Haberler logo Aralık '10 Arşivi

26 Aralık 2010 - 1 Ocak 2011

2010'DAN KALANLAR

 

Her yıl olduğu gibi bu yıl da geçtiğimiz yıla göz atmak istedik. 2005 Nisan ayından bu yana 16 binden fazla haber derledik. 2010 yılı için ise haber sayımız 3 bine yakın.

 

2010 hareketli bir yıldı. Bunun en önemli nedeni tabii ki İstanbul’un Avrupa Kültür Başkenti olmasıydı. Bu konuda yapılan, yapılamayan, yapılsa da iyi olup olmadığı tartışılır işlerin yanı sıra her zamanki gibi kaçak kazılar, Koruma Kurulu kararları, UNESCO’nun İstanbul hakkında vereceği karar, Allianoi, Hasankeyf, AKM, biten/bitmeyen restorasyonlar, gelen sergiler, fiyatlarıyla dudak uçurtan müzayedeler, arkeolojik kazılar, müzelerdeki uygulamalar gibi konular gündemi hayli meşgul etti.

 

Basına yansıyanlar arasında derleme esnasında yakalayabildiğimiz kaçak kazı rakamı bu yıl da aynı, 200 civarında. Aralarında hayli ilginçler var: Datça'daki antik Knidos kentinde kaçak kazı yapan define avcısını, internet kafede düşürdüğü flash bellek ele verdi. Beykoz'da, altın bulmak için olmadık yöntemlere başvuran define avcılarının son hedefi ise 3 asırlık çınar ağacı oldu, defineciler, ağacın için oyarak altın aradı. Hatta kazdıkları tünele ilk kimin gireceği tartışması yüzünden yakalananlar da olduğu gibi define uğruna hayatını kaybedenler de vardı. Kaçak kazıdan Zeugma ve Selimiye Camii avlusu da nasibini aldı.

 

Ancak, kaçak kazılar nedeniyle ortaya çıkan birkaç güzel buluş da oldu. Bunlardan birinde, define avcılarının yaptığı kaçak kazılarla ilgili incelemelerde bulunmak üzere Ankara'nın Şereflikoçhisar İlçesi’nde çalışmalar başlatan Anadolu Medeniyetleri Müzesi'ne bağlı arkeologlar, tesadüf eseri Roma dönemine ait "Parnassos antik kenti"ne ait kalıntılara ulaştı. Ayrıca, Muğla'nın Milas İlçesi'nde kaçak kazı sırasında Kral Mausolos'un babası Hekataios'a ait olduğu tahmin edilen mezar ortaya çıkarıldı. 2 metre 75 santim uzunluğunda, 2 metre 15 santim genişliğinde 1 metre 85 santim yüksekliğinde devasa ve birinci sınıf mermer işçiliğiyle dört yüzü birden kabartmalarla işlenmiş olan oda mezar günümüzden 2400 yıl önceye ait.

 

Tarihi eser kaçakçıları ile mücadele yıl boyu sürdü. Maddi değerleri çok yüksek, manevi değerlerini ise ölçemeyeceğimiz sayısız, sikke, ikona, haç, Kur’an, tablo, pişmiş toprak eserler, mühürler, 'Karun Hazinesi'nin bir parçası olduğu tespit edilen kolye, heykeller, cam objeler, kandiller, mozaikler, çeşitli süs eşyaları, mezar taşları, sütun parçaları ele geçti.

 

Bu yıl tarlalardan ve inşaat alanlarından adeta tarih fışkırdı. Gaziantep'in Nizip İlçesi'nde bir inşaat alanında yapılan kazıda, 4. yüzyıl Bizans dönemine ait taban mozaikleri; Mersin'in Mut İlçesi'nde bir inşaatın temel kazısı sırasında bir lahit mezar; Denizli Belediyesi'nin "Yüzyılın Dev Altyapı Projesi" adını verdiği çalışmalar sırasında, Mimar Sinan Caddesi'nde 15. yy Osmanlı dönemine ait bir su şebekesi; Uşak Belediyesi'nin Elmalıdere Mahallesi'nde yapmayı planladığı halk ekmek fırınının temelinden Roma dönemine ait mezar; Adana'nın Yumurtalık İlçesi'nde, yağmur sularının toprağı aşındırması sonucu antik çağa ait olduğu tespit edilen taban mozaiği; Eskişehir'in Mahmudiye İlçesi'nde yaşayan bir çiftçi tarafından Roma dönemine ait 4 heykel; Bodrum'daki Antik Tiyatro önünde, arkeologlar gözetiminde gerçekleştirilen "Bodrum Yarımadası İçme Suyu Projesi" kapsamında yapılan kazı çalışmaları sırasında tiyatroya ait olduğu tahmin edilen mimari bloklar; Yalova Belediyesi tarafından Yalı Caddesi üzerinde sürdürülen kanalizasyon hattı kazı çalışmaları sırasında 1820 yılına ait mezar taşı; Amasya'da bir inşaatın temel kazısı sırasında "Geç Roma dönemine" ait olduğu belirlenen 6 mezar; Erzincan merkeze bağlı Kavakyolu Belediyesi tarafından yapılan kanalizasyon çalışması sırasında, bir küpün içerisinde, Osmanlı erken dönemi veya Selçuklular dönemine ait olduğu sanılan seramikten 28 parça testi, tabak ve kaseler; Kütahya'nın Emet İlçesi'nde yol yapımı çalışmalarında Roma dönemine ait olduğu düşünülen bir tünel; Çorum'un Ortaköy İlçesi'nde yol genişletme çalışması sırasında Bizans dönemine ait 4 küp; Edirne'de bir çiftçi tarafından Geç Roma Dönemi'ne ait olduğu sanılan mezar; İznik'e bağlı Elbeyli beldesinde bulunan bir tarladan, Bizans dönemine ait bin 600 yıllık mezar; Bartın'ın Amasra İlçesi'nde sürdürülen yol genişletme çalışmaları sırasında Roma dönemine ait olduğu tahmin edilen 3 lahit kapağı parçası; Aydın'ın Bozdoğan İlçesi'ne bağlı Yazıkent Beldesi'nde iş makineleri ile çevre düzenlemesi yapan belediye ekipleri tarafından Lidya dönemine ait oda mezarları ortaya çıkarıldı.

 

AKM tartışması bu yıl da kesintisiz sürdü. Hatırlarsanız, yapılması planlanan değişiklikleri yerinde bulmayarak durduran İstanbul 9'uncu İdare Mahkemesi, 16 Aralık'ta projeyi iptal etmişti. Apar topar bir yenileme projesi hazırlandı ve kuruldan geçirildi ancak, Kültür Sanat ve Turizm Emekçileri Sendikası, yenileme projesinin hukuka aykırı olduğu gerekçesiyle iptali istemiyle dava açtı. İş, inatlaşmaya döküldü, konu tamamen siyasi bir sorun haline getirildi. Ancak, olan sadece sanatsever İstanbulluya oldu. AKM’nin bekleyecek zamanı kalmadığının biri farkına varacak mı yoksa bırakalım kendi kendine çöksün mü, 2011’de göreceğiz.

 

Hasankeyf’te sular durulmadı. Diyarbakır 2'nci İdare Mahkemesi kamulaştırmayı iptal edince bir oh çekildiyse de İptal kararının, Hasankeyf'in taşınacağı yeni yerleşim bölgesinin yalnızca yüzde 1'ini kapsadığını belirten DSİ yetkilileri çalışmalarına devam etti. Avrupalı bankaların desteğini çekmesi bir işe yaramadı, gereken finans Türk bankalarından sağlandı. Kurtarma kazıları devam etti, davalar açıldı, yeniden bilim kurulları oluşturuldu, yeniden imzalar toplandı derken halk yavaş yavaş yeni Hasankeyf’e taşınmaya da başladı.

 

Hasankeyf yüzünden yüreğimiz hep ağzımızdayken yıl bitimine yakın içimize Allianoi’nin acısı çöktü. Çevre Bakanı, ‘Allianoi’ adlı bir yerin varlığını kesin olarak reddetti, Kültür Bakanı kamuoyu desteğinin abartıldığını söyledi. Ağustos ayında İzmir 2 No.lu Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu, antik kentin ‘siltli kille' doldurulmak yerine ‘kumla' doldurulduktan sonra baraj sularının altında kalmasına karar verdi. Beş kurul eskiten, sayısız kez davalar açılan, imzalar toplanan, kamuoyu desteğinin hiç eksilmediği Allianoi sessiz sedasız kumla örtüldü. Dünyada başka bir örneği olmayan dünyanın en büyük ve sağlam kalmış sağlık merkezinde hukuki süreç halen devam ediyor. Dileriz sağduyu galip gelir, davalar olumlu sonuçlanır ve çok geç olmadan Allianoi kumların altında pırıl pırıl yeniden ortaya çıkar.

 

Beyoğlu'ndaki tarihi Alkazar Sineması ekonomik nedenlerle kapandı. Sinemanın da içinde bulunduğu binayı 10 milyon TL'ye alan Beyoğlu Güzelleştirme Derneği Başkanı Nizam Hışım'ın yine aynı binada bulunan Nike mağazasını büyütmek için kullanacağı iddia edildi. Öte yandan Emek Sineması’nın yıkılması ve yerine alışveriş merkezi yapılmasıyla ilgili proje gündeme bomba gibi düştü. Bilimsel kurul raporlarına göre Emek Sineması'nın yıkılmadan, özgün yapısı bozulmadan yenileneceğini söyleyen Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, 'Terk edilmiş bir kompleksin özgünlüğü korunarak yaşama kazandırılmasının ne zararı var?' diyerek ekledi “Emek yıkıldığı takdirde ben de İstiklal Caddesi'nde yürürüm.” Bu sözde ‘yenileme’ projesi tartışmaları sürerken İstanbul 9'uncu İdare Mahkemesi, Emek Sineması'nın yıkımını öngören projeyi onaylayan kurul kararının yürütmesini durdurdu.

 

Edirne’nin makus talihi değişmedi, bu yıl da sular altında kaldı. Tarihi köprülerde yapılan çalışmalara rağmen önce Tunca nehri taştı, Bulgaristan'ın baraj kapaklarını açması sonucu Meriç Nehri de taşınca Edirne göl oldu.

 

Satışa çıkarılan hamamlara bir yenisi daha eklendi. İstanbul'un en eski hamamı olarak da bilinen 2. Beyazıt ya da Fatih Sultan Mehmet döneminde yapıldığı sanılan Balat Çavuş Hamamı da 1.5 milyon dolara satılığa çıkarıldı.

 

Ankara'nın göbeğinde, Dünya Anıtları Vakfı'nın 2002 yılında dünyada korunması gereken 100 anıt arasına aldığı "Augustus Tapınağı"nın korunması, onarımı ile gelecek kuşaklara da bırakılması çalışmalarına 2008 yılında başlanmıştı. Ancak Ankara Büyükşehir Belediyesi, Men tapınağının üstüne, Augustus Tapınağı'nın yanına fıskiyeli büyükçe bir havuz yapmaya başlayınca doğal olarak kıyamet koptu. Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, "Bölgeye daha önce kararlaştırdığımız gibi dekoratif taşlarla döşenecek kuru havuz düzenlemesi yapılacak" sözünü verdi. Öte yandan TMMOB Şehir Plancıları Odası Başkanı Tarık Şengül, çok ve tek tanrılı dinlerin ortak tapınağı olarak dünyada benzersiz olan Ankara'daki Augustus Tapınağı'nın içine Ankara Anakent Belediyesi Başkanı Melih Gökçek tarafından yaptırılan havuz ve WC inşaatını yasadışı olduğunu belirterek suç duyurusunda bulundu.

 

Yenileme Kurulu'nun arkeolojik kazı yapılması gerektiğine yönelik kararıyla, çalışma sonuçlanıncaya kadar yapılaşma olmayacağı belirtilen Sulukule iş makinalarının istilasına uğradı. Koruma Kurulu kararı belli olana kadar, ne TOKİ'den ihaleyle inşaatı üstlenen şirketin, ne de Fatih Belediyesi'nin alanda en ufak bir şeyi oynatmaya hakkı varken başlayan bu çalışma arkeologları çileden çıkardı. Ağustos ayında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), kentsel dönüşüm projesiyle evleri yıkılan Sulukulelilerin başvurusunu kabul etti. Ancak, inşaatlar devam ediyor, Sulukule’de artık sadece iş makinası sesi duyuluyor.

 

Tarihi alanlarıyla UNESCO Dünya Miras Alanları Listesi’nde olan İstanbul “Tehlike Altındaki Yerler” listesine alınmak için neredeyse elinden geleni yapıyor.  Haziran 2010 tarihli Dünya Miras Komitesi Karar Taslağı'nda, Haliç Metro Köprüsü inşaatı durdurulmaz ya da projeyle ilgili anlamlı bir değişiklik yapılmazsa; İstanbul Surları restorasyon projeleriyle ilgili bilgi sağlanmazsa; Marmaray ve Motorlu Araç Geçiş Tüneli Projeleri ile ilgili ‘Çevre ve Sosyal Değerlendirme'ye, ‘evrensel değerler' ile ilgili yapılacak bir spesifik değerlendirme de eklenmezse; Ahşap yapıların korunabilmesi için çok ortaklı bir rehabilitasyon programı geliştirilmezse; Trafiğin tarihi yarımada üzerinde potansiyel etkilerini göz önüne alan bir ‘trafik mastır planı' hazırlanmazsa; İnşaat ve altyapı projelerinin varlığın üstün evrensel değerine etki etmemesi için bütüncül bir çerçeve oluşturacak yönetim planı uygulamaya konulmazsa UNESCO, İstanbul'u 2011 yılında tamamen Dünya Miras Listesi'nden silmek üzere, 2010 yılında ‘Tehlikede Olan Dünya Miras Listesi'ne almaya karar verir deniliyordu. Temmuz ayında yapılan toplantıda Türkiye'nin, 15 Ekim'e kadar Haliç Metro Geçiş Köprüsü ile ilgili çalışma yaptırması, Şubat 2011'e kadar da diğer tüm maddeleri yerine getirmesi gerektiği belirtildi. Daha sonra raporun 30 Kasım’da açıklanacağı duyuruldu. UNESCO'nun kararı ise Haziran 2011'deki büyük toplantıda belli olacak.

 

Uzun süre liman tartışmalarıyla gündemde olan ’İstanbul’un giriş kapısı’ Haydarpaşa Garı çatısında başlayan yangınla yeni bir gündem başlattı. Yetkililer dişe dokunur bir şey söyleyemezken, Mimarlar Odası, Kadıköy Cumhuriyet Başsavcılığı'na “yangına neden olan, gerekli önlemleri almayan, geç ve eksik müdahale edilmesi ile hasarın daha da artmasına neden olan tüm ilgiler hakkında suç ihbarı"nda bulundu. İstanbul 2010 Kültür Başkenti unvanı biterayak Haydarpaşa allandı pullandı, ışıklandı, yangının üstü örtüldü. 2011’de dava hakkında bilgiler alabileceğimizi umuyoruz.

 

Kuşkusuz gündemi en çok işgal eden konu kültür başkentliği konusuydu. İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti etkinliklerinin resmi açılış töreni 16 Ocak’ta yapıldı. Kültür başkenti İstanbul'da ilk olumsuz olay, yaşanan istifalar oldu. 2010 yürütme kurulunda üyeler arasında görüş ayrılığından dolayı Yürütme Kurulu Başkanı Nuri Çolakoğlu ve Prof.Dr. Metin Sözen, Prof.Dr. İskender Pala ve Gürhan Ertür istifa etti. Nisan ayında başkanlığa Şekip Avgadiç getirildi. Yıl boyunca şehir şantiyeye döndü, tarihi camiler, anıtlar yangından mal kaçırır gibi restorasyona alındı. İstanbul Mimarlar Odası Başkanı Eyüp Muhçu, "İnşaat yapım işleri, daha çok kültürel yıkım niteliğinde" teşhisini koydu. Kapanış töreninde verilen rakamlara göre bir yıl içinde 35 yarışma, 52 festival, 84 restorasyon-konservasyon çalışması, 166  tarihi yapıda koruma faaliyeti, 32 ülkede 183 tanıtım etkinliği, 316 kitap-dergi-katalog, 523 film-belgesel-videoart gösterimi, 595 eğitim, 727 atölye çalışması, 760 sergi, 1.130 sahne performansı, 1.584 konser-dinleti, 1.189 konferans-sempozyum-panel-çalıştay olmak üzere 588 proje, 9.500'ü aşkın etkinlik, 10 milyonu aşkın izleyici ile buluştu. Ancak yolsuzluk iddiaları sürdü, ‘İstanbul Rant Başkenti’ unvanı sanki şehre daha çok oturdu.

 

2010’da uzun süredir restorasyonda olan bazı yapı ve anıtlar tamamlanarak açıldı. Aynalıkavak Kasrı, Müzik Müzesi olarak sessiz sedasız açıldı. Sagalassos'taki tarihi Antoninler çeşmesinin restorasyonu tamamlandı ve suya kavuştu. Çemberlitaş, sekiz yıllık restorasyonun ardından gün yüzüne çıktı ancak geçtiğimiz ay yeniden bakıma alındı. Mimar Sinan’ın önemli eserlerinden biri olan Edirnekapı Mihrimah Sultan Camii de Kurban Bayramı arifesinde açıldı.

 

Ancak, en görkemli açılış Süleymaniye Camii için yapıldı. İnşasından tam 453 yıl sonra ilk kez geniş kapsamlı restorasyona tabi tutulan cami yeni keşiflerle sık sık gündeme geldi. Restorasyon sırasında, yüzyıllardır kayıp olan orijinal kalem işleriyle eserin sahibi Mimar Sinan'ın İznik'te yaptırdığı bir çini hat bulundu. Orijinal kalem işlerinin ortaya çıkarıldığı üç yıldır süren restorasyon çalışmaları kapsamında ana kubbede yer alan ve Mimar Sinan'ın felsefesine aykırı şekilde cami bütünlüğünü bozduğu düşünülen barok ve rokoko usulü süslemelerin değiştirilmediği ortaya çıktı. Bilim Kurulu ile Anıtlar Kurulu arasındaki tartışmalar sürerken cami Kurban Bayramı’nda ibadete ve ziyarete açıldı. Restorasyonu tamamlanan diğer bazı önemli yapılar ise şöyle: Taksim Cumhuriyet Anıtı, III. Mustafa ve II. Selim türbeleri, Yivli Minare Camii, Ertuğrul Tekke Camii ve Şeyh Zafir Türbesi, Yenikapı Mevlevihanesi.

 

AİHM'den Fener Rum Patrikhanesi'nin tüzel kişiliği açısından önemli bir karar alındı ve Büyükada'daki Rum Yetimhanesi ‘nin tapusu Kasım ayında Fener Rum Patrikhanesi’ne teslim edildi. Avrupa'nın en büyük ahşap yapısı olma özelliğini taşıyan Büyükada Rum Yetimhanesi binası bundan sonra "Dinlerarası Diyalog ve Barış Merkezi" olarak hizmet verecek.

 

2010 yılında müzayedelerdeki rakamlar akıllar durgunluk verecek boyuttaydı. Aşağıdaki haberde okuyacağınız rakamlara bakarak resim piyasasının 2011’deki rakamlarını hayal etmek mümkün.

 

Bu yıl sergiler açısından dolu bir yıldı. Disk Atan Atlet heykeli,  Kremlin Hazineleri, Picasso, Ağa Han Müzesi Hazineleri önemli sergilerden oldu.

 

Bu yıl da birçok değerli ismi kaybettik. İstanbul Kültür Sanat Vakfı'nın 1993 yılından beri yönetim kurulu başkanlığını yürüten, fotoğraf sanatçısı, yazar, kültür adamı Şakir Eczacıbaşı; Türk sanatının en büyük isimlerinden Ömer Uluç; Türkiye mağaracılığının duayenlerinden Dr. Nuri Güldalı; Çinileriyle UNESCO "Yaşayan İnsan Hazineleri Uluslararası Listesi"ne alınan çini ustası Sıtkı Olçar; İstanbul Üniversitesi Arkeoloji Bölümü emekli öğretim üyesi arkeolog Prof.Dr. Aşkıdil Akarca ve Abidin Dino ile birlikte "Yeniler Grubu"nun kurucuları arasında yer alan Ferruh Başağa kaybettiklerimiz arasında.

 

2011’de kaçak kazıların, tahribatların olmadığı ancak arkeolojik kazıların ve usule uygun restorasyonların çok olduğu, sürüncemede kalan davaların olumlu sonuçlanmasını ve kültür varlıklarını korumak için dava açılmasına gerek kalmamasını diliyorum.

TAYHaber, Ayşe Didem Bayvas

GALATAPORT DENİZE TAŞTI, KIYIDA KORUMA KALKIYOR

 

 

Tarihi Galata Limanı ve Beyoğlu sit alanında bulunan Galataport’un özelleştirme ihalesi öncesinde Kıyı Kanunu’na ‘uyarlama’ geliyor. Kanunda değişiklik öngören taslağa göre deniz kıyılarındaki dolgu alanlarda Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu’nun koruma amaçlı hükümleri uygulanmayacak.

Kıyı Kanunu’nda Değişiklik İçeren Kanun Taslağı’nda önümüzdeki yıl özelleştirilmesi hedeflenen Galataport Limanı’nı yakından ilgilendiren düzenleme dikkat çekti. Bayındırlık ve İskan Bakanlığı tarafından son şekli verilen taslakta yer alan, “Kıyılarda doldurma ve kurutma suretiyle elde edilen arazilerde ‘2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu’nun koruma amaçlı imar planına ilişkin hükümleri uygulanamaz” maddesi kafalarda soru işaretine neden oldu. Taslağın bu haliyle yasalaşması durumunda geçen yıllarda tartışmalara neden olan ve o dönemin kabine üyeleri arasında fikir ayrılıklarına yol açan Galataport ihalesinin önünde hiçbir pürüz kalmayacak. Mimarlar Odası Genel Başkanı Eyüp Muhcu, “Çeşmeport yargı kararı ile durduruldu. Bin metrekareye yakın dolgu yapılması isteniyor.

Haydarpaşaport için de aynı şekilde, 1 milyon 300 bin metrekare dolgu öngörülüyor. Burada da bir yapılaşma hedefleniyor. Bu düzenleme bütün portlara yasal dayanak oluşturuyor. Torba Yasa hükümleri ile hukuki dayanakları oluşturulmadı” dedi.

Radikal’e konuşan Bayındırlık ve İskan Bakanı Mustafa Demir taslaktaki maddenin sadece doldurulmuş alanları kapsadığını ve dolgu yapılırken, Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu kapsamında izin alındığını, dolgunun ardından ikinci bir izin almamak için böyle bir madde konulduğunu söyledi. Bürokratik engelleri kaldırmayı planladıklarını söyleyen Bakan Demir, “Bütün dünyada ülkeler kıyılarını yönetiyorlar. Türkiye’de 3 senede izin alamıyorsun. Galataport’la ilişkilendirmemek gerekir” dedi.

Mimarlar Odası Genel Başkanı Eyüp Muhcu ise taslağın tüm ‘port’ların koruma kapsamından çıkarılmasını içerdiğini söyleyerek, “Kanunlar, kıyılarda yapılaşma yasağı getirmiştir. Islak arazilerin kurutulmasında dahi kıyı kenar çizgisi izni gerekir” dedi.

Dolgu alanda koruma yok
2005’teki Galataport özelleştirmesi döneminde hükümet, Kıyı Kanunu’na, “Özelleştirme kapsam ve programına alınan ve sahil şeridi belirlenen veya belirlenecek olan alanlar ile kıyı ve dolgu alanlarında yapılacak yat ve kruvaziyer limanlarının ihtiyacı olan yönetim birimleri, destek birimleri, bakım ve onarım birimleri, teknik ve sosyal altyapı ve konaklama birimleri ile ilgili kullanım kararları ve yapılanma şartları imar planı ile belirlenir” maddesini eklemiş, bu madde tartışmalara neden olmuştu. Yeni taslakta aynı madde, “Kıyılarda, doldurma ve kurutma suretiyle elde edilen arazilerde kanun kapsamında öngörülen kullanımlara ilişkin imar planı Bayındırlık ve İskan Bakanlığı’nca 60 gün içinde re’sen onaylanır. Bu alanlarda 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu’nun koruma amaçlı imar planına ilişkin hükümleri uygulanmaz” olarak yer aldı.

5 yıl önce ihale iptal edilmişti
2005 yılında gerçekleştirilen Galataport özelleştirme ihalesi, Şehir Plancıları Odası tarafından Danıştay’a götürülmüş, Danıştay da proje imar yetkisinin Kültür ve Turizm Bakanlığı’nda değil Özelleştirme İdaresi Başkanlığı’nda olduğu gerekçesiyle, 2006 yılında ihaleyi usulden iptal etmişti. O dönem pek çok tartışmaya yol açan ihaleyi 3.5 milyar euro ile en yüksek teklifi veren İsrailli işadamı Eyal Ofer’in şirketi kazanmıştı.

Deniz, tabii ve suni göl ve akarsu kıyılarının yönetimini düzenleyen Kıyı Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Taslağı’nda kıyıda yapılacak yapılar arasına demiryolu, havalimanı, açık otopark gibi kara ve deniz ulaşımına yönelik tesisler eklendi.

Radikal, Haber: Sogül Selvi, 31.12.2010

FATİH'İN ADINA YAKIŞIR DEV RESTORASYON

 

 

İstanbul'un tarihi yapıları ve mahalleleriyle anılan Fatih İlçesi dev bir restorasyona hazırlanıyor. Yenileme projelerinin yanı sıra Anemas Zindanları sanat merkezi haline gelirken Bizans döneminden ayakta kalmayı başaran tek saray olan Tekfur Sarayı da restore edilip turizme açılacak. Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir Fatih'te 1 milyar liraya mal olacak ve 50 bin kişiyi kapsayacak yenileme hamlesini AKŞAM'a anlattı.


'Fatih'te özel sektörle el ele vererek  büyük bir yenileme hamselini başlattık' diyen Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir şöyle devam etti: 'Bunun için önce 5366 Sayılı yasayla güvenceye kavuştuk. Bu yasanın en güzel yanı projenizi kimsenin engelleme şansı yok. Yasal güvenceyi arkamıza aldıktan sonra 11 bölgeyi kapsayan yenileme projeleri hazırladık. Yaklaşık 3 bin bina ve 50 bin kişiyi kapsayan bu projelerinin yaklaşık maliyetinin 1 milyar lira civarında olacağını tahmin ediyoruz. Sulukule, Fener- Balat, Ayvansaray Türk Mahallesi, Süleymaniye, Yenikapı Yalı Mahallesi, Topkapı Kaleiçi, Yedikule Marmara Sahili, Bulgurpalas, Hekimoğlu Ail Paşa ve Davutpaşa, Samatya yenileme alanı projeleriyle birlikte Kapalıçarşı da elden geçecek. Bu projeler Fatih'in yüzünü değiştirecek aynı zamanda ilçede büyük bir deprem yenilemesi yapmış olacağız.'

Çok eleştirildikleri Sulukule projesini savunan Demir'e göre, şu anda yüzde yüz mutabakat söz konusu. Demir bu konuda 'İlk hamleyi Sulukule'de yaptık. Projeyi   TOKİ yürütüyor. 90 bin metrekarelik alanda 45 dükkan 620 daire ile bir butik otel ve bir kültür merkezinden oluşan projede çok eleştirildik. Ancak şu anda yeni binalar yükseliyor ve yüzde yüzlük bir mutabakatla yenileme projesini yürütüyoruz. Tescilli yapılar korundu. Binalar yükseldikçe değerleri arttı. İnşaat başladığından bugüne kadar yüzde 30 oranında el değiştirdi' diyor.


Yenileme projeleri içinde en önemlilerinden biri Fener Balat Projesi diyen Mustafa Demir bu yenilemeyi de anlattı: 'Bunu özel sektör yapacak. 280 bin metrekarelik alanda Ayvansaray İskelesi ile Fener İskelesi arasında kalan ve Fener Rum Patrikhanesi'ne kadar olan bölgeyi kapsayan proje kapsamında 554 bina yenilenecek. Bu binaların 299'u tescilli eserlerden oluşuyor. Bu çalışmada tescil edilmesi gereken binaları da tespit ettik. Bu tescilli eserler kurulun onayı doğrultusunda yenilenecek. Geri kalan binalarsa yıkılıp yeniden yapılacak. Surların üstü binalardan temizlenecek. Binaların yüzü Haliç'e dönecek. Proje kapsamında 900 aile bölgeden taşınacak. Avam projeler kuruldan geçti. Bir komisyon oluşturduk. Yeni yılda bu komisyon, hak sahipleriyle görüşmeye başlayacak. Alternatifler insanlara sunulacak. Evlerin şimdiki değer tespitleri yapıldı. Proje bittiği zamanki değer tespitleri de çıkarıldı. Bu kapsamda hak sahipleri ya şirketle anlaşıp evlerini yenileyecek ya da kendileri bizim projemize uygun olarak yapabilecek.'


Fatih'in çöküntü alanlarından Ayvansaray Türk Mahallesi de önemli bir cazibe merkezi olacak. Proje kapsamında 15'i tescilli 60 ev bulunuyor. Ahşap özgün Osmanlı mimarisinin günümüze ulaşan örneklerinin yer aldığı bölgede, projeyle, günümüze kadar ayakta kalmayı başarabilen, ancak risk taşıyan tescilli ahşap binalar aslına uygun restore edilerek kullanılabilir hale getirilecek. Mahallenin bütün olarak yeniden canlandırılmasını amaçlayan projeyle tarihi yarımadanın kimliğine uygun açık ve yeşil alan düzenlemeleri de gerçekleştirilecek. Böylece İstanbul'un özgün sokakları yıkıntı binalar yığınağı olmaktan kurtarılacak. Mahalle model olacak.


Yenikapı kazı alanı ile Kennedy Caddesi arasında kalan ve 50 bin metrekarelik bir alanı kapsayan Yenikapı Yalı Mahallesi de bu yenilemeden payını alıyor. Yedikule-Gazhane ile Nişanca bölgesi de proje çalışmaları süren yenileme alanları içinde. İlk sosyal amaçlı havagazı fabrikası olma özelliği taşıyan 1873'te yapılan ve 1993'te kapatılan Yedikule'deki Gazhane'nin bulunduğu alana kültür kompleksi inşa edilecek. İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin olan alandaki çalışmalar şu anda yürüyor. Yaklaşık 4 bin işyerini bulunduğu Kapalıçarşı'da yenilenecek alanlardan. Bu yenilemenin kaynağını işyerleri karşılayacak.


Amacımızgelen turistlerin Kariye Müzesi'nden başlayarak, Anemas Zindanları, Tekfur Sarayı, Ayvansaray Türk Mahallesi ve Fener Balat'ı gezerek, bu bölgede en az yarım gün kalmalarını sağlamak. Bu nedenle Bizans döneminin en büyük saray komplekslerinden olan ve 14 hücreden oluşan Anemas Zindanları ve çevresi, İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından yenilenecek. Zindanlar toprakla doluydu yavaş yavaş boşaltılıyor. Kültür sanat merkezi yapılacak. Bizans döneminden ayakta kalan tek saray olan ve 8 yüzyıllık Tekfur Sarayı restore edilerek turizmin hizmetine kazandırılacak.

Akşam, Haber: Ercan Sarıkaya, 31.12.2010

CUMALIKIZIK MURADINA ERİYOR

 

 

Cumalıkızık'ın yeniden köy olması için girişim başlatan vatandaşlara İl Genel Meclisi'nden destek geldi. Talebin taşındığı İl Genel Meclis'inden Nurettin Avcı başkanlığında bir heyet, Cumalıkızık'ta konuyla  ilgili incelemelerde bulundu. AKP Grup Başkanvekili Ahmet Er, CHP  Grup Başkanvekili İlhan Demiröz, MHP Grup Sözcüsü İhsan Bilgili, Özel İdare Komisyon Başkanı Fethi Yıldız ve meclis üyeleriyle birlikte Cumalıkızık'ta incelemelerde bulunan Meclis Başkanı Nurettin Avcı, vatandaşların isteği doğrultusunda adım atacaklarını söyledi. Yapacakları inceleme sonunda köy talebini İl Genel Meclisi'nde de görüşeceklerini kaydeden Avcı, “ Köy statüsü kazanmanın köyün kendi bütçesi olmakla ilgili bir avantajı var. O bütçeyle köylü kendi meselelerine daha hızlı hareket ederek sahip çıkacaktır. İl Genel Meclisi olarak Cumalıkızık'ın hep yanında olduk. Statüsü köy olursa daha güçlü bir şekilde yanında olacağız.  Ocak ayı toplantılarından sonra Cumalıkızık'ı, Cumalıkızık Köyü olarak ziyarete gelebiliriz diye düşüyorum” dedi.   


İl Genel Meclis heyetine eşlik eden Cumalıkızık muhtarı Ahmet Kuş ise, 1989 seçimlerinde mahalle yapılan Cumalıkızık'ın cezalandırıldığını savundu. Her sene düzenledikleri ahududu festivalinin köy olmalarını kanıtladığına işaret eden  Ahmet Kuş şöyle devam etti:
“Dört tarafı orman, tarla, bağ, bahçe olan ve geçimini tarım, ziraat, hayvancılık ve ormancılıkla temin eden bir köyüz. Belediyeden kesinlikle şikayetçi değiliz; ama hizmetler yetersiz. Bütçemiz yok, yetkimiz yok, kararımız yok. Zaten vatandaşımız konuyla ilgili yaptığı referandumda cevabını verdi. Mahalle olduğumuz için kırsal kalkınma yardımların yararlanamıyoruz.”
Bursa Olay, Haber: Şeyhmus Ekinci, 30.12.2010

GAZİANTEP'TE MOZAİK MÜZESİ

 

Dünyanın en büyük ikinci mozaik müzesi olan Gaziantep Mozaik Müzesi, ocak ayı sonunda kapılarını ziyaretçilerine açıyor.

 

Müzede, dünyanın ilk yerleşim yerlerinden biri olan Dülük antik kentinde yapılan kazılarda çıkan mozaikler de sergilenecek. Gaziantep Kültür ve Turizm İl Müdürü Salih Elifoğlu, kültür ve medeniyetlerin kaynaşma noktasında olan Gaziantep'i mozaikleriyle bir dünya markası haline getirmek istediklerini söyledi.

Zaman, 30.12.2010

GÜNAY'IN TOPKAPI RÜYASI GERÇEK OLDU

 

 

Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın, göreve geldiği günden bu yana en büyük hayali olarak dile getirdiği, “Topkapı Sarayı’nı içine alan Sur-i Sultani alanındaki tüm tarihi binaların bakanlığına verilmesi ve restorasyondan sonra müze olarak kullanılması” gerçek oldu. Günay, dün Hürriyet Ankara Bürosu çalışanlarıyla kahvaltıda bir araya geldi.

 

Kahvaltı sırasında telefonu çalan Günay, Maliye Bakanı Kemal Şimşek’ten yıllardır beklediği müjdeli haberi aldı. Şimşek, Günay’a Milli Savunma Bakanlığı’nın da depo olarak kullandığı alanları boşaltacağını ve devrin en geç 3 ay içinde tamamlanacağı müjdesini verdi. “Gece güzel bir rüya gördüm. Demek ki bu haberi duyacakmışım” diyen Günay, şunları söyledi: “Gece çok iyiye yorumlanacak bir rüya gördüm. Rüyamda denize girip yüzüyordum. Sabah kalktığımda ‘Bugün güzel bir şeyler olacak. Güzel bir haber alacağım herhalde’ dedim. Rüyam çıktı ve hayalim sonunda gerçek olacak. Bu güzel haberi Hürriyet’te aldığımı da hiç unutmayacağım. Topkapı içinde 4 bina var önemli olan, üçte ikisi boş. Çoğu yer depo olarak kullanılıyor. Binaları devraldıktan sonra aslına uygun olarak restore edip, depolarda bekleyen binlerce tarihi eserin sergilenmesi için müze yapacağız. Elimizde depolarda bekleyen 10 binden fazla Çin porseleni var.”

Hürriyet, Haber: Esra Kaya, 30.12.2010

TARİHİ KONAK SARAYA DÖNDÜ

 

  

 

Eskişehir Odunpazarı Belediyesi, tarihi Odunpazarı Bölgesi'ndeki 156 yıllık harabe konağı restore ederek hayata kazandırıldı.

 

Odunpazarı Belediye'sinin 2004 yılında hayata geçirilen ve bugüne kadar 20 sokak ve 240 evin restorasyonunun gerçekleştirildiği Odunpazarı Evleri Yaşatma Projesi kapsamında eski ihtişamına yeniden kavuşturulan “Yağcızade Konağı” bölgede gün yüzüne çıkarılan eşsiz güzellikteki yapıların başında geliyor.

 

Türk Sivil Mimarisinin en güzel örneklerinin yer aldığı tarihi Odunpazarı Bölgesine yeni bir soluk kazandıran konağın en önemli özelliği ise kentte sadece üç tarihi yapıda bulunan ve “Cihannüma (seyir köşkü)” adı verilen özel bir mimari yapıya sahip olması.

 

Bu özelliği ile tarihi evlerin taşıdığı mimari değeri gözler önüne seren “Yağcızade Konağı” şimdiden bölgeye akın eden yerli ve yabancı turistlerin ilgi odağı haline geldi.

Eskişehir Kent Haber, 29.12.2010

'ORTAGONAL ROMA TAPINAĞI' RESTORE EDİLECEK

 

 

Şanlıurfa'nın Viranşehir İlçesi'ndeki, Bazalt kesme taşları ile 14 ayak üzerine iki katlı olarak inşa edilen  'Ortagonal Roma Tapınağı'nın (Dikmeler) restore edilmesi planlanıyor. Ortası altıgen planlı talas tipinde olan tapınağın kültür merkezi mevcuttu ve yine bu mekanın dışında aynı planlı dairesel bir galeria bulunuyordu. Bu galeriadan ortadaki talas mekana iki kapıdan giriliyordu.

Viranşehir Belediyesinin girişimleriyle Tarihi Kentler Birliğince sağlanan ödenekle 'Ortagonal Roma Tapınağı'nın restorasyonu için ihale yapıldı. Projenin, Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kurulunca onaylanmasının ardından uygulama projesi hazırlanacak.

Viranşehir Belediye Başkanvekili Mehmet Burun, öncelikli olarak kalan tek ayağın sağlamlaştırılmasının ardından Kültür ve Tabaat Varlıkları Koruma Kurulunun alacağı karara göre yapının tamamının açığa çıkarılması için bilimsel nitelikli bir kazının da gündeme gelebileceğini ifade etti.

Yapı, 29.12.2010

OKMEYDANI AÇIK MÜZE OLACAK

 

 

İstanbul 2 Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu, aslında 1976’da tamamı sit alanı ilan edilen Okmeydanı’nın dokunulmazlığını 14 bölge ile sınırladı. Bazı binalar yıkılacak, açık hava müzesi kurulacak.

 

Fatih Sultan Mehmet döneminde okçuların atış talimi yaptığı, günümüzde ise kaçak yapılarla dolan Okmeydanı yeniden şekillendiriliyor. Prof.Dr.Mete Tapan başkanlığındaki İstanbul 2 Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu, 1976 yılında tamamı tarihi sit alanı ilan edilen Okmeydanı’nın Piyalepaşa, Kaptanpaşa, Fetihpaşa ve Keçecipiri mahalleleri sınırları içindeki 14 bölge ve mezarlık alanında, etrafı çevrili kontrollü girişi olan bir açık hava müzesi kurulmasına karar verdi.

Kurul kararında, büyük bir deprem riski altında bulunan ve yasaya aykırı yapılaşma olan bölgenin en kısa zamanda planlı hale dönüştürülmesini isteyerek, tarihi sit alanının yapılardan arındırılmasının da yolunu açtı. Kurul kararıyla, 14 bölgenin dışında kalan ayak ve nişan taşlarının tümü bu alana taşınacak.

Kurul, Büyükşehir Belediyesi’nden projelerin 1 yıl içinde kendilerine gönderilmesini istedi.

Habertürk, Haber: Şükran Özçakmak, 29.12.2010

"AVRUPA KÜLTÜR BAŞKENTİ UNVANINDAN BEKLENTİLER, UNVANDAN BÜYÜKTÜ"

 

 

İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı Yürütme Kurulu Başkanı Şekib Avdagiç, restorasyon projelerinin tamamlanması ve tasfiye sürecinin, 2011 yılının Haziran ayında sona ereceğini bildirdi.

AA muhabirinin sorularını yanıtlayan Avdagiç, İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansının, Başbakanlık tarafından 2010 yılında İstanbul'a verilen Avrupa Kültür Başkentliği unvanının layığıyla yaşanması için gereken koordinasyonu sağlamak amacıyla kurulduğunu anımsattı.

Avdagiç, ''Kuruluş kanununda da yer aldığı üzere, restorasyon projelerinin tamamlanması ve tasfiye süreci, 2011 yılının Haziran ayında sona erecektir. Pek tabii 31 Aralık sonrasında çalışmalarımıza devam edeceğimiz 6 aylık süreçte ekibimiz, çalışmalarımız paralelinde küçülecektir'' dedi.

Ajansın çalışmalarına 2008 yılında başladığını anımsatan Avdagiç, 2008 yılında 78 milyon, 2009 yılında 260 milyon liralık gelir bütçesiyle çalışmalarını sürdürdüklerini belirtti.

Avdagiç, bu yıl gelir bütçesinin 10 aylık dönemde 160 milyon lira olduğunu, 2010 yılı gelir bütçesinin hangi rakamda bağlanacağının da yıl sonu itibariyle görülebileceğini ifade ederek, ''Ajansın gider bütçesine yine yıl bazlı olarak baktığımızda, 2008 yılında gerçekleşen toplam harcama 45 milyon lira ve 2009 yılında gerçekleşen toplam harcama 97 milyon liradır. 2008 ve 2009 yılları toplam harcaması 142 milyon lira olmuştur. 2010 yılının Ekim ayı sonu itibariyle harcamalarımız 179 milyon liraya ulaşmıştır'' dedi.

İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı imzasını taşıyan 588 projeyi hayata geçirdiklerini belirten Avdagiç, projeler kapsamında 9 bin 500'ü aşkın etkinliğin yaklaşık 10 milyon katılımcıyla buluştuğunu söyledi.

Şekib Avdagiç, ''2011 yılında bakıldığında sizce hatırda kalan projeler hangileri?'' sorusunu şöyle yanıtladı:

''2008 yılından bu yana üzerinde titizlilikle çalıştığımız, gururla İstanbullularla paylaştığımız 588 projenin içinden seçim yapmak inanın kolay değil. İstanbullu bir kültür sanat takipçisi Şekib Avdagiç olarak ilk aklıma gelen İstanbul'un 8 bin 500 yıllık tarihini gözler önüne seren 'Efsane İstanbul' sergisi geliyor. Bilgi Üniversitesi ile birlikte çalıştığımız 'İstanbul 1910-2010 Kent, Yapılı Çevre ve Mimarlık Kültürü' sergisi de muhteşemdi. Aynı zamanda Devlet Opera ve Balesi ile birlikte imza attığımız 'Barbaros Çağdaş Dans Drama' prodüksiyonunu sayabilirim. Kamusal sergi alanı modelinin ilk uygulaması 'Sanat Limanı' ve dahilinde İstanbullularla buluşturduğumuz çağdaş sanat sergileri keza müthişti. Tabii David Helfgott'un ilk ve son İstanbul konserlerini de unutmamak lazım.

Ayrıca, bir başka unutulmayacak proje, Topkapı Sarayı ve Moskova Kremlin Sarayı müze müdürlüklerinin, Kültürel Miras ve Müzeler Direktörlüğümüzle birlikte geliştirdikleri, Topkapı Sarayı hazineleri ile Kremlin Sarayı hazinelerinin ilk kez buluşması projesiydi. İstanbul ve Kremlin'de, Ajansın destekleriyle gerçekleştirilen sergilerin, İstanbul'un Avrupa Kültür Başkenti unvanını taşıdığı yılda ziyaretçilerle ilk kez buluşması çok anlamlıydı''.

Hafızalarda kalan bir diğer projenin ise İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı ve 2011 yılında Avrupa Kültür Başkenti unvanını taşıyacak olan Estonya'nın Tallinn kentinin iş birliğiyle yaşayan en büyük çağdaş bestecilerden Estonyalı Arvo Part'in son eseri 'Adem'in Yakarışı'nın dünya prömiyeri olduğunu belirten Avdagiç, unutulmayacak etkinliklere, bölge coğrafyasının çıplak gözle izlemeye hasret olduğu U2'nun hafızalara kazınan konserini, 100 yıllık tarihi yelkenli gemilerin Boğazı inci gibi süslediği 'Boylu Soylu Yelkenliler Şenliğini' de eklemek gerektiğini söyledi.

Şekib Avdagiç, İstanbul'un zengin kültürel miras yapılarının uzun yıllardır ihtiyaç duyduğu renovasyon ve restorasyon projelerinin başlatılmasının da önemine işaret ederek, İstanbul'daki 166 tarihi miras yapıda koruma ve bu eserleri geleceğe taşıma projelerini hayata geçirdiklerini, bunların başında, Ayasofya Müzesi ve Topkapı Sarayı Müzesi'nde gerçekleştirilen 15'i aşkın restorasyon projesinin sayılabileceğini kaydetti.

 



İstanbul'a yeni kültür-sanat mekanları kazandırmak adına yürüttükleri çalışmalar sonucunda şehre üç yeni müze kazandırdıklarını bildiren Avdagiç, 'Adalar Müzesi', 'Avrupa Kültür Başkenti Mübadele Müzesi' ve 'TÜRVAK Sinema Tiyatro ve Televizyon Müzesi'nin açıldığını, uzun yıllardır kullanılmayan Vortvots Vorodman Kilisesi'ni kültür merkezi olarak kullanılmak restore ettiklerini anlattı.

Mekansal çalışmaların yanı sıra 2010 sonrasında da izlerini sürdürecek pek çok kitap yayını, 40'ı aşkın sinema, drama ve belgesel projesini hayata geçirdiklerini belirten Avdagiç, ''80 kitaplık 'İstanbul'um' projesi, Kadı Sicilleri, İstanbul Ansiklopedisi, Şiirin Sultanları, III. Selim, İstanbul'un Ezanları, Osmanlı Serpuşları, Mahya gibi yayınları okurların beğenisine sunduk'' dedi.

İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı çatısı altında kültür ve sanatın 14 disiplininde, gelenekselden çağdaşa her ilgili kitlesine hitap eden türlü işler gerçekleştiğini ifade eden Avdagiç, ''Telaffuzu dile kolay 9 bin 500'ü aşkın etkinlikten en az biri, küçük veya büyük her İstanbulluda bir iz bıraktı'' diye konuştu.

Şekib Avdagiç, ''Yaptıklarınızın takdir edilmesinden çok, Ajansın yapısı, başına sizin getirilmeniz ve reddedilen projeler konuşuldu. Ajansın, kültür ve sanattan uzak insanlarca yönetildiği, Kültür ve Turizm Bakanlığının bile işin dışında bırakıldığı, siyasetin elinin hep ajansın üzerinde olduğu yönünde eleştiriler oldu. Bugün bakınca biraz da özeleştiri yapacak olursanız, pişmanlıklarınız var mı? Keşke şunu da yapsaydım dediğiniz konular var mı?'' sorusu üzerine, şunları söyledi:

''İstanbul hepimiz için çok fazla önem arz ediyor; bu sebeple İstanbul'a dair her şeyi tartışmak gerekiyor. İstişare etmeden, iş birliği yapmadan, farklı fikirlere söz hakkı vermeden hiçbir yere varamayız. Avrupa Kültür Başkentliliği sürecini de konuşmamız ve sorgulamamız elbette tabiidir. Biz çalışmalarımızın her döneminde, her kesimden gelen tüm eleştirilere açıktık. Konuşmayı, tartışmayı ve sorgulamayı, bizi yavaşlatan değil, aksine ileri götüren, katılımcılığı, paylaşımı ve iş birliğini geliştiren hususlar addettik. İstanbul'u ve İstanbul'un Avrupa Kültür Başkentliliği sürecini kimse tartışmasaydı, bir sorun olduğunu düşünürdük.

Fikir birliğine önem veren Ajansımız, ilk günden bugüne her sorunun yanıtını verirken, nitelikli eleştirileri değerlendirip çalışmalarına güç katarken; bilmeden, yeterli araştırma yapmadan, zikredilmiş söylemler olmaktan öteye geçmeyen 'bazı eleştiriler'in de bizleri yorduğu bir gerçektir''.


İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansının, merkezi hükümet kaynağını kullanan; sivil toplum, merkezi hükümet, yerel yönetimler ve özel sektörü bir araya getiren bir konsorsiyumla yönetilirken, 'kültür ve sanattan uzak insanlarla' yönetildiği söylemini kabul etmenin mümkün olmadığını vurgulayan Avdagiç, ''İmza attığımız her proje, kamu, sanatçı ve sivil toplum kuruluşlarını bir araya getirdi. Avrupa Kültür Başkenti başarısı, İstanbulluların birlikte çalışma disiplinin bir sonucudur'' dedi.

Ajansın, faaliyetlerini, Başbakanlığa bağlı olarak sürdürdüğünü, Ajansın en üst kurulu olan Koordinasyon Kurulunun, Başbakan'ın görevlendirdiği Devlet Bakanı Hayati Yazıcı'nın başkanlığında Avrupa Birliği müzakerelerini yürüten Bakan, Tanıtma Fonu'ndan sorumlu Bakan, İçişleri Bakanı, Maliye Bakanı, Kültür ve Turizm Bakanı ile İstanbul Valisi, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı, Danışma Kurulu Başkanı ve Yürütme Kurulu Başkanı'ndan oluştuğunu anlattı.

Avdagiç, ''Açıkça görüleceği gibi Ajansımız, çalışmaları, Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay'ın aralarında olduğu İstanbul'un Avrupa Kültür Başkentliliğinde fikrine ve emeğine ihtiyaç duyulacak tüm birim başkanlarının koordinasyonunda sürmekteyken, birilerinin 'dışarıda bırakıldığını' söylemek ve buna inanmak doğru olmayacaktır'' diye konuştu.

İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı Yürütme Kurulu Başkanı Avdagiç, keşke dedikleri tek bir konu bulunduğunu belirterek şunları kaydetti:

''Ajansın, keşke dediği tek konu, İstanbul'un bu yıl layık olduğu çağdaş standartlarda yenilenmiş bir AKM'ye kavuşamamış olmasıdır. Keşke, İstanbul'un Avrupa Kültür Başkentliliğini, İstanbul'un hak ettiği gibi dünya standartlarında bir AKM ile yaşasaydık. Kültür Başkentliliği sürecinde AKM'nin tekrar modern bir kültür sanat mekanı haline gelebilmesi için bütün imkanları seferber ettik. İstanbul'un simge yapılarından biri olan AKM'nin İstanbullulara kazandırılması için her türlü girişime öncülük yaptık. Yenilenme projelerinin gerçekleşmesi için başından beri büyük enerji ve zaman harcadık. Bu önemli proje, elimizde olmayan sebeplerden ötürü yarım kaldı. Emeklerimizle teselli bulmak mümkün değil, AKM'nin yeniden faaliyete geçememesi şahsım ve Ajansımız adına büyük bir üzüntü kaynağıdır. AKM yenileme projesinin yürütücülüğü, 2008 yılı öncesinde olduğu gibi yine Kültür ve Turizm Bakanlığımızdadır''.


Avdagiç, ''Sizce Ajans amacına ulaştı mı?'' sorusunu yanıtlarken, İstanbul için her zaman yapılacak çok şey olduğunu ifade ederek, ''2008 yılına geri dönersek 'Avrupa Kültür Başkenti' unvanından beklentiler büyüktü. Bu unvanın koordinasyonundan sorumlu ajansımız, kaldırımların onarılması, çatılardaki antenlerin kaldırılması, mahalle çeşmelerinin onarılması ve benzeri çok taleple karşılaştı. Zaman ilerledikçe, takvimler 2010'u gösterdiğinde ajansımızın çalışmaları vitrine çıktı ve İstanbul 2010'un sadece bir altyapı projesi değil, geniş çaplı bir kültür projesi olduğu tüm İstanbullular tarafından deneyimlenerek görüldü'' diye konuştu.

Ajans olarak yola çıkarken, gerçekçi davranıp İstanbul'un ve İstanbullunun ihtiyaçları paralelinde önlerine hedefler koyduklarını belirten Avdagiç, bu şehrin, dünya kültür sanat gündeminin merkezine oturması, kültür mirasını Avrupa ile paylaşması, kentin çehresinin değişmesi ve yaşam kalitesinin yükselmesi, yeni kültür mekanlarına kavuşması ve kültür altyapısının güçlenmesi, gençlerin sanatta yaratıcılıkla daha yakın ilişki kurması, kentlilik bilincinin gelişmesi gibi hedeflere ulaşmaya çalıştıklarını anlattı.

Şekib Avdagiç, ''Şimdi geride bıraktığımız yıla dönüp deneyimlerimizi hatırlayınca, hem yurt içinden hem de dışından aldığımız olumlu geri dönüşleri düşününce, elimizdeki zaman zarfında görevimizi başarıyla tamamladığımızı ve üç yıl önce belirlediğimiz hedeflere ulaştığımızı gönül rahatlığıyla söyleyebiliyoruz'' dedi.

Yapı, 29.12.2010

REJANS'TA SON YILBAŞI

 

 

İstanbul’un Avrupa Kültür Başkenti olduğu 2010 sona ererken, kentteki “Rus Lokantası” kültürünü yaşatan tarihi Rejans’ın 2011 yılını “kapanma kararı”yla karşılaması nasıl yorumlanabilir? Hele bu lokanta, Mustafa Kemal Atatürk’ün İstanbul’daki “müdavim”i olduğu mekanlardan en ünlüsü ise, Türkiye Cumhuriyeti’ni yönetenlerin aynı mekanı yaşatmak için kıllarını bile kıpırdatmamaları nasıl affedilebilir?

Hemen tüm anıları, yaşanmışlıkları ve özgünlüğüyle tartışmasız “kültür mirası” niteliği taşıyan böylesine “eşsiz” bir lokantanın, sadece “kiracı-mal sahibi yasaları”yla tarihten silinmesine karar verilmesi nasıl bir “hukuk” anlayışıdır? O kiracının İstanbul ve hatta ülke kültürüne yaptığı asırlık katkıyı önemsemeyen; o mal sahibine de sahip olduğu mülkün artık sadece kendine ait değil, topluma ait bir değer olduğunu anımsatmayan bir mahkeme, kararını “Türk milleti adına” nasıl alabilir?

Sorular çoğaldıkça görülüyor ki neredeyse tüm Cumhuriyet tarihine tanıklık eden bir kültür ve uygarlık mekanımız, bunun değerini bil(e)meyenlerin aymazlığı yüzünden “son yılbaşı”na hazırlanıyor. Eğer tahliye davasını kazanan mal sahibi ile “kiracısı” arasında bir uzlaşma sağlanamazsa, Rejans belki de başka bir mekana taşınarak varlığını sürdürecek, ama o unutulmaz tarihsel buluşmalara tanıklık eden mekanından yoksun olarak...

‘Kültürsüz’ yasalar...
Bu talihsiz gelişme, Asmalımescid Mahallesi’ndeki Olivio geçidinde bulunan lokanta mekanını 30 yıl önce sahiplenen 90 yaşındaki “mal sahibi” Dr. Mithat Müdüroğlu’nun 2007’de bir ihtar göndererek “Çıkın! Ben kullanacağım” demesiyle başlamıştı. Derken, kira kontratının yenilenmemesiyle doruğa çıkan anlaşmazlık Rejans’ın sahiplerince dava konusu yapıldıysa da yargı, mal sahibini haklı bularak tarihi mekanın boşaltılmasına hükmetti. Nitekim Yargıtay da konuyu sadece kiracı-mal sahibi hukuku açısından inceleyip “kültür”ü konunun dışında tutunca, Rejans’ın kapanması “mahkeme hükmü”ne dönüşmüş oldu...

Beyoğlu’nun ‘efsane’si
Yazar Jak Deleon Rejans Restoran’ı bakın nasıl anlatıyor; “…tıpkı Beyoğlu gibi ‘nevi şahsına münhasır’ bir efsanedir... Akşamüstü bir barda soluklanıp yemeği Rejans’ta yemeyen bir gazeteci var mıdır? Rejans’ı tanımamış ‘ehl-i damak’ bulmak mümkün müdür?” (Beyoğlu’nda Beyaz Ruslar-Remzi Kitabevi)

İşletmenin sahibi Erdal Sezener de mal sahibinin “Sizinle hiçbir sorunum yok, sadece mülkümü geri istiyorum” dediğini anımsatarak şunları söylemişti: “75 yıldır aynı yerde hizmet veren bu mekanı, benim ailem 30 yıldır işletiyor. 2003’te ‘Time Out İstanbul Yeme İçme Ödülleri’nde ‘En İyi Etnik Restoran’ ödülünü almamız, tarihsel geçmişine saygımızın ürünü...”

Şimdi soruyoruz; aynı saygıyı acaba İstanbul 2010 Kültür Başkenti Ajansı da gösterip o muazzam bütçesinden para ayırarak o tarihsel mekanı kamulaştırıp Rejans’ın kullanımına veremez miydi? Yoksa bunun engeli “votka”nın yanı sıra Atatürk’ün demlendiği beyaz kolalı örtülü “rakı” masası mıydı?

Yazık, çok yazık...

Cumhuriyet, Yazı. Oktay Ekinci, 29.12.2010

AUGUSTUS TAPINAĞI'NA BÜYÜKŞEHİR'DEN DESTEK

 

 

Ankara Büyükşehir Belediyesi, ilk olarak MÖ 25 yılında Frigyalılar tarafından inşa edilen ve bugün Ulus'ta Hacı Bayram Camisi'nin yanında bulunan Agustus Tapınağı'nın zamanla eğilen ve yıkılmaya yüz tutan duvarlarını güçlendirdi.

Büyükşehir Belediyesi Basın Merkezinden yapılan açıklamada, birçok uygarlığa ev sahipliği yapan ve bugünüyle olduğu kadar tarihiyle de dünyaya örnek olan Başkentteki tarihi eserleri, ortaya çıkarma ve koruma çalışmalarının sürdürüldüğü ifade edildi.

 Zamanla eskiyen ve yıkılan, bugün sadece 2 yan duvarı kalan Agustus Tapınağı'nın, duvarlarında Latince ve Hellence olmak üzere iki dilde kırmızı renkle boyalı harflerle, Türkçe'de ''Ankara Anıtı'' olarak bilinen ''Res Gestae Divi Augustus'' kazınmış. Yazıtların, Augustus'un gerçekleştirdiği işlerin bir listesi ve imparatorluktaki kurumsal işleyişin tasviri olmak üzere o döneme dair önemli bilgiler içerdiği, bu açıdan da önem arz ettiği belirtilen açıklamada, Büyükşehir Belediyesi yetkililerinin şu görüşlerine yer verildi:

''Tapınağın, ayakta kalan iki duvarında doğal afetler, depremler ve arazinin yapısından dolayı eğilmeler olmuştu. Kültür ve Turizm Bakanlığı ile yapılan görüşmeler sonrasında bu tapınağın güçlendirilmesinin Büyükşehir Belediyesi tarafından yapılması uygun görüldü. Çalışmalarla tapınağın duvarlarını bu eğilmelerden kurtardık. Yıkılma ihtimalleri sıfıra düştü ve koruma altına alındı. Duvarlar, çelik konstrüksiyon ve duvarlara zarar vermeyecek şekilde papuçlarla desteklendi. Bu sayede bu dev tapınak, artık güvenli ve ziyaretçilere görkemiyle büyük bir seyir keyfi yaşatabilecek''.

Yetkililer, tapınağın etrafının çevre düzenlemesinin de yapıldığını ve burada Hacıbayram Camii ile iç içe bir tarih ortaya çıktığını belirterek, ''Bentderesi'ndeki Roma Antik Tiyatrosu'ndaki çalışmalarımız da tamamlandığında burada tarihi bir bütünlük oluşacak. Buraya gelen ziyaretçiler adeta tarihin içerisinde yolculuk edecekler'' değerlendirmesinde bulundular.

Yapı, 29.12.2010

ASKLEPİON'DAKİ 'YILANLI SÜTUN' MÜZEDE KORUNACAK

 

 

Ölümün giremediği yer olarak bilinen ve yaklaşık 2 bin 400 yıl önce kurulan Asklepion, tıp biliminin simgesi olarak kabul ediliyor. Zamanının en büyük sağlık merkezlerinden biri olarak hizmet veren İzmir'in Bergama İlçesindeki tarihi Asklepion'da bulunan 'yılanlı sütun', Bergama Müzesi'nde koruma altına alınacak.

Bergama Müze Müdürü Adnan Sarıoğlu, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Asklepion'da bulunan mermer sütunun, bugüne kadar sergilendiği alandan kaldırarak, müzede koruma altına alacaklarını bildirdi.

Yılanlı sütunun müzeye getirilmesi için gerekli ödeneğin ayrıldığını belirten Sarıoğlu, ''Sütun bir hafta içerisinde müzeye getirilecek ve koruma altında teşhir edilmesine başlanacak. Böylece çok önemli bir tarihi eserin doğal yollarla yıpranmasının önüne geçilmiş olacak'' dedi.

Yapı, 29.12.2010

KADINLAR 4 BİN YIL ÖNCE DE CIMBIZ KULLANIYORMUŞ

 

 

Asurlulara ait 4 bin yıllık eserlerin yer aldığı "Anadolu'nun Önsözü Kültepe-Kaniş Karumu: Asurlular İstanbul'da" sergisi açıldı.


Aya İrini Müzesi'ndeki sergide, Anadolu'nun en eski uluslararası ticaret merkezi olma özelliğini taşıyan Kayseri Kültepe'deki kazılardan elde edilen eserler izleyicilere sunuluyor. Sergide, "Anadolu Yazısının İlk Örnekleri Mi?", "Anadolu Usulü Tarihlendirme: Hasat Zamanı" ve "Kutsal İçki Kapları ve Figürinler" başlıkları altında, kilden yapılmış saklama kapları, testiler, meyvelikler ve kutsal içki kadehleri yer alıyor.


Sergi açılışında konuşan Ayasofya Müzesi Başkanı Doç.Dr. Haluk Dursun, Aya İrini Müzesi'nin çok tarihi bir an yaşadığını, tarihi mekanın 1983'ten sonra ilk defa uzun soluklu bir sergiye evsahipliği yaptığını söyledi.


Dursun, Asurlulara ait kıymetli eserleri Kayseri'den İstanbul'a getirdiklerini, "Asurlular Aya İrini'de" başlığının kendisini çok heyecanlandırdığını ve böyle bir serginin açılabilmesi için elinden gelen tüm imkanları seferber ettiğini kaydetti.


Dün Ayasofya'nın açılış günü olduğunu belirten Dursun, "Justinyanus'un, o kubbe altında 'Ey Süleyman, bugün seni geçtim' diye bağırmasının 1473'üncü yıldönümüydü. 27 Aralıkta Ayasofya'da onu kutladık. Bugün de 28 Aralıkta Aya İrini'nin böyle bir tarihi gününü kutlamış oluyoruz" dedi.






Kültepe-Kaniş Kazısı Başkanı Prof.Dr. Fikri Kulakoğlu da 1948'den itibaren devam eden Kültepe kazılarının, Anadolu tarihini bütün dünya arkeolojisinde ön plana çıkarmış bir merkez olduğunu ifade ederek, buna karşın Kültepe'yi Anadolu insanına tanıtmakta çok başarılı olamadıklarını söyledi.


Kültepe'nin yurt dışındaki insanlar tarafından daha çok bilindiğine dikkati çeken Kulakoğlu, Kültepe'nin Anadolu insanına tanıtımında biraz geç kaldıklarını, bunu daha fazla geciktirmemek için de İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti (AKB) kapsamı içinde böyle bir sergi açma fikrinin oluştuğunu anlattı.


"Asurlular İstanbul"da sergisindeki hedeflerini, "Kültepe'yi Anadolu insanına tanıtmak" olarak açıklayan Kulakoğlu, şöyle devam etti:
"Bir diğer amacımız da iki farklı müzede sergilenen eserlerin en nadide örneklerini bir araya getirmekti. Kayseri ve Ankara'daki Anadolu Medeniyetleri Müzesi'nde yaklaşık 50 bin arkeolojik ve filolojik eser var. Bunların sadece 500 tanesi sergilenebilmekte. Geriye kalan eserler müze depolarında beklemekte. Biz de müzenin teşhir koleksiyonlarından ziyade müze depolarında bekleyen eserleri bir araya getirme düşüncesiyle böyle bir tasarım gerçekleştirdik. Bu sergi, İstanbul 2010 AKB Ajansının kapanış etkinliği olması nedeniyle de daha özel bir öneme sahip."


İstanbul 2010 AKB Ajansı Yürütme Kurulu Başkanı Şekib Avdagiç de serginin kendileri için ayrı bir öneme sahip olduğunu vurgulayarak, 2010 yılını bu sergiyle kapattıklarını söyledi.
"Asurlular İstanbul"da sergisinin, 2010 yılında ortaya koymaya çalıştıkları konsepte somut bir örnek teşkil ettiğini belirten Avdagiç, şunları kaydetti:
"İçeriyi gezerken aklıma Orhan Veli'nin dizesi geldi: 'Bir elimde cımbız, bir elimde ayna, umurumda mı dünya'. Çünkü baktım 4 bin yıl evvel de hanımefendiler cımbız kullanıyorlarmış. 4 bin yılda aslında çok da bir şeyin değişmediğini gördük. 4 bin yıl evvel eşek sevkiyatı yaparken kayıt tutuluyormuş, biz bugün araba sevkiyatı yaparken kayıt tutuyoruz. Bu sergi, aslında 4 bin yılda nereden nereye geldiğimizin de çok somut bir ifadesi."
Sergi, 29 Mart 2011'e kadar açık kalacak.

Türkiye Gazetesi, Haber:

BİR BURSA MASALI

 

 

600 yıllık bir geçmişe sahip İpek Hanı, eski Bursa'yı yaşatan en güzel yerlerden biri.

İpek Hanı, Bursa'nın en büyük hanlarından biri. Yontma taş ve tek sıra tuğladan inşa edilen han, Osmanlı'nın belki de en çalkantılı döneminde tahtta olan Çelebi Mehmet tarafından yaptırılmış. Mimar Hacı İvaz Paşa'ya yaptırılan han, 1420'lerden kalma. Yaklaşık 600 yıl öncesinin atmosferini dokusunda taşıyan han, yapılış amacı Yeşil Külliyesi'ne gelir sağlamak. Arabacılar Han olarak da adlandırılan han çeşitli dönemlerde onarımlardan geçmiş. Kaynaklardan öğrenildiğine göre ilk yapımından bir hayli uzaklaşılmış bu onarımlarla.

Kapalı Çarşı'nın batısında kalan han yine de ziyaretçilerini şaşırtabilecek bir havaya sahip. Hanın avlusundaki çınarlar, şadırvan, üst kattan bakıldığında görülen Uludağ, eski Bursa fotoğrafları sunuyor. Yazın yeşilliği içinde cıvıl cıvıl bir atmosfere bürünen han, kışın kasvetli ancak dingin ortamda karşılıyor ziyaretçilerini. Avludaki banklarda oturup dinlenerek, dinlenirken de hayaller kurarak kentin karmaşasından bir an da olsa uzaklaşmak mümkün. Eski Bursa yaratan az sayıdaki mekandan biri olan han, Kapalı Çarşı'nın kalabalığından sonra dinlenmek için de harika bir yer. Üst katta turlarken Ulu Cami'yi ve hemen arkasındaki Uludağ'ı seyretmek ayrı duygu katıyor.

Hana ait bir Batılının notu ise dikkat çekici. 1835'te hanı gezen bayan seyyah Julia Pardoe, şu ifadeleri kullanıyor: Burası şehrin en güzel binalarından biri... 19. yüzyılda düşülen bu not günümüzde de anlamlı. Her şeyin on beş dakikada unutulduğu günümüz dünyasında zamanın sırrı belki de böyle mekanlarda gizlidir.

Bursa Olay, Yazı: Kemal Selçuk, 29.12.2010

PERŞEMBE PAZARI İÇİN NİHAİ KARAR

 

İstanbul, Beyoğlu sınırları içerisinde yer alan Perşembe Pazarı 'Yenileme Alanı' olarak ilan edildi.

 

Yıllardır bölgede yarattığı görüntü ve trafik kirliliği nedeniyle tartışma konusu olan Perşembe Pazarı'nın, 5366 sayılı Yıpranan Tarihi ve Kültürel Taşınmaz Varlıkların Yenilenerek Korunması ve Yaşatılarak Kullanılması Hakkında Kanun'a göre Yenileme Alanı olarak kabul edilmesine ilişkin Bakanlar Kurulu kararı Resmi Gazete'de yayımlandı.

 

1970'ten beri çeşitli yenileme planlarının yapıldığı bölge, bugüne kadar yüzlerce dükkanın yıkılmasına ve bölgedeki hırdavatçıların azaltılmasına rağmen istenilen programlara adapte edilemedi.

Radikal, 29.12.2010

MİMARLAR KENTİ AHLAT

 

 

Bitlis'in Ahlat İlçesi'nde 11. yüzyıldan günümüze gelen ve 2. Orhun Abideleri olarak adlandırılan Ahlat Selçuklu Mezarlığı'ndaki tarihi taşlar büyük ilgi görüyor.

Mezarlık, abidevi nitelikleri ile yerli ve yabancı turistlerin ilgisini çekmeye başladı. Tarihi mezarlık, Van Gölü kıyısındaki Bitlis'in Ahlat İlçesinde bulunuyor. Dünyanın en büyük tarihi Müslüman Mezarlığı konumunda olan Selçuklu Mezarlığı'nda Ahlat Fotoğrafçılık Kulübü tarafından fotoğraflarla saptanan 8 bin 169 adet mezar taşı bulunuyor.

Bilim adamlarının Ahlat'ın özellikle 13. ve 14. yüzyılların çok büyük bilim, kültür ve ticaret merkezi olduğunu belirtiyor. Buranın Orta Çağ'da 'mimarlar kenti' olduğunu ifade etmesi ve mezar taşlarının üzerlerinde barındırdıkları kitabeler, bezemeler, yazılar ve şiirler burayı daha da önemli kılıyor. Mezar taşlarından buradaki halkın kimya, astronomi, matematik gibi ilimlerde son derece ileri olduğu anlaşılıyor.

Bursa Olay, 29.12.2010

KIZIL KONAK'A BAKANLIK ELİ

 

 

Türkiye'de komünist düşüncenin önemli isimlerinden Zeki Baştımar'ın doğup büyüdüğü, 'Sembol Konak' koruma altına alındı, restore edilecek.

 

Baştımar, İleri Gençler Birliği Davası'ndan hüküm giyen, Nazım Hikmet'in teyzesinin damadı Dündar Baştımar ve Türkiye Birleşik Komünist Partisi üyesi Yıldız Sargın'ın (Baştımar) yıllarca kaldığı Sürmene'deki konak artık devlet koruması altında. Kültür Bakanlığı 170 yıllık konağı koruma altına aldı.Avukat Atilla Baştımar şunları söyledi: Spordan Sorumlu Devlet Bakanı Faruk Özak, tarihi konağı görünce harekete geçti. Daha sonra AK Parti Milletvekili Cevdet Erdöl de olayın üzerine düştü. Kültür Bakanlığı burayı inceledi. İl Özel İdaresi konağı ve çevresindeki 3 dönüm araziyi aldı.

Konakta şu anda, Zeki Baştımar'ın kuzeni, 80 yaşındaki Meliha Uzunoğlu yaşıyor. Meliha Nine, 'Zeki Baştımar ile yaklaşık 40 yıl önce İstanbul'da görüşmüştük, mükemmel bir insandı.' diyor. Yeni bir ev yaptıran Baştımar, yakında konaktan ayrılacak.

Akşam, Haber: Gürkan Ata, 29.12.2010

"KÜLTÜR SANAT BİRE 7 VERİYOR, KAMU 'YUMUŞAK GÜÇ' GÖSTERSİN

 

İstanbul'da uluslararası sanat festivalleri düzenlemek amacıyla 1973 yılında Nejat F. Eczacıbaşı önderliğindeki 17 işadamı ve sanatsever tarafından kurulan İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı’nın (İKSV) başkanlığına geçen şubat ayında seçilen Bülent Eczacıbaşı, uzun süre sessizliğini korudu. İKSV ile ilgili hedeflerini paylaşmak amacıyla basının karşısına çıkmaya başladığında, yaklaşık 30 milyon dolarlık borcu yeniden yapılandırarak 10 yıllık bir vadeye yaymış, Eczacıbaşı Holding olarak İKSV’ye 10 milyon liralık bir bağış yapmış, sponsorlar da katkılarını artırmışlardı. Bülent Eczacıbaşı ile İKSV’yi ve Türkiye’de sanat ve kültür alanındaki gelişmeleri konuştuk.
 

*   İKSV mali sıkıntı içindeydi...
-  Doğal olarak mali sorunları vardı. Vakıflar, özellikle kültür ve sanatla ilgili olanlar, mali sıkıntılar yaşar. Neredeyse tamamen özel sektörün katkılarıyla çalışmalarını sürdürüyorlar. İKSV yıllar içerisinde çok başarılı işler yapmış, çalışmalarını genişletmiş, yurtdışında etkinlikler yapmış bir kurum. Bunlar da mali yükler getirmiş.


*  İKSV’nin bütçesi nedir? Mali sorunların çözümüne kamu ne kadar katkı sağlıyor?
 -  İKSV’nin 2011 bütçesi 30 milyon TL düzeyinde. İKSV’nin etkinliklerinde kamunun katkısı ise yüzde 6 seviyesinde, belediyenin katkılarını da ekleyince bu oran yüzde 7’ye çıkıyor. Bu katkının mutlaka artırılması gerekiyor.


*  Dünyadaki örneklere bakınca kamu katkısı ne kadar?
-  Dünyadaki önemli festivallerde kamu katkısı ortalama yüzde 60 düzeyinde. Edinburg Festivali’ne kamu katkısı yüzde 63. Venedik Festivali’nde, Güney Fransa’da, Berlin Festivali’nde, Cannes’da yüzde 60; İspanya St. Sebastian’da yüzde 58, Hong Kong’da yüzde 63. Kamu ve kurumlar, yaptıkları bu katkıların karşılığını da fazlasıyla alıyorlar.
 

*  Nasıl bir karşılık alıyorlar?
-  ABD’de yapılmış bir araştırmaya göre, 4 milyon dolarlık kültür sanat yatırımı, 30 milyon dolarlık bir ekonomi yaratıyor. Yani, 1’e 7 gibi, bir çok yatırımcının hayal bile edemeyeceği bir geri dönüş.


*  Kamu katkısı olmadan bu faaliyetler sürdürülemez mi?
-  Kültür sanat tek başına kendi yarattığı kaynaklarla hiçbir ülkede gelişemiyor. Özel sektör ve kamunun katkısı gerekiyor. Kabuğunu kıran, dünyanın seçkin ülkeleri arasına giren Türkiye alışkanlıklarını değiştirmek ve kültür-sanata ayırdığı özel ve kamu kaynaklarını da artırmak zorunda.
 

*   Kamu, bu katkıları artırmaya sıcak bakıyor mu?
-  Kamuda bu yönde çaba ve iyi niyet görüyorum. Yıllar içinde artacaktır. Türkiye artık dünyada kendine yeni bir yer arıyor, komşularıyla ilişkilerini geliştiriyor, bölgesinin lideri oluyor, “yumuşak gücünün” nasıl bir potansiyel taşıdığını ve bunu nasıl kullanması gerektiğini anlamaya başlıyor. Kültür ve sanatta bir üçüncü dünya ülkesi gibi kalırsak, sadece ekonomik gelişme ve dış politikada aktif olarak elde etmek istediklerimizi başaramayız.

 

*  Özel sektör son yıllarda pek çok müze ve vakıflar kanalıyla projeler geliştirdi. Bunlar da olumlu gelişmeler...
-  Evet muhakkak olumlu gelişmeler. İlgi artıyor ve ilgi arttıkça daha geniş kitlelere yayılıyor. Sponsorluğun ticari açıdan da anlamlı olduğu görülüyor. Bunlar iyi sonuçlar verecek. Özel müzelerle birlikte müze ziyaretçileri de arttı. Örneğin, İstanbul Modern’in ziyaretçi sayısı 500 bine yaklaştı. Yurtdışından bu kurumlara ilgi artıyor, ortak projeler, sergiler yapmak teklifleri geliyor. Bu tür projelerin tanıtıma katkısı tabii büyük oluyor. Ayrıca İstanbul’un kültür-sanat yaşamı çok canlı, yaşanabilir bir şehir olması ekonomik açıdan da yararlar getiriyor.


*  Bu gelişimin Anadolu’ya yansıması da var mı?
-  Kesinlikle var. Anadolu’nun çeşitli şehirlerinde çok kaliteli sanat etkinlikleri düzenleniyor.

 

*  Bir de değişmeyen mekan sorunu var...
İstanbul gibi bir kültür başkentinin daha fazla olanağa sahip olması gerekir. Kongre öncelikli salonlar dışında gerçek anlamda konser salonları yok. Sinemalarımız birer birer eksiliyor. Emek Sineması sorunu gündemde ve ne olacağı da belli değil. Emek’in yeni bir proje ile yıkılıp yeniden yapılmak istendiğini biliyoruz ama anlamlı bir eleştiri ortaya koyacak kadar bile projenin niteliği hakkında kimsenin bilgi sahibi olmadığını görüyoruz. Emek Sineması ile ilgili projenin kamuoyuna ve sanatseverle karşı karanlıkta tutulmasından ve yeterince açıklıkla anlatılmamasından son derecede rahatsızız. Amacından ve niteliğinden habersiz olduğumuz bu projenin de elbette yanında değiliz. Emek Sineması’nın asıl sahibi İstanbullular ve sanatseverlerdir. Sanıyorum bu nokta yeterince anlaşılamıyor ve proje Emek’in asıl sahiplerinden nedense gizleniyor. Öte yandan, Atatürk Kültür Merkezi sorunu sürüyor, bu çok önemli mekan kültür ve sanat dünyamızın hizmetine bir türlü açılamıyor. İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti’yken bu sorunları çözmeliydik. İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti  Ajansı AKM sorununu çözmek için çok çaba gösterdi ama maalesef sonuç alamadı.

 

*  Uluslararası Tasarım Bienali projenizin kapsamı nedir?
- İKSV; Müzik Festivali, Caz Festivali, Sinema Festivali ve 2 yılda bir yapılan Tiyatro ve Çağdaş Sanat bienallerini gerçekleştiriyor. Kendi alanlarında dünyada önemli yerlere geldi. Bazıları ilk üçe girdi. Uluslararası Tasarım Bienali’nin ilkini 2012’de düzenleyeceğiz. Tasarım geniş bir konu ve çok altbaşlığı var.Bunun sınırlarını ve ana temalarını belirliyoruz.

 

*  Fransa’da Türk Mevsimi ne kadar başarılı oldu?
-  Çok başarılıydı. Dokuz ay boyunca düzenlenen yüzlerce etkinlikle Türk kültürünün çok etkili bir tanıtımı yapıldı. Eyfel Kulesi’nin Türk bayrağı renkleriyle ışıklandırıldı. O sırada uçakta bulunan Cumhurbaşkanı Sarkozy’i sinirlendirmemek için pilotların rota değiştirmiş olduklarını da Wikileaks’ten öğrendik! “Fransa’da Türk Mevsimi”nin pek çok benzerlerini yapabiliriz. Yurtdışından bu yönde çok talep var.

 

*  2010 yılındaki etkinliklerde kaç kişiyi ağırladınız?
-  2010 yılında Film Festivali’ni 150 bin, Tiyatro Festivali’ni 24 bin, Müzik Festivali’ni 20 bin, Caz Festivali’ni 45 bin, Bienali 101 bin kişi izledi. Fransa’daki Türk Mevsimi’nde 9 ayda yapılan 600 etkinliği 15 milyon kişi izledi. Bunların dışında REM, U2, Leonard Cohen konserleri de binlerce kişi tarafından izlendi.

 

*  Bütün malını mülkünü kültür-sanat vakıflarına bırakanlar var mı?
-  İKSV’ye mirasından pay bırakanlar arasında büyük sanatçımız Leyla Gencer var. İKSV’nin yeni binasında onun adına bir müze kurduk. İstanbul Modern’e de sahip olduğu eserleri bağışlayanlar oluyor. Miras bırakanlar da yaşarken bağış yapanlar da var. Örneğin, İKSV’nin Lale Kart üyelerinin İKSV bütçelerine katkıları, devletin katkısına eşit düzeyde: yüzde 6.

Hürriyet, Haber: Demet Cengiz Bilgin, 29.12.2010

TARİHİ ESER KAÇAKÇILIĞINDA 20 GÖZALTI

 

 

Bursa'da Cumhuriyet Savcılığı ve jandarmanın tarihi eser operasyonunda eski bir milletvekili ve tanınmış isimlerin de bulunduğu 20 kişi gözaltına alındı.

 

Savcılığın yaklaşık 4 aydır sürdürdüğü soruşturma bugün İl Jandarma Komutanlığı ekiplerince operasyona dönüştü. Tarihi eser operasyonu kapsamında 21. Dönem Bursa Milletvekillerinden birisi ile bir teknik direktörün ayrıldığı eşinin de bulunduğu 20 kişi gözaltına alındı. Gözaltındaki kişilerin sorgusuna başlandığı, operasyondaki kişi sayısının artabileceği öğrenildi.

 

Savcılığın talimatıyla sorgusu tamamlanan kişiler 2 ya da 3 gün içinde adliyeye çıkartılacak.

Yeni Şafak, 29.12.2010

2 BİN 300 YILLIK KÖPRÜ SUYA GÖMÜLDÜ

 

  

 

İzmir'in Bergama İlçesi'nde, Yortanlı Barajı'nın suları altında kalacak Allianoi antik kentinin kille kaplanıp kuma gömülürken, Muğla'daki 2 bin 300 yıllık İnce Kemer Köprüsü da Allianoi ile aynı kaderi paylaştı. 10 Ekim'de Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın açılışını yaptığı Çine Adnan Menderes Barajı'nın su tutma alanı içindeki Roma dönemine ait tarihi köprü tamamen baraj suları altında kaldı.

Çine Barajı'nın 9.4 kilometrelik göl sahası içinde kalan İnce Kemer Köprüsü ile ilgili Kültür Bakanlığı İzmir 2 No.lu Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'nun 21.02.2001 tarih ve 9835 sayılı kararında "İnce Kemer Köprüsü"nün taşınması konusunda yer tespiti yapılarak belirlenen bölgeye nakledilmesi kurulca kararlaştırılmıştır" denildi. Barajın Aydın sınırları içinde, İnce Kemer Köprüsü'nün de Muğla sınırları içinde kalması nedeniyle nihai kararı Muğla'daki koruma kurulu verdi.

Kurul 23.08.2002 tarih ve 1709 sayılı kararında, "2000 yılı aşkın bir geçmişi bulunan tarihi mirasın su altında kalmasının, taşıma gerekçesi olamayacağına, su içinde bozulma ve yıpranmasını önleyici teknik ve bilimsel önlemlerin kurulumuza da bilgi verilerek alınmasına, bu işlem yerine getirilmeden söz konusu anıtsal yapıyı su altında bırakacak uygulamaya geçilememesine" hükmetti.





Halk arasında Gelin Geçmez Köprüsü olarak bilinen tarihi İnce Kemer Köprüsü'ne toprak ve kaya parçalarıyla dolgu yapıldı. Bu işlem Muğla Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu denetiminde gerçekleşti. Olası bir tahribatı engellemek için çalışmalar sırasında bir kurul yetkilisi sürekli bölgede bulunduruldu. Tarihi köprü son yağışların ardından tamamen sular altında kaldı.

Yatağan Belediye Başkan Vekili, araştırmacı-yazar Tarcan Oğuz, aynı işlevi gören iki kurumun farklı kararlar vermesini eleştirdi. Oğuz, "Karia döneminin önemli eserlerinden İnce Kemer Köprüsü sular altında kaldı. Böylece bir medeniyet yok oldu. Yatırım yapılırken tarihi de gözetmekte fayda var. Çine ve Yatağan yöresinde herkesin zaman zaman görmek için geldiği İnce Kemer Köprüsü şimdi tamamen sular altında kaldı. Girişimlerimiz sonuç vermedi. Barajın 50-60 yıl sonra ömrünü tamamlayarak suların çekileceği iddia ediliyor. Bugüne kadar ömrünü tamamlayarak suların çekildiği bir baraj görmedik" dedi.

Muğla Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Başkanı ve Karya Araştırma Merkezi Müdürü Prof. Adnan Diler ise, köprünün uygun bir yere taşınmasının gündeme geldiğini ancak bu gibi tarihi değerlerin yerinde kalmasının çok önemli olduğunu belirterek, "Köprünün taşınması anlamsızdı. Bu nedenle yerinde bırakıldı" diye konuştu.

Yeni Asır, Haber: Bekir Tosun - Osman Akça, 28.12.2010

RESTORASYONUN AMACI KULLANARAK KORUMAK YA DA KORUYARAK KULLANMAK

 

 

Nevşehir Tabii ve Kültürel Varlıkları Koruma Kurulu Müdürü Mevlüt Coşkun, geçtiğimiz günlerde Nevşehir'in merkeze bağlı Göreme beldesinde çöken peribacasının projesini 1,5 yıl önce onaylayıp, Bakanlığa gönderdiklerini belirterek, ''Maalesef, İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü, yatırım programına alıp, bunun tamiratını yaptırmadı'' dedi.

Nevşehir Üniversitesi Turizm Fakültesi Turizm ve Seyahat Hizmetleri Programı Bölümü tarafından düzenlenen 'Kapadokya'daki Tabii ve Kültürel Varlıkların Korunması' konulu panelde konuşan Coşkun, Kapadokya bölgesi ve peribacalarının oluşumuyla ilgili bilgiler verdi.

Coşkun, bir gazetecinin, geçen hafta Göreme'de çöken peribacası ile ilgili sorusu üzerine, restorasyonun ve korumanın birinci amacının, kullanarak korumak veya koruyarak kullanmak olduğunu söyledi. Peribacası gibi yapıların korunması için yasal çerçevede ellerinden gelen gayreti gösterdiklerini dile getiren Coşkun, kültür ve tabiat varlıklarının korunmasında herkese görev düştüğüne işaret etti.

Coşkun, şunları söyledi:
''1960'lı yıllarda Kapadokya'ya bir hazine avukatı gelmiş, peribacalarının devlet malı olduğunu ortaya koymak suretiyle, tapularını çıkarttırıp, Hazineye kaydettirmiş. Dolayısıyla peribacalarının şimdi hepsinin tahsisi Milli Emlak'ta bulunuyor. Ondan sonra da içindeki insanları boşaltmaya çalışmışlar. Zaten restorasyonun amacı, kullanarak korumak ya da koruyarak kullanmak. İçinde yaşam olmadıkça, insan nefesi olmadıkça peribacası gibi bu yapıların hepsinin ayakta kalma şansları yok. Biz o yıkılan peribacasının projesini 1,5 yıl önce onayladık, Bakanlığa gönderdik. Maalesef, İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü, yatırım programına alıp, bunun tamiratını yaptırmadı.

Biz, Tabii ve Kültürel Varlıkları Koruma Kurulu olarak projeleri onaylarız ama biz hiçbir zaman ruhsat kesen bir merci değiliz. Dolayısıyla kurumlar arasındaki koordinasyon, anlayışsızlık, iş bilmezlik, başındaki yeteneksiz adamlardan kaynaklanan pek çok sorun var''.

Panelde konuşan turizmci Hasan Kalcı da konuşmasında, Kapadokya turizminin özelliklerini anlattı. Bu bölgede turizm yapılırken önce hizmet sonra para unsurunun düşünülmesi gerektiğini belirten Kalcı, bölgeye gelen turistlerin zamanın kıymetini bildiğini, bölge hakkında da bilgi sahibi olduğunu ve burada kültürel turizm yapıldığını ifade etti.

Yapı, Fotoğraf: Yücel Velioğlu, 28.12.2010

 

******


PERİBACALARI İÇİN YASA ŞART

 

 

UNESCO'nun ‘Dünya Kültür Mirası Listesi'nde yer alan Kapadokya'daki kaya kilise ile peribacalarının özellikle son yıllardaki tahribatının önüne geçilmesi için ‘Kapadokya Sivil İnisiyatifi' üyeleri, bir araya geldi. Üyeler, peribacalarının yerel yönetimlere devredilmesini önerirken, bunların daha iyi korunabilmesi için Özel Kapadokya Yasası çıkartılmasını istedi. 

Nevşehir'in Göreme Beldesi Aydınlı Mahallesi'nde kısa süre önce 25 metre yüksekliğe sahip peribacasında meydana gelen çöküntü ardından bölgedeki yerel yöneticiler bir araya geldi. 

Kapadokya bölgesinde, peribacalarının yoğun olarak bulunduğu merkez arasında bulunan Ürgüp Belediye Başkanı Fahri Yıldız, Ortahisar Belediye Başkanı Ali İhsan Özendi, Uçhisar Belediye Başkanı Osman Süslü ve Göreme Belediye Başkanı Nuri Cingil ile İl Özel İdare Genel Sekreteri Abdülkadir Tatar, Göreme Turizm Geliştirme Kooperatifi Başkanı Mustafa Durmaz, Kapadokya Scal Kulüp Başkanı Murat Özgüç ile TÜRSAB Kapadokya Bölgesel Yürütme Kurulu Başkanı Mehmet Keçeci toplantı yaptı. 

Toplantıda, peribacalarının daha iyi korunabilmesi için alınması gereken önlemler görüşüldü. Toplantıda alınan kararları açıklayan TÜRSAB Kapadokya Bölgesel Yürütme Kurulu Başkanı Mehmet Keçeci, Kapadokya bölgesinin, coğrafi yapısı ve kültürel değerleri ile dünyanın dört yanından insanların ziyaret ettiğini bölgenin Türkiye’nin en önemli kültür turizm merkezlerinden biri olduğunu söyledi. 

Kapadokya sivil inisiyatifinin aldığı kararlar şöyle: 
“Peribacalarının mülkiyetinin bir an önce yerel yönetimlere devredilmelidir. Peribacalarının ve kaya oyma mekanların rölöve, statik ve projeleri ekonomik anlamda desteklenmelidir. Bu konuda yapılacak çalışmalar Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu tarafından öncelikli olarak ele alınıp, acil olarak sonuçlandırılmalıdır. Sınırları içerisinde peribacası olan yerel yönetimler teknik personel olarak da merkezi yönetim tarafından desteklenmeli. 

Peribacaları ve kaya oyma mekanlar özel mülk içerisinde dahi olsa, yerel yönetimlere koruma amaçlı müdahale yapma yetkisi verilmelidir. Belirttiğimiz görevlerin zamanında ve tam yapılabilmesi için, bölgede bulunan ören yeri ve müze gelirlerinden yerel yönetimlere ayrılacak bir fon ile bu projeler finanse edilmelidir.” 

Sözcü Mehmet Keçeci, önerilerini önümüzdeki günlerde oluşturacakları bir heyet ile Cumhurbaşkanı Abdullah Gül başta olmak üzere Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve çeşitli bakanlıklara ileteceklerini ekledi.

Radikal, 30.12.2010

61 MÜZE EL DEĞİŞTİRİYOR

 

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı’nca hazırlanan “Kültür ve Turizm Bakanlığı Teşkilat ve Görevleri Hakkında Yasa Tasarısı Taslağı”na göre salt kütüphaneler değil, bakanlığın taşra teşkilatında bulunan kültür merkezleri, danışma büroları ile 61 müze de il özel idarelerine devredilecek. Bakanlığın bu yasa tasarısından sonra yine AKP iktidarının ilk yıllarında gündeme gelen Devlet Tiyatroları (DT) ile Devlet Opera ve Balesi’nin (DOB) de belediyelere ve il özel idarelerine devredilmesini öngören yasa taslağını hazırlayacağı belirtiliyor.

İki ayrı bakanlık olan Kültür Bakanlığı ile Turizm Bakanlığı, AKP hükümetinin ilk Kültür Bakanı Erkan Mumcu döneminde, 4848 sayılı yasa ile birleştirilmişti.

Her iki bakanlığın birleştirilmesinin ardından da 2006’da, Kültür ve Turizm Bakanlığı’na bağlı kütüphaneler ve müzelerin, belediyelere ve özel idarelere devrini öngören yasa hazırlıklarına girişilmişti. Ancak bu girişim Meclis’te, CHP kanadının yoğun eleştirileri üzerine tasarı halinde kalmıştı.

Bakanlığın yeniden gündemine aldığı tasarıya göre taşra teşkilatı bünyesinde yer alan kültür merkezleri, danışma büroları, ilçe sınırları içindeki kütüphaneler ve illerdeki güzel sanat galerileri ile 61 müze özel idarelerine devredilecek. Söz konusu müzelerden bazıları şöyle:

“Adana Atatürk Evi Müzesi, Adana Etnoğrafya Müzesi, Ankara Estergon Etnoğrafya Müzesi, İzmir Etnoğrafya Müzesi, Konya Etnoğrafya Müzesi, Mersin Atatürk Evi Müzesi, Erzurum Atatürk Evi Müzesi, Uşak Atatürk ve Etnoğrafya Müzesi, İstanbul Adam Mickiewicz Müzesi, Kütahya Çini Müzesi.”

Tasarıda ayrıca, Hazine’ye ait olup, bakanlığa tahsis edilen taşınmazların da tahsis amacında kullanılmak üzere ilgili il özel idaresine tahsis edilmiş sayılması öngörülüyor.

Buna ek olarak, devredilen birimlerde çalışan personel de kadro unvanlarıyla birlikte il özel idarelerine devredilecek.

Cumhuriyet, Haber: Selda Güneysu, 28.12.2010

TEDBİR ALINMAZSA 1000 YILLIK TARİHİ KÖPRÜ YIKILABİLİR

 

     

 

Yayladağı'nda şiddetli yağışların bin yıllık Kasımbey Köprüsü'ne zarar verdiği, köprünün birisi bacağında olmak üzere iki ayrı yerinde çatlama oluştuğu bildirildi.

 

Tutlubahçe Mahallesi Muhtarı Yaşar Elagöz, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Kureyşi Deresi üzerinde 1040 yılında Abbasiler döneminde Savcılar Aşireti Reisi Kasımbey tarafından inşa edilen köprünün, son dönemdeki şiddetli yağışlar nedeniyle zarar gördüğünü ifade etti.


Durumu Yayladağı Kaymakamlığı'na ileteceklerini belirten Elagöz, şöyle devam etti: ''İlçemizin en önemli tarihi eserlerinden Kasımbey Köprüsü bin yıldır ilçemiz vatandaşlarının kahrını çekiyor. Özellikle çiftçiler tarafından kullanılan bu köprü Yayladağı-Samandağı Karayolu'na çıkan en kestirme yolu da birleştirme özelliğine sahip. Uzun yıllar bakım yapılmadığından günden güne dayanıklılığını kaybeden köprü son yağışlar sonrası iki yerden ciddi şekilde çatladı. İkinci bir şiddetli yağmuru kaldırmayabilir. Hatta ağır tonajlı bir aracın bile geçmesi köprüsü yerle bir edebilir.''

 

Elagöz, köprünün aslına uygun ve tarihi yapısı bozulmadan restore edilerek çatlayan yerlerinin güçlendirilmesi ve onarılması gerektiğini, aksi halde beklenmedik olayların yaşanacağını sözlerine ekledi.


Kaymakam Tolga Polat da, köprüden ağır tonajlı araçların geçmesini yasakladıklarını, ayrıca Kültür ve Turizm Müdürünü arayarak restorasyon konusunda destek istediği söyledi.

Hatay Gündem, 28.12.2010

MARDİN'DE İKİ KİLİSE VE DÖRT MANASTIRIN RESTORASYONU TAMAMLANDI

 

 

Mardin Valisi Hasan Duruer, Kentsel Dönüşüm Projesi kapsamında, şu ana kadar iki manastır ve dört kilisenin restorasyonunun tamamlandığını bildirdi. Duruer, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Turabdin bölgesi olarak bilinen Midyat ve Mardin arasındaki bölgede, Süryani cemaatine ait manastır ve kiliselerin bulunduğunu, bu manastır ve kiliselerin Cumhuriyet döneminde hiçbir zaman ibadete kapatılmadığını belirtti.

Vali Duruer, şöyle konuştu:
''Hoşgörünün diyarı olan Mardin'de kardeşçe bir arada yaşanıyor. Yıllardan beri ortak yaşam içinde olan Süryaniler ile bir arada yaşıyoruz. Restorasyon çalışmalarında da onları kendimizden ayrı tutmadık. Böylece Mardin'de ve çevre ilçelerde bulunan bazı kilise ve manastırları restore ettik. Şu ana kadar iki manastır ve dört kilisenin restorasyonunu tamamladık. Dönüşüm Projesi kapsamında yaptığımız bütün bu çalışmalar bittiğinde, Mardin binlerce yıllık tarihi kimliğine kavuşacak ve dünyanın birçok marka kentleriyle yarışır duruma gelecek''.

Vali Duruer, turizmden tarıma, ekonomiden sanata kadar her alanda Mardin'i kalkındırmak için ciddi çalışma başlattıklarını, son yıllarda turizmin gözde merkezi olan Mardin'de hedeflerinin beş yıl içinde beş milyon turist olduğunu kaydetti.

Kentteki yatak sayısını da bin 600'den 10 bine çıkarmayı hedeflediklerini belirten Vali Duruer, ''Yatırımcıları, Mardin'e turizm alanında yatırım yapmaya davet ediyoruz. Bu alanda yatırım yapacak müteşebbislere her türlü kolaylığı sağlayacağız. Mardin'de turizm sadece dört ayla sınırlı olmamalıdır. Öncelikli hedefimiz, turizmi 12 aya yaymaktır'' dedi.
Yapı, Fotoğraf: Mehmet Çelik, 28.12.2010

RAMSES LANETİ 8 KİŞİNİN SONU OLDU

 

 

Mısır’ın “Beni yerimden oynatanları sulara gömeceğim” lanetiyle ünlü firavunu 2. Ramses’in tapınağını ziyaret etmek için yola çıkan 6’sı kadın 8 ABD'li turist dün trafik kazasında yaşamını kaybetti, 21 kişi de yaralandı.

 

Korkunç kaza, 116 kişilik ABD'li turist kafilesini taşıyan 3 otobüsten birinin Asvan kentinden, güneyde tapınağın bulunduğu Ebu Simbel'e giderken tek arabanın geçebileceği çöl yolunda meydana geldi.

Otobüslerden biri yolda park edilmiş bir kamyona çarptı. Havanın henüz aydınlanmadığı şafak vakti olması nedeniyle park halindeki kum yüklü kamyonu fark edemeyen Mısırlı şoför, otobüsün çarpmasını engelleyemedi. Hafif yaralılar civardaki askeri hastanelere, ağır olanlar ise, havayoluyla Kahire'ye nakledildi. Tura katılan diğer iki otobüs kafilesi kaza sonrası Asvan'a geri döndü.

Ebu Simbel'deki Büyük Tapınağı, 2. Ramses Tanrı Amon'a adadı. Tapınak, Asvan'daki dev baraj inşaatı nedeniyle Ebu Simbel'e taşındı. Bu nedenle tapınağın 2. Ramses'in lanetini çektiği yolunda bir inanış oluştu. Bu inanış, tapınağı bulan kazı ekibi üyelerinden James Cole ve arkadaşlarının kısa sürede hastalanıp ölmesiyle yayıldı. Cole'ün eşi ve kızının yangında ölmesi ayrıca oğlu James'in ortak olduğu Titanic gemisinin batması da inanışı güçlendirdi. Trafik kurallarına pek uyulmayan Mısır'da yılda 8 bin kişi kazalarda ölüyor.

Sabah, 28.12.2010

ARINÇ'A AVİZE SORUSU

 

 

CHP Amasya Milletvekili Hüseyin Ünsal Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç'a avize soruları yöneltti.

