Her yıl olduğu gibi bu
yıl da geçtiğimiz yıla göz atmak istedik. 2005 Nisan
ayından bu yana 16 binden fazla haber derledik. 2010
yılı için ise haber sayımız 3 bine yakın.
2010 hareketli bir
yıldı. Bunun en önemli nedeni tabii ki İstanbul’un
Avrupa Kültür Başkenti olmasıydı. Bu konuda yapılan,
yapılamayan, yapılsa da iyi olup olmadığı tartışılır
işlerin yanı sıra her zamanki gibi kaçak kazılar,
Koruma Kurulu kararları, UNESCO’nun İstanbul
hakkında vereceği karar, Allianoi, Hasankeyf, AKM,
biten/bitmeyen restorasyonlar, gelen sergiler,
fiyatlarıyla dudak uçurtan müzayedeler, arkeolojik
kazılar, müzelerdeki uygulamalar gibi konular
gündemi hayli meşgul etti.
Basına yansıyanlar
arasında derleme esnasında yakalayabildiğimiz kaçak
kazı rakamı bu yıl da aynı, 200 civarında.
Aralarında hayli ilginçler var: Datça'daki antik
Knidos kentinde kaçak kazı yapan define avcısını,
internet kafede düşürdüğü flash bellek ele verdi.
Beykoz'da, altın bulmak için olmadık yöntemlere
başvuran define avcılarının son hedefi ise 3 asırlık
çınar ağacı oldu, defineciler, ağacın için oyarak
altın aradı. Hatta kazdıkları tünele ilk kimin
gireceği tartışması yüzünden yakalananlar da olduğu
gibi define uğruna hayatını kaybedenler de vardı.
Kaçak kazıdan Zeugma ve Selimiye Camii avlusu da
nasibini aldı.
Ancak, kaçak kazılar
nedeniyle ortaya çıkan birkaç güzel buluş da oldu.
Bunlardan birinde, define avcılarının yaptığı kaçak
kazılarla ilgili incelemelerde bulunmak üzere
Ankara'nın Şereflikoçhisar İlçesi’nde çalışmalar
başlatan Anadolu Medeniyetleri Müzesi'ne bağlı
arkeologlar, tesadüf eseri Roma dönemine ait "Parnassos
antik kenti"ne ait kalıntılara ulaştı. Ayrıca,
Muğla'nın Milas İlçesi'nde kaçak kazı sırasında Kral
Mausolos'un babası Hekataios'a ait olduğu tahmin
edilen mezar ortaya çıkarıldı. 2 metre 75 santim
uzunluğunda, 2 metre 15 santim genişliğinde 1 metre
85 santim yüksekliğinde devasa ve birinci sınıf
mermer işçiliğiyle dört yüzü birden kabartmalarla
işlenmiş olan oda mezar günümüzden 2400 yıl önceye
ait.
Tarihi eser kaçakçıları
ile mücadele yıl boyu sürdü. Maddi değerleri çok
yüksek, manevi değerlerini ise ölçemeyeceğimiz
sayısız, sikke, ikona, haç, Kur’an, tablo, pişmiş
toprak eserler, mühürler, 'Karun Hazinesi'nin bir
parçası olduğu tespit edilen kolye, heykeller, cam
objeler, kandiller, mozaikler, çeşitli süs eşyaları,
mezar taşları, sütun parçaları ele geçti.
Bu yıl tarlalardan ve
inşaat alanlarından adeta tarih fışkırdı.
Gaziantep'in Nizip İlçesi'nde bir inşaat alanında
yapılan kazıda, 4. yüzyıl Bizans dönemine ait taban
mozaikleri; Mersin'in Mut İlçesi'nde bir inşaatın
temel kazısı sırasında bir lahit mezar; Denizli
Belediyesi'nin "Yüzyılın Dev Altyapı Projesi" adını
verdiği çalışmalar sırasında, Mimar Sinan
Caddesi'nde 15. yy Osmanlı dönemine ait bir su
şebekesi; Uşak Belediyesi'nin Elmalıdere
Mahallesi'nde yapmayı planladığı halk ekmek
fırınının temelinden Roma dönemine ait mezar;
Adana'nın Yumurtalık İlçesi'nde, yağmur sularının
toprağı aşındırması sonucu antik çağa ait olduğu
tespit edilen taban mozaiği; Eskişehir'in Mahmudiye
İlçesi'nde yaşayan bir çiftçi tarafından Roma
dönemine ait 4 heykel; Bodrum'daki Antik Tiyatro
önünde, arkeologlar gözetiminde gerçekleştirilen
"Bodrum Yarımadası İçme Suyu Projesi" kapsamında
yapılan kazı çalışmaları sırasında tiyatroya ait
olduğu tahmin edilen mimari bloklar; Yalova
Belediyesi tarafından Yalı Caddesi üzerinde
sürdürülen kanalizasyon hattı kazı çalışmaları
sırasında 1820 yılına ait mezar taşı; Amasya'da bir
inşaatın temel kazısı sırasında "Geç Roma dönemine"
ait olduğu belirlenen 6 mezar; Erzincan merkeze
bağlı Kavakyolu Belediyesi tarafından yapılan
kanalizasyon çalışması sırasında, bir küpün
içerisinde, Osmanlı erken dönemi veya Selçuklular
dönemine ait olduğu sanılan seramikten 28 parça
testi, tabak ve kaseler; Kütahya'nın Emet İlçesi'nde
yol yapımı çalışmalarında Roma dönemine ait olduğu
düşünülen bir tünel; Çorum'un Ortaköy İlçesi'nde yol
genişletme çalışması sırasında Bizans dönemine ait 4
küp; Edirne'de bir çiftçi tarafından Geç Roma
Dönemi'ne ait olduğu sanılan mezar; İznik'e bağlı
Elbeyli beldesinde bulunan bir tarladan, Bizans
dönemine ait bin 600 yıllık mezar; Bartın'ın Amasra
İlçesi'nde sürdürülen yol genişletme çalışmaları
sırasında Roma dönemine ait olduğu tahmin edilen 3
lahit kapağı parçası; Aydın'ın Bozdoğan İlçesi'ne
bağlı Yazıkent Beldesi'nde iş makineleri ile çevre
düzenlemesi yapan belediye ekipleri tarafından Lidya
dönemine ait oda mezarları ortaya çıkarıldı.
AKM tartışması bu yıl da
kesintisiz sürdü. Hatırlarsanız, yapılması planlanan
değişiklikleri yerinde bulmayarak durduran İstanbul
9'uncu İdare Mahkemesi, 16 Aralık'ta projeyi iptal
etmişti. Apar topar bir yenileme projesi hazırlandı
ve kuruldan geçirildi ancak, Kültür Sanat ve Turizm
Emekçileri Sendikası, yenileme projesinin hukuka
aykırı olduğu gerekçesiyle iptali istemiyle dava
açtı. İş, inatlaşmaya döküldü, konu tamamen siyasi
bir sorun haline getirildi. Ancak, olan sadece
sanatsever İstanbulluya oldu. AKM’nin bekleyecek
zamanı kalmadığının biri farkına varacak mı yoksa
bırakalım kendi kendine çöksün mü, 2011’de
göreceğiz.
Hasankeyf’te sular
durulmadı. Diyarbakır 2'nci İdare Mahkemesi
kamulaştırmayı iptal edince bir oh çekildiyse de
İptal kararının, Hasankeyf'in taşınacağı yeni
yerleşim bölgesinin yalnızca yüzde 1'ini kapsadığını
belirten DSİ yetkilileri çalışmalarına devam etti.
Avrupalı bankaların desteğini çekmesi bir işe
yaramadı, gereken finans Türk bankalarından
sağlandı. Kurtarma kazıları devam etti, davalar
açıldı, yeniden bilim kurulları oluşturuldu, yeniden
imzalar toplandı derken halk yavaş yavaş yeni
Hasankeyf’e taşınmaya da başladı.
Hasankeyf yüzünden
yüreğimiz hep ağzımızdayken yıl bitimine yakın
içimize Allianoi’nin acısı çöktü. Çevre Bakanı,
‘Allianoi’ adlı bir yerin varlığını kesin olarak
reddetti, Kültür Bakanı kamuoyu desteğinin
abartıldığını söyledi. Ağustos ayında İzmir 2 No.lu
Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu, antik
kentin ‘siltli kille' doldurulmak yerine ‘kumla'
doldurulduktan sonra baraj sularının altında
kalmasına karar verdi. Beş kurul eskiten, sayısız
kez davalar açılan, imzalar toplanan, kamuoyu
desteğinin hiç eksilmediği Allianoi sessiz sedasız
kumla örtüldü. Dünyada başka bir örneği olmayan
dünyanın en büyük ve sağlam kalmış sağlık merkezinde
hukuki süreç halen devam ediyor. Dileriz sağduyu
galip gelir, davalar olumlu sonuçlanır ve çok geç
olmadan Allianoi kumların altında pırıl pırıl
yeniden ortaya çıkar.
Beyoğlu'ndaki tarihi
Alkazar Sineması ekonomik nedenlerle kapandı.
Sinemanın da içinde bulunduğu binayı 10 milyon TL'ye
alan Beyoğlu Güzelleştirme Derneği Başkanı Nizam
Hışım'ın yine aynı binada bulunan Nike mağazasını
büyütmek için kullanacağı iddia edildi. Öte yandan
Emek Sineması’nın yıkılması ve yerine alışveriş
merkezi yapılmasıyla ilgili proje gündeme bomba gibi
düştü. Bilimsel kurul raporlarına göre Emek
Sineması'nın yıkılmadan, özgün yapısı bozulmadan
yenileneceğini söyleyen Kültür ve Turizm Bakanı
Ertuğrul Günay, 'Terk edilmiş bir kompleksin
özgünlüğü korunarak yaşama kazandırılmasının ne
zararı var?' diyerek ekledi “Emek yıkıldığı takdirde
ben de İstiklal Caddesi'nde yürürüm.” Bu sözde
‘yenileme’ projesi tartışmaları sürerken İstanbul
9'uncu İdare Mahkemesi, Emek Sineması'nın yıkımını
öngören projeyi onaylayan kurul kararının
yürütmesini durdurdu.
Edirne’nin makus talihi
değişmedi, bu yıl da sular altında kaldı. Tarihi
köprülerde yapılan çalışmalara rağmen önce Tunca
nehri taştı, Bulgaristan'ın baraj kapaklarını açması
sonucu Meriç Nehri de taşınca Edirne göl oldu.
Satışa çıkarılan
hamamlara bir yenisi daha eklendi. İstanbul'un en
eski hamamı olarak da bilinen 2. Beyazıt ya da Fatih
Sultan Mehmet döneminde yapıldığı sanılan Balat
Çavuş Hamamı da 1.5 milyon dolara satılığa
çıkarıldı.
Ankara'nın göbeğinde,
Dünya Anıtları Vakfı'nın 2002 yılında dünyada
korunması gereken 100 anıt arasına aldığı "Augustus
Tapınağı"nın korunması, onarımı ile gelecek
kuşaklara da bırakılması çalışmalarına 2008 yılında
başlanmıştı. Ancak Ankara Büyükşehir Belediyesi, Men
tapınağının üstüne, Augustus Tapınağı'nın yanına
fıskiyeli büyükçe bir havuz yapmaya başlayınca doğal
olarak kıyamet koptu. Kültür ve Turizm Bakanı
Ertuğrul Günay, "Bölgeye daha önce
kararlaştırdığımız gibi dekoratif taşlarla döşenecek
kuru havuz düzenlemesi yapılacak" sözünü verdi. Öte
yandan TMMOB Şehir Plancıları Odası Başkanı Tarık
Şengül, çok ve tek tanrılı dinlerin ortak tapınağı
olarak dünyada benzersiz olan Ankara'daki Augustus
Tapınağı'nın içine Ankara Anakent Belediyesi Başkanı
Melih Gökçek tarafından yaptırılan havuz ve WC
inşaatını yasadışı olduğunu belirterek suç
duyurusunda bulundu.
Yenileme Kurulu'nun
arkeolojik kazı yapılması gerektiğine yönelik
kararıyla, çalışma sonuçlanıncaya kadar yapılaşma
olmayacağı belirtilen Sulukule iş makinalarının
istilasına uğradı. Koruma Kurulu kararı belli olana
kadar, ne TOKİ'den ihaleyle inşaatı üstlenen
şirketin, ne de Fatih Belediyesi'nin alanda en ufak
bir şeyi oynatmaya hakkı varken başlayan bu çalışma
arkeologları çileden çıkardı. Ağustos ayında Avrupa
İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), kentsel dönüşüm
projesiyle evleri yıkılan Sulukulelilerin
başvurusunu kabul etti. Ancak, inşaatlar devam
ediyor, Sulukule’de artık sadece iş makinası sesi
duyuluyor.
Tarihi alanlarıyla
UNESCO Dünya Miras Alanları Listesi’nde olan
İstanbul “Tehlike Altındaki Yerler” listesine
alınmak için neredeyse elinden geleni yapıyor.
Haziran 2010 tarihli Dünya Miras Komitesi Karar
Taslağı'nda, Haliç Metro Köprüsü inşaatı durdurulmaz
ya da projeyle ilgili anlamlı bir değişiklik
yapılmazsa; İstanbul Surları restorasyon
projeleriyle ilgili bilgi sağlanmazsa; Marmaray ve
Motorlu Araç Geçiş Tüneli Projeleri ile ilgili
‘Çevre ve Sosyal Değerlendirme'ye, ‘evrensel
değerler' ile ilgili yapılacak bir spesifik
değerlendirme de eklenmezse; Ahşap yapıların
korunabilmesi için çok ortaklı bir rehabilitasyon
programı geliştirilmezse; Trafiğin tarihi yarımada
üzerinde potansiyel etkilerini göz önüne alan bir
‘trafik mastır planı' hazırlanmazsa; İnşaat ve
altyapı projelerinin varlığın üstün evrensel
değerine etki etmemesi için bütüncül bir çerçeve
oluşturacak yönetim planı uygulamaya konulmazsa
UNESCO, İstanbul'u 2011 yılında tamamen Dünya Miras
Listesi'nden silmek üzere, 2010 yılında ‘Tehlikede
Olan Dünya Miras Listesi'ne almaya karar verir
deniliyordu. Temmuz ayında yapılan toplantıda
Türkiye'nin, 15 Ekim'e kadar Haliç Metro Geçiş
Köprüsü ile ilgili çalışma yaptırması, Şubat 2011'e
kadar da diğer tüm maddeleri yerine getirmesi
gerektiği belirtildi. Daha sonra raporun 30 Kasım’da
açıklanacağı duyuruldu. UNESCO'nun kararı ise
Haziran 2011'deki büyük toplantıda belli olacak.
Uzun süre liman
tartışmalarıyla gündemde olan ’İstanbul’un giriş
kapısı’ Haydarpaşa Garı çatısında başlayan yangınla
yeni bir gündem başlattı. Yetkililer dişe dokunur
bir şey söyleyemezken, Mimarlar Odası, Kadıköy
Cumhuriyet Başsavcılığı'na “yangına neden olan,
gerekli önlemleri almayan, geç ve eksik müdahale
edilmesi ile hasarın daha da artmasına neden olan
tüm ilgiler hakkında suç ihbarı"nda bulundu.
İstanbul 2010 Kültür Başkenti unvanı biterayak
Haydarpaşa allandı pullandı, ışıklandı, yangının
üstü örtüldü. 2011’de dava hakkında bilgiler
alabileceğimizi umuyoruz.
Kuşkusuz gündemi en çok
işgal eden konu kültür başkentliği konusuydu.
İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti etkinliklerinin
resmi açılış töreni 16 Ocak’ta yapıldı. Kültür
başkenti İstanbul'da ilk olumsuz olay, yaşanan
istifalar oldu. 2010 yürütme kurulunda üyeler
arasında görüş ayrılığından dolayı Yürütme Kurulu
Başkanı Nuri Çolakoğlu ve Prof.Dr. Metin Sözen,
Prof.Dr. İskender Pala ve Gürhan Ertür istifa etti.
Nisan ayında başkanlığa Şekip Avgadiç getirildi. Yıl
boyunca şehir şantiyeye döndü, tarihi camiler,
anıtlar yangından mal kaçırır gibi restorasyona
alındı. İstanbul Mimarlar Odası Başkanı Eyüp Muhçu,
"İnşaat yapım işleri, daha çok kültürel yıkım
niteliğinde" teşhisini koydu. Kapanış töreninde
verilen rakamlara göre bir yıl içinde 35 yarışma, 52
festival, 84 restorasyon-konservasyon çalışması,
166 tarihi yapıda koruma faaliyeti, 32 ülkede 183
tanıtım etkinliği, 316 kitap-dergi-katalog, 523
film-belgesel-videoart gösterimi, 595 eğitim, 727
atölye çalışması, 760 sergi, 1.130 sahne
performansı, 1.584 konser-dinleti, 1.189
konferans-sempozyum-panel-çalıştay olmak üzere 588
proje, 9.500'ü aşkın etkinlik, 10 milyonu aşkın
izleyici ile buluştu. Ancak yolsuzluk iddiaları
sürdü, ‘İstanbul Rant Başkenti’ unvanı sanki şehre
daha çok oturdu.
2010’da uzun süredir
restorasyonda olan bazı yapı ve anıtlar tamamlanarak
açıldı. Aynalıkavak Kasrı, Müzik Müzesi olarak
sessiz sedasız açıldı. Sagalassos'taki tarihi
Antoninler çeşmesinin restorasyonu tamamlandı ve
suya kavuştu. Çemberlitaş, sekiz yıllık
restorasyonun ardından gün yüzüne çıktı ancak
geçtiğimiz ay yeniden bakıma alındı. Mimar Sinan’ın
önemli eserlerinden biri olan Edirnekapı Mihrimah
Sultan Camii de Kurban Bayramı arifesinde açıldı.
Ancak, en görkemli
açılış Süleymaniye Camii için yapıldı. İnşasından
tam 453 yıl sonra ilk kez geniş kapsamlı
restorasyona tabi tutulan cami yeni keşiflerle sık
sık gündeme geldi. Restorasyon sırasında,
yüzyıllardır kayıp olan orijinal kalem işleriyle
eserin sahibi Mimar Sinan'ın İznik'te yaptırdığı bir
çini hat bulundu. Orijinal kalem işlerinin ortaya
çıkarıldığı üç yıldır süren restorasyon çalışmaları
kapsamında ana kubbede yer alan ve Mimar Sinan'ın
felsefesine aykırı şekilde cami bütünlüğünü bozduğu
düşünülen barok ve rokoko usulü süslemelerin
değiştirilmediği ortaya çıktı. Bilim Kurulu ile
Anıtlar Kurulu arasındaki tartışmalar sürerken cami
Kurban Bayramı’nda ibadete ve ziyarete açıldı.
Restorasyonu tamamlanan diğer bazı önemli yapılar
ise şöyle: Taksim Cumhuriyet Anıtı, III. Mustafa ve
II. Selim türbeleri, Yivli Minare Camii, Ertuğrul
Tekke Camii ve Şeyh Zafir Türbesi, Yenikapı
Mevlevihanesi.
AİHM'den Fener Rum
Patrikhanesi'nin tüzel kişiliği açısından önemli bir
karar alındı ve Büyükada'daki Rum Yetimhanesi ‘nin
tapusu Kasım ayında Fener Rum Patrikhanesi’ne teslim
edildi. Avrupa'nın en büyük ahşap yapısı olma
özelliğini taşıyan Büyükada Rum Yetimhanesi binası
bundan sonra "Dinlerarası Diyalog ve Barış Merkezi"
olarak hizmet verecek.
2010 yılında
müzayedelerdeki rakamlar akıllar durgunluk verecek
boyuttaydı. Aşağıdaki haberde okuyacağınız rakamlara
bakarak resim piyasasının 2011’deki rakamlarını
hayal etmek mümkün.
Bu yıl sergiler
açısından dolu bir yıldı. Disk Atan Atlet heykeli,
Kremlin Hazineleri, Picasso, Ağa Han Müzesi
Hazineleri önemli sergilerden oldu.
Bu yıl da birçok değerli
ismi kaybettik. İstanbul Kültür Sanat Vakfı'nın 1993
yılından beri yönetim kurulu başkanlığını yürüten,
fotoğraf sanatçısı, yazar, kültür adamı Şakir
Eczacıbaşı; Türk sanatının en büyük isimlerinden
Ömer Uluç; Türkiye mağaracılığının duayenlerinden
Dr. Nuri Güldalı; Çinileriyle UNESCO "Yaşayan İnsan
Hazineleri Uluslararası Listesi"ne alınan çini
ustası Sıtkı Olçar; İstanbul Üniversitesi Arkeoloji
Bölümü emekli öğretim üyesi arkeolog Prof.Dr.
Aşkıdil Akarca ve Abidin Dino ile birlikte "Yeniler
Grubu"nun kurucuları arasında yer alan Ferruh Başağa
kaybettiklerimiz arasında.
2011’de kaçak kazıların,
tahribatların olmadığı ancak arkeolojik kazıların ve
usule uygun restorasyonların çok olduğu, sürüncemede
kalan davaların olumlu sonuçlanmasını ve kültür
varlıklarını korumak için dava açılmasına gerek
kalmamasını diliyorum.
TAYHaber, Ayşe Didem
Bayvas
GALATAPORT DENİZE TAŞTI, KIYIDA KORUMA KALKIYOR
Tarihi Galata Limanı ve Beyoğlu
sit alanında
bulunan Galataport’un özelleştirme ihalesi öncesinde
Kıyı Kanunu’na ‘uyarlama’ geliyor. Kanunda
değişiklik öngören taslağa göre deniz kıyılarındaki
dolgu alanlarda Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma
Kanunu’nun koruma amaçlı hükümleri uygulanmayacak.
Kıyı Kanunu’nda Değişiklik İçeren Kanun Taslağı’nda
önümüzdeki yıl özelleştirilmesi hedeflenen
Galataport Limanı’nı yakından ilgilendiren düzenleme
dikkat çekti. Bayındırlık ve İskan Bakanlığı
tarafından son şekli verilen taslakta yer alan,
“Kıyılarda doldurma ve kurutma suretiyle elde edilen
arazilerde ‘2863 sayılı Kültür ve Tabiat
Varlıklarını Koruma Kanunu’nun koruma amaçlı imar
planına ilişkin hükümleri uygulanamaz” maddesi
kafalarda soru işaretine neden oldu. Taslağın bu
haliyle yasalaşması durumunda geçen yıllarda
tartışmalara neden olan ve o dönemin kabine üyeleri
arasında fikir ayrılıklarına yol açan Galataport
ihalesinin önünde hiçbir pürüz kalmayacak. Mimarlar
Odası Genel Başkanı Eyüp Muhcu, “Çeşmeport yargı
kararı ile durduruldu. Bin metrekareye yakın dolgu
yapılması isteniyor.
Haydarpaşaport için de aynı şekilde, 1 milyon 300
bin metrekare dolgu öngörülüyor. Burada da bir
yapılaşma hedefleniyor. Bu düzenleme bütün portlara
yasal dayanak oluşturuyor. Torba Yasa hükümleri ile
hukuki dayanakları oluşturulmadı” dedi.
Radikal’e konuşan Bayındırlık ve İskan Bakanı
Mustafa Demir taslaktaki maddenin sadece doldurulmuş
alanları kapsadığını ve dolgu yapılırken, Kültür ve
Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu kapsamında izin
alındığını, dolgunun ardından ikinci bir izin
almamak için böyle bir madde konulduğunu söyledi.
Bürokratik engelleri kaldırmayı planladıklarını
söyleyen Bakan Demir, “Bütün
dünyada ülkeler kıyılarını yönetiyorlar. Türkiye’de
3 senede izin alamıyorsun. Galataport’la
ilişkilendirmemek gerekir” dedi.
Mimarlar Odası Genel Başkanı Eyüp Muhcu ise taslağın
tüm ‘port’ların koruma kapsamından çıkarılmasını
içerdiğini söyleyerek, “Kanunlar, kıyılarda
yapılaşma yasağı getirmiştir. Islak arazilerin
kurutulmasında dahi kıyı kenar çizgisi izni gerekir”
dedi.
Dolgu alanda koruma yok 2005’teki Galataport özelleştirmesi döneminde
hükümet, Kıyı Kanunu’na, “Özelleştirme kapsam ve
programına alınan ve sahil şeridi belirlenen veya
belirlenecek olan alanlar ile kıyı ve dolgu
alanlarında yapılacak yat ve kruvaziyer limanlarının
ihtiyacı olan yönetim birimleri, destek birimleri,
bakım ve onarım birimleri, teknik ve sosyal altyapı
ve konaklama birimleri ile ilgili kullanım kararları
ve yapılanma şartları imar planı ile belirlenir”
maddesini eklemiş, bu madde tartışmalara neden
olmuştu. Yeni taslakta aynı madde, “Kıyılarda,
doldurma ve kurutma suretiyle elde edilen arazilerde
kanun kapsamında öngörülen kullanımlara ilişkin imar
planı Bayındırlık ve İskan Bakanlığı’nca 60 gün
içinde re’sen onaylanır. Bu alanlarda 2863 sayılı
Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu’nun
koruma amaçlı imar planına ilişkin hükümleri
uygulanmaz” olarak yer aldı. 5 yıl önce ihale iptal edilmişti 2005 yılında gerçekleştirilen Galataport
özelleştirme ihalesi, Şehir Plancıları Odası
tarafından Danıştay’a götürülmüş, Danıştay da proje
imar yetkisinin Kültür ve Turizm Bakanlığı’nda değil
Özelleştirme İdaresi Başkanlığı’nda olduğu
gerekçesiyle, 2006 yılında ihaleyi usulden iptal
etmişti. O dönem pek çok tartışmaya yol açan ihaleyi
3.5 milyar euro ile en yüksek teklifi veren İsrailli
işadamı Eyal Ofer’in şirketi kazanmıştı.
Deniz, tabii ve suni göl ve akarsu kıyılarının
yönetimini düzenleyen Kıyı Kanununda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Taslağı’nda kıyıda yapılacak
yapılar arasına demiryolu, havalimanı, açık otopark
gibi kara ve deniz ulaşımına yönelik tesisler
eklendi.
Radikal, Haber: Sogül Selvi, 31.12.2010
FATİH'İN ADINA YAKIŞIR DEV RESTORASYON
İstanbul'un tarihi yapıları ve mahalleleriyle
anılan Fatih İlçesi dev bir restorasyona
hazırlanıyor. Yenileme projelerinin yanı sıra Anemas
Zindanları sanat merkezi haline gelirken Bizans
döneminden ayakta kalmayı başaran tek saray olan
Tekfur Sarayı da restore edilip turizme açılacak.
Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir Fatih'te 1
milyar liraya mal olacak ve 50 bin kişiyi kapsayacak
yenileme hamlesini AKŞAM'a anlattı.
'Fatih'te özel sektörle el ele vererek büyük bir
yenileme hamselini başlattık' diyen Fatih Belediye
Başkanı Mustafa Demir şöyle devam etti: 'Bunun için
önce 5366 Sayılı yasayla güvenceye kavuştuk. Bu
yasanın en güzel yanı projenizi kimsenin engelleme
şansı yok. Yasal güvenceyi arkamıza aldıktan sonra
11 bölgeyi kapsayan yenileme projeleri hazırladık.
Yaklaşık 3 bin bina ve 50 bin kişiyi kapsayan bu
projelerinin yaklaşık maliyetinin 1 milyar lira
civarında olacağını tahmin ediyoruz. Sulukule,
Fener- Balat, Ayvansaray Türk Mahallesi,
Süleymaniye, Yenikapı Yalı Mahallesi, Topkapı
Kaleiçi, Yedikule Marmara Sahili, Bulgurpalas,
Hekimoğlu Ail Paşa ve Davutpaşa, Samatya yenileme
alanı projeleriyle birlikte Kapalıçarşı da elden
geçecek. Bu projeler Fatih'in yüzünü değiştirecek
aynı zamanda ilçede büyük bir deprem yenilemesi
yapmış olacağız.'
Çok eleştirildikleri Sulukule projesini
savunan Demir'e göre, şu anda yüzde yüz mutabakat
söz konusu. Demir bu konuda 'İlk hamleyi Sulukule'de
yaptık. Projeyi TOKİ yürütüyor. 90 bin
metrekarelik alanda 45 dükkan 620 daire ile bir
butik otel ve bir kültür merkezinden oluşan projede
çok eleştirildik. Ancak şu anda yeni binalar
yükseliyor ve yüzde yüzlük bir mutabakatla yenileme
projesini yürütüyoruz. Tescilli yapılar korundu.
Binalar yükseldikçe değerleri arttı. İnşaat
başladığından bugüne kadar yüzde 30 oranında el
değiştirdi' diyor.
Yenileme projeleri içinde en önemlilerinden
biri Fener Balat Projesi diyen Mustafa Demir bu
yenilemeyi de anlattı: 'Bunu özel sektör yapacak.
280 bin metrekarelik alanda Ayvansaray İskelesi ile
Fener İskelesi arasında kalan ve Fener Rum
Patrikhanesi'ne kadar olan bölgeyi kapsayan proje
kapsamında 554 bina yenilenecek. Bu binaların 299'u
tescilli eserlerden oluşuyor. Bu çalışmada tescil
edilmesi gereken binaları da tespit ettik. Bu
tescilli eserler kurulun onayı doğrultusunda
yenilenecek. Geri kalan binalarsa yıkılıp yeniden
yapılacak. Surların üstü binalardan temizlenecek.
Binaların yüzü Haliç'e dönecek. Proje kapsamında 900
aile bölgeden taşınacak. Avam projeler kuruldan
geçti. Bir komisyon oluşturduk. Yeni yılda bu
komisyon, hak sahipleriyle görüşmeye başlayacak.
Alternatifler insanlara sunulacak. Evlerin şimdiki
değer tespitleri yapıldı. Proje bittiği zamanki
değer tespitleri de çıkarıldı. Bu kapsamda hak
sahipleri ya şirketle anlaşıp evlerini yenileyecek
ya da kendileri bizim projemize uygun olarak
yapabilecek.'
Fatih'in çöküntü alanlarından Ayvansaray
Türk Mahallesi de önemli bir cazibe merkezi olacak.
Proje kapsamında 15'i tescilli 60 ev bulunuyor.
Ahşap özgün Osmanlı mimarisinin günümüze ulaşan
örneklerinin yer aldığı bölgede, projeyle, günümüze
kadar ayakta kalmayı başarabilen, ancak risk taşıyan
tescilli ahşap binalar aslına uygun restore edilerek
kullanılabilir hale getirilecek. Mahallenin bütün
olarak yeniden canlandırılmasını amaçlayan projeyle
tarihi yarımadanın kimliğine uygun açık ve yeşil
alan düzenlemeleri de gerçekleştirilecek. Böylece
İstanbul'un özgün sokakları yıkıntı binalar yığınağı
olmaktan kurtarılacak. Mahalle model olacak.
Yenikapı kazı alanı ile Kennedy Caddesi arasında
kalan ve 50 bin metrekarelik bir alanı kapsayan
Yenikapı Yalı Mahallesi de bu yenilemeden payını
alıyor. Yedikule-Gazhane ile Nişanca bölgesi de
proje çalışmaları süren yenileme alanları içinde.
İlk sosyal amaçlı havagazı fabrikası olma özelliği
taşıyan 1873'te yapılan ve 1993'te kapatılan
Yedikule'deki Gazhane'nin bulunduğu alana kültür
kompleksi inşa edilecek. İstanbul Büyükşehir
Belediyesi'nin olan alandaki çalışmalar şu anda
yürüyor. Yaklaşık 4 bin işyerini bulunduğu
Kapalıçarşı'da yenilenecek alanlardan. Bu
yenilemenin kaynağını işyerleri karşılayacak.
Amacımızgelen turistlerin Kariye Müzesi'nden
başlayarak, Anemas Zindanları, Tekfur Sarayı,
Ayvansaray Türk Mahallesi ve Fener Balat'ı gezerek,
bu bölgede en az yarım gün kalmalarını sağlamak. Bu
nedenle Bizans döneminin en büyük saray
komplekslerinden olan ve 14 hücreden oluşan Anemas
Zindanları ve çevresi, İstanbul Büyükşehir
Belediyesi tarafından yenilenecek. Zindanlar
toprakla doluydu yavaş yavaş boşaltılıyor. Kültür
sanat merkezi yapılacak. Bizans döneminden ayakta
kalan tek saray olan ve 8 yüzyıllık Tekfur Sarayı
restore edilerek turizmin hizmetine kazandırılacak.
Akşam, Haber: Ercan Sarıkaya, 31.12.2010
CUMALIKIZIK MURADINA ERİYOR
Cumalıkızık'ın yeniden köy olması için girişim başlatan vatandaşlara İl Genel Meclisi'nden destek geldi. Talebin taşındığı İl Genel Meclis'inden Nurettin Avcı başkanlığında bir heyet, Cumalıkızık'ta konuyla ilgili incelemelerde bulundu. AKP Grup Başkanvekili Ahmet Er, CHP Grup Başkanvekili İlhan Demiröz, MHP Grup Sözcüsü İhsan Bilgili, Özel İdare Komisyon Başkanı Fethi Yıldız ve meclis üyeleriyle birlikte Cumalıkızık'ta incelemelerde bulunan Meclis Başkanı Nurettin Avcı, vatandaşların isteği doğrultusunda adım atacaklarını söyledi. Yapacakları inceleme sonunda köy talebini İl Genel Meclisi'nde de görüşeceklerini kaydeden Avcı, “ Köy statüsü kazanmanın köyün kendi bütçesi olmakla ilgili bir avantajı var. O bütçeyle köylü kendi meselelerine daha hızlı hareket ederek sahip çıkacaktır. İl Genel Meclisi olarak Cumalıkızık'ın hep yanında olduk. Statüsü köy olursa daha güçlü bir şekilde yanında olacağız. Ocak ayı toplantılarından sonra Cumalıkızık'ı, Cumalıkızık Köyü olarak ziyarete gelebiliriz diye düşüyorum” dedi.
İl Genel Meclis heyetine eşlik eden Cumalıkızık muhtarı Ahmet Kuş ise, 1989 seçimlerinde mahalle yapılan Cumalıkızık'ın cezalandırıldığını savundu. Her sene düzenledikleri ahududu festivalinin köy olmalarını kanıtladığına işaret eden Ahmet Kuş şöyle devam etti:
“Dört tarafı orman, tarla, bağ, bahçe olan ve geçimini tarım, ziraat, hayvancılık ve ormancılıkla temin eden bir köyüz. Belediyeden kesinlikle şikayetçi değiliz; ama hizmetler yetersiz. Bütçemiz yok, yetkimiz yok, kararımız yok. Zaten vatandaşımız konuyla ilgili yaptığı referandumda cevabını verdi. Mahalle olduğumuz için kırsal kalkınma yardımların yararlanamıyoruz.”
Bursa Olay, Haber: Şeyhmus Ekinci, 30.12.2010
GAZİANTEP'TE MOZAİK MÜZESİ
Dünyanın en büyük
ikinci mozaik müzesi olan Gaziantep Mozaik Müzesi,
ocak ayı sonunda kapılarını ziyaretçilerine açıyor.
Müzede, dünyanın ilk yerleşim yerlerinden biri
olan Dülük antik kentinde yapılan kazılarda
çıkan mozaikler de sergilenecek. Gaziantep
Kültür ve Turizm İl Müdürü Salih Elifoğlu,
kültür ve medeniyetlerin kaynaşma noktasında
olan Gaziantep'i mozaikleriyle bir dünya markası
haline getirmek istediklerini söyledi.
Zaman, 30.12.2010
GÜNAY'IN TOPKAPI RÜYASI GERÇEK OLDU
Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın, göreve geldiği günden bu yana en büyük hayali olarak dile getirdiği, “Topkapı Sarayı’nı içine alan Sur-i Sultani alanındaki tüm tarihi binaların bakanlığına verilmesi ve restorasyondan sonra müze olarak kullanılması” gerçek oldu. Günay, dün Hürriyet Ankara Bürosu çalışanlarıyla kahvaltıda bir araya geldi.
Kahvaltı sırasında telefonu çalan Günay, Maliye Bakanı Kemal Şimşek’ten yıllardır beklediği müjdeli haberi aldı. Şimşek, Günay’a Milli Savunma Bakanlığı’nın da depo olarak kullandığı alanları boşaltacağını ve devrin en geç 3 ay içinde tamamlanacağı müjdesini verdi. “Gece güzel bir rüya gördüm. Demek ki bu haberi duyacakmışım” diyen Günay, şunları söyledi: “Gece çok iyiye yorumlanacak bir rüya gördüm. Rüyamda denize girip yüzüyordum. Sabah kalktığımda ‘Bugün güzel bir şeyler olacak. Güzel bir haber alacağım herhalde’ dedim. Rüyam çıktı ve hayalim sonunda gerçek olacak. Bu güzel haberi Hürriyet’te aldığımı da hiç unutmayacağım. Topkapı içinde 4 bina var önemli olan, üçte ikisi boş. Çoğu yer depo olarak kullanılıyor. Binaları devraldıktan sonra aslına uygun olarak restore edip, depolarda bekleyen binlerce tarihi eserin sergilenmesi için müze yapacağız. Elimizde depolarda bekleyen 10 binden fazla Çin porseleni var.”
Hürriyet, Haber: Esra Kaya, 30.12.2010
TARİHİ KONAK SARAYA DÖNDÜ
Eskişehir Odunpazarı Belediyesi, tarihi Odunpazarı Bölgesi'ndeki 156 yıllık harabe konağı restore ederek hayata kazandırıldı.
Odunpazarı Belediye'sinin 2004 yılında hayata geçirilen ve bugüne kadar 20 sokak ve 240 evin restorasyonunun gerçekleştirildiği Odunpazarı Evleri Yaşatma Projesi kapsamında eski ihtişamına yeniden kavuşturulan “Yağcızade Konağı” bölgede gün yüzüne çıkarılan eşsiz güzellikteki yapıların başında geliyor.
Türk Sivil Mimarisinin en güzel örneklerinin yer aldığı tarihi Odunpazarı Bölgesine yeni bir soluk kazandıran konağın en önemli özelliği ise kentte sadece üç tarihi yapıda bulunan ve “Cihannüma (seyir köşkü)” adı verilen özel bir mimari yapıya sahip olması.
Bu özelliği ile tarihi evlerin taşıdığı mimari değeri gözler önüne seren “Yağcızade Konağı” şimdiden bölgeye akın eden yerli ve yabancı turistlerin ilgi odağı haline geldi.
Eskişehir Kent Haber, 29.12.2010
'ORTAGONAL ROMA TAPINAĞI' RESTORE EDİLECEK
Şanlıurfa'nın Viranşehir İlçesi'ndeki, Bazalt kesme taşları ile 14 ayak üzerine iki katlı olarak inşa edilen 'Ortagonal Roma Tapınağı'nın (Dikmeler) restore edilmesi planlanıyor. Ortası altıgen planlı talas tipinde olan tapınağın kültür merkezi mevcuttu ve yine bu mekanın dışında aynı planlı dairesel bir galeria bulunuyordu. Bu galeriadan ortadaki talas mekana iki kapıdan giriliyordu.
Viranşehir Belediyesinin girişimleriyle Tarihi Kentler Birliğince sağlanan ödenekle 'Ortagonal Roma Tapınağı'nın restorasyonu için ihale yapıldı. Projenin, Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kurulunca onaylanmasının ardından uygulama projesi hazırlanacak.
Viranşehir Belediye Başkanvekili Mehmet Burun, öncelikli olarak kalan tek ayağın sağlamlaştırılmasının ardından Kültür ve Tabaat Varlıkları Koruma Kurulunun alacağı karara göre yapının tamamının açığa çıkarılması için bilimsel nitelikli bir kazının da gündeme gelebileceğini ifade etti.
Yapı, 29.12.2010
OKMEYDANI AÇIK MÜZE OLACAK
İstanbul 2 Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu, aslında 1976’da tamamı sit alanı ilan edilen Okmeydanı’nın dokunulmazlığını 14 bölge ile sınırladı. Bazı binalar yıkılacak, açık hava müzesi kurulacak.
Fatih Sultan Mehmet döneminde okçuların atış talimi yaptığı, günümüzde ise kaçak yapılarla dolan Okmeydanı yeniden şekillendiriliyor. Prof.Dr.Mete Tapan başkanlığındaki İstanbul 2 Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu, 1976 yılında tamamı tarihi sit alanı ilan edilen Okmeydanı’nın Piyalepaşa, Kaptanpaşa, Fetihpaşa ve Keçecipiri mahalleleri sınırları içindeki 14 bölge ve mezarlık alanında, etrafı çevrili kontrollü girişi olan bir açık hava müzesi kurulmasına karar verdi.
Kurul kararında, büyük bir deprem riski altında bulunan ve yasaya aykırı yapılaşma olan bölgenin en kısa zamanda planlı hale dönüştürülmesini isteyerek, tarihi sit alanının yapılardan arındırılmasının da yolunu açtı. Kurul kararıyla, 14 bölgenin dışında kalan ayak ve nişan taşlarının tümü bu alana taşınacak.
Kurul, Büyükşehir Belediyesi’nden projelerin 1 yıl içinde kendilerine gönderilmesini istedi.
Habertürk, Haber: Şükran Özçakmak, 29.12.2010
"AVRUPA KÜLTÜR BAŞKENTİ UNVANINDAN BEKLENTİLER,
UNVANDAN BÜYÜKTÜ"
İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı Yürütme
Kurulu Başkanı Şekib Avdagiç,
restorasyon projelerinin tamamlanması ve
tasfiye sürecinin, 2011 yılının Haziran
ayında sona ereceğini bildirdi.
AA muhabirinin sorularını yanıtlayan Avdagiç,
İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansının,
Başbakanlık tarafından 2010 yılında İstanbul'a
verilen Avrupa Kültür Başkentliği unvanının
layığıyla yaşanması için gereken koordinasyonu
sağlamak amacıyla kurulduğunu anımsattı.
Avdagiç, ''Kuruluş kanununda da yer aldığı üzere,
restorasyon projelerinin tamamlanması ve tasfiye
süreci, 2011 yılının Haziran ayında sona erecektir.
Pek tabii 31 Aralık sonrasında çalışmalarımıza devam
edeceğimiz 6 aylık süreçte ekibimiz, çalışmalarımız
paralelinde küçülecektir'' dedi.
Ajansın çalışmalarına 2008 yılında başladığını
anımsatan Avdagiç, 2008 yılında 78 milyon, 2009
yılında 260 milyon liralık gelir bütçesiyle
çalışmalarını sürdürdüklerini belirtti.
Avdagiç, bu yıl gelir bütçesinin 10 aylık dönemde
160 milyon lira olduğunu, 2010 yılı gelir bütçesinin
hangi rakamda bağlanacağının da yıl sonu itibariyle
görülebileceğini ifade ederek, ''Ajansın gider
bütçesine yine yıl bazlı olarak baktığımızda, 2008
yılında gerçekleşen toplam harcama 45 milyon lira ve
2009 yılında gerçekleşen toplam harcama 97 milyon
liradır. 2008 ve 2009 yılları toplam harcaması 142
milyon lira olmuştur. 2010 yılının Ekim ayı sonu
itibariyle harcamalarımız 179 milyon liraya
ulaşmıştır'' dedi.
İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı imzasını
taşıyan 588 projeyi hayata geçirdiklerini belirten
Avdagiç, projeler kapsamında 9 bin 500'ü aşkın
etkinliğin yaklaşık 10 milyon katılımcıyla
buluştuğunu söyledi.
Şekib Avdagiç, ''2011 yılında bakıldığında sizce
hatırda kalan projeler hangileri?'' sorusunu şöyle
yanıtladı:
''2008 yılından bu yana üzerinde titizlilikle
çalıştığımız, gururla İstanbullularla paylaştığımız
588 projenin içinden seçim yapmak inanın kolay
değil. İstanbullu bir kültür sanat takipçisi Şekib
Avdagiç olarak ilk aklıma gelen İstanbul'un 8 bin
500 yıllık tarihini gözler önüne seren 'Efsane
İstanbul' sergisi geliyor. Bilgi Üniversitesi ile
birlikte çalıştığımız 'İstanbul 1910-2010 Kent,
Yapılı Çevre ve Mimarlık Kültürü' sergisi de
muhteşemdi. Aynı zamanda Devlet Opera ve Balesi ile
birlikte imza attığımız 'Barbaros Çağdaş Dans Drama'
prodüksiyonunu sayabilirim. Kamusal sergi alanı
modelinin ilk uygulaması 'Sanat Limanı' ve dahilinde
İstanbullularla buluşturduğumuz çağdaş sanat
sergileri keza müthişti. Tabii David Helfgott'un ilk
ve son İstanbul konserlerini de unutmamak lazım.
Ayrıca, bir başka unutulmayacak proje, Topkapı
Sarayı ve Moskova Kremlin Sarayı müze
müdürlüklerinin, Kültürel Miras ve Müzeler
Direktörlüğümüzle birlikte geliştirdikleri, Topkapı
Sarayı hazineleri ile Kremlin Sarayı hazinelerinin
ilk kez buluşması projesiydi. İstanbul ve
Kremlin'de, Ajansın destekleriyle gerçekleştirilen
sergilerin, İstanbul'un Avrupa Kültür Başkenti
unvanını taşıdığı yılda ziyaretçilerle ilk kez
buluşması çok anlamlıydı''.
Hafızalarda kalan bir diğer projenin ise İstanbul
2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı ve 2011 yılında
Avrupa Kültür Başkenti unvanını taşıyacak olan
Estonya'nın Tallinn kentinin iş birliğiyle yaşayan
en büyük çağdaş bestecilerden Estonyalı Arvo Part'in
son eseri 'Adem'in Yakarışı'nın dünya prömiyeri
olduğunu belirten Avdagiç, unutulmayacak
etkinliklere, bölge coğrafyasının çıplak gözle
izlemeye hasret olduğu U2'nun hafızalara kazınan
konserini, 100 yıllık tarihi yelkenli gemilerin
Boğazı inci gibi süslediği 'Boylu Soylu Yelkenliler
Şenliğini' de eklemek gerektiğini söyledi.
Şekib Avdagiç, İstanbul'un zengin kültürel miras
yapılarının uzun yıllardır ihtiyaç duyduğu
renovasyon ve restorasyon projelerinin
başlatılmasının da önemine işaret ederek,
İstanbul'daki 166 tarihi miras yapıda koruma ve bu
eserleri geleceğe taşıma projelerini hayata
geçirdiklerini, bunların başında, Ayasofya Müzesi ve
Topkapı Sarayı Müzesi'nde gerçekleştirilen 15'i
aşkın restorasyon projesinin sayılabileceğini
kaydetti.
İstanbul'a yeni kültür-sanat mekanları kazandırmak
adına yürüttükleri çalışmalar sonucunda şehre üç
yeni müze kazandırdıklarını bildiren Avdagiç,
'Adalar Müzesi', 'Avrupa Kültür Başkenti Mübadele
Müzesi' ve 'TÜRVAK Sinema Tiyatro ve Televizyon
Müzesi'nin açıldığını, uzun yıllardır kullanılmayan
Vortvots Vorodman Kilisesi'ni kültür merkezi olarak
kullanılmak restore ettiklerini anlattı.
Mekansal çalışmaların yanı sıra 2010 sonrasında da
izlerini sürdürecek pek çok kitap yayını, 40'ı aşkın
sinema, drama ve belgesel projesini hayata
geçirdiklerini belirten Avdagiç, ''80 kitaplık
'İstanbul'um' projesi, Kadı Sicilleri, İstanbul
Ansiklopedisi, Şiirin Sultanları, III. Selim,
İstanbul'un Ezanları, Osmanlı Serpuşları, Mahya gibi
yayınları okurların beğenisine sunduk'' dedi.
İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı çatısı
altında kültür ve sanatın 14 disiplininde,
gelenekselden çağdaşa her ilgili kitlesine hitap
eden türlü işler gerçekleştiğini ifade eden Avdagiç,
''Telaffuzu dile kolay 9 bin 500'ü aşkın etkinlikten
en az biri, küçük veya büyük her İstanbulluda bir iz
bıraktı'' diye konuştu.
Şekib Avdagiç, ''Yaptıklarınızın takdir edilmesinden
çok, Ajansın yapısı, başına sizin getirilmeniz ve
reddedilen projeler konuşuldu. Ajansın, kültür ve
sanattan uzak insanlarca yönetildiği, Kültür ve
Turizm Bakanlığının bile işin dışında bırakıldığı,
siyasetin elinin hep ajansın üzerinde olduğu yönünde
eleştiriler oldu. Bugün bakınca biraz da özeleştiri
yapacak olursanız, pişmanlıklarınız var mı? Keşke
şunu da yapsaydım dediğiniz konular var mı?'' sorusu
üzerine, şunları söyledi:
''İstanbul hepimiz için çok fazla önem arz ediyor;
bu sebeple İstanbul'a dair her şeyi tartışmak
gerekiyor. İstişare etmeden, iş birliği yapmadan,
farklı fikirlere söz hakkı vermeden hiçbir yere
varamayız. Avrupa Kültür Başkentliliği sürecini de
konuşmamız ve sorgulamamız elbette tabiidir. Biz
çalışmalarımızın her döneminde, her kesimden gelen
tüm eleştirilere açıktık. Konuşmayı, tartışmayı ve
sorgulamayı, bizi yavaşlatan değil, aksine ileri
götüren, katılımcılığı, paylaşımı ve iş birliğini
geliştiren hususlar addettik. İstanbul'u ve
İstanbul'un Avrupa Kültür Başkentliliği sürecini
kimse tartışmasaydı, bir sorun olduğunu düşünürdük.
