Haberler logo Ekim '10 Arşivi

31 Ekim - 06 Kasım 2010

TAŞKIŞLA MİMARININ PEŞİNDE

 

 

Prof. Dr. Afife Batur başkanlığında altı kadın mimar akademisyen, İstanbul’a gelen ve birçok tarihi yapının tasarımına imzasını atan İngiliz mimar William James Smith’i araştırıyorlar. Ekimde başlayan projenin iki yıl süreceğini, 2012 yılında sonuçlanacağını belirten Batur, “Projemizin amacı, 19. yüzyıl Osmanlı mimarlığının çağdaşlaşma projelerinden biri olarak Taşkışla (Mecidiye Kışlası) ve mimarı William James Smith’in İstanbul yapıları üzerine ayrıntılı bir belgeleme ve inceleme çalışması yapmak. Bu çalışmanın sonuç içeriğinin, 19. yüzyıl İstanbul mimarlık ortamının değerlendirilmesine önemli katkı sağlaması hedefleniyor” dedi.

Batur araştırmaların bir kısmını İngiliz arşivlerinde yapacaklarını, Osmanlı arşivlerinde ise şu ana kadar 489 belgeye ulaştıklarını belirterek, “Smith, İstanbul’a Abdülmecid zamanında gelmiş bir mimar. Padişahla iyi geçindiği biliniyor. Öyle ki, İtalya’da Osmanlı’nın başkonsolosu olarak görev bile yapmış. Sultanın gittiği Beyoğlu’ndaki Naum Tiyatrosu’nu yenilemiş. Birçok esere imza atmış.


O nedenle önemli mimarlardan biri ancak hakkında çok az şey biliniyor” diye konuşuyor.

 

W. J. Smith’in bilinen yapıları
* İngiliz Büyükelçilik binası (Balıkpazarı Beyoğlu): İngiltere’nin İstanbul Konsolosluğu olarak kullanılıyor.
* St. Helena Şapeli (İngiltere İstanbul Başkonsolosluğu içinde)
* İngiliz Gemicileri Hastanesi ve İngiliz Konsolosluğu (Kuledibi): Mevcut değil.
* İngiliz Konsolosluk Hapishanesi (Kuledibi): Beyoğlu Hastanesi Kadın Doğum Bölümü olarak kullanılıyor.
* Mecidiye Kışlası (Taşkışla): İTÜ Mimarlık Fakültesi olarak kullanılıyor.
Tophane-i Amire Hastanesi (Gümüşsuyu): Gümüşsuyu Askeri Hastanesi olarak kullanılıyor.
* Tophane Kasrı (Tophane): MSGSÜ Meslek Yüksekokulu ve Sanat Tarihi Enstitüsü olarak kullanılıyor.
* Kış Bahçesi-Camlı Köşk ve Alay Köşkü  (Dolmabahçe Sarayı içinde, Beşiktaş): Dolmabahçe Sarayı Müzesi’ne dahil.
* Deniz Hst. (Kasımpaşa), İbrahim Ethem Paşa Konağı (Kantarcılar): Mevcut değil. 

W. J. Smith’in yenileme çalışmaları
* Selimiye Kışlası (Üsküdar): Kışla olarak kullanılıyor.
* Naum Tiyatrosu (Beyoğlu): Mevcut değil.

 

Proje ekibi: Prof. Dr. Afife Batur (Proje yürütücüsü-İTÜ), Doç. Dr. Aygül Ağır (İTÜ), Yrd. Doç. Dr. Mine Topçubaşı (Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi), Dr. Gül Cephanecigil (İTÜ), Y. Mimar Hilal Uğurlu (İTÜ), Y. Mimar Seda Kula Say (İTÜ)

Milliyet Cumartesi, Haber: Önay Yılmaz, 06.11.2010


İnce HESap Bağdattan Dönecek mi?

DOĞA VE KÜLTÜR VARLIKLARI KATLİAMI
ASIL ŞİMDİ BAŞLIYOR!

AKP BU YASAYLA RÖVANŞA HAZIRLANIYOR

 

Geçtiğimiz hafta ardı ardına ülkenin dört bir yanından sit kararları ve Bölge İdare Mahkemelerinin HES'lere yönelik durdurma kararlarının haberleri gelmeye başladı.


Bu haberlerin içinde en çok öne çıkan Rize- İkizdere'deki HES'lerle ilgili SİT kararı oldu. Ancak Gümüşhane'den Tunceli'ye özellikle de HES projelerinin olduğu doğa alanlarından, korumaya yönelik yargı ve sit kararları sevinç yarattı.


Trabzon Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'nun, bölge halkının aylardır süren hukuk mücadelesi ve çabaları sonucu, Rize’nin İkizdere Vadisi’ni doğal sit alanı ilan etmesinin yarattığı sevinç ise ülkenin tüm doğaseverlerinin kursağında kaldı.


Bu kararın ardından Bandırma'da bir açılışta konuşan Başbakan Erdoğan, "daha önce aklınız neredeydi, sit olduğu şimdi mi aklınıza geldi. Önümüzü kesiyorlar" sözleriyle, karara sert tepki gösterdi.


Ardından da Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu, kararı yargıya götüreceklerini açıkladı. Çünkü İkizdere'deki kararın ardından, bölgedeki 22 hidroelektrik santralin yapımının önü kesilecekti.
 

Bakan Eroğlu'nun bu açıklamasının ardından gelen yeni haber ise daha da çarpıcıydı.
AKP Hükümeti, 2002 yılından beri üzerinde çalışılan ancak deyim yerindeyse "sümen altında" bekletilen "Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Kanunu Tasarısı"nı hızla Bakanlar Kurulu'ndan geçirerek meclise gönderdi.
 

Kamuoyunda oldukça tartışılan tasarının getirdiği en önemli değişikliklerden biri de mevcut doğal SİT alanlarının statülerinin yeniden değerlendirilecek olmasıydı. Ancak bundan daha da önemlisi doğal sit ilan etme yetkisinin koruma kurullarından alınıp, Çevre ve Orman Bakanlığı'na devredilecek olmasıydı.


Çevre örgütlerini ayağa kaldıran bu girişim, hükümetin 'İkizdere rövanşı' olarak değerlendirilirken, Doğa Derneği Başkanı Güven Eken, kararı "Anadolu'nun ölüm fermanı" olarak yorumladı.


Ancak Çevre ve Orman Bakanlığı artan tepkiler üzerine bir basın açıklaması yaparak, tasarının İkizdere kararıyla bir ilgisinin bulunmadığını, Aralık 2009'da AB Çevre Faslı'nın açılmasıyla başlayan sürecin bir sonucu olduğunu açıkladı. Bakanlık açıklamasında ayrıca, "Bu çerçevede ulusal mevzuatımızdaki özellikle habitatlar ve türler ile alakalı envanter oluşturulması; habitat ve türlerin izlenmesi için bir sistem oluşturulması, flora ve fauna ile yaşama ortamlarının fiziki planlarda dikkate alınması, korunan alanlar ağının oluşturulması, yönetim planlarının tanımlanması konularındaki eksikliklerin giderilmesi ve mevzuatımızın AB Mevzuatı ile uyumlaştırılması maksadıyla Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Kanunu Tasarısı hazırlanmıştır" ifadeleri dikkat çekti.


Kısaca Çevre ve Orman Bakanlığı bu çok eleştirilen tasarı için AB'ni gerekçe gösterdi. Ancak Doğa Derneği Başkanı Güven Eken'e göre tasarı Türkiye'nin imzaladığı hiç bir uluslararası anlaşmaya uymuyor.


Çevre örgütlerinin ve uzmanların ortak görüşü, tasarının bu haliyle meclisten geçmesi durumunda bütün sit alanları ve milli parkların üzerindeki hukuki koruma kalkanının sona ermiş olacağı ve bütün bu alanların betonlaşma ve diğer yatırım projeleriyle tahrip edileceği yönünde.
 

Tasarıyı değerlendiren Kırsal Çevre ve Ormancılık Sorunları Araştırma ve Uygulama Derneği'nden Doç. Dr. Yücel Çağlar, gelişmelerin 'bir musibet, bin nasihatten yeğdir' atasözünü akla getirdiğini söylüyor. İkizderede'deki sit kararının, uzunca bir süredir bekletilen tasarının gündeme gelmesine yol açtığını belirten Çağlar, yapılan tartışmaların olumlu olduğunu ancak tartışmalardaki sığlığın iktidarın bu konuda ne kadar şanslı olduğunu gösterdiğini söylüyor.


Çağlar'a göre tasarının hazırlık süreci ve içerdiği yaptırımlar, siyasal iktidarın doğal varlık ve süreçlere nasıl yaklaştığının, dahası, doğal varlıkların sermaye birikimine bir olanak olarak sunulmasının göstergesi.
 

“Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek Devletin ve vatandaşların ödevidir” hükmünü içeren Anayasanın 56. maddesini anımsatan Çağlar, "Açıktır ki, vatandaşların bu ödevlerini ancak çevrenin korunması ile ilgili her girişime katılarak ve/veya katkıda bulunarak yerine getirebilirler. Tasarının hazırlık sürecinde bir ölçüde de olsa göz önünde bulundurulan bu anayasal ilke Tasarının son biçimi verilirken göz ardı edilmiştir. Dolayısıyla, 'katılımcılık' ilkesi, Tasarının hazırlanma sürecinde, deyiş yerindeyse 'kenar süsü' işlevini görmüş, 'kağıt üzerinde kalmıştır'. Tasarı, gerçekte, 37. maddesinin 4. bendiyle 2872 sayılı Çevre Kanunu’nun 9. maddesinin 'a' fıkrasını yürürlükten kaldırarak bu durumun kurumsallaştırılmasını da öngörmektedir" değerlendirmesinde bulunuyor.


Öte yandan Tasarının 4. maddesine dikkat çeken Çağlar, maddenin 'ç' bendinde, 'Tabiat ve biyolojik çeşitliliğin yönetiminin karar alma sürecinde şeffaflık ile yeterli düzeyde katılım sağlanması esastır' biçiminde açıklanan 'katılım' ilkesinin göstermelik bir süreç olarak işletileceğinin de somut bir göstergesi olduğuna işaret ediyor.


Tasarının hemen hemen tüm maddelerinde birbirleriyle çelişkili, ne anlama geldiği anlaşılamayan terim ve kavramlara çokça yer verilerek genellemeler yapıldığının da altını çizen Çağlar, bu iddiasına Tasarının 17. maddesindeki paragrafı dayanak gösteriyor.
 

17. maddede yer alan, “Nesli tehlike altında, nadir, dar yayılışlı, dar yayılışlı endemik, relikt, tehdit altında, hassas ve gösterge türler tabii yaşama alanlarında özel olarak korunur” şeklindeki ifadelerin açık olmadığını öne süren Çağlar, "dahası, maddenin 2. bendinde “Özel korunması gereken yabani bitki ve hayvan türlerine ilişkin liste Bakanlıkça belirlenir.” yaptırımına da yer verilerek, keyfiliklere olanak sağlanmıştır" görüşünü dile getiriyor.


Önümüzdeki hafta daha çok tartışılması beklenen Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Kanunu Tasarısı'nın, içerdiği yaptırımların eksikliği ve yanlışlığının yanında içermediği yaptırımları ve yetersizlikleri dolayısıyla da Türkiye'nin doğa koruma alanındaki kazanımların onarılamayacak biçimde zarar görmesine yol açabileceğinin altını çizen Doç. Dr. Yücel Çağlar, kapsamlı değerlendirmesinde tasarının bu içeriğiyle meclise sunulmaması gerektiğini vurguluyor.
 

İşte Yücel Çağlar'ın meclise sunulan Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Kanunu Tasarısı'na ilişkin değerlendirmesinden çarpıcı satır başları...


-Türkiye’de geçerli olan ekonomik büyüme süreci yeni sermaye birikim alanlarının bulunmasını ve ticarileştirilmesini gerektirmektedir. Doğal varsıllıklar ise, ülkemizde, henüz böyle bir büyüme düzeninin gerektirdiği yoğunlukta ve yaygınlıkta henüz ticarileştirilememiştir. En son düzenlenen içeriğiyle Tasarı, öngörüldüğü gibi yasalaştığında hemen hemen tümüyle bu yetersizliğin aşılmasına sınırsızca katkıda bulunabilecek bir düzenleme işlevini görecektir.


-Amacı, “Ülkemizin kara, kıyı, sucul ve deniz alanlarındaki sahip olduğu tabii değerlerin, biyolojik çeşitliliğin, gen kaynaklarının ve peyzajın korunması ile koruma kullanma dengesi gözetilerek sürdürülebilirliğine ilişkin usul ve esasların belirlenmesi….” gibi ilgi alanları, olguları, dolayısıyla önlemleri ve ilgili kuruluşları (görevli ve yetkili) son derece farklı olan bir yasal düzenlemede bu türden belirsizlikler, boşluk ve anlam kaymaları önlenemediğinde yönetsel kargaşa kaçınılmazdır.
 

-Tasarının 6. maddesine göre; “Bu Kanun kapsamına giren konularda genel istişarenin sağlanmasını, tabiatın ve biyolojik çeşitliliğin korunmasını ve bilimsel esaslara göre yürütülmesini sağlamak maksadıyla gerekli kararları almak üzere…” oluşturulan 20 kişilik Ulusal Biyolojik Çeşitlilik Kurulu’nun çoğu üyesinin genel müdür ya da genel müdür yardımcısı gibi kamu görevlilerinden oluşturulması öngörülmektedir; öyle ki, bu kurulda DSİ ve Maden İşleri, Bayındırlık ve İskan Bakanlığı Teknik Araştırma ve Uygulama Genel Müdürleri yahut yardımcılarının da yer verilmiştir. “Mahalli Biyolojik Çeşitlilik Komisyonu”nun üye bileşiminde bile büyük ölçüde korunan bu yapının siyasal iktidarlara bağımlı olması kaçınılmazdır;


-Çevre ve Orman Bakanlığı’nın merkez ve taşra birimleri tarafından kullanılması gereken ve özellikle de doğa koruma alanında vazgeçilemeyecek olan yönetsel ilkeler geçersizleştirilmektedir; örneğin, Tasarının 4. maddesinde yer verilen “Korunan alanlarda yerinde koruma ve yönetimin sağlanması için gerektiğinde işbirliği ve yetki devri yapılabilir.” yaptırımının hangi alanlarda ve düzeylerde işletilebileceğine herhangi bir açıklık getirilmemiş olması, özellikle yerel düzeyde son derece vahim çatışmalara yol açabilecektir;
 

-Görece olarak en önemli koruma yapılarında bile, örneğin tabiatı koruma alanı, yaban hayatı koruma alanı, gen koruma alanı vb alanlarda, daha da önemlisi, bu alanların “mutlak koruma bölgelerinde” de (Madde 3/m) “üstün kamu yararı” (Madde 15/2), “stratejik kullanımı gerektiren” (Madde 15/2) vb hukuksal dayanaklara yeterince sahip olmadığı artık anlaşılan gerekçelerle, izin verilmesine, irtifak ve intifa hakları oluşturulabilmesine olanak sağlanmaktadır (Madde 15); üstelik bu alanda “son söz” için Bakanlar Kurulu yetkili kılınmaktadır;
 

-Tasarının 9. maddesinin 3. bendine göre; “Uzun devreli gelişme planları da dahil olmak üzere korunan alanlara ait her tür ve ölçekteki planlar Bakanlıkça yapılır, yaptırılır ve onaylanır. Bu alanlarda sit alanı bulunması halinde sadece sit alanlarıyla sınırlı kalmak kaydıyla ilgili Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulunun uygun görüşü alınır.”; böylece, görece olarak bağımsız organlar olan söz konusu koruma bölge kurullarının işlevleri sözü edilen “uygun görüşü” vermekle sınırlandırılmış olmaktadır.


-Açıktır ki, yatay ve dikey tümleşikliğin gerektiğince sağlanması her türlü planlama çalışmasının öncelikli koşuludur. Tasarıda bu koşul yerine getirilmemekte, aksine, gerçekte “plansızlık” olarak nitelendirilebilecek karar ve uygulama süreçlerine olanak verilmektedir. Bu durum, doğa koruma amacıyla kullanılabilecek kısıtlı kaynakların savurganlığına yol açabilecek, yanı sıra, siyasal iktidarların, somut olarak da ilgili yönetimlerin her türlü keyfili karar ve uygulamalarını kolaylaştırabilecektir.

Odatv, Yazı: Yusuf Yavuz, 06.11.2010


NİŞANYAN'DAN ŞİRİNCE'YE 'HODRİ MEYDAN' KULESİ

 
İzmir'in Selçuk İlçesi'nde sit kapsamındaki Şirince Köyü'nde inşa ettiği 16 yapı hakkında İl Özel İdare Encümeni tarafından yıkım kararı çıkan yazar Sevan Nişanyan, şimdi de İzmir Valisi Cahit Kıraç'ın, "Kanunu yerine getirip bu binaları yıkacağız" sözlerine tepki olarak Şirince'de işlettiği pansiyonun yanına 12.5 metre yüksekliğinde bir kule inşa etti; adını da "Hodri Meydan" koydu.


Bugün törenle açılışını yapmayı planladığı kuleyle ilgili olarak Yeni Asır'a açıklamalarda bulunan Sevan Nişanyan, kulenin yapımına 2 Eylül tarihinde başladıklarını belirterek, "29 Ekim'de tamamlamayı planlamıştım. Yetişmedi, üzgünüm. 1 hafta gecikmeyle açıyoruz" diye konuştu.

Türkiye'nin Doğu Akdeniz Bölgesi'nde, Gürcistan'da ve Yunanistan'ın güneyinde bu kulenin benzerlerini gördüğünü ifade eden Nişanyan, "Kuleyi yapmaktaki amacım güzellik. Bunun dışında bir amacı yok" diye konuştu. Kulenin girişindeki "Zalimin aczini görmek ve göstermek için inşa edildi" şeklindeki yazıtı da değerlendiren Nişanyan, sözlerini şöyle sürdürdü: "Kulenin girişine bir yazıt koyduk. İsteyen istediği gibi yorumlar. Zalimin aczini, yani çaresizliği görmek ve göstermek gibi bir amacımız vardı. Bunun için yazıt yaptırdık. Güzel oldu. Zalim sözüyle de genelde tüm zalimleri kast ediyorum. Kişilerle alakam yok" dedi.


İl Özel İdaresi Encümeni tarafından alınan yıkım kararları ile ilgili "paçavra değerindedir" yorumunda bulunan Nişanyan, "Bu kararların kıymeti yoktur ve ciddiye alınacak şeyler değildir. Uygulanabileceği ile ilgili ise, bu memlekette deli çok, katil de çok. Ne yaparlar, ne yapmazlar bilmem. Buna göre davranışlarımı yönlendirecek değilim" diye konuştu. Şirince'ye 15 yıldır katkı sağladığını, faydalı işler yaptığını belirten Nişanyan, şöyle konuştu:

"Ben kimsenin yapmadığı faydalı işler yapıyorum. Bu köyün güzelleşmesi, kalkınması ve Türkiye'ye örnek olması için mücadele veriyorum. O açıdan içim rahat. Mimari yönüyle sürdürülebilir kalkınma modeli açısından, eğitim kurumları inşa etme açısından dünyaya örnek olabilecek eserlerdir. Korunmaya yönelik imar mevzuatının ruhuna ve amacına bu kadar uygun çok az örnek vardır. Ancak İzmir Valiliği'ne bağlı bürokratik birimlerin bunu kavrayabilecek kapasitesi, zeka düzeyi ve kültür düzeyi mevcut değil. Dolayısıyla kendi kendilerine debeleniyorlar."


Nişanyan evleri ile ilgili alınan yıkım kararlarının gerçekleşeceğine inanmadığını belirten Nişanyan, bundan kuşku duymadığını ifade etti. Nişanyan, "Nişanyan evleri yıkılmayacak.Buna karşı bürokratik oligarşi yıkılacak. Bundan kuşkumuz yok. Türkiye iyi günlere gidiyor. Türkiye'de yönetim ve siyaset anlayışı değişiyor. Bu çağdışı, miyadını doldurmuş, son kullanım tarihi çoktan geçmiş olan devlet yönetim anlayışı son günlerini yaşıyor. İnşallah onların yıkıldığını göreceğiz."

Nişanyan kulenin önüne yerleştirdiği yazıtın üzerine de, "Zalimin aczini görmek ve göstermek için inşa edildi" yazdırdı. Kuleyi "güzellik olsun" diye yaptırdığını belirten Nişanyan, bugün saat 14.00'te açılış töreni düzenleyeceğini söyledi. "Kuleyi neden inşa ettiniz" sorusuna, "Gazeteniz vesile oldu" yanıtını veren Nişanyan, "Yeni Asır Gazetesi'nde Vali Kıraç'ın söylediği, 'yık-tı-ra-ca-ğız' şeklinde hecelenerek söylenmiş manşeti görünce böyle bir kuleyi yapmanın tam da doğru cevap olacağını düşündüm" dedi.

Yeni Asır, Haber: İlker Çoban, 05.11.2010

SAAT MÜZESİ AÇILDI

 
Dolmabahçe Saat Müzesi'nin açılışında konuşan Şahin, Türk kültür ve medeniyetinin zaman kavramına büyük önem verdiğini söyledi. TBMM Başkanı Mehmet Ali Şahin, "Kültür tarihimiz, medeniyet anlayışımızın eşsiz eserleri ile doludur" dedi.

Şahin, "Kültür tarihimiz, medeniyet anlayışımızın eşsiz eserleri ile doludur, mimari eserlerle doludur. Bu eserler, bizim milletimizin insanlık anlayışını, sanat anlayışını ve hayatı yorumlamasını bir nevi yansıtır. Bütün ecdat yadigarı eserlerde ilk göze çarpan özellik, derin insan sevgisi ve saygısıdır" diye konuştu.

Büyükşehirlerin meydanlarında saat kulelerinin görülebileceğini belirten Şahin, "Eminönü'nde de bir saat kulesi vardı. Zaman zaman oradan geçiyorum, ama hala var mı bilmiyorum" dedi.

Şahin, geçmişe doğru gidildiğinde saatin icat olarak en çok Türk insanının üzerinde çalıştığı aletlerden biri olduğunun fark edilebileceğini belirterek, Müslüman bilim adamı ve mühendis El-Cezeri'nin Süleymaniye Kütüphanesi'ndeki mevcut kitaplarında, guguklu saatlerin ilk defa onun tarafından çizildiği ve hatta farklı saatler yapıldığının görülebileceğini ifade etti.

Mehmet Ali Şahin, şunları kaydetti:
"Burada, Milli Saraylar'ın elinde mevcut ve başka bir kurumun elinde olduğunu zannetmediğim 75 civarında saati inceleyeceğiz. Bu müze ilk defa açılmıyor. 2004'te de açıldı ve uzun süre açık kaldı. Müze, genişletmek, müzecilik anlayışına göre yeniden dizayn etmek ve saatleri tamir etmek için bir yıldır kapalıydı. Burada tarihe bir yolculuk yapacağız. Bunları izlerken kültürü o hava içerisinde yaşamış olacağız."

Saatleri tamir etmenin zorluğuna işaret eden Şahin, bu konuda çok sayıda ustanın da olmadığını dile getirdi.

Şahin, kültür yadigarı saatlerin sergilendiği müzeyi yeniden ziyarete açmaktan duyduğu memnuniyeti dile getirerek, akşam da restore edilen Aynalıkavak Kasrı'nın açılışının yapılacağını sözlerine ekledi.

 

TBMM Milli Saraylar Daire Başkanı Yasin Yıldız da Saat Müzesi'nin Türkiye'de bir ilk olma niteliği taşıdığını söyledi. Yıldız, Milli Saraylar Daire Başkanlığı envanterinde bulunan saatler içerisinden depolarda bulunan ve geçmişte ziyaretçilerin göremediği saatlerin saat ustaları Recep Gürgen ve Şule Gürbüz tarafından onarıldıktan sonra sergilenmeye hazır hale getirildiğini belirtti.

Sergi mekanının da ciddi bir restorasyon çalışmasından geçtiğini ifade eden Yıldız, müzede Türk, İngiliz ve Fransız saatlerinden oluşan bir karmanın görülebileceğini dile getirdi. Yıldız, saatlerin hepsinin 19. yüzyıldan günümüze ulaşan saatler olduğunu belirterek, her birinin arkasında bir felsefe barındırdığını ve birbirlerinden ayrı ayrı önemli özellikleri olduğunu kaydetti.

Yasin Yıldız, Türk saatleri içerisinde Mevlevi saat ustalarının yaptıkları saatlerin 19. yüzyılın zihin dünyasını günümüze yansıtan güzel örnekler olarak ortaya çıktığını sözlerine ekledi.

Habertürk, 05.11.2010

SİZ OLMADAN BAŞARAMAYIZ: İSTANBUL HEPİMİZİN

 

 

Kamusal çıkar ve sosyal faydanın ön planda olduğu bir anlayışa sahip olmanın gerekliliğini her seferinde vurgulayan İstanbul S.O.S., denize, yeşile, ormana, suya, çayıra hasret kalmamak ve lastik tekerlekli tüp geçişi protesto etmek için 5 Kasım Cuma günü saat 11.00’de Galatasaray Lisesi önünde ‘tekerlek lastikleriyle’, S.O.S yazacağı, ‘Sambistambul Müzik Grubu’nun müzik dinletisiyle basın açıklaması yapacağı konu ile ilgili bir basın bildirisi yayınladı:

“İstanbul’da bir süredir kentin doğal, tarihsel, sosyal ve ekonomik anlamda yeniden şekillenmesine sebep olan bir dizi kararlar alınmakta ve uygulanmaktadır. Birçok ülkenin toplam nüfusundan daha fazla kişinin yaşadığı bu kentte, kentlilerin günlük hayatlarını, yaşam alanlarını ve ekonomik faaliyetlerini doğrudan etkileyen bu karar ve uygulamalar tamamen tepeden inme bir anlayışla ve belirli çevrelere katma değer kazandırma kaygısıyla yapılmaktadır.

Bugün İstanbul’da onlarca ‘kentsel dönüşüm’ ve ‘yenileme projesi’ bulunmaktadır. Bu projelerle İstanbul adeta yeniden inşa edilmekte, ayakta durabilen tarihi yapıların yok olmasına göz yumulmakta, orman arazileri, arkeolojik, kentsel ve doğal sit alanları ortadan kaldırılmaktadır. Kentsel dönüşüm ya da yenileme projesi adı altında, insanların evlerine kamulaştırma yoluyla el konulmakta, onlarca bazen yüzlerce yılda oluşmuş mahallerde, insanların evleri, kültürleri, komşuluk ilişkileri ve iş yerleri ellerinden alınmakta ve bu insanlar tedbirsiz ve sosyal desteksiz bir şekilde kent çeperlerinde yaşamaya mecbur edilmektedir.

Sulukule, Tarlabaşı, Fener-Balat-Ayvansaray, Zeyrek, Süleymaniye gibi eşsiz tarihi semtlerin bulunduğu Tarihi Yarımada’da çok değerli sivil mimarlık örnekleri, tescilli binalar yıkılmakta, ahşap evler umursamazca yok edilip, yerlerine betonarme binalar yapılarak giydirme cephelerle tarihin korunduğu beyan edilmektedir. Tarihi gibi görünen yeni yapılarla İstanbul ‘yalancı’ bir dekora dönüştürülmektedir.

Haliç’te 65 metre direkleri, çelik halatları ve denizden 17 metre yükseklikte gövdesiyle dev bir çelik yığını olan Metro geçiş köprüsü ile farklı açı ve yüksekliklerde açılmış metro tünellerinin plansız, programsız inşa süreçlerinin hataları kapatılmaya çalışılıyor, bu arada yüzlerce yıldır bozulmadan korunmuş yapılar, Haliç kıyılarının Süleymaniye ve Galata Kulesi’nin bulunduğu eşsiz görüntüsü tarihe gömülmek isteniyor.

Tarihi Yarımada’ya Topkapı Sarayı’nın hemen yanından çıkış yapan ve her gün 75 bin aracın geçişini sağlayacak İstanbul Boğazı Karayolu Tüp Geçiş Projesi’nin ihalesi, sözleşmesi yıllar önce yapılmış, Koruma kurulu onay kararı alınmış durumda. Bu proje fiziksel ve ekonomik yönden Tarihi Yarımada’nın ve bir anlamda bildiğimiz İstanbul’un ölümü anlamına geliyor.

Daha önce kamusal alan olarak belirlenen ve kamu yararına kullanılan hastaneler, okullar, tarihi sit alanları, vakıf arazileri, orman arazileri, kamu kurum ve tesisleri hızla özelleştiriliyor, yerlerine oteller, alış-veriş merkezleri ve turizm tesisleri yapılıyor. Tarihi Haydarpaşa Garı Otel, TCD Demiryolları arazisi ise gökdelenlerin yükseldiği bir alan haline getirilmek isteniyor. Beyoğlu’nda tarihi sinema ve kültür alanları Emek Sineması ve diğer salonlar kapatılıp yıkılarak kent kültürünün önemli yapıları alış-veriş merkezlerine dönüştürülüyor. Üçüncü Boğaz köprüsü ile ormanlık araziler ve su havzaları yok ediliyor, kırsal alanlar imara açılıyor.

Sermayenin ulusal veya uluslararası alanda hakim olduğu, yaşam alanlarımıza, dünyamıza, soluduğumuz havaya, yaşadığımız çevreye zarar verdiği, rant uğruna evlerimizin, okullarımızın, hastanelerimizin, sinemalarımız elimizden alındığı, sosyalleşme ve insanca yaşamak için parasız girilen veya kullanılabilen tek bir kamusal alanın bırakılmak istenmediği bu sürece artık dur demek gerekmektedir. Bu gidişe dur demenin tek yolu Toplumsal bilincin yeniden bireysel çıkardan kamusal çıkara doğru şekillendirildiği, sosyal faydanın ön plana çıkarıldığı yeni bir anlayışa sahip olmaktır. Aksi takdirde; denize, yeşile, ormana, suya, çayıra hasret kalacağımız, oteller ve alışveriş merkezleriyle çevrilmiş bir dünyada müşterisi olamadığımız küresel bir pazarın her geçen gün biraz daha dışına itilerek, değer görmeyen insan müsveddelerine dönüşeceğimiz bir gelecek bizi beklemektedir. Bu durum tüm topluma çok iyi anlatılmalıdır.

Yaşamımıza ve yaşam alanlarımıza daha karalı bir şekilde sahip çıkmanın zamanı gelmiştir,
İstanbul’umuza sahip çıkıyoruz…”

Yapı, 05.11.2010

KÜLTÜRPARK'TAN TARİH FIŞKIRIYOR

 

Bolu Belediyesi tarafından yeraltı otoparkı yapılması amacıyla çalışmaların başladığı Kültürpark’ta da tarihi duvar kalıntılarına rastlandı. İl Müze Müdürlüğü tarafından yapılan kurtarma kazısı ile ilgili bilgiler veren Müze Müdürü Mustafa Güneş, Kültürpark’ın Kentsel Arkeolojik Sit Alanı içerisinde yer aldığı söyledi.

 

Güneş, “Otopark yapılacak alanın sit alanı içinde kalması nedeni ile Ankara Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’nun 17.03.2010 tarih ve 4934 sayılı kararı gereğince Müdürlüğümüzce Mayıs ayında sondaj kazısı yapılmış ve sahada 16 adet sondaj çukuru açılmıştır. Söz konusu çalışma sırasında bazı sondajlarda duvar kalıntılarına rastlanmıştır. Konu tekrar Koruma Kuruluna iletilmiş ve Ankara Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’nun 30.06.2010 tarih ve 5179 sayılı kararı ile duvar kalıntılarının tümünün açığa çıkarılması için kurtarma kazısı yapılmasına karar verilmiştir. Söz konusu karar uyarınca; Bakanlığımız, Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğünün 12.08.2010 tarih ve 172467 sayılı ruhsatı ile Müdürlüğümüzce 20.09.2010 tarihinde Kurtarma kazısı çalışmalarına başlanmıştır” ifadelerini kullandı.

Bolu'nun Sesi, 05.11.2010

CAMİNİN GÜNEY KAPISI NEDEN KAPATILDI?

 

 

Sivas'ta 1833 yılında yapıldığı tahmin edilen tarihi Çatalpınar Korkmazoğlu Cami'sinde başlatılan restorasyon çalışmaları cami cemaatinin tepkisini çekti. Cami cemaati yoğun olarak giriş yapılan kapının neden kapatıldığını merak, ikinci bir kapının ne gibi bir mahsurunun bulunduğunu merak etmeye başladı.


Vakıflar Bölge Müdürlüğü tarafından geçtiğimiz aylarda ihalesi yapılan ve çalışmalarına başlanan tarihi caminin bahçesine çıkan iki giriş kapısından biri iptal edildi. Cami cemaatinin yoğun olarak giriş yaptığı kapının restorasyon çalışmaları kapsamında iptal edilmesine özellikle yaşlı vatandaşlar tepki gösterdiler.


Caminin Alibaba Caddesi'ne bakan kısımdaki bahçe kapısının iptal edilmesine tepki gösteren vatandaşlar, camiye giriş yapmak için daha uzun mesafe kat etmek zorunda kalacaklarını ifade ederek,cemaat arasında özellikle yaşlı vatandaşların yanı sıra özürlü ve hastalığa yakalanan  cemaatin camiye girişte zorlanacağını kaydettiler. Yıllardır iki kapısı bulunan caminin bir kapısının neden iptal edildiğini anlamakta zorlandıklarını belirten vatandaşlar yetkililerin konuya eğilmesini istediler. Çok uzun yıllar çift bahçe kapısı ile ibadete açık bulunan camiinin projesinin tek kapının iptal edilerek çizildiği ve kurulun onayından geçerek restorasyonun bu proje dahilinde gerçekleştirildiği öğrenilirken, projeyi çizenlerin ve bu projeyi onaylayanların ikinci bir kapıda ne mahsur gördükleri ise merak konusu oldu. Cami cemaati yetkililerin bu konu ile ilgilenmelerini ve uzun yıllardır camiye girişte kullanılan ikinci kapının tekrar açılarak cami cemaatinin mağduriyetlerinin giderilmesini istiyorlar.
 

Sivas Çatalpınar'da bulunan bu caminin kitabesi günümüze gelememiştir. Bununla beraber cami içerisindeki bir levhada Ali Aşkar Paşa'nın 1833 yılında yaptırdığı yazılıdır. Moloz taş ve tuğladan yapılmış olan cami kareye yakın dikdörtgen planlıdır. Üzeri kırma çatı ile örtülüdür. İçerisinde herhangi bir bezemeye rastlanmamıştır. Yanında taş kaide üzerine yuvarlak gövdeli, tek şerefeli minaresi vardır.

Sivas Hürdoğan, 05.11.2010

İSTANBUL'UN KÜLTÜR MİRASI KAYIT ALTINDA

 

Sahip olduğu kültürel varlıklar bakımından dünyanın en zengin şehirlerinden biri İstanbul. Binlerce yıllık tarihine şahitlik etmiş izler şehrin her yerinde.

 

Ancak kültürel mirasın dört başı mamur bir envanteri, bugüne kadar ne yazık ki çıkarılamamış. Şimdi ise Prof.Dr. Ahmet Emre Bilgili öncülüğünde bir heyet, İstanbul'un kültür varlıklarını kayıt altına alıyor.

 

İstanbul Kültür ve Turizm Müdürü Ahmet Emre Bilgili'nin girişimi, 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı'nın desteğiyle İstanbul'un kültür haritası çıkarılıyor. Camiler, tarihi özelliğe sahip Doğu Roma'dan Cumhuriyet'e kadarki bütün yapılar ve sözlü kültür, bir yazılıma aktarılıyor ve kayda alınıyor. Şimdiye kadar girilen bilgi 60 bin sayfayı buluyor.

 

Proje ile İstanbul'un kültürel varlıkları, ulaşılabilen en eski tarihinden günümüze kadarki süreçte ele alınıyor ve bu dönemlere dair mirasın envanteri (dökümü) çıkarılıyor. Aslında İstanbul kültürüne dair her şeyin bulunabileceği bir kütüphane kuruluyor. Kütüphane dediysek yığılı kitapların olduğu bir oda düşünmeyin. Bu sadece online ortamda, istenilen her bilgiye ulaşılabilecek bir site. Zaten projenin önemi de buradan geliyor. İstanbul'un kültürel envanteri daha önce birçok kez çıkarılmaya çalışılmış fakat hiçbir zaman bir arşivde toplanamamış.

 

Proje, Prof.Dr. Ahmet Emre Bilgili başkanlığında 48 kişiden oluşan bir ekibin, 16 aylık sıkı bir çalışmasıyla hayata geçiriliyor. İstanbul'un kültürel tarihini öğrenmek isteyen binlerce sayfalık bilgilere bir tıkla ulaşabilecek. Hatta akademisyenler, öğrenciler, araştırmacılar, yazarlar buradaki verilerle sağlıklı araştırmalar yapabilecek.

 

Sitede kaynakların yanı sıra, İstanbul ile ilgili tüm kitapları, yayınları, tezleri, ayrıca şehrin dönemlere göre haritaları görülebilecek. Mesela, 1836-1837 yıllarında Von Moltke tarafından hazırlanan İstanbul haritası, 1861-1876 tarihinde belediye tarafından 1/200 ölçeğinde hazırlanan İstanbul'un ilk modern kadastro haritası bunlardan bazıları.

 

Özellikle halk bilimcilerin, turizm acentelerinin, turist rehberlerinin işini kolaylaştıracak bir başka veri başlığı ise 'Halk Kültürü'. Bu bölümde, şehre dair birçok efsane de toparlanıp kayda geçilmiş. Tarih boyunca İstanbul'daki gelenek görenekler ince ince tespit edilmiş; çocuk oyunlarından amin alaylarına, eğlence hayatından günlük hayata, el sanatlarından sanatçılara, hanlardan hamamlara pek çok şey burada kaynağıyla verilmiş.

 

Projede 21. yüzyılın kültür alanları ve etkinlikler de unutulmamış. Sanat galerileri, opera ve bale salonları, konser salonları, sinemalar, bienaller, festival ve fuar bilgileri, sivil toplum kuruluşlarına, derneklere bağlı kültür merkezlerinin çetelesi tutulmuş. Ancak bu sistemin bir sorunu var: Projenin devamlılığını sağlayacak maddi destekte bulunacak sponsor bulmak...

 

1 milyon 512 bin liralık bir bütçeyle hayata geçen böylesine detaylı ve devasa bu projenin öncüsü İstanbul İl Kültür ve Turizm Müdürü Prof.Dr. Ahmet Emre Bilgili; amaçlarının, kültürel mirasıyla dünya şehirlerinin ötesindeki İstanbul'u kaybetmemek ve gelecek nesillere aktarmak olduğunu söylüyor. Bilgili, projeyi daha önce birçok kez uygulamaya koymak istediklerini fakat bütçe bulunamadığından yarı yolda kaldıklarını ifade ediyor. Ve ekliyor: "Bu yıl, İstanbul'un Kültür Başkenti olması bizim için fırsattı ve hemen ajansa, projenin işleme girmesi için teklif sunduk. Ajans da İstanbul'un Kültür Başkenti olmasına yakışır bir proje olduğundan teklifi kabul etti. Bu aşamadan sonra, işin ehli olan kişilerle güçlü bir ekip kuruldu ve kısa sürede projenin büyük çoğunluğu bitti."

 

Projede; Prof.Dr. Zeynep Ahunbay, Prof.Dr. Mehmet Özdoğan, Doç.Dr. Haluk Dursun, Doç.Dr. Zeynep Enlil, Doç.Dr. Abdulkadir Emeksiz gibi alanlarında uzman isimler yer alıyor. Mustafa Talha Selimoğlu, Doğu Roma'dan Cumhuriyet'e su yollarının haritalarını çıkarıyor şu günlerde. Restorasyon uzmanı mimar Nisa Semih ise surlarla ilgili envanter çalışmasını yürütüyor.

 

Projenin İstanbul'a ve Türkiye'ye katkısı ne olacak?

Uzun çalışmalar, güçlü bir ekip, bürokratik ve akademik bir destek, teknolojik altyapı ve ciddi bir bütçenin biraraya gelmesiyle yürütülen kültür envanteri projesinin İstanbul'a ve Türkiye'ye katkısı ne olacak peki? Öncelikle, proje için hazırlanan yazılım, diğer illerin kültürel mirasını verilemek istendiğinde teknolojik altyapıyı sağlayacak. Bu deneyim, Türkiye'deki diğer kentler için de bir model oluşturacak. Böylece, Türkiye'nin uluslararası tanınırlığını artıracak, turizm potansiyelini yükseltecek. Nihayetinde kültürel değerler bir havuzda toplanacak.

Sahip olduğu kültürel varlıklar bakımından dünyanın en zengin şehirlerinden biri İstanbul. Binlerce yıllık tarihine şahitlik etmiş izler şehrin her yerinde.

Zaman Cuma, Haber: Sevim Şentürk, 05.11.2010

AĞA HAN MÜZESİ HAZİNELERİ SERGİSİ AÇILIYOR

 

  

 

İslam dünyasının, Endonezya'dan Sicilya'ya, Endülüs'ten Çin'e uzanan farklı coğrafyalarda aynı döneme denk gelen yansımalarını içeren "Ağa Han Müzesi Hazineleri" başlıklı sergi, yarın Sabancı Üniversitesi Sakıp Sabancı Müzesi'nde (SSM) açılacak.


SSM'nin, Ağa Han Kültür Vakfının iş birliğiyle düzenlediği serginin tanıtımı amacıyla düzenlenen toplantıda konuşan Müze Müdürü Nazan Ölçer, en değerli İslam sanat eserlerini bünyesinde barındıran ve 2013 yılında Toronto'da ziyarete açılacak Ağa Han Müzesi'nin başyapıtlarını sanatseverlerle buluşturan serginin, halkının büyük çoğunluğu Müslüman olan bir ülkede ilk kez gerçekleştirildiğini belirtti.


İslam dünyasının, Endonezya'dan Sicilya'ya, Endülüs'ten Çin'e uzanan farklı coğrafyalarda aynı döneme denk gelen yansımalarını içeren sergide, seramik, ahşap, metal, kumaş gibi materyallerden yapılan ve üzerlerinde Kur'an-ı Kerim'den metinlerin yer aldığı objelerin yanı sıra el yazmaları ve minyatürlerin de bulunduğunu belirten Ölçer, eserlerin Ağa Han ve ailesinin şahsi koleksiyonu olduğunu söyledi.


Ölçer, İslami sanatların seçkin örneklerinden oluşan serginin, koleksiyonun toplandığı ülkelerin coğrafi ve kültürel çeşitliliği aracılığıyla, İslam'ın evrenselliğine işaret ettiğini vurgulayarak, "Sergi, İslam sanatının Avrupa'dan Çin'e ulaşan bir coğrafyada beslendiği ve beslediği kültürleri gözler önüne seriyor. Serginin, İslam sanatının dünyanın dört bir yanında ortaya çıkan ve hiç görmediğimiz yansımalarını gözler önüne sererek, belki de zaman zaman unuttuğumuz hoşgörü ve karşılıklı anlayış hislerini tazeleyeceğini umuyoruz. Sergide, her zaman görme fırsatı bulamayacağımız eserler yer alıyor" diye konuştu.


İslam sanatında yazının her zaman büyük önem taşıdığını, sözü kağıda aktaran sanatçıya verilen değerin bütün sanatların üstünde tutulduğunu anlatan Ölçer, "Onlar yazdıkları eserlere küçük notlarla kimliklerini, kimin öğrencisi olduklarını, ne amaçla yaptıklarını yazarlar ve bizlere tarihte iyi bir pencere açma fırsatı verirler. Tuvallere yansıyan resim sanatı, İslam sanatında bazen bir kitabın sayfalarına girebilir ve onunla kısıtlı kalabilir ama bazen de onların devasa boyutlarda yaptıkları minyatürlere yol açar" dedi.





"EN İYİ SERGİ OLDU"
Ağa Han Kültür Vakfı Genel Müdür Luis Monreal ise sergideki başyapıtların, Toronto'da 2013'te açılacak Ağa Han Müzesi'ne ait olduğunu belirterek, "Kuzey Amerika'da böyle bir müze kurma fikri, Batı dünyasına İslam kültürünün çeşitliliğini göstermek amacıyla ortaya çıktı. Çünkü İslamiyet, geniş bir coğrafyaya yayılan, farklı mezheplerden inananlarıyla, 1300 yıldan uzun bir geçmişe sahip bulunuyor. İslam sanat ve geleneğinin evrensel yönünü de göreceğimiz sergide yer alan eserler arasında, Çin'den İspanya'ya kadar çok geniş bir coğrafyayı kapsayan eserler bulunuyor" diye konuştu.


Müzenin, Vakfın, İslam dünyasına yaptığı çalışmaların bir uzantısı olduğunu belirten Monreal, tarihi şehirleri rehabilite etme, canlandırma ve gerekirse tarihi eserleri koruma altına alma amacını taşıdığını söyledi.


Afganistan, Pakistan, Suriye, Tanzanya, Zanzibar, Mali'nin de aralarında bulunduğu birçok ülkedeki İslami eserleri restore ettiklerini, koruma altına aldıklarını ve koleksiyona kazandırdıklarını kaydeden Monreal, Türkiye'nin de Ağa Han konusunda ne kadar hassas olduğunu bildiklerini, Türk mimarlarının, her yıl verilen Ağa Han mimar ödüllerini defalarca aldığını anlattı.


Koleksiyonun farklı eserlerinin, İtalya, İngiltere, Almanya ve Portekiz'de sergilendiğini, eserlerin İstanbul'un ardından da Malezya, Güneydoğu Asya ülkelerinde ve ABD'de sanatseverlerle buluşacağını belirten Monreal, "Bugün burada gerçekten çok parlak başyapıtların bir kısmını göreceksiniz. Bu sergiye katılım müze için hazırlık gibiydi. Koleksiyonun içindeki eserleri farklı şekillerde yorumlamalarına izin verildi. Farklı bir yorum ortaya çıktı. İltifat etmek için değil, samimi bir şekilde söylemek istiyorum. İstanbul şimdiye kadarki en iyi sergiyi bir araya getirdi. Hazırlanan katalog da en iyisi" dedi.


Toplantının ardından Ölçer, Monreal ve küratör Benoit Junod, gazetecilere sergiyi gezdirdi.

SSM, bu sergide "Efsane İstanbul: Bizantion'dan İstanbul'a - Bir Başkentin 8000 Yılı" sergisini kurgulayan mimar Boris Micka ile çalıştı. Micra, eserleri, İstanbullulara farklı bir deneyim yaşatacak ve ziyaretçiyi sıkmayacak interaktif bir düzenle yerleştirdi.


İslam sanatına farklı bir bakış açısı getiren sergide, 4 eserin üzerindeki yazılar, dokunmatik ekranlar yardımıyla Farsça, Türkçe ve İngilizce olarak ekrana yansıtıldı.


Böylece müzeyi gezenler, dünya edebiyatının şaheserlerinden biri kabul edilen İranlı şair Nizami'nin 12. yüzyılın sonlarında yazdığı "Hamse"sini, 15. yüzyılda Timuri edebiyatçısı Hüseyin el-Vaiz el Kaşif'in masal derlemesini, Firdevsi'nin ünlü destanı Şehname'nin 1492'de Şiraz'da yazılan resimli nüshası ile 1654 tarihli İsfahan'da yazılan nüshasını okuyabiliyor.


Sergi, 27 Şubata kadar görülebilecek. Sergi süresince, tüm hafta sonları, Sabancı Üniversitesi öğrencileri tarafından ücretsiz rehberli tur hizmeti verilecek. Ayrıca serginin ilerleyen günlerinde "Komşu Günü" etkinliğiyle Emirgan çevresindeki sanatseverler müzede ağırlanacak.


Sergiyle paralel, hafta içi 10.00-11;12.00 ve 13.00-11;15.00 saatleri arasında, okul grupları için atölye çalışmaları gerçekleştirilecek.

Türkiye Gazetesi, 05.11.2010

KANUNİ'NİN 4 ASIRLIK MİRASI: TERK EDİLEN SU SARNIÇLARI

 

Kanuni Sultan Süleyman'ın Rodos Seferi öncesinde yaptırdığı su sarnıçları yok olma tehlikesiyle karşı karşıya. 490 yıllık sarnıçlar yüzyıllar boyu, dağ başlarında, yol kenarlarında su ihtiyacını karşılamış.

 

Mimar Sinan'ın inşa ettiği yapılar, sanat tarihinde bir satır bile olsa yer almamanın hüznünü yaşıyor!

 

Kanuni Sultan Süleyman'ın 1520 yılında Rodos Seferi öncesinde ordunun su ihtiyacını karşılamak için Muğla'ya yaptırdığı sarnıçlar, tabiat şartlarına dayanmaya çalışıyor. Mimar Sinan tarafından inşa edilen 490 yıllık eserler, sanat tarihinde bir satır da olsa yer almayı bekliyor.

 

Fethiye'den Bafa Gölü'ne, Bod-rum'dan Denizli-Tavas'a kadar uzanan bir coğrafyada yaygın olan sarnıçlar, bölgenin mührü, kimliği ve dağ başlarındaki yalnız bekçisi gibiler. Türkiye'de en yoğun olarak bu yörede bulunan sarnıçların 300 civarında olduğu tahmin ediliyor. Bazıları kubbeli, bazıları tonozlu olan sarnıçların 30 kadarının girişinde kitabeler dikkat çekiyor. Bodrum yolu üzerindeki Sıralık mevkiinde bulunan ve Miladi 1766 yılında inşa edildiği görülen bir sarnıçtaki kitabede şu ifadelere yer veriliyor: "Hasbüna'llah ve ni'me'l-vekil Ni'me'l-Mevla ve ni'me'n-nasir. Sahibü'l-hayrat ve'l-hasenat El-Hacc Abdullah el-Muğlavi Sene 1180 (Miladi 1766)"

 

Sarnıçları ile ilgili araştırmalar yapan Muğla Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Türk Dili Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr. Namık Açıkgöz, sarnıçların, Muğla yöresine, Kanuni'nin bir hediyesi olduğunu söylüyor. Açıkgöz, "Kanuni 1522 yılının Haziran ayı başında, Rodos'u fethetmek üzere İstanbul'dan yola çıkarak, 24 Temmuz 1522 günü Muğla'ya gelmiş ve karargahını kurmuş. 2 gün sonra, 26 Temmuz günü Marmaris'e ulaşan Kanuni ve ordusu, Muğla'da su ihtiyaçlarını bu sarnıçlardan karşılamış." diyor.

 

Sarnıçlar, sadece sanat tarihi ve mimari açıdan önemli değil, bugün yol kenarlarında bulunanlar, eski devirlerdeki ulaşım yollarının belirlenmesine yardımcı olduklarından tarihi ve coğrafi açıdan da önem taşıyor.

 

Bu taş yapılar, güzel görünsün diye üzerleri sıvandığı ve hatta kireçle badana edildiği için tek tipleştirilmeyle karşı karşıya. Sarnıçların birçoğu kullanılmıyor. Fakat dağ başlarındakiler, yalnızlığa terkedilmiş durumda. Sarnıçlar, sanat tarihinde bir satır da olsa yer almayı bekliyor.

 

Sarnıçlarda, daire şekilli istinat duvarı üzerini örten kubbe, taşların ters gerilim tekniğine göre dantel gibi işlenip örülmesiyle ayakta durur ve tam tepesinde kilit taşı yer alır. İstinat duvarlarının yüksekliği bir-bir buçuk metre, kalınlığı ise 40-50 santimdir; ancak bir taş eninde olan kubbe ise 15-20 santim kalınlığındadır. Kubbe, istinat duvarının üstünde ve 25-30 santim içinden başlar. Kapı kısımlarında ve alınlığında, yekpare kesilmiş mermerler veya büyük taşlar yer alır. Kubbe veya tonozun, istinat duvarından 25-30 santim kadar içte kalmasının ve istinat duvarının dış kısmının, biraz yüksek olmasının sebebi, kubbeye düşen yağmur sularının, duvarla kubbenin birleştiği yerdeki dolgu deliklerinden, sarnıcın içine akmasıdır. Son dönemlerde yapılan sarnıçlarda, dolgu delikleri toprak seviyesindedir ve bu yüzden, sarnıca, yağmur suyu ile birlikte, toprak da dolar; böylece bir süre sonra sarnıç kullanılmaz hale gelir. Sarnıca, kapıdan yağmur suyu ile birlikte toprağı sürükleyip gelen suyun girmesini ve sulanmaya gelen hayvanların sarnıca düşmesini önlemek amacıyla, 40-50 santim yükseklikte kare veya dikdörtgen alanlı bir engel duvarı örülür. Sarnıçlar, genellikle dere taşıyla, az da olsa bazıları kırma taş ile yapılır. Taşları tutturmak için, önceleri yağlı çamur, sonraları ise kireç-kum karışımı harç kullanılır. Orijinallerinde, örme taşların üstünde sıva yoktur ve bu halleriyle, yalın bir güzellik sergilerler.

Zaman Cuma , Haber: Kayber Avcı, 05.11.2010

TARTIŞMA YARATAN MEDRESE MÜZE OLACAK

 

 

Bir süre önce modacı Cemil İpekçi'nin düzenlediği defileyle gündeme gelen Mardin'deki tarihi Kasımiye Medresesi, bilim müzesi oluyor. Mardin'de aralarında sivil toplum kuruluşu temsilcilerinin de yer aldığı bir grubun, Eylül ayında Cemil İpekçi'nin 'Bir Doğu Masalı Dört Mevsim' defilesine dini mekan olduğu gerekçesiyle karşı çıktığı Kasımiye Medresesi'nin, 'El Cezeri Bilim Müzesi'ne dönüştürülmesi için başlatılan çalışmalar sürüyor.

Mardin Valisi Hasan Duruer yaptığı açıklamada, Artuklular zamanında yapımına başlanan, Akkoyunlular döneminde tamamlanan, eğitim ve bilim merkezi olarak kullanılan Kasımiye Medresesi'nin derslik, öğrenci yatakhanesi, laboratuar, mescit ve eyvandan oluştuğunu belirterek, bu mekanın I. Dünya Savaşı'na kadar işlevini sürdürdüğünü söyledi.

Medresede restorasyon çalışmalarının Kültür ve Turizm Bakanlığı'nca yapıldığını, Diyarbakır Vakıflar Bölge Müdürlüğünce de kültürel amaçla kullanılmak üzere Mardin Valiliğine kiralandığını belirten Duruer, Medresenin bilim müzesine dönüştürülmesi için bir süre önce başlattıkları çalışmanın sürdüğünü bildirdi.

Kasımiye Medresesini bütün Ortadoğu'ya hitap edecek bir bilim müzesi haline getireceklerini bildiren Duruer, "Yaklaşık olarak üç milyon dolarlık bir çalışma ile Kasımiye Medresesini, El Cezeri Bilim Müzesi haline getiriyoruz. Bu bilim müzesinde sergilenecek eserlerin yüzde 60 geldi. Bu müze, Mardin'e sembol olacak. Bütün Ortadoğu'ya hitap edecek bir bilim müzesi haline getiriyoruz. Bununla Mardin dördüncü müzeye kavuşmuş olacak. Bunlar Arkeoloji Müzesi, Etnografya Müzesi, Bilim Müzesi ve Kent Müzesidir. Sanat galerileri ile de şehri donatacağız" dedi.

Vali Duruer, Deyrulzafaran Manastırı'nın Mardin'in önemli eserlerinden bir tanesi olduğunu belirterek, "Biz, medeniyetlerin hepsini kendi medeniyetimiz kabul ediyoruz. İster Müslüman, ister Hıristiyan ister Yezidi olsun kendi medeniyetimiz olarak değerlendiriyoruz. Dolayısıyla burada bu çalışmayı yapıyoruz. Ocak ayı sonunda kadar buradaki çalışma tamamlanır" diye konuştu.

Mardin'i eski kimliğine kavuşturmak için çalışmaların yoğun şekilde sürdüğünü belirterek Vali Duruer, bunun için toplam 100 milyon liraya ihtiyaç olduğunu söyledi.

Mardin Kalesi'nde 218 yıldır restorasyon yapılmadığını kaydeden Duruer, kalenin onarımı için gerekli olan 15 milyon lirayı temin ettikleri anda çalışmayı başlayacaklarını sözlerine ekledi.

Habertürk, 04.11.2010

MATISSE'İN ESERİNE REKOR FİYAT

 

Ünlü Fransız ressam ve heykeltıraş Matisse'in bir heykeli, açık artırmada 48,8 milyon dolara satıldı. Çıplak bir kadının arkadan tasvir edildiği 1,8 metrelik bronz heykelin, Londra'daki Christie's müzayede evindeki açık artırmada, komisyon dahil 25-35 milyon dolar arasında alıcı bulacağı tahmin ediliyordu.

Christie's müzayede salonu, açık artırmayı Gagosian Galerisi'nin kazandığını bildirdi.

'Nu de dos, 4 etat' (Arka 4) adlı eserin, Matisse'in 1908-1931 yılları arasında yaptığı dört heykellik serinin bir parçası olduğu belirtiliyor.

 

Aynı müzayedede, İspanyol kübist ressam Juan Gris'in yağlıboya bir eserinin de 28,6 milyon dolara satıldığı bildirildi.

Habertürk, 04.11.2010

EDİRNE'DEKİ SİNAGOG RESTORE EDİLECEK

 

Edirne'de II. Abdülhamid'in fermanıyla yapılan ve şu anda harabe durumunda olan sinagog restore edilecek.

Vakıflar Bölge Müdürlüğü tarafından yapılan ihale sonucunda başlatılacak restorasyonun 2012 yılında tamamlanması hedefleniyor. 1906'da Osmanlı Hükümdarı II. Abdülhamid'in fermanıyla Viyana sinagogu örnek alınarak Fransız mimarı France Depre tarafından inşa edilen sinagog, 1907 yılında ibadete açıldı. 1983 yılına kadar sinagogu kullanan Yahudi cemaatinin şehri terk etmesi ile cemaatsiz kalan sinagog, vakıf mevzuatı gereği 1995 yılında Vakıflar Genel Müdürlüğü'ne geçti. Avrupa'nın en büyük üçüncü sinagogu olma özelliğine sahip olan yapı aynı zamanda üç ana binadan oluşuyor. Bunlar Büyük Sinagog, Küçük İbadethane (Müştemilat) ve Okul (idari bina) binasıdır. Büyük oranda tahrip olan yapının restore edilmesine karar verildi. Restorasyon 2012 yılında tamamlanacak.

Zaman, Haber: Kadri Kılıç, 04.11.2010

EROĞLU: ILISU, HASANKEYF'İN KURTARILMASI İÇİN FIRSAT

 

Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu, Hasankeyf’i su altında bırakacak olan Ilısu Barajı’nın aslında tarihi kentin kurtarılması için bir fırsat olduğunu söyledi.

 

Eroğlu, “Ilısu Barajı yapılmasa o tarihi eserlerin hepsi harap olacaktı. Kültür Bakanlığı’yla birlikte muhteşem bir kurtarma projesi hazırlıyoruz” dedi.

Hürriyet, 04.11.2010

TÜRBELER ALTIN ÇAĞINI YAŞIYOR

 

, ve türbelerinin restorasyonu için Gürsoy Grup Yönetim Kurulu Başkanı ile İstanbul Kültür ve Turizm Müdürü Prof.Dr. Ahmet Emre Bilgili arasında bir protokol imzalandı. Tören sonrası basın mensuplarının sorularını yanıtlayan Bilgili, "Kanuni Sultan Süleyman, Hürrem Sultan ve Mimar Sinan türbelerinin restorasyonu ile birlikte İstanbul'da restore edilmemiş hiçbir türbe kalmayacak" dedi. Bilgili, herhangi bir gerekçe ile kapalı olan hiçbir türbenin bulunmadığını ifade etti. Gürsoy Grup Yönetim Kurulu Başkanı Hasan Gürsoy da böyle bir görevi üstlenmekten dolayı kendisini şanslı saydığını anlatarak, "Ben burda doğup büyüdüm. Mimar Sinan İlkokulunda okudum. Vefa Lisesi mezunuyum. Bu fırsatı yakaladığım için mutluyum. Türbeleri en kısa sürede projelerine uygun olarak teslim edeceğiz. İstanbul turizmine ve kültürüne hizmet sağlayacağız" diye konuştu.

Hasan Gürsoy'un, türbelerin restorasyonunu karşılıksız üstlenmek için müdürlüğe başvurduğunu belirten Bilgili, bu girişiminden dolayı Gürsoy'a teşekkür etti. Süleymaniye Camisi'nin de Gürsoy Yapı tarafından restore edildiğini hatırlatan Bilgili, aksilik yaşanmadığı takdirde caminin açılışının Kurban Bayramı'nda yapılacağını kaydetti.

Sabah, Haber: Mesut Altun, 04.11.2010

RUSYA TARİHİNDEN TABLOLAR

 

 

Pera Müzesi’nde dün açılışı yapılan “Çarlık Rusyası’ndan Sahneler: Rus Devlet Müzesi Koleksiyonu’ndan 19. Yüzyıl Rus Klasikleri” sergisinde St. Petersburg’daki Rus Devlet Müzesi’nin 360 bin eserlik koleksiyonundan seçilen 65 tanesi sergileniyor. 19. yüzyılda yaşamış, Gogol, Tolstoy ya da Dostoyevski gibi Rus yazarlardan etkilenmiş İlya Repin, Venetsianov, Pavel Fedotov, Vasiliy Perov, Nikolay Yaroşenko, Vladimir Makovski ve Kasatkin gibi ressamların işleri, dönemin gerçeklerini yansıtıyor. Küratörlüğünü Rus Devlet Müzesi Müdür Vekili Evgenia N. Petrova ve Tayfun Belgin’in yaptığı sergide dönem yazarlarının tasvir ettiği her şey adeta bir film gibi izleniyor.

 

Rus Devlet Müzesi Müdür Vekili Evgenia N. Petrova sergiyle ilgili “19. yüzyıl öncesine bakıldığında Rus sanatındaki resimlerin hayatın sadece güzel yanlarını yansıttığı görülüyor. Ancak sergide de görüleceği gibi bundan sonraki dönemde halkın çektiği acılar, kişilerin günlük yaşamları resmin konusu oluyor. Bu gelişmede örneğin Repin’in Tolstoy’la arkadaş olması önemli. Usta edebiyatçılar, ressamların halkın yaşadıklarını daha net bir biçimde göstermesinde çok etkili oldu” diyor. Ve özellikle Repin’in “Volga Kıyısında Burlaklar” adlı eserini müzeden çıkarmakta büyük zorluk çektiklerini, ziyaretçilerin bu eserden dört ay boyunca mahrum kalacağını vurguluyor.

Hürriyet, Haber: Deniz İnceoğlu, 04.11.2010

EN ÖNEMLİ OSMANLI KOLEKSİYONU UNESCO'DA

 

 

UNESCO, 12-19. yüzyıllara ait Osmanlı ile İslam elyazmaları ve taşbaskılarından oluşan ve Avrupa'daki İslam kültürü açısından büyük önem taşıyan 'Safvet Bey Başagiç Koleksiyonu'nu tanıtan bir sergi düzenledi. UNESCO'daki Slovakya Daimi Temsilciliği'nin girişimiyle, BM Uluslararası Kültürel Yakınlaşma Yılı faaliyetleri çerçevesinde düzenlenen sergi, 10 Kasım tarihine kadar açık kalacak.

 

Sergide yer alan koleksiyon, 1997 yılında, 'UNESCO Dünya Belleği Programı'na kayıt edilmişti. Koleksiyon, Bratislava Üniversitesi Kütüphanesi'nde bulunuyor.

1870 ve 1934 yılları arasında yaşayan Bosna Hersek doğumlu Safvet Bey Başagiç'in, Osmanlı ve İslam elyazmaları ve taşbaskılarından oluşan koleksiyonundan alınan eserlerin bulunduğu sergi, sadece Avrupa'daki İslam kültürü açısından değil, aynı zamanda Osmanlı İmparatorluğu'nun Balkanlar ve doğu Avrupa'daki yönetimine ışık tutması açısından da büyük önem taşıyor.

Eski Yugoslavya'daki savaş sırasında Saraybosna'daki Şarkiyat Enstitüsü Kütüphanesi'nin yakılması sonucu Balkanlardaki Osmanlı ve İslam eserleriyle ilgili koleksiyonların büyük kısmının tahrip olması yüzünden, Başagiç koleksiyonun varlığı büyük önem taşıyor.

Habertürk, 04.11.2010

GİZLİ ATATÜRK ARŞİVİ BULUNDU

 

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi depolarında bulunan sinema ve belgesel yapımların saklandığı film kutuları kapakları açıldıkça şaşırttı. Üzerinde "haşereyle mücadele" yazılan kutudan dönem filmi çıkınca herkese sürpriz oldu. "İçi başka dışı başka" dedirten sürprizler, filmlere olumsuz biçimde yansımadı. Depoda, bir bölümü ilk kez gün yüzüne çıkacak olan "Ankara Türkiye'nin kalbi", "'ün Güneydoğu gezisi", "Atatürk'e suikast teşebbüsü üzerine Ankara'da miting", "Atatürk'ün cenazesi İstanbul ve Ankara" gibi filmler var. Bakanlığın, Mimar Sinan Üniversitesi deposunda 2 bin 288 kutu film arşivi var. Bu, 600 bin metrelik bobin anlamına geliyor. Filmler son 30 yıldır üniversite deposunda bulunuyor. Arşivini yakın plana alan bakanlık, kutu kapaklarında sürpriz yazılara karşı filmlerin geçireceği bir restorasyon ve sonrası 'Nutuk' gibi Atatürk'ün kendi sesi ve görüntüsü ile izlenecek.

Sinema ve Telif Hakları Genel Müdürü , SABAH'a, kutuların içinden çıkarılmaya başlanan filmlerin bozulmadığını, saklama koşullarının iyi olması nedeniyle restore edildikten rahatlıkla izleneceklerini söyledi. Çelik, "Haşere ile mücadele' benzeri bazı örnekli kutular var. Ama içleri açıldıkça filmler çıkıyor. Bu kutuların üzerine neden böyle yazıldığını bilmiyoruz. Ancak, önemli olan filmlerin bozulmamış olması" dedi.

Sabah, 04.11.2010

İLK İNSAN DAHA 'ERKEK'MİŞ!

 

İngiltere Kraliyet Tıp Topluluğu’ndan Kanadalı ve İngiliz bilim insanları, mağaralarda yaşayan ilk insanların film ve çizgi filmlerdeki gibi saldırgan ve rekabetçi olduğunu buldu.

 

Fosil kalıntılarında yapılan araştırmalar, atalarımızın bugünkü insanlardan daha yüksek seviyede erkeklik hormonu testosterona sahip olduğunu gösterdi. Bulgular doğrulanırsa bu, eski insanlar cinsellikte de daha ‘rastgele’ ve saldırgandı demek.

 

Geçmişteki çalışmalar, ana rahminde testosterona maruz kalmanın maymun ve insanları daha agresif yaptığını göstermişti. Bilim insanları sadece bir avuç örneği incelemiş olsa da bulgular, Neandertallerin ve ilk insanların modern erkeklere göre daha testosteron güdümlü olduğunu göstermiş oldu.

Rikal, 04.11.2010

 

MODIGLIANI'NİN TABLOSU 68.9 MİLYON DOLARA SATILDI

 

 

İtalyan ressam Amedeo Modigliani’nin “Divanda Oturan Çıplak Kadın” isimli nü tablosu, tahminlerden çok üstünde bir fiyatla 68.9 milyon dolara satıldı. Wall Street Journal gazetesi, bu konudaki haberinde yine tablonun 11 yıl önce “Türk bankacısı Halit Cıngıllıoğlu tarafından 16.8 milyon dolara satın alındığı”nı belirtti. Cıngıllıoğlu ise iddianın doğru olmadığını açıklamıştı.

 

Amadeo Modigliani’nin 1917 yılında yapılan “Divanda Oturan Çıplak Kadın” isimli ünlü nü tablosu, Sotheby’s tarafından Salı gecesi New York’ta gerçekleştirilen satışta 68.9 milyon doları gördü. Wall Street Journal, bu konudaki haberinde açık artırmaya telefonla katılan bir kişi tarafından satın alınan tablo için ödenen tutarın, 40 milyon dolarlık tahminin çok üstünde olduğuna dikkat çekti.
Hürriyet, Fotoğraf: Akşam, 04.11.2010

KIRKAĞAÇ'TA TARİH GÜN YÜZÜNE ÇIKIYOR

 

  

 

Manisa'nın Kırkağaç İlçesi Siledik Köyü'nde, MÖ 3. yüzyılda Suriye Krallığına ait Seleukos'un oğlu 1. Antihokos'un karısı Stratonike adına kurdurduğu kent gün ışığına çıkıyor.

 

Kültür Bakanlığı ve Kırkağaçlı Milletvekili Recai Berber, Kültür ve Turizm Bakanlığı Müsteşarı İsmet Yılmaz, Manisa Valisi Celalettin Güvenç de Eylül ayı içerisinde Siledik'i ziyaret etmişti. Manisa Müze Müdürlüğü tarafından hazırlanan program çerçevesinde ön çalışmaları başlatılan kazı çalışmaları Siledik Köyü'nde başladı. Arkeolog Umut Doğan, antik dönemde Stratonikeia adıyla kurulmuş olan bu kentin Roma döneminde de Hadrianapolis ismini aldığını belirterek "Burada Kültür Bakanlığının özel bir desteği ile arkeolojik kazıların başlanmasına bu yıl karar verildi" dedi.

 

Bilimsel arkeolojik kazıların önümüzdeki yıllarda da devam edeceğini anlatan Yılmaz, şöyle konuştu: "Kültür ve Turizm Bakanlığının projesi de bu. Bu yüzden bu yıl bilimsel kazılara bir ön çalışma olsun diye Manisa Müze Müdürlüğünün temizlik çalışmaları var, küçük sondaj kazıları yapılıyor. Sondaj kazılarını biz daha çok önceki yıllar da defineciler tarafından kazıldığını ve tahrip edildiğini gördüğümüz alanlarda yoğunlaştırdık. Bu sayede bu alanlarda meydana gelmiş tarihi eser tahribatını tespit etmeye dönük bir çalışma. Bu çalışmamızın bir kısmı yaklaşık 10-15 gün kadar süreceğini tahmin ettiğimiz bu ilk etapta bazı kaçak kazı çukurlarının yeniden açılması ve kontrol edilmesi dışında çevredeki tarihi yapıların çevresinin temizlenmesi amaçlanıyor. Biz de müze müdürlüğü olarak bu temizlik çalışmasını yaptıktan sonra önümüzdeki yıllar da Kültür ve Turizm Bakanlığı burada bilimsel üniversitelerle iş birliği halinde bilimsel bir kazıyı devam ettirecekler."

 

Kazı çalışmalarını takip eden Karakurt Belediye Başkanı Necdi Özkan da Manisa Milletvekili Recai Berber'in desteği ile başlatılan bu proje de kazı çalışmalarının başladığını söyledi. Kendilerine Kırkağaç yöresi olarak teşekkür ettiğini anlatan Özkan, sözlerine şöyle devam etti: "Çünkü, bu çalışmadan sonra yapılacak bilimsel kazılarda da bu eski tarihi yapılar meydana çıkarılabilirse kültür ve turizm alanın da burada bir canlılık olacaktır. Tabi yöre insanımız da bu hareketlilikten faydalanacak. Bu proje ilçemizin kalkınmasına da büyük katkı sağlayacak. Bu destekleri veren bu çalışmayı yapan başta Umut hocama Manisa Müzesi yetkililerine ve kazı çalışmaların da çalışan işçi arkadaşlarımıza teşekkür ediyoruz."

Manisa Kent Haber, 03.11.2010




ERDOĞAN: DÜNYADAKİ İZLERİMİZ KÜLTÜR MİRASI OLACAK

 

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Moğolistan'daki ilk Türk yazıtlarından Saraybosna'daki ata yadigarlarına, Makedonya'daki camilerimizden Kudüs'teki mezarlıklarımıza kadar nerede bize ait bir iz varsa onu dünya kültür mirasına kazandırmanın mücadelesini veriyoruz" dedi.


Başbakan Erdoğan, Kosova'nın Prizren şehrindeki Şadırvan Meydanı'nda vatandaşlara hitap etti.
Kosova'nın, dünyanın en güzel ülkelerinden biri olduğunu, Prizren'in de Kosova ve dünyada güzellikleriyle, tarihiyle, kültürel mirasıyla farklı bir yerde durduğunu söyledi.


Prizren'in hoşgörü ortamıyla, birlikte yaşama kültürüyle tüm dünyaya örnek teşkil ettiğini ifade eden Erdoğan, dünyada farklılıkların bir arada nasıl yaşayacağını görmek isteyenlerin Kosova'ya, Prizren'e gelmesi gerektiğini dile getirdi.


Türkiye olarak Kosova'daki kültürel mirasın korunması için çok güzel işlere imza atıldığını anlatan Erdoğan, Türk Kalkınma ve İşbirliği İdaresi Başkanlığının birçok yerde bu mirasın gelecek nesillere aktarılabilmesi amacıyla çalışmalarını sürdüğünü söyledi.


Başbakan Erdoğan, Türkiye olarak sadece Prizren'de değil, dünyanın her yerinde ata yadigarlarına sahip çıkıp, ecdadın mirasını muhafaza için yoğ un çaba sarf ettiklerini vurguladı.
"Moğolistan'daki ilk Türk yazıtlarından Saraybosna'daki ata yadigarlarına, Makedonya'daki camilerimizden Kudüs'teki mezarlıklarımıza kadar nerede bize ait bir iz varsa onu dünya kültür mirasına kazandırmanın mücadelesini veriyoruz" diyen Erdoğan, tüm bu eserlerin kültürel mirasın, insanlığın ortak mirası olduğuna inandıklarını kaydetti.

Türkiye Gazetesi'nden kısaltarak, 03.11.2010

MUĞLA MÜZELERİNİ 773 BİN 848 KİŞİ ZİYARET ETTİ

 

Muğla İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü’ne bağlı müze ve ören yerlerini bu yılın ilk 10 aylık döneminde ziyaret eden 773 bin 848 kişi, 3 milyon 885 bin 961 lira gelir bıraktı. Turistler en çok Bodrum Sualtı ve Arkeoloji Müzesi’ne ilgi gösterirken ören yerleri arasında ise Kleopatra Adası olarak bilinen Sedir Adası en çok gezilen yer oldu.

 

İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü'nden alınan istatistik rakamlarına göre il genelinde bulunan 6 müzeden 2 milyon 413 bin 631, ören yerlerinden ise 1 milyon 472 bin 330 lira gelir sağlandı. Bodrum Sualtı ve Arkeoloji Müzesi’nde 343 bin 200 ziyaretten 2 milyon 253 bin 895, Marmaris Müzesi’nde 36 bin 900 ziyaretten 90 bin 453, Zeki Müren Müzesi’nde 66 bin 52 ziyaretten 48 bin 750, Fethiye Müzesi’nde 5 bin 371 ziyaretten 10 bin 399, Muğla Müzesi’nde 2 bin 672 ziyaretten 10 bin 134 lira gelir elde edildi. Milas Müzesi’ni ise ücretli ziyaret eden olmadı.

Ören yerlerinden ise Sedir Adası'nda 95 bin 835 ziyaretten 453 bin 390, Mavsoleion antik kentinde 45 bin 257 ziyaretten 251 bin 248, Kaunos antik kentinde 35 bin 597 ziyaretten 203 bin 700, Kayaköy kalıntılarında 46 bin 211 ziyaretten 191 bin 864, Tlos antik kentinde 8 bin 329 ziyaretten 43 bin 216 lira gelir sağlandı.

 

Ören yerlerindeki düzenleme ve yeni kazı çalışmalarıyla ziyaretçi sayısının arttığını belirten İl Kültür ve Turizm Müdürü Kamil Özer, “Önümüzdeki yıl 1 milyon ziyaretçi getirmeyi hedefliyoruz.” dedi. Özer, müzelerde 14 bin 330 ve ören yerlerinde 5 bin 11 olmak üzere toplam 19 bin 341 adet giriş kartı satıldığını kaydetti.

Turizm Gazetesi, 03.11.2010

NALLIHAN'DA 190 MEZAR

 

Ankara’nın Nallıhan İlçesi'ne bağlı Çayırhan beldesi Gülşehri mevkiindeki kazı çalışmaları, Anadolu Medeniyetleri Müzesi Müdürü Melih Arslan’ın başkanlığındaki ekip tarafından sürdürülüyor.

 

Ekipte bulunan arkeolog Mustafa Metin, yaptığı açıklamada, resmi olarak geçen sene başlattıkları kazı çalışmalarında bugüne kadar kayalara oyulmuş 190′ın üzerinde mezarı ortaya çıkardıklarını ve çıkarmaya da devam ettikleri söyledi.

 

Son olarak bir karı kocaya ait olduğu tespit edilen mezarı ortaya çıkardıklarını anlatan Metin, şöyle konuştu:

”Mezarlarda genelde ailenin ayakucu kısmına baktığımızda iki küçük testi görüyoruz. Bunların hediyelik testiler olduğunu, baş kısmına baktığımızda da ağızda sikke görüyoruz. Bu paraların, ölenleri öbür dünyaya gönderirken verilen ‘kayıkçı parası’ olduğunu düşünüyoruz. Eski dönemlerde böyle bir gelenek olduğunu biliyoruz. Bu mezar da Roma Dönemi’ne ait bir mezar. Mezarlarda ufak tefek sikkeler de çıkmaktadır. Kadınların küpelerine rastlanmaktadır. Bu bölgede kayaya oyulmuş yüzlerce mezar olduğunu tahmin ediyoruz.”

 

Metin, geçen yıl kasım ayı ortalarında çalışmalara ara verildiğini, bu yıl kalınan yerden tekrar başladıklarını ifade ederek, ”Elde edilen ip uçları sayesinde, bölgedeki kayıp kent Juliopolis’in burada olduğunu düşünüyoruz. İleride yapılacak kazı çalışmalarında bu kayıp kenti bularak bölgede çok önemli kalıntılara ulaşmış olacağız. Şimdilik nekropolde kazılarımızı sürdürüyoruz” dedi.

 

Kazı çalışmalarında, oda mezarlar, lahit mezarlar, sanduka mezarlar ve toprağa yapılmış basit görünümlü mezarlar ortaya çıkarıldığını, özellikle oda tipi mezarlarda üç klineli bölmeler bulunduğu ve bu mezarlarda 3–5 cesedin gömülü olduğunun çıkan iskeletlerden anlaşıldığını belirten Metin, iki cesedin gömülü olduğu sanduka mezarlarda, ölülere ait kandil, bronz bir obje, kadın olanların kulaklarında altın küpelere rastlandığını bildirdi.

 

Çayırhan Belediye başkanı Ömer Bayrak ise Juliopolis Antik Kenti’nin, Çayırhan beldesinde var olduğunun ortaya çıkması ile bölgenin çok önemli bölgeler arasında yerini alacağını ifade ederek, ”Görüldüğü gibi muhteşem görünen kaya mezarlarına ulaşıldı, böylesi tarihi bir bölgenin gün ışığına çıkarılması, özellikle Juliopolis kayıp kentinin ortaya çıkarılması bölgemiz ve Çayırhan beldesi için olumlu bir gelişme olacak ve turizme canlılık katacak” dedi.

 

Tarihi kaynaklara göre, MÖ 100 veya 101 yıllarında yaşadığı tahmin edilen Roma İmparatoru Jul Sezar, Pontus asıllı Basforos Kralı 2. Pharneke ile yaptığı savaş öncesi ‘Goordion Kome’ kentinden destek aldı. Savaşı kazanan Sezar, dünyaca ünlü sözü ”Veni-Vidi-Vici” (Geldim-Gördüm-Yendim) diyerek başarısını Roma’ya bildirdi. Bunun üzerine ‘Goordion Kome’de söz sahibi olan bir haydut Sezar’a bağlılığından dolayı bu yerleşim bölgesinin adını ‘Juliopolis’ olarak değiştirdi.

 

Şehrin iki bin yıllık bir geçmişe sahip olduğu, asıl yerleşim bölgesinin 1956′da yapılan Sarıyar Barajı’nın suları altında kaldığı belirtiliyor. Gülşehri mevkisinde olduğu tahmin edilen Juliopolis’e ait ilk kalıntıları geçen yıl bulan Anadolu Medeniyetler Müzesi Müdürü Melih Arslan başkanlığındaki 4 kişilik bir ekip, bu yıl da kazı çalışmalarına devam ediyor.

 

Kazıların Kurban Bayramı’na kadar süreceği ve kış için çalışmalara ara verileceği öğrenildi.

Star Gazetesi, 03.11.2010




HAFTANIN HABERİ



"AVRUPA'NIN KÖKENİ BURSA'YA DAYANIYOR"

 

 

Bursa'da 8 bin 500 yıllık tarihe sahip olduğu belirtilen Akçalar mevkiindeki 'Aktopraklık Höyüğü'nde yapılan kazılarda elde edilen bulgulara göre Avrupa'nın kökeninin Anadolu'ya dayandığı bildirildi.

 

Aktopraklık kazılarını yürüten ekibin başkanlığını yapan, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Prehistorya Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Doç.Dr. Necmi Karul,  kazılarda elde ettikleri bulgulara göre Aktopraklık bölgesinde dışarıdan gelen toplulukların yaşam sürdüğünün anlaşıldığını vurgulayarak, şu bilgileri verdi:


'Bölgedeki tarım toplumunun Orta Anadolu'dan göç ettiği görülüyor. Kesintili devam eden yaşamlarda yeni gelen toplulukların çok daha gelişmiş olduklarını anlıyoruz. Aradan geçen yıllarda kırılmalar yaşanıyor. Sürekli göç geliyor. Konya'nın Cumra İlçesi'ndeki yaklaşık 9 bin yıllık tarihe sahip olduğu belirtilen Çatalhöyük, ilk tarım topluluklarının en iyi şekilde ortaya çıkarıldığı önemli bir bölge. Aktopraklık ise toplulukların geldiği coğrafyayı ifade ediyor, Çatalhöyük ve benzeri yerleri anlatıyor. Aktopraklık insanları Orta Anadolu'dan geliyor. Kullandıkları kaplar ve mimarisi Orta Anadolu ile benzerlik taşıyor. Benzer sonuçlara çok ulaştık. Çatalhöyük'ten göç olduğuna dair kesin bir şey söylemek zor, ama Çatalhöyük coğrafyasından göç aldığı doğru. Buradan da Avrupa'ya göç oluyor. Çatalhöyük'ün bulunduğu coğrafya, burasının kökeni denilebilir. Avrupalı çiftçilerin atasının da Bursa'dan olduğu söylenebilir.'


Necmi Karul, Aktopraklık'ta gelişmiş toplulukların olduğunun, kültürel birikimlerinin bulunduğunun kazılarda ortaya çıktığını belirterek, buradan da dünyanın birçok bölgesine transfer olduklarının görüldüğünü anlattı. Özellikle Avrupa insanının Aktopraklık'tan, Anadolu'dan gittiğine dair kesin veriler bulunduğunu dile getiren Doç.Dr. Karul, sözlerine şöyle devam etti:
'İnsanların Avrupa'ya nasıl taşındığı yüzyıllardır tartışılıyor. Aktopraklık, tarım topluluklarının Avrupa'ya geçiş üzerindeki güzergahın bir tanesi. Avrupa'da yapılan kazılarda Aktopraklık ile benzer bulgulara ulaşılıyor. Çıkarılan iskeletler ve bazı buluntular üzerinde yapılan araştırmalara göre Avrupa'nın kökeninin Anadolu olduğunu, atalarının Aktopraklık'tan gittiklerini söylemek mümkün. Yabancı 8, yurt içinde de 3 üniversitenin desteğiyle ortaklaşa bir çalışma yürütülüyor. Toplulukların geçirdiği evrim ve Avrupa'ya yayılmasını konu alan çalışmada, DNA, botanik, çevre ve bitki uzmanları, arkeologlar gibi birçok bilim adamı birlikte çalışıyor.' Karul, yurt dışındaki bilim adamlarının da Avrupa'nın kökeninin Anadolu olduğu gerçeğini kabul ettiğini belirterek, 'Konuyla ilgili bazı bilim adamları Bursa'ya gelerek, Aktopraklık'ta incelemeler yaptılar. Avrupa'da elde ettikleri bulgular ile burada bulunan bilgiler örtüşüyor. Artık yayılmasının nasıl olduğunu araştırıyoruz' dedi.

Bursa Olay, 03.11.2010


TURİSTLERİN YENİ GÖZDESİ

 

Amasya'daki Kral Kaya Mezarları, yerli ve yabancı turistlerin ilgisini çekiyor.

 

Hellenistik dönemde Harşena Dağı'nın güney eteklerindeki kalker kayalara oyulmuş olan anıt mezarlar ziyaretçi akınına uğruyor.

 

Yeşilırmak Vadisi boyunca irili ufaklı 23 adet Kral Kaya Mezarı bulunduğunu belirten Amasya Turizm İl Müdürü Ahmet Kaya, söz konusu mezarlardan dolayı Amasya'ya 'Krallar Vadisi' de denildiğini söyledi.

 

Amasya'nın turizm çıtasının her geçen gün yükseldiğini belirten Kaya, bu yılın ilk 9 ayında geçen seneki ziyaretçi sayısının yakalandığını dile getirdi.

 

Kaya, katıldıkları yurt içi ve yurt dışı turizm fuarların etkisinin ilerleyen dönemde hissedileceğini kaydetti.

Amasya Kent Haber, 03.11.2010

KÜLTÜREL MİRAS ZENGİNİ AMA TURİSTİ YOK

 

İslahiye İlçesi, iki arkeoloji parkı ve bir açık hava müzesi olmasına olmasına karşılık turizmle değil kırmızı biber ve üzümüyle tanınıyor. Suriye-Anadolu geçiş güzergahında bulunması dolayısıyla tarihte birçok medeniyete ev sahipliği yaptığı bilinen İslahiye, Türkiye'nin batısını doğusuna bağlayan Tarsus-Adana-Gaziantep Otoyolunun çok yakınında, turist kafilelerinin geçiş güzergahı Hatay-Gaziantep karayolunun üzerinde olmasına karşılık turist ağırlayamamanın sıkıntısını yaşıyor.

Kaymakam Resul Kır, ilçenin turizm alanında gelişmesinde ''geç kalınmışlık'' yaşandığını vurgulayarak, ''İlçemizde turizmi geliştirmek için çok sayıda proje gerçekleştirme çabası içindeyiz'' dedi. Gaziantep'in ''tarih ve kültür kenti'' yapılması hedefi doğrultusunda önemli bir atılım gerçekleştirildiğini, İslahiye'nin bu atılımın dışında düşünülemeyeceğini ifade eden Kır, "Yesemek Açık Hava Müzemiz var. Geçen yıl ziyarete açtığımız Tilmenhöyük Arkeoloji Parkı'na ilgi artıyor. Ayrıca geçen ay Taşlıgeçit Arkeoloji Parkı'nı da ziyarete açtık. Kazı yapılan ve kazı yapılacak önemli tarihi yerleşim yerlerimiz var. Kültürel miras anlamında bizden zengini yok ama turistiğimiz olmadığı da doğru. Bu olumsuzluk ilçemizde turizm sektörünün ihmal edilmesinden kaynaklanıyor. Bu ihmal sona erdirilmeli, biz bunun için çaba harcıyoruz'' dedi.

Gaziantep 27 Gazetesi, 03.11.2010



BU KİLİSENİN YAPIMI 1882 YILINDAN BERİ SÜRÜYOR

 

   

 

Papa Benedict XVI, Katalonya'nın Barcelona şehrinde modern mimarinin öncülerinden sayılan Antonio Gaudi tarafından 1882 yılında yapılmaya başlanılan fakat Antoni Gaudi'nin 1926 yılında bir tramvayın altında kalarak ölmesi sonucu yarım kalan bir La Sagrada Familia'yı (Kutsal Aile) ziyaret edecek. Yapımı halen devam etmesi sebebiyle halk arasında "bitmeyen kilise" olarak da bilinen kilisenin yapımına, 1882 yılında halkın yardımlarıyla başlandı. Mimarinin bitmemesinin sebebi hala sembolik olarak halkın yardımlarıyla yapımına devam edilmesi ve Gaudi'nin karmaşık mimari tarzının çözülmesinin güçlüğü olarak biliniyor. Ayrıca binanın çizimlerinin ve ilk yapım yöntemlerinin de 19. yüzyıldan kalması sebebiyle günümüz teknolojisine uyarlanması da bir başka zorluk olarak dikkat çekiyor. Gittikçe dallanıp budaklanan ağaçlar şeklinde tasarlanmış olan yapının içine girildiğinde ormanda dolaşma hissi veriyor.

Bu arada Papa Benedict XVI, kilisede 47 bin kişiye; televizyonlarının başında da 150 milyon kişiye hitap etmesi bekleniyor. 7 Kasım 2010 tarihindeki ziyaretin toplam maliyetinin 500 bin euro olacağı tahmin ediliyor. 85 yaşında olan ve 44 yıldır kilisede çalışan baş mimar Jordi Bonet, kilisenin 2025 yılında tamamlanabileceğini söyledi.

Türkiye Gazetesi, 03.11.2010

"OPERA BİNASI YAPAMADIK AMA 3 BİN YILLIK SAHNEMİZ OLDU"

 

 

Büyükşehir Belediyesi’nin Ulus Bentderesi’nde başlattığı tarihi 5 bin kişilik Antik Roma Tiyatrosu ortaya çıkarma çalışmaları meyvelerini vermeye başladı.

 

Bu kapsamda bölgede tarihi dokuyu yeniden ortaya çıkarmak ve çirkin görüntüyü ortadan kaldırmak için başlattığı çalışmalarını sürdüren Büyükşehir Belediyesi’nin, salaş durumda bulunan ve çirkin, metruk bir görüntüye neden olan binaları bir bir yıkmasıyla birlikte tarihi Antik Tiyatro da yavaş yavaş gün ışığına çıkmaya başladı.

Bölgeyi karartan metruk biçimdeki binaların, tarihi binalara ve çevreye zarar vermeden, profesyonel bir şekilde yıkımının gerçekleştirildiğini, Antik Tiyatro’nun üzerindeki tüm binaların bir bir yıkıldığını kaydeden Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek, “Yıkımlar ilerledikçe Roma devrinden kalma 5 bin kişilik Antik Tiyatro da yavaş yavaş ortaya çıkmaya başladı. Ortaya tamamen çıkmasının ardından da restorasyonunu yapıp, koruma altına alacağız ve tarihe tanıklık yapan güzelliğini yeniden sergileyeceğiz” dedi.

Daha önce de bölgede bulunan ve görüntü kirliliğine neden olan, tarihi örten Kültür ve Turizm Bakanlığı’na ait dört katlı binayı, İlksan Öğretmenevi’ni, Anıl Otel’i ve çevredeki altı binayı yıkan Büyükşehir Belediyesi, yapılan çalışmalarla bölgenin tarihe tanıklık eden dokusunu adım adım ortaya çıkarıyor.

Gökçek, “Bu bölge birinci derecede arkeolojik kazı alanı, bu kapsamda da kazı çalışmaları uzman ekiplerce, Müze Müdürlüğü ile Büyükşehir Belediyesi tarafından yürütülmekte. Ortaya çıkarılmaya çalışılan tarihi eser de Roma döneminden kalma bir antik tiyatro. Bunun 5 bin kişilik olduğu söyleniyor. Bu antik tiyatroyu açığa çıkarıp Ankaralıları tarihi ile buluşturmak istiyoruz” diye konuştu.

Hürriyet, 03.11.2010

DİVRİĞİ ULU CAMİİ GECE DE KORUNACAK

 

 

UNESCO'nun Dünya Kültür Mirası Listesi'ndeki Divriği Ulu Camii ve Darüşşifası'nın gece saatlerinde korunması için 2 özel güvenlik görevlisi tahsis edildi.


UNESCO'nun listesinde Türkiye'den 9 doğal ve kültürel varlık arasında ilk 3'te yer alan, Avrupalı bilim adamlarınca Anadolu'nun Elhamrası olarak görülen ve ''Görmeden Ölmeyin'' sloganıyla tanıtılan tarihi yapının gece de korunması için çalışma başlatıldı.


Bu kapsamda Kültür ve Turizm Müdürlüğü'nün talebi üzerine İl Özel İdare Müdürlüğünün de desteğiyle 20.00-08.00 saatleri arasında tarihi yapının korunması için 2 özel güvenlik görevlisi tahsis edildi.


İl Kültür ve Turizm Müdürü Kadir Pürlü, önceki yıllarda yaşanan hırsızlık olaylarının gece saatlerinde meydana geldiğini belirterek, bu yüzden böylesi muhteşem bir eserin korunmasız olmasına kayıtsız kalamadıklarını söyledi.


Pürlü, ''Ulu Camii ve Darüşşifası için en büyük tehlike değerli eserlerin çalınma olasılığı. Özellikle cami içerisinde çok değerli eserler var. Bu eserlerin korunması kadar, cami etrafına zarar verebilecek her türlü tehlikeye karşı da tedbir alıyoruz. Güvenlik görevlilerimiz dönüşümlü olarak görevlerini yapacaklar'' dedi.


Bu arada özgün mimarisi, estetik, kültürel ve evrensel değeriyle 13. yüzyılda kadın-erkek eşitliğini simgeleyen anıt olarak nitelendirilen tarihi yapının yer altından takibi için başlatılan çalışmalar da devam ediyor.


Anadolu beyliklerinden Mengücekoğulları döneminde hükümdar Süleyman Şah'ın oğlu Ahmed Şah tarafından 1228'de yaptırılan Divriği Ulu Cami ve bitişiğine Behram Şah'ın kızı Melike Turan Melek tarafından aynı yıl yaptırılan darüşşifa, inanç ve tarih turizmi açısından önemli bir eser olarak gösteriliyor.

Sivas Hürdoğan, 02.11.2010

İSHAKPAŞA SARAYI'NIN RESTORASYON VE ÇEVRE DÜZENLEMESİ İHALEYE ÇIKIYOR

 

İshakpaşa Sarayı'nın restorasyon ve çevre düzenlemesi için 22 Kasım günü ihale yapılacağı belirtildi.

 

Konu ile ilgili açıklamada bulunan Ağrı Kültür ve Turizm Müdürü Muhsin Bulut, İshakpaşa Sarayı'nın çevre düzenlemesi ile elektrik, makine işlerinin yanı sıra, caminin restorasyonu, ambarların düzenlenmesi, sarayda bulunan çeliklerin kaldırılması ve güçlendirilmesi ile güvenlik sistemi gibi iş ve işlemler için ayın 22'sinde ihale yapılacağını belirtti. İshakpaşa Sarayı'nın gelecek kuşaklara aktarılması için sarayın şimdiki halinin korunmasının aciliyet arzettiğini vurgulayan Bulut, yapılacak işlerin bu kapsamda olacağını dile getirdi. Bulut, çalışmaların bölgeye ilgiyi daha da arttıracağını belirterek, geçen yıllarda yapılan restorasyonların bunun en güzel örneği olduğunu kaydetti. Öte yandan sarayın restorasyon ve çevre düzenlemesi ihalesinin 22 Kasım Pazartesi günü saat 10.30'da Kültür Varlıkları Müzeler Genel Müdürlüğü'nde yapılacağı bildirildi.

Zaman, Haber: Metin Göktekin, 02.11.2010

AHİ EVRAN ÜNİVERSİTESİ ANKARA'DA KAZI YAPACAK

 

Kırşehir Ahi Evran Üniversitesi Arkeoloji Bölümü ile Kültür ve Turizm Bakanlığı, Ankara’nın Gölbaşı İlçesi'nde bir höyükte kazı çalışması başlatacak.

 

Gölbaşı-Konya yolunda bulunan Karaoğlan Mahallesi’deki höyükte Atatürk’ün emriyle o dönem başlatılan çalışmalar, teknik ekipman eksikliği nedeniyle yarıda kalmıştı. O dönem sürdürülen kazılarda klasik dönem Hitit, İlk Tunç Çağı ve Kalkolitik dönemlere ait eserler bulundu ve Ankara Anadolu Medeniyetler Müzesi’nde sergilenmeye başlandı.

 

Höyükte yapılan kazılar hakkında bilgi veren Ahi Evran Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Görevlisi Yrd. Doç.Dr. Gülçin İlgezdi, höyüğün turizme kazandırılması amacıyla araştırma ve inceleme yaptıklarını, kazıya 2 yıl içinde başlanmasının planlandığını bildirdi.

 

İlgezdi, “Höyüğün bulunduğu alan Ankara ve Gölbaşı’nın eski yerleşim alanlarına sahip bir yer. Höyüğün biran önce kazı çalışmalarına başlayarak, Ankara ve Gölbaşı’nın tarihini gün yüzüne çıkartmaya çalışacağız.” dedi.

 

Gölbaşı Karaoğlan Höyüğü’nün, yapılan kazılar ve araştırmalar sonucu, belki de Ankara ve çevresinin en eski yerleşim alanının ortaya çıkabileceği düşünülüyor. Karaoğlan Höyüğü'nde kazı çalışmalarının 20 yıldan daha fazla sürmesi bekleniyor.

Zaman, 02.11.2010

BAKANDAN MÜZE ÖVGÜSÜ

 

Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, nisan-mayıs ayı ortalarına kadar Türkiye genelinde 20'ye yakın kültür merkezinin açılışını yapacaklarını söyleyerek, Gaziantep Zeugma Müze'nin dünya'nın en büyük müzesi olacağını belirtti.

Ayrıca iki büyük müzeyi bitirdiklerini anlatan Günay, "Gaziantep Zeugma Müzesini en geç yıl başı açacağız. Türkiye bu çerçevede dünyanın en büyük mozaik müzesine Tunus'u geçerek sahip olacak. Çünkü arkeoloji müzesi ve mozaik müzesi olarak düşünülmüştü. Arkeolojiyi yerinde bırakarak mozaiğiyi tamamen bu yeni binaya geçiriyoruz. O yüzden çok büyük bir müze olacak" dedi.

 

Son günlerde ''Cumhuriyet Bayramı hediyesi'' gibi basına yansıyan Atatürk'ün gerçek sesine ulaşılması ve eski kayıtların yenilenmesinin de Kültür ve Turizm Bakanlığının katkılarıyla olduğunu dile getiren Bakan Günay, şunları kaydetti: ''O görüntüler 2 bini aşkın film olarak bizim arşivimizdeydi. Mimar Sinan Üniversitesi ile Telif Hakları ve Sinema Genel Müdürlüğümüzün ortak çalışması sonucunda hem Atatürk'ün sesine, hem Kurtuluş Savaşı'nın ilk yıllarına hem de Osmanlı'nın son döneminin belgesel niteliği taşıyan görüntülerine ulaştık. Bütün bunlar kısıtlı mekanlar içerisinde ve son derece kötü koşullar içerisinde oluyordu"

Gaziantep 27 Gazetesi, 02.11.2010

5 MİLYON TL'YE RESTORASYONA ALINAN TARİHİ BİNADA BÖLGE İDARE MAHKEMESİ HİZMET VERECEK

 

 

Erzurum'da 185 yıldır hizmet veren ve yıllarca eski hükümet binası olarak kullanılan tarihi yapı aslına uygun şekilde restore ediliyor. 5 milyon TL harcanacak binada bölge idare mahkemesi hizmet verecek.

Erzurum'da merkez Yakutiye Belediyesi karşısında bulunan ve uzun süredir boş halde bekleyen tarihi bina restore ediliyor. Resmi verilere göre 1825 yılında yapılan tarihi yapı 1989'a kadar valilik binası olarak kullanıldı. Halk arasında eski hükümet binası olarak bilinen tarihi bina maliye bakanlığı tarafından tahsisi değiştirildikten sonra 1997-2007 arası devlet güvenlik mahkemesi (DGM) ve bölge idare mahkemesi olarak hizmet verdi. DGM'lerin kapanmasıyla bir süre 2. Ağır Ceza Mahkemesi olarak hizmet veren bina 2007 yılının ikinci yarısından itibaren bölge idare mahkemesi ve vergi mahkemelerince kullanıldı. Yaklaşık 185 yıldır ayakta duran tarihi binanın restorasyon projesi 3 yıl önce ihale edilerek 1930'lu yıllardaki mimari yapısına uygun şekilde çizildi.

Bölge idare mahkemesi ise restorasyon ihalesi nedeniyle yaklaşık 1.5 yıldır Dadaşkent'te bulunan Bölge Adliye Binası'nda hizmet veriyor.

İhaleye 10 firmanın katıldığı ve yaklaşık maliyetinin 5 milyon TL'yi bulduğunu açıklayan Bölge İdare Mahkemesi Başkanı Yılmaz Akçil, ihaleyi alan firmanın 500 gün içerisinde binayı teslim edeceğini söyledi.

Restorasyon ihalesinin geçtiğimiz yıl planlandığını ancak teknik nedenlerden ötürü 30 Mayıs 2010'a ertelendiğini dile getiren Akçil, tarihi binada yine bölge idare mahkemesinin hizmet vereceğini belirtti.

Tarihi binanın restorasyon çalışması hakkında da bilgi veren Yılmaz Akçil, şöyle konuştu: "Binanın dış cephesi kesme taşlarla süslenecek olup, iç yapısına özgün malzemeler kullanılacak. Deprem güçlendirilmesi de yapılacak binayı hiçbir masraftan kaçınmayarak aslına uygun şekilde restore ettireceğiz. Restorasyon bitiminde söz konusu tarihi bina orijinal durumunu yansıtan ve şehrimizin en güzel binalarından biri olacaktır."

Zaman, Haber: Selim Karahan, 01.11.2010

BU KAZI EFES VE MİLET'İ GÖLGEDE BIRAKACAK

 

 

Isparta'nın Yalvaç İlçesi'ndeki Pisidia Antiocheia antik kenti kazılarını yürüten Doç.Dr. Mehmet Özhanlı, çalışmalar istedikleri düzeye geldiğinde Efes, Sagalassos ve Milet gibi antik kentleri 'gölgede' kalacağını bildirdi.

Süleyman Demirel Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi ve Kazı Başkanı Doç.Dr. Mehmet Özhanlı, düzenlediği basın toplantısında, Pisidia Antiocheia'nın Frigya bölgesinin en önemli yerleşim alanlarından biri olduğunu belirtti. Bölgede üç yıldır yürüttükleri kazı çalışmalarından henüz istenen verimi sağlayamadıklarını dile getiren Özhanlı, "Kazı çalışmalarımız istenilen düzeye geldiği takdirde Efes, Sagalossos ve Milet gibi bilinen antik kentler, buranın gölgesinde kalır" dedi.

Bu yıl 135 gündür 60 kişilik bir ekiple kazı çalışmalarını yürüttüklerini anlatan Doç.Dr. Mehmet Özhanlı, bu yılki kazılarda Tiberius Meydanı ve çeşmesini ortaya çıkardıklarını aktardı. Özhanlı, bu yıl ayrıca kazı evini de tamamladıklarına dikkati çekerek, "Bu yıl korunabilecek alanların kazılmasına önem verdik. Bu doğrultuda yaptığımız çalışmalarda Tiberius dediğimiz meydanı ve meydanda bulunan anıtsal çeşmeyi gün yüzüne çıkardık. Meydanda bulduğumuz bir kapı girişi ileride bir tapınağın olduğu izlenimini verdi, ama bu yıl o kazıyı yapmadık" dedi.

Kazılarda bazı buluntuların dikkate değer olduğuna değinen Özhanlı, şu bilgiyi verdi:
"Bulduğumuz binlerce sikke, takı ve o döneme ait günlük yaşama ait Erken Roma ve Geç Roma dönemlerine ait eserler var, ancak bu eserler arasında ikisi oldukça önemli. Bunlardan birisi fildişinden yapılmış bir kadın figürü. Kucağında çocuk olan ve bir elinde nar tutan figür. Diğer bir eserimiz de Erken Roma dönemine ait bir taş balta. Bu eseri Geç Roma dönemine ait eserler arasında bulduk. Bu, bize Hıristiyanlığın resmi din olarak tanınmasından sonra Bizans döneminde bu bölgenin yağmalandığını gösteriyor."

TOKİ'nin konut yapacağı alanının da bir süre önce sit alanı ilan edildiğini hatırlatan Özhanlı, TOKİ'nin konut yapmaya hazırlandığı yerin, Pisidia Antiocheia ile Men Tapınağı'nı birbirine bağlayan kutsal yol üzerinde kaldığını söyledi. Böylesi bir yere bina yapılmasını 'son derece yanlış' bulduğunu ifade eden Özhanlı, alanın sit alanı ilan edilmesi için kendisinin de öneride bulunduğunu kaydetti.

Kazı çalışmalarının hızlı şekilde yapılabilmesi için genel idarenin yanı sıra yerel idare ve halkın da desteğine ihtiyaç olduğunun altını çizen Özhanlı, "Maalesef bu desteği yeterli alamıyoruz. Halka bu alanda yapılan çalışmaları anlatmak için Çınaraltı'nda toplantı yapmak istedim, ancak oradaki esnaf ücret talep etti. Halbuki burada kazı başkanlığı yaptığım için bir kuruş ücret almıyorum. Ben ülkem için çalışıyorum" dedi.

Özhanlı, gelecek yıl kazı çalışmalarının mayıs ayında başlayacağını, ayrıca 2012 yılında Yalvaç'ta Uluslararası Saint Paul Sempozyumu düzenleneceğini sözlerine ekledi.

Habertürk, 01.11.2010

AYDIN'DA TARİHİ MEZARLAR BULUNDU

 

 

Aydın’ın Bozdoğan İlçesi'ne bağlı Yazıkent Beldesi’nde iş makineleri ile çevre düzenlemesi yapan belediye ekipleri oda yer altında bir şehre andıran oda mezarları buldu. İskeletleri halen bozulmamış olan ve Lidyalılardan kalma olduğu tahmin edilen mezarlar koruma altına alındı.

 

Edinilen bilgiye göre bugün sabah saatlerinde Yazıkent Kasabası Kızılçakır Mahallesi’nde iş makineleri ile çevre düzenlemesi yapan belediye ekipleri, çalışma sırasında büyük bir kaya parçası yerinden oynayınca, zeminde büyük bir boşluk olduğunu tespit ettiler.Bunun üzerine çalışmaya ara veren ekipler durumu Belediye başkanı Adem İlkutlu’ya bildirdi. Bölgeye gelen Başkan İlkutlu, yerin altındaki tarihi yapıdaki oda mezarlarındaki iskeletleri görünce durumu yetkililere bildirildi.

Oda şeklindeki mezarlarda çok miktarda iskeletin bulunduğunu ve anne-baba ve çocuklardan oluşan iskeletlerin, asırlar önce bırakıldığı gibi durduğunu belirten Yazıkent Belediye Başkanı Adem İlkutlu, “Yazıkent Beldesi Kızılçakır Mahallesi Tarihi Asar Kalesi’nin eteğinde bir bölge. Burada Lidyalıların yaşadığını biliyoruz. Kesin kararı uzmanlar verecek ama, bana göre bu büyük oda mezarlar da Lidyalılar döneminden kalma. Bugün ortaya çıkan mezar içten girmeli iki oda şeklinde. Odalarda yan yana çok sayıda iskelet var. Yetişkin iskeletleri olduğu gibi çocuk iskeleti de bulunuyor. Bu bize göre bir aile mezarı imiş. İskeletlerin üzerine sadece oda mezarının üstünde asırlar boyunca dökülmüş tozların oluşturduğu bir kütle var” diye konuştu.

Haber Ekspres, 01.11.2010

"HERKES CARAVAGGIO OLMAK İSTER"

 

 

Çağdaş resmin yükselen yıldızı olarak ilan edilen Miamili Küba asıllı 32 yaşındaki Hernan Bas, Lehmann Maupin galerisinin beşlisinden biri olarak İstanbul’daydı. Miami çağdaş sanat dünyasına dahil oldu diye Detroit’e taşınan Bas’ı, şöhret ve getirdikleri hiç ilgilendirmiyor. Bas, dandyliğe duyduğu merakını anlattığı bir de konuşma yaptı Borusan Müzikevi’nde. Gece uçurtma uçuranlar, ormanı idare eden orkestra şefleri, güneş gibi doğan oğlanlar, istiridye kayıklar, kuğuların çektiği nehir faytonlarıyla Bas resmi kalabalık ve hataperver. Bu resim aynı zamanda James Ensor, Van Gogh, De Kooning gibi pek çok ismin gönüllü mirasçısı. 

Resimden bir araç olarak beklentiniz nedir?
Aslında kavramsal bir araç benim için resim. Tıpkı bir fikri anlatmak için yapabileceğin bir heykel gibi. Aslında ben fotoğrafçıydım.


Sizin keşfedilme hikayenizi merak ediyorum aslında...
Doğru zamanda doğru yerde, Miami’de bulunduğum için sanırım. Gençlerin sanatı da aynı zamanda yükseldi. Aslında benim keşfedilmem, Miami’nin keşfedilişiyle oldu. New York’ta olup biterdi her şey, ta ki Basel Fuarı Miami’de açılana kadar. Miami sanata açıldı. Ve herkes Miami’ye geldi.


Master painter –büyük ressam- olmak istiyorum, diyorsunuz.
Bence bütün resim yapanlar öyle diyordur. Caravaggio olmak istenir. Sonuçta benim de çok etkilendiğim ressamlar muhtemelen Michelangelo’ya özeniyorlardı. Bu böyle bir şey. Büyük ressamlar gibi resim yapmak isterim, ustalıkla ama resimlerim aracılığıyla ifade etmek istediklerimin o kadar da ustaca boyanması, gözükmesi gerekmiyor öte yandan. Ben resim yaparken çok eğleniyorum. Fotoğraf da öyleydi, tasarlamak zevkliydi. Resimde de kendi imgelerimi kendim inşa ediyorum. Elbette hatalar oluyor ve itiraf edeyim en sevdiğim resimler en çok hata olan resimler...


Bu tam da bu dönemin ruhunu barındıran bir resim anlayışı. Bir hatadan başka hatalar doğuran...
Resmin çok uzun bir tarihi var. Bir ressam olarak ne kadar benim bu tarihle bir ilgim yok deseniz bile ilginiz vardır. Benim resmimin bazı bölümleri Rothko gibi...


Sizin resminizi bir fuar kalabalığında görsem sizi Miamili değil de Leipzigli sanabilirdim. Ama sonra resminizi inceledim ve sizin neyin Miamili yaptığını buldum. Bitmemişlik. Limitsiz tuval... William De Kooning’i de gördüm resminizde.
Doğru. New York okulu soyutla başlayan ve Pollock geleneği ve daha çok Kooning bana yakındır. Amerikalı ressam oldun mu acayip ağır bir yükün var. O gelenekten geliyorsun. Sonuçta onunla kaçınılmaz bağların, sizin de kurduğunuz gibi paralelliklerin var. Andy Warhol geleneği de var bu arada maço ressam geleneğinin çok dışında olan. Ben kavramsal olarak Andy Warhol gettosundanım ama iş boyamaya gelince öbür gruptanım.


Andy Warhol gettosu eli, yani mahareti sevmiyordu diyebilir miyiz? Günümüz sanatı eli şart kılmıyor ama siz elinizle üretiyorsunuz?
50 yıl boyunca sanat dünyasında üretilen en iyi işler, sanatçının elini sürmediği işlerdi. Mesela Jeff Koons’un Puppy heykeli gibi ya da Balloon Flower’ı. Oradaki fikir o kadar kuvvetli ki sanatçının dokunmasına gerek kalmıyor sanırım. Galiba çok zekice eğer nasıl yapılacağını bilmiyorsa onu yapan birini bulması açısından. Bence çok iyi. Jeff Koons’un resimlerini 100 kişi yapıyor, Murakami’ninkileri de öyle... Ama benim tarzdaki resim buna uygun değil.


Popüler ve küresel bir ‘yükselen yıldız’ olmakla ilgili hissiniz nedir?
Miami’de doğup büyümek bir bakıma şöhretten uzak tutuyor. Bu iyi. O hip sanatçılar ve onlara bayılanlar ekibinden, dergilerden filan koruyor. Ben bu tür şeylerle hiç ilgilenmem. Atölyemde resmimi yaparım. Resimlerimin satması iyi, büyük bir atölye tutabiliyorum ve yaşıyorum.


Çok satıyor olmak baskı yaratmıyor mu?
Bazen... Daha soyut yapmak istiyorum bazen sanki kendimi tutuyorum satmıyor diye. Çok soyut bulursam yaptığımı hemen bir oğlan çocuğu ekliyorum. Oluyor. (Gülüyor) Çok yavaş adımlar atıyorum.


Müzikte çok normal, birilerinin başka birilerini çağrıştırması. Ama resim sanatında bu çok sevilmez.
Bilmem. Herhalde orijinallikten ne anladığımızla ilgili... Cecil Brown, De Kooning’le çok kıyaslanır evet ama onu çok iyi anladı ve başka bir yere taşıdı. Benim için benden önce ne olmuş çok zaruri. Önümü görmek için gerekli. İlk sen yoktun. Hiçbir şey orijinal değildir.

Siz figürden ne bekliyorsunuz?
Aslında kaybolmasını istiyorum son zamanlarda. Sanırım şu sıra ondan kurtulmak da benim için bir meydan okuma olacak. Resim geleneğine baktığınız zaman, De Kooning mesela, figürsüz de bir hikaye anlatabilir. Sanırım ben de bunu yapmak istiyorum. Figürlerimin kaynağı, çocukken okuduğum çizgi romanlardaki figürlerdi.