 

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın kurban bayramının birinci günü (16 Kasım 2010) açarak ibadet yaptığı İstanbul Süleymaniye Camii'ne ilişkin iddialar Meclis gündemine taşındı. CHP'li Ünsal açılıştan ertesi günü Camii'nin avizelerinin tavan süslemeleriyle birlikte zemine düştüğüne yönelik iddiaları bir soru önergesiyle, restorasyonu da yapan Vakıflar Genel Müdürlüğü'nden Sorumlu Başbakan Yardımcısı Arınç'a yöneltti. Ünsal'ın önergesinde yer alan sorular şöyle:

 

- İhale bedeli nedir?
- İhaleye kaç firma teklif vermiştir?
- İhale bedeli 7.100.000.-TL iken alınan bilgilere göre 21.000.000.-TL'ye tamamlandığı doğru mudur?
- İhale bedeli yükleniciye peşin olarak ödenmiş midir? Şartnamede peşin ödenekten söz edilmiş midir? Edilmedi ise bu haksız rekabet değil midir?
- Açılışı yapılan camiinin hemen ertesi gün avizelerinin ve tavan süslemelerinin düştüğü doğru mudur?
- Eğer böyle bir durum söz konusu ise; 16. yüzyılında 8 şiddetinde depreme dayanıklı olarak yapıldığı belirtilen camiinin avizelerinin hemen takıldıktan sonra düşmesi hakkında bir inceleme başlatılmış mıdır?
- Yüklenici firmaya bir yaptırım uygulanmış mıdır?

Akşam, Haber: A. Rezzak Oral, 28.12.2010

ÖRNEK BİR RESTORASYON KENTİ: HALEP

 

Palmiye ağaçlarının gölgesindeki sessiz bir meydana açılan, Suriye'nin Ortaçağ'a ait muazzam kalesi restore edildi. Bu sakin meydan, Ortadoğu'nun en ileri koruma projelerinden birinin en önemli parçası. Diğer restorasyon projelerinden farklı olarak, binalar kadar insanlara da önem veren bir proje. Halep semalarında yükselen ve İslam mimarisinin mücevheri olan kale duvarlarının yaklaşık 10 yıldır süren restorasyon projesi, aynı zamanda bozulmuş sokakların yeniden inşasını, şehirdeki hizmetleri geliştirmesini, tarihi şehirdeki yüzlerce evin yenilenmesi ile şehrin en yoksul mahallelerinden birinde 16 hektarlık bir park alanı oluşturulmasını da kapsıyor.

Taraf, 28.12.2010

İNSANLIK TARİHİNİ DEĞİŞTİRECEK KEŞİF

 

 

 

İsrail'in Roş Ha'ayin kasabası yakınlarındaki Kesem mağarasında incelemeler yapan Tel Aviv Üniversitesi'nden bir ekip, 400 bin yıl öncesine ait insan dişleri bulduklarını açıkladı. 

    

İsrailli ekibin başındaki arkeolog Avi Gopher, kesin sonuca varmak için daha detaylı çalışmalar yapılması gerektiğini ifade etti, ancak ekledi:

"Eğer ispatlanırsa, bu evrim teorisi hakkında bildiklerimizi tamamen değiştirir."  

 

Bilimsel çevrelerde kabul edilen teoriye göre, Homo Sapiens 200 bin yıl önce Afrika'da ortaya çıktı ve ardından dünyaya yayıldı.

 

Cambridge Üniversitesi'nden tarih öncesi uzmanı Paul Mellars ise, bu keşfin "önemli" olduğunu ancak kalıntıların modern insandan olduğunu söylemek için çok erken olduğunu söyledi.

Mellars, "bulunan dişlerin, modern insanın uzun yıllar önce yaşamış olan akrabaları Neandertallara ait olduğunu" düşündüğünü ifade etti.

Hürriyet, 28.12.2010



DÜNYANIN İLK ÜNİVERSİTESİ BULUNDU

 



 

Nusaybin'de bulunan Mor Yakup Manastırı'nda yapılan arkeolojik kazılarda bulunan Nisibis Akademisi'nin dünyanın ilk üniversitesi olduğu ileri sürüldü. MS 209 yılında yapılan ve yaklaşık 1700 yıllık tarihi geçmişi bulunan Mor Yakup Manastırı'nın bahçesindeki yerin altında saklı bulunan tarih hazinesi gün ışığına çıkartılıyor.

 

Bir zamanlar felsefe, mantık, edebiyat, geometri, astronomi, tıp, hukuk eğitiminin verildiği dünyanın ilk eğitim üniversitesi olma özelliğine sahip Mor Yakup Manastırı'ndaki arkeolojik kazılar aralıksız devam ediyor. Önümüzdeki yılın Şubat ayında bitirilmesi planlanan kazılardan sonra Hazreti Muhammed'in torunu olan Zeynel Abidin Hazretleri Türbesi, Zeynel Abidin Camisi ile birleştirilerek Türkiye'nin ilk inanç parkı haline getirilmesi hedefleniyor.

 

Vakıflar Bölge Müdürlüğü ve Mardin Valiliği tarafından sürdürülen çalışmaların bir yıl içinde bitirileceğini belirten Nusaybin Kaymakamı Murat Girgin, Zeynel Abidin Türbesi ve Moryakup Manastırı kazı çalışmalarının bitirilmesi ile bölgenin inanç turizmi açısından önemli bir merkez haline geleceğini söyledi.

 

Yıllardır ilçede yaşanan terör olayları ve polise taş atan çocuklarla ilçenin anılmaya başlandığını belirten Kaymakam Girgin, bu kötü imajı değiştirmek için büyük bir atılım içerisine girdiklerini söyledi. Bu çerçevede tarihi ve turistik mekanları restore etmeye başladıklarını anlatan Kaymakam Girgin, İran ve Roma devletlerinin ortasında kurulmuş Nusaybin'in tarihte üstlendiği bilimsel ve kültürel rolünü detaylı olarak dile getirdi.

 

Nusaybin'e Ümmü'l-Ulum, (İlimler Anası) ve Medinetu'l-Maarif (Bilgi şehri) unvanlarına layık görüldüğünü anlatan Girgin, "Milattan önce de, Nusaybin, ilim ve kültür merkezi olarak biliniyordu. İsa'dan çok önce yaşamış olan şair filozof Vifa ve II. yüzyılın ortalarında yaşamış filozof Mor İbn Serabyon, Nusaybin okullarında yetişmiş Paganist Süryaniler'indendi. Miladi 200 senelerinde Antakya Akademisi'nin de kurucularından Nusaybinli Mor Yakup tarafından Nusaybin'de ilk Hıristiyan-Süryani Akademisi açıldı. Buradaki Nisibis Akademisi, Şanlıurfa yani Edessa'da kurulan Akademia'dan yıllar önce kurulmuş. Bu mekanın tescili gecikince Şanlıurfa-Harran'da dünyanın ilk üniversitesi diye yazılmaya başlandı. Ama gerçek anlamda buradaki kazıların bitirilmesi ile Nisibis Akademisi'nin dünyanın ilk üniversitesi olduğu ortaya çıkacak" dedi.

 

İlçede büyük tarihi hazinelerin bulunduğunun bir gerçek olduğuna dikkat çeken Kaymakam Girgin, şunları söyledi:

"Bir yandan dünyanın ilk eğitim üniversitesi olan Mor Yakup Manastırı'nın bahçesindeki Nisibis, bir yandan da Hazreti Muhammed'in torunu olan Hazreti Zeynel Abidin Camisi ve türbesi bulunmaktadır. Ayrıca İlçede bulunan Mor Evgin manastırı da ayrı bir tarihi zenginliği temsil etmektedir. Bütün bunları ilçenin turizmini geliştirmek ve kötü imajı silmek için restorasyon ve kazı çalışmaları başlattık. Şu anda Harran Üniversitesi'nden daha eski bir tarihi bulunan Mor Yakup Manastırı'nda kazı çalışmaları devam ediyor. Manastırda bir zamanlar felsefe, mantık, edebiyat, geometri, astronomi, tıp, hukuk eğitimi verildiği dünyanın ilk eğitim merkeziydi. Şubat ayında kazı çalışması tamamlanacak. Burayı Zeynel Abidin Camisi ile birleştirip bölgenin ilk inanç parkı haline getirmeyi amaçlıyoruz. Bölgedeki terör imajını kırmak için harekete geçtik. Bu algıyı kırmak için buradaki esnaf ve STK temsilcileri ile ortak bir çaba içindeyiz. Önümüzdeki yıldan itibaren bu tarihi değerleri turizme açacağız."

 

İlçede yaşayan son Süryani olan Daniel Çepe, manastırda yapılan kazı çalışmaları sonunda ortaya çıkan verilerin Süryani tarihi açısından da önemli olduğunu söyledi. Manastırın bahçesinde ortaya çıkan Nisibis Akademisi'nin dünyanın ilk üniversitesi olmasının kendilerini de heyecanlandırdığını ifade eden Çepe, "Zeynel Abidin türbesi ve camisi ile birlikte bu alanın inanç parkı olması, bu bölgede yaşayan Süryaniler için de çok önemli" diye konuştu.

Habertürk, 28.12.2010

İLK İNSANLARLA İLGİLİ ŞOK BİLGİ

 

 

ABD'deki bilimadamlarının yaptıkları araştırmada, Neanderthallerin dişleri arasında pişirilmiş bitki kalıntıları bulundu.

Araştırma, Neanderthallerin beslenme biçiminin etle sınırlı olmadığını ve daha önce zannedilenden çok daha karmaşık olduğunu gösteriyor. Neanderthallerin etobur oldukları yolundaki inanç, bu türün kemik analizlerinin, pek sebze yemediklerini göstermesine dayanıyordu.

"Proceedings of the National Academy of Sciences" dergisinde yayımlanan yeni araştırma, sözkonusu kimyasal analizlerin tersi yönde, doğrudan deliller sağladı. Araştırmacılar, dünyanın çeşitli yerlerindeki Neanderthallerin dişlerinde fosilleşmiş bitki kalıntıları buldular ve bunların bazılarının pişirilmiş olduğunu saptadılar.

Daha önce Neanderthallerin yaşadıkları bölgelerde ve oc
aklarında polen taneleri bulunmuştu ancak bu son araştırmanın, bitkilerin bu tür tarafından tüketildiğinin açık göstergesi olduğu belirtiliyor.

George Washington Üniversitesi'nden Prof. Alison Brooks, daha önceki testlerde, kemiklerdeki protein seviyesine bakıldığını ve bunun sonucunda da Neanderthallerin etobur oldukları varsayımına varıldığını belirtti. Brooks, "ancak bu proteinin bir bölümünün bitkilerden gelme ihtimali de var" dedi.

Araştırma, Neanderthallerin daha önce zannedildiğinden daha fazla insanlara benzediğini de göstermesi açısından önem taşıyor.

Neanderthal adı, Almanya'nın Kuzey Ren-Vestfa
lya eyaletinde Düsseldorf kenti yakınında Neander Vadisi'nden geliyor. "Thal", Almanca "vadi" anlamına geliyor. Neander Vadisi, bu türün ilk keşfedildiği yer olarak biliniyor.

Sabah, 28.12.2010

OTAĞ-I HÜMAYUN KÜLTÜR MERKEZİNE DÖNÜŞTÜRÜLDÜ

 

 

Hünkar Kasrı olarak inşa edilen ve bir dönem Davutpaşa adıyla kışla olarak da kullanılan Otağ-ı Hümayun, yaklaşık 350 gün süren restorasyonun ardından kültür merkezi olarak dün törenle açıldı. İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı (AKB) Yürütme Kurulu Başkanı Avdagiç, Osmanlı'nın kıymetli eserlerinden Otağ-ı Hümayun'un mimari özellikleri ile müze niteliği taşıdığını belirtti. Yapının uzun yıllar metruk bir halde olduğunu vurgulayan Avdagiç, binayı Yıldız Teknik Üniversitesi ile birlikte restore ettirdiklerini hatırlatarak, "Şehrimize nadide bir kültür sanat mekanı kazandırmış olmaktan fevkalade mutluyuz'' dedi. Öte yandan binanın insan hakları müzesi yapılmasını isteyen ve aralarında DİSK Başkanı Süleyman Çelebi'nin de bulunduğu bir grup, yapının kültür merkezi olarak açılmasını protesto etti.

Sabah, 28.12.2010

 

******


OTAĞ-I HÜMAYUN SAVAŞI

 

Osmanlı Ordusu’nun Batı’ya yapacağı seferlerden önce toplandığı alanda Hünkar Kasrı olarak inşa edilen Otağ-ı Hümayun, İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı ve Yıldız Teknik Üniversitesi’nin (YTÜ) işbirliğiyle onarıldı.

Kültür Sanat Merkezi olarak kullanılacak Otağ-ı Hümayun için dün yapılan açılış töreni sırasında, buranın müze olmasını isteyen DİSK üyeleri, binanın bulunduğu YTÜ Davutpaşa Yerleşkesi önünde toplandı. Aralarında DİSK Başkanı Süleyman Çelebi’nin de yer aldığı grup adına yapılan açıklamada, “Otağ-ı Hümayun, 12 Eylül 1980’de DİSK üyelerinin sorgulandığı bir işkencehanedir. Müze yapılmalıdır” denildi.

 

Grup, daha sonra “12 Eylül İşkencehanesi Otağ-ı Hümayun, İnsan Hakları Müzesi olmalıdır” yazılı pankartla, yerleşkeye doğru yürüyüşe geçti. Grup, yerleşke girişine geldiğinde polis ilk olarak kalkanlarla müdahale etti. Yaşanan gerginlik daha sonra arbedeye dönüştü. Kalkanlarla itilen gruptaki bazı kişilerin direnmesi üzerine polis cop kullandı. Yaşanan arbede DİSK Genel Başkanı Süleyman Çelebi’nin de araya girmesiyle son buldu. Öğrenciler ise işkenceleri protesto etmek için yere kırmızı boya döktü. Göstericiler, “Ne unuturuz, Ne affederiz! 71 bin kişi TCK 141-142-163’ten yargılandı” yazılı dövizler taşıdı.

Binanın, 12 Eylül’le yüzleşmek için çok önemli bir yapı olduğunu belirten Süleyman Çelebi, şunları söyledi: “Bu binada falaka ve elektrikli işkenceye maruz kaldım. Şimdi burası kültür merkezi olarak kullanılacak. O zaman burada asker vardı. Şimdi de polis var.” Süleyman Çelebi, basın mensuplarının “Polisin müdahalesini nasıl değerlendiriyorsunuz?” sorusu üzerine de, “Demokrasinin en ilerisi olarak görüyorum. İyi bir karşılama yaptılar. Coplarla tekmelerle çok iyi bir dayak attılar. Ama biz bunları daha önce DİSK olarak yaşadık. Biz işkencelerden, bedeller ödeyen bir örgütüz. Susturulmuş bir toplum istiyorlar. Hiçbir zaman susmayacağız. Bu dayaklar bize vız gelir. Bizi susturamadılar, susmayacağız” diye konuştu.

Hürriyet, Haber: Selçuk Yaşar, 28.12.2010

2010'UN EN PAHALI 10 TÜRK SANAT ESERİ

 

 

Antik A.Ş. müzayede evi, 2010 yılında müzayedelerde satılan en pahalı 10 Türk sanat eserini açıkladı. Yapılan açıklamada, 2010 yılının Türk sanat eserleri için rekorlarla dolu bir yıl olduğu ve bunun yurtdışından da artık görüldüğü vurgulandı.

 

Erol Akyavaş’ın 'Kuşatma' adlı eseri Antik A.Ş.’nin mart ayında düzenlediği 260. Müzayede’de 2.650.000 TL satış fiyatıyla, sanatçının dünya satış rekorunu kırdı. Akyavaş’ın ardından, Fahrünnisa Zeid’in 'Soyut Kompozisyon' adlı eseri Sotheby’s Londra’da düzenlenen Türk Çağdaş Sanatı müzayedesinde 1.500.000 TL satış rakamına ulaşarak rekor kıran ikinci çağdaş Türk sanat eseri oldu. Bu senenin en değerli 3. çağdaş Türk sanat eseri Mübin Orhon’un İstanbul Contemporary fuarında sergilenen 'Soyut' konulu çalışması oldu. Antik A.Ş.’nin kasım ayında düzenlediği müzayedede 1.357.295 TL.’ye ulaşarak sanatçı rekorunu kırdı.

 

2010 yılında adından çok söz ettiren Klasik Türk Resim Sanatı’nın duayenleri Şevket Dağ, Halil Paşa ve Nazmi Ziya oldu. Bu senenin en değerli klasik eseri Şevket Dağ’ın 2.146.000 TL değere ulaşan 'Ayasofya' adlı tablosu oldu, Antik A.Ş.’nin nisan ayında düzenlediği 261. müzayedesinde sanatçının dünya satış rekoru kırılmış oldu. Portakal Sanat Evi’nin aralık ayında düzenlediği müzayedede 1.197.000 TL fiyata satılan Halil Paşa en değerli 2. klasik Türk ressamı olurken sanatçının da müzayede satış rekoru kırılmış oldu. Usta empresyonist sanatçı Nazmi Ziya ilk 10’a 2 önemli eseri ile girdi.

 

1- Erol Akyavaş, 'Kuşatma' 2.650.000 TL
2- Şevket Dağ, 'Ayasofya' 2.146.000 TL
3- Fahrünnisa Zeid, 'Soyut Kompozisyon' 1.500.000 TL
4- Mübin Orhon, 'Soyut Kompozisyon' 1.357.000 TL
5- Halil Paşa, 'Bostancı Sahilinde Gezinti' 1.197.000 TL
6- Kazasker Mustafa İzzet, 'Hilye-i Şerife' 1.150.000 TL
7- Nazmi Ziya, 'Kırmızı Giysili Çoban ve Koyunlar' 1.111.000 TL
8- Fahrünnisa Zeid, 'Soyut' 1.073.000 TL
9- Nazmi Ziya, 'Langa Bostanı' 1.010.000 TL
10- Burhan Doğançay, 'Dans Eden Kurdeleler' 883.000 TL

(Belirtilen satış sonuçları resmi KDV dahil, toplam satış tutarlarıdır.)

Habertürk, 28.12.2010

ULUCAMİ'NİN GÜVENLİK KAMERALARI YENİLENİYOR

 

 

Bursa Ulu Cami'nin kamera sistemi değişiyor, artık şüpheli şahıslar daha kolay yakalanacak
Ulu Cami'nin yaklaşık 5 yıllık kamera sistemi yenileniyor. MOBESE'nin de hayata geçirildiği Bursa'nın tarihi camilerinden Ulu Cami'ye konulacak 30 kamerayla caminin tüm noktaları net şekilde izlenecek. Her gün binlerce yerli ve yabancı turistin ziyaret ettiği tarihi Ulu Cami'nin güvenlik sistemi yenileniyor. Cami içi ve dışındaki kapsamlı restorasyondan sonra cami içerisindeki güvenlik kameraları da yenileniyor. Mevcut 25 kamera teknolojinin son ürünü modern kameralarla değiştiriliyor.


Ulu Cami Onarım Donatım ve Bakım Derneği'nden edinilen bilgiye göre, cami içerisi ve dış bahçesi 30 yeni kamerayla 24 saat boyunca takip edilecek. Gerektiğinde görüntü sisteminin şifresi Bursa Emniyet Müdürlüğü'ne de verilecek. Polis de durumu şüpheli görünen şahısları görüntüleri inceleyerek yakalayabilecek. Mevcut kamera sisteminin net olmaması sebebiyle teşhisin zor olduğu iddia ediliyor. Ulu Camii bahçesini gören bir MOBESE kamerası da bulunuyor. Ziyaretçi akınına uğrayan Ulu Camii'de zaman zaman istenmeyen hırsızlık olayları da cereyan edebiliyor. Geçtiğimiz yıllarda tarihi hat levhası kimliği belirsiz kişilerce çalınmıştı. Camiye konulacak yeni kameralarla durumu şüpheli görülen kişilere anında müdahale edilebilecek.

Ulu Camii Osmanlı Devleti'nin dördüncü hükümdarı Yıldırım Bayezıd tarafından 1396-1399 yılları arasında yaptırılmıştır. Rivayete göre Sultan, Niğbolu Zaferi öncesinde savaşı kazanmak için Allah'a yalvarmış ve 20 cami yaptırmayı adamıştı. Zaferden sonra damadı Emir Sultan'ın tavsiyesi ile 20 cami yerine 20 kubbeli tek bir cami yaptırmaya karar vermişti. Cami, zaferden elde edilen ganimet ile yapılacaktı. Ancak 1402'deki Ankara Savaşı'nda sultanın esir düşmesinden sonra Timur camiyi ahır olarak kullanmış, 1403 yılında Moğol Şeyhi Emir Bedrüddin yaktırmış, 1413'de Karamanoğlu Mehmet Bey'in kuşatması sırasında cami tekrar yanmıştı. Onarımı, Bayezıd'ın oğlu 1. Mehmet gerçekleştirdi ve cami 1421 yılında ibadete açıldı. Ulu Cami, 1 Mart 1855 tarihlerindeki büyük depremde ve 1889 yangınında hasar görmüştür.
Bursa Hakimiyet, 28.12.2010

TARİHİ YAĞMA

 

 

Tarihi 1890’lı yıllara dayanan Halkalı Ziraat Okulu’nu yok edecek skandal bir karara imza atıldı.

Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün kararı ile Halkalı Ziraat Okulu, İstanbul Sabahattin Zaim Üniversitesi olarak kullanılması için 10 yıllığına İlim Yayma Vakfı’na aylık 20 bin TL’ye kiralandı. Vakfın kurucuları arasında Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) Başkanı Kadir Topbaş, Kemal Unakıtan gibi isimler yer alırken, mütevelli heyeti üyeleri arasında AKP'li Beykoz Belediye Başkanı Yücel Çelikbilek'in de ismi geçiyor.

Halkalı Ziraat Okulu ilk mezunlarını 1895 yılında verdi. Türkiye’deki tarım sektörünün gelişiminde büyük katkıları olan okulun mezunları arasında Mehmet Akif Ersoy, Türkiye’de çay tarımını başlatan Zihni Derin, Tarım Bakanları Tahsin Coşkan ve Nihat İyriboz gibi isimler de bulunuyor.
Ancak ziraat alanında hizmet veren asırlık okulun tarihi kimliği bugünlerde yok olma tehlikesiyle karşı karşıya. Çünkü İlmi Yayma Vakfı’nın talebini 8 Aralık günü karara bağlayan Vakıflar Genel Müdürlüğü,  okulun 10 yıllığına vakfa kiralanmasını uygun buldu. Böylece okul, vakıf tarafından kurulan İstanbul Sabahattin Zaim Üniversitesi olarak hizmet verecek.  Yapılan protokol hükümlerine göre ise okul için ilk 5 yıl aylık 20 bin TL, ikinci 5 yıl da 40 bin TL kira bedeli alınacak.


Bir diğer nokta da,  Toplum Bilimleri Fakültesi, Eğitim Fakültesi, İşletme ve Yönetim Bilimleri Fakültesi, Mühendislik ve Doğa Bilimleri Fakültesi, Yabancı Diller Yüksekokulu, Sosyal Bilimler Enstitüsü ve Fen Bilimleri Enstitüsü"nden oluşan üniversitede ziraatla ilgili bir birimin adı dahi geçmiyor.

Ziraat Mühendisleri Odası Genel Başkanı Turhan Tuncer, okulun vakfa kiralanmasına sert çıktı. "Tarım eğitiminde bir çınar nitelinde olan Halkalı Ziraat Okulu'nun, vakıf üniversitesine dönüştürülerek gelecek nesillere örnek olacak tarihi kimliğinin yok edilmesi kesinlikle kabul edilemez" diyen Turhan Tuncer, yapılan tahsis işleminin iptal edilmesini ve okulun müzeye çevrilerek korunmasını, tarım eğitimi için merkez olarak değerlendirilmesini talep etti.
Okulun İlmi Yayma Vakfı’na devredildiğini, bu vakfın da okulu üniversiteye devrettiğini belirten Tuncer, arada danışıklı dövüş olduğunu söyledi. Talebin hemen ertesi gün Vakıflar Genel Müdürlüğü’nce kabul edildiğine dikkat çeken Tuncer açıkça  ‘buyurun pasta önünüzde’ dediklerini söyledi.  Tuncer, kiralamanın iptal edilmesi için yasal yollara başvuracaklarını da sözlerine ekledi.
Konuyla ilgili bilgi almaya çalıştığımız İlim Yayma Vakfı yetkilileri, bilgi alabileceğimiz adres olarak üniversitedeki yetkilileri işaret etti. Üniversitedeki bir yetkiliyse konuyla ilgili bize ayrıntılı bilgi vereceğini söylese de, geri dönüş yapmadı.

Birgün, Haber: Elçin Yıldıral, 28.12.2010

 

Tevfikiye Köyü sınırları içinde yer alan Troia antik kentine yapılması planlanan müzenin proje şartnamesini belirlemek için jüri üyeleri toplanıyor. Önümüzdeki yıl ihaleye çıkarılarak temeli atılması planlanan Troia Müzesi’nin yapımıyla birlikte dünyanın 44 değişik müzesinde sergilenen hazinelere de dönüş yolu açılmış olacak.

 

Uzun yıllardır yapılması gündemde olan Troia Müzesi için somut adımlar nihayet atılmaya başlandı. İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Fonu’ndan ayrılacak paranın yanı sıra Kültür ve Turizm Bakanlığı ve sponsorların katkısıyla yapılması planlanan Troia Müzesi’nin projesi ulusal yarışma ile belli olacak. Bu kapsamda, Kültür Varlıkları Müzeler Genel Müdürü Osman Murat Süslü’nün de aralarında yer aldığı Troia Müzesi jüri üyeleri 7-10 Ocak 2011 tarihinde Çanakkale’de toplanacak. Mimari proje elde edilmesi öncesi son jüri toplantısı olarak düşünülen bu birleşimde proje şartnamesi konusundaki son detaylar konuşulacak, Jüri üyeleri, antik kent girişinde müze yapımı için kamulaştırılan alanı gezerek incelemelerde bulunulacak.

 

İl Kültür ve Turizm Müdürü Şinasi Haznedar, Troia’nın, UNESCO’nun, dünya kültür mirası listesine aldığı önemli bir değer olduğunu söyledi. Bu değeri tüm Dünyaya anlatacak, antik kentten çıkan ve çıkacak olan hazineleri tüm dünyaya aktaracak ve farkındalık yaratacak bir müzenin büyük önem arz ettiğini belirten Haznedar, “Troia, Homeros’un İlyada ve Odesa destanları nedeniyle tüm dünyanın bildiği bir kent. Bu nedenle zaten böyle bir müzenin şimdiye kadar yapılmaması gecikmişliktir. Böyle bir gecikmişliği Kültür ve Turizm Bakanlığı telafi etmeye gidiyor ve Çanakkale’ye müzeyi biran önce kazandırmanın gayreti ile çalışıyor. Böyle bir müze Troia’ya yerli ve yabancı ziyaretçi sayısını arttıracaktır. Daha da önemlisi, böyle bir müze marifetiyle, dünyanın 44 ayrı müzesinde sergilenen Troia’ya ait eserler anavatanına dönecek” dedi.

 

Müze projesinin belirlenmesi için başlangıçta uluslar arası bir yarışma düşünüldüğünü belirten Haznedar, ancak bunun çok fazla zaman alacak olması nedeniyle yarışmanın ulusal alanda yapılmasına karar verildiğini söyledi. Bu yarışma için kendi alanlarında çok saygın ve yetkin olan bir jüri oluşturulduğunu kaydeden Haznedar, “Jüri üyeleri, Ocak ayı içinde Çanakkale’de yapacakları toplantının ardından, saha çalışmasıyla da nasıl bir müze istediğimizin konseptini belirleyecek. Proje yarışmasının Mayıs ayına kadar sonlandırılıp hemen ardından ihale edilmesi ve inşaatına başlanması planlanıyor” diye konuştu.

Burası Çanakkale, 27.12.2010

DEFİNECİLERE SUÇÜSTÜ

 

Bursa'da Karacabey Jandarma Komutanlığı ekipleri, ilçeye bağlı Canbaz Köyü Karaboğaz mevkiinde, kaçak kazı yapıldığı ihbarı üzerine operasyon düzenledi.


Operasyonda, Müslüm S. (39), Erdinç D. (39), Selami K. (32), Bayram Y. (32), Ömer A. (25), Lokman Ç. (40) ve Aydın G. (43) gözaltına alındı. Kazıda kullanıldığı belirlenen kepçe, jeneratör, matkap ve gaz maskelerine el konuldu.


Jandarmadaki ifadelerinin ardından adliyeye sevk edilen zanlılar, tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı.

Bursa Olay, 27.12.2010

BATHONEA KAZISINA 2010 AJANSINDAN DESTEK

 

 

Küçükçekmece Gölü kıyılarında Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Kocaeli Üniversitesi adına Yrd. Doç.Dr. Şengül Aydıngün’ün başkanlığında yürütülen Bathonea kazısına 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı’ndan da destek geldi.

 

Bakanlar Kurulu kararıyla sürdürülen, Kültür ve Turizm Bakanlığı, İstanbul İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü, Küçükçekmece ve Avcılar Belediyelerinin desteklediği kazı, 2010 Avrupa Kültür Başkenti Kültürel Miras ve Müzeler Direktörlüğü’nün katkısıyla daha da güçlendi.

 

Çalışmalara, 2007 yılında Küçükçekmece Gölü kıyılarında İTA İstanbul Tarih Öncesi Çağlar Projesi kapsamında Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın onayı doğrultusundaki yüzey araştırmasıyla başlandı. Bu süre içinde bölge belediyelerinin yakın desteğini alan çalışma ekibi, ilginç sonuçlar yakaladı. İstanbul merkezine 20 kilometre uzaklıkta, yakın zamana kadar kimsenin dikkatini çekmeyen bölge; yüzey araştırmasının daha başında aslında bir tarih hazinesini sakladığının ipuçlarını verdi; Prehistorik dönem taş aletler, Neolitik seramikler, Hellenistik dönem amfora parçaları, Roma dönemi sütun ve sütun başlıkları ile Bizans döneminden kalma pek çok eser bulundu.

Turizm Gazetesi, 27.12.2010

ŞAPŞAL HIRSIZLAR

 

 

İspanyol soyut sanatının en önemli isimlerinden Eduardo Chillida’nın milyon dolarlık eseri hurdalıkta bulundu. 27 Kasımda Madrid’deki bir depoda aralarında ünlü sanatçı Pablo Picasso’nun çiziminin de bulunduğu 6.5 milyon dolar değerindeki 35 ödüllü sanat eseri çalınmıştı. Her biri milyonlarca dolar değerindeki tablo, eskiz ve heykeller, İspanyol polisi tarafından Madrid’in varoşlarında bırakılan bir kamyonetin içinde bulundu. Fakat polis sadece 34 esere ulaşabildi.

Polis tarafından ele geçirilen eserler arasında 1.05 milyon dolara sigortalanan Topos IV yoktu. Futbolculuk kariyerinin ardından sanata ağırlık veren ve soyut sanatta büyük başarılara imza atan Cillida’nın heykel çalışmasını bulamayan polise bir hurdacı yardım eli uzattı. Tanımadığı üç kişinin kendisine 40 dolara garip şekilli bir demir kütlesi sattığını söyleyen adam polise eseri teslim etti. Yetkililer eseri zarar görmeden kurtardıktan sonra soruşturmaya devam edileceğini açıkladı. Ele geçirilen eserlerin sadece birinde hasar olduğunu açıklayan İspanyol polisi henüz kimseyi tutuklamadı.

Vatan, 27.12.2010

TARİHİN OĞLU BERGAMA

 

İlklerin kenti Bergama uygarlık tarihinin önemli dönüm noktalarından biri. İlk büyük hastane, ilk Asya kütüphanesi, sözü yazıyla kaydeden ilk parşömenler burada yapılmıştı. UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne girmek için bekleyen antik şehrin çevresinde bir süredir kara bulutlar dolaşıyor. Eteklerine Yortanlı Barajı kuruldu, Allianoi antik kenti kuma gömüldü. Siyanürlü, siyanürsüz madenciler etrafındaki tepeleri kazıyor. Belediye sit alanına dev teleferik dikti, şimdi otel yapmaya hazırlanıyor. Huzuru kaçan şehir, tarih dostlarını bekliyor.

 

 

Bergama’yı yazmak zor. Hele bir yazının sınırları içinde... Bir kere, tarihine girsen çıkamıyorsun... Ayrıntıya dalarsan, yazdıklarının kitap oylumuna ulaşması işten değil. Böyle bir yazıda, bir şeylerin eksik kalacağı ta başından belli. İnsanın içi sızlıyor.

Bergama’yı bir kez daha gezerken içimdeki en büyük kaygı bu.

Haksız değilim. Bergama, “ilk”lerin şehri. Onları saymaya başlayınca, ürküntüm de artıyor: İlk parşömen (deriden kağıt yapımı), ilk Asya kütüphanesi, ilk büyük hastane (Asklepion), ilk telkinle tedavi, ilk doğal tedavi, ilk bitkisel ilk bitkisel ilaçlar, ilk sağlık altyapısı, ilk kent imar yasası...

Bergama’daki ören yerlerini ilk kez, 14 Kasım 1981’de Dünya Çocuk Kitapları Haftası nedeniyle Muzaffer İzgü ve Hidayet Karakuş’la birlikte gittiğimizde, gözaltına alındığımız bir “operasyon”la sonuçlanan imza günümüzün öncesinde, emekli tarih öğretmeni, rahmetli Şeref Bey gezdirmişti bize. Bu kez bana, “Bergama’da Türk-İslam Mimarisi” kitabının yazarı, sanat tarihçisi Hatice Özdemir kılavuzluk ediyor. O bana bilgiler aktarırken, benim aklım fikrim neleri anlatıp anlatamayacağımda.

Bergama’yı neredeyse kuşbakışı denilebilecek bir yükseklikten, Akropol’den görmek gerek önce. Bu tepe, Bakırçay Ovası’na ve Bergama’ya hakim duruşuyla öylesine heybetli ki, sanki mübarek, tanrıların mekanı! Kimi bölümlerinde yan yana iki arabanın sığamadığı daracık yoldan oraya çıkınca ve de o görkemli taş yapıları, mermer sütunları görünce, o çağın koşullarında bunların bu tepeye nasıl çıkarıldığına akıl erdirememenin sıkıntısını ve şaşkınlığını yaşıyor insan. Tümü sit alanı olan bu tepenin yolunu genişletmek mümkün olmadığından, teleferik yapılmasına başlanmış ve bitmesi de yakın gözüküyor.

Bergama adı bile sanırım bu yükseklik nedeniyle verilmiş. Prof. Bilge Umar’ın dediğine göre, adın aslı, Luwi dilinde “Parga ve (u)ma ögelerinden üretilmiş. Yüksek yerin Halkı’nın kenti anlamında Pargama... Yine Umar’ın deyişiyle, “Pergamon, ismin Helen ağzında büründüğü biçim. Biz ise onu çoktandır Bergama’ya çevirmişiz.

Antik dönem kent kalıntılarının büyük çoğunluğunda olduğu gibi Akropol’de de bir zamanlar buradaki mekanların, eserlerin nasıl ve nice olduklarını hayal etmek büyük sorun. Ne kadar düşleseniz, eğer o işin uzmanı değilseniz, onları aslına benzer bir biçimde gözünüzün önüne getirmek mümkün değil. Bunun için Akropol’ün nasıl olduğunu gösteren kimi çizimlere göz atmanız gerekiyor.

Akropol deyince Berlin Müzesi’ne kaçırılan (Eski Bergama Belediye Başkanı Sefa Taşkın’ın geri almak için çaba harcadığı) Zeus Sunağı geliyor önce akla. Sonra efendim, dünyanın en dik tiyatrosu Akropol... Basamaklarına oturup aşağılara, Bergama’ya seslenseniz, duyurabilirsiniz. Akropol’deki kütüphanenin bazı sütunları ayakta. İskenderiye Kütüphanesi ile yarışan bu yapıda 200 bin rulo halinde kitap bulunduğu biliniyor. Adını Pergamon’dan alan “parşömen” ile papirüsün yarıştığı o günlerin kültürel zenginliğini düşünmek, 21’inci Yüzyıl’ı yaşayan bizler için utanç kaynağı olmalı. Athena ise kentin en eski tapınağıymış. Traian Mabedi’nden kalan ve dimdik yükselen sütunlar, o günlerin görkeminden bir selam gibi.

Agoraları, kutsal alanları, jimnazyumları derken dalıp gitmek... En iyisi, Akropol’ü kaynaklardan okumak, onu bütün gerçekliğiyle tarihsel olarak kavramak.

Kent ikinci yüzyılda surların dışına taşmış ve ovaya kadar planlı biçimde yayılmış.

Bu dönemin en önemli yapısı, bugün Kızıl Avlu diye anılan Serapis Tapınağı. Tapınak, Selinos Deresi üzerine kurulmuş.
Kırmızı tuğladan yapılmış yüksek duvarları ve geniş avlusu nedeniyle bu adı almış. Tuğla duvarların cepheleri mermerle kaplıymış. Zamanla mermerler dökülmüş. Tapınağın çatısında da mermerden yapılma kiremitler varmış.

Serapion’un silindir biçimindeki iki kulesi ise bugün dimdik ayakta. Bu yapılar, alttaki galerilerle ana binadaki platformun altına bağlanıyormuş. Gizem dolu bir yapı bu tapınak ve insan aklının nelere kadir olduğunu göstermek için yapılmış sanki.

Bizans döneminde kutsal mekan kimi değişikliklerle kilise olarak kullanılmış. Kuzeydeki kulesi Osmanlı döneminde camiye dönüştürülmüş (Kurtuluş Camii).

Kızıl Avlu’nun biraz ötesinde Osmanlı döneminden kalma pek güzel evler var. Rum evlerinin çoğunun kapısında, taşa işlenmiş yapılış tarihlerini görmek mümkün. Yan yana, iç içe, kardeşçe yaşamanın sembolleri olarak bugün de ayakta bu evler.

Bugünkü ıssız sokaklarda rastlayacağınız bir çeşme kalıntısı, o günlerin komşu kokulu yaşamından bir şeyler fısıldar elbet size de. O sokaklara dalın ve o yaşamı düşleyin. Ne de olsa, yakın zamanı düşlemek daha kolaydır.





İnsanın yaşama tutunma, sağlık içinde uzun yaşama, yitirilmiş olan sağlığına kavuşma ile ilgili çabaları, savaşları kendi tarihi kadar eski.

Asklepion, sağlık (ve insanlık) tarihi açısından çok büyük bir öneme sahip. Burada kimi doğal ilaçlar, ama ille de psikolojik telkinler, hidroterapi ve fizyoterapi yoluyla insanların ölüm düşüncesinden ve giderek de hastalığın yıpratıcılığından kurtarılması düşünülmüş. Asklepion’un, Galenos Hekim’le altın devrini yaşadığı biliniyor. Dehlizlerinde suların şırıl şırıl aktığı, dinlendirici ezgilerin çalındığı, sağaltım odalarının hastaları dingin, dertlerinden uzak, huzurlu bir ortama çekerek ölüm düşüncesinden ve teslimiyetten uzaklaştırdığı koca bir hastane. Kutsal sudan içilmesi, su ve çamur banyoları, açlık-susuzluk kürleri şifalı otlar ve kremlerle yağlanma da tedavi biçimleri arasındaydı. Galerili yolu, giriş avlusu, kütüphanesi, tiyatrosu, Asklepios Tapınağı, galerileri, tedavi binaları, uyku odaları, yer altı geçidi, banyo havuzu, sunağı filan derken oradaki hastane ortamını yaşar gibi oluyorsunuz.


Az şey midir: Tıbbın sembolü olan yılanlı figür, Bergama Asklepion’undaki bir sütunda yer almaktadır.


Ölümün giremediği yerdir Asklepion.

Hürriyet Seyahat, Haber: Hüseyin Yurttaş, 27.12.2010

19. YÜZYILA AİT 15 ÇEŞME YENİDEN SUYA KAVUŞTU

 

 

Osmanlı döneminden kalma tarihi çeşmeler, İstanbul Ticaret Odası ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi'ne bağlı KUDEB biriminin işbirliğiyle onarılarak halkın kullanımına açıldı. 15 tarihi çeşme 10 ay süren çalışmalar sonucu yeniden suya kavuştu.

 

İstanbul'un 19. yüzyıla ait 15 çeşmesi restore edildi. Osmanlı döneminde mahalle, ilçe sınırı olma özelliği taşıyan çeşmeler restorasyonun ardından hayrat özelliğine kavuştu. Sıbyan Mektebi Çeşmesi, Süleymaniye Su Maskemi'nin de aralarında bulunduğu 15 çeşme, 10 ay süren titiz bir çalışma ile yeniden hayat buldu. Çeşmeler, Osmanlı döneminde hayrat olmanın yanı sıra yer yer sınır, mahalle sınırı olarak da kullanılmış. Bazıları meydan çeşmesi, bazıları da duvar çeşmesi özelliği taşıyor. Çeşmeler, İstanbul Ticaret Odası (İTO) ile İstanbul Büyükşehir Belediyesi Koruma Uygulama ve Denetim Müdürlüğü (KUDEB) arasında şubat ayında imzalanan protokol kapsamında 830 bin liraya restore edildi. Tarihi yarımada, Üsküdar ve Eyüp'te bulunan çeşmelerin işlevsel hale gelmesi için çatı tamirlerinden levha işlemesine kadar her detay tek tek elden geçirildi. Zamanla yapılan yeni zemin döşemeleri yüzünden toprağın altında olan çeşmeler öncelikle toprak altından çıkarıldı. Kitabeleri yeniden yazılan çeşmelere musluklar takıldı.

Osmanlı dönemine ait olan çeşmelerin hayrat özelliği taşıdığını aktaran Şimşek Deniz, "15 çeşmenin Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'nda rölöve, restorasyon ve restitüsyon projelerinin onaylanmış olması çeşmelerin aslına uygun olarak yapılmasını sağladı. Biz projeler üzerinden çalışmalarımızı yaptık." dedi. Restorasyon sırasında birçok engelle karşılaştıklarını belirten Deniz şöyle konuştu: "Mesela Eminönü'ndeki bir çeşmenin üzerinde 4 katlı bina vardı. Yine aynı şekilde Arapzade Çeşmesi'nin üzerindeki binalar da kaldırıldı. Yapılan çalışmaların ardından çeşme üzerindeki işgaller ve aykırı ekler de giderilerek çeşmeler yeniden kullanıma kazandırıldı."

Zaman, Haber: Sevgi Korkut, 27.12.2010

ALLİANOİ İÇİN ACI SON

 

 

İzmir 2 No.lu Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu, Bergama'daki Allianoi antik kenti için ‘acı son’ anlamına gelen kararı onayladı. Kurul’un 8 Aralık 2010 tarihinde yapılan toplantısında Yortanlı Barajı'nın faaliyete geçirilmesi konusunda kültür varlıkları açısından sakınca olmadığına karar verildi. Böylece Allianoi'nin sular altında kalmasının önündeki son engel de kalktı.

İzmir’in Bergama İlçesi’nde bulunan Allianoi antik kentinin, Yortanlı Barajı suları altında kalmaması için toplumun her kesimi tarafından verilen mücadele, İzmir 2 No.lu Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’nun verdiği karar ile darbe aldı. Kumla örtülerek üzeri tamamen kapatılan Allianoi antik kentinde 8 Aralık 2010 tarihinde inceleme yapan kurul üyeleri Yortanlı Barajı'nda su tutulmasına olanak sağlayacak, Allianoi antik kenti için karar verdi. Kararda antik buluntuların olduğu bölgenin mitolojideki ‘Allianoi’ kenti olup olmadığının kesinleşmediğine vurgu amacıyla ‘Allianoi (?) Termal Yerleşmesi’ şeklindeki ibareler dikkati çekti. Kararda kullanılan her Allianoi kelimesinden sonra (?) işaretini kullanıldığı görüldü. Kararda, şöyle denildi:

“İzmir İli, Bergama İlçesi, Paşa Ilıcası Mevkii, Yortanlı Barajı Gölü Alanında Yer Alan Allianoi (?) Termal Yerleşesi Koruma Projesi uygulamalarının kurulumuzca onaylı koruma projesi doğrultusunda tamamlandığı anlaşıldığından, uygulama sonuçlarının uygun olduğuna, Yortanlı Barajı’nın faaliyete geçirilmesinde kültür varlıkları açısından sakınca bulunmadığına karar verildi.”
İzmir 2 No.lu Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu'nun verdiği karar, Allianoi ile ilgili mücadele ve dava sürecine müdahil olacağını geçen hafta açıklayan İzmir Barosu'nun bilgi edinmek üzere kurula gönderdiği yazı sonucu ortaya çıktı. Gelişme üzerine 27 Aralık 2010 Pazartesi günü, Allianoi antik kentinde basın açıklaması yapmayı planlayan İzmir Barosu dava açmaya karar verdi.


İzmir Barosu Başkanı Avukat Sema Pekdaş, Allianoi ile ilgili olarak çeşitli yürütmeyi durdurma kararları olduğunu, antik kentin Türkiye’nin altına imza attığı uluslararası anlaşmalar nedeniyle evrensel hukukun koruması altında olduğunu söyledi. Pekdaş, şöyle dedi:
“İzmir 2 No.lu Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Bölge Kurulu'nun verdiği son karar karşısında pazartesi günü ‘yürütmeyi durdurma' istemiyle dava açacağız. Su, önemli bir ihtiyaç ancak, ömrü en fazla 50 yıl olan bir baraj için bu kadar önemli tarih yok edilmemeli. Baraj başka bir yere yapılabilir ancak dünyanın en eski tıp merkezini yok etmek, tarihe, hukuka ve gelecek nesillerimize büyük saygısızlık. Yortanlı Barajı’nda su tutulmamalı ve yargı kararları beklenmeli.”


Kurul kararında Allianoi adının yanına soru işareti konmasını ‘Komedi’ olarak nitelendiren Pekdaş, “Allianoi bütün dünyanın kabul ettiği ve gelişmeleri büyük dikkatle izlediği bir antik kent. Burayı bir tek Çevre ve Orman Bakanı ve DSİ yetkilileri Alliaoni olarak kabul etmek istemiyor. Kurul da Bakan’ın açıklamasının ardından böyle yazmayı uygun bulmuştur” dedi.

Allianoi antik kenti ile ilgili dava sürecini başından sonuna kadar takip eden ve antik kenti kurtarmak isteyenler tarafından oluşturulan Allianoi Girişim Grubu'nun eski dönem sözcüsü Avukat Arif Ali Cangı ise, Allianoi ile ilgili açtıkları davaların sürdüğünü, bu bilindiği halde yapılanın yargı kararlarını etkisiz hale getirmek anlamına geldiğini söyledi. Cangı, şöyle konuştu:
“Apar topar kumla örttüler. Şimdi bir de su tutarlarsa ‘mahkeme kararlarını tanımıyoruz’ demek istiyorlar. Allianoi'nin kumla örtülmesi kararı için açtığımız dava için 5 Ocak 2011 tarihinde keşif yapılacak. Kurul bunu bile bile alet oluyor. Koruma ile görevlendirilen kurul kendi görevini unuttu barajın su tutması için elinden geleni yapıyor. Ayrıca bu karar ile Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu'nun 1988 yılında aldığı ilke kararı da ihlal ediliyor. Kurul üyeleri görev sınırlarını aştı. Bundan sonrası görevi kötüye kullanmaya giriyor. Su tutulursa işlenen suç sabitlenmiş olacak ve bundan sonraki davalar da hep ceza davası olacak.”

Cangı, kurulun geçen mayıs ayında verdiği kararın iptali için açılan dava dışında, Danıştay'da süren Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu'nun Allianoi'nin kumla kaplanmasını sağlayan ilke kararının iptalini isteyen davanın, 2005 yılında DSİ'ye karşı açtıkları ve barajın yerinin değiştirilmesinin istendiği davanın da sürdüğünü ekledi.


Hukuki sürecin tamamlanmadığını söyleyen ‘Allianoi Girişim Grubu' dönem sözcüsü İffet Diler ise, baraj kapaklarının deneme amaçlı kapatılacağını tahmin ettiklerini söyledi. Baraj için görkemli açılış yapılmasını beklediklerini anlatan Diler, “Allianoi diye bir yer olmadığını söyleyen Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu artık görkemli bir açılış yapar. Lokma döktüreceğini söyleyen Bergama Ziraat Odası Başkanı da açılışta lokmasını döker” diyerek tepkisini dile getirdi. Bergama Belediye Başkanı CHP'li Mehmet Gönenç'i de göreve davet eden Diler, “İktidara aday olduğunu söyleyen bir siyasi partinin kültür ve tarım politikası yok mudur? Böyle bir partiye mensup belediye başkanının susmasına anlam veremiyorum. Allianoi’de bunu yapanlar Hasankeyf’te neler yapmaz” diye konuştu.

YETKİLİLER NE DEDİ?
İzmir İl Kültür ve Turizm Müdürü Abdülaziz Ediz, İzmir 2 No.lu Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu’nun 8 Aralık 2010 tarihinde verdiği kararın ardından kendileri ile ilgili sürecin tamamlanmış olduğunu söyledi. Kurulun verdiği kararın su tutulması anlamına geldiğini ifade eden Ediz, “Bundan sonrası DSİ’nin görev alanına giriyor. Şu an kesinleşen mahkeme kararı yok. Eğer iptale ilişkin karar çıkarsa hukuki zeminde değerlendirilir” dedi.

Kararda Allianoi isminden sonra soru işareti kullanılması konusuna da değinen Ediz, “Buranın Allianoi olup olmadığına ilişkin tartışmalar vardı. Kazıları yapan Ahmet Yaraş Allianoi diyordu karşı taraf ta buranın Paşa Ilıcası olduğunu söylüyordu. Buranın Allianoi olduğuna dair kesin bir bilimsel kanı ve literatürün kabul ettiği bir şey olmadığı için bir yıldır yazışmalarda bu uygulamayı yapıyoruz” diye konuştu.


DSİ 2'nci Bölge Müdürü Mustafa Altundal ise Allianoi antik kentinin korunmasıyla ilgili çalışmaların tamamlandığını, su tutmaya yönelik çalışmaların sürdüğünü belirterek, “Önümüzdeki kısa dönemde su tutmaya başlanacak. Su tutmayla ilgili bazı aparatların imalatının yapılması gerekiyor. Bunlar tamamlandığında su tutacağız” dedi. Altundal, barajın açılışı için tören yapılıp yapılmayacağı konusunda ise, “5 yıl önce bitmiş baraj için açılış yapılmaz, ancak yine de takdir Bakanlığın” diye konuştu.

Kurul kararı

“Yortanlı Barajı göl alanında kalan ve 1. derece arkeolojik sit alanı olarak tescilli Allianoi (?) Termal Yerleşmesi’nde yapılan kurtarma kazıları sonucunda ortaya çıkarılan kültür varlıklarının korunmasına yönelik hazırlanarak 28.05.2010 tarih ve 5804 sayılı kararımız doğrultusunda çalışmaları sürdürülen İzmir İli, Bergama İlçesi, Paşa Ilıcası Mevkii, Yortanlı Barajı Gölü Alanında Yer Alan Allianoi (?) Termal Yerleşesi Koruma Projesi uygulamalarının kurulumuzca onaylı koruma projesi doğrultusunda tamamlandığı anlaşıldığından, uygulama sonuçlarının uygun olduğuna (OLUMLU), Yortanlı Barajı’nın faaliyete geçirilmesinde kültür varlıkları açısından sakınca bulunmadığına karar verildi.”

Radikal, Haber: Turan Gültekin, 26.12.2010

 

******


ALLİANOİ'DE GİZLENEN RAPOR

 

 

Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü’nün (DSİ), Bergama’daki Yortanlı Barajı’nın su tutması durumunda, bölgedeki jeotermal kaynaklara kalıcı zarar verileceği ve baraj gölündeki suyun istenilen düzeye ulaşamayacağına ilişkin raporu 12 yıldır sakladığı ortaya çıktı.

Antik dönemin sağlık merkezi Allianoi’nin, Yortanlı Barajı suları altında kalmasına onay veren İzmir 2 No.lu Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’nun son kararına karşın, ortaya çıkan yeni bir belge, korumacı yönde açılan davaların seyrini değiştirecek nitelikte yorumlanıyor. Edinilen bilgiye göre DSİ, 1998 yılının Ağustos ayında MTA’ya, Allianoi’nin bulunduğu alanda yer alan Paşaılıcası kaynağının, Yortanlı Barajı dışına taşınıp taşınmayacağını soruyor. İstem üzerine harekete geçen MTA, konuyla ilgili Ege Bölge Müdürlüğü’nün rapor hazırlamasına karar veriyor.

Başmühendis Dr. Servet Yılmazer’e hazırlatılan raporda, Paşaılıcası’nın, Yortanlı Barajı alanının dışına taşınmasının mümkün olmadığı belirtilerek “Tarihi devirlerden beri yararlanılmakta olan kaplıcanın 44 derece sıcaklığında olan suyu, dere seviyesinden çıkmaktadır. Bu nedenle kaplıca suyu kış döneminde kısmen soğumaktadır” deniliyor.

MTA’dan, DSİ’ye gönderilen yanıt yazısında da “Ilıca kaynağı, dere kotundan çıkmaktadır. Barajın en yüksek su kotu 115 metre olacaktır. Kaplıca kaynakları kış döneminde, derede su artınca soğumaktadır. Hal böyle olunca kaynakların baraj gölü altında kalması durumunda, bu soğuma sürekli olacak ve kaynak suyu tamamen soğuyacaktır” deniliyor.

Kaplıca çevresinde kırık hatların bulunduğuna dikkat çekilen raporda, “Göl altında kalacak kırık hatlar boyunca, göl suyu yeraltına sızacağından, sıcak su haznesini soğutacaktır. Sonuç olarak tarihi kaplıcaların, göl alanı dışına taşınması mümkün görülmemektedir. Göl suları hem kaynağı hem de hazneyi soğutacaktır” görüşüne yer veriliyor.

1999’da DSİ’den başmühendis olarak emekli olan Dr. Servet Yılmazer, son gelişmelerle ilgili gazetemize yaptığı açıklamada, 12 yıl önce hazırlanan rapordaki bilgilerin güncelliğini koruduğunu söyledi. Dr. Yılmazer, konuyla ilgili şunları aktardı: “Jeotermal kaynak, baraj gölü altında kalmadan önce iyice etüt edilmelidir. Orada ciddi bir jeotermal alan var. O çalışmanın ardından, yeraltındaki sıcak su alanının nerelere kadar uzandığı tespit edilebilir. Bu çalışmaların gölde su birikmeden yapılması gerekir. Su tutulmaya başlandıktan sonra çok geç olur.”

Yaraş: Çağrılarımıza yanıt alamadık
Allianoi’yi kurtarma kazılarının başkanı Yrd. Doç.Dr. Ahmet Yaraş da çalışmalar devam ederken Bergama Kaymakamlığı’na başvurarak bölgedeki jeotermal sahanın da kurtarılması ve oradaki sıcak su kaynağından yararlanılmasını istediklerini belirtti.

Çağrılarına yanıt alamadıklarını bildiren Yaraş, “Hem bir tarihi yok ediyorlar hem de bölgenin doğal dengesini bozuyorlar. Orası 2006 yılında jeotermal turizm bölgesi ilan edildi. Çok sayıda yatırımcı konuyla ilgili girişimlerde bulundu. Yortanlı Barajı’nda su tutulması halinde, ilan ettikleri jeotermal turizm bölgesi özelliği de yok olmuş olacak” dedi. Bu arada son kurul kararıyla ilgili yeni bir dava süreci başlatılacak.

Cumhuriyet, Haber: Ozan Yayman, 28.12.2010

 

******


SU İÇİN(DE) ALLİANOİ

 

Allianoi 2000 yıllık geçmişiyle sapasağlam bir sağlık yurdu. Toprağında sayısız tıp aleti bulundu. Bir sağlık evi aynı zamanda. Kim bilir kimler geldi, geçti?.. Çocuklar doğdu belki de. Yabancı değiliz birbirimize doğrudur. Uzaklaştırmaya çalıştıkça yan yana durmaktayız.


Peki nasıl bir gelecek beklemekte bizi?.. Diyorlar ki koruma önlemi alındı her şey tamam. Gömün!.. Oysa daha bitmedi Allianoi’da kazı çalışması.


Hesap sorulur elbet. Sorulacaktır demek yetmez. Öyleyse Allianoi’i daha çok yaşayanla buluşturmalı. Resimler, fotoğraf ve söyleşiler… Konser ve karikatürler bekliyor ilgilenenleri. İstanbul Karaköy’de Mimarlar odasının Büyükkent şubesinde 13 Ocağa kadar sadece Allianoi değil, suyla, suya set çekilmeye çalışılan Loç, Munzur, Hasankeyf, Karadeniz’den filmlerle, suyun çocuklarıyla buluşabilirsiniz.


Kimi insan doğduğu yerden taşar. Anlatacakları öylesine yoğundur ki fırçasına kırmızı damlar. Harfleri eksik kalmıştır kimi küçüklerin. Yaşadığı evin yerinde rüzgar bile yoktur artık. O yine de bildiğini okur çıkar yolun başına. Ne ayaklarına acır ne de kaleme.


Elleri yorgundur kadınların. Ürkekliklerini saçlarından atar ve çıkarlar meydana. Başlarında yazmaları, “İsyandır bundan sonrası” diye haykırırlar… Diğeri kucağındaki istiridye kabuğuyla direnmektedir yok oluşa. Kara mavi dalgalanır denizin çocukları. Suyumuza, taşlarımıza, yanisi özgürlüğümüze göz koymaktalar. Dertleri nedir bu insanların diye durup düşünenler var mı içinizde?.. Tam seçim öncesi telaşlılar pek. Yasaların binlercesi uçuşuyor meclisin koridorlarında. Çalışıyorlar!..


Tabiatını bozuyorlar balığın, taşın, suyun, çiçeğin, böceğin… Ağaçlar yanıyor, çatıları tutuşuyor binaların. Bugünler renk, dil, kadın erkek, çocuk demeden yan yana durmanın, çığlık olmanın günleri. Hayat öylesine yoğun akıyor ki suyun buluştuğu taşlar dereler yıldızlarını kucaklıyor.


İstanbul’da konuyla ilgili olarak düzenlenen etkinliklerde katılan sanatçılar farklı bakış açılarıyla anlattılar suyun, geçmişin silinmemesi gerektiğini. Birimiz yok olursak diğerimiz nasıl yanarız örneklerini sergilediler.


‘Su İçin[de] Allianoi’ etkinliğinde resim sergisi bulunan Neslihan Özgenç ve “Munzur Akmazsa” Belgeseli aynı etkinlikte gösterilecek olan Yönetmen Nezahat Turan Gündoğan’la suyu, hayatı ve mücadeleyi konuştuk…


Allianoi ve suyu buluşturduğunuzda fırçanız neden hep kırmızıya değiyor?
Neslihan Özgenç:Öncelikle kırmızı benim için, içinde hem şiddeti hem de tutkuyu barındıran tek renk. Allianoi’ya Umut adlı bu serideki kırmızı kelebek ise öfkenin ve tutkunun rengiyle karanlığın içinden bir umut olarak imgeselleşiyor. Karartılmış zihniyetlere isyan ediyor. Kelebeğin kendi içindeki dönüşüm serüveni ise Allianoi’yi tanımlıyor. Dünü bugünü ve de yarını için kelebeğin kırmızısı ile buluşuyor.

Resimle değil yazıyla anlatmanız gerekse nasıl bir cümle kurardınız?
N.Ö:Anadolu’nun tarihini Osmanlı-İslam tarihinden ibaret sayan zihniyetler, hiçe saydıkları bu toprakların esas sahiplerine elbette ki gün gelip hesap vermek zorunda kalacaklar. Ama biz sanatçılar, bu hesap verme gününü beklemeden bu kıyıma dur demek zorundayız. Bugün sular altında kalacak Allianoi ve tüm Anadolu tarihi büyük tehlike altındadır. Rant peşinde koşan duyarsız bir kitleyi de peşine takan zihniyetin bedelini kültürel hazinemiz ödemektedir. Bu nedenle, umarsızca kıyıma uğratılan ve can çekiştirilen tarihimize sahip çıkmalıyız.

Beslendiğimiz zenginlikler, değerler insan olabilmemizin de ipuçları aslında. Onlardan öğrenip nefes alabiliyoruz bir anlamda. Son günlerde yasalar değiştiriliyor. Doğa, su, toprak ve evler parçalanıyor. Sanatın sanatçının beslendiği kaynaklar kurutulursa neler yaşanabilir?
N.Ö: Her ne kadar sanat küresel bir bakış açısına doğru bir eğilim gösterse de sanatçıyı sanatçı yapan kendi değerleri ve duyarlılıklarıdır. İçinde yaşadığı toprak ve kültür, sanatçının tüm benliğini oluşturur. Ötesi bir durum, sadece yapaylıktan ve özentiden ibarettir. Sanatçının yaratım sürecini etkileyen kültürel kodlar bu bağlamda yok edildiğinde, edilgen bir durum ortaya çıkar. Bunun sonucunda da “kimliksiz”, son dönemlerin moda terimi olan “öteki” olmaktan kendini koruyamaz. Gelişmiş ülkelerin bizim kültürel değerlerimize bizden daha çok sahip çıkmasını da bu anlamda onaylamış oluruz. Bu durumun acısını da ebediyen çekmeye mahkum oluruz.
 

Suyun çocukluğunu anlatmaya çalışsanız neler söylerseniz Munzur’a dair?.. Nasıl bir çocukluktur Munzur?
Nezahat Turan Gündoğan: Munzur diğer bütün ırmaklar gibi bir çocuk, bir bilge; dün, bugün ve gelecektir… Çocuk nasıl ki yaşamın anlamı ve soyun devamıysa su da yaşamın kaynağı ve sürekliliğidir. İnsanın damarlarındaki kan neyse doğadaki tüm canlılar için su odur. Sadece doğa için değil, insan ve toplum için bir tarih ve kültürdür Munzur. Doğallığı ve saflığı ile çocuk, tarihe tanıklığıyla bilgedir Munzur. İnsan doğanın bileşeni ve çocuğudur. Doğa kirletildikçe insanlar kirleniyor. Doğa zehirlendikçe insanlık ve tüm canlılar zehirleniyor. Doğa öldürüldükçe insan ve insanlığın tüm tarihsel ve kültürel değerleri, mirası öldürülüyor. Kapitalizmin vahşi kar hırsı doğayı yok ederek yaşamın kaynaklarını yok ediyor.

Su; birçok dilde ve yaşamda kültürle iç içe. Ülkemizde son dönemde baraj ve HES yapımları nedeniyle gündemde. Suyun satılması, önüne engeller konularak doğanın, insanın yaşamının parçalanması ne anlam ifade ediyor?
N.T.G: Dersimliler kendi dillerinde “Awa bevenge ra bıtersere” yani “Durgun sudan korkun” derler. Munzur’un akışı engellendiğinde, doğası değiştirildiğinde yaşanacak felaketi anlatmak istiyor bu söz. Filmde bu sözü özellikle kullandık. Sermaye sahipleri doğaya ve insana, tarihsel ve kültürel değerlere tamamen bitmez, tükenmez kar hırsıyla bakıyorlar.


Bir bölgedeki ekonomik yatırımın doğa, ekolojik denge, tarih, kültür, ve insanlığın geleceği açısından asla bakmıyorlar. Son ağaç kesildiğinde, son nehir kuruduğunda, son canlı yaşam alanı bulamadığında paralarının, ekonomik çıkarlarının, teknolojilerinin hiçbir önemi kalmayacaktır. Kıyamet günü denilen felaketi kapitalistlerin kar hırsı getirecek.


Munzur, Allianoi, Hasankeyf, Fırtına Vadisi, Loç Vadisi, Çoruh vadisi; Ormanlarımız, Denizlerimiz tüm doğal varlıklarımız, kültürel değerlerimiz geçmişimiz ve geleceğimizdir. Onları canımız gibi, çocuklarımız gibi, onurumuz ve özgürlüğümüz gibi korumak zorundayız.
Evrensel, Yazı: İffet Diler - Allianoi Girişim Grubu Dönem Sözcüsü, 28.12.2010

 

******


ALLİANOİ'Yİ KURTARMAK İÇİN SON HAMLE

 

İzmir Barosu, Bergama'daki Allianoi antik kentinin üzerinin kumla kapatılmasının ardından, Yortanlı Barajı'nın sularının altında kalmasının önüne geçilmesi için, İzmir İdare Mahkemesi'ne yürütmenin durdurulması istemiyle dava açtı.

 

İzmir Barosu Başkanı Avukat Sema Pekdaş, başvurunun ardından İzmir Adliyesi önünde gazetecilere açıklama yaptı. Pekdaş, 'hukuk tanımayan kişiler'' tarafından Allianoi'yi sular altında bırakmak için çalışma yürütüldüğünü, tarihi mirası korumak adına mahkemeden acele yürütmeyi durdurma kararı istediklerini söyledi.

 

İzmir Baro Başkanı Pekdaş, tarihi kentin baraj suları altında bırakılmasına yönelik tüm işlemlerin tamamlandığını öğrendiklerini belirterek, şöyle konuştu: 'Dava sonunda, Allianoi'yi kuma ve suya gömen önceki koruma kurulu kararı iptal edilmiş olsa bile artık korumaya, görmeye ve gelecek kuşaklara aktarmaya değer bir alan kalmayacak, her şey barajın sularının basıncı altında yok olup gidecektir. Allianoi antik kenti dünya tarihinde bilinen en eski termal kent yerleşmesinin olduğu bir yerdir. Sayın mahkememizden bu acil durumu göz önünde tutarak, davalı idarenin birinci savunması alınmadan, dosya üzerinde ilk incelemeyle birlikte bilirkişi incelemesi yapılıncaya kadar yürütmenin durdurulması kararının verilmesini istedik.''  Allianoi ile ilgili dava süreçlerinin devam ettiğini, gelecek ay mahkeme tarafından bilirkişi incelemesi yapılacağını belirten Pekdaş, 'Böyle bir durumda barajın su almaya hazır hale getirilmesi, süregelen davaların sonucunun beklenilmemesi, hukuk devletinde hukuk tanımayan bir uygulamanın örneğidir'' dedi.

Akşam, 28.12.2010

 

******


GİZLENEN RAPOR DAVA DOSYASINDA

 

 

Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü’nün (DSİ), Yortanlı Barajı’nın su tutmasıyla ilgili 12 yıl önce MTA’ya hazırlattığı ve o tarihten bu yana gizlediği raporun, Allianoi’nin korunması yönünde açılan davaların dosyasına girmesi gündemde. 1998 yılından bu yana gizlenen raporun ortaya çıkması üzerine harekete geçen korumacı çevreler, DSİ’nin anılan raporu gizlemesinin suç oluşturduğunu ve sorumlular hakkında yasal girişimde bulunulacağını vurguluyorlar.

Allianoi Girişim Grubu Dönem Sözcüsü İffet Diler, MTA’nın, DSİ’nin istemi üzerine 12 yıl önce hazırladığı ve ortaya yeni çıkan rapordaki bilgilerin, Allianoi’nin korunması için açılan davaların seyrini değiştirecek nitelikte olduğunu söyledi. Diler, “Orada ciddi yatırım yapanlar var. Biri de Paşaköy Muhtarlığı. Termal turizm olgusunun yaşama katılabilmesi için jeotermal kaynakların kurumaması gerekiyor. Ancak 12 yıldır gizlenen rapor, Yortanlı Barajı’nda su tutulması halinde, bölgedeki jeotermal kaynakların olumsuz etkileneceğini vurguluyor” dedi.

Cumhuriyet, Haber: Ozan Yayman, 30.12.2010

MÜZE GİBİ KÖY

 

 

Kayseri'nin Yeşilhisar İlçesi'ne bağlı Erdemli Köyü'ndeki tarihi Bizans yerleşiminde, Erciyes Üniversitesi (ERÜ) Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü tarafından yaklaşık 8 yıldır sürdürülen araştırma sona erdi.
 

Bir vadi içerisinde kayalar oyularak inşa edilen köyde, toplam 3 manastır, 22 kilise-şapel, 138 konut, 48 şırahane, 9 fırın, 13 ahır, 2 keşiş hücresinden oluşan yapılar ile 2 güvercinlik ve 34 işlevi bilinmeyen yapı tespit edilerek belgelendi.

 

Araştırmayı yürüten ERÜ Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü Öğretim Üyesi Doç.Dr. Nilay Karakaya yaptığı açıklamada, Niğde-Kayseri kara yolu üzerinde bulunan Erdemli'nin, küçük bir “Bizans köyü” olarak bilindiğini söyledi.

 

Köyde yaklaşık 500 yıl süren Bizans yaşamına ilişkin izler bulunduğunu ifade eden Karakaya, şu bilgileri verdi:

“Erdemli Vadisi'nde Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın izni ile 2002 yılında çalışmalara başladık. Araştırmamız 2006-2008 yılları arasında TÜBİTAK tarafından da desteklendi. Bu sürede bir Bizans köyüne özgü bütün verileri elde ettik. Proje kapsamında, yaklaşık 1 kilometre uzunluğundaki vadide, toplam 3 manastır, 22 kilise-şapel, 138 konut, 48 şırahane, 9 fırın, 13 ahır, 2 keşiş hücrelerinden oluşan yapılar ile 2 güvercinlik ve 34 işlevi bilinmeyen yapı tespit edilerek belgelenmiş, fotoğrafları çekilerek, çizimleri yapılmıştır. Araştırma sonucunda yerleşimin topografik haritası da çıkarıldı.”

 

 

Karakaya, köyde duvar resimleriyle süslenmiş 9 kilise bulunduğuna dikkati çekerek, duvar resimlerinde İncil ve Tevrat konulu sahnelerin işlendiğini, aziz, azize, piskopos, martir, keşiş ve havari figürlerinin tasvir edildiğini anlattı.

 

Yapılardaki mimarinin ve duvar resimlerinin, üslup, ikonografi, resim programı özellikleri açısından genellikle 10-13. yüzyıllara özgün olduğunu dile getiren Karakaya, şöyle devam etti:

“Kaya kiliselerinin duvar resimleri üslup, ikonografi ve resim programı gibi özellikleri ile Bizans resim sanatı içinde önemli bir yere sahip. Doğal şartlar ve insan eliyle yapılan tahribatlar, gün geçtikçe bu eserlerin yok olmasını sağlamakta. Bazı kiliselerin farklı amaçlar için kullanılması sonucu resimler is tabakası ile kaplanmış. Bu nedenle araştırmacılar tarafından kiliselerdeki çoğu sahneler tanımlanamamış ve yayınlamamış.

 

 

Ayrıca resimlerin kaliteli üslubu dönemin başkenti İstanbul'daki üsluba benzemekte. Dolayısıyla resimlerin başkentli ya da başkentte eğitilmiş bölgesel sanatçılar tarafından yapıldığı söylenebilir. Özellikle Anadolu'da bu derece kaliteli başkent üslubunun uygulanması dikkat çekici. Genellikle 10. ve 14. yüzyıllar arasında yapılan bu kiliselerin bazılarında, program açısından olduğu kadar üslup bakımından da birliktelik söz konusu. Üslup, ikonografi ve resim programı özellikleri açısından önem taşıyan bu duvar resimlerinin detaylı olarak incelenmesi gerekmekte.”

 

Doç.Dr. Nilay Karakaya, vadinin merkezindeki Saray Manastırının, yerleşimin idare merkezi olduğunu ifade ederek, etrafındaki şırahanelerin kontrolünü de elinde bulundurduğunu kaydetti.

 

Yerleşimin kuzeyinde konutlar, kiliseler, fırın ve ahırlar ile birlikte yüksek kotlarda keşiş hücreleri ile güvercinlikler bulunduğunu belirten Karakaya, şöyle konuştu:

“Amacımız yavaş yavaş yok olmaya yüz tutmuş duvar resimleri ile vadideki yapıları acilen bilimsel bir makale olarak yayınlamak, yapı ve duvar resimlerinin restore edilmesini sağlamak. Yapı ve resimlerin tahribi aynı zamanda yöre halkı tarafından da gerçekleşmekte. Dolayısıyla çalışmalarımızda, hem bilimsel hem de turizm açısından bu yerleşim yerinin önemi konusunda köy halkının bilinçlendirilmesi de amaçlanmaktadır. Üstelik çalışmalarımızda tespit ettiğimiz Roma dönemine ait yerleşim yeri olan İki Kuyu mevkii, köyün önemini daha da artırmakta. Bu Roma yerleşimi zengin mezarlar, dini ve sivil yapılar içermekte. Kayseri'ye çok yakın olan bu yörenin yayınla tanıtılması, eserlerin restorasyonu için yeni olanaklar sağlayacaktır. Dolayısıyla bu önemli kültür mirası korunduğu taktirde ülkemize önemli bir turizm potansiyeli kazandıracaktır"

Hürriyet, 26.12.2010

AYŞE SULTAN'IN SANDIĞI AÇILDI

 

 

Geçtiğimiz aylarda saray saatlerini depolardan çıkartıp Dolmabahçe Sarayı içinde sergileyen Milli Saraylar Daire Başkanlığı araştırmacıları, şimdi de yeniden yoğun bir hazırlık içinde. Bu hazırlıkların nedeni ise son Halife Abdülmecid’in kızı Dürrüşehvar Sultan. Sultanın 10 yaşına kadar kullandığı oyuncaklar ve eğitim gereçleri sandıklardan çıkartıldı onarıldı ve sergilenmeye hazır hale getirildi. Bu sergi bir hanedan üyesinin yetiştirilmesinde gösterilen özeni ortaya koyması bakımından çok ilginç.


Oyuncak, her çocuğun düşü, her çocuklu evin vazgeçilmezi. Bazen balon, bazen ev, bazen de bebek veya araba olarak şekillenir çocukların ruh dünyalarında. Günümüze kadar belli evrimler geçirseler de ister tahtadan, ister plastikten veya elektronik olsun oyuncağın çocuğun yaşamındaki yeri dünya kurulduğundan beri hep var ve olacak da.


Çocuğu olan ailelerin evlerindeki oyuncaklar aşağı yukarı hep aynı. Peki, saraylarda yaşayan çocukların oyuncakları nasıldı? Genel olarak müzelerimizde sergilenenlerin sayısı yok denecek kadar az. Milli Saraylar Dairesi’nin saray, köşk ve kasırların depolarında bulunan ancak mekan yokluğundan sergilenemeyen eserlerin sergilenmesi için yaptığı son çalışma oyuncak konusuna yeni bir bakış açısı getirdi.


Çünkü aylar süren bakım çalışmaları sonucunda son Halife Abdülmecid’in kızı Dürrüşehvar Sultan’ın 10 yaşına kadar kullandığı oyuncak ve eğitim araç ve gereçleri sandıklarından çıktı. O günün eğitimi için bir fikir vermesi amacıyla da sergilenme kararı alındı. Oyuncaklar yeni yılın ilk ayında meraklıların karşısına çıkıyor.

Osmanlı Hanedanı’nın son halifesi Abdülmecid’in, oğlu Ömer Faruk Efendi’den sonra doğan kızının adı Dürrüşehvar. 26 Ocak 1914 tarihinde Üsküdar İcadiye’de dünyaya geldi. Abdülmecit kızına ‘Şahlara Mahsus İnci’ anlamına gelen “Dürrüşehvar” adını verdi. Resmi ünvanı ‘Devletlu İsmetlu Hatice Hayriye Ayşe Dürrüşehvar Sultan Aliyyetüş-şan Hazretleri’ olan Dürrüşehvar Sultan aynı zamanda Sultan Abdülaziz’in de torunuydu. Güzelliğiyle ünlü olan Sultan, sanatçı kişiliğiyle tanınan babası son Halife Abdülmecid Efendi’nin fırçasından çıkmış çok sayıdaki tabloya konu oldu. Bu tabloların bir kısmı günümüzde Dolmabahçe Sarayı’nda bulunuyor.
Bu önemli bebek dört yaşına kadar doğduğu Mecid Efendi Köşkü’nde, sekiz yaşına kadar Dolmabahçe Sarayı Veliahd Dairesi’nde kaldı. Babasının 1922 yılında Halife olmasıyla birlikte 1924 yılına kadar Dolmabahçe’nin Saray bölümünde geçti. Hatice Hayriye Ayşe Dürrüşehvar Sultan, hilafetin kaldırılıp hanedan üyelerinin sınır dışı edilmesine kadar bu sarayda kaldı.
Sınır dışı edilen aile İsviçre’ye gitti. Kısa bir süre orada yaşadı. Halife ve ailesi, daha sonra Fransa’nın Nice kentinde geçti. Yaşamını 1939 yılına kadar burada sürdürdü. Halife 1939’da Paris’e taşındı. Dürrüşehvar Sultan ise Nice’de kaldı. Burada dünyanın en zengin hükümdarlarından biri olan Haydarabad Nizamı’nın oğlu Azam Cah ile tanıştı. Gençler Kasım 1931 tarihinde evlendi. Dürrüşehvar Sultan da evlendikten sonra Berar Prensesi ünvanını aldı. Hindistan’ın Haydarabad kentinde yaşamaya başlayan Sultanın bu evlilikten Bereket Cah ile Keramet Cah adında iki oğlu dünyaya geldi. 7 Şubat 2007 tarihinde Londra’da vefat eden Dürrüşehvar Sultan Brookwood Mezarlığı’nda yatmakta olan annesi Mehisti Kadın Efendi’nin yanına defnedildi.

10 yaşına kadar Dolmabahçe Sarayı’nda yaşamış olan Dürrüşehvar Sultan’a ait oyun ve eğitim araç ve gereçleri de onlar gittikten sonra sarayın depolarına kaldırıldı. O döneme dönemine ait olan diğer eşyalarla birlikte Dolmabahçe Sarayı’nda muhafaza edildi. Bu oyuncak ve eğitim gereçleri sergisini hazırlamasında büyük emeği geçen uzman araştırmacı Ayşe Fazlıoğlu sergilenecek eşyalar hakkında şunları söylüyor: “Bu eşyalar bir hanedan üyesinin yetiştirilmesinde gösterilen özeni ve önemi vurgulamasının yanı sıra aydın bir kişiliğe sahip olan Halife Abdülmecid’in kızını yetiştirirken gösterdiği yakın ilgiyi yansıtması bakımından da oldukça önemli.”


Söz konusu objeler ilk olarak önceki yıllarda Dolmabahçe Sarayı’nda çatı katında iki sandık içerisinde bulundu. Sandıklardan birinde eğitim gereçleri, diğerinde ise oyun malzemeleri vardı. Detaylı araştırmaları halen devam eden koleksiyonun önümüzdeki aylarda bir sergi ve kitap eşliğinde tanıtılması hedefliyor.

Dürrüşehvar Sultan tarafından kullanılmış koleksiyon içerisinde bulunan oyuncaklar arasında bebek, hasırdan oyuncak araba, bebek elbiseleri, oyuncak fil, oyuncak mutfak gereçleri, oyuncak mobilyalar, taşlardan yapı seti, dama, domino, puzzle yer alırken, eğitim gereçleri arasında ölçü kapları, kitaplar, defterler, resim defterleri, boya kalemleri, cetvel, notalar, hikaye kitapları ve haritalar var. Oyun gereçleri arasında en ilginç malzemeler İngiliz yapımı puzzle ile ünlü bir Alman çocuk oyuncak firmasının zihin gelişimi için önemli olan taş yapı seti var.

Eğitim gereçleri arasında yer alan bazı kitap ve defterler arasında Sultan V. Murad’ın torunu Nilüfer Sultan’a ait olanlar da var. Nilüfer Sultan da Dürrüşehvar Sultan ile aynı gün Haydarabad nizamının diğer oğlu olan Muazzam Cah ile evlendirdi ve böylece çocukluk dönemlerinde birlikte büyümüş iki kuzen aynı kaderi paylaştı. İki Sultan, Hindistan’da eğitime yönelik çalışmalarda bulundu ve hayır işleriyle ilgilendi. Eğitime son derece önem veren Dürrüşehvar Sultan, Hindistan kadınlarının toplumdaki önemi ve ilköğretimin gerekliliği konusunda kadınları bilinçlendirmek için uğraş verdi. Bunların dışında bir de hastane yaptırdı. Hindistan’da yaşamını sürdürürken çocuklarının eğitimi dolayısıyla Londra’ya yerleşti. Hatıralarını Haydarabad’da 1947 yılında yayınlanan ve bugün son derece nadir olan ‘Doğan’ isimli bir kitapta kaleme aldı.

Hürriyet Pazar, Haber: Cahit Akyol, 26.12.2010

103 YILLIK ETFAL SAAT KULESİ ÇÖKÜYOR

 

 

Sultan 2. Abdülhamit tarafından Şişli Etfal Hastanesi'nin bahçesinde 1907 yılında yapılan 'Etfal Saat Kulesi' çökmeye terk edildi.

 

1981 yılında restorasyon projeleri hazırlanmasına rağmen bugüne kadar tek bir çivi çakılmayan tarihi kulenin tepe kısmı ikiye ayrılmaya başladı. Saat düzeneğinin tamamen çürüdüğü kule, yıkılma tehlikesiyle karşı karşıya. 2007 yılında kuleyle ilgili hazırlanan raporda ise 'bakımsızlık sebebiyle yok olma tehlikesi altında bulunduğuna' dikkat çekiliyor. Geçmişte bir kez saat düzeneği tamir edilen bina için ilk olarak 1981 yılında Türkiye Anıt Çevre Turizm Değerlerini Koruma Vakfı (TAÇ Vakfı) bir çalışma yaptı. Saat kulesinin rölöve ve restorasyon projeleri hazırlandı; ancak bunun dışında bir çalışma gerçekleşmedi. Uzun yıllar bu halde kalan kule için Şişli Etfal Hastanesi 2006 yılında Anıtlar Yüksek Kurulu'na durumu anlatan yazılar gönderdi. Buna rağmen yine bir sonuca ulaşılamadı. Daha sonra 2007 yılında İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi tarafından hazırlanan rapordan da sonuç çıkmadı. Hastane yetkilileri binanın parçalarının yağmur ve fırtına sırasında düşmesinden korkuyor.

 

Kule, 1899 yılında 2. Abdülhamit Han tarafından Hamidiye Etfal Hastanesi'nin bahçesine inşa edildi. Kulenin projesi İtalyan mimar R. D'Aronco'ya ait.

Zaman Pazar, 26.12.2010

 

******


SULTAN 2. ABDÜLHAMİT'iN YADİGARI SAAT KULESİ KURTULUYOR

 

Bakımsızlıktan dolayı çökme tehlikesi yaşayan 2. Abdülhamit yadigarı 'Etfal Saat Kulesi'ni kurtaracak projeye onay çıktı.

 

İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından hazırlanan ve uzun süredir Anıtlar Kurulu'nda bekleyen rölöve ve restorasyon projesi kabul edildi. Kulenin ve altındaki mescidin restorasyonu 2011 yılında başlayacak.

 

Etfal Saat Kulesi 2. Abdülhamit Han tarafından o zamanki ismi Hamidiye Etfal Hastanesi' olan Şişli Etfal Hastanesi'nin bahçesinde 1907'de inşa edilmişti. Zaman gazetesinin gündeme getirdiği kuleye bugüne kadar tek bir çivi bile çakılmamış ve tarihi kulenin tepe kısmı ikiye ayrılmaya başlamıştı. Kaderine terk edilen kulenin 2007 yılında İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi tarafından restore edilmesine yönelik rapor hazırlandığı ancak Anıtlar Kurulu'ndan onay beklendiği ifade edilmişti.

Zaman, Haber: Çağlar Acı, 30.12.2010

İLK KAZI ORDU'DA

 

 

Doğu Karadeniz Bölgesi'nde bitki örtüsünün altında ciddi ören yerlerinin, antik kentlerin bulunduğu inancının artması üzerine bölgede ilk kez Ordu'da başlatılan arkeolojik kazılar sürüyor.

 

Bugüne kadar düzenli bir arkeolojik kazıya tabi tutulmayan Doğu Karadeniz Bölgesi'nde ilk kez Ordu'da Kurul Kalesinde sürdürülen çalışmalarda elde edilen sonuçlar bu tezi doğruladı. Ağustos ayında başlayan çalışmaların ilk sonuçlarına göre, kalenin 6. Mitridat döneminden kaldığını belirlendi.

 

Kazı çalışmalarını yürüten Gazi Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç.Dr. Süleymen Yücel Şenyurt, bu kazının Doğu Karadeniz Bölgesi'ndeki ilk kazı olduğunu belirterek, “Bölgenin tarihini aydınlatmaya yönelik bilimsel çerçevesi olan kazılar bu zamana kadar maalesef Doğu Karadeniz Bölgesinde iklim ve bitki örtüsü nedeniyle pek yapılamamış. Bu alanda biz bir ilki gerçekleştiriyoruz. Bizim bu çalışmalarımız ile beraber ülke ve bölge tarihine ışık tutacağız” açıklamasında bulundu.

Taka, 25.12.2010



19 - 25 Aralık 2010

FERRUH BAŞAĞA'YI KAYBETTİK

 

 

Abidin Dino ile birlikte “Yeniler Grubu”nun kurucuları arasında yer alan, Güzel Sanatlar Akademisi mezunu ve eski öğretim görevlisi ünlü Türk ressam Ferruh Başağa vefat etti.

Başağa, 27 Aralık Pazartesi günü saat 10:00’da Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nde düzenlenecek bir tören ile anılacak. Sanatçının cenazesi aynı gün Teşvikiye Cami’nde kılınacak öğle namazından sonra Aşiyan mezarlığında toprağa verilecek.

Ferruh Başağa Hakkında
1914 İstanbul doğumlu olan Ferruh Başağa, ilköğrenimini İstanbul'da tamamladı. Ortaokul ve Teknik Lise’yi Yugoslavya'da okuyan Başağa, Türkiye’ye dönüşünün ardından bir yıl süre ile “Beşiktaş Uçak Fabrikası”nda çalıştı ve ardından 1936 senesinde Güzel Sanatlar Akademisi’ne girdi.

Dört yıl boyunca Zeki Kocamemi, Nazmi Ziya Güran ve Leopold Levy gibi sanatçılardan ders alan Başağa, 1940 yılında mezun oldu. Aynı yıl açılan Yüksek Resim Bölümü’ne Nuri İyem, Turgut Atalay, Selim Turan, Agop Arad, Avni Arbaş, Mümtaz Yener, Fethi Karakaş ve Haşmet Akal ile birlikte devam eden Başağa, bir yıl sonra aralarına Abidin Dino’nun bulunduğu ve sanata “toplumsal gerçekçi” bir kavrayış ile yaklaşan “Yeniler Grubu”nun kurucuları arasında yer aldı.

Başağa ilk sergisini, Beyoğlu Kitap Sarayı’nda açtı. Sanatçının eserleri bir yıl sonra, UNESCO tarafından “Musée d'Art moderne de la Ville de Paris”te açılan sergide yer aldı. İngiltere, Fransa ve Hindistan’da sanat fuarları ile karma sergilere katılan sanatçı, soyut kavramı ile 1947 yılında tanıştı. Başağa, 1949 yılında katıldığı “Devlet Resim ve Heykel Sergisi”nde birincilğe layık görülerek, soyut resim ile bu başarıya kavuşan ilk sanatçı oldu.

“Müstakil Ressamlar Derneği” üyeliği üstlenen Başağa, 1950 yılında kurulan “Ressamlar ve Heykeltıraşlar Derneği”nin de kurucu üyeleri arasında yer aldı. Başağa 1971 – 1981 yılları arasında İstanbul Güzel Sanatlar Akademisinde vitray ve mozaik atölyelerinde hocalık yaptı.

Başağa, İstanbul'daki atölyesinde bireysel çalışmalarına devam ediyordu.

Yapı, 24.12.2010

GİZLİ KAPAKLI RESTORASYON

İstanbul'da 21 ve 22 Aralık'ta gerçekleştirilen, "Koruma ve Yaratıcılık: İstanbul dünya miras alanlarının korunması için karşılaştırmalı yaratıcılık deneyimleri" sempozyumu, dünyadan başarılı restorasyon örneklerini Türkiye'ye taşıdı ancak İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti çerçevesinde gerçekleştirilen restorasyon çalışmaları ve arkeolojik kazılara yönelik eleştirilerin de odağı oldu.

İstanbul Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi Restorasyon Anabilim Dalı öğretim üyesi Prof. Dr. Zeynep Ahunbay, İstanbul'daki tarihi yapı restorasyon çalışmalarının şeffaf olarak kamuyla paylaşılamadığını dile getirdi. Ahunbay, İstanbul Boğazı Karayolu Tüp Geçiş Projesi'nin de şeffaf olmadığını ve ilgili koruma kurulları tarafından, bilgilerin kendileriyle bile yeterince paylaşılmadığını ileri sürdü. Surlara da değinen Ahunbay, Sultanahmet'te iki Roma saray kalıntısı ve bir kilise kalıntısı üzerine Fatih Belediyesi tarafından yaptırılan platformu da, "Hiç yapılmaması gereken bir uygulama" olarak değerlendirdi.


SURLARA BÜYÜK ZARAR VERECEK

Yenikapı Üsküdar arası lastik tekerlekli araçların geçeceği "İstanbul Boğazı Karayolu Tüp Geçiş Projesi"nin İstanbul'a ve surlara büyük zarar vereceğini söyleyen Ahunbay, "Bu projenin insan sağlığı ve surlara büyük zararı olacak. Kennedy sahil yolunun yoğunluğu artacak. Günde 75 bin aracın geçmesi düşünülüyor. Bu kadar büyük bir araç kitlesi için yolları genişletip sahili doldurmak tabii ki tarihi bir şehri bozacak. Deniz surlarının Marmara sahilindeki ilk kulesi olan 'Mermer Kule' bir ulaşım göbeğinin içinde kalacak. Justinien Sarayı'nın karşısında denizin içine dalan yere bir havalandırma bacası yapılması söz konusu, o bacanın dışarıya atacağı kirlilik hem anıtları hem insanları tehdit edecek" dedi.


PROJELER İYİ AÇIKLANMIYOR

Prof. Ahunbay, "Süleymaniye Darüşşifası'nda çalışmalar devam ediyor, 6 aydan fazla iş var gibi gözüküyor. Bilindiği gibi 2010 ödeneklerinin 6 ay içinde kullanılması gerekiyordu. Haseki Hürrem Sultan Müzesi'nde de daha yapılacak işler var. İçeriği tanımlanmış gibi görünmüyor. Şehzade İmareti'nde günde bin kişiye yemek verilmesi düşünülüyormuş. Bu bina için çok ağır bir yük. 16. yy imaret binasındaki fırının içine oraya ait olmayan yeni tezgahlar kuruluyor" dedi. Bu çalışmaların konseptlerini daha açık şekilde yazılması, dosyaların şeffaf olması gerek diyen Ahunbay, Yenikapı buluntularının sergileneceği bir müzeye ihtiyaç duyulduğunu da belirterek, "Bu kadar değerli buluntuların dünyaya yeterince tanıtılmadığı dile getiriliyor" dedi.


SURLARIN BİR TARAFI TAMAMEN HARAP

İstanbul'un deniz ve kara surlarının bütünlüklü bir proje içinde ele alınması gerektiğini dile getiren Ahunbay, "Surların bir tarafı tamamen harap, bir tarafı yapılmış duruyor. Deniz surlarının ayakta kalan kısımları oldukça sınırlı" dedi. Yedikule surundaki Altınkapı'yla ilgili ise, "Etkinlikler her zaman oranın karakteriyle bağdaşmıyor. Yedikule kapısının önüne hiçbir planda yer almayan, tasarımı başarısız birtakım binalar yapıldı. Yeni düzenlemelerin tarihle ilişkisi göz önünde tutulmuyor" dedi. Ahunbay'ın üzerinde durduğu bir diğer konu ise sur diplerindeki bostanlar. Ahunbay, "Bostan alanlarındaki tarım faaliyeti depolaşmaya neden oluyor. Sürekli bakım eksikliği var ve bir sürü yabani ağaç büyüyor. Sur boyunca denetimsiz alt ve üst geçitler mevcut. Dalan döneminde yapılmış belediye konutları gibi, sur boyutlarına saygı göstermeyen yapıların yükseldiğini görüyoruz. Tekfur Sarayı'nın yakınındaki bölge de oldukça harap. Sirkeci'ye yakın bölgedeki surlar titreşimden çok etkileniyor" diye konuştu.
Birgün, Haber: Şule Yıldırım, 24.12.10

ANADOLU MEDENİYETLERİ MÜZESİ'NDE SON GÜNLERİN GARİP UYGULAMALARI


Ankara'da Anadolu Medeniyetleri Müzesi'nde son zamanlarda dikkat çeken uygulamalara dikkat çekmek istiyorum.  Her geçen gün sayıları artan bu rahatsız edici uygulamalar 1997 yılında  , Avrupa'da Yılın Müzesi seçilen Anadolu Medeniyetleri Müzesi'ne yakışmıyor. Geç kalınmadan önlem alınmasını umuyorum.




Neolitik Çağ  galerisi , Çatalhöyük duvar resmini kapatacak şekilde yerleştirilecek bir eserin (!)  ön hazırlıkları...

.


Çatalhöyük evi bölümünün önüne yerleştirilen devasa boyutlarda kazan brülörü!

 




Paleolitik ve Neolitik Çağ galerileri arasına yerleştirilmiş, bokböceklerinin koyu yeşiline boyanarak, tahnit edilmiş kazın beş parçaya bölünerek bir tabuta önden, yandan ve arkadan tutturulması ile oluşturulmuş nesne !!! (İçiniz ürpermiştir okurken...Şaşkın ve alaycı bakan yerli - yabancı ziyaretçileri ve kazın başını okşayan, arka tarafından tüy koparmaya çalışan, ziyaretçi çocukları görseniz , ne yapardınız?)

 


UNESCO tarafından, Dünya Mirası kabul edilen Sultanhanı Anıtı'nın yanına yerleştirilen, üzerinde eski gazete ve mecmualardan kesilen parçalardan oluşturulan nesne...




Detay...  Sümüklü Böcek ve Kol-Bacak kemiği açıklamaları (eski yazı bilenler için)

 


İç galeri, Hitit anıtlarının bulunduğu galeriden...

 




Ayrıca, iç mekan duvarlarda çocuk askerler ve kan rengi boyanmış tuvalleri de görmek mümkün... 

                 

Bülent  Bostancı, Emekli Veteriner Hekim, 25.12.2010

TÜNEL KAZARAK TABLO ÇALDILAR

 

 

ABD'nin New York kentinde aralarında ünlü ABD'li sanatçı Andy Warhol'un da bulunduğu Pop Art akımının ünlü temsilcilerinin eserleri akılalmaz bir soygunla çalındı. Sanat hırsızları Manhattan'da semtinde tabloların bulunduğu binaya kazdıkları tünelden girdi. Warhol'un "The Truck" (Kamyon), "Superman" ve "Camouflage" (Kamuflaj), Roy Lichtenstein'ın "Thinking Nude" (Düşünen Çıplak), "Moonscape" (Ay Manzarası) ve Carl Fudge'un "Live Cat" (Canlı Kedi) adlı çalışmaları çalınan eserlerlerden bazıları. soyguncuların çaldığı eserlerin toplam değeri nin 750 bin doları bulduğu açıklandı.

Polis, eserlerin yanı sıra Rolex, Patek Philippe ve Cartier marka lüks saatler ve mücevherlerin de soyguncular tarafından çalındığını açıkladı. Tünel kazarak koridora ulaşan hırsızın soygundan önce güvenlik kamerasını devre dışı bıraktığı açıklandı. Adı resmen açıklanmayan apartmanın sahibinin Nebraska Et Şirketi başkanı Robert Romanoff olduğunun sanıldığı bildirildi. Romanoff'un 24-28 Kasım tarihleri arasında meydana geldiği tahmin edilen soygun sırasında konutta bulunmadığı ifade edildi. Olayla ilgili soruşturmanın sürdüğü, şu ana kadar gözaltına alınan olmadığı kaydedildi. Apartmanın hemen altında yer alan Villa Pacri adlı restoran personeli soygunla ilgili ortalıkta çok sayıda dedikodunun dolaştığını vurguladı. Apartmanın sahibi Romanoff'un ise konuyla ilgili hiçbir açıklama yapmadığı kaydedildi. 1950'lerde ABD ve İngiltere'de ortaya çıkan Pop Art akımı popüler kültür imgelerinin kullanılarak sanatsal ürünler ortaya konmasıyla karakterize oldu. Akımın en ünlü temsilcisi 1987 yılında 59 yaşındayken yaşama veda eden Andy Warhol'du.

Sabah, 25.12.2010

ROMA DÖNEMİNE AİT TARİHİ ESERLE YAKALANAN İKİ KİŞİ TUTUKLANDI

 

Kahramanmaraş’ın Pazarcık İlçesi'nde 603 parça kaçak tarihi eser ele geçirildi. Yapılan incelemelerde eserlerin 55′inin Roma dönemine ait olduğu belirlendi.

 

Kahramanmaraş Emniyet Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü ekipleri, E.T. ve B.T. isimli şahısların Pazarcık’taki ikametlerinde çok sayıda tarihi eser bulundurduğunu belirledi. Pazarcık Emniyet Müdürlüğü ile eş zamanlı yapılan operasyonda toplam 603 parça tarihi eser ele geçirildi. Müze Müdürlüğü tarafından incelenen eserlerin 55′inin Roma Dönemi’ne ait olduğu belirlenirken, 1 eserin de Tunç Dönemi’ne ait olduğu ortaya çıktı. 383 parçanın, arkeolojik eser olduğunun anlaşıldığı öğrenilirken, 147 eserin de Arkeoloji Bölümü uzmanlarının kapsamlı incelemesinden sonra hangi döneme ait olduğunun anlaşılacağı bilgisine ulaşıldı.

 

E.T ve B.T ise çıkarıldıkları mahkemece tutuklanarak cezaevine gönderildi.

Zaman, 24.12.2010

MORYAKUP MANASTIRI'NDAKİ ARKEOLOJİK KAZILAR 2011'DE BİTİRİLECEK

 

Dünyanın ilk üniversitelerinden biri olan Moryakup Manastırı’nda arkeolojik kazılar devam ediyor.

MS 209 yılında yapılan manastırın yer altında saklı bulunan bölümleri gün yüzüne çıkartılıyor. Bir zamanlar felsefe, mantık, edebiyat, geometri, astronomi, tıp ve hukuk eğitiminin verildiği manastırdaki arkeolojik kazıların Şubat 2011′de bitirilmesi planlanıyor. Kazılardan sonra bölge, Hz. Muhammed’in torunu Zeynelabidin Türbesi’nin bulunduğu Zeynelabidin Camisi ile birleştirilerek ‘inanç parkı’ haline getirilecek.

 

Yıllardır terör olaylarıyla anılan Nusaybin’in kötü imajını değiştirmek için harekete geçen Nusaybin Kaymakamlığı, Mardin Valiliği’nin desteği ile ilçede bulunan tarihi mekânların restorasyonuna hız verdi. Kaymakamı Murat Girgin, ismi hep terör ve taş atan çocuklarla anılan Nusaybin ilçesini inanç ve kültür turizmi merkezine haline getirmek için herkesin üzerine düşen görevi yerine getirmesini istedi.

 

İlçede büyük tarihi hazinelerin bulunduğuna dikkat çeken Girgin, şöyle konuştu: “Bir yanda dünyanın ilk eğitim üniversitesi olan Moryakup Manastırı, bir yanda Hz. Muhammed’in torunu olan Hz. Zeynelabidin camisi ve türbesi bulunmaktadır. Ayrıca ilçede bulunan Morevgin Manastırı da ayrı bir tarihi zenginliği temsil etmektedir. İlçenin turizmini geliştirmek ve kötü imajı silmek için restorasyon ve kazı çalışmaları başlattık. Şu anda Harran Üniversitesi’nden daha eski bir tarihi bulunan Moryakup Manastırı’nda kazı çalışmaları devam ediyor. Burayı Zeynelabidin Camisi ile birleştirip bölgenin ilk inanç parkı haline getirmeyi amaçlıyoruz. Nusaybin’de önemli tarihi değerler bulunmasına rağmen maalesef turizmden faydalanamıyoruz. Önümüzdeki yıldan itibaren bu tarihi değerleri turizme açacağız. İnşallah bunları yaptığımız zaman Nusaybin kötü imajını silip inançların ve kültürlerin merkezi haline gelir.”

Timetürk, 23.12.2010

PERİ BACASINDA ÇÖKME

 
Nevşehir'de Aydınlı Mahallesi Çakmaklı Sokak’taki bir butik otelin yanında bulunan peribacası çöktü.

Peribacasından kopan kaya parçalarının bir kısmı butik otelin deposunun üzerine düşerken, bazı parçaları da karşısında bulunan binanın duvarının çökmesine neden oldu.

