultani, eşrefi, osmani, bukşa, larin,
kuruş, zolta, nasri, riyal, harube, burbe, bucu (cezayir)
cedid eşrefi, zer-i mahbub, rumi altının örnek
gösterilebilir.
Yapı, 28.10.2010
|
ENEZ LAGÜN GÖLLERİNDE
ARKEOJEOFİZİK ÇALIŞMASI YAPILACAK
Edirne’nin Enez
İlçesi'nde bulunan lagün göllerinde su altı
arkeojeofizik ve kazı çalışması yapılacağı
bildirildi.
İstanbul Üniversitesi
Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi ve
Enez Arkeolojik Kazı Başkanı Prof.Dr. Sait Başaran,
AA muhabirine yaptığı açıklamada, Enez’de lagün
göllerinde su altı arkeojeofizik ve kazı
çalışmasının 2011 yılı programına alındığını
söyledi.
Çalışma ekibinin de
belirlendiğini ifade eden Başaran, antik liman olan
Dalyan ve Taşaltı Gölleri’nin 1. derece doğal sit
alanı kapsamında olduğunu ve koruma altında
bulunduğu için bugüne kadar bilimsel su altı
arkeolojik araştırmalarının henüz yapılmadığını
belirtti.
Enez’in eski çağda Taşoz
Boğazı’ndan Çanakkale Boğazı’na kadar olan Kuzey Ege
kıyılarında tek korunaklı liman kenti olduğunu
anımsatan Başaran, o tarihlerde Enez’in bölgenin
şehirleri arasında büyük bir önem taşıdığını ifade
etti.
Kuruluşunda deniz
kenarında bulunan Enez’in bugün 5 kilometre içeride
kaldığına vurgulayan Başaran, şöyle devam etti:
‘Kentin kuruluşundan (MÖ
7′nci yüzyıl) 19. yüzyıla kadar kullanılmış olan
Enez limanları, Meriç Nehri’nin yüzyıllar boyunca
alüvyon sürükleyerek ağzını doldurmasıyla bugün
kullanılmaz hale gelmiştir. Kentin güneyinde yer
alan Dalyan Gölü ile doğusundaki Taşaltı Lagün Gölü,
19. yüzyıldan itibaren sığlaşmış gemilerin içeri
girmelerine olanak vermekten uzak kalmıştır.
1993 yılında Enez
Balıkçı Kooperatifi ile belediyenin izinsiz
yaptıkları Dalgan Gölü’nün kıyısını derinleştirme ve
ıslah etme deneme çalışmaları sırasında Roma
İmparatoru Augustus dönemine tarihlenen çok miktarda
pişmiş toprak kandil ortaya çıkmış ve orada
bulunanlar tarafından yağmalanmıştır. Yağmacıların
gözünden kaçan 20 adet kandil de tarafımızdan
bulunarak Edirne Arkeoloji Müzesi’ne teslim
edilmiştir. Ayrıca gölden alınmış aynı toprak
içinden ahşap parçaları ve kırık durumda olan çok
miktarda çanak, çömlek parçaları ortaya çıkmıştır.
Taşaltı Lagün Gölü’nün batı yamacında beş nefli Kral
Kızı Bazilikası’nın kalıntıları yer almaktadır.’
Lagün Gölleri’nin Tarım
ve Köyişleri Bakanlığı Tarımsal Üretim ve Geliştirme
Genel Müdürlüğü tarafından ıslah amacıyla bir
şirkete kiralanmak istenmesi üzerine de Edirne
Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge
Kurulu’nun almış olduğu 28.05.2010 tarihli kararın
düzeltilmesi içinde Kültür ve Turizm Bakanlığı’na
durumla ilgili bir yazı gönderdiğini kaydeden
Başaran, bir kuruluşun lagün göllerinde ıslah
çalışması yapmasının arkeolojik yönden sakıncalı
olduğunu sözlerine ekledi.
haberler.com, 28.10.2010
|
|
TÜRK TARİHİNE SAHİP ÇIKTILAR
Suriye'nin başkenti Şam ile çeşitli kentlerindeki Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinden kalma eserler sırasıyla restore ediliyor. Yapıların hasar durumları dikkate alınarak oluşturulan restorasyon listesi çerçevesinde, Osmanlı döneminde Şam'da görev yapmış askeri ve sivil görevlilerin kabirlerinin bulunduğu mezarlık temizletildi.
Türkiye'nin Şam Kültür ve Tanıtma Müşaviri Vehip Özdemir yaptığı açıklamada, ilk aşamada temizletilen mezarlığın ikinci aşamada restore edileceğini belirterek, "TİKA tarafından bir restorasyon projesi hazırlatılıyor. Bu, çok önem verdiğimiz projelerden biridir" dedi.
Mezarlığın, İslam düşünürü Muhyiddin İbn-i Arabi'nin türbesinin bulunduğu, aynı ismi taşıyan caminin bitişiğinde olduğunu hatırlatan Özdemir, "Bu, Osmanlı döneminde Suriye'de ve özellikle Şam'da görev yapmış birçok askeri ve sivil erkanın defnedildiği bir mezarlık, Osmanlı döneminden kalan birçok eserden biridir" diye konuştu.
Özdemir, Suriye'de çok sayıda Selçuklu ve Osmanlı eseri bulunduğunu ifade ederek, bu taşınmaz varlıklara ilişkin olarak, Türkiye'nin Şam Büyükelçiliği koordinasyonunda TİKA ve Kültür ve Tanıtma Müşavirliği işbirliğiyle gerekli çalışmaların yapılacağını kaydetti.
Habertürk, 28.10.2010
|
HATTUŞA'DAKİ ASLANLI KAPI RESTORE EDİLDİ
Çorum'un Boğazkale İlçesi'nde bulunan Hititlerin Başkenti Hattuşa'daki ''Aslanlı Kapı'' restore edildi.
Aslanlı Kapı'da bulunan ve Hitit Medeniyeti döneminde şehrin görkemini yansıtmak için kapının şehir dışına bakan yüzüne yapılan iki aslan kabartması yapılan çalışma ile aslına benzer yenilendi.
Başkent Hattuşa'ya gelen ticaret kervanlarının ve önemli konukların şehre giriş kapısı olarak bilinen Aslanlı Kapı yıllardır ziyaretçilerini bu şekilde karşılıyordu. Yapıldığı dönemde Hitit Medeniyetinin ve Hattuşa şehrinin görkemini yansıtmak için dev kaya bloklarına kabartma şeklinde yapılan 3 metrelik iki aslan heykelinden sağ tarafta bulunanın kafa kısmı bilinmeyen bir nedenle kırılmış ve bu mimari şaheseri olan kapı yıllardır tek aslan tarafından korunmakta idi.
Alman Arkeoloji Enstitüsü Başkanlığı bünyesinde Hattuşa Kazılarını yürütmekte olan Doç.Dr. Andreas Schachner başkanlığındaki kazı ekibi tarafından yapılan restore çalışmaları sonunda Aslanlı Kapı, aslına benzer halde yenilendi.
Restore çalışmalarının tamamlanmasının ardından kapının ilk ziyaretçileri arasında dün Dışişleri Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı Hakkı Akil ve beraberindeki heyet oldu.
Çorum Haber, 28.10.2010
|
|
İnce HESap Bağdattan Dönecek mi?
DOĞA VE KÜLTÜR VARLIKLARI KATLİAMI
ASIL ŞİMDİ BAŞLIYOR!
- Koruma Kurulları Yok Ediliyor...
- Eski SİT Kararlarına İptal...
|
HES YAPILACAK BÖLGELER SİT İLAN EDİLİR DE HÜKÜMET
'BAKAR' MI? SİT ALANI İLAN ETME YETKİSİ EL
DEĞİŞTİRİYOR
Valilik tarafından İkizdere Vadisi'nin SİT alanı
kapsamına alınmasıyla Hükümet karşı atağa geçti.
Sit alanı ilan etme yetkisi Kültür ve Turizm
Bakanlığı'ndan alınıyor.
İkizdere Vadisi'nin doğal sit alanı ilan
edilmesine ilişkin sit kararı Çevre Bakanlığı'na
devrediliyor.
Kültür ve Turizm Bakanı Günay konuyla ilgili
olarak "Avrupa hukukuna uyuyor ama tereddütlerimiz
var" dedi.
Çevre ve Orman Bakanlığı'ndan ise, "Sit
alanlarıyla ilgili tasarı AB çevre faslının bir
gereği" açıklaması geldi.
Hükümet, Trabzon Kültür ve Tabiat Varlıklarını
Koruma Kurulu'nun sürpriz bir kararla Rize'nin
İkizdere Vadisi'ni doğal sit alanı ilan etmesine
yasa tasarısıyla rest çekti. TBMM'ye sunulan
'Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Kanunu
Tasarısı'yla mevcut doğal sit ilan edilmiş alanların
statüsü sona erdirilecek.
Doğal sit ilan etme yetkisi Çevre ve Orman
Bakanlığı'na devredilecek.
Böylece, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın
“önümüzü kesiyorlar” dediği İkizdere Vadisi’nin
doğal sit ilanı kararının iptal edilmesi ve 22 HES
barajının yapılması yolu açılacak. Çevre örgütleri
isyan ettikleri düzenleme için “Anadolu’nun ölüm
fermanı” nitelendirmesinde bulundu.
Radikal, 28.10.2010
******
HUKUK ÇİĞNENDİĞİ İÇİN
SİT KARARI ALINIYORDU
Çamlıhemşin
İlçesi'ndeki Fırtına Vadisi’ni HES’lerden kurtaran
“Derelerin avukatı” ismiyle anılan Yakup Okumuşoğlu,
yeni kanun tasarısını yorumladı: “Zaten mahkeme
kararları çiğneniyordu. Ancak sit alanı ilan ederek
projeler durduruluyordu. Yasa çıkarsa yapacak pek
bir şey kalmayacak.”
Hükümet,
HES projelerinin
önünü kesen “birtakım
çevreci tipleri”
temizlemek için sert bir hamle yaptı. Yeni yasa
tasarısıyla,
sit alanı ilan etme
yetkisi Çevre Bakanlığı’na devrediliyor. Yani “Benim
işim
baraj yapmak”
diyen,
DSİ’nin kontrolünü
elinde bulunduran Çevre Bakanı
Veysel Eroğlu bu
konuda da son sözü söyleyecek.
Ancak bu karar bir günde alınmadı. Sadece
İkizdere’nin rövanşı da değil. Geçen hafta
Tunceli-Munzur’da
da iki baraj projesi durduruldu. Ülkenin en
batısından en doğusuna, en çok da
Karadeniz’e
yoğunlaşan 2000’i aşkın HES projesinin önündeki en
önemli engel, sit alanı ilan edilerek projelerin
iptal edilmesiydi.
Bu alandaki ilk örnek karar
Fırtına Vadisi’nde
alınmıştı. Çamlıhemşin’deki altı yıllık hukuk
mücadelesinin simge ismi avukat Yakup Okumuşoğlu’nu
aradım. Karadeniz’de “Derelerin avukatı” adıyla
anılan Okumuşoğlu, yeni
yasa tasarısı için
“Beklediğimiz bir şeydi” dedi: “Bu mevzuat
karşısında korumayı ancak sit alanı ilan ederek
oluşturuyorduk. HES’lere karşı dava açarken
köylülere, vadilerin sit alanı ilan edilmesi için
çaba harcayın tavsiyesinde bulunduk. Bu projeleri
durdurabilmek için sit alanı ilan etmekten daha iyi
bir çözüm yoktu.”
Derelerin avukatı, Doğu Karadeniz’de 700 kottan
sonra her yerin sit alanı olması gerektiğini
söylüyor. Daha aşağısı zaten yerleşim alanı, fakat
bu yükseklikten sonrası yayla ve mera. Karadeniz’in
dağlarına özellik veren kotların tümü sit karakteri
taşıyor.
Peki HES’lere karşı son koz sit alanı ilan etmek mi?
Okumuşoğlu, Milli Park ve sit alanı olmayan yerlerde
dava açtıkları halde kazandıklarını belirtiyor.
Ancak asıl sorun, her şeyde olduğu gibi
uygulamada... Yani mahkemenin “Çevreye zararı var,
iptal edin” kararına rağmen pek çok yerde inşaata
devam ediliyor. Zaten mahkemenin aldığı kararlara
uyulsaydı, sit alanı ilan etmeye de gerek
duyulmayacaktı!
İdare, hukukun arkasından dolaşarak hareket ettiği
için sit ve Milli Park’ı öne sürerek projeler
durdurulmaya çalışıldı.
“Bundan sonra ne olacak?” diye sorduğumda Okumuşoğlu
şu yanıtı veriyor: “Komisyon oluşturulacak. Sit ve
Milli Park karakteri var mıdır, yok mudur diye karar
verilecek. Başka bir statü verilecek ancak bu tanım
ne olur, bilemiyoruz. Yasa çıkarsa yapacak pek bir
şey kalmayacak.
Anayasa Mahkemesi’ne
gidilir ama oradan çıkacak karar ne olabilir?”
Tabiatı ve biyolojik çeşitliliği koruma kanunu
tasarısı, kara, kıyı, su gibi doğal değerlerin hem
korunması, hem de kullanılmasına yol veriyor.
Üstelik gayet soyut ifadeler kullanarak. Tıpkı HES
projelerinde hazırlanan
ÇED (Çevre Etki
Değerlendirme) raporları gibi. Okumuşoğlu’nun
tabiriyle “kopyala yapıştır” yöntemiyle, kelime
oyunu yaparak.
Toplumun henüz algılayamadığı en önemli nokta şu:
HES projeleri kısa vadede öyle karlı ki, hem
devleti, hem de bankaları ayakta tutuyor. Doğrudur,
ekonomiye ciddi bir getiri sağlıyor. Hatta
Türkiye’nin krizi
bu projelerle aştığı bile söyleniyor.
Ancak uzun vadede, sulak alanlar tamamen kontrolden
çıkacak. Bu, uluslararası sözleşmelere de aykırı. En
fenası, doğanın talanıyla birlikte söz konusu
alanların insansızlaştırılması.
Kuşu, keçiyi, çiçeği takmayanlar, en azından insana
değer vermeyi denese... O zaman bu korkunç talanı
desteklemenin, gelecek kuşakların yaşamını yok etmek
anlamına geldiğini kavrayabilir.
Milliyet, Haber: Mehveş
Evin, 29.10.2010
******
GÜNAY: YETKİ DEVRİYLE
İLGİLİ TEREDDÜTLERİMİZ VAR
Kültür ve Turizm Bakanı
Ertuğrul Günay,
Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu’nun ‘sit
alanı ilan etme yetkisinin’
Çevre ve Orman Bakanlığı’na
bağlı yeni bir kuruma devredilmesiyle ilgili bazı
tereddütleri olduğunu söyledi. Ordu Üniversitesi’nin
açılış töreni için bu kentte bulunan Günay, “Tabiat
alanlarının varlıklarının Çevre Bakanlığı tarafından
yönetilmesi,
Avrupa hukukuna,
dünyadaki evrensel gelişmelere uygun bir davranış.
Fakat Meclis’e sunulmuş bulunan yasayla ilgili bizim
bazı tereddütlerimiz var. Bu aceleyle çıkacak bir
yasa değil. Yasa üzerinde biraz daha çalışılması
gerekiyor. Henüz komisyona bile gitmiş değil.
Dikkatle takip ediyoruz” dedi. Günay şöyle devam
etti: “Bu yasanın Meclis’e sevk edilme tarihi, Şu
anda ‘sit kararları’ ile ilgili, Koruma Kurulu
kararlarıyla ilgili bazı tartışmalar olduğu için
zamanlaması uygun olmadı.”
Milliyet, Haber: Erol
Küçükoğlu, 29.10.2010
******
'SİT' İÇİN KURDA KUZU
KORKUSU
Hidroelektrik santral
merkezi haline getirilmek istenen Rize İkizdere’nin
doğal sit alanı ilan edilmesinin hemen ardından, var
olan tüm sit alanı kararlarını ‘çöpe atabilecek’ bir
tasarının TBMM gündemine alınması, çevrecilerde şoke
etkisi yarattı.
TEMA, WWF-Türkiye Doğal
Hayatı Koruma Vakfı, Doğa Derneği, Greenpeace
Akdeniz, Sualtı Araştırmaları Derneği, Karadeniz
Doğa Koruma Federasyonu, Kuş Araştırmacıları Derneği
gibi 45 sivil toplum örgütü tarafından kurulan
Tabiat Kanunu İzleme Girişimi, acil toplandı.
İstanbul’da ise grup üyeleri salı günü toplanacak.
Girişim üyelerinden Doğa
Derneği Başkanı Güven Eken, “Yasalaşması halinde
Türkiye’de bir tek korunan alan bile kalmayacaktır.
Bu, doğanın gördüğü en karanlık kanun tasarısıdır”
derken, Derelerin Kardeşliği Platformu Dönem Sözcüsü
Ömer Şan da “HES yapılmak istenen vadilerde yaşayan
halk doğal yaşam alanlarına sahip çıkmışlardır ve
bundan sonra da sürdüreceklerdir” dedi.
‘Tabiatı ve
Biyoçeşitliliği Koruma Kanunu’ tasarısı
kanunlaşırsa, Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın
bünyesindeki koruma kurullarının yerine Çevre
Bakanlığı’na bağlı ‘Ulusal Biyolojik Çeşitlilik
Kurulu’ kurulacak. Kurulda 14 bürokrat, dört
akademisyen ve iki sivil toplum temsilcisi yer
alacak. Tüm sit alanı kararları ‘gözden
geçirilecek’.
Yani zaten sit alanı ilan edilmiş bir yerin sit olup
olmadığına ağırlıklı olarak hükümete bağlı
bürokratlardan oluşan bir kurul karar verecek. Halen
var olan koruma kurulları ağırlıklı olarak
üniversiteye bağlı akademisyenlerden oluşuyor.
Çevre ve Orman Bakanlığı, tasarının İkizdere ile
hiçbir ilgisi olmadığını ve tasarıyla ilgili
hazırlıkların eskiye dayandığını savundu. Açıklamada
“Söz konusu tasarı 2002 yılından bu yana üzerinde
çalışılan bir konu. 21 Aralık 2009’da AB Çevre
Faslı’nın açılmasıyla süreç hızlandı. Tasarıya 6
Ekim’de nihai hali verildi” denildi.
Koruma kurullarının bağlı olduğu Kültür ve Turizm
Bakanı Ertuğrul Günay tasarıya tereddütle
yaklaşıyor: “Tereddütlerimiz var. Bu yasama
döneminde çıkması mümkün değil. Bence bu yasama
döneminde çıkması da doğru değil. Çünkü aceleye
getirilerek çıkartılacak bir yasa değil. Ama yasa
bizden bazı şeyleri almıyor sadece, bazı alanların
yönetimini de bize veriyor. Yasa üzerinde biraz
çalışılması gerekiyor.”
Enerji Bakanı Taner
Yıldız’e göre ise İkizdere kararı zaten yanlış:
“Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu’nun da
er geç bu yanlışından (İkizidere kararı) döneceği
kanaatindeyim. Bakanımız (Günay) benden daha az
hassas bir insan değil. Benzer hassasiyeti yaşıyor
ve taşıyoruz. O da gereğini yapacaktır.”
Çevre Bakanlığı, Radikal’de 27 Ekim günü yayımlanan
‘Anadolu Dere A.Ş. sunar’ başlıklı yazı için bir
açıklama yaptı. Açıklamada şöyle denildi:
“Özel sektörümüz 1600’e
yakın HES projesi için başvurmuştur. Bu projeler
tamamlandığında ülkemiz yılda 80 bin milyar
kilovat/saat enerji üretecektir. HES projesine karşı
çıkanlar işte bu yüzden yaygara koparmaktadır. Bu
çevreler, ülkemizin enerjide dışa bağımlılığının
devamından yanadır. Bütün engellemelere rağmen bu
projeler hayata geçirilecektir.”
Çevre Bakanlığı yasa tasarısının son İkizdere
kararıyla ilgisi olmadığını açıkladı. Ancak
tasarının zamanlaması dikkat çekti. Tasarı pek çok
HES yapılmak istenen İkizdere’nin sit alanı ilan
edilmesinin üzerinden bir hafta bile geçmeden
gündeme geldi. Son günlerde HES’lerle ilgili
davalarda çevreciler lehine çıkan kararlar da cabası.
Doğu Karadeniz’de bir kısmı yapılıp bitmiş, bir
kısmı sadece kağıt üzerinde olan bu projelere 80’i
aşkın dava açıldı. Bu davalardan 31’i çevrecilerin
lehine sonuçlandı. Onlarca dava da sürüyor. Çevre
Bakanlığı’nın 2003’te yürürlüğe giren Su Kullanım
Hakkı Anlaşması çerçevesinde tüm Türkiye’de 1600’e
yakın HES projesi planlanıyor. Trabzon’da 228,
Rize’de 66, Artvin’de 121, Ordu’da 65, Giresun’da 94
HES yapılması gündemde.
Çevre Bakanlığı’nca hazırlanan ve TBMM’ye sunulan
yasa tasarısında şu değişiklikler var: Mevcut doğal
sit ilan edilmiş alanların statüsü sona erdirilecek.
Bu kararı Çevre ve Orman Bakanlığı Müsteşarı’nın
başkanlık edeceği ‘Ulusal Biyolojik Çeşitlilik
Kurulu’ verecek. Çevre Bakanlığı Müsteşarı’nın
başkanlık edeceği 20 kişilik kurulda sadece dört
akademisyen iki sivil toplum kuruluşu temsilcisi
bulunacak. Kültür ve turizm koruma ve gelişim
bölgesi ve turizm merkezi olarak ilan edilecek
yerler için Çevre ve Orman Bakanlığı’nın uygun
görüşünü almak zorunlu olacak. Çevre ve Kültür
bakanlıkları kararları çakışırsa Çevre Bakanlığı’nın
dediği olacak.
Radikal, Haber: Serkan
Ocak, 29.10.2010
|
|
|
SU KEMERİ GÜN YÜZÜNE
ÇIKACAK
Antakya Belediyesi ve
Müze Müdürlüğü’nün ortaklaşa yürüttükleri çalışma
ile Hürriyet Caddesi’nde bulunan tarihi su kemeri
gün yüzüne çıkarılıyor.
Antakya Belediyesi’nin
Hürriyet Caddesi’nde yürüttüğü altyapı kazı
çalışmaları esnasında ortaya çıkan Tarihi Su
Kemerinin, kentimizin kültür ve turizmine
kazandırılması amacıyla, Anıtlar Yüksek Kurulu’ndan
ve Kültür ve Turizm Bakanlığı’ndan gerekli onayların
alınmasıyla birlikte, her iki kurum projede ortak
hareket ederek tarihi su kemerinin arkeolojik kazı
çalışmalarını tüm hızıyla sürdürüyor. Arkeolojik
kazı çalışmalarının tamamlanmasının ardından yakın
süreçte Hürriyet Caddesi’nin üst yapı düzenleme
çalışmalarına başlanacağı belirtildi.
Antakya Haber,
28.10.2010
|
KOLOMB HAKKINDA İNANIŞ ÇÖKTÜ
Arkeologların İngiltere’nin başkenti
Londra’da yaptığı kazılarda elde ettiği bulgular,
frengi hastalığı hakkında yüzyıllardan beri bilinen
bir inanışı ortadan kaldırabilir.
Arkeologların İngiltere’de
bugüne kadar yapılan en büyük kazı çalışmalarından
birinde gün ışığına çıkarttığı kemikler, sanılanın
aksine frengi hastalığının Kristof Kolomb tarafından
Avrupa'ya getirilmediği tezini güçlendiriyor.
Londra halkının Ortaçağ’daki
yaşayışı hakkında daha fazla bilgi elde etmek
isteyen bilim insanları, o dönemden kalma St. Mary
Hastanesi’nin mezarlığında kazı çalışması başlattı.
Araştırma kapsamında 10 bin 500 kemik arasından 5
bin 387 tanesi incelendi. İncelenen kemikler
arasında, frengi hastalığının izlerine rastlandı.
Ancak, kemiklerin
sahibi kişilerin toprağa verildiği tarihlerin,
Kolomb’un Amerika'yı keşfinin öncesine rastladığı
belirlendi.
Londra Müzesi’nden Brian
Connell, inceledikleri kemiklerden 25 tanesinde
frengi hastalığının izlerini bulduklarını söyledi.
Connell, kayıtlara göre bu kemiklerin bir zamanlar
Londra’nın en büyük hastanesi olan St. Mary’de yatan
frengi hastalarına ait olduğunu belirtti.
Bilim insanları, frengi
izlerine ait kemiklerin olduğu mezarlarda ölen
kişilerle gömülmüş madeni paralar buldu. Paralara
radyokarbon tesit yapıldığında, frengiden ölen iki
kişinin 1200-1250 veya 1250-1400 yılları arasında
doğduğu tespit edildi.
Oysa, Kolomb
Hindistan zannettiği Küba’ya 1492 yılında ayak
bastı.
Connell, elde ettikleri
bulgunun Kolomb teorisinin “tabutuna son çiviyi
çaktığını” söyledi. Avrupalı bilim insanları, Kolomb
Amerika’ya gitmeden önce Yeni Dünya’da frengi
bulunmadığını öne sürmüş, 2008’de yapılan genetik
bir çalışma bu teoriyi desteklemişti.
ABD’nin Atlanta eyaletinde bulunan Emory
Üniversitesi’nden Kristin Harper, dünyanın dört bir
yanından elde ettiği frengiye neden olan bakteri
türünü incelemişti. Harper, cinsel yolla bulaştığı
bilinen hastalığın en yakın orijinini Güney Amerika
olarak belirtti.
Ayrıca, Avrupa’da ilk frengi
vakasının 1495’te ortaya çıkması, Kolomb teorisini
güçlendirmişti.
Hürriyet, 28.10.2010
|
"HASANKEYF KONUSUNDAKİ
KARARIMIZI VERDİK"
AKP Genel Başkanı ve
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, partisinin grup
toplantısında yaptığı konuşmada, yaptığı konuşmada
Hasankeyf'e değindi.
Başbakan Erdoğan;
''Pazar günü Şanlıurfa'da olacağız. Buradaki açılış
törenleri öncesinde Ilısu'da olacağız. Ilısu Barajı
ile ilgili çalışmalarımız yoğun bir şekilde devam
ediyor. Hasankeyf ile ilgili çok dedikodular,
şunlar, bunlar... Şimdi oradaki köyü TOKİ gayet
güzel bir şekilde, çok farklı bir yere taşımak
suretiyle, yerel mimariyle orada inşa etti.
İnşallah, onun da aynı gün açılışlarını yapacağız.
Bazı çevreler Ilısu Barajı'nın yapımına engel olma
gayreti içindeler. Avrupalıları kandırdılar ama
sıkıntıları bizi kandıramıyorlar. Çünkü biz bu
konuda kararlıyız. Bunu yapacak gücümüz var.
Kararımızı verdik. Süreci hızla başlattık.
Çalışmalar hızla devam ediyor. Ilısu, Türkiye'nin en
zengin, en büyük barajlarından bir tanesi olacak.
İlk üçün içerisinde yer alacak kapasitede bir baraja
sahip olacağız. Mardin'iyle Batman'ıyla tüm o çevre
farklı güzelliklere, denizin adeta geldiği bir bölge
haline orası dönüşecek. Çevrecilik açısından güzel
bir yer olacak. Aynı zamanda tabii ki artık 'Su
akar, Türk bakar olmayacağız', 'Su akar, Türk yapar'
diyeceğiz.''
Batman Gazetesi,
27.10.2010
|
250 YILLIK ŞİFA GÖMLEĞİ
GÖRÜCÜDE
İstanbul Üniversitesi ev sahipliğinde düzenlenen '5.
Uluslararası İslam Tıp Tarihi Cemiyeti Kongresi'
başladı. İ.Ü. Rektörlük binasındaki kongrenin eş
başkanı Prof.Dr. Nil Sarı, açılışta yaptığı
konuşmada, kongrenin amacının İslam tıp tarihi
üzerindeki çalışmaları desteklemek ve duyurmak
olduğunu söyledi.
Sarı, bu alanın birtakım sorunları bünyesinde
barındırdığını belirterek, şöyle konuştu: 'İslam Tıp
Tarihi'nin ana kaynakları olan el yazmaları ve arşiv
belgeleri, dünyanın çeşitli ülkesinde bulunuyor.
Ancak bunların kayıtları yeterince yapılmadığı gibi,
toplu katalogları da bulunmamaktadır. Hangi ülkede
ve kütüphanede, koleksiyonlarda, hangi el yazmasının
bulunduğunu öğrenmekte güçlük çekiyoruz.' Kongrede
Mevlevi şeyhi Mehmet Nuri Efendi'ye ait olan 250
yıllık şifa gömleği de ilk kez görücüye çıkarıldı.
Gömlekle ilgili bilgi veren İ.Ü. Müze Yönetimi Ana
Bilim Dalı Başkanı Prof.Dr. Fethiye Erbay, Manisa
Mevlevihanesi Şeyhi Mehmet Nuri Efendi'nin ailesinin
kendisiyle irtibata geçmesiyle gömleğin kongre için
saklandığı sandıktan çıkarıldığını söyledi.
Erbay, gömleğin üzerindeki yazıların ve sembollerin
ilk defa okunarak çözümlemesinin yapılmaya
çalışıldığını, belirterek, "Gömlek hasta olanlara ve
savaşa gidenlere giydiriliyormuş. Üzerinde çeşitli
ayetlerin, dualar var. Şifa gömleği tıp tarihine
kaynak veriler sunabilecek türde. Erbaş gömleğin
kumaşının çok olduğunu, 8 bin çözgü ip kullanılarak
Denizli'de dokunduğunu ve günümüze kadar yıkanmadan
geldiği bilgisine ulaşıldığını kaydetti.
Prof.Dr. Nil Sarı, tıp tarihi metinlerinin
çözümlenmesine ışık tutacak, günümüz
araştırmacılarının yararlanabileceği bir tıp tarihi
sözlüğünün olmayışının eksiklik olduğunu ifade etti.
Sarı, "İslam tıbbı üzerinde uzmanlaşmış tıp
tarihçileri ile Arapça, Farsça, Türkçe gibi dil
uzmanları ve uzman hekimlerin bir araya gelerek tıp
yazmalarında kullanılan tıbbi sözcüklerin doğru
karşılıklarını veren bir tıp tarihi sözlüğü mutlaka
hazırlanmalı' dedi
Yeni Şafak, 27.10.2010
|
DİVRİĞİ ULU CAMİİ VE DARÜŞŞİFASI YERALTINDAN DA
KONTROL EDİLECEK
UNESCO'nun Dünya Kültür Mirası
Listesi'ndeki Divriği Ulu Camii ve Darüşşifası'nın
belirlenen 100 noktasına
yerleştirilen ısı, hasar, nem ölçüm cihazı
ve yer altı incelemesi için açılan 7 sondaj
kuyusuyla bir yıl boyunca takip
edilecek.
Projenin Müdürü Ozan Tuğcu, tarihi yapıda
bilgisayarla uzaktan izleme projesine
başladıklarını, şu anda sistemin kablolarını
yerleştirdiklerini söyledi. Bu çalışmayla eserin şu
andaki durumunu ve bir sene sonraki durumunu
göreceklerini ifade eden Tuğcu, ''Bir sene sonra da
bu yapının o anki durumuna göre gereken restorasyon
çalışmaları yapılacak veya hocalarımızın karar
vereceği daha yapısal önlemler alınacaktır'' diye
konuştu.
Yaklaşık 10 gün içerisinde buradaki çalışmalarını
sona erdireceklerini anlatan Tuğcu, şunları
kaydetti:
''Bütün sistem bilgisayarlı olarak Ankara'dan veya
nereden isteniyorsa internet üzerinden de yurt
dışındaki hocaların da bilgilerine açık olmak üzere
incelenecek. Burada yerleştirdiğimiz yüzün üzerinde
sensör var, bunlar çatlak ölçerler, sıcaklık
ölçerler, eğim ölçerler. Çatlak ölçerler bir yapının
ne kadar büyüyüp büyümediğini göstermek için
ölçülür, bu çatlak zamanla açılmakta, bu açılmanın
hızı bizim için çok önemli bir veri teşkil
etmektedir. Çünkü o açılmayla yapının durumunu daha
rahatlıkla izleyebileceğiz. Yapının durumunun bir
sene boyunca izlenmesi işini biz burada
gerçekleştirmeye çalışıyoruz''.
Böyle bir yapıda çalışmaktan hem firma olarak, hem
de kendi adına gurur ve onur duyduğunu anlatan
Tuğcu, ''Dünya kültür mirası olarak kabul edilen bu
eserde çalışmak güzel bir duygu'' ifadesini
kullandı.
Eserin etrafında 7 adet sondaj kuyusu açtıklarını ve
bu sondajlardaki amacın eserin yer altı
hareketlerini izlemek olduğunu kaydeden Tuğcu,
''Kuyularımızdan 3 tanesi inclinometre kuyusu. Bu
kuyu yanal hareketi gösterecek, bu binamızın bu
yapımızın üstüne konduğu toprağın, alanın yanal
olarak kayıp kaymadığını gösterecek. 2 tanesi
extensometre kuyuları, bu da eserin çöküp
çökmediğini, çöküyorsa da hangi hızla çöktüğünü
gösterecek. 2 tane ise su basınç ölçer kuyusu var,
burada da yapının altında bulunan yer altı sularının
yukarıya nasıl bir basınç yaptığını ve alttaki su
basıncı muhteviyatını gösterecektir'' diye konuştu.
Sensörlerle ve kuyularda yer altı ile eser üzerinde
takip gerçekleştirirken diğer yandan darüşşifanın
merkez tavanına 360 dereceyi görebilecek şekilde bir
kamera ve eserin ön ve arka cephelerine bütün
bölgeyi izleyebilecek iki kamera yerleştireceklerini
anlatan Tuğcu, ''Bu kameralar da yine başka bir
merkezden bütün verilerek aktarılarak sürekli
incelenecektir'' dedi.
Bunun dışında yerleştirdikleri sensör cihazların en
önemlisinin eğim ölçer olduğunu, özellikle caminin
batı kapısı olan cami kapısında ciddi anlamda bir
eğim sıkıntısı olduğunu bildiren Tuğcu, ''Mesela
oraya yerleştireceğimiz bir eğim ölçerle o kapının
kaç derecenin binde birine kadar ölçebilen bir cihaz
derece eğildiğini ölçeceğiz. Bu çalışmalar sonucunda
da gereken önlemler alınarak bu yapının hayatta ve
sağlam kalması için gerekli önlemler alınacaktır''
ifadesini kullandı.
Yapı, 27.10.2010
|
VASADA ANTİK TİYATRODA TARİH GÜN YÜZÜNE ÇIKIYOR
Konya, Seydişehir'e bağlı
Bostandere beldesinin üst kısmında 1969
yılında su deposu yapımı sırasında tespit edilen,
ardından 2 yıl yapılan kazı çalışmaları ile de küçük
bir kısmı gün yüzüne çıkarılan
Vasada Antik
Tiyatrosu'nda kazı çalışmalarına 39
yıl sonra tekrar başlandı.
Roma dönemine ait ve yaklaşık 3 bin kişi kapasiteli
tiyatronun kazı çalışmaları Konya Müzeler Müdürlüğü
Arkeologu Kazım Merter başkanlığında 8 kişilik bir
ekip tarafından yürütülüyor.
Bu yıl Antik Tiyatronun genel temizliği yapıldıktan
sonra oturma sıraları, orkestra ve sahne kısmının
ortaya çıkarılması planlanıyor.
Önümüzdeki yıl ise ödenek çıktığı takdirde antik
tiyatronun tamamının ortaya çıkarılması, daha
sonraki yıllarda ise haritasının hazırlanarak
restorasyonunun yapılması hedefleniyor.
Bostandere Belediye Başkanı Turan Koyuncu,
gazetecilere yaptığı açıklamada, antik tiyatronun
1969 yılında su deposu yapılacağı sırada fark
edildiğini belirtti.
Müze Müdürlüğü'ne bilgi verilmesinin ardından bölgede
2 yıl kazı yaptırıldığını ifade eden Koyuncu,
şunları kaydetti:
''O süreden sonra hiç ilgilenilmemiş. Yıllardır bu
tiyatronun, kazı çalışmalarıyla gün yüzüne
çıkarılması için görüşmeler yapıp gayret sarf ettik
ama bir sonuca ulaşamadık. Bu yıl kazı yapılması
için ödenek ayrıldı. Bundan sonra çalışmalar ara
verilmeden devam edecek. Vasada antik kenti kazısı
bittiği zaman Antalya-Konya karayoluna 3 kilometre
olması nedeniyle Antalya'dan Kapadokya'ya geçen
turistlerin uğrak yeri olacak.''
Yapı, Fotoğraf: Kadriye Kasap, 27.10.2010
|
ABDÜLHAMİTÇİLER, OSMANLICILAR; NERDESİNİZ?
Rus
Yahudisi Leon’un kızı küçük yaşta cariye olarak
alınmış Osmanlı Sarayı’na.
1822’de İkinci Mahmud’un karısı… 1839’da, oğlu
Birinci Abdülmecid padişah olunca da Valide Sultan
olmuş.
Devlet yönetiminde söz sahibi olmaya çalışmak
yerine… Zamanını fakirlere hayır işleri için
kullanmış, daha çok.
Bu nedenle, “Bezm-i Alem” Valide Sultan diye
anılmış.
1843’te İstanbul’da büyük bir çiçek ve kolera
salgını baş gösterip, mevcut hastaneler yetersiz
kalınca… Çapa’yla Fındıkzade arasındaki arazide
garip ve fakirlerin tedavi edileceği bir hastane
yaptırmış…
Masrafların karşılanması için de bir göl, on üç
dükkan, on bir bahçe, yetmiş üç dönüm tarla, dokuz
zeytinlik, yirmi dokuz bin zeytin ağacı, iki
çiftlik, yüz seksen parça arazi, bir samanlık, bir
hamam, bir su değirmeni, bir taşocağının da olduğu
taşınmazları vakfetmiş.
Açılışını 4 Nisan 1845’te Padişah Birinci
Abdülmecid’in yaptığı hastane yıllarca Bezm-i Alem
Vakıf Gureba Hastanesi olarak hizmet verdi.
İstanbul’un göbeğinde, Çapa Tıp Fakültesi’nin bir
alt sokağında, Vatan Caddesi’nin bitişiğindeki bu
“sahipsiz” hastaneyi gözüne ilk kestiren… eski
Çalışma Bakanı elli sekiz-altmış Yaşar Okuyan oldu.
Hastanenin tabelasını “SSK Hastanesi”ne
dönüştürüverdi.
Sonra, 2005’te…
SSK hastaneleriyle birlikte Sağlık Bakanlığı’na
devredildi, Vakıf Gureba.
Her iki devir de yargıdan döndü.
Ve şimdi, iki gün önce yani…
24 Nisan 2010 tarihli Kanun’la kurulan Bezm-i Alem
Vakıf Üniversitesi’ne devredildi.
Sadece Vakıf Gureba Hastanesi’nin on dokuz bin
metrekarelik gayrimenkulü değil… Eyüp’teki üç yüz
otuz üç bin metrekarelik gayrimenkulün kullanım hakkı
ve Beşiktaş’taki beş bin metrekarelik taşınmazların
kiraları ile…
Gogol’ün Ölü Canları’ndaki toprak köleleri misali,
ucuz işgücü olarak hibe edilen asistan hekimlerle
birlikte… Özele hizmeti kabul etmeyeni Trabzon’a,
Rize’ye, Erzurum’a süreriz tehdidiyle.
***
Her reçete yazdıranın on beş, servise yatanın,
ameliyat olanın milyarlarca lira ödeyeceği…
Tıp fakültesi eğitiminin yıllık yirmi dört bin beş
yüz, diş hekimliğinin yirmi dört, eczacılığın
yirmi, hemşirelik ve fizyoterapistliğin on beşer
bin lira artı kadeve olduğu…
Tıpkı diğer özel üniversiteler gibi “özel” bir
üniversite olan Bezm-i Alem Vakıf Üniversitesi’nin…
İktidara yakın işadamı, akademisyen, eski
bürokratlardan müteşekkil Mütevelli Heyeti Başkanı…
Ali İbiş’in web sitesindeki CV’sine bakınca bütün bu
işlerin nasıl bir “ulvi” ve “uhrevi” amaçla
yapıldığı anlaşılıyor:
“Özel Sektör Yöneticisi… İstanbul Eğitim ve Gençliğe
Hizmet Vakfı Kurucu Başkanı… Üsküdar Belediyesi ve
İstanbul Büyükşehir Belediyesi Meclis Üyesi…
İstanbul Büyükşehir Belediyesi Başkan Vekili… 22.
Dönem (tabii ki AKP) İstanbul Milletvekili.”
***
Dün…
Tekel’in Saraçhane’deki Genel Müdürlük binasını el
çabukluğuyla üzerlerine geçirenler…
Bugün…
Ecdad yadigarı Vakıf Gureba Hastanesi’ni yutuyorlar.
Hem de…
Metrekareye dört Abdülhamitçi, sekiz Osmanlıcı, on
yedi İslamcının düştüğü… Siyasal İslam’ın arka
bahçesi, İslamcı münevverlerin mahallesinde…
İstanbul Fatih’te!..
İnsan kuldan utanmazsa Allah’tan korkar… Fakirin
fukaranın, garibin gurebanın lanetinden çekinir
diyeceğim ama ne gezer.
Tam bir gözleri var görmezler, kulakları var
duymazlar durumu…
Ne bir ses, ne bir itiraz.
Birgün, Yazı: Osman Öztürk, 27.10.2010
|
SİLİFKE'DE AYATEKLA KİLİSESİ'NİN PROJESİNE BAŞLANDI
Silifke Belediye Başkanı Bayram Ali Öngel, Ayatekla
kilisesinin projesine başladıklarını açıkladı.
Başkan Öngel, İsa'nın havarilerinden St. Paul'dan
etkilenen ve Hıristiyanlığı yaymak için çalışan
Tekla'nın sığındığı Mukaddem Mahallesi Becili
mevkiindeki mağaranın (Ayatekla kilisesi) restore
edileceğini söyledi.
Başkan Öngel, Katolikler için büyük önemi bulunan
Ayatekla kilisesi ve çevresindeki alanda mekansal
düzenlemeleri gerçekleştirebilmek için Belediye,
Mersin Valiliği, Silifke Kaymakamlığı ve Mersin
Üniversitesi işbirliğinde çalışmaların devam
ettiğini belirtti.
Öngel, "Üniversite ile alanda değerlendirme
çalışmaları yapıldı ve çevre düzenleme projesi
hazırlandı. Proje ve eylem planları ile Kültür ve
Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel
Müdürlüğü'nden ön izin alındı. Projenin
gerçekleştirileceği alanın büyük bir kısmı özel
mülkiyet içerisinde kalıyor. İlk etapta
kamulaştırılması gereken alan 9 bin 635
metrekaredir. Bu alanların kamulaştırılması
zorunluluğu projenin hayata geçirilmesini
yavaşlattı." dedi.
Zaman, Haber: Cevdet Çaylı, 27.10.2010
|
TARİHİ HAMAMDA SONA GELİNİYOR
Büyükşehir
Belediyesi'nin tarihi ve kültürel
mirası koruma çalışmaları arasında yer alan ve
1421 yılında Çandarlı İbrahim Paşa'nın oğlu
İbrahim Paşa tarafından yaptırılan Mahkeme
Hamamı'nda restorasyon çalışmaları hızla
sürüyor. Takas yoluyla Sosyal Hizmetler Çocuk
Esirgeme Kurumu'ndan alınan tarihi yapıdaki
çalışmaları yerinde inceleyen Büyükşehir
Belediye Başkanı Recep Altepe, hamamın içini
gezerek, yüklenici firmanın yetkililerinden
çalışmalar hakkında bilgi aldı.
Büyükşehir Belediyesi Genel Sekreteri Seyfettin
Avşar, Projeler Koordinatörü Aziz Elbas ve Fen
İşleri Daire Başkanı Fehmi Ökten'in de hazır
bulunduğu incelemede gelinen noktayı
değerlendiren Başkan Altepe, restorasyon
çalışmaları bittiğinde bölgenin kimlikli bir
semt haline geleceğini kaydetti.
Ayağa kaldırılan tarihi yapılara farklı
fonksiyonlar vererek buraları yaşayan mekanlar
haline getirdiklerini belirten Altepe, “Hamamın
bir bölümü tamamen harabe halindeydi. Biz
projeyi bir bütün olarak ele aldık. Çalışmaları
Mart ayı sonuna kadar tamamlamayı hedefliyoruz.
Tarihi yapının bir bölümü yine hamam olarak
kullanılacak. Diğer bölümü ise sosyal ve
kültürel etkinliklerin yapılabileceği bir
aktivite merkezi haline getirilecek” diye
konuştu.
Bursa Olay, 27.10.2010
|
KAÇAK KAZIDAN BİZANS
MOZAİKLERİ ÇIKTI
Kilis’in Polateli
İlçesi'nde, sitalanında yapılan kaçak kazıda Bizans
dönemine ait mozaikler bulundu.
Yaklaşık 10 gün önce
Polateli İlçesi ve Söğütlü Köyü arasındaki sit
alanında kaçak kazı yapıldığını belirleyen jandarma,
kazıda çıkarılmış mozaikler buldu. Haber verilen
Kilis Kültür ve Turizm Müdürlüğü ve Gaziantep
Arkeoloji Müzesi Müdürlüğü arkeologları, bölgede
kazı çalışması başlattı.
Kilis Valisi Turhan
Ayvaz, Kilis Garnizon Komutanı Albay Mehmet Kadan,
Polateli Kaymakamı Mehmet Gökhan Zengin, bölgede
incelemelerde bulunarak, Kilis Kültür ve Turizm İl
Müdürü Abdullah Aldemir ve Gaziantep Arkeoloji
Müzesi Müdür Vekili Ahmet Beyazlar’dan bilgi aldı.
Ahmet Beyazlar, kazının,
çok geniş bir yapının temellerini ortaya çıkardığını
belirtti. Kapılarla birbirine bağlanan yapının
sınırlarının nereye kadar uzandığının merak
edildiğini, bazı odaları figürlü mozaiklerle kaplı
olan alanda kazı çalışmalarının devam ettiğini dile
getiren Beyazlar, “Alanda kazı çalışmaları devam
ediyor. Tarımsal faaliyetlerin mozaikleri yer yer
tahrip ettiği yetkililerce belirlendi. Yapı ve
mozaikler Bizans dönemi özelliği gösteriyor ve 4 ile
5. yüzyıla ait” dedi.
İl Kültür Turizm Müdürü
Abdullah Aldemir, Kilis’in tarihte çok yoğun
yerleşim olan bölgelerden biri olduğunu belirtti. Bu
tür yapı ve kalıntıların Kilis’in birçok yerinde
olduğunu bildiren Aldemir, şöyle konuştu:
“Bu eserler dünyada bir
tane, ikincisi yok. Her birinin kendine has
özellikleri var. Tahrip edildiğinde yerine yenisini
koyma imkanı yok. Ne yazık ki; yapılan kaçak
kazılarla bu zenginliklerimiz tahrip ediliyor.
Kaybeden Kilis oluyor.”
Hürriyet, 27.10.2010
|
BABA EVİNDE DEFİNE KAZISI
İstanbul’da
uğradığı silahlı saldırıda hayatını kaybeden Agos
Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink’in
Malatya’daki evinde kimliği belirsiz kişilerce
define arandığı ve eve zarar verildiği iddiasıyla
savcılığa suç duyurusunda bulunuldu.
Dink’in akrabası Eliza Kodak Dink, Hrant Dink’in
doğduğu evi görmeye gittiğinde, evde kazı
yapıldığını, ayrıca evin bir bölümünün yakıldığı
gördü. Soruşturma başlatıldı.
Hürriyet, Haber: Mikail Pelit, 27.10.2010
|
İSTANBUL'DAKİ 25 TÜRBE İLK DEFA KAPSAMLI
RESTORASYONDAN GEÇECEK
İstanbul'daki
25 türbe İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı
tarafından restore ettirilecek. İstanbul Türbeler
Müzesi Müdürü Hayrullah Cengiz, kendilerine bağlı
117 türbe açısından ilk kez geniş hacimli bir
restorasyon yapılacağını söyledi. Onarılacak
türbelerin 1940'lı yıllarda Vakıflar Başmüdürlüğü
tarafından restorasyonunun yapıldığını hatırlatan
Cengiz, ihya edilecek türbelerin ekseriyetinin
Osmanlı Devleti'nin son dönemleri de dahil olmak
üzere ilk defa bu kadar kapsamlı bir restorasyon
çalışmasına tabi tutulacağına dikkat çekti.
Restorasyon çalışmalarının 2005 yılında Kültür ve
Turizm Bakanlığı'nın desteği ile Vakıflar Genel
Müdürlüğü ile İstanbul Büyükşehir Belediyesi
arasında imzalanan protokolle başladığını kaydeden
Cengiz, bu protokolle 117 türbenin bakımı ve ihyası
için anlaşmanın yapıldığını belirtiyor. Türbelerden
en az 7'sinin Mimar Sinan eseri olduğunu hatırlatan
Cengiz, türbelerin yüksek değerde mimari ve sanatsal
değere sahip olduklarını belirtiyor. Cengiz,
türbelerde Kanuni Sultan Süleyman'ın oğlu Şehzade
Mehmet, Sadrazam Rüstempaşa gibi isimlerin yattığını
ifade ediyor.
Özellikle Türk süsleme sanatları açısından nadide
eserlerin bulunduğunu kaydeden Cengiz, "Türbeler
onarılırken mimari açıdan bilmediğimiz desenler,
motifler çıkacaktır diye düşünüyorum" şeklinde
konuşuyor. Cengiz, yakın bir tarihte Kanuni Sultan
Süleyman, Hürrem Sultan ve Mimar Sinan türbelerinin
de bir sponsor tarafından restore edileceği
müjdesini veriyor. Buna göre restore edilecek bazı
türbeler ve bulundukları yerler ise şöyle: Mihrişah
Valide Sultan Türbesi: Sultan 3. Mustafa'nın
başkadını. Hayırsever ve dindar biri olan Valide
Sultan Mevlevi tarikatına mensuptu. Ferhad Paşa
Türbesi: Sultan 3. Murad ve 3. Mehmed dönemi
sadrazamlarından. Aynı zamanda iyi bir hattat olan
Ferhad Paşa yazdığı Kuran-ı Kerimler ile de
tanınıyordu. Abdülvedud Türbesi: Kaynaklarda
İstanbul'un fethinden önce Buhara'dan geldiği
söylenen Abdülvedud Hazretlerinin müritleri ile
Fatih'in ordusuna katıldığı biliniyor.
Fatih İlçesi sınırları içinde yer alan türbeler:
Cerrah Mehmet Paşa Türbesi: Sultan 3. Mehmed dönemi
sadrazamlarından. Enderun'da cerrahlık eğitimi almış
olan Mehmet Paşa, Sultan 3. Mehmed'i sünnet eden
kişi olarak biliniyor. Şehzade Mehmet Türbesi: Kanun
Sultan Süleyman'ın oğullarından. Manisa'da vali iken
23 yaşında çiçek hastalığından ölen Şehzade
Mehmet'in türbesini Mimar Sinan'ın yaptığı ifade
ediliyor. Rüstempaşa Türbesi: Kanuni Sultan Süleyman
dönemi sadrazamlarından. Kanuni'nin kızı Mihrimah
Sultan'ın kızı ile evli olan Rüstem Paşa'nın türbesi
Mimar Sinan tarafından yapılmış.
Üsküdar İlçesi sınırları içinde yer alan türbeler:
Doğancı Ahmed Paşa: 3. Murad'ın nedimi olan Doğancı
Ahmed Paşa av merakı yüzünden şöhret bulmuş. Türbesi
Mimar Sinan tarafından yapılmış. Halil Paşa Türbesi:
Sultan 2. Osman ve 4. Murad'ın sadrazamlarından.
Kaptan-ı Deryalık yapmış olan Halil Paşa, ömrünün
son dönemini ise Aziz Mahmud Hüdai'nin dergahında
geçirmiş. Cennet Efendi Türbesi: 17. yüzyıl şair ve
edebiyatçılarından. Aziz Mahmud Hüdai'nin
müritlerinden olan Cennet Efendi, Mesut Efendi'nin
vefatı üzerine Hüdai Dergahı'nın şeyhi olmuş.
Zaman, Haber: Samet Altıntaş, 26.10.2010
|
TARİHİ ÇAKIL TAŞLARI SANAT ESERİ OLDU
Yenikapı arkeolojik alanındaki Theodosius Limanı ve
Likhos Deresi’nden toplanan 8 bin 500 yıllık 20 ton
çakıl taşı, özgün tasarımlarla şekillendirilerek,
Hasköy Parkı’nda yerini aldı.
İstanbul 2010 Avrupa Kültür
Başkenti Ajansı Görsel Sanatlar Yönetmenliğinin
düzenlediği projeye Hollandalı sanatçılar Maria
Sezer ve Jerome Symons ile Çek Cumhuriyeti’nden
Dagmar Subrtova katıldı.
İstanbul İl Kültür ve Turizm Müdürü Ahmet Emre
Bilgili, “İstanbul’da değer yaratmak
için
birçok argüman ve objemiz var. Bu proje de onlardan
biri. Bu projeyi sadece bu parkta yapabildik.
Elimizde taş çok.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin,
büyük
parklarında değer yaratmak istiyorsa, böyle bir çaba
içerisine girmesini ve projeyi devam ettirmesi
gerektiğini düşünüyoruz” dedi.
Hürriyet, 26.10.2010
|
|
10 BİN YILLIK KÖY ÇATI ALTINDAN İZLENECEK
Kapadokya Bölgesi'ne gelen turistlerin 10 bin yıllık
yerleşim Aşıklı Höyük'ü, inşaatına başlanan çatı
sisteminin tamamlanmasının ardından yıl boyunca
ziyaret edebileceklerini bildirildi.
Aşıklı Höyük Kazı Başkanı Prof.Dr. Mihriban Özbaşaran, Aşıklı Höyük'ün Kapadokya ve Orta
Anadolu'nun bilinen en eski yerleşimi olduğunu
söyledi.
Aşıklı Höyük'te yerleşimin 10 bin yıl önce
başladığını ve bu nedenle birçok ilklere de ev
sahipliği yaptığını belirten Özbaşaran, "Aşıklı
Höyük, Anadolu medeniyet tarihine ışık tutan bir
yerleşimdir. Aşıklı, bölgedeki ilk yerleşme, ilk
tarım, ilk madencilik, dünyada bilinen ilk beyin
ameliyatı gibi teknolojik ve bilişsel gelişmelerin
de öncüsüdür" dedi.
Aşıklı Höyük'te kazıların 1989 yılında başladığını
ve bugüne kadar açığa çıkardıkları iki özel yapının
korunmasına büyük önem verdiklerini kaydeden
Özbaşaran, şunları ifade etti:
"Kapadokya'nın 10 bin yıllık köyünde kazılarda
ortaya çıkardığımız iki özel yapı var. Bu yapılar
Aşıklı Höyük topluluğunun inançları ile ilgili
faaliyetlerde kullandıkları yapılar. Bu yapılardan
bir tanesinin duvarları iri kerpiç bloklarla
örülmüş, tavan ve duvarları kireç ile sıvanmış ve
doğal kırmızı boya ile boyanmış. Diğer yapıda ise
taş ve kireç birlikte kullanılmış. Ortada avlusu
bulunan bu yapının tabanı, kireç bloklarla döşenmiş.
Orta Anadolu'da bu kadar eski, halkın ortak
kullanımına açık bir özel yapı bilinmiyor. Bu iki
yapının üzerine koruma ve sergileme amaçlı bir çatı
sistemi yapıyoruz."
Aşıklı Höyük'teki bu özel yapıların korunması için
yapılacak çatı sistemine uzun bir süre sponsor
aradıklarını anlatan Özbaşaran, projeye ilk desteğin
Amerika'nın Ankara Büyükelçiliği'nden geldiğini,
kalan kısmının da Kültür ve Turizm Bakanlığı
tarafından karşılandığını belirtti.
Çatı sisteminin 2012 yılında tamamlanacağını
vurgulayan Özbaşaran, "Aşıklı Höyük'te yapacağımız
koruma ve sergileme amaçlı çatı sisteminin temelini
bu yıl tamamladık. Önümüzdeki yıl çatı sitemi
tamamen bitmiş olacak" dedi.
2012 yılında turistlerin kazı alanını çatı sistemi
altında gezebileceklerini belirten Özbaşaran, şöyle
devam etti:
"Aşıklı Höyük'teki bu özel yapıları korumak,
turistlerin ziyaretine açmak ve bu kültürel mirası
gelecek kuşaklara aktarmak çok önemli. Kapadokya'ya
gelen turistler 10 bin yıllık yerleşim Aşıklı
Höyük'ü çatı sisteminin içinde yıl boyunca ziyaret
edebilecekler. Aşıklı Höyük'te 2012 yılı kazı
çalışmaları başlamadan çatı yapısı tamamlanmış
olacak. Kazı ekibi olarak bizde çalışmalarımıza çatı
yapısı altında devam ederken, Aşıklı Höyük'ü ziyaret
eden turistler yürüme platformlarından kazı alanını
gezebilecekler."
Aşıklı Höyük'ün daha önce turizme açıldığını ve
Arkeo-parkta yapmış oldukları 12 kerpiç evin
binlerce turist tarafından gezildiğini ifade eden
Özbaşaran, "Arkeo-parkta 12 kerpiç evle 10 bin
yıllık köyün modelini oluşturduk ve kazı döneminde
turistlerden büyük ilgi gördü. Kapadokya'ya gelen
turistlerin Aşıklı'yı ziyareti kazı dönemiyle
sınırlı olmayacak, çatı sistemiyle birlikte tüm yıl
turistlere açık olacak" dedi.
Prof.Dr. Özbaşaran, Aşıklı Höyük'ün Arkeo-park ve
kazı alanıyla Kapadokya turizmine canlılık kattığını
sözlerine ekledi.
Türkiye Gazetesi, 26.10.2010
|
|
ASLANTEPE'DE KAZILAR
TAMAMLANDI
Malatya Aslantepe
Höyüğü’nde bu yılki kazı çalışmalarının tamamlandığı
bildirildi.
İtalya La Spainza
Üniversitesi Arkeoloji Bölümü öğretim üyesi Prof.Dr.
Marcella Frangipane başkanlığında Ağustos ayı
sonlarında başlayan kazının bu yılki bölümün
tamamlandığı ve çıkarılan eserlerin tasnif edilmeye
başlandığı belirtildi.
Bu yıl ki kazılarda Geç
Hitit döneminin milattan önce binli yıllara dayanan
kaya üzerine işlenmiş iki rölyef bulunmuş ve
rölyeflerin sanat değerinin yüksek olduğu
açıklanmıştı.
Merkez Orduzu beldesinde
bulunan ve 1962 yılından beri düzenli olarak her yıl
kazı çalışması yapılan Aslantepe Höyüğü’nde bugüne
kadar 17 bin civarında eser gün ışığına çıkarılmış,
eserlerin bir kısmı Malatya Müzesi’nde, bir kısmı
ise Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nde
sergilendiği kaydedildi.
Malatya Güncel,
26.10.2010
|
TARİHİ YAPI İLGİ
BEKLİYOR
Nevşehir merkeze bağlı
Çardak Köyü'nde, 200 yıl boyunca bir yanı kilise bir
yanı da cami olarak kullanılan tarihi bina ilgi
bekliyor.
Çardak Köyü Muhtarı
Ahmet Özcan, yaptığı açıklamada, MS 5.- 6. yüzyılda
bölgede yaşayan Bizanslılar tarafından kilise olarak
yapılan tarihi yapının, Türklerin Anadolu'ya
yerleşmelerinin ardından Karamanoğulları'nın Ürgüp
Uç Beyi tarafından camiye dönüştürüldüğünü söyledi.
Osmanlı İmparatorluğu
dönemine kadar cami olarak ibadete açık bulundurulan
tarihi yapının daha sonra ikiye ayrılarak bir taraf
cami ve bir tarafı da kilise olarak yıllarca
kullanıldığını belirten Özcan, dünyada aynı kapıyı
kullanarak aynı mekanda hem Müslümanların ve hem de
Hıristiyanların ibadet ettikleri başka bir dini
mekanın olmadığını kaydetti. Özcan, bölgedeki
Hıristiyanların 1924 yılındaki Mübadelenin ardından
Yunanistan'a göç etmeleri ile birlikte
cami-kilisenin ortadaki ara bağlantı duvarının
yıkılarak tarihi yapının tamamen camiye
dönüştürüldüğünü ifade etti.
1960'lı yıllarda tarihi
yapının kilise olarak kullanılan tavan bölümünün
önemli bir hasar görmesinin ardından Nevşehir
Senatörü Ragıp Üner tarafından onarımının
yaptırıldığını söyleyen Özcan, Çardak Köyü'ndeki bu
temel değerdeki eserin sonraki yıllarda ihmal edilen
yapılar arasına girdiğini söyledi.
1985 yılından sonra
caminin Nevşehir İl Müftülüğü tarafından imam-hatip
atanmak suretiyle yeniden ibadete açık hale
getirildiğini anlatan Özcan, halen ara
bağlantılarının oldukça belirgin olduğu
Cami-Kilise'nin kubbe bölümünde yağan yağmur ve kar
suları ile adeta tehdit altında olduğunu kaydetti.
Cami-Kilise'deki bu
sorunun aşılması için önemli girişimlerde
bulunulmasına rağmen, bürokrasiyi aşamadıklarını
dile getiren Çardak Köyü Muhtarı Ahmet Özcan "Tarihi
cami-kilise tapu kayıtlarında Nevşehir Milli Emlak
Müdürlüğü'nün mülkü arasında görülüyor. Milli Emlak
Müdürlüğü ilgililerine bu caminin mutlak surette
geniş çapta bir onarıma ihtiyacı olduğunu
belirtmemize karşın böyle bir ödeneklerinin
olmadığını ifade ediyorlar. Bu kez çare olarak
Kayseri Vakıflar Bölge Müdürlüğü'ne başvuruda
bulunuyoruz onlarda, Vakıflar Bölge Müdürlüğü olarak
tarihi yapının restorasyonu için öncelikli olarak
tarihi yapının tapusunun kendilerine aktarılmasını
istiyorlar, ancak Nevşehir Milli Emlak Müdürlüğü
mülkiyetinde bulundurduğu tarihi yapıyı vermekte
kararsız gözüküyor. Konu Milli Emlak Genel
Müdürlüğü'ne kadar ulaşmasına karşın, bürokrasinin
kurbanı oluyoruz, sonuç bir türlü çıkmıyor. Çardak
Köyü muhtarlığı olarak kendi imkanlarımızla caminin
onarımını yapalım istiyoruz, bu kez 2863 sayılı
Taşınmaz Kültür ve Tabiat Varlıkları Kanunu buna
engel oluşturuyor. Ne yapacağımızı, hangi ilgiliye
başvuracağımızı bilemez olduk. Ancak yaşanan bu
gelişmeler sonrasında olan tarihi yapıya oluyor,
caminin kubbe bölümü önemli bir hasar ile karşı
karşıya. Dünyanın ilk ve tek eseri hızlı bir tahrip
ile karşı karşıya. Yakın bir gelecekte Cami-
Kilisenin çöktüğünü görürseniz kesinlikle şaşırmamak
gerekiyor. Bu konuda yardımcı olunmaması halinde
sayın Cumhurbaşkanımıza ve sayın Başbakanımıza
mektup yazıp yardım isteğinde bulunacağız" diye
konuştu.
Nevşehir Kent Haber,
25.10.2010
|
KAÇAK KAZIDA ORTAYA ÇIKAN ESERLER MÜZEDE
SERGİLENECEK
Jandarma ve polis ekiplerince
Milas’ta düzenlenen operasyonda bulunan 2 bin 400
yıllık mezar odası ve lahdin Türkiye Kömür
İşletmeleri (TKİ) ile Kültür ve Turizm Bakanlığı
tarafından oluşturulacak müzede sergileneceği
bildirildi.
Zeus Tapınağı’nın üzerindeki Menandros Anıtı’nın
alt kısmındaki noktaya denk gelen ve 2 bin 400
yıllık olduğu düşünülen mezar odası ile ilgili
Kültür ve Turizm Bakanlığı'nca başlatılan çalışmalar
sürüyor.
Bakanlık yetkililerinden alınan bilgiye göre,
Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü
tarafından oluşturulan bir heyet, mezar odası ve
lahdin bulunduğu Milas’ta, TKİ yetkilileriyle bir
dizi incelemede bulundu. Yapılan incelemenin
ardından, “Öncelikli olarak eserlerin bulunduğu
alanın kamulaştırılma işlemi yapılması, kamulaştırma
işleminin ardından eserlerin bulunduğu alanın müze
haline getirilmesi, işin kontrolörlüğünün,
ihalesinin, müzenin düzenlenmesinin, kamulaştırma
işlemlerinin ve yapılacak olan kazıların Kültür
Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü tarafından
gerçekleştirilmesi, bölgeye kurulacak olan müzenin
2011 yılında tamamlanması için çalışmalara hız
verilmesi, arkeolojik alan içindeki kazılara ara
verilmeden devam edilmesi, bölgeye kurulan müze,
Türkiye turizmine hizmet verilmesi, oluşturulacak
olan müzede, 2 bin 400 yıllık mezar odası, lahit ve
yapılacak olan kazılarda ortaya çıkartılan eserlerin
sergilenmesi, bölgedeki arkeolojik alanın
düzenlenmesi kapsamında yapılacak olan kamulaştırma
çalışmalarında ‘Kentsel Dönüşüm Projesi’
uygulanması, bölgenin aykırı uygulamalar ve
gecekondulardan temizlenmesi ile müzenin yapımı ve
kamulaştırma işleminin TKİ tarafından finanse
edilmesine” kararlaştırıldı.
Bölgede başlatılan kazılara bilimsel danışmanlık
yapan 4 kişiden biri olan Kaunos antik kenti Kazı
Başkanı Prof.Dr. Cengiz Işık, lahit ve mezarın
bulunduğu bölgede başlatılan koruma çalışmaları ile
kazıların kazıların sürdüğünü belirterek, “Bölgede
bir müze açılması ve bulunan eserlerin yerinde
sergilenmesi için çalışmalarımız sürüyor.
Oluşturulacak olan müzede, geleneksel antik doku
yerinde sergilenecek. Bölgede kurulacak olan müzenin
çekirdeğini mezar ve lahit odası oluşturacak” dedi.
Proje kapsamında hayata geçilecek olan arkeolojik
park çalışması ve oluşturulacak müzenin dünyada bir
ilk olacağını dile getiren Işık, “Projenin hayata
geçirilmesi onuru Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul
Günay, Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü
ve TKİ’ye ait olacak. Kazıda görev yapan arkeolog ve
mimarlar şimdiden bunun sevincini yaşıyoruz. Bölgede
görev yapan 4 bilimsel danışman, bu süreç boyunca
görev yapmaya devam edecek” diye konuştu.
Jandarma ve polis ekiplerince Milas’ta düzenlenen
operasyonda bulunan ve arkeoloji tarihi açısından
son 100 yılın en önemli tarihi eserleri olarak
gösterilen 2 bin 400 yıllık mezar odası ve lahdin
bulunduğu noktaya ulaşmaya çalışan tarihi eser
kaçakçılarının, 2 metre kalınlığındaki mermerleri
özel ekipmanlarla deldikleri, 80 santimetre
genişliğinde ve 10 metre uzunluğunda bir tünel
kazdıkları ortaya çıkmıştı.
Yaklaşık 1 yıl boyunca geceleri bölgede
çalıştıkları iddia edilen 10 zanlı, mezar odasındaki
lahdi pazarlamaya çalıştıkları esnada güvenlik
güçlerince yakalanmış ve adliyeye sevk edilen 10
kişiden 5′i tutuklanmıştı.
Lahdin üzerindeki kabartmalarda
MÖ 4. yüzyılın
ilk yarısına ait “Aslan Avı” sahnesi yer alıyor.
Arkeologlar bulunan lahit ve mezarın Pers Valisi
Maussollos’un babasına ait olma ihtimali üzerinde
duruyor. Mezar odasının duvarlarında yer alan ve
tarihi eser kaçakçılarının zarar verdiği tespit
edilen duvar resimlerinin koruma altına alındığı ve
mezar odasında “flaş” kullanılarak fotoğraf çekimine
izin verilmediği öğrenildi.
Bodrum Müze Müdürlüğü kayıtlarında,
MÖ 4
yüzyılda yaşadığı yer alan Pers Valisi Maussollos,
yetkileri fazla olduğu için Karia bölgesinde kral
gibi davranmış, kendi döneminde Bodrum Antik
Tiyatro’yu yaptırmış, kendi adına Halikarnas
Mozelesi’nin yapımını başlatmış ve birçok kamusal
alan ve surlar yaptırmış. Maussollos döneminde Karia
bölgesi en büyük sınırlarına ulaşmış.
Hürriyet, 25.10.2010
|
YÖRÜK KÖYÜ, DÜNYA MİRASI LİSTESİ'NE GİRECEK
Karabük'ü tarihi konaklarıyla ünlü Safranbolu
İlçesi'nde, 20 yıl önce bir üniversite öğrencisinin
önerisiyle öğretim üyelerinin keşfederek imar koruma
planı uygulaması başlattığı "Yörük Köyü"nün
UNESCO'nun Dünya Mirası Listesi'ndeki koruma
alanları arasına girmesi için çalışma başlatıldı.
Safranbolu'ya 11 kilometre uzaklıktaki Yörük Köyü,
en eskisi 450 yıllık olduğu bildirilen tarihi
konakları ile dikkat çekerken, Arnavut taşlı
sokakları, çamaşırhanesi, camisi ve çeşmeleriyle
Osmanlı döneminin tüm özelliklerini yansıtıyor.
Kültür ve Turizm Bakanlığı'nca 1997'de tarihi
yapılarının zenginliği nedeniyle koruma altına
alınan köyün, geleneksel halk kültürü ve yaşam tarzı
da mimarisiyle özdeşleşiyor. Estetik unsurlardan
vazgeçilmeden inşa edilen konaklar, toplumsal yaşama
ait mimari özelliklerinin yanı sıra birbirlerinin
manzarasını engellememesi nedeniyle de ayrı bir
öneme sahip.
Bütün olarak korunan tarihi mimarisiyle, dünyadaki
önemli kırsal alanlardan biri olarak gösterilen
Yörük Köyünün varlığını sürdürebilmesi için
hazırlanan İmar Koruma Planı'nın, Karabük Kültür ve
Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu'nca
onaylanmasının ardından, UNESCO'nun Dünya Mirası
Listesi'ndeki koruma alanları arasına girmesi
hedefleniyor.
Karabük Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge
Kurulu üyesi ve Karabük Üniversitesi Safranbolu
Fethi Toker Güzel Sanatlar ve Tasarım Fakültesi
Restorasyon Anabilim Dalı Başkanı Doç.Dr. Aysun
Özköse, AA muhabirine yaptığı açıklamada, UNESCO'nun
dünya miras alanları arasına girmek için çalışmalarının sürdüğünü söyledi.
UNESCO'ya başvurmak için gerekli prosedürleri
tamamlamaya çalıştıklarını ve sadece kentlerin
değil kırsal alanların da dünya mirası listesinde
yer aldığını anlatan Özköse, şöyle konuştu:
"Yörük Köyü kırsal yerleşimi temsil eden, yerel
mimari örneklerini içinde bulunduran, kendi
döneminin taşınmaz ve kültürel değerleri ile
geleneklerini sürdürün bir mekan olması bakımından
UNESCO'nun listesinde yer almalı. UNESCO
yetkililerin buraya gelip incelemesi gerekiyor. İmar
planıyla kurumsal yapı tamamlamış oldu. Bize bu
çalışma köyün geleceği için umut veriyor. Artık
UNESCO'nun kriterleri eskisi gibi değil. Geleceğe
yönelik yönetim planına, bununla ilgili özelliklere,
bakanlık düzeyinde bütçe ayrılıp ayrılmadığına ve
halk arasında bilinçlenmeye kadar çeşitli kriterler
göz önüne alınıyor. Yörük Köyü Kültür Mirasını
Koruma Vakfı ile birlikte UNESCO'nun koruma alanları
arasına girmek için çalışmalarımız sürüyor. Dünya
mirası alanlarında biri olmak, korumacılık, proje
desteği ve tanıtım anlamında bize büyük yarar
sağlayacaktır."
Doç.Dr. Aysun Özköse, Yörük Köyündeki çalışmaların
bu aşamaya gelmesinin 20 yıl öncesine dayandığına
dikkati çekerek, şunları kaydetti:
"Safranbolu Meslek Yüksekokulu'nda öğretim üyesiyken
bir öğrencimiz vasıtasıyla köyü tanıdık. Öğrencimiz
(bizim köye de gelin çalışma yapalım) diye öneride
bulundu. Böylece ziyaret ettiğimiz köyde çalışmalar
başladık. Birkaç yapı ve sokak dokusunda onarımı
yapıldı. Bir bütün olarak korunmuş Yörük Köyü gibi
çok az yer var. Kültür ve Turizm Bakanlığı burayı
ihya edebilir. Yüzümüzü n akı olan köyü çeşitli
etkinlikler kapsamında ziyaret eden konuklar,
Safranbolu'dan bile daha güzel buluyorlar. Köye adım
attığınızda sanki zamanda yolculuk yapıyor ve bir
anda Osmanlı dönemine gidiyorsunuz."
Köydeki konutların çoğunun tescilli olduğunu,
diğerlerini de onarımlarla dokuya uygun hale
getirilebileceğine işaret eden Özköse, şöyle dedi:
"En büyük hayalimiz UNESCO'nun Venedik ve Floransa
gibi kentlerdeki restorasyon okullarının bir
benzerinin Yörük Köyünde oluşturulmasıdır. Neden
Yörük Köyünde özellikle ahşap ve kerpiç mimarisi
üzerine, yerinde eğitim verilen uluslararası bir
okul olmasın? Dünyadaki uzmanlar nasıl Floransa'ya
gidip restorasyon eğitimi alıyorsa burada da ahşap
mimari konusunda yetiştirilebilir. Bu tarz projeler
yapıp sunmalıyız. Artık ahşap ve kerpiç mimarisinin
örnekleri dünyada kalmadı. Bunlarla ilgili kurslar
düzenlenebilir. O zaman Safranbolu ve Türkiye'ye
önemli katkı sağlanabilir."
Safranbolu'nun hemen yanı başındaki 750 yıllık Yörük
Köy ündeki "Odabaşı Evi", 450 yıldır ayakta olan
görkemiyle gelmiş geçmiş en eski ev unvanına sahip.
Aynı mimari özelliklere sahip evleriyle asırlardan
bu yana bozulmadan bugüne kadar varlığını sürdüren
köyün tamamı adeta açık hava müzesi şeklinde.
Asırlık Yörük Köyü'nü keşfetmek isteyenler, İstanbul
veya Ankara'dan özel araçla otoban üzerinden Gerede
kavşağına kadar ulaşıp, Samsun istikametine yol
dönmeli. Daha sonra Karabük ve Safranbolu
güzergahını geçerek Kastamonu'ya giden yol üzerinden
ayrılarak yaklaşım 1,5 kilometre içeride bulunan
Yörük Köyü'ne ulaşabilir.
Yolcu otobüsleriyle gitmek isteyenler ise Karabük'e
giden otobüsleri tercih etmeli. Karabük kent
merkezinden sabah ve akşam saatlerinde köye minibüs
seferlerinin yapılmakta.
Konaklama tesislerinin bulunmadığı köyde bir gece
geçirmek isteyenler, pansiyon evlerden
kiralayabilir. Şayet kiralayacak pansiyon
bulunmadığı taktirde Safranbolu'da da
konaklanabilir.
Bu arada köyde hizmet veren iki ayrı kafede
ıspanaklı, mantarlı, peynirli ve kıymalı gözleme ile
Yörük'lerin eşsiz lezzetini keşfedebilir. Kafede
ikram edilen ayran ve ev baklavası da oldukça
meşhur. Köydeki bir işletmenin sunduğu Yörük
yemekleri de damaklarda unutulmaz bir lezzet
bırakıyor.
Çeşitli hediyelik eşya satışının yapıldığı köyün
sokak aralarından satılan kabartmalar ve minyatür
pencereler büyük ilgi görüyor. Köydeki bir çok iş
yerinde ise organik olarak üretilen reçel, pekmez,
salça, turşu, salça, tarhana, erişte, ıhlamur, nane
ve kekik bulunuyor.
1879 yılında yapılıp 1996 yılında onarım gören ve şu
an sanat galerisi olarak kullanılan "Çamaşırhane"
ile köydeki Yörük mezarlığında bulunan süslemeli
mezar taşları görülebilecek eserlerden bazılarını
oluşturuyor.
Türkiye Gazetesi, 25.10.2010
|
MÜZEYİ GEZENLERE ELEKTRONİK REHBER
İzmir'de Kadifekale ile Agora arasına yapılmasına
karar verilen mega müze için henüz somut bir adım
atılmazken, Valilik Avrupa Birliği (AB) Proje
Birimi, kent için muhteşem bir müze projesi
hazırladı. Önümüzdeki günlerde Ankara'daki Merkezi
Finans İhale Birimi aracılığıyla AB hibe fonları
birimine sunulacak olan proje kapsamında İzmir
Arkeoloji Müzesi'ne çok önemli yatırımlar yapılacak.
Almanya'nın Trier kentindeki Rheinisches Londes
Museum'un projenin partneri olduğu belirtilirken,
Arkeoloji Müzesi'ne elektronik sistemler kurulacak.
Yerli ve yabancı turistlere elektronik müze
rehberleri dağıtılacak. Dijital ekranı bulunan
elektronik rehberlerde eserle ilgili bilgileri
görecek olan turistlere, kulaklıkları aracılığıyla
her dilden sunumlar yapılacak. Ayrıca işitme
engelliler için de müzeye video rehber sistemi
kurulacak. Bu sistemde eserlerle ilgili bilgiler
sağır ve dilsizlere işaret diliyle anlatılacak.
İzmir Arkeoloji Müzesi'ni bambaşka bir görünüme
kavuşturacak olan proje, AB Proji Birimi
yöneticilerinin Almanya'yı ziyareti sırasında doğdu.
Almanya'da Pergamon Müzesi'ni ziyaret eden İzmirli
yöneticiler, burada gördükleri uygulamayı proje
haline getirme kararı aldı. Ankara'daki Merkezi
Finans İhale Birimi'nin müzelerle ilgili proje
çağrısı yapması üzerine harekete geçen birim, İzmir
Arkeoloji Müzesi yetkilileri ile bir araya gelerek
çalışma başlattı.
Projeyi önümüzdeki günlerde Merkezi Finans İhale
Birimi'ne sunacaklarını belirten yetkililer, "Şu
anda İzmir Arkeoloji Müzesi'ne kurulmasını
istediğimiz sistemlerle ilgili fiyat araştırması
yapıyoruz. Daha sonra maliyetle ilgili hibe fon
talebinde e bulunacağız. Almanya'daki partner
müzemiz bize büyük destek veriyor. Projenin
onaylanması ve kabul edilmesi durumunda partner müze
yetkilileri İzmir'e gelerek müzeyi ziyaret edecek.
Ayrıca İzmir Arkeoloji Müzesi'nden bir ekibi de
Almanya'ya götürerek yerinde uygulamalı olarak
eğitmek istiyoruz" diye konuştu.
İzmir Arkeoloji Müzesi'ni ziyaret eden turistler,
eserlerle ilgili bilgileri girişte dağıtılan
broşürlerden öğreniyor. Broşürlerdeki kısıtlı
bilgiler, yerli ve yabancı turistlerin tepkisine
neden oluyor. Projenin onaylanması halinde çocuklar
için de elektronik program devreye sokulacak.
Yetkililer, Avrupa'nın pek çok müzesinde elektronik
rehber uygulamasının gerçekleştirildiğini söyledi.
Yeni Asır, 25.10.2010
|
BEYOĞLU BOY ATIYOR: 'İSTİKLAL GÖKLERDE'
Günde ortalama 3 milyon kişinin geçtiği İstiklal
Caddesi’nin orta yeri... Ağa Camii ile bir süredir
kapalı olan tarihi Emek Sineması’nın bulunduğu
Serkil Doryan (Cercil D’Orient) binasının arasında
yaklaşık beş yıldır dev bir inşaat sürüyor. Hadi
adını koyalım: Demirören AVM. Bitmiyor, bitemiyor.
Önce etrafındaki irili ufaklı binaları yutarak
şişmanladı, son dönemde ise boy atmaya başladı.
Birkaç ay öncesine kadar her şey, inşaatı kapatan
dev paravanların arkasında oluyordu, görmüyorduk.
Ama artık görüyoruz. Binanın yüksekliği, yanındaki
tescilli kültür mirası dört katlı Serkil Doryan
binasının neredeyse iki katına ulaştı. Sanki tarihi
bir binanın üzerine kaçak kat çıkılıyor. Oysa burası
kentsel sit alanı. Nasıl oluyor da oluyor?
Filmi biraz başa saralım... Demirören AVM’nin
hikayesi 2004 yılında gazetelerin ekonomi
sayfalarına yansıyan ‘dünyaca ünlü müzik/kitap
dükkanı Virgin Megastore, Türkiye’ye geliyor’
haberleriyle başlıyor. Demirören, eski Saray
Sineması’nın bulunduğu yerde bir alışveriş merkezi
inşa edecek, içinde de dev bir Virgin Megastore
açılacaktı. İnşaat, 2006 yılında sessizce başladı.
Ama şehircilik açısından önemli bir sorun vardı.
İstanbul’un, hatta Türkiye’nin en işlek caddesinde,
böylesine tarihi bir bölgede nasıl bir alışveriş
merkezi binası inşa edilecekti? Kimse bilmiyordu.
Oysa uygar dünyada böyle bir yerde bina yapılacağı
zaman, etrafı paravanlarla kapatılır ve nasıl bir
bina yapılacağına dair çizimler cepheye
giydirilirdi.
Sonraları binanın mimari proje tasarımını, Ağa Han
gibi pek çok uluslararası ödülün sahibi, Türkiye’nin
yıldız mimarlarından Han Tümertekin’in üstlendiği
duyuldu. Onu biraz tanıyanların içi ferahlamıştı.
Tümertekin iyi bir mimardı, tasarlayacağı proje,
etrafındaki tarihi yapılara saygıda kusur etmezdi.
Pek kimse görmemişti ama mimarlık çevreleri
Tümertekin’in hazırladığı ‘şahane’ projeyi
konuşuyordu.
Yıl 2007, aylardan şubat. Yolum, bir söyleşi için
Han Tümertekin’in ofisine düşüyor. Tümertekin
heyecanla Demirören AVM’nin (yayımlanmasına izin
verilmeyen) çizimlerini gösteriyor... O zaman
gördüğüm çizimlerde bina, şimdiki gibi yüksek
değildi. Bina için iki cephe düşünülmüştü. En dışta
caddedeki diğer binalarla uyumlu açılır kapanır,
eskitilmiş çelikten dev levhalar olacaktı.
Han Tümertekin projeyi şöyle anlatıyordu:
“İstiklal Caddesi’ni bir noktadan algılamaya
başlamıyorsunuz. Bir ucundan diğerine doğru hareket
ettiğiniz bir yer burası. Bizim yaptığımız şu:
İstiklal Caddesi’nde yürürken oranın temel
karakterini oluşturan tekrarlardan biri daha devam
edecek. Hareket halindeyken diğer binalardan hiçbir
farkı yok. Alışveriş merkezleri doğası gereği içe
yönelik yapılardır, cephe onlar için sırttır. Oysa
burada ona tahammül yok. Koskoca sağır ve hareketsiz
bir cephe yaratılamaz orada. Binanın cephesi iki
katmandan oluşuyor. Biri caddenin cephesi, diğeri
binanın cephesi. İkisi birbirinden belli mesafede
ayrı duruyor. Dış cephe olabildiğince
hareketlendirilebilecek elemanlardan oluşuyor.
Böylece sonsuz değişkenlik sağlanabilecek. Ve
caddenin o panayır halini, canlılığını binanın
bütününe yayan bir ele alış var. Caddenin
hareketliliği binaya, binanın hareketliliği de
caddeye dahil edilmiş durumda diyebiliriz.”
O sıralar bir dönem ders vermesi için Harvard’a
davet edilen Tümertekin, öğrencilerini İstanbul’a
getirmiş, konu olarak Demirören AVM’nin arsası ele
alınmış ve projeler hazırlanmıştı. “12 öğrencim de
12 farklı öneri getirdi. Hepsi bölgenin gerçeğini
görerek ticari fonksiyonu içine kattı. Ama biri
burada yeşil alan hiç yok dedi ve müthiş bir çatı
bahçesi tasarladı. Çatı bahçesine İstiklal
Caddesi’nden ulaşılan müthiş bir iç dolaşım
kurguladı.”
Bir taraftan inşaat tüm hızıyla sürüyor, alışveriş
merkezinin bir yıla kalmadan açılacağı söyleniyordu.
Fakat inşaat gittikçe etraftaki binaları bir bir
içine katarak büyüdü. Önce Ağa Lokantası’nın
yanındaki bina inşaata katıldı. Tarihi Ağa Lokantası
dirense de 2008’de o da teslim oldu.
Bir taraftan da inşaat derinleşti. İnşaat alanının
derinliğini görenlerin internette “Şantiye
derinliğini gördüğümde bayılacak gibi oldum”
yorumları vardı. Ayrıca derinlik nedeniyle etraftaki
binaların temellerinin hasar gördüğü iddia edildi. O
derece ki tarihi Hacı Abdullah Lokantası, önlem
alınması için Koruma Kurulu'na başvurdu. Sinepop
Sineması’nda filmler uzun süre inşaat sesi eşliğinde
izlendi, sinemanın olduğu binada çatlaklar oluştuğu
söylendi. İnşaat yüzünden çevre esnafı da kan
ağlıyor fakat kimseden ses çıkmıyordu. Bir yandan da
alışveriş merkezinin üstünde otel olacağı haberleri
çıktı.
İnşaat uzarken Tümertekin’in projeden çekildiği
duyuldu. Tümertekin, projeden çekildiğini, bir yıl
önce Demirören Grubu’ndan bir mimara muvaffakatname
verdiğini söyledi. Fakat neden çekildiği bilinmiyor.
Son altı-yedi aydır Demirören AVM’nin, caddede
‘gökkafes’ misali yükselmesi konuşuluyor. Ve
Radikal’in ulaştığı belgelere bakılırsa her şey
yasal görünüyor. Ama ortada bir gerçek var: Koruma
Kurulu’nun 2004’de‘ Yüksekliği yanındaki tescilli
binanın saçak uzunluğunu geçemez’ dediği bina, son
beş yılda alınan kararlarla yanındaki Serkil
Doryan’ın iki katına çıktı. Belki daha da
yükselecek.
Eskinin Saray Sineması
İstiklal Caddesi’nin orta yerinde yükselen Demirören
AVM, Beyoğlu’nda 1930’lı yılların ünlü Saray ve Lüks
Sinemaları’nın bulunduğu Sin-Em Han ile tarihi Saray
Muhallebicisi’nin hizmet verdiği binanın yerinde
yapılıyor, AVM’nin içinde Saray Sineması’nın
atmosferini yeniden canlandırılacağı söyleniyor.
Demirören Grubu, Sin-Em Han’ı 1980’de Umum Sigorta
Müdürlüğü’nden satın aldı. Konser ve çeşitli
etkinliklerin de düzenlendiği binanın içindeki Saray
Sineması’nı bir süre işleten grup, 1996’dan bu yana
binayı boş tutuyordu. Bir dönem tiyatro olarak
kullanılan Sin-Em Han, 1890’lı yıllarda Osmanlı
Bankası Müdürü Mösyö Deveaux’un tarafından Deveaux
Apartmanları adını aldı. 1950’lerde büyük bir yangın
geçiren bina tümüyle yeniden yapılırken pasaj ve
işhanına dönüştürüldü.
İki balkonuyla görkemli bir salona sahip olan Saray
Sineması, henüz Cemal Reşit Rey gibi konser
merkezlerinin olmadığı yıllarda sahnesinde ünlü
sanatçıları da ağırlıyordu. Aynı zamanda başka
ülkelerden İstanbul’a gelen çeşitli müzisyenler,
tiyatro grupları ve dansçılar da yine Saray
Sineması’nda sahne alıyordu.
“Peki, bu yükselme nasıl oluyor?”sorusunun yanıtını
Radikal’in ulaştığı Demirören AVM’yle ilgili koruma
kurullarının raporlardan anlamaya çalışalım.
18 Ekim 2004: İstanbul 1 No.lu Koruma Kurulu,
inşaatın yüksekliğinin, hemen yanıbaşındaki tescilli
yapı Serkil Doryan’ın saçak kotunda olabileceğine
hükmetti ve uygulanacak projenin kurula
getirilmesini istedi.
16 Mart 2005: Koruma Kurulu, Beyoğlu Belediyesi’nin
onayından geçen projenin uygun olduğu kararına
vardı.
4 Ağustos 2005: İnşaat sahibi kurula başvurarak
uygulama projesinde tadilat istedi. Koruma kurulu
belge yetersizliği nedeniyle tadilat projesini
reddetti ve belgelere dayanılarak hazırlanan
projenin getirilmesi halinde konuyu yeniden
değerlendireceğine hükmetti.
6 Temmuz 2006: Devam eden inşaattan zarar gören
tescilli yapının müellifleri, 2 No.lu Koruma
Kurulu’na (ilginçtir inşaatın hemen yan sokağı 2
No.lu Kurul’un görev alanında) başvurdu. Kurul,
inşaatın 12 no.lu parseldeki tescilli taşınmaza
yaptığı olumsuz etkinin ortadan kaldırılması için
belediye ve inşaat sahibi tarafından önlem
alınmasını istedi.
20 Şubat 2007: Demirören AVM’nin bulunduğu alan,
Bakanlar Kurulu’nun kararıyla Yenileme Alanı olarak
belirlendi ve yetki 1 No.lu Koruma Kurulu’ndan
İstanbul Yenileme Alanları Koruma Kurulu’na geçti.
7 Kasım 2008: Yenileme Kurulu, ‘öneri tadilat
projesindeki bodrum katlarının 1 No.lu Koruma
Kurulu’nun 16 Mart 2005 tarihli kararında
belirtilenden farklı olmasının nedeninin belediyeden
sorulmasına’ karar verdi.
14 Kasım 2008: Yenileme Kurulu Demirören AVM
binasındaki cephe ve yüksekliğinin, hemen yanı
başındaki tescilli kültür varlığıyla uyumlu
olmadığına, bu yapıların 20. yüzyıl başındaki
fotoğraflarına bakılarak yükseklik ve cephe
düzenlemesinin belirlenmesine hükmetti.
21 Aralık 2008: Aynı kurul, ‘Geçmişten Günümüze
Beyoğlu’ kitabının II. cildinde yayımlanmış (2004-1.
baskı) eski fotoğraflardan yararlanılarak YTÜ’nün
raporu doğrultusunda hazırlanan cephe düzenlemesinin
kimi düzeltmelerle uygun olduğuna karar verdi.
20 Eylül 2010: İstanbul Yenileme Kurulu, yapılan
cephe revizyonunu onayladı.