Müze gezer misiniz?
Kitap okumayı seviyorum. Sanatçı monografileri özellikle. Bir isimle ilgili ama başka bir isim geçiyor ona bakıyorum. Her sanatçı, kendinden önceki birinin yeniden uyanışıdır. Bazen bir sanatçı, sırf bu yüzden geçmişteki bazı sanatçıların tanınmasını sağlar. Benim için, benim resmimin tarihle diyalog içinde olması çok önemli. Benim bir sonraki De Kooning olmam gerekmiyor. Bir sanat öğrencisi işimi gördüğünde bir başkasına gösterip ‘Bunu gördün mü?’ desin yeter. Dergilerin kapağında olmaktan çok daha iyi.

Radikal Hayat, Haber: Ayşegül Sönmez, 01.11.2010

"TÜRKLER TAMİR EDECEĞİNE YIKILSIN DAHA İYİ"

 

 

Rum Ortodoks Kilisesi Başpiskoposu Hrisostomos, KKTC'deki bir manastırın Türk Vakıflar İdaresi tarafından restore edilecek olmasına, "Türkler tamir edeceğine yıkılsın daha iyi!" diyerek tepki gösterdi.

 

Rum Ortodoks Kilisesi Başpiskoposu Hrisostomos, KKTC'deki bir manastırın restorasyon çalışmalarının Kıbrıs Türk Vakıflar İdaresi tarafından yapılacak olmasına sert tepki gösterdi. Rum Başpiskopos, "Manastır Türkler tarafından tamir edileceğine yıkılsın daha iyi" dedi. Rum başpiskopos, Kıbrıs Türk Vakıflar İdaresi'nin Dipkarpaz'daki Apostolos Andreas Manastırı'nın restorasyon çalışmaları için ihaleye çıkmaya hazırlandığını söyledi. 

Başpiskopos, "Manastır Rum kilisesinin malıdır. Restorasyonu bizim üstlenmemiz gerekir. Türk Vakıflar İdaresi tarafından restore edileceğine yıkıldığını görmek daha iyi" dedi. Manastırın restorasyonu konusunda inisiyatifin Birleşmiş Milletler ve Güney Kıbrıs'taki Amerikan Büyükelçiliği'nde olduğunu belirten Hrisostomos, kilisenin Türk Vakıflar İdaresi'ni muhatap almayacağını savundu. Başpiskopos bu çerçevede vakıflar idaresinin görüşme talebini reddettiklerini belirti.


KKTC'nin Karpaz Burnu'nda yer alan Apostolos Andreas Manastırı Hıristiyan dünyasının en önemli ibadet yerlerinden biri olarak kabul ediliyor.

Radikal, 01.11.2010

KIZLAR SARAYI TURİZME KAZANDIRILACAK

 

Amasya'da Harşene Dağı üzerinde uzunca bir süredir atıl pozisyon bulunan Kızlar Sarayı, Amasya İl Özel İdaresi tarafından turizme kazandırılacak.

 

Samsun Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'nun onayından geçen proje ile Kızlar Sarayı olarak bilinen alandaki eski ahşap binanın yıkılarak yerine birebir benzerinin inşa edildiğini belirten Amasya İl Özel İdaresi Genel Sekreteri Mustafa Bolat, “Binanın inşa çalışmalarını en geç bir ay içerisinde tamamlayacağız. Sonrasında turizm amaçlı hizmet vermesi koşuluyla 5 yıllığına ihaleye çıkaracağız” dedi.

 

İmar ve Kentsel İyileştirme Müdür Vekili İsmail Bingöl ile birlikte çalışmaları yerinde inceleyen Genel Sekreter Bolat, Kızlar Sarayı'nın inşasına yaklaşık 200 bin lira harcanacağını kaydetti.

Amasya Kent Haber, 03.11.2010

MÜTEFERRİKA BASKISI CİHANNÜMA SATILIYOR

 

 

7 Kasım’da Point Hotel Barbaros’ta düzenlenecek müzayedede ilk matbaamız olan Müteferrika tarafından basılmış ve Osmanlı Coğrafya tarihimizin en önemli eserlerinden biri olan 1731 Cihannüma kitabı satışa sunulacak.

 

Pazar Mezatı, bu haftasonu Point Otel Barbaros’a taşınıyor. PM Müzayede Evi’nin 7 Kasım’da düzenleyeceği Büyük Pazar Mezatı’nda Türk Matbaa tarihinin en önemli kitaplarından birisi olan Katip Çelebi’nin Müteferrika baskısı Kitab-ı Cihannüma en çok dikkat çeken eserler arasında. Yine aynı konu başlığında 18. yüzyıldan bu yana Türkiye ve Osmanlı ile ilgili yazılmış nadir seyahatnameler, İstanbul ve Osmanlı İmparatorluk haritaları gibi nadir ve önemli parçaların yanı sıra birçok kitap, gravür, obje ve fotoğraf da satışa sunulacak.

 

Zengin ve çok farklı eser çeşidi ile sadece koleksiyonerlerin değil, tarihin arka odalarında gezinmeyi seven tüm meraklıların dikkatini çekecek mezatta Hicaz bölgesinin basılı ilk Mekke ve Medine planları, 1. Dünya Savaşı’nda Osmanlı İmparatorluğu’nun Almanya ve Avusturya ile yaptığı ittifak neticesinde o yıllarda hazırlanmış hediyelik objeler ve kartpostallar, Osmanlı hanedanının yurtdışına çıkmasından sonra sisler arkasında kalmış aile hayatlarından kesitler sunan hanedan fotoğrafları, Osmanlı sanatından seçkin hat örnekleri dikkat çeken diğer eserler arasında.

 

Ayrıca havacılık ve denizcilik tarihimizden bilgiler sunan fotoğraflar, mutfak kültürü eksenli belge ve objeler, Mimar Albert Gabriel’in Anadolu şehirleri üzerine monografileri, sular altında kaldığı için tarihten silinen Adakale’de yapılmış son derece nadir bir parça olan tütün kutusu ve 100 senelik bilyeli Neptün gazoz şişesi müzayedenin en ilginç parçaları arasında bulunuyor.

 

Müzayedenin diğer bir özelliği de basılı bir katalog üretilmemiş olması. Kağıdın, bilhassa eski kağıdın, kıymetini bilen kişiler olarak, müzayede yönetimi daha fazla kağıt harcamamaya karar verdi. İnternet ortamında yüksek çözünürlükte yayınlanan eserler detayları ile birlikte www.buyukpazarmezati.com adresinde incelenebiliyor. İsteyenler tüm eserleri 6 Kasım kadar Point Hotel Barbaros Sahaf Kütüphanesi bölümünde inceleyebilir.

Hürriyet, 01.11.2010

500'Ü AŞKIN ESER SATIŞA ÇIKTI, SANATA 25 MİLYON LİRA AKACAK

 

 

Dünyada çağdaş sanat eseri satışında ilk 10’a yerleşen Türkiye’nin bu alandaki potansiyeli hızla artarken, çağdaş sanat piyasası, kasım ayında 2 büyük müzayedeyle hareketlenecek. Beyaz Müzayede’nin 333 eserlik, Antik A.Ş’nin ise 185 eserlik koleksiyonlarıyla bir haftada 500’ü aşkın eser sanatseverlerle buluşacak. Tamamı açılış fiyatı üzerinden satılsa bile çağdaş sanata 25 milyon lira aktarılacak.

SON dönemde Burhan Doğançay’ın ‘Mavi Senfoni’ isimli eserinin 2.2 milyon liraya satılmasıyla rekor rakamlara ulaşan ve dünyada çağdaş sanat eseri satışında ilk 10’a yerleşen Türkiye’nin düzenlenen müzayedelerle de bu alandaki potansiyel hızla artıyor. Türk çağdaş sanat piyasası, kasım ayını 2 büyük müzayede ile karşılayacak. Beyaz Art, 6 Kasım Cumartesi ve 10 Kasım Çarşamba günü toplam 333 eserden oluşan 13’ncü Beyaz Müzayede’yi düzenlerken, Antik A.Ş ise 185 eserden oluşan ‘Müze gibi Müzayede’yi 7 Kasım Pazar günü düzenleyecek. Bu iki müzayede ile bir haftada 500’ü aşkın eser sanatseverlerle buluşurken, eserlerin tamamının açılış fiyatı üzerinden bile satılması halinde 25 milyon liralık rakama ulaşılacak.

Çağdaş sanatın başyapıtlarını buluşturan bu iki müzayedenin ortak noktası, en yüksek açılış fiyatının 900 bin TL olması. Antik A.Ş.’nin düzenlediği müzayede en yüksek açılış fiyatıyla satışa çıkacak olan eser, Türk soyut resminin Paris’teki önemli temsilcilerinden Mübin Orhon’un 1962 tarihli yağlıboya soyut çalışması olacak. Mübin Orhon’un bilinen en büyük ebatlı eseri, 900 bin TL açılış rakamı ile satışa sunulacak. Beyaz Müzayede’de ise, Çağdaş Türk resminin en değerli kadın ressamı Fahrelnisa Zeid’in eseri, 600 bin ile 900 bin TL arasındaki fiyat aralığıyla en yüksek açılış olacak. Fahr El Nisa Zeid’in bir başka yağlıboya soyut çalışması ise Antik A.Ş’nin müzayedesinde yer alacak. 1950-53 tarihli bu eser 750 bin TL açılış rakamıyla satışa sunulacak. Burhan Doğançay’ın ‘Kurdeleler’ konulu 4 adet eseri ile Neşet Günal’ın ‘Korkuluk’ eserinin yanı sıra, Mehmet Güleryüz’ün ‘The Fall’ ve ‘Sarı Oda’ isimli eserleri ilk kez sanatseverlerin beğenisine sunulacak.

13’ncü Beyaz Müzayede’nin 2 ayrı bölüm olarak gerçekleştirileceğini söyleyen Beyaz Müzayede’nin kurucusu Aziz Karadeniz, şunları söyledi: “Müzayedede çok sayıda önemli eserin yer almasından dolayı 2 bölüme ayırdık. 333 eserin 254 adetini 6 Kasım’da gündüz müzayedesi olarak düzenlerken, 79 eserin satışını da 10 Kasım’da akşam müzayesi olarak yapacağız. Akşam müzayedeleri yurtdışında sıkça uygulansa da, Türkiye’de biz ilk kez yapacağız. Akşam müzayedelerini yaygınlaştırmaya çalışacağız. 2009 yılında geçtiğimiz fiyat aralığı uygulamasıyla da eserler için tahmini bir fiyat aralığı belirliyoruz. Buna göre, tüm eserlerin satışından 11-15 milyon lira arasında satış rakamı bekliyoruz.”

Antik A.Ş. Yönetim Kurulu Başkanı Turgay Artam, Çağdaş Sanat Eserleri Müzayedesi’nde toplam 10 milyon liranın üzerinde açılış fiyatına sahip 185 eserin sanatseverlerle buluşacağını belirterek, şu bilgileri verdi: “Eğer bu koleksiyonun tamamını, daha önce hiç eser satın almamış birisi alırsa, en iyi koleksiyona sahip olacak. 7 Kasım’da Swissotel’de düzenleyeceğimiz müzayede için yurtdışında yayınlanan sanat dergileri, gazeteler ve internet sitelerinde tanıtımlar yaptık. Bunun üzerine sadece bu müzayede katılmak için yurt dışından gelecek koleksiyoncular bulunuyor. Ayrıca bu koleksiyonu herkesin görebilmesi için Antik A.Ş’nin Maçka’daki binasında sergilemeye başladık. Bu sergi nedeniyle de ‘müze gibi müzayede’ ismini verdik.”

Antik A.Ş. Yönetim Kurulu Başkanı Turgay Artam, Maçka’da 27 Ekim’den itibaren sergilenen 185 eserin yoğun ziyaret aldığını belirterek, “Biz de süreyi uzun tuttuk. Her gün 500’ün üzerinde ziyaret alıyor. 27 Ekim’den itibaren toplam 7 bin 500 kişi ziyaret etti. Ayrıca, sanatçıları tanıtmak açısından yabancı dergilere verdiğimiz reklamlar sayesinde de internet sitemize yurtdışından 1100 ziyaret oldu. Bu gelişmeler çok sevindirici” dedi.

Beyaz Müzayede’nin, 333 eser için katalogları 5 ayrı kapakla hazırladığını ifade eden Aziz Karadeniz, “Daha önce de 1’den fazla kapakla katalog çıkaran Beyaz Müzayede, bu sefer 5 kapak ile sanatseverlere ulaşıyor. Kapaklarda Fahr el Nisa Zeid, Ömer Uluç, Adnan Çoker, Neşet Günal, Hakkı Anlı yer alıyor. Müzayedede kapak olabilecek 10’dan fazla eser vardı ancak 10 ayrı kapakla katalog basmak ve sanatseverlere ulaştırabilecek kadar zamanımız olmadığı için 5 kapak hazırladık” diye konuştu.

Türkiye'de satılan eserlerin fiyatları için yüksek dendiğini ancak daha işin başında olunduğunu anlatan Turgay Artam, şöyle konuştu: “Örneğin 7 Kasım’da yapacağımız müzayedede Mehmet Güleryüz’ün bir başyapıtını satışa çıkarıyoruz. Mehmet Güleryüz’ün toplam 500 eseri var. Eğer bu sanatçının eseri bir Avrupa ülkesinde olsaydı tablonun açılış fiyatı 5 milyon Euro ile 10 milyon Euro arasında olabilirdi. Biz 300 bin liradan başlatıyoruz. Artık fiyatlar katlayarak artacak. Alıcılar için tabloları almak da fırsat gibi oluyor. Çünkü parası olanlar da almak için eser bulamayacak. Neden fiyatlar yüksek diyorlar. Nedeni bu. Hem de önemli bir yatırım yapmış olacaklar.”
Hürriyet, Haber: Emel Kara, 01.11.2010

BELGELER KOPYALANACAK

 

 

TOBB Hatay Genç Girişimciler Kurulu Başkanı Çağrı Belibağlı, İskenderun Ticaret ve Sanayi Odası'nda (İTSO), proje için gerekli izinlerin alınmasını sağlayan ABD'nin Virginia Eyaleti Senatörü Ryan T. McDougle ile projenin bu ülkedeki danışmanlığını yapan Virginia Commonwealth Universitesi Sosyoloji Bölümü Dekanı Doç.Dr. Robyn Lynn Diehl ile basın toplantısı düzenledi.

 

Belibağlı, toplantıda, Başbakanlık'ta görevli bir arkadaşı ile hazırladıkları projeyle, 8 bin 500 eserin kopyalanmasının 369 bin dolar karşılığında gerçekleşeceğini, bu projeye Türk Tanıtma Fonu'nun 100 bin dolarla destek vereceğini, TOBB ve Yunus Emre Vakfı'nın da katkı sunacağını açıkladı.

Yaptıkları incelemede, 138 milyon eserle Dünya'nın en büyük kütüphaneleri arasında gösterilen ABD Kongre Kütüphanesi'ndeki 8 bin 500 belgenin Ankara'daki Milli Kütüphane'de bulunmadığını belirlediklerini ifade eden Belibağlı, “Projedeki amaç o belgeleri kopyalayıp kitap ve CD olarak hazırlamak. Biz bu projenin, Anadolu'da yaşananların tanınması, Ermeni iddialarının açığa kavuşturulmasına ve özellikle de Hatay için önem taşıyacağına inanıyoruz” dedi.

 

Proje için gerekli izinlerin alınmasını sağlayan Virginia Eyalet Senatörü McDougle de, toplumlarda tarihi konularda, bir takım duygusal hassasiyetler olabileceğini, ancak global dünyada yaşayanların, barış ortamına zemin hazırlaması gerektiğini ifade etti.

 

McDougle, sözde Ermeni soykırım iddialarına ilişkin bir soru üzerine de global dünyada barış içinde yaşanması gerektiğini belirterek, “Geçmişi çok fazla sorgulamamalıyız” ifadelerine yer verdi.

Hürriyet, 01.11.2010

TOPKAPI SARAYI'NDA MARMARAY DEPREMİ

 

 

Dünyanın en önemli projelerden biri sayılan Marmaray, Topkapı Sarayı’nı tehdit ediyor. Saray kompleksinin altından geçen tünel kazısı nedeniyle Sur-u Sultani olarak bilinen tarihi yapılarda büyük çatlaklar meydana geldi. Gülhane Parkı içerisinde yer alan İslam Bilim ve Teknoloji Tarihi Müzesi, çok sayıda çatlak nedeniyle çökme tehlikesiyle karşı karşıya. Müze her an kapatılabilir.

Marmaray’ın tarihi surlara verdiği zarar Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın da gündeminde ilk sırada yer alıyor. Geçen hafta müzeye gelerek çatlakları yerinde inceleyen Günay, Koruma Kurulu’nun acil toplanmasını istedi. Yetkililerden bilgi alan Bakan Günay’ın gündeminde tarihi eserleri tahliye etmek ve müzeyi kapatmak var.

 

Günay’ın olası çökme ve can kaybı ihtimalini göz önüne alarak bir an önce müzenin kapatılmasını istediği de söyleniyor. Yıldız Teknik Üniversitesi’nden bir heyet müzede inceleme yaptı. Çıkacak rapora göre ne yapılacağına karar verilecek. Marmaray projesini yürüten firmadan mühendisler de müzedeki çatlakları yakından inceliyor. Çatlaklara yerleştirilen çok sayıda monitör aracılığıyla çatlakların nasıl genişlediği saniye saniye izleniyor.


Marmaray çalışmalarının Topkapı Sarayı’nın ana bölümlerine ne derecede etki ettiği konusunda ise henüz bir veri yok. Yetkilileri asıl endişelendiren ise bu ihtimalin de yüksek olması. Tünel kazısının bir yönü tamamlandı. İkinci yönünün kazı çalışmalarına yeni başlandı. Bu nedenle hasarın artacağı belirtiliyor.

 

Türkiye’de asrın projesi olarak nitelendirilen ve Boğaz’ın iki yakasını demiryolu hatları ile birleştirecek olan Marmaray’da ilk kez bu kadar büyük tedirginlik yaşanıyor. Çünkü hattın şu anda süren tünel ve istasyon açma faaliyetleri Topkapı, Ayasofya Camii gibi eserlerin yakınında sürdürülüyor.

Topkapı Sarayı esas itibariyle Gülhane Parkı’nı da içine alan geniş bir kompleksten oluşuyor. Bu kompleksi çevreleyen dış surlara da Sur-u Sultani denilmekte. Bugün İslam Bilim ve Teknoloji Tarihi Müzesi olarak kullanılan yapı, Osmanlı zamanında Has Ahırlar olarak anılıyordu. Burada padişahın ve Enderun’daki yüksek rütbeli kişilerin bindiği seçme atlar bulunuyordu. Bu bölümde ayrıca, Ahır Emini ile diğer üst düzey yöneticilerin odaları da yer alıyordu.

 

Has ahırlar geniş bir restorasyondan geçirildikten sonra Prof.Dr. Fuat Sezgin’in öncülüğünde İstanbul Büyükşehir Belediyesi ve Kültür Bakanlığı’nın ortak çalışması sonucu Mayıs 2008’de İslam Bilim ve Teknoloji Tarihi Müzesi olarak hizmete açıldı. Müzede Müslüman bilginlerin astronomi, coğrafya, deniz bilimleri, optik, kimya, fizik ve savaş teknolojisi alanlarındaki eserleri ve cihazları sergileniyor. Müze her gün yüzlerce kişi tarafından ziyaret ediliyor

Radikal, Haber: Muhittin Danış, 01.11.2010

 

******


"ÇATLAMA TOPKAPI SARAYI'NDA DEĞİL, BAŞKA MÜZEDE OLDU"

 

Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın bir protokol imza töreninde gazetecilerin, “Marmaray kazısının Topkapı Sarayı’nın surlarında çatlaklar meydana getirdiği” yönündeki sorusu üzerine yaptığı açıklamada adı geçen müzenin Topkapı Sarayı Müzesi değil, İslam Bilim ve Teknoloji Müzesi olduğu bildirildi.

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı Basın ve Halkla İlişkiler Müşavirliği’nden yapılan açıklamada, bakının soruları yanıtlarken Topkapı Sarayı Müzesi’nden bahsetmediği belirtildi.

Milliyet, 02.11.2010

 

******


MARMARAY KAZISI, İSLAM TARİHİ MÜZESİ'Nİ ÇATLATTI

 

 

Halkalı'yı Gebze'ye kesintisiz, modern ve yüksek kapasiteli banliyö demiryolu sistemiyle bağlayan, banliyö demiryolu sisteminin iyileştirilmesi ve Demiryolu Boğaz Tüp Geçişi inşasına dayanan , İslam Bilim ve Teknoloji Tarihi Müzesi'ni tehdit ediyor. Saray kompleksinin altından geçen tünel kazısı nedeniyle, Gülhane Parkı içinde yer alan ve 'nın eski surlarına bitişik olan Müze'de çok sayıda çatlak oluştu. Marmaray projesini yürüten firmanın mühendisleri, Müze'deki çatlaklar arasına yerleştirdikleri monitörlerle çatlakların genişleme seyrini saniye saniye takip ediyor.

Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, gazetecilerin konuya ilişkin soruları üzerine, "Bilim adamları inceliyor. Üniversiteler, teknik üniversite inceliyor. İkinci hattın geçmesi sırasında daha dikkatli önlemler alınacak ve müzeyi belki bir süre ziyarete kapatacağız'' dedi. "Yenikapı Sirkeci hattında, İslam Bilim ve Teknoloji Müzesi'nin altından geçerken, sanıyorum 40 metreye yakın bir derinlikten geçmesine rağmen muhtemel bir boşluktan ötürü bir sarsıntı ve yer yer çatlaklar var" diyen Günay, "Şu anda durum sabitlendi, yeni bir tehlike yok" diye konuştu. Bakan Günay, Topkapı Sarayı'nın Marmaray kazısından etkilenmeyeceğini düşündüğünü de sözlerine ekledi.

Topkapı Sarayı Müzesi Müdürü İlber Ortaylı, Topkapı Sarayı'nda çatlaklara rastlanmadığını belirtti ve "Marmaray, Gülhane Parkı'nın içindeki Topkapı Sarayı'nın eski surlarına bitişik yapılarda çatlaklara neden oldu. Bu yapılarda çatlaklar olduğuna göre sur da tehlikede demektir. Belki Alay Köşkü de bundan etkilenebilir" diye konuştu. Alay Köşkü'nün de incelenmesi gerektiğini dile getiren Ortaylı, "İslam Bilim ve Teknoloji Müzesi olan bina 20'nci asırda yapılma bir bina. Bu binayı restore etmemize rağmen çatladı. Bizim saray ne olur bilemiyorum, endişeliyim. Eğer çatlağa sebep olan hattın bir de mukabili oradan geçerse çok kötü olur. Eğer gerek görülürse Teknik Üniversite sarayda da inceleme yapar ve önlem alır diye düşünüyorum" dedi.

Sabah, Haber: Nurdeniz Erken, 02.11.2010

 

******


"ÇATLAK VAR, KAPATABİLİRİZ"

 

Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, Radikal’in ‘Sarayda çatlak’ manşetini doğrulayarak İslam Bilim ve Teknoloji Tarihi Müzesi’ni kapatabileceklerini söyledi.

 

Bakan Ertuğrul Günay, dünyanın en önemli projelerinden Marmaray’ın, Topkapı Sarayı surlarında çatlaklara yol açmasıyla ilgili olarak, “Ben inceledim ama bilim adamları inceliyor. Üniversiteler, teknik üniversite inceliyor. İkinci hattın geçmesi sırasında daha dikkatli önlemler alınacak ve müzeyi (İslam, Bilim ve Teknoloji Müzesi) belki bir süre ziyarete kapatacağız” dedi.

Yerin 40 metre altında sürdürülen tünel kazısı çalışmalarında oluşan bir boşluktan ötürü yer yer çatlakların meydana geldiğini belirten Günay, şimdilik gereken güçlendirmenin yapıldığını kaydetti. İkinci hattın geçmesi sırasında daha dikkatli önlemlerin alınacağını söyleyen Günay, “Şu anda endişe edilecek bir durum olmadığını bilim insanları söylüyorlar ama duvarlarda yer yer çatlaklar var. Galiba biraz daha dikkatli olmak gerekiyor” dedi.


Günay’a Topkapı Sarayı’ndaki ana binaların da kazıdan etkilenip etkilenmediği soruldu. Günay, “Hayır, Topkapı’dan uzakta tamamen Sirkeci tarafında, İslam Bilim ve Teknoloji Müzesi yaptığımız eski has ahırların altından geçerken yer yer çatlamalar oldu. İkinci hat geçerken belki önlem olarak bir süre için kapatma düşünebiliriz, tamamen teknik üniversitenin vereceği raporlara bağlı. Ben bizzat yerinde inceledim tabii sevimli bir durum değil, ama aşırı ölçüde korkulacak bir durum da değil umarım” dedi.

 

Radikal’in dünkü manşeti üzerine İslam Bilim ve Teknoloji Müzesi’nde çatlakların oluştuğu kısımlar ziyarete kapatıldı. Müzenin bir bölümü önceden ziyarete kapatılmıştı. Dün de ziyaretçilerin güzergahı değiştirildi.

Edinilen bilgilere göze Bilim ve Teknoloji Müzesi’ndeki hasar sadece çatlaklarla sınırlı değil. Müzenin hemen altından geçen kazı sırasında toprağın 4 santim kadar çöktüğü ve müze yetkililerinin büyük paniğe kapıldığı belirtiliyor. Tünel kazısı sırasında arkeolojik olarak büyük bir ihmal yaşandığı da iddialar arasında. Sarayın altındaki toprak yapısına ilişkin analizin tam olarak yapılmadığı bu nedenle gerekli tedbirlerin alınmadığı söyleniyor.

Müzenin hemen altından geçen tünelin bir yönü tamamen bitirildi. Çatlaklara karşı şimdilik gerekli güçlendirme yapıldı. Ancak ikinci tünel kazısı nedeniyle endişeli bir bekleyiş hakim. Edinilen bilgiye göre ikinci tünel kazısında müzenin altına dört ay içinde ulaşılmış olacak. Japon firmanın bu kez daha dikkatli davranacağı belirtiliyor.

Marmaray hasarı, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın da gündemindeydi. Başbakan Erdoğan İstanbul Kongre Merkezi'nde düzenlenen ‘24. IPMA (Uluslararası Proje Yönetim Birliği) Dünya Kongresi’nde yaptığı konuşmada Marmaray konusunda şunları söyledi: “Proje kazılar sırasında ortaya çıkan tarihi eserler nedeniyle bugüne kadar yavaş ilerledi. Bu şehrin neresine kazma vursanız oradan tarih fışkırıyor, oradan çok eski devletlere, çok eski medeniyetlere ait izler ortaya çıkıyor ve biz tam bir hassasiyetle bunları korumanın, yaşatmanın mücadelesini veriyoruz. İstanbul, çok büyük bir değişim-dönüşüm yaşarken, tarih modernin içinde kaybolmuyor, tersine daha bir açığa çıkıyor ve daha bir gözle görünür hal alıyor.”

Radikal, Haber: Muhittin Danış, 02.11.2010

 

******


MÜZENİN ALTIDA BİRİ KAPATILDI

 



İstanbul Kültür ve Turizm Müdürü Ahmet Emre Bilgili, Kanuni Sultan Süleyman, Hürrem Sultan ve Mimar Sinan türbelerinin restorasyonuna ilişkin imza protokolü öncesinde gazetecilerin sorularını yanıtladı. Marmaray çalışmaları sırasında, Topkapı Sarayı'nın zarar gördüğüne yönelik bilgilerin yanılgı olduğunu belirten Bilgili, tünelin çalışmaları sırasında, Sur-u Sultani denilen ve sarayın, etrafını çevreleyen surlarda çatlamalar meydana geldiğini söyledi.

Bilgili, tünelin, Gülhane kısmından ve yerin yaklaşık 44 metre altından geçtiğini ifade ederek, "Marmaray çalışmaları sırasında, sur duvarlarına bitişik İslam Bilim Teknoloji Tarihi Müzesi'nin duvarlarında meydana gelen tahribata ulaşıldı. Tedbir anlamında, müzenin 6'da 1'lik kısmını ziyarete kapattık" diye konuştu.

 

Yıldız Teknik Üniversitesi'ne müracaatta bulunduklarını anlatan Bilgili, teknik ekibin, rapor hazırlayacağını ve rapor doğrultusunda tedbir için kapatılan bölümün ziyarete açılacağını kaydetti.

Ahmet Emre Bilgili, Marmaray çalışmalarında ikinci bir tünel geçişinin olacağını belirterek, "Marmaray yetkililerini tedbir için uyardık" dedi.

Topkapı Sarayı ve Ayasofya Müzesi'nde herhangi bir tehlikenin söz konusu olmadığını ifade eden Bilgili, surların saraya uzak yerden geçtiğini ve Yıldız Teknik Üniversitesi'nden gelen uzmanların bunu da incelemesini istediklerini bildirdi.

Habertürk, 02.11.2010

"HASANKEYF DENİZE NAZIR İLÇE OLACAK, TURİSTLER AKIN EDECEK"

 

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, uzun süredir çevrecilerle tartışma konusu olan Ilısu Barajı’nın yapımını savundu ve Hasankeyf’in yok edilmeyeceğini, kurtarılıp gelecek nesillere kazandırılacağını söyledi. Erdoğan, “Hasankeyf denize nazır ilçe haline gelecek, dünyanın bir ucundan buraya artık turistler gelmeye başlayacak” dedi.

Ilısu Köyü’nde TOKİ tarafından yaptırılan konutların anahtar teslim törenine katılan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan uzun süredir çevrecilerle hükümet arasında tartışma konusu olan Ilısu Barajı’nın yapımıyla ilgili olarak, “Ilısu Barajı, Hasankeyf’in yok edilmesine değil, tam tersine kurtarılıp, gelecek nesillere kazandırılmasına vesile olmuştur. Hasankeyf denize nazır ilçe haline gelecek, dünyanın bir ucundan buraya artık turistler gelmeye başlayacak” dedi. Ilısu Köyü'nden yola çıkarak, modern, sağlıklı, her türlü altyapısı düşünülmüş yaşam tarzının bölgeye hakim olmasını arzuladıklarını dile getiren Erdoğan, şöyle konuştu: “Burada sadece içinde yaşamak için konut yapılmadı. Aynı zamanda yeni bir hayat tarzının, örnek yerleşim tarzının yerel mimarisiyle nasıl olabileceği gösterildi. Ilısu Köyü sakini Ahmet kardeşimin, Fatma kardeşimin hakkıdır burada yaşamak. Projeden etkilenen vatandaşlarımız için seralar inşa edildi. 200 dekarlık alana 3 bin 100 aşılı badem fidanı dikildi. Bunların geliri köy sakinlerine ait olacak.”

Başbakan Erdoğan, artık bu topraklarda yaşayan insanların kaderinin değiştiğini, GAP projesinin bu değişimin ilk habercisi olduğunu kaydetti. GAP projesinin Fırat ve Dicle nehirleri üzerinde enerji ve sulama amaçlı 22 barajın kurulmasını, 1 milyon 820 hektar toprağın suyla buluşmasını ve 27.3 milyar kilovatsaat enerji üretilmesini öngördüğünü anlatarak, şöyle devam etti: “İktidara geldikten sonra bu projenin yeterli hızla ilerlemediğini gördük. Hemen kolları sıvadık. GAP Eylem Planı hazırladık. Tamamlanan sulama projelerini 2 katından fazla artırarak yüzde 28’e ulaştırdık. İnşallah 2013 yılına kadar suya kavuşmamış toprak bırakmayacağız.”

Baraj yapımını gerçekleştiren firmaların temsilcilerinden Nurettin Çarmıklı’dan barajın tamamlanma tarihinin 2016 yılı olduğunu öğrenen Erdoğan, “Ilısu Baraj projesinin tamamlanması için hedeflenen tarih 2016. Bu bana çok uzun bir süre geldi. Şimdi Nurettin Bey’e soruyorum ve diyorum ki; bunu ne kadar daha biz şöyle geri çekeriz, ne kadar daha kısa zamanda bunu bitiririz” dedi. Bunun üzerine Çarmıklı, “Başbakanım bu bizim için bir emirdir, dediğiniz tarihte bitirmeye çalışacağız” şeklinde konuştu. Diğer firma temsilcisi Mehmet Cengiz ise “Biz emri aldık Başbakanım, Allah nasip ederse 2014 yılında teslim edeceğiz” diye konuştu. Erdoğan da “Şimdi Nurettin Bey ‘Ne zaman dersiniz’, Mehmet Bey ise ‘2014 yılı’ diyor. Ilısu Barajımızın inşallah 2014 ilk yarısında tamamlanmasını diliyorum. Bu barajın ekonomimize yıllık katkısı 600 milyon lirayı bulacak” şeklinde konuştu.

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, ülke ve vatandaşın hayrına olan pek çok işte olduğu gibi burada da önlerine taş koymak için çalışanlar olduğunu belirterek, bu barajın yapımına engel olmak için pek çok oyun oynandığını ve pek çok engel çıkarıldığını söyledi. Erdoğan, “Sevgili kardeşlerim; baraj inşaatını engellemek için öne sürülen konuların başında ne geliyordu? Hasankeyf. Biz ülkemizin bütün değerleri, bütün imkanları bütün güzellikleri gibi tarihine ve kültürüne de sahip çıkma konusunda da fevkalade hassasiyet sahibiyiz” dedi. Erdoğan, yeni Hasankeyf’in altyapı çalışmalarına başlandığını, buradaki güzelliklere yeni Hasankeyf’in de sahip olacağını belirterek, şöyle konuştu: “Hasankeyf yanlış imar ve yapılaşma yüzünden yok olma tehlikesi ile karşı karşıyaydı. Bu proje çerçevesinde yürüttüğümüz çalışmalar Hasankeyf’i yok olmaktan kurtarıp, ülkemiz ve dünya kültür mirasına kazandırmıştır. Yani Ilısu Barajı, Hasankeyf’in yok edilmesine değil, tam tersine kurtarılıp gelecek nesillere kazandırılmasına vesile olmuştur. 8 yılda 4 bini aşkın vakıf eserimizi onardık. Hasankeyf’e de biz sahip çıkarız.”

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Hasankeyf’in tamamının da sular altında kalmadığını, Yukarışehir denilen bölgenin aynen muhafaza edildiğini dile getirerek, şunları söyledi: “Buradaki eserler restore edilip kültürümüze kazandırılacak. Sulardan etkilenecek aşağı kesimlerdeki eserler ise oluşturduğumuz Kültür Parkına taşınacak ve orada en güzel şekilde yaşatılacak. Mısır’da 1902 yılında bitirilen Asvan Barajının suları altında kalacak onlarca eser testereyle parça parça kesilerek bir başka yerde yeniden kuruldu ve şu anda da Mısır’ın kültürel mirası olarak hizmet vermeye devam ediyor. Çocuklarımıza bırakacağımız en büyük miras, güçlü ve müreffeh bir Türkiye olacaktır. Bunu biz başaracağız. Tarihiyle, kültürüyle ve ekonomisiyle güçlü bir Türkiye’yi gelecek nesillere emanet etmek boynumuzun borcu.”
Hürriyet, 01.11.2010

SİDE MÜZESİ'NİN TEŞHİR ALANI GENİŞLEDİ

 

Side Müzesi’nde tarihi eserlerin teşhir alanları genişletildi. Belediyenin de katkı verdiği çalışmada müzede 527 ve 529 parsellerde teşhir alanı genişletildi.

 

Özel tasarımlı dolapların yerleştirildiği müzede eser yerleştirimi ise önümüzdeki günlerde başlayacak. Müze içi ve dışını modern bir görünüme kavuşturmak için yapılan çevre düzenlemesi ve onarımlarla ferforje demir parmaklıklarla mekan koruma altına alındı.

 

Side Müzesi’nde 2 bin 129 arkeolojik 9 bin sikke olmak üzere toplam 11 bin 905 tarihi eser bulunuyor. Yer darlığı nedeniyle kapalı olarak muhafaza edilen 298 arkeolojik eser 34 sikkeyle birlikte teşhir edilebilecek.

 

Mekan darlığı nedeniyle 12 bin eserden sadece binini teşhir edebildiklerini belirten Müze Müdürü Güner Kozdere, yapılan düzenlemeyle açık ve kapalı alanda eser teşhirinin artacağını ifade etti. Teşhir için yerleştirilen dolapların renk ve biçimini müzenin iç dekor bütünlüğüne göre tasarladıklarını anlatan Kozdere, tarihi eserlerin aşırı nemden etkilenmemesi için de 2 özel klima konulduğunu belirtti.

 

Müzede sergilenen 1700 yıllık 17 amfora da bir arada toplanarak koruma altına alındı. Verilere göre, müze ziyaretinde son 3 yılda kademeli olarak artış olduğu. Müzeyi 2007′de 99 bin, 2008′de 117 bin, 2009′da 136 bin yerli ve yabancı turist ziyaret etti. 2010 sonu itibariyle bu rakamın 200 bini bulması bekleniyor. Side Müzesi’nin güvenliğini ise 24 saat süreyle gece görüşü de olan 40 güvenlik kamerasıyla sağlanıyor.

Samanyolu Haber, 31.10.2010

İZMİR'DE TARİHİ KÖY SATILIĞA ÇIKARILDI

 

  

 

İzmir'in Foça İlçesi'ne bağlı Kozbeyli Köyü'nde yarım asırlık cami, tarihi Kuzu Beyi Kulesi ve 157 ayrı köy evi orman bölgesi sınırları dahilinde kaldığı gerekçesiyle satılığa çıkarıldı.


Geçmişi yaklaşık 600 yüzyıl öncesine dayanan Kozbeyli Köyündeki çoğu Osmanlı mimarisi özelliği taşıyan 157 ev, hazinenin orman bölgesi sınırları içinde kaldığı gerekçesiyle açtığı davayı kazanması üzerine 2/B yasası kapsamında satışa çıkarıldı. Satılacak taşınmazlar arasında tarihi cami ve köyün kurucusu Kuzu Bey tarafından yaptırılan kulenin de bulunması şaşkınlığa neden oldu. Hazine, yıllar boyunca devam eden mahkeme süreci sonucunda haklı bulundu. Köylüler Hazine'ye kira ödemeye başladı. Hemen akabinde söz konusu taşınmazların 2/B yasası kapsamında satılmasına karar verildi.


İzmir Defterdarlığı Milli Emlak Dairesi Başkanlığı tarafından görevlendirilen uzman heyet köyde taşınmazlar üzerinde değer tespit çalışmalarına başladı. Kozbeyli halkına evlerinin belirlenen birim fiyatı üzerinden satılacağını ve satış önceliğin içinde ikamet edenlere ait olduğu bildirildi.
Duruma tepki gösteren Köy Muhtarı Hayrettin Günindi, 250 evden 157'sinin satışa çıkarıldığını belirterek şunları söyledi: "Kozbeyli halkı atalarının bile çocukluklarını geçirdiği evlerini hazine tarafından açılan davada kaybetti. Kaybettikleri yetmiyormuş gibi mahkeme masraflarını ödemek zorunda kaldılar. Kendi evlerinde kiracı konumuna düştüler. Şimdi de ihaleye girip kendi evlerini satın almaya çalışacaklar. Köy de herkes, 'Ya evime bir daha sahip olamazsam' endişesiyle, umutsuz bir bekleyiş içerisinde."





Atalarından miras kalıp bütün hayatlarını geçirdikleri evlerini satın almak için gün sayan Kozbeyli halkı tarihi caminin satılacak olmasını esprili bir şekilde yorumladı. Camiyi alacak olanın cami girişini ücret dahilinde yapması halinde köy halkına nasıl bir ücret tarifesi uygulanacağını şimdiden düşünen köylüler, camiyi alacak girişimcinin fiyat tarifesi konusunda köy halkına indirim yapması gerektiğini ifade etti.


Şaphane Dağının Gencerlik Körfezini kuş bakışı seyreden bir yamacında çam ormanları ve zeytinlikler arasındaki tarihi Kozbeyli Köyü yarım asır önce Kuzu Bey tarafından kuruldu. Köye kendi adını taşıyan bir kule ile bir de cami yaptıran Kuzu Bey'in döneminden sonra köy her geçen asırda biraz daha gelişerek büyüdü. Eski taş evleri, camisi ve tarihi kalıntılarıyla zamana tanıklık eden Kozbeyli Köyü'nde, ilk olarak 1945 yılında kadastro çalışması yapıldı. Köy de 35 yıl aradan sonra 1980 yılında yapılan ikinci kadastro çalışmasında, Tarihi cami ve Kuzu Beyi Kulesi ile birlikte 157 taşınmazın orman sınırları içersinde bulunduğuna karar verildi. Bu durum karşısında Hazine arazilerin tarafına tescili için dava açarak yasal süreci başlattı.

Türkiye Gazetesi, Haber: Hasan Eser, 31.10.2010

TARİHİ YAPILAR DİJİTAL KORUMADA

 

 

'ne bağlı Boğaziçi İnşaat Müşavirlik A.Ş. (BİMTAŞ) bünyesinde, lazerli tarama tekniğiyle yapılan çalışma sayesinde aynı anda belirlenen yapı ve sokaklarda 500 bin noktaya birden sinyal gönderilerek elde edilen kopyalar, dijital ortama aktarıldı.

 

3D modelleme yöntemiyle 100 metrelik bir alanda 1 milimetrelik hatayla çalışan sistem sayesinde İstanbul'un tarihi yapıları, iki yıl süren bir çalışma sonucunda arşivlendi. BİMTAŞ Genel Müdürü Ahmet Ağırman, 3D lazer tarama uygulamasının bu kadar geniş ölçekte yalnızca İstanbul'da yapıldığını söyledi. Ağırman, kendilerince geliştirilen sistemin, hatasız ve düşük maliyetli olduğunu belirterek şunları söyledi: "Bir yerin restorasyonu için ön hazırlık ve modelleme çalışması aylarca sürebilir. Üç-dört yıl sürebilecek Süleymaniye'yi projelendirmek, bu sistemle bir ayda tamamlandı. Milimetreye varıncaya kadar doğru veriler üretebiliyoruz."

 

Ağırman, Süleymaniye Camii günün birinde yıkılsa bile birebir yapabilecek veri tabanına sahip olduklarını söyledi. Ahmet Ağırman, "Amacımız, İstanbul'da Nuruosmaniye, Süleymaniye Camii, Küçük Ayasofya gibi tarihi mekanlar ve mahalleler ölçeğinde yaptığımız çalışmayı, Türkiye geneline yaymak" dedi. 

Sabah, Haber: Zeynel Yaman, 31.10.2010

SEKİZ MÜZE PROJESİ GELDİ DE YAPMADIK MI?

 

İstanbul iki ay sonra 2010 Avrupa Kültür Başkenti unvanına veda ediyor.

 

31 Aralık’tan sonra o mavi amblemin altında sürdürülen sanat ve kültür etkinlikleri sona eriyor.


İstanbul 2010 Ajansı Genel Sekreteri Yılmaz Kurt ile bilançoyu çıkartmak üzere buluştuk.
Kurt, yüzlerce projeye harcanan paranın 150 milyon Euro’yu bulduğunu söylüyor.
Bunun 3 milyon Euro’su Avrupa Birliği’nden.
Projelere ne kadar para harcandığının ayrıntılarına girmeyeceğim.
Harcamaları Deloitte tarafından denetlenen ajansın resmi sitesinde bunları görmek mümkün.
Benim daha çok üzerinde durmak istediğim şey 2010 Avrupa Kültür Başkenti unvanına sahip olmanın İstanbul’a kazandırdıkları.
Her alanda “doyurucu” olan sanat ve kültür etkinlikleri bitince geriye ne kalacak?
Bu sayısız polemiklere yol açan bir konu.
Ajansın kurulmasından sonra görev değişiklikleri başta yaşanan talihsiz olaylar en fazla İstanbul’a zarar verdi.
Yılmaz Kurt’un dediği gibi beklentiler yüksekti.
AKM’nin restorasyonu başta, İstanbul’un hiç olmazsa bir “Kent Müzesi”ne, konser, opera salonlarına, kapsamlı bir kütüphaneye kavuşması bekleniyordu.
Hiç biri olmadı.

GEHRY’NİN PROJESİ NE OLDU?
Geçenlerde İstanbul’da rastladığım Marsilya Belediye Başkanı’ndan, 2013’te aynı unvana sahip olacak şehirde “Akdeniz Medeniyetler Müzesi” için harıl harıl çalıştıklarını duyup kıskanmamak mümkün mü?


2009 yılı, mayıs ayında göreve gelen Kurt, İstanbul’a gerçek anlamda kalıcı bir eser kazandırılmamasını şöyle açıklıyor:
“İstanbul’da fazla otorite var. Merkezi ve yerel yönetimlerin yanı sıra, Vakıflar, Kültür Bakanlığı, İl Müdürlükleri... Böylesine karmaşık yapıyla karar almak zor.”
Güzel de hiç olmazsa bir kerecik, İstanbul’un hayrı için bu karmaşık yapı aşılamaz mıydı?
Kurt’a göre, bir başka sorun da “kalıcı eser” projesi sunulmaması.
“Diğer Avrupa Kültür Başkentleri’nde 1 yıl kala tüm projeler sunulmuş oluyor” diyor.
“Sekiz müze projesi sunuldu da mı yapmadık” diye ekliyor.
Sekizi bilmem ama İnan Kıraç’ın TRT binasının olduğu yerde, yıllar önce projesini ünlü mimar Frank Gehry’nin çizdiği kapı gibi bir müze projesi vardı.

KİŞİ VE KURUMLARA DUYURULUR
Çekişmeler ve Kurt’un sözünü ettiği “karmaşık yapı”nın kurbanı oluverdi.
Bu arada sevindirici bir haber.
2011 yılı haziran ayına kadar faal olacak Kültür Başkenti Ajansı, önüne dört dörtlük bir “kalıcı eser” projesi gelirse para vermeye hazır.
Buradan ilgili kişi ve kurumlara duyurulur.
Peki başladığım söze döneyim.
2010 Kültür Başkenti’nden geriye kalıcı ne kalacak?
Ayasofya, Topkapı başta olmak üzere sayısız restorasyon.
Liste hayli uzun ama restore edilen eserler arasında gözüme çarpan Bizans eseri varla yok arası...
Yoksa İstanbul üç imparatorluğa başkentlik yapmamış mıydı?

Hürriyet, Yazı: Gila Benmayor, 31.10.2010

ŞARHÖYÜK'TE 4 BİN YILLIK MÜHÜR BULUNDU

 

Şarhöyük Arkeoloji Kazısı Başkanı Prof.Dr. Taciser Sivas, Şarhöyük’de yapılan kazılarda höyüğün kültürel tarihinin günyüzüne çıktığını söyledi.

 

Eskişehir’de 1989 yılından bu yana devam eden Şarhöyük (Dorylaion) arkeoloji kazılarının, kentin tarihi açısından çok önemli bulgular elde edilmesini sağladığını belirten Anadolu Üniversitesi (AÜ) Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr. Taciser Sivas, “Şarhöyük, Eskişehir’in kent kimliğine kavuştuğu ilk yerdir. 1989 yılından beri bu höyük ve çevresinde kazı çalışmalarımız devam ediyor. Höyükte yapılan kazılarda Hitit, Helen, Bizans ve İslam tarihine ait çok önemli bulgular elde ediyoruz. Bu sene yaptığımız çalışmalarda höyük ve çevresinin röntgenini çekerek önümüzdeki senelerde yapacağımız kazılarda neler yapabileceğimizi inceledik. 70′i aşkın sergilenebilir nitelikte, 200′den fazla ise kültürel tarihi aydınlatmaya yardımcı olacak eser bulduk. Bunların içerisinde Hitit dönemine ait çift yüzlü bir mühür de var. Şu anda mührü okutmak için bir hiyeroglif uzmanını bekliyoruz. Bu mührü okuduğumuz zaman Hitit tarihini aydınlatacak çok önemli bilgiler elde edeceğiz” diye konuştu.

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı ile AÜ adına devam eden kazılara bu yıl, AÜ Öğretim Üyeleri ve öğrencilerinden oluşan 45 kişilik ekibin yanı sıra, Eskişehir Valiliği ve Eskişehir Cumhuriyet Baş Savcılığı’nın da izni ile Eskişehir Açık Cezaevi’nden 50 mahkum da işçi olarak katıldı.

Haber Oku, 30.10.2010

AFRİKA MEDENİYETTE 55 BİN YIL ÖNE GEÇTİ

 

 

ABD’nin Colorado Üniversitesi araştırmacıları, Güney Afrika’da bulunan Blombos Mağarası’nda 75 bin yıl önceye ait aletleri inceledi. İncelemelerin sonucunda, aletlerin taşlara şekil vermek için kemik veya diğer cisimlerin kullanıldığı teknikle yapıldığı belirlendi.

 

Bilim dünyası, aynı tekniğin Avrupa’da yaklaşık 20 bin yıl önce kullanıldığını ortaya çıkarmıştı. Yongalama olarak bilinen uygulamada, ilk olarak çekiç benzeri bir nesneyle taşa ilk şeklin verilmesi, ardından kenarları veya ucunun yontularak keskinleştirilmesine dayanıyor.

 

Araştırmacı ekibinde yer alan Paola Villa, bu tekniğin mızrak ucu ve taş bıçaklar gibi ikiyüzlü nesnelerin keskinlik, kalınlık ve genel şekil bakımından daha iyi biçim alması adına diğer tekniklerden daha kullanışlı olduğunu belirtti.

 

Afrikalıların yongalama tekniğinde daha ileri olduğu bulgusunu kesinleştirmek adına, bilim insanları elde ettikleri silisten yapılmış mızrak ucu kalıntılarını, kalıntıların bulunduğu Blombos mağarasındaki kilis toprağı kullanarak yaptıkları taşlarla karşılaştırdı.

 

Yongolama tekniğiyle yapılan taşlarla, 75 bin yıl önceki benzerleri karşılaştırıldığında, Blombos Mağarası’nda bulunan aletlerin aynı şekilde yapıldığı ortaya çıktı.

 

Villa, “Fransa ve İspanya’da bu tekniğin 20 bin yıl önce kullanılmaya başlandığını zannediyorduk. Ama Afrikalıların çok eski zamanlarda alet yapımında daha ileri bir teknik kullandığını anladık” dedi.

Hürriyet, 29.10.2010

TARLABAŞI'NI NİÇİN SAVUNMAMIZ GEREKİYOR?

 

Birleşmiş Milletler İnsan Yerleşimleri Birimi Habitat'a, zorla tahliyeleri raporlayan danışmanlar grubu AGFE'nin İstanbul kentsel dönüşüm bölgelerini ziyaretinin ikinci günüydü (8-12 Haziran 2009); ilk gün muhafazakar yerel yönetimin Sulukule kentsel yenileme uygulaması incelenmiş, ihlal ve mağduriyetler not alınmıştı. İkinci gün sosyal demokrat yönetimin dönüşüm bölgesi Küçükbakkalköy'deydik. Yaşam alanları tarumar edilerek barakalara sığınmak zorunda bırakılan 15 civarı Roman aile ile görüşürken, sanki önceki günü başa sarmış, yeni baştan yaşıyorduk. Heyet üyesi, Asya Barınma Hakkı Koalisyonu kurucusu, uluslararası barınma hakkı ödülleri sahibi Prof. Arif Hasan'ın bir ara dinlemeye ve izlemeye dayanamadığını fark ettim, birlikte dışarı çıktık. Hasan, ‘dünyanın her yerinde aynı acıyı ve mezalimi görmeye artık dayanamıyorum, inzivaya çekilmek istiyorum' diyerek dert yandı. İsteğini gerçekleştiremeyeceğini ikimiz de biliyorduk; mağduriyet ve ihlalleri görünür kılarak kamuoyu yaratmak, insan hakları savunucularının en önemli güçlendirme mekanizmalarından biridir çünkü.

Rant Üzerinden Şekillenen Kentler
AGFE İstanbul Raporu'nda da vurgulandığı üzere, 8000 yıllık geçmişiyle dünyanın en eski kentlerinden birini küresel kente dönüştürme gayretleri, kentsel arazilerin üzerinde muazzam bir baskı oluşturmakta. 5-yıldızlı küresel kent projeleri, yerleşik toplulukların mahallelerinden zorla tahliyelerine neden olurken, bu mahalleler de üst gelir gruplarının ihtiyaçlarına göre yeniden tanzim edilmekte. Rapor, ‘'İstanbul'da zorla tahliye ve ev boşaltmaların gerçekleşmekte olduğunu'' açıklamakla kalmıyor, sözleşmelere atılan imzaların ardındaki kamulaştırma/acele kamulaştırma baskılarına da değinerek ‘insan haklarının ihlali' olarak nitelendiriyor. Tamamen ekonomik kaygılar ve kentsel rant üzerinden şekillenen ve kentin ekonomik büyümesini insani önceliklerinin önüne koyan böyle bir model adil olabilir mi? Ya da başka türlü sorarsak, bir kentin mekanlarının üst gelir gruplarının ve girişimcilerin ihtiyaçlarına göre tanzimi nelerin/kimlerin pahasına gerçekleşir? Böyle bir paradigmada demokrasi, adalet ve eşitlik yer bulabilir mi? Böyle bir kent güvenli bir kent olabilir mi?

Adil Bir Kent Modeli
Arif Hasan, An Alternative to the World Class City Concept isimli çalışmasında, küresel kent paradigmasına alternatif adil bir kent modeli arar ve önerilerini şöyle sıralar: Kentsel projeler: 1) bölgenin ekolojisini tahrip etmemeli; 2) orta-alt ve alt gelir gruplarının ihtiyaç ve çıkarları doğrultusunda olmalı; 3) kentsel rant yerine sosyal ve çevresel etmenleri dikkate almalı; 4) somut ve somut olmayan kültürel mirası korumalı.

Çevre ve insan sevgisinden yoksunların bu ilkeleri gerçekleştiremeyeceklerinden hareketle, siyasiler ile planlamacıların, kentsel toprakların metalaşmalarını önleyen yeni ve insani bir kent modelini nasıl kabullenebileceklerini de sorgular. Bazı mimari projelerindeki ‘tamir edilemez zararı' görerek, 1983'de Hipokrat yemini benzeri bir yemin yaratmış ve hep sadık kalmıştır: "Ekolojiyi ve çevreyi tamir edilemez bir şekilde zarara uğratacak projelerde yer almayacağıma, yoksulluğu artıran, insanları yerlerinden eden ve somut ve somut olmayan kültürel miras değerlerini, çok-sınıflı kamusal alanları ve binaları yok eden projeler yapmayacağıma; bunları gerçekleştiren tüm projelere karşı çıkacağıma ve uygulanabilir alternatif projeler geliştireceğime...''

"Zorla Tahliyeler" Meşrulaştırılıyor
AGFE İstanbul Raporu'nun zorla tahliye projeleri olarak tanımladığı kentsel dönüşüm projelerinin mimar ve şehir planlamacıları, Arif Hasan gibi kendi iç hesaplaşmalarını yapmazlar ise nasıl bir kent yaratacaklarının acaba farkında mıdırlar? Kentsel rant üzerine oturan ve barınma hakkı mağduriyet ve ihlallerini tetikleyen böyle bir modelin kenti nerelere sürükleyebileceğini acaba yerel ve merkezi yöneticiler öngörebilmekte midir? Yoksulluğu kriminalleştiren diliyle zorla tahliyeleri meşrulaştıran Basın'ın bu gidişatta hiç mi günahı yoktur? AGFE Heyeti'nin değerlendirmelerine göre, kentsel dönüşüm modeli evsiz insanlar yaratarak devamlı hareket halinde bir nüfusa yol açmakla kalmayacak, yoksulluğun katmerleştirilerek kent çeperlerine taşınması ile gerilimleri de arttıracaktır. Gerilim politikaları üzerine oturan bir model ise ‘çökmeye mahkûmdur'. Bu ikazın üzerinden 1,5 sene bile geçmeden, Beyoğlu Belediye Başkanı'nın NTV'den iftiharla ‘‘Galata'dan başlayarak alanlar açtık'', ‘verdiğimiz bir hareket ile tüm mekanizmayı tetikledik' cümlelerinden kısa bir süre sonra, hep birlikte Galata çevresi ve Tarlabaşı'ndan başlatılan bu tetiklemenin Tophane'de sebep olduğu depreme ve gerilimin zemin şaşırarak sanat galerilerinde patlamasına şahit olduk. Barınma hakkı ihlal ve tehditlerinin baskısı altında yaşayan nüfuslardan oluşan bir kentin adil bir kent olamayacağının ve adil olmayan bir kentin hiç de güvenli olmayacağının altını çizerek, belki de artık Tophane'yi Toskana yapma hayallerini bir kenara koymak ve çağdaş Avrupa'yı tanımlayan bazı metinlere başvurmakta yarar var: ‘‘Kentsel politikaların temel amacının sosyal ve mekansal uyum olduğunu bir kez daha vurguluyoruz. Kentlerimiz ve kasabalarımız, her türlü sosyal ortamdan gelen insanların her gün birbiri ile harmanlandığı ve insanların yaşadığı, çalıştığı, çok nesilli, çokkültürlü ve çok dinli yerlerdir.'' (Avrupa Kentsel Şartı-2)

Gidişata "Dur" Demenin İlk Adımı...
Her türlü sosyal, kültürel ve ekonomik ortamdan gelenlerin harmanlandığı İstanbul'u, rant hırslı girişimciler ve siyasiler ile fırsatçı mimar ve planlamacıların eline terk eden, kentin önceliklerini de yaşayanlarının talepleri doğrultusunda düzenlemek yerine kentsel rantın yönüne göre gerçekleştiren bu sistemde, demokrasi ve adaletten bahsedilemeyeceği açıktır. Şiddetin kenti nasıl teslim alabileceğini görmek için Tophane örneği yeterli bir alarmdır. Öte yandan, paradoksal bir şekilde, bugün Kadiri tarikatından Tophaneli Ahmet Amca'nın barınma hakkını muhafazakar yerel yönetim değil, Tarlabaşılı travesti Gizem korumaktadır. Tarlabaşı elden giderse başta Tophane olmak üzere İstanbul'un birçok bölgesi nüfuslarından kopartılmış, gerilimlere gebe bölgelere dönecektir. İşte bu nedenle Tarlabaşı'nı koruyabilmek, adil bir kent inşa edilebileceğinin umudu olarak önemlidir. Yönetimler ile mimar ve planlamacıların yoksulluğu artıran, insanları yerlerinden eden, kenti gerilimlerin ve şiddetin kucağına atan rant-odaklı projeler yerine insan-odaklı projeler üretmeleri de bu nedenle gereklidir. Dubai-Manhattan arası bir kent karikatürüne dönüştürülerek Disneylandlaştırılmak istenen binlerce yıllık bu antik kenti ve kubbeli/minareli siluetini muhafazakar iktidara karşı savunmanın paradoksu bir yana, bu gidişata dur diyebilmenin ilk etabı, elbirliği ile Tarlabaşı'nı korumaktan geçmektedir.

Birgün, Yazı: Cihan Uzunçarşılı Baysal, 29.10.2010

SURLAR YAĞMURA DAYANAMADI

 

     

 

Çanakkale’nin Eceabat İlçesi'ne bağlı Kilitbahir Köyü sınırları içinde bulunan Namazgah Tabyaları’nı çevreleyen tarihi sur duvarlarının bir kısmı yoğun yağışlar sebebiyle yıkıldı.

 

2. Abdülhamit döneminde Asaf Paşa tarafından yaptırılan ve 1. Dünya Savaşı sırasında da kullanılan Namazgah tabyalarını çevreleyen tarihi sur duvarlarının koruma altında olduğunu belirten yetkililer, sağanak yağmurla birlikte toprağın yumuşaması sonucu bir kısmının yıkılarak zarar gördüğünü söylediler.

 

Tarihi duvarın yıkılan bölümünün Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Eceabat Kaymakamlığı Köylere Hizmet Götürme Birliği'nin koordinesiyle aslına uygun olarak restore edileceğini de belirten yetkililer, çalışmaların ise hava koşularını düzelmesinin ardından yapılacağını ifade ettiler.

Çanakkale Kent Haber, 29.10.2010

Sardis
...1901





24 - 30 Ekim 2010

BÜYÜK ÖDÜL İSTANBUL MODERN'E

 

 

Cumhurbaşkanlığı Basın Merkezi’nden yapılan açıklamaya göre, "Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülü Yönetmeliği" ile, Türk kültür ve sanat yaşamına önemli katkılarda bulunan, ülkenin kültür ve sanatının yücelmesine çalışan Türk vatandaşı ve yabancı uyruklu kişiler ile kurumlara, Devlet adına onurlandırmak ve özendirmek amacıyla Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülü verilmesinin öngörüldüğü anımsatıldı.

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün ödülün her yıl kültür ve sanatın farklı dallarında verilmesi talimatı verdiği belirtilen açıklamada bu çerçevede Prof. Dr. Mustafa İsen, M. Emin Kuz, H. Ahmet Sever, S. Yusuf Müftüoğlu, Zeynep Damla Gürel, Prof. Dr. Nihat Boydaş, Yrd. Doç .Mehmet Kalpaklı’dan oluşan bir Değerlendirme Kurulu’nun belirlendiği kaydedildi. Açıklamada şöyle denildi:

"Değerlendirme Kurulu’nun önerisi üzerine, Sayın Cumhurbaşkanımız,
2010 yılı Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödüllerinin,


Tarih dalında, Osmanlı tarihinin zengin kaynakları yanında günümüze kadar göz ardı edilmiş satır aralarını özenle ayıklayıp araştırarak yeni ve özgün yorumlara ulaştığı ve bunları etkileyici bir dil ve üslupla ifade ettiği için Cemal Kafadar’a,


Resim dalında, modern resim sanatının temel ve evrensel üslubuna klasik sanatlarımızın kimi öğelerini de katarak modern ve evrensel olanla gelenekseli buluşturması çabaları için Ergin İnan’a,
Kültür Sanat Kurumu olarak sanat kurumlarının klasik sergileme ile sınırlı yapısını önemli ölçüde değiştirerek aktif bir sanat hareketliliği sağladığı, uluslararası düzeyde sergi ve etkinliklere ev sahipliği yaptığı ve kültür sanat işletmeciliğine özgün bir yaklaşım getirdiği için İstanbul Modern’e verilmesini uygun görmüşlerdir."

Radikal, 29.10.2010

ALMANYA'NIN 'EMEK SİNEMASI' NASIL KURTULDU?

 

 

Almanya’nın Essen kentinde düzenlenen ‘Türk Filmleri Haftası’nın açılış töreni için Türkiye’den giden konuklar olarak Lichtburg sinemasına girdiğimizde ağzımızdan çıkan ilk cümle “Aynı Emek Sineması gibi” oldu.

 

Ama şaşırtıcı benzerlik bununla da kalmadı. Lichtburg sinemasının tarihini öğrendikçe, şaşkınlığımız daha da arttı. Çünkü 1928’de açılan Lichtburg, kendisinden dört yaş büük Emek ile ortak bir kaderi paylaşmış. Lichtburg’un ‘örnek hikayesi’ 90’lı yılların ortalarında başlıyor. Mülk sahibi belediye bu tarihi binayı artık seyirci gelmediği, eskidiği ve ‘çağdışı’ kaldığı gerekçesiyle bir şirkete devredilerek alışveriş merkezine dönüştürmek istiyor. O günlerde sinemanın önünden geçen Marianne Menze ve kocası, bu tarihi dokunun alışveriş merkezine dönüştürülmemesi gerektiğine karar veriyor.

 

Marianne Menze’nin(solda) önderliğinde başlatılan kampanya sonunda kısa sürede 14 bin imza toplanıyor. Almanya’nın önde gelen gazetelerinde Lichtburg sinemasının korunmasını isteyen ve belediyeyi eleştiren sert yazılar çıkıyor. Bugün sinemanın yöneticiliğini yapan bayan Menze, protestolar sonucunda ihaleden vazgeçildiğini, ancak binanın filarmoni orkestrası için yeniden düzenlenmek istendiğini aktarıyor. Projenin binanın dokusunu tamamen bozduğunu fark eden Menze ve arkadaşları buna da karşı çıkıyorlar. Belediyenin tepkisi ise farklı oluyor: “Bir yıl işletin, becerirseniz devam edin.”

 

25 arkadaşıyla birlikte sinemayı yeniden kullanılır hale getiren bayan Menze, önce gençleri kazanmak için özel etkinlikler düzenliyor. Bizim “Beyaz Geceler” olarak bildiğimiz gece seanslarını konserlerle birlikte gerçekleştiriyor ve sinemanın seyirci sayısı hızla artıyor. Ardından Berlin Film Festivali yöneticilerinin araya girmesiyle hükümet organlarından ve fonlardan destekler akmaya başlıyor. Alman yönetmenler ve oyuncular da Essen’de yürütülen bu mücadeleye saygı duruşunda bulunmak için filmlerinin galalarını Lichtburg’ta gerçekleştiriyorlar. Alman sinemasının ünlü simaları, 1250 kişilik ülkenin bu en büyük sinemasına akın ettikçe Lichtburg’un popülaritesi ve destekler her geçen gün artıyor. 1993-1997 yılları arasında geçen bu yoğun mücadeleden sonra Lichtburg Almanya’nın en popüler sinema salonuna dönüşüyor. Bayan Menze, “Biz bunları başardıktan sonra sıra binanın restore edilmesine gelmişti. Daha önce flarmoni orkestrasına yönelik düzenleme için ayrılan parayı biz aldık. Alman sinema fonu 1 milyon mark gönderdi. Sinema 2003 yılında tadilat geçirdi. Ama bizim için önemli olan bu rakamlar değildi. Burasının yeniden sinema olarak görülmesi ve yeniden meşruiyet kazanması bizim için daha önemli oldu” diyor.

 

Menze’nin Lichtburg için yaptıkları ülke sınırlarını da aşmış. Bazı Hollywood filmlerinin Avrupa ve Almanya galaları bu sinemada gerçekleştirilmiş. ‘Yüzüklerin Efendisi’ ve ‘Başka Gün Öl’ bu filmlerden yalnızca ikisi. Ve son olarak Avrupa’nın en prestijli sinema ödüllerinde Avrupa Film Ödülü töreni 2009’da Lichtburg’da gerçekleştirilmiş.

 

Bayan Menze’ye Emek Sineması ile Lichtburg arasındaki ortak kaderi anlattığımda. Hiç tereddüt etmeden “Seyirciyi, özellikle de genç seyirciyi ve medyayı kazanmalısınız” diyor. Belli ki bunu söylerken sinema dünyasının zaten sahip çıkacağı varsayımından hareket ediyor.

 

İstanbul’un 30’da biri kadar nüfusa sahip Essen’deki tarihi binanın Alman sinemasının kalbinin attığı yer haline geliş öyküsü; 15 milyonluk İstanbul’da Emek Sineması’na sahip çıkamayan bizler için derslerle dolu. Menze, bir kez daha sesleniyor kalkarken: “Siz sadece protesto ediyorsunuz sanırım, proje de üretmelisiniz!” Projemiz yok, evet. Belki de daha önemlisi bir sinemaya hayat veren Marianne Menze’miz yok.

Radikal, Haber: Şenay Aydemir, 29.10.2010

530 TABLO EL DEĞİŞTİRECEK

 

 

Kasım ayının ilk haftasında İstanbul’da yapılacak iki müzayedede çağdaş Türk resim sanatının en önemli isimlerinin 530 adet tablosu el değiştirecek. Antik A.Ş ve Beyaz Müzayede’nin gerçekleştireceği müzayedelerde rekor satışlar bekleniyor. Müzayedelerin gözdesi Fahrelnissa Zeid ve Mübin Orhon.

 

İstanbul kasım ayının ilk hafta sonunda iki önemli müzayedeye evsahipliği yapacak. Biri geçen sezon rekorlara imza atan satışlarla adından sıkça söz ettiren Antik A.Ş’nin Çağdaş Sanat Eserleri Müzayedesi, diğeri ise 350’den fazla koleksiyonerin eserlerinin biraraya geldiği 13. Beyaz Müzayede. Her iki müzayedede de Fahrelnissa Zeid, Mübin Orhon, Ömer Uluç, Erol Akyavaş, Burhan Doğançay, Neşet Günay, Mehmet Güleryüz gibi usta isimlerin eserleri dikkat çekiyor.

 

Antik A.Ş’nin 7 Kasım Pazar günü Swissotel’de gerçekleştireceği “Çağdaş Sanat Eserleri Müzayedesi”  her biri başyapıt olan eserleri koleksiyoncularla buluşturacak. Koleksiyon 7 Kasım’a kadar Antik A.Ş.’nin Maçka’daki binasında görülebilir. 1950’den günümüze Modern ve Çağdaş Türk sanatından müzelik eserlerin satışa sunulacağı müzayedede Türk soyut resminin Paris’deki önemli temsilcilerinden Mübin Orhon’un 1962 tarihli 352x112 santim boyutlarında yağlıboya soyut çalışması dikkat çekiyor. İlk kez satışa sunulacak eser, anıtsal ebatları ile Orhon’un bilinen en büyük ebatlı eseri. 900 bin lira açılış rakamıyla satışa sunulacak.

 

Müzayedenin bir diğer başyapıtı Çağdaş Türk resminin en değerli kadın ressamı Fahrelnissa Zeid’in 185x230 santim ebatlarındaki yağlıboya soyut çalışması. 1950-53 tarihli bu eser 750 bin lira muhammen bedelle satışa sunulacak. Burhan Doğançay’ın “Kurdeleler” konulu 4 adet eseri ile figür resmin ustası Neşet Günal’ın ustalığını yansıttığı “Korkuluk” da müzayedenin göz kamaştıran eserleri arasında.

 

350’den fazla önemli koleksiyondan eserlerin satışa sunulacağı Beyaz Müzayede’de ise eserlerin çokluğundan dolayı satış ikiye bölündü. Müzayede 6 Kasım Cumartesi saat 14.00’te ve 10 Kasım Çarşamba akşamı saat 19.00’da Nişantaşı Sofa Hotel’de yapılacak. Tüm eserler 2-5 Kasım’da yine Sofa Hotel’de görülebilecek. Hatta başyapıtların çokluğundan dolayı, katalog da beş ayrı kapakla basılacak. Fahrelnissa Zeid, Ömer Uluç, Adnan Çoker, Neşet Günal ve Hakkı Anlı’nın eserleri kapakları süsleyecek.

 

Beyaz Müzayede Yönetim Kurulu Başkanı Aziz Karadeniz “Müzayedede kapak olabilecek 10’dan fazla eser var, fakat 10 ayrı kapakla basılacak katalogları sanatseverlere zamanında ulaştırabilecek kadar zamanımız olmadığından kendimizi 5 kapağa kısıtladık” diyor. Müzayedede Fahrelnisa Zeid’den kapak resmi olan 600-900 bin lira muhammen bedelle satışa sunulacak Yeniden Doğuş isimli 121x181 santim ebatlı 1968 yılı başyapıtın yanısıra, Arapça imzalı 146x200 santim ebadında bir başka başyapıt ve Kabus isimli 102x76 santimlik 1958 tarihli önemli bir yapıt yer alıyor. Diğer bir kapak resmi ise Ömer Uluç’un 80’li yılların sonlarında yaptığı 150x200 santimlik “At-Karga-Ada” isimli başyapıtı 250-350 bin liradan satışa sunulacak.

Hürriyet, 29.10.2010

TAPINAK TALANDAN KURTARILDI

 

 

Muğla’nın Milas İlçesi'nde sit alanındaki daha önce kaçak kazı yapılan Lahit mezara 400 metre uzaklıktaki Roma İmparatoru Augustus adına adanmış kutsal tapınaktaki eserler, jandarma tarafından düzenlenen operasyonla kaçırılmaktan son anda kurtarıldı.

 

Milas’ta Eylül ayının başlarında define avcıları tarafından bulunan ve yağmalandığı saptanan Karia Satrabı Mousolos’un babası Hekatomnos’a ait 2400 yıllık mezarda bulunan lahitten sonra, kaçak define avcılarının merakı bu alana kaydı.

 

Milas ilçe merkezinde lahit mezarın bulunduğu alandan 400 metre uzaklıktaki Hocabedrettin Mahallesi Tümbek sokakta sit kapsamındaki eve Jandarma ekipleri kaçak kazı yapıldığı iddiası ile operasyon düzenledi. Jandarmanın operasyonunda, U.G. ve T.Ö. isimli kişilerin evlerinde kaçak kazı izi ve tarihi eser arandı. U.G.’nin evinde herhangi bir suç unsuruna rastlanmazken, T.Ö.’nün evinde yapılan aramada, evin giriş katında salon kısmının ortasında kaçak kazı yapıldığı ve beton dökülmek suretiyle üstünün kapatıldığı tespit edildi. Milas Müze Müdürlüğü’ne bilgi verilmesinin ardından olay yerine gelen Milas Müze yetkilileri, yaptıkları inceleme sonrası, evin bulunduğu alanın birinci derecede sit alanı içinde bulunduğu, Hellenistik dönem Roma İmparatoru Ağustos adına adanmış kutsal tapınak olduğu tespit edildi.

 

Jandarma tarafından gözaltına alınan U.G. ve T.Ö. Cumhuriyet Savcısı’nın talimatı ile ifadeleri alındıktan sonra serbest bırakıldı. Olayla ilgili soruşturma devam ediyor.

Muğla Kent Haber, 28.10.2010



MİLYON DOLAR DEĞERİNDE 554 TARİHİ ESER ELE GEÇTİ

 

    

 

Başkent polisinin tarihi eser kaçakçılarına yönelik düzenlediği operasyonda 554 tarihi eser ele geçirilirken, 2 kişi gözaltına alındı.


Edinilen bilgiye göre, Ankara Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü ekipleri, Aksaray'da kaçak kazı yapan bazı kişilerin buldukları tarihi eserleri yurt dışına çıkartmayı çalıştıklarını tespit etti. Yapılan tespitlerin ardından Mali polisin Çankaya'da bir adrese düzenlediği operasyonda R.B. ve Ş.B. gözaltına alındı. Zanlılarla birlikte çeşitli dönemlere ait olduğu belirlenen heykelcik, balta, obje, sürahi, çan, kandil, haç, ok ucu, yüzük, mühür, kolye, hayvan figürleri, pişmiş toprak parçaları ve sikkelerin de aralarında yer aldığı 554 eser ele geçirildi.

Zanlılar hakkında ''2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu'na muhalefet'' suçlamasıyla soruşturma başlatıldı. Anadolu Medeniyetleri Müzesi'ne incelenmek üzere gönderilen tarihi eserlerle ilgili olarak uzmanların ''Paha biçmek zor, yurt dışına çıkarıldığı takdirde milyon dolarlar değerinde'' ifadesini kullandığı öğrenildi.

Türkiye Gazetesi, 28.10.2010

TARİHİ CAMİYE PERVANE

 

 

Tarihi yapıları ve özel kent dokusuyla ünlü Tophane semtinin en önemli eserlerinin başında, hiç şüphesiz Kılıç Ali Paşa Camii geliyor. 1580 yılında Kaptan’ı Derya olan Kılıç Ali’nin Mimar Sinan’a yaptırdığı cami, kentimizin de sayılı tarihi eserleri arasında gösteriliyor. Yaklaşık 500 yıldır tarihe tanıklık eden görkemli cami, bir süre önce restorasyon çalışmasına alındı. Aslına uygun olarak onarımı ve bakımı yapılacak. Kirlenmiş duvarları tertemiz yapılacak, yıpranmış çinileri onarılacak. Buraya kadar her şey normal görünüyor. Ancak dünyaca ünlü camimizde, hem de “Avrupa Kültür Başkenti” olduğumuz şu günlerde büyük bir garabet yaşanıyor.

Kimlikleri bilinmeyen ve amaçları da anlaşılamayan meçhul kişiler tarihi caminin kubbesine pervane, daha doğrusu mutfak aspiratörü taktı! Pervanenin ne kadar süre önce takıldığı bilinmiyor. Ancak muhteşem yapının kubbesinde çirkin bir şekilde sırıtıyor. Duyarlı kent sakinleri tarafından fark edilen garabet, tarihi binalara yağlı boya çeken ya da beton döken zihniyetin son ürünü olarak gösteriliyor.

Ayasofya’nın küçük ikizi olan muhteşem yapıdaki pervaneyi fark eden okurlarımız, hazır restorasyon çalışması sürerken bu durumun ortadan kaldırılmasını istiyor. Bunun için pervanenin çıkarılması ve caminin penceresinin aslına uygun şekilde tekrar yapılması gerekiyor. Ancak bu bölümdeki restorasyonun tamamlandığı yolundaki bilgiler, çalışmayı yapanların pervaneyi görmediklerini ya da tarihi yapıya çok yakıştırdıklarını düşündürüyor. Durum böyle ise, ortada daha vahim bir sorun var demektir. Biz yine de, restorasyon ekibinin bu pervaneyi yeni fark ettiğini ve en kısa sürede gerekeni yapacağını umuyoruz.

Habertürk, 28.10.2010

OSMANLI SİKKELERİNİN ENVANTERİ ÇIKARILIYOR

 

Üç kıtaya yayılan topraklarıyla 600 yıl boyunca hüküm süren Osmanlı İmparatorluğunu yöneten 36 padişah döneminde bastırılan sikkelerin envanteri çıkarılarak 9 ciltte toplanıyor. Nilüfer Damalı Eğitim Vakfınca bu yıl içerisinde yayımlanan ilk iki ciltte 10 padişahın bastırdığı sikkeler yer alırken, gelecek yıl geriye kalan ciltlerin tamamlanması hedefleniyor.
    
Vakıf Başkanı Atom Damalı, AA muhabirine yaptığı açıklamada, mühendisliği bitirmesine karşın koleksiyona ilgi duyduğunu, bu şekilde zamanla tarih bilincinin geliştiğini belirtti. Yaklaşık 40 yıldır sikke topladığını, 7-8 yıldır da Osmanlı sikkeleri üzerine çalışmaya başladığını dile getiren Damalı, sikkelerin günümüze kadar gelen en önemli tarihsel belgeler olduğunu ve sikkeleri ''tarih laboratuarı'' olarak tanımladığını ifade etti. Sikkelerin dönemlerine ait çok önemli bilgiler verdiğini, bu nedenle dünyanın birçok tarih bölümünde öğrencilerin araştırma yapabilecekleri sikke koleksiyonlarının bulunduğunu kaydeden Damalı, Türkiye'de ise tarihçiler ile para bilimi (nümizmatik) arasında çok yakın bir ilişkinin olmadığını söyledi.

Türkiye'deki tarih araştırmalarında nümizmatik bilimine yeterince önem verilmediğini, üniversitelerde nümizmatik bölümünün bulunmadığını, bunun da gün yüzüne çıkmayı ve tasnif edilmeyi bekleyen sikkelere ulaşmak isteyen tarihçiler, nümizmatlar ve araştırmacılar için büyük zorluklara neden olduğunu ifade eden Damalı, iktisadi ve sosyal gerçeklerin en somut delilleri olan sikkelerin Osmanlı İmparatorluğu'ndaki rolünü anlatan ''Osmanlı Sikkeleri Tarihi'' kitabını bir anlamda bu alandaki eksikliği belli ölçülerde kapatabilmek için hazırladığını dile getirdi.
    
Dünyanın sayılı müzeleri araştırıldı    
Osmanlı sikkeleriyle ilgili hazırladığı 9 ciltlik çalışmanın ilk iki cildini bu yıl yayınladığını dile getiren Damalı, 3'ncü cildin ise 1-2 ay içinde tamamlanacağını ifade etti. Damalı, ''Bugün dünyada erişebilecek tüm müze ve özel koleksiyonlarda yer alan sikkeleri resimleyerek ve sınıflayarak bir Osmanlı sikkeleri envanteri hazırlamaya koyulduk. Bu nedenle tüm Türkiye, Avrupa ve Amerika'daki müzelerde çalışmalar yaptık. Şimdi de gözümüzü Kuzey Afrika ve Ortadoğu'ya çevirdik. Bu ülkelerde hiç incelenmemiş Osmanlı sikkelerine erişmeye çalışıyoruz'' diye konuştu. Tahminine göre bugüne kadar gelebilen 15 bin farklı altın ve gümüş Osmanlı sikkesinin bulunduğunu söyleyen Damalı, hedeflerinin, bir kısmının özel koleksiyonunda bulunduğu bu 15 bin sikkenin bilgisine kitaplarında yer vermek olduğunu söyledi.

Sikkelerin sınıflandırmasında 4 kriter kullanıldığını, bunların, sikkenin hangi padişah döneminde, hangi şehirde darp edildiği, tarihi ve sikkedeki yazılar ile desenler olduğunu belirten Damalı, 9 cildin tamamında Osmangazi'den Sultan Vahdeddin'e kadar 36 padişah dönemine ait tüm sikkelerin yer alacağını anlattı. Kapsamı geniş olacak çalışma için dünyanın değişik bölgelerindeki müzelerde bulunan sikkelerin de incelenmesi gerektiğini dile getiren Damalı, kendisinin de bu yolu takip ederek Amerika'da Amerikan Nümizmatik Vakfı (American Numismatic Society), Smithsonian Enstitüsü (Smithsonian Institute), İngiltere'de British Müzesi (British Museum), Ashmolean Müzesi, Fransa'da Bibliotheque Nationale, Almanya'da Münih, Tübingen, Berlin ve Jena Sikke müzelerinde, Yunanistan'da Atina Müzesi, Avusturya'da Viyana Müzesinde incelemelerde bulunduğunu kaydetti. Damalı, Türkiye'de ise Arkeolojik Eserler Müzesi, Darphane Müzesi, Yapı Kredi Bankası Müzesi'nden de yararlandığını dile getirerek, bunların dışında özel koleksiyonlardan da faydalandığını söyledi.

 

Hedef ''Para Müzesi'' kurmak     
Damalı, ''İslam devletlerinde hükümranlığın 3 sembolü vardır. Sikke darp etmiş olmaları, o topraklarda hutbenin Sultan adına okunması ve tuğ, sancak gibi sembollere sahip olmaları. Bu nedenle tüm Sultanlar sikke darbına çok önem vermişlerdir. Bütün padişahların sikkeleri var. Zaten 'Sultan' olabilmek için sikke darp etmiş olma şartı vardır. Ancak Osman Gazi'den sadece 1 sikke günümüze gelmiş olmasına rağmen, bazılarının daha çok sikkesi vardır'' dedi.

Damalı, çok önemli Türk nümizmatların çok değerli araştırmaları ve eserlerinin bulunduğunu, ancak tüm Osmanlı sultanlarının sınıflandırılarak tüm sikkelerinin yer aldığı tek eserin devam eden çalışması olacağını kaydetti. Anadolu'nun MÖ 500'lü yıllarda dünyada ilk olarak paranın basıldığı yer olduğunu söyleyen Damalı, dünyanın en anlamlı para müzesinin kurulabileceği yerin bu topraklar olduğunu düşündüğünü kaydetti. Türkiye'nin paralarla ilgili ender sergiler ve özel koleksiyonlar dışında, bir para müzesine sahip olmadığını ''Bu nedenle vakıf olarak İstanbul Para Müzesini kurmak için bir girişimde bulunduk. Ancak, para müzesinin yer sorununun henüz çözümleyemedik. Böyle bir fırsat verildiği takdirde tüm dünyanın gıptayla gezeceği bir müze açmak en büyük hayallerimden biri'' dedi.
    
En fazla parayı Kanuni Sultan Süleyman bastırdı    
9 ciltte tamamlanması planlanan ''Osmanlı Sikkeleri Tarihi'' (History Of Ottoman Coins) kitabının ilk cildinde Osman Gazi, Orhan Gazi, Sultan Murad, Sultan Beyazid, Sultan Mehmed, 2. Murad, 2. Mehmed, 2. Beyazıd ve Selim dönemlerine ait sikkeler hakkında bilgiler yer alıyor. Kitabın ikinci cildinde ise Osmanlı padişahları arasında en fazla para bastıran Kanuni Sultan Süleyman'ın bastırdığı paralar hakkında detaylı bilgilerden söz ediliyor. Kanuni Sultan Süleyman döneminde genişleyen imparatorluk sınırlarının içinde basılan sikkelere yer verilen kitapta Osmanlı nümizmatiğine giren yeni tip sikkeler bulunuyor. Bu dönemde sınırlarının genişlemesi, iktisadi hayatta sikkelerin çeşitlenmesine neden olurken, 32'si altın sikkeler olmak üzere, toplam 63 farklı şehirde 700'e yakın değişik para basıldı. Kanuni dönemine kadar yalnızca gümüş akçe darp edilen Osmanlı Devleti'nde, artık akçenin 5 veya 6 misli, büyük boy, dirhem adı verilen sikkelerin de darbına başlanıldı.
    
Sikkelerde neler yazılıyor    
Osmanlı para düzeninde değişik süreçlerde farklı madenlere dayalı para sistemleri kurulurken, devletin kuruluşundan İstanbul'un fethine kadar olan süreçte gümüşe dayalı ''tek metalli'' para sistemi ileri dönemlerde altın ve gümüşün beraberce şekillendiği ''çift metalli'' bir düzene geçildi. Genellikle İslami sikkelerde kullanılan metaller altın, gümüş ve bakır olmak üzere 3 tipte şekillendi. İstanbul'un fethine kadar geçen süreçte kullanılan ''akçe'' adı verilen küçük gümüş sikkelerin devletin her fethedilen politik veya ekonomik yönünden önemli kentinde basıldığı görülüyor. İstanbul'un fethinden sonra yönetimin merkezi bir yapıya dönüşmesinden sonra darphanelerde merkezileştirilerek Topkapı Sarayının avlusunda Darhane-i Amire kuruldu.
    
Osmanlı tarihi boyunca 100'ün üzerinde darphane altın ve gümüş sikke bastırdı. Bakır mangırlar da daha çok yerel bir para birimi kabul edildiğinden altın ve gümüş sikke basılmamış, birçok şehirde sadece bakır mangırlar basılmıştır. Bu kentlerle birlikte toplam sikke basılan kent sayısı yaklaşık 125'tir. Madenlerde üretilen, eski sikkelerin üretilmesinden, yabancı sikkelerin eritilmesinden, kıymetli madenlerden yapılan eşya ve mücevherlerin eritilmesinden elde edilen sikkeler, el çekiçleriyle, mekanik preslerle sarkaç usulü otomatik olarak üretilirdi.
    
Sikkeler üzerinde ''Allah aziz yardımı ile galip kılsın'', ''Yüce Hilafet Yeri'', ''Yüce Saltanat Yeri'', ''Yardımın Babası'', ''Adil Sultan'', ''Büyük Mülklerin Sultanı'', ''Devleti Devamlı Olsun'', ''Sultanlığı Adaletli ve Ömrü Uzun Olsun'', ''Rum, İran ve Arap ülkesinin Sultanı'', ''Allahtan Başka İlah Yoktur, Muhammed Allahın Elçisidir'' gibi yazılar bulunurken, paralarda içeriğine, basıldığı yere göre damga, tuğra, arma, motifler, mühr-i Süleyman, saadet düğümü, mardin düğümü, çiçek ve diğer tasarımlar gibi semboller kullanılırdı.

Osmanlı'daki sikke tiplerine akçe, mangır, dirhem, şahi, medini, sultani, eşrefi, osmani, bukşa, larin, kuruş, zolta, nasri, riyal, harube, burbe, bucu (cezayir) cedid eşrefi, zer-i mahbub, rumi altının örnek gösterilebilir.

Yapı, 28.10.2010

ENEZ LAGÜN GÖLLERİNDE ARKEOJEOFİZİK ÇALIŞMASI YAPILACAK

 

Edirne’nin Enez İlçesi'nde bulunan lagün göllerinde su altı arkeojeofizik ve kazı çalışması yapılacağı bildirildi.

 

İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi ve Enez Arkeolojik Kazı Başkanı Prof.Dr. Sait Başaran, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Enez’de lagün göllerinde su altı arkeojeofizik ve kazı çalışmasının 2011 yılı programına alındığını söyledi.

 

Çalışma ekibinin de belirlendiğini ifade eden Başaran, antik liman olan Dalyan ve Taşaltı Gölleri’nin 1. derece doğal sit alanı kapsamında olduğunu ve koruma altında bulunduğu için bugüne kadar bilimsel su altı arkeolojik araştırmalarının henüz yapılmadığını belirtti.

 

Enez’in eski çağda Taşoz Boğazı’ndan Çanakkale Boğazı’na kadar olan Kuzey Ege kıyılarında tek korunaklı liman kenti olduğunu anımsatan Başaran, o tarihlerde Enez’in bölgenin şehirleri arasında büyük bir önem taşıdığını ifade etti.

 

Kuruluşunda deniz kenarında bulunan Enez’in bugün 5 kilometre içeride kaldığına vurgulayan Başaran, şöyle devam etti:

‘Kentin kuruluşundan (MÖ 7′nci yüzyıl) 19. yüzyıla kadar kullanılmış olan Enez limanları, Meriç Nehri’nin yüzyıllar boyunca alüvyon sürükleyerek ağzını doldurmasıyla bugün kullanılmaz hale gelmiştir. Kentin güneyinde yer alan Dalyan Gölü ile doğusundaki Taşaltı Lagün Gölü, 19. yüzyıldan itibaren sığlaşmış gemilerin içeri girmelerine olanak vermekten uzak kalmıştır.

 

1993 yılında Enez Balıkçı Kooperatifi ile belediyenin izinsiz yaptıkları Dalgan Gölü’nün kıyısını derinleştirme ve ıslah etme deneme çalışmaları sırasında Roma İmparatoru Augustus dönemine tarihlenen çok miktarda pişmiş toprak kandil ortaya çıkmış ve orada bulunanlar tarafından yağmalanmıştır. Yağmacıların gözünden kaçan 20 adet kandil de tarafımızdan bulunarak Edirne Arkeoloji Müzesi’ne teslim edilmiştir. Ayrıca gölden alınmış aynı toprak içinden ahşap parçaları ve kırık durumda olan çok miktarda çanak, çömlek parçaları ortaya çıkmıştır. Taşaltı Lagün Gölü’nün batı yamacında beş nefli Kral Kızı Bazilikası’nın kalıntıları yer almaktadır.’

 

Lagün Gölleri’nin Tarım ve Köyişleri Bakanlığı Tarımsal Üretim ve Geliştirme Genel Müdürlüğü tarafından ıslah amacıyla bir şirkete kiralanmak istenmesi üzerine de Edirne Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’nun almış olduğu 28.05.2010 tarihli kararın düzeltilmesi içinde Kültür ve Turizm Bakanlığı’na durumla ilgili bir yazı gönderdiğini kaydeden Başaran, bir kuruluşun lagün göllerinde ıslah çalışması yapmasının arkeolojik yönden sakıncalı olduğunu sözlerine ekledi.

haberler.com, 28.10.2010

TÜRK TARİHİNE SAHİP ÇIKTILAR

 

 

Suriye'nin başkenti Şam ile çeşitli kentlerindeki Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinden kalma eserler sırasıyla restore ediliyor. Yapıların hasar durumları dikkate alınarak oluşturulan restorasyon listesi çerçevesinde, Osmanlı döneminde Şam'da görev yapmış askeri ve sivil görevlilerin kabirlerinin bulunduğu mezarlık temizletildi.

Türkiye'nin Şam Kültür ve Tanıtma Müşaviri Vehip Özdemir yaptığı açıklamada, ilk aşamada temizletilen mezarlığın ikinci aşamada restore edileceğini belirterek, "TİKA tarafından bir restorasyon projesi hazırlatılıyor. Bu, çok önem verdiğimiz projelerden biridir" dedi.

Mezarlığın, İslam düşünürü Muhyiddin İbn-i Arabi'nin türbesinin bulunduğu, aynı ismi taşıyan caminin bitişiğinde olduğunu hatırlatan Özdemir, "Bu, Osmanlı döneminde Suriye'de ve özellikle Şam'da görev yapmış birçok askeri ve sivil erkanın defnedildiği bir mezarlık, Osmanlı döneminden kalan birçok eserden biridir" diye konuştu.

Özdemir, Suriye'de çok sayıda Selçuklu ve Osmanlı eseri bulunduğunu ifade ederek, bu taşınmaz varlıklara ilişkin olarak, Türkiye'nin Şam Büyükelçiliği koordinasyonunda TİKA ve Kültür ve Tanıtma Müşavirliği işbirliğiyle gerekli çalışmaların yapılacağını kaydetti.

Habertürk, 28.10.2010

HATTUŞA'DAKİ ASLANLI KAPI RESTORE EDİLDİ

 

 

Çorum'un Boğazkale İlçesi'nde bulunan Hititlerin Başkenti Hattuşa'daki ''Aslanlı Kapı'' restore edildi. 


Aslanlı Kapı'da bulunan ve Hitit Medeniyeti döneminde şehrin görkemini yansıtmak için kapının şehir dışına bakan yüzüne yapılan iki aslan kabartması yapılan çalışma ile aslına benzer yenilendi. 


Başkent Hattuşa'ya gelen ticaret kervanlarının ve önemli konukların şehre giriş kapısı olarak bilinen Aslanlı Kapı yıllardır ziyaretçilerini bu şekilde karşılıyordu. Yapıldığı dönemde Hitit Medeniyetinin ve Hattuşa şehrinin görkemini yansıtmak için dev kaya bloklarına kabartma şeklinde yapılan 3 metrelik iki aslan heykelinden sağ tarafta bulunanın kafa kısmı bilinmeyen bir nedenle kırılmış ve bu mimari şaheseri olan kapı yıllardır tek aslan tarafından korunmakta idi. 


Alman Arkeoloji Enstitüsü Başkanlığı bünyesinde Hattuşa Kazılarını yürütmekte olan Doç.Dr. Andreas Schachner başkanlığındaki kazı ekibi tarafından yapılan restore çalışmaları sonunda Aslanlı Kapı, aslına benzer halde yenilendi. 


Restore çalışmalarının tamamlanmasının ardından kapının ilk ziyaretçileri arasında dün Dışişleri Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı Hakkı Akil ve beraberindeki heyet oldu. 

Çorum Haber, 28.10.2010


İnce HESap Bağdattan Dönecek mi?

DOĞA VE KÜLTÜR VARLIKLARI KATLİAMI
ASIL ŞİMDİ BAŞLIYOR!

- Koruma Kurulları Yok Ediliyor...
- Eski SİT Kararlarına İptal...

HES YAPILACAK BÖLGELER SİT İLAN EDİLİR DE HÜKÜMET 'BAKAR' MI? SİT ALANI İLAN ETME YETKİSİ EL DEĞİŞTİRİYOR

 

 

Valilik tarafından İkizdere Vadisi'nin SİT alanı kapsamına alınmasıyla Hükümet karşı atağa geçti.

Sit alanı ilan etme yetkisi Kültür ve Turizm Bakanlığı'ndan alınıyor.

 

İkizdere Vadisi'nin doğal sit alanı ilan edilmesine ilişkin sit kararı Çevre Bakanlığı'na devrediliyor.

Kültür ve Turizm Bakanı Günay konuyla ilgili olarak "Avrupa hukukuna uyuyor ama tereddütlerimiz var" dedi.

 

Çevre ve Orman Bakanlığı'ndan ise, "Sit alanlarıyla ilgili tasarı AB çevre faslının bir gereği" açıklaması geldi.
 
Hükümet, Trabzon Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'nun sürpriz bir kararla Rize'nin İkizdere Vadisi'ni doğal sit alanı ilan etmesine yasa tasarısıyla rest çekti. TBMM'ye sunulan 'Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Kanunu Tasarısı'yla mevcut doğal sit ilan edilmiş alanların statüsü sona erdirilecek.

 

Doğal sit ilan etme yetkisi Çevre ve Orman Bakanlığı'na devredilecek.

 

Böylece, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın “önümüzü kesiyorlar” dediği İkizdere Vadisi’nin doğal sit ilanı kararının iptal edilmesi ve 22 HES barajının yapılması yolu açılacak. Çevre örgütleri isyan ettikleri düzenleme için “Anadolu’nun ölüm fermanı” nitelendirmesinde bulundu.

Radikal, 28.10.2010

 

******


HUKUK ÇİĞNENDİĞİ İÇİN SİT KARARI ALINIYORDU

 

Çamlıhemşin İlçesi'ndeki Fırtına Vadisi’ni HES’lerden kurtaran “Derelerin avukatı” ismiyle anılan Yakup Okumuşoğlu, yeni kanun tasarısını yorumladı: “Zaten mahkeme kararları çiğneniyordu. Ancak sit alanı ilan ederek projeler durduruluyordu. Yasa çıkarsa yapacak pek bir şey kalmayacak.”

 

 

Hükümet, HES projelerinin önünü kesen “birtakım çevreci tipleri” temizlemek için sert bir hamle yaptı. Yeni yasa tasarısıyla, sit alanı ilan etme yetkisi Çevre Bakanlığı’na devrediliyor. Yani “Benim işim baraj yapmak” diyen, DSİ’nin kontrolünü elinde bulunduran Çevre Bakanı Veysel Eroğlu bu konuda da son sözü söyleyecek.


Ancak bu karar bir günde alınmadı. Sadece İkizdere’nin rövanşı da değil. Geçen hafta Tunceli-Munzur’da da iki baraj projesi durduruldu. Ülkenin en batısından en doğusuna, en çok da Karadeniz’e yoğunlaşan 2000’i aşkın HES projesinin önündeki en önemli engel, sit alanı ilan edilerek projelerin iptal edilmesiydi.  


Bu alandaki ilk örnek karar Fırtına Vadisi’nde alınmıştı. Çamlıhemşin’deki altı yıllık hukuk mücadelesinin simge ismi avukat Yakup Okumuşoğlu’nu aradım. Karadeniz’de “Derelerin avukatı” adıyla anılan Okumuşoğlu, yeni yasa tasarısı için “Beklediğimiz bir şeydi” dedi: “Bu mevzuat karşısında korumayı ancak sit alanı ilan ederek oluşturuyorduk. HES’lere karşı dava açarken köylülere, vadilerin sit alanı ilan edilmesi için çaba harcayın tavsiyesinde bulunduk. Bu projeleri durdurabilmek için sit alanı ilan etmekten daha iyi bir çözüm yoktu.” 

Derelerin avukatı, Doğu Karadeniz’de 700 kottan sonra her yerin sit alanı olması gerektiğini söylüyor. Daha aşağısı zaten yerleşim alanı, fakat bu yükseklikten sonrası yayla ve mera. Karadeniz’in dağlarına özellik veren kotların tümü sit karakteri taşıyor.


Peki HES’lere karşı son koz sit alanı ilan etmek mi? Okumuşoğlu, Milli Park ve sit alanı olmayan yerlerde dava açtıkları halde kazandıklarını belirtiyor. Ancak asıl sorun, her şeyde olduğu gibi uygulamada... Yani mahkemenin “Çevreye zararı var, iptal edin” kararına rağmen pek çok yerde inşaata devam ediliyor. Zaten mahkemenin aldığı kararlara uyulsaydı, sit alanı ilan etmeye de gerek duyulmayacaktı!


İdare, hukukun arkasından dolaşarak hareket ettiği için sit ve Milli Park’ı öne sürerek projeler durdurulmaya çalışıldı. 


“Bundan sonra ne olacak?” diye sorduğumda Okumuşoğlu şu yanıtı veriyor: “Komisyon oluşturulacak. Sit ve Milli Park karakteri var mıdır, yok mudur diye karar verilecek. Başka bir statü verilecek ancak bu tanım ne olur, bilemiyoruz. Yasa çıkarsa yapacak pek bir şey kalmayacak. Anayasa Mahkemesi’ne gidilir ama oradan çıkacak karar ne olabilir?”

Tabiatı ve biyolojik çeşitliliği koruma kanunu tasarısı, kara, kıyı, su gibi doğal değerlerin hem korunması, hem de kullanılmasına yol veriyor. Üstelik gayet soyut ifadeler kullanarak. Tıpkı HES projelerinde hazırlanan ÇED (Çevre Etki Değerlendirme) raporları gibi. Okumuşoğlu’nun tabiriyle “kopyala yapıştır” yöntemiyle, kelime oyunu yaparak.


Toplumun henüz algılayamadığı en önemli nokta şu: HES projeleri kısa vadede öyle karlı ki, hem devleti, hem de bankaları ayakta tutuyor. Doğrudur, ekonomiye ciddi bir getiri sağlıyor. Hatta Türkiye’nin krizi bu projelerle aştığı bile söyleniyor.


Ancak uzun vadede, sulak alanlar tamamen kontrolden çıkacak. Bu, uluslararası sözleşmelere de aykırı. En fenası, doğanın talanıyla birlikte söz konusu alanların insansızlaştırılması.
Kuşu, keçiyi, çiçeği takmayanlar, en azından insana değer vermeyi denese... O zaman bu korkunç talanı desteklemenin, gelecek kuşakların yaşamını yok etmek anlamına geldiğini kavrayabilir.  

Milliyet, Haber: Mehveş Evin, 29.10.2010

 

******


GÜNAY: YETKİ DEVRİYLE İLGİLİ TEREDDÜTLERİMİZ VAR

 

Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu’nun ‘sit alanı ilan etme yetkisinin’ Çevre ve Orman Bakanlığı’na bağlı yeni bir kuruma devredilmesiyle ilgili bazı tereddütleri olduğunu söyledi. Ordu Üniversitesi’nin açılış töreni için bu kentte bulunan Günay, “Tabiat alanlarının varlıklarının Çevre Bakanlığı tarafından yönetilmesi, Avrupa hukukuna, dünyadaki evrensel gelişmelere uygun bir davranış. Fakat Meclis’e sunulmuş bulunan yasayla ilgili bizim bazı tereddütlerimiz var. Bu aceleyle çıkacak bir yasa değil. Yasa üzerinde biraz daha çalışılması gerekiyor. Henüz komisyona bile gitmiş değil. Dikkatle takip ediyoruz” dedi. Günay şöyle devam etti: “Bu yasanın Meclis’e sevk edilme tarihi, Şu anda ‘sit kararları’ ile ilgili, Koruma Kurulu kararlarıyla ilgili bazı tartışmalar olduğu için zamanlaması uygun olmadı.” 

Milliyet, Haber: Erol Küçükoğlu, 29.10.2010

 

******


'SİT' İÇİN KURDA KUZU KORKUSU

 

Hidroelektrik santral merkezi haline getirilmek istenen Rize İkizdere’nin doğal sit alanı ilan edilmesinin hemen ardından, var olan tüm sit alanı kararlarını ‘çöpe atabilecek’ bir tasarının TBMM gündemine alınması, çevrecilerde şoke etkisi yarattı.

 

TEMA, WWF-Türkiye Doğal Hayatı Koruma Vakfı, Doğa Derneği, Greenpeace Akdeniz, Sualtı Araştırmaları Derneği, Karadeniz Doğa Koruma Federasyonu, Kuş Araştırmacıları Derneği gibi 45 sivil toplum örgütü tarafından kurulan Tabiat Kanunu İzleme Girişimi, acil toplandı. İstanbul’da ise grup üyeleri salı günü toplanacak.

 

Girişim üyelerinden Doğa Derneği Başkanı Güven Eken, “Yasalaşması halinde Türkiye’de bir tek korunan alan bile kalmayacaktır. Bu, doğanın gördüğü en karanlık kanun tasarısıdır” derken, Derelerin Kardeşliği Platformu Dönem Sözcüsü Ömer Şan da “HES yapılmak istenen vadilerde yaşayan halk doğal yaşam alanlarına sahip çıkmışlardır ve bundan sonra da sürdüreceklerdir” dedi.

 

‘Tabiatı ve Biyoçeşitliliği Koruma Kanunu’ tasarısı kanunlaşırsa, Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın bünyesindeki koruma kurullarının yerine Çevre Bakanlığı’na bağlı ‘Ulusal Biyolojik Çeşitlilik Kurulu’ kurulacak. Kurulda 14 bürokrat, dört akademisyen ve iki sivil toplum temsilcisi yer alacak. Tüm sit alanı kararları ‘gözden geçirilecek’.


Yani zaten sit alanı ilan edilmiş bir yerin sit olup olmadığına ağırlıklı olarak hükümete bağlı bürokratlardan oluşan bir kurul karar verecek. Halen var olan koruma kurulları ağırlıklı olarak üniversiteye bağlı akademisyenlerden oluşuyor.

Çevre ve Orman Bakanlığı, tasarının İkizdere ile hiçbir ilgisi olmadığını ve tasarıyla ilgili hazırlıkların eskiye dayandığını savundu. Açıklamada “Söz konusu tasarı 2002 yılından bu yana üzerinde çalışılan bir konu. 21 Aralık 2009’da AB Çevre Faslı’nın açılmasıyla süreç hızlandı. Tasarıya 6 Ekim’de nihai hali verildi” denildi.

Koruma kurullarının bağlı olduğu Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay tasarıya tereddütle yaklaşıyor: “Tereddütlerimiz var. Bu yasama döneminde çıkması mümkün değil. Bence bu yasama döneminde çıkması da doğru değil. Çünkü aceleye getirilerek çıkartılacak bir yasa değil. Ama yasa bizden bazı şeyleri almıyor sadece, bazı alanların yönetimini de bize veriyor. Yasa üzerinde biraz çalışılması gerekiyor.”

 

Enerji Bakanı Taner Yıldız’e göre ise İkizdere kararı zaten yanlış: “Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu’nun da er geç bu yanlışından (İkizidere kararı) döneceği kanaatindeyim. Bakanımız (Günay) benden daha az hassas bir insan değil. Benzer hassasiyeti yaşıyor ve taşıyoruz. O da gereğini yapacaktır.”

Çevre Bakanlığı, Radikal’de 27 Ekim günü yayımlanan ‘Anadolu Dere A.Ş. sunar’ başlıklı yazı için bir açıklama yaptı. Açıklamada şöyle denildi:

“Özel sektörümüz 1600’e yakın HES projesi için başvurmuştur. Bu projeler tamamlandığında ülkemiz yılda 80 bin milyar kilovat/saat enerji üretecektir. HES projesine karşı çıkanlar işte bu yüzden yaygara koparmaktadır. Bu çevreler, ülkemizin enerjide dışa bağımlılığının devamından yanadır. Bütün engellemelere rağmen bu projeler hayata geçirilecektir.”

Çevre Bakanlığı yasa tasarısının son İkizdere kararıyla ilgisi olmadığını açıkladı. Ancak tasarının zamanlaması dikkat çekti. Tasarı pek çok HES yapılmak istenen İkizdere’nin sit alanı ilan edilmesinin üzerinden bir hafta bile geçmeden gündeme geldi. Son günlerde HES’lerle ilgili davalarda çevreciler lehine çıkan kararlar da cabası. Doğu Karadeniz’de bir kısmı yapılıp bitmiş, bir kısmı sadece kağıt üzerinde olan bu projelere 80’i aşkın dava açıldı. Bu davalardan 31’i çevrecilerin lehine sonuçlandı. Onlarca dava da sürüyor. Çevre Bakanlığı’nın 2003’te yürürlüğe giren Su Kullanım Hakkı Anlaşması çerçevesinde tüm Türkiye’de 1600’e yakın HES projesi planlanıyor. Trabzon’da 228, Rize’de 66, Artvin’de 121, Ordu’da 65, Giresun’da 94 HES yapılması gündemde.

Çevre Bakanlığı’nca hazırlanan ve TBMM’ye sunulan yasa tasarısında şu değişiklikler var: Mevcut doğal sit ilan edilmiş alanların statüsü sona erdirilecek. Bu kararı Çevre ve Orman Bakanlığı Müsteşarı’nın başkanlık edeceği ‘Ulusal Biyolojik Çeşitlilik Kurulu’ verecek. Çevre Bakanlığı Müsteşarı’nın başkanlık edeceği 20 kişilik kurulda sadece dört akademisyen iki sivil toplum kuruluşu temsilcisi bulunacak. Kültür ve turizm koruma ve gelişim bölgesi ve turizm merkezi olarak ilan edilecek yerler için Çevre ve Orman Bakanlığı’nın uygun görüşünü almak zorunlu olacak. Çevre ve Kültür bakanlıkları kararları çakışırsa Çevre Bakanlığı’nın dediği olacak.

Radikal, Haber: Serkan Ocak, 29.10.2010


SU KEMERİ GÜN YÜZÜNE ÇIKACAK

 

Antakya Belediyesi ve Müze Müdürlüğü’nün ortaklaşa yürüttükleri çalışma ile Hürriyet Caddesi’nde bulunan tarihi su kemeri gün yüzüne çıkarılıyor.

 

Antakya Belediyesi’nin Hürriyet Caddesi’nde yürüttüğü altyapı kazı çalışmaları esnasında ortaya çıkan Tarihi Su Kemerinin, kentimizin kültür ve turizmine kazandırılması amacıyla, Anıtlar Yüksek Kurulu’ndan ve Kültür ve Turizm Bakanlığı’ndan gerekli onayların alınmasıyla birlikte, her iki kurum projede ortak hareket ederek tarihi su kemerinin arkeolojik kazı çalışmalarını tüm hızıyla sürdürüyor. Arkeolojik kazı çalışmalarının tamamlanmasının ardından yakın süreçte Hürriyet Caddesi’nin üst yapı düzenleme çalışmalarına başlanacağı belirtildi.

Antakya Haber, 28.10.2010

KOLOMB HAKKINDA İNANIŞ ÇÖKTÜ

 

 

Arkeologların İngiltere’nin başkenti Londra’da yaptığı kazılarda elde ettiği bulgular, frengi hastalığı hakkında yüzyıllardan beri bilinen bir inanışı ortadan kaldırabilir.

 

Arkeologların İngiltere’de bugüne kadar yapılan en büyük kazı çalışmalarından birinde gün ışığına çıkarttığı kemikler, sanılanın aksine frengi hastalığının Kristof Kolomb tarafından Avrupa'ya getirilmediği tezini güçlendiriyor. 

 

Londra halkının Ortaçağ’daki yaşayışı hakkında daha fazla bilgi elde etmek isteyen bilim insanları, o dönemden kalma St. Mary Hastanesi’nin mezarlığında kazı çalışması başlattı. Araştırma kapsamında 10 bin 500 kemik arasından 5 bin 387 tanesi incelendi. İncelenen kemikler arasında, frengi hastalığının izlerine rastlandı.

 

Ancak, kemiklerin sahibi kişilerin toprağa verildiği tarihlerin, Kolomb’un Amerika'yı keşfinin öncesine rastladığı belirlendi. 

 

Londra Müzesi’nden Brian Connell, inceledikleri kemiklerden 25 tanesinde frengi hastalığının izlerini bulduklarını söyledi. Connell, kayıtlara göre bu kemiklerin bir zamanlar Londra’nın en büyük hastanesi olan St. Mary’de yatan frengi hastalarına ait olduğunu belirtti.

 

Bilim insanları, frengi izlerine ait kemiklerin olduğu mezarlarda ölen kişilerle gömülmüş madeni paralar buldu. Paralara radyokarbon tesit yapıldığında, frengiden ölen iki kişinin 1200-1250 veya 1250-1400 yılları arasında doğduğu tespit edildi.

 

Oysa, Kolomb Hindistan zannettiği Küba’ya 1492 yılında ayak bastı.

 

Connell, elde ettikleri bulgunun Kolomb teorisinin “tabutuna son çiviyi çaktığını” söyledi. Avrupalı bilim insanları, Kolomb Amerika’ya gitmeden önce Yeni Dünya’da frengi bulunmadığını öne sürmüş, 2008’de yapılan genetik bir çalışma bu teoriyi desteklemişti.

 

ABD’nin Atlanta eyaletinde bulunan Emory Üniversitesi’nden Kristin Harper, dünyanın dört bir yanından elde ettiği frengiye neden olan bakteri türünü incelemişti. Harper, cinsel yolla bulaştığı bilinen hastalığın en yakın orijinini Güney Amerika olarak belirtti.

 

Ayrıca, Avrupa’da ilk frengi vakasının 1495’te ortaya çıkması, Kolomb teorisini güçlendirmişti.

Hürriyet, 28.10.2010

"HASANKEYF KONUSUNDAKİ KARARIMIZI VERDİK"

 

AKP Genel Başkanı ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, partisinin grup toplantısında yaptığı konuşmada, yaptığı konuşmada Hasankeyf'e değindi.

 

Başbakan Erdoğan; ''Pazar günü Şanlıurfa'da olacağız. Buradaki açılış törenleri öncesinde Ilısu'da olacağız. Ilısu Barajı ile ilgili çalışmalarımız yoğun bir şekilde devam ediyor. Hasankeyf ile ilgili çok dedikodular, şunlar, bunlar... Şimdi oradaki köyü TOKİ gayet güzel bir şekilde, çok farklı bir yere taşımak suretiyle, yerel mimariyle orada inşa etti. İnşallah, onun da aynı gün açılışlarını yapacağız. Bazı çevreler Ilısu Barajı'nın yapımına engel olma gayreti içindeler. Avrupalıları kandırdılar ama sıkıntıları bizi kandıramıyorlar. Çünkü biz bu konuda kararlıyız. Bunu yapacak gücümüz var. Kararımızı verdik. Süreci hızla başlattık. Çalışmalar hızla devam ediyor. Ilısu, Türkiye'nin en zengin, en büyük barajlarından bir tanesi olacak. İlk üçün içerisinde yer alacak kapasitede bir baraja sahip olacağız. Mardin'iyle Batman'ıyla tüm o çevre farklı güzelliklere, denizin adeta geldiği bir bölge haline orası dönüşecek. Çevrecilik açısından güzel bir yer olacak. Aynı zamanda tabii ki artık 'Su akar, Türk bakar olmayacağız', 'Su akar, Türk yapar' diyeceğiz.''