Olayın meydana geldiği sokakta oturan Fatih Doğan, göçük sırasında çok büyük bir gürültü çıktığını ifade ederek, "Bir anda deprem olduğunu düşündük. Çok büyük bir gürültü meydana geldi. Dışarı çıktığımda sokak tamamen tozla kaplıydı. Çok tedirgin olduk. Toz bulutu aralandığında peribacasının büyük bir kısmının düştüğünü ve iki binada hasar olduğunu gördüm. Olay sırasında sokakta kimsenin olmaması büyük bir şans. Bu peribacasında zaten büyük çatlaklar vardı. Biz çökme olacağını tahmin ediyorduk" diye konuştu.

Bu arada, peribacasından kopan parçaların sokaktaki telefon kablolarını koparması nedeniyle bazı binaların telefonları kesildi.

Öte yandan, söz konusu peribacasının çökme tehlikesi olduğu gerekçesiyle 4 yıl önce riskli ilan edildiği, yağmur ve rüzgarın da etkisiyle çökmenin meydana geldiği öğrenildi.

Göreme Belediyesi’nin olayı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu ile Nevşehir Müze Müdürlüğüne bildirdiği, peribacasında teknik inceleme yapılacağı bildirildi.

Radikal, 24.12.2010

PATARA YAĞMASINA GEÇİT YOK

 

 

Antalya'nın Kaş İlçesi sınırlarında bulunan, tarihi ve doğal zenginlikleriyle ünlü Patara da elden gidiyor. Birinci derece sit alanı olduğu için bugüne kadar yağmalanmaktan kurtulan Patara'da, 400 adet villa inşaatına başlanması çevrecileri ve hukukçuları ayağa kaldırdı. Antalya İl Özel İdaresi tarafından yapımına izin verilen villaların, sermayenin ve hükümetin 'büyükbaşlarına' ait olduğu ileri sürülüyor. Konuyla ilgili bir araya gelen Türkiye Tabiatını Koruma Derneği (TTKD), Çağdaş Hukukçular Derneği (ÇHD), Yurtsever Cephe ve Alevi Kültür Derneği temsilcileri, ortak bir dilekçe yazarak Kütür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu'na sundular.

 

Dilekçeyi verdikten sonra basına açıklamalarda bulunan TTKD Antalya Şube Başkanı Hediye Gündüz, koruma altında olması gereken Patara'da yapılaşmaya neden izin verildiğini açıklaması için Koruma Kurulu'nu kamuoyunu bilgilendirmeye çağırdı. Gündüz şöyle konuştu:

 

"Patara sadece ülkemizin değil dünyanın en değerli miraslarından biridir. Son günlerde Patara'da 400 adet villa yapımı gündeme gelmiş ve 2008 yılında Antalya İl Özel İdaresi tarafından yapımı onaylanan bu villaların bir kısmının inşaatına başlandığı öğrenilmiştir. 900 kişinin yaşadığı Ovagelmiş Köyü sınırlarındaki antik kentin bulunduğu alana 2 bini kooperatiflere, bini de köylüye ait olmak üzere 3 bin nüfusluk bir yapılaşma öngörülmüştür. Köyün tamamen dışından geldiği anlaşılan imar ve rant baskısının yarattığı bu tablo ürkütücüdür. Türkiye'nin birçok beldesinde bugün, turizm histerisinin kaybettirdiği değerler geri getirilememektedir".

 

Patara'da uzun yıllardır devam eden rant tartışmalarını haber yapan gazeteciler Yusuf Yavuz ve Özer Yılmaz'ın halen yargılanmakta olduğunu hatırlatan Gündüz, "Dünyanın ilk meclisi, ilk konser alanı gibi birçok özelliği bulunan Patara antik kentini, TBMM Saraylar İdaresi'ne bağlıyor ve bir helikopter pisti yapıyorlar. Koruma Kurulu bu konularda kamuoyunu bilgilendirmelidir. Patara'da sessiz sedasız yürütülen yağma ortaya çıkarılmalıdır. Biz bu işin peşini bırakmayacağız" dedi.

Haber Sol, 24.12.2010

40 BİN YILLIK DEHŞET

 

Arkeologların İspanya'daki bir mağarada keşfettikleri 49 bin yıllık 12 Neanderthal insanına ait kalıntılar ölüm nedenlerini de gözler önüne serdi.


Araştırmacılar, aynı ailenin üyesi olduğu tahmin edilen 12 Neanderthal'in, akranlarının yamyamlığına kurban gittiğini açıkladılar.
Kemiklerin, altı yetişkin ve altı çocuğa ait olduğu tespit edilirken, ailenin yeryüzünde yaşayıp, öldüğü, ancak daha sonra bir çöküntü nedeniyle cesetlerin doğal yoldan mağaraya gömüldüğü düşünülüyor.


Bilim insanları, ailenin sonunun oldukça kanlı olduğuna inanıyor. Kemiklerinde bulunan belirgin izler de, yaşananların yamyamlık olduğunu doğrular nitelikte.


Bulunan kalıntıların sahiplerinin aynı ailenin üyeleri olduğuysa, yapılan DNA incelemelerinin ardından ortaya çıktı.

Milliyet, 24.12.2010

ASFALTIN ALTINDAN TARİH ÇIKTI

 



 

Kahramanmaraş'ta Germenicia antik kentini ortaya çıkarmak için başlayan kazı çalışmaları esnasında asfaltın 60 santim altında yeni mozaikler bulundu.

 

Kahramanmaraş Müze Müdürü Ayşe Ersoy, "Zeugma ve Efes mitolojiyi, Germenicia ise sosyal yaşamı anlatıyor" dedi.

 

Kahramanmaraş'ta 2007 yılında kaçak kazılar ve bazı duyarlı vatandaşların evlerinin altında mozaikler bulunduğunu ihbar etmesi sonucu ortaya çıkan Germenicia antik kentinde arkeolojik kazılar devam ediyor.

 

Kahramanmaraş Müze Müdürlüğü'nün başkanlığında yürütülen çalışmalar hızla sürerken, istimlak edilen evlerden yola doğru sürdürülen kazılarda asfaltın 60 santim altında yeni mozaikler ortaya çıkarıldı.

 

Roma İmparatoru Kaligula'nın babası Germenicia'nın ismini taşıyan antik kentin, 4 mahallenin altında olduğu ve 100'ün üzerinde yamaç villasının bulunduğu tahmin ediliyor. Bu kapsamda şu ana kadar 3 ev kamulaştırılarak kazı çalışmaları başlarken, 3 evin daha kamulaştırılacağı belirtildi.

Zeugma ve Efes antik kentleri ile aynı döneme ait olduğu öngörülen Germenicia'yı bu iki yerden farklı kılan özellik ise mitolojiyi değil, o dönemin sosyal hayatını anlatıyor olması. Bulunan eserlerde, o dönemde yaşayan Romalıların giyim ve kuşamı, hangi hayvanların yaşadığı ve hangi meyvelerin tüketildiği mozaiklere resmediliyor. Mozaiklerin milattan sonra 4 ve 5. yüzyıllara ait olduğunu kaydeden Kahramanmaraş Müze Müdürü Ayşe Ersoy, şunları söyledi:

 

"Yani tam bin 500 yıllık tarihi bir zenginlik, arkeolojik zenginlik bu iki katlı gecekonduların altında yatıyor. Bu sene itibarıyla geçen yıl yapılan kazıların devamı niteliğinde kazılar yapılıyor. Mozaiklerin asfalt yola doğru gittiği görüldü. Araya bir duvar çekildi ve asfalt yolda kazı çalışması yapıldı. Yoldan 60 santim aşağı indiğimizde mozaikli tabanın devamı bulundu. Bu mozaikler bize sosyal yaşamı anlatıyor. Diğer Zeugma mozaiklerinde, Efes Yamaç Villaları'nda hep mitoloji anlatılır ama bizim bulduğumuz, ortaya çıkardığımız bu mozaikte günlük yaşam, sosyal yaşam anlatılıyor. Mozaiklere bakarak Germenicia evlerinin, villalarının nasıl olduğunu, hangi hayvanların o dönemde yaşadığını, hangi bitkilerin hangi meyvelerin yetiştiği, bir Romalının ne giydiği, ayakkabısının nasıl olduğunu, avcılıkla uğraştıklarını hepsini bu mozaikte yakalayabiliyoruz."

 

Mozaiklerin arkeoloji dünyası açısından çok önemli ve paha biçilemez olduğunu vurgulayan Ersoy, "Çünkü Maraş'ta kayıp bir kent gün yüzüne çıkarıldı bu mozaikler sayesinde. Bilim adamları Germenicia kentini bizim şehrimize lokalize etse de ayakta bir kalıntının bulunmaması nedeniyle değişik yerlerde kenti arıyorlardı. Fakat ortaya çıkan mozaikler sayesinde artık Germenicia antik kentinin burası olduğunu, bu dört mahallenin Germenicia yerleşim sahasına ait olduğunu söyleyebiliriz. Mozaikler dediğim gibi arkeoloji dünyasınca paha biçilemez" diye konuştu.

 

Bazı define avcıları bölgede geçmişte kaçak kazılar yapsa da bu kültürel mirasın geleceğe taşınmasının bilincinde olan vatandaşlar kendi rızalarıyla Kültür Müdürlüğü'ne giderek evlerinin tabanında mozaikler bulunduğunu ihbar etti. Bu kapsamda 10 evin altında mozaikli alanlar tespit edildiğini söyleyen Ersoy, "Şimdiye kadar toplam 3 ev kamulaştırıldı ve 3 evin de kamulaştırma çalışmaları sürüyor. Kültür ve Turizm Bakanlığı 2011 yılı itibarıyla kamulaştırma çalışmalarına hız verecek" ifadelerini kullandı.

 

Kazı yapılan alanların güvenliğini de elden bırakmadıklarını ve 24 saat özel güvenlikle korumalarının sağlandığını kaydeden Ersoy, çalışmaların bitmesiyle ortaya çıkarılacak eserlerin bulundukları bölgede açık hava müzesi şeklinde sergileneceğini sözlerine ekledi.

Kahramanmaraş Kent Haber, 24.12.2010

TARİHİ EVLERDE BÜYÜK TEHLİKE

 

 

Hakkari'nin Çukurca İlçesi'nde bulunan ve 700 yıllık olduğu belirtilen 'Çukurca Evleri'nin bakımsızlıktan yıkılma tehlikesi ile karşı karşıya olduğu bildirildi.

 

İlçede, 'Eski Çukurca' olarak adlandırılan bölgedeki evleri gerekli kaynak sağlanmaması halinde kısa sürede yok olacağı belirtiliyor. Geçtiğimiz yıl Belediye Başkanı Mehmet Kanar'ın girişimleri sonucu Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın bir çalışma başlatarak ilçeye bir inceleme heyeti yolladığını, ancak şimdiye kadar bir sonuç alınmadığı belirtildi.

 

Belediye Başkanı Mehmet Kanar, evlerin çok uzun bir geçmişe sahip olduğunu belirtti. Kanar "Eski Çukurca dediğimiz yer burasıdır. Bu evler boşaltılınca sahipleri tarafından yıkılmasına izin vermedik. Kültür Bakanlığı ile yazışmalarımız devam etmektedir. Yapılan bu yazışmalar sonucundan bir heyet gelip yerinde gerekli keşifleri yaptı. Bizim niyetimiz bu evleri aslına uygun bir şekilde restore ederek, halkımızın hizmetine sunmaktır. Umarım gerekli yardımları alabiliriz. Biz kesinlikle burayı yıktırmayacağız. Eskiden kalenin başına kadar evler vardı ve insanlarımız burada ikame etmekteydi. Benim hatırladığı döneme kadar bu evler vardı. Ama daha sonra bu evlerin bir bölümü yıkıldı. Biz belediye olarak geçen yıl kalenin arkasından bir yol yaparak kalenin başına kadar çıkabilinecek bir merdiven yaptık ve suyunu da götürmüş durumdayız. Ancak belediyenin imkanlarının kısıtlı olmasından dolayı, kale başına yapılamak istenen tesis gecikti. Çünkü kale evlerinin Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından restore edileceği planlanmıştı. Ancak bakanlığın herhangi bir çalışma başlatmaması ve yapılan yol sonucunda kaleye ulaşım imkanının sağlanmasının ardından hiçbir çalışmanın yapılmaması halk tarafından kale başına askeri güvenlik noktası olacağı söylentisi dolaşmaya başladı. Bu kale Çukurca'nın eseridir. Bizler oraya parktan başka bir şey yaptırmayacağız. Orada bir güvenlik noktasının kurulmasına halkımız kesinlikle izin vermeyecektir. Gerekirse halkımız ayağa kalkacaktır. Bunu da Çukurca Kaymakamlığı'na bilgi mahiyetinde bildirdik" dedi.

Hakkari Kent Haber, 24.12.2010

YARATICI DÜŞÜNCENİN KÜLTÜREL MİRASIN KORUNMASINDAKİ ROLÜ NE OLABİLİR?

 

Koruma ile yaratıcılık kavramlarının profesyonel dünyayı bir bakıma ters yönde etkileyen bir pozisyonda oldukları söylenebilir. Bu gerilimin nedenleri ne olabilir? İlk cevap olarak belki de profesyonel dünyanın etkili bir bölümünün, özellikle kamusal nitelikli uygulamalarda, henüz kültürel inşa problematiğinin dışına çıkmadığının bir göstergesi olduğu söylenebilir. Entellektüel üretimin çoğulculuğa, yaratıcılığa imkan tanıyan, disiplinler ve aktörler arasında arayüzler oluşturması gereken kamusal bir alanda değil, disipliner bir temsil alanında gerçekleştiğini gösterir. Kültür mirasının başarılı bir şekilde korunduğu kentlerde bu tür bir gerilime pek rastlanmaz.

 

Neden zaman zaman uzmanlar kapalı uçlu kamusal süreçleri tercih ederler? Bu sorunu yalnızca düşünsel (zihinsel) bir durum olarak okumak yerine, kamusal mekanizmalar, pratikler üzerinden tartışmanın daha yararlı olacağını düşünüyorum. Örneğin kamusal bir programın, fizibilitenin oluşturulma süreci, teknik şartnamelerin hazırlanış yöntemi, uzmanların, yaratıcı insanların ve diğer aktörlerin, ilgi gruplarının katılım biçimi üzerinden okumak. Kamusal projelerde entelektüel arayüzleri oluşturuması beklenen uzmanlık gruplarının ancak nihai aşamada, üçüncü taraf olarak, piyasa aktörleri ile aynı aşamada, hatta onlardan sonra kamusal süreçlere katılması bu okuma çabası açısından önemli ipuçları sunduğu kanaatindeyim. Bir kaç örnekle söylemek istediğimi anlatmaya çalışayım.

 

İstanbul'un Karasurları Projesi
İstanbul'un Karasurları ile ilgili olarak yapılan bir araştırma-proje ihalesi şartnamesinde dikkatimi çeken şey şu olmuştu. Gerçekleştirilecek çalışmanın yeri tanımlandıktan sonra yükseklik ve uzunluk olarak surlar tanımlanıyor ve kamu araştırma/projelendirme işini en düşük fiyatı veren kuruluştan elde etmeye çalışıyordu. Peki ne yapılacağını önceden şartnameyi hazırlayan kamu tarafı nereden biliyordu? Surların yalnızca mühendislik bilgisine dahi bir çok açıdan yaklaşılabilir. Diyelim ki her bir parçayı ayrı bir statik modelleme ile ayrı olarak (bir Gaudi yapısı gibi) inceleyebilir ve ona göre bir müdahale biçimi önerebilir. Bir başkası surlardaki çatlakları analiz ederek aralarındaki ilişkiyi düzenleyecek farklı bir öneri getirebilir. Başka bir araştırmacı da hatıl vazifesi gören kiremit dokunun higroskopik değişkenler karşısındaki elastisitesini inceleyebilir ve ona göre bir model geliştirebilir. Görüldüğü gibi yalnızca mühendislikle ilgili çalışmaları bile tek bir boyuta indirgeme imkanı bulunmuyor. Bir de düşünün daha kapsayıcı, bölgede yaşayan insanları, istihdam koşulları, üretim özellikleri, v.s. ile ilgili bir araştırma ve planlama, projelendirme süreci için yapılması gerekenleri. Demek ki bu tür şartnameleri hazırlayan bürokratlar, proje yapan korumacı mimarlar ve denetleyici kurumlar arasında işin daha başında bir ortak (ve örtük) bir kabul var: Restorasyon projesinin esası kültür varlığını "aslına uygun" hale getirmeye çalışır. Rölöve, restitüsyon, restorasyon projeleri bu silsile içinde hazırlanır. İşleri kolaylaştıran, ölçülebilir hale getiren bu indirgeyici mantığı kavradığınızda, bugüne kadar surların neden sürekli yeniden inşa edilmeye çalışıldığını, neden çok katmanlı bir belge olarak korunamadığını daha iyi anlıyorsunuz. Diyeceksiniz ki surlar için böyle de, diğer restorasyon işlerinde durum farklı mı?

Güya ölçülebilir bir özellik taşıyan ihale sistemi ve işin şartnamedeki tanımlanış biçimi yaratıcı çalışmalar için daha baştan bir öldürücü tuzak değil midir? Yaratıcı bilgi, araştırma çimento veya kereste satın alır gibi kiloyla, uzunlukla ölçülerek satın alınabilir mi?

 

Kentsel Dönüşüm Projeleri
Uzun bir süre kapalı kapılar ardında yapılan toplantılardan sonra ilk defa yetkililer İstanbul'un tarihi kent merkezinde başlatılan "kentsel yenileme" projeleri için bir açıklama yapacaklar. Heyecanla yerimizi almış, basın toplantısını dinliyoruz: "İlk etapta bölgede üçyüzelli bina yenilenecek. Çok büyük şirketler var, bu işi yapmaya talip olan. Bir tanesinde karar kıldık..." Peki ne yapılacak? Şirket ne yapılacağını nasıl bilecek? Ne yapılması gerektiğini kim önceden bilebilir? Semt boş bir arsa değil ki yalnızca inşaat yapılsın? Bölgedeki binalar gözden geçirilip, burada yaşayan halkın yaşam kalitesini geliştirmek için proje teklifleri mi hazırlanacak? Çeşitli nedenlerle istihdam dışı kalmış olan insanlar için bir program mı yürütülecek? Gençlerin eğitim koşullarının iyileştirilmesi için bir çalışma mı başlatılacak? Yenileme projesinin neleri içerdiğini anlamaya çalışıyorum. Kentsel dönüşüm ya da yenileme projesinin hangi yöntemle elde edildiğini soruyorum. Neden bu iş için önce bir proje yarışması yapılmasın? Bunu söylediğim anda sunumu yapan yöneticinin bir anda suratı ekşiyor ve sanki çok münasebetsiz bir şey söylemişim gibi bana dönüp "ne proje yarışması" diyor. Kısa bir sessizlikten ve yutkunduktan sonra konuşmasına kaldığı yerden, sanki beni azarlar gibi devam ediyor: "Şirket kendi projesini elbette ki kendisi çizecek. Yok öyle şey. Bir de proje için iki-üç sene mi bekleyeceğiz? Ayrıca kim daha iyi çizebilir? Belediye mi? Siz bu çaptaki bir projeyi belediyede yapmaya kalkışın da bir görün. Yapacağı işleri şirket daha iyi biliyor, kamudan çok daha iyi çalışıyor. Zaten yatırımcı olmadan proje ne işe yarar?"

Kentsel dönüşüm projelerini savunan kişilere bakarsanız sürecin başka türlü gerçekleşmesi mümkün değil. Başka türlü olmasının imkanı yok. Benim kafam ise iyice karışıyor. Yenileme projesinin nasıl olacağına, neleri amaçlayacağına şirket nasıl karar veriyor? Uygulayacağı program ve projeleri değerlendirmeye sunup, işi öyle mi üstleniyorlar? Şaşıracaksınız ama sözleşme imzalandığında ortada henüz program, proje yok. "Yenileme Alanı" ilan edilen yer için kamu kendisine göre "en iyi teklifi veren" şirketle (yani paylaşım oranı üzerinden) bir sözleşme imzalıyor. Kendisine de peşin olarak "teminat" ödenmesini sağlıyor. Proje çalışmaları ondan sonra başlıyor. Dikkat ederseniz bu yöntem mülk sahipleri ile yapsatçı müteahhitlerin kat karşılığı anlaşmasına tıpa tıp benziyor. Sözleşme devreye girdiği anda projenin finansmanı için satışlar başlıyor, başka yatırımcılar da devreye giriyor. Böylece daha önce bürokratik bir yöntemle ve yasaklarla korunmaya çalışılan tarihi kent merkezi katılıma açılıyor. Sonra mimarlar, plancılar devreye giriyor. Onlar da şirketten iş alıyorlar. Eğer onlara bölgede yaşayan, çalışan insanlar ile proje arasında nasıl bir ilişki kuruluyor diye sorarsanız aynı cevabı alıyorsunuz. "Bizim mimar olarak öyle bir sorumluluğumuz yok! Biz işveren olarak müşterimiz olan şirkete muhatabız." Görüldüğü gibi bu kentsel yenileme modelinde kamusal karar süreçlerinin bir parçası olması gereken fizibilite, planlama, projelendirme kararlarını ve katılım sorumluluğunu yönetimler şirketlere devrediyorlar. Soru şu: Kent yaşamı yalnızca çıkarlarla yönlendirilen, yaratıcılık ve fikir gerektirmeyen bir süreç olarak tanımlanabilir mi? Kentin böylesine bir mantıkla dönüştürülmeye çalışılmasının sonuçlarının ne olacağını tasavvur edebiliyor muyuz?

 

Farklı Bir Kentsel Dönüşüm Modeli İçin Hemen Yanıbaşımızda Duran Bir Örnek Var
Demokratik bir kamu düzeninde karar süreçlerinin ve fikir üretiminin kamusal bir nitelikte ve katılımcı olması gerekmez mi? Kentin yenilenmesi ile ilgili kararların, projelerin, hizmetlerin yalnızca yatırımcı perspektifi ile elde edilmesi mümkün müdür? Başka bir dönüşüm modeli yok mu? Bu sorulara cevap vermek için Avrupa'daki birçok yenilikçi ve katılımcı kentsel dönüşüm deneyimini örnek göstermek mümkün. Ancak çok uzağa gitmeye gerek yok. Fatih Belediyesi, Avrupa Komisyonu ve UNESCO tarafından desteklenen Fener-Balat Rehabilitasyon Projesi de AB standartlarındaki uygulamalara bir örnek oluşturuyor. 2008 yılında tamamlanan proje insanları yerinden etmeyen, sosyal amaçlar içeren, yani dar bir açıdan kentsel dönüşümü tanımlamayan bir şehircilik deneyimiydi. Hemen yanı başımızda gerçekleşen bu pilot çalışmanın farklı bir dönüşüm modelini tartışmak için önemli bir fırsat olduğunu düşünüyorum.

Eğer uygulanan yönteme bakarsak, projenin fizibilite aşaması kamusal bir duruma tekabül ediyordu. Yani bu aşama AB standartlarına uygun olarak stratejik aktörler, merkezi otorite, belediye, STK'lar tarafından yönlendirildi, bir uzmanlar grubu tarafından icra edildi. Fizibilite aşamasında katılım koşullarının çerçevesi hazırlandıktan sonra, yönlendirici grupla birlikte bu işe uygun aktörlere proje teklif çağrısı yapıldı. Bu çağrı ile projeyi üstlenecek deneyimli uzman gruplar ve STK'lar harekete geçirildi. Seçilen proje grubu hizmet üretecek aktörler ile arayüz oluşturdu. Projeler elde edildikten sonra hizmet üretimi için ihale ile uygulamayı yapacak müteahhitler davet edildi. Proje hedefleri doğrultusunda semtte oluşturulan proje bürosu uygulamayı şeffaf bir biçimde yönetti ve denetledi. Katılımcı, normlara uygun bir karar-fizibilite süreci, uluslar arası bir yarışma, yerel iş gücünü harekete geçiren uygulama ihalesi... Her şey tamamdı. Eksik olan neydi? Fener Balat Rehabilitasyon Projesi nerede ve neden tıkandı? Onu da söyleyelim: Projenin uygulama safhasında yerel otorite değişti ve projeyi sahiplenmedi. Kent yönetimlerinin sahiplenmediği bu proje "politika yoksunluğu" nedeniyle sürdürülebilir olamadı. Savunucuları, talep sahipleri de zannedersem ortalıkta yoktu.

 

Demek ki STK'ların, bağımsız uzmanlık kuruluşlarının kamusal süreçlerin katılımcı ve açık uçlu nasıl olabileceğini örneklerle göstermesi gerekli. Kentte soylulaştırma biçiminde gerçekleşen değişimin koşullarının, piyasa ilişkilerinin kaçınılmaz bir sonucu olarak değil de değişik türdeki aktörlerin mekana müdahale biçimi ile ilgili olduğunu varsayarsak; müteahhitlerin, yatırımcıların, kar amaçlı girişimcilerin yaptığını neden bağımsız aktörler de halkla birlikte kentsel dönüşüm politikalarını etkileyerek, kendi bildikleri yöntemlerle yapmasınlar? Bu dönüşüme farklı yöntemlerle müdahale etmesinler? Mülkleri dokunulabilir hale gelen kentliler ile yenilikçi deneyimlere susayan uzmanların ittifakının bu durumu kökten değiştirebileceğini düşünüyorum. Bugün kentsel dönüşüm politikalarını yenilemek bir "Rübik Küpü"ne benzetilebilir: İktidar onu bildiği yöntemlerle tek yönlü olarak da çevirebilir ve biz de mücadele ederek onu durdurmaya çalışabiliriz. Ya da aynı eksende kullanmak dışında, yaratıcılığa açarak, çoğulcu ve ilişkisel bir yönde de çevirmeyi deneyebiliriz. Bence bugün bu imkanı denemeye değer!


Sonuç Olarak: Yeni Kamu Fikrinin Oluşmasında Yaratıcı Düşüncenin Rolü
Yaratıcı düşünce, tarihselciliğin karşısındaki yenilikçi bir tarz veya yeni form arayışı değil, yönetimlerde kamusal niteliğin gerçekleşmesini sağlayan, simgesel uğraşları topluluklarla ilişkilendiren, anonimlik karşısında öznellikleri açığa çıkaran, kritik, sorgulayıcı, farkındalık içeren ve çoğulculuğu gündeme getiren zorunlu bir demokratik koşuldur. Simgesel sınırların içindeki her türlü kesinlik inşa süreci, her kapalı uçlu kamusal davranış biçimi topluluklar karşısında kendisini gizleyen tikel bir içeriğin hegemonyası altındadır. Kamusal mekanizmaların demokratikleştirilmesi, bir siyasal proje, ya da bir tercih gibi radikal bir dönüşümden değil, yaratıcı faaliyetleri çoğulcu katılıma açan, kritik bir ortamda farklı zihinsel haritalar arasında modern bir ilişki kurmaktan geçiyor.

 

Başka bir deyişle eski kamu fikrinin bir somutlaşma biçimi olan araçsallaştırılmış ve kentten ayrıştırılmış kamusal alanların mekan düzenlerinin demokratik bir biçimde ve kente dair perspektife nasıl dönüştürüleceği sorunu bugünkü ‘kentsel koruma' fikrinin ana sorunsalını oluşturuyor. Dolayısı ile işlevini yitirmiş olan kamusal alanların yeniden kente kazandırılması için ‘amaçları yeniden tanımlayacak' kamusal öznenin de yeniden inşa edilmesi gerekiyor. Çünkü bu kamusal alanların sahipleri eski kamusal işlevlerinin de sahipleri. Başka bir deyişle geçmişteki kamusal işlevleri yerine getirmek için oluşturulmuş bulunan resmi kurumlar. Bu kurumların çok doğal olarak kente dair yeni ve ‘çok boyutlu' bir kamusallık kavramı geliştirmeleri mümkün değil. Bu nedenle bu kamusal alanları kendi perspektiflerinden tanımlamaya çalışıyorlar. Karşımıza genellikle özelleştirme gibi kamusal kullanımın da nihayetlendirilmesini amaçlayan kararların ortaya çıkmasının nedeni bu. Eski kamu fikrinin bir devamı olmasına rağmen biz de özelleştirmeyi bir değişim gibi algılıyoruz. Çoğunlukla ya bu kamu alanını dar bir perspektiften yorumlamaya çalışan projeleri tartışıyoruz. Bu tartışmalarda dile gelmeyen sorun ise bu dönüşümü hangi kamusal öznenin, hangi yöntemlerle gerçekleştirdiği. Oysa bu tür alanların yeni kamusal işlevlere açılmaları, politikayı da köklü bir değişikliğe uğratacak olan bir ‘ağ sistemi' içinde yeniden örgütlenen bir kamusallık biçimini gerektiriyor. Devraldığımız kamusallık biçimi ise profesyonellerin kentle ilişkisinde ayrışmış, hatta kentle artık bir ilişkisi kalmamış bir işleve denk düşüyor. İstanbul gibi kentlerin yaşadığı bu sorun öncelikle profesyonelliğin nerede ve nasıl devreye girmesi gerektiğini tartışmayı gerektiriyor.

Kamusal yarar kavramının tek bir önceliğe ve iktidar aracılığıyla bir imtiyaz arayışına dönüştüğü teknokratik modelin iflas ettiği, felç olduğu küreselleşme çağında, bilginin hala amaçlarını gerçekleştirebilmek için daha yaratıcı, çoğulcu, uygulama ile ilişkili, çözüm için yol gösterici, hatta kamusal niteliğin gelişmesini gözetici, sorumluluk üstlenici bir rol oynayabileceğini ve sorunlarla baş etmenin yöntemlerini sağlayacağı varsayılabilir.

 

Bu alandaki sorunların temelinde siyasal tercihlere bağlı olmaktan çok daha fazla olarak deneyim eksikliğinin olduğu da bu varsayıma eklenebilir. Bir bakıma kültür mirasının korunmasında kamusal niteliği geliştirmek için bu teknokratik/popülist yönetim modelinin dayattığı katılım modelini dönüştürmenin gerekli olduğu söylenebilir. Resmiyetçi ve piyasacı modellerin dışında yeni deneyimlere doğru arayışların gerçekleştirilmesi zorunlu. Kültür inşası problematiğinin dışına çıkılması, koruma uygulamalarının kapalı uçlu süreçlerle yönetilmesi yerine ve yaratıcılığa, çoğulculuğa açılmasını gerektiriyor. Koruma fikrinin geçen yüzyıldaki gibi kapalı dünyaya izole edilmesi ve yaratıcılıktan uzak tutulması kültür mirası için savaşlardan, depremlerden daha büyük bir tehdit oluşturuyor...

 

Sonuçta İstanbul'da kültürel miras alanlarının korunması için koruma politikalarının ve araçlarının yeniden gözden geçirilmesi, Marmaray projesi gibi büyük ulaşım projelerinin, kentsel dönüşüm projelerinin, anıtların ve surların restorasyonu, endüstriyel mirasın yeniden işlevlendirilmesi... gibi konuların, bugüne kadar ayrı disipliner alanlarda yürütülen çalışmaları ilişkisel bir modele taşıyacak deneyimlere taşınması, kısacası güncellenmesi gerekiyor.

 

Yenilikçi deneyimlerin, arayışların lafta kalmaması, desteklenmesi için kamusal politikaların yerel ölçekte güncellenmesini sağlayacak, yaratıcı çalışmaları öne çıkaracak, sektörler arası çalışan bir yapılanmaların gelişmesini sağlayacak kurumlaşmaları ve mekanizmaları tartışmaya açmanın zorunlu olduğunu düşünüyorum. Ama bu aşamada bütün aktörler için yeni bir öğrenme süreci nasıl geliştirilebilir diye sormak belki daha doğru olacak.

Arkitera, Yazı: Korhan Gümüş, 24.12.2010

25 TÜRBENİN RESTORASYONU BAŞLADI

 

 

İstanbul İl Kültür ve Turizm Müdürü ve İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti (AKB) Ajansı Yürütme Kurulu Başkanvekili Prof. Dr. Ahmet Emre Bilgili, Osmanlı Devleti'nin son dönemlerinden beri ilk defa 25 türbenin birden kapsamlı bir şekilde onarıma alındığını bildirdi.

Bilgili, AA muhabirine yaptığı açıklamada, bu yıl içerisinde İstanbul'da Türbeler Müze Müdürlüğüne bağlı toplam 117 adet türbe bulunduğunu hatırlatarak, türbelerin tamamını restore ederek ziyarete açmak gibi bir proje gerçekleştirdiklerini, ancak türbelerin onarımında kullanılmak üzere Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın ayırdığı bütçenin yeterli olmayacağını, bu nedenle bir yol arayışına girdiklerini ifade etti.

İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı'na başvurduklarını ve proje için maddi imkanları seferber ettiklerini anlatan Bilgili, bu yıl içerisinde sadece türbelerin restorasyonunda kullanılmak üzere 7,5 milyon lira bütçe ayırdıklarını ve restorasyon çalışmalarına başlanıldığını kaydetti.

Bilgili, şu anda çalışmaları devam eden restorasyonlardan birinin Fatih'te Şehzadebaşı'na adını veren Şehzade Külliyesi'nin kıble tarafındaki hazirede bulunan ''Şehzade Mehmet Türbesi'' olduğunu bildirerek, buranın Kanuni Sultan Süleyman tarafından vefat eden oğlu Şehzade Mehmet için yaptırıldığını dile getirdi.

Kanuni Sultan Süleyman tarafından, Mimar Sinan'a Şehzade Mehmet için yaptırılan bu türbenin yanında da bir caminin inşa edildiğini ifade eden Bilgili, Mimar Sinan'ın yaptığı ilk Selatin Külliyesi olan bu yapı topluluğunun cami, medrese, tabhane, sıbyan mektebi, imaretten meydana geldiğini ve 1544 yılında yapımına başlanıp 1548'de de tamamlandığını anlattı.

Bilgili türbede, Şehzade Mehmet'ten başka kardeşi Şehzade Cihangir, Şehzade Mehmet'in kızı Hümaşah Sultan ve kim olduğu bilinmeyen bir başka sanduka daha bulunduğunu kaydetti.

Bilgili, ''Şehzade Mehmet Türbesi''nin sanat değeri açısında çok değerli olduğunu bildirerek, mimarisinin klasik Osmanlı çizgisinde ve sekizgen planlı olup, yapı topluluğunun en erken bitirilen bölümü olduğunu, Şehzade Mehmet'in sandukası üzerinde dört ayaklı, fildişi kakmalı bir taht bulunduğunu ve bu tahtın Kanuni Sultan Süleyman tarafından, Şehzade Mehmet'in ölümünden sonra padişah olması isteğini simgelediği için konulduğunu söyledi.

Restorasyonuna aynı anda başlanan türbelerin yaklaşık altı ay içerisinde tamamlanarak ziyarete açılacağını anlatan Bilgili, ''Bugün itibariyle başlanan restorasyonların önemi, Osmanlı Devleti'nin son dönemlerinden beri, ilk defa 25 türbenin birden ve oldukça kapsamlı bir şekilde onarıma alınmasıdır'' diye konuştu.

Bilgili, atıl durumda olup da kapsam dışında kalmış hiç bir türbenin bulunmadığını bildirerek, görevde bulunduğu sekiz yıl boyunca bütçe bulamadıkları için restorasyonu yapılamayan türbelerin durumuna çok üzüldüğünü fakat Avrupa Kültür Başkenti Ajansı'nın sağladığı büyük bütçe ile türbelerin bu sene altın dönemini yaşadığını ifade etti.

Ahmet Emre Bilgili, Şehzade Mehmet Türbesi dışında onarımı yapılacak türbeleri şöyle aktardı:

''Bosnalı İbrahim Paşa Türbesi, Rüstem Paşa Türbesi, Destari Mustafa Paşa Türbesi, Fatma Sultan Türbesi, Hatice Sultan Türbesi, Şehzade Mahmut Türbesi, Mihrişah Valide Sultan Türbesi, Ferhad Paşa Türbesi, Bulak Mustafa Paşa Türbesi, Pertev Paşa Türbesi, Hubbi Hatun Türbesi, Şah Sultan Türbesi, Ya Vedud (Abdülvedüd) Türbesi, Nakkaş Hasan Paşa Türbesi, Pir Ahmed Edirnevi Türbesi, Siyavuş Paşa Türbesi, Davut Paşa Türbesi, Bayram Paşa Türbesi, Cerrah Mehmed Paşa Türbesi, Sancaktar Hayreddin Paşa Türbesi, Doğancı Ahmed Paşa Türbesi, Halil Paşa Türbesi, Cennet Efendi Türbesi, Nişancı Hamza Paşa veya At Mezarı Türbesi.''

Yapı, 24.12.2010

TÜRKİYE'NİN EN BÜYÜK ARKEOLOJİ MÜZESİ DENİZLİ'DE AÇILACAK

 

 

Denizli, çevresindeki birçok antik kentle Roma döneminin önemli mekanlarından biri konumunda. Kazı çalışmaları devam eden antik kentlerden çıkartılan Roma dönemine ait imparator başları, kitabeler, dini simgeler, mermer makinelerinin kalıntıları, kabartmalar, belgeler, dönemin özel eşyaları gibi çeşitli materyaller, Denizli Belediyesi, Kültür ve Turizm Bakanlığı, Denizli Valiliği ve Pamukkale Üniversitesi katkılarıyla hayat geçirilecek olan müzede sergilenecek.

Denizli'de başlatılan şehir düzenleme çalışmalarının ardından yapılacak olan müzenin proje çalışmaları 2011 yılında tamamlanacak. Proje çalışmalarının tamamlanmasının ardından yapımına başlanacak olan müze, Roma dönemiyle ilgili belge ve bilginin toplandığı bir arşiv ve dokümantasyon merkezi de olacak.

Hierapolis, Laodikya, Tripolis, Colosae ve Afrodisyas gibi antik kent merkezleri ile Attuda, Eumenia, Apollonia Salbace, Heraklia Salbace, Hieron Dionysopolis, Küçük ve Büyük Höyük, Sebastopolis, Tabae antik kentlerinde bulunan binlerce yıllık tarihi buluntuların sergilenmeye başlanmasının ardından Denizli'nin müze turizminde dünyanın önde gelen mekanlarından biri olması bekleniyor.

Denizli Belediye Başkanı Nihat Zeybekci, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Denizli'nin tarih boyunca Roma İmparatorluğu'na ev sahipliği yapan çok sayıda tarihi eseri bağrında saklayan bir yerleşim birimi olduğunu ifade etti.

Denizli'de kurulan tarihi, dini ve kültürel nitelikli antik kentleriyle Roma döneminin vazgeçilmezlerinden biri olduğunu belirten Başkan Zeybekci, antik kentlerden çıkartılan imparator başlarının, tarihi kalıntıların, kitabelerin, kurulacak olan dünyanın sayılı müzelerinden bir haline getirilecek olan arkeoloji müzesinde sergileneceğini söyledi.

Laodikya'daki kazı çalışmalarının Pamukkale Üniversitesi öğretim üyelerinden destek alınarak, Denizli Belediyesi tarafından yapıldığını vurgulayan Zeybekci, şunları söyledi:
''Her yıl 1 milyonun üzerinde para harcıyoruz. Denizli arkeolojik açıdan dünyanın en zengin kalıntılarının olduğu yerin orta yerinde. Pamukkale, Laodikya, Hierapolis, Afrodisyas gibi en önemli antik kentlerin orta yerinde olan bir yer. Dünyanın en büyük arkeoloji müzelerinden birisini, Türkiye'nin ise en büyük arkeoloji müzesini Denizli'de hayata geçireceğiz. Yaklaşık olarak 100 bin metrekare alanda hayata geçecek arkeoloji müzesini Denizli merkezde yapacağız.''

Müzede sergilenecek çok sayıda tarihi eserin bulunduğunu belirten Zeybekci, ''Arkeolojik zenginliklerimiz fazlasıyla var. Açık havalarda, kapalı depolarda sergilenmekte zaten. Biz Pamukkale Üniversitemizle yapmış olduğumuz bu çalışmayı çok daha genişleterek, çok daha hızlandırarak tamamlamak istiyoruz. Çalışmalarımız aralıksız sürüyor. Paris'teki Louvre Müzesi tadında ve kalitesinde, öneminde ve iddiasında bir müzeden bahsediyoruz. Denizli'nin orta yerinde bir müze. Proje kısa süre içerisinde bitecek. Proje biterken finansman kaynaklarını da yaratıp en kısa sürede inşaatının da başlamasını istiyoruz. 2011 yılında proje çalışmaları bitecek'' diye konuştu.
Yapı, Fotoğraf: Ali İhsan Öztürk, 24.12.2010

ŞEHİTLİK YENİLENİYOR

 

 

Çanakkale Savaşları’nın yaşandığı Gelibolu yarımadasındaki Eceabat ve sekiz köyü rehabilite eden OPET, şimdi de kahraman 57’. Alay’ın şehitliğini yeniliyor.

OPET, Çevre ve Orman Bakanlığı ile yapılan protokol ile 57. Alay Şehitliği’ni yeniden yapıyor. Gelibolu Yarımadası Tarihi Milli Parklar Müdürlüğü ile OPET Petrolcülük Anonim
Şirketi’nin ortaklaşa hazırladığı, Çanakkale Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu tarafından onaylanan proje ile yenilenecek olan 57. Alay Şehitliği, uluslararası anma törenlerinde de kullanıma uygun olarak OPET tarafından yeniden yapılacak ve Nisan 2011’de ziyarete açılacak.

OPET ile Çevre ve Orman Bakanlığı arasında hazırlanan protokole; Çevre ve Orman Bakanlığı adına Müsteşar Yardımcısı Mustafa Eldemir, OPET Petrolcülük adına ise Yönetim Kurulu Üyesi Nurten Öztürk imza attı.

OPET Yönetim Kurulu Üyesi Nurten Öztürk, “ 57. Alay Şehitliği’nin ülkemiz için manevi değeri çok yüksektir. 57. Alay Şehitliği yenileme çalışmalarımız, şehitliğin aslına sadık kalınarak yeniden yapılandırılmasından, peyzaj düzenine kadar tüm çalışmaları kapsıyor. 2016 yılına kadar her türlü bakım ve onarım işlerini takip edecek ve tüm şehitliklerimize örnek olmasını sağlayacağız” dedi.

Vatan, 24.12.2010

İNŞAAT KAZISINDA MEZARLAR ÇIKTI

Karaman'da bir inşaatın temel kazısı sırasında eski dönemlere ait mezarlar bulundu.

 

Edinilen bilgiye göre, Mahmudiye Mahallesi Dr. Aziz Tarhan Caddesi üzerinde eski bir bina yıkılarak yerine yeni bina yapımı için temel kazısı başlatıldı.

 

Temel kazısı sırasında değişik yerlerde mezar bulundu. Oyukların mezar olduğunu fark eden inşaat işçileri durumu polis ekiplerine ve Müze Müdürlüğü yetkililerine bildirdi.

 

İnşaat alanına gelen Müze Müdürlüğü yetkilileri mezarlarla ilgili inceleme başlattı. Mezar ve iskeletlerin Karamanoğulları dönemine ait olduğu tahmin ediliyor.

Karaman Kent Haber, 24.12.2010

YENİ BİR İNSAN TÜRÜ KEŞFEDİLDİ

 

 

Bilim adamları, Sibirya'daki bir mağarada buldukları kemik ve diş parçasının yeni bir insan türüne ait olduğunu açıkladı. Neandertalların doğuda yaşayan akrabaları olarak tanımlanan bu insan türüne "Denisovalı" adı verildi.

 

Yaklaşık 200 bin ile 35 bin yıl önce yaşamış insan türü olan Neandertalların, doğuda kuzenleri olduğu ortaya çıktı.

 

Sonuçları Nature dergisinde yayımlanan bir araştırmaya göre, Sibirya'da bir mağarada bulunan insan öncesi döneme ait kız çocuğu kalıntılarından alınan DNA örnekleri, kızın, Neandertalların doğudaki bir akrabası olabileceğini ve türünün, ilk modern insanlarla içiçe geçtiğini gösterdi.

 

 

Araştırmada, 30 bin yıl önce yaşayan ve Denisovalılar olarak adlandırılan insan türlerinin, Pasifik adalarında yaşayan modern Melanezyalılara önemli ölçüde DNA katkısında bulundukları belirtildi.

ABD'nin Harvard Tıp Fakültesi'nden David Reich ve Almanya'da Max Planck Evrimsel Antropoloji Enstitüsü'nden Svante Paabo liderliğindeki ekibin, araştırma çerçevesinde, 5 ila 10 yaşlarında olduğu sanılan kızın kalıntısı üzerinde daha kapsamlı DNA incelemesi yaptıkları kaydedildi.





Ekip, Denisova kızının DNA'sını, 38 günümüz insanının genetik koduyla karşılaştırdı, iki etnik Melanezyalının DNA'larının yüzde 5'den fazlasının, Denisova kızının DNA dizilimiyle eşleştiği görüldü.

 

Genetik bilimci olan Reich, Denisovalıların, Papua Yeni Gine'deki insanların ataları olduklarını, ancak Avrasyadaki insanların büyük bölümünün ataları olmadıklarını kaydetti.





Bu durumun, bazı Pasifik adalarında yaşayan ilk insanların, Asya'dan geçtiklerini ve Denisovalılarla ilişkileri olduğunu gösterdiği belirtildi.

 

Yeni Gine, Vanuatu, Yeni Kaledonya, Solomon Adaları ve diğer küçük komşu adalarda yaşayan modern Melanezyalılar, genetik açıdan Polinezyalılardan farklılar.

 

Aynı ekip, geçen mart ayında Sibirya'daki bir mağarada bulunan parmak kemiğinden alınan DNA incelemesi sonucunda, daha önce bilinmeyen insan öncesi türleri keşfettiklerini açıklamıştı.

 

Ekibin son araştırma çerçevesinde ayrıca Sibirya'daki aynı mağarada bulunan bir dişi incelediği ve dişin, daha önce bulunan parmak kemiğiyle genetik açıdan eşleştiği de bildirildi.



 

Son araştırmanın bulgularının, keşfedilmesi gereken başka modern görünümlü türlerin varolabileceği yönündeki kanıtları desteklediği ifade edildi.

Hürriyet, 24.12.2010

137 YILLIK YALI KÜL OLDU

 



İzmir'in Bayraklı İlçesi'nde, bakımsızlıktan harabeye dönen 137 yıllık tarihi Yahya Paşa Yalısı'nda henüz bilinmeyen bir nedenden dolayı yangın çıktı. Koruma kurulu tarafından Doğal Sit Alanı ilan edilen binada zaman zaman alkol ve madde bağımlısı kişilerin kaldığı öne sürülüyor. Yangının çıkış nedeninin belirlenmesi için çalışma başlatıldı.

Son Osmanlı Padişahı Vahdettin'in paşalarından Yahya Paşa tarafından 1873 yılında yaptırılan ve yıllardır metruk halde olan binada çıkan yangın, 2 saat içinde tarihi binayı küle çevirdi.

Ord. Prof.Dr. Ekrem Akurgal Sokak ile 1606/1 sokağın kesiştiği yerde bulunan yalıda dün saat 23.00 sıralarında henüz belirlenemeyen bir nedenle çıkan yangın korku dolu anların yaşanmasına neden oldu. Yangın büyüyerek etkisini artırırken, alevler kısa sürede tüm binayı sardı. Olay yerine çok sayıda itfaiye ekibi sevk edildi. Yoğun çaba harcayan ekipler uzun uğraşlar sonucunda alevleri kontrol altına aldı.


1983 yılında Kültür ve Doğal Varlıkları Koruma Kurulu tarafından birinci derecede sit alanı olarak ilan edilen yalının Yahya Paşa'nın torunu olan ve Hollanda'da akademisyenlik yapan Mahmut Görkey'e ait olduğu öğrenildi. Vatandaşlar yangının 3 ayrı noktadan başladığını iddia etti. Daha önceden de yalıda küçük çaplı yangınların çıktığı ancak büyümeden söndürüldüğü öğrenildi. Uzun zamandır metruk halde bulunan tarihi binada zaman zaman alkol ve madde bağımlısı kişilerin kaldığı da öne sürüldü. Kundaklanma ihtimaline karşı polis ekipleri soruşturma başlattı. Yangının kesin çıkış nedeni, soğutma çalışmalarından sonra yapılacak bilirkişi incelemesinden sonra ortaya çıkacak.

Sabah, 24.12.2010

ARSENAL TURİZME KAZANDIRILACAK

 

  

 

Aydın’ın en önemli tarihi yapılarından biri olan Tralleis antik kentinde bugüne kadar gizli kalan Arsenal askeri tünellerinin turizme kazandırılması için çalışma başlatılacak. Bugün gizli kalmış askeri tünelleri gezen Aydın protokolü gördükleri karşısında şaşkınlıklarını gizleyemezken, askeri tünellerin bir an önce turizme kazandırılması için çalışma başlatma kararı aldılar.

 

Tralleis antik kenti Kazı Başkanı Doç. Dr. Rafet Dinç’in davetlisi olarak antik kente giden Aydın Valisi Hüseyin Avni Coş, ADÜ Rektörü Prof. Dr. Mustafa Birincioğlu, İl Kültür ve Turizm Müdürü Nuri Aktakka, daire müdürleri, Aydın Esnaf ve Sanatkarlar Odaları Birlik Başkanı Hulusi Akşit ve davetliler önce 2010 yılında yapılan kazı çalışmalarını inceledi. Ardından ise bugüne kadar çok az insanın içine girebildiği askeri tünellere gezdiler. Gazetecilerle birlikte tünelleri gezen davetliler tünellerdeki planlamayı hayran kaldılar.





Tralleis antik kentinin günümüze kadar ulaşmış en büyük bölümlerinden birisi olan Arsenal’in bir bölümü 1990’lı yıllarda restore edilerek turizme hazır hale getirilmişti. Fakat bugüne kadar gerek definecilerin gerekse doğal olayların yol açtığı tahribat nedeniyle korunamayan Arsenal’ın duvarları bu yıl gönderilen ödeneklerle tekrar gezilebilecek duruma geldi. Işıklandırmanın yetersiz olmasından dert yanan kazı başkanı Rafet Dinç askeri tüneller hakkında çeşitli bilgiler verdi.

Tralleis antik kentindeki Gymnasium’un 300 metre kuzeyinde Antik Tralles-Efes yoluna açılan bir vadinin kuzey yamacına yapılan Arsenal’in, çağlar boyu askeri garnizon kenti olan Tralles’in önemli bir askeri yapısı olduğunu belirten Dinç, “Üç katlı yapının birinci katı Helenistik dönemde yapılmış, sonraki dönemlerde ikinci ve üçüncü katlar da eklenerek yapı anıtsal boyutlar kazanmış. Arsenal yapısının girişinde yer alan girişler, tünellerle şehrin önemli merkezlerine, akropole ve askeri yapılara bağlanmış. Tünel yükseklikleri ihtiyaca göre belirlenmiş olup, bazı yerlerde 9 metre, bazı yerlerde 4 metre olarak değişiyor. Tüneller kendi içinde bir labirenti andırıyor. Bu tünellerde belirli aralıklarla kapılar ve savunma setleri mevcut durumda. Hava sirkülasyonunun sağlanması için belirli aralıklarla havalandırma bacaları açılmış. Bazı yerlerde tüneller iki katlı olup, gidişli gelişli olarak kullanılmış. Arsenal olarak tanımlanan yapıya bağlı tünellerden yaklaşık bin metrelik bir bölüm açılmış olup, şimdiki Aydın ilinin kent merkezinin altına kadar ilerlemektedir. Geri kalan bölüm henüz açığa çıkarılamadı” dedi.

 

Seyyar ışıklandırma yapılarak gezilebilen Arsenal tünellerini gezen Vali Coş, zamanın planlamasına hayran kalmamanın elde olmadığını dikkat çekerek, bugün gördüklerinin herkes tarafından görülmesi gerektiğini belirtti. Tünellerin tarihi dokusunu koruduğunu dikkat çeken Vali Hüseyin Avni Coş, “İl genelimizde bulunan 21 antik şehirden sadece biri bile insanı büyülemeye yetiyor. Buranın bir an önce turizme kazandırılması gerekiyor. Bunun için herkese iş düşüyor. Burası için üzerimize düşen tarihi sorumluluğu yerine getirmemiz gerekiyor. Burayı en kısa sürede insanlığın hizmetini sunmamız gerekiyor. Bunun için yerel yönetimlerimiz, üniversitemiz, sivil toplum örgütlerimiz el ele vermemiz gerekiyor. Kısacası burayı turizme kazandırabilmemiz için herkesin desteğine ihtiyacımız var” dedi.

Aydın Kent Haber, 23.12.2010

HAYDARPAŞA İÇİN SORULAR

 

Tarihi Haydarpaşa Gar Binası’ndaki çatı yangını için yetkililer dişe dokunur bir şey söyleyemezken, Mimarlar Odası’nın Kadıköy Cumhuriyet Başsavcılığı’na yaptığı başvuru olayın aydınlanmasında büyük önem taşıyor. Odanın İstanbul Büyükkent Şubesi vekili Av. Can Atalay’ın 6 Aralık tarihli suç duyurusu, “Yangına neden olan, gerekli önlemleri almayan, geç ve eksik müdahale edilmesi ile hasarın daha da artmasına neden olan tüm ilgiler hakkında suç ihbarı” niteliği taşıyor. Başvurudaki “suç şüphesi” ve “suç gerekçesi” olarak belirtilen değerlendirmelerde öncelikle şu saptamalar yer alıyor:

Davalar sürerken…
Mimarlar Odası, tarihi Haydarpaşa Garı’ndaki hukuka ve kamu yararına uygun olmayan “başka işlemler”in iptali istemi ile de önceki aylarda davalar açmıştı. Bunlar arasında Koruma Kurulu kararı bulunmadan yapılan “usulsüz ve kaçak tadilatlar” da vardı... Bu başvurular üzerine yangından çok önce açılan kamu davası, halen Kadıköy 7. Asliye Ceza Mahkemesi’nin 2010/6 Esas sayılı dosyası ile sürmektedir. 28 Kasım’daki yangının, benzer aymazlıkları sorgulayan davalar sürerken meydana gelmesi ise hukuka saygısızlığın açık sonucudur.

‘Tatil’de kaçak tamirat
Yangının, “pazar” tatilindeki “kaçak” çalışmalarda meydana gelmesi, aynı çalışmaların daha önce de “bayram tatili”nde yapılması ve “iş” günlerinde ara verilmesi, gecekonduları anımsatır şekilde “denetimden kaçınıldı”ğının göstergesidir. Tanıklar yangının saat 14.00 sularında başladığını, öncelikle belli belirsiz bir dumanın görüldüğünü, ancak uzun bir süre müdahale edilmemesi üzerine büyüdüğünü ve kontrol edilemez bir hale geldiğini söylemektedirler. Çok sayıdaki tanığın bu ortak ifadesi, yangının zor söndürülebilir düzeye gelmesinin ‘sorgulama konusu’ yapılmasını gerektirmektedir.

Yanıt beklediklerimiz
Bu değerlendirmelere bağlı olarak yine suç duyurusunda açıklığa kavuşturulması istenen temel sorular ise özetle şöyle:

1) Yangının saat 14.30’da çıktığına İstanbul halkı tanıkken başlama saati niçin 15.30 olarak açıklanmıştır? Bu açıklama yetersiz ve geç müdahalenin bir mazereti olarak mı kullanılmaktadır?

2) 1999 depreminin üzerinden 11 yıl geçmiş olmasına rağmen her gün on binlerce kişinin kullandığı ve bu nedenle de her türlü afet ortamında işlevini devam ettirmek durumunda olan Haydarpaşa Garı’nda, neden bugüne kadar ‘acil önlem ve müdahale’ tedbirleri alınmamıştır?

O kadar ki olay günü yangın tüplerinin dahi alevler çatıyı sardıktan sonra liman müdürlüğünden getirilmiştir.

3) Devlet dairelerinde mesai saatleri dışında kimse çalışmazken, Haydarpaşa Garı’nda özellikle yangından bir gün önce gece 01.30’a kadar binada çalışanlar kimlerdi ve ne yapıyorlardı?

Tadilatın mesai saatleri dışında sürdürülmesi talimatını kimler vermiştir? Uygulama sırasında TCDD adına bile yetkili kontrol elemanı olmaması nasıl açıklanmaktadır?

4) İstanbul 5 Numaralı Koruma Kurulu Kararı, “Haydarpaşa Garı’nda Kadıköy Belediyesi KUDEP Bürosu denetiminde basit onarım yapılabileceği” şeklindedir. Buna rağmen yangına neden olan uygulamalar için KUDEP denetiminden ve belediyenin izninden neden kaçınılmıştır?

5) Tadilatı üstlenen firmanın ‘tarihi bir eser’in onarımı için tanımlanan yasal yeterlilik koşulları ve benzer işleri başarıyla yaptığına dair referansları var mıdır? Bünyesinde restorasyon konusunda uzman barındırmakta mıdır? Varsa, bu uzmanlar yangın sırasında neden çalışma alanında yoklardı?

6) Alevler binayı sardığında, yangının yalıtım uygulamasından çıkmış olabileceğini açıklayan yetkililer, bu tespitlere o anda fiilen mümkün olmayan hangi teknik incelemeyi yaparak ulaşmışlardır?

Evet… İstanbul-2010 Avrupa Kültür Başkenti sürecinin sonlarında, aynı sürecin simgesi de olan tarihi garımızdaki yangına ait bu sorular aydınlanmadan, kültür başkenti unvanımızın ne kıymeti olabilir ki?..

Cumhuriyet, Yazı: Oktay Ekinci, 23.12.2010

EFSANE ÇİFTİN ESERLERİ İLK KEZ TÜRKİYE'DE

 

 

20. yüzyıl sanatının Meksika ve dünyadaki çarpıcı figürlerinden Frida Kahlo ve Diego Rivera’nın eserleri, Türkiye’de ilk kez Pera Müzesi’nde sergileniyor. Yapıtları kadar özgün karakterleri, yaşam öyküleri ve merak uyandıran birliktelikleriyle de dünya kamuoyunda ilgi uyandıran çiftin sergisi, Meksika Ulusal Güzel Sanatlar Enstitüsü (INBA) ile Ankara Meksika Büyükelçiliği işbirliği ve İstanbul Meksika Fahri Konsolosluğu desteğiyle gerçekleşti.

 

Vergel Vakfı tarafından yönetilen Jacques ve Natasha Gelman Koleksiyonu’nda yer alan 40 yapıt, çiftin en önemli eserlerinden oluşuyor. Meksika’nın ulusal kültür varlıkları envanterinde kayıtlı bulunan yapıtlar, Meksika dışında çok az sayıda sergilendi. Frida Kahlo’nun Pera Müzesi’nde yer alan yapıtları, bu yıl içinde Berlin ve Viyana’da, yüz binlerce sanatsever tarafından ziyaret edilen 'Frida Kahlo-Retrospektif' sergilerinde de yer aldı. Bu sergiler, dünya sanat çevrelerinde büyük ilgi uyandırdı. Dev boyutlu duvar resimlerinin büyük ustası Diego Rivera ise bu sergide birbirinden ilginç tuval resimleriyle yer alıyor.

 

Suna ve İnanç Kıraç Vakfı Kültür ve Sanat İşletmesi Genel Müdürü Özalp Birol, bu sergide her 'Fridasever'in kendi Frida’sını bulacağını söyleyerek, "Koleksiyonun Viyana ve Berlin’de sergilenmesi ve yılın en iyi sanat olayı olarak seçilmesi çok önemli. Her sanatsever Frida ve Diego’nun ihtiraslı aşkını nasıl yaşadığını, Frida’nın hastalığını ve bunları nasıl resmettiğini görecek. Burada genellikle Frida’nın otoportreleri ve Diego’nun eserleri yer alacak" dedi.

 

Vergel Vakfı Başkanı Robert Littman ise çiftin hayat hikayesini anlatırken, "Diego ve Frida’nın çok lüks bir yaşam tarzı vardı. Diego özel müşteriler için de resim yapıyordu. Bugün burada sergilenen eserler çok kişisel bir koleksiyon. Amacımız Meksika sanatını desteklemek. Bu parçaları Meksika’dan çıkarmak o kadar kolay olmadı" diye konuştu. Sergi 20 Mart’a kadar sürecek.

 

Sergi küratörü Dr. Helga Prignitz-Poda ise Diego Rivera’nın muazzam uzunlukta resimler yaptığını belirterek, "Diego’nun çalışma gücü de çok fazla. Frida, geçirmiş olduğu kaza ve kalıtsal hastalıklarından dolayı resimlerini oturarak yapıyordu. Bu nedenle kendi kişisel sorunlarını, kocasıyla bir araya gelmek için vermiş olduğu mücadeleyi ele alıyordu ve küçük ölçekli resimler yapıyordu. Diego ise kamuya açık resimler yapıyor, işi ticarete döküyordu" diye konuştu. Meksika Büyükelçisi Jaime Garcia Amaral da böylesine önemli bir sergi için Pera Müzesi’ne teşekkür etti.

Habertürk, 23.12.2010

"BİR ÖMÜR HARCADIM AMA KAZANDIM"

 


Barış Özlemi 1982 (Banu-Selim Benyes Koleksiyonu)

 

Hayatı boyunca sadece resim yaparak geçinen, hatta kendi koleksiyoncularını oluşturan Nuri İyem, ölümünün beşinci yılında büyük bir sergiyle İş Sanat Kibele'de. Sergi, Cem Yılmaz'ın da aralarında olduğu 100 koleksiyondan 100 tabloyu bir araya getiriyor.

 

2600 yapıtı 1000’i aşkın koleksiyonda yer alan Nuri İyem, toplumsal gerçekçi resmin en büyük ustalarından biri. İnsan figürleriyle, özellikle de genç yaşta kaybettiği Aliye Abla’sının gözlerinden esinlenerek yaptığı portrelerle resim tarihine geçmiş, unutulmaz bir isim.


Ümit İyem ve Evin İyem’in konseptini belirlediği sergi yarın İş Bankası Kibele Sanat Galerisi’nde başlıyor. Sanatçı-koleksiyoner ilişkisini de ele alan sergiyi, sanatçının oğlu Ümit İyem’le konuştuk. 

Sergiyi yaparken zorlandınız mı?
Evin Sanat Galerisi’nin 2001’de yaptığı Nuri İyem arşiv belgeleme çalışmaları esnasında tüm Türkiye’ye dağılmış İyem resimlerine ulaşıldı, kayıt altına alınıp sertifikalanmıştı. O nedenle zor olduğunu söyleyemem. Biz kayıtlı resimlerin seçimlerini belirli bir düzene göre yapıp İş Bankası’na ilettik. 

Resmini vermeyen koleksiyoncu oldu mu?
Bazı resimler sergi için istendiğinde Nuri İyem ile yakın dostlukları olan ailelerin çok zorlandığını, senelerdir bu resimlerle beraber yaşadıklarını söyleyerek evlerinin duvarlarından bir süreliğine de olsa taşınmasına bir türlü razı olamadıklarını söylediler. Aralarında kuvvetli bir bağ oluştuğunu gördük ve onlara hak verdik. Bu resimlere bu kadar sahip çıkmaları ve ailenin bir parçası gibi kabul etmeleri bizi çok sevindirdi. İyem ailesi olarak resmini sergilenmek üzere ödünç verenlere de vermeyenlere de teşekkürü borç biliriz. 

Nuri İyem resimlerinin piyasasını müzayedeler mi belirliyor?
Nuri İyem resim piyasasında kendi resminin fiyatını ilk belirleyen, izleyicisini ve koleksiyonerini yaratan ressamlardandır. Bu demektir ki, sanat ortamında dışarıdan müdahale edilmesi zor bir sanatçıdır. 

Müzayede kuruluşlarına güvenmiyor musunuz?
Müzayede kuruluşları elbette ki önemlidir. Dürüst ve etik davrandıkları sürece inandırıcılıklarını korurlar. Ancak kendi işlevlerinin dışına çıkıp, galerileri bir tarafa itip, sanatçıları ve tüm zahmetlere karşı açılan onca sergiyi hiçe sayıp, sanat piyasasını birkaç yatırımcı ile idare eder ve yönlendiririz derlerse ki bu günlerde üzülerek söyleyeyim, aynen böyle yapıyorlar, uzun vadede bu onları çıkmaza sürükler. Müzayedelerdeki orantısız artışlar, satıldığı söylenen resimler hep bu davranışlarla oluştu. Basının da bu sorumsuzlukta payı var. Resim piyasası dedikleri aslında sanal bir ortam. Gerçek olan hala kendi resmini yaparak geçimi sağlayan ressamlar ve onların resimlerini yaşam bütçelerinden para ayırarak satın alanlardır.


‘100 Koleksiyondan 100 Nuri İyem’ sergisi 19 Şubat’a kadar sürecek.

Akademi karşıtı ilk hareketin öncüsü oldu
Nuri İyem Güzel Sanatlar Akademisi’nde okurken Türk resim sanatı tarihinde “Yeniler“ hareketi olarak anılan sanatsal oluşumun içinde yer aldı. Selim Turan, Mümtaz Yener, Avni Arbaş, Ferruh Başağa, Nejat Melih Devrim, Agop Arad gibi isimlerle birlikte Aralık 1940’ta Akademi’de “Yeniler Grubu”nun oluşumunu sağlayan bir öğrenci sergisi gerçekleştirdi.


Toplumsal, konulara ilgisiz kalan D Grubu’na muhalif bir hareket olarak ortaya çıkan, toplumsal gerçekleri öne çıkaran; işçilerin, yoksul insanların, toplumun aksayan, hastalıklı yanlarını yansıtmayı hedefleyen Yeniler Grubu 1941’den 1952’ye kadar toplam on dört sergi açtı.


Nuri İyem, Yeniler’den sonra yine Akademi’ye karşı bir tavır alan ve Türk resminde “Tavanarası Ressamları” olarak adlandırılan bir hareketin öncülüğünü yaptı.


İyem 1947’de Ferruh Başağa, Fethi Karakaş ve Pindaros Platonidis’le Asmalımescid Sokağı’nda yer alan Önay Apartmanı’nın çatı katını tutmuş; daha sonra diğer arkadaşları ayrılınca bu mekan kendisine kalmıştı. Çatı katında yer almasından dolayı burada Nuri İyem öncülüğünde çalışan ressamlar Türk resim sanatı tarihinde “Tavanarası Ressamları” olarak adlandırıldı. Nuri İyem’den resim dersleri alarak kendilerini geliştirmeye çalışan bu grubun üyeleri içinde geleceğin ünlü ressamı Ömer Uluç ve ünlü sinema ustası Atıf Yılmaz (Batıbeki) da yer alıyordu.


1954’te Maya’da “Kurtarıcı Sergi”, 1956’da Venedik Bienali, 1957’de Sao Paulo Bianeli’ne katıldı. İyem takip eden yıllarda ikon-portre olarak da tanımlanan ve adıyla özdeşleşen ünlü “yüz” resimlerini yapmaya başladı. Ardından Anadolu güzelleri, yöresel manzaralar, göçler ve gecekonduların yer aldığı toplumsal, sosyal içerikli ana konular çerçevesinde yapıtlarını ürettiği dönem geldi.


Sanatçı yaşamı boyunca “Cumhuriyetin 50. Yılı Resim Ödülü“, “Sedat Simavi Görsel Sanatlar Ödülü”, “7.Tüyap İstanbul Sanat Fuarı Onur Ödülü” gibi ödüllerin sahibi oldu.


2001’de Evin Sanat Galerisi, resimlerinin yer aldığı koleksiyonları tespit ettikten sonra 1504 resimden oluşan “Dünden Yarına Nuri İyem” Retrospektif Sergisi açtı.18 Haziran 2005’te aramızdan ayrılan usta sanatçı Nuri İyem’in eserlerine Evin Sanat Galerisi’nde sertifika verilmeye devam ediliyor. Ayrıca, her yıl “Nuri İyem Resim Ödülü” adı altında bir resim yarışması düzenleniyor.

 


O uzun boyunlu kadın yok mu?

 
100 Koleksiyondan 100 Nuri İyem Sergisi’nin katalog yazısını yazan, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Ahmet Kamil Gören, Nuri İyem’le ilgili çok kapsamlı bir araştırma ve basın taraması yapmış. 4 Aralık 1954 tarihli ‘Hafta’da “Fitne Fücür” müstear adıyla yazan Adalet Cimcoz’un Maya’daki sergiyle ilgili izlenimleri:
“Maya’da Nuri İyem’in sergisi açıldı. Her sene Nuri İyem’in sergisi İstanbul’un güzel kadınlarını bizim geçkin tazenin galerisine çeker. Neden diyeceksin, modern resmi mi sever bayanlarımız? Sevenleri de var elbet. Ama kazın ayağı öyle değil. Nuri kurnaz çocuktur, tutar bir sürü portre yapar. Kimi Meri’nin uzun boyunlarını taşır, kimi Nini’nin yeşil alamet gözlerine sahiptir bu portreler. Şimdi bir telaştır alıyor İstanbul kadınlarını. Kulaktan kulağa bir söz dolaşıyor: Güler’in portresi de varmış sergide. Hangi Güler’in diyeceksin, yok müsaade et de söylemeyeyim. Malûm ya İstanbul’da Güler isimli bayan çok, çok ama bu portre (bilmem portre demek de doğru olur mu? Hani yarı beline kadar ayan beyan bir tablo) hemen herkesin tanıdığı güzel Güler’in ta kendisi. Oysaki Nuri İyem kafasından yaratır tablolarını, model filan duran yoktur ona. İstemez, kullanmaz model. Gelgelelim öyle bir düşürür ki resimlerini, muhakkak bir tanıdığa rastlarsın onun tablolarında. İyi ressamdır da, renkleri oturtmasını bilir. Hele o uzun boyunlu, ufak kadının portreleri yok mu? Çıldırtıyor bazı erkeklerimizi.”

Radikal Hayat, Haber: Müge Akgün, 23.12.2010

KÜLTÜREL MİRASI ONLAR KORUYACAK

 

"Kültürel Mirasın Korunması Sürecinde Kalifiye Uygulama Elemanı Yetiştirme Programı" tamamlandı. İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı Kültürel Miras ve Müzeler Direktörlüğü çalışmaları kapsamında hayata geçirilen program, uygulama elemanı sorununa somut bir çözüm bulmak için düzenlendi. Uzman eleman ve kalifiye ara eleman yetiştirmeyi amaçlayan 9 aylık programda 24 kursiyere restorasyon alanında uygun teknik ve teknolojileri kullanma becerilerini geliştiren eğitim verildi.

Sabah, 23.12.2010

AKM BİR TÜRLÜ ÇÖZÜLEMEYEN MESELE

 

 

2010 için çıkarılan yasada iki proje özellikle belirtiliyordu: AKM’nin yenilenmesi ve Rami’de İstanbul Kütüphanesi yapılması. Bunun için gerekli bütçe Kültür Başkenti Ajansı’na verildi. Ne var ki AKM’nin yenilenmesiyle ilgili hazırlanan proje mahkeme kararıyla durduruldu. Ajans yönetimi de ‘yeterince zaman kalmadığı’ gerekçesiyle konuyla ilgilenmeyi bıraktı, AKM de böylece kaldı. İstanbul Kütüphanesi ise sadece bir iyi fikir olarak yasada kaldı, konuyla ilgili hiçbir şey yapılamadı.

İstanbul 2010 sık sık tartışmalar ve istifalarla gündem oldu. Uzunca süre işin liderliğini üstlenen Nuri Çolakoğlu, Yürütme Kurulu üyeleri İskender Pala ve Gürhan Ertür’le birlikte Mart 2009’da istifa etti. “Olumsuzlukları gidermek için gayret göstermemize rağmen birtakım engellere takıldık; şimdi kenara çekiliyoruz?” dediler. Haziran ayında Sahne ve Gösteri Sanatları Direktörü Dikmen Gürün, kasım ayında ise önce açılış etkinliklerini düzenlemekle sorumlu Büyük Etkinlikler Koordinatörü Serhan Ada, ardından Yönetim Kurulu üyeleri Faruk Pekin ve Halim Bulutoğlu benzer gerekçelerle İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı’ndan istifa ettiler. Bu arada Genel Sekreter Eyüp Özgüç görevden alındı, yerine Yılmaz Kurt atandı.

Bütçesi Maliye Bakanlığı’ndan geldi. İl Özel İdaresi, İstanbul Sanayi ve Ticaret odaları, Büyükşehir Belediyesi de küçük katkılarda bulundu. Benzinden özel vergi alınması bir şehir efsanesi olarak kaldı. Ajansın internet sitesinde ilan edilen rakamlara göre 2008 yılı bütçesi 78 milyon. 2009 bütçesi 260 milyon, 2010 yılı ise 161 milyon. Toplam bütçe küsuratıyla şöyle: 499 milyon 534 bin 408 TL.

Radikal Hayat, 23.12.2010

DEFİNECİLERE SUÇÜSTÜ

 

Gemlik'te, kaçak kazı yaptıkları öne sürülen 7 kişi gözaltına alındı.

 

İlçeye bağlı Güvenli Köyü'nde Kaplandere sırtlarında define arandığı yönünde ihbar alan jandarma ekipleri, bölgede yaptıkları araştırmada 7 kişiyi suçüstü yakaladı. Kazı aletleri ve çok sayıda elektronik cihaz ele geçiren ekipler, Y. Y., M. O., A.Ö., Y.İ., A. G., İ. A. ve A.A.’yı olay yerinde gözaltına aldı. Gözaltına alınan zanlıların adliyeye sevk edileceği öğrenilirken, olayla alakalı soruşturma sürüyor.

Bursa Olay, 23.12.2010

KİMİSTENE ÖRENİ KAÇAK KAZI KURBANI OLDU

 

 

Karadeniz’in Zeugması olarak adlandırılan Hadrianaupolis antik kentinin bulunduğu Karabük’ün Eskipazar İlçesi'nde, kaçak kazılar nedeniyle tahrip edildiği bildirilen ”Kimistene” ören yeri turizme kazandırılmayı bekliyor.

 

Hadrianaupolis antik kenti Kazı Başkanı ve Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Doç.Dr. Vedat Keleş AA muhabirine yaptığı açıklamada, dört yükselti üzerindeki örenin kent mi, köy mü olduğu konusunda çalışmaların sürdüğünü söyledi.

Ödenek geldiği takdirde Kimistene’de de çalışmalar yapabileceklerini ifade eden Keleş, şu bilgileri verdi:

”Kimistene, Karadeniz’deki önemli ören yerlerinden biridir. Tapınak kalıntıları bulunmuştur. Ulaşımı zor alanda olduğu için korunmasında çeşitli sıkıntılar yaşanıyor. Kimistene’de kaçak kazılar nedeniyle çok önemli eserler tahrip edilmiş, halen de tahribata devam ediliyor. Burasının bir an önce turizme açılarak korunması sağlanmalıdır. Ören alanında kaçak kazı yapanlar boşuna uğraşıyor. Bu tür alanlarda define yoktur. Kaçak kazı yapanlar sadece eserlere zarar vermekle kalıyor. Tam anlamıyla korunması için çalışmaların bir an önce başlaması lazım. Kimistene’deki tapınak defineciler tarafından büyük zarara uğratılmıştır.”

 

Keleş, Kimistene’nin kutsal nitelikli yerleşim yeri olduğunu belirterek, ”Dağlık alanda kurulması tesadüf değildir. Bu tapınak şu anda temel seviyesinde korunmuştur. Tapınağın tabanı çok düzgün örgülü taşlarla çevrilidir” dedi.

 

Kimistene bölgesinde 2005′te tapınağa ait olabilecek 60′den fazla profilli blok saptandığını ifade eden Keleş, şunları kaydetti:

”Bu bloklar sayesinde tapınağın planı ve dış görünüşü hakkında bilgi sahibi olunmuştur. Seramik parçalar üzerindeki incelemede bunların genelde törensel kaplar olduğu görülmüştür. Tapınağın tarihlendirilmesi ve hangi tanrıya atfedilmiş olduğunun tespiti zordur. Bulgularımıza göre tapınağın en az MS 4. yüzyıla kadar kullanıldığı ve bu yüzyılda depremle yıkılmış olabileceği düşünülmektedir. Tapınak üzerine Bizans devrinde herhangi bir şey inşa edilmemiştir. Az tanınan Paphlagonia bölgesinin az sayıda korunagelmiş arkeolojik dini mimari kalıntılarından birisi olması nedeniyle tapınak önemli yapıdır.”

Yapı, 22.12.2010

'TARİHİ YARIMADA'DA TARİHİ KARAR

 

 

İstanbul Büyükşehir Belediyesi Ulaşım Koordinasyon Merkezi (UKOME) kararıyla Sultanahmet, Sirkeci ve Beyazıt'ı da içine alan alanda 90 cadde ve sokak 1 Ocak 2011 tarihi itibariyle trafiğe kapatılarak yayalaştırılacak.

UKOME ''Sirkeci Hocapaşa, Hobyar Mahallesi ve Çevresi Yayalaştırma ve Trafik Sirkülasyon Projesi'', Beyazıt-Sultanahmet-Sirkeci tramvay güzergahı ile Ragıp Gümüşpala Caddesi, Cemil Birsel Caddesi arasındaki bölgeyi kapsayan yeni bir yayalaştırma trafik sirkülasyon projesi çalışmasının yapılmasını kararlaştırdı.

Bu karar uyarınca, ''Fatih İlçesi Ragıp Gümüşpala Caddesi, Prof.Dr. Cemil Bilsel Caddesi, Nuruosmaniye ve Ankara Caddesi arası Yayalaştırma ve Trafik Sirkülasyon Projesi'' hazırlanarak, toplam 90 cadde ve sokağın trafiğe kapatılması öngörüldü.

Kararda sadece resmi araçlar, vilayet, konsolosluk, zabıta ve polis araçları, PTT ve bankalara ait araçlar, itfaiye ve cankurtaran araçlarının 24 saat giriş-çıkış yapabilmesine imkan tanınırken, yayalara bırakılmış alanlarda park yapılması da yasaklandı.

Karar uyarınca, 1 Ocak 2011 tarihinde uygulamaya girecek yayalaştırma projesi kapsamında trafiğe kapatılacak 90 cadde ve sokak şunlar:

''Ağa, Alacahamam, Arifpaşa, Aynacılar, Balkapanı, Bestekar Basri, Bezciler, Büyükbaş, Büyükpostane, Cağaloğlu Hamam, Celal Ferdi Gökçay, Cemal Nadir (bir kısmı), Cömert Türk, Çakmakçılar Yokuşu, Çarkçılar, Çarşıkapı Nuru, Ceridehane, Çökelik, Çuhacıhanı, Çeşnici, Deveoğlu Yokuşu, Direkli Hanı, Fındıkçılar, Fincancılar, Gümüş Haneli, Hanımeli, Hacı Küçük, Hakkı Tarık Us, Yavaşça Şahin, İmameci, Kadıoğlu, Kalçın, Kaputçular, Katırcıoğlu, Kefeli Han Sokak, Kılıççılar, Kızılhan, Köprücü, Kutlucu, Küçük Yıldızhan, Limoncu, Lütfullah, Macuncu, Mimar Vedat, Mahmutpaşa Hamamı, Mangalcı, Han Arkası Çıkmazı, Molla Fenari, Mühürdar Emin Paşa, Nargileci, Narlı Bahçe, Necip Efendi, Örücüler Kapısı, Paçacı, Paşa Camii, Rastıkçı, Sabuncu Hanı, Saka Mehmet, Sandalyeciler, Selvili Mescit, Sultan Mektebi, Şeker Ahmet Paşa, Şeyh Davut Hanı, Tahmis, Tarakçılar Hanı, Tasvir, Taşsavaklar, Tesbihci, Teskereci, Tığcılar, Tomruk, Adem Yavuz, Yeşil Dibekli ve Nasuhiye Sokakları, Mercan Camii Çıkmazı, Mengene Çıkmazı, Mahmutpaşa Yokuşu, Sultan Mek. Çıkmazı ile Arpacılar, Asmaaltı, Çadırcılar, Hasırcılar, Kutucular, Marpuccular, Tarakçılar, Tahtakale, Uzunçarşı, Yorgancılar, Yalıköşkü ve Hamidiye Caddeleri.''

Yayalaştırma çalışmalarına ilişkin AA muhabirine açıklama yapan Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir, çok ciddi turizm potansiyeli olan bu alanda yayalaştırma çalışmalarını sene başından itibaren TÜRSAB ile birlikte ilgili dernek ve sivil toplum kuruluşlarıyla birlikte yaptıklarını, amaçlarının bu çalışmaların turizm potansiyeline engel olmamasını da sağlamak olduğunu söyledi.

Cruise yolcularının çok sınırlı zamanda geldiklerini ve gelince de beş bin kişinin aynı anda geldiğine işaret eden Demir, bu yolcuların kısa zaman içinde hem İstanbul'u görsünler hem uygun zaman geçirsinler hem alışverişlerini yapsınlar diye bunların önünü açmak durumunda olduklarını ve TÜRSAB'ın da talebi üzerine 2010 yılına mahsus olarak cruise yolcularını taşıyan otobüslerin sadece Sultanahmet Meydanı'ndan girip, Ayasofya yönüne dönmeleri için bir yer ayarlandığını kaydetti.

Demir, bu uygulama uyarınca her otobüsün ancak 15 dakika kalabildiğini ve oradan yolcularını bıraktıktan ya da aldıktan sonra ayrıldığını belirterek, şunları söyledi:

''Ancak bu bizim yayalaştırma projemizi zaman zaman sıkıntıda bırakıyordu. Ayrılan otobüsler burada duramadıkları için Yerebatan Sarnıcı'nın üzerinde durmaya başlamışlardı. Orada da sarnıç zarar görür diye endişe duyduk. Bunun çözümünü Büyükşehir Belediyesi Ulaşım Dairesi ile görüştük. Gemilerin yanaştığı Salı Pazarı ile Sultanahmet Meydanı'ndaki tramvay durağının arkasına bir tane durak yaparak ve mevcut tramvay yolunu kullanmak suretiyle gemi yolcularının belki özel bir tramvayla Sultanahmet ve Beyazıt'a taşınmaları ve bunların tekrar demiryolu ile Salıpazarı'na götürülmesi çalışması var. Proje tamam. Ancak bazı bürokratik engeller var. Onlara da derdimizi anlattık. Umuyorum onları da aşacağız ve en kısa zamanda önümüzdeki seneye turizm sezonuna onu yetiştireceğiz. Bu Büyükşehir Belediyesi'nin desteği ve gayretiyle gerçekleşecek bir proje. Toplam 2 milyon TL'lik bir proje. Mayıs ayına yetişir diye ümit ediyorum.''

Habertürk, 22.12.2010

BALLICA MAĞARASI ZİYARETE KAPANDI

 

 

Tokat Valisi Şerif Yılmaz, Pazar İlçesi'ndeki Ballıca Mağarası'nın bugünden itibaren ziyarete kapatıldığını bildirdi. Vali Yılmaz, Mağarası ile ilgili idare mahkemesinin verdiği yürütmeyi durdurma kararının uygulandığını ve mağaranın bugünden itibaren ziyarete kapatıldığını belirtti.

 

Mağaranın işletilmesi ile ilgili yapılan birinci ihalenin iptal edildiğini anımsatan Yılmaz, iptal edilen ilk ihalenin ardından ikinci ihaleyi kazanan firmanın mağarayı işlettiğini, bu süreçte ilk ihaleyi kazanan firmanın yürütmeyi durdurma davası açtığını ifade ederek, 'İdare mahkemesinin yürütmeyi durdurma kararı vermesi üzerine biz ikinci ihaleyi kazanan ve kiracımız olan firmadan mağarayı aldık. Ballıca Mağarası bugünden itibaren ziyarete kapatıldı. Mahkeme süreci devam ediyor, bunu bekleyip göreceğiz' diye konuştu.

 

Pazar İlçesi'nde bulunan ve kimilerince 'Dünyanın 8. harikası' olarak nitelendirilen Ballıca Mağarası'nın bu yıl ilk yapılan işletme ihalesinin iptal edilmesi üzerine ikinci ihaleye gidilmişti. İkinci ihaleyi kazanan firma 17 Eylül'de mağarayı teslim alarak işletmeye başlamış, bunun üzerine ilk ihaleyi alan firma dava açmıştı. Açılan davada ilgili mahkemenin 'yürütmenin durdurulması ve tahliye' kararının ardından önceki gün İl Çevre ve Orman Müdürlüğü ekipleri, jandarma ekipleri eşliğinde mağaraya gelerek tespit tutanağı tutmuş, mağarada ve kafeteryada bulunan malzemeleri saymıştı.

 

-BALLICA MAĞARASI-

Kristalleşmiş kireç taşlarından meydana gelen Ballıca Mağarası, 1987 yılında başlatılan araştırma-haritalandırma çalışmaları ve 1995 yılında yapılan yürüme yolları ve ışıklandırma çalışmalarının ardından turizme açıldı.

 

Ziyarete açılan 5 kat ve 8 salonu ile 680 metre uzunluğunda, 95 metre yüksekliğinde olan Ballıca Mağarası, dünyanın en büyük ve en görkemli mağaralarından biri olarak gösteriliyor.

 

Ortalama sıcaklığı 18 derece, ortalama nem oranı yüzde 54 olan mağaranın bol oksijenli havasının nefes almayı kolaylaştırdığı, bu nedenle astım hastalarının da mağarayı ziyarete geldiği belirtiliyor.

Tüm mağara oluşumlarına sahip olduğu belirtilen Ballıca Mağarası, henüz ziyarete açılmayan ve keşfedilmemiş bölümleri ile gizemini korumayı sürdürüyor.

Yeni Şafak, 22.12.2010

"NOEL BABA'NIN MİRASINI DEMRE YİYOR"

 

 

CNN, Noel Baba’nın doğum yeri olan Demre’nin Müslüman bir ilçe olduğunu, Noel’i kutlamadığını ancak onun mirasını kullanarak para kazandığını ileri sürdü.

 

Amerikan televizyonu CNN, Noel Baba olarak anılan Aziz Nicholas’in doğum yeri olan Demre’nin Müslüman bir ilçe olduğunu, Noel’i kutlamadığını, ancak onun mirasını kullanarak para kazandığını yazdı.


Ivan Watson’un kaleme aldığı “Türk kasabası Aziz Nick’in mirasını paraya çeviriyor” başlıklı yazıda “Aziz Nicholas aslında bugün modern Türkiye’de bulunan, hiç kar görmeyen, palmiye ağaçlarının ve portakalların yetiştiği bir köyden geliyor. Noel Baba’nın doğduğu kasabada neredeyse hiç kimse Noel’i kutlamıyor. Müslüman bir ilçe olan Demre’de Roma şapellerinin üzerinde minarelerden minarelere yayılan ezan sesleri yankılanıyor” denildi.

Barış Yüksel adlı bir Demre sakini ile görüşen Watson, Yüksel’in “Aziz Nikolas’dan çok memnunuz. Yüzyıllar sonra onun sayesinde para kazanıyoruz” dediğini aktardı.Watson “Yüksel, domates yetiştiriyor ve ihraç ediyor, ancak birçok kişi gibi son yıllarda aynı zamanda binlerce turiste Aziz Nikolas ürünleri satarak karlı bir yürütüyor” diye yazdı.

Milliyet, 22.12.2010

BUZ ADAMIN ÜLSERİ VAR MIYDI?

 

İtalya ile Avusturya arasındaki Alp Dağları'nın 3 bin 200 metre yüksekliğinde buzullar arasında 20 yıl önce donmuş halde bulunan ve 5 bin 300 yıl öncesine ait olduğu hesaplanan "buz adamın" cesedi üzerindeki araştırmalar sürerken, mide bakterileri ile ilgili araştırmalar sürüyor.

 

İsveçli bilim adamları mumyanın midesindeki ülser bakterileri ile ilgili araştırma yapıyor. Ekipte yer alan Prof. Engstrand, 5 bin 300 yıl önce yaşamış adamın midesinin bugünküne göre "biraz daha kuru ve buruşuk olduğunu" gözlemlediklerini kaydetti.

Yeni Şafak, 22.12.2010

İSTANBUL'UN KÜLTÜREL VARLIĞI KAYIT ALTINDA

 

 

İstanbul'un mimari yapıları, arkeolojisi, halk kültürü ve kültürel ekonomisiyle ilgili bütün bilgiler bir internet sitesinde toplandı. Bugün kullanıma açılacak olan 150 bin web sayfası genişliğindeki Kültür Envanteri'nde 60 bin fotoğraf ve 70 bin fiş eşliğinde şehre ait bütün kültürel değerler ilk kez bir araya geliyor. Envanter, 'İstanbul'da ne var?' sorusuna cevap veriyor.

 

Hazreti Süleyman, insanlara, cinlere, kuşlara ve rüzgara hükmederken, bir padişah kendisine isyan eder. Hazreti Süleyman da ülkesine varır, onu esir alır. Kızıyla evlenip onu Rum illerine getirir. Kız, "Ya Eminallah" der; "Dilerim ki benim için burada bir saray yaptırırsın. Ben de geri kalan ömrümü orada daima ibadetle geçiririm." Hazreti Süleyman yer araştırıp İstanbul toprağına gelir. Su ve havasının güzelliğine vurulur. Büyük bir saray yaptırır ve şöyle dua eder: "Bu şehir cihan yıkılıncaya kadar bakımlı ve mamur kalsın." Evliya Çelebi'nin şehrin kuruluşuna dair bu rivayeti ne derece sahihtir bilinmez ama, İstanbul'un dünyanın en kadim şehirlerinden olduğu su götürmez. Peki bu şehrin zenginliğinden ne kadar haberdarız? Neresinde ne var? Folkloru, efsaneleri, hikayeleri neler? Bütün bu soruların cevabına ulaşmak artık çok kolay. İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti'nin desteği ile Kültür ve Turizm Bakanlığı ve Türkiye Bilimler Akademisi'nin (TÜBA) işbirliğinde hazırlanan 'İstanbul Kültür Envanteri', şehrin bütün kültürel zenginliğini bir internet sitesinde topluyor.

 

Bugün hizmete giren 'www.istanbulkulturenvanteri.gov.tr' sitesi, dün akşam Çırağan Kempinski Otel'de düzenlenen bir toplantı ile tanıtıldı. Sitede, Arkeoloji, Kentsel Mimari, Halk Kültürü ve Kültür Ekonomisi ana başlıklarında, İstanbul'un hızla yok olan kültür varlıkları kayıt altına alınıyor. 1 milyon 512 bin lira harcanarak hazırlanan sitede, 150 bin web sayfası, 60 bin fotoğraf ve 70 bin fiş yer alıyor. Sitede İstanbul'un 39 ilçesinde bulunan 27 bin 690 mimari yapı da bütün özellikleriyle kayıtlı.

 

Kültür Envanteri, 1776-2010 yılları arasında İstanbul'un geçirdiği evreleri, haritalarla gösteriyor. Sitede çapraz, coğrafi ve tematik sorgulama ile arama yapılabiliyor. İstanbul'da yerini bile bilmediğimiz, nerede olduklarını merak ettiğimiz hanlardan hamamlara, camilere, kiliselere, surlara, çeşmelere, dikili taşlara kadar pek çok tarihi yerlere de ulaşmanın mümkün olduğu sitede günümüzün sanat galerileri, opera, bale ve konser salonları, sinemalar, festival bilgileri, kültür merkezleri de yer alıyor. Envantere, Bilgi Üniversitesi'nin yayımladığı 17 kitap da eşlik ediyor.

Projenin öncüsü İstanbul İl Kültür ve Turizm Müdürü Prof.Dr. Ahmet Emre Bilgili, bu envanter ile isteyen herkesin İstanbul'la ilgili her türlü bilgiye ulaşabileceğini söylüyor. Bilgili, projeyi sekiz yıl önce il kültür müdürlüğündeki görevine başladığında gündemine almış. Bilgili, "Ciddi bir ekip çalışması ve maliyet gerektiriyordu. 2010 Avrupa Kültür Başkenti olmanın imkanlarıyla şimdi bunu gerçekleştirme fırsatı bulduk." diyor. Bilgili, kültür ve turizm konusundaki bütün projeler için altyapı oluşturan envanterin elektronik ortamda sürekli kullanıma açık bulunduğuna, sürdürülebilme ve güncellenebilme özelliğine sahip olduğuna dikkat çekiyor.

 

Türkiye Bilimler Akademisi Başkanı Prof.Dr. Yücel Kanpolat ise çalışmayı "Kültür Başkenti olarak kabul ettiğimiz İstanbul'un elinde ne var?" sorusunun cevabı olarak görüyor. Envanterin Türkiye'de ilk, dünyada da iddialı olduğunu söyleyen Kanpolat, "Geçen yıl böyle bir envanter yoktu, şimdi var. Zamanla geliştirilir, düzeltmeler yapılabilir." diyor.

Zaman, Haber: Yavuz Ulutürk, 22.12.2010

HİTİTLER 180 ÇEŞİT EKMEK YAPIYORMUŞ

 

 

”Deneysel Bir Arkeoloji Çalışması Olarak Hitit Mutfağı” kitabının yazarı Doç.Dr. Ahmet Urhi, Hattuşa kazılarında ortaya çıkan tahıl depolarından, Hititlerin ekmeğin 180 çeşidini yaptığının anlaşıldığını söyledi.

 

Çorum Müzesi Konferans Salonu’nda, Çorum Valiliği ile İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü’nün düzenlediği Hitit Söyleşi Günleri’nde, Hititlerde mutfak kültürünü anlatan bir sunum yapan Doç.Dr. Ahmet Urhi, araştırmalar sonucu Hititlerin ilk olarak et tükettiklerini, et tüketiminde de özellikle koyun ve sığır etini tercih ettiklerinin ortaya çıktığını anlattı. Doç.Dr. Urhi, Anadolu da Neolitik Çağdan beri bilinen tahıl tarımı ve tahıla dayalı beslenmenin Hititlerin yemek kültüründe de yerini aldığını ifade etti.

 

Boğazköy ve diğer Hitit kazılarından elde edilen bilgilerin, Hititlerin tahıl üretiminde ileri olduğuna işaret ettiğini belirten Urhi, ”Boğazköy Hattuşa kazılarında ortaya çıkan tahıl depolarından anlaşıldığı kadarıyla Hititler ekmeğin 180 çeşidini yapıyordu. Ballı, yağlı, acılı, narlı, biralı gibi ekmeğin pek çok çeşidini yaptıklarını görüyoruz. Belki ekmekleri çok kabarmıyordu ama bugün yediğimiz yufka, lavaş ekmekleri o zamanlar da yapılıyordu” diye konuştu.

 

Birçok deyime konu olan ”ocak” sözcüğünün Hititler tarafından kutsal kabul edilen bir kavram olduğunu anlatan Urhi, şöyle devam etti:

”Hititler yemeklerini kuru ve nemli olmak üzere iki şekilde pişiriyorlardı. İlkinde ateş üzerinde kızartma usulü pişirme yapılırken, nemli pişirme çanak ve çömleğe konulan suyla yapılıyordu. Eğer yapılan bir et yemeği ise ilk pişen et parçası ocağa atılırdı. Ya da bir sulu yemek ise ateş sönmesin diye bir çanakla ocağın yanına yemekten biraz sunulurdu. Bu gelenek öyle ciddiye alınırdı ki, sunumu yapan kimse temiz giyinir, saygı ifadesiyle sunumunu yapardı. Kurallara uygun yapılmayan sunumların ölüm cezasıyla sonuçlandığı görülmüştür. Hititlerin kutsal saydığı bu ocaklar, bugün Anadolu köylerinde kullanılan ocaklardır. Ocakların kutsallığı, ‘ocağın sönsün’, ‘ocağına incir ağacı dikmek’ gibi deyimlerle varlığını sürdürmüştür.”

 

Gourmand Dünya Yemek Kitapları Yarışması’nda ”En İyi Mutfak Tarihi Kitabı” birincilik ödülünü alan ”Deneysel Bir Arkeoloji Çalışması Olarak Hitit Mutfağı” kitabının editörü Ülkü Solak da Hititlerin eti tuzlayarak kuruttuğunu ve etin sakatatlarını tanrılara sunduklarını belirtti.

Solak, Hititlerin üzümden şarap ürettiğini belirterek, ”Hititler şarabı salatalarına sos olarak da kullanırlardı. Ayrıca ete lezzet vermesi için etleri şarapla terbiye ederlerdi. Arpanın da birasını yaparak tüketirlerdi” dedi.

Cumhuriyet, 22.12.2010

YILDIZ'IN HAMİDİYE ÇEŞMELERİNE CAN SUYU

 

 

Kuruluşunun 100'ncü yılını kutlamaya hazırlanan Yıldız Teknik Üniversitesi (YTÜ) kampüsünde yıllardır atıl vaziyette duran tarihi Hamidiye çeşmeleri yeniden canlandırıldı. Onarım çalışmasıyla suya kavuşan çeşmelerden eskisi gibi Hamidiye sularının akması için çalışma başlatıldı. Bundan bir asır önce 1911'de Yıldız Sarayı'nın bir bölümünde konuşlanan Yıldız Teknik Üniversitesi Kampusu içinde yer alan 18 adet Osmanlı çeşmesinden yıllar sonra yeniden su akmaya başladı. İkinci Abdülhamit tarafından 1902'de Yıldız Sarayı'na kaliteli içme suyu sağlamak amacıyla yapılan Hamidiye suları hattına bağlı olan çeşmelerden 1993'e kadar su aktı. Üniversite kampusuna gelen Hamidiye su hattının patlaması üzerine çeşmeler susuz kaldı. Rektör Prof . Dr. İsmail Yüksek, yıllar içerisinde orijinal muslukları kaybolan ve bakımsızlık nedeniyle atıl vaziyette duran çeşmelerin yok olmasını önlemek için bir proje başlattı.

YTÜ Milli Saraylar ve Tarihi Yapılar Meslek Yüksek Okulu tarafından çeşmelerin koruma ve onarım projesi hazırlandı. Üniversitenin 100'ncü yılı dolayısıyla başlatılan proje kapsamında çeşmelerin onarım işi okulun öğrencileri tarafından yapıldı. Onarım çalışmasıyla birçoğu aynataşı, kurna ve ayak olmak üzere üç parçadan oluşan çeşmeler yeniden eski görünümüne kavuştu. Orijinaline benzer musluklar takılan çeşmelerden yeniden su akmaya başladı. Bu arada üniversite yönetimi, Terkos hattına bağlanan tarihi çeşmelerden eskiden olduğu gibi Hamidiye sularının akması için çalışma başlattı. Ancak çeşmelerin Hamidiye su hattına bağlanması için İstanbul Büyükşehir Belediyesi ve İSKİ'nin yeniden bir onarım çalışması yapması gerekiyor. Çeşmelerin onarım işini yürüten öğretim görevlisi Drahşan Uğuryol şunları söyledi: "Çeşmelerden 12'sinin koruma ve onarım çalışması tamamlandı. Geriye kalan 6 çeşme ise kısa sürede tamamlanacak. Bunlar arasında iç mekan çeşmeleri de var. Tarihi binalarda yapılan tadilat çalışmaları sırasında çıkarılan çeşmeler çevrede atıl vaziyette duruyordu. Koruma amaçlı yapılan bu çalışma ile Hamidiye çeşmelerinin yıllardır çektiği susuzluğa da son verdik."

Sabah, Haber: Mesut Altun, 22.12.2010

KAŞ'TAKİ ANTİK TİYATRODA RESTORASYON

 

 

Antalya'nın Kaş ilçe merkezindeki Likya dönemine ait antik tiyatrodaki restorasyon çalışmalarının, ay sonuna kadar tamamlanacağı bildirildi. Depremlerden ve doğal koşullardan etkilenerek birçok bölümü yıkılma tehlikesiyle karşı karşıya kalan, oturma sıraları çöken, sahnesi yıkılan antik tiyatronun restorasyonunu 650 bin lira ihale bedeliyle alan inşaat şirketinin çalışmaları sürüyor.
    
Eylül ayında başlayan çalışmalardan önce Antalya Müze Müdürlüğü uzmanları kontrolünde sahne ve tiyatro çevresinde antik kazı gerçekleştirildi. Kazılarda çıkarılan taş bloklar, taş tarlalarında istiflenerek, rölöveleri yapıldı. 500 taş, kurula sunuldu. Daha sonra restorasyonuna başlanan yapıda, taşlar yerlerine uygun olarak yerleştirildi. Kırılan taşlar birbirine yapıştırıldı. 120 oturma sırasında yenileme çalışması, tüm oturma sıralarında da özel maddelerle temizlik yapıldı. Tiyatro sahnesinin de yenilendiği çalışmalar, 4 ayda tamamlanmış olacak.
    