Radikal, Haber: Erkan Aktuğ, 25.10.2010
******
'YENİLEME' DEĞİL 'TAHRİP' KURULU ÇIKTI
“Kente karşı büyük bir suç işleniyor” diyor,
Mimarlar Odası eski başkanlarından Oktay Ekinci,
“2863 sayılı kültür varlıklarını koruma yasası gayet
açık: Bir bina, eğer yanında ya da karşısında kültür
varlığı olarak tescillenmiş bir yapı varsa,
yüksekliği onun saçak kotunu geçemez.”
Bahsettiği
yapı dün Radikal’in manşetine taşıdığı, İstiklal
Caddesi’nin orta yerinde, yanındaki tescilli yapının
iki katı yüksekliğe ulaşan Demirören AVM’ydi.
2004 yılında 1 No.lu Koruma Kurulu’nun “Yanındaki
tarihi bina Serkil Doryan’ın saçak kotu uzunluğunda
olabilir” kısıtlamasıyla izin verdiği Demirören
Alışveriş Merkezi inşaatı, aradan geçen sürede önce
tadilat kararlarıyla yandaki binaları içine aldı,
daha sonra uzadıkça uzadı. İnşaatın kamuflajı
ortadan kalkınca, binanın, eşit uzunlukta olması
gereken Serkil Doryan’ı neredeyse iki kat geçtiği
görüldü. Radikal’in dün ‘Yer demir gök beton’
başlığıyla duyurduğu görüntü, mimarlık dünyasını da
şaşırttı. Beyoğlu’nun herhangi bir sit alanı
olmadığını, oradaki yapılarının yüzde 80’inin
korunması gereken kültür varlığı olarak
tescillendiğini, ayrıca sokakları ve caddelerinin de
kentsel bir sit alanı olduğunu hatırlatan Oktay
Ekinci, savcıları, Kültür Bakanlığı’nı, İçişleri
Bakanlığı’nı derhal göreve çağırdı:
“Yasaya göre Yenileme Kurulu da 2863 sayılı
koruma yasasına göre karar vermek zorundadır.
Dolayısıyla Yenileme Kurulu’nun orada bu yüksekliğe
izin verme yetkisi yoktur. Eğer bu katlar kaçak
yapılıyorsa, onaylanan projeye aykırıysa Beyoğlu
Belediyesi acilen inşaatı durdurup yıkım yaparak
eski haline getirmelidir. Ayrıca savcıların
sorumlular hakkında soruşturma açması gerekir. Eğer
kaçak değilse, hem yenileme kurulu hem de
belediyeden izinli yapılıyorsa izin verenler
hakkında derhal soruşturma açılmalıdır. Yenileme
Kurulu üyeleri için Kültür Bakanlığı, belediye için
de İçişleri Bakanlığı soruşturma yapar.”
Mimarlar Odası İstanbul Şubesi yönetiminden Mücella
Yapıcı ise Demirören AVM’nin ‘bir 5366 cinayeti’
olduğu görüşünde. Bahsettiği, 5366 sayılı yasa
uyarınca oluşturulan yenileme kurulları:
“Demirören AVM büyük bir rezillik. Orada olanlar,
Emek Sineması ya da Tarlabaşı, Fener, Balat gibi
kentsel dönüşüm alanlarında olacakların ilk
uygulaması. Kentsel dönüşüm alanlarıyla ilgili
projeler Yenileme Kurulu’ndan gizli kapaklı
geçiriliyor. Yenileme Kurulu, suç işliyor aslında.
Normalde ellerine gelen projelerin, en azından
onaylanacak olanların Mimarlar Odası’na iletilmesi
gerekiyor. Sağ olsun oradaki mimar temsilci de bizi
bilgilendirmiyor.”
Yapıcı bir de itirafta bulunuyor: “Açıkçası biz,
Demirören binasıyla ilgili kurul kararlarını
kaçırdık. Kararlara belli bir itiraz süresi oluyor.
Radikal’in bu konuyu manşete taşımasına o kadar
sevindik ki. Şimdi sizin haberlerinizi göstererek
kuruldan raporları isteyeceğiz.”
İstanbul 2 No.lu Koruma Kurulu Başkanı Prof. Mete
Tapan da Yenileme Kurulu'nu sorunlu buluyor:
“Düşünsenize bir sokak Koruma Kurulu'na bağlı, hemen
yanındaki Yenileme Kurulu'na. O zaman ortaya böyle
farklı kararlar çıkabiliyor”
Tapan’a yıllarını koruma kurullarında görev yapan
birisi olarak Demirören AVM’nin yanındaki tescilli
binaların iki katı yüksekliğe ulaşmasını nasıl
yorumladığını sorunca “Hiçbir anlam veremiyorum”
diyor.
Radikal, Haber: Erkan Aktuğ, 26.10.2010
******
GÜNAY 'CADDE'YE ÇIKTI: GEREĞİ NEYSE YAPILIR
Kentsel sit alanı Beyoğlu’nun ortasında ölçüsüzce
yükselen Demirören alışveriş merkeziyle ilgili
nihayet yetkililerden ses geldi. Kültür Bakanı
Ertuğrul Günay, Radikal’in hafta başından beri
dikkat çektiği İstiklal Caddesi’ndeki Demirören
AVM’yle ilgili soruşturma başlattığını duyurdu.
Günay, Radikal’e yaptığı açıklamada, “Emek Sineması
ile ilgilenirken zaten bu bina dikkatimi çekmişti.
Ancak kurallara uygun olduğuna dair bilgi alınca
üzerinde durmamıştım. Sizin haberlerin ardından
pazartesi günü müfettiş görevlendirdik” dedi.
Beyoğlu’yla ilgili geçmiş kurul kararlarıyla
binaların yüksekliklerinin emsalleriyle eşit olması
yönünde ilke kararı bulunduğunu anlatan Günay,
“Şimdi müfettiş arkadaşlar, binanın durumunu,
geçmişteki ve şimdiki kurul kararlarını incelerler.
Kamunun burada bir ihmali, ihlali varsa cezasını
çekerler” dedi. Bakan Günay, müfettişlerin kurul
kararlarında bir yanlışlık bulması halinde öncelikle
inşaatın durdurulabileceğini ve uygunsuzluk
kesinleştiğinde de ‘gereğinin yapılabileceğini’
vurguladı.
İstanbul 1. No.lu Anıtlar Kurulu’nun “Yanındaki
tescilli bina Serkil Doryan’ın saçak kotunu geçemez”
kararına rağmen Demirören AVM’nin yükseltilmesi
kararlarına imza atan İstanbul Yenileme Kurulu
üyelerinin de inceleme yaptığı öğrenildi.
Demirören AVM, inşaata başlarken üçü bodrum, biri
zemin, dördü de normal kat olmak üzere toplam sekiz
katlıydı. Yapının 2009’daki ruhsatında ise yol kotu
altındaki kat sayısı beş, yol üstündeki kat sayısı
ise yedi olarak görülüyor. Yapının yol kotu altı
derinliği 28 metre, yol üstü yüksekliği ise 31.2
metre. Binanın yanı başındaki tarihi Serkil Doryan
binasının yer üstündeki kat sayısı ise dört.
100 yıl önce 100 yıl
sonra
Radikal, İstanbul Yenileme Kurulu’nun, Demirören
AVM’nin yükseltilmesi kararını verirken gerekçe
gösterdiği ‘Geçmişten Günümüze Beyoğlu’ kitabının II.
cildinde yayımlanmış (2004-1. baskı) eski
fotoğraflara ulaştı. Eski fotoğraflarda, Demirören
AVM’nin yapıldığı yerdeki bina, Serkil Doryan’dan
sadece bir kat yüksek, yani beş katlı görünüyor.
Oysa Demirören AVM’nin şimdiki durumu çok daha
yüksek görülüyor. Fotoğrafa bakıp siz karar verin,
yanılıyor muyuz?
Radikal, 28.10.2010
******
KURUL 'LARGE' DAVRANMIŞ!
Dün Kültür Bakanı
‘suskun’, Demirören Grubu ‘sessiz’ dedim, sabah ilk
arayan Bakan Ertuğrul Günay oldu.
Bir cenazesi varmış, o yüzden önceki gün arayamamış.
Radikal’in Beyoğlu’nda tarihi dokuyu dikkate
almadan, adeta bir gökdelen gibi yükselen Demirören
AVM ile ilgili eski ve yeni kurul kararlarını
karşılaştıran yayınlarını dikkatle izlemiş.
“O binanın, koruma kurulu kararlarına rağmen o
şekilde, tabelalar arkasında yükselmesinden uzun
zamandır ben de rahatsızım” dedi.
Madem öyle, gerekli incelemeyi neden başlatmadınız?
Laf üretmek yerine eylemi seçtik. Sessiz kalmamız,
hareketsiz kaldığımız anlamına gelmez. Haberiniz
üzerine aynı gün soruşturma başlattım. Bugün suskun
olduğumuzu yazdığınızı görünce hemen arayıp bilgi
verme ihtiyacı hissettim...
Peki bu noktaya nasıl gelindi?
Emek Sineması için gösterilen hassasiyet maalesef
tarihi Saray Sineması’nı içeren bu bina için
gösterilmedi. Sizin aracılığınızla sivil toplum
kuruluşlarımıza sitemimi iletmiş olayım. Ben
gördüklerim karşısında rahatsızlığımı geçmişte
birkaç kez dile getirdim. Yenileme Kurulu bizim
tarafımızdan denetlendiği için bu sorgulamayı yaptım
ama her defasında arkadaşlar, “Efendim kurallara
uygun” dedi.
Sorun tam da bu. Yenileme Kurulu, Koruma Kurulu’nun
‘saçak hizası’ kararlarına rağmen yasal olarak bu
yüksekliğe nasıl izin verdi?
Sizin haberleriniz Yenileme Kurulu’nun aldığı
kararların geçmiş kararlarla nasıl bir tezat
oluşturduğunu açıkça ortaya koyuyor. Benim kanaatime
göre burada tezatlar, yasal sınırları zorlama ve
ihlal var. Belli ki Yenileme Kurulu bu noktada daha
‘large’ davranmış. Bu yüzden de hemen soruşturma
başlattım. Ayrıca bu olay Yenileme Kurulları’nı
tekrar bir gözden geçirmemizi de zorunlu kılıyor.
Yenileme Kurulları, Koruma Kurulları yavaş işlediği
için kurulmuştu. Burada da aşırı bir hız durumu var
galiba?
(Gülüyor...) Haklısınız. Tarihi binalar bürokrasinin
yavaş işlemesinden dolayı kaderine terk ediliyordu.
Yenileme Kurulları ada bazında karar alma imkanına
sahip. Ama bu olay gösteriyor ki istenmeyen durumlar
çıkabiliyor. Beyoğlu ile ilgili geçmiş kurul
kararları, binaların yüksekliklerinin emsalleriyle
eşit olması yönünde ilke kararı var. Şimdi konuyu
iyi bilen müfettiş arkadaşlar, binanın durumunu,
geçmişteki ve şimdiki kurul kararlarını
inceleyecekler. Kamunun burada bir ihmali, ihlali
varsa cezasını çekerler.
Müfettişler kurul kararlarında bir yanlışlık bulursa
ne olacak?
İhmal ya da ihlal ortaya çıkan tezada dair bir
yanlışlık bulunması halinde öncelikle inşaat
durdurulur ve süreç sonunda bu uygunsuzluk
kesinleşirse gereğini yaparız.
Beyoğlu Belediye Başkanı Ahmet Misbah Demircan dün
tekrar aradı ve “Radikal’in duyarlı haberciliği için
çok teşekkür ediyorum, biz incelemeyi başlattık”
dedi.
Kültür Bakanı Ertuğrul Günay ortaya çıkan tezadı
incelemek için soruşturma başlattı.
Bir tek Demirören Grubu arkadaşlarımızın ısrarlı
aramalarına rağmen direkt bizi arayıp gerekli
açıklamayı yapmak yerine dolambaçlı yollara saptı.
Tercih onların.
Biz bugün sadece ortaya çıkan tezada gerekçe olarak
gösterdikleri fotoğrafı yayımlıyoruz.
Lütfen iki fotoğrafa dikkatli bakın.
Aradaki ölçüsüzlüğün yorumunu inceleme yapan
müfettişlere ve kamu vicdanına bırakıyorum.
Radikal, Yazı: Eyüp Can, 28.10.2010
******
VE DEMİRÖREN AVM İÇİN
SES VERDİ
Demirören Grubu Yönetim
Kurulu Başkanı Tayfun Demirören’le 5n1k için
görüşmeye geldiği Cüneyt Özdemir’in Taksim’deki
ofisinde buluştuk. Radikal’in hafta başında gündeme
taşıdığı İstiklal Caddesi’ndeki Demirören AVM
inşaatının ‘ölçüsüz’ yüksekliğiyle ilgili haberlerin
ardından, hayli kalın bir dosyayla gelmişti. Dosyada
Demirören AVM’nin planları, binanın eski hali vardı.
Masaya Sin -Em Han’ın eski planını serdi ve “Biz
kanun dışı hiçbir şey yapmadık” dedi; “Ne yapıyorsak
İstanbul Yenileme Kurulu’nun onayıyla yapıyoruz.
Bakın bu, oradaki eski binanın planı. Bunu,
Vakıflar’ın arşivinden bulduk. Bu da bizim
yaptırdığımız binanın çizimleri. Yükseklik aynı,
hatta bizimki daha alçak.”
Gösterdiği çizim, elbette orijinal değildi, zira 20.
yüzyıldan kalma
bir belgenin
sararmış olması gerekirdi. Ve evet, yükseklik aynı
görünüyordu: 32.6 metre.
Kanunsuz meselesine gelince... Haberlerde inşaatın
kanunsuz olduğu yazılmamıştı. Belki sorun da
buradaydı, her şey onaylıydı. Elimizde sürekli
değişen ve değiştikçe de binayı yükselten koruma
kurulu kararları vardı. İstanbul 1 No.lu Anıtlar
Kurulu’nun 2004 tarihli raporunda banının
yüksekliğinin, yanındaki Serkil Doryan’ın saçak
kotunu geçemeyeceğine hükmediliyordu. Şimdi
gördüğümüz bina ise Serkil Doryan’ın en az iki
katıydı. Bunları konuşurken “Haberci olarak belki
siz de haklısınız” dedi ve ekledi. “Ama şimdi işler
daha da uzayacak. Belki tek bir hatamız var. Bu
iş çok uzadı.”
Peki neden Demirören AVM’nin nasıl bir bina olacağı
gizli tutulmuştu. Yanıtı şu oldu: “Biz herkes binayı
bitince görsün istedik. Tek bir sıkıntımız var. O da
binanın dışındaki taşlar ilk başta çok beyaz
görünecek. Onların asıl görünümünü alması için en az
bir yıl beklemek gerekecek.”
Demirören Grubu’ndan dün ayrıca gelen yazılı
açıklamada da Demirören AVM’de ruhsatsız ve mevzuat
dışı hiçbir işlem olmadığı vurgulanarak “Proje,
binanın 20. yüzyıl başındaki orijinal saçak kotu ile
sınırlandırılmıştır. İnşaat tamamlandığında
Demirören AVM, tarihi Beyoğlu dokusuyla uyum içinde
tüm İstanbullulara hizmet verecektir” denildi.
Açıklamada kamuoyunun gösterdiği hassasiyete
teşekkür edilerek, aynı hassasiyetin kendi haline
bırakılan tüm Beyoğlu binaları için de gösterilmesi
dileğinde bulunuldu.
Radikal, 29.10.2010
|
OSMANLI KOSTÜMLERİ AÇIK ARTTIRMADA
18’İNCİ yüzyıl
Osmanlı kostümlerini anlatan sulu ve guaj boya
resimlerin olduğu belgesel bir kitap, Paris’te açık
artırmayla satılacak.
Fransa’nın en eski müzayede firmaların biri olan
Artcurial tarafından koleksiyonerlerin beğenisine
sunulacak olan eser, içinde Türk bayrağının ilk
tasarımlarından birisi de yer aldığı için tarihi
önem de taşıyor. Firma, kitabın satışından birkaç
yüz bin Euro’luk gelir bekliyor. Dünyada dört
kopyası bulunan eserin kopyalarından biri Topkapı
Sarayı, bir diğeri
İstanbul Üniversitesi, sonuncusu da Koç Vakfı’na
ait. Satış 1 Aralık’ta Dassault Otel’de
düzenlenecek.
Hürriyet, Haber: Arzu Çakır Morin, 25.10.2010
|
14. LOUIS'NİN SOYU MURAKEMİ'YE KARŞI
Çağdaş sanatın
her geçen gün ününe ün katan ismi Takashi
Murakami’nin Versailles Sarayı’ndaki sergisi
Fransa’yı karıştırmaya devam ediyor. 14. Louis’nin
soyundan Prens Sixte-Henri de Bourbon-Parme, sergiyi
mahkemeye verdi!
Murakami’nin 22 çalışmasından oluşan sergisini
Versailles’a yerleştirmesinin sebebi, sarayın klasik
mimarisi ile kendi modern ötesi işleri arasındaki
tezatı vurgulamaktı. Öyle görünüyor ki Murakami
muradına erdi. Serginin açıldığı 14 Eylül’den
itibaren Fransa bu tezatın ‘saygısızlığını’
tartışıyor. Prens Bourbon-Parme, mahkemede serginin
14. Louis’nin soyuna ve saraya saygısızlık olduğunu
iddia etti. 2008’de Versailles’da sergi açan
İngiliz sanatçı Jeff Koons aynı sebeplerle
mahkemeye verilmişti.
Radikal, 25.10.2010
|
|
TATE MODERN'DE GAUGUIN EFSANESİ
İngiltere’nin başkenti Londra, 50 yıl aradan
sonra Post-Empresyonist akımının önemli
isimlerinden, sentetizmin kurucusu Fransız ressam
Paul Gauguin’nin eserlerine ev sahipliği yapıyor.
Tate Modern’de gerçekleşen Gauguin: Maker of the
Myth isimli sergide, sanatçının tablolarından
mektuplarına, suluboya çalışmalarından seramik ve
heykellerine kadar dünyanın dört bir yanından
toplanan yaklaşık 150 eser ve belge sanatseverlerle
buluşuyor. Maker of the Myth, şimdiye kadar
düzenlenmiş en kapsamlı Gauguin etkinliklerinden
biri sayılıyor.
Gauguin’in en ünlü eserleri sanatçının
Tahiti’deyken yaptığı, içinde kadın figürünün
olduğu, duygusal ve şehvetli tablolar. Sanatçının
1891’de ada ülkesinde tuvale aldığı çalışması ‘Loss
of Virginity’ de sergide en göze çarpan eserlerden
biri. Diğer bir dikkat çekici eser ise, içinde
gravürler ve suluboya çalışmalarının da bulunduğu
günlüğü Noa-Noa. Ayrıca sergide önemli yağlıboya
çalışmalarından biri olan New York’tan Rusya’ya
kadar birçok kentte sanatseverlerle buluşan ‘Two
Tahitian Women’ı da görmek mümkün. Tate Modern’deki
serginin en dikkat çekici noktalarından birini
oluşturan sanatçının otoportrelerine ayrılmış oda.
Kendisini bir mit olarak gördüğü otoportresi,
‘Christ in the Garden of Olives’ ve ‘Self-portrait
with Manau tu papau’, 1893 (Musée d’Orsay, Paris)
isimli çalışmaları bu odada yer alıyor.
Dünya resminin kilometre taşlarından biri olan
Gauguin, Van Gogh’un yakın arkadaşıydı. Sergide
sanat tarihinin en sevdiği mitlerden biri olan bu
arkadaşlığa da yer veriliyor. Gauguin’in sergisi 16
Ocak 2011’e kadar ziyaret edilebilecek.
1848’de Fransa’da doğan Peru asıllı Fransız
sanatçı, hayata borsacı olarak başladı. Bir dönem
sadece izlenimci ressamların eserlerini toplayarak
resim sanatıyla ilgilendi. Derken hafta sonları
resim yapmaya başladı. Uzaklara olan özlemini
tuvalde gösteren Gauguin için resim, zamanla bir
hobi olmaktan çıktı ve tutkuya dönüştü. Eserlerini
yaparken Pisarro, Monet ve Sisley’in etkisi altında
kaldı. 1888’de Arles’a Van Gogh’un yanına taşındı
ancak birbirlerine en fazla dokuz hafta
dayanabildiler... 1897’de, çocukluğunun bir bölümünü
geçirdiği Tahiti’ye yerleşen sanatçı, 1903’te öldü.
Radikal, Haber: Seda Gezer, 25.10.2010
|
'YÜZYILIN SERGİSİ' ANKARA'DA AÇILIYOR
Tarihi Cer Binaları’nın Modern Sanatlar
Merkezi’ne dönüşümünü gerçekleştiren Cer Modern
Sanat Merkezi’nde ‘Ziraat Bankası Yüzyılın Sergisi’
açılıyor.
Türk resim sanatının modernleşme eğilimlerini ünlü
sanatçıların resimlerinin tanıklığında
yeni bir
bakış açısı sunmayı hedefleyen ‘Yüzyılın Sergisi’,
aynı zamanda uzun yılların kararlılığıyla bir araya
getirilmiş Ziraat Bankası Koleksiyonunu'n da öyküsünü
anlatıyor.
Osmanlı Sarayı’nın resim sanatıyla tanışmasının
gerçekleşmesi, Türk sanatçılarının çağdaş sanat
hareketleriyle Paris’te yüz yüze gelmeleri,
Cumhuriyet ülküsünün hedefi olan modernizmi
algılaması
ve çağdaş
kavramının izinde ”izm”lerle ilerlemesi modern Türk
resim ustalarının eserleriyle anlatıyor.
Ziraat Bankası, serginin yanı sıra hazırladığı
kitapla da resim sanatının 250 yıllık geçmişini
gözler önüne seriyor. 147 yıllık geçmişe dayanan bir
koleksiyona sahip olan Ziraat Bankası’nın Genel
Müdürü Can Akın Çağlar kitapta
yer alan
önsözde; “Ziraat Bankası sosyal sorumluluk duygusu
ve toplumsal paylaşım ruhu ile hareket ederek,
kültürel ve sanatsal alanlara kararlılıkla desteğini
sürdüren, kültür ve sanat birikiminin geliştirilerek
gelecek kuşaklara aktarılmasına öncülük etmeye
karalıdır” diyor.
Serginin küratörlüğünü üstlenen Prof.Dr. Kıymet
Giray aynı zamanda kitabı da hazırlayan isim.
Hürriyet, 25.10.2010
|
KÖYCEĞİZ GÖLÜ'NDEN TARİH FIŞKIRDI
Muğla’nın
Köyceğiz İlçesi sınırları içerisinde tarihi ve doğa
güzellikleriyle, yerli ve yabancı turistlerin ilgi
odağı olan Köyceğiz Gölü’nde yapılan sualtı
araştırmalarında çıkarılan eserler, göz kamaştırdı.
Prof.Dr. Cengiz Işık başkanlığında yapılan sualtı
çalışmaları sırasında çıkarılan eserler Ortaca’da
yapılan basın toplantısıyla tanıtıldı.
Kaunos antik kenti Kazı Başkanı Prof.Dr. Cengiz Işık, kazıda görevli Prof.Dr. Baki Öğün, Prof.Dr. Adnan Diler, Prof.Dr. Cengiz Işık, Alman Prof.Dr. Brandy Schmaltz tarafından Köyceğiz Gölü içerisinde yapılan sualtı çalışmalarına katılan dalgıçların çıkarttığı tarihi eserler araştırmacı ve Ege Yolcu Dergisi’nin Genel Yayın Yönetmeni Nadir Şahin tarafından basına tanıtıldı. Dalyan Restaurant’da düzenlenen toplantıda göldeki sualtı çalışmaları sinevizyon gösteriyle anlatan Şahin, şunları söyledi: “Tanrıça Leto adına inşa edilen Arkaik Çağlar’dan başlayıp, Roma Dönemi’ne uzanan zaman sürecinde yapılan bina kalıntıları ve göl içindeki liman duvarı, antik çağlarda yapılan şifa tesisleri hala duruyor. Profesyonel dalgıç ve arkeologlarla yaptığımız çalışmalarda gölün 10- 25 metre derinliğindeki hem eserleri görüntüledik hem de bulduğumuz önemli eserleri binlerce yıl sonra gün ışığına çıkardık. Roma Dönemi’nde yapılan taş duvar kalıntıları, teraslarla birlikte çatılarda kullanılan kiremitleri, birçok tarihi kalıntıları tespit ettik. Yapılan araştırmalarda Aksaz Deniz Üs Komutanlığı tarafından tahsis edilen sualtı robotu da kullanıldı. Mutfak malzemeleri olan çanak-çömlekler, mumluklar, vazolar ve su testileri de gün ışığına çıkarıldı. Daha çok eserin çıkarılması için bilgi kurulu ve sualtı arkeologları önümüzdeki yıldan itibaren çalışmalarını hızlandıracak.” Dalyan Belediye Başkanı CHP’li Arif Sarı da eserlerin şimdilik Muğla Müzesi’nde konservasyon çalışması için korumaya alındığını ve ileride çıkarılacak eserlerle sergileneceğini söyledi.
Milliyet, 24.10.2010
|
MALATYA'DAKİ PERSLER DÖNEMİNDE YAPILAN KALE
ONARILIYOR
Persler döneminden beri çeşitli
uygarlıkların kullandığı, giriş kapısı ve bazı
kalıntıları ayakta olan Malatya’nın Darende
İlçesindeki Zengibar Kalesi’nin kapısının onarımı
tamamlandı.
Kalenin turizme kazandırılması amacıyla
önümüzdeki günlerde çevre düzenleme çalışmalarının
da yapılacağı bildirildi.
Darende Kaymakamı Mehmet Aktaş, AA Muhabirine
yaptığı açıklamada, ilçedeki en eski eserlerden
birisi olan kale kapısının gelecek medeniyetlere
ulaşması amacıyla onarılarak kurtarıldığını ifade
etti.
Kaymakam Aktaş, İstanbul Teknik Üniversitesi
Şehircilik Bölüm Başkanı Prof.Dr. Mehmet Ocakçı’nın
destekleriyle aynı üniversitenin Mimarlık
Fakültesi’nden Prof.Dr. Kemal Kutgün Eyüpgiller
başkanlığındaki 6 kişilik teknik ekibe ücretsiz
hazırlatılan projenin Sivas Anıtlar Kurulu
tarafından onaylanmasının ardından Kültür ve Turizm
Bakanlığı tarafından tahsis edilen ödenekle
restorasyonun gerçekleştirildiğini belirtti.
Kale kapısının orijinal mimarisi, özgün
dekorasyonu, taşıyıcı sistemi ile yapı malzemelerine
uygun olarak onarıldığına dikkat çeken Aktaş,
restorasyonun aynı zamanda Darende kent dokusunun,
arkeolojik kalıntılarının yakından incelenmesi,
belgelenmesi ve mimarlık tarihi açısından önemli bir
çalışma olduğunu ifade etti.
Aktaş, ‘Yüksek bir kaya yapısı üzerine kurulu
bulunan ve Farsça yekpare taş kale anlamındaki ‘Seng
bar’ kökünden gelen ve günümüzde Zengibar olarak
bilinen kale kapısının daha fazla tahrip olmasını
önlemek amacıyla başlatılan çalışmalar
tamamlanmıştır. İlçemizin son yıllarda artan turizm
potansiyelinde alternatif bir gezi alanı olarak
değerlendirilecek kale, çevre düzenlemelerinin de
yapılmasıyla önemli bir cazibe merkezine dönüşecek,
Darende’nin tarihi dokusunun günümüze akseden bir
yapısı ve gelecek kuşaklara aktarılmasında sarsılmaz
bir miras olarak kalacaktır? diye konuştu.
7000 yıllık tarihi bir geçmişe sahip olan
Darende’ye, Hititlerin ardından Asurlular hakim
olmuş, Mezopotamya ile Anadolu arasındaki ticaret
merkezlerini ellerinde tutabilmek için Tohma Suyu
boyunda koloniler kurmuşlardır. Sonraki yıllarda
Persler tarafından işgal edilen Darende’deki
Zengibar Kalesini askeri üs haline getirmişlerdir.
İlçenin ilk yerleşimi de kalenin içerisinde
yapılmıştır. Makedonyalılardan sonra Romalılar ve
Bizanslılar yöreye egemen olmuş, sekizinci yüzyıldan
sonra Arapların hakimiyeti ile Zengibar Kalesi'ndeki
yerleşim kültür ve ticaret merkezi haline
dönüşmüştür.
Malazgirt Savaşı’ndan (1071) sora Selçuklular
egemen olmuş, yerleşim Zengibar Kalesi'nin dışarısına
yayılmıştır. Yıldırım Beyazıt 1399′da Malatya ve
yöresini ele geçirmişse de, Ankara Savaşı’ndan
(1402) sonra Timur bu topraklara hakim olmuştur.
Sonraki yıllarda yöre Osmanlılarla Memlüklular
arasında çekişmeye neden olmuş, Yavuz Sultan Selim
1515′de Malatya ve yöresini kesin olarak Osmanlı
topraklarına katmıştır.
haberler.com, 24.10.2010
|
İTALYA'DAKİ ANTİK TAŞ, ANAYURDU TÜRKİYE YOLLARINDA
Türkiye’den yasa dışı yollarla çıkarıldığı sanılan
Roma döneminden kalma kefaret yazıtını İtalya’da
inceleyen Ege Üniversitesi Eski Çağ Dilleri ve
Kültürleri Bölümü Başkanı Doç.Dr. Cumhur Tanrıver,
yazıtın Türkiye’den çıkarıldığını gösteren
özellikleri bulunduğunu bildirdi. Tanrıver, yazıtın
ana yurdu Türkiye’ye dönmesi gerektiğini söyledi.
İtalya’nın Floransa kentinde Pitti Sarayı’nın
eski eserleri koruma biriminde tutulan, Roma
döneminden kalma milattan sonra 3. yüzyıla ait
kefaret yazıtını incelemek üzere Kültür ve Turizm
Bakanlığının görevlendirmesiyle bu kente gelen
Tanrıver, taşın hikayesini ve özelliklerini AA
muhabirine anlattı.
Taşın bir adak taşı olduğunu ve o dönemde adak
taşlarının Türkiye’den çıktığını belirten Doç.Dr.
Tanrıver, şu bilgiyi verdi:
”Taşın Türkiye’den geldiği kesin. Çünkü taşın
özellikleri bize onun Türkiye’den, hatta Türkiye’nin
de belli bir yerinden geldiğini gösteriyor. Burası
Manisa’nın Demirci İlçesinin aşağı yukarı 40-50
kilometre güneybatısında bir yer. Orada yerel bir
kutsal alan var. Apollon Aksyros adında yerel bir
Apollon tapınağı. Bu tapınak, Demirci’nin hemen
güneyinde Roma döneminde kurulmuş Saittai diye antik
bir şehrin arazisinde. Bu bir adak taşı. O bölgeye
özgü. Hem işlenişi, hem metnin kendisi, hem de
içinde geçen insan isimleri. Kula civarına özgü.”
Doç.Dr. Tanrıver, antik taşın Türkiye’den tam
olarak ne zaman çıktığını ve uzun yıllar nerede
olduğunu bilmediklerini kaydederek, 1994 yılında J.
Nolle ismindeki Alman bilim adamının görüp
yazmasıyla taşın Avrupa’da olduğunun anlaşıldığını
ifade etti.
Taşın İtalya’da ortaya çıkmasına ilişkin de
Tanrıver, şunları söyledi:
”Taşın İtalya’ya girişiyle ilgili bir problem
var. Yasa dışı ithalat ürünü gibi gözüküyor. Nereden
alındığı belli değil. Alan kişi, ‘İngiltere’den
aldım’ diyor, ancak bununla ilgili bir fatura da
yok. Eser, şu an kaçak olarak İtalya’ya girmiş
durumda. Bu eser ilk bulunduğunda, savcı eserin
Türkiye’ye gönderilmesine yönelik bir emir veriyor.
Fakat eseri elinde bulunduran kişinin İtalyan
kanunları çerçevesinde eski eser ticareti yapmak ve
gayri yasal yoldan bunların toplamasıyla ilgili bir
ceza davası var. Dava, Türkiye’yi bağlamıyor, ancak
davanın zaman aşımına uğrama durumu söz konusu.”
Türkiye’nin konuyu Roma’daki büyükelçilik
kanalıyla takip ettiğini hatırlatan Tanrıver, eserin
yeniden Türkiye’ye götürülmesine yönelik süreç
hakkında şunları anlattı:
”İtalya’daki Türk Büyükelçiliği bunu fark etmiş
ve müdahil olmuş. Ceza davasına da müdahil olmak
istiyorlar. Bu eser, yasal olmayan yollarla çıkmış
olduğu için Türkiye’ye geri verilmesini istiyoruz.
Çünkü, zaten Türkiye’den yasal yollarla eski eser
çıkarmak mümkün değil. Eski eser olduğu için
Türkiye’ye iade edilmesi gerekiyor. Ceza davası bizi
çok bağlamıyor. Bizi bağlayan eserin çıktığı ülkeye
geri gelmesi. Bence bu şartlarda eserin geri gelmesi
mümkün. Paris Konvansiyonu’na göre, gayri yasal
yollardan ülkesinden çıkarılan her eserin ülkesine
geri dönmesi gerekiyor. Büyük ihtimalle de dönecek.”
Antik taşın bir tür itiraf yazıtı olduğunu ve
bunlara ”Confesio” dediklerini aktaran Tanrıver,
”Bir kişi başına gelen bir işten dolayı, bir sağlık
problemi üzerine hemen yakınındaki tapınağa
başvuruyor. Rahipler büyük olasılıkla diyor ki
‘Senin bir günahın var. Bu günahın sonucunda başına
gelen şeyden kurtulmak için şunları yap’. Şunları
yap denilenlerin arasında kurban kesmek var.
Özellikle böyle bir yazıt yazdırıp, herkesin
görebileceği şekilde günahını açıklamak, bu günahtan
pişman olduğunu ve Tanrı’nın bağışlamasına
sığındığını söylemen gerekiyor. Eğer o günahtan
başvuru sırasında kurtulmuşsan ‘Tanrı’nın yüce
olduğunu herkese bir ibret olsun diye söyle’
şeklinde öneri götürülüyor ki, karşımıza bu yazıtlar
çıkıyor. Bu yazıt da öyle” dedi.
Tanrıver, incelediği yazıttaki metni ise şöyle
açıkladı:
”İki kardeş birinin balık ağını çalmış. O nedenle
başlarına bir iş gelmiş. Şöyle diyor: Tanrı
tarafından cezalandırıldı. Kendileri herhalde
yapamayacak durumdalar ki, aileleri bu çocuklar için
bu yazıtı yazdırmışlar, Tanrı’ya bağışlanmaları
dileğiyle.”
O dönemde kefaret yazıtlarının sadece Türkiye’de
çıktığını vurgulayan Tanrıver, sözlerini şöyle
tamamladı:
”Bunların iki türü var. Bir türü Denizli
civarında. Onların metinleri biraz daha değişik. Bu
tür metinleri olanlar içinde teknik terimler
geçiyor. Mesela ‘Cezalandırıldı’ diye bir ifade var.
‘Tanrı’nın öfkesini yatıştırmak’ gibi ifadeler var.
O bölgeye özgü ifadeler. Bölgesel kullanımlar
çoktur. Orada rastlanan bir şey. Bu kefaret
yazısının metni, içeriği, onun bu kefaret
yazılarının çıktığı Kula civarındaki -biz oraya
antik dönemde yanık arazi anlamına gelen
Katakekaumene diyoruz- o bölgeden çıktığını kesin
olarak ortaya koyuyor. Dünya üzerinde bir tek orada
çıkıyor bu dönemde. Başka hiçbir yerde yok. Bu tür
günah çıkartma yazıları sadece Roma döneminde, MS 1.
yüzyıldan 3. yüzyıla kadar olan dönemde Kula İlçesi
civarındaki volkanik araziden çıkıyor. Bu taşlar
yerel tapınaklara adanmış.”
Zaman, 24.10.2010
|
|
TEKNELER ÇALIYOR, SARAY SALLANIYOR
İstanbul Dolmabahçe Sarayı Muhafız Bölük Komutanlığı’nın 4 Ekim 2010’da Başbakanlık Denizcilik Müsteşarlığı’na gönderdiği yazıya göre gezi tekneleri ve yayınladıkları yüksek sesli müzik, Dolmabahçe Sarayı’nı etkiliyor.
Saray Muhafız Komutanlığı’nın yazısı üzerine Liman Başkanlığı, İstanbul Deniz Ticaret Odası’na konuyla ilgili bir yazı gönderdi. Yazıda Dolmabahçe Sarayı önünde bulunan iki şamandıra ikazına uyulmayarak kıyıdan geçildiği, sarayda bulunan camların ve avizelerin titreşimden büyük ölçüde etkilendiği belirtildi. Gezi teknelerine ve deniz araçlarına gerekli maddeler uyarınca para cezası kesileceği uyarısı yapıldı.
Dolmabahçe Sarayı’nın Muayede Salonu’nda 36 metre yüksekliğindeki kubbeye asılı 4.5 ton ağırlığında devasa kristal avize bulunuyor. Diğer salonlarda da benzeri avizeler ve kıymetli vazolar sergileniyor.
Radikal, Haber: Hasan Erşan, 24.10.2010
|
EFSANE TÜNEL MÜZE OLUYOR
Kadifekale'den Agora'ya uzanan, bir dönem ünlü
Makedonya Kralı Büyük İskender'in avlanmak ve
gezinti amacıyla kullandığı tünel ortaya
çıkarılmıştı.
Gerek sosyal belediyecilik gerek kültür, tarih ve
turizm ataklarıyla dikkat çeken Konak Belediye
Başkanı
Hakan Tartan bu tüneli gelecek yıl turizmin
hizmetine açmayı planlıyor.
Milliyet, 24.10.2010
|
|
SUALTI KÜLTÜR MİRASI TARTIŞILACAK
UNESCO'nun akdeniz,
Karadeniz ve Arap ülkelerinin yanı sıra İngiltere,
Avustralya, Hollanda gibi ülkelerden de uzmanların
katılımıyla düzenleyeceği '1. Sualtı Kültür Mirasını
Koruma Bölge Toplantısı' İstanbul'da gerçekleşecek.
İl Kültür ve Turizm Müdürü Prof.Dr. Ahmet Emre
Bilgili, UNESCO Müzeler Dairesi'nden Dr. Ulrike
Guerin ile Doğu Akdeniz Üniversitesi Sualtı
Görüntüleme ve Araştırma Merkezi'nden Hakan Öniz
organizasyonun detayı hakkında basın mensupları
bilgilendirildi. 25-27 Ekim tarihlerinde yapılacak
olan toplantı, dünyada sualtı arkeolojisinin
geleceğinin belirlenmesi, sualtı kültür mirasının
korunmasına ilişkin uluslararası bilimsel koruma
standartlarının geliştirilmesi ve katılımcı
ülkelerle konuya ilişkin uygulama deneyimlerinin
paylaşılması amacını taşıyor. Toplantıya 20 ülke
katılacak.
Yeni Şafak, 24.10.2010
|
|
YETİK'İN 'KASIMPATILAR'I 700 BİNE SATILDI
Asar-ı Atika Müzayede ve Sanat Galerisi'nin düzenlediği müzayedede, Mehmet Sami Yetik'in "Kasımpatılar" natürmordu 700 bin TL'ye alıcı buldu.
Conrad Otel'deki "Osmanlı Şaheserleri, Klasik ve Çağdaş Resim Tablo" müzayedesinde, 401 adet antika eşya ve sanat eseri satışa sunuldu. Sultan 2. Mahmut'un yaptığı ve birini Ulu Cami Hünkar Mahfiline, diğerini Kutsal Emanetlerin giriş kapısına astırdığı hat levha, fiyat artışına uğramadan 450 bin TL'ye satıldı. Sultan Vahdettin'in torununun torunu Neslişah Evliyazade Ekmekçi, Sultan 2. Mahmut'a ait Feraset Ferman- ı Şerif-i'ni 9 bin TL'ye satın aldı.
Sabah, 24.10.2010
|
AMERİKA'DAN TÜRK MANGACILARA UYARI GELDİ: HARABELERİ
YAKACAKSINIZ
Kaliforniya merkezli Küresel Miras
Vakfı dünyada yokolma tehlikesi altında bulunan
merkezler arasında Kars’taki Ani harabelerini de
saydı. Raporda, Ortaçağ mimarisinin temellerini
oluşturduğu söylenen ve kimi turistlerin mimarisi ve
coğrafi yönüyle “Yüzüklerin Efendisi öyküsünün
yaşandığı bölgeye” benzettikleri Ani Harabeleri için
en büyük tehlikelerden biri olarak da “mangalcılar”
sayıldı.
Kaliforniya San Francisco merkezli Küresel Miras
Vakfı (Global Heritage Fund) dünyada yok olmanın
eşiğinde bulunan 12 kültürel varlığı ele aldığı
“Kaybolan Mirasımızı Korumak” başlıklı raporunu
geçen hafta yayınladı. Raporda 12 kültürel varlık
arasında “Anadolu Uygarlığı’nın kavşağında”
sözleriyle tanımlanan Ani Harabeleri de yer aldı.
Sahip olduğu vadi ve çoğu harap olmasına karşın
ayakta kalan ortaçağ öncesi binalarıyla turistleri
büyüleyen ve kimi gezginlerin “Adeta ‘Yüzüklerin
Efendisi’ öyküsünün yaşandığı bölge” diye
hayranlıklarını ifade ettiği Ani Harabeleri’nin
önemi, raporda şöyle anlatıldı:
“Türkiye ve çağdaş Ermenistan sınırında bulunan
kentin kalıntıları sıklıkla Ortaçağ Avrupa
Mimarisi’nin beşiği olarak adlandırılır. 10 ve
11’inci yüzyıllar sırasında Ermeniler tarafından
kurulan ve iskana tabi olan Ani büyük Ermeni
uygarlığının eşsiz bir anıtıdır. Birçok Avrupalı
gotik tarz katedrallere esin kaynağı olarak hizmet
etmiş, düzinelerce eski kilise ve hizmet binası
barındırır. Bugün çoğunlukla bir harabe olan Ani
büyük fakat trajik bir öykü anlatır, pek çok kez
fetihlere uğramış ve Ermenilerin Türk yönetimi
altında terke zorlandıkları 14’üncü yüzyılda
boşalmıştır. O dönemlerden bu yana Ani insanlara
karşı korumasız kalmış ve kendisini yağmacı ve vandallardan korumaya çalışmıştır. Fakat
güzelliklerinden çoğu bugüne ulaşmıştır. Harabeler
grubunun ana ve en etkileyici binası, 1001 yılında
inşa edilen, yörenin bir yüzyıl sonra Avrupa’nın
tümünde geniş biçimde kullanılacak olan ünlü gotik
tarzının temelini oluşturan Ani Katedrali’dir. Bugün
Ani bizlere sadece bir dönemler güçlü ve nüfuzlu
Ermeni imparatorluğunu anımsatmıyor, sonraları
ortaçağ Avrupa’sının görünümüne esin kaynağı olacak
bir mimari tarzın başlangıcını da simgeliyor.
Ermeniler sık sık eski topraklarındaki birçok antik
harabeyi, kayıp güçlerinin sembolleri olarak anarlar
ve koruma güdüsü içinde olurlar. Fakat Ani gibi kent
topluluklarının harabeleşmesini durdurmak için şimdi
ivedi önlemler almak ve uygun bir koruma çalışmasına
başlamak gerekir.”
Raporda, Ani Harabeleri’ne iki sayfa ayrıldı,
sitenin karşı karşıya bulunduğu tehditler “Yetersiz
yönetim, yağma ve vandallık, ihmal” olarak sayıldı.
Rapor Ani Harabeleri’nin “rekonstrüksiyon” adı
altında olumsuz sonuçlanan birçok girişime maruz
kaldığını, bu girişimlerin anıtların daha da zarar
görmesine neden olan pek yaşamsal hatayla birlikte
gerçekleştiğini, profesyonel olmayan şekilde
yönetilip organize edildiğini iddia etti. Raporda,
“yetersiz yönetim” konusunda ise “Ani’nin binaları,
bu süreci sadece harabelere değil, tarihi çevreye de
en az zarar verecek şekilde sürdürecek yüksek
becerili profesyonellere ihtiyaç duyuyor” denildi.
“Yağma ve vandallık” bölümünde “Ani’ye gelen
turistler, bölgenin tarihsel ve kültürel değerine
çok az saygı gösteriyor. Koruma altında olmayan bir
site olarak Ani, harabelerde piknik yapan düzenli
ziyaretçiler, artı yağmacılar ve buraya yasadışı
olarak yerleşenlere maruz kalıyor” ifadesi yer aldı.
“İhmal” konusunda ise raporda, “Ani, Türkler
iktidara geldiklerinde Ermeniler tarafından terk
edildi ve o dönemden bu yana kente layık olduğu özen
gösterilmedi. Durum bugün, Ani’nin asla yönetimlerin
bir koruması altında bulunmaması ve bir arkeolojik
koruma statüsünün tanınmaması dolayısıyla daha
olumsuz hale gelmiştir” denildi.
Raporun “İvedilikle yapılması gerekenler” bölümünde,
“Siyasi sorunlar, doğal nedenler ve insan faktörü,
fon ve siteye layık olduğu özenin gösterilmesinde
eksikliklerin tümü; birlikte Ani’deki eski kent
topluluğunun aşırı ölçüde yıkımına katkıda
bulunmaktadır. Uygun fonlama ve koruma çalışması
Ani’nin güzelliğini gelecek kuşaklar için hala
koruyabilir, ancak eyleme şimdi geçilmelidir”
ifadesi yer aldı.
Küresel Miras Vakfı raporunda ele alınan, yok
olmanın eşiğine geldiği belirtilen diğer 11 kültürel
varlık, önemleri ve karşılaştıkları tehditler de
şöyle sıralandı:
AMERİKA KITASI:
-Mirador Tapınağı, Guatemala (Maya Uygarlığının
Beşiği. Yetersiz yönetim, yağmacılık.)
-Sans Souci Sarayı, Haiti (Karayip Adalarının
Versay’ı. Yetersiz yönetim.)
ASYA:
-Fort Santiago ve Intramuros, Filipinler
(Filipinlerin tarihi bir kenti. Yetersiz yönetim,
gelişmenin baskısı.)
-Mahansrhangarh, Bengladeş (En erken arkeolojik kent
sitelerinden biri. Yetersiz yönetim, yağmacılık.)
-Maluti Tapınakları, Hindistan (Pala Hanedanı
Krallarının binası. Yetersiz yönetim.)
-Taksila, Pakistan (Antik İndus Uygarlığının
kavşağı. Yetersiz yönetim, gelişmenin baskısı,
yağmacılık, savaş ve çatışmalar.)
DOĞU AVRUPA, ORTA DOĞU VE AFRİKA:
-Chersonesos, Ukrayna (Karadeniz’deki en büyük
klasik arkeolojik site. Yetersiz yönetim, gelişmenin
baskısı.)
-Magosa, Kuzey Kıbrıs (Haçlı Kralların antik kent
limanı. Yetersiz yönetim, gelişmenin baskısı.)
-Hişam Sarayı, Filistin (Emevi Krallığı'nın gelişmiş
bir saray kompleksi. Yetersiz yönetim, gelişmenin
baskısı.)
-Lamu, Kenya (Doğu Afrika’daki en eski Swahili
tarihi kenti. Yetersiz yönetim, gelişmenin baskısı.)
-Ninova, Irak (Antik dünyanın kültür merkezi.
Yetersiz yönetim, gelişmenin baskısı, yağmacılık.)
Radikal, 24.10.2010
|
ANTİK KENTLERİ CÜCE TEKNOLOJİ KORUYACAK
Çizilme ve
bakteri oluşumuna karşı geliştirilen nanoteknolojik
yöntemler, antik kentlerdeki bina ve diğer eserlerin
korunmasında kullanılacak.
Nano partiküller kullanarak malzemelerin
çizilmeye, bakteri oluşumuna karşı korunmasını
sağlayan Akdeniz Üniversitesi bilimadamları, şimdi
bu teknolojiyi antik kentlerde kullanmaya
hazırlanıyor.
Antalya’nın Kumluca İlçesi'ndeki Rhodiapolis
antik kentinde yılbaşından itibaren çalışmaya başlayacak bilimadamları, gün ışığına çıkarılan antik eserleri
nano partiküllerle kaplayarak güneşten, rüzgardan,
yağmurdan daha az etkilenmelerini sağlayacak.
Çizilmeye, bakteri oluşumuna karşı nano teknoloji
kullanarak oluşturdukları kaplamalarla hem Türkiye,
hem de dünyada adını duyuran Akdeniz Üniversitesi
Antalya Teknokenti uzmanları, şimdi tarihe el attı.
Antalya Teknokenti bünyesinde faaliyet gösteren
NANOen Arge Danışmanlık firmasının kurucusu ve
sorumlusu, Akdeniz Üniversitesi Fen Edebiyat
Fakültesi Kimya Bölümü Anorganik Kimya Anabilim Dalı
Öğretim Üyesi Prof.Dr. Ertuğrul Arpaç
başkanlığındaki ekip, antik kentlerde yürütülen
kazılarda gün ışığına çıkarılan tarihi eserleri
korumak için nano teknoloji kullanmak üzere
çalışmalara başladı.
Prof.Dr. Ertuğrul Arpaç, yurtiçi ve yurtdışından
pek çok firmaya, nano partiküller kullanarak
çizilmeye ve bakteri oluşumuna karşı korumalı
ürünler ürettiklerini anlattı. Bu teknolojiyi şimdi
de ülkenin tarih varlığında kullanmaya karar
verdiklerini dile getiren Arpaç, bu konuda Akdeniz
Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü
öğretim üyeleriyle ortak çalıştıklarını bildirdi.
İlk çalışmanın Kumluca
İlçesindeki Rhodiapolis
antik kentinde yapılacağını kaydeden Prof.Dr.
Arpaç, buradaki çalışmalara yılbaşından itibaren
başlayacaklarını ifade etti. Günışığına çıkarılan
mermer, cam, kemik, ahşap malzemeleri nano
partiküllerle koruyacaklarını anlatan Arpaç,
kullanılan yöntemde kaplama malzemesinin gözle
görünmeyeceğini, eserin aslına da zarar
vermeyeceğini söyledi.
Esere kaplanacak nano partiküllere ultraviyole
ışınları, güneş, rüzgar, kum tanelerine karşı
koruması için özellik de kazandıracaklarına değinen
Arpaç, bu sayede antik eserlerin ömrünü
uzatacaklarını bildirdi.
Prof.Dr. Ertuğrul Arpaç, bu kaplamanın bir diğer
özelliğinin ise ”sökülebilir” olması olduğunu
vurgulayarak, ”Teknoloji hızla gelişiyor. 10-20 yıl
sonra başka bir yöntem geliştirildiğinde bu
malzemeyi kolayca söküp yerine yenisini
uygulayabileceğiz” dedi.
Arpaç, Türkiye’de bu sistemi uygulayan kimse
bulunmadığını, dünyada da şu ana kadar bu
teknolojinin antik eserlerde kullanıldığına ilişkin
kendilerine bir bilgi ulaşmadığını kaydetti.
Gün ışığına çıkarılan eserlerin çoğunun
laboratuarlarına taşınma imkanı bulunmadığına da
işaret eden Prof.Dr. Arpaç, sözlerini şöyle
sürdürdü:
”O yüzeyleri orada korumanız lazım. Bu eserlerin
büyük bölümünü taşıma şansınız yok. İlk olarak küçük
bir yüzeyde uygulamasını yapacağız ve o bölgeyi
yaşlandırarak beş yıl sonra alacağı konumu
göreceğiz. Buradan olumlu yanıt aldıktan sonra bütün
yüzeye uygulayacağız. Hani terzi kumaşı keserken
hata yaparsa dönüşü yoktur, biz de 10 defa düşünüp
ondan sonra uygulayacağız. Yüzeyin büyüklüğü ise
bizim için sorun değil. Her türlü tarihi eser ve
büyüklüğü nano partiküllerle kaplayabilecek
teknolojiye ve malzemeye sahibiz.”
Arpaç, nano partiküllerin sprey yardımıyla antik
eserlerin üzerine püskürtüleceğini, bu sistemin
uygulanmasının maliyetinin de yüksek olmadığını
sözlerine ekledi.
Ntvmsnbc, 22.10.2010
|
DÜNYADAKİ EN İYİ KAMUSAL SANAT ÖRNEKLERİ
Sanatsal
değeri yüksek, görkemli işleri sokakta görebilmek
yerine, neden bir galeri sırasında beklenir
dersiniz? Bu eserleri sokaklarda ücretsiz olarak,
istediğiniz zamanda görebilmek de mümkün olabiliyor.
Lonely Planet'ın yapmış olduğu "Lonely Planet'ın
1000 Son Deneyimleri" listesinden seçilen en iyi 10
kamusal sanat örneğini inceleyelim.
1. Angel of the North, İngiltere
Bu garip çelik yapı Tyneside'a tepeden bakıyor.
Oldukça yüksek olan bu yapı 4 adet çift katlı otobüs
uzunluğunda ve 747 tane uçak genişliğine sahip.
Melek şeklinde kanatlarıyla uzanmış yapının
üzerindeki küçük kutucuklar onun melekten çok cyborg
gibi görünmesini sağlıyor.
Gateshead'e tren ya da A1 araç yolu boyunca arabayla
ulaşmak mümkün.
2. East Side Gallery, Berlin
Almanya'nın Berlin Duvarı, insanlar tarafından
1989'un Eylül ayında yıkıldı. Bu Berlinlilerin
duvar boyunca uzanan 100'den fazla resim ve grafiti
ile kaplı East Side Gallery diye adlandırılan
komünist makineye karşı olan hırsları için bir
hedefti. Barbarlık ve elementler, galerinin gücü ile
yok etmesine rağmen, halen daha Dalíesque'nun Pink
Floydian tuğlalarına göstermiş olduğu sanatsal
çalışmalarını hatırlatan bir güç olarak varlığını
sürdürüyor. İyi olan, yapıda restorasyon projesi
devam ediyor.
Galeri şehir merkezinin hemen yakınında yer alıyor.
3. Manneken Pis, Brüksel
Küçük bir çocuğun su işediği bu bronz heykel,
Benny Hill tarafından görevlendirilmişe benziyor.
Fakat Belçikalılar bu tür şeyleri çok seviyor.
Orijinali 1388'de yaratılmış fakat daha sonra yok
edilmiş. Brükselli insanlar buna çok öfkelenmişler
ve yenisinin yapılmasını talep etmişler. 1616
yılında da yenisi onlara bağışlanmış. Ulusal
bayramlarda ve özel günlerde, bu işeyen oğlan
giydiriliyor ve Elvis, samuray savaşçısı ya da
Mozart oluyor. Ayrıca kendisi bira ve şarap işemeyi
de biliyor.
Bu heykel, Grote Markt'tan hükümet binasına doğru
yürürken sol tarafınızda köşede yer alıyor.
4. Banksy Şablonları
Gizemli sanatçı Banksy'ın çalışmaları, İsrail
Batı Bankası bariyerlerinden Bristol'daki evine
kadar Dünya'nın her yerinde görülebilir. Geniş
taşlamaları politika ve kültür üzerine, Banksy'ın
parçalarında grafitti ile şablonlar kombine edilmiş
ve sokak sanatı olarak yüksek seviyelerde görülüyor.
Bu verimli sanatçı şablonları yaratmaya başladığını,
nedeni olarak da graffittinin çok zaman aldığını
söyledi. Yerel kurul tarafından boyanmadan ya da
Sotheby'de 100.000 Pound'dan fazla fiyata açık
arttırmaya çıkarılmadan önce onun bu çalışmasına
yerinde baktığınızda bu acelenin nedenini
göreceksiniz.
5. Özgürlük Anıtı, New York
Amerika'nın en görünür sembolü (Dünya Ticaret
Merkezi) gibi, Özgürlük Anıtı büyük rezaletlerden
zarar gördü. 1916 yılında Alman hücumundan sonra
havaya uçuruldu, 1968'de radyoaktif kumun içinde
Planet of the Apes'e yarı gömüldü, 1983'de sihirbaz
David Copperfield tarafından ortaya çıktı, 1989'da
Ghostbusters II'da yaşama getirildi, 1996'da
Independence Day'de harap oldu ve 2004'de The Day
After Tomorrow'da kara gömüldü.
6. Rodina Mat, Volgograd
Paslanmaz çelik Rodina Mat, dünyanın en büyük
heykellerinden biri. Mamayev Kurgan'ın tepesinde
konumlanıyor. 8000 ton ağırlığına ve 108 metre
uzunluğuna sahip. Bu büyük ölçeği için iyi bir neden
var: Rusya İkinci Dünya Savaşı sırasında 30 milyon
insanını kaybetti. Özgürlük Anıtı ile
karşılaştırıldığında, Rodina her türlü güç ve hırs
demek oluyor.
7. Parc Güell, Barselona
Parc Güell'in arkasındaki hayalperest İspanyol
mimar Antoni Gaudi, parkı 1900 - 1914 tarihleri
arasında inşa etti. Park bir konut alanı gibi
tasarlanmış. Gaudí'nin ilginç, organik tarzı
yaratığın büyük göğüs kafesi gibi tasarlanmış
pasajlarını akla getiriyor. Dalgalı kolonları
andıran damlataş ve çok renkli seramik malzemeleri,
yılan gibi uzun kıvrımlı şekli, mağara, kuytu yeri
ve sığınağı ile eşsiz bir görünüme sahip.
Lesseps metro istasyonunun yakınında olup, 20
dakikalık yürüme mesafesinde. Giriş ücretsiz olup,
saat 10:00 - 19:00 arasında ziyarete açık.
8. Federation Bells, Melbourne
Melbourne merkezindeki Yarra Nehri'nin
sahillerinde ses yapısı ile kamusal sanatın kombine
edilmiş iyi bir örneği. Çelik kutuplar üzerinde
monte edilmiş, açık alana yayılan çeşitli
boyutlardaki 39 adet tepetaklak olmuş tapınak tarzı
çanlar ile insanların bunların arasında yürümesini
sağlayan bir mekan. Çanlar, yerel besteciler
tarafından 7 farklı 5 dakikalık kompozisyonlar
şeklinde çalınacak şekilde bilgisayar kontrolündeki
yumruklar ile vuruluyor. Bu sistemde de demokrasi
söz konusu: herhangi biri, müzik dahisi olsun ya da
olmasın kendi melodilerini duyurabilir.
Bu ses yapısı günde 3 defa 08:00 - 09:00, 12:30 - 13:30, 17:00 - 18:00 saatlerinde çalınıyor.
9. Mission District Duvar Resimleri, San
Fransisko
Latino Mission District'in dünyaca ünlü duvar
resimleri, düzinelerce binanın duvarlarını süslüyor.
1920'lerde 60'ların hipi idealizmi gibi Meksikalı
duvar resimlerinin üzerine inşa edilen kamusal
sanatın keskin parçaları olarak görülüyor. Temaları
İspanyol, Kızılderili, Maya motiflerini, insan
hakları, futbol, Carnival ve Meksika sineması gibi
konuları içeriyor. Bu kapsayıcı tema, "toplum"
kavramını tanımlıyor.
District merkezi 16. kez ve Valensiya'nın kültürel çekirdeğinde yer alıyor.
10. Rushmore Dağı, Güney Dakota
4 başkanın (Washington, Jefferson, Lincoln ve
Roosevelt) portresinin kocaman oymaları Rushmore
dağına yerleştirilmiş. Fakat onların etkileyici gücü
biraz azaltılmış: Başları vücutlarına eklenmiş
olsaydı, boyları 150 metre uzunluğunda olabilirdi.
Bazı oymalara bakıldığında ırkçılığın eserini görmek
mümkün: Rushmore Dağı, Siyu kabilesinin ortasında
yer alıyor. Bu başkanlar yerli Amerikan nüfus
içindeki bir azalmayı simgeliyor.
Arkitera, Kaynak: Lonely Planet, Çeviren: Derya
Yazman, 22.10.2010
|
BEYŞEHİR'DE TARİHİ KALE
KAPISININ TEMELLERİ ORTAYA ÇIKARILACAK
Beyşehir'de bulunan
tarihi kale kapısının temellerinin ortaya
çıkarılacağı bildirildi. Beyşehir Belediye Başkanı
İzzet Taşcı, yaptığı açıklamada, İçerişehir
Mahallesi'nde bulunan ve bölgenin en önemli tarihi
mekanlarından birisi olan kale kapısının
temellerinin bir çalışma ile ortaya çıkarılacağını
söyledi. Taşcı, tarihi mekanda yapılacak kazı
çalışmalarının önümüzdeki günlerde başlayacağını
belirterek, çalışmanın Konya Müzeler Müdürlüğü
tarafından yapılacağını ifade etti.
Konya Hakimiyet,
22.10.2010
|
ÖRESİN HAN TURİZME
KAZANDIRILDI
Aksaray'da, restore
ettirilen Öresin Han, turizme kazandırıldı. Aksaray
Nevşehir karayolunun 22. kilometresinde bulunan ve
yıkılmak üzereyken Konya Vakıflar Bölge Müdürlüğü
tarafından restore ettirilen Öresin Han, ihale ile
restoran olarak kullanılmak üzere kiraya verildi.
Öresin Han Kervansaray
Restoran ismiyle hizmet verecek işletmenin açılış
kurdelesini kesen Konya Vakıflar Bölge Müdürü
İbrahim Genç, tarihi İpek Yolu üzerindeki hanların
restore ettirileceğini söyledi. Genç, "İpek Yolu
üzerinde bulunan kervansaraylarımızın restorasyonunu
yapıyoruz. Yaklaşık 1.5 yıl önce restoresi başlayan
ve halk arasında Tepesidelik Han olarak bilinen
Öresin Han Kervansarayımız vakfımız tarafından
kiraya verildi. Restoran olarak kullanılacak bu
tarihi yapımız yüzyıllarca olduğu gibi yolculara
hizmet verecek. Kapadokya'nın giriş kapısında olması
nedeniyle bu tarihi mekana turistlerinde ilgi
göstereceğini tahmin ediyoruz. Alay Han, Sultan Han
ve Ağzıkara Han'da da restore çalışmaları devam
ediyor. Hanlarımız eski görkemine ve cazibesine
kavuşuyor" dedi.
Öresin Hanı işletmecisi
Cuma Kaplan ise konuşmasında, "Biz bu bölgenin
insanıyız. Tarihi mekanlarımızın ülkemize
kazandırılması çok güzel. Böyle bir ihaleyi
duyduğumuzda hemen çalışmalara başladık. İnşallah
işletmemiz her yönüyle kısa sürede bölgenin aranan
mekanı haline gelecek" diye konuştu.
Açılışa İl Kültür ve
Turizm Müdürü Ahmet Varol ve Aksaray'ın tanınmış
işadamları katıldı. Açılışın ardından turistler
ilgiyle hanı gezdi.
Aksaray Kent Haber,
18.10.2010
|
GÜNEŞİN DOĞUŞUNU VE
BATIŞINI GÖREN KENT: AMOS
Marmaris Ticaret Odası
sponsorluğunda, Turunç Belediyesi'nin desteğiyle,
Muğla Üniversitesi Arkeoloji Bölüm Başkanı Prof.Dr.
Adnan Diler'in
bilimsel danışmanlığında Marmaris Müze Müdürlüğü
tarafından antik kentin temizlik çalışması ve yol
güzergahlarının belirlenmesi projesi tamamlandı.
Vali
Şahin, törende
yaptığı konuşmada,
''Muğla olarak ne kadar şanslı olduğumuzu bir kez
daha anladım. Yerli veya yabancı turistin her türlü
talebini karşılayabilecek mekanlarımız var. Muğla
olarak 3-5 aya sıkışmış turizm sezonunu 12 aya
çıkartmak için çalışmalarımız var. İlimiz marina,
spor ve kültür turizminde dünyayla yarışabilecek
durumda.Turizmde ticari ürün haline gelmemiş Amos
gibi tarihi mekanları turizme kazandırmak çok
önemli'' dedi.
Marmaris Ticaret Odası
Başkanı Mehmet Baysal
da Marmaris'te son yıllarda belirginleşen yetersiz,
niteliksiz ve kısa sezonlu turizm olgusuna yeni
soluk aldırabilmek, vizyon ve bilimsellik
kazandırabilmek adına çalıştıklarını ve fikirler
ürettiklerini bildirdi.
Baysal,
''Bu projelerden şuan
itibarıyla en somutlaşmışı Turunç'a 15 dakika
mesafede bulunan Amos antik kentinin çevresel
temizliği ve yol güzergahlarının belirlenip aslına
uygun olarak yeniden yapılmasıdır. Her iki aşamanın
sırasıyla izinlerini gerekli yerlerden geçen yıl
alındıktan sonra yaklaşık 6 aylık bir çalışma süreci
yaşadık ve tüm finansmanını Marmaris Ticaret Odası
bütçesinden karşılayarak bu projeyi sonuçlandırdık''
diye konuştu.
Çalışmaları yöneten
Marmaris Müze Müdürü
Esengül Yıldız Öztekin ise gazetecilere
yaptığı açıklamada, Amos antik kentinin tarihi
dokusunun zaman içinde doğanın ve kaçakçıların
tahribatıyla baş başa kaldığını belirterek şunları
söyledi:
''Tepede yer alan bu
tarihi yerin geçenlerin dikkatini dahi çekmediğini
fark ettik. Kenti bilen ziyaretçiler ise en yüksek
noktada yer alan tiyatroya ulaşabilmek için
açtıkları yollarla tarihi dokuya zarar vermişler.
Rodos karşı yakasının önemli kentlerinden birisi
olan Amos'ta gezi güzergahının belli olmaması ve
bilgilendirme levhalarının yer almaması
ziyaretçilerde olumsuz etki bırakıyordu.''
Kentle ilgili geçen yıl
ocak ayında hazırlanan projeyi Muğla Kültür ve
Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'na sunduklarına
işaret eden Öztekin, mart ayında verilen izin
üzerine Marmaris Ticaret Odası, Turunç Belediyesi ve
Marmaris Müze Müdürlüğü arasında imzalanan
protokolle temizlik çalışmalarına başlandığını
söyledi.
Öztekin, kurulun haziran
ayında da gezi güzergahlarının belirlenmesi
projesini onaylamasının ardından ise yaklaşık 4 ay
içerisinde bu çalışmanın da tamamlandığını ifade
etti. Konuşmaların ardından antik kentin
tiyatrosunda arp, keman, çello ve gitar dinletisi
sunuldu. Amos antik kentinde yaklaşık 2 bin yıl
sonra ilk kez notaların yankılandığı belirtildi.
Amos
Rodos birliğinin önemli kentlerinden biri olan Amos,
Hellen dilinde ''Ana
Tanrıça Tapınağı'' anlamına geliyor.
Hellenistik dönemde Samnaios adıyla bilinen Apollon
bu kentin baş tanrısı sayılmış. Tepe üzerinde
kurulan kentin etrafı 1,8 metre kalınlığında ve 3,5
metre yüksekliğinde kulelerle desteklenmiş surlarla
çevriliymiş. Hellenistik devirden Doğu Roma dönemine
kadar sürekli yerleşim gören kentin, ayakta kalan en
önemli yapısı tiyatrosu.
Marmaris'e 20 kilometre,
sınırları içerisinde bulunduğu Turunç beldesine ise
15 dakika uzaklıkta olan Amos, çevresindeki koyları
görebilen hakim bir noktada kurulmuş. Güneşin doğuşu
ve batışını görebilme imkanı sunan antik kentte,
teraslar da yer alıyor.
Rodos'un karşı yakasının
önemli yerleşmelerinden biri olan ve bu güne kadar
kazı çalışması yapılamayan Amos antik kentindeki
tiyatroya iki ayrı kent suru aşılarak
ulaşılabiliyor. Denizden 88 metre yukarıda kurulmuş
olan, bin 300 kişilik bu tiyatronun sahne binası üç
bölümden oluşuyor.
Amos, Gayrı Menkul Eski
Eserler ve Anıtlar Yüksek Kurulu'nun 14 Ekim 1978
tarihli kararıyla Birinci Derece Arkeolojik Sit
Alanı olarak tescil edildi.
Cumhuriyet, 15.10.2010
|
10 - 23 Ekim 2010
|
ZİRAAT BANKASI
KOLEKSİYONU SERGİYE ÇIKIYOR
Ziraat Bankası,
kuruluşundan bu yana 147 yıldır meydana getirdiği ve
çağdaş sanat eserleri koleksiyonunu Cer Modern Sanat
Merkezi'nde 'Ziraat Bankası Yüzyılın Sergisi' adıyla
25 Ekim'den itibaren görücüye çıkarıyor.
3 bine yakın sanat
eserinden seçilen 164 resim ve 6 heykel olmak üzere
toplam 170 eser bu sergi sayesinde sanatseverlerle
buluşacak.
25 Nisan'a kadar
sanatseverlerin ziyaretine açık olan 'Yüzyılın
Sergisi', Osmanlı Sarayı'nın resim sanatıyla
tanışmasını, Türk sanatçılarının çağdaş sanat
hareketleriyle Paris'te yüz yüze gelmelerini ve
modernizmin algılanışını modern Türk resim
ustalarının eserleriyle anlatıyor. Sergide aynı
zamanda Ziraat Bankası koleksiyonunun da öyküsü dile
geliyor.
Yüzyılın Sergisi'nin
başlıkları ve bu başlıklar altında eserleri yer alan
sanatçılar şöyle: Romantizmden Empresyonizme:
Antoine-Ignace Melling, Hoca Ali Rıza, İbrahim
Çallı, Feyhaman Duran, Hikmet Onat ve Namık İsmail.
Figüratif Empresyonizmden Kübizme: Ali Avni Çelebi,
Ahmet Zeki Kocamemi, Nurullah Berk, Cemal Tollu,
Zeki Faik İzer, Sabri Berkel ve Şükriye Dikmen.
Geleneksel İzlerden Soyut Anlatımlara: Bedri Rahmi
Eyüboğlu, Orhan Peker, Selim Turan, Nejad Melih
Devrim, Hakkı Anlı, Adnan Varınca, Erol Akyavaş,
Adnan Çoker, Ferruh Başağa, Devrim Erbil, Yüksel
Arslan ve Özdemir Altan. Figüratif Ekspresyonlardan
Fantastik Yorumlara: Mustafa Ata, Alaettin Aksoy,
Ergin İnan, Ömer Uluç ve Mehmet Güleryüz. 21.
Yüzyılın İlk Çeyreğinde genç arayışlar: Nurettin
Erkan, Burçin Erdi, Aslı Özok, Nur Gürel, Pelin
Özgöçen, Erhan Özışıklı, Beyza Boynudelik, Nezir
Aydın, Başak Bugay ve Murat Seydi Ko.
Heykeltıraşlar: Kuzgun Acar, Hüseyin Gezer, Remzi
Savaş ve Eyüp Öz.
Zaman, 23.10.2010
|
BEDRİ RAHMİ'NİN 52
YILLIK KAYIP DUVARI KIBRIS'TA ÇIKTI
Ünlü ressam ve şair
Bedri Rahmi Eyüpoğlu’nun 17 Nisan 1958’de Brüksel
Dünya Fuar’ındaki (EXPO-58) Türk pavyonunda
sergilenen ve ardından kaybolan
altın madalyalı
mozaik duvarı
Kıbrıs’ta ortaya
çıktı. KKTC’de yaşayan araştırmacı ve edebiyatçı
Johann Pillai, Eyüpoğlu Ailesi’nin 52 yıldır
parçalarını aradığı 100 metrelik dev eserin önemli
bir bölümünü ortaya çıkartarak başkent Lefkoşa’da
sergiledi. 52 yıl boyunca ansiklopedilerde ‘kayıp’
diye yer alan mozaik duvar, Belçika’dan trenle
İstanbul’a
gönderilmiş, 27 Mayıs darbesine denk geldiği için
sahipsiz kalmış. 1960’ta
Kıbrıs’a sergiye
gönderilen eser; yeri geldi Türk alayında Rum
mermilerine siper oldu. Onlarca parçaya bölünen dev
eser şimdi
İstanbul’da
sergilenmeye hazırlanıyor.
Bedri Rahmi’nin başyapıtlarından kabul edilen; bu
mozaik duvar için ilk adımı Türkiye’nin geçen yılki
Lefkoşa Büyükelçisi Şakir Fakıllı attı.
Fakıllı elçilik konutunun duvarını süsleyen Bedri
Rahmi imzalı iki metrelik mozaik duvar parçasıyla
ilgili araştırma yapılması ve eserin sergilenmesi
için Kıbrıslı Türk sanatçı Anber Onar ile
araştırmacı ve edebiyatçı eşi Johann Pillai’den
yardım istedi. Bedri Rahmi’nin ünlü eserinin izini
dokuz ay boyunca Belçika, Türkiye, KKTC ve
Kıbrıs Rum
yönetiminde süren Johann Pillai, kayıp duvarın
başından geçenleri anlatan bir kitap hazırladı ve
ortaya çıkan parçaları da Lefkoşa’da sergiledi.
Pillai duvarın bir macera romanını aratmayacak
hikayesini anlattı:
“1956 Mayıs’ında
Bakanlar Kurulu, Hariciye Vekaleti’ne bağlı Brüksel
Sergisi Daimi Komisyonu’nu kurdu. Brüksel’de 1958’de
yapılacak fuara büyük önem veriliyordu. EXPO-58,
İkinci Dünya Savaşı sonrasında düzenlenen ilk fuardı
ve teması barıştı. Altı ay açık kalan fuarda 46
milyon bilet satıldı. 18 milyon kişi ziyaret etti.
Uzaktan bakıldığında düz bir çizgiyle birbirine
bağlanmış iki saydam küp şeklindeki Türk pavyonu
oldukça ilgi çekiciydi. Fakat pavyondaki en dikkat
çekici unsur binayı boydan boya kaplayan Bedri Rahmi
Eyüboğlu’nun mozaik duvarıydı. 50 santim
genişliğinde, 2 metre 27 santim yüksekliğinde, 200
parçadan oluşan ve 100 metrelik mozaik duvar için
Bedri Rahmi bir milyona yakın taş parçası
kullanmıştı.
Duvarda sırasıyla renkli Türkmen etekleriyle
tepsiler taşıyan dört kız, başlarında taşıdığı
tepsilerde dört ibrik, Haliç merkezli
İstanbul haritası,
Karagöz’ün gemisi, Beyazıt, Ayasofya ve Sultanahmet
camileri ve çocuklarını emziren anneler gibi
figürler yer alıyordu. Bu eser
altın madalya
kazandı. Mimarlar pavyonu sökülüp bir araya
getirilebilecek bir şekilde tasarlamıştı. Amaçları
pavyonu Türkiye’ye getirip bir galeri ve sergi
salonu halinde
Ankara’da yeniden
kurmaktı. Bu plan asla gerçekleşmedi. Pavyon
mozaikleriyle birlikte gizemli bir şekilde ortadan
kayboldu.
Rivayete göre 100 metrelik mozaik duvarın bir kısmı
Brüksel’i hiç terk etmedi. 1958’de fuarı ziyaret
eden dönemin NATO Genel Sekreteri Paul-Henry Spaak
mozaik duvarı çok beğenerek bazı parçaları evine ve
bahçesine koymak için hediye edilmesini istiyordu.
Türk yetkililer, fuar sona erdikten sonra bir
bölümünü hediye edecekleri sözü verdi. Ama bu
hikayenin sonu ne oldu hiç bilinemedi. Bu rivayetin
bir başka versiyonundaysa, Türk yetkililer NATO
Genel Sekreteri Henry Spaak’ın talebini reddetmiş;
Bedri Rahmi, Spaak için halen Brüksel’deki NATO
binasının duvarını süsleyen dev mozaik çalışmayı
yapmıştı.
Pavyon içindekilerle
birlikte sökülerek, 1958’in son aylarında beş tren
vagonuyla Türkiye’ye gönderildi. Önce
Ankara’ya ulaştı.
Ankara’da ne
yapılacağı bilinemediğinden
İstanbul’a geri
gönderildi. Pavyonun mimarlarından İlhan Türegin,
Gülhane Parkı’nı ziyaret ettiğinde pavyonun
parçalarının ve duvarının bulunduğu büyük kutuları
buldu. Bunu raporla yetkililere bildirdi. Ancak 27
Mayıs 1960 darbesinin yaşandığı günlerde bu
eserlerle ilgilenecek yetkililer ortadan
kaybolmuştu.
İki yıl sonra, pavyondan artan malzemenin Gülhane
Parkı’nda yerde yatan fotoğrafıyla Milliyet’te
yayınlanan haberde, malzemelerin yanı sıra mozaik
duvarının parçalar halinde üst üste konulduğu da
belirtiliyordu.
1979’da
İstanbul Belediye
Başkanı Aytekin Kotil, belediyenin elinde Bedri
Rahmi’nin mozaik duvarına ait bir kısım pano
bulunduğunu öğrendi. Duvar panosunu küçük bir bölümü
1980’de Edirnekapı’daki belediye araçlarının bakım
ve onarımın yapıldığı bir tesiste ortaya çıktı.
Ancak 100 metrelik duvarın büyük bir kısmı hala
kayıptı.
Bedri Rahmi’nin gelini Hughette Eyüboğlu; 2003’te
yayınladığı ‘Kanadalı Bir Gelinin Türkiye
Hatıraları’ adlı kitabında duvarın büyük bir
bölününün 1953’te bir sergi için
Kıbrıs’a
getirildiğini ve bir bölümünün TC elçiliğiyle
Kıbrıs Türk
Kuvvetleri Alay Komutanlığı’nda gazinosunda olduğu
duyumunu yazdı.
Kayıp duvarın
İstanbul
Belediyesi’ndeki 20 parçası dışındaki büyük
çoğunluğu 1960’ta Yedinci Uluslararası
Kıbrıs Fuarı’na
getirildi. Bu fuarın fotoğraflarında Bedri Rahmi’nin
Brüksel’deki fuarda sergilediği mozaik duvarı açıkça
görülüyordu.
17 Ekim 1960’da fuarın son günü pavyona ne olacağı
sorusu gündeme geldi.
Kıbrıs
Cumhuriyeti’nin ilk Türkiye Büyükelçisi Emin Dırvana,
“Burada her zaman bu tür fuarlar yapılacak” diyerek
malzemelerin ve Bedri Rahmi’nin mozaik duvarının
kalmasını istedi. Böylece duvar
Kıbrıs’ta kaldı.
Sanat eserlerine hayranlığıyla bilinen dönemin
Kıbrıs Türk Alay
Komutanı Albay Turgut Sunalp, büyükelçilik
depolarına kaldırılan Bedri Rahmi’nin panolarının
yok olmaması için Dırvana’nın izniyle, mozaik
duvarın yeni yapılacak subay gazinosuna monte
edilmesi emrini verdi.
Kıbrıs
Türk alayı 1974
Kıbrıs Barış
Harekatı’na kadar, şu anda ara bölgede kalan,
Uluslararası
Kıbrıs Havaalanı
yakınlarındaydı. Bedri Rahmi’nin mozaikleri kalıp
betondan yapılmaları nedeniyle Rum ve Yunan
askerlerin yoğun havan saldırılarına karşı Türk
askerlerine siper oldu. 1974 Barış Harekatı’ndan
dört yıl sonra Lefkoşa Ortaköy bölgesinde yapılan
yeni subay gazinosuna hasar görmemiş panolar yeniden
asıldı.
Büyükelçi İnal Batu ise, Lefkoşa’da görev yaptığı
1979-84 arasında büyükelçilerin Girne’deki yazlık
konutu Villa Fırtına’nın deposunda, elde kalmış bir
miktar mozaik pano daha buldu. Kimi parçalar
halinde, kimi de bütündü. İnal Batu’nun eşi Nevra
Batu, sağlam panoları Villa Fırtına’nın duvarına
monte ettirdi. Ancak 2006’da Villa Fırtına’nın
duvarlarındaki mozaikler sert rüzgarlara
dayanamayarak düştü ve kırıldı. Beş parça tahrip
oldu. Dönemin Lefkoşa Büyükelçisi Aydan Karahan’ın
eşi Handan Karahan, parçaları ve sağlam kalanları
Lefkoşa’daki elçilik binasına taşıttı.
Geri kalan kırılmamış 2 metre enindeki dört pano da
büyükelçilik konutunun içine monte edildi. Bu yıl
yeni atanan Lefkoşa Büyükelçisi Kaya Türkmen,
Brüksel’deki 1958 fuarının görevlilerinden, diplomat
Doğan Türkmen’in oğlu. Kaya Türkmen, babasının
açtığı fuardan gelen ve 52 yıldır kayıp olduğu
sanılan Bedri Rahmi’ye ait panoların yer aldığı
serginin Lefkoşa’daki açılışına katıldı.
Hürriyet Cumartesi,
Haber: Ömer Bilge, 23.10.2010
|
TAŞHAN'IN KİRACILARI
RESTORASYON MAĞDURU OLMAK İSTEMİYOR
Sivas Vakıflar Bölge
Müdürlüğü, Taşhan Çarşısı'nda faaliyet gösteren 20
kiracısına 'dükkanları boşaltın' ihtarnamesi
gönderdi. Esnaf ise restorasyon sonrası işyerlerinin
kendilerine verilmeyeceğini düşünerek anahtarlarını
teslim etmek istemiyor.
Vakıflar Bölge Müdürlüğü
tarafından eski eser bakım onarım ihalesi yapılan
Taşhan Çarşısı'nda restorasyon çalışmaları eserin
çatısında başladı. İşyerlerinin restorasyonu ise yaz
döneminde yapılması bekleniyor. Vakıflar Bölge
Müdürlüğü de eser içerisinde dükkan işleten
esnaflara işyerlerini boşaltmaları yönünde ihtarname
göndererek kiracıların 31 Aralık tarihine kadar
işyerlerini boşaltmalarını istedi. Tarihi eser
içinde faaliyet gösteren 20 kiracı restorasyon
sonrası işyerlerinin tekrar kendilerine
verilmeyeceği düşüncesiyle tedirgin.
Tarihi eser içerisinde 6
işyerinin özel mülk olduğunu belirten kiracı
esnaflar, bölge müdürlüğünün sadece özel mülk sahibi
esnafları muhatap alarak onlarla görüştüğünü
kaydetti. 43 yıldır tarihi çarşıda çay ocağı işleten
Bahtiyar Şenbaş, restorasyona karşı olmadıklarını
gerekirse kendilerinin de katkıda
bulunabileceklerini söyledi. Restorasyon sonrası
aynı işyerlerinde faaliyet göstermek istediklerini
dile getiren Şenbaş, bu konuda kendilerine net bir
açıklama yapılmamasından dert yandı. Tarihi Taşhan
Çarşısı'nda 2010 yılında başlatılan restorasyon
çalışmasının 2012 yılında tamamlanması planlanıyor.
Zaman, Haber: İsmail
Yıldız, 22.10.2010
|
'AĞA HAN MÜZESİ'NİN
HAZİNELERİ SAKIP SABANCI MÜZESİ'NDE
S.Ü. Sakıp Sabancı
Müzesi, Ağa Han Kültür Vakfı’nın işbirliğiyle,
Ağa Han Müzesi’nin Hazineleri başlıklı sergiye
ev sahipliği yapıyor. 5 Kasım 2010 – 27 Şubat
2011 tarihleri arasında düzenlenecek sergi, en
değerli İslam sanat eserlerini bünyesinde
barındıran Ağa Han Müzesi’nin başyapıtlarını,
sanatseverlerle buluşturuyor. Sergi; ilk kez
halkının büyük çoğunluğu Müslüman olan bir
ülkede gerçekleştirilmesi ve 2013 yılında
ziyarete açılacak Ağa Han Müzesi’nin ilk sergisi
olması nedeniyle, “ilk”leri bünyesinde
barındırıyor.
İslam dünyasının,
Endonezya’dan Sicilya’ya, Endülüs’ten Çin’e
uzanan farklı coğrafyalarda aynı döneme denk
gelen yansımaları, sergi kapsamında ilk kez
vitrine çıkıyor. Sergide; seramik, ahşap, metal,
kumaş gibi materyallerden yapılmış ve
üzerlerinde Kuran’dan metinlerin yer aldığı
objelerin yanı sıra, elyazmaları ve minyatürler
de yer alıyor.
İslam sanatlarının
gelişimini vurgulayan sergideki eserler
arasında; Şah Tahmasp’ın ünlü Şehname’sinden
minyatürler, İbn-i Sina’nın Avrupa’da tıp
konusundaki en yetkin kaynak olarak kabul edilen
“El-Kanun fi’t-Tıb” adlı yapıtının en eski
elyazması yer alıyor. “1001 Gece Masalları”nın
bilinen bütün nüshalarından daha eskiye, 500 yıl
öncesine tarihlenen yeni bulunmuş bir elyazması
ve Osmanlı padişahı II. Selim’in Reis Haydar
Nigari’ye atfedilen portresi de, dikkat çeken
eserler arasında bulunuyor. Sergi, Kuran’dan
nadir sayfaları, tezhipli Kuran ciltlerini ve
mavimsi yeşil boyayla renklendirilmiş parşömen
üzerine altın harflerle yazılı ünlü Mavi
Kuran’ın bir sayfasını da içeriyor.
Sergi, dünyada pek
çok ödül almış Müzelerde gerçekleştirdiği teşhir
projelerinin yanı sıra, Sakıp Sabancı Müzesi’nde
5 Haziran – 26 Eylül tarihleri asında
gerçekleşen “Bizantion’dan İstanbul’a - Bir
Başkentin 8000 Yılı” sergisinin de mimarı olan
Boris Micka tarafından projelendirilmektedir.
Ağa Han Müzesi
Adı; zenginlik, ihtişam, medeniyet,
çağdaşlık ve zarafetle birlikte anılan Ağa Han
(4. Kerim Ağa Han), İsmaili mezhebinin ruhani
lideri olması sebebiyle “dini liderlik”
kavramıyla da özdeşleşiyor. Ağa Han, 1977’den
beri İslam kültürünü başarıyla yorumlayan çağdaş
tasarımlara verilen “Ağa Han Mimarlık
Ödülleri”yle sanat dünyasında saygın bir yere
sahip bulunuyor. Açtığı hastane ve sağlık
kuruluşlarıyla toplum yararına pek çok projeyi
hayata geçiren Ağa Han Kültür Vakfı ise 1988’den
bu yana, dünyanın önemli merkezlerinde
faaliyetlerini sürdürüyor.
SSM’de sergilenen
eserler, Japon Mimar Fumihiko Maki tarafından
tasarlanan ve pek çok kez “dünyanın en
yaşanılası şehri” seçilen Toronto’da 2013’te
açılacak Ağa Han Müzesi’nde yer alacak. Müzenin,
Kuzey Amerika’da İslam sanatı ve kültürüne
ayrılan ilk büyük kapsamlı eğitim ve sergi
merkezi olması hedefleniyor. İslam toplumlarının
düşünsel, kültürel, sanatsal ve dinsel mirasıyla
ilişkili, çeşitli dönemlerden ve coğrafyalardan
kalma ürünleri toplama, koruma ve sergileme
misyonunu üstlenen müze, önceliğini toplumsal
eğitime verecek.
Mimarlar Odası,
22.10.2010
|
KOLAĞASI KONAĞI AYAKTA RESTORE EDİLİYOR
Önemli kültür miraslarından olan Eskikale Mahallesi'nde bulunan ve yıkılma tehlikesiyle karşı karşıya olan tarihi Kolağası Konağı'nda bir süre önce başlatılan çalışmalar tüm hızıyla devam ederken, konak usta ellerde yeniden hayata dönüyor.
Restorasyon kapsamında Kolağası Konağı'nda çürüyen malzemeler aslına uygun bir şekilde değiştiriliyor. Tarihi Çorapçı Hanı'nın restorasyonunu Özbelsan'a yaptıran Sivas Belediyesi bir diğer tarihi Konağı ise Par Mimarlık tarafından restore ettiriyor. Belediye tarafından alınarak restore edilen iki tarihi konaktaki iki farklı uygulama ise dikkat çekiyor.
Restorasyondan önceki fiziki yapıları göz önüne alındığında Çorapçı Hanı'nın Kolağası Konağı'ndan çok daha iyi bir durumda olmasına rağmen Çorapçı Hanı'nın yerinde yeller esiyor. Kolağası Konağı ise yıkılmadan ayakta restore ediliyor.
Aralık ayında tamamlanması planlanan Kolağası Konağı'nda çalışmalar tüm hızıyla devam ederken, yanlış restore yüzünden durdurulan Çorapçı Hanında ki çalışmalarda ağır aksak devam ediyor.
Çorapçı Hanı'nın bir kısmının temelden yıkılarak adeta yeniden inşa edilmesi nedeniyle restorasyon çalışması KUDEP tarafından durdurulmuştu. Yeniden proje hazırlanarak geçtiğimiz günlerde çalışmalarına başlanan Çorapçı Hanı'nın bu yıl sadece üzerinin kapatılması hedefleniyor.
Sivas Hürdoğan, 22.10.2010
|
|
BAKAN CÜZDANA BAKAR!
Çevre ve Orman Bakanı
Veysel Eroğlu, Allianoi ve Hasankeyf’in sular
altında bırakılmasına tepki gösteren sanatçı ve
çevrecilere seslenerek, “Baraj olmasa köprü tamamen
elden gidiyordu, tarihi eserler yok olacaktı, o
zaman neredeydi çevreciler, neredeydi sanatçılar?
Hassasiyetlerine teşekkür ediyorum, hepsinin başımın
üzerinde yeri var ancak sadece konuşmayla olmaz,
‘ellerini biraz da cüzdanlarına atsınlar’ dedim. Her
türlü tekliflerine açığız” diye konuştu.
Ilısu’ya giden Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu,
dönüşte gazetecilere açıklamalarda bulundu.
“Allianoi antik kenti için üzerine düşenleri yerine
getirdiklerini iddia eden Bakan Eroğlu, “Bazıları
teşekkür e ecekleri yerde konuşuyorlar” dedi.
Alianoi’nin tarihte Paşa Ilıcası olarak bilindiğini
ve bölgenin Alianoi olduğuna yönelik bir belge
bulunmadığını bir kez daha iddia eden Eroğlu,
YÖK’ten konuyu incelemesini istediklerini aktardı.
“Buradaki eserler bir sütun ve çeşmeden ibaret”
diyerek yıllardır bilim insanlarının söylediklerini
dikkate almamayı sürdüren Eroğlu, “Bunlardan her
yerde var. Biz çıkarmasak kimsenin haberi yoktu.
Bazıları teşekkür edecekleri yerde konuşuyorlar.
Bizden başka kimse burası için bir şey yapmıyor, biz
korumaya çalışıyoruz ama hedef tahtası haline
geliyoruz.’’
Buraya yapılacak barajın yılda 55 milyon lira gelir
getireceğini ifade eden Eroğlu, yaşanan gecikme
nedeniyle çiftçilerin 175 milyon lira kaybı olduğunu
savundu.
Evrensel, 22.10.2010
|
|
BİR TARİHİ BİNA DAHA OTEL OLUYOR
Temmuz ayında Simurg Turizm’den 9 milyon dolara Karaköy Bankalar Caddesi’ndeki tarihi Sümerbank binasını satın alarak burada butik otel kurmak için çalışmalara başlayan Yılmaz Ulusoy, İstanbul’un bir başka sembol binasını daha otele çevirmek için kolları sıvadı.