Fikir birliğine önem veren Ajansımız, ilk günden
bugüne her sorunun yanıtını verirken, nitelikli
eleştirileri değerlendirip çalışmalarına güç
katarken; bilmeden, yeterli araştırma yapmadan,
zikredilmiş söylemler olmaktan öteye geçmeyen 'bazı
eleştiriler'in de bizleri yorduğu bir gerçektir''.
İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansının,
merkezi hükümet kaynağını kullanan; sivil toplum,
merkezi hükümet, yerel yönetimler ve özel sektörü
bir araya getiren bir konsorsiyumla yönetilirken,
'kültür ve sanattan uzak insanlarla' yönetildiği
söylemini kabul etmenin mümkün olmadığını vurgulayan
Avdagiç, ''İmza attığımız her proje, kamu, sanatçı
ve sivil toplum kuruluşlarını bir araya getirdi.
Avrupa Kültür Başkenti başarısı, İstanbulluların
birlikte çalışma disiplinin bir sonucudur'' dedi.
Ajansın, faaliyetlerini, Başbakanlığa bağlı olarak
sürdürdüğünü, Ajansın en üst kurulu olan
Koordinasyon Kurulunun, Başbakan'ın görevlendirdiği
Devlet Bakanı Hayati Yazıcı'nın başkanlığında Avrupa
Birliği müzakerelerini yürüten Bakan, Tanıtma
Fonu'ndan sorumlu Bakan, İçişleri Bakanı, Maliye
Bakanı, Kültür ve Turizm Bakanı ile İstanbul Valisi,
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı, Danışma Kurulu
Başkanı ve Yürütme Kurulu Başkanı'ndan oluştuğunu
anlattı.
Avdagiç, ''Açıkça görüleceği gibi Ajansımız,
çalışmaları, Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul
Günay'ın aralarında olduğu İstanbul'un Avrupa Kültür
Başkentliliğinde fikrine ve emeğine ihtiyaç
duyulacak tüm birim başkanlarının koordinasyonunda
sürmekteyken, birilerinin 'dışarıda bırakıldığını'
söylemek ve buna inanmak doğru olmayacaktır'' diye
konuştu.
İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı Yürütme
Kurulu Başkanı Avdagiç, keşke dedikleri tek bir konu
bulunduğunu belirterek şunları kaydetti:
''Ajansın, keşke dediği tek konu, İstanbul'un bu yıl
layık olduğu çağdaş standartlarda yenilenmiş bir
AKM'ye kavuşamamış olmasıdır. Keşke, İstanbul'un
Avrupa Kültür Başkentliliğini, İstanbul'un hak
ettiği gibi dünya standartlarında bir AKM ile
yaşasaydık. Kültür Başkentliliği sürecinde AKM'nin
tekrar modern bir kültür sanat mekanı haline
gelebilmesi için bütün imkanları seferber ettik.
İstanbul'un simge yapılarından biri olan AKM'nin
İstanbullulara kazandırılması için her türlü
girişime öncülük yaptık. Yenilenme projelerinin
gerçekleşmesi için başından beri büyük enerji ve
zaman harcadık. Bu önemli proje, elimizde olmayan
sebeplerden ötürü yarım kaldı. Emeklerimizle teselli
bulmak mümkün değil, AKM'nin yeniden faaliyete
geçememesi şahsım ve Ajansımız adına büyük bir
üzüntü kaynağıdır. AKM yenileme projesinin
yürütücülüğü, 2008 yılı öncesinde olduğu gibi yine
Kültür ve Turizm Bakanlığımızdadır''.
Avdagiç, ''Sizce Ajans amacına ulaştı mı?'' sorusunu
yanıtlarken, İstanbul için her zaman yapılacak çok
şey olduğunu ifade ederek, ''2008 yılına geri
dönersek 'Avrupa Kültür Başkenti' unvanından
beklentiler büyüktü. Bu unvanın koordinasyonundan
sorumlu ajansımız, kaldırımların onarılması,
çatılardaki antenlerin kaldırılması, mahalle
çeşmelerinin onarılması ve benzeri çok taleple
karşılaştı. Zaman ilerledikçe, takvimler 2010'u
gösterdiğinde ajansımızın çalışmaları vitrine çıktı
ve İstanbul 2010'un sadece bir altyapı projesi
değil, geniş çaplı bir kültür projesi olduğu tüm
İstanbullular tarafından deneyimlenerek görüldü''
diye konuştu.
Ajans olarak yola çıkarken, gerçekçi davranıp
İstanbul'un ve İstanbullunun ihtiyaçları paralelinde
önlerine hedefler koyduklarını belirten Avdagiç, bu
şehrin, dünya kültür sanat gündeminin merkezine
oturması, kültür mirasını Avrupa ile paylaşması,
kentin çehresinin değişmesi ve yaşam kalitesinin
yükselmesi, yeni kültür mekanlarına kavuşması ve
kültür altyapısının güçlenmesi, gençlerin sanatta
yaratıcılıkla daha yakın ilişki kurması, kentlilik
bilincinin gelişmesi gibi hedeflere ulaşmaya
çalıştıklarını anlattı.
Şekib Avdagiç, ''Şimdi geride bıraktığımız yıla
dönüp deneyimlerimizi hatırlayınca, hem yurt içinden
hem de dışından aldığımız olumlu geri dönüşleri
düşününce, elimizdeki zaman zarfında görevimizi
başarıyla tamamladığımızı ve üç yıl önce
belirlediğimiz hedeflere ulaştığımızı gönül
rahatlığıyla söyleyebiliyoruz'' dedi.
Yapı, 29.12.2010
REJANS'TA SON YILBAŞI
İstanbul’un
Avrupa Kültür Başkenti olduğu 2010
sona ererken, kentteki “Rus Lokantası”
kültürünü yaşatan tarihi
Rejans’ın
2011 yılını “kapanma kararı”yla karşılaması nasıl
yorumlanabilir? Hele bu lokanta, Mustafa Kemal
Atatürk’ün İstanbul’daki “müdavim”i olduğu
mekanlardan en ünlüsü ise, Türkiye Cumhuriyeti’ni
yönetenlerin aynı mekanı yaşatmak için kıllarını
bile kıpırdatmamaları nasıl affedilebilir?
Hemen tüm anıları, yaşanmışlıkları ve özgünlüğüyle
tartışmasız “kültür mirası”
niteliği taşıyan böylesine “eşsiz” bir lokantanın,
sadece “kiracı-mal sahibi yasaları”yla
tarihten silinmesine karar verilmesi nasıl bir
“hukuk” anlayışıdır? O kiracının İstanbul ve hatta
ülke kültürüne yaptığı asırlık katkıyı önemsemeyen;
o mal sahibine de sahip olduğu mülkün artık sadece
kendine ait değil, topluma ait bir değer olduğunu
anımsatmayan bir mahkeme, kararını “Türk milleti
adına” nasıl alabilir?
Sorular çoğaldıkça görülüyor ki neredeyse tüm
Cumhuriyet tarihine tanıklık eden bir kültür ve
uygarlık mekanımız, bunun değerini bil(e)meyenlerin
aymazlığı yüzünden “son yılbaşı”na hazırlanıyor.
Eğer tahliye davasını kazanan mal sahibi ile
“kiracısı” arasında bir uzlaşma sağlanamazsa, Rejans
belki de başka bir mekana taşınarak varlığını
sürdürecek, ama o unutulmaz tarihsel buluşmalara
tanıklık eden mekanından yoksun olarak...
‘Kültürsüz’ yasalar...
Bu talihsiz gelişme, Asmalımescid Mahallesi’ndeki
Olivio geçidinde bulunan lokanta
mekanını 30 yıl önce sahiplenen 90 yaşındaki “mal
sahibi” Dr. Mithat Müdüroğlu’nun
2007’de bir ihtar göndererek “Çıkın! Ben
kullanacağım” demesiyle başlamıştı. Derken, kira
kontratının yenilenmemesiyle doruğa çıkan
anlaşmazlık Rejans’ın sahiplerince dava konusu
yapıldıysa da yargı, mal sahibini haklı bularak
tarihi mekanın boşaltılmasına hükmetti. Nitekim
Yargıtay da konuyu sadece kiracı-mal sahibi hukuku
açısından inceleyip “kültür”ü konunun dışında
tutunca, Rejans’ın kapanması “mahkeme hükmü”ne
dönüşmüş oldu...
Beyoğlu’nun ‘efsane’si
Yazar Jak Deleon Rejans Restoran’ı
bakın nasıl anlatıyor; “…tıpkı Beyoğlu gibi ‘nevi
şahsına münhasır’ bir efsanedir... Akşamüstü bir
barda soluklanıp yemeği Rejans’ta yemeyen bir
gazeteci var mıdır? Rejans’ı tanımamış ‘ehl-i damak’
bulmak mümkün müdür?” (Beyoğlu’nda Beyaz
Ruslar-Remzi Kitabevi)
İşletmenin sahibi Erdal Sezener de
mal sahibinin “Sizinle hiçbir sorunum yok, sadece
mülkümü geri istiyorum” dediğini anımsatarak şunları
söylemişti: “75 yıldır aynı yerde hizmet veren bu
mekanı, benim ailem 30 yıldır işletiyor. 2003’te
‘Time Out İstanbul Yeme İçme Ödülleri’nde ‘En İyi
Etnik Restoran’ ödülünü almamız, tarihsel geçmişine
saygımızın ürünü...”
Şimdi soruyoruz; aynı saygıyı acaba İstanbul 2010
Kültür Başkenti Ajansı da gösterip o muazzam
bütçesinden para ayırarak o tarihsel mekanı
kamulaştırıp Rejans’ın kullanımına veremez miydi?
Yoksa bunun engeli “votka”nın yanı sıra Atatürk’ün
demlendiği beyaz kolalı örtülü “rakı” masası mıydı?
Yazık, çok yazık...
Cumhuriyet, Yazı. Oktay Ekinci, 29.12.2010
AUGUSTUS TAPINAĞI'NA BÜYÜKŞEHİR'DEN DESTEK
Ankara Büyükşehir Belediyesi, ilk olarak
MÖ 25 yılında Frigyalılar tarafından inşa
edilen ve bugün
Ulus'ta Hacı Bayram
Camisi'nin yanında bulunan
Agustus
Tapınağı'nın zamanla
eğilen ve
yıkılmaya yüz tutan duvarlarını güçlendirdi.
Büyükşehir Belediyesi Basın Merkezinden yapılan
açıklamada, birçok uygarlığa ev sahipliği yapan ve
bugünüyle olduğu kadar tarihiyle de dünyaya örnek
olan Başkentteki tarihi eserleri, ortaya çıkarma ve
koruma çalışmalarının sürdürüldüğü ifade edildi.
Zamanla eskiyen ve yıkılan, bugün sadece 2 yan
duvarı kalan Agustus Tapınağı'nın, duvarlarında
Latince ve Hellence olmak üzere iki dilde kırmızı
renkle boyalı harflerle, Türkçe'de ''Ankara Anıtı''
olarak bilinen ''Res Gestae Divi Augustus''
kazınmış. Yazıtların, Augustus'un gerçekleştirdiği
işlerin bir listesi ve imparatorluktaki kurumsal
işleyişin tasviri olmak üzere o döneme dair önemli
bilgiler içerdiği, bu açıdan da önem arz ettiği
belirtilen açıklamada, Büyükşehir Belediyesi
yetkililerinin şu görüşlerine yer verildi:
''Tapınağın, ayakta kalan iki duvarında doğal
afetler, depremler ve arazinin yapısından dolayı
eğilmeler olmuştu. Kültür ve Turizm Bakanlığı ile
yapılan görüşmeler sonrasında bu tapınağın
güçlendirilmesinin Büyükşehir Belediyesi tarafından
yapılması uygun görüldü. Çalışmalarla tapınağın
duvarlarını bu eğilmelerden kurtardık. Yıkılma
ihtimalleri sıfıra düştü ve koruma altına alındı.
Duvarlar, çelik konstrüksiyon ve duvarlara zarar
vermeyecek şekilde papuçlarla desteklendi. Bu sayede
bu dev tapınak, artık güvenli ve ziyaretçilere
görkemiyle büyük bir seyir keyfi yaşatabilecek''.
Yetkililer, tapınağın etrafının çevre düzenlemesinin
de yapıldığını ve burada Hacıbayram Camii ile iç
içe bir tarih ortaya çıktığını belirterek, ''Bentderesi'ndeki
Roma Antik Tiyatrosu'ndaki çalışmalarımız da
tamamlandığında burada tarihi bir bütünlük oluşacak.
Buraya gelen ziyaretçiler adeta tarihin içerisinde
yolculuk edecekler'' değerlendirmesinde bulundular.
Yapı, 29.12.2010
ASKLEPİON'DAKİ 'YILANLI SÜTUN' MÜZEDE KORUNACAK
Ölümün giremediği yer olarak bilinen ve yaklaşık 2 bin 400 yıl önce kurulan Asklepion, tıp biliminin simgesi olarak kabul ediliyor. Zamanının en büyük sağlık merkezlerinden biri olarak hizmet veren İzmir'in Bergama İlçesindeki tarihi Asklepion'da bulunan 'yılanlı sütun', Bergama Müzesi'nde koruma altına alınacak.
Bergama Müze Müdürü Adnan Sarıoğlu, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Asklepion'da bulunan mermer sütunun, bugüne kadar sergilendiği alandan kaldırarak, müzede koruma altına alacaklarını bildirdi.
Yılanlı sütunun müzeye getirilmesi için gerekli ödeneğin ayrıldığını belirten Sarıoğlu, ''Sütun bir hafta içerisinde müzeye getirilecek ve koruma altında teşhir edilmesine başlanacak. Böylece çok önemli bir tarihi eserin doğal yollarla yıpranmasının önüne geçilmiş olacak'' dedi.
Yapı, 29.12.2010
KADINLAR 4 BİN YIL ÖNCE DE CIMBIZ KULLANIYORMUŞ
Asurlulara ait 4 bin yıllık eserlerin yer aldığı
"Anadolu'nun Önsözü Kültepe-Kaniş Karumu: Asurlular
İstanbul'da" sergisi açıldı.
Aya İrini Müzesi'ndeki sergide, Anadolu'nun en eski
uluslararası ticaret merkezi olma özelliğini taşıyan
Kayseri Kültepe'deki kazılardan elde edilen eserler
izleyicilere sunuluyor. Sergide, "Anadolu Yazısının
İlk Örnekleri Mi?", "Anadolu Usulü Tarihlendirme:
Hasat Zamanı" ve "Kutsal İçki Kapları ve Figürinler"
başlıkları altında, kilden yapılmış saklama kapları,
testiler, meyvelikler ve kutsal içki kadehleri yer
alıyor.
Sergi açılışında konuşan Ayasofya Müzesi Başkanı
Doç.Dr. Haluk Dursun, Aya İrini Müzesi'nin çok
tarihi bir an yaşadığını, tarihi mekanın 1983'ten
sonra ilk defa uzun soluklu bir sergiye evsahipliği
yaptığını söyledi.
Dursun, Asurlulara ait kıymetli eserleri Kayseri'den
İstanbul'a getirdiklerini, "Asurlular Aya İrini'de"
başlığının kendisini çok heyecanlandırdığını ve
böyle bir serginin açılabilmesi için elinden gelen
tüm imkanları seferber ettiğini kaydetti.
Dün Ayasofya'nın açılış günü olduğunu belirten
Dursun, "Justinyanus'un, o kubbe altında 'Ey
Süleyman, bugün seni geçtim' diye bağırmasının
1473'üncü yıldönümüydü. 27 Aralıkta Ayasofya'da onu
kutladık. Bugün de 28 Aralıkta Aya İrini'nin böyle
bir tarihi gününü kutlamış oluyoruz" dedi.
Kültepe-Kaniş Kazısı Başkanı Prof.Dr. Fikri
Kulakoğlu da 1948'den itibaren devam eden Kültepe
kazılarının, Anadolu tarihini bütün dünya
arkeolojisinde ön plana çıkarmış bir merkez olduğunu
ifade ederek, buna karşın Kültepe'yi Anadolu
insanına tanıtmakta çok başarılı olamadıklarını
söyledi.
Kültepe'nin yurt dışındaki insanlar tarafından daha
çok bilindiğine dikkati çeken Kulakoğlu, Kültepe'nin
Anadolu insanına tanıtımında biraz geç kaldıklarını,
bunu daha fazla geciktirmemek için de İstanbul 2010
Avrupa Kültür Başkenti (AKB) kapsamı içinde böyle
bir sergi açma fikrinin oluştuğunu anlattı.
"Asurlular İstanbul"da sergisindeki hedeflerini,
"Kültepe'yi Anadolu insanına tanıtmak" olarak
açıklayan Kulakoğlu, şöyle devam etti:
"Bir diğer amacımız da iki farklı müzede sergilenen
eserlerin en nadide örneklerini bir araya
getirmekti. Kayseri ve Ankara'daki Anadolu
Medeniyetleri Müzesi'nde yaklaşık 50 bin arkeolojik
ve filolojik eser var. Bunların sadece 500 tanesi
sergilenebilmekte. Geriye kalan eserler müze
depolarında beklemekte. Biz de müzenin teşhir
koleksiyonlarından ziyade müze depolarında bekleyen
eserleri bir araya getirme düşüncesiyle böyle bir
tasarım gerçekleştirdik. Bu sergi, İstanbul 2010 AKB
Ajansının kapanış etkinliği olması nedeniyle de daha
özel bir öneme sahip."
İstanbul 2010 AKB Ajansı Yürütme Kurulu Başkanı
Şekib Avdagiç de serginin kendileri için ayrı bir
öneme sahip olduğunu vurgulayarak, 2010 yılını bu
sergiyle kapattıklarını söyledi.
"Asurlular İstanbul"da sergisinin, 2010 yılında
ortaya koymaya çalıştıkları konsepte somut bir örnek
teşkil ettiğini belirten Avdagiç, şunları kaydetti:
"İçeriyi gezerken aklıma Orhan Veli'nin dizesi
geldi: 'Bir elimde cımbız, bir elimde ayna, umurumda
mı dünya'. Çünkü baktım 4 bin yıl evvel de
hanımefendiler cımbız kullanıyorlarmış. 4 bin yılda
aslında çok da bir şeyin değişmediğini gördük. 4 bin
yıl evvel eşek sevkiyatı yaparken kayıt
tutuluyormuş, biz bugün araba sevkiyatı yaparken
kayıt tutuyoruz. Bu sergi, aslında 4 bin yılda
nereden nereye geldiğimizin de çok somut bir
ifadesi."
Sergi, 29 Mart 2011'e kadar açık kalacak.
Türkiye Gazetesi, Haber:
BİR BURSA MASALI
600 yıllık bir geçmişe sahip İpek Hanı, eski Bursa'yı yaşatan en güzel yerlerden biri.
İpek Hanı, Bursa'nın en büyük hanlarından biri. Yontma taş ve tek sıra tuğladan inşa edilen han, Osmanlı'nın belki de en çalkantılı döneminde tahtta olan Çelebi Mehmet tarafından yaptırılmış. Mimar Hacı İvaz Paşa'ya yaptırılan han, 1420'lerden kalma. Yaklaşık 600 yıl öncesinin atmosferini dokusunda taşıyan han, yapılış amacı Yeşil Külliyesi'ne gelir sağlamak. Arabacılar Han olarak da adlandırılan han çeşitli dönemlerde onarımlardan geçmiş. Kaynaklardan öğrenildiğine göre ilk yapımından bir hayli uzaklaşılmış bu onarımlarla.
Kapalı Çarşı'nın batısında kalan han yine de ziyaretçilerini şaşırtabilecek bir havaya sahip. Hanın avlusundaki çınarlar, şadırvan, üst kattan bakıldığında görülen Uludağ, eski Bursa fotoğrafları sunuyor. Yazın yeşilliği içinde cıvıl cıvıl bir atmosfere bürünen han, kışın kasvetli ancak dingin ortamda karşılıyor ziyaretçilerini. Avludaki banklarda oturup dinlenerek, dinlenirken de hayaller kurarak kentin karmaşasından bir an da olsa uzaklaşmak mümkün. Eski Bursa yaratan az sayıdaki mekandan biri olan han, Kapalı Çarşı'nın kalabalığından sonra dinlenmek için de harika bir yer. Üst katta turlarken Ulu Cami'yi ve hemen arkasındaki Uludağ'ı seyretmek ayrı duygu katıyor.
Hana ait bir Batılının notu ise dikkat çekici. 1835'te hanı gezen bayan seyyah Julia Pardoe, şu ifadeleri kullanıyor: Burası şehrin en güzel binalarından biri... 19. yüzyılda düşülen bu not günümüzde de anlamlı. Her şeyin on beş dakikada unutulduğu günümüz dünyasında zamanın sırrı belki de böyle mekanlarda gizlidir.
Bursa Olay, Yazı: Kemal Selçuk, 29.12.2010
PERŞEMBE PAZARI İÇİN NİHAİ KARAR
İstanbul, Beyoğlu
sınırları içerisinde yer alan Perşembe Pazarı
'Yenileme Alanı' olarak ilan edildi.
Yıllardır bölgede yarattığı görüntü ve trafik
kirliliği nedeniyle tartışma konusu olan Perşembe
Pazarı'nın, 5366 sayılı Yıpranan Tarihi ve Kültürel
Taşınmaz Varlıkların Yenilenerek Korunması ve
Yaşatılarak Kullanılması Hakkında Kanun'a göre
Yenileme Alanı olarak kabul edilmesine ilişkin
Bakanlar Kurulu kararı Resmi Gazete'de yayımlandı.
1970'ten beri çeşitli yenileme planlarının
yapıldığı bölge, bugüne kadar yüzlerce dükkanın
yıkılmasına ve bölgedeki hırdavatçıların
azaltılmasına rağmen istenilen programlara adapte
edilemedi.
Radikal, 29.12.2010
MİMARLAR KENTİ AHLAT
Bitlis'in Ahlat İlçesi'nde 11. yüzyıldan günümüze gelen ve 2. Orhun Abideleri olarak adlandırılan Ahlat Selçuklu Mezarlığı'ndaki tarihi taşlar büyük ilgi görüyor.
Mezarlık, abidevi nitelikleri ile yerli ve yabancı turistlerin ilgisini çekmeye başladı. Tarihi mezarlık, Van Gölü kıyısındaki Bitlis'in Ahlat İlçesinde bulunuyor. Dünyanın en büyük tarihi Müslüman Mezarlığı konumunda olan Selçuklu Mezarlığı'nda Ahlat Fotoğrafçılık Kulübü tarafından fotoğraflarla saptanan 8 bin 169 adet mezar taşı bulunuyor. Bilim adamlarının Ahlat'ın özellikle 13. ve 14. yüzyılların çok büyük bilim, kültür ve ticaret merkezi olduğunu belirtiyor. Buranın Orta Çağ'da 'mimarlar kenti' olduğunu ifade etmesi ve mezar taşlarının üzerlerinde barındırdıkları kitabeler, bezemeler, yazılar ve şiirler burayı daha da önemli kılıyor. Mezar taşlarından buradaki halkın kimya, astronomi, matematik gibi ilimlerde son derece ileri olduğu anlaşılıyor.
Bursa Olay, 29.12.2010
KIZIL KONAK'A BAKANLIK ELİ
Türkiye'de komünist düşüncenin önemli isimlerinden Zeki Baştımar'ın doğup büyüdüğü, 'Sembol Konak' koruma altına alındı, restore edilecek.
Baştımar, İleri Gençler Birliği Davası'ndan hüküm giyen, Nazım Hikmet'in teyzesinin damadı Dündar Baştımar ve Türkiye Birleşik Komünist Partisi üyesi Yıldız Sargın'ın (Baştımar) yıllarca kaldığı Sürmene'deki konak artık devlet koruması altında. Kültür Bakanlığı 170 yıllık konağı koruma altına aldı.Avukat Atilla Baştımar şunları söyledi: Spordan Sorumlu Devlet Bakanı Faruk Özak, tarihi konağı görünce harekete geçti. Daha sonra AK Parti Milletvekili Cevdet Erdöl de olayın üzerine düştü. Kültür Bakanlığı burayı inceledi. İl Özel İdaresi konağı ve çevresindeki 3 dönüm araziyi aldı.
Konakta şu anda, Zeki Baştımar'ın kuzeni, 80 yaşındaki Meliha Uzunoğlu yaşıyor. Meliha Nine, 'Zeki Baştımar ile yaklaşık 40 yıl önce İstanbul'da görüşmüştük, mükemmel bir insandı.' diyor. Yeni bir ev yaptıran Baştımar, yakında konaktan ayrılacak.
Akşam, Haber: Gürkan Ata, 29.12.2010
"KÜLTÜR SANAT BİRE 7 VERİYOR, KAMU 'YUMUŞAK GÜÇ'
GÖSTERSİN
İstanbul'da uluslararası sanat
festivalleri düzenlemek amacıyla 1973 yılında Nejat
F. Eczacıbaşı önderliğindeki 17 işadamı ve
sanatsever tarafından kurulan
İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı’nın (İKSV)
başkanlığına geçen şubat ayında seçilen Bülent
Eczacıbaşı, uzun süre sessizliğini korudu. İKSV ile
ilgili hedeflerini paylaşmak amacıyla basının
karşısına çıkmaya başladığında, yaklaşık 30 milyon
dolarlık borcu yeniden yapılandırarak 10 yıllık bir
vadeye yaymış, Eczacıbaşı Holding olarak İKSV’ye 10
milyon liralık bir bağış yapmış, sponsorlar da
katkılarını artırmışlardı. Bülent Eczacıbaşı ile
İKSV’yi ve
Türkiye’de
sanat ve kültür alanındaki gelişmeleri konuştuk.
* İKSV mali sıkıntı içindeydi... - Doğal olarak mali sorunları vardı. Vakıflar,
özellikle kültür ve sanatla ilgili olanlar, mali
sıkıntılar yaşar. Neredeyse tamamen
özel
sektörün katkılarıyla çalışmalarını sürdürüyorlar.
İKSV yıllar içerisinde çok başarılı işler yapmış,
çalışmalarını genişletmiş, yurtdışında etkinlikler
yapmış bir kurum. Bunlar da mali yükler getirmiş.
* İKSV’nin bütçesi nedir? Mali sorunların çözümüne
kamu ne kadar katkı sağlıyor? - İKSV’nin 2011 bütçesi 30 milyon TL
düzeyinde. İKSV’nin etkinliklerinde kamunun katkısı
ise yüzde 6 seviyesinde, belediyenin katkılarını da
ekleyince bu oran yüzde 7’ye çıkıyor. Bu katkının
mutlaka artırılması gerekiyor.
* Dünyadaki örneklere bakınca kamu katkısı ne
kadar? - Dünyadaki önemli festivallerde kamu katkısı
ortalama yüzde 60 düzeyinde. Edinburg Festivali’ne
kamu katkısı yüzde 63. Venedik Festivali’nde, Güney
Fransa’da, Berlin Festivali’nde, Cannes’da yüzde
60; İspanya St. Sebastian’da yüzde 58, Hong Kong’da
yüzde 63. Kamu ve kurumlar, yaptıkları bu katkıların
karşılığını da fazlasıyla alıyorlar.
* Nasıl bir karşılık alıyorlar? - ABD’de
yapılmış bir araştırmaya göre, 4 milyon dolarlık
kültür sanat yatırımı, 30 milyon dolarlık bir
ekonomi yaratıyor. Yani, 1’e 7 gibi, bir çok
yatırımcının hayal bile edemeyeceği bir geri dönüş.
* Kamu katkısı olmadan bu faaliyetler sürdürülemez
mi? - Kültür sanat tek başına kendi yarattığı
kaynaklarla hiçbir ülkede gelişemiyor. Özel sektör
ve kamunun katkısı gerekiyor. Kabuğunu kıran,
dünyanın seçkin ülkeleri arasına giren Türkiye
alışkanlıklarını değiştirmek ve kültür-sanata
ayırdığı özel ve kamu kaynaklarını da artırmak
zorunda.
* Kamu, bu katkıları artırmaya sıcak bakıyor mu? - Kamuda bu yönde çaba ve iyi niyet görüyorum.
Yıllar içinde artacaktır. Türkiye artık dünyada
kendine yeni bir yer arıyor, komşularıyla
ilişkilerini geliştiriyor, bölgesinin lideri oluyor,
“yumuşak gücünün” nasıl bir potansiyel taşıdığını ve
bunu nasıl kullanması gerektiğini anlamaya başlıyor.
Kültür ve sanatta bir üçüncü dünya ülkesi gibi
kalırsak, sadece
ekonomik
gelişme ve dış politikada aktif olarak elde etmek
istediklerimizi başaramayız.
* Özel sektör son yıllarda pek çok müze ve
vakıflar kanalıyla projeler geliştirdi. Bunlar da
olumlu gelişmeler... - Evet muhakkak olumlu gelişmeler. İlgi artıyor ve
ilgi arttıkça daha geniş kitlelere yayılıyor.
Sponsorluğun ticari açıdan da anlamlı olduğu
görülüyor. Bunlar iyi sonuçlar verecek. Özel
müzelerle birlikte müze ziyaretçileri de arttı.
Örneğin,
İstanbul Modern’in ziyaretçi sayısı 500 bine
yaklaştı. Yurtdışından bu kurumlara ilgi artıyor,
ortak projeler, sergiler yapmak teklifleri geliyor.
Bu tür projelerin tanıtıma katkısı tabii büyük
oluyor. Ayrıca
İstanbul’un kültür-sanat yaşamı çok canlı,
yaşanabilir bir şehir olması ekonomik açıdan da
yararlar getiriyor.
* Bu gelişimin Anadolu’ya yansıması da var mı? - Kesinlikle var. Anadolu’nun çeşitli şehirlerinde
çok kaliteli sanat etkinlikleri düzenleniyor.
* Bir de değişmeyen mekan sorunu var... -
İstanbul gibi bir kültür başkentinin daha fazla
olanağa sahip olması gerekir. Kongre öncelikli
salonlar dışında gerçek anlamda konser salonları
yok. Sinemalarımız birer birer eksiliyor. Emek
Sineması sorunu gündemde ve ne olacağı da belli
değil. Emek’in yeni bir proje ile yıkılıp yeniden
yapılmak istendiğini biliyoruz ama anlamlı bir
eleştiri ortaya koyacak kadar bile projenin niteliği
hakkında kimsenin bilgi sahibi olmadığını görüyoruz.
Emek Sineması ile ilgili projenin kamuoyuna ve
sanatseverle karşı karanlıkta tutulmasından ve
yeterince açıklıkla anlatılmamasından son derecede
rahatsızız. Amacından ve niteliğinden habersiz
olduğumuz bu projenin de elbette yanında değiliz.
Emek Sineması’nın asıl sahibi İstanbullular ve
sanatseverlerdir. Sanıyorum bu nokta yeterince
anlaşılamıyor ve proje Emek’in asıl sahiplerinden
nedense gizleniyor. Öte yandan, Atatürk Kültür
Merkezi sorunu sürüyor, bu çok önemli mekan kültür
ve sanat dünyamızın hizmetine bir türlü açılamıyor.
İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti’yken bu
sorunları çözmeliydik.
İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı AKM
sorununu çözmek için çok çaba gösterdi ama
maalesef sonuç alamadı.
* Uluslararası Tasarım Bienali projenizin
kapsamı nedir? - İKSV; Müzik Festivali, Caz Festivali,
Sinema Festivali ve 2 yılda bir yapılan Tiyatro
ve Çağdaş Sanat bienallerini gerçekleştiriyor. Kendi
alanlarında dünyada önemli yerlere geldi. Bazıları
ilk üçe girdi. Uluslararası Tasarım Bienali’nin
ilkini 2012’de düzenleyeceğiz. Tasarım geniş bir
konu ve çok altbaşlığı var.Bunun sınırlarını ve ana
temalarını belirliyoruz.
* Fransa’da
Türk Mevsimi ne kadar başarılı oldu? - Çok başarılıydı. Dokuz ay boyunca düzenlenen
yüzlerce etkinlikle Türk kültürünün çok etkili bir
tanıtımı yapıldı. Eyfel Kulesi’nin Türk bayrağı
renkleriyle ışıklandırıldı. O sırada uçakta bulunan
Cumhurbaşkanı
Sarkozy’i sinirlendirmemek için pilotların rota
değiştirmiş olduklarını da Wikileaks’ten öğrendik!
“Fransa’da Türk Mevsimi”nin pek çok benzerlerini
yapabiliriz. Yurtdışından bu yönde çok talep var.
* 2010 yılındaki etkinliklerde kaç kişiyi
ağırladınız? - 2010 yılında Film Festivali’ni 150 bin, Tiyatro
Festivali’ni 24 bin, Müzik Festivali’ni 20 bin, Caz
Festivali’ni 45 bin, Bienali 101 bin kişi izledi.
Fransa’daki Türk Mevsimi’nde 9 ayda yapılan 600
etkinliği 15 milyon kişi izledi. Bunların dışında
REM, U2, Leonard Cohen konserleri de binlerce kişi
tarafından izlendi.
* Bütün malını mülkünü kültür-sanat vakıflarına
bırakanlar var mı? - İKSV’ye mirasından pay bırakanlar arasında büyük
sanatçımız Leyla Gencer var. İKSV’nin yeni binasında
onun adına bir müze kurduk.
İstanbul Modern’e de sahip olduğu eserleri
bağışlayanlar oluyor. Miras bırakanlar da yaşarken
bağış yapanlar da var. Örneğin, İKSV’nin Lale Kart
üyelerinin İKSV bütçelerine katkıları, devletin
katkısına eşit düzeyde: yüzde 6.
Hürriyet, Haber: Demet Cengiz Bilgin, 29.12.2010
TARİHİ ESER KAÇAKÇILIĞINDA 20 GÖZALTI
Bursa'da Cumhuriyet Savcılığı ve jandarmanın tarihi eser operasyonunda eski bir milletvekili ve tanınmış isimlerin de bulunduğu 20 kişi gözaltına alındı.
Savcılığın yaklaşık 4 aydır sürdürdüğü soruşturma bugün İl Jandarma Komutanlığı ekiplerince operasyona dönüştü. Tarihi eser operasyonu kapsamında 21. Dönem Bursa Milletvekillerinden birisi ile bir teknik direktörün ayrıldığı eşinin de bulunduğu 20 kişi gözaltına alındı. Gözaltındaki kişilerin sorgusuna başlandığı, operasyondaki kişi sayısının artabileceği öğrenildi.
Savcılığın talimatıyla sorgusu tamamlanan kişiler 2 ya da 3 gün içinde adliyeye çıkartılacak.
Yeni Şafak, 29.12.2010
2 BİN 300 YILLIK KÖPRÜ SUYA GÖMÜLDÜ
İzmir'in
Bergama İlçesi'nde, Yortanlı Barajı'nın
suları altında kalacak
Allianoi antik kentinin
kille kaplanıp kuma gömülürken, Muğla'daki 2 bin 300
yıllık İnce Kemer Köprüsü da
Allianoi ile aynı kaderi paylaştı. 10 Ekim'de
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın
açılışını yaptığı Çine Adnan Menderes Barajı'nın
su tutma alanı içindeki Roma dönemine ait tarihi
köprü tamamen baraj suları altında kaldı.
Çine Barajı'nın 9.4 kilometrelik göl sahası içinde
kalan İnce Kemer Köprüsü ile ilgili
Kültür
Bakanlığı İzmir 2 No.lu Kültür ve Tabiat Varlıklarını
Koruma Kurulu'nun 21.02.2001 tarih ve 9835
sayılı kararında "İnce Kemer Köprüsü"nün taşınması
konusunda yer tespiti yapılarak belirlenen bölgeye
nakledilmesi kurulca kararlaştırılmıştır" denildi.
Barajın Aydın sınırları içinde, İnce Kemer
Köprüsü'nün de Muğla sınırları içinde kalması
nedeniyle nihai kararı Muğla'daki koruma kurulu
verdi.
Kurul 23.08.2002 tarih ve 1709 sayılı kararında,
"2000 yılı aşkın bir geçmişi bulunan tarihi mirasın
su altında kalmasının, taşıma gerekçesi
olamayacağına, su içinde bozulma ve yıpranmasını
önleyici teknik ve bilimsel önlemlerin kurulumuza da
bilgi verilerek alınmasına, bu işlem yerine
getirilmeden söz konusu anıtsal yapıyı su altında
bırakacak uygulamaya geçilememesine" hükmetti.
Halk arasında Gelin Geçmez Köprüsü
olarak bilinen tarihi İnce Kemer Köprüsü'ne toprak
ve kaya parçalarıyla dolgu yapıldı. Bu işlem
Muğla Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu
denetiminde gerçekleşti. Olası bir tahribatı
engellemek için çalışmalar sırasında bir kurul
yetkilisi sürekli bölgede bulunduruldu. Tarihi köprü
son yağışların ardından tamamen sular altında kaldı.
Yatağan Belediye Başkan Vekili, araştırmacı-yazar
Tarcan Oğuz, aynı işlevi gören iki
kurumun farklı kararlar vermesini eleştirdi. Oğuz,
"Karia döneminin önemli eserlerinden İnce Kemer
Köprüsü sular altında kaldı. Böylece bir medeniyet
yok oldu. Yatırım yapılırken tarihi de gözetmekte
fayda var. Çine ve Yatağan yöresinde herkesin zaman
zaman görmek için geldiği İnce Kemer Köprüsü şimdi
tamamen sular altında kaldı. Girişimlerimiz sonuç
vermedi. Barajın 50-60 yıl sonra ömrünü tamamlayarak
suların çekileceği iddia ediliyor. Bugüne kadar
ömrünü tamamlayarak suların çekildiği bir baraj
görmedik" dedi.
Muğla Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Başkanı ve Karya
Araştırma Merkezi Müdürü
Prof. Adnan Diler
ise, köprünün uygun bir yere taşınmasının gündeme
geldiğini ancak bu gibi tarihi değerlerin yerinde
kalmasının çok önemli olduğunu belirterek, "Köprünün
taşınması anlamsızdı. Bu nedenle yerinde bırakıldı"
diye konuştu.
Yeni Asır, Haber: Bekir Tosun - Osman Akça,
28.12.2010
RESTORASYONUN AMACI KULLANARAK KORUMAK YA DA
KORUYARAK KULLANMAK
Nevşehir Tabii ve Kültürel Varlıkları Koruma Kurulu
Müdürü Mevlüt Coşkun, geçtiğimiz günlerde
Nevşehir'in merkeze bağlı
Göreme beldesinde
çöken peribacasının projesini 1,5 yıl önce
onaylayıp, Bakanlığa gönderdiklerini belirterek,
''Maalesef, İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü,
yatırım programına alıp, bunun tamiratını
yaptırmadı'' dedi.
Nevşehir Üniversitesi Turizm Fakültesi Turizm ve
Seyahat Hizmetleri Programı Bölümü tarafından
düzenlenen 'Kapadokya'daki Tabii ve Kültürel
Varlıkların Korunması' konulu panelde konuşan
Coşkun, Kapadokya bölgesi ve peribacalarının
oluşumuyla ilgili bilgiler verdi.
Coşkun, bir gazetecinin, geçen hafta Göreme'de çöken
peribacası ile ilgili sorusu üzerine, restorasyonun
ve korumanın birinci amacının, kullanarak korumak
veya koruyarak kullanmak olduğunu söyledi.
Peribacası gibi yapıların korunması için yasal
çerçevede ellerinden gelen gayreti gösterdiklerini
dile getiren Coşkun, kültür ve tabiat varlıklarının
korunmasında herkese görev düştüğüne işaret etti.
Coşkun, şunları söyledi:
''1960'lı yıllarda Kapadokya'ya bir hazine avukatı
gelmiş, peribacalarının devlet malı olduğunu ortaya
koymak suretiyle, tapularını çıkarttırıp, Hazineye
kaydettirmiş. Dolayısıyla peribacalarının şimdi
hepsinin tahsisi Milli Emlak'ta bulunuyor. Ondan
sonra da içindeki insanları boşaltmaya çalışmışlar.
Zaten restorasyonun amacı, kullanarak korumak ya da
koruyarak kullanmak. İçinde yaşam olmadıkça, insan
nefesi olmadıkça peribacası gibi bu yapıların
hepsinin ayakta kalma şansları yok. Biz o yıkılan
peribacasının projesini 1,5 yıl önce onayladık,
Bakanlığa gönderdik. Maalesef, İl Kültür ve Turizm
Müdürlüğü, yatırım programına alıp, bunun tamiratını
yaptırmadı.
Biz, Tabii ve Kültürel Varlıkları Koruma Kurulu
olarak projeleri onaylarız ama biz hiçbir zaman
ruhsat kesen bir merci değiliz. Dolayısıyla kurumlar
arasındaki koordinasyon, anlayışsızlık, iş
bilmezlik, başındaki yeteneksiz adamlardan
kaynaklanan pek çok sorun var''.
Panelde konuşan turizmci Hasan Kalcı da
konuşmasında, Kapadokya turizminin özelliklerini
anlattı. Bu bölgede turizm yapılırken önce hizmet
sonra para unsurunun düşünülmesi gerektiğini
belirten Kalcı, bölgeye gelen turistlerin zamanın
kıymetini bildiğini, bölge hakkında da bilgi sahibi
olduğunu ve burada kültürel turizm yapıldığını ifade
etti.
Yapı, Fotoğraf: Yücel Velioğlu, 28.12.2010
******
PERİBACALARI İÇİN YASA ŞART
UNESCO'nun ‘Dünya Kültür Mirası Listesi'nde yer
alan Kapadokya'daki kaya kilise ile peribacalarının
özellikle son yıllardaki tahribatının önüne
geçilmesi için ‘Kapadokya Sivil İnisiyatifi'
üyeleri, bir araya geldi. Üyeler, peribacalarının
yerel yönetimlere devredilmesini önerirken, bunların
daha iyi korunabilmesi için Özel Kapadokya Yasası
çıkartılmasını istedi.
Nevşehir'in Göreme Beldesi Aydınlı Mahallesi'nde
kısa süre önce 25 metre yüksekliğe sahip
peribacasında meydana gelen çöküntü ardından
bölgedeki yerel yöneticiler bir araya geldi.
Kapadokya bölgesinde, peribacalarının yoğun olarak
bulunduğu merkez arasında bulunan Ürgüp Belediye
Başkanı Fahri Yıldız, Ortahisar Belediye Başkanı Ali
İhsan Özendi, Uçhisar Belediye Başkanı Osman Süslü
ve Göreme Belediye Başkanı Nuri Cingil ile İl Özel
İdare Genel Sekreteri Abdülkadir Tatar, Göreme
Turizm Geliştirme Kooperatifi Başkanı Mustafa
Durmaz, Kapadokya Scal Kulüp Başkanı Murat Özgüç ile
TÜRSAB Kapadokya Bölgesel Yürütme Kurulu Başkanı
Mehmet Keçeci toplantı yaptı.
Toplantıda, peribacalarının daha iyi korunabilmesi
için alınması gereken önlemler görüşüldü. Toplantıda
alınan kararları açıklayan TÜRSAB Kapadokya Bölgesel
Yürütme Kurulu Başkanı Mehmet Keçeci, Kapadokya
bölgesinin, coğrafi yapısı ve kültürel değerleri ile
dünyanın dört yanından insanların ziyaret ettiğini
bölgenin Türkiye’nin en önemli kültür turizm
merkezlerinden biri olduğunu söyledi.
Kapadokya sivil inisiyatifinin aldığı
kararlar şöyle:
“Peribacalarının mülkiyetinin bir an önce yerel
yönetimlere devredilmelidir. Peribacalarının ve kaya
oyma mekanların rölöve, statik ve projeleri ekonomik
anlamda desteklenmelidir. Bu konuda yapılacak
çalışmalar Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma
Kurulu tarafından öncelikli olarak ele alınıp, acil
olarak sonuçlandırılmalıdır. Sınırları içerisinde
peribacası olan yerel yönetimler teknik personel
olarak da merkezi yönetim tarafından desteklenmeli.
Peribacaları ve kaya oyma mekanlar özel mülk
içerisinde dahi olsa, yerel yönetimlere koruma
amaçlı müdahale yapma yetkisi verilmelidir.
Belirttiğimiz görevlerin zamanında ve tam
yapılabilmesi için, bölgede bulunan ören yeri ve
müze gelirlerinden yerel yönetimlere ayrılacak bir
fon ile bu projeler finanse edilmelidir.”
Sözcü Mehmet Keçeci, önerilerini önümüzdeki günlerde
oluşturacakları bir heyet ile Cumhurbaşkanı Abdullah
Gül başta olmak üzere Başbakan Recep Tayyip Erdoğan
ve çeşitli bakanlıklara ileteceklerini ekledi.
Radikal, 30.12.2010
61 MÜZE EL DEĞİŞTİRİYOR
Kültür ve Turizm Bakanlığı’nca hazırlanan “Kültür
ve Turizm Bakanlığı Teşkilat ve Görevleri Hakkında
Yasa Tasarısı Taslağı”na göre salt
kütüphaneler değil, bakanlığın taşra teşkilatında
bulunan kültür merkezleri, danışma büroları ile 61
müze de il özel idarelerine devredilecek. Bakanlığın
bu yasa tasarısından sonra yine AKP iktidarının ilk
yıllarında gündeme gelen Devlet Tiyatroları (DT) ile
Devlet Opera ve Balesi’nin (DOB) de belediyelere ve
il özel idarelerine devredilmesini öngören yasa
taslağını hazırlayacağı belirtiliyor.
İki ayrı bakanlık olan Kültür Bakanlığı ile Turizm
Bakanlığı, AKP hükümetinin ilk Kültür Bakanı Erkan
Mumcu döneminde, 4848 sayılı yasa ile
birleştirilmişti.
Her iki bakanlığın birleştirilmesinin ardından da
2006’da, Kültür ve Turizm Bakanlığı’na bağlı
kütüphaneler ve müzelerin, belediyelere ve özel
idarelere devrini öngören yasa hazırlıklarına
girişilmişti. Ancak bu girişim Meclis’te, CHP
kanadının yoğun eleştirileri üzerine tasarı halinde
kalmıştı.
Bakanlığın yeniden gündemine aldığı tasarıya göre
taşra teşkilatı bünyesinde yer alan kültür
merkezleri, danışma büroları, ilçe sınırları
içindeki kütüphaneler ve illerdeki güzel sanat
galerileri ile 61 müze özel idarelerine
devredilecek. Söz konusu müzelerden bazıları şöyle:
“Adana Atatürk Evi Müzesi, Adana Etnoğrafya Müzesi,
Ankara Estergon Etnoğrafya Müzesi, İzmir Etnoğrafya
Müzesi, Konya Etnoğrafya Müzesi, Mersin Atatürk Evi
Müzesi, Erzurum Atatürk Evi Müzesi, Uşak Atatürk ve
Etnoğrafya Müzesi, İstanbul Adam Mickiewicz Müzesi,
Kütahya Çini Müzesi.”
Tasarıda ayrıca, Hazine’ye ait olup, bakanlığa
tahsis edilen taşınmazların da tahsis amacında
kullanılmak üzere ilgili il özel idaresine tahsis
edilmiş sayılması öngörülüyor.
Buna ek olarak, devredilen birimlerde çalışan
personel de kadro unvanlarıyla birlikte il özel
idarelerine devredilecek.
Cumhuriyet, Haber: Selda Güneysu, 28.12.2010
TEDBİR ALINMAZSA 1000 YILLIK TARİHİ KÖPRÜ YIKILABİLİR
Yayladağı'nda şiddetli yağışların bin yıllık Kasımbey Köprüsü'ne zarar verdiği, köprünün birisi bacağında olmak üzere iki ayrı yerinde çatlama oluştuğu bildirildi.
Tutlubahçe Mahallesi Muhtarı Yaşar Elagöz, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Kureyşi Deresi üzerinde 1040 yılında Abbasiler döneminde Savcılar Aşireti Reisi Kasımbey tarafından inşa edilen köprünün, son dönemdeki şiddetli yağışlar nedeniyle zarar gördüğünü ifade etti.
Durumu Yayladağı Kaymakamlığı'na ileteceklerini belirten Elagöz, şöyle devam etti: ''İlçemizin en önemli tarihi eserlerinden Kasımbey Köprüsü bin yıldır ilçemiz vatandaşlarının kahrını çekiyor. Özellikle çiftçiler tarafından kullanılan bu köprü Yayladağı-Samandağı Karayolu'na çıkan en kestirme yolu da birleştirme özelliğine sahip. Uzun yıllar bakım yapılmadığından günden güne dayanıklılığını kaybeden köprü son yağışlar sonrası iki yerden ciddi şekilde çatladı. İkinci bir şiddetli yağmuru kaldırmayabilir. Hatta ağır tonajlı bir aracın bile geçmesi köprüsü yerle bir edebilir.''