Kaş Kaymakamı Selami Kapankaya gazetecilere yaptığı açıklamada, restorasyon çalışmalarının ay sonunda tamamlanacağını belirterek, antik tiyatronun Kaşlıların kültür, sanat faaliyetlerinde kullanabileceği bir mekan haline geleceğini söyledi. Restorasyon çalışmalarının Kültür ve Turizm Bakanlığının desteğiyle yapıldığını ifade eden Kapankaya, bölgeyi ziyaret eden turistlere Likya döneminden kalan antik tiyatroyu da gezdireceklerini kaydetti.

Yapı, 22.12.2010

'ASURLULAR İSTANBUL'DA' AYASOFYA'DA

 

 

Anadolu’da yaşayan Asurlulara ait eserler, 28 Aralık-28 Mart tarihleri arasında İstanbul Ayasofya Müzesi Aya İrini Atrium'da sergilenecek.

 

Serginin düzenlemesini yapan Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Öğretim Üyesi Prof.Dr. Fikri Kulakoğlu, ‘Asurlular İstanbul’da’ sergisinde Asurlular dönemine ait 496 eserin 1 ay süreyle sergileneceğini söyledi. Prof.Dr. Kulakoğlu, sergide Kültepe höyüğünde yaşayan ve ticari koloni kuran Asurlulara ait eserlerin yer alacağını belirterek, şu bilgiyi verdi:

”Sergide, Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi'nden 312 eser, Kayseri Arkeoloji Müzesinden 183 eser, İstanbul Arkeoloji Müzesinden de bir adet çivi yazılı tablet yer alacak. Sergide 4 bin yıl önce Anadolu’da yaşayan Asurlulara ait çivi yazılı tabletler, topraktan yapılmış testi, vazo, tabak, meyvelik ve diğer ev eşyaları, mühürler, ağırlık ölçüleri, baltalar, ok uçları, mızrak uçları gibi eserler yer alacak.”

 

Prof.Dr. Fikri Kulakoğlu ”İstanbul’da açacağımız sergide Asurlular dönemine ait çok değerli eserler yer alacak. Eserleri çok titiz bir çalışma ile seçtik” dedi. Kayseri Arkeoloji Müzesi Müdürü Asuman Arslan da müzelerinden seçilen 183 adet arkeolojik eserin, özel sandıklara konulup sergi için İstanbul’a gönderileceğini söyledi.

Cumhuriyet, 21.12.2010

EDİRNE, UNESCO DÜNYA MİRASI HAZIRLIKLARINA DEVAM EDİYOR

 

Selimiye Camii ve Külliyesi'nin somut olan kültürel varlık olarak UNESCO Dünya Mirası Listesi'ne alınması için bir adaylık dosyası hazırladıklarını ifade eden Edirne Belediye Başkanı Hamdi Sedefçi, hazırlanan dosyanın da sunulduğunu söyledi.

 

Ön incelemeye alınan dosyanın ilk incelemeden geçerek UNESCO teknik birimlerinden Uluslararası Anıtlar ve Sitler Konseyi ICOMOS'a iletildiğini kaydeden Sedefçi, "ICOMOS'un görevlendirdiği uzman Ekim ayının başında Edirne'ye gelerek yerinde incelemelerini tamamladı. Belediyemizin yürüttüğü bu çalışmanın sonucu 2011 Haziran ayında Bahreyn'de yapılacak UNESCO Genel Kurul toplantısında ilan edilecek" şeklinde konuştu.

 

Kentin kültür turizmi potansiyelini arttıracak bu projelerin bir çoğunun Türkiye'de ilk kez uygulandığına dikkat çeken Sedefçi, "Edirne kültürel varlıklarının çevreleri ile bütünsellik içinde korunmaları için oluşturulan 'yönetim alanı' bu ilkelerden birisi. Türkiye'de bu çalışmalar direkt Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın yetkisi altında. Alanya Kalesi, Ani antik kenti, Çatalhöyük ve Pamukkale gibi sadece birkaç merkezde planlama çalışmaları yürütülüyor. Söz konusu bu koruma planlamaları arasında Edirne yabancı kültürel koruma uzmanı kullanmayarak, tüm çalışmaları yerli kaynaklar ile yürüten tek kent olması nedeni ile de ön plana çıkıyor" diye konuştu. Sedefçi, proje kapsamında UNESCO Dünya Mirası kriterleri ve Ulusal Mevzuat gereği birçok alt proje de yürüttüklerini söyledi.

Turizm Gazetesi, 21.12.2010

250 YILLIK KÜTÜPHANE RESTORE EDİLİYOR

 

İstanbul Laleli'de 250 yıllık tarihi Koca Ragıp Paşa Kütüphanesi, 17 Ağustos depremiyle kapattığı kapılarını tekrar açmak için hazırlanıyor.

 

Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, Koca Ragıp Paşa Kütüphanesi’ndeki restorasyon çalışmalarını yerinde inceledi.

 

Bakan Günay, "1999 depreminde zarar görmüş ve ne yazık ki uzun bir süre kapısı, penceresi kapatılmış ve unutulmuştu. Biz önceki yıl el atma ihtiyacı hissettik buraya" dedi. Restorasyonun bir yıl içinde biteceğini söyleyen Ertuğrul Günay, tarihi yapıya eklenen dükkanların da kamulaştırılacağını açıkladı.

 

Kütüphaneyi gezen Günay, kapı üzerindeki Osmanlıca yazıların Türkçesinin yazılması talimatını verdi.  Günay, kütüphane bahçesinde bulunan Ragıp Paşa türbesini de ziyaret etti.

Trt/Haber, 21.12.2010

JULIOPOLIS antik kenti KAZISI

 

Juliopolis antik kenti kazısından çıkan çok özel 12 mücevherin sınırlı sayıdaki reprodüksiyonlarından oluşturulan ‘Juliopolis 2011 Koleksiyonu’ tanıtıldı.  Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nin öncülüğündeki özel mücevher koleksiyonunun tanıtım toplantısı, Nişantaşı’ndaki Sofa Otel’de yapıldı.

 

Koleksiyonun tasarımcısı Beril Beşer, toplantıda yaptığı konuşmada, paha biçilmez antik eserlerden ilham aldığını belirterek, ‘Koleksiyon toplam 120 parçadan oluşuyor. Kazılarda elde edilen mücevherler farklı tarzlarda kullanımlarına göre şekillendirildi. Koleksiyonda kolye, yüzük, küpe, kol düğmesi gibi farklı türde alternatifler bulunuyor. Bütün ürünleri, sınırlı sayıda ürettik. Daha önce yaptığım hiçbir koleksiyon beni bu derece heyecanlandırmamıştı’ diye konuştu.

 

Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi Müdürü Melih Arslan da kazı çalışmaları sonucu çıkardıkları eserlerin önemine işaret ederek, ‘Juliopolis’ten çıkan eserler arkeoloji dünyasında çığır açacak’ dedi.

 

Kazı çalışmalarında 2 bin yıllık mezarlarda, daha önce rastlanılmamış veya çok nadir rastlanan ahşap tabut, cerrahi tıp ve dişçi aletleri, tahta tarak, deri ayakkabı gibi eserlere rastladıklarını anlatan Arslan, ‘Yüzük, küpe, kolye, sikke kandil, seramik, kandil ve ayna gibi eserlerin yanında az önce söylediğim eserler, bilim, tarih ve arkeoloji dünyasında büyük ses getirecek. Biz kısa zamanda bu bulduğumuz eserlerin ve kazı çalışmaların kitabını yayınlayacağız. O zaman arkeoloji dünyası dikkatini Türkiye’ye yöneltecek’ şeklinde konuştu.

 

- JULİOPOLİS-

Tarihi kaynaklara göre, MÖ 100 veya 101 yıllarında yaşadığı tahmin edilen Roma İmparatoru Jul Sezar, Pontus asıllı Basforos Kralı 2. Pharneke ile yaptığı savaş öncesi ‘Goordion Kome’ kentinden destek aldı. Savaşı kazanan Sezar, dünyaca ünlü sözü ‘Veni-Vidi-Vici’ (Geldim-Gördüm-Yendim) diyerek başarısını Roma’ya bildirdi. Bunun üzerine ‘Goordion Kome’de söz sahibi olan bir kişi, Sezar’a bağlılığından dolayı bu yerleşim bölgesinin adını ‘Juliopolis’ olarak değiştirdi.

 

Şehrin iki bin yıllık bir geçmişe sahip olduğu, asıl yerleşim bölgesinin 1956′da yapılan Sarıyar Barajı’nın suları altında kaldığı belirtiliyor. Ankara’nın Nallıhan İlçesi'ne bağlı Gülşehri mevkiinde olduğu tahmin edilen Juliopolis’e ait ilk kalıntıları 2009 yılında bulan Anadolu Medeniyetler Müzesi Müdürü Melih Arslan başkanlığındaki ekip, kazı çalışmalarına devam ediyor.

haberler.com, 20.12.2010

ORMANA'NIN TARİHİ EVLERİ TURİZM SEZONUNA HAZIRLANIYOR

 



Antalya'nın İbradı İlçesi'ne bağlı Ormana beldesinde restorasyonu yapılan tarihi evlerin gelecek yıl turizm sezonuna hazır hale getirileceği bildirildi.

Ormana Belediye Başkanı Mehmet Ayhan Keskin, AA muhabirine yaptığı açıklamada, beldede 100 yıldan fazla süredir ayakta duran tarihi cumbalı evlerin koruma altına alındığını, restorasyonu devam eden tarihi evleri, gelecek yıl ilkbahar aylarından itibaren turizme açacaklarını söyledi.

Beldede 49 evin koruma altında olduğunu anlatan Keskin, bu evler için koruma imar planı hazırlandığını da ifade etti. İmar planının önümüzdeki günlerde tamamlanacağını bildiren Keskin, daha sonra da evlerin bulunduğu bölgede Arnavut kaldırımı çalışması başlatacaklarını açıkladı.

Beldenin alternatif turizm bölgesi olarak ilgi çekeceğine inandıklarını dile getiren Keskin, şöyle konuştu:
''Beldemiz, Antalya'nın oksijen deposu ve sıcak yaz günlerinin serin alternatifi. Antalya denince deniz, kum, güneş akla geliyor. Çalışmalarımız tamamlanınca burası özellikle yaz döneminde büyük ilgi görecek. Tarihi konakları hizmete açarak alternatif turizmde Ormana'yı merkez haline getirmek istiyoruz. Beldemiz coğrafyası, iklim yapısı, bitki çeşitliliği ve endemik bitki türü zenginliği bakımından doğa sporları turizmine de elverişli. Antalya, Manavgat, Serik, Belek ve Side'ye gelen tatilcileri Ormana'ya bekliyoruz''.

Keskin, beldenin yurt dışında tanıtımı için de çalışmalar yaptıklarını, özellikle dağ bisikleti sporunu yaygınlaştırmak için de Almanya'dan yetkililerle görüşmelerinin sürdüğünü anlattı.

Hedeflerinin Ormana'yı en kısa zamanda ikinci Safranbolu ve Beypazarı yapmak olduğunu söyleyen Keskin, ''Evlerimiz yeni sezonda turizme hizmet vermeye elverişli hale gelecek. 150 bin TL bütçe ayırarak 2 tarihi konağımızı da restore ettiriyoruz. Geri kalan 70 evin restorasyonu için de Kültür ve Turizm Bakanlığından destek bekliyoruz. Bundan sonra doğa turizminin kalbi Toroslar'ın eteğinde atacak'' dedi.

Yapı, 20.12.2010

İSTANBUL, AVRUPA KÜLTÜR BAŞKENTLİĞİ'NE VEDA ETTİ

 

 

İstanbul, ‘Avrupa Kültür Başkenti’ unvanı ile taçlandırıldığı bir yılı geride bıraktı. İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı çatısı altında, sahne ve gösteri sanatlarından geleneksel sanatlara, müzik ve operadan görsel sanatlara 14 farklı disiplin bağlamında hayata geçirilen yaklaşık 600 proje, 10 milyonu aşkın izleyici ve katılımcı ile buluştu.

“Şimdi yeniden keşfetme zamanı” sloganıyla İstanbullulara seslenerek başlayan İstanbul’un Avrupa Kültür Başkentliği serüveni, 19 Aralık Pazar akşamı Harbiye Kongre Merkezi’nde düzenlenen kapanış resepsiyonu ile sona erdi.

İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı tarafından düzenlenen ve geçen bir yılın değerlendirildiği resepsiyon, kültür sanat camiasını bir araya getirdi.

 

Avrupa Kültür Başkenti unvanını 2011 Avrupa Kültür Başkentleri Estonya’nın Tallinn ve Finlandiya’nın Turku kentine devredildiği geceye, İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı Yürütme Kurulu Başkanı Şekib Avdagiç, Ajans Danışma Kurulu Başkanı Hüsamettin Kavi, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş, İstanbul Valisi Hüseyin Avni Mutlu, İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Koordinasyon Kurulu üyelerinden Avrupa Birliği İşlerinden sorumlu Devlet Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış ve Devlet Bakanı ve Ajans Koordinasyon Kurulu Başkanı Hayati Yazıcı katıldı.

Laterna dinletisi, Tarlabaşı Çocuk Korosu, Boğaziçi Korosu ve Ladies and Gentleman’ın performansları, İstanbul İstanbul tiyatro gösterisinin sunulduğu kokteyl alanında, İstanbul 2010 AKB Ajansı imzasını taşıyan ve 2010 yılını unutulmaz kılan projelerin afişleri sergilendi. Resepsiyon, konuşmalar ve Avrupa Kültür Başkenti unvanının 2011 yılında bu unvanı taşıyacak Finlandiya’nın Turku ve Estonya’nın Tallinn kentlerine devredilmesiyle devam etti.

 

Resepsiyonun ev sahipliği yapan İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı Yürütme Kurulu Başkanı Şekib Avdagiç, sözlerine; “Bu akşam, ilk günkü heyecanını son güne kadar sürdüren, İstanbul için aşkla hizmet üreten bir ekibin Başkanı olmanın gururu ile sizlere hitap ediyorum” diyerek başladı. Başlayan her şeyin bir sonunun olduğunu ve bu anlamda da İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti etkinliklerinin de sonuna gelindiğini aktaran Avdagiç, “Ama sadece zamanla kayıtlı olan etkinliklerin nihayetine geldik. Çünkü İstanbul'un kültür başkenti olmasının diğerlerinden bir farkı vardır. O da İstanbul için ‘kültür başkentliğinin’ zaten ezelli ve ebetli bir nitelik olmasıdır. İstanbul, yeryüzünün öncesiz ve sonrasız kültür başkentli olma özelliğini taşıyan tek şehridir” diye devam etti. Ajansın çalışma programının, her sayfası ayrı ve muhteşem bir öyküden oluşan dev bir romana benzediğini ifade eden Avdagiç, “Biz bu romanı, sizlerle birlikte, tüm İstanbullularla birlikte büyük bir özenle bir solukta okuduk. Bizim romanımız 588 projeli - 588 sayfalı, modern zamanların Ulysess'i gibiydi. Yani yeniydi, farklı bir tarzı vardı, anlaşılması için okuyucusundan gayret istiyordu, bütün renklerden bir parça taşıyordu” dedi.

 

Şekib Avdagiç sözlerin şöyle devam etti:
“Yedi tepeli İstanbul'un yedi bölgesinde İstanbullularla buluştuk. Etkinliklerimizin odak noktasına İstanbul kadar İstanbulluyu da koyduk. Çünkü bir şehrin, orada yaşayanlar tarafından algılandığı oranda şehir olacağına inandık. Yine inandık ki, İstanbul, yeniden fark edilmeyi, yeniden keşfedilmeyi bekleyen saklı bir hazineydi. Bu hazine, yağmalanmaktan ziyade ışıltılarını tüm insanlığa ve yeryüzüne yaymak istiyordu. İşte biz bunu yaptık. İstanbul'u tüm dünyanın gözünde hak ettiği itibara yeniden kavuşturacak bir farkındalık oluşturduk. İstanbul'u uluslararası bir kültür-sanat merkezi olarak öne çıkardık. Dünyanın en ilham verici şehri İstanbul için, şehirlerin kraliçesi İstanbul için; vefalı bir sevdalı gibi sadakatle hizmet ürettik”.

2010 Avrupa Kültür Başkentliği sürecinin, İstanbul’un uluslararası tanıtımına, kültür ve sanat hayatına ve İstanbul’un geleceğinin şekillendirilmesine önemli katkılar yaptığı inancında olduğunu belirten İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı Danışma Kurulu Başkanı Hüsamettin Kavi ise, “Avrupa Kültür Başkenti olarak seçilen şehirler için bu unvan çok önemli. Ancak, esas olan, bu bilgi ve deneyimin bu şehirlere ve insanlarına ne gibi değerler kattığı, yeni hedefler saptanmasında ne gibi katkılar sağladığı,  kültürel ve sanatsal faaliyetlerde ulaşılan yeni aşamanın, şehrin yaşam kalitesine nasıl yansıdığıdır. İnanıyorum ki, 2010’dan sonra İstanbul’un kültür ve sanat hayatı çok daha farklılaşacak ve 2010 yılında yaşanan deneyimler, bu konudaki çalışmalara, arayışlara ve sürece ışık tutacaktır” dedi.
 

Resepsiyonda yaptığı konuşmasına “Bu geceyi, bir unvana vedanın yanı sıra, 2011 ve sonrası için de yeni bir başlangıcın ilanı olarak görüyorum. Bu gece 2010 sonrasında İstanbul’da yaşanılacak değişimin resmi başlangıcıdır. Ektiklerimizi biçeceğimiz gelecek zamanların duyurusudur. Kültür sanat hayatında yaşanılan büyük ivmenin ardından İstanbul bundan böyle hep daha büyük ve sağlam adımlarla yoluna devam edecektir.” diye başlayan Devlet Bakanı ve İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı Koordinasyon Kurulu Başkanı Hayati Yazıcı  “Bizler, sadece Avrupa’nın değil, dünyanın kültür başkentinde, İstanbul’da yaşıyoruz: İşte, İstanbul’un 2010 yılında Avrupa Kültür Başkenti olacağının ilan edildiği günden bu yana bizler, sizlerle el ele vererek, bunu hatırlatmak,  şehrimiz hakkında bir farkındalık yaratmak için çalıştık.” diyerek Avrupa Kültür Başkentliği sürecinin tüm paydaşlarına teşekkür etti.

Resepsiyon, Luigo Compaccio Quartet ve Swing A La Turc Project’in ortak performansı olan “İstanbul’dan Yansımalar” adlı konserle sona erdi. İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti etkinlikleri yılsonuna kadar İstanbullularla buluşmaya devam edecek.

Avrupa Kültür Başkentliğine Neler Sığdı
35 yarışma, 52 festival, 84 restorasyon-konservasyon çalışması, 166  tarihi yapıda koruma faaliyeti, 32 ülkede 183 tanıtım etkinliği, 316 kitap-dergi-katalog, 523 film-belgesel-videoart gösterimi, 595 eğitim, 727 atölye çalışması, 760 sergi, 1.130 sahne performansı, 1.584 konser-dinleti, 1.189 konferans-sempozyum-panel-çalıştay olmak üzere 588 proje, 9.500’ü aşkın etkinlik, 10 milyonu aşkın izleyici ile buluştu.

Yapı, 20.12.2010



******


SKANDALLAR BAŞKENTİ

 

2010 Avrupa Kültür Başkenti” sıfatı ile “taçlandırdığı” bir yılı geride bırakan İstanbul, unvanına önceki gün veda etti. Avrupa Kültür Başkenti Ajansı çatısı altında 600 proje dahilinde 9 bin 500 etkinlik gerçekleştirilen İstanbul’da, Tophane’deki sergi baskını ve Haydarpaşa Garı’ndaki yangın kentin imajına gölge düşürdü, Hint asıllı İngiliz yazar Naipaul da İstanbul’a gelemedi.

İstanbul Kültür Başkenti unvanına 17 Ocak 2010 tarihinde sahip oldu. Kültür başkenti İstanbul’da ilk olumsuz olay, yaşanan istifalar oldu. 2010 yürütme kurulunda üyeler arasında görüş ayrılığından dolayı Yürütme Kurulu Başkanı Nuri Çolakoğlu ve Prof.Dr. Metin Sözen, Prof.Dr. İskender Pala ve Gürhan Ertür istifa etti. İstifalarla başlayan bir yılda yaşananlar şöyleydi:

• Tophane’de sergi baskını: Davette içki içildiğini gerekçe gösteren saldırganlar galerinin camlarını kırdı, davetlilere saldırdı. Olayda 5 kişi yaralandı.

• Beşiktaş’ta da sergi baskını: Beşiktaş İskelesi’nde açılan sergide üç büyük dinin simgelerinin yanında Atatürk’ün resminin yer aldığı tabela öfkeli bir grup tarafından parçalandı.

• Tarihi camiler sular altında: İBB’nin resmi sitesinde İstanbul’un önemli yapılarından biri olarak gösterilen ve Mimar Sinan tarafından 1530’da yaptırılan tarihi Ahi Çelebi Camii yoğun yağış nedeniyle sular altında kaldı.

• Tarihi okullar satılıyor: İstanbul’un simgelerinden Çamlıca Kız Lisesi ve Kandilli Kız Lisesi gibi çok sayıda tarihi okulun satılması ya da satılmak istenmesi kamuoyunun tepkisini çekti.

Cumhuriyet, Haber: Cihan Oruçoğlu, 22.12.2010



******


2010'UN ÜÇ KÜLTÜR BAŞKENTİ

 

2010 sonunda bitti. İstanbul, Essen ve Pecs kentlerinin kültür başkenti seçildiği bu yılda neler yapıldı, ne öğrenildi, daha yapılacak ne var? Projelerin ve amaçların ne kadarı gerçekleştirildi? Her bölge, farklı karakteristik özellikleriyle ön plana çıkıyordu. Etkinlik, festival hedefleri koyuldu, yeni kimlikler ve alt başlıklar belirlendi. Peki şimdi elimizde ne var?

 


İstanbul



İstanbul, coğrafi konumu ve kültürel mirasıyla, dünya metropolleri arasında her zaman sıyrılıyordu. Genç ve dinamik nüfusu da şehirde yaratıcı bir enerji oluşmasını teşvik ediyor. İstanbul'da özellikle son yirmi yılda gelişen kültür bilinci, kültür yaşamına da yansıyor. 2010 sürecinde yapılan müdahaleler bugün kredi notu iyice düşmüş bu şehir için yeterli mi?

 


Ruhr bir sanayi kenti olarak biliniyordu

 

Almanya'nın en büyük metropoliten yerleşim merkezi olan Ruhr eski bir kömür havza alanının dönüşümüyle, bugün yeni bir kimlik kazanmış durumda ve bu kimliği Avrupa Kültür Başkenti unvanıyla da pekiştirmeyi amaçladı. Ruhr'da özellikle katılımcılığın gelişmesi ve projelerde ön plana çıkmasıyla, sadece bir enerji merkezli kent olmaktan çıkıp, kültürel değerleriyle de ön plana çıkmak istiyor.

 


Pecs, barındırdığı farklı etnik gruplarla çok kültürlü bir şehir

 

UNESCO Dünya Mirası Listesi'ne alınan Macaristan'ın Pecs kenti, çok kültürlü bir yerleşme olmasını bir avantaj olarak kullanarak, Macaristan'ın 2. başkenti olmayı hedefliyor.

 

Avrupa Kültür Başkenti kavramı ilk kez 1980'lerde ortaya çıktı. Avrupa kültürüne değer katan, Avrupa'ya katkı sağlayan kentlere verilmeye başlanan bu unvana ilk kez 1985'te Atina sahip oldu. Başkent unvanı, 1985-2000 yılları arasında AB'ye üye ülkelerin kentlerinden birine verildi. 2000 yılına gelindiğinde ise, yeni bin yıl nedeniyle, Avrupa Kültür Başkenti unvanı hem aynı yılda birden fazla kente, hem de AB adayı olan ülkelerin kentlerine verilmeye başlandı.

 

İstanbul
İstanbul, 2010 Avrupa Kültür Başkenti seçilmesiyle başladı herşey... Bu ekonomik ve kültürel anlamda kalkınmayı teşvik edecek bir gelişmeydi. Projeler hazırlanmaya, tanımlar konulmaya, başlıklar sıralanmaya başlandı. Bazen kimsenin haberi yoktu bu durumdan, bazen de her gün her yerde duyar hale gelmiştik. İstanbul, bu süreçte kuşkusuz hareketlendi ve ilgi odağı oldu.

Özellikle kültür miraslarını koruma konusunda belki de Avrupa Kültür Başkenti olma süreci bir itici güç oldu. Adını bile duymadığımız bir çok anıt ve sivil mimari örneği gün yüzüne çıktı. 2010 yılının bitimiyle hala bazı projeler tamamlanmamış durumda ve 2010'un sadece 2010'da kalması endişeleri de devam ediyor. Bir senenin Avrupa Kültür Başkenti'nde, önümüzdeki yıllarda da bu duyarlılıkla çalışmalara devam edilecek mi?

 

İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı'nın başlıca hedefleri şu şekildeydi:

- İstanbul'un eşsiz değerlerini ön plana çıkarmak,
- Kültürel mirası koruma projeleri gerçekleştirmek,
- Kültür sanat altyapısını ve etkinliklere katılımı geliştirmek,
- İstanbul'u kültür ve sanatla tanıtmak,
- İstanbul'un kültür turizmi pazarından aldığı payı artırmak,
- İstanbullunun karar alma sürecine katılımını artırmak.


Bu amaçla toplam 35 yarışma, 52 festival, 84 restorasyon-konservasyon çalışması, 166 tarihi yapıda koruma faaliyeti, 32 ülkede 183 tanıtım etkinliği, 316 kitap-dergi-katalog, 523 film-belgesel-videoart gösterimi, 595 eğitim, 727 atölye çalışması, 760 sergi, 1.130 sahne performansı, 1.584 konser-dinleti, 1.189 konferans-sempozyum-panel-çalıştay düzenlendi.

 

2008 yılında başlayan İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti hazırlık sürecinde, İstanbul'a kimliğini veren kültürel miras yapıları başta olmak üzere toplam 325 proje başvurusundan 106 proje seçildi. Ayrıca İstanbul Büyükşehir Belediyesi ve ilçe belediyelerden, sivil toplum kuruluşları ve üniversitelerden yapılan kültür varlıklarının restorasyon uygulamalarına da destek verildi.


İstanbul'un "Dünya Tehlike Altındaki Miras Listesi"ne alınması da, aslında tüm bu çalışmaları hızlandırdı. En önemlisi de "Tarihi Yarımada Yönetim Planı" ile İstanbul'un en önemli kültür varlıklarının korunması ve Tarihi Yarımada ile ilgili stratejik kararların alınması sağlandı. Çünkü yönetim planı tanımı, bir planlama çalışmasını değil, "korumaya yönelik ortak aklı oluşturan stratejik planlar" deyimini kapsıyor.

 

İstanbul 2010 Bütçesi
İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı Koordinasyon Kurulu'nun bütçesi yaklaşık 700-800 milyon YTL civarındaydı.

İstanbul 2010 sürecinde en çok harcama kültür varlıklarının korunmasına yönelik projelendirme ve restorasyon projelerine yapıldı.

 

Restorasyon projelerinden sonraki en büyük harcama, sokak düzenlemesi ve aydınlatma, peyzaj düzenlemeleri gibi kentsel ölçekteki projelere yapıldı.

 

2010 bazen yapı ölçeğinden çıkarak, İstanbul'un kaybolmuş ve unutulmaya yüz tutmuş değerleriyle ilgili sergi projeleri de gerçekleştirdi.

 

2010 harcamaları farklı konu başlıklarına göre şu şekilde:

Restorasyon: 61.720.935 TL

Kentsel Projeler: 31.512.900 TL

Tarihi Yarımada Yönetim Planı: 1.762.920 TL

Sergileme projeleri: 1.146.677 TL

Projeler-Festivaller-Konferanslar-Toplantılar: 2.977.936 TL

Kültür Merkezi Projeleri: 8.779.200 TL

Ruhr



 

Ruhr, artık bir kültür metropolü olarak anılacak. Ruhr'da 2010 yılı içerisinde toplam 5.500 etkinlik gerçekleştirildi ve geri dönüşümlerin pozitif olduğu bildirildi.

 

Essen ve çevresindeki 53 köy ve kentten oluşan, bir dönemlerin madencilik ve demir-çelik sanayi merkezi olan Ruhr Bölgesi, 171 farklı ülke ve kültürden 5.300.000 insanın yaşadığı Almanya'nın en büyük sanayi bölgelerinden biri.

 

Ruhr, 2010 Avrupa Kültür Başkenti sürecinin başlangıcında, bölgenin kendine özgü kültürel dokusu ve çok kültürlü yapısını dikkate alarak bir konsept oluşturdu. Ruhr 2010 Avrupa Kültür Başkenti programı kapsamında 2010 yılı boyunca 300'den fazla proje ve 2.500'den fazla etkinliğin gerçekleştirilmesi amaçlanmıştı.

 

"Almanya'nın Yaratıcı Yüzü" başlığı altında, "mimarlık, sanat, tasarım ve moda dünyası" dört ana tema olarak belirlendi.


Avrupa Komisyon Başkanı José Manuel Barroso ise Ruhr'daki değişimin burada yaşayanların da katkılarıyla gerçekleştiğini belirtti. Güçlü, canlı görüntüler ve taze enerji ile Ruhr eskide kalan zarar görmüş yapısından sıyrıldı. Ruhr'a kültürel anlamda yeni bir bakış açısı kazandırıldı.

 

Planlanan programların çoğu gençlerin ve çocukların katılımını teşvik edecek şekildeydi.

Sosyal hizmet projeleri ile ilgili etkinikler toplumda sosyal uyumu destekleyen birtakım insiyatiflerce desteklendi. Böylece Ruhr'da katılım kavramı ön plana çıkmış oldu. Gönüllüler bağlılık ve sıkı çalışma ile bu projelerde yer aldılar. Yaşadıkları mekanı sahiplenip, 2010 projelerinde yer alan yerel halk, bir anda kendi bölgelerinde söz sahibi konumda oldular.

 

Ruhr, diğer katılımcı bağlantılarla birlikte, bölgede sürekli bir gelişimin olması için temelleri attı.

Ruhr, uzun süredir devam eden rekabet ve kendi çıkarları doğrultusunda gelişen kasaba ve şehirler arasındaki işbirliği yerine tamamen kooperatif yaklaşım modeli ile örnek oldu.

 

Pécs


 

Pecs, Batı Macaristan'ın en büyük şehri. Pecs, ayrıca Katolik Piskoposluk ve bir üniversite şehri. Bu yüzden de şehirde yıl içinde pek çok festival düzenleniyor.

 

Pecs, Avrupa Kültür Başkenti seçildiğinde, bu, kamuoyunda şaşkınlık yarattı. Avrupa'da çok bilinmeyen bu kentin, bu unvanı alması aslında çok da tesadüf değil. 9 farklı etnik grubu içinde barındıran şehrin tarihi ve mimari mirasında bu halkların etkisini görmek mümkün. 160.000 nüfusa sahip şehir tarihi ile biliniyor. Özellikle tarihi kent merkezi eski bir Roma yerleşkesi olduğu için, şehir 2000 yılında UNESCO tarafından dünya mirası listesine alındı.

 

Pecs, Avrupa Kültür Başkenti seçildiğinde toplam 350 kültür programının yapılacağı ve yıl sonuna kadar da 300.000 turistin gelmesi bekleniyordu.

 

Pecs, Avrupa Kültür Başkenti unvanı almasıyla birlikte, ekonomisini kültürel odaklı geliştirmek adına da önemli bir fırsat yakalamış oldu.

 

Avrupa Kültür Başkenti programıyla, kentsel karakterinin yeniden keşfedilmesi, daha yaşanılabilir bir çevre yaratılması ve kamusal alanların değerlendirilmesi amaçlandı.

 

Yatırım projelerinin esas amacı da, uygun boyutlarda kültürel ve sanatsal alanlar yaratmak oldu.

Arkitera, Kaynak: İstanbul 2010 AKB Ajansı, Wikipedia, Pecs 2010 Avrupa Kültür Başkenti, Ruhr 2010 Avrupa Kültür Başkenti , Derleyen: Dilek Öztürk, 22.12.2010



******


İSTANBUL 2010 RANT BAŞKENTİ

 
CHP İstanbul İl Başkanı Berhan Şimşek, "İstanbul 2010  Avrupa Kültür Başkenti Ajansı" kapsamında yapılan yolsuzlukları belgeleriyle bir bir ortaya koydu. CHP İstanbul İl Başkanlığı Binasında bir basın toplantısı düzenleyen Şimşek, ajanstan aktarılan paraların eşe dosta gittiğine dikkat çekerek, ihalelerin, aktarılan bütçelerin internetten yayınlanmamasını eleştirdi, şeffaf olunması gerektiğini söyledi.   Ajansın 2010 yılı bütçesinin 510 milyon TL olduğuna dikkat çekerek, 2008 yılında çıkan bir yasayla İstanbul sınırları içerinde benzin veya motorin alan yurttaştan bütçeye para aktarıldığını kaydetti. Şimşek, "Benzinin litresinden bir kuruş, motorinin litresinden de  1.5 kuruş yurttaşın cebinden çıkıyor. aradan iki buçuk yıl geçti peki bu paralar nerede? nerede topandı?" diye konuştu. Bu kadar  büyük bir bütçeye sahip ajansı bakanların müfettişlerinin denetlediğini belirten Şimşek, yani patron emrindeki müfettişe diyor ki, benim şirketimi denetle. bir müfettiş düşünün kendi patronunun şirketini denetleyecek ve sağlıklı bir denetim yapacak. Ajansı denetleme hiç bir yasaya bağlı değil ki" dedi.

İşte ortaya konulan yolsuzluklar:

Ajansın Genel Sekreteri Yılmaz Kurt: Aynı zamanda Türk İdareciler Derneği Üyesi. Derneğin yayın organı olan derginin de editörü. Ajanstan dergiye reklam adı altında kaynak aktarıldı.

Büyükşehir Belediyesi Kültür A.Ş adına Avukat Numan Güze: Kendisi Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın avukatı. Ajans bütçesinden 700 bin TL aktarıldı. Çete kurmak suçundan aranıyor.

Ajansın Yürütme Kurulu Üyesi İsrafil Kurulay: Ajans üzerinden kaynak aktarıldı. Aktarılan kaynağın küçük bir kısmı bile 100 bin TL'yi buluyor.

Ankara Çankaya AKP Belediye Başkan Adayı Bülen Akarcalı: Şirketi ARGOS Kültür Sanat A.Ş'ye 300 müzik akademisi için 300 bin TL kaynak aktarıldı.

Müzik Akademisi'nde kaç kişinin eğitildiğinin akademinin ne yaptığının belli olmadığını söyleyen Şimşek, akıllara durgunluk verecek bir mükerrer kararlar alındığını ifade etti.  Yönetim Kurulu kararıyla bir projeye 2 milyon TL katkı sağlanması için karar alındığını belirten Şimşek, bu rakamın daha sonra 2 milyon 600 bin TL'ye çıkarıldığını kaydetti. iki kararında aynı tarihte alındığına işaret eden Şimşek, Kamuoyu araştırması yapan GENAR Şirketi'ne de bütçe ayrıldığını ifade etti. Şirkete bütçe desteği kararının dördüncü çeyrek kamuoyu araştırmasında AKP'yi birinci parti olarak gösterdiği hafta verildiğini aktaran Şimşek, şunları söyledi:

Yine bir kararda 1 milyon 200 bin liralık ödeme, mükerrer karar yoluyla 1 milyon 400 bin TL'ye çıkarılıyor. Ajansın bir Edebiyat Yönetmeni var. İsmi Ahmet Kot. Ahmet Kot Kültür Bakanlığı'nda ihale yasaklısı. Bu isim, ajansın bütçe desteği verdiği film projelerinin yapımcısı şirketlerin gizli ya da açık ortağı. Şimdi soruyoruz, Ahmet Kot'un oğlu Yusuf Kot'a ajanstan verilen projeler üzerinden ne kadar kaynak sağlanmıştır? Çünkü Yusuf Kot, Cafcaf Dergisi'nin Yazıişleri Müdürü ve çizeri. Derginin yayıncısı olan Küresel İletişim Medya Yayıncılık'a; Asım Gültekin adıyla verilen ve daha sonra mizah dergisi diye değiştirilen 'İstanbul Gülümsüyor Projesi'ne 500 bin TL bütçe desteği verildi. Şimdi soruyoruz, Kendi yönetmenliğini yaptığı bölüme sunulan projelerden oğluna kaynak aktarıldı mı?"

"Başbakan'ın Danışmanı Cüneyt Zapsu'nun kurucusu olduğu Genç Hayat Vakfı'nın ajansa sunduğu 'Sokağımdan Tarih Yazıyorum' projesine 90 bin TL aktarıldı mı? diyen  Şimşek, ajansta Deniz Feneri'ne kadar uzanan ilişkiler olduğuna dikkat çekti. Deniz Feneri Davası'nda yargılanan Akut Zahid Akman, Zekeriya Karaman ve İsmail Karahan'ın  Andabarter Anonim Şirketi'nde ortak olduklarının vurgulayan Şimşek, Osman Özsoy'un da etkinlikler direktörü iken görevinden alındığını Cineplus Film Müzik Reklam Şirketinin eski isminin de İstanbul Organizasyonu olduğunu belirterek, "Ajans, Cineplus Şirketine 'Ah Güzel İstanbul' adlı film projesi için 1 milyon 600 bin TL bütçe desteği verdi mi" diye sordu. Vergi borcu içerisinde yaşamını yitiren bir sanatçıdan da söz eden Şimşek, sanatçının eşine stüdyo kurması için para aktarıldığını da sözlerine ekledi.

Mükerrer kararla kaynak aktarmalarının eşe dosta peşkeş çekildiğini söyleyen Şimşek, ajansın 2010  yılında gerçekleştirdiği projeleri de eleştirdi: " 588 proje, 9 bin 500'ü aşkın etkinlik, 35 yarışma, 52 festival, 84 restorasyon, 32 ülkede 183 tanıtım etkinliği,...yapılmış." Bu kadar etkinlikle İstanbul'a gelen  turist sayısının artması gerekirken azaldığını belirten Şimşek, 2009 yılının ilk on ayında 6 milyon 370 turist gelmişken, bu yıl 5 milyon 940 bin turistin geldi" dedi.

Birgün, Haber: Elçin Yıldıral, 23.12.2010

 

******


KÜLTÜR BAŞKENTLİĞİ GİDİYOR AMA TARTIŞMALAR KALICI GİBİ

 

Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, İstanbul'un ''Avrupa Kültür Başkenti'' olmasının maliyetiyle ilgili olarak, ''Basında çıktığı kadar abartılı rakamlar değil. Kaldı ki, Maliyenin verdiği bütçenin yüzde 70'i, son dönemde yüzde 60'ı tümüyle restorasyon çalışmalarına ayrıldı. Tanıtma ve kültür sanat etkinlikleri, biraz daha daha az orandaydı. Yani kalıcı işlere çok para ayrıldı'' dedi. Günay, Büyük Tiyatro fuayesinde düzenlenen ''Cüneyt Gökçer... Ustamız'' adlı fotoğraf sergisinin açılış töreninden ayrılırken, bir gazetecinin ''İstanbul'un 2010 Avrupa Kültür Başkenti olmasının Türkiye'ye ve İstanbul'a ne kattığına'' yönelik sorusunu yanıtladı.

İstanbul'un çok büyük bir şehir olduğunu ifade eden Günay, ''Balkan ülkelerinin neredeyse tamamına yakın nüfusu var. Avrupa Kültür Başkenti etkinlikleri, çok yoğun bir programa dayandı gördüğüm kadarıyla. Ama İstanbul, aynı sıfatı Macaristan'da Pecs, Almanya'da Essen şehriyle bölüştü. Bu şehirler İstanbul'un semtleri kadar. Orada tabii ne yapsanız sahnede görünüyor, ama İstanbul'da inanılmaz bir yoğunluk, yaşam kargaşası var, büyük bir nüfus artışı var. Ama bazı şeyler, belki yeteri kadar insanların günlük hayatı içinde görünmemiş olabilir. Yoğun bir sanat takvimi vardı'' dedi. Bu kapsamda çok sayıda restorasyon, tarihi mekanları ayağa kaldırma girişimi başlattıklarına işaret eden Günay, ''Bu dönem bir kısmı devam ediyor, devam edecek. Bir anlamda Avrupa Kültür Başkenti sıfatı bize İstanbul için yapmamız gereken ne kadar çok şey olduğunu bir daha hatırlattı, öğretti. Bir sonuç değil bir başlangıç oldu. Bundan sonra o İstanbul Kültür Başkenti aynasını sürekli olarak İstanbul'a ve kendimize tutacağız ve yolumuza devam edeceğiz'' diye konuştu.

Günay, ''İstanbul'un Avrupa Kültür Başkenti olmasının maliyeti'' ile ilgili soruyu da ''Bu hesapları daha çok Koordinasyon Kurulu Başkanı arkadaşım var, o biliyor. Ama basında çıktığı kadar abartılı rakamlar değil. Kaldı ki Maliyenin verdiği bütçenin yüzde 70'i, son dönemde yüzde 60'ı tümüyle restorasyon çalışmalarına ayrıldı. Tanıtma ve kültür sanat etkinlikleri, biraz daha az orandaydı. Yani kalıcı işlere çok para ayrıldı'' diye yanıtladı.

Avdagiç'ten kınama
İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti (AKB) Ajansı Yürütme Kurulu Başkanı Şekib Avdagiç, CHP İstanbul İl Başkanı Berhan Şimşek'in iddialarına ilişkin AA muhabirine yaptığı açıklamada, iddiaların geneline bakıldığında ya ciddi bir bilgisizlik ya ciddi bir kasıt ya da her ikisinin birden olduğunu öne sürdü. ''Türkiye'nin anamuhalefet partisinin ülkenin en büyük şehrinde il başkanlığı yapan ve bir dönem milletvekilliği yapan bir kişinin bu kadar hatalı, gerçekleri yansıtmayan konularla kamuoyunun karşısına çıkmasının ve bu konuda canla başla görev yapan kişileri rahatlıkla karalayabiliyor olmasını kınadığını'' belirten Avdagiç, sözlerini şöyle sürdürdü:
    
''Kısıtlı zamanda bir araya gelen bir kadro, belli bir zamanda belli projeleri gerçekleştirmeye çalıştı. İşimizi doğru yapmaya çalıştık, hiç hata yapmamak durumunda olduk. Üzüntü verici bir yaklaşım var. Yapıldığı iddia edilen projelerin bir kısmı yapılmış değil. Belirtilen isimlerin bir kısmı hiç bizim portföyümüzde yok. Dolayısıyla çok içler acısı bir açıklama.''
    
Avdagiç, iddialarda adı geçen Numan Güzey'in İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür ve Sosyal İşler Daire Başkanı olduğunu belirtti. Belediye adına Almanya'da ''Eş Zamanlı Koşutluk Karşıtlık'' adlı bir proje yaptıklarını, bu projenin başvurusunda projeyi yürüten birim olarak İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür ve Sosyal İşler Daire Başkanlığı adına Numan Güzey'in kurumunu temsilen ismini koyduğunu anlatan Avdagiç, şunları kaydetti:

''İstanbul Büyükşehir Belediyesi ile birlikte yapılan bir projede, bir şahsa para aktarıldığını söylemek ciddi bir cahillik ya da kasıttır. Bu kadar işin özünü incelemeden iddiada bulunmak, hem ajansa karşı hem de ismi gündeme gelen kişiye karşı büyük bir haksızlık ve art niyet. Belediye ile birlikte yaptığımız bir proje var. Bu projeyi de Kültür A.Ş. marifetiyle yaptık. Bu proje övünç duyduğumuz, Berlin'de çok ses getiren bir proje olmuştur. Böyle bir projeyi bu şekilde gündeme getirmek ciddi bir basiretsizlik.''

Avdagiç, Bülent Akarcalı ile ilgili iddialarda söz edilen 300 bin TL'lik Müzik Akademisi projesinin, İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı'nın kayıtlarında bulunmadığını anlattı.

  
Avdagiç, İstanbul 2010 AKB Ajansı ile Deniz Feneri Derneği'ne uzanan ilişkilerin bulunduğu iddialarıyla ilgili de ''Hepimiz Adem Peygamber'e uzanıyoruz. Arkadaşların bu konudaki becerilerini hayranlıkla, hayretle ve esefle izliyorum. Bizimle bir dönem çalışmış olan bir arkadaşın, belli dönemlerde o davada ilişkisi olan birileriyle iş ortaklığının olması bizi hiç ilgilendirmiyor. Biz ajansta çalışan arkadaşların, ajansta çalıştığı dönemdeki işlerine, ilişkilerine ve projelerine bakarız. Onun dışındakiler bizim ilgi alanımız içinde değil'' diye konuştu. İddialarda ismi geçen Ahmet Kot'un ajansın yönetmeni olduğunu belirten Avdagiç, şunları kaydetti:

''Ahmet Kot ile ilgili bir problem varsa, olumsuzluk varsa bununla ilgili cevap veririz. İşin acı tarafı Berhan Şimşek iddiayı gündeme getirirken 'Sanırım Ahmet Kot'un eşi' sıfatını kullanıyor. Birine bir töhmette bulunuyorsunuz ve sanırım ifadesini kullanıyorsunuz. Ne kadar vahim bir durum. Bu kadar mı kolay insanları karalamak? Ajansta çalışan herkes gibi, Ahmet Kot'un da ajanstan herhangi bir iş, bir ihale alması söz konusu bile değil. İhale de almamıştır. Burada gündeme gelen bir proje var. 'İstanbul Gülümsüyor' diye bir proje gelmiş ve biz de kabul etmemişiz. Bize gelen ama kabul edilmeyerek kaynak aktarılmayan projenin gündeme getirilmesi, ciddi bir bilgisizlik ve karalayıcı bir yaklaşım. Ahmet Kot'un eşinin 2010 Ajansı ile hiçbir bağlantısı yoktur.''
        
''2009 yılından 2010 yılına girerken, CHP'nin 2010 projesini karalayıcı açıklamalarda bulunduğunu öne süren Avdagiç, şöyle devam etti:

''Yaptığımız 600 projenin arkasında duruyoruz ama bizimle ilgili bir yıl önce birtakım suçlamaları gündeme getirenler ortalıkta yoklar, ne icraatlarıyla ne iddialarıyla... Bir yıl sonra görevden alınma öngörüsü içinde beklentisi olan birinin bu durumu kamufle etmek için birilerine suçlama yöneltmesine asla şahsım ve kurumum adına müsaade etmeyeceğim. Benim şahsıma, kurumuma, kurumumda çalışan arkadaşlarıma haksız töhmette bulunanlar mutlaka bunun bedelini ödeyeceklerdir, yüce Türk adaletinin önünde bunun karşılığını göreceklerdir. Bu iddialarla ilgili hiç kimse 'Çamur at izi kalsın' lüksüne sahip değildir, CHP İl Başkanı bile olsanız. Bu konuda kim olursa olsun, haksız suçlamada bulunan herkesle ilgili sonuna kadar mücadele edeceğimiz açıktır.''
         
''Benim üzüldüğüm milletvekilliği yapmış birinin, bu kadar bilgisiz, bu kadar donelere bağlı olmayan bir iddiada bulunması'' diyen Avdagiç, şunları kaydetti:
    
''Daha kamuda kaynakların nasıl aktarıldığını, 4 defa bütçe görüşmelerine katılan biri olarak bunu algılayamadığını üzülerek görüyorum. Biz CHP Genel Başkan Yardımcısı Gürsel Tekin'e de il başkanı olduğu dönemde, 2010 yılına girerken brifing verdik. Memnuniyetle karşılandı ve bütün sorulara cevap verdik ama buna rağmen, olmayan kaynakların hesabının sorulması... Kendisini küçük düşüren açıklamaları var. Ne kültür başkentliği ne de spor başkentliği projesiyle ilgisi var. 2007 yılında çıkan kanun gereği bizim 6 ay daha süremiz var. Ek bir kanuna ihtiyacımız yok. 2007 yılında çıkan karar internette var. Ajansın 2011 yılının Haziran ayında fesh olacağı yazıyor. Bunu okumadan, incelemeden, böyle bir töhmette bulunmalarına üzülüyorum. Bir siyasi kurumun Türkiye'nin en büyük ilinde görev yapan başkanının bu kadar bilgisiz olmasını ya bilgisizliğe ya da kasta bağlıyorum. Spor başkentiliği ile hiçbir organik bağımız yok. Bizim bütün bütçe rakamlarımız internet sayfamızda yayınlanıyor. İl başkanı, milletvekilliği yapmış biri Türkiye'de kamu kaynağı kullanan kurumların nasıl teftiş edildiğiyle ilgili en temel bilgilerden yoksun. Bu konuda da bilgi isterse, bilgi veririz.''

Gündeme gelen konuların kendileri açısından herhangi bir usulsüzlük içeren konular olduğunu, bir kısmının gerçek olmayan, bir kısmının da çarptırılarak kamuoyunun kafasını bulandırmaya yönelik açıklamalar olduğunu ifade eden Avdagiç, ''Bununla ilgili hukuki süreci kesinlikle gündeme getireceğiz'' dedi.

    
Yürütme kurulu üyesi Vecdi Sayar ile ilgili iddiaya da değinen Avdagiç, ''Vecdi Sayar, danışman olarak içinde bulunduğu projeden yürütme kurulu üyeliğine atanır atanmaz ilişkisini kesmiştir. Proje, müellifi tarafından realize edilmiştir. 'Altın Yollar' projesi, 2010 yılı içinde gerçekleştirilen başarılı bir proje olmuştur. Vecdi Sayar'ın isminin bu iddialarda yer alması üzüntü verici.

Ajansın en üst düzeyinde görev yapan Yılmaz Kurt'un bir dönem editörlüğünü yaptığı dergiye para aktarıldığı yönünde iddiaların da bulunduğunun hatırlatılması üzerine Avdagiç, ''İdarecinin Sesi, adlı dergi İçişleri Bakanlığında üst düzey görev yapan kişilerin çıkardığı bir dergi. Yılmaz Kurt, ajansta görev başladığında oradaki görevinden ayrıldı. Biz genel olarak medyaya yaptığımız destek kapsamında bu dergiye son derece mütevazi bir destek verildi. Bunun karşılığında dergide ajansın çalışmalarıyla ilgili bilgiler yer aldı. Birçok diğer dergiyle yaptığımız sıradan bir iş'' yanıtını verdi.

Yürütme Kurulunda görev yapan İsrafil Kuralay ile ilgili de iddiaların olduğunu ifade eden Avdagiç, ''İsrafil Kuralay, ismen hiçbir projemizde yer almamıştır. Yürütme kurulu üyesi olmadan önce ortağı olduğu şirket yapılan açık ihale sonunda bizim kitap basım işimizi almıştır. İsrafil Bey, yürütme kuruluna atandıktan sonra ajansla hiçbir ticari ilişkiye girmemiştir. O kaynak İsrafil Bey'e aktarılan bir kaynak değildir. Yapılan açık ihalede 5'ten fazla teklif alınmıştı. O dönem en uygun teklif veren firma kendisinin de ortak olduğu firmadır. Rutin bir satın alma işini de bu şekilde sunmak da çok kasıtlı ve kötü niyetli bir yaklaşım'' dedi.

Yapı, 23.12.2010

KÜLTÜR MİRASI GÖNÜLLÜLERİNİ ARIYOR

 

Arkeologlar Derneği İstanbul Şubesi, “Kültürel Mirası Katılımcı Koruma Modeli Projesi”ne imza atıyor.

Bu çalışma Sivil Toplum Diyaloğu İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Hibe Programı kapsamında hibe almaya hak kazanan 11 projeden biri oldu. Projede, İstanbul Üsküdar’da kültür mirasıyla ilgili bilinçlendirme ve bilgilendirme faaliyetlerinin düzenlenmesi, kültür varlıklarının semt gönüllüleri yoluyla izlenmesi, bilgi ve ihbarların internet adresi üzerinden ilgili mercilere iletilmesi hedefleniyor. Katılımcı koruma modelini oluşturmayı amaçlayan projede Atlas Dergisi ve İstanbul Üniversitesi Prehistorya Anabilim Dalı iştirakçi kurum olarak yer alıyor. Projenin uygulaması gönüllülerin aktif katılımıyla gerçekleşecek. Gönüllü olmak isteyenlerin www.arkeologlardernegist.org adresindeki formu doldurması yeterli.

Hürriyet Seyahat, 20.12.2010

TABYALARDA ÇAĞDIŞI GÖRÜNÜM

 

 

Kahraman Türk kadını Nene Hatun anısına, “Nene Hatun Tarihi Milli Parkı” olarak ilan edilen Aziziye ve Mecidiye tabyaları, tarihe tanıklığıyla değil, içler acısı haliyle dikkat çekiyor. Bakanlar Kurulu kararıyla “Milli Park” ilan edilen tabyalarda, birkaç tabela ve çöp tenekesi dışında hiçbir düzenleme göze çarpmazken, eşsiz mücadelelere tanıklık eden söz konusu savunma hatları, şimdilerde sahipsizliğe ve bakımsızlığa terk edilmiş durumda.

2873 Sayılı Milli Parklar Kanunu kapsamına alınarak “Milli Park” ilan edilen tabyalar için geçtiğimiz yıl başlatılan Gelişim Planı çalışmalarının hangi aşamada olduğu bile bilinmezken, tabyalar içerisine yerleştirileceği açıklanan ziyaretçi tanıtım ve simülasyon merkezinden ise, henüz bir haber yok. Tabyaların tanıtımının yapılacağı giriş kontrol ve tanıtım merkezi ile seyir terasları gibi donatıların kurulup kurulmayacağı bilinmezken, tabyaların iç kısmında herhangi bir düzenleme yapılıp yapılmayacağı da, merak edilen hususların başında geliyor. Duvar yazılarıyla dolu iç bölümler, tabyaları ziyaret için gelen yerli ve yabancı turistleri şaşkına çevirirken, Erzurum’un sahip olduğu bu eşsiz eserlerin niye bu halde olduklarına ise, akıl sır erdirilemiyor.

Bilimsel ve estetik bakımdan milli ve milletlerarası ender bulunan tabii ve kültürel kaynak değerleri ile koruma, dinlenme ve turizm alanlarına sahip, tabiat parçalarını kapsayan çok önemli koruma statüsüne sahip olan “Milli Park”lar, bulundukları yörelerin tanıtımına büyük katkılar sağlarken, Erzurum’daki Aziziye ve Mecidiye tabyalarının mevcut haliyle nasıl bir misyon üstlenecekleri kestirilemiyor.

“Milli Park” ilan edilmiş olmasına rağmen tek bir görevlinin dahi bulunmadığı Aziziye ve Mecidiye tabyalarında, tarihi dokunun uğratıldığı zarar da dikkatlerden kaçmıyor. Giriş ve çıkışların kontrol edilememesi nedeniyle dileyen herkesin adeta at oynatabildiği tabyalarda, kireçle yapılan badanadan, duvarların kazılması suretiyle yazılan yazılara varıncaya kadar, olumsuz birçok görüntüye rastlanıyor. Ayrıca Milli Park ilan edilen alanlarda Kültür ve Turizm Bakanlığı’nca görevlendirilmiş alan kılavuzlarının bulundurulması gerekirken, Nene Hatun Milli Parkı’nda ise, sadece uyarıların bulunduğu iki tabelanın dışında bilgilendirilmeye yönelik herhangi bir adıma rastlanamıyor.

Milli Park ilan edilen Aziziye ve Mecidiye tabyalarını ziyaret eden vatandaşlar, gördükleri manzara karşısında neye uğradıklarını şaşırırken, Erzurum’un, tarihi eserlerine karşı gereken hassasiyeti göstermemesinden şikayetçi oluyorlar. Aziziye ve Mecidiye tabyalarının, eşi görülmemiş savunma hatları arasında olduğunu vurgulayan vatandaşlar, “İstanbul’da yerin altındaki sarnıçlar bile bugün müze ve galeri olarak kullanılabilirken, Erzurum’da yerin üstündeki bu muazzam eserler adeta harcanıyor.” dediler.

Erzurum Gazetesi, Haber: Samet Özünal, 20.12.2010

FRİG VADİSİ'NDE ANTİK YÜRÜYÜŞ YOLU TURİZMİ BAŞLIYOR

 

Frig uygarlığının izlerini taşıyan Afyonkarahisar, Eskişehir, Kütahya ve Ankara illeri arasındaki bölge, “antik yürüyüş turizmi” ile atılım yapmaya hazırlanıyor.

Literatürde Frig Vadisi olarak bilinen bölgedeki yollarda, tarihi eserlerin görülebileceği yürüyüş parkurları belirlenerek bu parkurlar, uluslararası standartlara uygun olarak işaretleniyor. Bu çalışmalar, Afyonkarahisar’ın da aralarında bulunduğu, Frig Vadisi’ndeki iller tarafından yürütülüyor. Bu kapsamda, Seydiler (Afyonkarahisar), Yazılıkaya (Eskişehir), İncik (Kütahya) ve Gordion (Ankara) arasındaki antik yollar belirlenerek birleştiriliyor; yürüyüş rotası, bilgilendirme levhaları ile donatılıyor. Böylece, doğa yürüyüşçülerine ve kültür turizmi amacı ile bölgeye gelecek ziyaretçilere yön gösterecek bir sistem kuruluyor. Projenin, hem Frig uygarlığının hem de yörenin tanıtımına katkıda bulunacağı düşünülüyor. Çalışmalara Frigya Kültürel Mirasını Koruma ve Kalkınma Birliği (FRİGKÜM) yön veriyor.

Hürriyet Seyahat, Haber: Sebahattin Atmaca, 20.12.2010

ERMENİ MİMARLAR SERGİSİ TARİHÇİLERİ BÖLDÜ



 

İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti etkinlikleri kapsamında sergideki Ermeni mimarlar tarafından inşa edildiği belirtilen bazı binaların başka mimarlara ait olduğu iddia ediliyor.

 

Osmanlı arşivlerinde inşa kayıtlarına ilişkin binlerce belge bulunduğunu, sanat tarihçileri Osmanlıca bilmedikleri için bu belgeleri değerlendiremediğini söyleyen Yrd. Doç.Dr. Selman Can, "Birçoğu Balyan ailesine ait olduğu öne sürülen yapıların gerçek mimarları kayıtlarda farklı.

Balyanlar 19. yüzyılın en büyük müteahhit ailesi olarak yaşadı, yaptıkları yapıların da büyük kısmı farklı mimarların eseri." dedi. Can'ın verdiği bilgilere göre Balyan ailesi üyelerine ait olduğu öne sürülen eserlerin arşiv kayıtlarındaki gerçek mimarları şöyle: Sultan 2. Mahmut Türbesi (Mühendis Abdülhalim Efendi), Bayezit Yangın Kulesi (Seyyit Abdülhalim Efendi), Rami Kışlası (Seyyit Abdülhalim Efendi), Ortaköy Camiisi (Seyyit Abdülhalim Efendi), Mecidiye Kışlası (İngiliz William James Smith), Mekteb-i Harbiye (W. James Smith), Yıldız Hamidiye Camiisi (Rum Nikolaki Kalfa, Sarayburnu Antrepoları (Alman August Jasmund), Baltalimanı Sahil Sarayı (İtalyan Gaspare Fossati).

 

Sanat tarihçisi Süleyman Faruk Göncüoğlu, bu eserlerin imparatorluk mimarisi olduğunu belirterek, "Bu mimarlar Ermeni, Rum, Laz, Süryani mimarlardır diyerek Osmanlı mimarisindeki eserleri sınırlandırmak, medeniyet olgusunu algılamamış olmaktan kaynaklanır." dedi. Prof.Dr. Selçuk Mülayim, Balyan ailesi üyelerinin bir kısmının müteahhit, bir kısmının kalfa olduğunu belirterek, kimin olursa olsun bu eserlerin Osmanlı kimliğini yansıttığını söyledi. Prof.Dr. Suphi Saatçi de Balyanlar'ın mimarlıktan çok müteahhitlik yaptıklarını kaydederek "Bahsi geçen eserlerin mimarları kendileri değildir. Müteahhit olarak öne çıktılar ve Osmanlı vatandaşı olarak bu topraklara hizmet ettiler. Söz konusu eserlerin gerçek mimarlarının kim olduğu konusu tartışılmalı ve kimse bundan korkmamalı." dedi. Yrd. Doç.Dr. Ahmet Ersoy ise 19. yüzyıl Osmanlı mimarisini veya kültürünü Osmanlı Rum ve Ermenilerinden temizlemeye çalışmanın sağlıksız bir yaklaşım olacağını söyleyerek Balyanlar'ın çoğu binalarında hem müteahhit hem de tasarımcı olarak görev yaptıklarını belirtti.

Zaman, 20.12.2010



******


SON DÖNEM OSMANLI MİMARİSİ TARTIŞMASI

 

 

Son dönem Osmanlı mimarisi ve sanatı üzerinde çalışmaları bulunan, Atatürk Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Temel Eğitim Bölümü Kuramsal Anabilim Dalı'nda görevli Yrd. Doç.Dr. Selman Can, İstanbul'un son dönem mimari mirasının Ermeni ve Rumlara mal edilmeye çalışıldığını söyledi.

AA muhabirinin görüştüğü Can, Osmanlı arşivlerinde imar ve inşa kayıtlarına ilişkin binlerce belge bulunduğunu, Türkiye'de sanat tarihçilerinin Osmanlıca bilmedikleri için bu belgeleri değerlendiremediğini anlattı. Kendisinin uzun yıllardır Osmanlı arşivlerinde bu konulara ilişkin çalışma yaptığını bildiren Can, İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti etkinlikleri kapsamında, 19. yüzyıl sonu, 20. yüzyıl başında İstanbul'da yaşayan 40 Ermeni mimar tarafından yapıldığı öne sürülen 100 binanın fotoğraflarının yer aldığı ''Batılılaşan İstanbul'un Ermeni Mimarları Sergisi'' açıldığını hatırlattı.

Osmanlı arşiv belgelerine göre, birçoğu Balyan ailesine ait olduğu öne sürülen yapıların gerçek mimarlarının kayıtlarda farklı olduğunu kaydeden Can, şunları söyledi:
''Benzer bir proje Rumlar için de yapıldı. İstanbul'un mimari mirası Ermeni ve Rumlara mal edilmeye çalışılıyor. Bu bilinçli bir adım. Zira uzun zamandır aynı konular üzerine çok sayıda etkinlik düzenlenmekte. Toplumsal bellek belirli konularda şartlandırılıyor. Bu projelerin neden üçüncü ayağı İstanbul'un Türk mimarları değil? İstanbul'da Türklere ait hiçbir yapı yok mu? Projeye destek verenlerin bu soruyu kendilerine sormalarını isterim''.

''Batılılaşan İstanbul'un Ermeni Mimarları Sergisi'nin gerçekleri yansıtmadığı için yanlış olduğunu savunan Selman Can, Osmanlı mimarlığının 19. yüzyıl içerisinde gerçekleştirdiği en radikal değişimin, 'bina eminliği' uygulamasından 'münakasa' sistemine geçiş olduğunu anlattı.

'Açık eksiltme' anlamını taşıyan münakasa ile yapıların ihaleye çıkarılarak müteahhitler eli ile inşa edilmeye başlandığını bildiren Can, ''Bu dönemde sermaye birikimleri ile Ermeni ve Rumlar, bu ihalelerin büyük kısmını alırlar. Özellikle Balyan ailesi üç nesil halinde bu müteahhitliği yürütmüştür. Osmanlı'nın bir milyon altın sermayeli ilk resmi inşaat şirketi de Balyanlar'ındır'' diye konuştu.

Can, Balyanlar üzerine yazılan bilgilerin büyük kısmının bilimsellikten uzak olduğunu, Balyanlar'ın 19. yüzyılın en büyük müteahhit ailesi olarak yaşadıklarını ve yaptıkları yapıların da büyük kısmının farklı mimarların eseri olduğunu kaydetti.

Ermeniler açısından bakıldığında, 19. yüzyıl boyunca kendi cemaatlerini milli bir hedef doğrultusunda birleştirmek için yoğun çabalar sergilendiğinin görüldüğünü ifade eden Can, ''Yaptıkları işleri, çoğu zaman abartılı olarak tanımlayıp tasvir ederek reklamlarını yapmayı çok iyi başarmışlardır. Uluslararası destek alınarak Ermenilerin tarihsel geçmiş ve zenginliğine atıfta bulunulup özellikle etnik kökene vurgu yapılarak Ermeni sanatının Osmanlı toplumundaki ayrıcalığına dikkat çekilmiştir. Çok belirgin bir şekilde mimarlık, kimlik ve ulus kurma amacıyla, Ermeniler tarafından önemli bir araç olarak kullanılmıştır'' şeklinde konuştu.

Can, kısa bir süre sonra bu konulara ilişkin bilgi ve değerlendirmeleri kapsayan bir kitap çıkaracağını da sözlerine ekledi.

Yrd. Doç.Dr. Selman Can, Balyan ailesi üyelerine ait olduğu öne sürülen eserlerin, arşivlerden tespitlerine göre de gerçek mimarlarını da şöyle açıkladı:

''Sultan 2. Mahmut Türbesi, Garabed Balyan'ın değil, Mühendis Abdülhalim Efendi'nindir.

Bayezit Yangın Kulesi, Senekerim Balyan'ın değil Seyyit Abdülhalim Efendi'nindir.

Rami Kışlası, Kirkor Balyan'ın değil, Seyyit Abdülhalim Efendi'nindir.

Ortaköy Camisi, Nikoğos Balyan'ın değil, Seyyit Abdülhalim Efendi'nindir.

Mecidiye Kışlası (Taşkışla), Serkis Balyan'ın değil, İngiliz William James Smith'indir.

Mekteb-i Harbiye (Askeri Müze), Serkis Balyan'ın değil İngiliz William James Smith'indir.

Yıldız Hamidiye Camisi, Serkis Balyan'ın değil Rum Nikolaki Kalfa'nındır.

Sarayburnu Antrepoları, Simon Balyan'ın değil Alman August Jasmund'undur.

Baltalimanı Sahil Sarayı (Büyük Reşit Paşa Sarayı), Sarkis Balyan'ın değil İtalyan Gaspare Fossati'nindir.''

Sanat tarihçisi Süleyman Faruk Göncüoğlu da 19. yüzyıl sonu ve 20. yüzyıl başındaki eserlerin imparatorluk mimarisi olduğunu belirterek, ''Önce yapana değil yaptırana bakmak lazım'' dedi.

Osmanlı mimarisinin bir medeniyetin yansıması, bir medeniyet mimarisi olduğunu ifade eden Göncüoğlu, dünyadaki son medeniyetin Osmanlı medeniyeti olduğunu kaydetti. Bundan sonrasındakilerin ise kültür hegemonyası olduğunu savunan Göncüoğlu, ''Bu değerlendirmeden yola çıkacak olursak, 'Bu mimarlar Ermeni, Rum, Laz, Süryani mimarlardır' diyerek Osmanlı mimarisindeki eserleri sınırlandırmak, kategorize etmek, medeniyet olgusunu algılamamış olmasından kaynaklanır. Bugünkü kültür hegemonyası içerisinde bir medeniyet mimarisi ve bir Osmanlı mimarisi değerlendirilmeye çalışılıyor. Bunu bir bilimsel cahillikle ifade edebiliriz'' şeklinde konuştu.

Bugünkü İstanbul mimari tarihine bakıldığında, Seyyit İsmail Zühtü Altunizade'nin koordinatörlüğünde yapılmış binalar sergisi de yapılabileceğini, bugün 'Ermeni mimarları tarafından yapıldı' denilen yapıların büyük bir kısmının bu insanın koordinasyonuyla gerçekleştirildiğini belirten, Göncüoğlu, şunları kaydetti:
''Yani, dönemin mimari zevk algılayışı, devletin talebi, yönetimin zevk anlayışı görmezden gelinerek tek bir boyuta indirmek, 19. yüzyıl Osmanlı mimarisine yapılmış en büyük fikri darbelerden biridir. İstanbul siluetine baktığımızda, 16. yüzyıla ait Mimar Sinan'ın eserlerini görürüz. 19. yüzyıl Osmanlı yapılarına baktığımızda bugün Düyunu-i Umumiye yani İstanbul Erkek Lisesi binası, Haydarpaşa Hastanesi, Şişli Etfal Hastanesi, Cibali Tekel binası -şimdi Kadir Has Üniversitesi oldu- hep Sultan 2. Abdülhamit dönemi eserleridir.

Selman Can Bey'in belgeleri tamamen doğrudur. Katılıyorum çünkü arşiv belgeleri üzerine görüşünü ifade etmektedir. En büyük hata şuradadır; biz Osmanlı mimarisinin, Osmanlı medeniyeti içerisinde oluşturulmuş bir mimarlık zenginliği anlayışı olduğunu fark edemezsek, bir imparatorluk mimari algısını göremeyecek kadar cahilane bir şekilde sıradanlaştırırız''.

Gelecek nesillere sağlıklı bilgiler bırakmak gerektiğini ifade eden Göncüoğlu, ''Bu bilgileri tamamen anlamsız bölümlere ayırarak, sahip olduğumuz tarihi mirası anlaşılmaz ve kavmiyetçilikle yüklü bir anlam içerisine sürükleyebiliriz. Bu tür sergiler bizim ne kadar zengin bir mimariye sahip olduğumuzun göstergesidir. Ama bunu sadece ırkı boyutlara, kavramlara indirirsek Osmanlı medeniyeti ve imparatorluk mimarisi anlayışını reddetmiş, kendi içerisinde fikri ikilem oluşturmuş oluruz. Bu da gereksiz tartışmalara yol açar'' dedi.

Marmara Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr. Selçuk Mülayim de Balyan ailesi üyelerinin bir kısmının müteahhit, bir kısmının kalfa olduğunu belirterek, ''Bir kısmının mimari eğitimleri de yoktur. Bence bu konuda arşiv belgelerini esas almak lazım. Aslında eser her kimin olursa olsun önemli değildir ama bunlar bence Osmanlı kimliğini yansıtan eserlerdir. Bu bağlamda mimarı önemli değildir. Ama sanat tarihçileri, uzmanlıkları gereği bunun mimarını, ustasını araştırırlar. Sonuç itibariyle bütün 19. yüzyıl mimarları yapılan Osmanlı kimliğinin bir göstergesidir'' diye konuştu.

Mimar Sinan Üniversitesi Mimari Restorasyon Bölümü öğretim üyesi Prof.Dr. Suphi Saatçi de ''Osmanlı yönetiminin yetenekli olan herkesi Bosnalı, Tebrizli, Şamlı, Halepli, Bağdatlı, İstanbullu yahut Tokatlı olması arasında bir fark gözetmeksizin aynı imkanı sağlaması ve insanları bu imparatorluğa hizmet edecek tarzda yetiştirmiş olmasıdır'' dedi.

Balyanların da bu toprakların insanı olduğunu ifade eden Saatçi, Balyanların mimarlıktan daha çok müteahhitlik yaptıklarını bildiğini kaydederek ''Bahsi geçen eserlerin mimarları kendileri değildir. Müteahhit olarak öne çıktılar ve Osmanlı vatandaşı olarak bu topraklara hizmet ettiler'' şeklinde konuştu.

''Bilim insanı her konuda konuşabilir, konuşma hakkına sahiptir. Kendisine zaten yetki veriliyor ki bu konuda görüşünü belirtsin'' diyen Prof.Dr. Suphi Saatçi, Balyan ailesinin mimar olup olmadıklarının ve bu söz konusu eserlerin gerçek mimarlarının kim olduğu konusunun tartışılmasından kimsenin korkmaması gerektiğini bildirdi. Saatçi, ''Bu konu ne bizden bir şey kaybettirir ne de onları üzer, bilimsel tartışma her zaman yarar sağlar. Fakat maalesef bizde takım tutar gibi olmuş. Herkes kendini belli bir fikrin içine hapsetmiş. Dolayısıyla sıkıntı oradan kaynaklanıyor. Aslında sıkıntı duyulacak bir konu olmaması lazım. Bilimde sıkıntı olur mu, ben bunu anlamış değilim'' diye konuştu.

Boğaziçi Üniversitesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç.Dr. Ahmet Ersoy da 19. yüzyıl Osmanlı mimarisini veya kültürünü Osmanlı Rum ve Ermeni'lerinden temizlemeye çalışmanın sağlıksız ve en hafif tabirle ön yargılı bir yaklaşım olacağını söyledi.

Ersoy, bu yaklaşımın akademik nesnellik ve tarihsel etik kıstaslarına da tamamen aykırı olacağını savunarak, şunları kaydetti:
''Başbakanlık, Topkapı veya Dolmabahçe Arşivi gibi kaynakları kullanan ve Osmanlı yazılı kaynaklarına biraz aşinalığı olan hiç kimse, Ermeni ve Rumların 19. yüzyıl Osmanlı inşaat sektöründe tasarımcı, uygulayıcı, müteahhit ve yatırımcı olarak çok odaklı ve merkezi bir rol üstlendiğini yadsıyamaz. Bu alanın en etkin ve üretken ailesi olan Balyanlar da çoğu binalarında hem müteahhit hem de tasarımcı olarak görev almışlardır. Buradaki esas sorun arşivlerin nasıl bir yöntem ve birikimin ışığında kullanıldığı, bu malzemenin nasıl bir yorum ve doğrulama süzgecinden geçirildiğidir. Zira arşivdeki ham bilgi, yüzeysel veya maksatlı bir okumayla rahatlıkla araştırmacının beklentilerine alet edilebilir ve ön yargılarına kurban edilebilir''.

Osmanlı dünyasında, tasarım ve uygulama eylemlerinin birbirinden net olarak ayrıştırılmadığını belirten Ersoy, terminolojideki bu belirsizliklerden dolayı Baylanlara atfedilen belli binalarda tasarımcının kim olduğu konusunda ihtilaflar olmasının doğal olduğunu ifade ederek, şöyle devam etti:

''Dönemin birçok binası için elimizdeki kaynaklara dayanarak tartışmasız olarak Balyanların müellifliğinden söz edebiliyor olsak da bazı binalar için uzun soluklu ve belki de sonuçları çoğu zaman belirsiz kalacak heyecanlı bir keşif sürecinden bahsetmek durumundayız. Ancak, 19. yüzyılda Hassa Mimarlar Ocağı'nın kapatılmasının ardından, devletin inşaat alanını merkezileştirme çabasının ürünü olarak ortaya çıkan Ebniye Müdürlüğü (1831) ve buna bağlı olarak ihaleleri koordine eden Ebniye Meclisi gibi kurumların müdürleri olan ve idari görevleri itibarıyla inşaat sektörünün üzerinde yapıcı etkileri olan Seyyid Abdülhalim Efendi veya Mühendis Abdülhalim Efendi gibi yöneticilerin isimlerinin inşaat ve ihale yazışmalarından teşhis edilip tasarımcı olarak tereddütsüzce ilan edilmesi maksatlı bir yanılgı, ya da en azından ciddi bir tarihsel gaftır''.
Yapı, Fotoğraf: Bayram Akçan, 20.12.2010

ÜÇ DİNİ HANÇER UCUNDA BULUŞTURAN MANASTIR

 

 

Akabe Körfezi’nin kuzeyinde üç önemli liman şehri kurulmuş: Taba (Mısır), Eilat (İsrail) ve Akabe (Ürdün). Körfez özellikle dalış meraklılarının gözdesi. Sina kıyılarındaki koylarına Sheraton, Hilton, Clup Med gibi büyük otel zincirlerinin tatil köyleri sıralanmış. St. Catherine Manastırı, Şarm El Şeyh’in oteller bölgesine karayoluyla 2,5 saat uzaklıkta. Yolu düzgün, ancak bıçkın şoförler nedeniyle tedbirli olmak gerekiyor. Manastır hergün binlerce turist ağırlıyor.

Dağların arasında, çorak bir vadiye gizlenen 1700 yıllık St. Catherine, UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde. Kuruluşundan beri kesintisiz işleyen en eski manastır. Kutsal kitaplarda tarif edilen, Hz. Musa’nın Sina Dağı’ndaki Yanan Çalı önünde ilk vahiyleri aldığı noktaya kurulmuş. Bu nedenle üç din için de kutsal mekan. Önce Bizans İmparatoru I. Konstantin’in annesi Helena küçük bir şapel yaptırmış. Sonra I. Jüstinyen bugünkü yapıyı inşa ettirmiş. Hz. Muhammed’in manastırı koruma altına almak için el basarak imzaladığı ahitname bugün yapıdaki müzede sergileniyor. İslamiyet’in yayılışından sonra, kalın surlarla çevrili bu manastır kompleksinin içine, yine koruma amaçlı bir de küçük Fatimi Camii inşa edilmiş, fakat kıblesi yanlış yapıldığı için hiç kullanılmamış.

Kuru çöl ortamı sayesinde manastır kütüphanesindeki çok önemli el yazmaları günümüze kadar ulaşmış. Yunanca, Arapça, Ermenice, İbranice, Gürcüce, Asurca ve eski Udi dilindeki kutsal el yazmalarının sayısının, Vatikan Kütüphanesi’ni geride bırakabilecek düzeyde olduğu söyleniyor. Kütüphane ziyarete kapalı. Belgeler Washington, D.C. Kongre Kütüphanesi’nce mikro filme aktarıp, araştırmacılara açılmış.


Dünyanın en eski iki İncil’inden biri Vatikan’da (Codex Vaticanus), diğeri St. Catherine’de. Manastırdaki 4’üncü yüzyıl ortalarında Antik Yunanca yazılmış. Metin, Hıristiyanlığın gelişim çizgisini takip açısından çok önemli. Çünkü, çok sayıda kutsal metin ilk kez bu kitapta bir araya getirilip bugünkü İncil oluşmuş.


Codex’in bir özelliği de tarihte bu boyutlarda üretilen ilk ciltli kitap oluşu. Bu, bir teknolojik sıçramaya işaret ediyor. O zamana kadar, ciltli kitaplar hep kısa metinler içeriyordu; uzun kitaplar ise ancak papirüs rulolarına yazılabiliyordu.

İncil’den geriye kalan parçalar, Alman araştırmacı Constantine Von Tischendorf tarafından 1844-1859 arasında incelenmek ve geri verilmek üzere parti parti alınarak Rusya’ya götürüldü. Fakat geri verilmedi. Bugün, parçaları Londra’daki British Library, Leipzig Üniversitesi Kütüphanesi, St. Petersburg’daki Rus Ulusal Kütüphanesi ve St. Catherine Manastırı arasında dağılmış durumda. Kitabın Rusya’da kalan 694 sayfalık en büyük bölümü, 1933’te nakit sıkıntısı çeken Stalin yönetimince British Library’ye satılmış. Metin 2009’da dijital ortama aktarılmış.(www.bl.uk / onlinegallery / sacredtexts / codexsinai.html)

Yapıda 5 ve 6’ıncı yüzyıllara tarihlenen, dünyanın en eski ikonalarını görmek mümkün. Bunlardan biri özenle korunuyor, flaşsız bile olsa fotoğrafının çekilmemesi isteniyor. Manastır yetkililerinin söylediğine göre bu ikona, Hz. Meryem’in Hz. İsa’yı emzirirken görüldüğü yegane kutsal resim.

Hürriyet Seyahat, Haber: Cahit Akyol, 20.12.2010

II. ABDÜLHAMİD'İN GÜMÜŞ TAKIMI 150 BİNE SATILDI

 

Alif Art Antikacılık A.Ş.'nin Osmanlı ve Karma Sanat Eserleri Özel Koleksiyonu Müzayedesi'nde, 80 bin TL'den açık artırmaya çıkan Sultan II. Abdülhamit'in tuğralı gümüş buhurdan (tütsülük) ve gülabdan (gülsuyu serpmek için kullanılan kap) takımı 150 bin TL'ye satıldı.

Ortaköy'de, Esma Sultan Yalısı'ndaki müzayedede, 4 özel koleksiyondan derlenen 392 eser sanatseverlerin beğenisine sunuldu. Müzayedede Şeker Ahmet Paşa'nın oğlu İzzeddin Bey'in 'Narlar ve Ayvalar' isimli tablosu 85 bin TL'ye alıcı buldu. 1960 yılında İsveç'in Sundsvall kentinde Alan Düzenlemesi Yarışması'nda birincilik ölülü alan heykeltıraş İlhan Koman ve Sadi Öziş'in birlikte tasarladığı sandalye ise, teklif usulü ile satışa sunuldu. Sanatseverlerin büyük ilgi gösterdiği eser, 45 bin TL'den alıcı buldu.

Akşam, 20.12.2010

GÜMÜŞKENT YERALTI KENTİ TEMİZLENDİKÇE TARİH GÜN YÜZÜNE ÇIKIYOR

 

Kapadokya bölgesinde yumuşak tüf kayalara oyularak önceleri sığınma amaçlı, daha sonra yaşam alanı olarak kullanılan Gümüşkent yeraltı kentinin, bölgenin önemli şarap üretim merkezlerinden biri olduğu öne sürüldü.

Gümüşkent Belediye Başkanı Mustafa Arıkan’ın verdiği bilgiye göre, yeraltı kentinin hemen giriş bölümündeki ekmek yapımında kullanılan ilkel fırın da, yine bölgedeki yeraltı kentlerinin bilinmeyen özelliğini ortaya çıkarıyor. Arıkan, bölgeyi hakimiyeti altında bulunduran Bizanslılar tarafından 5’inci yüzyılda oyulmaya başlanılan ve 5 katlı olduğu tahmin edilen Gümüşkent Yeraltı kentinin, beldenin değişik alanlarına kadar uzandığını belirtti. Gümüşkent beldesindeki yeraltı kentinin diğer katlarının da temizlenmesi ve sonrasında da ışıklandırılarak turizme kazandırılması için Kültür ve Turizm Bakanlığı’ndan yardım isteğinde bulunacaklarını söyledi.

Hürriyet Seyahat, Haber: Ahmet Korkmazer, 20.12.2010

İNAT DEĞİL, KENT KAZANDI

 

 

Ankara Hürriyet’in 2008 yılında belediyeye ait bir depoda, çürümeye terk edilmiş halde bulduğu Başkent’in simgesel eserlerinden Su Perileri heykeli bürokratik işlemlerin tamamlanmasının ardından CernModern’de yeniden hayat buldu.

Heykeltıraş Metin Yurdanur’un dört ay süren restorasyon çalışmalarının ardından 17 Aralık’ta CernModern’e getirilen heykelin, çevre düzenlemesi sürüyor. CerModern İcra Kurulu Üyesi Zihni Tümer, çevre düzeninin tamamlanmasından sonra Ankaralıların yeniden kent belleğini üzerinde yaşatan bu heykelin etrafındaki yeşil alanda oturabileceği müjdesini verdi.

Tümer, 1992’de Ankaray inşaatı nedeniyle Tandoğan Meydanı’ndan kaldırılarak çürümeye terk edilmesiyle başlayan ve 1924’ten bu yana Ankara’da yaşayan heykelin, CerModern’e getirilmesi sürecini şöyle anlattı:
“2001 yılında Cumhurbaşkanı başkanlığında toplanan Milli Komite’nin heykelle ilgili olarak aldığı bir karar var. Komite, heykelin Atatürk Kültür Merkezi (AKM) alanına yerleştirilmesini oy birliğiyle karara bağlamış. Fakat o dönem bu karara uyulmamış ve heykel, bir depoya kaldırılmış.”

“Su Perileri’nin nerede tutulduğu ortaya çıktıktan sonra CerModern işletmesi olarak Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’a gittik. Kendisi, heykelle ilgili Milli Komite kararı olduğunu ve heykelin buraya alınması için gerekli yazışmalara başlayabiliriz dedi. Bu süreçte önce Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü heykelin restorasyonunu yapmak için girişimde bulundu.”

“Restorasyon kararı çıktıktan sonra Ankara Büyükşehir Belediyesi’ne başvurular yapıldı. Belediye Çevre Koruma Daire Başkanlığı da ‘Madem restorasyon kararı çıkmış biz de heykeli size verelim’ dedi. Heykelin bazı parçaları zarar görmüştü. Heykeltıraş Metin Yurdanur, aslına uygun bir biçimde gerekli onarımları yaptı. Yaklaşık dört ay süren restorasyon çalışmaların ardından Tandoğan Meydanı’ndaki şekliyle içindeki düzenlemeler tekrar oluşturuldu. Son güzergahı olması amacıyla da buraya yerleştirildi. Yerine yerleştirilirken içine gerekli su otomasyonu kuruldu. Ardından led ışıklandırma yapılarak daha modern bir hale getirilecek. Heykelin etrafında çevre düzenlemesi de yapılacak.”

“Heykelin çevresi, Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’nın (CSO) binası da tamamlandığında bölgenin odak noktası haline gelecek. Proje bittiğinde insanların etrafında oturabilecekleri bir yeşil alan olacak. 140 dönüm arazi içerisinde heykelin bir odak noktası olması, bir meydan konseptiyle kent belleğini yeniden canlandıracak. Ayrıca Ankaralının tekrar sanata çekilmesi için Başkentliyi toparlayıcı bir unsur görevi de görecek. Artık kent meydanlarında buluşmuyoruz Facebook gibi sanal meydanlarda bir araya geliyoruz. Heykelsiz bir kente bir meydan konseptini yeniden kazandırmak çok önemli.”

Hürriyet Ankara, Haber: Fatih Aktimur, 20.12.2010

DÜNYANIN EN UZUN SU YOLU İSTANBUL'A KEŞFEDİLDİ

 

 

Eski İstanbul'a su sağlayan 1653 yıllık dünyanın en uzun su ikmal sistemi uzay teknolojileriyle ortaya çıkarıldı. Proje yürütücüsü İTÜ'den Prof.Dr. Derya Maktav ve Edinburgh Üniversitesi'nden Prof.Dr. James Crow'a göre bu, üzerinde mühendislik harikası 40 kemer bulunan dünyanın yeni harikasının keşfi. Istırancalar'dan başlayarak İstanbul'a ulaşan 450 kilometrelik sistem Antik çağda muazzam bir hidrolik mühendisliği temsil ediyor ve dünya kültür mirası ilan edileceğine kuşku yok

Projenin adı, Uzay Teknolojileri ve Yüzey Arkeolojisi Yöntemleriyle Eski İstanbul'un (Bizans) Su İkmal Sisteminin Araştırılması. Yürütücüleri NASA araştırma projeleri hakimi ve İTÜ Geomatik Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr. Derya Maktav ile İskoçya Edinburgh Üniversitesi Arkeoloji Bölüm Başkanı Prof.Dr. James Crow. 2007-2010 arasında uygulanan ve henüz tamamlanan projenin amacı, dünyanın en uzun su ikmal sisteminin konumunu ve hidrolik yapısını ortaya çıkarmak, uluslararası öneme sahip bir kültür varlığını topluma kazandırmak. Proje, arkeolojiyle uzay teknolojisinin işbirliğiyle yürütüldü.


Prof. Maktav, “Elimizde artık böyle bir teknoloji var. Uzaydan röntgenini çektik bölgenin. Crow ve ekibini çok heyecanlandırdı bu; biz onlara destek verince klasik yöntemlerle yapamadıkları şeyleri uzay teknolojileriyle yaptık” diyor: “İlk defa size açıklıyoruz. Yaptığımız bu çalışma, NASA'nın zaman zaman yaptığı açıklamalar gibi özel olarak açıklanması gereken bir keşif. Bir su ikmal sistemini bir bütünlük içinde ortaya çıkardık. Artık böyle bir tarihi eserimiz var diyoruz; Ayasofya gibi, Efes harabeleri gibi!”

Antik su iklam sistemi Kırklareli'nin Vize İlçesi'nde Istranca dağlarından başlayıp İstanbul'a ulaşıyor. Bu kadar uzak mesafeden su getirilmesinin sebebi Konstantinopol'ün nüfusuna paralel olarak hızla artan su ihtiyacı. Bölgede suyu kaliteli çok sayıda pınar var. İstanbul su sistemi bugüne kadar dünyanın en uzunu olduğu sanılan Köln ve Kartaca su sistemlerinden iki buçuk kat daha uzun. 30 yılda inşa edilen kanal, kolları hariç 150 kilometre. Kollarlarıyla birlikte toplam uzunluk 450 kilometreye ulaşıyor. Pompalama sistemi olmadığı için suyun bu kadar uzun mesafe boyunca yer çekimiyle akması gerek, mükemmel bir mühendislik harikası. Kanal yükseklikleri iki metreyi buluyor. Yani içinde bir insan rahatlıkla yürüyebiliyor. Kemerleri oluşturan taşların bazıları 150x60x50 santim boyutlarında.


Prof. Maktav, “Prof. Crow yıllardır bu projelerin içinde çalışan, dünyanın en önemli arkeologlarından biri. Bir sempozyum sırasında UNESCO ile temasımız oldu. Projeyi görünce UNESCO'dan gelenlerin gözleri açıldı, hayret ettiler. Sırada Anastasius Surları'yla ilgili bir projemiz var. Avrupa'dan gelen akınlara karşı Trakya'yı kuzeyden güneye kesen meşhur surlar. Bu konuda da ön çalışmalarımızı tamamladık.”

 




NEDEN UZAY TEKNOLOJİSİ
* Bölgenin önemli bir kısmı ormanlarla kaplı. Yüksek çözünürlüklü uydu verileriyle, sık orman nedeniyle bir bütün gibi görünmeyen kalıntıların birbirine bağlı olduğu ortaya çıktı. Uydudan belirlenen kemerler ve galeriler haritalanabildi.
* Sistemin bir kısmı bugün yeraltında. Ancak yeraltındaki anıtlar yüzeydeki bitki örtüsünün yapısını etkiliyor. Mesela altta toprak varsa çimler ve bitkiler daha koyu. Ama bir kanal geçiyorsa bitkiler farklı. Bir çizgi halinde devam eden bu farklılık uzaydan gözlenebiliyor. Kazıldığında altından kanal çıkıyor.
* Uydu verileriyle bölgenin 3 boyutlu modelleri ve animasyonları yapıldı. Topoğrafik yapı ortaya çıkarılabildi.
* Uydu verileri sayesinde sistemin eski kaynaklarda ifade edildiği gibi değil 450 kilometre civarında olduğu tüm detaylarıyla ortaya çıkarıldı.

TÜBİTAK ve BRITISH ACADEMY TARAFINDAN DESTEKLENEN ÇALIŞMADA KULLANILAN YÖNTEMLER
* Yüksek çözünürlüklü uydu verileri (IKONOS, QUICKBIRD)
* Hava fotoğrafları
* Dijital görüntü işleme teknikleri
* Uzaktan algılama
* Coğrafi Bilgi Sistemleri
* GPS
* Yüzey arkeolojisi

Prof.Dr. JAMES CROW
Taş köprüler, orman içinde 100-150 metre uzunluğunda, 40 metre yüksekliğinde su kemerleri... Arkeolojik açıdan bu kadar büyük su kemerleri yok, ilk defa açıklanmış olacak. Ortaya çıkan sistem Ayasofya gibi önemli kültür varlıkları içinde. UNESCO'nun bunu dünya mirası ilan etmesi şart, zaten sahip çıkacaktır. Bugüne kadar dünyanın en uzun su sistemi olarak Kartaca ve Köln su sistemleri biliniyordu. Istranca'dan başlayan İstanbul sistemi onların iki buçuk katı daha uzun.

ROMA SU YOLUNUN TARİHÇESİ
MS 330: Roma kenti Bizans, Kral Konstantin tarafından ‘Konstantinopolis' olarak kuruldu.
MS 345: İmparator Valens Trakya sularını İstanbul'a taşımaya başladı. Saraçhane'deki Valens Kemeri (Bozdoğan Kemeri, 1 kilometre uzunluğunda) bu sistemin küçük bir parçasıydı. Sonraki 100-150 yıl sisteme eklemeler yapıldı.
MS 626: Avarlar akınları sisteme zarar verdi.
MS 767: V. Konstantin sistemi restore ediyor ama su yolu MS 1200'deki depremlerde yine harap oluyor.

Prof. Maktav 3 yılda 14 kez gittikleri arazide günlerce kaldıklarını belirterek karşılaştıkları sorunları şöyle anlatıyor:
“En büyük sorun define avcıları. Bunlar, ellerindeki uyduruk haritalarla etrafı kazıyor ve özellikle su kemerlerine büyük zarar veriyorlar. Böyle bir ekiple ormanda karşılaştık, “ne arıyorsunuz” diye sorduk, “balığa gidiyoruz” dediler. Böyle durumları jandarmaya bildiriyoruz. Çevre halkı arasında imparatorun, “halkım darda kalırsa her taşın altına bir altın koydum” dediği masalı ortalıkta dolaşıyor, hazine avcılarını bu masallar tetikliyor.

Prof. Maktav, araştırmalar sırasında ormanda Vietnam filmlerindeki gibi köylülerin yardımıyla baltalarla sık bitki örtüsünü keserek ilerleyebildiklerini anlatıyor: “Bir gün araziden eve döndüm, sırtımda bir sivilce. Göremiyorum, eşime bakar mısın dedim. O da sivilce sandı. Damadım doktor, telefon edip gittim. Kene dedi. Bir haftadır kanımı emiyormuş. Çapa'da uzman bir profesöre yönlendirdiler. Türkiye'nin her tarafından keneler ona geliyor. Kırım kongo değil dedi ama bir ay kontrol altında tuttular.”

Hürriyet Pazar, Haber: Ali Dağlı, 19.12.2010

"BURHAN BEY, 300 RESİM YOLLA, TANESİ 5 BİNDEN"

 

 

Başlığı 'ın kendisi verdi... Yüksek ve lüks binalar yapan işadamları iç dekorasyon için Doğançay'ın eserlerini istiyormuş. Bunlardan birinin teklifini ünlü ın ağzından vereyim: "Hiç düşünmeden 700 bin dolar bir Ferrari'ye veriyor. Ama benle pazarlığa giriyor. Üç kuruş inmem. Arayıp, 300 resim yolla, tanesini 5 binden alayım' diyor..." Tabii Doğançay bu sanatsever! işadamının ismini sır olarak bana da verdi... Türk resminin yaşayan en ünlü ve pahalı ressamı geçen hafta yine manşetlerdeydi. Bir su ABD'de 3 bin dolardan satışa çıkıp 76 katına yani 228 bin dolara satıldı. Çarşamba günü Beyoğlu'ndaki müzesinde konuşurken, "Tabloyu kaça satmıştınız?" diye sorunca "Bin dolara" cevabını aldım. 15 cent'lik metro ücretini ödeyemediği için kilometrelerce yürüdüğü New York yıllarında birçok eserini 500-1.000 dolara sattığını söylüyor. Şimdi çoğunluğu Amerikalı, bazıları ise Türklerin elinde olan o resimler iyi para ediyor. Doğançay tuval üzerinde olduğu kadar anlatımda da usta. Bundan sonrasını kendi ağzından verelim:

"Multi milyoner zenginlerimiz beni arar, 'Şuraya bina yaptık, resim alıyoruz. Sizden de alacağız ama çok pahalı' diyor. Ben de 'Almayın' diyorum. Haberlerde gördüm; Mercedes fabrikası sırf Türkiye'den aldığı siparişleri yetiştirebilmek için yılbaşında bile çalışacakmış. Bu lüks otomobilleri tek celsede alanlar, benden resim alırken pazarlık yapıyorlar. İndirim istiyorlar. İnmem 3 kuruş inmem. En zor zamanlarımda bile indirim yapmadım."

Her sahada bir ölçü var. Sporda en iyiyi saptamak çok basit. 100 metreyi 8 saniyede koşan dünyanın bir numarası oluyor. Ben teniste Nadal'ı ya da Federel'i yendiğim an bir numarayım demektir. Müzikte bile 'iyi' ölçüsü belli. Chopin gibi, Mozart gibi çalıyorsan iyisin demektir. Oysa yedi asırdır herkes 'Resim nasıl ölçülür?' diye tartışıyor. Kumaşı bile fiyatlandırıyorsun. 'Bu ipek, bu İngiliz kumaşı' diyorsun. 13. asırdan beri resmin nasıl fiyatlandırılacağının münakaşası yapıldı, durdu. Sonunda tek bir fikirde buluşuldu: En pahalı resim en iyidir. Ve en pahalı resmi yapan da en iyi ressamdır."

"Beni arayıp, 'Mobilyalarım sarı, bana sarı ağırlıklı resim yapar mısınız?' diyorlar. 'Ben siparişle resim yapmıyorum' diyorum. Dünyada genelde halkın yüzde 60'ı çağdaş sanattan anlamaz. Ama bizde yüzde 90'ı anlamıyor. Bu kadar sanatla ilgisi olmayan bir toplum görmedim. Pamuk tarlasındaki köylüden bahsetmiyorum. Dışarıda okumuş, entelektüel, mali bakımdan iyi olan insanları kastediyorum. Zenginlerimizin ilk düşündükleri şey bir yat sonrasında lüks otomobil. Hiç düşünmeden 700 bin dolar bir Ferrari'ye veriyor. Ama benle pazarlığa giriyor..."

"Time dergisi yıllar evvel 'Dünyada en iyi yatırım, resme ve antikaya yapılandır' diye ek verdi. Bunun örneğini iki yıl evvel Amerika'da gördük. En büyük firmalar, General Motors bile battı. Zamanında benim resimlerimi çok uygun fiyata alabilecek kişiler almadı. Şimdi beni arayıp pişmanlıklarını dile getiriyorlar, 'Tren kaçtı' diyorum. Eserlerimi elden çıkaranların bir kısmı danışıyor, 'Paraya ihtiyacım var' diyor. 'Hemen çıkar' diyorum. Bir de hiç paraya ihtiyacı olmadığı halde satanlar var. Sözüm ona entelektüel geçinen insanlar bunlar. Onlar sadece parayı düşünüyor. Tabloyu satıp, arsa alıyor ya da borsa oynuyor."

 

"Çalışma hastasıyım. Yazın herkes tatil yaparken asistanlarla birlikte sabah 10'dan akşam 6'ya çalışırız. Senede en aşağı 15-20 tane büyük tuval yapıyorum. Hiçbirini satmıyordum ama şimdi ilk defa Doğançay Müzesi'ni kurtarmak için satıyorum. Çerçeveli Duvarlar serisini satıyorum. Contemporary İstanbul'da birkaç tanesi satıldı. Müzenin yaşaması için bir tür yardımdı. Ufak boydakiler 100 bin euro, daha büyükleri 200 bin eurodan gitti. Sanırım 10 tane satıldı. Yoksa müze iki aya kapanacaktı. Altı senedir müzeyi kendi cebimden götürüyorum. Satışlardan 3- 4 milyon euro alırsak, oradan gelecek faizin yüzde 50'sini müzeye aktaracağız. 2008-2010 yılları arasında yaptığım her şey satılık. Bütün gaye bu müzeyi yaşatmak.

"Eserlerin fiyatlarını müzayede salonları belirliyor. Spekülasyon da var ama az. Dünyada şu andaki fiyatları biçen iki müessese var: Sotheby's ve Christie's. Onların da Londra ve New York'taki gece müzayedeleri. Oraya girmek için asgari bir seviyeye gelmeniz lazım. Benim tek dileğim bir gün bu müzayedelerde Türk ressamların eserlerini görebilmek. Henüz kapısından almazlar bizi. Ama umutluyum."

"İyi bir koleksiyoner resme bakmadan önce ressamın geçmişine bakar. Ressam hakkında çıkmış kitapları araştırır. Resimlere hangi galerilerde sergilenmiş, kimlerin koleksiyonlarında yer almış, hangi müzelere girmiş, bunlara bakar. Bir de resmi kimin aldığı çok iyi bir referans. Benim resmim dünyadaki en iyi 200 koleksiyona girince fiyatım daha da çok artar. Örneğin Fransa'da Pinault'nun koleksiyonuna girebilmek çok önemlidir. Türkiye'deki genç jenerasyon da bu işi artık kendine görev edindi. Dünyayı geziyor, tüm bu saydıklarımı araştırıyor, New Yok'ta galerileri geziyor. Yinede bizde hala dünya çapında bir koleksiyoner yok. Oysa Yunanistan'da beş tane var."