Batman Gazetesi, 27.10.2010

250 YILLIK ŞİFA GÖMLEĞİ GÖRÜCÜDE

 

 

İstanbul Üniversitesi ev sahipliğinde düzenlenen '5. Uluslararası İslam Tıp Tarihi Cemiyeti Kongresi' başladı. İ.Ü. Rektörlük binasındaki kongrenin eş başkanı Prof.Dr. Nil Sarı, açılışta yaptığı konuşmada, kongrenin amacının İslam tıp tarihi üzerindeki çalışmaları desteklemek ve duyurmak olduğunu söyledi.

 

Sarı, bu alanın birtakım sorunları bünyesinde barındırdığını belirterek, şöyle konuştu: 'İslam Tıp Tarihi'nin ana kaynakları olan el yazmaları ve arşiv belgeleri, dünyanın çeşitli ülkesinde bulunuyor. Ancak bunların kayıtları yeterince yapılmadığı gibi, toplu katalogları da bulunmamaktadır. Hangi ülkede ve kütüphanede, koleksiyonlarda, hangi el yazmasının bulunduğunu öğrenmekte güçlük çekiyoruz.' Kongrede Mevlevi şeyhi Mehmet Nuri Efendi'ye ait olan 250 yıllık şifa gömleği de ilk kez görücüye çıkarıldı. Gömlekle ilgili bilgi veren İ.Ü. Müze Yönetimi Ana Bilim Dalı Başkanı Prof.Dr. Fethiye Erbay, Manisa Mevlevihanesi Şeyhi Mehmet Nuri Efendi'nin ailesinin kendisiyle irtibata geçmesiyle gömleğin kongre için saklandığı sandıktan çıkarıldığını söyledi.

 

Erbay, gömleğin üzerindeki yazıların ve sembollerin ilk defa okunarak çözümlemesinin yapılmaya çalışıldığını, belirterek, "Gömlek hasta olanlara ve savaşa gidenlere giydiriliyormuş. Üzerinde çeşitli ayetlerin, dualar var. Şifa gömleği tıp tarihine kaynak veriler sunabilecek türde. Erbaş gömleğin kumaşının çok olduğunu, 8 bin çözgü ip kullanılarak Denizli'de dokunduğunu ve günümüze kadar yıkanmadan geldiği bilgisine ulaşıldığını kaydetti.

 

Prof.Dr. Nil Sarı, tıp tarihi metinlerinin çözümlenmesine ışık tutacak, günümüz araştırmacılarının yararlanabileceği bir tıp tarihi sözlüğünün olmayışının eksiklik olduğunu ifade etti. Sarı, "İslam tıbbı üzerinde uzmanlaşmış tıp tarihçileri ile Arapça, Farsça, Türkçe gibi dil uzmanları ve uzman hekimlerin bir araya gelerek tıp yazmalarında kullanılan tıbbi sözcüklerin doğru karşılıklarını veren bir tıp tarihi sözlüğü mutlaka hazırlanmalı' dedi

Yeni Şafak, 27.10.2010

DİVRİĞİ ULU CAMİİ VE DARÜŞŞİFASI YERALTINDAN DA KONTROL EDİLECEK

 

 

UNESCO'nun Dünya Kültür Mirası Listesi'ndeki Divriği Ulu Camii ve Darüşşifası'nın belirlenen 100 noktasına yerleştirilen ısı, hasar, nem ölçüm cihazı ve yer altı incelemesi için açılan 7 sondaj kuyusuyla bir yıl boyunca takip edilecek.

Projenin Müdürü Ozan Tuğcu, tarihi yapıda bilgisayarla uzaktan izleme projesine başladıklarını, şu anda sistemin kablolarını yerleştirdiklerini söyledi. Bu çalışmayla eserin şu andaki durumunu ve bir sene sonraki durumunu göreceklerini ifade eden Tuğcu, ''Bir sene sonra da bu yapının o anki durumuna göre gereken restorasyon çalışmaları yapılacak veya hocalarımızın karar vereceği daha yapısal önlemler alınacaktır'' diye konuştu.

Yaklaşık 10 gün içerisinde buradaki çalışmalarını sona erdireceklerini anlatan Tuğcu, şunları kaydetti:

''Bütün sistem bilgisayarlı olarak Ankara'dan veya nereden isteniyorsa internet üzerinden de yurt dışındaki hocaların da bilgilerine açık olmak üzere incelenecek. Burada yerleştirdiğimiz yüzün üzerinde sensör var, bunlar çatlak ölçerler, sıcaklık ölçerler, eğim ölçerler. Çatlak ölçerler bir yapının ne kadar büyüyüp büyümediğini göstermek için ölçülür, bu çatlak zamanla açılmakta, bu açılmanın hızı bizim için çok önemli bir veri teşkil etmektedir. Çünkü o açılmayla yapının durumunu daha rahatlıkla izleyebileceğiz. Yapının durumunun bir sene boyunca izlenmesi işini biz burada gerçekleştirmeye çalışıyoruz''.

Böyle bir yapıda çalışmaktan hem firma olarak, hem de kendi adına gurur ve onur duyduğunu anlatan Tuğcu, ''Dünya kültür mirası olarak kabul edilen bu eserde çalışmak güzel bir duygu'' ifadesini kullandı.





Eserin etrafında 7 adet sondaj kuyusu açtıklarını ve bu sondajlardaki amacın eserin yer altı hareketlerini izlemek olduğunu kaydeden Tuğcu, ''Kuyularımızdan 3 tanesi inclinometre kuyusu. Bu kuyu yanal hareketi gösterecek, bu binamızın bu yapımızın üstüne konduğu toprağın, alanın yanal olarak kayıp kaymadığını gösterecek. 2 tanesi extensometre kuyuları, bu da eserin çöküp çökmediğini, çöküyorsa da hangi hızla çöktüğünü gösterecek. 2 tane ise su basınç ölçer kuyusu var, burada da yapının altında bulunan yer altı sularının yukarıya nasıl bir basınç yaptığını ve alttaki su basıncı muhteviyatını gösterecektir'' diye konuştu.

Sensörlerle ve kuyularda yer altı ile eser üzerinde takip gerçekleştirirken diğer yandan darüşşifanın merkez tavanına 360 dereceyi görebilecek şekilde bir kamera ve eserin ön ve arka cephelerine bütün bölgeyi izleyebilecek iki kamera yerleştireceklerini anlatan Tuğcu, ''Bu kameralar da yine başka bir merkezden bütün verilerek aktarılarak sürekli incelenecektir'' dedi.

Bunun dışında yerleştirdikleri sensör cihazların en önemlisinin eğim ölçer olduğunu, özellikle caminin batı kapısı olan cami kapısında ciddi anlamda bir eğim sıkıntısı olduğunu bildiren Tuğcu, ''Mesela oraya yerleştireceğimiz bir eğim ölçerle o kapının kaç derecenin binde birine kadar ölçebilen bir cihaz derece eğildiğini ölçeceğiz. Bu çalışmalar sonucunda da gereken önlemler alınarak bu yapının hayatta ve sağlam kalması için gerekli önlemler alınacaktır'' ifadesini kullandı.

Yapı, 27.10.2010

VASADA ANTİK TİYATRODA TARİH GÜN YÜZÜNE ÇIKIYOR

 

 

Konya, Seydişehir'e bağlı Bostandere beldesinin üst kısmında 1969 yılında su deposu yapımı sırasında tespit edilen, ardından 2 yıl yapılan kazı çalışmaları ile de küçük bir kısmı gün yüzüne çıkarılan Vasada Antik Tiyatrosu'nda kazı çalışmalarına 39 yıl sonra tekrar başlandı.

Roma dönemine ait ve yaklaşık 3 bin kişi kapasiteli tiyatronun kazı çalışmaları Konya Müzeler Müdürlüğü Arkeologu Kazım Merter başkanlığında 8 kişilik bir ekip tarafından yürütülüyor.

Bu yıl Antik Tiyatronun genel temizliği yapıldıktan sonra oturma sıraları, orkestra ve sahne kısmının ortaya çıkarılması planlanıyor.

Önümüzdeki yıl ise ödenek çıktığı takdirde antik tiyatronun tamamının ortaya çıkarılması, daha sonraki yıllarda ise haritasının hazırlanarak restorasyonunun yapılması hedefleniyor.

Bostandere Belediye Başkanı Turan Koyuncu, gazetecilere yaptığı açıklamada, antik tiyatronun 1969 yılında su deposu yapılacağı sırada fark edildiğini belirtti.

Müze Müdürlüğü'ne bilgi verilmesinin ardından bölgede 2 yıl kazı yaptırıldığını ifade eden Koyuncu, şunları kaydetti:

''O süreden sonra hiç ilgilenilmemiş. Yıllardır bu tiyatronun, kazı çalışmalarıyla gün yüzüne çıkarılması için görüşmeler yapıp gayret sarf ettik ama bir sonuca ulaşamadık. Bu yıl kazı yapılması için ödenek ayrıldı. Bundan sonra çalışmalar ara verilmeden devam edecek. Vasada antik kenti kazısı bittiği zaman Antalya-Konya karayoluna 3 kilometre olması nedeniyle Antalya'dan Kapadokya'ya geçen turistlerin uğrak yeri olacak.''

Yapı, Fotoğraf: Kadriye Kasap, 27.10.2010

ABDÜLHAMİTÇİLER, OSMANLICILAR; NERDESİNİZ?

 

Rus Yahudisi Leon’un kızı küçük yaşta cariye olarak alınmış Osmanlı Sarayı’na.

1822’de İkinci Mahmud’un karısı… 1839’da, oğlu Birinci Abdülmecid padişah olunca da Valide Sultan olmuş.

Devlet yönetiminde söz sahibi olmaya çalışmak yerine… Zamanını fakirlere hayır işleri için kullanmış, daha çok.

Bu nedenle, “Bezm-i Alem” Valide Sultan diye anılmış.

1843’te İstanbul’da büyük bir çiçek ve kolera salgını baş gösterip, mevcut hastaneler yetersiz kalınca… Çapa’yla Fındıkzade arasındaki arazide garip ve fakirlerin tedavi edileceği bir hastane yaptırmış…

Masrafların karşılanması için de bir göl, on üç dükkan, on bir bahçe, yetmiş üç dönüm tarla, dokuz zeytinlik, yirmi dokuz bin zeytin ağacı, iki çiftlik, yüz seksen parça arazi, bir samanlık, bir hamam, bir su değirmeni, bir taşocağının da olduğu taşınmazları vakfetmiş.

Açılışını 4 Nisan 1845’te Padişah Birinci Abdülmecid’in yaptığı hastane yıllarca Bezm-i Alem Vakıf Gureba Hastanesi olarak hizmet verdi.

İstanbul’un göbeğinde, Çapa Tıp Fakültesi’nin bir alt sokağında, Vatan Caddesi’nin bitişiğindeki bu “sahipsiz” hastaneyi gözüne ilk kestiren… eski Çalışma Bakanı elli sekiz-altmış Yaşar Okuyan oldu.

Hastanenin tabelasını “SSK Hastanesi”ne dönüştürüverdi.

Sonra, 2005’te…

SSK hastaneleriyle birlikte Sağlık Bakanlığı’na devredildi, Vakıf Gureba.

Her iki devir de yargıdan döndü.

Ve şimdi, iki gün önce yani…

24 Nisan 2010 tarihli Kanun’la kurulan Bezm-i Alem Vakıf Üniversitesi’ne devredildi.

Sadece Vakıf Gureba Hastanesi’nin on dokuz bin metrekarelik gayrimenkulü değil… Eyüp’teki üç yüz otuz üç bin metrekarelik gayrimenkulün kullanım hakkı ve Beşiktaş’taki beş bin metrekarelik taşınmazların kiraları ile…

Gogol’ün Ölü Canları’ndaki toprak köleleri misali, ucuz işgücü olarak hibe edilen asistan hekimlerle birlikte… Özele hizmeti kabul etmeyeni Trabzon’a, Rize’ye, Erzurum’a süreriz tehdidiyle.

***

Her reçete yazdıranın on beş, servise yatanın, ameliyat olanın milyarlarca lira ödeyeceği…

Tıp fakültesi eğitiminin yıllık yirmi dört bin beş yüz, diş hekimliğinin yirmi dört, eczacılığın yirmi,   hemşirelik ve fizyoterapistliğin on beşer bin lira artı kadeve olduğu…

Tıpkı diğer özel üniversiteler gibi “özel” bir üniversite olan Bezm-i Alem Vakıf Üniversitesi’nin…

İktidara yakın işadamı, akademisyen, eski bürokratlardan müteşekkil Mütevelli Heyeti Başkanı… Ali İbiş’in web sitesindeki CV’sine bakınca bütün bu işlerin nasıl bir “ulvi”  ve “uhrevi” amaçla yapıldığı anlaşılıyor:

“Özel Sektör Yöneticisi… İstanbul Eğitim ve Gençliğe Hizmet Vakfı Kurucu Başkanı… Üsküdar Belediyesi ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi Meclis Üyesi… İstanbul Büyükşehir Belediyesi Başkan Vekili… 22. Dönem (tabii ki AKP) İstanbul Milletvekili.”

***

Dün…

Tekel’in Saraçhane’deki Genel Müdürlük binasını el çabukluğuyla üzerlerine geçirenler…

Bugün…

Ecdad yadigarı Vakıf Gureba Hastanesi’ni yutuyorlar.

Hem de…

Metrekareye dört Abdülhamitçi, sekiz Osmanlıcı, on yedi İslamcının düştüğü… Siyasal İslam’ın arka bahçesi, İslamcı münevverlerin mahallesinde…

İstanbul Fatih’te!..

İnsan kuldan utanmazsa Allah’tan korkar… Fakirin fukaranın, garibin gurebanın lanetinden çekinir diyeceğim ama ne gezer.

Tam bir gözleri var görmezler, kulakları var duymazlar durumu…

Ne bir ses, ne bir itiraz.

Birgün, Yazı: Osman Öztürk, 27.10.2010

SİLİFKE'DE AYATEKLA KİLİSESİ'NİN PROJESİNE BAŞLANDI

 

Silifke Belediye Başkanı Bayram Ali Öngel, Ayatekla kilisesinin projesine başladıklarını açıkladı.

Başkan Öngel, İsa'nın havarilerinden St. Paul'dan etkilenen ve Hıristiyanlığı yaymak için çalışan Tekla'nın sığındığı Mukaddem Mahallesi Becili mevkiindeki mağaranın (Ayatekla kilisesi) restore edileceğini söyledi.

 

Başkan Öngel, Katolikler için büyük önemi bulunan Ayatekla kilisesi ve çevresindeki alanda mekansal düzenlemeleri gerçekleştirebilmek için Belediye, Mersin Valiliği, Silifke Kaymakamlığı ve Mersin Üniversitesi işbirliğinde çalışmaların devam ettiğini belirtti.

 

Öngel, "Üniversite ile alanda değerlendirme çalışmaları yapıldı ve çevre düzenleme projesi hazırlandı. Proje ve eylem planları ile Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü'nden ön izin alındı. Projenin gerçekleştirileceği alanın büyük bir kısmı özel mülkiyet içerisinde kalıyor. İlk etapta kamulaştırılması gereken alan 9 bin 635 metrekaredir. Bu alanların kamulaştırılması zorunluluğu projenin hayata geçirilmesini yavaşlattı." dedi.

Zaman, Haber: Cevdet Çaylı, 27.10.2010

TARİHİ HAMAMDA SONA GELİNİYOR

 

 

Büyükşehir Belediyesi'nin tarihi ve kültürel mirası koruma çalışmaları arasında yer alan ve 1421 yılında Çandarlı İbrahim Paşa'nın oğlu İbrahim Paşa tarafından yaptırılan Mahkeme Hamamı'nda restorasyon çalışmaları hızla sürüyor. Takas yoluyla Sosyal Hizmetler Çocuk Esirgeme Kurumu'ndan alınan tarihi yapıdaki çalışmaları yerinde inceleyen Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Altepe, hamamın içini gezerek, yüklenici firmanın yetkililerinden çalışmalar hakkında bilgi aldı.


Büyükşehir Belediyesi Genel Sekreteri Seyfettin Avşar, Projeler Koordinatörü Aziz Elbas ve Fen İşleri Daire Başkanı Fehmi Ökten'in de hazır bulunduğu incelemede gelinen noktayı değerlendiren Başkan Altepe, restorasyon çalışmaları bittiğinde bölgenin kimlikli bir semt haline geleceğini kaydetti.


Ayağa kaldırılan tarihi yapılara farklı fonksiyonlar vererek buraları yaşayan mekanlar haline getirdiklerini belirten Altepe, “Hamamın bir bölümü tamamen harabe halindeydi. Biz projeyi bir bütün olarak ele aldık. Çalışmaları Mart ayı sonuna kadar tamamlamayı hedefliyoruz. Tarihi yapının bir bölümü yine hamam olarak kullanılacak. Diğer bölümü ise sosyal ve kültürel etkinliklerin yapılabileceği bir aktivite merkezi haline getirilecek” diye konuştu.

Bursa Olay, 27.10.2010

KAÇAK KAZIDAN BİZANS MOZAİKLERİ ÇIKTI

 

Kilis’in Polateli İlçesi'nde, sitalanında yapılan kaçak kazıda Bizans dönemine ait mozaikler bulundu.

 

Yaklaşık 10 gün önce Polateli İlçesi ve Söğütlü Köyü arasındaki sit alanında kaçak kazı yapıldığını belirleyen jandarma, kazıda çıkarılmış mozaikler buldu. Haber verilen Kilis Kültür ve Turizm Müdürlüğü ve Gaziantep Arkeoloji Müzesi Müdürlüğü arkeologları, bölgede kazı çalışması başlattı.

 

Kilis Valisi Turhan Ayvaz, Kilis Garnizon Komutanı Albay Mehmet Kadan, Polateli Kaymakamı Mehmet Gökhan Zengin, bölgede incelemelerde bulunarak, Kilis Kültür ve Turizm İl Müdürü Abdullah Aldemir ve Gaziantep Arkeoloji Müzesi Müdür Vekili Ahmet Beyazlar’dan bilgi aldı.

 

Ahmet Beyazlar, kazının, çok geniş bir yapının temellerini ortaya çıkardığını belirtti. Kapılarla birbirine bağlanan yapının sınırlarının nereye kadar uzandığının merak edildiğini, bazı odaları figürlü mozaiklerle kaplı olan alanda kazı çalışmalarının devam ettiğini dile getiren Beyazlar, “Alanda kazı çalışmaları devam ediyor. Tarımsal faaliyetlerin mozaikleri yer yer tahrip ettiği yetkililerce belirlendi. Yapı ve mozaikler Bizans dönemi özelliği gösteriyor ve 4 ile 5. yüzyıla ait” dedi.

 

İl Kültür Turizm Müdürü Abdullah Aldemir, Kilis’in tarihte çok yoğun yerleşim olan bölgelerden biri olduğunu belirtti. Bu tür yapı ve kalıntıların Kilis’in birçok yerinde olduğunu bildiren Aldemir, şöyle konuştu:

“Bu eserler dünyada bir tane, ikincisi yok. Her birinin kendine has özellikleri var. Tahrip edildiğinde yerine yenisini koyma imkanı yok. Ne yazık ki; yapılan kaçak kazılarla bu zenginliklerimiz tahrip ediliyor. Kaybeden Kilis oluyor.”

Hürriyet, 27.10.2010

BABA EVİNDE DEFİNE KAZISI

 

İstanbul’da uğradığı silahlı saldırıda hayatını kaybeden Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink’in Malatya’daki evinde kimliği belirsiz kişilerce define arandığı ve eve zarar verildiği iddiasıyla savcılığa suç duyurusunda bulunuldu.

 

Dink’in akrabası Eliza Kodak Dink, Hrant Dink’in doğduğu evi görmeye gittiğinde, evde kazı yapıldığını, ayrıca evin bir bölümünün yakıldığı gördü. Soruşturma başlatıldı.

Hürriyet, Haber: Mikail Pelit, 27.10.2010

İSTANBUL'DAKİ 25 TÜRBE İLK DEFA KAPSAMLI RESTORASYONDAN GEÇECEK

 

 

İstanbul'daki 25 türbe İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı tarafından restore ettirilecek. İstanbul Türbeler Müzesi Müdürü Hayrullah Cengiz, kendilerine bağlı 117 türbe açısından ilk kez  geniş hacimli bir restorasyon yapılacağını söyledi. Onarılacak türbelerin 1940'lı yıllarda Vakıflar Başmüdürlüğü tarafından restorasyonunun yapıldığını hatırlatan Cengiz, ihya edilecek türbelerin ekseriyetinin Osmanlı Devleti'nin son dönemleri de dahil olmak üzere ilk defa bu kadar kapsamlı bir restorasyon çalışmasına tabi tutulacağına dikkat çekti. Restorasyon çalışmalarının 2005 yılında Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın desteği ile Vakıflar Genel Müdürlüğü ile İstanbul Büyükşehir Belediyesi arasında imzalanan protokolle başladığını kaydeden Cengiz, bu protokolle 117 türbenin bakımı ve ihyası için anlaşmanın yapıldığını belirtiyor. Türbelerden en az 7'sinin Mimar Sinan eseri olduğunu hatırlatan Cengiz, türbelerin yüksek değerde mimari ve sanatsal değere sahip olduklarını belirtiyor. Cengiz, türbelerde Kanuni Sultan Süleyman'ın oğlu Şehzade Mehmet, Sadrazam Rüstempaşa gibi isimlerin yattığını ifade ediyor.

Özellikle Türk süsleme sanatları açısından nadide eserlerin bulunduğunu kaydeden Cengiz, "Türbeler onarılırken mimari açıdan bilmediğimiz desenler, motifler çıkacaktır diye düşünüyorum" şeklinde konuşuyor. Cengiz, yakın bir tarihte Kanuni Sultan Süleyman, Hürrem Sultan ve Mimar Sinan türbelerinin de bir sponsor tarafından restore edileceği müjdesini veriyor. Buna göre restore edilecek bazı türbeler ve bulundukları yerler ise şöyle: Mihrişah Valide Sultan Türbesi: Sultan 3. Mustafa'nın başkadını. Hayırsever ve dindar biri olan Valide Sultan Mevlevi tarikatına mensuptu. Ferhad Paşa Türbesi: Sultan 3. Murad ve 3. Mehmed dönemi sadrazamlarından. Aynı zamanda iyi bir hattat olan Ferhad Paşa yazdığı Kuran-ı Kerimler ile de tanınıyordu. Abdülvedud Türbesi: Kaynaklarda İstanbul'un fethinden önce Buhara'dan geldiği söylenen Abdülvedud Hazretlerinin müritleri ile Fatih'in ordusuna katıldığı biliniyor.

Fatih İlçesi sınırları içinde yer alan türbeler: Cerrah Mehmet Paşa Türbesi: Sultan 3. Mehmed dönemi sadrazamlarından. Enderun'da cerrahlık eğitimi almış olan Mehmet Paşa, Sultan 3. Mehmed'i sünnet eden kişi olarak biliniyor. Şehzade Mehmet Türbesi: Kanun Sultan Süleyman'ın oğullarından. Manisa'da vali iken 23 yaşında çiçek hastalığından ölen Şehzade Mehmet'in türbesini Mimar Sinan'ın yaptığı ifade ediliyor. Rüstempaşa Türbesi: Kanuni Sultan Süleyman dönemi sadrazamlarından. Kanuni'nin kızı Mihrimah Sultan'ın kızı ile evli olan Rüstem Paşa'nın türbesi Mimar Sinan tarafından yapılmış.

Üsküdar İlçesi sınırları içinde yer alan türbeler: Doğancı Ahmed Paşa: 3. Murad'ın nedimi olan Doğancı Ahmed Paşa av merakı yüzünden şöhret bulmuş. Türbesi Mimar Sinan tarafından yapılmış. Halil Paşa Türbesi: Sultan 2. Osman ve 4. Murad'ın sadrazamlarından. Kaptan-ı Deryalık yapmış olan Halil Paşa, ömrünün son dönemini ise Aziz Mahmud Hüdai'nin dergahında geçirmiş. Cennet Efendi Türbesi: 17. yüzyıl şair ve edebiyatçılarından. Aziz Mahmud Hüdai'nin müritlerinden olan Cennet Efendi, Mesut Efendi'nin vefatı üzerine Hüdai Dergahı'nın şeyhi olmuş.

Zaman, Haber: Samet Altıntaş, 26.10.2010

TARİHİ ÇAKIL TAŞLARI SANAT ESERİ OLDU

 

Yenikapı arkeolojik alanındaki Theodosius Limanı ve Likhos Deresi’nden toplanan 8 bin 500 yıllık 20 ton çakıl taşı, özgün tasarımlarla şekillendirilerek, Hasköy Parkı’nda yerini aldı.

 

İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı Görsel Sanatlar Yönetmenliğinin düzenlediği projeye Hollandalı sanatçılar Maria Sezer ve Jerome Symons ile Çek Cumhuriyeti’nden Dagmar Subrtova katıldı.
İstanbul İl Kültür ve Turizm Müdürü Ahmet Emre Bilgili, “İstanbul’da değer yaratmak için birçok argüman ve objemiz var. Bu proje de onlardan biri. Bu projeyi sadece bu parkta yapabildik. Elimizde taş çok. İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin, büyük parklarında değer yaratmak istiyorsa, böyle bir çaba içerisine girmesini ve projeyi devam ettirmesi gerektiğini düşünüyoruz” dedi.

Hürriyet, 26.10.2010

10 BİN YILLIK KÖY ÇATI ALTINDAN İZLENECEK

 

     

 

Kapadokya Bölgesi'ne gelen turistlerin 10 bin yıllık yerleşim Aşıklı Höyük'ü, inşaatına başlanan çatı sisteminin tamamlanmasının ardından yıl boyunca ziyaret edebileceklerini bildirildi.


Aşıklı Höyük Kazı Başkanı Prof.Dr. Mihriban Özbaşaran, Aşıklı Höyük'ün Kapadokya ve Orta Anadolu'nun bilinen en eski yerleşimi olduğunu söyledi. Aşıklı Höyük'te yerleşimin 10 bin yıl önce başladığını ve bu nedenle birçok ilklere de ev sahipliği yaptığını belirten Özbaşaran, "Aşıklı Höyük, Anadolu medeniyet tarihine ışık tutan bir yerleşimdir. Aşıklı, bölgedeki ilk yerleşme, ilk tarım, ilk madencilik, dünyada bilinen ilk beyin ameliyatı gibi teknolojik ve bilişsel gelişmelerin de öncüsüdür" dedi.






Aşıklı Höyük'te kazıların 1989 yılında başladığını ve bugüne kadar açığa çıkardıkları iki özel yapının korunmasına büyük önem verdiklerini kaydeden Özbaşaran, şunları ifade etti:
"Kapadokya'nın 10 bin yıllık köyünde kazılarda ortaya çıkardığımız iki özel yapı var. Bu yapılar Aşıklı Höyük topluluğunun inançları ile ilgili faaliyetlerde kullandıkları yapılar. Bu yapılardan bir tanesinin duvarları iri kerpiç bloklarla örülmüş, tavan ve duvarları kireç ile sıvanmış ve doğal kırmızı boya ile boyanmış. Diğer yapıda ise taş ve kireç birlikte kullanılmış. Ortada avlusu bulunan bu yapının tabanı, kireç bloklarla döşenmiş. Orta Anadolu'da bu kadar eski, halkın ortak kullanımına açık bir özel yapı bilinmiyor. Bu iki yapının üzerine koruma ve sergileme amaçlı bir çatı sistemi yapıyoruz."


Aşıklı Höyük'teki bu özel yapıların korunması için yapılacak çatı sistemine uzun bir süre sponsor aradıklarını anlatan Özbaşaran, projeye ilk desteğin Amerika'nın Ankara Büyükelçiliği'nden geldiğini, kalan kısmının da Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından karşılandığını belirtti.


Çatı sisteminin 2012 yılında tamamlanacağını vurgulayan Özbaşaran, "Aşıklı Höyük'te yapacağımız koruma ve sergileme amaçlı çatı sisteminin temelini bu yıl tamamladık. Önümüzdeki yıl çatı sitemi tamamen bitmiş olacak" dedi. 2012 yılında turistlerin kazı alanını çatı sistemi altında gezebileceklerini belirten Özbaşaran, şöyle devam etti:
"Aşıklı Höyük'teki bu özel yapıları korumak, turistlerin ziyaretine açmak ve bu kültürel mirası gelecek kuşaklara aktarmak çok önemli. Kapadokya'ya gelen turistler 10 bin yıllık yerleşim Aşıklı Höyük'ü çatı sisteminin içinde yıl boyunca ziyaret edebilecekler. Aşıklı Höyük'te 2012 yılı kazı çalışmaları başlamadan çatı yapısı tamamlanmış olacak. Kazı ekibi olarak bizde çalışmalarımıza çatı yapısı altında devam ederken, Aşıklı Höyük'ü ziyaret eden turistler yürüme platformlarından kazı alanını gezebilecekler."


Aşıklı Höyük'ün daha önce turizme açıldığını ve Arkeo-parkta yapmış oldukları 12 kerpiç evin binlerce turist tarafından gezildiğini ifade eden Özbaşaran, "Arkeo-parkta 12 kerpiç evle 10 bin yıllık köyün modelini oluşturduk ve kazı döneminde turistlerden büyük ilgi gördü. Kapadokya'ya gelen turistlerin Aşıklı'yı ziyareti kazı dönemiyle sınırlı olmayacak, çatı sistemiyle birlikte tüm yıl turistlere açık olacak" dedi.


Prof.Dr. Özbaşaran, Aşıklı Höyük'ün Arkeo-park ve kazı alanıyla Kapadokya turizmine canlılık kattığını sözlerine ekledi.

Türkiye Gazetesi, 26.10.2010

ASLANTEPE'DE KAZILAR TAMAMLANDI

 

Malatya Aslantepe Höyüğü’nde bu yılki kazı çalışmalarının tamamlandığı bildirildi.

 

İtalya La Spainza Üniversitesi Arkeoloji Bölümü öğretim üyesi Prof.Dr. Marcella Frangipane başkanlığında Ağustos ayı sonlarında başlayan kazının bu yılki bölümün tamamlandığı ve çıkarılan eserlerin tasnif edilmeye başlandığı belirtildi.

 

Bu yıl ki kazılarda Geç Hitit döneminin milattan önce binli yıllara dayanan kaya üzerine işlenmiş iki rölyef bulunmuş ve rölyeflerin sanat değerinin yüksek olduğu açıklanmıştı.

 

Merkez Orduzu beldesinde bulunan ve 1962 yılından beri düzenli olarak her yıl kazı çalışması yapılan Aslantepe Höyüğü’nde bugüne kadar 17 bin civarında eser gün ışığına çıkarılmış, eserlerin bir kısmı Malatya Müzesi’nde, bir kısmı ise Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nde sergilendiği kaydedildi.

Malatya Güncel, 26.10.2010

TARİHİ YAPI İLGİ BEKLİYOR

 

 

Nevşehir merkeze bağlı Çardak Köyü'nde, 200 yıl boyunca bir yanı kilise bir yanı da cami olarak kullanılan tarihi bina ilgi bekliyor.

 

Çardak Köyü Muhtarı Ahmet Özcan, yaptığı açıklamada, MS 5.- 6. yüzyılda bölgede yaşayan Bizanslılar tarafından kilise olarak yapılan tarihi yapının, Türklerin Anadolu'ya yerleşmelerinin ardından Karamanoğulları'nın Ürgüp Uç Beyi tarafından camiye dönüştürüldüğünü söyledi.

 

Osmanlı İmparatorluğu dönemine kadar cami olarak ibadete açık bulundurulan tarihi yapının daha sonra ikiye ayrılarak bir taraf cami ve bir tarafı da kilise olarak yıllarca kullanıldığını belirten Özcan, dünyada aynı kapıyı kullanarak aynı mekanda hem Müslümanların ve hem de Hıristiyanların ibadet ettikleri başka bir dini mekanın olmadığını kaydetti. Özcan, bölgedeki Hıristiyanların 1924 yılındaki Mübadelenin ardından Yunanistan'a göç etmeleri ile birlikte cami-kilisenin ortadaki ara bağlantı duvarının yıkılarak tarihi yapının tamamen camiye dönüştürüldüğünü ifade etti.

 

1960'lı yıllarda tarihi yapının kilise olarak kullanılan tavan bölümünün önemli bir hasar görmesinin ardından Nevşehir Senatörü Ragıp Üner tarafından onarımının yaptırıldığını söyleyen Özcan, Çardak Köyü'ndeki bu temel değerdeki eserin sonraki yıllarda ihmal edilen yapılar arasına girdiğini söyledi.





1985 yılından sonra caminin Nevşehir İl Müftülüğü tarafından imam-hatip atanmak suretiyle yeniden ibadete açık hale getirildiğini anlatan Özcan, halen ara bağlantılarının oldukça belirgin olduğu Cami-Kilise'nin kubbe bölümünde yağan yağmur ve kar suları ile adeta tehdit altında olduğunu kaydetti.

 

Cami-Kilise'deki bu sorunun aşılması için önemli girişimlerde bulunulmasına rağmen, bürokrasiyi aşamadıklarını dile getiren Çardak Köyü Muhtarı Ahmet Özcan "Tarihi cami-kilise tapu kayıtlarında Nevşehir Milli Emlak Müdürlüğü'nün mülkü arasında görülüyor. Milli Emlak Müdürlüğü ilgililerine bu caminin mutlak surette geniş çapta bir onarıma ihtiyacı olduğunu belirtmemize karşın böyle bir ödeneklerinin olmadığını ifade ediyorlar. Bu kez çare olarak Kayseri Vakıflar Bölge Müdürlüğü'ne başvuruda bulunuyoruz onlarda, Vakıflar Bölge Müdürlüğü olarak tarihi yapının restorasyonu için öncelikli olarak tarihi yapının tapusunun kendilerine aktarılmasını istiyorlar, ancak Nevşehir Milli Emlak Müdürlüğü mülkiyetinde bulundurduğu tarihi yapıyı vermekte kararsız gözüküyor. Konu Milli Emlak Genel Müdürlüğü'ne kadar ulaşmasına karşın, bürokrasinin kurbanı oluyoruz, sonuç bir türlü çıkmıyor. Çardak Köyü muhtarlığı olarak kendi imkanlarımızla caminin onarımını yapalım istiyoruz, bu kez 2863 sayılı Taşınmaz Kültür ve Tabiat Varlıkları Kanunu buna engel oluşturuyor. Ne yapacağımızı, hangi ilgiliye başvuracağımızı bilemez olduk. Ancak yaşanan bu gelişmeler sonrasında olan tarihi yapıya oluyor, caminin kubbe bölümü önemli bir hasar ile karşı karşıya. Dünyanın ilk ve tek eseri hızlı bir tahrip ile karşı karşıya. Yakın bir gelecekte Cami- Kilisenin çöktüğünü görürseniz kesinlikle şaşırmamak gerekiyor. Bu konuda yardımcı olunmaması halinde sayın Cumhurbaşkanımıza ve sayın Başbakanımıza mektup yazıp yardım isteğinde bulunacağız" diye konuştu.

Nevşehir Kent Haber, 25.10.2010

KAÇAK KAZIDA ORTAYA ÇIKAN ESERLER MÜZEDE SERGİLENECEK

 

Jandarma ve polis ekiplerince Milas’ta düzenlenen operasyonda bulunan 2 bin 400 yıllık mezar odası ve lahdin Türkiye Kömür İşletmeleri (TKİ) ile Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından oluşturulacak müzede sergileneceği bildirildi.

 

Zeus Tapınağı’nın üzerindeki Menandros Anıtı’nın alt kısmındaki noktaya denk gelen ve 2 bin 400 yıllık olduğu düşünülen mezar odası ile ilgili Kültür ve Turizm Bakanlığı'nca başlatılan çalışmalar sürüyor.

 

Bakanlık yetkililerinden alınan bilgiye göre, Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü tarafından oluşturulan bir heyet, mezar odası ve lahdin bulunduğu Milas’ta, TKİ yetkilileriyle bir dizi incelemede bulundu. Yapılan incelemenin ardından, “Öncelikli olarak eserlerin bulunduğu alanın kamulaştırılma işlemi yapılması, kamulaştırma işleminin ardından eserlerin bulunduğu alanın müze haline getirilmesi, işin kontrolörlüğünün, ihalesinin, müzenin düzenlenmesinin, kamulaştırma işlemlerinin ve yapılacak olan kazıların Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü tarafından gerçekleştirilmesi, bölgeye kurulacak olan müzenin 2011 yılında tamamlanması için çalışmalara hız verilmesi, arkeolojik alan içindeki kazılara ara verilmeden devam edilmesi, bölgeye kurulan müze, Türkiye turizmine hizmet verilmesi, oluşturulacak olan müzede, 2 bin 400 yıllık mezar odası, lahit ve yapılacak olan kazılarda ortaya çıkartılan eserlerin sergilenmesi, bölgedeki arkeolojik alanın düzenlenmesi kapsamında yapılacak olan kamulaştırma çalışmalarında ‘Kentsel Dönüşüm Projesi’ uygulanması, bölgenin aykırı uygulamalar ve gecekondulardan temizlenmesi ile müzenin yapımı ve kamulaştırma işleminin TKİ tarafından finanse edilmesine” kararlaştırıldı.

 

Bölgede başlatılan kazılara bilimsel danışmanlık yapan 4 kişiden biri olan Kaunos antik kenti Kazı Başkanı Prof.Dr. Cengiz Işık, lahit ve mezarın bulunduğu bölgede başlatılan koruma çalışmaları ile kazıların kazıların sürdüğünü belirterek, “Bölgede bir müze açılması ve bulunan eserlerin yerinde sergilenmesi için çalışmalarımız sürüyor. Oluşturulacak olan müzede, geleneksel antik doku yerinde sergilenecek. Bölgede kurulacak olan müzenin çekirdeğini mezar ve lahit odası oluşturacak” dedi.

 

Proje kapsamında hayata geçilecek olan arkeolojik park çalışması ve oluşturulacak müzenin dünyada bir ilk olacağını dile getiren Işık, “Projenin hayata geçirilmesi onuru Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü ve TKİ’ye ait olacak. Kazıda görev yapan arkeolog ve mimarlar şimdiden bunun sevincini yaşıyoruz. Bölgede görev yapan 4 bilimsel danışman, bu süreç boyunca görev yapmaya devam edecek” diye konuştu.

 

Jandarma ve polis ekiplerince Milas’ta düzenlenen operasyonda bulunan ve arkeoloji tarihi açısından son 100 yılın en önemli tarihi eserleri olarak gösterilen 2 bin 400 yıllık mezar odası ve lahdin bulunduğu noktaya ulaşmaya çalışan tarihi eser kaçakçılarının, 2 metre kalınlığındaki mermerleri özel ekipmanlarla deldikleri, 80 santimetre genişliğinde ve 10 metre uzunluğunda bir tünel kazdıkları ortaya çıkmıştı.

 

Yaklaşık 1 yıl boyunca geceleri bölgede çalıştıkları iddia edilen 10 zanlı, mezar odasındaki lahdi pazarlamaya çalıştıkları esnada güvenlik güçlerince yakalanmış ve adliyeye sevk edilen 10 kişiden 5′i tutuklanmıştı.

 

Lahdin üzerindeki kabartmalarda MÖ 4. yüzyılın ilk yarısına ait “Aslan Avı” sahnesi yer alıyor. Arkeologlar bulunan lahit ve mezarın Pers Valisi Maussollos’un babasına ait olma ihtimali üzerinde duruyor. Mezar odasının duvarlarında yer alan ve tarihi eser kaçakçılarının zarar verdiği tespit edilen duvar resimlerinin koruma altına alındığı ve mezar odasında “flaş” kullanılarak fotoğraf çekimine izin verilmediği öğrenildi.

 

Bodrum Müze Müdürlüğü kayıtlarında, MÖ 4 yüzyılda yaşadığı yer alan Pers Valisi Maussollos, yetkileri fazla olduğu için Karia bölgesinde kral gibi davranmış, kendi döneminde Bodrum Antik Tiyatro’yu yaptırmış, kendi adına Halikarnas Mozelesi’nin yapımını başlatmış ve birçok kamusal alan ve surlar yaptırmış. Maussollos döneminde Karia bölgesi en büyük sınırlarına ulaşmış.

Hürriyet, 25.10.2010

YÖRÜK KÖYÜ, DÜNYA MİRASI LİSTESİ'NE GİRECEK

 

     

 

Karabük'ü tarihi konaklarıyla ünlü Safranbolu İlçesi'nde, 20 yıl önce bir üniversite öğrencisinin önerisiyle öğretim üyelerinin keşfederek imar koruma planı uygulaması başlattığı "Yörük Köyü"nün UNESCO'nun Dünya Mirası Listesi'ndeki koruma alanları arasına girmesi için çalışma başlatıldı.


Safranbolu'ya 11 kilometre uzaklıktaki Yörük Köyü, en eskisi 450 yıllık olduğu bildirilen tarihi konakları ile dikkat çekerken, Arnavut taşlı sokakları, çamaşırhanesi, camisi ve çeşmeleriyle Osmanlı döneminin tüm özelliklerini yansıtıyor.


Kültür ve Turizm Bakanlığı'nca 1997'de tarihi yapılarının zenginliği nedeniyle koruma altına alınan köyün, geleneksel halk kültürü ve yaşam tarzı da mimarisiyle özdeşleşiyor. Estetik unsurlardan vazgeçilmeden inşa edilen konaklar, toplumsal yaşama ait mimari özelliklerinin yanı sıra birbirlerinin manzarasını engellememesi nedeniyle de ayrı bir öneme sahip.


Bütün olarak korunan tarihi mimarisiyle, dünyadaki önemli kırsal alanlardan biri olarak gösterilen Yörük Köyünün varlığını sürdürebilmesi için hazırlanan İmar Koruma Planı'nın, Karabük Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu'nca onaylanmasının ardından, UNESCO'nun Dünya Mirası Listesi'ndeki koruma alanları arasına girmesi hedefleniyor.


Karabük Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu üyesi ve Karabük Üniversitesi Safranbolu Fethi Toker Güzel Sanatlar ve Tasarım Fakültesi Restorasyon Anabilim Dalı Başkanı Doç.Dr. Aysun Özköse, AA muhabirine yaptığı açıklamada, UNESCO'nun dünya miras alanları arasına girmek için çalışmalarının sürdüğünü söyledi.






UNESCO'ya başvurmak için gerekli prosedürleri tamamlamaya çalıştıklarını ve sadece kentlerin değil kırsal alanların da dünya mirası listesinde yer aldığını anlatan Özköse, şöyle konuştu:
"Yörük Köyü kırsal yerleşimi temsil eden, yerel mimari örneklerini içinde bulunduran, kendi döneminin taşınmaz ve kültürel değerleri ile geleneklerini sürdürün bir mekan olması bakımından UNESCO'nun listesinde yer almalı. UNESCO yetkililerin buraya gelip incelemesi gerekiyor. İmar planıyla kurumsal yapı tamamlamış oldu. Bize bu çalışma köyün geleceği için umut veriyor. Artık UNESCO'nun kriterleri eskisi gibi değil. Geleceğe yönelik yönetim planına, bununla ilgili özelliklere, bakanlık düzeyinde bütçe ayrılıp ayrılmadığına ve halk arasında bilinçlenmeye kadar çeşitli kriterler göz önüne alınıyor. Yörük Köyü Kültür Mirasını Koruma Vakfı ile birlikte UNESCO'nun koruma alanları arasına girmek için çalışmalarımız sürüyor. Dünya mirası alanlarında biri olmak, korumacılık, proje desteği ve tanıtım anlamında bize büyük yarar sağlayacaktır."


Doç.Dr. Aysun Özköse, Yörük Köyündeki çalışmaların bu aşamaya gelmesinin 20 yıl öncesine dayandığına dikkati çekerek, şunları kaydetti:
"Safranbolu Meslek Yüksekokulu'nda öğretim üyesiyken bir öğrencimiz vasıtasıyla köyü tanıdık. Öğrencimiz (bizim köye de gelin çalışma yapalım) diye öneride bulundu. Böylece ziyaret ettiğimiz köyde çalışmalar başladık. Birkaç yapı ve sokak dokusunda onarımı yapıldı. Bir bütün olarak korunmuş Yörük Köyü gibi çok az yer var. Kültür ve Turizm Bakanlığı burayı ihya edebilir. Yüzümüzü n akı olan köyü çeşitli etkinlikler kapsamında ziyaret eden konuklar, Safranbolu'dan bile daha güzel buluyorlar. Köye adım attığınızda sanki zamanda yolculuk yapıyor ve bir anda Osmanlı dönemine gidiyorsunuz."






Köydeki konutların çoğunun tescilli olduğunu, diğerlerini de onarımlarla dokuya uygun hale getirilebileceğine işaret eden Özköse, şöyle dedi:
"En büyük hayalimiz UNESCO'nun Venedik ve Floransa gibi kentlerdeki restorasyon okullarının bir benzerinin Yörük Köyünde oluşturulmasıdır. Neden Yörük Köyünde özellikle ahşap ve kerpiç mimarisi üzerine, yerinde eğitim verilen uluslararası bir okul olmasın? Dünyadaki uzmanlar nasıl Floransa'ya gidip restorasyon eğitimi alıyorsa burada da ahşap mimari konusunda yetiştirilebilir. Bu tarz projeler yapıp sunmalıyız. Artık ahşap ve kerpiç mimarisinin örnekleri dünyada kalmadı. Bunlarla ilgili kurslar düzenlenebilir. O zaman Safranbolu ve Türkiye'ye önemli katkı sağlanabilir."
Safranbolu'nun hemen yanı başındaki 750 yıllık Yörük Köy ündeki "Odabaşı Evi", 450 yıldır ayakta olan görkemiyle gelmiş geçmiş en eski ev unvanına sahip.


Aynı mimari özelliklere sahip evleriyle asırlardan bu yana bozulmadan bugüne kadar varlığını sürdüren köyün tamamı adeta açık hava müzesi şeklinde.


Asırlık Yörük Köyü'nü keşfetmek isteyenler, İstanbul veya Ankara'dan özel araçla otoban üzerinden Gerede kavşağına kadar ulaşıp, Samsun istikametine yol dönmeli. Daha sonra Karabük ve Safranbolu güzergahını geçerek Kastamonu'ya giden yol üzerinden ayrılarak yaklaşım 1,5 kilometre içeride bulunan Yörük Köyü'ne ulaşabilir.


Yolcu otobüsleriyle gitmek isteyenler ise Karabük'e giden otobüsleri tercih etmeli. Karabük kent merkezinden sabah ve akşam saatlerinde köye minibüs seferlerinin yapılmakta.


Konaklama tesislerinin bulunmadığı köyde bir gece geçirmek isteyenler, pansiyon evlerden kiralayabilir. Şayet kiralayacak pansiyon bulunmadığı taktirde Safranbolu'da da konaklanabilir.
Bu arada köyde hizmet veren iki ayrı kafede ıspanaklı, mantarlı, peynirli ve kıymalı gözleme ile Yörük'lerin eşsiz lezzetini keşfedebilir. Kafede ikram edilen ayran ve ev baklavası da oldukça meşhur. Köydeki bir işletmenin sunduğu Yörük yemekleri de damaklarda unutulmaz bir lezzet bırakıyor.


Çeşitli hediyelik eşya satışının yapıldığı köyün sokak aralarından satılan kabartmalar ve minyatür pencereler büyük ilgi görüyor. Köydeki bir çok iş yerinde ise organik olarak üretilen reçel, pekmez, salça, turşu, salça, tarhana, erişte, ıhlamur, nane ve kekik bulunuyor.


1879 yılında yapılıp 1996 yılında onarım gören ve şu an sanat galerisi olarak kullanılan "Çamaşırhane" ile köydeki Yörük mezarlığında bulunan süslemeli mezar taşları görülebilecek eserlerden bazılarını oluşturuyor.

Türkiye Gazetesi, 25.10.2010

MÜZEYİ GEZENLERE ELEKTRONİK REHBER

 

 

İzmir'de Kadifekale ile Agora arasına yapılmasına karar verilen mega müze için henüz somut bir adım atılmazken, Valilik Avrupa Birliği (AB) Proje Birimi, kent için muhteşem bir müze projesi hazırladı. Önümüzdeki günlerde Ankara'daki Merkezi Finans İhale Birimi aracılığıyla AB hibe fonları birimine sunulacak olan proje kapsamında İzmir Arkeoloji Müzesi'ne çok önemli yatırımlar yapılacak.

Almanya'nın Trier kentindeki Rheinisches Londes Museum'un projenin partneri olduğu belirtilirken, Arkeoloji Müzesi'ne elektronik sistemler kurulacak. Yerli ve yabancı turistlere elektronik müze rehberleri dağıtılacak. Dijital ekranı bulunan elektronik rehberlerde eserle ilgili bilgileri görecek olan turistlere, kulaklıkları aracılığıyla her dilden sunumlar yapılacak. Ayrıca işitme engelliler için de müzeye video rehber sistemi kurulacak. Bu sistemde eserlerle ilgili bilgiler sağır ve dilsizlere işaret diliyle anlatılacak.

İzmir Arkeoloji Müzesi'ni bambaşka bir görünüme kavuşturacak olan proje, AB Proji Birimi yöneticilerinin Almanya'yı ziyareti sırasında doğdu. Almanya'da Pergamon Müzesi'ni ziyaret eden İzmirli yöneticiler, burada gördükleri uygulamayı proje haline getirme kararı aldı. Ankara'daki Merkezi Finans İhale Birimi'nin müzelerle ilgili proje çağrısı yapması üzerine harekete geçen birim, İzmir Arkeoloji Müzesi yetkilileri ile bir araya gelerek çalışma başlattı.


Projeyi önümüzdeki günlerde Merkezi Finans İhale Birimi'ne sunacaklarını belirten yetkililer, "Şu anda İzmir Arkeoloji Müzesi'ne kurulmasını istediğimiz sistemlerle ilgili fiyat araştırması yapıyoruz. Daha sonra maliyetle ilgili hibe fon talebinde e bulunacağız. Almanya'daki partner müzemiz bize büyük destek veriyor. Projenin onaylanması ve kabul edilmesi durumunda partner müze yetkilileri İzmir'e gelerek müzeyi ziyaret edecek. Ayrıca İzmir Arkeoloji Müzesi'nden bir ekibi de Almanya'ya götürerek yerinde uygulamalı olarak eğitmek istiyoruz" diye konuştu.

İzmir Arkeoloji Müzesi'ni ziyaret eden turistler, eserlerle ilgili bilgileri girişte dağıtılan broşürlerden öğreniyor. Broşürlerdeki kısıtlı bilgiler, yerli ve yabancı turistlerin tepkisine neden oluyor. Projenin onaylanması halinde çocuklar için de elektronik program devreye sokulacak. Yetkililer, Avrupa'nın pek çok müzesinde elektronik rehber uygulamasının gerçekleştirildiğini söyledi.

Yeni Asır, 25.10.2010

BEYOĞLU BOY ATIYOR: 'İSTİKLAL GÖKLERDE'

 

 

Günde ortalama 3 milyon kişinin geçtiği İstiklal Caddesi’nin orta yeri... Ağa Camii ile bir süredir kapalı olan tarihi Emek Sineması’nın bulunduğu Serkil Doryan (Cercil D’Orient) binasının arasında yaklaşık beş yıldır dev bir inşaat sürüyor. Hadi adını koyalım: Demirören AVM. Bitmiyor, bitemiyor. Önce etrafındaki irili ufaklı binaları yutarak şişmanladı, son dönemde ise boy atmaya başladı. Birkaç ay öncesine kadar her şey, inşaatı kapatan dev paravanların arkasında oluyordu, görmüyorduk. Ama artık görüyoruz. Binanın yüksekliği, yanındaki tescilli kültür mirası dört katlı Serkil Doryan binasının neredeyse iki katına ulaştı. Sanki tarihi bir binanın üzerine kaçak kat çıkılıyor. Oysa burası kentsel sit alanı. Nasıl oluyor da oluyor? 

Filmi biraz başa saralım... Demirören AVM’nin hikayesi 2004 yılında gazetelerin ekonomi sayfalarına yansıyan ‘dünyaca ünlü müzik/kitap dükkanı Virgin Megastore, Türkiye’ye geliyor’ haberleriyle başlıyor. Demirören, eski Saray Sineması’nın bulunduğu yerde bir alışveriş merkezi inşa edecek, içinde de dev bir Virgin Megastore açılacaktı. İnşaat, 2006 yılında sessizce başladı. Ama şehircilik açısından önemli bir sorun vardı. İstanbul’un, hatta Türkiye’nin en işlek caddesinde, böylesine tarihi bir bölgede nasıl bir alışveriş merkezi binası inşa edilecekti? Kimse bilmiyordu. Oysa uygar dünyada böyle bir yerde bina yapılacağı zaman, etrafı paravanlarla kapatılır ve nasıl bir bina yapılacağına dair çizimler cepheye giydirilirdi. 

Sonraları binanın mimari proje tasarımını, Ağa Han gibi pek çok uluslararası ödülün sahibi, Türkiye’nin yıldız mimarlarından Han Tümertekin’in üstlendiği duyuldu. Onu biraz tanıyanların içi ferahlamıştı. Tümertekin iyi bir mimardı, tasarlayacağı proje, etrafındaki tarihi yapılara saygıda kusur etmezdi. Pek kimse görmemişti ama mimarlık çevreleri Tümertekin’in hazırladığı ‘şahane’ projeyi konuşuyordu.


Yıl 2007, aylardan şubat. Yolum, bir söyleşi için Han Tümertekin’in ofisine düşüyor. Tümertekin heyecanla Demirören AVM’nin (yayımlanmasına izin verilmeyen) çizimlerini gösteriyor... O zaman gördüğüm çizimlerde bina, şimdiki gibi yüksek değildi. Bina için iki cephe düşünülmüştü. En dışta caddedeki diğer binalarla uyumlu açılır kapanır, eskitilmiş çelikten dev levhalar olacaktı. 

Han Tümertekin projeyi şöyle anlatıyordu:
“İstiklal Caddesi’ni bir noktadan algılamaya başlamıyorsunuz. Bir ucundan diğerine doğru hareket ettiğiniz bir yer burası. Bizim yaptığımız şu: İstiklal Caddesi’nde yürürken oranın temel karakterini oluşturan tekrarlardan biri daha devam edecek. Hareket halindeyken diğer binalardan hiçbir farkı yok. Alışveriş merkezleri doğası gereği içe yönelik yapılardır, cephe onlar için sırttır. Oysa burada ona tahammül yok. Koskoca sağır ve hareketsiz bir cephe yaratılamaz orada. Binanın cephesi iki katmandan oluşuyor. Biri caddenin cephesi, diğeri binanın cephesi. İkisi birbirinden belli mesafede ayrı duruyor. Dış cephe olabildiğince hareketlendirilebilecek elemanlardan oluşuyor. Böylece sonsuz değişkenlik sağlanabilecek. Ve caddenin o panayır halini, canlılığını binanın bütününe yayan bir ele alış var. Caddenin hareketliliği binaya, binanın hareketliliği de caddeye dahil edilmiş durumda diyebiliriz.” 

O sıralar bir dönem ders vermesi için Harvard’a davet edilen Tümertekin, öğrencilerini İstanbul’a getirmiş, konu olarak Demirören AVM’nin arsası ele alınmış ve projeler hazırlanmıştı. “12 öğrencim de 12 farklı öneri getirdi. Hepsi bölgenin gerçeğini görerek ticari fonksiyonu içine kattı. Ama biri burada yeşil alan hiç yok dedi ve müthiş bir çatı bahçesi tasarladı. Çatı bahçesine İstiklal Caddesi’nden ulaşılan müthiş bir iç dolaşım kurguladı.”


Bir taraftan inşaat tüm hızıyla sürüyor, alışveriş merkezinin bir yıla kalmadan açılacağı söyleniyordu. Fakat inşaat gittikçe etraftaki binaları bir bir içine katarak büyüdü. Önce Ağa Lokantası’nın yanındaki bina inşaata katıldı. Tarihi Ağa Lokantası dirense de 2008’de o da teslim oldu.


Bir taraftan da inşaat derinleşti. İnşaat alanının derinliğini görenlerin internette “Şantiye derinliğini gördüğümde bayılacak gibi oldum” yorumları vardı. Ayrıca derinlik nedeniyle etraftaki binaların temellerinin hasar gördüğü iddia edildi. O derece ki tarihi Hacı Abdullah Lokantası, önlem alınması için Koruma Kurulu'na başvurdu. Sinepop Sineması’nda filmler uzun süre inşaat sesi eşliğinde izlendi, sinemanın olduğu binada çatlaklar oluştuğu söylendi. İnşaat yüzünden çevre esnafı da kan ağlıyor fakat kimseden ses çıkmıyordu. Bir yandan da alışveriş merkezinin üstünde otel olacağı haberleri çıktı. 

İnşaat uzarken Tümertekin’in projeden çekildiği duyuldu. Tümertekin, projeden çekildiğini, bir yıl önce Demirören Grubu’ndan bir mimara muvaffakatname verdiğini söyledi. Fakat neden çekildiği bilinmiyor.


Son altı-yedi aydır Demirören AVM’nin, caddede ‘gökkafes’ misali yükselmesi konuşuluyor. Ve Radikal’in ulaştığı belgelere bakılırsa her şey yasal görünüyor. Ama ortada bir gerçek var: Koruma Kurulu’nun 2004’de‘ Yüksekliği yanındaki tescilli binanın saçak uzunluğunu geçemez’ dediği bina, son beş yılda alınan kararlarla yanındaki Serkil Doryan’ın iki katına çıktı. Belki daha da yükselecek.

Eskinin Saray Sineması
İstiklal Caddesi’nin orta yerinde yükselen Demirören AVM, Beyoğlu’nda 1930’lı yılların ünlü Saray ve Lüks Sinemaları’nın bulunduğu Sin-Em Han ile tarihi Saray Muhallebicisi’nin hizmet verdiği binanın yerinde yapılıyor, AVM’nin içinde Saray Sineması’nın atmosferini yeniden canlandırılacağı söyleniyor. Demirören Grubu, Sin-Em Han’ı 1980’de Umum Sigorta Müdürlüğü’nden satın aldı. Konser ve çeşitli etkinliklerin de düzenlendiği binanın içindeki Saray Sineması’nı bir süre işleten grup, 1996’dan bu yana binayı boş tutuyordu. Bir dönem tiyatro olarak kullanılan Sin-Em Han, 1890’lı yıllarda Osmanlı Bankası Müdürü Mösyö Deveaux’un tarafından Deveaux Apartmanları adını aldı. 1950’lerde büyük bir yangın geçiren bina tümüyle yeniden yapılırken pasaj ve işhanına dönüştürüldü. 

İki balkonuyla görkemli bir salona sahip olan Saray Sineması, henüz Cemal Reşit Rey gibi konser merkezlerinin olmadığı yıllarda sahnesinde ünlü sanatçıları da ağırlıyordu. Aynı zamanda başka ülkelerden İstanbul’a gelen çeşitli müzisyenler, tiyatro grupları ve dansçılar da yine Saray Sineması’nda sahne alıyordu.

“Peki, bu yükselme nasıl oluyor?”sorusunun yanıtını Radikal’in ulaştığı Demirören AVM’yle ilgili koruma kurullarının raporlardan anlamaya çalışalım. 

18 Ekim 2004: İstanbul 1 No.lu Koruma Kurulu, inşaatın yüksekliğinin, hemen yanıbaşındaki tescilli yapı Serkil Doryan’ın saçak kotunda olabileceğine hükmetti ve uygulanacak projenin kurula getirilmesini istedi. 

16 Mart 2005: Koruma Kurulu, Beyoğlu Belediyesi’nin onayından geçen projenin uygun olduğu kararına vardı. 

4 Ağustos 2005: İnşaat sahibi kurula başvurarak uygulama projesinde tadilat istedi. Koruma kurulu belge yetersizliği nedeniyle tadilat projesini reddetti ve belgelere dayanılarak hazırlanan projenin getirilmesi halinde konuyu yeniden değerlendireceğine hükmetti. 

6 Temmuz 2006: Devam eden inşaattan zarar gören tescilli yapının müellifleri, 2 No.lu Koruma Kurulu’na (ilginçtir inşaatın hemen yan sokağı 2 No.lu Kurul’un görev alanında) başvurdu. Kurul, inşaatın 12 no.lu parseldeki tescilli taşınmaza yaptığı olumsuz etkinin ortadan kaldırılması için belediye ve inşaat sahibi tarafından önlem alınmasını istedi. 

20 Şubat 2007: Demirören AVM’nin bulunduğu alan, Bakanlar Kurulu’nun kararıyla Yenileme Alanı olarak belirlendi ve yetki 1 No.lu Koruma Kurulu’ndan İstanbul Yenileme Alanları Koruma Kurulu’na geçti. 

7 Kasım 2008: Yenileme Kurulu, ‘öneri tadilat projesindeki bodrum katlarının 1 No.lu Koruma Kurulu’nun 16 Mart 2005 tarihli kararında belirtilenden farklı olmasının nedeninin belediyeden sorulmasına’ karar verdi. 

14 Kasım 2008: Yenileme Kurulu Demirören AVM binasındaki cephe ve yüksekliğinin, hemen yanı başındaki tescilli kültür varlığıyla uyumlu olmadığına, bu yapıların 20. yüzyıl başındaki fotoğraflarına bakılarak yükseklik ve cephe düzenlemesinin belirlenmesine hükmetti. 

21 Aralık 2008: Aynı kurul, ‘Geçmişten Günümüze Beyoğlu’ kitabının II. cildinde yayımlanmış (2004-1. baskı) eski fotoğraflardan yararlanılarak YTÜ’nün raporu doğrultusunda hazırlanan cephe düzenlemesinin kimi düzeltmelerle uygun olduğuna karar verdi. 

20 Eylül 2010: İstanbul Yenileme Kurulu, yapılan cephe revizyonunu onayladı.

Radikal, Haber: Erkan Aktuğ, 25.10.2010

 

******


'YENİLEME' DEĞİL 'TAHRİP' KURULU ÇIKTI

 

“Kente karşı büyük bir suç işleniyor” diyor, Mimarlar Odası eski başkanlarından Oktay Ekinci, “2863 sayılı kültür varlıklarını koruma yasası gayet açık: Bir bina, eğer yanında ya da karşısında kültür varlığı olarak tescillenmiş bir yapı varsa, yüksekliği onun saçak kotunu geçemez.”

Bahsettiği yapı dün Radikal’in manşetine taşıdığı, İstiklal Caddesi’nin orta yerinde, yanındaki tescilli yapının iki katı yüksekliğe ulaşan Demirören AVM’ydi.

2004 yılında 1 No.lu Koruma Kurulu’nun “Yanındaki tarihi bina Serkil Doryan’ın saçak kotu uzunluğunda olabilir” kısıtlamasıyla izin verdiği Demirören Alışveriş Merkezi inşaatı, aradan geçen sürede önce tadilat kararlarıyla yandaki binaları içine aldı, daha sonra uzadıkça uzadı. İnşaatın kamuflajı ortadan kalkınca, binanın, eşit uzunlukta olması gereken Serkil Doryan’ı neredeyse iki kat geçtiği görüldü. Radikal’in dün ‘Yer demir gök beton’ başlığıyla duyurduğu görüntü, mimarlık dünyasını da şaşırttı. Beyoğlu’nun herhangi bir sit alanı olmadığını, oradaki yapılarının yüzde 80’inin korunması gereken kültür varlığı olarak tescillendiğini, ayrıca sokakları ve caddelerinin de kentsel bir sit alanı olduğunu hatırlatan Oktay Ekinci, savcıları, Kültür Bakanlığı’nı, İçişleri Bakanlığı’nı derhal göreve çağırdı:

 

“Yasaya göre Yenileme Kurulu da 2863 sayılı koruma yasasına göre karar vermek zorundadır. Dolayısıyla Yenileme Kurulu’nun orada bu yüksekliğe izin verme yetkisi yoktur. Eğer bu katlar kaçak yapılıyorsa, onaylanan projeye aykırıysa Beyoğlu Belediyesi acilen inşaatı durdurup yıkım yaparak eski haline getirmelidir. Ayrıca savcıların sorumlular hakkında soruşturma açması gerekir. Eğer kaçak değilse, hem yenileme kurulu hem de belediyeden izinli yapılıyorsa izin verenler hakkında derhal soruşturma açılmalıdır. Yenileme Kurulu üyeleri için Kültür Bakanlığı, belediye için de İçişleri Bakanlığı soruşturma yapar.”

Mimarlar Odası İstanbul Şubesi yönetiminden Mücella Yapıcı ise Demirören AVM’nin ‘bir 5366 cinayeti’ olduğu görüşünde. Bahsettiği, 5366 sayılı yasa uyarınca oluşturulan yenileme kurulları:

“Demirören AVM büyük bir rezillik. Orada olanlar, Emek Sineması ya da Tarlabaşı, Fener, Balat gibi kentsel dönüşüm alanlarında olacakların ilk uygulaması. Kentsel dönüşüm alanlarıyla ilgili projeler Yenileme Kurulu’ndan gizli kapaklı geçiriliyor. Yenileme Kurulu, suç işliyor aslında. Normalde ellerine gelen projelerin, en azından onaylanacak olanların Mimarlar Odası’na iletilmesi gerekiyor. Sağ olsun oradaki mimar temsilci de bizi bilgilendirmiyor.”

 

Yapıcı bir de itirafta bulunuyor: “Açıkçası biz, Demirören binasıyla ilgili kurul kararlarını kaçırdık. Kararlara belli bir itiraz süresi oluyor. Radikal’in bu konuyu manşete taşımasına o kadar sevindik ki. Şimdi sizin haberlerinizi göstererek kuruldan raporları isteyeceğiz.”

İstanbul 2 No.lu Koruma Kurulu Başkanı Prof. Mete Tapan da Yenileme Kurulu'nu sorunlu buluyor:
“Düşünsenize bir sokak Koruma Kurulu'na bağlı, hemen yanındaki Yenileme Kurulu'na. O zaman ortaya böyle farklı kararlar çıkabiliyor”

 

Tapan’a yıllarını koruma kurullarında görev yapan birisi olarak Demirören AVM’nin yanındaki tescilli binaların iki katı yüksekliğe ulaşmasını nasıl yorumladığını sorunca “Hiçbir anlam veremiyorum” diyor.
Radikal, Haber: Erkan Aktuğ, 26.10.2010

 

******


GÜNAY 'CADDE'YE ÇIKTI: GEREĞİ NEYSE YAPILIR

Kentsel sit alanı Beyoğlu’nun ortasında ölçüsüzce yükselen Demirören alışveriş merkeziyle ilgili nihayet yetkililerden ses geldi. Kültür Bakanı Ertuğrul Günay, Radikal’in hafta başından beri dikkat çektiği İstiklal Caddesi’ndeki Demirören AVM’yle ilgili soruşturma başlattığını duyurdu.


Günay, Radikal’e yaptığı açıklamada, “Emek Sineması ile ilgilenirken zaten bu bina dikkatimi çekmişti. Ancak kurallara uygun olduğuna dair bilgi alınca üzerinde durmamıştım. Sizin haberlerin ardından pazartesi günü müfettiş görevlendirdik” dedi.


Beyoğlu’yla ilgili geçmiş kurul kararlarıyla binaların yüksekliklerinin emsalleriyle eşit olması yönünde ilke kararı bulunduğunu anlatan Günay, “Şimdi müfettiş arkadaşlar, binanın durumunu, geçmişteki ve şimdiki kurul kararlarını incelerler. Kamunun burada bir ihmali, ihlali varsa cezasını çekerler” dedi. Bakan Günay, müfettişlerin kurul kararlarında bir yanlışlık bulması halinde öncelikle inşaatın durdurulabileceğini ve uygunsuzluk kesinleştiğinde de ‘gereğinin yapılabileceğini’ vurguladı.


İstanbul 1. No.lu Anıtlar Kurulu’nun “Yanındaki tescilli bina Serkil Doryan’ın saçak kotunu geçemez” kararına rağmen Demirören AVM’nin yükseltilmesi kararlarına imza atan İstanbul Yenileme Kurulu üyelerinin de inceleme yaptığı öğrenildi.


Demirören AVM, inşaata başlarken üçü bodrum, biri zemin, dördü de normal kat olmak üzere toplam sekiz katlıydı. Yapının 2009’daki ruhsatında ise yol kotu altındaki kat sayısı beş, yol üstündeki kat sayısı ise yedi olarak görülüyor. Yapının yol kotu altı derinliği 28 metre, yol üstü yüksekliği ise 31.2 metre. Binanın yanı başındaki tarihi Serkil Doryan binasının yer üstündeki kat sayısı ise dört.

100 yıl önce 100 yıl sonra 
Radikal, İstanbul Yenileme Kurulu’nun, Demirören AVM’nin yükseltilmesi kararını verirken gerekçe gösterdiği ‘Geçmişten Günümüze Beyoğlu’ kitabının II. cildinde yayımlanmış (2004-1. baskı) eski fotoğraflara ulaştı. Eski fotoğraflarda, Demirören AVM’nin yapıldığı yerdeki bina, Serkil Doryan’dan sadece bir kat yüksek, yani beş katlı görünüyor. Oysa Demirören AVM’nin şimdiki durumu çok daha yüksek görülüyor. Fotoğrafa bakıp siz karar verin, yanılıyor muyuz?

 Radikal, 28.10.2010

 

******


KURUL 'LARGE' DAVRANMIŞ!

 

Dün Kültür Bakanı ‘suskun’, Demirören Grubu ‘sessiz’ dedim, sabah ilk arayan Bakan Ertuğrul Günay oldu.


Bir cenazesi varmış, o yüzden önceki gün arayamamış.


Radikal’in Beyoğlu’nda tarihi dokuyu dikkate almadan, adeta bir gökdelen gibi yükselen Demirören AVM ile ilgili eski ve yeni kurul kararlarını karşılaştıran yayınlarını dikkatle izlemiş.
“O binanın, koruma kurulu kararlarına rağmen o şekilde, tabelalar arkasında yükselmesinden uzun zamandır ben de rahatsızım” dedi.


Madem öyle, gerekli incelemeyi neden başlatmadınız?
Laf üretmek yerine eylemi seçtik. Sessiz kalmamız, hareketsiz kaldığımız anlamına gelmez. Haberiniz üzerine aynı gün soruşturma başlattım. Bugün suskun olduğumuzu yazdığınızı görünce hemen arayıp bilgi verme ihtiyacı hissettim...

Peki bu noktaya nasıl gelindi?
Emek Sineması için gösterilen hassasiyet maalesef tarihi Saray Sineması’nı içeren bu bina için gösterilmedi. Sizin aracılığınızla sivil toplum kuruluşlarımıza sitemimi iletmiş olayım. Ben gördüklerim karşısında rahatsızlığımı geçmişte birkaç kez dile getirdim. Yenileme Kurulu bizim tarafımızdan denetlendiği için bu sorgulamayı yaptım ama her defasında arkadaşlar, “Efendim kurallara uygun” dedi.


Sorun tam da bu. Yenileme Kurulu, Koruma Kurulu’nun ‘saçak hizası’ kararlarına rağmen yasal olarak bu yüksekliğe nasıl izin verdi?
Sizin haberleriniz Yenileme Kurulu’nun aldığı kararların geçmiş kararlarla nasıl bir tezat oluşturduğunu açıkça ortaya koyuyor. Benim kanaatime göre burada tezatlar, yasal sınırları zorlama ve ihlal var. Belli ki Yenileme Kurulu bu noktada daha ‘large’ davranmış. Bu yüzden de hemen soruşturma başlattım. Ayrıca bu olay Yenileme Kurulları’nı tekrar bir gözden geçirmemizi de zorunlu kılıyor.


Yenileme Kurulları, Koruma Kurulları yavaş işlediği için kurulmuştu. Burada da aşırı bir hız durumu var galiba?
(Gülüyor...) Haklısınız. Tarihi binalar bürokrasinin yavaş işlemesinden dolayı kaderine terk ediliyordu. Yenileme Kurulları ada bazında karar alma imkanına sahip. Ama bu olay gösteriyor ki istenmeyen durumlar çıkabiliyor. Beyoğlu ile ilgili geçmiş kurul kararları, binaların yüksekliklerinin emsalleriyle eşit olması yönünde ilke kararı var. Şimdi konuyu iyi bilen müfettiş arkadaşlar, binanın durumunu, geçmişteki ve şimdiki kurul kararlarını inceleyecekler. Kamunun burada bir ihmali, ihlali varsa cezasını çekerler.


Müfettişler kurul kararlarında bir yanlışlık bulursa ne olacak?
İhmal ya da ihlal ortaya çıkan tezada dair bir yanlışlık bulunması halinde öncelikle inşaat durdurulur ve süreç sonunda bu uygunsuzluk kesinleşirse gereğini yaparız.

Beyoğlu Belediye Başkanı Ahmet Misbah Demircan dün tekrar aradı ve “Radikal’in duyarlı haberciliği için çok teşekkür ediyorum, biz incelemeyi başlattık” dedi.


Kültür Bakanı Ertuğrul Günay ortaya çıkan tezadı incelemek için soruşturma başlattı.
Bir tek Demirören Grubu arkadaşlarımızın ısrarlı aramalarına rağmen direkt bizi arayıp gerekli açıklamayı yapmak yerine dolambaçlı yollara saptı.


Tercih onların.


Biz bugün sadece ortaya çıkan tezada gerekçe olarak gösterdikleri fotoğrafı yayımlıyoruz.


Lütfen iki fotoğrafa dikkatli bakın.


Aradaki ölçüsüzlüğün yorumunu inceleme yapan müfettişlere ve kamu vicdanına bırakıyorum.

Radikal, Yazı: Eyüp Can, 28.10.2010

 

******


VE DEMİRÖREN AVM İÇİN SES VERDİ

 

Demirören Grubu Yönetim Kurulu Başkanı Tayfun Demirören’le 5n1k için görüşmeye geldiği Cüneyt Özdemir’in Taksim’deki ofisinde buluştuk. Radikal’in hafta başında gündeme taşıdığı İstiklal Caddesi’ndeki Demirören AVM inşaatının ‘ölçüsüz’ yüksekliğiyle ilgili haberlerin ardından, hayli kalın bir dosyayla gelmişti. Dosyada Demirören AVM’nin planları, binanın eski hali vardı.

Masaya Sin -Em Han’ın eski planını serdi ve “Biz kanun dışı hiçbir şey yapmadık” dedi; “Ne yapıyorsak İstanbul Yenileme Kurulu’nun onayıyla yapıyoruz. Bakın bu, oradaki eski binanın planı. Bunu, Vakıflar’ın arşivinden bulduk. Bu da bizim yaptırdığımız binanın çizimleri. Yükseklik aynı, hatta bizimki daha alçak.”

Gösterdiği çizim, elbette orijinal değildi, zira 20. yüzyıldan kalma bir belgenin sararmış olması gerekirdi. Ve evet, yükseklik aynı görünüyordu: 32.6 metre.

Kanunsuz meselesine gelince... Haberlerde inşaatın kanunsuz olduğu yazılmamıştı. Belki sorun da buradaydı, her şey onaylıydı. Elimizde sürekli değişen ve değiştikçe de binayı yükselten koruma kurulu kararları vardı. İstanbul 1 No.lu Anıtlar Kurulu’nun 2004 tarihli raporunda banının yüksekliğinin, yanındaki Serkil Doryan’ın saçak kotunu geçemeyeceğine hükmediliyordu. Şimdi gördüğümüz bina ise Serkil Doryan’ın en az iki katıydı. Bunları konuşurken “Haberci olarak belki siz de haklısınız” dedi ve ekledi. “Ama şimdi işler daha da uzayacak. Belki tek bir hatamız var. Bu çok uzadı.”

Peki neden Demirören AVM’nin nasıl bir bina olacağı gizli tutulmuştu. Yanıtı şu oldu: “Biz herkes binayı bitince görsün istedik. Tek bir sıkıntımız var. O da binanın dışındaki taşlar ilk başta çok beyaz görünecek. Onların asıl görünümünü alması için en az bir yıl beklemek gerekecek.”

Demirören Grubu’ndan dün ayrıca gelen yazılı açıklamada da Demirören AVM’de ruhsatsız ve mevzuat dışı hiçbir işlem olmadığı vurgulanarak “Proje, binanın 20. yüzyıl başındaki orijinal saçak kotu ile sınırlandırılmıştır. İnşaat tamamlandığında Demirören AVM, tarihi Beyoğlu dokusuyla uyum içinde tüm İstanbullulara hizmet verecektir” denildi. Açıklamada kamuoyunun gösterdiği hassasiyete teşekkür edilerek, aynı hassasiyetin kendi haline bırakılan tüm Beyoğlu binaları için de gösterilmesi dileğinde bulunuldu.

Radikal, 29.10.2010

OSMANLI KOSTÜMLERİ AÇIK ARTTIRMADA

 

18’İNCİ yüzyıl Osmanlı kostümlerini anlatan sulu ve guaj boya resimlerin olduğu belgesel bir kitap, Paris’te açık artırmayla satılacak. Fransa’nın en eski müzayede firmaların biri olan Artcurial tarafından koleksiyonerlerin beğenisine sunulacak olan eser, içinde Türk bayrağının ilk tasarımlarından birisi de yer aldığı için tarihi önem de taşıyor. Firma, kitabın satışından birkaç yüz bin Euro’luk gelir bekliyor. Dünyada dört kopyası bulunan eserin kopyalarından biri Topkapı Sarayı, bir diğeri İstanbul Üniversitesi, sonuncusu da Koç Vakfı’na ait. Satış 1 Aralık’ta Dassault Otel’de düzenlenecek.

Hürriyet, Haber: Arzu Çakır Morin, 25.10.2010

14. LOUIS'NİN SOYU MURAKEMİ'YE KARŞI

 

Çağdaş sanatın her geçen gün ününe ün katan ismi Takashi Murakami’nin Versailles Sarayı’ndaki sergisi Fransa’yı karıştırmaya devam ediyor. 14. Louis’nin soyundan Prens Sixte-Henri de Bourbon-Parme, sergiyi mahkemeye verdi!


Murakami’nin 22 çalışmasından oluşan sergisini Versailles’a yerleştirmesinin sebebi, sarayın klasik mimarisi ile kendi modern ötesi işleri arasındaki tezatı vurgulamaktı. Öyle görünüyor ki Murakami muradına erdi. Serginin açıldığı 14 Eylül’den itibaren Fransa bu tezatın ‘saygısızlığını’ tartışıyor. Prens Bourbon-Parme, mahkemede serginin 14. Louis’nin soyuna ve saraya saygısızlık olduğunu iddia etti. 2008’de Versailles’da sergi açan İngiliz sanatçı Jeff Koons aynı sebeplerle mahkemeye verilmişti.

Radikal, 25.10.2010

TATE MODERN'DE GAUGUIN EFSANESİ

 

 

İngiltere’nin başkenti Londra, 50 yıl aradan sonra Post-Empresyonist akımının önemli isimlerinden, sentetizmin kurucusu Fransız ressam Paul Gauguin’nin eserlerine ev sahipliği yapıyor. Tate Modern’de gerçekleşen Gauguin: Maker of the Myth isimli sergide, sanatçının tablolarından mektuplarına, suluboya çalışmalarından seramik ve heykellerine kadar dünyanın dört bir yanından toplanan yaklaşık 150 eser ve belge sanatseverlerle buluşuyor. Maker of the Myth, şimdiye kadar düzenlenmiş en kapsamlı Gauguin etkinliklerinden biri sayılıyor.

 

Gauguin’in en ünlü eserleri sanatçının Tahiti’deyken yaptığı, içinde kadın figürünün olduğu, duygusal ve şehvetli tablolar. Sanatçının 1891’de ada ülkesinde tuvale aldığı çalışması ‘Loss of Virginity’ de sergide en göze çarpan eserlerden biri. Diğer bir dikkat çekici eser ise, içinde gravürler ve suluboya çalışmalarının da bulunduğu günlüğü Noa-Noa. Ayrıca sergide önemli yağlıboya çalışmalarından biri olan New York’tan Rusya’ya kadar birçok kentte sanatseverlerle buluşan ‘Two Tahitian Women’ı da görmek mümkün. Tate Modern’deki serginin en dikkat çekici noktalarından birini oluşturan sanatçının otoportrelerine ayrılmış oda. Kendisini bir mit olarak gördüğü otoportresi, ‘Christ in the Garden of Olives’ ve ‘Self-portrait with Manau tu papau’, 1893 (Musée d’Orsay, Paris) isimli çalışmaları bu odada yer alıyor.


Dünya resminin kilometre taşlarından biri olan Gauguin, Van Gogh’un yakın arkadaşıydı. Sergide sanat tarihinin en sevdiği mitlerden biri olan bu arkadaşlığa da yer veriliyor. Gauguin’in sergisi 16 Ocak 2011’e kadar ziyaret edilebilecek.

 

1848’de Fransa’da doğan Peru asıllı Fransız sanatçı, hayata borsacı olarak başladı. Bir dönem sadece izlenimci ressamların eserlerini toplayarak resim sanatıyla ilgilendi. Derken hafta sonları resim yapmaya başladı. Uzaklara olan özlemini tuvalde gösteren Gauguin için resim, zamanla bir hobi olmaktan çıktı ve tutkuya dönüştü. Eserlerini yaparken Pisarro, Monet ve Sisley’in etkisi altında kaldı. 1888’de Arles’a Van Gogh’un yanına taşındı ancak birbirlerine en fazla dokuz hafta dayanabildiler... 1897’de, çocukluğunun bir bölümünü geçirdiği Tahiti’ye yerleşen sanatçı, 1903’te öldü.

Radikal, Haber: Seda Gezer, 25.10.2010

'YÜZYILIN SERGİSİ' ANKARA'DA AÇILIYOR

 

Tarihi Cer Binaları’nın Modern Sanatlar Merkezi’ne dönüşümünü gerçekleştiren Cer Modern Sanat Merkezi’nde ‘Ziraat Bankası Yüzyılın Sergisi’ açılıyor. 


Türk resim sanatının modernleşme eğilimlerini ünlü sanatçıların resimlerinin tanıklığında yeni bir bakış açısı sunmayı hedefleyen ‘Yüzyılın Sergisi’, aynı zamanda uzun yılların kararlılığıyla bir araya getirilmiş Ziraat Bankası Koleksiyonunu'n da öyküsünü anlatıyor.


Osmanlı Sarayı’nın resim sanatıyla tanışmasının gerçekleşmesi, Türk sanatçılarının çağdaş sanat hareketleriyle Paris’te yüz yüze gelmeleri, Cumhuriyet ülküsünün hedefi olan modernizmi algılaması ve çağdaş kavramının izinde ”izm”lerle ilerlemesi modern Türk resim ustalarının eserleriyle anlatıyor.
 

Ziraat Bankası, serginin yanı sıra hazırladığı kitapla da resim sanatının 250 yıllık geçmişini gözler önüne seriyor. 147 yıllık geçmişe dayanan bir koleksiyona sahip olan Ziraat Bankası’nın Genel Müdürü Can Akın Çağlar kitapta yer alan önsözde; “Ziraat Bankası sosyal sorumluluk duygusu ve toplumsal paylaşım ruhu ile hareket ederek, kültürel ve sanatsal alanlara kararlılıkla desteğini sürdüren, kültür ve sanat birikiminin geliştirilerek gelecek kuşaklara aktarılmasına öncülük etmeye karalıdır” diyor.


Serginin küratörlüğünü üstlenen Prof.Dr. Kıymet Giray aynı zamanda kitabı da hazırlayan isim.

Hürriyet, 25.10.2010

KÖYCEĞİZ GÖLÜ'NDEN TARİH FIŞKIRDI

 

Muğla’nın Köyceğiz İlçesi sınırları içerisinde tarihi ve doğa güzellikleriyle, yerli ve yabancı turistlerin ilgi odağı olan Köyceğiz Gölü’nde yapılan sualtı araştırmalarında çıkarılan eserler, göz kamaştırdı. Prof.Dr. Cengiz Işık başkanlığında yapılan sualtı çalışmaları sırasında çıkarılan eserler Ortaca’da yapılan basın toplantısıyla tanıtıldı.

 

Kaunos antik kenti Kazı Başkanı Prof.Dr. Cengiz Işık, kazıda görevli Prof.Dr. Baki Öğün, Prof.Dr. Adnan Diler, Prof.Dr. Cengiz Işık, Alman Prof.Dr. Brandy Schmaltz tarafından Köyceğiz Gölü içerisinde yapılan sualtı çalışmalarına katılan dalgıçların çıkarttığı tarihi eserler araştırmacı ve Ege Yolcu Dergisi’nin Genel Yayın Yönetmeni Nadir Şahin tarafından basına tanıtıldı. Dalyan Restaurant’da düzenlenen toplantıda göldeki sualtı çalışmaları sinevizyon gösteriyle anlatan Şahin, şunları söyledi: “Tanrıça Leto adına inşa edilen Arkaik Çağlar’dan başlayıp, Roma Dönemi’ne uzanan zaman sürecinde yapılan bina kalıntıları ve göl içindeki liman duvarı, antik çağlarda yapılan şifa tesisleri hala duruyor. Profesyonel dalgıç ve arkeologlarla yaptığımız çalışmalarda gölün 10- 25 metre derinliğindeki hem eserleri görüntüledik hem de bulduğumuz önemli eserleri binlerce yıl sonra gün ışığına çıkardık. Roma Dönemi’nde yapılan taş duvar kalıntıları, teraslarla birlikte çatılarda kullanılan kiremitleri, birçok tarihi kalıntıları tespit ettik. Yapılan araştırmalarda Aksaz Deniz Üs Komutanlığı tarafından tahsis edilen sualtı robotu da kullanıldı. Mutfak malzemeleri olan çanak-çömlekler, mumluklar, vazolar ve su testileri de gün ışığına çıkarıldı. Daha çok eserin çıkarılması için bilgi kurulu ve sualtı arkeologları önümüzdeki yıldan itibaren çalışmalarını hızlandıracak.” Dalyan Belediye Başkanı CHP’li Arif Sarı da eserlerin şimdilik Muğla Müzesi’nde konservasyon çalışması için korumaya alındığını ve ileride çıkarılacak eserlerle sergileneceğini söyledi.

Milliyet, 24.10.2010

MALATYA'DAKİ PERSLER DÖNEMİNDE YAPILAN KALE ONARILIYOR

 

Persler döneminden beri çeşitli uygarlıkların kullandığı, giriş kapısı ve bazı kalıntıları ayakta olan Malatya’nın Darende İlçesindeki Zengibar Kalesi’nin kapısının onarımı tamamlandı.

 

Kalenin turizme kazandırılması amacıyla önümüzdeki günlerde çevre düzenleme çalışmalarının da yapılacağı bildirildi.

 

Darende Kaymakamı Mehmet Aktaş, AA Muhabirine yaptığı açıklamada, ilçedeki en eski eserlerden birisi olan kale kapısının gelecek medeniyetlere ulaşması amacıyla onarılarak kurtarıldığını ifade etti.

 

Kaymakam Aktaş, İstanbul Teknik Üniversitesi Şehircilik Bölüm Başkanı Prof.Dr. Mehmet Ocakçı’nın destekleriyle aynı üniversitenin Mimarlık Fakültesi’nden Prof.Dr. Kemal Kutgün Eyüpgiller başkanlığındaki 6 kişilik teknik ekibe ücretsiz hazırlatılan projenin Sivas Anıtlar Kurulu tarafından onaylanmasının ardından Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından tahsis edilen ödenekle restorasyonun gerçekleştirildiğini belirtti.

 

Kale kapısının orijinal mimarisi, özgün dekorasyonu, taşıyıcı sistemi ile yapı malzemelerine uygun olarak onarıldığına dikkat çeken Aktaş, restorasyonun aynı zamanda Darende kent dokusunun, arkeolojik kalıntılarının yakından incelenmesi, belgelenmesi ve mimarlık tarihi açısından önemli bir çalışma olduğunu ifade etti.

 

Aktaş, ‘Yüksek bir kaya yapısı üzerine kurulu bulunan ve Farsça yekpare taş kale anlamındaki ‘Seng bar’ kökünden gelen ve günümüzde Zengibar olarak bilinen kale kapısının daha fazla tahrip olmasını önlemek amacıyla başlatılan çalışmalar tamamlanmıştır. İlçemizin son yıllarda artan turizm potansiyelinde alternatif bir gezi alanı olarak değerlendirilecek kale, çevre düzenlemelerinin de yapılmasıyla önemli bir cazibe merkezine dönüşecek, Darende’nin tarihi dokusunun günümüze akseden bir yapısı ve gelecek kuşaklara aktarılmasında sarsılmaz bir miras olarak kalacaktır? diye konuştu.

 

7000 yıllık tarihi bir geçmişe sahip olan Darende’ye, Hititlerin ardından Asurlular hakim olmuş, Mezopotamya ile Anadolu arasındaki ticaret merkezlerini ellerinde tutabilmek için Tohma Suyu boyunda koloniler kurmuşlardır. Sonraki yıllarda Persler tarafından işgal edilen Darende’deki Zengibar Kalesini askeri üs haline getirmişlerdir. İlçenin ilk yerleşimi de kalenin içerisinde yapılmıştır. Makedonyalılardan sonra Romalılar ve Bizanslılar yöreye egemen olmuş, sekizinci yüzyıldan sonra Arapların hakimiyeti ile Zengibar Kalesi'ndeki yerleşim kültür ve ticaret merkezi haline dönüşmüştür.

 

Malazgirt Savaşı’ndan (1071) sora Selçuklular egemen olmuş, yerleşim Zengibar Kalesi'nin dışarısına yayılmıştır. Yıldırım Beyazıt 1399′da Malatya ve yöresini ele geçirmişse de, Ankara Savaşı’ndan (1402) sonra Timur bu topraklara hakim olmuştur. Sonraki yıllarda yöre Osmanlılarla Memlüklular arasında çekişmeye neden olmuş, Yavuz Sultan Selim 1515′de Malatya ve yöresini kesin olarak Osmanlı topraklarına katmıştır.

haberler.com, 24.10.2010

İTALYA'DAKİ ANTİK TAŞ, ANAYURDU TÜRKİYE YOLLARINDA

 

Türkiye’den yasa dışı yollarla çıkarıldığı sanılan Roma döneminden kalma kefaret yazıtını İtalya’da inceleyen Ege Üniversitesi Eski Çağ Dilleri ve Kültürleri Bölümü Başkanı Doç.Dr. Cumhur Tanrıver, yazıtın Türkiye’den çıkarıldığını gösteren özellikleri bulunduğunu bildirdi. Tanrıver, yazıtın ana yurdu Türkiye’ye dönmesi gerektiğini söyledi.

 

İtalya’nın Floransa kentinde Pitti Sarayı’nın eski eserleri koruma biriminde tutulan, Roma döneminden kalma milattan sonra 3. yüzyıla ait kefaret yazıtını incelemek üzere Kültür ve Turizm Bakanlığının görevlendirmesiyle bu kente gelen Tanrıver, taşın hikayesini ve özelliklerini AA muhabirine anlattı.

 

Taşın bir adak taşı olduğunu ve o dönemde adak taşlarının Türkiye’den çıktığını belirten Doç.Dr. Tanrıver, şu bilgiyi verdi:

”Taşın Türkiye’den geldiği kesin. Çünkü taşın özellikleri bize onun Türkiye’den, hatta Türkiye’nin de belli bir yerinden geldiğini gösteriyor. Burası Manisa’nın Demirci İlçesinin aşağı yukarı 40-50 kilometre güneybatısında bir yer. Orada yerel bir kutsal alan var. Apollon Aksyros adında yerel bir Apollon tapınağı. Bu tapınak, Demirci’nin hemen güneyinde Roma döneminde kurulmuş Saittai diye antik bir şehrin arazisinde. Bu bir adak taşı. O bölgeye özgü. Hem işlenişi, hem metnin kendisi, hem de içinde geçen insan isimleri. Kula civarına özgü.”

 

Doç.Dr. Tanrıver, antik taşın Türkiye’den tam olarak ne zaman çıktığını ve uzun yıllar nerede olduğunu bilmediklerini kaydederek, 1994 yılında J. Nolle ismindeki Alman bilim adamının görüp yazmasıyla taşın Avrupa’da olduğunun anlaşıldığını ifade etti.

 

Taşın İtalya’da ortaya çıkmasına ilişkin de Tanrıver, şunları söyledi:

”Taşın İtalya’ya girişiyle ilgili bir problem var. Yasa dışı ithalat ürünü gibi gözüküyor. Nereden alındığı belli değil. Alan kişi, ‘İngiltere’den aldım’ diyor, ancak bununla ilgili bir fatura da yok. Eser, şu an kaçak olarak İtalya’ya girmiş durumda. Bu eser ilk bulunduğunda, savcı eserin Türkiye’ye gönderilmesine yönelik bir emir veriyor. Fakat eseri elinde bulunduran kişinin İtalyan kanunları çerçevesinde eski eser ticareti yapmak ve gayri yasal yoldan bunların toplamasıyla ilgili bir ceza davası var. Dava, Türkiye’yi bağlamıyor, ancak davanın zaman aşımına uğrama durumu söz konusu.”

 

Türkiye’nin konuyu Roma’daki büyükelçilik kanalıyla takip ettiğini hatırlatan Tanrıver, eserin yeniden Türkiye’ye götürülmesine yönelik süreç hakkında şunları anlattı:

”İtalya’daki Türk Büyükelçiliği bunu fark etmiş ve müdahil olmuş. Ceza davasına da müdahil olmak istiyorlar. Bu eser, yasal olmayan yollarla çıkmış olduğu için Türkiye’ye geri verilmesini istiyoruz. Çünkü, zaten Türkiye’den yasal yollarla eski eser çıkarmak mümkün değil. Eski eser olduğu için Türkiye’ye iade edilmesi gerekiyor. Ceza davası bizi çok bağlamıyor. Bizi bağlayan eserin çıktığı ülkeye geri gelmesi. Bence bu şartlarda eserin geri gelmesi mümkün. Paris Konvansiyonu’na göre, gayri yasal yollardan ülkesinden çıkarılan her eserin ülkesine geri dönmesi gerekiyor. Büyük ihtimalle de dönecek.”

 

Antik taşın bir tür itiraf yazıtı olduğunu ve bunlara ”Confesio” dediklerini aktaran Tanrıver, ”Bir kişi başına gelen bir işten dolayı, bir sağlık problemi üzerine hemen yakınındaki tapınağa başvuruyor. Rahipler büyük olasılıkla diyor ki ‘Senin bir günahın var. Bu günahın sonucunda başına gelen şeyden kurtulmak için şunları yap’. Şunları yap denilenlerin arasında kurban kesmek var. Özellikle böyle bir yazıt yazdırıp, herkesin görebileceği şekilde günahını açıklamak, bu günahtan pişman olduğunu ve Tanrı’nın bağışlamasına sığındığını söylemen gerekiyor. Eğer o günahtan başvuru sırasında kurtulmuşsan ‘Tanrı’nın yüce olduğunu herkese bir ibret olsun diye söyle’ şeklinde öneri götürülüyor ki, karşımıza bu yazıtlar çıkıyor. Bu yazıt da öyle” dedi.

 

Tanrıver, incelediği yazıttaki metni ise şöyle açıkladı:

”İki kardeş birinin balık ağını çalmış. O nedenle başlarına bir iş gelmiş. Şöyle diyor: Tanrı tarafından cezalandırıldı. Kendileri herhalde yapamayacak durumdalar ki, aileleri bu çocuklar için bu yazıtı yazdırmışlar, Tanrı’ya bağışlanmaları dileğiyle.”

 

O dönemde kefaret yazıtlarının sadece Türkiye’de çıktığını vurgulayan Tanrıver, sözlerini şöyle tamamladı:

”Bunların iki türü var. Bir türü Denizli civarında. Onların metinleri biraz daha değişik. Bu tür metinleri olanlar içinde teknik terimler geçiyor. Mesela ‘Cezalandırıldı’ diye bir ifade var. ‘Tanrı’nın öfkesini yatıştırmak’ gibi ifadeler var. O bölgeye özgü ifadeler. Bölgesel kullanımlar çoktur. Orada rastlanan bir şey. Bu kefaret yazısının metni, içeriği, onun bu kefaret yazılarının çıktığı Kula civarındaki -biz oraya antik dönemde yanık arazi anlamına gelen Katakekaumene diyoruz- o bölgeden çıktığını kesin olarak ortaya koyuyor. Dünya üzerinde bir tek orada çıkıyor bu dönemde. Başka hiçbir yerde yok. Bu tür günah çıkartma yazıları sadece Roma döneminde, MS 1. yüzyıldan 3. yüzyıla kadar olan dönemde Kula İlçesi civarındaki volkanik araziden çıkıyor. Bu taşlar yerel tapınaklara adanmış.”

Zaman, 24.10.2010

TEKNELER ÇALIYOR, SARAY SALLANIYOR

 

 

İstanbul Dolmabahçe Sarayı Muhafız Bölük Komutanlığı’nın 4 Ekim 2010’da Başbakanlık Denizcilik Müsteşarlığı’na gönderdiği yazıya göre gezi tekneleri ve yayınladıkları yüksek sesli müzik, Dolmabahçe Sarayı’nı etkiliyor.

 

Saray Muhafız Komutanlığı’nın yazısı üzerine Liman Başkanlığı, İstanbul Deniz Ticaret Odası’na konuyla ilgili bir yazı gönderdi. Yazıda Dolmabahçe Sarayı önünde bulunan iki şamandıra ikazına uyulmayarak kıyıdan geçildiği, sarayda bulunan camların ve avizelerin titreşimden büyük ölçüde etkilendiği belirtildi. Gezi teknelerine ve deniz araçlarına gerekli maddeler uyarınca para cezası kesileceği uyarısı yapıldı.


Dolmabahçe Sarayı’nın Muayede Salonu’nda 36 metre yüksekliğindeki kubbeye asılı 4.5 ton ağırlığında devasa kristal avize bulunuyor. Diğer salonlarda da benzeri avizeler ve kıymetli vazolar sergileniyor.

Radikal, Haber: Hasan Erşan, 24.10.2010

EFSANE TÜNEL MÜZE OLUYOR

 

Kadifekale'den Agora'ya uzanan, bir dönem ünlü Makedonya Kralı Büyük İskender'in avlanmak ve gezinti amacıyla kullandığı tünel ortaya çıkarılmıştı.

 

Gerek sosyal belediyecilik gerek kültür, tarih ve turizm ataklarıyla dikkat çeken Konak Belediye Başkanı Hakan Tartan bu tüneli gelecek yıl turizmin hizmetine açmayı planlıyor.

Milliyet, 24.10.2010

SUALTI KÜLTÜR MİRASI TARTIŞILACAK

 

UNESCO'nun akdeniz, Karadeniz ve Arap ülkelerinin yanı sıra İngiltere, Avustralya, Hollanda gibi ülkelerden de uzmanların katılımıyla düzenleyeceği '1. Sualtı Kültür Mirasını Koruma Bölge Toplantısı' İstanbul'da gerçekleşecek. İl Kültür ve Turizm Müdürü Prof.Dr. Ahmet Emre Bilgili, UNESCO Müzeler Dairesi'nden Dr. Ulrike Guerin ile Doğu Akdeniz Üniversitesi Sualtı Görüntüleme ve Araştırma Merkezi'nden Hakan Öniz organizasyonun detayı hakkında basın mensupları bilgilendirildi. 25-27 Ekim tarihlerinde yapılacak olan toplantı, dünyada sualtı arkeolojisinin geleceğinin belirlenmesi, sualtı kültür mirasının korunmasına ilişkin uluslararası bilimsel koruma standartlarının geliştirilmesi ve katılımcı ülkelerle konuya ilişkin uygulama deneyimlerinin paylaşılması amacını taşıyor. Toplantıya 20 ülke katılacak.

Yeni Şafak, 24.10.2010

YETİK'İN 'KASIMPATILAR'I 700 BİNE SATILDI

 

Asar-ı Atika Müzayede ve Sanat Galerisi'nin düzenlediği müzayedede, Mehmet Sami Yetik'in "Kasımpatılar" natürmordu 700 bin TL'ye alıcı buldu.

 

Conrad Otel'deki "Osmanlı Şaheserleri, Klasik ve Çağdaş Resim Tablo" müzayedesinde, 401 adet antika eşya ve sanat eseri satışa sunuldu. Sultan 2. Mahmut'un yaptığı ve birini Ulu Cami Hünkar Mahfiline, diğerini Kutsal Emanetlerin giriş kapısına astırdığı hat levha, fiyat artışına uğramadan 450 bin TL'ye satıldı. Sultan Vahdettin'in torununun torunu Neslişah Evliyazade Ekmekçi, Sultan 2. Mahmut'a ait Feraset Ferman- ı Şerif-i'ni 9 bin TL'ye satın aldı.

Sabah, 24.10.2010

AMERİKA'DAN TÜRK MANGACILARA UYARI GELDİ: HARABELERİ YAKACAKSINIZ

 

Kaliforniya merkezli Küresel Miras Vakfı dünyada yokolma tehlikesi altında bulunan merkezler arasında Kars’taki Ani harabelerini de saydı. Raporda, Ortaçağ mimarisinin temellerini oluşturduğu söylenen ve kimi turistlerin mimarisi ve coğrafi yönüyle “Yüzüklerin Efendisi öyküsünün yaşandığı bölgeye” benzettikleri Ani Harabeleri için en büyük tehlikelerden biri olarak da “mangalcılar” sayıldı.

 

Kaliforniya San Francisco merkezli Küresel Miras Vakfı (Global Heritage Fund) dünyada yok olmanın eşiğinde bulunan 12 kültürel varlığı ele aldığı “Kaybolan Mirasımızı Korumak” başlıklı raporunu geçen hafta yayınladı. Raporda 12 kültürel varlık arasında “Anadolu Uygarlığı’nın kavşağında” sözleriyle tanımlanan Ani Harabeleri de yer aldı.
 
Sahip olduğu vadi ve çoğu harap olmasına karşın ayakta kalan ortaçağ öncesi binalarıyla turistleri büyüleyen ve kimi gezginlerin “Adeta ‘Yüzüklerin Efendisi’ öyküsünün yaşandığı bölge” diye hayranlıklarını ifade ettiği Ani Harabeleri’nin önemi, raporda şöyle anlatıldı:

 

“Türkiye ve çağdaş Ermenistan sınırında bulunan kentin kalıntıları sıklıkla Ortaçağ Avrupa Mimarisi’nin beşiği olarak adlandırılır. 10 ve 11’inci yüzyıllar sırasında Ermeniler tarafından kurulan ve iskana tabi olan Ani büyük Ermeni uygarlığının eşsiz bir anıtıdır. Birçok Avrupalı gotik tarz katedrallere esin kaynağı olarak hizmet etmiş, düzinelerce eski kilise ve hizmet binası barındırır. Bugün çoğunlukla bir harabe olan Ani büyük fakat trajik bir öykü anlatır, pek çok kez fetihlere uğramış ve Ermenilerin Türk yönetimi altında terke zorlandıkları 14’üncü yüzyılda boşalmıştır. O dönemlerden bu yana Ani insanlara karşı korumasız kalmış ve kendisini yağmacı ve vandallardan korumaya çalışmıştır. Fakat güzelliklerinden çoğu bugüne ulaşmıştır. Harabeler grubunun ana ve en etkileyici binası, 1001 yılında inşa edilen, yörenin bir yüzyıl sonra Avrupa’nın tümünde geniş biçimde kullanılacak olan ünlü gotik tarzının temelini oluşturan Ani Katedrali’dir. Bugün Ani bizlere sadece bir dönemler güçlü ve nüfuzlu Ermeni imparatorluğunu anımsatmıyor, sonraları ortaçağ Avrupa’sının görünümüne esin kaynağı olacak bir mimari tarzın başlangıcını da simgeliyor. Ermeniler sık sık eski topraklarındaki birçok antik harabeyi, kayıp güçlerinin sembolleri olarak anarlar ve koruma güdüsü içinde olurlar. Fakat Ani gibi kent topluluklarının harabeleşmesini durdurmak için şimdi ivedi önlemler almak ve uygun bir koruma çalışmasına başlamak gerekir.”

 

Raporda, Ani Harabeleri’ne iki sayfa ayrıldı, sitenin karşı karşıya bulunduğu tehditler “Yetersiz yönetim, yağma ve vandallık, ihmal” olarak sayıldı. Rapor Ani Harabeleri’nin “rekonstrüksiyon” adı altında olumsuz sonuçlanan birçok girişime maruz kaldığını, bu girişimlerin anıtların daha da zarar görmesine neden olan pek yaşamsal hatayla birlikte gerçekleştiğini, profesyonel olmayan şekilde yönetilip organize edildiğini iddia etti. Raporda, “yetersiz yönetim” konusunda ise “Ani’nin binaları, bu süreci sadece harabelere değil, tarihi çevreye de en az zarar verecek şekilde sürdürecek yüksek becerili profesyonellere ihtiyaç duyuyor” denildi.

 

“Yağma ve vandallık” bölümünde “Ani’ye gelen turistler, bölgenin tarihsel ve kültürel değerine çok az saygı gösteriyor. Koruma altında olmayan bir site olarak Ani, harabelerde piknik yapan düzenli ziyaretçiler, artı yağmacılar ve buraya yasadışı olarak yerleşenlere maruz kalıyor” ifadesi yer aldı.

 

“İhmal” konusunda ise raporda, “Ani, Türkler iktidara geldiklerinde Ermeniler tarafından terk edildi ve o dönemden bu yana kente layık olduğu özen gösterilmedi. Durum bugün, Ani’nin asla yönetimlerin bir koruması altında bulunmaması ve bir arkeolojik koruma statüsünün tanınmaması dolayısıyla daha olumsuz hale gelmiştir” denildi.


Raporun “İvedilikle yapılması gerekenler” bölümünde, “Siyasi sorunlar, doğal nedenler ve insan faktörü, fon ve siteye layık olduğu özenin gösterilmesinde eksikliklerin tümü; birlikte Ani’deki eski kent topluluğunun aşırı ölçüde yıkımına katkıda bulunmaktadır. Uygun fonlama ve koruma çalışması Ani’nin güzelliğini gelecek kuşaklar için hala koruyabilir, ancak eyleme şimdi geçilmelidir” ifadesi yer aldı.

 

Küresel Miras Vakfı raporunda ele alınan, yok olmanın eşiğine geldiği belirtilen diğer 11 kültürel varlık, önemleri ve karşılaştıkları tehditler de şöyle sıralandı:

 

AMERİKA KITASI:

-Mirador Tapınağı, Guatemala (Maya Uygarlığının Beşiği. Yetersiz yönetim, yağmacılık.)

-Sans Souci Sarayı, Haiti (Karayip Adalarının Versay’ı. Yetersiz yönetim.)

ASYA:

-Fort Santiago ve Intramuros, Filipinler (Filipinlerin tarihi bir kenti. Yetersiz yönetim, gelişmenin baskısı.)
-Mahansrhangarh, Bengladeş (En erken arkeolojik kent sitelerinden biri. Yetersiz yönetim, yağmacılık.)
-Maluti Tapınakları, Hindistan (Pala Hanedanı Krallarının binası. Yetersiz yönetim.)
-Taksila, Pakistan (Antik İndus Uygarlığının kavşağı. Yetersiz yönetim, gelişmenin baskısı, yağmacılık, savaş ve çatışmalar.)

DOĞU AVRUPA, ORTA DOĞU VE AFRİKA:

-Chersonesos, Ukrayna (Karadeniz’deki en büyük klasik arkeolojik site. Yetersiz yönetim, gelişmenin baskısı.)
-Magosa, Kuzey Kıbrıs (Haçlı Kralların antik kent limanı. Yetersiz yönetim, gelişmenin baskısı.)
-Hişam Sarayı, Filistin (Emevi Krallığı'nın gelişmiş bir saray kompleksi. Yetersiz yönetim, gelişmenin baskısı.)
-Lamu, Kenya (Doğu Afrika’daki en eski Swahili tarihi kenti. Yetersiz yönetim, gelişmenin baskısı.)
-Ninova, Irak (Antik dünyanın kültür merkezi. Yetersiz yönetim, gelişmenin baskısı, yağmacılık.)

Radikal, 24.10.2010

ANTİK KENTLERİ CÜCE TEKNOLOJİ KORUYACAK

 

Çizilme ve bakteri oluşumuna karşı geliştirilen nanoteknolojik yöntemler, antik kentlerdeki bina ve diğer eserlerin korunmasında kullanılacak.

 

Nano partiküller kullanarak malzemelerin çizilmeye, bakteri oluşumuna karşı korunmasını sağlayan Akdeniz Üniversitesi bilimadamları, şimdi bu teknolojiyi antik kentlerde kullanmaya hazırlanıyor.

 

Antalya’nın Kumluca İlçesi'ndeki Rhodiapolis antik kentinde yılbaşından itibaren çalışmaya başlayacak bilimadamları, gün ışığına çıkarılan antik eserleri nano partiküllerle kaplayarak güneşten, rüzgardan, yağmurdan daha az etkilenmelerini sağlayacak.

 

Çizilmeye, bakteri oluşumuna karşı nano teknoloji kullanarak oluşturdukları kaplamalarla hem Türkiye, hem de dünyada adını duyuran Akdeniz Üniversitesi Antalya Teknokenti uzmanları, şimdi tarihe el attı.

 

Antalya Teknokenti bünyesinde faaliyet gösteren NANOen Arge Danışmanlık firmasının kurucusu ve sorumlusu, Akdeniz Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Kimya Bölümü Anorganik Kimya Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof.Dr. Ertuğrul Arpaç başkanlığındaki ekip, antik kentlerde yürütülen kazılarda gün ışığına çıkarılan tarihi eserleri korumak için nano teknoloji kullanmak üzere çalışmalara başladı.

 

Prof.Dr. Ertuğrul Arpaç, yurtiçi ve yurtdışından pek çok firmaya, nano partiküller kullanarak çizilmeye ve bakteri oluşumuna karşı korumalı ürünler ürettiklerini anlattı. Bu teknolojiyi şimdi de ülkenin tarih varlığında kullanmaya karar verdiklerini dile getiren Arpaç, bu konuda Akdeniz Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü öğretim üyeleriyle ortak çalıştıklarını bildirdi.

 

İlk çalışmanın Kumluca İlçesindeki Rhodiapolis antik kentinde yapılacağını kaydeden Prof.Dr. Arpaç, buradaki çalışmalara yılbaşından itibaren başlayacaklarını ifade etti. Günışığına çıkarılan mermer, cam, kemik, ahşap malzemeleri nano partiküllerle koruyacaklarını anlatan Arpaç, kullanılan yöntemde kaplama malzemesinin gözle görünmeyeceğini, eserin aslına da zarar vermeyeceğini söyledi.

 

Esere kaplanacak nano partiküllere ultraviyole ışınları, güneş, rüzgar, kum tanelerine karşı koruması için özellik de kazandıracaklarına değinen Arpaç, bu sayede antik eserlerin ömrünü uzatacaklarını bildirdi.

 

Prof.Dr. Ertuğrul Arpaç, bu kaplamanın bir diğer özelliğinin ise ”sökülebilir” olması olduğunu vurgulayarak, ”Teknoloji hızla gelişiyor. 10-20 yıl sonra başka bir yöntem geliştirildiğinde bu malzemeyi kolayca söküp yerine yenisini uygulayabileceğiz” dedi.

 

Arpaç, Türkiye’de bu sistemi uygulayan kimse bulunmadığını, dünyada da şu ana kadar bu teknolojinin antik eserlerde kullanıldığına ilişkin kendilerine bir bilgi ulaşmadığını kaydetti.

 

Gün ışığına çıkarılan eserlerin çoğunun laboratuarlarına taşınma imkanı bulunmadığına da işaret eden Prof.Dr. Arpaç, sözlerini şöyle sürdürdü:

”O yüzeyleri orada korumanız lazım. Bu eserlerin büyük bölümünü taşıma şansınız yok. İlk olarak küçük bir yüzeyde uygulamasını yapacağız ve o bölgeyi yaşlandırarak beş yıl sonra alacağı konumu göreceğiz. Buradan olumlu yanıt aldıktan sonra bütün yüzeye uygulayacağız. Hani terzi kumaşı keserken hata yaparsa dönüşü yoktur, biz de 10 defa düşünüp ondan sonra uygulayacağız. Yüzeyin büyüklüğü ise bizim için sorun değil. Her türlü tarihi eser ve büyüklüğü nano partiküllerle kaplayabilecek teknolojiye ve malzemeye sahibiz.”

 

Arpaç, nano partiküllerin sprey yardımıyla antik eserlerin üzerine püskürtüleceğini, bu sistemin uygulanmasının maliyetinin de yüksek olmadığını sözlerine ekledi.

Ntvmsnbc, 22.10.2010

DÜNYADAKİ EN İYİ KAMUSAL SANAT ÖRNEKLERİ

 

Sanatsal değeri yüksek, görkemli işleri sokakta görebilmek yerine, neden bir galeri sırasında beklenir dersiniz? Bu eserleri sokaklarda ücretsiz olarak, istediğiniz zamanda görebilmek de mümkün olabiliyor.

Lonely Planet'ın yapmış olduğu "Lonely Planet'ın 1000 Son Deneyimleri" listesinden seçilen en iyi 10 kamusal sanat örneğini inceleyelim.

1. Angel of the North, İngiltere

 

 
Bu garip çelik yapı Tyneside'a tepeden bakıyor. Oldukça yüksek olan bu yapı 4 adet çift katlı otobüs uzunluğunda ve 747 tane uçak genişliğine sahip. Melek şeklinde kanatlarıyla uzanmış yapının üzerindeki küçük kutucuklar onun melekten çok cyborg gibi görünmesini sağlıyor.

Gateshead'e tren ya da A1 araç yolu boyunca arabayla ulaşmak mümkün.