Elagöz, köprünün aslına uygun ve tarihi yapısı bozulmadan restore edilerek çatlayan yerlerinin güçlendirilmesi ve onarılması gerektiğini, aksi halde beklenmedik olayların yaşanacağını sözlerine ekledi.
Kaymakam Tolga Polat da, köprüden ağır tonajlı araçların geçmesini yasakladıklarını, ayrıca Kültür ve Turizm Müdürünü arayarak restorasyon konusunda destek istediği söyledi.
Hatay Gündem, 28.12.2010
MARDİN'DE İKİ KİLİSE VE DÖRT MANASTIRIN RESTORASYONU
TAMAMLANDI
Mardin
Valisi Hasan Duruer,
Kentsel
Dönüşüm Projesi kapsamında, şu ana kadar
iki manastır ve
dört
kilisenin restorasyonunun tamamlandığını
bildirdi. Duruer, AA muhabirine yaptığı açıklamada,
Turabdin bölgesi olarak bilinen Midyat ve
Mardin arasındaki bölgede, Süryani
cemaatine ait manastır ve kiliselerin bulunduğunu,
bu manastır ve kiliselerin Cumhuriyet döneminde
hiçbir zaman ibadete kapatılmadığını belirtti.
Vali Duruer, şöyle konuştu:
''Hoşgörünün diyarı olan Mardin'de kardeşçe bir
arada yaşanıyor. Yıllardan beri ortak yaşam içinde
olan Süryaniler ile bir arada yaşıyoruz. Restorasyon
çalışmalarında da onları kendimizden ayrı tutmadık.
Böylece Mardin'de ve çevre ilçelerde bulunan bazı
kilise ve manastırları restore ettik. Şu ana kadar
iki manastır ve dört kilisenin restorasyonunu
tamamladık. Dönüşüm Projesi kapsamında yaptığımız
bütün bu çalışmalar bittiğinde, Mardin binlerce
yıllık tarihi kimliğine kavuşacak ve dünyanın birçok
marka kentleriyle yarışır duruma gelecek''.
Vali Duruer, turizmden tarıma, ekonomiden sanata
kadar her alanda Mardin'i kalkındırmak için ciddi
çalışma başlattıklarını, son yıllarda turizmin gözde
merkezi olan Mardin'de hedeflerinin beş yıl içinde
beş milyon turist olduğunu kaydetti.
Kentteki yatak sayısını da bin 600'den 10 bine
çıkarmayı hedeflediklerini belirten Vali Duruer,
''Yatırımcıları, Mardin'e turizm alanında yatırım
yapmaya davet ediyoruz. Bu alanda yatırım yapacak
müteşebbislere her türlü kolaylığı sağlayacağız.
Mardin'de turizm sadece dört ayla sınırlı
olmamalıdır. Öncelikli hedefimiz, turizmi 12 aya
yaymaktır'' dedi.
Yapı, Fotoğraf: Mehmet Çelik, 28.12.2010
RAMSES LANETİ 8 KİŞİNİN SONU OLDU
Mısır’ın “Beni yerimden oynatanları sulara gömeceğim” lanetiyle ünlü firavunu 2. Ramses’in tapınağını ziyaret etmek için yola çıkan 6’sı kadın 8 ABD'li turist dün trafik kazasında yaşamını kaybetti, 21 kişi de yaralandı.
Korkunç kaza, 116 kişilik ABD'li turist kafilesini taşıyan 3 otobüsten birinin Asvan kentinden, güneyde tapınağın bulunduğu Ebu Simbel'e giderken tek arabanın geçebileceği çöl yolunda meydana geldi.
Otobüslerden biri yolda park edilmiş bir kamyona çarptı. Havanın henüz aydınlanmadığı şafak vakti olması nedeniyle park halindeki kum yüklü kamyonu fark edemeyen Mısırlı şoför, otobüsün çarpmasını engelleyemedi. Hafif yaralılar civardaki askeri hastanelere, ağır olanlar ise, havayoluyla Kahire'ye nakledildi. Tura katılan diğer iki otobüs kafilesi kaza sonrası Asvan'a geri döndü.
Ebu Simbel'deki Büyük Tapınağı, 2. Ramses Tanrı Amon'a adadı. Tapınak, Asvan'daki dev baraj inşaatı nedeniyle Ebu Simbel'e taşındı. Bu nedenle tapınağın 2. Ramses'in lanetini çektiği yolunda bir inanış oluştu. Bu inanış, tapınağı bulan kazı ekibi üyelerinden James Cole ve arkadaşlarının kısa sürede hastalanıp ölmesiyle yayıldı. Cole'ün eşi ve kızının yangında ölmesi ayrıca oğlu James'in ortak olduğu Titanic gemisinin batması da inanışı güçlendirdi. Trafik kurallarına pek uyulmayan Mısır'da yılda 8 bin kişi kazalarda ölüyor.
Sabah, 28.12.2010
ARINÇ'A AVİZE SORUSU
CHP Amasya Milletvekili Hüseyin Ünsal Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç'a avize soruları yöneltti.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın kurban bayramının birinci günü (16 Kasım 2010) açarak ibadet yaptığı İstanbul Süleymaniye Camii'ne ilişkin iddialar Meclis gündemine taşındı. CHP'li Ünsal açılıştan ertesi günü Camii'nin avizelerinin tavan süslemeleriyle birlikte zemine düştüğüne yönelik iddiaları bir soru önergesiyle, restorasyonu da yapan Vakıflar Genel Müdürlüğü'nden Sorumlu Başbakan Yardımcısı Arınç'a yöneltti. Ünsal'ın önergesinde yer alan sorular şöyle:
- İhale bedeli nedir?
- İhaleye kaç firma teklif vermiştir?
- İhale bedeli 7.100.000.-TL iken alınan bilgilere göre 21.000.000.-TL'ye tamamlandığı doğru mudur?
- İhale bedeli yükleniciye peşin olarak ödenmiş midir? Şartnamede peşin ödenekten söz edilmiş midir? Edilmedi ise bu haksız rekabet değil midir?
- Açılışı yapılan camiinin hemen ertesi gün avizelerinin ve tavan süslemelerinin düştüğü doğru mudur?
- Eğer böyle bir durum söz konusu ise; 16. yüzyılında 8 şiddetinde depreme dayanıklı olarak yapıldığı belirtilen camiinin avizelerinin hemen takıldıktan sonra düşmesi hakkında bir inceleme başlatılmış mıdır?
- Yüklenici firmaya bir yaptırım uygulanmış mıdır?
Akşam, Haber: A. Rezzak Oral, 28.12.2010
ÖRNEK BİR RESTORASYON KENTİ: HALEP
Palmiye
ağaçlarının gölgesindeki sessiz bir meydana açılan,
Suriye'nin Ortaçağ'a ait muazzam kalesi restore
edildi. Bu sakin meydan, Ortadoğu'nun en ileri
koruma projelerinden birinin en önemli parçası.
Diğer restorasyon projelerinden farklı olarak,
binalar kadar insanlara da önem veren bir proje.
Halep semalarında yükselen ve İslam mimarisinin
mücevheri olan kale duvarlarının yaklaşık 10 yıldır
süren restorasyon projesi, aynı zamanda bozulmuş
sokakların yeniden inşasını, şehirdeki hizmetleri
geliştirmesini, tarihi şehirdeki yüzlerce evin
yenilenmesi ile şehrin en yoksul mahallelerinden
birinde 16 hektarlık bir park alanı oluşturulmasını
da kapsıyor.
Taraf, 28.12.2010
İNSANLIK TARİHİNİ DEĞİŞTİRECEK KEŞİF
İsrail'in Roş Ha'ayin kasabası yakınlarındaki Kesem mağarasında incelemeler yapan Tel Aviv Üniversitesi'nden bir ekip, 400 bin yıl öncesine ait insan dişleri bulduklarını açıkladı.
İsrailli ekibin başındaki arkeolog Avi Gopher, kesin sonuca varmak için daha detaylı çalışmalar yapılması gerektiğini ifade etti, ancak ekledi:
"Eğer ispatlanırsa, bu evrim teorisi hakkında bildiklerimizi tamamen değiştirir."
Bilimsel çevrelerde kabul edilen teoriye göre, Homo Sapiens 200 bin yıl önce Afrika'da ortaya çıktı ve ardından dünyaya yayıldı.
Cambridge Üniversitesi'nden tarih öncesi uzmanı Paul Mellars ise, bu keşfin "önemli" olduğunu ancak kalıntıların modern insandan olduğunu söylemek için çok erken olduğunu söyledi.
Mellars, "bulunan dişlerin, modern insanın uzun yıllar önce yaşamış olan akrabaları Neandertallara ait olduğunu" düşündüğünü ifade etti.
Hürriyet, 28.12.2010
DÜNYANIN İLK ÜNİVERSİTESİ BULUNDU
Nusaybin'de bulunan
Mor Yakup Manastırı'nda yapılan arkeolojik kazılarda
bulunan Nisibis Akademisi'nin dünyanın ilk
üniversitesi olduğu ileri sürüldü. MS 209 yılında
yapılan ve yaklaşık 1700 yıllık tarihi geçmişi
bulunan Mor Yakup Manastırı'nın bahçesindeki yerin
altında saklı bulunan tarih hazinesi gün ışığına
çıkartılıyor.
Bir zamanlar felsefe, mantık, edebiyat, geometri,
astronomi, tıp, hukuk eğitiminin verildiği dünyanın
ilk eğitim üniversitesi olma özelliğine sahip Mor
Yakup Manastırı'ndaki arkeolojik kazılar aralıksız
devam ediyor. Önümüzdeki yılın Şubat ayında
bitirilmesi planlanan kazılardan sonra Hazreti
Muhammed'in torunu olan Zeynel Abidin Hazretleri
Türbesi, Zeynel Abidin Camisi ile birleştirilerek
Türkiye'nin ilk inanç parkı haline getirilmesi
hedefleniyor.
Vakıflar Bölge Müdürlüğü ve Mardin Valiliği
tarafından sürdürülen çalışmaların bir yıl içinde
bitirileceğini belirten
Nusaybin Kaymakamı Murat Girgin, Zeynel
Abidin Türbesi ve Moryakup Manastırı kazı
çalışmalarının bitirilmesi ile bölgenin inanç
turizmi açısından önemli bir merkez haline
geleceğini söyledi.
Yıllardır ilçede yaşanan terör olayları ve polise
taş atan çocuklarla ilçenin anılmaya başlandığını
belirten Kaymakam Girgin, bu kötü imajı değiştirmek
için büyük bir atılım içerisine girdiklerini
söyledi. Bu çerçevede tarihi ve turistik mekanları
restore etmeye başladıklarını anlatan Kaymakam
Girgin, İran ve Roma devletlerinin ortasında
kurulmuş Nusaybin'in
tarihte üstlendiği bilimsel ve kültürel rolünü
detaylı olarak dile getirdi.
Nusaybin'e Ümmü'l-Ulum,
(İlimler Anası) ve Medinetu'l-Maarif (Bilgi şehri)
unvanlarına layık görüldüğünü anlatan Girgin,
"Milattan önce de, Nusaybin,
ilim ve kültür merkezi olarak biliniyordu. İsa'dan
çok önce yaşamış olan şair filozof Vifa ve II.
yüzyılın ortalarında yaşamış filozof Mor İbn
Serabyon, Nusaybin
okullarında yetişmiş Paganist Süryaniler'indendi.
Miladi 200 senelerinde Antakya Akademisi'nin de
kurucularından Nusaybinli
Mor Yakup tarafından
Nusaybin'de ilk Hıristiyan-Süryani Akademisi
açıldı. Buradaki Nisibis Akademisi, Şanlıurfa yani
Edessa'da kurulan Akademia'dan yıllar önce kurulmuş.
Bu mekanın tescili gecikince Şanlıurfa-Harran'da
dünyanın ilk üniversitesi diye yazılmaya başlandı.
Ama gerçek anlamda buradaki kazıların bitirilmesi
ile Nisibis Akademisi'nin dünyanın ilk üniversitesi
olduğu ortaya çıkacak" dedi.
İlçede büyük tarihi hazinelerin bulunduğunun bir
gerçek olduğuna dikkat çeken Kaymakam Girgin,
şunları söyledi:
"Bir yandan dünyanın ilk eğitim üniversitesi olan
Mor Yakup Manastırı'nın bahçesindeki Nisibis, bir
yandan da Hazreti Muhammed'in torunu olan Hazreti
Zeynel Abidin Camisi ve türbesi bulunmaktadır.
Ayrıca İlçede bulunan Mor Evgin manastırı da ayrı
bir tarihi zenginliği temsil etmektedir. Bütün
bunları ilçenin turizmini geliştirmek ve kötü imajı
silmek için restorasyon ve kazı çalışmaları
başlattık. Şu anda Harran Üniversitesi'nden daha
eski bir tarihi bulunan Mor Yakup Manastırı'nda kazı
çalışmaları devam
ediyor. Manastırda bir zamanlar felsefe, mantık,
edebiyat, geometri, astronomi, tıp, hukuk eğitimi
verildiği dünyanın ilk eğitim merkeziydi. Şubat
ayında kazı çalışması tamamlanacak. Burayı Zeynel
Abidin Camisi ile birleştirip bölgenin ilk inanç
parkı haline getirmeyi amaçlıyoruz. Bölgedeki terör
imajını kırmak için harekete geçtik. Bu algıyı
kırmak için buradaki esnaf ve STK temsilcileri ile
ortak bir çaba içindeyiz. Önümüzdeki yıldan itibaren
bu tarihi değerleri turizme açacağız."
İlçede yaşayan son Süryani olan Daniel Çepe,
manastırda yapılan kazı çalışmaları sonunda ortaya
çıkan verilerin Süryani tarihi açısından da önemli
olduğunu söyledi. Manastırın bahçesinde ortaya çıkan
Nisibis Akademisi'nin dünyanın ilk üniversitesi
olmasının kendilerini de heyecanlandırdığını ifade
eden Çepe, "Zeynel Abidin türbesi ve camisi ile
birlikte bu alanın inanç parkı olması, bu bölgede
yaşayan Süryaniler için de çok önemli" diye konuştu.
Habertürk, 28.12.2010
İLK İNSANLARLA İLGİLİ ŞOK BİLGİ
ABD'deki bilimadamlarının
yaptıkları araştırmada, Neanderthallerin dişleri
arasında pişirilmiş bitki kalıntıları bulundu.
Araştırma, Neanderthallerin beslenme biçiminin etle
sınırlı olmadığını ve daha önce zannedilenden çok
daha karmaşık olduğunu gösteriyor. Neanderthallerin
etobur oldukları yolundaki inanç, bu türün kemik
analizlerinin, pek sebze yemediklerini göstermesine
dayanıyordu.
"Proceedings of the National Academy of Sciences"
dergisinde yayımlanan yeni araştırma, sözkonusu
kimyasal analizlerin tersi yönde, doğrudan deliller
sağladı. Araştırmacılar, dünyanın
çeşitli yerlerindeki Neanderthallerin dişlerinde
fosilleşmiş bitki kalıntıları buldular ve bunların
bazılarının pişirilmiş olduğunu saptadılar.
Daha önce Neanderthallerin yaşadıkları bölgelerde ve
ocaklarında polen taneleri bulunmuştu ancak bu son
araştırmanın, bitkilerin bu tür tarafından
tüketildiğinin açık göstergesi olduğu belirtiliyor.
George Washington Üniversitesi'nden Prof. Alison
Brooks, daha önceki testlerde, kemiklerdeki protein
seviyesine bakıldığını ve bunun sonucunda da
Neanderthallerin etobur oldukları varsayımına
varıldığını belirtti. Brooks, "ancak bu proteinin
bir bölümünün bitkilerden gelme ihtimali de var"
dedi.
Araştırma, Neanderthallerin daha önce
zannedildiğinden daha fazla insanlara benzediğini de
göstermesi açısından önem taşıyor.
Neanderthal adı, Almanya'nın
Kuzey Ren-Vestfalya eyaletinde Düsseldorf kenti
yakınında Neander Vadisi'nden geliyor. "Thal",
Almanca "vadi" anlamına geliyor. Neander Vadisi, bu
türün ilk keşfedildiği yer olarak biliniyor.
Sabah, 28.12.2010
OTAĞ-I HÜMAYUN KÜLTÜR MERKEZİNE DÖNÜŞTÜRÜLDÜ
Hünkar Kasrı olarak
inşa edilen ve bir dönem Davutpaşa adıyla kışla
olarak da kullanılan
Otağ-ı Hümayun, yaklaşık 350 gün süren
restorasyonun ardından
kültür merkezi olarak dün törenle açıldı.
İstanbul2010
AvrupaKültür
Başkenti Ajansı (AKB) Yürütme
Kurulu Başkanı Avdagiç,
Osmanlı'nın kıymetli eserlerinden Otağ-ı Hümayun'un
mimari özellikleri ile
müze niteliği taşıdığını belirtti. Yapının uzun
yıllar metruk bir halde olduğunu vurgulayan Avdagiç,
binayı Yıldız Teknik
Üniversitesi ile birlikte
restore ettirdiklerini hatırlatarak, "Şehrimize
nadide bir kültür
sanat mekanı kazandırmış
olmaktan fevkalade mutluyuz'' dedi. Öte yandan
binanın insan hakları
müzesi yapılmasını isteyen ve aralarında DİSK
Başkanı Süleyman Çelebi'nin de bulunduğu bir grup,
yapının kültür merkezi
olarak açılmasını protesto etti.
Sabah, 28.12.2010
******
OTAĞ-I HÜMAYUN SAVAŞI
Osmanlı Ordusu’nun Batı’ya yapacağı
seferlerden önce toplandığı alanda Hünkar Kasrı
olarak inşa edilen Otağ-ı Hümayun, İstanbul 2010
Avrupa Kültür Başkenti Ajansı ve Yıldız Teknik
Üniversitesi’nin (YTÜ) işbirliğiyle onarıldı.
Kültür Sanat Merkezi olarak kullanılacak Otağ-ı
Hümayun için dün yapılan açılış töreni sırasında,
buranın müze olmasını isteyen
DİSK üyeleri, binanın bulunduğu YTÜ Davutpaşa
Yerleşkesi önünde toplandı. Aralarında
DİSK Başkanı Süleyman Çelebi’nin de yer aldığı
grup adına yapılan açıklamada, “Otağ-ı Hümayun, 12
Eylül 1980’de
DİSK üyelerinin sorgulandığı bir işkencehanedir.
Müze yapılmalıdır” denildi.
Grup, daha sonra “12 Eylül İşkencehanesi Otağ-ı
Hümayun, İnsan Hakları Müzesi olmalıdır” yazılı
pankartla, yerleşkeye doğru yürüyüşe geçti. Grup,
yerleşke girişine geldiğinde polis ilk olarak
kalkanlarla müdahale etti. Yaşanan gerginlik daha
sonra arbedeye dönüştü. Kalkanlarla itilen gruptaki
bazı kişilerin direnmesi üzerine polis cop kullandı.
Yaşanan arbede
DİSK Genel Başkanı Süleyman Çelebi’nin de araya
girmesiyle son buldu. Öğrenciler ise işkenceleri
protesto etmek için yere kırmızı boya döktü.
Göstericiler, “Ne unuturuz, Ne affederiz! 71 bin
kişi TCK 141-142-163’ten yargılandı” yazılı dövizler
taşıdı.
Binanın, 12 Eylül’le yüzleşmek için çok önemli bir
yapı olduğunu belirten Süleyman Çelebi, şunları
söyledi: “Bu binada falaka ve elektrikli işkenceye
maruz kaldım. Şimdi burası kültür merkezi olarak
kullanılacak. O zaman burada asker vardı. Şimdi de
polis var.” Süleyman Çelebi, basın mensuplarının
“Polisin müdahalesini nasıl değerlendiriyorsunuz?”
sorusu üzerine de, “Demokrasinin en ilerisi olarak
görüyorum. İyi bir karşılama yaptılar. Coplarla
tekmelerle çok iyi bir dayak attılar. Ama biz
bunları daha önce
DİSK olarak yaşadık. Biz işkencelerden, bedeller
ödeyen bir örgütüz. Susturulmuş bir toplum
istiyorlar. Hiçbir zaman susmayacağız. Bu dayaklar
bize vız gelir. Bizi susturamadılar, susmayacağız”
diye konuştu.
Hürriyet, Haber: Selçuk Yaşar, 28.12.2010
2010'UN EN PAHALI 10 TÜRK SANAT ESERİ
Antik A.Ş. müzayede evi, 2010 yılında
müzayedelerde satılan en pahalı 10 Türk sanat
eserini açıkladı. Yapılan açıklamada, 2010 yılının
Türk sanat eserleri için rekorlarla dolu bir yıl
olduğu ve bunun yurtdışından da artık görüldüğü
vurgulandı.
Erol Akyavaş’ın 'Kuşatma' adlı eseri Antik A.Ş.’nin
mart ayında düzenlediği 260. Müzayede’de 2.650.000
TL satış fiyatıyla, sanatçının dünya satış rekorunu
kırdı. Akyavaş’ın ardından, Fahrünnisa Zeid’in
'Soyut Kompozisyon' adlı eseri Sotheby’s Londra’da
düzenlenen Türk Çağdaş Sanatı müzayedesinde
1.500.000 TL satış rakamına ulaşarak rekor kıran
ikinci çağdaş Türk sanat eseri oldu. Bu senenin en
değerli 3. çağdaş Türk sanat eseri Mübin Orhon’un
İstanbul Contemporary fuarında sergilenen 'Soyut'
konulu çalışması oldu. Antik A.Ş.’nin kasım ayında
düzenlediği müzayedede 1.357.295 TL.’ye ulaşarak
sanatçı rekorunu kırdı.
2010 yılında adından çok söz ettiren Klasik Türk
Resim Sanatı’nın duayenleri Şevket Dağ, Halil Paşa
ve Nazmi Ziya oldu. Bu senenin en değerli klasik
eseri Şevket Dağ’ın 2.146.000 TL değere ulaşan
'Ayasofya' adlı tablosu oldu, Antik A.Ş.’nin nisan
ayında düzenlediği 261. müzayedesinde sanatçının
dünya satış rekoru kırılmış oldu. Portakal Sanat
Evi’nin aralık ayında düzenlediği müzayedede
1.197.000 TL fiyata satılan Halil Paşa en değerli 2.
klasik Türk ressamı olurken sanatçının da müzayede
satış rekoru kırılmış oldu. Usta empresyonist
sanatçı Nazmi Ziya ilk 10’a 2 önemli eseri ile
girdi.
(Belirtilen satış sonuçları resmi KDV
dahil, toplam satış tutarlarıdır.)
Habertürk, 28.12.2010
ULUCAMİ'NİN GÜVENLİK KAMERALARI YENİLENİYOR
Bursa Ulu Cami'nin kamera sistemi
değişiyor, artık şüpheli şahıslar daha kolay
yakalanacak
Ulu Cami'nin yaklaşık 5 yıllık kamera sistemi yenileniyor. MOBESE'nin de hayata geçirildiği Bursa'nın tarihi camilerinden Ulu Cami'ye konulacak 30 kamerayla caminin tüm noktaları net şekilde izlenecek. Her gün binlerce yerli ve yabancı turistin ziyaret ettiği tarihi Ulu Cami'nin güvenlik sistemi yenileniyor. Cami içi ve dışındaki kapsamlı restorasyondan sonra cami içerisindeki güvenlik kameraları da yenileniyor. Mevcut 25 kamera teknolojinin son ürünü modern kameralarla değiştiriliyor.
Ulu Cami Onarım Donatım ve Bakım
Derneği'nden edinilen bilgiye göre, cami
içerisi ve dış bahçesi 30 yeni kamerayla 24
saat boyunca takip edilecek. Gerektiğinde
görüntü sisteminin şifresi Bursa
Emniyet Müdürlüğü'ne de verilecek. Polis de
durumu şüpheli görünen şahısları görüntüleri
inceleyerek yakalayabilecek. Mevcut kamera
sisteminin net olmaması sebebiyle
teşhisin zor olduğu iddia ediliyor. Ulu
Camii bahçesini gören bir MOBESE kamerası da
bulunuyor. Ziyaretçi akınına uğrayan Ulu Camii'de zaman zaman istenmeyen hırsızlık
olayları da cereyan edebiliyor. Geçtiğimiz
yıllarda tarihi hat levhası kimliği
belirsiz kişilerce çalınmıştı. Camiye
konulacak yeni kameralarla durumu şüpheli
görülen kişilere anında müdahale
edilebilecek. Ulu Camii Osmanlı Devleti'nin
dördüncü hükümdarı Yıldırım Bayezıd
tarafından 1396-1399 yılları arasında
yaptırılmıştır. Rivayete göre Sultan,
Niğbolu Zaferi öncesinde savaşı kazanmak
için Allah'a yalvarmış ve 20 cami yaptırmayı
adamıştı. Zaferden sonra damadı Emir
Sultan'ın tavsiyesi ile 20 cami yerine 20
kubbeli tek bir cami yaptırmaya karar
vermişti. Cami, zaferden elde edilen ganimet
ile yapılacaktı. Ancak 1402'deki Ankara
Savaşı'nda sultanın esir düşmesinden sonra
Timur camiyi ahır olarak kullanmış, 1403
yılında Moğol Şeyhi Emir Bedrüddin
yaktırmış, 1413'de Karamanoğlu Mehmet Bey'in
kuşatması sırasında cami tekrar yanmıştı.
Onarımı, Bayezıd'ın oğlu 1. Mehmet
gerçekleştirdi ve cami 1421 yılında ibadete
açıldı. Ulu Cami, 1 Mart 1855 tarihlerindeki
büyük depremde ve 1889 yangınında hasar
görmüştür.
Bursa Hakimiyet, 28.12.2010
TARİHİ YAĞMA
Tarihi 1890’lı yıllara dayanan Halkalı Ziraat
Okulu’nu yok edecek skandal bir karara imza atıldı.
Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün kararı ile Halkalı
Ziraat Okulu, İstanbul Sabahattin Zaim Üniversitesi
olarak kullanılması için 10 yıllığına İlim Yayma
Vakfı’na aylık 20 bin TL’ye kiralandı. Vakfın
kurucuları arasında Başbakan Recep Tayyip Erdoğan,
Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ve İstanbul
Büyükşehir Belediyesi (İBB) Başkanı Kadir Topbaş,
Kemal Unakıtan gibi isimler yer alırken, mütevelli
heyeti üyeleri arasında AKP'li Beykoz Belediye
Başkanı Yücel Çelikbilek'in de ismi geçiyor.
Halkalı Ziraat Okulu ilk mezunlarını 1895 yılında
verdi. Türkiye’deki tarım sektörünün gelişiminde
büyük katkıları olan okulun mezunları arasında
Mehmet Akif Ersoy, Türkiye’de çay tarımını başlatan
Zihni Derin, Tarım Bakanları Tahsin Coşkan ve Nihat
İyriboz gibi isimler de bulunuyor.
Ancak ziraat alanında hizmet veren asırlık okulun
tarihi kimliği bugünlerde yok olma tehlikesiyle
karşı karşıya. Çünkü İlmi Yayma Vakfı’nın talebini 8
Aralık günü karara bağlayan Vakıflar Genel
Müdürlüğü, okulun 10 yıllığına vakfa kiralanmasını
uygun buldu. Böylece okul, vakıf tarafından kurulan
İstanbul Sabahattin Zaim Üniversitesi olarak hizmet
verecek. Yapılan protokol hükümlerine göre ise okul
için ilk 5 yıl aylık 20 bin TL, ikinci 5 yıl da 40
bin TL kira bedeli alınacak.
Bir diğer nokta da, Toplum Bilimleri Fakültesi,
Eğitim Fakültesi, İşletme ve Yönetim Bilimleri
Fakültesi, Mühendislik ve Doğa Bilimleri Fakültesi,
Yabancı Diller Yüksekokulu, Sosyal Bilimler
Enstitüsü ve Fen Bilimleri Enstitüsü"nden oluşan
üniversitede ziraatla ilgili bir birimin adı dahi
geçmiyor.
Ziraat Mühendisleri Odası Genel Başkanı Turhan
Tuncer, okulun vakfa kiralanmasına sert çıktı.
"Tarım eğitiminde bir çınar nitelinde olan Halkalı
Ziraat Okulu'nun, vakıf üniversitesine
dönüştürülerek gelecek nesillere örnek olacak tarihi
kimliğinin yok edilmesi kesinlikle kabul edilemez"
diyen Turhan Tuncer, yapılan tahsis işleminin iptal
edilmesini ve okulun müzeye çevrilerek korunmasını,
tarım eğitimi için merkez olarak değerlendirilmesini
talep etti.
Okulun İlmi Yayma Vakfı’na devredildiğini, bu vakfın
da okulu üniversiteye devrettiğini belirten Tuncer,
arada danışıklı dövüş olduğunu söyledi. Talebin
hemen ertesi gün Vakıflar Genel Müdürlüğü’nce kabul
edildiğine dikkat çeken Tuncer açıkça ‘buyurun
pasta önünüzde’ dediklerini söyledi. Tuncer,
kiralamanın iptal edilmesi için yasal yollara
başvuracaklarını da sözlerine ekledi.
Konuyla ilgili bilgi almaya çalıştığımız İlim Yayma
Vakfı yetkilileri, bilgi alabileceğimiz adres olarak
üniversitedeki yetkilileri işaret etti.
Üniversitedeki bir yetkiliyse konuyla ilgili bize
ayrıntılı bilgi vereceğini söylese de, geri dönüş
yapmadı.
Birgün, Haber: Elçin Yıldıral, 28.12.2010
Tevfikiye Köyü sınırları
içinde yer alan Troia antik kentine yapılması
planlanan müzenin proje şartnamesini belirlemek için
jüri üyeleri toplanıyor. Önümüzdeki yıl ihaleye
çıkarılarak temeli atılması planlanan Troia
Müzesi’nin yapımıyla birlikte dünyanın 44 değişik
müzesinde sergilenen hazinelere de dönüş yolu
açılmış olacak.
Uzun yıllardır yapılması
gündemde olan Troia Müzesi için somut adımlar
nihayet atılmaya başlandı. İstanbul 2010 Avrupa
Kültür Başkenti Fonu’ndan ayrılacak paranın yanı
sıra Kültür ve Turizm Bakanlığı ve sponsorların
katkısıyla yapılması planlanan Troia Müzesi’nin
projesi ulusal yarışma ile belli olacak. Bu
kapsamda, Kültür Varlıkları Müzeler Genel Müdürü
Osman Murat Süslü’nün de aralarında yer aldığı Troia
Müzesi jüri üyeleri 7-10 Ocak 2011 tarihinde
Çanakkale’de toplanacak. Mimari proje elde edilmesi
öncesi son jüri toplantısı olarak düşünülen bu
birleşimde proje şartnamesi konusundaki son detaylar
konuşulacak, Jüri üyeleri, antik kent girişinde müze
yapımı için kamulaştırılan alanı gezerek
incelemelerde bulunulacak.
İl Kültür ve Turizm
Müdürü Şinasi Haznedar, Troia’nın, UNESCO’nun, dünya
kültür mirası listesine aldığı önemli bir değer
olduğunu söyledi. Bu değeri tüm Dünyaya anlatacak,
antik kentten çıkan ve çıkacak olan hazineleri tüm
dünyaya aktaracak ve farkındalık yaratacak bir
müzenin büyük önem arz ettiğini belirten Haznedar,
“Troia, Homeros’un İlyada ve Odesa destanları
nedeniyle tüm dünyanın bildiği bir kent. Bu nedenle
zaten böyle bir müzenin şimdiye kadar yapılmaması
gecikmişliktir. Böyle bir gecikmişliği Kültür ve
Turizm Bakanlığı telafi etmeye gidiyor ve
Çanakkale’ye müzeyi biran önce kazandırmanın gayreti
ile çalışıyor. Böyle bir müze Troia’ya yerli ve
yabancı ziyaretçi sayısını arttıracaktır. Daha da
önemlisi, böyle bir müze marifetiyle, dünyanın 44
ayrı müzesinde sergilenen Troia’ya ait eserler
anavatanına dönecek” dedi.
Müze projesinin
belirlenmesi için başlangıçta uluslar arası bir
yarışma düşünüldüğünü belirten Haznedar, ancak bunun
çok fazla zaman alacak olması nedeniyle yarışmanın
ulusal alanda yapılmasına karar verildiğini söyledi.
Bu yarışma için kendi alanlarında çok saygın ve
yetkin olan bir jüri oluşturulduğunu kaydeden
Haznedar, “Jüri üyeleri, Ocak ayı içinde
Çanakkale’de yapacakları toplantının ardından, saha
çalışmasıyla da nasıl bir müze istediğimizin
konseptini belirleyecek. Proje yarışmasının Mayıs
ayına kadar sonlandırılıp hemen ardından ihale
edilmesi ve inşaatına başlanması planlanıyor” diye
konuştu.
Burası Çanakkale, 27.12.2010
DEFİNECİLERE SUÇÜSTÜ
Bursa'da Karacabey Jandarma
Komutanlığı ekipleri, ilçeye bağlı Canbaz Köyü Karaboğaz mevkiinde, kaçak kazı yapıldığı ihbarı
üzerine operasyon düzenledi.
Operasyonda, Müslüm S. (39), Erdinç D. (39), Selami
K. (32), Bayram Y. (32), Ömer A. (25), Lokman Ç.
(40) ve Aydın G. (43) gözaltına alındı. Kazıda
kullanıldığı belirlenen kepçe, jeneratör, matkap ve
gaz maskelerine el konuldu.
Jandarmadaki ifadelerinin ardından adliyeye sevk
edilen zanlılar, tutuksuz yargılanmak üzere serbest
bırakıldı.
Bursa Olay, 27.12.2010
BATHONEA KAZISINA 2010 AJANSINDAN DESTEK
Küçükçekmece Gölü kıyılarında Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Kocaeli Üniversitesi adına Yrd. Doç.Dr. Şengül Aydıngün’ün başkanlığında yürütülen Bathonea kazısına 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı’ndan da destek geldi.
Bakanlar Kurulu kararıyla sürdürülen, Kültür ve Turizm Bakanlığı, İstanbul İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü, Küçükçekmece ve Avcılar Belediyelerinin desteklediği kazı, 2010 Avrupa Kültür Başkenti Kültürel Miras ve Müzeler Direktörlüğü’nün katkısıyla daha da güçlendi.
Çalışmalara, 2007 yılında Küçükçekmece Gölü kıyılarında İTA İstanbul Tarih Öncesi Çağlar Projesi kapsamında Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın onayı doğrultusundaki yüzey araştırmasıyla başlandı. Bu süre içinde bölge belediyelerinin yakın desteğini alan çalışma ekibi, ilginç sonuçlar yakaladı. İstanbul merkezine 20 kilometre uzaklıkta, yakın zamana kadar kimsenin dikkatini çekmeyen bölge; yüzey araştırmasının daha başında aslında bir tarih hazinesini sakladığının ipuçlarını verdi; Prehistorik dönem taş aletler, Neolitik seramikler, Hellenistik dönem amfora parçaları, Roma dönemi sütun ve sütun başlıkları ile Bizans döneminden kalma pek çok eser bulundu.
Turizm Gazetesi, 27.12.2010
ŞAPŞAL HIRSIZLAR
İspanyol soyut sanatının en önemli isimlerinden Eduardo Chillida’nın milyon dolarlık eseri hurdalıkta bulundu. 27 Kasımda Madrid’deki bir depoda aralarında ünlü sanatçı Pablo Picasso’nun çiziminin de bulunduğu 6.5 milyon dolar değerindeki 35 ödüllü sanat eseri çalınmıştı. Her biri milyonlarca dolar değerindeki tablo, eskiz ve heykeller, İspanyol polisi tarafından Madrid’in varoşlarında bırakılan bir kamyonetin içinde bulundu. Fakat polis sadece 34 esere ulaşabildi.
Polis tarafından ele geçirilen eserler arasında 1.05 milyon dolara sigortalanan Topos IV yoktu. Futbolculuk kariyerinin ardından sanata ağırlık veren ve soyut sanatta büyük başarılara imza atan Cillida’nın heykel çalışmasını bulamayan polise bir hurdacı yardım eli uzattı. Tanımadığı üç kişinin kendisine 40 dolara garip şekilli bir demir kütlesi sattığını söyleyen adam polise eseri teslim etti. Yetkililer eseri zarar görmeden kurtardıktan sonra soruşturmaya devam edileceğini açıkladı. Ele geçirilen eserlerin sadece birinde hasar olduğunu açıklayan İspanyol polisi henüz kimseyi tutuklamadı.
Vatan, 27.12.2010
TARİHİN OĞLU BERGAMA
İlklerin kenti
Bergama uygarlık tarihinin önemli dönüm
noktalarından biri. İlk büyük hastane, ilk Asya
kütüphanesi, sözü yazıyla kaydeden ilk parşömenler
burada yapılmıştı. UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne
girmek için bekleyen antik şehrin çevresinde bir
süredir kara bulutlar dolaşıyor. Eteklerine Yortanlı
Barajı kuruldu, Allianoi antik kenti kuma gömüldü.
Siyanürlü, siyanürsüz madenciler etrafındaki
tepeleri kazıyor. Belediye sit alanına dev teleferik
dikti, şimdi otel yapmaya hazırlanıyor. Huzuru kaçan
şehir, tarih dostlarını bekliyor.
Bergama’yı yazmak zor. Hele bir yazının sınırları
içinde... Bir kere, tarihine girsen çıkamıyorsun...
Ayrıntıya dalarsan, yazdıklarının kitap oylumuna
ulaşması işten değil. Böyle bir yazıda, bir şeylerin
eksik kalacağı ta başından belli. İnsanın içi
sızlıyor.
Bergama’yı bir kez daha gezerken içimdeki en büyük
kaygı bu.
Haksız değilim. Bergama, “ilk”lerin şehri. Onları
saymaya başlayınca, ürküntüm de artıyor: İlk
parşömen (deriden kağıt yapımı), ilk Asya
kütüphanesi, ilk büyük hastane (Asklepion), ilk
telkinle tedavi, ilk doğal tedavi, ilk bitkisel ilk
bitkisel ilaçlar, ilk sağlık altyapısı, ilk kent
imar yasası...
Bergama’daki ören yerlerini ilk kez, 14 Kasım
1981’de Dünya Çocuk Kitapları Haftası nedeniyle
Muzaffer İzgü ve Hidayet Karakuş’la birlikte
gittiğimizde, gözaltına alındığımız bir
“operasyon”la sonuçlanan imza günümüzün öncesinde,
emekli tarih öğretmeni, rahmetli Şeref Bey
gezdirmişti bize. Bu kez bana, “Bergama’da
Türk-İslam Mimarisi” kitabının yazarı, sanat
tarihçisi Hatice Özdemir kılavuzluk ediyor. O bana
bilgiler aktarırken, benim aklım fikrim neleri
anlatıp anlatamayacağımda.
Bergama’yı neredeyse kuşbakışı denilebilecek bir
yükseklikten, Akropol’den görmek gerek önce. Bu
tepe, Bakırçay Ovası’na ve Bergama’ya hakim
duruşuyla öylesine heybetli ki, sanki mübarek,
tanrıların mekanı! Kimi bölümlerinde yan yana iki
arabanın sığamadığı daracık yoldan oraya çıkınca ve
de o görkemli taş yapıları, mermer sütunları
görünce, o çağın koşullarında bunların bu tepeye
nasıl çıkarıldığına akıl erdirememenin sıkıntısını
ve şaşkınlığını yaşıyor insan. Tümü sit alanı olan
bu tepenin yolunu genişletmek mümkün olmadığından,
teleferik yapılmasına başlanmış ve bitmesi de yakın
gözüküyor.
Bergama adı bile sanırım bu yükseklik nedeniyle
verilmiş. Prof. Bilge Umar’ın dediğine göre, adın
aslı, Luwi dilinde “Parga ve (u)ma ögelerinden
üretilmiş. Yüksek yerin Halkı’nın kenti anlamında
Pargama... Yine Umar’ın deyişiyle, “Pergamon, ismin
Helen ağzında büründüğü biçim. Biz ise onu çoktandır
Bergama’ya çevirmişiz.
Antik dönem kent kalıntılarının büyük çoğunluğunda
olduğu gibi Akropol’de de bir zamanlar buradaki
mekanların, eserlerin nasıl ve nice olduklarını
hayal etmek büyük sorun. Ne kadar düşleseniz, eğer o
işin uzmanı değilseniz, onları aslına benzer bir
biçimde gözünüzün önüne getirmek mümkün değil. Bunun
için Akropol’ün nasıl olduğunu gösteren kimi
çizimlere göz atmanız gerekiyor.
Akropol deyince Berlin Müzesi’ne kaçırılan (Eski
Bergama Belediye Başkanı Sefa Taşkın’ın geri almak
için çaba harcadığı) Zeus Sunağı geliyor önce akla.
Sonra efendim, dünyanın en dik tiyatrosu Akropol...
Basamaklarına oturup aşağılara, Bergama’ya
seslenseniz, duyurabilirsiniz. Akropol’deki
kütüphanenin bazı sütunları ayakta. İskenderiye
Kütüphanesi ile yarışan bu yapıda 200 bin rulo
halinde kitap bulunduğu biliniyor. Adını
Pergamon’dan alan “parşömen” ile papirüsün yarıştığı
o günlerin kültürel zenginliğini düşünmek, 21’inci
Yüzyıl’ı yaşayan bizler için utanç kaynağı olmalı.
Athena ise kentin en eski tapınağıymış. Traian
Mabedi’nden kalan ve dimdik yükselen sütunlar, o
günlerin görkeminden bir selam gibi.
Agoraları, kutsal alanları, jimnazyumları derken
dalıp gitmek... En iyisi, Akropol’ü kaynaklardan
okumak, onu bütün gerçekliğiyle tarihsel olarak
kavramak.
Kent ikinci yüzyılda surların dışına taşmış ve ovaya
kadar planlı biçimde yayılmış.
Bu dönemin en önemli yapısı, bugün Kızıl Avlu diye
anılan Serapis Tapınağı. Tapınak, Selinos Deresi
üzerine kurulmuş.
Kırmızı tuğladan yapılmış yüksek duvarları ve geniş
avlusu nedeniyle bu adı almış. Tuğla duvarların
cepheleri mermerle kaplıymış. Zamanla mermerler
dökülmüş. Tapınağın çatısında da mermerden yapılma
kiremitler varmış.
Serapion’un silindir biçimindeki iki kulesi ise
bugün dimdik ayakta. Bu yapılar, alttaki galerilerle
ana binadaki platformun altına bağlanıyormuş. Gizem
dolu bir yapı bu tapınak ve insan aklının nelere
kadir olduğunu göstermek için yapılmış sanki.
Bizans döneminde kutsal mekan kimi değişikliklerle
kilise olarak kullanılmış. Kuzeydeki kulesi Osmanlı
döneminde camiye dönüştürülmüş (Kurtuluş Camii).
Kızıl Avlu’nun biraz ötesinde Osmanlı döneminden
kalma pek güzel evler var. Rum evlerinin çoğunun
kapısında, taşa işlenmiş yapılış tarihlerini görmek
mümkün. Yan yana, iç içe, kardeşçe yaşamanın
sembolleri olarak bugün de ayakta bu evler.
Bugünkü ıssız sokaklarda rastlayacağınız bir çeşme
kalıntısı, o günlerin komşu kokulu yaşamından bir
şeyler fısıldar elbet size de. O sokaklara dalın ve
o yaşamı düşleyin. Ne de olsa, yakın zamanı düşlemek
daha kolaydır.
İnsanın yaşama tutunma, sağlık içinde uzun yaşama,
yitirilmiş olan sağlığına kavuşma ile ilgili
çabaları, savaşları kendi tarihi kadar eski.
Asklepion, sağlık (ve insanlık) tarihi açısından çok
büyük bir öneme sahip. Burada kimi doğal ilaçlar,
ama ille de psikolojik telkinler, hidroterapi ve
fizyoterapi yoluyla insanların ölüm düşüncesinden ve
giderek de hastalığın yıpratıcılığından kurtarılması
düşünülmüş. Asklepion’un, Galenos Hekim’le
altın devrini yaşadığı biliniyor. Dehlizlerinde
suların şırıl şırıl aktığı, dinlendirici ezgilerin
çalındığı, sağaltım odalarının hastaları dingin,
dertlerinden uzak, huzurlu bir ortama çekerek ölüm
düşüncesinden ve teslimiyetten uzaklaştırdığı koca
bir hastane. Kutsal sudan içilmesi, su ve çamur
banyoları, açlık-susuzluk kürleri şifalı otlar ve
kremlerle yağlanma da tedavi biçimleri arasındaydı.
Galerili yolu, giriş avlusu, kütüphanesi, tiyatrosu,
Asklepios Tapınağı, galerileri, tedavi binaları,
uyku odaları, yer altı geçidi, banyo havuzu, sunağı
filan derken oradaki hastane ortamını yaşar gibi
oluyorsunuz.
Az şey midir: Tıbbın sembolü olan yılanlı figür,
Bergama Asklepion’undaki bir sütunda yer almaktadır.
Ölümün giremediği yerdir Asklepion.
Hürriyet Seyahat, Haber: Hüseyin Yurttaş,
27.12.2010
19. YÜZYILA AİT 15 ÇEŞME YENİDEN SUYA KAVUŞTU
Osmanlı döneminden kalma tarihi çeşmeler,
İstanbul Ticaret Odası ve İstanbul Büyükşehir
Belediyesi'ne bağlı KUDEB biriminin işbirliğiyle
onarılarak halkın kullanımına açıldı. 15 tarihi
çeşme 10 ay süren çalışmalar sonucu yeniden suya
kavuştu.
İstanbul'un 19. yüzyıla ait 15 çeşmesi restore
edildi. Osmanlı döneminde mahalle, ilçe sınırı
olma özelliği taşıyan çeşmeler restorasyonun
ardından hayrat özelliğine kavuştu. Sıbyan
Mektebi Çeşmesi, Süleymaniye Su Maskemi'nin de
aralarında bulunduğu 15 çeşme, 10 ay süren titiz
bir çalışma ile yeniden hayat buldu. Çeşmeler,
Osmanlı döneminde hayrat olmanın yanı sıra yer
yer sınır, mahalle sınırı olarak da kullanılmış.
Bazıları meydan çeşmesi, bazıları da duvar
çeşmesi özelliği taşıyor. Çeşmeler, İstanbul
Ticaret Odası (İTO) ile İstanbul Büyükşehir
Belediyesi Koruma Uygulama ve Denetim Müdürlüğü
(KUDEB) arasında şubat ayında imzalanan protokol
kapsamında 830 bin liraya restore edildi. Tarihi
yarımada, Üsküdar ve Eyüp'te bulunan çeşmelerin
işlevsel hale gelmesi için çatı tamirlerinden
levha işlemesine kadar her detay tek tek elden
geçirildi. Zamanla yapılan yeni zemin döşemeleri
yüzünden toprağın altında olan çeşmeler
öncelikle toprak altından çıkarıldı. Kitabeleri
yeniden yazılan çeşmelere musluklar takıldı.
Osmanlı dönemine ait olan çeşmelerin hayrat
özelliği taşıdığını aktaran Şimşek Deniz, "15
çeşmenin Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma
Kurulu'nda rölöve, restorasyon ve restitüsyon
projelerinin onaylanmış olması çeşmelerin aslına
uygun olarak yapılmasını sağladı. Biz projeler
üzerinden çalışmalarımızı yaptık." dedi.
Restorasyon sırasında birçok engelle
karşılaştıklarını belirten Deniz şöyle konuştu:
"Mesela Eminönü'ndeki bir çeşmenin üzerinde 4
katlı bina vardı. Yine aynı şekilde Arapzade
Çeşmesi'nin üzerindeki binalar da kaldırıldı.
Yapılan çalışmaların ardından çeşme üzerindeki
işgaller ve aykırı ekler de giderilerek çeşmeler
yeniden kullanıma kazandırıldı."
Zaman, Haber: Sevgi Korkut, 27.12.2010
ALLİANOİ İÇİN ACI SON
İzmir 2 No.lu Kültür ve Tabiat Varlıklarını
Koruma Bölge Kurulu, Bergama'daki Allianoi antik
kenti için ‘acı son’ anlamına gelen kararı onayladı.
Kurul’un 8 Aralık 2010 tarihinde yapılan
toplantısında Yortanlı Barajı'nın faaliyete
geçirilmesi konusunda kültür varlıkları açısından
sakınca olmadığına karar verildi. Böylece Allianoi'nin sular altında kalmasının önündeki son
engel de kalktı.
İzmir’in Bergama İlçesi’nde bulunan Allianoi antik
kentinin, Yortanlı Barajı suları altında kalmaması
için toplumun her kesimi tarafından verilen
mücadele, İzmir 2 No.lu Kültür ve Tabiat
Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’nun verdiği karar
ile darbe aldı. Kumla örtülerek üzeri tamamen
kapatılan Allianoi antik kentinde 8 Aralık 2010
tarihinde inceleme yapan kurul üyeleri Yortanlı
Barajı'nda su tutulmasına olanak sağlayacak, Allianoi
antik kenti için karar verdi. Kararda antik
buluntuların olduğu bölgenin mitolojideki ‘Allianoi’
kenti olup olmadığının kesinleşmediğine vurgu
amacıyla ‘Allianoi (?) Termal Yerleşmesi’ şeklindeki
ibareler dikkati çekti. Kararda kullanılan her Allianoi kelimesinden sonra (?) işaretini
kullanıldığı görüldü. Kararda, şöyle denildi:
“İzmir İli, Bergama İlçesi, Paşa Ilıcası Mevkii,
Yortanlı Barajı Gölü Alanında Yer Alan Allianoi (?)