Ulusoy, Şişhane’de 19’uncu yüzyılın sonlarına doğru inşa edilen görkemli Frej Apartmanı’nı, satışa çıkaran bakır üreticisi sahibi Sarkuysan şirketinden almak için görüşmelere başladı. Satış için yaklaşık 30 milyon doların telaffuz edildiği öğrenilirken, Sarkuysan’ın birkaç şirketle aynı anda görüşmeler yürüttüğü belirtiliyor.
Sarkuysan şirketi merkezini Darıca'ya taşıdıktan sonra boşalttığı 11 katlı ve 3 bin 850 metrekare alana sahip binayı 24 Ağustos’ta satacağını duyurmuştu. Sarkuysan yönetimi, binanın satışı ya da kiralanması için yönetim kurulunun oybirliğiyle karar aldığını belirtip binanın satılması için harekete geçmişti.
8 Eylül'e kadar gelen teklifleri değerlendireceğini belirten Sarkuysan yönetiminin, birçok teklif gelmesi üzerine görüşmeler tamamlanmayınca açıklamayı geciktirdiği dile getiriliyor.
Bina ile ilgili görüşlerini sorduğumuz Yılmaz Ulusoy, Sarkuysan şirketi ile apartmanı satın almak için görüştüğünü doğrularken, “Dünya var oldukça orada kalacak bir otel hayata geçirmek istiyorum. İstanbul’un tanıtım yüzü olacak” diye konuştu.
Ulusoy, görüşmelerin devam ettiğini ifade etti. İkinci derece tarihi eser olan bina, 19. yüzyıl sonlarında Rummimar Konstantinos Kyriakidis tarafından Lübnanlı Hıristiyan Maruni cemaatine mensup Selim Handan Frej ailesi için inşa edilmişti.
Habertürk, Haber: Ünsal Ereke, 22.10.2010
|
TARİHİ KAZILARI ARTIK
DOÇENTLER YAPACAK
Türkiye'nin kültür
varlıklarını ortaya çıkarmak üzere kazı yapan
ekiplerin başında bulunan kişiye en az 'doçent' olma
şartı getirildi.
10 Ağustos 1984
tarihinden bu yana "Kültür ve Tabiat Varlıklarıyla
İlgili Olarak Yapılacak Araştırma, Sondaj ve Kazılar
Hakkında Yönetmelik" uyarınca, Kültür ve Turizm
Bakanlığı Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel
Müdürlüğü'nce yerli ve yabancı bilim adamlarınca
yapılmak üzere kazı izinleri veriliyor. Kazı
izinleri için şimdiye kadar akademik unvan
aranmıyordu. Bakanlıkça sürdürülen kazı çalışmaları
ile ilgili 2009 ve 2010 yıllarında yapılan inceleme
ve değerlendirmeler sonucunda, çalışmaların daha
sağlıklı, sistemli ve bilimsel olarak sürdürülmesi,
kazı çalışmalarından ziyade koruma çalışmalarına
ağırlık verilmesi, kazı bilimsel heyet üyelerinin bu
açıdan güçlendirilmesi amacıyla bazı politikalar
belirlendi.
Bu kapsamda, Bakanlar
Kurulu kararlı kazı çalışmaları için yapılacak yeni
müracaatlarda yeni kazı başkan adaylarının en az
'doçent' seviyesinde olması şartı aranması hususu,
Bakan Ertuğrul Günay'ın onayı ile uygun görüldü.
Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü'nden
alınan bilgiye göre; Türkiye'de 2009 yılı itibarı
ile 49 yabancı kazı ekibi, 98 yerli kazı ekibi
bulunuyor. Kazı ekibi başkanları arasında doçent
seviyesinde olan arkeologlar bulunduğu gibi, doçent
olmayan arkeologlar da yer alıyor. Genel Müdürlük
yetkilileri, yeni alınan kararın, mevcut kazı
başkanlarının değişmesi ile ilgili bir yaptırım
taşımayacağını ancak 2011 yılı itibarı ile verilecek
kazı izinlerinde, kazı başkanları için doçent olma
şartının aranacağını söyledi.
Zaman, Haber: Aslıhan
Aydın, 22.10.2010
|
HASANKEYF CAZİBE MERKEZİ
OLACAK
Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu, Hasankeyf'in
Türkiye'nin en güzel ilçesi ve çok önemli bir cazibe
merkezi olacağını belirtti. Bakan Eroğlu, Ilısu
Barajı inşaatının ardından sular altında kalacak
Ilısu'nun köylüleri için inşa edilen konutlarda
incelemelerde bulundu.
Köylülerle görüşen Eroğlu, evler yapılırken köy
halkının isteklerini göz önünde bulundurduklarını,
projenin her aşamasıyla Başbakan'ın ve kendisinin
bizzat ilgilendiğini söyledi. Baraj yapıldıktan
sonra köyün göl manzarasına da kavuşacağını belirten
Eroğlu, "Bu manzarayla burada yaşayan köylülerin
ömrü 15-20 yıl artacak" dedi.
Yabancıların, köylülerin evsiz bırakılacağı yönünde
haksız eleştirilerde bulunduğunu ifade eden Eroğlu,
"Biz daha güzel, daha sağlıklı, her şeyiyle muhteşem
bir köy yaptık. Köyümüzün muhtarı, 'Türkiye'nin en
güzel köyü benim köyüm' diyebilir" diye konuştu.
Projenin model olacağını belirten Eroğlu, boşalan
köylere de bu şekilde geri dönülmesinin
sağlanabileceğini dile getirdi.
Sanatçıların eleştirileri konusunda da Bakan Eroğlu,
şunları kaydetti: "Hasankeyf'i kurtarmak isteyen
sanatçılarımız, ellerini ceplerine atsınlar. Sadece
konuşmakla olmaz. Onlardan maddi destek de
bekliyoruz. Bütün önerilere açığız, burayı hep
birlikte kurtaralım. Bölgenin su sorununu bu barajla
çözüyoruz. Konut sorununu da çözüyoruz. Eserlerin
kurtarılması konusunda da maddi desteği biz
sağlayacağız. Ancak nasıl kurtarılacağı konusu
Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın yetkisinde. Nasıl
kurtarılması öngörülürse öyle yapacağız. Eserlerin
taşınması gerekiyorsa taşıyacağız. Kopyalanması
gerekiyorsa kopyalayacağız"
Yeni Şafak, 22.10.2010
|
ŞEHİR ÜNİVERSİTESİ'NDEN
OSMANLI VE BİZANS SEMPOZYUMU
İstanbul Şehir
Üniversitesi'nin düzenlediği 'Dünya tarihinde Bizans
ve Osmanlı medeniyetleri' sempozyumu yerli ve
yabancı çok sayıda tarihçiyi İstanbul'da buluşturdu.
Cemal Reşit Rey Konser
Salonu'nda başlayan sempozyumun açılışında konuşan
Şehir Üniversitesi Rektörü Prof.Dr. Gökhan Çetinsaya,
dünya tarihini anlamak için yapılacak bir çalışmada
Bizans ve Osmanlı medeniyetlerinin mutlaka yer
alması gerektiğini vurguladı.
Çetinsaya, "Bu iki
imparatorluk 16 yüzyıl boyunca dünyanın büyük bir
parçasına hakim olmuştur. Unutulmalarına rağmen
ruhları hala tüm dünyada yankılanıyor. Bu iki dev
imparatorluğun etkilerini kavramak gerçekten zordur.
Ancak onların varlığını inkar etmek bugün bilinen
anlamda medeniyeti inkar etmektir." dedi. Dünya
Tarih Birliği Başkanı Alfred Andrea da dünyanın önde
gelen Bizans ve Osmanlı araştırmacılarının 2 büyük
imparatorluğun dünya tarihindeki yerini tartışmak
için İstanbul'a gelmesini çok manidar bulduğunu dile
getirdi.
İstanbul Şehir
Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof.Dr. Kemal Karpat
ise, Osmanlı İmparatorluğu'nun tarih içindeki yerine
dikkat çekerek, "Osmanlı büyük bir uygarlığın ilk
kurucusu ve büyük yöneticilere sahip bir
imparatorluk olarak tarihin ta kendisidir."
ifadelerini kullandı. Şehir Üniversitesi ve Dünya
Tarih Birliği'nin ortaklaşa düzenlediği sempozyum, 3
gün sürecek.
Zaman, 22.10.2010
|
REÇETESİNİ AÇIKLADI:
DÜNYAYA SANAT SATALIM
İstanbul Kültür Sanat
Vakfı'nın Şişhane'deki yeni binasındayız. Üst
kattaki X Restaurant'ta... 8 ay önce vakfın başına
geçen Bülent Eczacıbaşı, 'Yönetim Kurulu Başkanı'
sıfatıyla ilk basın toplantısını yapıyor.
1972 yılında kurulan İKSV'nin İstanbul'un kültür ve
sanat hayatında 'fark'lı bir yeri var. O da şu:
'Kültür-sanat' denilen muğlak şeyi tanımlamak,
'çeşni' olmaktan çıkarıp kurumsallaştırmak... Yani
Türkiye'nin alışık olmadığı ama çok ihtiyaç duyduğu
'modern' bir duruş...
Bülent Bey'in İKSV için yaptığı ilk açıklamalara da
bu 'tavır' damga vurdu: Profesyonel yöneticilik...
Önce bir 'durum değerlendirmesi' yaptı ve mali
durumu anlattı. Birikmiş olan borçların 3 bankadan
alınan 10 yıllık krediyle 'düzen'e girdiğini, günlük
borç baskısından kurtulup nefes aldıklarını anlattı.
Yeni binanın bütçeyi çok sarstığını, birçok proje
için maddi desteğe ihtiyaç duyduklarını söyledi. Bu
arada Eczacıbaşı Holding'in vakfa 10 milyon lira
bağışladığını ve sponsorluk sisteminin de yeniden
düzenlendiğini açıkladı. Artık İKSV etkinliklerine
sponsor olan kuruluşlar, o projeye ait masrafların
en az üçte birini üstlenecek. Mali bilanço bu...
Yeni dönem 'vizyon'una gelince...
Bülent Bey, bu vizyonu 'Biz nasıl bir vakıf
istiyoruz?' sorusuna yanıt arayarak belirlediklerini
söyledi ve çok önemli üç madde sıraladı: l
İstanbul'u dünya kültür-sanat başkentleri arasına
taşımak. l Ulusal ve evrensel, geleneksel ve çağdaş
değerler arasında kalıcı bir etkileşim sağlamak. l
Kültür-sanat politikalarının oluşturulmasında etkin
rol oynamak.
Bu metinde bence çok önemli ayrıntılar var. İlki,
masadaki bir-iki gazetecinin tuhaf bir endişeyle
'Eksen kayması mı?' dediği gelenek ile modern
arasında köprü kurma hedefi. Türkiye'deki birçok
meselenin anahtarı olan bu meseleyi İKSV'nin bir
duruş olarak öne çıkarması çok önemli.
İkincisi İKSV'nin artık
İstanbul için başarılı etkinlikler yapan bir kurum
olmanın ötesinde 'kültür ve sanat' politikalarına
yön veren 'sivil bir güce dönüşme isteği... Bu da
çok önemli. Çünkü Türkiye'de el yordamıyla
belirlenen kültür-sanat politikalarının İKSV
tecrübesine ve profosyonelliğine ihtiyacı var. Bu
arada Bülent Bey'in eksen kaymasına 'Kültür
mirasının hiçbiri dışlanamaz', 'Muhafazakar kesimi
kazanma isteği mi?' sorusuna da 'Muhafazakar ya da
başka bir tanım yapmak istemiyorum. Ama bizim
geleneksel-çağdaş yorumlarımız o kesimi rahatsız
edebilir' ironisiyle cevap verdiğini de aktarayım.
Özeti... 38 yıldır bu kentin kültür-sanat hayatını
belirleyen İKSV, Bülent Eczacıbaşı'nın yönetiminde
işin zihinsel arka planıyla da ilgilenecek. İhtiyacı
saptayacak, çözüm sunacak, yol gösterecek.
Türkiye'nin asıl ihtiyacı da bu...
* Bülent Eczacıbaşı
toplantıda İKSV'nin devletten aldığı yardımın
bütçesinin yüzde 10'u civarında olduğunu, bu oranın
gelişmiş ülkelerde yüzde 50-60'a kadar çıktığını
açıkladı. Ancak eğitim, sağlık gibi birçok sorunu
olan hükümetin iyi niyetine kesinlikle inandığını
söyledi. İstanbul Modern'in Başbakan Erdoğan'ın
çabasıyla ve AKP iktidarında açıldığını hatırlattı.
* İKSV yeni dönemde İstanbul'un bir kültür
başkentine dönüşmesi için aktif rol üstlenecek, bu
dönüşümün ekonomik getirisini de anlatacak. İşte
Eczacıbaşı'ndan ilk veri: ABD'de yapılan bir
araştırmaya göre, kültür yatırımları kent
ekonomisini canlandırıyor. 4 milyon dolarlık kültür
yatırımı, 30 milyon dolarlık bir ekonomi yaratıyor.
1'e 7, birçok yatırımcının hayal edemeyeceği bir
rakam...
* Önemli bir bakış açısı da 'kültür sanat'ın
pazarlanması... Sızlanmamanın, 'bütçe yok, kimse
sanatla ilgilenmiyor' diye yakınmanın bir işe
yaramadığını düşünen Eczacıbaşı, toplantı boyunca
Türkiye'nin kültür ve sanatını dünyaya pazarlaması
gerektiğini söyledi: Kaliteli işler yapmak yetmiyor.
Tanıtmak, anlatmak ve insanlara ulaşmak gerek.
Türkiye'de birçok büyük şirket kuruluyor. Müthiş bir
potansiyel var. Onları da bu alana çekmek için 'Ne
yapabiliriz?' diye düşünmeliyiz.
Akşam, Haber: Mehmet
Kenan Kaya, 22.10.2010
|
ULUCANLAR KAVGASI
Altındağ Belediyesi’nin
tarihi Ulucanlar Cezaevi restorasyonu sürecinde
projeye aykırı davrandığını öne süren mimarlar,
cezaevine girmek istedi ancak, görevliler mimarları
içeri almadı.
Adalet Bakanlığı, Altındağ Belediyesi,
Ankara Barosu ve
Mimarlar Odası’nın birlikte imzaladığı protokol
kapsamında, restorasyon sürecine Mimarlar Odası
adına katılan proje yürütücüleri, cezaevi kapısı
önünde gazetecilere açıklamalarda bulundu. Yapılan
açıklamada,
şu ifadeler kullanıldı:
“Burada bu mekan üzerinden Ulucanlar Cezaevi’nin
siyasi tarihini okuma atölyesi yapmak istiyoruz.
Ancak izin verilmiyor. 2006 yılı Ağustos ayında
Ulucanlar Cezaevi boşaltıldığında
Ankara Büyükşehir
Belediyesi burayı yıkarak, Ayakkabıcılar Çarşısı
yapmayı planlıyordu.
Mimarlar Odası
Ankara Şubesi, 2007
yılında bütün toplumsal kesimleri bir düş
oluşturmaya çağırmış ve bu cezaevinin siyasi
belleğinin gelecek kuşaklara aktarılmasına olanak
sağlayacak bir yarışma açmıştı. Bu yarışmayla
birlikte Ulucanlar Cezaevi’nin Kültür ve Koruma
Kurulu tarafından tescillenmesini de sağlandı.
Bu protokol kapsamında
Mimarlar Odası’nın üzerine düşen görev bu binanın
restorasyon sürecinde aslına uygun bir şekilde bütün
geçmiş belleğini kaybetmeyecek şekilde restorasyon
sürecinin yapılması ve onun denetlenmesiydi. Bugün
geldiğimiz noktada, içerde bir restorasyon süreci
devam ediyor. Ne yaptıklarını bilmiyoruz. Ama
kapısından görüyoruz ki, cezaevinin kapısı bizim
gördüğümüz 2006 yılında ailelerin gelip kapısında
beklediği bir cezaevi kapısı değil.
Mekan üzerinden siyasi
bir tarih okumaya olanak verecek bir yapılaşma ve
restorasyon süreci olmadığından dolayı bizi içeriye
almadıklarını düşünüyoruz. Burada duvarlara ‘Gel 300
gün gel’ gibi garip garip, daha önce olmayan yazılar
yazılmış. Buranın gelir geçer kursların yapıldığı
kafeterya haline dönüştürüldüğü ve belki de bir
iftar mekanı olmasını sağlamayı planlıyor.”
Hürriyet Ankara, Haber:
Eray Görgülü, 22.10.2010
|
HES TARİHİ KÖPRÜYÜ DE
YUTACAK
Geçtiğimiz günlerde
törenle açılışı yapılan Çine Barajı ve
hidroelektriksantral’da (HES) su tutulmaya başlandı.
Eski Muğla-Aydın Karayolu (Gökbel Vadisi) üzerindeki
tarihi İnce Kemer Köprüsü baraj alanında bulunuyor.
Barajın su tutmaya başlaması ile köprü tartışmaları
yeniden alevlendi. İzmir 2 No.lu Anıtlar Kurulu,
Aydın sınırları içinde kalan barajın yapımının
başladığı yıllarda, İnce Kemer Köprüsü’nün taşınması
yönünde karar vermişti. Muğla Kültür ve Tabiat
Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu ise, Muğla
sınırları içinde kalan tarihi köprü için, “50 yıl
sonra suların çekileceği gerekçesi ile baraj suyunun
altında kalması” yönünde karar vermişti. Çevreci ve
tarihçiler; “Allianoi ve Hasankeyf gibi tarihi
mirasımızın sular altında kalmasına İnce Kemer
Köprüsü’nün ve Fresklerin de eklenmiş olması üzücü
bir durumdur” diyor.
Halk arasında “Gelin Geçmez Köprüsü” olarak da
bilinen, mitolojik söylencelerde ise Çoban Marsias
Köprüsü olarak geçen İnce Kemer Köprüsü’nün kimler
tarafından yaptırıldığı yönünde bir bulgu
bulunmuyor. 5 ile 6. yüzyıla ait Roma dönemini
yansıtan kabartmalar ise, Bizans dönemine ait ilk
Hıristiyanların tapınmak amacıyla yaptığı İsa,
Meryem ve Havariler Freskleri olarak biliniyor.
Tarihin yok olmasına karşı gerekli önlemlerin
alınmasını isteyen tarihçiler ve çevrecilerin ortak
görüşü ise şöyle: “Hiç olmazsa Muğla Anıtlar
Kurulu’nun ‘tarihi mirasın su içinde bozulma ve
yıpranmasını önleyici teknik ve bilimsel önlemlerin
alınması, bu işlem yerine getirilmeden söz konusu
anıtsal yapıyı su altında bırakacak uygulamaya
geçilemeyeceğine’ dair verilen kararının gereği
yerine getirilmelidir."
Çevreciler, baraj yapımı
sırasında Çevre Etki Değerlendirmesi (ÇED)
yapılmadığı ve yöredeki taşkınların tarımsal üretime
verdiği zarar nedeniyle kamuoyunun bu konuda ısrarcı
olmadığı, Büyük Menderes Platformu'nun DSİ 21. Bölge
Müdürlüğü nezdindeki girişimlerinin de cılız kaldığı
yönünde eleştiriler yapıyor. Çine Çayı’ndan akan su,
Büyük Menderes Nehri, Büyük Menderes Deltası ve Bafa
Gölü gibi doğal alanlara gidiyor. Baraj yapımıyla bu
engellenmiş olacak.
Birgün, Haber: Gülsan
Candemir, 22.10.2010
|
İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ'NDE KÜLTÜRE VE SANATA YER YOK
İstanbul Üniversitesi ‘nde (İÜ)
Öğrenci Kültür Merkezi (ÖKM) kapatılarak uzaktan
eğitim fakültesine çevrildi.
Kültür merkezleri kapatılan öğrenciler bir yandan
bundan sonra faaliyetlerini nasıl
gerçekleştireceklerini düşünürken bir yandan da
akademik özgürlükler, harçlar ve sivil polislere yer
tahsisi kararıyla cebelleşiyor.
İstanbul Üniversitesi öğrencileriyle ÖKM’nin
kapatılarak uzaktan eğitim fakültesine çevrilmesini
ve okul yönetiminin yeni yönergeyle tüm öğrenci
kulüplerini hizaya sokma ‘operasyonu’ üzerine
konuştuk.
ÖKM’nin yıllardır tiyatrodan müziğe, fotoğraftan
sinemaya, felsefeden sosyal bilimlere kadar birçok
alanda bir üretim merkezi olduğuna dikkat çeken
Sosyal Araştırmalar Kulübünden Elçin Fırat
“Üniversitemizde öğrencileri birleştiren tek yer
ÖKM’ydi. Fakülteler arası geçiş yasağı varken ÖKM
kulüplerinin fakültelere dağıtılmasının bir önemi
yok. ÖKM’nin kapatılmaması için birçok eylem yaptık.
ÖKM önünde nöbet tuttuk ama yalnızca bir gün
gitmememiz tabelayı indirmeleri için yeterli oldu.
Uzaktan eğitim fakültesine çevrildi. henüz
sonuçlanmadı ama bu süreçte bir de dava açıldı
yürütmeyi durdurmak için” dedi. Gerçekleştirilen
kapatmayla kendisiyle bu kadar övünen üniversitenin
kültüre ve sanata verdiği değeri göstermiş olduğuna
dikkat çeken Fırat “Üniversitenin açılışında bizleri
taş odalara yerleştireceklerini söyledi rektör ama o
odaların restore edilmesi gerektiği için bir yıldan
az bir sürede kullanılamayacağı söyleniyor. Açıkça
bizlere ‘sizi engellemek istiyoruz’ deniliyor zaten”
diye konuştu
Öğrenci kulüpleri için hazırlanan yeni yönergede
ceza alan öğrenciler kulüp kuramaz diye bir maddenin
olduğunun altını çizen SBF\Sinema ve Kültür Kulübü
Üyesi Can Karakaş “Ben de afiş asmak yüzünden ceza
alan öğrenciler arasındayım. Hem de 6 aylık bir ceza
aldım bu sebeple. Ben üç yıldır bu kulübe emek
vermişken bu yönergeyle benim emeğimi çöpe atmış
oluyorlar. Okulumuzun her köşesi reklam panoları ve
afişleri ile kaplanmışken bizlere afiş asmaktan
dolayı aylarca ceza verilebiliyor. Çalışma yürütmek
çok zor çünkü bir etkinlik için haftalarca izin
çıkmasını bekliyorsunuz. İzinli yapılan kulüp
etkinliklerimizde bile sivil polislerce sürekli
izleniyor taciz ediliyoruz. Toplumsal duyarlılığı
olan işler yaptığımız için baskı görüyoruz. ÖKM
kulüplerini fakültelere dağıttıklarını söylüyorlar
ama fakülte kulüpleri için de durum farklı değil.
Aynı uygulamaya ve yönergeye biz de tabiiyiz.
yönergenin tüm öğrenci kulüpleri için uygulanması
gündemde şu an” şeklinde duruma tepki gösterdi.
ÖKM kulüplerinin sayısı çok olduğu için bütçenin
yetmediğinin öne sürüldüğüne vurgu yapan Halk Bilim
Kulübünden Hafize Akyıldız “Türkiye’de en büyük
bütçeye sahip devlet üniversitesi ÖKM’nin
kapatılmasına gerekçe olarak kültür ve sanata bütçe
ayıramamasını sunuyor bizlere; bir taraftan da
kulüplerin fakültelere dağıtıldığını söylüyor. Ama
fakültelerde bizim dağıtılabileceğimiz bir alanlar
kısıtlı. Öğretim görevlileri bile 5-6 kişi olarak
bir odada bir araya konulurken bizim gibi geniş
odalara ihtiyaç duyan kulüplere nasıl yer
vereceksiniz” diye sordu. İlk 500 üniversite arasına
girmekle övünen bir okulda bütçe ve yer sıkıntısı
gibi nedenler öne sürülmesinin anlamsız olduğunu
belirten Akyıldız “Yine aynı üniversitede devasa
paralar harcanarak sözde ‘öğrenci şenliği’
düzenlenebiliyor. Büyük içki firmalarının sponsorluk
ettiği ve öğrencilerin kararlar alınırken dışında
tutulduğu şenlikler yapılabiliyor” şeklinde konuştu.
Öğrenciler için üreten ve bilimsel çalışmalar
yürüten kulüpleri yıldırmak için elinden geleni
yapan yönetimin diğer taraftan büyük firmaların
CEO’larına kapılarını sonuna kadar açtığına dikkat
çeken İktisat Fakültesi\ Sosyal Bilimler Kulübünden
Hakan Bozyurt “Dünyada ilk yüzü hedefleyen
üniversitemiz, öğrencilerin en doğal ihtiyaçlarını
sosyal kültürel faaliyetlerini kısıtlayabiliyor.
Öğrenci kongrelerine gitmek için bir kaç ay otobüs
verilmesini ya da akademik kaygılarla bir etkinlik
yapmak istediğimizde günlerce bürokratik işlemlerle
uğraşırken çok ünlü bir tatlı firmasının sahibi hiç
beklemeden koca koca salonları saatlerce kullanmak
üzere satın alabiliyordu. Sadece ÖKM kulüpleri
olarak değil fakültede de alternatif olmak
istiyorsanız öğrenciler için yönetimin gözüne
batıyorsunuz” diye konuştu.
ÖKM’deki birçok kulüp gibi felsefe ve edebiyat
alanında öğrenciler olarak bir alternatif olmak için
çabaladıklarını söyleyen Felsefe Edebiyat Kulübünden
Sait Çakır, “Kendi aramızda atölye çalışmaları,
okumalar, tartışmalar yapıyorduk ama artık
yapamıyoruz. ÖKM’nin kapanması büyük bir boşluk
oluşturdu bu anlamda. Bizler burjuva basında
düşüncelerinden dolayı kendilerine çok yer
verilmeyen aydın-yazarlarla birçok etkinlik
yapabiliyorduk ama artık yapacak bir alanımız yok”
dedi.
Yönetimin üniversite içinde de kendi istedikleri
dışında kimseyi kabul etmediğini belirten Çakır,
“Artık birçok imkandan yoksunuz. Felsefe
bölümlerinde sadece metafiziğin tartışılmasını
isteyenler bunu başarıyor. Biz bütün bunlara
alternatiftik ama artık olanaklarımız yok. Yine
edebiyatın çok büyük bankaların yayın tekellerinde
olduğunu düşünürsek yapılmak isteneni daha iyi
anlarız. Bizlerin neleri okuyacağına, nasıl
düşüneceğimize sadece kendileri karar versin
istiyorlar, bunu dayatıyorlar. ÖKM, biz öğrenciler
için bir alternatifti ama onu da aldılar elimizden”
diyerek ÖKM’nin önemine vurgu yaptı.
İki sene öncesine kadar ÖKM kulüplerinin öğrenci
şenliklerini düzenlediğini ama bu hakkın ellerinden
alındığını dile getiren Halk Bilim Kulübünden Şafak
Yayla “Üniversitede bir öğrenci şenliği olacaksa
buna bizim karar vermemiz gerekirken yönetim bunu da
bir kazanç aracı olarak kullandı. Kendi tekellerine
aldıkları şenlikleri öğrencilerden rant sağlamak
amacıyla bizlere danışmadan fikrimizi sormadan
gerçekleştiriyor şimdi. Artık ÖKM de kapatıldı.
Ezberci eğitime sıkıştırılmış müfredatlarla
bilimsellikten daha da uzak hale getiriliyorken
elimizdeki kulüpleri de almaya çalışıyorlar.
Kapatmadaki bir amaç da öğrenciler arasındaki
kolektif üretimi bozmak ve birlikteliği dağıtmak.
ÖKM onlara alternatif olarak işliyordu. dayanışmayı
kırmak ve ortak paylaşımı önlemek için bunu
yaptılar” dedi.
ÖKM’den mezun olduğunu söyleyebileceğini ‘99’dan
beri de ÖKM’nin etkinliklerini takip ettiğini ve
hala drama kulübünün çalıştırıcıları arasında
olduğunu belirten Bersi Yetkin “Daha önce de ‘ÖKM
kapatılacak’ hikayesini çok duymuştuk ama sanatsal
ve kültürel faaliyetlerimizle buna hiç izin
vermedik. Ama bu sefer öğrencilerin okulda olmadığı
yaz dönemine denk getirdiler bunu. Okullar
kapalıyken yaptılar bunu; çünkü öğrencilerin tepkisi
büyük olacaktı” diye görüş belirtti. ÖKM’nin uzaktan
eğitim yeri olarak seçilmiş olmasının da tesadüf
olmadığını vurgulayan Yetkin “Üreten öğrenciler
yönetimin başına hep ‘bela’ oldu çünkü. Ama şimdi
öğrencisiz bir merkez var istedikleri bu. 2010
yılında Avrupa Kültür Başkenti İstanbul. Ama aynı
yıl büyük bir çelişki yaşanıyor: İstanbul’un en
köklü hatta Avrupa’da da en ileri üniversiteleri
arasında yer alan İstanbul Üniversitesi kendi kültür
merkezini kapatıyor. Yeni yönergeyle fakültelerde
kulüplerimizi yeniden kurmamamız için elinden geleni
yapmış ama öğrenciler olarak bizler boş durmuyoruz.
Bir araya gelip yine çalışmalarımıza ara vermeden
devam ediyoruz. Üretmeye devam etmeliyiz. Örneğin bu
kapatma sürecini konu alan bir oyun hazırlıyoruz.
Elbette büyük bir boşluk var, maddi olarak bir
yerimiz yok ama bu antidemokratik sürece karşı daha
sağlam durmalıyız diye düşünüyorum” dedi.
11 yıldır ÖKM içerisinde tiyatro yaptığını ve
kimlerin kulüp kurabileceğine okul yönetiminin karar
verdiğini söyleyen Drama Kulübünden Gizem Kurtsoy
“Anlayacağınız öğrenci kulübü kurmak için sadece
öğrenci olmanız yetmiyor. Örneğin ben doktora
öğrencisiyim; benim gibi yüksek lisans ve doktora
öğrencilerinin kulüp kuramayacağını yazıyor
yönergede. Bir de ‘bütçe sorunu’ varmış. Şu ana
kadar biz birçok tiyatro şenliği düzenledik oyunlar
çıkardık ama ödenek konusunda büyük sıkıntılarımız
oldu. Öğrenciler olarak kostüm parasından kulüp lambasına kadar kendi cebimizden paralar ödeyerek
ÖKM’de çalışmalarımızı sürdürmeye çalıştık. Ayrıca
ÖKM bünyesinde çalışmalara katılmış bir sürü sanatçı
var şu anda. Hasibe Eren gibi birçok oyuncu, Sesler
ve Düşler gibi birçok müzik grubunu yetiştirdi ÖKM”
dedi.
ÖKM’nin para kazandırmadığı için kapatıldığını
yerine kurulan uzaktan eğitim merkezinin
üniversiteye hiçbir masrafı olmadan çok büyük
paralar kazandırdığını belirten Drama Kulübü'nden
Özlem Dönder “ÖKM’nin kapatılmasındaki bu ticari
düşünce, Atatürk Kültür Merkezinin kapatılarak
alışveriş merkezine çevrilmesi düşüncesinden
bağımsız değil. Aynı zihniyeti tartışıyoruz aslında.
Bu zihniyet her şeyden rant sağlama ve kar etme
üzerine kurulu. Bizlere ÖKM’de faaliyet yürütürken
sinekten yağ çıkarırcasına ödenek ayıran (Daha
doğrusu zorla aldığımız) yönetim kapatma mazeretini
bütçe olarak açıklayamaz. Bunun gerekçesini para
kazandırmıyor olmamızla açılayabilir ancak” dedi.
Daha önce de çeşitli bahanelerle ÖKM’nin kapatılmaya
çalışıldığını vurgulayan Sinema Kulübünden Özen
Yılmaz “Öğrenci kulüplerine birçok saldırı oldu,
merkezimizin kapısına kilit vuruldu defalarca ama
bunlarla ÖKM’nin faaliyetlerini engelleyemediler.
Yasal bir şey gerekiyordu ve yeni hazırlanan
yönergeyle bunu başardılar. Öğrencilere ve kulüplere
sormadan birtakım kararlar aldılar ve bizlere de
bunlara uyacaksınız,uygulayacaksınız bu kuralları
dediler. Tamamen bir dayatma söz konusu” dedi.
ÖKM’nin neden bu kadar kapatılmak istendiğine bakmak
gerektiğini belirten Yılmaz “Çünkü bize sunulana
karşı bir alternatiftik. Kültürümüzden, iyiden,
güzel olandan bahsediyorduk. Öğrenciler olarak
bizlerin düşünmesi, üretmesi ve sorgulaması okul
yönetimini rahatsız etti. Üniversitemizde sivil
polislere yer tahsis edilirken, her yer kameralarla
çevrilmişken ve bizlere bir kulüp afişi astığımız
için cezalar yağdırılıyorken ÖKM’yi kapatarak bize
şunu söylüyorlar aslında: ‘Burada sosyal kültürel
faaliyette bulunamazsınız!’ Bu açıkça sanata ve
kültüre düşmanlıklarını gösteriyor. Bizler üretmek
ve paylaşmak istiyoruz. Yönetim rektörlük binasını
bunun için çok iyi kullandığını belirtiyor ama oraya
da biz öğrencilerin girmesine izin vermiyorlar. ÖKM
tüm öğrencilerin hiçbir ayrım olmadan tüm
faaliyetlerden yaralandıkları bir yerdi. Şimdi
yerinde hiçbir alt yapısının hazır olmadığı uzaktan
eğitim fakültesi var” diye konuştu.
Evrensel, Haber: Dilek Yağlı, 21.10.2010
|
ŞAM'DAKİ SÜLEYMANİYE KÜLLİYESİ'Nİ TÜRKİYE RESTORE
EDECEK
Şam'daki Süleymaniye Külliyesi'nin
Türkiye-Suriye işbirliğinde restorasyonu projesinde
son aşmaya gelindi. Son Osmanlı Padişahı
Vahdettin'in ve hanedanın 17 üyesinin kabirlerinin
bulunduğu külliyenin restorasyon çalışmasının 1 ay
içinde başlaması planlanıyor.
Türkiye'nin Şam Büyükelçisi Ömer Önhon, Suriye
ile Türkiye arasında 2,5 yıl önce Süleymaniye
Külliyesi'nin restorasyonu için anlaşma
imzalandığını hatırlatarak, "Teknik düzeyde
imzaların tamamlanması aşamasındayız. Zannediyorum 1
aya kadar ihaleye çıkılacak ve bütün külliyeyi
kapsayan fiili restorasyon çalışmaları başlayacak."
dedi. Restorasyon çalışmasının aslına uygun şekilde
yapılacağını anlatan Önhon, "Hasar, cami kısmında
ve arastada var. Bir yerde çökme var. Barada Nehri
bu bölgeden geçiyor. 2-2,5 sene içinde restorasyon
çalışmasının tamamlanacağına inanıyorum." bilgisini
verdi.
1500'lü yıllardan kalma külliyenin restorasyonunu
TİKA üstleniyor. 7 bin metrekarelik alan üzerinde
kurulu tarihi eser, Süleymaniye Camii, Selimiye
Medresesi, İmarethane ve Arasta olmak üzere 4
bölümden oluşuyor. Uzmanların tespitlerine göre,
külliye içinde en fazla hasarı cami görmüş. Caminin
çökme tehlikesi taşıyan kubbe kısmı, özel olarak
hazırlanan tahta ve demir desteklerle ayakta
tutuluyor. İbadete kapalı olan cami, restorasyon
tamamlandıktan sonra ibadete açılacak. Projesi
Kanuni Sultan Süleyman tarafından Mimar Sinan'a
hazırlatılan Süleymaniye Camii'nin, Mimar Sinan'ın
Kanuni Sultan Süleyman adına yaptığı ilk cami olduğu
öğrenildi. Osmanlı hanedanı üyelerinin kabirlerinin
bulunduğu kısım da restore edilecek.
Zaman, 21.10.2010
|
"MAĞARA TURİZMİNDEN YARARLANAMIYORUZ"
Erzurum’un İspir'e İlçesi Maden Köprübaşı
Beldesi'ndeki Elmalı Dağı'nda bulunan mağara,
sarkıtları, dikitleri, traverten havuz ve gölleri
ile bir tablo gibi.Bu güne kadar yaklaşık bir
kilometrelik bölümü yöre halkı tarafından keşfedilen
mağaranın diğer bir ucuna henüz kimsenin gitme
cesaretini gösteremedi bildirildi.
1914- 1915 yılları arasında Ermeni zulmünden
kaçan Türklerin sığınak olarak kullandığı mağaraya
5 bin kişi rahatlıkla sığabileceğini söyleyen İl
Genel Meclis Üyesi Tahsin Bayramoğlu, Elmalı
Mağarası'nın astım hastalığına iyi geldiğini
belirtti. Bayramoğlu, "Antalya'nın Damlataş,
Gümüşhane'nin Karaca'sı varsa bizimde Elmalı
mağaramız var. Dünya harikası bir yer olan bu
mağarayı hizmete açabilirsek yöre halkı ihya olur.
Ama ne yazık ki ülkemizde böyle tabiat eserleri atıl
durumda bekletiliyor" dedi.
Maden Köprübaşı Beldesi'nin Elmalı Mahallesine
800 metre uzaklıktaki mağaraya yıllardır yöre
halkının gittiğini ifade eden Bayramoğlu, "Mağara
tabiat güzelliğinin yanında astım hastalığının şifa
kaynağı. Mağara ayrıca tarihe da ışık tutuyor.
Ermenilerin zulmünden kaçan binlerce kişi bu
mağaraya saklanmış. Şu an için mağaranın bir
kilometrelik bir bölümünü ortaya çıkarıldı. Daha
ilerisine gidemiyoruz. Mağaranın yolu ve
aydınlatılması yapılırsa burası dünya turizmine
açılır" diye konuştu.
Erzurum Gazetesi, 21.10.2010
|
PERU'DA
KUTSAL SAYILMAYAN
MUMYA BULUNDU
Peru'nun başkenti Lima'daki Huaca Pucllana bölgesinde yapılan kazılarda bulunan bir gömütün içinden Wari mumyası çıktı.
İspanya öncesi kültüre ait mumya antik bölgelerde bulunan ve kutsal sayılmayan ilk mumya oldu.
Mumyanın 1160'a tarihlendiği bildirildi.
Cnn Türk, 21.10.2010
|
|
BÜYÜKADA'YLA REZİ'DANS'
İstanbul'un cennet mekanlarından Büyükada'da
rezidans polemiği yaşanıyor. Tartışma konusu, 1.
derece sit alanı olan ve 1/1000'lik planı bulunmayan
bölgede 20 yıl önce yapımına başlanıp geçen yıl
yıkılan Lido Otel'in yerindeki inşaat.
Lido Otel inşaatı, mahkemece durdurulmuş, Başbakan
Recep Tayyip Erdoğan da ada ziyareti sırasında,
yarattığı görüntü kirliliğine çözüm bulunmasını
istemişti. İnşaat geçen yıl Adalar Belediyesi'nce
yıkıldı.
Şimdi yerine 30 rezidans ve alışveriş merkezi
yapılması planlanıyor. Proje için 5 Numaralı Kültür
ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'ndan izin
çıktı. Ancak, Adalar Kent Konseyi Çevre Komisyonu ve
bir vatandaş, mahkemeye başvurdu. Belediyenin
uygulama imar planı olmayan yere inşaat izni verdiği
belirtilerek, durdurulması istendi.
Koruma Kurulu üyesi Kutgün Eyüpgiller, 'Bu,
adaların ölüm fermanına davetiye çıkarır. Yapılaşma
koşullarına uygun değil' diyerek itiraz etti.
Mimarlar Odası Başkanı Eyüp Muhçu ise, 'Uygulama
imar planı olmayan Adalar'da yasa uyarınca sadece
geçiş dönemi yapılaşma olabilir. Bu ve benzeri
bölgelerde inşaat şartları bellidir. Ayrıca arazinin
tamamına 5 emsale denk gelecek inşaat yapılması
büyük sıkıntılara yol açar' dedi.
Adalar Kent Konseyi Çevre Komisyonu Çalışma
Grubu yöneticileri 'Tamamı doğal sit alanı olan
yerde yapılacak proje imar mevzuatlarına aykırı.
Turizm lejantı olan alanda AVM veya rezidans
yapılması büyük suç. Arazinin tamamına 3 emsal
inşaat yapılsa bile 7 bin 500 metrekare hakkı olur.
Burada yaklaşık 14 bin metrekare inşaat yapılıyor.
Bu şartlar İstanbul'da dahi yok' diye konuştu.
AVM'yi yapan şirketin bir yetkilisi ise 'Bölgenin
sit alanı olması sıkıntı yaratmadı çünkü ruhsatı
aldık. Bizim için inşaata başlarken 3 şey önemlidir:
Mülkiyet, satılabilirlik ve ruhsat. Terrace Lido'dan
sonra Büyükada daha fazla gidilmek istenen bir yer
olacak. İşletme için görüşmeler sürüyor. Prensip
olarak 2 yıl işin içinde kalacağız' dedi.
Rezidanslar, Ada kültürü ve Lido nostaljisini
yansıtmak üzere, yazlık-kışlık olarak planlandı, 2
ayrı stil belirlendi.
Akşam, Haber: Ercan Öztürk, 21.10.2010
|
URFA KALESİ ETRAFINDAKİ
EVLER KAMULAŞTIRILIYOR
Şanlıurfa Belediye
Başkanı Ahmet Eşref Fakıbaba, Şanlıurfa'nın 11 bin
500 yıllık tarihiyle çığır açması gerektiğini
vurgularken, tarihi değerlerin korunması noktasına
çalışmaların sürdüğünü ifade etti. Fakkıbaba, tarihi
kale etrafındaki evlerin yüzde 90'ını kamulaştırmayı
hedeflediklerini belirtti.
Şanlıurfa Turizm
Geliştirme Derneği Yönetim Kurulu üyeleri, Belediye
Başkanı Ahmet Eşref Fakıbaba'yı makamında ziyaret
etti. Ziyaretleri sırasında Şanlıurfa turizmini ve
sorunlarını ele alan dernek yöneticileri ve başkan
Fakkıbaba, belediyenin sürekli hareket halinde
olduğunu vurguladı.
Turizmci dernek
yöneticilerinin Başkan Fakkıbaba ile yaptıkları
ziyarette şehrin turizm sorunlarını dile getiren
Başkan Rahime Yaşar, yeşil alanların bakım ve
korunması hususunda görüş ve düşüncelerini paylaştı.
Fakkıbaba, dernek olarak turizm işletmelerine anket
formu dağıtacaklarını, gelişen turizm yapılanmasında
yeni tur olanakları hazırlayıp, geniş katılımlı bir
turizm konferansı planladıklarını açıkladı.
Turizm noktasında karşılıklı fikir beyan edilen
ziyarette Fakıbaba, Dünya Tarihi Kentler Birliği
toplantısındaki izlenimlerini aktardı. Fakıbaba,
"Japonya'da katıldığımız Dünya Tarihi Kentler
Birliği toplantısında, millet bir asırlık
kentleriyle övünürken 11 bin 500 yıllık kent
tarihimizle çığır açmamız gerek, 2014 yılına kadar
sizlerin bile hayal edemeyeceği çalışmalar ortaya
koyacağız." dedi.
Belediyenin hareket
halinde olduğunu ifade eden Fakıbaba, tarihi
eserleri takip ettiklerini, usulsüzlükleri savcılığa
sunduklarını söyledi. Fakıbaba, kale civarındaki
evlerin yüzde 20'sini kamulaştırdıklarını,
hedeflerinin ise yüzde 90 olduğunu ifade etti.
Fakıbaba, turizmin gelişmesi ve mevcut yapıların
korunması noktasında tüm Şanlıurfa halkını, kamu
kurum ve kuruluşlarının el ele bir bütün halinde
çalışmasının önemine dikkat çekti. Başkan Ahmet
Eşref Fakıbaba, belediyeyi aşan konularda vekillerin
devreye girmesi gerektiğini ve belediye sorunları
için hükümetin belediyelerden sorumlu bir bakanlık
kurması gerektiğini söyledi.
Habertürk, 21.10.2010
|
SALDIRIYA UĞRAYAN SERGİ ŞİMDİ DE ÇALINDI
Bimeras Kültür Vakfı
tarafından 4. kez düzenlenen iDANS Uluslararası
Çağdaş Dans ve Performans Festivali kapsamında
Üsküdar, Beşiktaş ve Kadıköy meydanları için
planlanan “Free Zone Istanbul/Serbest Bölge
İstanbul” adlı sergide yer alan eserler bu kez de
çalındı. Serginin Beşiktaş ayağındaki eserler 16
Ekim’de saldırıya uğramıştı.
Bir grup, sergide
yer alan
bir objeyi beğenmedikleri gerekçesiyle devirerek
parçalamıştı. Parçalanan eserde, hava
meydanlarındaki ibadet bölgesi işaretine gönderme
yapılıyor, üç dinin simgelerinin yanında Atatürk’ün
resmi yer alıyordu. Sergi
Beşiktaş’ın ardından 18 Ekim’de
Kadıköy ve
Üsküdar meydanlarına yerleştirildi. Fakat dün
Üsküdar Meydanı’ndaki 25 sanat eserinin çalındığı
açıklandı. Bimeras Kültür Vakfı yetkilileri
eserlerin dün 10-15 kişilik bir grup tarafından
sergi alanından kaldırıldığını öğrendiklerini ifade
etti. Ayrıca “Üsküdar Meydanı’ndaki esnaf, eserleri
çalan gençleri görmüş ama kim olduklarını
bilmediklerini söylediler” denildi. Uluslararası üne
sahip tasarımcılar Rosan
Bosch ve Rune Fjord’un tasarladığı sergi,
alışılmış işaretleri dönüştürerek kent
mekanlarındaki bazı alışkanlıklara ve kurallara
mizahi bir bakış getiriyor.
Milliyet, 21.10.2010
******
SERGİYİ ZABITALAR
TOPLAMIŞ
Bimeras Yönetim Kurulu
Başkanı Aydın Silier, Bimeras Kültür Vakfınca
düzenlenen iDANS Uluslararası Çağdaş Dans ve
Performans Festivali kapsamında Üsküdar'da izlenime
sunulan ''Free Zone Istanbul'' (Serbest Bölge
İstanbul) sergisinden çalındığı iddia edilen 25
metal tabelanın, Üsküdar Belediyesi zabıta
ekiplerince toplandığını bildirdi.
Silier, Üsküdar Belediyesi zabıta ekiplerince 25
metal tabelanın tekrar Üsküdar İskele Meydanı'na
getirilmesi sırasında gazetecilere yaptığı
açıklamada, 18 Ekim'de kurulan serginin dün yerinde
olmaması üzerine, durumu Üsküdar Belediyesi ve
İstanbul Büyükşehir Belediyesi zabıtasına
sorduklarını söyledi.
Zabıta ekiplerinin de
sergiden haberleri olmadığını bildirmesi üzerine
metal tabelaların çalındığını düşündüklerini ifade
eden Silier, şunları kaydetti:
"Daha önce Beşiktaş'ta kurulan sergiye saldırı
olmuştu. Biz bunun üzerine böyle bir şeyle
karşılaşınca çalındığını zannettik. Durumu polise
bildirdik. Ama sergi tabelaları çalınmamış.
Büyükşehir Belediyesi'nden gelmesi gereken bir evrak
gecikince, Üsküdar Belediyesi zabıta ekipleri
sergiyi toplamışlar. Sergi tabelalarının çalınmadığı
bugün ortaya çıktı. Zabıta ekipleri de 25 metal
tabelayı tekrar sergilenmek üzere Üsküdar İskele
Meydanı'na getirdi."
Sergide bulunan 25 metal tabela, vakıf çalışanları
tarafından İskele Meydanı'nın çeşitli noktalarına
yerleştirildi.
Habertürk, 21.10.2010
|
|
ALİ AĞA KONAĞI YIKILMAK ÜZERE
Diyarbakır'ın Silvan İlçesi'ndeki tarihi Ali Ağa Konağı, ilgisizlikten yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kaldı.
Silvan İlçesi Kale Mahallesi'nde bulunan tarihi Ali Ağa Konağı'nın koruma altına alınmasını isteyen mahalle sakinleri, yetkililerden yardım beklediklerini ifade ettiler. Vatandaşlar, Sur Üstü Sokak'ta bulunan binlerce yıllık tarihe sahip evlerin de koruma altına alınmasını istediler. Mahalle sakinleri, "Bölgemizde bulunan nadir tarihi yapılardan biri Ali Ağa Konağı'dır. Tarihi Ali Ağa Konağı'nın duvarlarının bir kısmı ayakta kalmışsa bile üst örtüsü tamamen yıkılmıştır. Tarihi yapı koruma altına alınmadığı için her geçen gün gözlerimizin önünde yok oluyor. Yetkililerden bu tarihi yapının koruma altına alınıp, tadilatını yapmasını bekliyoruz" dedi.
Konağın 1890 yıllarında yapıldığını söyleyen Ali Ağa'nın torunu Galip Özkan, "120 yılık bir tarihi binadır. Ali Ağa Konağı 1890 yılında yapılmış. Günümüzde tarihe verilen değer ortada. Kültür Bakanlığı tarafından tescillenen bu tarihi konak maalesef ilgisizlikten bu hale geldi. Kültür Bakanlığı tarafından tescilli olduğu için hiçbir bakım ve onarım yapamıyoruz. Ne yıkabiliyoruz ne de onarım yapabiliyoruz. En büyük endişemiz tarihi binadan geriye kalan tek duvarın birilerinin üstüne yıkılmasıdır. Yetkililer bu konuda duyarlılık gösterip, bu duvar kimsenin başına yıkılmadan tedbir almalıdır. Tarihi konak büyük bir tehlike arz etmektedir" diye konuştu.
Haber Diyarbakır, 21.10.2010
|
KÜRESEL MİRAS FONU: ANİ
VE HASANKEYF YOK OLMA TEHDİDİ ALTINDA
Dünya üzerindeki
kültürel mirasların korunmasını amaçlayan Küresel
Miras Fonu tarafından yayımlanan raporda, yok olma
tehlikesi altında olan kültürel miraslar arasında
Ani Harabeleri, Hasankeyf ve KKTC’deki Gazimağusa
yer aldı.
Raporda Hasankeyf’in
sular altında kalacağı vurgulanırken, Ani
Harabeleri’nin yetersiz yönetim ve yağma,
Gazimağusa’nın da yine yetersiz yönetim ve kalkınma
baskıları yüzünden risk altında olduğu belirtildi.
Turizm bölgesi olma potansiyeli varken yok olma
tehlikesi yaşayan bölgeler arasında Bangladeş’teki
Mahasthangar, Guatemala’daki El Mirador, Haiti’deki
Sans Souci Sarayı, Hindistan’daki Maluti Tapınağı,
Irak’ın Ninova bölgesi de yer aldı.
Milliyet, 20.10.2010
|
|
|
GİZEMLİ MAĞARALAR
Van'ın Gürpınar İlçesi'ne bağlı Yedisalkım Köyü yakınlarında bulunan ve duvarlarındaki figürler ile dikkati çeken Put Mağaraları, araştırılmayı bekliyor.
İlçeye 56 kilometre uzaklıktaki Yedisalkım Köyü sınırlarında 7 kilometre uzunluğundaki Başet Kanyonu'nda yer alan Put mağaraları, duvarlarındaki tarih öncesi devirlere ait figürlerle dikkati çekiyor.
Kültür ve Turizm İl Müdür Vekili Salih Tatlı, AA muhabirine yaptığı açıklamada, yöre halkı tarafından Put Mağaraları olarak adlandırılan dört mağaranın, kanyonun güney yamacında, vadi tabanından 80 metre yükseklikte bulunduğunu belirtti.
Mağaraların önündeki doğal teras ve iç yapısıyla iki bölümden oluştuğunu vurgulayan Tatlı, mağara duvarlarının, açık kırmızı ve koyu kahve renkler kullanılarak neolitik dönemde yapıldığı tahmin edilen figürlerle süslü olduğunu söyledi.
Tatlı, kanyon içerisinde sayısız mağara bulunduğunu, fakat bunlardan dördünün duvarlarında çeşitli hayvan ve yaşam figürleri bulunduğunu bildirerek, ''Yapılacak çalışmayla kaya üstü resimlerin ne zaman yapıldığının araştırılması gerekiyor. Çünkü mağaraların duvarlarını süsleyen figürler, burada yaşayan insanların yaşam şekilleri ve kentimizin tarihi açısından bize, yapıldığı dönemle ilgili önemli bilgiler sunabilir'' dedi.
Kanyondaki diğer mağaralarda da çeşitli kaya resimleri olabileceğine dikkati çeken Tatlı, yüksekliği yer yer 150 metreyi bulan kanyonda, bazı mağaralara ulaşmanın adeta imkansız olduğunu ifade etti.
Habertürk, 20.10.2010
|
ÇALINAN ESERLERE BİLGİ MERKEZİ OLUŞTURULDU
Yahudi
Soykırımı’ndan hayatta kalanlar ve akrabalarına II.
Dünya Savaşı sırasında Yahudilerden çalınan 20 bini
aşkın sanat eserinin ayrıntılarını arama imkanı
sağlayan çevrimiçi bir bilgi-merkezi oluşturuldu.
1940-1944 yılları arasında işgal altındaki Fransa ve
Belçika’dan çalınan sanat eserleri arasında Monet’in
tabloları da bulunuyor. Sanat koleksiyoncuları,
galeriler ve müzeler de sisteme ücretsiz olarak
ulaşabilecek. II. Dünya Savaşı sırasında Alman
güçlerinin ganimet olarak aldığı binlerce sanat
eseri, Naziler tarafından üzerlerine indeks kartları
yazılarak tasnif edildi. Ne ve kimden alındığını
gösteren kayıtların bazıları, dijital ortama
aktarıldı ve ulaşılabilir hale getirildi.
Bilgi-merkezi, US National Archives, German
Bundesarchiv ve Fransa’nın tuttuğu iade
kayıtlarından oluşuyor.
Taraf, 20.10.2010
|
|
YANIK CAMİ'DEKİ KAZIDAN 10 İNSAN KAFATASI ÇIKTI
Ermeni Taşnak çetelerinin 1915-1920 tarihleri
arasında yaptığı katliamı belgelemek amacıyla, 300
Türk'ün yakıldığı Ardahan Halilefendi
Mahallesi'ndeki Yanık Cami alanında yapılan kazı
çalışmasında 10 insan kafatası ile 20 insan iskeleti
çıktı.
Çıkan kemiklerin bazıları incelenmek üzere
torbalara doldurulurken, şehitliğin üstü kefenle
örtülerek üzeri kapatıldı.
Kars Kafkas Üniversitesi akademisyenleri ve
arkeologları ile birlikte yaklaşık 15 işçi
tarafından 2 gün süren kazı çalışması son buldu.
Doğu Anadolu Bölgesi'nde Türk halkına karşı yapılmış
olan katliamları belgeleyen şehit iskeletleri ile bu
şehitlere ait çıkacak etnografik malzemelerin
envanteri yapılmasının hedeflendiği kazıda çıkan
bazı iskelet ve kafatasları torbalara dolduruldu.
Kemikler incelendikten sonra Ermeni katliamının
belgeleneceği belirtildi.
1. Dünya Savaşı sonlarında 1918 yılı ocak ayında
Ermeni Taşnak çetecilerin bölgeden çekilirken il
merkezi ve köylerinde katliamlar yaptıklarını
belirten Kazı Başkanı Kars Müze Müdürü Necmettin
Alp, "60 metrekare alanda yaptığımız kazıda 10
kafatası ile 20 insan iskeleti ortaya çıktı. Bunları
inceledikten sonra Ermeni katliamını belgeleyeceğiz.
İskeletlerin daha fazla olduğunu tahmin ediyoruz.
Çoğu birbirinin içine girdiği için tespitini
yapmakta güçlük çektik. Ama kazı alanlarının birçok
yerinde insan kemiklerine rastlamak mümkün." dedi.
Zaman, Haber: Sezgin Uyar, 20.10.2010
|
|
AGORA'DA 2. YÜZYILA AİT HAMAM ORTAYA ÇIKTI
Dünyanın "kent merkezindeki en büyük antik agorası"
olarak bilinen İzmir Agorası'ndaki kazılarda, 2.
yüzyıla ait hamam yapısı ortaya çıkarıldı. Agora
kazı alanındaki çalışmaları Yrd. Doç.Dr. Akın Ersoy
ile inceleyen İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu, "Çevre düzenlemeleriyle bölgeyi cazibe
merkezi haline getirmek istiyoruz" dedi. Yrd.
Doç.Dr. Ersoy ise MS 2. yüzyıla uzanan yıllarda
hamamların, siyasetçilerin ve düşünürlerin bir arada
toplandıkları, önemli meseleleri konuştukları
merkezler olduklarını belirtti. 2 aylık çalışmalar
sonucunda hamam yapısının kesitlerinin ortaya
çıktığına değinen Yrd. Doç.Dr. Ersoy, "İzmir
Büyükşehir Belediyesi'nin katlı otoparkın
tarafındaki yapıları yıkmasıyla birlikte, temeller
üzerinde yaptığımız çalışmalarda bazı antik
duvarlara rastladık. Bunun üzerine kazıları
yoğunlaştırdık. Derine indikçe hamam yapısını ortaya
çıkarmaya başladık" diye konuştu.
Yeni Asır, 20.10.2010
|
YİNE REKOR BEKLENİYOR
Beyaz Müzayede 350’den fazla, önemli
koleksiyonlardan derlenmiş, müzelik eserlerin de
biraraya geldiği bir müzayede ile sezonu açıyor.
Müzayedede çok sayıda önemli eserin yer alıyor
olmasından ötürü, 2 ayrı bölümden oluşacak 13. Beyaz
Müzayede’nin ilk bölümü 6 Kasım Cumartesi günü saat
14:00’te, 2. bölümü ise 10 Kasım Çarşamba günü akşam
19:00’da Sofa Hotel’de gerçekleştirilecek.
Sezonu yeni açan müzayedede yine geçtiğimiz
yıllardaki gibi rekor satışlar bekleniyor.
Fahrelnissa Zeid'in tuval üzeri yağlı boya eserinin
fiyat aralığı 600.000 TL ile 900.000 TL arasında.
Rekor beklenen diğer eserler ise Neşet Günal, Erol
Akyavaş ve Ömer Uluç'a ait.
Çok sayıda eserin biraraya geldiği 13. Beyaz
Müzayede kataloğu yine 5 ayrı kapak ile basılıyor.
Müzayedede Fahrelnisa Zeid’den kapak resmi olan
‘Yeniden Doğuş’ isimli 1968 yılı başyapıtın yanısıra, ‘Kabus’
isimli 1958 tarihli önemli bir yapıt yer alıyor.
Diğer bir kapak resmi ise Ömer Uluç’un 80’li
yılların sonlarında yapmış olduğu ‘At-Karga-Ada’
isimli başyapıt. 13. Beyaz Müzayede’de tam 7 adet
Adnan Çoker eseri yer alıyor. Beyaz Müzayede bu
eserlerden aşağı yukarı aynı dönemlere rast gelen
dördüne ‘Mahşerin Dörtlüsü’ adı altında aynı kapakta
yer veriyor. Dördüncü kapak resmi ise Neşet Günal’ın
yapmış olduğu en büyük ebatlı başyapıtlarından biri
olan ‘Sorun-Sorum V’ isimli başyapıt. Bu resim Neşet
Günal’ın kitabında da yer alıyor. Hakkı Anlı’nın
yapmış olduğu en büyük eserlerinden biri olan mavi
ve siyah renklerden oluşan soyut başyapıt beşinci
kapak resmini oluşturuyor.
13. Beyaz Müzayede’de nerdeyse Türk Çağdaş ve
Modern Sanatının her kuşağının önde gelen
sanatçılarının başyapıtları ve yapıtları yer alıyor;
5 adet Erol Akyavaş, 3 adet Burhan Doğançay, 5 adet
Ömer Uluç, 7 adet Ferruh Başağa, 3 adet Neşet Günal,
2 adet Neşe Erdok, 5 adet Komet, Alaattin Aksoy,
Mehmet Güleryüz, Orhan Peker’den 1 başyapıt, Burhan
Uygur’dan 1 başyapıt, Nurullah Berk’den 1 başyapıt
önemli eserlerden sadece bazılarını oluşturuyor.
Hürriyet, 20.10.2010
|
İSTANBUL'UN KADERİ 30 KASIM'DA BELLİ OLACAK
İstanbul 1985 yılından beri Tarihi Yarımada’yla
UNESCO Dünya Mirası listesinde. Bölgenin
sınırları içinde UNESCO’nun ‘insan dehasının
emsalsiz bir şaheseri ve
en üst
rütbedeki Osmanlı yapısı’ olarak nitelediği
Süleymaniye ve Çevresi, Zeyrek Ahşap Evler
Mahallesi, Surlar ve Sultanahmet Arkeolojik
Parkı bulunuyor.
Her ülke için dünya mirası
listesinde olmak bir gurur vesilesi. Türkiye’den
de İstanbul dışında Divriği Ulucami gibi başka
kültürel şaheserler bu listede yer alıyor. Bu
listeden çıkartılanlar ‘Tehlike Altındaki Dünya
Mirası’ listesine giriyor. Tabii ki o mirasa
sahip çıkamama anlamına gelen bu durum, bir ülke
için utanç vesilesi. Ne var ki, kimi sivil
toplum kuruluşlarının İstanbul’daki tarihi
mirasın tahrip edildiği yönündeki görüşleri
UNESCO’yu alarma geçirdi ve kentin Dünya Mirası
Listesi’nden çıkartılması gündeme geldi.
Özellikle Osmanlı tarzı ahşap evlerin ve
surların doğru biçimde restore edilmesi ve
Marmaray ve Avrasya Tüneli, gibi büyük kentsel
dönüşüm projelerinin tarihi alanlara zarar
vermemesi gibi konular UNESCO’nun büyüteci
altında. En çok tartışılan mesele ise metro
geçişi için Haliç’e yapılacak
yeni
köprü projesi.
Köprünün yüksek direkleriyle Süleymaniye’nin
siluetine zarar vermesinden endişe ediliyor.
Köprü ve İstanbul’a ilişkin diğer iddialar,
Temmuz ayında Brezilya’da yapılan UNESCO
toplantısında tartışıldı ve kent yönetiminin
olumlu düzenlemeleri göz önüne alınarak yeni bir
inceleme yapılmasına karar verildi. UNESCO, bu
incelemenin sonuçlarını 15 Ekim’de
açıklayacaktı. Dün gelen bir haberle incelemenin
sürdüğü ve raporun 30 Kasım’a kaldığı duyuruldu.
Şimdi bilim adamlarından oluşan uluslararası bir
kurul çalışmalarını sürdürüyor. 30 Kasım’da
rapor açıklanacak, UNESCO’nun kararı ise Haziran
2011’deki büyük toplantıda belli olacak.
İstanbul’un ‘Tehlike Altındaki Dünya Mirası
Listesi’ne geçip geçmeyeceği bu raporun ışığında
Haziran 2011’de kesinleşecek.
Radikal, Haber: Mine Akgün, 20.10.2010
|
ANITKABİR'İN PLANLARI NEREDE?
Mimarlığın
ülkemizdeki iki önemli ismiyle birlikte dün, kent
planlarından, özellikle İstanbul’dan söz ettik. Daha
doğrusu onlar konuştu ben dinledim, merak ettiğim
konuları sordum.
Prof.Dr. Doğan Kuban ve Doğan Hasol’du
konuştuklarım.
Üç Doğan bir araya gelince niyet tuttuk: Bundan
sonra mimarların yaptığı kent planları uygulansın.
İki mimarın da ortak görüşü şu...
Eskiden küçük kentlerin nazım planını yapınca bunu
uygulamak mümkündü, artık milyonluk kentler için bu
mümkün değil.
Zaten o planlar, projeler, çizimler durmuyor ki,
uygulanmasını tartışalım.
Doğan Kuban’ın İstanbul için yaptığı koruma planları
kaybolmuş, nerede olduğu bilinmiyor.
Bunların İzmit SEKA’ya gönderilip kağıt mamur
kazanına atıldığı kanaati hakim.
Koruma planının akıbeti de belli değil.
Doğan Hasol’un verdiği örnek, daha da acı.
Ünlü mimar ve kent plancısı Le Corbusier
(1887-1965), İzmir için bir proje yapmış. Tabii ki
uygulanmamış, üstelik bu belgeler de kaybolmuş.
Sonradan Fransa’da bulunmuş planlar, kitaba
dönüştürülmüş, şimdi Fransızcadan çevrilecek kitabı
YEM (Yapı Endüstri Merkezi) yayınlayacak.
Daha şaşırtıcı örnekleri de öğrendim. Anıtkabir’in
mimarları Emin Onat ile Orhan Arda idi, onların
hazırladığı Anıtkabir planları da ortada yokmuş.
Hasol’un dediğine göre, bunların Bayındırlık
Bakanlığı’nda birer örneğinin bulunması gerekirmiş,
ama her gerekenin yapıldığı bir ülke değil ki
Türkiye.
* * *
Anlaşılan şu ki herkese nazım plan yaptırılıyor,
projeler sonra rafa kaldırılıyor. Ya da imha
ediliyor.
İstanbul’un mimari durumu üzerine ne zaman
konuşulsa, Henri Prost’un adı geçer, Pera Müzesi
İstanbul Araştırmaları Enstitüsü’nde açılan
İmparatorluk Başkentinden Cumhuriyet’in Modern
Kentine: Henri Prost’un İstanbul Planlaması
(1936-1951) sergisi planların nasıl değiştirilerek
uygulandığını, sonra da uygulamadan kaldırıldığını
gösteriyordu.
İki mimarı dinlerken ilklerden söz ettik.
İstanbul’da ilk alt geçidi İstanbul Belediye Başkanı
Haşim İşcan uygulamaya koymuş. Birçok mimar İstanbul
için, özellikle de Taksim için proje hazırlamışlar.
Hatta bazıları yarışma kazanmış. Sonrasında ise ya
bir dolapta unutulmaya terk edilmiş ya da yok olmuş.
Metroyu da ilk başlatan aslında Haşim İşcan.
Taksim’de trafiği alta alıp, üst tarafın kültür
merkezine dönüştürülmesi ve yayalara açılma planını
da ilk olarak eski belediye başkanlarından Prof.Dr.
Nurettin Sözen hazırlatmış. Taksim’deki gezinin
korunması için de, orman mühendisleri ve öğretim
üyeleri ile ilgili toplantıları Sözen düzenlemiş. 14
kilometrelik metronun da 10 kilometresini yine o
tamamlamış.
Nurettin Sözen, yayalar için bütün çalışmaları
başlattığını söyledi.
İstiklal Caddesi de onun döneminde yayalara açıldı,
trafiğe kapandı.
Hiç kuşkusuz bazı yerler açılıyor ama ne oluyor?
Vatan Caddesi, Millet Caddesi açıldı, bütün trafik
Aksaray’da toplanıyor. Bu düşünülmemiş.
Hasol’un belirttiğine göre, Taksim, Beşiktaş,
Üsküdar için yapılan plan uygulanmamış, zaten
Marmaray projesi ile bu değiştirilmek zorunda
kalmış.
* * *
Doğan Kuban haklı galiba.
Eskiden, küçük şehirlerin planlanmasını yapmak
kolaydı ve mümkündü, şimdi milyonluk kentler için bu
yapılamaz.
En gerçekçi saptama bu.
Hürriyet, Yazı: Doğan Hızlan, 20.10.2010
|
TARİHİ KONAK YAĞMURA DAYANAMADI
Kadıköy Moda'da Şevkibey
Sokak'ta bulunan ve Hoşgörü Briç Kulübü Derneği'ne
ait olan 150 yıllık 2'nci derece tarihi eser
konumundaki konak, Marmara bölgesinde 15 gündür
aralıklarla yağan yağmura dayanamayarak çöktü.
Önceki gün akşam saatlerinde devam eden yağmur
sırasında tarihi binanın çatı ve ön duvarı büyük bir
gürültüyle koptu. Bakımsız haldeki konaktan kopan
parçalar, konak etrafına koruma amaçlı çakılan iki
metrelik sactan duvarı da aşarak sokakta park
halindeki lüks bir otomobilin üzerine çöktü.
Otomobil büyük ölçüde zarar gördü ancak çökme
sırasında sokak ıssız olduğu için de olası bir
faciadan dönüldü. İhbar üzerine olay yerine gelen
itfaiye ve polis ekipleri, bir yandan hasarın
boyutlarını belirlerken diğer yandan da kopan
parçaları kaldırdı.
Sabah, Haber: Barış Sözal, 20.10.2010
|
|
II. MAHMUD'UN YAPTIĞI HAT LEVHA 450 BİN LİRAYA
SATIŞTA
Asar-ı Atika Müzayede ve Sanat
Galerisi’nin yeni müzayedesi 23 Ekim’de Conrad
Oteli’nde gerçekleştirilecek. Müzayedenin en dikkat
çekici parçalarından biri Sultan II. Mahmud’un kendi
elleriyle yaptığı hat levha. Eserin müzayedeye çıkış
bedeli 450 bin lira.
Kendisi de bir koleksiyoner olan Can Önen’in
sahibi olduğu Asar-ı Atika Müzayede ve Sanat
Galerisi’nin yeni müzayedesi 23 Ekim’de Conrad
Oteli’nde gerçekleştirilecek. “Osmanlı Şaheserleri,
Klasik ve Çağdaş Resim Tablo” adlı müzayedede Reşit
Paşa Koleksiyonu’ndan 19. yüzyıl başında Sultan
Abdülmecid Han için özel yapılmış piano harmonium ve
Sultan II. Mahmud’un kendi elleriyle yaptığı
benzerlerinden birini Bursa Ulu
Camii hünkar mahfiline, diğerini Kutsal Emanetler’in
giriş kapısı üzerine astırdığı hat levha dikkat
çekiyor. Hat levhanın muhammen bedeli 450 bin lira
olacak.
Müzayede de aynı muhammen bedele uygun görülen bir
diğer eser de Sami Yetik’in Kasımpatılar konulu
büyük boy
başyapıtı.
Osman Hamdi severleri ise müzayedede farklı bir
sürpriz bekliyor. Ustanın şimdiye kadar hiçbir yerde
yayınlanmamış eseri Tevfik Bey portresi 90 bin lira
muammen bedelle satışa sunulacak. Bunlar dışında
müzayedede 17. yüzyıl mavi beyaz Çanakkale tabaklar,
tek 18. yüzyıl İmari
çin leğen ibrik, özel bir Şükriye Dikmen
koleksiyonu, Mihriban Sözer Keredin’in minyatür ve
hat koleksiyonu gibi işler yer alacak. Danışma
Kurulu’nda Agop Egoyan, Avni Baturer, Bayram Karşit,
Prof.Dr. Erdinç Bakla, Güner Liman, Garo Kurkman,
Doç.Dr. Hüseyin Gündüz gibi isimlerin yer aldığı
Asar-ı Atika Müzayedesi, 23 Ekim Cumartesi günü
saat
14.30’da Conrad Otel Balo Salonu’nda
gerçekleştirilecek.
Asar-ı Antika Sanat Galerisi’nin sahibi ve kurucusu
Can Önen, müzayedede yer alacak nadide eserleri şu
sözlerle anlattı: “Osmanlı ağırlıklı eserler
çoğunlukta ama araya otuz kırk tane çağdaş eser
serpiştirilen bir koleksiyon oldu. Hepsi saray
parçası, ya bir sultanın elinden çıkmış, ya bir
sultana yapılmış, ya da bir Osmanlı padişahının
başka bir sultana hediye ettiği eserler. Çok önemli
parçalar bulunuyor. Hepsinin de bir hikayesi var.”
Hürriyet, Haber: Ebru Esen, 20.10.2010
|
ZÜRİH'TE 5 BİN YILLIK KAPI
İsviçre'nin Zürih
kentinde arkeologlar, 5 bin yıllık bir kapı ortaya
çıkardı.
Arkeolog Niels Bleicher, kavak ağacından yapılmış
antika kapının, çok
iyi
korunmuş menteşeleri ve dikkat çekici tasarımı ile
"sağlam ve zarif" durumda olduğunu belirtti.
Bleicher, kapının MÖ 3100 yılına ait olduğunu
söyledi.
Bir yeraltı otoparkının inşaat alanında kazı
çalışmaları yapan arkeologlar, MÖ 3700 ve 2500
yılları arasında varolmuş en az 5 cilalı taş devri
köyünün izlerine de rastladı.
Kazı alanında ayrıca çakmak taşından bir hançer ve
gelişkin bir yay gibi eşyalar da ortaya çıkarıldı.
Radikal, 20.10.2010
|
DİVRİĞİ'NİN TARİHİ KONAKLARI RESTORE EDİLİYOR
Sivas'ın Divriği İlçesi'nde tarihi konaklar ve
sokaklar, Kültür Bakanlığı tarafından yürütülen
çalışma kapsamında 'Sokak Sağlıklaştırma ve
Güzelleştirme' adı altında restore ediliyor.
8 tescilli sokak bulunan ilçede 6 sokakta restore
çalışması yapılıyor. Ortaokul Sokak'ta bulunan 3
tarihi konağın dış cephe restoresi yapılıyor.
Restorasyon sorumlusu Adnan Şafak, konakların
sokağın dokusuna uygun şekilde boyandığını söyledi.
Sokak yollarının da Arnavut kaldırımı yapılacağı
açıklandı.
Zaman, 20.10.2010
|
ZEUGMA ARTIK 4 MEVSİM GEZİLEBİLİR
Birecik
Baraj Gölü kıyısındaki Zeugma antik kentinin üzeri
1 milyon TL harcanarak, cam fanusla kapatıldı.
Kısa sürede
dünya
kültür mirası listesine giren Gaziantep’in Nizip
İlçesi Belkıs Köyü sınırındaki Zeugma antik kenti bu
sayede 4 mevsim gezilebilecek. Çalışmaların yıl
sonuna kadar tamamlanması planlanıyor.
Hürriyet, 19.10.2010
|
SAKIN BURADA NEFES ALMAYIN
Gümüşhane'nin Torul İlçesi Cebeli
Köyü'nde bulunan
Karaca
Mağarası'ndaki beyaz
renkteki sarkıtlar, dikitler, org desenli duvarlar,
traverten havuzları gibi oluşumların ısı ve oksijen
dengesinin korunmaması halinde zamanla renk
değiştirip yok olma tehlikesi bulunduğu bildirildi.
Kentin kuzeybatısında, şehir merkezine 17 kilometre
uzaklıkta, 1550 rakımdaki Cebeli Köyündeki
Karaca
Mağarası, 22 yıl
önce bir çoban tarafından tesadüfen bulundu.
Jeoloji Mühendisi Şükrü Erüz'ün yaptığı çalışmalar
sonucu 1996 yılında turizme açılan mağara, toplam
1500 metrekare alana, 105 metre uzunluğa sahip.
Mağarada, 2'si çatlak kısımlardan sızan suların
oluşturduğu damlataşlarıyla diğerlerinden ayrılmış,
elipse benzeyen toplam 6 salon bulunuyor.
Beyaz renkte sarkıtlar, dikitler, sütunlar, org
desenli duvarlar, bayrak şekilleri, perde
damlataşları, mağara çiçekleri, mağara incileri,
filkulakları, traverten havuzları, traverten
basamakları ve mağara gülleri ile dikkatleri çeken
mağara, gizemi ve seyrine doyum olmayan oluşumların
güzelliğiyle ziyaretçilerini adeta büyülüyor.
Tur operatörlerinin listesinde apayrı bir yere
sahip, turistlerin ziyaret etmeden geçemeyeceği
mağara, her yıl 15 Nisan ile 15 Kasım arasında, 7 ay
boyunca turizme açık tutuluyor. Sezon boyunca
binlerce kişinin ziyaret ettiği mağara, iç
nemlenmenin sağlanması, doğal oluşumlardaki beyaz
rengin korunması ve bakım için her sezonun ardından
5 ay süreyle ziyarete kapatılıyor.
Doğa ve Çevre Derneği Başkanı Jeoloji Yüksek
Mühendisi Mutlu Gürler, AA muhabirine yaptığı
açıklamada, mağara içindeki ısı ve oksijen
dengesinin bozulması halinde beyaz olan doğal
oluşumlarının zamanla renk değiştireceğini, daha
sonra da yok olacağını öne sürdü.
Yaz aylarında dışarıda 28-29 derece sıcaklık olduğu
dönemlerde mağara içinde girişten itibaren ısının
18-19 dereceye, yan odalar ve derin koridorlarda ise
16 dereceye kadar düştüğünü, kışın ise tam tersi
durumun yaşandığını, dışarıda eksi 2 derece sıcaklık
olduğunda mağara içerisindeki ısının 7-8 derece
ölçüldüğünü anlatan Gürler, ''Dışarıdaki ile
mağaradaki ısı arasında her dönem yaklaşık 10
derecelik bir fark bulunuyor. Mağaranın içi yazın
dışarıdaki sıcak havaya rağmen daha serin, kışın ise
dışarıdaki soğuğa rağmen daha sıcak oluyor.
Mağaradaki oluşumların yok olmaması için içerideki
ısı dengesinin korunması gerekiyor'' dedi.
Mutlu Gürler, yoğun ziyaretçi trafiği ve diğer
etkenlerin mağaradaki ısıyı 3-4 derece
artırabildiğine, oksijen miktarını düşürüp
karbondioksit seviyesini yükselttiğine dikkati
çekti.
Solunum yoluyla ortamdaki oksijen miktarının azalıp,
karbondioksit miktarının arttığını ifade eden
Gürler, sözlerine şöyle devam etti:
''Ziyaretçi sayısının planlanmasında yapılan
tercihler mağara içerisindeki sınırlı oksijen
miktarını daha da azaltıyor, solunum yoluyla
ortamdaki karbondioksit miktarının artması kalsiyum
karbonat çökeltileri üzerinde bozucu etkiler
oluşturuyor. Mağara içerisindeki mikro klima
dengesinin bozulması, sarkıt ve dikitlerde de kalıcı
bozulmaların ortaya çıkmasına yol açıyor. Yine
ziyaretçilerin ayakkabılarıyla mağaraya taşınan toz
ve bakteriler, mağara içerisindeki ısı koşulları,
nem ve ışık kaynaklarının da etkisiyle yaygın
bakteri ve mantar oluşumuna yol açıyor, bu da mağara
oluşumlarında renk koyulaşmaları ve bozulmalar ile
kendini gösteriyor.''
Gürler, mağara turizme açılmadan önce yürütülen
çalışmalar ile sonrasındaki bazı uygulamaların
zamanla mağaranın doğal yapısını etkileyen faktörler
olarak ortaya çıktığını öne sürerek, şunları
söyledi:
''Işıklandırma sistemi tercihleri, yürüyüş
platformunun güzergah ve malzeme seçimi, giriş
kapısının konumu, büyüklüğü ile açılıp kapanma
süreleri, ziyaretçi trafiği, dönemleri ve
yoğunluğunun belirlenmesi, hava sirkülasyonu ile
mağaranın oluşup, gelişmesine hatta yaşamasına katkı
sağlayan su kaynaklarının kullanılma yöntemi gibi
temel olumsuzluklar mağaranın bu gün içinde
bulunduğu tehditlerin tetikleyicileri olarak
karşımıza çıkıyor.
Bu değişimin Karaca
Mağarası'nın doğal
yapısının devamı için gerekli koşullardan
uzaklaşıldığı anlamına geliyor. Söz konusu etkenler
mağaradaki oluşumların beyaz olan renklerinin
sararmasına hatta zamanla oluşumların yok olmasına
neden olabilir.''
Mutlu Gürler, mağara içerisindeki su birikintisinin
atılan bozuk paralarla adeta ''dilek havuzuna''
dönüştürüldüğünü, metal paraların bileşiklerinin su
içerisinde çözülerek görsel kirlilik oluşturduğunu,
bu alışkanlığın uyarılarla sona erdirilmesi
gerektiğini vurguladı.
Mağara içerisindeki ahşap platformun değiştirilip,
yeni oluşmaya başlayan dikitçiklerin biriktiği ıslak
alanlardaki ''şifalı çamur'' yağmasının da bir an
önce engellenmesi gerektiğine dikkati çeken Gürler,
''Aksi halde canlılığını koruyan ve gelişimini devam
ettirmekte olan mağara oluşumlarının doğal süreci,
kabul edilemez bu dış müdahalelerle kesintiye
uğrayacak. Mağara ortamının fiziki ve kimyasal
koşullarına dayanıklı olmayan ahşap yürüyüş
platformunun, bir tek gün dahi gecikilmeksizin o
koşullarda bozulmayacak malzemeyle değiştirilmesi
gerekiyor'' dedi.
Gümüşhane Valisi Enver Salihoğlu da,
Karaca
Mağarası'nın tarihi
ve doğal bir zenginlik olduğunu, bu doğal güzelliğin
bozulmaması için çok sıkı ve bilimsel yöntemlerle
korunması gerektiğini vurguladı.
Mağarada ısıyı dengede tutabilmek için özel bir
proje ile sıfıra yakın ısı veren ışıklandırma
sistemi kurduklarını dile getiren Salihoğlu,
''Bundan sonra da bilim adamlarımızla diyalog
halinde mağaramızın beyazlığının kararmaması ve iç
ısısının dengede kalması için ne gerekiyorsa
yapacağız. Mağaranın bulunduğu bölge koruma
alanıdır. Trabzon Bölge Koruma Kurulu o bölgenin
tamamını sit alanı ilan etmek için çalışma başlattı.
Bu nedenle bölgeyi korunması gereken bir bölge
olarak görüyoruz. Mağara da bunun en önemli, en
güzel örneğidir. Karaca
Mağarası'nda henüz
girilmeyen bir bölüm daha var. Gümüşhaneliler
mağaralarına her zaman sahip çıkıyor, bundan sonra
da sahip çıkmak zorundadırlar'' diye konuştu.
Mağarayı yılda ortalama 50 bin kişinin ziyaret
ettiğini belirten Salihoğlu, ''Biz mağaranın ömrünün
kısalmaması için ziyaretçi sayısının aşağı çekilmesi
gerektiğini düşünüyoruz. Uzmanlar da bu yönde görüş
belirtiyor. Mağara ekonomik katkısı olan bir yer
değil. Yıllık getirisi en fazla 150 bin lira
civarında oluyor. Bu girdi personel, elektrik ve
diğer giderleri dahi karşılamıyor. Mağaranın bazı
masrafları İl Özel İdaresince karşılanıyor.
Zannedildiği gibi bir gelir kapısı değildir. Biz
burayı Gümüşhane'nin bir sembolü olarak görüyoruz.
Mağara aynı zamanda bir dünya mirasıdır'' dedi.
Bu arada, Karaca
Mağarası'nın
aydınlatma sisteminin 41 bin liraya çok az ısı yayan
LED teknolojili sistemiyle değiştirildiği öğrenildi.
Habertürk, 19.10.2010
|
"MÜZAYEDELERDE SATILAN RESİMLERİN YARISI SAHTE"
Ressam Gülsün Erbil, "Orijinal resimler satılmıyor.
Müzayedelerde satılan resimlerin yüzde 50’si sahte.
Çünkü bu işte büyük rant var. Sahte resimleri
alanlar da cahil" diye konuştu.
29 Ekim Cumhuriyet Bayramı nedeniyle İstanbul
Modern Sanatlar Müzesi Derneği, geleneksel karma
sergisini bu yıl 20 şehirde 87 sanatçı ile
gerçekleştirmeye hazırlanırken, projenin öncüsü olan
Gülsün Erbil, resim piyasasında sahte resimlerin
satıldığını ve bir "statümafyası" olduğunu ileri
sürerek şunları söyledi:
"Resim piyasasına üniversitelerde hocalık yapan
sanatçılar ağırlığını koyuyor. Resimde 'Statü
Mafyası' var. Bunlar resim yapan profesörler. Bu
profesörler kendi statüsünü kullanıyor. Resim almak
istendiğinde kontaklar doğrudan onlara ulaşır. Kendi
çıkarları doğrultusunda resim yapıp satıyorlar.
Ayrıca resimlerini de başkalarına yaptırıyorlar.
Örneğin Adnan Çoker kendi mi yapıyor resimlerini?
Devrim Erbil kendi mi yapıyor resimlerini?"
RhArt Magazin’den Tevfik İhtiyar, Gülsün Erbil’in
sözlerini "1980’li-90’lı yıllarda daha çok yaşamayan
sanatçıların resimleri kopyalanıp satılıyordu.
Günümüzde resmi para eden ustaların işlerinin de
kopya edildiğini duyduk. Ancak bir mafyadan söz
etmek yanlış olur" diye değerlendirdi.
Sotheby’s Türkiye sorumlusu Oya Delahaye de
"Sahte eserler konusunda bu tür söylentiler oluyor.
Bunun olup olmadığının anlaşılması için ciddi ciddi
araştırma yapılması gerekir" diye konuştu.
Habertürk, 19.10.2010
|
İZMİR'İN BİLİNMEYEN BİR YANI DAHA ORTAYA ÇIKTI
Dokuz Eylül Üniversitesi (DEÜ) Edebiyat Fakültesi
Arkeoloji Bölümü Ortaçağ Arkeolojisi Ana Bilim Dalı
Başkanı Doç.Dr. Ergün Laflı, İzmir’in antik çağda
dönemin en önemli mücevher işleme merkezlerinden
biri olduğunun ortaya çıkarıldığını bildirdi.
Doç.Dr. Laflı, AA muhabirine yaptığı açıklamada,
” Gemoloji” ya da ”kıymetli taş bilimi” olarak
bilenen mücevher işleme sanatının, eski çağda da çok
ön planda bir meslek ve geçim kaynağı olduğunu
belirtti.
İzmir Müzesi Müdürlüğü’nün ”Yüzük Taşları
Koleksiyonu” envanterinde bulunan 300′e yakın
değerli taş üzerinde yaptıkları çalışmada, kazıma
(intiglio) ya da kabartma (cameo) yöntemi ile
işlenmiş akik, opal, kehribar gibi yarı değerli
taşlar bulunduğunu belirterek, ”Antik çağda İzmir
kentinin o dönem dünyasının en önemli mücevher
işleme merkezlerinden biri olduğunu ortaya
çıkardıklarını” kaydetti.
Yapılan incelemelerde, taşlar üzerindeki
işlemelerde dönemin kişiye özgü ve dinsel
tasvirlerinin yer aldığına dikkati çeken Laflı,
sözlerine şöyle devam etti:
”1-2 santimetre gibi çok küçük boyutlu olan bu
taşlar üzerine yapılan işlemeler, o dönemde mercekle
ve çok yüksek teknolojili kazıma aletleri ile
işleniyordu. İşlem bittiğinde pahalı ürünler olarak
pazarlanan bu taşların olduğu yüzük gibi takılar ve
mücevherler ancak o dönemin aristokrat ve zengin
kesimi tarafından satın alınabiliyorlardı. Bu tür
objeler antik çağlarda pahalı ve çok lüks tüketim
ürünleriydi.”
Laflı, İzmir’de o dönemin usta elleriyle
şekillenen taşlar üzerine kazıma veya kabartma
olarak yapılan bu sanat eserlerinin altınla da
kaplanabildiğini belirterek, şunları söyledi:
”İzmir’de üretilen bu mücevherler, Roma gibi
zengin bölgelere satılıyordu. İzmir’de çok yaygın
olan bu örneklerin çeşitliliği de göz önüne
alındığında antik İzmir’in çok zengin bir dünya
kenti olduğu görülmektedir. Çalışma sayesinde
ağırlıklı olarak Erken Roma dönemine tarihlenen
300′dan fazla yüzük taşı tanıtıma hazır hale geldi.
Çoğu İzmir ve çevresinden toplanan bu eserler Roma
dönemi için önemli ve güzide bir eser grubunu teşkil
etmektedir. Eserlerde, o dönemin soylu yaşantılarına
ilişkin birçok anlam gizlidir.”
Doç.Dr. Ergün Laflı, Büyük İskender sonrasında
doğu ticaret yollarından gelişmesiyle bu taşların
daha geniş coğrafyaya dağıtılmaya başlandığını,
İzmir’de değerli taşlarla yapılan yüzük, kolye gibi
mücevherlerin yanında kabartma yöntemlerle yapılan
cam sanatı ürünü kap-kaçak, duvar plakalarının da
üretildiğini anlattı.
Antik çağ gemoloji örnekleri ile ilgili olarak
İzmir Müzesi Müdürlüğü’nde, kendisinin hazırladığı
bir projenin hayata geçirildiğini anlatan Doç.Dr.
Laflı, ”Amacımız, İzmir Müzesi Müdürlüğü ve bağlı
birimlerinde bulunan intiglio ve cameo örneklerini
toplu bir biçimde değerlendirmektir. Bu da
Türkiye’de ilk kez bir devlet müzesinin antik
gemoloji yayınına dönüşecek” dedi.
Doç.Dr. Laflı, İzmir’in MÖ 7. yüzyıldan MS 5.
yüzyıla değin Batı Anadolu’nun en önemli üç büyük
kentinden bir olduğunu, Hellenistik ve Roma
dönemlerinde MÖ 4. yüzyıldan MS 5. yüzyıla kadar
nüfusunun hep 100 binin üzerinde bulunduğunu
anlattı.
Laflı, kentin seramik, terrakotta, cam, metal,
mermer gibi birçok önemli ürünün işlendiği ve
ticaretinin yapıldığı kent olduğunu belirtti.
Zaman, 19.10.2010
|
"TARİH YALAN SÖYLEMEZ"
Doğu Anadolu Yüzey Araştırmaları (DYAP) kapsamında
yapılan çalışmalarda ortaya çıkarılan Anadolu'daki
Türk izlerine ait kültürel ve arkeolojik bulguların,
yıl sonunda çıkacak atlasla sergileneceği
bildirildi. Anadolu'daki Türk izlerini ortaya
çıkarmak için 12 yıldır arazide çalışan Atatürk
Üniversitesi'nden Prof.Dr. Alparslan Ceylan,
"Yapılan çalışmalarda bulunan figür, mezar, damga ve
yazılara ait resimler ve bilgiler 'Doğu Anadolu'daki
Türk İzleri' atlasında yer alacak. Böylece MÖ
binli yıllarda Anadolu'ya gelen Türklerin izleri
günümüze aktarılacak" dedi.
Devlet Planlama Teşkilatı ve Güneş Vakfı
tarafından bastırılacak olan atlasta Doğu Anadolu ve
Kafkasya'da yapılan çalışmaların yer alacağını
kaydeden Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi
Tarih Bölümü Öğretim üyelerinden Prof.Dr. Alparslan
Ceylan, Türklerin Anadolu'daki yaşantısının 1071
Malazgirt Savaşı ile başladığı bilgisindeki eksik
bilgiyi yapılan çalışmayla ortaya çıkardıklarını
söyledi.
Yapılan yüzeysel incelemelerde Türklerin MÖ
binli yıllardan önce Anadolu’da yaşadığını ortaya
koyan bulgulara ulaştıklarını ifade eden Prof.Dr.