2. East Side Gallery, Berlin

 

 
Almanya'nın Berlin Duvarı, insanlar tarafından 1989'un Eylül ayında yıkıldı. Bu Berlinlilerin duvar boyunca uzanan 100'den fazla resim ve grafiti ile kaplı East Side Gallery diye adlandırılan komünist makineye karşı olan hırsları için bir hedefti. Barbarlık ve elementler, galerinin gücü ile yok etmesine rağmen, halen daha Dalíesque'nun Pink Floydian tuğlalarına göstermiş olduğu sanatsal çalışmalarını hatırlatan bir güç olarak varlığını sürdürüyor. İyi olan, yapıda restorasyon projesi devam ediyor.

Galeri şehir merkezinin hemen yakınında yer alıyor.


3. Manneken Pis, Brüksel

 

 
Küçük bir çocuğun su işediği bu bronz heykel, Benny Hill tarafından görevlendirilmişe benziyor. Fakat Belçikalılar bu tür şeyleri çok seviyor. Orijinali 1388'de yaratılmış fakat daha sonra yok edilmiş. Brükselli insanlar buna çok öfkelenmişler ve yenisinin yapılmasını talep etmişler. 1616 yılında da yenisi onlara bağışlanmış. Ulusal bayramlarda ve özel günlerde, bu işeyen oğlan giydiriliyor ve Elvis, samuray savaşçısı ya da Mozart oluyor. Ayrıca kendisi bira ve şarap işemeyi de biliyor.

Bu heykel, Grote Markt'tan hükümet binasına doğru yürürken sol tarafınızda köşede yer alıyor.


4. Banksy Şablonları

 

 
Gizemli sanatçı Banksy'ın çalışmaları, İsrail Batı Bankası bariyerlerinden Bristol'daki evine kadar Dünya'nın her yerinde görülebilir. Geniş taşlamaları politika ve kültür üzerine, Banksy'ın parçalarında grafitti ile şablonlar kombine edilmiş ve sokak sanatı olarak yüksek seviyelerde görülüyor. Bu verimli sanatçı şablonları yaratmaya başladığını, nedeni olarak da graffittinin çok zaman aldığını söyledi. Yerel kurul tarafından boyanmadan ya da Sotheby'de 100.000 Pound'dan fazla fiyata açık arttırmaya çıkarılmadan önce onun bu çalışmasına yerinde baktığınızda bu acelenin nedenini göreceksiniz.


5. Özgürlük Anıtı, New York

 

 
Amerika'nın en görünür sembolü (Dünya Ticaret Merkezi) gibi, Özgürlük Anıtı büyük rezaletlerden zarar gördü. 1916 yılında Alman hücumundan sonra havaya uçuruldu, 1968'de radyoaktif kumun içinde Planet of the Apes'e yarı gömüldü, 1983'de sihirbaz David Copperfield tarafından ortaya çıktı, 1989'da Ghostbusters II'da yaşama getirildi, 1996'da Independence Day'de harap oldu ve 2004'de The Day After Tomorrow'da kara gömüldü.


6. Rodina Mat, Volgograd

 

 
Paslanmaz çelik Rodina Mat, dünyanın en büyük heykellerinden biri. Mamayev Kurgan'ın tepesinde konumlanıyor. 8000 ton ağırlığına ve 108 metre uzunluğuna sahip. Bu büyük ölçeği için iyi bir neden var: Rusya İkinci Dünya Savaşı sırasında 30 milyon insanını kaybetti. Özgürlük Anıtı ile karşılaştırıldığında, Rodina her türlü güç ve hırs demek oluyor.


7. Parc Güell, Barselona

 

 
Parc Güell'in arkasındaki hayalperest İspanyol mimar Antoni Gaudi, parkı 1900 - 1914 tarihleri arasında inşa etti. Park bir konut alanı gibi tasarlanmış. Gaudí'nin ilginç, organik tarzı yaratığın büyük göğüs kafesi gibi tasarlanmış pasajlarını akla getiriyor. Dalgalı kolonları andıran damlataş ve çok renkli seramik malzemeleri, yılan gibi uzun kıvrımlı şekli, mağara, kuytu yeri ve sığınağı ile eşsiz bir görünüme sahip.

Lesseps metro istasyonunun yakınında olup, 20 dakikalık yürüme mesafesinde. Giriş ücretsiz olup, saat 10:00 - 19:00 arasında ziyarete açık.


8. Federation Bells, Melbourne

 

 
Melbourne merkezindeki Yarra Nehri'nin sahillerinde ses yapısı ile kamusal sanatın kombine edilmiş iyi bir örneği. Çelik kutuplar üzerinde monte edilmiş, açık alana yayılan çeşitli boyutlardaki 39 adet tepetaklak olmuş tapınak tarzı çanlar ile insanların bunların arasında yürümesini sağlayan bir mekan. Çanlar, yerel besteciler tarafından 7 farklı 5 dakikalık kompozisyonlar şeklinde çalınacak şekilde bilgisayar kontrolündeki yumruklar ile vuruluyor. Bu sistemde de demokrasi söz konusu: herhangi biri, müzik dahisi olsun ya da olmasın kendi melodilerini duyurabilir.

Bu ses yapısı günde 3 defa 08:00 - 09:00, 12:30 - 13:30, 17:00 - 18:00 saatlerinde çalınıyor.


9. Mission District Duvar Resimleri, San Fransisko

 

 
Latino Mission District'in dünyaca ünlü duvar resimleri, düzinelerce binanın duvarlarını süslüyor. 1920'lerde 60'ların hipi idealizmi gibi Meksikalı duvar resimlerinin üzerine inşa edilen kamusal sanatın keskin parçaları olarak görülüyor. Temaları İspanyol, Kızılderili, Maya motiflerini, insan hakları, futbol, Carnival ve Meksika sineması gibi konuları içeriyor. Bu kapsayıcı tema, "toplum" kavramını tanımlıyor.

District merkezi 16. kez ve Valensiya'nın kültürel çekirdeğinde yer alıyor.



10. Rushmore Dağı, Güney Dakota

 

 
4 başkanın (Washington, Jefferson, Lincoln ve Roosevelt) portresinin kocaman oymaları Rushmore dağına yerleştirilmiş. Fakat onların etkileyici gücü biraz azaltılmış: Başları vücutlarına eklenmiş olsaydı, boyları 150 metre uzunluğunda olabilirdi. Bazı oymalara bakıldığında ırkçılığın eserini görmek mümkün: Rushmore Dağı, Siyu kabilesinin ortasında yer alıyor. Bu başkanlar yerli Amerikan nüfus içindeki bir azalmayı simgeliyor.
 

Arkitera, Kaynak: Lonely Planet, Çeviren: Derya Yazman, 22.10.2010

BEYŞEHİR'DE TARİHİ KALE KAPISININ TEMELLERİ ORTAYA ÇIKARILACAK

 

Beyşehir'de bulunan tarihi kale kapısının temellerinin ortaya çıkarılacağı bildirildi. Beyşehir Belediye Başkanı İzzet Taşcı, yaptığı açıklamada, İçerişehir Mahallesi'nde bulunan ve bölgenin en önemli tarihi mekanlarından birisi olan kale kapısının temellerinin bir çalışma ile ortaya çıkarılacağını söyledi. Taşcı, tarihi mekanda yapılacak kazı çalışmalarının önümüzdeki günlerde başlayacağını belirterek, çalışmanın Konya Müzeler Müdürlüğü tarafından yapılacağını ifade etti.

Konya Hakimiyet, 22.10.2010

ÖRESİN HAN TURİZME KAZANDIRILDI

 

 

Aksaray'da, restore ettirilen Öresin Han, turizme kazandırıldı. Aksaray Nevşehir karayolunun 22. kilometresinde bulunan ve yıkılmak üzereyken Konya Vakıflar Bölge Müdürlüğü tarafından restore ettirilen Öresin Han, ihale ile restoran olarak kullanılmak üzere kiraya verildi.

 

Öresin Han Kervansaray Restoran ismiyle hizmet verecek işletmenin açılış kurdelesini kesen Konya Vakıflar Bölge Müdürü İbrahim Genç, tarihi İpek Yolu üzerindeki hanların restore ettirileceğini söyledi. Genç, "İpek Yolu üzerinde bulunan kervansaraylarımızın restorasyonunu yapıyoruz. Yaklaşık 1.5 yıl önce restoresi başlayan ve halk arasında Tepesidelik Han olarak bilinen Öresin Han Kervansarayımız vakfımız tarafından kiraya verildi. Restoran olarak kullanılacak bu tarihi yapımız yüzyıllarca olduğu gibi yolculara hizmet verecek. Kapadokya'nın giriş kapısında olması nedeniyle bu tarihi mekana turistlerinde ilgi göstereceğini tahmin ediyoruz. Alay Han, Sultan Han ve Ağzıkara Han'da da restore çalışmaları devam ediyor. Hanlarımız eski görkemine ve cazibesine kavuşuyor" dedi.

 

Öresin Hanı işletmecisi Cuma Kaplan ise konuşmasında, "Biz bu bölgenin insanıyız. Tarihi mekanlarımızın ülkemize kazandırılması çok güzel. Böyle bir ihaleyi duyduğumuzda hemen çalışmalara başladık. İnşallah işletmemiz her yönüyle kısa sürede bölgenin aranan mekanı haline gelecek" diye konuştu.

 

Açılışa İl Kültür ve Turizm Müdürü Ahmet Varol ve Aksaray'ın tanınmış işadamları katıldı. Açılışın ardından turistler ilgiyle hanı gezdi.

Aksaray Kent Haber, 18.10.2010

GÜNEŞİN DOĞUŞUNU VE BATIŞINI GÖREN KENT: AMOS

 

 

Marmaris Ticaret Odası sponsorluğunda, Turunç Belediyesi'nin desteğiyle, Muğla Üniversitesi Arkeoloji Bölüm Başkanı Prof.Dr. Adnan Diler'in bilimsel danışmanlığında Marmaris Müze Müdürlüğü tarafından antik kentin temizlik çalışması ve yol güzergahlarının belirlenmesi projesi tamamlandı.

 

Vali Şahin, törende yaptığı konuşmada, ''Muğla olarak ne kadar şanslı olduğumuzu bir kez daha anladım. Yerli veya yabancı turistin her türlü talebini karşılayabilecek mekanlarımız var. Muğla olarak 3-5 aya sıkışmış turizm sezonunu 12 aya çıkartmak için çalışmalarımız var. İlimiz marina, spor ve kültür turizminde dünyayla yarışabilecek durumda.Turizmde ticari ürün haline gelmemiş Amos gibi tarihi mekanları turizme kazandırmak çok önemli'' dedi.

 

Marmaris Ticaret Odası Başkanı Mehmet Baysal da Marmaris'te son yıllarda belirginleşen yetersiz, niteliksiz ve kısa sezonlu turizm olgusuna yeni soluk aldırabilmek, vizyon ve bilimsellik kazandırabilmek adına çalıştıklarını ve fikirler ürettiklerini bildirdi.

 

Baysal, ''Bu projelerden şuan itibarıyla en somutlaşmışı Turunç'a 15 dakika mesafede bulunan Amos antik kentinin çevresel temizliği ve yol güzergahlarının belirlenip aslına uygun olarak yeniden yapılmasıdır. Her iki aşamanın sırasıyla izinlerini gerekli yerlerden geçen yıl alındıktan sonra yaklaşık 6 aylık bir çalışma süreci yaşadık ve tüm finansmanını Marmaris Ticaret Odası bütçesinden karşılayarak bu projeyi sonuçlandırdık'' diye konuştu.

 

Çalışmaları yöneten Marmaris Müze Müdürü Esengül Yıldız Öztekin ise gazetecilere yaptığı açıklamada, Amos antik kentinin tarihi dokusunun zaman içinde doğanın ve kaçakçıların tahribatıyla baş başa kaldığını belirterek şunları söyledi:

''Tepede yer alan bu tarihi yerin geçenlerin dikkatini dahi çekmediğini fark ettik. Kenti bilen ziyaretçiler ise en yüksek noktada yer alan tiyatroya ulaşabilmek için açtıkları yollarla tarihi dokuya zarar vermişler. Rodos karşı yakasının önemli kentlerinden birisi olan Amos'ta gezi güzergahının belli olmaması ve bilgilendirme levhalarının yer almaması ziyaretçilerde olumsuz etki bırakıyordu.''

 

Kentle ilgili geçen yıl ocak ayında hazırlanan projeyi Muğla Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'na sunduklarına işaret eden Öztekin, mart ayında verilen izin üzerine Marmaris Ticaret Odası, Turunç Belediyesi ve Marmaris Müze Müdürlüğü arasında imzalanan protokolle temizlik çalışmalarına başlandığını söyledi.

 

Öztekin, kurulun haziran ayında da gezi güzergahlarının belirlenmesi projesini onaylamasının ardından ise yaklaşık 4 ay içerisinde bu çalışmanın da tamamlandığını ifade etti. Konuşmaların ardından antik kentin tiyatrosunda arp, keman, çello ve gitar dinletisi sunuldu. Amos antik kentinde yaklaşık 2 bin yıl sonra ilk kez notaların yankılandığı belirtildi.


Amos
Rodos birliğinin önemli kentlerinden biri olan Amos, Hellen dilinde ''Ana Tanrıça Tapınağı'' anlamına geliyor. Hellenistik dönemde Samnaios adıyla bilinen Apollon bu kentin baş tanrısı sayılmış. Tepe üzerinde kurulan kentin etrafı 1,8 metre kalınlığında ve 3,5 metre yüksekliğinde kulelerle desteklenmiş surlarla çevriliymiş. Hellenistik devirden Doğu Roma dönemine kadar sürekli yerleşim gören kentin, ayakta kalan en önemli yapısı tiyatrosu.

 

Marmaris'e 20 kilometre, sınırları içerisinde bulunduğu Turunç beldesine ise 15 dakika uzaklıkta olan Amos, çevresindeki koyları görebilen hakim bir noktada kurulmuş. Güneşin doğuşu ve batışını görebilme imkanı sunan antik kentte, teraslar da yer alıyor.

 

Rodos'un karşı yakasının önemli yerleşmelerinden biri olan ve bu güne kadar kazı çalışması yapılamayan Amos antik kentindeki tiyatroya iki ayrı kent suru aşılarak ulaşılabiliyor. Denizden 88 metre yukarıda kurulmuş olan, bin 300 kişilik bu tiyatronun sahne binası üç bölümden oluşuyor.

 

Amos, Gayrı Menkul Eski Eserler ve Anıtlar Yüksek Kurulu'nun 14 Ekim 1978 tarihli kararıyla Birinci Derece Arkeolojik Sit Alanı olarak tescil edildi.

Cumhuriyet, 15.10.2010

Charles Newton. Knidos Aslanı Londra'ya gitmek üzere gemiye yükleniyor
...1862




10 - 23 Ekim 2010

ZİRAAT BANKASI KOLEKSİYONU SERGİYE ÇIKIYOR

 

Ziraat Bankası, kuruluşundan bu yana 147 yıldır meydana getirdiği ve çağdaş sanat eserleri koleksiyonunu Cer Modern Sanat Merkezi'nde 'Ziraat Bankası Yüzyılın Sergisi' adıyla 25 Ekim'den itibaren görücüye çıkarıyor.

 

3 bine yakın sanat eserinden seçilen 164 resim ve 6 heykel olmak üzere toplam 170 eser bu sergi sayesinde sanatseverlerle buluşacak.

 

25 Nisan'a kadar sanatseverlerin ziyaretine açık olan 'Yüzyılın Sergisi', Osmanlı Sarayı'nın resim sanatıyla tanışmasını, Türk sanatçılarının çağdaş sanat hareketleriyle Paris'te yüz yüze gelmelerini ve modernizmin algılanışını modern Türk resim ustalarının eserleriyle anlatıyor. Sergide aynı zamanda Ziraat Bankası koleksiyonunun da öyküsü dile geliyor.

 

Yüzyılın Sergisi'nin başlıkları ve bu başlıklar altında eserleri yer alan sanatçılar şöyle: Romantizmden Empresyonizme: Antoine-Ignace Melling, Hoca Ali Rıza, İbrahim Çallı, Feyhaman Duran, Hikmet Onat ve Namık İsmail. Figüratif Empresyonizmden Kübizme: Ali Avni Çelebi, Ahmet Zeki Kocamemi, Nurullah Berk, Cemal Tollu, Zeki Faik İzer, Sabri Berkel ve Şükriye Dikmen. Geleneksel İzlerden Soyut Anlatımlara: Bedri Rahmi Eyüboğlu, Orhan Peker, Selim Turan, Nejad Melih Devrim, Hakkı Anlı, Adnan Varınca, Erol Akyavaş, Adnan Çoker, Ferruh Başağa, Devrim Erbil, Yüksel Arslan ve Özdemir Altan. Figüratif Ekspresyonlardan Fantastik Yorumlara: Mustafa Ata, Alaettin Aksoy, Ergin İnan, Ömer Uluç ve Mehmet Güleryüz. 21. Yüzyılın İlk Çeyreğinde genç arayışlar: Nurettin Erkan, Burçin Erdi, Aslı Özok, Nur Gürel, Pelin Özgöçen, Erhan Özışıklı, Beyza Boynudelik, Nezir Aydın, Başak Bugay ve Murat Seydi Ko. Heykeltıraşlar: Kuzgun Acar, Hüseyin Gezer, Remzi Savaş ve Eyüp Öz.

Zaman, 23.10.2010

BEDRİ RAHMİ'NİN 52 YILLIK KAYIP DUVARI KIBRIS'TA ÇIKTI

 



Ünlü ressam ve şair Bedri Rahmi Eyüpoğlu’nun 17 Nisan 1958’de Brüksel Dünya Fuar’ındaki (EXPO-58) Türk pavyonunda sergilenen ve ardından kaybolan altın madalyalı mozaik duvarı Kıbrıs’ta ortaya çıktı. KKTC’de yaşayan araştırmacı ve edebiyatçı Johann Pillai, Eyüpoğlu Ailesi’nin 52 yıldır parçalarını aradığı 100 metrelik dev eserin önemli bir bölümünü ortaya çıkartarak başkent Lefkoşa’da sergiledi. 52 yıl boyunca ansiklopedilerde ‘kayıp’ diye yer alan mozaik duvar, Belçika’dan trenle İstanbul’a gönderilmiş, 27 Mayıs darbesine denk geldiği için sahipsiz kalmış. 1960’ta Kıbrıs’a sergiye gönderilen eser; yeri geldi Türk alayında Rum mermilerine siper oldu. Onlarca parçaya bölünen dev eser şimdi İstanbul’da sergilenmeye hazırlanıyor.


Bedri Rahmi’nin başyapıtlarından kabul edilen; bu mozaik duvar için ilk adımı Türkiye’nin geçen yılki Lefkoşa Büyükelçisi Şakir Fakıllı attı.


Fakıllı elçilik konutunun duvarını süsleyen Bedri Rahmi imzalı iki metrelik mozaik duvar parçasıyla ilgili araştırma yapılması ve eserin sergilenmesi için Kıbrıslı Türk sanatçı Anber Onar ile araştırmacı ve edebiyatçı eşi Johann Pillai’den yardım istedi. Bedri Rahmi’nin ünlü eserinin izini dokuz ay boyunca Belçika, Türkiye, KKTC ve Kıbrıs Rum yönetiminde süren Johann Pillai, kayıp duvarın başından geçenleri anlatan bir kitap hazırladı ve ortaya çıkan parçaları da Lefkoşa’da sergiledi. Pillai duvarın bir macera romanını aratmayacak hikayesini anlattı:

 

“1956 Mayıs’ında Bakanlar Kurulu, Hariciye Vekaleti’ne bağlı Brüksel Sergisi Daimi Komisyonu’nu kurdu. Brüksel’de 1958’de yapılacak fuara büyük önem veriliyordu. EXPO-58, İkinci Dünya Savaşı sonrasında düzenlenen ilk fuardı ve teması barıştı. Altı ay açık kalan fuarda 46 milyon bilet satıldı. 18 milyon kişi ziyaret etti. Uzaktan bakıldığında düz bir çizgiyle birbirine bağlanmış iki saydam küp şeklindeki Türk pavyonu oldukça ilgi çekiciydi. Fakat pavyondaki en dikkat çekici unsur binayı boydan boya kaplayan Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun mozaik duvarıydı. 50 santim genişliğinde, 2 metre 27 santim yüksekliğinde, 200 parçadan oluşan ve 100 metrelik mozaik duvar için Bedri Rahmi bir milyona yakın taş parçası kullanmıştı.


Duvarda sırasıyla renkli Türkmen etekleriyle tepsiler taşıyan dört kız, başlarında taşıdığı tepsilerde dört ibrik, Haliç merkezli İstanbul haritası, Karagöz’ün gemisi, Beyazıt, Ayasofya ve Sultanahmet camileri ve çocuklarını emziren anneler gibi figürler yer alıyordu. Bu eser altın madalya kazandı. Mimarlar pavyonu sökülüp bir araya getirilebilecek bir şekilde tasarlamıştı. Amaçları pavyonu Türkiye’ye getirip bir galeri ve sergi salonu halinde Ankara’da yeniden kurmaktı. Bu plan asla gerçekleşmedi. Pavyon mozaikleriyle birlikte gizemli bir şekilde ortadan kayboldu.


Rivayete göre 100 metrelik mozaik duvarın bir kısmı Brüksel’i hiç terk etmedi. 1958’de fuarı ziyaret eden dönemin NATO Genel Sekreteri Paul-Henry Spaak mozaik duvarı çok beğenerek bazı parçaları evine ve bahçesine koymak için hediye edilmesini istiyordu. Türk yetkililer, fuar sona erdikten sonra bir bölümünü hediye edecekleri sözü verdi. Ama bu hikayenin sonu ne oldu hiç bilinemedi. Bu rivayetin bir başka versiyonundaysa, Türk yetkililer NATO Genel Sekreteri Henry Spaak’ın talebini reddetmiş; Bedri Rahmi, Spaak için halen Brüksel’deki NATO binasının duvarını süsleyen dev mozaik çalışmayı yapmıştı.

 

Pavyon içindekilerle birlikte sökülerek, 1958’in son aylarında beş tren vagonuyla Türkiye’ye gönderildi. Önce Ankara’ya ulaştı. Ankara’da ne yapılacağı bilinemediğinden İstanbul’a geri gönderildi. Pavyonun mimarlarından İlhan Türegin, Gülhane Parkı’nı ziyaret ettiğinde pavyonun parçalarının ve duvarının bulunduğu büyük kutuları buldu. Bunu raporla yetkililere bildirdi. Ancak 27 Mayıs 1960 darbesinin yaşandığı günlerde bu eserlerle ilgilenecek yetkililer ortadan kaybolmuştu.


İki yıl sonra, pavyondan artan malzemenin Gülhane Parkı’nda yerde yatan fotoğrafıyla Milliyet’te yayınlanan haberde, malzemelerin yanı sıra mozaik duvarının parçalar halinde üst üste konulduğu da belirtiliyordu.


1979’da İstanbul Belediye Başkanı Aytekin Kotil, belediyenin elinde Bedri Rahmi’nin mozaik duvarına ait bir kısım pano bulunduğunu öğrendi. Duvar panosunu küçük bir bölümü 1980’de Edirnekapı’daki belediye araçlarının bakım ve onarımın yapıldığı bir tesiste ortaya çıktı. Ancak 100 metrelik duvarın büyük bir kısmı hala kayıptı.


Bedri Rahmi’nin gelini Hughette Eyüboğlu; 2003’te yayınladığı ‘Kanadalı Bir Gelinin Türkiye Hatıraları’ adlı kitabında duvarın büyük bir bölününün 1953’te bir sergi için Kıbrıs’a getirildiğini ve bir bölümünün TC elçiliğiyle Kıbrıs Türk Kuvvetleri Alay Komutanlığı’nda gazinosunda olduğu duyumunu yazdı.


Kayıp duvarın İstanbul Belediyesi’ndeki 20 parçası dışındaki büyük çoğunluğu 1960’ta Yedinci Uluslararası Kıbrıs Fuarı’na getirildi. Bu fuarın fotoğraflarında Bedri Rahmi’nin Brüksel’deki fuarda sergilediği mozaik duvarı açıkça görülüyordu.


17 Ekim 1960’da fuarın son günü pavyona ne olacağı sorusu gündeme geldi. Kıbrıs Cumhuriyeti’nin ilk Türkiye Büyükelçisi Emin Dırvana, “Burada her zaman bu tür fuarlar yapılacak” diyerek malzemelerin ve Bedri Rahmi’nin mozaik duvarının kalmasını istedi. Böylece duvar Kıbrıs’ta kaldı.


Sanat eserlerine hayranlığıyla bilinen dönemin Kıbrıs Türk Alay Komutanı Albay Turgut Sunalp, büyükelçilik depolarına kaldırılan Bedri Rahmi’nin panolarının yok olmaması için Dırvana’nın izniyle, mozaik duvarın yeni yapılacak subay gazinosuna monte edilmesi emrini verdi.

 

Kıbrıs Türk alayı 1974 Kıbrıs Barış Harekatı’na kadar, şu anda ara bölgede kalan, Uluslararası Kıbrıs Havaalanı yakınlarındaydı. Bedri Rahmi’nin mozaikleri kalıp betondan yapılmaları nedeniyle Rum ve Yunan askerlerin yoğun havan saldırılarına karşı Türk askerlerine siper oldu. 1974 Barış Harekatı’ndan dört yıl sonra Lefkoşa Ortaköy bölgesinde yapılan yeni subay gazinosuna hasar görmemiş panolar yeniden asıldı.


Büyükelçi İnal Batu ise, Lefkoşa’da görev yaptığı 1979-84 arasında büyükelçilerin Girne’deki yazlık konutu Villa Fırtına’nın deposunda, elde kalmış bir miktar mozaik pano daha buldu. Kimi parçalar halinde, kimi de bütündü. İnal Batu’nun eşi Nevra Batu, sağlam panoları Villa Fırtına’nın duvarına monte ettirdi. Ancak 2006’da Villa Fırtına’nın duvarlarındaki mozaikler sert rüzgarlara dayanamayarak düştü ve kırıldı. Beş parça tahrip oldu. Dönemin Lefkoşa Büyükelçisi Aydan Karahan’ın eşi Handan Karahan, parçaları ve sağlam kalanları Lefkoşa’daki elçilik binasına taşıttı.
Geri kalan kırılmamış 2 metre enindeki dört pano da büyükelçilik konutunun içine monte edildi. Bu yıl yeni atanan Lefkoşa Büyükelçisi Kaya Türkmen, Brüksel’deki 1958 fuarının görevlilerinden, diplomat Doğan Türkmen’in oğlu. Kaya Türkmen, babasının açtığı fuardan gelen ve 52 yıldır kayıp olduğu sanılan Bedri Rahmi’ye ait panoların yer aldığı serginin Lefkoşa’daki açılışına katıldı.

Hürriyet Cumartesi, Haber: Ömer Bilge, 23.10.2010

TAŞHAN'IN KİRACILARI RESTORASYON MAĞDURU OLMAK İSTEMİYOR

 

Sivas Vakıflar Bölge Müdürlüğü, Taşhan Çarşısı'nda faaliyet gösteren 20 kiracısına 'dükkanları boşaltın' ihtarnamesi gönderdi. Esnaf ise restorasyon sonrası işyerlerinin kendilerine verilmeyeceğini düşünerek anahtarlarını teslim etmek istemiyor.

 

Vakıflar Bölge Müdürlüğü tarafından eski eser bakım onarım ihalesi yapılan Taşhan Çarşısı'nda restorasyon çalışmaları eserin çatısında başladı. İşyerlerinin restorasyonu ise yaz döneminde yapılması bekleniyor. Vakıflar Bölge Müdürlüğü de eser içerisinde dükkan işleten esnaflara işyerlerini boşaltmaları yönünde ihtarname göndererek kiracıların 31 Aralık tarihine kadar işyerlerini boşaltmalarını istedi. Tarihi eser içinde faaliyet gösteren 20 kiracı restorasyon sonrası işyerlerinin tekrar kendilerine verilmeyeceği düşüncesiyle tedirgin.

 

Tarihi eser içerisinde 6 işyerinin özel mülk olduğunu belirten kiracı esnaflar, bölge müdürlüğünün sadece özel mülk sahibi esnafları muhatap alarak onlarla görüştüğünü kaydetti. 43 yıldır tarihi çarşıda çay ocağı işleten Bahtiyar Şenbaş, restorasyona karşı olmadıklarını gerekirse kendilerinin de katkıda bulunabileceklerini söyledi. Restorasyon sonrası aynı işyerlerinde faaliyet göstermek istediklerini dile getiren Şenbaş, bu konuda kendilerine net bir açıklama yapılmamasından dert yandı. Tarihi Taşhan Çarşısı'nda 2010 yılında başlatılan restorasyon çalışmasının 2012 yılında tamamlanması planlanıyor.

Zaman, Haber: İsmail Yıldız, 22.10.2010

'AĞA HAN MÜZESİ'NİN HAZİNELERİ SAKIP SABANCI MÜZESİ'NDE

 

 

S.Ü. Sakıp Sabancı Müzesi, Ağa Han Kültür Vakfı’nın işbirliğiyle, Ağa Han Müzesi’nin Hazineleri başlıklı sergiye ev sahipliği yapıyor. 5 Kasım 2010 – 27 Şubat 2011 tarihleri arasında düzenlenecek sergi, en değerli İslam sanat eserlerini bünyesinde barındıran Ağa Han Müzesi’nin başyapıtlarını, sanatseverlerle buluşturuyor. Sergi; ilk kez halkının büyük çoğunluğu Müslüman olan bir ülkede gerçekleştirilmesi ve 2013 yılında ziyarete açılacak Ağa Han Müzesi’nin ilk sergisi olması nedeniyle, “ilk”leri bünyesinde barındırıyor.

 

İslam dünyasının, Endonezya’dan Sicilya’ya, Endülüs’ten Çin’e uzanan farklı coğrafyalarda aynı döneme denk gelen yansımaları, sergi kapsamında ilk kez vitrine çıkıyor. Sergide; seramik, ahşap, metal, kumaş gibi materyallerden yapılmış ve üzerlerinde Kuran’dan metinlerin yer aldığı objelerin yanı sıra, elyazmaları ve minyatürler de yer alıyor.

 

İslam sanatlarının gelişimini vurgulayan sergideki eserler arasında; Şah Tahmasp’ın ünlü Şehname’sinden minyatürler, İbn-i Sina’nın Avrupa’da tıp konusundaki en yetkin kaynak olarak kabul edilen “El-Kanun fi’t-Tıb” adlı yapıtının en eski elyazması yer alıyor. “1001 Gece Masalları”nın bilinen bütün nüshalarından daha eskiye, 500 yıl öncesine tarihlenen yeni bulunmuş bir elyazması ve Osmanlı padişahı II. Selim’in Reis Haydar Nigari’ye atfedilen portresi de, dikkat çeken eserler arasında bulunuyor. Sergi, Kuran’dan nadir sayfaları, tezhipli Kuran ciltlerini ve mavimsi yeşil boyayla renklendirilmiş parşömen üzerine altın harflerle yazılı ünlü Mavi Kuran’ın bir sayfasını da içeriyor.

 

Sergi, dünyada pek çok ödül almış Müzelerde gerçekleştirdiği teşhir projelerinin yanı sıra, Sakıp Sabancı Müzesi’nde 5 Haziran – 26 Eylül tarihleri asında gerçekleşen “Bizantion’dan İstanbul’a - Bir Başkentin 8000 Yılı” sergisinin de mimarı olan Boris Micka tarafından projelendirilmektedir.

 

Ağa Han Müzesi
Adı; zenginlik, ihtişam, medeniyet, çağdaşlık ve zarafetle birlikte anılan Ağa Han (4. Kerim Ağa Han), İsmaili mezhebinin ruhani lideri olması sebebiyle “dini liderlik” kavramıyla da özdeşleşiyor. Ağa Han, 1977’den beri İslam kültürünü başarıyla yorumlayan çağdaş tasarımlara verilen “Ağa Han Mimarlık Ödülleri”yle sanat dünyasında saygın bir yere sahip bulunuyor. Açtığı hastane ve sağlık kuruluşlarıyla toplum yararına pek çok projeyi hayata geçiren Ağa Han Kültür Vakfı ise 1988’den bu yana, dünyanın önemli merkezlerinde faaliyetlerini sürdürüyor.

 

 SSM’de sergilenen eserler, Japon Mimar Fumihiko Maki tarafından tasarlanan ve pek çok kez “dünyanın en yaşanılası şehri” seçilen Toronto’da 2013’te açılacak Ağa Han Müzesi’nde yer alacak. Müzenin, Kuzey Amerika’da İslam sanatı ve kültürüne ayrılan ilk büyük kapsamlı eğitim ve sergi merkezi olması hedefleniyor. İslam toplumlarının düşünsel, kültürel, sanatsal ve dinsel mirasıyla ilişkili, çeşitli dönemlerden ve coğrafyalardan kalma ürünleri toplama, koruma ve sergileme misyonunu üstlenen müze, önceliğini toplumsal eğitime verecek.

Mimarlar Odası, 22.10.2010

KOLAĞASI KONAĞI AYAKTA RESTORE EDİLİYOR

 

 

Önemli kültür miraslarından olan Eskikale Mahallesi'nde bulunan ve yıkılma tehlikesiyle karşı karşıya olan tarihi Kolağası Konağı'nda bir süre önce başlatılan çalışmalar tüm hızıyla devam ederken, konak usta ellerde yeniden hayata dönüyor.


Restorasyon kapsamında Kolağası Konağı'nda çürüyen malzemeler aslına uygun bir şekilde değiştiriliyor. Tarihi Çorapçı Hanı'nın restorasyonunu Özbelsan'a yaptıran Sivas Belediyesi bir diğer tarihi Konağı ise Par Mimarlık tarafından restore ettiriyor. Belediye tarafından alınarak restore edilen iki tarihi konaktaki iki farklı uygulama ise dikkat çekiyor.


Restorasyondan önceki fiziki yapıları göz önüne alındığında Çorapçı Hanı'nın Kolağası Konağı'ndan çok daha iyi bir durumda olmasına rağmen Çorapçı Hanı'nın yerinde yeller esiyor. Kolağası Konağı ise yıkılmadan ayakta restore ediliyor.


Aralık ayında tamamlanması planlanan Kolağası Konağı'nda çalışmalar tüm hızıyla devam ederken, yanlış restore yüzünden durdurulan Çorapçı Hanında ki çalışmalarda ağır aksak devam ediyor.


Çorapçı Hanı'nın bir kısmının temelden yıkılarak adeta yeniden inşa edilmesi nedeniyle restorasyon çalışması KUDEP tarafından durdurulmuştu. Yeniden proje hazırlanarak geçtiğimiz günlerde çalışmalarına başlanan Çorapçı Hanı'nın bu yıl sadece üzerinin kapatılması hedefleniyor.

Sivas Hürdoğan, 22.10.2010

BAKAN CÜZDANA BAKAR!

 

Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu, Allianoi ve Hasankeyf’in sular altında bırakılmasına tepki gösteren sanatçı ve çevrecilere seslenerek, “Baraj olmasa köprü tamamen elden gidiyordu, tarihi eserler yok olacaktı, o zaman neredeydi çevreciler, neredeydi sanatçılar? Hassasiyetlerine teşekkür ediyorum, hepsinin başımın üzerinde yeri var ancak sadece konuşmayla olmaz, ‘ellerini biraz da cüzdanlarına atsınlar’ dedim. Her türlü tekliflerine açığız” diye konuştu.


Ilısu’ya giden Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu, dönüşte gazetecilere açıklamalarda bulundu. “Allianoi antik kenti için üzerine düşenleri yerine getirdiklerini iddia eden Bakan Eroğlu, “Bazıları teşekkür e ecekleri yerde konuşuyorlar” dedi.


Alianoi’nin tarihte Paşa Ilıcası olarak bilindiğini ve bölgenin Alianoi olduğuna yönelik bir belge bulunmadığını bir kez daha iddia eden Eroğlu, YÖK’ten konuyu incelemesini istediklerini aktardı.
“Buradaki eserler bir sütun ve çeşmeden ibaret” diyerek yıllardır bilim insanlarının söylediklerini dikkate almamayı sürdüren Eroğlu, “Bunlardan her yerde var. Biz çıkarmasak kimsenin haberi yoktu. Bazıları teşekkür edecekleri yerde konuşuyorlar. Bizden başka kimse burası için bir şey yapmıyor, biz korumaya çalışıyoruz ama hedef tahtası haline geliyoruz.’’


Buraya yapılacak barajın yılda 55 milyon lira gelir getireceğini ifade eden Eroğlu, yaşanan gecikme nedeniyle çiftçilerin 175 milyon lira kaybı olduğunu savundu.

Evrensel, 22.10.2010

BİR TARİHİ BİNA DAHA OTEL OLUYOR

 

 

Temmuz ayında Simurg Turizm’den 9 milyon dolara Karaköy Bankalar Caddesi’ndeki tarihi Sümerbank binasını satın alarak burada butik otel kurmak için çalışmalara başlayan Yılmaz Ulusoy, İstanbul’un bir başka sembol binasını daha otele çevirmek için kolları sıvadı.

Ulusoy, Şişhane’de 19’uncu yüzyılın sonlarına doğru inşa edilen görkemli Frej Apartmanı’nı, satışa çıkaran bakır üreticisi sahibi Sarkuysan şirketinden almak için görüşmelere başladı. Satış için yaklaşık 30 milyon doların telaffuz edildiği öğrenilirken, Sarkuysan’ın birkaç şirketle aynı anda görüşmeler yürüttüğü belirtiliyor.

Sarkuysan şirketi merkezini Darıca'ya taşıdıktan sonra boşalttığı 11 katlı ve 3 bin 850 metrekare alana sahip binayı 24 Ağustos’ta satacağını duyurmuştu. Sarkuysan yönetimi, binanın satışı ya da kiralanması için yönetim kurulunun oybirliğiyle karar aldığını belirtip binanın satılması için harekete geçmişti.

8 Eylül'e kadar gelen teklifleri değerlendireceğini belirten Sarkuysan yönetiminin, birçok teklif gelmesi üzerine görüşmeler tamamlanmayınca açıklamayı geciktirdiği dile getiriliyor.

Bina ile ilgili görüşlerini sorduğumuz Yılmaz Ulusoy, Sarkuysan şirketi ile apartmanı satın almak için görüştüğünü doğrularken, “Dünya var oldukça orada kalacak bir otel hayata geçirmek istiyorum. İstanbul’un tanıtım yüzü olacak” diye konuştu.

Ulusoy, görüşmelerin devam ettiğini ifade etti. İkinci derece tarihi eser olan bina, 19. yüzyıl sonlarında Rummimar Konstantinos Kyriakidis tarafından Lübnanlı Hıristiyan Maruni cemaatine mensup Selim Handan Frej ailesi için inşa edilmişti.

Habertürk, Haber: Ünsal Ereke, 22.10.2010

TARİHİ KAZILARI ARTIK DOÇENTLER YAPACAK

 

Türkiye'nin kültür varlıklarını ortaya çıkarmak üzere kazı yapan ekiplerin başında bulunan kişiye en az 'doçent' olma şartı getirildi.

 

10 Ağustos 1984 tarihinden bu yana "Kültür ve Tabiat Varlıklarıyla İlgili Olarak Yapılacak Araştırma, Sondaj ve Kazılar Hakkında Yönetmelik" uyarınca, Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü'nce yerli ve yabancı bilim adamlarınca yapılmak üzere kazı izinleri veriliyor. Kazı izinleri için şimdiye kadar akademik unvan aranmıyordu. Bakanlıkça sürdürülen kazı çalışmaları ile ilgili 2009 ve 2010 yıllarında yapılan inceleme ve değerlendirmeler sonucunda, çalışmaların daha sağlıklı, sistemli ve bilimsel olarak sürdürülmesi, kazı çalışmalarından ziyade koruma çalışmalarına ağırlık verilmesi, kazı bilimsel heyet üyelerinin bu açıdan güçlendirilmesi amacıyla bazı politikalar belirlendi.

 

Bu kapsamda, Bakanlar Kurulu kararlı kazı çalışmaları için yapılacak yeni müracaatlarda yeni kazı başkan adaylarının en az 'doçent' seviyesinde olması şartı aranması hususu, Bakan Ertuğrul Günay'ın onayı ile uygun görüldü. Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü'nden alınan bilgiye göre; Türkiye'de 2009 yılı itibarı ile 49 yabancı kazı ekibi, 98 yerli kazı ekibi bulunuyor. Kazı ekibi başkanları arasında doçent seviyesinde olan arkeologlar bulunduğu gibi, doçent olmayan arkeologlar da yer alıyor. Genel Müdürlük yetkilileri, yeni alınan kararın, mevcut kazı başkanlarının değişmesi ile ilgili bir yaptırım taşımayacağını ancak 2011 yılı itibarı ile verilecek kazı izinlerinde, kazı başkanları için doçent olma şartının aranacağını söyledi.

Zaman, Haber: Aslıhan Aydın, 22.10.2010

HASANKEYF CAZİBE MERKEZİ OLACAK

 

Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu, Hasankeyf'in Türkiye'nin en güzel ilçesi ve çok önemli bir cazibe merkezi olacağını belirtti. Bakan Eroğlu, Ilısu Barajı inşaatının ardından sular altında kalacak Ilısu'nun köylüleri için inşa edilen konutlarda incelemelerde bulundu.

 

Köylülerle görüşen Eroğlu, evler yapılırken köy halkının isteklerini göz önünde bulundurduklarını, projenin her aşamasıyla Başbakan'ın ve kendisinin bizzat ilgilendiğini söyledi. Baraj yapıldıktan sonra köyün göl manzarasına da kavuşacağını belirten Eroğlu, "Bu manzarayla burada yaşayan köylülerin ömrü 15-20 yıl artacak" dedi.

 

Yabancıların, köylülerin evsiz bırakılacağı yönünde haksız eleştirilerde bulunduğunu ifade eden Eroğlu, "Biz daha güzel, daha sağlıklı, her şeyiyle muhteşem bir köy yaptık. Köyümüzün muhtarı, 'Türkiye'nin en güzel köyü benim köyüm' diyebilir" diye konuştu.

 

Projenin model olacağını belirten Eroğlu, boşalan köylere de bu şekilde geri dönülmesinin sağlanabileceğini dile getirdi.

 

Sanatçıların eleştirileri konusunda da Bakan Eroğlu, şunları kaydetti: "Hasankeyf'i kurtarmak isteyen sanatçılarımız, ellerini ceplerine atsınlar. Sadece konuşmakla olmaz. Onlardan maddi destek de bekliyoruz. Bütün önerilere açığız, burayı hep birlikte kurtaralım. Bölgenin su sorununu bu barajla çözüyoruz. Konut sorununu da çözüyoruz. Eserlerin kurtarılması konusunda da maddi desteği biz sağlayacağız. Ancak nasıl kurtarılacağı konusu Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın yetkisinde. Nasıl kurtarılması öngörülürse öyle yapacağız. Eserlerin taşınması gerekiyorsa taşıyacağız. Kopyalanması gerekiyorsa kopyalayacağız"

Yeni Şafak, 22.10.2010

ŞEHİR ÜNİVERSİTESİ'NDEN OSMANLI VE BİZANS SEMPOZYUMU

 

İstanbul Şehir Üniversitesi'nin düzenlediği 'Dünya tarihinde Bizans ve Osmanlı medeniyetleri' sempozyumu yerli ve yabancı çok sayıda tarihçiyi İstanbul'da buluşturdu.

 

Cemal Reşit Rey Konser Salonu'nda başlayan sempozyumun açılışında konuşan Şehir Üniversitesi Rektörü Prof.Dr. Gökhan Çetinsaya, dünya tarihini anlamak için yapılacak bir çalışmada Bizans ve Osmanlı medeniyetlerinin mutlaka yer alması gerektiğini vurguladı.

 Çetinsaya, "Bu iki imparatorluk 16 yüzyıl boyunca dünyanın büyük bir parçasına hakim olmuştur. Unutulmalarına rağmen ruhları hala tüm dünyada yankılanıyor. Bu iki dev imparatorluğun etkilerini kavramak gerçekten zordur. Ancak onların varlığını inkar etmek bugün bilinen anlamda medeniyeti inkar etmektir." dedi. Dünya Tarih Birliği Başkanı Alfred Andrea da dünyanın önde gelen Bizans ve Osmanlı araştırmacılarının 2 büyük imparatorluğun dünya tarihindeki yerini tartışmak için İstanbul'a gelmesini çok manidar bulduğunu dile getirdi.

 

İstanbul Şehir Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof.Dr. Kemal Karpat ise, Osmanlı İmparatorluğu'nun tarih içindeki yerine dikkat çekerek, "Osmanlı büyük bir uygarlığın ilk kurucusu ve büyük yöneticilere sahip bir imparatorluk olarak tarihin ta kendisidir." ifadelerini kullandı. Şehir Üniversitesi ve Dünya Tarih Birliği'nin ortaklaşa düzenlediği sempozyum, 3 gün sürecek.

Zaman, 22.10.2010

REÇETESİNİ AÇIKLADI: DÜNYAYA SANAT SATALIM

 



İstanbul Kültür Sanat Vakfı'nın Şişhane'deki yeni binasındayız. Üst kattaki X Restaurant'ta... 8 ay önce vakfın başına geçen Bülent Eczacıbaşı, 'Yönetim Kurulu Başkanı' sıfatıyla ilk basın toplantısını yapıyor.


1972 yılında kurulan İKSV'nin İstanbul'un kültür ve sanat hayatında 'fark'lı bir yeri var. O da şu: 'Kültür-sanat' denilen muğlak şeyi tanımlamak, 'çeşni' olmaktan çıkarıp kurumsallaştırmak... Yani Türkiye'nin alışık olmadığı ama çok ihtiyaç duyduğu 'modern' bir duruş...


Bülent Bey'in İKSV için yaptığı ilk açıklamalara da bu 'tavır' damga vurdu: Profesyonel yöneticilik... Önce bir 'durum değerlendirmesi' yaptı ve mali durumu anlattı. Birikmiş olan borçların 3 bankadan alınan 10 yıllık krediyle 'düzen'e girdiğini, günlük borç baskısından kurtulup nefes aldıklarını anlattı. Yeni binanın bütçeyi çok sarstığını, birçok proje için maddi desteğe ihtiyaç duyduklarını söyledi. Bu arada Eczacıbaşı Holding'in vakfa 10 milyon lira bağışladığını ve sponsorluk sisteminin de yeniden düzenlendiğini açıkladı. Artık İKSV etkinliklerine sponsor olan kuruluşlar, o projeye ait masrafların en az üçte birini üstlenecek. Mali bilanço bu...


Yeni dönem 'vizyon'una gelince...
Bülent Bey, bu vizyonu 'Biz nasıl bir vakıf istiyoruz?' sorusuna yanıt arayarak belirlediklerini söyledi ve çok önemli üç madde sıraladı: l İstanbul'u dünya kültür-sanat başkentleri arasına  taşımak. l Ulusal ve evrensel, geleneksel ve çağdaş değerler arasında kalıcı bir etkileşim sağlamak. l Kültür-sanat politikalarının oluşturulmasında etkin rol oynamak.


Bu metinde bence çok önemli ayrıntılar var. İlki, masadaki bir-iki gazetecinin tuhaf bir endişeyle 'Eksen kayması mı?' dediği gelenek ile modern arasında köprü kurma hedefi. Türkiye'deki birçok meselenin anahtarı olan bu meseleyi İKSV'nin bir duruş olarak öne çıkarması çok önemli.

 

İkincisi İKSV'nin artık İstanbul için başarılı etkinlikler yapan bir kurum olmanın ötesinde 'kültür ve sanat' politikalarına yön veren 'sivil bir güce dönüşme isteği... Bu da çok önemli. Çünkü Türkiye'de el yordamıyla belirlenen kültür-sanat politikalarının İKSV tecrübesine ve profosyonelliğine ihtiyacı var. Bu arada Bülent Bey'in eksen kaymasına 'Kültür mirasının hiçbiri dışlanamaz', 'Muhafazakar kesimi kazanma isteği mi?' sorusuna da 'Muhafazakar ya da başka bir tanım yapmak istemiyorum. Ama bizim geleneksel-çağdaş yorumlarımız o kesimi rahatsız edebilir' ironisiyle cevap verdiğini de aktarayım.

Özeti... 38 yıldır bu kentin kültür-sanat hayatını belirleyen İKSV, Bülent Eczacıbaşı'nın yönetiminde işin zihinsel arka planıyla da ilgilenecek. İhtiyacı saptayacak, çözüm sunacak, yol gösterecek. Türkiye'nin asıl ihtiyacı da bu...

 

* Bülent Eczacıbaşı toplantıda İKSV'nin devletten aldığı yardımın bütçesinin yüzde 10'u civarında olduğunu, bu oranın gelişmiş ülkelerde yüzde 50-60'a kadar çıktığını açıkladı. Ancak eğitim, sağlık gibi birçok sorunu olan hükümetin iyi niyetine kesinlikle inandığını söyledi. İstanbul Modern'in Başbakan Erdoğan'ın çabasıyla ve AKP iktidarında açıldığını hatırlattı.

* İKSV yeni dönemde İstanbul'un bir kültür başkentine dönüşmesi için aktif rol üstlenecek, bu dönüşümün ekonomik getirisini de anlatacak. İşte Eczacıbaşı'ndan ilk veri: ABD'de yapılan bir araştırmaya göre, kültür yatırımları kent ekonomisini canlandırıyor. 4 milyon dolarlık kültür yatırımı, 30 milyon dolarlık bir ekonomi yaratıyor. 1'e 7, birçok yatırımcının hayal edemeyeceği bir rakam...

* Önemli bir bakış açısı da 'kültür sanat'ın pazarlanması... Sızlanmamanın, 'bütçe yok, kimse sanatla ilgilenmiyor' diye yakınmanın bir işe yaramadığını düşünen Eczacıbaşı, toplantı boyunca Türkiye'nin kültür ve sanatını dünyaya pazarlaması gerektiğini söyledi: Kaliteli işler yapmak yetmiyor. Tanıtmak, anlatmak ve insanlara ulaşmak gerek. Türkiye'de birçok büyük şirket kuruluyor. Müthiş bir potansiyel var. Onları da bu alana çekmek için 'Ne yapabiliriz?' diye düşünmeliyiz.

Akşam, Haber: Mehmet Kenan Kaya, 22.10.2010

ULUCANLAR KAVGASI

 

Altındağ Belediyesi’nin tarihi Ulucanlar Cezaevi restorasyonu sürecinde projeye aykırı davrandığını öne süren mimarlar, cezaevine girmek istedi ancak, görevliler mimarları içeri almadı.


Adalet Bakanlığı, Altındağ Belediyesi, Ankara Barosu ve Mimarlar Odası’nın birlikte imzaladığı protokol kapsamında, restorasyon sürecine Mimarlar Odası adına katılan proje yürütücüleri, cezaevi kapısı önünde gazetecilere açıklamalarda bulundu. Yapılan açıklamada,
şu ifadeler kullanıldı:
“Burada bu mekan üzerinden Ulucanlar Cezaevi’nin siyasi tarihini okuma atölyesi yapmak istiyoruz. Ancak izin verilmiyor. 2006 yılı Ağustos ayında Ulucanlar Cezaevi boşaltıldığında Ankara Büyükşehir Belediyesi burayı yıkarak, Ayakkabıcılar Çarşısı yapmayı planlıyordu.
 

Mimarlar Odası Ankara Şubesi, 2007 yılında bütün toplumsal kesimleri bir düş oluşturmaya çağırmış ve bu cezaevinin siyasi belleğinin gelecek kuşaklara aktarılmasına olanak sağlayacak bir yarışma açmıştı. Bu yarışmayla birlikte Ulucanlar Cezaevi’nin Kültür ve Koruma Kurulu tarafından tescillenmesini de sağlandı.

 

Bu protokol kapsamında Mimarlar Odası’nın üzerine düşen görev bu binanın restorasyon sürecinde aslına uygun bir şekilde bütün geçmiş belleğini kaybetmeyecek şekilde restorasyon sürecinin yapılması ve onun denetlenmesiydi. Bugün geldiğimiz noktada, içerde bir restorasyon süreci devam ediyor. Ne yaptıklarını bilmiyoruz. Ama kapısından görüyoruz ki, cezaevinin kapısı bizim gördüğümüz 2006 yılında ailelerin gelip kapısında beklediği bir cezaevi kapısı değil.

 

Mekan üzerinden siyasi bir tarih okumaya olanak verecek bir yapılaşma ve restorasyon süreci olmadığından dolayı bizi içeriye almadıklarını düşünüyoruz. Burada duvarlara ‘Gel 300 gün gel’ gibi garip garip, daha önce olmayan yazılar yazılmış. Buranın gelir geçer kursların yapıldığı kafeterya haline dönüştürüldüğü ve belki de bir iftar mekanı olmasını sağlamayı planlıyor.”

Hürriyet Ankara, Haber: Eray Görgülü, 22.10.2010

HES TARİHİ KÖPRÜYÜ DE YUTACAK

 

 

Geçtiğimiz günlerde törenle açılışı yapılan Çine Barajı ve hidroelektriksantral’da (HES) su tutulmaya başlandı. Eski Muğla-Aydın Karayolu (Gökbel Vadisi) üzerindeki tarihi İnce Kemer Köprüsü baraj alanında bulunuyor. Barajın su tutmaya başlaması ile köprü tartışmaları yeniden alevlendi. İzmir 2 No.lu Anıtlar Kurulu, Aydın sınırları içinde kalan barajın yapımının başladığı yıllarda, İnce Kemer Köprüsü’nün taşınması yönünde karar vermişti. Muğla Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu ise, Muğla sınırları içinde kalan tarihi köprü için, “50 yıl sonra suların çekileceği gerekçesi ile baraj suyunun altında kalması” yönünde karar vermişti. Çevreci ve tarihçiler; “Allianoi ve Hasankeyf gibi tarihi mirasımızın sular altında kalmasına İnce Kemer Köprüsü’nün ve Fresklerin de eklenmiş olması üzücü bir durumdur” diyor.


Halk arasında “Gelin Geçmez Köprüsü” olarak da bilinen, mitolojik söylencelerde ise Çoban Marsias Köprüsü olarak geçen İnce Kemer Köprüsü’nün kimler tarafından yaptırıldığı yönünde bir bulgu bulunmuyor. 5 ile 6. yüzyıla ait Roma dönemini yansıtan kabartmalar ise, Bizans dönemine ait ilk Hıristiyanların tapınmak amacıyla yaptığı İsa, Meryem ve Havariler Freskleri olarak biliniyor. Tarihin yok olmasına karşı gerekli önlemlerin alınmasını isteyen tarihçiler ve çevrecilerin ortak görüşü ise şöyle: “Hiç olmazsa Muğla Anıtlar Kurulu’nun ‘tarihi mirasın su içinde bozulma ve yıpranmasını önleyici teknik ve bilimsel önlemlerin alınması, bu işlem yerine getirilmeden söz konusu anıtsal yapıyı su altında bırakacak uygulamaya geçilemeyeceğine’ dair verilen kararının gereği yerine getirilmelidir."

 

Çevreciler, baraj yapımı sırasında Çevre Etki Değerlendirmesi (ÇED) yapılmadığı ve yöredeki taşkınların tarımsal üretime verdiği zarar nedeniyle kamuoyunun bu konuda ısrarcı olmadığı, Büyük Menderes Platformu'nun DSİ 21. Bölge Müdürlüğü nezdindeki girişimlerinin de cılız kaldığı yönünde eleştiriler yapıyor. Çine Çayı’ndan akan su, Büyük Menderes Nehri, Büyük Menderes Deltası ve Bafa Gölü gibi doğal alanlara gidiyor. Baraj yapımıyla bu engellenmiş olacak.

Birgün, Haber: Gülsan Candemir, 22.10.2010

İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ'NDE KÜLTÜRE VE SANATA YER YOK

 

İstanbul Üniversitesi ‘nde (İÜ) Öğrenci Kültür Merkezi (ÖKM) kapatılarak uzaktan eğitim fakültesine çevrildi.


Kültür merkezleri kapatılan öğrenciler bir yandan bundan sonra faaliyetlerini nasıl gerçekleştireceklerini düşünürken bir yandan da akademik özgürlükler, harçlar ve sivil polislere yer tahsisi kararıyla cebelleşiyor.


İstanbul Üniversitesi öğrencileriyle ÖKM’nin kapatılarak uzaktan eğitim fakültesine çevrilmesini ve okul yönetiminin yeni yönergeyle tüm öğrenci kulüplerini hizaya sokma ‘operasyonu’ üzerine konuştuk.

ÖKM’nin yıllardır tiyatrodan müziğe, fotoğraftan sinemaya, felsefeden sosyal bilimlere kadar birçok alanda bir üretim merkezi olduğuna dikkat çeken Sosyal Araştırmalar Kulübünden Elçin Fırat “Üniversitemizde öğrencileri birleştiren tek yer ÖKM’ydi. Fakülteler arası geçiş yasağı varken ÖKM kulüplerinin fakültelere dağıtılmasının bir önemi yok. ÖKM’nin kapatılmaması için birçok eylem yaptık. ÖKM önünde nöbet tuttuk ama yalnızca bir gün gitmememiz tabelayı indirmeleri için yeterli oldu. Uzaktan eğitim fakültesine çevrildi. henüz sonuçlanmadı ama bu süreçte bir de dava açıldı yürütmeyi durdurmak için” dedi. Gerçekleştirilen kapatmayla kendisiyle bu kadar övünen üniversitenin kültüre ve sanata verdiği değeri göstermiş olduğuna dikkat çeken Fırat “Üniversitenin açılışında bizleri taş odalara yerleştireceklerini söyledi rektör ama o odaların restore edilmesi gerektiği için bir yıldan az bir sürede kullanılamayacağı söyleniyor. Açıkça bizlere ‘sizi engellemek istiyoruz’ deniliyor zaten” diye konuştu

Öğrenci kulüpleri için hazırlanan yeni yönergede ceza alan öğrenciler kulüp kuramaz diye bir maddenin olduğunun altını çizen SBF\Sinema ve Kültür Kulübü Üyesi Can Karakaş “Ben de afiş asmak yüzünden ceza alan öğrenciler arasındayım. Hem de 6 aylık bir ceza aldım bu sebeple. Ben üç yıldır bu kulübe emek vermişken bu yönergeyle benim emeğimi çöpe atmış oluyorlar. Okulumuzun her köşesi reklam panoları ve afişleri ile kaplanmışken bizlere afiş asmaktan dolayı aylarca ceza verilebiliyor. Çalışma yürütmek çok zor çünkü bir etkinlik için haftalarca izin çıkmasını bekliyorsunuz. İzinli yapılan kulüp etkinliklerimizde bile sivil polislerce sürekli izleniyor taciz ediliyoruz. Toplumsal duyarlılığı olan işler yaptığımız için baskı görüyoruz. ÖKM kulüplerini fakültelere dağıttıklarını söylüyorlar ama fakülte kulüpleri için de durum farklı değil. Aynı uygulamaya ve yönergeye biz de tabiiyiz. yönergenin tüm öğrenci kulüpleri için uygulanması gündemde şu an” şeklinde duruma tepki gösterdi.
 

ÖKM kulüplerinin sayısı çok olduğu için bütçenin yetmediğinin öne sürüldüğüne vurgu yapan Halk Bilim Kulübünden Hafize Akyıldız “Türkiye’de en büyük bütçeye sahip devlet üniversitesi ÖKM’nin kapatılmasına gerekçe olarak kültür ve sanata bütçe ayıramamasını sunuyor bizlere; bir taraftan da kulüplerin fakültelere dağıtıldığını söylüyor. Ama fakültelerde bizim dağıtılabileceğimiz bir alanlar kısıtlı. Öğretim görevlileri bile 5-6 kişi olarak bir odada bir araya konulurken bizim gibi geniş odalara ihtiyaç duyan kulüplere nasıl yer vereceksiniz” diye sordu. İlk 500 üniversite arasına girmekle övünen bir okulda bütçe ve yer sıkıntısı gibi nedenler öne sürülmesinin anlamsız olduğunu belirten Akyıldız “Yine aynı üniversitede devasa paralar harcanarak sözde ‘öğrenci şenliği’ düzenlenebiliyor. Büyük içki firmalarının sponsorluk ettiği ve öğrencilerin kararlar alınırken dışında tutulduğu şenlikler yapılabiliyor” şeklinde konuştu.
 

Öğrenciler için üreten ve bilimsel çalışmalar yürüten kulüpleri yıldırmak için elinden geleni yapan yönetimin diğer taraftan büyük firmaların CEO’larına kapılarını sonuna kadar açtığına dikkat çeken İktisat Fakültesi\ Sosyal Bilimler Kulübünden Hakan Bozyurt “Dünyada ilk yüzü hedefleyen üniversitemiz, öğrencilerin en doğal ihtiyaçlarını sosyal kültürel faaliyetlerini kısıtlayabiliyor. Öğrenci kongrelerine gitmek için bir kaç ay otobüs verilmesini ya da akademik kaygılarla bir etkinlik yapmak istediğimizde günlerce bürokratik işlemlerle uğraşırken çok ünlü bir tatlı firmasının sahibi hiç beklemeden koca koca salonları saatlerce kullanmak üzere satın alabiliyordu. Sadece ÖKM kulüpleri olarak değil fakültede de alternatif olmak istiyorsanız öğrenciler için yönetimin gözüne batıyorsunuz” diye konuştu.
 

ÖKM’deki birçok kulüp gibi felsefe ve edebiyat alanında öğrenciler olarak bir alternatif olmak için çabaladıklarını söyleyen Felsefe Edebiyat Kulübünden Sait Çakır, “Kendi aramızda atölye çalışmaları, okumalar, tartışmalar yapıyorduk ama artık yapamıyoruz. ÖKM’nin kapanması büyük bir boşluk oluşturdu bu anlamda. Bizler burjuva basında düşüncelerinden dolayı kendilerine çok yer verilmeyen aydın-yazarlarla birçok etkinlik yapabiliyorduk ama artık yapacak bir alanımız yok” dedi.


Yönetimin üniversite içinde de kendi istedikleri dışında kimseyi kabul etmediğini belirten Çakır, “Artık birçok imkandan yoksunuz. Felsefe bölümlerinde sadece metafiziğin tartışılmasını isteyenler bunu başarıyor. Biz bütün bunlara alternatiftik ama artık olanaklarımız yok. Yine edebiyatın çok büyük bankaların yayın tekellerinde olduğunu düşünürsek yapılmak isteneni daha iyi anlarız. Bizlerin neleri okuyacağına, nasıl düşüneceğimize sadece kendileri karar versin istiyorlar, bunu dayatıyorlar. ÖKM, biz öğrenciler için bir alternatifti ama onu da aldılar elimizden” diyerek ÖKM’nin önemine vurgu yaptı.
 

İki sene öncesine kadar ÖKM kulüplerinin öğrenci şenliklerini düzenlediğini ama bu hakkın ellerinden alındığını dile getiren Halk Bilim Kulübünden Şafak Yayla “Üniversitede bir öğrenci şenliği olacaksa buna bizim karar vermemiz gerekirken yönetim bunu da bir kazanç aracı olarak kullandı. Kendi tekellerine aldıkları şenlikleri öğrencilerden rant sağlamak amacıyla bizlere danışmadan fikrimizi sormadan gerçekleştiriyor şimdi. Artık ÖKM de kapatıldı. Ezberci eğitime sıkıştırılmış müfredatlarla bilimsellikten daha da uzak hale getiriliyorken elimizdeki kulüpleri de almaya çalışıyorlar. Kapatmadaki bir amaç da öğrenciler arasındaki kolektif üretimi bozmak ve birlikteliği dağıtmak. ÖKM onlara alternatif olarak işliyordu. dayanışmayı kırmak ve ortak paylaşımı önlemek için bunu yaptılar” dedi.
 

ÖKM’den mezun olduğunu söyleyebileceğini ‘99’dan beri de ÖKM’nin etkinliklerini takip ettiğini ve hala drama kulübünün çalıştırıcıları arasında olduğunu belirten Bersi Yetkin “Daha önce de ‘ÖKM kapatılacak’ hikayesini çok duymuştuk ama sanatsal ve kültürel faaliyetlerimizle buna hiç izin vermedik. Ama bu sefer öğrencilerin okulda olmadığı yaz dönemine denk getirdiler bunu. Okullar kapalıyken yaptılar bunu; çünkü öğrencilerin tepkisi büyük olacaktı” diye görüş belirtti. ÖKM’nin uzaktan eğitim yeri olarak seçilmiş olmasının da tesadüf olmadığını vurgulayan Yetkin “Üreten öğrenciler yönetimin başına hep ‘bela’ oldu çünkü. Ama şimdi öğrencisiz bir merkez var istedikleri bu. 2010 yılında Avrupa Kültür Başkenti İstanbul. Ama aynı yıl büyük bir çelişki yaşanıyor: İstanbul’un en köklü hatta Avrupa’da da en ileri üniversiteleri arasında yer alan İstanbul Üniversitesi kendi kültür merkezini kapatıyor. Yeni yönergeyle fakültelerde kulüplerimizi yeniden kurmamamız için elinden geleni yapmış ama öğrenciler olarak bizler boş durmuyoruz. Bir araya gelip yine çalışmalarımıza ara vermeden devam ediyoruz. Üretmeye devam etmeliyiz. Örneğin bu kapatma sürecini konu alan bir oyun hazırlıyoruz. Elbette büyük bir boşluk var, maddi olarak bir yerimiz yok ama bu antidemokratik sürece karşı daha sağlam durmalıyız diye düşünüyorum” dedi.
 

11 yıldır ÖKM içerisinde tiyatro yaptığını ve kimlerin kulüp kurabileceğine okul yönetiminin karar verdiğini söyleyen Drama Kulübünden Gizem Kurtsoy “Anlayacağınız öğrenci kulübü kurmak için sadece öğrenci olmanız yetmiyor. Örneğin ben doktora öğrencisiyim; benim gibi yüksek lisans ve doktora öğrencilerinin kulüp kuramayacağını yazıyor yönergede. Bir de ‘bütçe sorunu’ varmış. Şu ana kadar biz birçok tiyatro şenliği düzenledik oyunlar çıkardık ama ödenek konusunda büyük sıkıntılarımız oldu. Öğrenciler olarak kostüm parasından kulüp lambasına kadar kendi cebimizden paralar ödeyerek ÖKM’de çalışmalarımızı sürdürmeye çalıştık. Ayrıca ÖKM bünyesinde çalışmalara katılmış bir sürü sanatçı var şu anda. Hasibe Eren gibi birçok oyuncu, Sesler ve Düşler gibi birçok müzik grubunu yetiştirdi ÖKM” dedi.

ÖKM’nin para kazandırmadığı için kapatıldığını yerine kurulan uzaktan eğitim merkezinin üniversiteye hiçbir masrafı olmadan çok büyük paralar kazandırdığını belirten Drama Kulübü'nden Özlem Dönder “ÖKM’nin kapatılmasındaki bu ticari düşünce, Atatürk Kültür Merkezinin kapatılarak alışveriş merkezine çevrilmesi düşüncesinden bağımsız değil. Aynı zihniyeti tartışıyoruz aslında. Bu zihniyet her şeyden rant sağlama ve kar etme üzerine kurulu. Bizlere ÖKM’de faaliyet yürütürken sinekten yağ çıkarırcasına ödenek ayıran (Daha doğrusu zorla aldığımız) yönetim kapatma mazeretini bütçe olarak açıklayamaz. Bunun gerekçesini para kazandırmıyor olmamızla açılayabilir ancak” dedi.

Daha önce de çeşitli bahanelerle ÖKM’nin kapatılmaya çalışıldığını vurgulayan Sinema Kulübünden Özen Yılmaz “Öğrenci kulüplerine birçok saldırı oldu, merkezimizin kapısına kilit vuruldu defalarca ama bunlarla ÖKM’nin faaliyetlerini engelleyemediler. Yasal bir şey gerekiyordu ve yeni hazırlanan yönergeyle bunu başardılar. Öğrencilere ve kulüplere sormadan birtakım kararlar aldılar ve bizlere de bunlara uyacaksınız,uygulayacaksınız bu kuralları dediler. Tamamen bir dayatma söz konusu” dedi.


ÖKM’nin neden bu kadar kapatılmak istendiğine bakmak gerektiğini belirten Yılmaz “Çünkü bize sunulana karşı bir alternatiftik. Kültürümüzden, iyiden, güzel olandan bahsediyorduk. Öğrenciler olarak bizlerin düşünmesi, üretmesi ve sorgulaması okul yönetimini rahatsız etti. Üniversitemizde sivil polislere yer tahsis edilirken, her yer kameralarla çevrilmişken ve bizlere bir kulüp afişi astığımız için cezalar yağdırılıyorken ÖKM’yi kapatarak bize şunu söylüyorlar aslında: ‘Burada sosyal kültürel faaliyette bulunamazsınız!’ Bu açıkça sanata ve kültüre düşmanlıklarını gösteriyor. Bizler üretmek ve paylaşmak istiyoruz. Yönetim rektörlük binasını bunun için çok iyi kullandığını belirtiyor ama oraya da biz öğrencilerin girmesine izin vermiyorlar. ÖKM tüm öğrencilerin hiçbir ayrım olmadan tüm faaliyetlerden yaralandıkları bir yerdi. Şimdi yerinde hiçbir alt yapısının hazır olmadığı uzaktan eğitim fakültesi var” diye konuştu.

Evrensel, Haber: Dilek Yağlı, 21.10.2010

ŞAM'DAKİ SÜLEYMANİYE KÜLLİYESİ'Nİ TÜRKİYE RESTORE EDECEK

 

Şam'daki Süleymaniye Külliyesi'nin Türkiye-Suriye işbirliğinde restorasyonu projesinde son aşmaya gelindi. Son Osmanlı Padişahı Vahdettin'in ve hanedanın 17 üyesinin kabirlerinin bulunduğu külliyenin restorasyon çalışmasının 1 ay içinde başlaması planlanıyor.

 

Türkiye'nin Şam Büyükelçisi Ömer Önhon, Suriye ile Türkiye arasında 2,5 yıl önce Süleymaniye Külliyesi'nin restorasyonu için anlaşma imzalandığını hatırlatarak, "Teknik düzeyde imzaların tamamlanması aşamasındayız. Zannediyorum 1 aya kadar ihaleye çıkılacak ve bütün külliyeyi kapsayan fiili restorasyon çalışmaları başlayacak." dedi. Restorasyon çalışmasının aslına uygun şekilde yapılacağını anlatan Önhon, "Hasar, cami kısmında ve arastada var. Bir yerde çökme var. Barada Nehri bu bölgeden geçiyor. 2-2,5 sene içinde restorasyon çalışmasının tamamlanacağına inanıyorum." bilgisini verdi.

 

1500'lü yıllardan kalma külliyenin restorasyonunu TİKA üstleniyor. 7 bin metrekarelik alan üzerinde kurulu tarihi eser, Süleymaniye Camii, Selimiye Medresesi, İmarethane ve Arasta olmak üzere 4 bölümden oluşuyor. Uzmanların tespitlerine göre, külliye içinde en fazla hasarı cami görmüş. Caminin çökme tehlikesi taşıyan kubbe kısmı, özel olarak hazırlanan tahta ve demir desteklerle ayakta tutuluyor. İbadete kapalı olan cami, restorasyon tamamlandıktan sonra ibadete açılacak. Projesi Kanuni Sultan Süleyman tarafından Mimar Sinan'a hazırlatılan Süleymaniye Camii'nin, Mimar Sinan'ın Kanuni Sultan Süleyman adına yaptığı ilk cami olduğu öğrenildi. Osmanlı hanedanı üyelerinin kabirlerinin bulunduğu kısım da restore edilecek.

Zaman, 21.10.2010

"MAĞARA TURİZMİNDEN YARARLANAMIYORUZ"

 

Erzurum’un İspir'e İlçesi Maden Köprübaşı Beldesi'ndeki Elmalı Dağı'nda bulunan mağara, sarkıtları, dikitleri, traverten havuz ve gölleri ile bir tablo gibi.Bu güne kadar yaklaşık bir kilometrelik bölümü yöre halkı tarafından keşfedilen mağaranın diğer bir ucuna henüz kimsenin gitme cesaretini gösteremedi bildirildi.

1914- 1915 yılları arasında Ermeni zulmünden kaçan Türklerin sığınak olarak kullandığı mağaraya 5 bin kişi rahatlıkla sığabileceğini söyleyen İl Genel Meclis Üyesi Tahsin Bayramoğlu, Elmalı Mağarası'nın astım hastalığına iyi geldiğini belirtti. Bayramoğlu, "Antalya'nın Damlataş, Gümüşhane'nin Karaca'sı varsa bizimde Elmalı mağaramız var. Dünya harikası bir yer olan bu mağarayı hizmete açabilirsek yöre halkı ihya olur. Ama ne yazık ki ülkemizde böyle tabiat eserleri atıl durumda bekletiliyor" dedi.

Maden Köprübaşı Beldesi'nin Elmalı Mahallesine 800 metre uzaklıktaki mağaraya yıllardır yöre halkının gittiğini ifade eden Bayramoğlu, "Mağara tabiat güzelliğinin yanında astım hastalığının şifa kaynağı. Mağara ayrıca tarihe da ışık tutuyor. Ermenilerin zulmünden kaçan binlerce kişi bu mağaraya saklanmış. Şu an için mağaranın bir kilometrelik bir bölümünü ortaya çıkarıldı. Daha ilerisine gidemiyoruz. Mağaranın yolu ve aydınlatılması yapılırsa burası dünya turizmine açılır" diye konuştu.

Erzurum Gazetesi, 21.10.2010

PERU'DA
KUTSAL SAYILMAYAN
MUMYA BULUNDU

 

Peru'nun başkenti Lima'daki Huaca Pucllana bölgesinde yapılan kazılarda bulunan bir gömütün içinden Wari mumyası çıktı.

İspanya öncesi kültüre ait mumya antik bölgelerde bulunan ve kutsal sayılmayan ilk mumya oldu.

Mumyanın 1160'a tarihlendiği bildirildi.

Cnn Türk, 21.10.2010

BÜYÜKADA'YLA REZİ'DANS'

 



İstanbul'un cennet mekanlarından Büyükada'da rezidans polemiği yaşanıyor. Tartışma konusu, 1. derece sit alanı olan ve 1/1000'lik planı bulunmayan bölgede 20 yıl önce yapımına başlanıp geçen yıl yıkılan Lido Otel'in yerindeki inşaat.

Lido Otel inşaatı, mahkemece durdurulmuş, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan da ada ziyareti sırasında, yarattığı görüntü kirliliğine çözüm bulunmasını istemişti. İnşaat geçen yıl Adalar Belediyesi'nce yıkıldı.


Şimdi yerine 30 rezidans ve alışveriş merkezi yapılması planlanıyor. Proje için 5 Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'ndan izin çıktı. Ancak, Adalar Kent Konseyi Çevre Komisyonu ve bir vatandaş, mahkemeye başvurdu. Belediyenin uygulama imar planı olmayan yere inşaat izni verdiği belirtilerek, durdurulması istendi.


Koruma Kurulu üyesi Kutgün Eyüpgiller, 'Bu, adaların ölüm fermanına davetiye çıkarır. Yapılaşma koşullarına uygun değil' diyerek itiraz etti. Mimarlar Odası Başkanı Eyüp Muhçu ise, 'Uygulama imar planı olmayan Adalar'da yasa uyarınca sadece geçiş dönemi yapılaşma olabilir. Bu ve benzeri bölgelerde inşaat şartları bellidir. Ayrıca arazinin tamamına 5 emsale denk gelecek inşaat yapılması büyük sıkıntılara yol açar' dedi.

 

Adalar Kent Konseyi Çevre Komisyonu Çalışma Grubu yöneticileri 'Tamamı doğal sit alanı olan yerde yapılacak proje imar mevzuatlarına aykırı. Turizm lejantı olan alanda AVM veya rezidans yapılması büyük suç. Arazinin tamamına 3 emsal inşaat yapılsa bile 7 bin 500 metrekare hakkı olur. Burada yaklaşık 14 bin metrekare inşaat yapılıyor. Bu şartlar İstanbul'da dahi yok' diye konuştu. AVM'yi yapan şirketin bir yetkilisi ise 'Bölgenin sit alanı olması sıkıntı yaratmadı çünkü ruhsatı aldık. Bizim için inşaata başlarken 3 şey önemlidir: Mülkiyet, satılabilirlik ve ruhsat. Terrace Lido'dan sonra Büyükada daha fazla gidilmek istenen bir yer olacak. İşletme için görüşmeler sürüyor. Prensip olarak 2 yıl işin içinde kalacağız' dedi.  Rezidanslar, Ada kültürü ve Lido nostaljisini yansıtmak üzere, yazlık-kışlık olarak planlandı, 2 ayrı stil belirlendi.

Akşam, Haber: Ercan Öztürk, 21.10.2010

URFA KALESİ ETRAFINDAKİ EVLER KAMULAŞTIRILIYOR

 

 

Şanlıurfa Belediye Başkanı Ahmet Eşref Fakıbaba, Şanlıurfa'nın 11 bin 500 yıllık tarihiyle çığır açması gerektiğini vurgularken, tarihi değerlerin korunması noktasına çalışmaların sürdüğünü ifade etti. Fakkıbaba, tarihi kale etrafındaki evlerin yüzde 90'ını kamulaştırmayı hedeflediklerini belirtti.

 

Şanlıurfa Turizm Geliştirme Derneği Yönetim Kurulu üyeleri, Belediye Başkanı Ahmet Eşref Fakıbaba'yı makamında ziyaret etti. Ziyaretleri sırasında Şanlıurfa turizmini ve sorunlarını ele alan dernek yöneticileri ve başkan Fakkıbaba, belediyenin sürekli hareket halinde olduğunu vurguladı.

Turizmci dernek yöneticilerinin Başkan Fakkıbaba ile yaptıkları ziyarette şehrin turizm sorunlarını dile getiren Başkan Rahime Yaşar, yeşil alanların bakım ve korunması hususunda görüş ve düşüncelerini paylaştı. Fakkıbaba, dernek olarak turizm işletmelerine anket formu dağıtacaklarını, gelişen turizm yapılanmasında yeni tur olanakları hazırlayıp, geniş katılımlı bir turizm konferansı planladıklarını açıkladı.

Turizm noktasında karşılıklı fikir beyan edilen ziyarette Fakıbaba, Dünya Tarihi Kentler Birliği toplantısındaki izlenimlerini aktardı. Fakıbaba, "Japonya'da katıldığımız Dünya Tarihi Kentler Birliği toplantısında, millet bir asırlık kentleriyle övünürken 11 bin 500 yıllık kent tarihimizle çığır açmamız gerek, 2014 yılına kadar sizlerin bile hayal edemeyeceği çalışmalar ortaya koyacağız." dedi.

 

Belediyenin hareket halinde olduğunu ifade eden Fakıbaba, tarihi eserleri takip ettiklerini, usulsüzlükleri savcılığa sunduklarını söyledi. Fakıbaba, kale civarındaki evlerin yüzde 20'sini kamulaştırdıklarını, hedeflerinin ise yüzde 90 olduğunu ifade etti.


Fakıbaba, turizmin gelişmesi ve mevcut yapıların korunması noktasında tüm Şanlıurfa halkını, kamu kurum ve kuruluşlarının el ele bir bütün halinde çalışmasının önemine dikkat çekti. Başkan Ahmet Eşref Fakıbaba, belediyeyi aşan konularda vekillerin devreye girmesi gerektiğini ve belediye sorunları için hükümetin belediyelerden sorumlu bir bakanlık kurması gerektiğini söyledi.

Habertürk, 21.10.2010

SALDIRIYA UĞRAYAN SERGİ ŞİMDİ DE ÇALINDI

 

 

Bimeras Kültür Vakfı tarafından 4. kez düzenlenen iDANS Uluslararası Çağdaş Dans ve Performans Festivali kapsamında Üsküdar, Beşiktaş ve Kadıköy meydanları için planlanan “Free Zone Istanbul/Serbest Bölge İstanbul” adlı sergide yer alan eserler bu kez de çalındı. Serginin Beşiktaş ayağındaki eserler 16 Ekim’de saldırıya uğramıştı.

 

Bir grup, sergide yer alan bir objeyi beğenmedikleri gerekçesiyle devirerek parçalamıştı. Parçalanan eserde, hava meydanlarındaki ibadet bölgesi işaretine gönderme yapılıyor, üç dinin simgelerinin yanında Atatürk’ün resmi yer alıyordu.  Sergi Beşiktaş’ın ardından 18 Ekim’de Kadıköy ve Üsküdar meydanlarına yerleştirildi. Fakat dün Üsküdar Meydanı’ndaki 25 sanat eserinin çalındığı açıklandı. Bimeras Kültür Vakfı yetkilileri eserlerin dün 10-15 kişilik bir grup tarafından sergi alanından kaldırıldığını öğrendiklerini ifade etti. Ayrıca “Üsküdar Meydanı’ndaki esnaf, eserleri çalan gençleri görmüş ama kim olduklarını bilmediklerini söylediler” denildi. Uluslararası üne sahip tasarımcılar Rosan Bosch ve Rune Fjord’un tasarladığı sergi, alışılmış işaretleri dönüştürerek kent mekanlarındaki bazı alışkanlıklara ve kurallara mizahi bir bakış getiriyor.

Milliyet, 21.10.2010


******


SERGİYİ ZABITALAR TOPLAMIŞ

 

 

Bimeras Yönetim Kurulu Başkanı Aydın Silier, Bimeras Kültür Vakfınca düzenlenen iDANS Uluslararası Çağdaş Dans ve Performans Festivali kapsamında Üsküdar'da izlenime sunulan ''Free Zone Istanbul'' (Serbest Bölge İstanbul) sergisinden çalındığı iddia edilen 25 metal tabelanın, Üsküdar Belediyesi zabıta ekiplerince toplandığını bildirdi.

Silier, Üsküdar Belediyesi zabıta ekiplerince 25 metal tabelanın tekrar Üsküdar İskele Meydanı'na getirilmesi sırasında gazetecilere yaptığı açıklamada, 18 Ekim'de kurulan serginin dün yerinde olmaması üzerine, durumu Üsküdar Belediyesi ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi zabıtasına sorduklarını söyledi.

 

Zabıta ekiplerinin de sergiden haberleri olmadığını bildirmesi üzerine metal tabelaların çalındığını düşündüklerini ifade eden Silier, şunları kaydetti:
"Daha önce Beşiktaş'ta kurulan sergiye saldırı olmuştu. Biz bunun üzerine böyle bir şeyle karşılaşınca çalındığını zannettik. Durumu polise bildirdik. Ama sergi tabelaları çalınmamış. Büyükşehir Belediyesi'nden gelmesi gereken bir evrak gecikince, Üsküdar Belediyesi zabıta ekipleri sergiyi toplamışlar. Sergi tabelalarının çalınmadığı bugün ortaya çıktı. Zabıta ekipleri de 25 metal tabelayı tekrar sergilenmek üzere Üsküdar İskele Meydanı'na getirdi."

Sergide bulunan 25 metal tabela, vakıf çalışanları tarafından İskele Meydanı'nın çeşitli noktalarına yerleştirildi.

Habertürk, 21.10.2010

ALİ AĞA KONAĞI YIKILMAK ÜZERE

 

 

Diyarbakır'ın Silvan İlçesi'ndeki tarihi Ali Ağa Konağı, ilgisizlikten yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kaldı.

 

Silvan İlçesi Kale Mahallesi'nde bulunan tarihi Ali Ağa Konağı'nın koruma altına alınmasını isteyen mahalle sakinleri, yetkililerden yardım beklediklerini ifade ettiler. Vatandaşlar, Sur Üstü Sokak'ta bulunan binlerce yıllık tarihe sahip evlerin de koruma altına alınmasını istediler. Mahalle sakinleri, "Bölgemizde bulunan nadir tarihi yapılardan biri Ali Ağa Konağı'dır. Tarihi Ali Ağa Konağı'nın duvarlarının bir kısmı ayakta kalmışsa bile üst örtüsü tamamen yıkılmıştır. Tarihi yapı koruma altına alınmadığı için her geçen gün gözlerimizin önünde yok oluyor. Yetkililerden bu tarihi yapının koruma altına alınıp, tadilatını yapmasını bekliyoruz" dedi.

Konağın 1890 yıllarında yapıldığını söyleyen Ali Ağa'nın torunu Galip Özkan, "120 yılık bir tarihi binadır. Ali Ağa Konağı 1890 yılında yapılmış. Günümüzde tarihe verilen değer ortada. Kültür Bakanlığı tarafından tescillenen bu tarihi konak maalesef ilgisizlikten bu hale geldi. Kültür Bakanlığı tarafından tescilli olduğu için hiçbir bakım ve onarım yapamıyoruz. Ne yıkabiliyoruz ne de onarım yapabiliyoruz. En büyük endişemiz tarihi binadan geriye kalan tek duvarın birilerinin üstüne yıkılmasıdır. Yetkililer bu konuda duyarlılık gösterip, bu duvar kimsenin başına yıkılmadan tedbir almalıdır. Tarihi konak büyük bir tehlike arz etmektedir" diye konuştu.

Haber Diyarbakır, 21.10.2010

KÜRESEL MİRAS FONU: ANİ VE HASANKEYF YOK OLMA TEHDİDİ ALTINDA

 

Dünya üzerindeki kültürel mirasların korunmasını amaçlayan Küresel Miras Fonu tarafından yayımlanan raporda, yok olma tehlikesi altında olan kültürel miraslar arasında Ani Harabeleri, Hasankeyf ve KKTC’deki Gazimağusa yer aldı.

 

Raporda Hasankeyf’in sular altında kalacağı vurgulanırken, Ani Harabeleri’nin yetersiz yönetim ve yağma, Gazimağusa’nın da yine yetersiz yönetim ve kalkınma baskıları yüzünden risk altında olduğu belirtildi. Turizm bölgesi olma potansiyeli varken yok olma tehlikesi yaşayan bölgeler arasında Bangladeş’teki Mahasthangar, Guatemala’daki El Mirador, Haiti’deki Sans Souci Sarayı, Hindistan’daki Maluti Tapınağı, Irak’ın Ninova bölgesi de yer aldı.

Milliyet, 20.10.2010

GİZEMLİ MAĞARALAR

 

 

Van'ın Gürpınar İlçesi'ne bağlı Yedisalkım Köyü yakınlarında bulunan ve duvarlarındaki figürler ile dikkati çeken Put Mağaraları, araştırılmayı bekliyor.

İlçeye 56 kilometre uzaklıktaki Yedisalkım Köyü sınırlarında 7 kilometre uzunluğundaki Başet Kanyonu'nda yer alan Put mağaraları, duvarlarındaki tarih öncesi devirlere ait figürlerle dikkati çekiyor.

Kültür ve Turizm İl Müdür Vekili Salih Tatlı, AA muhabirine yaptığı açıklamada, yöre halkı tarafından Put Mağaraları olarak adlandırılan dört mağaranın, kanyonun güney yamacında, vadi tabanından 80 metre yükseklikte bulunduğunu belirtti.

Mağaraların önündeki doğal teras ve iç yapısıyla iki bölümden oluştuğunu vurgulayan Tatlı, mağara duvarlarının, açık kırmızı ve koyu kahve renkler kullanılarak neolitik dönemde yapıldığı tahmin edilen figürlerle süslü olduğunu söyledi.

Tatlı, kanyon içerisinde sayısız mağara bulunduğunu, fakat bunlardan dördünün duvarlarında çeşitli hayvan ve yaşam figürleri bulunduğunu bildirerek, ''Yapılacak çalışmayla kaya üstü resimlerin ne zaman yapıldığının araştırılması gerekiyor. Çünkü mağaraların duvarlarını süsleyen figürler, burada yaşayan insanların yaşam şekilleri ve kentimizin tarihi açısından bize, yapıldığı dönemle ilgili önemli bilgiler sunabilir'' dedi.

Kanyondaki diğer mağaralarda da çeşitli kaya resimleri olabileceğine dikkati çeken Tatlı, yüksekliği yer yer 150 metreyi bulan kanyonda, bazı mağaralara ulaşmanın adeta imkansız olduğunu ifade etti.

Habertürk, 20.10.2010

ÇALINAN ESERLERE BİLGİ MERKEZİ OLUŞTURULDU

 

Yahudi Soykırımı’ndan hayatta kalanlar ve akrabalarına II. Dünya Savaşı sırasında Yahudilerden çalınan 20 bini aşkın sanat eserinin ayrıntılarını arama imkanı sağlayan çevrimiçi bir bilgi-merkezi oluşturuldu.

 

1940-1944 yılları arasında işgal altındaki Fransa ve Belçika’dan çalınan sanat eserleri arasında Monet’in tabloları da bulunuyor. Sanat koleksiyoncuları, galeriler ve müzeler de sisteme ücretsiz olarak ulaşabilecek. II. Dünya Savaşı sırasında Alman güçlerinin ganimet olarak aldığı binlerce sanat eseri, Naziler tarafından üzerlerine indeks kartları yazılarak tasnif edildi. Ne ve kimden alındığını gösteren kayıtların bazıları, dijital ortama aktarıldı ve ulaşılabilir hale getirildi. Bilgi-merkezi, US National Archives, German Bundesarchiv ve Fransa’nın tuttuğu iade kayıtlarından oluşuyor.

Taraf, 20.10.2010

YANIK CAMİ'DEKİ KAZIDAN 10 İNSAN KAFATASI ÇIKTI

 

Ermeni Taşnak çetelerinin 1915-1920 tarihleri arasında yaptığı katliamı belgelemek amacıyla, 300 Türk'ün yakıldığı Ardahan Halilefendi Mahallesi'ndeki Yanık Cami alanında yapılan kazı çalışmasında 10 insan kafatası ile 20 insan iskeleti çıktı.

 

Çıkan kemiklerin bazıları incelenmek üzere torbalara doldurulurken, şehitliğin üstü kefenle örtülerek üzeri kapatıldı.

 

Kars Kafkas Üniversitesi akademisyenleri ve arkeologları ile birlikte yaklaşık 15 işçi tarafından 2 gün süren kazı çalışması son buldu. Doğu Anadolu Bölgesi'nde Türk halkına karşı yapılmış olan katliamları belgeleyen şehit iskeletleri ile bu şehitlere ait çıkacak etnografik malzemelerin envanteri yapılmasının hedeflendiği kazıda çıkan bazı iskelet ve kafatasları torbalara dolduruldu. Kemikler incelendikten sonra Ermeni katliamının belgeleneceği belirtildi.

 

1. Dünya Savaşı sonlarında 1918 yılı ocak ayında Ermeni Taşnak çetecilerin bölgeden çekilirken il merkezi ve köylerinde katliamlar yaptıklarını belirten Kazı Başkanı Kars Müze Müdürü Necmettin Alp, "60 metrekare alanda yaptığımız kazıda 10 kafatası ile 20 insan iskeleti ortaya çıktı. Bunları inceledikten sonra Ermeni katliamını belgeleyeceğiz. İskeletlerin daha fazla olduğunu tahmin ediyoruz. Çoğu birbirinin içine girdiği için tespitini yapmakta güçlük çektik. Ama kazı alanlarının birçok yerinde insan kemiklerine rastlamak mümkün." dedi.

Zaman, Haber: Sezgin Uyar, 20.10.2010

AGORA'DA 2. YÜZYILA AİT HAMAM ORTAYA ÇIKTI

 

Dünyanın "kent merkezindeki en büyük antik agorası" olarak bilinen İzmir Agorası'ndaki kazılarda, 2. yüzyıla ait hamam yapısı ortaya çıkarıldı. Agora kazı alanındaki çalışmaları Yrd. Doç.Dr. Akın Ersoy ile inceleyen İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu, "Çevre düzenlemeleriyle bölgeyi cazibe merkezi haline getirmek istiyoruz" dedi. Yrd. Doç.Dr. Ersoy ise MS 2. yüzyıla uzanan yıllarda hamamların, siyasetçilerin ve düşünürlerin bir arada toplandıkları, önemli meseleleri konuştukları merkezler olduklarını belirtti. 2 aylık çalışmalar sonucunda hamam yapısının kesitlerinin ortaya çıktığına değinen Yrd. Doç.Dr. Ersoy, "İzmir Büyükşehir Belediyesi'nin katlı otoparkın tarafındaki yapıları yıkmasıyla birlikte, temeller üzerinde yaptığımız çalışmalarda bazı antik duvarlara rastladık. Bunun üzerine kazıları yoğunlaştırdık. Derine indikçe hamam yapısını ortaya çıkarmaya başladık" diye konuştu.
Yeni Asır, 20.10.2010

YİNE REKOR BEKLENİYOR

 

 

Beyaz Müzayede 350’den fazla, önemli koleksiyonlardan derlenmiş, müzelik eserlerin de biraraya geldiği bir müzayede ile sezonu açıyor.

 

Müzayedede çok sayıda önemli eserin yer alıyor olmasından ötürü, 2 ayrı bölümden oluşacak 13. Beyaz Müzayede’nin ilk bölümü 6 Kasım Cumartesi günü saat 14:00’te, 2. bölümü ise 10 Kasım Çarşamba günü akşam 19:00’da Sofa Hotel’de gerçekleştirilecek.

 

Sezonu yeni açan müzayedede yine geçtiğimiz yıllardaki gibi rekor satışlar bekleniyor.

Fahrelnissa Zeid'in tuval üzeri yağlı boya eserinin fiyat aralığı 600.000 TL ile 900.000 TL arasında. Rekor beklenen diğer eserler ise Neşet Günal, Erol Akyavaş ve Ömer Uluç'a ait.

 

Çok sayıda eserin biraraya geldiği 13. Beyaz Müzayede kataloğu yine 5 ayrı kapak ile basılıyor. Müzayedede Fahrelnisa Zeid’den kapak resmi olan ‘Yeniden Doğuş’ isimli 1968 yılı başyapıtın yanısıra, ‘Kabus’ isimli 1958 tarihli önemli bir yapıt yer alıyor. Diğer bir kapak resmi ise Ömer Uluç’un 80’li yılların sonlarında yapmış olduğu ‘At-Karga-Ada’ isimli başyapıt. 13. Beyaz Müzayede’de tam 7 adet Adnan Çoker eseri yer alıyor. Beyaz Müzayede bu eserlerden aşağı yukarı aynı dönemlere rast gelen dördüne ‘Mahşerin Dörtlüsü’ adı altında aynı kapakta yer veriyor. Dördüncü kapak resmi ise Neşet Günal’ın yapmış olduğu en büyük ebatlı başyapıtlarından biri olan ‘Sorun-Sorum V’ isimli başyapıt. Bu resim Neşet Günal’ın kitabında da yer alıyor. Hakkı Anlı’nın yapmış olduğu  en büyük  eserlerinden biri olan mavi ve siyah renklerden oluşan soyut başyapıt beşinci kapak resmini oluşturuyor.

 

13. Beyaz Müzayede’de nerdeyse Türk Çağdaş ve Modern Sanatının her kuşağının önde gelen sanatçılarının başyapıtları ve yapıtları yer alıyor; 5 adet Erol Akyavaş, 3 adet Burhan Doğançay, 5 adet Ömer Uluç, 7 adet Ferruh Başağa, 3 adet Neşet Günal, 2 adet Neşe Erdok, 5 adet Komet, Alaattin Aksoy, Mehmet Güleryüz, Orhan Peker’den 1 başyapıt, Burhan Uygur’dan 1 başyapıt, Nurullah Berk’den 1 başyapıt önemli eserlerden sadece bazılarını oluşturuyor.

Hürriyet, 20.10.2010

İSTANBUL'UN KADERİ 30 KASIM'DA BELLİ OLACAK

 

 

İstanbul 1985 yılından beri Tarihi Yarımada’yla UNESCO Dünya Mirası listesinde. Bölgenin sınırları içinde UNESCO’nun ‘insan dehasının emsalsiz bir şaheseri ve en üst rütbedeki Osmanlı yapısı’ olarak nitelediği Süleymaniye ve Çevresi, Zeyrek Ahşap Evler Mahallesi, Surlar ve Sultanahmet Arkeolojik Parkı bulunuyor.

 

Her ülke için dünya mirası listesinde olmak bir gurur vesilesi. Türkiye’den de İstanbul dışında Divriği Ulucami gibi başka kültürel şaheserler bu listede yer alıyor. Bu listeden çıkartılanlar ‘Tehlike Altındaki Dünya Mirası’ listesine giriyor. Tabii ki o mirasa sahip çıkamama anlamına gelen bu durum, bir ülke için utanç vesilesi. Ne var ki, kimi sivil toplum kuruluşlarının İstanbul’daki tarihi mirasın tahrip edildiği yönündeki görüşleri UNESCO’yu alarma geçirdi ve kentin Dünya Mirası Listesi’nden çıkartılması gündeme geldi. Özellikle Osmanlı tarzı ahşap evlerin ve surların doğru biçimde restore edilmesi ve Marmaray ve Avrasya Tüneli, gibi büyük kentsel dönüşüm projelerinin tarihi alanlara zarar vermemesi gibi konular UNESCO’nun büyüteci altında. En çok tartışılan mesele ise metro geçişi için Haliç’e yapılacak yeni köprü projesi.

 

Köprünün yüksek direkleriyle Süleymaniye’nin siluetine zarar vermesinden endişe ediliyor. Köprü ve İstanbul’a ilişkin diğer iddialar, Temmuz ayında Brezilya’da yapılan UNESCO toplantısında tartışıldı ve kent yönetiminin olumlu düzenlemeleri göz önüne alınarak yeni bir inceleme yapılmasına karar verildi. UNESCO, bu incelemenin sonuçlarını 15 Ekim’de açıklayacaktı. Dün gelen bir haberle incelemenin sürdüğü ve raporun 30 Kasım’a kaldığı duyuruldu. Şimdi bilim adamlarından oluşan uluslararası bir kurul çalışmalarını sürdürüyor. 30 Kasım’da rapor açıklanacak, UNESCO’nun kararı ise Haziran 2011’deki büyük toplantıda belli olacak. İstanbul’un ‘Tehlike Altındaki Dünya Mirası Listesi’ne geçip geçmeyeceği bu raporun ışığında Haziran 2011’de kesinleşecek.

Radikal, Haber: Mine Akgün, 20.10.2010

ANITKABİR'İN PLANLARI NEREDE?

 

Mimarlığın ülkemizdeki iki önemli ismiyle birlikte dün, kent planlarından, özellikle İstanbul’dan söz ettik. Daha doğrusu onlar konuştu ben dinledim, merak ettiğim konuları sordum.

 

Prof.Dr. Doğan Kuban ve Doğan Hasol’du konuştuklarım.


Üç Doğan bir araya gelince niyet tuttuk: Bundan sonra mimarların yaptığı kent planları uygulansın.


İki mimarın da ortak görüşü şu...


Eskiden küçük kentlerin nazım planını yapınca bunu uygulamak mümkündü, artık milyonluk kentler için bu mümkün değil.


Zaten o planlar, projeler, çizimler durmuyor ki, uygulanmasını tartışalım.


Doğan Kuban’ın İstanbul için yaptığı koruma planları kaybolmuş, nerede olduğu bilinmiyor.


Bunların İzmit SEKA’ya gönderilip kağıt mamur kazanına atıldığı kanaati hakim.


Koruma planının akıbeti de belli değil.


Doğan Hasol’un verdiği örnek, daha da acı.


Ünlü mimar ve kent plancısı Le Corbusier (1887-1965), İzmir için bir proje yapmış. Tabii ki uygulanmamış, üstelik bu belgeler de kaybolmuş.


Sonradan Fransa’da bulunmuş planlar, kitaba dönüştürülmüş, şimdi Fransızcadan çevrilecek kitabı YEM (Yapı Endüstri Merkezi) yayınlayacak.


Daha şaşırtıcı örnekleri de öğrendim. Anıtkabir’in mimarları Emin Onat ile Orhan Arda idi, onların hazırladığı Anıtkabir planları da ortada yokmuş.


Hasol’un dediğine göre, bunların Bayındırlık Bakanlığı’nda birer örneğinin bulunması gerekirmiş, ama her gerekenin yapıldığı bir ülke değil ki Türkiye.


* * *


Anlaşılan şu ki herkese nazım plan yaptırılıyor, projeler sonra rafa kaldırılıyor. Ya da imha ediliyor.
İstanbul’un mimari durumu üzerine ne zaman konuşulsa, Henri Prost’un adı geçer, Pera Müzesi İstanbul Araştırmaları Enstitüsü’nde açılan İmparatorluk Başkentinden Cumhuriyet’in Modern Kentine: Henri Prost’un İstanbul Planlaması (1936-1951) sergisi planların nasıl değiştirilerek uygulandığını, sonra da uygulamadan kaldırıldığını gösteriyordu.


İki mimarı dinlerken ilklerden söz ettik.


İstanbul’da ilk alt geçidi İstanbul Belediye Başkanı Haşim İşcan uygulamaya koymuş. Birçok mimar İstanbul için, özellikle de Taksim için proje hazırlamışlar.


Hatta bazıları yarışma kazanmış. Sonrasında ise ya bir dolapta unutulmaya terk edilmiş ya da yok olmuş.


Metroyu da ilk başlatan aslında Haşim İşcan.


Taksim’de trafiği alta alıp, üst tarafın kültür merkezine dönüştürülmesi ve yayalara açılma planını da ilk olarak eski belediye başkanlarından Prof.Dr. Nurettin Sözen hazırlatmış. Taksim’deki gezinin korunması için de, orman mühendisleri ve öğretim üyeleri ile ilgili toplantıları Sözen düzenlemiş. 14 kilometrelik metronun da 10 kilometresini yine o tamamlamış.


Nurettin Sözen, yayalar için bütün çalışmaları başlattığını söyledi.


İstiklal Caddesi de onun döneminde yayalara açıldı, trafiğe kapandı.


Hiç kuşkusuz bazı yerler açılıyor ama ne oluyor?


Vatan Caddesi, Millet Caddesi açıldı, bütün trafik Aksaray’da toplanıyor. Bu düşünülmemiş.
Hasol’un belirttiğine göre, Taksim, Beşiktaş, Üsküdar için yapılan plan uygulanmamış, zaten Marmaray projesi ile bu değiştirilmek zorunda kalmış.


* * *


Doğan Kuban haklı galiba.


Eskiden, küçük şehirlerin planlanmasını yapmak kolaydı ve mümkündü, şimdi milyonluk kentler için bu yapılamaz.


En gerçekçi saptama bu.

Hürriyet, Yazı: Doğan Hızlan, 20.10.2010

TARİHİ KONAK YAĞMURA DAYANAMADI

 

Kadıköy Moda'da Şevkibey Sokak'ta bulunan ve Hoşgörü Briç Kulübü Derneği'ne ait olan 150 yıllık 2'nci derece tarihi eser konumundaki konak, Marmara bölgesinde 15 gündür aralıklarla yağan yağmura dayanamayarak çöktü. Önceki gün akşam saatlerinde devam eden yağmur sırasında tarihi binanın çatı ve ön duvarı büyük bir gürültüyle koptu. Bakımsız haldeki konaktan kopan parçalar, konak etrafına koruma amaçlı çakılan iki metrelik sactan duvarı da aşarak sokakta park halindeki lüks bir otomobilin üzerine çöktü. Otomobil büyük ölçüde zarar gördü ancak çökme sırasında sokak ıssız olduğu için de olası bir faciadan dönüldü. İhbar üzerine olay yerine gelen itfaiye ve polis ekipleri, bir yandan hasarın boyutlarını belirlerken diğer yandan da kopan parçaları kaldırdı.

Sabah, Haber: Barış Sözal, 20.10.2010

II. MAHMUD'UN YAPTIĞI HAT LEVHA 450 BİN LİRAYA SATIŞTA

 

 

Asar-ı Atika Müzayede ve Sanat Galerisi’nin yeni müzayedesi 23 Ekim’de Conrad Oteli’nde gerçekleştirilecek. Müzayedenin en dikkat çekici parçalarından biri Sultan II. Mahmud’un kendi elleriyle yaptığı hat levha. Eserin müzayedeye çıkış bedeli 450 bin lira.

 

Kendisi de bir koleksiyoner olan Can Önen’in sahibi olduğu Asar-ı Atika Müzayede ve Sanat Galerisi’nin yeni müzayedesi 23 Ekim’de Conrad Oteli’nde gerçekleştirilecek. “Osmanlı Şaheserleri, Klasik ve Çağdaş Resim Tablo” adlı müzayedede Reşit Paşa Koleksiyonu’ndan 19. yüzyıl başında Sultan Abdülmecid Han için özel yapılmış piano harmonium ve Sultan II. Mahmud’un kendi elleriyle yaptığı benzerlerinden birini Bursa Ulu Camii hünkar mahfiline, diğerini Kutsal Emanetler’in giriş kapısı üzerine astırdığı hat levha dikkat çekiyor. Hat levhanın muhammen bedeli 450 bin lira olacak.


Müzayede de aynı muhammen bedele uygun görülen bir diğer eser de Sami Yetik’in Kasımpatılar konulu büyük boy başyapıtı.

Osman Hamdi severleri ise müzayedede farklı bir sürpriz bekliyor. Ustanın şimdiye kadar hiçbir yerde yayınlanmamış eseri Tevfik Bey portresi 90 bin lira muammen bedelle satışa sunulacak. Bunlar dışında müzayedede 17. yüzyıl mavi beyaz Çanakkale tabaklar, tek 18. yüzyıl İmari çin leğen ibrik, özel bir Şükriye Dikmen koleksiyonu, Mihriban Sözer Keredin’in minyatür ve hat koleksiyonu gibi işler yer alacak. Danışma Kurulu’nda Agop Egoyan, Avni Baturer, Bayram Karşit, Prof.Dr. Erdinç Bakla, Güner Liman, Garo Kurkman, Doç.Dr. Hüseyin Gündüz gibi isimlerin yer aldığı Asar-ı Atika Müzayedesi, 23 Ekim Cumartesi günü saat 14.30’da Conrad Otel Balo Salonu’nda gerçekleştirilecek.

Asar-ı Antika Sanat Galerisi’nin sahibi ve kurucusu Can Önen, müzayedede yer alacak nadide eserleri şu sözlerle anlattı: “Osmanlı ağırlıklı eserler çoğunlukta ama araya otuz kırk tane çağdaş eser serpiştirilen bir koleksiyon oldu. Hepsi saray parçası, ya bir sultanın elinden çıkmış, ya bir sultana yapılmış, ya da bir Osmanlı padişahının başka bir sultana hediye ettiği eserler. Çok önemli parçalar bulunuyor. Hepsinin de bir hikayesi var.”

Hürriyet, Haber: Ebru Esen, 20.10.2010

ZÜRİH'TE 5 BİN YILLIK KAPI

 

İsviçre'nin Zürih kentinde arkeologlar, 5 bin yıllık bir kapı ortaya çıkardı.

 

Arkeolog Niels Bleicher, kavak ağacından yapılmış antika kapının, çok iyi korunmuş menteşeleri ve dikkat çekici tasarımı ile "sağlam ve zarif" durumda olduğunu belirtti. Bleicher, kapının MÖ 3100 yılına ait olduğunu söyledi.

Bir yeraltı otoparkının inşaat alanında kazı çalışmaları yapan arkeologlar, MÖ 3700 ve 2500 yılları arasında varolmuş en az 5 cilalı taş devri köyünün izlerine de rastladı.

Kazı alanında ayrıca çakmak taşından bir hançer ve gelişkin bir yay gibi eşyalar da ortaya çıkarıldı.

Radikal, 20.10.2010

DİVRİĞİ'NİN TARİHİ KONAKLARI RESTORE EDİLİYOR

 

Sivas'ın Divriği İlçesi'nde tarihi konaklar ve sokaklar, Kültür Bakanlığı tarafından yürütülen çalışma kapsamında 'Sokak Sağlıklaştırma ve Güzelleştirme' adı altında restore ediliyor.

 

8 tescilli sokak bulunan ilçede 6 sokakta restore çalışması yapılıyor. Ortaokul Sokak'ta bulunan 3 tarihi konağın dış cephe restoresi yapılıyor.

Restorasyon sorumlusu Adnan Şafak, konakların sokağın dokusuna uygun şekilde boyandığını söyledi. Sokak yollarının da Arnavut kaldırımı yapılacağı açıklandı.

Zaman, 20.10.2010

ZEUGMA ARTIK 4 MEVSİM GEZİLEBİLİR

 

Birecik Baraj Gölü kıyısındaki Zeugma antik kentinin üzeri 1 milyon TL harcanarak, cam fanusla kapatıldı.


Kısa sürede dünya kültür mirası listesine giren Gaziantep’in Nizip İlçesi Belkıs Köyü sınırındaki Zeugma antik kenti bu sayede 4 mevsim gezilebilecek. Çalışmaların yıl sonuna kadar tamamlanması planlanıyor.

Hürriyet, 19.10.2010

SAKIN BURADA NEFES ALMAYIN

 

 

Gümüşhane'nin Torul İlçesi Cebeli Köyü'nde bulunan Karaca Mağarası'ndaki beyaz renkteki sarkıtlar, dikitler, org desenli duvarlar, traverten havuzları gibi oluşumların ısı ve oksijen dengesinin korunmaması halinde zamanla renk değiştirip yok olma tehlikesi bulunduğu bildirildi.

Kentin kuzeybatısında, şehir merkezine 17 kilometre uzaklıkta, 1550 rakımdaki Cebeli Köyündeki Karaca Mağarası, 22 yıl önce bir çoban tarafından tesadüfen bulundu.
Jeoloji Mühendisi Şükrü Erüz'ün yaptığı çalışmalar sonucu 1996 yılında turizme açılan mağara, toplam 1500 metrekare alana, 105 metre uzunluğa sahip. Mağarada, 2'si çatlak kısımlardan sızan suların oluşturduğu damlataşlarıyla diğerlerinden ayrılmış, elipse benzeyen toplam 6 salon bulunuyor.

Beyaz renkte sarkıtlar, dikitler, sütunlar, org desenli duvarlar, bayrak şekilleri, perde damlataşları, mağara çiçekleri, mağara incileri, filkulakları, traverten havuzları, traverten basamakları ve mağara gülleri ile dikkatleri çeken mağara, gizemi ve seyrine doyum olmayan oluşumların güzelliğiyle ziyaretçilerini adeta büyülüyor.

Tur operatörlerinin listesinde apayrı bir yere sahip, turistlerin ziyaret etmeden geçemeyeceği mağara, her yıl 15 Nisan ile 15 Kasım arasında, 7 ay boyunca turizme açık tutuluyor. Sezon boyunca binlerce kişinin ziyaret ettiği mağara, iç nemlenmenin sağlanması, doğal oluşumlardaki beyaz rengin korunması ve bakım için her sezonun ardından 5 ay süreyle ziyarete kapatılıyor.

Doğa ve Çevre Derneği Başkanı Jeoloji Yüksek Mühendisi Mutlu Gürler, AA muhabirine yaptığı açıklamada, mağara içindeki ısı ve oksijen dengesinin bozulması halinde beyaz olan doğal oluşumlarının zamanla renk değiştireceğini, daha sonra da yok olacağını öne sürdü.

Yaz aylarında dışarıda 28-29 derece sıcaklık olduğu dönemlerde mağara içinde girişten itibaren ısının 18-19 dereceye, yan odalar ve derin koridorlarda ise 16 dereceye kadar düştüğünü, kışın ise tam tersi durumun yaşandığını, dışarıda eksi 2 derece sıcaklık olduğunda mağara içerisindeki ısının 7-8 derece ölçüldüğünü anlatan Gürler, ''Dışarıdaki ile mağaradaki ısı arasında her dönem yaklaşık 10 derecelik bir fark bulunuyor. Mağaranın içi yazın dışarıdaki sıcak havaya rağmen daha serin, kışın ise dışarıdaki soğuğa rağmen daha sıcak oluyor. Mağaradaki oluşumların yok olmaması için içerideki ısı dengesinin korunması gerekiyor'' dedi.

Mutlu Gürler, yoğun ziyaretçi trafiği ve diğer etkenlerin mağaradaki ısıyı 3-4 derece artırabildiğine, oksijen miktarını düşürüp karbondioksit seviyesini yükselttiğine dikkati çekti.

Solunum yoluyla ortamdaki oksijen miktarının azalıp, karbondioksit miktarının arttığını ifade eden Gürler, sözlerine şöyle devam etti:
''Ziyaretçi sayısının planlanmasında yapılan tercihler mağara içerisindeki sınırlı oksijen miktarını daha da azaltıyor, solunum yoluyla ortamdaki karbondioksit miktarının artması kalsiyum karbonat çökeltileri üzerinde bozucu etkiler oluşturuyor. Mağara içerisindeki mikro klima dengesinin bozulması, sarkıt ve dikitlerde de kalıcı bozulmaların ortaya çıkmasına yol açıyor. Yine ziyaretçilerin ayakkabılarıyla mağaraya taşınan toz ve bakteriler, mağara içerisindeki ısı koşulları, nem ve ışık kaynaklarının da etkisiyle yaygın bakteri ve mantar oluşumuna yol açıyor, bu da mağara oluşumlarında renk koyulaşmaları ve bozulmalar ile kendini gösteriyor.''

Gürler, mağara turizme açılmadan önce yürütülen çalışmalar ile sonrasındaki bazı uygulamaların zamanla mağaranın doğal yapısını etkileyen faktörler olarak ortaya çıktığını öne sürerek, şunları söyledi:
''Işıklandırma sistemi tercihleri, yürüyüş platformunun güzergah ve malzeme seçimi, giriş kapısının konumu, büyüklüğü ile açılıp kapanma süreleri, ziyaretçi trafiği, dönemleri ve yoğunluğunun belirlenmesi, hava sirkülasyonu ile mağaranın oluşup, gelişmesine hatta yaşamasına katkı sağlayan su kaynaklarının kullanılma yöntemi gibi temel olumsuzluklar mağaranın bu gün içinde bulunduğu tehditlerin tetikleyicileri olarak karşımıza çıkıyor.