Termal Yerleşesi Koruma Projesi uygulamalarının
kurulumuzca onaylı koruma projesi doğrultusunda
tamamlandığı anlaşıldığından, uygulama sonuçlarının
uygun olduğuna, Yortanlı Barajı’nın faaliyete
geçirilmesinde kültür varlıkları açısından sakınca
bulunmadığına karar verildi.”
İzmir 2 No.lu Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma
Bölge Kurulu'nun verdiği karar, Allianoi ile ilgili
mücadele ve dava sürecine müdahil olacağını geçen
hafta açıklayan İzmir Barosu'nun bilgi edinmek üzere
kurula gönderdiği yazı sonucu ortaya çıktı. Gelişme
üzerine 27 Aralık 2010 Pazartesi günü, Allianoi
antik kentinde basın açıklaması yapmayı planlayan
İzmir Barosu dava açmaya karar verdi.
İzmir Barosu Başkanı Avukat Sema Pekdaş, Allianoi
ile ilgili olarak çeşitli yürütmeyi durdurma
kararları olduğunu, antik kentin Türkiye’nin altına
imza attığı uluslararası anlaşmalar nedeniyle
evrensel hukukun koruması altında olduğunu söyledi. Pekdaş, şöyle dedi:
“İzmir 2 No.lu Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma
Bölge Kurulu'nun verdiği son karar karşısında
pazartesi günü ‘yürütmeyi durdurma' istemiyle dava
açacağız. Su, önemli bir ihtiyaç ancak, ömrü en
fazla 50 yıl olan bir baraj için bu kadar önemli
tarih yok edilmemeli. Baraj başka bir yere
yapılabilir ancak dünyanın en eski tıp merkezini yok
etmek, tarihe, hukuka ve gelecek nesillerimize büyük
saygısızlık. Yortanlı Barajı’nda su tutulmamalı ve
yargı kararları beklenmeli.”
Kurul kararında Allianoi adının yanına soru işareti
konmasını ‘Komedi’ olarak nitelendiren Pekdaş,
“Allianoi bütün dünyanın kabul ettiği ve gelişmeleri
büyük dikkatle izlediği bir antik kent. Burayı bir
tek Çevre ve Orman Bakanı ve DSİ yetkilileri
Alliaoni olarak kabul etmek istemiyor. Kurul da
Bakan’ın açıklamasının ardından böyle yazmayı uygun
bulmuştur” dedi.
Allianoi antik kenti ile ilgili dava sürecini
başından sonuna kadar takip eden ve antik kenti
kurtarmak isteyenler tarafından oluşturulan Allianoi
Girişim Grubu'nun eski dönem sözcüsü Avukat Arif Ali Cangı ise, Allianoi ile ilgili açtıkları davaların
sürdüğünü, bu bilindiği halde yapılanın yargı
kararlarını etkisiz hale getirmek anlamına geldiğini
söyledi. Cangı, şöyle konuştu:
“Apar topar kumla örttüler. Şimdi bir de su
tutarlarsa ‘mahkeme kararlarını tanımıyoruz’ demek
istiyorlar. Allianoi'nin kumla örtülmesi kararı için
açtığımız dava için 5 Ocak 2011 tarihinde keşif
yapılacak. Kurul bunu bile bile alet oluyor. Koruma
ile görevlendirilen kurul kendi görevini unuttu
barajın su tutması için elinden geleni yapıyor.
Ayrıca bu karar ile Kültür ve Tabiat Varlıklarını
Koruma Yüksek Kurulu'nun 1988 yılında aldığı ilke
kararı da ihlal ediliyor. Kurul üyeleri görev
sınırlarını aştı. Bundan sonrası görevi kötüye
kullanmaya giriyor. Su tutulursa işlenen suç
sabitlenmiş olacak ve bundan sonraki davalar da hep
ceza davası olacak.”
Cangı, kurulun geçen mayıs ayında verdiği kararın
iptali için açılan dava dışında, Danıştay'da süren
Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yüksek
Kurulu'nun Allianoi'nin kumla kaplanmasını sağlayan
ilke kararının iptalini isteyen davanın, 2005
yılında DSİ'ye karşı açtıkları ve barajın yerinin
değiştirilmesinin istendiği davanın da sürdüğünü
ekledi.
Hukuki sürecin tamamlanmadığını söyleyen ‘Allianoi
Girişim Grubu' dönem sözcüsü İffet Diler ise, baraj
kapaklarının deneme amaçlı kapatılacağını tahmin
ettiklerini söyledi. Baraj için görkemli açılış
yapılmasını beklediklerini anlatan Diler, “Allianoi
diye bir yer olmadığını söyleyen Çevre ve Orman
Bakanı Veysel Eroğlu artık görkemli bir açılış
yapar. Lokma döktüreceğini söyleyen Bergama Ziraat
Odası Başkanı da açılışta lokmasını döker” diyerek
tepkisini dile getirdi. Bergama Belediye Başkanı
CHP'li Mehmet Gönenç'i de göreve davet eden Diler,
“İktidara aday olduğunu söyleyen bir siyasi partinin
kültür ve tarım politikası yok mudur? Böyle bir
partiye mensup belediye başkanının susmasına anlam
veremiyorum. Allianoi’de bunu yapanlar Hasankeyf’te
neler yapmaz” diye konuştu.
YETKİLİLER NE DEDİ? İzmir İl Kültür ve Turizm Müdürü Abdülaziz Ediz,
İzmir 2 No.lu Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma
Kurulu’nun 8 Aralık 2010 tarihinde verdiği kararın
ardından kendileri ile ilgili sürecin tamamlanmış
olduğunu söyledi. Kurulun verdiği kararın su
tutulması anlamına geldiğini ifade eden Ediz,
“Bundan sonrası DSİ’nin görev alanına giriyor. Şu an
kesinleşen mahkeme kararı yok. Eğer iptale ilişkin
karar çıkarsa hukuki zeminde değerlendirilir” dedi.
Kararda Allianoi isminden sonra soru işareti
kullanılması konusuna da değinen Ediz, “Buranın
Allianoi olup olmadığına ilişkin tartışmalar vardı.
Kazıları yapan Ahmet Yaraş Allianoi diyordu karşı
taraf ta buranın Paşa Ilıcası olduğunu söylüyordu.
Buranın Allianoi olduğuna dair kesin bir bilimsel
kanı ve literatürün kabul ettiği bir şey olmadığı
için bir yıldır yazışmalarda bu uygulamayı
yapıyoruz” diye konuştu.
DSİ 2'nci Bölge Müdürü Mustafa Altundal ise Allianoi
antik kentinin korunmasıyla ilgili çalışmaların
tamamlandığını, su tutmaya yönelik çalışmaların
sürdüğünü belirterek, “Önümüzdeki kısa dönemde su
tutmaya başlanacak. Su tutmayla ilgili bazı
aparatların imalatının yapılması gerekiyor. Bunlar
tamamlandığında su tutacağız” dedi. Altundal,
barajın açılışı için tören yapılıp yapılmayacağı
konusunda ise, “5 yıl önce bitmiş baraj için açılış
yapılmaz, ancak yine de takdir Bakanlığın” diye
konuştu.
Kurul kararı
“Yortanlı Barajı göl alanında kalan ve 1. derece
arkeolojik sit alanı olarak tescilli Allianoi (?)
Termal Yerleşmesi’nde yapılan kurtarma kazıları
sonucunda ortaya çıkarılan kültür varlıklarının
korunmasına yönelik hazırlanarak 28.05.2010 tarih ve
5804 sayılı kararımız doğrultusunda çalışmaları
sürdürülen İzmir İli, Bergama İlçesi, Paşa Ilıcası
Mevkii, Yortanlı Barajı Gölü Alanında Yer Alan
Allianoi (?) Termal Yerleşesi Koruma Projesi
uygulamalarının kurulumuzca onaylı koruma projesi
doğrultusunda tamamlandığı anlaşıldığından, uygulama
sonuçlarının uygun olduğuna (OLUMLU), Yortanlı
Barajı’nın faaliyete geçirilmesinde kültür
varlıkları açısından sakınca bulunmadığına karar
verildi.”
Radikal, Haber: Turan Gültekin, 26.12.2010
******
ALLİANOİ'DE GİZLENEN RAPOR
Devlet
Su İşleri Genel Müdürlüğü’nün (DSİ),
Bergama’daki Yortanlı Barajı’nın su
tutması durumunda, bölgedeki jeotermal kaynaklara
kalıcı zarar verileceği ve baraj gölündeki suyun
istenilen düzeye ulaşamayacağına ilişkin raporu 12
yıldır sakladığı ortaya çıktı.
Antik dönemin sağlık merkezi
Allianoi’nin,
Yortanlı Barajı suları altında kalmasına onay veren
İzmir 2 No.lu Kültür ve Tabiat Varlıklarını
Koruma Bölge Kurulu’nun son kararına
karşın, ortaya çıkan yeni bir belge, korumacı yönde
açılan davaların seyrini değiştirecek nitelikte
yorumlanıyor. Edinilen bilgiye göre DSİ, 1998
yılının Ağustos ayında
MTA’ya,
Allianoi’nin bulunduğu alanda yer alan Paşaılıcası
kaynağının, Yortanlı Barajı dışına taşınıp
taşınmayacağını soruyor. İstem üzerine harekete
geçen MTA, konuyla ilgili Ege Bölge Müdürlüğü’nün
rapor hazırlamasına karar veriyor.
Başmühendis Dr. Servet Yılmazer’e
hazırlatılan raporda, Paşaılıcası’nın, Yortanlı
Barajı alanının dışına taşınmasının mümkün olmadığı
belirtilerek “Tarihi devirlerden beri
yararlanılmakta olan kaplıcanın 44 derece
sıcaklığında olan suyu, dere seviyesinden
çıkmaktadır. Bu nedenle kaplıca suyu kış döneminde
kısmen soğumaktadır” deniliyor.
MTA’dan, DSİ’ye gönderilen yanıt yazısında da “Ilıca
kaynağı, dere kotundan çıkmaktadır. Barajın en
yüksek su kotu 115 metre olacaktır. Kaplıca
kaynakları kış döneminde, derede su artınca
soğumaktadır. Hal böyle olunca kaynakların baraj
gölü altında kalması durumunda, bu soğuma sürekli
olacak ve kaynak suyu tamamen soğuyacaktır”
deniliyor.
Kaplıca çevresinde kırık hatların bulunduğuna dikkat
çekilen raporda, “Göl altında kalacak kırık hatlar
boyunca, göl suyu yeraltına sızacağından, sıcak su
haznesini soğutacaktır. Sonuç olarak tarihi
kaplıcaların, göl alanı dışına taşınması mümkün
görülmemektedir. Göl suları hem kaynağı hem de
hazneyi soğutacaktır” görüşüne yer veriliyor.
1999’da DSİ’den başmühendis olarak emekli olan
Dr. Servet Yılmazer, son
gelişmelerle ilgili gazetemize yaptığı açıklamada,
12 yıl önce hazırlanan rapordaki bilgilerin
güncelliğini koruduğunu söyledi. Dr. Yılmazer,
konuyla ilgili şunları aktardı: “Jeotermal kaynak,
baraj gölü altında kalmadan önce iyice etüt
edilmelidir. Orada ciddi bir jeotermal alan var. O
çalışmanın ardından, yeraltındaki sıcak su alanının
nerelere kadar uzandığı tespit edilebilir. Bu
çalışmaların gölde su birikmeden yapılması gerekir.
Su tutulmaya başlandıktan sonra çok geç olur.”
Yaraş: Çağrılarımıza yanıt alamadık
Allianoi’yi kurtarma kazılarının başkanı
Yrd. Doç.Dr. Ahmet Yaraş da çalışmalar
devam ederken Bergama Kaymakamlığı’na başvurarak
bölgedeki jeotermal sahanın da kurtarılması ve
oradaki sıcak su kaynağından yararlanılmasını
istediklerini belirtti.
Çağrılarına yanıt alamadıklarını bildiren Yaraş,
“Hem bir tarihi yok ediyorlar hem de bölgenin doğal
dengesini bozuyorlar. Orası 2006 yılında jeotermal
turizm bölgesi ilan edildi. Çok sayıda yatırımcı
konuyla ilgili girişimlerde bulundu. Yortanlı
Barajı’nda su tutulması halinde, ilan ettikleri
jeotermal turizm bölgesi özelliği de yok olmuş
olacak” dedi. Bu arada son kurul kararıyla ilgili
yeni bir dava süreci başlatılacak.
Cumhuriyet, Haber: Ozan Yayman, 28.12.2010
******
SU İÇİN(DE) ALLİANOİ
Allianoi
2000 yıllık geçmişiyle sapasağlam bir sağlık yurdu.
Toprağında sayısız tıp aleti bulundu. Bir sağlık evi
aynı zamanda. Kim bilir kimler geldi, geçti?..
Çocuklar doğdu belki de. Yabancı değiliz birbirimize
doğrudur. Uzaklaştırmaya çalıştıkça yan yana
durmaktayız.
Peki nasıl bir gelecek beklemekte bizi?.. Diyorlar
ki koruma önlemi alındı her şey tamam. Gömün!.. Oysa
daha bitmedi Allianoi’da kazı çalışması.
Hesap sorulur elbet. Sorulacaktır demek yetmez.
Öyleyse Allianoi’i daha çok yaşayanla buluşturmalı.
Resimler, fotoğraf ve söyleşiler… Konser ve
karikatürler bekliyor ilgilenenleri. İstanbul
Karaköy’de Mimarlar odasının Büyükkent şubesinde 13
Ocağa kadar sadece Allianoi değil, suyla, suya set
çekilmeye çalışılan Loç, Munzur, Hasankeyf,
Karadeniz’den filmlerle, suyun çocuklarıyla
buluşabilirsiniz.
Kimi insan doğduğu yerden taşar. Anlatacakları
öylesine yoğundur ki fırçasına kırmızı damlar.
Harfleri eksik kalmıştır kimi küçüklerin. Yaşadığı
evin yerinde rüzgar bile yoktur artık. O yine de
bildiğini okur çıkar yolun başına. Ne ayaklarına
acır ne de kaleme.
Elleri yorgundur kadınların. Ürkekliklerini
saçlarından atar ve çıkarlar meydana. Başlarında
yazmaları, “İsyandır bundan sonrası” diye
haykırırlar… Diğeri kucağındaki istiridye kabuğuyla
direnmektedir yok oluşa. Kara mavi dalgalanır
denizin çocukları. Suyumuza, taşlarımıza, yanisi
özgürlüğümüze göz koymaktalar. Dertleri nedir bu
insanların diye durup düşünenler var mı içinizde?..
Tam seçim öncesi telaşlılar pek. Yasaların
binlercesi uçuşuyor meclisin koridorlarında.
Çalışıyorlar!..
Tabiatını bozuyorlar balığın, taşın, suyun, çiçeğin,
böceğin… Ağaçlar yanıyor, çatıları tutuşuyor
binaların. Bugünler renk, dil, kadın erkek, çocuk
demeden yan yana durmanın, çığlık olmanın günleri.
Hayat öylesine yoğun akıyor ki suyun buluştuğu
taşlar dereler yıldızlarını kucaklıyor.
İstanbul’da konuyla ilgili olarak düzenlenen
etkinliklerde katılan sanatçılar farklı bakış
açılarıyla anlattılar suyun, geçmişin silinmemesi
gerektiğini. Birimiz yok olursak diğerimiz nasıl
yanarız örneklerini sergilediler.
‘Su İçin[de] Allianoi’ etkinliğinde resim sergisi
bulunan Neslihan Özgenç ve “Munzur Akmazsa”
Belgeseli aynı etkinlikte gösterilecek olan Yönetmen
Nezahat Turan Gündoğan’la suyu, hayatı ve mücadeleyi
konuştuk…
Allianoi ve suyu buluşturduğunuzda fırçanız neden
hep kırmızıya değiyor? Neslihan Özgenç:Öncelikle kırmızı benim için, içinde
hem şiddeti hem de tutkuyu barındıran tek renk.
Allianoi’ya Umut adlı bu serideki kırmızı kelebek
ise öfkenin ve tutkunun rengiyle karanlığın içinden
bir umut olarak imgeselleşiyor. Karartılmış
zihniyetlere isyan ediyor. Kelebeğin kendi içindeki
dönüşüm serüveni ise Allianoi’yi tanımlıyor. Dünü
bugünü ve de yarını için kelebeğin kırmızısı ile
buluşuyor.
Resimle değil yazıyla anlatmanız gerekse nasıl bir
cümle kurardınız? N.Ö:Anadolu’nun tarihini Osmanlı-İslam tarihinden
ibaret sayan zihniyetler, hiçe saydıkları bu
toprakların esas sahiplerine elbette ki gün gelip
hesap vermek zorunda kalacaklar. Ama biz sanatçılar,
bu hesap verme gününü beklemeden bu kıyıma dur demek
zorundayız. Bugün sular altında kalacak Allianoi ve
tüm Anadolu tarihi büyük tehlike altındadır. Rant
peşinde koşan duyarsız bir kitleyi de peşine takan
zihniyetin bedelini kültürel hazinemiz ödemektedir.
Bu nedenle, umarsızca kıyıma uğratılan ve can
çekiştirilen tarihimize sahip çıkmalıyız.
Beslendiğimiz zenginlikler, değerler insan
olabilmemizin de ipuçları aslında. Onlardan öğrenip
nefes alabiliyoruz bir anlamda. Son günlerde yasalar
değiştiriliyor. Doğa, su, toprak ve evler
parçalanıyor. Sanatın sanatçının beslendiği
kaynaklar kurutulursa neler yaşanabilir?
N.Ö: Her ne kadar sanat küresel bir bakış açısına
doğru bir eğilim gösterse de sanatçıyı sanatçı yapan
kendi değerleri ve duyarlılıklarıdır. İçinde
yaşadığı toprak ve kültür, sanatçının tüm benliğini
oluşturur. Ötesi bir durum, sadece yapaylıktan ve
özentiden ibarettir. Sanatçının yaratım sürecini
etkileyen kültürel kodlar bu bağlamda yok
edildiğinde, edilgen bir durum ortaya çıkar. Bunun
sonucunda da “kimliksiz”, son dönemlerin moda terimi
olan “öteki” olmaktan kendini koruyamaz. Gelişmiş
ülkelerin bizim kültürel değerlerimize bizden daha
çok sahip çıkmasını da bu anlamda onaylamış oluruz.
Bu durumun acısını da ebediyen çekmeye mahkum
oluruz.
Suyun çocukluğunu anlatmaya çalışsanız neler
söylerseniz Munzur’a dair?.. Nasıl bir çocukluktur
Munzur?
Nezahat Turan Gündoğan: Munzur diğer bütün ırmaklar
gibi bir çocuk, bir bilge; dün, bugün ve gelecektir…
Çocuk nasıl ki yaşamın anlamı ve soyun devamıysa su
da yaşamın kaynağı ve sürekliliğidir. İnsanın
damarlarındaki kan neyse doğadaki tüm canlılar için
su odur. Sadece doğa için değil, insan ve toplum
için bir tarih ve kültürdür Munzur. Doğallığı ve
saflığı ile çocuk, tarihe tanıklığıyla bilgedir
Munzur. İnsan doğanın bileşeni ve çocuğudur. Doğa
kirletildikçe insanlar kirleniyor. Doğa
zehirlendikçe insanlık ve tüm canlılar zehirleniyor.
Doğa öldürüldükçe insan ve insanlığın tüm tarihsel
ve kültürel değerleri, mirası öldürülüyor.
Kapitalizmin vahşi kar hırsı doğayı yok ederek
yaşamın kaynaklarını yok ediyor.
Su; birçok dilde ve yaşamda kültürle iç içe.
Ülkemizde son dönemde baraj ve HES yapımları
nedeniyle gündemde. Suyun satılması, önüne engeller
konularak doğanın, insanın yaşamının parçalanması ne
anlam ifade ediyor?
N.T.G: Dersimliler kendi dillerinde “Awa bevenge ra
bıtersere” yani “Durgun sudan korkun” derler.
Munzur’un akışı engellendiğinde, doğası
değiştirildiğinde yaşanacak felaketi anlatmak
istiyor bu söz. Filmde bu sözü özellikle kullandık.
Sermaye sahipleri doğaya ve insana, tarihsel ve
kültürel değerlere tamamen bitmez, tükenmez kar
hırsıyla bakıyorlar.
Bir bölgedeki ekonomik yatırımın doğa, ekolojik
denge, tarih, kültür, ve insanlığın geleceği
açısından asla bakmıyorlar. Son ağaç kesildiğinde,
son nehir kuruduğunda, son canlı yaşam alanı
bulamadığında paralarının, ekonomik çıkarlarının,
teknolojilerinin hiçbir önemi kalmayacaktır. Kıyamet
günü denilen felaketi kapitalistlerin kar hırsı
getirecek.
Munzur, Allianoi, Hasankeyf, Fırtına Vadisi, Loç
Vadisi, Çoruh vadisi; Ormanlarımız, Denizlerimiz tüm
doğal varlıklarımız, kültürel değerlerimiz
geçmişimiz ve geleceğimizdir.
Onları canımız gibi, çocuklarımız gibi, onurumuz ve
özgürlüğümüz gibi korumak zorundayız.
Evrensel, Yazı: İffet Diler - Allianoi Girişim Grubu
Dönem Sözcüsü, 28.12.2010
******
ALLİANOİ'Yİ KURTARMAK İÇİN SON HAMLE
İzmir Barosu, Bergama'daki Allianoi
antik kentinin
üzerinin kumla kapatılmasının ardından, Yortanlı
Barajı'nın sularının altında kalmasının önüne
geçilmesi için, İzmir İdare Mahkemesi'ne yürütmenin
durdurulması istemiyle dava açtı.
İzmir Barosu Başkanı Avukat Sema Pekdaş,
başvurunun ardından İzmir Adliyesi önünde
gazetecilere açıklama yaptı. Pekdaş, 'hukuk
tanımayan kişiler'' tarafından Allianoi'yi sular
altında bırakmak için çalışma yürütüldüğünü,
tarihi mirası korumak adına mahkemeden acele
yürütmeyi durdurma kararı istediklerini söyledi.
İzmir Baro Başkanı Pekdaş, tarihi kentin baraj
suları altında bırakılmasına yönelik tüm
işlemlerin tamamlandığını öğrendiklerini
belirterek, şöyle konuştu: 'Dava sonunda,
Allianoi'yi kuma ve suya gömen önceki koruma
kurulu kararı iptal edilmiş olsa bile artık
korumaya, görmeye ve gelecek kuşaklara aktarmaya
değer bir alan kalmayacak, her şey barajın
sularının basıncı altında yok olup gidecektir.
Allianoi antik kenti dünya tarihinde bilinen en
eski termal kent yerleşmesinin olduğu bir
yerdir. Sayın mahkememizden bu acil durumu göz
önünde tutarak, davalı idarenin birinci
savunması alınmadan, dosya üzerinde ilk
incelemeyle birlikte bilirkişi incelemesi
yapılıncaya kadar yürütmenin durdurulması
kararının verilmesini istedik.'' Allianoi ile
ilgili dava süreçlerinin devam ettiğini, gelecek
ay mahkeme tarafından bilirkişi incelemesi
yapılacağını belirten Pekdaş, 'Böyle bir durumda
barajın su almaya hazır hale getirilmesi,
süregelen davaların sonucunun beklenilmemesi,
hukuk devletinde hukuk tanımayan bir uygulamanın
örneğidir'' dedi.
Akşam, 28.12.2010
******
GİZLENEN RAPOR DAVA
DOSYASINDA
Devlet Su İşleri
Genel Müdürlüğü’nün (DSİ),
Yortanlı Barajı’nın
su tutmasıyla ilgili 12 yıl önce
MTA’ya
hazırlattığı ve o tarihten bu yana gizlediği
raporun, Allianoi’nin
korunması yönünde açılan davaların dosyasına girmesi
gündemde. 1998 yılından bu yana gizlenen raporun
ortaya çıkması üzerine harekete geçen korumacı
çevreler, DSİ’nin anılan raporu gizlemesinin suç
oluşturduğunu ve sorumlular hakkında yasal girişimde
bulunulacağını vurguluyorlar.
Allianoi Girişim Grubu Dönem Sözcüsü
İffet Diler,
MTA’nın, DSİ’nin istemi üzerine 12 yıl önce
hazırladığı ve ortaya yeni çıkan rapordaki
bilgilerin, Allianoi’nin korunması için açılan
davaların seyrini değiştirecek nitelikte olduğunu
söyledi. Diler, “Orada ciddi yatırım yapanlar var.
Biri de Paşaköy Muhtarlığı. Termal turizm olgusunun
yaşama katılabilmesi için jeotermal kaynakların
kurumaması gerekiyor. Ancak 12 yıldır gizlenen
rapor, Yortanlı Barajı’nda su tutulması halinde,
bölgedeki jeotermal kaynakların olumsuz
etkileneceğini vurguluyor” dedi.
Cumhuriyet, Haber: Ozan
Yayman, 30.12.2010
MÜZE GİBİ KÖY
Kayseri'nin Yeşilhisar
İlçesi'ne bağlı
Erdemli Köyü'ndeki tarihi Bizans yerleşiminde,
Erciyes Üniversitesi (ERÜ) Edebiyat Fakültesi Sanat
Tarihi Bölümü tarafından yaklaşık 8 yıldır
sürdürülen araştırma sona erdi.
Bir vadi içerisinde kayalar oyularak inşa edilen köyde, toplam 3
manastır, 22 kilise-şapel, 138 konut, 48 şırahane, 9
fırın, 13 ahır, 2 keşiş hücresinden oluşan yapılar
ile 2 güvercinlik ve 34 işlevi bilinmeyen yapı
tespit edilerek belgelendi.
Araştırmayı yürüten ERÜ Edebiyat Fakültesi Sanat
Tarihi Bölümü Öğretim Üyesi Doç.Dr. Nilay Karakaya
yaptığı açıklamada, Niğde-Kayseri kara yolu üzerinde
bulunan Erdemli'nin, küçük bir “Bizans köyü” olarak
bilindiğini söyledi.
Köyde yaklaşık 500 yıl süren Bizans yaşamına
ilişkin izler bulunduğunu ifade eden Karakaya, şu
bilgileri verdi:
“Erdemli Vadisi'nde Kültür ve Turizm
Bakanlığı'nın izni ile 2002 yılında çalışmalara
başladık. Araştırmamız 2006-2008 yılları arasında
TÜBİTAK tarafından da desteklendi. Bu sürede bir
Bizans köyüne özgü bütün verileri elde ettik. Proje
kapsamında, yaklaşık 1 kilometre uzunluğundaki
vadide, toplam 3 manastır, 22 kilise-şapel, 138
konut, 48 şırahane, 9 fırın, 13 ahır, 2 keşiş
hücrelerinden oluşan yapılar ile 2 güvercinlik ve 34
işlevi bilinmeyen yapı tespit edilerek belgelenmiş,
fotoğrafları çekilerek, çizimleri yapılmıştır.
Araştırma sonucunda yerleşimin topografik haritası
da çıkarıldı.”
Karakaya, köyde duvar resimleriyle süslenmiş 9
kilise bulunduğuna dikkati çekerek, duvar
resimlerinde İncil ve Tevrat konulu sahnelerin
işlendiğini, aziz, azize, piskopos, martir, keşiş ve
havari figürlerinin tasvir edildiğini anlattı.
Yapılardaki mimarinin ve duvar resimlerinin,
üslup, ikonografi, resim programı özellikleri
açısından genellikle 10-13. yüzyıllara özgün
olduğunu dile getiren Karakaya, şöyle devam etti:
“Kaya kiliselerinin duvar resimleri üslup,
ikonografi ve resim programı gibi özellikleri ile
Bizans resim sanatı içinde önemli bir yere sahip.
Doğal şartlar ve insan eliyle yapılan tahribatlar,
gün geçtikçe bu eserlerin yok olmasını sağlamakta.
Bazı kiliselerin farklı amaçlar için kullanılması
sonucu resimler is tabakası ile kaplanmış. Bu
nedenle araştırmacılar tarafından kiliselerdeki çoğu
sahneler tanımlanamamış ve yayınlamamış.
Ayrıca resimlerin kaliteli üslubu dönemin
başkenti
İstanbul'daki üsluba benzemekte. Dolayısıyla
resimlerin başkentli ya da başkentte eğitilmiş
bölgesel sanatçılar tarafından yapıldığı
söylenebilir. Özellikle Anadolu'da bu derece
kaliteli başkent üslubunun uygulanması dikkat
çekici. Genellikle 10. ve 14. yüzyıllar arasında
yapılan bu kiliselerin bazılarında, program
açısından olduğu kadar üslup bakımından da
birliktelik söz konusu. Üslup, ikonografi ve resim
programı özellikleri açısından önem taşıyan bu duvar
resimlerinin detaylı olarak incelenmesi gerekmekte.”
Doç.Dr. Nilay Karakaya, vadinin merkezindeki
Saray Manastırının, yerleşimin idare merkezi
olduğunu ifade ederek, etrafındaki şırahanelerin
kontrolünü de elinde bulundurduğunu kaydetti.
Yerleşimin kuzeyinde konutlar, kiliseler, fırın
ve ahırlar ile birlikte yüksek kotlarda keşiş
hücreleri ile güvercinlikler bulunduğunu belirten
Karakaya, şöyle konuştu:
“Amacımız yavaş yavaş yok olmaya yüz tutmuş duvar
resimleri ile vadideki yapıları acilen bilimsel bir
makale olarak yayınlamak, yapı ve duvar resimlerinin
restore edilmesini sağlamak. Yapı ve resimlerin
tahribi aynı zamanda yöre halkı tarafından da
gerçekleşmekte. Dolayısıyla çalışmalarımızda, hem
bilimsel hem de turizm açısından bu yerleşim yerinin
önemi konusunda köy halkının bilinçlendirilmesi de
amaçlanmaktadır. Üstelik çalışmalarımızda tespit
ettiğimiz Roma dönemine ait yerleşim yeri olan İki
Kuyu mevkii, köyün önemini daha da artırmakta. Bu
Roma yerleşimi zengin mezarlar, dini ve sivil
yapılar içermekte. Kayseri'ye çok yakın olan bu
yörenin yayınla tanıtılması, eserlerin restorasyonu
için yeni olanaklar sağlayacaktır. Dolayısıyla bu
önemli kültür mirası korunduğu taktirde ülkemize
önemli bir turizm potansiyeli kazandıracaktır"
Hürriyet, 26.12.2010
AYŞE SULTAN'IN SANDIĞI AÇILDI
Geçtiğimiz aylarda saray saatlerini
depolardan çıkartıp Dolmabahçe Sarayı içinde
sergileyen Milli Saraylar Daire Başkanlığı
araştırmacıları, şimdi de yeniden yoğun bir hazırlık
içinde. Bu hazırlıkların nedeni ise son Halife
Abdülmecid’in kızı Dürrüşehvar Sultan. Sultanın 10
yaşına kadar kullandığı oyuncaklar ve eğitim
gereçleri sandıklardan çıkartıldı onarıldı ve
sergilenmeye hazır hale getirildi. Bu sergi bir
hanedan üyesinin yetiştirilmesinde gösterilen özeni
ortaya koyması bakımından çok ilginç.
Oyuncak, her çocuğun düşü, her çocuklu evin
vazgeçilmezi. Bazen balon, bazen ev, bazen de bebek
veya
araba olarak şekillenir çocukların ruh
dünyalarında. Günümüze kadar belli evrimler
geçirseler de ister tahtadan, ister plastikten veya
elektronik olsun oyuncağın çocuğun yaşamındaki yeri
dünya kurulduğundan beri hep var ve olacak da.
Çocuğu olan ailelerin evlerindeki oyuncaklar aşağı
yukarı hep aynı. Peki, saraylarda yaşayan çocukların
oyuncakları nasıldı? Genel olarak müzelerimizde
sergilenenlerin sayısı yok denecek kadar az. Milli
Saraylar Dairesi’nin saray, köşk ve kasırların
depolarında bulunan ancak mekan yokluğundan
sergilenemeyen eserlerin sergilenmesi için yaptığı
son çalışma oyuncak konusuna yeni bir bakış açısı
getirdi.
Çünkü aylar süren bakım çalışmaları sonucunda son
Halife Abdülmecid’in kızı Dürrüşehvar Sultan’ın 10
yaşına kadar kullandığı oyuncak ve eğitim araç ve
gereçleri sandıklarından çıktı. O günün eğitimi için
bir fikir vermesi amacıyla da sergilenme kararı
alındı. Oyuncaklar yeni yılın ilk ayında
meraklıların karşısına çıkıyor.
Osmanlı Hanedanı’nın son halifesi Abdülmecid’in,
oğlu Ömer Faruk Efendi’den sonra doğan kızının adı
Dürrüşehvar. 26 Ocak 1914 tarihinde Üsküdar
İcadiye’de dünyaya geldi. Abdülmecit kızına ‘Şahlara
Mahsus İnci’ anlamına gelen “Dürrüşehvar” adını
verdi. Resmi ünvanı ‘Devletlu İsmetlu Hatice Hayriye
Ayşe Dürrüşehvar Sultan Aliyyetüş-şan Hazretleri’
olan Dürrüşehvar Sultan aynı zamanda Sultan
Abdülaziz’in de torunuydu. Güzelliğiyle ünlü olan
Sultan, sanatçı kişiliğiyle tanınan babası son
Halife Abdülmecid Efendi’nin fırçasından çıkmış çok
sayıdaki tabloya konu oldu. Bu tabloların bir kısmı
günümüzde Dolmabahçe Sarayı’nda bulunuyor.
Bu önemli bebek dört yaşına kadar doğduğu Mecid
Efendi Köşkü’nde, sekiz yaşına kadar Dolmabahçe
Sarayı Veliahd Dairesi’nde kaldı. Babasının 1922
yılında Halife olmasıyla birlikte 1924 yılına kadar
Dolmabahçe’nin Saray bölümünde geçti. Hatice Hayriye
Ayşe Dürrüşehvar Sultan, hilafetin kaldırılıp
hanedan üyelerinin sınır dışı edilmesine kadar bu
sarayda kaldı.
Sınır dışı edilen aile İsviçre’ye gitti. Kısa bir
süre orada yaşadı. Halife ve ailesi, daha sonra
Fransa’nın Nice kentinde geçti. Yaşamını 1939
yılına kadar burada sürdürdü. Halife 1939’da Paris’e
taşındı. Dürrüşehvar Sultan ise Nice’de kaldı.
Burada dünyanın en zengin hükümdarlarından biri olan
Haydarabad Nizamı’nın oğlu Azam Cah ile tanıştı.
Gençler Kasım 1931 tarihinde evlendi. Dürrüşehvar
Sultan da evlendikten sonra Berar Prensesi ünvanını
aldı.
Hindistan’ın Haydarabad kentinde yaşamaya
başlayan Sultanın bu evlilikten Bereket Cah ile
Keramet Cah adında iki oğlu dünyaya geldi. 7 Şubat
2007 tarihinde Londra’da vefat eden Dürrüşehvar
Sultan Brookwood Mezarlığı’nda yatmakta olan annesi
Mehisti Kadın Efendi’nin yanına defnedildi.
10 yaşına kadar Dolmabahçe Sarayı’nda yaşamış olan
Dürrüşehvar Sultan’a ait
oyun ve eğitim araç ve gereçleri de onlar
gittikten sonra sarayın depolarına kaldırıldı. O
döneme dönemine ait olan diğer eşyalarla birlikte
Dolmabahçe Sarayı’nda muhafaza edildi. Bu oyuncak ve
eğitim gereçleri sergisini hazırlamasında büyük
emeği geçen uzman araştırmacı Ayşe Fazlıoğlu
sergilenecek eşyalar hakkında şunları söylüyor: “Bu
eşyalar bir hanedan üyesinin yetiştirilmesinde
gösterilen özeni ve önemi vurgulamasının yanı sıra
aydın bir kişiliğe sahip olan Halife Abdülmecid’in
kızını yetiştirirken gösterdiği yakın ilgiyi
yansıtması bakımından da oldukça önemli.”
Söz konusu objeler ilk olarak önceki yıllarda
Dolmabahçe Sarayı’nda çatı katında iki sandık
içerisinde bulundu. Sandıklardan birinde eğitim
gereçleri, diğerinde ise
oyun malzemeleri vardı. Detaylı araştırmaları
halen devam eden koleksiyonun önümüzdeki aylarda bir
sergi ve kitap eşliğinde tanıtılması hedefliyor.
Dürrüşehvar Sultan tarafından kullanılmış koleksiyon
içerisinde bulunan oyuncaklar arasında bebek,
hasırdan oyuncak
araba, bebek elbiseleri, oyuncak fil, oyuncak
mutfak gereçleri, oyuncak mobilyalar, taşlardan yapı
seti, dama, domino, puzzle yer alırken, eğitim
gereçleri arasında ölçü kapları, kitaplar,
defterler, resim defterleri, boya kalemleri, cetvel,
notalar, hikaye kitapları ve haritalar var.
Oyun gereçleri arasında en ilginç malzemeler
İngiliz yapımı puzzle ile ünlü bir Alman çocuk
oyuncak firmasının zihin gelişimi için önemli olan
taş yapı seti var.
Eğitim gereçleri arasında yer alan bazı kitap ve
defterler arasında Sultan V. Murad’ın torunu Nilüfer
Sultan’a ait olanlar da var. Nilüfer Sultan da
Dürrüşehvar Sultan ile aynı gün Haydarabad nizamının
diğer oğlu olan Muazzam Cah ile evlendirdi ve
böylece çocukluk dönemlerinde birlikte büyümüş iki
kuzen aynı kaderi paylaştı. İki Sultan,
Hindistan’da eğitime yönelik çalışmalarda
bulundu ve hayır işleriyle ilgilendi. Eğitime son
derece önem veren Dürrüşehvar Sultan,
Hindistan kadınlarının toplumdaki önemi ve
ilköğretimin gerekliliği konusunda kadınları
bilinçlendirmek için uğraş verdi. Bunların dışında
bir de hastane yaptırdı.
Hindistan’da yaşamını sürdürürken çocuklarının
eğitimi dolayısıyla Londra’ya yerleşti. Hatıralarını
Haydarabad’da 1947 yılında yayınlanan ve bugün son
derece nadir olan ‘Doğan’ isimli bir kitapta kaleme
aldı.
Hürriyet Pazar, Haber: Cahit Akyol, 26.12.2010
103 YILLIK ETFAL SAAT KULESİ ÇÖKÜYOR
Sultan 2. Abdülhamit tarafından Şişli Etfal
Hastanesi'nin bahçesinde 1907 yılında yapılan 'Etfal
Saat Kulesi' çökmeye terk edildi.
1981 yılında restorasyon projeleri
hazırlanmasına rağmen bugüne kadar tek bir çivi
çakılmayan tarihi kulenin tepe kısmı ikiye
ayrılmaya başladı. Saat düzeneğinin tamamen
çürüdüğü kule, yıkılma tehlikesiyle karşı
karşıya. 2007 yılında kuleyle ilgili hazırlanan
raporda ise 'bakımsızlık sebebiyle yok olma
tehlikesi altında bulunduğuna' dikkat çekiliyor.
Geçmişte bir kez saat düzeneği tamir edilen bina
için ilk olarak 1981 yılında Türkiye Anıt Çevre
Turizm Değerlerini Koruma Vakfı (TAÇ Vakfı) bir
çalışma yaptı. Saat kulesinin rölöve ve
restorasyon projeleri hazırlandı; ancak bunun
dışında bir çalışma gerçekleşmedi. Uzun yıllar
bu halde kalan kule için Şişli Etfal Hastanesi
2006 yılında Anıtlar Yüksek Kurulu'na durumu
anlatan yazılar gönderdi. Buna rağmen yine bir
sonuca ulaşılamadı. Daha sonra 2007 yılında
İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi tarafından
hazırlanan rapordan da sonuç çıkmadı. Hastane
yetkilileri binanın parçalarının yağmur ve
fırtına sırasında düşmesinden korkuyor.
Kule, 1899 yılında 2. Abdülhamit Han
tarafından Hamidiye Etfal Hastanesi'nin
bahçesine inşa edildi. Kulenin projesi İtalyan
mimar R. D'Aronco'ya ait.
Zaman Pazar, 26.12.2010
******
SULTAN 2.
ABDÜLHAMİT'iN YADİGARI SAAT KULESİ KURTULUYOR
Bakımsızlıktan dolayı çökme tehlikesi yaşayan 2.
Abdülhamit yadigarı 'Etfal Saat Kulesi'ni kurtaracak
projeye onay çıktı.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından
hazırlanan ve uzun süredir Anıtlar Kurulu'nda
bekleyen rölöve ve restorasyon projesi kabul
edildi. Kulenin ve altındaki mescidin
restorasyonu 2011 yılında başlayacak.
Etfal Saat Kulesi 2. Abdülhamit Han
tarafından o zamanki ismi Hamidiye Etfal
Hastanesi' olan Şişli Etfal Hastanesi'nin
bahçesinde 1907'de inşa edilmişti. Zaman
gazetesinin gündeme getirdiği kuleye bugüne
kadar tek bir çivi bile çakılmamış ve tarihi
kulenin tepe kısmı ikiye ayrılmaya başlamıştı.
Kaderine terk edilen kulenin 2007 yılında
İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi tarafından
restore edilmesine yönelik rapor hazırlandığı
ancak Anıtlar Kurulu'ndan onay beklendiği ifade
edilmişti.
Zaman, Haber: Çağlar Acı, 30.12.2010
İLK KAZI ORDU'DA
Doğu Karadeniz Bölgesi'nde bitki örtüsünün altında ciddi ören yerlerinin, antik kentlerin bulunduğu inancının artması üzerine bölgede ilk kez Ordu'da başlatılan arkeolojik kazılar sürüyor.
Bugüne kadar düzenli bir arkeolojik kazıya tabi tutulmayan Doğu Karadeniz Bölgesi'nde ilk kez Ordu'da Kurul Kalesinde sürdürülen çalışmalarda elde edilen sonuçlar bu tezi doğruladı. Ağustos ayında başlayan çalışmaların ilk sonuçlarına göre, kalenin 6. Mitridat döneminden kaldığını belirlendi.
Kazı çalışmalarını yürüten Gazi Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç.Dr. Süleymen Yücel Şenyurt, bu kazının Doğu Karadeniz Bölgesi'ndeki ilk kazı olduğunu belirterek, “Bölgenin tarihini aydınlatmaya yönelik bilimsel çerçevesi olan kazılar bu zamana kadar maalesef Doğu Karadeniz Bölgesinde iklim ve bitki örtüsü nedeniyle pek yapılamamış. Bu alanda biz bir ilki gerçekleştiriyoruz. Bizim bu çalışmalarımız ile beraber ülke ve bölge tarihine ışık tutacağız” açıklamasında bulundu.
Taka, 25.12.2010
19 - 25 Aralık 2010
FERRUH BAŞAĞA'YI
KAYBETTİK
Abidin Dino ile birlikte
“Yeniler Grubu”nun
kurucuları arasında yer alan, Güzel
Sanatlar Akademisi mezunu ve eski öğretim görevlisi
ünlü Türk ressam Ferruh Başağa vefat etti.
Başağa, 27 Aralık Pazartesi günü saat 10:00’da Mimar
Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nde düzenlenecek
bir tören ile anılacak. Sanatçının cenazesi aynı gün
Teşvikiye Cami’nde kılınacak öğle namazından sonra
Aşiyan mezarlığında toprağa verilecek.
Ferruh Başağa Hakkında
1914 İstanbul doğumlu olan Ferruh Başağa,
ilköğrenimini İstanbul'da tamamladı. Ortaokul ve
Teknik Lise’yi Yugoslavya'da okuyan Başağa,
Türkiye’ye dönüşünün ardından bir yıl süre ile
“Beşiktaş Uçak Fabrikası”nda çalıştı ve ardından
1936 senesinde Güzel Sanatlar Akademisi’ne girdi.
Dört yıl boyunca Zeki Kocamemi, Nazmi Ziya Güran ve
Leopold Levy gibi sanatçılardan ders alan Başağa,
1940 yılında mezun oldu. Aynı yıl açılan Yüksek
Resim Bölümü’ne Nuri İyem, Turgut Atalay, Selim
Turan, Agop Arad, Avni Arbaş, Mümtaz Yener, Fethi
Karakaş ve Haşmet Akal ile birlikte devam eden
Başağa, bir yıl sonra aralarına Abidin Dino’nun
bulunduğu ve sanata “toplumsal gerçekçi” bir
kavrayış ile yaklaşan “Yeniler Grubu”nun kurucuları
arasında yer aldı.
Başağa ilk sergisini, Beyoğlu Kitap Sarayı’nda açtı.
Sanatçının eserleri bir yıl sonra, UNESCO tarafından
“Musée d'Art moderne de la Ville de Paris”te açılan
sergide yer aldı. İngiltere, Fransa ve Hindistan’da
sanat fuarları ile karma sergilere katılan sanatçı,
soyut kavramı ile 1947 yılında tanıştı. Başağa, 1949
yılında katıldığı “Devlet Resim ve Heykel
Sergisi”nde birincilğe layık görülerek, soyut resim
ile bu başarıya kavuşan ilk sanatçı oldu.
“Müstakil Ressamlar Derneği” üyeliği üstlenen
Başağa, 1950 yılında kurulan “Ressamlar ve
Heykeltıraşlar Derneği”nin de kurucu üyeleri
arasında yer aldı. Başağa 1971 – 1981 yılları
arasında İstanbul Güzel Sanatlar Akademisinde vitray
ve mozaik atölyelerinde hocalık yaptı.
Başağa, İstanbul'daki atölyesinde bireysel
çalışmalarına devam ediyordu.
Yapı, 24.12.2010
GİZLİ KAPAKLI RESTORASYON
İstanbul'da 21 ve 22 Aralık'ta gerçekleştirilen, "Koruma ve Yaratıcılık: İstanbul dünya miras alanlarının korunması için karşılaştırmalı yaratıcılık deneyimleri" sempozyumu, dünyadan başarılı restorasyon örneklerini Türkiye'ye taşıdı ancak İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti çerçevesinde gerçekleştirilen restorasyon çalışmaları ve arkeolojik kazılara yönelik eleştirilerin de odağı oldu.
İstanbul Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi Restorasyon Anabilim Dalı öğretim üyesi Prof. Dr. Zeynep Ahunbay, İstanbul'daki tarihi yapı restorasyon çalışmalarının şeffaf olarak kamuyla paylaşılamadığını dile getirdi. Ahunbay, İstanbul Boğazı Karayolu Tüp Geçiş Projesi'nin de şeffaf olmadığını ve ilgili koruma kurulları tarafından, bilgilerin kendileriyle bile yeterince paylaşılmadığını ileri sürdü. Surlara da değinen Ahunbay, Sultanahmet'te iki Roma saray kalıntısı ve bir kilise kalıntısı üzerine Fatih Belediyesi tarafından yaptırılan platformu da, "Hiç yapılmaması gereken bir uygulama" olarak değerlendirdi.
SURLARA BÜYÜK ZARAR VERECEK
Yenikapı Üsküdar arası lastik tekerlekli araçların geçeceği "İstanbul Boğazı Karayolu Tüp Geçiş Projesi"nin İstanbul'a ve surlara büyük zarar vereceğini söyleyen Ahunbay, "Bu projenin insan sağlığı ve surlara büyük zararı olacak. Kennedy sahil yolunun yoğunluğu artacak. Günde 75 bin aracın geçmesi düşünülüyor. Bu kadar büyük bir araç kitlesi için yolları genişletip sahili doldurmak tabii ki tarihi bir şehri bozacak. Deniz surlarının Marmara sahilindeki ilk kulesi olan 'Mermer Kule' bir ulaşım göbeğinin içinde kalacak. Justinien Sarayı'nın karşısında denizin içine dalan yere bir havalandırma bacası yapılması söz konusu, o bacanın dışarıya atacağı kirlilik hem anıtları hem insanları tehdit edecek" dedi.
PROJELER İYİ AÇIKLANMIYOR
Prof. Ahunbay, "Süleymaniye Darüşşifası'nda çalışmalar devam ediyor, 6 aydan fazla iş var gibi gözüküyor. Bilindiği gibi 2010 ödeneklerinin 6 ay içinde kullanılması gerekiyordu. Haseki Hürrem Sultan Müzesi'nde de daha yapılacak işler var. İçeriği tanımlanmış gibi görünmüyor. Şehzade İmareti'nde günde bin kişiye yemek verilmesi düşünülüyormuş. Bu bina için çok ağır bir yük. 16. yy imaret binasındaki fırının içine oraya ait olmayan yeni tezgahlar kuruluyor" dedi. Bu çalışmaların konseptlerini daha açık şekilde yazılması, dosyaların şeffaf olması gerek diyen Ahunbay, Yenikapı buluntularının sergileneceği bir müzeye ihtiyaç duyulduğunu da belirterek, "Bu kadar değerli buluntuların dünyaya yeterince tanıtılmadığı dile getiriliyor" dedi.