Sabah, Haber: Burcu Aldinç, 19.12.2010

'ÜÇ GÜZEL'İN PARASI TOPLANDI

 

Fransa'nın başkenti Paris'teki Louvre Müzesi, “ulusal miras” olarak tanımladığı ve müzeye kazandırmak için kampanya başlattığı Alman ressam Lucas Cranach'ın “Les Trois Graces/ Üç Güzel” adlı tablosunu müzeye kazandırmayı başardı.

Müze, dört milyon euro değerindeki tablonun eksik kalan 1 milyon eurosunu kampanya ile 1 ayda toplamayı başardı. 24x37 santimetre boyutlarındaki tablonun Louvre'a alınması için 50 bin sanatsever bağışta bulundu. Dünyanın en çok ziyaret edilen müzesi Louvre'un müdürü Henri Loyrette, “Üç Güzel'in” müze koleksiyonuna katılmasının tarihi bir olay olduğunu vurgulayarak “Eser tüm güzelliğiyle mükemmel bir şekilde korunmuş. Dünyanın her yerinden her yaştan ve meslek grubundan 5 bini aşkın kişi bu eser için 50 Euro'dan 40 bin Euro'ya kadar bağışta bulundu. Bu başarıdan çok büyük bir aşk hikayesi, ortak bir sevgi birliği” dedi. Üç Güzel Louvre'da 2 Mart-3 Nisan arasında sergilenecek.

Hürriyet, Haber: Arzu Çakır, 19.12.2010

BİNLERCE YILLIK 'ÖLÜ GÖMME' TEKNİKLERİ

 

Çanakkale’nin Biga İlçesi'ne bağlı Kemer Köyü'ndeki antik Parion kenti, binlerce yıl önce yapılan ölü gömme teknikleriyle dikkati çekiyor.

 

Yaklaşık 3 bin yıl önce kurulduğu tahmin edilen, Troas bölgesinin, MÖ 4. yüzyılda en önemli ticaret merkezleri arasında yer alan Parion’daki kazılarda her yıl yeni bulgular ele geçiyor.

 

Parion Kazı Başkanı ve Atatürk Üniversitesi (AÜ) Arkeoloji Bölümü öğretim üyesi Prof.Dr. Cevat Başaran, AA muhabirine yaptığı açıklamada, antik çağda Troas bölgesinde uygulanan 14-15 türde ölü gömme geleneği bulunduğunu, Parion nekropolünün (mezarlık) de kendilerine bu konuda bilgi verdiğini söyledi.

 

Nekropoldeki mezarların, ölü gömme tekniklerinin özelliklerini, insanların nasıl öldüklerini, ölen kişilerin yaş gruplarını, sosyal statülerini, erkek, kadın ve çocuk ayrımları ile zengin ve fakirlik durumlarını ortaya çıkardığına işaret eden Başaran, Parion’da çeşitli mezar tipleriyle karşılaştıklarını bildirdi.

 

Başaran, bunlar arasında en sık rastlanılanın ‘kremasyon’ adı verilen yakarak gömme tekniği olduğuna işaret ederek, şu bilgileri verdi:

‘Bu ölü gömme tekniği 3 farklı şekilde uygulanmış. Bunlardan ilkinde ceset dışarıda yakılıyor. Kömürleşen kemikler, topluca bir kaba konuluyor ve toprağa bırakılıyor. Buna ‘urne’ mezar diyoruz. İkinci tipte ceset yerde hazırlanmış odunların üzerine bırakılıyor, orada yakılıyor, daha sonra hediyeleri üzerine konuyor. Hediyeler tam yanmadan, kömürleşme olmadan üzerleri kiremitle kapatılıyor. Üçüncü türde ise, ceset dışarıda yakılıyor. Külleri ve kemikleri toplanıyor. Küçük sandıklar şeklinde mezara defnediliyor.’

 

Diğer ölü gömme tekniğinin ise ‘inhumasyon’ denilen ceset gömme şeklinde olduğunu anlatan Başaran, ‘Ceset ya doğrudan toprağa bırakılıyor ya da sandık şeklinde mezarlar hazırlanıyor. Ahşap sandukalar toprağa bırakılıyor, etrafına da ölü hediyeleri konuluyor’ dedi.

 

Başaran, Parion’daki nekropolün zengin özelliklerinden birinin çocuk mezarları olduğunu ifade ederek, ‘Mezarlarda çocuklarla birlikte gömülen çok sayıda hediye ele geçiyor. Bunların içinde Oyuncaklar, biberonlar, figürünler, tanrı ve tanrıça idolleri önde geliyor’ diye konuştu.

 

Prof.Dr. Cevat Başaran, Parion’da değişik ölü gömme tekniklerinin bulunmasının, bölgede çeşitli inanışa sahip kişilerin yaşadığı anlamına geldiğini belirtti.

 

Parion’un balıkçı kenti olduğuna işaret eden Başaran, ‘Burada bir Mısır kültürünün olduğunu, kazılarda çıkan yazıtlardan öğreniyoruz. Balıkçılık ya da deniz ticareti yardımıyla Trakya’dan gelen yabancılar var. Bunun dışında kentte güneyden ve Mısır’dan gelen yabancılar bulunuyor. Konaklayanlar, daha sonra Karadeniz’e ulaşıyor’ şeklinde konuştu.

 

Başaran, mezar tipleri arasında birliktelik olmamasının, yörede çeşitli halk gruplarının mezarlığa defnedildiğini gösterdiğini söyledi. ‘Aynı nekropol alanını farklı gruplar kullanmış’ diyen Başaran, şunları kaydetti:

‘Bir dönem geliyor, mezarlık yetmez olunca önceki mezarlar toplanıyor, tahrip edilip, yeni mezarlar için mekan hazırlanıyor. Şu ana kadar milattan sonra 2. yüzyıldaki mezarları ortaya çıkardık. Daha altta ise erken Roma, Hellenistik ve Klasik dönemlere ait mezarlar bulunuyor. 2 bin 500 yıl öncesine kadar giden mezarları bulma hedefindeyiz.’

haberler.com, 19.12.2010

BİR GARİP HEYKEL HİKAYESİ

 

 

Malik Bulut çiçeği burnunda bir heykeltıraştır. Şehir şehir gezer, sempozyumlara katılır. 2006 Haziran’ında Van’ın Erciş İlçesi’nde bir sempozyuma davet edilir. Hikayenin bundan sonrasını Malik Bulut’tan dinliyoruz: "Erciş heykelle tanışsın istedik. Acilen traverten getirttik. Zaman kısa, taş yontuya elverişsiz. ‘Anadolu Kadını’ heykeli bir haftada çıktı ortaya."

 

Sempozyum bitti, heykeller belediyeye teslim edildi. Biri hariç. Anadolu Kadını yok olmuştu. Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Heykel Bölüm Başkanı Yrd. Doç.Dr. Sezer Cihaner Keskin, heykeli fotoğraflayıp Van Külliyatı kitabına koymak istedi ama bir türlü bulamadı. Tam bu sıralarda tarihi eser hırsızlığı ihbarı alan jandarma 'Anadolu Kadını'nı Ünseli’de bir evde buldu. Bilirkişi olarak olay yerine intikal eden müze arkeologu Ümit Yarıcı heykelin "Erken Demir Çağı’na ait, 3200 yıllık orijinal eser" olduğunu saptayıp müze Müdürü Fütuhat Özkaynak da bunu onaylayınca; dört yıllık heykel, Van Müzesi’nin bahçesine kondu. Sonra bir gün Van Müzesi’ne heykel fotoğrafı çekmeye giden Sezer Hoca heykeli gördü. Gördüğünün gerçek olduğuna kanaat getirdikten sonra da "Cehaletin rezaleti" diye bir yazı kaleme aldı. Heykele 3200 yıllık damgası vuranlar, "Bu bir hakarettir" diyerek Sezer Hoca’ya dava açtı.

 

Malik Bulut olayı ciddiyetle anlatmaya devam ediyor: "Şehrin 30 km dışında bir köy evinin bahçesindeymiş benim heykel. Çöpte bulunmuş. Beş tonluk heykeli, kim kaldırıp çöpe atar, niye atar? Hadi orası tamam, üzerinde 2000’li yıllarda kullanılan spiral izleri var, nasıl tarihi eser dersiniz?"

 

Tüm bunlar olurken heykel yine ortadan kayboldu. Şaka yapmıyorum. Müzeye üç resmi yazı yazan Sezer Hoca yine bulamadı heykeli. Sonrasını Malik Bulut anlatsın:

 

"Erciş’te Van Gölü manzaralı bir parkta bulunmuş. Zaten heykel Erciş Belediyesi’ne ait. Ama nasıl gitti oraya bilinmiyor." Malik Bulut’un duygularını merak ediyorum... "Heykeliniz müzeye kaldırıldı bu konuda ne düşünüyorsunuz" diye soruyorum. "Çok sevindim ilgi görmesine... Bundan 15 yıl önce bu ülkede heykellere tükürülüyordu. Şimdi müzede, ne kadar yol kat etmişiz". Çok trajikomik bir durum bu. Peki olayda art niyet aramamış mı? "Sezer Hanım ‘Cehaletin rezaleti’ diye yazdı, dava açtılar. Demek ki cahil değiller, başka bir amaçları var" diye yanıtlıyor. Ben bir heykelin başına bunların gelmesi iyi mi oldu kötü mü diye merak ederken, şöyle devam ediyor; "Ben tanındım, heykel gündeme geldi. Bunlar iyi... Ama Sezer Hoca mahkemelik oldu. Rezaleti ortaya çıkaran cezalandırılıyor" diyerek heykel hikayesinin özetini de çıkarıyor genç sanatçı...

 

Malik Bulut’u bulmuşken "İstanbul’un geçmişten gelen ama çağdaş yapısına uygun nasıl bir heykel tasarlardınız" diye soruyorum. Cevap jet hızıyla geliyor: "Tasarladım zaten..." Bulut 2005’teki Uluslararası Heykel Sempozyumu’na 'Boğaziçi' heykeliyle katıldı. "Hem eskiyi hem de yeniyi temsil eden mermeri kullandım. İki yakayı birleştiren İstanbul için tasarladığım bu heykelde zincirler çok kültürlülüğü yansıtıyordu. Bir süre sergilenip sonra uygun noktaya yerleştirilecekti". Eyvah yoksa bir heykel vakası daha mı diye geçiriyorum içimden. Yanılmamışım... "İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş sergiden sonra istediğim yere koyduracağını söyledi ama heykelin Tuzla’da belediye otoparkına konulduğunu öğrendim. Beş yıldır depoda."

Habertürk Cumartesi, Haber: Nazenin Tokuşoğlu, 18.12.2010



12 - 18 Aralık 2010

ATATÜRK'ÜN EŞYALARI DAVALIK OLDU

 

 

5 yıl önce ölen Pera Palas Oteli Yönetim Kurulu Başkanı Hasan Süzer’in oğlu Kemal Süzer, Atatürk’ün koruması Rıdvan Gür Arı tarafından babasına hibe edilen Atatürk’e ait 31 adet eşyanın, oteli 2007’de devralan İhsan ve Yavuz Kalkavan tarafından kendilerine iade edilmediğini ileri sürerek savcılığa suç duyurusunda bulundu.


Mustafa Kemal Atatürk’e hayranlığıyla bilinen ve 5 yıl önce hayatını kaybeden İstanbul Pera Palas Oteli Yönetim Kurulu Başkanı işadamı Hasan Süzer’e Atatürk’ün yanında çalışan Rıdvan Gür Arı tarafından 1982 yılında devredilen Atatürk’ün eşyaları davalık oldu.

Habertürk'ün haberine göre; Süzer Ailesi’nden 2007 yılında 20 milyon dolar karşılığında Pera Palas Oteli’nin üst kullanım hakkını devralan İhsan ve Yavuz Kalkavan’ın, babasına ait olan Atatürk eşyalarını kendilerine iade etmediklerini öne süren Kemal Süzer, avukatı Kadir Kartal aracılığıyla Beyoğlu Cumhuriyet Savcılığı’na suç duyurusunda bulundu.

Süzer, söz konusu eşyaların Ata Müzesi olarak anılan yerde sergilendiğini ve otelin devri sırasında hasar görmemesi amacıyla şüpheli İhsan Kalkavan, Yavuz Kalkavan ve Kalkavanlar’ın şirketi Beşiktaş Denizcilik Grubu Yönetim Kurulu Üyesi Derya Sabaz’a geçici olarak geri alınmak kaydıyla verildiğini dile getirdi. Süzer, eşyaları geri istediklerinde ise Kalkavanlar’ın Pera Palas’ın devri sözleşmesiyle bu eşyaların da kendilerine devredildiğini ileri sürdüklerini iddia etti.

Şüphelilerin “emniyeti suiistimal suçu işleyerek güveni kötüye kullanmaktan” 6 aydan 2 yıla kadar hapisle cezalandırılmaları talep edildi. Atatürk’ün 10 Ekim 1928’den 10 Kasım 1938’e kadar özel koruma memuru ve fotoğrafçılığını yapan Rıdvan Gür Arı, Atatürk’ün muhtelif tarihlerde kendisine hediye ettiği 31 adet özel eşyasını, 1977’den öldüğü 2005’e kadar Pera Palas Oteli’nin Yönetim Kurulu Başkanlığı’nı yapan Atatürk hayranı işadamı Hasan Süzer’e 15 Ocak 1982’de hibe etti.

İŞTE O EŞYALAR
Kastamonu’da ilk giydiği Panama şapkası
Bir takım yünlü beyaz elbise
Bir adet kasket
İki adet kravat
Bir çift terlik
İki adet fincan
Denizde kullandığı keten şapka
Manevra gözlüğü
Yakın gözlüğü
Diş fırçası
Saç fırçası
Sedef işlemeli sigara tablası
Yarım kalmış blok not
3 adet kartvizit
İmzalı tren tarifesi

Hürriyet, 18.12.2010

HORTUMLA SULADILAR, ÇİMENTOYLA SIVADILAR

 

 

Tuhaf ama gerçek, bin 500 yıllık Ayasofya'da 'sulu' rezalet. Tarihi mekanın bol suyla yıkandığı, iyi kurutulmadığı için bazı bölümlerin zarar gördüğü ortaya çıktı. Dolgularda da çimento kullanılmış!

Ayasofya'ya ilişkin uzman raporunda şoke edici detaylar ortaya çıktı... Araştırdıkça yeni bir gizemi ortaya çıkan Ayasofya Müzesi'nin tazyikli suyla temizlendiği, biriken suların iyi kurutulamadığı, rutubet nedeniyle bazı bölümlerin zarar gördüğü tespit edildi.


İstanbul Rölöve Anıtlar Müdürlüğü,  İstanbul Büyükşehir Belediyesi Koruma Uygulama ve Denetim Müdürlüğü'ne, müzenin batı cephesine ilişkin 'malzeme analiz raporu' için başvurdu. Uzmanlar, Ayasofya'nın çeşitli bölümlerinden örnekler aldı. Numuneler, Türkiye'de sadece İstanbul Büyükşehir'in 'Koruma Uygulama ve Denetim Müdürlüğü  Konservasyon ve Restorasyon  Laboratuarında' bulunan cihazlarla incelendi. Cephenin ne kadar kirli olup olmadığı, temizlik gerektirip gerektirmediği, hangi malzemenin kullanıldığı araştırıldı. Sonuçlar rapor haline getirilip Rölöve Anıtlar Müdürlüğü'ne gönderildi.

 

Raporda acı bir gerçeğe dikkat çekildi. Tarihi yapının gerek dış duvarları, gerekse iç mekanlarında bol suyla temizlik yapıldığı, müzenin galeri katına çıkış rampasında biriken suyun hasara yol açtığı, duvarlara zarar verdiği belirtildi. Uzmanlar sulu temizlik yerine başka yöntemlerin uygulanabileceğini belirtti.

 

Ayasofya Müze Başkanı Haluk Dursun şunları söyledi: Temizlik için en zararsızı su. Pislik suyla yumuşatılıyor, paspasla kurutuluyor. Çünkü çamurlu ayaklar, kuş pislikleri suyla temizlenebiliyor. Kimyasallar daha çok zarar veriyor. Hasar kurşun örtülerin iyi olmamasından olabilir. Ama şimdi örtüler değiştirildi. 1987'de yapılan restorasyon çalışmalarında çimento derz dolgular yapılmış. Çimento dolgular sökülüp yerine horasan harcıyla dolgu yapılıyor.

 

Rapordaki bir diğer tespit kullanılan malzemeye ilişkin.  Yapımında 'Horasan harcı' gibi özel harçların kullanıldığı Ayasofya Müzesi'nin bazı bölümlerinde derz dolgular çimento ile yapılmış. Çimentonun da yapıya zarar verdiği rapor edildi. Uzmanlar, zararlı dolguların kaldırılıp kaldırılmamasına ilişkin kararın müzenin bilim kuruluna ait olduğunu rapor etti.

Akşam, Haber: Ercan Sarıkaya, 18.12.2010

İSTANBUL VEDAYA HAZIRLANIYOR

 

İstanbul Avrupa Kültür Başkenti unvanına veda ederken 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı Yürütme Kurulu Başkanı Şekib Avdagiç bir yılı “Üç yılda 320 milyon TL bütçemiz vardı. Bu İstanbul için, küçük değil ama mütevazı bir bütçedir. Ancak naif bir kadın İstanbul’u hoyrat kullandık” sözleriyle değerlendirdi.

İstanbul, Kültür Başkenti olduğu 2010 yılına ve kültür başkentliğine veda ederken, İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı Yürütme Kurulu Başkanı Şekib Avdagiç geçen bir yılı değerlendirdi:

2010 yılında 580 projeye imza atmış bir ajans var. Bence bu, önemli bir başarı. Mutlaka daha iyisi olabilirdi ama genel resme baktığımız zaman kabul edilebilir bir başarıyla tamamladık.

Kentsel dönüşüm anlamında bir takım çalışmalar, restorasyonlar yaptık. Topkapı’da 12, Ayasofya’da 6 sur içinde 40’ın üzerinde projemiz var. Restorasyon anlamında. Sultanahmet Meydanı’nın düzenlemesinden, Arap Camii, Kılıç Ali Paşa Camii gibi birçok yere, Şişli’deki tarihi kaymakamlık binası dahil restorasyon yaptık. Onun dışında Çatalca’da Mübadele Müzesi açıldı, Adalarda Adalar Müzesi açıldı. TÜRVAK ile beraber Sinema Müzesi’ni Beyoğlu’nda iyi bir binaya taşıyoruz.

İnsanlar araştırmaya gerek görmeden ajans bütçesiyle ilgili çok rahatlıkla gerekli bilgi sahibi olmadan fikir beyan ettiler. Biz 2008-2009 ve 2010 Kasım ayına kadar olmak üzere toplam 320 milyon lira bütçe kullandık. Dolayısıyla böyle birtakım siyasi partilerin temsilcileri de olmak üzere, birtakım kişiler milyar liralardan bahsettiler. Halbuki başladığından bu yana 320 milyon TL harcadık. Kasım 2010 itibarıyla rakamları size veriyorum. Bu rakam aralık sonunda, son iki aydaki önümüzdeki altı ay içindeki restorasyon çalışmalarının tamamlanmasıyla tahminen 400 milyon civarında olacak.

Bizim kaynağımız tamamıyla kamudan geliyor. Diğer başkentler Avrupa Birliği’nden önemli bir miktarda katkı alıyorlar. Biz AB’nin dışında olduğumuz için AB’den sembolik bir katkı var. Sadece kültür başkenti unvanınız kesinleştiği zaman bütün kültür başkentlerine verilen 1.5 milyon Euro’luk Mercury Ödülü var. Bütün para budur bizim AB’den aldığımız. İstanbul için kullandığımız küçük değil ama mütevazi bir bütçe.

Biz bazı şeyleri abartmayı çok seviyoruz. Haydarpaşa’nın çatısının 3’te 1’i yandı. Haydarpaşa Garı yanmadı, bina yanmadı, çatının sadece ön tarafa bakan cephesi yandı, yan tarafları duruyor. Neticede dünyanın her tarafında yangınlar çıkabiliyor. Keşke çıkmasaydı, çıkmaması için bütün önlemler alınsaydı. Ama bu kadar abartacak bir şey yok.

Atatürk Kültür Merkezi’nin (AKM) kullanılamaması sadece 2010 Kültür Başkentliği süreci için değil, İstanbul için tümüyle bir kayıptır. İstanbul’a opera için bale için sadece AKM’de yeterli değildir. İstanbul gibi büyük bir şehrin büyük kültür merkezlerine ihtiyacı var. AKM’nin yapılamaması tabii ki başlı başına bir sorundur. Engel çıkaranlar, bunun vebalini sonsuza kadar taşıyacaklar.

Biz İstanbul’u naif bir kadın gibi görmeliyiz. Ne yazık ki İstanbul’u çok hor kullandık, yıprattık. İstanbul’a daha çok özen göstermemiz gerekiyor, onu naif bir kadın gibi görerek.

Habertürk, Yazı: Pınar Tarcan, 17.12.2010

ZİLE KALESİ'NDEKİ RESTORASYON ÇALIŞMALARI

 

Zile Belediyesi’nden yapılan yazılı açıklamaya göre, Kültür ve Turizm Bakanlığı'nca gerçekleştirilen tarihi Zile Kalesi'nde restorasyon çalışmaları kapsamında kale içerisindeki tarihi saat kulesi de yenilendi.

 

Kulenin galvanizli sacdan yapılmış olan bölümünün aslına uygun olarak ahşabı ile değiştirildiği belirtildi. Zile Belediye Başkanı Lütfi Vidinel de saat kulesi bölümünün kestane ağacından yapıldığını, 9.5 metre yüksekliğinde, üzerindeki kurşunlarıyla birlikte 4 ton ağırlığında olduğunu belirterek, kış mevsimi olmasına rağmen kaledeki restorasyonun devam ettiğini bildirdi.

 

Vidinel, ‘Yıllarca kalemizin üzerinde sacdan yapılmış bir ucube vardı. Saat kulesinin orijinal şekli ile yapım kararı alınarak kalenin yüzyıllar öncesi ilk yapıldığında üzerinde bulunan şeklin aynısı Kültür Bakanlığı tarafından yaptırılarak üzerine monte edildi’ ifadesini kullandı. Vidinel, kulenin üzerindeki bu görüntünün Türk milletinin yükselişinin, Anadolu’daki varlığının ve Türk’ün Anadolu’daki hakimiyetinin bir sembolü olduğunu belirtti.

haberler.com, 17.12.2010

DOĞU'NUN YENİ YÜZÜ

 

 

Doğu'nun yeni yüzü Mezopotamya'nın ‘Efes'i olarak anılan Dara antik kenti 2012'de turizme açılacak. Ancak kamulaştırma ve restorasyon için bütçe gerekiyor.

 

Mezopotamya'nın Efes'i olarak kabul edilen Dara antik kentinde yürütülen kazı çalışmalarında sezon kapandı. antik kentin, kamulaştırma işlemleri tamamlandıktan sonra turizme açılması hedefleniyor. Roma İmparatoru Anastasius tarafından 504 yılında inşasına başlanan Dara (Oğuz), Geç Roma, Erken Bizans, Selçuklu ve Osmanlı dönemine işaret eden kilise, köprü, su kanalları, sarnıçları, kaya mezarları ve sivil yerleşim binalarına ait kalıntılarıyla bir tarihi gözler önüne seriyor.

 

Dara'da geçtiğimiz yıllarda yapılan kazılarda antik çağa ait çok sayıda hayvan figürlerinden oluşan mozaikler ve su sarnıçları ortaya çıkarılırken, kalıntıların milattan sonra 200- 300 yıllarına ait olduğu tahmin ediliyor. Zeugma'dan sonra en büyük mozaik alanı olduğu belirtilen bölüm geçen yıl belirlenmiş, ayrıca Babil ve Pers Krallığı'na ait 2 bin kişilik toplu mezar bulunmuştu.

 

Antik kentte Prof.Dr. Metin Ahunbay'ın danışmanlığında 1986 yılından beri yürütülen çalışmalar, bu yıl Mardin Müze Müdürü Nihat Erdoğan'ın başkanlığında kentin nekropol alanında ve ikinci büyük sarnıç yapısında gerçekleştirildi.

Taraf, Haber: Sezayi Erken, 17.12.2010

KAYIP KENTİN BİN 500 YILLIK SIRRI KAZILARLA AÇIĞA ÇIKIYOR

 

Kahramanmaraş’ın Dulkadiroğulları Mahallesi’nde 2007 yılında bir evin altında bulunan mozaiklerle ortaya çıkan Geç Roma Dönemi’ne ait kayıp kent Germenicia’yı gün yüzüne çıkarmak için başlatılan kazı çalışmaları sürüyor.

 

Mozaiklerin, Zeugma ve Efes Yamaçevler’deki mozaiklerle eş zamanlı ve çok kaliteli olduğu belirlenirken, bin 500 yıl öncesi yaşama ait bir çok sırrın da açığa çıkması bekleniyor. Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından da kamulaştırılan alanda Kahramanmaraş Müze Müdürlüğü kontrolündeki çalışmaları sürüyor. Antik haritalarda Germenicia şehrinin Kahramanmaraş olarak gösterildiğini, ancak hiçbir mimari kalıntının günümüze kadar gelmemiş olması nedeniyle bugüne kadar bilim çevrelerince yerinin tespit edilemediğini söyleyen İl Kültür ve Turizm Müdürü Seydi Küçükdağlı, tesadüfen bulunan mozaiklerin toprağa gömülen 1500 yıllık antik kentin gün yüzüne çıkmasına vesile olduğunu ifade etti. Küçükdağlı, ”Kent antik Roma’da kendine ait para bastıracak kadar önemli ve ihtişamlı bir şehir olmasına rağmen uğradığı istilalar ve yangınlar sonucu yakılıp yıkılarak 1500 yıl toprağın derinliklerine gömülmüştür. Tam 1500 yıl sonra bulunan mozaikler antik kenti gün yüzüne çıkarmıştır.” dedi.

 

Kasım ayının sonunda Kahramanmaraş Müze Müdürlüğü’nün koordinasyonunda kazı çalışmalarına başladıklarını aktaran Küçükdağlı, ”İlk mozağin bulunmasının ardından bölgede geniş çaplı araştırma yaptık. İlk bulgularda 19 parseli tescil ettirdik. Şu anda belirlediğimiz parsellerden 5′inde kamulaştırma tamamlandı, 3′ünde ise devam ediyor. Kazı çalışmalarına da 3 parselde başlandı. Taban mozaiğinin bulunduğu evler yıkılarak üzerleri kapandı.” şeklinde konuştu. Kazı çalışmalarının devam edeceğini vurgulayan Küçükdağlı, ”Kazı çalışmalarının tamamlandığı yerler açık hava müzesi olacak. Böylece yerli ve yabancı turistlerin gezebilecekleri bir alan olacak. Halen 7 arkeolog kurtarma kazılarına katılıyor. Böylece şehrin geleceğini değiştirecek olan mozaikler gün yüzüne çıkmış olacak. Mozaikler MS 5-6′ıncı yüzyıl Geç Roma Dönemi’ne ait 2 katlı ihtişamlı villaların zeminine döşenmiş ve o günün sosyal yaşamını anlatıyor.

Zaman, 17.12.2010

EHL-İ VİCDAN OLAN 'VEFA'SIZ KALIR MI?

 

 

İstanbul'un ihmal edilen nice muhitinden biri Vefa semti; ecdad yadigarı eserleriyle, dar sokakları, küçük dükkanlarıyla her adımında tarih koksa da sessiz sedasız. Oysa tüm miras bir yana sadece Allah dostu Ebu'l Vefa Hazretleri hatırına ziyareti hak ediyor. Öyleyse gelin evvela onun eteğine gidelim, akabinde de mekana 'vefa' gösterelim.

Süleymaniye'ye doğru yol alırken, sola kıvrılınca karşınıza çıkar küçük bir meydan... Sağda bir cami ve kurra, imam meşrutası, paralelinde medrese, onun bahçesinde dallarını kah göğe kah yere uzatmış ağaçlar... Hepsinin merkezinde ise bölgeye adını veren Ebu'l Vefa Hazretleri... Arnavut kaldırımlı dar sokakları, yer yer karşımıza çıkan ahşap konaklarıyla tarihine ve adına yaraşır şekilde vefa bekliyor bu küçük Osmanlı semti. Belki de küçüklüğü sebebiyle gölgesinde kalıyor Sultanahmet'in, Süleymaniye'nin.

Üç imparatorluk görmüş. Ama asıl rengini Osmanlı kültüründen alır. Adını da, semtin ihyası ve imarı için Fatih Sultan Mehmet'in ricasıyla Konya'dan İstanbul'a gelen Allah dostu Ebu'l Vefa Hazretleri'ne borçlu. Hazret'in bölgeye yerleşmesiyle harabelikten kurtulur, ilim ve irfan yuvası haline gelir semt. Fakat bugün sağlı sollu dizilmiş derme çatma binalar ki son 50 yılda yükselir Vefa üzerinde, tarihi eserin boynunu büküyor. Semtin aslına erişmek için artık sadece bakmak değil, aramak ve bulmak gerekiyor. İşte sözümüz yola çıkmak isteyenlere, gelin hep beraber Vefa seyahatine çıkalım.

Evvel Selam Verelim Ebu'l Vefa Hazretleri'ne
Vefa'ya vardınız; öncelikle Ebu'l Vefa Hazretleri'nin türbesinin bulunduğu camiye uğramalı, ruhuna bir Fatiha okumalı. Caminin avlusu, günün erken saatlerinde semt esnaflarının ziyaretleriyle şenleniyor. Mesela, caminin bitişiğindeki bakkal dükkanının sahibi Yunus amca her sabah, bu mübarek zatı ziyaret etmeden kepenkleri açmazmış. Caminin sol ve sağ cephesinde servili, çiçekli bir mezarlık var. II. Beyazıd döneminde ve sonrasında yaşamış bazı alimler burada yatıyor. Fatih devrinde yapılmış, zaman zaman yenilenmiş bu külliyeden çıkınca, yolun sol kanadında Atıf Efendi Kütüphanesi var. 1741 yılında Sultan I. Mahmut döneminde defterdarlık yapmış Atıf Mustafa Efendi tarafından kurulmuş. Şükür ki yapıldığı günden beri kuruluş amacına hizmet etmiş ve hiç kapanmamış. Külliyeyi andıran kütüphanenin kapısı, yapıyı görüp bilgi almak isteyen herkese açık.

Vefa'nın en görünür eserlerinden biri de Ebu'l Vefa Camii'nin bir üst sokağındaki Molla Gürani Camii... Kiliseden bozma. 800 yıllık tarihi var. Bir rivayete göre de, İstanbul'un en eski Ortodoks Kilisesi. Ne yazık ki, kapıları kilitli, kaderine terk edilmiş. Vefa Caddesi'nde, önünden yürürken denk geldiğimiz mimar Mehmet Ağa Cami ise minik ama görülmeye değer. Sultanahmet Camii'nin Mimarı Sedefkar Mehmet Ağa tarafından yaptırılmış. Bizi kendine meftun eden bu semti, tamamlayan başka yapılar da var civarda. Küçük küçük sıralanmış bakkallar, iş hanları, meşhur Vefa leblebicisi, restore edilmeyi bekleyen birkaç ahşap konak... Fakat Vefa'nın güzelliği bunlardan ibaret değil! Şimdi ara verip bir bardak boza içmeli!

Ebu'l Vefa Camii'nin olduğu caddenin sonuna gelince, sağ tarafta 1872'den beri bu semtte bulunan Tarihi Vefa Bozacısı çıkıyor karşınıza. Bozacı, muhitin sınırlarını epey aşan bir şöhrete sahip. Uzak semtlerden boza içmek için buraya gelenler bile var. Buradan çıkışta, Vefa'yı sağlı sollu ikiye bölen ana meydana varıyorsunuz. Meydanın sol tarafında 1757 -1774 yıllarında inşa ettirilmiş, sessiz sedasız bekleyen Recai Mehmet Efendi Sıbyan Mektebi'ni göreceksiniz. Restorasyonu yeni tamamlanmış, bu hafta da kütüphane olarak hizmete açılmış. Saat 14.00-20.00 arası açık olan kütüphanede çok eski tarihlere ait 6 bin kitap mevcut. Kitap okuyup kafa dinlemek için ideal bir yer.

Kimseciklerin haberdar olmadığı bu sıbyan mektebi binasından yukarı doğru açılırsanız semtin girişindeki yapılara denk geleceksiniz. Şu anda restorasyonda olan, 1460'ta yapılmış Molla Hüsrev Camii bunlarda biri. Diğeri ise Ekmekçizade Ahmet Paşa Medresesi. Bu civarda bulunan sebil ve kullanılmayan çeşmeleri ise hiç saymıyoruz. Vefa'da girdiğimiz son sokakta ise Nevşehirli Damat İbrahim Paşa Camii ilişiyor gözümüze. Bu caminin restoresine başlandı ama "İlle de burada namaz kılmadan gitmem." diyenler için küçük bir bölüm ayrılmış. Caminin tam paralelinde ise meşhur Vefa Lisesi bulunuyor.

 


Vefa Lisesi

 


Vefa Lisesi'nin karşı sokağı

 


Recai Mehmet Efendi Sıbyan Mektebi şu anda kütüphane olarak hizmet veriyor.

 

Zaman, Haber: Sevim Şentürk, 17.12.2010

PROF.DR. ŞAHİN KLAROS ANTİK KENTİ KAZI ÇALIŞMALARINI ANLATTI

 

Klaros antik kenti Kazı Başkanı ve Ege Üniversitesi (EÜ) Edebiyat Fakültesi Klasik Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr. Nuran Şahin, İzmir’in Menderes ilçesi yakınlarındaki Klaros’ta 2001 yılından beri EÜ tarafından üstlenilen kazı çalışmalarında önemli arkeolojik buluntulara rastladıklarını bildirdi.

 

Prof.Dr. Şahin, EÜ 50. Yıl Köşkü Sanat Galerisi’nde ‘Kazılarımızı tanıyalım’ konferansında yaptığı açıklamada, Milattan önceki dönemde bir sahil kasabası ve ‘tanrıya danışma yeri’ olarak ünlenen kehanet merkezi Klaros’ta, sürdürülen kazı çalışmalarında, insan ve hayvanların kurban edilme figürlerini tespit ettiklerini belirtti.

 

Kazı alanındaki sunaklarda tanrıya sunulan altın işlemeli cımbız, altın rende ve altın uçlu oklara rastladıklarını ifade eden Prof.Dr. Nuran Şahin, şunları kaydetti:

‘Bölgede ortaya çıkardığımız kuş figürlü kâse kalıntıların hangi atölyelere ait olduğunun araştırılması üzerine çalışıyoruz. Klaros tapınağı 6. yüzyılda beyaz mermerden yapılan ilk tapınak özelliğini taşıyor. Bu yıl yapılan çalışmalarında ortaya çıkarılan 13 metrelik Temenos Duvarı’nın da 6. yüzyıl yapısı olduğunu belirledik. Önümüzdeki kazı döneminde bu duvarın yönlerini mimarlarla birlikte araştıracağız. Böylesine uzun bir duvarın ikinci bir tapınak olduğunu düşünmekteyiz.’

haberler.com, 17.12.2010

TARİHİ TRAŞ

 

Biz gazetecilerin en sevdiği cümle: “Haberimiz ses getirdi.” Radikal’in, Beyoğlu İstiklal Caddesi’nde inşaatı süren Demirören Alışveriş Merkezi’nin, dikkat çekici yüksekliğini belge ve fotoğraflarıyla gündeme taşıdığı haberleri ses getirmekle kalmadı, sonuç da getirdi: Binanın, projeye uygun olmadığı tespit edilen katları traşlanacak. 

Önce biraz hatırlatma yapalım: İstiklal Caddesi kentsel sit alanıydı ve 2863 sayılı yasaya göre sit alanında yapılacak bir bina, yanında ya da önündeki 1. derece kültür varlığı olarak tescillenmiş bir yapının yüksekliğini geçemezdi. Anıtlar Kurulu’nun, Demirören AVM inşaatına izin veren 2004 tarihli kararında da aynı yasaya vurgu yapılıyordu. Oysa Demirören AVM, yanındaki tescilli bina Serkil Doryan’ın neredeyse iki katı yüksekliğe ulaşmıştı. 

Radikal’in ısrarlı haberleri üzerine Beyoğlu Belediye Başkanı Ahmet Misbah Demircan, “Biz kurul kararlarını uyguladık. Ama mutsuzum, inceletiyorum” açıklaması yapmış, Kültür Bakanı Ertuğrul Günay da iki müfettiş görevlendirmişti. Demirören Grubu adına Radikal’e bilgi veren Tayfun Demirören ise kanunlara aykırı işlem yapmadıklarını söylemişti. 

Radikal’in haberleri İstanbul 2. No’lu Yenileme Kurulu’nu da harekete geçirdi. Kurul üyeleri inşaatta incelemeler yaptı. Ve binanın dikkat çekici bir yüksekliğe ulaşmasının önünü açan kararlarda imzası bulunan Yenileme Kurulu, ‘Demirören AVM inşaatının 2863 sayılı yasaya aykırı olarak sürdüğünü, onaylanan projeye aykırı unsurlar tespit edildiğini’ karara bağladı ve ‘gerekli önlemlerin alınması için’ Kültür Bakanlığı, İstanbul Valiliği ve Beyoğlu Belediyesi’ne gönderdi. 

Kurulun 8 Kasım 2010 tarihli ve 1888 sayılı kararında hayli ağır ifadeler yer alıyor: “346 pafta 13, 14, 15 parselde devam eden inşaatla ilgili onaylı projeye aykırılıklar tespit edilmiştir. ...yapanlar hakkında savcılığa suç duyurusunda bulunulmasına, ...faaliyetin durdurulmasına, yapının kot kesimi ve kabaresinin projeye aykırı olduğu tespit edildiğinden planların belediyeden istenmesine, onaylı projeye aykırı kat ve cephe kesimlerinin onaylı projeye uygun hale getirilmesine karar verilmiştir.” 

Beyoğlu Belediyesi yetkilileri, Radikal’e, kurul raporunun ellerine ulaştığını doğrulayıp ekledi:
“Kurulun raporunu hemen işleme koyduk ve ilgili kişilere ilettik. Projeye aykırı bulunan unsurların yasal süreler içinde projeye uygun hale getirilmesini bekliyoruz.”


Ulaşmaya çalıştığımız Kültür Bakanlığı’ndan ise konuyla ilgili henüz ses çıkmadı.

İstanbul 2 No’lu Yenileme Kurulu’nun 8 Kasım 2010 tarihli raporundan...
346/14 parselde yer alan inşat ile ilgili yapanlar hakkında 2863 sayılı yasanın 65. maddesine göre savcılığa suç duyurusunda bulunulmasına, 346 pafta 13, 14, 15 parselde devam eden faaliyetin durdurulmasına, yapının kot kesimi ve kabaresinin onaylanan projeye aykırı olduğu tespit edildiğinden planların ilgili belediyeden istenmesine, onaylı projeye aykırı kat ve cephe kesimlerinin onaylı projeye uygun hale getirilmesine karar verilmiştir.

Radikal, İstanbul Yenileme Kurulu’nun, Demirören AVM’nin yükseltilmesi kararını verirken gerekçe gösterdiği ‘Geçmişten Günümüze Beyoğlu’ kitabının II. cildinde yayımlanmış (2004-1. baskı) eski fotoğraflara ulaşmıştı. Eski fotoğraflarda, Demirören AVM’nin yapıldığı yerdeki bina, Serkil Doryan’dan sadece bir kat yüksek, yani beş katlı görünüyor. Oysa Demirören AVM’nin şimdiki durumu çok daha yüksek katlı.

Radikal, Haber: Erkan Altuğ, 17.12.2010



******


KAT İŞTAHINA YIKIM DİYETİ

 

Demirören AVM’nin tıraşlanacak olma ihtimali, biraz olsun sonsuz iştahları tıkar diye umalım. İstiklal Caddesi’ndeki alışveriş merkezini, hem arzın merkezine hem gök yüzüne doğru mümkün mertebe genişletmeyi kâr saydıklarını, iki ay önce Erkan Aktuğ’un haberinden öğrenmiştik. Dün de Yenileme Alanları Koruma Kurulu’nun inşaatı inceleyip kurallara aykırı bulduğunu ve fazla katların yıkılmasını istediğini öğrendik. Meğer Demirören Grubu kitabına uydurup, uymazsa gözden kaçırıp ille de biraz daha büyük ‘biraz daha yüksek’ biraz daha kârlı bir inşaat yapmaya çalışıyormuş... Projeye onay verdi diye kızdığımız Yenileme Alanları Koruma Kurulu’nun aslında kandırılmış olduğunu, inşaatın bu halini görünce fazla katların yıkılmasını istediğini de dünkü haberden öğrendik…

 

Ama öğrenemediğimiz şeyler de var. 2004 yılında 1 Numaralı, 2006’da 2 Numaralı Koruma kurullarına gidip bir türlü onaylanmayan projenin neden 2008 yılında Yenileme Kurulu tarafından onaylandığını hâlâ bilmiyoruz. Ayrıca bu Yenileme Kurulu’nun nereden çıktığını, bildik koruma kurullarına ilaveten neden bir de böyle ‘özel’ bir kurul kurulduğunu anlamış değiliz.

Bir ihtimal var. Eski koruma kurullarından jet kararlar çıkarmak pek zor olduğu için, kentin çöküntü alanlarında yapılmak istenen o pırıltılı projelere anlayış göstermekte zorlandıkları için iktidar yeni kurullar kurmaya karar vermiş olabilir. Çok pratik bir çözüm. Tıpkı HES’lere bir türlü geçit vermeyen Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulları’nın yerine Orman Bakanlığı’nda yeni kurullar kurmaya niyetlendikleri gibi…

 

Bu Yenileme Kurulları meselesi mimarlık çevrelerinde zaten yıllardır tartışılan, şüpheyle karşılanan bir konu. Ama adları bir kez mızmız ve müzmin muhalife çıktığından kimsenin aldırdığı yoktu. Artık herkes Yenileme Kurulları’ndan haberdar, onlar da bunu öğrenmiş oldu. Yakında Tarlabaşı ve Süleymaniye’nin ‘yenilenmesi’ gündeme gelecek. Bakalım o zaman da böyle ‘yıkım-yapım-yeniden yıkım’ tartışmaları yaşanacak mı?

Radikal, Yazı: Cem Erciyes, 18.12.2010

KARGO PAKETİNDEN TARİHİ ESER ÇIKTI

 

  

 

Diyarbakır İl Jandarma Komutanlığı'nca, Bismil ilçe merkezinde 15 Aralık 2010 tarihinde icra edilen faaliyet kapsamında, 126 adet tarihi eser ele geçirdi.

 

Diyarbakır İl Jandarma Komutanlığı'nca, İstanbul ilinden, Diyarbakır ili Bismil İlçesine ulaştırılmak üzere kargoya verilen paket içerisinde yapılan arama sonucunda, bilgisayar CD-ROM'unun içine gizlenmiş vaziyette Bizans ve Roma dönemine ait olduğu belirlenen çeşitli renk ve ebatlarda 111 adet sikke ve 15 adet tarihi obje olmak üzere toplam 126 adet tarihi eser ele geçirildi.

 

Tarihi eser niteliği taşıdığı değerlendirilen 126 adet eser Diyarbakır Müze Müdürlüğü'ne teslim edilirken olayla ilgili 1 kişi gözaltına alırken 1 kişinin de arandığı bildirildi.

Diyarbakır Kent Haber, 16.12.2010

25 BİN LİRAYA KAZILACAK

 

Konuralp Belediye Başkanı Yusuf Ercan yaz döneminde 25 bin lira bütçe ile amfitiyatroda restorasyon ve kazı çalışması yapacaklarını söyledi.Ercan ayrıca, beldede bayanlar ve gençlerin sosyal ihtiyaçlarına yönelik projelerinin olacağını belirtti. Amfitiyatroda farklı bir çalışma başlatmaya hazırlandıklarının altını çizen Ercan, program netleşir netleşmez tüm Düzce halkını konuyla ilgili bilgilendireceklerini vurguladı.

 

Yusuf Ercan, Özel İdare bütçesinden ayrılan 25 bin lira ödenek ile amfitiyatronun restore edileceğini, aynı zamanda alanda kazı çalışması yapılacağını kaydetti. Ercan şöyle konuştu: “amfitiyatroda çok farklı bir çalışma yapmayı planlıyoruz. Yaz aylarının başında orada hem düzenleme hem de kazı çalışması yapılacak. Ancak henüz program netleşmiş değil. Özel İdare bütçesinden bu çalışma için 25 bin lira ödenek ayrıldı. Restorasyonun yanı sıra orada birde kazı çalışması gerçekleştirilecek. Program netleştiğinde tüm kamuoyunu konuyla ilgili bilgilendireceğiz.”

Düzca Damla, 16.12.2010

TÜRK-RUM TUĞLALARINI TOPLADI, KOLEKSİYON YAPTI

 

  

 

Çanakkale'de yerel tarih araştırmacısı Ahmet Uslu, 25 yıllık çalışmanın ardından Çanakkale ve yöresinden topladığı Osmanlı dönemine ait çok sayıda Türk ve Rum tuğlasını galerisinde sergilemeye başladı.


İl merkezinde Çanakkale Savaşları Galerisi açan yerel tarih araştırmacısı Ahmet Uslu, savaş dönemine ait eserlerin yanı sıra Çanakkale ve yöresinden 25 yılda topladığı Osmanlı dönemine ait Türk ve Rum tuğlalarının bir kısmını da burada sergiliyor. Osmanlı döneminde en büyük tuğla üreticisinin Çanakkale'nin Eceabat İlçesi olarak bilindiğini söyleyen Uslu, "1900'lü yıllarda Çanakkale'de 100'e yakın tuğla fabrikası bulunuyordu. Ünlü Maydos tuğlaları da burada üretilip yurdun değişik bölgelerine gönderiliyordu. Ben de gelecek nesillere tarihten bir parça bırakabilmek için 25 yıllık çabalarım sonunda bu 100 farklı tuğla fabrikasının değişik tuğlalarından bulabildiklerimi koleksiyon haline getirmek istedim. Galerimde yer alan tuğlaların yüzde 30'u Türk, yüzde 70'i de Rumlara ait. Her fabrika zamanında bu tuğlaların üzerine kendine özgü marka atmış. Bu sebeple de günümüze kadar bu tuğlalar onların bu yazıları ile gelmiş durumda. Şu an koleksiyonumda 170'e yakın farklı tuğla var. Ancak yer olmadığı için maalesef bunların tamamını sergileyemiyorum" dedi.


Uslu, Türkiye'de tuğla koleksiyonu yapan kişilerin bulunduğunu, bunların da genelde tuğla fabrikası sahipleri olduğunu belirterek, "Çanakkale ve yöresinde üretimi yapılan tuğla sayısının fazla olması, o dönemde ilimize ismini veren çanak çömlek ve tuğlaların önemini bir kez daha gösteriyor. En büyük hedefim ise bunları sergileyecek bir tuğla ve seramik müzesi açmak. Bu konuda yetkililerden yardım bekliyorum" diye konuştu.


Bu arada, birbirinden ilginç tuğlaların üzerinde yer alan yazılar ve amblemler ise vatandaşların büyük ilgisini çekiyor.

Türkiye Gazetesi, Haber: Ayhan Öncü, 16.12.2010

İSTANBUL'UN NEDEN BİR KENT MÜZESİ YOK?

 

İstanbul’da opera temsilleri geçici mekan Süreyya Operası’nda yapılıyor. Provalar başka yerde, kostümler başka yerde… Sanatçılar perişan, temsil öncesi ve sırasında bir yerden bir diğerine taşınıyor. Mekan yetersiz kaldığı için görkemli büyük yapıtlar sahnelenemiyor. İstanbul Devlet Senfoni Orkestrası sezon açılışını opera binası yerine Aya İrini’de yaptı (ya o da olmasaydı) AKM neredeyse çürümeye terk edilmiş bir halde yazgısını bekliyor. Kentin övünülecek bir opera binası yok. İstanbul Devlet Senfoni Orkestrası bin yıllık tarihi geçmişi olan övülesi bu kentin geçici sahnelerinde konserlerini veriyor. Çünkü tek gururumuzdu AKM, hala yazgısını bekliyor.

Devlet Tiyatrosu’nun adı var, sahnesi yok. Özel tiyatrolara gelince; ayakta durma savaşı verirlerken çoğu yapıtlarını kiralık mekanlarda sahneliyor. İstanbul’un yüz akıydı AKM şimdi yok.

Ve sergiler İstanbul’un bin yıllık tarih geçmişi özel Sabancı Müzesi’nde, İstanbul’un 100 yıllık mimari kültürü Santral İstanbul’da sergileniyor. Güzel de, ne zamana kadar? Biri bu tarihe, diğeri şu tarihe kadar… Yani hepsi geçici. Kentin bin yılı aşkın kültür, sanat, mimari geçmişini, sergiler açık kaldığı sürece kim izlediyse şanslı. Geri kalan yerli ve yabancı turist görmese de, bilmese de olur.

Çünkü üç imparatorluğu bağrında barındırmakla gururlandığımız bu tarihi kentin bir “Kent müzesi” yok...

Geçen eylül ayında Adalar Kent Müzesi’nin açılışında konuşmalarını yapan yetkililer, müzenin bundan sonra yapılacaklara öncülük etmesi dileğini vurguladılar. Adalar Kent Müzesi bir bağlamda, gelecekteki İstanbul kent müzesine bir örnek olmalıydı. Elbette kutlanacak bir başarıydı bu. Böyle bir müzenin türlü çabalarla, nice zorluklarla gerçekleştirilmesi... Ancak isterdik ki, önce bir İstanbul kent müzesi diğerlerine örnek olsun. Keşke önce bir İstanbul kent müzemiz olsaydı da arkasından başkaları gelseydi. Çanakkale’de var, Mardin’de (Sabancı Holding’in girişimiyle) var, ama bunca gururlandığımız dünya kenti İstanbul’da yok. Ve üç imparatorluğa mekan olmuş bu kentin kültürü, tarihi ne yazıktır ki sadece geçici sergilerle sınırlı kalıyor.

Oysa bu şansı yakalamıştı İstanbul bir zamanlar… Türkiye Ekonomik ve Toplumsal Tarih Vakfı’nın, HABİTAT II Konferansı nedeniyle, 1996 yılında Darphane-i Amire binasında açmış olduğu, “Dünya Kenti İstanbul Sergisi”nde kalıcı bir kent müzesinde var olması gereken, akla gelebilecek her türlü tasarım, dokümanları, belgeleri, fotoğrafları, gravürleri, haritaları, grafikleriyle, yazıları ve görselliği ile en ince ayrıntısına kadar sergilenmişti.

Kent, tarih öncesi İstanbul’dan Bizans’a, erken ve geç Osmanlı döneminden, Mütareke ve Cumhuriyet dönemi İstanbulu'na uzanan uzun soluklu tarihsel bir zaman diliminde, coğrafyası, tarihi, müziği, giysisi, mimarisi, resmi, minyatürü, özetle bütün bir yaşam kültürüyle yer almıştı bu dev sergide. Prof.Dr. Afife Batur’un genel koordinatörlüğünde, her biri kendi dalında uzman onca değerli bilim ve sanat insanımızın (burada adlarını vermeye yazıya ayrılan yerin sınırlı olması nedeniyle olanak yok) gönüllü çalışmalarıyla, inanılmaz bir azimle gerçekleştirilen ve uzun süre ziyaretçiye açık kalan bu serginin malzemeleri bugün nerede diye sorulacak olursa: kimi maketler Yıldız’daki Mimarlar Odası’nın kullandığı binanın girişinde, büyük bir bölümüyse Tarih Vakfı’nın binalarında korunmakta.

İstanbul bir ‘Dünya Kenti İstanbul Müzesi’ni çoktan hak etmiştir... Böyle anlamlı bir proje için vakit geçirmeden harekete geçilmelidir. Yetkililere, ilgililere duyurulur…

Cumhuriyet, Yazı: Deniz Banoğlu, 16.12.2001

YAKUTİYE MEDRESESİ ÇEVRESİNDEKİ AĞAÇLARDAN KURTARILDI

Anadolu'daki kapalı avlulu medreselerin en büyüğü olan Erzurum'daki Yakutiye Medresesi'nin çevresinde bulunan ağaçlar söküldü. Merkez Yakutiye İlçe Belediye Başkanı Ali Korkut, AA muhabirine yaptığı açıklamada, İlhanlı hükümdarı Sultan Olcayto döneminde, Gazan Han ve Bolugan Han tarafından 1310 yılında yaptırılan Yakutiye Medresesi'nin, Anadolu'daki en önemli tarihi eserler arasında yer aldığını söyledi. Anadolu'daki kapalı avlulu medreselerin son örneklerinden olan Yakutiye Medresesi'nin mimari güzelliğinin, etrafının ağaçlarla çevrili olması nedeniyle yıllarca farkına varılamadığını ifade eden Korkut, şunları kaydetti:

''Dört eyvanlı iç mekanda bulunan dikdörtgen avlunun orta bölümü mukarnaslı bir kubbeyle, diğer kısımları ise sivri kemerli beşik tonazlarla örtülü olan medrese, Anadolu'daki kapalı avlulu medreselerin en büyüğüdür. Medrese, plan düzeni, dengeli mimarisi ve iri motifli süslemeleri ile Erzurum'un en gösterişli yapıtlarından biridir. Böyle bir eser şimdiye kadar ağaçların gölgesinde kalmıştı. Göreve gelir gelmez medresenin tüm güzelliğini görünür kılmak için proje hazırladık. Medresenin etrafındaki metrelerce uzunluğa erişen ağaçları söküp başka bölgelere diktik. Yıllarca yöre halkının bile ağaçların arasında olduğu için farkına varamadığı Yakutiye Medresesi'nin eşsiz mimari güzelliği, çevresindeki ağaçların kaldırılmasıyla gün yüzüne çıktı.''

Tarihi eserin çevresinde yeniden düzenleme yaptıklarını belirten Korkut, şöyle devam etti:
''Medresenin önü ve arkası sert görünüm, bazalt, andezit, granit taşlarıyla çeşitli desenlerde kapladık. Alanın kenarları da yeşil alan olarak düzenlenecek. Yeşil alan görsellik dikkate alınarak hazırlanacak. Kenar çalışmasında en az 150 adet, çok fazla boylu olmayan, gövde çapları geniş olmayan çiçekli tür ağaçlar kullanılacak. Böylece geçmişte kökleriyle tarihi esere zarar veren, tarihi eserleri görüntü olarak kapatan yapı olmayacak.''

Medresenin çevresinde geniş yürüyüş alanları, oturma gruplarının da yer alacağını anlatan Korkut, gece aydınlatmalarında da farklı tarzlar düşünüldüğünü sözlerine ekledi.

Yapı, Fotoğraf: Kurbai Geyik/AA, 16.12.2010

4. HENRİ'NİN KESİK KAFASI TEŞHİS EDİLDİ

 

 

Bilim adamları, 9 ay süren testlerin ardından 1610’da 57 yaşında suikaste kurban giden Fransa Kralı 4. Henri’nin kafasını teşhis etmeyi başardı.

 

British Medical Journal’da yayınlanan araştırmada, “olağanüstü garip seyahatlerin” ardından 2008’de bir emeklinin evinde bulunan ve 4. Henri’ye ait olduğu kesinleşen kafanın, gayet iyi durumda korunduğu ve hala saç ile sakalından izlere sahip bulunduğu belirtildi. Garches adli tabibi Dr Philippe Charlier ve 19 bilim adamı tarafından yürütülen araştırmada elde edilen bulgular, yarın Paris’te düzenlenecek basın toplantısıyla kamuoyuna açıklanacak. 14 Mayıs 1610’da öldürülen 4. Henri, Paris yakınındaki Saint Denis Bazilikası’na gömülmüş, Fransız Devrimi sırasında kraliyet mezarlığı açılmış ve devrimciler tarafından kesilen kafa daha sonra ortadan kaybolmuştu. 

Milliyet, 16.12.2010



Kafatasında bir suikast girişiminin kemikte bıraktığı lezyon gibi izlere de rastlandı.

TARİHİMİZ TALAN EDİLİYOR, BİZ SEYREDİYORUZ

 

Üzerinde kurulduğu toraklarda onlarca uygarlığa ev sahipliği yapan ve bağrında milyonlarca tarihi eseri barındıran Kütahya'da tarihi eser kaçakçıları cirit atıyor.

 

Paha biçilmez eserlerle yakalansa da ifadesi alındıktan sonra serbest bırakılan ve genelde hiçbir cezai yaptırım uygulanmayan tarihi eser kaçakçılarının icraatlarına Kütahya’da her zaman rastlamak artık olağan hale geldi. Ya kendisine kaçakçılığı iş edindiği için veyahut da zengin olma hayaliyle topraklarımızdaki tarihi eserleri çıkarıp el altından satan bu şahıslar, maalesef tarihi değerlerimiz talan ediyorlar.
 

Televizyonlardan ve çeşitli internet sitelerinden kolayca temin edilebilen gelişmiş arama detektörleriyle topraklarımızı köstebek yuvasına çeviren bu şahısların sayısı her geçen gün artarken, tarihi eser kaçakçılarına karşı radikal önlemlerin ne zaman alınacağı merak ediliyor.


Kaçakçılığın önüne geçmek için hukuki yönden caydırıcı cezaların verilmesi bu olumsuzluğun önüne geçilmesi için olmazsa olmaz bir tedbir olarak görülürken, talan edilen tarihimizi sadece seyretmekle yetindiğimizin acı resmini geride bıraktığımız hafta yaşanan birkaç örnekle yetkililerimizin dikkatine sunuyoruz:

 

Olay 1; Kütahya'da, tarihi eser kaçakçılığı yaptıkları iddiasıyla yakalanan 2 kişinin bulunduğu otomobilde, Roma dönemine ait 88 adet gümüş sikke ele geçirildi. Alınan bilgiye göre, S.E. ve M.E.'nin tarihi eserleri pazarlamaya çalıştıkları bilgisine ulaşan jandarma ekipleri, bu kişilerin içinde bulunduğu 50 AE 974 plakalı otomobili, Kütahya-Afyonkarahisar karayolunun 40. kilometresindeki Altıntaş yol ayrımında durdurdu.

 

S.E. ve M.E.'yi gözaltına alan ekiplerce araçta yapılan aramada ele geçirilen Roma döneminden kalma 88 adet gümüş sikke, bilirkişi raporu hazırlanması amacıyla Kütahya Müze Müdürlüğüne teslim edildi. Adliyeye çıkarılan S.E. ve M.E, Cumhuriyet Savcılığınca serbest bırakıldı.

 

Olay 2; Simav İlçesi'nde, belediyeye ait iş makinesiyle kaçak kazı yaparak Roma döneminden kalma mermer sütunu çıkardıkları iddia edilen, aralarında belediyede çalışan şoförün de bulunduğu 4 kişi yakalandı. Jandarma ekipleri, Bahtıllı beldesinde sit alanı içerisinde bulunan tarihi Bahtıllı Kalesi çevresinde izinsiz kazı yapıldığı ihbarını aldı.

 

İhbar üzerine harekete geçen ekipler, belediyede şoför olarak çalışan R.M. ile arkadaşları M.G., K.Y. ve A.Y.'nin, belediyeye ait iş makinesini kullanarak çıkardıkları Roma döneminden kalma 500 kilogram ağırlığındaki mermer sütunu, traktöre yükleyerek götürdüğünü belirledi.

 

Bunun üzerine jandarma ekiplerince gözaltına alınan R.M., M.G. K.Y. ve A.Y. işlemlerinin ardından adliyeye sevk edildi. Zanlılar, savcılıktaki ifadelerinin ardından serbest bırakıldı.

 

Olay 3; Tavşanlı İlçesi'nde şarampole devrilen araçta tarihi eser ele geçirildi. S.Ç.'nin kullandığı  otomobil, Tavşanlı-Kütahya karayolunun 18. kilometresinde şarampole devrildi. Kazadan yara almadan kurtulan S.Ç., aracını terk ederek olay yerinden uzaklaştı.

 

Olay yerine gelen jandarma ekiplerinin yaptığı incelemede, sağ ön kapı cebinde bulunan çay paketine gizlenmiş 24 adet sikke, 23 adet metal obje ve metal zincir ile yüzük ele geçirilerek, Kütahya Müze Müdürlüğü'ne teslim edildi. Jandarma tarafından yakalanan S.Ç., ifadesine başvurulmasının ardından serbest bırakıldı.

 

Olay 4; Kütahya'da, çeşitli dönemlere ait 245 adet tarihi eser ele geçirildi, 2 kişi gözaltına alındı. Jandarma ekipleri, içinde tarihi eser bulunduğu bilgisine ulaştıkları Y.Ö.'nün kullandığı otomobili, Kütahya-Gediz karayolunun 7. kilometresinde durdurmak istedi. Y.Ö.'nün burada durmayarak kaçması üzerine takip edilen otomobil, Aslanapa ilçe merkezinde durduruldu.

 

Ekiplerin, araçta bulunan S.H.'nin otomobilden attığı çantada yaptığı incelemede, Hellenistik, Roma ve Osmanlı dönemlerinden kalma 206 adet bronz sikke, 30 adet gümüş sikke, 3 adet çanak obje, iki adet bronz kolye, birer adet mermer ve bronz obje ile bronzdan yapılma çan ve yüzük olmak üzere toplam 245 adet tarihi eser ele geçirildi.

 

Araç sürücüsü Y.Ö. ile araçtaki S.H., gözaltına alındı (muhtemelen yine ifadeleri alındıktan sonra serbest bırakıldılar).

Tellal Haber, 15.12.2010

SEBASTAPOLİS'TE 2010 KAZI ÇALIŞMALARI TAMAMLANDI

 

 

Sulusaray İlçesi'nde bulunan Sebastapolis antik kentinde 19 ağustos 2010 tarihinde başlayan kazı çalışmaları sona erdi. Konuyla ilgili bir açıklama yapan Valimiz Sayın Şerif Yılmaz; Sebastapolis antik kentinde kurtarma kazılarının 19 Ağustos 2010 tarihinde 20 yıl aradan sonra tekrar başladığını belirterek; çalışmaların Tokat Müzesi başkanlığında Doç.Dr. Markus Kohl’ün bilimsel danışmanlığında arkeologlar Mesude Matoğlu ve Ali Alkan’dan oluşan 20 kişilik ekip tarafından yürütüldüğünü ifade etti.

 

Temizlik ve sondaj çalışmalarının Tokat Müzesi tarafından 1987-1990 yılları arasında yapılan kurtarma kazıları sırasında açığa çıkarılan hamam ve kilise kalıntılarının olduğu alanda yapıldığını söyleyen Valimiz Sayın Şerif Yılmaz gerçekleştirilen kazı çalışmalarının sonucu ile ilgili açıklamasına şöyle devam etti: “Kilisenin batısındaki mekanda beyaz ve mavi mermer plakaların yan yana dizilmesi ile oluşturulmuş taban döşemesi açığa çıkarılmıştır.

 

1)Kilisenin zamanla dolmuş olan güney apsisi temizlenerek açığa çıkarılmıştır. Güneydeki küçük apsissin köşesinde bir sütun bulunmuştur. Altı sıra Yunanca yazıt bulunan sütunda Y ( Adı Sempronius olan bir adam oğluna şans olsun diye bunu adadı )şeklinde yazmaktadır. Yazıt Sulusaray taş eser deposuna taşınmıştır.

 

2)Kilise içinde duran gri mermerden yapılmış sütun Sulusaray’daki taş eser deposuna taşınmıştır. Sütunun bir yüzünde beş satır Yunanca yazıt bulunmaktadır. Sütunun üzerinde ”Başpiskopos Basileus bunu adadı (yaptı)” şeklinde yazmaktadır.

 

3) Kilisede yapılan temizlik kazısında değişik dönemlere ait seramik parçaları, mermer plaka parçaları, 123 kilogram kurşun cüruf, pişmiş toprak çatı kiremidi ve tuğlalar,bir adet bronz aplike parça ile bir adet bronz Geç Osmanlı sikkesi ele geçmiştir.

 

Arkeologlar tarafından hamam ve kilise kalıntısında yapılan temizlik çalışmasında otuz beş kamyon hafriyat ve çöp atıldığı ifade eden Valimiz Sayın Şerif Yılmaz; 2010 yılında ayrıca hamam ve kilise kalıntısının olduğu alan 1,5 m tel örgü ve üzeri 30 cm yükseklikte üç sıra dikenli tel ile çevrilerek örenyerinde bir çevre düzenlemesi yapıldığını Kilise ve hamamda dağınık durumda olan mimari elemanlar sıralanarak görüntü kirliliğinin de giderildiğini sözlerine ekledi.

haberler.com, 15.12.2010

FIRTINA 1700 YILLIK HEYKELİ ORTAYA ÇIKARDI

 

İsrail'de meydana gelen fırtına, Askhelon'da 1700 yıllık heykelin bulunmasını sağladı.

 

İsrailli yetkililer, Romalılara ait mermer ve kafası olmayan heykelin kuma gömülmüş halde bulunduğunu açıkladı. Heykeli denizden çıkarma çalışmaları sırasında yine Romalılara ait hamamın da bulunduğu bildirildi. Ancak fırtınanın devam etmesi kurtarma çalışmalarının yavaş yürütülmesine yol açıyor.

 

Arkeolog Yigal Israel, "Fırtına tarihi bir heykelin bulunmasını sağladı. Ancak devam eden fırtına aynı zamanda birçok tarihi eseri de denize sürükledi" diye konuştu.

Türkiye Gazetesi, 15.12.2010

MAZI KÖYÜ TANITIM BEKLİYOR

 

 

Türkiye’nin en gözde kültür turizm merkezlerinden biri olan Kapadokya bölgesinde, Romalıların en önemli yerleşim merkezlerinden birinin Ürgüp İlçesi'ne bağlı Mazı Köyü olduğu belirtildi.

Bölgede yapılan arkeolojik yüzey araştırmalarında 3 ayrı tepe noktalarında Romalılara ait olduğu belirlenen 300 ü aşkın kaya mezarı saptandı.

 

Mazı Köyü muhtarı Naci Yılmaz yaptığı açıklamada, 3 ayrı tepe noktasının arasında kalan Mazı Köyü'nün Antik çağda Matazo olarak isimlendirildiğini belirterek, verimli arazilerinin de etkisi ile bu günkü Mazı köy yerleşiminin Erken Roma döneminden itibaren oldukça önemli bir merkez haline geldiğini söyledi.

 

Değişik yerlerde farklı 4 girişi tespit edilebilen Roma döneminden kalma yer altı kentinin önemli bir mirası olarak günümüze kadar ulaştığını kaydeden Yılmaz, yer altı kentindeki çok sayıdaki ahır sayısının bölgenin geçmişte hayvancılığın da yaygın olarak yapıldığını gösterdiğini belirtti.

Bölgede yapılan bilimsel araştırmalarda Kayabaşı ve Davutlu Bucağı olarak da isimlendirilen iki ayrı tepede oldukça geniş bir alana yayılan kaya mezarlarının bulunduğunu ifade eden Yılmaz, bebek, çocuk ve yetişkin mezarı olarak 300 civarında belirlenen mezar alanlarının bile başlı başına bir gezi alanı olarak düzenlenebileceğini kaydetti.

 

Romalıların geleceğe anıtsal bir miras olarak bıraktıkları dik yamaçlara oyulmuş, estetik bir mimari ile dizayn edilen ve bu bölgede yaşayan önemli kişilerin gömülü bulunduğu 3 kaya mezarının da bölgenin en önemli tarihsel ve kültürel değerleri arasında yer aldığını kaydeden Mazı Köyü muhtarı Naci Yılmaz, bu değerlerin etkin bir tanıtım çalışması ile turizme kazandırılması gerektiğine inandıklarını ancak köy muhtarlığının dar bütçesi ile bunları yerine getirmenin mümkün olmadığını ifade etti.

 

Yılmaz “Kapadokya turizminde önemli kültürel ve tarihsel potansiyele sahip olmamıza karşın maddi sorunların aşılmaması nedeniyle Mazı Köyü turizmden hak ettiği şekilde yararlanamıyor. Roma döneminin köklü değerlerine sahip Mazı Köyü'nün bölgede önemli bir gezi merkezine dönüşmesini yetkililerden bekliyoruz.”diye konuştu.

Nevşehir Kent Haber, 15.12.2010

METROPOLİS KAZILARI

 

 

İzmir'in Torbalı İlçesi'ne bağlı Yeniköy ve Özbey köyleri arasındaki tepede bulunan Metropolis antik kentinde 2010 dönemi kazı programı tamamlandı. Sabancı Vakfından yapılan yazılı açıklamaya göre, Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Trakya Üniversitesi iş birliğinde, Sabancı Vakfı, Metropolis Sevenler Derneği (MESEDER) ve Torbalı Belediyesinin desteğiyle 20 yıldır sürdürülen Metropolis antik kentindeki kazı çalışmalarının bu yılki bölümünde, Roma Hamamı ve Palaestra (Güreş Alanı) önemli ölçüde gün ışığına çıkarıldı.

Trakya Üniversitesi Arkeoloji Bölümü öğretim üyesi Yrd. Doç.Dr. Serdar Aybek başkanlığında 35 işçi, 25 öğrenci ve arkeologdan oluşan kazı ekibi tarafından yürütülen çalışmalarda, kentin geçmişteki parlak sosyal yaşantısını aydınlatan önemli veriler elde edildi.

Roma Hamamı ve Palaestra'da yapılan çalışmalarla yapıların planı büyük oranda ortaya çıkarken, geometrik bezemeli taban mozaikleri ve birçok metal, pişmiş toprak, kemik ve camdan yapılan küçük eser bulundu.

Açıklamada görüşlerine yer verilen Metropolis Kazıları Başkanı Serdar Aybek, ortaya çıkarılan yapıların ve geometrik bezemeli taban mozaiklerinin, kentin sosyal yaşamının zenginliği konusunda önemli ip uçları verdiğini belirterek, şöyle devam etti:

''Bu yılki kazılarla kentin önemli resmi yapılarından biri daha büyük ölçüde ortaya çıkarıldı ve kentin gerçek ölçeği konusunda da bizi aydınlattı. Palaestra'daki kazılarda, 40x40 metre boyutlarındaki avluyu çevreleyen 6 metre genişliğinde geometrik bezemeli mozaikli galeriler tespit ettik. İki bin yıllık eksiksiz ve bozulmamış bu mozaikler, Batı Anadolu'da bulunan en geniş mozaikli alanlar arasında yer almaktadır. Bölgeyi gün yüzüne çıkardıktan sonra, bozulmamış durumdaki bu mozaikler, Türkiye'de ve dünyada ses getirecek. Batı Anadolu'nun küçük kentlerinden biri olarak tanınan Metropolis'in gerçek ölçeği ve anıtsal varlığı ortaya çıkacak''.

Metropolis
Metropolis antik kenti, Torbalı İlçesi'ne bağlı Yeniköy ve Özbey köyleri arasındaki bir tepede bulunuyor. Metropolis'in tarihi, Neolitik Çağ'daki ilk yerleşim izlerinden Klasik Çağ'a, Hellenistik Çağ'dan Roma ve Bizans dönemlerine, Beylikler ve Osmanlı tarihine kadar uzanıyor.

Bugüne kadar yapılan kazılar sonunda antik tiyatro, peristyl evler, stoa (sütunlu galeri), bouleuterion (meclis binası), biri büyük diğeri küçük iki Roma hamamı, gymnasium (spor salonu), devlet agorası, dükkanlar, genel tuvalet, sokaklar gibi antik kent dokusunu oluşturan yapılar ve mekanlar bulundu.

Ayrıca bu mekanların kazı çalışmaları sırasında seramik, sikke, cam, mimari parçalar, figürler, heykeller, kemik ve fildişi eserler, pithos (depolama küpü) ve birçok Hellenistik dönem seramikleri ile maden eserlerden oluşan 10 bine yakın tarihi eser gün yüzüne çıkarıldı. Kazılarda elde edilen eserler, İzmir Tarih ve Sanat, İzmir Arkeoloji ve Selçuk Efes müzelerinde sergileniyor.

Yapı, 15.12.2010

"ULUS'TA YAŞANAN HUKUKSUZLUKLARA VE TAHRİBATA YARGIDAN DURDURMA"

 

 

Ankara Büyükşehir Belediyesi tarafından Ulus’ta, Ankara’nın tarihi kent merkezinde, sürdürülen uygulamalara dayanak oluşturan, Ankara Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’nun almış olduğu ‘Hacıbayram Veli Camii Restorasyonu ve Çevre Düzenleme Projesi’nin uygun bulunmasına ilişkin kararın yürütmesi, TMMOB Şehir Plancıları Odası tarafından açılan davalar sonucunda durduruldu.

Daha önce, ODTÜ tarafından yapılmış olan Koruma Amaçlı İmar Planı’nı iptal edilmiş, bunun üzerine yeni bir Koruma Amaçlı İmar Planı hazırlanmıştı. Bu plan ise TMMOB Şehir Plancıları Odası tarafından açılan dava sonucunda 2008 yılında iptal edilmişti. Koruma Amaçlı İmar Planı’nın iptalinden sonra, Ankara Büyükşehir Belediyesi uygulamaları alınan Koruma Bölge Kurulu kararlarıyla (760 sayılı İlke Kararıyla) sürdürüldü.

760 sayılı İlke Kararı’nın ‘2863 sayılı Yasa’nın 17’nci maddesine açıkça aykırı olduğu’ ve ‘korunması gereken kentsel sit alanlarında geri dönülmesi olanaksız tahribatlara neden olabileceği’ gerekçeleriyle TMMOB Şehir Plancıları Odası tarafından yargıya taşındı. Sonuçta Danıştay 6’ncı dairesi tarafından alınan 26.10.2010 tarihli kararla İlke Kararı’nın yürütmesi durduruldu.

Konu ile ilgili olarak TMMOB Şehir Plancıları Odası Genel Başkanı Necati Uyar’ın yayınladığı basın açıklaması şöyle;
 
“Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu’nun 760 sayılı İlke Kararı’na karşı Danıştay 6’ncı Daire’de, Ankara Büyükşehir Belediyesi uygulamalarına dayanak olan Ankara Koruma Bölge Kurulu’nun kararına karşı Ankara 12’nci İdare Mahkemesi’nde alınan kararlarla, Yargı;

"İ. Melih Gökçek, Ulus‘tan ve Hacıbayram Veli Camii’nden elini çek" dedi…

Ankara Büyükşehir Belediyesi tarafından Ulus’ta, Ankara’nın tarihi kent merkezinde sürdürülen hukuksuz uygulamalara, yıkım ve tahribatlara dayanak oluşturan, Ankara Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’nun almış olduğu ‘Hacıbayram Veli Camii Restorasyonu ve Çevre Düzenleme Projesi’nin uygun bulunmasına ilişkin kararın yürütmesi Ankara 12. İdare Mahkemesi tarafından, söz konusu karara ve benzer kararlara dayanak oluşturan Koruma Yüksek Kurulu’nun 760 sayılı İlke Kararı’nın yürütmesi ise Danıştay 6’ncı Dairesi tarafından, TMMOB Şehir Plancıları Odası tarafından açılan davalar sonucunda durduruldu.

Son yıllarda Ankara Büyükşehir Belediyesi tarafından Ulus‘ta iktidar desteğiyle izlenen hukuksuz süreç, başkan Sayın İ. Melih Gökçek‘in Ulus konusunda oldukça ‘büyük’ (!) düşündüğünü göstermektedir.

Ankara tarihi kent merkezine yönelik kafasında geliştirdiği ‘büyük’ projeleri yaşama geçirmek amacıyla, ODTÜ tarafından yapılmış olan Koruma Amaçlı İmar Planı’nı iptal eden İ. Melih Gökçek’in yaptırdığı, Ulus’un sahip olduğu değerleri yok edebilecek yeni Koruma Amaçlı İmar Planı, Odamızın açmış olduğu dava sonucunda 2008 yılında iptal edilmiştir.

Koruma Amaçlı İmar Planı’nın yargıda iptali sonrasında, 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu uyarınca, yeni planlar yapılarak onaylanıncaya kadar hiçbir uygulama yapılmaması gereken Ulus’ta, Ankara Büyükşehir Belediyesi uygulamaları alınan zorlama Koruma Bölge Kurulu kararlarıyla sürdürülmüştür. Bizzat Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay tarafından da yerinde tespit edilen, talimatlara, kayıtlara, Koruma Bölge Kurulu kararlarına yansıyan hukuksuzluklar, Bakanlık ve Koruma Bölge Kurulu tarafından (her nedense) durdurulamamış, Bakanlığın gücü Başkan Gökçek‘i durdurmaya yetmemiştir.

Yeni Koruma Amaçlı İmar Planı hazırlanması sürecinin uzaması gerekçe gösterilerek, 2863 sayılı Yasaya açıkça aykırı biçimde alınan ve Ankara Büyükşehir Belediyesi uygulamalarının önünü açmayı temel amaç edinen 760 sayılı İlke Kararı, 29.01.2010 tarihinde Resmi Gazete’de yayımlanmıştır. Alınan İlke Kararı ile Ulus benzeri ‘koruma amaçlı imar planları yargıda iptal edilen sit alanlarında, planlar yeniden yapılıncaya kadar’ Koruma Bölge Kurulu kararıyla uygulama yapılmasının önü açılmıştır.

Koruma Yüksek Kurulu tarafından alınan 760 sayılı İlke Kararı yasaya aykırıdır.

Ulus‘ta Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin hukuksuz uygulamalarına yasal dayanak oluşturmak amacıyla alınan 760 sayılı İlke Kararı; ‘2863 sayılı Yasa’nın 17’nci maddesine açıkça aykırı olduğu’ ve ‘korunması gereken kentsel sit alanlarında geri dönülmesi olanaksız tahribatlara neden olabileceği’ gerekçeleriyle Odamız tarafından yargıya taşınmış ve Danıştay 6’ncı dairesi tarafından alınan 26.10.2010 tarihli kararla İlke Kararı’nın yürütmesi durdurulmuştur.

760 sayılı İlke Kararı’nın yürütmesinin durdurulması, Ulus‘ta yaşanan tahribatlara benzer yeni tahribatların, Koruma Bölge Kurulları alet edilerek gerçekleşmesinin engellenmesi açısından büyük önem taşımaktadır.

Yasaya aykırılığı Yargı kararı ile de belgelenen İlke Kararı’na dayanarak onaylanan proje ile Ulus’ta ve Hacıbayram Veli Camii’nde ağır tahribatlar gerçekleşmiştir.

Ne yazık ki, 2863 sayılı Yasaya açıkça aykırı olduğu Yargı kararıyla belgelenen 760 sayılı İlke Kararı dayanak yapılarak, Ankara Koruma Bölge Kurulu tarafından uygun bulunan projeler ve alınan kararlar doğrultusunda İ. Melih Gökçek patentli uygulamalar sürdürülmüş, çok sayıda yapı yıkımı gerçekleştirilirken, Ankara’nın en önemli kültürel değerlerinden biri olan Hacıbayram Veli Camii ve August Tapınağı da bu yıkım ve tahribattan payına düşeni almıştır. 

August Tapınağı ile Hacıbayram Veli Camii ve çevresinde Ankara Büyükşehir Belediyesi tarafından ‘plansız’ ve ‘hukuksuz’ biçimde yürütülen çalışmalar, tepkilerin önlenmesi ve yapılan tahribatın gizlenmesi amacıyla, alanın çevresi yüksek panolarla kapatılarak gizlilik içinde sürdürülmüştür.

Yürütülen ‘hukuksuz’ çalışmalarda Caminin 1940 yılında yapılan bölümü ‘mevzuata açıkça aykırı’ biçimde yıkılmış, tümüyle korunması gerekli arkeolojik nitelikteki alanda kazı yapılarak tahribat büyütülmüş, tescilli Hacıbayram Veli Camii betonarme ek yapılarak büyütme adı altında ‘tahrip’ edilmiştir.

Bakanlığın yapamadığını Ankara 12’nci İdare Mahkemesi yapmış, İ. Melih Gökçek‘in hukuksuz uygulamalarını durdurmuştur.

Ulus‘ta yapılan çalışmaları yerinde inceleyen Sayın Kültür Bakanı Ertuğrul Günay tarafından da gözlemlenen ve yazılı olarak durdurulması konusunda talimat verilen, Bakan talimatına ve Koruma Bölge Kurulu tarafından alınan kararlara rağmen sürdürülen ‘yasa dışı’ çalışmalarla Hacıbayram Veli Camii’nde tahribat büyütülmüştür.

Hacıbayram Veli Camii’nde yapılan yasa dışı, hukuksuz uygulamalara izin veren Ankara Koruma Bölge Kurulu’nun 26.02.2010 tarih ve 4897 sayılı kararı, neden olduğu tahribatlar nedeniyle Odamız tarafından yargıya taşınmış, Ankara 12. İdare Mahkemesi’nin almış olduğu 03.11.2010 tarihli kararla, Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin Hacıbayram Veli Camii’ni tahrip eden, düzeltilmesi olanaksız tahribatlara neden olan uygulamalarına dayanak olan Ankara Koruma Bölge Kurulu kararının yürütmesini durdurmuştur.

Gerçekleşen tahribatlar açık olduğu ve kararlara geçirildiği halde, sorumlular hakkında suç duyurusu yapılmamış olması büyük bir eksikliktir.

Ankara Büyükşehir Belediyesi tarafından yapılan uygulamaların salt ‘bilime’, ‘koruma ilkelerine’, ‘mevzuata’ ve ‘ilke kararlarına’ değil, Koruma Bölge Kurulu tarafından uygun bulunan onaylı projesine bile aykırı yapıldığı, Sayın Bakan Ertuğrul Günay’ın tespitlerine, Koruma Bölge Kurulu kararlarına, Bakanlık ve Kurul elemanlarının tespitlerine yansıdığı halde, 2863 sayılı Yasa gereği yapılması gereken ‘suç duyuruları’ yapılmamış, tahribata neden olanlar hakkında soruşturma açılmamıştır.

Konuya büyük duyarlılık gösteren Kültür ve Turizm Bakanı Sayın Ertuğrul Günay‘ın gösterdiği ilgiye, verdiği kolaylaştırıcı talimatlara rağmen, gereğini yapmayan, hukuksuzluk belgelendiği halde uygulamanın durdurulması için yeterli çabayı göstermeyen, suçu işleyenler hakkında suç duyurusunda bulunmayan ‘Ankara Yenileme Alanı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu’ ile yaşanan tahribata neden olan projeleri ‘yetkisiz olduğu tarihte’ uygun bularak, hukuksuz biçimde uygulamaya geçilmesinin önünü açan projeleri uygun bulan ‘Ankara Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’ açısından da görev suçudur.

Bu nedenle, daha fazla gecikmeden;

Yargı kararlarıyla belgelenen hukuksuzluk ve tahribata neden olanlar hakkında derhal suç duyurusunda bulunulmalı, hukuksuz biçimde kültür varlığına zarar verenler ve yapılanları görmezden gelenler hakkında yasal işlem başlatılmalı,

Hacıbayram Veli Camii ve August Tapınağı gibi kültür varlıkları, bilimi ve tekniği reddeden, aklına esen kararlarla Ankara’yı yönetmeye çalışan İ. Melih Gökçek‘in oyuncağı olmaktan kurtarılmalıdır.

Değerli basınımızın ve kamuoyunun bilgisine saygılarımızla sunarız”.

Yapı, 15.12.2010

VAN GOGH'UN TABLOSUNUN RÖNTGEN FİLMİ ÇEKİLDİ

 

Hollandalı ressam Van Gogh'un bir tablosunun merkezinde çıplak gözle görülmeyen kadın yüzünün olduğunun fark edilmesi üzerine, ABD'deki "The Ox Cart" adlı tablosunun röntgen filmi çekildi. Uzmanlar, resmin içinde gizli bir resmin bulunup bulunmadığını araştıracak.

Hollanda'nın Kroller-Muller Müzesi'ne ait "Patch of Grass" isimli Van Gogh tablosunun merkezinde çıplak gözle görülmesi imkansız bir kadın yüzünün yer aldığının belirlenmesi üzerine, ünlü ressamın ABD'deki "The Ox Cart" adlı tablosunun röntgen filmi çekildi. Portland Müze Müdürü Elizabeth Chambers ve müzedeki eserlerin bakımını yapan Matthew Juniper, 2007 yılında Oregon ailesi tarafından müzeye hediye edilen eseri hastaneye getirdi. Bir insan gibi x-ray cihazının içine yerleştirilen tablonun röntgen filmi çekildi. Çekilen 4 fotoğraf Rice ve Cornell üniversitelerine gönderilecek.

Türkiye Gazetesi, 15.12.2010

DEFİNE ARARKEN CANINDAN OLDU

 

 

Kırşehir'in Boztepe İlçesi'nde, define arayan iki kişinin açtığı 5 metrelik çukurda göçük meydana geldi. İzinsiz altın aradıkları öğrenilen Kemal İlbaş (39) toprak altında kalarak öldü, Hüseyin D. ise yaralandı.

Alınan bilgiye göre, olay dün saat 17.30 sıralarında Boztepe İlçesi Horoz Gediği mevkiinde bulunan bir höyükte meydana geldi. Aynı köyden oldukları öğrenilen Kemal İlbaş ve Hüseyin D., izinsiz altın gömüsü bulmak için höyüğü kazmaya başladı. İki arkadaş 5 metrelik çukurda daha fazla kazı yapmaları gerektiğini düşündü. Kazmayla çukuru kazan İlbaş’ın üzerine bir anda toprak ve taş yığınları kaydı. Hafif yaralanan Hüseyin D. hemen jandarmaya haber verdi. Olay yerine Jandarma, UMKE ve Sivil Savunma ekipleri sevk edildi. Ekipler yağmurun altında ve eksi 10 derece de çalışmalarını başlattı. Büyük uğraşların sonunda Kemal İlbaş’ın cesedine ancak 6 saat sonra ulaşılabildi. Ceset, Kırşehir Devlet Hastanesi'ne morguna kaldırıldı.

Jandarma, konuyla ilgili geniş çaplı soruşturma başlattı. Göçüğü hafif sıyrıklarla atlatan Hüseyin D. ise tedavi altına alındı.

Bugün, 15.12.2010

HARRAN'IN KÜMBET EVLERİ ONARILIYOR

 

Şanlıurfa'da turizm için öneme sahip olan kümbet evler Karacadağ Kalkınma Ajansı'nın sağladığı hibe ile onarılacak.

 

İklime uyumlu, yazın serin kışın sıcak tutan kümbetlerden, ilk olarak 10 yıl önce Kültür ve Turizm Bakanlığı'nca kamulaştırılan evler onarılacak. Evlerin onarımında başarı sağlanması durumunda diğer evlerin de turizme kazandırılması için çalışma yapılacak.

 

Kümbet evlerden ikisinin Kültür ve Turizm Bakanlığı'nca 10 yıl önce kamulaştırıldığını hatırlatan İl Kültür ve Turizm Müdürü Selami Yıldız, bu evlerde ilk defa rölöve, restitüsyon, restorasyon, statik sağlamlaştırma, elektrik ve çevre düzenleme projelerini hazırladıklarını söyledi.

 

Uygulama projesi hazır olan kümbet evlerden birini Harran Kaymakamlığı'na tahsis ettiklerini belirten Yıldız, kaymakamlığın Karacadağ Kalkınma Ajansı'nın sağladığı yüzde 65 hibe desteği ile kümbet evin onarımı yaparak turizm amaçlı kullanacağını ifade etti. Yıldız, Uygulamada başarı sağlanması durumunda iki kümbet evin de aynı proje ile onarılıp turizme kazandırılacağını kaydetti.

Haber Ekspres, 15.12.2010

ASAR TEPE'DEKİ KAZILAR

 

 

Balıkesir'in Kepsut İlçesi'ne bağlı Kalburcu Köyü Asar Tepe mevkisideki kazılarda elde edilen bulguların, bölgenin MÖ 2 bin yılından Genç Roma dönemine kadar büyük ve zengin bir yerleşim yeri olduğunu kanıtladığı bildirildi.

Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü öğretim üyesi ve Antandros antik kenti kazı başkanı Doç.Dr. Gürcan Polat, Balıkesir Müze Müdürlüğünün daveti üzerine, Asar Tepe'deki kazı alanında incelemelerde bulundu.

Doç.Dr. Polat, kazı alanındaki incelemelerin ardından yaptığı açıklamada, bölgenin büyük ve önemli bir yerleşim birimi olduğunu belirtti. Asar Tepe'nin ovaya hakim ve yerleşime uygun bir yer olduğuna dikkati çeken Polat, şunları kaydetti:

''Kazıda elde edilen bulgular, bu tepe ve etekleriyle doğusu ve güneyine doğru geniş bir alanda yerleşim biriminin olduğunu gösteriyor. İncelediğimiz seramik parçaları ve ortaya çıkarılan mezarların, birden fazla döneme ait olduğunu gördük. Yani MÖ 2 binli yıllardan Genç Roma Dönemi'ne kadar kullanılan malzemeler var. Bizans dönemi de olması gerekir, ancak bu döneme ait fazla bir bulguya rastlanmamış. İlerde o döneme ait bulgulara da rastlanacağını tahmin ediyorum''.

 Polat, bölgenin değişik dönemlerde yerleşim yeri olarak kullanıldığını, yerleşimin büyük ve zengin olduğu kanaatine vardığını ifade ederek, şu bilgileri verdi:
''Bölgede çıkan toprak kap ve diğer malzemeler, bize bölgenin zengin bir yerleşime sahip olduğunu gösteriyor. Ayrıca, MÖ 6. yüzyılda kullanılan ve 'Lydion' dediğimiz 'Lidya'ya ait kap parçalarına da bolca rastlanıyor. Bir de bölgede geniş bir alana yayılan malzeme parçaları ile mezarlara rastlanması, bize bu bölgede büyük bir yerleşim ve nüfus olduğunu gösteriyor''.

Asar Tepe'deki kazılar, nisan-mayıs ve eylül-ekim ayları olmak üzere iki dönem halinde yapılıyor.
Yapı, 15.12.2010

ORTAKÖY CAMİİ'NDE CAN KORKUSU

 

 

ABD’nin eski Başkanı George W.Bush’un da İstanbul’un sembolü olarak seçip önünde konuştuğu Ortaköy Camii’nin ciddi yıkılma tehlikesi geçirdiği ortaya çıktı. Camide yaklaşık 3 aydır tavan çökmeleri yaşandığı ve son olarak bir gece yarısı tavandan çok büyük bir parçanın caminin ortasına düştüğü öğrenildi. Boğaz kıyısında Sultan Abdülmecid tarafından ünlü mimar Nigogos Balyan’a 1853’te yaptırılan tarihi camiyi kurtarmak için devlet harekete geçti. Büyük Mecidiye Camii’nin imamı Mahmut Çolman, yaşananları Habertürk’e şöyle anlattı:

“Camimizin üst katlarında su akıntısı var. Alçıpanlar olduğu gibi düştü. Cami girişindeki sıvalar ikindi namazında cemaatin üzerine döküldü. Daha büyük parçalar ise Allah’a şükürler olsun ki gece düştü. Yaklaşık 3 aydır sıkıntı sürüyor. Ramazan ayında da tavanlarda çökme meydana geldi. Tavan altına branda gerdik. Diken üstündeyiz. Can tehlikesi var. Acil restorasyon gerekiyor. Bu konuda 3 kez dilekçe verdim.”

Habertürk’ün bilgisine başvurduğu Vakıflar Genel Müdürü Dr. Adnan Ertem, Ortaköy Camii’nin restorasyon programına alındığını söyledi. Genel Müdür Ertem, sponsor desteğiyle yapacakları restorasyonun 3-3.5 milyon TL arasında bir rakama gerçekleşeceğini bildirdi. Görüşmelerde son aşamaya gelindiğini ve restorasyonun hemen başlayacağı kaydedildi.

Habertürk, Haber: Sultan Uçar, 15.12.2010

"RESİM HEYKEL MÜZESİ'NE YENİ MEKAN TEKLİF ETTİM"

 

Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, Resim Heykel Müzesi'nin yeni bir mekana kavuşması için Mimar Sinan Üniversitesi'ne proje teklif ettiğini söyledi. Günay, gazetecilerin soruları üzerine, Mimar Sinan Üniversitesi ile birlikte bir Resim Heykel Müzesi'nin hazırlıklarını sürdürdüklerini belirtti. Günay, "Resim Heykel Müzesi'nin yeni bir mekana kavuşması için projeyi teklif ettim, projeyi bekliyorum. İstanbul'da yeni, Ankara'da da yenilenen Resim Heykel Müzesi ufukta gözüküyor'' dedi.

Sabah, 15.12.2010

EL YAZMASI KUR'ANLARI ÇALIP, YERİNE YENİ BASIMLARINI BIRAKTILAR

 

Erzurum’daki tarihi Cedit Camisi’nden önceki gün biri 188 diğeri, 226 yıllık elyazması 2 Kuran-ı Kerim çalındı.

Hırsız ya da hırsızlar, elyazması Kuran’ların yerine yeni basım Kuran’lar bıraktılar. Durumu fark eden caminin imamı, önce Yakutiye İlçe Müftülüğü’ne, daha sonra polise bilgi verdi. Polis olayı soruşturuyor.

Hürriyet, Haber: Kerim Burucu, 15.12.2010

BİRGİ'DE 200 EVE BAKIM YAPILACAK

 

 

İzmir’in Ödemiş İlçesi'ne bağlı Birgi’nin 1000 yıllık tarihi dokusunun korunarak ayağa kaldırılmasında çalışmalarını sürdüren Birgi Belediye Başkanı Cumhur Şener, beldenin batısında kalan Kurtgazi Mahallesi’nde bulunan yaklaşık 200 evin yeniden restorasyonunu yapacaklarını söyledi.

 

Yapılan çalışmaların Birgi için önemli bir gelişme olacağını belirten Şener, Kurtgazi Mahallesi’nde yapılan çalışmaların bitmesi ile tarihi beldenin gözle görülür bir onarımdan geçmiş olacağını söyledi. “Emlak vergilerinden kültürel varlıkların restorasyonu için ayrılan payla yapılan restorasyon çalışmalarında, Valiliğin olumlu ve yapılabilir projeleri her zaman desteklediğini söyleyen Şener, “Beldemizin en büyük mahallesi olan Kurtgazi mahallemizde uzun süredir çalışma başlatmak istiyorduk. Bu mahalle ile ilgili hazırladığımız proje ile ödül de aldık. Gösterdiğimiz çabaların sonucu hazırladığımız iki ayrı proje ile restorasyon çalışmalarına başladık. 12 aylık çalışma sürecini 2011 yılı Aralık ayında tamamlamayı hedefledik. Buradaki projede 2,5 milyon TL kaynak kullanmayı hedefliyoruz. Bu mahallemizde 200 konuta müdahale edilecek.

Haber Ekspres, 15.12.2010

ASIRLIK YAPILAR AYAĞA KALKIYOR

 

 

Kentin asırlık köylerindeki tarihi yapılar, Vakıflar Bölge Müdürlüğü ve İl Özel İdaresi iş birliği ile restore ediliyor.

Emlak vergilerinden yapılan kesintilerle oluşturulan Bursa Valiliği İl Özel İdaresi Tarihi Eser Fonu'nda biriken paralar, il merkezinde olduğu kadar köylerdeki tarihi dokunun canlı tutulmasında da kullanılıyor.

 

Bursa Vakıflar Bölge Müdürlüğü tarafından ihale ve kontrol süreci takip edilen Kestel Aksu Köyündeki cami, hamam ve imam evinin restorasyonunun 3 ay içinde tamamlanması planlanıyor. Mülkiyeti Vakıflar'a ait Aksu Köyü'ndeki 1460 yılına ait Hacı Murat Camii, tarihi hamam ve imam evinin restorasyonu yaklaşık 500 bin liraya mal olacak. Halk tarafından beş asır önce yaptırılan soğukluk, ılıklık, sıcaklık, halvet, tıraşlık, su deposu, külhanı bulunan tarihi hamam da rekonstrüksiyon çalışmaları kapsamında orijinaline uygun olarak yeniden faaliyete geçiriliyor. Caminin güney tarafından bulunan eski imam evi de orijinaline uygun olarak yeniden inşa ediliyor.

 

Aksu muhtarı Nihat Koştur, Vali Şahabettin Harput'un özel ilgisi ile köydeki 5 asırlık tarihi mekanların yüzyıllarca hizmet edebilecek şekilde onarıldığını söyledi. Koştur, "Köyümüzdeki 3 tarihi eser yeniden ayaklandı. Camimiz ve hamamız ilk günkü gibi yeniden hizmet verecek. Vakıflar Bölge Müdürlüğü ekipleri de özel ilgi göstererek tamiratı yakından takip ediyor. Aksu Köyü eski Ankara yolu üzerinde 5 asırlık mazisi olan bir köydür" diye konuştu.

Çalışmalar zorlu kış şartları sebebiyle iç mekanlarda sürdürülürken, mart ayına kadar tarihi yapıların hizmete alınması hedefleniyor.

Bursa Olay, 14.12.2010

TARİHİ HAMAM HARABEYE DÖNDÜ

 

  

 

Çorum'un Sungurlu İlçesi'nde kaderine terk edilen 254 yıllık tarihi hamam, ilgisizlik nedeniyle harabeye döndü.

 

Sunguroğlu Mahallesi'nde 1756 yılında Mehmet Sungur Bey tarafından Ulu Cami ile birlikte yaptırılan tarihi hamam çürümeye yüz tuttu. Vatandaşlar, harabe haline gelen hamama tekrar eski hüviyetini kazandırmak istiyor.

 

İlçede birkaç tarihi yerden biri olan hamamın harabe görüntüsüne gönüllerinin razı olmadığını söyleyen vatandaşlar, "Eski hamamda anısı olmayan veya eski hamama gitmeyenimiz yoktur. Son dönemde Türkiye'nin her köşesinde tarihi eserlere sahip çıkılırken böyle bir eserin kaderine terk edilmesine gönlümüz razı değil. Yetkililerden gerekli ilgiyi göstermesini bekliyoruz" diye konuştu.

Çorum Kent Haber, 14.12.2010

TARİHİ ÇEŞMELERE RESTORE

 

 

Eskişehir'in turistik mekanı Odunpazarı'nda bulunan Osmanlı ve Cumhuriyet dönemine ait tarihi çeşmeler, Odunpazarı Belediyesi tarafından restore edilerek, kullanıma sunuluyor. Odunpazarı Evleri Yaşatma Projesi kapsamında, tarihi Odunpazarı Evleri'nin ve sokaklarının elden geçirildiğini vurgulayan Odunpazarı Belediye Başkanı Burhan Sakallı, "2011 yılı içinde tarihi çeşmeler turizmimize de katkıda bulunacak" dedi.

Belediye tarafından bölge içinde tespit edilen yaklaşık 25 tarihi çeşmenin 10'unda bakım ve onarım yapılmaya başlandı. Tespit edilen çeşmelerin yapıldığı yıllardaki su kaynakları tespit edilerek, çeşmeler o günkü koşullara göre restore ediliyor. En son, 1800'lü yıllarda yapılan çeşmeler onarılarak, kullanıma açıldı.

Başkan Sakallı'nın verdiği bilgiye göre proje kapsamında onarımına başlanan çeşmelerden bazıları şunlar:


Kaymakam Çeşmesi: Yapım tarihi 1733 olan, ancak kim tarafından yapıldığı belli olmayan çeşme, Kurşunlu Camii Sokak Kaymakam Konağı'nın bahçe duvarına bitişik durumda. Taş ve mermerden inşa edilmiş çeşmenin yanında iki adet mermer sütun yer alıyor. Odunpazarı'nın Merkez mahallelerinden olan Dede Mahallesinin suyu uzun yıllar bu çeşme de sağlanmış.

Madam Çeşmesi: Madam isimli varlıklı bir bayan tarafından Alan Önü Mahallesi Çavuş Sokak'ta meydan çeşmesi olarak 1920'li yıllarda yapılan çeşmenin 5 adet lülesi bulunuyor. Çeşmenin ayrıca aynalık kısmının üzerinde su dalgası süslemeleri yer alıyor. Yalağı dikdörtgen prizma şeklinde mermerden olup iki yanında tekne seddi yer alan çeşmenin üst bölümünde dikdörtgen kitabe boşluğu yer alıyor. Çeşmenin orta kısmındaki lülenin (ayna taşının üzerindeki su borusunun) üzerinde maşrapalık da bulunuyor. Maşrapalığın kemer kısmındaki mütif aynalık kısmının üzerindeki su dalgası, motifiyle benzerlik göstermektedir. Arkasında tonoz örtülü üzeri kırma çatılı kiremit örtülü su deposu da yer alıyor.