Bu değişimin Karaca Mağarası'nın doğal yapısının devamı için gerekli koşullardan uzaklaşıldığı anlamına geliyor. Söz konusu etkenler mağaradaki oluşumların beyaz olan renklerinin sararmasına hatta zamanla oluşumların yok olmasına neden olabilir.''

Mutlu Gürler, mağara içerisindeki su birikintisinin atılan bozuk paralarla adeta ''dilek havuzuna'' dönüştürüldüğünü, metal paraların bileşiklerinin su içerisinde çözülerek görsel kirlilik oluşturduğunu, bu alışkanlığın uyarılarla sona erdirilmesi gerektiğini vurguladı.

Mağara içerisindeki ahşap platformun değiştirilip, yeni oluşmaya başlayan dikitçiklerin biriktiği ıslak alanlardaki ''şifalı çamur'' yağmasının da bir an önce engellenmesi gerektiğine dikkati çeken Gürler, ''Aksi halde canlılığını koruyan ve gelişimini devam ettirmekte olan mağara oluşumlarının doğal süreci, kabul edilemez bu dış müdahalelerle kesintiye uğrayacak. Mağara ortamının fiziki ve kimyasal koşullarına dayanıklı olmayan ahşap yürüyüş platformunun, bir tek gün dahi gecikilmeksizin o koşullarda bozulmayacak malzemeyle değiştirilmesi gerekiyor'' dedi.

Gümüşhane Valisi Enver Salihoğlu da, Karaca Mağarası'nın tarihi ve doğal bir zenginlik olduğunu, bu doğal güzelliğin bozulmaması için çok sıkı ve bilimsel yöntemlerle korunması gerektiğini vurguladı.

Mağarada ısıyı dengede tutabilmek için özel bir proje ile sıfıra yakın ısı veren ışıklandırma sistemi kurduklarını dile getiren Salihoğlu, ''Bundan sonra da bilim adamlarımızla diyalog halinde mağaramızın beyazlığının kararmaması ve iç ısısının dengede kalması için ne gerekiyorsa yapacağız. Mağaranın bulunduğu bölge koruma alanıdır. Trabzon Bölge Koruma Kurulu o bölgenin tamamını sit alanı ilan etmek için çalışma başlattı. Bu nedenle bölgeyi korunması gereken bir bölge olarak görüyoruz. Mağara da bunun en önemli, en güzel örneğidir. Karaca Mağarası'nda henüz girilmeyen bir bölüm daha var. Gümüşhaneliler mağaralarına her zaman sahip çıkıyor, bundan sonra da sahip çıkmak zorundadırlar'' diye konuştu.

Mağarayı yılda ortalama 50 bin kişinin ziyaret ettiğini belirten Salihoğlu, ''Biz mağaranın ömrünün kısalmaması için ziyaretçi sayısının aşağı çekilmesi gerektiğini düşünüyoruz. Uzmanlar da bu yönde görüş belirtiyor. Mağara ekonomik katkısı olan bir yer değil. Yıllık getirisi en fazla 150 bin lira civarında oluyor. Bu girdi personel, elektrik ve diğer giderleri dahi karşılamıyor. Mağaranın bazı masrafları İl Özel İdaresince karşılanıyor. Zannedildiği gibi bir gelir kapısı değildir. Biz burayı Gümüşhane'nin bir sembolü olarak görüyoruz. Mağara aynı zamanda bir dünya mirasıdır'' dedi.

Bu arada, Karaca Mağarası'nın aydınlatma sisteminin 41 bin liraya çok az ısı yayan LED teknolojili sistemiyle değiştirildiği öğrenildi.

Habertürk, 19.10.2010

"MÜZAYEDELERDE SATILAN RESİMLERİN YARISI SAHTE"

Ressam Gülsün Erbil, "Orijinal resimler satılmıyor. Müzayedelerde satılan resimlerin yüzde 50’si sahte. Çünkü bu işte büyük rant var. Sahte resimleri alanlar da cahil" diye konuştu.

 

29 Ekim Cumhuriyet Bayramı nedeniyle İstanbul Modern Sanatlar Müzesi Derneği, geleneksel karma sergisini bu yıl 20 şehirde 87 sanatçı ile gerçekleştirmeye hazırlanırken, projenin öncüsü olan Gülsün Erbil, resim piyasasında sahte resimlerin satıldığını ve bir "statümafyası" olduğunu ileri sürerek şunları söyledi:

"Resim piyasasına üniversitelerde hocalık yapan sanatçılar ağırlığını koyuyor. Resimde 'Statü Mafyası' var. Bunlar resim yapan profesörler. Bu profesörler kendi statüsünü kullanıyor. Resim almak istendiğinde kontaklar doğrudan onlara ulaşır. Kendi çıkarları doğrultusunda resim yapıp satıyorlar. Ayrıca resimlerini de başkalarına yaptırıyorlar. Örneğin Adnan Çoker kendi mi yapıyor resimlerini? Devrim Erbil kendi mi yapıyor resimlerini?"

RhArt Magazin’den Tevfik İhtiyar, Gülsün Erbil’in sözlerini "1980’li-90’lı yıllarda daha çok yaşamayan sanatçıların resimleri kopyalanıp satılıyordu. Günümüzde resmi para eden ustaların işlerinin de kopya edildiğini duyduk. Ancak bir mafyadan söz etmek yanlış olur" diye değerlendirdi.

 

Sotheby’s Türkiye sorumlusu Oya Delahaye de "Sahte eserler konusunda bu tür söylentiler oluyor. Bunun olup olmadığının anlaşılması için ciddi ciddi araştırma yapılması gerekir" diye konuştu.

Habertürk, 19.10.2010

İZMİR'İN BİLİNMEYEN BİR YANI DAHA ORTAYA ÇIKTI

 

Dokuz Eylül Üniversitesi (DEÜ) Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Ortaçağ Arkeolojisi Ana Bilim Dalı Başkanı Doç.Dr. Ergün Laflı, İzmir’in antik çağda dönemin en önemli mücevher işleme merkezlerinden biri olduğunun ortaya çıkarıldığını bildirdi.

 

Doç.Dr. Laflı, AA muhabirine yaptığı açıklamada, ” Gemoloji” ya da ”kıymetli taş bilimi” olarak bilenen mücevher işleme sanatının, eski çağda da çok ön planda bir meslek ve geçim kaynağı olduğunu belirtti.

 

İzmir Müzesi Müdürlüğü’nün ”Yüzük Taşları Koleksiyonu” envanterinde bulunan 300′e yakın değerli taş üzerinde yaptıkları çalışmada, kazıma (intiglio) ya da kabartma (cameo) yöntemi ile işlenmiş akik, opal, kehribar gibi yarı değerli taşlar bulunduğunu belirterek, ”Antik çağda İzmir kentinin o dönem dünyasının en önemli mücevher işleme merkezlerinden biri olduğunu ortaya çıkardıklarını” kaydetti.

 

Yapılan incelemelerde, taşlar üzerindeki işlemelerde dönemin kişiye özgü ve dinsel tasvirlerinin yer aldığına dikkati çeken Laflı, sözlerine şöyle devam etti:

”1-2 santimetre gibi çok küçük boyutlu olan bu taşlar üzerine yapılan işlemeler, o dönemde mercekle ve çok yüksek teknolojili kazıma aletleri ile işleniyordu. İşlem bittiğinde pahalı ürünler olarak pazarlanan bu taşların olduğu yüzük gibi takılar ve mücevherler ancak o dönemin aristokrat ve zengin kesimi tarafından satın alınabiliyorlardı. Bu tür objeler antik çağlarda pahalı ve çok lüks tüketim ürünleriydi.”

 

Laflı, İzmir’de o dönemin usta elleriyle şekillenen taşlar üzerine kazıma veya kabartma olarak yapılan bu sanat eserlerinin altınla da kaplanabildiğini belirterek, şunları söyledi:

”İzmir’de üretilen bu mücevherler, Roma gibi zengin bölgelere satılıyordu. İzmir’de çok yaygın olan bu örneklerin çeşitliliği de göz önüne alındığında antik İzmir’in çok zengin bir dünya kenti olduğu görülmektedir. Çalışma sayesinde ağırlıklı olarak Erken Roma dönemine tarihlenen 300′dan fazla yüzük taşı tanıtıma hazır hale geldi. Çoğu İzmir ve çevresinden toplanan bu eserler Roma dönemi için önemli ve güzide bir eser grubunu teşkil etmektedir. Eserlerde, o dönemin soylu yaşantılarına ilişkin birçok anlam gizlidir.”

 

Doç.Dr. Ergün Laflı, Büyük İskender sonrasında doğu ticaret yollarından gelişmesiyle bu taşların daha geniş coğrafyaya dağıtılmaya başlandığını, İzmir’de değerli taşlarla yapılan yüzük, kolye gibi mücevherlerin yanında kabartma yöntemlerle yapılan cam sanatı ürünü kap-kaçak, duvar plakalarının da üretildiğini anlattı.

 

Antik çağ gemoloji örnekleri ile ilgili olarak İzmir Müzesi Müdürlüğü’nde, kendisinin hazırladığı bir projenin hayata geçirildiğini anlatan Doç.Dr. Laflı, ”Amacımız, İzmir Müzesi Müdürlüğü ve bağlı birimlerinde bulunan intiglio ve cameo örneklerini toplu bir biçimde değerlendirmektir. Bu da Türkiye’de ilk kez bir devlet müzesinin antik gemoloji yayınına dönüşecek” dedi.

 

Doç.Dr. Laflı, İzmir’in MÖ 7. yüzyıldan MS 5. yüzyıla değin Batı Anadolu’nun en önemli üç büyük kentinden bir olduğunu, Hellenistik ve Roma dönemlerinde MÖ 4. yüzyıldan MS 5. yüzyıla kadar nüfusunun hep 100 binin üzerinde bulunduğunu anlattı.

 

Laflı, kentin seramik, terrakotta, cam, metal, mermer gibi birçok önemli ürünün işlendiği ve ticaretinin yapıldığı kent olduğunu belirtti.

Zaman, 19.10.2010

"TARİH YALAN SÖYLEMEZ"

 

Doğu Anadolu Yüzey Araştırmaları (DYAP) kapsamında yapılan çalışmalarda ortaya çıkarılan Anadolu'daki Türk izlerine ait kültürel ve arkeolojik bulguların, yıl sonunda çıkacak atlasla sergileneceği bildirildi. Anadolu'daki Türk izlerini ortaya çıkarmak için 12 yıldır arazide çalışan Atatürk Üniversitesi'nden Prof.Dr. Alparslan Ceylan, "Yapılan çalışmalarda bulunan figür, mezar, damga ve yazılara ait resimler ve bilgiler 'Doğu Anadolu'daki Türk İzleri' atlasında yer alacak. Böylece MÖ binli yıllarda Anadolu'ya gelen Türklerin izleri günümüze aktarılacak" dedi.

Devlet Planlama Teşkilatı ve Güneş Vakfı tarafından bastırılacak olan atlasta Doğu Anadolu ve Kafkasya'da yapılan çalışmaların yer alacağını kaydeden Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim üyelerinden Prof.Dr. Alparslan Ceylan, Türklerin Anadolu'daki yaşantısının 1071 Malazgirt Savaşı ile başladığı bilgisindeki eksik bilgiyi yapılan çalışmayla ortaya çıkardıklarını söyledi.

Yapılan yüzeysel incelemelerde Türklerin MÖ binli yıllardan önce Anadolu’da yaşadığını ortaya koyan bulgulara ulaştıklarını ifade eden Prof.Dr. Ceylan, “Erzurum'un Karayazı, Hınıs, Horasan, Pasinler ve Karayazı, Kars'ın Kağızman, Iğdır'ın Karakoyunlu İlçeleri ve Ardahan'da mağara duvarlarında ve taşlarda bulduğumuz Orta Asya Türklerinde sıkça kullanılan hayat ağacı, at, dağ keçisi, geyik, koç ve koyun figürleri ile damga ve mühürleri ortaya çıkardık. Eylül ayında piyasaya çıkacak olan atlasta yapılan çalışmalarda ortaya çıkan kültürel ve arkeolojik bulguların yanı sıra Asur, Urartu ve Pers kaynaklarında Türklerin MÖ burada yaşadığını gösteren bilgilerde yer alacak. Hazırladığımız atlas, yılsonuna bilim dünyasının hizmetine sunulacak” diye konuştu.

Erzurum Gazetesi, 19.10.2010

30 BİN YIL ÖNCE DE EKMEK VARDI

 

 

İtalyan Tarih Öncesi ve Erken Tarih Enstitüsü'nün araştırma ekibinden Laura Longo, 'Proceedings of the National Academy of Sciences' dergisinde yayımlanan araştırmalarında, günümüzdeki İtalya, Rusya ve Çek Cumhuriyeti topraklarında yaşayan tarih öncesi insanların tohumları ve kökleri una dönüştürmek için öğüttüklerine dair kanıt bulduklarını söyledi.

Longo, bulgularının, insanoğlunun önce etle beslenen bir canlı olduğu imajına ters olduğunu bildirerek, tarih öncesi insanın yassı ekmeğin ilk formlarını yemiş olabileceğini kaydetti. Ekmeğin tarih öncesi insanlara enerji ve karbonhidrat kaynağı sağladığını ifade eden Longo, unun, ete ulaşmanın zor olduğu dönemlerde saklanmış olabileceğine dikkati çekti.

Longo ve araştırma ekibinin İtalya, Rusya ve Çek Cumhuriyeti'ndeki arkeolojik alanlarda yaptıkları çalışmalarda 30 bin yaşındaki öğütme taşlarının üzerinde tahıl nişastaları bulundu.

Araştırmacılar, bulgularının, insanoğlunun unu ilk kullanış tarihini 10 bin yıl geriye götürdüğünü bildirdi. Daha önce İsrail'de yapılan bir araştırmada 20 bin yıllık öğütme taşlarının üzerinde un kalıntılarına rastlanmıştı.

Habertürk, 19.10.2010

GAZİANTEP'TEKİ ÇILGIN İTALYAN

 

 

Sözünü ettiğim “Çılgın İtalyan” Profesör Nicola Marchetti.

 

Bologna Üniversitesi Arkeoloji Bölümü öğretim görevlisi Marchetti 2003 yılından beri İtalya -Gaziantep arası mekik dokuyor.


Gaziantep’te, Mezopotamya ile Anadolu arasındaki geçiş noktasında kalan höyükleri kazıyor.
Tilmen ve Taşlı Geçit adlarını bir yere not edin.


Yakında bu isimleri daha çok duyacağız.


Zira Marchetti, Türk-İtalyan kazı ekipleriyle, bu iki höyükte kazıları tamamladıktan sonra bunları birer “Arkeolojik Park”a dönüştürdü.


2007 yılında açılan “Tilmen Arkeoloji Parkı” şimdi turistlerin uğrak yeri.


Marchetti, “Vizyon gerçeğin önünde olmalı. İlk Arkeolojik Parkı açtığımızda kimse gelmez deniyordu. Oysa şimdi turist kaynıyor” diyor.


Truva ya da Boğazköy ile karşılaştırılan Tilmen Arkeolojik Parkı, TURSAB’ın desteğiyle, Antakya’yı ziyaret eden turistlerin de programına alınmış.
 

“Taşlı Geçit Arkeolojik Parkı” ise İtalyan Elçisi Gianpaolo Scrante’nin de katılımıyla geçtiğimiz günlerde açıldı.


Bu iki arkeolojik park Gaziantep için neden önemli?


Dünya alemin bildiği Zeugma’ya gittiğinizde etrafta görecek fazla bir şey yok.


Zeugma’dan çıkartılanlar Gaziantep’te müzede.


Yeri gelmişken onu da belirteyim.


Merakla beklenen yeni Zeugma Müzesi de henüz açılmış değil.


Her neyse, bu iki arkeolojik parkta 4 bin yıllık kalıntıları görmek mümkün.


Yani her ikisi de Gaziantep turizmine büyük katkı yapacak potansiyelde.


Marchetti, “Taşlı Geçit’i gezdiğinizde sokaklarda yürüyebilirsiniz. Evlere, saraya girebilirsiniz” diyor heyecanla.


İtalyan arkeologun yürüttüğü kazılar başka bir açıdan da önemli.


Türkiye’de ilk kez arkeolojik kazılarda “yüksek teknoloji” kullanıldı.
 

Kazılara sponsor olan üç İtalyan şirketi Mapei, Maccaferri ve Abet Laminati’nin “yüksek teknoloji” malzemeleri Türkiye’deki arkeolojik kazılara bambaşka bir boyut kazandırmak açısından önemli.
Örneğin, Maccaferri Şirketi’nin geliştirdiği kafes yılın büyük bir bölümü baraj suları altında kalan höyükte erozyonu durdurmaya yönelik.


Mapei ise antik taşları otantik haline dönüştüren bir malzeme geliştirmiş.


Marchetti, “ Maccaferri ile birlikte Taşlı Geçit için geliştirdiğimiz kafes 10 bin Euro değerinde. Ama önemli iş görüyor” diyor.


Düşünüyorum da...


Örneğin Allianoi’yi de belki “yüksek teknoloji” malzemelerle kurtarmak belki mümkün olabilirdi.
“Çılgın İtalyan” umarım, arkeoloji dünyamıza bu tür malzemelerin kullanımında örnek olur.


Bendeniz Türkiye’de arkeolojinin giderek daha fazla önem kazanacağına inanıyorum.


Dolayısıyla Türk şirketleri arkeolojide kullanılacak “yüksek teknoloji” malzemeleri geliştirmek konusunda vakit yitirmemeli.

Hürriyet, Yazı: Gila Benmayor, 19.10.2010

 

******


ARKEOLOJİ PARKINA ÇELİK KAFESLİ KORUMA

 

Gaziantep’in İslahiye İlçesinde bulunan Taşlıgeçit Arkeoloji Parkı’nda, içi taşlarla doldurulmuş çelik kafesler kullanılarak baraj sularının neden olduğu erozyonun önlendiği bildirildi.

 

Taşlıgeçit Höyüğü’nde 2 yıldır bilimsel kazı ve ören yerinin arkeoloji parkı olarak turizme açılması çalışmalarını yürüten İtalya’daki Bologna Üniversitesi Öğretim üyesi Prof.Dr. Nicola Marchetti, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Taşlıgeçit Arkeoloji Parkı için yılın 10 ayı çevresini saran baraj sularının en büyük tehdit olduğunu söyledi.

 

Baraj sularının neden olduğu erozyonun, geçtiğimiz günlerde arkeoloji parkı olarak ziyarete açılan höyüğün hızla bozulmasına yol açtığını kaydeden Marchetti, höyükte bilimsel kazı yapmakla yetinmediklerini ve höyüğü erozyondan koruyacak çalışmalar da yaptıklarını kaydetti.

 

Marchetti, erozyonu önleme amaçlı çalışmaları höyüğün kuzey tarafında gerçekleştirdiklerini ifade ederek, şöyle konuştu:

”Fabrikalardan çelik kafesler temin ettik. Çelik kafeslerin içini ellerimizle taşlarla doldurduk. Kepçe ile daha çabuk doldurulur ama biz bu işi ellerimizle yaptık. Ucuz ve teknolojik bir sistem. Baraj gölünde suyun en yüksek olduğu dönemde höyüğü kayıkla gelerek kontrol ettik. Höyükte erozyon durdu, yüzde 100 oranında durdu, bu çalışmamızı sürdüreceğiz.

 

Höyüğün yamacının alt kısımlarında çelik kafes kullanmanın yanı sıra üst kısımlara da çelik jeotekstil malzeme serdik. Höyüğün neresinde şiddetli erozyon yaşanıyorsa orada bu çalışmaları yapacağız. Çünkü bizim çalışmamız entegre bir çalışmadır. Biz höyükte bilimsel araştırma yanında, höyüğü korumaya ve turizme kazandırmaya da çalışıyoruz.”

 

İslahiye İlçesi'ne bağlı Ağalarobası Köyü yakınında, Tahtaköprü Barajı göl havzasında yer alan Taşlıgeçit Höyüğü, Marchetti’nin yürüttüğü kazı ve çevre düzenleme çalışmalarının ardından geçtiğimiz günlerde arkeoloji parkı olarak ziyarete açıldı.

 

Baraj gölünde su seviyesinin yükseldiği kış mevsiminde adaya dönüşen höyük, göl havzasının kuruduğu yaz aylarında ise genişçe bir düzlüğün bir parçası oluyor, ovada bir yükselti olarak kendini gösteriyor.

 

Çevresini saran sular nedeniyle yılın yalnızca 2 ayı kara yoluyla ulaşılabilen höyüğe yılın dört mevsiminde karayoluyla ulaşılabilmesi için Gaziantep İl Özel İdaresi 4 kilometrelik bir yol ve yöredeki taşları kullanarak çevreyle uyumlu bir köprü inşa etti.

 

Taşlıgeçit Höyüğü, yapılan tüm bu çalışmalar sonrasında, Tilmenhöyük’ün ardından İslahiye’deki ikinci arkeoloji parkı oldu ve ziyaretçilerini ağırlamaya başladı. Höyükte Marchetti tarafından gerçekleştirilen bilimsel kazı ve erozyon önleme amaçlı çalışmalar gelecek yıllarda da sürdürülecek.

Zaman, 20.10.2010

SALAMİS KAZILARINDA HADES'İN HEYKELİ ÇIKTI

 

 

KKTC'de yürütülen Salamis antik kenti kazılarında, bu yıl yer altı tanrısı Hades'in heykeli ortaya çıktı.

 

Doğu Akdeniz Üniversitesi, Arkeoloji ve Kültür Varlıklarını Araştırma Merkezi (AKVAM) adına Doğu Akdeniz Üniversitesi ile Ankara Üniversitesi iş birliğinde yürütülen Salamis kazılarının bu yılki bölümü tamamlandı. Salamis kazılarının yanı sıra Çanakkale'nin Ayvacık İlçesi sınırlarında yer alan Apollon Smintheion Kazıları başkanlığını yapan Ankara Üniversitesi (AÜ) Dil Tarih Coğrafya Fakültesi (DTCF) öğretim üyesi Prof.Dr. Coşkun Özgünel, Prof.Dr. Özgünel, 2010 yılı araştırma hedefleri arasında Roma Hamamı'nın kuzeydeki son mekanı olan ve ikinci kullanım evresi Apodyterium'a (soyunma odası) dönüştürülmüş bölümü ile doğu batı doğrultulu ana cadde Decumanus'un denize doğru olan uzantısının açılmasının yer aldığını anımsattı.

 

İlk olarak 2008 yılında bir kısmı açılmış olan ve Apoditerium olarak öngörülen alandaki çalışmalara bu yıl da devam edildiğini belirten Özgünel, ''2010 çalışmalarının başlangıcında, kum dolgunun temizlenmesinden sonra mekanın güney duvarı boyunca yürütülen kazı çalışmalarıyla, hamamın bu bölümünde olasılıkla çatıyı destelemek amacıyla payandalar (destek duvarı) oluşturulduğu tespit edildi'' dedi.

 

Özgünel, bu bölümde 2009 sezonunda tespit edilen oturma sekisi ve nişlere (duvar içindeki girinti) ait kalıntıların gün ışığına çıkarıldığına işaret ederek, şunları söyledi:

''Kazı çalışmaları, ilk kullanım evresi Frigidarium (soğukluk bölümü) olması gereken mekanın batı sınırının tespiti amacıyla batıya ve kuzeye doğru genişletildi. Batı duvarı boyunca kazı çalışmaları neticesinde ortaya çıkarılan nişler, yaklaşık 145 santimetre genişlik ve 85 santimetre derinliklerinde, bu bölümün heykeltıraşlık eserleriyle süslenmiş olması olasılığını akla getirdi. Bu sorunun cevabının bulunmasına yönelik olarak derinleştirilen kazı çalışmaları sırasında, nişlerin hemen önünde yüzüstü düşmüş biçimde yarı giyimli vaziyette betimlenmiş erkek heykeli ile çift giyimli kadın heykeline rastlandı.''

 

Güneye ve kuzeye doğru ilerleyen araştırmalarda, çift giyimli bir erkek heykeli ile erkek heykeli torsosuna (heykelin gövdesi) daha rastlanmasının son 2 sezondur kazı yapılan bu mekanın hamamın soğukluk bölümü olduğu ve batı duvarı cephesinin de heykellerle dekore edilmiş olduğu düşüncesini desteklediği anlatan Özgünel, ''Heykellerden yarı giyimli erkek heykeli yanında ayakta duran hayvanına ve asasına ait izler, genel olarak betimleniş biçimiyle yer altı tanrısı Hades'tir. Çift giyimli kadın heykeli ise genel betimleme biçimi ile Persephone (Hades'in eşi) olarak düşünülebilir'' diye konuştu.

Cumhuriyet, 19.10.2010

İVRİZ KAYA ANITINA İNCELEME

 

İÜ Profesörleri İvriz Kaya Anıtı’nda incelemelerde bulundu.

 

Halkapınar’a bağlı Aydınkent (İvriz) Köyü'nde bulunan dev kaya anıtında, İstanbul Üniversitesi (İÜ) Edebiyat Fakültesi Taşınabilir Kültür Varlıklarını Koruma Onarım Bölümü ve Ana Bilim Dalı Başkanlığına bağlı profesörler incelemelerde bulundu.

 

Dünyadaki ilk yazılı tarım anıtı ve dünya tarihindeki ilk yazılı kabartma kaya anıtı olma özelliğini taşıyan, Haramileşmiş Geç Hitit dönemine ait önemli sanat yapıtlarından olan anıt, MÖ 727-742 yılları arasında, Kral Varpalavas tarafından yaptırıldığı tahmin ediliyor. Yaklaşık 2700 yıllık anıtı, İÜ. Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr. Sait Başaran, Prof.Dr. Metin İlkışık ve Yrd. Doç.Dr. Yüksel Dede, inceledi.

 

Yapılan inceleme sonucunda anıt ve çevresindeki kayalarda oluşan çatlakların kapatılması gerektiği belirtildi. Profesörlerle birlikte incelemede hazır bulunan Ereğli Müze Müdür Vekili Arkeolog Ali Haydar Atalar, anıtla ilgili teknik rapor hazırlandığını söyledi. Anıttaki çatlakların kapatılması ile ilgili raporun hazırlandığını belirten Atalar, “Anıtın üst kısmında kopmak üzere olan büyük kaya kütlelerinin sağlamlaştırılması yada düşürülmesi gibi restorasyon çalışmaları için inceleme ve teknik raporlar tamamlandı” dedi.

Memleket, 19.10.2010

SİT ALANINDA İŞ MAKİNESİ İLE TADİLAT İDDİASI

 

 

Türkiye'nin önemli turizm merkezlerinden Kapadokya'daki Göreme Açık Hava Müzesi'nde bulunan Kültür ve Turizm Bakanlığı'na ait mağazanın tadilatında yasak olmasına rağmen iş makinelerinin çalıştığı ve tarihi dokuya zarar verdiği iddia edildi.

İddiaya göre, Göreme Açık Hava Müzesi içinde bulunan Kültür ve Turizm Bakanlığının Döner Sermaye İşletmesi Merkez Müdürlüğüne (DÖSİMM) ait turistik mağazada yapılan tadilat çalışması sırasında yasak olmasına rağmen traktör ve kepçe gibi iş makineleri de kullanıldı.

sit alanı içerisindeki müzeye iş makinelerini girdiğini gören esnaf Ömer Eren, bu araçlarında kullanıldığı tadilat çalışmalarını fotoğraflayarak belgeledi.

Eren, daha sonra fotoğrafları delil göstererek, Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Nevşehir İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü hakkında, ''görevi kötüye kullanmak, görevi ihmal, tarihi mekanlara ve kamu malına zarar vermek'' suçlamasıyla Nevşehir Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda bulundu.

Eren, gazetecilere yaptığı açıklamada, müzedeki iş makinesi ile yapılan çalışmalar sırasında kaya kopmalarının olduğunu öne sürdü.

Geçmişte bir kaya parçasıyla oynayan, doğal bir merdiveni düzeltmeye çalışan esnafın, sit alanı içindeki dokuya zarar verdikleri gerekçesiyle 8'er ay hapis cezası aldığını anımsatan Eren, şöyle devam etti:
''Göreme'de insanlar bir kaya parçası ile oynadı, kaldırım yaptı, bir merdiveni düzeltmeye çalıştı diye 8 ay hapis yatıyorsa, bu iş makinelerini müzeye nasıl sokuyorlar? Ayrıca Afet İşleri Genel Müdürlüğünün, açık hava müzesi içinden ağır taşıt geçmesini yasaklayan raporu var. Buna rağmen iş makinelerini Kültür ve Turizm Bakanlığının Döner Sermaye İşletmesi Merkez Müdürlüğünün mağazası tadilat edilecek diye müzeye girmesine kim nasıl izin verir?''

Nevşehir Kültür ve Turizm Müdürlüğü yetkilileri, tadilat çalışmaları ile ilgili muhatabın DÖSİMM olduğunu belirtti.

Yapı, 18.10.2010

EN ESKİ AŞK ŞİİRİ

 

 

MÖ 18. yüzyılda kil tablete Sümerce yazılmış aşk şiiri Rezan Has Müzesi’nde.

 

Rezan Has Müzesi Sergi Salonu, son zamanların en ilgi çekici sergilerinden birine ev sahipliği yapıyor. En eski aşk şiirinden Kadeş Antlaşması’na, gladyatör yazıtlarından mezar yazıtlarına, ilk evlilik sözleşmesinden şikayet içeren mektuplara kadar Anadolu tarihinin en eski yazıtları, 1. Küçükasya Tarihi ve Epig rafyası Sempozyumu kapsamında açılan Kayıp Dillerin Fısıldadıkları isimli sergide buluştu.

 

Sabah’ın haberine göre, MÖ 2 Bin – MS 6. yüzyıl tarihleri arasında Anadolu’da ele geçen epigrafik malzemeler ışığında oluşturulan sergi, insanoğlunun uygarlaşma sürecini etkileyen kültürel etkileşimlerden dini inanışlara, ticari ilişkilerden günlük hayatı belirleyen sosyal olgulara değin geniş bir veri sunuyor. İstanbul Arkeoloji Müzeleri başta olmak üzere, çeşitli müze ve koleksiyon sahiplerine kayıtlı eserlerden bir seçki yapılarak hazırlanan sergi, Anadolu’nun kaybolan dillerinin, insanoğlu için önemi anlatılırken, yazının ve dilin toplumlar üzerindeki etkisini de gözler önüne seriyor.

 

Serginin en dikkat çekici parçalarından biri ise MÖ 18. yüzyıla ait Sümerce yazılmış aşk şiiri. Irak’ta çıkarılan kil tablet İstanbul Arkeoloji Müzeleri Çiviyazılı Belgeler Arşivi Koleksiyonu’nda yer alıyor; güzellik ve aşktan söz eden en eski aşk şarkısı olarak da biliniyor. Sümer inancına göre toprağın bereketini ve dölyatağının verimli olmasını sağlamak amacıyla, senede bir kere aşk ve bereket tanrıçası Inanna yerine bir rahibe ile evlenmesi gereken Sümer kralı Şusin için yazılan bu şiir, kral için seçilmiş neşeli gelin tarafından evlilik törenlerinin gerçekleştiği yeni yıl töreninde söylenmek üzere kaleme alınmış. “Güvey kalbimin sevgilisi / Güzelliğin büyüktür, bal gibi tatlı / Arslan, kalbimin kıymetlisi / Güzelliğin büyüktür, bal gibi tatlı” dörtlüğüyle başlayan şiir, “Beni büyüledin, önünde titreyerek durayım / Güvey, senin tarafından yatak odasına götürüleyim / Beni büyüledin, önünde titreyerek durayım / Arslan, senin tarafından yatak odasına götürüleyim” mısralarıyla devam ediyor.

 

Sergide dikkat çeken parçalardan bir diğeri ise Kayseri Kültepe’den çıkartılan ve Eski Asur dilinde yazılmış şikayet mektubu. Milattan önce 18. yüzyıla ait olan kil tablet insanların sosyal, kültürel ve ekonomik yaşamlarına ışık tutuyor. Bunlar içinde günlük hayattaki sorunlara değinen, kimi zaman şikayet kimi zaman ise anlaşmazlıkları dile getiren bu tabletler, konuları itibari ile günümüzle paralellik gösteriyor.

 

Bir maddi anlaşmazlığa ışık tutan tablette “Il?-w?d?ku’dan Puzur Aššur’a: Niçin beni orada meslektaş ve arkadaşlara şikayet edip duruyorsun? Diyorsun ki: Il?-w?d?ku parayı gönderdiyse hesap için dikileceğim, göndermediyse K?rum’a ayak basmayacağım. Malı adresime gönderdin, unutma ne hileciyim, ne de kötü, yalnızca paranı gönderemiyorum. Bu nedenle bunları söylüyorsun. Ne kendini adam yerine, ne de beni evladın yerine koyuyorsun. Gel, yüzyüze görüşelim” diyorsun…” sözleri dikkat çekiyor.

 

Balıkesir Erdek'te bulunan Yunanca tablet ise bir gladyatörün anısı günümüze taşıyor. Haluk Perk Koleksiyonuna ait mermer mezar taşında Eski Yunanca olarak “Eutykhes, dostu Amarantos’. Anısı hoş olsun! (yaptırdı)” sözleri yer alıyor. Yazıtlarında, çoğu kez mitolojide ve destanlarda geçen kahramanların isimlerini kullandıkları görülen gladyatörlerin bu isimleri seçerken, kudretlerine ve üstünlüklerine atıf yaptıkları anlaşılıyor. Sergi 31 Aralık’a kadar açık.

 

Girsu’da bulunan ve milattan önce 2024 tarihine ait olan Sümerce tablet, tarihin ilk evlenme cüzdanı olarak sergideki yerini alıyor. İstanbul Arkeoloji Müzeleri Çiviyazılı Belgeler Arşivi Koleksiyonu’na ait bu pişmiş toprak tablette “Puzurhaya Ubartum’u Eş olarak aldı. Urmeme’nin oğlu Urdamu,Urdumuzida, Bulani,Urdumuzida’nın oğlu Alduga Tanık olarak Kral adına yemin ettiler” sözleri dikkat çekiyor. İki kopya olarak yazılmış olan bu tabletlerden biri evlenen çifte verilmiş, diğeri ise devlet arşivinde korunmuş.

Habertürk, 18.10.2010

KOMMAGENE'YE NANO KORUMA

 

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Ortadoğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ) işbirliğiyle, Adıyaman’daki Kommagene uygarlığına ait anıtların korunması, yorumlanması, sunumu ve sürekliliğinin sağlanması için Kommagene-Nemrut Koruma ve Geliştirme Programı (KNKGP) kapsamında yürütülen çalışmalar tamamlandı.

 

Programın başkanlığını yapan ODTÜ Mimarlık Fakültesi Öğretim Üyesi Doç.Dr. Neriman Şahin Güçhan, gazetecilere yaptığı açıklamada, 2007 yılından bu yana Nemrut Dağı Tümülüsü merkezli gerçekleştirdikleri çalışmaların tamamlandığını söyledi.

 

Doç.Dr. Nerimen Şahin Güçhan, ODTÜ ile Kültür ve Turizm Bakanlığı arasında 2006 yılında imzalanan protokol kapsamında yürüttükleri çalışmaların temel amacının, bir proje dizisiyle Nemrut ören yeri başta olmak üzere Adıyaman’daki kültür varlıklarının korunması ve turizm amaçlı kullanımın sağlanması olduğunu belirtti.

 

2007 yılında başladıkları çalışmalar sonucunda Adıyaman’daki kültür varlıklarının korunması ve turizm amaçlı kullanımı konusunda bir yönetim planı hazırladıklarını ifade eden Doç.Dr. Neriman Şahin Güçhan, bu planı yıl sonunda Kültür ve Turizm Bakanlığına vereceklerini dile getirdi.

 

Neriman Şahin Güçhan, KNKGP kapsamında hazırladıkları yönetim planının çok önemli olduğunun altını çizerek, “Yerel yönetimler, bundan sonra kültür varlıklarının bulunduğu alanlardaki çalışmalarını bu plana göre ve planda yer verilen önceliklere göre belirleyecek” dedi.

Heykellerin bozulmasını önlemek için KNKGP kapsamında, Nemrut ören yerindeki dev tanrı heykellerinin korumaya yönelik önemli çalışmalar gerçekleştirdiklerini, heykelleri en iyi şekilde korunmasının olanaklı olduğunu anlatan Neriman Şahin Güçhan, sözlerini şöyle sürdürdü:

 

“Kireç taşından yapılmış heykellerdeki çatlakların doldurulması yönünde çalışmalarımız oldu. Ancak çatlakların doldurulması işi çok kısa sürede yapılabilecek bir uygulama değil. Bu çok zahmetli ve ince bir iş. Bu çevreden insanlar istihdam edilerek, uzmanların da katılacağı uzun süreli bir çalışmayla bu iş başarılabilir. Biz bunu yapmayı planlıyoruz. Yani eserlerin onarımı aceleye getirilemez.”

 

Heykellerin korunması ve onarımı için yürütülen çalışmalardan sorumlu olan Prof.Dr. Emine Caner Saltık da Nemrut ören yerindeki eserlerin kireç taşından ve kum taşından yapıldıklarını ifade etti.

KNKGP kapsamında heykellerin korunmasını ve onarımını sağlayacak metotlar belirlemeye çalıştıklarını kaydeden Emine Caner Saltık, şunları söyledi:

 

“Nano taneli kalsiyum hidroksit çözeltileri ve nano taneli silika çözeltileriyle heykellerdeki bozulmaları durdurmaya çalışıyoruz. Heykelleri, olumsuz iklim koşullarından korumak için de nano teknoloji ürünü tekstillerle örtüyoruz. Bu uygulamalarımızın sonuçlarını değerlendiriyoruz. Yani heykellerdeki bozulmaların önüne geçmemizi sağlayacak metotları belirlemeye çalışıyoruz.”

Cnn Türk, 18.10.2010

AYASOFYA DÜNYA ÜÇÜNCÜSÜ!

 

 

Mühendislik devi Arup’un Başkan Yardımcısı Sri Lankalı Cecil Balmond, İngiliz Daily Mail Gazetesi için dünyanın en muhteşem mühendislik eserleri listeledi. Dünyanın yaşayan en iyi mimarlarından biri olarak kabul edilen Balmond, listeye girecek eserleri seçerken matematiksel zorluk, yaratıcılık ve estetik gibi değerleri göz önünde bulundurduğunu söyledi. Mimari ve mühendisliğin gelişiminde dönüm noktası kabul edilen eserlerin bulunduğu listede Ayasofya da var.

 

İşte dünyanın en muhteşem mühendislik eserleri:

1- Milau Viyadüğü - Güney Fransa
2- Brunelleschi Kubbesi - Floransa / İtalya
3- Ayasofya - İstanbul
4- Delta çalışmaları - Antweb, Rotterdam / Hollanda
5- Piramitler - Mısır
6- Londra kanalizasyon sistemi - İngiltere
7- Kollezyum - Roma / İtalya
8- Manş Tüneli - İngiltere- Fransa arası / Manş Denizi
9- Panama Kanalı - Panama / Atlantik-Pasifik Okyanusları arası bağlantı
10- Burj Dubai - Dubai

Habertürk, 18.10.2010

İLK BÖLÜM TAMAMLANDI

 

 

Eceabat İlçesi'nde bulunan Maydos Kilise Tepe Höyüğü’ndeki kazıların ilk bölümü tamamlandı.

 

Kazı Başkanı ve Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Arkeoloji Bölümü öğretim Üyesi Yrd. Doç.Dr. Göksel Sazcı, kazı yaptıkları höyüğün Troya antik kenti yerleşim alanından daha büyük olduğunu söyledi. Sazcı, yaptığı açıklamada, 25 kişilik ekiple ilçenin ortasında bulunan ve ismini Dimitri adındaki bir kiliseden alan Kilise Tepe Höyüğü’ndeki çalışmaların yaklaşık 2,5 ay önce başladığını anımsattı. Tarihi Gelibolu Yarımadası’ndaki en büyük höyüklerden olan höyüğün, Troya antik kenti yerleşiminden daha büyük olduğunu belirten Sazcı, Kilisetepe’nin 200 X 180 metre boyutlarında, 33 metre yüksekliğinde olduğunu bildirdi.

 

Höyüğün deniz seviyesinden 33 metre yüksekte, yaklaşık 14-15 metrelik dolgu içerdiğini ifade eden Sazcı, Troya antik kentinde eksik olan bazı dönemlerin burada olduğunu bildirdi. Profilden bakıldığında Troya’da anlaşılamayan bazı dönemlerin burada çok geniş bir alanda faal olduğunu, bunu yaptıkları ön incelemeler neticesinde anladıklarını kaydeden Sazcı, höyüğün bir bölümünde gözüken çıkıntının, Troya-6 döneminde çağdaş bir savunma duvarı ve bir sur olduğunu tespit ettiklerini anlattı. ”Troya-6 dönemine ait duvarların içerisinden çıkan seramikler, burada yapılan kazılarda çıkan seramiklerle aynı” diyen Sazcı, stratejik açıdan önemli bir yerde olan höyüğün üzerinden Marmara ve girişinin görülebildiğini anlattı. Osmanlı ve Bizans döneminde de gözetleme yeri olarak kullanılan höyüğün, Ege kısmına bakan yüzeyinde ise Osmanlı dönemine ait duvar kalıntıları ile Osmanlı Kalesi’nin bulunduğunu bildiren Sazcı, burasının, 1. Dünya Savaşı’nda ağır bombardımana uğradığını, geriye yalnızca duvar kalıntılarının kaldığını söyledi. Kazılar 20 yıl sürebilir Göksel Sazcı, kazıdan çıkarılan çanak çömleklerin Eceabat Belediyesi’nin tahsis ettiği kazı bahçesinde tek tek yıkanarak tasnif edildiğini, eserlerin üzerilerinin numaralandırıldığını söyledi. Eserlerin fotoğraflarının çekilerek çizimlerinin yapıldığını kaydeden Sazcı, ”Kazı için 10 yıl geleceğiz, sonra bir 10 yıl daha geleceğiz. Burasını aynı Troya’daki ören yeri gibi her yıl biraz daha açarak, Eceabat’ın yerli turizminin yanında yabancı turizmine de katkı sağlayacağız” dedi. Amaçlarının kazının yanı sıra yıllardır süregelen tahribatı durdurup koruma altına almak olduğunu belirterek, çıkan değerleri restore ederek bölge turizmine kazandırmak olduğunu belirten Sazcı, şöyle konuştu: “Karanlık dönem diye bilinen ve MÖ 1200- 800 yılları arasına tarihlenen tabakalara ulaşılması, bu dönemin aynı zamanda olası ‘Troia Savaşı’ sonrası dönem olarak da bilindiğini, Balkan ve Doğu Avrupa kökenli toplulukların kalıntılarını içerdiğini, önümüzdeki yıllarda bu tabakalarda yapılacak olan kazılar da ‘Karanlık Dönem’ diye bilinen bu dönemin aydınlatılmasında önemli katkılar sağlayacaktır. Kazılarda Arkaik dönem buluntularına özellikle de Kara Yunanistan’dan ithal siyah figürlü seramik parçalarına da rastladık.”

Çanakkale Olay, 18.10.2010

KALE KAZISINDA OLUMSUZ SÜREÇ

 

 

Erzurum Kalesi’nde ilki 2002 yılında yapılan ve 2006 yılından sonra ara verilerek 2009 yılında yeniden başlanan arkeolojik kazıların 2010 etabı başka bahara kaldı. Kalede kazılara devam edilmesi için 2010 yılına ilişkin olarak yapılan planlar, hayata geçirilemezken, çalışmaların önümüzdeki yıla ertelendiği kaydedildi. 

Erzurum Müze Müdürlüğü’nden edinilen bilgilere göre, Kale’de bu yıl arkeolojik kazı yapılamayacak. Hem sezonun kapanması, hem de Kale ile ilgili olarak çok daha geniş kapsamlı bir proje yürütülecek olması nedeniyle kazıların beklemeye alındığı kaydedilirken, Kültür ve Turizm Bakanlığı’ndan önümüzdeki yıl için de kazı planlaması onayı isteneceği bildirildi.

Kale’de yapılan kazılarla ortaya çıkarılan oda, kesit ve koridorların, önümüzdeki yıllarda onarımı ve bakımı yapılmak suretiyle turistlere her türlü sosyal ve kültürel hizmetin verileceği mekanlar haline dönüştürüleceğini açıklayan ilgililer, ziyaretçilerin, Kale içerisindeki mekanlarda yeme, içme ve dinlenme gibi gereksinimlerini de giderebileceklerini kaydettiler. Müze Müdürlüğü yetkilileri, bunun yanında Kale’nin içerisinde yapılacak olan başka fiziki çalışmalarla, bu mekanın kültürel etkinliklere de ev sahipliği yapabilecek bir duruma getirileceğini anlatarak, söz konusu projenin uygulanmasına önümüzdeki yıldan itibaren başlanabileceğini bildirdiler.

Erzurum Kalesi’nde ilk arkeolojik kazı, 2002 yapılmış, uzun bir aradan sonra 2006 yılında yeniden başlanan kazılar kapsamında tarihi eser içerisinde çeşitli incelemeler yapılmıştı. Son olarak Kale’de gerçekleştirilen arkeolojik kazı, 7’si uzman toplam 67 kişi tarafından yürütülürken, çalışmalar için Kültür ve Turizm Bakanlığı’ndan 130 bin TL tutarında kaynak ayrılmıştı.

Müze Müdürlüğü yetkilileri, Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr. Alpaslan Ceylan’ın gözetiminde yürütülen arkeolojik kazıların iki amacının olduğuna vurgu yaparak, “Kazıların birinci amacı, şehrin kurulduğu ilk yıllara ilişkin bulgular elde etmektir. 

Kazılarla ulaşılması planlanan bir diğer hedef ise, Kale etrafındaki anıtsal yapılar da göz önünde bulundurularak, tarihin gün yüzüne çıkarılmasıdır.” dediler. 

Erzurum Gazetesi, Haber: Samet Özünal, 18.10.2010

SELÇUK AYASULUK KAZILARINDA SEZON SONA ERDİ

 

Ayasuluk Tepesi ve St. Jean Kilisesi Kazı Başkanı Yrd. Doç Dr. Mustafa Büyükkolancı, 2010 yılı kazı döneminin sona erdiğini, bu yıl kazılarda büyük bir sarnıcın bulunduğunu bildirdi.

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın desteklediği kazıların bu yılki bölümünün programlandığı gibi 3,5 ayda tamamlandığı, Kale Batı Sur duvarlarındaki restorasyon çalışmalarının ise Selçuk Belediyesi'nin desteği ile devam ettiği bildirildi.

 

Kazı Başkanı Büyükkolancı, AA muhabirine yaptığı açıklamada, bu yıl Ayasuluk Kalesindeki kazıların yanı sıra St. Jean Kilisesi güneyindeki yeni kazı alanında çalışmalara başladığını, burada Efes’ten MS 7. Yüzyıl’da Ayasuluk Tepesi’ne ve St. Jean Kilisesi yakınına taşınan Piskoposluk Sarayı’nın ortaya çıkarılmasının amaçlandığını anlattı.

 

Bu amaçla alanın güney yarısında yapılan kazılarda büyük bir Sarnıç bulunduğunu, sarnıcın 9 kubbe ile örtülü olduğunu anlatan Büyükkolancı şunları kaydetti:

‘Derinliği en az 4 metre olan ve henüz 1,5 metrelik üst bölümü kazılan sarnıcın en önemli özelliği Selçuk içinde doğu-batı yönünde uzanan su kemerlerinin son durağı olmasıdır. İçme suyunun kapalı sistemle bu yüksek noktadaki büyük sarnıca ulaşarak hac merkezi konumundaki St. Jean Kilisesi ve Sarayın su gereksinimini karşıladığı düşünülmektedir. Sarnıcın kubbeleri yıkıldıktan sonra içinde bazı konutlar ve işlikler inşa edilmiş ve 2010 yılında bu konutların kazısına başlanmıştır.’

 

Büyükkolancı, 2012 yılında ziyarete açılması hedeflenen Selçuk Kalesi’nde, Batı Sur duvarlarının restorasyon projesinin İzmir 2 Numaralı Bölge Koruma Kurulu tarafından mayıs ayında onaylandığını, İç Kale Batı Sur duvarlarındaki onarımlara Selçuk Belediyesi ile birlikte başlandığını anlattı.

 

Selçuk Belediye Başkanı Vefa Ülgür ile Belediye Meclisi ve Encümen üyelerinin bu konuda desteğini gördüklerini belirten Büyükkolancı, ‘Belediyemiz yaklaşık 400 bin liralık işçi, usta ve restorasyon malzemesi desteği sağladı. Restorasyonu gereken Batı Sur Duvarlarının onarım projesinin uygulamasında önemli bir aşama kaydedilmiş ve birinci etap duvarların onarımında sona yaklaşılmıştır’ dedi.

haberler.com, 18.10.2010

66 MİLYON LİRALIK SKANDAL

 

     

 

İngiltere ve Almanya'da aralarında Christie's'in de bulunduğu dünyanın en ünlü müzayede evlerinde açık arttırmayla satılan 20'nci yüzyılın en büyük ressamlarına ait tabloların ‘sahte' oldukları ortaya çıktı.

 

Sahte tablolar arasında Max Ernst, Raul Dufy ve Fernand Leger gibi ünlü ressamlara ait 30'dan fazla tablo bulunuyor. Bu nedenle dünya genelinde müzayedeciler ve satıcılar arasında büyük bir panik yaşanıyor.

 

Alman polisi, sahte resimlerle ilgili olarak Almanya'nın Freiburg kentinde yaşayan 59 yaşındaki Wolfgang Beltracchi'yi gözaltına aldı. Alman ve İngiliz Christie's müzayede evlerinde açık artırmayla satılan sahte tablolar arasında Heinrick Camoendonk'un 67 bin sterline (154 bin lira) satılan “Kız ve Kuğu” ile 344 bin sterlin (767 bin lira) değerindeki bir başka eseri de bulunuyor. İngiliz Christie's Müzayede Evi'nde satışa çıkarılan 4 sahte tablo arasında Ernst'in 3.5 milyon sterline Würth Collection'a satılan “La Horde” adlı tablosu, Andre Derain'nin 2 milyon sterline (4.5 milyon lira) alıcı bulan “Beteaux a Collioure” adlı tablosunun da yer aldığı kaydedildi. Sahte tablolardan 6'sının ise Almanya'nın önde gelen müzayede evlerinden Lempertz tarafından her biri 2.8 milyon sterline(7.8 milyon lira) satıldığı belirtiliyor.

Hürriyet, 18.10.2010

BU ENSTİTÜYE 'FRANSIZ' KALMAYIN

 

Fransız Anadolu Araştırmaları Enstitüsü 80'inci yaş gününü kutluyor. Beyoğlu Nuru Ziya Sokak'taki Fransız Sarayı'nın bahçesinde yer alan enstitüde arkeoloji, tarih, şehircilik gibi alanlarda araştırmacılar Osmanlı ve Türkiye üzerine çalışıyor.

 

Seminer, konferans gibi halka açık etkinlikler düzenlenen enstitünün 30 bin kitaplık kütüphanesi ziyaretçilerini bekliyor.

 

Beyoğlu Nuru Ziya Sokak'ta bulunan Fransız Anadolu Araştırmaları Enstitüsü (IFEA), İstanbul'da kuruluşunun 80'inci yıldönümünü kutluyor. Enstitü, yıldönümü çerçevesinde bu yıl bir ilke imza atarak sadece Fransız araştırmacılara değil Türk öğrencilere de yeni imkanlar sunma kararı aldı. Daha önce Türk öğrencilere kısa süreli burslar ve staj imkanları sağlayan IFEA, artık her sene arkeoloji ve sosyal bilimler alanında Türk üniversitelerinde yapılan iki doktora tezini "En İyi Tez" ödülüyle taçlandırıp söz konusu çalışmaları yayımlayacak.

 

IFEA, Fransız Dışişleri'ne bağlı bir enstitü. Fransa'da Türkiye denilince ilk akla gelen kurumlardan biri. Arkeoloji ve sosyal bilimler alanında sahasının en iyilerinden kabul ediliyor. Avrupa'daki önemli Türkologların yetişmesinde büyük payı var.

 

Enstitünün müdürlüğünü Prof.Dr. Nora Şeni yapıyor. Fransız hükümeti tarafından 2 yıl önce atanan Şeni, İstanbul doğumlu bir akademisyen. Paris VIII Üniversitesi Şehircilik Bölümü'nde öğretim üyesi. Yazarın Türkçede yayımlanmış birçok kitabı mevcut. Kamondolar, Konstantiniye'de Bir Mevsim, Seni Unutursam İstanbul, Oryantalizm ve Hayırseverliğin İttifakı kitaplarından bazıları.

 

Prof. Şeni, enstitü olarak misyonlarını Fransa ve Türkiye'deki kurumlar ve araştırmacılar arası bilimsel ağları geliştirmek olarak açıklıyor: "Bizim yaptığımız, buradaki araştırmacı ve üniversitelerle ilişkilerimizi geliştirip birlikte işler yapmak. Üniversitelerle birlikte araştırma projeleri yapıyoruz, konferanslar düzenliyoruz. Buranın misyonu kentin tartışmalarını güncelliğini bilimsel bir şekilde işleyen bir yer olarak, kentin ortasında var olmak."

 

Enstitü, 1930 yılında Fransa'dan Türkiye'ye gelen arkeologlara bir altyapı sunmayı hedefleyerek kurulmuş. Arkeoloji ağırlıklı olarak kurulan enstitü sonradan tarih ve şehircilik gibi daha başka dalları da içerecek şekilde gelişmiş. Şu anda enstitünün çalışma alanı arkeolojiden başka, kent araştırmaları, tarih, siyaset, antropoloji gibi dalları da içeriyor. Bu dallarda Fransız Dışişleri tarafından yollanan, genellikle Osmanlı ya da Türkiye üzerine çalışan 15 araştırmacı yer alıyor.

Prof. Şeni, enstitünün Fransa'nın tarihi, politikası vs. üzerine değil, Türkiye üzerine çalışmalar yapan bir kurum olduğunun altını çiziyor. "Kapımız herkese açık." diyen Şeni sözlerini şöyle sürdürüyor: "30 bin kitaplık kütüphanemiz var. Herhangi bir randevu filan gerektirmiyor. Herkes bu kütüphaneden istifade edebilir. Seminerlerimiz, konferanslarımız var, halka açık. Yine uzman arkadaşlarımız araştırmacılara yardımcı olabiliyor."

 

Enstitünün kütüphanesinde sadece Fransızca, İngilizce kitaplar yok. Çok sayıda Türkçe kitap da mevcut. Kütüphane kataloğuna rahatlıkla internet adresinden ulaşılabiliyor. (http://www.ifea-istanbul.net) Ayrıca enstitünün zengin bir harita koleksiyonu (kartotek) olduğunu belirtmeden geçmeyelim.

 

Prof. Şeni, genç akademisyenler ve öğrenciler için enstitünün iyi bir imkan olduğunu belirtiyor: "Burada genç araştırmacılar için onlara yardımcı olabilecek uzman arkadaşlarımız var. Buraya gelip bu arkadaşlardan yararlanabiliyorlar."

 

IFEA, doktora bursları veriyor. Bu bursiyerler önceden sadece Fransa'daki üniversitelerden seçilirken şimdilerde Türkiye'den projelere de burs verilebiliyor. Bu yıldan itibaren Türk üniversitelerinden yapılan iki doktora tezi ödüllendirilip kitaplaşacak.

 

Enstitü, düzenli olarak seminer ve konferanslar da tertip ediyor. Halka açık bu programlara yurtiçinden ve yurtdışından önemli isimler konuşmacı olarak katılıyor. Bu konferanslar ayrıca internet sitesinde video olarak yer alıyor. Prof. Ahmet İnsel, Prof. İsmail Kara, Bayram Balcı bu konuşmacılardan bazıları. Enstitüde belgesel film gösterimleri de yapılıyor.

 

Prof. Şeni, şehircilik ve kültürel miras alanında İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti projeleri kapsamında, "İstanbul kültür mirası ve kültür ekonomisi"nin dört partnerinden biri olduklarını söylüyor. IFEA önümüzdeki yıl Paris siyasi gündeminin merkezine oturmuş olan "Grand Paris (Büyük Paris)"in kentsel ve mimari projelerinin tartışmasını İstanbul'a taşıyacak. Jean Nouvel, Christian de Portzamparc, Antoine Grumbach gibi ünlü mimarlar İstanbul'a davet edilecek.

 

IFEA 80. yaşında yeni bir yayın politikası da başlatıyor. Sene boyunca Kitap Yayınevi ve İsis Yayınevi'yle birçok çalışma yayımlanacak. Bunlardan bazıları: Apartman, Galata'da Yeni Bir Konut Tipi (Derin Öncel); Bir Hanedanın Çöküşü (yeniden basım) (Nora Şeni, Sophie Le Tarnec); Bizans Uygarlığına Çapraz Bakışlar (Annie Pralong (ed.)); Osmanlı İmparatorluğu ve Avrupa (Dejanirah Couto (ed.)); Hayırseverler ve Mesenler, Çağdaş Bir Kültür Politikası İçin (Nora Şeni (éd.)) ve Le Voyage de Adolphe Crémieux à Damas (1840) (Nora Şeni)

Zaman, Haber: Murat Tokay, 17.10.2010

ÇİNGENE KIZI ÇOK KISKANACAK

 

 

Kadıoğlu Köyünde yaşayan Nizamettin Oral'ın (65), 2008'de evinin bahçesindeki serasını güçlendirmek için yaptığı kazı sırasında üzüm salkımlarının arasında oturan kadın ile elinde hançerle onu öldürmek isteyen erkek figürünün yer aldığı tarihi mozaik bulmasının ardından bahçede Ereğli Müze Müdürlüğünce sürdürülen kazılar yaklaşık 20 gün önce tamamlandı.

 

Zonguldak Valisi Erdal Ata'nın girişimleriyle Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın kazılar için 20 bin lira ek ödenek göndermesi üzerine arkeologları heyecanlandıran bölgedeki kazılara yeniden başlanmasına karar verildi.

Gaziantep'te ortaya çıkan Zeugma mozaikleri kadar güzel nitelendirilen mozaiklerle ünlenen köyde, tarihi yapıların ortaya çıkarılmasıyla ilçedeki Filyos antik kenti ile birlikte bölge turizmine katkı sağlanması beklendiği bildirildi.

 

İl Kültür ve Turizm Müdürü Zekai Kasap,  köydeki bahçede kazıların 2008'den itibaren devam ettiğini, MS 3-4. yüzyıl Geç Roma dönemine ait taban mozaiklerinin bulunduğunu söyledi.

 

Köyde zengin bir tarihi mirasın izlerine rastlandığını, kazıya bakanlığın destek verdiğini anlatan Kasap, şöyle konuştu:

“Kazılar kapsamında, asma bahçesi içerisinde Trakya Kralı'nın bir delilik anında şarap tanrısını hançerleme sahnesi yer aldığı villanın taban mozaiği 2008'de bulundu. Geçen yıl odanın devamında geometrik desenli mozaikler ortaya çıkarıldı. Bu yıl da yapılan kazılarda bulunan mozaikte bereket sembolü maskın boynuzları arasında domuz figürleri, yan bordürlerde aslan ve leoparın kavgası, aslanın geyiği avlaması ve su perisi gibi sahneler var. Bahçedeki mozaikler, Zeugma'yı kıskandıracak düzeydedir. Mozaiklerin devamı kazı çalışmaları kapsamında ortaya çıkarılacak. Hava şartları ve ödeneğimiz yettiği kadar kazıları sürdüreceğiz.”

Kasap, Oral'a ve komşularına ait arazilerin kamulaştırılmasının gündemde olduğunu belirterek, “Gelecek yıl kamulaştırmayla ilgili süreci başlatacağız. Ereğli Müze Müdürlüğü başkanlığında 1 arkeolog ve 12 işçiyle sürdürülen çalışmalarda heyecan verici mozaiklere rastlamaya devam edeceğimize inanıyorum” dedi.

Radikal, 17.10.2010

TAŞINMAZ KÜLTÜR VARLIKLARININ ONARIMI İÇİN SON GÜN 5 ARALIK

 

Kars İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü, taşınmaz kültür varlıklarının onarımına ilişkin rölöve, restorasyon, restitüsyon projeleri için son başvuru tarihinin 5 Aralık olduğunu bildirdi.

 

Konuyla ilgili açıklamaya göre, bakanlığın 2010 mali yılı bütçesinden proje ve proje uygulama yardımı yapılacak taşınmazlar 2011 yılı Mart ayında yapılacak toplantıda belirlenecek. 2010 yılında proje yardımı yapılmasına karar verilen taşınmazların çoğunun rölöve, restorasyon, restitüsyon projelerinin henüz bölge kurulu tarafından onaylanmadığı hatırlatıldı. Bu durumda olanların da yardımdan yararlanabilmeleri için son başvuru tarihinin komisyon kararı ile 05.11.2010 olarak belirlendiği kaydedildi.

Zaman, 17.10.2010

ŞANLIURFA'NIN KÜLTÜREL ENVANTERİ ÇIKARILIYOR

 

Vali Nuri Okutan, Şanlıurfa'nın ürettiği zenginlikleri, hayatına, estetiğine, sanatına, mutfağına ve musikisine katmış bir şehir olduğunu söyledi. Piyasada Şanlıurfa'nın bu kültürel değerlerine çok da uygun olmayan ürünlerle karşılaşıldığını dile getiren Okutan, Gazi Üniversitesi ile Şanlıurfa'nın envanterini çıkarmaya çalıştıklarını ifade etti.

 

Şanlıurfa Valisi Nuri Okutan, Şanlıurfa'nın ürettiği zenginlikleri, hayatına, estetiğine, sanatına, mutfağına ve musikisine katmış bir şehir olduğunu söyledi. Okutan, ayrıca kentin zenginliklerine sahip çıkarak geniş kitlelere duyurmak istediklerini belirtti. Uluslararası Türk ve Dünya Kültüründe Şanlıurfa Sempozyumu'nun ikinci gününe akademisyenlerin bildirileri ve sunumlarıyla devam edildi. Sempozyumu'nun ikinci gününe katlan Şanlıurfa Valisi Nuri Okutan yaptığı konuşmada, Şanlıurfa'nın kültürel yönden zenginliğine dikkat çekti.

 

Vali Okutan, "Şanlıurfa aslında bir kültür kenti, bir peygamberler kenti, bir medeniyet kenti ve bizim değerlerimizin de merkezi konumunda bir kent. Maalesef küllenmiş durumda." dedi.

Piyasada Şanlıurfa'nın bu kültürel değerlerine çok da uygun olmayan ürünlerle karşılaşıldığını dile getiren Okutan, Gazi Üniversitesi ile Şanlıurfa'nın envanterini çıkarmaya çalıştıklarını, çalışmalar kapsamında Şanlıurfa'nın kültürel değerlerinin tespit edileceğini anlattı.

 

Çalışmalar sonucunda tespit edilen değerlerin korumaya alınacağını da vurgulayan Okutan, değerleri geliştirerek hayata katacaklarını ifade etti. Kültürel anlamda yapılan çalışmalar ile ilgili Okutan, "Şanlıurfa aslında zenginlikleri üretmiş bir şehir. Bu zenginliği hayatına ve estetiğine katmış bir şehir. Sanatına katmış bir şehir. Mutfağına, musikisine, tekstiline, el sanatlarına katmış bir şehir. Bunlar var ama bunların hem tespiti hem saklanması hem de geliştirilmesi gerekiyor. Bu yaptığımız çalışma onun tespitine yönelik bir çalışma. Burada da dünyanın Türkiye'nin en güzel el sanatları ile ilgili gönülleri beyinleri burada. Onları şimdi tespit ediyoruz, kitaplaştıracağız. El Sanatları Merkezi kurduk. Onlarla da Şanlıurfa'nın el sanatlarını geliştirip kamuoyuyla paylaşmak istiyoruz." şeklinde konuştu.

Zaman, Haber: Fethi Altun, 17.10.2010

EL YAZMASI KURAN SAYFALARINA EN BÜYÜK YATIRIMI MUSEVİLER YAPIYOR

 

 

İslam kültüründe hakikatin ve sanatın özü 'söz'dür. Resim ve heykel gibi Batı kültürünü temel alan 'çağdaş' sanat yerine hat sanatı, minyatür, ebru, çini gibi kendine özgü birçok estetik ürün çıkmış bu coğrafyada... Bunlar arasında son dönemde en popüler olan ise tartışmasız 'hat.' Hat ilk duyulduğunda "güzel yazı sanatı" gibi algılansa da, aslında çıkış noktasını, Müslümanlığın temeli -ı Kerim'in en güzel ve görkemli şekilde gözler önüne serilmesinden alıyor. Derler ki, "Kuran'ı Kerim Mekke'de nazil oldu, Kahire'de okundu, İstanbul'da yazıya döküldü." Yani hat sanatının doğumu ve gelişmesinde en önemli merkezlerden biri geçmişten bu yana İstanbul olmuş. Bu durum günümüzde de aynı. Öyle ki çağdaş hat sanatı tüm dünyada Türkiye merkezli gelişiyor. Gerek Türkiye'de, gerek yurtdışında hat koleksiyonerlerinin sayısı da her geçen gün artıyor.

ne en çok yatırım yapan ve en fazla parayı verenlerin başında Musevi zenginleri geliyor. Bu durum Türkiye'de de farklı değil. İstanbul Antik Sanat'ın sahibi ve koleksiyoner Mehmet Çebi, ülkemizde de Musevi işadamlarının hat eseri satın aldıklarını doğruluyor. Dünyanın en büyük İslam eserleri koleksiyonunun İran asıllı Yahudi işadamı Nasır David Halili'nin elinde olduğu biliniyor. Üstelik Halili Kuran'lar, bu alandaki en büyük koleksiyonların başında geliyor.

Hat eserlerinin bir koleksiyon olduğu kadar resim ve heykeller kadar yatırım aracına dönüştüğünü de göz ardı etmemek gerekli. Geçtiğimiz hafta Londra'da İslam sanatları müzayedesine katılan Mehmet Çebi, "Sothebys'te İslam eserleri belirlenen fiyatın 10-15 katına satıldı. Bin-2 bin dolar değer biçilen eserler 20-30 bin dolara alıcı buldu. En az değerlenen eser bile yatırımcısına beş kat kazanç sağladı. Müzayedeye katılanlar arasında uluslararası arenadan çok sayıda koleksiyoner ve yatırımcı yer aldı. Hatta Türkiye'deki koleksiyonerlerin hiç ilgi duymayacağı yırtılmış bir Kuran sayfası 500 bin sterline rekor fiyata satıldı. Sırf Müslüman alemi değil, Amerika ve İngiltere'de de İslam eserleri toplamaya başlayanlar çoğunlukta" diyerek piyasanın ne denli genişlediğini gözler önüne seriyor.

Çağdaş Türk hattatlarının eserlerini 10 bin TL'ye almak mümkün. Mehmet Çebi, "İsabetli kararla bu eserlerden birkaç yıl içinde 10 kat getiri sağlamak mümkün. 10 yıl önce 10 bin dolar olan iyi bir hilyenin fiyatı bugün 100 bin dolardan başlıyor. Yanlış bir seçimde bile getiri var, ancak kazanç iki kata kadar düşüyor" diyor.

TÜRKİYE'DEKİ REKOR SATIŞ: 1 milyon 150 bin TL
Türkiye'de nadide hat eserlerinin fiyatı artık milyon sınırını aştı. Nisan 2011'de satılan Mustafa İzzet imzalı "Hilye-i Şerife" 1 milyon 150 bin TL'ye satılarak rekor kırdı. Türkiye'nin önemli hat uzmanlarından Mehmet Çebi yurtdışında Osmanlı ve İslam eserlerine büyük ilgi olduğunu, 'yırtık bir Kuran' yaprağına dahi yüzbinlerce sterlin ödendiğini söyledi.

Rahmetli Sakıp Sabancı'nın öncülüğünü yaptığı İslam eserleri koleksiyonerliğini devam ettiren işadamlarının sayısı her geçen gün artıyor. Bilinen en zengin koleksiyonlardan biri Erdoğan Demirören'de. Cengiz Çetindoğan ve Remzi Gür de İslam eserleri toplayan diğer önemli koleksiyonerler. Gür'ün koleksiyonuna ait özel ferman seçkisi 25 Eylül'den beri Küçükçekmece Belediyesi Cennet Kültür ve Sanat Merkezi'nde sergileniyor. 'Hükmü Şerif Remzi Gür Koleksiyonundan Fermanlar' sergisi 30 Ekim'e kadar açık. 64 adet muhtelif tarih ve emr-i şeriflere tekabül eden seçki, 1500'lü yıllardan 1920 tarihine dek uzayan bir dönemin sanatsal ve devlet yönetimi açısından önemli ayrıntılarını da gözler önüne seriyor.

Çağdaş Türk hattatları hem iç piyasa hem de uluslararası alanda çok başarılı. Bugün yaptıkları eserlerin tanesi 100 binlerce lirayı bulan çağdaş hattatlar var. Günümüzde 100 bin TL'den fazla eden çağdaş hat eserlerinin sayısı 500'ü buluyor. En iyi çağdaş hattatlar arasında Mehmed Özçay, Gürkan Pehlivan, Levent Karaduman, Nurullah Özdem, Cevat Huran gibi isimler sayılıyor.

Sabah, Haber: Burcu Aldinç, 17.10.2010

KEPÇEYE TARİHİ ESER TAKILDI

 

Afyonkarahisar’da da Bizans dönemine ait iki adet eser bulundu. Tarihi eserler, bu sefer gün yüzüne ilginç bir şekilde çıktı.

Bu sefer tarihi eserler arkeologlar tarafından bir kazı çalışmasında çıkartılmadı.

 

Afyonkarahisar’da altyapı çalışmalarının yürütüldüğü Bankalar Caddesi’nde, jeotermal ısıtma sistemi için çalışan makinanın kepçesine, Bizans dönemine ait bir eser takıldı. Kepçeye Bizans dönemine ait kapı söve parçaları takıldı.

 

Tarihi eserlerin hemen yanında kafatası ve kemik parçaları da bulundu. Arkeologların yakın tarih eserleri olarak adlandırdığı eserler incelendikten sonra sergilenecek.

Trt/Haber, 16.10.2010

KÜLTÜREL MİRASA YENİ DERNEK

 

Avrupa'da kültürel miras konusunda yaklaşık 50 yıldır çalışmalar yapan Hollanda merkezli Europa Nostra adlı kuruluş ile paralel çalışmalar yürütmek üzere İstanbul'da Europa Nostra-Türkiye Derneği kuruldu.

 

Derneğin Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi'nde dün yapılan tanıtımına Barış Altan, Orhan Silier, Nuray Gülersoy, İclal Dinçer, Burçin Altınsay, Aslı Aksoy gibi isimler katıldı. Europa Nostra, kendini Avrupa'nın kültürel mirasını korumaya adamış 250 sivil toplum kuruluşu ile 150 ortak örgütü ve 50 ülkeye yayılan 1.500 kişisel üyeyi temsil ediyor. En iyi kültürel miras uygulamalarını kutlamak, risk altındaki miras için kampanyalar yapmak ve lobi çalışmaları gibi üç alanda faaliyet gösteriyor. Türkiye'de kültürel mirasın korunması için çaba gösteren uzmanlarla genç korumacılardan oluşan Europa Nostra-Türkiye de aynı amaçlar doğrultusunda çalışmayı hedefliyor.

Zaman, 16.10.2010

TARİHİ OSMANLI CAMİSİNE SAYGISIZLIK

 

Yunanistan'ın Edessa şehrinde Osmanlı döneminden kalma tarihi caminin önüne haçlı bayrak direği dikilmesi tepkilere sebep oluyor.

 

Edessa'daki tarihi Yeni Cami'nin kapısına şehirde Müslüman kalmadığı için kilit vuruldu. Bakımsızlıktan dolayı kubbesinde ağaçlar çıkan ve camları kırılan cami harabeye döndü. Dış duvarları yazılarla doldurulan tarihi camiye yapılan büyük saygısızlık görenlerin yüreklerini burkuyor. Osmanlı mirası caminin önüne dikilen haçlı bayrak direği ise tepkilere sebep oluyor.

Sabah, 16.10.2010

KOMŞUNUN UMUDU ALİ PAŞA'NIN HAZİNESİNDE

 

 

Finansal krizde en büyük darbeyi alan , borç yükünden kurtulmak için 'nın sinin peşine düştü. Atina'nın 352 kilometre kuzeybatısındaki Vassiliki Köyü'nde gömülü olduğu sanılan ve milyonlarca euro değerinde olduğu tahmin edilen hazineyi aramak için özel bir ekip kuruldu. Yunan asıllı Avustralyalı hazine avcısı Vangelis Dimas'ın finanse ettiği devlet onaylı kazı çalışmaları tüm hızıyla sürüyor.

Yunan devlet televizyonu NET'e konuşan Dimas, köy yolu yakınındaki tepelikteki kazı hakkında "Dedektörlerimiz, hazinenin aşağılarda bir yerde olduğunu gösteriyor" dedi. Osmanlı Devleti'ne karşı kalkıştığı başarısız ayaklanma sonrasında 1822'de öldürülen Tepedelenli Ali Paşa'nın hazinesi bugüne kadar bulunamadı. 19'uncu yüzyılda Arnavutluk ve Yunanistan bölgelerini yöneten Osmanlı paşasının, Yunan asıllı karısı, Vassiliki Köyü'nde doğduğu için kazılara burada başlandı. Bulunacak hazinenin yarısı, hali hazırda 300 milyar euro borcu olan Yunan devletinin olacak.

Sabah, 16.10.2010

HALEPLİBAHÇE'DE MOZAİKLER KORUNACAK

 

Şanlıurfa Kültür ve Turizm Müdürü Selami Yıldız, Haleplibahçe'de mozaiklerin zarar görmemesi için üstünün örtüldüğünü söyledi.

 

Şanlıurfa Kültür ve Turizm Müdürü Selami Yıldız, Haleplibahçe'de 2007 yılında yapılan kazılar sonucu dünyanın en kıymetli mozaikleri çıktığını söyledi.

 

Yıldız, "Amazon kraliçelerinin resmedilmiş ilk mozaikleridir. Yaklaşık üç yıldır burası daha önce dere yatağı olduğu için özelikle kış mevsimi buraya yağmur suları ve dağlardan gelen sel suları baskını sonucu mozaiklerimiz sular altında kalıyor. Bununla ilgili olarak yaptığımız bir proje koruma kurulundan geçti. Dün itibariyle Haleplibahçe'de mozaiklerin üstü mebran örtü ile örtüldü. Alanda çalışmalarımız başladı. 15 güne kadar mozaiklerimizin üstü tamamen örtünecek ve korunacaktır. Yağmurdan ve güneşten korunacaktır. Belediyemizle kısa zamanda etrafına tahliye kanaları yapacaktır. Bunun hemen halledilmesi gerekiyor. Umudumuz bu 15 günde şiddetli bir yağmurun yağmamasıdır" dedi.

Turizm Gazetesi, 16.10.2010

7 BİN YILLIK MAĞARANIN GİRİŞİ KAPANDI

 

 

Muğla’nın Bodrum İlçesi’ne bağlı Gündoğan beldesinde 1992 yılında keşfedilen ve koruma altına alındıktan sonra gelecek yıl kültür turlarına açılması için çalışma başlatılan Peynirçiçeği Mağarası'nın girişi yağmur nedeniyle kayaların devrilmesi üzerine kapandı. Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi Müdürü Yaşar Yıldız, Kalkolitik Çağ ve İlk Tunç Çağı buluntularıyla 7 bin yıllık bir tarihe sahip olan Peynirçiçeği Mağarası'nın, kültür turlarına açılamadan kapandığını söyledi.

 

Gündoğan beldesinin Pasanda dağı eteklerinde 1992 yılında Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi’nde görev yapan arkeologlar tarafından bulunan Peynirçiçeği Mağarası hemen koruma altına alındı.

Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi, Türkiye Mağaracılar Birliği ve üniversitelerin bilim kurullarının araştırma yaptığı mağaranın, Batı Anadolu’da 7 bin yıl önce ilk yerleşim merkezlerinden biri olarak kullanıldığı ortaya çıktı. Üç ayrı koridordan onlarca galeriye ulaşılan ve yer yer yüksekliği 9 metreyi bulan mağarada, eski tunç çağı seramikleri, cilalı balta ve kap parçaları bulundu.

 

Mağarada, erozyonun en az etkilediği bir noktada ocak yanma izi tespit edildi. Ayrıca kalkolitik dönem seramik kap parçalarına rastlandı. Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi ile Peynirçiçeği Gündoğan Gönüllüleri Derneği tarafından hazırlanan proje ile mağaranın 2011 yılı Mayıs ayında kültür turlarına açılması hedeflendi. Mağarada tamamlanan bilimsel araştırmanın ardından, gönüllüler derneği üyeleri temizlik yaptı. Mağaranın ağzı demir kapı ile kapatıldı, tanıtıcı ve uyarıcı levhalar asıldı. Ancak mağaranın giriş kapısı, yağmur sırasında meydana gelen göçükte kayaların devrilmesiyle kapandı.

 

Peynirçiçeği Gönüllüleri Derneği Başkanı Sema Höcek, sarkıtlarla kaplı, yarasa kolonilerinin yaşadığı mağaranın Karya bölgesinin en eski yerleşimlerinden biri olarak gösterilmesi açısından çok büyük öneme sahip olduğunu belirtti. Milyonlarca yılda oluşan ve yaklaşık 7 bin yıl önce insanların yaşadığı tespit edilen mağarayı, 5-6 yıllık bir uğraşı sonunda hem korumak, hem tanıtmak, hem de tarih yağmacılarından korumak amacıyla kültür turlarına kazandırmak için proje geliştirdiklerini ve son aşamaya geldiklerini hatırlatan Höcek, ”Mağarayı tam denetimli rehberler ve mağaracılar kontrolünde kültür turlarına açmayı planlarken, doğa yine kendisini korumak amacıyla bir çöküntüyle mağarayı kapattı, koruma altına aldı. Mağaranın bundan sonra açılıp açılmayacağına ilgili kurumlar karar verecek’ dedi.

 

Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi Müdürü Yaşar Yıldız, her yıl çok sayıda insanın ziyaret ettiği ve kültür turlarına açılması hedeflenen mağaranın girişinde meydana gelen göçüğün doğal bir afet olduğunu söyledi. Yıldız, ”İçindeki galeriler, travertenler ve göl ile yer altı cennetini andıran mağarayı ziyarete açmak için çalışmalar sürerken, düzenlediğimiz giriş kısmının çökmesi şok etkisi yarattı. Tesellimiz bir felaketin yaşanmamış veya mağarada birilerinin kalmamış olması. Mağaraya şu anda sadece dağın tepesindeki galeriden girilebiliyor. İlk işimiz her yıl çok sayıda insanın ziyaret ettiği mağarada can güvenliği emniyetini almak’ dedi. Çalıştıkları projeyle, bu güzelliği tanıtarak korumayı ve gelecek nesillere aktarmayı amaçladıklarını kaydeden Yıldız, ”Mağaranın giriş kısmını ıslah etmeden ziyarete açmak mümkün değil. Bu da çok büyük bir bütçe gerektiriyor. İlk iş olarak mağaranın girişini kapatıp, tehlikeli bölge ilan ederek yaklaşılmamasını sağlayacağız. Kültür turu projesi bir süre için rafa kalktı. Mağara kültür turlarına açılamadan kapandı’ dedi.

haberler.com, 15.10.2010

YAKUTİYE MEDRESESİ'NDE TİCARİ AÇILIM

 

 

Son bir yıldır bakım ve onarım çalışmalarının yürütüldüğü Yakutiye Medresesi’nde, ticaret dönemi başlıyor. Erzurum Müze Müdürlüğü tarafından teşhir ve tanzim çalışmalarının yürütüldüğü Yakutiye Medresesi’nde, Türk Lokumu, Türk Kahvesi ve imitasyonlardan oluşan çeşitli hediyelik eşyalar da satılacak.

Kültür ve Turizm Bakanlığı, müzelerde başlattığı ticaret dönemini Yakutiye Medresesi’nde de uygulamaya sokacak. Müze Müdürlüğü tarafından yürütülen teşhir ve tanzim çalışmalarının tamamlanmasıyla birlikte yeniden ziyarete açılacak olan Yakutiye Medresesi’nde, ülke kültürünü yansıtan gıda ürünleriyle hediyelik eşyalar da pazarlanacak.

Konuyla ilgili olarak bir açıklama yapan Erzurum Müze Müdürü Mustafa Erkmen, Yakutiye Medresesi’nde geçen yıl başlayan restorasyon çalışmalarının tamamlandığını bildirdi. Erzurum ve Istanbul Rölöve ve Anıtlar Müdürlüğü’nce yürütülen bakım ve onarım işlerinin bitmesiyle birlikte tarihi medreseyi teslim alarak teşhir ve tanzim çalışmalarına başladıklarını kaydeden Erkmen, müzenin çok yakın bir zamanda yeniden ziyarete açılacağını söyledi. Müze olarak kullanılan Yakutiye Medresesi’nde bazı yeniliklere imza atılacağını anlatan Müze Müdürü Erkmen, tarihi eseri ziyaret edecek olan yerli ve yabancı turistlerin aynı zamanda alışveriş yapma imkanı da bulacaklarını söyledi.

Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın gerçekleştireceği ihaleyle Yakutiye Medresesi’nin içerisinde Türk kültürünü yansıtan çeşitli gıda ürünleri ve hediyelik eşyaların satışının da mümkün hale getirileceğini dile getiren Müze Müdürü Mustafa Erkmen, “Kültür ve Turizm Bakanlığı, bu uygulamayı Türkiye genelindeki birçok müzede yürütüyor. İhale yoluyla özel şirketlerin müzeler içerisinde turistlerin alışveriş yapmalarına imkan sağlayacak stantlar açılıyor. Bu stantlarda Türk Lokumu, Türk Kahvesi, çeşitli hediyelik eşyalar ve yörenin tarihiyle kültürünü yansıtan imitasyon malzemeler satılacak.” ifadelerini kullandı. 

Müze Müdürü Mustafa Erkmen, Yakutiye Medresesi’nde 900 ayrı eserin sergilendiğini anımsatarak, “Yapılan restorasyon çalışmasıyla medresenin orta kısmı boşaltılacak. Bir kenarda medrese sistemini, diğer bir tarafta da Erzurum tandır başını kompoze eden, heykelciklerin kullanıldığı bölümler bulunacak. Müzemiz, ziyarete açıldıktan sonra yepyeni bir yüz ve işlevle halkımızın karşısına çıkacak.” dedi.

Erzurum Gazetesi, 15.10.2010

"SÜLEYMANİYE'NİN KUBBESİ ASLINA DÖNSÜN"

 

Restorasyonu büyük ölçüde tamamlanan Süleymaniye Camii'nin, Kurban Bayramı'nda yeniden ibadete açılması planlanıyor.

 

Ancak yaklaşık 1,5 asır önce İtalyan Mimar Fossati'nin ana kubbeye çizdiği Barok-Rokoko süslemelerin kaldırılmaması yeni bir tartışma başlattı. İşlemelerin Mimar Sinan'ın felsefesine aykırı olduğu ve cami bütünlüğünü bozduğu belirtiliyor. Sanat tarihçileri ve mimarlar iskeleler sökülmeden ana kubbenin aslına uygun şekilde Osmanlı-Türk üslubuyla yeniden tezyin edilmesini istiyor.

 

Beş asırlık Süleymaniye Camii'nde ana kubbe dahil cami içi tezyini ilk olarak Mimar Sinan'ın arkadaşı, devrin baş nakkaşı Kara Memi tarafından yapıldı. Ancak zamanla dökülen bu kalem işleri kapatılarak ana kubbe Padişah Abdülmecit döneminde İtalyan mimar Fossati tarafından barok-rokoko üslubuyla tekrar tezyin edildi. Üç yıldır süren restorasyon kapsamında ise bu tezyinlerin barok-rokoko üslubuyla aynen bırakılması ya da 5 asır önceki haline çevrilmesi tartışması başladı. Restorasyonu biten camide şimdi gözler ana kubbede. Sanat tarihçileri ve mimarlar iskeleler kaldırılmadan ana kubbenin Osmanlı-Türk üslubuyla yeniden tezyin edilmesini istiyor.

 

Mimar Sinan'ın İstanbul'daki en muhteşem eseri olarak bilinen Süleymaniye Camii'nin restorasyonu tamamlanmak üzere; ancak İtalyan mimar Fossati'nin 1860'lardaki tadilatta ana kubbeye çizdiği barok-rokoko süslemeler yeni bir tartışma başlattı. Üç yıldır süren restorasyon çalışmaları kapsamında ana kubbede yer alan ve Mimar Sinan'ın felsefesine aykırı şekilde cami bütünlüğünü bozduğu düşünülen barok ve rokoko usulü süslemelerin değiştirilmediği ortaya çıktı. Sanat tarihi uzmanı Prof.Dr. Gönül Cantay'ın muhalefetine rağmen barok kalem işlerinin camide esas teşkil edecek biçimde kalıcı olarak sunulması yönünde karar veren Süleymaniye Camii bilim kurulu, bu uygulama için Anıtlar Kurulu'ndan izin almadı. Bilim kurulunun yalnızca revaklı avludaki kapı üzeri kubbeleri ve son cemaat yeri kubbelerindeki kalem işleriyle ilgili onay aldığını belirten bir yetkili; "Esas olan, bilim kurulunun ana kubbedeki tezyinatla ilgili bir veya birkaç öneri sunması; ama son kararı Anıtlar Kurulu'nun vermesidir. Ancak konuyla ilgili Anıtlar Kurulu bilgilendirilmemiş ve kuruldan herhangi bir karar çıkmamıştır, dolayısıyla Anıtlar Kurulu by-pass edilmiştir." diye konuşuyor.

 

Mevcut süsleme bu esere yakışmıyor

Süleymaniye'de üç yıldır devam eden restorasyonun son üç ayında kalem işleri danışmanı olarak görev alan nakkaş Semih İrteş de mevcut süslemenin Süleymaniye gibi bir esere kesinlikle uygun olmadığını söylüyor. Süslemenin kubbeyi caminin estetiğine aykırı olacak biçimde basık gösterdiği görüşünde. 19. yüzyılda İstanbul'daki bütün yapıların elden geçtiğinin ve tamiratın o dönemin modasına uygun olarak Batı üslubunda yapıldığının altını çizen İrteş, bugün bu yanlıştan dönülebileceğine ve ana kubbenin Mimar Sinan dönemindeki klasik nakışlarla tezyin edilebileceğine dikkat çekiyor. Fossati'nin süslemesinin ince bir bölümü açıkta kalacak şekilde kapatılmasının restorasyon ilkelerine aykırı olmadığının da altını çizen Semih İrteş sözlerini şöyle sürdürüyor: "Ana kubbede bugün artık izine rastlanmayan nakışlar Kanuni'nin baş nakkaşı ve Mimar Sinan'ın arkadaşı Kara Memi'ye aittir. Onun üslubu cami içinde aşikar biçimde görünmekte. Biz bu üslubu bilirken hatta Süleymaniye için tutulan masraf defterlerinden yola çıkarak kubbedeki tezyinatın ne kadar olması gerektiğini bile hesap edebilirken ana kubbe için fevkalade bir restitüsyon yapabilirdik."

 

İskeleler inmeden çalışma yapılmalı

Restorasyonun hat danışmanlığını son aylarda üstlenen Prof. Hüsrev Subaşı da, musikiden şiire nice esere ilham veren Süleymaniye'nin kıyamete dek görülmeye değer güzellikte anıtsal bir eser olduğunu hatırlatıyor. İskeleler inmeden kubbenin orijinal haline getirilmesi gerektiğini anlatan Subaşı, "İskeleler indikten sonra tekrar kurulması çok zor. Ana kubbe tamamlandı, iskele inmeye başladı. Tabii ki 1958 restorasyonunda ortaya çıkarılan mevcut klasik tezyinatla 1860'ların modasını yansıtan Fossati süslemeleri arasında bir felsefi uyum ve tezyini bütünlükten söz edilemez. Keşke daha önceden bir çözüm bulunabilseydi. Bir başka Süleymaniye daha yok çünkü..."

 

Süleymaniye için kendi dönemine en yakın tezyinatı uygun bulanlardan biri de yüksek mimar Prof. Suphi Saatçi. Sadece Süleymaniye'nin değil, klasik dönem camilerinin çoğunun barok süslemeyle allak bullak edildiğini söyleyen Saatçi; "Fossati'nin çizimi elbette tarihi değer taşıyor, ama Süleymaniye'nin özgünlüğü açısından önemli olduğu söylenemez. Kapatılarak koruma altına alınmalı ve tezyinatta orijinale yaklaşılmalıdır." diyor.

Zaman, Haber: Ülkü Özel Akagündüz, 15.10.2010

 

******


ANITLAR KURULU: SÜLEYMANİYE'DEKİ BAROK-ROKOKO SÜSLEME ÇALIŞMASINI DURDURDUK

 

Süleymaniye Camii'nin ana kubbesindeki batı üslubu barok-rokoko süslemelerin açığa çıkarılmasıyla ilgili tartışmalar sürüyor. Tepkiler üzerine devreye giren Anıtlar Kurulu, caminin ana kubbesinde kendilerinden izin alınmadan yapılan barok-rokoko süslemeleri canlandırma çalışmasının durdurulduğunu açıkladı. Ana kubbedeki tezyinatın önümüzdeki haftalarda hazırlanacak restitüsyon projelerine göre şekilleneceği öğrenildi.

 

Zaman'ın Süleymaniye Camii'nin ana kubbesindeki barok-rokoko süslemelerin restorasyonda açığa çıkarıldığını duyurmasının ardından Anıtlar Kurulu devreye girdi. Kurul, kubbede kendilerinden izin alınmadan yapılan barok-rokoko süslemeleri canlandırma çalışmasını durdurduğunu açıkladı. Ana kubbedeki tezyinatın (süslemeler) önümüzdeki haftalarda hazırlanacak restitüsyon (eseri özgün haline dönüştürme) projelerine göre şekilleneceğini duyuran Kurul, cami içindeki iskelenin de henüz sökülmediğini belirtti. Kubbeyle ilgili bu gelişme, Mimar Sinan ya da sonraki dönemlere ait klasik tezyinat örnekleri arasından bir seçim yapılmasının yolunu açmış oldu. Ancak Anıtlar Kurulu üyelerinin kubbede barok-rokokonun aynen bırakılması ya da klasik tezyinata dönülmesi yönünde tam bir mutabakata varamadığı da gelen bilgiler arasında.

 

Bu arada ana kubbeye yaklaşık 1,5 asır önce İtalyan mimar Fossati'nin çizdiği barok-rokoko süslemelerin restorasyonda aynen bırakılmasına tepkiler sürüyor. Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi öğretim üyelerinden Prof.Dr. Ali Rıza Özcan, "Süleymaniye gibi bir şaheserde Sinan dönemini gösteren örnekler olması gerekir." diyor. 1860'lardaki onarımda Fossati'nin klasik nakışları kazıdığını hatırlatan Özcan, mevcudu muhafaza etmek yerine, cami içindeki örneklere bakarak ana kubbedeki süslemelerin yeniden çizilebileceği görüşünde.

 

Yüksek mimar Muharrem Hilmi Şenalp ise Osmanlı kültür ve medeniyetinin şaheseri sayılan Süleymaniye Camii kubbe nakışlarının bütünüyle farklı bir kültürü yansıtmasından muzdarip. Şenalp, şunları söylüyor: "Cami mekanı ve cidarı külliyen kainatın remzidir. Mimari, nakış ve eşya bir medeniyetin birikiminin, kainat idraki ve alem tasavvurunun aynasıdır. Bu kadar büyük bir himmet ve fırsat, aceleye getirilerek tamamlanamaz."

 

Süleymaniye Camii'nde ana kubbe dahil iç tezyin 5 asır önce Mimar Sinan'ın arkadaşı, devrin baş nakkaşı Kara Memi tarafından yapıldı. Ancak zamanla dökülen bu kalem işleri kapatılarak yaklaşık 1,5 asır önce Padişah Abdülmecit döneminde İtalyan mimar Fossati tarafından barok-rokoko üslubuyla tekrar tezyin edildi. Üç yıldır süren restorasyon kapsamında ise bu tezyinlerin barok-rokoko üslubuyla aynen bırakılması ya da 5 asır önceki haline çevrilmesi tartışması başladı.

Zaman, Haber: Ülkü Özel Akagündüz, 21.10.2010

MÜZELERE 2011'DE ZAM YOK

 

“Müze ve Örenyerleri  Gişelerinin  İşletimi, Giriş Kontrol  Sistemlerinin  Modernizasyonu ve Yönetimi İşi“ ihalesini MTM ortaklığı ile kazanan TÜRSAB, resmi web sitesinden yaptığı açıklamada, gelecek yıl müze ve örenyerlerine giriş fiyatlarında bir değişiklik olmayacağını açıkladı. TÜRSAB açıklamasında, "2010 yılında  uygulanan indirimli müze ve örenyeri giriş fiyatları 31.12.2011 tarihine  kadar  geçerli olacak ve zam  yapılmayacak" dedi.

 

TÜRSAB'ın üyelerine yönelik konuyla ilgili duyurusu aynen şöyle:

 

"Sayın Üyemiz, 

T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Birliğimiz arasında imzalanan protokol esasları  çerçevesinde; müze ve ören yeri girişleri ile ilgili  toplu bilet alımlarında indirim uygulaması 2002 yılından bu yana aksamasız  olarak  başarılı  ve verimli  bir işbirliği  ile  sürdürülmektedir.

 

Bu işbirliği çerçevesinde; turizm sektörünün  en büyük sivil toplum kuruluşlarından  biri olan Birliğimiz tarafından temin edilen indirimli  biletler,  siz değerli üyelerimize   talepleriniz  doğrultusunda iletilmekte, böylelikle  sizlerin  diğer ülkelerdeki seyahat acentaları karşısında    rekabet gücü arttırılarak ülkemize daha fazla turist gelebilmesi için imkan yaratılmaktadır. 

 

Diğer taraftan,  T.C Kültür ve Turizm  Bakanlığı  Döner Sermaye İşletmesi Merkez Müdürlüğü'nün  açmış olduğu “Müze ve Ören yerleri  Gişelerinin  İşletimi, Giriş Kontrol  Sistemlerinin  Modernizasyonu  ve Yönetimi İşi  “ ihalesi  sonuçlanmış olup, ihaleyi   TÜRSAB Seyahat  Acentaları Hizmetleri  Ticaret Ltd Şti – MTM  Bilişim Arge Yazılım Güvenlik Teknolojileri San Tic A.Ş ortaklığı kazanmıştır. 

 

Söz konusu  ihale  kapsamında  Bakanlığa  bağlı müze ve örenyeri girişlerinde  2010 yılında  uygulanan indirimli müze ve örenyeri giriş fiyatları  31.12.2011 tarihine  kadar  geçerli olacak ve zam  yapılmayacaktır.  Ayrıca  31.12.2010 tarihinde  siz üyelerimizin    indirimli olarak  almış olduğunuz ve  kullanamadıklarınız  stoklarında  bulunan    2010 yılı  biletleri  yeni (2011yılı ) biletleri  değişikliği  sağlanacaktır.  

 

Bu ihale kapsamında bulunan  50 (elli)  müze ve örenyerleri gişelerinin  işletimi , giriş kontrol sistemlerinin  modernizasyonu  ve yönetimi  işi  projesi Birliğimize bağlı  TÜRSAB Seyahat Acentaları  Hizmetleri  Tic Ltd Şti tarafından gerçekleştirilecektir. 

 

Dolayısıyla,   Birliğimiz tarafından 2011 yılı içerisinde kullanılacak indirimli müze ve ören yeri giriş bilet basımlarının yapılabilmesi, yeni kurulacak  sisteme  uyum sağlaması,    müze ören yerlerinde elektro mekanik turnikeli geçiş sistemlerinin kurulabilmesi modernizasyonu , bakım onarımlarının yapılabilmesi ve uygulamanın aksamasız devam edebilmesi için acentanız tarafından  2011 yılı indirimli   bilet alımlarınızın  Birliğimize  ivedi  olarak  bildirilmesi ve  taleplerinizin  %10’luk  kısmı  için  aşağıda  dökümü  verilen banka hesaplarımıza  havale  yapılmasını   veya  Şubat-Mart-Nisan-Mayıs tarihlerine  ihtiyaçlarınız  doğrultusunda  çek  ile ön ödeme yapılmasını  önemle rica ederiz.

 

Saygılarımızla,

TÜRKİYE  SEYAHAT  ACENTALARI BİRLİĞİ 
(TÜRSAB)"

Turizm Habercisi, 15.10.2010



ANTİK KENTE PARKE YOL

 

   

 

Adıyaman Belediyesi tarafından hazırlanan proje doğrultusunda Perre antik kentinde yapılan kilitli parke taş çalışmalarında Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından gönderilen ödenek yetersiz kaldı.

 

Adıyaman Belediye Başkanı Necip Büyükaslan, kilitli parke taş döşenen Perre antik Kentteki yolda incelemelerde bulundu. Perre antik kentinin Adıyaman ve Türkiye turizmi için çok önemli olduğuna dikkat çeken Belediye Başkanı Necip Büyükaslan, turistlerin çamur ve tozdan kurtulacağının altını çizdi. Çalışmaların standartlara uygun bir şekilde yapıldığını ve 3 bin 500 metrekare alana kilitli parke taş döşendiğini belirten Başkan Büyükaslan, Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın 100 bin TL ödenek gönderdiğini fakat bunun yetersiz olduğunu söyledi.

 

Perre antik kentinin kaya mezarlarının alt kısmında bulunan yolda yürütülen kilitli parke taş döşeme çalışmalarının tamamlanması için yeni ödenek talep edeceklerinin altını çizen Büyükaslan, "Adıyaman ve ülke turizmi için bu kadar önemli olan Perre antik kenti için projeyi hazırlayarak Kültür ve Turizm Bakanlığı'na sunduk. Bakanlık projemizi kabul etti ve 100 bin TL ödenek gönderdi. Birçok yerli ve yabancı turistin ziyaret ettiği Perre antik kentinde turistler çamur ve toz içerisinde yürüyorlardı. Bu yolun tamamlanmasıyla birlikte turistler bu sıkıntıdan kurtulacak" dedi.

 

Belediye Başkanı Büyükaslan, yeni talebin kabul edilmesinin ardından çalışmaların yeniden başlayacağını sözlerine ekledi.

Adıyaman Kent Haber, 14.10.2010

TARİHİ MOZAİKLER GÜN YÜZÜNE ÇIKIYOR

 



İl Kültür ve Turizm Müdürü Abdullah Aldemir tarafından kısa süre önce Kurukastel Ören yerinde bulunan mozaikleri kurtarma kazıları başladı.

 

İl Kültür ve Turizm Müdürü Abdullah Aldemir yaptığı açıklamada, Kurukastel Ören yerinin tescilli sit alanı olduğunu belirterek, "Burada eski bir yerleşim olduğunu yüzey araştırmalarından biliyoruz. Ancak bugüne kadar bir kazı yapılmamıştır. Bu nedenle burada kurulan şehrin adı nedir? Ne zaman, kimin tarafından kurulmuş, ne zaman ve kimin tarafından yıkılmış bilmiyoruz. İki vatandaşımızın patika yol üzerinde mozaik gördüklerini Valiliğimize bildirmeleri üzerine inceleme yapılmış, Sayın Valimizin destekleri, Bakanlığımızın kazı izni vermesiyle, Gaziantep Müzesi arkeologlarıyla alan kazılmış ve mozaikler açığa çıkarılmıştır. Bu iki vatandaşımızın hassasiyetlerine teşekkür ediyoruz.





Valiliğimiz kendilerini ayrıca ödüllendirecektir. Benzer örnek davranışları diğer vatandaşlarımızdan da beklemekteyiz. Mozaikler 5. yüzyıla ait Bizans Dönemi mozaiklerinin özelliklerini göstermektedir. Ancak yazılı bir belgeye rastlanmamıştır. Bir villanın tabanına yapılmış mozaiklerdir. Yapılan kazıda bulunan izler binanın bir yangınla yıkıldığını göstermektedir. Restoratörlerce temizlik ve bakımı yapılarak mobil hale getirilecek olan mozaikler, Kilis'te müze açılınca iade edilmek üzere, Gaziantep Mozaik Müzesi'ne kaldırılacaktır. 2863 Sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu'nun 4.maddesi gereği arazisinde tarihi eser olanların haber verme zorunluluğu vardır. Haber vermemeleri durumunda tarihi eser kaçakçılığı suçu işlemiş konumuna düşmektedirler. Çok zengin bir tarihi birikime sahip olan ilimizde vatandaşlarımızın bildikleri eserleri Valiliğimize veya Müdürlüğümüze bildirmelerini bekliyoruz. Kazıyı başlatma desteği veren Sayın Valimize, kazı sırasında Müdürlüğümüzden yardımlarını esirgemeyen İl Özel İdaresine ve Kilis Belediye Başkanlığına teşekkürlerimi arz ederim" dedi.

Kilis Kent Haber, 14.10.2010



******


MOZAİKLERİ GÖRDÜLER, ÖDÜLÜ KAPTILAR

 

Kilis'te, Kurukastel Ören yerinde mozaikleri görerek Kilis Valiliği'ne bildiren 2 kişiye 500'er TL ödül verildi.

 

Devlet Ateşalioğlu ile Kadir Akın adlı vatandaşlar Kurukastel yakınlarında bağa giderken yüzeye vuran mozaikleri görerek, Kilis Valiliği'ne bildirdi. Devlet Ateşalioğlu ile Kadir Akın'ın bu örnek davranışı üzerine Vali Turhan Ayvaz, 500'er TL ile ödüllendirdi.

 

Kurukastel Ören yerinde Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın kazı izni vermesiyle, Gaziantep Müzesi arkeologlar tarafından çalışma yapılarak, mozaikler açığa çıkarıldı.

 

Devlet Ateşalioğlu ile Kadir Akın, kendilerinin vatandaşlık görevini yaptığını belirterek, "Bugün yine böyle bir şeyle karşılaşsak devletimize bildiririz. Bizim bu davranışımız herkese örnek olmalıdır" dedi.

Kilis Kent Haber, 18.10.2010

KANSERLE İLGİLİ ŞOK GERÇEK ORTAYA ÇIKARILDI

 

Bilim adamlarının Mısır'da mumyalar üzerinde yaptığı araştırma kanserin tamamen insanoğlu tarafından yaratılmış bir hastalık olduğunu ortaya çıkardı. Mumyalar üzerinde yapılan araştırmalar bu dönemde yaşayan kimsede böyle bir hastalık bulunmadığını ve kanser hastalığının özellikle Sanayi Devrimi'nden sonra artış gösterdiği ortaya çıktı.

Dünyada kirliliğin artışı ve beslenme olanaklarının azalmasının kanserinde oluşmasında ve yaygınlaşmasında ciddi rol oynadığı kaydedildi.

Ancak araştırmaya katılan profesörler kanserin köklerinin ortaya kesin olarak çıkmasının için araştırmaların devam etmesi gerektiğini söyledi.

Milliyet, 14.10.2010

MONA LISA'YI ÇÖPE ATMIŞLAR

 

İtalyan bir uzman, Leonardo da Vinci’nin ünlü tablosu Mona Lisa için modellik yapmış olan ve gerçek kimliği Lisa Gherardini olan kadının mezarının 30 yıl önce kazılmış olduğunu, kalıntıların da Floransa yakınlarındaki belediyenin çöp toplama tesisine atıldığını söyledi.

 

Floransa’da 1542’de ölen ve Mona Lisa’nın modeli olduğu 2007’de keşfedilen Lisa Gherardini isimli kadın, Sant’Orsola manastırına gömülmüştü. Yüzyıllar sonra manastırın arazisi, tütün fabrikası ve üniversite binası olarak kullanılmaya başlandı. 1980’lerde de mali polisin kışlası oldu. Bu esnadaki inşaat çalışmalarında, yeraltına otopark yapıldı. 30 yıldır Gherardini’nin mezarını bulmak için arşivlerde çalışan Da Vinci uzmanı Giuseppe Pallanti, kadının mezarının bu kazılarda yerinden sökülerek bir çöp tepesine konulduğunu ileri sürdü.

Hürriyet, 14.10.2010

"KİMSE ZARAR VERMESİN"

 

     

 

Malatya’nın Çavuşoğlu Mahallesi’nde bulunan Taşhoron Ermeni Kilisesi’nin duvarı delindi. Kültür Müdürlüğünce tescilli tarihi kilisenin kuzeyinde bulunan, ana yapıya ekli, ana yapıdan daha alçak olan bölümünün duvarındaki taşlar sökülmüş. Kiliseyi koruma amacıyla taşlarla örülmüş olan duvardan, birkaç taş sökülerek çıkarılmış. Sökülerek açılan boşluktan, bir insan rahatlıkla geçebiliyor.

Tarihi kilisenin, define avcılarından, sarhoşlardan, gayri meşru yaşayanlardan korunması için kapı ve pencerelerinin taşlarla örüldüğü söyleniyor. Mahalle Muhtarı Sayın Mustafa Şahin’i ziyaret ettim. Kiliseyi korumak için kapı ve pencereleri, harç ve taşlarla bizzat kendisinin kapattırdığını söyledi. Duvarda açılan gedikten söz ettim. İlgileneceğini söyledi.

Muhtar Mustafa Şahin: “Bu kilise, aslında benim sorumluluğumda değil. İbadethane olması bir yana, bize dert oldu. Açılmıyor, korunmuyor; ama hesabı bizden soruluyor. Hesabının sorulması bir yana, bu güzel ibadethaneye kıyamıyoruz. Çavuşoğlu halkı, Taşhoron Ermeni Kilisesi’ne sahip çıkıyor. Kilise, başka bir yerde olsaydı, şimdiye kadar çoktan yıkılmış olurdu. Kiliseden bir tane taş bulamazdınız.

Kapı ve pencerelerini, harç ve taşlarla ördük ki içeriye defineciler, sarhoşlar girmesin. Tarihi esere kimse zarar vermesin. Herkes, kilisenin açılmasını istiyor. Yetkililer de açılmasını isteriz, diyorlar. Hani nerde? Hiç kimse gayret göstermiyor, Taşhoron’un açılması konusunda benim umudum tükeniyor. Bu yüzden dert sahibi olduk. “ dedi.

Bu muhteşem Taşhoron Ermeni Kilisesi’nin içinin ve dışının fotoğraflarını çektim. Başbakanlığa da internet üzerinden dilekçe gönderdim. Muhtar Mustafa Şahin’i de konudan haberdar ettim. Kilisenin duvarının açılan bölümünün yeniden taşlarla ve harçla kapatılmasını rica ettim.

Şimdi sesleniyorum: Ey Kültür Bakanlığı, Malatya Valiliği, Malatya Belediyesi, Malatya Kültür ve Turizm Müdürlüğü, Malatya Müze Müdürlüğü, KUDEP ve ÇEKÜL yetkilileri neredesiniz? Neredesiniz, Taşhoron yaralandı, Taşhoron ölmek üzere, Taşhoron artık yaşamak istiyor.
Malatya Haber, Haber ve Fotoğraflar: Sultan Kılıç, 14.10.2010







KASRI KANCO 'KÜRT SORUNU'NA TAKILDI

 

 

Demokratik Toplum Kongresi (DTK) Başkanı Ahmet Türk'ün Mardin'deki 150 yıllık evi Kasrı Kanco Konağı'nın restorasyonu "Kürt sorununa" takıldı. İçinde 300 yıllık taş kapı gibi tarihi eserlerin bulunduğu bu konağın koruma altına alınması için Mardin Koruma Kurulu'na müracaat eden Türk, ekibin konağın koruma altına alınması yönünde rapor hazırladığını ancak restorasyon taleplerinin Ankara'ya takıldığını söyledi. Türk, "Ahmet Türk'ün evi olunca temkinli yaklaşıyorlar" dedi. Derik İlçesi yakınlarındaki Kasrı Kanco Konağı, Mardin denilince akla gelen birkaç tarihi yapıdan biri. Arapça "saray" anlamına gelen Kasrı Kanco adı Türk'ün dedesinin babası Hüseyin Kanco'dan geliyor. Sultan Abdülhamit döneminde Hamidiye Alayları'nda komutanlık yapan dede Kanco, bu konağı 19'uncu yüzyılın sonlarında yaptırmış.

Ahmet Türk, bu görkemli kale gibi inşa edilen konakta doğmuş. Ancak yüzyıllık tarihi yapı şu anda içerden yıkılmaya yüz tutmuş durumda. Konağın restore edilerek koruma altına alınmasını isteyen Türk, SABAH'a bu konuda yaptığı girişimleri anlattı. "Böyle bir tarihi eserin yok olup gitmesini istemiyorum. Bu sadece doğduğum ev değil, tarihi bir eser" diyen Türk, konuyu Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay'a ilettiğini söyledi. Restorasyonu için en az 700-800 bin liraya ihtiyaç olduğunu anlatan Türk, şöyle konuştu: "Böyle bir yapının turizme kazandırılmasını istiyorum. Ertuğrul Bey, çok eski arkadaşım. Kendisiyle de yüz yüze konuştum. Bu konuda destek olun dedim. Ancak söz konusu Kürt siyasetçi Ahmet Türk olunca temkinli yaklaşıyorlar. Mardin Koruma Kurulu da gelip inceledi. Korumaya alınması yönünde rapor tutuldu. Ancak restore edilmesine dönük bir adım atılmadı. İçerideki taş kapıyı babam getirip taktırmış. Duvarlar dökülmeye, taş merdivenler yıkılmaya başladı. Normal bir badana boya, onarımla olacak bir şey değil. Tarihi bir varlık olarak korunması için restore edilmesi gerekiyor. Bu tarihi esere sahip çıkılmalı."

"İnceleteceğim"yanıtını veren Kültür Bakanı Günay, Türk'ün umutlarını suya düşürdü. Aradan birkaç ay geçmesine rağmen Günay'dan hiçbir ses çıkmadı. Konuyu Bakan Günay'a da sorduk. Bu konuda bir gelişme olmadığı yanıtını aldık. Kültür Bakanlığı'ndan alınan bilgiye göre gerçek ve tüzel kişilerin mülkiyetindeki bu tür varlıkların onarımına yardım sağlanması için Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Bölge Kurulu'nca onayla projelere karşılıksız nakdi yardım yapılabiliyor.

Sabah, Haber: Hazal Ateş, 14.10.2010

TARİHİ SURLAR DA
DAYANAMADI

 

İstanbul'da etkili olan sağanak yağış beraberinde kazaları da getirdi.

Çeşitli semtlerdeki hasarlı kazaların yanı sıra yaralananlar da oldu.

Topkapı'daki asırlık tarihi surlar da yağan yağmur ve fırtınaya dayanamadı.

Surlardan kopan kaya parçaları cadde üzerine düştü.

Hürriyet, 14.10.2010

YETİMHANENİN TAPUSU RESMEN PATRİKHANE'DE

 

 

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin, Büyükada’daki Rum Yetimhanesi’nin Ortodoks Rum Patrikhanesi’ne devri için tanıdığı 3 aylık süre doldu. AİHM’nin kararının Türkiye’ye ulaşmasıyla toplanan Vakıflar Genel Müdürlüğü Meclisi, Büyükada Rum Yetimhanesi’nin AİHM kararına uygun olarak Patrikhane’ye devri için oybirliğiyle karar aldı.

 

Meclis, AİHM’nin Türkiye aleyhinde kararını açıklamasının ardından, devrin Patrikhane’ye değil de Büyükada Rum Erkek Yetimhanesi’nin vakfına yapılması için direnmişti. Ancak Meclis, kesinleşen kararın uygulanması ve devrin Patrikhane’ye yapılması için Dışişleri Bakanlığı’na bu yönde yazı gönderdi. AİHM’den kazanılan davalarda böylece ilk kez vakıf yerine, dini bir cemaate tapu devri yapılması için karar alınmış oldu. Tapunun, önümüzdeki hafta Tapu Kadastro Genel Müdürlüğü’nde Patrikhane tüzel kişiliği üzerine yapılması bekleniyor.

 

Türkiye, 45 yıl süren davalar sonunda AİHM kararına uygun olarak devir yapmaya hazırlanmasına rağmen yine de Patrikhane’ye mahkeme masrafları için 20 bin ve 6 bin de manevi bedel olmak üzere, 26 bin Euro tazminat ödemek zorunda kalacak. Büyükada Rum Yetimhanesi’nin devri Heybeliada, Kınalıada, Büyükada, Burgazada ile Gökçeada’da paha biçilemeyen mülklere sahip 23 vakfın gayrimenkullerinin de önünü açtı.

 

Avrupa’nın en büyük ahşap yapısı olma özelliğini taşıyan Büyükada Rum Yetimhanesi binası bundan sonra “Dinlerarası Diyalog ve Barış Merkezi” olarak hizmet verecek.

 

Patrikhane, Büyükada Hristos Tepesi’nde bulunan 23 bin 255 metrekare arazi üzerindeki yapıyı, 1902’de parasını ödeyerek satın aldı. 1898’de bir Fransız şirketin otel olarak inşa ettiği, dünyanın ikinci Avrupa’nın en büyük ahşap yapısı olma özelliğini taşıyan binanın kullanım hakkı, 1903’te cemaate ait Büyükada Rum Erkek Yetimhanesi Vakfı’na devredildi. 1935’te Vakıflar Kanunu’yla, yetimhanenin tüzel kişiliği tanındı. 1936’da Vakıflar’a devredilen bina, 1964’te Kıbrıs krizinde devlet tarafından boşaltıldı ve o tarihten sonra kullanılmadı.