SURLARIN BİR TARAFI TAMAMEN HARAP
İstanbul'un deniz ve kara surlarının bütünlüklü bir proje içinde ele alınması gerektiğini dile getiren Ahunbay, "Surların bir tarafı tamamen harap, bir tarafı yapılmış duruyor. Deniz surlarının ayakta kalan kısımları oldukça sınırlı" dedi. Yedikule surundaki Altınkapı'yla ilgili ise, "Etkinlikler her zaman oranın karakteriyle bağdaşmıyor. Yedikule kapısının önüne hiçbir planda yer almayan, tasarımı başarısız birtakım binalar yapıldı. Yeni düzenlemelerin tarihle ilişkisi göz önünde tutulmuyor" dedi. Ahunbay'ın üzerinde durduğu bir diğer konu ise sur diplerindeki bostanlar. Ahunbay, "Bostan alanlarındaki tarım faaliyeti depolaşmaya neden oluyor. Sürekli bakım eksikliği var ve bir sürü yabani ağaç büyüyor. Sur boyunca denetimsiz alt ve üst geçitler mevcut. Dalan döneminde yapılmış belediye konutları gibi, sur boyutlarına saygı göstermeyen yapıların yükseldiğini görüyoruz. Tekfur Sarayı'nın yakınındaki bölge de oldukça harap. Sirkeci'ye yakın bölgedeki surlar titreşimden çok etkileniyor" diye konuştu.
Birgün, Haber: Şule Yıldırım, 24.12.10
ANADOLU MEDENİYETLERİ
MÜZESİ'NDE SON GÜNLERİN GARİP UYGULAMALARI
Ankara'da Anadolu
Medeniyetleri Müzesi'nde son zamanlarda dikkat çeken
uygulamalara dikkat çekmek istiyorum. Her
geçen gün sayıları artan bu rahatsız edici
uygulamalar 1997 yılında , Avrupa'da Yılın Müzesi
seçilen Anadolu Medeniyetleri Müzesi'ne yakışmıyor.
Geç kalınmadan önlem alınmasını umuyorum.
Neolitik Çağ galerisi , Çatalhöyük duvar resmini kapatacak şekilde yerleştirilecek bir eserin (!) ön hazırlıkları...
.
Çatalhöyük evi bölümünün önüne yerleştirilen devasa boyutlarda kazan brülörü!
Paleolitik ve Neolitik Çağ galerileri arasına yerleştirilmiş, bokböceklerinin koyu yeşiline boyanarak, tahnit edilmiş kazın beş parçaya bölünerek bir tabuta önden, yandan ve arkadan tutturulması ile oluşturulmuş nesne !!! (İçiniz ürpermiştir okurken...Şaşkın ve alaycı bakan yerli - yabancı ziyaretçileri ve kazın başını okşayan, arka tarafından tüy koparmaya çalışan, ziyaretçi çocukları görseniz , ne yapardınız?)
UNESCO tarafından, Dünya Mirası kabul edilen Sultanhanı Anıtı'nın yanına yerleştirilen, üzerinde eski gazete ve mecmualardan kesilen parçalardan oluşturulan nesne...
Detay... Sümüklü Böcek ve Kol-Bacak kemiği açıklamaları (eski yazı bilenler için)
İç galeri, Hitit anıtlarının bulunduğu galeriden...
Ayrıca, iç mekan duvarlarda
çocuk askerler ve kan
rengi boyanmış tuvalleri de görmek mümkün...
Bülent
Bostancı, Emekli Veteriner Hekim,
25.12.2010
TÜNEL KAZARAK TABLO
ÇALDILAR
ABD'ninNew York kentinde aralarında ünlü
ABD'li sanatçı Andy Warhol'un da bulunduğu Pop Art
akımının ünlü temsilcilerinin eserleri akılalmaz bir
soygunla çalındı. Sanat hırsızları Manhattan'da
semtinde tabloların bulunduğu binaya kazdıkları
tünelden girdi. Warhol'un "The Truck" (Kamyon), "Superman"
ve "Camouflage" (Kamuflaj), Roy Lichtenstein'ın "Thinking
Nude" (Düşünen Çıplak), "Moonscape" (Ay Manzarası)
ve Carl Fudge'un "Live Cat" (Canlı Kedi) adlı
çalışmaları çalınan eserlerlerden bazıları.
soyguncuların çaldığı eserlerin toplam değeri nin
750 bin doları bulduğu açıklandı.
Polis, eserlerin yanı sıra Rolex, Patek Philippe
ve Cartier marka lüks saatler ve mücevherlerin de
soyguncular tarafından çalındığını açıkladı. Tünel
kazarak koridora ulaşan hırsızın soygundan önce
güvenlik kamerasını devre dışı bıraktığı açıklandı.
Adı resmen açıklanmayan apartmanın sahibinin
Nebraska Et Şirketi başkanı Robert Romanoff
olduğunun sanıldığı bildirildi. Romanoff'un 24-28
Kasım tarihleri arasında meydana geldiği tahmin
edilen soygun sırasında konutta bulunmadığı ifade
edildi. Olayla ilgili soruşturmanın sürdüğü, şu ana
kadar gözaltına alınan olmadığı kaydedildi.
Apartmanın hemen altında yer alan Villa Pacri adlı
restoran personeli soygunla ilgili ortalıkta çok
sayıda dedikodunun dolaştığını vurguladı. Apartmanın
sahibi Romanoff'un ise konuyla ilgili hiçbir
açıklama yapmadığı kaydedildi. 1950'lerde ABD ve
İngiltere'de ortaya çıkan Pop Art akımı popüler
kültür imgelerinin kullanılarak sanatsal ürünler
ortaya konmasıyla karakterize oldu. Akımın en ünlü
temsilcisi 1987 yılında 59 yaşındayken yaşama veda
eden Andy Warhol'du.
Sabah, 25.12.2010
ROMA DÖNEMİNE AİT TARİHİ
ESERLE YAKALANAN İKİ KİŞİ TUTUKLANDI
Kahramanmaraş’ın
Pazarcık İlçesi'nde 603 parça kaçak tarihi eser ele
geçirildi. Yapılan incelemelerde eserlerin 55′inin
Roma dönemine ait olduğu belirlendi.
Kahramanmaraş Emniyet
Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele
Şube Müdürlüğü ekipleri, E.T. ve B.T. isimli
şahısların Pazarcık’taki ikametlerinde çok sayıda
tarihi eser bulundurduğunu belirledi. Pazarcık Emniyet
Müdürlüğü ile eş zamanlı yapılan operasyonda toplam
603 parça tarihi eser ele geçirildi. Müze Müdürlüğü
tarafından incelenen eserlerin 55′inin Roma
Dönemi’ne ait olduğu belirlenirken, 1 eserin de Tunç
Dönemi’ne ait olduğu ortaya çıktı. 383 parçanın,
arkeolojik eser olduğunun anlaşıldığı öğrenilirken,
147 eserin de Arkeoloji Bölümü uzmanlarının kapsamlı
incelemesinden sonra hangi döneme ait olduğunun
anlaşılacağı bilgisine ulaşıldı.
E.T ve B.T ise
çıkarıldıkları mahkemece tutuklanarak cezaevine
gönderildi.
Dünyanın ilk
üniversitelerinden biri olan Moryakup Manastırı’nda
arkeolojik kazılar devam ediyor.
MS 209 yılında yapılan
manastırın yer altında saklı bulunan bölümleri gün
yüzüne çıkartılıyor. Bir zamanlar felsefe, mantık,
edebiyat, geometri, astronomi, tıp ve hukuk
eğitiminin verildiği manastırdaki arkeolojik
kazıların Şubat 2011′de bitirilmesi planlanıyor.
Kazılardan sonra bölge, Hz. Muhammed’in torunu
Zeynelabidin Türbesi’nin bulunduğu Zeynelabidin
Camisi ile birleştirilerek ‘inanç parkı’ haline
getirilecek.
Yıllardır terör
olaylarıyla anılan Nusaybin’in kötü imajını
değiştirmek için harekete geçen Nusaybin
Kaymakamlığı, Mardin Valiliği’nin desteği ile ilçede
bulunan tarihi mekânların restorasyonuna hız verdi.
Kaymakamı Murat Girgin, ismi hep terör ve taş atan
çocuklarla anılan Nusaybin ilçesini inanç ve kültür
turizmi merkezine haline getirmek için herkesin
üzerine düşen görevi yerine getirmesini istedi.
İlçede büyük tarihi
hazinelerin bulunduğuna dikkat çeken Girgin, şöyle
konuştu: “Bir yanda dünyanın ilk eğitim üniversitesi
olan Moryakup Manastırı, bir yanda Hz. Muhammed’in
torunu olan Hz. Zeynelabidin camisi ve türbesi
bulunmaktadır. Ayrıca ilçede bulunan Morevgin
Manastırı da ayrı bir tarihi zenginliği temsil
etmektedir. İlçenin turizmini geliştirmek ve kötü
imajı silmek için restorasyon ve kazı çalışmaları
başlattık. Şu anda Harran Üniversitesi’nden daha
eski bir tarihi bulunan Moryakup Manastırı’nda kazı
çalışmaları devam ediyor. Burayı Zeynelabidin Camisi
ile birleştirip bölgenin ilk inanç parkı haline
getirmeyi amaçlıyoruz. Nusaybin’de önemli tarihi
değerler bulunmasına rağmen maalesef turizmden
faydalanamıyoruz. Önümüzdeki yıldan itibaren bu
tarihi değerleri turizme açacağız. İnşallah bunları
yaptığımız zaman Nusaybin kötü imajını silip
inançların ve kültürlerin merkezi haline gelir.”
Timetürk, 23.12.2010
PERİ BACASINDA ÇÖKME
Nevşehir'de Aydınlı Mahallesi Çakmaklı Sokak’taki bir butik otelin yanında bulunan peribacası çöktü.
Peribacasından kopan kaya parçalarının bir kısmı butik otelin deposunun üzerine düşerken, bazı parçaları da karşısında bulunan binanın duvarının çökmesine neden oldu.
Olayın meydana geldiği sokakta oturan Fatih Doğan, göçük sırasında çok büyük bir gürültü çıktığını ifade ederek, "Bir anda deprem olduğunu düşündük. Çok büyük bir gürültü meydana geldi. Dışarı çıktığımda sokak tamamen tozla kaplıydı. Çok tedirgin olduk. Toz bulutu aralandığında peribacasının büyük bir kısmının düştüğünü ve iki binada hasar olduğunu gördüm. Olay sırasında sokakta kimsenin olmaması büyük bir şans. Bu peribacasında zaten büyük çatlaklar vardı. Biz çökme olacağını tahmin ediyorduk" diye konuştu.
Bu arada, peribacasından kopan parçaların sokaktaki telefon kablolarını koparması nedeniyle bazı binaların telefonları kesildi.
Öte yandan, söz konusu peribacasının çökme tehlikesi olduğu gerekçesiyle 4 yıl önce riskli ilan edildiği, yağmur ve rüzgarın da etkisiyle çökmenin meydana geldiği öğrenildi.
Göreme Belediyesi’nin olayı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu ile Nevşehir Müze Müdürlüğüne bildirdiği, peribacasında teknik inceleme yapılacağı bildirildi.
Radikal, 24.12.2010
PATARA YAĞMASINA GEÇİT
YOK
Antalya'nın Kaş İlçesi
sınırlarında bulunan, tarihi ve doğal
zenginlikleriyle ünlü Patara da elden gidiyor.
Birinci derece sit alanı olduğu için bugüne kadar
yağmalanmaktan kurtulan Patara'da, 400 adet villa
inşaatına başlanması çevrecileri ve hukukçuları
ayağa kaldırdı. Antalya İl Özel İdaresi tarafından
yapımına izin verilen villaların, sermayenin ve
hükümetin 'büyükbaşlarına' ait olduğu ileri
sürülüyor. Konuyla ilgili bir araya gelen Türkiye
Tabiatını Koruma Derneği (TTKD), Çağdaş Hukukçular
Derneği (ÇHD), Yurtsever Cephe ve Alevi Kültür
Derneği temsilcileri, ortak bir dilekçe yazarak
Kütür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu'na
sundular.
Dilekçeyi verdikten
sonra basına açıklamalarda bulunan TTKD Antalya Şube
Başkanı Hediye Gündüz, koruma altında olması gereken
Patara'da yapılaşmaya neden izin verildiğini
açıklaması için Koruma Kurulu'nu kamuoyunu
bilgilendirmeye çağırdı. Gündüz şöyle konuştu:
"Patara sadece ülkemizin
değil dünyanın en değerli miraslarından biridir. Son
günlerde Patara'da 400 adet villa yapımı gündeme
gelmiş ve 2008 yılında Antalya İl Özel İdaresi
tarafından yapımı onaylanan bu villaların bir
kısmının inşaatına başlandığı öğrenilmiştir. 900
kişinin yaşadığı Ovagelmiş Köyü sınırlarındaki antik
kentin bulunduğu alana 2 bini kooperatiflere, bini
de köylüye ait olmak üzere 3 bin nüfusluk bir
yapılaşma öngörülmüştür. Köyün tamamen dışından
geldiği anlaşılan imar ve rant baskısının yarattığı
bu tablo ürkütücüdür. Türkiye'nin birçok beldesinde
bugün, turizm histerisinin kaybettirdiği değerler
geri getirilememektedir".
Patara'da uzun yıllardır
devam eden rant tartışmalarını haber yapan
gazeteciler Yusuf Yavuz ve Özer Yılmaz'ın halen
yargılanmakta olduğunu hatırlatan Gündüz, "Dünyanın
ilk meclisi, ilk konser alanı gibi birçok özelliği
bulunan Patara antik kentini, TBMM Saraylar
İdaresi'ne bağlıyor ve bir helikopter pisti
yapıyorlar. Koruma Kurulu bu konularda kamuoyunu
bilgilendirmelidir. Patara'da sessiz sedasız
yürütülen yağma ortaya çıkarılmalıdır. Biz bu işin
peşini bırakmayacağız" dedi.
Haber Sol, 24.12.2010
40 BİN YILLIK DEHŞET
Arkeologların
İspanya'daki bir
mağarada keşfettikleri 49 bin yıllık 12 Neanderthal
insanına ait kalıntılar ölüm nedenlerini de gözler
önüne serdi.
Araştırmacılar, aynı ailenin üyesi olduğu tahmin
edilen 12 Neanderthal'in, akranlarının yamyamlığına
kurban gittiğini açıkladılar.
Kemiklerin, altı yetişkin ve altı çocuğa ait olduğu
tespit edilirken, ailenin yeryüzünde yaşayıp,
öldüğü, ancak daha sonra bir çöküntü nedeniyle
cesetlerin doğal yoldan mağaraya gömüldüğü
düşünülüyor.
Bilim insanları, ailenin sonunun oldukça kanlı
olduğuna inanıyor. Kemiklerinde bulunan belirgin
izler de, yaşananların yamyamlık olduğunu doğrular
nitelikte.
Bulunan kalıntıların sahiplerinin aynı ailenin
üyeleri olduğuysa, yapılan DNA incelemelerinin
ardından ortaya çıktı.
Milliyet, 24.12.2010
ASFALTIN ALTINDAN TARİH
ÇIKTI
Kahramanmaraş'ta
Germenicia antik kentini ortaya çıkarmak için
başlayan kazı çalışmaları esnasında asfaltın 60
santim altında yeni mozaikler bulundu.
Kahramanmaraş Müze
Müdürü Ayşe Ersoy, "Zeugma ve Efes mitolojiyi,
Germenicia ise sosyal yaşamı anlatıyor" dedi.
Kahramanmaraş'ta 2007
yılında kaçak kazılar ve bazı duyarlı vatandaşların
evlerinin altında mozaikler bulunduğunu ihbar etmesi
sonucu ortaya çıkan Germenicia antik kentinde
arkeolojik kazılar devam ediyor.
Kahramanmaraş Müze
Müdürlüğü'nün başkanlığında yürütülen çalışmalar
hızla sürerken, istimlak edilen evlerden yola doğru
sürdürülen kazılarda asfaltın 60 santim altında yeni
mozaikler ortaya çıkarıldı.
Roma İmparatoru
Kaligula'nın babası Germenicia'nın ismini taşıyan
antik kentin, 4 mahallenin altında olduğu ve 100'ün
üzerinde yamaç villasının bulunduğu tahmin ediliyor.
Bu kapsamda şu ana kadar 3 ev kamulaştırılarak kazı
çalışmaları başlarken, 3 evin daha kamulaştırılacağı
belirtildi.
Zeugma ve Efes antik
kentleri ile aynı döneme ait olduğu öngörülen
Germenicia'yı bu iki yerden farklı kılan özellik ise
mitolojiyi değil, o dönemin sosyal hayatını
anlatıyor olması. Bulunan eserlerde, o dönemde
yaşayan Romalıların giyim ve kuşamı, hangi
hayvanların yaşadığı ve hangi meyvelerin tüketildiği
mozaiklere resmediliyor. Mozaiklerin milattan sonra
4 ve 5. yüzyıllara ait olduğunu kaydeden
Kahramanmaraş Müze Müdürü Ayşe Ersoy, şunları
söyledi:
"Yani tam bin 500 yıllık
tarihi bir zenginlik, arkeolojik zenginlik bu iki
katlı gecekonduların altında yatıyor. Bu sene
itibarıyla geçen yıl yapılan kazıların devamı
niteliğinde kazılar yapılıyor. Mozaiklerin asfalt
yola doğru gittiği görüldü. Araya bir duvar çekildi
ve asfalt yolda kazı çalışması yapıldı. Yoldan 60
santim aşağı indiğimizde mozaikli tabanın devamı
bulundu. Bu mozaikler bize sosyal yaşamı anlatıyor.
Diğer Zeugma mozaiklerinde, Efes Yamaç Villaları'nda
hep mitoloji anlatılır ama bizim bulduğumuz, ortaya
çıkardığımız bu mozaikte günlük yaşam, sosyal yaşam
anlatılıyor. Mozaiklere bakarak Germenicia
evlerinin, villalarının nasıl olduğunu, hangi
hayvanların o dönemde yaşadığını, hangi bitkilerin
hangi meyvelerin yetiştiği, bir Romalının ne
giydiği, ayakkabısının nasıl olduğunu, avcılıkla
uğraştıklarını hepsini bu mozaikte
yakalayabiliyoruz."
Mozaiklerin arkeoloji
dünyası açısından çok önemli ve paha biçilemez
olduğunu vurgulayan Ersoy, "Çünkü Maraş'ta kayıp bir
kent gün yüzüne çıkarıldı bu mozaikler sayesinde.
Bilim adamları Germenicia kentini bizim şehrimize
lokalize etse de ayakta bir kalıntının bulunmaması
nedeniyle değişik yerlerde kenti arıyorlardı. Fakat
ortaya çıkan mozaikler sayesinde artık Germenicia
antik kentinin burası olduğunu, bu dört mahallenin
Germenicia yerleşim sahasına ait olduğunu
söyleyebiliriz. Mozaikler dediğim gibi arkeoloji
dünyasınca paha biçilemez" diye konuştu.
Bazı define avcıları
bölgede geçmişte kaçak kazılar yapsa da bu kültürel
mirasın geleceğe taşınmasının bilincinde olan
vatandaşlar kendi rızalarıyla Kültür Müdürlüğü'ne
giderek evlerinin tabanında mozaikler bulunduğunu
ihbar etti. Bu kapsamda 10 evin altında mozaikli
alanlar tespit edildiğini söyleyen Ersoy, "Şimdiye
kadar toplam 3 ev kamulaştırıldı ve 3 evin de
kamulaştırma çalışmaları sürüyor. Kültür ve Turizm
Bakanlığı 2011 yılı itibarıyla kamulaştırma
çalışmalarına hız verecek" ifadelerini kullandı.
Kazı yapılan alanların
güvenliğini de elden bırakmadıklarını ve 24 saat
özel güvenlikle korumalarının sağlandığını kaydeden
Ersoy, çalışmaların bitmesiyle ortaya çıkarılacak
eserlerin bulundukları bölgede açık hava müzesi
şeklinde sergileneceğini sözlerine ekledi.
Kahramanmaraş Kent
Haber, 24.12.2010
TARİHİ EVLERDE BÜYÜK
TEHLİKE
Hakkari'nin Çukurca
İlçesi'nde bulunan ve 700 yıllık olduğu belirtilen
'Çukurca Evleri'nin bakımsızlıktan yıkılma tehlikesi
ile karşı karşıya olduğu bildirildi.
İlçede, 'Eski Çukurca'
olarak adlandırılan bölgedeki evleri gerekli kaynak
sağlanmaması halinde kısa sürede yok olacağı
belirtiliyor. Geçtiğimiz yıl Belediye Başkanı Mehmet
Kanar'ın girişimleri sonucu Kültür ve Turizm
Bakanlığı'nın bir çalışma başlatarak ilçeye bir
inceleme heyeti yolladığını, ancak şimdiye kadar bir
sonuç alınmadığı belirtildi.
Belediye Başkanı Mehmet
Kanar, evlerin çok uzun bir geçmişe sahip olduğunu
belirtti. Kanar "Eski Çukurca dediğimiz yer
burasıdır. Bu evler boşaltılınca sahipleri
tarafından yıkılmasına izin vermedik. Kültür
Bakanlığı ile yazışmalarımız devam etmektedir.
Yapılan bu yazışmalar sonucundan bir heyet gelip
yerinde gerekli keşifleri yaptı. Bizim niyetimiz bu
evleri aslına uygun bir şekilde restore ederek,
halkımızın hizmetine sunmaktır. Umarım gerekli
yardımları alabiliriz. Biz kesinlikle burayı
yıktırmayacağız. Eskiden kalenin başına kadar evler
vardı ve insanlarımız burada ikame etmekteydi. Benim
hatırladığı döneme kadar bu evler vardı. Ama daha
sonra bu evlerin bir bölümü yıkıldı. Biz belediye
olarak geçen yıl kalenin arkasından bir yol yaparak
kalenin başına kadar çıkabilinecek bir merdiven
yaptık ve suyunu da götürmüş durumdayız. Ancak
belediyenin imkanlarının kısıtlı olmasından dolayı,
kale başına yapılamak istenen tesis gecikti. Çünkü
kale evlerinin Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından
restore edileceği planlanmıştı. Ancak bakanlığın
herhangi bir çalışma başlatmaması ve yapılan yol
sonucunda kaleye ulaşım imkanının sağlanmasının
ardından hiçbir çalışmanın yapılmaması halk
tarafından kale başına askeri güvenlik noktası
olacağı söylentisi dolaşmaya başladı. Bu kale
Çukurca'nın eseridir. Bizler oraya parktan başka bir
şey yaptırmayacağız. Orada bir güvenlik noktasının
kurulmasına halkımız kesinlikle izin vermeyecektir.
Gerekirse halkımız ayağa kalkacaktır. Bunu da
Çukurca Kaymakamlığı'na bilgi mahiyetinde bildirdik"
dedi.
Hakkari Kent Haber,
24.12.2010
YARATICI DÜŞÜNCENİN
KÜLTÜREL MİRASIN KORUNMASINDAKİ ROLÜ NE OLABİLİR?
Koruma ile yaratıcılık
kavramlarının profesyonel dünyayı bir bakıma ters
yönde etkileyen bir pozisyonda oldukları
söylenebilir. Bu gerilimin nedenleri ne olabilir?
İlk cevap olarak belki de profesyonel dünyanın
etkili bir bölümünün, özellikle kamusal nitelikli
uygulamalarda, henüz kültürel inşa problematiğinin
dışına çıkmadığının bir göstergesi olduğu
söylenebilir. Entellektüel üretimin çoğulculuğa,
yaratıcılığa imkan tanıyan, disiplinler ve aktörler
arasında arayüzler oluşturması gereken kamusal bir
alanda değil, disipliner bir temsil alanında
gerçekleştiğini gösterir. Kültür mirasının başarılı
bir şekilde korunduğu kentlerde bu tür bir gerilime
pek rastlanmaz.
Neden zaman zaman
uzmanlar kapalı uçlu kamusal süreçleri tercih
ederler? Bu sorunu yalnızca düşünsel (zihinsel) bir
durum olarak okumak yerine, kamusal mekanizmalar,
pratikler üzerinden tartışmanın daha yararlı
olacağını düşünüyorum. Örneğin kamusal bir
programın, fizibilitenin oluşturulma süreci, teknik
şartnamelerin hazırlanış yöntemi, uzmanların,
yaratıcı insanların ve diğer aktörlerin, ilgi
gruplarının katılım biçimi üzerinden okumak. Kamusal
projelerde entelektüel arayüzleri oluşturuması
beklenen uzmanlık gruplarının ancak nihai aşamada,
üçüncü taraf olarak, piyasa aktörleri ile aynı
aşamada, hatta onlardan sonra kamusal süreçlere
katılması bu okuma çabası açısından önemli ipuçları
sunduğu kanaatindeyim. Bir kaç örnekle söylemek
istediğimi anlatmaya çalışayım.
İstanbul'un Karasurları Projesi
İstanbul'un Karasurları ile ilgili olarak yapılan
bir araştırma-proje ihalesi şartnamesinde dikkatimi
çeken şey şu olmuştu. Gerçekleştirilecek çalışmanın
yeri tanımlandıktan sonra yükseklik ve uzunluk
olarak surlar tanımlanıyor ve kamu
araştırma/projelendirme işini en düşük fiyatı veren
kuruluştan elde etmeye çalışıyordu. Peki ne
yapılacağını önceden şartnameyi hazırlayan kamu
tarafı nereden biliyordu? Surların yalnızca
mühendislik bilgisine dahi bir çok açıdan
yaklaşılabilir. Diyelim ki her bir parçayı ayrı bir
statik modelleme ile ayrı olarak (bir Gaudi yapısı
gibi) inceleyebilir ve ona göre bir müdahale biçimi
önerebilir. Bir başkası surlardaki çatlakları analiz
ederek aralarındaki ilişkiyi düzenleyecek farklı bir
öneri getirebilir. Başka bir araştırmacı da hatıl
vazifesi gören kiremit dokunun higroskopik
değişkenler karşısındaki elastisitesini
inceleyebilir ve ona göre bir model geliştirebilir.
Görüldüğü gibi yalnızca mühendislikle ilgili
çalışmaları bile tek bir boyuta indirgeme imkanı
bulunmuyor. Bir de düşünün daha kapsayıcı, bölgede
yaşayan insanları, istihdam koşulları, üretim
özellikleri, v.s. ile ilgili bir araştırma ve
planlama, projelendirme süreci için yapılması
gerekenleri. Demek ki bu tür şartnameleri hazırlayan
bürokratlar, proje yapan korumacı mimarlar ve
denetleyici kurumlar arasında işin daha başında bir
ortak (ve örtük) bir kabul var: Restorasyon
projesinin esası kültür varlığını "aslına uygun"
hale getirmeye çalışır. Rölöve, restitüsyon,
restorasyon projeleri bu silsile içinde hazırlanır.
İşleri kolaylaştıran, ölçülebilir hale getiren bu
indirgeyici mantığı kavradığınızda, bugüne kadar
surların neden sürekli yeniden inşa edilmeye
çalışıldığını, neden çok katmanlı bir belge olarak
korunamadığını daha iyi anlıyorsunuz. Diyeceksiniz
ki surlar için böyle de, diğer restorasyon işlerinde
durum farklı mı?
Güya ölçülebilir bir özellik taşıyan ihale sistemi
ve işin şartnamedeki tanımlanış biçimi yaratıcı
çalışmalar için daha baştan bir öldürücü tuzak değil
midir? Yaratıcı bilgi, araştırma çimento veya
kereste satın alır gibi kiloyla, uzunlukla ölçülerek
satın alınabilir mi?
Kentsel
Dönüşüm Projeleri
Uzun bir süre kapalı kapılar ardında yapılan
toplantılardan sonra ilk defa yetkililer İstanbul'un
tarihi kent merkezinde başlatılan "kentsel yenileme"
projeleri için bir açıklama yapacaklar. Heyecanla
yerimizi almış, basın toplantısını dinliyoruz: "İlk
etapta bölgede üçyüzelli bina yenilenecek. Çok büyük
şirketler var, bu işi yapmaya talip olan. Bir
tanesinde karar kıldık..." Peki ne yapılacak? Şirket
ne yapılacağını nasıl bilecek? Ne yapılması
gerektiğini kim önceden bilebilir? Semt boş bir arsa
değil ki yalnızca inşaat yapılsın? Bölgedeki binalar
gözden geçirilip, burada yaşayan halkın yaşam
kalitesini geliştirmek için proje teklifleri mi
hazırlanacak? Çeşitli nedenlerle istihdam dışı
kalmış olan insanlar için bir program mı
yürütülecek? Gençlerin eğitim koşullarının
iyileştirilmesi için bir çalışma mı başlatılacak?
Yenileme projesinin neleri içerdiğini anlamaya
çalışıyorum. Kentsel dönüşüm ya da yenileme
projesinin hangi yöntemle elde edildiğini soruyorum.
Neden bu iş için önce bir proje yarışması
yapılmasın? Bunu söylediğim anda sunumu yapan
yöneticinin bir anda suratı ekşiyor ve sanki çok
münasebetsiz bir şey söylemişim gibi bana dönüp "ne
proje yarışması" diyor. Kısa bir sessizlikten ve
yutkunduktan sonra konuşmasına kaldığı yerden, sanki
beni azarlar gibi devam ediyor: "Şirket kendi
projesini elbette ki kendisi çizecek. Yok öyle şey.
Bir de proje için iki-üç sene mi bekleyeceğiz?
Ayrıca kim daha iyi çizebilir? Belediye mi? Siz bu
çaptaki bir projeyi belediyede yapmaya kalkışın da
bir görün. Yapacağı işleri şirket daha iyi biliyor,
kamudan çok daha iyi çalışıyor. Zaten yatırımcı
olmadan proje ne işe yarar?"
Kentsel dönüşüm projelerini savunan kişilere
bakarsanız sürecin başka türlü gerçekleşmesi mümkün
değil. Başka türlü olmasının imkanı yok. Benim kafam
ise iyice karışıyor. Yenileme projesinin nasıl
olacağına, neleri amaçlayacağına şirket nasıl karar
veriyor? Uygulayacağı program ve projeleri
değerlendirmeye sunup, işi öyle mi üstleniyorlar?
Şaşıracaksınız ama sözleşme imzalandığında ortada
henüz program, proje yok. "Yenileme Alanı" ilan
edilen yer için kamu kendisine göre "en iyi teklifi
veren" şirketle (yani paylaşım oranı üzerinden) bir
sözleşme imzalıyor. Kendisine de peşin olarak
"teminat" ödenmesini sağlıyor. Proje çalışmaları
ondan sonra başlıyor. Dikkat ederseniz bu yöntem
mülk sahipleri ile yapsatçı müteahhitlerin kat
karşılığı anlaşmasına tıpa tıp benziyor. Sözleşme
devreye girdiği anda projenin finansmanı için
satışlar başlıyor, başka yatırımcılar da devreye
giriyor. Böylece daha önce bürokratik bir yöntemle
ve yasaklarla korunmaya çalışılan tarihi kent
merkezi katılıma açılıyor. Sonra mimarlar, plancılar
devreye giriyor. Onlar da şirketten iş alıyorlar.
Eğer onlara bölgede yaşayan, çalışan insanlar ile
proje arasında nasıl bir ilişki kuruluyor diye
sorarsanız aynı cevabı alıyorsunuz. "Bizim mimar
olarak öyle bir sorumluluğumuz yok! Biz işveren
olarak müşterimiz olan şirkete muhatabız." Görüldüğü
gibi bu kentsel yenileme modelinde kamusal karar
süreçlerinin bir parçası olması gereken fizibilite,
planlama, projelendirme kararlarını ve katılım
sorumluluğunu yönetimler şirketlere devrediyorlar.
Soru şu: Kent yaşamı yalnızca çıkarlarla
yönlendirilen, yaratıcılık ve fikir gerektirmeyen
bir süreç olarak tanımlanabilir mi? Kentin böylesine
bir mantıkla dönüştürülmeye çalışılmasının
sonuçlarının ne olacağını tasavvur edebiliyor muyuz?
Farklı Bir
Kentsel Dönüşüm Modeli İçin Hemen Yanıbaşımızda
Duran Bir Örnek Var
Demokratik bir kamu düzeninde karar süreçlerinin ve
fikir üretiminin kamusal bir nitelikte ve katılımcı
olması gerekmez mi? Kentin yenilenmesi ile ilgili
kararların, projelerin, hizmetlerin yalnızca
yatırımcı perspektifi ile elde edilmesi mümkün
müdür? Başka bir dönüşüm modeli yok mu? Bu sorulara
cevap vermek için Avrupa'daki birçok yenilikçi ve
katılımcı kentsel dönüşüm deneyimini örnek göstermek
mümkün. Ancak çok uzağa gitmeye gerek yok. Fatih
Belediyesi, Avrupa Komisyonu ve UNESCO tarafından
desteklenen Fener-Balat Rehabilitasyon Projesi de AB
standartlarındaki uygulamalara bir örnek
oluşturuyor. 2008 yılında tamamlanan proje insanları
yerinden etmeyen, sosyal amaçlar içeren, yani dar
bir açıdan kentsel dönüşümü tanımlamayan bir
şehircilik deneyimiydi. Hemen yanı başımızda
gerçekleşen bu pilot çalışmanın farklı bir dönüşüm
modelini tartışmak için önemli bir fırsat olduğunu
düşünüyorum.
Eğer uygulanan yönteme bakarsak, projenin fizibilite
aşaması kamusal bir duruma tekabül ediyordu. Yani bu
aşama AB standartlarına uygun olarak stratejik
aktörler, merkezi otorite, belediye, STK'lar
tarafından yönlendirildi, bir uzmanlar grubu
tarafından icra edildi. Fizibilite aşamasında
katılım koşullarının çerçevesi hazırlandıktan sonra,
yönlendirici grupla birlikte bu işe uygun aktörlere
proje teklif çağrısı yapıldı. Bu çağrı ile projeyi
üstlenecek deneyimli uzman gruplar ve STK'lar
harekete geçirildi. Seçilen proje grubu hizmet
üretecek aktörler ile arayüz oluşturdu. Projeler
elde edildikten sonra hizmet üretimi için ihale ile
uygulamayı yapacak müteahhitler davet edildi. Proje
hedefleri doğrultusunda semtte oluşturulan proje
bürosu uygulamayı şeffaf bir biçimde yönetti ve
denetledi. Katılımcı, normlara uygun bir
karar-fizibilite süreci, uluslar arası bir yarışma,
yerel iş gücünü harekete geçiren uygulama ihalesi...
Her şey tamamdı. Eksik olan neydi? Fener Balat
Rehabilitasyon Projesi nerede ve neden tıkandı? Onu
da söyleyelim: Projenin uygulama safhasında yerel
otorite değişti ve projeyi sahiplenmedi. Kent
yönetimlerinin sahiplenmediği bu proje "politika
yoksunluğu" nedeniyle sürdürülebilir olamadı.
Savunucuları, talep sahipleri de zannedersem
ortalıkta yoktu.
Demek ki STK'ların,
bağımsız uzmanlık kuruluşlarının kamusal süreçlerin
katılımcı ve açık uçlu nasıl olabileceğini
örneklerle göstermesi gerekli. Kentte soylulaştırma
biçiminde gerçekleşen değişimin koşullarının, piyasa
ilişkilerinin kaçınılmaz bir sonucu olarak değil de
değişik türdeki aktörlerin mekana müdahale biçimi
ile ilgili olduğunu varsayarsak; müteahhitlerin,
yatırımcıların, kar amaçlı girişimcilerin yaptığını
neden bağımsız aktörler de halkla birlikte kentsel
dönüşüm politikalarını etkileyerek, kendi bildikleri
yöntemlerle yapmasınlar? Bu dönüşüme farklı
yöntemlerle müdahale etmesinler? Mülkleri
dokunulabilir hale gelen kentliler ile yenilikçi
deneyimlere susayan uzmanların ittifakının bu durumu
kökten değiştirebileceğini düşünüyorum. Bugün
kentsel dönüşüm politikalarını yenilemek bir "Rübik
Küpü"ne benzetilebilir: İktidar onu bildiği
yöntemlerle tek yönlü olarak da çevirebilir ve biz
de mücadele ederek onu durdurmaya çalışabiliriz. Ya
da aynı eksende kullanmak dışında, yaratıcılığa
açarak, çoğulcu ve ilişkisel bir yönde de çevirmeyi
deneyebiliriz. Bence bugün bu imkanı denemeye değer!
Sonuç Olarak: Yeni Kamu Fikrinin Oluşmasında
Yaratıcı Düşüncenin Rolü
Yaratıcı düşünce, tarihselciliğin karşısındaki
yenilikçi bir tarz veya yeni form arayışı değil,
yönetimlerde kamusal niteliğin gerçekleşmesini
sağlayan, simgesel uğraşları topluluklarla
ilişkilendiren, anonimlik karşısında öznellikleri
açığa çıkaran, kritik, sorgulayıcı, farkındalık
içeren ve çoğulculuğu gündeme getiren zorunlu bir
demokratik koşuldur. Simgesel sınırların içindeki
her türlü kesinlik inşa süreci, her kapalı uçlu
kamusal davranış biçimi topluluklar karşısında
kendisini gizleyen tikel bir içeriğin hegemonyası
altındadır. Kamusal mekanizmaların
demokratikleştirilmesi, bir siyasal proje, ya da bir
tercih gibi radikal bir dönüşümden değil, yaratıcı
faaliyetleri çoğulcu katılıma açan, kritik bir
ortamda farklı zihinsel haritalar arasında modern
bir ilişki kurmaktan geçiyor.
Başka bir deyişle eski
kamu fikrinin bir somutlaşma biçimi olan
araçsallaştırılmış ve kentten ayrıştırılmış kamusal
alanların mekan düzenlerinin demokratik bir biçimde
ve kente dair perspektife nasıl dönüştürüleceği
sorunu bugünkü ‘kentsel koruma' fikrinin ana
sorunsalını oluşturuyor. Dolayısı ile işlevini
yitirmiş olan kamusal alanların yeniden kente
kazandırılması için ‘amaçları yeniden tanımlayacak'
kamusal öznenin de yeniden inşa edilmesi gerekiyor.
Çünkü bu kamusal alanların sahipleri eski kamusal
işlevlerinin de sahipleri. Başka bir deyişle
geçmişteki kamusal işlevleri yerine getirmek için
oluşturulmuş bulunan resmi kurumlar. Bu kurumların
çok doğal olarak kente dair yeni ve ‘çok boyutlu'
bir kamusallık kavramı geliştirmeleri mümkün değil.
Bu nedenle bu kamusal alanları kendi
perspektiflerinden tanımlamaya çalışıyorlar.
Karşımıza genellikle özelleştirme gibi kamusal
kullanımın da nihayetlendirilmesini amaçlayan
kararların ortaya çıkmasının nedeni bu. Eski kamu
fikrinin bir devamı olmasına rağmen biz de
özelleştirmeyi bir değişim gibi algılıyoruz.
Çoğunlukla ya bu kamu alanını dar bir perspektiften
yorumlamaya çalışan projeleri tartışıyoruz. Bu
tartışmalarda dile gelmeyen sorun ise bu dönüşümü
hangi kamusal öznenin, hangi yöntemlerle
gerçekleştirdiği. Oysa bu tür alanların yeni kamusal
işlevlere açılmaları, politikayı da köklü bir
değişikliğe uğratacak olan bir ‘ağ sistemi' içinde
yeniden örgütlenen bir kamusallık biçimini
gerektiriyor. Devraldığımız kamusallık biçimi ise
profesyonellerin kentle ilişkisinde ayrışmış, hatta
kentle artık bir ilişkisi kalmamış bir işleve denk
düşüyor. İstanbul gibi kentlerin yaşadığı bu sorun
öncelikle profesyonelliğin nerede ve nasıl devreye
girmesi gerektiğini tartışmayı gerektiriyor.
Kamusal yarar kavramının tek bir önceliğe ve iktidar
aracılığıyla bir imtiyaz arayışına dönüştüğü
teknokratik modelin iflas ettiği, felç olduğu
küreselleşme çağında, bilginin hala amaçlarını
gerçekleştirebilmek için daha yaratıcı, çoğulcu,
uygulama ile ilişkili, çözüm için yol gösterici,
hatta kamusal niteliğin gelişmesini gözetici,
sorumluluk üstlenici bir rol oynayabileceğini ve
sorunlarla baş etmenin yöntemlerini sağlayacağı
varsayılabilir.
Bu alandaki sorunların
temelinde siyasal tercihlere bağlı olmaktan çok daha
fazla olarak deneyim eksikliğinin olduğu da bu
varsayıma eklenebilir. Bir bakıma kültür mirasının
korunmasında kamusal niteliği geliştirmek için bu
teknokratik/popülist yönetim modelinin dayattığı
katılım modelini dönüştürmenin gerekli olduğu
söylenebilir. Resmiyetçi ve piyasacı modellerin
dışında yeni deneyimlere doğru arayışların
gerçekleştirilmesi zorunlu. Kültür inşası
problematiğinin dışına çıkılması, koruma
uygulamalarının kapalı uçlu süreçlerle yönetilmesi
yerine ve yaratıcılığa, çoğulculuğa açılmasını
gerektiriyor. Koruma fikrinin geçen yüzyıldaki gibi
kapalı dünyaya izole edilmesi ve yaratıcılıktan uzak
tutulması kültür mirası için savaşlardan,
depremlerden daha büyük bir tehdit oluşturuyor...
Sonuçta İstanbul'da
kültürel miras alanlarının korunması için koruma
politikalarının ve araçlarının yeniden gözden
geçirilmesi, Marmaray projesi gibi büyük ulaşım
projelerinin, kentsel dönüşüm projelerinin,
anıtların ve surların restorasyonu, endüstriyel
mirasın yeniden işlevlendirilmesi... gibi konuların,
bugüne kadar ayrı disipliner alanlarda yürütülen
çalışmaları ilişkisel bir modele taşıyacak
deneyimlere taşınması, kısacası güncellenmesi
gerekiyor.
Yenilikçi deneyimlerin,
arayışların lafta kalmaması, desteklenmesi için
kamusal politikaların yerel ölçekte güncellenmesini
sağlayacak, yaratıcı çalışmaları öne çıkaracak,
sektörler arası çalışan bir yapılanmaların
gelişmesini sağlayacak kurumlaşmaları ve
mekanizmaları tartışmaya açmanın zorunlu olduğunu
düşünüyorum. Ama bu aşamada bütün aktörler için yeni
bir öğrenme süreci nasıl geliştirilebilir diye
sormak belki daha doğru olacak.
Arkitera, Yazı: Korhan
Gümüş, 24.12.2010
25 TÜRBENİN RESTORASYONU
BAŞLADI
İstanbul İl Kültür ve Turizm Müdürü
ve İstanbul 2010
Avrupa Kültür Başkenti (AKB) Ajansı Yürütme Kurulu
Başkanvekili Prof. Dr. Ahmet Emre Bilgili,
Osmanlı Devleti'nin son dönemlerinden beri ilk defa
25 türbenin birden
kapsamlı bir şekilde onarıma alındığını
bildirdi.
Bilgili, AA muhabirine yaptığı açıklamada, bu yıl
içerisinde İstanbul'da Türbeler Müze Müdürlüğüne
bağlı toplam 117 adet türbe bulunduğunu
hatırlatarak, türbelerin tamamını restore ederek
ziyarete açmak gibi bir proje gerçekleştirdiklerini,
ancak türbelerin onarımında kullanılmak üzere Kültür
ve Turizm Bakanlığı'nın ayırdığı bütçenin yeterli
olmayacağını, bu nedenle bir yol arayışına
girdiklerini ifade etti.
İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı'na
başvurduklarını ve proje için maddi imkanları
seferber ettiklerini anlatan Bilgili, bu yıl
içerisinde sadece türbelerin restorasyonunda
kullanılmak üzere 7,5 milyon lira bütçe
ayırdıklarını ve restorasyon çalışmalarına
başlanıldığını kaydetti.
Bilgili, şu anda çalışmaları devam eden
restorasyonlardan birinin Fatih'te Şehzadebaşı'na
adını veren Şehzade Külliyesi'nin kıble tarafındaki
hazirede bulunan ''Şehzade Mehmet Türbesi'' olduğunu
bildirerek, buranın Kanuni Sultan Süleyman
tarafından vefat eden oğlu Şehzade Mehmet için
yaptırıldığını dile getirdi.
Kanuni Sultan Süleyman tarafından, Mimar Sinan'a
Şehzade Mehmet için yaptırılan bu türbenin yanında
da bir caminin inşa edildiğini ifade eden Bilgili,
Mimar Sinan'ın yaptığı ilk Selatin Külliyesi olan bu
yapı topluluğunun cami, medrese, tabhane, sıbyan
mektebi, imaretten meydana geldiğini ve 1544 yılında
yapımına başlanıp 1548'de de tamamlandığını anlattı.
Bilgili türbede, Şehzade Mehmet'ten başka kardeşi
Şehzade Cihangir, Şehzade Mehmet'in kızı Hümaşah
Sultan ve kim olduğu bilinmeyen bir başka sanduka
daha bulunduğunu kaydetti.
Bilgili, ''Şehzade Mehmet Türbesi''nin sanat değeri
açısında çok değerli olduğunu bildirerek,
mimarisinin klasik Osmanlı çizgisinde ve sekizgen
planlı olup, yapı topluluğunun en erken bitirilen
bölümü olduğunu, Şehzade Mehmet'in sandukası
üzerinde dört ayaklı, fildişi kakmalı bir taht
bulunduğunu ve bu tahtın Kanuni Sultan Süleyman
tarafından, Şehzade Mehmet'in ölümünden sonra
padişah olması isteğini simgelediği için konulduğunu
söyledi.
Restorasyonuna aynı anda başlanan türbelerin
yaklaşık altı ay içerisinde tamamlanarak ziyarete
açılacağını anlatan Bilgili, ''Bugün itibariyle
başlanan restorasyonların önemi, Osmanlı Devleti'nin
son dönemlerinden beri, ilk defa 25 türbenin birden
ve oldukça kapsamlı bir şekilde onarıma
alınmasıdır'' diye konuştu.
Bilgili, atıl durumda olup da kapsam dışında kalmış
hiç bir türbenin bulunmadığını bildirerek, görevde
bulunduğu sekiz yıl boyunca bütçe bulamadıkları için
restorasyonu yapılamayan türbelerin durumuna çok
üzüldüğünü fakat Avrupa Kültür Başkenti Ajansı'nın
sağladığı büyük bütçe ile türbelerin bu sene altın
dönemini yaşadığını ifade etti.
Ahmet Emre Bilgili, Şehzade Mehmet Türbesi dışında
onarımı yapılacak türbeleri şöyle aktardı:
''Bosnalı İbrahim Paşa Türbesi, Rüstem Paşa Türbesi,
Destari Mustafa Paşa Türbesi, Fatma Sultan Türbesi,
Hatice Sultan Türbesi, Şehzade Mahmut Türbesi,
Mihrişah Valide Sultan Türbesi, Ferhad Paşa Türbesi,
Bulak Mustafa Paşa Türbesi, Pertev Paşa Türbesi,
Hubbi Hatun Türbesi, Şah Sultan Türbesi, Ya Vedud (Abdülvedüd)
Türbesi, Nakkaş Hasan Paşa Türbesi, Pir Ahmed
Edirnevi Türbesi, Siyavuş Paşa Türbesi, Davut Paşa
Türbesi, Bayram Paşa Türbesi, Cerrah Mehmed Paşa
Türbesi, Sancaktar Hayreddin Paşa Türbesi, Doğancı
Ahmed Paşa Türbesi, Halil Paşa Türbesi, Cennet
Efendi Türbesi, Nişancı Hamza Paşa veya At Mezarı
Türbesi.''
Yapı, 24.12.2010
TÜRKİYE'NİN EN BÜYÜK
ARKEOLOJİ MÜZESİ DENİZLİ'DE AÇILACAK
Denizli, çevresindeki
birçok antik kentle
Roma döneminin önemli mekanlarından biri
konumunda. Kazı çalışmaları devam eden antik
kentlerden çıkartılan Roma dönemine ait imparator
başları, kitabeler, dini simgeler, mermer
makinelerinin kalıntıları, kabartmalar, belgeler,
dönemin özel eşyaları gibi çeşitli materyaller,
Denizli Belediyesi,
Kültür ve Turizm Bakanlığı, Denizli Valiliği
ve
Pamukkale Üniversitesi katkılarıyla hayat
geçirilecek olan müzede sergilenecek.
Denizli'de başlatılan şehir düzenleme çalışmalarının
ardından yapılacak olan müzenin proje çalışmaları
2011 yılında tamamlanacak. Proje çalışmalarının
tamamlanmasının ardından yapımına başlanacak olan
müze, Roma dönemiyle ilgili belge ve bilginin
toplandığı bir arşiv ve dokümantasyon merkezi de
olacak.