Ceylan, “Erzurum'un Karayazı, Hınıs, Horasan,
Pasinler ve Karayazı, Kars'ın Kağızman, Iğdır'ın
Karakoyunlu İlçeleri ve Ardahan'da mağara
duvarlarında ve taşlarda bulduğumuz Orta Asya
Türklerinde sıkça kullanılan hayat ağacı, at, dağ
keçisi, geyik, koç ve koyun figürleri ile damga ve
mühürleri ortaya çıkardık. Eylül ayında piyasaya
çıkacak olan atlasta yapılan çalışmalarda ortaya
çıkan kültürel ve arkeolojik bulguların yanı sıra
Asur, Urartu ve Pers kaynaklarında Türklerin MÖ
burada yaşadığını gösteren bilgilerde yer alacak.
Hazırladığımız atlas, yılsonuna bilim dünyasının
hizmetine sunulacak” diye konuştu.
Erzurum Gazetesi, 19.10.2010
|
|
30 BİN YIL ÖNCE DE EKMEK VARDI
İtalyan Tarih Öncesi ve Erken Tarih Enstitüsü'nün araştırma ekibinden Laura Longo, 'Proceedings of the National Academy of Sciences' dergisinde yayımlanan araştırmalarında, günümüzdeki İtalya, Rusya ve Çek Cumhuriyeti topraklarında yaşayan tarih öncesi insanların tohumları ve kökleri una dönüştürmek için öğüttüklerine dair kanıt bulduklarını söyledi.
Longo, bulgularının, insanoğlunun önce etle beslenen bir canlı olduğu imajına ters olduğunu bildirerek, tarih öncesi insanın yassı ekmeğin ilk formlarını yemiş olabileceğini kaydetti. Ekmeğin tarih öncesi insanlara enerji ve karbonhidrat kaynağı sağladığını ifade eden Longo, unun, ete ulaşmanın zor olduğu dönemlerde saklanmış olabileceğine dikkati çekti.
Longo ve araştırma ekibinin İtalya, Rusya ve Çek Cumhuriyeti'ndeki arkeolojik alanlarda yaptıkları çalışmalarda 30 bin yaşındaki öğütme taşlarının üzerinde tahıl nişastaları bulundu.
Araştırmacılar, bulgularının, insanoğlunun unu ilk kullanış tarihini 10 bin yıl geriye götürdüğünü bildirdi. Daha önce İsrail'de yapılan bir araştırmada 20 bin yıllık öğütme taşlarının üzerinde un kalıntılarına rastlanmıştı.
Habertürk, 19.10.2010
|
GAZİANTEP'TEKİ ÇILGIN İTALYAN
Sözünü ettiğim “Çılgın İtalyan” Profesör Nicola Marchetti.
Bologna Üniversitesi Arkeoloji Bölümü öğretim
görevlisi Marchetti 2003 yılından beri İtalya
-Gaziantep arası mekik dokuyor.
Gaziantep’te, Mezopotamya ile Anadolu arasındaki
geçiş noktasında kalan höyükleri kazıyor.
Tilmen ve Taşlı Geçit adlarını bir yere not edin.
Yakında bu isimleri daha çok duyacağız.
Zira Marchetti, Türk-İtalyan kazı ekipleriyle, bu
iki höyükte kazıları tamamladıktan sonra bunları
birer “Arkeolojik Park”a dönüştürdü.
2007 yılında açılan “Tilmen Arkeoloji Parkı” şimdi
turistlerin uğrak yeri.
Marchetti, “Vizyon gerçeğin önünde olmalı. İlk
Arkeolojik Parkı açtığımızda kimse gelmez deniyordu.
Oysa şimdi turist kaynıyor” diyor.
Truva ya da Boğazköy ile karşılaştırılan Tilmen
Arkeolojik Parkı, TURSAB’ın desteğiyle, Antakya’yı
ziyaret eden turistlerin de programına alınmış.
“Taşlı Geçit Arkeolojik Parkı” ise İtalyan Elçisi
Gianpaolo Scrante’nin de katılımıyla geçtiğimiz
günlerde açıldı.
Bu iki arkeolojik park Gaziantep için neden önemli?
Dünya alemin bildiği Zeugma’ya gittiğinizde etrafta
görecek fazla bir şey yok.
Zeugma’dan çıkartılanlar Gaziantep’te müzede.
Yeri gelmişken onu da belirteyim.
Merakla beklenen yeni Zeugma Müzesi de henüz açılmış
değil.
Her neyse, bu iki arkeolojik parkta 4 bin yıllık
kalıntıları görmek mümkün.
Yani her ikisi de Gaziantep turizmine büyük katkı
yapacak potansiyelde.
Marchetti, “Taşlı Geçit’i gezdiğinizde sokaklarda
yürüyebilirsiniz. Evlere, saraya girebilirsiniz”
diyor heyecanla.
İtalyan arkeologun yürüttüğü kazılar başka bir
açıdan da önemli.
Türkiye’de ilk kez arkeolojik kazılarda “yüksek
teknoloji” kullanıldı.
Kazılara sponsor olan üç İtalyan şirketi Mapei,
Maccaferri ve Abet Laminati’nin “yüksek teknoloji”
malzemeleri Türkiye’deki arkeolojik kazılara
bambaşka bir boyut kazandırmak açısından önemli.
Örneğin, Maccaferri Şirketi’nin geliştirdiği kafes
yılın büyük bir bölümü baraj suları altında kalan
höyükte erozyonu durdurmaya yönelik.
Mapei ise antik taşları otantik haline dönüştüren
bir malzeme geliştirmiş.
Marchetti, “ Maccaferri ile birlikte Taşlı Geçit
için geliştirdiğimiz kafes 10 bin Euro değerinde.
Ama önemli iş görüyor” diyor.
Düşünüyorum da...
Örneğin Allianoi’yi de belki “yüksek teknoloji”
malzemelerle kurtarmak belki mümkün olabilirdi.
“Çılgın İtalyan” umarım, arkeoloji dünyamıza bu tür
malzemelerin kullanımında örnek olur.
Bendeniz Türkiye’de arkeolojinin giderek daha fazla
önem kazanacağına inanıyorum.
Dolayısıyla Türk şirketleri arkeolojide kullanılacak
“yüksek teknoloji” malzemeleri geliştirmek konusunda
vakit yitirmemeli.
Hürriyet, Yazı: Gila Benmayor, 19.10.2010
******
ARKEOLOJİ PARKINA ÇELİK KAFESLİ KORUMA
Gaziantep’in İslahiye
İlçesinde bulunan Taşlıgeçit
Arkeoloji Parkı’nda, içi taşlarla doldurulmuş çelik
kafesler kullanılarak baraj sularının neden olduğu
erozyonun önlendiği bildirildi.
Taşlıgeçit Höyüğü’nde 2
yıldır bilimsel kazı ve ören yerinin arkeoloji parkı
olarak turizme açılması çalışmalarını yürüten
İtalya’daki Bologna Üniversitesi Öğretim üyesi
Prof.Dr. Nicola
Marchetti, AA muhabirine yaptığı açıklamada,
Taşlıgeçit Arkeoloji Parkı için yılın 10 ayı
çevresini saran baraj sularının en büyük tehdit
olduğunu söyledi.
Baraj sularının neden olduğu erozyonun,
geçtiğimiz günlerde arkeoloji parkı olarak ziyarete
açılan höyüğün hızla bozulmasına yol açtığını
kaydeden Marchetti, höyükte bilimsel kazı yapmakla
yetinmediklerini ve höyüğü erozyondan koruyacak
çalışmalar da yaptıklarını kaydetti.
Marchetti, erozyonu önleme amaçlı çalışmaları
höyüğün kuzey tarafında gerçekleştirdiklerini ifade
ederek, şöyle konuştu:
”Fabrikalardan çelik kafesler temin ettik. Çelik
kafeslerin içini ellerimizle taşlarla doldurduk.
Kepçe ile daha çabuk doldurulur ama biz bu işi
ellerimizle yaptık. Ucuz ve teknolojik bir sistem.
Baraj gölünde suyun en yüksek olduğu dönemde höyüğü
kayıkla gelerek kontrol ettik. Höyükte erozyon
durdu, yüzde 100 oranında durdu, bu çalışmamızı
sürdüreceğiz.
Höyüğün yamacının alt kısımlarında çelik kafes
kullanmanın yanı sıra üst kısımlara da çelik
jeotekstil malzeme serdik. Höyüğün neresinde
şiddetli erozyon yaşanıyorsa orada bu çalışmaları
yapacağız. Çünkü bizim çalışmamız entegre bir
çalışmadır. Biz höyükte bilimsel araştırma yanında,
höyüğü korumaya ve turizme kazandırmaya da
çalışıyoruz.”
İslahiye İlçesi'ne bağlı Ağalarobası
Köyü
yakınında, Tahtaköprü Barajı göl havzasında yer alan
Taşlıgeçit Höyüğü, Marchetti’nin yürüttüğü kazı ve
çevre düzenleme çalışmalarının ardından geçtiğimiz
günlerde arkeoloji parkı olarak ziyarete açıldı.
Baraj gölünde su seviyesinin yükseldiği kış
mevsiminde adaya dönüşen höyük, göl havzasının
kuruduğu yaz aylarında ise genişçe bir düzlüğün bir
parçası oluyor, ovada bir yükselti olarak kendini
gösteriyor.
Çevresini saran sular nedeniyle yılın yalnızca 2
ayı kara yoluyla ulaşılabilen höyüğe yılın dört
mevsiminde karayoluyla ulaşılabilmesi için Gaziantep
İl Özel İdaresi 4 kilometrelik bir yol ve yöredeki
taşları kullanarak çevreyle uyumlu bir köprü inşa
etti.
Taşlıgeçit Höyüğü, yapılan tüm bu çalışmalar
sonrasında, Tilmenhöyük’ün ardından İslahiye’deki
ikinci arkeoloji parkı oldu ve ziyaretçilerini
ağırlamaya başladı. Höyükte Marchetti tarafından
gerçekleştirilen bilimsel kazı ve erozyon önleme
amaçlı çalışmalar gelecek yıllarda da sürdürülecek.
Zaman, 20.10.2010
|
SALAMİS KAZILARINDA HADES'İN HEYKELİ ÇIKTI
KKTC'de yürütülen Salamis antik kenti kazılarında,
bu yıl yer altı tanrısı Hades'in heykeli ortaya
çıktı.
Doğu Akdeniz Üniversitesi, Arkeoloji ve Kültür
Varlıklarını Araştırma Merkezi (AKVAM) adına Doğu
Akdeniz Üniversitesi ile Ankara Üniversitesi iş
birliğinde yürütülen Salamis kazılarının bu yılki
bölümü tamamlandı. Salamis kazılarının yanı sıra
Çanakkale'nin Ayvacık İlçesi sınırlarında yer alan Apollon Smintheion Kazıları başkanlığını yapan
Ankara Üniversitesi (AÜ) Dil Tarih Coğrafya
Fakültesi (DTCF) öğretim üyesi Prof.Dr. Coşkun
Özgünel, Prof.Dr. Özgünel, 2010 yılı araştırma
hedefleri arasında Roma Hamamı'nın kuzeydeki son
mekanı olan ve ikinci kullanım evresi Apodyterium'a
(soyunma odası) dönüştürülmüş bölümü ile doğu batı
doğrultulu ana cadde Decumanus'un denize doğru olan
uzantısının açılmasının yer aldığını anımsattı.
İlk olarak 2008 yılında bir kısmı açılmış olan ve
Apoditerium olarak öngörülen alandaki çalışmalara bu
yıl da devam edildiğini belirten Özgünel, ''2010
çalışmalarının başlangıcında, kum dolgunun
temizlenmesinden sonra mekanın güney duvarı boyunca
yürütülen kazı çalışmalarıyla, hamamın bu bölümünde
olasılıkla çatıyı destelemek amacıyla payandalar
(destek duvarı) oluşturulduğu tespit edildi'' dedi.
Özgünel, bu bölümde 2009 sezonunda tespit edilen
oturma sekisi ve nişlere (duvar içindeki girinti)
ait kalıntıların gün ışığına çıkarıldığına işaret
ederek, şunları söyledi:
''Kazı çalışmaları, ilk kullanım evresi Frigidarium
(soğukluk bölümü) olması gereken mekanın batı
sınırının tespiti amacıyla batıya ve kuzeye doğru
genişletildi. Batı duvarı boyunca kazı çalışmaları
neticesinde ortaya çıkarılan nişler, yaklaşık 145
santimetre genişlik ve 85 santimetre
derinliklerinde, bu bölümün heykeltıraşlık
eserleriyle süslenmiş olması olasılığını akla
getirdi. Bu sorunun cevabının bulunmasına yönelik
olarak derinleştirilen kazı çalışmaları sırasında,
nişlerin hemen önünde yüzüstü düşmüş biçimde yarı
giyimli vaziyette betimlenmiş erkek heykeli ile çift
giyimli kadın heykeline rastlandı.''
Güneye ve kuzeye doğru ilerleyen araştırmalarda,
çift giyimli bir erkek heykeli ile erkek heykeli
torsosuna (heykelin gövdesi) daha rastlanmasının son
2 sezondur kazı yapılan bu mekanın hamamın soğukluk
bölümü olduğu ve batı duvarı cephesinin de
heykellerle dekore edilmiş olduğu düşüncesini
desteklediği anlatan Özgünel, ''Heykellerden yarı
giyimli erkek heykeli yanında ayakta duran hayvanına
ve asasına ait izler, genel olarak betimleniş
biçimiyle yer altı tanrısı Hades'tir. Çift giyimli
kadın heykeli ise genel betimleme biçimi ile
Persephone (Hades'in eşi) olarak düşünülebilir''
diye konuştu.
Cumhuriyet, 19.10.2010
|
İVRİZ KAYA ANITINA İNCELEME
İÜ Profesörleri İvriz Kaya Anıtı’nda incelemelerde bulundu.
Halkapınar’a bağlı Aydınkent (İvriz) Köyü'nde bulunan dev kaya anıtında, İstanbul Üniversitesi (İÜ) Edebiyat Fakültesi Taşınabilir Kültür Varlıklarını Koruma Onarım Bölümü ve Ana Bilim Dalı Başkanlığına bağlı profesörler incelemelerde bulundu.
Dünyadaki ilk yazılı tarım anıtı ve dünya tarihindeki ilk yazılı kabartma kaya anıtı olma özelliğini taşıyan, Haramileşmiş Geç Hitit dönemine ait önemli sanat yapıtlarından olan anıt, MÖ 727-742 yılları arasında, Kral Varpalavas tarafından yaptırıldığı tahmin ediliyor. Yaklaşık 2700 yıllık anıtı, İÜ. Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr. Sait Başaran, Prof.Dr. Metin İlkışık ve Yrd. Doç.Dr. Yüksel Dede, inceledi.
Yapılan inceleme sonucunda anıt ve çevresindeki kayalarda oluşan çatlakların kapatılması gerektiği belirtildi. Profesörlerle birlikte incelemede hazır bulunan Ereğli Müze Müdür Vekili Arkeolog Ali Haydar Atalar, anıtla ilgili teknik rapor hazırlandığını söyledi. Anıttaki çatlakların kapatılması ile ilgili raporun hazırlandığını belirten Atalar, “Anıtın üst kısmında kopmak üzere olan büyük kaya kütlelerinin sağlamlaştırılması yada düşürülmesi gibi restorasyon çalışmaları için inceleme ve teknik raporlar tamamlandı” dedi.
Memleket, 19.10.2010
|
|
SİT ALANINDA İŞ MAKİNESİ İLE TADİLAT İDDİASI
Türkiye'nin
önemli turizm merkezlerinden
Kapadokya'daki
Göreme Açık Hava Müzesi'nde bulunan
Kültür ve Turizm Bakanlığı'na ait mağazanın
tadilatında yasak olmasına rağmen
iş
makinelerinin çalıştığı ve
tarihi
dokuya zarar verdiği iddia edildi.
İddiaya göre, Göreme Açık Hava Müzesi içinde bulunan
Kültür ve Turizm Bakanlığının Döner Sermaye
İşletmesi Merkez Müdürlüğüne (DÖSİMM) ait turistik
mağazada yapılan tadilat çalışması sırasında yasak
olmasına rağmen traktör ve kepçe gibi iş makineleri
de kullanıldı.
sit alanı içerisindeki müzeye iş makinelerini
girdiğini gören esnaf Ömer Eren, bu araçlarında
kullanıldığı tadilat çalışmalarını fotoğraflayarak
belgeledi.
Eren, daha sonra fotoğrafları delil göstererek,
Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Nevşehir İl Kültür ve
Turizm Müdürlüğü hakkında, ''görevi kötüye
kullanmak, görevi ihmal, tarihi mekanlara ve kamu
malına zarar vermek'' suçlamasıyla Nevşehir
Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda bulundu.
Eren, gazetecilere yaptığı açıklamada, müzedeki iş
makinesi ile yapılan çalışmalar sırasında kaya
kopmalarının olduğunu öne sürdü.
Geçmişte bir kaya parçasıyla oynayan, doğal bir
merdiveni düzeltmeye çalışan esnafın, sit alanı
içindeki dokuya zarar verdikleri gerekçesiyle 8'er
ay hapis cezası aldığını anımsatan Eren, şöyle devam
etti:
''Göreme'de insanlar bir kaya parçası ile oynadı,
kaldırım yaptı, bir merdiveni düzeltmeye çalıştı
diye 8 ay hapis yatıyorsa, bu iş makinelerini müzeye
nasıl sokuyorlar? Ayrıca Afet İşleri Genel
Müdürlüğünün, açık hava müzesi içinden ağır taşıt
geçmesini yasaklayan raporu var. Buna rağmen iş
makinelerini Kültür ve Turizm Bakanlığının Döner
Sermaye İşletmesi Merkez Müdürlüğünün mağazası
tadilat edilecek diye müzeye girmesine kim nasıl
izin verir?''
Nevşehir Kültür ve Turizm Müdürlüğü yetkilileri,
tadilat çalışmaları ile ilgili muhatabın DÖSİMM
olduğunu belirtti.
Yapı, 18.10.2010
|
EN ESKİ AŞK ŞİİRİ
MÖ 18. yüzyılda kil tablete Sümerce yazılmış aşk
şiiri Rezan Has Müzesi’nde.
Rezan Has Müzesi Sergi Salonu, son zamanların en
ilgi çekici sergilerinden birine ev sahipliği
yapıyor. En eski aşk şiirinden Kadeş Antlaşması’na,
gladyatör yazıtlarından mezar yazıtlarına, ilk
evlilik sözleşmesinden şikayet içeren mektuplara
kadar Anadolu tarihinin en eski yazıtları, 1.
Küçükasya Tarihi ve Epig rafyası Sempozyumu
kapsamında açılan Kayıp Dillerin Fısıldadıkları
isimli sergide buluştu.
Sabah’ın haberine göre,
MÖ 2 Bin – MS 6.
yüzyıl tarihleri arasında Anadolu’da ele geçen
epigrafik malzemeler ışığında oluşturulan sergi,
insanoğlunun uygarlaşma sürecini etkileyen kültürel
etkileşimlerden dini inanışlara, ticari ilişkilerden
günlük hayatı belirleyen sosyal olgulara değin geniş
bir veri sunuyor. İstanbul Arkeoloji Müzeleri başta
olmak üzere, çeşitli müze ve koleksiyon sahiplerine
kayıtlı eserlerden bir seçki yapılarak hazırlanan
sergi, Anadolu’nun kaybolan dillerinin, insanoğlu
için önemi anlatılırken, yazının ve dilin toplumlar
üzerindeki etkisini de gözler önüne seriyor.
Serginin en dikkat çekici parçalarından biri ise
MÖ 18. yüzyıla ait Sümerce yazılmış aşk şiiri.
Irak’ta çıkarılan kil tablet İstanbul Arkeoloji
Müzeleri Çiviyazılı Belgeler Arşivi Koleksiyonu’nda
yer alıyor; güzellik ve aşktan söz eden en eski aşk
şarkısı olarak da biliniyor. Sümer inancına göre
toprağın bereketini ve dölyatağının verimli olmasını
sağlamak amacıyla, senede bir kere aşk ve bereket
tanrıçası Inanna yerine bir rahibe ile evlenmesi
gereken Sümer kralı Şusin için yazılan bu şiir, kral
için seçilmiş neşeli gelin tarafından evlilik
törenlerinin gerçekleştiği yeni yıl töreninde
söylenmek üzere kaleme alınmış. “Güvey kalbimin
sevgilisi / Güzelliğin büyüktür, bal gibi tatlı /
Arslan, kalbimin kıymetlisi / Güzelliğin büyüktür,
bal gibi tatlı” dörtlüğüyle başlayan şiir, “Beni
büyüledin, önünde titreyerek durayım / Güvey, senin
tarafından yatak odasına götürüleyim / Beni
büyüledin, önünde titreyerek durayım / Arslan, senin
tarafından yatak odasına götürüleyim” mısralarıyla
devam ediyor.
Sergide dikkat çeken parçalardan bir diğeri ise
Kayseri Kültepe’den çıkartılan ve Eski Asur dilinde
yazılmış şikayet mektubu. Milattan önce 18. yüzyıla
ait olan kil tablet insanların sosyal, kültürel ve
ekonomik yaşamlarına ışık tutuyor. Bunlar içinde
günlük hayattaki sorunlara değinen, kimi zaman
şikayet kimi zaman ise anlaşmazlıkları dile getiren
bu tabletler, konuları itibari ile günümüzle
paralellik gösteriyor.
Bir maddi anlaşmazlığa ışık tutan tablette “Il?-w?d?ku’dan
Puzur Aššur’a: Niçin beni orada meslektaş ve
arkadaşlara şikayet edip duruyorsun? Diyorsun ki: Il?-w?d?ku
parayı gönderdiyse hesap için dikileceğim,
göndermediyse K?rum’a ayak basmayacağım. Malı
adresime gönderdin, unutma ne hileciyim, ne de kötü,
yalnızca paranı gönderemiyorum. Bu nedenle bunları
söylüyorsun. Ne kendini adam yerine, ne de beni
evladın yerine koyuyorsun. Gel, yüzyüze görüşelim”
diyorsun…” sözleri dikkat çekiyor.
Balıkesir Erdek'te bulunan Yunanca tablet ise bir
gladyatörün anısı günümüze taşıyor. Haluk Perk
Koleksiyonuna ait mermer mezar taşında Eski Yunanca
olarak “Eutykhes, dostu Amarantos’. Anısı hoş olsun!
(yaptırdı)” sözleri yer alıyor. Yazıtlarında, çoğu
kez mitolojide ve destanlarda geçen kahramanların
isimlerini kullandıkları görülen gladyatörlerin bu
isimleri seçerken, kudretlerine ve üstünlüklerine
atıf yaptıkları anlaşılıyor. Sergi 31 Aralık’a kadar
açık.
Girsu’da bulunan ve milattan önce 2024 tarihine
ait olan Sümerce tablet, tarihin ilk evlenme cüzdanı
olarak sergideki yerini alıyor. İstanbul Arkeoloji
Müzeleri Çiviyazılı Belgeler Arşivi Koleksiyonu’na
ait bu pişmiş toprak tablette “Puzurhaya Ubartum’u
Eş olarak aldı. Urmeme’nin oğlu Urdamu,Urdumuzida,
Bulani,Urdumuzida’nın oğlu Alduga Tanık olarak Kral
adına yemin ettiler” sözleri dikkat çekiyor. İki
kopya olarak yazılmış olan bu tabletlerden biri
evlenen çifte verilmiş, diğeri ise devlet arşivinde
korunmuş.
Habertürk, 18.10.2010
|
KOMMAGENE'YE NANO KORUMA
Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Ortadoğu Teknik
Üniversitesi (ODTÜ) işbirliğiyle, Adıyaman’daki
Kommagene uygarlığına ait anıtların korunması,
yorumlanması, sunumu ve sürekliliğinin sağlanması
için Kommagene-Nemrut Koruma ve Geliştirme Programı
(KNKGP) kapsamında yürütülen çalışmalar tamamlandı.
Programın başkanlığını yapan ODTÜ Mimarlık
Fakültesi Öğretim Üyesi Doç.Dr. Neriman Şahin
Güçhan, gazetecilere yaptığı açıklamada, 2007
yılından bu yana Nemrut Dağı Tümülüsü merkezli
gerçekleştirdikleri çalışmaların tamamlandığını
söyledi.
Doç.Dr. Nerimen Şahin Güçhan, ODTÜ ile Kültür ve
Turizm Bakanlığı arasında 2006 yılında imzalanan
protokol kapsamında yürüttükleri çalışmaların temel
amacının, bir proje dizisiyle Nemrut ören yeri başta
olmak üzere Adıyaman’daki kültür varlıklarının
korunması ve turizm amaçlı kullanımın sağlanması
olduğunu belirtti.
2007 yılında başladıkları çalışmalar sonucunda
Adıyaman’daki kültür varlıklarının korunması ve
turizm amaçlı kullanımı konusunda bir yönetim planı
hazırladıklarını ifade eden Doç.Dr. Neriman Şahin
Güçhan, bu planı yıl sonunda Kültür ve Turizm
Bakanlığına vereceklerini dile getirdi.
Neriman Şahin Güçhan, KNKGP kapsamında
hazırladıkları yönetim planının çok önemli olduğunun
altını çizerek, “Yerel yönetimler, bundan sonra
kültür varlıklarının bulunduğu alanlardaki
çalışmalarını bu plana göre ve planda yer verilen
önceliklere göre belirleyecek” dedi.
Heykellerin bozulmasını önlemek için KNKGP kapsamında, Nemrut ören yerindeki dev tanrı
heykellerinin korumaya yönelik önemli çalışmalar
gerçekleştirdiklerini, heykelleri en iyi şekilde
korunmasının olanaklı olduğunu anlatan Neriman Şahin
Güçhan, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Kireç taşından yapılmış heykellerdeki
çatlakların doldurulması yönünde çalışmalarımız
oldu. Ancak çatlakların doldurulması işi çok kısa
sürede yapılabilecek bir uygulama değil. Bu çok
zahmetli ve ince bir iş. Bu çevreden insanlar
istihdam edilerek, uzmanların da katılacağı uzun
süreli bir çalışmayla bu iş başarılabilir. Biz bunu
yapmayı planlıyoruz. Yani eserlerin onarımı aceleye
getirilemez.”
Heykellerin korunması ve onarımı için yürütülen
çalışmalardan sorumlu olan Prof.Dr. Emine Caner
Saltık da Nemrut ören yerindeki eserlerin kireç
taşından ve kum taşından yapıldıklarını ifade etti.
KNKGP kapsamında heykellerin korunmasını ve
onarımını sağlayacak metotlar belirlemeye
çalıştıklarını kaydeden Emine Caner Saltık, şunları
söyledi:
“Nano taneli kalsiyum hidroksit çözeltileri ve
nano taneli silika çözeltileriyle heykellerdeki
bozulmaları durdurmaya çalışıyoruz. Heykelleri,
olumsuz iklim koşullarından korumak için de nano
teknoloji ürünü tekstillerle örtüyoruz. Bu
uygulamalarımızın sonuçlarını değerlendiriyoruz.
Yani heykellerdeki bozulmaların önüne geçmemizi
sağlayacak metotları belirlemeye çalışıyoruz.”
Cnn Türk, 18.10.2010
|
|
AYASOFYA DÜNYA ÜÇÜNCÜSÜ!
Mühendislik devi Arup’un Başkan Yardımcısı Sri Lankalı Cecil Balmond, İngiliz Daily Mail Gazetesi için dünyanın en muhteşem mühendislik eserleri listeledi. Dünyanın yaşayan en iyi mimarlarından biri olarak kabul edilen Balmond, listeye girecek eserleri seçerken matematiksel zorluk, yaratıcılık ve estetik gibi değerleri göz önünde bulundurduğunu söyledi. Mimari ve mühendisliğin gelişiminde dönüm noktası kabul edilen eserlerin bulunduğu listede Ayasofya da var.
İşte dünyanın en muhteşem mühendislik eserleri:
1- Milau Viyadüğü - Güney Fransa
2- Brunelleschi Kubbesi - Floransa / İtalya
3- Ayasofya - İstanbul
4- Delta çalışmaları - Antweb, Rotterdam / Hollanda
5- Piramitler - Mısır
6- Londra kanalizasyon sistemi - İngiltere
7- Kollezyum - Roma / İtalya
8- Manş Tüneli - İngiltere- Fransa arası / Manş Denizi
9- Panama Kanalı - Panama / Atlantik-Pasifik Okyanusları arası bağlantı
10- Burj Dubai - Dubai
Habertürk, 18.10.2010
|
İLK BÖLÜM TAMAMLANDI
Eceabat İlçesi'nde bulunan Maydos Kilise Tepe
Höyüğü’ndeki kazıların ilk bölümü tamamlandı.
Kazı Başkanı ve Çanakkale Onsekiz Mart
Üniversitesi Arkeoloji Bölümü öğretim Üyesi Yrd.
Doç.Dr. Göksel Sazcı, kazı yaptıkları höyüğün Troya
antik kenti yerleşim alanından daha büyük olduğunu
söyledi. Sazcı, yaptığı açıklamada, 25 kişilik
ekiple ilçenin ortasında bulunan ve ismini Dimitri
adındaki bir kiliseden alan Kilise Tepe Höyüğü’ndeki
çalışmaların yaklaşık 2,5 ay önce başladığını
anımsattı. Tarihi
Gelibolu Yarımadası’ndaki en büyük höyüklerden olan
höyüğün, Troya antik kenti yerleşiminden daha büyük
olduğunu belirten Sazcı, Kilisetepe’nin 200 X 180
metre boyutlarında, 33 metre yüksekliğinde olduğunu
bildirdi.
Höyüğün deniz seviyesinden 33 metre
yüksekte, yaklaşık 14-15 metrelik dolgu içerdiğini
ifade eden Sazcı, Troya antik kentinde eksik olan
bazı dönemlerin burada olduğunu bildirdi. Profilden
bakıldığında Troya’da anlaşılamayan bazı dönemlerin
burada çok geniş bir alanda faal olduğunu, bunu
yaptıkları ön incelemeler neticesinde anladıklarını
kaydeden Sazcı, höyüğün bir bölümünde gözüken
çıkıntının, Troya-6 döneminde çağdaş bir savunma
duvarı ve bir sur olduğunu tespit ettiklerini
anlattı. ”Troya-6 dönemine ait duvarların
içerisinden çıkan seramikler, burada yapılan
kazılarda çıkan seramiklerle aynı” diyen Sazcı,
stratejik açıdan önemli bir yerde olan höyüğün
üzerinden Marmara ve girişinin görülebildiğini
anlattı. Osmanlı ve Bizans döneminde de gözetleme
yeri olarak kullanılan höyüğün, Ege kısmına bakan
yüzeyinde ise Osmanlı dönemine ait duvar kalıntıları
ile Osmanlı Kalesi’nin bulunduğunu bildiren Sazcı,
burasının, 1. Dünya Savaşı’nda ağır bombardımana
uğradığını, geriye yalnızca duvar kalıntılarının
kaldığını söyledi. Kazılar 20 yıl sürebilir Göksel
Sazcı, kazıdan çıkarılan çanak çömleklerin Eceabat
Belediyesi’nin tahsis ettiği kazı bahçesinde tek tek
yıkanarak tasnif edildiğini, eserlerin üzerilerinin
numaralandırıldığını söyledi. Eserlerin
fotoğraflarının çekilerek çizimlerinin yapıldığını
kaydeden Sazcı, ”Kazı için 10 yıl geleceğiz, sonra
bir 10 yıl daha geleceğiz. Burasını aynı Troya’daki
ören yeri gibi her yıl biraz daha açarak, Eceabat’ın
yerli turizminin yanında yabancı turizmine de katkı
sağlayacağız” dedi. Amaçlarının kazının yanı sıra
yıllardır süregelen tahribatı durdurup koruma altına
almak olduğunu belirterek, çıkan değerleri restore
ederek bölge turizmine kazandırmak olduğunu belirten
Sazcı, şöyle konuştu: “Karanlık dönem diye bilinen
ve MÖ 1200- 800 yılları arasına tarihlenen
tabakalara ulaşılması, bu dönemin aynı zamanda olası
‘Troia Savaşı’ sonrası dönem olarak da bilindiğini,
Balkan ve Doğu Avrupa kökenli toplulukların
kalıntılarını içerdiğini, önümüzdeki yıllarda bu
tabakalarda yapılacak olan kazılar da ‘Karanlık
Dönem’ diye bilinen bu dönemin aydınlatılmasında
önemli katkılar sağlayacaktır. Kazılarda Arkaik
dönem buluntularına özellikle de Kara Yunanistan’dan
ithal siyah figürlü seramik parçalarına da
rastladık.”
Çanakkale Olay, 18.10.2010
|
KALE KAZISINDA OLUMSUZ SÜREÇ
Erzurum Kalesi’nde ilki 2002 yılında yapılan ve 2006
yılından sonra ara verilerek 2009 yılında yeniden
başlanan arkeolojik kazıların 2010 etabı başka
bahara kaldı. Kalede kazılara devam edilmesi için
2010 yılına ilişkin olarak yapılan planlar, hayata
geçirilemezken, çalışmaların önümüzdeki yıla
ertelendiği kaydedildi.
Erzurum Müze Müdürlüğü’nden edinilen bilgilere
göre, Kale’de bu yıl arkeolojik kazı yapılamayacak.
Hem sezonun kapanması, hem de Kale ile ilgili olarak
çok daha geniş kapsamlı bir proje yürütülecek olması
nedeniyle kazıların beklemeye alındığı
kaydedilirken, Kültür ve Turizm Bakanlığı’ndan
önümüzdeki yıl için de kazı planlaması onayı
isteneceği bildirildi.
Kale’de yapılan kazılarla ortaya çıkarılan
oda, kesit ve koridorların, önümüzdeki yıllarda
onarımı ve bakımı yapılmak suretiyle turistlere her
türlü sosyal ve kültürel hizmetin verileceği
mekanlar haline dönüştürüleceğini açıklayan
ilgililer, ziyaretçilerin, Kale içerisindeki
mekanlarda yeme, içme ve dinlenme gibi
gereksinimlerini de giderebileceklerini kaydettiler.
Müze Müdürlüğü yetkilileri, bunun yanında Kale’nin
içerisinde yapılacak olan başka fiziki çalışmalarla,
bu mekanın kültürel etkinliklere de ev sahipliği
yapabilecek bir duruma getirileceğini anlatarak, söz
konusu projenin uygulanmasına önümüzdeki yıldan
itibaren başlanabileceğini bildirdiler.
Erzurum Kalesi’nde ilk arkeolojik kazı, 2002
yapılmış, uzun bir aradan sonra 2006 yılında yeniden
başlanan kazılar kapsamında tarihi eser içerisinde
çeşitli incelemeler yapılmıştı. Son olarak Kale’de
gerçekleştirilen arkeolojik kazı, 7’si uzman toplam
67 kişi tarafından yürütülürken, çalışmalar için
Kültür ve Turizm Bakanlığı’ndan 130 bin TL tutarında
kaynak ayrılmıştı.
Müze Müdürlüğü yetkilileri, Atatürk
Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim
Üyesi Prof.Dr. Alpaslan Ceylan’ın gözetiminde
yürütülen arkeolojik kazıların iki amacının olduğuna
vurgu yaparak, “Kazıların birinci amacı, şehrin
kurulduğu ilk yıllara ilişkin bulgular elde
etmektir.
Kazılarla ulaşılması planlanan bir diğer
hedef ise, Kale etrafındaki anıtsal yapılar da göz
önünde bulundurularak, tarihin gün yüzüne
çıkarılmasıdır.” dediler.
Erzurum Gazetesi, Haber: Samet Özünal,
18.10.2010
|
SELÇUK AYASULUK KAZILARINDA SEZON SONA ERDİ
Ayasuluk Tepesi ve St. Jean Kilisesi Kazı Başkanı
Yrd. Doç Dr. Mustafa Büyükkolancı, 2010 yılı kazı
döneminin sona erdiğini, bu yıl kazılarda büyük bir
sarnıcın bulunduğunu bildirdi.
Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın desteklediği
kazıların bu yılki bölümünün programlandığı gibi 3,5
ayda tamamlandığı, Kale Batı Sur duvarlarındaki
restorasyon çalışmalarının ise Selçuk Belediyesi'nin
desteği ile devam ettiği bildirildi.
Kazı Başkanı Büyükkolancı, AA muhabirine yaptığı
açıklamada, bu yıl Ayasuluk Kalesindeki kazıların
yanı sıra St. Jean Kilisesi güneyindeki yeni kazı
alanında çalışmalara başladığını, burada Efes’ten
MS 7. Yüzyıl’da Ayasuluk Tepesi’ne ve St.
Jean Kilisesi yakınına taşınan Piskoposluk
Sarayı’nın ortaya çıkarılmasının amaçlandığını
anlattı.
Bu amaçla alanın güney yarısında yapılan
kazılarda büyük bir Sarnıç bulunduğunu, sarnıcın 9
kubbe ile örtülü olduğunu anlatan Büyükkolancı
şunları kaydetti:
‘Derinliği en az 4 metre olan ve henüz 1,5
metrelik üst bölümü kazılan sarnıcın en önemli
özelliği Selçuk içinde doğu-batı yönünde uzanan su
kemerlerinin son durağı olmasıdır. İçme suyunun
kapalı sistemle bu yüksek noktadaki büyük sarnıca
ulaşarak hac merkezi konumundaki St. Jean Kilisesi
ve Sarayın su gereksinimini karşıladığı
düşünülmektedir. Sarnıcın kubbeleri yıkıldıktan
sonra içinde bazı konutlar ve işlikler inşa edilmiş
ve 2010 yılında bu konutların kazısına
başlanmıştır.’
Büyükkolancı, 2012 yılında ziyarete açılması
hedeflenen Selçuk Kalesi’nde, Batı Sur duvarlarının
restorasyon projesinin İzmir 2 Numaralı Bölge Koruma
Kurulu tarafından mayıs ayında onaylandığını, İç
Kale Batı Sur duvarlarındaki onarımlara Selçuk
Belediyesi ile birlikte başlandığını anlattı.
Selçuk Belediye Başkanı Vefa Ülgür ile Belediye
Meclisi ve Encümen üyelerinin bu konuda desteğini
gördüklerini belirten Büyükkolancı, ‘Belediyemiz
yaklaşık 400 bin liralık işçi, usta ve restorasyon
malzemesi desteği sağladı. Restorasyonu gereken Batı
Sur Duvarlarının onarım projesinin uygulamasında
önemli bir aşama kaydedilmiş ve birinci etap
duvarların onarımında sona yaklaşılmıştır’ dedi.
haberler.com, 18.10.2010
|
66 MİLYON LİRALIK SKANDAL
İngiltere ve Almanya'da aralarında Christie's'in de bulunduğu dünyanın en ünlü müzayede evlerinde açık arttırmayla satılan 20'nci yüzyılın en büyük ressamlarına ait tabloların ‘sahte' oldukları ortaya çıktı.
Sahte tablolar arasında Max Ernst, Raul Dufy ve Fernand Leger gibi ünlü ressamlara ait 30'dan fazla tablo bulunuyor. Bu nedenle dünya genelinde müzayedeciler ve satıcılar arasında büyük bir panik yaşanıyor.
Alman polisi, sahte resimlerle ilgili olarak Almanya'nın Freiburg kentinde yaşayan 59 yaşındaki Wolfgang Beltracchi'yi gözaltına aldı. Alman ve İngiliz Christie's müzayede evlerinde açık artırmayla satılan sahte tablolar arasında Heinrick Camoendonk'un 67 bin sterline (154 bin lira) satılan “Kız ve Kuğu” ile 344 bin sterlin (767 bin lira) değerindeki bir başka eseri de bulunuyor. İngiliz Christie's Müzayede Evi'nde satışa çıkarılan 4 sahte tablo arasında Ernst'in 3.5 milyon sterline Würth Collection'a satılan “La Horde” adlı tablosu, Andre Derain'nin 2 milyon sterline (4.5 milyon lira) alıcı bulan “Beteaux a Collioure” adlı tablosunun da yer aldığı kaydedildi. Sahte tablolardan 6'sının ise Almanya'nın önde gelen müzayede evlerinden Lempertz tarafından her biri 2.8 milyon sterline(7.8 milyon lira) satıldığı belirtiliyor.
Hürriyet, 18.10.2010
|
|
BU ENSTİTÜYE 'FRANSIZ' KALMAYIN
Fransız Anadolu
Araştırmaları Enstitüsü 80'inci yaş gününü kutluyor.
Beyoğlu Nuru Ziya Sokak'taki Fransız Sarayı'nın
bahçesinde yer alan enstitüde arkeoloji, tarih,
şehircilik gibi alanlarda araştırmacılar Osmanlı ve
Türkiye üzerine çalışıyor.
Seminer, konferans gibi halka açık etkinlikler
düzenlenen enstitünün 30 bin kitaplık kütüphanesi
ziyaretçilerini bekliyor.
Beyoğlu Nuru Ziya Sokak'ta bulunan Fransız
Anadolu Araştırmaları Enstitüsü (IFEA), İstanbul'da
kuruluşunun 80'inci yıldönümünü kutluyor. Enstitü,
yıldönümü çerçevesinde bu yıl bir ilke imza atarak
sadece Fransız araştırmacılara değil Türk
öğrencilere de yeni imkanlar sunma kararı aldı. Daha
önce Türk öğrencilere kısa süreli burslar ve staj
imkanları sağlayan IFEA, artık her sene arkeoloji ve
sosyal bilimler alanında Türk üniversitelerinde
yapılan iki doktora tezini "En İyi Tez" ödülüyle
taçlandırıp söz konusu çalışmaları yayımlayacak.
IFEA, Fransız Dışişleri'ne bağlı bir enstitü.
Fransa'da Türkiye denilince ilk akla gelen
kurumlardan biri. Arkeoloji ve sosyal bilimler
alanında sahasının en iyilerinden kabul ediliyor.
Avrupa'daki önemli Türkologların yetişmesinde büyük
payı var.
Enstitünün müdürlüğünü
Prof.Dr. Nora Şeni
yapıyor. Fransız hükümeti tarafından 2 yıl önce
atanan Şeni, İstanbul doğumlu bir akademisyen. Paris
VIII Üniversitesi Şehircilik Bölümü'nde öğretim
üyesi. Yazarın Türkçede yayımlanmış birçok kitabı
mevcut. Kamondolar, Konstantiniye'de Bir Mevsim,
Seni Unutursam İstanbul, Oryantalizm ve
Hayırseverliğin İttifakı kitaplarından bazıları.
Prof. Şeni, enstitü olarak misyonlarını Fransa ve
Türkiye'deki kurumlar ve araştırmacılar arası
bilimsel ağları geliştirmek olarak açıklıyor: "Bizim
yaptığımız, buradaki araştırmacı ve üniversitelerle
ilişkilerimizi geliştirip birlikte işler yapmak.
Üniversitelerle birlikte araştırma projeleri
yapıyoruz, konferanslar düzenliyoruz. Buranın
misyonu kentin tartışmalarını güncelliğini bilimsel
bir şekilde işleyen bir yer olarak, kentin ortasında
var olmak."
Enstitü, 1930 yılında Fransa'dan Türkiye'ye gelen
arkeologlara bir altyapı sunmayı hedefleyerek
kurulmuş. Arkeoloji ağırlıklı olarak kurulan enstitü
sonradan tarih ve şehircilik gibi daha başka dalları
da içerecek şekilde gelişmiş. Şu anda enstitünün
çalışma alanı arkeolojiden başka, kent
araştırmaları, tarih, siyaset, antropoloji gibi
dalları da içeriyor. Bu dallarda Fransız Dışişleri
tarafından yollanan, genellikle Osmanlı ya da
Türkiye üzerine çalışan 15 araştırmacı yer alıyor.
Prof. Şeni, enstitünün Fransa'nın tarihi,
politikası vs. üzerine değil, Türkiye üzerine
çalışmalar yapan bir kurum olduğunun altını çiziyor.
"Kapımız herkese açık." diyen Şeni sözlerini şöyle
sürdürüyor: "30 bin kitaplık kütüphanemiz var.
Herhangi bir randevu filan gerektirmiyor. Herkes bu
kütüphaneden istifade edebilir. Seminerlerimiz,
konferanslarımız var, halka açık. Yine uzman
arkadaşlarımız araştırmacılara yardımcı olabiliyor."
Enstitünün kütüphanesinde sadece Fransızca,
İngilizce kitaplar yok. Çok sayıda Türkçe kitap da
mevcut. Kütüphane kataloğuna rahatlıkla internet
adresinden ulaşılabiliyor. (http://www.ifea-istanbul.net)
Ayrıca enstitünün zengin bir harita koleksiyonu
(kartotek) olduğunu belirtmeden geçmeyelim.
Prof. Şeni, genç akademisyenler ve öğrenciler
için enstitünün iyi bir imkan olduğunu belirtiyor:
"Burada genç araştırmacılar için onlara yardımcı
olabilecek uzman arkadaşlarımız var. Buraya gelip bu
arkadaşlardan yararlanabiliyorlar."
IFEA, doktora bursları veriyor. Bu bursiyerler
önceden sadece Fransa'daki üniversitelerden
seçilirken şimdilerde Türkiye'den projelere de burs
verilebiliyor. Bu yıldan itibaren Türk
üniversitelerinden yapılan iki doktora tezi
ödüllendirilip kitaplaşacak.
Enstitü, düzenli olarak seminer ve konferanslar
da tertip ediyor. Halka açık bu programlara
yurtiçinden ve yurtdışından önemli isimler konuşmacı
olarak katılıyor. Bu konferanslar ayrıca internet
sitesinde video olarak yer alıyor. Prof. Ahmet
İnsel, Prof. İsmail Kara, Bayram Balcı bu
konuşmacılardan bazıları. Enstitüde belgesel film
gösterimleri de yapılıyor.
Prof. Şeni, şehircilik ve kültürel miras alanında
İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti projeleri
kapsamında, "İstanbul kültür mirası ve kültür
ekonomisi"nin dört partnerinden biri olduklarını
söylüyor. IFEA önümüzdeki yıl Paris siyasi
gündeminin merkezine oturmuş olan "Grand Paris
(Büyük Paris)"in kentsel ve mimari projelerinin
tartışmasını İstanbul'a taşıyacak. Jean Nouvel,
Christian de Portzamparc, Antoine Grumbach gibi ünlü
mimarlar İstanbul'a davet edilecek.
IFEA 80. yaşında yeni bir yayın politikası da
başlatıyor. Sene boyunca Kitap Yayınevi ve İsis
Yayınevi'yle birçok çalışma yayımlanacak. Bunlardan
bazıları: Apartman, Galata'da Yeni Bir Konut Tipi
(Derin Öncel); Bir Hanedanın Çöküşü (yeniden basım)
(Nora Şeni, Sophie Le Tarnec); Bizans Uygarlığına
Çapraz Bakışlar (Annie Pralong (ed.)); Osmanlı
İmparatorluğu ve Avrupa (Dejanirah Couto (ed.));
Hayırseverler ve Mesenler, Çağdaş Bir Kültür
Politikası İçin (Nora Şeni (éd.)) ve Le Voyage de
Adolphe Crémieux à Damas (1840) (Nora Şeni)
Zaman, Haber: Murat Tokay, 17.10.2010
|
ÇİNGENE KIZI ÇOK KISKANACAK
Kadıoğlu Köyünde yaşayan Nizamettin Oral'ın (65),
2008'de evinin bahçesindeki serasını güçlendirmek
için yaptığı kazı sırasında üzüm salkımlarının
arasında oturan kadın ile elinde hançerle onu
öldürmek isteyen erkek figürünün yer aldığı tarihi
mozaik bulmasının ardından bahçede Ereğli Müze
Müdürlüğünce sürdürülen kazılar yaklaşık 20 gün önce
tamamlandı.
Zonguldak Valisi Erdal Ata'nın girişimleriyle
Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın kazılar için 20 bin
lira ek ödenek göndermesi üzerine arkeologları
heyecanlandıran bölgedeki kazılara yeniden
başlanmasına karar verildi.
Gaziantep'te ortaya çıkan Zeugma mozaikleri kadar
güzel nitelendirilen mozaiklerle ünlenen köyde,
tarihi yapıların ortaya çıkarılmasıyla ilçedeki
Filyos antik kenti ile birlikte bölge turizmine
katkı sağlanması beklendiği bildirildi.
İl Kültür ve Turizm Müdürü Zekai Kasap, köydeki
bahçede kazıların 2008'den itibaren devam ettiğini,
MS 3-4. yüzyıl Geç Roma dönemine ait taban
mozaiklerinin bulunduğunu söyledi.
Köyde zengin bir tarihi mirasın izlerine
rastlandığını, kazıya bakanlığın destek verdiğini
anlatan Kasap, şöyle konuştu:
“Kazılar kapsamında, asma bahçesi içerisinde
Trakya Kralı'nın bir delilik anında şarap tanrısını
hançerleme sahnesi yer aldığı villanın taban mozaiği
2008'de bulundu. Geçen yıl odanın devamında
geometrik desenli mozaikler ortaya çıkarıldı. Bu yıl
da yapılan kazılarda bulunan mozaikte bereket
sembolü maskın boynuzları arasında domuz figürleri,
yan bordürlerde aslan ve leoparın kavgası, aslanın
geyiği avlaması ve su perisi gibi sahneler var.
Bahçedeki mozaikler, Zeugma'yı kıskandıracak
düzeydedir. Mozaiklerin devamı kazı çalışmaları
kapsamında ortaya çıkarılacak. Hava şartları ve
ödeneğimiz yettiği kadar kazıları sürdüreceğiz.”
Kasap, Oral'a ve komşularına ait arazilerin
kamulaştırılmasının gündemde olduğunu belirterek,
“Gelecek yıl kamulaştırmayla ilgili süreci
başlatacağız. Ereğli Müze Müdürlüğü başkanlığında 1
arkeolog ve 12 işçiyle sürdürülen çalışmalarda
heyecan verici mozaiklere rastlamaya devam
edeceğimize inanıyorum” dedi.
Radikal, 17.10.2010
|
TAŞINMAZ KÜLTÜR VARLIKLARININ ONARIMI İÇİN SON GÜN 5
ARALIK
Kars İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü,
taşınmaz kültür varlıklarının onarımına ilişkin
rölöve, restorasyon, restitüsyon projeleri için son
başvuru tarihinin 5 Aralık olduğunu bildirdi.
Konuyla ilgili açıklamaya göre, bakanlığın 2010
mali yılı bütçesinden proje ve proje uygulama
yardımı yapılacak taşınmazlar 2011 yılı Mart ayında
yapılacak toplantıda belirlenecek. 2010 yılında
proje yardımı yapılmasına karar verilen
taşınmazların çoğunun rölöve, restorasyon,
restitüsyon projelerinin henüz bölge kurulu
tarafından onaylanmadığı hatırlatıldı. Bu durumda
olanların da yardımdan yararlanabilmeleri için son
başvuru tarihinin komisyon kararı ile 05.11.2010
olarak belirlendiği kaydedildi.
Zaman, 17.10.2010
|
ŞANLIURFA'NIN KÜLTÜREL ENVANTERİ ÇIKARILIYOR
Vali
Nuri Okutan, Şanlıurfa'nın ürettiği zenginlikleri,
hayatına, estetiğine, sanatına, mutfağına ve
musikisine katmış bir şehir olduğunu söyledi.
Piyasada Şanlıurfa'nın bu kültürel değerlerine çok
da uygun olmayan ürünlerle karşılaşıldığını dile
getiren Okutan, Gazi Üniversitesi ile Şanlıurfa'nın
envanterini çıkarmaya çalıştıklarını ifade etti.
Şanlıurfa Valisi Nuri Okutan, Şanlıurfa'nın
ürettiği zenginlikleri, hayatına, estetiğine,
sanatına, mutfağına ve musikisine katmış bir şehir
olduğunu söyledi. Okutan, ayrıca kentin
zenginliklerine sahip çıkarak geniş kitlelere
duyurmak istediklerini belirtti. Uluslararası Türk
ve Dünya Kültüründe Şanlıurfa Sempozyumu'nun ikinci
gününe akademisyenlerin bildirileri ve sunumlarıyla
devam edildi. Sempozyumu'nun ikinci gününe katlan
Şanlıurfa Valisi Nuri Okutan yaptığı konuşmada,
Şanlıurfa'nın kültürel yönden zenginliğine dikkat
çekti.
Vali Okutan, "Şanlıurfa aslında bir kültür kenti,
bir peygamberler kenti, bir medeniyet kenti ve bizim
değerlerimizin de merkezi konumunda bir kent.
Maalesef küllenmiş durumda." dedi.
Piyasada Şanlıurfa'nın bu kültürel değerlerine
çok da uygun olmayan ürünlerle karşılaşıldığını dile
getiren Okutan, Gazi Üniversitesi ile Şanlıurfa'nın
envanterini çıkarmaya çalıştıklarını, çalışmalar
kapsamında Şanlıurfa'nın kültürel değerlerinin
tespit edileceğini anlattı.
Çalışmalar sonucunda tespit edilen değerlerin
korumaya alınacağını da vurgulayan Okutan, değerleri
geliştirerek hayata katacaklarını ifade etti.
Kültürel anlamda yapılan çalışmalar ile ilgili
Okutan, "Şanlıurfa aslında zenginlikleri üretmiş bir
şehir. Bu zenginliği hayatına ve estetiğine katmış
bir şehir. Sanatına katmış bir şehir. Mutfağına,
musikisine, tekstiline, el sanatlarına katmış bir
şehir. Bunlar var ama bunların hem tespiti hem
saklanması hem de geliştirilmesi gerekiyor. Bu
yaptığımız çalışma onun tespitine yönelik bir
çalışma. Burada da dünyanın Türkiye'nin en güzel el
sanatları ile ilgili gönülleri beyinleri burada.
Onları şimdi tespit ediyoruz, kitaplaştıracağız. El
Sanatları Merkezi kurduk. Onlarla da Şanlıurfa'nın
el sanatlarını geliştirip kamuoyuyla paylaşmak
istiyoruz." şeklinde konuştu.
Zaman, Haber: Fethi Altun, 17.10.2010
|
EL YAZMASI KURAN SAYFALARINA EN BÜYÜK YATIRIMI
MUSEVİLER YAPIYOR
İslam kültüründe hakikatin
ve sanatın özü 'söz'dür.
Resim ve heykel gibi Batı kültürünü temel alan
'çağdaş' sanat yerine
hat sanatı, minyatür,
ebru, çini gibi kendine özgü birçok
estetik
ürün çıkmış bu coğrafyada... Bunlar arasında
son dönemde en popüler olan ise tartışmasız
'hat.' Hat ilk duyulduğunda "güzel yazı
sanatı" gibi algılansa da, aslında çıkış
noktasını, Müslümanlığın temeli
Kuran-ı Kerim'in en güzel ve görkemli
şekilde gözler önüne
serilmesinden alıyor. Derler ki, "Kuran'ı
Kerim Mekke'de nazil oldu, Kahire'de okundu,
İstanbul'da yazıya döküldü." Yani hat
sanatının doğumu ve gelişmesinde en önemli
merkezlerden biri geçmişten bu yana
İstanbul olmuş. Bu durum günümüzde de aynı.
Öyle ki çağdaş hat sanatı
tüm dünyada Türkiye merkezli gelişiyor. Gerek
Türkiye'de, gerek yurtdışında
hat koleksiyonerlerinin sayısı
da her geçen gün artıyor.
Hat eserlerine en çok yatırım yapan ve en fazla
parayı verenlerin başında Musevi zenginleri geliyor.
Bu durum Türkiye'de de farklı değil.
İstanbul Antik Sanat'ın
sahibi ve koleksiyoner Mehmet Çebi,
ülkemizde de Musevi işadamlarının hat eseri
satın aldıklarını
doğruluyor. Dünyanın en büyük İslam eserleri
koleksiyonunun İran asıllı Yahudi işadamı Nasır
David Halili'nin elinde olduğu biliniyor. Üstelik
Halili
el yazması Kuran'lar, bu alandaki en büyük
koleksiyonların başında geliyor.
Hat eserlerinin bir koleksiyon olduğu kadar
resim ve heykeller kadar yatırım
aracına dönüştüğünü
de göz ardı etmemek gerekli. Geçtiğimiz hafta
Londra'da İslam sanatları
müzayedesine katılan Mehmet Çebi, "Sothebys'te
İslam eserleri belirlenen fiyatın 10-15 katına
satıldı. Bin-2 bin dolar değer biçilen
eserler 20-30 bin dolara alıcı buldu. En az
değerlenen eser bile
yatırımcısına beş kat
kazanç sağladı. Müzayedeye katılanlar
arasında uluslararası arenadan çok
sayıda koleksiyoner ve
yatırımcı yer aldı.
Hatta Türkiye'deki koleksiyonerlerin hiç ilgi
duymayacağı yırtılmış bir Kuran
sayfası 500 bin sterline
rekor fiyata
satıldı.
Sırf
Müslüman alemi değil, Amerika ve İngiltere'de de
İslam eserleri toplamaya başlayanlar çoğunlukta"
diyerek piyasanın ne denli genişlediğini gözler
önüne seriyor.
Çağdaş Türk hattatlarının eserlerini 10 bin
TL'ye almak mümkün. Mehmet
Çebi, "İsabetli kararla bu eserlerden birkaç yıl
içinde 10 kat getiri sağlamak
mümkün. 10 yıl önce 10 bin dolar olan iyi bir
hilyenin fiyatı bugün
100 bin dolardan başlıyor. Yanlış bir
seçimde bile getiri var, ancak
kazanç iki kata kadar düşüyor" diyor.
TÜRKİYE'DEKİ REKOR SATIŞ: 1 milyon 150 bin TL
Türkiye'de nadide hat eserlerinin
fiyatı artık milyon sınırını aştı. Nisan
2011'de satılan Mustafa
İzzet imzalı "Hilye-i Şerife" 1 milyon 150 bin
TL'ye satılarak rekor kırdı. Türkiye'nin önemli hat uzmanlarından Mehmet Çebi
yurtdışında Osmanlı ve İslam
eserlerine büyük ilgi olduğunu, 'yırtık bir Kuran'
yaprağına dahi yüzbinlerce
sterlin ödendiğini
söyledi.
Rahmetli Sakıp Sabancı'nın
öncülüğünü yaptığı İslam eserleri koleksiyonerliğini
devam ettiren işadamlarının
sayısı
her geçen gün artıyor. Bilinen en zengin
koleksiyonlardan biri Erdoğan Demirören'de. Cengiz
Çetindoğan ve Remzi Gür de İslam eserleri toplayan
diğer önemli koleksiyonerler. Gür'ün koleksiyonuna
ait özel ferman seçkisi 25
Eylül'den beri Küçükçekmece Belediyesi Cennet Kültür
ve Sanat Merkezi'nde
sergileniyor. 'Hükmü
Şerif Remzi Gür
Koleksiyonundan Fermanlar'
sergisi 30 Ekim'e kadar açık. 64 adet
muhtelif tarih ve emr-i
şeriflere tekabül eden
seçki, 1500'lü yıllardan 1920 tarihine dek
uzayan bir dönemin sanatsal
ve devlet yönetimi açısından önemli ayrıntılarını da
gözler önüne seriyor.
Çağdaş Türk hattatları hem iç piyasa hem de
uluslararası alanda çok başarılı. Bugün yaptıkları
eserlerin tanesi 100 binlerce lirayı bulan çağdaş
hattatlar var. Günümüzde 100 bin
TL'den fazla eden çağdaş hat eserlerinin
sayısı
500'ü buluyor. En iyi çağdaş hattatlar arasında
Mehmed Özçay, Gürkan Pehlivan, Levent Karaduman,
Nurullah Özdem, Cevat Huran gibi isimler
sayılıyor.
Sabah, Haber: Burcu Aldinç, 17.10.2010
|
|
KEPÇEYE TARİHİ ESER TAKILDI
Afyonkarahisar’da da Bizans dönemine ait iki adet eser bulundu. Tarihi eserler, bu sefer gün yüzüne ilginç bir şekilde çıktı.
Bu sefer tarihi eserler arkeologlar tarafından bir kazı çalışmasında çıkartılmadı.
Afyonkarahisar’da altyapı çalışmalarının yürütüldüğü Bankalar Caddesi’nde, jeotermal ısıtma sistemi için çalışan makinanın kepçesine, Bizans dönemine ait bir eser takıldı. Kepçeye Bizans dönemine ait kapı söve parçaları takıldı.
Tarihi eserlerin hemen yanında kafatası ve kemik parçaları da bulundu. Arkeologların yakın tarih eserleri olarak adlandırdığı eserler incelendikten sonra sergilenecek.
Trt/Haber, 16.10.2010
|
KÜLTÜREL MİRASA YENİ DERNEK
Avrupa'da kültürel
miras konusunda yaklaşık 50 yıldır çalışmalar yapan
Hollanda merkezli Europa Nostra adlı kuruluş ile
paralel çalışmalar yürütmek üzere İstanbul'da Europa
Nostra-Türkiye Derneği kuruldu.
Derneğin Mimar Sinan Güzel Sanatlar
Üniversitesi'nde dün yapılan tanıtımına Barış Altan,
Orhan Silier, Nuray Gülersoy, İclal Dinçer, Burçin
Altınsay, Aslı Aksoy gibi isimler katıldı. Europa
Nostra, kendini Avrupa'nın kültürel mirasını
korumaya adamış 250 sivil toplum kuruluşu ile 150
ortak örgütü ve 50 ülkeye yayılan 1.500 kişisel
üyeyi temsil ediyor. En iyi kültürel miras
uygulamalarını kutlamak, risk altındaki miras için
kampanyalar yapmak ve lobi çalışmaları gibi üç
alanda faaliyet gösteriyor. Türkiye'de kültürel
mirasın korunması için çaba gösteren uzmanlarla genç
korumacılardan oluşan Europa Nostra-Türkiye de aynı
amaçlar doğrultusunda çalışmayı hedefliyor.
Zaman, 16.10.2010
|
TARİHİ OSMANLI CAMİSİNE SAYGISIZLIK
Yunanistan'ın
Edessa şehrinde Osmanlı döneminden kalma tarihi
caminin önüne haçlı bayrak direği dikilmesi
tepkilere sebep oluyor.
Edessa'daki tarihi Yeni
Cami'nin kapısına şehirde Müslüman kalmadığı için
kilit vuruldu. Bakımsızlıktan dolayı kubbesinde
ağaçlar çıkan ve camları kırılan cami harabeye
döndü. Dış duvarları yazılarla doldurulan tarihi
camiye yapılan büyük saygısızlık görenlerin
yüreklerini burkuyor. Osmanlı mirası caminin önüne
dikilen haçlı bayrak direği ise tepkilere sebep
oluyor.
Sabah, 16.10.2010
|
|
|
KOMŞUNUN UMUDU ALİ PAŞA'NIN HAZİNESİNDE
Finansal krizde en büyük darbeyi alan Yunanistan, borç yükünden kurtulmak için Tepedelenli Ali Paşa'nın hazinesinin peşine düştü. Atina'nın 352 kilometre kuzeybatısındaki Vassiliki Köyü'nde gömülü olduğu sanılan ve milyonlarca euro değerinde olduğu tahmin edilen hazineyi aramak için özel bir ekip kuruldu. Yunan asıllı Avustralyalı hazine avcısı Vangelis Dimas'ın finanse ettiği devlet onaylı kazı çalışmaları tüm hızıyla sürüyor.
Yunan devlet televizyonu NET'e konuşan Dimas, köy yolu yakınındaki tepelikteki kazı hakkında "Dedektörlerimiz, hazinenin aşağılarda bir yerde olduğunu gösteriyor" dedi. Osmanlı Devleti'ne karşı kalkıştığı başarısız ayaklanma sonrasında 1822'de öldürülen Tepedelenli Ali Paşa'nın hazinesi bugüne kadar bulunamadı. 19'uncu yüzyılda Arnavutluk ve Yunanistan bölgelerini yöneten Osmanlı paşasının, Yunan asıllı karısı, Vassiliki Köyü'nde doğduğu için kazılara burada başlandı. Bulunacak hazinenin yarısı, hali hazırda 300 milyar euro borcu olan Yunan devletinin olacak.
Sabah, 16.10.2010
|
HALEPLİBAHÇE'DE MOZAİKLER KORUNACAK
Şanlıurfa
Kültür ve Turizm Müdürü Selami Yıldız,
Haleplibahçe'de mozaiklerin zarar görmemesi için
üstünün örtüldüğünü söyledi.
Şanlıurfa
Kültür ve Turizm Müdürü Selami Yıldız,
Haleplibahçe'de 2007 yılında yapılan kazılar sonucu
dünyanın en kıymetli mozaikleri çıktığını söyledi.
Yıldız,
"Amazon kraliçelerinin resmedilmiş ilk
mozaikleridir. Yaklaşık üç yıldır burası daha önce
dere yatağı olduğu için özelikle kış mevsimi buraya
yağmur suları ve dağlardan gelen sel suları baskını
sonucu mozaiklerimiz sular altında kalıyor. Bununla
ilgili olarak yaptığımız bir proje koruma kurulundan
geçti. Dün itibariyle Haleplibahçe'de mozaiklerin
üstü mebran örtü ile örtüldü. Alanda
çalışmalarımız başladı. 15 güne kadar
mozaiklerimizin üstü tamamen örtünecek ve
korunacaktır. Yağmurdan ve güneşten korunacaktır.
Belediyemizle kısa zamanda etrafına tahliye kanaları
yapacaktır. Bunun hemen halledilmesi gerekiyor.
Umudumuz bu 15 günde şiddetli bir yağmurun
yağmamasıdır" dedi.
Turizm Gazetesi, 16.10.2010
|
|
7 BİN YILLIK MAĞARANIN GİRİŞİ KAPANDI
Muğla’nın Bodrum İlçesi’ne bağlı Gündoğan
beldesinde 1992 yılında keşfedilen ve koruma altına
alındıktan sonra gelecek yıl kültür turlarına
açılması için çalışma başlatılan Peynirçiçeği Mağarası'nın girişi yağmur nedeniyle kayaların
devrilmesi üzerine kapandı. Bodrum Sualtı Arkeoloji
Müzesi Müdürü Yaşar Yıldız, Kalkolitik Çağ ve İlk
Tunç Çağı buluntularıyla 7 bin yıllık bir tarihe
sahip olan Peynirçiçeği Mağarası'nın, kültür
turlarına açılamadan kapandığını söyledi.
Gündoğan beldesinin Pasanda dağı eteklerinde 1992
yılında Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi’nde görev
yapan arkeologlar tarafından bulunan Peynirçiçeği Mağarası hemen koruma altına alındı.
Bodrum Sualtı Arkeoloji
Müzesi, Türkiye Mağaracılar Birliği ve
üniversitelerin bilim kurullarının araştırma yaptığı
mağaranın, Batı Anadolu’da 7 bin yıl önce ilk
yerleşim merkezlerinden biri olarak kullanıldığı
ortaya çıktı. Üç ayrı koridordan onlarca galeriye
ulaşılan ve yer yer yüksekliği 9 metreyi bulan
mağarada, eski tunç çağı seramikleri, cilalı balta
ve kap parçaları bulundu.
Mağarada, erozyonun en az
etkilediği bir noktada ocak yanma izi tespit edildi.
Ayrıca kalkolitik dönem seramik kap parçalarına
rastlandı. Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi ile Peynirçiçeği Gündoğan Gönüllüleri Derneği tarafından
hazırlanan proje ile mağaranın 2011 yılı Mayıs
ayında kültür turlarına açılması hedeflendi.
Mağarada tamamlanan bilimsel araştırmanın ardından,
gönüllüler derneği üyeleri temizlik yaptı. Mağaranın
ağzı demir kapı ile kapatıldı, tanıtıcı ve uyarıcı
levhalar asıldı. Ancak mağaranın giriş kapısı,
yağmur sırasında meydana gelen göçükte kayaların
devrilmesiyle kapandı.
Peynirçiçeği Gönüllüleri Derneği Başkanı Sema
Höcek, sarkıtlarla kaplı, yarasa kolonilerinin
yaşadığı mağaranın Karya bölgesinin en eski
yerleşimlerinden biri olarak gösterilmesi açısından
çok büyük öneme sahip olduğunu belirtti. Milyonlarca
yılda oluşan ve yaklaşık 7 bin yıl önce insanların
yaşadığı tespit edilen mağarayı, 5-6 yıllık bir
uğraşı sonunda hem korumak, hem tanıtmak, hem de
tarih yağmacılarından korumak amacıyla kültür
turlarına kazandırmak için proje geliştirdiklerini
ve son aşamaya geldiklerini hatırlatan Höcek,
”Mağarayı tam denetimli rehberler ve mağaracılar
kontrolünde kültür turlarına açmayı planlarken, doğa
yine kendisini korumak amacıyla bir çöküntüyle
mağarayı kapattı, koruma altına aldı. Mağaranın
bundan sonra açılıp açılmayacağına ilgili kurumlar
karar verecek’ dedi.
Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi Müdürü Yaşar
Yıldız, her yıl çok sayıda insanın ziyaret ettiği ve
kültür turlarına açılması hedeflenen mağaranın
girişinde meydana gelen göçüğün doğal bir afet
olduğunu söyledi. Yıldız, ”İçindeki galeriler,
travertenler ve göl ile yer altı cennetini andıran
mağarayı ziyarete açmak için çalışmalar sürerken,
düzenlediğimiz giriş kısmının çökmesi şok etkisi
yarattı. Tesellimiz bir felaketin yaşanmamış veya
mağarada birilerinin kalmamış olması. Mağaraya şu
anda sadece dağın tepesindeki galeriden
girilebiliyor. İlk işimiz her yıl çok sayıda insanın
ziyaret ettiği mağarada can güvenliği emniyetini
almak’ dedi. Çalıştıkları projeyle, bu güzelliği
tanıtarak korumayı ve gelecek nesillere aktarmayı
amaçladıklarını kaydeden Yıldız, ”Mağaranın giriş
kısmını ıslah etmeden ziyarete açmak mümkün değil.
Bu da çok büyük bir bütçe gerektiriyor. İlk iş
olarak mağaranın girişini kapatıp, tehlikeli bölge
ilan ederek yaklaşılmamasını sağlayacağız. Kültür
turu projesi bir süre için rafa kalktı. Mağara
kültür turlarına açılamadan kapandı’ dedi.
haberler.com, 15.10.2010
|
YAKUTİYE MEDRESESİ'NDE TİCARİ AÇILIM
Son bir yıldır bakım ve onarım çalışmalarının
yürütüldüğü Yakutiye Medresesi’nde, ticaret dönemi
başlıyor. Erzurum Müze Müdürlüğü tarafından teşhir
ve tanzim çalışmalarının yürütüldüğü Yakutiye
Medresesi’nde, Türk Lokumu, Türk Kahvesi ve
imitasyonlardan oluşan çeşitli hediyelik eşyalar da
satılacak.
Kültür ve Turizm Bakanlığı, müzelerde
başlattığı ticaret dönemini Yakutiye Medresesi’nde
de uygulamaya sokacak. Müze Müdürlüğü tarafından
yürütülen teşhir ve tanzim çalışmalarının
tamamlanmasıyla birlikte yeniden ziyarete açılacak
olan Yakutiye Medresesi’nde, ülke kültürünü yansıtan
gıda ürünleriyle hediyelik eşyalar da pazarlanacak.
Konuyla ilgili olarak bir açıklama yapan
Erzurum Müze Müdürü Mustafa Erkmen, Yakutiye
Medresesi’nde geçen yıl başlayan restorasyon
çalışmalarının tamamlandığını bildirdi. Erzurum ve
Istanbul Rölöve ve Anıtlar Müdürlüğü’nce yürütülen
bakım ve onarım işlerinin bitmesiyle birlikte tarihi
medreseyi teslim alarak teşhir ve tanzim
çalışmalarına başladıklarını kaydeden Erkmen,
müzenin çok yakın bir zamanda yeniden ziyarete
açılacağını söyledi. Müze olarak kullanılan Yakutiye
Medresesi’nde bazı yeniliklere imza atılacağını
anlatan Müze Müdürü Erkmen, tarihi eseri ziyaret
edecek olan yerli ve yabancı turistlerin aynı
zamanda alışveriş yapma imkanı da bulacaklarını
söyledi.
Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın
gerçekleştireceği ihaleyle Yakutiye Medresesi’nin
içerisinde Türk kültürünü yansıtan çeşitli gıda
ürünleri ve hediyelik eşyaların satışının da mümkün
hale getirileceğini dile getiren Müze Müdürü Mustafa
Erkmen, “Kültür ve Turizm Bakanlığı, bu uygulamayı
Türkiye genelindeki birçok müzede yürütüyor. İhale
yoluyla özel şirketlerin müzeler içerisinde
turistlerin alışveriş yapmalarına imkan sağlayacak
stantlar açılıyor. Bu stantlarda Türk Lokumu, Türk
Kahvesi, çeşitli hediyelik eşyalar ve yörenin
tarihiyle kültürünü yansıtan imitasyon malzemeler
satılacak.” ifadelerini kullandı.
Müze Müdürü Mustafa Erkmen, Yakutiye
Medresesi’nde 900 ayrı eserin sergilendiğini
anımsatarak, “Yapılan restorasyon çalışmasıyla
medresenin orta kısmı boşaltılacak. Bir kenarda
medrese sistemini, diğer bir tarafta da Erzurum
tandır başını kompoze eden, heykelciklerin
kullanıldığı bölümler bulunacak. Müzemiz, ziyarete
açıldıktan sonra yepyeni bir yüz ve işlevle
halkımızın karşısına çıkacak.” dedi.
Erzurum Gazetesi, 15.10.2010
|
"SÜLEYMANİYE'NİN KUBBESİ ASLINA DÖNSÜN"
Restorasyonu büyük ölçüde tamamlanan Süleymaniye
Camii'nin, Kurban Bayramı'nda yeniden ibadete
açılması planlanıyor.
Ancak yaklaşık 1,5 asır önce İtalyan Mimar
Fossati'nin ana kubbeye çizdiği Barok-Rokoko
süslemelerin kaldırılmaması yeni bir tartışma
başlattı. İşlemelerin Mimar Sinan'ın felsefesine
aykırı olduğu ve cami bütünlüğünü bozduğu
belirtiliyor. Sanat tarihçileri ve mimarlar
iskeleler sökülmeden ana kubbenin aslına uygun
şekilde Osmanlı-Türk üslubuyla yeniden tezyin
edilmesini istiyor.
Beş asırlık Süleymaniye Camii'nde ana kubbe dahil
cami içi tezyini ilk olarak Mimar Sinan'ın arkadaşı,
devrin baş nakkaşı Kara Memi tarafından yapıldı.
Ancak zamanla dökülen bu kalem işleri kapatılarak
ana kubbe Padişah Abdülmecit döneminde İtalyan mimar
Fossati tarafından barok-rokoko üslubuyla tekrar
tezyin edildi. Üç yıldır süren restorasyon
kapsamında ise bu tezyinlerin barok-rokoko üslubuyla
aynen bırakılması ya da 5 asır önceki haline
çevrilmesi tartışması başladı. Restorasyonu biten
camide şimdi gözler ana kubbede. Sanat tarihçileri
ve mimarlar iskeleler kaldırılmadan ana kubbenin
Osmanlı-Türk üslubuyla yeniden tezyin edilmesini
istiyor.
Mimar Sinan'ın İstanbul'daki en muhteşem eseri
olarak bilinen Süleymaniye Camii'nin restorasyonu
tamamlanmak üzere; ancak İtalyan mimar Fossati'nin
1860'lardaki tadilatta ana kubbeye çizdiği
barok-rokoko süslemeler yeni bir tartışma başlattı.
Üç yıldır süren restorasyon çalışmaları kapsamında
ana kubbede yer alan ve Mimar Sinan'ın felsefesine
aykırı şekilde cami bütünlüğünü bozduğu düşünülen
barok ve rokoko usulü süslemelerin değiştirilmediği
ortaya çıktı. Sanat tarihi uzmanı Prof.Dr. Gönül
Cantay'ın muhalefetine rağmen barok kalem işlerinin
camide esas teşkil edecek biçimde kalıcı olarak
sunulması yönünde karar veren Süleymaniye Camii
bilim kurulu, bu uygulama için Anıtlar Kurulu'ndan
izin almadı. Bilim kurulunun yalnızca revaklı
avludaki kapı üzeri kubbeleri ve son cemaat yeri
kubbelerindeki kalem işleriyle ilgili onay aldığını
belirten bir yetkili; "Esas olan, bilim kurulunun
ana kubbedeki tezyinatla ilgili bir veya birkaç
öneri sunması; ama son kararı Anıtlar Kurulu'nun
vermesidir. Ancak konuyla ilgili Anıtlar Kurulu
bilgilendirilmemiş ve kuruldan herhangi bir karar
çıkmamıştır, dolayısıyla Anıtlar Kurulu by-pass
edilmiştir." diye konuşuyor.
Mevcut süsleme bu esere yakışmıyor
Süleymaniye'de üç yıldır devam eden restorasyonun
son üç ayında kalem işleri danışmanı olarak görev
alan nakkaş Semih İrteş de mevcut süslemenin
Süleymaniye gibi bir esere kesinlikle uygun
olmadığını söylüyor. Süslemenin kubbeyi caminin
estetiğine aykırı olacak biçimde basık gösterdiği
görüşünde. 19. yüzyılda İstanbul'daki bütün
yapıların elden geçtiğinin ve tamiratın o dönemin
modasına uygun olarak Batı üslubunda yapıldığının
altını çizen İrteş, bugün bu yanlıştan
dönülebileceğine ve ana kubbenin Mimar Sinan
dönemindeki klasik nakışlarla tezyin edilebileceğine
dikkat çekiyor. Fossati'nin süslemesinin ince bir
bölümü açıkta kalacak şekilde kapatılmasının
restorasyon ilkelerine aykırı olmadığının da altını
çizen Semih İrteş sözlerini şöyle sürdürüyor: "Ana
kubbede bugün artık izine rastlanmayan nakışlar
Kanuni'nin baş nakkaşı ve Mimar Sinan'ın arkadaşı
Kara Memi'ye aittir. Onun üslubu cami içinde aşikar
biçimde görünmekte. Biz bu üslubu bilirken hatta
Süleymaniye için tutulan masraf defterlerinden yola
çıkarak kubbedeki tezyinatın ne kadar olması
gerektiğini bile hesap edebilirken ana kubbe için
fevkalade bir restitüsyon yapabilirdik."
İskeleler inmeden çalışma yapılmalı
Restorasyonun hat danışmanlığını son aylarda
üstlenen Prof. Hüsrev Subaşı da, musikiden şiire
nice esere ilham veren Süleymaniye'nin kıyamete dek
görülmeye değer güzellikte anıtsal bir eser olduğunu
hatırlatıyor. İskeleler inmeden kubbenin orijinal
haline getirilmesi gerektiğini anlatan Subaşı,
"İskeleler indikten sonra tekrar kurulması çok zor.
Ana kubbe tamamlandı, iskele inmeye başladı. Tabii
ki 1958 restorasyonunda ortaya çıkarılan mevcut
klasik tezyinatla 1860'ların modasını yansıtan
Fossati süslemeleri arasında bir felsefi uyum ve tezyini bütünlükten söz edilemez. Keşke daha önceden
bir çözüm bulunabilseydi. Bir başka Süleymaniye daha
yok çünkü..."
Süleymaniye için kendi dönemine en yakın
tezyinatı uygun bulanlardan biri de yüksek mimar
Prof. Suphi Saatçi. Sadece Süleymaniye'nin değil,
klasik dönem camilerinin çoğunun barok süslemeyle
allak bullak edildiğini söyleyen Saatçi; "Fossati'nin
çizimi elbette tarihi değer taşıyor, ama
Süleymaniye'nin özgünlüğü açısından önemli olduğu
söylenemez. Kapatılarak koruma altına alınmalı ve
tezyinatta orijinale yaklaşılmalıdır." diyor.
Zaman, Haber: Ülkü Özel Akagündüz, 15.10.2010
******
ANITLAR KURULU: SÜLEYMANİYE'DEKİ BAROK-ROKOKO
SÜSLEME ÇALIŞMASINI DURDURDUK
Süleymaniye
Camii'nin ana kubbesindeki batı üslubu barok-rokoko
süslemelerin açığa çıkarılmasıyla ilgili tartışmalar
sürüyor. Tepkiler üzerine devreye giren Anıtlar
Kurulu, caminin ana kubbesinde kendilerinden izin
alınmadan yapılan barok-rokoko süslemeleri
canlandırma çalışmasının durdurulduğunu açıkladı.
Ana kubbedeki tezyinatın önümüzdeki haftalarda
hazırlanacak restitüsyon projelerine göre
şekilleneceği öğrenildi.
Zaman'ın Süleymaniye Camii'nin ana kubbesindeki
barok-rokoko süslemelerin restorasyonda açığa
çıkarıldığını duyurmasının ardından Anıtlar Kurulu
devreye girdi. Kurul, kubbede kendilerinden izin
alınmadan yapılan barok-rokoko süslemeleri
canlandırma çalışmasını durdurduğunu açıkladı. Ana
kubbedeki tezyinatın (süslemeler) önümüzdeki
haftalarda hazırlanacak restitüsyon (eseri özgün
haline dönüştürme) projelerine göre şekilleneceğini
duyuran Kurul, cami içindeki iskelenin de henüz
sökülmediğini belirtti. Kubbeyle ilgili bu gelişme,
Mimar Sinan ya da sonraki dönemlere ait klasik
tezyinat örnekleri arasından bir seçim yapılmasının
yolunu açmış oldu. Ancak Anıtlar Kurulu üyelerinin
kubbede barok-rokokonun aynen bırakılması ya da
klasik tezyinata dönülmesi yönünde tam bir
mutabakata varamadığı da gelen bilgiler arasında.
Bu arada ana kubbeye yaklaşık 1,5 asır önce
İtalyan mimar Fossati'nin çizdiği barok-rokoko
süslemelerin restorasyonda aynen bırakılmasına
tepkiler sürüyor. Mimar Sinan Güzel Sanatlar
Üniversitesi öğretim üyelerinden Prof.Dr. Ali Rıza
Özcan, "Süleymaniye gibi bir şaheserde Sinan
dönemini gösteren örnekler olması gerekir." diyor.
1860'lardaki onarımda Fossati'nin klasik nakışları
kazıdığını hatırlatan Özcan, mevcudu muhafaza etmek
yerine, cami içindeki örneklere bakarak ana
kubbedeki süslemelerin yeniden çizilebileceği
görüşünde.
Yüksek mimar Muharrem Hilmi Şenalp ise Osmanlı
kültür ve medeniyetinin şaheseri sayılan Süleymaniye
Camii kubbe nakışlarının bütünüyle farklı bir
kültürü yansıtmasından muzdarip. Şenalp, şunları
söylüyor: "Cami mekanı ve cidarı külliyen kainatın
remzidir. Mimari, nakış ve eşya bir medeniyetin
birikiminin, kainat idraki ve alem tasavvurunun
aynasıdır. Bu kadar büyük bir himmet ve fırsat,
aceleye getirilerek tamamlanamaz."
Süleymaniye Camii'nde ana kubbe dahil iç tezyin 5
asır önce Mimar Sinan'ın arkadaşı, devrin baş
nakkaşı Kara Memi tarafından yapıldı. Ancak zamanla
dökülen bu kalem işleri kapatılarak yaklaşık 1,5
asır önce Padişah Abdülmecit döneminde İtalyan mimar
Fossati tarafından barok-rokoko üslubuyla tekrar
tezyin edildi. Üç yıldır süren restorasyon
kapsamında ise bu tezyinlerin barok-rokoko üslubuyla
aynen bırakılması ya da 5 asır önceki haline
çevrilmesi tartışması başladı.
Zaman, Haber: Ülkü Özel Akagündüz, 21.10.2010
|
MÜZELERE 2011'DE ZAM YOK
“Müze ve Örenyerleri
Gişelerinin İşletimi, Giriş Kontrol Sistemlerinin
Modernizasyonu ve Yönetimi İşi“ ihalesini MTM
ortaklığı ile kazanan TÜRSAB, resmi web sitesinden
yaptığı açıklamada, gelecek yıl müze ve
örenyerlerine giriş fiyatlarında bir değişiklik
olmayacağını açıkladı. TÜRSAB açıklamasında, "2010
yılında uygulanan indirimli müze ve örenyeri giriş
fiyatları 31.12.2011 tarihine kadar geçerli olacak
ve zam yapılmayacak" dedi.
TÜRSAB'ın üyelerine yönelik
konuyla ilgili duyurusu aynen şöyle:
"Sayın Üyemiz,
T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı
ile Birliğimiz arasında imzalanan protokol esasları
çerçevesinde; müze ve ören yeri girişleri ile
ilgili toplu bilet alımlarında indirim uygulaması
2002 yılından bu yana aksamasız olarak başarılı
ve verimli bir işbirliği ile sürdürülmektedir.
Bu işbirliği çerçevesinde; turizm
sektörünün en büyük sivil toplum kuruluşlarından
biri olan Birliğimiz tarafından temin edilen
indirimli biletler, siz değerli üyelerimize
talepleriniz doğrultusunda iletilmekte, böylelikle
sizlerin diğer ülkelerdeki seyahat acentaları
karşısında rekabet gücü arttırılarak ülkemize
daha fazla turist gelebilmesi için imkan
yaratılmaktadır.
Diğer taraftan, T.C Kültür ve
Turizm Bakanlığı Döner Sermaye İşletmesi Merkez
Müdürlüğü'nün açmış olduğu “Müze ve Ören yerleri
Gişelerinin İşletimi, Giriş Kontrol Sistemlerinin
Modernizasyonu ve Yönetimi İşi “ ihalesi
sonuçlanmış olup, ihaleyi TÜRSAB Seyahat
Acentaları Hizmetleri Ticaret Ltd Şti – MTM
Bilişim Arge Yazılım Güvenlik Teknolojileri San Tic
A.Ş ortaklığı kazanmıştır.
Söz konusu ihale kapsamında
Bakanlığa bağlı müze ve örenyeri girişlerinde 2010
yılında uygulanan indirimli müze ve örenyeri giriş
fiyatları 31.12.2011 tarihine kadar geçerli
olacak ve zam yapılmayacaktır. Ayrıca 31.12.2010
tarihinde siz üyelerimizin indirimli olarak
almış olduğunuz ve kullanamadıklarınız
stoklarında bulunan 2010 yılı biletleri yeni
(2011yılı ) biletleri değişikliği sağlanacaktır.
Bu ihale kapsamında bulunan 50
(elli) müze ve örenyerleri gişelerinin işletimi ,
giriş kontrol sistemlerinin modernizasyonu ve
yönetimi işi projesi Birliğimize bağlı TÜRSAB
Seyahat Acentaları Hizmetleri Tic Ltd Şti
tarafından gerçekleştirilecektir.
Dolayısıyla, Birliğimiz
tarafından 2011 yılı içerisinde kullanılacak
indirimli müze ve ören yeri giriş bilet basımlarının
yapılabilmesi, yeni kurulacak sisteme uyum
sağlaması, müze ören yerlerinde elektro mekanik
turnikeli geçiş sistemlerinin kurulabilmesi
modernizasyonu , bakım onarımlarının yapılabilmesi
ve uygulamanın aksamasız devam edebilmesi için
acentanız tarafından 2011 yılı indirimli bilet
alımlarınızın Birliğimize ivedi olarak
bildirilmesi ve taleplerinizin %10’luk kısmı
için aşağıda dökümü verilen banka hesaplarımıza
havale yapılmasını veya Şubat-Mart-Nisan-Mayıs
tarihlerine ihtiyaçlarınız doğrultusunda çek ile
ön ödeme yapılmasını önemle rica ederiz.
Saygılarımızla,
TÜRKİYE SEYAHAT ACENTALARI
BİRLİĞİ
(TÜRSAB)"
Turizm Habercisi,
15.10.2010
|
|
ANTİK KENTE PARKE YOL
Adıyaman Belediyesi tarafından hazırlanan proje doğrultusunda Perre antik kentinde yapılan kilitli parke taş çalışmalarında Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından gönderilen ödenek yetersiz kaldı.
Adıyaman Belediye Başkanı Necip Büyükaslan, kilitli parke taş döşenen Perre antik Kentteki yolda incelemelerde bulundu. Perre antik kentinin Adıyaman ve Türkiye turizmi için çok önemli olduğuna dikkat çeken Belediye Başkanı Necip Büyükaslan, turistlerin çamur ve tozdan kurtulacağının altını çizdi. Çalışmaların standartlara uygun bir şekilde yapıldığını ve 3 bin 500 metrekare alana kilitli parke taş döşendiğini belirten Başkan Büyükaslan, Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın 100 bin TL ödenek gönderdiğini fakat bunun yetersiz olduğunu söyledi.
Perre antik kentinin kaya mezarlarının alt kısmında bulunan yolda yürütülen kilitli parke taş döşeme çalışmalarının tamamlanması için yeni ödenek talep edeceklerinin altını çizen Büyükaslan, "Adıyaman ve ülke turizmi için bu kadar önemli olan Perre antik kenti için projeyi hazırlayarak Kültür ve Turizm Bakanlığı'na sunduk. Bakanlık projemizi kabul etti ve 100 bin TL ödenek gönderdi. Birçok yerli ve yabancı turistin ziyaret ettiği Perre antik kentinde turistler çamur ve toz içerisinde yürüyorlardı. Bu yolun tamamlanmasıyla birlikte turistler bu sıkıntıdan kurtulacak" dedi.
Belediye Başkanı Büyükaslan, yeni talebin kabul edilmesinin ardından çalışmaların yeniden başlayacağını sözlerine ekledi.
Adıyaman Kent Haber, 14.10.2010
|
TARİHİ MOZAİKLER GÜN
YÜZÜNE ÇIKIYOR
İl Kültür ve Turizm
Müdürü Abdullah Aldemir tarafından kısa süre önce
Kurukastel Ören yerinde bulunan mozaikleri kurtarma
kazıları başladı.
İl Kültür ve Turizm
Müdürü Abdullah Aldemir yaptığı açıklamada,
Kurukastel Ören yerinin tescilli sit alanı olduğunu
belirterek, "Burada eski bir yerleşim olduğunu yüzey
araştırmalarından biliyoruz. Ancak bugüne kadar bir
kazı yapılmamıştır. Bu nedenle burada kurulan şehrin
adı nedir? Ne zaman, kimin tarafından kurulmuş, ne
zaman ve kimin tarafından yıkılmış bilmiyoruz. İki
vatandaşımızın patika yol üzerinde mozaik
gördüklerini Valiliğimize bildirmeleri üzerine
inceleme yapılmış, Sayın Valimizin destekleri,
Bakanlığımızın kazı izni vermesiyle, Gaziantep
Müzesi arkeologlarıyla alan kazılmış ve mozaikler
açığa çıkarılmıştır. Bu iki vatandaşımızın
hassasiyetlerine teşekkür ediyoruz.
Valiliğimiz kendilerini
ayrıca ödüllendirecektir. Benzer örnek davranışları
diğer vatandaşlarımızdan da beklemekteyiz. Mozaikler
5. yüzyıla ait Bizans Dönemi mozaiklerinin
özelliklerini göstermektedir. Ancak yazılı bir
belgeye rastlanmamıştır. Bir villanın tabanına
yapılmış mozaiklerdir. Yapılan kazıda bulunan izler
binanın bir yangınla yıkıldığını göstermektedir.