Habertürk, Haber: Sultan Uçar, 13.10.2010

ASSOS'TA 2 BİN 300 YILLIK OLTA İĞNESİ

 

Çanakkale'nin Ayvacık İlçesi'ne bağlı Assos antik kentinde yapılan kazı çalışmalarında 2 bin 300 yılık olduğu belirlenen bronz olta iğneleri bulundu.

 

Assos Kazı Heyeti Başkanı Prof. Dr. Nurettin Arslan, antik kentte yapılan kazı çalışmalarında ilginç bulgulara ulaşıldığını belirterek, "Bilindiği gibi Assos bölgesi antik çağda balıkçılığın en önemli olduğu yerler arasında bulunuyordu. Daha önceki yıllarda bu bölgede balık yemede kullanıldığını tahmin ettiğimiz çok sayıda tabak bulunmuştu. Bunun dışında bu balıkları tutmak için kullanıldığını belirlediğimiz bugünkü balık tutmada kullanılan oltalara benzeyen 2 bin 300 yıllık bronz olta iğnelerini de bulduk. Binlerce yıl önce bu bölgede bulunanların bu oltalarla balık yakaladıklarını söyleyebiliriz. Olta iğneleri bronz olduğu için günümüze kadar bozulmadan gelmiş durumdalar" dedi.
Çanakkale Kent Haber, 13.10.2010

EN ÖNEMLİ PROJELERDEN BİRİ RAFA KALKIYOR

 

 

Gazhane Çevre Kültür ve İşletme Kooperatifi Başkanı Serkan Öngel, rant çevrelerinin alana olan ilgisinin projenin hayata geçirilmemesinde rol oynadığını düşündüklerini ifade etti. Öngel yaptığı açıklamada, 2010 Avrupa Kültür Başkenti çalışmaları kapsamında Hasanpaşa Gazhanesi'nin katılımcı bir model, çok işlevli bir kültür merkezi ve endüstri müzesi olarak, Anadolu yakasının kültür sanat ortamına kazandırılmasını amaçlayan projesinin hayata geçirilmesinin engellendiğini söyledi.

15 yıldır Hasanpaşa'da alanın katılımcı bir modelle İstanbul'a kazandırılması için mücadele eden Gazhane Çevre gönüllüleri, 2010 yılının son aylarına girilirken proje için ayrılan bütçenin iptalinin gündeme alınmasından ve projenin iptal edilmesinden kaygılanıyor. Öngel, rant çevrelerinin alana olan ilgisinin projenin hayata geçirilmemesinde rol oynadığını düşündüklerini söyleyerek, "Avrupa Kültür Başkenti kapsamında, Gazhane projesinin iptali, Kültür Başkenti iddiasının iflasıdır. Bu başlık altında çok az sayıda dişe dokunur iş yapılmışken, İstanbul'a bu sürecin armağanı olacak somut bir örnek çürümeye terk edilmiştir. Kente sadece meta olarak bakan Belediye, kullanım değerini değil, değişim değerini esas almaktadır. Ne yazık ki, Kadıköy Belediyesi de sürece karşı kayıtsız kalmaktadır" diye konuştu.

Geçtiğimiz hafta, Gazhane Çevre Gönüllüleri, İstanbul Büyükşehir Belediyesi'ne dilekçe vererek, endüstri mirasının durumunu sormuştu. Dilekçede, 32 dönümlük geniş bir alana yayılan ve İstanbul'da türünün son örneği olan bu tesisin 25 Ekim 1994 tarih 3564 sayılı Koruma Kurulu kararı ile sit alanı ilan edilerek koruma altına alındığı ve endüstriyel mimarinin çok önemli örneklerinden biri olduğu belirtildi. Sözü edilen semtte yaşayanların oluşturduğu Gazhane Çevre Kültür ve İşletme Kooperatifi'nin, alanın bölgede ihtiyacı duyulan sosyal donatı alanı gereksinimine uygun olarak yeniden düzenlenmesine yönelik 1996 yılından bu yana çalışmalar yürütmesine ve bu kapsamda pek çok idari otoriteye dilekçeler verilmesine karşın her hangi bir gelişme olmadığı hatırlatıldı.

Dilekçe'de ayrıca anılan kentsel alanın bölgenin gereksinimlerine uygun olarak, kent ile ilgili kararların kentte, kentin o parçasında yaşayan insanların katılımı sağlanması ilkesi ve yaklaşımına uygun olarak düzenleneceğine ilişkin belediyenin beyanlarının gereği olarak nasıl bir işlem ve eylemde bulunulmakta olunduğu soruldu.

Projenin bütçesinin iptal edilmesine dair kararın gündeme alındığını ifade eden Öngel, "Rant çevrelerinin alana olan ilgisinin projenin hayata geçirilmemesinde anahtar bir rol oynadığını düşünüyoruz. Avrupa Kültür Başkenti kapsamında, Gazhane projesinin iptali, Kültür Başkenti iddiasının iflasıdır. Bu başlık altında çok az sayıda dişe dokunur iş yapılmışken, İstanbul'a bu sürecin armağanı olacak somut bir örnek çürümeye terk edilmiştir. Anlaşılan o ki, kente sadece bir meta ve rant alanı olarak yaklaşan İBB, kullanım değerini değil, alanın değişim değerini esas almaktadır" dedi.

Kadıköy Belediyesi'nin de sürece karşı kayıtsız kaldığını iddia eden Öngel, "İstanbul Büyükşehir Belediyesi'ni İstanbul'un tarihi mirasına sahip çıkmaya ve katılımcı kent yönetimi iddiasına uygun hareket etmeye davet ediyoruz. İstanbul'un lüks konut projelerine, alışveriş merkezlerine değil, nefes alacak alanlara ihtiyacı var" diye konuştu.

Cumhuriyet, Fotoğraf: Gül Köksal, 13.10.2010

KAÇAK KAZIYA TUHAF SAVUNMA

 

 

Muğla’nın Milas İlçesinde bir evin bahçesinde kaçak kazı yapıldığı ihbarı, jandarmayı harekete geçirdi.

 

Bahçesindeki çukurdan Roma dönemine ait eserler çıkan şahıs, fosseptik çukuru kazdığını iddia etti. Milas merkez Hocabedreddin Mahallesi, Park Caddesi, 1. Sakarya Sokak üzerindeki bir evin bahçesinde kaçak kazı yapıldığı bilgisini alan Milas İlçe Jandarma Komutanlığı ekipleri, beraberlerinde iki arkeologla birlikte eve sabah saatlerinde girdi. Ev sahibi işçi emeklisi M.K.’nın (50) bahçede foseptik amaçlı kazdığını iddia ettiği 2 metre derinlik ve genişliğindeki çukurda Roma dönemine ait olduğu sanılan kalıntılar tespit edildi.

 

Milas Müze Müdürlüğü görevlileri, kalıntıların, Tümbek Sokak üzerinde bulunan Augustus Tapınağı’na ait uzantılar olabileceğini ifade ederek, 1. derece sit alanı olarak belirlenen bölgede, bulunan eserleri kayıtlara işledi. Ayrıca ev bahçesinde yapılan araştırmada sütun altı olarak bilinen işlemeli taşlar bulundu.

 

Oturduğu evle ilgili kaçak yapı olduğu gerekçesiyle yıkım kararı bulunduğunu ve bu konuda mahkeme tarafından kendisine verilen hapis cezasının 6 bin TL idari para cezasına çevrildiğini ifade eden M.K, işlemeli taşlarla ilgili Milas Arkeoloji Müzesi Müdürlüğüne bilgi verdiğini ifade etti.

Gözaltına alınmadan önce gazetecilerin sorularını cevaplayan M.K; “Yaklaşık bir aydan beri bahçemde fosseptik çukuru kazıyorum. Kış aylarında bahçede su gölleniyor ve dışarıya aktaramıyorum. Bunun için bir çukur açıyordum. Tarihi eser kaçakçılığı yapıyor olsam geçtiğimiz günlerde hemen arka sokakta bir operasyon yapılmıştı o zaman kazdığım çukuru kapatırdım. Ben bu evi 1996 yılında aldım. O zaman bahçede eski bir ev vardı. Bahçedeki eski taşlar eski ev yıkılınca ortaya çıktı” dedi. Ev sahibi M.K, izinsiz kazı yaptığı gerekçesiyle jandarma tarafından gözaltına alındı. Evde, kazı çalışması başlatıldı.

 

Bilindiği gibi; bir hafta önce, bir sokak ileride gerçekleştirilen benzer bir operasyonda Roma İmparatoru Augustus adına yapıldığı tahmin edilen tapınağın bir bölümü bulunmuştu.

Internet Haber, 13.10.2010

33 YIL SONRA 30 BİN TARİHİ ESER GÜN YÜZÜNE ÇIKIYOR

 

Kahramanmaraş’ta temeli 33 yıl önce atılan müze inşaatı aralık ayında hizmete açılıyor. Müzenin hizmete açılmasıyla yıllardır depoda bekleyen yaklaşık 30 bin tarihi eser de sergilenme imkanına kavuşacak.

 

İl Kültür ve Turizm Müdürü Seydi Küçükdağlı, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Azerbaycan Bulvarı üzerinde bulunan Kahramanmaraş Müzesi ek binasının temelinin 1977 yılında atıldığını belirtti. Küçükdağlı, 2004 yılına kadar atıl vaziyette bekleyen inşaatın yeniden projesinin hazırlandığını ve 2006 yılında projesinin tamamlanmasıyla birlikte ihaleye çıkılarak inşaat çalışmalarına başladığını söyledi.

 

1.5 yıl önce çalışmalara başlanan müze inşaatında artık son aşamaya gelindiğini ifade eden Küçükdağlı, müze ek bina inşaatının aralık ayında tamamlanacağını ve modern tasarımı, teşhir ve tanzim projesiyle depolarda bekleyen 30 bin tarihi eserin 33 yıl sonra gün yüzüne çıkacağını bildirdi.

 

Çalışmalarla müzedeki salon sayısının 2′den 10′a çıkarttıklarını dile getiren Küçükdağlı, müzenin hizmete açılmasıyla birlikte bölgenin önemli turizm merkezi olacağına dikkati çekti. Küçükdağlı, şöyle konuştu:

”33 yıldır bekleyen bir inşaat vardı. 2004 yılında Kültür ve Turizm Bakanlığının girişimleriyle konuyu yeniden gündeme alarak inşaatı tamamlama kararı alındı. Hakikaten yıllardır bize üzüntü veren bir durumdu. 2 salonumuz olduğu için eserlerimizin büyük bölümünü sergileyemiyorduk. Ancak şimdi depolarda bekleyen tarihi eserler ve yapılan yeni alımlarla birlikte tarihe ışık tutacak eserler insanların istifadesine sunulacak.”

 

Müzenin bölgeye yakışır tarz düzenlenen modern binanın içinde bulunan eserleriyle ulusal bir özelliğinin de bulunacağına işaret eden Küçükdağlı, ”Müzenin 2 bin 500 metrekare kapalı alana sahip olması ve 10 salona çıkmasıyla birlikte Geç Hititler döneminden günümüze kadar olan 30 bin civarındaki halkın yeni göreceği tarihi eserler sergiye açılacak. Böylece bölgemiz yeni bir turizm alanına kavuşacak ve böylelikle hem yerli turizme hem de ulusal turizme farklı bir ortam sunmuş olacağız” ifadesini kullandı.

Zaman, 13.10.2010

NYSA ANTİK KENTİ KAZILARI

 

Nysa antik kenti Kazı Başkanı Prof.Dr. Vedat İdil, bu yılki bölümü sona eren kazı çalışmalarında, gymnasium alanında, Roma devrine ait kaide bulunduğunu bildirdi. Prof.Dr. İdil, yaptığı açıklamada, 3 ay önce başlayan ve bu yılki bölümünü sonlandırdıkları kazıları, 20 kişilik kazı ekibi ve 40 işçiyle yürüttüklerini belirtti. Sona eren kazılarda tiyatro, agora ve gymnasium olmak üzere üç ayrı bölgede çalışma yaptıklarını ifade eden Prof.Dr. İdil, ''Bu yıl, gymnasiumda yaptığımız kazı çalışmalarında, Roma devrine ait kaide bulduk. Kaidenin MÖ 150 yılında yapıldığını tahmin ediyoruz. Konik başlıkları gibi önemli bulgular da bulundu. Yine Roma döneminin altyapıları, kanalizasyon sistemi gibi eserlerin devamı ortaya çıktı'' dedi.

 

Prof.Dr. İdil, kazılar için bu yıl Kültür ve Turizm Bakanlığı'ndan 219 bin lira ödenek geldiğini de bildirerek, kazıların sağlıklı bir şekilde devam edebilmesi için her yıl en az 500 bin lira düzeyinde ödeneğe ihtiyaç duyduklarını ve bu noktada yardımsever iş adamlarının kazılara destek olmasını istediklerini sözlerine ekledi.

Yeni Asır, 13.10.2010

TARİHİ ESER KAÇAKÇILARI CEZAEVİNİ BOYLADI

 

Kırşehir Emniyet Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü tarafından yapılan tarihi eser operasyonlarında gözaltına alınan 5 kişiden 3'ü tutuklandı.

Operasyonlarda çok sayıda tarihi eser ele geçirildi.

 

Kaçakçılık ve Organize Suçlar Şube Müdürlüğü ekiplerince yapılan çalışmalarda, bazı şahısların Kayseri'den yasa dışı yollarla temin ettiği tarihi eserleri İstanbul'a satmak için götürdükleri bilgilerine ulaşıldı. Fiziki takipler sonucu Akpınar İlçe Emniyet Amirliği görevlileri ile birlikte yapılan operasyonda A.V., K.P., N.Y., A.S. ve Z.Ö. isimli zanlılar yakalandı. Şahısların üzerlerinde ve otomobillerinde yapılan aramada, 1 adet mercek, 1 adet üst tarafından delikli sikke, 3 adet sikke, 1 adet yeşil renkli 7 santimetre yüksekliğinde 6 santimetre genişliğinde çömlek, 2 adet 2 bacağı kırık at figürü, 1 adet 26 santimetre yüksekliğinde metal bayan heykeli, 1 adet 20 santimetre yüksekliğinde metal bayan heykeli, 1 adet 16 santimetre yüksekliğinde boynuzlu inek figürü, 1 adet 11 santimetre uzunluğunda beyaz renkli taş denizyıldızı figürü, 1 adet CD (içerisinde eser görüntüleri bulunan) ele geçirildi. Kültür ve Tabiat Varlıklarına Koruma Kanunu kapsamında olan tarihi eserlere el konulurken, Akpınar Cumhuriyet Başsavcılığı'na sevk edilen zanlılardan K.P., A.S. ve Z.Ö. isimli şahıslar tutuklandı. A.V. ve N.Y. isimli zanlılar tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı.

Zaman, Haber: Aykut Aktaş, 13.10.2010

70 YILLIK TARİH ÇÜRÜYOR

 

 

Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu tarafından koruma altına alınan Hasanoğlan Köy Enstitüsü sinema salonu, günümüzde atıl vaziyette bırakılarak, yıkılmaya yüz tutmuş durumda.
70 yıl önce 266 Köy Enstitüsü öğrencisinin Hasanoğlan’a gelip yerleşmesiyle kurulan binalar bugün kimsesizliğe terk edilmiş durumda. Yapımı 1946 yılında tamamlanan sinema solonu ise, çok amaçlı salon özelliğine sahip olup, içinde orkestra çukurunun da bulunduğu ender yapılardan biri.

600 metrekarelik, bin 400 kişi kapasiteli salon, uzun yıllar öğrenciler ve halk kesiminin katıldığı tiyatro oyunlarına ve operalara ev sahipliği yaptı. Daha sonra Mualla Eyüpoğlu’nun projesi ile 11 küçük müzik odası ve iki müzik salonu da eklenerek sanat kompleksine dönüştürüldü.

Yeni Kuşak Köy Enstitüler Derneği Başkanı Alper Akçam şunları söyledi:
“Binaların yıkılmakta olduğunu, Cumhuriyet’in kültürel değerlerine sahip çıkılması gerektiğini söyleyerek, Şubat’ta Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Milli Eğitim Bakanlı-ğı’na yazı yazdık. Kültür ve Turizm Bakanlığı Hasanoğlan Köy Enstitüsü’nün Milli Eğitim Bakanlığı tarafından kullanılması nedeniyle bir şey yapamayacaklarını gerekçe olarak gösterirken, MEB’den onarım yapmak için yeterli olanağa sahip olmadıkları cevabını aldık. Salon bir an önce onarılıp kültürel etkinlikler için Hasanoğlan halkının hizmetine sunulmalıdır.”

Sinema salonunun yanı sıra açık hava tiyatrosu ve müzenin de koruma altında olduğunu belirten Akçam şunları söyledi: “Hatta MEB’de yetkili bir kişinin, bakanlığa binanın yıkılıp yerine yeni bir bina yapmak üzere yazı yazdığını öğrendik. Tarihsel, kültürel değerler önemsenmiyor. Orada yaklaşık 800 öğrenciye sahip Öğretmen Lisesi var. Hasanoğlan merkeze 30 km uzaklıkta ve orada yaşayan bir halk var. Binalar onarılıp, işlevsellik kazandırılabilir.”

Hürriyet Ankara, Haber: Betül Demir, 13.10.2010

3 BİN YILLIK FALLOS URARTU TARİHİNE IŞIK TUTACAK

 

Van’da Dilkaya Höyüğü arkeolojik kazılarında çıkarılan yaklaşık 3 bin yıllık olduğu tahmin edilen Fallos (Bereket Tanrısı) Urartu tarihine ışık tutacak.

 

Genellikle Ege ve İç Anadolu bölgelerinde sıkça rastlanan Fallos kültürü Urartu kazılarında da ortaya çıkması arkeologları da şaşırttı. Bugüne kadar yapılan Urartu kazılarında bir ilkle karşılaştıklarını söyleyen Ege Üniversitesi Arkeoloji Bölümü öğretim üyesi Prof.Dr. Altan Çilingiroğlu “Fallos buraya hediye amaçlı mı geldi? Yoksa Fallos kültürü var mıydı? Araştırmalarımız sonucu ortaya çıkacak” dedi.

 

Van’da yaklaşık 30 yıldır süren Urartu medeniyeti arkeolojik kazılarında bugüne kadar Van Müzesi’ne 5 bine yakın eser kazandıran Prof.Dr. Çilingiroğlu, bir ilke daha imza atarak dünyanın en büyük Urartu müzesi olan Van Müzesi’ne Fallos’u da ekledi. Yunan mitolojisinde bereket tanrısı olarak bilinen, Dilkaya Höyüğü Arkeolojik kazılarında çıkarılan ve yaklaşık 3 bin yıllık olduğu tahmin edilen Fallos, Van Müzesi’nde sergileniyor.

 

Prof.Dr. Altan Çilingiroğlu, “Dilkaya Höyüğü 5 bin yıllık bir geçmişe sahip. Urartu medeniyeti tarafından da kullanılan bir yerleşim alanı. Yaptığımız kazılarda burada bir ilkle karşılaştık. Dilkaya kazılarında bir Fallos bulduk. Bu şimdiye kadar yapılan kazılarda bir ilk. Bu nedenle bu Fallos’u detaylı bir şekilde inceliyoruz. Fallos buraya hediye amaçlı mı geldi? Yoksa Fallos kültürü var mıydı? Araştırmalarımız sonucu ortaya çıkacak. Fallos şu an müzede sergileniyor” diye konuştu.

Milliyet, 12.10.2010

DEFİNECİLERE GECE YARISI OPERASYONU

 

İznik İlçesi'nde kaçak kazı yaparken yakalanan 7 defineci tutuklandı.

 

Yeşil Camii Mahallesi Kaymakam Köşkü civarında define aramak için kazı yapıldığı ihbarını alan asayiş ekipleri, bölgeye 15 kişiden oluşan ekiple gece saat 02.00 sıralarında operasyon düzenledi. Kazı yapmakta olan Bülent K. (41), Cemal Ç. (51), Eşref Ç. (30), Haşim U. (46), Hüsamettin K. (31), Nusret K. (40) ve Ahmet K. (55) suçüstü yakalandı. Gözaltına alınan 7 kişi, çıkarıldıkları mahkemede tutuklandı.


Kazı aletlerine el konulurken, tutuklanan şahısların Türkiye'nin birçok bölgesinde define aradıkları tespit edildi.

Bursa Olay, 12.10.2010

İSLAHİYE TAŞLIGEÇİT ARKEOLOJİK PARK AÇILDI

 

Gaziantep’in İslahiye İlçesi'ndeki Taşlıgeçit Arkeolojik Park’ın açılışı yapıldı.

 

İslahiye İlçesi'ne bağlı Ağlarobası Köyü yakınlarında bulunan tarihi Taşlıgeçit Höyüğü Parkı açılışına İtalya’nın Ankara Büyükelçisi Gianpaolo Scarante, Gaziantep Vali Yardımcısı Mehmet Taşdöğen, Gaziantep Büyükşehir Belediye Başkanı Asım Güzelbey, Gaziantep Üniversitesi Rektörü Prof.Dr. Yavuz Coşkun, İslahiye Kaymakamı Resul Kır, İslahiye Belediye Başkanı Malike Uludağ, kazı ekibinin Başkanı Prof. Nicolo Marchetti ile çok sayıda vatandaş katıldı.

 

Açılışta konuşan kazı ekibinin başkanı Prof. Nicolo Marchetti, 2004 yılında başlayan kazıların, sadece ağustos ve eylül aylarında yapıldığını belirtti. İki ay gibi kısa bir sürede yaptıkları kazı çalışmalarıyla yetinmek zorunda kaldıklarını dile getiren Marchetti, kazılar sırasında, Orta Tunç Çağına ait kalıntıların bulunduğu arkeolojik parktaki kalıntılardan, insanların inançlarını temsil için buraya geldiklerinin net şekilde görüldüğünü söyledi.

 

Höyükteki kalıntılardan bölgenin bir inanç merkezi olduğunun anlaşıldığını ifade eden Marchetti, ‘Buraya insanlar inandıkları tanrılarına kurbanlar kesmek, dua etmek için gelmişlerdir. Yılın on ayı baraj suları altında kalan höyükteki kazı çalışmaları güçlükle yapılıyor’ diye konuştu.

 

Çalışmaların zorluklarından bahsederek höyüğü gün yüzüne çıkarmak için ellerinden gelen çabayı göstereceklerini ifade eden Marchetti, konuşmasının sonunda, katılımcılara höyüğü gezdirerek bilgi verdi.

 

Höyükte, önceki yılda yapılan kazılarda 450 adet sikke, mühür, boncuk gibi küçük parçalar bulunmuş, bulunan eserler Gaziantep İl Kültür Müdürlüğü'ne teslim edilmişti. Höyüğün, günlük yaşamda kullanılmadığı, önemli bir yer olmasından dolayı özel günlerde buraya gelinerek adaklar adanan, tanrıya kurbanlar sunulan bir yer olduğu iddia ediliyor.

haberler.com, 12.10.2010

"BU HEYKELLERİ NİYE YAPTIN?"

 

 

Kapadokya'da, uzaydan bile görülebilen dev heykeller yapan Avustralyalı sanatçı hakkında inceleme başlatıldı. Nevşehir İl Genel Meclisi'ndeki komisyon, heykeltıraşa, "Heykelleri niçin buraya yaptın?" ve "Neden uzaydan bile görünüyorlar?" gibi sorular sordu. Heykeltıraş ise, "Sanattan başka kaygım yok. Gizli bir amacım da yok" yanıtını verdi. Dünyanın 12 farklı ülkesinde yaptığı açık hava eserleriyle tanınan heykeltıraş Andrew Rogers, en büyük projesini bu yıl Kapadokya'da hayata geçirdi.

"Zaman ve Mekan" adlı eser, çoğu elle yapılmış 12 büyük yapıdan oluşuyordu. 10 bin 500 tondan fazla taşın kullanıldığı, yaklaşık 7 kilometrelik bir alanı kaplayan yapılar 450 kilometre yükseklikten görülebiliyordu. Kültür Bakanlığı, Avustralya Elçiliği ve yerel yetkililerin katılımıyla mayıs ayında açılış yapıldı. Rogers'a katkılarından ötürü övgüler yağdırıldı. Ancak geçtiğimiz hafta Nevşehir İl Genel Meclisi'nde kurulan komisyonun açtığı bir soruşturma, bu tabloyu bir anda tersine çevirdi. Komisyon Başkanı Ömer Cerit, projenin parasının nereden geldiği, neden Kapadokya'da yapıldığı, niçin uzaydan bile görüldüğü, taşların nereden bulunduğu ve heykellerin altından maden çıkarsa ne yapılacağı gibi sorulara cevap istedi. Komisyon üyeleri de, heykelin ne anlama geldiğini bilmediklerini belirtti.

SABAH'ın telefonla ulaştığı heykeltıraş Rogers ise komisyondan haberi olmadığını belirtirken, "İnceleme başlatılması çok tuhaf" dedi ve şöyle konuştu: "Hakkımda bugüne kadar hiçbir inceleme başlatılmamıştı. Hep olumlu tepkiler aldım. Bu projede 800 kişiye iş sağladık. Bunlar halkın, tarihlerinden gurur duymalarını sağlayan güzel projeler. Sanattan başka kaygım yok. Gizli hiçbir niyetim yoktu." Heykellerin altında maden bulunması halinde bölgenin kazılabileceğini de kaydeden tanınmış heykeltıraş, "Önemli sanat dergileri geniş haberler yaptı. Discovery Channel belgesel hazırlıyor. Kapadokya'ya giden binlerce kişi balonlarla heykelleri inceledi" diyerek projenin turizme katkısına dikkati çekti. Avustralyalı heykeltıraşın, 47 heykel içeren "Hayatın Ritmi" adlı sanat eserleri, Kapadokya dışında Avustralya, Bolivya, Şili, Çin, İzlanda, Hindistan, İsrail, Kenya, Nepal, Slovakya, Sri Lanka ve ABD'de sergileniyor. Türkiye 12 eserle en fazla yapıyı barındıran ülke olurken, ikinci sırada 4 heykelle İsrail yer alıyor.

Nevşehir İl Genel Meclisi Başkanı Ömer Cerit: "Heykellerin yapılmasının ardından yöre halkından çok sayıda sözlü şikayet geldi. Bizim merak ettiğimiz de o arsa kendisine tahsis mi edildi, yoksa 50 yıllığına kiraya mı verildi? Maliyeti, heykellerin neden oraya yapıldığını bilmek istedik. Olayın Kültür Bakanlığı'nca araştırılmasını istedik."

Sabah, Haber: Bilge Eser, 12.10.2010

6 BİN 500 YILLIK TARİHİ ESERLER BULUNDU

 

 

Edirne’nin Enez İlçesi'nde devam eden arkeolojik kazılarda önemli tarihi eserler gün yüzüne çıktı.

İstanbul Üniversitesi Doğal Varlıkları Koruma Kurulu ve Arkeolojik Kazı Başkanı Prof.Dr. Sait Başaran, Enez’deki arkeolojik kazılarda, MÖ 6500 yıllık tarihi eserler bulduklarını söyledi.

 

“Amfora, şapeller, kullanılan tarihi eserler, lahitler ve 200′ü aşkın çeşitli tarihi eserlere rastladık” diyen Prof.Dr. Sait Başaran, “Enez’de 33 yıldır kazı yapıyoruz. Enez antik kenti oldukça önemli bir liman şehri. Yolların kavşağında kurulmuş. Nehir, deniz ve kara yollarının kesiştikleri noktada Balkanlar, Ege, Yunanistan ve Anadolu arasında kurulmuş antik bir liman kentidir” dedi.

 

Enez’deki kazıların uluslararası düzeyde yapıldığını belirten Başaran, “Son yollarda Enez Arkeolojisine katkıda bulunmak amacıyla yabancılarda gelmeye başladı. Avusturya’dan bir hoca gelip, Kral Kızı Bazilikası'nı kazıyor. Bu sene bir Alman ekibi iç limanın mendireklerini incelemek üzere, 10 gün süre ile çalışıp döndüler. Önümüzdeki yıl daha geniş kapsamlı bir çalışma planlıyoruz. İç limanda derinliğini,antik çağdaki yayılım alanını, derinlik içinde herhangi bir şey olup olmadığının araştırılması ve ayrıca Dalyan Gölü’nde bazı incelemeler düşünüyoruz.Bu incelemeler arasında batıklar ön plana çıkacak.Bunların belirlenmesi için Jeofizik yöntemlerinden yararlanacağız. Radar kullanarak, yer altının görüntülenmesini sağlayacağız. Zaten yıllardır yeraltı görüntüleme sistemleriyle çalışıyoruz Enez’de” diye konuştu.

 

Prof.Dr. Sait Başaran, Enez’de 80 civarında bir ekiple 3 ayrı bölgede 3 aydır çalıştıklarını ifade ederek, “Enez’de tarihi ve kültür fışkırıyor. Nereye bir kazma vursak önemli tarihi eserler çıkıyor. Müzede teşhir edilecek 200′ün üzerinde tarihi eserlerin bakanlık temsilcimiz gözetiminde kayıtlara geçip Edirne Müzesi’nde sergilemeye koyacağız” şeklinde konuştu.

 

Arkeoloji Uzmanı Günnur Kurtulmuş ise kazılarda küçük ve büyük birçok lahit ve tarihi eserlere rastladıklarını belirterek, Bunların kırılmış olanlarını İstanbul Üniversitesi’ndeki arkeoloji atölyemizde arkeoloji öğrencilerimiz eşliğinde birleştirerek eski haline getiriyoruz. Ben de elde ettiğim topraktan küçük bir lahit yaptım. Orijinalinin aynısı oldu. Enez gerçekten bir tarih cenneti. Daha çok önemli eserlere rastlayacağımızı umut ediyorum” dedi.

 

Öte yandan, tarihi Enez Kalesi içinde ve çevresinde bulunan evler, Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından istimlak edilerek vatandaşlara 50 ve 75 bin TL arasında değişen ücretler ödendi. Tarihi eser bulguların gün ışığına çıkarılması için sonradan yapılan bu evler yıkılarak yerlerinde kazı çalışmaları devam edecek. Vatandaşlar oturmuş oldukları evlerini 3 ay içinde boşaltacak.

Edirne Kent Haber, 11.10.2010

 

******


KANALİZASYON KAZISINDAN TARİH ÇIKTI





Edirne'nin Enez İlçesi'nde, kanalizasyon çalışması sırasında tesadüfen ortaya çıkarılan nekropolde, 2 bin 580 yıllık amfora bulundu. Kazı başkanı İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr. Sait Başaran, çok önemli bir tarihi eseri gün yüzüne çıkarttıklarını söyledi. Başaran, ilçede kanalizasyon çalışmaları sırasında tesadüfen bulunan lahitle ilgili araştırma başlatıldığını ve lahit çevresinde jeoarkoloji ve kazı çalışmalarının yapılması ile bölgenin nekropol (eski çağa ait mezarlık) olduğunun anlaşıldığını ifade ederek, şunları söyledi:

"Bu tesadüf sonucu başlatılan çalışmalarda bir çok lahde ulaştık. Burada yürütülen çalışmalarda Türkiye ve dünya için ünik sayılacak bir eser bulundu. 2580 yıl öncesine ait amfora kırmızı figür tekniği ile Hellen uygarlığında Attika'da üretilmiş. Ölen kişinin cesedinin yakıldıktan sonra kalan kemik ve küllerinin içine konulduğu bu keramik kap, yapım tekniği bakımından Türkiye'de İstanbul Arkeoloji Müzesi'nde sadece bir adet bulunuyor. Üzerinde Herakles'in Amazon ülkesini ziyareti, Amazon kraliçesi tarafından karşılanışı ve ikisinin ok atma sahneleri bulunuyor. Ceset yakıldıktan sonra kalan kül ve kemikler bu kabın içine konuluyor. Enez'den çıkardığımız en önemli bulgulardan birisi budur. Gerekli çalışmalar tamamlandıktan sora Edirne Müzesi'ne teslim edeceğiz."

 

Başaran, Türkiye'de ve dünyada çok ender rastlanılan bir eseri gün yüzüne çıkarttığına dikkati çekerek, "Bu kadar az rastlanılmasının bir nedeni, o dönemde bu kapları sadece çok zengin ailelerin kullanmış olmalarıdır. MÖ 5. yüzyılın ilk yarısına ait bu kap, 2580 yıllık bir geçmişe sahip bulunuyor" dedi.

Bu arada, tesadüf sonucu bulunan alanın üzerinden kara yolunun geçirilmesi için çalışma yapıldığına da dikkati çeken Başaran, "Kanalizasyon çalışmalarında tesadüfen bulunan bu alandan karayolu geçirilmesi için çalışmalar sürüyor. Buranın tamamen taranması ve kazılması gerekiyor. Bunları yapmadan karayolunun geçirilmesi doğru olmayacaktır. Halen Koruma Kurulu (Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu) kararını vermedi. Radar yöntemiyle (Jeoarkeoloji) kalıntıları tespit etmeye çalışacağız" diye konuştu.

Başaran, bölgede daha çok miktarda tarihi esere rastlamalarının mümkün olduğunu belirterek, "Şanslı sayılırız. Bu bölgede kalıcı eserlere rastlamadık. Taşınabilir eserler bulunuyor. Bunların çıkartılıp, müzelerde sergilenmesini sağlamalıyız" diye konuştu.

Habertürk, 19.10.2010

RESTORE EDİLEN KOCAGÖZ KONAĞI AÇILDI

 

 

Bartın'ın Ulus İlçesi'nde Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından kamulaştırılarak onarım ve restorasyonu gerçekleştirilen tarihi Kocagöz Konağı'nın açılışı gerçekleştirildi.

 

Bartın Ulus'ta düzenlenen açılışa, Bartın Valisi İsa Küçük, Bartın Milletvekili Avukat Yılmaz Tunç, Ulus Kaymakamı Ali Fuat Atik, İl Genel Meclisi Başkanı Ali Kartal, Ulus Belediye Başkanı Hüseyin Ulus, Abdipaşa Belediye Başkanı Yaşar Dönmez, İl Kültür ve Turizm Müdürü İsmail Akman, Özel İdare Genel Sekreter Yardımcısı Hasan Hüseyin Uzun, daire müdürleri, muhtarlar ve çok sayıda vatandaş katıldı.

 

Bartın Milletvekili Avukat Yılmaz Tunç, Bartın'ın turizm potansiyelinin yüksek olduğunu bu potansiyeli harekete geçirmek için önemli yatırımlar gerçekleştirdiklerini belirterek, "56 kilometrelik sahil şeridimizde deniz turizmi ve 3 bin yıllık tarihi geçmişi bulanan Amasra ilçemizde tarih ve kültür turizmi, büyük bölümü Bartın sınırlarında bulunan Küre Dağları Milli Parkı, yaylalar, kanyon ve şelaleleriyle ile de doğa ve eko turizm açısından Türkiye'nin nadide köşelerinden biri olan Bartın'da 300 civarında tarihi evimiz var. Bu evlerin onarımı ile ilgili olarak Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın destekleri devam ediyor. Kocagöz Konağı'nın onarımı da bu çalışmalardan birisidir. Ulus İlçemizin adeta sembolü olabilecek bir eseri ortaya çıkardık" dedi.
 

Bartın Valisi İsa Küçük, Ulus Kaymakamı Ali Fuat Atik, İl Kültür ve Turizm Müdürü İsmail Akman'ın konuşmalarının ardından tarihi Kocagöz Konağı'nın açılışı gerçekleştirildi.

Turizm Gazetesi, 11.10.2010

KOCA BİR SERVETİ KANEPENİN ARKASINDA UNUTTULAR

 

Rönesans döneminin ünlü sanatçılarından Michelangelo'nun ünlü eseri Mike'in orjinal parçasının New York'lu bir ailenin evinden çıktığı iddia edildi. Daily Mail gazetesinin haberine göre New York'un Buffalo bölgesinde yaşayan Kober ailesinin minik üyelerinin duvardan düşürdüğü, daha sonra da aile tarafından bir kanepenin arkasına saklanan tablonun, ünlü ressamın çok değerli bir çalışmalarından biri olabileceği belirtildi.

Uzmanların üzerinde yaptığı çalışmalar sonucunda, tablonun eskiziyle bire bir benzerlik taşıdığı, Michelangelo'nun benzer tabloyla ilgili fikri değiştikçe bir kaç farklı çalışma yaptığı ve bu tablonun o çalışmalardan biri olabileceği kaydedildi.

Uzmanlara göre Kober ailesinin yıllarca kanepenin arkasında unuttuğu bu nadide eserin değeri 425 milyon Türk lirası olarak kabul ediliyor.

 

Ünlü ressamın söz konusu çalışmasında Hz. İsa ve Hz Meryem yer alıyor.

Milliyet, 11.10.2010

ALLİANOİ İÇİN MİTİNG

 

Yortanlı Barajı’nın suyu altında kalacak Allianoi antik kenti için İzmir’in Bergama İlçesi’ne giden çevreciler protesto gösterisi yaptı. Çeşitli çevre örgütlerine üye yaklaşık 1000 kişi, özel otomobilleri ve otobüslerle Allianoi antik kenti önünde biraraya geldi. Çevrecilerin bir kısmı saz çalıp şarkı söylerken, bir kısmı da basın açıklamasını okudu. Çevreciler yerde yatarak ‘KURTAR’ yazısı oluşturdu. Grup adına basın açıklamasını okuyan Allianoi Dönem Sözcüsü İffet Diler, Allianoi’nin dünya kültür mirası listesinde olduğunu hatırlatarak, “Allianoi gibi bir eseri suya gömmek tarih ve kültür katliamıdır. Bir an önce bu katliam durdurulmalıdır” dedi.

Hürriyet, Haber: Cevdet Şen, 11.10.2010

 

 

"TARİHİN YOK EDİLMESİ İNSANLIĞI KAOSA SÜRÜKLER"

 

İnsanlık tarihi açısından kısa sayılacak bir süre faydalanılacak bir baraj için binlerce yıllık tarihi miras yok ediliyor. Lafa gelince muazzam bir tarihi mirasa sahip olduğumuzu söyleyenlerin yaptıklarına bakılınca mirastan kastettiklerinin sadece savaşçı gelenek olduğu anlaşılıyor. Bunu ötesinde toplumu geleceğe taşıyacak değerler, ya basitçe bir turizm potansiyeli olarak görülüyor, ya da geçici çıkarlar için yok ediliyor. Her iki durumda da aslında bizi bize öğretecek olan tarihi-kültürel değerlerin ne anlama geldiği anlaşılmamış oluyor.


Son yıllarda, enerji ya da sulama amacıyla yapılan barajlar da binlerce yıllık mirasımızı yok etti. Yok etmeye de devam ediyor. Ancak buna karışı gelişen mücadeleler de geçmişten farklı olarak daha etkili bir biçimde sürüyor. Allianoi’nin yok olmaması için verilen mücadele bunlardan biri. Yrd. Doç.Dr. Ahmet Yaraş kazı heyetinin de içinde bir bilim insanı olarak, yıllardır Allianoi’nin baraja feda edilmemesi için yürütülen mücadelenin içinde. Tarihin yok edilmesini insanlığı kaosa sürükleyeceği uyarısını yapan Yaraş’la güncel olanın ötesinde Allianoi’yi ve yürütülen mücadelenin anımsattıklarını konuştuk.

Bir değerlendirmenizde kültür varlıklarına sahip çıkmanın, insan olmanın gereği olduğunu ifade ettiniz. Bu ifadeyi biraz açar mısınız?
Yurttaş olmanın bilinci, geçmişi gelecekle buluşturmanın anlamı her insanda olmalı. Geçmişini bilmek, araştırmak sorgulamak, onunla yaşamak, insani erdemlerden diye düşünüyorum. Küçük ölçekte onu korumanın, o insanın büyük ölçekte korunması konusunda yasalar çıkartmanın da devletin işi olduğunu düşünüyorum.


Dolayısıyla bu kültür varlıklarının sadece imzalanan uluslararası anlaşmalar gereği değil, ülkemizin ve Dünya’nın çok önemli değeri olduğu için yok olmaması gerekir. Buralardaki tarih, kültür ve bilginin asla kaybedilmemesi gerekir.
 

Allianoi’ye bu kadar önem vermeniz, sizin kazı heyetinde yer almanızla mı ilgili?
Kazı heyetinde yer almış olmam bu toprakların değerlerine sahip çıkmamla aynı anlamı taşımıyor. Mesleğin içinden gelmem önemli elbette, ancak geçmişimde, çocukken yaşadığım o merak ve karşı konulamaz öğrenme isteği, gözlerimin önündeki nice kültür yapısının yok edilmesine karşı duruş belirleme nedenimdir. Sadece Allianoi değil sokağımdaki anıt ağaçların kesilmesi de, imar yasasına uymayan mimari de tepki uyandırır bende. Sürekli değişen kentler, yabancılaşan, konuşmayan insanlar kavramını getiriyor beraberinde. Eğer düne ait kalıcı bir özelliğiniz yoksa yarın ya da geleceğe ne bırakacaksınız? Üslupları, çizimleri neye göre yapacaksınız? Her şeye böyle birdenbire gökten inip sahip olmadık ki.

Allianoi’un Anadolu kültürü açısından önemi nedir?
Allianoi öncelikle Anadolu insanı için önemli. Dünle bugün arasında güçlü bir bağ var aslında. Niye, niçin yapmışlar, biz niye buradayız sorularının yanıtı bir anlamda. Allianoi’da çok sayıda tıp aleti çıktı. Günümüzde kullanılanlarla benzerlik şaşırtıcı. İlaç hazırlanan araç gereçler ve prepatlar eczacılık tarihi açısından önemli, cerrahi aletlerin zenginliği, çeşitliliği tıp tarihi açısından, su ve kanalizasyon sistemi, hidroloji tarihi açısından, son derece gösterişli yapılar ve Bizans kalıntıları sanat tarihi açısından, Ünik nitelikte yapı tipleri mimarlık tarihi için, muhteşem planlaması ile şehir planlamacılığı açısından, özellikle Hadrian dönemi yapıları ve buluntuları, tektonik olaylarla arkeolojik buluntuların zenginliği arkeoloji açısından bilim tarihleri dolayısıyla önemli. Dolayısıyla Anadolu için büyük önem taşıyor.

Kültür, geniş anlamda insan toplumlarının bin yıllar içinde biriktirdiği varlıklar ve değerler olarak tanımlanabilir. Bu varlık ve değerlerden insanların haberdar olmamasının ne tür sonuçları olabilir?
Hayat çok hızlı değişiyor. Büyük kentler, çoğalan insanlar, göç, işsizlik. Tüm bu keşmekeş içindeyken geçmişe dair izlerin, tarihin yok edilmesi insanlığı kaosa sürükler. Dünya’da barışın sağlanması ancak ortak değerlerle mümkündür. Bu da değişik ancak evrensel değer taşıyan kültürle sağlanabilir. Barış ancak birbirini dinleyen, anlayan insanlar için gerçekleşir.

Tarihle gelecek çoğu zaman birbirine zıt olarak değerlendirilir. Ancak insan toplumlarının geleceğinin planlanmasında, ‘kurulmasında’ tarihin önemli bir unsur olarak yer alması zorunlu. En genel biçimiyle geçmişini bilmeyen bir toplumun geleceğini kurması mümkün olabilir mi? Tarihin tekerrürüne ‘tarihi bilmemek’ mi neden olur?
Tarih tekerrür etmez. Benzerlikler gösterebilir. İnsanoğlu daima zulme karşı başkaldırmıştır. İsyanların ortak özelliği özgürlükten ve gerçekten yana olmasıdır. Geçmiş olmadan her şey bir anda var olabilir mi?.. Kapılar, köprüler, evler, kutsal yapılar pek çok şey dün de vardı. Bunu bilmek rahatlatmalı insanı. Böyle birbirimize yaklaşmak, korkuyu yenebilmek mümkündür.
 

Yıllardır yapılan barajlar sonucunda çok sayıda kültür varlığı suların altına gömüldü. Suyun medeniyet getirdiği, tarihte bir çok medeniyetin de suların etrafına kurulduğu düşünüldüğünde, suyun bugün bir bakıma medeniyetleri yok eder hale gelmesi sistemin geldiği yeri göstermesi bakımından nasıl değerlendirilebilir. Suç suyun mu?
Sistemi insanlar kullanıyor. Suyun etrafına yerleşen eski medeniyetlerin izini sürerken bizler ne yazık ki durduğumuz yere dikkat etmekten kaçınıyoruz. Aslında ters mantıkla medeniyet dediğimiz, suyu örtüyor, yok ediyor. Hatırlarsınız bu kış İstanbul’da gerçekleşen o acı felakette insanlarımızı kaybettik. Aynı bölgenin yakınlarında yer alan geçmişin medeniyeti yerleşim olarak ters yakayı seçmişti. Biz bilgiyi buluyoruz. Ancak kısa hesaplar içinde bir yerlerde kayboluyor. Beraber acı çekiyoruz. Her şey kayboluyor.

Zeugma, Hasankeyf, Allianoi... Barajlara feda edilen onlarca kültür varlığından farklı olarak bu üç bölge için önemli bir duyarlılık oluşmuştu. Ancak, hükümetler bunu neredeyse hiç dikkate almadı. Üstelik ‘Yapılması gereken her şeyi yaptık’ demeyi de sürdürüyorlar. Sizce hükümetler gerçekten kurtarmak için gerekenleri yapıyor mu?
Tabii yapıyorlar. Uluslararası anlaşmalara imza atıyorlar. Uymuyorlar örneğin. İşte yaptıkları. Perde arkasında başka imzalar atılıyor. Mesleğini makama değiştirenler var. Taşeronluk yapan akademisyenler var. Projelerine üç kuruş daha alabilmek için birilerine daha yakın olmak için taşeronluğa soyunanlar var.
 

Anadolu ve Mezopotamya uygarlıkların beşiği olarak nitelendiriliyor ancak sizin de bir yazınızda belirttiğiniz gibi tescillenmiş 7 bin 200 civarında arkeolojik değer var. İngiltere’de bu sayının 100 bin olduğunu söylüyorsunuz. Bu, bugüne kadar ülkeyi yönetenlerin arkeolojiye, tarihe verdikleri önem açısından nasıl değerlendirilebilir? Bu politikalar değişebilir mi?
Değişim mümkün. Nasıl olacağına gelince. Allianoi mücadelesi bunun ilk adımlarından. Hasankeyf de. Biz direnmeseydik bu soru kaç kişinin aklına gelebilirdi ?..

Allianoi’nin yok edilmek istenmesine karşı yapılan eylemlere halkın yeteri kadar katıldığı söylenemez. Bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz? Değişmesi için neler yapılabilir? Örneğin, tarih derslerinde tamamen resmi bir savaş tarihi anlatmak yerine çocukların, gençlerin ilgisini bu yöne kaydırabilmek mümkün olamaz mı?
Halk?..Geçim derdinde, kartlara, faizlere boğulmuş halk değil mi sözünü ettiğiniz?.. Hani tarlasını sularken ödeyemeyince evde elektriğini kesecek olan sözleşmeye imza atan halk. Hani halkın yanında olduğunu açıklayan ama hiçbir şey değiştiremeyen halk da aynı aslında. Bu ülkede sanat tarihi, felsefe, mantık gibi dersler darbeler sonrasında müfredattan kaldırılmışsa, Allianoi’da yaşananlara çok fazla şaşırmamak gerekir. Yoksul bırakılan, kısa yoldan zengin olma hayali ile yetişen bir kuşak söz konusu, köy nüfusunun sadece yüzde 7 olması hedeflenen, sürekli her koşulda kentte göç ettirilen bir toplumla karşı karşıyayız.

Bir başka sorun da özellikle antik kentler, tarihi kültürel varlıklar söz konusu olduğunda, bunlara genellikle turizm potansiyeli olarak bakılıyor. Bu, bugün de egemen olan kültür politikalarına, o zihniyete teslim olmak anlamına gelmiyor mu?
Gerçek her zaman tektir. Politikaları biz oluşturmak zorundayız. Örgütlü mücadeleler bunun için de gerekiyor. Turizm kültür olmadan eksik. Ancak arkeoloji bilimi turizmin koltuk değneği değildir. Yani turizm için arkeolojik kazılar yapılmaz. Bir problemi çözmek veya geçmişe ait farklı bir pencere açmak için kazılar yapılır. Turizm sayesinde bu bilgi insanlarla paylaşılabilir. Ama arkeoloji bilimi kent hayatına bir yenilik getirecekse, bunu da ifade edip işin bu yanını da yansıtmakta fayda vardır.

Kaybeden kim?
Biz…Siyah beyaz fark etmez... bu dünyada yaşayan herkes kaybediyor. Evrensel değerdeki bir ören yerinin tam olarak araştırılmadan toprağa gömülmesi insanlık adına bir suçtur. Ve kaybeden insanlık olacaktır.

Bir yazınızda arkeoloji ‘serüveninizin’ 1977’de başladığını belirttiniz. Üniversite sınavında da ilk tercih olarak arkeoloji bölümünü yazıp kazandığınız biliniyor. İlk günden bugüne karşılaştıklarınızı göz önünde bulundurarak, özellikle bürokrasinin bu alana yaklaşımını değerlendirir misiniz?
Sanıyorum en kolay sorunuz bu oldu. Bürokrasi hala alınacak faks makineleriyle, imzalarla, pullarla uğraşıyor. Örneğin aynı bürokrasi öğrencinin araştırmasını engelleme veya erteleyerek bıktırma başarısını da gösterebiliyor. Anlayış ne yazık ki değişmiyor. Hatta yüzyıl önce Osman Hamdi’den bugüne değişen pek bir şey yok gibi. 100 yıl önce Müze-i Hümayun’un Müdürü Osman Hamdi, Batı Anadolu’dan Saltanat’ın izni ile Almanya’ya gönderilecek eserler için yabancılara ‘Cesedimi çiğnersiniz’ demiş. Şimdilerde bunu diyen bürokrat olmadığı gibi bir adım ileri gidiliyor; ‘Siz de Allianoi’u çok abartıyorsunuz’ diyorlar. Hatta su altında katledilmesi yönünde müze uzmanlarının gelen baskılardan dolayı korumak bir yana DSİ’ye bürokraside yol gösterici olduğuna tanık oluyoruz. Dolayısıyla 100 yıl önce en azından yurtdışına kaçırıp orada sergilerken bizde kalanlar, bilinçsiz halk tarafından mermerler eritilip kireç oluyormuş. Bugün su altında bırakıp katledebiliyoruz. Üstelik kazısı tamamlanamadığı halde sonsuzluğa gönderebiliyoruz.
100 yıldır bu topraklarda değişen nedir? Sadece küçük bir duyarlılık. Devlet de bu duyarlılığı kısmen oluşturduğumuz için bizi cezalandırmayı bir görev biliyor.

Baraj yapımı öncesinde yapılan kurtarma kazıları sayesinde belki de hiç ortaya çıkmayacak varlıklara ulaşıldığı iddia ediliyor. Ancak varlıkların tamamı ortaya çıkmadan kazıların alelacele bitirilmesi bir ikiyüzlülük değil mi?
Bu topraklarda aslında kanunlarla saptanan bir kültür politikası var. Ancak gelişmenin ya da moda deyimle kalkınmanın önünde ne yazık ki ‘kültür varlıkları’ engel olarak görülüyor. Devlet, vatandaşından bu varlıkların korunması için, 2863 sayılı Yasa’yı baz alarak vatandaşın siyasi gücü oranında koruyor. Zaman zaman cezalar uygulayabiliyor. Ancak kendi projelerinde ‘Ben devletim kalkınma adına kültür varlığını göz ardı edebilirim’ diyor. Dolayısıyla vatandaşa örnek olması gereken devlet, katliama bu kılıfı uyduruyor. Oysa ülkenin anayasasından, bütün kanunlarına, hatta bağlı olduğu uluslararası paktlara, antlaşmalara kadar pek çok konuda yükümlülük altındadır.


Bu katliamın unutulacağı veya fark edilmeyeceği öngörülüyor. Ancak örneğin Komagene Krallığı’nın en önemli eseri olan Nemrut Dağı ülkenin tanıtımında kullanılıyor. Ancak onu yaratan ustaların yaşadığı kentler, hatta başkenti Samosata doğru dürüst kazısı tamamlanmadan su altında bırakılmıştır. Aynı olay Allianoi’da da karşımıza çıktı. EXPO 2015 organizasyonuna aday ve tanıtım için Allianoi’da bulunan Nymphe Heykeli İspanya’nın Zaragoza ve Çin’in Pekin kentlerine reklam amacı ile gönderilecekti. Bunun iki yüzlülük olduğunu yazıp anlatmaya çalıştık.
İki yüzlülük?.. Değil!.. Bir şeyler yapıyor görünmek yılların aldatmacası. Zeugma’nın büyük bir kısmı böyle yok olmadı mı? Adını bile duymadığınız çok yer var. Birçoğuna ait tek bir fotoğraf karesi bile yok. Efsaneler almış başını gidiyor. Dedemin arazisinde şunlar vardı. Şu bina yapılırken bir sürü eser çıktı. Bir gecede yerle bir ettiler. İş makineleri ile yok ettiler. … Burada tehlikeli olan dünü, geçmişi tamamen silmek. Hükümetler ne kadar muhalif olsalar da bir süre sonra sistemin parçası haline geliyorlar.

Evrensel, Haber: Nurettin Öztatar, 19.10.2010

 

******


E HANİ ALLİANOİ DİYE BİR YER YOKTU?

 



İzmir Bergama’da Yortanlı Barajı’nın suları altında kalacak olan Allianoi için “Böyle bir yer yok, orası Paşa Ilıcası” diyen Çevre Bakanı Eroğlu, dün şaşırttı. “Bizden başka burayı korumak için kimse bir şey yapmıyor” diyen Eroğlu, YÖK’ten Allianoi’u incelemesini istediklerini açıkladı.

 

Daha önce ‘Allianoi’ diye bir yerin varlığını kesin bir dille reddeden Bakan Eroğlu, Hasankeyf ziyareti dönüşünde gazetecileri yanıtlarken YÖK’ten ‘konuyu incelemesini istediklerini’ söyledi.

 

Eroğlu, “YÖK incelesin Allianoi ise Allianoi, Paşa Ilıcası ise Paşa Ilıcası bizi ilgilendirmiyor. Biz korumak için her türlü gayreti sarf ediyoruz. Başkaları sadece konuşuyor ama biz korumak için gayret gösteriyoruz. Konuşanların hiçbirinin benim yaptıklarımın zerresi kadar yaptığı bir şey yok. Çalışmalar bilim kurullarının raporları doğrultusunda yapılıyor” dedi.

Eroğlu, Çevre Bakanlığı koltuğuna oturmadan önce DSİ’nin genel müdürüydü. Allianoi kazıları da yapımı yılan hikayesine dönen Yortanlı Barajı’nın inşaatı sırasında başladı. Kazılara DSİ bütçesinden kaynak sağlandı. Çevre Bakanı dün ‘işinin baraj yapmak olduğunu’ belirterek şöyle konuştu:

“Konunun sahibi olmamamıza karşın, burasının korunması için destek veren biziz ama hedef tahtası haline geliyoruz. Ben buna isyan ediyorum. Buradaki eserler bir sütun ve çeşmeden ibaret. Her yerde var. Biz çıkarmasak kimsenin haberi yoktu. Benim işim baraj yapmak ama burayı daha iyi korumak için üzerimize düşeni hakkıyla yerine getirdik. Bazıları teşekkür edecekleri yerde konuşuyorlar.”

 

Allianoi Kazı Başkanı Yrd. Doç.Dr. Ahmet Yaraş ise Allianoi’un Avrupa’da tüm literatüre girdiğini söyledi. “Bakan buranın Allianoi olup olmadığının çalışmasını kime yaptırmış? Böyle çelişkilere düşmesi normal. Allianoi bir sütun, çeşmeden ibaret değil” diyen Yaraş, bakanın Allianoi’un inceleneceği yolundaki sözlerini ise “Yine de bir gelişme var” diye değerlendirdi. Bilinen en eski antik sağlık yurdu olan Allianoi kazıları ve çıkarılan eserlerin müzeye taşınması için DSİ bütçesinden bugüne kadar 7 milyon dolar harcandı.

Tarkan facebook sayfasına Allianoi’un fotoğrafını koyarak tepki gösterince Çevre Bakanı Eroğlu, 31 Ağustos’ta sert bir açıklama yaptı. “Orası Allianoi değil. Allianoi diye bir yer, o kişinin uydurduğu bir kelimedir” diyen Eroğlu, Tarkan’a da “Sanatçı arkadaş sanatıyla ilgilensin. Herkes bilmediği bir konuya burnunu sokarsa çok yanlış olur” tavsiyesinde bulundu.

Radikal, Haber: Serkan Ocak, 22.10.2010

BERGAMA AKROPOL TELEFERİKLE BULUŞUYOR

 




Bergama Akropolü'ne yarından itibaren teleferik ile de çıkabileceksiniz.

 

Kültür turizminin Ege'deki en önemli ziyaret yerlerinden biri olan Bergama Akropolü, yıllardır, kısıtlı park alanı yüzünden sorunlar yaşıyordu. Aynı zaman dilimi içinde gelen çok sayıda büyük otobüsün taşıdığı turist gruplarının varışı ya da kalkışı sırasında kaotik görüntüler oluşuyordu.

Özellikle yaz aylarında, çok sayıda otobüs, kalabalık gruplar ve içiçe girmiş satış tezgahları yüzünden yürümek bile zorlaşıyordu.

 

Peki, ama su "teleferik sistemi" doğru bir seçim miydi,acaba?

 

Kişi başı 12 TL olarak düşünülen sekizer kişilik teleferiklere binmek için yaz aylarında büyük sıralar oluşacağı kesin. Turizm acenteleri park ücreti yanında bir de bu ekstra gideri maliyetlerine eklemek zorunda kalacaklar. Turizm iyi bir rant kapısı, bunu biliyoruz. Ancak, teleferik gerek, belli dönemlerde, aşırı yüklenmesi ile, gerekse de son derece önemli bir sit alanında yer alması nedeniyle bir tehlike arz etmiyor mu? Estetik açıdan da hoş bir görünüm ortaya koymasa gerek.

 

Tarihi ve doğal sit alanları "doğal" görünümleri ile güzeldir. Üstelik, hala kazılmayı bekleyen arkeolojik değerler toprak altında gün yüzüne çıkmayı beklerken. Bu yapı tarihe ve kültüre ülke yöneticilerinin hangi açıdan, nasıl baktıklarını da bir kere daha bize göstermiş oldu.

 

Eski park alanı bir takım , çevreye zarar vermeyecek, mimari öğelerle desteklenerek büyütülebilir miydi? Ya da, bir raylı sistemle , eski yolun üzerinde, aynı anda çok sayıda ziyaretçyi taşıma olanağı olabilir miydi? Bu uygun değilse, Afrodisias'taki gibi vagonlu traktör ... O da olmazsa Sümela'daki gibi dolmuşlarla?!.  Sit alanına zarar vermeyecek bir şekilde bu sorun kısaca çözülemez miydi? Bu konuda ülkemizdeki gerekli kuruluşlarla, üniversitelerle, STK'lar ile bir arada ne zaman hareket etmesini öğreneceğiz,bilemiyorum.

Bağımsız Rehberler Platformu, Yazı: Hakan Eğinlioğlu, 10.10.2010



******


BERGAMA REZALETİ

 

Dünya tarihinin en önemli merkezlerinden olan tarihi Bergama antik şehri ticari menfaatlere kurban edilerek karanlık bir döneme doğru sürükleniyor.

 

Oysa saymakla bitmeyecek değerlere sahip antik Pergamon, emsalsiz doğası ve şaşalı geçmişi ile yüzyıllardır Kaledağ'dan geçmiş yüzyıllara meydan okuyor.

Birçok tarihi belge Bergama Zeus Tapınağı'nı dünyanın yedi harikasından biri olarak belirtirken, bu muhteşem Sunağın Hellenistik dönemin en önemli eseri olduğu şüphe götürmez.

200 bin civarında eser ile dillere destan kütüphanesi parşömenin icat edildiği yer olarak bilinir. Dünyanın en dik tiyatrosu ile MS 2'inci yüzyıldan itibaren insanlığın kültürel gelişiminin podyumu olan Bergama, tarihinden gelen asaletini günümüze kadar taşımaktadır.

Demiyolu yapımı için Osmanlıların görevlendirildiği Alman Mühendis Carl Human tarafından parçaları tek tek Dikili limanı üzerinden Almanya'ya kaçırılan Zeus tapınağı için Almanya'nın en muhteşem binası Bergama Müzesi inşa edilmiştir.

Bugün milyonlarca ziyaretçinin kapısında sıra beklediği sunağı anayurdunda ise yerli yabancı ziyaretçilere adeta bir işkence yaşatılıyor.

Yüzyıllara meydan okuyan ve Efes'ten sonra ülkemizin en çok ziyaret edilen şehirlerinden biri olan Bergama üzerinde birkaç gündür karanlık oyunlar oynanmakta ve şehir terk edilme tehlikesi ile baş başa bırakılmaktadır.

Sit alanlarına bir tek çivinin bile çakılması yasakken, Bergama Akropolü üzerine kabus gibi çöken ve bir çelik yığınından ibaret sözüm ona teleferik görmezden gelinmiş ve şehre ulaşım engellenerek, misafirlerin teleferiği kullanma zorunluluğu getirilmiştir.

 

 

Hangi izin ve yetki ile antik şehrin göbeğine teleferik kurulması mümkün olmuştur? Bu tesis kime aittir? Teleferik için belirlenen 12 TL'lik ücret kimlerin parlak zekasından çıkmıştır? Teleferiğin kurulduğu virajda yolcularını indirmek zorunda kalan onlarca otobüs nerede park edecektir?

Dün kendisine bu soruları yönelttiğimiz tesis Müdürü Ali Yıldırım konuyu yönetim kuruluna ileteceğini belirtirken, arkasındaki levhada kendisinin yönetim kurulu başkanı olduğu yazıyordu.

Bundan böyle ören yeri giriş bedeli 20 TL olan Bergama'ya 12 TL teleferik ücreti ödeyerek yani 32 TL vererek Türkiye'nin en pahalı ören yerini ziyaret edebilirsiniz.

Yaz sezonunun bitmesi ile kış ve kültür turizminin başladığı bugünlerde yüzbinlerce turistin ziyaret etmesinin beklendiği Bergama, kişisel menfaatlerin kurbanı olurken, Bergamalıların Altın madenine gösterdikleri dayanışmayı burada göstermemeleri de bir o kadar acıdır.

Sessiz, sedasız ve habersiz gerçekleştirilen bu eylemin tur operatörlerinin planlamasında olmadığı ve birçoğunun tepki olarak Bergama'yı programından çıkaracağı kaçınılmazdır.
Kültüre duyarlı ve ilgili bakanımıza ve TÜRSAB'a Bergama'yı bu esaretten kurtarmak için büyük görev düşmektedir.

Aksi takdirde bu nadide Şehir Attalos'lardan beri en terk edilmiş dönemine girecektir.

turizmdebusabah.com, Yazı: Recep Yavuz  / ITM Travel Genel Müdürü, 10.10.2010

 

******


"AKROPOL'Ü TURLARIMIZDAN ÇIKARIRIZ"

 

 

İzmir'in Bergama İlçesi'nde bulunan tarihi Akropol'e ulaşımı sağlayan teleferiğin ücretinin kişi başı 12 lira olarak belirlenmesine seyahat acentelerinden tepki geldi. ITM Travel Genel Müdürü Recep Yavuz, Akporol'ü gezi güzergahından çıkartabileceklerini söyledi. Akropolis Teleferik A.Ş. İşletme Müdürü Ali Yıldırım ise, gerekli bilgilendirmenin Nisan ayından bu yana düzenli olarak yapıldığını belirtti.

2006 yılında İzmir 2 No.lu Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu toplantısında, kazıları yürüten Alman Arkeoloji Enstitüsü'nce, Akropol'e çıkan tonajlı araçların yaydığı titreşimin, sur duvarlarına zarar verdiği belirtilmiş ve yolun kapatılması kararı alınmıştı. Kararda, Akropol'deki yapıya en uygun alternatif ulaşımın teleferik olduğu da belirtilmişti. Bu kararların ardından bölgeye teleferik yapılması kararlaştırıldı. Maliye Bakanlığı'nın açtığı ihaleyi kazanan firmanın yaptığı teleferiğin resmi olmayan açılışı 8 Ekim'de yapıldı. Akropol'e çıkışa olanak sağlayan yol, tur otobüslerinin kullanımına kapatıldı. Seyahat acenteleri ise, teleferik ücretlerinin, önceden bilgi verilmeksizin kişi başı 12 lira olarak belirlenmesine tepki gösterdi.

Genel Müdür Recep Yavuz, "Acentelerin tur satışları, paket şeklinde yapılıyor ve ödemeler seyahat öncesi gerçekleştiriliyor. Ücretlerle ilgili bize bilgi verilmedi. Tur firmaları olarak, Akropol'ü 10 liraya geziyoruz. Teleferik ücretiyse kişi başı 12 lira. 50 bin turistin bizim aracılığımızla geleceğini düşünürsek, önemli bir meblağ tutuyor. Turizm firmaları, teleferik ücretini cebinden ödemek durumunda kalacak. Tur operatörleri, Akropol ve Bergama'nın gezi güzergahından çıkarılabileceğini konuşuyor" dedi. Acentelere gerekli bilgilendirmeyi Nisan ayından bu yana yaptıklarını söyleyen Akropolis Teleferik A.Ş. İşletme Müdürü Ali Yıldırım ise, "Akropol'e çıkan yolu, binek araçların kullanabiliyor" dedi.

Projenin Türkiye'de bir ilk olduğunu belirten Bergama Belediye Başkanı Mehmet Gönenç, "İlk kez 1. derecede arkeolojik sit alanında 49 yıllık bir irtifak hakkı tesis ediliyor. Maliye Bakanlığı'na da hasılatından yüzde 1 pay vermek üzere anlaşılıyor. İmar açısından ve ruhsatlandırma konusundaki evraklar tamam olduğu için Bergama Belediyesi buraya iş yeri açma ve çalıştırma ruhsatı verdi. Bu, belediyenin projesi değil" dedi.

Yeni Asır, 10.10.2010

TARİHİ GAR SAHİPSİZ

 

 

Kocaeli Valiliği İl Özel İdaresi, işletmecinin aylar önce boşalttığı tarihi Gar Binası tesisleri için bir türlü yeni ihaleye çıkamadı. Vali Erdal Ata döneminde restore edilen tesisler tamamen kaderine terk edilmiş durumda boş bekliyor.

 

Tarihi Gar Binası ile önünde bulunan özel yapılmış vagonların işletmesini İstanbullu Kutsal Turizm firması üstlenmiş, 2007 yılında açılan tesis, aylık 30 bin TL civarındaki yüksek kira bedeli nedeniyle fazla uzun süre işletilememişti. Özel İdare, yeni ihaleye hazırlanırken de kirada indirim yapmıyor. Bu yüzden işletmeci bulunamıyor.  Tarihi Gar tesisleri boş kaldıkça, hem Özel İdare gelir kaybediyor, hem de İzmit çok güzel bir mekanı değerlendirememiş oluyor.

 

Bazı iddialara göre de, Özel İdare’nin iki ruhsatı bulunan bu tesisi kafe olarak kiralamak istediği, böylece tesisi alkolden arındırmayı planladıkları söyleniyor. Bu tesisin içkisiz kafe olarak yüksek kira bedeliyle verilmesi hiç mümkün değil. Böyle giderse, tarihi Gar Binası, eskisi gibi yeniden mekansız berduşların evi haline gelebilir.

 

2007 yılı haziran ayında açılan, başlangıçta çok nezih bir tesis olarak işletilen, ancak yüksek kira bedeline dayanamayıp kapanan tarihi Gar Binası, aylardır boş ve sahipsiz. İl Özel İdaresi’nin doğru dürüst bir ihale yapıp, tesisi değerlendirmek için de bir gayreti görülmüyor.

Özgür Kocaeli, 10.10.2010

İSTANBUL'DA ALAY KÖŞKÜ EDEBİYAT MÜZESİ OLUYOR

 

Prof.Dr. Onur Bilge Kula (Kültür ve Turizm Bakanlığı Kütüphaneler ve Yayımlar Genel Müdürü) ile birlikte Frankfurt’ta Goethe’nin Evi’ni (Goethehaus) geziyoruz.


Benim müzik mağazam da oranın girişindedir. İçeri girdiğimde, görevli hanımın hoş geldin demesinden sonraki sözü şu: “Demek ki bir yıl geçmiş.” Çünkü her kitap fuarında giderim oraya.
Kula, bizim eksiğimizi giderecek girişimin tamamlandığından söz ediyor.


Okurlarım bilirler; yazar evlerinin, edebiyat müzelerinin olmayışından yakınan yazılarımın sayısı epeycedir.


Onur Bilge Kula, Edebiyat Müze Kütüphaneleri’nin kuruluşundan söz etti.
Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, İstanbul’da müze mekanı için yer saptamış.
Alay Köşkü, Edebiyat Müze Kütüphaneleri’nin ilki olarak hizmete girecek.
Şimdilik bu müzeler yedi kentte açılacak: İstanbul, Ankara, İzmir, Diyarbakır, Adana, Erzurum, Trabzon.


Müze’de, özellikle o kentin yazarlarının kitapları, onlar hakkında yazılan kitaplar bulunacak. Bir okur o edebiyatçılar hakkında bilgi kaynaklarına ulaşabilecek. Hiç kuşkusuz sadece o kentin yazarlarıyla sınırlı değil, kitaplar Türkiye bütününde edebiyatçıları kapsayacak.


Buna bağlı olarak, olanaklar elverdiğince edebiyat evleri de kurulacak.
Edebiyat evlerinin ilki de Ankara’da Kaleiçi’nde açılacak.
Edebiyatçılar burada toplanacaklar, görüşecekler, etkinlikler düzenleyebilecekler.


Ben edebiyatçıların yaşadıkları evlerin de o kentin yerel yönetimince onarılmasını, korunmasını, içinde kitaplarının bulundurulmasını, isteyenlerin satın alabilmesini salık veririm.


Bir okur, yazarın evini gezerken, onun özel yaşamından izdüşümleri keşfeder, çoğu zaman da yazdıklarıyla yaşamı arasında paralellikler bulmaya çalışır. Uzun lafın kısası, okurun yazarı keşfetme serüveni yeni alanlara açılabilir.


Heyecanla beklediğim bir faaliyet olacak.

Hürriyet, Yazı: Doğan Hızlan, 10.10.2010

OTOMOBİLDEN PAHALI TÜRK TABLOSU VAR





Zenginleşen her toplum sanata yatırım yapıyor. Son yıllarda Rus, Arap ve diğer petro- dolar milyarderi ülkelerin zenginleri uluslararası sanat piyasasının en nadide eserlerinin el değiştirdiği müzayedelerde fırtınalar estirirken, Türkiye'de de adeta bir devrim var. Sanat piyasasında bilindik yüzlerden çok sanatı hem bir statü ispatı hem de cazip bir yatırım aracı olarak gören yeni zenginler etkisini artırmaya başladı. Altından, dövizden daha çok getiri sağlayan o kadar çok tablo ortaya çıktı ki, örnekler duyunca şaşırmamak imkansız. Üstelik sadece Osman Hamdi'nin yaklaşık 4.6 kat değer kazanan Kaplumbağa Terbiyecisi, Burhan Doğançay'ın yaklaşık 30 kat prim yapan Mavi Senfonisi değil bu anlatılanlar… Örneğin iki yıl önce 1500 TL'ye satılan Abidin Elderoğlu resimleri bugün 300- 400 bin TL'den alıcı buluyor. Kızının tavsiyesiyle müzayedelere katılıp çağdaş Türk resmine ait eserler toplayan ünlü bir işadamımız "Hayatımda bu kadar tatlı para kazanmadım" diyerek durumu özetliyor. Türkiye'de de sanat piyasası son 10 yılda 10 kat büyüdü. Artium Sanatevi'nin sahibi Rüştü Sungur, 10 yıl önce 10 milyon dolar olan resim piyasasının bugün 100 milyon doların üstüne çıktığını söylüyor. Sungur, 30 bin TL'nin üzerinde yaklaşık 20 bin Türk resminin olduğunu belirtiyor.

Rüştü Sungur, "Eskiden müzayedeleri takip eden 100 kişi vardı. Bu sayı 5 bine çıktı" diyor. Artium Sanatevi bugün saat 14.00'de Pera Palace Hotel'de Güz Müzayedesi düzenliyor. Ve yaklaşık olarak 400-500 milyon TL toplanması bekleniyor. Bu da iki saat içinde en az 4 milyon TL'nin el değiştirmesi demek. Ama bu rakam dünyanın çok gerisinde. Dünyanın en büyük müzayede evlerinden Christie's, iki saat içinde 200-300 milyon dolarlık satış yapıyor.

Rüştü Sungur'a göre eserleri iki-üç kat değerlenecek ressamlar ve fiyatları:

Avni Akbaş: 20-40 bin TL.
Burhan Uygun: 50-60 bin TL.
Abidin Dino: 20-40 bin TL.
Komet: 20-40 bin TL.
Nuri İyem: 100-150 bin TL.
Turan Erol: 75-100 bin TL.

Güz Müzayedesi'nde en dikkat çeken parçalar; Bedri Rahmi Eyüpoğlu'na ait balıklı ve kuşlu kompozisyonlar. 200 ve 250 bin TL muhammen bedelle satışa çıkacaklar. Ama 450 bin TL'ye alıcı bulması bekleniyor. Üstelik bu iki resmin bulunuş hikayesi de oldukça dikkat çekici. Ressamın torunu Rahmi Eyüpoğlu, garajda temizlik yaparken bulmuş bu resimleri. Tozlu garajdan çıkan bu iki tablo, bugün belki de 800 bin TL'den fazla nakde çevrilecek.

 

Genç işadamlarının sanat piyasasına girmesi, çağdaş resmin de ivme kazanmasına yol açtı. Öyle ki Burhan Doğançay'ın 1987 yılında 50 bin dolara sattığı 'Mavi Senfoni'si geçtiğimiz yıl 2.2 milyon TL'ye alıcı buldu. Sungur, "Sadece Doğançay'ın eserine değil, genel olarak çağdaş resme ilgi var. Eskiden klasikçiler evine çağdaş resim sokmazdı. Üç yıl önce 60 bin TL'ye satılan çağdaş resimler bugün 500 bin TL edebiliyor. Hemen al-sat yapsanız bile kazanıyorsunuz. Gayrimenkulden bile daha karlı. Daireniz olsa, istediğiniz fiyata hemen elden çıkaramazsınız. Her yer inşaat dolu. Ama resmin mutlaka alıcısı çıkar. Değer de kaybetmez" diyor.

Sabah, Haber: Burcu Aldinç, 10.10.2010

"TOPKAPI'DAKİ ASKERİ DEPOLAR BOŞALTILACAK"

 

Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, 2011 yılı Haziran ayında yapılması planlanan seçimlere kadar gerçekleştirmeyi istediği 4 düşü olduğunu açıkladı. Günay, “Seçimlerden sonra buralarda oluruz olmayız. O yüzden bütün enerjimi bu projelere vereceğim” dedi. Günay, “Tamamlayamasam bile geri dönülmez noktaya getirmek istediğim projelerim var” sözleriyle bu çalışmaları şöyle açıkladı:

Ankara’da uygarlıklar müzesi kurmak istiyorum. Eski hipodrom alanında kurmak için çalışmaları başlattık. Cumhurbaşkanı başkanlığında toplantı yaptık, büyük desteği var. Seçimlere kadar projesinin ihalesini yapabiliriz.

10 ilde arkeoloji müzesi açmak istiyorum. Gaziantep Müzesi’ni önümüzdeki günlerde açacağız. Aralarında Afyon, Urfa, Hatay, Çanakkale ve İzmir var. Çanakkale’de Troya müzesi planımız var. İzmir’deki Ege Uygarlıkları Müzesi olacak.

Topkapı, Sur-i Sultanı alanındaki kültürel yapıya aykırı tüm binaların boşaltılmasını sağlamak istiyorum. Milli Savunma Bakanlığı’nın depo olarak kullandığı 4 binadan birine mehter takımını yerleştirmeyi düşünüyorum. Diğer binaları, kaftan müzesi, porselen müzesi ve silah müzesi yapacağız. Tarihi mekanı eski özgünlüğüne kavuşturmayı planlıyorum.

Türkiye’yi turizm potansiyeli açısından İngiltere’nin önüne geçirmek istiyorum. İngiltere’nin yıllık turist sayısı 32 milyon, bizimki 29 milyona ulaştı. Bu yıl olmaz, ama önümüzdeki yıl hedefi tutturabiliriz, bunun alt yapısını hazırlayacağım. Hedefimiz dünyada en çok turist alan ilk 5 ülke arasında olmak. Biz, şimdi 7. sıradayız.

Hürriyet, Haber: Nuray Babacan, 10.10.2010

OSMAN HAMDİ BEY WEB'DE

 

Figürlü resmin ilk temsilcisi, müzeci, arkeolog ve Sanayi-i Nefise Mektebi’nin kurucusu, 21’inci yüzyılın son döneminde, sanat ve kültür alanında yenileşme ve batılılaşma akımının öncüsü olan “Osman Hamdi Bey” adına oluşturulan web sitesi hizmete girdi.

 

Web sitesi, UNESCO’nun 22 Eylül 2009’da gerçekleştirilen 35’inci Genel Konferansı’nda, 2010 yılı anma ve kutlamalar listesine alındı. Site, “Osman Hamdi Bey’in ölümünün 100’üncü yıldönümü” dolayısıyla alınan karar gereğince, Başbakanlık Tanıtma Fonu, Kültür ve Turizm Bakanlığı Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü, UNESCO, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi ve Pera Müzesi’nin katkılarıyla oluşturuldu.

Hürriyet, 10.10.2010

TOKAT'TA BÜYÜK HAZİNE

 

Tokat'ın Sulusaray İlçesi'nde bulunan, MÖ 1'inci yüzyıla ait Sebastopolis antik kentinde ilk olarak 1987 yılında kazı çalışmaları başladı.

 

Küçük bir bölümün kazısı yapılan antik kentte çalışmalar 1991 yılında sonlandırıldı. İlk kazılardan sonra, İngiltere Veliaht Prensi Charles 1992 yılında gayrıresmi olarak Sebastopolis'i ziyaret etmişti. 19 yıl aradan sonra bu Ağustos 2010 yılında tekrar başlayan kazı çalışmalarında önemli bulgular elde edildi. Fransız Anadolu Araştırmaları Enstitüsü, İstanbul Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi'nin işbirliği ile Dr. Markus Kohl'un başkanlığında yürütülen kazı çalışmalarında bir ibadethane ve bir hamam açığa çıkartıldı, ilk incelemelerde ise Sebastopolis'in Efes antik kenti kadar büyük olduğu anlaşıldı. Kazılarda elde edilen tabletlerde kentin en büyük tanrısının Heracles olduğu, 7 metre yüksekliğindeki surlardan oluşan yaklaşık 30 dönümlük bir alanı kapsadığı öğrenildi.

Vatan, Haber: Yüksel Menekşe, 09.10.2010

KAZIDAN TARİH ÇIKTI

 

 

Trabzon’da belediyenin altyapı çalışmaları sırasında Bizans dönemine ait 2 adet dehliz ve çarşı ortaya çıktı. Tabakhane Camii önündeki kazı sırasında bulunan, yüksekliği 135 cm, uzunluğu ise 5 m olan taş kemer 2 geçitle ilgili Trabzon Müzeler Müdürlüğü arkeologları çalışma başlattı.

 

Müzeler Müdürü Nilgün Salihoğlu, yapıların 600 yıllık ve Bizans dönemine ait olduğunu tahmin ettiklerini söyledi. Yılmazer, “Dehlizin önü kapalı. O duvarı yıktığımızda karşımıza tünel, çarşı ya da yol çıkacak” dedi. Konuyla ilgili Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu ve belediye de rapor hazırlıyor.

 

Tabakhane Camii’nin su akarı ve kanalizasyon yapısını yenilemek için 4 gündür çalışma yürüten Trabzon Belediyesi Fen İşleri Müdürlüğü ekipleri, dün sabah saatlerinde boru döşemek üzere yaptığı çalışma sırasında köprü gibi görünen taş kemer şeklindeki 2 geçide rastladı. Belediye çalışanları bunun üzerine yetkili mercilere durumu iletti. Tabakhane Camii’nin önünden geçen parke yolun altına denk gelen köprü görünümündeki geçidin yaklaşık 600 yıllık olduğu ve Bizans döneminden kaldığı tahmin ediliyor.

 

Çalışma sırasında tarihi geçitleri bulanlardan işçi Şener Şen, “Dün yapılan kazı sırasında tarihi bir yapıyla karşı karşıya kaldık. Haliyle yapıya zarar vermemek için çalışmaları durdurduk. Biz de hayrete düştük. Hemen ilgili kurumlara konu hakkında bilgi verdik. Ne olacağını biz de merak ediyoruz” dedi.

 

Yüksekliği yaklaşık 135 santimetre, uzunluğu ise 5 metre olan taş kemer 2 geçit hakkında Trabzon Müzeler Müdürlüğü arkeologları, Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu ve Trabzon Belediyesi inceleme başlattı. Trabzon Müzelere Müdürü Nilgün Yılmazer Salihoğlu, ilk incelemelerine göre kemer gözlü yapının 600 yıllık ve Bizans dönemine ait olabileceğini söyledi. Salihoğlu, “Kemer gözlü yapının önü kapalı. O duvarı yıktığımızda karşımıza tünel, çarşı ya da yol çıkacak. Ama büyük ihtimalle çarşı olabileceğini tahmin ediyoruz” dedi.

 

Trabzon Belediye Başkan Yardımcısı Osman Necip Sevinç, mimarı kalıntının ortaya çıkmasının ardından durumu hemen Müzeler Müdürlüğü’ne bildirdiklerini ifade ederek, kazı çalışması nedeniyle yolun trafiğe kapanabileceğini söyledi. Trabzon’un her yerinden tarihin çıkabileceğine dikkat çeken Sevinç, “Tabakhane Camisi kanalizasyonunun tıkanması sonucu belediyemize müracaat edildi. Bizde söz konusu yere elemanlarımızı gönderdik. Gerekli çalışmalar yapılırken mevcut hattın açılma olasılığı çok düşük görüldü. Yeni bir hat döşemeye kalktık ancak karşımıza mimarı bir kalıntı çıktı. Durumu Müzeler Müdürlüğü’ne bildirdik, onlarda bize ‘hiç bir yere dokunmayın’ dediler. Bizde bu sefer hattı değiştirdik, ikinci seçenek olarak çalışmamızı başka bir yöne aldık. Orayı açtığımızda bu sefer aynı yapının simetrisi bir tane daha karşımıza çıktı” dedi. Trabzon’un 4 bin yıllık tarihi bir şehir olduğunu kaydeden Sevinç “Her kazdığınız yerden tarih çıkabiliyor. Trabzon’a yapılacak her kazıda özellikle tarihi açıdan resmi yerlerde yapılan kazılarda mutlaka Müzeler Müdürlüğü’nün uzman memurlarının bulunması lazım. Burasının araç trafiğine kapanma ihtimalide bulunuyor” diye konuştu.

 

Evliya Çelebi’nin seyahatnamelerinde Trabzon’da Bizans dönemindeki kralların ibadet ve özel günlerde kullandıkları güvenli gizli geçitlerin olduğu belirtiliyor. Trabzon Tarihi adlı kitapta ise, Pazarkapı Mahallesi’nde dört ayrı kapının bulunduğu, bunlardan birinin ”Süthane”, diğerlerinin “İoannes”, “Mevluz” ve “Mumhane” olarak adlandırıldığı kaydediliyor. Zağnos ve Tabakhane tarafına çıkmakta olan iki kapının da bulunduğu ifade ediliyor.

Günebakış, 09.10.2010

ÇUKUROVA'NIN TARİHİ GÜN YÜZÜNE ÇIKIYOR

 

Adana’nın Ceyhan İlçesi'ndeki Tatarlı Höyüğü’nde yapılan kazı çalışmalarında 373 tarihi kalıntıya ulaşılırken, bölgenin 2500 yıllık dokuma merkezi olduğu belirlendi.

 

Kazı heyetinin başkanlığını yapan Çukurova Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü öğretim üyesi Yrd. Doç.Dr. Serdar Girginer, AA muhabirine yaptığı açıklamada, üniversite tarafından, Tatarlı Höyüğü’nde bu yıl üçüncüsü yapılan kazı çalışmalarına, 35 kişilik uzman ekip ile 40 işçinin katıldığını belirtti.

 

Başarılı geçen kazıda 373 parça envanterlik ve etütlük esere ulaştıklarını ifade eden Girginer, ‘Höyük, Kizzuwatna ülkesinin önemli yerleşim merkezleri arasında. Çalışmalarımız esnasında bulduğumuz eserler ve bu eserlerin bize verdiği bilgiler, Tatarlı’nın hep kutsal özellikler sunduğu yönünde’ dedi.

 

Girginer, Tatarlı’da, Orta Tunç Çağı verileri içinde Suriye kültürüne özgü kutsal törenlerde kullanılan kaplara aplike edilen tanrıça heykelcikleri, Geç Hitit dönemine ait ve mutlaka kutsal bir mekanda kullanılan dini tapınma tasvirli taş plaka ve en önemlisi antik Yunan dininin baş tanrısı Zeus’un pişmiş topraktan yapılmış büstünü bulduklarını söyledi.

 

Tatarlı Höyüğü’nde her döneme ait çok fazla sayıda ve çeşitli tiplerde tezgah ağırlıkları bulunduğunu ifade eden Girginer, ‘Bu da bize bölgenin şimdilik en azından 2500 yıllık dokuma merkezi olduğunu kanıtlıyor’ dedi.

 

Hellenistik dönem kandili üzerinde Şarap Tanrısı Dionysos’un tasvirinin bulunduğuna dikkat çeken Girginer, bulgudan Tatarlı Höyüğü’nde bağcılık ve üzümün önemli ekonomik değer olduğunun anlaşıldığını belirtti.

 

Ekibin, gerekli güvenlik önlemlerini alarak bıraktıkları höyüğü gelecek yıl kazmaya devam edeceklerini de bildiren Girginer, şöyle konuştu:

‘Kazılar sonucunda karşımıza çıkan tüm veriler, Tatarlı Höyüğü'nün, Hititlerin Kizzuwatna ülkesinde yer alan önemli kutsal merkezi Lawazantiya ile aynı olabileceğini düşündürmeye devam ediyor. Bölgeyi her yıl daha uzun süreler kazmamız lazım. 2010 yılı çalışmalarımıza büyük destek veren üniversite yönetimine teşekkür ediyoruz. Üniversitemizin bu katkısı olmasaydı bu yıl höyüğü 1 ay bile kazamazdık. Dünyada çoğu üniversite yaptıkları arkeolojik kazılarla da anılırlar. Çukurova Üniversitesi, Adana’nın tarihinin yeniden yazılmaya başladığı bu çalışmayla diğer alanlarında olduğu gibi ciddi bir misyon üstlenmiş durumda.’

haberler.com, 09.10.2010

TARİHİ ANTİK KENTE KAMULAŞTIRMA ÖDENEĞİ

 

Aydın’ın Magnesia antik kentini kamulaştırmak için somut adım atıldı, ödenek çıktı. Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından, Magnesia antik kenti için kamulaştırma ödeneği olarak 646 bin 280 lira gönderildiği bildirildi.

 

Aydın Valiliği'nden yapılan yazılı açıklamaya göre, Aydın’da Türk bilim heyetlerince sürdürülen kazı çalışmalarının daha geniş alanda yürütülmesi amacıyla, kazı başkanlarının tespit ve görüşleri doğrultusunda kamulaştırmalar yapılıyor.

 

Bu çerçevede Germencik’e bağlı Ortaklar beldesindeki Magnesia antik kenti içerisinde bulunan ve kazı başkanı Prof.Dr. Orhan Bingöl’ün görüşleri doğrultusunda kamulaştırılması talep edilen 7 parsel gayrimenkulden, 6′sının kamulaştırma bedeli olarak 646 bin 280 lira tutarındaki ödenek Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından valiliğe gönderildi.

 

Söz konusu parsellerin kamulaştırılmasıyla, antik kentin ortaya çıkarılmasında önemli gelişmelerin olacağı ifade edildi.

İnternet Haber, 06.10.2010

Charles Newton Knidos Aslanı ile
...1862




3 - 9 Ekim 2010

VEFAT

 

PROF.DR. AŞKIDİL AKARCA'YI KAYBETTİK

 

İstanbul Üniversitesi Arkeoloji Bölümü emekli öğretim üyesi Prof.Dr. Aşkıdil Akarca, 3 Ekim Pazar günü yaşamını yitirdi. Geçirdiği bir rahatsızlık sonucu 94 yaşında hayatını kaybeden Prof.Dr. Aşkıdil Akarca, memleketi Milas’ta düzenlenen törenle toprağa verildi.

 

Arkeoloji ve sanat tarihi camiasına başsağlığı dileriz.

TAYHaber, 08.10.2001


BİZ ŞİMDİ NE YAPACAĞIZ?...



Merhabalar,

Anadolu arkeolojisinin ve biz arkeologların mağduriyeti ile ilgili küçük bir bilgi vermek istedik. Desteğinizle, size yazan, devletin kadro vermediği bir kaç bin arkeologun gönlünü fethetmiş olacaksınız.

Dünyadaki ilk toplu yerleşim, ilk barış anlaşması, ilk yazılı anlaşma, ilk para, ilk tarih yazıcılığı, ilk meclis, ilk, ilk, ilk...

Dünyada üzerinde bu kadar çok ilk, medeniyet, tarihi eser barındıran başka bir yer var mı?

Varsa biz nerdeyiz?

Varsa onlar ne yaparlardı, biz ne yapıyoruz?

Bazı ülkeler 200 yıllık tarihlerini sergilemek için 200 yıllık iç savaştaki asker mektuplarını tarihi eser diye müzelerde sergiliyor, soykırım yapan ülkeler çatışma alanlarını açık hava müzesi ilan edip -fahiş fiyatlarla- alternatif turizm arayan zenginlere turlar düzenliyor.

Peki bizde neler oluyor?

Devletin kadroyu gıdımla verdiği arkeologlar işsiz.. Müzeler eserleri koru(ya)mayan bekçiler ve eserleri satan şoförlerle (Abdülhamit’in kaloriferlerini bile satmışlardı biliyorsunuz)... Eserler depolarda, ören yerlerinde arkeologtan fazla şoför, bekçi vb. var; madem onlar var biz neden yokuz? Biz "bekçi" bile oluruz.

Kazılar yabancılarda -kendi tarihleri olmayan yabancılar-...

Müzeler ziyaretçi bulamazken araştırmaya gelen yabancı profesörleri ücretle içeri alıyoruz (Bodrum müzesinde gerçekleşti; Amerikalı bir heyetti, belki de en prestijli yayınlarda bizi anlatacaktı). Kaçakçıları suçüstü yakalayıp serbest bırakıyoruz, başka ülkelerdeki eserlerimizi almaktan bile (Yunanistan tek bir eseri verilmedi diye o ülkenin Yunanistan'daki kazılarını yasakladı)...

Turizme bacasız sanayi diyoruz elimizdeki kaynakları kullanmıyoruz.

Ve en önemlisi öğretmenler eğitim, iktisatçılar iktisat sınavına, katipler daktilo sınavına girerken, biz neden havuzun ne kadar zamanda dolacağını, dikdörtgenin içindeki üçgenin alanını hesaplıyoruz ve bunu hesaplamaya çalışırken de mesleğimizi unutuyoruz; acaba unutturulmaya mı çalışıyoruz?...

Bu ülkede 500 bin arkeolog yok ki! Gerçekten mesleğini yapmak isteyen kaç arkeolog var, kaç kişiyiz ki neden Bakanımız bizlerden birilerini çağırıp "gelin bakalım siz arkeoloji için ne yaparsınız?" demiyor, arkeolojiyi turizmi geliştirmek için ne gibi fikirleriniz var diye sormuyor, turizm ile ilgilenirken bu turizmin sayacaklarından birinin de arkeoloji olduğunu umursamıyor? Umursuyor mu? Neden bizler birer kültürlü defineci olma yoluna zorla itiliyoruz? Madem böyledir durum neden 2010 ÖSYS Tercih Kılavuzunda 1848 kontenjan ayrılıyor, aramıza 1848 arkeolog daha geliyor!


Bu ülkede tabi ki çok daha önemli sorunlar var: sağlık, terör, eğitim gibi. Ancak bir ülkenin eğitimde verilen kültür birikimiyle kalkınacağını, gelişeceğini, zenginleşeceğini bilmiyor muyuz? Uzağa gitmeye gerek yok; kendi topraklarımız bize bu birikimi vermekle kalmıyor, görüldüğü gibi yabancılar bile faydalanabiliyor. Biz devlete, bakanlığımıza, bakanımıza "biz işsiziz bize iş verin" demiyoruz, ülkemizin kalkınmasına, gelişmesine, zenginleşmesine eğitimimiz kültürümüz ülkenin her yerinde, her koşulda çalışma azmimizle katkıda bulunalım diyoruz.

Dünyanın en gelişmişinden en fakir ülkesine en prestijli, en saygın, en önemli mesleklerinden biri olan arkeolojinin en önemli olması gereken MEDENİYETLER BEŞİĞİ ANADOLU'DA, 2010 yılında mezarcı, defineci, lağımcı olarak nitelendirilmekten bıktık.

Biz doktor muyuz ki muayene açalım, öğretmen miyiz ki özel dershanelerde çalışalım, müendis mimar da değiliz ki iki, üç arkadaş birleşip bir büro kuralım...

BİZ ARKEOLOĞUZ ve mesleğimizi yapmak istiyoruz.

Bu yolculuğumuzda, kaleminizle bizlere destek olabilirseniz bir çok kişiyi mutlu etmekle kalmayacak bir çoğuna da umut vereceksiniz. Vakit ayırarak düşüncelerimizi okuduğunuz için şimdiden teşekkür ederiz.

Bu satırların gereken yerlere ulaşması dileğiyle...

 

İmza : DEVLETİN KADRO VERMEDE İMTİNA ETTİĞİ ARKEOLOGLARadına E. Çakır

08.10.2010

ARKEOLOJİ TURLARI BAŞLADI

 

 

Kanada başta olmak üzere ABD ve İngiliz turistlerin ilgi gösterdiği turların, önde gelen adresi ise Side Antik Kent. Öğretim üyeleri ile mesleğinde kariyer yapmış bilim adamlarının çoğunlukta yer aldığı turlarda, Antalya'nın tarihi ören yerlerini dolaşılıyor.

 

Yıl sonuna kadar ABD, Kanada ve İngiltere'den 36 bin kültür, tarih, inanç ve arkeoloji turizmi tutkununun Anadolu turuna çıkması bekleniyor. İngiliz Andante in Travel Archaelogoy Turizm Seyahat Acentesi Arkeoloji Turizmi Uzmanı Arkeolog Dr. Denise Allen, 2009 yılında İstanbul, İzmir, Kapodokya bölgesi, Mardin, Şanlıurfa, Adıyaman, Hatay, Denizli, Burdur ve Antalya illerine yaptıkları gezilerle 24 bin turisti 16 günlük Anadolu turuna çıkardıklarını söyledi.

 

Allen, "Anadolu yüzlerce medeniyetin harmanlandığı adeta açık hava müzesi konumunda. Gezilerimizle Helenistik, Roma, Bizans, Büyük Selçuklu, Anadolu Selçuklu, Anadolu Beylikleri ve Osmanlı dönemine ait her tarihi eseri yakından görmenin sevincini yaşıyoruz. Özellikle Kanadalı entelektüel turistlerin Osmanlı eserlerine karşı özel ilgisi var. Kanadalı turistler, Topkapı Sarayı Müzesi'ni gezmeyi seviyor. İngiliz turistler ise genelde Anadolu Selçuklu, Roma ve Bizans dönemi eserlerini yakından görmek istiyor. Bu tür geziler Türkiye'nin dünyada tanınmasına büyük katkı sağladığını inanıyoruz." diye konuştu.

 

Kanada'da bir özel hastanede kardiyoloji uzmanı olarak görev yaptığını belirten kalp doktoru David Mantkel, Türkiye'ye ilk defa geldiğini ve tarihi ve doğal güzelliklerine hayran kaldığını söyledi. Türkiye'nin arkeoloji turizmi bakımından çok zengin bir ülke olduğunu belirten Mantkel, daha çok kültür, tarih ve arkeoloji sevdalısının gelmesi için Türkiye'nin Kanada'da tanıtılması gerektiğini söyledi.

 

Side Müzesi'ni 2007'de 99, 2008'de 117, 2009'da 136 bin yerli ve yabancı turistin ziyaret ettiğini belirten müdür Güner Kozdere, yıl sonunda bu rakamın 200 bin olmasını beklediklerini söyledi. Müzelerini bu yılın 6 ayında ziyaret eden ziyaretçi sayısının 80 bin olduğunu belirten Kozdere, müzekart satışlarının da 2 bini geçtiğini belirtti. Kozdere, grup halinde gelen yabancı ziyaretçilere indirim yaptıklarını kaydetti. Kozdere, müzelerinde 2 bin 129 arkeolojik, 9 bin 776 olmak üzere toplam 11 bin 905 tarihi eserin bulunduğunu kaydetti.

Turizm Gazetesi, 08.10.2010

TAŞLIGEÇİT HÖYÜĞÜ TURİZME KAZANDIRILIYOR

 

 

Gaziantep’in İslahiye İlçesi'nde bulunan Taşlıgeçit Höyüğü de Türkiye’deki baraj sularından olumsuz etkilenen tarihi yerleşim yerleri arasında bulunuyor.

 

Şehir devletlerine ev sahipliği yaptığı ve önemli bir ticaret merkezi olduğu belirtilen höyükte 2 yıldır bilimsel kazı yürüten İtalya’daki Bologna Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Nicolo Marchetti, höyükteki çalışmalar sonucunda Gaziantep’e bir arkeoloji parkı daha kazandırmayı amaçladıklarını söyledi.

 

Türk ve İtalyan öğrencilerle çok sayıda işçinin çalıştığı kazıyı, höyüğün farklı yerlerindeki açmalarda sürdürdüklerini ifade eden Marchetti, ‘Gün ışığına çıkardığımız bir kule kalıntısı, kent surları, elit ve sıradan ailelere ait ev kalıntıları, mühürler ve depolar burada geçmişte bir şehir devleti olduğunu ortaya koyuyor’ dedi.

 

Önceki yıllarda ilçedeki Tilmen Höyüğü’nde çalışmalar yaptığını, çalışmaları sonucunda burasının arkeoloji parkı ilan edildiğini anlatan Marchetti, Taşlıgeçit Höyüğü’nün de Tilmen Höyüğü gibi gerekli çalışmalar yapıldıktan sonra turizme kazandırılması gerektiğini belirtti.

 

Marchetti, MÖ 2000-1600 yıllarını kapsayan Orta Tunç Dönemine ait bir yerleşim yeri olan Taşlıgeçit Höyüğü’ndeki kazı çalışmalarına ilişkin şu bilgiyi verdi:

“Çalışmalarımızı iki ana hedef doğrultusunda yapıyoruz. Birincisi höyüğü kurtarmak, ikincisi höyük üzerindeki yerleşim yerlerinden geriye kalanları dikkatli bir çalışmayla gün ışığına çıkarmak. Höyükteki şehir devletinden geriye kalanları bütün olarak gözler önüne sermek istiyoruz. Buraya gelecek turist kentin sokaklarını, yapılardan geriye kalan duvarları, kapı girişlerini, taş surlarını, kulesini izleyebilmeli. Bunu yaptığımızda burası da arkeoloji parkı olabilir. Koruma amaçlı olarak da höyüğün baraj sularından zarar görmesini önleyecek bazı önlemler alıyoruz.”

 

İslahiye İlçesi'ne bağlı Ağalarobası Köyü yakınında, Tahtaköprü Barajı göl havzasında yer alan Taşlıgeçit Höyüğü, baraj gölünde su seviyesinin yükseldiği kış mevsiminde adaya dönüşüyor. Höyük, göl havzasının kuruduğu yaz aylarında ise genişçe bir düzlüğün bir parçası oluyor, ovada bir yükselti olarak kendini gösteriyor.

 

Höyüğe baraj gölünde suların yükseldiği kış mevsiminde de ulaşılabilmesi için Gaziantep İl Özel İdaresi tarafından başlatılan 4 kilometrelik yol yapım çalışması sürüyor. Höyüğe baraj sularının yükseldiği kış mevsiminde ulaşım, yapımı devam eden 4 kilometrelik bu yol ile yörede bol miktarda bulunan taşlar kullanılarak çevreyle uyumlu inşa edilen taş köprüyle sağlanacak. Yol ve köprü sayesinde Taşlıgeçit Höyüğü kışın ada olmaktan kurtulacak ve yarım adaya dönüşecek, kış mevsiminde de ziyaret edilebilecek. Ayrıca yol ve köprü sayesinde höyükte bütün yıl boyunca kazı ve bilimsel çalışma yapılabilecek.

 

Tarihi Tilmen ve Zincirli yerleşim yerleri ile dev taş heykellerin bulunduğu Yesemek Açık Hava Müzesi’ne ve özellikle de turist turlarının güzergahı Hatay-Gaziantep kara yoluna yakın olması nedeniyle Taşlıgeçit Höyüğü’nün turizme kazandırıldığında ilgi görmesi bekleniyor.

Gaziantep Güncel, 08.10.2010

TRABZON'DA 700 YILLIK 2 GİZLİ GEÇİT BULUNDU

 

      

 

Trabzon'da Tabakhane Camii'nin önünde belediyenin altyapı çalışmaları sırasında 700 yıllık olduğu tahmin edilen 2 gizli geçit bulundu.

Tabakhane Camii'nin akar ve kanalizasyon yapısını yenilemek için 4 gündür çalışma yürüten Trabzon Belediyesi Fen İşleri Müdürlüğü ekipleri, dün sabah saatlerinde boru döşemek üzere yaptığı çalışma sırasında köprü gibi görünen taş kemer şeklindeki 2 geçide rastladı. Belediye çalışanları bunun üzerine yetkili mercilere durumu iletti.

Tabakhane Camii'nin önünden geçen parke yolun altına denk gelen köprü görünümündeki geçidin 700 yıllık olduğu ve Roma döneminden kaldığı tahmin ediliyor. Çalışma sırasında tarihi geçitleri bulanlardan işçi Şener Şen, “Dün yapılan kazı sırasında tarihi bir yapıyla karşı karşıya kaldık. Haliyle yapıya zarar vermemek için çalışmaları durdurduk. Biz de hayrete düştük. Hemen ilgili kurumlara konu hakkında bilgi verdik. Ne olacağını biz de merak ediyoruz” dedi.

Yüksekliği yaklaşık 135 santimetre, uzunluğu ise 5 metre olan taş kemer 2 geçit hakkında Trabzon Müzeler Müdürlüğü, Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu ve Trabzon Belediyesi inceleme başlattı.

Trabzon Müzeler Müdürlüğü yetkilileri, tarihi buluntu hakkında gerekli incelemeleri yaptıktan sonra kurula bilgi verileceğini söyledi.

Milliyet, Haber: Fatih Turan, 08.10.2010




'KUTSAL YOL' KAZILIYOR

 

Aydın’ın Didim İlçesi'nde ”Kutsal Yol”da sondaj kazı çalışmalarına başlandığı bildirildi.

 

Aydın Valiliği'nden yapılan yazılı açıklamada, Didim Antik Kenti’nden Milet antik kentine uzanan ve ”Kutsal Yol”un, Apollon Tapınağı ile Panormos Limanı arasındaki güzergahının tespiti için sondaj kazı çalışmalarına, Milet Müze Müdürlüğü Başkanlığında ve arkeolog uzmanlarının denetiminde başlandığı kaydedildi.

 

Didim, antik dönemde bilinen en büyük ve en ünlü bir kehanet tanrısı olan ”Orakl” merkezi olarak bilinmektedir. Bu nedenle antik dönemde çok sayıda ziyaretçiyi ağırlayan Didim’e gelenler ”Orakl” merkezine ulaşmak için önce Panormas Limanı’na gelip, buradan yaklaşık 4 kilometrelik ”kutsal yolu” geçmek zorundaydılar.

Cumhuriyet, 08.10.2010

MÜZELERE TEKNOLOJİK ALTYAPI GELİYOR

 

Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, Muğla’nın Fethiye İlçesi'nde 300 bin lira harcanarak yenilenen müzenin açılışını yaptı.

 

Türkiye’nin, kültür turizmi açısından dünyada önemli bir merkez haline geldiğini kaydeden Günay, 50 müzenin özel sektör işbirliği ile teknolojik altyapıya kavuşturulacağını belirtti.

 

Kültür ve Turizm Bakanı Günay şöyle konuştu:
"Biz hiçbir müzeyi özelleştirmiyoruz. Hiç bir müzedeki eserimizin üzerindeki hiç bir hakkı özel yada başka bir kuruma devretmiyoruz. Fiyat belirleme hakkı ve müzeler ile yapılacak her türlü sözleşmeler, her türlü serginin bize getirilmesi veya bizden götürülmesinin imtiyazları tamamen bize ait. Ama hizmette işbirliği yaparak çalışmaları yüksek kaliteye ulaştırmaya çalışıyoruz."

Trt/Haber, 08.10.2010

SARIKIZ EFSANESİ HİKAYE Mİ?

 

Altınoluk’ta halen kurtarma kazıları devam eden Antandros antik kentinde bulunan Afrodit heykeli kaz motifiyle dikkat çekerken, Sarıkız olarak bilinen Kazdağı efsanesinin Afrodit’ten günümüze Yerel değerlerin Türkleşmesiyle sarıkız adını alarak devam ettirdiği ortaya çıktı.

 

Mitolojide tanrılar dağı olarak bilinen Kazdağı'nın efsanesi “Sarıkız” motiflerini andıran heykelin bulunması Sarıkız’ın Afrodit olduğu iddialarını güçlendirdi.  

 

 

Güre Belediye Başkanı Kamil Saka, Antandros kazılardan çıkan ve bir örneği bulunmayan Afrodit’in Kaz figürlü heykelini Beldenin girişine diktirdi. Bursa Arkeoloji Müzesi'nde orijinali bulunan heykelin bir örneği ilk defa Güre beldesinde hayat bularak, anlam ve mitolojik tarihe değer kattı. Ses Dergisi'nin bir önceki sayısında "Afrodit, Sarıkız mı?" başlıklı haberi doğru çıktı. Kaz figürlü ilk heykelin bulunması birçok efsanenin gerçek olmadığını gözler önüne serdi.

 

Halen Bursa Arkeoloji Müzesi deposunda bulunan 1995 kazılarında lahit içinden çıkartılan adak figürünü MÖ 4. yy’da tanrılara adak olarak yapıldığı belirtiliyor.

 

Efsaneler, kültürel ve sosyal dinamizmin tesiriyle oluştuğunu; İda’yı Kaz Dağı yapan, Afrodit’in yerine Sarıkız’ı koyan bu hayat etrafında oluşan efsanelerle ilgili bir sürü varyantlar üretilmişti.

Sarıkız ve Kaz Dağı çevresinde teşekkül eden efsanelerin bölgenin Türkleşmesi ve İslamlaşmasının bir tezahürü olduğu,  efsane ve inanışlarda Türk mitolojisinde bölgenin Türk milli kültürüyle entegre olduğunu göstermektedir. Kaz Figürlü Afrodit heykelinin Yunanistan Arkeoloji müzesinde bulunun Afrodit heykelleriyle birebir benzerlik taşıması, Afrodit’in çıplak, kaz figürlü heykelin giyinik olmasının ne anlama geldiği tartışılırken, Altınoluk Antandros antik kentinde, 2000 yılında Ege Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Arkeoloji Bölümü, Klasik Arkeoloji Ana Bilim Dalı öğretim üyelerinden Yard.Doç.Dr. Gürcan Polat başkanlığında bir ekip tarafından kazı çalışmaları devam ediyor.

 

Antandros'un Tarihçesi

İda Dağı güney eteklerinde yer alan Antandros, antik kaynaklara göre çok farklı kökenlere dayandırılır. Herodotos, Pers kralı Kserkses'in MÖ 483 yılında Yunanistan'a yapacağı seferin hazırlıklarına ve ordunun izlediği güzergaha değinir. Herodotos’un anlatımına göre: "Ordu, Lydia'dan Kaikos ırmağına ve Mysia'ya yöneldi; Kaikos'u geçtikten Sonra Kane dağını soluna alarak Aternaos içinden Karene kentine doğru yürüdü. Bu kentten sonra Adramytteion kenti ve Pelasg sitesi Antandros'u geçerek Thebe ovasına indi. Ve orada gece İda eteklerinde konaklamışken bora patladı, zigzag gezinen yıldırımlar düştü ve oldukça önemli sayıda kayıp verildi". Herodotos'un bir Pelasg yerleşimi olarak söz ettiği Antandros'tan Vergilius, Phryg yerleşimi olarak bahseder. Vergilius'un "Aeneis" adlı eserinde MÖ 1200'lü yıllarda Akhalar ile Troialılar arasında çıkan savaş sonrasında yıkılan Troia kentinden kaçan Aeneas ve yanındakilerin bir Phryg yerleşimi olan ve İda Dağı eteklerinde bulunan Antandros'ta donanmalarını kurduklarından bahsedilir.

Körfezin Sesi, 08.10.2010

KASIMİYE MEDRESESİ MÜZE OLACAK

 

Mardin Belediye Başkanı Mehmet Beşir Ayanoğlu, Cemil İpekçi defilesiyle tartışmalara konu olan Kasımiye Medresesi’ni bu tür etkinliklerin önüne geçmek için müze haline getireceklerini söyledi.

 

Mardinlilerin medrese ile ilgili hassasiyetlerini Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’a aktardığını belirten Ayanoğlu, medresede bu tür etkinliklerin bir daha düzenlenmemesi için bu mekanı, ünlü İslam alimi ve dünyada ilk robotu yapan Ebuliz El Cezeri’nin otomatlarının sergileneceği bir müzeye dönüştürme kararı aldıklarını ifade etti.

 

Ayanoğlu, medresenin konsepti ile ilgili önümüzdeki hafta yapılacak kent konseyinde konuyu gündeme getireceklerini belirterek, "Defile öncesi ve sonrasında yaşanan tartışmaların, medresenin müzeye dönüşmesi ile son bulacağına inanıyorum" dedi.

 

Müzede El-Cezeri’nin tasarladığı su saatleri, otomatik kontrol düzenleri, fıskiyeler, kan toplama kapları, şifreli anahtarlar ve robotlar gibi pratik ve estetik birçok düzeneğin birebir kopyası sergilenecek.

Trt/Haber, 08.10.2010




5 BİN YIL ÖNCESİ GÖRÜNTÜLENDİ

 

     

 

Pek çok medeniyete ev sahipliği yapan Antalya kıyılarında insanların inemeyeceği derinliklere gönderilen sualtı robotu, yaz boyunca önemli bilgilere ulaştı.

 

Doğu Akdeniz Üniversite Sualtı Görüntüleme ve Araştırma Merkezi tarafından yürütülen çalışmalarda kullanılan sualtı robotunun ulaştığı enkazlar arasında, Roma ve Bizans döneminden kalma amfora yüklü 4 batık gemi, kiremit yüklü 2 batık, tabak yüklü 2 batık yer aldı. Türkiye'de ilk kez kullanılan sualtı robotu ayrıca bronz çağı ve öncesinden kalma 7 tane daha çapaya ulaştı.

Sualtı arkeologlarının araştırma yapabileceği derinliklerin çok altında pek çok gemi batığı ve arkeolojik eser olduğunu düşünen bilim insanları, bir deniz robotu kullanarak önemli bulgulara ulaştı. Kültür ve Turizm Bakanlığı izniyle harekete geçen sualtı arkeologları Antalya Müzesi uzmanları denetiminde yaz boyu Antalya'nın derin sularında çalışmalar yaptı. Güney Antalya Turizmi Geliştirme ve Altyapı Birliği (GATAB) çalışmalar için bir sualtı robotu kiralayarak sualtı arkeologlarının kullanımına sundu. 1985'te Titanik'i bulan sualtı robotunun benzeri olan robot, 120 metre derinliğe inerek tekne üzerindeki bilim insanlarına görüntü ulaştırdı. Görüntüleri inceleyen arkeologlar, daha sonra tarihi eserlere inerek araştırmalarını sürdürdü.

Sualtı arkeologu Hakan Öniz, çalışmalar sırasında ilkel taş çapalar elde ettiklerine dikkat çekerek, "Ayrıca, Bronz çağı (MÖ 3000- 1200) taş çapaları da bu doğal limanların en az 5 bin yıldır yoğun olarak kullanıldığını gösteriyor. Bu tespitler sonucu tarihteki ilk denizcilerin Antalya Kemer kıyılarında kürek çektiği ve sonrasında yelken açtıkları kanıtlandı. Ayrıca 2 bin yıl önce kullanılan bir taş ağırlık çeşitli amaçlarla dalgıçlık yapıldığını da gösteriyor." dedi.