Hierapolis, Laodikya, Tripolis, Colosae ve
Afrodisyas gibi antik kent merkezleri ile Attuda,
Eumenia, Apollonia Salbace, Heraklia Salbace, Hieron
Dionysopolis, Küçük ve Büyük Höyük, Sebastopolis,
Tabae antik kentlerinde bulunan binlerce yıllık
tarihi buluntuların sergilenmeye başlanmasının
ardından Denizli'nin müze turizminde dünyanın önde
gelen mekanlarından biri olması bekleniyor.
Denizli Belediye Başkanı Nihat Zeybekci, AA
muhabirine yaptığı açıklamada, Denizli'nin tarih
boyunca Roma İmparatorluğu'na ev sahipliği yapan çok
sayıda tarihi eseri bağrında saklayan bir yerleşim
birimi olduğunu ifade etti.
Denizli'de kurulan tarihi, dini ve kültürel
nitelikli antik kentleriyle Roma döneminin
vazgeçilmezlerinden biri olduğunu belirten Başkan
Zeybekci, antik kentlerden çıkartılan imparator
başlarının, tarihi kalıntıların, kitabelerin,
kurulacak olan dünyanın sayılı müzelerinden bir
haline getirilecek olan arkeoloji müzesinde
sergileneceğini söyledi.
Laodikya'daki kazı çalışmalarının Pamukkale
Üniversitesi öğretim üyelerinden destek alınarak,
Denizli Belediyesi tarafından yapıldığını vurgulayan
Zeybekci, şunları söyledi:
''Her yıl 1 milyonun üzerinde para harcıyoruz.
Denizli arkeolojik açıdan dünyanın en zengin
kalıntılarının olduğu yerin orta yerinde. Pamukkale,
Laodikya, Hierapolis, Afrodisyas gibi en önemli
antik kentlerin orta yerinde olan bir yer. Dünyanın
en büyük arkeoloji müzelerinden birisini,
Türkiye'nin ise en büyük arkeoloji müzesini
Denizli'de hayata geçireceğiz. Yaklaşık olarak 100
bin metrekare alanda hayata geçecek arkeoloji
müzesini Denizli merkezde yapacağız.''
Müzede sergilenecek çok sayıda tarihi eserin
bulunduğunu belirten Zeybekci, ''Arkeolojik
zenginliklerimiz fazlasıyla var. Açık havalarda,
kapalı depolarda sergilenmekte zaten. Biz Pamukkale
Üniversitemizle yapmış olduğumuz bu çalışmayı çok
daha genişleterek, çok daha hızlandırarak tamamlamak
istiyoruz. Çalışmalarımız aralıksız sürüyor.
Paris'teki Louvre Müzesi tadında ve kalitesinde,
öneminde ve iddiasında bir müzeden bahsediyoruz.
Denizli'nin orta yerinde bir müze. Proje kısa süre
içerisinde bitecek. Proje biterken finansman
kaynaklarını da yaratıp en kısa sürede inşaatının da
başlamasını istiyoruz. 2011 yılında proje
çalışmaları bitecek'' diye konuştu.
Yapı, Fotoğraf: Ali İhsan Öztürk, 24.12.2010
ŞEHİTLİK YENİLENİYOR
Çanakkale Savaşları’nın yaşandığı Gelibolu yarımadasındaki Eceabat ve sekiz köyü rehabilite eden OPET, şimdi de kahraman 57’. Alay’ın şehitliğini yeniliyor.
OPET, Çevre ve Orman Bakanlığı ile yapılan protokol ile 57. Alay Şehitliği’ni yeniden yapıyor. Gelibolu Yarımadası Tarihi Milli Parklar Müdürlüğü ile OPET Petrolcülük Anonim
Şirketi’nin ortaklaşa hazırladığı, Çanakkale Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu tarafından onaylanan proje ile yenilenecek olan 57. Alay Şehitliği, uluslararası anma törenlerinde de kullanıma uygun olarak OPET tarafından yeniden yapılacak ve Nisan 2011’de ziyarete açılacak.
OPET ile Çevre ve Orman Bakanlığı arasında hazırlanan protokole; Çevre ve Orman Bakanlığı adına Müsteşar Yardımcısı Mustafa Eldemir, OPET Petrolcülük adına ise Yönetim Kurulu Üyesi Nurten Öztürk imza attı.
OPET Yönetim Kurulu Üyesi Nurten Öztürk, “ 57. Alay Şehitliği’nin ülkemiz için manevi değeri çok yüksektir. 57. Alay Şehitliği yenileme çalışmalarımız, şehitliğin aslına sadık kalınarak yeniden yapılandırılmasından, peyzaj düzenine kadar tüm çalışmaları kapsıyor. 2016 yılına kadar her türlü bakım ve onarım işlerini takip edecek ve tüm şehitliklerimize örnek olmasını sağlayacağız” dedi.
Vatan, 24.12.2010
İNŞAAT KAZISINDA MEZARLAR ÇIKTI
Karaman'da bir inşaatın temel kazısı sırasında eski dönemlere ait mezarlar bulundu.
Edinilen bilgiye göre, Mahmudiye Mahallesi Dr. Aziz Tarhan Caddesi üzerinde eski bir bina yıkılarak yerine yeni bina yapımı için temel kazısı başlatıldı.
Temel kazısı sırasında değişik yerlerde mezar bulundu. Oyukların mezar olduğunu fark eden inşaat işçileri durumu polis ekiplerine ve Müze Müdürlüğü yetkililerine bildirdi.
İnşaat alanına gelen Müze Müdürlüğü yetkilileri mezarlarla ilgili inceleme başlattı. Mezar ve iskeletlerin Karamanoğulları dönemine ait olduğu tahmin ediliyor.
Karaman Kent Haber, 24.12.2010
YENİ BİR İNSAN TÜRÜ KEŞFEDİLDİ
Bilim adamları, Sibirya'daki bir mağarada
buldukları kemik ve diş parçasının yeni bir insan
türüne ait olduğunu açıkladı. Neandertalların doğuda
yaşayan akrabaları olarak tanımlanan bu insan türüne
"Denisovalı" adı verildi.
Yaklaşık 200 bin ile 35 bin yıl önce yaşamış
insan türü olan Neandertalların, doğuda kuzenleri
olduğu ortaya çıktı.
Sonuçları Nature dergisinde yayımlanan bir
araştırmaya göre, Sibirya'da bir mağarada bulunan
insan öncesi döneme ait kız çocuğu kalıntılarından
alınan DNA örnekleri, kızın, Neandertalların
doğudaki bir akrabası olabileceğini ve türünün, ilk
modern insanlarla içiçe geçtiğini gösterdi.
Araştırmada, 30 bin yıl önce yaşayan ve
Denisovalılar olarak adlandırılan insan türlerinin,
Pasifik adalarında yaşayan modern Melanezyalılara
önemli ölçüde DNA katkısında bulundukları
belirtildi.
ABD'nin Harvard Tıp Fakültesi'nden David Reich
ve Almanya'da Max Planck Evrimsel Antropoloji
Enstitüsü'nden Svante Paabo liderliğindeki ekibin,
araştırma çerçevesinde, 5 ila 10 yaşlarında olduğu
sanılan kızın kalıntısı üzerinde daha kapsamlı DNA
incelemesi yaptıkları kaydedildi.
Ekip, Denisova kızının DNA'sını, 38 günümüz
insanının genetik koduyla karşılaştırdı, iki etnik
Melanezyalının DNA'larının yüzde 5'den fazlasının,
Denisova kızının DNA dizilimiyle eşleştiği görüldü.
Genetik bilimci olan Reich, Denisovalıların,
Papua Yeni Gine'deki insanların ataları olduklarını,
ancak Avrasyadaki insanların büyük bölümünün ataları
olmadıklarını kaydetti.
Bu durumun, bazı Pasifik adalarında yaşayan ilk
insanların, Asya'dan geçtiklerini ve Denisovalılarla
ilişkileri olduğunu gösterdiği belirtildi.
Yeni Gine, Vanuatu, Yeni Kaledonya, Solomon
Adaları ve diğer küçük komşu adalarda yaşayan modern
Melanezyalılar, genetik açıdan Polinezyalılardan
farklılar.
Aynı ekip, geçen mart ayında Sibirya'daki bir
mağarada bulunan parmak kemiğinden alınan DNA
incelemesi sonucunda, daha önce bilinmeyen insan
öncesi türleri keşfettiklerini açıklamıştı.
Ekibin son araştırma çerçevesinde ayrıca
Sibirya'daki aynı mağarada bulunan bir dişi
incelediği ve dişin, daha önce bulunan parmak
kemiğiyle genetik açıdan eşleştiği de bildirildi.
Son araştırmanın bulgularının, keşfedilmesi
gereken başka modern görünümlü türlerin
varolabileceği yönündeki kanıtları desteklediği
ifade edildi.
Hürriyet, 24.12.2010
137 YILLIK YALI KÜL OLDU
İzmir'in Bayraklı
İlçesi'nde, bakımsızlıktan harabeye dönen 137 yıllık
tarihi Yahya Paşa Yalısı'nda henüz bilinmeyen bir
nedenden dolayı yangın çıktı. Koruma kurulu
tarafından Doğal Sit Alanı ilan edilen binada zaman
zaman alkol ve madde bağımlısı kişilerin kaldığı öne
sürülüyor. Yangının çıkış nedeninin belirlenmesi
için çalışma başlatıldı.
Son Osmanlı Padişahı Vahdettin'in paşalarından Yahya
Paşa tarafından 1873 yılında yaptırılan ve yıllardır
metruk halde olan binada çıkan yangın, 2 saat içinde
tarihi binayı küle çevirdi.
Ord. Prof.Dr. Ekrem Akurgal Sokak ile 1606/1
sokağın kesiştiği yerde bulunan yalıda dün saat
23.00 sıralarında henüz belirlenemeyen bir nedenle
çıkan yangın korku dolu anların yaşanmasına neden
oldu. Yangın büyüyerek etkisini artırırken, alevler
kısa sürede tüm binayı sardı. Olay yerine çok sayıda
itfaiye ekibi sevk edildi. Yoğun çaba harcayan
ekipler uzun uğraşlar sonucunda alevleri kontrol
altına aldı.
1983 yılında Kültür ve Doğal Varlıkları Koruma
Kurulu tarafından birinci derecede sit alanı olarak
ilan edilen yalının Yahya Paşa'nın torunu olan ve
Hollanda'da akademisyenlik yapan Mahmut Görkey'e ait
olduğu öğrenildi. Vatandaşlar yangının 3 ayrı
noktadan başladığını iddia etti. Daha önceden de
yalıda küçük çaplı yangınların çıktığı ancak
büyümeden söndürüldüğü öğrenildi. Uzun zamandır
metruk halde bulunan tarihi binada zaman zaman alkol
ve madde bağımlısı kişilerin kaldığı da öne sürüldü.
Kundaklanma ihtimaline karşı polis ekipleri
soruşturma başlattı. Yangının kesin çıkış nedeni,
soğutma çalışmalarından sonra yapılacak bilirkişi
incelemesinden sonra ortaya çıkacak.
Sabah, 24.12.2010
ARSENAL TURİZME
KAZANDIRILACAK
Aydın’ın en önemli
tarihi yapılarından biri olan Tralleis antik
kentinde bugüne kadar gizli kalan Arsenal askeri
tünellerinin turizme kazandırılması için çalışma
başlatılacak. Bugün gizli kalmış askeri tünelleri
gezen Aydın protokolü gördükleri karşısında
şaşkınlıklarını gizleyemezken, askeri tünellerin bir
an önce turizme kazandırılması için çalışma başlatma
kararı aldılar.
Tralleis antik kenti
Kazı Başkanı Doç. Dr. Rafet Dinç’in davetlisi olarak
antik kente giden Aydın Valisi Hüseyin Avni Coş, ADÜ
Rektörü Prof. Dr. Mustafa Birincioğlu, İl Kültür ve
Turizm Müdürü Nuri Aktakka, daire müdürleri, Aydın
Esnaf ve Sanatkarlar Odaları Birlik Başkanı Hulusi
Akşit ve davetliler önce 2010 yılında yapılan kazı
çalışmalarını inceledi. Ardından ise bugüne kadar
çok az insanın içine girebildiği askeri tünellere
gezdiler. Gazetecilerle birlikte tünelleri gezen
davetliler tünellerdeki planlamayı hayran kaldılar.
Tralleis antik kentinin
günümüze kadar ulaşmış en büyük bölümlerinden birisi
olan Arsenal’in bir bölümü 1990’lı yıllarda restore
edilerek turizme hazır hale getirilmişti. Fakat
bugüne kadar gerek definecilerin gerekse doğal
olayların yol açtığı tahribat nedeniyle korunamayan
Arsenal’ın duvarları bu yıl gönderilen ödeneklerle
tekrar gezilebilecek duruma geldi. Işıklandırmanın
yetersiz olmasından dert yanan kazı başkanı Rafet
Dinç askeri tüneller hakkında çeşitli bilgiler
verdi.
Tralleis antik
kentindeki Gymnasium’un 300 metre kuzeyinde Antik
Tralles-Efes yoluna açılan bir vadinin kuzey
yamacına yapılan Arsenal’in, çağlar boyu askeri
garnizon kenti olan Tralles’in önemli bir askeri
yapısı olduğunu belirten Dinç, “Üç katlı yapının
birinci katı Helenistik dönemde yapılmış, sonraki
dönemlerde ikinci ve üçüncü katlar da eklenerek yapı
anıtsal boyutlar kazanmış. Arsenal yapısının
girişinde yer alan girişler, tünellerle şehrin
önemli merkezlerine, akropole ve askeri yapılara
bağlanmış. Tünel yükseklikleri ihtiyaca göre
belirlenmiş olup, bazı yerlerde 9 metre, bazı
yerlerde 4 metre olarak değişiyor. Tüneller kendi
içinde bir labirenti andırıyor. Bu tünellerde
belirli aralıklarla kapılar ve savunma setleri
mevcut durumda. Hava sirkülasyonunun sağlanması için
belirli aralıklarla havalandırma bacaları açılmış.
Bazı yerlerde tüneller iki katlı olup, gidişli
gelişli olarak kullanılmış. Arsenal olarak
tanımlanan yapıya bağlı tünellerden yaklaşık bin
metrelik bir bölüm açılmış olup, şimdiki Aydın
ilinin kent merkezinin altına kadar ilerlemektedir.
Geri kalan bölüm henüz açığa çıkarılamadı” dedi.
Seyyar ışıklandırma
yapılarak gezilebilen Arsenal tünellerini gezen Vali
Coş, zamanın planlamasına hayran kalmamanın elde
olmadığını dikkat çekerek, bugün gördüklerinin
herkes tarafından görülmesi gerektiğini belirtti.
Tünellerin tarihi dokusunu koruduğunu dikkat çeken
Vali Hüseyin Avni Coş, “İl genelimizde bulunan 21
antik şehirden sadece biri bile insanı büyülemeye
yetiyor. Buranın bir an önce turizme kazandırılması
gerekiyor. Bunun için herkese iş düşüyor. Burası
için üzerimize düşen tarihi sorumluluğu yerine
getirmemiz gerekiyor. Burayı en kısa sürede
insanlığın hizmetini sunmamız gerekiyor. Bunun için
yerel yönetimlerimiz, üniversitemiz, sivil toplum
örgütlerimiz el ele vermemiz gerekiyor. Kısacası
burayı turizme kazandırabilmemiz için herkesin
desteğine ihtiyacımız var” dedi.
Aydın Kent Haber,
23.12.2010
HAYDARPAŞA İÇİN SORULAR
Tarihi
Haydarpaşa Gar Binası’ndaki çatı yangını
için yetkililer dişe dokunur bir şey söyleyemezken,
Mimarlar Odası’nın
Kadıköy
Cumhuriyet Başsavcılığı’na yaptığı başvuru
olayın aydınlanmasında büyük önem taşıyor. Odanın
İstanbul Büyükkent Şubesi vekili
Av. Can
Atalay’ın 6 Aralık tarihli suç duyurusu,
“Yangına neden olan, gerekli önlemleri almayan, geç
ve eksik müdahale edilmesi ile hasarın daha da
artmasına neden olan tüm ilgiler hakkında suç
ihbarı” niteliği taşıyor. Başvurudaki “suç şüphesi”
ve “suç gerekçesi” olarak belirtilen
değerlendirmelerde öncelikle şu saptamalar yer
alıyor:
Davalar sürerken…
Mimarlar Odası, tarihi Haydarpaşa Garı’ndaki hukuka
ve kamu yararına uygun olmayan “başka işlemler”in
iptali istemi ile de önceki aylarda davalar açmıştı.
Bunlar arasında Koruma Kurulu kararı bulunmadan
yapılan “usulsüz ve kaçak tadilatlar” da vardı... Bu
başvurular üzerine yangından çok önce açılan kamu
davası, halen Kadıköy 7. Asliye Ceza Mahkemesi’nin
2010/6 Esas sayılı dosyası ile sürmektedir. 28
Kasım’daki yangının, benzer aymazlıkları sorgulayan
davalar sürerken meydana gelmesi ise hukuka
saygısızlığın açık sonucudur.
‘Tatil’de kaçak tamirat
Yangının, “pazar” tatilindeki “kaçak” çalışmalarda
meydana gelmesi, aynı çalışmaların daha önce de
“bayram tatili”nde yapılması ve “iş” günlerinde ara
verilmesi, gecekonduları anımsatır şekilde
“denetimden kaçınıldı”ğının göstergesidir. Tanıklar
yangının saat 14.00 sularında başladığını, öncelikle
belli belirsiz bir dumanın görüldüğünü, ancak uzun
bir süre müdahale edilmemesi üzerine büyüdüğünü ve
kontrol edilemez bir hale geldiğini
söylemektedirler. Çok sayıdaki tanığın bu ortak
ifadesi, yangının zor söndürülebilir düzeye
gelmesinin ‘sorgulama konusu’ yapılmasını
gerektirmektedir.
Yanıt beklediklerimiz
Bu değerlendirmelere bağlı olarak yine suç
duyurusunda açıklığa kavuşturulması istenen temel
sorular ise özetle şöyle:
1) Yangının saat 14.30’da çıktığına İstanbul halkı
tanıkken başlama saati niçin 15.30 olarak
açıklanmıştır? Bu açıklama yetersiz ve geç
müdahalenin bir mazereti olarak mı kullanılmaktadır?
2) 1999 depreminin üzerinden 11 yıl geçmiş olmasına
rağmen her gün on binlerce kişinin kullandığı ve bu
nedenle de her türlü afet ortamında işlevini devam
ettirmek durumunda olan Haydarpaşa Garı’nda, neden
bugüne kadar ‘acil önlem ve müdahale’ tedbirleri
alınmamıştır?
O kadar ki olay günü yangın tüplerinin dahi alevler
çatıyı sardıktan sonra liman müdürlüğünden
getirilmiştir.
3) Devlet dairelerinde mesai saatleri dışında kimse
çalışmazken, Haydarpaşa Garı’nda özellikle yangından
bir gün önce gece 01.30’a kadar binada çalışanlar
kimlerdi ve ne yapıyorlardı?
Tadilatın mesai saatleri dışında sürdürülmesi
talimatını kimler vermiştir? Uygulama sırasında TCDD
adına bile yetkili kontrol elemanı olmaması nasıl
açıklanmaktadır?
4) İstanbul 5 Numaralı Koruma Kurulu Kararı,
“Haydarpaşa Garı’nda Kadıköy Belediyesi KUDEP Bürosu
denetiminde basit onarım yapılabileceği”
şeklindedir. Buna rağmen yangına neden olan
uygulamalar için KUDEP denetiminden ve belediyenin
izninden neden kaçınılmıştır?
5) Tadilatı üstlenen firmanın ‘tarihi bir eser’in
onarımı için tanımlanan yasal yeterlilik koşulları
ve benzer işleri başarıyla yaptığına dair
referansları var mıdır? Bünyesinde restorasyon
konusunda uzman barındırmakta mıdır? Varsa, bu
uzmanlar yangın sırasında neden çalışma alanında
yoklardı?
6) Alevler binayı sardığında, yangının yalıtım
uygulamasından çıkmış olabileceğini açıklayan
yetkililer, bu tespitlere o anda fiilen mümkün
olmayan hangi teknik incelemeyi yaparak
ulaşmışlardır?
Evet… İstanbul-2010 Avrupa Kültür Başkenti sürecinin
sonlarında, aynı sürecin simgesi de olan tarihi
garımızdaki yangına ait bu sorular aydınlanmadan,
kültür başkenti unvanımızın ne kıymeti olabilir
ki?..
Cumhuriyet, Yazı: Oktay Ekinci, 23.12.2010
EFSANE ÇİFTİN ESERLERİ İLK KEZ TÜRKİYE'DE
20. yüzyıl sanatının Meksika ve dünyadaki çarpıcı
figürlerinden Frida Kahlo ve Diego Rivera’nın
eserleri, Türkiye’de ilk kez Pera Müzesi’nde
sergileniyor. Yapıtları kadar özgün karakterleri,
yaşam öyküleri ve merak uyandıran birliktelikleriyle
de dünya kamuoyunda ilgi uyandıran çiftin sergisi,
Meksika Ulusal Güzel Sanatlar Enstitüsü (INBA) ile
Ankara Meksika Büyükelçiliği işbirliği ve İstanbul
Meksika Fahri Konsolosluğu desteğiyle gerçekleşti.
Vergel Vakfı tarafından yönetilen Jacques ve
Natasha Gelman Koleksiyonu’nda yer alan 40 yapıt,
çiftin en önemli eserlerinden oluşuyor. Meksika’nın
ulusal kültür varlıkları envanterinde kayıtlı
bulunan yapıtlar, Meksika dışında çok az sayıda
sergilendi. Frida Kahlo’nun Pera Müzesi’nde yer alan
yapıtları, bu yıl içinde Berlin ve Viyana’da, yüz
binlerce sanatsever tarafından ziyaret edilen 'Frida
Kahlo-Retrospektif' sergilerinde de yer aldı. Bu
sergiler, dünya sanat çevrelerinde büyük ilgi
uyandırdı. Dev boyutlu duvar resimlerinin büyük
ustası Diego Rivera ise bu sergide birbirinden
ilginç tuval resimleriyle yer alıyor.
Suna ve İnanç Kıraç Vakfı Kültür ve Sanat İşletmesi
Genel Müdürü Özalp Birol, bu sergide her 'Fridasever'in
kendi Frida’sını bulacağını söyleyerek,
"Koleksiyonun Viyana ve Berlin’de sergilenmesi ve
yılın en iyi sanat olayı olarak seçilmesi çok
önemli. Her sanatsever Frida ve Diego’nun ihtiraslı
aşkını nasıl yaşadığını, Frida’nın hastalığını ve
bunları nasıl resmettiğini görecek. Burada
genellikle Frida’nın otoportreleri ve Diego’nun
eserleri yer alacak" dedi.
Vergel Vakfı Başkanı Robert Littman ise çiftin
hayat hikayesini anlatırken, "Diego ve Frida’nın çok
lüks bir yaşam tarzı vardı. Diego özel müşteriler
için de resim yapıyordu. Bugün burada sergilenen
eserler çok kişisel bir koleksiyon. Amacımız Meksika
sanatını desteklemek. Bu parçaları Meksika’dan
çıkarmak o kadar kolay olmadı" diye konuştu. Sergi
20 Mart’a kadar sürecek.
Sergi küratörü Dr. Helga Prignitz-Poda ise Diego
Rivera’nın muazzam uzunlukta resimler yaptığını
belirterek, "Diego’nun çalışma gücü de çok fazla.
Frida, geçirmiş olduğu kaza ve kalıtsal
hastalıklarından dolayı resimlerini oturarak
yapıyordu. Bu nedenle kendi kişisel sorunlarını,
kocasıyla bir araya gelmek için vermiş olduğu
mücadeleyi ele alıyordu ve küçük ölçekli resimler
yapıyordu. Diego ise kamuya açık resimler yapıyor,
işi ticarete döküyordu" diye konuştu. Meksika
Büyükelçisi Jaime Garcia Amaral da böylesine önemli
bir sergi için Pera Müzesi’ne teşekkür etti.
Habertürk, 23.12.2010
"BİR ÖMÜR HARCADIM AMA KAZANDIM"
Barış Özlemi 1982 (Banu-Selim Benyes Koleksiyonu)
Hayatı boyunca sadece resim yaparak geçinen,
hatta kendi koleksiyoncularını oluşturan Nuri İyem,
ölümünün beşinci yılında büyük bir sergiyle İş Sanat
Kibele'de. Sergi, Cem Yılmaz'ın da aralarında olduğu
100 koleksiyondan 100 tabloyu bir araya getiriyor.
2600 yapıtı 1000’i aşkın koleksiyonda yer alan
Nuri İyem, toplumsal gerçekçi resmin en büyük
ustalarından biri. İnsan figürleriyle, özellikle de
genç yaşta kaybettiği Aliye Abla’sının gözlerinden
esinlenerek yaptığı portrelerle resim tarihine
geçmiş, unutulmaz bir isim.
Ümit İyem ve Evin İyem’in konseptini belirlediği
sergi yarın İş Bankası Kibele Sanat Galerisi’nde
başlıyor. Sanatçı-koleksiyoner ilişkisini de ele
alan sergiyi, sanatçının oğlu Ümit İyem’le
konuştuk.
Sergiyi yaparken zorlandınız mı?
Evin Sanat Galerisi’nin 2001’de yaptığı Nuri İyem
arşiv belgeleme çalışmaları esnasında tüm Türkiye’ye
dağılmış İyem resimlerine ulaşıldı, kayıt altına
alınıp sertifikalanmıştı. O nedenle zor olduğunu
söyleyemem. Biz kayıtlı resimlerin seçimlerini
belirli bir düzene göre yapıp İş Bankası’na
ilettik.
Resmini vermeyen koleksiyoncu oldu mu?
Bazı resimler sergi için istendiğinde Nuri İyem ile
yakın dostlukları olan ailelerin çok zorlandığını,
senelerdir bu resimlerle beraber yaşadıklarını
söyleyerek evlerinin duvarlarından bir süreliğine de
olsa taşınmasına bir türlü razı olamadıklarını
söylediler. Aralarında kuvvetli bir bağ oluştuğunu
gördük ve onlara hak verdik. Bu resimlere bu kadar
sahip çıkmaları ve ailenin bir parçası gibi kabul
etmeleri bizi çok sevindirdi. İyem ailesi olarak
resmini sergilenmek üzere ödünç verenlere de
vermeyenlere de teşekkürü borç biliriz.
Nuri İyem resimlerinin piyasasını
müzayedeler mi belirliyor? Nuri İyem resim piyasasında kendi resminin fiyatını
ilk belirleyen, izleyicisini ve koleksiyonerini
yaratan ressamlardandır. Bu demektir ki, sanat
ortamında dışarıdan müdahale edilmesi zor bir
sanatçıdır.
Müzayede kuruluşlarına güvenmiyor musunuz?
Müzayede kuruluşları elbette ki önemlidir. Dürüst ve
etik davrandıkları sürece inandırıcılıklarını
korurlar. Ancak kendi işlevlerinin dışına çıkıp,
galerileri bir tarafa itip, sanatçıları ve tüm
zahmetlere karşı açılan onca sergiyi hiçe sayıp,
sanat piyasasını birkaç yatırımcı ile idare eder ve
yönlendiririz derlerse ki bu günlerde üzülerek
söyleyeyim, aynen böyle yapıyorlar, uzun vadede bu
onları çıkmaza sürükler. Müzayedelerdeki orantısız
artışlar, satıldığı söylenen resimler hep bu
davranışlarla oluştu. Basının da bu sorumsuzlukta
payı var. Resim piyasası dedikleri aslında sanal bir
ortam. Gerçek olan hala kendi resmini yaparak geçimi
sağlayan ressamlar ve onların resimlerini yaşam
bütçelerinden para ayırarak satın alanlardır.
‘100 Koleksiyondan 100 Nuri İyem’ sergisi 19 Şubat’a
kadar sürecek.
Akademi karşıtı ilk
hareketin öncüsü oldu
Nuri İyem Güzel Sanatlar Akademisi’nde okurken Türk
resim sanatı tarihinde “Yeniler“ hareketi olarak
anılan sanatsal oluşumun içinde yer aldı. Selim
Turan, Mümtaz Yener, Avni Arbaş, Ferruh Başağa,
Nejat Melih Devrim, Agop Arad gibi isimlerle
birlikte Aralık 1940’ta Akademi’de “Yeniler
Grubu”nun oluşumunu sağlayan bir öğrenci sergisi
gerçekleştirdi.
Toplumsal, konulara ilgisiz kalan D Grubu’na muhalif
bir hareket olarak ortaya çıkan, toplumsal
gerçekleri öne çıkaran; işçilerin, yoksul
insanların, toplumun aksayan, hastalıklı yanlarını
yansıtmayı hedefleyen Yeniler Grubu 1941’den 1952’ye
kadar toplam on dört sergi açtı.
Nuri İyem, Yeniler’den sonra yine Akademi’ye karşı
bir tavır alan ve Türk resminde “Tavanarası
Ressamları” olarak adlandırılan bir hareketin
öncülüğünü yaptı.
İyem 1947’de Ferruh Başağa, Fethi Karakaş ve
Pindaros Platonidis’le Asmalımescid Sokağı’nda yer
alan Önay Apartmanı’nın çatı katını tutmuş; daha
sonra diğer arkadaşları ayrılınca bu mekan kendisine
kalmıştı. Çatı katında yer almasından dolayı burada
Nuri İyem öncülüğünde çalışan ressamlar Türk resim
sanatı tarihinde “Tavanarası Ressamları” olarak
adlandırıldı. Nuri İyem’den resim dersleri alarak
kendilerini geliştirmeye çalışan bu grubun üyeleri
içinde geleceğin ünlü ressamı Ömer Uluç ve ünlü
sinema ustası Atıf Yılmaz (Batıbeki) da yer
alıyordu.
1954’te Maya’da “Kurtarıcı Sergi”, 1956’da Venedik
Bienali, 1957’de Sao Paulo Bianeli’ne katıldı. İyem
takip eden yıllarda ikon-portre olarak da tanımlanan
ve adıyla özdeşleşen ünlü “yüz” resimlerini yapmaya
başladı. Ardından Anadolu güzelleri, yöresel
manzaralar, göçler ve gecekonduların yer aldığı
toplumsal, sosyal içerikli ana konular çerçevesinde
yapıtlarını ürettiği dönem geldi.
Sanatçı yaşamı boyunca “Cumhuriyetin 50. Yılı Resim
Ödülü“, “Sedat Simavi Görsel Sanatlar Ödülü”,
“7.Tüyap İstanbul Sanat Fuarı Onur Ödülü” gibi
ödüllerin sahibi oldu.
2001’de Evin Sanat Galerisi, resimlerinin yer aldığı
koleksiyonları tespit ettikten sonra 1504 resimden
oluşan “Dünden Yarına Nuri İyem” Retrospektif
Sergisi açtı.18 Haziran 2005’te aramızdan ayrılan
usta sanatçı Nuri İyem’in eserlerine Evin Sanat
Galerisi’nde sertifika verilmeye devam ediliyor.
Ayrıca, her yıl “Nuri İyem Resim Ödülü” adı altında
bir resim yarışması düzenleniyor.
O uzun boyunlu kadın
yok mu?
100 Koleksiyondan 100 Nuri İyem Sergisi’nin
katalog yazısını yazan, İstanbul Üniversitesi
Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü Öğretim Üyesi
Doç. Ahmet Kamil Gören, Nuri İyem’le ilgili çok
kapsamlı bir araştırma ve basın taraması yapmış. 4
Aralık 1954 tarihli ‘Hafta’da “Fitne Fücür” müstear
adıyla yazan Adalet Cimcoz’un Maya’daki sergiyle
ilgili izlenimleri:
“Maya’da Nuri İyem’in sergisi açıldı. Her sene Nuri
İyem’in sergisi İstanbul’un güzel kadınlarını bizim
geçkin tazenin galerisine çeker. Neden diyeceksin,
modern resmi mi sever bayanlarımız? Sevenleri de var
elbet. Ama kazın ayağı öyle değil. Nuri kurnaz
çocuktur, tutar bir sürü portre yapar. Kimi Meri’nin
uzun boyunlarını taşır, kimi Nini’nin yeşil alamet
gözlerine sahiptir bu portreler. Şimdi bir telaştır
alıyor İstanbul kadınlarını. Kulaktan kulağa bir söz
dolaşıyor: Güler’in portresi de varmış sergide.
Hangi Güler’in diyeceksin, yok müsaade et de
söylemeyeyim. Malûm ya İstanbul’da Güler isimli
bayan çok, çok ama bu portre (bilmem portre demek de
doğru olur mu? Hani yarı beline kadar ayan beyan bir
tablo) hemen herkesin tanıdığı güzel Güler’in ta
kendisi. Oysaki Nuri İyem kafasından yaratır
tablolarını, model filan duran yoktur ona. İstemez,
kullanmaz model. Gelgelelim öyle bir düşürür ki
resimlerini, muhakkak bir tanıdığa rastlarsın onun
tablolarında. İyi ressamdır da, renkleri oturtmasını
bilir. Hele o uzun boyunlu, ufak kadının portreleri
yok mu? Çıldırtıyor bazı erkeklerimizi.”
Radikal Hayat, Haber: Müge Akgün, 23.12.2010
KÜLTÜREL MİRASI ONLAR KORUYACAK
"Kültürel Mirasın
Korunması Sürecinde Kalifiye
Uygulama Elemanı Yetiştirme
Programı" tamamlandı.
İstanbul 2010 Avrupa
Kültür Başkenti Ajansı
Kültürel Miras ve Müzeler Direktörlüğü
çalışmaları kapsamında
hayata geçirilen
program,
uygulama elemanı
sorununa somut bir çözüm bulmak için düzenlendi.
Uzman eleman ve
kalifiye ara eleman yetiştirmeyi amaçlayan 9 aylık
programda 24 kursiyere
restorasyon alanında uygun teknik ve
teknolojileri kullanma
becerilerini geliştiren eğitim verildi.
Sabah, 23.12.2010
AKM BİR TÜRLÜ ÇÖZÜLEMEYEN MESELE
2010 için çıkarılan yasada iki proje özellikle
belirtiliyordu: AKM’nin yenilenmesi ve Rami’de
İstanbul Kütüphanesi yapılması. Bunun için gerekli
bütçe Kültür Başkenti Ajansı’na verildi. Ne var ki
AKM’nin yenilenmesiyle ilgili hazırlanan proje
mahkeme kararıyla durduruldu. Ajans yönetimi de
‘yeterince zaman kalmadığı’ gerekçesiyle konuyla
ilgilenmeyi bıraktı, AKM de böylece kaldı. İstanbul
Kütüphanesi ise sadece bir iyi fikir olarak yasada
kaldı, konuyla ilgili hiçbir şey yapılamadı.
İstanbul 2010 sık sık tartışmalar ve istifalarla
gündem oldu. Uzunca süre işin liderliğini üstlenen
Nuri Çolakoğlu, Yürütme Kurulu üyeleri İskender Pala
ve Gürhan Ertür’le birlikte Mart 2009’da istifa
etti. “Olumsuzlukları gidermek için gayret
göstermemize rağmen birtakım engellere takıldık;
şimdi kenara çekiliyoruz?” dediler. Haziran ayında
Sahne ve Gösteri Sanatları Direktörü Dikmen Gürün,
kasım ayında ise önce açılış etkinliklerini
düzenlemekle sorumlu Büyük Etkinlikler Koordinatörü
Serhan Ada, ardından Yönetim Kurulu üyeleri Faruk
Pekin ve Halim Bulutoğlu benzer gerekçelerle
İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı’ndan
istifa ettiler. Bu arada Genel Sekreter Eyüp Özgüç
görevden alındı, yerine Yılmaz Kurt atandı.
Bütçesi Maliye Bakanlığı’ndan geldi. İl Özel
İdaresi, İstanbul Sanayi ve Ticaret odaları,
Büyükşehir Belediyesi de küçük katkılarda bulundu.
Benzinden özel vergi alınması bir şehir efsanesi
olarak kaldı. Ajansın internet sitesinde ilan edilen
rakamlara göre 2008 yılı bütçesi 78 milyon. 2009
bütçesi 260 milyon, 2010 yılı ise 161 milyon. Toplam
bütçe küsuratıyla şöyle: 499 milyon 534 bin 408 TL.
Radikal Hayat, 23.12.2010
DEFİNECİLERE SUÇÜSTÜ
Gemlik'te, kaçak kazı
yaptıkları öne sürülen 7 kişi gözaltına alındı.
İlçeye bağlı Güvenli Köyü'nde Kaplandere
sırtlarında define arandığı yönünde ihbar alan
jandarma ekipleri, bölgede yaptıkları araştırmada 7
kişiyi suçüstü yakaladı. Kazı aletleri ve çok sayıda
elektronik cihaz ele geçiren ekipler, Y. Y., M. O.,
A.Ö., Y.İ., A. G., İ. A. ve A.A.’yı olay yerinde
gözaltına aldı. Gözaltına alınan zanlıların adliyeye
sevk edileceği öğrenilirken, olayla alakalı
soruşturma sürüyor.
Bursa Olay, 23.12.2010
KİMİSTENE ÖRENİ KAÇAK KAZI KURBANI OLDU
Karadeniz’in Zeugması olarak adlandırılan
Hadrianaupolis antik kentinin bulunduğu Karabük’ün
Eskipazar İlçesi'nde, kaçak kazılar nedeniyle tahrip
edildiği bildirilen ”Kimistene” ören yeri turizme
kazandırılmayı bekliyor.
Hadrianaupolis antik
kenti Kazı Başkanı ve
Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji
Bölümü Öğretim Üyesi Doç.Dr. Vedat Keleş AA
muhabirine yaptığı açıklamada, dört yükselti
üzerindeki örenin kent mi, köy mü olduğu konusunda
çalışmaların sürdüğünü söyledi.
Ödenek geldiği takdirde Kimistene’de de
çalışmalar yapabileceklerini ifade eden Keleş, şu
bilgileri verdi:
”Kimistene, Karadeniz’deki önemli ören
yerlerinden biridir. Tapınak kalıntıları
bulunmuştur. Ulaşımı zor alanda olduğu için
korunmasında çeşitli sıkıntılar yaşanıyor.
Kimistene’de kaçak kazılar nedeniyle çok önemli
eserler tahrip edilmiş, halen de tahribata devam
ediliyor. Burasının bir an önce turizme açılarak
korunması sağlanmalıdır. Ören alanında kaçak kazı
yapanlar boşuna uğraşıyor. Bu tür alanlarda define
yoktur. Kaçak kazı yapanlar sadece eserlere zarar
vermekle kalıyor. Tam anlamıyla korunması için
çalışmaların bir an önce başlaması lazım.
Kimistene’deki tapınak defineciler tarafından büyük
zarara uğratılmıştır.”
Keleş, Kimistene’nin kutsal nitelikli yerleşim
yeri olduğunu belirterek, ”Dağlık alanda kurulması
tesadüf değildir. Bu tapınak şu anda temel
seviyesinde korunmuştur. Tapınağın tabanı çok düzgün
örgülü taşlarla çevrilidir” dedi.
Kimistene bölgesinde 2005′te tapınağa ait
olabilecek 60′den fazla profilli blok saptandığını
ifade eden Keleş, şunları kaydetti:
”Bu bloklar sayesinde tapınağın planı ve dış
görünüşü hakkında bilgi sahibi olunmuştur. Seramik
parçalar üzerindeki incelemede bunların genelde
törensel kaplar olduğu görülmüştür. Tapınağın
tarihlendirilmesi ve hangi tanrıya atfedilmiş
olduğunun tespiti zordur. Bulgularımıza göre
tapınağın en az MS 4. yüzyıla kadar kullanıldığı ve
bu yüzyılda depremle yıkılmış olabileceği
düşünülmektedir. Tapınak üzerine Bizans devrinde
herhangi bir şey inşa edilmemiştir. Az tanınan Paphlagonia bölgesinin az sayıda korunagelmiş
arkeolojik dini mimari kalıntılarından birisi olması
nedeniyle tapınak önemli yapıdır.”
Yapı, 22.12.2010
'TARİHİ YARIMADA'DA TARİHİ KARAR
İstanbul Büyükşehir
Belediyesi Ulaşım Koordinasyon Merkezi (UKOME)
kararıyla Sultanahmet,
Sirkeci ve Beyazıt'ı da içine alan alanda 90 cadde
ve sokak 1 Ocak 2011 tarihi itibariyle trafiğe
kapatılarak yayalaştırılacak.
UKOME ''Sirkeci Hocapaşa, Hobyar Mahallesi ve
Çevresi Yayalaştırma ve Trafik Sirkülasyon
Projesi'', Beyazıt-Sultanahmet-Sirkeci
tramvay güzergahı ile Ragıp Gümüşpala Caddesi, Cemil
Birsel Caddesi arasındaki bölgeyi kapsayan yeni bir
yayalaştırma trafik sirkülasyon projesi çalışmasının
yapılmasını kararlaştırdı.
Bu karar uyarınca, ''Fatih İlçesi Ragıp Gümüşpala
Caddesi, Prof.Dr. Cemil Bilsel Caddesi,
Nuruosmaniye ve Ankara Caddesi arası Yayalaştırma ve
Trafik Sirkülasyon Projesi'' hazırlanarak, toplam 90
cadde ve sokağın trafiğe kapatılması öngörüldü.
Kararda sadece resmi araçlar, vilayet, konsolosluk,
zabıta ve polis araçları, PTT ve bankalara ait
araçlar, itfaiye ve cankurtaran araçlarının 24 saat
giriş-çıkış yapabilmesine imkan tanınırken, yayalara
bırakılmış alanlarda park yapılması da yasaklandı.
Karar uyarınca, 1 Ocak 2011 tarihinde uygulamaya
girecek yayalaştırma projesi kapsamında trafiğe
kapatılacak 90 cadde ve sokak şunlar:
''Ağa, Alacahamam, Arifpaşa, Aynacılar, Balkapanı,
Bestekar Basri, Bezciler, Büyükbaş, Büyükpostane,
Cağaloğlu Hamam, Celal Ferdi Gökçay, Cemal Nadir
(bir kısmı), Cömert Türk, Çakmakçılar Yokuşu,
Çarkçılar, Çarşıkapı Nuru, Ceridehane, Çökelik,
Çuhacıhanı, Çeşnici, Deveoğlu Yokuşu, Direkli Hanı,
Fındıkçılar, Fincancılar, Gümüş Haneli, Hanımeli,
Hacı Küçük, Hakkı Tarık Us, Yavaşça Şahin, İmameci,
Kadıoğlu, Kalçın, Kaputçular, Katırcıoğlu, Kefeli
Han Sokak, Kılıççılar, Kızılhan, Köprücü, Kutlucu,
Küçük Yıldızhan, Limoncu, Lütfullah, Macuncu, Mimar
Vedat, Mahmutpaşa Hamamı, Mangalcı, Han Arkası
Çıkmazı, Molla Fenari, Mühürdar Emin Paşa,
Nargileci, Narlı Bahçe, Necip Efendi, Örücüler
Kapısı, Paçacı, Paşa Camii, Rastıkçı, Sabuncu Hanı,
Saka Mehmet, Sandalyeciler, Selvili Mescit, Sultan
Mektebi, Şeker Ahmet Paşa, Şeyh Davut Hanı, Tahmis,
Tarakçılar Hanı, Tasvir, Taşsavaklar, Tesbihci,
Teskereci, Tığcılar, Tomruk, Adem Yavuz, Yeşil
Dibekli ve Nasuhiye Sokakları, Mercan Camii Çıkmazı,
Mengene Çıkmazı, Mahmutpaşa Yokuşu, Sultan Mek.
Çıkmazı ile Arpacılar, Asmaaltı, Çadırcılar,
Hasırcılar, Kutucular, Marpuccular, Tarakçılar,
Tahtakale, Uzunçarşı, Yorgancılar, Yalıköşkü ve
Hamidiye Caddeleri.''
Yayalaştırma çalışmalarına ilişkin AA muhabirine
açıklama yapan Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir,
çok ciddi turizm potansiyeli olan bu alanda
yayalaştırma çalışmalarını sene başından itibaren
TÜRSAB ile birlikte ilgili dernek ve sivil toplum
kuruluşlarıyla birlikte yaptıklarını, amaçlarının bu
çalışmaların turizm potansiyeline engel olmamasını
da sağlamak olduğunu söyledi.
Cruise yolcularının çok sınırlı zamanda geldiklerini
ve gelince de beş bin kişinin aynı anda geldiğine
işaret eden Demir, bu yolcuların kısa zaman içinde
hem İstanbul'u görsünler hem uygun zaman geçirsinler
hem alışverişlerini yapsınlar diye bunların önünü
açmak durumunda olduklarını ve TÜRSAB'ın da talebi
üzerine 2010 yılına mahsus olarak cruise yolcularını
taşıyan otobüslerin sadece
Sultanahmet Meydanı'ndan girip, Ayasofya
yönüne dönmeleri için bir yer ayarlandığını
kaydetti.
Demir, bu uygulama uyarınca her otobüsün ancak 15
dakika kalabildiğini ve oradan yolcularını
bıraktıktan ya da aldıktan sonra ayrıldığını
belirterek, şunları söyledi:
''Ancak bu bizim yayalaştırma projemizi zaman zaman
sıkıntıda bırakıyordu. Ayrılan otobüsler burada
duramadıkları için Yerebatan Sarnıcı'nın üzerinde
durmaya başlamışlardı. Orada da sarnıç zarar görür
diye endişe duyduk. Bunun çözümünü Büyükşehir
Belediyesi Ulaşım Dairesi ile görüştük. Gemilerin
yanaştığı Salı Pazarı ile
Sultanahmet Meydanı'ndaki tramvay durağının
arkasına bir tane durak yaparak ve mevcut tramvay
yolunu kullanmak suretiyle gemi yolcularının belki
özel bir tramvayla
Sultanahmet ve Beyazıt'a taşınmaları ve
bunların tekrar demiryolu ile Salıpazarı'na
götürülmesi çalışması var. Proje tamam. Ancak bazı
bürokratik engeller var. Onlara da derdimizi
anlattık. Umuyorum onları da aşacağız ve en kısa
zamanda önümüzdeki seneye turizm sezonuna onu
yetiştireceğiz. Bu Büyükşehir Belediyesi'nin desteği
ve gayretiyle gerçekleşecek bir proje. Toplam 2
milyon TL'lik bir proje. Mayıs ayına yetişir diye
ümit ediyorum.''
Habertürk, 22.12.2010
BALLICA MAĞARASI ZİYARETE KAPANDI
Tokat Valisi Şerif
Yılmaz, Pazar İlçesi'ndeki Ballıca Mağarası'nın
bugünden itibaren ziyarete kapatıldığını bildirdi. Vali Yılmaz,
Mağarası ile ilgili idare mahkemesinin verdiği
yürütmeyi durdurma kararının uygulandığını ve
mağaranın bugünden itibaren ziyarete kapatıldığını
belirtti.
Mağaranın
işletilmesi ile ilgili yapılan birinci ihalenin
iptal edildiğini anımsatan Yılmaz, iptal edilen ilk
ihalenin ardından ikinci ihaleyi kazanan firmanın
mağarayı işlettiğini, bu süreçte ilk ihaleyi kazanan
firmanın yürütmeyi durdurma davası açtığını ifade
ederek, 'İdare mahkemesinin yürütmeyi durdurma
kararı vermesi üzerine biz ikinci ihaleyi kazanan ve
kiracımız olan firmadan mağarayı aldık. Ballıca
Mağarası bugünden itibaren ziyarete kapatıldı.
Mahkeme süreci devam ediyor, bunu bekleyip
göreceğiz' diye konuştu.
Pazar
İlçesi'nde
bulunan ve kimilerince 'Dünyanın 8. harikası' olarak
nitelendirilen Ballıca Mağarası'nın bu yıl ilk
yapılan işletme ihalesinin iptal edilmesi üzerine
ikinci ihaleye gidilmişti. İkinci ihaleyi kazanan
firma 17 Eylül'de mağarayı teslim alarak işletmeye
başlamış, bunun üzerine ilk ihaleyi alan firma dava
açmıştı. Açılan davada ilgili mahkemenin 'yürütmenin
durdurulması ve tahliye' kararının ardından önceki
gün İl Çevre ve Orman Müdürlüğü ekipleri, jandarma
ekipleri eşliğinde mağaraya gelerek tespit tutanağı
tutmuş, mağarada ve kafeteryada bulunan malzemeleri
saymıştı.
-BALLICA
MAĞARASI-
Kristalleşmiş kireç
taşlarından meydana gelen Ballıca Mağarası, 1987
yılında başlatılan araştırma-haritalandırma
çalışmaları ve 1995 yılında yapılan yürüme yolları
ve ışıklandırma çalışmalarının ardından turizme
açıldı.
Ziyarete açılan 5
kat ve 8 salonu ile 680 metre uzunluğunda, 95 metre
yüksekliğinde olan Ballıca Mağarası, dünyanın en
büyük ve en görkemli mağaralarından biri olarak
gösteriliyor.
Ortalama sıcaklığı
18 derece, ortalama nem oranı yüzde 54 olan
mağaranın bol oksijenli havasının nefes almayı
kolaylaştırdığı, bu nedenle astım hastalarının da
mağarayı ziyarete geldiği belirtiliyor.