Proje kapsamında ayrıca 1925 yılında Buyur Evet Efendi adlı bir yaver tarafından taş ve tuğla malzemeyle yapılan Hoca Müftü Çeşmesi, Zeytinoğlu Caddesi üzerinde geniş bir alanda yer alıyor. Yaklaşık 200 yıl önce Eskişehir'in zengin bir ağası tarafından yaptırıldı. Aynalık kısmında günümüz alfabesi ile 'Ağa suyu bizim için, Yarattı bu suyu o Yüce Allah, İçelim de diyelim daima elhamdulillah' yazıyor. Bu çeşme de restore edilip kullanıma sunulacak.

Paşa Mahallesi Sivrioğlu Sokak ile Usta Ayaz Sokak'ın kesiştiği yerde bulunan Usta Ayaz Çeşmesi ve 1801 tarihinde Alanönü Mahallesi Çeşme Sokak'ta yapıldığı sanılan Dere Cami Çeşmesi de restore edilecek çeşmeler arasında yer alıyor.

Habertürk, 14.12.2010

TARİHİ HAMAMLAR SANAT EVİ OLACAK

 

 

Han, hamam, cami ve medrese gibi 88 tarihi esere ev sahipliği yapan Erzurum’da, Vakıflar Bölge Müdürlüğü’nce restore edilen hamamların kiracı bulunamadığı için sanat evine dönüştürüleceği bildirildi.

Türkiye’nin tarihi eser bakımından en zengin illeri arasında yer alan Erzurum’da tarihi eserlerin yaşatılması için gerekli restorasyonların sürdürüldüğünü belirten yetkililer, 2010’da kent merkezinde 12’si cami, 5’i hamam, 2’si han ve biri türbe olmak üzere 20 tarihi yapının restore edildiğini kaydetti. 2011’de tarihi Çifte Minareli Medrese'nin yanı sıra 18 tarihi eserin restorasyonu için proje hazırlandığını ifade eden yetkililer, “Restore edilen hamamlar kiraya verildi ama kimse talipli olmadı. Bunun için hamamları birer sanat evi olarak değerlendireceğiz. Ayrıca çatlaklıklardaki hareketleri 6 ay süreyle izlenen Çifte Minareli Medrese’nin yıllardır yapılması planlanan ancak bir türlü gerçekleştirilemeyen restorasyonuna da 2011 Mayıs’ta başlanacak” diye konuştu.

Restorasyon konusunda para sıkıntısı olmadığını kaydeden yetkililer, yapılan her iş için ayrı ayrı hazırlanan projelerin Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu’nun onayından geçmesi gerektiğini, uzun süren işlemler nedeniyle restorasyonların biraz yavaş ilerlediğini kaydetti.

Erzurum Gazetesi, 14.12.2010

AZİZİYE, OSMANLI DEHASININ ESERİ

 

 

"Erzurum Doğu'nun Paris'i" sözünün Kurtuluş Savaşı'nın önde gelen komutanlarından Kazım Karabekir Paşa'ya ait olduğu ortaya çıktı. Eğitimci yazar Muzaffer Taşyürek, Paris'i ve Erzurum'u korumak için benzer savunma sistemi yapıldığını belirterek, "Fransızlar'ın Paris'i Almanlardan korumak için yaptırdıkları savunma hattı Erzurum'da düşmana karşı inşa edilen tabyalara ve savunma sistemlerine benzediği için Karabekir Paşa bu ifadeyi kullanmıştır." dedi.

"Erzurum Doğu'nun Paris'i" sözünün rastgele söylenmediği tarihsel bir yanının bulunduğu bildirildi. Doğu'nun Paris'i sözünün ise görsel benzerlik yerine her iki şehri korumak amacıyla yaptırılan savunma sistemlerinin aynılığı nedeniyle kullanıldığı belirtildi.

Eğitimci yazar Muzaffer Taşyürek, "Erzurum Doğu'nun Paris'i" sözünü ilk olarak Kazım Karabekir Paşa'nın İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra kullandığını açıkladı. Söz konusu ifadenin yıllardır yanlış nitelendiğini kaydeden Taşyürek, Erzurum'un Paris, Londra, Çanakkale ve İstanbul kadar önemli bir şehir olduğunu söyledi.

Erzurum'un tarihin her döneminde ele geçirilmek için çaba sarfedilen stratejik konuma sahip şehirlerden olduğunu anlatan Taşyürek, 2. Abdülhamid Han'ın 93 Harbi'nde Gazi Ahmet Muhtar Paşa'ya gönderdiği ve Erzurum'un önemini ifade eden emir telgrafını aktardı: "2. Abdülhamid Han telgrafında şöyle diyordu: 'Bugün bulunduğunuz yer Asya'nın en önemli noktası ve düşmanın göz diktiği yerdir. İşte bu yer büyük bir tehlikede bulunuyor. Allah esirgesin, bir vakitten beri ordumuzda görülen dağılma ve çöküntüler bu defa da vukua gelir ve Erzurum'a da bir zarar olur ve Erzurum istilaya uğrarsa, böyle elemli bir olayın devletin maddi ve manevi varlığında açacağı yaraları size anlatmaya lüzum yoktur. Şu halde asıl iş görecek ve devletin üzerindeki nimet hakkını gözetip milletimizin sizden beklediği şerefi ispat edecek gün, bugündür."

Osmanlı Devleti'nin Erzurum'u korumak için şehrin çevresine savunma sistemleri yaptırdığını ifade eden Taşyürek, Sultan Abdülaziz'in yaptırdığı Aziziye Tabyası, Sultan Abdülmecid'in yaptırdığı Mecidiye Tabyası ve Sultan Abdulhamid'in yaptırdığı Hamidiye-Sütnişan Tabyaları'nı örnek gösterdi. Bu tabyalarının Osmanlı-Rus savaşlarında Erzurum'u koruduğunu belirten Taşyürek, tabyaların yapımında ve planlanmasında Alman ve İngiliz strateji uzmanlarının da görev aldığına dikkat çekti.

İkinci Dünya Savaşı'nda Türk-Rus ilişkilerinin sarsıntıya uğradığını ve olası tehlikeye karşı tabyalara ek olarak 100'ün üzerinde beton savunma sistemi yapıldığını ifade eden Taşyürek, Kazım Karabekir Paşa'nın Fransa'nın Paris şehrine yapılan savunma hattı ile Erzurum'da Ruslara karşı yapılan savunma sisteminin benzerliğinden ötürü 'Erzurum Doğu'nun Paris'i' ifadesini kullandığını anlattı.

7 Haziran 1945 yılında dönemin dışişleri bakanının SSCB Dışişleri Bakanı Molotof ile görüştüğünü vurgulayan Taşyürek, "Bu konuşma 25 yıllık 'Türk-Sovyet Dostluk ve İşbirliği' geleneğini sona erdirdi. SSCB bizden Kars ve Ardahan'ı istemişti. Bu istekle 1921 yılında Rusların zayıf olduğu sırada imzalanan Dostluk Antlaşması'da işlevini yitirmişti. SSCB Kars'ı, Ardahan'ı isteyince Türkiye yoğun bir şekilde aynen Fransızların Paris'i Almanlara karşı korumak için inşa etmiş olduğu Majino Savunma Hattı gibi koruganlar, beton yuvalar inşa etmeye başladı. İşte bu zor şartlar içerisinde yapılan tartışmalarda Kazım Karabekir Erzurum'un çevresindeki tabya sistemleriyle beraber stratejik önemini vurgulamak için Erzurum Doğu'nun Paris'idir demiştir." diye konuştu.

Taşyürek Fransa'daki Majino Hattı için ise şunları söyledi: "Fransa'nın tüm kuzey ve doğu sınırlarını kapsayan hattır. Birinci Dünya Savaşı'nın ardından Fransa'nın tekrar işgalini önlemek üzere bu savunma hattının inşasına başlanmıştır. Asıl yapı kale adı verilen bizim tabya sistemlerinde olduğu gibi dairesel ana yapılardan oluşmaktaydı. Bu yapılar arasında özel tüneller ile geçiş sağlanmaktaydı. Böylece savunma hattının tümü doğrusal ve kesintisiz bir hat oluşturmaktaydı. Ayrıca bu kalelerde Erzurum tabya sistemlerinde olduğu gibi görevli askeri birliklerin konaklaması amacı ile özel barınma yapıları da hazırlanmıştı. Tüm silahlar için özel yeraltı cephaneliklerinin yanı sıra, gerekli enerjiyi üretebilmek için özel jeneratörlerde geliştirilmişti."

Erzurum Gazetesi, Haber: Selim Karahan, 14.12.2010

DENİZLİ'DE TARİHİ MEKANLAR TURİZME AÇILIYOR

 

 

Şehre özgü mimari yapısıyla çevresini saran apartmanların arasında kalan bu iki kültür mirası turizme açılıyor. Lokanta ve kafeterya olarak yararlanılacak tarihi mekanlarda mahalli tatlar ve Osmanlı Mutfağı'ndan örnekler ziyaretçilerin beğenisine sunulurken aynı zamanda mahalli ürünler de satılacak.

 

Şehrin en gözde yapıları arasında gösterilen Konyalıoğlu Evi ve Osman Bey Konağı'nda geçirilecek zamanın, geçmişe kısa bir yolculuk anlamına da geldiğini belirten Denizli Belediye Başkan Yardımcısı Nilgün Ök, Meserret Sokak'taki bu yan yana iki binanın yeni bir işlerliğe kavuştuğunu dile getirdi: Ök, "Belediyemiz, Konyalıoğlu Evi'ni Denizli Valiliği tarafından restorasyonu tamamlanmış şekilde geçen yıl devraldı ve iç tefrişatını yaptı. Yan taraftaki Osman Bey Konağı diye adlandırdığımız, Yeşil Bina olarak da bilinen, 1903 yılında Osman Bey tarafından inşa ettirilen yerle bütünlük sağlamak amacıyla düzenlemeler yaparak birleştirdik. Her iki binada yaptığımız iyileştirmelerle halka açık yeme içme mekanları oluşturduk. Bu evlere aynı zamanda birçok fonksiyon yükledik. Konyalıoğlu Evi'nin zemin katlarında küçük mağazalar planladık. İki odayı, Denizli'ye ait ürünlerin ve el sanatlarının tanıtılıp satıldığı mağaza haline getirdik. Yine şehre özgü cam ürünlerinin sergilendiği ve satıldığı bir mekan oluşturacağız. Osman Bey Konağı'nın alt katında bir cam atölyesi planlıyoruz. Orada isteyenler, cam sanatıyla ilgili kurs da alabilecek." dedi.

 

Düzenlemeleri "iyi huylu virüs" olarak nitelendiren Başkan Yardımcısı Ök, bu tür tarihi binalara sahip olanlara örnek teşkil edeceğini dile getirdi. Nilgün Ök, "Bölge, Altıntop Mahallesi'nde. Bizse belediye olarak, 'Altıntop Adası' diye adlandırdık. Burada çok sayıda eski eve rastlamak mümkün. Birçoğu koruma altına alınmış. Bundan sonra etraftaki evlerin sahiplerinin, yatırım yapacak kişilerin, bu sokağın dokusuna uygun olarak restore ettirmesi gerekiyor. Bu mekanı kazandırarak, mahalleye iyi huylu bir virüs atmış olduk. Ayrıca buranın üstyapısı da tamamlanacak. Tasarımını, diğer sokaklardan tamamen farklı düşünüyoruz. Ara sokaklarda asma aydınlatmaların kullanıldığı, yollarda ışıklı havuzların olduğu, tarihi dokuya uygun bir sokak kültürü oluşturmak istiyoruz. Altıntop Adası'nı kültür merkezi olarak hedefledik. Burası gelecekte 24 saat yaşayan, ışıl ışıl, herkesin sokak aralarında dolaştığı canlı bir yer haline gelecek." şeklinde konuştu.

Haber Ekspres, 14.12.2010

AYASULUK KALESİ TURİZME KAZANDIRILIYOR

 

Selçuk Belediyesi'nin, Ayasuluk Kalesi Rölöve, Restitüsyon, Restorasyon, Çevre düzenleme ve Elektrik Aydınlatma Projesi'nin çizimi için açtığı ihale tamamlandı. Proje çizim ihalesini 457 bin 735 TL'lik bedelle alan firma, hazırladığı projeyi 180 günde tamamlayacak ve Koruma Kurulu onayını da aldıktan sonra Belediye'ye teslim edecek. Projenin kabulünün ardından İç Kale ve içindeki cami, komutan evi, sarnıçlar ve yeni kazılan evler aslına uygun olarak restore edilecek. İhale kapsamında St. Jean Kilisesi çevresi ve dış kale alanlarına yönelik çevre düzenlemesi, sulama sistemleri ve elektrik aydınlatma projeleri de yapılacak.

Ayasuluk Tepesi ve St. Jean Kilisesi Kazı Başkanı Yrd. Doç Dr. Mustafa Büyükkolancı, Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Pamukkale Üniversitesi adına sürdürülen kazı ve onarımların 2007'den beri sürdürüldüğünü belirterek, Selçuk Belediyesi'nin yaptığı katkılarla çalışmaların daha da hızlandığını ifade etti. Büyükkolancı, bu yıl 105 gün kazı yapıldığını ve çalışmaların 15 Ekimde sona erdiğini kaydetti. Selçuk Belediye Başkanı Vefa Ülgür de kalenin turizme kazandırılması için yapılan çalışmalara bu yıl işçi ve malzeme desteğini sağladıklarını belirtti. İhaleyle onarım ve kazıların yeni bir aşamaya geçtiğini ifade eden Ülgür, ''Ayasuluk Kalesi'ni turizme kazandırma adına tüm ilgili kurumlar elimizden gelen çabayı gösteriyoruz. Bu projeye İzmir İl Özel İdaresi de önemli destek sağlıyor. Proje tamamlandığında Selçuk ve İzmir turizmi çok şey kazanacak. Belediyemizin desteği bu önemli projeye gelecek yıllarda da devam edecek'' diye konuştu.

Yeni Asır, 14.12.2010

DOĞANÇAY'IN TABLOSU 228 BİN DOLARA SATILDI

 

Ressam Burhan Doğançay'ın, 'Break Through' serisinden 'Untitled ABS' adlı eseri, Chicago'da düzenlenen açık artırmada 228 bin dolara alıcı buldu.

 

Susanin's müzayede şirketinin düzenlediği açık artırmada, Doğançay'ın 1973 yılında New York'ta yaptığı 150'ye 150 santimetre ebatlarındaki eseri büyük ilgi gördü. 3 bin dolar gibi çok düşük bir fiyattan açık artırmaya sunulan tablo, 32 kez bayrak görerek, alıcının ödeyeceği komisyonla 228 bin dolara satıldı.

Zaman, 14.12.2010

AYASOFYA 2010 YILINA YENİ YÜZÜYLE GİRİYOR

 

 

Ayasofya Müzesi'ndeki restorasyon çalışmaları, İstanbul'un 'Avrupa Kültür Başkenti' unvanına veda etmesine sayılı günler kala büyük ölçüde tamamlandı. 2010 Ajansı'nın desteğiyle süren çalışmalarda, müze içerisinde 17 yıldır duran iskeleler söküldü, ana kubbedeki Nur Suresi'yle birlikte 'melek yüzü' mozaiği açığa çıkarıldı, hat levhaları onarıldı ve kandiller yenilendi.

 

Dünya Kültür Mirası'nın en önemli yapılarından biri olan Ayasofya'da, 'İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı'nın desteğiyle başlayan restorasyonlar büyük ölçüde tamamlandı. İstanbul'un, 'Avrupa Kültür Başkenti' unvanına veda etmesine sayılı günler kala müzede bir basın toplantısı düzenleyen 2010 Ajansı yetkilileri, en iddialı projelerden biri olan Ayasofya restorasyonları hakkında bilgi verdi. Ajans Genel Sekreteri Yılmaz Kurt, Ayasofya gibi abidevi eserlerin her zaman bakıma muhtaç olduğunu, dolayısıyla onarımın tamamen bitmesinin hiçbir zaman mümkün olamayacağını söyledi.

 

Toplantıya ev sahipliği yapan Müze Başkanı Doç.Dr. Haluk Dursun, 2009-2010 yıllarının restorasyon bakımından Ayasofya'nın en talihli yılları olduğunu belirtti. Müze içerisinde 17 yıldır duran devasa iskelenin kaldırılmasını ve ana kubbede 700 yaşında olduğu tahmin edilen 'melek yüzü'nün açığa çıkarılmasını bu dönemin çarpıcı gelişmeleri arasında gören Dursun, ziyaretçilerin karşılaşacağı sürprizler hakkında bilgi verdi. Varlığı bilinen; ama şimdiye kadar hiç açılmayan 'vaftiz avlusu' sürprizlerden sadece biri... Avluda MS 6. yüzyılda Ayasofya'nın inşa edildiği Justinianus döneminde yapılan vaftizhane ve havuz bulunuyor. Doğu Roma coğrafyasının en büyük vaftiz havuzunun ve zeytinyağı küplerinin sergilendiği vaftiz havuzu, bu yıl sonunda ya da 2011 baharında ziyarete açılacak. Ayasofya'nın İstanbul'un fethinden sonra camiye çevrildiğini ve vaftiz havuzunun da kullanılmadığını belirten Dursun, 500 yıldır gizli kalan vaftiz havuzunun fetihten sonra ilk kez gün yüzüne çıkarıldığını ifade etti.

 

Ayasofya'daki diğer sürprizler ise, üzerinde pek durulmayan; ama en az mozaikler kadar önemli olan Osmanlı hat levhalarının onarılması, ana kubbedeki Nur Suresi'nin açılması, tarihi 'top kandilin' yenilenmesi ve 70 adet yeni kandille Ayasofya'nın daha aydınlık bir görünüme kavuşturulması...

 

2010 Ajansı'nın en maliyetli projesi olan Ayasofya restorasyonuyla ilgili sayısal veriler dikkat çekici:

  • Halen devam eden Ayasofya cepheleri acil onarımı için 1 milyon 59 bin 726 lira harcandı.

  • Ayasofya kandillikleri ve hat levhaları restorasyon ve konservasyon işine 1 milyon 136 bin 672 lira harcandı.

  • İşin başladığı tarihten bugüne kadar (yaklaşık 11 ay) restorasyon çalışmalarında her gün 70-80 personel çalıştı.

  • Ayasofya cephelerinin temizliği için yaklaşık 11 bin kilo kağıt hamuru kullanıldı.

  • Derzler ve cepheler için 80 ton Horasan harcı kullanıldı.

  • Çatılara yaklaşık 50 ton kurşun döşendi.

  • Yerden 55 metre yükseklikteki ana kubbe için 27 kat iskele kuruldu. 520 metrekare genişliğinde ve 181 ton ağırlığındaki çelik iskele, restorasyon çalışmalarından sonra söküldü. Bu iskelenin boruları uç uca eklense, toplam uzunluğu yaklaşık 30 kilometreye ulaşıyor.

Zaman, Haber: Ülkü Özel Akagündüz, 14.12.2010

HAYDARPAŞA GARI'NDA KEŞİF

 

 

Koruma Kurulu'ndan izinsiz 2006'da yapılan tadilat nedeniyle açılan davada, mahkeme heyetinin belirlediği bilirkişi heyeti, Haydarpaşa Garı'nda keşif yaptı. Mimarlar Odası, tarihi binadaki taş zeminlerin yanıcı özelliği bulunan vinileks ile kaplandığı, PVC kaplama yapıldığı, denize bakan dış cephede beyaz sıvanın eski halinin bozulduğu gerekçesiyle savcılığa suç duyurusunda bulunmuştu. Savcılık, TCDD 1. Bölge Müdürü Üzeyir Ülker, TCDD 1. Bölge Yol Müdürü Halil Köseoğlu, TCDD 1. Bölge Yol Müdür Yardımcısı Suavi Giray, müteahhit firmadan Haluk Şahin ve Bekir Okatan hakkında 5 yıla kadar hapis ve 100 bin liradan az olmamak kaydıyla para cezası istemiyle dava açmıştı. Dün tarihi binada yapılan keşifte bilirkişi heyeti, kapıları, tuvalet tamiratını ve koridor yenilenmesini inceledi. Geçtiğimiz günlerde yanan çatıyı da inceleyen heyet, yangını çıkartan çalışmanın da izinsiz yapıldığını belirledi. Öte yandan İstanbul Büyükşehir Belediyesi Başkanı Kadir Topbaş, "Haydarpaşa'daki yapının kendi özgün tarzına uygun, özgün malzeme ile yapılması mümkün ve bu işi bilen üstatlar tarafından takip edilmeli. Yerine konabilir, yapılır" diye konuştu.

Sabah, Haber: Gülcan Demirci - Zeynel Yaman, 14.12.2010

PISA ARTIK EĞİLMEYECEK

 

Zeminin yumuşaklığı nedeniyle her 100 yılda güneye doğru 7 santimetre eğilen İtalya’nın sembollerinden Pisa Kulesi’nde yapılan restorasyon sayesinde artık 50 yıla kadar eğilmeyeceği bildirildi.

 

9.3 milyon dolarlık restorasyon harcamasıyla temizlenen ve stabilizasyon işlemleri tamamlanan kulenin yakında kapılarını turistlere açması bekleniyor.

Milliyet, 14.12.2010



"KOLOMB İLE PİRİ REİS YAKIN ARKADAŞLARDI"

 

  

 

Kültür Bakanlığı adına 2008’de Piri Reis’in belgesel filmini yapan Çeliker, daha uzun metrajlı belgesele daha fazla materyal toplamak için dünyayı dolaşıyor.


İtalya’da Cenova, Venedik, Roma ve Vatikan arşivlerinde Piri Reis’in haritalarını bulan Çeliker, “Kristof Kolomb, Amerika kıtasının keşfi için destek bulmak için çabalıyor, bunu başardığında elinde bir harita var, üç seferin sonunda daha ciddi bir harita çizildiğini sanıyoruz. İşte bu harita, İspanyollarla 1501’de Valencia açıklarında bir deniz savaşında Piri Reis’in amcası Kemal Reis kumandasındaki Osmanlı donanması karşısında yenilen İspanyolların gemilerinden birinden çıkıyor. Piri Reis bu haritayı da kullanarak 1513 dünya haritasını yapıyor. Bu zamana kadar da Piri Reis ve Kolomb birbirlerini bilen ve saygı duyan iki denizci, barış zamanlarında dostlar ve bilgi alışverişinde bulunuyorlar” dedi. 


Piri Reis’in, tüm dönemlerin en iyi denizcilik kitabı olarak nitelenen ‘Kitab-ı Bahriye’sini inceleyen pek çok araştırmacı olduğunu belirten Çeliker, “Bu zeki ve çalışkan korsan ve kaptanın heyecan dolu hayatı gözler önüne serilecek” diye konuştu.


Piri Reis’in indiği karalardan, pazarlardan haritaları araştırdığını anlatan Çeliker şöyle dedi: “Haritaları satın alıyor. Gemilerden aldığı bilgileri topluyor. Bunları bilim adamı titizliğinde bir araya getirerek tez, antitez, sentez oluşturuyor. 1513 haritasında, 20 farklı haritadan yararlanarak bu dünya haritasını vücuda getirdiğini kendisi ifade ediyor. Kolomb’un orijinal Amerika haritası da bunlardan biri.”

Milliyet, Haber: Önay Yılmaz, 14.12.2010

OSMANLI'NIN KADI SİCİLLERİNDEKİ TARİHİ

 

Osmanlı İmparatorluğu ile ilgili olarak hayli hamasi veya tam tersi laflar edilegelmiştir öteden beri. Bugün de ediliyor elbette ama artık revaçta olan kavram ‘Neo-Osmanlı!’ İfade yerindeyse eğer, Cumhuriyet’in ilk yıllardaki genel eğilimin aksine, Osmanlı’ya öcü gibi bakmıyoruz artık. Hatta milliyetçiliğe en uzak olanımız bile içten içe bir gurur duyuyor gibi.

Bu gurur yahut bilinç, Yahya  Kemal’in ifadesiyle, ‘akıncı cetlerimizin ihtirası’nı duymaktan kaynaklanmıyor elbette. Hatta tersine, akınlardan ziyade, mimari, müzik, giyim-kuşam, yemek kültürü ve bunların toplamı olan gündelik hayat ilgilendiriyor artık insanları. Ahmet Hamdi Tanpınar’ın, Orhan Pamuk’un romanları, tarihçilerin çalışmaları bu konuda ufuk açıcı detaylar ihtiva ediyor. Yine de, Osmanlı’da gündelik hayatı araştırmak başlı başına güç bir iş. Çünkü, araya giren alfabe değişikliği dolayısıyla kaynaklara ulaşmak son derece zahmetli bir çaba gerektiriyor. Arap harfleriyle yazılan Türkçeyi bilme mecburiyeti de pek çok kişinin elini kolunu bağlıyor.

İşte Türkiye Diyanet Vakfı’na bağlı İslam Araştırmaları Merkezi İSAM’ın İstanbul 2010 Kültür Başkenti Ajansı’nın desteğiyle başlattığı 40 ciltlik İstanbul Kadı Sicilleri Projesi, bu açığı giderecek en önemli kaynak. Proje yönetmenliği İSAM Başkanı Prof. M. Akif Aydın tarafından yapılan kadı sicilleri, Osmanlı döneminde görülen mahkemelerin kayıtlarından ibaret. Osmanlı tarih ve gündelik hayat araştırmalarında birinci el kaynaklardan olan kadı sicillerinin yayımlanması, bu nedenle büyük önem taşıyor.  

Kadı sicillerinde Mihal b. Galata’nın Luka b. Yani’nin elbezini çaldığını kabul etmesinden tutun da, Mihal b. Galata’nın Luka b. Yani’yi -belki bu nedenle- gemide dövdüğüne kadar inanılmaz detaylar var mahkeme kayıtlarında. Kimi zaman sahipsiz bir ata iki akçe nafaka tayin ediliyor, kimi zaman İstanbul’da na-mahrem kişilerle dolaştığı ve onlarla birlikte Üsküdar’a geldiği tespit edilen Fatma hakkındaki şikayet ele alınıyor.

Hürriyet, Haber: Sefa Kaplan, 14.12.2010

BİR ANADOLU MASALI: MİSS MELLİNK'İN KÜLLERİ

 

 

Adı Prof. Machdelt Mellink. O 'arkeolojinin büyükannesi' olarak adlandırılıyordu. 60 yılını Anadolu arkeolojisine verdi. Ölümünden önce Türk geleneklerine göre Elmalı'da gömülmeyi diledi. 2006 Şubat'ında 86 yaşındayken Amerika'da bir bakımevinde öldü. Ölümü üç gün sonra öğrencileri tarafından farkedildi. Ancak Mellink'in dileği gerçekleşemedi. Anadolu'ya tutkuyla bağlı olan Mellink, ölümünden yedi ay sonra, bu kez külleriyle buluştu Anadolu'yla. Amerika'da yakılan Prof. Mellink'in külleri, kavanozla yaptığı uçak yolculuğunun ardından, 2006 Eylül'ünde çok sevdiği Antalya Elmalı'daki Kızılbel tümülüsüne serpildi...

 

İşte tanıklarının anlatımıyla bu çarpıcı Anadolu masalının ilk kez yayınlanan öyküsü...

Yaşamının 60 yılını Anadolu arkeolojisine adayan Amerikalı arkeolog Prof. Machdelt Mellink, 2006'da Amerika'da bir bakımevinde öldü. Türkiye'ye ilk kez 1947 yılında Tarsus Gözlükule kazıları için gelen Prof. Mellink'in yaşamöyküsü, 'keşfedilmemiş son kıta' olarak tanımlanan Anadolu'nun son 60 yılıyla paralel ilerliyor.

 

NAZİ BASKISINDAN ABD'YE GÖÇ ETTİ

Aslen Hollanda'da doğumlu olan Prof. Mellink, 1943 yılında Utrecht Üniversitesinde doktora eğitimini tamamladı. Mellink'in savaş pilotu olan biriyle evlilik yaptığı söylense de bu konuda fazla bilgiye sahip değiliz. II. Dünya Savaşı koşullarında Nazilerin baskısından ABD'ye göç eden Mellink için, 1949'da Amerikan Bryn Mawr College Üniversitesine öğretim üyesi olarak göreve başlamasıyla birlikte uzun ve zorlu bir mücadele de başlamış olur.

 

 

ANADOLU ARKEOLOJİSİNİN SÖZCÜSÜYDÜ

Gazeteci Özgen Acar, Prof. Mellink'in ölümünün ardından yazdığı yazıda, onun Anadolu arkeolojisi için önemini şöyle vurguluyordu: "Onbeş yıl süre ile de Troia kazılarına bilimsel danışmanlık yaptı. Hiç kuşkusuz Mellink’in bir başka önemli yanı, 1995-94 yıllarında AIA’nın (Amerikan Arkeoloji Enstitüsü) yıllığına yazdığı Türkiye’deki tüm arkeolojik kazı ve buluntuları bilimsel açıdan değerlendiren yıllık raporlarıdır. Bu raporlarla Mellink, Anadolu arkeolojisinin sözcülüğünü yaparak dünyada saygın bir ün kazandı ve Anadolu arkeolojisinin dünyadaki önemini öne çıkardı. 1980 yılında AIA Başkanlığına dört yıl seçildi. AIA, Mellink’i 1991’de örgütün 'seçkin arkeoloji başarısı altın madalyası' ile ödüllendirdi. Meslektaşları Mellink için Anadolu arkeolojisine katkısının 50. yıldönümünde İstanbul’da özel bir çalıştay düzenlediler. Çalıştayda meslektaşları Mellink’in çeşitli dönemlerini anlattılar. Öğrencilerinden Prof.Dr. Mehmet Özdoğan AIA’ya ileti göndererek 'Anadolu arkeolojisinin anneannesini yitirmesinden duyduğu üzüntüyü' bildirdi."

 

LİDYA VE ELMALI HAZİNELERİNİ GERİ GETİRMEK İÇİN UĞRAŞTI

"Benim için Prof Mellink çok önemlidir" diye yazan Özgen Acar, "Karun Hazinesi'nin Metropolitan Müzesi'nde olduğunu saptamakla kalmadı, New York Federal Mahkemesinde 'bilirkişi' olarak Türkiye adına lehte rapor verdi. 'Elmalı Definesi'nin Bostonlu iş adamı William Koch’ta olduğunu saptayıp ilk ipucunu bulmama önemli katkıda bulundu. New York’ta Sothby’s müzayedesine çıkarılan bir mermer erkek heykelinin Erdek’ açık hava müzesinden çalındığını, onun AIA’ya 1970’lerde yazdığı bir makaleden saptama olanağını verdi. Bütün bu tarihsel mirasın Türkiye’ye kazandırılmasında Anadolu arkeolojisini seven gerçek bir bilim insanı gibi davrandı" sözleriyle yurtdışına kaçırılan Anadolu kültür mirasının ait olduğu topraklara geri dönmesinde Mellink'in önemli katkılarını anıyor. (Özgen Acar, 25 Şubat 2006. Cumhuriyet)

 


Mellink kazı çalışmaları sırasında

 

MELLİNK'İN ELMALI GÜNLERİ

1947'den, 2000'li yılların başlarına kadar Anadolu arkeolojisine hizmet eden Mellink, 1963 yılından itibaren başladığı ve yaklaşık kırk yıl emek verdiği Elmalı bölgesindeki kazılar sırasında bir çok önemli arkeolojik buluş gerçekleştirdi. Mellink'in Semahöyük'te (Bozhöyük) yaptığı kazılarda,ortaya çıkarılan ve erken bronz çağına tarihlenen yerleşimde bulunan küp mezarlar ve diğer eşyalar bugün Antalya Arkeoloji Müzesi'nde sergileniyor.

 

Elmalı'da iki önemli mezar anıtını ortaya çıkaran Prof. Mellink, Karaburun ve  Kızılbel olarak bilinen mezar anıtlarının bulunuşunun ardından bölgeyle kurduğu bağı daha çok güçlendirdi. Bir çok arkeolojik buluşta olduğu gibi ilk kez definecilerin girdiği Kızılbel'deki mezar anıtında bulunan boyalı duvar resimleri, 'ünik' olmalarının yanında bir dönemin yaşayışını da canlandırıyor. Elmalı'nın batısında, Yuva Köyü yolu üzerinde bulunan MÖ 5.yy ortalarına tarihlenen Kızılbel mezar anıtı, ilerleyen yıllarda Mellink'in kariyerine yaptığı katkının yanında, onun yaşam yolculuğunun da son durağı olacaktır.

 

'ELMALI, ONUN ÇOCUĞU GİBİYDİ'

Gerçek bir Anadolu bilgesi olan Elmalılı arkeolog Ünsal Özçakır, İstanbul Üniversitesi'nde arkeoloji eğitimi aldığı 1964 yılında Mellink'in Semahöyük'te yaptığı kazılara misafir öğrenci olarak katılır. Ünsal Özçakır'la birlikte 46 yıl sonra Mellink'in izinden Semahöyük'ten Kızılbel'e uzanan bir yolculuk yapıyoruz. "İki yıl kazılarına katıldım" diyor Özçakır. "Ancak daha sonra uzun yıllar birlikte olduk. Elmalı onun için bir tutku gibiydi, çocuğu gibiydi" diye anlatıyor Mellink'i.

 


Mellink Gavurkalesi'nde

 

'TURİST TEPESİ...'

Elmalı-Korkuteli yolundan yaklaşık 10-15 kilometre ilerledikten sonra sağa sapıyoruz. Semahöyük, bugün 'Bozhöyük' olarak adlandırılıyor. "Uzun yıllar oldu gelmeyeli, höyüğün yerini tam olarak bilemeyebilirim, köylülere soralım" diyor, Ünsal Özçakır. Köyün girişinde tarlada çalışan gençlere soruyoruz, "bilmiyoruz" diyorlar. Biraz daha ilerledikten sonra bir kadına soruyoruz, ondan da "bilmiyorum" yanıtını alıyoruz... Nihayet orta yaşlı bir köylü "turist tepesi mi, şöyle doğru gidin..." diye tarif ediyor höyüğün yerini...

 

TARİHE YUVA YAPAN KÖSTEBEKLER

İçinden tarihi değeri çok yüksek olan küp mezarların çıktığı Semahöyük, bugün onlarca köstebek ve tarla faresine ev sahipliği yapıyor. Höyükten çıkarılan toprak yığını adeta termit karıncaların yuvaları gibi köstebekler tarafından oyulmuş. Tepemizde dolanan şahinler, tarlalardaki fareleri avlama derdindeler.

 

'HER TOPRAĞIN TADI FARKLIDIR'

Bir yandan höyüğün içler acısı halini gezerken, bir yandan da Mellink'i anlatıyor Özçakır: "Çok şakacı bir yanı da vardı. Bir gün bana toprak yedirdiğini anımsıyorum. 'toprak çok önemli' derdi. Strografiyi toprak yiyerek de öğrenirsin, her toprağın tadı farklıdır' derdi. Ben de saf saf toprağı yedim, sonra gülüştük..."

 

ELMALI'NIN IŞIKLA SEVİŞEN ASMA BAHÇELERİ

Semahöyük'ten, 46 yıl öncesinin anıları eşliğinde ayrılıp, güneşi batırmadan Kızılbel'e doğru yola çıkıyoruz. Yol boyunca Elmalı'nın muhteşem asma bahçelerinin ışıkla sevişmelerine tanıklık ediyoruz. Yuva-Fethiye yolu üzerindeki Kızılbel'in eteklerinde, sarıdan kızıla boyanan asma yaprakları ve kızıla çalan toprak, bölgenin adını çağrıştırıyor sanki. Anayoldan patikaya sapıp, yaklaşık 15-20 dakikalık bir yürüyüşten sonra tümülüsün bulunduğu tepeye ulaşıyoruz. Dağların çevrelediği Elmalı ovasına hakim bir yükseklikteki Kızılbel mezar anıtı işte tam bu noktada. Önce çevreyi gezip ardından muhteşem ışığın altında oturup teybimi Ünsal Özçakır'a uzatıyorum.

 

ROMALI DEFİNECİLERİN SOYGUNU

 


Kızılbel kazılarında bulunan mezar anıtı

 

Özçakır, "Burayı ilk kez defineciler kazmış" diye başlıyor anlatmaya: "ilk kez 1967'de doğu kenarını kazmaya başlıyorlar bu anıtın. Tümülüsün kıyısında küçük, insanın girebileceği kadar bir açıklık buluyorlar. Sonra defineciler buradan mezar anıtının içine giriyorlar ancak daha önce burası Romalılar tarafından soyulduğu için işlerine yarayacak bir şey bulamıyorlar. Bir kaç keramik kırığıyla, bir kaç koku şişesi parçası bulmuşlar. Bir iki de mermer parçası, o kadar."

 

HELVACI DÜKKANINDA HACİVATLA KARAGÖZ SOHBETİ

Daha önce değindiğimiz gibi o yıllarda genç bir arkeoloji öğrencisi olan Özçakır, yaz tatilinde memleketi Elmalı'ya gelir. Kızılbel'deki bu defineci hikayesi, Elmalı'nın Helvacı dükkanlarından birinde çoktan konuşulmaya başlanmıştır. Helvacı dükkanında toplanan arasta esnafı, "Kızılbel'de bir mezar bulunmuş, içindeki duvar resimleri Hacivat'la Karagöz'e benziyor" sözleriyle Kızılbel'in keşfini ilan ederler.

 

ÇIRALARI YAKIP MEZAR ODASINA GİRDİK...

Ünsal Özçakır'ın arkeoloji okuduğunu duyan esnaf, " hadi gidip bir bakalım" diye merakla gelip Özçakır'a söylenirler. "Bir el feneri bulalım dediler, yok. Sonra çıra alıp Kızılbel'e geldik. Çıraları yakıp içeri girdik, ilk dikkatimi çeken duvar resimleri oldu. Truva savaşı ya da efsanelerle ilgili resimleri andırıyordu. Resimlerde balıkçı kadınlar vardı. Sonra İstanbul'daki Hocam rahmetli Arif Müfit Mansel'e durumu anlattım. Çünkü benim yapabileceğim hiç bir şey yoktu. Son sınıf öğrencisiydim o yıllarda. Hocam Mansel, 'git burayı mezuniyet tezi olarak çalış' dedi bana. Buranın fotoğrafını çekecek imkanımız bile yok o dönem. 'Ben yapamam Hocam' dedim. O yıllarda Perge kazılarında çalışıyordu Arif Müfit Mansel. 'Siz gelip bir bakın, misafirimiz olun' dedim, gelemedi. Sonra Mellink Semahöyük kazılarını bitirdi ve Kızılbel'i kazmaya başladı. Mellink'le ben de bir kaç kez geldim buraya o yıllarda. MÖ 525'e tarihlenen ve sanat değeri çok yüksek olan bu boyalı mezar anıtının başka bir örneği yok."

 

Ünsal Özçakır'ın 'ünik', biricik olarak tanımladığı Kızılbel Likya mezar anıtının bulunduğu bölge gerçekten çok görkemli. Prof. Mellink bölgede bir kaç alanda kazı yapmış olsa da yakınları onun Kızılbel'e olan tutkusunun farklı olduğunu belirtiyorlar.

 


Kızılbel

 

MELLİNK'İN PEŞİNDE ÜÇ YIL...

Kızılbel'deki gezimizi bitirip dönüyoruz. Yaklaşık üç yıl önce duyduğum ve beni çok etkileyen bir hikayenin peşinden defalarca geldiğim bu toprakların her defasında insana huzur veren ikliminden ayrılıp, duyduğum hikayenin, Mellink'in hikayesinin ayrıntılarını birer birer tamamlamak için yeniden çalışmaya koyuluyorum. Aslında Likya'nın tavan arası diye adlandırdığım Elmalı Bölgesi'ne uzun yıllardır gidip geliyorum ve her gidişimde bir başka hikayenin peşine düşüyorum.

 

Bu kez peşine düştüğüm hikayenin, aslında masal gibi bir gerçeğin, bir elin parmaklarını geçmeyen tanıklarına birer birer ulaşmaya çalışıyor ve bu naif öykünün ayrıntılarını öğrenmeye çalışıyordum. Bu uzun süre içinde bu sırrı paylaşan son tanıkla da konuştuktan sonra ayrıntılar birer birer netleşiyor.

 

'BENİ ELMALI'YA GÖMÜN'

Şimdi yeniden 2006 yılına, Amerika'ya dönüyoruz. Anadolu arkeolojisine ömrünü adayan Prof. Mellink'in öldüğü 23 Şubat gününe. Trajik biçimde bir bakımevinde yaşamı son bulan Prof. Mellink'in ölümü, kimilerine göre ölümünden ancak üç gün sonra öğrencileri tarafından farkedilir.

Yaşamı boyunca çok sevdiği ve tutkuyla bağlandığı Anadolu, onun yaşamının son günlerini geçirmek istediği bir coğrafyaydı.Yakınlarına, "beni Müslüman Türk geleneklerine göre Elmalı'ya gömün" diye bir dilekte bulunduğu söylenen Mellink'in bu dileği ne yazık ki gerçekleşmez. Ünsal Özçakır, "bundan haberimiz olsaydı, Ömer Paşa Camisinden 5 bin kişiyle uğurlardık onu son yolculuğuna" diyor.

 

AMERİKAN UÇAĞINDAKİ KAVANOZ

Ölümünün ardından Amerika'da yaşanan ayrıntılar konusunda fazla bilgiye sahip olmadığımız Prof. Mellink'in Türk geleneklerine göre gömülme dileği gerçekleşemese de, onu son kez Anadolu'ya taşıyan uçak, ölümünden yaklaşık altı ay sonra İstanbul'a doğru havalanır. Mellink'in bedeni ölümünün ardından Amerika'da yakılarak külleri bir kavanozlara doldurulur. Ardından o çok sevdiği topraklara doğru yola çıkan Mellink'in külleri, önce tanınmış bir kültür adamına teslim edilir. Ardından da onun Türkiye'deki yakınlarına...

 


Mellink'in küllerinin döküldüğü an



MELLİNK'İN ELMALI'YA SON YOLCULUĞU

Tarih 16 Eylül 2006, Cumartesi. Güneşli bir sonbahar günü. Mellink'in Türkiye'deki yakınlarından oluşan 7-8 kişilik ekip, öğleden sonra saat beş dolaylarında Kızılbel'deki tümülüsün bulunduğu tepeye doğru tırmanır. İçlerinde Mellink'in Elmalı'daki yakınlarının da olduğu ekip, yanlarında getirdiği masayı Kızılbel mezar anıtının bulunduğu tepeye kurarlar.

 

TÜRK ŞARABI, TULUM PEYNİRİ VE ELMALI EKMEĞİ

Bundan sonrasını orada bulunanlardan dinleyelim: "Güzel bir Eylül günüydü. Miss Mellink'in çok sevdiği Türk şarabı, fırından yeni çıkmış taze Elmalı karafırın ekmegi, beyaz peynir, tulum ve kaşar peyniri ve Elmalı üzümü. Ayrıca elma. Elmalı elması. Yemeğimizin menüsü bunlardı..."

 

VE KAVANOZ AÇILIYOR...

Ardından özenle hazırlanan masada, Prof. Mellink'in çok sevdiği yiyeceklerden ve Türk şarabından oluşan sembolik yemek törenine geçilir. Yemeğin ardından, Elmalılı dostlardan birine teslim edilen kavanozun kapağı açılır ve 23 Şubat'tan beri Anadolu'ya duyduğu özlemle yanarak kül olan Mellink'in külleri, orada bulunan az sayıdaki insanın iyi dilekleri arasında Kızılbel'deki tümülüsün üzerine serpilir...

 


Mellink'in külleri bu tümülüsün üzerinde

 

MELLİNK ELMALI OVASINDA KAZILARI İZLİYOR

O anı yine orada bulunanlardan dinleyelim: "Küllerin serpilmesiyle birlikte çıkan hortumsu bir rüzgar külleri ovaya serpiştirdi. Bu Miss Mellink'in bizimle son vedalaşmasıydı. Miss Mellink'in varlığının ve gözlerinin ovada bir yerlerde, yapılan arkeolojik araştırmaların üzerinde olduğundan hiç şüphemiz olmaksızın, güneşin batmasıyla birlikte Kızılbel'den ayrıldık..."

 


Elmalı Kızılbel Likya mezar anıtı



KIZILBEL, LİKYA KÜLTÜRÜNÜ YANSITIYOR

Neden Kızılbel'in seçildiği yönündeki sorumuza, "Kızılbel tümülüsü ve mezar odası Miss Mellik'in çok sevdiği yerlerden biriydi. Karaburun mezar odası ile karşılaştırıldığında, yerel özelliklerin bulunduğu ve Likya kültürünün sergilendiği bir mezar anıtıydı. Bu nedenle küllerin serpilmesi için en uygun yer olarak Kızılbel düşünüldü" yanıtını veren yakınları, bu naif öykünün yanlış anlaşılmalara meydan vermemek için bugüne kadar az sayıda insanın bildiği bir sır olarak kaldığını söylüyorlar.

 

MELLİNK'İN BIRAKTIĞI HAZİNE

Türk geleneklerine göre Elmalı'ya gömülme dileği gerçekleşmese de, Miss Mellink'in külleri artık Kızılbel'den Elmalı ovasına, oradan da bütün Anadolu'ya yayılacaktı. Ölümüyle de bize bir çok dersler veren Prof. Miss Mellink, Gordion'dan Eflatunpınar'a, Nemrut'tan Patara'ya kadar Anadolu'yu karış karış gezdiği 1947'den 2000'li yılların başlarına kadar binlerce fotoğraftan oluşan bir hazine de bıraktı.

 

KEŞFEDİLMEMİŞ SON KITADAN KARELER

Mellink'in tutkuyla bağlandığı Anadolu'dan yansıyan karelerde, topraktan, taştan ve ahşaptan kurulmuş bir masal ülkesiyle karşı karşıyayız. Kapitalizm tarafından henüz yağmalanmamış olan içine kapalı bir ülkenin, gerçekten 'keşfedilmemiş son kıta' olan Anadolu'nun naif yüzünün yansıdığı bir eski zaman masalı. O karelerden yansıyan insan yüzleri ve ifadeleri, Hitit kabartmalarından fırlayıp gelmiş figürler gibiler. Alanya'dan Side'ye, Bergama'dan Eğirdir'e; Anadolu'nun yitirdiği değerleri bugünle kıyaslama olanağı veren Mellink'in bu çok değerli arşivi, Bryn Mawr College Üniversitesi tarafından dijital kütüphaneye iki yıl önce aktarıldı. Kültürel mirasın yanında, mimari ve etnografik açıdan da bir çok değer barındıran bu arşiv, genç araştırmacıların ilgisini bekliyor.

 

İşte Prof. Mellink'in tutkuyla bağlandığı Anadolu'dan 60 yılda derlediği o kareler...

 

 


Adıyaman, Karakuş. 1988

 


Adıyaman-Cendere Irmağı, 1983

 


Alacahöyük, Çorum-1978

 


Alanya, 1961

 


Ankara- Nallıhan, 1956

 


Ankara, 1957

 


Antalya Konyaaltı Caddesi, 1954

 


Antalya, Kemer (Bugün Ayışığı Plajı olarak bilinen bölge-1954)

 


Antalya-Demre kıyıları, 1954

 


Antalya-Demre kıyıları, 1954-2

 


Antalya-Demre St. Nicolaus Kilisesi, 1954

 


Bergama, 1960

 


Çorum, Boğazkale. 1957

 


Çorum, Boğazkale. 1957-2

 


Çorum, Boğazkale, 1957

 



Efes, 1960

 


Eğirdir Gölü ve Davraz Dağı, 1957

 


Elmalı Karamık Köyü'nde Tahıl Ambarı, 1958

 


Fethiye 1954

 


Gordion1958-2

 


Gordion, 1954

 


Gordion, 1958

 


Harran1982

 


Kaş Liman 1962

 


Kekova-Kaleköy, 1954

 


Mellink, Gavurkalesi'nde, 1959

 


Niğde, 1958


 


Semahöyük 1964

 


Side, 1954

 


Toroslar'da bir kır kahvesi, 1955

 

Oda Tv, Haber: Yusuf Yavuz, 13.12.2010

2 BİN 400 YILLIK ÇORBA

 

  

 

China Business News gazetesinin haberinde, Çin'in eski başkentlerinden Shaanxi eyaletinin merkezi Xian şehrinde ortaya çıkarılan kazanın, Çin'de türünün ilk örneği olduğu kaydedildi.

 

Çorba kalıntısının, bir kuzu koyun yada tavuğun ayak kemiği, omur ve kaburgasını ihtiva ettiği belirtildi. İçinde yeşilimsi kalıntının bulunduğu ve 3 ayağı bulunan bronz kazanın Xian'daki bir mezarda yapılan kazılarda ortaya çıkarıldığı ifade edildi.

Haberde, bronz kazan ile birlikte başka bir bronz tabağın da ortaya çıkarıldığı ve bu tabağın alkol olduğu tahmin edilen mistik bir sıvı ihtiva ettiği bilgisi de yer aldı. Söz konusu sıvının bileşiminin analiz edileceği ifade edildi.

Bulunan iki kalıntının da MÖ 475-221 yılları arasındaki Savaşan Devletler dönemine ait olduğu ve o dönemde gelenek üzere bu tür kapların ölü ile birlikte gömüldüğü kaydedildi.

Sabah, 13.12.2010

DA VİNCİ'NİN ŞİFRELERİ GERÇEK OLDU

 

 

Mona Lisa'yı inceleyen sanat tarihçileri, ünlü eserin gözlerinde harf ve rakamlar yer aldığını fark ettiler.


Günümüzde kullanılan yüksek büyütme yöntemiyle tablo incelenirken, Mona Lisa'nın göz bebeklerini kaplayan koyu boyada minik harf ve rakamların gizlendiği ortaya çıkarıldı. Uzmanlar, zor seçilen bu harf ve rakamların gerçek birer "Da Vinci şifresi" olabileceğini söylüyor. Yazar Dan Brown'ın dünyada fırtınalar koparan kitabı "Da Vinci Şifresi"nde de Mona Lisa'nın Kutsal Kase'ye ait kimi sırları barındırdığı yazıyordu.


Bu gizemli harf ve rakamları keşfeden kişi olan İtalyan Ulusal Kültürel Miras Komitesi'nin başkanı Silvano Vincetti, "Çıplak gözle bakıldığında bu sembolleri göremiyorsunuz, ancak eğer bir büyüteçle kesinlikle görülür hale geliyorlar." açıklamasını yaptı ve ekledi:
"Sağ gözde, Leonardo da Vinci'nin ismini sembolize eden LV harfleri yer alıyor. Sol gözde de kimi semboller var ancak bunlar o kadar belirgin değil."
"Ne olduklarını çıkartabilmek pek kolay değil, CE harfleri ya da B harfi olabilir."
"Arka plandaki köprünün kemerinde de 72 rakamı ya da L harfi ve 2 rakamı seçilebiliyor."
"Tablonun neredeyse 500 yıllık olduğu göz önüne alınırsa, bu sembollerin ilk çizildiği zamanki kadar keskin ve belirgin olmaması anlaşılabilir bir durum."
"Yaptığımız ön incelemeler, bunların birer hata olmadığını ve ressam tarafından tabloya eklendiklerini gösteriyor."


Bir komite üyesinin antika dükkanında bulduğu kitapta Mona Lisa'nın gözlerinde yer alan sembollerden bahsedildiğini görmesiyle başlatılan araştırma şimdilik sonuç vermiş gibi görünüyor.
Vinceti, "Da Vinci'nin Mona Lisa'ya özel bir değer verdiğini biliyoruz ve hatta son yıllarında tabloyu gittiği her yere beraberinde götürdüğü de biliniyor." diyor ve şöyle devam ediyor:
"Da Vinci'nin gizemli bir insan olduğu ve çalışmalarında kullandığı sembollerle kimi mesajlar ilettiği de bilinen bir gerçek. Bütün bu semboller belki de, tablodaki gizemli kişiye bir aşk mesajıydı."

Milliyet, 13.12.2010



TARİHİ MOZAİKLERE LEĞENLİ KORUMA

 

     

 

Amazon Kraliçelerinin mozaiğe resmedilmiş dünyadaki ilk örnekleri arasında gösterilen mozaikler, dün geceden beridir etkili olan sağanak yağmurdan nasibini aldı.Üstü brandayla kapatılan ancak kesin çözüm olmadığı için geceden beridir, devam eden sağanak yağışla birlikte kısmen sular altında kalan mozaikleri için plastik kova ve leğenlerle alternatif çözüm bulundu.

 

Şanlıurfa´da, Halepli Bahçe'de yapılan arkeolojik kazılarda ortaya çıkan savaşçı amazon kraliçelerin de bulunduğu ve dünyada en değerli tarihi eserler arasında gösterilen mozaikler yine yağan yağmurla birlikte sular altında kaldı. Üstü brandayla kapatılan ancak kesin çözüm olmadığı için geceden beridir, devam eden sağanak yağışla birlikte kısmen sular altında kalan mozaikleri için plastik kova ve leğenlerle alternatif çözüm bulundu.

Şanlıurfa'da Balıklıgöl yakınlarındaki Halepli Bahçe'de 'Temalı Park' dinler bahçesinin temel atma çalışması sırasında tesadüfen bulunan ve savaşçı Amazon Kraliçelerinin mozaiğe resmedilmiş dünyadaki ilk örnekleri arasında gösterilen mozaikler, dün geceden beridir etkili olan sağanak yağmurdan nasibini aldı. Kış mevsimi gelmeden önce Şanlıurfa İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü tarafından mozaiklerin korunması için üzerlerine çadır branda çekilerek koruma altına alınmıştı.

Dün akşam saatlerinde başlayan yağmurla birlikte çadır brandanın üstünde biriken yağmur suları damlayarak tarihi mozaiklerin üstüne akmaya başladı. Yağmur suları altında kalan mozaiklerin daha fazla zarar görmemesi için bu kez görevliler, dört Amazon Kraliçesi olan Hippolyte (Hipolite), Antiope, Melanippe (Melanipe) ve Pentehesileia (Pentesilya) savaşçı amazon kadınlarının daha fazla ıslanmaması için plastik leğen, kovaları yere koyarak alternatif çözüm ürettiler. Yağmur sularından Edessa Güzeli ve Amazon Kraliçelerinin ıslanmalarını engellemeye çalışan görevliler, kova ve leğenlerde biriken suları dışarıda döküp tekrar mozaiklerin bulunduğu yere bırakıyorlar. Geçtiğimiz kış mevsiminde aşırı yağışlar yüzünden mozaikler, yağmur ve kanalizasyon suları altında kalmış ve birçok yerinde tahribat olmuştu.

Milliyet, Haber: Ali Leylak, 13.12.2010

AYASOFYA'NIN SON HAZİNESİ

 

     



Ayasofya Müzesi'nde yürütülen restorasyon çalışmaları sonucu ortaya çıkarılan dünyanın bilinen en büyük boyutlu, Bizans döneminin 6. yüzyıl öncesi erken Hıristiyanlık dönemine ait vaftiz havuzu, basın mensuplarına gösterildi.
 

İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı Genel Sekreteri Yılmaz Kurt, Ayasofya Müzesi'nde yerli ve yabancı basın mensuplarının katılımıyla düzenlenen basın toplantısında, “Google”da “Ayasofya” ya da “Hagia Sophia” diye arama yapıldığında çıkan belge sayısının 800 bin olduğunu, ancak Ayasofya'ya yapılan atıf sayısının bir milyonu aştığını belirtti.

İstanbul'un, hakkında bu kadar çok söz söylenen, yazı yazılan, konuşulan bir dünya kültür mirasına ev sahipliği yaptığını söyleyen Kurt, “İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı olarak, bu dünya kültür mirasının restorasyonuna önayak olmak, finansman sağlamak ve dev bir yenileme projesini başarıyla tamamlamak, bizim için de profesyonel hayatımızda örneği zor bulunacak bir kıvanç kaynağı” dedi.


Kurt, Ayasofya'nın tarihi süreçlerine ilişkin şu bilgileri verdi:
“Ayasofya'nın yapımını Büyük Konstantin emretmişti. Yapı bitirildi ve 15 Şubat 360 tarihinde törenle takdis edildi. Bir yangında, tavanı ahşap olduğu için 20 Haziran 404 tarihinde harap oldu. Restorasyonu 10 yıl sürdü. 10 Ekim 415'de Ayasofya ikinci kez açıldı. Bu ikinci bina 13 Ocak 532'de yine yandı. Ayasofya'yı üçüncü kez taş ve tuğladan yaptırmak, İmparator Jüstinyen'e nasip oldu. Dönemin en önemli taş ustalarının önüne, imparatorluğun dört bir yanından getirilen taşları yığdırdı. Yapımda, Efes'teki Artemis Tapınağı'nın sütunları da kullanıldı. Ayasofya, 26 Aralık 537'de üçüncü kez açıldı. Ne var ki kubbe, depremlerde sürekli zarar gördü. Kubbe, 7 Mayıs 558'de tamamen yıkıldı. 23 Aralık 562'de tam Noel arifesinde yeniden ve şimdi gördüğünüz şekliyle açıldı.”





Ayasofya'nın 562'den 2010'a kadar çok restorasyon gördüğünü, en kapsamlı restorasyonun 1847-1849 arasında Sultan Abdülmecit zamanında yapıldığını anlatan Kurt, 24 Şubat 1934'te Ayasofya müzeye çevrildikten sonra sadece restorasyon değil, arkeolojik çalışmaların da yapıldığını anımsattı.

Çalışmalar sırasında Ayasofya'da yüzyıllarca kullanılmış, büyük bir vaftiz havuzunu da ziyarete açmak için gerekli restorasyonu yaptıklarını belirten Kurt, “Vaftiz havuzu, Ayasofya'nın, halka açık olmayan bir kısmında duruyordu. Yekpare bir mermer bloktan oyularak yapılmıştır. Bizans dönemi kültür ve mimari anlayışını yansıtan bu havuz, sanki dün yapılmış kadar sağlam ve temiz. Ayasofya'nın uzun tarihinde önemli bir yeri olan bu havuzu da artık müzemizi ziyaret eden herkes görebilecek” diye konuştu.

Ayasofya Müzesi Başkanı Haluk Dursun da 2009-2010 yıllarının Ayasofya'nın restorasyon bakımından en talihli yılları olduğunu söyledi.


Bu restorasyonların çok çarpıcı iki flaş gelişmesinin basını çok ilgilendirdiğini anlatan Dursun, bunlardan birisinin kubbede 17 yıl duran iskelenin kaldırılması, ikincisinin ise bir melek yüzünün açılarak izleyicilerin beğenisine sunulması olduğunu belirtti.


2010 yılında yeni bir sürpriz yaptıklarını ve şimdiye kadar hiç açılmayan vaftizhane avlusundaki vaftiz havuzunu ziyarete açtıklarını anlatan Dursun, “Ziyaretçiler ilkbahar aylarından itibaren, bütün Grek Ortodoks Roma coğrafyasında şu ana kadar bulunan ve bilinen en büyük vaftiz havuzunu görme imkanı bulacaklar” dedi.

Dursun, ayrıca Ayasofya'daki Osmanlı medeniyet döneminden kalma hat sanatı levhaları ve kandilliklerin restorasyonu hakkında da bilgi verdi.

Haluk Dursun, 2010 yılında yürütülen bu kapsamlı restorasyon çalışmaları nedeniyle Ayasofya'nın Avrupa'da yılın müzesi seçildiğini ve Rotondi Ödülü'nü aldığını anlattı.

Basın toplantısının ardından Haluk Dursun, yerli ve yabancı basın mensuplarına vaftiz havuzunu göstererek, özellikleriyle ilgili bilgi verdi.


Dünyada ilk kez bir Bizans Grek Ortodoks vaftizhanesinin, Osmanlı Padişah Türbesi'ne çevrildiğini belirten Dursun, bu vaftizhane türbeye çevrilirken içinde bulunan Bizans döneminin 6. yüzyıl öncesi erken Hıristiyanlık dönemine ait vaftiz teknesinin buradan çıkarılarak, vaftizhane avlusuna yerleştirildiğini söyledi.





Türbeye çevrilen vaftizhaneye gömülen padişahların, tahttan indirilen padişahlar olduklarını ifade eden Dursun, “Vaftizhane, Sultan 1. Mustafa ve Sultan İbrahim'in gömülmesiyle vaftizhane vasfını kaybetmiş ve burası bir Osmanlı türbesi olmuş, içindeki vaftiz teknesi hiç bir zarar verilmeden avluya konulmuş. Türbeden çıkarılan topraklar, vaftizhanenin avlusuna atılmış. Buraya taşınan vaftiz havuzu da bu toprağın altında kalmış. Bu avlu, Bizans sanatının çok güzel sanatıyla süslü olan bir bölümdür” dedi.

Bizans Ortodoks kültüründe vaftiz sırasında zeytinyağı kullanıldığını anlatan Dursun, bu avluda tarihi zeytinyağı küplerinin ve lahitlerin de yer aldığını kaydetti.

Ayasofya müze olduktan sonra 1943 yılında ilk kazılar başlayınca vaftizhane avlusunda da kazı çalışmasının yapıldığını ifade eden Dursun, “Evliya Çelebi havuzdan bahsediyor. Hazreti İsa'nın bu büyük havuzda vaftiz edildiği iddia ediliyor, bir efsane ve halk söylemi olarak ki doğru değil. Havuz restorasyonlar sonucunda görülebiliyor artık” diye konuştu.

Ayasofya'daki vaftizhanenin 1639 yılına Osmanlı döneminde yağ deposu olarak kullanıldığını daha sonra Sultan 1. Mustafa'nın ölümüyle türbeye dönüştürüldüğünü anlatan Dursun, Evliya Çelebi'nin bu türbede türbedarlık yaptığını, bu nedenle Seyahatnamesi'nde bu vaftizhane ve vaftiz teknesi hakkında bilgilerin bulunduğunu söyledi.

2010 yılında yürütülen restorasyon çalışmaları kapsamında vaftizhane avlusunun elden geçirildiğini ve dünyada örneği olmayan tasarım özelliği bakımından vaftiz teknesinin ilk kez görücüye çıktığını bildiren Dursun, “Bu havuz, ilk dönem Hıristiyanlığında toplu vaftizlerde kullanılan, insanların içine bir merdivenden girip diğer merdivenden çıktığı bir vaftiz havuzudur. Başlarında ikonaların konulduğu bölümleri vardır, ancak büyük bir ihtimalle Latin istilası sırasında, Ayasofya'nın birçok kıymetli objesi çıkarıldığı gibi onlar da çıkarılmış. Herhalde bu vaftiz havuzunu, İstanbul'un fethinden sonra ilk kez biz tekrar görmüş oluyoruz. Çünkü Ayasofya cami olarak kullanılmaya başlandıktan sonra vaftiz havuzu hiç kullanılmadı” dedi.

Dursun, vaftiz havuzunun dıştan uzunluğunun 3,32 metre, dıştan genişliğinin 2,52 metre, içten derinliğinin 1,16 metre olduğunu söyledi. Haluk Dursun, dünyada bu tasarımda ve özellikte daha büyük bir vaftiz havuzunun bulunmadığını ifade etti.

Vaftiz havuzunun ilkbahar aylarında ziyarete açılmasıyla ilgiyi artıracağını dile getiren Dursun, şunları kaydetti:
“Ayasofya'nın ziyaretçi sayısı 3 milyona doğru yükseliyor. Bu kadar çok ilginin Ayasofya'ya vereceği yoğunluktan dolayı da bir yönetici olarak kaygı duruyorum. Çünkü Ayasofya'nın mekanı çok dar. Müze olarak tasarlanan ve teşhire açık olan bir bölüm değil. Bu tür eserlerin çok sayıda insan tarafından gezilmesi, uzun vadede sorunlar yaratıyor.”

Dursun, ayrıca Ayasofya'nın Kandilli Deprem Araştırma Enstitüsü tarafından deprem izleme ve erken önlem alma açısından teknolojik araçlarla korunan bir müze olduğunu sözlerine ekledi.

Hürriyet, 13.12.2010

2010 KÜLTÜR BAŞKENTİ'NDEN UMDUKLARIM VE BULDUKLARIM

 

Soruşturmalardan bıktım. Birçok gazete, dergi bana aynı soruyu yöneltiyorlardı: İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti sona yaklaşırken, yapılanlar konusunda ne düşünüyorsunuz?

 

Benim gibi mükemmelin peşinde, her zaman umutsuz bir yolculuğa çıkan birinin yanıtı, olumlu ile olumsuzluk arasında her zaman değişen bir tahterevalliyi anımsatır.
Hiçbir şey yapılmadı, demek haksızlık olur. Birtakım şeyler yapıldı, konserler verildi, sergiler açıldı, binalar onarıldı, bolca kitap yayımlandı.
İstanbul'un tanıtımı için projeler gerçekleştirildi...
Yine de yeterli mi?


* * *


Yapılanlar İstanbul'u diyelim ki tanıttı, buraya gelenler yapılan icraatla bu şehrin özelliklerini, güzelliklerini öğrendi, geldiklerinden memnun kaldılar, yabancılar bu kenti dostlarına tavsiye ettiler, İstanbul'a gelmelerini sağladılar.
Ya sonra...
Türkiye'de, özellikle İstanbul'da yaşayanlar bu yıl bittiğinde bir bilanço çıkardıklarında ne düşünecekler?
Benim için önemli ve gerekli olan bir işi başardılar: Dolmabahçe Sarayı'nda kalıcı bir Saat Müzesi açtılar.
Kültür Başkenti yönetiminin talepler, istekler karşısında şaşırdığı kanısındayım.
Çünkü ne görsem altında artık görüntüsünü ezberlediğim, İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti logosu var, demek ki ajans yönetimi, bunaldığından, mecburen sponsorluk yapmış.


* * *


Ben neler bekliyordum?
İhtiyacı karşılayacak bir “Konser Salonu”. Hala eksikliği giderilemeyen “Opera Binası”. Binlerce yıllık geçmişi olan, klişe ifadelerle övdüğümüz İstanbul'a ait “Kent Müzesi”. Derli toplu, hakkında yayımlanmış yerli yabancı bütün yayınları bir araya getiren bir “İstanbul Kitaplığı”. Gerek kapasitesiyle, gerek faaliyetiyle, içeriğiyle güncellenmiş büyük bir “Kütüphane”. Uzman veya konuya ilgili insanların ihtiyacını giderecek, zengin bir arşive de sahip “Müzik Müzesi”. Resim ve Heykel Müzesi'nin onarılması, hatta ona yeni bir bina yapılması.


“Müzik Müzesi”nin ilk sergisi “Neşriyat-ı Musiki” adıyla Yıldız Sarayı'nda önümüzdeki perşembe günü açılıyor.
Gönül Paçacı'nın hazırladığı “Osmanlı Müziğini Okumak” kitabı da yayımlanmış olacak.
O gece verilecek konserde de, şimdiye kadar seslendirilmeyen birçok besteler ilk kez icra edilecek.  


Yukarıda saydıklarımın yapılacağı konusunda, girişim düzeyinde birtakım işler yapıldı ama tamamlanamadı.
Konuştuğum herkes vaatlerde bulundu, bu ayın sonunda başkentlik bitiyor ama birçok iş hala yarım.
Başkent unvanını alan bir kentte, yukarıda adı geçen müzelerin olmaması bağışlanır bir durum değil.
Resim ve Heykel Müzesi'ndeki eserleri toplu halde göremiyoruz, her iktidar bu konuya eğiliyor, bir daha da kalkamıyor.
Konser Salonu, Opera Binası olmayan bir kültür başkenti var mı? Ben İstanbul'a bu unvan verildiğinde sevinmiştim; bu binalar yapılır, kalıcı eserler bitirilir diye. Boşunaymış!
Beklediklerim bir yana, ajansın bütün reklamlarında, afişlerinde görünen ve başka yazılarımda da söylediğim gibi, “kent müzesi”ne en yakışacak bina olan Haydarpaşa Garı İstanbulluların gözleri önünde yandı.


* * *


Kalıcı eserler açısından umduğumu bulamadığım bir yıl oldu.

Hürriyet, Yazı: Doğan Hızlan, 13.12.2010

ÇÖPTEN ŞAPEL ÇIKTI

 

Hatay’ın Kırıkhan İlçesi’ne bağlı Karamağara mevkiinde eskiden çöplük olarak kullanılan alanda Kültür ve Turizm Bakanlığı’nca 15 gündür sürdürülen kazıda, bir şapel, etrafında da rahip ya da rahibelere ait olduğu düşünülen 3 mezar bulundu. İl Kültür ve Turizm Müdürü Aysun Çelenk, bölgede mozaik bulduğu yönünde ihbar üzerine başlattıkları kazıda, Bizans döneminde kullanılan şapeli gün ışığına çıkardıklarını kaydetti.

Şapellerin kilisenin yanı sıra bir okula, vakfa ya da nekropole (mezara) ait olabileceğinin altını çizen Çelenk, yanında buldukları 3 mezarda da rahip ya da rahibelere ait kemikler ortaya çıkardıklarını belirtti.

Hürriyet, 12.12.2010

TARİHİ GAR BİNALARI 2. KEZ TERK EDİLDİ

 

 

1800’lü yılların sonlarında Almanlar tarafından yaptırılan, 1990’lı yılların sonlarında demiryolunun yeri değişince boşaltılan ve adeta terk edilen İzmit’in Tarihi Gar Binaları, Vali Erdal Ata döneminde İl Özel İdare bütçesinden yaklaşık 7 milyon TL harcanarak restore edilmiş, kente kazandırılmıştı. Ancak bu güzel tesis, aylardır yine boş ve adeta ikinci kez çürümeye terk edilmiş durumda.

Vali makam yapacaktı

 

Restore edilen tarihi Gar Binaları Özel İdare tarafından İstanbullu işletmeciyle kiralanmış,  bir süre 10 Numara Restaurant olarak işletilmişti. Ancak daha sonra kira bedeli çok yüksek olduğu için işletmeci boşalttı. Valilik tarafından tesislerin yeniden ihaleye çıkartılması bekleniyordu. Bu arada Vali Ercan Topaca da, bu tesisi kendisi için çalışma ofisi yapmayı düşünüyordu.

 

İl Özel İdaresi, çok küçük bütçe nedeniyle sıkıntı çekiyor, bütçeye gelir getirmek için İstanbul Fındıkzade’deki KYÖD yurdunu bile satmaya kalkıyor. Ama Özel İdare, elinin altında çok önemli kira geliri getirebilecek Tarihi Gar Binaları bulunmasına rağmen, bunu değerlendiremiyor. Temel sıkıntının, bu tesislerin alkol ruhsatına sahip olması. Daha önce berduşlara, evsizlere terk edilen, büyük paralar harcanarak kente kazandırılan tesislerin bugün yeniden terk edilmiş olması da İzmitlilerin içini acıtıyor.

Özgür Kocaeli, 12.12.2010

ALLİANOİ SESSİZ SEDASIZ GÖMÜLDÜ

 

 

İzmir’in Bergama İlçesi’nde, Yortanlı Barajı’nın suları altında kalacak olan Allianoi antik kentinde kumla kapatma işlemi tamamlandı. İzmir 2 Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’nun kararının ardından, yaklaşık 10 yıl süren kazı çalışmalarında günışığına çıkartılan tüm eserler, açılan davalara, yapılan eylemlere karşın kumla örtüldü, mahkeme kararı beklenmeye başlandı.

antik kentin kumla kaplanarak baraj sularının altında bırakılmasına karar veren İzmir 2 Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’nun, geçen ağustos ayında aldığı kararın iptali için açtıkları davanın sonuçlanmasının beklendiğini belirten Avukat Arif Ali Cangı şunları söyledi: 

Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’dan davanın sonucunun beklenmesini istemiştik, ancak bu olmadı. Şimdi İzmir 4'üncü İdare Mahkemesi’nde süren davada bilirkişi oluşturulma safhasındayız. Mahkeme bir hidrolog inşaat mühendisi, bir sanat tarihçisi, bir arkeologdan heyet oluşturacak, keşif yapılacak. Bunu bekliyoruz.” 

İzmir 4'üncü İdare Mahkemesi’nde süren davanın, korumanın şeklini tartışacağını dile getiren Cangı, “Toprakla örtüp suyun altında bırakmanın koruma olup olmadığı, ‘Biz kapatalım 50 yıl sonra çocuklarımız, torunlarımız yeniden kazıp çıkartsın’ mantığının ne kadar doğru olduğu tartışılacak. Eğer İzmir 4'üncü İdare Mahkemesi, kurul kararını iptal ederse, yeniden açılmasını isteyeceğiz” diye konuştu.

Allianoi Girişim Grubu Sözcüsü İffet Diler de, tüm olumsuzluklara rağmen umutlarını yitirmediklerini dile getirdi. Diler, “Allianoi orada sessizce bekliyor olabilir, ancak biz beklemiyoruz, çalışmalarımız eski hızıyla sürüyor. Hala umut var, geriye dönebiliriz. Üstü ne kadar kapatılmış olsa da, onlar ‘yok’ deseler de orada Allianoi var. İstanbul’da yürüyüş yapıp konuyu yeniden gündeme getireceğiz, Allianoi ile ilgili bir sergi açacağız. Mücadelemize eskisi gibi devam ediyoruz edeceğiz” dedi.

Baraj kapaklarının deneme amaçlı olarak kapatılmasının bile Allianoi’ye zarar vereceğini ifade eden Diler, yapılmak istenenin Allianoi durumunda olan pek çok yer aleyhine açılmış davaları etkilemek olduğunu öne sürerek, “Allianoi’yi toprak su altına gömmeye çalışanların, yeni çıkarmaya çalıştıkları Tabiatı Koruma Yasası da bu tür hukuksuzluklara hizmet etmek için. Bir ülke eğer özgür yaşamak istiyorsa hukuk temel ilkedir. Ancak hukuk insanları geleceğe taşıyabilir, temellerinin sarsılmaması gerekiyor” diye konuştu.

Radikal, 12.12.2010

 

******


YÜZLERCE KİŞİ ALLİANOİ İÇİN YÜRÜDÜ

 

İstanbul’da Taksim Meydanı’nda bir araya gelen çok sayıda yaşam savucusu, UNESCO Dünya Mirası listesine alınması için çalışmalarının sürdüğü Allianoi antik kentinin baraj suları altında bırakılmasına karşı, Karaköy’e yürüdü.


Taksim Meydanı’nda bir araya gelen grup önce, “Tabiatı bozuk yasaya izin vermeyeceğiz”, “Allianoi, Çoruh, Hasankeyf, Senoz, Loç: İsyandayız” ve “Amacunuz para pul yalandur gerisi, sonunda isyan etti İzmir’in su perisi” yazılı pankartlar açtı. Daha sonra İstiklal Caddesi boyunca yürüyüşe geçen grup sık sık, “Çevre Bakanı, çevre düşmanı”, “Santral yapma boşuna yıkacağız başına”, “Sermaye elini doğamızdan çek” sloganları attı. Grup, Galatasaray Meydanı’na ulaştığında bir basın açıklaması yaptı. Grup adına açıklamayı Osman Öztürk okudu.
 

İnsan, kültür ve doğa katliamının affı olmadığını anlatan Öztürk, Türkiye’nin tarım ve kültür politikası olmadığına dikkat çekti. Karadeniz’de, Munzur’da, Hasankeyf’te ve Loç’da hukuk savaşı sürerken, kepçelerle sondaj makineleriyle kuşatılan yanan yakılan hiçbir yerde hidroelektrik santral yapılmasına izin vermeyeceklerini söyleyen Öztürk, “Tarihi yok etme bağnazlığına dur diyoruz. Suyumuzu satamayacaksınız. Bugün suyumuzla, bereketli topraklarımızla oyun oynamaya çalışanların kim olduklarını biliyoruz. Munzur’da, Hasankeyf’te, Allianoi’de suya bulaştıkça hüsrana uğrayacaksınız” diye kaydetti. Daha sonra, Karaköy’de bulunan Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi’ne kadar sloganlar ve ıslıklar eşliğinde yürüyen grup, burada Allianoi: Su Perisi isimli sergiyi gezdi. Sergi 12 Ocağa kadar açık kalacak.

Evrensel, 14.12.2010

 

******


GECE İLE GÜNDÜZ ARASINDA ALLİANOİ

 

 

Allianoi antik kentinin kumlarla kaplanması önlenemedi. Tarihi ortaya çıkaran kazı başkanı Ahmet Yaraş'a sorduk: Umutlar tamamen tükendi mi?

Bergama’nın kuzeydoğusunda sağlık tanrısı Asklepion’un yurdu olan Allianoi, 2000 yıllık geçmişiyle dünyanın en eski ve en iyi korunmuş sağlık merkezlerinden biri olarak hayatımıza girdi.

Ancak ne var ki, Kazı Başkanı Yrd. Doç.Dr. Ahmet Yaraş’ın 1998 yılında başlayıp 2006 yılına kadar ancak yüzde 20’sini gün yüzüne çıkarabildiği Allianoi’nin doğumu sancılı oldu. Geçmişten günümüze taşıdıkları ve bize öğrettikleriyle ayaklarımızın bu topraklara biraz daha sağlam basmasını sağlayan Allianoi’nin üzerinde kara bulutlar hiç eksik olmadı.
 
Bir yandan hukuki süreç devam ederken Allianoi’nin üzeri kumla kaplandı. Şimdi bu eşsiz miras arafta sessiz sedasız hukuki sürecin tamamlanmasını bekliyor.

Allianoi’yi savunanların umutları ise henüz tükenmiş değil. Kazı Başkanı Doç.Dr. Ahmet Yaraş ile ‘Çocuğum gibi’ diye tanımladığı Allianoi’yi konuştuk.

Allianoi’nin üzeri tamamen kumla kaplandı. Ne hissediyorsunuz?
Kızım Allianoi kazısı sırasında doğdu. İsmini İlya koydum. İlya, Allianoi’nin ortasında akan çayın adı. 12 yılım geçti orada. Pek çok şey yaşadım. Arkadaşlarımla birlikte her bir taşı ellerimizle çıkararak bilim dünyasına sunduk. Geldiğimiz nokta ise son derece üzücü. Ne diyebilirim ki? Kızım bana Allianoi’yi kastederek “Baba ne zaman evimize gideceğiz” diye soruyor. Burası sözün bittiği yer artık. Oranın yok edileceğini düşünemiyorum bile. Ancak henüz her şey bitmiş değil. Hukuki süreç devam ediyor.

Yani Allianoi’nin kurtuluşu için hala umut var?
Allianoi için hep umut var oldu. Bugün de bu devam ediyor. Hukuki süreç henüz bitmiş değil. Ben halen Allianoi’nin yok edilemeyeceğine, sağduyunun galip geleceğine inanıyorum. Ancak davalar olumlu sonuçlanır ve alınan kararla Allianoi’nin yok olmasının önüne geçilirse ne yapılacak onu da çok merak ediyorum. Şu anda Allianoi’nin üzeri kumla kaplanmış durumda.

Peki davalar olumsuz sonuçlanırsa?
O zaman Allianoi bir daha geri dönüşü olmayacak şekilde yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalacak. Türkiye, uluslar arası arenada bunu nasıl açıklayacak merak ediyorum. Bir yandan yurt dışına kaçırılan tarihi eserleri geri getirmek için ciddi paralar harcıyor, uğraşıyor, kampanyalar yapıyoruz diğer yandan elimizdekileri yok ediyoruz. Türkiye, Allianoi’yi yok ettikten sonra bu davaları nasıl göğüsleyecek bilmiyorum. Demezler mi “Sen daha elindekini koruyamıyorsun” diye.

Allianoi yetkililerin dediği gibi 'sadece 3-5 gavur taşı'ndan mı ibaret. Nedir Allianoi’nin önemi? Yok olursa neyi kaybedeceğiz?
Allianoi dünyanın en büyük ve sağlam kalmış sağlık merkezi. Dünyada başka bir örneği yok. Arkeoloji, tıp, sanat tarihi disiplinlerinin bir arada çalışabileceği dünyadaki en önemli merkez. Bir anlamda bu disiplinler için tam bir laboratuar. Aynı zamanda bulunan 400 kadar tıbbi araç ve gereçlerden anlaşılıyor ki, burası Galenos’un ameliyatlarını yaptığı, modern tıbbın temellerinin atıldığı bir yer. Allianoi bir antik kent buluntusu olmanın ötesinde Anadolu için bir gelecek meselesi. Allianoi yok olursa kaybeden sadece Allianoi olmayacak.

Allianoi’nin yok olması geleceği nasıl etkiler, Allianoi ile birlikte neyi kaybediyoruz?
Allianoi buzdağının görünen yüzü. Örnek bir yer. Tüm Anadolu’nun doğal ve kültürel varlıkları talan ediliyor. Toplum henüz tam olarak bunun farkına varabilmiş değil. Aslında gerçek anlamda kaybettiğimiz kimliğimiz. Bin yıllara, 10 bin yıllara dayanan bir geçmişimiz var Anadolu’da. Anadolu bununla değerli. Geçmişiyle, insanıyla, medeniyetiyle bütün olarak korunduğunda Anadolu gerçekten Anadolu olur. Bu gidişle kültüründen, benliğinden, kişiliğinden soyutlanmış bir Anadolu olacak. Bu da bizim için karanlık bir gelecek demek. Biz Amerika değiliz ki… Geçmişimiz var. Bu yokmuş gibi yönetilemeyiz. O yüzden kaybeden Allianoi değil, bu topraklar aslında. Bu topraklar binlerce yıl köprü işevi görmüş. Belki biz bu köprüden geçen son yolcularız. Bizim bu izleri acımasızca silmeye hakkımız yok. Bu topraklar bunu hak etmiyor. Bu tam anlamıyla bir katliam.

Peki ‘niçin’ sorusuna sizin yanıtınız nedir?
Bu ülkede 10 yıl önce felsefe ve mantık dersleri kaldırıldı. Sanat tarihi yok denecek düzeyde. Sanat, estetik toplumun özünden çıkarıldı. Her şey paraya endekslendi. Bilim sanat hep ikici planda. “Nasıl zengin olur gelir elde ederim” her şeyden çok daha ön planda. Sorunuzun yanıtı ne yazık ki para. Evet ne yazık ki para için.

Radikal, Haber: Yücel Sönmez, 15.12.2010

 

******


ALLİANOİ KADERİNİ BEKLİYOR

 

  

 

Allianoi antik kentinin üzerinin kumla kapatılması üzerine çevreci gruplar ile tarım sektörü temsilcileri arasındaki Yortanlı Barajı tartışması alevlendi.

Allianoi Girişim Grubu Üyesi Arif Ali Cangı, yaptığı açıklamada, kent üzerinin kumla kaplandığını ve Koruma Bölge Kurulu'nun izin vermesinden sonra Yortanlı Barajı'nda su tutma işlemine geçileceğini belirtti.

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı ile DSİ'nin, barajda su tutulması işlemini oldu bittiye getirmek istediğini savunan Cangı, antik kentin üstünün kumla kapatılması ve barajda su tutulmasına ilişkin işlemleri engellemek amacıyla açtıkları 3 ayrı davanın devam ettiğini söyledi.

 

İzmir 4. İdare Mahkemesi'ndeki davayı esas aldıklarını kaydeden Cangı, “antik kentin kumla kaplanmasına ilişkin Koruma Bölge Kurulu kararının iptali davası sürüyor. Mahkeme keşif yapılması yönünde karar aldı. Alanında uzman bilirkişi heyeti oluştuktan sonra keşif yapılacak. Bilirkişi kumla kaplanıp su altında bırakılması tarihi varlıkların korunması anlamına geliyor mu, gelmiyor mu, antik kentin su altında kalması durumunda su sirkülasyonu tarihi varlıkları etkileyecek mi, etkilemeyecek mi onu değerlendirecek” dedi.

 

Trajikomik bir durumun oluştuğunu savunan Cangı, dava devam etmesine karşın antik kentin kuma gömüldüğünü, özellikle Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın konuyu aceleye, oldu bittiye getirmeye çalıştığını savundu.





Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay ile 3 ay önce toplantı yaptıklarını söyleyen Cangı, şunları kaydetti:

"Bakanımıza öncelikli görevinin barajın değil, kültür varlıklarının korunması olduğunu, Allianoi ile ilgili hem tarihsel, hem de hukuksal sorumluluğu olduğunu söyledim. 4. İdare Mahkemesi'nin öngördüğü süre 6 aylık keşif süresi içinde kumla kaplama işleminin durdurulmasını istedik. Çünkü kuma gömüldükten sonra iptal kararının uygulama şansı olmayacak. Bakan Günay ise 'Biz 5 yıldır bekliyoruz' dedi. Kültür Bakanlığı görevini yapmamıştır. Amaç bölgeyi kamuoyu denetiminden kaçırmaktı, yargı kararlarının çıkmasını ve uygulanmasını engellemekti. Şimdi amaçlarına ulaşmış gibi görünüyorlar. 2001 yılından bu yana geçen sürede yapılan işlemler suçtur. Dertleri baraj yapmak değil, suçlarını örtbas etmektir. İnsanlık tarihi kazanımlarıyla bunun hesabını soracaktır. Mahkemeden iptal kararı aldığımız taktirde bu noktaya getirenler hakkında her türlü hukuki başvuruyu yapacağız. Nasıl örttülerse o kumdan çıkarmak için elimizden geleni yapacağız. Biz bunun tarihsel bir görev olduğunu düşünüyoruz."

 

Bergama Ziraat Odası Başkanı Nuri Taşkıranoğulları ise zor bir süreç yaşadıklarını, tamamlanmış bir barajın hizmete açılmadığını söyledi.

 

Bergama'nın tarım kenti olduğunu, ilçede sanayi olmadığını dile getiren Taşkıranoğulları, “Baraj açıldığında 175 bin dekar alan suya kavuşmuş olacak. 6 bin 500 aile yeni gelir kazanacak, hiç sulanmamış yerler suyla buluşacak” dedi.

 

Bölgede tarımla uğraşan bazı kişilerin 250 metre derinlikten su çekmek zorunda kaldığını, bunun da maliyetlerin yükselmesi anlamına geldiğini ifade eden Taşkıranoğulları, 5 yıl önce baraj hizmete açılmış olsa 30 milyon lira civarında maliyet düşüşü yaşanacağını savundu.

 

Yortanlı Barajı'ndan sağlanan su sayesinde ürünlerin yüzde 50 ucuza mal olacağını ifade eden Taşkıranoğulları, “Çok fazla bir şey söylemek istemiyorum ama su tutulduğu zaman Bakırçay Ovası'nın bayramı olacak” diye konuştu.

 

ALLIANOI'NİN TARİHÇESİ

Bergama-İvrindi Karayolu'nun 18. kilometresindeki Allianoi antik kenti adına kurulan internet sitesinde, bölgedeki Çakmaktepe eteklerinde prehistorik döneme ait eserler bulunduğu, Hellenistik dönemde bölgenin sıcak sudan dolayı küçük bir termal merkezi olarak kullanıldığı belirtiliyor.

 

Roma İmparatorluğu döneminde bölgede büyük bir bayındırlık faaliyeti yaşandığı ve Osmanlı dönemine ait sikkelerin de bulunduğu, 20. yüzyılın başındaki sel nedeniyle 1950'li yıllara kadar ılıcanın olduğu kısmın atıl olduğu biliniyor.

 

Bölgenin günümüze ilişkin durumuna ilişkin olarak da şu şekilde bilgi veriliyor:

“1992 yılında, Bölge Karayolları Müdürlüğü tarafından mevcut ve hallen kullanılan Roma Köprüsü, kurul kararı olmaksızın ihale ile kısmen deforme edilerek yeni bir köprü inşa edilmiştir. Aynı yıl Ilıcanın restorasyonu İzmir Valisi tarafından İl Özel İdaresi aracılığı ile ihaleye verilmiştir. Bir yıl süren restorasyon işlemleri sırasında yine kurul kararı olmaksızın ılıcanın içi deforme edilerek üzerine modern bir bina yapılmıştır. Bu tarihten itibaren işletmeye verilmiştir, Şubat 1998'de yaşanan ağır bir sel taşkını ile tesis yeniden kullanılamaz duruma getirmiştir. Çayın güneyinde ise özel şahıslara ait olan arazide tarım yapılmıştır. Bu onarımlarda ilave edilen modern binaların büyük bir bölümü 2003 yılı çalışmaları sırasında kaldırılmış ve antik ılıca mekanları ortaya çıkarılmaya başlanmıştır.”

Hürriyet, 16.12.2010

HAYDARPAŞA IŞIL IŞIL

 

İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı Sahne ve Gösteri Sanatları Yönetmenliği’nin “Haydarpaşa Garı’nda İstanbul” projesi kapsamında, Haydarpaşa Garı’nın dış cephesinde video mapping gösterisi yapıldı.

 

Kadıköy’deki Eminönü İskelesi’nin üstünde bulunan Şirket-i Hayriye Sanat Galerisi’ndeki etkinlikte, Haydarpaşa Garı’nın Kadıköy cephesine yansıtılan ve İstanbul’un geçmişten bugüne hikayesini büyüleyici bir dille anlatan “Yekpare” adlı ışık gösterisi sunuldu. 

Milliyet, 11.12.2010

'YÜZYILIN ARKEOLOJİK BULUNTUSU' SAKSI OLDU

 

 

Muğla'nın Milas İlçesi'nde jandarma ekipleri Hekatomnos Kral Mezarı civarındaki evlerde arama yaptı.

 

Evlerde 46 adet Roma ve Hellenistik döneme ait eser parçaları bulununca 8 ev sahibine tutanak hazırlandı. Tarihi eserlerin bazı evlerin bahçelerinde 'saksı' ya da dekorasyon amacıyla kullanılması yetkilileri şok etti.

Milas İlçe Jandarma Komutanlığı ekipleri 'yüzyılın arkeolojik buluntusu' olarak nitelendirilen Hekatomnos Kral Mezarındaki soygunun ardından yeni tartışmalara yer vermemek için titiz çalışmasını sürdürüyor. Bir ay önce mezar civarındaki evlerde gerçekleştirilen operasyonlarda inanılmaz manzaralar yaşanmıştı. Civardaki bazı ev sahipleri bahçe ya da evlerin depo olarak kullanılan kısımlarından kazılar yaparak oda mezarlara ulaşmaya çalıştığı tespit edilince tutuklamalar yaşandı.

Jandarma ekiplerinin son yaptığı çalışmada yine kral mezarı civarındaki evlerde bu kez tarihi eserlerin kendisi arandı. Hisarbaşı Mahallesi sakinleri A.A., F.S., M.B., N.K., G.Ç, N.A., S.Ç. ve H.S'nin evlerinde yapılan aramalarda Roma ve Hellenistik döneme ait 46 adet Roma ve Hellenistik döneme ait tarihi eser parçası bulundu.

Aramalarda F.S.'ye ait mermer bir minyatür havuz ise herkesin dikkatini çekti. F.S. işlemesiyle göz dolduran havuzun 50 yıllık olduğunu ifade ederken, aramaya katılan jandarma ve arkeolog ekipleri, havuzun bir işaret olabileceği şüphesiyle, altında tünel bulunabileceği düşüncesinden hareket ederek tutanak hazırladı.

12 ayrı ev ve bahçelerde saksı ve çeşitli diğer farklı amaçlarla kullanılan eserler el arabalarıyla Milas Müze Müdürlüğü bahçesinde korumaya alındı. Haklarında işlem yapılan 8 ev sahibi, tutanakla birlikte ifade verecek.

Haber Ekspres, 11.12.2010

SARNICA İYİ HABER

 

Başta rehberler olmak üzere turizmcilerin tepkileri sonuç verdi. 1 Aralık 2010 tarihinde yayınlanan İBB UKOME kararı ile Yerebatan Caddesi'nin trafiğe tamamen kapatıldığı bildirildi. Tur otobüsleri için gösterilen yeni güzergah Alemdar Caddesi ve Alayköşkü Caddeleri. Böylelikle üzerinden geçen yoğun trafik yüzünden çökme tehlikesi ile karşı karşıya kalan Yerebatan Sarnıcı bu tehlikeden kurtulmuş oldu.

 

İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) Ulaşım Koordinasyon Müdürlüğü (UKOME), Yerebatan Caddesi'ni de trafiğe kapatıyor. Yerebatan Caddesi altındaki Sarnıcın trafik yüzünden zarar gördüğünün Koruma Uygulama ve Denetim Müdürlüğü'nün 27 Ekim 2010 tarihli yazısıyla da belirlenmesi üzerine, tur otobüslerinin de kullandığı eski güzergahtan Yerebatan Caddesi çıkarılarak bunun yerine Alemdar Caddesi ve Alayköşkü Caddelerinin kullanılması öngörülüyor.

 

UKOME'nin 1 Aralık 2010 tarihli yayınladığı kararına göre tur otobüsleri için yenilenen güzergah alanı şöyle:

Bab-ı Hümayun Caddesi - Kabasakal Caddesi devamında mevcut İspark otopark alanına giriş yapılacak, (buradaki tarihi alan Topkapı Sarayı, Ayasofya ve civarı gezilip) ardından Kabasakal Caddesi - Alemdar Caddesi - Alayköşkü Caddesi - Prof.Dr. Kazım İsmail Gürkan Caddesi - Bab-ı Ali Caddesi - Şeref Efendi Sokak - Vezirhan Caddesi'ne gelerek Çemberlitaş İspark Otoparkı'na giriş yapılacak (buradaki tarihi alan Kapalıçarşı, Nuriosmaniye ve civarı gezilip) ardından Vezirhan Caddesi - Peykhane Caddesi - Üçler Sokak - Nakişbent Sokak - Şifa Hamamı Sokak - Küçükayasofya Caddesi bitiminden Keneddy Caddesi üzerinde bulunan otobüs park alanına dönüşünün ring olarak yapılacak.

 

Turizm sezonunun başında Tarihi Yarımada’nın araç trafiğine kapatılmasının ardından, turist otobüsleri için bazı indirme ve bindirme noktaları belirlenmiş, bu noktalardan biri de Yerebatan Sarnıcı’nın üzerindeki cadde olmuştu. Tonlarca ağırlığıyla yüzlerce tur otobüsü sezon boyunca Yerebatan Sarnıcı’nın üzerinden geçmiş ve geçmekle kalmamış indirme noktası olarak kullanmıştı. Bu ağır trafiğin tarihi yapıya her geçen gün daha da çok zarar verdiğine dikkat çeken turist rehberleri, bu konuda önlem alınması için yetkilileri uyarmıştı. İstanbul Rehberler Odası (İRO) konuyla ilgili "Yerebatan Sarnıcı Her An Çökebilir!'başlığıyla bir basın açıklaması yayınlayarak tepkisini dile getirmişti. Bu tepkiye birçok gazetede haber olarak yer verilirken, bazı TV kanalları da ana haber bültenlerinde yayınlamış, kamuoyunda ses getirmişti.

 

Yerebatan Caddesi'nin araç trafiğine tamamen kapatılması başta rehberler olmak üzere turizmciler tarafından olumlu karşılandı. Tepkilerinin ses getirmesine sevinen rehberler, tarihi yapının üzerinden geçen trafiğin engellenmesi ile önemli bir yanlıştan dönüldüğünü savunuyor.

Turizm Habercisi, 10.12.2010

BATMAN'DA 1 YIL ÖNCE BULUNAN 6 TONLUK LAHİT KAYBOLDU

 

Batman’ın Sason İlçesi Yuvalar Köyü Üçdirek Mezrası’da 1 yıl önce yol yapım çalışmaları sırasında ortaya çıkan ve daha sonra üzeri toprakla kapatılarak gizlenen Roma dönemine ait 2 metre yüksekliğinde, 3 metre uzunluğunda 6 ton ağırlığındaki lahit kayboldu. Sason Kaymakamı Yusuf İzzet Karaman, lahdin bulunmasında yardımcı olacaklara ödül verileceğini söyledi.

 

Sason’a 40 kilometre uzaklıktaki Yuvalar Köyü Üçdirek Mezrası’nda, geçen yılın aralık ayında yol için kazı yapılırken, toprağa gömülü bir lahit bulundu. Bölgede çalışmalara ara verilip Sason Kaymakamlığı’na bilgi verildi. Kültür ve Turizm Müdürlüğü ile Batman ve Mardin Müze Müdürlüğü ekiplerinin yaptıkları incelemede 2 metre yükseklinde, 3 metre uzunluğunda ve 60 santimetre genişliğindeki üzerinde Latince kitabe bulanan lahdin, Roma dönemine ait olduğunu belirledi.

 

Kaymakamlığın mezarın bulunduğu alandan çıkarılması için başvurması üzerine, Kültür ve Turizm Müdürlüğü ile Müze Müdürlüğü bakanlığa başvurarak ödenek talebinde bulundu. Ödeneğin aylarca gelmemesi üzerine, lahit üzeri yeniden toprakla kapatılıp gizlendi. Sason Kaymakamı Yusuf İzzet Karaman, jandarma ve bölgede görevli geçici köy korucularına talimat verip, lahdin bulunduğu bölgede önlem almalarını istedi.

 

Bakanlıktan mezarın çıkarılması için istenen ödenek ancak bu yılın yaz aylarında geldi. Batman ve Mardin Müze Müdürlüğü bir kazı ekibi oluşturarak geçen hafta lahdin çıkarılması için çalışmaya başladı. Ancak toprak kazılınca, yaklaşık 6 ton ağırlığındaki lahdin yerinde olmadığı görüldü.

Sason Kaymakamı Yusuf İzzet Karaman, lahdin kaybolduğunun, Kültür ve Turizm Müdürlüğü’ne bir yazı ile bildirildiğini söyledi. Olayın savcılık tarafından soruşturulduğunu, jandarmanın da çalışmalarını sürdürdüğünü belirten Kaymakam Karaman, bölgede hava şartlarının el vermemesi ve ödeneğin geç gelmesi nedeniyle lahdin çıkarılma çalışmalarının yapılamadığını, definecilerin zarar vermemesi için de üzerinin toprakla kapatıldığını söyledi.

 

Kaymakam Karaman, kaçırılan lahdin bulunması için yardımcı olacaklara ödül vereceklerini kaydetti. Karaman, “Bölgenin en büyük lahdi konumundaki mezarın fotoğrafları elimize ulaşır ulaşmaz durumu savcılığa bildirmiştik. Bir yıl süreyle toprak altında bırakıldı. Ancak geçen hafta iki ilin Müze Müdürlüğü elemanlarının yaptığı kazıda mezarın yerinde olmaması herkesi hayretler içinde bıraktı.”

Hürriyet, 09.12.2010

TARİHİ KALE YENİDEN AÇILACAK

 

 

Nevşehir'in Ürgüp İlçesi'ne bağlı Ortahisar beldesinde, kaya çatlamaları sonrasında bazı bölümleri tehlike oluşturduğu gerekçesiyle 8 yıl önce turistlerin ziyaretine kapatılan tarihi Ortahisar Kalesi yeniden turizme açılacak. Rölöve çalışmaları tamamlanan kale, 2011 turizm sezonu ile birlikte yeniden turistlerin ziyaretine açılacak.

 

Tarihte hem stratejik hem de yerleşim amaçlı kullanılan 120 metre yükseklikteki Ortahisar Kalesi, 8 yıl önce bazı bölümleri yıkılma tehlikesi oluşturduğu için turistlerin ziyaretine kapatılmıştı. Kültür ve Turizm Bakanlığı'na ait olan tarihi kalenin yeniden turizme açılabilmesi için restorasyon çalışmaları başlatılıyor.

 

Ortahisar Belediye Başkanı Ali İhsan Özendi, Ortahisar Kalesi'nin hem Ortahisar beldesi hem de Kapadokya turizmi için büyük bir önem taşıdığını söyledi. Çevresinde bölgenin karakteristik sivil mimari örneklerinin bulunduğu kalenin, restorasyon çalışmaları için rölöve projesinin tamamlandığını ve projenin Kapadokya Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu tarafından onaylandığını ifade eden Özendi, önümüzdeki günlerde Ortadoğu Teknik Üniversitesi'nden bir heyetin kalede incelemelerde bulunacağını açıkladı. Çalışmalar için Nevşehir İl Özel İdaresi tarafından yaklaşık 150 bin TL'lik bir ödenek ayrıldığını da ifade eden Özendi, "Açık olduğu dönemlerde her yıl binlerce yerli ve yabancı turistin ziyaret ettiği Ortahisar Kalesi'nin maalesef 8 yıldır turizme kapalı. Buranın kapalı olması belde turizmini de olumsuz yönde etkiliyor. Bir an önce restorasyon çalışmalarının yapılması için girişimlerimiz nihayet sonuç verdi. Bakanlık kaleyi belediyemize tahsis etti ve bundan böyle buranın işletmesini belediyemiz yürütecek. Bunun yanı sıra bakım ve onarım çalışması içinde start verildi. Şu an uzmanlar kalede gerekli incelemelerini sürdürüyor ve önümüzdeki haftalarda çalışmalar başlayacak.Kaledeki çatlaklar özel bir sıvı ile doldurulacak ve sonrasında kaleyi turistlerin ziyaretine açacağız " dedi.