Habertürk, Haber: Özner Berber, 08.10.2010

İŞTE AYASOFYA'NIN YASAK ODASI

 

Ayasofya'nın kilise olduğu devirlerde 'vaftizhane', fetihten sonra da 'yağhane' olarak kullanılan, Atatürk döneminde kapatılan bölüme ilk kez Yeni Şafak girdi. 1935 yılında müzeye dönüştürüldüğünde ziyarete kapatılan bölümde Sultan I. Mustafa ile Sultan İbrahim'in araların- da olduğu hanedan mensuplarının sandukaları ile Hz. İsa'nın da vaftiz edildiğine inanılan ve çocukların Hıristiyanlığa kabul töreninde kullanılan 'vaftiz teknesi' bulunuyor. 5'i padişahlara ait 140'tan fazla hanedan mezarının bulunduğu Ayasofya, bin yıllık bazı sırları çözülememiş bir yapı olarak biliniyor. Ayasofya'nın gün ışığına henüz çıkmamış bir başka özelliği de 'deli' diye bilinen 2 Osmanlı padişahı ve bazı hanedan mensuplarının sandukalarının yanı sıra Hıristiyanların Hz. İsa'nın da vaftiz edildiğine inandıkları 'vaftiz teknesi'nin de bulunduğu bölümü.

 

Fetihten sonra 'yağhane' olarak kullanılan 1935'te ziyarete kapatılan bölüm, Ayasofya müzeye dönüştürüldükten sonra restorasyondan geçti. 'Lahitler' ve 'vaftiz teknesi'nin dikkat çektiği 'vaftizhane'de 2 kez padişah yapılan; ancak deli olduğu gerekçesiyle 1623'te tahttan indirildikten 16 yıl sonra vefat eden I. Mustafa'nın mezarı bulunuyor.

 

Kardeşi IV. Murad'ın vefatı üzerine tahta çıkan Sultan İbrahim'in sandukası da vaftizhanede. Padişahlığının ilk zamanlarında isyancı Yeniçerilerle mücadele eden ve çirkin iftiralarla deli ilan edildikten sonra 1648'de tahtından indirilerek öldürülen Sultan İbrahim, aynı kaderi paylaştığı I. Mustafa ile yan yana yatıyor. Vaftizhanedeki mezar sayısı, tam olarak bilinmemekle beraber 15 civarında olduğu tahmin ediliyor. Bunlardan 12'sinin de Osmanlı Hanedanı'na mensup olduğu zannediliyor.

Yeni Şafak, Haber: Abdullah Eğilmez, 08.10.2010

ANIT MEZARLAR TURİZME KAZANDIRILACAK

 

AKP Gaziantep milletvekili Mehmet Erdoğan, Araban İlçesi'ndeki Roma dönemine ait tarihi anıt mezarların turizme kazandırılacağını söyledi.

Erdoğan, yaptığı açıklamada, anıt mezarlarla ilgili çalışmaları yoğunlaştırdığını belirterek, "Elif beldesi, Hisar ve Hasanoğlu köylerindeki üç adet Roma dönemi anıt mezarlar, askeri ve ticari anlamda Fırat'a paralel olarak kuzey-güney yönünde ve batıdan doğuya Fırat'a doğru gelen dönemin çok önemli iki yolunun kavşağında yer alıyor. Roma döneminde bölgedeki zengin, asil, üst düzey yönetici veya yüksek rütbeli asker kişiler için yapılmış olduğu, arkeologların eserler üzerinde yaptığı incelemeler sonucunda anlaşılmış olan her üç anıt mezar da, bir birine oldukça yakın yapılmış" dedi.

Gaziantep 27 Gazetesi, 08.10.2010





YEŞİLOVA'DAN BİR MÜZE OLUŞTURACAK ESER ÇIKTI

 

     

 

İzmir'in en eski yerleşim alanı olan ve kentin tarihini 8500 yıla çıkaran Yeşilova Höyüğü'nde bu yıl yapı lan kazılarda 100'den fazla eserin sergilenmek üzere müzeye gönderildiği, 2005 yılında başlayan kazılarda müzelerde sergilenecek kapasitede yaklaşık 700 eserin çıkarıldığı bildirildi.


Yeşilova Höyüğü kazılarını yürüten Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü öğretim üyelerinden Yrd. Doç.Dr. Zafer Derin, Haziran ayı sonlarında başlayan 2010 yılı kazı çalışmalarının tamamlandığını ve çok başarılı bir dönem geçirildiğini söyledi. Kazıları 2008 yılından beri Bakanlar Kurulu kararıyla yürüttüklerini, Kültür ve Turizm Bakanlığı, Ege Üniversitesi Rektörlüğü, İzmir Büyükşehir Belediyesi ve Bornova Belediyesinin desteğiyle kazılara devam ettiklerini anlatan Derin, kazı süresinin uzunluğunun elde edilecek belge ve bilgilerin sayısını artırdığını söyledi.


Derin, bu yılki kazılarda çok önemli eserlerin ortaya çıkarıldığını belirterek, şu bilgileri verdi:
"Bu yılki kazılarda çok sayıda yanmış yapılara ulaştık. Yanmış yapılarda neolitik çağın son sürecine ait, cilalı taş döneminin son bölümlerine ait yapılarda yoğun miktarda taş aletler ele geçirdi. Bu eserler iki gruba ayrılabilir, birinci grup olarak adlandırılabilecek taş baltalar, çevreden gelen ham maddeler işlenerek elde edilmiş. Çok güzel el işçiliği örnekleri var. Balta yapım atölyelerine ulaştık. Serpantin adı verilen ve çevrede çok sayıda bulunan taşları işlemişler. İrili, ufaklı taşlar, küçük, büyük baltalar haline getirilmiş. Balta yapımlarında başka bölgelerden getirilen taşlarda kullanılmış , bunları da ikinci grup olarak ayırdık. Taş baltalarda gerçekten çok farklı işçilik kullanılmış, örnek, sergilenebilecek eserler elde edildi."


Zafer Derin, yapılan kazılarda eski İzmirlilerin yoğun tarım faaliyetlerinin bulunduğunu, bölgeye özgü öğütme taşlarının kullanıldığını belirlediklerini anlattı. İşliklerde buğdayın öğütüldüğünü, hemen hemen her evde işlik olduğunu belirten Derin, tarım ürünlerinin takasta da kullanıldığını belirlediklerini, tarım ürünleri karşılığında taşlar, deniz ürünlerinin satın alındığını ifade etti.
Bu yıl kazılarda üniversite öğrencilerinden oluşan ekibin görev aldığını belirten Zafer Derin, sözlerine şöyle devam etti:
"Bu yıl kazılarda kalabalık bir ekip görev aldı, bu da daha yoğun çalışmamıza, daha çok bölgede daha kalabalık ekiple araştırma yapmamıza olanak verdi. Detaylı kazılar yapma fırsatı bulduk. Kazılarda çok özel parçalara rastladık. Sergilenecek kapasitede seramik, taş eserler bulduk. Bu yıl müzeye 100'den fazla eser vereceğiz. Bu rakam prehistorik alanlar için önemli bir sayı. Prehistorik alanlardan müzelere verilen eser sayısı 20-30'u geçmez. Bugüne kadar 700 eseri sergilenmek üzere verdik, bir kısmını da sergilenme olanağı buldu. Yeşilova kazılarında bir müze oluşturacak kadar eser çıktı. Bu eserlerin bir kısmını da bölgede kurulması planlanan kazı evinde sergileyebiliriz."

Türkiye Gazetesi, 08.10.2010

TARİHİ ESER BASKINI

 

Ankara'da ellerindeki tarihi eserleri satmaya çalışan 2 kişi polis ekipleri tarafından gözaltına alındı.

 

Edinilen bilgiye göre. Ankara Emniyet Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlar Şube Müdürlüğü Mali Suçlar Büro Amirliği ekiplerinin yaptığı çalışmalarda Y.T. isimli bir kişinin Yozgat ve Çankırı'dan topladığı çok sayıda tarihi eseri Ankara'da satmak için müşteri aradığı belirlendi.

 

Yapılan tespitlerin ardından Keçiören'de düzenlenen operasyonda Y.T. ve M.O. isimli 2 kişi gözaltına alındı. Zanlılarla birlikte Roma dönemi ile MÖ1000 yıllara ait olduğu değerlendiren gözyaşı şişeleri, vazolar, kaseler, bronz kaşık, bronz yaprak, testiler, insan figürü taş objeler olmak üzere 22 adet tarihi eser ele geçirildi. Maddi değerlerine paha biçilemeyen eserler yapılan işlemlerin ardından Kültür ve Turizm Bakanlığı'na teslim edileceği bildirildi.

 

Zanlılar hakkında Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanuna muhalefetten işlem yapılacağı kaydedildi.

Ankara Kent Haber, 07.10.2010

MARDİN VALİ KONAĞI TARİHİ BİNAYA TAŞINIYOR

 

 

Mardin Valisi Hasan Duruer, tarihi kentte valilik makamının beton binada olmasından mahcubiyet duyduğunu söyledi. Vali Duruer, AA muhabirine yaptığı açıklamada, tarihi kentte kentsel dönüşüm projesi kapsamında göze çirkin gelen ne varsa ortadan kaldıracaklarını bildirdi. Mardin'in tarihi dokusunun en büyük özelliğinin ve dikkati çeken yönünün insanların tarihi doku içinde yaşamaları olduğunu anlatan Duruer, eski vali konağı ve sonrasında halı okulu olarak kullanılan tarihi binayı restore ederek Valilik Makamını eski yerine taşıyacaklarını kaydetti.

Mardin'in tarihi dokusuna güzel bir bina kazandırdıklarını ifade eden Duruer, şöyle dedi:
''25 Ekimden sonra vali makamı tarihi binada hizmetini sürdürecek. Mardin gibi tarihi dokusu ve zenginliği ile dünya gündemine oturan tarihi bir kentte valilik makamının beton binada hizmet vermesinden mahcubiyet duyuyorum. Tarihi binanın restorasyonu tamamlandı. Restorasyon çalışmaları yaklaşık bir yıl sürdü.''

Valilik makamı olarak restore edilen binanın restorasyon ve donanımı için 1 milyon 500 bin lira harcama yapıldığı, 25 Ekimde Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün de katılacağı bir törenle hizmete açılacağı belirtildi.

Yapı, Fotoğraf: Mehmet Çelik/AA, 07.10.2010

RHODIAPOLIS ANTİK KENTİNDE KAZI ÇALIŞMALARI SONA ERDİ

 

Antalya’nın Kumluca İlçesi yakınlarındaki Rhodiapolis antik kentindeki kazı çalışmalarının bu yılki bölümü sona erdi.

 

Akdeniz Üniversitesi (AÜ) Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü öğretim üyesi Doç.Dr. İsa Kızgut’un başkanlığını yaptığı çalışmaların bu yılki bölümünde, antik kentin batı kapısı, doğu caddesi, astepion içerisinde yer alan hasta tedavi bölümleri, Hadrianeum (İmparator Hadrian için yapılan tapınım yapısı), hayırsever Opramoas’ın annesi ve babası için yaptırdığı onur yapısı kazılarıyla onarım ve sağlamlaştırma çalışmaları yürütüldü.

 

Rhodiapolis antik kentini ziyaret eden Kumluca Belediye Başkanı Hüsamettin Çetinkaya, kazı çalışmaları ile ilgili Doç.Dr. İsa Kızgut’tan bilgi aldı.

 

Doç.Dr. İsa Kızgut, antik kentte bu yıl yaklaşık 3 ay süren kazı çalışmalarının sona erdiğini, kazılarda önemli bulguların gün yüzüne çıkartıldığını belirtti. Bu yılki kazı çalışmalarının planlandığı gibi yürütüldüğünü ve tamamlandığını ifade eden Kızgut, şu bilgiyi verdi:

‘Güzel bir tarihi mirasa sahip olan Rhodiapolis antik kentini halkın gelip görmesini istiyoruz. Bu yıl Bakanlığımızdan aldığımız ek ödenekle de konservasyon ve restorasyon çalışmalarını da gerçekleştirdik. Bu yıl hedeflediğimiz antik kentin batı kapısı ve doğu caddesini tamamen temizledik. Buralardan çıkartılan yaklaşık 750 blok, taş tarlalarına alındıktan sonra caddenin kenarının ne kadar süslü olduğu ortaya çıktı. Astepionun mental hastalar için ayrılmış bölümünü avlusunu geçen yıl kazmıştık. Bu yıl da arka planda kalan ameliyathane ve bedensel hastalar için kullanılan bölümlerinin kazısını tamamladık. Bundan sonraki hedefimiz astepionun tamamen restore edilmesi, sarnıçların üstü açık onların kapatılması ve üzerlerinde yürünebilir hale getirilmesi. Bu sayede bölgenin tek sağaltım merkezi yani astepionu olan yapıyı onardıktan sonra halkın gelip izlemesine sunmak istiyoruz.’

 

Hüsamettin Çetinkaya, Rhodiapolis antik kenti kazı çalışmalarının Türkiye’de en hızlı yürütülen kazılardan olduğunu, Rhodiapolis antik kenti sayesinde kendisinin de birçok antik kent ve kazı çalışmaları hakkında bilgi sahibi olduğunu söyledi.

 

Çetinkaya, şunları kaydetti:

‘Rhodiapolis antik kenti arkeolojiye, antik kentlere ilgi duymamızı sağladı. Kazılara Kültür ve Turizm Bakanımız da büyük destek veriyor. Kazının hızlı yürütülmesinde kendilerinin de payı büyük. İnşallah önümüzdeki yıllarda, burası insanlarımızın daha çok ziyaret edebilecekleri bir konuma gelecektir.’

haberler.com, 07.10.2010

TARİHİ MEZAR GÜN IŞIĞINA ÇIKIYOR

 

Muğla Milas’da tarihi eser kaçakçılığı operasyonunda bulunan ve arkeolojik açıdan son yılların en önemli keşfi olarak nitelendirilen 2 bin 400 yıllık mezar odası, yürütülen çalışmalarla yeni bir çehreye kavuşuyor.

 

Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, konuya ilişkin "Sadece Milas’ın değil, Türkiye kültür turizminin talihini değiştirecek bir olayla karşı karşıya geldiğimizi düşünüyorum." yorumunu yaptı.

 

Günay, çalışmaların yerli ve yabancı uzmanlar gözetiminde sürdürüldüğü bölgede başlatılan kamulaştırmanın kapsamının genişletileceğini de vurguladı.

Trt/Haber, 07.10.2010

ÖLÜMÜNÜN 100. YILINDA ANILACAK

 

 

UNESCO'nun 'Osman Hamdi Bey Yılı' ilan ettiği 2010 yılında Kültür ve Turizm Bakanlığı Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü'nün katkılarıyla Turgut Beldesi Osman Hamdi Bey Konağı'nda, 8-26 Kasım 2010 tarihleri arasında Osman Hamdi Bey'in önemli eserleri sergilenecek.

 

Yatağan Kaymakamı Dr. Hasan Tanrıseven, Türkiye'de ilk arkeolojik kazılarını Lagina Antik kentinde başlatan Osman Hamdi Bey'in Turgut beldesindeki konağında anılacağını açıkladı. Kaymakam Tanrıseven, "Yatağan'ın tarihi ören yerleri olan Stratonikeia ve Lagina antik kentini Osman Hamdi Bey sergisi ile tanıtacağız. UNESCO 2010 yılını, ölümünün 100. yıl dönümünde Osman Hamdi Bey yılı olarak ilan etti. Bir hafta boyunca Osman Hamdi Bey eserleri ile tanıma fırsatı bulacağız. Yatağan'daki turizmi bir hafta boyunca düzenlenecek olan bu etkinlikle canlandıracağız"dedi.

Türkiye'nin ilk arkeolojik kazılarını Lagina antik kentinde başlatan Osman Hamdi Bey, 1870'de inşa edilen konağında 19 yıl yaşadı. 19 yıl boyunca Lagina antik kentinde ilk arkeolojik kazıları yapan ve Türk müzeciliğinin de öncüsü olan Osman Hamdi Bey, ayrıca dünyaca ünlü Kaplumbağa Terbiyecisi eserini de bu konakta yaptığı belirtildi. Bin 500 metrekarelik Osman Hamdi Bey'in Konağı 2006 yılında 260 bin TL harcanarak Muğla Valiliği'nce restore edildi.

 

Büyük figürlü kompozisyonlarıyla batılı anlayışta resmin Türkiye'deki ilk temsilcisi sayılan ressam, müzeci ve arkeolog Osman Hamdi Bey, Osmanlı toprakları içindeki taşınabilir bütün sanat ürünlerini, bir arada toplama, koruma ve sergileme düşüncesiyle Türkiye'nin çeşitli yerlerinde kazı çalışmaları yaptı.

 

OSMAN HAMDİ BEY KİMDİR?
Osman Hamdi, (doğum 1842 İstanbul - ölüm 24 Şubat 1910 İstanbul) 1860'da hukuk öğrenimi için Paris'e gitti. Hukuk öğreniminin yanı sıra o dönemim ünlü ressamlarının atölyelerinde çıraklık yaparak iyi de bir resim eğitimi aldı. 1869 yılında Bağdat Yabancı İşler Müdürlüğü'ne atandı. 1871'de İstanbul'a geri dönünce sarayda çalıştı. 1881'de Müze-i Hümayun'a (İmparatorluk Müzesi) atandı. Bu görevi ile Türk müzeciliğinin parlak dönemleri başladı. 1883 yılında Güzel Sanatlar Akademisi Sanayi-i Nefise Mekteb-i Alisi'ni ve İstanbul Arkeoloji Müzesi'ni kurdu ve müdürlüklerini üstlendi.

 

1884'te o güne kadar hiç gündeme gelmemiş olan ve çokça kayıp verilmiş olunan bir zaafı, antik eserlerin yurt dışına çıkarılmasını yasaklayan Asr-ı Atika Nizamnamesi'ni çıkarttırarak yürürlüğe soktu. Osman Hamdi Bey, Nemrut Dağı, Lagina ve Sayda'da arkeolojik kazılar gerçekleştirdi. Sayda'a yaptığı kazılarda bulduğu, arkeoloji dünyasının başyapıtlarından sayılan, aralarında İskender Lahdi'nin de bulunduğu bir takım antik eserler çıkardı. Burada bulunan eserler bugün Osman Hamdi Bey'in bulmuş olduğu birçok eser gibi, kendisinin temellerini attırdığı İstanbul Arkeoloji Müzesi'nde sergilenmektedir.

BAZI ÖNEMLİ ESERLERİ
Kahve Ocağı (1879), Haremden (1880), İki Müzisyen Kız (1880), Kuran okuyan Kız (1880), Çarşaflanan Kadınlar (1880), Vazo Yerleştiren Kız (1881), Gebze'den Manzara (1881) Çekik Gözlü Kız-Tevfika (1882), Türbe Ziyaretinde İki Genç Kız I, Türbe Ziyaretinde İki, Genç Kız II (1890), Feraceli Kadınlar (1904), Pembe Başlıklı Kız (1904), Kaplumbağa Terbiyecisi (1906), Mimozalı Kadın (1906), Şehzade Türbesinde Derviş (1908), Silah Taciri (1908), Beyaz Entarili Kız (1908), Sarı Kurdeleli Kız (1909), Kaplumbağa terbiyecisi ve Leylak Toplayan Kız.

Habertürk, 07.10.2010

MÜZELERDE KIŞ SAATİ UYGULAMASI BAŞLIYOR

 

Topkapı Sarayı Müzesi, Ayasofya Müzesi, Kariye Müzesi ve Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi başta olmak üzere yurt genelindeki müze ve ören yerlerinin bazılarında kış saati uygulaması başladı. Yeni uygulamaya göre müzeler saat 17.00'de kapanıyor.

 

Efes Ören Yeri, Göreme Açıkhava Müzesi ve Antalya Müzesi gibi bazı müzeler ise 31 Ekim'de saatler bir saat geri alındıktan sonra kış saati uygulamasına geçeceklerini bildirdi.

Yerebatan Sarnıcı'nın çalışma saatleri ise diğerlerinden farklı olarak sabah 09.00, son giriş 20.00. Kapanış ziyaret çıktıktan sonra.

 

Kış saati uygulaması başlayan müzeler şöyle:

                                                                    
Topkapı Sarayı Müzesi: (Tel: 0212 512 04 80)
Açılış: 09:00, son giriş:16:00, kapanış: 17:00    

 

Ayasofya Müzesi: (Tel: 0212 522 09 89)
Açılış: 09:00, son giriş:16:00, kapanış: 17:00        

           

Kariye Muzesi: (Tel: 0212 631 92 41)                 
Açılış: 09:00, son giriş:16:00, kapanış: 17:00

 

İstanbul Arkeoloji Müzeleri: (Tel: 0212 520 77 40)

Açılış: 09:00, son giriş:16:00, kapanış: 16:45    

     

Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi: (Tel: 0312 324 31 60-61)
Açılış: 09:00, son giriş:16:00, kapanış: 17:00

Turizm Habercisi, 07.10.2010

KÖY MÜZESİNE ZİYARETÇİ AKINI

 

Konya'da bir köyde vatandaşların kurduğu müze, ziyaretçi akınına uğruyor. Köy müzesinde tarım aletlerinden su testilerine, el yazması Kur'an ve risalelerden madeni paralara ve gayri müslimlere ait mezar taşlarına kadar 500'ü aşkın eser bulunuyor. Köy müzesi, Yatağan ve civarının tarihine ve kültürüne ışık tutuyor.

 

Konya merkez Meram İlçesine bağlı Yatağan Köyü halkı, yıllardır evlerinde muhafaza ettikleri tarihi değerdeki eserleri bir araya getirerek köye müze kazandırdı. 1930'lu yıllarda köy mektebi olarak kullanılan üç katlı tarihi binayı restore eden Yatağan sakinleri, köyün kurucusu Şeyh Ahmedi Mürsel'in adını verdikleri müzede yöreye ait 500'ün üzerinde eseri bir araya getirdi. Aralarında 600 yıllık savaş mızraklarından Alp Eren'lerin kullandığı savaş loputlarına, 250 yıllık el yazması Kur'an-ı Kerim'lerden, ilkel tarım aletlerine, 150 yıllık düğün aynalarından, gazlambalarına ve ilk telefona kadar yüzlerce eser yer alıyor. Köy müzesi Yatağan ve civarının tarihine ve kültürüne ışık tutuyor.

 

Müzenin kurulmasında önemli rol oynayan köy sakinlerinden emekli eğitimci Süleyman Doğdu, yöre halkından yıllar boyunca topladıkları yüzlerce eseri gelecek nesillere aktarmak için müzeye kazandırdıklarının altını çizdi. Aralarında harf inkılabı yapıldıktan sonra ilk okuma yazma öğrenen öğrencilerin hatıralarının da bulunduğu eserlerin yer aldığı bilgisini veren Süleyman Doğdu, "Müzeyi duyan, aralarında kaymakam ve valilerin de bulunduğu onlarca kişi ziyarete geliyor. Bize müzeyi Konya'ya taşımamız için bina tahsis edildiği halde kabul etmedik. Önemli olan tarihi değeri olan bu eserlerin köyümüzde sergilenmesi. Çünkü bu eserler bu köylerde bulundu. O yüzden biz müzemizin tanıtımını yapmayı planlıyoruz. Hem köyümüzü tanıtmak hem de daha çok turist ağırlamak istiyoruz." şeklinde konuştu.

 

İlk köy mektebinde 70 yıl önce 3 yıl eğitim gören 78 yaşındaki Veysel Şanlı ise oturduğu sıranın müzede saklanmasından duyduğu memnuniyeti dile getirdi.

Zaman, Haber: Aydın Hızlıca, 07.10.2010

MICHELANGELO VİYANA'DA

 

Rönesans dönemi sanatçısı Michelangelo’nun gençlik yıllarından Vatikan’da bulunan 'The Last Judgement' freski gibi ustalık dönemi çalışmalarına kadar uzanan çizimleri Viyana’da sergilenecek. Viyana’daki Albertina Müzesi’nin yöneticisi Klaus Albrecht Schroeder, yarın açılacak serginin son 20 yılda Michelangelo üzerine yapılmış en kapsamlı sergi olduğunu belirtti.

 

Schroeder, serginin amacının ziyaretçilerin Michelangelo’nun eserlerinin bütününe dair bir fikir edinmesi olduğunu söyledi. 9 Ocak‘a kadar sürecek sergide Paris’teki Louvre, New York’taki Metropolitan ve Londra’daki British müzelerinden çok önemli parçalar da yer alıyor. 

Habertürk, 07.10.2010

KİM TAKAR TARİHİ ESERİ

 

Dülük antik kentindeki kazıda, kutsal tapınağın ortasına demir direk dikildiği ve beton dökültüğü ortaya çıktı.   Kazı sırasında, alana anten tesisi için beton kullanılarak dikilen bir demir direğin kutsal tapınakta tahribata neden olduğu belirlendi. Kazı öncesi kesilerek alandan çıkarılan demir direğin ve direği zemine sabitlemek için kullanılan betonun, kutsal tapınağın 8-9 metrekarelik bölümünün tahrip olmasına yol açtığı ortaya çıktı.

 

Prof.Dr. Engelbert Winter, kazıya destek veren Şehitkamil Belediye Başkanı Rıdvan Fadıloğlu'na çalışmalarına ilişkin bilgi verirken, tahribata neden olan elektrik direğinin kültürel mirasa arzu edilmeyen bir müdahale örneği olduğunu belirtti. Kültürel mirasa benzer yanlış müdahalelerin önlenmesinin çok önemli olduğunun altını çizen Prof.Dr. Engelbert Winter, Dülük antik kenti ve benzerlerinin insanlığın ortak malı olduğunu, bu nedenle kültürel mirasın korunmasında herkese görev düştüğünü söyledi. Prof.Dr. Engelbert Winter, Dülük Antik kentini gün ışığına çıkarmak, tanıtmak ve turizme kazandırmak istediklerini ifade etti.

Gaziantep 27 Gazetesi, 07.10.2010

KAPAŞIÇARŞI'YA SIKI YÖNETİM

 

 Yıllardır süregelen büyük ihmaller zinciri sonucu yıkılma riskiyle karşı karşıya kalan tarihi Kapalıçarşı’nın yenileme projesi devam ediyor. Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir, çatısı aktığı için kolonları çürüyüp çökme tehlikesi yaşayan, esnafın da dükkan genişletmek için büyük zarar verdiği Kapalıçarşı’yla ilgili önemli açıklamalarda bulundu.

 

Kapalıçarşı’nın en büyük sıkıntılarının başında yönetim geldiğini söyleyen Demir, çarşının bugüne kadar bir dernek tarafından yönetildiğini, derneğin kararlarına da kimsenin uymadığını belirtti.

 

Günümüzde her alışveriş merkezinin bir yönetim kadrosu olduğunu ifade eden Demir, şöyle devam etti: "Bayındırlık ve İskan Bakanlığı, Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü ile birlikte sırf Kapalıçarşı’nın yönetimi için kanun taslağı hazırladık. Yönetimi olmazsa orayı ayakta tutmak mümkün değil. 14 milyon projeye 140 milyon da restorasyonu için para gerekiyor. Bu kadar parayı harcayıp bir yönetim oluşturmazsanız, anlamı yok. Buranın yönetimini oluşturursak, o zaman karşımızda muhatap alacağımız tüzel kişilik, 3 bin esnafın da zorunlu uyacağı bir erk olacak."

 

1461 yılında kurulan tarihi Kapalıçarşı, yıllardır süregelen bakımsızlık, ihmal ve talan yüzünden büyük zarar gördü. Bugüne kadar geçici çözümlerin alındığı çarşı için ilk kez kapsamlı bir restorasyon projesi hazırlandı. Çarşının çevresindeki hanların da dahil olduğu rölove, restorasyon ve restitüsyon projelerinin, 2011 yılı sonunda tamamlanması planlanıyor. Proje için gereken 14 milyon TL’nin yarısı İl Özel İdaresi tarafından karşılanacak. Kapalıçarşı’nın röntgeninin çekilmesiyle hazırlanan projede, çatıların onarımı tamamlandı.

Habertürk, 07.10.2010

ABBASİ TASINA 1 MİLYON 600 BİN LİRA

 

Dünyanın önde gelen müzayede evlerinden Sotheby's, Londra'daki ofisinde 'İslam Dünyasından Hazineler' adlı bir açık artırma gerçekleştirdi.

 

Müzayedeye çıkan 115 İslam eseri, 7 milyon sterline (16 milyon TL) alıcı buldu. Açık artırmada 9. yüzyılda Abbasi dönemine ait 'çukur altın tas' 713 bin 250 sterlin ile (1 milyon 600 bin TL) en yüksek fiyata satılan eser oldu. İlginin yoğun olduğu müzayedede, 1548 yılına ait Kemalettin Hüseyin Bin Ali tarafından yazılan Kur'an tefsiri 601 bin 250 sterlin ile (1 milyon 400 bin TL) en yüksek ikinci fiyata sahibini buldu. Parşömen üzerine altın harflerle yazılı Kur'an nüshası ise 529 bin 250 sterlin ile üçüncü en yüksek fiyata giden parça oldu. Bu arada Osmanlı dönemine ait eserler de açık artırmayla satıldı. Abdülhamit Han'ın tuğrasını simgeleyen altın ve elmas karışımı broş, 10 bin 625 sterline, 1664 yılına ait Osmanlı hat yazısı da 26 bin 250 sterline alıcı buldu.

Zaman, Haber: Kamuran Samar, 07.10.2010

EVDE YAPILAN KAÇAK KAZIDA TARİHİ ESER BULUNDU

 

Bey Mahallesi'nde kültür varlığı olarak tescillenen evde kaçak kazı yapıldığı ortaya çıktı. 38 parça tarihi eser, dokümanlar ile kazıda kullanılan aletler ele geçirildi. Olayla ilgili gözaltına alınan 4 kişi tutuklandı.

Emniyet Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü ekipleri, kaçak kazıda çıkarılan tarihi eserlerin bir evde gizlendiği bilgisine ulaşınca operasyon başlattı. Olayla ilgili şüpheli görülen 4 şahıs takibe alındı. Daha sonra şahısların ellerinde bulunan tarihi eserleri Bey Mahallesi'ndeki bir ikamette sakladıklarını tespit eden polis, eve baskın yaptı. Evde yapılan aramalarda 38 adet çeşitli dönemlere ait yazılı doküman ele geçirildi. Ele geçirilen malzemeler, Müze Müdürlüğü'nde incelenince tarihi eser oldukları teyit edildi. Bunun üzerine gözaltına alınan M.K.Ç, E.K., Y.G. ve A.E. Emniyet Müdürlüğü'nde alınan ifadelerinin ardından adliyeye sevk edildi.

Gaziantep 27 Gazetesi, 07.10.2010

DEFİNE TÜNELİNDE KAVGA ÇIKTI

 

Kahramanmaraş'ın Karaelbistan beldesinde Nihat Ü., oğlu Murat Ü. ve Durdu E. Cumhuriyet Mahallesi'nde yaşayan akrabaları Durdu Kılınç'a (28), evinin karşısındaki mezarlığın eskiden kilise olduğunu ve kilisenin altındaki odanın altın dolu olduğunu söyledi. Hazine avcıları, 5 işçi tutup tünel kazmaya başladı. İddiaya göre 35 gün sonra define odası bulundu ancak içeri kimin gireceği konusunda anlaşmazlık çıktı. Tuzakla karşılaşacaklarına inanan hazine avcıları kavgaya tutuştu. Çaresiz kalan Kılınç durumu jandarmaya bildirdi. Gözaltına alınan 4 kişi tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı. Şüpheliler hakkında "izinsiz kazı yapmak ve mezar tahrifatı" gerekçesiyle 2 yıldan 5 yıla kadar hapis istemiyle dava açıldı.

Sabah, Haber: Sırrıberk Arslan - Kenan Arayıcı, 07.10.2010

SAHİBİNDEN SATILIK MATISSE HEYKELİ

 

Henri Matisse'nin yaptığı doğal büyüklükteki heykel, önümüzdeki ay satılacak.

 

Nu de Dos, 4eme etat adını taşıyan eserin New York'ta bulunan Christie'e Müzayede Evi'nde 3 kasımda yapılacak satışından 35 milyon dolar gelir elde edilmesi bekleniyor. Amerika'daki Christie's Müzayede Evleri'nin Empresyonizm ve Modern Sanat Departmanı Başkanı Conor Jordan, eserin modernist stilin evrimleşmesinin kilometre taşlarından olduğunu söyledi. Eser, Jordan'ın Matisse'nin en büyük projesi olarak tanımladığı dört parçadan oluşan bir serinin ürünü olduğunu söyledi. Jordan, "Eseri, yüzyılın en önemli başarısı olarak gören koleksiyonerlerden muazzam bir istek bekliyoruz" şeklinde konuştu.

Taraf, 07.10.2010

MERSİN'DEKİ SOLOİ POMPEİOPOLİS KAZILARI

 

Mersin merkeze bağlı Mezitli İlçesi'ndeki Soli Pompeipolis antik kentinde yer alan ‘Höyük bölgesi’nin üzeri koruma amacıyla belediye tarafından kapatıldı.

 

Kazı Başkanı Prof. Dr. Remzi Yağcı, yazılı açıklamasında, antik kentte 2010 yılı kazılarının Ağustos ayında tamamlandığını hatırlattı. Yağcı, 15. yüzyılda yapıldığı tahmin edilen sur duvarlarının bulunduğu ve zengin buluntuları nedeniyle ‘Kizzuwatna Terası’ olarak adlandırılan höyüğün üzerinin belediye tarafından geçici çatıyla örtülerek koruma altına alındığını belirterek, şunları kaydetti:

‘Bu sökülebilir çatıyla sur duvarlarının bulunduğu bölüm, yağmur, sel gibi doğal etkilere karşı koruma altına alındı. Bu çatının amacı, Kizzuwatna sur sistemini sürekli koruma altına almak ve gelecekte açık hava müzesi haline getirilmesi planlanan Soloi Pompeiopolis’in önemli bir dönemini sergiye hazırlamaktır. Bu tür uygulamalar, sadece kazmak değil aynı zamanda koruma için gerekli önlemleri almak olarak da nitelendirilebilir.’

haberler.com, 07.10.2010

SEMPOZYUM, ANTİK GERMENICIA KENTİNE IŞIK TUTACAK

 

Uluslararası Türkiye Mozaik Sempozyumu 2011 yılında, Roma dönemine ait antik Germenicia kentinin gün yüzüne çıkmaya başladığı Kahramanmaraş’ta düzenlenecek.

 

Yurt dışından bilim dünyasının katılımının beklendiği ve antik kentin de masaya yatırılacağı sempozyum kapsamında, Germenicia ile çeşitli araştırmalar da yapılacak.

 

Bursa Uludağ Üniversitesi Mozaik Araştırmaları Merkezi’nin koordinesinde, 2 yılda bir gerçekleştirilen sempozyum, 2011 yılında Kahramanmaraş’ta düzenlenecek. İl Kültür Turizm Müdürlüğü’nün talebi üzerine, Kahramanmaraş’ta yapılmasına karar verilen ve arkeoloji alanında uzman bilim adamlarının katıldığı sempozyumun ana gündem maddesini de 2007 yılında kaçak kazı sonucunda ortaya çıkan Antik Germenicia kenti mozaikleri oluşturacak. Sempozyum, İzmir Efes ile Gaziantep Zeugma Kenti’ndeki mozaiklerle büyük benzerlikler taşıyan ve Roma dönemine ait olan antik kentin, uluslar arası platformda masaya yatırılmasına olanak sağlayacak.

 

Antik Germenicia kenti ile ilgili olarak 3 yıldan bu yana yaptıkları çalışmaların, 2011 yılında daha da genişleyeceğini, sempozyumun da bunun bir parçası olduğunu söyleyen İl Kültür Turizm Müdürü Seydi Küçükdağlı, “Sempozyumun Kahramanmaraş’ta düzenlenecek olması ilin sahip olduğu bu büyük hazinenin de tanıtımına katkı sağlayacak. 3 gün boyunca sürecek olan sempozyumda, gerek yurt içi gerekse yurt dışından katılan uzman isimler, konu hakkında görüşlerini öne sürecek. Sempozyum kapsamında, Antik Germenicia Kenti’nde incelemeler de gerçekleştirilecek. Üzerinde bulunduğumuz bu büyük değerin ülke içi ve yurt dışında tanıtılması ve turizme katkısı açısından bu organizasyonu çok önemsiyoruz.” dedi.

Zaman, 07.10.2010

SELÇUKLU ESERLERİ SERGİLENECEK

 

 

Kayseri'de bulunan Gevher Nesibe Darüşşifası ve Medresesi'nin Selçuklu Eserleri Müzesi haline dönüştürülmesi için başlatılan çalışmalar hız kazandı.

 

Halen Tıp Tarihi Müzesi olarak kullanılan Gevher Nesibe Darüşşifası'nın büyük bir bölümünün müzeye dönüştürülmesi çalışmaları içerisinde ilk olarak dijital sistemler ve bilgisayar donanım ile müzeolojik tasarım projesinin bu ay içinde ihale edileceği öğrenildi.

 

Gevher Nesibe Darüşşifası'nın müze haline dönüştürülmesi çalışmaları sonrasında Selçuklu dönemindeki el yazma Kur'an-ı Kerim ve o dönemde kullanılan eczacılık malzemelerinin sergileneceği bildirildi.

 

Çalışmalar çerçevesinde, Vakıflar Genel Müdürlüğü'nden gelen 4 kişilik bir heyet, İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü'nü ziyaret etti. Ziyaret sırasında, Müze Müdürlüğü'nde bulunan ve Vakıflar Genel Müdürlüğü'ne ait olan 20'ye yakın Selçuklu eserinin tahsisinin istendiği öğrenildi.

 

Selçuklu Sultanı I. Gıyaseddin Keyhüsrev tarafından 1204-1206 yılları arasında Kayseri'de inşa ettirilmiş ünlü Darüşşifa Gevher Nesibe Hatun'un adı ile anılıyor. Darüşşifa'da ayrıca Gevher Nesibe'nin türbesi bulunuyor.

Kayseri Kent Haber, 06.10.2010

TARİHİ ESER KAÇAKÇILARINA SUÇÜSTÜ

 

 

Aydın’ın Germencik İlçesi'nde ellerindeki tarihi bir eseri 250 bin dolara satmak isteyen 2 kişi jandarmanın düzenlediği operasyonda yakalandı.

 

Edinilen ilgiye göre; Aydın İl Jandarma Komutanlığı’nca yapılan istihbari çalışma neticesinde Germencik İlçesine bağlı Ortaklar beldesinde ikamet eden T.Y ve O.A. isimli şahısların, ellerinde tarihi eser bulunduğu ve bu eserleri 250 bin Dolar karşılığında piyasaya sürmek istediklerinin tespit edildi. Konuyla ilgili operasyon başlatan jandarma ekipleri şahısların adreslerinde yaptıkları aramalarda 1 adet Hellenistik döneme ait yaklaşık 1,25 metre boyunda, 300 kilogram ağırlığında üzerinde 1 bayan ve 1 erkek figürü bulunan beyaz mermerden yapılmış bir heykel ele geçirdi.

 

Jandarma tarafından ele geçirilen heykel Aydın Müze Müdürlüğü'ne teslim edilmiştir. Olayla ilgili olarak ifadelerinin alınmasının ardından adli makamlara sevk edilen şüphelilerden T.Y. tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılırken; O.A. isimli şüpheli ise tutuklanarak Aydın E Tipi Kapalı Cezaevine konuldu. Olayla ilgili soruşturma devam ediyor.

Aydın Kent Haber, 06.10.2010

900 YILLIK KALE YOK OLUYOR

 

 

Ordu'nun Mesudiye ilçe merkezinde 100 yıllık kilise onarılarak turizme kazandırıldı. Kale Köyünde bulunan ve Karadeniz'i Türkleştiren öncü kollardan Emiroğlu Beyliği'ne başkentlik yapan 900 yıllık kale ise her geçen daha fazla tahrip oluyor.

 

Ordu'nun Mesudiye ilçe merkezinde bulunan ve 1912 yılında bölgede bulunanlar tarafından yaptırılan kilise, Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından onarıldı. Kültür merkezi olarak kullanılacak yapının yakında açılışı yapılacak. Ancak yarım kalan yolunu dahi Kale Köyü sakinlerinin kazma kürekle yaptığı 900 yıllık tarihi kaleye ilgi gösterilmemesi yürekleri sızlatıyor.

 

Kale Köyünde bulunan kalenin Emiroğulları Beyliği'ne başkentlik yaptığı belirtiliyor. Kale Köyünde kalenin yanı sıra tarihi mezarlar, kümbetler, saray olduğu belirtilen bir yapı, kaya mezarı olduğunu sanılan delikli taş bulunuyor. Bunun yanı sıra köy camisinin kütüphanesinde bulunan yazma eserler ve tarihi halıların da büyük bir bölümü kaybolmuş durumda.

 

Kale alanı 1980'li yıllarda koruma altına alınmış, ancak korumak için hiçbir çalışma yapılmamış. Yapıların 30 yıl önce çekilen resimlerine bakıldığında bu açıkça görülebiliyor. Diğer yandan Mesudiye'ye gelen her kaymakam kalenin korunacağı sözünü vermesine rağmen köylülerin kazma-kürekle ile yaptığı yarım yolu tamamlayan çıkmamış. Kale köyü sakinlerinin yazılı başvurularından da olumlu bir netice alınamamış.

 

Emiroğulları Beyliği'nin Karadeniz'e giren ilk Türk kolu olduğu ve burada bulunan putperest unsurlarla mücadele ettiği belirtiliyor. Beylik daha sonra Ordu'da Eskipazar mevkiini başkent olarak kullanmış. Kale varlığı açısından Karadeniz kıyısının çok zengin olmadığı dile getirilirken Türk kale sayısının daha da az olduğu aktarılıyor.

 

Karadeniz-Akdeniz Yolu'nun Mesudiye'den geçecek olması sebebiyle korunması halinde diğer eserler ile kalenin de cazibe merkezi olabileceği anlatılıyor. Kalenin son 40 yıl öncesine kadar ayakta olduğu, sonra defineciler tarafından hasar verildiği, kalenin içinden ve etrafından geçen Saray Deresi'ne ulaşan birkaç tane gizli geçidin bulunduğu belirtiliyor.

 

Kale Köyü sakinlerinden Beşikdüzü Öğretmen Okulu'nun ilk öğrencilerinden İsmail Delice (86), "Biz burası için daha önce defalarca başvuruda bulunduk. Ne yazık ki bir netice alamadık. Ancak biliyorsunuz Mesudiye'de kilise onarıldı. Biz bundan rahatsız olmadık, hatta Türkiye'nin bir zenginliği olarak görüyoruz, memnun da olduk. Ancak bizi üzen, içimizi sızlatan tarihi kaleye ilgi gösterilmemesi. Tarihi bilememek, geleceği tasarlayamamak demektir. Eğer tarihinizi bilemezseniz başkaların tasarladığı gelecekte figüran olursunuz. Eğer kısa zamanda buraya ilgi gösterilmez ise belki de bir zaman sonra 'burası harap olmuş kurtarılacak bir şey kalmamış denecek' ki o hiç yaşamayı arzu etmediğimiz bir şeydir." dedi.

Bugün, 06.10.2010

TAŞHAN ÇARŞISI BAKIMA ALINIYOR

 

Sivas'ta uzun süredir restorasyonu gündemde olan tarihi Taşhan Çarşısı için Vakıflar Bölge Müdürlüğü eski eser bakım onarım ihalesini tamamladı. Yer teslimi yapılan yüklenici firma, önümüzdeki günlerde tarihi eserin çatısını onarmaya başlayacak.

 

Restorasyonu yılan hikayesine dönen tarihi Taşhan Çarşısı için nihayet yeni bir adım atıldı. Çarşı içinde faaliyet gösteren 22 esnaf ve 6 mülk sahibi ile Vakıflar Bölge Müdürlüğü'nün yaptığı toplantı sonuç verdi. Toplantıda tarihi çarşının bir an önce restore edilmesine karar verildi. Yeni ihale ise geçtiğimiz günlerde yapıldı. İhaleyi alan firmaya iş teslimi yapıldı. Yüklenici firma önümüzdeki günlerde restorasyon işine başlayacak. Vakıflar Bölge Müdürlüğü tarihi Taşhan Çarşısı'nda faaliyet gösteren esnaflara işyerlerini boşaltmaları için yazı gönderdi. Ancak restorasyonu alan firma ilk etapta tarihi eserin çatısını onaracağı için esnaflar işyerlerini şimdilik boşaltmayacak.

 

Sivas'ın en önemli caddelerinden biri olan Atatürk Caddesi üzerinde bulunan Taşhan Çarşısı, mimari üslubu açısından 19. yüzyılda yapıldığı sanılıyor. İki katlı, ortası açık avlulu ve kesme taştan inşa edilen tarihi eserin üzeri açık olan iç avlusunda, çift başlı aslan başlarının ağzından su akan bir taş havuz bulunuyor.

Zaman, Haber: İsmail Yıldız, 06.10.2010

İLK DİNOZORLAR ASLINDA KÜÇÜKMÜŞ

 

  

 

New York'taki Doğal Tarih Müzesi'nden Stephan Brusatte ve arkadaşları, dinozorlara ilişkin en eski kanıt olduğunu belirttikleri 250 milyon yıllık ayak izlerine göre, bu ilk dinozorların, ev kedisi kadar küçük olduğunu, büyük olasılıkla da çok sayıdaki büyük sürüngenlerin öldüğü kitlesel bir nesil tükenmesi sonrası dünyaya geldiğini kaydetti.

İngiliz Royal Society dergisinde yayınlanan çalışmada, dinozorlara ait en eski fosiller olarak nitelenen ayak izlerine göre çok küçük olan ilk dinozorların, daha büyük timsahların büyüdüğü nehirlerin kenarında yaşamış olabileceği belirtildi.

 

Çalışmada, bulunan fosilin, kitlesel yok oluşun küçük ve nadir dinozor türlerinin üremesine yol açtığına işaret ettiği belirtilerek, 65 milyon yıl önce de astroidler ve volkanik olaylar sonucu dinozorların neslinin tükenmesinin memelilerin gelişmesine olanak tanıdığı anımsatıldı

Radikal, 06.10.2010

TOZLARIN ARASINDAN HAZİNE ÇIKTI

70 yıldır boş duran Paris'teki bir apartman dairesinden tozlar içinde kalmış bir hazine çıktı. 1900'lü yıllara ait eşyalardan oluşan bu hazinenin en dikkat çekici parçası ise İtalyan sanatçı Giovanni Boldini'nin Fransız bir kadını resmettiği tablo.

 

Telegraph'ın haberin göre, sahibinin II. Dünya Savaşı öncesinde terk ettiği daireyi inceleyen uzmanlar, Boldini tablosunda yer alan Marthe de Florian adlı kadının evin sahibesinin büyükannesi olduğunu keşfetti. Evde ayrıca, bir aktrise yazılmış aşk mektupları da bulundu. Mektupların sahipleri arasında Boldini'nin yanı sıra Fransa Eski Başbakanı George Clemenceau gibi isimler de var. 1898'de yapılan tablo 300.000 Euro ile satışa sunuldu ve üst üste gelen tekliflerle 2,1 milyon Euro'ya satıldı.

Habertürk, 06.10.2010

YERALTINDAKİ AVRUPA BAŞKENTİ UNUTULDU

 

 

İstanbul Erkek Lisesi'nin altından başlayıp Sarayburnu'nda birleşen iki dehliz için hazırlanan proje sumen altı edildi.

İstanbul Erkek Lisesi'nin altında, Bizans döneminden kalan ve bir kilise olduğu sanılan yapı topluluğu ile 2 adet dehliz bulunuyor. Ancak bu eşsiz tarihi hazine için yapılan restorasyon tasarısı, İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı tarafından sümenaltı edildi.

 

Osmanlı döneminde 1897'de Fransız mimar Alexandre Vallaury tarafından yapılan İstanbul Lisesi'nin (İstanbul Erkek Lisesi) bulunduğu tarihi bina, görkemiyle göz kamaştırırken altında da bir tarih barındırıyor. Bu eşsiz tarihi hazineyi Habertürk görüntüledi. Bizans döneminden kaldığı bilinen ve kilise olduğu sanılan yeraltındaki yapı topluluğunun restorasyonu için İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı'na öneri götüren ve bir proje hazırlayan okul yönetimi, 1 yıldır sonuç alamadı.

 

Kilisenin yanı sıra dehlizleri Sarayburnu'na kadar uzanan yeraltı şehrinin giriş ve çıkışları tedbir olarak beton duvarlarla örüldü. Eski mezunların "Okulun altından girip Yerebatan Sarnıcı'ndan çıkıyorduk" sözleriyle tarif ettiği yapı topluluğu ve dehlizler, okul yönetimi tarafından 1 yıl önce tüm detaylarıyla tespit edildi. Kapılar açıldıkça da yeni dehlizler ortaya çıktı. Sütun başları görülen alan, müstahdemlerce temizlendi.

 

Zeminden sonra 3. bodrumda yer alan yapı topluluğunu korumaya alan okul yönetimi, ışıklandırma ve temizlik çalışmaları yaptı. Hırsızlık olaylarına karşı kilisenin giriş ve çıkışları beton duvarlarla örüldü. Sarayburnu'nda birleşen dehlizler kontrol altına alındı. Yeraltı tünelleri ve kilisenin restorasyonu için İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı'na başvuruldu. Ancak 1 yıldır yanıt alınamadı. Okulun altında bir de 1816'da ünlü İngiliz asillerinden Haden Ailesi'nin kurduğu Haden&Son's şirketi damgalı buhar makinesi bulundu. Şirketle bağlantı kuran okul yönetimi, 200 yıllık buhar makinesinin restorasyonu için sponsor olmalarını isteyecek.

 

İstanbul Lisesi'nin 30 yıllık Müdür Başyardımcısı Atakan Alan, 1940mezunlarının yer altında kilise olduğundan bahsettiklerini belirterek, "Okulumuz, bu kilise üzerine yeni kolonlar yapılarak kurulmuş. Bu yapı topluluğuna 3. bodrumda ulaştık. Restorasyon için 1 yıldır İstanbul 2010 Avrpa Kültür Başkenti Ajansı'ndan yanıt bekliyoruz" dedi.

 

Okulun altındaki dehlizlerle ilgili hiçbir şey yapılamadığını kaydeden İstanbul Lisesi Müdür Başyardımcısı Atakan Alan, şöyle konuştu:

"Şimdi lise olarak kullandığımız bina, Osmanlı döneminde ‘Borçlar İdaresi' olan ‘Düyun-ı Umumiye' için inşa edilmiş. İTÜ'den eski mezunumuz, bu alandan tüplerle Sarayburnu'na doğru ilerledi. Ancak bazı alanlarda göçükler olduğunu bildirdi. Risk almamak için geri döndüler. Yerebatan Sarnıcı ve Sirkeci Büyük Postane'ye çıkan 2 dehliz, daha sonra Sarayburnu'nda birbiriyle birleşiyormuş."

 

İstanbul Lisesi'ne kısa süre önce atanan Müdür Dr. Sakin Öner de, dehlizlere ilk kez Habertürk muhabirleriyle indiğini belirterek şunları söyledi:

"Şehir efsanesinin gerçek olduğunu gördüm. Heyecan verici. Gün yüzüne çıkarılmasını bekliyoruz. Bu yapının, binada görev alan gayrimüslim personel tarafından ibadethane olarak kullanıldığını da öğrendik. Burası akustiği olan, Aya İrini gibi konserler için kullanılabilecek, turizme kazandırılabilecek çok özel bir yer."

Habertürk, 06.10.2010

27 SAHABE CAMİİ RESTORE EDİLİYOR

 

Şehit 27 Sahabi Camii olarak da bilinen Hz. Süleyman Camii, Diyarbakır’ın önemli ziyaret mekanlarından.

 

Bölgede yürütülen kentsel dönüşüm projesi kapsamında cemi ve sahabi mezarlarının çevresi temizleniyor.

 

TOKİ ile anlaşan gecekondu sahiplerinin evleri, yıkıldı. Vakıflar Genel Müdürlüğü de, cami içinde restorasyon çalışmalarına başladı.

 

Önümüzdeki yıl Aralık ayında bitirilmesi planlanan restore çalışmasında cami ve müştemilatının aslına uygun şekle dönüştürülmesi hedefleniyor.

Trt/Haber, 06.10.2010

BİR MÜZEYİ SON DERECE AKILLICA BİR ŞEKİLDE GENİŞLETMENİN YOLU

 

 

Whitney Amerikan Sanat Müzesi'nin cevaplanamayan bir sorusu olan Manhattan şehir merkezinde genişlemeli mi genişlememeli mi tartışması son derece baş ağrıtıcı bir şekle büründü. Müze bu sorunun doğru cevabını deneme yanılma yöntemi ile bulacak, eğer denemezse hiç bilemeyecek. New York'taki müze ziyaretçilerini kendisine çekmesi için kıran kırana bir rekabetin olduğu bu ortamda birşeyler yapılması gerektiği de şüphe götürmez bir gerçek.
 

1966 yılında Marcel Breuer'in tasarladığı bina yıldız mimarlığının (starchitecture) tüm dezavantajlarını ve çok az olumlu yönünü içinde barındırıyordu. Her ne kadar bu ülkede müzelerin sanatçı bakış açısıyla tasarlanması çok ender olarak gerçekleşiyorsa da, bu yapı tüm dönemlere ve mimarlık stillerine karşı son derece acımasız bir örnek olarak karşımıza çıkmaya devam ediyor. Eğer taş kaplama yer döşemesi bizi rahatsız etmiyorsa, son derece baskıcı betonarme taşıyıcı sistem hiç şüphesiz edecektir.

 

Guggenheim Müzesi'nin aksine, Marcel Breuer'in tasarladığı bu bina içinde ne sergilenirse sergilensin, turistlerin mutlaka görmeleri gerektiği bir mekan olarak görülmedi. Breuer'in Brutalist stilde tasarladığı bu yapı yıllar geçtikçe daha da güzelleşmiyor ya da yaratıcı sanatçılar Frank Llyod Wright'in spiralinde (Guggenheim Müzesi kastediliyor) olduğu gibi yeni ve heyecanlı kullanım amaçları yaratamıyorlar. Ayrıca Whitney Amerikan Sanat Müzesi, MoMA veya Metropolitan Sanat Müzesi'nin aksine, ziyaretçileri kendisine çekebilmek için koleksiyonlarını sergileyecek geniş alanlara sahip değil.

 

Bu sebeplerden dolayı müze için ikinci bir mekan iyi bir fikir gibi görünüyor. Ancak Manhattan'ın Aşağı Batı Yakası (Lower West Side) doğru bir seçim mi acaba? Burası Soho gibi adeta bir hayvanat bahçesi görünümünde, yani şehrin Disneyland'a çevrilmiş diğer bölgeleri gibi turistlerin istilasına uğramış durumda. Ama sorulması gereken soru acaba bu turistler alışveriş için mi buradalar yoksa sanat için mi? Sanatsever olsalar bile, buranın yakınındaki Chelsea'deki girişi ücretsiz olan sanat galerileri varken, bu müze için para verecekler mi? 22. Batı Caddesi'ndeki "Sanat için Dia Merkezi"ne gelen ziyaretçi sayısı, bölgede yeni sanat galerilerin açılmasıyla düşüş gösterdi.

 

Whitney Amerikan Sanat Müzesi'nin esas ihtiyacı daha fazla sanat galerileri değil de büyük ve iyi galeriler aslında. Bu ihtiyaç günümüz New York'unda oldukça zor karşılanıyor. New Museum'un galerileri genelde korkunç ölçeklerde ve az sayıda pencere yüzünden son derece kasvetli bir izlenimle anılırken; MoMA'nın yeni binası özetle 21. yüzyıl New York'unun en büyük trajedilerinden birisi olarak nitelendirilebilir.

 

Whitney Amerikan Sanat Müzesi'nin şehrin "downtown" ismi verilen aşağı bölgesindeki yeni binasının tasarımı, müze tasarımı konusunda hiç de iyi bir geçmiş performansı olmayan, Renzo Piano tarafından gerçekleştirildi. Bu mimarın tasarladığı Los Angeles Sanat Müzesi adeta Manhattan'ın Soho veya Chelsea'deki sanat galerilerinin üç katı büyüklükte mekanlar gibiler. Yine aynı mimara ait Morgan Kütüphanesi ve Müzesi binasının iç avlusu oldukça güzel bir mekan olmasına ve farklı etkinliklere imkan vermesine rağmen, bu mimari özellik müzenin galeri bölümlerinin ve konumlarını iyileştirmesi bir yana tam tersi olumsuz etki yarattı. Bu mimara ait başka bir örnek olarak sanatın adeta süpürge ile halı altına süpürüldüğü Şikago Sanat Enstitüsü verilebilir. Yakın zamanda New York Times gazetesinde yayınlanan habere göre Renzo Piano'nun Whitney Amerikan Sanat Müzesi'nin eğimli duvarlarını bütçe kesintisinden dolayı projeden çıkardığını duymak kesinlikle güzel bir haberdi.

 

Bu tür projelerin finansal ve lojistik risklerini önemsemediğimden değil ama New York'ta son zamanlarda müzeler hakkında yaşanan tartışmalar bizlere projenin bulunduğu bölgenin ve alanının genişliğinin, projenin amacını belirleyen en önemli faktör haline geldiği gerçeğini bizlere kabul ettirdi. Bu şekilde bir başarının mümkün olabilmesi, arazinin büyüklüğü ile değil de kalitesi ile direkt alakalıdır. Bu husus, bugüne kadar müzelerin nerelerde konumlandırılmasının gerektiğine karar verenler de dahil olmak üzere hiç kimse tarafından pek düşünülmemiştir. Bu ülkenin dört bir yanına dikilen korkunç binalar göz önünde tutulursa, bir vakfın üyelerinin müzenin tasarımı konusunda son sözü söyleyebilmesi tüyler ürpertici bir durumdur. Ne zaman bu hususta doğru tecrübeye sahip insanları dinlemeyi öğrenecekler? Halbuki dizginleri biraz gevşetseler daha iyi mekanlara sahip olacaklar.

 

Şehrin merkezinde kurulacak yeni bir Whitney Müzesi hem sergilenecek sanat eserlerini daha güzel görünmelerini sağlayacak, hem ziyaretçilerin kendilerini daha iyi hissetmelerine imkan verecek hem de mekana, tıpkı Dia'nın eski binasında olduğu gibi, bir kişilik kazandıracaktır. [Çevirmen Notu: Dia derken kastedilen Manhattan'ın Chelsea bölgesinde yer alan Dia Sanat Vakfı (Dia Art Foundation) adlı bir vakıf ve müzedir.] Ayrıca eklemeliyim ki her müzenin amacı turistleri etkilemek ve onları, Guggenheim Müzesi gibi kendine çekecek cazibeye sahip olmak değildir. (Burada Guggenheim'a saygısızlık etmek istemedim, yanlış anlaşılmasın) Müzenin yapması gereken ziyaretçilere son derece etkileyici ve vizyon açıcı bir sanat macerası fırsatı vermesidir. Bunun gerçekleşebilmesi ölçekte orantı, açıklık ve metrekareye düşen ışıkla doğru orantılıdır; Dia bunun nasıl gerçekleştirilebildiğini defalarca ispatlamıştır.

 

Müzeleri tasarlayanlar kimlere güvenmeliler acaba? Belki de sanatçılara ve sanat ticaretine yapanlara güvenmeliler çünkü onlar sanatın en iyi olan sanat dalı olarak kalması için gayret gösteren en önemli gruplar. Ayrıca dikkatli seçilmiş bir komite de Renzo Piano'nun tasarımının kapsamını düzenleyip daha iyi hale getirebilir.

Arkitera, Kaynak: New York Times, Haber: Roberta Smith, Çev.: Serzan Gök, 06.10.2010

BAKANDAN KAZILARA DESTEK SÖZÜ

 

AKP Gaziantep Milletvekili Mehmet Erdoğan, Araban İlçesi'ndeki tarihi kalede yapılan kazı çalışmalarına Kültür Bakanı Ertuğrul Günay'dan destek sözü aldığını bildirdi.

AKP Gaziantep Milletvekili Erdoğan yaptığı açıklamada, tarihi kalede sürdürülen restorasyon öncesi kazı çalışmalarının devam ettiğini belirterek, "Çalışmalar sırasında Eyyubiler dönemine ait yeni bulguların ortaya çıkarıldığı bilgisini Kültür Bakanı Ertuğrul Günay'a ilettim ve Bakan Günay'dan kazı çalışmalarına destek sözü aldım" dedi. Milletvekili Erdoğan, Araban ilçe merkezi ile ilçeye bağlı köylerin tüm sorunları ve tarihi Araban Kalesi'nde devam eden restorasyon öncesi kazı çalışmaları ile yakından ilgilendiğini ifade etti.

Gaziantep 27 Gazetesi, 06.10.2010

MÜZELERE 6 BİN ESER KAZANDIRDI

 

 

Gaziantep'teki müzelere 6 bin 500 eser kazandıran Gaziantepli antikacı Hanifi Özaslan, kendi müzesini açmak istiyor. İlkokul mezunu olmasına karşılık antikalara büyük merakı olan ve merakı nedeniyle de antikacılık yapan Özaslan,müzelere eser kazandırmanın kendisini mutlu ettiğini söyledi.

 

Müzelere eser kazandırmak iyi bir hizmet olduğunu, ancak artık kendisine ait bir müzesinin olmasını istediğini ifade eden Özaslan, günümüzde antikalara ilginin arttığını, müzelerde sergilenen antika ürünlerin büyük ilgi gördüğünü söyledi. Özaslan, son olarak Gaziantep'teki Savaş Müzesi'ne 42, Çanakkale'de bulunan Ahmet Uslu'ya ait özel savaş müzesine 50 antika eser kazandırdığını ifade ederek, Gaziantep'te müze sayısının artmasından memnunluk duyduğunu, kendisinin de bu müzelere bir yenisini eklemeyi çok arzu ettiğini vurguladı.

 

Kendi müzesini tarihi bir mekanda açmak istediğini anlatan Özaslan, Bakırcılar Çarşısı ya da Gaziantep Kalesi yakınında bir Antep Evi ya da han tahsis edilmesi halinde kısa zamanda Gaziantep'e bir müze kazandırabileceğini vurguladı. Özaslan, antikacılık konusunda yoğun ilgisi sayesinde uzmanlaştığını belirterek, Roma, Bizans, Selçuklu ve Osmanlı dönemlerine ait eserleri kolaylıkla tanıyabildiğini ve yorumlayabildiğini kaydetti.    

Gaziantep 27 Gazetesi, 06.10.2010

ERZURUMLU KENT TARİHİNE İLGİSİZ

 

Erzurum’da günümüze ulaşmayan, ancak kaynaklarda isimleri tespit edilen çok sayıda tarihi yapının bulunduğu bildirildi. Erzurumlu Tarih Araştırmacısı Muzaffer Taşyürek’in; “Erzurum Türbeleri ve Ziyaret Yerleri” adlı kitabında yer verdiği söz konusu yapıların çokluğu dikkat çekerken, ortaya çıkan bu manzara Erzurum’da tarihe ve tarihi yapılara gösterilen ilginin boyutunu da gözler önüne serdi.

Palandöken Belediyesi Kültür Serisi kapsamında tarih meraklılarıyla buluşturulan kitapta, Erzurum şehir merkezinde bulunan, ancak günümüze ulaşmayan yapılar, camiler, kapılar, medreseler, mektepler, kütüphaneler, zaviye ve tekkeler, türbeler, hanlar, çeşmeler, saraylar ve köşkler, köprüler, askeri yapılar, çarşılar ve imalathaneler şeklinde sıralanıyor. Günümüze kadar ulaşamayan yapılar arasında yoğunluğun camiler ve medreselerde toplandığı dikkat çekerken, çok sayıda mektep ve hanın da, tarih olduğu anlaşılıyor. Işte “Erzurum Türbeleri ve Ziyaret Yerleri” adlı kitapta sıralanan; kaybolmuş tarihi yapılar:  

Kaynaklarda ismi tespit edilen yapılar:

Kapılar: Emirşeyh Kapısı; Erzincan Kapı, Gürcü Kapı; Rum Kapısı; Rus Kalesi(Bakırcı Mahallesinde); Tebriz Kapı, Yeni Kapı.

Camiler: Abdurrahman Ağa Camii, Araplar Mahallesi Camii; Boncukcu Hacı Murat Camii, Gez Camii, Hacı Abdurrahman Camii, Hacı Abdullah Camii, Hacı Mahmut Camii, Hacı Osman Camii; Hacı Süleyman Camii, Hasan i Basri Camii, Ilyas Ağa Camii, İskender Paşa Camii, Karaca Bey Camii, Kepnanzade Camii, Kırmacı Camii, Kundakçı Camii, Mehdi Abbas Efendi Camii, Molla Abdullah Camii, Osman Bin Abdülmennan Camii, Osman Paşa Camii, Salihiye Camii, Tahta Camii

Mescidler: Kabe Mescidi, Sineklioğlu Mescidi, Yeni Hamam Mescidi Şerifi,

Medreseler: Abdurrahman Gazi Medresesi, Ali Ağa Medresesi, Ayaz Paşa Medresesi (Şeyhzade Ömer Efendi), Caferiye Medresesi, Cennetzade Abdullah Efendi Medresesi, Darussefa Medresesi, Emin Ağa Medresesi, Esat Paşa Medresesi, Gacıroğlu Medresesi, Hacı Ali Ağa Medresesi; Hacı Halil Ağa Medresesi; Hacı Hamza Medresesi; Hacı Mehmet Efendi Medresesi; İslahiye Medresesi, Ibrahim Paşa Medresesi; Kemhan Medresesi; Mehdi Abbas Efendi Medreseleri, Muhammediye Medresesi, Muit Efendi Medresesi, Muvaffakiyye Medresesi, Narmanlı Medresesi, Salihiye Medresesi, Sultaniye Medresesi, Taş Medrese, Yeğen Ahmed Ağa Medresesi

Mektepler: Askeri Lise, Cafer Efendi Mektebi, Erkek Protestan Mektebi, Hacı Muhammed Ağa Mekteb-i Şerifi, Ibrahim Paşa Mektebi, Katolik Mektebi, Kız Protestan Mektebi, Lala Paşa Sıbyan Mektebi, Mekteb-i Rüştiye-i Mülkiyesi, Murat Paşa Mektebi, Nazır Katibi Mektebi, Osman Efendi Mektebi, Sanasaryan Mektebi Yeğen Ağa Mektebi Zeynel Sıbyan Mektebi

 

Kütüphaneler: Cennetzade Kütüphanesi, Habib Efendi Kütüphanesi, Hacı Dede Ağa Kütüphanesi Hacı Mehmet Efendi Kütüphanesi; Halil Efendi Kütüphanesi, İbrahim Paşa Kütüphanesi

Zaviye ve Tekkeler: Abbas Şeyh Zaviyesi, Abdurrahman Gazi Zaviyesi, Ahi Tomanbay Zaviyesi, Ak Şeyh Zaviyesi. Cafer Efendi Zaviyesi, Derviş Zaviyesi, Ebu Ishak Kaziruni Zaviyesi, Gaip Zaviyesi, Hasan i Basri Zaviyesi ,Haydarhane Zaviyesi, Hoca Yakut Hangahı, Karahunge Zaviyesi, Mehdi Şeyh Zaviyesi, Rabia Hatun Zaviyesi, Seyyid Abdurrahman Cebeli Zaviyesi, Sultan Mahmut Tekkesi, Sultan Melik Saltuk Zaviyesi, Sultaniye Zaviyesi.

Türbeler: Kırkiar Türbesi, 

Hanlar: Ali Paşa Hanı; Büyük Han, Cabbarların Hanı, Derviş Ağa Hanı, Deve Hanları, Hacı Baii Hanı, Hoca Yakut Hanı, İt Uyutmaz Hanı, Kilise Hanı, Küçük Salih Ağa Hanı, Muhammed Kethüdaoğlu Hanı, Nemlizade Hanı, Nüzul Damı, Odabaşı Hanı, Osman Paşa Hanı, Pervizzade Mebmed Hanı, Serdar Hanı, Tebrizkapı Hanı, Tophane Hanı, Halit Ağa Oteli, Pastırmacı Oteli, Cabbarın Oteli

Hamamlar: Ayaz Paşa Hamamı, Caferi'ye Hamamı Mekteb-i idadi Hamamı , Mermer Hamamı, Yeni Hamam

Çeşmeler: Ağvan Çeşmesi, Bican Emin Paşa Çeşmesi, Çeteci Abdullah Paşa Çeşmesi (3 adet) Dizdar Hüseyin Ağa Çeşmesi, Eminkurbu Çeşmesi, Hatun Çeşmesi, İsmail Ağa Çeşmesi, Muhsine Hatun Çeşmesi, Murat Paşa Camii Çeşmesi, Müftüzade Çeşmesi, Osman Ağa Çeşmesi, Pembe Mustafa Paşa Çeşmesi, Rıza Bey Çeşmesi

Saraylar ve Köşkler: Beylerbeyi Sarayı, Hamdi Paşa Köşkü, Satırlar Konağı

Köprüler: Fil Köprüsü; isimleri belirlenemeyen 7 adet taş köprü, Pervizzade Hanı Köprüsü, Soğuk Çermik Köprüsü, Taş Köprü

Askeri yapılar: Fırka-i Askeriye Dairesi, Firdevsoğlu Kışlası, Gürcükapı Karakolu, İç Kale Kışlası Jandarma Kış­lası, Mahkeme-i Şerif, Morgof Kışlası, Redif Dairesi, Samihiye Karakolu, Süvari Kışlası, Topçu Kışlası

Çarşılar ve imalathaneler: Atlarlar; Ayaz Paşa Çarşısı, Bakırcılar Beklit Fırını, Bıçakçılar Çarşısı, Boyahane Binası Bozahane, Cedid Çarşısı, Darphane, Güncüktüler Çarşısı, Gülahmet Çarşısı, Habip Efendi Sabunhanesi, Kaşıkçılar Çarşısı, Kazazlar, Kazancılar, Kendirciler Çarşısı, Kilise Kapı Çarşısı, Kuyumcular Çarşısı, Küçük Çarşısı, Kürkçüler Çarşısı, Manavlar Çarşısı; Mizanhane, Mumhane, Mutafhane, Nazik Çarşısı, Rahdar Damı, Saraçhane, Silahhane, Sipahiler Çarşısı, Şabhane, Zembilciler Çarşısı.

Erzurum Gazetesi, 06.10.2010

"ZEUGMA'NIN ENVANTERİ VAR MI?"

 

CHP Gaziantep Milletvekili Yaşar Ağyüz, Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay'a, Zeugma Antik Kenti ve buradan çıkartılan eserleri sordu. Ağyüz, Bakan Günay'a, yazılı olarak yanıtlaması isteğiyle Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı'na önerge verdi.

Ağyüz, önergesinde, Gaziantep ve Nizip için kültür ve turizm alanında büyük önem taşıyan Zeugma antik kentinin baraj suları altında kaldıktan sonra değeri anlaşılan Zeugma antik kentinden çıkartılan mozaikler ve bunların değerlendirmesinde kaos yaşandığına dikkat çekti.

 

Ayğüz, Bakan Günay'a şu soruları yöneltti: "Zeugma Antik Kenti'nden çıkarılan eserlerin envanteri var mıdır? Çıkartılan eserlerin bazılarının çalındığı iddiaları doğru mudur? Çalıntı eserlerin bulunması ve iadesi için Bakanlığınızca yapılan bir çalışma var mıdır? Zeugma antik kentinden çıkarılan mozaiklerin Nizip ilçemizde ve yerinde sergilenmemesi büyük bir yanlışlık iken, yine Nizip'te ortaya çıkarılan Nisibyn-Adzociandem antik kilisesinin kalıntı ve mozaiklerinin turizme katkı sağlaması için yerinde değerlendirilmesini düşünüyor musunuz?''

Gaziantep 27 Gazetesi, 06.10.2010

DEFİNECİLERİ KORKUTAN MANZARA

 

 

Kahramanmaraş'ın Elbistan İlçesi'nde 4 kişi, tarihi kiliseye ulaşmak için 43 metre tünel kazdıktan sonra zehirli gaz ya da tuzakla karşılaşacaklarını düşünerek define arama işinden vazgeçtiler.

Yerin yaklaşık 6 metre altındaki tarihi kilise olduğu düşünülen yere ulaşan defineciler, burada üzerinde haç işareti bulunan bir taş kapıya rastladı. Taş kapının arkasında zehirli gaz ya da tuzak olacağını düşünen zanlılar, kapıyı açmaktan korkarak, define arama işinden vazgeçerek tüneli terk ettiler.

Alınan bilgiye göre, ilçeye bağlı Karaelbistan beldesinde mezarlık içinde bulunduğu ileri sürülen ve üzeri toprakla kaplandığı için yeri tam olarak bilinemeyen tarihi kilisenin yerini tespit ettiğini düşünen 3 kişi, mezarlığın karşısındaki D.K'ye ait evden kiliseye ulaşmak için bir aylık uğraş sonucu 43 metre uzunluğunda tünel kazdılar.

Bu arada tüneli kazanlar arasında anlaşmazlık çıkması üzerine ev sahibi D.K, durumu jandarmaya bildirdi. Jandarma tarafından gözaltına alınan 4 zanlı, ifadelerinin alınmasının ardından serbest bırakıldı.

Bir ay boyunca kazdıkları 43 metrelik tünelden çıkan toprağı evin diğer odalarına ve bahçesine yığan 4 kişi, tünelde rahat nefes alabilmesi için havalandırma delikleri de açtıkları belirlendi.

Define arayan 4 kişinin, tünel kazısında çıkan toprağı tahliye etmek için özel bir düzenekle kurduğu öğrenildi. Zanlıların, tünel kazdıklarının anlaşılmaması için zaman zaman mezarlık içine fidan diktiği bildirildi.

Habertürk, 06.10.2010

ADI VAR KENDİ YOK MÜZESİ

 

İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı, dün bütün ekibiyle basın karşısına çıkıp adeta hesap verdi. Bugüne kadar yapılanları ve kalan zamanda yapılacak çalışmaları anlatan ajans yetkilileri, etkinliklere katılımın beklenenin üzerinde olduğunu söyledi. Ajansın Avrupa Konseyi'ne vaat ettiği İstanbul Kent Müzesi ile projesi 2008'de kabul edilen Mimar Sinan Müzesi ise yer tahsisi sağlanmadığı için açılamıyor.

 

2010 yılının bitmesine 3 ay kaldı. Yani İstanbul, 'Avrupa Kültür Başkenti' unvanına veda etmeye hazırlanıyor. İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı, (AKB) 9 ay boyunca çok sayıda etkinlik gerçekleştirdi. Ses getiren konserler düzenlendi, uluslararası sergiler açıldı. Etkinliklerden kimi beğenildi, kimi eleştirildi. Yılın son çeyreğinde etkinlikler tüm hızıyla devam ederken 2010 Ajansı'nın kalıcı projeleri arasında yer alan iki müze, mekan tahsis edilmediği için açılamıyor.

 

İstanbul'un kültür başkenti olması için 2006'da Avrupa Konseyi'ne başvurulduğunda projeler arasında İstanbul Kent Müzesi de yer alıyordu. Avrupa Konseyi'ne, binlerce yıllık geçmişe sahip bu şehre yaraşır bir müze kurulacağı sözü verildi. 2008 yılında ise bir Mimar Sinan Müzesi açılması kararlaştırıldı. Ancak ajansın görev süresinin sona ermesine az bir zaman kala bu müzeler hala açılabilmiş değil. Çünkü ilgili kurumlar tarafından mekan tahsisi yapılmadı. Üstelik, Kent Müzesi'nin koleksiyonu hazır olmasına rağmen... Mimar Sinan Müzesi için Vakıflar Genel Müdürlüğü'nün Süleymaniye'deki külliyeden yer tahsis etmesi bekleniyor. 19-20 Ekim'de müze için basına kapalı bir konferans düzenlenecek.

 

2010 Ajansı, bugüne kadar yapılanları ve yapılacak etkinlikleri değerlendirmek için dün bütün ekibiyle basının karşısına çıktı, adeta hesap verdi. Ajans Başkanı Şekip Avdagiç ve Genel Sekreter Yılmaz Kurt'un konuşmalarından sonra yönetmenler Beyhan Murphy (Sahne ve Gösteri Sanatları), Garo Mafyan (Müzik ve Opera), Suay Aksoy (Kültürel Miras ve Müzeler), Beral Madra (Görsel Sanatlar), Ertuğrul Karabulut (Klasik Türk Müziği) ve Mehmet Gürkan (Kentsel Tasarım) söz alarak 9 ay boyunca ne yaptıklarını ve son 3 ayda neler yapacaklarını anlattı. Deyiş yerindeyse günahıyla sevabıyla 611 projeye ilişkin çalışmaların dökümünü sundular.

 

Şekip Avdagiç, bugüne kadar yapılan çalışmaları şöyle değerlendirdi: "En kalıcı işlerden biri, ajansta ve ajansın projelerine bağlı çalışan genç arkadaşların birikimi. Yine kamu kuruluşlarının kültür ve sanata bakışını geliştirdik. Her yerde sanatın yapılabilirliği konusunda yaşattığımız tecrübelerin önümüzdeki dönemde yapılacak işleri motive edeceğini düşünüyorum. Ayrıca 39 belediye için 100 bin TL kaynak ayırdık. 7 belediye kendilerine hazır sunulan bu kaynağı neden kullanmadı, araştırmak gerekir."

 

Son üç ayda yapılacak bazı etkinlikler

  • Cüneyt Kosal'ın Türk müziği arşivi, İSAM'da kullanıma açılacak.

  • Yorgo Bacanos Uluslararası Ud Festivali 25 Ekim'de Sepetçiler Kasrı'nda.

  • Türkiye'nin ilk Mübadele Müzesi aralık ayında Çatalca'da açılıyor.

  • TÜRVAK Sinema Televizyon Müzesi kasımda Beyoğlu'na taşınıyor.

  • 1999 depreminden sonra kapatılan Topkapı Sarayı Mutfağı, 2011 Mart ayından itibaren yeniden ziyarete açılacak.

  • İslam Bilim ve Teknoloji Tarihi Müzesi yenilenmiş haliyle aralıkta ziyarete açılacak.Tarlabaşı Toplum Merkezi'ne kayıtlı 20 öğrenciden oluşan Tarlabaşı Çocuk Orkestrası, 27 Kasım'da Gitar Sesleri adlı bir performans sergileyecek.

  • 4 yıldır restorasyon çalışmaları devam eden Galata Mevlevihanesi 2010 yılı sonunda ziyarete açılacak.

Zaman, Haber: Sevinç Özarslan, 06.10.2010



******


600 ETKİNLİK 500 BİN SEYİRCİ

İstanbul'un '2010 Avrupa Kültür Başkenti' sıfatının sona ermesine üç ay kalması nedeniyle, İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı (AKBA), dokuz aylık bilançosunu açıkladı. Ajansın, Sahne ve Gösteri Sanatları, Müzik ve Opera, Kültürel Miras ve Müzeler, Görsel Sanatlar, Klasik Türk Müziği ve Kentsel Tasarım birimleri yetkilileri, yıl boyunca gerçekleştirilen projeler hakkında bilgi verdi.

 

Pera Palas Oteli’nde düzenlenen basın toplantısında konuşan AKBA Yürütme Kurulu Başkanı Şekip Avdagiç, AKBA’nın yalnız İstanbul için değil, Türkiye için bir ilki gerçekleştirdiğini belirterek, ilk defa bu kadar çok sayıda kamu kurumu, özel kuruluş, sivil toplum örgütü ve sanatçının tek bir amaç için bir araya geldiğini söyledi.

 

"Elbette her ilkte olduğu gibi, aksaklık ve hatalar oldu. Ama bunlardan hızla ders aldık, düzelttik" diyen Avdagiç, "Ajansımız bu yıl 31 Aralık’ta kültür-sanat faaliyetlerini tamamlayacak, ana etkinlik alanı da bitmiş olacak. 1 Ocak- 30 Haziran 2011 arasında tasfiye sürecimiz olacak. Bu sürede kültür sanat faaliyeti olmayacak, restorasyon ve renovasyon projeleri tamamlanacak" şeklinde konuştu.

 

Avdagiç, AKM ile ilgili "Taraflar bir araya getirilecekti. Son durum nedir?" sorusu üzerine, "Biz bütün taraflarla bir araya gelmeye çalıştık. Ancak tarafların olmazsa olmazlarını aynı tarihte bir araya toplamakta güçlük çekiyoruz. Hepsini bir araya getirdiğimiz gün bu toplantıyı yapacağız" dedi.

 

AKM projesini engelleyenlerin kahraman gibi ortada dolaşıp, demeçler verdiğini söyleyen Avdagiç, "Şu tarihe kadar AKM konusunda hiçbir spekülatif demecin ve haberin içinde olmadık. Yeter ki iş yürüsün diye. Ama artık canımız sıkılıyor, tabiri caizse asabımız bozuluyor" dedi.


Avdagiç, İstanbul’un 39 belediyesinden yedisinin kendilerine altın tabak içinde kaynak sunulmuşken bunu kabul etmediklerine ve kendi bölgelerinde yapılacak çalışmalardan vatandaşları mahrum ettiklerine dikkati çekerek, bunu da sorgulamak gerektiğini söyledi.

 

Avrupa 2010 etkinliklerini İstanbul’un her noktasına yayma çabasını gösterdiklerinin altını çizen Avdagiç, "Hele hele Tophane’de yaşanan son olaylardan sonra, bizim Kadırga’da mahalleliyle beraber, Küçükyalı’daki arkeolojik kazı alanında mahallelilerle yaşadığımız deneyimlerin öneminin çok daha ortaya çıktığını düşünüyorum. Bu, asla Tophane’de yapılanları savunmak veya onları yok saymak anlamında değil, olaylar o noktaya gelmeden yapılması gerekenlere örnek olması babında bizim örneklerimizin çok önemli ve yapılabilir olduğunu paylaşmak istiyorum" diye konuştu.

 

NELER YAPILDI?
■ İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Kentsel Projeler Direktörlüğü 132 projeyi kabul ederken, projelerin yüzde 23’ü bitti, yüzde 44’ü ise devam ediyor.

■ Kentsel mirasın korunması, Tarihi Yarımada Yönetim Planı’nın hazırlanması projeleri de yer aldı. Bu çerçevede, Topkapı Sarayı’nda, restorasyon ve konservasyon çalışmaları yürütülürken, Ayasofya Müzesi’nde yürütülen çalışmalar kapsamında geçmiş dönemlerde kapatılmış olan kuzeydoğu pandantifindeki “Serafim” adlı fresk de gün yüzüne çıkarıldı.

■ Sahne ve gösteri sanatları alanında 15 proje gerçekleştirilirken, bu projelere 19’dan fazla ülke katıldı, 30’dan fazla kurumsal işbirliği yapıldı. Yurtiçi ve yurtdışı gösterileri, sergi, atölye, söyleşi, TV yayını, kitap basımı, CD-DVD, araştırma, arşiv çalışması, festival, yarışma, konferans, seminerlerin de bulunduğu 200’den fazla etkinlik ve altyapı çalışması gerçekleştirildi.

■ Müzik ve opera alanında 2008-2010 arası 45 proje değerlendirildi, 25’den fazla ülkeden kurum ve sanatçıyla işbirliği gerçekleştirildi. 100’den fazla mekanda 600’den fazla etkinlik ve altyapı çalışması yapıldı.

■ Etkinliklere, aralarında U2, David Helfgott ve Arvo Part’ın da bulunduğu 750’den fazla sanatçı ve grup katıldı ve 500 bin izleyiciye ulaşıldı.

■ Klasik Türk müziği alanında en çok ilgiyi ramazan nedeniyle hazırlanan, “Unutulan bir İstanbul Ritüeli: Teravih-i Enderun / Cumhur Müezzinliği” çekti.

■ Klasik Türk musikisi geleneğinde çok önemli bir yer tutan “cami musikisi”ni hayata döndüren etkinlikte, ramazan boyunca yapılan ve kayıt altına alınan 30 uygulamaya toplam 112 bin katılım gerçekleşti.

Habertürk, Haber: Özge Eğrikar, 06.10.2010

TAKLİT SELİMİYE TARTIŞMASI

 

 

Başbakan Erdoğan’ın talimatıyla Ataşehir’de TOKİ tarafından inşa edilecek cami projesi tartışma yarattı. Edirne’deki Selimiye Camii’nin kopyası olacağı öğrenilen cami için tarihçiler ve mimarlar, “kültürel mirasa saygısızlık” yorumunda bulundu.

 

Ataşehir’de, binlerce lüks konutun bulunduğu bölgede Edirne’deki Selimiye Camii’nin bire bir kopyası yapılacak. HaberTürk gazetesinde dün yer alan habere göre Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, bizzat yerinde inceleme yaptı ve inşaata bir an önce başlanmasını istedi. TOKİ tarafından inşa edilecek cami, Mimar Sinan’ın “ustalık eserim” dediği Edirne’deki Selimiye Camii’nin bire bir kopyası olacak. Konuyla ilgili uzmanların görüşleri şöyle:

Prof.Dr. Semavi Eyice (Sanat tarihçisi):
“Selimiye, Mimar Sinan’ın ‘ustalık eserim’ dediği eseridir. Taklit eser yapmak hoş bir şey değil. Tasarlarken ne düşündüler bilmiyorum. Bire bir yapılacağını sanmıyorum, Selimiye’yi bire bir yapmak kolay değil. Dünya çapında bir eserdir. O ölçüde bir eser yaratmak, zaten inşasını yapmak mümkün değil. Aslında böyle örnekler denenebilir, mesela Mimar Sinan da hayatının son zamanlarında çeşitli planlar, mimari biçimler denemiş. Sonunda bir oyun gibi Ayasofya’nın benzeri daha ufak ölçüde, fakat statik hataları olmayan bir cami yapmıştır. Bu da Tophane’deki Kılıç Ali Paşa Camii’dir. Ama bu yapılan doğru değil.


İddiası olan bir mimarın o büyüklükte bir yere kendine özgün bir proje yaratması gerekir. En ideal cami planı zaten Selimiye’de uygulanmıştır. Bunu kopyalamak olmaz, mimarın bir eser yarattım diyebilmesi için o prensiplere göre bir eser ortaya koyması gerekir. Taklit eserler vardır. Ama kendini hemen belli eder. Ruhsuz eserler de vardır. Ne araziye oturur, ne güzelliği vardır. Göz kamaştırıcılığı vardır ama ‘adam bunu nasıl yapmış’ dedirtmez.” 

Eyüp Muhçu (Mimarlar Odası Genel Başkanı):
“TOKİ mimarlık adına estetikten yoksun; taklit bir yapılaşmayı örnek göstererek kamuoyunda bir propaganda yapmaktadır. Ve böyle bir mimari yaklaşım; kentleşme, tasarım, mimari ilkeler, kültür mirasına saygıdan uzaktır. Söz konusu Selimiye Camii bu toprakların yetiştirdiği büyük mimar Sinan’ın en önemli eserlerinden biridir. Söz konusu yapının beğeniyle karşılanması pek tabidir. Ancak bu yapıya ve onun taşıdığı değerlere saygı nedeniyle bu yapıya gölge düşürebilecek yaklaşımlardan uzak durmak gerekir. Mimar Sinan ve Selimiye Camii’nin tüm değerlerine haksızlık yaparız, mimaride taklitçilik kabul edilebilir, benimsenen bir şey değildir.”

Prof.Dr. İlber Ortaylı (Topkapı Sarayı Başkanı, Tarihçi):
“Ben böyle şeye karışmam. Mimarın kendi seçimidir. Onun kendi bileceği bir şeydir. Kötü bir mimari cami ortaya koymasındansa, öyle bir eserin taklidi bile güzel olabilir. Ustalık eserleri taklit edilemez diye bir şey yok.”

Milliyet, 05.10.2010

TALAN...

 

Hasankeyf'in sular altında kalmaması için gösterilen direniş sonuç vermedi.

 

Dünyanın dört bir yanından yükselen seslere, AKP'nin verdiği yanıt şaka gibi, "Hasankeyf’i taşıyacağız".

 

Allianoi Antik Kenti’nin sular altında kalmaması için verilen mücadele de sonuçsuz kaldı. Direniş sürüyor ama nafile!

 

AKP bildiğini okuyor, tüm istemlere kulaklarını tıkamış, bölgeyi tel örgülerle çevirip, jandarmayla koruma altına alıp, bölge halkından bile tecrit etmiş!

 

Antik kent şu günlerde kumla dolduruluyor, sonra üstüne taş-çakıl yığınları atılacak.

 

AKP'nin buna verdiği yanıt da şaka gibi, "Yok etmiyoruz bir gün ortaya çıkarmak için üstünü örtüyoruz".

 

Günlerdir kültürel varlıkların talan edildiğini dillendiren kişiler, sivil örgütler olarak yanıtımızı almış olduk!

 

“Kültürel varlıkları ve ören yerlerini korumak bir hükümetin asli görevidir” diyen Kültür Bakanı sus-pus.

 

AKP, her iki antik kenti yutup yok edecek barajlar için, "Tarım ülkesiyiz, bölgelerin suya ihtiyacı var" diyor.

 

Oysa bunun koca bir yalan olduğunu tüm taraflar biliyor.

 

Tarımda AB'nin dayattığı tüm kotaların altına imza çakan bu hükümetin kendisi değil mi?

 

Hangi tarım?

 

Tarlasına canını bağlamış köylü, ürünlerini devşiremeden çürümeye terk etmek zorunda kalmıyor mu?

 

Devşirdi diyelim, satacak pazar bulabiliyor mu?

 

Tarımla uğraşan üreticilerin boğazlarındaki ilmik, "kredi borçları" olarak durmuyor mu?

 

Evet o bilinen slogan doğrudur 'su hayattır'. İnsanlık tarihinin ortak mirası olan kültürel varlıklar nedir peki? .

 

"Gavur taşı mı"?

 

Bir zamanların uyuyan güzeli Kültür Bakanı zat, öyle demişti 'üç-beş gavur taşı için yapılacak projelerin önünü kapatmam"

 

İşte akıl bu akıldır.

 

Hem Hasankeyf, hem Allianoi’de ve tüm yurtta kimsesizliğe itilmiş kültürel kalıtlar, "gavur taşı" olarak algılanmaktadır.

 

Şaşarım bu akla!

 

Anlaşılan odur ki; Kültürel kalıtların gün yüzüne çıkartılması ve insanlıkla paylaşılması için dünyada yapılan çalışmaların hiçbiri bu hükümete örnek olmayacak.

 

Geçtik antik kentlerin üstlerine dökülen çakılları, kumları, suları, çamurları, çöpleri, İstanbul'a bakalım.

 

Tarlabaşı’ndan başlayıp Sütlüce’ye uzanan tüm kültürel doku ile Galata bölgesi ve Haydarpaşa yem edilmek için gün sayıyor.

 

Tıpkı Surdibi’nde olduğu gibi.

 

Eli kulağında. Çalık grubu Tarlabaşı’na dozerlerle, iş makineleriyle girecek ve tescilli-tescilsiz ne kadar tarihsel yapı varsa hepsini yerle bir edip, kendi projesini uygulamaya koyacak.

 

Kilise, havra, manastır, park, yeşil alan umurunda olmayacak.

 

İstanbul’un orta yeri şantiyeye dönecek!

 

Galata ve Haydarpaşa’da Mimarlar Odası’nın daha önce aldığı “yürütmeyi durdurma” kararları da bir işe yaramayacak. “Kamu yararı” kılıfı, 12 Eylül’de yüzde 58 oy alarak, onandı nasıl olsa!

 

Şimdi meydan ‘evetçi’ kardeşlerimizin, al gözüm seyreyle.

 

Asıl talan-peşkeş çekme ve geri dönülmez tahribat 3. köprü ile start aldı.

 

Kesilecek olan 2 milyon ağaç, elbette bir daha geri gelmeyecek.

 

Karadeniz’e doğru yeni bir İstanbul yaratma tutkusu, doğa cinayetleri işlenerek yapılacak.

 

İstanbul’un üstüne beton kütleler yağacak.

 

Boğaz yeniden üleşilecek.

 

Yeni uydu siteler, gökdelenler, iş merkezleri, alış-veriş merkezleri, gök kafesler mantar gibi pırtlayacak.

 

Belgrat Ormanları dahil bu kentin nefes aldığı en önemli yeşil alanlar, su havzaları tahrip edilecek.

İnsanlar yaşam alanlarından sökülüp atılacak, çevre yolları üzerlerindeki köyler ranta açılacak.

 

Yağma Hasanın böreği, ye babam ye.

 

Geçtiğimiz haftalarda Hıncal Uluç Efendi köşesinden paylaştı, “Başbakanın İstanbul için sürpriz projeleri var, ben şaşırdım doğrusu, muhteşem, ama açıklamasını Sayın Başbakan’a bırakıyorum” dedi.

 

Şapkanın altındaki sürprizin Taksim Meydanı’na yönelik olduğunu biliyoruz!

 

Ama bu şapkanın altından tavşan çıkmayacağını da biliyoruz.

 

Başbakan, uykularına karışan AKM meselesini kökünden çözmeye hazırlanıyor.

 

“AKM yıkılacak, trafik yer altına alınacak, o binanın yerine de 24 saat açık bir alış-veriş merkezi kondurulacak.”

 

Hemen kızmayın canım, içine sizin için küçük bir salon ya da saloncuklar da yapılacak!

 

Harbiye Muhsin Ertuğrul’da öyle yapmadılar mı?

 

Dev bir Kongre Merkezi, içinde küçücük bir salon, alın tepe tepe kullanın.

 

Bir ucu Karadeniz’de, bir ucu Marmara’da, bir diğer ucu Tekirdağ’da olan bir İstanbul; AKP’nin yedi ceddini doyurmaya yeter.

 

Bizlere de elde mumlar sokaklara çıkmak düşer.

 

“Aman ağaçlar kesilmesin, doğa tahrip edilmesin”

 

Kimler, en cesur biçimiyle çıkıp, ‘3. köprü İstanbul için bir cinayettir. AKP dur.’ diyecek?

 

Bunu da birlikte görmeyi umalım ve mum yakmanın ötesinde işler yapıp, memleketi yangın yerine çevirenlerden hesap sormayı akla koyalım, yoksa bu talan politikalarının uygulayıcısı AKP, akıllarımızı bile çalmaya hazırlanıyor.

Haber Sol, Yazı. Orhan Aydın, 05.10.2010

BİR TARİH DAHA GÖMÜLÜYOR

 

 

Muğla'nın Yatağan İlçesi'ndeki Çine Çayı üzerinde bulunan Roma dönemine ait 2 bin 300 yıllık tarihi İncekemer Köprüsü, baraj suları altında kalacağı gerekçesiyle kil, toprak ve kaya parçalarıyla örtülmeye başlandı. Muğla Anıtlar Kurulu’nun önerisi ile hayata geçirilen proje, daha önce İzmir'in Bergama İlçesi'ndeki Yortanlı Barajı'nın suları altında kalacak olan Allianoi Antik Kenti’nde uygulanmış ve tartışmalara neden olmuştu.

Yapımına 1995 yılında başlanan ve ödenek sıkıntısı nedeniyle yapımı yılan hikayesine dönen Çine Barajı tamamlandı. Baraj, ufak tefek eksikliklerin giderilmesinin ardından 10 Ekim'de Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın da katılacağı törenle su tutmaya başlayacak. Çine Barajı'nı besleyecek olan Gökbel Vadisi'ndeki Çine Çayı üzerinde bulunan 2 bin 300 yıllık tarihi İncekemer köprüsü su altında kalacağı için Muğla Anıtlar Kurulu’nun önerisiyle iş makineleri ile dolgu yapılarak kil ve kaya parçaları ile örtülmeye başlandı. Çine Barajı inşaatını yapan yüklenici firma Özkar İnşaat ile ortaklaşa çalışmalar sırasında, 40 metre uzunluk, 2 metre genişliğindeki beş kemerli tarihi köprünün temel kısmındaki künkler (su geçişini sağlayan kanallar) çıkartıldı. Künklerin Muğla Müze Müdürlüğü'ne teslim edileceği bildirildi.

Özkar İnşaat yetkilisi İnşaat Mühendisi İbrahim Öztürk, tarihi köprünün kille kaplandıktan sonra kaya ve toprak ile üzerinin örtüleceğini söyledi. Öztürk, “Köprü üzeri dolgu ile örtülecek. Amacımız, tarihi köprünün gelecek nesillere aktarılması. Bir barajın ömrü 80 ile 100 yıl. Bu sürenin sonunda sular çekildiğinde, ova olarak ortaya çıkacak. Yapılan bu çalışmalar sayesinde tarihi köprü özelliğini koruyarak, geleceğe taşınmış olacak. Benzer uygulama İzmir Bergama'daki Allioni Antik Kenti'nde uygulanmıştı” dedi.

İncekemer Köprüsü'nün hikayesi
Mitolojik hikayeye göre Roma döneminde, Çine Çayı üzerinden karşıdaki bir yerleşim yerine borularla içme suyu götürülmesi için köprü yaptırılır. Ancak, her selde yıkılır. Bu böyle sürüp gider. Kralın çok güzel bir kızı vardır. Köprü yıkılmayacak şekilde sağlam yapabilen ustaya kızını vereceğini söyler. 20 yaşında yağız bir yapı ustası, yardımcılarını da yanına alarak gece gündüz çalışıp taşları işledikten sonra bugünkü İncekemer Köprüsü'nü yapar. İçme suyu da köprü üzerine döşenen borularla karşıya geçirilir. Köprü, yağışlardan ve sellerden etkilenip yıkılmaz ancak kral sözünde durmayıp, kızını vermekten vazgeçer. Genç de bir gece köprüyü yıkmaya başlar. Bu sırada kralın adamları haber alıp genci ölesiye dövdükten sonra köprüden atıp, öldürür. Genç, son nefesinde kralın kızının mutlu olmaması ve köprüden geçtiği takdirde evlat yüzü görmemesi için dua eder. Bu hikaye, kuşaktan kuşağa devam eder. Yöredeki genç kızlar ve gelinler de uğursuz saydıkları bu köprüden geçmez. O nedenle yörede ‘Gelin Geçmez Köprüsü’ olarak anılır.

Milliyet, Haber: Cavit Yıldırım, 05.10.2010

 

******


SANATIN DOKUZ PERİSİ İNCEKEMER'E AĞLIYOR

 

Tam 2300 yıl depreme, sele, soğuğa, sıcağa, savaşlarda dayandı. Onlarca uygarlık gelip geçti üzerinden. Her biri bir efsane bıraktı geriye kendisi ile ilgili. Bu efsanelerden birinde kralın kızını vermek için ortaya koyduğu şart oldu, diğerinde taze gelinin kara yazısı saklıydı. Sanatın dokuz perisinin gözyaşlarından doğduğu söylenen Marsyas (Çine) Çayı’nın üzerinden, incitmekten korkar gibi nazenin bir şekilde dolanırdı. Midas’ın kulaklarını, Tanrı Apollon’un öfkesini, çoban Marsyas’in flütünün o eşsiz ezgilerinin tanığıydı. Ama artık buraya kadarmış. 2.300 yıldır kimseye yenilmeyen İncekemer Köprüsü, ömrü 50-80 yıl arasında gösterilen Çine Barajı’nın sularına terk ediliyor. Tıpkı Allianoi gibi…

Yortanlı Barajının suları altında bırakılacak olan Allianoi’de bugünlerde görülen hummalı çalışmanın bir benzeri Çine Çayı'nın üzendeki İncekemer Köprüsü'nde gözlemleniyor. 2300 yıl önce Roma döneminde yapılmış İncekemer Köprüsü, yapımı tamamlanan ve gövde yüksekliği bakımından Avrupa’nın en yüksek barajı (137 m) olma özelliği ile övünen Çine Barajı'nın suları altında kalacak.


İzmir Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu (KTVKK)’nın Allianoi’yi sular altında bırakacak Yortanlı Barajının su tutmasını sağlamak için aldığı kararın bir benzeri Muğla Anıtlar Kurulu’nca da ortaya konmuş. 40 metre uzunluğunda, 2 metre genişliğindeki 5 kemerli köprü toprak, kaya ve kille örtülmeye başlandı. 2.300 yıllık tarihine rağmen halen üzerinden yaya geçişinin yapılabildiği İncekemer Köprüsü'nü 10 Ekim’de Başbakan Erdoğan’ın yapacağı söylenen açılıştan önce gömebilmek için yoğun bir çalışma sürdürülüyor. Antik köprünün temelindeki su taşımak için kullanılan künkler çıkartılarak Muğla Müze Müdürlüğü'ne verildi.


Frigya efsanelerinde Çine (Marsyas) Çayı'nın sanatın dokuz perisinin gözyaşları ile oluştuğu söylenmektedir.


Çoban Marsyas nefis ezgiler çıkarttığı flütü ile güzel sanatlar tanrısı Apollon’a meydan okuyunca, tarihteki ilk müzik yarışması gerçekleştirilir. Hakem Frigya Kralı Midas’tır. Apollon Lirini Marsyas flütünü çalar.


Midas oyunu Marsyas’tan yana kullanınca tanrının gazabına uğrar. “İyi duyamadın galiba” diyen tanrı Apollon Midas’ın kulaklarını eşek kulaklarına çevirir. Marsyas'ı ise daha acı bir son beklemektedir. Derisi yüzülerek bir ağaca gerilir. Sanatın dokuz perisi Marsyas’ın bu haline o kadar üzülürler ve ağlarlar ki gözyaşları nehre dönüşür. İşte Çine çayı sanatın dokuz perisinin gözyaşlarıdır.
 

Halk arasında Gelin Geçmez Köprüsü olarak bilinen İncekemer Köprüsü'nün de iki efsanesi vardır. Birincisinde Çine çayının taşkınları üzerinde hiçbir köprünün yapılmasına izin vermez. Ama karşıya su geçirilmek zorundadır. Zamanın kralı, “kim ki çay üzerinde yıkılmayan bir köprü yapar, biricik kızımı ona vereceğim” diye ferman çıkarır. Genç bir duvarcı ustası çay üzerine 5 kemerli ama çaydan oldukça yüksek bu köprüyü inşa eder. Köprü en deli taşkınlara bile dayanır. Buna karşın kral sözünü tutmaz. Genç usta da eline balyozunu alarak kendi yaptığı köprüyü yıkmaya gider. Kralın adamları ustayı köprünün ayağında yakalarlar ve üzerine çıkararak kendi yaptığı köprünün üzerinden çaya attırır. Ölmek üzere olan ustanın kralın kızının mutlu olmaması ve köprüden geçtiği taktirde evlat yüzü görmemesi ilenci, yüzyıllarca dilden dile dolaşır. Evlilik çağındaki kadınlar bu ilençten korktukları için köprüden bugün bile geçmezler. Köprünün adı ile ilgili bir başka söylence ise, yeni gelin olan bir genç kızın atın üzerinde köprüden geçmek isterken suya düşmesi öyküsüne dayanır. Ürken at köprünün ortasından gelini suya atar. O günden bu yana köprünün adı Gelin Geçmez Köprüsü kalır.


Bugün, sanatın dokuz perisinin gözyaşlarının önüne set çekildi. İncekemer Köprüsü sanki hakkındaki hüzünlü efsaneleri doğrularcasına kendi acıklı sonuna, sanatın 9 perisinin gözyaşlarının doldurduğu bir gölle gidiyor. Sanatın 9 perisi bu sefer İncekemer için ağlıyor.

Evrensel, Yazı: Özer Akdemir, 07.10.2010

AYASOFYA MÜZESİ'NE İTALYA'DAN ÖDÜL

 

 

Ayasofya Müzesi'nin, yürütülen restorasyon çalışmaları nedeniyle İtalya'nın prestijli ödüllerinden ‘Rotondi Ödülü’nü kazandığı bildirildi.

Kültür ve Turizm Bakanlığı'ndan yapılan yazılı açıklamada, Ayasofya Müzesi'nin, İtalya'da 1996 yılından beri sanata ve kültürel mirasa değer veren, bu alanda önemli çalışmalar yapan kişi ve kurumlara verilen ''Rotondi 2010 Sanat Kurtarıcıları Ödülü''nü (Premio Rotondi 2010 ai Salvatori Dell) kazandığı belirtildi.

‘Rotondi 2010 Sanat Kurtarıcıları Ödülü’nün, 2. Dünya Savaşı sırasında İtalya'da bulunan 10 bin kıymetli sanat eserini Sassocorvaro kentinde, Nazi Hükümetinden korumuş ve saklamış sanat tarihçisi, akademisyen Pasquale Rotondi'nin anısına düzenlendiğini ifade edilen açıklamada, şunlar kaydedildi:
“İtalya, Avrupa ve dünya olmak üzere 3 ayrı kategoriye ayrılan ödülün 2010 yılı Avrupa kategorisi ödülü, Ayasofya Müzesi'nde yapılan restorasyon çalışmaları nedeniyle Müze Başkanı Doç.Dr. Haluk Dursun'a verildi. Önceki yıllarda Floransa Müze Müdürü Antonio Paolucci, Roma Santa Maria Kilisesi Rahibi Valerio, Bağdat Arkeoloji Müzesi Müdürü Nidal Admin gibi isimlere layık görülen ödül ödül, 25 Eylül 2010 tarihinde Orta İtalya'da Marche bölgesinde bulunan Sassocorvaro kentinde Batelli Meydanı'ndaki Rocca Ubaldinesca salonunda gerçekleştirildi”.

Dursun'un ödül töreninde müzenin çalışmalarını anlatan görsel bir sunum gerçekleştirdiği ayrıca Montefeltro Kalesi'nde Rotondi Sanatı Kurtaranlar Binası'nda kazananlar odası olarak adlandırılan daimi sergi salonunda bir bölümün Ayasofya Müzesi'ne ayrıldığı da kaydedildi.

Yapı, 05.10.2010

TORUNLAR ÇIRAĞAN'IN PEŞİNDE

 
Nevşehir Gazeteciler Cemiyeti'nde bir basın toplantısı düzenleyen ve kendisinin Osmanlı Sadrazamı Damat İbrahim Paşa'nın çocuklarının torunlarından olduğunu belirten diş hekimi Dr. Ayşe Zühal Saynaç, 1956 yılında, babası Atıf Saynaç aracılığıyla 1730 yılında ölen Damat İbrahim Paşa'nın soyundan gelen kişilerin bir araya gelmeye başladığını söyledi.

 

Bu amaçla hem babasının hem de kendisinin uzun yıllar çalışmalar yaptıklarını ve ilk aile toplantılarını geçtiğimiz yıl gerçekleştirdiklerini belirten Dr. Saynaç, şu anda 100'ü aşkın aile bireyinin tespit edildiğini açıkladı. Damat İbrahim Paşa'nın 1668 yılında o zamanki ismi Muşkara olan Nevşehir'de doğduğunu ve 1730'da meydana gelen Patrona Halil İsyanı'nda öldürüldüğü belirten Dr. Ayşe Zühal Saynaç, Damat İbrahim Paşa'nın Osmanlı İmparatorluğu döneminde birçok önemli işe imza attığını vurguladı.

 

Damat İbrahim Paşa'nın İstanbul ve Nevşehir'de yaptırdığı eserler için iki ayrı vakıf kurduğunu ve sonrasında bu mallar için eşleri ve torunları tarafından kurulan vakıf sayısının 40'a ulaştığını ifade eden Dr. Ayşe Zühal Saynaç, bugüne kadar bu vakıflara ait 6 binin üzerindeki birçok taşınmaz malı tespit ettiklerini vurguladı.

 

İstanbul'da Bab-ı Ali'deki Sübyan Mektebi ve Cağaloğlu'nda bulunan Fatma Sultan Mescidi gibi bazı taşınmaz malların aradan geçen yıllar içerisinde satılarak yıkıldığını belirten Dr. Ayşe Zühal Saynaç, şu anda Sübyan Mektebi yerinde modern bir iş merkezi, Fatma Sultan Mescidi yerinde ise defterdarlık binası bulunduğunu kaydetti.

 

Çırağan Sarayı'nın da Damat İbrahim Paşa Vakfı'na ait olduğunu iddia eden Saynaç, şimdi bu malların vakfa ait olduğunu ve bunlar gibi satılan vakıf mallarının tekrar vakfa iade edilerek mazbut vakıf haline getirilen vakıflarının yeniden mülhak vakıf olması için dava açtıklarını söyledi.

 

Davayı kazanmaları halinde Damat İbrahim Paşa'nın tüm mallarının vakıf aracılığı ile idare edileceğini ve buradan elde edilecek gelirin üçte birinin restorasyon çalışmalarına, üçte birinin fakir ve dar gelirlilere geriye kalan bölümün ise Damat İbrahim Paşa'nın soyundan gelenlere aktarılacağını belirten Dr. Ayşe Zühal Saynaç, "Çırağan Sarayı'nın da hep bizim olduğu söylenir. Bununla ilgili Osmanlı arşivinde bir belge buldum ancak bunun henüz tercümesi yapılmadı. Çırağan Sarayı'nı gezdiğinizde burada bir müze var. Bu müzede Çırağan Sarayı'nın yerinde Damat İbrahim Paşa'nın bir köşkü olduğuna dair belge var. Bunun için çalışmalarımızı sürdürüyoruz. Şu anda Damat İbrahim Paşa Vakfı'na ait olan mallar gerçek değerlerini almıyor. Bu malların birçoğu kirada. Buradan elde edilen gelirler restorasyon çalışmalarına bile yetmiyor. Vakfiyede bulunan şartlara göre vakfın gelirin üçte birinin fakir ve muhtaçlara, üçte birinin vakfın mallarının onarımı için ve üçte birinin de torunlarına ve çocuklarına aktarılması şartı var. Ancak maalesef bu şartların hiçbirini devlet yerine getirmiyor" iddialarında bulundu.

 

Damat İbrahim Paşa'nın ölümünün 280. yılı nedeniyle Nevşehir'de toplandıklarını ve yine Damat İbrahim Paşa tarafından yaptırılan Kurşunlu Camii'nde bir mevlit okuttuklarını söyleyen Dr. Ayşe Zühal Saynaç, sayıları sürekli artan Damat İbrahim Paşa'nın soyundan gelen kişilerin dedelerinin eserlerini korumak için mücadeleye devam edeceğini vurguladı.

Bugün, 05.10.2010

ATİNA'DAKİ FETHİYE CAMİİ RESTORE EDİLECEK

 

 

Yunanistan'ın başkenti Atina'da bulunan Fethiye Camii'nin restore edilmesi yönünde çalışmalara başlanacağı bildirildi.


Atina'da yayımlanan Elefterotipia gazetesi, başkentin Monastiraki semtinde yer alan ve günümüzde kapalı halde bulunan caminin önümüzdeki 2 yıl içinde restore edileceğini ve ardından ibadete olmasa da halkın ziyaretine açılacağını yazdı.


Gazete, caminin içinde tarihi Akropolis tapınağına ait eserlerin bulunduğunu, yaklaşık 500 kutu halinde istiflenen tarihi eserlerin önümüzdeki 15 gün içinde camiden alınmalarının beklendiğini de aktardı.


Cami restorasyonunun, Yunanistan Başbakanı Yorgo Papandreu'nun Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'a, Sümela Manastırı'nın tek günlüğüne ibadete açılması izni için bir jest olabileceği değerlendirmesine yer verilen haberde, cami restorasyonunun son 12 yıldır askıda olduğu hatırlatıldı.


Fatih Sultan Mehmet'in 1456'da Atina seferi sırasında Roma Agorası'nda temeli atılan camiye, Atina fethinin anısına Fethiye Cami denildi.


Cami 1829'dan sonra okul, hapishane, un ambarı ve ordunun ekmek fırını olarak hizmet verdi. Fethiye Cami, Atina'daki en eski Osmanlı eseri olarak biliniyor.

Türkiye Gazetesi, 05.10.2010

TOKAT KALESİ'NDE RESTORASYON

 

Tokat Kalesi'nin turizme kazandırılması amacıyla surlardan bir kısmının onarımının ardından kazı çalışmalarına başlandı.

 

Tokat Valiliği, İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü tarafından yapılan ihale ile yüklenici firma tarafından tarihi kalenin yıkılmak üzere olan surları ile toprak altında kalan bölümleri tekrar ortaya çıkarılmıştı. Tokat Valiliği tarafından çıkartılan ödenekle tekrar başlatılan restorasyon çalışmaları bir arkeolog denetiminde 20 kişilik işçi ekibi tarafından yapılıyor. Kalede toprak altında kalan bölümlerin gün ışığına çıkartılması amacıyla yapılan temizlik ve kazı çalışmaların yılsonuna kadar devam edeceği öğrenildi. Vatandaşların oturup çay içebileceği mekanlar ile yürüyüş yollarının yer alması planlanan kalenin Sulusokak Çarşısı'ndaki tarihi dokuya ilave olarak kentte turizme hareket kazandırması bekleniyor.

 

Öte yandan kalede bulunan gizli geçitler ve zindanlarında önümüzdeki yıllarda yapılacak çalışmalarla gün ışığına çıkartılarak turizme kazandırılması hedefleniyor.

Tokat Kent Haber, 05.10.2010

KEMİKLER OSMANLI DEĞİL, ROMALILARA AİT ÇIKTI

 

 

Batı Şeria'daki tarihi Filistin kentlerinden Nablus yakınlarındaki bir mağarada geçen hafta bulunan kemiklerin, iddia edilenin aksine Osmanlı askerlerine ait olmadığı ortaya çıktı.