Tüm mağara
oluşumlarına sahip olduğu belirtilen Ballıca
Mağarası, henüz ziyarete açılmayan ve keşfedilmemiş
bölümleri ile gizemini korumayı sürdürüyor.
Yeni Şafak, 22.12.2010
"NOEL BABA'NIN MİRASINI DEMRE YİYOR"
CNN, Noel Baba’nın doğum yeri olan Demre’nin Müslüman bir ilçe olduğunu, Noel’i kutlamadığını ancak onun mirasını kullanarak para kazandığını ileri sürdü.
Amerikan televizyonu CNN, Noel Baba olarak anılan Aziz Nicholas’in doğum yeri olan Demre’nin Müslüman bir ilçe olduğunu, Noel’i kutlamadığını, ancak onun mirasını kullanarak para kazandığını yazdı.
Ivan Watson’un kaleme aldığı “Türk kasabası Aziz Nick’in mirasını paraya çeviriyor” başlıklı yazıda “Aziz Nicholas aslında bugün modern Türkiye’de bulunan, hiç kar görmeyen, palmiye ağaçlarının ve portakalların yetiştiği bir köyden geliyor. Noel Baba’nın doğduğu kasabada neredeyse hiç kimse Noel’i kutlamıyor. Müslüman bir ilçe olan Demre’de Roma şapellerinin üzerinde minarelerden minarelere yayılan ezan sesleri yankılanıyor” denildi.
Barış Yüksel adlı bir Demre sakini ile görüşen Watson, Yüksel’in “Aziz Nikolas’dan çok memnunuz. Yüzyıllar sonra onun sayesinde para kazanıyoruz” dediğini aktardı.Watson “Yüksel, domates yetiştiriyor ve ihraç ediyor, ancak birçok kişi gibi son yıllarda aynı zamanda binlerce turiste Aziz Nikolas ürünleri satarak karlı bir iş yürütüyor” diye yazdı.
Milliyet, 22.12.2010
BUZ ADAMIN ÜLSERİ VAR MIYDI?
İtalya ile Avusturya
arasındaki Alp Dağları'nın 3 bin 200 metre
yüksekliğinde buzullar arasında 20 yıl önce donmuş
halde bulunan ve 5 bin 300 yıl öncesine ait olduğu
hesaplanan "buz adamın" cesedi üzerindeki
araştırmalar sürerken, mide bakterileri ile ilgili
araştırmalar sürüyor.
İsveçli bilim
adamları mumyanın midesindeki ülser bakterileri ile
ilgili araştırma yapıyor. Ekipte yer alan Prof.
Engstrand, 5 bin 300 yıl önce yaşamış adamın
midesinin bugünküne göre "biraz daha kuru ve buruşuk
olduğunu" gözlemlediklerini kaydetti.
Yeni Şafak, 22.12.2010
İSTANBUL'UN KÜLTÜREL VARLIĞI KAYIT ALTINDA
İstanbul'un mimari yapıları, arkeolojisi, halk
kültürü ve kültürel ekonomisiyle ilgili bütün
bilgiler bir internet sitesinde toplandı. Bugün
kullanıma açılacak olan 150 bin web sayfası
genişliğindeki Kültür Envanteri'nde 60 bin fotoğraf
ve 70 bin fiş eşliğinde şehre ait bütün kültürel
değerler ilk kez bir araya geliyor. Envanter,
'İstanbul'da ne var?' sorusuna cevap veriyor.
Hazreti Süleyman, insanlara, cinlere, kuşlara ve
rüzgara hükmederken, bir padişah kendisine isyan
eder. Hazreti Süleyman da ülkesine varır, onu
esir alır. Kızıyla evlenip onu Rum illerine
getirir. Kız, "Ya Eminallah" der; "Dilerim ki
benim için burada bir saray yaptırırsın. Ben de
geri kalan ömrümü orada daima ibadetle
geçiririm." Hazreti Süleyman yer araştırıp
İstanbul toprağına gelir. Su ve havasının
güzelliğine vurulur. Büyük bir saray yaptırır ve
şöyle dua eder: "Bu şehir cihan yıkılıncaya
kadar bakımlı ve mamur kalsın." Evliya
Çelebi'nin şehrin kuruluşuna dair bu rivayeti ne
derece sahihtir bilinmez ama, İstanbul'un
dünyanın en kadim şehirlerinden olduğu su
götürmez. Peki bu şehrin zenginliğinden ne kadar
haberdarız? Neresinde ne var? Folkloru,
efsaneleri, hikayeleri neler? Bütün bu soruların
cevabına ulaşmak artık çok kolay. İstanbul 2010
Avrupa Kültür Başkenti'nin desteği ile Kültür ve
Turizm Bakanlığı ve Türkiye Bilimler
Akademisi'nin (TÜBA) işbirliğinde hazırlanan
'İstanbul Kültür Envanteri', şehrin bütün
kültürel zenginliğini bir internet sitesinde
topluyor.
Bugün hizmete giren 'www.istanbulkulturenvanteri.gov.tr'
sitesi, dün akşam Çırağan Kempinski Otel'de
düzenlenen bir toplantı ile tanıtıldı. Sitede,
Arkeoloji, Kentsel Mimari, Halk Kültürü ve
Kültür Ekonomisi ana başlıklarında, İstanbul'un
hızla yok olan kültür varlıkları kayıt altına
alınıyor. 1 milyon 512 bin lira harcanarak
hazırlanan sitede, 150 bin web sayfası, 60 bin
fotoğraf ve 70 bin fiş yer alıyor. Sitede
İstanbul'un 39 ilçesinde bulunan 27 bin 690
mimari yapı da bütün özellikleriyle kayıtlı.
Kültür Envanteri, 1776-2010 yılları arasında
İstanbul'un geçirdiği evreleri, haritalarla
gösteriyor. Sitede çapraz, coğrafi ve tematik
sorgulama ile arama yapılabiliyor. İstanbul'da
yerini bile bilmediğimiz, nerede olduklarını
merak ettiğimiz hanlardan hamamlara, camilere,
kiliselere, surlara, çeşmelere, dikili taşlara
kadar pek çok tarihi yerlere de ulaşmanın mümkün
olduğu sitede günümüzün sanat galerileri, opera,
bale ve konser salonları, sinemalar, festival
bilgileri, kültür merkezleri de yer alıyor.
Envantere, Bilgi Üniversitesi'nin yayımladığı 17
kitap da eşlik ediyor.
Projenin öncüsü İstanbul İl Kültür ve Turizm
Müdürü Prof.Dr. Ahmet Emre Bilgili, bu envanter
ile isteyen herkesin İstanbul'la ilgili her
türlü bilgiye ulaşabileceğini söylüyor. Bilgili,
projeyi sekiz yıl önce il kültür müdürlüğündeki
görevine başladığında gündemine almış. Bilgili,
"Ciddi bir ekip çalışması ve maliyet
gerektiriyordu. 2010 Avrupa Kültür Başkenti
olmanın imkanlarıyla şimdi bunu gerçekleştirme
fırsatı bulduk." diyor. Bilgili, kültür ve
turizm konusundaki bütün projeler için altyapı
oluşturan envanterin elektronik ortamda sürekli
kullanıma açık bulunduğuna, sürdürülebilme ve
güncellenebilme özelliğine sahip olduğuna dikkat
çekiyor.
Türkiye Bilimler Akademisi Başkanı
Prof.Dr.
Yücel Kanpolat ise çalışmayı "Kültür Başkenti
olarak kabul ettiğimiz İstanbul'un elinde ne
var?" sorusunun cevabı olarak görüyor.
Envanterin Türkiye'de ilk, dünyada da iddialı
olduğunu söyleyen Kanpolat, "Geçen yıl böyle bir
envanter yoktu, şimdi var. Zamanla geliştirilir,
düzeltmeler yapılabilir." diyor.
Zaman, Haber: Yavuz Ulutürk, 22.12.2010
HİTİTLER 180 ÇEŞİT EKMEK YAPIYORMUŞ
”Deneysel Bir Arkeoloji Çalışması Olarak Hitit
Mutfağı” kitabının yazarı Doç.Dr. Ahmet Urhi,
Hattuşa kazılarında ortaya çıkan tahıl depolarından,
Hititlerin ekmeğin 180 çeşidini yaptığının
anlaşıldığını söyledi.
Çorum Müzesi Konferans Salonu’nda, Çorum Valiliği
ile İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü’nün düzenlediği
Hitit Söyleşi Günleri’nde, Hititlerde mutfak
kültürünü anlatan bir sunum yapan Doç.Dr. Ahmet
Urhi, araştırmalar sonucu Hititlerin ilk olarak et
tükettiklerini, et tüketiminde de özellikle koyun ve
sığır etini tercih ettiklerinin ortaya çıktığını
anlattı. Doç.Dr. Urhi,
Anadolu da Neolitik Çağdan beri bilinen tahıl tarımı
ve tahıla dayalı beslenmenin Hititlerin yemek
kültüründe de yerini aldığını ifade etti.
Boğazköy ve diğer Hitit kazılarından elde edilen
bilgilerin, Hititlerin tahıl üretiminde ileri
olduğuna işaret ettiğini belirten Urhi, ”Boğazköy
Hattuşa kazılarında ortaya çıkan tahıl depolarından
anlaşıldığı kadarıyla Hititler ekmeğin 180 çeşidini
yapıyordu. Ballı, yağlı, acılı, narlı, biralı gibi
ekmeğin pek çok çeşidini yaptıklarını görüyoruz.
Belki ekmekleri çok kabarmıyordu ama bugün yediğimiz
yufka, lavaş ekmekleri o zamanlar da yapılıyordu”
diye konuştu.
Birçok deyime konu olan ”ocak” sözcüğünün
Hititler tarafından kutsal kabul edilen bir kavram
olduğunu anlatan Urhi, şöyle devam etti:
”Hititler yemeklerini kuru ve nemli olmak üzere
iki şekilde pişiriyorlardı. İlkinde ateş üzerinde
kızartma usulü pişirme yapılırken, nemli pişirme
çanak ve çömleğe konulan suyla yapılıyordu. Eğer
yapılan bir et yemeği ise ilk pişen et parçası ocağa
atılırdı. Ya da bir sulu yemek ise ateş sönmesin
diye bir çanakla ocağın yanına yemekten biraz
sunulurdu. Bu gelenek öyle ciddiye alınırdı ki,
sunumu yapan kimse temiz giyinir, saygı ifadesiyle
sunumunu yapardı. Kurallara uygun yapılmayan
sunumların ölüm cezasıyla sonuçlandığı görülmüştür.
Hititlerin kutsal saydığı bu ocaklar, bugün Anadolu
köylerinde kullanılan ocaklardır. Ocakların
kutsallığı, ‘ocağın sönsün’, ‘ocağına incir ağacı
dikmek’ gibi deyimlerle varlığını sürdürmüştür.”
Gourmand Dünya Yemek Kitapları Yarışması’nda ”En
İyi Mutfak Tarihi Kitabı” birincilik ödülünü alan
”Deneysel Bir Arkeoloji Çalışması Olarak Hitit
Mutfağı” kitabının editörü Ülkü Solak da Hititlerin
eti tuzlayarak kuruttuğunu ve etin sakatatlarını
tanrılara sunduklarını belirtti.
Solak, Hititlerin üzümden şarap ürettiğini
belirterek, ”Hititler şarabı salatalarına sos olarak
da kullanırlardı. Ayrıca ete lezzet vermesi için
etleri şarapla terbiye ederlerdi. Arpanın da
birasını yaparak tüketirlerdi” dedi.
Cumhuriyet, 22.12.2010
YILDIZ'IN HAMİDİYE ÇEŞMELERİNE CAN SUYU
Kuruluşunun 100'ncü yılını
kutlamaya hazırlanan Yıldız
Teknik Üniversitesi (YTÜ)
kampüsünde yıllardır atıl vaziyette duran tarihi
Hamidiye çeşmeleri yeniden
canlandırıldı. Onarım
çalışmasıyla suya kavuşan çeşmelerden
eskisi gibi Hamidiye
sularının akması için çalışma
başlatıldı. Bundan bir asır önce 1911'de
Yıldız Sarayı'nın bir bölümünde konuşlanan
Yıldız Teknik
Üniversitesi Kampusu
içinde yer alan 18 adet Osmanlı çeşmesinden yıllar
sonra yeniden su akmaya
başladı. İkinci Abdülhamit tarafından 1902'de
Yıldız Sarayı'na
kaliteli içme suyu
sağlamak amacıyla yapılan
Hamidiye suları hattına bağlı olan çeşmelerden
1993'e kadar su aktı. Üniversite
kampusuna gelen Hamidiye su hattının patlaması
üzerine çeşmeler susuz kaldı. Rektör Prof . Dr.
İsmail Yüksek, yıllar içerisinde orijinal muslukları
kaybolan ve bakımsızlık
nedeniyle atıl vaziyette duran çeşmelerin yok
olmasını önlemek için bir proje
başlattı.
YTÜ Milli Saraylar ve Tarihi Yapılar Meslek Yüksek
Okulu tarafından çeşmelerin
koruma ve onarımprojesi hazırlandı.
Üniversitenin 100'ncü
yılı dolayısıyla başlatılan
proje kapsamında çeşmelerin
onarım işi okulun
öğrencileri tarafından
yapıldı. Onarımçalışmasıyla birçoğu
aynataşı, kurna ve ayak
olmak üzere üç parçadan oluşan çeşmeler
yenideneski görünümüne
kavuştu. Orijinaline benzer musluklar takılan
çeşmelerden yeniden su akmaya başladı. Bu
arada üniversite
yönetimi, Terkos hattına bağlanan tarihi çeşmelerden
eskiden olduğu gibi
Hamidiye sularının akması için
çalışma başlattı. Ancak çeşmelerin Hamidiye
su hattına bağlanması için İstanbul Büyükşehir
Belediyesi ve İSKİ'nin yeniden
bir onarımçalışması yapması gerekiyor.
Çeşmelerin onarım işini
yürüten öğretim görevlisi Drahşan Uğuryol şunları
söyledi: "Çeşmelerden 12'sinin
koruma ve
onarımçalışması tamamlandı.
Geriye kalan 6 çeşme ise kısa sürede tamamlanacak.
Bunlar arasında iç mekan
çeşmeleri de var. Tarihi
binalarda yapılan tadilat
çalışmaları sırasında
çıkarılan çeşmeler çevrede
atıl vaziyette duruyordu.
Koruma amaçlı yapılan bu
çalışma ile Hamidiye
çeşmelerinin yıllardır çektiği susuzluğa da son
verdik."
Sabah, Haber: Mesut Altun, 22.12.2010
KAŞ'TAKİ ANTİK TİYATRODA RESTORASYON
Antalya'nın
Kaş ilçe merkezindeki Likya
dönemine ait antik tiyatrodaki
restorasyon çalışmalarının, ay sonuna kadar
tamamlanacağı bildirildi. Depremlerden ve doğal
koşullardan etkilenerek birçok bölümü yıkılma
tehlikesiyle karşı karşıya kalan, oturma sıraları
çöken, sahnesi yıkılan antik tiyatronun
restorasyonunu 650 bin lira ihale bedeliyle alan
inşaat şirketinin çalışmaları sürüyor.
Eylül ayında başlayan çalışmalardan önce
Antalya Müze Müdürlüğü uzmanları
kontrolünde sahne ve tiyatro çevresinde antik kazı
gerçekleştirildi. Kazılarda çıkarılan taş bloklar,
taş tarlalarında istiflenerek, rölöveleri yapıldı.
500 taş, kurula sunuldu. Daha sonra restorasyonuna
başlanan yapıda, taşlar yerlerine uygun olarak
yerleştirildi. Kırılan taşlar birbirine
yapıştırıldı. 120 oturma sırasında yenileme
çalışması, tüm oturma sıralarında da özel maddelerle
temizlik yapıldı. Tiyatro sahnesinin de yenilendiği
çalışmalar, 4 ayda tamamlanmış olacak.
Kaş Kaymakamı Selami Kapankaya
gazetecilere yaptığı açıklamada, restorasyon
çalışmalarının ay sonunda tamamlanacağını
belirterek, antik tiyatronun Kaşlıların kültür,
sanat faaliyetlerinde kullanabileceği bir mekan
haline geleceğini söyledi. Restorasyon
çalışmalarının Kültür ve Turizm Bakanlığının
desteğiyle yapıldığını ifade eden Kapankaya, bölgeyi
ziyaret eden turistlere Likya döneminden kalan antik
tiyatroyu da gezdireceklerini kaydetti.
Yapı, 22.12.2010
'ASURLULAR İSTANBUL'DA' AYASOFYA'DA
Anadolu’da yaşayan Asurlulara ait eserler, 28
Aralık-28 Mart tarihleri arasında İstanbul Ayasofya
Müzesi Aya İrini Atrium'da sergilenecek.
Serginin düzenlemesini yapan Ankara Üniversitesi
Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Öğretim Üyesi
Prof.Dr. Fikri Kulakoğlu, ‘Asurlular İstanbul’da’
sergisinde Asurlular dönemine ait 496 eserin 1 ay
süreyle sergileneceğini söyledi. Prof.Dr. Kulakoğlu,
sergide Kültepe höyüğünde yaşayan ve ticari koloni
kuran Asurlulara ait eserlerin yer alacağını
belirterek, şu bilgiyi verdi:
”Sergide, Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi'nden
312 eser, Kayseri Arkeoloji Müzesinden 183 eser,
İstanbul Arkeoloji Müzesinden de bir adet çivi
yazılı tablet yer alacak. Sergide 4 bin yıl önce
Anadolu’da yaşayan Asurlulara ait çivi yazılı
tabletler, topraktan yapılmış testi, vazo, tabak,
meyvelik ve diğer ev eşyaları, mühürler, ağırlık
ölçüleri, baltalar, ok uçları, mızrak uçları gibi
eserler yer alacak.”
Prof.Dr. Fikri Kulakoğlu ”İstanbul’da açacağımız
sergide Asurlular dönemine ait çok değerli eserler
yer alacak. Eserleri çok titiz bir çalışma ile
seçtik” dedi. Kayseri Arkeoloji Müzesi Müdürü Asuman
Arslan da müzelerinden seçilen 183 adet arkeolojik
eserin, özel sandıklara konulup sergi için
İstanbul’a gönderileceğini söyledi.
Cumhuriyet, 21.12.2010
EDİRNE, UNESCO DÜNYA MİRASI HAZIRLIKLARINA DEVAM
EDİYOR
Selimiye Camii ve Külliyesi'nin somut
olan kültürel varlık olarak UNESCO Dünya Mirası
Listesi'ne alınması için bir adaylık dosyası
hazırladıklarını ifade eden Edirne Belediye Başkanı
Hamdi Sedefçi, hazırlanan dosyanın da sunulduğunu
söyledi.
Ön incelemeye alınan
dosyanın ilk incelemeden geçerek UNESCO teknik
birimlerinden Uluslararası Anıtlar ve Sitler Konseyi
ICOMOS'a iletildiğini kaydeden Sedefçi, "ICOMOS'un
görevlendirdiği uzman Ekim ayının başında Edirne'ye
gelerek yerinde incelemelerini tamamladı.
Belediyemizin yürüttüğü bu çalışmanın sonucu 2011
Haziran ayında Bahreyn'de yapılacak UNESCO Genel
Kurul toplantısında ilan edilecek" şeklinde konuştu.
Kentin kültür turizmi
potansiyelini arttıracak bu projelerin bir çoğunun
Türkiye'de ilk kez uygulandığına dikkat çeken
Sedefçi, "Edirne kültürel varlıklarının çevreleri
ile bütünsellik içinde korunmaları için oluşturulan
'yönetim alanı' bu ilkelerden birisi. Türkiye'de bu
çalışmalar direkt Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın
yetkisi altında. Alanya Kalesi, Ani antik kenti,
Çatalhöyük ve Pamukkale gibi sadece birkaç merkezde
planlama çalışmaları yürütülüyor. Söz konusu bu
koruma planlamaları arasında Edirne yabancı kültürel
koruma uzmanı kullanmayarak, tüm çalışmaları yerli
kaynaklar ile yürüten tek kent olması nedeni ile de
ön plana çıkıyor" diye konuştu. Sedefçi, proje
kapsamında UNESCO Dünya Mirası kriterleri ve Ulusal
Mevzuat gereği birçok alt proje de yürüttüklerini
söyledi.
Turizm Gazetesi, 21.12.2010
250 YILLIK KÜTÜPHANE RESTORE EDİLİYOR
İstanbul
Laleli'de 250 yıllık tarihi Koca Ragıp Paşa
Kütüphanesi, 17 Ağustos depremiyle kapattığı
kapılarını tekrar açmak için hazırlanıyor.
Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, Koca Ragıp
Paşa Kütüphanesi’ndeki restorasyon çalışmalarını
yerinde inceledi.
Bakan Günay, "1999 depreminde zarar görmüş ve ne
yazık ki uzun bir süre kapısı, penceresi kapatılmış
ve unutulmuştu. Biz önceki yıl el atma ihtiyacı
hissettik buraya" dedi. Restorasyonun bir yıl içinde biteceğini söyleyen
Ertuğrul Günay, tarihi yapıya eklenen dükkanların da
kamulaştırılacağını açıkladı.
Kütüphaneyi gezen Günay, kapı üzerindeki
Osmanlıca yazıların Türkçesinin yazılması
talimatını verdi. Günay, kütüphane bahçesinde bulunan Ragıp Paşa
türbesini de ziyaret etti.
Trt/Haber, 21.12.2010
JULIOPOLIS antik kenti KAZISI
Juliopolis antik kenti kazısından çıkan çok özel 12 mücevherin
sınırlı sayıdaki reprodüksiyonlarından oluşturulan
‘Juliopolis 2011 Koleksiyonu’ tanıtıldı. Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nin
öncülüğündeki özel mücevher koleksiyonunun tanıtım
toplantısı, Nişantaşı’ndaki Sofa Otel’de yapıldı.
Koleksiyonun tasarımcısı Beril Beşer, toplantıda
yaptığı konuşmada, paha biçilmez antik eserlerden
ilham aldığını belirterek, ‘Koleksiyon toplam 120
parçadan oluşuyor. Kazılarda elde edilen mücevherler
farklı tarzlarda kullanımlarına göre
şekillendirildi. Koleksiyonda kolye, yüzük, küpe,
kol düğmesi gibi farklı türde alternatifler
bulunuyor. Bütün ürünleri, sınırlı sayıda ürettik.
Daha önce yaptığım hiçbir koleksiyon beni bu derece
heyecanlandırmamıştı’ diye konuştu.
Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi Müdürü Melih
Arslan da kazı çalışmaları sonucu çıkardıkları
eserlerin önemine işaret ederek, ‘Juliopolis’ten
çıkan eserler arkeoloji dünyasında çığır açacak’
dedi.
Kazı çalışmalarında 2 bin yıllık mezarlarda, daha
önce rastlanılmamış veya çok nadir rastlanan ahşap
tabut, cerrahi tıp ve dişçi aletleri, tahta tarak,
deri ayakkabı gibi eserlere rastladıklarını anlatan
Arslan, ‘Yüzük, küpe, kolye, sikke kandil, seramik,
kandil ve ayna gibi eserlerin yanında az önce
söylediğim eserler, bilim, tarih ve arkeoloji
dünyasında büyük ses getirecek. Biz kısa zamanda bu
bulduğumuz eserlerin ve kazı çalışmaların kitabını
yayınlayacağız. O zaman arkeoloji dünyası dikkatini
Türkiye’ye yöneltecek’ şeklinde konuştu.
- JULİOPOLİS-
Tarihi kaynaklara göre,
MÖ 100 veya 101
yıllarında yaşadığı tahmin edilen Roma İmparatoru
Jul Sezar, Pontus asıllı Basforos Kralı 2. Pharneke
ile yaptığı savaş öncesi ‘Goordion Kome’ kentinden
destek aldı. Savaşı kazanan Sezar, dünyaca ünlü sözü
‘Veni-Vidi-Vici’ (Geldim-Gördüm-Yendim) diyerek
başarısını Roma’ya bildirdi. Bunun üzerine ‘Goordion
Kome’de söz sahibi olan bir kişi, Sezar’a
bağlılığından dolayı bu yerleşim bölgesinin adını
‘Juliopolis’ olarak değiştirdi.
Şehrin iki bin yıllık bir geçmişe sahip olduğu,
asıl yerleşim bölgesinin 1956′da yapılan Sarıyar
Barajı’nın suları altında kaldığı belirtiliyor.
Ankara’nın Nallıhan İlçesi'ne bağlı Gülşehri
mevkiinde olduğu tahmin edilen Juliopolis’e ait ilk
kalıntıları 2009 yılında bulan Anadolu Medeniyetler
Müzesi Müdürü Melih Arslan başkanlığındaki ekip,
kazı çalışmalarına devam ediyor.
Antalya'nın İbradı İlçesi'ne bağlı Ormana beldesinde restorasyonu yapılan tarihi evlerin gelecek yıl turizm sezonuna hazır hale getirileceği bildirildi.
Ormana Belediye Başkanı Mehmet Ayhan Keskin, AA muhabirine yaptığı açıklamada, beldede 100 yıldan fazla süredir ayakta duran tarihi cumbalı evlerin koruma altına alındığını, restorasyonu devam eden tarihi evleri, gelecek yıl ilkbahar aylarından itibaren turizme açacaklarını söyledi.
Beldede 49 evin koruma altında olduğunu anlatan Keskin, bu evler için koruma imar planı hazırlandığını da ifade etti. İmar planının önümüzdeki günlerde tamamlanacağını bildiren Keskin, daha sonra da evlerin bulunduğu bölgede Arnavut kaldırımı çalışması başlatacaklarını açıkladı.
Beldenin alternatif turizm bölgesi olarak ilgi çekeceğine inandıklarını dile getiren Keskin, şöyle konuştu:
''Beldemiz, Antalya'nın oksijen deposu ve sıcak yaz günlerinin serin alternatifi. Antalya denince deniz, kum, güneş akla geliyor. Çalışmalarımız tamamlanınca burası özellikle yaz döneminde büyük ilgi görecek. Tarihi konakları hizmete açarak alternatif turizmde Ormana'yı merkez haline getirmek istiyoruz. Beldemiz coğrafyası, iklim yapısı, bitki çeşitliliği ve endemik bitki türü zenginliği bakımından doğa sporları turizmine de elverişli. Antalya, Manavgat, Serik, Belek ve Side'ye gelen tatilcileri Ormana'ya bekliyoruz''.
Keskin, beldenin yurt dışında tanıtımı için de çalışmalar yaptıklarını, özellikle dağ bisikleti sporunu yaygınlaştırmak için de Almanya'dan yetkililerle görüşmelerinin sürdüğünü anlattı.
Hedeflerinin Ormana'yı en kısa zamanda ikinci Safranbolu ve Beypazarı yapmak olduğunu söyleyen Keskin, ''Evlerimiz yeni sezonda turizme hizmet vermeye elverişli hale gelecek. 150 bin TL bütçe ayırarak 2 tarihi konağımızı da restore ettiriyoruz. Geri kalan 70 evin restorasyonu için de Kültür ve Turizm Bakanlığından destek bekliyoruz. Bundan sonra doğa turizminin kalbi Toroslar'ın eteğinde atacak'' dedi.
Yapı, 20.12.2010
İSTANBUL, AVRUPA KÜLTÜR BAŞKENTLİĞİ'NE VEDA ETTİ
İstanbul, ‘Avrupa
Kültür Başkenti’ unvanı ile taçlandırıldığı
bir yılı geride bıraktı. İstanbul 2010 Avrupa Kültür
Başkenti Ajansı çatısı altında,
sahne ve
gösteri sanatlarından geleneksel sanatlara, müzik ve
operadan görsel sanatlara 14 farklı disiplin
bağlamında hayata geçirilen yaklaşık 600
proje, 10 milyonu aşkın izleyicive
katılımcı ile buluştu.
“Şimdi yeniden keşfetme zamanı” sloganıyla
İstanbullulara seslenerek başlayan İstanbul’un
Avrupa Kültür Başkentliği serüveni, 19 Aralık Pazar
akşamı Harbiye Kongre Merkezi’nde düzenlenen kapanış
resepsiyonu ile sona erdi.
İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı
tarafından düzenlenen ve geçen bir yılın
değerlendirildiği resepsiyon, kültür sanat camiasını
bir araya getirdi.
Avrupa Kültür
Başkenti unvanını 2011 Avrupa Kültür Başkentleri
Estonya’nın Tallinn ve Finlandiya’nın Turku kentine
devredildiği geceye, İstanbul 2010 Avrupa Kültür
Başkenti Ajansı Yürütme Kurulu Başkanı Şekib Avdagiç,
Ajans Danışma Kurulu Başkanı Hüsamettin Kavi,
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş,
İstanbul Valisi Hüseyin Avni Mutlu, İstanbul 2010
Avrupa Kültür Başkenti Koordinasyon Kurulu
üyelerinden Avrupa Birliği İşlerinden sorumlu Devlet
Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış ve Devlet
Bakanı ve Ajans Koordinasyon Kurulu Başkanı Hayati
Yazıcı katıldı.
Laterna dinletisi, Tarlabaşı Çocuk Korosu, Boğaziçi
Korosu ve Ladies and Gentleman’ın performansları,
İstanbul İstanbul tiyatro gösterisinin sunulduğu
kokteyl alanında, İstanbul 2010 AKB Ajansı imzasını
taşıyan ve 2010 yılını unutulmaz kılan projelerin
afişleri sergilendi. Resepsiyon, konuşmalar ve
Avrupa Kültür Başkenti unvanının 2011 yılında bu
unvanı taşıyacak Finlandiya’nın Turku ve Estonya’nın
Tallinn kentlerine devredilmesiyle devam etti.
Resepsiyonun
ev sahipliği yapan İstanbul 2010 Avrupa Kültür
Başkenti Ajansı Yürütme Kurulu Başkanı Şekib Avdagiç,
sözlerine; “Bu akşam, ilk günkü heyecanını son güne
kadar sürdüren, İstanbul için aşkla hizmet üreten
bir ekibin Başkanı olmanın gururu ile sizlere hitap
ediyorum” diyerek başladı. Başlayan her şeyin bir
sonunun olduğunu ve bu anlamda da İstanbul 2010
Avrupa Kültür Başkenti etkinliklerinin de sonuna
gelindiğini aktaran Avdagiç, “Ama sadece zamanla
kayıtlı olan etkinliklerin nihayetine geldik. Çünkü
İstanbul'un kültür başkenti olmasının diğerlerinden
bir farkı vardır. O da İstanbul için ‘kültür
başkentliğinin’ zaten ezelli ve ebetli bir nitelik
olmasıdır. İstanbul, yeryüzünün öncesiz ve sonrasız
kültür başkentli olma özelliğini taşıyan tek
şehridir” diye devam etti. Ajansın çalışma
programının, her sayfası ayrı ve muhteşem bir
öyküden oluşan dev bir romana benzediğini ifade eden
Avdagiç, “Biz bu romanı, sizlerle birlikte, tüm
İstanbullularla birlikte büyük bir özenle bir
solukta okuduk. Bizim romanımız 588 projeli - 588
sayfalı, modern zamanların Ulysess'i gibiydi. Yani
yeniydi, farklı bir tarzı vardı, anlaşılması için
okuyucusundan gayret istiyordu, bütün renklerden bir
parça taşıyordu” dedi.
Şekib Avdagiç
sözlerin şöyle devam etti:
“Yedi tepeli İstanbul'un yedi bölgesinde
İstanbullularla buluştuk. Etkinliklerimizin odak
noktasına İstanbul kadar İstanbulluyu da koyduk.
Çünkü bir şehrin, orada yaşayanlar tarafından
algılandığı oranda şehir olacağına inandık. Yine
inandık ki, İstanbul, yeniden fark edilmeyi, yeniden
keşfedilmeyi bekleyen saklı bir hazineydi. Bu
hazine, yağmalanmaktan ziyade ışıltılarını tüm
insanlığa ve yeryüzüne yaymak istiyordu. İşte biz
bunu yaptık. İstanbul'u tüm dünyanın gözünde hak
ettiği itibara yeniden kavuşturacak bir farkındalık
oluşturduk. İstanbul'u uluslararası bir kültür-sanat
merkezi olarak öne çıkardık. Dünyanın en ilham
verici şehri İstanbul için, şehirlerin kraliçesi
İstanbul için; vefalı bir sevdalı gibi sadakatle
hizmet ürettik”.
2010 Avrupa Kültür Başkentliği sürecinin,
İstanbul’un uluslararası tanıtımına, kültür ve sanat
hayatına ve İstanbul’un geleceğinin
şekillendirilmesine önemli katkılar yaptığı
inancında olduğunu belirten İstanbul 2010 Avrupa
Kültür Başkenti Ajansı Danışma Kurulu Başkanı
Hüsamettin Kavi ise, “Avrupa Kültür Başkenti olarak
seçilen şehirler için bu unvan çok önemli. Ancak,
esas olan, bu bilgi ve deneyimin bu şehirlere ve
insanlarına ne gibi değerler kattığı, yeni hedefler
saptanmasında ne gibi katkılar sağladığı, kültürel
ve sanatsal faaliyetlerde ulaşılan yeni aşamanın,
şehrin yaşam kalitesine nasıl yansıdığıdır.
İnanıyorum ki, 2010’dan sonra İstanbul’un kültür ve
sanat hayatı çok daha farklılaşacak ve 2010 yılında
yaşanan deneyimler, bu konudaki çalışmalara,
arayışlara ve sürece ışık tutacaktır” dedi.
Resepsiyonda
yaptığı konuşmasına “Bu geceyi, bir unvana vedanın
yanı sıra, 2011 ve sonrası için de yeni bir
başlangıcın ilanı olarak görüyorum. Bu gece 2010
sonrasında İstanbul’da yaşanılacak değişimin resmi
başlangıcıdır. Ektiklerimizi biçeceğimiz gelecek
zamanların duyurusudur. Kültür sanat hayatında
yaşanılan büyük ivmenin ardından İstanbul bundan
böyle hep daha büyük ve sağlam adımlarla yoluna
devam edecektir.” diye başlayan Devlet Bakanı ve
İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı
Koordinasyon Kurulu Başkanı Hayati Yazıcı “Bizler,
sadece Avrupa’nın değil, dünyanın kültür
başkentinde, İstanbul’da yaşıyoruz: İşte,
İstanbul’un 2010 yılında Avrupa Kültür Başkenti
olacağının ilan edildiği günden bu yana bizler,
sizlerle el ele vererek, bunu hatırlatmak, şehrimiz
hakkında bir farkındalık yaratmak için çalıştık.”
diyerek Avrupa Kültür Başkentliği sürecinin tüm
paydaşlarına teşekkür etti.
Resepsiyon, Luigo Compaccio Quartet ve Swing A La
Turc Project’in ortak performansı olan “İstanbul’dan
Yansımalar” adlı konserle sona erdi. İstanbul 2010
Avrupa Kültür Başkenti etkinlikleri yılsonuna kadar
İstanbullularla buluşmaya devam edecek.
Avrupa Kültür Başkentliğine Neler Sığdı
35 yarışma, 52 festival, 84 restorasyon-konservasyon
çalışması, 166 tarihi yapıda koruma faaliyeti, 32
ülkede 183 tanıtım etkinliği, 316
kitap-dergi-katalog, 523 film-belgesel-videoart
gösterimi, 595 eğitim, 727 atölye çalışması, 760
sergi, 1.130 sahne performansı, 1.584
konser-dinleti, 1.189 konferans-sempozyum-panel-çalıştay
olmak üzere 588 proje, 9.500’ü aşkın etkinlik, 10
milyonu aşkın izleyici ile buluştu.
Yapı, 20.12.2010
******
SKANDALLAR BAŞKENTİ
“2010
Avrupa Kültür Başkenti” sıfatı ile
“taçlandırdığı” bir yılı geride bırakan
İstanbul, unvanına önceki gün veda etti.
Avrupa Kültür Başkenti Ajansı çatısı altında 600
proje dahilinde 9 bin 500 etkinlik gerçekleştirilen
İstanbul’da, Tophane’deki sergi
baskını ve Haydarpaşa Garı’ndaki
yangın kentin imajına gölge düşürdü, Hint asıllı
İngiliz yazar Naipaul
da İstanbul’a
gelemedi.
İstanbul Kültür Başkenti unvanına 17 Ocak 2010
tarihinde sahip oldu. Kültür başkenti İstanbul’da
ilk olumsuz olay, yaşanan istifalar oldu. 2010
yürütme kurulunda üyeler arasında görüş ayrılığından
dolayı Yürütme Kurulu Başkanı
Nuri Çolakoğlu
ve Prof.Dr. Metin Sözen,
Prof.Dr. İskender Pala ve
Gürhan
Ertür istifa etti. İstifalarla başlayan bir
yılda yaşananlar şöyleydi:
• Tophane’de sergi baskını: Davette içki içildiğini
gerekçe gösteren saldırganlar galerinin camlarını
kırdı, davetlilere saldırdı. Olayda 5 kişi
yaralandı.
• Beşiktaş’ta da sergi baskını: Beşiktaş
İskelesi’nde açılan sergide üç büyük dinin
simgelerinin yanında Atatürk’ün resminin yer aldığı
tabela öfkeli bir grup tarafından parçalandı.
• Tarihi camiler sular altında: İBB’nin resmi
sitesinde İstanbul’un önemli yapılarından biri
olarak gösterilen ve Mimar Sinan tarafından 1530’da
yaptırılan tarihi Ahi Çelebi Camii yoğun yağış
nedeniyle sular altında kaldı.
• Tarihi okullar satılıyor: İstanbul’un
simgelerinden Çamlıca Kız Lisesi ve Kandilli Kız
Lisesi gibi çok sayıda tarihi okulun satılması ya da
satılmak istenmesi kamuoyunun tepkisini çekti.
Cumhuriyet, Haber: Cihan Oruçoğlu, 22.12.2010
******
2010'UN ÜÇ KÜLTÜR BAŞKENTİ
2010 sonunda bitti.
İstanbul, Essen ve Pecs kentlerinin kültür başkenti
seçildiği bu yılda neler yapıldı, ne öğrenildi, daha
yapılacak ne var? Projelerin ve amaçların ne kadarı
gerçekleştirildi? Her bölge, farklı karakteristik
özellikleriyle ön plana çıkıyordu. Etkinlik,
festival hedefleri koyuldu, yeni kimlikler ve alt
başlıklar belirlendi. Peki şimdi elimizde ne var?
İstanbul
İstanbul, coğrafi konumu
ve kültürel mirasıyla, dünya metropolleri arasında
her zaman sıyrılıyordu. Genç ve dinamik nüfusu da
şehirde yaratıcı bir enerji oluşmasını teşvik
ediyor. İstanbul'da özellikle son yirmi yılda
gelişen kültür bilinci, kültür yaşamına da yansıyor.
2010 sürecinde yapılan müdahaleler bugün kredi notu
iyice düşmüş bu şehir için yeterli mi?
Ruhr bir
sanayi kenti olarak biliniyordu
Almanya'nın
en büyük metropoliten yerleşim merkezi olan Ruhr
eski bir kömür havza alanının dönüşümüyle, bugün
yeni bir kimlik kazanmış durumda ve bu kimliği
Avrupa Kültür Başkenti unvanıyla da pekiştirmeyi
amaçladı. Ruhr'da özellikle katılımcılığın gelişmesi
ve projelerde ön plana çıkmasıyla, sadece bir enerji
merkezli kent olmaktan çıkıp, kültürel değerleriyle
de ön plana çıkmak istiyor.
Pecs,
barındırdığı farklı etnik gruplarla çok kültürlü bir
şehir
UNESCO Dünya Mirası Listesi'ne alınan
Macaristan'ın Pecs kenti, çok kültürlü bir yerleşme
olmasını bir avantaj olarak kullanarak,
Macaristan'ın 2. başkenti olmayı hedefliyor.
Avrupa Kültür Başkenti kavramı ilk kez 1980'lerde
ortaya çıktı. Avrupa kültürüne değer katan,
Avrupa'ya katkı sağlayan kentlere verilmeye başlanan
bu unvana ilk kez 1985'te Atina sahip oldu. Başkent
unvanı, 1985-2000 yılları arasında AB'ye üye
ülkelerin kentlerinden birine verildi. 2000 yılına
gelindiğinde ise, yeni bin yıl nedeniyle, Avrupa
Kültür Başkenti unvanı hem aynı yılda birden fazla
kente, hem de AB adayı olan ülkelerin kentlerine
verilmeye başlandı.
İstanbul İstanbul, 2010 Avrupa Kültür Başkenti seçilmesiyle
başladı herşey... Bu ekonomik ve kültürel anlamda
kalkınmayı teşvik edecek bir gelişmeydi. Projeler
hazırlanmaya, tanımlar konulmaya, başlıklar
sıralanmaya başlandı. Bazen kimsenin haberi yoktu bu
durumdan, bazen de her gün her yerde duyar hale
gelmiştik. İstanbul, bu süreçte kuşkusuz
hareketlendi ve ilgi odağı oldu.
Özellikle kültür
miraslarını koruma konusunda belki de Avrupa Kültür
Başkenti olma süreci bir itici güç oldu. Adını bile
duymadığımız bir çok anıt ve sivil mimari örneği gün
yüzüne çıktı. 2010 yılının bitimiyle hala bazı
projeler tamamlanmamış durumda ve 2010'un sadece
2010'da kalması endişeleri de devam ediyor. Bir
senenin Avrupa Kültür Başkenti'nde, önümüzdeki
yıllarda da bu duyarlılıkla çalışmalara devam
edilecek mi?
İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı'nın
başlıca hedefleri şu şekildeydi:
- İstanbul'un eşsiz değerlerini ön plana
çıkarmak,
- Kültürel mirası koruma projeleri gerçekleştirmek,
- Kültür sanat altyapısını ve etkinliklere katılımı
geliştirmek,
- İstanbul'u kültür ve sanatla tanıtmak,
- İstanbul'un kültür turizmi pazarından aldığı payı
artırmak,
- İstanbullunun karar alma sürecine katılımını
artırmak.
Bu amaçla toplam 35 yarışma, 52 festival, 84
restorasyon-konservasyon çalışması, 166 tarihi
yapıda koruma faaliyeti, 32 ülkede 183 tanıtım
etkinliği, 316 kitap-dergi-katalog, 523
film-belgesel-videoart gösterimi, 595 eğitim, 727
atölye çalışması, 760 sergi, 1.130 sahne
performansı, 1.584 konser-dinleti, 1.189
konferans-sempozyum-panel-çalıştay düzenlendi.
2008 yılında başlayan İstanbul 2010 Avrupa Kültür
Başkenti hazırlık sürecinde, İstanbul'a kimliğini
veren kültürel miras yapıları başta olmak üzere
toplam 325 proje başvurusundan 106 proje seçildi.
Ayrıca İstanbul Büyükşehir Belediyesi ve ilçe
belediyelerden, sivil toplum kuruluşları ve
üniversitelerden yapılan kültür varlıklarının
restorasyon uygulamalarına da destek verildi.
İstanbul'un "Dünya Tehlike Altındaki Miras
Listesi"ne alınması da, aslında tüm bu çalışmaları
hızlandırdı. En önemlisi de "Tarihi Yarımada Yönetim
Planı" ile İstanbul'un en önemli kültür
varlıklarının korunması ve Tarihi Yarımada ile
ilgili stratejik kararların alınması sağlandı. Çünkü
yönetim planı tanımı, bir planlama çalışmasını
değil, "korumaya yönelik ortak aklı oluşturan
stratejik planlar" deyimini kapsıyor.
İstanbul 2010 Bütçesi İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı
Koordinasyon Kurulu'nun bütçesi yaklaşık 700-800
milyon YTL civarındaydı.
İstanbul 2010 sürecinde en çok harcama kültür
varlıklarının korunmasına yönelik projelendirme ve
restorasyon projelerine yapıldı.
Restorasyon projelerinden sonraki en büyük
harcama, sokak düzenlemesi ve aydınlatma, peyzaj
düzenlemeleri gibi kentsel ölçekteki projelere
yapıldı.
2010 bazen yapı ölçeğinden çıkarak, İstanbul'un
kaybolmuş ve unutulmaya yüz tutmuş değerleriyle
ilgili sergi projeleri de gerçekleştirdi.
2010 harcamaları farklı konu başlıklarına göre şu
şekilde:
Ruhr, artık bir kültür metropolü olarak anılacak.
Ruhr'da 2010 yılı içerisinde toplam 5.500 etkinlik
gerçekleştirildi ve geri dönüşümlerin pozitif olduğu
bildirildi.
Essen ve çevresindeki 53 köy ve kentten oluşan,
bir dönemlerin madencilik ve demir-çelik sanayi
merkezi olan Ruhr Bölgesi, 171 farklı ülke ve
kültürden 5.300.000 insanın yaşadığı Almanya'nın en
büyük sanayi bölgelerinden biri.
Ruhr, 2010 Avrupa Kültür Başkenti sürecinin
başlangıcında, bölgenin kendine özgü kültürel dokusu
ve çok kültürlü yapısını dikkate alarak bir konsept
oluşturdu. Ruhr 2010 Avrupa Kültür Başkenti programı
kapsamında 2010 yılı boyunca 300'den fazla proje ve
2.500'den fazla etkinliğin gerçekleştirilmesi
amaçlanmıştı.
"Almanya'nın Yaratıcı Yüzü" başlığı altında,
"mimarlık, sanat, tasarım ve moda dünyası" dört ana
tema olarak belirlendi.
Avrupa Komisyon Başkanı José Manuel Barroso ise
Ruhr'daki değişimin burada yaşayanların da
katkılarıyla gerçekleştiğini belirtti. Güçlü, canlı
görüntüler ve taze enerji ile Ruhr eskide kalan
zarar görmüş yapısından sıyrıldı. Ruhr'a kültürel
anlamda yeni bir bakış açısı kazandırıldı.
Planlanan programların çoğu gençlerin ve
çocukların katılımını teşvik edecek şekildeydi.
Sosyal hizmet projeleri ile ilgili etkinikler
toplumda sosyal uyumu destekleyen birtakım
insiyatiflerce desteklendi. Böylece Ruhr'da katılım
kavramı ön plana çıkmış oldu. Gönüllüler bağlılık
ve sıkı çalışma ile bu projelerde yer aldılar.
Yaşadıkları mekanı sahiplenip, 2010 projelerinde yer
alan yerel halk, bir anda kendi bölgelerinde söz
sahibi konumda oldular.
Ruhr, diğer katılımcı bağlantılarla birlikte,
bölgede sürekli bir gelişimin olması için temelleri
attı.
Ruhr, uzun süredir devam eden rekabet ve kendi
çıkarları doğrultusunda gelişen kasaba ve şehirler
arasındaki işbirliği yerine tamamen kooperatif
yaklaşım modeli ile örnek oldu.
Pécs
Pecs, Batı Macaristan'ın en büyük şehri. Pecs,
ayrıca Katolik Piskoposluk ve bir üniversite şehri.
Bu yüzden de şehirde yıl içinde pek çok festival
düzenleniyor.
Pecs, Avrupa Kültür Başkenti seçildiğinde, bu,
kamuoyunda şaşkınlık yarattı. Avrupa'da çok
bilinmeyen bu kentin, bu unvanı alması aslında çok
da tesadüf değil. 9 farklı etnik grubu içinde
barındıran şehrin tarihi ve mimari mirasında bu
halkların etkisini görmek mümkün. 160.000 nüfusa
sahip şehir tarihi ile biliniyor. Özellikle tarihi
kent merkezi eski bir Roma yerleşkesi olduğu için,
şehir 2000 yılında UNESCO tarafından dünya mirası
listesine alındı.
Pecs, Avrupa Kültür Başkenti seçildiğinde toplam
350 kültür programının yapılacağı ve yıl sonuna
kadar da 300.000 turistin gelmesi bekleniyordu.
Pecs, Avrupa Kültür Başkenti
unvanı almasıyla
birlikte, ekonomisini kültürel odaklı geliştirmek
adına da önemli bir fırsat yakalamış oldu.
Avrupa Kültür Başkenti programıyla, kentsel
karakterinin yeniden keşfedilmesi, daha
yaşanılabilir bir çevre yaratılması ve kamusal
alanların değerlendirilmesi amaçlandı.
Yatırım projelerinin esas amacı da, uygun
boyutlarda kültürel ve sanatsal alanlar yaratmak
oldu.