Nevşehir Kent Haber, 02.12.2010

Klazomenai (L.H. Jeffery arşivi)
...1949




5 - 11 Aralık 2010

TARİHİ CAMİ SULAR ALTINDA

 

İstanbul'da dün etkili olan sağanak yağış nedeniyle, Eminönü'nün Haliç kıyısında bulunan tarihi Ahi Çelebi Camisi sular altında kaldı. Mimar Sinan tarafından 1530'da yılında yapılan caminin avlusu ve girişi, biriken yağmur suları nedeniyle göle döndü. Halı ve kilimler kullanılamaz hale gelirken, caminin içine dolan sular belediye ekipleri ve vatandaşların çabalarıyla temizlendi. Su basması nedeniyle cami ibadete kapatıldı. 1539 ve 1653'te iki kez yanan ve 1892 depreminde büyük hasar gören Ahi Çelebi Camisi, rüyasında Hz. Muhammed'in elini öpen Evliya Çelebi'nin "şefaat ya Resulullah" yerine "seyahat ya Resulullah" dediği iddia edilen yer olarak biliniyor

Sabah, 11.12.2010

"ARKEOLOJİK KAZILAR BİTMEDEN, NEYİN ÇIKIP ÇIKMAYACAĞINI BİLMEDEN EK İNŞAAT İZNİ NASIL VEREBİLİRLER?"

 

 

TAÇ Vakfı tarafından düzenlenen "İstanbul'da Kültürel Miras" Panelleri'nin 2.si olan "Four Seasons Ek Otel İnşaatı, Arkeolojik Park ve Dünyadaki Örnekler" konulu paneli yatırımcı firmadan Atilla Öztürk, Mimar/Yazar Oktay Ekinci, Y. Mimar Sinan Genim, Prof.Dr. Sümer Atasoy ve Avukat Sait Karabulut'un katılımıyla 9 Aralık günü Pera Müzesi'nde gerçekleşti.

 

Yılan hikayesine dönen Sultanahmet Four Seasons Oteli inşaat projesi halen daha askıda. Mahkeme kararı ile iptal edilen 1/5.000 imar planı ve inşaat ruhsatı nedeniyle otel inşaatı ve arkeolojik kazı çalışmaları durmuş durumda. Bu durumu masaya yatırmak üzere gerçekleştirilen panelde projenin başından günümüze dek olan süreç içerisindeki durumu eleştirel bir şekilde tartışıldı.

 

Panelin moderatörlüğünü yapan Sinan Genim ilk olarak eski dönem fotoğraflarla günümüz fotoğraflarını karşılaştırarak Sultanahmet Bölgesi'nin tarihi süreçteki fiziksel değişimden bahsetti.

Prof.Dr. Sümer Atasoy da kentsel arkeoloji kavramının ortaya çıkışından günümüze dek olan süreçteki gelişiminden bahsederek, Türkiye'deki bu kavramın yerini ifade etti. Arkeolojinin kentsel planlama açısından öneminden söz eden Atasoy, Avrupa'dan kentsel arkeolojiye yönelik geliştirilen projelerden örnekler verdi. Bu örnekler şu şekilde sıralanıyor: Atina Metro İstasyonu, Yunanistan Ulusal Bankası Binası Girişi, Selanik Roma Forumu, Paris Louvre Müzesi, Köln Colombo Sanat Müzesi, Barselona Kent Tarihi Müzesi, İstanbul Saraçhane başı, Yenikapı ve Üsküdar Meydanı kazı çalışmaları.

 

Daha sonra söz bu sürecin hukuki boyutunu anlatmak üzere Sait Karabulut'a verildi. Karabulut, projenin hukuki sürecini ele alarak, son olarak "planların koruma hukukuna aykırı yapılması" nedeniyle planın iptal edildiğini belirtti ve bunu eleştirel bir şekilde kurulların "taktir hakkına müdahale etmemek lazım" fikrini savundu. Mahkemelerin kurul gibi karar almaması gerektiğini, yasadışı bir durum var ise müdahale etmeleri gerektiğini söyledi. Bunun üzere Sinan Genim de "Bilirkişi raporunu görmedim fakat bugüne kadar bu projede emeği geçen değerli arkeologlara yapılan bir saygısızlıktır" diyerek yapılan bu tutumu eleştirdi.

 

Oktay Ekinci ise bu konudaki görüşlerini şu şekilde ifade etti: "Normal olarak koruma kurulu korumaya yönelik karar alması gerektiği için itiraz zaten olmaması gerekir. Fakat bazen onların önüne gelen projeler korumaya yönelik değilse tabii iş değişebiliyor." Ekinci, bu süreci tartışırken farklı bir yönden yaklaşarak asıl sorunun en başında bu alanın turizm alanı olarak kabul edilmesinde olduğunu söyledi. 1982'de çıkarılan Turizm Teşvik Yasası'nın anayasaya uygun olmadığından ve bu yasanın İstanbul'daki 5 önemli yapılaşmanın önünü açmada en önemli etmen olduğundan bahsetti. Bu 5 yapılaşmayı şu şekilde tanımladı:

 

1. Parkotel
2. Gökkafes
3. Swissotel
4. Conrad
5. Sultanahmet Four Seasons Oteli

 

Bu nedenle asıl sorunun temelinde olduğunu ve bunu kimsenin sorgulamadığını söyleyen Ekinci, Kültür ve Turizm Bakanlığı'na da eleştirilerde bulundu. "Arkeolojik kazılar bitmeden, neyin çıkıp çıkmayacağını bilmeden ek inşaat izni nasıl verebilirler" diyerek yapılan projenin tarihi açıdan önem arz eden bu alana yakışmayan ve uygun olamayan bir proje olduğunu savundu. Bunun üzerine Kültür ve Turizm Bakanlığı'ndan gelen yetkiler tarafından itirazlar geldi ve yasal olmayan hiçbirşeye izin vermediklerini, herhangi bir anlaşma ile değil de bilimsel çalışmalar doğrultusunda ek inşaat izni verdiklerini belirttiler.

 

Panelin son konuşmacısı olan yatırımcı şirketten Atilla Öztürk ise projenin sürecinden bahsetti. Projenin süreci şu şekilde sıralanabilir: 1992 yılında başlayan 49 yıllığına tahsis edilen 303 yataklı bir otel projesi. 1995 yılında Four Seasons ile işletme antlaşması yapılıyor. 1996 yılında mevcut binalarda (ceza evi kısmı) otel açılıyor. Daha sonra kalan yatak sayısını tamamlamak üzere ek inşaat talep ediliyor ve Kültür ve Turizm Bakanlığı da yanında arkeolojik kazıları otel inşaatı ile aynı anda bitirmek ve arkeolojik parkı açmaları şartı ile izin veriyor. Mimari proje 2000 yılında onaylanıyor. Ruhsat 2006 yılında veriliyor, inşaat da 2007 yılında başlıyor. Daha sonra ise açılan dava ile plan ve ruhsat iptal ediliyor. Öztürk planın ve ruhsatın iptal edilmesinin nedeni olan "şehircilik ve koruma ilkelerine aykırı olması" kararını eleştirerek, "süreç içinde bu kadar çalışan, görev alan mimarlar, arkeologlar bunu anlamadılar da 3 bilirkişi mi anladı?" diyerek yapılanları insafsızlık olarak tanımladı. Son olarak da "yaptığınızı beğendiniz mi?" sorusunu belirterek sözlerini bitirdi.

 

Mahkeme kararı sonucunda koruma kazılarının yeniden yapılması zorunluluğu getirilmiş. Ekinci "Bu durum yatırımcı ve alanın bir an evvel hayata kazandırılması açısından çok zor bir süreç. Fakat arkeolojik kazılar bitmeden ek inşaat izni verme kararı da olumlu bir yaklaşım değil. İş işten geçmiş gibi gözüküyor. Alan turizm alanı ve bu fonksiyon alanı da otel yapılmasını uygun kılıyor. Şu an tartışılacak tek şey kalıyor. O da binanın mimari açıdan bu alanda nasıl olması gerektiği," diyerek eğer yapılacak da ek binalar Ayasofya ve Sultanahmet Cami'nin etkisini yok etmeyecek, tül gibi bir bina yapılması gerektiğini vurguladı.

Arkitera, Haber: Derya Yazman, 10.12.2010

BİRECİK KALESİ'NİN ONARIMINA 2011'DE BAŞLANACAK

 

İl Kültür ve Turizm Müdürü Selami Yıldız, Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın 2011 yatırım programına alınan Birecik Kalesi'nin 2011 yılında onarılacağını bildirdi.

 

Sahil şeridine ve ilçeye kuş bakışı bakan Birecik Kalesi'nin Birecik için hayati öneme sahip olduğunu belirten İl Kültür ve Turizm Müdürü Selami Yıldız, “Şanlıurfa'da İl Özel İdaresi Genel Sekreterliği imkanlarıyla ilk defa kalenin rölöve, restitüsyon, restorasyon, statik sağlamlaştırma ve elektrik projelerini ihale ettik. Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın 2011 yatırım programına alınmasını sağladık. Gönderilecek ödeneklerle 2011 yılında kale onarılacak" dedi.

 

Üzerinde inşa edildiği beyaz kalker tepeden dolayı beyaz kale (Kal'et Ül Beyza/Beyda) de denilen Birecik kalesi, Romalılar, Franklar ve Memlükler dönemlerinde 3 üç defa onarım gördü.

Dünya, 10.12.2010

ÇARMELİK KERVANSARAYI ONARILACAK

 

  

 

Şanlıurfa Müzesi Başkanlığı'nda, İl Özel İdaresi Genel Sekreterliği imkanlarıyla arkeolojik kazı çalışmalarını başlatıldı.

 

Şanlıurfa Kültür ve Turizm Müdürü Selami Yıldız yaptığı açıklamada "İl Özel İdaresi Genel Sekreterliği imkanlarıyla Bozova İlçesine bağlı Büyükhan Köyü'ndeki Selçuklu dönemine ait Çarmelik Kervansarayı'nda ilk defa Şanlıurfa Müzesi Başkanlığında arkeolojik kazı çalışmalarını başlattık. Bülent Üçdağ nezaretinde yapılan arkeolojik kazılarda yapının bölümleri ve temelleri ortaya çıktı. Çarmelik Kervansarayı'nın ilk defa rölöve, restitüsyon, restorasyon, statik sağlamlaştırma ve elektrik projelerini hazırladık. Kültür ve Turizm Bakanlığı 2011 yatırım programına alınmasını sağladık. Gönderilecek ödeneklerle 2011 yılında onarılacak" dedi.

 

Şanlıurfa Suruç İlçesi'ne bağlı Aligör (11 Nisan) Köyü'nün kuzeyinden geçen eski Bozova yolunun 10. kilometresinden batıya sapan yol 4 km sonra Çar Melik Kervansarayı'nın bulunduğu Büyük Han Köyü'ne ulaşır. Kesin inşa tarihi ve kim tarafından yapıldığı bilinmemekte olup, plan ve inşa tarzına bakılarak Osmanlı dönemine ait olduğu tahmin edilmektedir. Kareye yakın dikdörtgen planlı avlu, avlu ve güneydeki kapalı bölümden oluşan karma tipteki hanların anıtsal bir örneğidir. Evliya Çelebi Seyahatnamesinde, Suruç'tan kalkarak batıya doğru iki saatte Çar Melik Kalesi'ne ulaştığını, burasının dört hükümdar (Çar Melik) kardeş tarafından yapıldığı için bu ismi aldığını belirtir. Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nden daha çok Suriye geleneklerinden izler taşıyan özgün konumu ve yöredeki "Han" yapılarının en erken tarihlisi olması bakımından çok önemli bir eserdir. 63.40x65.20 metre boyutlu bir avluya sahip olan kervansaray, güney cephesi dışında büyük ölçüde tahrip olmuştur.

Şanlıurfa Kent Haber, 10.12.2010




AYASOFYA'DAKİ VAFTİZ HAVUZU ZİYARETE AÇILACAK

 

Ayasofya'daki restorasyon çalışmaları sonucu ortaya çıkartılan Bizans Vaftiz Havuzu, ziyarete açılacak şekilde düzenlendi. İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı'nın bilim, sanat ve kültür akademisyenlerinin katkısıyla gerçekleştirdiği restorasyonun büyük bölümü tamamlandı. Çalışmalar sonucu ortaya çıkartılan Bizans Vaftiz Havuzu'nun ilk kez ziyarete açılacak şekilde düzenlendiği kaydedildi. Yekpare bir mermer bloktan yapılan havuzun bilinen en büyük boyutlu vaftiz havuzu olduğu bildirildi.

Sabah, 10.12.2010

KAÇAK KAZIYA SUÇÜSTÜ

 

Amasya'da kaçak kazı yaptıkları tespit edilen 4 kişi jandarma tarafından suçüstü yakalandı.

 

Edinilen bilgiye göre, Amasya merkeze bağlı Aksalur Köyü yakınlarındaki Şahin Kayası civarında kaçak kazı yaptıkları tespit edilen Hacı Ömer U. (50), Ayhan D. (36), Abdulkadir G. (66) ve Ayhan B. (39), İl Jandarma Komutanlığı ekipleri tarafından kazıdan kullandıkları malzemelerle birlikte yakandı. Gözaltına alınan şahıslar, adli mercilere sevk edildi.

Amasya Kent Haber, 10.12.2010

TARİHİ MOZAİKLERİ TARLALARDAN TOPLUYORLAR

 

 

Gaziantep Arkeoloji Müzesi ekipleri, 2 aydan bu yana yürütülen çalışmalarla toplam 575 metrekare mozaiği bulundukları yerlerden kaldırarak müzeye kazandırdı. Gaziantep Arkeoloji Müzesi Müdür Vekili Ahmet Beyazlar AA muhabirine yaptığı açıklamada, taşınmaz kültür varlıkları olan mozaikleri kaçak kazı yapanların hedefi olmaktan kurtarmak için 2 aydan bu yana Gaziantep ve Kilis'te kurtarma kazıları yaptıklarını söyledi.

Gaziantep'te ilk kez bir bölümü Birecik Baraj Gölü suları altında kalan Zeugma Mozaiklerinin kurtarılması için geniş bir alanda ve yoğun kurtarma kazı kazıları yapıldığını anımsatan Beyazlar, şöyle konuştu:

''Zeugma Mozaik Müzesi'nin yapımıyla ilimizde ikinci kez yoğun mozaik kurtarma çalışmaları yapıldığını söyleyebiliriz. Biz bu mozaik kurtarma çalışmalarını 2 aydan bu yana yapıyoruz ve iklim koşulları izin verdiği sürece de sürdürmeyi düşünüyoruz. İki aydan bu yana Gaziantep ve Kilis'te gerçekleştirdiğimiz çalışmalarla 575 metrekare dolayında mozaiği bulundukları yerden kaldırdık ve müzemize taşıdık. Kaçak kazı yapanların hedefi olmaktan kurtardığımız mozaikleri, restorasyon çalışmasının ardından yeni müzemizde sergileyeceğiz. Bu mozaikler günümüzden 1600-1700 yıl önce yapılmış mozaikler''.

Beyazlar, kendi imkanları ile yerel kurum ve kuruluşlardan sağladıkları desteklerle gerçekleştirdikleri çalışmalarla Kilis'teki 'Kurukastel', 'Kurtaran', 'Söğütlü' ve 'Çörten' mozaiklerini araziden topladıklarını, bu mozaiklerin toplam 310 metrekare olduğunu ifade etti.

2 aydan bu yana davam eden çalışmaları kapsamında Gaziantep'in İslahiye ve Nurdağı ilçelerindeki 3 mozaiği de kurtardıklarını belirten Beyazlar, ''Müzemize taşıdığımız bu mozaiklerden Cıncıklı mozaiği 150, Çerçili mozaiği 60 ve İkizkuyu mozaiği de 55 metrekare. Cıncıklı Mozaiği bir kilisenin taban mozaiği ve 400 metrekare büyüklükte. Biz bu mozaiğin 250 metrekaresini önceki yıllarda bulunduğu yerden kaldırmış ve müzemizde koruma altına almıştık'' dedi.

Ahmet Beyazlar, kurtarma kazılarıyla tarlalardan kaldırdıkları mozaiklerin, Geç Roma ve Bizans dönemi eserleri olduğunu vurguladı. Mozaiklerin genellikle Hristiyanlık inancına geçiş sürecinde köylerde inşa edilmiş olan ve Kilise mimarisinin ilk örnekleri sayılabilecek kiliselerin tabanını süslediklerini ifade eden Beyazlar, eserlerin aynı zamanda mozaik sanatının Anadolu'da gelişimini gözler önüne seren önemli örnekler olduğunu bildirdi.

Beyazlar, kaldırdıkları mozaikler sayesinde Gaziantep'in, Zeugma Mozaikleri Koleksiyonu yanında bir de 'Bizans Mozaikleri Koleksiyonu'na kavuştuğunu söyledi.

Yapı, Fotoğraf: Sevil Çelik, 10.12.2010

JAPONLAR KIRŞEHİR'DE HÖYÜK BULDU

 

Kırşehir’in Kaman İlçesi Kalehöyük’te arkeoloji kazılar yaparak müze açan Japonlar, bu sefer de Kırşehir-Ankara kara yolu bulunan Karahıdır Kasabası yakınlarındaki bir höyükte kazı çalışmalarına başladı.

 

İlk sondaj çalışmalarında Hitit dönemine ait saray bulan Japon arkeologların, kazı çalışmalarına 2011 yılı itibariyle başlayacağı öğrenildi.

 

Kırşehir’in yer altı eserlerinin önemli olduğu bölgelerden biri olan höyükte yapılan kazılar sonucu ortaya muhteşem eserlerin çıkması bekleniyor. Yetkililer, burada başlanacak kazı için Japon hükümeti tarafından büyük bir ödenek ayrıldığını, kazıların 2011 yılında başlayıp en az 50 yıl sürmesini beklediklerini söyledi.

 

Kaman İlçesi'ne bağlı Çağırkan Kasabası'nda ise Japonlar tarafından başlatılan kazılar aralıksız devam ediyor.

Kazılardan elde edilen eserler yine Çağırkan’da kurulu müzede sergileniyor.

Trt/Haber, 10.12.2010

245 TARİHİ ESER ELE GEÇİRİLDİ

 

Kütahya'da, çeşitli dönemlere ait 245 adet tarihi eser ele geçirildi, 2 kişi gözaltına alındı.
Alınan bilgiye göre, jandarma ekipleri, içinde tarihi eser bulunduğu bilgisine ulaştıkları Y.Ö.'nün kullandığı 35 SAM 95 plakalı otomobili, Kütahya-Gediz karayolunun 7. kilometresinde durdurmak istedi. Y.Ö.'nün burada durmayarak kaçması üzerine takip edilen otomobil, Aslanapa ilçe merkezinde durduruldu.

 

Ekiplerin, araçta bulunan S.H.'nin otomobilden attığı çantada yaptığı incelemede, Hellenistik, Roma ve Osmanlı dönemlerinden kalma 206 adet bronz sikke, 30 adet gümüş sikke, 3 adet çanak obje, iki adet bronz kolye, birer adet mermer ve bronz obje ile bronzdan yapılma çan ve yüzük olmak üzere toplam 245 adet tarihi eser ele geçirildi. Araç sürücüsü Y.Ö. ile araçtaki S.H, gözaltına alındı.

Hürriyet, 10.12.2010

AYNALIKAVAK KASRI'NA 3. SELİM DÜZENLEMESİ

 

 

Osmanlı Sultanlarından 3. Selim'in önemli bestelerini yaptığı Aynalıkavak Kasrı, restorasyon çalışmaları kapsamında aslına uygun tefriş edilen üst katı ve zemin katında oluşturulan 'Musiki Müzesi' ile ziyaretçilere sultanın müzik dünyasına yolculuk yapma imkanı sunuyor. TBMM Milli Saraylar Daire Başkanı Yasin Yıldız, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Aynalıkavak Kasrı'nın milli saraylar envanterinde bulunan en eski tarihi bina olma özelliğine sahip olduğunu söyledi. Yıldız, kasrın uzun yıllar kapalı kaldığını aktararak, yaklaşık 5 yıl önce başlayan restorasyon çalışmalarının bu yıl hızlandırıldığını ve kasrın geçen ay ziyarete açıldığını belirtti.
    
Restorasyon çalışmaları öncesinde yapılan incelemelerde ahşap taşıyıcı sistem elemanlarının büyük bir kısmının taşıyıcı niteliğini yitirdiği ve yapının bazı kısımlarında deformasyon oluştuğunun belirlendiğini anlatan Yıldız, yapının taşıyıcı sistemi dışındaki ahşap elemanları, doğramalar, tavan ve duvar bezemeleri, revzenler ve stuk sıvalar gibi birçok kısmında önemli koruma sorunlarının tespit edildiğini kaydetti. Yıldız, çalışmalar kapsamında taşıyıcı sistemin restorasyonu ve çevre drenajı, ahşap çatı konstrüksiyonu restorasyonu ve çatı kaplaması onarımı, stuk sıvaların, içlik ve dışlık revzenlerin, iç ve dış ahşap kaplama elamanlarının ve ahşap doğramaların restorasyonunun yapıldığını ve eksik sıvaların özgüne uyumlu sıvalarla tamamlandığını aktardı. Ahşap tavanlarla oymalı ve bezemeli ahşap elemanların konservasyonu ve restorasyonu, kalem işi ve alçı bezemelerin restorasyonunun özgüne uygun tamamlanması, mermer elemanların ve kaplamaların konservasyonu ve restorasyonu, boya ve cila işlerinin de yapıldığını dile getiren Yıldız, bahçenin tezyinatı ve düzenlenmesinin yapıldığını söyledi.
    
Yıldız, restorasyon çalışmalarını ardından kasrın fonksiyonunun ne olacağının gündeme geldiğini belirterek, şunları kaydetti:
''Türk tarihinde buraya ilişkin belli tanıklıkları belgeleriyle bulabiliyoruz. Örneğin şehzadelerin sünnet düğünlerinin çeşitli gravürlerde yer aldığını biliyoruz. Ancak en önemlisi bu kasrın 3. Selim ile özdeşleşmiş olması. Onun burayı bir dinlenme mekanı olarak kullandığını biliyoruz. Burası aynı zamanda onun musiki çalışmalarını yaptığı bir mekan. 3. Selim'in Türk musikisinde tuttuğu önemli yeri de düşünerek buranın bir kasır-müze ve Musiki Müzesi olarak hizmet vermesi uygun bulundu.''
    
Yıldız, restorasyon çalışmalarının tamamının Milli Saraylar Daire Başkanlığı'nın öz kaynakları ve kendi ekipleriyle yapıldığını dile getirerek, ''Burası bundan sonra önemli etkinliklere de ev sahipliği yapacak. Bizim saray konserlerimiz var. Elimizde bir musiki müzesi varken bunu bu tarz etkinliklerde de değerlendirmek istiyoruz. Zaman zaman da tarih konferansları serimizin bazı oturumları burada yapmayı planlıyoruz. Kapalı olduğu yıllar, Aynalıkavak Kasrı'na çok fazla şey kaybettirmiş. Artık Türkiye'de tüm kültür kurumları olarak şunu görmemiz gerekiyor; kapatarak, kapılar arkasında saklayarak müzecilik ve korumacılık olmuyor. Yaşayan müzelerin her zaman daha fazla, daha iyi korunduğunu görüyoruz. Bunları ancak toplumumuzla buluşturursak yaşatmamız mümkün olur. Aynalıkavak Kasrı bu noktada önemli bir mihenk taşı olacak'' şeklinde konuştu.
        
Yasin Yıldız, kasrın zemin katında oluşturulan Musiki Müzesi'nin Türkiye'de bir ilk niteliği taşıdığını belirterek, ''Biz bunu çok önemsiyoruz. Bu yönde çeşitli gayretler ve çabaların olduğunu biliyoruz. Ancak burası hem mekan, hem de objeler olarak bir ilki teşkil ediyor. Tarihte padişahlara, önemli devlet adamlarına, dini kanaat önderlerine baktığımızda bu kişilerin musikiyle iç içe olduğunu görüyoruz. Bu bakımdan siyasi tarihimizle musiki tarihimizi ayırt etmemiz mümkün olmadığından bu kasrın musiki müzesi olarak ziyaretçiler tarafından görülmesi çok önemli'' dedi.
    
Müzede, sergilenen eserler arasında saz, tambur, notalar ve taş plakların bulunduğunu ifade eden Yıldız, ''Bunların önemli bir kısmı Sultan Abdülaziz'in torunu Gevheri Osmanoğlu'nun milli saraylara bıraktığı, bir kısmı da envanterimizde bulunan eserlerden oluşuyor'' diye konuştu.
    
Yıldız, kasrın pazartesi ve perşembe günleri hariç kış döneminde 2 TL karşılığında 09.00-16.30 saatleri arasında gezilebildiğini aktararak, kasrı bir ay içerisinde yaklaşık 1000 kişinin ziyaret ettiğini, bu sayıyı yıllık 50 bine çıkarmayı hedeflediklerini sözlerine ekledi.

Yapı, 09.12.2010

TARLASINI SÜREN ÇİFTÇİ SERVET BULDU

 

Aksaray'ın Ağaçören İlçesi'nde tarlasını süren isminin açıklanmasını istemeyen bir çiftçi, traktörün pulluğunun bir cisme takıldığını fark ederek durdu.

Traktörden inerek cismin bulunduğu noktayı kazan çiftçi, içi sikkelerle dolu bir küp buldu. Çıkarırken bir kısmı yere dökülen tarihi paraları toplayan çiftçi, daha sonra bunları Aksaray İl Emniyet Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Şubesine götürdü.

Buluntu küpteki çeşitli dönemlere ait toplam 450 sikkeyi polise teslim eden çiftçiye, polis, örnek davranışından dolayı teşekkür etti.

Radikal, 09.12.2010

ERMENİ MİMARLAR İSTANBUL MODERN'DE

 

İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti etkinlikleri kapsamında, 19. yüzyıl sonu ve 20. yüzyıl başında İstanbul'da yaşayan 40 Ermeni mimar tarafından yapılan 100 tarihi binanın fotoğraflarının yer aldığı Batılılaşan İstanbul'un Ermeni Mimarları adlı sergi, İstanbul Modern Sanat Müzesi'nde açıldı.

 

Serginin açılışı dolayısıyla düzenlenen basın toplantısına İstanbul Modern Şef Küratörü Levent Çalıkoğlu, İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı Genel Sekreter Yardımcısı Mehmet Gürkan, serginin küratörü mimar Hasan Kuruyazıcı ve Uluslararası Hrant Dink Vakfı adına Sibel Asna katıldı. Sergide, Kuleli Askeri Lisesi, Harbiye Askeri Müzesi, Ortaköy Camii, Büyükada İskelesi, Beyazıt Kulesi, Kadıköy Süreyya Tiyatrosu gibi pek çok tarihi yapıda imzası bulunan mimarların eserleri, fotoğrafları yer alıyor. Ermeni mimarların İstanbul'daki eserleriyle ilgili yaklaşık 15 yıl süren bir çalışma yaptığını anlatan Hasan Kuruyazıcı, sergide adeta binaların kendilerini anlattıklarını söyledi. Sergi, 2 Ocak 2011'e kadar gezilebilir.

Zaman, 09.12.2010

23.8 MİLYON DOLARLIK MERMER BÜST

ABD’nin New York kentinde yapılan bir açık artırmada, MS 130-138 yılları arasında yapıldığı tahmin edilen mermer bir büst, 23.8 milyon dolara satıldı. Açık artırmayı gerçekleştiren Sotheby’s Müzayede Evi yetkilileri, 'Marble Portrait Bust of the Deified Antinous, Roman Imperial, Reign of Hadrian' adı verilen büstün en fazla 5.7 milyon dolardan satılacağını tahmin ettiklerini söyledi.

 

Büstü satın alan kişi hakkında, Avrupalı olduğu dışında herhangi bir bilgi verilmedi. Müzayedede satılan diğer tarihi eserlerle birlikte toplam 36.7 milyon dolar elde edildi.

Habertürk, 09.12.2010

SON SİSTEM DEFİNE AVI

 

  

 

Bursa'nın Mudanya İlçesi'ne bağlı Kumyaka Köyü'nde bir evin altından 20 metre uzunluğunda 2 metre genişliğinde ve 5 metre derinlikte tünel kazıp kiliseye kadar yeraltından ilerleyen define avcısı 6 kişi, jandarma operasyonuyla gözaltına alındı. Zanlılarla birlikte son teknoloji ürünü kazı aletleri ele geçirildi.

Bursa'nın Mudanya İlçesi'nde hemen hemen tamamı sit alanı olan Kumyaka Köyü'nde ihbar üzerine Doğan A. adlı kişiye ait eve baskın düzenleyen güvenlik güçleri, Panayiye adlı kiliseye ulaşmak isin kazılan 30 metrelik tünel buldu. Evin içinden 10 metre derine inen define avcılarının kiliseyi soymak uğruna 9 ay süren kazı yaptığı, 20 metreye ulaşan tünel kazıp, bunu da ağaçlarla destekledikleri, çıkan toprağı da geceleri attıkları anlaşıldı. Aylar süren kazı yapan definecilerin, kiliseye ulaşamadıkları bildirildi. Jandarma ekipleri, ev sahibi Doğan A.'nın oğlu Murat A. (44) ile Mehmet G. (53), Hüseyin K. (45), Uğur Ş. (38), Rahim Ç. (56) ve Adem S. (34) jandarma tarafından gözaltına alındı. Zanlılarla birlikte bir adet elektrik regülatörü, 2 adet hava kondüktör motoru, 1 adet vinç, 1 adet ekstra elektrikli vinç, 1 adet kesici, 1 adet matkap, 1 adet su motoru ele geçirildi. Zanlıların soruşturmalarının ardından adliyeye sevk edileceği öğrenildi.

Habertürk, Haber: Uğur Uslubaş, 09.12.2010

HERACLEİA HİERONU TAPINAĞI'NDA ÖN ÇALIŞMA

 

Denizli’nin Tavas İlçesi'ne bağlı Kızılcabölük beldesindeki Heracleia Hieronu Tapınağı'nda etüt çalışmasının tamamlandığı, tapınağın Roma dönemindeki ihtişamlı halini almasının planlandığı bildirildi.

 

İl Müze Müdürlüğü ile Kızılcabölük Belediyesi arasında yapılan protokol kapsamında Tavas İlçesine bağlı Kızılcabölük beldesinin 1 kilometre kuzeydoğusunda bulunan Roma dönemine ait Heracleia Hieronu Tapınağı'nı ayağa kaldırma çalışmaları devam ediyor.

 

Kızılcabölük Belediye Başkanı Abdülkadir Uslu, AA muhabirine yaptığı açıklamada, İtalyan Arkeolog Ord. Prof.Dr. Francasco D’andria ve ekibi tarafından tapınakta ön çalışma yapıldığını belirtti.

 

Tavas-Kızılcabölük beldesinin bir kilometre kuzeydoğusunda yer alan tapınağın dikdörtgen prizma seklinde olduğunu ifade eden Uslu, tapınağın dört tarafını plakalardan oluşan kabartmaların çevirdiğini, duvarlara kabartmalarla Artemis, Apollon, Pan, Dionysos ve Herakles ile ilgili mitolojik sahneler işlendiğini kaydetti.

 

Uslu, anıtsal yapının mitolojik ve mimari bakımdan çok değerli olduğunu vurgulayarak, ‘Tapınakta Artemis, Heracles, Dionysos, Menad gibi tanrı ve tanrıçaların kabartmaları bulunuyor. İtalya Salento Üniversitesi Öğretim Üyesi Ord. Prof.Dr. Francasco D’andria ve ekibi tarafından başlatılan çalışma ile tapınağın Roma dönemindeki ihtişamlı halini alacağına inanıyoruz’ dedi.

 

Denizli Müze Müdürlüğü ile yaptıkları protokolle başladıkları bu çalışmayla koruma altında olan bölgeyi turizme kazandırmayı planladıklarını belirten Uslu, Laodikya, Hieropolis ile Afrodisias antik kentleri ulaşım yolunda yer alan bu tapınağın turizmde yerini alması durumunda Kızılcabölük’te halen 600 yıllık geleneklerle üretilen el dokuma ürünlerin tanıtımı ve pazarlanmasının da kolaylaşacağını bildirdi.

haberler.com, 09.12.2010

MYRA ANTİK KENTİNDE YENİ ARAŞTIRMA

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı, Myra-Andirake Kazı Başkanlığı'nca başlatılan ”Arkeojeoradar” çalışmasıyla Antalya’nın Demre İlçesi'ndeki Myra antik kentinin toprak altında kalan bölümleri araştırılıyor.

 

Anomoli adlı firma tarafından 175 bin lira ihale bedeliyle yürütülen ve 2 ay sürmesi beklenen çalışmalar, Prof.Dr. Nevzat Çevik başkanlığında, Jeofizik Mühendisi Atakan Yüklü denetiminde, 4 jeofizik mühendisi ve 2 arkeolog tarafından yürütülüyor.

 

Kazı başkanlığını yürüten Akdeniz Üniversitesi Fen ve Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr. Çevik, gazetecilere yaptığı açıklamada, geçen yıl antik kentin bir kısmında bu çalışmanın yapıldığını belirterek, yerin 10 metre altındaki MS 11-12. yüzyıla ait bir Bizans kilisesinin gün ışığına çıkarıldığını söyledi.

 

Bu yıl daha geniş bir alanda ”arkeojeoradar” çalışması başlatıldığını ifade eden Çevik, çalışmayla Myra antik kent merkezinin alüvyonlar altında kalan yapılarını, yollarını ve antik kent dokusunu anlamaya çalıştıklarını kaydetti.

 

Prof.Dr. Çevik, şunları söyledi:

”Myra antik kenti, Likya Uygarlığı’nın en büyük kentlerinden biriydi. Bugün yeryüzünde görünen antik tiyatro, kaya mezarları ve hamam gibi birkaç yapı var. Geri kalan yapılar İtalya’daki Pompei antik kenti gibi yerin en az 6 metre altında alüvyonda saklı duruyor. Görünmeyen kenti arkeojeofizik yöntemiyle görmeye çalışıyoruz. Ölçülebilen yerleri ölçüyoruz. Ortaya çıkan sonuçları, kazılarda kullanacağız. Burada bilimsel yöntemlerle antik Demre’yi anlayıp, bugünün Demresi’nin gelişmesinin hatlarını çizeceğiz. Yeni yapılacak imar ve koruma amaçlı planların doğru olarak oluşturulmasına katkı sağlayacak bilimsel veriler elde edilecek. Bu veriler, planlamanın sağlıklı yapılmasına katkı sağlayacak. En önemlisi yer altındaki yeni bir Pompei, Demre’de ortaya çıkacak.”

Samanyolu Haber, 08.12.2010

"MERYEM ANA'YA TELEFERİK, İZMİR'DE TURİZMİ UÇURUR"

 

 

Travel Turkey İzmir 2010 Turizm Fuarı ve Konferansı'nın açılacağı bugün Ege, turizm açısından tarihi bir gün yaşayacak. İzmir ve Egeli turizmciler, sabahki açılışın ardından öğleden sonra taleplerini iletmek için düzenledikleri zirvede Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay'la buluşmaya hazırlanırken, Efes antik kenti ile Meryem Ana Evi arasına yaklaşık 5 kilometrelik bir teleferik kurulması, ayrıca, Efes antik kentinin şu andakinden daha iyi ışıklandırılarak gece ziyaretlerine de açılması önerildi. Her iki projenin hayata geçirilmesiyle Selçuk'a şu anda gelen yıllık 2.5 milyon turist sayısının katlanabileceği kaydedildi.

Her iki projeyi yıllardır takip eden ve 1987 yılında Efes'in ilk aydınlatmasını gerçekleştirerek çok sayıda konser ve organizasyon yapılmasını sağlayan işadamı Aykut Güsar, "Bu projeler, turizm patlaması yaratır. Hıristiyan aleminin gözbebeği ve kutsal mekanı Meryem Ana ile dünya tarihinin en büyük tarihi liman kentlerinden birisi olan Efes'e sahip olmamıza rağmen pazarlamayı beceremiyoruz. Yeter ki teleferik yapılması ve aydınlatılması için karar alınsın. Yapacak firma da, uluslararası fonlar aracılığıyla mali kaynak da bulunur" dedi.


1990'lı yıllarda proje üzerinde çalıştığını, Vatikan yetkilileri ve özel sektörle görüştüğünü belirten Güsar, "Vatikan yetkilileri bu projeyi çok beğendi ve destek verdi. Bu projeyi geçmiş dönemde hayata geçirebilseydik Vatikan bugünün parasıyla 5 milyon euroluk destek verecekti. Çünkü teleferik yapılırsa en fazla 10 dakikada Meryem Ana Evi'ne ulaşılacak. Ayrıca o tarihlerde özel sektör de buna büyük ilgi göstermişti. Karar alınması durumunda yatırımı yapacak şirketler vardı. Ancak yapişlet-devret modeli ve yaklaşık 5-6 milyon dolarlık harcamayla hayata geçebilecek projeyi gerçekleştiremedik. Şimdi ise istenirse hem Vatikan hem de uluslararası fonlardan destek alınarak bu proje yapılabilir" diye konuştu. Güsar, Efes'in ilk ışıklandırma projesinin, 1987 yılında eski başbakanlardan Mesut Yılmaz'ın Turizm Bakanlığı döneminde gerçekleştirdiklerini söyledi.

Güsar, Efes'in ilk aydınlatma projesine malzeme, işçilik ve işletme giderleri dahil olmak üzere bugünün rakamlarıyla 2 milyon euro'luk harcama yaptıklarını, Efes'teki aydınlatmanın işletmesini 1997 yılına kadar 10 yıl süreyle bedelsiz olarak yaptığını söyledi. Ancak 1997'de Efes'in aydınlatmasının genişletilerek gece ziyaretine açılmasını önerdiğini belirten Güsar, bu isteğinin yerine getirilmediğini ve bunun üzerine işletmeyi bıraktığını söyledi.

Efes'in aydınlatmasının gece ziyareti için yetersiz olduğunu belirten İl Kültür ve Turizm Müdürü Abdülaziz Ediz de, "Efes'in gece gezmeyi sağlayacak aydınlatması, güvenliği ve personeli yok. Aydınlatma var ama yetersiz. Şu anda geçmişte yapılmış ve siluet şeklinde aydınlatma mevcut. Eserlerin gece de incelenmesini sağlayacak bir proje yapılması gerekiyor" diye konuştu. Efes Müzesi Yetkilileri ise gece ziyaretlerinin ilgi görmediğini öne sürdüler.

Yeni Asır, Haber: İlker Çoban, 08.12.2010

HALEPLİBAHÇE'DE YAPTIRILACAK MÜZELER

 

 

Şanlıurfa'da 'Amazon kraliçelerinin av ve savaş sahneleri'nin tasvir edildiği mozaiklerin bulunduğu Haleplibahçe'de yaptırılacak 'Arkeoloji Müzesi-Arkeo Park ve Edessa Mozaik Müzesi' mimari ve mühendislik projelerinin ihalesinin ertelendiği bildirildi.

İl Kültür ve Turizm Müdürü Selami Yıldız, yaptığı yazılı açıklamada, mozaiklerin yerinde sergilenmesi ve oluşacak tahribatın ivedi şekilde önlenmesi için Kültür ve Turizm Bakanlığının Haleplibahçe'de ''Urfa Arkeoloji Müzesi-Arkeo Park ve Edessa Mozaik Müzesi'' yapımına karar verdiğini belirtti.

Bu çerçevede dün 2 müzeyle arkeo parkın mimari ve mühendislik projelerinin hizmet alımı ihalesinin olduğunu hatırlatan Yıldız, ancak sadece 2 firma katıldığı için ihalenin ertelendiğini ifade etti.

Tespit edilen taşınmaz kültür varlıkları kapsamındaki eser sayısıyla Türkiye'nin başta gelen şehirleri arasında gösterilen Şanlıurfa'nın, yapılan 35 arkeolojik kazıyla ''en çok arkeolojik kazı yapılan il'' olma özelliğini taşıdığını belirten Yıldız, açıklamasında şunları kaydetti:

''Bu bağlamda şehir merkeziyle 3 ilçe merkezi kentsel sit alanı olarak ilan edilmiştir. Dünyanın en eski eserlerine sahip Şanlıurfa Arkeoloji Müzesi 74 bin eser sayısıyla da Türkiye'nin 5. müzesidir. Ancak gerek mevki itibarıyla gerekse binanın yetersiz olması nedeniyle eserlerin yüzde 5'ni sergileyebilmekteyiz.

 

 

Mimarlık tarihinin, tarımın, ilk yerleşik hayatın, neolitik döneme ait ilk tapınağın kısacası birçok ilkin başlangıcı olan Şanlıurfa, mozaik tarihinin de başlangıcıdır. MÖ 3700 yılına ait dünyadaki ilk mozaikler, Siverek İlçesine bağlı Hasek Höyük'te ortaya çıkmıştır ve Urfa Arkeoloji Müzesi'nde sergilenmektedir. MÖ 132-MS 216 yılları arasında 347 yıl hüküm süren Edessa Krallığı, Urfa tarihi ve mozaik tarihi açısından büyük önem taşımaktadır''.

Haleplibahçe mevkisinde sürdürülen kentsel tasarım projesinin alt yapı çalışmalarının, taban mozaiklerine rastlanılması sonucu durdurulduğunu anlatan Yıldız, 2006?2009 yılları arasında Şanlıurfa Müze Müdürlüğü başkanlığında yapılan arkeolojik kazılar sonucunda Haleplibahçe'de ''Geç Roma-Erken Bizans'' dönemine tarihlenen saray bölümü, villa bölümü ve hamam bölümü kalıntılarının açığa çıkarıldığını kaydetti. Yıldız, saray ve villa bölümünde kazı ve restorasyon çalışmalarının tamamlandığını ifade etti.

Yapı, Fotoğraflar: Şanlıurfa Valiliği, 08.12.2010

YETİMHANE TAPUSUNA YUNAN JESTİ

 

 

Yunanistan, Büyükada'daki Rum yetimhanesine ait tapunun Fener Rum Patrikhanesi'ne devredilmesini karşılıksız bırakmadı. Bizans ve Bizans Sonrası Eserleri Restorasyon Müdürlüğü, Batı Trakya'nın önde gelen Osmanlı eserlerinden Bayezid Camii'nin restorasyonu için karar aldı.

 

Yunanistan Bizans ve Bizans Sonrası Eserleri Restorasyon Müdürlüğü, Türkiye sınırına yakın Dimetoka bölgesinde bulunan tarihi Bayezid Camii'nin yıkılmaya yüz tutmuş çatısını restore etmek için harekete geçti. Yunanistan Arkeoloji Konseyi Merkezi de yaptığı toplantıda tarihi Bayezid Camii'nin restorasyon çalışmasını öne aldı.

 

Yunanistan Kültür Bakanlığı, Bayezid Camii'nde inceleme yaparak tarihi ibadethanede yoğun çatlaklar, küf ve boşluklar oluştuğunu tespit etti. Bakanlık hazırladığı raporda, Osmanlı'dan kalma camide oluşan hasarın bölgede yaşanan depremler ile yapımda kullanılan malzemenin eskimesinden kaynaklandığı görüşüne vardı.

 

Yunan Mimar Dionisos Poziopoulos, cami ile ilgili hazırladığı projede türü bakımından özgün bir örnek teşkil eden ibadethanenin tahta çatısının aslına uygun olarak yenilenmesini öngörüyor. Yunanistan Kültür Bakanlığı Genel Sekreteri Lina Mentoni de tarihi camiye yaptığı ziyaret sonrası yaptığı açıklamada tarihi caminin kurtarılacağına dair söz verdi.

Yeni Şafak, Haber: Oktay Mehmet, 08.12.2010

ARKEOLOG VE ARAŞTIRMACILARA MÜJDE

 

Yaşar Holding'in eski Yönetim Kurulu Başkanı Feyhan Yaşar, Türkiye'de arkeoloji eğitimini desteklemek ve bu konuda yapılan çalışmaları genişletmek amacıyla Arkeoloji ve Tarih Araştırmaları Vakfı'nı (ATAV) kuracaklarını söyledi. Yaşar,yaptığı açıklamada, büyük arkeolojik zenginliğe sahip Türkiye'de arkeoloji eğitiminin desteklenmesi gereken alanlar arasında yer aldığını, bu konuda çaba göstermek üzere bir dizi girişimde bulunduğunu ifade etti.

 

Bir süredir üzerinde çalıştığı proje kapsamında, arkeoloji ve tarih konusunda çalışma yapanların bursla desteklenmesinin planlandığını dile getiren Yaşar, şöyle konuştu: ''Arkeolojinin Türkiye'de daha fazla tercih edilen bir bilim ve meslek dalı olmasını hedefliyoruz. Arkeoloji mecburi değil, gönüllü yapılan bir meslek dalı olsun istiyoruz. Arkeoloji ve Tarih Araştırmaları Vakfı'nın ocak ya da şubat ayında kurulmasını planlıyoruz. Vakıf, eğitimin yanında kazı projelerinin desteklenmesi ve daha uzun vadede müzelerin açılması gibi konularda da faaliyet gösterecek. Türkiye'de çok az örneği olan bir proje üzerinde çalışıyoruz. Vakfın kuruluşu sonrası projeler hakkında daha ayrıntılı açıklama yapabileceğiz'' dedi.

Yaşar, projelerin vakıf kaynaklarının yanında yurtdışı fonlar tarafından da desteklenmesi için de bir dizi çalışma yaptıklarını belirtti. Türkiye'de şahıslar tarafından genelde eğitim ve sağlık gibi genel konularda vakıfların kurulduğunu kaydeden Yaşar, vakıf bünyesinde oluşturulacak bilim kurulunun seçtiği konularda, tüm ülke çapındaki projelerin destekleneceğini kaydetti. Bir süre önce İzmir'in Seferihisar İlçesi'ndeki Teos antik kenti arkeolojik kazılarına 3 yıllık sponsorluk anlaşması imzaladıklarını hatırlatan Yaşar, ''Teos da bu projenin bir parçasıydı. Verdiğimiz destekle umuyorum ki Teos'da önemli mesafeler alınacak. Teos'un daha fazla ziyaret edilen bir antik kent olması için çalışma yapıyoruz. Ayrıca Teos için yeni sponsorlarla da görüşüyoruz'' dedi.

Yeni Asır, 08.12.2010

SARAY'DAN BİLET KAÇIRMA

 

Topkapı Sarayı’na gelen ziyaretçilerin biletlerini turnikeden geçişleri sırasında okutmayarak biletleri tekrar satışa sunan gişe görevlileri polisin teknik takibine takıldı. 20 Eylül 2010 günü bilet kontrol bölümünde çalışan Murat Düz’ün barkot okuyucusuna okutulmayan ve üzerinde iptal damgası da bulunan 25 bileti saray girişinin gerisindeki bilet satış noktasındaki diğer şüpheli Tuncay Özgenç’e teslim ettiğinin görülmesi üzerine harekete geçen polis her ikisini de gözaltına aldı. Düz ve Özgenç, sevk edildikleri mahkeme tarafından serbest bırakıldı. İstanbul Cumhuriyet Savcılığı’nca hazırlanan iddianamede, biletlere el koyan polisin her ikisi çalışan hakkında şahitler huzurunda tutanak tutarak savcılığa teslim ettikleri belirtildi. Ayrıca turnikeleri gören güvenlik kamerası görüntülerinin bulunduğu CD de soruşturma dosyasına konuldu. Şüpheliler savunmalarında haklarındaki suçlamaları kabul etmediler. Ancak mevcut delil durumunu dikkate alan savcılık, Murat Düz ve Tuncay Özgenç hakkında “kamu kurum ve kuruluşlarının zararına dolandırıcılığa teşebbüs” suçundan dava açtı. 3 yıldan 12 yıla kadar hapsi istenilen Murat Düz ve Tuncay Özgenç’in yargılanmalarına önümüzdeki günlerde İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi’nde başlanacak.

Vatan, Haber: Elif Altın, 08.12.2010

KALE, CAZİBE ALANI OLACAK

 

 

Erzurum Kalesi’ni yerli ve yabancı turistlerin ilgi odağı haline getirmek amacıyla kapsamlı bir proje hazırlandı. Peyzaj düzenlemelerinden ağaçlandırmaya, ziyaretçilerin dinlenebilecekleri mekanlardan, sosyal ve kültürel etkinliklerin gerçekleştirilebileceği kullanım alanlarına varıncaya kadar Erzurum Kalesi’ni birçok yenilik kazandıracak olan proje, önümüzdeki günlerde Anıtlar Kurulu’na sunulacak.

Müze Müdürü Mustafa Erkmen, Erzurum Kalesi’ne yepyeni bir vizyon kazandıracak olan cazibe projesinin tamamlandığını bildirdi. Erkmen, Erzurum Kalesi’nde uygulanması planlanan projenin, zengin muhtevasıyla dikkat çekeceğini söyledi. Kale’nin, Erzurum’a gelecek olan yerli ve yabancı turistlerin ilgi odağı haline geleceğini vurgulayan Erkmen, “Tarihi eserin dışında olduğu gibi, içinde de yeni düzenlemeler yapılmasını öngören projemiz, Erzurum Kalesi’nin hem koruma altına alınmış olmasını sağlayacak, hem de, yerli ve yabancı misafirlerin ilgisini çekecek.” diye konuştu.

Erzurum Kalesi’nde geçtiğimiz yıllarda yapılan kazı çalışmalarını hatırlatan Erkmen, söz konusu kazılarda ortaya çıkarılan kalıntıların kullanıma sokulması ve işlev kazanması amacına da hizmet edecek projenin, Anıtlar Kurulu’na sunulduktan sonra uygulamaya sokulacağını söyledi.

Projeyle Erzurum Kalesi’nin çevresinde peyzaj düzenlemelerinin yapılacağını, ağaçlandırma yapılarak, tarihi eserin dıştan görünümüne bir estetik kazandırılacağını kaydeden Müze Müdürü Mustafa Erkmen, “Kale’de yerli ve yabancı turistlerin ihtiyaçlarına yönelik olarak çeşitli bölümler oluşturulacak. Kale’nin tamamen kendine mahsus yapısına işlev kazandırmak suretiyle oluşturulacak mekanlarda, ziyaretçiler oturup dinlenebilecek. Ayrıca Erzurum Kalesi, ilimizde gerçekleştirilecek her türlü sosyal ve kültürel etkinliğe de ev sahipliği yapma olanağına kavuşturulacak.” şeklinde konuştu. Kazı programlarını da içine alan kapsamlı çalışmanın, bir bütün olarak projelendirilmiş biçimde Anıtlar Kurulu’nun onayına sunulacağını vurgulayan Erkmen, “Proje tamamlandıktan sonra geçmişimizin izlerini taşıyan en önemli tarihi eserlerimizden birisi olan Erzurum Kalesi, bir turizm merkezi haline gelen Erzurum’un yeni gözbebeği olacak. Kale’de yapılacak çalışmalar, önümüzdeki yıllarda kış turizminin de etkisiyle yerli ve yabancı insanların sıkça ziyaret edeceği Erzurum’un turistik açıdan gülen yüzü olacak.” dedi.

Erzurum Gazetesi, Haber: Samet Özünal, 08.12.2010

FRİDA VE DİEGO İLK KEZ İSTANBUL'DA

 

 

Eserleriyle olduğu kadar, sıra dışı ve tartışmalı yaşamlarıyla fırtınalı ilişkileriyle ilgi çekerek, sinema ve edebiyat dünyasına da ilham veren, Meksika kültürüne damga vuran eserleriyle 20. yüzyılın efsane çifti haline gelen Frida Kahlo ve Diego Rivera'nın eserleri, Türkiye'de ilk kez Suna ve İnan Kıraç Vakfı Pera Müzesi'nde sergilenecek.

Jacques ve Natasha Gelman'ın koleksiyonunda yer alan, Meksika'nın ulusal kültür varlıkları envanterine kayıtlı ve Meksika dışında çok az sayıda sergilenen çiftin en önemli eserlerinden oluşan 40 yapıt, 20 Mart 2011'e kadar ziyarete açık kalacak.

Sanatseverleri, duyulduğu ilk andan itibaren heyecanlandıran, Berlin ve Viyana'da düzenlenen ve 2010 yılına damgasını vuran Frida Kahlo Retrospektifi'nin en gözde Kahlo yapıtlarının yanı sıra Diego Rivera'nın eserlerinin de yer aldığı serginin küratörlüğünü ise Dr. Helga Prignitz-Poda üstlendi.

Radikal, 08.12.2010

ASKERİYE HAMAMI MÜZE OLDU

 

 

Erzurum'da 1800’lü yıllardan kalma olan, yaklaşık 500 bin lira harcanarak 12 yılda restore edildikten sonra kaderine terk edilen tarihi Askeri hamam, Edebiyat Müze Kütüphanesi olarak kullanılacak.

Birinci Dünya Savaşı döneminde Yoncalık Mahallesi'ndeki askeri kışla içerisinde yer alan askeri hamamı, 12 yıl süren restorasyonun ardından doğalgaz bağlanan, eksikleri giderilen tarihi binanın kapısına, Kültür ve Turizm Müdürlüğü'ne bağlı Resim, Heykel ve Sanat Galerisi olarak kullanılması kararlaştırılmış olmasına karşın kilit vuruldu. Yaklaşık 2 yıldır kaderine terk edilen bina, bundan sonra Edebiyat Müze Kütüphanesi olarak kullanılacak.

Erzurum'un 800 - 900 yıllık geçmişinde üretilen her türlü edebi eserin tıpkı basımlarıyla kütüphanede yer alacağını belirten yetkililer, "Güncel edebiyatta Erzurum’un yetiştirdiği yazarların, şairlerin bütün eserleri burada sergilenecek. Estetik bakımından da insanların zevkle gidip gelebilecekleri, randevulaştıkları bir yer olacak. İçerisinde şık bir kafeterya olacak. İnsanlar, edebiyat eserlerini karıştırabilecek, edebi söyleşiler yapabilecek. Şairler, yazarlar getirilebilecek” diye konuştular.

Erzurum Gazetesi, 08.12.2010

8500 YILLIK CİNAYETE OTOPSİ

 

Bursa’da 8 bin 500 yıllık tarihe sahip olduğu belirtilen Akçalar mevkisindeki Aktopraklık Höyüğü'nde yapılan kazılarda, çakmak taşından yapılmış ok ucunun bel omuruna saplanması sonucu öldürülmüş bir kişiye ait iskelet bulundu.

Kazı ekibinden paleoantropolog Dr. Songül Alpaslan Roodenberg, AA muhabirine yaptığı açıklamada, yaklaşık 7 yıl önce Bursa Büyükşehir Belediyesinin destekleriyle başlayan kazıda önemli buluntulara ulaşıldığını belirterek, bölgede 8 bin 500 yıllık bir tarihin yattığını söyledi.

Günümüzden yaklaşık 8 bin 500 yıl öncesine tarihlenen alanın Anadolu’nun ilk çiftçi köylerinden biri olduğunu ifade eden Roodenberg, kazılarda bin yıllık yerleşim sürecini yansıtan kalıntıların yanı sıra 60’a yakın mezarın açığa çıkarıldığını bildirdi.

Neolitik ve kalkolitik dönemin farklı evrelerine ait bu mezarların önemli bir bölümünün milattan önce 6. bin yılın ortalarına tarihlenen alanda bulunduğunu vurgulayan Roodenberg, şöyle devam etti: "Kuzeybatı Anadolu’da kalkolitik çağa ait bilinen bu tek mezarlık aynı zamanda tarih öncesi insanın ölü gömme adetlerindeki önemli bir değişikliği ifade ediyor. Önceki dönemlerde ölüleri yerleşme içine gömme alışkanlığı, yerini bir ’ölüler kenti’ kavramına bırakmış oluyor. Ölü gömmede uyulan kurallar bugün olduğu gibi tarih öncesi insanın inanç sistemleri hakkında ipuçları barındırır.

Mezar yapısı, ölünün yatırılma biçimi ya da yanına bırakılan hediyeler gibi birçok ayrıntı bu konuda bilgi verir. Arkeolojik gözlemlerin yanı sıra başta antropoloji olmak üzere birçok bilim dalının yardımıyla iskeletlerden elde edilen veriler tarih öncesi doğal çevrenin canlandırılmasından insanın anatomik, genetik ve biyolojik özelliklerine kadar çok sayıda bilgiye ulaşılabilir."

 

Aktopraklık’ta açığa çıkarılan bir mezardaki gömünün, ölüm biçimiyle diğerlerinden ayrıldığını dile getiren Roodenberg, şöyle konuştu: "İlk kalkolitik dönem köyü sakinlerinden 30-35 yaşlarında bir erkeğe ait bu mezar, ilk bakışta olağandışı bir görüntü arz etmiyordu. Dönemin ölü gömme adetlerine uygun biçimde, bacakları karına çekili, büzülmüş pozisyonda sağ tarafına dönük olarak gömülmüş ve yanına kemikten yapılmış bir kaç buluntu bırakılmıştı. İskeletin detaylı incelenmesi sırasında omurganın alt bölgesine ait omurlardan birinde (3. bel omuru) bir ok ucunun yol açtığı derin bir yaralanma saptandı. Ok ucu, bu orta yaşlı Aktopraklık insanının ölüm sebebini de hemen hemen kesin bir biçimde anlatırken, ölüme neden olan aletin omura saplanmış bir şekilde günümüze kadar gelebilmesiyse oldukça ender rastlanacak bir durumdu."

 

Dr. Roodenberg, omurun yeri ve ok ucunun pozisyonunun, bireyin karnının alt bölümünden, nispeten sol taraftan yara aldığını gösterdiğini belirterek, "Çakmak taşından yapılan, trapez biçimli ok ucu kemiğe 12 milimetre derinlikte saplanmıştı. Üstelik saplandığı yerden geçen abdominal aorta zarar vermeden omura saplanma ihtimalinin çok düşük olması, bu bireyin yaralanmadan kısa bir süre sonra öldüğüne işaret ediyor" dedi.

Burada büyük olasılıkla aşırı kanama sonucu ani bir ölümün söz konusu olduğunu vurgulayan Roodenberg, şunları kaydetti: "Öyle görünüyor ki, köye çok uzak olmayan bir yerde yaralanmış ve öldükten kısa bir süre sonra yerleşmeye getirilebilmişti. Aksi takdirde ölü katılığı başladıktan sonra yakınlarının ölüye geleneksel büzülmüş pozisyonunu (hoker) vererek gömebilmeleri imkansızdı. Bu ölümcül yaralama olasılıkla yakın mesafeden ve yere düştükten sonra gerçekleşmişti. Okun vücuda saplanış biçimi ve yönü saplayanın daha yüksekte bulunduğunu gösteriyor. Olasılıkla genç adamın yaralanarak yere düşmesi oku saplayanın işini kolaylaştırmıştı. Ölen kişinin savaşçı, avcı ya da sadece bir köylü olduğunu söylemek imkansız olsa da pek sık rastlanmayan bu buluntuların yakın gelecekte dikkati çekeceği kesin."

Milliyet, 08.12.2010

ÇANAKKALE'DE YAPILMASI PLANLANAN PANORAMİK MÜZE

 

 

Tarihi Gelibolu Yarımadası Milli Parkı Müdürü İsrafil Erdoğan, yarımadaya kurulması planlanan 'Panorama 1915 Müzesinin' Ağdere mevkiinde yapılmasının mümkün olmadığını ileri sürdü.

Erdoğan AA muhabirine yaptığı açıklamada, bazı yerel gazetelerde çıkan haberlerde müzenin özel sektör tarafından Tarihi Yarımadadaki Ağdere mevkiine yapılacağının belirtildiğini anımsattı.
Bölgenin 1. derece tarihi sit alanı olduğunu dile getiren Erdoğan, şunları söyledi:
''Burası, Ağdere Cenup Gurubu Ağır Mecruhin Hastanesi olarak ağır yaralıların tedavisinin yapıldığı bir yer. Ayrıca, bu bölgedeki iskele sayesinde hasta nakillerinin yapıldığı bir alan. Burada, tedaviye cevap vermeyen ya da tedavi için getirilirken yolda şehit olan Mehmetçiğin defnedildiği bir şehitlik mevcut. Burası, Koruma Kurulunun, müzenin ve Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi öğretim üyelerinin verdiği arkeolojik ve tarihi raporlar doğrultusunda şehitlik alanı olarak tescillendi''.

Bazı yerel gazetelerde müzenin buraya yapılacağının duyurulduğunu dile getiren Erdoğan, ''Burası 1. derece tarihi sit alanı. Çanakkale Savaşları esnasında hastane yeri ve şehitlerin şehitlerin defnedildiği kabristanlık bir alan. Uzun Devreli Gelişme Planına (UDGP) göre bu alanda böyle bir yapı yapılması mümkün değil. 1. derece tarihi sit alanlarında anıt ve şehitlik dışında hiçbir yapı yapılamaz. UDGP'de burada böyle bir yapının yapılacağına dair hüküm yok. Böyle bir hüküm olmadan da Milli Park olarak, Bakanlık olarak böyle bir yapıyı biz dahi yapamayız. Başkasının yapmasına da izin veremeyiz'' diye konuştu.

İsrafil Erdoğan, bölgenin durumuna ilişkin bilgi notunu, Koruma Kurulu ve İl Kültür Turizm Müdürlüğü ile müşterek olarak Kültür ve Turizm Bakanlığı'na ilettiklerini dile getirdi.

Müzenin Milli Park alanında yapılması için UDGP'de revizyona ihtiyaç olduğunu dile getiren Erdoğan, revizyona gidilmeden yapılması istenirse de Milli Park dışında çözümlenmesi gerektiğini sözlerine ekledi.

Eceabat Belediye Kemal Dokuz ise, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın 18 Mart törenleri sırasında, projenin uygulanması gerektiğini belirttiğini söyledi. Projenin uygulanabileceği yer olarak Eceabat'ı düşündüklerini dile getiren Dokuz, düşüncelerini Başbakan Erdoğan'a aktardıklarını anımsattı.

Panoramik 1915 Müzesi'nin kesinlikle Eceabat sınırları içerisinde olacağını vurgulayan Dokuz, şunları kaydetti:
''Yer konusunda bir ihtilaf söz konusu. Eceabat Kilitbahir arasında Ağdere bölgesine mi olacak, yoksa Kilitbahir yolu güzergahında, mülkiyeti de Eceabat Belediyesine ait Çamburnu'ndaki araziye mi gerçekleşecek? Şu anda ihtilaf konusu olan durum bu. Bunu da önümüzdeki zaman dilimi belirleyecek. Bizler Eceabatlılar olarak bu projenin Ağdere mevkisine uygulanmasına sıcak bakmıyoruz, çünkü bu bölgenin Çanakkale Savaşları'nda hastane olarak kullanıldığını ve toplu olarak şehitlerimizin yattığını bilmekteyiz. Dolayısıyla Ağdere bölgesine böyle bir eserin yapılması söz konusu olduğunda buradaki eserlerinde tarumar olacağını düşünüyoruz. Müzenin, Eceabat ile Kilitbahir arasında, Çamburnu mevkiinde mülkiyeti belediyemize ait araziye yapılmasını istiyoruz''.

Yapı, Fotoğraf: Bülent Ersöz, 08.12.2010

YETİM KALAN YETİMHANE

 

 

sessizliğe gömüldüğü 1964 yılına kadar bir çok ziyaretçiyi ağırladı 2010 yılının haziran ayında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi () , uzun süredir devam eden bir davayı Türkiye aleyhine çıkan bir kararla sonuçlandırmıştı. AİHM binanın Fener-Rum Patrikhanesi'ne iadesi ve Türkiye'nin binanın onarımı için 20 bin euro ödemesine karar vermişti. Ve bu karar gereği Türkiye geçenlerde yetimhanenin tapusunu patrikhaneye verdi. Büyük Ada'nın Hristos, İsa ya da Manastır tepesi olarak bilinen en yüksek noktalarından birinde yaklaşık 27 dönüm arazi üzerine kurulmuş, 5 katlı ve 206 odadan oluşan bu inanılmaz ahşap binaya uzun süren yazışmalar ve ikna çalışmaları sonucu SABAH girdi. Ana kapıdan girdiğimizde de önce solda bulunan oyuncak odası, daha sonra Yetimhane müdürünün ofisi dikkatimizi çekiyor. Zemin tamamen çökmüş, duvarlar sararmış, ağır bir küf kokusu her yanı sarmış. Ürkek adımlarla antreye ulaştık. Sola açılan büyük bir kapı ve sağa doğru uzanan ucunu göremediğimiz bir koridor karşılıyor bizi. Gıcırdayan ahşap merdivenlerden bir kat aşağı iner inmez, hemen sağımda kuyruklu bir piyano beni beynimden vurulmuşa çeviriyor. Sanki yetimhanenin direnen son parçası gibi yorgun ayakları üzerinde durmaya çalışıyor. Yukarı katlara çıktıkça rüzgarın uğultusu artmaya başlıyor, binanın kim bilir neresinde açılıp kapanan kapılar korku filmlerine nazire yapar gibi atmosferi tamamlıyor. Ayağım yürürken dikkatle üzerinden geçtiğim tahtalardan birine gömülüyor. Yetimhanenin yorgun bedenine bir darbe de ben vurmuşum gibi hissediyorum ve korkuyla karışık bir utanç duygusu yaşıyorum.

Dönemin ünlü mimarlarından tarafından tasarlanan binanın yapımına 1898'de, bir Fransız şirketi tarafından Prinkipo Palas adıyla işletilmesine ise 1902'de başlanır. Ancak II. Abdülhamid döneminde ada halkının ahlaki yönden olumsuz etkileneceği düşüncesiyle işletilmesine izin verilmez. 1902'de Rum bir bankerin eşi olan Eleni Zarifi, 10 bin sarı lira karşılığında binayı satın alır. Sultan bunun üzerine ferman çıkarır ve binanın yetimhane olarak kullanılmasına izin verir.

Binanın uçsuz koridorlarında koşturan, ilkokulunda okuma yazmayı söken, bahçesinde top oynayıp, müsamere salonunda ilahiler söyleyen, soğuk kış gecelerinde buğulu pencerelerden uzaklardaki belli belirsiz İstanbul'un ışıklarını izleyen yetim çocuklar bugün artık ondan çok uzakta. Çoğunluğu evleri belledikleri İstanbul'u arkalarında bırakıp Yunanistan'a göçmüş olsa da ruhlarından bir parça onları hep burada bekliyor sanki.

Sabah, Haber: Tuncay Dersinlioğlu, 07.12.2010

'GEZGİN TAŞLAR: İSTANBUL ARKEOLOJİ MÜZELERİ'NDEKİ IASOS MERMERLERİ'

 

 

İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı Kültürel Miras ve Müzeler Direktörlüğü'nün desteğiyle gerçekleşen ‘Gezgin Taşlar: İstanbul Arkeoloji Müzelerindeki Iasos Mermerleri’ başlıklı sergi, İstanbul arkeoloji müzelerinde açıldı.

İstanbul Arkeoloji Müzeleri ve İtalyan Kazı Heyeti'nin işbirliğiyle konservasyonu tamamlanan eserlerden oluşan serginin açılışında konuşan Ajans Yürütme Kurulu Başkanı Şekib Avdagiç, uzun süredir koruma çalışmalarına ihtiyacı olan Iasos mermerleri eser grubunun konservasyon süreçlerinin tamamlamış bulunmasından duydukları mutluluğu dile getirdi.

Avdagiç, eserleri yeni bir sergileme düzeniyle İstanbul arkeoloji müzelerini ziyaretçileriyle buluşturmanın heyecanını yaşadıklarını belirterek, “Bu çalışmanın, bugün koleksiyonunda çeşitli kültürlere ait bir milyonu aşkın eser bulunan İstanbul arkeoloji müzelerinin fevkalade değerini teslim etmemize vesile olacağına inanıyorum” dedi.

İstanbul Arkeoloji Müzeleri Müdürü Zeynep Kızıltan'ın ev sahipliğinde gerçekleşen açılışa, İtalya'nın İstanbul Başkonsolosu Gianluca Alberini ve Iasos İtalyan Kazı Heyeti Başkanı Fede Berti'nin de aralarında bulunduğu çok sayıda davetli katıldı.

Yapı, Fotoğraf: Burak Akbulut, 07.12.2010

GÜVERCİNADA KALESİ'NİN RESTORASYONU

 

 

Kuşadası Güvercinada Kalesi'nde belediye tarafından yapılan, ancak tarihi dokuya zarar verildiği iddiaları üzerine durdurulan restorasyon çalışmaları, Aydın Müze Müze Müdürlüğü kontrolünde yeniden başladı.

Güvercinada'daki sur duvarları ve iç kalenin onarım çalışmaları başladı. Adanın açık hava müzesi, arkeopark ve dinlenme amaçlı olarak hizmete sunulması için Kuşadası Belediyesi tarafından rölöve hazırlatıldı. Ancak, restitüsyon ve restorasyon projesi doğrultusunda yapılan çalışmalar, 27 Kasım'da bazı sivil toplum örgütlerinin “tarihi dokuya zarar verildiği” yönündeki iddiaları üzerine durdurulmuştu.

Aydın Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu uzmanlarının yaptığı incelemelerin ardından, çalışmaların Aydın Müzesi kontrolünde yeniden başlaması kararı alındı.

Aydın Kültür ve Tabiat Varlıkları Bölge Koruma Kurulunun kararı doğrultusunda Güvercinada'da, Aydın Müze Müdürlüğü tarafından görevlendirilen iki uzmanın denetiminde devam eden çalışmalarda, kale içerisinde daha önce yapılmış izinsiz beton uygulamaların yıkımı ve hafriyat Kuşadası Belediyesi ekiplerince yapılıyor.

Kuşadası Belediyesi Tarihi Çevre ve Kültür Varlıklarını Koruma Birimi Sorumlusu Ümit Özkan, yaptığı açıklamada, Aydın Müze Müdürlüğü'ne bağlı iki uzmanın denetiminde yürütülen çalışmalarda, Güvercinada'nın tarihi ve doğal dokusuna zarar verecek hiçbir uygulama yapılmadığını belirtti.

Güvercinada ve kale içinde yapılan işlemin, sadece söz konusu kaçak ve izinsiz uygulamaların kaldırılması olduğunu kaydeden Özkan, şunları kaydetti:
“Güvercinada'da Aydın Kültür ve Tabiat Varlıkları Bölge Koruma Kurulu'nun onayladığı restitüsyon ve restorasyon projeleri doğrultusunda çalışmalarımıza başladık. Sur duvarları ve iç kalemiz restore edilecek, ayrıca çevre düzenlemesi yapılacak. Başlayan yıkım ve hafriyat çalışmaları yaklaşık bir ay daha Aydın Müzesi uzmanları denetiminde devam edecek. Yapacağımız açık hava müzesi ve arkeoparkın Güvercinada'ya ve Kuşadası'na değer katacağına inanıyoruz”.

Yapı, Fotoğraf: Kuşadası Belediyesi, 07.12.2010

ERZURUMLU ARKEOLOGLARIN GÖREV ÇİLESİ

 

 

Bingöl'ün Adaklı ile Kiğı ilçeleri arasında bulunan ve yapım tarihi bilinmeyen eski manastırı tescil etmek üzere görevlendirilen heyet, araçların çıkamadığı bölgeye at üzerinde ulaşarak çalışmalarını yaptı.

Adaklı İlçesi Yeldeğirmeni ile Kiğı İlçesi Eskikavak köyleri arasında kırsal alanda bulunan tarihi manastırın tescili için Bingöl İl Kültür ve Turizm Müdür Yardımcısı Fahrettin Önalan, Erzurum Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu Bölge Müdürlüğü ekiplerinden Arkeolog Ömer Kalın ve Sanat Tarihçi Gül Samancıoğlu'ndan oluşan heyet tescil için Adaklı İlçesi Yeldeğirmeni Köyü'ne gitti. Araçlarını köyde bırakan heyet köy muhtarı Nurullah Aylan tarafından temin edilen atlarla manastıra ulaşıp incelemelerini yaptı. İnceleme ve tescil çalışmalarını başlatan heyet daha sonra yine at sırtında Yeldeğirmeni Köyü'ne kadar gelip araçları ile Bingöl'e döndü.

Erzurum Gazetesi, 07.12.2010

SULTANAHMET'TE TARİHİ DOKUYA GRANİT ZEMİN

 

 

İstanbul Büyükşehir Belediyesi Ulaşım Koordinasyon Merkezi () kararıyla yayalaştırılan Sultanahmet Meydanı'nın zemini özel kesim granit taşlarla yenileniyor. İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı tarafından bütçesi karşılanan çalışma, Ayasofya ile Sultanahmet Meydanı arasındaki bölge ile havuzun bulunduğu alanın yeniden yapılandırılması ve 'nin kıble tarafından Kabasakal Caddesi'nin sonuna kadar olan alanı kapsıyor. Arnavut kaldırımı zemine sahip meydanın tamamen sökülerek granitle yeniden döşeneceğini belirten Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir "Sultanahmet Meydanı'nda 50 metrekarelik bir alanda 8 farklı zamanda yapılmış 8 ayrı malzeme vardı. Bunların kendi aralarında uyumu da yoktu" dedi. Demir, üst Laleli'de İstanbul 2010 Kültür Başkenti Ajansı'nın desteğiyle yürüttükleri zemin çalışmasını Sultanahmet Meydanı'nda da yapmak için ajansa götürdükleri teklifin kabul edildiğini belirtti.

Demir, hazırladıkları projeyi hem Büyükşehir Belediyesine hem de Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kuruluna sunduklarını ve Kurul tarafından yapılan 6 revizenin ardından proje istenilen düzeye gelince ihalenin yapılarak uygulama çalışmasına başlandığını bildirdi. Meydanda doğal granit malzeme kullanıldığını belirten Demir, 7 milyon TL'ye malolan proje dışında kalan Mehmet Akif Parkı'ndaki havuz ve amfi tiyatronun bulunduğu alanla ilgili de ek çalışma yürütüleceğini, Örme Sütun'daki eksik kısımların düzeltilerek temizliğinin gerçekleştirileceğini söyledi.

Sabah, Haber: Zeynel Yaman, 07.12.2010

OBRUK GÖLÜ MANZARALI HAN TURİZME KAZANDIRILIYOR

 

 

İpek yolu üzerinde yer alan Selçuklu eseri Obruk Hanı'nın restorasyonu devam ederken, hanın Obruk Gölü manzarasıyla turistlerin uğrak yeri olacağı bildirildi.

Konya Vakıflar Bölge Müdürü İbrahim Genç, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Çin'den Anadolu'ya uzanan tarihi İpek Yolu'nun ülkemizde Erzurum, Sivas, Kayseri, Nevşehir, Aksaray, Konya güzergahından iki kola ayrılarak Antalya ve İzmir'e ulaştığını söyledi.

İpek Yolu'nun Kapadokya'dan sonra Konya sınırlarına girildiğinde ilk hanın Obruk Hanı olduğunu belirten Genç, ''Obruk Hanı'nın devamında yol ikiye ayrılarak, Akşehir yönüne uzanan birinci yolda Zulmanda Han, Zıvarık Hanı, Kadınhanı, Ilgın'da Lala Mustafa Paşa Kervansarayı bulunurken, Konya'ya doğru uzanan ikinci yolda ise Zazadın Han, Horozlu Han, Hocacihan Hanı, Altunapa Hanı, Kızılören Hanı, Kuru Çeşme Hanı yer alıyor'' dedi.

Selçuklu dönemi eseri olan han ve kervansarayların İpek yolu üzerinde çok amaçlı kullanıldığını kaydeden Genç, ''Bir günlük yürüyüş yolu mesafesinde ortalama 20 ile 30 kilometre aralıklarla inşa edilen han ve kervansaraylar, konaklama başta olmak üzere, kervanların çeşitli ihtiyaçlarını karşılarken, ticaret yolu üzerindeki güvenliği de sağlamışlardır'' dedi.

Han ve kervansarayların günümüzde de yaşatılması için onarım ve restore çalışması yapıldığını vurgulayan Genç, ''Konya Vakıflar Bölge Müdürlüğü olarak sahamızda yer alan han ve kervansarayların tamamıyla ilgileniyoruz. Bizim bölgemiz Selçukluların en büyük hanlarının olduğu bir bölge. Bu hanların onarım ve restorasyonunun bir kısmı bitti, bir kısmı devam ediyor'' diye konuştu.

Tarihi İpek Yolu'nun önemli hanlarından olan Obruk Hanı'nın restore çalışmasının devam ettiğini belirten Genç, şunları ifade etti:
''Obruk Hanı restorasyonunun ardından turizme hizmet verecek. Han Konya'ya 75 kilometre mesafede Kızören beldesinde bulunuyor. 13. yüzyılda inşa edilen hanın restorasyonu için rölöve, restitüsyon ve restorasyon projesini çizdirerek, Konya Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu'ndan izinleri aldık. Restore ile ilgili olarak 2007 yılında ihale yaptık. Hanın restoresi devam ederken, ihaleyi alan müteahhidin iş deneyim belgesinde sahtelik olduğunun Kültür ve Turizm Bakanlığı'ndan bize bildirmesi üzerine restorasyonun yüzde 40'lık bölümünü tamamlanmışken, sözleşme iptal edildi''.

Hanın restorasyonun kalan yüzde 60'lık çalışması için talep üzerine restorasyon şartlı kiralama ihalesi yaptıklarını kaydeden Genç, şöyle devam etti:
''2010 yılında restore et, işlet ve devret modeliyle ihaleyi alan firma restorasyon çalışmasına devam ediyor. 5 yıl içinde turizme kazandırılmış olacak. Hanın restorasyonu sırasında kesme taş ve mermer malzemenin yanında geçmiş dönemlerden kalan eski yapılara ait devşirme ismini verdiğimiz taş ve mermer malzemede kullanılıyor. Han Selçuklu motifleriyle dikkat çekiyor''.

Yapı, Fotoğraf: Murat Öner Taş, 07.12.2010

DA VINCI'NİN UNUTULAN EL YAZISI

 

 

Fransa’nın batısındaki Nantes kentinin bir halk kütüphanesinin deposunda, yaklaşık bir buçuk asır boyunca unutulmuş Rönesans dehası İtalyan ressam, bilim adamı ve düşünür Leonardo da Vinci’ye ait bir el yazması metin bulundu.

Üzerinde, Da Vinci’nin belirgin özelliği olan sağdan sola doğru yazılmış, ayna yazısı olan metin, zengin koleksiyoncu Pierre-Antoine Labouchere’in 1872 yılında Nantes kentine bağışladığı (5 bin belge arasında), daha sonra çürümeye bırakılmış yerel arşivler içinde ortaya çıktı.

Yerel bir gazetecinin Da Vinci’nin bir biyografisinde, el yazısı belgenin izinin en son bulunduğu yere ilişkin bilgiye rastlaması üzerine metnin gün yüzüne çıkarılabildiği belirtiliyor.

Halk kütüphanesinin müdürü de metnin büyük olasılıkla 15’inci yüzyıl İtalyancası ya da aynı dönemin başka dilinde yazılmış olması nedeniyle önce dilinin çözülmesinin gerektiğine işaret etti.

Labouchere’in koleksiyonu arasında 2008 yılında da Wolfgang Amadeus Mozart’ın daha önce hiç görülmemiş nota defteri bulunmuştu.

Rönesansın büyük ressamlarından, heykeltraş, bilim adamı (matematikçi, anatomi uzmanı), müzisyen, mucit ve düşünür olan Leonardo da Vinci’nin (1452-1519), 1486 yılında prototipini çizdiği hareketli kanatlı uçan bir makinenin de günümüz helikopterlerinden farkı bulunmuyor.

Radikal, 07.12.2010

'İSTANBUL'UN KÜLTÜR MİRASI VE KÜLTÜR EKONOMİSİ ENVANTERİ PROJESİ'

 

 

İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansından yapılan açıklamaya göre, İstanbul İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü, Türkiye Bilimler Akademisi ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi işbirliğiyle Fransız Anadolu Araştırmaları Enstitüsünün desteğiyle 2 yıldan uzun bir süredir üzerinde çalışılan projede, sona yaklaşıldı.

İstanbul'un tüm kültürel mirasına ilişkin detaylı bilgiler, raporlar, fotoğraflar ve tabloların internet sitesinde bir araya getirileceği proje, İstanbul ile ilgili bugüne kadar gerçekleşmiş en kapsamlı arşiv çalışması olacak.

Kentin kültür haritasının çıkarıldığı, proje kapsamında derlenen kültür mirası envanteriyle kentteki tarihi dokunun korunmasına yönelik alan yönetimi, çevre düzenlemesi, restorasyon, koruma, yeniden değerlendirme çalışmalarına altlık olabilecek kapsamlı, güncellenebilir ve kolay ulaşılabilir bir veri tabanı sistemi oluşturuldu.

Kültür ekonomisi envanteriyle de İstanbul'un kültür ve sanat kapasitesi, aktörleri, üretimi, tüketimi, iş gücü, yatırım ve ticaretinin profilinin ortaya çıkartılarak, kültür ekonomisinin kent içindeki yerinin ortaya konuldu.

Envanter verileri, hem İstanbul'u yaratıcı ve buluşçu bir çevre haline getirecek hem de sektörel destek, mekansal kümelenme ve İstanbulluların kültüre daha geniş katılımının sağlanması konusunda politika arayışlarına yardımcı olacak.

Proje kapsamında, İstanbul'un taşınır, taşınmaz, somut olmayan kültür mirasına ilişkin detaylı bilgi, afiş, harita, rapor, fotoğraf, film, tablo, belge ve klasiklerin internet sitesi üzerinden erişilebilir olacak.

Toplanan tüm veriler, gerek bu ay kamuoyunun kullanımına açılacak internet portalıyla gerek farklı yayınlar üzerinden paylaşılacak.

Yapı, 07.12.2010

"DOĞRU YAPMAMIŞIZ AMA BU SEFER OLUYOR"

 

 

Yıllardır kapalı kalan, 2006 yılında onarıma giren ve yaklaşık iki yıl önce Başbakan Tayyip Erdoğan tarafından büyük bir törenle açılan Resim Heykel Müzesi, bir kez daha tadilata girdi.


Yaklaşık bir ay önce başlanan tadilatla müzeye yeni teşhir salonları kazandırılması hedeflenirken, güvenlik açıklarına yönelik de çalışma başlatıldı.
 

Depoların açıldığı pencereler, çelik kafeslerle kapatılırken, ‘kör noktalar' da güvenlik kameralarının görüş açısına alınıyor. Öte yandan yüzlerce değerli eserin bulunduğu depolardaki tahta kapılar da sökülüp, yerlerine şifreli çelik kapılar takılıyor.


Bakan Günay'ın, geçtiğimiz günlerde katıldığı bir sergi açılışında müzenin tadilata girmesiyle ilgili olarak, “Bu müze bizim çalışmalarımızla açılmıştı. Sonra gördük ki doğru yapmamışız” demesi de gözleri bir kez daha bu müzeye çevirdi.
 

Çalışmalara ilişkin bilgi veren Resim Heykel Müzesi Müdürü Ömer Gündoğdu, Bakan Günay'ın çok ilgi gösterdiğini belirterek, “Hemen hemen her gün gelerek çalışmaları denetliyor. Bütün eksiklerimizi dinliyor ve tamamlanması için talimat veriyor. Atatürk'ten sonra bu müzeye en çok emek harcayan en çok değer veren devlet adamı sayın bakanımızdır. Bu müzenin Türk sanat dünyasına kazandırılması için elinden geleni yapıyor” dedi. Gündoğdu, tadilatın ardından depolarda duran eserlerin büyük bölümünün teşhir salonlarında sergilenebileceğini de söyledi.

Hürriyet Ankara, Haber: Eray Görgülü, 07.12.2010

'KÜLTÜREL MİRASI KATILIMCI KORUMA MODELİ PROJESİ'

 

 

Arkeologlar Derneği İstanbul Şubesi'nce hazırlanan ‘Kültürel Mirası Katılımcı Koruma Modeli Projesi’yle Üsküdar'da halkın ilçenin kültür mirasına ilişkin bilinçlendirilmesi sağlanacak ve halkla birlikte koruma modeli oluşturulacak.

Altunizade Kültür ve Sanat Merkezi'nde proje hakkında tanıtım toplantısı düzenlendi. Toplantıda konuşan Arkeoloji Derneği İstanbul Şubesi Başkanı Necmi Karul, şubenin projeyi, Sivil Toplum Diyaloğu-İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Hibe Programı kapsamında yürüttüğünü ifade etti.

Karul, projeyle, Üsküdar'da yaşayan halkı kültür mirasıyla ilgili bilgilendirme ve bilinçlendirme faaliyetlerinin düzenlenmesi, bölgede bulunan kültür varlıklarının gönüllüler yoluyla izlenmesi, bilgi ve ihbarların ilgili mercilere iletilmesi yoluyla katılımcı bir koruma modelinin oluşturulmasının hedeflendiğini anlattı.

İstanbul'daki kültür varlıklarının korunması ve gelecek kuşaklara aktarılması bakımından örnek olan projeye gönüllü olmak isteyenlerin, derneğin internet sitesinden gönüllü formlarını doldurmalarının yeterli olduğunu da ifade eden Karul, projenin başarılı olmasında Üsküdarlıların önemli rolü bulunduğunu söyledi.

Sanat tarihçisi Hayri Fehmi Yılmaz da, Üsküdar'da Marmaray kazıları sırasında 11. yüzyıla ait bir kalıntının Üsküdar Meydanı'nda bulunduğunu ifade etti. Üsküdar'ın tarihte bir liman kenti olduğunu da dile getiren Yılmaz, Üsküdar'daki yerleşimlerin ise İstanbul'un fethi ile başladığını belirtti.

Yılmaz, ilçedeki Osmanlı eserleri hakkında da bilgi verdi.

Bu arada Mayıs ayından bu yana devam eden ve bir yıl sürecek projede halen 34 gönüllü aktif rol alıyor. Proje kapsamında ilçedeki bazı ilköğretim okullarında öğrencilere yönelik kültürel miras eğitimi de verilecek.

Yapı, 07.12.2010

"YIKMA HASTALIĞINDAN VAZGEÇİLMELİ"

 

Mimarlık dünyasının duayen isimlerinden Doğan Kuban, Doğan Hasol ve Doğan Tekeli, gazetemize, mimarlık alanının gündeminden üç büyük konuyu değerlendirdi. Haydarpaşa Garı çatısı yangını; Selimiye, Süleymaniye kopyası camiler ve Atatürk Kültür Merkezi (AKM) konularını ele alan Doğan’lar, sanatta da, mimarlıklıkta da taklidi kabul etmeyerek “her mimarlık yapıtı kendi çağını yansıtmalı” yorumunu yaptılar.

Doğan Hasol, mimari varlıkları korumadaki duyarsızlığımızı bir kez daha ortaya koyan Haydarpaşa Garı’nın çatısının yanmasıyla ilgili olarak “Kasten değilse, cahillikten, değer bilmezlikten, ihmalden…” değerlendirmesini yaparken, Doğan Tekeli’nin eğer AKM yıkılacaksa yeni yapı için uluslararası bir yarışmanın açılmasına yönelik bir öneri getirdi.. Doğan Kuban da mimarlıkta kopyacılık konusunda “Kesinlikle bir şeye yaramaz, insanı alay konusu yapar sadece” uyarısında bulundu.

Yapı-Endüstri Merkezi’ndeki sohbetimiz sıcaklığını hala koruyan Haydarpaşa Garı yangını ile başladı.

- Haydarpaşa Garı çatısı yangınının tabii olmadığı hakkında birtakım çevrelerde kuşkular var. Sizler nasıl yorumluyorsunuz yaşananları?


Tekeli: Haydarpaşa olayı, çatıdaki onarımla ilgili olarak müteahhidin tecrübesiz oluşu, birtakım yasal formalitelerin eksik oluşu gibi sorunlar ortaya çıktığı için büyük bir mesele haline geldi. Böyle önemli bir yapıda tecrübeli bir müteahhit görev almalı. Bildiğiniz gibi garın otele dönüştürülmesi projesi var. Bu projenin ön hazırlığı olarak yakıldı dedikoduları kamuoyunu meşgul ediyor. Beklentimiz idarenin en kısa zamanda söz verdiği gibi eskisine uygun olarak restorasyonu yapmasıdır.

Hasol: Böylesine değerli bir yapının onarımı böyle mi yapılmalıydı? Gerekli izinler alınmamış, işe gereken ciddiyet ve özenle yaklaşılmamış, uzmanlıktan uzak, denetimsiz ortamda bina yakılmış. Kasten değilse, cahillikten, değer bilmezlikten, ihmalden… Kuyumcu titizliği gerektiren bir iştir bu. Ayrıca, yangın güvenliği ve söndürmedeki zayıflığımız da bu olayda açığa çıktı. Yüksek yapılarımızı Allah korusun. Aslında önemli olan, söndürmek değil, yanmamasını sağlamaktır.

Kuban: Yangın önemli değil. Türkiye’de bütün restorasyonlar zaten ehil olmayan adamlara veriliyor. Sorun, Haydarpaşa’nın hangi alanda kullanılacağı konusundaki belirsizliği. Haydarpaşa için alınan kararlar nedir, gar ve çevresi için bir proje var mı? Bu konuda gerçek bir fikrimiz yok. Dolayısıyla ortaya birtakım laflar atılıyor. Bunun üzerine herkes aklına ne gelirse konuşuyor.

- Başbakan Erdoğan’ın talimatıyla Ataşehir’de Edirne’deki Selimiye Camisi’nin kopyasının yapılacak olması mimarlık dünyasında yankı buldu. Bir de Süleymaniye Camisi’nin kopyasının yapılması konusu var.


Hasol: Sanat eserinde de mimarlık eserinde de taklit diye bir şey söz konusu olmamalıdır. Kopyaya yönelmekle Mimar Sinan’a haksızlık ettiğimizi düşünüyorum. Sinan’ın acaba böyle bir şeye izni var mı, camiyi yaptıran II. Selim’in böyle bir şeye izni var mı? Onların özgün eseri o. Siz onu alıp başka yerde taklit edeceksiniz... Hangi akılla yapıyorsunuz bunu? 440 yıl sonra, 21. yüzyılda Sinan’ın yaptığını taklit ediyoruz. Bu, 440 yılda bir arpa boyu ilerleyemedik anlamına mı geliyor? Biz bunca yıl sonra onların yaptıklarını klonlamaya yelteniyoruz. Bu davranış ne Türk mimarlarına yakışır ne de Türkiye’yi yönetenlere.

Biz bir yandan Cumhuriyet döneminde yapılmış pek çok yapıyı adeta yok sayarak, değersiz sayarak yıkma yoluna gidiyoruz. Onları ortadan kaldırdığımız, bugün de sadece geçmişi taklit ederek bir şeyler üretmeye çalıştığımız zaman geleceğe ne bırakacağız? Korkum şu: Gelecek kuşaklar Türkiye’nin bir dönemine baktığında, o dönemde hiçbir şey yapılmamış diyecekler. Sinan bugün hayatta olsaydı, Ataşehir’de cami yapsaydı Selimiye’yi mi koyardı oraya?

Kuban: Her yapı kendi çağının ve kültürünün ifadesi olmak zorunda. Kimse Notre Dame’ı yeniden yapalım demiyor. Sinan’ın kendisi birbirine benzeyen cami yapmış mı, peki ondan sonra gelen Osmanlılar kopya çekmiş mi? Hayır. Eğer örnek Sinan’sa, Sinan hayatında hiçbir şeyin tekrarını yapmamıştır. 1950’den beri 100 bin cami yaptılar, dünyanın en iğrenç camileri... 50 senede dünyada 100 bin kilise yapılmamıştır. Mimarlık tarihi bu şekilde bire bir kopyaları kabul etmez. Mimari öğretime, mimari teoriye, mimari geleneğe, mimari etiğe aykırıdır bu. Kesinlikle hiçbir şeye yaramaz, insanı alay konusu yapar sadece.

Tekeli: Böyle bir şey yapılamaz. Biz ayrıca İstanbul’un siluetini dantel gibi işleyen Sultanahmet Camisi’ni götürüp Ankara’da mahalle arasına yaptık! Neresinden bakarsanız bakın yararsız bir düşünce. Mimar Sinan, “Gelecek kuşaklar insaf ile düşündüklerinde benim çabamın ciddiyetini anlayacaklardır” demiş. Bugünkü Türk mimarlarının ciddiyetini de bugünkü yapı yaptıranlarımız ciddiyetle düşünürlerse anlayacaklardır. Herhangi bir mimara al yap sen bunu deme hakkımız yok. Yüzlerce mimarın fikirlerini bir araya getirecek yarışmalar yapılmalı.

- Peki artık yılan hikayesine dönen AKM için ne demeli?

Tekeli: Para var, yasal engel yok ancak tamirata başlanamıyor. Bunun nedeni Başbakan’ın orayı beğenmiyorum demesi. Beni İstanbul 2010 Ajansı birkaç toplantıya çağırdı, TAÇ Vakfı toplantı yaptı, ne yapılabilir bu konuda diye. Bir şey yapılamıyor, çünkü siyasi irade bunun arkasında değil. Her şey hazır.. un, şeker ve yağ var ama helva yapılamıyor.

O zaman önerim şu: Yeni binanın yarışmayla yapılacağını söylüyorlar. Uluslararası bir yarışmanın süresi ise en az bir yıl. Ondan sonra yapının yapılma süresi belli değil. Biz bu 60 milyon lirayı verip AKM’yi tamir edelim. İstanbul sahnesiz kalmasın, sanatçıların kamuoyunun isteği yerine gelsin. 3-4 yıl bu bina hizmete devam etsin. Bu arada istedikleri gibi uluslararası bir yarışma açsınlar, gereken hazırlıkları yapsınlar.

Böyle bir projenin hazırlığı dahi ortalama iki yıl. Yeni yapı ortaya çıktığı zaman üzerinde bir mutabakat sağlanır. Ben ayrıca diyorum ki bu iktidarın İstanbul’a eski hükümdarlar gibi damgasını vuracak anıtsal bir eser koyması hakkıdır. Her padişah İstanbul’un başka bir köşesini süsledi, zenginleştirdi. Bugünkü iktidarımıza İstanbul’da yer mi yok süslenecek? Bir yere yapsınlar, kudretlerini göstersinler ve İstanbul’a damgalarını vursunlar, illa yıkmak şart değil.

Hasol: Aman hatırlatmayın böyle bir şeyi! İstanbul’un yeterince simgesi var; yeni simgelere ihtiyacı olduğunu hiç düşünmüyorum.

Tekeli: İstanbul’un topografik bakımdan belki de en önemli yeri Ayasofya’dır...

Kuban: Onu da yıkarlarsa iyi olur!..

Tekeli: Ha şimdi, padişahlar Ayasofya’yı yıkıp da ben yerine Sultanahmet Camisi yapayım dememiş. Bunu hatırlatmak istiyorum.

Hasol: Bu yıkma hastalığından vazgeçmemiz lazım. AKM’nin korunması gerektiği kanısındayım. Paris’te, mimarının adıyla anılan ünlü Garnier Operası da bugün yetersiz, ancak onu yıkıp yerine başka bir şey yapmak kimsenin aklına gelmedi. Gidip Bastille Meydanı’nda ikinci bir opera binası yaptılar, yarışmayla. İstanbul, 2010 yılında Avrupa Kültür Başkenti, ama kültür merkezi kapalı bir kültür başkenti.

Kuban: Fakir memleketler duvar bile yıkmamalı. Bir duvar kaça mal oluyor biliyor musunuz? Paris, Londra gibi pek çok şehirlerde hababam yıkıp yerine yenilerini mi yapıyorlar? Bu bir kültür sorunu. Yıkmak yanlış, başka yere yap. Bugün İstanbul 350 bin hektar, git başka bir yere yap, nereye istersen yap, ille bir şey mi yıkmak lazım? Niye yıkarak bir şey yapmak istiyorlar. Bu da ilkellikten kaynaklanıyor.

Cumhuriyet, Haber: Ceren Çıplak, 06.12.2010

YARIMBURGAZ MAĞARALARI TAHRİP EDİLİYOR

 



İstanbul’un 800 bin yıllık tarihinin başladığı Yarımburgaz Mağaraları tahrip ediliyor. Halk arasında Altınşehir Mağaraları adıyla bilinen mağaralar, İstanbul’un en eski yerleşim yeri. İstanbul Üniversitesi bölgede arkeolojik çalışma yapmasına rağmen tarihi mekanda giriş-çıkışlar kontrol edilmiyor. Aksine üniversitenin mağara girişine yaptırdığı demir korumalıklar her seferinde sökülüyor ve mağara duvarına sürekli yeni delikler açılıyor. Yarımburgaz Mağaralan dev binaların, iş merkezlerinin, yoğun trafiğin ve kalabalığın kıyısında tahrip edilmiş olmasına ve tüm doğallığıyla göze çarpıyor.

 

Birçok medeniyete beşiklik yapan İstanbul’da bu Yarımburgaz Mağaraları’nı farklı kılan özellik bilim adamlarına göre 800 bin yıl öncesinde insanlık tarihinin burada başlamış olması.

Mağara ve çevresinin koruma altına alınması ve arkeopark, jeopark kurulması için yıllardır mücadele veren İstanbul Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof.Dr. Mehmet Özdoğan bakımsızlığa terk edilen mağara için “Kültürel Tahribat Müzesi olarak sergileniyor!” diyor. Bilim insanların olarak mağaranın içler acısı haline üzül¬düklerini belirten Özdoğan, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin buraya .el atması gerektiğini söylüyor. Fakat İBB’nin burası hakkında daha farklı projeler ürettiğini ve bunlar uygulanırsa mağaranın tüm doğallığını kaybedeceğini söylüyor. Özdoğan, “Büyükşehir, mağaraya yakın arıtma tesisi kurmayı, mağara üstünden de yol yapmayı planlıyor. Bu sebeple burası arkeopark olma özelliğini yitiriyor.” diyor.

 

Mağaranın tavanlarındaki duman isleri, arkeolojik kaynaklarda var olduğu resmedilen mağara adamlarının çizdiği ‘gemi resimlerine’ siyah bir perde çekmiş. Yürürken yerde görülen çukurlardan mağarada yakın zamanlarda kazı çalışmaları yapıldığı anlaşılıyor. Define avcılarının en sık çalıştığı yerler arasında Yarımburgaz Mağaraları. Bunun yanında İstanbul Üniversitesi de arkeolojik kazı çalışmaları yapmış. Paleolitik tabakada gerçekleştirilen kazılarda mağara adamlarının kullanmış oldukları çakmaktaşı yonga, çekirdek, yumru gibi aletler ortaya çıkarılmış. Bunların bazı örnekleri, İstanbul Arkeoloji Müzeleri’nin “Çağlar Boyu İstanbul” bölümü girişindeki vitrinlerde sergileniyor. Yarımburgaz’ın üst mağarası, Bizans döneminde keşişler tarafından kilise-manastır olarak kullanılmış. İstanbul’daki ilk kilise olarak biliniyor. Yarımburgaz Mağaraları’ndan başlayarak Yerebatan Sarnıcı’na kadar ulaşan su şebekesi Osmanlı Sarayı’nın su ihtiyacını karşılamış.

Yarımburgaz Mağaraları, yönetmenlerin de doğal görünümünü keşfettiği yerlerden biri. Yapımcılar, filmin konusuna göre duvarlara sıva ve boya yapmış, hatta yapay su akıntıları için su pompalamış. Tüm tahribata rağmen ayakta kalmaya çalışan mağara duvarlarında yazılar, futbol takımlarının sembolleri işaretlenmiş şekilde görülüyor. Tüm bu zararlara rağmen Yarımburgaz Mağaralan, sahiplenilmeyi ve ziyaretçilerini bekliyor.

Emlak Kulisi, 06.12.2010

ESKİ EVLER KIYMETE BİNDİ

 

 

Çok sayıda tescilli ve eski yapının yer aldığı Hatay'da, son aylarda başlatılan eski binaları kullanıma açarak gelecek kuşaklara aktarma çalışması kapsamında, atıl durumdaki binalar değer kazanmaya başladı. Çok sayıda kurum ve sivil toplum örgütünün ev satın almak istemesi nedeniyle eski evlerin metrekare fiyatı katlandı. Antakya Belediye Başkanı Lütfü Savaş, kentin zengin tarihini ortaya çıkartıp turizme katkı sağlamayı amaçladıklarını söyledi.