Restoratörlerce temizlik ve bakımı yapılarak mobil
hale getirilecek olan mozaikler, Kilis'te müze
açılınca iade edilmek üzere, Gaziantep Mozaik
Müzesi'ne kaldırılacaktır. 2863 Sayılı Kültür ve
Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu'nun 4.maddesi
gereği arazisinde tarihi eser olanların haber verme
zorunluluğu vardır. Haber vermemeleri durumunda
tarihi eser kaçakçılığı suçu işlemiş konumuna
düşmektedirler. Çok zengin bir tarihi birikime sahip
olan ilimizde vatandaşlarımızın bildikleri eserleri
Valiliğimize veya Müdürlüğümüze bildirmelerini
bekliyoruz. Kazıyı başlatma desteği veren Sayın
Valimize, kazı sırasında Müdürlüğümüzden
yardımlarını esirgemeyen İl Özel İdaresine ve Kilis
Belediye Başkanlığına teşekkürlerimi arz ederim"
dedi.
Kilis Kent Haber,
14.10.2010
******
MOZAİKLERİ GÖRDÜLER,
ÖDÜLÜ KAPTILAR
Kilis'te, Kurukastel
Ören yerinde mozaikleri görerek Kilis Valiliği'ne
bildiren 2 kişiye 500'er TL ödül verildi.
Devlet Ateşalioğlu ile
Kadir Akın adlı vatandaşlar Kurukastel yakınlarında
bağa giderken yüzeye vuran mozaikleri görerek, Kilis
Valiliği'ne bildirdi. Devlet Ateşalioğlu ile Kadir
Akın'ın bu örnek davranışı üzerine Vali Turhan
Ayvaz, 500'er TL ile ödüllendirdi.
Kurukastel Ören yerinde
Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın kazı izni vermesiyle,
Gaziantep Müzesi arkeologlar tarafından çalışma
yapılarak, mozaikler açığa çıkarıldı.
Devlet Ateşalioğlu ile
Kadir Akın, kendilerinin vatandaşlık görevini
yaptığını belirterek, "Bugün yine böyle bir şeyle
karşılaşsak devletimize bildiririz. Bizim bu
davranışımız herkese örnek olmalıdır" dedi.
Kilis Kent Haber,
18.10.2010
|
KANSERLE İLGİLİ ŞOK GERÇEK ORTAYA ÇIKARILDI
Bilim
adamlarının
Mısır'da mumyalar üzerinde yaptığı araştırma
kanserin tamamen insanoğlu tarafından yaratılmış
bir
hastalık olduğunu ortaya çıkardı. Mumyalar üzerinde
yapılan araştırmalar bu dönemde yaşayan kimsede
böyle bir hastalık bulunmadığını ve
kanser hastalığının özellikle Sanayi
Devrimi'nden
sonra
artış gösterdiği ortaya çıktı.
Dünyada kirliliğin artışı ve
beslenme olanaklarının azalmasının kanserinde
oluşmasında ve yaygınlaşmasında ciddi rol oynadığı
kaydedildi.
Ancak araştırmaya katılan profesörler kanserin
köklerinin ortaya kesin olarak çıkmasının için
araştırmaların devam etmesi gerektiğini söyledi.
Milliyet, 14.10.2010
|
|
|
MONA LISA'YI ÇÖPE ATMIŞLAR
İtalyan bir
uzman, Leonardo da Vinci’nin ünlü tablosu Mona Lisa
için modellik yapmış olan ve gerçek kimliği Lisa
Gherardini olan kadının mezarının 30 yıl önce
kazılmış olduğunu, kalıntıların da Floransa
yakınlarındaki belediyenin çöp toplama tesisine
atıldığını söyledi.
Floransa’da 1542’de ölen ve Mona Lisa’nın modeli
olduğu 2007’de keşfedilen Lisa Gherardini isimli
kadın, Sant’Orsola manastırına gömülmüştü. Yüzyıllar
sonra manastırın arazisi, tütün fabrikası ve
üniversite binası olarak kullanılmaya başlandı.
1980’lerde de mali polisin kışlası oldu. Bu esnadaki
inşaat çalışmalarında, yeraltına otopark yapıldı. 30
yıldır Gherardini’nin mezarını bulmak için
arşivlerde çalışan Da Vinci uzmanı Giuseppe Pallanti,
kadının mezarının bu kazılarda yerinden sökülerek
bir çöp tepesine konulduğunu ileri sürdü.
Hürriyet, 14.10.2010
|
"KİMSE ZARAR VERMESİN"
Malatya’nın Çavuşoğlu Mahallesi’nde bulunan Taşhoron Ermeni Kilisesi’nin duvarı delindi. Kültür Müdürlüğünce tescilli tarihi kilisenin kuzeyinde bulunan, ana yapıya ekli, ana yapıdan daha alçak olan bölümünün duvarındaki taşlar sökülmüş. Kiliseyi koruma amacıyla taşlarla örülmüş olan duvardan, birkaç taş sökülerek çıkarılmış. Sökülerek açılan boşluktan, bir insan rahatlıkla geçebiliyor.
Tarihi kilisenin, define avcılarından, sarhoşlardan, gayri meşru yaşayanlardan korunması için kapı ve pencerelerinin taşlarla örüldüğü söyleniyor. Mahalle Muhtarı Sayın Mustafa Şahin’i ziyaret ettim. Kiliseyi korumak için kapı ve pencereleri, harç ve taşlarla bizzat kendisinin kapattırdığını söyledi. Duvarda açılan gedikten söz ettim. İlgileneceğini söyledi.
Muhtar Mustafa Şahin: “Bu kilise, aslında benim sorumluluğumda değil. İbadethane olması bir yana, bize dert oldu. Açılmıyor, korunmuyor; ama hesabı bizden soruluyor. Hesabının sorulması bir yana, bu güzel ibadethaneye kıyamıyoruz. Çavuşoğlu halkı, Taşhoron Ermeni Kilisesi’ne sahip çıkıyor. Kilise, başka bir yerde olsaydı, şimdiye kadar çoktan yıkılmış olurdu. Kiliseden bir tane taş bulamazdınız.
Kapı ve pencerelerini, harç ve taşlarla ördük ki içeriye defineciler, sarhoşlar girmesin. Tarihi esere kimse zarar vermesin. Herkes, kilisenin açılmasını istiyor. Yetkililer de açılmasını isteriz, diyorlar. Hani nerde? Hiç kimse gayret göstermiyor, Taşhoron’un açılması konusunda benim umudum tükeniyor. Bu yüzden dert sahibi olduk. “ dedi.
Bu muhteşem Taşhoron Ermeni Kilisesi’nin içinin ve dışının fotoğraflarını çektim. Başbakanlığa da internet üzerinden dilekçe gönderdim. Muhtar Mustafa Şahin’i de konudan haberdar ettim. Kilisenin duvarının açılan bölümünün yeniden taşlarla ve harçla kapatılmasını rica ettim.
Şimdi sesleniyorum: Ey Kültür Bakanlığı, Malatya Valiliği, Malatya Belediyesi, Malatya Kültür ve Turizm Müdürlüğü, Malatya Müze Müdürlüğü, KUDEP ve ÇEKÜL yetkilileri neredesiniz? Neredesiniz, Taşhoron yaralandı, Taşhoron ölmek üzere, Taşhoron artık yaşamak istiyor.
Malatya Haber, Haber ve Fotoğraflar: Sultan Kılıç, 14.10.2010
|
|
|
KASRI KANCO 'KÜRT SORUNU'NA TAKILDI
Demokratik Toplum Kongresi (DTK) Başkanı Ahmet Türk'ün Mardin'deki 150 yıllık evi Kasrı Kanco Konağı'nın restorasyonu "Kürt sorununa" takıldı. İçinde 300 yıllık taş kapı gibi tarihi eserlerin bulunduğu bu konağın koruma altına alınması için Mardin Koruma Kurulu'na müracaat eden Türk, ekibin konağın koruma altına alınması yönünde rapor hazırladığını ancak restorasyon taleplerinin Ankara'ya takıldığını söyledi. Türk, "Ahmet Türk'ün evi olunca temkinli yaklaşıyorlar" dedi. Derik İlçesi yakınlarındaki Kasrı Kanco Konağı, Mardin denilince akla gelen birkaç tarihi yapıdan biri. Arapça "saray" anlamına gelen Kasrı Kanco adı Türk'ün dedesinin babası Hüseyin Kanco'dan geliyor. Sultan Abdülhamit döneminde Hamidiye Alayları'nda komutanlık yapan dede Kanco, bu konağı 19'uncu yüzyılın sonlarında yaptırmış.
Ahmet Türk, bu görkemli kale gibi inşa edilen konakta doğmuş. Ancak yüzyıllık tarihi yapı şu anda içerden yıkılmaya yüz tutmuş durumda. Konağın restore edilerek koruma altına alınmasını isteyen Türk, SABAH'a bu konuda yaptığı girişimleri anlattı. "Böyle bir tarihi eserin yok olup gitmesini istemiyorum. Bu sadece doğduğum ev değil, tarihi bir eser" diyen Türk, konuyu Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay'a ilettiğini söyledi. Restorasyonu için en az 700-800 bin liraya ihtiyaç olduğunu anlatan Türk, şöyle konuştu: "Böyle bir yapının turizme kazandırılmasını istiyorum. Ertuğrul Bey, çok eski arkadaşım. Kendisiyle de yüz yüze konuştum. Bu konuda destek olun dedim. Ancak söz konusu Kürt siyasetçi Ahmet Türk olunca temkinli yaklaşıyorlar. Mardin Koruma Kurulu da gelip inceledi. Korumaya alınması yönünde rapor tutuldu. Ancak restore edilmesine dönük bir adım atılmadı. İçerideki taş kapıyı babam getirip taktırmış. Duvarlar dökülmeye, taş merdivenler yıkılmaya başladı. Normal bir badana boya, onarımla olacak bir şey değil. Tarihi bir varlık olarak korunması için restore edilmesi gerekiyor. Bu tarihi esere sahip çıkılmalı."
"İnceleteceğim"yanıtını veren Kültür Bakanı Günay, Türk'ün umutlarını suya düşürdü. Aradan birkaç ay geçmesine rağmen Günay'dan hiçbir ses çıkmadı. Konuyu Bakan Günay'a da sorduk. Bu konuda bir gelişme olmadığı yanıtını aldık. Kültür Bakanlığı'ndan alınan bilgiye göre gerçek ve tüzel kişilerin mülkiyetindeki bu tür varlıkların onarımına yardım sağlanması için Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Bölge Kurulu'nca onayla projelere karşılıksız nakdi yardım yapılabiliyor.
Sabah, Haber: Hazal Ateş, 14.10.2010
|
TARİHİ SURLAR DA
DAYANAMADI
İstanbul'da etkili olan sağanak yağış beraberinde kazaları da getirdi.
Çeşitli semtlerdeki hasarlı kazaların yanı sıra yaralananlar da oldu.
Topkapı'daki asırlık tarihi surlar da yağan yağmur ve fırtınaya dayanamadı.
Surlardan kopan kaya parçaları cadde üzerine düştü.
Hürriyet, 14.10.2010
|
|
YETİMHANENİN TAPUSU
RESMEN PATRİKHANE'DE
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin, Büyükada’daki
Rum Yetimhanesi’nin Ortodoks Rum Patrikhanesi’ne
devri için tanıdığı 3 aylık süre doldu. AİHM’nin
kararının Türkiye’ye ulaşmasıyla toplanan Vakıflar
Genel Müdürlüğü Meclisi, Büyükada Rum
Yetimhanesi’nin AİHM kararına uygun olarak
Patrikhane’ye devri için oybirliğiyle karar aldı.
Meclis, AİHM’nin Türkiye aleyhinde kararını
açıklamasının ardından, devrin Patrikhane’ye değil
de Büyükada Rum Erkek Yetimhanesi’nin vakfına
yapılması için direnmişti. Ancak Meclis, kesinleşen
kararın uygulanması ve devrin Patrikhane’ye
yapılması için Dışişleri Bakanlığı’na bu yönde yazı
gönderdi. AİHM’den kazanılan davalarda böylece ilk
kez vakıf yerine, dini bir cemaate tapu devri
yapılması için karar alınmış oldu. Tapunun,
önümüzdeki hafta Tapu Kadastro Genel Müdürlüğü’nde
Patrikhane tüzel kişiliği üzerine yapılması
bekleniyor.
Türkiye, 45 yıl süren davalar sonunda AİHM kararına
uygun olarak devir yapmaya hazırlanmasına rağmen
yine de Patrikhane’ye mahkeme masrafları için 20 bin
ve 6 bin de manevi bedel olmak üzere, 26 bin Euro
tazminat ödemek zorunda kalacak. Büyükada Rum
Yetimhanesi’nin devri Heybeliada, Kınalıada,
Büyükada, Burgazada ile Gökçeada’da paha biçilemeyen
mülklere sahip 23 vakfın gayrimenkullerinin de önünü
açtı.
Avrupa’nın en büyük ahşap yapısı olma özelliğini
taşıyan Büyükada Rum Yetimhanesi binası bundan sonra
“Dinlerarası Diyalog ve Barış Merkezi” olarak hizmet
verecek.
Patrikhane, Büyükada Hristos Tepesi’nde bulunan 23
bin 255 metrekare arazi üzerindeki yapıyı, 1902’de
parasını ödeyerek satın aldı. 1898’de bir Fransız
şirketin otel olarak inşa ettiği, dünyanın ikinci
Avrupa’nın en büyük ahşap yapısı olma özelliğini
taşıyan binanın kullanım hakkı, 1903’te cemaate ait
Büyükada Rum Erkek Yetimhanesi Vakfı’na devredildi.
1935’te Vakıflar Kanunu’yla, yetimhanenin tüzel
kişiliği tanındı. 1936’da Vakıflar’a devredilen bina,
1964’te Kıbrıs krizinde devlet tarafından boşaltıldı
ve o tarihten sonra kullanılmadı.
Habertürk, Haber: Sultan Uçar, 13.10.2010
|
|
ASSOS'TA 2 BİN 300
YILLIK OLTA İĞNESİ
Çanakkale'nin Ayvacık
İlçesi'ne bağlı Assos antik kentinde yapılan kazı
çalışmalarında 2 bin 300 yılık olduğu belirlenen
bronz olta iğneleri bulundu.
Assos Kazı Heyeti
Başkanı Prof. Dr. Nurettin Arslan, antik kentte
yapılan kazı çalışmalarında ilginç bulgulara
ulaşıldığını belirterek, "Bilindiği gibi Assos
bölgesi antik çağda balıkçılığın en önemli olduğu
yerler arasında bulunuyordu. Daha önceki yıllarda bu
bölgede balık yemede kullanıldığını tahmin ettiğimiz
çok sayıda tabak bulunmuştu. Bunun dışında bu
balıkları tutmak için kullanıldığını belirlediğimiz
bugünkü balık tutmada kullanılan oltalara benzeyen 2
bin 300 yıllık bronz olta iğnelerini de bulduk.
Binlerce yıl önce bu bölgede bulunanların bu
oltalarla balık yakaladıklarını söyleyebiliriz. Olta
iğneleri bronz olduğu için günümüze kadar bozulmadan
gelmiş durumdalar" dedi.
Çanakkale Kent Haber, 13.10.2010
|
EN ÖNEMLİ PROJELERDEN BİRİ RAFA KALKIYOR
Gazhane Çevre
Kültür ve İşletme Kooperatifi Başkanı
Serkan
Öngel, rant çevrelerinin alana olan
ilgisinin projenin hayata geçirilmemesinde rol
oynadığını düşündüklerini ifade etti. Öngel yaptığı
açıklamada, 2010 Avrupa Kültür Başkenti
çalışmaları kapsamında
Hasanpaşa Gazhanesi'nin
katılımcı bir model, çok işlevli bir kültür merkezi
ve endüstri müzesi olarak, Anadolu yakasının kültür
sanat ortamına kazandırılmasını amaçlayan projesinin
hayata geçirilmesinin engellendiğini söyledi.
15 yıldır Hasanpaşa'da alanın katılımcı bir modelle
İstanbul'a kazandırılması için mücadele eden
Gazhane Çevre gönüllüleri, 2010 yılının son
aylarına girilirken proje için ayrılan bütçenin
iptalinin gündeme alınmasından ve projenin iptal
edilmesinden kaygılanıyor. Öngel, rant çevrelerinin
alana olan ilgisinin projenin hayata
geçirilmemesinde rol oynadığını düşündüklerini
söyleyerek, "Avrupa Kültür Başkenti kapsamında,
Gazhane projesinin iptali, Kültür Başkenti
iddiasının iflasıdır. Bu başlık altında çok az
sayıda dişe dokunur iş yapılmışken, İstanbul'a bu
sürecin armağanı olacak somut bir örnek çürümeye
terk edilmiştir. Kente sadece meta olarak bakan
Belediye, kullanım değerini değil, değişim değerini
esas almaktadır. Ne yazık ki, Kadıköy Belediyesi de
sürece karşı kayıtsız kalmaktadır" diye konuştu.
Geçtiğimiz hafta, Gazhane Çevre Gönüllüleri,
İstanbul Büyükşehir Belediyesi'ne dilekçe vererek,
endüstri mirasının durumunu sormuştu. Dilekçede, 32
dönümlük geniş bir alana yayılan ve İstanbul'da
türünün son örneği olan bu tesisin 25 Ekim 1994
tarih 3564 sayılı Koruma Kurulu kararı ile sit alanı
ilan edilerek koruma altına alındığı ve endüstriyel
mimarinin çok önemli örneklerinden biri olduğu
belirtildi. Sözü edilen semtte yaşayanların
oluşturduğu Gazhane Çevre Kültür ve İşletme
Kooperatifi'nin, alanın bölgede ihtiyacı duyulan
sosyal donatı alanı gereksinimine uygun olarak
yeniden düzenlenmesine yönelik 1996 yılından bu yana
çalışmalar yürütmesine ve bu kapsamda pek çok idari
otoriteye dilekçeler verilmesine karşın her hangi
bir gelişme olmadığı hatırlatıldı.
Dilekçe'de ayrıca anılan kentsel alanın bölgenin
gereksinimlerine uygun olarak, kent ile ilgili
kararların kentte, kentin o parçasında yaşayan
insanların katılımı sağlanması ilkesi ve yaklaşımına
uygun olarak düzenleneceğine ilişkin belediyenin
beyanlarının gereği olarak nasıl bir işlem ve
eylemde bulunulmakta olunduğu soruldu.
Projenin bütçesinin iptal edilmesine dair kararın
gündeme alındığını ifade eden Öngel, "Rant
çevrelerinin alana olan ilgisinin projenin hayata
geçirilmemesinde anahtar bir rol oynadığını
düşünüyoruz. Avrupa Kültür Başkenti kapsamında,
Gazhane projesinin iptali, Kültür Başkenti
iddiasının iflasıdır. Bu başlık altında çok az
sayıda dişe dokunur iş yapılmışken, İstanbul'a bu
sürecin armağanı olacak somut bir örnek çürümeye
terk edilmiştir. Anlaşılan o ki, kente sadece bir
meta ve rant alanı olarak yaklaşan İBB, kullanım
değerini değil, alanın değişim değerini esas
almaktadır" dedi.
Kadıköy Belediyesi'nin de sürece
karşı kayıtsız kaldığını iddia eden Öngel, "İstanbul
Büyükşehir Belediyesi'ni İstanbul'un tarihi mirasına
sahip çıkmaya ve katılımcı kent yönetimi iddiasına
uygun hareket etmeye davet ediyoruz. İstanbul'un
lüks konut projelerine, alışveriş merkezlerine
değil, nefes alacak alanlara ihtiyacı var" diye
konuştu.
Cumhuriyet, Fotoğraf: Gül Köksal, 13.10.2010
|
KAÇAK KAZIYA TUHAF SAVUNMA
Muğla’nın Milas İlçesinde bir evin bahçesinde
kaçak kazı yapıldığı ihbarı, jandarmayı harekete
geçirdi.
Bahçesindeki çukurdan Roma dönemine ait eserler
çıkan şahıs, fosseptik çukuru kazdığını iddia etti.
Milas merkez
Hocabedreddin Mahallesi, Park Caddesi, 1. Sakarya
Sokak üzerindeki bir evin bahçesinde kaçak kazı
yapıldığı bilgisini alan Milas İlçe Jandarma
Komutanlığı ekipleri, beraberlerinde iki arkeologla
birlikte eve sabah saatlerinde girdi. Ev sahibi işçi
emeklisi M.K.’nın (50) bahçede foseptik amaçlı
kazdığını iddia ettiği 2 metre derinlik ve
genişliğindeki çukurda Roma dönemine ait olduğu
sanılan kalıntılar tespit edildi.
Milas Müze Müdürlüğü görevlileri, kalıntıların,
Tümbek Sokak üzerinde bulunan Augustus Tapınağı’na
ait uzantılar olabileceğini ifade ederek, 1. derece
sit alanı olarak belirlenen bölgede, bulunan
eserleri kayıtlara işledi. Ayrıca ev bahçesinde
yapılan araştırmada sütun altı olarak bilinen
işlemeli taşlar bulundu.
Oturduğu evle ilgili kaçak yapı olduğu
gerekçesiyle yıkım kararı bulunduğunu ve bu konuda
mahkeme tarafından kendisine verilen hapis cezasının
6 bin TL idari para cezasına çevrildiğini ifade eden
M.K, işlemeli taşlarla ilgili Milas Arkeoloji Müzesi
Müdürlüğüne bilgi verdiğini ifade etti.
Gözaltına alınmadan önce gazetecilerin sorularını
cevaplayan M.K; “Yaklaşık bir aydan beri bahçemde
fosseptik çukuru kazıyorum. Kış aylarında bahçede su
gölleniyor ve dışarıya aktaramıyorum. Bunun için bir
çukur açıyordum. Tarihi eser kaçakçılığı yapıyor
olsam geçtiğimiz günlerde hemen arka sokakta bir
operasyon yapılmıştı o zaman kazdığım çukuru
kapatırdım. Ben bu evi 1996 yılında aldım. O zaman
bahçede eski bir ev vardı. Bahçedeki eski taşlar
eski ev yıkılınca ortaya çıktı” dedi. Ev sahibi M.K,
izinsiz kazı yaptığı gerekçesiyle jandarma
tarafından gözaltına alındı. Evde, kazı çalışması
başlatıldı.
Bilindiği gibi; bir hafta önce, bir sokak ileride
gerçekleştirilen benzer bir operasyonda Roma
İmparatoru Augustus adına yapıldığı tahmin edilen
tapınağın bir bölümü bulunmuştu.
Internet Haber, 13.10.2010
|
33 YIL SONRA 30 BİN TARİHİ ESER GÜN YÜZÜNE ÇIKIYOR
Kahramanmaraş’ta temeli 33 yıl önce atılan müze
inşaatı aralık ayında hizmete açılıyor. Müzenin
hizmete açılmasıyla yıllardır depoda bekleyen
yaklaşık 30 bin tarihi eser de sergilenme imkanına
kavuşacak.
İl Kültür ve Turizm Müdürü Seydi Küçükdağlı, AA
muhabirine yaptığı açıklamada, Azerbaycan Bulvarı
üzerinde bulunan Kahramanmaraş Müzesi ek binasının
temelinin 1977 yılında atıldığını belirtti.
Küçükdağlı, 2004 yılına kadar atıl vaziyette
bekleyen inşaatın yeniden projesinin hazırlandığını
ve 2006 yılında projesinin tamamlanmasıyla birlikte
ihaleye çıkılarak inşaat çalışmalarına başladığını
söyledi.
1.5 yıl önce çalışmalara başlanan müze inşaatında
artık son aşamaya gelindiğini ifade eden Küçükdağlı,
müze ek bina inşaatının aralık ayında
tamamlanacağını ve modern tasarımı, teşhir ve tanzim
projesiyle depolarda bekleyen 30 bin tarihi eserin
33 yıl sonra gün yüzüne çıkacağını bildirdi.
Çalışmalarla müzedeki salon sayısının 2′den 10′a
çıkarttıklarını dile getiren Küçükdağlı, müzenin
hizmete açılmasıyla birlikte bölgenin önemli turizm
merkezi olacağına dikkati çekti. Küçükdağlı, şöyle
konuştu:
”33 yıldır bekleyen bir inşaat vardı. 2004
yılında Kültür ve Turizm Bakanlığının girişimleriyle
konuyu yeniden gündeme alarak inşaatı tamamlama
kararı alındı. Hakikaten yıllardır bize üzüntü veren
bir durumdu. 2 salonumuz olduğu için eserlerimizin
büyük bölümünü sergileyemiyorduk. Ancak şimdi
depolarda bekleyen tarihi eserler ve yapılan yeni
alımlarla birlikte tarihe ışık tutacak eserler
insanların istifadesine sunulacak.”
Müzenin bölgeye yakışır tarz düzenlenen modern
binanın içinde bulunan eserleriyle ulusal bir
özelliğinin de bulunacağına işaret eden Küçükdağlı,
”Müzenin 2 bin 500 metrekare kapalı alana sahip
olması ve 10 salona çıkmasıyla birlikte Geç
Hititler döneminden günümüze kadar olan 30 bin
civarındaki halkın yeni göreceği tarihi eserler
sergiye açılacak. Böylece bölgemiz yeni bir turizm
alanına kavuşacak ve böylelikle hem yerli turizme
hem de ulusal turizme farklı bir ortam sunmuş
olacağız” ifadesini kullandı.
Zaman, 13.10.2010
|
NYSA ANTİK KENTİ KAZILARI
Nysa antik kenti Kazı
Başkanı Prof.Dr. Vedat İdil, bu yılki bölümü sona
eren kazı çalışmalarında, gymnasium alanında, Roma
devrine ait kaide bulunduğunu bildirdi. Prof.Dr.
İdil, yaptığı açıklamada, 3 ay önce başlayan ve bu
yılki bölümünü sonlandırdıkları kazıları, 20 kişilik
kazı ekibi ve 40 işçiyle yürüttüklerini belirtti.
Sona eren kazılarda tiyatro, agora ve gymnasium
olmak üzere üç ayrı bölgede çalışma yaptıklarını
ifade eden Prof.Dr. İdil, ''Bu yıl, gymnasiumda
yaptığımız kazı çalışmalarında, Roma devrine ait
kaide bulduk. Kaidenin MÖ 150 yılında
yapıldığını tahmin ediyoruz. Konik başlıkları gibi
önemli bulgular da bulundu. Yine Roma döneminin
altyapıları, kanalizasyon sistemi gibi eserlerin
devamı ortaya çıktı'' dedi.
Prof.Dr. İdil, kazılar
için bu yıl Kültür ve Turizm Bakanlığı'ndan 219 bin
lira ödenek geldiğini de bildirerek, kazıların
sağlıklı bir şekilde devam edebilmesi için her yıl
en az 500 bin lira düzeyinde ödeneğe ihtiyaç
duyduklarını ve bu noktada yardımsever iş
adamlarının kazılara destek olmasını istediklerini
sözlerine ekledi.
Yeni Asır, 13.10.2010
|
TARİHİ ESER KAÇAKÇILARI CEZAEVİNİ BOYLADI
Kırşehir
Emniyet Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlarla
Mücadele Şube Müdürlüğü tarafından yapılan tarihi
eser operasyonlarında gözaltına alınan 5 kişiden 3'ü
tutuklandı.
Operasyonlarda çok sayıda tarihi eser ele
geçirildi.
Kaçakçılık ve Organize Suçlar Şube
Müdürlüğü ekiplerince yapılan çalışmalarda, bazı
şahısların Kayseri'den yasa dışı yollarla temin
ettiği tarihi eserleri İstanbul'a satmak için
götürdükleri bilgilerine ulaşıldı. Fiziki takipler
sonucu Akpınar İlçe Emniyet Amirliği görevlileri ile
birlikte yapılan operasyonda A.V., K.P., N.Y., A.S.
ve Z.Ö. isimli zanlılar yakalandı. Şahısların
üzerlerinde ve otomobillerinde yapılan aramada, 1
adet mercek, 1 adet üst tarafından delikli sikke, 3
adet sikke, 1 adet yeşil renkli 7 santimetre
yüksekliğinde 6 santimetre genişliğinde çömlek, 2
adet 2 bacağı kırık at figürü, 1 adet 26 santimetre
yüksekliğinde metal bayan heykeli, 1 adet 20
santimetre yüksekliğinde metal bayan heykeli, 1 adet
16 santimetre yüksekliğinde boynuzlu inek figürü, 1
adet 11 santimetre uzunluğunda beyaz renkli taş
denizyıldızı figürü, 1 adet CD (içerisinde eser
görüntüleri bulunan) ele geçirildi. Kültür ve Tabiat
Varlıklarına Koruma Kanunu kapsamında olan tarihi
eserlere el konulurken, Akpınar Cumhuriyet
Başsavcılığı'na sevk edilen zanlılardan K.P., A.S.
ve Z.Ö. isimli şahıslar tutuklandı. A.V. ve N.Y.
isimli zanlılar tutuksuz yargılanmak üzere serbest
bırakıldı.
Zaman, Haber: Aykut Aktaş, 13.10.2010
|
70 YILLIK TARİH ÇÜRÜYOR
Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma
Kurulu tarafından koruma altına alınan Hasanoğlan
Köy Enstitüsü sinema salonu, günümüzde atıl
vaziyette bırakılarak, yıkılmaya yüz tutmuş durumda.
70 yıl önce 266 Köy Enstitüsü öğrencisinin
Hasanoğlan’a gelip yerleşmesiyle kurulan binalar
bugün kimsesizliğe terk edilmiş durumda. Yapımı 1946
yılında tamamlanan
sinema solonu ise, çok amaçlı salon özelliğine
sahip olup, içinde orkestra çukurunun da bulunduğu
ender yapılardan biri.
600 metrekarelik, bin 400 kişi kapasiteli salon,
uzun yıllar öğrenciler ve halk kesiminin katıldığı
tiyatro oyunlarına ve operalara ev sahipliği yaptı.
Daha sonra Mualla Eyüpoğlu’nun projesi ile 11 küçük
müzik odası ve iki müzik salonu da eklenerek sanat
kompleksine dönüştürüldü.
Yeni Kuşak Köy Enstitüler Derneği Başkanı Alper
Akçam şunları söyledi:
“Binaların yıkılmakta olduğunu, Cumhuriyet’in
kültürel değerlerine sahip çıkılması gerektiğini
söyleyerek, Şubat’ta Kültür ve Turizm Bakanlığı ile
Milli Eğitim Bakanlı-ğı’na yazı yazdık. Kültür ve
Turizm Bakanlığı Hasanoğlan Köy Enstitüsü’nün
Milli Eğitim Bakanlığı tarafından kullanılması
nedeniyle bir şey yapamayacaklarını gerekçe olarak
gösterirken, MEB’den onarım yapmak için yeterli
olanağa sahip olmadıkları cevabını aldık. Salon bir
an önce onarılıp kültürel etkinlikler için
Hasanoğlan halkının hizmetine sunulmalıdır.”
Sinema salonunun yanı sıra açık hava tiyatrosu
ve müzenin de koruma altında olduğunu belirten Akçam
şunları söyledi:
“Hatta MEB’de yetkili bir kişinin, bakanlığa binanın
yıkılıp yerine yeni bir bina yapmak üzere yazı
yazdığını öğrendik. Tarihsel, kültürel değerler
önemsenmiyor. Orada yaklaşık 800 öğrenciye sahip
Öğretmen Lisesi var. Hasanoğlan merkeze 30 km
uzaklıkta ve orada yaşayan bir halk var. Binalar
onarılıp, işlevsellik kazandırılabilir.”
Hürriyet Ankara, Haber: Betül Demir, 13.10.2010
|
3 BİN YILLIK FALLOS URARTU TARİHİNE IŞIK TUTACAK
Van’da Dilkaya Höyüğü arkeolojik kazılarında
çıkarılan yaklaşık 3 bin yıllık olduğu tahmin edilen
Fallos (Bereket Tanrısı) Urartu tarihine ışık
tutacak.
Genellikle Ege ve İç Anadolu bölgelerinde sıkça
rastlanan Fallos kültürü Urartu kazılarında da
ortaya çıkması arkeologları da şaşırttı. Bugüne
kadar yapılan Urartu kazılarında bir ilkle
karşılaştıklarını söyleyen Ege Üniversitesi
Arkeoloji Bölümü öğretim üyesi Prof.Dr. Altan
Çilingiroğlu “Fallos buraya hediye amaçlı mı geldi?
Yoksa Fallos kültürü var mıydı? Araştırmalarımız
sonucu ortaya çıkacak” dedi.
Van’da yaklaşık 30 yıldır süren Urartu medeniyeti
arkeolojik kazılarında bugüne kadar Van Müzesi’ne 5
bine yakın eser kazandıran Prof.Dr. Çilingiroğlu,
bir ilke daha imza atarak dünyanın en büyük Urartu
müzesi olan Van Müzesi’ne Fallos’u da ekledi. Yunan
mitolojisinde bereket tanrısı olarak bilinen,
Dilkaya Höyüğü Arkeolojik kazılarında çıkarılan ve
yaklaşık 3 bin yıllık olduğu tahmin edilen Fallos,
Van Müzesi’nde sergileniyor.
Prof.Dr. Altan Çilingiroğlu, “Dilkaya Höyüğü 5
bin yıllık bir geçmişe sahip. Urartu medeniyeti
tarafından da kullanılan bir yerleşim alanı.
Yaptığımız kazılarda burada bir ilkle karşılaştık.
Dilkaya kazılarında bir Fallos bulduk. Bu şimdiye
kadar yapılan kazılarda bir ilk. Bu nedenle bu
Fallos’u detaylı bir şekilde inceliyoruz. Fallos
buraya hediye amaçlı mı geldi? Yoksa Fallos kültürü
var mıydı? Araştırmalarımız sonucu ortaya çıkacak.
Fallos şu an müzede sergileniyor” diye konuştu.
Milliyet, 12.10.2010
|
DEFİNECİLERE GECE YARISI OPERASYONU
İznik
İlçesi'nde kaçak kazı yaparken yakalanan 7 defineci
tutuklandı.
Yeşil Camii Mahallesi Kaymakam Köşkü civarında
define aramak için kazı yapıldığı ihbarını alan
asayiş ekipleri, bölgeye 15 kişiden oluşan ekiple
gece saat 02.00 sıralarında operasyon düzenledi.
Kazı yapmakta olan Bülent K. (41), Cemal Ç. (51),
Eşref Ç. (30), Haşim U. (46), Hüsamettin K. (31),
Nusret K. (40) ve Ahmet K. (55) suçüstü yakalandı.
Gözaltına alınan 7 kişi, çıkarıldıkları mahkemede
tutuklandı.
Kazı aletlerine el konulurken, tutuklanan şahısların
Türkiye'nin birçok bölgesinde define aradıkları
tespit edildi.
Bursa Olay, 12.10.2010
|
İSLAHİYE TAŞLIGEÇİT ARKEOLOJİK PARK AÇILDI
Gaziantep’in İslahiye
İlçesi'ndeki Taşlıgeçit
Arkeolojik Park’ın açılışı yapıldı.
İslahiye İlçesi'ne bağlı Ağlarobası
Köyü
yakınlarında bulunan tarihi Taşlıgeçit Höyüğü Parkı
açılışına İtalya’nın Ankara Büyükelçisi Gianpaolo
Scarante, Gaziantep Vali Yardımcısı Mehmet Taşdöğen,
Gaziantep Büyükşehir Belediye Başkanı Asım Güzelbey,
Gaziantep Üniversitesi Rektörü Prof.Dr. Yavuz
Coşkun, İslahiye Kaymakamı Resul Kır, İslahiye
Belediye Başkanı Malike Uludağ, kazı ekibinin
Başkanı Prof. Nicolo Marchetti ile çok sayıda
vatandaş katıldı.
Açılışta konuşan kazı ekibinin başkanı Prof.
Nicolo Marchetti, 2004 yılında başlayan kazıların,
sadece ağustos ve eylül aylarında yapıldığını
belirtti. İki ay gibi kısa bir sürede yaptıkları
kazı çalışmalarıyla yetinmek zorunda kaldıklarını
dile getiren Marchetti, kazılar sırasında, Orta Tunç
Çağına ait kalıntıların bulunduğu arkeolojik
parktaki kalıntılardan, insanların inançlarını
temsil için buraya geldiklerinin net şekilde
görüldüğünü söyledi.
Höyükteki kalıntılardan bölgenin bir inanç
merkezi olduğunun anlaşıldığını ifade eden Marchetti,
‘Buraya insanlar inandıkları tanrılarına kurbanlar
kesmek, dua etmek için gelmişlerdir. Yılın on ayı
baraj suları altında kalan höyükteki kazı
çalışmaları güçlükle yapılıyor’ diye konuştu.
Çalışmaların zorluklarından bahsederek höyüğü gün
yüzüne çıkarmak için ellerinden gelen çabayı
göstereceklerini ifade eden Marchetti, konuşmasının
sonunda, katılımcılara höyüğü gezdirerek bilgi
verdi.
Höyükte, önceki yılda yapılan kazılarda 450 adet
sikke, mühür, boncuk gibi küçük parçalar bulunmuş,
bulunan eserler Gaziantep İl Kültür Müdürlüğü'ne
teslim edilmişti. Höyüğün, günlük yaşamda kullanılmadığı, önemli
bir yer olmasından dolayı özel günlerde buraya
gelinerek adaklar adanan, tanrıya kurbanlar sunulan
bir yer olduğu iddia ediliyor.
haberler.com, 12.10.2010
|
"BU HEYKELLERİ NİYE YAPTIN?"
Kapadokya'da, uzaydan bile
görülebilen dev heykeller yapan Avustralyalı sanatçı
hakkında inceleme başlatıldı. Nevşehir İl Genel
Meclisi'ndeki komisyon, heykeltıraşa, "Heykelleri
niçin buraya yaptın?" ve "Neden uzaydan bile
görünüyorlar?" gibi sorular sordu. Heykeltıraş ise,
"Sanattan başka kaygım yok. Gizli bir amacım da yok"
yanıtını verdi. Dünyanın 12 farklı ülkesinde yaptığı
açık hava eserleriyle tanınan heykeltıraş Andrew
Rogers, en büyük projesini bu yıl Kapadokya'da
hayata geçirdi.
"Zaman ve Mekan" adlı eser, çoğu elle yapılmış
12 büyük yapıdan oluşuyordu. 10 bin 500 tondan fazla
taşın kullanıldığı, yaklaşık 7 kilometrelik bir
alanı kaplayan yapılar 450 kilometre yükseklikten
görülebiliyordu. Kültür Bakanlığı, Avustralya
Elçiliği ve yerel yetkililerin katılımıyla mayıs
ayında açılış yapıldı. Rogers'a katkılarından ötürü
övgüler yağdırıldı. Ancak geçtiğimiz hafta Nevşehir
İl Genel Meclisi'nde kurulan komisyonun açtığı bir
soruşturma, bu tabloyu bir anda tersine çevirdi.
Komisyon Başkanı Ömer Cerit, projenin parasının
nereden geldiği, neden Kapadokya'da yapıldığı, niçin
uzaydan bile görüldüğü, taşların nereden bulunduğu
ve heykellerin altından maden çıkarsa ne yapılacağı
gibi sorulara cevap istedi. Komisyon üyeleri de,
heykelin ne anlama geldiğini bilmediklerini
belirtti.
SABAH'ın telefonla ulaştığı heykeltıraş Rogers ise
komisyondan haberi olmadığını belirtirken, "İnceleme
başlatılması çok tuhaf" dedi ve şöyle konuştu:
"Hakkımda bugüne kadar hiçbir inceleme
başlatılmamıştı. Hep olumlu tepkiler aldım. Bu
projede 800 kişiye iş sağladık. Bunlar halkın,
tarihlerinden gurur duymalarını sağlayan güzel
projeler. Sanattan başka kaygım yok. Gizli hiçbir
niyetim yoktu." Heykellerin altında maden bulunması
halinde bölgenin kazılabileceğini de kaydeden
tanınmış heykeltıraş, "Önemli sanat dergileri geniş
haberler yaptı. Discovery Channel belgesel
hazırlıyor. Kapadokya'ya giden binlerce kişi
balonlarla heykelleri inceledi" diyerek projenin
turizme katkısına dikkati çekti. Avustralyalı
heykeltıraşın, 47 heykel içeren "Hayatın Ritmi" adlı
sanat eserleri, Kapadokya dışında Avustralya,
Bolivya, Şili, Çin, İzlanda, Hindistan, İsrail,
Kenya, Nepal, Slovakya, Sri Lanka ve ABD'de
sergileniyor. Türkiye 12 eserle en fazla yapıyı
barındıran ülke olurken, ikinci sırada 4 heykelle
İsrail yer alıyor.
Nevşehir İl Genel Meclisi Başkanı Ömer Cerit: "Heykellerin yapılmasının ardından yöre
halkından çok sayıda sözlü şikayet geldi. Bizim
merak ettiğimiz de o arsa kendisine tahsis mi
edildi, yoksa 50 yıllığına kiraya mı verildi?
Maliyeti, heykellerin neden oraya yapıldığını bilmek
istedik. Olayın Kültür Bakanlığı'nca araştırılmasını
istedik."
Sabah, Haber: Bilge Eser, 12.10.2010
|
6 BİN 500 YILLIK TARİHİ ESERLER BULUNDU
Edirne’nin Enez İlçesi'nde devam eden arkeolojik
kazılarda önemli tarihi eserler gün yüzüne çıktı.
İstanbul Üniversitesi Doğal Varlıkları Koruma
Kurulu ve Arkeolojik Kazı Başkanı Prof.Dr. Sait
Başaran, Enez’deki arkeolojik kazılarda, MÖ 6500
yıllık tarihi eserler bulduklarını söyledi.
“Amfora, şapeller, kullanılan tarihi eserler,
lahitler ve 200′ü aşkın çeşitli tarihi eserlere
rastladık” diyen Prof.Dr. Sait Başaran, “Enez’de 33
yıldır kazı yapıyoruz. Enez antik kenti oldukça önemli bir liman şehri.
Yolların kavşağında kurulmuş. Nehir, deniz ve kara
yollarının kesiştikleri noktada Balkanlar, Ege,
Yunanistan ve Anadolu arasında kurulmuş antik bir
liman kentidir” dedi.
Enez’deki kazıların uluslararası düzeyde
yapıldığını belirten Başaran, “Son yollarda Enez
Arkeolojisine katkıda bulunmak amacıyla yabancılarda
gelmeye başladı. Avusturya’dan bir hoca gelip, Kral
Kızı Bazilikası'nı kazıyor. Bu sene bir Alman ekibi
iç limanın mendireklerini incelemek üzere, 10 gün
süre ile çalışıp döndüler. Önümüzdeki yıl daha geniş
kapsamlı bir çalışma planlıyoruz. İç limanda
derinliğini,antik çağdaki yayılım alanını, derinlik
içinde herhangi bir şey olup olmadığının
araştırılması ve ayrıca Dalyan Gölü’nde bazı incelemeler
düşünüyoruz.Bu incelemeler arasında batıklar ön
plana çıkacak.Bunların belirlenmesi için Jeofizik
yöntemlerinden yararlanacağız. Radar kullanarak, yer
altının görüntülenmesini sağlayacağız. Zaten
yıllardır yeraltı görüntüleme sistemleriyle
çalışıyoruz Enez’de” diye konuştu.
Prof.Dr. Sait Başaran, Enez’de 80 civarında bir
ekiple 3 ayrı bölgede 3 aydır çalıştıklarını ifade
ederek, “Enez’de tarihi ve kültür fışkırıyor. Nereye
bir kazma vursak önemli tarihi eserler çıkıyor.
Müzede teşhir edilecek 200′ün üzerinde tarihi
eserlerin bakanlık temsilcimiz gözetiminde kayıtlara
geçip Edirne Müzesi’nde sergilemeye koyacağız”
şeklinde konuştu.
Arkeoloji Uzmanı Günnur Kurtulmuş ise kazılarda
küçük ve büyük birçok lahit ve tarihi eserlere
rastladıklarını belirterek, Bunların kırılmış
olanlarını İstanbul Üniversitesi’ndeki arkeoloji
atölyemizde arkeoloji öğrencilerimiz eşliğinde
birleştirerek eski haline getiriyoruz. Ben de elde
ettiğim topraktan küçük bir lahit yaptım.
Orijinalinin aynısı oldu. Enez gerçekten bir tarih
cenneti. Daha çok önemli eserlere rastlayacağımızı
umut ediyorum” dedi.
Öte yandan, tarihi Enez Kalesi içinde ve
çevresinde bulunan evler, Kültür ve Turizm Bakanlığı
tarafından istimlak edilerek vatandaşlara 50 ve 75
bin TL arasında değişen ücretler ödendi. Tarihi eser
bulguların gün ışığına çıkarılması için sonradan
yapılan bu evler yıkılarak yerlerinde kazı
çalışmaları devam edecek. Vatandaşlar oturmuş
oldukları evlerini 3 ay içinde boşaltacak.
Edirne Kent Haber, 11.10.2010
******
KANALİZASYON KAZISINDAN TARİH ÇIKTI
Edirne'nin Enez İlçesi'nde, kanalizasyon çalışması
sırasında tesadüfen ortaya çıkarılan nekropolde, 2
bin 580 yıllık amfora bulundu. Kazı başkanı İstanbul Üniversitesi
Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi
Prof.Dr. Sait Başaran, çok önemli bir tarihi eseri
gün yüzüne çıkarttıklarını söyledi. Başaran, ilçede
kanalizasyon çalışmaları sırasında tesadüfen bulunan
lahitle ilgili araştırma başlatıldığını ve lahit
çevresinde jeoarkoloji ve kazı çalışmalarının
yapılması ile bölgenin nekropol (eski çağa ait
mezarlık) olduğunun anlaşıldığını ifade ederek,
şunları söyledi:
"Bu tesadüf sonucu başlatılan çalışmalarda bir çok
lahde ulaştık. Burada yürütülen çalışmalarda
Türkiye ve dünya için ünik sayılacak bir eser
bulundu. 2580 yıl öncesine ait amfora kırmızı figür
tekniği ile Hellen uygarlığında Attika'da üretilmiş.
Ölen kişinin cesedinin yakıldıktan sonra kalan kemik
ve küllerinin içine konulduğu bu keramik kap, yapım
tekniği bakımından Türkiye'de İstanbul Arkeoloji
Müzesi'nde sadece bir adet bulunuyor. Üzerinde
Herakles'in Amazon ülkesini ziyareti, Amazon
kraliçesi tarafından karşılanışı ve ikisinin ok atma
sahneleri bulunuyor. Ceset yakıldıktan sonra kalan
kül ve kemikler bu kabın içine konuluyor. Enez'den
çıkardığımız en önemli bulgulardan birisi budur.
Gerekli çalışmalar tamamlandıktan sora Edirne
Müzesi'ne teslim edeceğiz."
Başaran, Türkiye'de ve dünyada çok ender rastlanılan
bir eseri gün yüzüne çıkarttığına dikkati çekerek,
"Bu kadar az rastlanılmasının bir nedeni, o dönemde
bu kapları sadece çok zengin ailelerin kullanmış
olmalarıdır. MÖ 5. yüzyılın ilk yarısına ait bu kap,
2580 yıllık bir geçmişe sahip bulunuyor" dedi.
Bu arada, tesadüf sonucu bulunan alanın üzerinden
kara yolunun geçirilmesi için çalışma yapıldığına da
dikkati çeken Başaran, "Kanalizasyon çalışmalarında
tesadüfen bulunan bu alandan karayolu geçirilmesi
için çalışmalar sürüyor. Buranın tamamen taranması
ve kazılması gerekiyor. Bunları yapmadan karayolunun
geçirilmesi doğru olmayacaktır. Halen Koruma Kurulu
(Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu)
kararını vermedi. Radar yöntemiyle (Jeoarkeoloji)
kalıntıları tespit etmeye çalışacağız" diye konuştu.
Başaran, bölgede daha çok miktarda tarihi esere
rastlamalarının mümkün olduğunu belirterek, "Şanslı
sayılırız. Bu bölgede kalıcı eserlere rastlamadık.
Taşınabilir eserler bulunuyor. Bunların çıkartılıp,
müzelerde sergilenmesini sağlamalıyız" diye konuştu.
Habertürk, 19.10.2010
|
RESTORE EDİLEN KOCAGÖZ KONAĞI AÇILDI
Bartın'ın Ulus İlçesi'nde Kültür ve Turizm
Bakanlığı tarafından kamulaştırılarak onarım ve
restorasyonu gerçekleştirilen tarihi Kocagöz
Konağı'nın açılışı gerçekleştirildi.
Bartın
Ulus'ta düzenlenen açılışa, Bartın Valisi İsa Küçük,
Bartın Milletvekili Avukat Yılmaz Tunç, Ulus
Kaymakamı Ali Fuat Atik, İl Genel Meclisi Başkanı
Ali Kartal, Ulus Belediye Başkanı Hüseyin Ulus,
Abdipaşa Belediye Başkanı Yaşar Dönmez, İl Kültür ve
Turizm Müdürü İsmail Akman, Özel İdare Genel
Sekreter Yardımcısı Hasan Hüseyin Uzun, daire
müdürleri, muhtarlar ve çok sayıda vatandaş katıldı.
Bartın
Milletvekili Avukat Yılmaz Tunç, Bartın'ın turizm
potansiyelinin yüksek olduğunu bu potansiyeli
harekete geçirmek için önemli yatırımlar
gerçekleştirdiklerini belirterek, "56 kilometrelik
sahil şeridimizde deniz turizmi ve 3 bin yıllık
tarihi geçmişi bulanan Amasra ilçemizde tarih ve
kültür turizmi, büyük bölümü Bartın sınırlarında
bulunan Küre Dağları Milli Parkı, yaylalar, kanyon
ve şelaleleriyle ile de doğa ve eko turizm açısından
Türkiye'nin nadide köşelerinden biri olan Bartın'da
300 civarında tarihi evimiz var. Bu evlerin onarımı
ile ilgili olarak Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın
destekleri devam ediyor. Kocagöz Konağı'nın onarımı
da bu çalışmalardan birisidir. Ulus İlçemizin adeta
sembolü olabilecek bir eseri ortaya çıkardık" dedi.
Bartın Valisi
İsa Küçük, Ulus Kaymakamı Ali Fuat Atik, İl Kültür
ve Turizm Müdürü İsmail Akman'ın konuşmalarının
ardından tarihi Kocagöz Konağı'nın açılışı
gerçekleştirildi.
Turizm Gazetesi, 11.10.2010
|
KOCA BİR SERVETİ KANEPENİN ARKASINDA UNUTTULAR
Rönesans döneminin ünlü sanatçılarından
Michelangelo'nun ünlü eseri Mike'in orjinal
parçasının New York'lu bir ailenin evinden çıktığı
iddia edildi. Daily Mail gazetesinin haberine göre
New York'un Buffalo bölgesinde yaşayan Kober
ailesinin minik üyelerinin duvardan düşürdüğü, daha
sonra da
aile
tarafından bir kanepenin arkasına saklanan tablonun,
ünlü ressamın çok değerli bir çalışmalarından biri
olabileceği belirtildi.
Uzmanların üzerinde yaptığı çalışmalar sonucunda,
tablonun eskiziyle bire
bir
benzerlik taşıdığı, Michelangelo'nun benzer tabloyla
ilgili fikri değiştikçe bir kaç farklı çalışma
yaptığı ve bu tablonun o çalışmalardan biri
olabileceği kaydedildi.
Uzmanlara göre Kober ailesinin yıllarca kanepenin
arkasında unuttuğu
bu nadide
eserin değeri 425 milyon
Türk lirası olarak kabul ediliyor.
Ünlü ressamın söz konusu çalışmasında
Hz. İsa ve Hz Meryem yer alıyor.
Milliyet, 11.10.2010
|
|
ALLİANOİ İÇİN MİTİNG
Yortanlı Barajı’nın suyu
altında kalacak Allianoi antik kenti için
İzmir’in Bergama
İlçesi’ne giden çevreciler
protesto gösterisi yaptı. Çeşitli çevre örgütlerine
üye yaklaşık 1000 kişi, özel otomobilleri ve
otobüslerle Allianoi antik kenti önünde biraraya
geldi. Çevrecilerin bir kısmı saz çalıp şarkı
söylerken, bir kısmı da basın açıklamasını okudu.
Çevreciler yerde yatarak ‘KURTAR’ yazısı oluşturdu.
Grup adına basın açıklamasını okuyan Allianoi Dönem
Sözcüsü İffet Diler, Allianoi’nin dünya kültür
mirası listesinde olduğunu hatırlatarak, “Allianoi
gibi bir eseri suya gömmek tarih ve kültür
katliamıdır. Bir an önce bu katliam durdurulmalıdır”
dedi.
Hürriyet, Haber: Cevdet Şen, 11.10.2010
"TARİHİN YOK EDİLMESİ İNSANLIĞI KAOSA SÜRÜKLER"
İnsanlık tarihi açısından kısa
sayılacak bir süre faydalanılacak bir baraj için
binlerce yıllık tarihi miras yok ediliyor. Lafa
gelince muazzam bir tarihi mirasa sahip olduğumuzu
söyleyenlerin yaptıklarına bakılınca mirastan
kastettiklerinin sadece savaşçı gelenek olduğu
anlaşılıyor. Bunu ötesinde toplumu geleceğe
taşıyacak değerler, ya basitçe bir turizm
potansiyeli olarak görülüyor, ya da geçici çıkarlar
için yok ediliyor. Her iki durumda da aslında bizi
bize öğretecek olan tarihi-kültürel değerlerin ne
anlama geldiği anlaşılmamış oluyor.
Son yıllarda, enerji ya da sulama amacıyla yapılan
barajlar da binlerce yıllık mirasımızı yok etti. Yok
etmeye de devam ediyor. Ancak buna karışı gelişen
mücadeleler de geçmişten farklı olarak daha etkili
bir biçimde sürüyor. Allianoi’nin yok olmaması için
verilen mücadele bunlardan biri. Yrd. Doç.Dr. Ahmet
Yaraş kazı heyetinin de içinde bir bilim insanı
olarak, yıllardır Allianoi’nin baraja feda
edilmemesi için yürütülen mücadelenin içinde.
Tarihin yok edilmesini insanlığı kaosa sürükleyeceği
uyarısını yapan Yaraş’la güncel olanın ötesinde
Allianoi’yi ve yürütülen mücadelenin
anımsattıklarını konuştuk.
Bir değerlendirmenizde kültür varlıklarına sahip
çıkmanın, insan olmanın gereği olduğunu ifade
ettiniz. Bu ifadeyi biraz açar mısınız?
Yurttaş olmanın bilinci, geçmişi gelecekle
buluşturmanın anlamı her insanda olmalı. Geçmişini
bilmek, araştırmak sorgulamak, onunla yaşamak,
insani erdemlerden diye düşünüyorum. Küçük ölçekte
onu korumanın, o insanın büyük ölçekte korunması
konusunda yasalar çıkartmanın da devletin işi
olduğunu düşünüyorum.
Dolayısıyla bu kültür varlıklarının sadece imzalanan
uluslararası anlaşmalar gereği değil, ülkemizin ve
Dünya’nın çok önemli değeri olduğu için yok olmaması
gerekir. Buralardaki tarih, kültür ve bilginin asla
kaybedilmemesi gerekir.
Allianoi’ye bu kadar önem vermeniz, sizin kazı
heyetinde yer almanızla mı ilgili?
Kazı heyetinde yer almış olmam bu toprakların
değerlerine sahip çıkmamla aynı anlamı taşımıyor.
Mesleğin içinden gelmem önemli elbette, ancak
geçmişimde, çocukken yaşadığım o merak ve karşı
konulamaz öğrenme isteği, gözlerimin önündeki nice
kültür yapısının yok edilmesine karşı duruş
belirleme nedenimdir. Sadece Allianoi değil
sokağımdaki anıt ağaçların kesilmesi de, imar
yasasına uymayan mimari de tepki uyandırır bende.
Sürekli değişen kentler, yabancılaşan, konuşmayan
insanlar kavramını getiriyor beraberinde. Eğer düne
ait kalıcı bir özelliğiniz yoksa yarın ya da
geleceğe ne bırakacaksınız? Üslupları, çizimleri
neye göre yapacaksınız? Her şeye böyle birdenbire
gökten inip sahip olmadık ki.
Allianoi’un Anadolu kültürü açısından önemi
nedir?
Allianoi öncelikle Anadolu insanı için önemli. Dünle
bugün arasında güçlü bir bağ var aslında. Niye,
niçin yapmışlar, biz niye buradayız sorularının
yanıtı bir anlamda. Allianoi’da çok sayıda tıp aleti
çıktı. Günümüzde kullanılanlarla benzerlik
şaşırtıcı. İlaç hazırlanan araç gereçler ve
prepatlar eczacılık tarihi açısından önemli, cerrahi
aletlerin zenginliği, çeşitliliği tıp tarihi
açısından, su ve kanalizasyon sistemi, hidroloji
tarihi açısından, son derece gösterişli yapılar ve
Bizans kalıntıları sanat tarihi açısından, Ünik
nitelikte yapı tipleri mimarlık tarihi için,
muhteşem planlaması ile şehir planlamacılığı
açısından, özellikle Hadrian dönemi yapıları ve
buluntuları, tektonik olaylarla arkeolojik
buluntuların zenginliği arkeoloji açısından bilim
tarihleri dolayısıyla önemli. Dolayısıyla Anadolu
için büyük önem taşıyor.
Kültür, geniş anlamda insan toplumlarının bin
yıllar içinde biriktirdiği varlıklar ve değerler
olarak tanımlanabilir. Bu varlık ve değerlerden
insanların haberdar olmamasının ne tür sonuçları
olabilir?
Hayat çok hızlı değişiyor. Büyük kentler, çoğalan
insanlar, göç, işsizlik. Tüm bu keşmekeş içindeyken
geçmişe dair izlerin, tarihin yok edilmesi insanlığı
kaosa sürükler. Dünya’da barışın sağlanması ancak
ortak değerlerle mümkündür. Bu da değişik ancak
evrensel değer taşıyan kültürle sağlanabilir. Barış
ancak birbirini dinleyen, anlayan insanlar için
gerçekleşir.
Tarihle gelecek çoğu zaman birbirine zıt olarak
değerlendirilir. Ancak insan toplumlarının
geleceğinin planlanmasında, ‘kurulmasında’ tarihin
önemli bir unsur olarak yer alması zorunlu. En genel
biçimiyle geçmişini bilmeyen bir toplumun geleceğini
kurması mümkün olabilir mi? Tarihin tekerrürüne
‘tarihi bilmemek’ mi neden olur?
Tarih tekerrür etmez. Benzerlikler gösterebilir.
İnsanoğlu daima zulme karşı başkaldırmıştır.
İsyanların ortak özelliği özgürlükten ve gerçekten
yana olmasıdır. Geçmiş olmadan her şey bir anda var
olabilir mi?.. Kapılar, köprüler, evler, kutsal
yapılar pek çok şey dün de vardı. Bunu bilmek
rahatlatmalı insanı. Böyle birbirimize yaklaşmak,
korkuyu yenebilmek mümkündür.
Yıllardır yapılan barajlar sonucunda çok sayıda
kültür varlığı suların altına gömüldü. Suyun
medeniyet getirdiği, tarihte bir çok medeniyetin de
suların etrafına kurulduğu düşünüldüğünde, suyun
bugün bir bakıma medeniyetleri yok eder hale gelmesi
sistemin geldiği yeri göstermesi bakımından nasıl
değerlendirilebilir. Suç suyun mu?
Sistemi insanlar kullanıyor. Suyun etrafına yerleşen
eski medeniyetlerin izini sürerken bizler ne yazık
ki durduğumuz yere dikkat etmekten kaçınıyoruz.
Aslında ters mantıkla medeniyet dediğimiz, suyu
örtüyor, yok ediyor. Hatırlarsınız bu kış
İstanbul’da gerçekleşen o acı felakette
insanlarımızı kaybettik. Aynı bölgenin yakınlarında
yer alan geçmişin medeniyeti yerleşim olarak ters
yakayı seçmişti. Biz bilgiyi buluyoruz. Ancak kısa
hesaplar içinde bir yerlerde kayboluyor. Beraber acı
çekiyoruz. Her şey kayboluyor.
Zeugma, Hasankeyf, Allianoi... Barajlara feda
edilen onlarca kültür varlığından farklı olarak bu
üç bölge için önemli bir duyarlılık oluşmuştu.
Ancak, hükümetler bunu neredeyse hiç dikkate almadı.
Üstelik ‘Yapılması gereken her şeyi yaptık’ demeyi
de sürdürüyorlar. Sizce hükümetler gerçekten
kurtarmak için gerekenleri yapıyor mu?
Tabii yapıyorlar. Uluslararası anlaşmalara imza
atıyorlar. Uymuyorlar örneğin. İşte yaptıkları.
Perde arkasında başka imzalar atılıyor. Mesleğini
makama değiştirenler var. Taşeronluk yapan
akademisyenler var. Projelerine üç kuruş daha
alabilmek için birilerine daha yakın olmak için
taşeronluğa soyunanlar var.
Anadolu ve Mezopotamya uygarlıkların beşiği olarak
nitelendiriliyor ancak sizin de bir yazınızda
belirttiğiniz gibi tescillenmiş 7 bin 200 civarında
arkeolojik değer var. İngiltere’de bu sayının 100
bin olduğunu söylüyorsunuz. Bu, bugüne kadar ülkeyi
yönetenlerin arkeolojiye, tarihe verdikleri önem
açısından nasıl değerlendirilebilir? Bu politikalar
değişebilir mi?
Değişim mümkün. Nasıl olacağına gelince. Allianoi
mücadelesi bunun ilk adımlarından. Hasankeyf de. Biz
direnmeseydik bu soru kaç kişinin aklına gelebilirdi
?..
Allianoi’nin yok edilmek istenmesine karşı
yapılan eylemlere halkın yeteri kadar katıldığı
söylenemez. Bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Değişmesi için neler yapılabilir? Örneğin, tarih
derslerinde tamamen resmi bir savaş tarihi anlatmak
yerine çocukların, gençlerin ilgisini bu yöne
kaydırabilmek mümkün olamaz mı?
Halk?..Geçim derdinde, kartlara, faizlere boğulmuş
halk değil mi sözünü ettiğiniz?.. Hani tarlasını
sularken ödeyemeyince evde elektriğini kesecek olan
sözleşmeye imza atan halk. Hani halkın yanında
olduğunu açıklayan ama hiçbir şey değiştiremeyen
halk da aynı aslında. Bu ülkede sanat tarihi,
felsefe, mantık gibi dersler darbeler sonrasında
müfredattan kaldırılmışsa, Allianoi’da yaşananlara
çok fazla şaşırmamak gerekir. Yoksul bırakılan, kısa
yoldan zengin olma hayali ile yetişen bir kuşak söz
konusu, köy nüfusunun sadece yüzde 7 olması
hedeflenen, sürekli her koşulda kentte göç ettirilen
bir toplumla karşı karşıyayız.
Bir başka sorun da özellikle antik kentler,
tarihi kültürel varlıklar söz konusu olduğunda,
bunlara genellikle turizm potansiyeli olarak
bakılıyor. Bu, bugün de egemen olan kültür
politikalarına, o zihniyete teslim olmak anlamına
gelmiyor mu?
Gerçek her zaman tektir. Politikaları biz oluşturmak
zorundayız. Örgütlü mücadeleler bunun için de
gerekiyor. Turizm kültür olmadan eksik. Ancak
arkeoloji bilimi turizmin koltuk değneği değildir.
Yani turizm için arkeolojik kazılar yapılmaz. Bir
problemi çözmek veya geçmişe ait farklı bir pencere
açmak için kazılar yapılır. Turizm sayesinde bu
bilgi insanlarla paylaşılabilir. Ama arkeoloji
bilimi kent hayatına bir yenilik getirecekse, bunu
da ifade edip işin bu yanını da yansıtmakta fayda
vardır.
Kaybeden kim?
Biz…Siyah beyaz fark etmez... bu dünyada yaşayan
herkes kaybediyor. Evrensel değerdeki bir ören
yerinin tam olarak araştırılmadan toprağa gömülmesi
insanlık adına bir suçtur. Ve kaybeden insanlık
olacaktır.
Bir yazınızda arkeoloji ‘serüveninizin’ 1977’de
başladığını belirttiniz. Üniversite sınavında da ilk
tercih olarak arkeoloji bölümünü yazıp kazandığınız
biliniyor. İlk günden bugüne karşılaştıklarınızı göz
önünde bulundurarak, özellikle bürokrasinin bu alana
yaklaşımını değerlendirir misiniz?
Sanıyorum en kolay sorunuz bu oldu. Bürokrasi hala
alınacak faks makineleriyle, imzalarla, pullarla
uğraşıyor. Örneğin aynı bürokrasi öğrencinin
araştırmasını engelleme veya erteleyerek bıktırma
başarısını da gösterebiliyor. Anlayış ne yazık ki
değişmiyor. Hatta yüzyıl önce Osman Hamdi’den bugüne
değişen pek bir şey yok gibi. 100 yıl önce Müze-i
Hümayun’un Müdürü Osman Hamdi, Batı Anadolu’dan
Saltanat’ın izni ile Almanya’ya gönderilecek eserler
için yabancılara ‘Cesedimi çiğnersiniz’ demiş.
Şimdilerde bunu diyen bürokrat olmadığı gibi bir
adım ileri gidiliyor; ‘Siz de Allianoi’u çok
abartıyorsunuz’ diyorlar. Hatta su altında
katledilmesi yönünde müze uzmanlarının gelen
baskılardan dolayı korumak bir yana DSİ’ye
bürokraside yol gösterici olduğuna tanık oluyoruz.
Dolayısıyla 100 yıl önce en azından yurtdışına
kaçırıp orada sergilerken bizde kalanlar, bilinçsiz
halk tarafından mermerler eritilip kireç oluyormuş.
Bugün su altında bırakıp katledebiliyoruz. Üstelik
kazısı tamamlanamadığı halde sonsuzluğa
gönderebiliyoruz.
100 yıldır bu topraklarda değişen nedir? Sadece
küçük bir duyarlılık. Devlet de bu duyarlılığı
kısmen oluşturduğumuz için bizi cezalandırmayı bir
görev biliyor.
Baraj yapımı öncesinde yapılan kurtarma kazıları
sayesinde belki de hiç ortaya çıkmayacak varlıklara
ulaşıldığı iddia ediliyor. Ancak varlıkların tamamı
ortaya çıkmadan kazıların alelacele bitirilmesi bir
ikiyüzlülük değil mi?
Bu topraklarda aslında kanunlarla saptanan bir
kültür politikası var. Ancak gelişmenin ya da moda
deyimle kalkınmanın önünde ne yazık ki ‘kültür
varlıkları’ engel olarak görülüyor. Devlet,
vatandaşından bu varlıkların korunması için, 2863
sayılı Yasa’yı baz alarak vatandaşın siyasi gücü
oranında koruyor. Zaman zaman cezalar
uygulayabiliyor. Ancak kendi projelerinde ‘Ben
devletim kalkınma adına kültür varlığını göz ardı
edebilirim’ diyor. Dolayısıyla vatandaşa örnek
olması gereken devlet, katliama bu kılıfı uyduruyor.
Oysa ülkenin anayasasından, bütün kanunlarına, hatta
bağlı olduğu uluslararası paktlara, antlaşmalara
kadar pek çok konuda yükümlülük altındadır.
Bu katliamın unutulacağı veya fark edilmeyeceği
öngörülüyor. Ancak örneğin Komagene Krallığı’nın en
önemli eseri olan Nemrut Dağı ülkenin tanıtımında
kullanılıyor. Ancak onu yaratan ustaların yaşadığı
kentler, hatta başkenti Samosata doğru dürüst kazısı
tamamlanmadan su altında bırakılmıştır. Aynı olay
Allianoi’da da karşımıza çıktı. EXPO 2015
organizasyonuna aday ve tanıtım için Allianoi’da
bulunan Nymphe Heykeli İspanya’nın Zaragoza ve
Çin’in Pekin kentlerine reklam amacı ile
gönderilecekti. Bunun iki yüzlülük olduğunu yazıp
anlatmaya çalıştık.
İki yüzlülük?.. Değil!.. Bir şeyler yapıyor görünmek
yılların aldatmacası. Zeugma’nın büyük bir kısmı
böyle yok olmadı mı? Adını bile duymadığınız çok yer
var. Birçoğuna ait tek bir fotoğraf karesi bile yok.
Efsaneler almış başını gidiyor. Dedemin arazisinde
şunlar vardı. Şu bina yapılırken bir sürü eser
çıktı. Bir gecede yerle bir ettiler. İş makineleri
ile yok ettiler. … Burada tehlikeli olan dünü,
geçmişi tamamen silmek. Hükümetler ne kadar muhalif
olsalar da bir süre sonra sistemin parçası haline
geliyorlar.
Evrensel, Haber: Nurettin
Öztatar, 19.10.2010
******
E HANİ ALLİANOİ DİYE
BİR YER YOKTU?
İzmir Bergama’da
Yortanlı Barajı’nın suları altında kalacak olan
Allianoi için “Böyle bir yer yok, orası Paşa
Ilıcası” diyen Çevre Bakanı Eroğlu, dün şaşırttı.
“Bizden başka burayı korumak için kimse bir şey
yapmıyor” diyen Eroğlu, YÖK’ten Allianoi’u
incelemesini istediklerini açıkladı.
Daha önce ‘Allianoi’
diye bir yerin varlığını kesin bir dille reddeden
Bakan Eroğlu, Hasankeyf ziyareti dönüşünde
gazetecileri yanıtlarken YÖK’ten ‘konuyu
incelemesini istediklerini’ söyledi.
Eroğlu, “YÖK incelesin
Allianoi ise Allianoi, Paşa Ilıcası ise Paşa Ilıcası
bizi ilgilendirmiyor. Biz korumak için her türlü
gayreti sarf ediyoruz. Başkaları sadece konuşuyor
ama biz korumak için gayret gösteriyoruz.
Konuşanların hiçbirinin benim yaptıklarımın zerresi
kadar yaptığı bir şey yok. Çalışmalar bilim
kurullarının raporları doğrultusunda yapılıyor”
dedi.
Eroğlu, Çevre Bakanlığı koltuğuna oturmadan önce
DSİ’nin genel müdürüydü. Allianoi kazıları da yapımı
yılan hikayesine dönen Yortanlı Barajı’nın inşaatı
sırasında başladı. Kazılara DSİ bütçesinden kaynak
sağlandı. Çevre Bakanı dün ‘işinin baraj yapmak
olduğunu’ belirterek şöyle konuştu:
“Konunun sahibi
olmamamıza karşın, burasının korunması için destek
veren biziz ama hedef tahtası haline geliyoruz. Ben
buna isyan ediyorum. Buradaki eserler bir sütun ve
çeşmeden ibaret. Her yerde var. Biz çıkarmasak
kimsenin haberi yoktu. Benim işim baraj yapmak ama
burayı daha
iyi korumak için
üzerimize düşeni hakkıyla yerine getirdik. Bazıları
teşekkür edecekleri yerde konuşuyorlar.”
Allianoi Kazı Başkanı
Yrd. Doç.Dr. Ahmet Yaraş ise Allianoi’un Avrupa’da
tüm literatüre girdiğini söyledi. “Bakan buranın
Allianoi olup olmadığının çalışmasını kime
yaptırmış? Böyle çelişkilere düşmesi normal.
Allianoi bir sütun, çeşmeden ibaret değil” diyen
Yaraş, bakanın Allianoi’un inceleneceği yolundaki
sözlerini ise “Yine de bir gelişme var” diye
değerlendirdi. Bilinen en eski antik sağlık yurdu
olan Allianoi kazıları ve çıkarılan eserlerin müzeye
taşınması için DSİ bütçesinden bugüne kadar 7 milyon
dolar harcandı.
Tarkan facebook sayfasına Allianoi’un fotoğrafını
koyarak tepki gösterince Çevre Bakanı Eroğlu, 31
Ağustos’ta sert bir açıklama yaptı. “Orası Allianoi
değil. Allianoi diye bir yer, o kişinin uydurduğu
bir kelimedir” diyen Eroğlu, Tarkan’a da “Sanatçı
arkadaş sanatıyla ilgilensin. Herkes bilmediği bir
konuya burnunu sokarsa çok yanlış olur” tavsiyesinde
bulundu.
Radikal, Haber: Serkan
Ocak, 22.10.2010
|
BERGAMA AKROPOL
TELEFERİKLE BULUŞUYOR
Bergama Akropolü'ne yarından itibaren teleferik ile
de çıkabileceksiniz.
Kültür turizminin Ege'deki en önemli ziyaret
yerlerinden biri olan Bergama Akropolü, yıllardır,
kısıtlı park alanı yüzünden sorunlar yaşıyordu. Aynı
zaman dilimi içinde gelen çok sayıda büyük otobüsün
taşıdığı turist gruplarının varışı ya da kalkışı
sırasında kaotik görüntüler oluşuyordu.
Özellikle yaz aylarında, çok sayıda otobüs,
kalabalık gruplar ve içiçe girmiş satış tezgahları
yüzünden yürümek bile zorlaşıyordu.
Peki, ama su "teleferik sistemi" doğru bir seçim
miydi,acaba?
Kişi
başı 12 TL olarak düşünülen sekizer kişilik
teleferiklere binmek için yaz aylarında büyük
sıralar oluşacağı kesin. Turizm acenteleri park
ücreti yanında bir de bu ekstra gideri maliyetlerine
eklemek zorunda kalacaklar. Turizm iyi bir rant
kapısı, bunu biliyoruz. Ancak, teleferik gerek,
belli dönemlerde, aşırı yüklenmesi ile, gerekse de
son derece önemli bir sit alanında yer alması
nedeniyle bir tehlike arz etmiyor mu? Estetik açıdan
da hoş bir görünüm ortaya koymasa gerek.
Tarihi ve doğal sit alanları "doğal" görünümleri ile
güzeldir. Üstelik, hala kazılmayı bekleyen
arkeolojik değerler toprak altında gün yüzüne
çıkmayı beklerken. Bu yapı tarihe ve kültüre ülke
yöneticilerinin hangi açıdan, nasıl baktıklarını da
bir kere daha bize göstermiş oldu.
Eski
park alanı bir takım , çevreye zarar vermeyecek,
mimari öğelerle desteklenerek büyütülebilir miydi?
Ya da, bir raylı sistemle , eski yolun üzerinde,
aynı anda çok sayıda ziyaretçyi taşıma olanağı
olabilir miydi? Bu uygun değilse, Afrodisias'taki
gibi vagonlu traktör ... O da olmazsa Sümela'daki
gibi dolmuşlarla?!. Sit alanına zarar vermeyecek
bir şekilde bu sorun kısaca çözülemez miydi? Bu
konuda ülkemizdeki gerekli kuruluşlarla,
üniversitelerle, STK'lar ile bir arada ne zaman
hareket etmesini öğreneceğiz,bilemiyorum.
Bağımsız Rehberler Platformu, Yazı: Hakan Eğinlioğlu,
10.10.2010
******
BERGAMA REZALETİ
Dünya tarihinin en önemli
merkezlerinden olan tarihi Bergama antik şehri
ticari menfaatlere kurban edilerek karanlık bir
döneme doğru sürükleniyor.
Oysa saymakla bitmeyecek değerlere sahip antik
Pergamon, emsalsiz doğası ve şaşalı geçmişi ile
yüzyıllardır Kaledağ'dan geçmiş yüzyıllara meydan
okuyor.
Birçok tarihi belge Bergama Zeus Tapınağı'nı
dünyanın yedi harikasından biri olarak belirtirken,
bu muhteşem Sunağın Hellenistik dönemin en önemli
eseri olduğu şüphe götürmez.
200 bin civarında eser ile dillere destan
kütüphanesi parşömenin icat edildiği yer olarak
bilinir. Dünyanın en dik tiyatrosu ile MS 2'inci
yüzyıldan itibaren insanlığın kültürel gelişiminin
podyumu olan Bergama, tarihinden gelen asaletini
günümüze kadar taşımaktadır.
Demiyolu yapımı için Osmanlıların görevlendirildiği
Alman Mühendis Carl Human tarafından parçaları tek
tek Dikili limanı üzerinden Almanya'ya kaçırılan
Zeus tapınağı için Almanya'nın en muhteşem binası
Bergama Müzesi inşa edilmiştir.
Bugün milyonlarca ziyaretçinin kapısında sıra
beklediği sunağı anayurdunda ise yerli yabancı
ziyaretçilere adeta bir işkence yaşatılıyor.
Yüzyıllara meydan okuyan ve Efes'ten sonra ülkemizin
en çok ziyaret edilen şehirlerinden biri olan
Bergama üzerinde birkaç gündür karanlık oyunlar
oynanmakta ve şehir terk edilme tehlikesi ile baş
başa bırakılmaktadır.
Sit alanlarına bir tek çivinin bile çakılması
yasakken, Bergama Akropolü üzerine kabus gibi çöken
ve bir çelik yığınından ibaret sözüm ona teleferik
görmezden gelinmiş ve şehre ulaşım engellenerek,
misafirlerin teleferiği kullanma zorunluluğu
getirilmiştir.
Hangi izin ve yetki ile antik şehrin göbeğine
teleferik kurulması mümkün olmuştur? Bu tesis kime
aittir? Teleferik için belirlenen 12 TL'lik ücret
kimlerin parlak zekasından çıkmıştır? Teleferiğin
kurulduğu virajda yolcularını indirmek zorunda kalan
onlarca otobüs nerede park edecektir?
Dün kendisine bu soruları yönelttiğimiz tesis Müdürü
Ali Yıldırım konuyu yönetim kuruluna ileteceğini
belirtirken, arkasındaki levhada kendisinin yönetim
kurulu başkanı olduğu yazıyordu.
Bundan böyle ören yeri giriş bedeli 20 TL olan
Bergama'ya 12 TL teleferik ücreti ödeyerek yani 32
TL vererek Türkiye'nin en pahalı ören yerini ziyaret
edebilirsiniz.
Yaz sezonunun bitmesi ile kış ve kültür turizminin
başladığı bugünlerde yüzbinlerce turistin ziyaret
etmesinin beklendiği Bergama, kişisel menfaatlerin
kurbanı olurken, Bergamalıların Altın madenine
gösterdikleri dayanışmayı burada göstermemeleri de
bir o kadar acıdır.
Sessiz, sedasız ve habersiz gerçekleştirilen bu
eylemin tur operatörlerinin planlamasında olmadığı
ve birçoğunun tepki olarak Bergama'yı programından
çıkaracağı kaçınılmazdır.
Kültüre duyarlı ve ilgili bakanımıza ve TÜRSAB'a
Bergama'yı bu esaretten kurtarmak için büyük görev
düşmektedir.
Aksi takdirde bu nadide Şehir Attalos'lardan beri en
terk edilmiş dönemine girecektir.
turizmdebusabah.com, Yazı:
Recep Yavuz / ITM
Travel Genel Müdürü, 10.10.2010
******
"AKROPOL'Ü TURLARIMIZDAN ÇIKARIRIZ"
İzmir'in Bergama İlçesi'nde bulunan tarihi
Akropol'e ulaşımı sağlayan teleferiğin ücretinin
kişi başı 12 lira olarak belirlenmesine seyahat
acentelerinden tepki geldi. ITM Travel Genel Müdürü
Recep Yavuz, Akporol'ü gezi güzergahından
çıkartabileceklerini söyledi. Akropolis Teleferik
A.Ş. İşletme Müdürü Ali Yıldırım ise, gerekli
bilgilendirmenin Nisan ayından bu yana düzenli
olarak yapıldığını belirtti.
2006 yılında İzmir 2 No.lu Kültür Varlıklarını Koruma
Kurulu toplantısında, kazıları yürüten Alman
Arkeoloji Enstitüsü'nce, Akropol'e çıkan tonajlı
araçların yaydığı titreşimin, sur duvarlarına zarar
verdiği belirtilmiş ve yolun kapatılması kararı
alınmıştı. Kararda, Akropol'deki yapıya en uygun
alternatif ulaşımın teleferik olduğu da
belirtilmişti. Bu kararların ardından bölgeye
teleferik yapılması kararlaştırıldı. Maliye
Bakanlığı'nın açtığı ihaleyi kazanan firmanın
yaptığı teleferiğin resmi olmayan açılışı 8 Ekim'de
yapıldı. Akropol'e çıkışa olanak sağlayan yol, tur
otobüslerinin kullanımına kapatıldı. Seyahat
acenteleri ise, teleferik ücretlerinin, önceden
bilgi verilmeksizin kişi başı 12 lira olarak
belirlenmesine tepki gösterdi.
Genel Müdür Recep Yavuz, "Acentelerin tur satışları,
paket şeklinde yapılıyor ve ödemeler seyahat öncesi
gerçekleştiriliyor. Ücretlerle ilgili bize bilgi
verilmedi. Tur firmaları olarak, Akropol'ü 10 liraya
geziyoruz. Teleferik ücretiyse kişi başı 12 lira. 50
bin turistin bizim aracılığımızla geleceğini
düşünürsek, önemli bir meblağ tutuyor. Turizm
firmaları, teleferik ücretini cebinden ödemek
durumunda kalacak. Tur operatörleri, Akropol ve
Bergama'nın gezi güzergahından çıkarılabileceğini
konuşuyor" dedi. Acentelere gerekli bilgilendirmeyi
Nisan ayından bu yana yaptıklarını söyleyen
Akropolis Teleferik A.Ş. İşletme Müdürü Ali Yıldırım
ise, "Akropol'e çıkan yolu, binek araçların
kullanabiliyor" dedi.
Projenin Türkiye'de bir ilk olduğunu belirten
Bergama Belediye Başkanı Mehmet Gönenç, "İlk kez 1.
derecede arkeolojik sit alanında 49 yıllık bir
irtifak hakkı tesis ediliyor. Maliye Bakanlığı'na da
hasılatından yüzde 1 pay vermek üzere anlaşılıyor.
İmar açısından ve ruhsatlandırma konusundaki
evraklar tamam olduğu için Bergama Belediyesi buraya
iş yeri açma ve çalıştırma ruhsatı verdi. Bu,
belediyenin projesi değil" dedi.
Yeni Asır, 10.10.2010
|
|
TARİHİ GAR SAHİPSİZ
Kocaeli Valiliği İl Özel İdaresi, işletmecinin aylar önce boşalttığı tarihi Gar Binası tesisleri için bir türlü yeni ihaleye çıkamadı. Vali Erdal Ata döneminde restore edilen tesisler tamamen kaderine terk edilmiş durumda boş bekliyor.
Tarihi Gar Binası ile önünde bulunan özel yapılmış vagonların işletmesini İstanbullu Kutsal Turizm firması üstlenmiş, 2007 yılında açılan tesis, aylık 30 bin TL civarındaki yüksek kira bedeli nedeniyle fazla uzun süre işletilememişti. Özel İdare, yeni ihaleye hazırlanırken de kirada indirim yapmıyor. Bu yüzden işletmeci bulunamıyor. Tarihi Gar tesisleri boş kaldıkça, hem Özel İdare gelir kaybediyor, hem de İzmit çok güzel bir mekanı değerlendirememiş oluyor.
Bazı iddialara göre de, Özel İdare’nin iki ruhsatı bulunan bu tesisi kafe olarak kiralamak istediği, böylece tesisi alkolden arındırmayı planladıkları söyleniyor. Bu tesisin içkisiz kafe olarak yüksek kira bedeliyle verilmesi hiç mümkün değil. Böyle giderse, tarihi Gar Binası, eskisi gibi yeniden mekansız berduşların evi haline gelebilir.
2007 yılı haziran ayında açılan, başlangıçta çok nezih bir tesis olarak işletilen, ancak yüksek kira bedeline dayanamayıp kapanan tarihi Gar Binası, aylardır boş ve sahipsiz. İl Özel İdaresi’nin doğru dürüst bir ihale yapıp, tesisi değerlendirmek için de bir gayreti görülmüyor.
Özgür Kocaeli, 10.10.2010
|
İSTANBUL'DA ALAY KÖŞKÜ EDEBİYAT MÜZESİ OLUYOR
Prof.Dr. Onur Bilge Kula (Kültür ve Turizm
Bakanlığı Kütüphaneler ve Yayımlar Genel Müdürü) ile
birlikte Frankfurt’ta Goethe’nin Evi’ni (Goethehaus)
geziyoruz.
Benim müzik mağazam da oranın girişindedir. İçeri
girdiğimde, görevli hanımın hoş geldin demesinden
sonraki sözü şu: “Demek ki bir yıl geçmiş.” Çünkü
her kitap fuarında giderim oraya.
Kula, bizim eksiğimizi giderecek girişimin
tamamlandığından söz ediyor.
Okurlarım bilirler; yazar evlerinin, edebiyat
müzelerinin olmayışından yakınan yazılarımın sayısı
epeycedir.
Onur Bilge Kula, Edebiyat Müze Kütüphaneleri’nin
kuruluşundan söz etti.
Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, İstanbul’da
müze mekanı için yer saptamış.
Alay Köşkü, Edebiyat Müze Kütüphaneleri’nin ilki
olarak hizmete girecek.
Şimdilik bu müzeler yedi kentte açılacak: İstanbul,
Ankara, İzmir, Diyarbakır, Adana, Erzurum, Trabzon.
Müze’de, özellikle o kentin yazarlarının kitapları,
onlar hakkında yazılan kitaplar bulunacak. Bir okur
o edebiyatçılar hakkında bilgi kaynaklarına
ulaşabilecek. Hiç kuşkusuz sadece o kentin
yazarlarıyla sınırlı değil, kitaplar Türkiye
bütününde edebiyatçıları kapsayacak.
Buna bağlı olarak, olanaklar elverdiğince edebiyat
evleri de kurulacak.
Edebiyat evlerinin ilki de Ankara’da Kaleiçi’nde
açılacak.
Edebiyatçılar burada toplanacaklar, görüşecekler,
etkinlikler düzenleyebilecekler.
Ben edebiyatçıların yaşadıkları evlerin de o kentin
yerel yönetimince onarılmasını, korunmasını, içinde
kitaplarının bulundurulmasını, isteyenlerin satın
alabilmesini salık veririm.
Bir okur, yazarın evini gezerken, onun özel
yaşamından izdüşümleri keşfeder, çoğu zaman da
yazdıklarıyla yaşamı arasında paralellikler bulmaya
çalışır. Uzun lafın kısası, okurun yazarı keşfetme
serüveni yeni alanlara açılabilir.
Heyecanla beklediğim bir faaliyet olacak.
Hürriyet, Yazı: Doğan Hızlan, 10.10.2010
|
OTOMOBİLDEN PAHALI TÜRK TABLOSU VAR
Zenginleşen her toplum sanata
yatırım
yapıyor. Son yıllarda Rus, Arap ve diğer petro-
dolar milyarderi ülkelerin zenginleri uluslararası
sanat piyasasının en nadide eserlerinin el
değiştirdiği müzayedelerde fırtınalar estirirken,
Türkiye'de de adeta bir devrim var. Sanat
piyasasında bilindik yüzlerden çok sanatı hem bir
statü ispatı hem de cazip bir
yatırım aracı olarak gören yeni zenginler
etkisini artırmaya başladı. Altından, dövizden daha
çok getiri
sağlayan o kadar çok tablo ortaya çıktı ki, örnekler
duyunca şaşırmamak imkansız. Üstelik sadece Osman
Hamdi'nin yaklaşık 4.6 kat değer
kazanan
Kaplumbağa Terbiyecisi, Burhan Doğançay'ın yaklaşık
30 kat prim yapan Mavi Senfonisi değil bu
anlatılanlar… Örneğin iki yıl önce 1500
TL'ye satılan Abidin Elderoğlu resimleri
bugün 300- 400 bin TL'den alıcı buluyor. Kızının
tavsiyesiyle müzayedelere katılıp çağdaş Türk
resmine ait eserler toplayan ünlü bir işadamımız
"Hayatımda bu kadar tatlı para
kazanmadım" diyerek durumu özetliyor.
Türkiye'de de sanat piyasası son 10 yılda 10 kat
büyüdü. Artium Sanatevi'nin sahibi Rüştü Sungur, 10
yıl önce 10 milyon dolar olan resim piyasasının
bugün 100 milyon doların üstüne çıktığını söylüyor.
Sungur, 30 bin TL'nin
üzerinde yaklaşık 20 bin Türk resminin olduğunu
belirtiyor.
Rüştü Sungur, "Eskiden müzayedeleri takip eden 100
kişi vardı. Bu sayı 5 bine çıktı" diyor. Artium
Sanatevi bugün saat 14.00'de Pera Palace Hotel'de
Güz Müzayedesi düzenliyor. Ve yaklaşık olarak
400-500 milyon TL
toplanması bekleniyor. Bu da iki saat içinde en az 4
milyon TL'nin el
değiştirmesi demek. Ama bu rakam dünyanın çok
gerisinde. Dünyanın en büyük müzayede evlerinden
Christie's, iki saat içinde 200-300 milyon dolarlık
satış yapıyor.
Rüştü Sungur'a göre eserleri iki-üç kat
değerlenecek ressamlar ve fiyatları:
Avni Akbaş:
20-40 bin TL.
Burhan Uygun: 50-60 bin TL.
Abidin Dino: 20-40 bin TL.
Komet: 20-40 bin TL.
Nuri İyem: 100-150 bin TL.
Turan Erol: 75-100 bin TL.
Güz Müzayedesi'nde en dikkat çeken parçalar; Bedri
Rahmi Eyüpoğlu'na ait balıklı ve kuşlu
kompozisyonlar. 200 ve 250 bin
TL muhammen bedelle satışa çıkacaklar. Ama
450 bin TL'ye alıcı
bulması bekleniyor. Üstelik bu iki resmin bulunuş
hikayesi de oldukça dikkat çekici. Ressamın torunu
Rahmi Eyüpoğlu, garajda temizlik yaparken bulmuş bu
resimleri. Tozlu garajdan çıkan bu iki tablo, bugün
belki de 800 bin TL'den
fazla nakde çevrilecek.
Genç işadamlarının sanat
piyasasına girmesi, çağdaş resmin de ivme
kazanmasına yol açtı.
Öyle ki Burhan Doğançay'ın 1987 yılında 50 bin
dolara sattığı 'Mavi Senfoni'si geçtiğimiz yıl 2.2
milyon TL'ye alıcı
buldu. Sungur, "Sadece Doğançay'ın eserine değil,
genel olarak çağdaş resme ilgi var. Eskiden
klasikçiler evine çağdaş resim sokmazdı. Üç yıl önce
60 bin TL'ye satılan çağdaş resimler
bugün 500 bin TL
edebiliyor. Hemen al-sat yapsanız bile
kazanıyorsunuz. Gayrimenkulden
bile daha karlı. Daireniz olsa, istediğiniz fiyata
hemen elden çıkaramazsınız. Her yer inşaat dolu. Ama
resmin mutlaka alıcısı çıkar. Değer de kaybetmez"
diyor.
Sabah, Haber: Burcu Aldinç, 10.10.2010
|
"TOPKAPI'DAKİ ASKERİ DEPOLAR BOŞALTILACAK"
Kültür
ve Turizm Bakanı
Ertuğrul Günay, 2011 yılı Haziran ayında
yapılması planlanan seçimlere kadar gerçekleştirmeyi
istediği 4 düşü olduğunu açıkladı. Günay,
“Seçimlerden sonra buralarda oluruz olmayız. O
yüzden bütün enerjimi bu projelere vereceğim” dedi.