 

Akraba (Akrepler) Köyü'ndeki mağarada bulunan kemiklerin uzman bir ekip tarafından yapılan incelemesinde, geçmişinin 2 bin yıl kadar öncesine gittiği, yani tahmin edilenden çok daha eski olduğunu belirlendi. Filistin Eski Eserler İdaresi Başkanı Ziyad Osman, Türkiye'nin Kudüs Başkonsolosu Büyükelçi Şakir Özkan Torunlar'a kalıntılarla ilgili bilgi verirken, mezar yerinin tipik Roma-Bizans dönemine ait olduğunu ifade etti. Osman, antropologların içeride bir kısmı dağınık halde bulunan kemiklerin yaklaşık 50-70 kişiye ait olduğunu belirlediklerini kaydetti. Torunlar ise Filistin Yönetimine konuya ilgisi; yaklaşımı, özen ve açıklığından ötürü teşekkür etti. Köylülerin iddiası, kalıntıların 1917-1918 döneminde, bölgede İngiliz askerleriyle savaşan 30 Osmanlı askerinden 18'ine ait olduğu yönündeydi. Akraba'da bir Filistinli, söylentiyi, "Çatışmalar sırasında buradaki Filistinlilerin hepsi köylerini terk etmiş. Çatışmalar sonrası köylerine dönen Filistinliler, İngiliz askerlerine karşı koyup tümü şehit olan Osmanlı askerlerinin cesetlerini iki mağaraya nakletmişler" diye aktarmıştı.

Sabah, Fotoğraf: Türkiye Gazetesi, 05.10.2010

GÖBEKLİTEPE'DEKİ İNCELEME SÜRÜYOR

 

Geçen hafta meydana gelen hırsızlık olayından sonra kısa bir süreliğine ziyarete kapanan Göbeklitepe kazı alanı, hala açılamadı. Turizmhabercisi.com'un Şanlıurfa Müze Müdürlüğü'nden aldığı bilgiye göre, ören yeri gelecek hafta ziyaretçilere yeniden kapılarını açmaya hazırlanıyor.

 

Her gün onlarca yerli ve yabancı turistin de ziyaret ettiği Şanlıurfa'nın 18 kilometre kuzey doğusunda yer alan Göbeklitepe'de,  kazılar sırasında yeni bir heykel bulunmuştu. 40 santim boyunda neolotik döneme ait olduğu tahmin edilen taştan yapılmış insan başı üzerinde ayaklı hayvan figürlü heykel, kazı ekibini de heyecanlandırmıştı. Kazı ekibi yeni heykel bulmanın sevincini yaşarken, iddiaya göre geçen hafta sonu kazı için bölgeye giden ekipte yer alan arkeologlar, heykelin yerinde olmadığını fark edince durumu telefonla jandarmaya bildirdi. İhbarın ardından Göbeklitepe'ye gelen ve kazı alanında jandarmalar tarafından inceleme başlatıldı ve kazı alanı geçici bir süre ziyarete kapatıldı. Kazı alanındaki inceleme sürüyor.

Turizm Habercisi, 04.10.2010

ANTİK TİYATRO BALİCİLERİN MEKANI OLDU

 

 

Bursa’nın İznik İlçesi'nde bulunan antik tiyatro balicilerin mekanı oldu.

 

4 medeniyete başkentlik yapan İznik’i turizme açmak için yetkililer çalışırken, bir yandan da istenmeyen manzaralar yaşanıyor. Selçuk Mahallesi’nde bulunan Romalılardan kalma antik tiyatro balici ve ayyaşların mekanı haline geldi. Dünyada sayılı olan beşik tonozlu antik Roma tiyatrosu boş bali kutuları ve içki şişelerinden geçilmiyor. Çöplüğe dönen antik tiyatronun içler acısı hali vatandaşları üzüyor.

 

Dönemin Kültür ve Turizm Bakanı Atilla Koç, turizmcilerden antik tiyatronun ayağa kaldırılmasını istemişti. Koç’un görevinden ayrılması ile unutulan Roma tiyatrosundaki mermer sütunlar sprey boyalarla kirletilirken, tinercilerin atıklarıyla adeta çöplüğü andırıyor. Sahipsizlik yüzünden mezbeleliğe dönen Roma tiyatrosunu yerli ve yabancı turistler ziyaret etmekten çekinirken, vatandaşlar yetkilileri göreve davet ediyor.

 

İlçenin dört tarafını saran Roma ve Bizans dönemlerinde yaptırılan tarihi surlar da bakımsızlıktan dökülürken, surların üzerinin otlarla kaplı olması dikkati çekiyor. Öte yandan yaşları 13-15 arasında değişen birkaç balicinin geçtiğimiz günlerde sahil yolu üzerinde bulunan surları yakması da tepkiye sebep oldu.

Bursa Hakimiyet, 04.10.2010

TÜRKİYE'DE BİR İLK: SAMANLIK MÜZESİ

 

 

Bu müzede; arkeolojik kazılarda elde edilen eserlerin maketlerinin yanı sıra, MÖ 6 binli yıllarda, buğday üretimi, çömlek yapı mı, duvar tamiri ve hayvanlardan nasıl yararlanıldığı anlatılıyor.

 

Kırklareli merkeze bağlı Asilbeyli Köyü yakınlarındaki Aşağı Pınar ile Kanlı Geçit kazılarının 18 yıldır başkanlığını yapan İstanbul Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Prehistorik Bölümü Anabilim Dalı öğretim üyesi Prof.Dr. Mehmet Özdoğan, Kırklareli’ndeki Türkiye’nin tek samanlık müzesinin ilgi odağı olmaya başladığını belirtti.

 

Özdoğan, arkeolojik kazı yapılan Aşağı Pınar kazı alanında iskeleti ağaç ve üzerleri sap olan üç adet samanlık inşa ederek, müzeye dönüştürdüklerini söyledi. Her iki kazı alanında geçmişten kalan bilgileri çıkartmaya çalıştıklarını ve bu bilgileri topluma da kazandırma gayreti içinde olduklarını ifade eden Özdoğan, bunları insanların düşüncesine kazandırırken, bir de kentin tarihi zenginliğini ekonomisine katkıda bulunacak hale dönüştürme çabası içerisinde olduklarını belirti.

 

Kazı alanının korunması ve çekim noktası olması iç in kazıya uygun olarak samanlık müzeler inşa etme fikrinin doğduğunu anlatan Özdoğan, şöyle dedi:

“Kazı yaptığımız yerde ‘taş devri neolitik dönem’ dediğimiz ilk yerleşim yerlerinde, ahşap, dallardan, çalı çırpıdan ve samandan oluşan bir mimari var. Bu yapılar halen Istranca Dağları'nda yaşanan köylerdeki mimariye çok benziyor. Birbirlerinin aynı değil ama çok benziyor. Bunu ‘nasıl anlatırız’ dedik. Bunları, bu samanlık malzemesini köylerden odun fiyatına satın aldık. Burada yeniden kurduk. Kurduğumuz yapılar 100-150 yıllık. Yaptığımızla hem bu yapılar kurtulmuş oluyor, hem de kentin bu bölgenin kimliğine uygun bir mimarisini yapmış oluyoruz.

 

Burada kent için bir çekim odağı oluşturduk. Bunlardan 3 tane kuruldu. Projede 12 tane alacak. Hepsi samanlık gibi olmayacak, dal evlerden 12 birim olacak. Bunların her birinde değişik konular objelerle anlatılacak. Geleneksel sanatların da yapıldığı bir mekanda oluşturulacak.

 

Sergideki panolarla kazıları ve uygarlığın dünya tarihi içindeki yeri anlatılmakta. Diğer bir samanlıkta MÖ 6 binli yıla ait bir odanın köşesini yaptık. Burada cansız mankenlerle buğday üretimi, çömlek yapımı, duvar tamiri anlatılmakta. Üçüncü binada ise film şeridi gibi hayvandan nasıl yararlanıldığı anlatılmakta.”

 

Özellikle İstanbul’dan turlarla müze ziyaretlerinin başladığını belirten Özdoğan, şunları söyledi:

“Okullarımızdan öğrenciler gelmeye başladı. Bu samanlık müze Türkiye’de ilk ama dünyada çok örneği var. Avrupa’nın neresine giderseniz gidin farklı boyutlarda yöresel mimariden yararlanılmıştır. Bulgaristan’da 4, Romanya’da çok büyük bir tane var. Geleneksel mimari müzecilik ilk 1800′ler de İskandinavya da başlamıştır. Almanya’da 40′ın üzerinde var. Her ülkede bunlardan var, Türkiye’de nedense müzecilik hep bina olarak yapılmış. Bu anlayışta ülkemizde yavaş yavaş değişiyor.”

Ntvmsnbc, 04.10.2010

KIBYRA ANTİK KENTİ KAZILARI

 

Kibyra antik kenti 2010 Yılı kazı çalışmaları, Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi'nden 10 kişilik akademisyen ekip, farklı üniversitelerden 20 öğrenci, Gölhisar ve Yusufça Kasabası'ndan 40 işçi ile sürdürülüyor.

Kazı başkanı Yrd. Doç.Dr. Şükrü Özüdoğru, AA muhabirine yaptığı açıklamada, bu yılki kazılarda, büyük kamu yapılarından Stadion (stadyum) ve Agora (çarşı) ile kentin Kuzey ve Doğu Nekropol (mezarlık) alanlarında kazı, restorasyon ve konservasyon çalışmaları yapıldığını söyledi.

Özüdoğru, 14 bin kişilik kapasitesi ve büyük oranda sağlam korunmuşluğuyla Anadolu'nun en önemli yapılarından biri olan Kibyra stadionundaki kazı çalışmalarının, doğu oturma sıralarında yoğunlaştığını ifade etti. Özüdoğru, 'Alanda halen devam eden kazı çalışmalarında özellikle Güney uçta yaklaşık 9 metre yüksekliğinde iki katlı, kemerli destek payeleri açığa çıkarılmıştır. Ayrıca Doğu oturma sıralarının Kuzey ucunda yürütülen kazılarda, oturma sıralarının kemerlerle desteklenmiş olduğu tespit edilmiş ve aynı alanda kentin en erken dönemine ait üç adet anıt mezar açığa çıkarılmıştır. Agorada sürdürülen kazılarda görkemli bir sütunlu cadde ve dükkanlar açığa çıkarılmaktadır' diye konuştu.

Kuzey ve Doğu mezarlık alanında yapılan kazı çalışmalarında ise dört adet yer altı oda mezarı ortaya çıkarıldığını ifade eden Özüdoğru, konuşmasını şöyle sürdürdü: 'Bu mezarlarda kazı yapılmasının öncelikli amacı, Kibyra halkının ölü gömme gelenekleri ve öteki dünya inanışları ile ilgili verilere ulaşılmasıdır. Söz konusu mezarların tamamı kaçak kazılar sonucu tahrip edilmesine rağmen, pişmiş toprak seramik, metal ve camdan yapılmış değerli buluntular ortaya çıkarılmıştır.'

haberler.com, 04.10.2010

BAŞUR HÖYÜK'TE KAZILARA YENİDEN BAŞLANDI

 

 

Siirt Başur Höyük’te ara verilen kazılara yeniden başlandı. Kazı ekibi başkanı ve Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Doç.Dr. Haluk Sağlamtimur, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Siirt-Kurtalan karayolunun 18. kilometresindeki Aktaş Köyü yakınlarındaki Başur Höyük’te Ilısu Baraj gölü kapsamında 2007 yılından bu yana sürdürülen kazı çalışmalarının bu yılki bölümünde 35′i üniversite öğrencisi toplam 100 kişinin görev aldığını söyledi.

 

Höyükte şu an MÖ 2000-2500′lü yıllara denk gelen dönemlere ait kazıları yaptıklarını bildiren Doç.Dr. Sağlamtimur, aldıkları küçük karbon örneklerini tahlile gönderdiklerini belirtti. Sağlamtimur, höyüğün ortasında deprem geçirmiş yapılar bulduklarını ifade ederek, şöyle konuştu:

”Bu yapılar kerpiçten oluşuyor. Onların üstünde yoğunlaştık. Deprem geçirdikleri için elimize geçen kap kacaklar daha sağlam. Mekanların içerisinde bir şey kaçırma şansları olmamış. O açıdan höyüğün göbeğindeki bu alanda çalışmalara ağırlık verdik. Haziranda kazı çalışmalarına başlamıştık Ramazan Bayramı dolayısıyla kazılara ara vermiştik. Yeniden kazılara başladık. Tahminen bir ay daha burada kazı yapacağız. Başur Höyük'teki kazı Ilısu Barajı tamamlanıncaya kadar devam edecek. Siirt, Güneydoğu Torosların yamacında etrafında geniş vadiler ve yüksek dağların olduğu çok sayıda suyun geçtiği bir yer. Bu nedenle Siirt bu açıdan sanki bir kavşak durumunda olmuş. Bu höyük Mezopotamya ile Doğu Anadolu arasındaki bir geçidi kontrol ediyor. Buradan 50 kilometre kuzeye doğru gidersiniz Bitlis vadisindesiniz, aynı uzaklıkta güneye giderseniz Mezopotamya düzlüklerindesiniz. Zaten bu Başur Höyüğün tarım dışında ticaretle büyümesi gerekiyor. Bunu çözmeye çalışıyoruz. Kısmen de çözüyoruz. Biraz zamana ihtiyacımız var. 5-10 sene içerisinde çok daha sağlıklı bilgiler elde edeceğiz.”

 

Sağlamtimur, Ormanardı Köyü'ndeki Hüzik Höyük’te ise İstanbul Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç.Dr. Necmi Karul başkanlığında çalışma başlatıldığına işaret ederek, ”Buranın MÖ 10-11 binli yıllarla tarihlendiğini düşünüyoruz. Oradaki çalışmaların Siirt kronolojisini oluşturmamız açısından önemli. Yani bizim uzmanlığımız MÖ 6-7 binlerle sınırlı. Onun daha öncesi için taş çağı için başka bir uzmanın getirilmesi gerekiyordu. Bu konuda Türkiye’nin en iyi hocalarından birini getirdiğimiz için sevinçliyiz. Buradaki kazının da 10 yıl kadar devam edeceğini tahmin ediyoruz” dedi.

Memleket Haber, 04.10.2010

ALMANLARA SFENKS RESTİ

 

 

Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, Almanya’da bulunan Boğazköy (Hattuşaş) Sfenksi'nin Türkiye’ye iade edilmemesi durumunda, Almanların 104 yıldır devam ettirdikleri, Hattuşaş Kazı iznini iptal edeceklerini açıkladı.

 

Boğazköy’ün güney kapısında yer alan ve 1917 yılında onarım amacıyla Berlin’e götürülen Sfenks, bir daha Türkiye’ye dönmedi. UNESCO ve Alman Hükümeti ile görüşmeler sürerken, Berlin Turizm Fuarı'na giden Bakan Günay, sfenksi geri istediğini Alman hükümet yetkililerine iletti. Günay, eserin geri verilmemesi durumda Almanya’nın Hattuşaş bölgesindeki kazı izninin iptal edileceğini belirtti.

 

Hattuşaş’da ilk sistemli kazı çalışmaları 1906 yılında Alman Arkeoloji Enstitüsü ile Alman Şark Cemiyeti tarafından yapılmaya başlandı. MÖ 1280′de Mısırlılar ile Hititler arasında imzalanan ve tarihin ilk yazılı barış antlaşması olan ”Kadeş” de bu kazılarda gün ışığına çıkartıldı. Hattuşaş kazıları günümüze kadar Alman Arkeoloji Enstitüsü bünyesinde ve Doç.Dr. Andreas Schacner başkanlığında devam ediyor. Hattuşaş, 1986 yılından beri UNESCO’nun , Dünya Kültür Mirası Listesi'nde yer alıyor.

Akşam, 04.10.2010

MÜZE VE ÖREN YERLERİ HAVALİMANLARINDA DA TANITILACAK

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı Döner Sermaye İşletmesi Merkez Müdürlüğü ve Bilkent Kültür Girişimi ortaklığında hazırlanan projeyle müzeler ve ören yerleri bulundukları kentin havalimanında tanıtılacak. Pilot il olarak Ankara'nın seçildiği proje kapsamında, Esenboğa Havalimanındaki panolara aralarında Ankara Anadolu Medeniyetler Müzesi, Ankara Etnografya Müzesi, Cumhuriyet Müzesi'nin de bulunduğu müzelerin fotoğrafları asılacak, vatandaşlara el ilanları dağıtılacak.

DÖSİM Müdürü Tolga Tuyluoğlu, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Ankara Esenboğa Havalimanı'nda başlayacak projenin çalışmalarının devam ettiğini belirterek, ''Tanıtımlar, bir haftaya kadar başlayacak'' dedi. Havalimanlarında uygun olan varış noktalarında müzeleri tanıtmak üzere Havalimanı İşleticileri ile Ulaştırma Bakanlığı Devlet Havameydanları ve Limanları Genel Müdürlüğüne müracaat ettiklerini kaydeden Tuyluoğlu, Bilkent Kültür Girişiminin de tanıtım görselleri hazırlayarak uygulamaları yapacağını bildirdi.
    
Bazı insanların gittikleri illerdeki müzelerden ve ören yerlerinden haberdar olmadığını dile getiren Tuyluoğlu, ''Müzelerimizi tanıtmak istiyoruz. Örneğin Ankara'nın müzelerinin ziyaretçi sayısı düşük. Ankaralıların ilgisi de yeterli değil. Biz hiç olmazsa havalimanında Anadolu Medeniyetler Müzesi'ne, Resim Heykel'e, Cumhuriyet Müzesi'ne insanları davet edelim, müzelerimizi hatırlatalım istiyoruz. Uygulama, Esenboğa ile başlayacak ve yaygınlaştırılacak. Havalimanına görseller, afişler yerleştireceğiz, raketlere de ilanlar konulacak. Böylece müzelerimizi hatırlatmış ve tanıtmış olacağız'' diye konuştu.

Tuyluoğlu, havalimanlarının yanı sıra, deniz limanları, marinalar ve sınır kapılarında da müze ve ören yerlerinin, kültürel değerlerin tanıtımını içeren sergiler düzenleneceğini belirterek, ''Etkinlik ve sergi kapsamı, müze ve ören yerleri, el sanatları, replika, lokum, Türk kahvesi ve diğer kültürel unsurlardır'' dedi.

Yapı, 04.10.2010

ÇİN SEDDİ'NE BÜYÜK TEHDİT

 

 

Çin'in kuzeybatısı boyunca 8 bin 851 kilometre boyunca uzanan Çin Seddi'nin, uluslararası turizm ve çarpık yapılaşmayla, tarihi özelliğini kaybetmesinden endişe ediliyor.

Kendisini 23 yıldır Çin Seddi'nin korunmasına adamış İngiliz William Lindesay, dün akşam Çin Seddi'nin ayağında düzenlenen ve yüzlerce yabancı turistin katıldığı dolunay tekno partisinden arta kalan boş viski şişelerini, bira kutularını, yemek kaplarını ve diğer çöpleri toplarken, tarihsel mekanların hoyratça kullanılmasından şikayet etti.

Lindesay, "Burada bir tarih yok oluyor" dedi ve Çin Seddi bir kez elden giderse bunun geri dönüşünün olmayacağını söyledi.

Seddin, Çin'in başkenti Pekin'e 60 kilometre uzağındaki Badaling bölümünde parti düzenlenmiş olduğunu belirten Lindesay, belirli bir yasak olmadığından, Çin Seddi'nde bazılarının kamp yaptığını belirtiyor.

Tarihi bir mekanda kamp kurulmasını "kabul edilemez" olarak niteleyen Lindesay, "Burada, kampçılar ihtiyaçlarını her yerde gideriyorlar" dedi.

Seddin duvarlarına da Fransızca ve İngilizce yazılar yazıldığını, grafitiler çizildiğini belirten Lindesay, "Seddin Badaling bölümünde, yazısız bir duvara rastlamak için kilometrelerce yürümek gerekiyor" diye konuştu.

Seddin Çinli bakım görevlisi de, yabancı ziyaretçilerin gözetleme kulelerinde kamp kurduğunu, çadırlarını topladıktan sonra duvarlara çaktıkları çivileri ve çöpleri bırakıp gittiklerini söylüyor.

Lindesay, yılda 10 milyon turistin ziyaret ettiği seddin bakımsız olduğunu, çevresine inşa edilen fabrika, ev, otopark ve dükkanlarla çirkinleştirildiğini vurguluyor.

William Lindesay, seddin aynı zamanda moda defileleri, film çekimleri, motosiklet gösterileri gibi faaliyetler için de mekan olarak kullanıldığını belirtiyor.

Çin Seddi ile 1987 yılında tanışan Lindesay, o günden beri kendisini bir grup İngiliz gönüllü ile seddin bakımına adamış, faaliyetlerinden dolayı da İngiltere kraliçesi Elizabeth tarafından ödüllendirilmiş.

Dünyanın en uzun savunma duvarı olan Çin Seddi'nin kalıntıları, Po Hay körfezinde deniz kıyısında başlar. Duvar, Pekin'in kuzeyinden geçerek batıya yönelir ve Huang-Ho nehrini ikiye bölerek güneybatıya uzanır, Gobi Çölü'nün güneyinden batıya yönelerek devam eder.

Seddin temeli, Çin'in "Savaşan Beylikler" döneminde (MÖ 403 - MÖ 221), 20'den fazla farklı Çin hükümdar tarafından atılmış.

Habertürk, 04.10.2010

İSHAKPAŞA SARAYI DÜNYA KÜLTÜR MİRAS LİSTESİ'NE ADAY

 

Ağrı Valisi Ali Yerlikaya, İshakpaşa Sarayı'nın Dünya Kültür Mirası Listesi'ne aday olduğunu söyledi.

 

İshakpaşa Sarayı'nda önceki gece açılışı yapılan 5. Uluslararası Ağrı Dağı Festivali'nde konuşan Vali Ali Yerlikaya, İshakpaşa Sarayı'nın Türk mimarisinin en önemli eserlerinden olduğunu söyledi. Sarayın işlevselliğinin artması ve yaşanabilir bir mekan haline gelmesi için çalıştıklarını vurgulayan Vali Yerlikaya, İshakpaşa Sarayı'nın Dünya Kültür Miras Listesi'ne aday olduğunu belirtti. Sarayın gelecek kuşaklara sağlıklı bir şekilde aktarılması için ciddi restorasyonlar yaptıklarını ifade eden Yerlikaya, "Dünyada benzeri bulunmayan İshakpaşa Sarayı'nın tanıtılması için çalışmalar yürütüyoruz. Sarayın hem ülkemiz hem de dünya kamuoyunca tanınması için bu tür organizasyonların önemi büyüktür. Kültürel etkinliklere ev sahipliği yapmak için, dünyanın her yerinden gelecek konuklarımızı ağırlamaktan mutluluk duyacağız." şeklinde konuştu.

 

Festival kapsamında Yaşar Kemal'in Ağrı Dağı Efsanesi adlı romanından uyarlanan aynı adlı operanın orijinal mekanında sahnelenmesinin önemine de değinen Yerlikaya, "Orijinal dekorunda sahneye çıkan eserler bir elin parmaklarını aşmayacak kadar azdır. Bu eserlerden biri de Şef Çetin Işıközlü'nün yönettiği Ağrı Dağı Efsanesi Operası'dır. İlimizin tanıtılmasında önemli bir yere sahip olan İshakpaşa Sarayı, aynı zamanda icra edilen organizasyonlara da yapısı itibariyle ayrı bir anlam katmaktadır. İcra edilen eserler için İshakpaşa Sarayı çok önemli bir dekor ve çok önemli bir sahnedir." ifadelerini kullandı.

 

Bu arada festival kapsamda Yaşar Kemal'in Ağrı Dağı Efsanesi adlı eserinden uyarlanan opera olayın geçtiği İshakpaşa Sarayı'nda sahnelendi. Gürcistan Devlet Senfoni Orkestrası eşliğinde, Ankara ve İstanbul Devlet Opera ve Balesi sanatçılarının katılımlarıyla eserin bestecisi Çetin Işıközlü yönetiminde sahnelenen Ağrı Dağı Efsanesi Operası'nda, Ağrı Dağı'ndaki köylerden birinde yaşayan Ahmet ile o dönemde bölgenin yöneticisi olan Mahmut Han'ın kızı Gülbahar arasındaki aşk ve sevdalıların birbirlerine kavuşmak için yaşadıkları anlatıldı.

Zaman, 04.10.2010

KELENDERİS ANTİK KENTİ RESTORE EDİLİYOR

 

Mersin’in Aydıncık İlçesi yakınında 3 bin yıllık Kelenderis antik kentine ait kalıntılar, 23 yıl önce başlayan kazı çalışmalarıyla bulunmuştu.

 

Kelenderis antik kentinde kazılar şu anda da devam ediyor. Bu yılki çalışmalarda, restorasyon ve çevre düzenlemelerine ağırlık veriliyor.

 

Antik dönemde mahkeme salonu olarak kullanılan daha sonraki dönemlerde kiliseye çevrilen Agora Bazilikası ait devrilmiş sütunlar yerlerine dikiliyor.

 

Restorasyon çalışmalarıyla ilgili bilgi veren Selçuk Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof.Dr. Levent Zoroğlu, "Burada 8 tane tam ve yarım sütun yerlerine dikilerek yapıya hem geçmişiyle ilgili hem de günümüzde bir görsellik kazandırıldı" dedi.

 

Kazı çalışmaları, yerli ve yabancılardan oluşan bir ekip tarafından yürütülüyor.

Buluntular, tarihi MÖ 8. yüzyıla kadar uzanan antik Kelenderis’in Akdeniz kıyısında önemli bir liman kenti olduğunu gösteriyor.

Trt/Haber, 04.10.2010

KAYIP ŞEHİR PTEİRA FESTİVALLE TANITILIYOR

 

     

 

Kayıp şehir olarak bilinen Pteria antik kentine ait olduğu sanılan ve Yozgat'ın Sorgun İlçesi'ne bağlı Şahmuratlı Köyü yakınlarında bulunan kalıntılar, "Kerkenes Festivali" ile tanıtıldı.


Kerkenes Kazı Ekibi ve Şahmuratlı Köyü Derneği ile Yozgat Valiliği işbirliği ile Kerkenes Dağı'nda yapılan çalışmalarının tanıtılması amacıyla düzenlenen Kerkenes Festivali'ne Yozgat Valisi Necati Şentürk, Sorgun Kaymakamı Levent Kılıç, Yozgat İl Emniyet Müdürü Bekir Karasu, Sorgun Belediye Başkanı Ahmet Şimşek, bazı daire müdürleri, Orta Doğu Teknik Üniversitesi ve Bozok Üniversitesi'nden bir grup öğrenci ile vatandaşlar katıldı.


Etkinlikler kapsamında Sorgun Halk Eğitim Merkezi'nin düzenlediği bisiklet turu, Sorgun Hükümet Konağı önünden başlayıp 16 kilometre geçilerek festival alanında son buldu.






İstanbul Teknik Üniversitesi Araştırma Görevlisi Dr. Nilüfer Yönen ve Kerkenes Harabeleri kazı ekibinin başında bulunan Françoise Summers, Yozgat Valisi Necati Şentürk ve diğer katılımcılara kazı alanını gezdirerek yapılan çalışmalar ve bölgenin tarihi yapısı hakkında bilgiler verdi.

Kerkenes harabeleri Kapadokya Kapısı bölgesinde incelemeler yapan Vali Şentürk, bir yandan tarihi mekanı gezerken, bir yandan da etrafındaki kazı ekibinden bilgiler alıp, çalışan işçilerle sohbet etti.


Antik kentin, Lidya Kralı Krezis ile Pers fatihi Büyük Keyhüsrev'in orduları arasında MÖ 540 yıllarında çıkan savaş sonucu yağmalanıp yıkıldığını belirten İstanbul Teknik Üniversitesi Araştırma Görevlisi Dr. Nilüfer Yönen, "Antik kaynaklarda Pteria olarak kaydedilen kentin, burası olduğu sanılmaktadır. MÖ 547 yılında Persler tarafından kent zapt edilmiş, halkı esir alınarak kent yakılmış ve surları yıkılmıştır. Kent 7 kilometre bir alandan oluşmaktadır" dedi.


Kazı ekibinin başında bulunan Arkeolog Françoise Summers ise, kazının 1993'den beri devam ettiğini, önemli bulgular elde ettiklerini, önümüzdeki senelerde de kazı çalışmalarının devam edeceğini söyledi.


Kerkenes Harabeleri Saray Yolu bölgesinde bir açıklama yapan Yozgat Valisi Necati Şentürk, "Bu eserler bizim kültür mirasımızdır. Kerkenes bölgesi, daha doğrusu İç Anadolu Bölgesi kültür ve tarih zenginliği açısından önemli bir zenginliğe sahiptir. Bu zenginlik gün yüzüne çıkınca o zaman buradaki turizm faaliyetleri de artacaktır. Bu tür festivallerle de bölgenin tanıtımı yapılacak. Çok güzel bir etkinlik olmuş umarım bu festival ileriki senlerde de devam eder" ifadelerini kullandı.

Türkiye Gazetesi, Haber: Rasim Doğan, 04.10.2010

TUTANKAMON'UN DEDESİ BULUNDU

 

Mısır'ın güneyinde yer alan Luxor kenti yakınlarında bulunan Kom El Hittan adlı mabedin bir zamanlar bulunduğu alanda yapılan arkeolojik kazılarda 3 bin 400 yıllık bir firavun heykeli ortaya çıkartıldı.

 

Mısır’ın güneyinde yer alan Luxor kenti yakınlarında bulunan Kom El Hittan adlı mabedin bir zamanlar bulunduğu alanda yapılan arkeolojik kazılarda 3 bin 400 yıllık bir firavun heykeli ortaya çıkartıldı.

1.3 metre yüksekliğindeki heykelin güçlü firavun 3. Amanhotep’in iki katlı Mısır Krallığı tacı ve Mısır tanrı ve krallarını sembolize eden Uraeus adlı engerek yılanı ile birlikte tasvir edildiği açıklandı.

3. Amanhotep mezarının keşfi arkeolojide bir dönüm noktası kabul edilen genç firavun Tutankamon’un büyükbabasıydı.

Milliyet, 04.10.2010

 

İtalya'da bir şirket internet sitesinde, Caravaggio ve Leonardo da Vinci'nin eserlerinin de aralarında bulunduğu başyapıtlara yüksek çözünürlükte bakma imkan veriyor

Siteye girenler başyapıtların üzerine tıklayarak müzelerde güvenlik gerekçesiyle konulan zorunlu asgari mesafe kuralı olmadan görülemeyecek en küçük ayrıntıları bile görebiliyorlar.

Projede çalışan İtalya Kültür Bakanlığı yetkilisi Mario Resca, görüntülerin tablolara dev bir büyüteçle bakıyormuş gibi bir his yarattığını söylüyor.

Sözgelimi Caravaggio'nun Baküs tablosundaki şarap testisinin üzerinde yer alan sanatçının küçük portresi böylece rahatça görülebiliyor. Leonardo da Vinci'nin Annunciation tablosunda arka plandaki denizde fırça darbeleri ve İncil'in altındaki örtünün zarif modeli bile ayrıntılı olarak görülebiliyor.

Haltadefinizione şirketinin CEO'su Vincenzo Mirarchi, tabloların sitede yer alan fotoğrafları 28 milyar piksele ulaşan bir rezolüsyona sahip olduğunu belirtiyor. Bu ortalama bir dijital kameranın çözünürlüğünden yaklaşık 3 bin kat daha güçlü olması anlamına geliyor.

Yetkililer, bu teknolojinin Floransa'daki Uffizi galerisindeki tablolara herhangi bir zarar vermediğini, zira kızılötesi kullanmadığını, sadece minimum miktarda ışık kullandığını belirtiyor.

Resimler, 29 Ocak'akadar internette ücretsiz olarak görülebilecek. Haltadefinizione ileride daha fazla sanat çalışmasını bu şekilde sanal ortama taşıyabileceklerini ve sonunda sanal bir müze yaratabileceklerini belirtiyor. Mutlaka ziyaret edin: http://www.haltadefinizione.com/

Vatan, 04.10.2010

İNŞAATTAN HEYKEL BAŞI ÇIKTI

 

Sivas'ın Gürün İlçesi'nde, özel bir öğrenci yurdunun inşaatının temel kazısı sırasında "heykel başı'' bulundu.

 

Gürün Kaymakamı Ömer Kalaylı, Çayboyu Mahallesi'ndeki özel bir öğrenci yurdu inşaatının kazısı sırasında kepçe tarafından bir kadını figür eden heykelin sadece baş kısmının bulunduğunu kaydetti. Heykel başının emniyete götürülerek muhafazaya alındığını ve kazı çalışmalarının durdurulduğunu ifade eden Kalaylı, "İnşaat alanında olası bir tarihi eser yada heykelin devamı olan parçaların çıkması ihtimaline karşılık çevre emniyeti alınmış ve kazı durdurulmuştur. Müze Müdürlüğü yetkililerinin nezaretinde bundan sonra ne yapılacağına karar verilecektir'' dedi.

 

MÖ 2000'li yıllarda Hititlerden beri çeşitli medeniyetlere beşiklik eden Gürün'de çok sayıda eski eser ve yazıt bulunuyor. Heykel başının hangi döneme ait olduğu ise inceleme sonucunda anlaşılacak.

Sabah, 04.10.2010

SAVARONA HEMEN MÜZE OLAMIYOR

 

 

Atatürk’ün son dönemlerini geçirdiği, son günlerde fuhuş operasyonuyla gündeme gelen Savarona yatının kamuya devredilmesi konusunda mesafe alınamadı. Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay ile Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in konuyla ilgili temasına rağmen, yatla ilgili fesih sürecinden dolayı somut adım atılamadı. Yatın akıbetine fesih işlemlerinin tamamlanmasından sonra karar verilecek. Fesih sürecinin ise firmanın itirazı nedeniyle yargıya taşınması ve uzaması bekleniyor.

Savarona’daki fuhuş skandalının ortaya çıkmasından sonra Günay sorumlu olarak Şimşek’i işaret etmiş, Şimşek de yatı kullanan firma ile sözleşmenin feshedilmesi talimatını verdiğini açıklamıştı. Bu açıklamalardan sonra Şimşek ile temasa geçeceğini belirten Günay, yatı işletmeye talip olduğunu ifade ederek, Savarona için Atatürk’ün anılarının yaşatılacağı “yüzer müze” formülü üzerinde durduğunu söylemişti.

Alınan bilgiye göre iki bakanın temasında “yeni bir gelişme” olmadı. Yat sözleşmesinin fesih işleminin başladığı öğrenilirken, fesih işlemi bitene kadar bekleme kararı alındığı belirtildi. Buna göre, geminin Kültür ve Turizm Bakanlığı’na devredilmesi, müze haline getirilmesi gibi formüller fesih işlemlerinin tamamlanmasının ardından gündeme gelebilecek.


Bakan Ertuğrul Günay, dün Atatürk Havalimanı Genel Havacılık Terminali apronunda düzenlenen Airex 2010 fuarını ziyaretinde konuya ilişkin olarak Maliye Bakanlığı’nın bir fesih işlemi olduğunu belirterek, “Bu gerçekleştirilirse yeni bir değerlendirme düşüneceğiz” dedi.

Milliyet, Haber: Mithat Yurdakul, 04.10.2010

"MİLLİ SAVUNMA BAKANLIĞI O DEPOLARI NEDEN BOŞALTMIYOR?"

 

Milli Savunma Bakanlığı İç Tedarik Komutanlığı’nın tarihi tescilli 4 binayı halen depo olarak kullanması tartışma yaratıyor. “Alışkanlıklardan ya da kolaylıklardan vazgeçmek galiba çok hızlı olmuyor” diyen Bakan Günay boşaltılacağı konusunda sözler verildiğini söylüyor.

 

İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti projesinin en önemli ayaklarından biri olan ve Topkapı Sarayı ile çevresinin iyileştirme çalışmalarını da içeren Sur-i Sultani projesi kapsamında, Zührevi Hastalıklar Hastanesi, Matbaacılık Meslek Lisesi, Telekom Binası boşaltılırken Milli Savunma Bakanlığı İç Tedarik Komutanlığı’nın kullandığı tarihi tescilli 4 binanın halen depo olarak kullanması tartışma yaratıyor.


Geçtiğimiz yıl 28 ve 29 Kasım tarihlerinde Milliyet gazetesi, konuyu manşetine taşıyarak, söz konusu binaların neden Kültür Bakanlığı’na devredilmediğini sorgulamıştı. Hem bu yapıların akıbetini hem de son günlerin en çok konuşulan konuları, AKM ve 2010 çalışmalarını Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay ile konuştuk.


Milli Savunma Bakanlığı İç Tedarik Komutanlığı’nın kullandığı binaların boşaltılması isteğiniz üzerinden 1 yıl geçti. Bu süre zarfında bakanlık olarak ne gibi çalışmalar yaptınız?
Birkaç ay önce o binaları gezdim, boş ve bakımsızdı. Konuyu, Maliye, Milli Savunma ve Kültür ve Turizm Bakanlığı olarak aramızda değerlendirdik. O yapıların prensipte bizim bakanlığa verilmesi konusunda bir görüş birliği var. Fakat zamanlaması konusunda Milli Savunma Bakanlığı’nın bir inisiyatif kullanması gerekiyor.


O binaların battaniye, bot gibi malzemelerin deposu olarak kullanıldığı belirtilmişti.
Ben gezdiğimde tamamen boştu. Bazı mevsimlerde doluyor bazılarında boşalıyor diye açıkladılar. O tescilli 4 yapı çok bakımsız. Topkapı Sarayı’nın ihtiyaçları için çok iyi biçimde değerlendirmemiz gereken bu yapıları böyle bakımsız bırakmaya içim elvermiyor. O binaların bir an önce bize intikalini bekliyorum. Bu konuyu da önümüzdeki günlerde Bakanlar Kurulu’na ve sayın Başbakan’a tekrar götüreceğim.


Binaların boşaltılması konusunda daha hızlı hareket edilememesinin nedeni Milli Savunma Bakanlığı’nın orayı boşaltmak istememesinden kaynaklanıyor olabilir mi?
Alışkanlıklardan ya da kolaylıklardan vazgeçmek galiba çok hızlı olmuyor. Aslında o yapılar İç Tedarik Komutanlığı tarafından şu anda çok yoğun biçimde kullanılmıyor ama bir yerleşik düzen var, onu kimse bozmak istemiyor. 4 yapıyı aldığımız zaman Topkapı’daki porselenlerimizi, kaftanlarımızı, kumaşlarımızı, silahlarımızı sergileyeceğimiz inanılmaz mekanlar ortaya çıkacak. Bu arada bazı spekülasyonlar duydum; o yapıların turizm amacıyla kullanılacağına ilişkin. Katiyen doğru değil. Bunu yazılı olarak Milli Savunma Bakanlığı’na da bildirdim. Tamamen Topkapı Sarayı’nın ihtiyaçları için kullanılacaklar. Çevresindeki tarihi dokuyla uyumsuz barakaları da yıkacağız, arazi temizliği ve kazı çalışması başlatacağız.


Milli Savunma Bakanlığı’nın başka bir depo bulması söz konusu olamaz mı?
Yiyecek, giyecek deposu bulması çok kolay bir şey. Niyet etmekle ilgili.


Neden boşaltılmıyor peki?
Basın olarak onu siz sorun bence. Manşet atın ve deyin ki ey Milli Savunma Bakanlığı bu tarihi tescilli binaları battaniye, bot deposu olarak, üstelik de doğru düzgün kullanmıyorsunuz da niye hala boşaltmıyorsunuz? Üstelik Topkapı Sarayı’nın depoları tıkış tıkış. Topkapı depo değil ki, oranın mimari olarak sergilenmesi lazım. Topkapı Sarayı’nın bütün odalarını, mekanlarını açmalıyım.


Binaların boşaltılmaması durumunda bir planınız var mı?
Öyle bir şey olamaz. Dünyanın her yerinde tarihsel mekanların nasıl korunduğunu biliyoruz. Bunu Milli Savunma Bakanlığı’na ben anlatacak değilim. Bizimle aynı duyarlılığı onlar da paylaşıyor. Ama yer bulma, bir yerleşiklikten vazgeçme, belki biraz ağırdan alma düşüncesi var.


Çok eminsiniz boşaltılacağından.
Bana bu konuda sözler verildi.


Matbaa Lisesi, Telekom Binası, Zührevi Hastalıklar Hastanesi nasıl bir işleve bürünecek?
Konservasyon ve rölöve müdürlüklerimizi Matbaa Lisesi’ne alacağız. O binayı da hüsnü hat müzesi ve kitap sanatı müzesi yapacağız. Alay Köşkü edebiyat kütüphanesi, bir tür yazarlar evi olacak. Alay Köşkü bakanlığa verilmiş bir yapıydı, hani diyorlar ya bunlar saraylara yerleşiyorlar diye. Ben hiçbir zaman orayı sevmedim, bir iki kez kullandım sadece. Telekom’dan aldığımız telgrafhaneyi müzik müzesi yapıyoruz.


Zührevi Hastalıklar Hastanesi’ni kültür turizm amaçlı kullanmayı düşünüyoruz. Topkapı’nın depolarındaki eserleri ise İç Tedarik Komutanlığı’nın kullandığı binalarda sergileyeceğiz; o dört bina aynı zamanda etkinlik mekanı olacak.

 

2010’un sonlarına yaklaşmaya başladık. Siz nasıl değerlendiriyorsunuz 2010 çalışmalarını?
2010 Avrupa Kültür Başkenti projesine büyük destek verdik. 2010 Ajansı’nın yasası hem bizim bakanlığımızın hem de meclisin ilk kanunu oldu. 2-3 yıl sonra bakınca acaba bir yasa çıkarmakla doğru mu yaptık diye kendimi yargılıyorum.


Neden?
Yasayla kurulmuş bir ajans, kurum yerine acaba daha sivil ve gönüllü işbirliği yapmak doğru olmaz mıydı, kültür projesinde diye düşünüyorum. Yasa biraz bürokrasi yarattı gibi hissediyorum. Ve işi yavaşlattı mı diye düşünüyorum. Ama bunun dışında Ajans büyük bir gayretle çalıştı.

 

Ajans’ın amaçlarından biri de sivil toplumdan sponsorluk destekleri bulmaktı.
O gerçekleşmedi. Tamamen devletin verdiği kaynaklar. Madem o kaynaklar kullanılacaktı, kanunla benim karşıma ajans kurumlaşması çıkarmak gerekir miydi? Ben kendi kaynağımı kullanırken 40 tane ajans bürokrasisiyle uğraşıyorum. İstanbul ile ne kadar çok yapacak şeyimiz olduğunu öğretti Avrupa Kültür Başkenti projesi.

 

AKM ile ilgili bir şey yapma şansımız kalmadı demiştiniz daha önceki açıklamanızda. En azından teknik iyileştirme için bir proje gerçekleştirmek istediğinizi söylemiştiniz. Orada son durum nedir?
Yapılamadı ve maalesef yapılacak gibi gözükmüyor. Güçlendirme sorunları çıktığından dolayı beş, on trilyona bitecek bir iyileştirme projesi imkansız hale geldi. Basit bir teknik düzenleme bile 50 trilyona çıkacak hale geldi. Bizim bu kadar bütçe bulmamız mümkün değil. AKM’yi böyle bir itiraz olacağını bilsem boşaltmazdım ve eski yapısıyla sürmesine içim acıyarak imkan verirdim. AKM’nin 2010 Ajansı’nın bir numaralı derdi olması gerekirken benim bir numaralı derdim haline geldi, bunu da şaşkınlıkla karşılıyorum. Ajans bunu bir numaralı derdi olmaktan çıkardı.


2010 Ajansı’nın AKM için geçerli olan bütçesini kullanamaz mıydınız?
AKM projesi iptal edilince Ajans o kaynağı başka yerlere kullandı. Ajans o kaynağı bize seferber etmedi.

Milliyet, Haber: Yasemin Bay, 04.10.2010

MISIR'DA ANTİK YOLUN SONUNDAKİ ETKİLEYİCİ VAHA ŞEHRİ

 

 

Son 20 yıldır John Coleman Darnell ve karısı Deborah, bugünkü adı Luksor olan Teba'daki antik harabelerden Nil Nehri'nin batısına doğru ilerleyen eski karavan yolunda gidip geliyor. Ancak binlerce yıl insan ve eşek trafiğiyle şekillenmiş bu ve benzeri yolların nereye gittiği bilinmiyor. Yaptıklarına çöl-yolu arkeolojisi adı veriliyor. Darnell çifti, firavunlar zamanında askerler, tüccarlar ve diğer gezginlerin kamp yaptıkları yerleri buldu. Bir dört yol ağzında bulunan kayalıklarda, kireçtaşına kazınmış bazı sahneler buldular. Bunlar Mısır tarihinin en eski buluntularından. Darnel çiftinin birlikte yönettikleri Yale Üniversitesi projesi Teba Çöl Yolu araştırması, daha önce çok itibar edilmeyen karavan yolları ve vaha yerleşkelerinin antik Mısır için önemine dikkat çekiyor. Ağustos sonunda Mısır hükümeti, bu araştırmanın en büyük keşfini açıkladı. Luksor'un 177 kilometre batısında ve Kahire'nin 483 kilometre güneyinde eski bir koloninin kalıntıları bulundu. Ekonomik ve askeri bir merkez görevi gören bu koloni, 3 bin 500 yıl önce zamanına göre oldukça büyük bir yerleşim merkeziydi. Bu koloni, çölde bulunan en eski kasabaydı.

Yale'de Eski Mısır Uygarlığı Profesörü John Darnell, bu keşfin Mısır'ın geçmişine dair çok az bilinen bir döneme ait tahminleri tamamen değiştirebileceğini ve medeniyetin canlanmasında çöl vahasının oynadığı rolü yeniden belirleneceğini söylüyor. 88 hektarlık kazı alanı, Kharga Vahası'nda bulunuyor. Çölde, kuzeyden güneye doğru 97 kilometre boyunca uzanan sulak bir vaha olan bu alan Teba'dan başlayan antik Girga Yolu'nun sonunda bulunuyor. Darnell çifti bu koloninin varlığı konusundaki ilk belirtileri 10 yıl önce bir tapınak bulunca fark ettiler. Milattan Önce 6'ncı yüzyılda Pers İmparatorluğu himayesi altında olan bölgedeki bu tapınağın vahanın önemini gösterdiğini belirtiyorlar. Eşi gibi Mısır uygarlığı eğitimi almış olan Deborah Darnell, "Bölgenin stratejik bir önemi olmasaydı tapınak orada olmazdı" diye anlatıyor.

Daha sonra tapınaktan daha eski çanak çömlek parçaları bulmaya başladı. Bazı seramik parçalar dışarıdan, Mısır'ın güneyindeki Numibya'dan ithal edilmişti ancak çoğu yerel yapımdı. Bu bölgede geniş çaplı seramik üretimi olması, koloninin mevsimlik olarak kullanılmadığını, sürekli burada kalan yerleşik nüfusun büyük olduğunu gösterdiğini belirtiyorlar. 2005'te Darnell çifti ve ekip, çok önemli bir keşif yapacaklarını fark etmeye başladılar. Kerpiç duvarlar, değirmentaşları, fırınlar, kül yığınları ve kırılmış ekmek kalıpları kalıntıları buldular. Darnell, bulunan fırın eşyalarıyla birlikte orada bir askeri garnizon olduğuna dair kanıtları açıklayıp, "Kolonide bir orduyu doyurmaya yetecek ekmek pişiyordu" diyor. Buluntulardan esinlenerek, koloniye "Umm Mawagir" ismi verilmiş. Bu Arapça "Ekmek kalıplarının anası" anlamına geliyor.

Ekip aynı zamanda tahıl ambarları, depolar, atölyeler ve idari bir binaya benzeyen kalıntılara da rastladı. Kolonide büyük ihtimalle birkaç bin kişi yaşıyordu. Kendi tahıllarını yetiştiriyorlardı ve geniş bir bölgeyle ticari bağları vardı. Çölde bir kesişme noktasında bulunan kalıntılar antik dünyanın bir mucizesi. Darnell Yale Üniversitesi Mezunları dergisine verdiği bir mülakatta, "İnsanlar Nil Nehri'nin kıyısındaki inanılmaz mimari eserlere bakıp etkileniyor. Ancak, dünyanın en kuru ve yaşanması zor çöllerinden birindeki bir vahada yaşamak için bu insanların ne kadar çaba harcadığını da anlamalılar" dedi.

Sabah, Kaynak: New York Times, Haber: John Noble Wilford, 04.10.2010

YUNANİSTAN'DA 10 BİN OSMANLI ESERİ

 

 

Dışişleri Bakanlığı tarafından yapılan bir araştırmada, Yunanistan'da Osmanlı mimarisine ait 10 bin eser bulunduğu ortaya çıktı. Eserlerin yarısı halen ayakta, ancak hiçbiri müze değil.

 

Araştırma, Osmanlı cami ve külliyelerinin bugün ev olarak kullanıldığını, hatta minarelerin kaidesinde artık çamaşır makinelerinin yer aldığını da gözler önüne seriyor.

 

Türk Dışişleri Bakanlığı adına sanat tarihçisi Neval Konuk tarafından Yunanistan'da yapılan araştırma, 4 yıl sürdü. Konuk, Yunanistan'ı baştan aşağı gezdi, tek tek Osmanlı eserlerinin izini sürdü.

 

Neval Konuk, Yunanistan'ın çeşitli bölgelerine dağılmış Osmanlı İmparatorluğu döneminden kalan tam 10 bin mimari yapıyı gün yüzüne çıkardı. Eserlerin 5 bini halen ayakta, ancak kültürel mirasın hiçbiri müze haline getirilmemiş.

 

Cumhuriyet’in ilk yıllarında, Yunanistan ile Türkiye arasındaki mübadele sırasında Anadolu'dan giden Rumlar, camilere yerleşmiş ve bu camileri ev olarak kullanmaya başlamışlar.

 

Bir envanterde toplanan bu kayıtlar, Dışişleri Bakanlığı tarafından Türkçe, İngilizce ve Yunanca kitap haline getirildi.

Ntmsnbc, 03.10.2010

KIZILCABÖLÜK'TE TARİHİ ESER OPERASYONU

 

Denizli İl Jandarma Komutanlığı'nın Tavas İlçesi'ne bağlı Kızılcabölük beldesinde düzenlediği operasyonda, heykeller ve Bizans ve Roma dönemine ait gümüş sikkeler ele geçirildi.

 

Edinilen bilgiye göre, İ.T. ve M.A.Ö. isimli şahısların ellerinde bulunan tarihi eserleri satacağı istihbaratını alan İl Jandarma Komutanlığı ekipleri, harekete geçerek söz konusu kişilerin evlerine baskın düzenledi. Düzenlenen operasyonda 4 adet heykel, 120 adet Bizans ve Roma dönemine ait gümüş sikke, bir adet metal kasa, 4 adet yüzük ve 8 adet metal obje ele geçirildi.

 

Olayda ele geçirilen malzemeler Denizli Müze Müdürlüğü'ne teslim edilirken, adli makamlara sevk edilen İ.T. ve M.A.Ö. tutuklanarak cezaevine gönderildi.

Denizli Kent Haber, 04.10.2010

DEMRE'YE İLGİ İKİ KATINA ÇIKTI

 

Antalya'nın Demre İlçesi'ndeki Noel Baba Müzesi ve Myra antik kentini ziyaret edenlerin sayısı, geçen yıla oranla arttı.

 

Noel Baba Müzesi yetkililerinden alınan bilgiye göre, geçen ay müzeyi 73 bin 809 kişi ziyaret etti ve bu ziyaretlerden 371 bin 155 TL gelir elde edildi. Müzenin geçen yılın aynı ayında 67 bin 178 kişi tarafından ziyaret edildiği, bu ziyaretlerden de 356 bin 487 TL gelir elde edildiği belirtildi.

 

Müzeyi 9 aylık dönemde ziyaret eden yerli ve yabancı turist sayısı 363 bin 243 oldu. Geçen yılın aynı döneminde 340 bin 854 kişinin ziyaret ettiği Noel Baba Müzesinin gelirlerinin de 1 milyon 753 bin 702 TL'den 1 milyon 857 bin 293 TL'ye yükseldiği kaydedildi.

 

Demre'deki Myra antik kenti de gelir ve ziyaretçi sayısı bakımından iyi bir dönem geçirdi. Myra antik kentini geçen ay 72 bin 904 kişi ziyaret etti, bu ziyaretler karşılığında 373 bin 980 TL gelir elde edildi. Antik kenti, geçen yılın eylül ayında 66 bin 632 kişinin ziyaret ettiği ve 362 bin 795 TL gelir elde edildiği belirtildi.

 

Myra antik kentini dokuz aylık dönemde ziyaret eden turist sayısı da 334 bin 393'ten 362 bin 4'e yükseldi. Ziyaretçi sayısıyla birlikte antik kentten elde edilen gelirde de yükseliş oldu. Myra antik kentinin geçen yıl 1 milyon 710 bin 303 olan geliri, bu yılın 9 aylık döneminde 1 milyon 848 bin 640 TL'ye yükseldi.

Hürriyet, 03.10.2010

346 YILLIK KONAK TURİZME KAZANDIRILIYOR

 

 

Çorum'un Boğazkale İlçesi'nde 346 yıllık Dulkadiroğulları Konağı, kaymakamlık tarafından restore edilerek turizme kazandırılacak.

1664 yılında yapılan Dulkadiroğulları Konağı, Boğazkale Kaymakamlığı tarafından ''Yap, işlet, devret'' modeli ile restore edilerek ziyarete açılacak.

Tarihi konak düzenlenen protokol ile bugün kaymakamlığa devredildi. Çorum Valisi Nurullah Çakır'ın da katıldığı devir töreninde Boğazkale Kaymakamlığı ve Dulkadiroğulları mirasçılarında Kaplan Dölarslan ile kardeşi Hasan Dölarslan arasında protokol imzalandı.

Köylere Hizmet Götürme Birliği tarafından restore edilecek konak, turizmin hizmetine sunulacak. 15 yıl işletildikten sonra tarihi konak tekrar mirasçı ailenin isteğine göre değerlendirilecek.

Geniş bahçesi bulunan konak haremlik, selamlık, hamam ve ekmek fırını gibi bölümlerden oluşuyor.

Boğazkale Kaymakamı Murtaza Dayanç, konuyla ilgili AA muhabirine yaptığı açıklamada, UNESCO tarafından Dünya Kültür Mirası tescilli olan Hattuşa ve Yazılıkaya Açık Hava Tapınağı'nın yer aldığı Boğazkale'yi her yıl binlerce yerli ve yabancı turistin ziyaret ettiğini söyledi.

İlçenin mevcut turizm alt yapısını iyileştirmeye ve kapasitesini artırmaya yönelik çalışmalara bir yenisini eklediklerini anlatan Dayanç, ''Dulkadiroğulları Beyliği'ne mensup Dölarslan ailesine ait, 346 yıllık tarihi bir konak için protokol imzaladık. 'Korunması gerekli taşınmaz kültür varlığı' olarak tescilli tarihi konak, 'yap, işlet, devret' modeli ile restorasyonu yapılarak sanat ve turizm amaçlı hizmete sunulacak'' dedi.

Habertürk, 03.10.2010

İSLAMİ SANAT ESERLERİ LONDRA'DA GÖRÜCÜYE ÇIKTI

 



 

İslam ve Hint dünyasına ait sanat eserleri, İngiltere'nin başkenti Londra'da bulunan Christie's Müzayede Evi'nde açık artırmaya çıkarılıyor.


9'uncu yüzyıldan 19'uncu yüzyıla kadar 400 değerli ve nadir sanat eserinin sergilendiği müzayedede Safevi kadife paneli 800 bin ila 1 milyon 200 bin euro civarında satışa sunulurken, tek olduğu sanılan Memluk fildişi ahşap kapı 900 bin ile 1 milyon 200 euro, 11. yüzyıla ait olan ipek bir elbise ise 500 bin ila 800 bin euro arasında alıcılarına sunulacak. Christie's Müzayede Evi'nin İslam Eserleri ve Halı Departmanı Direktörü William Robinson, Müzayede evinde Osmanlı Devleti'nden değerli ve çeşitli eserleri ellerinde bulunduklarını belirtirken, "Abdülkadir Omarigi tarafından Sultan İkinci Murat'a atfedilen el yazması, 16. yüzyıldan kalan ve orijinal renklerini muhafaza eden Kuran-ı Kerim gibi çok değerli eserleri burada bulunduruyoruz" dedi. İslam ve Hint sanat eserleri 1-4 Ekim arasında Christie's Müzayede Evi'nde sergilenirken, 5 Ekim tarihinde de açık artırmaya sunulacak. Açık artırmadan elde edilecek toplam gelirin 8 milyon euro civarında olması bekleniyor.

Türkiye Gazetesi, Haber: Ersen Ermiş, 03.10.2010

 

******


OSMANLI ESERLERİ LONDRA'DA SATILACAK

 

 

İngiltere’nin başkenti Londra’da bugün düzenlenecek müzayedede, Osmanlı dönemine ait eserler satışa sunulacak.

 

Dünyaca ünlü müzayede evi Christie’s’de yapılacak müzayedede Osmanlı dönemine ait 70 eser yer alıyor. Bu eserler arasında seccadeler, Kuran-ı Kerim’ler, halılar, İznik çinileri, ibrikler ve hatlar bulunuyor. Christie’s İslam Sanatları Bölümü Başkanı William Robinson, “Türkiye’de, bu eserleri satın alıp, ülkeye geri götüren çok iyi bir müşteri profilimiz var. Bu profil gün geçtikçe daha da büyüyor” diye konuştu.

Milliyet, 04.10.2010

 

******


OSMANLI ESERLERİNE BÜYÜK İLGİ

 

 

İngiltere'nin başkenti Londra'da düzenlenen "İslam ve Hint eserleri" müzayedesinde, Osmanlı dönemine ait Kuran-ı Kerim 103 bin 250 sterline (yaklaşık 237 bin TL) satıldı.

 

Dünyaca ünlü Christie's müzayede evindeki açık arttırmada, 407 eser arasından Osmanlı dönemine ait 70 kadar eser de satışa çıkarıldı. Bu eserler arasında seccadeler, Kuran-ı Kerimler, halılar, İznik çinileri, ibrikler ve hatlar yer aldı.

 

İlginin yoğun olduğu müzayedede, 16. yüzyılın ilk yarısına, Kanuni Sultan Süleyman dönemine ait Kuran-ı Kerim, 103 bin sterline alıcı buldu. Kuran-ı Kerim tahmin edilenden daha yüksek fiyata satıldı, 30 bin ile 50 bin sterlin arasında alıcı bulması bekleniyordu.

 

Müzayedede yüksek fiyata satılan bir diğer eser ise, yine Osmanlı döneminden, 18. yüzyılın ikinci yarısına ait yaldızlı bakır tombak oldu. 115 bin 250 sterline (yaklaşık 265 bin TL) alıcı bulan ve üzerindeki zinciriyle nadir örneklerden biri olan tombağın, 20 bin ile 30 bin sterlin arasında satılması öngörülüyordu.

 

Müzayedede, Osmanlı Sultanı 2. Mahmut'un mektubu ise 61 bin 250 sterline (yaklaşık 140 bin TL) satıldı. 2. Mahmut'un, Kaçar hanedanı veliahdı Abbas Mirza'ya yazdığı 1817 tarihli mektubun, 25 bin ile 35 bin sterlin (yaklaşık 55 bin - 77 bin TL) arasında satılması bekleniyordu.

 

Aynı fiyata alıcı bulan bir diğer önemli eser ise, 1560 tarihli İznik çinisi sürahi oldu. Üzerinde gemi motifleri bulunan sürahi, 61 bin 250 sterline (yaklaşık 140 bin TL) satıldı.

 

Bu arada müzayedede, İranlı müzisyen Abdülkadir El Meragi'nin Osmanlı Sultanı 2. Murat'a ithaf ettiği "Mekasıd ül-Elhan" adlı ilmi eseri satılmadı. 1418-21 tarihlerinde yazılan eserin, 400 bin ile 600 bin sterlin (yaklaşık 880 bin TL- 1 milyon 320 bin TL) arasında alıcı bulması bekleniyordu.

 

Christie's müzayede evi satıştan önce, Osmanlı eserlerini diğer satışa sunulan eserlerle birlikte, Londra'nın merkezindeki şubesinin bir katında sergiledi. Müzayedenin tamamındaki satışlardan, 11 milyon 200 bin sterlin (yaklaşık 25 milyon TL) kazanıldı.

Hürriyet, 06.10.2010

CAMİDEN ÇALINAN SAKAL-I ŞERİF İMAMDAN ÇIKTI

 

Üsküdar'daki bir camiden çalınan "sakal- ı şerif", Çengelköy'de başka bir caminin imamının evinden çıktı. Evinde, tarihi 6 tablo, el yazmaları ve madalyonlar da bulunan zanlı imam, açığa alındı.

 

Tarihi Şemsi Ahmet Paşa ve Çakırcı Hasan Paşa camileri eylül ayında arka arkaya soyuldu. Şemsi Ahmet Paşa camisinin güvenlik kamerasına takılan bedensel engelli hırsız, "sakal- ı şerif" saklandığını sandığı içi boş sedef kaplama sandukayı çalıp kaçtı. Ancak diğer camiden çalınan sedef kaplamalı ve tarihi değeri bulunan sandukanın içinde "sakal- ı şerif" de vardı. Polis hırsızı yakalamaya çalışırken Çengelköy'deki bir imamın evinde kaçak tarihi eser bulunduğu ihbarı geldi. İmam D.Ö.'nün evinde 5 tablo, el yazmaları, biri Rus biri Osmanlı yapımı 3 madalyon ile Çakırcı Hasan Paşa Camisi'nden çalınan "sakal- ı şerif" çıktı. Bir gece nezarette kalan D.Ö. savcıya, "sakalı şerif" bulunan tüpü kendisine iki kişinin getirdiğini, çalıntı olduğunu bilmediğini savundu. D.Ö. resmi görevli olduğu ve delilleri karartma ihtimali bulunmadığı gerekçesiyle mahkemeden serbest kaldı. Daha önce de adı benzer bir olaya karıştığı belirlenen imam açığa alındı.

Sabah, Haber: Erdoğan Yapık, 03.10.2010

ANİ'DE NAMAZA KİLİSEDEN TEPKİ

 

Ermenistan Kilisesi’nden yapılan açıklamada, “Milliyetçi Hareket Partisi’nin, Türk yetkililerin izniyle Ani’deki Ermeni Hıristiyan kilisesinde ibadet töreni düzenlediğini öğrenmek-ten dolayı kızgınız. Bu adım, dini duygularla ya da dini özgürlükle alakası olmayan politik bir provokasyondur. Ermenilere karşı hoşgörüsüzlük ve  nefret tohumları eken bu tür davranışları kınıyoruz” denildi. Fransız AFP ajansı da, Ani’de namaz kılınmasının, Akdamar Kilisesi’nde geçen ay düzenlenen ayine yanıt olarak görüldüğünü belirtti.  

Milliyet, 03.10.2010

"KARGALAR AKSİDİR, ŞAHİNLERİ KOVALAR"

 

İstanbul Topkapı Sarayı Müzesi Başkanı Prof.Dr. İlber Ortaylı’nın saraya zarar veren kargalara karşı “şahinle mücadele” yöntemine Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu yardımcı olacak. Eroğlu, “Sayın Ortaylı bize resmen müracaat etsin. Şahini biz buluruz. Biz kelaynak bile bulduk, Suriye’ye gönderdik” dedi.

 

Karadeniz Avcılık ve Yaban Hayatı Federasyonu Başkanı Kadir Engin ise Ortaylı’nın çözüm önerisinin yanlış olduğunu dile getirerek, “Karga aksi bir hayvandır, şahinleri kovalar. Doğanlara kafa tutuyor. Şahin küçük kuşları yakalamak için yaşıyor. Ama istenirse Artvin’de, Ardeşen’de, Hopa’da şahin çok” diye konuştu.

Atatürk Orman Çiftliği Genel Müdürü Ömer Bülent Arslan, Ankara Hayvanat Bahçesi’nde fazla şahin varsa Saray için verebileceklerini ifade etti. Ellerinde 9 şahin olduğunu aktaran Hayvanat Bahçesi Müdürü Nadir Şahin, şunları söyledi: “Bizdeki şahinler yabani. Sarayın ihtiyacı olan evcil, eğitimli şahinler. Hayvanat bahçesindekiler uçar gider. Eğitimli bir şahin bulmak lazım. Bizimkiler ele alışmamış.”

Hürriyet, Haber: Umut Erdem, 03.10.2010

AKDAMAR'A HAÇ TAKILDI

 

Uzun tartışmalara neden olan 2 metre boyunda, 110 kilo ağarlığındaki haçın yerine takılması için iskele kuruldu.

 

Kubbeye takılan haç, akşam saatlerinde Van’a gelen Türkiye Ermeni Patrikhaneleri Ruhani Başkanı Başrahip Tatula Anuşyan tarafından kutsandı.


Ermenistan Kilisesi’nin haç takılmadığı gerekçesiyle ilk ayine katılmadığı Akdamar Kilisesi 2007’de anıt müze olarak açılmıştı.   

Milliyet, Haber: Murat Çağlar, 03.10.2010

"İSTANBUL'U SEVEN OTURUP AĞLASIN, BU ÇEŞMELER NİYE KAYIP?"

 

 

İstanbul'da insan, yürüdüğü yola bile şüpheyle bakmalı kimi zaman; burada çok değil yarım asır önce bir cami vardı belki ya da güzelim bir çeşme... Şu karşı apartmanın yerinde bir hamam, otoparkın üzerinde ahşap bir konak... Ama tabii, bir bilen yoksa yanınızda, "Aslında burada..." diye başlayan cümleler kurulmuyorsa nereden gelecek aklınıza, her şey gördüğünüz gibidir, yol yoldur, bina binadır işte...

Bizim yanımızdaki 'bir bilen' Nazlıgül Bulut idi, pek yakında piyasaya çıkacak 'Fatih'in Kayıp Çeşmeleri' kitabının yazarı... Onunla 'bulabildiği' kayıp çeşmeleri konuştuk, bu bahis hüzünlüydü; ama o kütüphane senin, bu arşiv benim dolaşıp yer ile yeksan olan çeşmelerden bir iz araması heyecan vericiydi. Sizce de öyle değil mi; İstanbul sokaklarında bir kadın, elinde eski bir fotoğraf ya da altmış yıl öncenin kitaplarından çıkarılmış yarım yamalak bir tarif, bir vakitler var olan hatta hala orada durduğu zannedilen tarihi çeşmelerden birini arıyor. Şehir o günden bu güne tanınmaz olmuş, ne sokaklar kalmış yerinde, ne sokak adları... İki küçük çocuğunu annesine bırakıp bir belediye otobüsüne atlamış üstelik... Şu köşeyi dönünce görecek; aradığı orada mı, değil mi? O köşeleri dönüp de göremediği 54 çeşme var Nazlıgül Bulut'un, 54 hayal kırıklığı, 54 keder, 54 öfke; "Böyle güzel bir çeşmeyi kim parçalayıp yok edebilir?" 1. Mahmut'un yaptırdığı harikulade bir çeşme bile musluğuyla kitabesiyle dümdüz edilirse... Kitapta, yıkılmadan önce çekilmiş son fotoğrafıyla görünen bu zarif çeşmenin akıbeti çok üzmüş olmalı ki Bulut'u, "Şehrinizi seviyorsanız, oturur ağlarsınız." diyor.

Mezar taşı yapılan çeşme kitabeleri
Çeşmelerin izini sürmek her zaman böyle üzücü olmamış; ama çelişkili duygular içinde bırakmış Nazlıgül Hanım'ı, artık yerinde olmayan bir çeşmenin nasıl olmuşsa muhafaza edilebilmiş bir motifinin ya da kitabesinin peşine düşmek, bulunca çocuklar gibi sevinmek; ama aynı zamanda durumun hazinliğini fark edip üzülmek... Bir gün mesela, bir duvar çeşmesi arıyor Bulut, çok özellikli bir çeşme değil; ama olsun, atalardan yadigar yine de... Yadigar; ama hani nerede? Mescidin duvarına yaslanıyor, elindeki şişeden bir yudum su alıyor ve o esnada gözü haziredeki bir kitabeye takılıyor. Arayıp da bulamadığı çeşmenin kitabesi, kim bilir hangi düşünceyle bir mezarın başına dikilmiş. Şimdi define bulmuş gibi sevinmeli mi, yoksa 'defineyi' bu halde gördüğü için üzülmeli mi? İki duygu bir arada; Fatma Tiryal Hanım tarafından Aksaray'da yaptırılan Hakkı Paşa Çeşmesi'nin kitabesini sadece tahmin yürüterek bir müzede bulduğu gün ne hissetiyse öyle... Fatma Tiryal Hanım kim, belli değil, ondan geriye kalan tek şey; bu çeşmeyi yaptırabilmek için hayli uğraştığını gösteren yazışmalar ve bir gün bir müzede görmeyi hiç istemeyeceği o kitabe... Bu hayırsever hanım nereden bilebilirdi ki, amel defteri açık kalsın diye yaptırdığı o çeşme gün gelip yıkılacak, "Her şeye su ile hayat verdik." ayeti kerimesiyle tezyin edilen kitabe önce bir mescidin haziresine sonra müzeye kaldırılacak ve kendisi gibi gayretli bir hanım, bir asır sonra kalkıp "Bari Fatma Tiryal Hanım'ın hatırı için çeşmeyi yıkmasalardı." diye yazıklanacak.

 


Çeşme, uzun bir zaman önce yok olmuş, türbe ise apartmanlar arasında sıkışıp kalmış bir halde ayakta durmaya çalışıyor. (2009)

 

Bir kadının Fatih sokaklarında kayıp çeşmeler araması, başlı başına hoş, sevimli hatta saygı uyandırıcı bir eylem olduğu için belki de sahaya inmeden önce yapılan masa başı çalışmalarına değinmeyi unuttuk. 2007'nin sonunda ciddi bir bibliyografya taramasıyla işe koyulan Nazlıgül Bulut'u teşvik edenler çok olmuş; ama o en çok da 'danışmanlarım' dediği kaynak kitaplardan faydalanmış. İ. H. Tanışık'ın 1944'te basılmış 'İstanbul'un Çeşmeleri' kitabı, Semavi Eyice'nin 'Eski İstanbul'dan Notlar'ı, bazen kağıt peçete üzerine bile çeşme kitabesi kaydeden Süheyl Ünver'in notları, çizimleri... Bir de kapısı aşındırılan mekanlar var tabii, kütüphaneler, müzeler, belediyeler... Ve dedektif titizliği; taştaki bir çizikten hareketle iz sürmeler, kıyaslamalar, çeşmelerin eski fotoğraflarına ulaşmak için didinmeler, zihinde sürekli dönüp dolaşan sorular; "O kitaptaki fotoğraf, kütüphanedeki fotoğrafla aynı mıydı? O çeşme acaba o yoldan sağa dönünce miydi?" Karşımızdaki kadının İstanbul'u sevdiği aşikar... O da öyle söylüyor zaten; "Bu çalışma bana Allah'ın bir lütfudur, doğup büyüdüğüm Fatih'e bir hediyedir."

'Fatih'in Kayıp Çeşmeleri' kitabının bir KUDEB (Koruma Uygulama ve Denetim Müdürlüğü) projesi olduğunu söyleyelim. Harap vaziyetteki çeşmeleri ihya eden KUDEB Müdürü Şimşek Deniz, aslında 'İstanbul'un Kayıp Eserleri' külliyatı oluşturma niyetindeymiş; ama ekip bir türlü toparlanamayınca Nazlıgül Bulut, hiç değilse çeşmeleri bulalım diye kolları sıvamış. İyi ki de öyle olmuş zira onun ani bir kararla ve bir başına çıktığı bu yolculuk Fatih'ten sonra Eminönü'nün de kayıp çeşmelerini ortaya çıkaracak.

Zaman Cumaertesi, Haber: Ülkü Özel Akagündüz, 02.10.2010

"KÜLTÜREL VARLIKLARA SAHİP ÇIKIYORUZ"

 

Tarihi Kentler Birliği’nin kuruluşunun 10’uncu yılını kutlama etkinlikleri Kayseri’de yapıldı.

 

Kutlamada konuşan Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, tescilli kültürel varlıklara yardım konusunda bakanlığının yaptığı katkının önceki yıllara göre arttığını belirtti.

 

Günay, "Hangi inançtan, dinden, çağdan ve uygarlıktan kalmış olursa olsun, Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde ne varsa hepsi bizimdir ve hepsini geleceğe taşımak, insanlığın bir emaneti olarak gözümüz, çocuğumuz gibi sakınarak geleceğe taşımak, insanlığa karşı bizim borcumuzdur" dedi.

Trt/Haber, 02.10.2010

MALATYA'DA KÜLTÜR ENVANTERİ ÇALIŞMALARI TAMAMLANIYOR

 

Malatya Valisi Ulvi Saran, Malatya'nın kültür envanterinin çıkartılması için başlatılan çalışmalarda son aşamaya gelindiğini bildirdi.

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından gerçekleştirilecek 'Kültür-Turizm Çalıştayı' hazırlık çalışmaları tamamlandı. Çalışmalar çerçevesinde Malatya'ya gelen bakanlık uzmanları kentteki tarihi ve turistik mekanları gezerek bilgiler topladı. Bakanlık uzmanları, incelemenin ardından Malatya Vali Ulvi Saran'ı makamında ziyaret etti.

 

Turizm Bakanlığı Tanıtma Genel Müdürlüğü Uzmanı Fuat Tayfun Şener, ziyarette yaptığı açıklamada, şehrin önemli bir turizm potansiyeline sahip olduğunu ve daha fazla tanıtıma ihtiyaç duyulduğunu kaydetti. Aynı zamanda kurumun Asya-Ortadoğu Şubesi Müdürü de olan Şener, "Buraya gelen herkes kendine göre bir şeyler bulabiliyor. Doğa, su sporları, tarihi eserler ve özellikle inanç turizmleri alanında ilçede çok ciddi bir potansiyel var. Bunu daha geniş kitlelere yaymak için bir dizi tanıtım çalışmaları yapılması gerektiğine inanıyorum." dedi.

 

Vali Ulvi Saran ise Malatya'nın turizm potansiyelini değerlendirmek amacıyla bir dizi çalışma yürüttüklerini söyledi. Turizm-kültür envanteri çalışmasında son aşamaya gelindiğini belirten Vali Saran, "Malatya'nın turizm potansiyelini kalıcı bir vizyona kavuşturmak için yoğun bir çaba içindeyiz. Bir defa ileri bir bilinç, ciddi bir hazırlık gerekiyor. Potansiyel araştırması yapılması gerekiyor. Şimdiye kadar kaybedilmiş önemli bir zaman geride kaldı. Bunu telafi etmek için gerçekten çok yönlü bir biçimde çalışmamıza devam ediyoruz. Bir defa yöremizde turizm ve kültür potansiyelinin açığa çıkarılması, anlaşılması ve geliştirilmesine yönelik uygulamalar, orada yaşayan insanların kültürel kimlikleri için de gereklidir. Eğer siz çevrenizdeki kültür varlıklarının anlamını kavrayabilirseniz kendinizi de daha iyi tanımlayabilirsiniz. Bu anlamda bir çalışma başlattık. Malatya'da kültür ve turizmin hemen her alanında çeşitliliği barındırdığını görüyoruz. MÖ 6 bin yıllarına dayanan bir birikim var. Doğal ve tabii güzellikleri itibariyle de önemli bir potansiyel var. Bunlar değerlendirilirse ciddi bir varlıktır. Bu çerçevede kültür-turizm envanteri için başlattığımız çalışmayı bitirmek üzereyiz. Tabi bütün bu varlıkları tanıtmak gerekiyor. Önce turizm envanteri ardından turizm master planını hayata geçireceğiz." diye konuştu.

Turizm Gazetesi, 02.10.2010

ANTİK KENTTE KAZILARIN SONUNA GELİNDİ

 
Aydın yakınındaki Tralleis Antik Kenti’nin Kazı Başkanı Yrd. Doç.Dr. Rafet Dinç, Tralleis’te kazı sezonunun sona erdiğini belirterek, ”2,5 aylık çalışma sonucunda, 43 adet müzelik eser ile çok sayıda arkeolojik kalıntı ortaya çıkardık” dedi.

 

Dinç, gazetecilere yaptığı açıklamada, 15 Temmuzda başlayan kazıların 30 Eylül itibariyle sona erdiğini, bu yıl kazı çalışmalarının oldukça verimli geçtiğini söyledi.

 

Çalışmaları sorunsuz bir şekilde tamamladıklarını ifade eden Dinç, kazıyla ilgili şu bilgileri verdi:

”Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından Tralleis Antik Kenti Kazıları’nın 2010 yılı çalışmalarına 25 bin lirası ek ödenek olmak üzere 133 bin lira ödenek gönderildi. Oldukça uygun bir ortamda gerçekleşen bu yılki çalışmalarımızı başarılı bir şekilde tamamladık.

 

Ekibimizle birlikte yürüttüğümüz 2,5 aylık çalışma sonucunda, 43 adet müzelik eser ile çok sayıda arkeolojik kalıntı ortaya çıkardık. Arkeolojik kalıntılar koruma altına alınırken, 43 adet müzelik eser, Aydın Müze Müdürlüğü’ne teslim edildi. Devlet malı olarak kayıtlara geçen bu eserlerin evrakları Kültür ve Turizm Bakanlığı’na da iletildi.”

 

Dinç, 25 bin lira ek ödeneğin antik kentin Arsenal bölümünün bakım ve onarımında kullanıldığını, bu çalışmanın 1-30 Eylül arasında yapıldığını bildirdi.

Memleket, 02.10.2010

SELEUKIA'DA YAPILACAK ÇEVRE DÜZENLEMESİYLE TARİH GÜN YÜZÜNE ÇIKACAK

 

Manavgat Orman İşletme Müdürlüğü, Side Müzesi’yle birlikte ilçeye 23 kilometre uzaklıktaki Bucakşıhlar Köyü sınırı içinde bulunan Seleukia Antik Kent’in çevre düzenlemesini yapacak.

 

Manavgat Orman İşletme Müdürü Ali Bahşi, turistlerin antik şehri daha rahat gezebilmesi için Manavgat Kaymakamlığı’nın talimatı üzerine Side Müzesi’yle birlikte çevre düzenlemesi çalışması yapacaklarını belirtti. Tarihi eserlerin üzerlerini örten ve yapılara zarar veren çam ağaçlarında rehabilite çalışması yapacaklarını belirten Ali Bahşi, tarihi şehrin gün yüzüne çıkması için 400 ağaçta uzayan dalları düzenleme çalışması yapacaklarını ifade etti. Bahşi, çalışmalara önümüzdeki günlerde başlayacaklarını söyledi.

 

Manavgat Kaymakamı Hacı İbrahim Türkoğlu da ilçenin tarihi ve doğal güzelliklerini bir bir gün yüzüne çıkartarak dünya gündemine taşımaya kararlı olduklarını söyledi. Bölgenin dünyanın sayılı ekoloji ve dağ bisikleti parkur alanlarından bir olduğunu belirten Türkoğlu, Seleukia’nın da bölgenin önemli tarihi Ören yerlerinden birisi olduğunu kaydetti.

 

SELEUKİA NERESİDİR?

Seleukia, Manavgat’ın 13 kilometre kuzeydoğusunda, Bucakşıhlar Köyü sınırları içerisinde bir dağ yerleşimidir. İlk kuruluşundaki adı Lyrbe’dir. Kentte bulunan Side’ce bir yazıtta kenttin eski geleneği olduğu okunur. Roma dönemi paralarında kutsal taş ve kutsal Ağaçlı tapınma alanları tasvir edilir. Yazılı kaynaklarda şehrin Hellenistik dönem öncesine gittiği belirtilir. Şehrin, önceleri, Side’ye karşı oluşacak her hangi bir saldırı da son müdafaa ve koruma amaçlı bir akropol kalekent olarak kullanıldığı bilinmektedir. MÖ 2. yüzyılda korsanların Side’yi zaptetmesiyle halkın bir bölümünün Seleukia’dan göç ettiği belirtilir. Kazılarda, bu döneme ait bir bronz Apollon heykeli Antalya müzesinden sergilenmektedir.

haberler.com, 02.10.2010

BEYDAĞ KALESİ'NDE KAZI SEZONU TAMAMLANDI

 

Beydağ Kalesi’nde, Ödemiş Müze Müdürlüğü başkanlığında ve Trakya Üniversitesi’nin akademik danışmanlığında yürütülen kazılar sona erdi. Temmuz ayından beri devam eden kazılarda geçmiş adına önemli işaretler elde edilirken, kazıların gelecek yıllarda da sürdürülmesi büyük önem kazındı.

 

Trakya Üniversitesi’nden Yrd. Doç.Dr. Özkan Ertuğrul ve öğrencileri tarafından yürütülen kazılarda kalenin yanı sıra kale çevresinde de tarihe ışık tutabilecek bulgular elde edilirken, Ödemiş Müze Müdürü Sevda Çetin kazıların istikrarlı şekilde sürdürülmesiyle Beydağ Kalesi’nin Beydağ İlçesinin tarihini büyük ölçüde değiştireceğini söyledi. Kesin konuşmak için kazıların uzun bir süre daha devam etmesi gerektiğini kaydeden Çetin, “Kazılarımızın 2010 yılındaki kısmını tamamladık. Henüz bir şey söylemek için çok erken. Ancak yaptığımız her sondajda Roma dönemine ait mimari bulgulara rastladık. Ayrıca kale çevresinde tonozlu yapılara da ulaşıldı. Bunların neyi işaret ettiğini çözebilmemiz kazıların sürmesi gerekiyor. Önümüzde uzun bir yol var. Bu kazılar sonucunda ortaya çıkacak yapı ve eserler Beydağ İlçesi'nin tarihini değiştirecek, bize bölgedeki yerleşkeler hakkında yeniden fikir verecek. İlerleyen yıllarda da Beydağ Kalesi’ndeki kazı çalışmalarına devam etmek istiyoruz” dedi.

Beyaz Gazete, 02.10.2010

AHMETLER MAĞARASI TURİZME KAZANDIRILACAK

 

Manavgat Kaymakamlığı, Gebece Köyü'nde bulunan Simoğlu Mağarası'ndan sonra Ahmetler Köyü'nde bulunan Ahmetler Mağarası'nı turizme kazandıracak.

 

Manavgat Kaymakamı Hacı İbrahim Türkoğlu, Ahmetler Mağarası'nın turizme kazandırılması için Kültür ve Turizm Bakanlığı'na yazılı başvuruda bulunduklarını belirterek "Manavgat'ın tarihi ve doğal güzelliklerini bir bir gün ışığına çıkararak dünya gündemine taşıyacağız. Bunlardan biri de Ahmetler Mağarası. 200 metre uzunluğundaki mağara keşfedilmeyi bekliyor. Mağara da 9 ayrı oda bulunuyor. Mağara içi 8 ile 10 metre yüksekliğinde. Sarkıt, dikit, sütun ve perdelerin güzelliği büyüleyici. Bölgedeki Ahmetler Kalyonu'da doğa sporlarına elverişli. 200 bin lira ödenek gelir gelmez mağara da ışıklandırma ve çevre düzenlemesi çalışmasına başlayacağız. " dedi.

Turizm Gazetesi, 02.10.2010

"ALLİANOİ'Yİ FAZLA KAŞIMAYIN"

 

Ankaralı gazetecilere Topkapı Sarayı'nı gezdiren Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, gazetecilere ilginç bir uyarıda bulundu.

 

Günay, Türkiye’nin müzecilik standartlarının yükseldiğini ve yurtdışına “Artık bizim de standartlarımız yüksek. Eserleri hem koruyabiliyoruz hem de sergilenmesini sağlayabiliyoruz. O nedenle bizden aldığınız tarihi varlıkları iade edin” mesajı verdiklerini anlattı.


Günay, “O nedenle Allianoi gibi bazı sorunların basın tarafından dikkatli ele alınması, yurtdışına taşınmaması lazım. Yabancı basın, sırf bizim tarihi eserlerin güvenliğini sağlayamadığımızı iddia etmek için hemen olayın üzerine atlıyor ve büyütüyorlar” dedi.

Radikal, 02.10.2010



******


ALLİANOİ SAHİDEN YOK MU MURAT BARDAKÇI?

 

Bardakçı gibiler, toplumun gözünde nasıl bir imaj yaratıyorsa, geniş halk kitleleri çoğunlukla bayılır onlara. Yalnız unutmayalım, o kitleler Recep İvedik’e de bayılır

Yok canım, Allianoi yok tabii. Sadece tükenmeyen aşağılamalar var. Bir yazısında çevrecileri tarif eden Bardakçı’nın bitimsiz, sıradan faşizmi... Neymiş efendim; “üzerinize eski, rengi uçmuş bir tişört geçirin” var. Horgörü buradan başlıyor, sınıflama, ötekileştirme, aşağılayarak yalnız bırakma var. “Hanım iseniz saçlarınızı taramaktan vazgeçin” biçimciliği var. Birini aşağılarken ona hanım demek ancak köşesinden ahkam kesen Ak Türklere mahsustur; beyimiz kibar, hanım diyor. Ey Bardakçı! Bizde ona kadın denir, bizim güzel kadınlarımız, güzel insanlarımız vardır, yanındaki Pelin Batu gibi tüm aymazlıklarına boyun eğmez bizimkiler.

“Şayet erkekseniz sakal tıraşınızı birkaç gün ihmal edin” var. Erkek dediğin pahalı takım elbise giyer ya, o var; pahalı takım elbiselerinin cebinde duran ipekli mendil var, parlak kravatlar var, ışıltılı; erkek dediğin, sakalını her gün kesmelidir ya, o var, hani aynı askerdeki gibi: Sakal kesilecek, kes! Kimilerinin kanına girmiş ordu düzeni var, ağababaları Kenan Evren de otuz yıl önce üniversite hocalarını sakal yüzünden okuldan attırırdı.

Allianoi yok ama “meramınızı 150 kelime ile sınırlı peltek bir Türkçe ile ifadeye çalışın” var. Bir dil kusuruyla alay var işte, indirgemecilik var. “Aynı tornadan çıkmış sloganları hiç durmadan tekrarlayın ve her üç kelime arasında ‘Hayıııır!’ çığlıkları atın" var. Biz bağırırız evet, zoruna mı gitti efendi, hayır’ımız seni rahatsız mı etti; itiraza tahammülsüzlük var. Allianoi yok ama kelimelerimizden korkanlar var, sesimizden rahatsız olanlar var!

Yok canım yok, Allianoi yok. Baraj, köylü dostuymuş, o var, çok köylü meraklısıdır ya bu kalın beyler... Yiğit Bulut, hükümetini bunca severken ekranda parlayan bol yağlı saçları, sarkıp duran etli yanakları var. Nasıl? Konulara bunca biçimci yaklaşabilmek, tam Türkiye’nin düzeyi değil mi Bardakçı? 2010 yılında, hala bir ırmağın akışını kesip önüne set çekerek elektrik üretmeyi öven organik aydınlar var.

Organik aydın nedir? Pek mümkün değil ama bilmiyorsundur belki. Gramsci sana bir hayli 'entel' geldiğinden takmamışsındır. Üstadın saçları düzensizdi ama sakalsızdı bak, seversin. İşte senin gibilere organik aydın diyor Gramsci. Özet geçelim. Türkçe kusurlarıma bakmazsın artık. Zaten 150 kelime... Tişörtüm de pek renkli değil...

Toplumların, burjuva demokratik devrimi boyunca, diğer deyişle burjuvazinin siyasal iktidarı ele geçirme sürecinde ortaya yeni 'tip' aydınlar çıkar. Böyle dönemlerde, geleneksel aydınlar içinden bu kategoriye çoklu geçişler yaşanır. Bu tip, büyük kitlelerle yalnızca ideolojik değil siyasal ve ekonomik olarak da bütünleşir.

Bu arkadaşlar en güzelinden sistemin propagandasını yapar, onun doğruluğunu kabul eder ve egemen sınıfın ideolojisini (yani şu durumda neoliberalizmi) yayar. Satarlar kısacası; aklına esen, para getirebilecek her şeyi satarlar! Okullarımızı, evlerimizi, hatıralarımızı, ırmaklarımızı, derelerimizi, rüzgarımızı, ağaçlarımızı... Aslında, devletin ideolojik aygıtıdır bunlar. Bir tür çividirler mesela; ama kördürler. Bir tür pencere diyelim, sağırdırlar. Anlatabiliyor muyum?

Zamanla onaylamacı bir yapıya bürünen bu göbekli (nasıl oluyormuş biçimcilik!) arkadaşlar (ki daha çok köşe yazarı veya tv programcısıdırlar) olası her türlü iktidarın destekçisi konumundaki yaşam formlarına dönüşür. O zaman bunlara 'embedded intellectual' (gömülü aydın) deriz. Zoruna gider mi bilmem sayın Bardakçı ama bu durumda aydın falan da değildir senin gibiler, pek aydıkları söylenemez. Daha detaylı bilgi için Edward Said’in (saçı, sakalı düzgündür, seversin) Entelektüel adlı başyapıtını önereyim. Hep sen mi bize kitap önereceksin?

Bardakçı gibiler, toplumun gözünde nasıl bir imaj yaratıyorsa, geniş halk kitleleri çoğunlukla bayılır onlara. Yalnız unutmayalım, o kitleler Recep İvedik’e de bayılır. Sonuçta bu kişiler birçok insan için yol göstericiye dönüşür. Hatta kahvede konuşulacak konuları belirlemekten biraz öteye giderek, yılda ancak üç beş kitap okuyan kalabalığa ne yönde düşünmeleri ve neyi o yönde düşünmeleri gerektiğini gösterirler. Misal, Mehmet Barlas desem? Engin Ardıç desem, Emre Aköz desem...

Gelelim Bardakçı’nın o dilinden düşürmediği çevrecilere. Evet çevreciler var bu ülkede; bizim, hayatı bir bütün olarak algılayışımız var. Ağacıyla, kuşuyla, böceğiyle, her canlının en az insan kadar kıymeti olduğunu, var olan her şeyin, öyle olması gerektiği için orada durduğunu bilen insanlar... Türkiye’nin ağaları daha çok araba üretsin diye 3. köprü adı altında yapılacak ağaç katliamına, o ağaçlar da bizim gibi canlıdır diye karşıyız, onlar bu şehrin nefesi diye... Trafikti, gelişmeydi, büyümeydi, bunların rengarenk ve aptal bir hayal olduğunun; Bardakçı ve onun gibi bir dolusunun sistemin pazarı ve pazarlığı için yaşadığının farkındayız.

Allianoi’yı kurtaramadık; umuyoruz ki torunlarımız onu yeniden bulacak, yeniden yaşatacak. O, iki bin yıldır bu dünyada çünkü, sisteme inat, sermayeye, ihalelere, kapitalistlerin aşağılık dünya tahayyüllerine inat ayakta!

Yok olan, unutulacak olan, hayatın düşmanlarının tarafı olacak...

Birgün, Yazı: Onur Caymaz, 03.10.2010



******


TARİH GÖMÜLDÜ AMA UMUT DEVAM

 

 

Bergama’da Yortanlı Barajı’nın suları altında kalacak olan antik Allianoi’yi kumla kaplama çalışmaları sürerken, yarın İzmir Ticaret Odası’nın düzenleyeceği zirveye katılacak olan Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay taraflarla toplanacak.


Allianoi Girişim Grubu üyesi Avukat Hilal Küey, toplantı davetinin geçen hafta faksla ulaştığını belirterek, şunları söyledi:
“Bakanın başkanlığındaki toplantının İzmir 2 No.lu Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu’nun Alsancak’taki binasında yapılacağını, kurul üyeleri, Allianoi Girişim Grubu üyeleri, DSİ yetkilileri ve kurtarma projesini hazırlayan şirketin yetkililerin katılacağı yazıyor. Ağustos ayından beri görüşmek için verdiğimiz mücadelenin bir sonuç vermesi sevindirici.”


Kumla kaplamanın durdurulması için açılan davanın sürdüğünü sözlerine ekleyen Küey, mahkemenin DSİ’den savunma istediğini, bu savunmanın beklendiğini sözlerine ekledi.

Bu gelişmeler sürerken antik kente gide yol levhalar ve mıcırla kapatıldı. Su Perisi Nymphe’nin çıkarıldığı alanın doldurulmasıyla başlayan çalışmalar güneye kaydırıldı. Güneydeki iki büyük caddeyle eylemcilerin kendilerini bağladığı sütunların olduğu bölümün üzeri tamamen kumla kapatıldı.


Allianoi Girişim Grubu Dönem Sözcüsü İffet Diler, kumla kaplama çalışmalarının sürmesine rağmen umutlarını yitirmediklerini dile getirerek, “Henüz mahkeme bir karar vermedi ve su tutulmadı. Umudumuzu yitirmek istemiyoruz. Mahkeme kararından sonra Allianoi’yi kumla kaplayanlar kapladıkları gibi kumları toplarlar” dedi.

Diler, 10 Ekim’de, “Sessiz Kalma Allianoi’yi Gömme” adı altında bir miting hazırlıkları içerisinde bulunduklarını, tüm duyarlı insanları beklediklerini sözlerine ekledi.

Hürriyet Ege, Haber: Turan Gültekin - Mustafa Oğuz, 05.10.2010

 

******


"ALLİANOİ'NİN KADERİ DEĞİŞMEDİ"

 

Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, turizm zirvesi için geldiği İzmir’de, Alllianoi antik kentiyle ilgili sürpriz bir toplantı da yaptı. Ancak, yaklaşık iki saat süren görüşme antik kentin kaderini değiştirmedi. Allianoi Girişim Grubu üyeleri çalışmaların altı ay süreyle durdurulmasını istedi.

Bakan Ertuğrul Günay ise umutsuz konuştu: “Eğer su altında kalmadan koruyabileceğimiz yeni bir öneri gelirse değerlendirebiliriz. Onun dışında, ‘Su tutulmasın, Allianoi su altında kalmasın, burası baraj gölünün dışında kalsın ya da baraj olmasın’ gibi bir alternatif bizim için bu aşamada söz konusu değil.”

Allianoi Girişim Grubu Üyesi Arif Ali Cangı: Görünen o ki, idare Allianoi antik kentini önce kuma,  sonra da suya gömmekte kararlı. Biz yine de mücadelemizi sürdüreceğiz. Israrımız üzerine, “Acele edilmesin, özenli ilerlensin” sözü toplantıda atılan en somut adımdı.

Milliyet Ege, Haber: Turan Gültekin, 07.10.2010

 

******


BAKAN GÜNAY ALLİANOİ DUYARLILIĞININ ÖRNEK OLMASINI DİLEDİ

 

Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, Allianoi konusunda gelişen duyarlılığın, Türkiye'nin sahipsiz ören yerlerine bir örnek oluşturması dileğinde bulundu. Günay, İzmir Kültür ve Turizm İl Müdürlüğü'nde basına kapalı gerçekleşen toplantının ardından gazetecilere yaptığı açıklamada, İzmir'in Bergama İlçesi yakınlarındaki Yortanlı Barajı'nın suları altında kalması beklenen Allianoi ören yerine ilişkin düzenlenen toplantıda, konunun taraflarının bir araya geldiğini belirtti. Bölgede, 1993 yılında ihale edilip, 2000'li yılların ilk diliminde tamamlanmış bir baraj gövdesiyle su tutulması ve tarımda suyun kullanılması ihtiyacının yanı sıra, baraj çalışmaları sırasında ortaya çıkan tarihi bir sağlık merkezi buluntusu bulunduğunu hatırlatan Bakan Günay, şöyle konuştu:

''Çeşitli defalar, bu alanın korunmasıyla ilgili projeler yapılmış ve bu projeler bazen bizim kurullarımız, bazen de yargı organları tarafından yetersiz bulunmuş. Son bir çalışma var. Örterek, sararak, güçlendirerek korunması konusunda yapılmış olan dikkatli bir bilimsel çalışma var. O çalışmaya da yargıya yapılmış bir itiraz var. Ancak şu ana kadar gelmiş herhangi bir karar yok. Çalışmanın gereklerinin titiz biçimde uygulanması konusunda arkadaşlarımı talimatlandırdım. Bilimsel kurulların öngördüğü koruma önlemleri neyse ona aykırı hiçbir adım atılmayacak. Basında zaman zaman gördüğümüz gibi çimento kullanılması gibi olaylar olmayacak.''

Kültür Varlıklarını Koruma Genel Müdürlüğü'nden üst düzey yetkililerin çalışmaları yerinde inceleyeceğine işaret eden Bakan Günay, ''Acele etmeden, bilimsel kurulların öngördüğü koruma yöntemlerini ağır ağır uygulayacağız. Yargının kararı da zaten devam etmemiz veya durmamız konusunda bir uyarıyı ortaya çıkaracak'' dedi.
     
Bakan Günay, Allianoi'nin korunmasına ilişkin toplantının, tarafların görüşlerini dile getirdiği, faydalı bir buluşma olduğunu vurguladı. Allianoi konusunda toplumda duyarlılık geliştiğine dikkati çeken Günay, şunları kaydetti:

''Bir dileğimi ifade ettim, Allianoi konusunda gelişen bu duyarlılık, Türkiye'nin sahipsiz ören yerlerine bir örnek oluştursun. Çünkü burada bir duyarlılık var. Bu duyarlılık ne yazık ki geç kalmış bir duyarlılık. Çünkü 1980'lerde projelendirilmiş 1990'larda ihale edilmiş ve 2000'lerin başında bitmiş bir baraj havzası içindeki ören yerini konuşuyoruz. Ancak şehirlerimizde halen sivil mimarlık örnekleri, Anadolu'nun birçok yerinde arkeolojik alanlar ne yazık ki tahrip edilebiliyor. Bu duyarlılığı yaygınlaştıralım ülke düzeyinde ve bundan sonrasıyla ilgili yeni dikkatli adımlar atmamıza vesile olsun.''

Toplantıda, Yortanlı Barajı'nın su tutmasının yanı sıra Allianoi'yi su altında bırakmayacak önlem bulunup bulunmadığı konusunun gündeme geldiğini anlatan Günay, Türkiye'de ve dünyada benzer bir proje bulunmadığını, ancak öyle bir önlem varsa irdelemeye hazır olduklarını bildirdi. Allianoi Girişim Grubunun, ören yerinin kumla örtülmesine taraftar olup olmadığına ilişkin bir soru üzerine Günay, şu yanıtı verdi:

''Allianoi Girişim Grubu, ören yerinin su altında kalmaması konusunda arayışı halen dillendiriyor. Ancak, ben de bulunduğumuz noktayı, kurulların vermiş olduğu karar noktasını ifade ettim. Kendilerine benim taahhüdüm, bilimsel dikkat içinde, bilimsel gereklere uygun biçimde koruma önlemleri alınması noktasında. Eğer su altında kalmadan koruyabileceğimiz yeni bir öneri gelirse onu değerlendirebileceğimizi söyledim. Onun dışında, 'Su tutulmasın ve Allianoi su altında kalmasın ve burası baraj gölünün dışında kalsın ya da baraj olmasın' gibi bir alternatif bizim için bu aşamada söz konusu değil.''

Bakan Günay, mahkemeden, konuya ilişkin durdurma kararı çıkması halinde nasıl tavır alınacağı sorusuna ise ''Yargının her türlü kararlarını uyguluyoruz'' yanıtını verdi.
       
Allianoi Girişim Grubu avukatlarından Arif Ali Cangı ise Kültür Bakanı Günay'ın, yapılanın yanlış olduğu konusunda görüş bildirdiğini, ancak artık baraj tamamlanmış durumda olduğundan yapılacak birşey bulunmadığını söylediğini kaydetti. Grup olarak, Allianoi koruma projesinin, Danıştay'ın ve idare mahkemesinin iptal kararları doğrultusunda hazırlanıp hazırlanmadığının denetimi amacıyla çalışmaların 6 ay süreyle durdurulması talebinde bulunduklarını ifade eden Cangı, sözlerini şöyle sürdürdü:

''6 ay içinde davalara ilişkin karar çıkmasını bekliyoruz. Yargılama süreci yeni başladı. Bakanın sözü şu oldu; 'Bekleyemeyiz, ancak acele etmeyelim, çalışmalar yavaş gitsin, dikkatli gitsin' oldu. Umarız ki bu da biraz aceleciliği önler. Çünkü acelecilik var. 17 Ağustos, en son Koruma Kurulu kararının tarihi. Bu zamana kadar hızla bu işe girişildi. Yargı süreci en az 3 ay sürer ve şu anda bu sürecin başındayız. Yargı kararı çıktığında iş işten geçmiş olursa, 'Yargı kararına saygılıyım, uygularım' demenin de çok anlamı kalmayacak. Bunu vurguladık. Görünen o ki bu haliyle Allianoi'yi kuma ve ardından suya gömmekte idare kararlı. Bizler de mücadelemizi sürdüreceğiz. Israrımız üzerine, 'Acele edilmesin, özenli ilerlensin' sözü, toplantıda atılan en somut adımdı. Aceleciliği bir nebze durdurursa bu toplantı, Allianoi için kazanımdır.''

Yapı, 07.10.2010

 

******


ALLİANOİ NASIL KURTULUR?

 

Allianoi, 1993 yılında ihaleye verilen ve 1994 yılında temeli atılan Yortanlı Barajı'nın gölet alanının tam ortasında olduğundan, baraj projesi gelecekte tamamlanıp su tutulmaya başladığında, 17 metre su altında kalacak.


Barajın gölet alanı, kış aylarının düzensiz yağışları ve suyun aşındırması ile gölet taban ve kenarlarından gelen alüvyon ile dolacak.


İşte bu aşamada, Allianoi konusunda uzun ve ciddi bir araştırma yapan İzmir eski Milletvekili Hakkı Ülkü şu değerlendirmeyi yapıyor:
"Mantık çerçevesinde 40-50 yıl sonra baraj ömrünü tamamladığında, başta bataklık olan bu alan kurutularak tarıma açılacak. Çünkü tarım alanları bugünkünden daha değerli olacaktır. Ayrıca 15-20 metre derine inilip arkeolojik kalıntıların ortaya çıkartılması olanaksızdır. Baraj gövdesi geç bir fay hattı üzerine oturtulmaktadır. Bu bölgede 100 yılda bir yaşanan deprem riski ile ilerde Ayazkent'i tehdit etmektedir."


* * *


Ve, bir öneri...


Hakkı Ülkü'ye göre, baraj gövdesinin proje başlarında olduğu gibi ve adını da bulunması gereken yerden alan Yortanlı Köyü'ne kaydırılması sonucunda Allianoi ören yeri tamamen korunmuş olacak aynı zamanda kültür zenginliklerimize ve dünyada sayısı bir elin parmaklarını geçmeyecek sağlık merkezlerine biri daha kazandırılacaktır.


Bu nedenle mevcut yol ve kamulaştırma yatırımları da göz önünde bulundurularak sadece toprak yığınından oluşan gövdenin yer değişikliği üzerinde durulmalı ve bunun 1. Derecede Arkeolojik sit alanını su altında bırakmanın kanunsuzluğu ve hiçbir maliyetle karşılaştırılamayacak kültürel zenginliğin korunması yanında yeni yığma toprak bir gövdenin maliyetinin ne kadar komik kalacağının farkına varılmalıdır.

Yeni Asır, Yazı: Erkin Usman, 08.10.2010

DİKİLİ'NİN ANTİK TARİHİ 'ATERNEUS' YÜZEYSEL KEŞFEDİLİYOR

 

 

İzmir 2. Koruma Kurulu raportörü Arkeolog Tolga Koparal ile Proje Sorumlusu Dr. Güler Ateş ve Münih Üniversitesi'nden Dr. Albrecht Matthaei, Aterneus'ta yapılan çalışmalarla ilgili bilgi verdi. 22 kişi ile çalışmalara başladıklarını ifade eden Dr. Güler Ateş; "İçimizde arkeologlar, jeofizikçiler, jeomorfologlar var. Jeofizikçiler yerin altınının röntgenini çekiyorlar. Güzergahı tespit etmek için jeomorfologlar çalışıyor. Münih Üniversitesinden Eski Çağ Tarih Profesörü Martin Zimmermann başkanlığında buraya gelen Münih Üniversitesi tarih öğrencileri de burada çalışmalar yapıyor" dedi.

Bergama Kalesi'nden ve tarihinden daha eski ve büyük öneme sahip olan Dikili Aterneus Kalesi'nde daha kapsamlı araştırmalar yapılması gerektiğini söyleyen Dr. Güler Ateş; "Bundan önce arkeologlar çalıştıkları şehre konsantre oluyorlardı. 'Kenti çevresiyle birlikte algılamak' konusunda sonradan herkesin desteklediği bir eğilim başladı. Tarihte insanlar sadece kentlerde yaşamıyorlardı, kent dışında çiftliklerde, kırsal kesimlerde de yaşıyorlardı. Buralarda yaşayan halk kentin politikasını da etkiliyordu. Bunlardan yola çıkarak kentleri kırsalıyla birlikte algılayalım düşüncesi ile etrafta yüzey araştırmaları başlamış oldu" dedi

Aterneus Kalesi'nin yapımının tarihi Pergamon'dan daha eski olduğu ve bu kalenin yapımının tunç devrine dayandığını vurgulayan Ateş, bu kalenin tarihi ve gelişmesi hakkında şu açıklamalarda bulundu; "14 hektar alan üzerinde kurulmuş olan Dikili Aterneus Kalesi'nde bulduğumuz en eski malzeme MÖ1200 tarihine kadar gidiyor. Bizim amacımız kazmadan yüzeyde ne varsa onu ortaya çıkarmak. Seramik araştırmaları yaparak buradaki kentin tüm kronolojisini bulduk. MÖ 1200 yılından 2.yüzyıla kadar kentte kesintisiz bir yerleşme var. Bundan sonra kent terk ediliyor. MS 13. yüzyıla kadar harabe olarak kalıyor, daha sonra buraya Bizanslar geliyor. Kent MÖ 4. yüzyılın ikinci yarısında çok büyüyor. Kentin diğer kentlerle ilişkisi sınırlı, içine dönük, kendileri ürettikleri malzemeleri kullanıp diğer kentlerle alış veriş yapmıyorlar. Daha sonra ne olduğu anlaşılamadan her yerden mal almaya başlıyorlar. Surların genişliğinden kentin çok büyük olduğunu anlıyoruz. Bu bilgileri ve buranın planını daha kazı yapılmadan meydana çıkardık" dedi.

Münih Üniversitesi Öğretim Üyesi Jeofizik Uzmanı Dr. Albrecht Matthaei bu tepenin yamaçlarının evlerle dolu olduğunu belirterek; "Burası MÖ 2. yüzyılda sivrisinek ve sıtma yüzünden terk edilmiş olabilir. Bu konuyu da jeomorfolog arkadaşlarımız araştırıyor.  İnsanlar buradan ayrıldıktan sonra buradaki harçsız yapılan surlar zamanla toprak hareketleri, doğa olayları ile kendiliğinden harabe haline dönmüş. Kayan topraklar ve taşlar evlerin üzerlerini kapatmış, Hellenistik dönemde yapıldığı için önemli bir yer. Hellenistik dönem bütün ayrıntılarıyla burada yaşıyor. Buraya mutlaka bir bekçi konularak kaçak kazıların önüne geçilmeli" dedi.

Kültür Bakanlığı'nın burada kazı yapılmasına desteği olabilir mi? sorusunu cevaplayan İzmir 2. Koruma Kurulu raportörü Arkeolog Tolga Koparal; "Kültür Bakanlığı birçok kazıya destek veriyor. Ancak öncelikle buraya bir üniversite hocasının talip olması kazı yapmak istemesi gerekiyor. Bu durumda Bakanlık her kazıya ödenek verdiği gibi buraya da verecektir. Dikili gibi turistlik açıdan önemli olan bir yer bu çalışmalar sonucu turistlik atılımlar yapabilir" dedi. Çalışmalarda Kral Hermias'ın izinin de takip edildiği belirtildi.

Haber Ekspres, 01.10.2010

LAHDİN RESTORASYON ÇALIŞMALARI SÜRÜYOR

 

 

Taşağıl bölgesinde karayollarının yol yapım ve genişletme çalışması sırasında iş makinesi tarafından ortaya çıkartılan Roma dönemine ait lahdin restorasyon çalışmaları sürüyor.

 

Antalya Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Bölge Kurulu’nun kararının ardından Alanya Müze Müdürlüğü envanterine alınan eser Side Müze Müdürlüğü’nde görevli Restoratör Suzan Okumuş tarafından restore ediliyor. Eserlerin mekanik yöntemle temizlendiğini söyleyen Okumuş, “Lahdin yüzeyinde çok yoğun bir tabaka vardı. Kabartmaların teşhir edilmesi, esere ait olmayan tabakanın temizlenmesi için bugün çalışmalara başladık. Esere ait olmayan her tabaka, esere zarar veriyor. Öncelikle eserin üzerini kaplayan tabakanın kimyasal yapısını tespit etmekle ise başladık. Eserin tamamen kalsiyum karbonat ile kaplandığını belirledik ve bu doğrultuda hangi teknikle restorasyonu tamamlayacağımıza karar verdik. Orijinal tabakaya ulaşmak için kimyasal ürünler kullanmadan elimizdeki imkanlarla mekanik temizleme yöntemini kullanacağız. Restorasyonun ne zaman sonuçlanacağı ile ilgili ileri bir tarih veremiyoruz. Çünkü, minik minik aletlerle kuyu kazmaya çalışıyoruz” dedi.

 

Antalya Kültür ve Tabiat Varlıları Koruma Bölge Kurulu ve Alanya Müze Müdürlüğü’nün bölgede yaptığı incelemede eserlerin Genç Roma dönemine ait olduklarının tespit edildiğini ifade eden Müze Müdürü Türkmen, “Lahit yörenin yerel taşından yapılmış. Lahdin üzerindeki betimlemelere göre eserin hangi döneme ait olduğunu belirlemeye çalışıyoruz. Lahdin içinden bir iskelet çıktı. Geçen hafta Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi’nden bir antropolog geldi ve iskeletin 40-50 yaşlarında bir erkeğe ait olduğunu tespit etti” diye konuştu.

Yeni Alanya, 01.10.2010

AĞAÇ HALKALARI TARİHİ ESERLERİN YAPIM TARİHİNE IŞIK TUTUYOR

 

Yapım tarihi tam olarak bilinmeyen eserlerin, yapılış ve onarım tarihlerinin ağaç halkalarıyla tarihleme metodu olan ”dendrokronoloji” yöntemiyle saptanabildiği, bu yöntemle Tokat çevresindeki 4 önemli eserin yapılış tarihlerinin ortaya çıkarıldığı bildirildi.

 

İstanbul Üniversitesi Orman Fakültesi Orman Botaniği Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof.Dr. Ünal Akkemik, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Anadolu’nun çok sayıda arkeolojik alan ve tarihsel yapıyla zengin bir kültürel mirasa sahip olduğunu söyledi.

 

Bu yapıların bir bölümünün yapım ve onarım tarihlerine ilişkin bilgilerin ya yazılı kayıtlarda ya da kapı veya duvar üzerlerinde bulunan kitabelerde verildiğini ifade eden Prof.Dr. Akkemik, buna karşın çoğu tarihi yapının büyük hasarlar ve tahribatlar gördüğü için kitabelerinin kaybolduğunu, yapım ve onarım tarihlerine ilişkin herhangi bir bilgi bulunmadığını ifade etti.

 

Bu tür yapılarda ya hiç tarih verilmediğini ya da yüzyıllık aralıklar verildiğini anlatan Prof.Dr. Akkemik, ”Örneğin Tokat Deveciler Hanı ve Tokat Bedesteni’nde yapım tarihleri 15-16. yüzyıl olarak yazılmış ve 200 yıllık bir aralık verilmiştir” diye konuştu.

 

Uygun ahşap materyaller bulunabilen tarihi yapıların yapım ve onarım tarihlerinin belirlenmesinin önemine değinen Prof.Dr. Akkemik, bu konudaki en etkili yöntemlerden birinin dendrokronoloji olduğu belirterek, bu yöntem kullanılarak ülkedeki çok sayıda yapının, yapılış ve onarım tarihlerinin saptandığını ancak yapılan çalışma sayısının henüz daha yeterli düzeyde olmadığını ifade etti.

 

Türkiye genelinde Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinden kalan tarihi yapıların birçoğuna ait yapım, onarım bilgilerinin bulunmayışının dendrokronolojinin ne kadar önemli olduğunu gösterdiğini belirten Prof.Dr. Akkemik, bu bağlamda Tokat Vakıflar Bölge Müdürlüğü sınırları içerisinde yer alan ve tarihlendirmeye uygun ahşap örnekleri bulunan dört önemli yapının, yapılış ve onarım tarihlerini saptamak amacıyla söz konusu yöntemle çalışma yaptıklarını söyledi.

 

Çalışmanın Tokat ve Amasya-Merzifon’da bulunan dört önemli tarihi yapının dendrokronoloji yöntemleriyle yapılış tarihlerinin saptanması amacıyla gerçekleştirildiğini kaydeden Prof.Dr. Akkemik, yapılan analizler sonucunda Tokat’ta bulunan Bedesten’in 1425-1426, Gülbahar Hatun Külliyesi’nin 1485-1486 ve Deveciler Hanı’nın 1488-1489, Amasya-Merzifon’daki Tarihi Bedesten’in de yapım tarihinin 1672-1673 yılı olduğunun saptandığını açıkladı.

 

Bu araştırmanın Tokat ve çevresinde Osmanlı Dönemi tarihi yapılarına ilişkin dendrokronolojik sonuçları içeren ilk çalışma olduğunu dile getiren Prof.Dr. Akkemik, ”Tokat veya başka illerdeki değişik tarihi yapılardan toplanacak yeni örneklerle daha fazla tarihlendirme yapılabilir ve böylece illerin kültürel tarihine dendrokronolojk açıdan da katkı sağlanabilir” dedi.

Zaman, 30.09.2010

Xanthos (W.J. Müller)
...1843





.. TAY Projesi . Kuruçeşme Cad. 67/B
34345 Kuruçeşme İstanbul
Tel: 0 (212) 265 7858 - Faks: 0 (212) 287 1298
e.posta: info@tayproject.org

Copyright©1998 TAY Projesi