Kültür ve Turizm Bakanlığı, Hatay Valiliği ve Antakya Belediyesi işbirliğiyle tarihi dokunun canlandırılması için kısa süre önce çalışma başlatıldığını ifade eden Savaş, bu kapsamda kamu kurumları ile bazı sivil toplum kuruluşlarının eski ev satın aldığını kaydetti. Bu evlerin gelecek kuşaklara aktarılması ve turizme kazandırılmasıyla ilgili restorasyon çalışmalarının devam ettiğini vurgulayan Savaş, şunları kaydetti:

“Tarihi ve doğal güzelliklere sahip Hatay'ın turizmden hak ettiği payı daha çok almasını istiyoruz. Bu kapsamda tarihi dokuyu ayağa kaldırmak için kolları sıvadık. Atıl durumdaki, çürümeye terk edilmiş çoğu tescilli eski Antakya evlerini eski ihtişamlı günlerine kavuşturmayı amaçlıyoruz. Bu kapsamda çoğu kurum ve sivil toplum örgütü ev sahiplerine ulaşarak birer ev satın aldı. Çalışmanın daha da genişletilmesi için kentteki her kurumun ev almasını istiyoruz. Ancak, artık mülk sahipleri de eskiden daha uygun fiyatlara elinden çıkarmaya çalıştığı evi talebin artmasıyla yüksek fiyatlardan satmaya başladı. Bu durum da ev satın almak isteyenlere olumsuz yansıdı. Ancak, fiyatların yükselmesi çok normal. Eski binalar hak ettiği değeri bulmaya başladı.”

Belediyenin de eski bir Antakya evini satın aldığını belirten Savaş, burayı restore ettirerek turizme kazandıracaklarını söyledi.

Eski yapıların yoğun olarak bulunduğu Çankaya ve Örnek sokaklarda, binaların dış cephe ve çatısını restore etme çalışmaları başlattıklarını ifade eden Savaş, şu ana kadar 100'ün üzerinde binanın bu çalışmalar kapsamında güzel görünüme kavuşturulduğunu kaydetti. Çalışma kapsamında tarihi Uzun Çarşı'da da restorasyon çalışması yaparak burayı kentin en gözde yeri haline getirmeyi amaçladıklarını vurgulan Savaş, tarihi yapıların restore edilip kullanılarak yaşatılacağını ve şehrin otantik görünümünün korunacağını belirtti.

Hatay Sanayici ve İş Adamları Derneği (HASİAD) Başkanı Yahya Kemal Nalçabasmaz, başlatılan çalışma kapsamında kendilerinin de Kurtuluş Caddesi'nde bir ev satın aldıklarını ve buranın restorasyonunun devam ettiğini söyledi. Satın aldıkları evi hizmet binası olarak kullanmayı düşündüklerini belirten Nalçabasmaz, “4 ev daha satın almak istiyoruz. Ancak ev sahipleri evin metrekare fiyatını 250 liradan, bin liranın üzerine çıkardı. Bu yüksek rakamlar nedeniyle sıkıntı yaşıyoruz” diye konuştu.

Hatay Esnaf ve Sanatkarlar Odaları Birliği (HESOB) Başkanı Kadir Teksöz de aldıkları bir evin restorasyonunun devam ettiğini, burayı Avrupa Birliği (AB) projesi eğitimleri için kullanacaklarını kaydetti. Talebin artması nedeniyle ev fiyatlarının da giderek yükseldiğinin vurgulayan Teksöz, uygun fiyata ev bulmakta sıkıntı yaşadıklarını belirtti.

Hürriyet, 06.12.2010

254 TARİHİ SİKKE ELE GEÇİRİLDİ

 

 

Diyarbakır İl Jandarma Komutanlığı'nca gerçekleştirilen çalışmalarda 254 adet tarihi sikke ele geçirildi.

 

Diyarbakır Valiliği'nden yapılan açıklamaya göre, Kayapınar İlçesi Pirinçlik Köyü'nde İl Jandarma Komutanlığı'nca yürütülen çalışmalar kapsamında İstanbul'dan, Diyarbakır'a gelen bir yolcu otobüsünde arama yapıldı. Yapılan aramalarda Diyarbakır'a ulaştırılması için emanet verilen bir koli içerisinde yazıcının kartuş bölmesinin bulunduğu kısma, poşet içerisinde saklanmış vaziyette 254 adet çeşitli renk ve ebatlarda Bizans ve Roma dönemine ait olduğu belirlenen sikke ele geçirildi. Koli üzerinde alıcı olarak ismi geçen N.B. isimli şahıs yakalanarak gözaltına alınırken tarihi sikkeler Diyarbakır Müze Müdürlüğü'ne teslim edildi. Koliyi gönderen T.Ç. isimli şahsın ise arandığı kaydedildi.

Diyarbakır Kent Haber, 06.12.2010

TABLODAKİ ÇOBANA 880 BİN TL

 

Antik A.Ş'nin 264. müzayedesinde, Nazmi Ziya'nın 1919 yılında yaptığı eski Türkçe imzalı 'Kırmızı giysili çoban ve koyunlar' tablosu 880 bin TL'den alıcı buldu.

 

Naci Kalmukoğlu'nun natürmort tablosu 400 bin TL, Türk hat sanatının önemli isimlerinden Kazasker Mustafa İzzet'in üzerinde nadir görülen Mekke ve Medine resimleri olan Hilye-i Şerifesi 430 bin TL', Esseyid İbrahim Namık'ın hazırladığı Kur'an-ı Kerim 85 bin TL satıldı. Toplam 260 eserin satışa sunulduğu müzayedede tedavüle çıktığı 1927 yılında bin tane Cumhuriyet altınına karşılık gelen, en nadir ve değerli Türk banknotu olma özelliğinin yıllar geçmesine rağmen koruyan İngiltere basımı bin lira, 250 bin TL muhammen bedelle satışa sunuldu. Ancak alıcı bulamadı.

Yeni Şafak, 06.12.2010

BİN YILLIK KİLİSE KÜTÜKLE HAYATA TUTUNUYOR

 

 

Erzurum'un Uzundere İlçesi'ne bağlı Çamlıyamaç Köyü'nde bulunan bin yıllık Öşvank Kilisesi, çalınan sütunun yerine konulan kütüğün çürümesi nedeniyle çökme tehlikesiyle karşı karşıya kaldı.

 

Tarihi kilise, Gürcü Kralı Kuropalat Adarnese'nin oğulları Davit ve Prens Bagralt tarafından 963- 973 yılları arasında yaptırılmış. Yapının her an yıkılabileceğini belirten Uzundere Belediye Başkanı Halis Özsoy, yetkililerden ilgi beklediklerini söyledi.


Çamlıyamaç Köyü'nde bulunan Öşvank Kilisesi'nin kabartma taşlarla süslü sütunu, iki yıl önce çalındı. Hırsızlar 1.5 metre boyundaki sütunun yanı sıra kilisedeki kabartma heykel ve resimleri de yerlerinden sökerek götürdü. Kilisenin bu bölümünün çökmemesi için çalınan sütunun yerine ağaç kütük konuldu.

İki yıldan bu yana kiliseyi ayakta tutan kütük, sonunda hava şartları ve taşıdığı ağıorlığa dayanamayarak çürümeye başladı. Yılda yaklaşık 10 bin turistin ziyaret ettiği kilisenin, kütüğün çürümeye başlamasıyla birlikte çökme riskiyle karşı karşıya kaldığına dikkat çeken Uzundere Belediye Başkanı Halis Özsoy, kilisenin acil bir şekilde onarıma alınması gerektiğini söyledi.
 

Tarihi kilisenin restorasyonunu yapma sözü veren Gürcistan Hükümeti'nin aradan geçen iki yılda hiçbir çalışma yapmadığına dikkat çeken Belediye Başkanı Özsoy, kilisenin onarımı için Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay'la da durumu görüştüklerini söyledi. Özsoy, kilisenin içinde bulunduğu vahim durumu Gürcistan'ın Ankara Büyükelçisi'ne de aktardıklarını vurguladı. 

Bakan Günay'ın Gürcistan'a giderek tarihi kilisenin onarımıyla ilgili protokol imzalamasını beklediklerini söyleyen Özsoy, 'İnşallah bir facia yaşanmadan onarım tamamlanır' diye konuştu.
 

Bölgenin piskoposluk merkezi Öşvank Manastırı
Çamlıyamaç Köyü'nde bulunan bölgedeki piskoposluk merkezlerinden olan Öşvank Manastırı 11. yüzyılda elyazmalarıyla ünlü önemli bir kültür merkezi olarak tarihteki yerini alıyor. Duvarlardaki yazıtlara göre yapı, Vaftizci Yahya'ya adanmış. 1022'de bölgenin Bizans denetimine geçmesinin ardından, kilisenin yıkılan kubbesi onarılmış. Bu önemini 15. yüzyıla kadar koruyan Manastır Kilisesi, 19. yüzyılın sonundan 1980'e kadar cami olarak kullanılmış. 1985'te ise Kültür Bakanlığı tarafından tescil edilerek 'korunması gereken taşınmaz kültür varlıkları' arasına alındı.

Akşam, Haber: Levent Akpınar, 06.12.2010

İNTERNETTEN 'TARİHİ' SATIŞ JANDARMAYA TAKILDI

 

Antalya’nın Kalkan İlçesi'nde, tarihi eseri internet üzerinden satmaya çalışan bir kişi gözaltına alındı. Kalkan Jandarma Komutanlığı ekipleri, Kalkan’a bağlı Akbel mevkiinde bir şahsın elinde bulunan tarihi eserleri internet üzerinden satmak için müşteri aradığını öğrendi. Bunun üzerine harekete geçen jandarma ekipleri, yapılan çalışmalar neticesinde S.K.’nın (42) tarihi eserleri sattığı internet sitelerini belirledi.

İnternet üzerinden S.K.’ya ulaşan jandarma ekipleri, şahısla pazarlık yapmaya başladı. Şahsın yerini belirleyen jandarma ekipleri düzenledikleri operasyonda yakaladıkları S.K.’nın evinde internet üzerinden satılmak istenen iki adet tarihi eseri ele geçirdi. S.K., sorgulanması ve tarihi eserlerin ekspertizi ile araştırılması için adli makamlara sevk edildi.

Türkiye Gazetesi, 06.12.2010

'HAVA NASIL' SORUSUNA BEYAZIT'TAN YANIT

 

 

İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nden yapılan açıklamada, kentin onlarca simgesi arasında ayrı bir yeri olan Beyazıt Kulesi’nin yıllarca tulumbacılar ve itfaiyeciler tarafından gözlem yeri olarak kullanıldığı anımsatıldı.

Açıklamada, kentin büyümesi ve teknolojinin gelişmesiyle birlikte itfaiyecilerin bu kulede bir süre daha görev yaptığı, kuleye renkli lambalar takılarak hava durumunu bildirdiği ifade edildi.
Beyazıt Kulesi’nin ışıklarından mavinin havanın ertesi gün açık, yeşilin yağmurlu, sarının sisli, kırmızının ise havanın ertesi gün karlı olacağına işaret ettiği belirtilen açıklamada, bu uygulamanın 1995 yılında tamamen sona erdiği hatırlatmasında bulunuldu.

Açıklamada, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Aydınlatma ve Enerji Müdürlüğü önderliğinde, Siemens A.Ş. ve Osram A.Ş. tarafından aydınlatılan Beyazıt Kulesi’nin, İstanbullulara yıllar sonra bir nostalji yaşatarak hava durumunu yeniden bildireceği kaydedildi.

Aynı açıklamada, "Günümüzde yangınlar gözetlenmese de İstanbul siluetinin bir parçası olan kulenin, titizlikle çalışılan proje hazırlık aşamasının ardından esere saygılı mimari aydınlatma uygulaması sayesinde, hem geceleri kendini gösterebileceği hem de gelenekselleşmiş hava durumunu ışık renkleriyle gösterme nostaljisini yaşatacağı" vurgulandı.

Beyazıt Kulesi’ndeki aydınlatma işleminin bu akşamdan itibaren başlayacağı belirtildi.

-BEYAZIT KULESİ-
1749 yılında, Küçükpazar’da çıkan büyük yangının ardından, Ağakapısı Süleymaniye’de İstanbul Müftülüğü ile İstanbul Üniversitesi’nin Botanik Enstitüsü olarak kullanılan iç avlusu köşesine ilk yangın kulesi yapıldı. Ancak kulenin ahşap olması sebebiyle birçok kez yapılmasına rağmen kulenin yanması önlenemedi.


Padişah 2. Mahmut, 1828 tarihinde Senekerim Balyan’a, şu anki İstanbul Üniversitesi’nin Beyazıt semtinde bulunan üniversite yerleşkesinin tarihi giriş kapısı arkasındaki bahçenin içerisine, Beyazıt Kulesi’ni kagir olarak yaptırttı.

1849 yılındaki zelzelede hasara uğrayan kulenin, geniş saçaklı, ahşap örtülü külahı değiştirilerek, sekizgen planlı, yuvarlak pencereli, yukarıya doğru daralan üç kat şeklinde yeniden tasarlanarak inşa edildi. 1889 yılında da ise kuleye bayrak direği eklendi.

Yangın kulesine "yangın köşkü", gözcülerine de "köşklü" denirdi. Beyazıt Yangın Kulesi’nde 20 köşklü bulunurdu. Kulelerdeki odalarda yatar kalkarlardı. 1923’e kadar köşklüler kulelerdeki görevlerine devam ettiler.

Radikal, 06.12.2010

ZEUGMA'YA FISTIK PARASI

 

 

Gaziantep'in Nizip İlçesi Belkıs Köyü yakınlarında bulunan ve 10 yıl önce Birecik Baraj gölü altında kalan Zeugma antik kentinde kurtarma kazıları sürerken, kazıların yapılacağı alanın genişlemesi nedeniyle Valilik, bu bölgede bulunan antepfıstığı ağaçlarını kamulaştırdı.

 

Valilik satın aldığı fıstık ağaçlarını işleterek veya kiraya vererek toplanan fıstıklardan elde edilen parayı her yıl Zeugma'da kazı çalışmalarına harcayacak. 2 bin fıstık ağacından yılda ortalama 130 bin lira gelir elde edilmesi hedefleniyor. Bunun kiraya verilmesi halinde yarısı gelir olarak alınacak.
Gaziantep Valiliği İl Özel İdaresi Genel Sekreteri Cafer Yılmaz, yüzlerce dönüm fıstık ağaçlarının bulunduğu alanda önemli tarihi kalıntıların olduğunun tahmin edildiğini, kazı ekibi başkanının talebi üzerine antepfıstığı ağaçlarının kamulaştırmasının yapıldığını söyledi.

 

Valilik tarafından kamulaştırılarak satın alınan 2 bin fıstık ağacının işletileceğini veya kaymakamlık aracılığıyla kiraya verilerek yıllık 20-25 ton gelir elde edileceğini, bunun da Zeugma kazıları için harcanacağını vurgulayan Yılmaz, şöyle konuştu:


“Fırat Nehri'nin kenarında normalde yerleşim yerleri ve fıstık ağaçlarının olduğu yerler. Tarihi kent, tarihi alanlar da bu alanlar da bu alan içerisinde. Dolayısıyla biz kamulaştırmak yoluna gittik. Yaklaşık 150 dönüm alanı kamulaştırdık. Bu alanda tabi yüzlerce binlerce fıstık ağacı da var, görülüyor. Şöyle bir pratik uygulama yaptık. Kamulaştırdığımız fıstık ağaçlarının gelirlerini de kaymakamlığa devrettik. Kaymakamlık da kazı ekibinin bazı ihtiyaçlarını bu yolla karşılıyor. Bu şekilde hem kamulaştırma sonunda ortaya çıkan bu şeyi atıl durumda kalmamış oldu, hem de kazı ekibi bu şekilde desteklenmiş oluyor. Böyle pratik bir uygulama gerçekleştirmiş olduk biz. Tahminen 2 bin ağaç vardır, 2 bin ağaç vardır. Yani tonlarca fıstık demek bu da olduğunda. Bunun gelirlerini kaymakamlık kiraya veriyor, kendisi karışmıyor aldığı kira gelirini, aldığı kira gelirini yine hem diğer ihtiyaçlarını hem özellikle Zeugma'daki kazı ekibinin ihtiyaçları ve buradaki diğer alanlar için kullanıyorlar.

 

Malum fıstık bir yıl olur bir yıl olmaz. Bu hesabı ürettiğimizde toplam 15-20 ton arası fıstık çıkar. Bu da buradaki kazı ekibi için oldukça güzel bir ekstra bir gelir kaynağı. Biz özel idare olarak burayla ilgili bir tasarrufta bulunmuyoruz. Yani kamulaştırdığımız alandaki gelirleri doğrudan kaymakamlığa ve oradan da yine kazı ekibine ve kazı çalışmalarına katkıda bulunmuş oluyoruz. Biz de fıstığın her yıl var olması için dua ediyoruz. Sonuçta buradaki gelir yine turizme katkı olarak geri dönmüş oluyor.”

Hürriyet, 06.12.2010

MERYEM ANA KİLİSESİ, BELEDİYEYE DEVREDİLDİ

 

Manisa’nın Kula İlçe Belediyesi, Meryem Ana Kilisesi Projesi’ni Tarihi Kentler Birliği’ne sundu ve “Tarihi ve kültürel mirası koruma ve uygulamaları özendirme” yarışmasında ödül aldı.

Belediye bunun üzerine restorasyon projesinin uygulanabilmesi için harekete geçti. Belediye ve kaymakamlık,  Maliye Bakanlığı Milli Emlak Genel Müdürlüğü ile Kültür ve Turizm Bakanlığı’na başvuruda bulundu. Bu girişimler sonucunda Zaferiye Mahallesi’nde bulunan Meryem Ana Kilisesi’nin mülkiyet hakkı Kula Belediyesi’ne devredildi. Belediye Başkanı Selim Aşkın, “Proje ihalesi tamamlandıktan sonra kilisenin restorasyon çalışmalarına başlanacak” dedi.

Hürriyet Ege, Haber: Hikmet Sepet, 06.12.2010

TARİHİ ÇEŞMENİN ESTETİĞİ BOZULDU

 

Bingöl'ün Adaklı İlçesi'nde bulunan ve yapılış tarihi kesin olarak bilinmeyen tarihi Bağlarpınarı Köyü Çeşmesi'nde yapılan onarımın tarihi eserin estetiğini bozduğu belirtildi.

 

Bağlarpınarı Köyü'ndeki Temran Camii yanında bulunan çeşmenin inşa tarihine dair herhangi bir bulgu olmadığı için ne zaman ve kimler tarafından yapıldığı bilinmiyor. Kesin yapım tarihi bilinmeyen çeşme 19. yüzyıl başında yapılan cami ile tarihlendirilirken, kesme taştan ve iki oluklu olarak inşa edilmişti. Tarihi çeşmede yapılan incelemelerde, günümüzde üstüne beton tavla döküldüğü ve kireç sürüldüğü için estetiğinin bozulduğu tespit edildi. Çeşme ile caminin yanında bulunan ve Sait Yazıcı tarafından ev olarak kullanılan eski konağa ait bahçede taş işçiliğinin birkaç örneğinin bulunduğu belirtildi. Yapılan incelemelerde bu taşların eski banyo taşı, malak, yalak benzeri taştan yapılmış eşyalar olduğu belirlendi.

Bingöl Kent Haber, 06.12.2010

BİR TARİH YOK OLUYOR

 

  

 

Bitlis'in Ahlat İlçesi'ndeki faaliyet gösteren 13 sivil toplum örgütü (STK) temsilcisi ilçedeki kazı alanlarını gezerek yapılan 43 yıllık kazıların yerinde tespit edilmesi için Kültür Bakanlığı'nın ilçeye bir denetim ekibini göndermesini istedi.

 

Tarihi yapıların kendi kaderlerine terk edilmiş olmasının kendilerini rahatsız ettiğini belirten STK temsilcileri adına, Ahlat'ı Geliştirme Güzelleştirme ve Tanıtma Derneği (AHGED) Başkanı İsmail Yurttaş bir açıklama yaptı. Yurttaş "Burası bizim ecdadımızın mezarlığı, Anadolu'yu bizlere yurt edindirmek için, yurt olarak bırakabilmek için mücadele eden insanların bulunmuş oldukları yer. Ve burayı gezip gördüğümüzde, doğrusu bir yandan ecdadımıza bir kez daha Anadolu'yu bizlere yurt olarak bıraktıkları için minnet duyarken, onları rahmetle, şükranla yad ederken, bir yandan onların aziz hatırasına karşı duyarsızlığı görünce de içimizi hüzün kaplamaması mümkün değil" dedi.

 

Dünyanın neresinde olursa olsun böylesine ihtişamlı anıt mezarların bulunmuş olduğu bir alanın, o ülkenin göz bebeği olacağını vurgulayan Yurttaş, "Belki o ülkenin bütün imkanlarını akıtarak, hem sahip çıkma anlamında hem onları gelecek nesillere sağlam bırakabilme adına, mutlaka o ülke elinden gelen her şeyi yapardı. Ama biz baktığımızda o duyarlılığı görmüyoruz. Arkeolojik kazılar yapılmış, kazı alanları Allah'a ve Ahlat'lıya emanet edilmiş. Ne doğal şartlardan korumaya dönük, ne hazine avcılarından korumaya yönelik herhangi bir önlem alınmış. Ya bir kamera, ya bekçi bırakma ya da restore ederek gelecek kuşaklara aktarma adına hiçbir şeyin yapılmadığını görüyoruz. Bu taşlar kendi başlarına sonsuza kadar var olamaz. Mutlaka bir şeylerin yapılması ve korunması lazım. Eğer Anadolu vatanımız diyorsak, başlangıç noktasının Ahlat olduğunu kabul ediyorsak, Ahlat'taki tarihi eserlerin korunmasında da hepimize çok önemli görev düşüyor. Başta devletimizi yönetenlere çok önemli görev düşüyor. Ancak hep birlikte gezip gördük ki, o hassasiyeti burada görmemiz mümkün değil. Doğrusu Kubbet-ül İslam unvanıyla asırlarca İslam'ın ve Anadolu'yu yurt edinen ecdadımızın en önemli şehri olmuş olan Ahlat'a karşı bu duyarsızlığı anlamak da mümkün değil. Ümit ediyorum ki en kısa süre içerisinde Kültür ve Turizm Bakanlığı buraya bir denetim ekibi yollayarak 43 yıllık kazılar esnasında neler yapıldığını yerinde tespit eder, Ahlat'taki bu tarihi eserlerimizi bizden sonraki kuşaklara da sağlam bırakabilmek ve bizden sonraki kuşakların da buradaki tarihi eserlerden feyz almalarını sağlayabilmek adına önemli bir yol haritası çizer. Özellikle Cumhurbaşkanının Ahlat'ı himayesine almasının bu alanda önemli bir rol oynayacağını umut ediyorum" diye konuştu.





Düzenlenen geziye ve yapılan basın açıklamasına, Ahlat İlçesindeki sivil toplum örgütlerinin temsilcilerinden, Ahlat Esnaf ve Sanatkarlar Odası (AESO) Başkanı Nesim Şeker, Ahlat Ziraat Odası (AHZO) Başkanı Necat Demirden, Ahlat Sulama Birliği Başkanı Kerem Alkış, Ovakışla Sulama Birliği Başkanı Abdulhalık İlkan, Ahlat Esnaf Kefalet Kooperatifi Başkanı Ayvaz Şarkbülbülü, Ahlat'ı Geliştirme Güzelleştirme ve Tanıtma Derneği (AHGED) Başkanı İsmail Yurttaş, Ahlat İlçesi Kültürel Değerlerini ve Tarihi Eserlerini Koruma Derneği (AHTEK) Başkanı Muzaffer Pirhasanoğlu, Ahlat Fotoğraf Sanatçıları Derneği (AFSAD) Başkanı Oktay Bayar, Ahlat Folklor Turizm Eğitim Derneği (AFTED) Başkanı Ömer Timuçin, Ahlat Fotoğrafçılık Kulübü Başkanı Geylani Adıyman ile Tatvan Ticaret ve Sanayi Odası (TATSO) Yönetim Kurulu Üyesi Muhsin Hacıyusufoğlu, STK üyeleri ve ilçede görev yapan gazeteciler katıldı.

 

Van Gölü kıyısında bulunan Bitlis'in Ahlat İlçesinde, 1960'lı yılların sonlarından itibaren yapılan kazı çalışmaları, Türk ve dünya tarihi açısından büyük önem arz ediyor. Ahlat, tarihte 'Kubbetül İslam' unvanının Berh ve Buhara'dan sonra verildiği bir kent olarak tanınıyor. İçerisinde barındırdığı tarihi kümbetleriyle "Kümbetler diyarı Ahlat", Selçuklu Mezarlığı ile de "Anadolu'nun Orhun Abideleri" olarak da anılıyor. Selçuklu Mezarlığı'nda bulunan 8 bin 169 adet mezar taşının her biri ise abide niteliği taşıyor. Ahlat'ta tarihi hamamlar, Anadolu'nun ilk Budist mabedi, tarihi Ulu Cami gibi birçok kazı alanları da bulunuyor. Orta Çağ'ın mimarlar kenti olarak bilinen Ahlat'ın özellikle 13. ve 14. yüzyılların çok büyük ilim kültür ve ticaret merkezi olması açısından burada çıkarılan eserlerin korunması, restore edilmesinin ilçe halkı ve Türkiye için çok büyük önem arz ettiği ifade ediliyor.

BitlisKent Haber, 06.12.2010

PANAGIA MANASTIRI SİT ALANI OLUYOR

 

 

Gümüşhane'nin Torul İlçesi'ndeki Meryemana olarak da bilinen Panaghia Manastırı'nın sit kapsamına alınacağı bildirildi.

 

Çit Deresi üzerinde bulunan Halilli kemer köprüsünden geçerek ormanlık alan içerisinde bulunan Panaghia Manastırı’na yaklaşık bir saat yürüdükten sonra ulaşan Gümüşhane Valisi Enver Salihoğlu, ’’Mevcut iki kemer köprümüzün restorasyonunun ihalesi yapıldı. Köprülerimiz en kısa zamanda restore edilerek, korunacak’’ dedi.

 

Meryemana olarak da bilinen Panaghia Manastırı’nın tarih kayıtlarına göre 890-900 yılları arasında üç keşiş tarafından kurulduğunu, tescilinin yapıldığını belirten Salihoğlu, şöyle konuştu:
’’Bölgemizde eskiden Rum kökenli yurttaşlarımız yaşadığı için ilimiz genelinde kendilerine ait çok sayıda ibadethaneleri bulunuyor. Büyükçit köyümüzde bulunan kilise de bir manastır şeklinde yapılmış. Ama ne yazık ki birçok yerde olduğu gibi koruyamamışız. Umarım, bu şekliyle de olsa koruruz. Manastırın bilgilerini Trabzon Koruma Kuruluna intikal ettireceğiz. Koruma kararı çıkartabileceğiz.’’

 

Panaghia Manastırı’nın hem ulusal hem de dünya mirası olduğunu ifade eden Salihoğlu, şunları kaydetti:
’’Bunları korumak lazım. Bu eserler herkese aittir. Maalesef define avcıları bu tür yerlere hücum ediyor. Taşını kırıyorlar, temellerini oyuyorlar. Böylece bu tarihi eserler zaman içerisinde çöküyor ve ortadan kayboluyor. Onların bu kötü niyetleri, bu tarihi eserleri geleceğe devretmemize engel oluyor. Bu değerler, tarihten bize kalmıştır. Bütün dinlere saygılıyız. Bunlar da onların ibadethaneleridir. Panaghia Manastırı, hem ulusal hem de dünya mirasıdır, korumak lazım.’’

 

Panaghia Manastırı (Meryemana) Nerededir ?
Panaghia Manastırı, Büyükçit Köyü vadisinde Çit Deresi’nin sol tarafındaki yamaç üzerindedir. Manastıra ana yoldan ayrılan iki köprüden geçilerek patika bir yolla ulaşılmaktadır. Manastır, yüksek duvarlarla çevrili avlunun içindedir. Manastırı ilk kez 890-900 tarihleri arasında üç keşişin kurduğu belirtiliyor. Daha sonra Trabzon Komnenosları döneminde ve 19. yüzyılda da onarılmıştır.

Trt/Haber, 05.12.2010

TARİHİ MEDRESEYE 2011 VİZYONU

 

 

Erzurum Büyükşehir Belediyesi, Dünya Üniversitelerarası Kış Oyunları madalya törenlerinin gerçekleştirileceği Çifte Minareli Medrese Parkı'nda peyzaj çalışması başlattı. Çalışmalar kapsamında parktaki bütün ağaçlar ve metal aksamlar söküldü.

Erzurum'da 27 Ocak- 6 Şubat tarihleri arasında düzenlenecek olan 25. Dünya Üniversitelerarası Kış Oyunları öncesinde Büyükşehir Belediyesi çalışmalarını bütün hızıyla sürdürüyor. Büyükşehir Belediyesi Çevre Koruma Daire Başkanlığı, Çifte Minareli Medrese'nin çevresindeki yeşil alanı söktü. Cuma günü başlatılan söküm çalışmaları cumartesi günü tamamlandı. Sökülen alanda Üniversitelerarası Kış Oyunları madalya törenlerinin gerçekleştirileceği ve bu nedenle daha modern görünüme ve yüksek kullanıma açık bir parkın oluşturulacağı belirtildi. Peyzaj çalışmalarının kar düşmeden en kısa süre içerisinde tamamlanacağı ve bu amaçla bütün ekiplerin gece gündüz demeden çalıştığı ifade edildi.

Diğer taraftan Erzurum Büyükşehir Belediyesi yıl içerisinde şehrin değişik noktalarına diktiği 26 bin bin gül fidanını soğuklara karşı korumaya aldı. Daha önceden şiddetli soğuğa bağlı dona karşı üzerlerine siyah poşet geçirilen gül fidanları, gül motifli beyaz poşetlerin içerisinde korumaya alındı. Büyükşehir Belediyesi Çevre Koruma Daire Başkanlığı ekipleri dün sorumluluk alanlarındaki bütün park, bahçe ve refüjlerdeki güllerin üzerindeki siyah poşetleri söküp, yerlerine beyazlarını taktı.

Erzurum Gazetesi, Haber: Orhan Yıldırım, 05.12.2010

GİZEMLİ YER İLGİ ÇEKİYOR

 

 

Güney Amerika'nın gizemli İnka uygarlığının Peru'nun yüksek dağlarında kurulu kalıntıları, her yıl 2,5 milyon ziyaretçi ağırlıyor.

Tarihte, bugünkü Şili, Bolivya, Peru, Kolombiya ve Ekvador ülkelerini kapsayan bir imparatorluk olarak bilinen İnkalar, bugüne bıraktıkları izleriyle Güney Amerika'daki en önemli tarihi değerlerden biri olma özelliğini taşıyor.

Keşfedildiği 1911 yılından beri, o bölgedeki gözde turizm merkezlerinden biri haline gelen İnka medeniyetinin kalıntıları her geçen gün daha fazla ilgi görüyor. Bölgedeki Machu Picchu antik kenti, 2007 yılında, Ürdün'deki Petra antik kenti, Çin Seddi, Brezilya'daki Kurtarıcı İsa Heykeli, Meksika'daki Chichen Itza Piramidi, İtalya'nın Roma kentindeki Kolezyum ve Hindistan'daki Taç Mahal anıt mezar ile birlikte dünyanın 7 harikasından biri seçilmişti.

Bölgeye gelenleri karşılayan yöre sakinleri de geçmişin gizemli medeniyetinin izlerini taşıyor. İlgi çekici giysileri ve canlı renkleriyle turizmi de canlı tutmaya çalışıyorlar. Yöresel kıyafetler ile takılar, ilgililerine satılabiliyor. Rengarenk giysiler içindeki yerli halktan biriyle resim çektirmek istediğinizde belli bir ücreti de göze alıyorsunuz.

Peru Meclisi Peru-Türk Dostluk Grubu Başkanı Anibal Huerta Dias, AA muhabirine yaptığı açıklamada, İnka medeniyeti kalıntılarının dünya harikalarından biri olduğunu belirtti.

Latin Amerika için İnka'nın çok önemli bir uygarlık olduğunu, bu uygarlığın merkezinin Cusco şehri olduğunu kaydeden Dias, ''Şu an ki 5 ülke yani Şili, Bolivya, Peru, Kolombiya ve Ekvador İnka imparatorluğunun içindeydi. Bunlar Peru'yu her yıl İnka medeniyetinin izlerini görmek isteyen yerli ve yabancı 2,5 milyon turist ziyaret ediyor. Peru'yu ziyaret edenler, İnka İmparatorluğu'nun kültürüyle karşılaşacaklar. Böylelikle kültürümüzü öğrenecekler. Bu yönden Cusco çok önemli bir şehir. Cusco İnka İmparatorluğu'nun başkentiydi'' dedi.

Peru'ya gelenlerin değişik değişik iklimlerle karşılaşacağını ifade eden Dias, ''Başkentimiz Lima'dan 1,5 saat kuzeye gittiğiniz de, orada her zaman yaz mevsiminin yaşandığını, kış mevsiminin yaşanmadığına şahit olacaksınız. Dağlık alan dediğimiz yerlerimizde ise her zaman kış mevsimi yaşanıyor ve o bölgede her zaman karı görebilirsiniz. Peru çok değişik iklimlerin bulunduğu bir ülke. Özellikle Pasifik Okyanusu'na kıyımız olması dolayısıyla balık unu üretiminde dünyanın en önemli ülkelerinden biriyiz. Aynı zamanda Peru mutfağı, Güney Amerika'da özellikle en iyi mutfaklarından biri. Daha önce Avrupa'da girdiğimiz bir yemek yarışmasında birinciliğimiz var'' diye konuştu.

Habertürk, 05.12.2010

160 YILLIK YETİMHANE REZİDANSA DÖNÜŞECEK

 

 

Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün mülkü olan Bebek sırtlarındaki eski Fransız Yetimhanesi aslına sadık kalınarak özel bir gayrimenkul projesine dönüştürülecek. 63 dönümlük arazide yer alan mülkü 49 yıllığına kiralayan Bebek Turizm AŞ’nin birkaç yıl önce planladığı bu proje, şimdi sektörün bir başka oyuncusunun da ortaklığıyla hayat bulacak. Taner Demir’in yönetim kurulu başkanlığını yürüttüğü Bebek Turizm’in çoğunluk hissesini alan Timur Gayrimenkul, inşaatı yüzde 90 oranında tamamlanmış 16 tarihi binayı daha önce görülmemiş bir projeye dönüştürmeyi amaçlıyor.

Timur Gayrimenkul Yönetim Kurulu Üyesi Erden Timur, Bebeköy ismiyle anılan proje için, “49 yıllığına burayı kiralayan şirketin çoğunluk hissesini aldık. Burada gerçekleştirilecek proje yalnızca bir rezidans ya da alışveriş merkezi olarak değerlendirilemez. Cumhuriyet tarihinin en dikkat çekici projelerinden olacak. Pek çok farklı fonksiyon düşünüyoruz. Boğaz manzaralı çok özel bir yer burası. Biz de o tarihi mimariye sadık kalacağız” dedi.

Erden Timur, NEF markasıyla şehrin merkezi lokasyonlarında yeni projeler üretmeye devam edeceklerini de kaydederek, şu bilgileri verdi: “Levent’te inşa ettiğimiz ve tamamı satılan NEF Flats 163’ten sonra, NEF İki olarak nitelendirdiğimiz konseptte, yani şehir merkezine, toplu taşıma noktalarına ve E5, TEM Otoyolu gibi bağlantı noktalarına yakın konumda yer alan bir projeye daha başlıyoruz. NEF İki Haliç adıyla hayata geçirdiğimiz bu projede 1+1 ve 2+1 daireler yer alıyor. Bunlar dışında, NEF Offices Levent 05 adlı bir de ofis projemiz var. Apa Ailesi’nin Levent’teki arazisinde inşa edeceğimiz bu proje için dünyaca ünlü mimarlık şirketinin katıldığı bir mimari yarışma açtık. Bu şirketler; RMJM, FX Fowle, SOM, Autoban, Mimark, Audrey Matlock.”

Projelerinde, Foldhome adlı patentli NEF konseptini uyguladıklarını hatırlatan Erden Timur, “Bu sistemde kullanmadığınız metrekareye para vermiyorsunuz. Daha küçük daireler satılıyor ama binaların içinde ayrı misafir odaları, karaoke ve parti odaları, spor odaları gibi çözümler oluyor. Siz kullanacağınız zaman sadece haber veriyorsunuz” dedi. 25 vespa aldıklarını ve indirimli kiralama hizmeti bile verdiklerini kaydeden Timur, “Haliç projesinde de çocuklu veya yeni evli çiftleri, genç profesyonelleri hedefliyoruz. Kişi başı 2 bin-3 bin TL arası maaş alan, toplam hane geliri 5 bin-6 bin TL olan bu insanlar bin 800-2 bin 400 TL arası kira ödüyor. Biz aynı miktara ev sahibi olabilecekleri sistemi öneriyoruz. Haliç projesinde fiyatlar 244 bin ile 449 bin TL arasında” diye konuştu.
Habertürk, Haber: Menekşe Ataselim, 05.11.2010

ODA BAŞKANI DA TARİHİ ESER KAÇAKÇISI

 

Mersin'de, tarihi eser kaçakçılığı ve çete kurmak iddiasıyla düzenlenen operasyonda gözaltına alınanlardan 5'i tutuklandı. Mersin İl Jandarma Komutanlığı Kaçakçılık ve Organize Suçlar Şube Müdürlüğü ile Silifke İlçe Jandarma Komutanlığı ekipleri, Erdemli, Silifke, Mut ve Tarsus ilçeleri ile İstanbul, Osmaniye ve Gaziantep'te önceki gün eş zamanlı operasyon düzenledi. Tarihi eser kaçakçılığı ve çete kurmak suçlarından 10 kişi gözaltına alındı. Zanlılardan Mut Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı Fevzi Ata, Cengiz Tepe, Zafer Başbuğ, Mustafa Özçelik ve Mehmet Deniz tutuklandı. Diğer zanlılar ise tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı. Zanlıların ev, iş yeri ve araçlarında yapılan aramalarda 5 detektör, 3 ruhsatsız av tüfeği, çok sayıda tabanca mermisi, 5 imitasyon heykel, çeşitli haritalar, tarihi değeri bulunduğu belirtilen sikkeler, 12 yüzük, 10 gözyaşı şişesi ve 6 mühür ele geçirilmiş ve tarihi eserler Silifke Müzesi yetkililerine teslim edilmişti.

Yeni Şafak, 05.12.2010

'PADİŞAH BAŞI' SAHİBİNİ BEKLİYOR

 

 

Sultan II. Abdülhamid döneminin ünlü zanaatkarlarından Zareh Penyamin'in "Padişah Başı" motifli seccadesi, Sotheby's Müzayede Evi tarafından salı günü satışa sunulacak.

 

Osmanlı padişahı Sultan II. Abdülhamid'in özel olarak Hereke'den çağırttığı ve dokuduğu halılarla dönemin önde gelen zanaatkarları arasında kabul edilen Ermeni usta Zareh Penyamin'in en değerli iki ipek eseri açık artırmaya çıkıyor. ABD'nin New York kentinde Sotheby's Müzayede Evi tarafından salı günü satışa çıkarılacak eserler arasında yer alan seccade, 20'nci yüzyılın başlarında dokunmuş. 80 ile 120 bin dolar arasında değer biçilen seccadenin en önemli özelliği ise Ermeni ustanın seccadenin üzerine "Padişah Başı" adıyla bilinen özel bir motif işlemiş olması. Sotheby's halıyla ilgili hazırladığı metinde, "16'ncı yüzyıldaki Osmanlı tarzından etkilenerek yapılan seccade, 1903- 1906 arasında Kumkapı'daki atölyelerin başında bulunan ünlü halı ustası Penyamin'in imzasını taşıyor" denildi.

Penyamin'in açık artırmaya çıkacak diğer eseri olan ipek halının ise 25 farklı yerine adını işlediği belirtildi. Esere 40 ila 60 bin dolar arasında değer biçildiğini kaydeden Sotheby's yetkilisi Mary Jo Otsea, iki eserin de galerilerinde sergilendiğini söyledi. 1800'lü yılların sonunda yaşadığı öne sürülen Kayserili Zareh Penyamin, İstanbul'a geldikten sonra hat sanatı üzerine çalıştı. Penyamin'in Hereke'de dokuduğu halıların methini duyan Sultan II. Abdülhamid, kendisini İstanbul'a çağırdı. Kumkapı'ya yerleşen Ermeni halı ustası, hem burada hem de farklı semtlerde açtığı atölyelerinde hizmet vermeye başladı. Zerah Penyamin, 1949'da İstanbul'da yaşamını yitirdi.

Sabah, Haber: Bilge Eser, 05.12.2010

AMAZON KRALİÇELERİ KORUMA ÇALIŞMASI BİTMEK ÜZERE

 

Şanlıurfa Halepli Bahçe’de yapılan arkeolojik kazılarda ortaya çıkan savaşçı amazon kadınları mozaiği ve figürleri kış ayında sular altında kalmaktan kurtarılacak.

 

Şanlıurfa Kültür ve Turizm Müdürü Selamı yıldız, Halepli Bahçe’de kış ayı gelmeden dünyanın en kıymetli mozaiklerin zarar görmemesi için üstünün örtündüğünü belirtti. Halepli Bahçe’de 2007 yılında yapılan kazılarda dünyanın en eski mozaikleri kazı çalışmalarında ortaya çıkarılmıştı. Kış mevsimindeki yağışlardan ve çevrede kanalizasyon sularının taşarak Halepli Bahçesi’ne akmasından dolayı mozaikler sular altında kalmıştı. Yaklaşan kış mevsimi ile birlikte mozaiklerin tekrar sular altında kalmaması için

Şanlıurfa Kültür ve Turizm Müdürlüğü tarafından çalışma başlatıldı, Kültür ve Turizm Müdürü Selamı Yıldız amazon kraliçelerinin resmedilmiş ilk mozaiklerinin sular altında kalmasından korunması için çalışma başlattıklarını söyledi.

Haber Kapısı, 05.12.2010

50 YIL DAHA BOYUN EĞMEZ

 

İtalya’nın simge yapılarından Pisa Kulesi’nde iki yıldır devam eden restorasyon işlemleri devam ediyor.

Gelecek yıl bitecek askılama sistemiyle Ortaçağ’dan kalma 55.86 metre uzunluğundaki kulenin en az yarım yüzyıl eğilmesi engellenecek. İlk askıya alınma girişimi 1991’de başlamış, belirli sürelerle askıların eskimiş çelik halatları değiştiriyorlar. Birkaç ay sonra yapının bazı bölümlerini çevreleyen iskelelerin çözülmesiyle yapımı 12’nci yüzyılda başlayan görkemli kule eski şaşaasına kavuşacak.

Hürriyet, Haber: Reha Erus, 05.12.2010

ÇAMBEL VE ÖZGÜÇ'E BÜYÜK ÖDÜL

 

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı 2010 yılı Kültür-Sanat Büyük Ödülü’ne, Türkiye’nin ilk arkeologlarından Prof.Dr. Halet Çambel (94) ile Prof.Dr. Nimet Özgüç (94) layık görüldü.

Bakanlıktan yapılan yazılı açıklamada, “Bakanlık, ödül sahiplerini belirlerken; arkeoloji alanında önemli gelişme ve değişimlerin yaşandığı 20’nci yüzyıldan günümüze, özverili ve kararlı birer bilim insanı kimliği ile gerçekleştirdikleri araştırma, inceleme, kazı ve değerlendirmeleri sonucu eriştikleri birikimleri ile arkeoloji dünyasında saygın yerleri olan, akademik çalışmaları ve başarıları ile Anadolu kültür ve uygarlıklarının dünyaya tanıtılmasında ve yeni nesillere aktarılmasında önemli katkılar sağlayan ve arkeolojiye adanmış ömrün birer simgesi olarak araştırma ve incelemelere konu olan yaşamları göz önünde bulundurdu” denildi. 

Hürriyet, 05.12.2010

EVDİRHAN'DA 3 LAHİT BULUNDU

 

 

Antalya’nın Döşemealtı İlçesi’ndeki tarihi Evdirhan yakınında, 3 lahit ortaya çıkartıldı.

 

Antalya Müze Müdürlüğü’nden 3 arkeoloğun yer aldığı ekibin yaklaşık 2 aylık çalışması sonucu, lahitler ortaya çıktı. Düzlerçamı Mahallesi’ndeki tümseğin altında bulunan mezarların, zarar görmediği açıklandı. SİT alanı içinde yer alan kazı çalışmasında mezarlara ulaşılması için yaklaşık 100 kamyon kum ve kaya parçası çıkartıldı.

 

Çalışmanın denetimini üstlenen Arkeolog Mustafa Samur, mezarlarda insan iskeletleri ve mezar hediyeleri ile karşılaşacaklarını umut ettiğini belirterek, “Bulunduğumuz bölgenin altında, tarihi bir kentin olduğu da biliniyor. Çalışmalarımız üç gün içerisinde sonuçlanacak” dedi.

 

Çalışmayı merakla inceleyen yöre gençleri, çocukluk dönemlerinde üzerindeki bir kum tepesi olan bu mezarlar üzerinde Oyun oynadıklarını söyledi. Çalışma sayesinde ortaya çıkan mezarları görünce çok heyecanlandıklarını belirten gençlerden Mustafa Kara, yörede birçok amfora ve testi parçalarına sıkça rastlandığını söyledi.

haberler.com, 04.12.2010

RESSAM GAUGUIN'İN 100 ESERİ LONDRA'DA

 

 

Fransız ressam Paul Gauguin'in 100'den fazla eseri İngiltere'nin başkenti Londra'da sergileniyor.
Sanatçının dünyanın dört bir yanındaki çeşitli koleksiyonlardan toplanan eserleriyle oluşturulan sergi, son 50 yıldır Londra'da açılan en büyük Gauguin sergisi olma özelliğini taşıyor. Tate Modern müzesindeki sergi, 16 Ocak 2011'e kadar gezilebilecek.


Fransa'dan Tahiti'ye uzanan sanat hayatında Gauguin'in imza attığı birçok eser, sanatseverlerle buluşuyor ve Gauguin'in sanat yaşamındaki değişimi gözler önüne seriyor. Paul Gauguin'in özellikle Tahitili kadınları canlı renklerle resmettiği eserleri sergide dikkat çekiyor. Sanatçının yağlı boya resimlerinin yanı sıra, baskı çalışmaları, heykelleri, mektupları ve kişisel eş yaları da sergileniyor.


1848 yılında Fransa'nın başkenti Paris'te doğan sanatçı, 1903'te hayatını kaybetti. Gaugin, Post-izlenimci dönemin ve "Sembolizm" akımının önemli sanatçılarından biri olarak kabul edildi. Resimlerinin yanı sıra tahta heykelleriyle de sanatçı, özellikle ölümünün ardından birçok koleksiyonerin dikkatini çekti.


Müze yetkilileri, Paul Gauguin'in Londra'daki sergisine yoğun ilgi nedeniyle serginin kapanış saatlerini uzattıklarını bildirdi.

Türkiye Gazetesi, 04.12.2010

BÜYÜK HEYKEL USTASININ ŞAMARI

 

Adaledeki gerginlik, gerçeğin ta kendisi. Ya da gözlerdeki inanç. Alındaki ter, eldeki nasır, bıyıktaki kıvrım, saçlardaki dağınıklık, bakıştaki hırs.

 

İnsan, hangi tarihsel ve sosyal koşulda ise, duygularıyla ve fiziği ile gerçekte neyi, nasıl yaşıyorsa, heykellerde de öyle. Gerçekle hiç farkı yok.


Dünya çapındaki heykel sanatçımız Tankut Öktem’in eskizlerinden, resimlerinden ve asıl heykellerinden oluşan sergisini geziyorum.


Öktem üç yaşında resim yapmaya başlıyor. Beş yaşında petek balını emip, biriktirdiği balmumu parçalarından heykeller yapıyor. Yedi yaşında harika çocuk seçiliyor.


Balmumundan kaplanlar, atlar, hindiler, aslanlar ve portreler birbirini izliyor.


İlk sergisi on bir yaşında. Eğitimi ile birlikte, kendi sanat anlayışını da olgunlaştırmaya başlıyor.
 

Öktem Atatürk hayranı, Türk büyükleri hayranı. Ama, Nazım Hikmet, ama Necip Fazıl, ama Tarık Buğra, ama Yunus Emre, Hacı Bektaş, Piri Reis, Abidin Dino, Namık Kemal, Adnan Saygun ve çok sayıda Türk aydını.


Hepsi Öktem’in büstlerinde, kendi düşüncelerini yansıtan uygunluk içinde şekilleniyor.
İşçiyi ihmal etmiyor. Maden işçisinin çilesini yansıtan heykel için, Zonguldak’a gidiyor, bir ay işçilerle yaşıyor. Maden işçisi heykeline baktığınızda, kendinizi o işçiyle yerin altında maden çıkartıyor gibi, hissetmemeniz mümkün değil. O kadar gerçek, o kadar içten. Sonra da, işçilere mektup gönderiyor, “bir hatam olduysa, affola işçi kardeşler” diye.
 

Ülkesinin tarihini, özellikle Kurtuluş Savaşı'nı başının üstünde taşıyor. Bir heykel sanatçısı başının üstünde taşıyorsa, bunun anlamı çok açık.


Türkiye’nin dört bir yanında, Uşak’tan Samsun’a, Manisa’dan Antalya’ya, İstanbul, İzmir, Kastamonu, İnegöl’den Nevşehir’e kadar Türkiye’yi bine yakın Kuvayi Milliye ve her meslekten insan heykelleriyle donatıyor. Söylemesi kolay, bine yakın heykel. Yüzlerce figürlü rölyef, büst, resim. Heykeller arasında, 750 insan figürü ile Kara Harp Okulu Anıtı dünyanın en çok figürlü anıtı olarak sanat tarihine geçiyor. 750 insan, hiç biri diğerine benzemiyor. Heykelde ordu sanki akıyor.
Manisa’daki Şehitler Anıtı 63 metre yüksekliği ile dünyanın en yüksek anıtları arasında yer alıyor.
1988 Seul Sanat Olimpiyatlarında Sevgi isimli eseriyle dünya heykeltraşları arasında ilk ona giriyor.


İstanbul’dan sonra Ankara ve İzmir’e gidecek olan sergiyi dolaşırken, baştan sonra başarı, insan sevgisi, kendi tarihine sahip çıkan bir sanatçıyla yüz yüze geliyorsunuz. Gurur duyuyorsunuz.
O gururu ben de taşıyorum, buna rağmen bugün üzgünüm. Bu, bir sergiyi dolaştım, onu yazıyorum, yazısı değil.


Tankut Öktem 5 Aralık 2007’de, rezil bir trafik kazası sonucu aramızdan ayrılıyor.


Aradan üç yıl geçiyor, kazaya neden olan kamyon şoförü, sanki bir insanın, dev bir sanatçının ölümüne yol açmamış gibi, dışarıda serbestçe dolaşıyor. Mahkeme hala sürüyor.


Öktem yaşasaydı, yapacağı heykeliyle o kazayı ve hala alınamayan yargı sonucunu yüzümüze şamar gibi indirirdi.

Hürriyet, Yazı: Yalçın Doğan, 04.12.2010

KAMONDO'NUN ANIT MEZARINA RESTORASYON

 

 

İstanbul'un ünlü Kamondo Merdivenleri'ni yaptıran, Osmanlı Devletini Kırım Savaşı'nda finanse eden banker Abraham Solomon Kamondo'nun anıt mezarı restore edilecek. İstanbul 2010 ajansı tarafından aktarılan kaynakla yapılacak restorasyon bir ahde vefa niteliği taşıyor. 19'uncu yüzyılın ikinci yarısında İstanbul'a damgasını vuran Kamondo ailesi özellikle Beyoğlu'nda kentsel altyapının modernleşmesinde, şehircilik, mimarlık ve kültür yatırımlarında önemli rol oynadı. Aileye ait banka Kırım Savaşı'nda Osmanlı Devleti'ni finanse eden kurumlar arasındaydı. Ayrıca Kasımpaşa'daki Kuzey Deniz Saha Komutanlığı, Galata Residence, Karaköy'deki Saatçi, Latif, Lacivert, Yakut, Kuyumcular ve Lüleci hanlar bu aile tarafından inşa edildi. Ailenin en önemli fertlerinden olan Abraham Solomon Kamondo ise 1873'te Paris'te öldü. Ancak İstanbul aşığı olan Solomon Kamondo, ölümünden önce İstanbul Hasköy'de yaptırdığı anıt mezarına devlet töreni ile defnedildi. Tüm ailesi 2. Dünya Savaşı sırasında katledilen Solomon Kamondo'nun onyıllarca bakımsız kalan mezarı şimdi restore edilecek.

Sabah, Haber: Mesut Er, 03.12.2010

NEREDEN BAKSAN TUTARSIZLIK

 

 

Antik çağdaki adı ile Olimpos Lembos (Nif) dağının eteklerinde bir köy. "Anıt ağaç" olarak tescil edilen bin yıllık çınarları, hemen her köşesinden kaynayan suları, doğal bitki örtüsü ve sebzeleri ile İzmirlinin bir günlüğüne de olsa kaçıp soluk alabildiği bir yer Kaynaklar. Bin yıllık çınarların gölgesindeki çay bahçeleri dolup taşıyor. Onların hemen yanı başındaki köy pazarında, köylü kadınlar kendi ürettikleri meyve, sebze ve yiyecek maddelerini, dağdan topladıkları mantarları, çilekleri, kekikleri satıyorlar.

Köyün eski adı Tahtalı. İzmir'in içme suyu ihtiyacının yüzde 50'ye yakın bölümünü karşılayan Tahtalı Barajı adını bu köyden geçen dereden alıyor. Köy baraj koruma havzası içinde kaldığı için çakılan her çivi için izin almak gerekiyor. Baraj su toplama havzasında, tarihi ve doğal SİT olarak tescil edilmiş, bin yıllık anıt ağaçları bulunan, bir kısmı orman alanı içerisinde görünen köydeki bu koruma önlemleri normal değil mi? Biraz daha sabredip haberin devamını okuyun o zaman..

Köy muhtarı Erhan Şen, (Son yasa değişikliklerinin ardından Buca İlçesine bağlı bir mahalle statüsünü almış) anıt çınar ağacının yanı başında kurulan köy pazarından övgü ile söz ederken, bu pazarın köy kadınlarının hem ekonomik hem de sosyal yönden gelişmesine katkısı olduğunu söylüyor. Pazarda kendi evinin bahçesinde yetiştirdiği meyve, sebzeleri, kendi ürettiği reçel, zeytin ve kekik sularını satan Melahat Gerçer, pazar kurulduktan bu yana evine giremediğini söylüyor. "Dedeyle ben kaldık. Ev daraltıyor bizi. Kendimi buraya atıyorum oğlum" diyor. Muhtar Şen, son yıllarda İzmir'in çöp döküm alanı olarak adı geçen Kaynakların en önemli sorunlarını şu sıra ile sayıyor; "Çöp alanı sorunu, taş ocakları ve altyapı olmaması". İzmir Büyükşehir belediyesi tarihi, doğal SİT, orman arazisi özelliklerine sahip Kaynaklar Köyü'ne 1 kilometre uzaklıkta katı atık döküm ve bertaraf tesisleri yapmak istiyor. Köylülerin yoğun tepkisi ve eylemleri sonucu belediye bu isteğinden geri adım atmış durumda. İzmir'in çöp döküm alanı olarak şu aralar Torbalı'nın Taşkesik Köyü'nün adı geçiyor. Buna rağmen Kaynaklar Köyü'ndeki tesisten de tam olarak vazgeçilmiş değil. Katı atıkların yakılarak bertaraf edildiği bir ünitenin hala burada kurulması planlanıyor. Bu plan gerçekleşirse dünyanın belki de ilk "Sit korumalı çöplüğü" burada olacak!...

Kaynaklar köylüleri geçtiğimiz Pazar günü EGEÇEP yürütme kurulu üyeleri ve Hayat Televizyonu Çepeçevre Yaşam ekibini konuk ettiler. EGEÇEP dernek olarak geçtiğimiz Mayıs ayında Kaynaklar'a yapılmak istenen çöp tesisleri ile ilgili yargı sürecini başlatmıştı. Bölgenin tarihi, doğal yapısı, orman alan vasıfları gibi özelliklerine dikkat çekilen dava dilekçesinde, yürürlükteki birçok yasaya aykırılıklar bulunduğu için projenin iptali isteniyor. Köy muhtarı Şen'in üzerinde en çok durduğu konulardan birisi ise Tahtalı Barajının su toplama havzasındaki köyün kanalizasyonunu olmaması. Bu durumun sadece kendi köylerini değil, İzmir'in sağlığını tehdit ettiğini belirten muhtar, tüm başvurularına rağmen ilgili kurumların köye hizmet getirmemesinin nedenini ise kendisinin "ranta karşı çıkması" nedeniyle olduğu görüşünde. Gerçektende şehir merkezine yarım saat uzaklıktaki doğal güzelliği ile ünlü köydeki tarlalar yüksek fiyatlı arsalar halini almış. Aralarında eski milletvekilleri, belediye başkanları gibi isimlerin de geçtiği birçok kişi için Kaynaklar bugün önemli bir rant paylaşım alanı haline gelmiş.

Muhtar Şen tarihi çınarın da tehlikede olduğunu, içi boşalan çınarın yüksek dallarını taşıyamayacak duruma geldiğini belirterek, hem anıt ağacın korunması, hem de bir kazaya meydan verilmemesi için acil olarak ağacın desteklendiği bir platformun kurulması gerektiğini söylüyor. EGEÇEP'liler Kaynaklar Köyü'nden ayrılmadan çöp tesisi yapılmak istenen alanı da görmek istiyorlar. Alan, köyün yanı başında, zeytinliklerle sınır komşusu olan çukurca bir alanın hemen girişinde bir tabela ile karşılaşılıyor; "Piknik yapmak, ormana girmek, çöp ve moloz dökmek yasaktır"!... Arabaların birinden sanki bu durumu anlatmak istercesine bir şarkı yükseliyor; "Nerden baksan tutarsızlık, nerden baksan ahmakça!..."

Evrensel, Haber: Özer Akdemir, 03.12.2010

TARİHİ BİNALARDA YANGIN YÖNETMELİĞİNE ÖZELLİKLE DİKKAT EDİLMELİ

 

Tarihi Haydarpaşa Tren Garı'nın çatısında meydana gelen yangın, çatı örtülerinde tehlikenin hala devam ettiğini gösteriyor.

 

Çatılarda kullanılan malzemelerin incelendiği taktirde büyük bir kısmının önemli miktarda yanıcı, ya da kolay alev alabilen özelliğe sahip olduğunu kaydeden Tuğla ve Kiremit Sanayicileri Derneği (TUKDER) Yönetim Kurulu Üyesi Ali Osman Özaydemir, "Haydarpaşa Tren Garı yangınında görüldüğü gibi, kullanılan yanıcı malzemeler gözümüzün önünde yapıların yok olmasına neden oluyor. Uyarılarımıza rağmen çatılarda yangın tehlikesi devam ediyor" diye konuştu.

Tarihi binalar başta olmak üzere hiçbir binanın yok olmasını istemediklerini belirten Özaydemir, yetkili kuruluşları göreve çağırarak bu konuda denetimlerin hızlandırılmasını talep ettiklerini söyledi. Özaydemir konuyla ilgili olarak şu bilgileri verdi: "Yangın Yönetmeliği çatılarda yangın güvenliğini sağlayan direktifleri gerektiği şekilde içermektedir. Maalesef bu yönetmeliğe göre denetim yapması gereken kamu kuruluşları yeterli özeni göstermiyor ve çatılar hala çok büyük bir oranda yangın tehlikesi altında. Denetimsizlik sonucunda, çatılarda son derece yanıcı, petrol türevlerinden üretilmiş bitümlü çatı malzemeleri, özellikle de yine yanıcı olan ahşap çatı konstrüksiyonu ile birlikte kullanılmaktadır. Bu durum yangın yönetmeliğine aykırıdır. Yine yönetmeliklere göre, üreticiler tarafından çatı malzemelerinin yanıcılık sınıflarının müşterilerine beyan edilmeleri bir zorunluluktur. Bu nedenle çatı konusunda inşaat yapacak ilgili kimse veya kuruluşların malzemelerin yanıcılık sınıflarına bakarak ve yönetmelik direktiflerine uyarak çatı malzemelerini seçmeleri gerekmektedir. Oysa bu önemli hususlar göz ardı edilmekte ve gelecekte büyük yangın tehlikelerinin oluşma riski artmaktadır. Zaten haberler takip edilirse, her ay çatı yangın haberlerinin arttığı görülmektedir. Yangın yönetmeliğinin bir an önce yetkili makamlarca dikkate alınması, gerekli denetimlerin yapılması durumunda, yangın riskinin en aza indirilmesi mümkün olabilir."

Hürriyet Emlak, 03.12.2010

"ROMA HAMAMINI TURİSTLERE GEZDİREMİYORUZ"

 

 

Ankara Turist Rehberleri Derneği Başkanı Müeyyet Tiritoğlu, yaşanan park sorunu nedeniyle kentin en önemli tarihi eserlerinin bulunduğu Roma Hamamı’nın turistlere gezdirilemediğini belirtti. Tiritoğlu, “Şu anda Ankara’da düzenlenen turların hiçbirine Roma Hamamı alınmaz. Çünkü turistleri gezdiren araçların park yeri yok. Bu tarihi eserleri park sorunu nedeniyle tanıtamıyoruz” diye konuştu.

Başkentte günlük yaşamı olumsuz yönde etkileyen trafik ve park sorunu turistik turları da olumsuz etkiliyor. Kent merkezinde kalan tarihi Roma Hamamı ve Augustus Tapınağı’nın park sorunu ve trafik sorunu nedeniyle Ankara’yı gezen turist gruplarına gezdirilemediği öğrenildi.

Ankara Turist Rehberleri Derneği Başkanı Müeyyet Tiritoğlu da Ulus Çankırı Caddesi bölgesinde yaşanan trafik ve park sorunu nedeniyle yaşanan Roma Hamamı’nın turistlere gezdirilemediğini doğruladı. Roma Hamamı’nın önceleri ziyarete tamamen kapalı olduğunu, son dönemde ziyarete açıldığını anımsatan Tiritoğlu, “Fakat, bu sefer de turistleri taşıyan araçların park edileceği bir yer yok. Ancak ara sokaklara otobüsler park edebiliyor. Ama Anadolu Medeniyetleri Müzesi’ne gelen yolucuları otobüsleriyle biz oraya götürürsek tam bir kaos yaşanır” dedi

Bölgede park yeri olarak düzenlenebilecek alan olduğunu belirten Tiritoğlu, “Ankara şehir turlarında olmazsa olmazlar belli. Anadolu Medeniyetleri Müzesi, Anıtkabir ve Roma Hamamı. Anadolu Medeniyetleri Müzesi ve Anıtkabir’e turist götürebiliyoruz ancak Roma Hamamı ve Augustus Tapınağı’nı gezdiremiyoruz. Bu da ciddi bir eksiklik. Ankara’nın en önemli değerlerinden birini yeterince tanıtamama gibi bir sonuç doğuruyor” değerlendirmesini yaptı.

Benzer sorunların Ankara Kalesi’ne çıkışlarda da yaşandığını belirten Tiritoğlu, kazı çalışmaları süren Roma Tiyatrosu bölgesinden “Kale yokuşuna” tur otobüsüyle çıkılamadığını, araçların çift taraflı park etmeleri nedeniyle sorun yaşandığını söyledi. Tiritoğlu, “Otobüsler hareket edemiyor, mahçup oluyoruz yabancı ziyaretçilere. Bir protokol götürüyoruz, polis indirip yürütmemizi söylüyor. Önemli günlerde Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nde de ciddi park sorunu yaşanıyor” dedi. Tiritoğlu, Cumhuriyet ve Kurtuluş Müzesi’nde ciddi bir “tuvalet sorunu” yaşandığını söyledi. Tiritoğlu, “Yeterli tuvalet yok, gerektiğinde rica minnet personelinkini kullanıyoruz” şeklinde yakındı.

Ankara Valisi Alaaddin Yüksel’in bu anlamda kent için “şans” olduğunu belirten Tiritoğlu, “Ben 25 senedir bu işin içindeyim. İlk defa bir vali bizim fikrimizi sordu bu konuda. Hemen alınan önlemlerden mutlu oluyoruz” diye konuştu.

Cumhuriyet Ankara, Haber: Sertaç Eş, 03.12.2010

TARİHİ HARRAN SURLARI ONARILACAK

 

 

Şanlıurfa'nın konik kubbelli evleri ve tarihteki ilk İslam üniversitesinin kalıntılarıyla bilinen Harran İlçesinin tarihi surlarının onarılacağı bildirildi. İl Kültür ve Turizm Müdürü Selami Yıldız, yaptığı yazılı açıklamada, Kültür ve Turizm Bakanlığının finansmanıyla 4 kilometrelik Harran şehir surlarının rölöve, restitüsyon ve restorasyon projelerinin hizmet alımını yaptıklarını belirtti. Yıldız, şu bilgiyi verdi:

''Projeler tamamlandı ve Şanlıurfa Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Bölge Kurulunda görüşülerek uygun görüldü. Harran Kalesi ile birlikte Harran surlarının onarım işi de Kültür ve Turizm Bakanlığımızın 2011 yatırım programına alındı. 2011 yılında Harran şehir surlarının restorasyon ve çevre düzenleme, uygulama işlerini ihale edeceğiz. Harran Şehir Surları ilk defa kapsamlı bir şekilde onarılacaktır.''
    
   
Elips şeklindeki Harran şehri, bazı kaynaklara göre 8, bazı kaynaklara göre ise 6 adet kapısı, 187 adet burcu olan, kesme taşlardan inşa edilmiş müstahkem bir sur ile çevrilmiştir. Surların dışında yer alan ve günümüzde toprakla dolmuş olan hendeğin eskiden su ile dolu olduğu bilinmektedir. Şehrin güneydoğu köşesinde kesintiye uğrayan surların yerini İçkale tamamlamaktadır. Harran surları günümüzde yer yer yıkılmış olmasına rağmen çepeçevre izlenebilmektedir. Kapılardan sadece Halep Kapısı ayaktadır.

Yapı, 02.12.2010

50 DOLARLIK ÇERÇEVE İLE ZENGİN OLDU

İngiltere’de ismi açıklanmayan bir adam, antikacıdan 50 dolara meşe ağacından yapılma bir çerçeve satın aldı. Şanslı adam daha sonra çerçeve içindeki suluboya resmin 1963 yılında hayatını kaybeden Kanadalı ressam Walter Phillips’e ait olduğunu öğrendi.

 

Resim Kanada’da gerçekleşen açık artırmada 75 bin dolara satıldı. Açık artırmayı düzenleyen Bonhams Müzayede Evi yetkilileri, resmin en fazla 15 bin dolardan satılmasını tahmin ettiklerini açıkladı. 

Habertürk, 03.12.2010

SİDE ANITSAL ÇEŞMEDE 8 SÜTUN AYAĞA KALDIRILDI

 

Antalya’nın Manavgat İlçesi Side antik kent, Anıtsal Çeşme’de (NYMPHAEUM) sonbahar dönemi restorasyon çalışmaları 31 Aralık’ta sona erecek. 2011 yılı bahar dönemi restorasyon çalışmalarına nisan ayında başlanılacağı belirtildi. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü tarafından ekim ayı ortalarında başlatılan restore çalışmalarına ilişkin bilgi veren Arkeolog Altan Algül, tarihi çeşmede alan yönetiminin Sayka inşaat Mimarlık Mühendislik Müşavirlik Limited Şirketi tarafından Tarih Günışığına Çıkıyor (Hıstory Comes Back To Life) projesiyle uygulandığını söyledi.

 

Arkeolog Algül, Anadolu topraklarından ayakta kalan en görkemli tek Roma dönemi çeşmesinin Side Anıtsal Çeşme olduğunu söyledi. Orijinaline uygun hale getirmek için Anıtsal Çeşme’de kuyumcu hassasiyetiyle çalışma yaptıklarını belirten Algül, tarihi yapının tamamen ayağa kalkması çalışmasının 10 yıl sürebileceğini ifade etti. Algül, “Anıtsal Çeşme’de yılda 2 defa çalışma yapıyoruz. Bunlar bahar ve yaz dönemi. Side antik kentinde bulunan ve MS 2. yüzyıl ortalarında yapılan Anıtsal Çeşme Anadolu topraklarında bulunan ve ayakta kalan en görkemli yapıtı. İtalya Roma’da bulunan Anıtsal Çeşme’de MS 3. yüzyılda inşa edilmiş ve model olarak Side örnek alınmıştır. NYMPHAEUM’da 1 yıl içinde 8 tarihi sütunu ayağa kaldırdık. 2011 yılı bahar dönemi çalışmalarında 5 sütunu daha ayağa kaldıracağız. Taş döşeme çalışmalarına başladık. Tarihi çeşmede tarih büyük oranda gün yüzüne çıktı. Tarihi çeşme ayağa kalkınca dünyada ayakta kalan Roma döneminin en büyük çeşmesi olacak. Anıtsal Çeşme restorasyonu dünya kültür mirasını yeniden gün yüzüne çıkarma adına çok önemli çalışma” diye konuştu. Side antik kentinde ilk kazı çalışmasını 1947 yılında İstanbul Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Ordinaryüs Prof.Dr. Arif Müfid Mansel başlattı. Ardından öğrencisi Prof.Dr. Haluk Abbasoğlu ve Prof.Dr. Jale inan 1965 yılına kadar sürdürdü.

Memleket Haber, 02.12.2010

UMURLU'DA TARİHİ ESER KAÇAKÇILIĞI

 

Aydın’ın Umurlu Beldesi’nde, jandarma ekiplerinin düzenlediği operasyonda bir parkta satışa hazır halde çok sayıda tarihi eser ele geçirildi.

 

Edinilen bilgiye göre; Umurlu’daki Çarşı Mahallesi Parkı’nda satış yapılacağı ihbarını alan jandarma ekipleri harekete geçti. Parktaki hareketlerinden şüphelenilen M.H.’nin elinde bulunan poşeti arayan jandarma ekipleri, 1 adet iki parça buhurdanlık, 1 adet bronz obje, 1 adet bronz sikke, 27 adet Osmanlı, Bizans ve Roma dönemine ait sikke, 1 adet taş ağırsak,4 adet bronz kemer tokası buldu. M.H. isimli şahıs mahkemeye çıkarılmak üzere gözaltına alındı. Olayla ilgili soruşturma sürüyor.

Aydın Kent Haber, 02.12.2010


"SENİ YAKACAĞIM EY KOCA İSTANBUL!"

HAYDARPAŞA YANGINI: YANAN SADECE HAYDARPAŞA MI?

 

28 Kasım 2010 Pazar günü Haydarpaşa Garı’nın çatısında başlayan yangın 1.5 saat sürdü. Yangının izolasyon çalışması sırasında meydana gelen bir hata nedeniyle başladığı iddiası üzerinde duruluyordu. 30 Kasım 2010 tarihli Hürriyet Gazetesi’nin haberine göre ise bu ihtimale bir yenisi eklendi: Haydarpaşa Garı’ndaki yangının nedeni çatıdaki izolasyon çalışması değildi ve bu habere göre yangının başlama nedeninin patlayan su borusu olma ihtimali ağırlık kazandı. 01 Aralık 2010 Çarşamba günü NTV’de yayınlanan habere göre, olayla ilgili iki ayrı soruşturma yürütülüyor. Çatıdaki yangının çıkış nedenini Kadıköy Cumhuriyet Savcılığı'nın yanı sıra itfaiye ve TCDD bilirkişi heyeti ayrı ayrı soruşturuyor.

Haydarpaşa Garı’nın yanması ile ilişkili olarak ortaya çıkan tek belirsizlik yangının çıkış nedeni de değil. Haydarpaşa Garı’nın çatı kısmında bir süredir devam eden izolasyon çalışmasının kaçak olduğunu belirten Kadıköy Belediye Başkanı Selami Öztürk’e yanıt Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım’dan geldi. Yıldırım, yapının birinci grup koruma altında olduğunu, bu nedenle de iznin belediyeler tarafından değil, Tarihi ve Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu tarafından verildiğini belirtti.

Öte yandan, Haydarpaşa Garı’nın yanması ise Gar ve çevresi için söz konusu olan dönüşüm projesini yeniden akıllara getirdi. Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım’ın, yapınan yanan kısımlarının orijinaline uygun olarak en kısa zamanda yeniden yapılacağına dair verdiği sözün ardından bir açıklama da Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’dan geldi. Günay, Haydarpaşa Garı'ndaki yangının, eski yapının yerine yenisini yapmak için çıkarıldığı yönündeki spekülasyonlara yönelik olarak, ''Bugünkü yasal mevzuat karşısında çok şükür ki bu imkansız'' dedi.

Peki kamuoyunun bir kesimi ile bazı kurum ve kuruluşlar neden Haydarpaşa Garı’nda çıkan yangının kasıtlı olabileceğini düşünüyor? Cevap süphesiz, daha önce de sıklıkla gündeme gelen ‘Haydarpaşa Garı ve Liman Dönüşüm Projesi’ne işaret ediyor.

Yapı, 01.12.2010

 

******


YANGINDAN ÜÇ AY ÖNCE

 

 

Haydarpaşa Garı, bundan 102 yıl önce bir ağustos gününde ilk kez kapılarını açmıştı. Aradan geçen uzun senelerde onca olaya tanıklık etti, milyonlarca yolcu taşıdı, sanatsal etkinliklere, politik eylemlere sahne oldu. Geçen hafta çatısı yanan ve tahrip olan Gar, şimdi bir süreliğine sessizliğe büründü... 3 ay önce, özel izinle Haydarpaşa Garı'nı çatı katından dehlizine gezen ve fotoğraflayan Kadıköy Gazetesi ekibi, izlenimlerini AKŞAM Cumartesi ile paylaştı.

 

Haydarpaşa Garı yandı... Elbette ki ve neyse ki her yeri değil! Sadece çatısı... Ancak Haydarpaşa kadar görkemli ve önemli bir yapı ise söz konusu olan yüreklerin cız etmemesi mümkün mü?

Size bu yazıda uzun uzun yangının nasıl ve neden çıktığını, sonrasında neler yaşandığını ya da bundan sonra ne olacağını anlatmayacağız. Haydarpaşa'nın daha önce hiç görmediğiniz fotoğraflarını göstermek, daha önce hiç girmediğiniz bölümlerini anlatmak istiyoruz. Bundan 3 ay önce, sıcak bir ağustos günü gar binasını ziyaret etmiştik Gazete Kadıköy olarak. Çünkü 19 Ağustos 1908 tarihi, Haydarpaşa'nın hizmete girdiği gündü. Bu ziyaretten bir süre sonra yanacağını bilmediğimiz yerleri gezmiş, fotoğraflamıştık. Gezimizde bize Haydarpaşa Gar Müdürü Orhan Tatar rehberlik etmişti. Şimdi sizi o yazıyla baş başa bırakıyoruz...

 

Koskoca Haydarpaşa'yı nereden anlatmaya başlamalı ki... En iyisi gar binasını da, bizim Haydarpaşa'yı yeniden keşfedişimizi de en baştan anlatalım. Ağustos ayı, 102 yıl önce sadece İstanbul için değil tüm Türkiye için önemli bir ana tanıklık etmişti. Zira İstanbul'un Anadolu'ya ve Orta Doğu'ya açılan ilk kapısı (garı) olan Haydarpaşa Garı, 19 Ağustos 1908 yılında hizmete açılmıştı. Gar binası inşaatına devrin Osmanlı Padişahı II. Abdülhamit (1842-1918) döneminde 30 Mayıs 1906 tarihinde başlanmış ve  19 Ağustos 1908 tamamlanarak hizmete girmiş. Binanın bulunduğu sahaya, Selimiye Kışlası'nın yapımında büyük emeği geçen padişah III. Selim'in paşalarından Haydar Paşa'nın adı verilmiş ve bundan sonra bu yere yapılan bina da bu adla anılagelmiş.


Binanın inşaatı Anadolu-Bağdat Şirketi adı altındaki bir Alman şirketi tarafından gerçekleştirilmiş. Ayrıca şirketin genel müdürlüğünü yapmakta olan Hüknen ismindeki bir Alman'ın teşebbüsüyle garın önüne bir mendirek inşa edildiği gibi Anadolu'dan gelecek ve Anadolu'ya gidecek vagonların ticari eşyasını tahmil ve tahliye (yükleme-boşaltma) edebilecek kudrette tesisler ve silolar da yapılmış. Binanın mimari projesi safhasında çok çeşitli etütler yapılmış ancak iki Alman mimarı olan Otto Ritter ve Helmuth Conu tarafından hazırlanan proje yürürlüğe girmiş. İnşaat sırasında projede bazı değişiklik ve sadeleştirmeler yapılarak bugünkü halini almış.


Binanın inşaatında Alman ustalar ile birlikte İtalyan taş ustaları da çalışmış. Gar binası başlangıçta 2 bin 525 metrekare alana kurulmuş ve bugünkü kapalı kısımları ile birlikte 3 bin 836 metrekarelik bir alana yayılmış. Neo-Klasik Alman Mimarisi stilinde yapılan bina, her biri 21 metre uzunluğunda 1100 adet suya karşı izole edilmiş ahşap kazık üzerine inşa edilmiş. I. Dünya Savaşı'nda Anadolu'ya sevk edilmek üzere gar binasında depolanan cephaneler, 6 Eylül 1917 günü yapılan bir sabotaj sonucu infilak ederek büyük bir yangın çıkarmış, garda harekete hazır bekleyen ve gara girmekte olan cephane ve asker dolu çok sayıda vagon da bu arada yok olmuş. Bu sabotaj sonucu binanın çatısı imha olmuş ve diğer bölümleri de hasara uğramış. Bu hasar akabinde yapılan bazı onarım ve değişikliklerle gar binası ve çatısı bugünkü görünümünü almış.
15 Kasım 1979 tarihinde, Haydarpaşa mendireğinin biraz açığında akaryakıt yüklü 'Independenta' adlı tankerin diğer bir gemi ile çarpışması sonucu meydana gelen şiddetli patlama ve hararetten binanın, Alman Linneman usta tarafından yapılmış olan çok değerli kurşunlu vitrayları hasara uğramış. Bu olaydan sonra derhal aslına uygun olarak onarılmış.


Gar binası 1976 yılında geniş çapta onarıma alınarak 1983 yılı sonunda dört dış cephe ile iki kulenin restorasyonları tamamlanmış.

 

Haydarpaşa'nın bugününe dönecek olursak, Haydarpaşa Gar Müdürü Orhan Tatar'ın rehberlik ettiği gezimize, TCDD 1. Bölge Müdürlüğü tabelası yazan, Haydarpaşa'nın yolcuların giremediği idare yerinden başlıyoruz. Hemen girişte bizi süslü bir detay karşılıyor. Kırmızı halılarla kaplı mermer merdivenlerin tırabzan başlarındaki heykelcikler. Aslana da kuşa da benzeyen bu 2 minik eserin detayını tam öğrenemesek de bizi heyecanlandırmaya yetiyor. Ağır ağır basamakları çıkıyoruz. Bir yandan da ilk kez girdiğimiz bu tarihi binayı iyice gözlemlemeye çalışıyoruz. Ben hafızama kaydediyorum, Sinem Tezer de fotoğraf makinesine.  Asma kat ve üstteki diğer 3 kat, tamamen müdürlüklere ayrılmış durumda. 1. Bölge Müdürü Hasan Gedikli, müdür yardımcıları ve toplamda 26 olan diğer müdürlüklerin odalarını görüyoruz. Kırmızı halı kaplı koridorlar çok uzun ya da ilk kez buraya girdiğimizden bize öyle görünüyor. Sağlı sollu sıralanmış onlarca oda, bu odalarda çalışan yüzlerce görevli. 729'u memur, 440'ı işçi olmak üzere toplam bin 169 personel hizmet veriyor. Duvarlar, genelde buharlı tren resimleriyle kaplı, kat aralarındaki pencerelerden görülen muhteşem manzaraya kaçamak bakışlar atıp gezimizi sürdürüyoruz. Katların birinde duvarda camekan içinde bir gazete görüyoruz Cer Gazetesi... Orhan Tatar bilgi veriyor; 'Bu, çok eskiden yayınlanan bir gazeteymiş. Cer kelimesi çeken-çekilen demek. Vagonların çekilmesi anlamında. Zaten burada Cer Müdürlüğü diye bir birim de var.'


Gar binasının ana damarlarından biri olan Sinyalizasyon Kumanda Merkezi'nin kapısındayız şimdi de. Görevli olmayan giremiyor buraya zira bu odada yapılan işlemler trenlerin bir anlamda kaderini belirliyor! Görevliler bize, buradan Haydarpaşa-Arifiye (Sakarya) arasındaki 130 kilometrelik tren yolunun sinyalizasyonundan sorumlu olduklarını söylüyorlar. Sürekli farklı renklerdeki ışıkların yandığı büyük bir panel önünde çalışan görevliler, günlük 180'e yakın trene yol gösteriyor, sinyal veriyor, makasları değiştiriyorlar. Bu bölüm çok ilgimizi çekse de anlatılan teknik terimleri tam kavrayamadığımızdan, biraz da görevlilerin dikkatlerini dağıtmayalım diye odadan çıkıyoruz.

 

Binadaki son durağımız ise balkon. Hani aşağıdan, o heybetli yapıya bakınca deniz tarafında görülen o balkon. Kapıları kilitli olan ve özel izinle girilebilen bu bölüme, Orhan Bey ile 'Oval Ofis'ten geçerek giriyoruz. Bu oda, devlet görevlilerinin ağırlandığı oda olduğundan bu ad ile anılıyormuş. Ve işte balkondayız. Metrelerce yükseklikteki bu balkondan görülen manzaranın nefes kesiciliğini ifade etmeye kelimeler yetmez. Zaten sizler de sayfamızdaki fotoğraflardan anlayacaksınız.


Binadan çıkmadan önce bir de zemin kata göz atalım istiyoruz. Sığınağa giden okların yer aldığı bu kattaki duvarları, siyah-beyaz Haydarpaşa resimleri süslüyor, bir de yıllardır değiştirilmediği belli olan, her haliyle nostalji kokan 'Vazifelilerden başkası giremez' yazısı. Zaten binanın bu kısmında uyarı ve ikaz levhaları nedendir bilinmez ama pek değiştirilmemiş, Sivil Savunma ve Yeşilay afişlerinde eski Türkçenin sözcüklerini ve ifadelerini bulmak mümkün

 

Binanın katlarını gezdikten sonra aşağıya iniyoruz bu kez de. Haydarpaşa sadece yönetim yeri ve trenlerin hareket ettiği platformlardan oluşmuyor elbet.  Atatürk'ün 'ı Demiryolları refah ve umran tevlid eder'ı (Demiryolları bolluk, uygarlık, ilerleme meydana getirir) yazılı büstünün bulunduğu geniş alanda, platformların yanı sıra polis noktası, PTT, bekleme salonları, büfe, berber ve elbette ki ünlü Gar Lokantası bulunuyor. Başlı başına ayrı bir yazı konusu olduğu için bu lokantayı şimdilik adını anarak geçiyoruz. Nazım Hikmet'in 'Haydarpaşa Garı'nda 1941 baharında saat on beş. Merdivenlerin üstünde güneş yorgunluk ve telaş' dizelerine ilham veren o meşhur merdivenlerin tepesinden bakıyoruz; ünlü mimar Vedat Tek'in eseri olan Haydarpaşa Vapur İskelesi'ne, 1700'lerden kalma ilk buharlı lokomotife, trene binen, trenden inen, tren bekleyen yolculara...

 

Haydarpaşa Gar Müdürü Orhan Tatar, Haydarpaşa Garı'nda yıllarca çeşitli görevlerde bulunmuş. 2 yıldır da Gar Müdürlüğü yapıyor. Tatar'ın verdiği bilgilere göre Haydarpaşa Garı'ndan günlük 4 Eskişehir, 4  Ankara, 1 Kars, 1 Konya, 1 Tatvan ve 1 Adana olmak üzere gidi -dönüş toplam 24 anahat treni işliyor. Haydarpaşa-Adapazarı-Haydarpaşa hattında12 gidiş, 12 dönüş, Haydarpaşa-Gebze-Haydarpaşa arası 60 gidiş 60 geliş olmak üzere 120 banliyö treni işliyor. Yani 168 adet yolcu treni hizmet veriyor. Haydarpaşa-Adapazarı arasında bir günde seyahat eden yolcu sayısı da 1100-1120 arasında.

Akşam, 04.12.2010



*******


HAYDARPAŞA'YA ZARAR GÖRMEMESİ İÇİN HAVADAN MÜDAHALE EDİLMEDİ

 

Haydarpaşa Tren Garı yangını sonrası 'Neden havadan uçaklar müdahale etmedi?' sorusuna uzmanlar, "Eğer bina gözden çıkarılmışsa ve çevresi kurtarılmak isteniyorsa havadan söndürme yapılabilir, onun haricinde bir binaya uçakla su boşaltmak doğru değil." açıklamasında bulunuyor.

O gün uçaklar hazır bekletilmesine karşın, havadan basınç oluşturacak şekilde suyun boşaltılmasının binaya büyük zarar verebileceği söyleniyor.

Zaman, 05.12.2010

 

******


HAYDARPAŞA İÇİN SUÇ DUYURUSU

 

Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi, tarihi Haydarpaşa Garı'nda meydana gelen yangınla ilgili suç duyurusunda bulundu. Şube Yönetim Kurulu Sekreteri Sami Yılmaztürk, Kadıköy Adliyesi'ne dilekçe verdikten sonra gazetecilere şunları söyledi: "Mimari ve inşai nitelikleri ile yaşayan dünya endüstri mirasının nadide örneklerinden biri olan Haydarpaşa Garı'nın çatısını tamamen tahrip eden yangının saat 14.30'da çıktığı İstanbul halkının tanıklığı ile tespit edilmiş iken, yangının başlama saati neden 15.30 olarak açıklanmıştır? Bu açıklama yangına yetersiz ve geç müdahalenin bir mazereti olarak mı kullanılmaktadır. Garda bir ay önce de yangın riski yaşanmışken önlem alınmamasındaki ısrarın nedeni nedir? Yangından bir gün önce gece 01.30'a kadar binada kimler çalışmıştır? Niçin mesai saatleri dışında yapılmıştır. Kimler talimat vermiştir."

Öte yandan, TCDD Haydarpaşa Liman İşletme Müdürlüğü, garın mevcut kamera güvenlik sistemine 12 adet kamera eklenmesi için 15 Aralık tarihinde yapılmak

Sabah, Haber: Gülcan Demirci, 07.12.2010

 

******


HAYDARPAŞA KISA DEVRE YAPTI, İŞÇİNİN SUÇU YOK

 

Tarihi binadaki yangının raporuna AKŞAM ulaştı. İstanbul Büyükşehir Belediyesi'ne bağlı İtfaiye Müdürlüğü'nün hazırladığı rapora göre yangının kaynağı 'döşeme üstünde bulunan elektrik kablolarının ek noktalarının zarar görmesi, ıslanması nedeni ile meydana gelen kısa devreden veya ark yani iki iletkenin tam temas etmemesi nedeniyle birinden diğerine sürekli elektrik sıçraması'. Raporda orta kısımda başlayan yangının fark edilene kadar iki kule arasındaki boşluğa tamamen yayıldığı, yangın esnasında çatıdaki tesisatta elektriğin kesilmediği tespit ediliyor.
 

Raporun sonuç kısmında yangının çıktığı nokta ile çıkış kapıları arasındaki uzaklığa dikkat çekiliyor ve 'O bölgede herhangi bir işlemden dolayı çıkacak yangının çalışanlar tarafından fark edilmemesi mümkün görülmemektedir' deniyor.


İtfaiye mevcut durumu şöyle tespit ediyor: Çatı zemini, volta döşeme üzerine bazı noktalarda dört katı bulabilen yalıtım malzemesiyle kaplı. Üçüncü katın elektrik tesisatı çatı zeminindeki volta döşeme üzerinden yapılmış. Elektrik boruları ve kablo ek kutuları beton ve yalıtım malzemesi ile kaplı. Çatı arasında aydınlatma tesisatı yok. Bazı elektrik cihazlarının besleme kabloları çatı içerisinden çekilmiş. Çatı arasında birden fazla klima dış ünitesi var. Çatı taşıyıcıları çelik ve üstü ahşap kaplı. Çatı örtüsü olarak çoğunlukla arduaz taşı, bakır ve kurşun levha kullanılmış.'


İTÜ Öğretim Üyesi ve Yangın Araştırma Merkezi Müdürü Prof.Dr. Abdurrahman Kılıç, raporu AKŞAM'a yorumladı: Rapor bize yangının, çatıdaki çalışma sırasında, uygulanan izolasyon işinden kaynaklanmadığı söylüyor. Elektrik kabloları ıslanarak zarar gördüyse su orada ne arıyor? O gün yağışlı değildi. Eğer ark ise gevşek bağlantı vardır. Bu durumun açıkça ifade edilmesi gerekiyor. Bu gibi çatı yangınlarında sonucu bir tek nedene bağlamak ancak müneccimliktir. Çok iyi araştırma yapılması gerek.


ALEVLİ RAKAMLAR
Haydarpaşa'daki yangın saat 15:23'te başladı
İtfaiye 6 dakika sonra müdahale etti
Yangını söndürmek için bin 200 ton su harcandı
Yangına müdahele eden 3 itfaiye görevlisi yaralandı


HASARIN DÖKÜMÜ
Bina çatısının 2 kule arasında kalan kısmı, kuzeybatı kulesinin yaklaşık 20 metre doğrusuna kadar olan çatı kısmı, güneybatı kulesinin doğu istikametinde yaklaşık 18 metrelik kısmı tamamen yandı. Çatının diğer kısımları hararetten ve ıslanarak tahrip oldu. Kulelerin çatı seviyesinin üstündeki kısmı kısmen deforme oldu. Bina içi, avlusu ve peronlar da ıslanmanın etkisiyle zarar gördü. Raporda tahmini zararın bilirkişi tarafından tespit edilmesi gerektiğinin altı çiziliyor.

Akşam, Haber: Nebahat Koç, 09.12.2010

 

******


HAYDARPAŞA GARI'NDAKİ YANGININ NEDENİ BELLİ OLDU

 

Haydarpaşa Garı`nda 28 Kasım 2010 tarihinde meydana gelen çatı yangını konusunda, İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) İtfaiye Müdürlüğü tarafından hazırlanan raporda, yangının elektrik tesisatında meydana gelen kısa devreden kaynaklandığı belirtildi.

 

AA muhabirinin aldığı bilgiye göre, konuya ilişkin İBB İtfaiye Müdürlüğü raporunda, Haydarpaşa Garı`nın çatı yangınının nedeninin elektrik tesisatında meydana gelen kısa devre olduğu bildirildi.

Öte yandan TCDD Genel Müdürlüğü tarafından yangın sonrasında başlanan enkaz kaldırma ve genel temizlik çalışmaları tamamlanarak ve kış şartları göz önünde bulundurularak binanın olası hava şartlarından zarar görmemesi için geçici çatının yapımı 8 Aralık 2010`da ihale edildi. Çatının inşaa çalışmalarına 13 Aralık 2010 Pazartesi günü başlanacak ve onarım 20 gün içerisinde tamamlanacak. Geçici çatı için 5 Nolu Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu`dan (KTVKK) ve İBB Koruma Uygulama Denetim Başkanlığı`ndan (KUDEB) izin alındı.

Diğer taraftan, yanan çatıda hasar görerek kullanılamaz hale gelen malzemeler, tek tek fotoğraflanarak İTÜ görevlilerince arşiv oluşturulacak.

Haydarpaşa Gar binasının yeniden onarımı için başta TCDD Genel Müdürlüğü olmak üzere KTVKK ile İTÜ Mimarlık Fakültesi ile işbirliği çerçevesinde rölöve, restitüsyon ve restorasyon proje raporları ile binanın yapısal ve dış kabuk kapsamındaki raporlar hazırlanacak.

Binanın giriş holü ve dış çevresine yönelik ``çekim merkezi`` alternatif projeleri geliştirilecek, uygulamalara yönelik proje ihale dosyaları ve idari şartnameler hazırlanacak ve binanın dış cephe aydınlatması yeniden yapılacak.

Zaman, 11.12.2010

 

******


GEÇİCİ ÇATIYLA GAR'A KAR ÖNLEMİ

 

İstanbul'un giriş kapısı Haydarpaşa Garı'nda 12 gün önce çıkan yangının izlerini silmek için çalışmalar başlatıldı.

 

Elektrik tesisatındaki kısa devreden kaynaklandığı tespit edilen yangının enkaz kaldırma çalışmaları tamamlandı. TCDD, binanın kar koşullarından zarar görmemesi için geçici çatının yapımına 13 Aralık'ta başlayacak. Onarım 20 günde bitecek. Hasar görerek kullanılamaz hale gelen malzemeler, tek tek fotoğraflanarak İstanbul Teknik Üniversitesi görevlilerince arşiv oluşturulacak.

Akşam, 11.12.2010

KATKI




HAYDARPAŞA’NIN ÇATISINI TANITIM FİLMİNDEKİ HAVAİ FİŞEKLER Mİ YAKTI?


İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti’nin son tanıtım filmini gördünüz mü?


Film, küçük bir kız çocuğunun sabah yatağından kalkarak penceresinden sokağa bakmasıyla başlıyor...





Ve bir slogan: “İstanbul 2010 yılında her anlamda Avrupa’nın kültür başkenti oldu”.

İstanbul’da hummalı bir çalışma... Ellerine bayrak tutuşturulmuş çocuklar, tarihi binalara ve yüksek gökdelenlere bilgisayar animasyonu kullanılarak yansıtılan çeşitli sahne gösterileri...





Motorsikletli genç, bir taksi şöförü, otobüsteki balık istifi İstanbullular, şehir hatları vapurundaki vatandaşlar, hepsi ama hepsi, yüzlerinde hiçbir şey anlamadıkları belli olan bir ifadeyle modern dansçıları, semazenleri ve daha birçok gösteriyi sözde hayran hayran izliyor...







Oysa İstanbul’un 2010 kültür başkenti seçildiği 13 Kasım 2006 yılından bu yana köprüden çok sular aktı... Önce sadece bir sivil toplum girişimi olarak başladı sonra her şey baş döndürücü bir hızla akıp gitti...Hemen hazırlıklara başlandı... Kanun çıktı, hükümet parayı verdi, 2010 Kültür Başkenti ajansı kuruldu, hedef belirlendi, cepler şenlendi!

İstanbul'un adı, 2006 yılından itibaren tüm dünyada kültür ve sanatla anılacaktı. Kentsel dönüşüm, şehircilik, çevresel ve sosyal anlamda kalıcı kazanımlara kavuşacaktı. Kültür varlıklarımızın korunacağı ve sergileneceği yeni müzeler kurulacaktı, tarihi binalar yenilenecek ve yeni işlev kazandırılarak halka açılacaktı. Kültür sanat aktiviteleri en üst seviyeye çıkartılacak halkın katılımı için çeşitli önlemler alınacaktı... İstanbullular kentlerinin güzelliği ve sahip olduğu değerleri keşfederken böyle bir kentte yaşadıkları için gurur duyacaklardı. Bu çerçevedede İstanbul'un tanıtımına ve marka haline gelmesine olumlu katkı sağlanacaktı...

Ajansın faaliyet raporlarına göre başlangıcından bugüne kadar 320 milyon TL harcandı. Bu paranın 142 milyon TL’si projelere gitti (Bir tanesi aklınızda kaldı mı?). 61 milyon TL’si ise tanıdık ajanslara boca edilerek İstanbul’un tanıtımı yapıldı.

Bütün bu veriler ışığında İsterseniz şöyle bir sokağa çıkalım ve herhangi bir kültür başkentli vatandaşa soralım... Avrupa Kültür başkenti oldu olalı hangi İstanbullu geçmiş yıllarına oranla, özellikle bu yıl izlediği kültür sanat aktivitelerini ne kadar arttırdı?...

Tabii 16 Ocak 2010 günü yapılan ve binlerce İstanbullunun izlediği açılışı saymazsak... Görkemliydi görkemli olmasına da, ancak tarih boyunca üç imparatorluğa ev sahipliği yapmış bir şehrin büyük kutlaması: popüler şarkıcıların konserleri ve milyonlarca lira harcanarak gökyüzünü gece vakti gündüz gibi aydınlatan havai fişek gösterileriyle kalacak kadar sığ mı olmalıydı...

Her neyse filmde bir de turist olarak geldiği şehri fotoğraf arşivine eklemek için var gücüyle denklanşöre basan Koreliyi ve Avrupalı oldukları her halinden belli olarak şehirde dolaşan turistleri de görüyoruz...





Oysa bir başka istatistik bu görüntülerin de gerçek olmadığını ortaya koyuyor. Nasıl mı?: Resort Dergisi’nde yer alan rakamlara göre 2009 yılının ilk 10 ayında İstanbul, 6 milyon 370 bin yabancı turist ağırlamış; oysa 2010 yılında “Avrupa’nın Kültür Başkenti” İstanbul’a 5 milyon 940 bin yabancı turist geldi.

Üstelik 2010 yılında İstanbul’a gelen yabancı turist yapısı da değişmiş... Bu yıl Almanya’dan gelenlerde yüzde 19, İngiltere’den gelenlerde yüzde 15, Fransa’dan gelenlerde yüzde 12, İspanya’dan gelenlerde yüzde 10 azalma kaydedildi. Anlaşılan o ki, İstanbul’un 2010 yılı için “Avrupa’nın Kültür Başkenti” olarak tanımlanması bir şans idi. Bu şansı kaçırdığımız için Avrupa kültür başkentim, alış veriş merkezlerine dolan Ortadoğulu turistten başka bir şey görmedi...

Ve filmde kullanılan son görüntü onarım ruhsatı olmadan, AKP Kadıköy teşkilatı eski başkanı İhsan Kaboğlu’na ait İFORT Grup Dijital İnşaat ve Temizlik Hizmetleri Şirketi’nin beceriksizliği nedeniyle, 28 Kasım 2010 günü çatısı alev alev yanan Haydarpaşa Tren Garı’nın artık yalnızca arşivlerde kalan eski görüntüsü ve “İstanbul böylesine kültür ve sanat dolu bir yıl yaşamamıştı” cümlesiyle bitiyor. Umarız bir daha da yaşamaz!







Filmi hangi yapım şirketi hazırladı, hangi yöneticiler yayınlatmaya/yayınlamaya karar verdi(rildi) bilemiyoruz ama; film bir kez daha, kültür ve sanat alanında önemli isimlerin dayanamayıp ayrıldığı, defalarca yönetim kurulları ve başkanlarının değiştiği, Kültür Bakanlığı'nın bile bir aşamada tüydüğü Kültür Başkenti Ajansı’nın yönetimindeki uyumsuzluk, sığlık ve acemiliği gözler önüne seriyor...

Dileriz ki bu tanıtım filmi, tacını birkaç haftaya bir başka şehire devretmeye hazırlanan İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti’ne yaşatılan son deprem olsun...

Selma Demirkol, 11.12.10


RESTORAN SAHİBİNDE TARİHİ ESER

 

Bir restoran sahibinin evinde paha biçilemez değerde tarihi eserin olduğu bilgisi mali polisi harekete geçirdi.

 

K.P”nin Bağlarbaşı Mahallesi'ndeki evindeki aramada Roma dönemine ait mermerden yapılmış ”Adak Steli” ele geçirildi. 45×75 santim büyüklüğünde, üzerinde 2 erkek, 1 kadın ve 1 hizmetli ile masa kabartmaları olan paha biçilemez tarihi eserin Roma döneminde ölen bir imparator adına eşi tarafından yaptırıldığı öğrenildi. K.P, “2863 Sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanununa Muhalefet” suçundan sevk edildiği adliyeden serbest bırakıldı.

Bursa Olay, 01.12.2010

Ephesos (N. Geographic, Ocak)
...1920





.. TAY Projesi . Kuruçeşme Cad. 67/B
34345 Kuruçeşme İstanbul
Tel: 0 (212) 265 7858 - Faks: 0 (212) 287 1298
e.posta: info@tayproject.org

Copyright©1998 TAY Projesi