Günay, “Tamamlayamasam bile geri dönülmez noktaya
getirmek istediğim projelerim var” sözleriyle bu
çalışmaları şöyle açıkladı:
Ankara’da uygarlıklar müzesi kurmak istiyorum.
Eski hipodrom alanında kurmak için çalışmaları
başlattık. Cumhurbaşkanı başkanlığında toplantı
yaptık, büyük desteği var. Seçimlere kadar
projesinin ihalesini yapabiliriz.
10 ilde arkeoloji müzesi açmak istiyorum. Gaziantep
Müzesi’ni önümüzdeki günlerde açacağız. Aralarında
Afyon, Urfa, Hatay, Çanakkale ve
İzmir var. Çanakkale’de Troya müzesi planımız
var.
İzmir’deki Ege Uygarlıkları
Müzesi olacak.
Topkapı, Sur-i Sultanı alanındaki kültürel yapıya
aykırı tüm binaların boşaltılmasını sağlamak
istiyorum. Milli Savunma Bakanlığı’nın depo olarak
kullandığı 4 binadan birine mehter takımını
yerleştirmeyi düşünüyorum. Diğer binaları, kaftan
müzesi, porselen müzesi ve silah müzesi yapacağız.
Tarihi mekanı eski özgünlüğüne kavuşturmayı
planlıyorum.
Türkiye’yi turizm potansiyeli açısından
İngiltere’nin önüne geçirmek istiyorum.
İngiltere’nin yıllık turist sayısı 32 milyon,
bizimki 29 milyona ulaştı. Bu yıl olmaz, ama
önümüzdeki yıl hedefi tutturabiliriz, bunun alt
yapısını hazırlayacağım. Hedefimiz dünyada en çok
turist alan ilk 5 ülke arasında olmak. Biz, şimdi 7.
sıradayız.
Hürriyet, Haber: Nuray Babacan, 10.10.2010
|
OSMAN HAMDİ BEY WEB'DE
Figürlü resmin ilk temsilcisi, müzeci,
arkeolog ve Sanayi-i Nefise Mektebi’nin kurucusu,
21’inci yüzyılın son döneminde, sanat ve kültür
alanında yenileşme ve batılılaşma akımının öncüsü
olan “Osman Hamdi Bey” adına oluşturulan web sitesi
hizmete girdi.
Web sitesi, UNESCO’nun 22 Eylül 2009’da gerçekleştirilen 35’inci Genel Konferansı’nda, 2010 yılı anma ve kutlamalar listesine alındı. Site, “Osman Hamdi Bey’in ölümünün 100’üncü yıldönümü” dolayısıyla alınan karar gereğince, Başbakanlık Tanıtma Fonu, Kültür ve Turizm Bakanlığı Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü, UNESCO, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi ve Pera Müzesi’nin katkılarıyla oluşturuldu.
Hürriyet, 10.10.2010
|
|
|
TOKAT'TA BÜYÜK HAZİNE
Tokat'ın Sulusaray İlçesi'nde bulunan, MÖ 1'inci yüzyıla ait Sebastopolis antik kentinde ilk olarak 1987 yılında kazı çalışmaları başladı.
Küçük bir bölümün kazısı yapılan antik kentte çalışmalar 1991 yılında sonlandırıldı. İlk kazılardan sonra, İngiltere Veliaht Prensi Charles 1992 yılında gayrıresmi olarak Sebastopolis'i ziyaret etmişti. 19 yıl aradan sonra bu Ağustos 2010 yılında tekrar başlayan kazı çalışmalarında önemli bulgular elde edildi. Fransız Anadolu Araştırmaları Enstitüsü, İstanbul Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi'nin işbirliği ile Dr. Markus Kohl'un başkanlığında yürütülen kazı çalışmalarında bir ibadethane ve bir hamam açığa çıkartıldı, ilk incelemelerde ise Sebastopolis'in Efes antik kenti kadar büyük olduğu anlaşıldı. Kazılarda elde edilen tabletlerde kentin en büyük tanrısının Heracles olduğu, 7 metre yüksekliğindeki surlardan oluşan yaklaşık 30 dönümlük bir alanı kapsadığı öğrenildi.
Vatan, Haber: Yüksel Menekşe, 09.10.2010
|
KAZIDAN TARİH ÇIKTI
Trabzon’da belediyenin altyapı çalışmaları
sırasında Bizans dönemine ait 2 adet dehliz ve çarşı
ortaya çıktı. Tabakhane Camii önündeki kazı
sırasında bulunan, yüksekliği 135 cm, uzunluğu ise 5
m olan taş kemer 2 geçitle ilgili Trabzon Müzeler
Müdürlüğü arkeologları çalışma başlattı.
Müzeler Müdürü Nilgün Salihoğlu, yapıların 600
yıllık ve Bizans dönemine ait olduğunu tahmin
ettiklerini söyledi. Yılmazer, “Dehlizin önü kapalı. O duvarı
yıktığımızda karşımıza tünel, çarşı ya da yol
çıkacak” dedi. Konuyla ilgili Tabiat Varlıkları
Koruma Kurulu ve belediye de rapor hazırlıyor.
Tabakhane Camii’nin su akarı ve kanalizasyon
yapısını yenilemek için 4 gündür çalışma yürüten
Trabzon Belediyesi Fen İşleri Müdürlüğü ekipleri,
dün sabah saatlerinde boru döşemek üzere yaptığı
çalışma sırasında köprü gibi görünen taş kemer
şeklindeki 2 geçide rastladı. Belediye çalışanları
bunun üzerine yetkili mercilere durumu iletti.
Tabakhane Camii’nin önünden geçen parke yolun altına
denk gelen köprü görünümündeki geçidin yaklaşık 600
yıllık olduğu ve Bizans döneminden kaldığı tahmin
ediliyor.
Çalışma sırasında tarihi geçitleri bulanlardan
işçi Şener Şen, “Dün yapılan kazı sırasında tarihi
bir yapıyla karşı karşıya kaldık. Haliyle yapıya
zarar vermemek için çalışmaları durdurduk. Biz de
hayrete düştük. Hemen ilgili kurumlara konu hakkında
bilgi verdik. Ne olacağını biz de merak ediyoruz”
dedi.
Yüksekliği yaklaşık 135 santimetre, uzunluğu ise
5 metre olan taş kemer 2 geçit hakkında Trabzon
Müzeler Müdürlüğü arkeologları, Tabiat Varlıklarını
Koruma Kurulu ve Trabzon Belediyesi inceleme
başlattı. Trabzon Müzelere Müdürü Nilgün Yılmazer
Salihoğlu, ilk incelemelerine göre kemer gözlü
yapının 600 yıllık ve Bizans dönemine ait
olabileceğini söyledi. Salihoğlu, “Kemer gözlü
yapının önü kapalı. O duvarı yıktığımızda karşımıza
tünel, çarşı ya da yol çıkacak. Ama büyük ihtimalle
çarşı olabileceğini tahmin ediyoruz” dedi.
Trabzon Belediye Başkan Yardımcısı Osman Necip
Sevinç, mimarı kalıntının ortaya çıkmasının ardından
durumu hemen Müzeler Müdürlüğü’ne bildirdiklerini
ifade ederek, kazı çalışması nedeniyle yolun trafiğe
kapanabileceğini söyledi. Trabzon’un her yerinden
tarihin çıkabileceğine dikkat çeken Sevinç,
“Tabakhane Camisi kanalizasyonunun tıkanması sonucu
belediyemize müracaat edildi. Bizde söz konusu yere
elemanlarımızı gönderdik. Gerekli çalışmalar
yapılırken mevcut hattın açılma olasılığı çok düşük
görüldü. Yeni bir hat döşemeye kalktık ancak
karşımıza mimarı bir kalıntı çıktı. Durumu Müzeler
Müdürlüğü’ne bildirdik, onlarda bize ‘hiç bir yere
dokunmayın’ dediler. Bizde bu sefer hattı
değiştirdik, ikinci seçenek olarak çalışmamızı başka
bir yöne aldık. Orayı açtığımızda bu sefer aynı
yapının simetrisi bir tane daha karşımıza çıktı”
dedi. Trabzon’un 4 bin yıllık tarihi bir şehir
olduğunu kaydeden Sevinç “Her kazdığınız yerden
tarih çıkabiliyor. Trabzon’a yapılacak her kazıda
özellikle tarihi açıdan resmi yerlerde yapılan
kazılarda mutlaka Müzeler Müdürlüğü’nün uzman
memurlarının bulunması lazım. Burasının araç
trafiğine kapanma ihtimalide bulunuyor” diye
konuştu.
Evliya Çelebi’nin seyahatnamelerinde Trabzon’da
Bizans dönemindeki kralların ibadet ve özel günlerde
kullandıkları güvenli gizli geçitlerin olduğu
belirtiliyor. Trabzon Tarihi adlı kitapta ise,
Pazarkapı Mahallesi’nde dört ayrı kapının bulunduğu,
bunlardan birinin ”Süthane”, diğerlerinin “İoannes”,
“Mevluz” ve “Mumhane” olarak adlandırıldığı
kaydediliyor. Zağnos ve Tabakhane tarafına çıkmakta
olan iki kapının da bulunduğu ifade ediliyor.
Günebakış, 09.10.2010
|
ÇUKUROVA'NIN TARİHİ GÜN YÜZÜNE ÇIKIYOR
Adana’nın
Ceyhan İlçesi'ndeki Tatarlı Höyüğü’nde yapılan kazı
çalışmalarında 373 tarihi kalıntıya ulaşılırken,
bölgenin 2500 yıllık dokuma merkezi olduğu
belirlendi.
Kazı heyetinin başkanlığını yapan Çukurova
Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü
öğretim üyesi Yrd. Doç.Dr. Serdar Girginer, AA
muhabirine yaptığı açıklamada, üniversite
tarafından, Tatarlı Höyüğü’nde bu yıl üçüncüsü
yapılan kazı çalışmalarına, 35 kişilik uzman ekip
ile 40 işçinin katıldığını belirtti.
Başarılı geçen kazıda 373 parça envanterlik ve
etütlük esere ulaştıklarını ifade eden Girginer,
‘Höyük, Kizzuwatna ülkesinin önemli yerleşim
merkezleri arasında. Çalışmalarımız esnasında
bulduğumuz eserler ve bu eserlerin bize verdiği
bilgiler, Tatarlı’nın hep kutsal özellikler sunduğu
yönünde’ dedi.
Girginer, Tatarlı’da, Orta Tunç Çağı verileri
içinde Suriye kültürüne özgü kutsal törenlerde
kullanılan kaplara aplike edilen tanrıça
heykelcikleri, Geç Hitit dönemine ait ve mutlaka
kutsal bir mekanda kullanılan dini tapınma tasvirli
taş plaka ve en önemlisi antik Yunan dininin baş
tanrısı Zeus’un pişmiş topraktan yapılmış büstünü
bulduklarını söyledi.
Tatarlı Höyüğü’nde her döneme ait çok fazla
sayıda ve çeşitli tiplerde tezgah ağırlıkları
bulunduğunu ifade eden Girginer, ‘Bu da bize
bölgenin şimdilik en azından 2500 yıllık dokuma
merkezi olduğunu kanıtlıyor’ dedi.
Hellenistik dönem kandili üzerinde Şarap Tanrısı
Dionysos’un tasvirinin bulunduğuna dikkat çeken
Girginer, bulgudan Tatarlı Höyüğü’nde bağcılık ve
üzümün önemli ekonomik değer olduğunun anlaşıldığını
belirtti.
Ekibin, gerekli güvenlik önlemlerini alarak
bıraktıkları höyüğü gelecek yıl kazmaya devam
edeceklerini de bildiren Girginer, şöyle konuştu:
‘Kazılar sonucunda karşımıza çıkan tüm veriler,
Tatarlı Höyüğü'nün, Hititlerin Kizzuwatna ülkesinde yer
alan önemli kutsal merkezi Lawazantiya ile aynı
olabileceğini düşündürmeye devam ediyor. Bölgeyi her
yıl daha uzun süreler kazmamız lazım. 2010 yılı
çalışmalarımıza büyük destek veren üniversite
yönetimine teşekkür ediyoruz. Üniversitemizin bu
katkısı olmasaydı bu yıl höyüğü 1 ay bile
kazamazdık. Dünyada çoğu üniversite yaptıkları
arkeolojik kazılarla da anılırlar. Çukurova
Üniversitesi, Adana’nın tarihinin yeniden yazılmaya
başladığı bu çalışmayla diğer alanlarında olduğu
gibi ciddi bir misyon üstlenmiş durumda.’
haberler.com, 09.10.2010
|
TARİHİ ANTİK KENTE KAMULAŞTIRMA ÖDENEĞİ
Aydın’ın
Magnesia antik kentini kamulaştırmak için somut adım
atıldı, ödenek çıktı. Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından, Magnesia
antik kenti için kamulaştırma ödeneği olarak 646 bin
280 lira gönderildiği bildirildi.
Aydın Valiliği'nden yapılan yazılı açıklamaya
göre, Aydın’da Türk bilim heyetlerince sürdürülen
kazı çalışmalarının daha geniş alanda yürütülmesi
amacıyla, kazı başkanlarının tespit ve görüşleri
doğrultusunda kamulaştırmalar yapılıyor.
Bu çerçevede Germencik’e bağlı Ortaklar
beldesindeki Magnesia antik kenti içerisinde bulunan
ve kazı başkanı Prof.Dr. Orhan Bingöl’ün görüşleri
doğrultusunda kamulaştırılması talep edilen 7 parsel
gayrimenkulden, 6′sının kamulaştırma bedeli olarak
646 bin 280 lira tutarındaki ödenek Kültür ve Turizm
Bakanlığı tarafından valiliğe gönderildi.
Söz konusu parsellerin kamulaştırılmasıyla, antik
kentin ortaya çıkarılmasında önemli gelişmelerin
olacağı ifade edildi.
İnternet Haber, 06.10.2010
|
3 - 9 Ekim 2010
|
VEFAT
PROF.DR. AŞKIDİL
AKARCA'YI KAYBETTİK
İstanbul Üniversitesi
Arkeoloji Bölümü emekli öğretim üyesi Prof.Dr.
Aşkıdil Akarca, 3 Ekim Pazar günü yaşamını yitirdi.
Geçirdiği bir rahatsızlık sonucu 94 yaşında hayatını
kaybeden Prof.Dr. Aşkıdil Akarca, memleketi Milas’ta
düzenlenen törenle toprağa verildi.
Arkeoloji ve sanat
tarihi camiasına başsağlığı dileriz.
TAYHaber, 08.10.2001
|
BİZ ŞİMDİ NE YAPACAĞIZ?...
Merhabalar,
Anadolu arkeolojisinin ve biz arkeologların mağduriyeti ile ilgili küçük bir bilgi vermek istedik. Desteğinizle, size yazan, devletin kadro vermediği bir kaç bin arkeologun gönlünü fethetmiş olacaksınız.
Dünyadaki ilk toplu yerleşim, ilk barış anlaşması, ilk yazılı anlaşma, ilk para, ilk tarih yazıcılığı, ilk meclis, ilk, ilk, ilk...
Dünyada üzerinde bu kadar çok ilk, medeniyet, tarihi eser barındıran başka bir yer var mı?
Varsa biz nerdeyiz?
Varsa onlar ne yaparlardı, biz ne yapıyoruz?
Bazı ülkeler 200 yıllık tarihlerini sergilemek için 200 yıllık iç savaştaki asker mektuplarını tarihi eser diye müzelerde sergiliyor, soykırım yapan ülkeler çatışma alanlarını açık hava müzesi ilan edip -fahiş fiyatlarla- alternatif turizm arayan zenginlere turlar düzenliyor.
Peki bizde neler oluyor?
Devletin kadroyu gıdımla verdiği arkeologlar işsiz.. Müzeler eserleri koru(ya)mayan bekçiler ve eserleri satan şoförlerle (Abdülhamit’in kaloriferlerini bile satmışlardı biliyorsunuz)... Eserler depolarda, ören yerlerinde arkeologtan fazla şoför, bekçi vb. var; madem onlar var biz neden yokuz? Biz "bekçi" bile oluruz.
Kazılar yabancılarda -kendi tarihleri olmayan yabancılar-...
Müzeler ziyaretçi bulamazken araştırmaya gelen yabancı profesörleri ücretle içeri alıyoruz (Bodrum müzesinde gerçekleşti; Amerikalı bir heyetti, belki de en prestijli yayınlarda bizi anlatacaktı). Kaçakçıları suçüstü yakalayıp serbest bırakıyoruz, başka ülkelerdeki eserlerimizi almaktan bile (Yunanistan tek bir eseri verilmedi diye o ülkenin Yunanistan'daki kazılarını yasakladı)...
Turizme bacasız sanayi diyoruz elimizdeki kaynakları kullanmıyoruz.
Ve en önemlisi öğretmenler eğitim, iktisatçılar iktisat sınavına, katipler daktilo sınavına girerken, biz neden havuzun ne kadar zamanda dolacağını, dikdörtgenin içindeki üçgenin alanını hesaplıyoruz ve bunu hesaplamaya çalışırken de mesleğimizi unutuyoruz; acaba unutturulmaya mı çalışıyoruz?...
Bu ülkede 500 bin arkeolog yok ki! Gerçekten mesleğini yapmak isteyen kaç arkeolog var, kaç kişiyiz ki neden Bakanımız bizlerden birilerini çağırıp "gelin bakalım siz arkeoloji için ne yaparsınız?" demiyor, arkeolojiyi turizmi geliştirmek için ne gibi fikirleriniz var diye sormuyor, turizm ile ilgilenirken bu turizmin sayacaklarından birinin de arkeoloji olduğunu umursamıyor? Umursuyor mu? Neden bizler birer kültürlü defineci olma yoluna zorla itiliyoruz? Madem böyledir durum neden 2010 ÖSYS Tercih Kılavuzunda 1848 kontenjan ayrılıyor, aramıza 1848 arkeolog daha geliyor!
Bu ülkede tabi ki çok daha önemli sorunlar var: sağlık, terör, eğitim gibi. Ancak bir ülkenin eğitimde verilen kültür birikimiyle kalkınacağını, gelişeceğini, zenginleşeceğini bilmiyor muyuz? Uzağa gitmeye gerek yok; kendi topraklarımız bize bu birikimi vermekle kalmıyor, görüldüğü gibi yabancılar bile faydalanabiliyor. Biz devlete, bakanlığımıza, bakanımıza "biz işsiziz bize iş verin" demiyoruz, ülkemizin kalkınmasına, gelişmesine, zenginleşmesine eğitimimiz kültürümüz ülkenin her yerinde, her koşulda çalışma azmimizle katkıda bulunalım diyoruz.
Dünyanın en gelişmişinden en fakir ülkesine en prestijli, en saygın, en önemli mesleklerinden biri olan arkeolojinin en önemli olması gereken MEDENİYETLER BEŞİĞİ ANADOLU'DA, 2010 yılında mezarcı, defineci, lağımcı olarak nitelendirilmekten bıktık.
Biz doktor muyuz ki muayene açalım, öğretmen miyiz ki özel dershanelerde çalışalım, müendis mimar da değiliz ki iki, üç arkadaş birleşip bir büro kuralım...
BİZ ARKEOLOĞUZ ve mesleğimizi yapmak istiyoruz.
Bu yolculuğumuzda, kaleminizle bizlere destek olabilirseniz bir çok kişiyi mutlu etmekle kalmayacak bir çoğuna da umut vereceksiniz. Vakit ayırarak düşüncelerimizi okuduğunuz için şimdiden teşekkür ederiz.
Bu satırların gereken yerlere ulaşması dileğiyle...
İmza : DEVLETİN KADRO VERMEDE İMTİNA ETTİĞİ ARKEOLOGLARadına E. Çakır
08.10.2010
|
|
ARKEOLOJİ TURLARI
BAŞLADI
Kanada başta olmak üzere
ABD ve İngiliz turistlerin ilgi gösterdiği turların,
önde gelen adresi ise Side Antik Kent. Öğretim
üyeleri ile mesleğinde kariyer yapmış bilim
adamlarının çoğunlukta yer aldığı turlarda,
Antalya'nın tarihi ören yerlerini dolaşılıyor.
Yıl sonuna kadar ABD,
Kanada ve İngiltere'den 36 bin kültür, tarih, inanç
ve arkeoloji turizmi tutkununun Anadolu turuna
çıkması bekleniyor. İngiliz Andante in Travel
Archaelogoy Turizm Seyahat Acentesi Arkeoloji
Turizmi Uzmanı Arkeolog Dr. Denise Allen, 2009
yılında İstanbul, İzmir, Kapodokya bölgesi, Mardin,
Şanlıurfa, Adıyaman, Hatay, Denizli, Burdur ve
Antalya illerine yaptıkları gezilerle 24 bin turisti
16 günlük Anadolu turuna çıkardıklarını söyledi.
Allen, "Anadolu yüzlerce
medeniyetin harmanlandığı adeta açık hava müzesi
konumunda. Gezilerimizle Helenistik, Roma, Bizans,
Büyük Selçuklu, Anadolu Selçuklu, Anadolu Beylikleri
ve Osmanlı dönemine ait her tarihi eseri yakından
görmenin sevincini yaşıyoruz. Özellikle Kanadalı
entelektüel turistlerin Osmanlı eserlerine karşı
özel ilgisi var. Kanadalı turistler, Topkapı Sarayı
Müzesi'ni gezmeyi seviyor. İngiliz turistler ise
genelde Anadolu Selçuklu, Roma ve Bizans dönemi
eserlerini yakından görmek istiyor. Bu tür geziler
Türkiye'nin dünyada tanınmasına büyük katkı
sağladığını inanıyoruz." diye konuştu.
Kanada'da bir özel
hastanede kardiyoloji uzmanı olarak görev yaptığını
belirten kalp doktoru David Mantkel, Türkiye'ye ilk
defa geldiğini ve tarihi ve doğal güzelliklerine
hayran kaldığını söyledi. Türkiye'nin arkeoloji
turizmi bakımından çok zengin bir ülke olduğunu
belirten Mantkel, daha çok kültür, tarih ve
arkeoloji sevdalısının gelmesi için Türkiye'nin
Kanada'da tanıtılması gerektiğini söyledi.
Side Müzesi'ni 2007'de
99, 2008'de 117, 2009'da 136 bin yerli ve yabancı
turistin ziyaret ettiğini belirten müdür Güner
Kozdere, yıl sonunda bu rakamın 200 bin olmasını
beklediklerini söyledi. Müzelerini bu yılın 6 ayında
ziyaret eden ziyaretçi sayısının 80 bin olduğunu
belirten Kozdere, müzekart satışlarının da 2 bini
geçtiğini belirtti. Kozdere, grup halinde gelen
yabancı ziyaretçilere indirim yaptıklarını kaydetti.
Kozdere, müzelerinde 2 bin 129 arkeolojik, 9 bin 776
olmak üzere toplam 11 bin 905 tarihi eserin
bulunduğunu kaydetti.
Turizm Gazetesi,
08.10.2010
|
TAŞLIGEÇİT HÖYÜĞÜ
TURİZME KAZANDIRILIYOR
Gaziantep’in İslahiye
İlçesi'nde bulunan Taşlıgeçit Höyüğü de Türkiye’deki
baraj sularından olumsuz etkilenen tarihi yerleşim
yerleri arasında bulunuyor.
Şehir devletlerine ev
sahipliği yaptığı ve önemli bir ticaret merkezi
olduğu belirtilen höyükte 2 yıldır bilimsel kazı
yürüten İtalya’daki Bologna Üniversitesi Öğretim
Üyesi Prof. Dr. Nicolo Marchetti, höyükteki
çalışmalar sonucunda Gaziantep’e bir arkeoloji parkı
daha kazandırmayı amaçladıklarını söyledi.
Türk ve İtalyan
öğrencilerle çok sayıda işçinin çalıştığı kazıyı,
höyüğün farklı yerlerindeki açmalarda
sürdürdüklerini ifade eden Marchetti, ‘Gün ışığına
çıkardığımız bir kule kalıntısı, kent surları, elit
ve sıradan ailelere ait ev kalıntıları, mühürler ve
depolar burada geçmişte bir şehir devleti olduğunu
ortaya koyuyor’ dedi.
Önceki yıllarda ilçedeki
Tilmen Höyüğü’nde çalışmalar yaptığını, çalışmaları
sonucunda burasının arkeoloji parkı ilan edildiğini
anlatan Marchetti, Taşlıgeçit Höyüğü’nün de Tilmen
Höyüğü gibi gerekli çalışmalar yapıldıktan sonra
turizme kazandırılması gerektiğini belirtti.
Marchetti, MÖ 2000-1600
yıllarını kapsayan Orta Tunç Dönemine ait bir
yerleşim yeri olan Taşlıgeçit Höyüğü’ndeki kazı
çalışmalarına ilişkin şu bilgiyi verdi:
“Çalışmalarımızı iki ana
hedef doğrultusunda yapıyoruz. Birincisi höyüğü
kurtarmak, ikincisi höyük üzerindeki yerleşim
yerlerinden geriye kalanları dikkatli bir çalışmayla
gün ışığına çıkarmak. Höyükteki şehir devletinden
geriye kalanları bütün olarak gözler önüne sermek
istiyoruz. Buraya gelecek turist kentin sokaklarını,
yapılardan geriye kalan duvarları, kapı girişlerini,
taş surlarını, kulesini izleyebilmeli. Bunu
yaptığımızda burası da arkeoloji parkı olabilir.
Koruma amaçlı olarak da höyüğün baraj sularından
zarar görmesini önleyecek bazı önlemler alıyoruz.”
İslahiye İlçesi'ne bağlı
Ağalarobası Köyü yakınında, Tahtaköprü Barajı göl
havzasında yer alan Taşlıgeçit Höyüğü, baraj gölünde
su seviyesinin yükseldiği kış mevsiminde adaya
dönüşüyor. Höyük, göl havzasının kuruduğu yaz
aylarında ise genişçe bir düzlüğün bir parçası
oluyor, ovada bir yükselti olarak kendini
gösteriyor.
Höyüğe baraj gölünde
suların yükseldiği kış mevsiminde de ulaşılabilmesi
için Gaziantep İl Özel İdaresi tarafından başlatılan
4 kilometrelik yol yapım çalışması sürüyor. Höyüğe
baraj sularının yükseldiği kış mevsiminde ulaşım,
yapımı devam eden 4 kilometrelik bu yol ile yörede
bol miktarda bulunan taşlar kullanılarak çevreyle
uyumlu inşa edilen taş köprüyle sağlanacak. Yol ve
köprü sayesinde Taşlıgeçit Höyüğü kışın ada olmaktan
kurtulacak ve yarım adaya dönüşecek, kış mevsiminde
de ziyaret edilebilecek. Ayrıca yol ve köprü
sayesinde höyükte bütün yıl boyunca kazı ve bilimsel
çalışma yapılabilecek.
Tarihi Tilmen ve
Zincirli yerleşim yerleri ile dev taş heykellerin
bulunduğu Yesemek Açık Hava Müzesi’ne ve özellikle
de turist turlarının güzergahı Hatay-Gaziantep kara
yoluna yakın olması nedeniyle Taşlıgeçit Höyüğü’nün
turizme kazandırıldığında ilgi görmesi bekleniyor.
Gaziantep Güncel,
08.10.2010
|
TRABZON'DA 700 YILLIK 2 GİZLİ GEÇİT BULUNDU
Trabzon'da Tabakhane Camii'nin önünde belediyenin altyapı çalışmaları sırasında 700 yıllık olduğu tahmin edilen 2 gizli geçit bulundu.
Tabakhane Camii'nin akar ve kanalizasyon yapısını yenilemek için 4 gündür çalışma yürüten Trabzon Belediyesi Fen İşleri Müdürlüğü ekipleri, dün sabah saatlerinde boru döşemek üzere yaptığı çalışma sırasında köprü gibi görünen taş kemer şeklindeki 2 geçide rastladı. Belediye çalışanları bunun üzerine yetkili mercilere durumu iletti.
Tabakhane Camii'nin önünden geçen parke yolun altına denk gelen köprü görünümündeki geçidin 700 yıllık olduğu ve Roma döneminden kaldığı tahmin ediliyor. Çalışma sırasında tarihi geçitleri bulanlardan işçi Şener Şen, “Dün yapılan kazı sırasında tarihi bir yapıyla karşı karşıya kaldık. Haliyle yapıya zarar vermemek için çalışmaları durdurduk. Biz de hayrete düştük. Hemen ilgili kurumlara konu hakkında bilgi verdik. Ne olacağını biz de merak ediyoruz” dedi.
Yüksekliği yaklaşık 135 santimetre, uzunluğu ise 5 metre olan taş kemer 2 geçit hakkında Trabzon Müzeler Müdürlüğü, Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu ve Trabzon Belediyesi inceleme başlattı.
Trabzon Müzeler Müdürlüğü yetkilileri, tarihi buluntu hakkında gerekli incelemeleri yaptıktan sonra kurula bilgi verileceğini söyledi.
Milliyet, Haber: Fatih Turan, 08.10.2010
|
|
|
'KUTSAL YOL' KAZILIYOR
Aydın’ın Didim
İlçesi'nde ”Kutsal Yol”da sondaj kazı çalışmalarına
başlandığı bildirildi.
Aydın Valiliği'nden
yapılan yazılı açıklamada, Didim Antik Kenti’nden
Milet antik kentine uzanan ve ”Kutsal Yol”un,
Apollon Tapınağı ile Panormos Limanı arasındaki
güzergahının tespiti için sondaj kazı çalışmalarına,
Milet Müze Müdürlüğü Başkanlığında ve arkeolog
uzmanlarının denetiminde başlandığı kaydedildi.
Didim, antik dönemde
bilinen en büyük ve en ünlü bir kehanet tanrısı olan
”Orakl” merkezi olarak bilinmektedir. Bu nedenle
antik dönemde çok sayıda ziyaretçiyi ağırlayan
Didim’e gelenler ”Orakl” merkezine ulaşmak için önce
Panormas Limanı’na gelip, buradan yaklaşık 4
kilometrelik ”kutsal yolu” geçmek zorundaydılar.
Cumhuriyet, 08.10.2010
|
MÜZELERE TEKNOLOJİK
ALTYAPI GELİYOR
Kültür ve Turizm Bakanı
Ertuğrul Günay, Muğla’nın Fethiye İlçesi'nde 300 bin
lira harcanarak yenilenen müzenin açılışını yaptı.
Türkiye’nin, kültür
turizmi açısından dünyada önemli bir merkez haline
geldiğini kaydeden Günay, 50 müzenin özel sektör
işbirliği ile teknolojik altyapıya kavuşturulacağını
belirtti.
Kültür ve Turizm Bakanı
Günay şöyle konuştu:
"Biz hiçbir müzeyi özelleştirmiyoruz. Hiç bir
müzedeki eserimizin üzerindeki hiç bir hakkı özel
yada başka bir kuruma devretmiyoruz. Fiyat belirleme
hakkı ve müzeler ile yapılacak her türlü
sözleşmeler, her türlü serginin bize getirilmesi
veya bizden götürülmesinin imtiyazları tamamen bize
ait. Ama hizmette işbirliği yaparak çalışmaları
yüksek kaliteye ulaştırmaya çalışıyoruz."
Trt/Haber, 08.10.2010
|
|
SARIKIZ EFSANESİ HİKAYE
Mİ?
Altınoluk’ta halen kurtarma kazıları devam eden
Antandros antik kentinde bulunan Afrodit heykeli kaz
motifiyle dikkat çekerken, Sarıkız olarak bilinen
Kazdağı efsanesinin Afrodit’ten günümüze Yerel
değerlerin Türkleşmesiyle sarıkız adını alarak devam
ettirdiği ortaya çıktı.
Mitolojide tanrılar dağı olarak bilinen Kazdağı'nın
efsanesi “Sarıkız” motiflerini andıran heykelin
bulunması Sarıkız’ın Afrodit olduğu iddialarını
güçlendirdi.
Güre
Belediye Başkanı Kamil Saka, Antandros kazılardan
çıkan ve bir örneği bulunmayan Afrodit’in Kaz
figürlü heykelini Beldenin girişine diktirdi. Bursa
Arkeoloji Müzesi'nde orijinali bulunan heykelin bir
örneği ilk defa Güre beldesinde hayat bularak, anlam
ve mitolojik tarihe değer kattı. Ses Dergisi'nin bir
önceki sayısında "Afrodit, Sarıkız mı?" başlıklı
haberi doğru çıktı. Kaz figürlü ilk heykelin
bulunması birçok efsanenin gerçek olmadığını gözler
önüne serdi.
Halen Bursa Arkeoloji Müzesi
deposunda bulunan 1995 kazılarında lahit içinden
çıkartılan adak figürünü MÖ 4. yy’da tanrılara adak
olarak yapıldığı belirtiliyor.
Efsaneler, kültürel ve sosyal
dinamizmin tesiriyle oluştuğunu; İda’yı Kaz Dağı
yapan, Afrodit’in yerine Sarıkız’ı koyan bu hayat
etrafında oluşan efsanelerle ilgili bir sürü
varyantlar üretilmişti.
Sarıkız ve Kaz Dağı çevresinde teşekkül eden
efsanelerin bölgenin Türkleşmesi ve İslamlaşmasının
bir tezahürü olduğu, efsane ve inanışlarda Türk
mitolojisinde bölgenin Türk milli kültürüyle entegre
olduğunu göstermektedir. Kaz Figürlü Afrodit
heykelinin Yunanistan Arkeoloji müzesinde bulunun
Afrodit heykelleriyle birebir benzerlik taşıması,
Afrodit’in çıplak, kaz figürlü heykelin giyinik
olmasının ne anlama geldiği tartışılırken, Altınoluk
Antandros antik kentinde, 2000 yılında Ege
Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Arkeoloji Bölümü,
Klasik Arkeoloji Ana Bilim Dalı öğretim üyelerinden
Yard.Doç.Dr. Gürcan Polat başkanlığında bir ekip
tarafından kazı çalışmaları devam ediyor.
Antandros'un Tarihçesi
İda
Dağı güney eteklerinde yer alan Antandros, antik
kaynaklara göre çok farklı kökenlere dayandırılır.
Herodotos, Pers kralı Kserkses'in MÖ 483 yılında
Yunanistan'a yapacağı seferin hazırlıklarına ve
ordunun izlediği güzergaha değinir. Herodotos’un
anlatımına göre: "Ordu, Lydia'dan Kaikos ırmağına ve
Mysia'ya yöneldi; Kaikos'u geçtikten Sonra Kane
dağını soluna alarak Aternaos içinden Karene kentine
doğru yürüdü. Bu kentten sonra Adramytteion kenti ve
Pelasg sitesi Antandros'u geçerek Thebe ovasına
indi. Ve orada gece İda eteklerinde konaklamışken
bora patladı, zigzag gezinen yıldırımlar düştü ve
oldukça önemli sayıda kayıp verildi". Herodotos'un
bir Pelasg yerleşimi olarak söz ettiği Antandros'tan
Vergilius, Phryg yerleşimi olarak bahseder.
Vergilius'un "Aeneis" adlı eserinde MÖ 1200'lü
yıllarda Akhalar ile Troialılar arasında çıkan savaş
sonrasında yıkılan Troia kentinden kaçan Aeneas ve
yanındakilerin bir Phryg yerleşimi olan ve İda Dağı
eteklerinde bulunan Antandros'ta donanmalarını
kurduklarından bahsedilir.
Körfezin Sesi,
08.10.2010
|
KASIMİYE MEDRESESİ
MÜZE OLACAK
Mardin Belediye Başkanı
Mehmet Beşir Ayanoğlu, Cemil İpekçi defilesiyle
tartışmalara konu olan Kasımiye Medresesi’ni bu tür
etkinliklerin önüne geçmek için müze haline
getireceklerini söyledi.
Mardinlilerin medrese
ile ilgili hassasiyetlerini Kültür ve Turizm Bakanı
Ertuğrul Günay’a aktardığını belirten Ayanoğlu,
medresede bu tür etkinliklerin bir daha
düzenlenmemesi için bu mekanı, ünlü İslam alimi ve
dünyada ilk robotu yapan Ebuliz El Cezeri’nin
otomatlarının sergileneceği bir müzeye dönüştürme
kararı aldıklarını ifade etti.
Ayanoğlu, medresenin
konsepti ile ilgili önümüzdeki hafta yapılacak kent
konseyinde konuyu gündeme getireceklerini
belirterek, "Defile öncesi ve sonrasında yaşanan
tartışmaların, medresenin müzeye dönüşmesi ile son
bulacağına inanıyorum" dedi.
Müzede El-Cezeri’nin
tasarladığı su saatleri, otomatik kontrol düzenleri,
fıskiyeler, kan toplama kapları, şifreli anahtarlar
ve robotlar gibi pratik ve estetik birçok düzeneğin
birebir kopyası sergilenecek.
Trt/Haber, 08.10.2010
|
|
5 BİN YIL ÖNCESİ GÖRÜNTÜLENDİ
Pek çok medeniyete ev sahipliği yapan Antalya kıyılarında insanların inemeyeceği derinliklere gönderilen sualtı robotu, yaz boyunca önemli bilgilere ulaştı.
Doğu Akdeniz Üniversite Sualtı Görüntüleme ve Araştırma Merkezi tarafından yürütülen çalışmalarda kullanılan sualtı robotunun ulaştığı enkazlar arasında, Roma ve Bizans döneminden kalma amfora yüklü 4 batık gemi, kiremit yüklü 2 batık, tabak yüklü 2 batık yer aldı. Türkiye'de ilk kez kullanılan sualtı robotu ayrıca bronz çağı ve öncesinden kalma 7 tane daha çapaya ulaştı.
Sualtı arkeologlarının araştırma yapabileceği derinliklerin çok altında pek çok gemi batığı ve arkeolojik eser olduğunu düşünen bilim insanları, bir deniz robotu kullanarak önemli bulgulara ulaştı. Kültür ve Turizm Bakanlığı izniyle harekete geçen sualtı arkeologları Antalya Müzesi uzmanları denetiminde yaz boyu Antalya'nın derin sularında çalışmalar yaptı. Güney Antalya Turizmi Geliştirme ve Altyapı Birliği (GATAB) çalışmalar için bir sualtı robotu kiralayarak sualtı arkeologlarının kullanımına sundu. 1985'te Titanik'i bulan sualtı robotunun benzeri olan robot, 120 metre derinliğe inerek tekne üzerindeki bilim insanlarına görüntü ulaştırdı. Görüntüleri inceleyen arkeologlar, daha sonra tarihi eserlere inerek araştırmalarını sürdürdü.
Sualtı arkeologu Hakan Öniz, çalışmalar sırasında ilkel taş çapalar elde ettiklerine dikkat çekerek, "Ayrıca, Bronz çağı (MÖ 3000- 1200) taş çapaları da bu doğal limanların en az 5 bin yıldır yoğun olarak kullanıldığını gösteriyor. Bu tespitler sonucu tarihteki ilk denizcilerin Antalya Kemer kıyılarında kürek çektiği ve sonrasında yelken açtıkları kanıtlandı. Ayrıca 2 bin yıl önce kullanılan bir taş ağırlık çeşitli amaçlarla dalgıçlık yapıldığını da gösteriyor." dedi.
Habertürk, Haber: Özner Berber, 08.10.2010
|
İŞTE AYASOFYA'NIN YASAK
ODASI
Ayasofya'nın kilise olduğu devirlerde 'vaftizhane',
fetihten sonra da 'yağhane' olarak kullanılan,
Atatürk döneminde kapatılan bölüme ilk kez Yeni
Şafak girdi. 1935 yılında müzeye dönüştürüldüğünde
ziyarete kapatılan bölümde Sultan I. Mustafa ile
Sultan İbrahim'in araların- da olduğu hanedan
mensuplarının sandukaları ile Hz. İsa'nın da vaftiz
edildiğine inanılan ve çocukların Hıristiyanlığa
kabul töreninde kullanılan 'vaftiz teknesi'
bulunuyor. 5'i padişahlara ait 140'tan fazla hanedan
mezarının bulunduğu Ayasofya, bin yıllık bazı
sırları çözülememiş bir yapı olarak biliniyor.
Ayasofya'nın gün ışığına henüz çıkmamış bir başka
özelliği de 'deli' diye bilinen 2 Osmanlı padişahı
ve bazı hanedan mensuplarının sandukalarının yanı
sıra Hıristiyanların Hz. İsa'nın da vaftiz
edildiğine inandıkları 'vaftiz teknesi'nin de
bulunduğu bölümü.
Fetihten sonra 'yağhane' olarak kullanılan 1935'te
ziyarete kapatılan bölüm, Ayasofya müzeye
dönüştürüldükten sonra restorasyondan geçti.
'Lahitler' ve 'vaftiz teknesi'nin dikkat çektiği
'vaftizhane'de 2 kez padişah yapılan; ancak deli
olduğu gerekçesiyle 1623'te tahttan indirildikten 16
yıl sonra vefat eden I. Mustafa'nın mezarı
bulunuyor.
Kardeşi IV. Murad'ın vefatı üzerine tahta çıkan
Sultan İbrahim'in sandukası da vaftizhanede.
Padişahlığının ilk zamanlarında isyancı
Yeniçerilerle mücadele eden ve çirkin iftiralarla
deli ilan edildikten sonra 1648'de tahtından
indirilerek öldürülen Sultan İbrahim, aynı kaderi
paylaştığı I. Mustafa ile yan yana yatıyor.
Vaftizhanedeki mezar sayısı, tam olarak bilinmemekle
beraber 15 civarında olduğu tahmin ediliyor.
Bunlardan 12'sinin de Osmanlı Hanedanı'na mensup
olduğu zannediliyor.
Yeni Şafak, Haber:
Abdullah Eğilmez, 08.10.2010
|
ANIT MEZARLAR TURİZME
KAZANDIRILACAK
AKP Gaziantep milletvekili Mehmet Erdoğan, Araban
İlçesi'ndeki Roma dönemine ait tarihi anıt
mezarların turizme kazandırılacağını söyledi.
Erdoğan, yaptığı
açıklamada, anıt mezarlarla ilgili çalışmaları
yoğunlaştırdığını belirterek, "Elif beldesi, Hisar
ve Hasanoğlu köylerindeki üç adet Roma dönemi anıt
mezarlar, askeri ve ticari anlamda Fırat'a paralel
olarak kuzey-güney yönünde ve batıdan doğuya Fırat'a
doğru gelen dönemin çok önemli iki yolunun
kavşağında yer alıyor. Roma döneminde bölgedeki
zengin, asil, üst düzey yönetici veya yüksek rütbeli
asker kişiler için yapılmış olduğu, arkeologların
eserler üzerinde yaptığı incelemeler sonucunda
anlaşılmış olan her üç anıt mezar da, bir birine
oldukça yakın yapılmış" dedi.
Gaziantep 27 Gazetesi,
08.10.2010
|
|
|
YEŞİLOVA'DAN BİR MÜZE OLUŞTURACAK ESER ÇIKTI
İzmir'in en eski yerleşim alanı olan ve kentin tarihini 8500 yıla çıkaran Yeşilova Höyüğü'nde bu yıl yapı lan kazılarda 100'den fazla eserin sergilenmek üzere müzeye gönderildiği, 2005 yılında başlayan kazılarda müzelerde sergilenecek kapasitede yaklaşık 700 eserin çıkarıldığı bildirildi.
Yeşilova Höyüğü kazılarını yürüten Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü öğretim üyelerinden Yrd. Doç.Dr. Zafer Derin, Haziran ayı sonlarında başlayan 2010 yılı kazı çalışmalarının tamamlandığını ve çok başarılı bir dönem geçirildiğini söyledi. Kazıları 2008 yılından beri Bakanlar Kurulu kararıyla yürüttüklerini, Kültür ve Turizm Bakanlığı, Ege Üniversitesi Rektörlüğü, İzmir Büyükşehir Belediyesi ve Bornova Belediyesinin desteğiyle kazılara devam ettiklerini anlatan Derin, kazı süresinin uzunluğunun elde edilecek belge ve bilgilerin sayısını artırdığını söyledi.
Derin, bu yılki kazılarda çok önemli eserlerin ortaya çıkarıldığını belirterek, şu bilgileri verdi:
"Bu yılki kazılarda çok sayıda yanmış yapılara ulaştık. Yanmış yapılarda neolitik çağın son sürecine ait, cilalı taş döneminin son bölümlerine ait yapılarda yoğun miktarda taş aletler ele geçirdi. Bu eserler iki gruba ayrılabilir, birinci grup olarak adlandırılabilecek taş baltalar, çevreden gelen ham maddeler işlenerek elde edilmiş. Çok güzel el işçiliği örnekleri var. Balta yapım atölyelerine ulaştık. Serpantin adı verilen ve çevrede çok sayıda bulunan taşları işlemişler. İrili, ufaklı taşlar, küçük, büyük baltalar haline getirilmiş. Balta yapımlarında başka bölgelerden getirilen taşlarda kullanılmış , bunları da ikinci grup olarak ayırdık. Taş baltalarda gerçekten çok farklı işçilik kullanılmış, örnek, sergilenebilecek eserler elde edildi."
Zafer Derin, yapılan kazılarda eski İzmirlilerin yoğun tarım faaliyetlerinin bulunduğunu, bölgeye özgü öğütme taşlarının kullanıldığını belirlediklerini anlattı. İşliklerde buğdayın öğütüldüğünü, hemen hemen her evde işlik olduğunu belirten Derin, tarım ürünlerinin takasta da kullanıldığını belirlediklerini, tarım ürünleri karşılığında taşlar, deniz ürünlerinin satın alındığını ifade etti.
Bu yıl kazılarda üniversite öğrencilerinden oluşan ekibin görev aldığını belirten Zafer Derin, sözlerine şöyle devam etti:
"Bu yıl kazılarda kalabalık bir ekip görev aldı, bu da daha yoğun çalışmamıza, daha çok bölgede daha kalabalık ekiple araştırma yapmamıza olanak verdi. Detaylı kazılar yapma fırsatı bulduk. Kazılarda çok özel parçalara rastladık. Sergilenecek kapasitede seramik, taş eserler bulduk. Bu yıl müzeye 100'den fazla eser vereceğiz. Bu rakam prehistorik alanlar için önemli bir sayı. Prehistorik alanlardan müzelere verilen eser sayısı 20-30'u geçmez. Bugüne kadar 700 eseri sergilenmek üzere verdik, bir kısmını da sergilenme olanağı buldu. Yeşilova kazılarında bir müze oluşturacak kadar eser çıktı. Bu eserlerin bir kısmını da bölgede kurulması planlanan kazı evinde sergileyebiliriz."
Türkiye Gazetesi, 08.10.2010
|
TARİHİ ESER BASKINI
Ankara'da ellerindeki
tarihi eserleri satmaya çalışan 2 kişi polis
ekipleri tarafından gözaltına alındı.
Edinilen bilgiye göre.
Ankara Emniyet Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize
Suçlar Şube Müdürlüğü Mali Suçlar Büro Amirliği
ekiplerinin yaptığı çalışmalarda Y.T. isimli bir
kişinin Yozgat ve Çankırı'dan topladığı çok sayıda
tarihi eseri Ankara'da satmak için müşteri aradığı
belirlendi.
Yapılan tespitlerin
ardından Keçiören'de düzenlenen operasyonda Y.T. ve
M.O. isimli 2 kişi gözaltına alındı. Zanlılarla
birlikte Roma dönemi ile MÖ1000 yıllara ait olduğu
değerlendiren gözyaşı şişeleri, vazolar, kaseler,
bronz kaşık, bronz yaprak, testiler, insan figürü
taş objeler olmak üzere 22 adet tarihi eser ele
geçirildi. Maddi değerlerine paha biçilemeyen
eserler yapılan işlemlerin ardından Kültür ve Turizm
Bakanlığı'na teslim edileceği bildirildi.
Zanlılar hakkında Kültür
ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanuna muhalefetten
işlem yapılacağı kaydedildi.
Ankara Kent Haber,
07.10.2010
|
|
|
MARDİN VALİ KONAĞI TARİHİ BİNAYA TAŞINIYOR
Mardin Valisi Hasan Duruer, tarihi kentte valilik makamının beton binada olmasından mahcubiyet duyduğunu söyledi. Vali Duruer, AA muhabirine yaptığı açıklamada, tarihi kentte kentsel dönüşüm projesi kapsamında göze çirkin gelen ne varsa ortadan kaldıracaklarını bildirdi. Mardin'in tarihi dokusunun en büyük özelliğinin ve dikkati çeken yönünün insanların tarihi doku içinde yaşamaları olduğunu anlatan Duruer, eski vali konağı ve sonrasında halı okulu olarak kullanılan tarihi binayı restore ederek Valilik Makamını eski yerine taşıyacaklarını kaydetti.
Mardin'in tarihi dokusuna güzel bir bina kazandırdıklarını ifade eden Duruer, şöyle dedi:
''25 Ekimden sonra vali makamı tarihi binada hizmetini sürdürecek. Mardin gibi tarihi dokusu ve zenginliği ile dünya gündemine oturan tarihi bir kentte valilik makamının beton binada hizmet vermesinden mahcubiyet duyuyorum. Tarihi binanın restorasyonu tamamlandı. Restorasyon çalışmaları yaklaşık bir yıl sürdü.''
Valilik makamı olarak restore edilen binanın restorasyon ve donanımı için 1 milyon 500 bin lira harcama yapıldığı, 25 Ekimde Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün de katılacağı bir törenle hizmete açılacağı belirtildi.
Yapı, Fotoğraf: Mehmet Çelik/AA, 07.10.2010
|
RHODIAPOLIS ANTİK
KENTİNDE KAZI ÇALIŞMALARI SONA ERDİ
Antalya’nın Kumluca
İlçesi yakınlarındaki Rhodiapolis antik kentindeki
kazı çalışmalarının bu yılki bölümü sona erdi.
Akdeniz Üniversitesi (AÜ)
Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü öğretim
üyesi Doç.Dr. İsa Kızgut’un başkanlığını yaptığı
çalışmaların bu yılki bölümünde, antik kentin batı
kapısı, doğu caddesi, astepion içerisinde yer alan
hasta tedavi bölümleri, Hadrianeum (İmparator
Hadrian için yapılan tapınım yapısı), hayırsever
Opramoas’ın annesi ve babası için yaptırdığı onur
yapısı kazılarıyla onarım ve sağlamlaştırma
çalışmaları yürütüldü.
Rhodiapolis antik
kentini ziyaret eden Kumluca Belediye Başkanı
Hüsamettin Çetinkaya, kazı çalışmaları ile ilgili
Doç.Dr. İsa Kızgut’tan bilgi aldı.
Doç.Dr. İsa Kızgut,
antik kentte bu yıl yaklaşık 3 ay süren kazı
çalışmalarının sona erdiğini, kazılarda önemli
bulguların gün yüzüne çıkartıldığını belirtti. Bu
yılki kazı çalışmalarının planlandığı gibi
yürütüldüğünü ve tamamlandığını ifade eden Kızgut,
şu bilgiyi verdi:
‘Güzel bir tarihi mirasa
sahip olan Rhodiapolis antik kentini halkın gelip
görmesini istiyoruz. Bu yıl Bakanlığımızdan
aldığımız ek ödenekle de konservasyon ve restorasyon
çalışmalarını da gerçekleştirdik. Bu yıl
hedeflediğimiz antik kentin batı kapısı ve doğu
caddesini tamamen temizledik. Buralardan çıkartılan
yaklaşık 750 blok, taş tarlalarına alındıktan sonra
caddenin kenarının ne kadar süslü olduğu ortaya
çıktı. Astepionun mental hastalar için ayrılmış
bölümünü avlusunu geçen yıl kazmıştık. Bu yıl da
arka planda kalan ameliyathane ve bedensel hastalar
için kullanılan bölümlerinin kazısını tamamladık.
Bundan sonraki hedefimiz astepionun tamamen restore
edilmesi, sarnıçların üstü açık onların kapatılması
ve üzerlerinde yürünebilir hale getirilmesi. Bu
sayede bölgenin tek sağaltım merkezi yani astepionu
olan yapıyı onardıktan sonra halkın gelip izlemesine
sunmak istiyoruz.’
Hüsamettin Çetinkaya,
Rhodiapolis antik kenti kazı çalışmalarının
Türkiye’de en hızlı yürütülen kazılardan olduğunu,
Rhodiapolis antik kenti sayesinde kendisinin de
birçok antik kent ve kazı çalışmaları hakkında bilgi
sahibi olduğunu söyledi.
Çetinkaya, şunları
kaydetti:
‘Rhodiapolis antik kenti
arkeolojiye, antik kentlere ilgi duymamızı sağladı.
Kazılara Kültür ve Turizm Bakanımız da büyük destek
veriyor. Kazının hızlı yürütülmesinde kendilerinin
de payı büyük. İnşallah önümüzdeki yıllarda, burası
insanlarımızın daha çok ziyaret edebilecekleri bir
konuma gelecektir.’
haberler.com, 07.10.2010
|
TARİHİ MEZAR GÜN IŞIĞINA ÇIKIYOR
Muğla Milas’da tarihi eser kaçakçılığı operasyonunda bulunan ve arkeolojik açıdan son yılların en önemli keşfi olarak nitelendirilen 2 bin 400 yıllık mezar odası, yürütülen çalışmalarla yeni bir çehreye kavuşuyor.
Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, konuya ilişkin "Sadece Milas’ın değil, Türkiye kültür turizminin talihini değiştirecek bir olayla karşı karşıya geldiğimizi düşünüyorum." yorumunu yaptı.
Günay, çalışmaların yerli ve yabancı uzmanlar gözetiminde sürdürüldüğü bölgede başlatılan kamulaştırmanın kapsamının genişletileceğini de vurguladı.
Trt/Haber, 07.10.2010
|
|
ÖLÜMÜNÜN 100. YILINDA
ANILACAK
UNESCO'nun 'Osman Hamdi
Bey Yılı' ilan ettiği 2010 yılında Kültür ve Turizm
Bakanlığı Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü'nün
katkılarıyla Turgut Beldesi Osman Hamdi Bey
Konağı'nda, 8-26 Kasım 2010 tarihleri arasında Osman
Hamdi Bey'in önemli eserleri sergilenecek.
Yatağan Kaymakamı Dr.
Hasan Tanrıseven, Türkiye'de ilk arkeolojik
kazılarını Lagina Antik kentinde başlatan Osman
Hamdi Bey'in Turgut beldesindeki konağında
anılacağını açıkladı. Kaymakam Tanrıseven,
"Yatağan'ın tarihi ören yerleri olan Stratonikeia ve
Lagina antik kentini Osman Hamdi Bey sergisi ile
tanıtacağız. UNESCO 2010 yılını, ölümünün 100. yıl
dönümünde Osman Hamdi Bey yılı olarak ilan etti. Bir
hafta boyunca Osman Hamdi Bey eserleri ile tanıma
fırsatı bulacağız. Yatağan'daki turizmi bir hafta
boyunca düzenlenecek olan bu etkinlikle
canlandıracağız"dedi.
Türkiye'nin ilk arkeolojik kazılarını Lagina antik
kentinde başlatan Osman Hamdi Bey, 1870'de inşa
edilen konağında 19 yıl yaşadı. 19 yıl boyunca
Lagina antik kentinde ilk arkeolojik kazıları yapan
ve Türk müzeciliğinin de öncüsü olan Osman Hamdi
Bey, ayrıca dünyaca ünlü Kaplumbağa Terbiyecisi
eserini de bu konakta yaptığı belirtildi. Bin 500
metrekarelik Osman Hamdi Bey'in Konağı 2006 yılında
260 bin TL harcanarak Muğla Valiliği'nce restore
edildi.
Büyük figürlü
kompozisyonlarıyla batılı anlayışta resmin
Türkiye'deki ilk temsilcisi sayılan ressam, müzeci
ve arkeolog Osman Hamdi Bey, Osmanlı toprakları
içindeki taşınabilir bütün sanat ürünlerini, bir
arada toplama, koruma ve sergileme düşüncesiyle
Türkiye'nin çeşitli yerlerinde kazı çalışmaları
yaptı.
OSMAN HAMDİ BEY
KİMDİR?
Osman Hamdi, (doğum 1842 İstanbul - ölüm 24
Şubat 1910 İstanbul) 1860'da hukuk öğrenimi için
Paris'e gitti. Hukuk öğreniminin yanı sıra o dönemim
ünlü ressamlarının atölyelerinde çıraklık yaparak
iyi de bir resim eğitimi aldı. 1869 yılında Bağdat
Yabancı İşler Müdürlüğü'ne atandı. 1871'de
İstanbul'a geri dönünce sarayda çalıştı. 1881'de
Müze-i Hümayun'a (İmparatorluk Müzesi) atandı. Bu
görevi ile Türk müzeciliğinin parlak dönemleri
başladı. 1883 yılında Güzel Sanatlar Akademisi
Sanayi-i Nefise Mekteb-i Alisi'ni ve İstanbul
Arkeoloji Müzesi'ni kurdu ve müdürlüklerini
üstlendi.
1884'te o güne kadar hiç
gündeme gelmemiş olan ve çokça kayıp verilmiş olunan
bir zaafı, antik eserlerin yurt dışına çıkarılmasını
yasaklayan Asr-ı Atika Nizamnamesi'ni çıkarttırarak
yürürlüğe soktu. Osman Hamdi Bey, Nemrut Dağı,
Lagina ve Sayda'da arkeolojik kazılar
gerçekleştirdi. Sayda'a yaptığı kazılarda bulduğu,
arkeoloji dünyasının başyapıtlarından sayılan,
aralarında İskender Lahdi'nin de bulunduğu bir takım
antik eserler çıkardı. Burada bulunan eserler bugün
Osman Hamdi Bey'in bulmuş olduğu birçok eser gibi,
kendisinin temellerini attırdığı İstanbul Arkeoloji
Müzesi'nde sergilenmektedir.
BAZI ÖNEMLİ ESERLERİ
Kahve Ocağı (1879), Haremden (1880), İki
Müzisyen Kız (1880), Kuran okuyan Kız (1880),
Çarşaflanan Kadınlar (1880), Vazo Yerleştiren Kız
(1881), Gebze'den Manzara (1881) Çekik Gözlü Kız-Tevfika
(1882), Türbe Ziyaretinde İki Genç Kız I, Türbe
Ziyaretinde İki, Genç Kız II (1890), Feraceli
Kadınlar (1904), Pembe Başlıklı Kız (1904),
Kaplumbağa Terbiyecisi (1906), Mimozalı Kadın
(1906), Şehzade Türbesinde Derviş (1908), Silah
Taciri (1908), Beyaz Entarili Kız (1908), Sarı
Kurdeleli Kız (1909), Kaplumbağa terbiyecisi ve
Leylak Toplayan Kız.
Habertürk, 07.10.2010
|
MÜZELERDE KIŞ SAATİ
UYGULAMASI BAŞLIYOR
Topkapı Sarayı Müzesi, Ayasofya
Müzesi, Kariye Müzesi ve Ankara Anadolu
Medeniyetleri Müzesi başta olmak üzere yurt
genelindeki müze ve ören yerlerinin bazılarında kış
saati uygulaması başladı. Yeni uygulamaya göre
müzeler saat 17.00'de kapanıyor.
Efes Ören Yeri, Göreme Açıkhava
Müzesi ve Antalya Müzesi gibi bazı müzeler ise 31
Ekim'de saatler bir saat geri alındıktan sonra kış
saati uygulamasına geçeceklerini bildirdi.
Yerebatan Sarnıcı'nın çalışma
saatleri ise diğerlerinden farklı olarak sabah
09.00, son giriş 20.00. Kapanış ziyaret çıktıktan
sonra.
Kış saati uygulaması başlayan müzeler şöyle:
Topkapı Sarayı Müzesi: (Tel: 0212 512 04 80)
Açılış: 09:00, son giriş:16:00, kapanış: 17:00
Ayasofya Müzesi: (Tel: 0212 522
09 89)
Açılış: 09:00, son giriş:16:00, kapanış:
17:00
Kariye Muzesi: (Tel: 0212 631 92
41)
Açılış: 09:00, son giriş:16:00, kapanış: 17:00
İstanbul Arkeoloji Müzeleri:
(Tel: 0212 520 77 40)
Açılış: 09:00, son giriş:16:00,
kapanış: 16:45
Ankara Anadolu Medeniyetleri
Müzesi: (Tel: 0312 324 31 60-61)
Açılış: 09:00, son giriş:16:00, kapanış: 17:00
Turizm Habercisi,
07.10.2010
|
KÖY MÜZESİNE ZİYARETÇİ
AKINI
Konya'da bir köyde
vatandaşların kurduğu müze, ziyaretçi akınına
uğruyor. Köy müzesinde tarım aletlerinden su
testilerine, el yazması Kur'an ve risalelerden
madeni paralara ve gayri müslimlere ait mezar
taşlarına kadar 500'ü aşkın eser bulunuyor. Köy
müzesi, Yatağan ve civarının tarihine ve kültürüne
ışık tutuyor.
Konya merkez Meram
İlçesine bağlı Yatağan Köyü halkı, yıllardır
evlerinde muhafaza ettikleri tarihi değerdeki
eserleri bir araya getirerek köye müze kazandırdı.
1930'lu yıllarda köy mektebi olarak kullanılan üç
katlı tarihi binayı restore eden Yatağan sakinleri,
köyün kurucusu Şeyh Ahmedi Mürsel'in adını
verdikleri müzede yöreye ait 500'ün üzerinde eseri
bir araya getirdi. Aralarında 600 yıllık savaş
mızraklarından Alp Eren'lerin kullandığı savaş
loputlarına, 250 yıllık el yazması Kur'an-ı
Kerim'lerden, ilkel tarım aletlerine, 150 yıllık
düğün aynalarından, gazlambalarına ve ilk telefona
kadar yüzlerce eser yer alıyor. Köy müzesi Yatağan
ve civarının tarihine ve kültürüne ışık tutuyor.
Müzenin kurulmasında
önemli rol oynayan köy sakinlerinden emekli eğitimci
Süleyman Doğdu, yöre halkından yıllar boyunca
topladıkları yüzlerce eseri gelecek nesillere
aktarmak için müzeye kazandırdıklarının altını
çizdi. Aralarında harf inkılabı yapıldıktan sonra
ilk okuma yazma öğrenen öğrencilerin hatıralarının
da bulunduğu eserlerin yer aldığı bilgisini veren
Süleyman Doğdu, "Müzeyi duyan, aralarında kaymakam
ve valilerin de bulunduğu onlarca kişi ziyarete
geliyor. Bize müzeyi Konya'ya taşımamız için bina
tahsis edildiği halde kabul etmedik. Önemli olan
tarihi değeri olan bu eserlerin köyümüzde
sergilenmesi. Çünkü bu eserler bu köylerde bulundu.
O yüzden biz müzemizin tanıtımını yapmayı
planlıyoruz. Hem köyümüzü tanıtmak hem de daha çok
turist ağırlamak istiyoruz." şeklinde konuştu.
İlk köy mektebinde 70
yıl önce 3 yıl eğitim gören 78 yaşındaki Veysel
Şanlı ise oturduğu sıranın müzede saklanmasından
duyduğu memnuniyeti dile getirdi.
Zaman, Haber: Aydın
Hızlıca, 07.10.2010
|
|
MICHELANGELO VİYANA'DA
Rönesans dönemi
sanatçısı Michelangelo’nun gençlik yıllarından
Vatikan’da bulunan 'The Last Judgement' freski gibi
ustalık dönemi çalışmalarına kadar uzanan çizimleri
Viyana’da sergilenecek. Viyana’daki Albertina
Müzesi’nin yöneticisi Klaus Albrecht Schroeder,
yarın açılacak serginin son 20 yılda Michelangelo
üzerine yapılmış en kapsamlı sergi olduğunu
belirtti.
Schroeder, serginin
amacının ziyaretçilerin Michelangelo’nun eserlerinin
bütününe dair bir fikir edinmesi olduğunu söyledi. 9
Ocak‘a kadar sürecek sergide Paris’teki Louvre, New
York’taki Metropolitan ve Londra’daki British
müzelerinden çok önemli parçalar da yer alıyor.
Habertürk, 07.10.2010
|
KİM TAKAR TARİHİ ESERİ
Dülük antik kentindeki
kazıda, kutsal tapınağın ortasına demir direk
dikildiği ve beton dökültüğü ortaya çıktı.
Kazı sırasında, alana anten tesisi için beton
kullanılarak dikilen bir demir direğin kutsal
tapınakta tahribata neden olduğu belirlendi. Kazı
öncesi kesilerek alandan çıkarılan demir direğin ve
direği zemine sabitlemek için kullanılan betonun,
kutsal tapınağın 8-9 metrekarelik bölümünün tahrip
olmasına yol açtığı ortaya çıktı.
Prof.Dr. Engelbert
Winter, kazıya destek veren Şehitkamil Belediye
Başkanı Rıdvan Fadıloğlu'na çalışmalarına ilişkin
bilgi verirken, tahribata neden olan elektrik
direğinin kültürel mirasa arzu edilmeyen bir
müdahale örneği olduğunu belirtti. Kültürel mirasa
benzer yanlış müdahalelerin önlenmesinin çok önemli
olduğunun altını çizen Prof.Dr. Engelbert Winter,
Dülük antik kenti ve benzerlerinin insanlığın ortak
malı olduğunu, bu nedenle kültürel mirasın
korunmasında herkese görev düştüğünü söyledi.
Prof.Dr. Engelbert Winter, Dülük Antik kentini gün
ışığına çıkarmak, tanıtmak ve turizme kazandırmak
istediklerini ifade etti.
Gaziantep 27 Gazetesi,
07.10.2010
|
KAPAŞIÇARŞI'YA SIKI YÖNETİM
Yıllardır süregelen büyük ihmaller zinciri sonucu yıkılma riskiyle karşı karşıya kalan tarihi Kapalıçarşı’nın yenileme projesi devam ediyor. Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir, çatısı aktığı için kolonları çürüyüp çökme tehlikesi yaşayan, esnafın da dükkan genişletmek için büyük zarar verdiği Kapalıçarşı’yla ilgili önemli açıklamalarda bulundu.
Kapalıçarşı’nın en büyük sıkıntılarının başında yönetim geldiğini söyleyen Demir, çarşının bugüne kadar bir dernek tarafından yönetildiğini, derneğin kararlarına da kimsenin uymadığını belirtti.
Günümüzde her alışveriş merkezinin bir yönetim kadrosu olduğunu ifade eden Demir, şöyle devam etti: "Bayındırlık ve İskan Bakanlığı, Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü ile birlikte sırf Kapalıçarşı’nın yönetimi için kanun taslağı hazırladık. Yönetimi olmazsa orayı ayakta tutmak mümkün değil. 14 milyon projeye 140 milyon da restorasyonu için para gerekiyor. Bu kadar parayı harcayıp bir yönetim oluşturmazsanız, anlamı yok. Buranın yönetimini oluşturursak, o zaman karşımızda muhatap alacağımız tüzel kişilik, 3 bin esnafın da zorunlu uyacağı bir erk olacak."
1461 yılında kurulan tarihi Kapalıçarşı, yıllardır süregelen bakımsızlık, ihmal ve talan yüzünden büyük zarar gördü. Bugüne kadar geçici çözümlerin alındığı çarşı için ilk kez kapsamlı bir restorasyon projesi hazırlandı. Çarşının çevresindeki hanların da dahil olduğu rölove, restorasyon ve restitüsyon projelerinin, 2011 yılı sonunda tamamlanması planlanıyor. Proje için gereken 14 milyon TL’nin yarısı İl Özel İdaresi tarafından karşılanacak. Kapalıçarşı’nın röntgeninin çekilmesiyle hazırlanan projede, çatıların onarımı tamamlandı.
Habertürk, 07.10.2010
|
|
ABBASİ TASINA 1 MİLYON
600 BİN LİRA
Dünyanın önde gelen
müzayede evlerinden Sotheby's, Londra'daki ofisinde
'İslam Dünyasından Hazineler' adlı bir açık artırma
gerçekleştirdi.
Müzayedeye çıkan 115
İslam eseri, 7 milyon sterline (16 milyon TL) alıcı
buldu. Açık artırmada 9. yüzyılda Abbasi dönemine
ait 'çukur altın tas' 713 bin 250 sterlin ile (1
milyon 600 bin TL) en yüksek fiyata satılan eser
oldu. İlginin yoğun olduğu müzayedede, 1548 yılına
ait Kemalettin Hüseyin Bin Ali tarafından yazılan
Kur'an tefsiri 601 bin 250 sterlin ile (1 milyon 400
bin TL) en yüksek ikinci fiyata sahibini buldu.
Parşömen üzerine altın harflerle yazılı Kur'an
nüshası ise 529 bin 250 sterlin ile üçüncü en yüksek
fiyata giden parça oldu. Bu arada Osmanlı dönemine
ait eserler de açık artırmayla satıldı. Abdülhamit
Han'ın tuğrasını simgeleyen altın ve elmas karışımı
broş, 10 bin 625 sterline, 1664 yılına ait Osmanlı
hat yazısı da 26 bin 250 sterline alıcı buldu.
Zaman, Haber: Kamuran
Samar, 07.10.2010
|
|
EVDE YAPILAN KAÇAK
KAZIDA TARİHİ ESER BULUNDU
Bey Mahallesi'nde kültür varlığı olarak tescillenen
evde kaçak kazı yapıldığı ortaya çıktı. 38 parça
tarihi eser, dokümanlar ile kazıda kullanılan
aletler ele geçirildi. Olayla ilgili gözaltına
alınan 4 kişi tutuklandı.
Emniyet Müdürlüğü
Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Şube
Müdürlüğü ekipleri, kaçak kazıda çıkarılan tarihi
eserlerin bir evde gizlendiği bilgisine ulaşınca
operasyon başlattı. Olayla ilgili şüpheli görülen 4
şahıs takibe alındı. Daha sonra şahısların ellerinde
bulunan tarihi eserleri Bey Mahallesi'ndeki bir
ikamette sakladıklarını tespit eden polis, eve
baskın yaptı. Evde yapılan aramalarda 38 adet
çeşitli dönemlere ait yazılı doküman ele geçirildi.
Ele geçirilen malzemeler, Müze Müdürlüğü'nde
incelenince tarihi eser oldukları teyit edildi.
Bunun üzerine gözaltına alınan M.K.Ç, E.K., Y.G. ve
A.E. Emniyet Müdürlüğü'nde alınan ifadelerinin
ardından adliyeye sevk edildi.
Gaziantep 27 Gazetesi,
07.10.2010
|
DEFİNE TÜNELİNDE KAVGA
ÇIKTI
Kahramanmaraş'ın Karaelbistan
beldesinde Nihat Ü., oğlu Murat Ü. ve Durdu E.
Cumhuriyet Mahallesi'nde yaşayan akrabaları Durdu
Kılınç'a (28), evinin karşısındaki mezarlığın
eskiden kilise olduğunu ve kilisenin altındaki
odanın altın dolu olduğunu söyledi. Hazine avcıları,
5 işçi tutup tünel kazmaya başladı. İddiaya göre 35
gün sonra define odası bulundu ancak içeri kimin
gireceği konusunda anlaşmazlık çıktı. Tuzakla
karşılaşacaklarına inanan hazine avcıları kavgaya
tutuştu. Çaresiz kalan Kılınç durumu jandarmaya
bildirdi. Gözaltına alınan 4 kişi tutuksuz
yargılanmak üzere serbest bırakıldı. Şüpheliler
hakkında "izinsiz kazı yapmak ve mezar tahrifatı"
gerekçesiyle 2 yıldan 5 yıla kadar hapis istemiyle
dava açıldı.
Sabah, Haber: Sırrıberk
Arslan - Kenan Arayıcı, 07.10.2010
|
SAHİBİNDEN SATILIK
MATISSE HEYKELİ
Henri Matisse'nin
yaptığı doğal büyüklükteki heykel, önümüzdeki ay
satılacak.
Nu de Dos, 4eme etat
adını taşıyan eserin New York'ta bulunan Christie'e
Müzayede Evi'nde 3 kasımda yapılacak satışından 35
milyon dolar gelir elde edilmesi bekleniyor.
Amerika'daki Christie's Müzayede Evleri'nin
Empresyonizm ve Modern Sanat Departmanı Başkanı
Conor Jordan, eserin modernist stilin
evrimleşmesinin kilometre taşlarından olduğunu
söyledi. Eser, Jordan'ın Matisse'nin en büyük
projesi olarak tanımladığı dört parçadan oluşan bir
serinin ürünü olduğunu söyledi. Jordan, "Eseri,
yüzyılın en önemli başarısı olarak gören
koleksiyonerlerden muazzam bir istek bekliyoruz"
şeklinde konuştu.
Taraf, 07.10.2010
|
|
MERSİN'DEKİ SOLOİ
POMPEİOPOLİS KAZILARI
Mersin merkeze bağlı
Mezitli İlçesi'ndeki Soli Pompeipolis antik kentinde
yer alan ‘Höyük bölgesi’nin üzeri koruma amacıyla
belediye tarafından kapatıldı.
Kazı Başkanı Prof. Dr.
Remzi Yağcı, yazılı açıklamasında, antik kentte 2010
yılı kazılarının Ağustos ayında tamamlandığını
hatırlattı. Yağcı, 15. yüzyılda
yapıldığı tahmin edilen sur duvarlarının bulunduğu
ve zengin buluntuları nedeniyle ‘Kizzuwatna Terası’
olarak adlandırılan höyüğün üzerinin belediye
tarafından geçici çatıyla örtülerek koruma altına
alındığını belirterek, şunları kaydetti:
‘Bu sökülebilir çatıyla
sur duvarlarının bulunduğu bölüm, yağmur, sel gibi
doğal etkilere karşı koruma altına alındı. Bu
çatının amacı, Kizzuwatna sur sistemini sürekli
koruma altına almak ve gelecekte açık hava müzesi
haline getirilmesi planlanan Soloi Pompeiopolis’in
önemli bir dönemini sergiye hazırlamaktır. Bu tür
uygulamalar, sadece kazmak değil aynı zamanda koruma
için gerekli önlemleri almak olarak da
nitelendirilebilir.’
haberler.com, 07.10.2010
|
SEMPOZYUM, ANTİK
GERMENICIA KENTİNE IŞIK TUTACAK
Uluslararası Türkiye
Mozaik Sempozyumu 2011 yılında, Roma dönemine ait
antik Germenicia kentinin gün yüzüne çıkmaya
başladığı Kahramanmaraş’ta düzenlenecek.
Yurt dışından bilim
dünyasının katılımının beklendiği ve antik kentin de
masaya yatırılacağı sempozyum kapsamında, Germenicia
ile çeşitli araştırmalar da yapılacak.
Bursa Uludağ Üniversitesi Mozaik Araştırmaları Merkezi’nin koordinesinde, 2 yılda bir gerçekleştirilen sempozyum, 2011 yılında Kahramanmaraş’ta düzenlenecek. İl Kültür Turizm Müdürlüğü’nün talebi üzerine, Kahramanmaraş’ta yapılmasına karar verilen ve arkeoloji alanında uzman bilim adamlarının katıldığı sempozyumun ana gündem maddesini de 2007 yılında kaçak kazı sonucunda ortaya çıkan Antik Germenicia kenti mozaikleri oluşturacak. Sempozyum, İzmir Efes ile Gaziantep Zeugma Kenti’ndeki mozaiklerle büyük benzerlikler taşıyan ve Roma dönemine ait olan antik kentin, uluslar arası platformda masaya yatırılmasına olanak sağlayacak.
Antik Germenicia kenti
ile ilgili olarak 3 yıldan bu yana yaptıkları
çalışmaların, 2011 yılında daha da genişleyeceğini,
sempozyumun da bunun bir parçası olduğunu söyleyen
İl Kültür Turizm Müdürü Seydi Küçükdağlı,
“Sempozyumun Kahramanmaraş’ta düzenlenecek olması
ilin sahip olduğu bu büyük hazinenin de tanıtımına
katkı sağlayacak. 3 gün boyunca sürecek olan
sempozyumda, gerek yurt içi gerekse yurt dışından
katılan uzman isimler, konu hakkında görüşlerini öne
sürecek. Sempozyum kapsamında, Antik Germenicia
Kenti’nde incelemeler de gerçekleştirilecek.
Üzerinde bulunduğumuz bu büyük değerin ülke içi ve
yurt dışında tanıtılması ve turizme katkısı
açısından bu organizasyonu çok önemsiyoruz.” dedi.
Zaman, 07.10.2010
|
|
SELÇUKLU ESERLERİ SERGİLENECEK
Kayseri'de bulunan Gevher Nesibe Darüşşifası ve Medresesi'nin Selçuklu Eserleri Müzesi haline dönüştürülmesi için başlatılan çalışmalar hız kazandı.
Halen Tıp Tarihi Müzesi olarak kullanılan Gevher Nesibe Darüşşifası'nın büyük bir bölümünün müzeye dönüştürülmesi çalışmaları içerisinde ilk olarak dijital sistemler ve bilgisayar donanım ile müzeolojik tasarım projesinin bu ay içinde ihale edileceği öğrenildi.
Gevher Nesibe Darüşşifası'nın müze haline dönüştürülmesi çalışmaları sonrasında Selçuklu dönemindeki el yazma Kur'an-ı Kerim ve o dönemde kullanılan eczacılık malzemelerinin sergileneceği bildirildi.
Çalışmalar çerçevesinde, Vakıflar Genel Müdürlüğü'nden gelen 4 kişilik bir heyet, İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü'nü ziyaret etti. Ziyaret sırasında, Müze Müdürlüğü'nde bulunan ve Vakıflar Genel Müdürlüğü'ne ait olan 20'ye yakın Selçuklu eserinin tahsisinin istendiği öğrenildi.
Selçuklu Sultanı I. Gıyaseddin Keyhüsrev tarafından 1204-1206 yılları arasında Kayseri'de inşa ettirilmiş ünlü Darüşşifa Gevher Nesibe Hatun'un adı ile anılıyor. Darüşşifa'da ayrıca Gevher Nesibe'nin türbesi bulunuyor.
Kayseri Kent Haber, 06.10.2010
|
TARİHİ ESER KAÇAKÇILARINA SUÇÜSTÜ
Aydın’ın Germencik İlçesi'nde ellerindeki tarihi bir eseri 250 bin dolara satmak isteyen 2 kişi jandarmanın düzenlediği operasyonda yakalandı.
Edinilen ilgiye göre; Aydın İl Jandarma Komutanlığı’nca yapılan istihbari çalışma neticesinde Germencik İlçesine bağlı Ortaklar beldesinde ikamet eden T.Y ve O.A. isimli şahısların, ellerinde tarihi eser bulunduğu ve bu eserleri 250 bin Dolar karşılığında piyasaya sürmek istediklerinin tespit edildi. Konuyla ilgili operasyon başlatan jandarma ekipleri şahısların adreslerinde yaptıkları aramalarda 1 adet Hellenistik döneme ait yaklaşık 1,25 metre boyunda, 300 kilogram ağırlığında üzerinde 1 bayan ve 1 erkek figürü bulunan beyaz mermerden yapılmış bir heykel ele geçirdi.
Jandarma tarafından ele geçirilen heykel Aydın Müze Müdürlüğü'ne teslim edilmiştir. Olayla ilgili olarak ifadelerinin alınmasının ardından adli makamlara sevk edilen şüphelilerden T.Y. tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılırken; O.A. isimli şüpheli ise tutuklanarak Aydın E Tipi Kapalı Cezaevine konuldu. Olayla ilgili soruşturma devam ediyor.
Aydın Kent Haber, 06.10.2010
|
|
900 YILLIK KALE YOK
OLUYOR
Ordu'nun Mesudiye
ilçe merkezinde 100 yıllık kilise onarılarak turizme
kazandırıldı. Kale Köyünde bulunan ve Karadeniz'i
Türkleştiren öncü kollardan Emiroğlu Beyliği'ne
başkentlik yapan 900 yıllık kale ise her geçen daha
fazla tahrip oluyor.
Ordu'nun Mesudiye
ilçe merkezinde bulunan ve 1912 yılında bölgede
bulunanlar tarafından yaptırılan kilise, Kültür ve
Turizm Bakanlığı tarafından onarıldı. Kültür merkezi
olarak kullanılacak yapının yakında açılışı
yapılacak. Ancak yarım kalan yolunu dahi Kale Köyü
sakinlerinin kazma kürekle yaptığı 900 yıllık tarihi
kaleye ilgi gösterilmemesi yürekleri sızlatıyor.
Kale Köyünde bulunan
kalenin Emiroğulları Beyliği'ne başkentlik yaptığı
belirtiliyor. Kale Köyünde kalenin yanı sıra tarihi
mezarlar, kümbetler, saray olduğu belirtilen bir
yapı, kaya mezarı olduğunu sanılan delikli taş
bulunuyor. Bunun yanı sıra köy camisinin
kütüphanesinde bulunan yazma eserler ve tarihi
halıların da büyük bir bölümü kaybolmuş durumda.
Kale alanı 1980'li
yıllarda koruma altına alınmış, ancak korumak için
hiçbir çalışma yapılmamış. Yapıların 30 yıl önce
çekilen resimlerine bakıldığında bu açıkça
görülebiliyor. Diğer yandan Mesudiye'ye gelen her
kaymakam kalenin korunacağı sözünü vermesine rağmen
köylülerin kazma-kürekle ile yaptığı yarım yolu
tamamlayan çıkmamış. Kale köyü sakinlerinin yazılı
başvurularından da olumlu bir netice alınamamış.
Emiroğulları
Beyliği'nin Karadeniz'e giren ilk Türk kolu olduğu
ve burada bulunan putperest unsurlarla mücadele
ettiği belirtiliyor. Beylik daha sonra Ordu'da
Eskipazar mevkiini başkent olarak kullanmış. Kale
varlığı açısından Karadeniz kıyısının çok zengin
olmadığı dile getirilirken Türk kale sayısının daha
da az olduğu aktarılıyor.
Karadeniz-Akdeniz
Yolu'nun Mesudiye'den geçecek olması sebebiyle
korunması halinde diğer eserler ile kalenin de
cazibe merkezi olabileceği anlatılıyor. Kalenin son
40 yıl öncesine kadar ayakta olduğu, sonra
defineciler tarafından hasar verildiği, kalenin
içinden ve etrafından geçen Saray Deresi'ne ulaşan
birkaç tane gizli geçidin bulunduğu belirtiliyor.
Kale Köyü
sakinlerinden Beşikdüzü Öğretmen Okulu'nun ilk
öğrencilerinden İsmail Delice (86), "Biz burası için
daha önce defalarca başvuruda bulunduk. Ne yazık ki
bir netice alamadık. Ancak biliyorsunuz Mesudiye'de
kilise onarıldı. Biz bundan rahatsız olmadık, hatta
Türkiye'nin bir zenginliği olarak görüyoruz, memnun
da olduk. Ancak bizi üzen, içimizi sızlatan tarihi
kaleye ilgi gösterilmemesi. Tarihi bilememek,
geleceği tasarlayamamak demektir. Eğer tarihinizi
bilemezseniz başkaların tasarladığı gelecekte
figüran olursunuz. Eğer kısa zamanda buraya ilgi
gösterilmez ise belki de bir zaman sonra 'burası
harap olmuş kurtarılacak bir şey kalmamış denecek'
ki o hiç yaşamayı arzu etmediğimiz bir şeydir."
dedi.
Bugün, 06.10.2010
|
TAŞHAN ÇARŞISI BAKIMA
ALINIYOR
Sivas'ta uzun süredir
restorasyonu gündemde olan tarihi Taşhan Çarşısı
için Vakıflar Bölge Müdürlüğü eski eser bakım onarım
ihalesini tamamladı. Yer teslimi yapılan yüklenici
firma, önümüzdeki günlerde tarihi eserin çatısını
onarmaya başlayacak.
Restorasyonu yılan
hikayesine dönen tarihi Taşhan Çarşısı için nihayet
yeni bir adım atıldı. Çarşı içinde faaliyet gösteren
22 esnaf ve 6 mülk sahibi ile Vakıflar Bölge
Müdürlüğü'nün yaptığı toplantı sonuç verdi.
Toplantıda tarihi çarşının bir an önce restore
edilmesine karar verildi. Yeni ihale ise geçtiğimiz
günlerde yapıldı. İhaleyi alan firmaya iş teslimi
yapıldı. Yüklenici firma önümüzdeki günlerde
restorasyon işine başlayacak. Vakıflar Bölge
Müdürlüğü tarihi Taşhan Çarşısı'nda faaliyet
gösteren esnaflara işyerlerini boşaltmaları için
yazı gönderdi. Ancak restorasyonu alan firma ilk
etapta tarihi eserin çatısını onaracağı için
esnaflar işyerlerini şimdilik boşaltmayacak.
Sivas'ın en önemli
caddelerinden biri olan Atatürk Caddesi üzerinde
bulunan Taşhan Çarşısı, mimari üslubu açısından 19.
yüzyılda yapıldığı sanılıyor. İki katlı, ortası açık
avlulu ve kesme taştan inşa edilen tarihi eserin
üzeri açık olan iç avlusunda, çift başlı aslan
başlarının ağzından su akan bir taş havuz bulunuyor.
Zaman, Haber: İsmail
Yıldız, 06.10.2010
|
|
İLK DİNOZORLAR ASLINDA KÜÇÜKMÜŞ
New York'taki Doğal Tarih Müzesi'nden Stephan Brusatte ve arkadaşları, dinozorlara ilişkin en eski kanıt olduğunu belirttikleri 250 milyon yıllık ayak izlerine göre, bu ilk dinozorların, ev kedisi kadar küçük olduğunu, büyük olasılıkla da çok sayıdaki büyük sürüngenlerin öldüğü kitlesel bir nesil tükenmesi sonrası dünyaya geldiğini kaydetti.
İngiliz Royal Society dergisinde yayınlanan çalışmada, dinozorlara ait en eski fosiller olarak nitelenen ayak izlerine göre çok küçük olan ilk dinozorların, daha büyük timsahların büyüdüğü nehirlerin kenarında yaşamış olabileceği belirtildi.
Çalışmada, bulunan fosilin, kitlesel yok oluşun küçük ve nadir dinozor türlerinin üremesine yol açtığına işaret ettiği belirtilerek, 65 milyon yıl önce de astroidler ve volkanik olaylar sonucu dinozorların neslinin tükenmesinin memelilerin gelişmesine olanak tanıdığı anımsatıldı
Radikal, 06.10.2010
|
TOZLARIN ARASINDAN
HAZİNE ÇIKTI
70 yıldır boş duran
Paris'teki bir apartman dairesinden tozlar içinde
kalmış bir hazine çıktı. 1900'lü yıllara ait
eşyalardan oluşan bu hazinenin en dikkat çekici
parçası ise İtalyan sanatçı Giovanni Boldini'nin
Fransız bir kadını resmettiği tablo.
Telegraph'ın haberin
göre, sahibinin II. Dünya Savaşı öncesinde terk
ettiği daireyi inceleyen uzmanlar, Boldini
tablosunda yer alan Marthe de Florian adlı kadının
evin sahibesinin büyükannesi olduğunu keşfetti. Evde
ayrıca, bir aktrise yazılmış aşk mektupları da
bulundu. Mektupların sahipleri arasında Boldini'nin
yanı sıra Fransa Eski Başbakanı George Clemenceau
gibi isimler de var. 1898'de yapılan tablo 300.000
Euro ile satışa sunuldu ve üst üste gelen
tekliflerle 2,1 milyon Euro'ya satıldı.
Habertürk, 06.10.2010
|
|
YERALTINDAKİ AVRUPA
BAŞKENTİ UNUTULDU
İstanbul Erkek
Lisesi'nin altından başlayıp Sarayburnu'nda birleşen
iki dehliz için hazırlanan proje sumen altı edildi.
İstanbul Erkek Lisesi'nin altında, Bizans döneminden
kalan ve bir kilise olduğu sanılan yapı topluluğu
ile 2 adet dehliz bulunuyor. Ancak bu eşsiz tarihi
hazine için yapılan restorasyon tasarısı, İstanbul
2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı tarafından
sümenaltı edildi.
Osmanlı döneminde
1897'de Fransız mimar Alexandre Vallaury tarafından
yapılan İstanbul Lisesi'nin (İstanbul Erkek Lisesi)
bulunduğu tarihi bina, görkemiyle göz kamaştırırken
altında da bir tarih barındırıyor. Bu eşsiz tarihi
hazineyi Habertürk görüntüledi. Bizans döneminden
kaldığı bilinen ve kilise olduğu sanılan
yeraltındaki yapı topluluğunun restorasyonu için
İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı'na öneri
götüren ve bir proje hazırlayan okul yönetimi, 1
yıldır sonuç alamadı.
Kilisenin yanı sıra
dehlizleri Sarayburnu'na kadar uzanan yeraltı
şehrinin giriş ve çıkışları tedbir olarak beton
duvarlarla örüldü. Eski mezunların "Okulun altından
girip Yerebatan Sarnıcı'ndan çıkıyorduk" sözleriyle
tarif ettiği yapı topluluğu ve dehlizler, okul
yönetimi tarafından 1 yıl önce tüm detaylarıyla
tespit edildi. Kapılar açıldıkça da yeni dehlizler
ortaya çıktı. Sütun başları görülen alan,
müstahdemlerce temizlendi.
Zeminden sonra 3.
bodrumda yer alan yapı topluluğunu korumaya alan
okul yönetimi, ışıklandırma ve temizlik çalışmaları
yaptı. Hırsızlık olaylarına karşı kilisenin giriş ve
çıkışları beton duvarlarla örüldü. Sarayburnu'nda
birleşen dehlizler kontrol altına alındı. Yeraltı
tünelleri ve kilisenin restorasyonu için İstanbul
2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı'na başvuruldu.
Ancak 1 yıldır yanıt alınamadı. Okulun altında bir
de 1816'da ünlü İngiliz asillerinden Haden
Ailesi'nin kurduğu Haden&Son's şirketi damgalı buhar
makinesi bulundu. Şirketle bağlantı kuran okul
yönetimi, 200 yıllık buhar makinesinin restorasyonu
için sponsor olmalarını isteyecek.
İstanbul Lisesi'nin 30
yıllık Müdür Başyardımcısı Atakan Alan,
1940mezunlarının yer altında kilise olduğundan
bahsettiklerini belirterek, "Okulumuz, bu kilise
üzerine yeni kolonlar yapılarak kurulmuş. Bu yapı
topluluğuna 3. bodrumda ulaştık. Restorasyon için 1
yıldır İstanbul 2010 Avrpa Kültür Başkenti
Ajansı'ndan yanıt bekliyoruz" dedi.
Okulun altındaki
dehlizlerle ilgili hiçbir şey yapılamadığını
kaydeden İstanbul Lisesi Müdür Başyardımcısı Atakan
Alan, şöyle konuştu:
"Şimdi lise olarak
kullandığımız bina, Osmanlı döneminde ‘Borçlar
İdaresi' olan ‘Düyun-ı Umumiye' için inşa edilmiş.
İTÜ'den eski mezunumuz, bu alandan tüplerle
Sarayburnu'na doğru ilerledi. Ancak bazı alanlarda
göçükler olduğunu bildirdi. Risk almamak için geri
döndüler. Yerebatan Sarnıcı ve Sirkeci Büyük
Postane'ye çıkan 2 dehliz, daha sonra Sarayburnu'nda
birbiriyle birleşiyormuş."
İstanbul Lisesi'ne kısa
süre önce atanan Müdür Dr. Sakin Öner de, dehlizlere
ilk kez Habertürk muhabirleriyle indiğini belirterek
şunları söyledi:
"Şehir efsanesinin
gerçek olduğunu gördüm. Heyecan verici. Gün yüzüne
çıkarılmasını bekliyoruz. Bu yapının, binada görev
alan gayrimüslim personel tarafından ibadethane
olarak kullanıldığını da öğrendik. Burası akustiği
olan, Aya İrini gibi konserler için
kullanılabilecek, turizme kazandırılabilecek çok
özel bir yer."
Habertürk, 06.10.2010
|
|
27 SAHABE CAMİİ RESTORE EDİLİYOR
Şehit 27 Sahabi Camii olarak da bilinen Hz. Süleyman Camii, Diyarbakır’ın önemli ziyaret mekanlarından.
Bölgede yürütülen kentsel dönüşüm projesi kapsamında cemi ve sahabi mezarlarının çevresi temizleniyor.
TOKİ ile anlaşan gecekondu sahiplerinin evleri, yıkıldı. Vakıflar Genel Müdürlüğü de, cami içinde restorasyon çalışmalarına başladı.
Önümüzdeki yıl Aralık ayında bitirilmesi planlanan restore çalışmasında cami ve müştemilatının aslına uygun şekle dönüştürülmesi hedefleniyor.
Trt/Haber, 06.10.2010
|
BİR MÜZEYİ SON DERECE
AKILLICA BİR ŞEKİLDE GENİŞLETMENİN YOLU
Whitney Amerikan Sanat
Müzesi'nin cevaplanamayan bir sorusu olan Manhattan
şehir merkezinde genişlemeli mi genişlememeli mi
tartışması son derece baş ağrıtıcı bir şekle
büründü. Müze bu sorunun doğru cevabını deneme
yanılma yöntemi ile bulacak, eğer denemezse hiç
bilemeyecek. New York'taki müze ziyaretçilerini
kendisine çekmesi için kıran kırana bir rekabetin
olduğu bu ortamda birşeyler yapılması gerektiği de
şüphe götürmez bir gerçek.
1966 yılında Marcel
Breuer'in tasarladığı bina yıldız mimarlığının (starchitecture)
tüm dezavantajlarını ve çok az olumlu yönünü içinde
barındırıyordu. Her ne kadar bu ülkede müzelerin
sanatçı bakış açısıyla tasarlanması çok ender olarak
gerçekleşiyorsa da, bu yapı tüm dönemlere ve
mimarlık stillerine karşı son derece acımasız bir
örnek olarak karşımıza çıkmaya devam ediyor. Eğer
taş kaplama yer döşemesi bizi rahatsız etmiyorsa,
son derece baskıcı betonarme taşıyıcı sistem hiç
şüphesiz edecektir.
Guggenheim Müzesi'nin
aksine, Marcel Breuer'in tasarladığı bu bina içinde
ne sergilenirse sergilensin, turistlerin mutlaka
görmeleri gerektiği bir mekan olarak görülmedi.
Breuer'in Brutalist stilde tasarladığı bu yapı
yıllar geçtikçe daha da güzelleşmiyor ya da yaratıcı
sanatçılar Frank Llyod Wright'in spiralinde (Guggenheim
Müzesi kastediliyor) olduğu gibi yeni ve heyecanlı
kullanım amaçları yaratamıyorlar. Ayrıca Whitney
Amerikan Sanat Müzesi, MoMA veya Metropolitan Sanat
Müzesi'nin aksine, ziyaretçileri kendisine
çekebilmek için koleksiyonlarını sergileyecek geniş
alanlara sahip değil.
Bu sebeplerden dolayı
müze için ikinci bir mekan iyi bir fikir gibi
görünüyor. Ancak Manhattan'ın Aşağı Batı Yakası (Lower
West Side) doğru bir seçim mi acaba? Burası Soho
gibi adeta bir hayvanat bahçesi görünümünde, yani
şehrin Disneyland'a çevrilmiş diğer bölgeleri gibi
turistlerin istilasına uğramış durumda. Ama
sorulması gereken soru acaba bu turistler alışveriş
için mi buradalar yoksa sanat için mi? Sanatsever
olsalar bile, buranın yakınındaki Chelsea'deki
girişi ücretsiz olan sanat galerileri varken, bu
müze için para verecekler mi? 22. Batı Caddesi'ndeki
"Sanat için Dia Merkezi"ne gelen ziyaretçi sayısı,
bölgede yeni sanat galerilerin açılmasıyla düşüş
gösterdi.
Whitney Amerikan Sanat
Müzesi'nin esas ihtiyacı daha fazla sanat galerileri
değil de büyük ve iyi galeriler aslında. Bu ihtiyaç
günümüz New York'unda oldukça zor karşılanıyor. New
Museum'un galerileri genelde korkunç ölçeklerde ve
az sayıda pencere yüzünden son derece kasvetli bir
izlenimle anılırken; MoMA'nın yeni binası özetle 21.
yüzyıl New York'unun en büyük trajedilerinden birisi
olarak nitelendirilebilir.
Whitney Amerikan Sanat
Müzesi'nin şehrin "downtown" ismi verilen aşağı
bölgesindeki yeni binasının tasarımı, müze tasarımı
konusunda hiç de iyi bir geçmiş performansı olmayan,
Renzo Piano tarafından gerçekleştirildi. Bu mimarın
tasarladığı Los Angeles Sanat Müzesi adeta
Manhattan'ın Soho veya Chelsea'deki sanat
galerilerinin üç katı büyüklükte mekanlar gibiler.
Yine aynı mimara ait Morgan Kütüphanesi ve Müzesi
binasının iç avlusu oldukça güzel bir mekan olmasına
ve farklı etkinliklere imkan vermesine rağmen, bu
mimari özellik müzenin galeri bölümlerinin ve
konumlarını iyileştirmesi bir yana tam tersi olumsuz
etki yarattı. Bu mimara ait başka bir örnek olarak
sanatın adeta süpürge ile halı altına süpürüldüğü
Şikago Sanat Enstitüsü verilebilir. Yakın zamanda
New York Times gazetesinde yayınlanan habere göre
Renzo Piano'nun Whitney Amerikan Sanat Müzesi'nin
eğimli duvarlarını bütçe kesintisinden dolayı
projeden çıkardığını duymak kesinlikle güzel bir
haberdi.
Bu tür projelerin
finansal ve lojistik risklerini önemsemediğimden
değil ama New York'ta son zamanlarda müzeler
hakkında yaşanan tartışmalar bizlere projenin
bulunduğu bölgenin ve alanının genişliğinin,
projenin amacını belirleyen en önemli faktör haline
geldiği gerçeğini bizlere kabul ettirdi. Bu şekilde
bir başarının mümkün olabilmesi, arazinin büyüklüğü
ile değil de kalitesi ile direkt alakalıdır. Bu
husus, bugüne kadar müzelerin nerelerde
konumlandırılmasının gerektiğine karar verenler de
dahil olmak üzere hiç kimse tarafından pek
düşünülmemiştir. Bu ülkenin dört bir yanına dikilen
korkunç binalar göz önünde tutulursa, bir vakfın
üyelerinin müzenin tasarımı konusunda son sözü
söyleyebilmesi tüyler ürpertici bir durumdur. Ne
zaman bu hususta doğru tecrübeye sahip insanları
dinlemeyi öğrenecekler? Halbuki dizginleri biraz
gevşetseler daha iyi mekanlara sahip olacaklar.
Şehrin merkezinde
kurulacak yeni bir Whitney Müzesi hem sergilenecek
sanat eserlerini daha güzel görünmelerini
sağlayacak, hem ziyaretçilerin kendilerini daha iyi
hissetmelerine imkan verecek hem de mekana, tıpkı
Dia'nın eski binasında olduğu gibi, bir kişilik
kazandıracaktır. [Çevirmen Notu: Dia derken
kastedilen Manhattan'ın Chelsea bölgesinde yer alan
Dia Sanat Vakfı (Dia Art Foundation) adlı bir vakıf
ve müzedir.] Ayrıca eklemeliyim ki her müzenin amacı
turistleri etkilemek ve onları, Guggenheim Müzesi
gibi kendine çekecek cazibeye sahip olmak değildir.
(Burada Guggenheim'a saygısızlık etmek istemedim,
yanlış anlaşılmasın) Müzenin yapması gereken
ziyaretçilere son derece etkileyici ve vizyon açıcı
bir sanat macerası fırsatı vermesidir. Bunun
gerçekleşebilmesi ölçekte orantı, açıklık ve
metrekareye düşen ışıkla doğru orantılıdır; Dia
bunun nasıl gerçekleştirilebildiğini defalarca
ispatlamıştır.
Müzeleri tasarlayanlar
kimlere güvenmeliler acaba? Belki de sanatçılara ve
sanat ticaretine yapanlara güvenmeliler çünkü onlar
sanatın en iyi olan sanat dalı olarak kalması için
gayret gösteren en önemli gruplar. Ayrıca dikkatli
seçilmiş bir komite de Renzo Piano'nun tasarımının
kapsamını düzenleyip daha iyi hale getirebilir.
Arkitera, Kaynak: New
York Times, Haber: Roberta Smith, Çev.: Serzan Gök,
06.10.2010
|
BAKANDAN KAZILARA DESTEK
SÖZÜ
AKP Gaziantep Milletvekili Mehmet Erdoğan, Araban
İlçesi'ndeki tarihi kalede yapılan kazı
çalışmalarına Kültür Bakanı Ertuğrul Günay'dan
destek sözü aldığını bildirdi.
AKP Gaziantep
Milletvekili Erdoğan yaptığı açıklamada, tarihi
kalede sürdürülen restorasyon öncesi kazı
çalışmalarının devam ettiğini belirterek,
"Çalışmalar sırasında Eyyubiler dönemine ait yeni
bulguların ortaya çıkarıldığı bilgisini Kültür
Bakanı Ertuğrul Günay'a ilettim ve Bakan Günay'dan
kazı çalışmalarına destek sözü aldım" dedi.
Milletvekili Erdoğan, Araban ilçe merkezi ile ilçeye
bağlı köylerin tüm sorunları ve tarihi Araban
Kalesi'nde devam eden restorasyon öncesi kazı
çalışmaları ile yakından ilgilendiğini ifade etti.
Gaziantep 27 Gazetesi,
06.10.2010
|
MÜZELERE 6 BİN ESER KAZANDIRDI
Gaziantep'teki müzelere 6 bin 500 eser kazandıran Gaziantepli antikacı Hanifi Özaslan, kendi müzesini açmak istiyor. İlkokul mezunu olmasına karşılık antikalara büyük merakı olan ve merakı nedeniyle de antikacılık yapan Özaslan,müzelere eser kazandırmanın kendisini mutlu ettiğini söyledi.
Müzelere eser kazandırmak iyi bir hizmet olduğunu, ancak artık kendisine ait bir müzesinin olmasını istediğini ifade eden Özaslan, günümüzde antikalara ilginin arttığını, müzelerde sergilenen antika ürünlerin büyük ilgi gördüğünü söyledi. Özaslan, son olarak Gaziantep'teki Savaş Müzesi'ne 42, Çanakkale'de bulunan Ahmet Uslu'ya ait özel savaş müzesine 50 antika eser kazandırdığını ifade ederek, Gaziantep'te müze sayısının artmasından memnunluk duyduğunu, kendisinin de bu müzelere bir yenisini eklemeyi çok arzu ettiğini vurguladı.
Kendi müzesini tarihi bir mekanda açmak istediğini anlatan Özaslan, Bakırcılar Çarşısı ya da Gaziantep Kalesi yakınında bir Antep Evi ya da han tahsis edilmesi halinde kısa zamanda Gaziantep'e bir müze kazandırabileceğini vurguladı. Özaslan, antikacılık konusunda yoğun ilgisi sayesinde uzmanlaştığını belirterek, Roma, Bizans, Selçuklu ve Osmanlı dönemlerine ait eserleri kolaylıkla tanıyabildiğini ve yorumlayabildiğini kaydetti.
Gaziantep 27 Gazetesi, 06.10.2010
|
|
ERZURUMLU KENT TARİHİNE
İLGİSİZ
Erzurum’da günümüze ulaşmayan, ancak kaynaklarda
isimleri tespit edilen çok sayıda tarihi yapının
bulunduğu bildirildi. Erzurumlu Tarih Araştırmacısı
Muzaffer Taşyürek’in; “Erzurum Türbeleri ve Ziyaret
Yerleri” adlı kitabında yer verdiği söz konusu
yapıların çokluğu dikkat çekerken, ortaya çıkan bu
manzara Erzurum’da tarihe ve tarihi yapılara
gösterilen ilginin boyutunu da gözler önüne serdi.
Palandöken Belediyesi Kültür Serisi kapsamında
tarih meraklılarıyla buluşturulan kitapta, Erzurum
şehir merkezinde bulunan, ancak günümüze ulaşmayan
yapılar, camiler, kapılar, medreseler, mektepler,
kütüphaneler, zaviye ve tekkeler, türbeler, hanlar,
çeşmeler, saraylar ve köşkler, köprüler, askeri
yapılar, çarşılar ve imalathaneler şeklinde
sıralanıyor. Günümüze kadar ulaşamayan yapılar
arasında yoğunluğun camiler ve medreselerde
toplandığı dikkat çekerken, çok sayıda mektep ve
hanın da, tarih olduğu anlaşılıyor. Işte “Erzurum
Türbeleri ve Ziyaret Yerleri” adlı kitapta
sıralanan; kaybolmuş tarihi yapılar:
Kaynaklarda ismi tespit edilen yapılar:
Kapılar: Emirşeyh Kapısı; Erzincan
Kapı, Gürcü Kapı; Rum Kapısı; Rus Kalesi(Bakırcı
Mahallesinde); Tebriz Kapı, Yeni Kapı.
Camiler: Abdurrahman Ağa Camii, Araplar
Mahallesi Camii; Boncukcu Hacı Murat Camii, Gez
Camii, Hacı Abdurrahman Camii, Hacı Abdullah Camii,
Hacı Mahmut Camii, Hacı Osman Camii; Hacı Süleyman
Camii, Hasan i Basri Camii, Ilyas Ağa Camii,
İskender Paşa Camii, Karaca Bey Camii, Kepnanzade
Camii, Kırmacı Camii, Kundakçı Camii, Mehdi Abbas
Efendi Camii, Molla Abdullah Camii, Osman Bin
Abdülmennan Camii, Osman Paşa Camii, Salihiye Camii,
Tahta Camii
Mescidler: Kabe Mescidi, Sineklioğlu
Mescidi, Yeni Hamam Mescidi Şerifi,
Medreseler: Abdurrahman Gazi Medresesi,
Ali Ağa Medresesi, Ayaz Paşa Medresesi (Şeyhzade
Ömer Efendi), Caferiye Medresesi, Cennetzade
Abdullah Efendi Medresesi, Darussefa Medresesi, Emin
Ağa Medresesi, Esat Paşa Medresesi, Gacıroğlu
Medresesi, Hacı Ali Ağa Medresesi; Hacı Halil Ağa
Medresesi; Hacı Hamza Medresesi; Hacı Mehmet Efendi
Medresesi; İslahiye Medresesi, Ibrahim Paşa
Medresesi; Kemhan Medresesi; Mehdi Abbas Efendi
Medreseleri, Muhammediye Medresesi, Muit Efendi
Medresesi, Muvaffakiyye Medresesi, Narmanlı
Medresesi, Salihiye Medresesi, Sultaniye Medresesi,
Taş Medrese, Yeğen Ahmed Ağa Medresesi
Mektepler: Askeri Lise, Cafer Efendi
Mektebi, Erkek Protestan Mektebi, Hacı Muhammed Ağa
Mekteb-i Şerifi, Ibrahim Paşa Mektebi, Katolik
Mektebi, Kız Protestan Mektebi, Lala Paşa Sıbyan
Mektebi, Mekteb-i Rüştiye-i Mülkiyesi, Murat Paşa
Mektebi, Nazır Katibi Mektebi, Osman Efendi Mektebi,
Sanasaryan Mektebi Yeğen Ağa Mektebi Zeynel Sıbyan
Mektebi
Kütüphaneler: Cennetzade Kütüphanesi,
Habib Efendi Kütüphanesi, Hacı Dede Ağa Kütüphanesi
Hacı Mehmet Efendi Kütüphanesi; Halil Efendi
Kütüphanesi, İbrahim Paşa Kütüphanesi
Zaviye ve Tekkeler: Abbas Şeyh
Zaviyesi, Abdurrahman Gazi Zaviyesi, Ahi Tomanbay
Zaviyesi, Ak Şeyh Zaviyesi. Cafer Efendi Zaviyesi,
Derviş Zaviyesi, Ebu Ishak Kaziruni Zaviyesi, Gaip
Zaviyesi, Hasan i Basri Zaviyesi ,Haydarhane
Zaviyesi, Hoca Yakut Hangahı, Karahunge Zaviyesi,
Mehdi Şeyh Zaviyesi, Rabia Hatun Zaviyesi, Seyyid
Abdurrahman Cebeli Zaviyesi, Sultan Mahmut Tekkesi,
Sultan Melik Saltuk Zaviyesi, Sultaniye Zaviyesi.
Türbeler: Kırkiar Türbesi,
Hanlar: Ali Paşa Hanı; Büyük Han,
Cabbarların Hanı, Derviş Ağa Hanı, Deve Hanları,
Hacı Baii Hanı, Hoca Yakut Hanı, İt Uyutmaz Hanı,
Kilise Hanı, Küçük Salih Ağa Hanı, Muhammed
Kethüdaoğlu Hanı, Nemlizade Hanı, Nüzul Damı,
Odabaşı Hanı, Osman Paşa Hanı, Pervizzade Mebmed
Hanı, Serdar Hanı, Tebrizkapı Hanı, Tophane Hanı,
Halit Ağa Oteli, Pastırmacı Oteli, Cabbarın Oteli
Hamamlar: Ayaz Paşa Hamamı, Caferi'ye
Hamamı Mekteb-i idadi Hamamı , Mermer Hamamı, Yeni
Hamam
Çeşmeler: Ağvan Çeşmesi, Bican Emin
Paşa Çeşmesi, Çeteci Abdullah Paşa Çeşmesi (3 adet)
Dizdar Hüseyin Ağa Çeşmesi, Eminkurbu Çeşmesi, Hatun
Çeşmesi, İsmail Ağa Çeşmesi, Muhsine Hatun Çeşmesi,
Murat Paşa Camii Çeşmesi, Müftüzade Çeşmesi, Osman
Ağa Çeşmesi, Pembe Mustafa Paşa Çeşmesi, Rıza Bey
Çeşmesi
Saraylar ve Köşkler: Beylerbeyi Sarayı,
Hamdi Paşa Köşkü, Satırlar Konağı
Köprüler: Fil Köprüsü; isimleri
belirlenemeyen 7 adet taş köprü, Pervizzade Hanı
Köprüsü, Soğuk Çermik Köprüsü, Taş Köprü
Askeri yapılar: Fırka-i Askeriye
Dairesi, Firdevsoğlu Kışlası, Gürcükapı Karakolu, İç
Kale Kışlası Jandarma Kışlası, Mahkeme-i Şerif,
Morgof Kışlası, Redif Dairesi, Samihiye Karakolu,
Süvari Kışlası, Topçu Kışlası
Çarşılar ve imalathaneler: Atlarlar;
Ayaz Paşa Çarşısı, Bakırcılar Beklit Fırını,
Bıçakçılar Çarşısı, Boyahane Binası Bozahane, Cedid
Çarşısı, Darphane, Güncüktüler Çarşısı, Gülahmet
Çarşısı, Habip Efendi Sabunhanesi, Kaşıkçılar
Çarşısı, Kazazlar, Kazancılar, Kendirciler Çarşısı,
Kilise Kapı Çarşısı, Kuyumcular Çarşısı, Küçük
Çarşısı, Kürkçüler Çarşısı, Manavlar Çarşısı;
Mizanhane, Mumhane, Mutafhane, Nazik Çarşısı, Rahdar
Damı, Saraçhane, Silahhane, Sipahiler Çarşısı,
Şabhane, Zembilciler Çarşısı.
Erzurum Gazetesi, 06.10.2010
|
"ZEUGMA'NIN ENVANTERİ
VAR MI?"
CHP Gaziantep Milletvekili Yaşar Ağyüz, Kültür ve
Turizm Bakanı Ertuğrul Günay'a, Zeugma Antik Kenti
ve buradan çıkartılan eserleri sordu. Ağyüz, Bakan
Günay'a, yazılı olarak yanıtlaması isteğiyle Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığı'na önerge verdi.
Ağyüz, önergesinde,
Gaziantep ve Nizip için kültür ve turizm alanında
büyük önem taşıyan Zeugma antik kentinin baraj
suları altında kaldıktan sonra değeri anlaşılan
Zeugma antik kentinden çıkartılan mozaikler ve
bunların değerlendirmesinde kaos yaşandığına dikkat
çekti.
Ayğüz, Bakan Günay'a şu
soruları yöneltti: "Zeugma Antik Kenti'nden
çıkarılan eserlerin envanteri var mıdır? Çıkartılan
eserlerin bazılarının çalındığı iddiaları doğru
mudur? Çalıntı eserlerin bulunması ve iadesi için
Bakanlığınızca yapılan bir çalışma var mıdır? Zeugma
antik kentinden çıkarılan mozaiklerin Nizip
ilçemizde ve yerinde sergilenmemesi büyük bir
yanlışlık iken, yine Nizip'te ortaya çıkarılan
Nisibyn-Adzociandem antik kilisesinin kalıntı ve
mozaiklerinin turizme katkı sağlaması için yerinde
değerlendirilmesini düşünüyor musunuz?''
Gaziantep 27 Gazetesi,
06.10.2010
|
DEFİNECİLERİ KORKUTAN
MANZARA
Kahramanmaraş'ın Elbistan İlçesi'nde 4 kişi, tarihi
kiliseye ulaşmak için 43 metre tünel kazdıktan sonra
zehirli gaz ya da tuzakla karşılaşacaklarını
düşünerek define arama işinden vazgeçtiler.
Yerin yaklaşık 6 metre altındaki tarihi kilise
olduğu düşünülen yere ulaşan defineciler, burada
üzerinde haç işareti bulunan bir taş kapıya
rastladı. Taş kapının arkasında zehirli gaz ya da
tuzak olacağını düşünen zanlılar, kapıyı açmaktan
korkarak, define arama işinden vazgeçerek tüneli
terk ettiler.
Alınan bilgiye göre, ilçeye bağlı Karaelbistan
beldesinde mezarlık içinde bulunduğu ileri sürülen
ve üzeri toprakla kaplandığı için yeri tam olarak
bilinemeyen tarihi kilisenin yerini tespit ettiğini
düşünen 3 kişi, mezarlığın karşısındaki D.K'ye ait
evden kiliseye ulaşmak için bir aylık uğraş sonucu
43 metre uzunluğunda tünel kazdılar.
Bu arada tüneli kazanlar arasında anlaşmazlık
çıkması üzerine ev sahibi D.K, durumu jandarmaya
bildirdi. Jandarma tarafından gözaltına alınan 4
zanlı, ifadelerinin alınmasının ardından serbest
bırakıldı.
Bir ay boyunca kazdıkları 43 metrelik tünelden çıkan
toprağı evin diğer odalarına ve bahçesine yığan 4
kişi, tünelde rahat nefes alabilmesi için
havalandırma delikleri de açtıkları belirlendi.
Define arayan 4 kişinin, tünel kazısında çıkan
toprağı tahliye etmek için özel bir düzenekle
kurduğu öğrenildi. Zanlıların, tünel kazdıklarının
anlaşılmaması için zaman zaman mezarlık içine fidan
diktiği bildirildi.
Habertürk, 06.10.2010
|
ADI VAR KENDİ YOK MÜZESİ
İstanbul 2010 Avrupa
Kültür Başkenti Ajansı, dün bütün ekibiyle basın
karşısına çıkıp adeta hesap verdi. Bugüne kadar
yapılanları ve kalan zamanda yapılacak çalışmaları
anlatan ajans yetkilileri, etkinliklere katılımın
beklenenin üzerinde olduğunu söyledi. Ajansın Avrupa
Konseyi'ne vaat ettiği İstanbul Kent Müzesi ile
projesi 2008'de kabul edilen Mimar Sinan Müzesi ise
yer tahsisi sağlanmadığı için açılamıyor.
2010 yılının bitmesine 3
ay kaldı. Yani İstanbul, 'Avrupa Kültür Başkenti'
unvanına veda etmeye hazırlanıyor. İstanbul 2010
Avrupa Kültür Başkenti Ajansı, (AKB) 9 ay boyunca
çok sayıda etkinlik gerçekleştirdi. Ses getiren
konserler düzenlendi, uluslararası sergiler açıldı.
Etkinliklerden kimi beğenildi, kimi eleştirildi.
Yılın son çeyreğinde etkinlikler tüm hızıyla devam
ederken 2010 Ajansı'nın kalıcı projeleri arasında
yer alan iki müze, mekan tahsis edilmediği için
açılamıyor.
İstanbul'un kültür
başkenti olması için 2006'da Avrupa Konseyi'ne
başvurulduğunda projeler arasında İstanbul Kent
Müzesi de yer alıyordu. Avrupa Konseyi'ne, binlerce
yıllık geçmişe sahip bu şehre yaraşır bir müze
kurulacağı sözü verildi. 2008 yılında ise bir Mimar
Sinan Müzesi açılması kararlaştırıldı. Ancak ajansın
görev süresinin sona ermesine az bir zaman kala bu
müzeler hala açılabilmiş değil. Çünkü ilgili
kurumlar tarafından mekan tahsisi yapılmadı.
Üstelik, Kent Müzesi'nin koleksiyonu hazır olmasına
rağmen... Mimar Sinan Müzesi için Vakıflar Genel
Müdürlüğü'nün Süleymaniye'deki külliyeden yer tahsis
etmesi bekleniyor. 19-20 Ekim'de müze için basına
kapalı bir konferans düzenlenecek.
2010 Ajansı, bugüne
kadar yapılanları ve yapılacak etkinlikleri
değerlendirmek için dün bütün ekibiyle basının
karşısına çıktı, adeta hesap verdi. Ajans Başkanı
Şekip Avdagiç ve Genel Sekreter Yılmaz Kurt'un
konuşmalarından sonra yönetmenler Beyhan Murphy
(Sahne ve Gösteri Sanatları), Garo Mafyan (Müzik ve
Opera), Suay Aksoy (Kültürel Miras ve Müzeler),
Beral Madra (Görsel Sanatlar), Ertuğrul Karabulut
(Klasik Türk Müziği) ve Mehmet Gürkan (Kentsel
Tasarım) söz alarak 9 ay boyunca ne yaptıklarını ve
son 3 ayda neler yapacaklarını anlattı. Deyiş
yerindeyse günahıyla sevabıyla 611 projeye ilişkin
çalışmaların dökümünü sundular.
Şekip Avdagiç, bugüne
kadar yapılan çalışmaları şöyle değerlendirdi: "En
kalıcı işlerden biri, ajansta ve ajansın projelerine
bağlı çalışan genç arkadaşların birikimi. Yine kamu
kuruluşlarının kültür ve sanata bakışını
geliştirdik. Her yerde sanatın yapılabilirliği
konusunda yaşattığımız tecrübelerin önümüzdeki
dönemde yapılacak işleri motive edeceğini
düşünüyorum. Ayrıca 39 belediye için 100 bin TL
kaynak ayırdık. 7 belediye kendilerine hazır sunulan
bu kaynağı neden kullanmadı, araştırmak gerekir."
Son üç ayda yapılacak
bazı etkinlikler
-
Cüneyt Kosal'ın Türk
müziği arşivi, İSAM'da kullanıma açılacak.
-
Yorgo Bacanos
Uluslararası Ud Festivali 25 Ekim'de Sepetçiler
Kasrı'nda.
-
Türkiye'nin ilk
Mübadele Müzesi aralık ayında Çatalca'da
açılıyor.
-
TÜRVAK Sinema
Televizyon Müzesi kasımda Beyoğlu'na taşınıyor.
-
1999 depreminden
sonra kapatılan Topkapı Sarayı Mutfağı, 2011
Mart ayından itibaren yeniden ziyarete açılacak.
-
İslam Bilim ve
Teknoloji Tarihi Müzesi yenilenmiş haliyle
aralıkta ziyarete açılacak.Tarlabaşı Toplum
Merkezi'ne kayıtlı 20 öğrenciden oluşan
Tarlabaşı Çocuk Orkestrası, 27 Kasım'da Gitar
Sesleri adlı bir performans sergileyecek.
-
4 yıldır restorasyon
çalışmaları devam eden Galata Mevlevihanesi 2010
yılı sonunda ziyarete açılacak.
Zaman, Haber: Sevinç
Özarslan, 06.10.2010
******
600 ETKİNLİK 500 BİN
SEYİRCİ
İstanbul'un '2010 Avrupa
Kültür Başkenti' sıfatının sona ermesine üç ay
kalması nedeniyle, İstanbul 2010 Avrupa Kültür
Başkenti Ajansı (AKBA), dokuz aylık bilançosunu
açıkladı. Ajansın, Sahne ve Gösteri Sanatları, Müzik
ve Opera, Kültürel Miras ve Müzeler, Görsel
Sanatlar, Klasik Türk Müziği ve Kentsel Tasarım
birimleri yetkilileri, yıl boyunca gerçekleştirilen
projeler hakkında bilgi verdi.
Pera Palas Oteli’nde
düzenlenen basın toplantısında konuşan AKBA Yürütme
Kurulu Başkanı Şekip Avdagiç, AKBA’nın yalnız
İstanbul için değil, Türkiye için bir ilki
gerçekleştirdiğini belirterek, ilk defa bu kadar çok
sayıda kamu kurumu, özel kuruluş, sivil toplum
örgütü ve sanatçının tek bir amaç için bir araya
geldiğini söyledi.
"Elbette her ilkte
olduğu gibi, aksaklık ve hatalar oldu. Ama bunlardan
hızla ders aldık, düzelttik" diyen Avdagiç,
"Ajansımız bu yıl 31 Aralık’ta kültür-sanat
faaliyetlerini tamamlayacak, ana etkinlik alanı da
bitmiş olacak. 1 Ocak- 30 Haziran 2011 arasında
tasfiye sürecimiz olacak. Bu sürede kültür sanat
faaliyeti olmayacak, restorasyon ve renovasyon
projeleri tamamlanacak" şeklinde konuştu.
Avdagiç, AKM ile ilgili
"Taraflar bir araya getirilecekti. Son durum nedir?"
sorusu üzerine, "Biz bütün taraflarla bir araya
gelmeye çalıştık. Ancak tarafların olmazsa
olmazlarını aynı tarihte bir araya toplamakta güçlük
çekiyoruz. Hepsini bir araya getirdiğimiz gün bu
toplantıyı yapacağız" dedi.
AKM projesini
engelleyenlerin kahraman gibi ortada dolaşıp,
demeçler verdiğini söyleyen Avdagiç, "Şu tarihe
kadar AKM konusunda hiçbir spekülatif demecin ve
haberin içinde olmadık. Yeter ki iş yürüsün diye.
Ama artık canımız sıkılıyor, tabiri caizse asabımız
bozuluyor" dedi.
Avdagiç, İstanbul’un 39 belediyesinden
yedisinin kendilerine altın tabak içinde kaynak
sunulmuşken bunu kabul etmediklerine ve kendi
bölgelerinde yapılacak çalışmalardan vatandaşları
mahrum ettiklerine dikkati çekerek, bunu da
sorgulamak gerektiğini söyledi.
Avrupa 2010
etkinliklerini İstanbul’un her noktasına yayma
çabasını gösterdiklerinin altını çizen Avdagiç,
"Hele hele Tophane’de yaşanan son olaylardan sonra,
bizim Kadırga’da mahalleliyle beraber,
Küçükyalı’daki arkeolojik kazı alanında
mahallelilerle yaşadığımız deneyimlerin öneminin çok
daha ortaya çıktığını düşünüyorum. Bu, asla
Tophane’de yapılanları savunmak veya onları yok
saymak anlamında değil, olaylar o noktaya gelmeden
yapılması gerekenlere örnek olması babında bizim
örneklerimizin çok önemli ve yapılabilir olduğunu
paylaşmak istiyorum" diye konuştu.
NELER YAPILDI?
■ İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Kentsel
Projeler Direktörlüğü 132 projeyi kabul ederken,
projelerin yüzde 23’ü bitti, yüzde 44’ü ise devam
ediyor.
■ Kentsel mirasın
korunması, Tarihi Yarımada Yönetim Planı’nın
hazırlanması projeleri de yer aldı. Bu çerçevede,
Topkapı Sarayı’nda, restorasyon ve konservasyon
çalışmaları yürütülürken, Ayasofya Müzesi’nde
yürütülen çalışmalar kapsamında geçmiş dönemlerde
kapatılmış olan kuzeydoğu pandantifindeki “Serafim”
adlı fresk de gün yüzüne çıkarıldı.
■ Sahne ve gösteri
sanatları alanında 15 proje gerçekleştirilirken, bu
projelere 19’dan fazla ülke katıldı, 30’dan fazla
kurumsal işbirliği yapıldı. Yurtiçi ve yurtdışı
gösterileri, sergi, atölye, söyleşi, TV yayını,
kitap basımı, CD-DVD, araştırma, arşiv çalışması,
festival, yarışma, konferans, seminerlerin de
bulunduğu 200’den fazla etkinlik ve altyapı
çalışması gerçekleştirildi.
■ Müzik ve opera
alanında 2008-2010 arası 45 proje değerlendirildi,
25’den fazla ülkeden kurum ve sanatçıyla işbirliği
gerçekleştirildi. 100’den fazla mekanda 600’den
fazla etkinlik ve altyapı çalışması yapıldı.
■ Etkinliklere,
aralarında U2, David Helfgott ve Arvo Part’ın da
bulunduğu 750’den fazla sanatçı ve grup katıldı ve
500 bin izleyiciye ulaşıldı.
■ Klasik Türk müziği
alanında en çok ilgiyi ramazan nedeniyle hazırlanan,
“Unutulan bir İstanbul Ritüeli: Teravih-i Enderun /
Cumhur Müezzinliği” çekti.
■ Klasik Türk musikisi
geleneğinde çok önemli bir yer tutan “cami
musikisi”ni hayata döndüren etkinlikte, ramazan
boyunca yapılan ve kayıt altına alınan 30 uygulamaya
toplam 112 bin katılım gerçekleşti.
Habertürk, Haber: Özge
Eğrikar, 06.10.2010
|
TAKLİT SELİMİYE
TARTIŞMASI
Başbakan Erdoğan’ın
talimatıyla Ataşehir’de TOKİ tarafından inşa
edilecek cami projesi tartışma yarattı. Edirne’deki
Selimiye Camii’nin kopyası olacağı öğrenilen cami
için tarihçiler ve mimarlar, “kültürel mirasa
saygısızlık” yorumunda bulundu.
Ataşehir’de,
binlerce lüks konutun bulunduğu bölgede
Edirne’deki
Selimiye Camii’nin bire
bir
kopyası yapılacak.
HaberTürk
gazetesinde dün yer alan habere göre Başbakan
Recep Tayyip Erdoğan,
bizzat yerinde inceleme yaptı ve inşaata bir an önce
başlanmasını istedi.
TOKİ tarafından
inşa edilecek cami,
Mimar Sinan’ın
“ustalık eserim” dediği Edirne’deki Selimiye
Camii’nin bire bir kopyası olacak. Konuyla ilgili
uzmanların görüşleri şöyle:
Prof.Dr. Semavi Eyice
(Sanat tarihçisi):
“Selimiye, Mimar Sinan’ın ‘ustalık eserim’
dediği eseridir. Taklit eser yapmak hoş bir şey
değil. Tasarlarken ne düşündüler bilmiyorum. Bire
bir yapılacağını sanmıyorum, Selimiye’yi bire bir
yapmak kolay değil. Dünya çapında bir eserdir. O
ölçüde bir eser yaratmak, zaten inşasını yapmak
mümkün değil. Aslında böyle örnekler denenebilir,
mesela Mimar Sinan da hayatının son zamanlarında
çeşitli planlar, mimari biçimler denemiş. Sonunda
bir oyun gibi
Ayasofya’nın
benzeri daha ufak ölçüde, fakat statik hataları
olmayan bir cami yapmıştır. Bu da
Tophane’deki Kılıç
Ali Paşa Camii’dir. Ama bu yapılan doğru değil.
İddiası olan bir mimarın o büyüklükte bir yere
kendine özgün bir proje yaratması gerekir. En ideal
cami planı zaten Selimiye’de uygulanmıştır. Bunu
kopyalamak olmaz, mimarın bir eser yarattım
diyebilmesi için o prensiplere göre bir eser ortaya
koyması gerekir. Taklit eserler vardır. Ama kendini
hemen belli eder. Ruhsuz eserler de vardır. Ne
araziye oturur, ne güzelliği vardır. Göz
kamaştırıcılığı vardır ama ‘adam bunu nasıl yapmış’
dedirtmez.”
Eyüp Muhçu (Mimarlar
Odası Genel Başkanı):
“TOKİ mimarlık adına estetikten yoksun; taklit
bir yapılaşmayı örnek göstererek kamuoyunda bir
propaganda yapmaktadır. Ve böyle bir mimari
yaklaşım; kentleşme, tasarım, mimari ilkeler, kültür
mirasına saygıdan uzaktır. Söz konusu Selimiye Camii
bu toprakların yetiştirdiği büyük mimar Sinan’ın en
önemli eserlerinden biridir. Söz konusu yapının
beğeniyle karşılanması pek tabidir. Ancak bu yapıya
ve onun taşıdığı değerlere saygı nedeniyle bu yapıya
gölge düşürebilecek yaklaşımlardan uzak durmak
gerekir. Mimar Sinan ve Selimiye Camii’nin tüm
değerlerine haksızlık yaparız, mimaride taklitçilik
kabul edilebilir, benimsenen bir şey değildir.”
Prof.Dr. İlber
Ortaylı (Topkapı Sarayı Başkanı, Tarihçi):
“Ben böyle şeye karışmam. Mimarın kendi
seçimidir. Onun kendi bileceği bir şeydir. Kötü bir
mimari cami ortaya koymasındansa, öyle bir eserin
taklidi bile güzel olabilir. Ustalık eserleri taklit
edilemez diye bir şey yok.”
Milliyet, 05.10.2010
|
TALAN...
Hasankeyf'in sular
altında kalmaması için gösterilen direniş
sonuç vermedi.
Dünyanın dört bir
yanından yükselen seslere,
AKP'nin
verdiği yanıt şaka gibi, "Hasankeyf’i taşıyacağız".
Allianoi Antik Kenti’nin
sular altında kalmaması için verilen mücadele de
sonuçsuz kaldı. Direniş sürüyor ama nafile!
AKP bildiğini okuyor,
tüm istemlere kulaklarını tıkamış, bölgeyi tel
örgülerle çevirip, jandarmayla koruma altına alıp,
bölge halkından bile tecrit etmiş!
Antik kent şu günlerde
kumla dolduruluyor, sonra üstüne taş-çakıl yığınları
atılacak.
AKP'nin buna verdiği
yanıt da şaka gibi, "Yok etmiyoruz bir gün ortaya
çıkarmak için üstünü örtüyoruz".
Günlerdir kültürel
varlıkların talan edildiğini dillendiren kişiler, sivil
örgütler olarak yanıtımızı almış olduk!
“Kültürel varlıkları ve
ören yerlerini korumak bir hükümetin asli görevidir”
diyen Kültür Bakanı sus-pus.
AKP, her iki antik kenti
yutup yok edecek barajlar için, "Tarım ülkesiyiz,
bölgelerin suya ihtiyacı var" diyor.
Oysa bunun koca bir yalan
olduğunu tüm taraflar biliyor.
Tarımda AB'nin
dayattığı tüm kotaların altına
imza çakan
bu hükümetin kendisi değil mi?
Hangi tarım?
Tarlasına canını
bağlamış köylü, ürünlerini devşiremeden çürümeye
terk etmek zorunda kalmıyor mu?
Devşirdi diyelim,
satacak pazar bulabiliyor mu?
Tarımla uğraşan
üreticilerin boğazlarındaki ilmik, "kredi
borçları" olarak durmuyor mu?
Evet o bilinen slogan
doğrudur 'su hayattır'. İnsanlık tarihinin ortak
mirası olan kültürel varlıklar nedir peki? .
"Gavur taşı mı"?
Bir zamanların uyuyan
güzeli Kültür Bakanı zat, öyle demişti 'üç-beş gavur
taşı için yapılacak projelerin önünü kapatmam"
İşte akıl bu akıldır.
Hem Hasankeyf, hem
Allianoi’de ve tüm yurtta kimsesizliğe itilmiş
kültürel kalıtlar, "gavur taşı" olarak
algılanmaktadır.
Şaşarım bu akla!
Anlaşılan odur ki;
Kültürel kalıtların gün yüzüne çıkartılması ve
insanlıkla paylaşılması için dünyada yapılan
çalışmaların hiçbiri bu hükümete örnek olmayacak.
Geçtik antik kentlerin
üstlerine dökülen çakılları, kumları, suları,
çamurları, çöpleri,
İstanbul'a
bakalım.
Tarlabaşı’ndan başlayıp
Sütlüce’ye uzanan tüm kültürel doku ile Galata
bölgesi ve Haydarpaşa yem edilmek için gün sayıyor.
Tıpkı Surdibi’nde olduğu
gibi.
Eli kulağında. Çalık grubu
Tarlabaşı’na dozerlerle, iş makineleriyle girecek ve
tescilli-tescilsiz ne kadar tarihsel yapı varsa
hepsini yerle bir edip, kendi projesini uygulamaya
koyacak.
Kilise, havra, manastır,
park, yeşil alan umurunda olmayacak.
İstanbul’un orta yeri
şantiyeye dönecek!
Galata ve Haydarpaşa’da
Mimarlar Odası’nın daha önce aldığı “yürütmeyi
durdurma” kararları da bir işe yaramayacak. “Kamu
yararı” kılıfı, 12 Eylül’de yüzde 58 oy alarak,
onandı nasıl olsa!
Şimdi meydan ‘evetçi’
kardeşlerimizin, al gözüm seyreyle.
Asıl talan-peşkeş çekme
ve geri dönülmez tahribat
3. köprü ile
start aldı.
Kesilecek olan 2 milyon
ağaç, elbette bir daha geri gelmeyecek.
Karadeniz’e doğru yeni
bir İstanbul yaratma tutkusu, doğa cinayetleri
işlenerek yapılacak.
İstanbul’un üstüne beton
kütleler yağacak.
Boğaz yeniden
üleşilecek.
Yeni uydu siteler,
gökdelenler, iş merkezleri, alış-veriş merkezleri,
gök kafesler mantar gibi pırtlayacak.
Belgrat Ormanları dahil
bu kentin nefes aldığı en önemli yeşil alanlar, su
havzaları tahrip edilecek.
İnsanlar yaşam
alanlarından sökülüp atılacak,
çevre
yolları üzerlerindeki köyler ranta açılacak.
Yağma Hasanın böreği, ye
babam ye.
Geçtiğimiz haftalarda
Hıncal Uluç Efendi köşesinden paylaştı, “Başbakanın
İstanbul için sürpriz projeleri var, ben şaşırdım
doğrusu, muhteşem, ama açıklamasını Sayın Başbakan’a
bırakıyorum” dedi.
Şapkanın altındaki
sürprizin Taksim
Meydanı’na yönelik olduğunu biliyoruz!
Ama bu şapkanın altından
tavşan çıkmayacağını da biliyoruz.
Başbakan, uykularına
karışan AKM
meselesini kökünden çözmeye hazırlanıyor.
“AKM yıkılacak, trafik yer
altına alınacak, o binanın yerine de 24 saat açık
bir alış-veriş merkezi kondurulacak.”
Hemen kızmayın canım,
içine sizin için küçük bir salon ya da saloncuklar
da yapılacak!
Harbiye Muhsin
Ertuğrul’da öyle yapmadılar mı?
Dev bir Kongre Merkezi,
içinde küçücük bir salon, alın tepe tepe kullanın.
Bir ucu Karadeniz’de,
bir ucu Marmara’da, bir diğer ucu Tekirdağ’da olan
bir İstanbul; AKP’nin yedi ceddini doyurmaya yeter.
Bizlere de elde mumlar
sokaklara çıkmak düşer.
“Aman ağaçlar
kesilmesin, doğa tahrip edilmesin”
Kimler, en cesur
biçimiyle çıkıp, ‘3. köprü İstanbul için bir
cinayettir. AKP dur.’ diyecek?
Bunu da birlikte görmeyi
umalım ve mum yakmanın ötesinde işler yapıp,
memleketi yangın
yerine çevirenlerden hesap sormayı akla koyalım,
yoksa bu talan politikalarının uygulayıcısı AKP,
akıllarımızı bile çalmaya hazırlanıyor.
Haber Sol, Yazı. Orhan
Aydın, 05.10.2010
|
BİR TARİH DAHA GÖMÜLÜYOR
Muğla'nın
Yatağan İlçesi'ndeki
Çine Çayı
üzerinde bulunan Roma
dönemine ait 2 bin 300 yıllık tarihi İncekemer
Köprüsü, baraj suları altında kalacağı
gerekçesiyle
kil, toprak ve kaya parçalarıyla örtülmeye başlandı.
Muğla Anıtlar Kurulu’nun önerisi ile hayata
geçirilen proje, daha önce İzmir'in Bergama
İlçesi'ndeki Yortanlı Barajı'nın suları altında
kalacak olan Allianoi Antik Kenti’nde uygulanmış ve
tartışmalara neden olmuştu.
Yapımına 1995 yılında başlanan ve ödenek sıkıntısı
nedeniyle yapımı yılan hikayesine dönen Çine Barajı
tamamlandı. Baraj, ufak tefek eksikliklerin
giderilmesinin ardından 10 Ekim'de Başbakan Recep
Tayyip Erdoğan'ın da katılacağı törenle su tutmaya
başlayacak. Çine Barajı'nı besleyecek olan Gökbel
Vadisi'ndeki Çine Çayı üzerinde bulunan 2 bin 300
yıllık tarihi İncekemer köprüsü su altında kalacağı
için Muğla Anıtlar Kurulu’nun önerisiyle iş
makineleri ile dolgu yapılarak kil ve kaya parçaları
ile örtülmeye başlandı. Çine Barajı inşaatını yapan
yüklenici firma Özkar İnşaat ile ortaklaşa
çalışmalar sırasında, 40 metre uzunluk, 2 metre
genişliğindeki beş kemerli tarihi köprünün temel
kısmındaki künkler (su geçişini sağlayan kanallar)
çıkartıldı. Künklerin Muğla Müze Müdürlüğü'ne teslim
edileceği bildirildi.
Özkar İnşaat yetkilisi İnşaat Mühendisi İbrahim
Öztürk, tarihi köprünün kille kaplandıktan sonra
kaya ve toprak ile üzerinin örtüleceğini söyledi.
Öztürk, “Köprü üzeri dolgu ile örtülecek. Amacımız,
tarihi köprünün gelecek nesillere aktarılması. Bir
barajın ömrü 80 ile 100 yıl. Bu sürenin sonunda
sular çekildiğinde, ova olarak ortaya çıkacak.
Yapılan bu çalışmalar sayesinde tarihi köprü
özelliğini koruyarak, geleceğe taşınmış olacak.
Benzer uygulama İzmir Bergama'daki Allioni Antik
Kenti'nde uygulanmıştı” dedi.
İncekemer Köprüsü'nün
hikayesi
Mitolojik hikayeye göre Roma döneminde, Çine Çayı
üzerinden karşıdaki bir yerleşim yerine borularla
içme suyu götürülmesi için köprü yaptırılır. Ancak,
her selde yıkılır. Bu böyle sürüp gider. Kralın çok
güzel bir kızı vardır. Köprü yıkılmayacak şekilde
sağlam yapabilen ustaya kızını vereceğini söyler. 20
yaşında yağız bir yapı ustası, yardımcılarını da
yanına alarak gece gündüz çalışıp taşları işledikten
sonra bugünkü İncekemer Köprüsü'nü yapar. İçme suyu
da köprü üzerine döşenen borularla karşıya
geçirilir. Köprü, yağışlardan ve sellerden etkilenip
yıkılmaz ancak kral sözünde durmayıp, kızını
vermekten vazgeçer. Genç de bir gece köprüyü yıkmaya
başlar. Bu sırada kralın adamları haber alıp genci
ölesiye dövdükten sonra köprüden atıp, öldürür.
Genç, son nefesinde kralın kızının mutlu olmaması ve
köprüden geçtiği takdirde evlat yüzü görmemesi için
dua eder. Bu hikaye, kuşaktan kuşağa devam eder.
Yöredeki genç kızlar ve gelinler de uğursuz
saydıkları bu köprüden geçmez. O nedenle yörede
‘Gelin Geçmez Köprüsü’ olarak anılır.
Milliyet, Haber: Cavit
Yıldırım, 05.10.2010
******
SANATIN DOKUZ PERİSİ
İNCEKEMER'E AĞLIYOR
Tam 2300 yıl depreme,
sele, soğuğa, sıcağa, savaşlarda dayandı. Onlarca
uygarlık gelip geçti üzerinden. Her biri bir efsane
bıraktı geriye kendisi ile ilgili. Bu efsanelerden
birinde kralın kızını vermek için ortaya koyduğu
şart oldu, diğerinde taze gelinin kara yazısı
saklıydı. Sanatın dokuz perisinin gözyaşlarından
doğduğu söylenen Marsyas (Çine) Çayı’nın üzerinden,
incitmekten korkar gibi nazenin bir şekilde
dolanırdı. Midas’ın kulaklarını, Tanrı Apollon’un
öfkesini, çoban Marsyas’in flütünün o eşsiz
ezgilerinin tanığıydı. Ama artık buraya kadarmış.
2.300 yıldır kimseye yenilmeyen İncekemer Köprüsü,
ömrü 50-80 yıl arasında gösterilen Çine Barajı’nın
sularına terk ediliyor. Tıpkı Allianoi gibi…
Yortanlı Barajının suları altında bırakılacak olan
Allianoi’de bugünlerde görülen hummalı çalışmanın
bir benzeri Çine Çayı'nın üzendeki İncekemer
Köprüsü'nde gözlemleniyor. 2300 yıl önce Roma
döneminde yapılmış İncekemer Köprüsü, yapımı
tamamlanan ve gövde yüksekliği bakımından Avrupa’nın
en yüksek barajı (137 m) olma özelliği ile övünen
Çine Barajı'nın suları altında kalacak.
İzmir Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu (KTVKK)’nın
Allianoi’yi sular altında bırakacak Yortanlı
Barajının su tutmasını sağlamak için aldığı kararın
bir benzeri Muğla Anıtlar Kurulu’nca da ortaya
konmuş. 40 metre uzunluğunda, 2 metre genişliğindeki
5 kemerli köprü toprak, kaya ve kille örtülmeye
başlandı. 2.300 yıllık tarihine rağmen halen
üzerinden yaya geçişinin yapılabildiği İncekemer
Köprüsü'nü 10 Ekim’de Başbakan Erdoğan’ın yapacağı
söylenen açılıştan önce gömebilmek için yoğun bir
çalışma sürdürülüyor. Antik köprünün temelindeki su
taşımak için kullanılan künkler çıkartılarak Muğla
Müze Müdürlüğü'ne verildi.
Frigya efsanelerinde Çine (Marsyas) Çayı'nın sanatın
dokuz perisinin gözyaşları ile oluştuğu
söylenmektedir.
Çoban Marsyas nefis ezgiler çıkarttığı flütü ile
güzel sanatlar tanrısı Apollon’a meydan okuyunca,
tarihteki ilk müzik yarışması gerçekleştirilir.
Hakem Frigya Kralı Midas’tır. Apollon Lirini Marsyas
flütünü çalar.
Midas oyunu Marsyas’tan yana kullanınca tanrının
gazabına uğrar. “İyi duyamadın galiba” diyen tanrı
Apollon Midas’ın kulaklarını eşek kulaklarına
çevirir. Marsyas'ı ise daha acı bir son
beklemektedir. Derisi yüzülerek bir ağaca gerilir.
Sanatın dokuz perisi Marsyas’ın bu haline o kadar
üzülürler ve ağlarlar ki gözyaşları nehre dönüşür.
İşte Çine çayı sanatın dokuz perisinin
gözyaşlarıdır.
Halk arasında Gelin
Geçmez Köprüsü olarak bilinen İncekemer Köprüsü'nün
de iki efsanesi vardır. Birincisinde Çine çayının
taşkınları üzerinde hiçbir köprünün yapılmasına izin
vermez. Ama karşıya su geçirilmek zorundadır.
Zamanın kralı, “kim ki çay üzerinde yıkılmayan bir
köprü yapar, biricik kızımı ona vereceğim” diye
ferman çıkarır. Genç bir duvarcı ustası çay üzerine
5 kemerli ama çaydan oldukça yüksek bu köprüyü inşa
eder. Köprü en deli taşkınlara bile dayanır. Buna
karşın kral sözünü tutmaz. Genç usta da eline
balyozunu alarak kendi yaptığı köprüyü yıkmaya
gider. Kralın adamları ustayı köprünün ayağında
yakalarlar ve üzerine çıkararak kendi yaptığı
köprünün üzerinden çaya attırır. Ölmek üzere olan
ustanın kralın kızının mutlu olmaması ve köprüden
geçtiği taktirde evlat yüzü görmemesi ilenci,
yüzyıllarca dilden dile dolaşır. Evlilik çağındaki
kadınlar bu ilençten korktukları için köprüden bugün
bile geçmezler. Köprünün adı ile ilgili bir başka
söylence ise, yeni gelin olan bir genç kızın atın
üzerinde köprüden geçmek isterken suya düşmesi
öyküsüne dayanır. Ürken at köprünün ortasından
gelini suya atar. O günden bu yana köprünün adı
Gelin Geçmez Köprüsü kalır.
Bugün, sanatın dokuz perisinin gözyaşlarının önüne
set çekildi. İncekemer Köprüsü sanki hakkındaki
hüzünlü efsaneleri doğrularcasına kendi acıklı
sonuna, sanatın 9 perisinin gözyaşlarının doldurduğu
bir gölle gidiyor. Sanatın 9 perisi bu sefer
İncekemer için ağlıyor.
Evrensel, Yazı: Özer
Akdemir, 07.10.2010
|
AYASOFYA MÜZESİ'NE
İTALYA'DAN ÖDÜL
Ayasofya Müzesi'nin, yürütülen
restorasyon çalışmaları nedeniyle
İtalya'nın prestijli ödüllerinden ‘Rotondi Ödülü’nü
kazandığı bildirildi.
Kültür ve Turizm Bakanlığı'ndan yapılan yazılı
açıklamada, Ayasofya Müzesi'nin, İtalya'da 1996
yılından beri sanata ve kültürel mirasa değer veren,
bu alanda önemli çalışmalar yapan kişi ve kurumlara
verilen ''Rotondi 2010 Sanat Kurtarıcıları Ödülü''nü
(Premio Rotondi 2010 ai Salvatori Dell) kazandığı
belirtildi.
‘Rotondi 2010 Sanat Kurtarıcıları Ödülü’nün, 2.
Dünya Savaşı sırasında İtalya'da bulunan 10 bin
kıymetli sanat eserini Sassocorvaro kentinde, Nazi
Hükümetinden korumuş ve saklamış sanat tarihçisi,
akademisyen Pasquale Rotondi'nin anısına
düzenlendiğini ifade edilen açıklamada, şunlar
kaydedildi:
“İtalya, Avrupa ve dünya olmak üzere 3 ayrı
kategoriye ayrılan ödülün 2010 yılı Avrupa
kategorisi ödülü, Ayasofya Müzesi'nde yapılan
restorasyon çalışmaları nedeniyle Müze Başkanı
Doç.Dr. Haluk Dursun'a verildi. Önceki yıllarda
Floransa Müze Müdürü Antonio Paolucci, Roma Santa
Maria Kilisesi Rahibi Valerio, Bağdat Arkeoloji
Müzesi Müdürü Nidal Admin gibi isimlere layık
görülen ödül ödül, 25 Eylül 2010 tarihinde Orta
İtalya'da Marche bölgesinde bulunan Sassocorvaro
kentinde Batelli Meydanı'ndaki Rocca Ubaldinesca
salonunda gerçekleştirildi”.
Dursun'un ödül töreninde müzenin çalışmalarını
anlatan görsel bir sunum gerçekleştirdiği ayrıca
Montefeltro Kalesi'nde Rotondi Sanatı Kurtaranlar
Binası'nda kazananlar odası olarak adlandırılan
daimi sergi salonunda bir bölümün Ayasofya Müzesi'ne
ayrıldığı da kaydedildi.
Yapı, 05.10.2010
|
TORUNLAR ÇIRAĞAN'IN
PEŞİNDE
Nevşehir Gazeteciler Cemiyeti'nde bir basın
toplantısı düzenleyen ve kendisinin Osmanlı
Sadrazamı Damat İbrahim Paşa'nın çocuklarının
torunlarından olduğunu belirten diş hekimi Dr. Ayşe
Zühal Saynaç, 1956 yılında, babası Atıf Saynaç
aracılığıyla 1730 yılında ölen Damat İbrahim
Paşa'nın soyundan gelen kişilerin bir araya gelmeye
başladığını söyledi.
Bu amaçla hem babasının hem de kendisinin uzun
yıllar çalışmalar yaptıklarını ve ilk aile
toplantılarını geçtiğimiz yıl gerçekleştirdiklerini
belirten Dr. Saynaç, şu anda 100'ü aşkın aile
bireyinin tespit edildiğini açıkladı. Damat İbrahim
Paşa'nın 1668 yılında o zamanki ismi Muşkara olan
Nevşehir'de doğduğunu ve 1730'da meydana gelen
Patrona Halil İsyanı'nda öldürüldüğü belirten Dr.
Ayşe Zühal Saynaç, Damat İbrahim Paşa'nın Osmanlı
İmparatorluğu döneminde birçok önemli işe imza
attığını vurguladı.
Damat İbrahim Paşa'nın İstanbul ve Nevşehir'de
yaptırdığı eserler için iki ayrı vakıf kurduğunu ve
sonrasında bu mallar için eşleri ve torunları
tarafından kurulan vakıf sayısının 40'a ulaştığını
ifade eden Dr. Ayşe Zühal Saynaç, bugüne kadar bu
vakıflara ait 6 binin üzerindeki birçok taşınmaz
malı tespit ettiklerini vurguladı.
İstanbul'da Bab-ı Ali'deki Sübyan Mektebi ve
Cağaloğlu'nda bulunan Fatma Sultan Mescidi gibi bazı
taşınmaz malların aradan geçen yıllar içerisinde
satılarak yıkıldığını belirten Dr. Ayşe Zühal Saynaç,
şu anda Sübyan Mektebi yerinde modern bir iş
merkezi, Fatma Sultan Mescidi yerinde ise
defterdarlık binası bulunduğunu kaydetti.
Çırağan Sarayı'nın da Damat İbrahim Paşa Vakfı'na
ait olduğunu iddia eden Saynaç, şimdi bu malların
vakfa ait olduğunu ve bunlar gibi satılan vakıf
mallarının tekrar vakfa iade edilerek mazbut vakıf
haline getirilen vakıflarının yeniden mülhak vakıf
olması için dava açtıklarını söyledi.
Davayı kazanmaları halinde Damat İbrahim Paşa'nın
tüm mallarının vakıf aracılığı ile idare edileceğini
ve buradan elde edilecek gelirin üçte birinin
restorasyon çalışmalarına, üçte birinin fakir ve dar
gelirlilere geriye kalan bölümün ise Damat İbrahim
Paşa'nın soyundan gelenlere aktarılacağını belirten
Dr. Ayşe Zühal Saynaç, "Çırağan Sarayı'nın da hep
bizim olduğu söylenir. Bununla ilgili Osmanlı
arşivinde bir belge buldum ancak bunun henüz
tercümesi yapılmadı. Çırağan Sarayı'nı gezdiğinizde
burada bir müze var. Bu müzede Çırağan Sarayı'nın
yerinde Damat İbrahim Paşa'nın bir köşkü olduğuna
dair belge var. Bunun için çalışmalarımızı
sürdürüyoruz. Şu anda Damat İbrahim Paşa Vakfı'na
ait olan mallar gerçek değerlerini almıyor. Bu
malların birçoğu kirada. Buradan elde edilen
gelirler restorasyon çalışmalarına bile yetmiyor.
Vakfiyede bulunan şartlara göre vakfın gelirin üçte
birinin fakir ve muhtaçlara, üçte birinin vakfın
mallarının onarımı için ve üçte birinin de
torunlarına ve çocuklarına aktarılması şartı var.
Ancak maalesef bu şartların hiçbirini devlet yerine
getirmiyor" iddialarında bulundu.
Damat İbrahim Paşa'nın ölümünün 280. yılı nedeniyle
Nevşehir'de toplandıklarını ve yine Damat İbrahim
Paşa tarafından yaptırılan Kurşunlu Camii'nde bir
mevlit okuttuklarını söyleyen Dr. Ayşe Zühal Saynaç,
sayıları sürekli artan Damat İbrahim Paşa'nın
soyundan gelen kişilerin dedelerinin eserlerini
korumak için mücadeleye devam edeceğini vurguladı.
Bugün, 05.10.2010
|
|
ATİNA'DAKİ FETHİYE CAMİİ RESTORE EDİLECEK
Yunanistan'ın başkenti Atina'da bulunan Fethiye Camii'nin restore edilmesi yönünde çalışmalara başlanacağı bildirildi.
Atina'da yayımlanan Elefterotipia gazetesi, başkentin Monastiraki semtinde yer alan ve günümüzde kapalı halde bulunan caminin önümüzdeki 2 yıl içinde restore edileceğini ve ardından ibadete olmasa da halkın ziyaretine açılacağını yazdı.
Gazete, caminin içinde tarihi Akropolis tapınağına ait eserlerin bulunduğunu, yaklaşık 500 kutu halinde istiflenen tarihi eserlerin önümüzdeki 15 gün içinde camiden alınmalarının beklendiğini de aktardı.
Cami restorasyonunun, Yunanistan Başbakanı Yorgo Papandreu'nun Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'a, Sümela Manastırı'nın tek günlüğüne ibadete açılması izni için bir jest olabileceği değerlendirmesine yer verilen haberde, cami restorasyonunun son 12 yıldır askıda olduğu hatırlatıldı.
Fatih Sultan Mehmet'in 1456'da Atina seferi sırasında Roma Agorası'nda temeli atılan camiye, Atina fethinin anısına Fethiye Cami denildi.
Cami 1829'dan sonra okul, hapishane, un ambarı ve ordunun ekmek fırını olarak hizmet verdi. Fethiye Cami, Atina'daki en eski Osmanlı eseri olarak biliniyor.
Türkiye Gazetesi, 05.10.2010
|
TOKAT KALESİ'NDE
RESTORASYON
Tokat Kalesi'nin turizme
kazandırılması amacıyla surlardan bir kısmının
onarımının ardından kazı çalışmalarına başlandı.
Tokat Valiliği, İl
Kültür ve Turizm Müdürlüğü tarafından yapılan ihale
ile yüklenici firma tarafından tarihi kalenin
yıkılmak üzere olan surları ile toprak altında kalan
bölümleri tekrar ortaya çıkarılmıştı. Tokat Valiliği
tarafından çıkartılan ödenekle tekrar başlatılan
restorasyon çalışmaları bir arkeolog denetiminde 20
kişilik işçi ekibi tarafından yapılıyor. Kalede
toprak altında kalan bölümlerin gün ışığına
çıkartılması amacıyla yapılan temizlik ve kazı
çalışmaların yılsonuna kadar devam edeceği
öğrenildi. Vatandaşların oturup çay içebileceği
mekanlar ile yürüyüş yollarının yer alması planlanan
kalenin Sulusokak Çarşısı'ndaki tarihi dokuya ilave
olarak kentte turizme hareket kazandırması
bekleniyor.
Öte yandan kalede
bulunan gizli geçitler ve zindanlarında önümüzdeki
yıllarda yapılacak çalışmalarla gün ışığına
çıkartılarak turizme kazandırılması hedefleniyor.
Tokat Kent Haber,
05.10.2010
|
|
|
KEMİKLER OSMANLI DEĞİL, ROMALILARA AİT ÇIKTI
Batı Şeria'daki tarihi Filistin kentlerinden Nablus yakınlarındaki bir mağarada geçen hafta bulunan kemiklerin, iddia edilenin aksine Osmanlı askerlerine ait olmadığı ortaya çıktı.
Akraba (Akrepler) Köyü'ndeki mağarada bulunan kemiklerin uzman bir ekip tarafından yapılan incelemesinde, geçmişinin 2 bin yıl kadar öncesine gittiği, yani tahmin edilenden çok daha eski olduğunu belirlendi. Filistin Eski Eserler İdaresi Başkanı Ziyad Osman, Türkiye'nin Kudüs Başkonsolosu Büyükelçi Şakir Özkan Torunlar'a kalıntılarla ilgili bilgi verirken, mezar yerinin tipik Roma-Bizans dönemine ait olduğunu ifade etti. Osman, antropologların içeride bir kısmı dağınık halde bulunan kemiklerin yaklaşık 50-70 kişiye ait olduğunu belirlediklerini kaydetti. Torunlar ise Filistin Yönetimine konuya ilgisi; yaklaşımı, özen ve açıklığından ötürü teşekkür etti. Köylülerin iddiası, kalıntıların 1917-1918 döneminde, bölgede İngiliz askerleriyle savaşan 30 Osmanlı askerinden 18'ine ait olduğu yönündeydi. Akraba'da bir Filistinli, söylentiyi, "Çatışmalar sırasında buradaki Filistinlilerin hepsi köylerini terk etmiş. Çatışmalar sonrası köylerine dönen Filistinliler, İngiliz askerlerine karşı koyup tümü şehit olan Osmanlı askerlerinin cesetlerini iki mağaraya nakletmişler" diye aktarmıştı.
Sabah, Fotoğraf: Türkiye Gazetesi, 05.10.2010
|
GÖBEKLİTEPE'DEKİ
İNCELEME SÜRÜYOR
Geçen hafta meydana gelen
hırsızlık olayından sonra kısa bir süreliğine
ziyarete kapanan Göbeklitepe kazı alanı, hala
açılamadı. Turizmhabercisi.com'un Şanlıurfa Müze
Müdürlüğü'nden aldığı bilgiye göre, ören yeri
gelecek hafta ziyaretçilere yeniden kapılarını
açmaya hazırlanıyor.
Her gün onlarca yerli ve yabancı
turistin de ziyaret ettiği Şanlıurfa'nın 18
kilometre kuzey doğusunda yer alan Göbeklitepe'de,
kazılar sırasında yeni bir heykel bulunmuştu. 40
santim boyunda neolotik döneme ait olduğu tahmin
edilen taştan yapılmış insan başı üzerinde ayaklı
hayvan figürlü heykel, kazı ekibini de
heyecanlandırmıştı. Kazı ekibi yeni heykel bulmanın
sevincini yaşarken, iddiaya göre geçen hafta sonu
kazı için bölgeye giden ekipte yer alan arkeologlar,
heykelin yerinde olmadığını fark edince durumu
telefonla jandarmaya bildirdi. İhbarın ardından
Göbeklitepe'ye gelen ve kazı alanında jandarmalar
tarafından inceleme başlatıldı ve kazı alanı geçici
bir süre ziyarete kapatıldı. Kazı alanındaki
inceleme sürüyor.
Turizm Habercisi,
04.10.2010
|
ANTİK TİYATRO BALİCİLERİN MEKANI OLDU
Bursa’nın İznik İlçesi'nde bulunan antik tiyatro balicilerin mekanı oldu.
4 medeniyete başkentlik yapan İznik’i turizme açmak için yetkililer çalışırken, bir yandan da istenmeyen manzaralar yaşanıyor. Selçuk Mahallesi’nde bulunan Romalılardan kalma antik tiyatro balici ve ayyaşların mekanı haline geldi. Dünyada sayılı olan beşik tonozlu antik Roma tiyatrosu boş bali kutuları ve içki şişelerinden geçilmiyor. Çöplüğe dönen antik tiyatronun içler acısı hali vatandaşları üzüyor.
Dönemin Kültür ve Turizm Bakanı Atilla Koç, turizmcilerden antik tiyatronun ayağa kaldırılmasını istemişti. Koç’un görevinden ayrılması ile unutulan Roma tiyatrosundaki mermer sütunlar sprey boyalarla kirletilirken, tinercilerin atıklarıyla adeta çöplüğü andırıyor. Sahipsizlik yüzünden mezbeleliğe dönen Roma tiyatrosunu yerli ve yabancı turistler ziyaret etmekten çekinirken, vatandaşlar yetkilileri göreve davet ediyor.
İlçenin dört tarafını saran Roma ve Bizans dönemlerinde yaptırılan tarihi surlar da bakımsızlıktan dökülürken, surların üzerinin otlarla kaplı olması dikkati çekiyor. Öte yandan yaşları 13-15 arasında değişen birkaç balicinin geçtiğimiz günlerde sahil yolu üzerinde bulunan surları yakması da tepkiye sebep oldu.
Bursa Hakimiyet, 04.10.2010
|
|
TÜRKİYE'DE BİR İLK:
SAMANLIK MÜZESİ
Bu müzede; arkeolojik
kazılarda elde edilen eserlerin maketlerinin yanı
sıra, MÖ 6 binli yıllarda, buğday üretimi, çömlek
yapı mı, duvar tamiri ve hayvanlardan nasıl
yararlanıldığı anlatılıyor.
Kırklareli merkeze bağlı
Asilbeyli Köyü yakınlarındaki Aşağı Pınar ile Kanlı
Geçit kazılarının 18 yıldır başkanlığını yapan
İstanbul Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi
Prehistorik Bölümü Anabilim Dalı öğretim üyesi
Prof.Dr. Mehmet Özdoğan, Kırklareli’ndeki
Türkiye’nin tek samanlık müzesinin ilgi odağı olmaya
başladığını belirtti.
Özdoğan, arkeolojik kazı
yapılan Aşağı Pınar kazı alanında iskeleti ağaç ve
üzerleri sap olan üç adet samanlık inşa ederek,
müzeye dönüştürdüklerini söyledi. Her iki kazı
alanında geçmişten kalan bilgileri çıkartmaya
çalıştıklarını ve bu bilgileri topluma da kazandırma
gayreti içinde olduklarını ifade eden Özdoğan,
bunları insanların düşüncesine kazandırırken, bir de
kentin tarihi zenginliğini ekonomisine katkıda
bulunacak hale dönüştürme çabası içerisinde
olduklarını belirti.
Kazı alanının korunması
ve çekim noktası olması iç in kazıya uygun olarak
samanlık müzeler inşa etme fikrinin doğduğunu
anlatan Özdoğan, şöyle dedi:
“Kazı yaptığımız yerde
‘taş devri neolitik dönem’ dediğimiz ilk yerleşim
yerlerinde, ahşap, dallardan, çalı çırpıdan ve
samandan oluşan bir mimari var. Bu yapılar halen
Istranca Dağları'nda yaşanan köylerdeki mimariye çok
benziyor. Birbirlerinin aynı değil ama çok benziyor.
Bunu ‘nasıl anlatırız’ dedik. Bunları, bu samanlık
malzemesini köylerden odun fiyatına satın aldık.
Burada yeniden kurduk. Kurduğumuz yapılar 100-150
yıllık. Yaptığımızla hem bu yapılar kurtulmuş
oluyor, hem de kentin bu bölgenin kimliğine uygun
bir mimarisini yapmış oluyoruz.
Burada kent için bir
çekim odağı oluşturduk. Bunlardan 3 tane kuruldu.
Projede 12 tane alacak. Hepsi samanlık gibi
olmayacak, dal evlerden 12 birim olacak. Bunların
her birinde değişik konular objelerle anlatılacak.
Geleneksel sanatların da yapıldığı bir mekanda
oluşturulacak.
Sergideki panolarla
kazıları ve uygarlığın dünya tarihi içindeki yeri
anlatılmakta. Diğer bir samanlıkta MÖ 6 binli yıla
ait bir odanın köşesini yaptık. Burada cansız
mankenlerle buğday üretimi, çömlek yapımı, duvar
tamiri anlatılmakta. Üçüncü binada ise film şeridi
gibi hayvandan nasıl yararlanıldığı anlatılmakta.”
Özellikle İstanbul’dan
turlarla müze ziyaretlerinin başladığını belirten
Özdoğan, şunları söyledi:
“Okullarımızdan
öğrenciler gelmeye başladı. Bu samanlık müze
Türkiye’de ilk ama dünyada çok örneği var.
Avrupa’nın neresine giderseniz gidin farklı
boyutlarda yöresel mimariden yararlanılmıştır.
Bulgaristan’da 4, Romanya’da çok büyük bir tane var.
Geleneksel mimari müzecilik ilk 1800′ler de
İskandinavya da başlamıştır. Almanya’da 40′ın
üzerinde var. Her ülkede bunlardan var, Türkiye’de
nedense müzecilik hep bina olarak yapılmış. Bu
anlayışta ülkemizde yavaş yavaş değişiyor.”
Ntvmsnbc, 04.10.2010
|
KIBYRA ANTİK KENTİ
KAZILARI
Kibyra antik kenti 2010
Yılı kazı çalışmaları,
Mehmet Akif Ersoy
Üniversitesi'nden 10 kişilik akademisyen ekip,
farklı üniversitelerden 20 öğrenci,
Gölhisar ve
Yusufça
Kasabası'ndan 40 işçi ile sürdürülüyor.
Kazı başkanı Yrd. Doç.Dr. Şükrü Özüdoğru, AA
muhabirine yaptığı açıklamada, bu yılki kazılarda,
büyük kamu yapılarından Stadion (stadyum) ve Agora
(çarşı) ile kentin Kuzey ve Doğu Nekropol (mezarlık)
alanlarında kazı, restorasyon ve konservasyon
çalışmaları yapıldığını söyledi.
Özüdoğru, 14 bin kişilik kapasitesi ve büyük oranda
sağlam korunmuşluğuyla Anadolu'nun en önemli
yapılarından biri olan Kibyra stadionundaki kazı
çalışmalarının, doğu oturma sıralarında
yoğunlaştığını ifade etti. Özüdoğru, 'Alanda halen
devam eden kazı çalışmalarında özellikle Güney uçta
yaklaşık 9 metre yüksekliğinde iki katlı, kemerli
destek payeleri açığa çıkarılmıştır. Ayrıca Doğu
oturma sıralarının Kuzey ucunda yürütülen kazılarda,
oturma sıralarının kemerlerle desteklenmiş olduğu
tespit edilmiş ve aynı alanda kentin en erken
dönemine ait üç adet anıt mezar açığa çıkarılmıştır.
Agorada sürdürülen kazılarda görkemli bir sütunlu
cadde ve dükkanlar açığa çıkarılmaktadır' diye
konuştu.
Kuzey ve Doğu mezarlık alanında yapılan kazı
çalışmalarında ise dört adet yer altı oda mezarı
ortaya çıkarıldığını ifade eden Özüdoğru,
konuşmasını şöyle sürdürdü: 'Bu mezarlarda kazı
yapılmasının öncelikli amacı, Kibyra halkının ölü
gömme gelenekleri ve öteki dünya inanışları ile
ilgili verilere ulaşılmasıdır. Söz konusu mezarların
tamamı kaçak kazılar sonucu tahrip edilmesine
rağmen, pişmiş toprak seramik, metal ve camdan
yapılmış değerli buluntular ortaya çıkarılmıştır.'
haberler.com, 04.10.2010
|
BAŞUR HÖYÜK'TE KAZILARA
YENİDEN BAŞLANDI
Siirt Başur Höyük’te ara
verilen kazılara yeniden başlandı. Kazı ekibi
başkanı ve Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi
Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Doç.Dr. Haluk
Sağlamtimur, AA muhabirine yaptığı açıklamada,
Siirt-Kurtalan karayolunun 18. kilometresindeki
Aktaş Köyü yakınlarındaki Başur Höyük’te Ilısu Baraj
gölü kapsamında 2007 yılından bu yana sürdürülen
kazı çalışmalarının bu yılki bölümünde 35′i
üniversite öğrencisi toplam 100 kişinin görev
aldığını söyledi.
Höyükte şu an MÖ
2000-2500′lü yıllara denk gelen dönemlere ait
kazıları yaptıklarını bildiren Doç.Dr. Sağlamtimur,
aldıkları küçük karbon örneklerini tahlile
gönderdiklerini belirtti. Sağlamtimur, höyüğün
ortasında deprem geçirmiş yapılar bulduklarını ifade
ederek, şöyle konuştu:
”Bu yapılar kerpiçten
oluşuyor. Onların üstünde yoğunlaştık. Deprem
geçirdikleri için elimize geçen kap kacaklar daha
sağlam. Mekanların içerisinde bir şey kaçırma
şansları olmamış. O açıdan höyüğün göbeğindeki bu
alanda çalışmalara ağırlık verdik. Haziranda kazı
çalışmalarına başlamıştık Ramazan Bayramı
dolayısıyla kazılara ara vermiştik. Yeniden kazılara
başladık. Tahminen bir ay daha burada kazı
yapacağız. Başur Höyük'teki kazı Ilısu Barajı
tamamlanıncaya kadar devam edecek. Siirt, Güneydoğu
Torosların yamacında etrafında geniş vadiler ve
yüksek dağların olduğu çok sayıda suyun geçtiği bir
yer. Bu nedenle Siirt bu açıdan sanki bir kavşak
durumunda olmuş. Bu höyük Mezopotamya ile Doğu
Anadolu arasındaki bir geçidi kontrol ediyor.
Buradan 50 kilometre kuzeye doğru gidersiniz Bitlis
vadisindesiniz, aynı uzaklıkta güneye giderseniz
Mezopotamya düzlüklerindesiniz. Zaten bu Başur
Höyüğün tarım dışında ticaretle büyümesi gerekiyor.
Bunu çözmeye çalışıyoruz. Kısmen de çözüyoruz. Biraz
zamana ihtiyacımız var. 5-10 sene içerisinde çok
daha sağlıklı bilgiler elde edeceğiz.”
Sağlamtimur, Ormanardı
Köyü'ndeki Hüzik Höyük’te ise İstanbul Üniversitesi
Öğretim Üyesi Doç.Dr. Necmi Karul başkanlığında
çalışma başlatıldığına işaret ederek, ”Buranın MÖ
10-11 binli yıllarla tarihlendiğini düşünüyoruz.
Oradaki çalışmaların Siirt kronolojisini
oluşturmamız açısından önemli. Yani bizim
uzmanlığımız MÖ 6-7 binlerle sınırlı. Onun daha
öncesi için taş çağı için başka bir uzmanın
getirilmesi gerekiyordu. Bu konuda Türkiye’nin en
iyi hocalarından birini getirdiğimiz için
sevinçliyiz. Buradaki kazının da 10 yıl kadar devam
edeceğini tahmin ediyoruz” dedi.
Memleket Haber,
04.10.2010
|
|
ALMANLARA SFENKS RESTİ
Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, Almanya’da bulunan Boğazköy (Hattuşaş) Sfenksi'nin Türkiye’ye iade edilmemesi durumunda, Almanların 104 yıldır devam ettirdikleri, Hattuşaş Kazı iznini iptal edeceklerini açıkladı.
Boğazköy’ün güney kapısında yer alan ve 1917 yılında onarım amacıyla Berlin’e götürülen Sfenks, bir daha Türkiye’ye dönmedi. UNESCO ve Alman Hükümeti ile görüşmeler sürerken, Berlin Turizm Fuarı'na giden Bakan Günay, sfenksi geri istediğini Alman hükümet yetkililerine iletti. Günay, eserin geri verilmemesi durumda Almanya’nın Hattuşaş bölgesindeki kazı izninin iptal edileceğini belirtti.
Hattuşaş’da ilk sistemli kazı çalışmaları 1906 yılında Alman Arkeoloji Enstitüsü ile Alman Şark Cemiyeti tarafından yapılmaya başlandı. MÖ 1280′de Mısırlılar ile Hititler arasında imzalanan ve tarihin ilk yazılı barış antlaşması olan ”Kadeş” de bu kazılarda gün ışığına çıkartıldı. Hattuşaş kazıları günümüze kadar Alman Arkeoloji Enstitüsü bünyesinde ve Doç.Dr. Andreas Schacner başkanlığında devam ediyor. Hattuşaş, 1986 yılından beri UNESCO’nun , Dünya Kültür Mirası Listesi'nde yer alıyor.
Akşam, 04.10.2010
|
MÜZE VE ÖREN YERLERİ
HAVALİMANLARINDA DA TANITILACAK
Kültür ve Turizm
Bakanlığı Döner Sermaye İşletmesi Merkez Müdürlüğü
ve
Bilkent Kültür Girişimi ortaklığında
hazırlanan projeyle müzeler ve ören yerleri
bulundukları kentin havalimanında tanıtılacak. Pilot
il olarak Ankara'nın
seçildiği proje kapsamında,
Esenboğa Havalimanındaki
panolara aralarında
Ankara Anadolu Medeniyetler Müzesi,
Ankara Etnografya Müzesi,
Cumhuriyet Müzesi'nin de bulunduğu müzelerin
fotoğrafları asılacak, vatandaşlara el ilanları
dağıtılacak.
DÖSİM Müdürü Tolga
Tuyluoğlu, AA muhabirine yaptığı açıklamada,
Ankara Esenboğa Havalimanı'nda başlayacak projenin
çalışmalarının devam ettiğini belirterek,
''Tanıtımlar, bir haftaya kadar başlayacak'' dedi.
Havalimanlarında uygun olan varış noktalarında
müzeleri tanıtmak üzere Havalimanı İşleticileri ile
Ulaştırma Bakanlığı Devlet Havameydanları ve
Limanları Genel Müdürlüğüne müracaat ettiklerini
kaydeden Tuyluoğlu, Bilkent Kültür Girişiminin de
tanıtım görselleri hazırlayarak uygulamaları
yapacağını bildirdi.
Bazı insanların gittikleri illerdeki müzelerden ve
ören yerlerinden haberdar olmadığını dile getiren
Tuyluoğlu, ''Müzelerimizi tanıtmak istiyoruz.
Örneğin Ankara'nın müzelerinin ziyaretçi sayısı
düşük. Ankaralıların ilgisi de yeterli değil. Biz
hiç olmazsa havalimanında Anadolu Medeniyetler
Müzesi'ne, Resim Heykel'e, Cumhuriyet Müzesi'ne
insanları davet edelim, müzelerimizi hatırlatalım
istiyoruz. Uygulama, Esenboğa ile başlayacak ve
yaygınlaştırılacak. Havalimanına görseller, afişler
yerleştireceğiz, raketlere de ilanlar konulacak.
Böylece müzelerimizi hatırlatmış ve tanıtmış
olacağız'' diye konuştu.
Tuyluoğlu, havalimanlarının yanı sıra, deniz
limanları, marinalar ve sınır kapılarında da müze ve
ören yerlerinin, kültürel değerlerin tanıtımını
içeren sergiler düzenleneceğini belirterek,
''Etkinlik ve sergi kapsamı, müze ve ören yerleri,
el sanatları, replika, lokum, Türk kahvesi ve diğer
kültürel unsurlardır'' dedi.
Yapı, 04.10.2010
|
ÇİN SEDDİ'NE BÜYÜK
TEHDİT
Çin'in kuzeybatısı
boyunca 8 bin 851 kilometre boyunca uzanan Çin
Seddi'nin, uluslararası turizm ve çarpık
yapılaşmayla, tarihi özelliğini kaybetmesinden
endişe ediliyor.
Kendisini 23 yıldır Çin Seddi'nin korunmasına adamış
İngiliz William Lindesay, dün akşam Çin Seddi'nin
ayağında düzenlenen ve yüzlerce yabancı turistin
katıldığı dolunay tekno partisinden arta kalan boş
viski şişelerini, bira kutularını, yemek kaplarını
ve diğer çöpleri toplarken, tarihsel mekanların
hoyratça kullanılmasından şikayet etti.
Lindesay, "Burada bir tarih yok oluyor" dedi ve Çin
Seddi bir kez elden giderse bunun geri dönüşünün
olmayacağını söyledi.
Seddin, Çin'in başkenti Pekin'e 60 kilometre
uzağındaki Badaling bölümünde parti düzenlenmiş
olduğunu belirten Lindesay, belirli bir yasak
olmadığından, Çin Seddi'nde bazılarının kamp
yaptığını belirtiyor.
Tarihi bir mekanda kamp kurulmasını "kabul edilemez"
olarak niteleyen Lindesay, "Burada, kampçılar
ihtiyaçlarını her yerde gideriyorlar" dedi.
Seddin duvarlarına da Fransızca ve İngilizce yazılar
yazıldığını, grafitiler çizildiğini belirten
Lindesay, "Seddin Badaling bölümünde, yazısız bir
duvara rastlamak için kilometrelerce yürümek
gerekiyor" diye konuştu.
Seddin Çinli bakım görevlisi de, yabancı
ziyaretçilerin gözetleme kulelerinde kamp kurduğunu,
çadırlarını topladıktan sonra duvarlara çaktıkları
çivileri ve çöpleri bırakıp gittiklerini söylüyor.
Lindesay, yılda 10 milyon turistin ziyaret ettiği
seddin bakımsız olduğunu, çevresine inşa edilen
fabrika, ev, otopark ve dükkanlarla
çirkinleştirildiğini vurguluyor.
William Lindesay, seddin aynı zamanda moda
defileleri, film çekimleri, motosiklet gösterileri
gibi faaliyetler için de mekan olarak kullanıldığını
belirtiyor.
Çin Seddi ile 1987 yılında tanışan Lindesay, o
günden beri kendisini bir grup İngiliz gönüllü ile
seddin bakımına adamış, faaliyetlerinden dolayı da
İngiltere kraliçesi Elizabeth tarafından
ödüllendirilmiş.
Dünyanın en uzun savunma duvarı olan Çin Seddi'nin
kalıntıları, Po Hay körfezinde deniz kıyısında
başlar. Duvar, Pekin'in kuzeyinden geçerek batıya
yönelir ve Huang-Ho nehrini ikiye bölerek
güneybatıya uzanır, Gobi Çölü'nün güneyinden batıya
yönelerek devam eder.
Seddin temeli, Çin'in "Savaşan Beylikler" döneminde
(MÖ 403 - MÖ 221), 20'den fazla farklı Çin hükümdar
tarafından atılmış.
Habertürk, 04.10.2010
|
İSHAKPAŞA SARAYI DÜNYA
KÜLTÜR MİRAS LİSTESİ'NE ADAY
Ağrı Valisi Ali
Yerlikaya, İshakpaşa Sarayı'nın Dünya Kültür Mirası
Listesi'ne aday olduğunu söyledi.
İshakpaşa Sarayı'nda
önceki gece açılışı yapılan 5. Uluslararası Ağrı
Dağı Festivali'nde konuşan Vali Ali Yerlikaya,
İshakpaşa Sarayı'nın Türk mimarisinin en önemli
eserlerinden olduğunu söyledi. Sarayın
işlevselliğinin artması ve yaşanabilir bir mekan
haline gelmesi için çalıştıklarını vurgulayan Vali
Yerlikaya, İshakpaşa Sarayı'nın Dünya Kültür Miras
Listesi'ne aday olduğunu belirtti. Sarayın gelecek
kuşaklara sağlıklı bir şekilde aktarılması için
ciddi restorasyonlar yaptıklarını ifade eden
Yerlikaya, "Dünyada benzeri bulunmayan İshakpaşa
Sarayı'nın tanıtılması için çalışmalar yürütüyoruz.
Sarayın hem ülkemiz hem de dünya kamuoyunca
tanınması için bu tür organizasyonların önemi
büyüktür. Kültürel etkinliklere ev sahipliği yapmak
için, dünyanın her yerinden gelecek konuklarımızı
ağırlamaktan mutluluk duyacağız." şeklinde konuştu.
Festival kapsamında
Yaşar Kemal'in Ağrı Dağı Efsanesi adlı romanından
uyarlanan aynı adlı operanın orijinal mekanında
sahnelenmesinin önemine de değinen Yerlikaya,
"Orijinal dekorunda sahneye çıkan eserler bir elin
parmaklarını aşmayacak kadar azdır. Bu eserlerden
biri de Şef Çetin Işıközlü'nün yönettiği Ağrı Dağı
Efsanesi Operası'dır. İlimizin tanıtılmasında önemli
bir yere sahip olan İshakpaşa Sarayı, aynı zamanda
icra edilen organizasyonlara da yapısı itibariyle
ayrı bir anlam katmaktadır. İcra edilen eserler için
İshakpaşa Sarayı çok önemli bir dekor ve çok önemli
bir sahnedir." ifadelerini kullandı.
Bu arada festival
kapsamda Yaşar Kemal'in Ağrı Dağı Efsanesi adlı
eserinden uyarlanan opera olayın geçtiği İshakpaşa
Sarayı'nda sahnelendi. Gürcistan Devlet Senfoni
Orkestrası eşliğinde, Ankara ve İstanbul Devlet
Opera ve Balesi sanatçılarının katılımlarıyla eserin
bestecisi Çetin Işıközlü yönetiminde sahnelenen Ağrı
Dağı Efsanesi Operası'nda, Ağrı Dağı'ndaki köylerden
birinde yaşayan Ahmet ile o dönemde bölgenin
yöneticisi olan Mahmut Han'ın kızı Gülbahar
arasındaki aşk ve sevdalıların birbirlerine kavuşmak
için yaşadıkları anlatıldı.
Zaman, 04.10.2010
|
KELENDERİS ANTİK KENTİ
RESTORE EDİLİYOR
Mersin’in Aydıncık
İlçesi yakınında 3 bin yıllık Kelenderis antik
kentine ait kalıntılar, 23 yıl önce başlayan kazı
çalışmalarıyla bulunmuştu.
Kelenderis antik
kentinde kazılar şu anda da devam ediyor. Bu yılki
çalışmalarda, restorasyon ve çevre düzenlemelerine
ağırlık veriliyor.
Antik dönemde mahkeme
salonu olarak kullanılan daha sonraki dönemlerde
kiliseye çevrilen Agora Bazilikası ait devrilmiş
sütunlar yerlerine dikiliyor.
Restorasyon
çalışmalarıyla ilgili bilgi veren Selçuk
Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof.Dr. Levent Zoroğlu,
"Burada 8 tane tam ve yarım sütun yerlerine
dikilerek yapıya hem geçmişiyle ilgili hem de
günümüzde bir görsellik kazandırıldı" dedi.
Kazı çalışmaları, yerli
ve yabancılardan oluşan bir ekip tarafından
yürütülüyor.
Buluntular, tarihi MÖ 8.
yüzyıla kadar uzanan antik Kelenderis’in Akdeniz
kıyısında önemli bir liman kenti olduğunu
gösteriyor.
Trt/Haber, 04.10.2010
|
|
KAYIP ŞEHİR PTEİRA
FESTİVALLE TANITILIYOR
Kayıp şehir olarak bilinen Pteria antik kentine ait
olduğu sanılan ve Yozgat'ın Sorgun İlçesi'ne bağlı
Şahmuratlı Köyü yakınlarında bulunan kalıntılar, "Kerkenes
Festivali" ile tanıtıldı.
Kerkenes Kazı Ekibi ve Şahmuratlı Köyü Derneği ile
Yozgat Valiliği işbirliği ile Kerkenes Dağı'nda
yapılan çalışmalarının tanıtılması amacıyla
düzenlenen Kerkenes Festivali'ne Yozgat Valisi
Necati Şentürk, Sorgun Kaymakamı Levent Kılıç,
Yozgat İl Emniyet Müdürü Bekir Karasu, Sorgun
Belediye Başkanı Ahmet Şimşek, bazı daire müdürleri,
Orta Doğu Teknik Üniversitesi ve Bozok
Üniversitesi'nden bir grup öğrenci ile vatandaşlar
katıldı.
Etkinlikler kapsamında Sorgun Halk Eğitim
Merkezi'nin düzenlediği bisiklet turu, Sorgun
Hükümet Konağı önünden başlayıp 16 kilometre
geçilerek festival alanında son buldu.
İstanbul Teknik Üniversitesi Araştırma Görevlisi Dr.
Nilüfer Yönen ve Kerkenes Harabeleri kazı ekibinin
başında bulunan Françoise Summers, Yozgat Valisi
Necati Şentürk ve diğer katılımcılara kazı alanını
gezdirerek yapılan çalışmalar ve bölgenin tarihi
yapısı hakkında bilgiler verdi.
Kerkenes harabeleri Kapadokya Kapısı bölgesinde
incelemeler yapan Vali Şentürk, bir yandan tarihi
mekanı gezerken, bir yandan da etrafındaki kazı
ekibinden bilgiler alıp, çalışan işçilerle sohbet
etti.
Antik kentin, Lidya Kralı Krezis ile Pers fatihi
Büyük Keyhüsrev'in orduları arasında MÖ 540
yıllarında çıkan savaş sonucu yağmalanıp yıkıldığını
belirten İstanbul Teknik Üniversitesi Araştırma
Görevlisi Dr. Nilüfer Yönen, "Antik kaynaklarda
Pteria olarak kaydedilen kentin, burası olduğu
sanılmaktadır. MÖ 547 yılında Persler tarafından
kent zapt edilmiş, halkı esir alınarak kent yakılmış
ve surları yıkılmıştır. Kent 7 kilometre bir alandan
oluşmaktadır" dedi.
Kazı ekibinin başında bulunan Arkeolog Françoise
Summers ise, kazının 1993'den beri devam ettiğini,
önemli bulgular elde ettiklerini, önümüzdeki
senelerde de kazı çalışmalarının devam edeceğini
söyledi.
Kerkenes Harabeleri Saray Yolu bölgesinde bir
açıklama yapan Yozgat Valisi Necati Şentürk, "Bu
eserler bizim kültür mirasımızdır. Kerkenes bölgesi,
daha doğrusu İç Anadolu Bölgesi kültür ve tarih
zenginliği açısından önemli bir zenginliğe sahiptir.
Bu zenginlik gün yüzüne çıkınca o zaman buradaki
turizm faaliyetleri de artacaktır. Bu tür
festivallerle de bölgenin tanıtımı yapılacak. Çok
güzel bir etkinlik olmuş umarım bu festival ileriki
senlerde de devam eder" ifadelerini kullandı.
Türkiye Gazetesi, Haber: Rasim Doğan, 04.10.2010
|
|
TUTANKAMON'UN DEDESİ
BULUNDU
Mısır'ın güneyinde
yer alan Luxor kenti yakınlarında bulunan Kom El
Hittan adlı mabedin bir zamanlar bulunduğu alanda
yapılan arkeolojik kazılarda 3 bin 400 yıllık bir
firavun heykeli ortaya çıkartıldı.
Mısır’ın güneyinde
yer alan Luxor kenti yakınlarında bulunan Kom El
Hittan adlı mabedin bir zamanlar bulunduğu alanda
yapılan arkeolojik kazılarda 3 bin 400 yıllık bir
firavun heykeli ortaya çıkartıldı.
1.3 metre yüksekliğindeki heykelin güçlü firavun 3.
Amanhotep’in iki katlı Mısır Krallığı tacı ve Mısır
tanrı ve krallarını sembolize eden Uraeus adlı
engerek yılanı ile birlikte tasvir edildiği
açıklandı.
3. Amanhotep mezarının keşfi arkeolojide bir dönüm
noktası kabul edilen genç firavun Tutankamon’un
büyükbabasıydı.
Milliyet, 04.10.2010
|
İtalya'da bir şirket internet
sitesinde, Caravaggio ve Leonardo da Vinci'nin
eserlerinin de aralarında bulunduğu başyapıtlara
yüksek çözünürlükte bakma imkan veriyor
Siteye girenler
başyapıtların üzerine tıklayarak müzelerde
güvenlik gerekçesiyle konulan zorunlu asgari
mesafe kuralı olmadan görülemeyecek en küçük
ayrıntıları bile görebiliyorlar.
Projede çalışan İtalya Kültür Bakanlığı
yetkilisi Mario Resca, görüntülerin tablolara
dev bir büyüteçle bakıyormuş
gibi
bir his yarattığını söylüyor.
Sözgelimi Caravaggio'nun Baküs tablosundaki
şarap testisinin üzerinde yer alan sanatçının
küçük portresi böylece rahatça görülebiliyor.
Leonardo da Vinci'nin Annunciation tablosunda
arka plandaki denizde fırça darbeleri ve
İncil'in altındaki örtünün zarif modeli bile
ayrıntılı olarak görülebiliyor.
Haltadefinizione şirketinin CEO'su Vincenzo
Mirarchi, tabloların sitede yer alan
fotoğrafları 28 milyar piksele ulaşan bir
rezolüsyona sahip olduğunu belirtiyor. Bu
ortalama bir dijital kameranın çözünürlüğünden
yaklaşık 3 bin kat daha güçlü olması anlamına
geliyor.
Yetkililer, bu teknolojinin Floransa'daki Uffizi
galerisindeki tablolara herhangi bir zarar
vermediğini, zira kızılötesi kullanmadığını,
sadece minimum miktarda ışık kullandığını
belirtiyor.
Resimler, 29 Ocak'akadar internette ücretsiz
olarak görülebilecek. Haltadefinizione ileride
daha fazla sanat çalışmasını bu şekilde sanal
ortama taşıyabileceklerini ve sonunda sanal bir
müze yaratabileceklerini belirtiyor. Mutlaka
ziyaret edin: http://www.haltadefinizione.com/
Vatan, 04.10.2010
|
İNŞAATTAN HEYKEL BAŞI
ÇIKTI
Sivas'ın Gürün
İlçesi'nde, özel bir öğrenci yurdunun inşaatının
temel kazısı sırasında "heykel başı'' bulundu.
Gürün Kaymakamı Ömer
Kalaylı, Çayboyu Mahallesi'ndeki özel bir öğrenci
yurdu inşaatının kazısı sırasında kepçe tarafından
bir kadını figür eden heykelin sadece
baş
kısmının bulunduğunu kaydetti. Heykel başının
emniyete götürülerek muhafazaya alındığını ve kazı
çalışmalarının durdurulduğunu ifade eden Kalaylı,
"İnşaat alanında olası bir tarihi eser yada heykelin
devamı olan parçaların çıkması ihtimaline karşılık
çevre emniyeti alınmış ve kazı durdurulmuştur. Müze
Müdürlüğü yetkililerinin nezaretinde bundan sonra ne
yapılacağına karar verilecektir'' dedi.
MÖ 2000'li yıllarda
Hititlerden beri çeşitli medeniyetlere beşiklik eden
Gürün'de çok sayıda eski eser ve yazıt bulunuyor.
Heykel başının hangi döneme ait olduğu ise
inceleme sonucunda anlaşılacak.
Sabah, 04.10.2010
|
|
SAVARONA HEMEN MÜZE
OLAMIYOR
Atatürk’ün son
dönemlerini geçirdiği, son günlerde fuhuş
operasyonuyla gündeme gelen Savarona yatının kamuya
devredilmesi konusunda mesafe alınamadı.
Kültür ve Turizm Bakanı
Ertuğrul Günay ile
Maliye Bakanı
Mehmet Şimşek’in
konuyla ilgili temasına rağmen, yatla ilgili fesih
sürecinden dolayı somut adım atılamadı. Yatın
akıbetine fesih işlemlerinin tamamlanmasından
sonra
karar verilecek. Fesih sürecinin ise firmanın
itirazı nedeniyle yargıya taşınması ve uzaması
bekleniyor.
Savarona’daki fuhuş skandalının ortaya çıkmasından
sonra Günay sorumlu olarak Şimşek’i işaret etmiş,
Şimşek de yatı kullanan firma ile sözleşmenin
feshedilmesi talimatını verdiğini açıklamıştı.
Bu
açıklamalardan sonra Şimşek ile temasa geçeceğini
belirten Günay, yatı işletmeye talip olduğunu ifade
ederek, Savarona için Atatürk’ün anılarının
yaşatılacağı “yüzer müze” formülü üzerinde durduğunu
söylemişti.
Alınan bilgiye göre iki bakanın temasında “yeni
bir gelişme” olmadı. Yat sözleşmesinin fesih
işleminin başladığı öğrenilirken, fesih işlemi
bitene kadar bekleme kararı alındığı belirtildi.
Buna göre, geminin
Kültür ve Turizm Bakanlığı’na
devredilmesi, müze haline getirilmesi gibi formüller
fesih işlemlerinin tamamlanmasının ardından gündeme
gelebilecek.
Bakan Ertuğrul Günay, dün
Atatürk Havalimanı
Genel Havacılık Terminali apronunda düzenlenen Airex
2010 fuarını ziyaretinde konuya ilişkin olarak
Maliye Bakanlığı’nın
bir fesih işlemi olduğunu belirterek, “Bu
gerçekleştirilirse yeni bir değerlendirme
düşüneceğiz” dedi.
Milliyet, Haber: Mithat
Yurdakul, 04.10.2010
|
"MİLLİ SAVUNMA BAKANLIĞI
O DEPOLARI NEDEN BOŞALTMIYOR?"
Milli Savunma
Bakanlığı İç Tedarik Komutanlığı’nın tarihi tescilli
4 binayı halen depo olarak kullanması tartışma
yaratıyor. “Alışkanlıklardan ya da kolaylıklardan
vazgeçmek galiba çok hızlı olmuyor” diyen Bakan
Günay boşaltılacağı konusunda sözler verildiğini
söylüyor.
İstanbul 2010
Avrupa Kültür
Başkenti projesinin en önemli ayaklarından biri olan
ve
Topkapı Sarayı ile
çevresinin iyileştirme çalışmalarını da içeren Sur-i
Sultani projesi kapsamında, Zührevi Hastalıklar
Hastanesi, Matbaacılık Meslek Lisesi,
Telekom Binası
boşaltılırken
Milli Savunma Bakanlığı
İç Tedarik Komutanlığı’nın kullandığı tarihi
tescilli 4 binanın halen depo olarak kullanması
tartışma yaratıyor.
Geçtiğimiz yıl 28 ve 29 Kasım tarihlerinde
Milliyet gazetesi,
konuyu manşetine taşıyarak, söz konusu binaların
neden Kültür Bakanlığı’na devredilmediğini
sorgulamıştı. Hem bu yapıların akıbetini hem de son
günlerin en çok konuşulan konuları,
AKM ve 2010
çalışmalarını
Kültür ve Turizm Bakanı
Ertuğrul Günay ile
konuştuk.
Milli Savunma Bakanlığı İç Tedarik Komutanlığı’nın
kullandığı binaların boşaltılması isteğiniz
üzerinden 1 yıl geçti. Bu süre zarfında bakanlık
olarak ne gibi çalışmalar yaptınız?
Birkaç ay önce o binaları gezdim, boş ve bakımsızdı.
Konuyu, Maliye, Milli Savunma ve
Kültür ve Turizm Bakanlığı
olarak aramızda değerlendirdik. O yapıların
prensipte bizim bakanlığa verilmesi konusunda bir
görüş birliği var. Fakat zamanlaması konusunda Milli
Savunma Bakanlığı’nın bir inisiyatif kullanması
gerekiyor.
O binaların
battaniye, bot gibi malzemelerin deposu olarak
kullanıldığı belirtilmişti.
Ben gezdiğimde tamamen boştu. Bazı mevsimlerde
doluyor bazılarında boşalıyor diye açıkladılar. O
tescilli 4 yapı çok bakımsız. Topkapı Sarayı’nın
ihtiyaçları için çok iyi biçimde değerlendirmemiz
gereken bu yapıları böyle bakımsız bırakmaya içim
elvermiyor. O binaların bir an önce bize intikalini
bekliyorum. Bu konuyu da önümüzdeki günlerde
Bakanlar Kurulu’na
ve sayın Başbakan’a tekrar götüreceğim.
Binaların
boşaltılması konusunda daha hızlı hareket
edilememesinin nedeni Milli Savunma Bakanlığı’nın
orayı boşaltmak istememesinden kaynaklanıyor
olabilir mi?
Alışkanlıklardan ya da kolaylıklardan vazgeçmek
galiba çok hızlı olmuyor. Aslında o yapılar İç
Tedarik Komutanlığı tarafından şu anda çok yoğun
biçimde kullanılmıyor ama bir yerleşik düzen var,
onu kimse bozmak istemiyor. 4 yapıyı aldığımız zaman
Topkapı’daki porselenlerimizi, kaftanlarımızı,
kumaşlarımızı, silahlarımızı sergileyeceğimiz
inanılmaz mekanlar ortaya çıkacak. Bu arada bazı
spekülasyonlar duydum; o yapıların turizm amacıyla
kullanılacağına ilişkin. Katiyen doğru değil. Bunu
yazılı olarak Milli Savunma Bakanlığı’na da
bildirdim. Tamamen Topkapı Sarayı’nın ihtiyaçları
için kullanılacaklar. Çevresindeki tarihi dokuyla
uyumsuz barakaları da yıkacağız, arazi temizliği ve
kazı çalışması
başlatacağız.
Milli Savunma
Bakanlığı’nın başka bir depo bulması söz konusu
olamaz mı?
Yiyecek, giyecek deposu bulması çok kolay bir
şey. Niyet etmekle ilgili.
Neden boşaltılmıyor
peki?
Basın olarak onu siz sorun bence.
Manşet atın ve
deyin ki ey Milli Savunma Bakanlığı bu tarihi
tescilli binaları battaniye, bot deposu olarak,
üstelik de doğru düzgün kullanmıyorsunuz da niye
hala boşaltmıyorsunuz? Üstelik Topkapı Sarayı’nın
depoları tıkış tıkış. Topkapı depo değil ki, oranın
mimari olarak sergilenmesi lazım. Topkapı Sarayı’nın
bütün odalarını, mekanlarını açmalıyım.
Binaların
boşaltılmaması durumunda bir planınız var mı?
Öyle bir şey olamaz. Dünyanın her yerinde
tarihsel mekanların nasıl korunduğunu biliyoruz.
Bunu Milli Savunma Bakanlığı’na ben anlatacak
değilim. Bizimle aynı duyarlılığı onlar da
paylaşıyor. Ama yer bulma, bir yerleşiklikten
vazgeçme, belki biraz ağırdan alma düşüncesi var.
Çok eminsiniz
boşaltılacağından.
Bana bu konuda sözler verildi.
Matbaa Lisesi,
Telekom Binası, Zührevi Hastalıklar Hastanesi nasıl
bir işleve bürünecek?
Konservasyon ve rölöve müdürlüklerimizi Matbaa
Lisesi’ne alacağız. O binayı da hüsnü hat müzesi ve
kitap sanatı müzesi yapacağız. Alay Köşkü edebiyat
kütüphanesi, bir tür yazarlar evi olacak. Alay Köşkü
bakanlığa verilmiş bir yapıydı, hani diyorlar ya
bunlar saraylara yerleşiyorlar diye. Ben hiçbir
zaman orayı sevmedim, bir iki kez kullandım sadece.
Telekom’dan aldığımız telgrafhaneyi müzik müzesi
yapıyoruz.
Zührevi Hastalıklar Hastanesi’ni kültür turizm
amaçlı kullanmayı düşünüyoruz. Topkapı’nın
depolarındaki eserleri ise İç Tedarik
Komutanlığı’nın kullandığı binalarda sergileyeceğiz;
o dört bina aynı zamanda etkinlik mekanı olacak.
2010’un sonlarına
yaklaşmaya başladık. Siz nasıl değerlendiriyorsunuz
2010 çalışmalarını?
2010 Avrupa Kültür Başkenti projesine büyük
destek verdik. 2010 Ajansı’nın yasası hem bizim
bakanlığımızın hem de meclisin ilk kanunu oldu. 2-3
yıl sonra bakınca acaba bir yasa çıkarmakla doğru mu
yaptık diye kendimi yargılıyorum.
Neden?
Yasayla kurulmuş bir ajans, kurum yerine acaba
daha sivil ve gönüllü işbirliği yapmak doğru olmaz
mıydı, kültür projesinde diye düşünüyorum. Yasa
biraz bürokrasi yarattı gibi hissediyorum. Ve işi
yavaşlattı mı diye düşünüyorum. Ama bunun dışında
Ajans büyük bir gayretle çalıştı.
Ajans’ın amaçlarından
biri de sivil toplumdan sponsorluk destekleri
bulmaktı.
O gerçekleşmedi. Tamamen devletin verdiği
kaynaklar. Madem o kaynaklar kullanılacaktı, kanunla
benim karşıma ajans kurumlaşması çıkarmak gerekir
miydi? Ben kendi kaynağımı kullanırken 40 tane ajans
bürokrasisiyle uğraşıyorum. İstanbul ile ne kadar
çok yapacak şeyimiz olduğunu öğretti Avrupa Kültür
Başkenti projesi.
AKM ile ilgili bir şey yapma şansımız kalmadı
demiştiniz daha önceki açıklamanızda. En azından
teknik iyileştirme için bir proje gerçekleştirmek
istediğinizi söylemiştiniz. Orada son durum nedir?
Yapılamadı ve maalesef yapılacak gibi gözükmüyor.
Güçlendirme sorunları çıktığından dolayı beş, on
trilyona bitecek bir iyileştirme projesi imkansız
hale geldi. Basit bir teknik düzenleme bile 50
trilyona çıkacak hale geldi. Bizim bu kadar bütçe
bulmamız mümkün değil. AKM’yi böyle bir itiraz
olacağını bilsem boşaltmazdım ve eski yapısıyla
sürmesine içim acıyarak imkan verirdim. AKM’nin 2010
Ajansı’nın bir numaralı derdi olması gerekirken
benim bir numaralı derdim haline geldi, bunu da
şaşkınlıkla karşılıyorum. Ajans bunu bir numaralı
derdi olmaktan çıkardı.
2010 Ajansı’nın AKM
için geçerli olan bütçesini kullanamaz mıydınız?
AKM projesi iptal edilince Ajans o kaynağı başka
yerlere kullandı. Ajans o kaynağı bize seferber
etmedi.
Milliyet, Haber: Yasemin
Bay, 04.10.2010
|
MISIR'DA ANTİK YOLUN
SONUNDAKİ ETKİLEYİCİ VAHA ŞEHRİ
Son 20 yıldır
John Coleman Darnell
ve karısı
Deborah,
bugünkü adı Luksor
olan Teba'daki
antik harabelerden
Nil Nehri'nin
batısına doğru ilerleyen eski karavan yolunda gidip
geliyor. Ancak binlerce yıl insan ve eşek trafiğiyle
şekillenmiş bu ve benzeri yolların nereye gittiği
bilinmiyor. Yaptıklarına
çöl-yolu arkeolojisi
adı veriliyor. Darnell çifti, firavunlar zamanında
askerler, tüccarlar ve diğer gezginlerin kamp
yaptıkları yerleri buldu. Bir dört yol ağzında
bulunan kayalıklarda, kireçtaşına kazınmış bazı
sahneler buldular. Bunlar Mısır tarihinin en eski
buluntularından. Darnel çiftinin birlikte
yönettikleri Yale Üniversitesi projesi
Teba Çöl Yolu
araştırması, daha önce çok itibar edilmeyen
karavan yolları ve vaha yerleşkelerinin antik Mısır
için önemine dikkat çekiyor. Ağustos sonunda Mısır
hükümeti, bu araştırmanın en büyük keşfini açıkladı.
Luksor'un 177 kilometre batısında ve Kahire'nin 483
kilometre güneyinde eski bir koloninin kalıntıları
bulundu. Ekonomik ve askeri bir merkez görevi gören
bu koloni, 3 bin 500 yıl önce zamanına göre oldukça
büyük bir yerleşim merkeziydi. Bu koloni, çölde
bulunan en eski kasabaydı.
Yale'de Eski Mısır Uygarlığı Profesörü John Darnell,
bu keşfin Mısır'ın geçmişine dair çok az bilinen bir
döneme ait tahminleri tamamen değiştirebileceğini ve
medeniyetin canlanmasında çöl vahasının oynadığı
rolü yeniden belirleneceğini söylüyor. 88 hektarlık
kazı alanı, Kharga Vahası'nda bulunuyor. Çölde,
kuzeyden güneye doğru 97 kilometre boyunca uzanan
sulak bir vaha olan bu alan Teba'dan başlayan
antik Girga Yolu'nun
sonunda bulunuyor. Darnell çifti bu koloninin
varlığı konusundaki ilk belirtileri 10 yıl önce bir
tapınak bulunca fark ettiler. Milattan Önce 6'ncı
yüzyılda Pers İmparatorluğu himayesi altında olan
bölgedeki bu tapınağın vahanın önemini gösterdiğini
belirtiyorlar. Eşi gibi Mısır uygarlığı eğitimi
almış olan Deborah Darnell, "Bölgenin stratejik bir
önemi olmasaydı tapınak orada olmazdı" diye
anlatıyor.
Daha sonra tapınaktan daha eski çanak çömlek
parçaları bulmaya başladı. Bazı seramik parçalar
dışarıdan, Mısır'ın güneyindeki Numibya'dan ithal
edilmişti ancak çoğu yerel yapımdı. Bu bölgede geniş
çaplı seramik üretimi olması, koloninin mevsimlik
olarak kullanılmadığını, sürekli burada kalan
yerleşik nüfusun büyük olduğunu gösterdiğini
belirtiyorlar. 2005'te Darnell çifti ve ekip, çok
önemli bir keşif yapacaklarını fark etmeye
başladılar. Kerpiç duvarlar, değirmentaşları,
fırınlar, kül yığınları ve kırılmış ekmek kalıpları
kalıntıları buldular. Darnell, bulunan fırın
eşyalarıyla birlikte orada bir askeri garnizon
olduğuna dair kanıtları açıklayıp, "Kolonide bir
orduyu doyurmaya yetecek ekmek pişiyordu" diyor.
Buluntulardan esinlenerek, koloniye "Umm Mawagir"
ismi verilmiş. Bu Arapça "Ekmek kalıplarının anası"
anlamına geliyor.
Ekip aynı zamanda tahıl ambarları, depolar,
atölyeler ve idari bir binaya benzeyen kalıntılara
da rastladı. Kolonide büyük ihtimalle birkaç bin
kişi yaşıyordu. Kendi tahıllarını yetiştiriyorlardı
ve geniş bir bölgeyle ticari bağları vardı. Çölde
bir kesişme noktasında bulunan kalıntılar antik
dünyanın bir mucizesi. Darnell Yale Üniversitesi
Mezunları dergisine verdiği bir mülakatta, "İnsanlar
Nil Nehri'nin kıyısındaki inanılmaz mimari eserlere
bakıp etkileniyor. Ancak, dünyanın en kuru ve
yaşanması zor çöllerinden birindeki bir vahada
yaşamak için bu insanların ne kadar çaba harcadığını
da anlamalılar" dedi.
Sabah, Kaynak: New York
Times, Haber: John Noble Wilford, 04.10.2010
|
|
YUNANİSTAN'DA 10 BİN OSMANLI ESERİ
Dışişleri Bakanlığı tarafından yapılan bir araştırmada, Yunanistan'da Osmanlı mimarisine ait 10 bin eser bulunduğu ortaya çıktı. Eserlerin yarısı halen ayakta, ancak hiçbiri müze değil.
Araştırma, Osmanlı cami ve külliyelerinin bugün ev olarak kullanıldığını, hatta minarelerin kaidesinde artık çamaşır makinelerinin yer aldığını da gözler önüne seriyor.
Türk Dışişleri Bakanlığı adına sanat tarihçisi Neval Konuk tarafından Yunanistan'da yapılan araştırma, 4 yıl sürdü. Konuk, Yunanistan'ı baştan aşağı gezdi, tek tek Osmanlı eserlerinin izini sürdü.
Neval Konuk, Yunanistan'ın çeşitli bölgelerine dağılmış Osmanlı İmparatorluğu döneminden kalan tam 10 bin mimari yapıyı gün yüzüne çıkardı. Eserlerin 5 bini halen ayakta, ancak kültürel mirasın hiçbiri müze haline getirilmemiş.
Cumhuriyet’in ilk yıllarında, Yunanistan ile Türkiye arasındaki mübadele sırasında Anadolu'dan giden Rumlar, camilere yerleşmiş ve bu camileri ev olarak kullanmaya başlamışlar.
Bir envanterde toplanan bu kayıtlar, Dışişleri Bakanlığı tarafından Türkçe, İngilizce ve Yunanca kitap haline getirildi.
Ntmsnbc, 03.10.2010
|
KIZILCABÖLÜK'TE TARİHİ
ESER OPERASYONU
Denizli İl Jandarma
Komutanlığı'nın Tavas İlçesi'ne bağlı Kızılcabölük
beldesinde düzenlediği operasyonda, heykeller ve
Bizans ve Roma dönemine ait gümüş sikkeler ele
geçirildi.
Edinilen bilgiye göre,
İ.T. ve M.A.Ö. isimli şahısların ellerinde bulunan
tarihi eserleri satacağı istihbaratını alan İl
Jandarma Komutanlığı ekipleri, harekete geçerek söz
konusu kişilerin evlerine baskın düzenledi.
Düzenlenen operasyonda 4 adet heykel, 120 adet
Bizans ve Roma dönemine ait gümüş sikke, bir adet
metal kasa, 4 adet yüzük ve 8 adet metal obje ele
geçirildi.
Olayda ele geçirilen
malzemeler Denizli Müze Müdürlüğü'ne teslim
edilirken, adli makamlara sevk edilen İ.T. ve M.A.Ö.
tutuklanarak cezaevine gönderildi.
Denizli Kent Haber,
04.10.2010
|
|
DEMRE'YE İLGİ İKİ KATINA
ÇIKTI
Antalya'nın Demre
İlçesi'ndeki Noel Baba Müzesi ve Myra antik kentini
ziyaret edenlerin sayısı, geçen yıla oranla arttı.
Noel Baba Müzesi
yetkililerinden alınan bilgiye göre, geçen ay müzeyi
73 bin 809 kişi ziyaret etti ve bu ziyaretlerden 371
bin 155 TL gelir elde edildi. Müzenin geçen yılın
aynı ayında 67 bin 178 kişi tarafından ziyaret
edildiği, bu ziyaretlerden de 356 bin 487 TL gelir
elde edildiği belirtildi.
Müzeyi 9 aylık dönemde
ziyaret eden yerli ve yabancı turist sayısı 363 bin
243 oldu. Geçen yılın aynı döneminde 340 bin 854
kişinin ziyaret ettiği Noel Baba Müzesinin
gelirlerinin de 1 milyon 753 bin 702 TL'den 1 milyon
857 bin 293 TL'ye yükseldiği kaydedildi.
Demre'deki Myra antik
kenti de gelir ve ziyaretçi sayısı bakımından iyi
bir dönem geçirdi. Myra antik kentini geçen ay 72
bin 904 kişi ziyaret etti, bu ziyaretler
karşılığında 373 bin 980 TL gelir elde edildi. Antik
kenti, geçen yılın eylül ayında 66 bin 632 kişinin
ziyaret ettiği ve 362 bin 795 TL gelir elde edildiği
belirtildi.
Myra antik kentini dokuz
aylık dönemde ziyaret eden turist sayısı da 334 bin
393'ten 362 bin 4'e yükseldi. Ziyaretçi sayısıyla
birlikte antik kentten elde edilen gelirde de
yükseliş oldu. Myra antik kentinin geçen yıl 1
milyon 710 bin 303 olan geliri, bu yılın 9 aylık
döneminde 1 milyon 848 bin 640 TL'ye yükseldi.
Hürriyet, 03.10.2010
|
346 YILLIK KONAK TURİZME
KAZANDIRILIYOR
Çorum'un Boğazkale
İlçesi'nde 346 yıllık Dulkadiroğulları Konağı,
kaymakamlık tarafından restore edilerek turizme
kazandırılacak.
1664 yılında yapılan Dulkadiroğulları Konağı,
Boğazkale Kaymakamlığı tarafından ''Yap, işlet,
devret'' modeli ile restore edilerek ziyarete
açılacak.
Tarihi konak düzenlenen protokol ile bugün
kaymakamlığa devredildi. Çorum Valisi Nurullah
Çakır'ın da katıldığı devir töreninde Boğazkale
Kaymakamlığı ve Dulkadiroğulları mirasçılarında
Kaplan Dölarslan ile kardeşi Hasan Dölarslan
arasında protokol imzalandı.
Köylere Hizmet Götürme Birliği tarafından restore
edilecek konak, turizmin hizmetine sunulacak. 15 yıl
işletildikten sonra tarihi konak tekrar mirasçı
ailenin isteğine göre değerlendirilecek.
Geniş bahçesi bulunan konak haremlik, selamlık,
hamam ve ekmek fırını gibi bölümlerden oluşuyor.
Boğazkale Kaymakamı Murtaza Dayanç, konuyla ilgili
AA muhabirine yaptığı açıklamada, UNESCO tarafından
Dünya Kültür Mirası tescilli olan Hattuşa ve
Yazılıkaya Açık Hava Tapınağı'nın yer aldığı
Boğazkale'yi her yıl binlerce yerli ve yabancı
turistin ziyaret ettiğini söyledi.
İlçenin mevcut turizm alt yapısını iyileştirmeye ve
kapasitesini artırmaya yönelik çalışmalara bir
yenisini eklediklerini anlatan Dayanç, ''Dulkadiroğulları
Beyliği'ne mensup Dölarslan ailesine ait, 346 yıllık
tarihi bir konak için protokol imzaladık. 'Korunması
gerekli taşınmaz kültür varlığı' olarak tescilli
tarihi konak, 'yap, işlet, devret' modeli ile
restorasyonu yapılarak sanat ve turizm amaçlı
hizmete sunulacak'' dedi.
Habertürk, 03.10.2010
|
İSLAMİ SANAT ESERLERİ
LONDRA'DA GÖRÜCÜYE ÇIKTI
İslam ve Hint dünyasına ait sanat eserleri,
İngiltere'nin başkenti Londra'da bulunan Christie's
Müzayede Evi'nde açık artırmaya çıkarılıyor.
9'uncu yüzyıldan 19'uncu yüzyıla kadar 400 değerli
ve nadir sanat eserinin sergilendiği müzayedede
Safevi kadife paneli 800 bin ila 1 milyon 200 bin
euro civarında satışa sunulurken, tek olduğu sanılan
Memluk fildişi ahşap kapı 900 bin ile 1 milyon 200
euro, 11. yüzyıla ait olan ipek bir elbise ise 500
bin ila 800 bin euro arasında alıcılarına sunulacak.
Christie's Müzayede Evi'nin İslam Eserleri ve Halı
Departmanı Direktörü William Robinson, Müzayede
evinde Osmanlı Devleti'nden değerli ve çeşitli
eserleri ellerinde bulunduklarını belirtirken, "Abdülkadir
Omarigi tarafından Sultan İkinci Murat'a atfedilen
el yazması, 16. yüzyıldan kalan ve orijinal
renklerini muhafaza eden Kuran-ı Kerim gibi çok
değerli eserleri burada bulunduruyoruz" dedi. İslam
ve Hint sanat eserleri 1-4 Ekim arasında Christie's
Müzayede Evi'nde sergilenirken, 5 Ekim tarihinde de
açık artırmaya sunulacak. Açık artırmadan elde
edilecek toplam gelirin 8 milyon euro civarında
olması bekleniyor.
Türkiye Gazetesi, Haber: Ersen Ermiş, 03.10.2010
******
OSMANLI ESERLERİ
LONDRA'DA SATILACAK
İngiltere’nin
başkenti Londra’da bugün düzenlenecek müzayedede,
Osmanlı dönemine ait eserler satışa sunulacak.
Dünyaca ünlü
müzayede evi
Christie’s’de yapılacak müzayedede Osmanlı dönemine
ait 70 eser yer alıyor. Bu eserler arasında
seccadeler,
Kuran-ı Kerim’ler,
halılar, İznik çinileri, ibrikler ve hatlar
bulunuyor. Christie’s
İslam Sanatları
Bölümü Başkanı William Robinson, “Türkiye’de,
bu eserleri satın alıp, ülkeye geri götüren çok iyi
bir müşteri profilimiz var. Bu profil gün geçtikçe
daha da büyüyor” diye konuştu.
Milliyet, 04.10.2010
******
OSMANLI ESERLERİNE
BÜYÜK İLGİ
İngiltere'nin
başkenti Londra'da düzenlenen "İslam ve Hint
eserleri" müzayedesinde, Osmanlı dönemine ait
Kuran-ı Kerim 103 bin 250 sterline (yaklaşık 237 bin
TL) satıldı.
Dünyaca ünlü Christie's
müzayede evindeki açık arttırmada, 407 eser
arasından Osmanlı dönemine ait 70 kadar eser de
satışa çıkarıldı. Bu eserler arasında seccadeler,
Kuran-ı Kerimler, halılar, İznik çinileri, ibrikler
ve hatlar yer aldı.
İlginin yoğun olduğu
müzayedede, 16. yüzyılın ilk yarısına, Kanuni Sultan
Süleyman dönemine ait Kuran-ı Kerim, 103 bin
sterline alıcı buldu. Kuran-ı Kerim tahmin edilenden
daha yüksek fiyata satıldı, 30 bin ile 50 bin
sterlin arasında alıcı bulması bekleniyordu.
Müzayedede yüksek fiyata
satılan bir diğer eser ise, yine Osmanlı döneminden,
18. yüzyılın ikinci yarısına ait yaldızlı bakır
tombak oldu. 115 bin 250 sterline (yaklaşık 265 bin
TL) alıcı bulan ve üzerindeki zinciriyle nadir
örneklerden biri olan tombağın, 20 bin ile 30 bin
sterlin arasında satılması öngörülüyordu.
Müzayedede, Osmanlı
Sultanı 2. Mahmut'un mektubu ise 61 bin 250 sterline
(yaklaşık 140 bin TL) satıldı. 2. Mahmut'un, Kaçar
hanedanı veliahdı Abbas Mirza'ya yazdığı 1817
tarihli mektubun, 25 bin ile 35 bin sterlin
(yaklaşık 55 bin - 77 bin TL) arasında satılması
bekleniyordu.
Aynı fiyata alıcı bulan
bir diğer önemli eser ise, 1560 tarihli İznik çinisi
sürahi oldu. Üzerinde gemi motifleri bulunan sürahi,
61 bin 250 sterline (yaklaşık 140 bin TL) satıldı.
Bu arada müzayedede,
İranlı müzisyen Abdülkadir El Meragi'nin Osmanlı
Sultanı 2. Murat'a ithaf ettiği "Mekasıd ül-Elhan"
adlı ilmi eseri satılmadı. 1418-21 tarihlerinde
yazılan eserin, 400 bin ile 600 bin sterlin
(yaklaşık 880 bin TL- 1 milyon 320 bin TL) arasında
alıcı bulması bekleniyordu.
Christie's müzayede evi
satıştan önce, Osmanlı eserlerini diğer satışa
sunulan eserlerle birlikte, Londra'nın merkezindeki
şubesinin bir katında sergiledi. Müzayedenin
tamamındaki satışlardan, 11 milyon 200 bin sterlin
(yaklaşık 25 milyon TL) kazanıldı.
Hürriyet, 06.10.2010
|
CAMİDEN ÇALINAN
SAKAL-I ŞERİF İMAMDAN ÇIKTI
Üsküdar'daki bir camiden
çalınan "sakal- ı şerif", Çengelköy'de başka bir
caminin imamının evinden çıktı. Evinde, tarihi 6
tablo, el yazmaları ve madalyonlar da bulunan zanlı
imam, açığa alındı.
Tarihi Şemsi Ahmet Paşa ve Çakırcı Hasan Paşa
camileri eylül ayında arka arkaya soyuldu. Şemsi
Ahmet Paşa camisinin güvenlik kamerasına takılan
bedensel engelli hırsız, "sakal- ı şerif"
saklandığını sandığı içi boş sedef kaplama sandukayı
çalıp kaçtı. Ancak diğer camiden çalınan sedef
kaplamalı ve tarihi değeri bulunan sandukanın içinde
"sakal- ı şerif" de vardı. Polis hırsızı yakalamaya
çalışırken Çengelköy'deki bir imamın evinde kaçak
tarihi eser bulunduğu ihbarı geldi. İmam D.Ö.'nün
evinde 5 tablo, el yazmaları, biri Rus biri Osmanlı
yapımı 3 madalyon ile Çakırcı Hasan Paşa Camisi'nden
çalınan "sakal- ı şerif" çıktı. Bir gece nezarette
kalan D.Ö. savcıya, "sakalı şerif" bulunan tüpü
kendisine iki kişinin getirdiğini, çalıntı olduğunu
bilmediğini savundu. D.Ö. resmi görevli olduğu ve
delilleri karartma ihtimali bulunmadığı gerekçesiyle
mahkemeden serbest kaldı. Daha önce de adı benzer
bir olaya karıştığı belirlenen imam açığa alındı.
Sabah, Haber: Erdoğan
Yapık, 03.10.2010
|
ANİ'DE NAMAZA
KİLİSEDEN TEPKİ
Ermenistan
Kilisesi’nden yapılan açıklamada, “Milliyetçi
Hareket Partisi’nin, Türk yetkililerin izniyle
Ani’deki
Ermeni
Hıristiyan
kilisesinde ibadet töreni düzenlediğini öğrenmek-ten
dolayı kızgınız.
Bu adım, dini
duygularla ya da dini özgürlükle alakası olmayan
politik bir provokasyondur. Ermenilere karşı
hoşgörüsüzlük ve nefret tohumları eken bu tür
davranışları kınıyoruz” denildi. Fransız
AFP ajansı da,
Ani’de namaz kılınmasının, Akdamar Kilisesi’nde
geçen ay düzenlenen ayine yanıt olarak görüldüğünü
belirtti.
Milliyet, 03.10.2010
|
"KARGALAR AKSİDİR,
ŞAHİNLERİ KOVALAR"
İstanbul Topkapı Sarayı Müzesi Başkanı Prof.Dr.
İlber Ortaylı’nın saraya zarar veren kargalara karşı
“şahinle mücadele” yöntemine Çevre ve Orman Bakanı
Veysel Eroğlu yardımcı olacak. Eroğlu, “Sayın
Ortaylı bize resmen müracaat etsin. Şahini biz
buluruz. Biz kelaynak bile bulduk, Suriye’ye
gönderdik” dedi.
Karadeniz Avcılık ve
Yaban Hayatı Federasyonu Başkanı Kadir Engin ise
Ortaylı’nın çözüm önerisinin yanlış olduğunu dile
getirerek, “Karga aksi
bir
hayvandır, şahinleri kovalar. Doğanlara kafa
tutuyor. Şahin küçük kuşları yakalamak için yaşıyor.
Ama istenirse Artvin’de, Ardeşen’de, Hopa’da şahin
çok” diye konuştu.
Atatürk Orman Çiftliği Genel Müdürü Ömer Bülent
Arslan,
Ankara Hayvanat
Bahçesi’nde
fazla
şahin varsa Saray için verebileceklerini ifade etti.
Ellerinde 9 şahin olduğunu aktaran Hayvanat Bahçesi
Müdürü Nadir Şahin, şunları söyledi: “Bizdeki
şahinler yabani. Sarayın ihtiyacı olan evcil,
eğitimli şahinler. Hayvanat bahçesindekiler uçar
gider. Eğitimli bir şahin bulmak lazım. Bizimkiler
ele alışmamış.”
Hürriyet, Haber: Umut
Erdem, 03.10.2010
|
|
AKDAMAR'A HAÇ TAKILDI
Uzun tartışmalara neden olan 2 metre boyunda, 110 kilo ağarlığındaki haçın yerine takılması için iskele kuruldu.
Kubbeye takılan haç, akşam saatlerinde Van’a gelen Türkiye Ermeni Patrikhaneleri Ruhani Başkanı Başrahip Tatula Anuşyan tarafından kutsandı.
Ermenistan Kilisesi’nin haç takılmadığı gerekçesiyle ilk ayine katılmadığı Akdamar Kilisesi 2007’de anıt müze olarak açılmıştı.
Milliyet, Haber: Murat Çağlar, 03.10.2010
|
"İSTANBUL'U SEVEN OTURUP
AĞLASIN, BU ÇEŞMELER NİYE KAYIP?"
İstanbul'da insan, yürüdüğü yola bile şüpheyle
bakmalı kimi zaman; burada çok değil yarım asır önce
bir cami vardı belki ya da güzelim bir çeşme... Şu
karşı apartmanın yerinde bir hamam, otoparkın
üzerinde ahşap bir konak... Ama tabii, bir bilen
yoksa yanınızda, "Aslında burada..." diye başlayan
cümleler kurulmuyorsa nereden gelecek aklınıza, her
şey gördüğünüz gibidir, yol yoldur, bina binadır
işte...
Bizim yanımızdaki 'bir bilen'
Nazlıgül Bulut
idi, pek yakında piyasaya çıkacak
'Fatih'in Kayıp
Çeşmeleri' kitabının yazarı... Onunla
'bulabildiği' kayıp çeşmeleri konuştuk, bu bahis
hüzünlüydü; ama o kütüphane senin, bu arşiv benim
dolaşıp yer ile yeksan olan çeşmelerden bir iz
araması heyecan vericiydi. Sizce de öyle değil mi;
İstanbul sokaklarında bir kadın, elinde eski bir
fotoğraf ya da altmış yıl öncenin kitaplarından
çıkarılmış yarım yamalak bir tarif, bir vakitler var
olan hatta hala orada durduğu zannedilen tarihi
çeşmelerden birini arıyor. Şehir o günden bu güne
tanınmaz olmuş, ne sokaklar kalmış yerinde, ne sokak
adları... İki küçük çocuğunu annesine bırakıp bir
belediye otobüsüne atlamış üstelik... Şu köşeyi
dönünce görecek; aradığı orada mı, değil mi? O
köşeleri dönüp de göremediği 54 çeşme var Nazlıgül
Bulut'un, 54 hayal kırıklığı, 54 keder, 54 öfke;
"Böyle güzel bir çeşmeyi kim parçalayıp yok
edebilir?" 1. Mahmut'un yaptırdığı harikulade bir
çeşme bile musluğuyla kitabesiyle dümdüz edilirse...
Kitapta, yıkılmadan önce çekilmiş son fotoğrafıyla
görünen bu zarif çeşmenin akıbeti çok üzmüş olmalı
ki Bulut'u, "Şehrinizi seviyorsanız, oturur
ağlarsınız." diyor.
Mezar taşı yapılan
çeşme kitabeleri
Çeşmelerin izini sürmek her zaman böyle üzücü
olmamış; ama çelişkili duygular içinde bırakmış
Nazlıgül Hanım'ı, artık yerinde olmayan bir çeşmenin
nasıl olmuşsa muhafaza edilebilmiş bir motifinin ya
da kitabesinin peşine düşmek, bulunca çocuklar gibi
sevinmek; ama aynı zamanda durumun hazinliğini fark
edip üzülmek... Bir gün mesela, bir duvar çeşmesi
arıyor Bulut, çok özellikli bir çeşme değil; ama
olsun, atalardan yadigar yine de... Yadigar; ama
hani nerede? Mescidin duvarına yaslanıyor, elindeki
şişeden bir yudum su alıyor ve o esnada gözü
haziredeki bir kitabeye takılıyor. Arayıp da
bulamadığı çeşmenin kitabesi, kim bilir hangi
düşünceyle bir mezarın başına dikilmiş. Şimdi define
bulmuş gibi sevinmeli mi, yoksa 'defineyi' bu halde
gördüğü için üzülmeli mi? İki duygu bir arada; Fatma
Tiryal Hanım tarafından Aksaray'da yaptırılan Hakkı
Paşa Çeşmesi'nin kitabesini sadece tahmin yürüterek
bir müzede bulduğu gün ne hissetiyse öyle... Fatma
Tiryal Hanım kim, belli değil, ondan geriye kalan
tek şey; bu çeşmeyi yaptırabilmek için hayli
uğraştığını gösteren yazışmalar ve bir gün bir
müzede görmeyi hiç istemeyeceği o kitabe... Bu
hayırsever hanım nereden bilebilirdi ki, amel
defteri açık kalsın diye yaptırdığı o çeşme gün
gelip yıkılacak, "Her şeye su ile hayat verdik."
ayeti kerimesiyle tezyin edilen kitabe önce bir
mescidin haziresine sonra müzeye kaldırılacak ve
kendisi gibi gayretli bir hanım, bir asır sonra
kalkıp "Bari Fatma Tiryal Hanım'ın hatırı için
çeşmeyi yıkmasalardı." diye yazıklanacak.
Çeşme, uzun bir zaman önce yok olmuş, türbe ise
apartmanlar arasında sıkışıp kalmış bir halde ayakta
durmaya çalışıyor. (2009)
Bir kadının
Fatih sokaklarında kayıp çeşmeler araması, başlı
başına hoş, sevimli hatta saygı uyandırıcı bir eylem
olduğu için belki de sahaya inmeden önce yapılan
masa başı çalışmalarına değinmeyi unuttuk. 2007'nin
sonunda ciddi bir bibliyografya taramasıyla işe
koyulan Nazlıgül Bulut'u teşvik edenler çok olmuş;
ama o en çok da 'danışmanlarım' dediği kaynak
kitaplardan faydalanmış. İ. H. Tanışık'ın 1944'te
basılmış 'İstanbul'un Çeşmeleri' kitabı, Semavi
Eyice'nin 'Eski İstanbul'dan Notlar'ı, bazen kağıt
peçete üzerine bile çeşme kitabesi kaydeden Süheyl
Ünver'in notları, çizimleri... Bir de kapısı
aşındırılan mekanlar var tabii, kütüphaneler,
müzeler, belediyeler... Ve dedektif titizliği;
taştaki bir çizikten hareketle iz sürmeler,
kıyaslamalar, çeşmelerin eski fotoğraflarına ulaşmak
için didinmeler, zihinde sürekli dönüp dolaşan
sorular; "O kitaptaki fotoğraf, kütüphanedeki
fotoğrafla aynı mıydı? O çeşme acaba o yoldan sağa
dönünce miydi?" Karşımızdaki kadının İstanbul'u
sevdiği aşikar... O da öyle söylüyor zaten; "Bu
çalışma bana Allah'ın bir lütfudur, doğup büyüdüğüm
Fatih'e bir hediyedir."
'Fatih'in Kayıp Çeşmeleri' kitabının bir
KUDEB (Koruma Uygulama ve Denetim Müdürlüğü)
projesi olduğunu söyleyelim. Harap vaziyetteki
çeşmeleri ihya eden KUDEB Müdürü
Şimşek Deniz,
aslında 'İstanbul'un
Kayıp Eserleri' külliyatı oluşturma
niyetindeymiş; ama ekip bir türlü toparlanamayınca
Nazlıgül Bulut, hiç değilse çeşmeleri bulalım diye
kolları sıvamış. İyi ki de öyle olmuş zira onun ani
bir kararla ve bir başına çıktığı bu yolculuk
Fatih'ten sonra Eminönü'nün de kayıp çeşmelerini
ortaya çıkaracak.
Zaman Cumaertesi, Haber:
Ülkü Özel Akagündüz, 02.10.2010
|
"KÜLTÜREL VARLIKLARA
SAHİP ÇIKIYORUZ"
Tarihi Kentler
Birliği’nin kuruluşunun 10’uncu yılını kutlama
etkinlikleri Kayseri’de yapıldı.
Kutlamada konuşan Kültür
ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, tescilli kültürel
varlıklara yardım konusunda bakanlığının yaptığı
katkının önceki yıllara göre arttığını belirtti.
Günay, "Hangi inançtan,
dinden, çağdan ve uygarlıktan kalmış olursa olsun,
Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde ne varsa hepsi
bizimdir ve hepsini geleceğe taşımak, insanlığın bir
emaneti olarak gözümüz, çocuğumuz gibi sakınarak
geleceğe taşımak, insanlığa karşı bizim borcumuzdur"
dedi.
Trt/Haber, 02.10.2010
|
MALATYA'DA KÜLTÜR
ENVANTERİ ÇALIŞMALARI TAMAMLANIYOR
Malatya Valisi Ulvi
Saran, Malatya'nın kültür envanterinin çıkartılması
için başlatılan çalışmalarda son aşamaya gelindiğini
bildirdi.
Kültür ve Turizm
Bakanlığı tarafından gerçekleştirilecek
'Kültür-Turizm Çalıştayı' hazırlık çalışmaları
tamamlandı. Çalışmalar çerçevesinde Malatya'ya gelen
bakanlık uzmanları kentteki tarihi ve turistik
mekanları gezerek bilgiler topladı. Bakanlık
uzmanları, incelemenin ardından Malatya Vali Ulvi
Saran'ı makamında ziyaret etti.
Turizm Bakanlığı Tanıtma
Genel Müdürlüğü Uzmanı Fuat Tayfun Şener, ziyarette
yaptığı açıklamada, şehrin önemli bir turizm
potansiyeline sahip olduğunu ve daha fazla tanıtıma
ihtiyaç duyulduğunu kaydetti. Aynı zamanda kurumun
Asya-Ortadoğu Şubesi Müdürü de olan Şener, "Buraya
gelen herkes kendine göre bir şeyler bulabiliyor.
Doğa, su sporları, tarihi eserler ve özellikle inanç
turizmleri alanında ilçede çok ciddi bir potansiyel
var. Bunu daha geniş kitlelere yaymak için bir dizi
tanıtım çalışmaları yapılması gerektiğine
inanıyorum." dedi.
Vali Ulvi Saran ise
Malatya'nın turizm potansiyelini değerlendirmek
amacıyla bir dizi çalışma yürüttüklerini söyledi.
Turizm-kültür envanteri çalışmasında son aşamaya
gelindiğini belirten Vali Saran, "Malatya'nın turizm
potansiyelini kalıcı bir vizyona kavuşturmak için
yoğun bir çaba içindeyiz. Bir defa ileri bir bilinç,
ciddi bir hazırlık gerekiyor. Potansiyel araştırması
yapılması gerekiyor. Şimdiye kadar kaybedilmiş
önemli bir zaman geride kaldı. Bunu telafi etmek
için gerçekten çok yönlü bir biçimde çalışmamıza
devam ediyoruz. Bir defa yöremizde turizm ve kültür
potansiyelinin açığa çıkarılması, anlaşılması ve
geliştirilmesine yönelik uygulamalar, orada yaşayan
insanların kültürel kimlikleri için de gereklidir.
Eğer siz çevrenizdeki kültür varlıklarının anlamını
kavrayabilirseniz kendinizi de daha iyi
tanımlayabilirsiniz. Bu anlamda bir çalışma
başlattık. Malatya'da kültür ve turizmin hemen her
alanında çeşitliliği barındırdığını görüyoruz. MÖ 6
bin yıllarına dayanan bir birikim var. Doğal ve
tabii güzellikleri itibariyle de önemli bir
potansiyel var. Bunlar değerlendirilirse ciddi bir
varlıktır. Bu çerçevede kültür-turizm envanteri için
başlattığımız çalışmayı bitirmek üzereyiz. Tabi
bütün bu varlıkları tanıtmak gerekiyor. Önce turizm
envanteri ardından turizm master planını hayata
geçireceğiz." diye konuştu.
Turizm Gazetesi,
02.10.2010
|
ANTİK KENTTE KAZILARIN
SONUNA GELİNDİ
Aydın yakınındaki
Tralleis Antik Kenti’nin Kazı Başkanı Yrd. Doç.Dr.
Rafet Dinç, Tralleis’te kazı sezonunun sona erdiğini
belirterek, ”2,5 aylık çalışma sonucunda, 43 adet
müzelik eser ile çok sayıda arkeolojik kalıntı
ortaya çıkardık” dedi.
Dinç, gazetecilere
yaptığı açıklamada, 15 Temmuzda başlayan kazıların
30 Eylül itibariyle sona erdiğini, bu yıl kazı
çalışmalarının oldukça verimli geçtiğini söyledi.
Çalışmaları sorunsuz bir
şekilde tamamladıklarını ifade eden Dinç, kazıyla
ilgili şu bilgileri verdi:
”Kültür ve Turizm
Bakanlığı tarafından Tralleis Antik Kenti
Kazıları’nın 2010 yılı çalışmalarına 25 bin lirası
ek ödenek olmak üzere 133 bin lira ödenek
gönderildi. Oldukça uygun bir ortamda gerçekleşen bu
yılki çalışmalarımızı başarılı bir şekilde
tamamladık.
Ekibimizle birlikte
yürüttüğümüz 2,5 aylık çalışma sonucunda, 43 adet
müzelik eser ile çok sayıda arkeolojik kalıntı
ortaya çıkardık. Arkeolojik kalıntılar koruma altına
alınırken, 43 adet müzelik eser, Aydın Müze
Müdürlüğü’ne teslim edildi. Devlet malı olarak
kayıtlara geçen bu eserlerin evrakları Kültür ve
Turizm Bakanlığı’na da iletildi.”
Dinç, 25 bin lira ek
ödeneğin antik kentin Arsenal bölümünün bakım ve
onarımında kullanıldığını, bu çalışmanın 1-30 Eylül
arasında yapıldığını bildirdi.
Memleket, 02.10.2010
|
SELEUKIA'DA YAPILACAK
ÇEVRE DÜZENLEMESİYLE TARİH GÜN YÜZÜNE ÇIKACAK
Manavgat Orman İşletme
Müdürlüğü, Side Müzesi’yle birlikte ilçeye 23
kilometre uzaklıktaki Bucakşıhlar Köyü sınırı içinde
bulunan Seleukia Antik Kent’in çevre düzenlemesini
yapacak.
Manavgat Orman İşletme Müdürü Ali Bahşi, turistlerin antik şehri daha rahat gezebilmesi için Manavgat Kaymakamlığı’nın talimatı üzerine Side Müzesi’yle birlikte çevre düzenlemesi çalışması yapacaklarını belirtti. Tarihi eserlerin üzerlerini örten ve yapılara zarar veren çam ağaçlarında rehabilite çalışması yapacaklarını belirten Ali Bahşi, tarihi şehrin gün yüzüne çıkması için 400 ağaçta uzayan dalları düzenleme çalışması yapacaklarını ifade etti. Bahşi, çalışmalara önümüzdeki günlerde başlayacaklarını söyledi.
Manavgat Kaymakamı Hacı
İbrahim Türkoğlu da ilçenin tarihi ve doğal
güzelliklerini bir bir gün yüzüne çıkartarak dünya
gündemine taşımaya kararlı olduklarını söyledi.
Bölgenin dünyanın sayılı ekoloji ve dağ bisikleti
parkur alanlarından bir olduğunu belirten Türkoğlu,
Seleukia’nın da bölgenin önemli tarihi Ören
yerlerinden birisi olduğunu kaydetti.
SELEUKİA NERESİDİR?
Seleukia, Manavgat’ın 13
kilometre kuzeydoğusunda, Bucakşıhlar Köyü sınırları
içerisinde bir dağ yerleşimidir. İlk kuruluşundaki
adı Lyrbe’dir. Kentte bulunan Side’ce bir yazıtta
kenttin eski geleneği olduğu okunur. Roma dönemi
paralarında kutsal taş ve kutsal Ağaçlı tapınma
alanları tasvir edilir. Yazılı kaynaklarda şehrin
Hellenistik dönem öncesine gittiği belirtilir.
Şehrin, önceleri, Side’ye karşı oluşacak her hangi
bir saldırı da son müdafaa ve koruma amaçlı bir
akropol kalekent olarak kullanıldığı bilinmektedir.
MÖ 2. yüzyılda korsanların Side’yi zaptetmesiyle
halkın bir bölümünün Seleukia’dan göç ettiği
belirtilir. Kazılarda, bu döneme ait bir bronz
Apollon heykeli Antalya müzesinden sergilenmektedir.
haberler.com, 02.10.2010
|
BEYDAĞ KALESİ'NDE KAZI
SEZONU TAMAMLANDI
Beydağ Kalesi’nde,
Ödemiş Müze Müdürlüğü başkanlığında ve Trakya
Üniversitesi’nin akademik danışmanlığında yürütülen
kazılar sona erdi. Temmuz ayından beri devam eden
kazılarda geçmiş adına önemli işaretler elde
edilirken, kazıların gelecek yıllarda da
sürdürülmesi büyük önem kazındı.
Trakya Üniversitesi’nden Yrd. Doç.Dr. Özkan Ertuğrul ve öğrencileri tarafından yürütülen kazılarda kalenin yanı sıra kale çevresinde de tarihe ışık tutabilecek bulgular elde edilirken, Ödemiş Müze Müdürü Sevda Çetin kazıların istikrarlı şekilde sürdürülmesiyle Beydağ Kalesi’nin Beydağ İlçesinin tarihini büyük ölçüde değiştireceğini söyledi. Kesin konuşmak için kazıların uzun bir süre daha devam etmesi gerektiğini kaydeden Çetin, “Kazılarımızın 2010 yılındaki kısmını tamamladık. Henüz bir şey söylemek için çok erken. Ancak yaptığımız her sondajda Roma dönemine ait mimari bulgulara rastladık. Ayrıca kale çevresinde tonozlu yapılara da ulaşıldı. Bunların neyi işaret ettiğini çözebilmemiz kazıların sürmesi gerekiyor. Önümüzde uzun bir yol var. Bu kazılar sonucunda ortaya çıkacak yapı ve eserler Beydağ İlçesi'nin tarihini değiştirecek, bize bölgedeki yerleşkeler hakkında yeniden fikir verecek. İlerleyen yıllarda da Beydağ Kalesi’ndeki kazı çalışmalarına devam etmek istiyoruz” dedi.
Beyaz Gazete, 02.10.2010
|
AHMETLER MAĞARASI
TURİZME KAZANDIRILACAK
Manavgat Kaymakamlığı,
Gebece Köyü'nde bulunan Simoğlu Mağarası'ndan sonra
Ahmetler Köyü'nde bulunan Ahmetler Mağarası'nı
turizme kazandıracak.
Manavgat Kaymakamı Hacı
İbrahim Türkoğlu, Ahmetler Mağarası'nın turizme
kazandırılması için Kültür ve Turizm Bakanlığı'na
yazılı başvuruda bulunduklarını belirterek
"Manavgat'ın tarihi ve doğal güzelliklerini bir bir
gün ışığına çıkararak dünya gündemine taşıyacağız.
Bunlardan biri de Ahmetler Mağarası.
200 metre uzunluğundaki mağara
keşfedilmeyi bekliyor. Mağara da 9 ayrı oda
bulunuyor. Mağara içi 8 ile
10 metre
yüksekliğinde. Sarkıt, dikit, sütun ve perdelerin
güzelliği büyüleyici. Bölgedeki Ahmetler Kalyonu'da
doğa sporlarına elverişli. 200 bin lira ödenek gelir
gelmez mağara da ışıklandırma ve çevre düzenlemesi
çalışmasına başlayacağız. " dedi.
Turizm Gazetesi,
02.10.2010
|
|
"ALLİANOİ'Yİ FAZLA
KAŞIMAYIN"
Ankaralı gazetecilere
Topkapı Sarayı'nı gezdiren Kültür
ve Turizm Bakanı
Ertuğrul Günay, gazetecilere ilginç bir uyarıda
bulundu.
Günay, Türkiye’nin
müzecilik standartlarının yükseldiğini ve yurtdışına
“Artık bizim de standartlarımız yüksek. Eserleri hem
koruyabiliyoruz hem de sergilenmesini
sağlayabiliyoruz. O nedenle bizden aldığınız tarihi
varlıkları iade edin” mesajı verdiklerini anlattı.
Günay, “O nedenle Allianoi gibi bazı sorunların
basın tarafından dikkatli ele alınması, yurtdışına
taşınmaması lazım. Yabancı basın, sırf bizim tarihi
eserlerin güvenliğini sağlayamadığımızı iddia etmek
için hemen olayın üzerine atlıyor ve büyütüyorlar”
dedi.
Radikal, 02.10.2010
******
ALLİANOİ SAHİDEN YOK
MU MURAT BARDAKÇI?
Bardakçı gibiler,
toplumun gözünde nasıl bir imaj yaratıyorsa, geniş
halk kitleleri çoğunlukla bayılır onlara. Yalnız
unutmayalım, o kitleler Recep İvedik’e de bayılır
Yok canım, Allianoi yok tabii. Sadece tükenmeyen
aşağılamalar var. Bir yazısında çevrecileri tarif
eden Bardakçı’nın bitimsiz, sıradan faşizmi...
Neymiş efendim; “üzerinize eski, rengi uçmuş bir
tişört geçirin” var. Horgörü buradan başlıyor,
sınıflama, ötekileştirme, aşağılayarak yalnız
bırakma var. “Hanım iseniz saçlarınızı taramaktan
vazgeçin” biçimciliği var. Birini aşağılarken ona
hanım demek ancak köşesinden ahkam kesen Ak Türklere
mahsustur; beyimiz kibar, hanım diyor. Ey Bardakçı!
Bizde ona kadın denir, bizim güzel kadınlarımız,
güzel insanlarımız vardır, yanındaki Pelin Batu gibi
tüm aymazlıklarına boyun eğmez bizimkiler.
“Şayet erkekseniz sakal tıraşınızı birkaç gün ihmal
edin” var. Erkek dediğin pahalı takım elbise giyer
ya, o var; pahalı takım elbiselerinin cebinde duran
ipekli mendil var, parlak kravatlar var, ışıltılı;
erkek dediğin, sakalını her gün kesmelidir ya, o
var, hani aynı askerdeki gibi: Sakal kesilecek, kes!
Kimilerinin kanına girmiş ordu düzeni var,
ağababaları Kenan Evren de otuz yıl önce üniversite
hocalarını sakal yüzünden okuldan attırırdı.
Allianoi yok ama “meramınızı 150 kelime ile sınırlı
peltek bir Türkçe ile ifadeye çalışın” var. Bir dil
kusuruyla alay var işte, indirgemecilik var. “Aynı
tornadan çıkmış sloganları hiç durmadan tekrarlayın
ve her üç kelime arasında ‘Hayıııır!’ çığlıkları
atın" var. Biz bağırırız evet, zoruna mı gitti
efendi, hayır’ımız seni rahatsız mı etti; itiraza
tahammülsüzlük var. Allianoi yok ama
kelimelerimizden korkanlar var, sesimizden rahatsız
olanlar var!
Yok canım yok, Allianoi yok. Baraj, köylü dostuymuş,
o var, çok köylü meraklısıdır ya bu kalın beyler...
Yiğit Bulut, hükümetini bunca severken ekranda
parlayan bol yağlı saçları, sarkıp duran etli
yanakları var. Nasıl? Konulara bunca biçimci
yaklaşabilmek, tam Türkiye’nin düzeyi değil mi
Bardakçı? 2010 yılında, hala bir ırmağın akışını
kesip önüne set çekerek elektrik üretmeyi öven
organik aydınlar var.
Organik aydın nedir? Pek mümkün değil ama
bilmiyorsundur belki. Gramsci sana bir hayli 'entel'
geldiğinden takmamışsındır. Üstadın saçları
düzensizdi ama sakalsızdı bak, seversin. İşte senin
gibilere organik aydın diyor Gramsci. Özet geçelim.
Türkçe kusurlarıma bakmazsın artık. Zaten 150
kelime... Tişörtüm de pek renkli değil...
Toplumların, burjuva demokratik devrimi boyunca,
diğer deyişle burjuvazinin siyasal iktidarı ele
geçirme sürecinde ortaya yeni 'tip' aydınlar çıkar.
Böyle dönemlerde, geleneksel aydınlar içinden bu
kategoriye çoklu geçişler yaşanır. Bu tip, büyük
kitlelerle yalnızca ideolojik değil siyasal ve
ekonomik olarak da bütünleşir.
Bu arkadaşlar en güzelinden sistemin propagandasını
yapar, onun doğruluğunu kabul eder ve egemen sınıfın
ideolojisini (yani şu durumda neoliberalizmi) yayar.
Satarlar kısacası; aklına esen, para getirebilecek
her şeyi satarlar! Okullarımızı, evlerimizi,
hatıralarımızı, ırmaklarımızı, derelerimizi,
rüzgarımızı, ağaçlarımızı... Aslında, devletin
ideolojik aygıtıdır bunlar. Bir tür çividirler
mesela; ama kördürler. Bir tür pencere diyelim,
sağırdırlar. Anlatabiliyor muyum?
Zamanla onaylamacı bir yapıya bürünen bu göbekli
(nasıl oluyormuş biçimcilik!) arkadaşlar (ki daha
çok köşe yazarı veya tv programcısıdırlar) olası her
türlü iktidarın destekçisi konumundaki yaşam
formlarına dönüşür. O zaman bunlara 'embedded
intellectual' (gömülü aydın) deriz. Zoruna gider mi
bilmem sayın Bardakçı ama bu durumda aydın falan da
değildir senin gibiler, pek aydıkları söylenemez.
Daha detaylı bilgi için Edward Said’in (saçı, sakalı
düzgündür, seversin) Entelektüel adlı başyapıtını
önereyim. Hep sen mi bize kitap önereceksin?
Bardakçı gibiler, toplumun gözünde nasıl bir imaj
yaratıyorsa, geniş halk kitleleri çoğunlukla bayılır
onlara. Yalnız unutmayalım, o kitleler Recep
İvedik’e de bayılır. Sonuçta bu kişiler birçok insan
için yol göstericiye dönüşür. Hatta kahvede
konuşulacak konuları belirlemekten biraz öteye
giderek, yılda ancak üç beş kitap okuyan kalabalığa
ne yönde düşünmeleri ve neyi o yönde düşünmeleri
gerektiğini gösterirler. Misal, Mehmet Barlas desem?
Engin Ardıç desem, Emre Aköz desem...
Gelelim Bardakçı’nın o dilinden düşürmediği
çevrecilere. Evet çevreciler var bu ülkede; bizim,
hayatı bir bütün olarak algılayışımız var. Ağacıyla,
kuşuyla, böceğiyle, her canlının en az insan kadar
kıymeti olduğunu, var olan her şeyin, öyle olması
gerektiği için orada durduğunu bilen insanlar...
Türkiye’nin ağaları daha çok araba üretsin diye 3.
köprü adı altında yapılacak ağaç katliamına, o
ağaçlar da bizim gibi canlıdır diye karşıyız, onlar
bu şehrin nefesi diye... Trafikti, gelişmeydi,
büyümeydi, bunların rengarenk ve aptal bir hayal
olduğunun; Bardakçı ve onun gibi bir dolusunun
sistemin pazarı ve pazarlığı için yaşadığının
farkındayız.
Allianoi’yı kurtaramadık; umuyoruz ki torunlarımız
onu yeniden bulacak, yeniden yaşatacak. O, iki bin
yıldır bu dünyada çünkü, sisteme inat, sermayeye,
ihalelere, kapitalistlerin aşağılık dünya
tahayyüllerine inat ayakta!
Yok olan, unutulacak olan, hayatın düşmanlarının
tarafı olacak...
Birgün, Yazı: Onur
Caymaz, 03.10.2010
******
TARİH GÖMÜLDÜ AMA
UMUT DEVAM
Bergama’da Yortanlı
Barajı’nın suları altında kalacak olan antik
Allianoi’yi kumla kaplama çalışmaları sürerken,
yarın
İzmir Ticaret
Odası’nın düzenleyeceği zirveye katılacak olan
Kültür ve Turizm Bakanı
Ertuğrul Günay
taraflarla toplanacak.
Allianoi Girişim Grubu üyesi Avukat Hilal Küey,
toplantı davetinin geçen hafta faksla ulaştığını
belirterek, şunları söyledi:
“Bakanın başkanlığındaki toplantının
İzmir 2 No.lu
Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu’nun
Alsancak’taki binasında yapılacağını, kurul üyeleri,
Allianoi Girişim Grubu üyeleri, DSİ yetkilileri ve
kurtarma projesini hazırlayan şirketin yetkililerin
katılacağı yazıyor. Ağustos ayından beri görüşmek
için verdiğimiz mücadelenin bir sonuç vermesi
sevindirici.”
Kumla kaplamanın durdurulması için açılan davanın
sürdüğünü sözlerine ekleyen Küey, mahkemenin DSİ’den
savunma istediğini, bu savunmanın beklendiğini
sözlerine ekledi.
Bu gelişmeler sürerken antik kente gide yol levhalar
ve mıcırla kapatıldı. Su Perisi Nymphe’nin
çıkarıldığı alanın doldurulmasıyla başlayan
çalışmalar güneye kaydırıldı. Güneydeki iki büyük
caddeyle eylemcilerin kendilerini bağladığı
sütunların olduğu bölümün üzeri tamamen kumla
kapatıldı.
Allianoi Girişim Grubu Dönem Sözcüsü İffet Diler,
kumla kaplama çalışmalarının sürmesine rağmen
umutlarını yitirmediklerini dile getirerek, “Henüz
mahkeme bir karar vermedi ve su tutulmadı. Umudumuzu
yitirmek istemiyoruz. Mahkeme kararından sonra
Allianoi’yi kumla kaplayanlar kapladıkları gibi
kumları toplarlar” dedi.
Diler, 10 Ekim’de, “Sessiz Kalma Allianoi’yi Gömme”
adı altında bir miting hazırlıkları içerisinde
bulunduklarını, tüm duyarlı insanları beklediklerini
sözlerine ekledi.
Hürriyet Ege, Haber:
Turan Gültekin - Mustafa Oğuz, 05.10.2010
******
"ALLİANOİ'NİN KADERİ
DEĞİŞMEDİ"
Kültür ve Turizm Bakanı
Ertuğrul Günay,
turizm zirvesi için geldiği
İzmir’de, Alllianoi
antik kentiyle ilgili sürpriz bir toplantı da yaptı.
Ancak, yaklaşık iki saat süren görüşme antik kentin
kaderini değiştirmedi.
Allianoi Girişim
Grubu üyeleri çalışmaların altı ay süreyle
durdurulmasını istedi.
Bakan Ertuğrul Günay ise umutsuz konuştu: “Eğer su
altında kalmadan koruyabileceğimiz yeni bir öneri
gelirse değerlendirebiliriz. Onun dışında, ‘Su
tutulmasın, Allianoi su altında kalmasın, burası
baraj gölünün
dışında kalsın ya da baraj olmasın’ gibi bir
alternatif bizim için bu aşamada söz konusu değil.”
Allianoi Girişim Grubu Üyesi
Arif Ali Cangı:
Görünen o ki, idare Allianoi antik kentini önce
kuma, sonra da suya gömmekte kararlı. Biz yine de
mücadelemizi sürdüreceğiz. Israrımız üzerine, “Acele
edilmesin, özenli ilerlensin” sözü toplantıda atılan
en somut adımdı.
Milliyet Ege, Haber:
Turan Gültekin, 07.10.2010
******
BAKAN GÜNAY ALLİANOİ
DUYARLILIĞININ ÖRNEK OLMASINI DİLEDİ
Kültür ve Turizm
Bakanı Ertuğrul Günay,
Allianoi
konusunda gelişen duyarlılığın, Türkiye'nin sahipsiz
ören yerlerine bir örnek oluşturması dileğinde
bulundu. Günay, İzmir
Kültür ve Turizm İl Müdürlüğü'nde basına
kapalı gerçekleşen toplantının ardından gazetecilere
yaptığı açıklamada, İzmir'in Bergama İlçesi
yakınlarındaki
Yortanlı Barajı'nın suları altında kalması
beklenen Allianoi ören yerine ilişkin düzenlenen
toplantıda, konunun taraflarının bir araya geldiğini
belirtti. Bölgede, 1993 yılında ihale edilip,
2000'li yılların ilk diliminde tamamlanmış bir baraj
gövdesiyle su tutulması ve tarımda suyun
kullanılması ihtiyacının yanı sıra, baraj
çalışmaları sırasında ortaya çıkan tarihi bir sağlık
merkezi buluntusu bulunduğunu hatırlatan Bakan Günay,
şöyle konuştu:
''Çeşitli defalar, bu alanın korunmasıyla ilgili
projeler yapılmış ve bu projeler bazen bizim
kurullarımız, bazen de yargı organları tarafından
yetersiz bulunmuş. Son bir çalışma var. Örterek,
sararak, güçlendirerek korunması konusunda yapılmış
olan dikkatli bir bilimsel çalışma var. O çalışmaya
da yargıya yapılmış bir itiraz var. Ancak şu ana
kadar gelmiş herhangi bir karar yok. Çalışmanın
gereklerinin titiz biçimde uygulanması konusunda
arkadaşlarımı talimatlandırdım. Bilimsel kurulların
öngördüğü koruma önlemleri neyse ona aykırı hiçbir
adım atılmayacak. Basında zaman zaman gördüğümüz
gibi çimento kullanılması gibi olaylar olmayacak.''
Kültür Varlıklarını Koruma Genel Müdürlüğü'nden üst
düzey yetkililerin çalışmaları yerinde
inceleyeceğine işaret eden Bakan Günay, ''Acele
etmeden, bilimsel kurulların öngördüğü koruma
yöntemlerini ağır ağır uygulayacağız. Yargının
kararı da zaten devam etmemiz veya durmamız
konusunda bir uyarıyı ortaya çıkaracak'' dedi.
Bakan Günay, Allianoi'nin korunmasına ilişkin
toplantının, tarafların görüşlerini dile getirdiği,
faydalı bir buluşma olduğunu vurguladı. Allianoi
konusunda toplumda duyarlılık geliştiğine dikkati
çeken Günay, şunları kaydetti:
''Bir dileğimi ifade ettim, Allianoi konusunda
gelişen bu duyarlılık, Türkiye'nin sahipsiz ören
yerlerine bir örnek oluştursun. Çünkü burada bir
duyarlılık var. Bu duyarlılık ne yazık ki geç kalmış
bir duyarlılık. Çünkü 1980'lerde projelendirilmiş
1990'larda ihale edilmiş ve 2000'lerin başında
bitmiş bir baraj havzası içindeki ören yerini
konuşuyoruz. Ancak şehirlerimizde halen sivil
mimarlık örnekleri, Anadolu'nun birçok yerinde
arkeolojik alanlar ne yazık ki tahrip edilebiliyor.
Bu duyarlılığı yaygınlaştıralım ülke düzeyinde ve
bundan sonrasıyla ilgili yeni dikkatli adımlar
atmamıza vesile olsun.''
Toplantıda, Yortanlı Barajı'nın su tutmasının yanı
sıra Allianoi'yi su altında bırakmayacak önlem
bulunup bulunmadığı konusunun gündeme geldiğini
anlatan Günay, Türkiye'de ve dünyada benzer bir
proje bulunmadığını, ancak öyle bir önlem varsa
irdelemeye hazır olduklarını bildirdi.
Allianoi Girişim
Grubunun, ören yerinin kumla örtülmesine
taraftar olup olmadığına ilişkin bir soru üzerine
Günay, şu yanıtı verdi:
''Allianoi Girişim Grubu, ören yerinin su altında
kalmaması konusunda arayışı halen dillendiriyor.
Ancak, ben de bulunduğumuz noktayı, kurulların
vermiş olduğu karar noktasını ifade ettim.
Kendilerine benim taahhüdüm, bilimsel dikkat içinde,
bilimsel gereklere uygun biçimde koruma önlemleri
alınması noktasında. Eğer su altında kalmadan
koruyabileceğimiz yeni bir öneri gelirse onu
değerlendirebileceğimizi söyledim. Onun dışında, 'Su
tutulmasın ve Allianoi su altında kalmasın ve burası
baraj gölünün dışında kalsın ya da baraj olmasın'
gibi bir alternatif bizim için bu aşamada söz konusu
değil.''
Bakan Günay, mahkemeden, konuya ilişkin durdurma
kararı çıkması halinde nasıl tavır alınacağı
sorusuna ise ''Yargının her türlü kararlarını
uyguluyoruz'' yanıtını verdi.
Allianoi Girişim Grubu avukatlarından
Arif Ali Cangı
ise Kültür Bakanı Günay'ın, yapılanın yanlış olduğu
konusunda görüş bildirdiğini, ancak artık baraj
tamamlanmış durumda olduğundan yapılacak birşey
bulunmadığını söylediğini kaydetti. Grup olarak,
Allianoi koruma projesinin, Danıştay'ın ve idare
mahkemesinin iptal kararları doğrultusunda
hazırlanıp hazırlanmadığının denetimi amacıyla
çalışmaların 6 ay süreyle durdurulması talebinde
bulunduklarını ifade eden Cangı, sözlerini şöyle
sürdürdü:
''6 ay içinde davalara ilişkin karar çıkmasını
bekliyoruz. Yargılama süreci yeni başladı. Bakanın
sözü şu oldu; 'Bekleyemeyiz, ancak acele etmeyelim,
çalışmalar yavaş gitsin, dikkatli gitsin' oldu.
Umarız ki bu da biraz aceleciliği önler. Çünkü
acelecilik var. 17 Ağustos, en son Koruma Kurulu
kararının tarihi. Bu zamana kadar hızla bu işe
girişildi. Yargı süreci en az 3 ay sürer ve şu anda
bu sürecin başındayız. Yargı kararı çıktığında iş
işten geçmiş olursa, 'Yargı kararına saygılıyım,
uygularım' demenin de çok anlamı kalmayacak. Bunu
vurguladık. Görünen o ki bu haliyle Allianoi'yi kuma
ve ardından suya gömmekte idare kararlı. Bizler de
mücadelemizi sürdüreceğiz. Israrımız üzerine, 'Acele
edilmesin, özenli ilerlensin' sözü, toplantıda
atılan en somut adımdı. Aceleciliği bir nebze
durdurursa bu toplantı, Allianoi için kazanımdır.''
Yapı, 07.10.2010
******
ALLİANOİ NASIL KURTULUR?
Allianoi, 1993 yılında
ihaleye verilen ve 1994 yılında temeli atılan
Yortanlı Barajı'nın gölet alanının tam ortasında
olduğundan, baraj projesi gelecekte tamamlanıp su
tutulmaya başladığında, 17 metre su altında kalacak.
Barajın gölet alanı, kış aylarının düzensiz
yağışları ve suyun aşındırması ile gölet taban ve
kenarlarından gelen alüvyon ile dolacak.
İşte bu aşamada, Allianoi konusunda uzun ve ciddi
bir araştırma yapan İzmir eski Milletvekili Hakkı
Ülkü şu değerlendirmeyi yapıyor:
"Mantık çerçevesinde 40-50 yıl sonra baraj ömrünü
tamamladığında, başta bataklık olan bu alan
kurutularak tarıma açılacak. Çünkü tarım alanları
bugünkünden daha değerli olacaktır. Ayrıca 15-20
metre derine inilip arkeolojik kalıntıların ortaya
çıkartılması olanaksızdır. Baraj gövdesi geç bir fay
hattı üzerine oturtulmaktadır. Bu bölgede 100 yılda
bir yaşanan deprem riski ile ilerde Ayazkent'i
tehdit etmektedir."
* * *
Ve, bir öneri...
Hakkı Ülkü'ye göre, baraj gövdesinin proje
başlarında olduğu gibi ve adını da bulunması gereken
yerden alan Yortanlı Köyü'ne kaydırılması sonucunda
Allianoi ören yeri tamamen korunmuş olacak aynı
zamanda kültür zenginliklerimize ve dünyada sayısı
bir elin parmaklarını geçmeyecek sağlık merkezlerine
biri daha kazandırılacaktır.
Bu nedenle mevcut yol ve kamulaştırma yatırımları da
göz önünde bulundurularak sadece toprak yığınından
oluşan gövdenin yer değişikliği üzerinde durulmalı
ve bunun 1. Derecede Arkeolojik sit alanını su
altında bırakmanın kanunsuzluğu ve hiçbir maliyetle
karşılaştırılamayacak kültürel zenginliğin korunması
yanında yeni yığma toprak bir gövdenin maliyetinin
ne kadar komik kalacağının farkına varılmalıdır.
Yeni Asır, Yazı: Erkin
Usman, 08.10.2010
|
DİKİLİ'NİN ANTİK TARİHİ
'ATERNEUS' YÜZEYSEL KEŞFEDİLİYOR
İzmir 2. Koruma Kurulu
raportörü Arkeolog Tolga Koparal ile Proje Sorumlusu
Dr. Güler Ateş ve Münih Üniversitesi'nden Dr.
Albrecht Matthaei, Aterneus'ta yapılan çalışmalarla
ilgili bilgi verdi. 22 kişi ile çalışmalara
başladıklarını ifade eden Dr. Güler Ateş; "İçimizde
arkeologlar, jeofizikçiler, jeomorfologlar var.
Jeofizikçiler yerin altınının röntgenini çekiyorlar.
Güzergahı tespit etmek için jeomorfologlar
çalışıyor. Münih Üniversitesinden Eski Çağ Tarih
Profesörü Martin Zimmermann başkanlığında buraya
gelen Münih Üniversitesi tarih öğrencileri de burada
çalışmalar yapıyor" dedi.
Bergama Kalesi'nden ve tarihinden daha eski ve büyük
öneme sahip olan Dikili Aterneus Kalesi'nde daha
kapsamlı araştırmalar yapılması gerektiğini söyleyen
Dr. Güler Ateş; "Bundan önce arkeologlar
çalıştıkları şehre konsantre oluyorlardı. 'Kenti
çevresiyle birlikte algılamak' konusunda sonradan
herkesin desteklediği bir eğilim başladı. Tarihte
insanlar sadece kentlerde yaşamıyorlardı, kent
dışında çiftliklerde, kırsal kesimlerde de
yaşıyorlardı. Buralarda yaşayan halk kentin
politikasını da etkiliyordu. Bunlardan yola çıkarak
kentleri kırsalıyla birlikte algılayalım düşüncesi
ile etrafta yüzey araştırmaları başlamış oldu" dedi
Aterneus Kalesi'nin yapımının tarihi Pergamon'dan
daha eski olduğu ve bu kalenin yapımının tunç
devrine dayandığını vurgulayan Ateş, bu kalenin
tarihi ve gelişmesi hakkında şu açıklamalarda
bulundu; "14 hektar alan üzerinde kurulmuş olan
Dikili Aterneus Kalesi'nde bulduğumuz en eski
malzeme MÖ1200 tarihine kadar gidiyor. Bizim
amacımız kazmadan yüzeyde ne varsa onu ortaya
çıkarmak. Seramik araştırmaları yaparak buradaki
kentin tüm kronolojisini bulduk. MÖ 1200 yılından
2.yüzyıla kadar kentte kesintisiz bir yerleşme var.
Bundan sonra kent terk ediliyor. MS 13. yüzyıla
kadar harabe olarak kalıyor, daha sonra buraya
Bizanslar geliyor. Kent MÖ 4. yüzyılın ikinci
yarısında çok büyüyor. Kentin diğer kentlerle
ilişkisi sınırlı, içine dönük, kendileri ürettikleri
malzemeleri kullanıp diğer kentlerle alış veriş
yapmıyorlar. Daha sonra ne olduğu anlaşılamadan her
yerden mal almaya başlıyorlar. Surların
genişliğinden kentin çok büyük olduğunu anlıyoruz.
Bu bilgileri ve buranın planını daha kazı yapılmadan
meydana çıkardık" dedi.
Münih Üniversitesi Öğretim Üyesi Jeofizik Uzmanı Dr.
Albrecht Matthaei bu tepenin yamaçlarının evlerle
dolu olduğunu belirterek; "Burası MÖ 2. yüzyılda
sivrisinek ve sıtma yüzünden terk edilmiş olabilir.
Bu konuyu da jeomorfolog arkadaşlarımız araştırıyor.
İnsanlar buradan ayrıldıktan sonra buradaki harçsız
yapılan surlar zamanla toprak hareketleri, doğa
olayları ile kendiliğinden harabe haline dönmüş.
Kayan topraklar ve taşlar evlerin üzerlerini
kapatmış, Hellenistik dönemde yapıldığı için önemli
bir yer. Hellenistik dönem bütün ayrıntılarıyla
burada yaşıyor. Buraya mutlaka bir bekçi konularak
kaçak kazıların önüne geçilmeli" dedi.
Kültür Bakanlığı'nın burada kazı yapılmasına desteği
olabilir mi? sorusunu cevaplayan İzmir 2. Koruma
Kurulu raportörü Arkeolog Tolga Koparal; "Kültür
Bakanlığı birçok kazıya destek veriyor. Ancak
öncelikle buraya bir üniversite hocasının talip
olması kazı yapmak istemesi gerekiyor. Bu durumda
Bakanlık her kazıya ödenek verdiği gibi buraya da
verecektir. Dikili gibi turistlik açıdan önemli olan
bir yer bu çalışmalar sonucu turistlik atılımlar
yapabilir" dedi. Çalışmalarda Kral Hermias'ın izinin
de takip edildiği belirtildi.
Haber Ekspres,
01.10.2010
|
LAHDİN RESTORASYON
ÇALIŞMALARI SÜRÜYOR
Taşağıl bölgesinde
karayollarının yol yapım ve genişletme çalışması
sırasında iş makinesi tarafından ortaya çıkartılan
Roma dönemine ait lahdin restorasyon çalışmaları
sürüyor.
Antalya Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Bölge Kurulu’nun kararının ardından Alanya Müze Müdürlüğü envanterine alınan eser Side Müze Müdürlüğü’nde görevli Restoratör Suzan Okumuş tarafından restore ediliyor. Eserlerin mekanik yöntemle temizlendiğini söyleyen Okumuş, “Lahdin yüzeyinde çok yoğun bir tabaka vardı. Kabartmaların teşhir edilmesi, esere ait olmayan tabakanın temizlenmesi için bugün çalışmalara başladık. Esere ait olmayan her tabaka, esere zarar veriyor. Öncelikle eserin üzerini kaplayan tabakanın kimyasal yapısını tespit etmekle ise başladık. Eserin tamamen kalsiyum karbonat ile kaplandığını belirledik ve bu doğrultuda hangi teknikle restorasyonu tamamlayacağımıza karar verdik. Orijinal tabakaya ulaşmak için kimyasal ürünler kullanmadan elimizdeki imkanlarla mekanik temizleme yöntemini kullanacağız. Restorasyonun ne zaman sonuçlanacağı ile ilgili ileri bir tarih veremiyoruz. Çünkü, minik minik aletlerle kuyu kazmaya çalışıyoruz” dedi.
Antalya Kültür ve Tabiat
Varlıları Koruma Bölge Kurulu ve Alanya Müze
Müdürlüğü’nün bölgede yaptığı incelemede eserlerin
Genç Roma dönemine ait olduklarının tespit
edildiğini ifade eden Müze Müdürü Türkmen, “Lahit
yörenin yerel taşından yapılmış. Lahdin üzerindeki
betimlemelere göre eserin hangi döneme ait olduğunu
belirlemeye çalışıyoruz. Lahdin içinden bir iskelet
çıktı. Geçen hafta Mehmet Akif Ersoy
Üniversitesi’nden bir antropolog geldi ve iskeletin
40-50 yaşlarında bir erkeğe ait olduğunu tespit
etti” diye konuştu.
Yeni Alanya, 01.10.2010
|
AĞAÇ HALKALARI TARİHİ
ESERLERİN YAPIM TARİHİNE IŞIK TUTUYOR
Yapım tarihi tam olarak
bilinmeyen eserlerin, yapılış ve onarım tarihlerinin
ağaç halkalarıyla tarihleme metodu olan
”dendrokronoloji” yöntemiyle saptanabildiği, bu
yöntemle Tokat çevresindeki 4 önemli eserin yapılış
tarihlerinin ortaya çıkarıldığı bildirildi.
İstanbul Üniversitesi
Orman Fakültesi Orman Botaniği Anabilim Dalı Öğretim
Üyesi Prof.Dr. Ünal Akkemik, AA muhabirine yaptığı
açıklamada, Anadolu’nun çok sayıda arkeolojik alan
ve tarihsel yapıyla zengin bir kültürel mirasa sahip
olduğunu söyledi.
Bu yapıların bir
bölümünün yapım ve onarım tarihlerine ilişkin
bilgilerin ya yazılı kayıtlarda ya da kapı veya
duvar üzerlerinde bulunan kitabelerde verildiğini
ifade eden Prof.Dr. Akkemik, buna karşın çoğu tarihi
yapının büyük hasarlar ve tahribatlar gördüğü için
kitabelerinin kaybolduğunu, yapım ve onarım
tarihlerine ilişkin herhangi bir bilgi bulunmadığını
ifade etti.
Bu tür yapılarda ya hiç
tarih verilmediğini ya da yüzyıllık aralıklar
verildiğini anlatan Prof.Dr. Akkemik, ”Örneğin Tokat
Deveciler Hanı ve Tokat Bedesteni’nde yapım
tarihleri 15-16. yüzyıl olarak yazılmış ve 200
yıllık bir aralık verilmiştir” diye konuştu.
Uygun ahşap materyaller
bulunabilen tarihi yapıların yapım ve onarım
tarihlerinin belirlenmesinin önemine değinen Prof.Dr.
Akkemik, bu konudaki en etkili yöntemlerden birinin
dendrokronoloji olduğu belirterek, bu yöntem
kullanılarak ülkedeki çok sayıda yapının, yapılış ve
onarım tarihlerinin saptandığını ancak yapılan
çalışma sayısının henüz daha yeterli düzeyde
olmadığını ifade etti.
Türkiye genelinde
Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinden kalan tarihi
yapıların birçoğuna ait yapım, onarım bilgilerinin
bulunmayışının dendrokronolojinin ne kadar önemli
olduğunu gösterdiğini belirten Prof.Dr. Akkemik, bu
bağlamda Tokat Vakıflar Bölge Müdürlüğü sınırları
içerisinde yer alan ve tarihlendirmeye uygun ahşap
örnekleri bulunan dört önemli yapının, yapılış ve
onarım tarihlerini saptamak amacıyla söz konusu
yöntemle çalışma yaptıklarını söyledi.
Çalışmanın Tokat ve
Amasya-Merzifon’da bulunan dört önemli tarihi
yapının dendrokronoloji yöntemleriyle yapılış
tarihlerinin saptanması amacıyla
gerçekleştirildiğini kaydeden Prof.Dr. Akkemik,
yapılan analizler sonucunda Tokat’ta bulunan
Bedesten’in 1425-1426, Gülbahar Hatun Külliyesi’nin
1485-1486 ve Deveciler Hanı’nın 1488-1489,
Amasya-Merzifon’daki Tarihi Bedesten’in de yapım
tarihinin 1672-1673 yılı olduğunun saptandığını
açıkladı.
Bu araştırmanın Tokat ve
çevresinde Osmanlı Dönemi tarihi yapılarına ilişkin
dendrokronolojik sonuçları içeren ilk çalışma
olduğunu dile getiren Prof.Dr. Akkemik, ”Tokat veya
başka illerdeki değişik tarihi yapılardan toplanacak
yeni örneklerle daha fazla tarihlendirme yapılabilir
ve böylece illerin kültürel tarihine dendrokronolojk
açıdan da katkı sağlanabilir” dedi.
Zaman, 30.09.2010
|