Arkitera, Kaynak: İstanbul 2010 AKB Ajansı,
Wikipedia, Pecs 2010 Avrupa Kültür Başkenti, Ruhr
2010 Avrupa Kültür Başkenti , Derleyen: Dilek Öztürk,
22.12.2010
******
İSTANBUL 2010 RANT BAŞKENTİ
CHP İstanbul İl Başkanı Berhan Şimşek, "İstanbul
2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı" kapsamında
yapılan yolsuzlukları belgeleriyle bir bir ortaya
koydu. CHP İstanbul İl Başkanlığı Binasında bir
basın toplantısı düzenleyen Şimşek, ajanstan
aktarılan paraların eşe dosta gittiğine dikkat
çekerek, ihalelerin, aktarılan bütçelerin
internetten yayınlanmamasını eleştirdi, şeffaf
olunması gerektiğini söyledi. Ajansın 2010 yılı
bütçesinin 510 milyon TL olduğuna dikkat çekerek,
2008 yılında çıkan bir yasayla İstanbul sınırları
içerinde benzin veya motorin alan yurttaştan bütçeye
para aktarıldığını kaydetti. Şimşek, "Benzinin
litresinden bir kuruş, motorinin litresinden de 1.5
kuruş yurttaşın cebinden çıkıyor. aradan iki buçuk
yıl geçti peki bu paralar nerede? nerede topandı?"
diye konuştu. Bu kadar büyük bir bütçeye sahip
ajansı bakanların müfettişlerinin denetlediğini
belirten Şimşek, yani patron emrindeki müfettişe
diyor ki, benim şirketimi denetle. bir müfettiş
düşünün kendi patronunun şirketini denetleyecek ve
sağlıklı bir denetim yapacak. Ajansı denetleme hiç
bir yasaya bağlı değil ki" dedi. İşte ortaya konulan yolsuzluklar:
Ajansın Genel Sekreteri Yılmaz Kurt: Aynı zamanda
Türk İdareciler Derneği Üyesi. Derneğin yayın organı
olan derginin de editörü. Ajanstan dergiye reklam
adı altında kaynak aktarıldı.
Büyükşehir Belediyesi Kültür A.Ş adına Avukat Numan
Güze: Kendisi Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın
avukatı. Ajans bütçesinden 700 bin TL aktarıldı.
Çete kurmak suçundan aranıyor.
Ajansın Yürütme Kurulu Üyesi İsrafil Kurulay: Ajans
üzerinden kaynak aktarıldı. Aktarılan kaynağın küçük
bir kısmı bile 100 bin TL'yi buluyor.
Ankara Çankaya AKP Belediye Başkan Adayı Bülen
Akarcalı: Şirketi ARGOS Kültür Sanat A.Ş'ye 300
müzik akademisi için 300 bin TL kaynak aktarıldı.
Müzik Akademisi'nde kaç kişinin eğitildiğinin
akademinin ne yaptığının belli olmadığını söyleyen
Şimşek, akıllara durgunluk verecek bir mükerrer
kararlar alındığını ifade etti. Yönetim Kurulu
kararıyla bir projeye 2 milyon TL katkı sağlanması
için karar alındığını belirten Şimşek, bu rakamın
daha sonra 2 milyon 600 bin TL'ye çıkarıldığını
kaydetti. iki kararında aynı tarihte alındığına
işaret eden Şimşek, Kamuoyu araştırması yapan GENAR
Şirketi'ne de bütçe ayrıldığını ifade etti. Şirkete
bütçe desteği kararının dördüncü çeyrek kamuoyu
araştırmasında AKP'yi birinci parti olarak
gösterdiği hafta verildiğini aktaran Şimşek, şunları
söyledi:
Yine bir kararda 1 milyon 200 bin liralık ödeme,
mükerrer karar yoluyla 1 milyon 400 bin TL'ye
çıkarılıyor. Ajansın bir Edebiyat Yönetmeni var.
İsmi Ahmet Kot. Ahmet Kot Kültür Bakanlığı'nda ihale
yasaklısı. Bu isim, ajansın bütçe desteği verdiği
film projelerinin yapımcısı şirketlerin gizli ya da
açık ortağı. Şimdi soruyoruz, Ahmet Kot'un oğlu
Yusuf Kot'a ajanstan verilen projeler üzerinden ne
kadar kaynak sağlanmıştır? Çünkü Yusuf Kot, Cafcaf
Dergisi'nin Yazıişleri Müdürü ve çizeri. Derginin
yayıncısı olan Küresel İletişim Medya Yayıncılık'a;
Asım Gültekin adıyla verilen ve daha sonra mizah
dergisi diye değiştirilen 'İstanbul Gülümsüyor
Projesi'ne 500 bin TL bütçe desteği verildi. Şimdi
soruyoruz, Kendi yönetmenliğini yaptığı bölüme
sunulan projelerden oğluna kaynak aktarıldı mı?"
"Başbakan'ın Danışmanı Cüneyt Zapsu'nun kurucusu
olduğu Genç Hayat Vakfı'nın ajansa sunduğu
'Sokağımdan Tarih Yazıyorum' projesine 90 bin TL
aktarıldı mı? diyen Şimşek, ajansta Deniz Feneri'ne
kadar uzanan ilişkiler olduğuna dikkat çekti. Deniz
Feneri Davası'nda yargılanan Akut Zahid Akman,
Zekeriya Karaman ve İsmail Karahan'ın Andabarter
Anonim Şirketi'nde ortak olduklarının vurgulayan
Şimşek, Osman Özsoy'un da etkinlikler direktörü iken
görevinden alındığını Cineplus Film Müzik Reklam
Şirketinin eski isminin de İstanbul Organizasyonu
olduğunu belirterek, "Ajans, Cineplus Şirketine 'Ah
Güzel İstanbul' adlı film projesi için 1 milyon 600
bin TL bütçe desteği verdi mi" diye sordu. Vergi
borcu içerisinde yaşamını yitiren bir sanatçıdan da
söz eden Şimşek, sanatçının eşine stüdyo kurması
için para aktarıldığını da sözlerine ekledi. Mükerrer kararla kaynak aktarmalarının eşe dosta
peşkeş çekildiğini söyleyen Şimşek, ajansın 2010
yılında gerçekleştirdiği projeleri de eleştirdi: "
588 proje, 9 bin 500'ü aşkın etkinlik, 35 yarışma,
52 festival, 84 restorasyon, 32 ülkede 183 tanıtım
etkinliği,...yapılmış." Bu kadar etkinlikle
İstanbul'a gelen turist sayısının artması gerekirken
azaldığını belirten Şimşek, 2009 yılının ilk on
ayında 6 milyon 370 turist gelmişken, bu yıl 5
milyon 940 bin turistin geldi" dedi.
Birgün,
Haber: Elçin Yıldıral, 23.12.2010
******
KÜLTÜR
BAŞKENTLİĞİ GİDİYOR AMA TARTIŞMALAR KALICI GİBİ
Kültür ve Turizm
Bakanı Ertuğrul Günay,
İstanbul'un ''Avrupa Kültür Başkenti'' olmasının
maliyetiyle ilgili olarak, ''Basında
çıktığı kadar abartılı rakamlar değil. Kaldı ki,
Maliyenin verdiği bütçenin yüzde 70'i, son dönemde
yüzde 60'ı tümüyle restorasyon çalışmalarına
ayrıldı. Tanıtma ve kültür sanat etkinlikleri, biraz
daha daha az orandaydı. Yani kalıcı işlere çok para
ayrıldı'' dedi. Günay, Büyük Tiyatro fuayesinde
düzenlenen ''Cüneyt Gökçer... Ustamız''
adlı fotoğraf sergisinin açılış töreninden
ayrılırken, bir gazetecinin ''İstanbul'un 2010
Avrupa Kültür Başkenti olmasının Türkiye'ye ve
İstanbul'a ne kattığına'' yönelik sorusunu
yanıtladı.
İstanbul'un çok büyük bir şehir olduğunu ifade eden
Günay, ''Balkan ülkelerinin neredeyse tamamına yakın
nüfusu var. Avrupa Kültür Başkenti etkinlikleri, çok
yoğun bir programa dayandı gördüğüm kadarıyla. Ama
İstanbul, aynı sıfatı Macaristan'da Pecs, Almanya'da
Essen şehriyle bölüştü. Bu şehirler İstanbul'un
semtleri kadar. Orada tabii ne yapsanız sahnede
görünüyor, ama İstanbul'da inanılmaz bir yoğunluk,
yaşam kargaşası var, büyük bir nüfus artışı var. Ama
bazı şeyler, belki yeteri kadar insanların günlük
hayatı içinde görünmemiş olabilir. Yoğun bir sanat
takvimi vardı'' dedi. Bu kapsamda çok sayıda
restorasyon, tarihi mekanları ayağa kaldırma
girişimi başlattıklarına işaret eden Günay, ''Bu
dönem bir kısmı devam ediyor, devam edecek. Bir
anlamda Avrupa Kültür Başkenti sıfatı bize İstanbul
için yapmamız gereken ne kadar çok şey olduğunu bir
daha hatırlattı, öğretti. Bir sonuç değil bir
başlangıç oldu. Bundan sonra o İstanbul Kültür
Başkenti aynasını sürekli olarak İstanbul'a ve
kendimize tutacağız ve yolumuza devam edeceğiz''
diye konuştu.
Günay, ''İstanbul'un Avrupa Kültür Başkenti
olmasının maliyeti'' ile ilgili soruyu da ''Bu
hesapları daha çok Koordinasyon Kurulu Başkanı
arkadaşım var, o biliyor. Ama basında çıktığı kadar
abartılı rakamlar değil. Kaldı ki Maliyenin verdiği
bütçenin yüzde 70'i, son dönemde yüzde 60'ı tümüyle
restorasyon çalışmalarına ayrıldı. Tanıtma ve kültür
sanat etkinlikleri, biraz daha az orandaydı. Yani
kalıcı işlere çok para ayrıldı'' diye yanıtladı.
Avdagiç'ten kınama
İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti (AKB) Ajansı
Yürütme Kurulu Başkanı
Şekib Avdagiç,
CHP İstanbul İl Başkanı
Berhan Şimşek'in
iddialarına ilişkin AA muhabirine yaptığı
açıklamada, iddiaların geneline bakıldığında ya
ciddi bir bilgisizlik ya ciddi bir kasıt ya da her
ikisinin birden olduğunu öne sürdü. ''Türkiye'nin
anamuhalefet partisinin ülkenin en büyük şehrinde il
başkanlığı yapan ve bir dönem milletvekilliği yapan
bir kişinin bu kadar hatalı, gerçekleri yansıtmayan
konularla kamuoyunun karşısına çıkmasının ve bu
konuda canla başla görev yapan kişileri rahatlıkla
karalayabiliyor olmasını kınadığını'' belirten
Avdagiç, sözlerini şöyle sürdürdü:
''Kısıtlı zamanda bir araya gelen bir kadro, belli
bir zamanda belli projeleri gerçekleştirmeye
çalıştı. İşimizi doğru yapmaya çalıştık, hiç hata
yapmamak durumunda olduk. Üzüntü verici bir yaklaşım
var. Yapıldığı iddia edilen projelerin bir kısmı
yapılmış değil. Belirtilen isimlerin bir kısmı hiç
bizim portföyümüzde yok. Dolayısıyla çok içler acısı
bir açıklama.''
Avdagiç, iddialarda adı geçen
Numan Güzey'in
İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür ve Sosyal
İşler Daire Başkanı olduğunu belirtti. Belediye
adına Almanya'da ''Eş Zamanlı Koşutluk Karşıtlık''
adlı bir proje yaptıklarını, bu projenin
başvurusunda projeyi yürüten birim olarak İstanbul
Büyükşehir Belediyesi Kültür ve Sosyal İşler Daire
Başkanlığı adına Numan Güzey'in kurumunu temsilen
ismini koyduğunu anlatan Avdagiç, şunları kaydetti:
''İstanbul Büyükşehir Belediyesi ile birlikte
yapılan bir projede, bir şahsa para aktarıldığını
söylemek ciddi bir cahillik ya da kasıttır. Bu kadar
işin özünü incelemeden iddiada bulunmak, hem ajansa
karşı hem de ismi gündeme gelen kişiye karşı büyük
bir haksızlık ve art niyet. Belediye ile birlikte
yaptığımız bir proje var. Bu projeyi de Kültür A.Ş.
marifetiyle yaptık. Bu proje övünç duyduğumuz,
Berlin'de çok ses getiren bir proje olmuştur. Böyle
bir projeyi bu şekilde gündeme getirmek ciddi bir
basiretsizlik.''
Avdagiç, Bülent Akarcalı ile ilgili iddialarda söz
edilen 300 bin TL'lik Müzik Akademisi projesinin,
İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı'nın
kayıtlarında bulunmadığını anlattı.
Avdagiç, İstanbul 2010 AKB Ajansı ile Deniz Feneri
Derneği'ne uzanan ilişkilerin bulunduğu iddialarıyla
ilgili de ''Hepimiz Adem Peygamber'e uzanıyoruz.
Arkadaşların bu konudaki becerilerini hayranlıkla,
hayretle ve esefle izliyorum. Bizimle bir dönem
çalışmış olan bir arkadaşın, belli dönemlerde o
davada ilişkisi olan birileriyle iş ortaklığının
olması bizi hiç ilgilendirmiyor. Biz ajansta çalışan
arkadaşların, ajansta çalıştığı dönemdeki işlerine,
ilişkilerine ve projelerine bakarız. Onun
dışındakiler bizim ilgi alanımız içinde değil'' diye
konuştu. İddialarda ismi geçen Ahmet Kot'un ajansın
yönetmeni olduğunu belirten Avdagiç, şunları
kaydetti:
''Ahmet Kot ile ilgili bir problem varsa, olumsuzluk
varsa bununla ilgili cevap veririz. İşin acı tarafı
Berhan Şimşek iddiayı gündeme getirirken 'Sanırım
Ahmet Kot'un eşi' sıfatını kullanıyor. Birine bir
töhmette bulunuyorsunuz ve sanırım ifadesini
kullanıyorsunuz. Ne kadar vahim bir durum. Bu kadar
mı kolay insanları karalamak? Ajansta çalışan herkes
gibi, Ahmet Kot'un da ajanstan herhangi bir iş, bir
ihale alması söz konusu bile değil. İhale de
almamıştır. Burada gündeme gelen bir proje var.
'İstanbul Gülümsüyor' diye bir proje gelmiş ve biz
de kabul etmemişiz. Bize gelen ama kabul edilmeyerek
kaynak aktarılmayan projenin gündeme getirilmesi,
ciddi bir bilgisizlik ve karalayıcı bir yaklaşım.
Ahmet Kot'un eşinin 2010 Ajansı ile hiçbir
bağlantısı yoktur.''
''2009 yılından 2010 yılına girerken, CHP'nin 2010
projesini karalayıcı açıklamalarda bulunduğunu öne
süren Avdagiç, şöyle devam etti:
''Yaptığımız 600 projenin arkasında duruyoruz ama
bizimle ilgili bir yıl önce birtakım suçlamaları
gündeme getirenler ortalıkta yoklar, ne
icraatlarıyla ne iddialarıyla... Bir yıl sonra
görevden alınma öngörüsü içinde beklentisi olan
birinin bu durumu kamufle etmek için birilerine
suçlama yöneltmesine asla şahsım ve kurumum adına
müsaade etmeyeceğim. Benim şahsıma, kurumuma,
kurumumda çalışan arkadaşlarıma haksız töhmette
bulunanlar mutlaka bunun bedelini ödeyeceklerdir,
yüce Türk adaletinin önünde bunun karşılığını
göreceklerdir. Bu iddialarla ilgili hiç kimse 'Çamur
at izi kalsın' lüksüne sahip değildir, CHP İl
Başkanı bile olsanız. Bu konuda kim olursa olsun,
haksız suçlamada bulunan herkesle ilgili sonuna
kadar mücadele edeceğimiz açıktır.''
''Benim üzüldüğüm milletvekilliği yapmış birinin, bu
kadar bilgisiz, bu kadar donelere bağlı olmayan bir
iddiada bulunması'' diyen Avdagiç, şunları kaydetti:
''Daha kamuda kaynakların nasıl aktarıldığını, 4
defa bütçe görüşmelerine katılan biri olarak bunu
algılayamadığını üzülerek görüyorum. Biz CHP Genel
Başkan Yardımcısı Gürsel Tekin'e de il başkanı
olduğu dönemde, 2010 yılına girerken brifing verdik.
Memnuniyetle karşılandı ve bütün sorulara cevap
verdik ama buna rağmen, olmayan kaynakların
hesabının sorulması... Kendisini küçük düşüren
açıklamaları var. Ne kültür başkentliği ne de spor
başkentliği projesiyle ilgisi var. 2007 yılında
çıkan kanun gereği bizim 6 ay daha süremiz var. Ek
bir kanuna ihtiyacımız yok. 2007 yılında çıkan karar
internette var. Ajansın 2011 yılının Haziran ayında
fesh olacağı yazıyor. Bunu okumadan, incelemeden,
böyle bir töhmette bulunmalarına üzülüyorum. Bir
siyasi kurumun Türkiye'nin en büyük ilinde görev
yapan başkanının bu kadar bilgisiz olmasını ya
bilgisizliğe ya da kasta bağlıyorum. Spor
başkentiliği ile hiçbir organik bağımız yok. Bizim
bütün bütçe rakamlarımız internet sayfamızda
yayınlanıyor. İl başkanı, milletvekilliği yapmış
biri Türkiye'de kamu kaynağı kullanan kurumların
nasıl teftiş edildiğiyle ilgili en temel bilgilerden
yoksun. Bu konuda da bilgi isterse, bilgi veririz.''
Gündeme gelen konuların kendileri açısından herhangi
bir usulsüzlük içeren konular olduğunu, bir kısmının
gerçek olmayan, bir kısmının da çarptırılarak
kamuoyunun kafasını bulandırmaya yönelik açıklamalar
olduğunu ifade eden Avdagiç, ''Bununla ilgili hukuki
süreci kesinlikle gündeme getireceğiz'' dedi.
Yürütme kurulu üyesi Vecdi Sayar ile ilgili iddiaya
da değinen Avdagiç, ''Vecdi Sayar, danışman olarak
içinde bulunduğu projeden yürütme kurulu üyeliğine
atanır atanmaz ilişkisini kesmiştir. Proje, müellifi
tarafından realize edilmiştir. 'Altın Yollar'
projesi, 2010 yılı içinde gerçekleştirilen başarılı
bir proje olmuştur. Vecdi Sayar'ın isminin bu
iddialarda yer alması üzüntü verici.
Ajansın en üst düzeyinde görev yapan Yılmaz Kurt'un
bir dönem editörlüğünü yaptığı dergiye para
aktarıldığı yönünde iddiaların da bulunduğunun
hatırlatılması üzerine Avdagiç, ''İdarecinin Sesi,
adlı dergi İçişleri Bakanlığında üst düzey görev
yapan kişilerin çıkardığı bir dergi. Yılmaz Kurt,
ajansta görev başladığında oradaki görevinden
ayrıldı. Biz genel olarak medyaya yaptığımız destek
kapsamında bu dergiye son derece mütevazi bir destek
verildi. Bunun karşılığında dergide ajansın
çalışmalarıyla ilgili bilgiler yer aldı. Birçok
diğer dergiyle yaptığımız sıradan bir iş'' yanıtını
verdi.
Yürütme Kurulunda görev yapan İsrafil Kuralay ile
ilgili de iddiaların olduğunu ifade eden Avdagiç,
''İsrafil Kuralay, ismen hiçbir projemizde yer
almamıştır. Yürütme kurulu üyesi olmadan önce ortağı
olduğu şirket yapılan açık ihale sonunda bizim kitap
basım işimizi almıştır. İsrafil Bey, yürütme
kuruluna atandıktan sonra ajansla hiçbir ticari
ilişkiye girmemiştir. O kaynak İsrafil Bey'e
aktarılan bir kaynak değildir. Yapılan açık ihalede
5'ten fazla teklif alınmıştı. O dönem en uygun
teklif veren firma kendisinin de ortak olduğu
firmadır. Rutin bir satın alma işini de bu şekilde
sunmak da çok kasıtlı ve kötü niyetli bir yaklaşım''
dedi.
Yapı, 23.12.2010
KÜLTÜR MİRASI GÖNÜLLÜLERİNİ ARIYOR
Arkeologlar Derneği İstanbul Şubesi, “Kültürel
Mirası Katılımcı Koruma Modeli Projesi”ne imza
atıyor.
Bu çalışma Sivil Toplum Diyaloğu
İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Hibe
Programı kapsamında hibe almaya hak kazanan 11
projeden biri oldu. Projede,
İstanbul Üsküdar’da kültür mirasıyla ilgili
bilinçlendirme ve bilgilendirme faaliyetlerinin
düzenlenmesi, kültür varlıklarının semt gönüllüleri
yoluyla izlenmesi, bilgi ve ihbarların internet
adresi üzerinden ilgili mercilere iletilmesi
hedefleniyor. Katılımcı koruma modelini oluşturmayı
amaçlayan projede Atlas Dergisi ve
İstanbul Üniversitesi Prehistorya Anabilim Dalı
iştirakçi kurum olarak yer alıyor. Projenin
uygulaması gönüllülerin aktif katılımıyla
gerçekleşecek. Gönüllü olmak isteyenlerin www.arkeologlardernegist.org
adresindeki formu doldurması yeterli.
Hürriyet Seyahat, 20.12.2010
TABYALARDA ÇAĞDIŞI GÖRÜNÜM
Kahraman Türk kadını Nene Hatun anısına, “Nene Hatun
Tarihi Milli Parkı” olarak ilan edilen Aziziye ve
Mecidiye tabyaları, tarihe tanıklığıyla değil, içler
acısı haliyle dikkat çekiyor. Bakanlar Kurulu
kararıyla “Milli Park” ilan edilen tabyalarda,
birkaç tabela ve çöp tenekesi dışında hiçbir
düzenleme göze çarpmazken, eşsiz mücadelelere
tanıklık eden söz konusu savunma hatları, şimdilerde
sahipsizliğe ve bakımsızlığa terk edilmiş durumda.
2873 Sayılı Milli Parklar Kanunu kapsamına
alınarak “Milli Park” ilan edilen tabyalar için
geçtiğimiz yıl başlatılan Gelişim Planı
çalışmalarının hangi aşamada olduğu bile
bilinmezken, tabyalar içerisine yerleştirileceği
açıklanan ziyaretçi tanıtım ve simülasyon
merkezinden ise, henüz bir haber yok. Tabyaların
tanıtımının yapılacağı giriş kontrol ve tanıtım
merkezi ile seyir terasları gibi donatıların kurulup
kurulmayacağı bilinmezken, tabyaların iç kısmında
herhangi bir düzenleme yapılıp yapılmayacağı da,
merak edilen hususların başında geliyor. Duvar
yazılarıyla dolu iç bölümler, tabyaları ziyaret için
gelen yerli ve yabancı turistleri şaşkına
çevirirken, Erzurum’un sahip olduğu bu eşsiz
eserlerin niye bu halde olduklarına ise, akıl sır
erdirilemiyor.
Bilimsel ve estetik bakımdan milli ve
milletlerarası ender bulunan tabii ve kültürel
kaynak değerleri ile koruma, dinlenme ve turizm
alanlarına sahip, tabiat parçalarını kapsayan çok
önemli koruma statüsüne sahip olan “Milli Park”lar,
bulundukları yörelerin tanıtımına büyük katkılar
sağlarken, Erzurum’daki Aziziye ve Mecidiye
tabyalarının mevcut haliyle nasıl bir misyon
üstlenecekleri kestirilemiyor.
“Milli Park” ilan edilmiş olmasına rağmen tek
bir görevlinin dahi bulunmadığı Aziziye ve Mecidiye
tabyalarında, tarihi dokunun uğratıldığı zarar da
dikkatlerden kaçmıyor. Giriş ve çıkışların kontrol
edilememesi nedeniyle dileyen herkesin adeta at
oynatabildiği tabyalarda, kireçle yapılan badanadan,
duvarların kazılması suretiyle yazılan yazılara
varıncaya kadar, olumsuz birçok görüntüye
rastlanıyor. Ayrıca Milli Park ilan edilen alanlarda
Kültür ve Turizm Bakanlığı’nca görevlendirilmiş alan
kılavuzlarının bulundurulması gerekirken, Nene Hatun
Milli Parkı’nda ise, sadece uyarıların bulunduğu iki
tabelanın dışında bilgilendirilmeye yönelik herhangi
bir adıma rastlanamıyor.
Milli Park ilan edilen Aziziye ve Mecidiye
tabyalarını ziyaret eden vatandaşlar, gördükleri
manzara karşısında neye uğradıklarını şaşırırken,
Erzurum’un, tarihi eserlerine karşı gereken
hassasiyeti göstermemesinden şikayetçi oluyorlar.
Aziziye ve Mecidiye tabyalarının, eşi görülmemiş
savunma hatları arasında olduğunu vurgulayan
vatandaşlar, “İstanbul’da yerin altındaki sarnıçlar
bile bugün müze ve galeri olarak kullanılabilirken,
Erzurum’da yerin üstündeki bu muazzam eserler adeta
harcanıyor.” dediler.
Erzurum Gazetesi, Haber: Samet Özünal,
20.12.2010
FRİG VADİSİ'NDE ANTİK YÜRÜYÜŞ YOLU TURİZMİ BAŞLIYOR
Frig uygarlığının izlerini taşıyan
Afyonkarahisar, Eskişehir, Kütahya ve Ankara illeri
arasındaki bölge, “antik yürüyüş turizmi” ile atılım
yapmaya hazırlanıyor.
Literatürde Frig Vadisi olarak bilinen bölgedeki
yollarda, tarihi eserlerin görülebileceği yürüyüş
parkurları belirlenerek bu parkurlar, uluslararası
standartlara uygun olarak işaretleniyor. Bu
çalışmalar, Afyonkarahisar’ın da aralarında
bulunduğu, Frig Vadisi’ndeki iller tarafından
yürütülüyor. Bu kapsamda, Seydiler (Afyonkarahisar),
Yazılıkaya (Eskişehir), İncik (Kütahya) ve Gordion
(Ankara) arasındaki antik yollar belirlenerek
birleştiriliyor; yürüyüş rotası, bilgilendirme
levhaları ile donatılıyor. Böylece, doğa
yürüyüşçülerine ve kültür turizmi amacı ile bölgeye
gelecek ziyaretçilere yön gösterecek bir sistem
kuruluyor. Projenin, hem Frig uygarlığının hem de
yörenin tanıtımına katkıda bulunacağı düşünülüyor.
Çalışmalara Frigya Kültürel Mirasını Koruma ve
Kalkınma Birliği (FRİGKÜM) yön veriyor.
İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti
etkinlikleri kapsamında sergideki Ermeni
mimarlar tarafından inşa edildiği belirtilen
bazı binaların başka mimarlara ait olduğu iddia
ediliyor.
Osmanlı arşivlerinde inşa kayıtlarına ilişkin
binlerce belge bulunduğunu, sanat tarihçileri
Osmanlıca bilmedikleri için bu belgeleri
değerlendiremediğini söyleyen Yrd. Doç.Dr.
Selman Can, "Birçoğu Balyan ailesine ait olduğu
öne sürülen yapıların gerçek mimarları
kayıtlarda farklı.
Balyanlar 19. yüzyılın en
büyük müteahhit ailesi olarak yaşadı, yaptıkları
yapıların da büyük kısmı farklı mimarların
eseri." dedi. Can'ın verdiği bilgilere göre
Balyan ailesi üyelerine ait olduğu öne sürülen
eserlerin arşiv kayıtlarındaki gerçek mimarları
şöyle: Sultan 2. Mahmut Türbesi (Mühendis Abdülhalim Efendi), Bayezit Yangın Kulesi (Seyyit
Abdülhalim Efendi), Rami Kışlası (Seyyit
Abdülhalim Efendi), Ortaköy Camiisi (Seyyit
Abdülhalim Efendi), Mecidiye Kışlası (İngiliz
William James Smith), Mekteb-i Harbiye (W. James
Smith), Yıldız Hamidiye Camiisi (Rum Nikolaki
Kalfa, Sarayburnu Antrepoları (Alman August
Jasmund), Baltalimanı Sahil Sarayı (İtalyan
Gaspare Fossati).
Sanat tarihçisi Süleyman Faruk Göncüoğlu, bu
eserlerin imparatorluk mimarisi olduğunu
belirterek, "Bu mimarlar Ermeni, Rum, Laz,
Süryani mimarlardır diyerek Osmanlı
mimarisindeki eserleri sınırlandırmak, medeniyet
olgusunu algılamamış olmaktan kaynaklanır."
dedi. Prof.Dr. Selçuk Mülayim, Balyan ailesi
üyelerinin bir kısmının müteahhit, bir kısmının
kalfa olduğunu belirterek, kimin olursa olsun bu
eserlerin Osmanlı kimliğini yansıttığını
söyledi. Prof.Dr. Suphi Saatçi de Balyanlar'ın
mimarlıktan çok müteahhitlik yaptıklarını
kaydederek "Bahsi geçen eserlerin mimarları
kendileri değildir. Müteahhit olarak öne
çıktılar ve Osmanlı vatandaşı olarak bu
topraklara hizmet ettiler. Söz konusu eserlerin
gerçek mimarlarının kim olduğu konusu
tartışılmalı ve kimse bundan korkmamalı." dedi.
Yrd. Doç.Dr. Ahmet Ersoy ise 19. yüzyıl Osmanlı
mimarisini veya kültürünü Osmanlı Rum ve
Ermenilerinden temizlemeye çalışmanın sağlıksız
bir yaklaşım olacağını söyleyerek Balyanlar'ın
çoğu binalarında hem müteahhit hem de tasarımcı
olarak görev yaptıklarını belirtti.
Zaman, 20.12.2010
******
SON DÖNEM OSMANLI
MİMARİSİ TARTIŞMASI
Son dönem
Osmanlı mimarisi ve sanatı üzerinde
çalışmaları bulunan, Atatürk Üniversitesi
Güzel Sanatlar Fakültesi Temel Eğitim Bölümü
Kuramsal Anabilim Dalı'nda görevli Yrd. Doç.Dr.
Selman Can, İstanbul'un son dönem mimari
mirasının Ermeni ve Rumlara mal edilmeye
çalışıldığını söyledi.
AA muhabirinin görüştüğü Can, Osmanlı arşivlerinde
imar ve inşa kayıtlarına ilişkin binlerce belge
bulunduğunu, Türkiye'de sanat tarihçilerinin
Osmanlıca bilmedikleri için bu belgeleri
değerlendiremediğini anlattı. Kendisinin uzun
yıllardır Osmanlı arşivlerinde bu konulara ilişkin
çalışma yaptığını bildiren Can, İstanbul 2010 Avrupa
Kültür Başkenti etkinlikleri kapsamında, 19. yüzyıl
sonu, 20. yüzyıl başında İstanbul'da yaşayan 40
Ermeni mimar tarafından yapıldığı öne sürülen 100
binanın fotoğraflarının yer aldığı ''Batılılaşan
İstanbul'un Ermeni Mimarları Sergisi'' açıldığını
hatırlattı.
Osmanlı arşiv belgelerine göre, birçoğu Balyan
ailesine ait olduğu öne sürülen yapıların gerçek
mimarlarının kayıtlarda farklı olduğunu kaydeden
Can, şunları söyledi:
''Benzer bir proje Rumlar için de yapıldı.
İstanbul'un mimari mirası Ermeni ve Rumlara mal
edilmeye çalışılıyor. Bu bilinçli bir adım. Zira
uzun zamandır aynı konular üzerine çok sayıda
etkinlik düzenlenmekte. Toplumsal bellek belirli
konularda şartlandırılıyor. Bu projelerin neden
üçüncü ayağı İstanbul'un Türk mimarları değil?
İstanbul'da Türklere ait hiçbir yapı yok mu? Projeye
destek verenlerin bu soruyu kendilerine sormalarını
isterim''.
''Batılılaşan İstanbul'un Ermeni Mimarları Sergisi'nin
gerçekleri yansıtmadığı için yanlış olduğunu savunan
Selman Can, Osmanlı mimarlığının 19. yüzyıl
içerisinde gerçekleştirdiği en radikal değişimin,
'bina eminliği' uygulamasından 'münakasa' sistemine
geçiş olduğunu anlattı.
'Açık eksiltme' anlamını taşıyan münakasa ile
yapıların ihaleye çıkarılarak müteahhitler eli ile
inşa edilmeye başlandığını bildiren Can, ''Bu
dönemde sermaye birikimleri ile Ermeni ve Rumlar, bu
ihalelerin büyük kısmını alırlar. Özellikle Balyan
ailesi üç nesil halinde bu müteahhitliği
yürütmüştür. Osmanlı'nın bir milyon altın sermayeli
ilk resmi inşaat şirketi de Balyanlar'ındır'' diye
konuştu.
Can, Balyanlar üzerine yazılan bilgilerin büyük
kısmının bilimsellikten uzak olduğunu, Balyanlar'ın
19. yüzyılın en büyük müteahhit ailesi olarak
yaşadıklarını ve yaptıkları yapıların da büyük
kısmının farklı mimarların eseri olduğunu kaydetti.
Ermeniler açısından bakıldığında, 19. yüzyıl boyunca
kendi cemaatlerini milli bir hedef doğrultusunda
birleştirmek için yoğun çabalar sergilendiğinin
görüldüğünü ifade eden Can, ''Yaptıkları işleri,
çoğu zaman abartılı olarak tanımlayıp tasvir ederek
reklamlarını yapmayı çok iyi başarmışlardır.
Uluslararası destek alınarak Ermenilerin tarihsel
geçmiş ve zenginliğine atıfta bulunulup özellikle
etnik kökene vurgu yapılarak Ermeni sanatının
Osmanlı toplumundaki ayrıcalığına dikkat
çekilmiştir. Çok belirgin bir şekilde mimarlık,
kimlik ve ulus kurma amacıyla, Ermeniler tarafından
önemli bir araç olarak kullanılmıştır'' şeklinde
konuştu.
Can, kısa bir süre sonra bu konulara ilişkin bilgi
ve değerlendirmeleri kapsayan bir kitap çıkaracağını
da sözlerine ekledi.
Yrd. Doç.Dr. Selman Can, Balyan ailesi üyelerine
ait olduğu öne sürülen eserlerin, arşivlerden
tespitlerine göre de gerçek mimarlarını da şöyle
açıkladı:
''Sultan 2. Mahmut Türbesi, Garabed Balyan'ın değil,
Mühendis Abdülhalim Efendi'nindir.
Bayezit Yangın Kulesi, Senekerim Balyan'ın değil
Seyyit Abdülhalim Efendi'nindir.
Rami Kışlası, Kirkor Balyan'ın değil, Seyyit
Abdülhalim Efendi'nindir.
Ortaköy Camisi, Nikoğos Balyan'ın değil, Seyyit
Abdülhalim Efendi'nindir.
Mecidiye Kışlası (Taşkışla), Serkis Balyan'ın değil,
İngiliz William James Smith'indir.
Mekteb-i Harbiye (Askeri Müze), Serkis Balyan'ın
değil İngiliz William James Smith'indir.
Yıldız Hamidiye Camisi, Serkis Balyan'ın değil Rum
Nikolaki Kalfa'nındır.
Sarayburnu Antrepoları, Simon Balyan'ın değil Alman
August Jasmund'undur.
Baltalimanı Sahil Sarayı (Büyük Reşit Paşa Sarayı),
Sarkis Balyan'ın değil İtalyan Gaspare
Fossati'nindir.''
Sanat tarihçisi Süleyman Faruk Göncüoğlu da 19.
yüzyıl sonu ve 20. yüzyıl başındaki eserlerin
imparatorluk mimarisi olduğunu belirterek, ''Önce
yapana değil yaptırana bakmak lazım'' dedi.
Osmanlı mimarisinin bir medeniyetin yansıması, bir
medeniyet mimarisi olduğunu ifade eden Göncüoğlu,
dünyadaki son medeniyetin Osmanlı medeniyeti
olduğunu kaydetti. Bundan sonrasındakilerin ise
kültür hegemonyası olduğunu savunan Göncüoğlu, ''Bu
değerlendirmeden yola çıkacak olursak, 'Bu mimarlar
Ermeni, Rum, Laz, Süryani mimarlardır' diyerek
Osmanlı mimarisindeki eserleri sınırlandırmak,
kategorize etmek, medeniyet olgusunu algılamamış
olmasından kaynaklanır. Bugünkü kültür hegemonyası
içerisinde bir medeniyet mimarisi ve bir Osmanlı
mimarisi değerlendirilmeye çalışılıyor. Bunu bir
bilimsel cahillikle ifade edebiliriz'' şeklinde
konuştu.
Bugünkü İstanbul mimari tarihine bakıldığında,
Seyyit İsmail Zühtü Altunizade'nin
koordinatörlüğünde yapılmış binalar sergisi de
yapılabileceğini, bugün 'Ermeni mimarları tarafından
yapıldı' denilen yapıların büyük bir kısmının bu
insanın koordinasyonuyla gerçekleştirildiğini
belirten, Göncüoğlu, şunları kaydetti:
''Yani, dönemin mimari zevk algılayışı, devletin
talebi, yönetimin zevk anlayışı görmezden gelinerek
tek bir boyuta indirmek, 19. yüzyıl Osmanlı
mimarisine yapılmış en büyük fikri darbelerden
biridir. İstanbul siluetine baktığımızda, 16.
yüzyıla ait Mimar Sinan'ın eserlerini görürüz. 19.
yüzyıl Osmanlı yapılarına baktığımızda bugün
Düyunu-i Umumiye yani İstanbul Erkek Lisesi binası,
Haydarpaşa Hastanesi, Şişli Etfal Hastanesi, Cibali
Tekel binası -şimdi Kadir Has Üniversitesi oldu- hep
Sultan 2. Abdülhamit dönemi eserleridir.
Selman Can Bey'in belgeleri tamamen doğrudur.
Katılıyorum çünkü arşiv belgeleri üzerine görüşünü
ifade etmektedir. En büyük hata şuradadır; biz
Osmanlı mimarisinin, Osmanlı medeniyeti içerisinde
oluşturulmuş bir mimarlık zenginliği anlayışı
olduğunu fark edemezsek, bir imparatorluk mimari
algısını göremeyecek kadar cahilane bir şekilde
sıradanlaştırırız''.
Gelecek nesillere sağlıklı bilgiler bırakmak
gerektiğini ifade eden Göncüoğlu, ''Bu bilgileri
tamamen anlamsız bölümlere ayırarak, sahip olduğumuz
tarihi mirası anlaşılmaz ve kavmiyetçilikle yüklü
bir anlam içerisine sürükleyebiliriz. Bu tür
sergiler bizim ne kadar zengin bir mimariye sahip
olduğumuzun göstergesidir. Ama bunu sadece ırkı
boyutlara, kavramlara indirirsek Osmanlı medeniyeti
ve imparatorluk mimarisi anlayışını reddetmiş, kendi
içerisinde fikri ikilem oluşturmuş oluruz. Bu da
gereksiz tartışmalara yol açar'' dedi.
Marmara Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi
Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr. Selçuk Mülayim de
Balyan ailesi üyelerinin bir kısmının müteahhit, bir
kısmının kalfa olduğunu belirterek, ''Bir kısmının
mimari eğitimleri de yoktur. Bence bu konuda arşiv
belgelerini esas almak lazım. Aslında eser her kimin
olursa olsun önemli değildir ama bunlar bence
Osmanlı kimliğini yansıtan eserlerdir. Bu bağlamda
mimarı önemli değildir. Ama sanat tarihçileri,
uzmanlıkları gereği bunun mimarını, ustasını
araştırırlar. Sonuç itibariyle bütün 19. yüzyıl
mimarları yapılan Osmanlı kimliğinin bir
göstergesidir'' diye konuştu.
Mimar Sinan Üniversitesi Mimari Restorasyon Bölümü
öğretim üyesi Prof.Dr. Suphi Saatçi de ''Osmanlı
yönetiminin yetenekli olan herkesi Bosnalı,
Tebrizli, Şamlı, Halepli, Bağdatlı, İstanbullu yahut
Tokatlı olması arasında bir fark gözetmeksizin aynı
imkanı sağlaması ve insanları bu imparatorluğa
hizmet edecek tarzda yetiştirmiş olmasıdır'' dedi.
Balyanların da bu toprakların insanı olduğunu ifade
eden Saatçi, Balyanların mimarlıktan daha çok
müteahhitlik yaptıklarını bildiğini kaydederek
''Bahsi geçen eserlerin mimarları kendileri
değildir. Müteahhit olarak öne çıktılar ve Osmanlı
vatandaşı olarak bu topraklara hizmet ettiler''
şeklinde konuştu.
''Bilim insanı her konuda konuşabilir, konuşma
hakkına sahiptir. Kendisine zaten yetki veriliyor ki
bu konuda görüşünü belirtsin'' diyen Prof.Dr. Suphi
Saatçi, Balyan ailesinin mimar olup olmadıklarının
ve bu söz konusu eserlerin gerçek mimarlarının kim
olduğu konusunun tartışılmasından kimsenin
korkmaması gerektiğini bildirdi. Saatçi, ''Bu konu
ne bizden bir şey kaybettirir ne de onları üzer,
bilimsel tartışma her zaman yarar sağlar. Fakat
maalesef bizde takım tutar gibi olmuş. Herkes
kendini belli bir fikrin içine hapsetmiş.
Dolayısıyla sıkıntı oradan kaynaklanıyor. Aslında
sıkıntı duyulacak bir konu olmaması lazım. Bilimde
sıkıntı olur mu, ben bunu anlamış değilim'' diye
konuştu.
Boğaziçi Üniversitesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi
Yrd. Doç.Dr. Ahmet Ersoy da 19. yüzyıl Osmanlı
mimarisini veya kültürünü Osmanlı Rum ve
Ermeni'lerinden temizlemeye çalışmanın sağlıksız ve
en hafif tabirle ön yargılı bir yaklaşım olacağını
söyledi.
Ersoy, bu yaklaşımın akademik nesnellik ve tarihsel
etik kıstaslarına da tamamen aykırı olacağını
savunarak, şunları kaydetti:
''Başbakanlık, Topkapı veya Dolmabahçe Arşivi gibi
kaynakları kullanan ve Osmanlı yazılı kaynaklarına
biraz aşinalığı olan hiç kimse, Ermeni ve Rumların
19. yüzyıl Osmanlı inşaat sektöründe tasarımcı,
uygulayıcı, müteahhit ve yatırımcı olarak çok odaklı
ve merkezi bir rol üstlendiğini yadsıyamaz. Bu
alanın en etkin ve üretken ailesi olan Balyanlar da
çoğu binalarında hem müteahhit hem de tasarımcı
olarak görev almışlardır. Buradaki esas sorun
arşivlerin nasıl bir yöntem ve birikimin ışığında
kullanıldığı, bu malzemenin nasıl bir yorum ve
doğrulama süzgecinden geçirildiğidir. Zira arşivdeki
ham bilgi, yüzeysel veya maksatlı bir okumayla
rahatlıkla araştırmacının beklentilerine alet
edilebilir ve ön yargılarına kurban edilebilir''.
Osmanlı dünyasında, tasarım ve uygulama eylemlerinin
birbirinden net olarak ayrıştırılmadığını belirten
Ersoy, terminolojideki bu belirsizliklerden dolayı
Baylanlara atfedilen belli binalarda tasarımcının
kim olduğu konusunda ihtilaflar olmasının doğal
olduğunu ifade ederek, şöyle devam etti:
''Dönemin birçok binası için elimizdeki kaynaklara
dayanarak tartışmasız olarak Balyanların
müellifliğinden söz edebiliyor olsak da bazı binalar
için uzun soluklu ve belki de sonuçları çoğu zaman
belirsiz kalacak heyecanlı bir keşif sürecinden
bahsetmek durumundayız. Ancak, 19. yüzyılda Hassa
Mimarlar Ocağı'nın kapatılmasının ardından, devletin
inşaat alanını merkezileştirme çabasının ürünü
olarak ortaya çıkan Ebniye Müdürlüğü (1831) ve buna
bağlı olarak ihaleleri koordine eden Ebniye Meclisi
gibi kurumların müdürleri olan ve idari görevleri
itibarıyla inşaat sektörünün üzerinde yapıcı
etkileri olan Seyyid Abdülhalim Efendi veya Mühendis
Abdülhalim Efendi gibi yöneticilerin isimlerinin
inşaat ve ihale yazışmalarından teşhis edilip
tasarımcı olarak tereddütsüzce ilan edilmesi
maksatlı bir yanılgı, ya da en azından ciddi bir
tarihsel gaftır''.
Yapı, Fotoğraf: Bayram Akçan, 20.12.2010
ÜÇ DİNİ HANÇER UCUNDA BULUŞTURAN MANASTIR
Akabe Körfezi’nin kuzeyinde üç önemli liman şehri
kurulmuş: Taba (Mısır), Eilat (İsrail) ve Akabe
(Ürdün). Körfez özellikle dalış meraklılarının
gözdesi. Sina kıyılarındaki koylarına Sheraton,
Hilton, Clup Med gibi büyük otel zincirlerinin tatil
köyleri sıralanmış. St. Catherine Manastırı, Şarm El
Şeyh’in oteller bölgesine karayoluyla 2,5 saat
uzaklıkta. Yolu düzgün, ancak bıçkın şoförler
nedeniyle tedbirli olmak gerekiyor. Manastır hergün
binlerce turist ağırlıyor.
Dağların arasında, çorak bir vadiye gizlenen 1700
yıllık St. Catherine, UNESCO Dünya Mirası
Listesi’nde. Kuruluşundan beri kesintisiz işleyen en
eski manastır. Kutsal kitaplarda tarif edilen, Hz.
Musa’nın Sina Dağı’ndaki Yanan Çalı önünde ilk
vahiyleri aldığı noktaya kurulmuş. Bu nedenle üç din
için de kutsal mekan. Önce Bizans İmparatoru I.
Konstantin’in annesi Helena küçük bir şapel
yaptırmış. Sonra I. Jüstinyen bugünkü yapıyı inşa
ettirmiş. Hz. Muhammed’in manastırı koruma altına
almak için el basarak imzaladığı ahitname bugün
yapıdaki müzede sergileniyor. İslamiyet’in
yayılışından sonra, kalın surlarla çevrili bu
manastır kompleksinin içine, yine koruma amaçlı bir
de küçük Fatimi Camii inşa edilmiş, fakat kıblesi
yanlış yapıldığı için hiç kullanılmamış.
Kuru çöl ortamı sayesinde manastır kütüphanesindeki
çok önemli el yazmaları günümüze kadar ulaşmış.
Yunanca, Arapça, Ermenice, İbranice, Gürcüce, Asurca
ve eski Udi dilindeki kutsal el yazmalarının
sayısının, Vatikan Kütüphanesi’ni geride
bırakabilecek düzeyde olduğu söyleniyor. Kütüphane
ziyarete kapalı. Belgeler
Washington, D.C. Kongre Kütüphanesi’nce mikro
filme aktarıp, araştırmacılara açılmış.
Dünyanın en eski iki İncil’inden biri Vatikan’da (Codex
Vaticanus), diğeri St. Catherine’de. Manastırdaki
4’üncü yüzyıl ortalarında Antik Yunanca yazılmış.
Metin, Hıristiyanlığın gelişim çizgisini takip
açısından çok önemli. Çünkü, çok sayıda kutsal metin
ilk kez bu kitapta bir araya getirilip bugünkü İncil
oluşmuş.
Codex’in bir özelliği de tarihte bu boyutlarda
üretilen ilk ciltli
kitap
oluşu. Bu, bir teknolojik sıçramaya işaret ediyor. O
zamana kadar, ciltli kitaplar hep kısa metinler
içeriyordu; uzun kitaplar ise ancak papirüs
rulolarına yazılabiliyordu.
İncil’den geriye kalan parçalar, Alman araştırmacı
Constantine Von Tischendorf tarafından 1844-1859
arasında incelenmek ve geri verilmek üzere parti
parti alınarak
Rusya’ya götürüldü. Fakat geri verilmedi. Bugün,
parçaları Londra’daki British Library, Leipzig
Üniversitesi Kütüphanesi, St. Petersburg’daki Rus
Ulusal Kütüphanesi ve St. Catherine Manastırı
arasında dağılmış durumda. Kitabın
Rusya’da kalan 694 sayfalık en büyük bölümü,
1933’te nakit sıkıntısı çeken Stalin yönetimince
British Library’ye satılmış. Metin 2009’da dijital
ortama aktarılmış.(www.bl.uk / onlinegallery /
sacredtexts / codexsinai.html)
Yapıda 5 ve 6’ıncı yüzyıllara tarihlenen, dünyanın
en eski ikonalarını görmek mümkün. Bunlardan biri
özenle korunuyor, flaşsız bile olsa fotoğrafının
çekilmemesi isteniyor. Manastır yetkililerinin
söylediğine göre bu ikona, Hz. Meryem’in Hz. İsa’yı
emzirirken görüldüğü yegane kutsal resim.
Hürriyet Seyahat, Haber: Cahit Akyol, 20.12.2010
II. ABDÜLHAMİD'İN GÜMÜŞ TAKIMI 150 BİNE SATILDI
Alif Art Antikacılık A.Ş.'nin Osmanlı ve Karma Sanat
Eserleri Özel Koleksiyonu Müzayedesi'nde, 80 bin
TL'den açık artırmaya çıkan Sultan II. Abdülhamit'in
tuğralı gümüş buhurdan (tütsülük) ve gülabdan
(gülsuyu serpmek için kullanılan kap) takımı 150 bin
TL'ye satıldı.
Ortaköy'de, Esma Sultan Yalısı'ndaki müzayedede,
4 özel koleksiyondan derlenen 392 eser
sanatseverlerin beğenisine sunuldu. Müzayedede
Şeker Ahmet Paşa'nın oğlu İzzeddin Bey'in
'Narlar ve Ayvalar' isimli tablosu 85 bin TL'ye
alıcı buldu. 1960 yılında İsveç'in Sundsvall
kentinde Alan Düzenlemesi Yarışması'nda
birincilik ölülü alan heykeltıraş İlhan Koman ve
Sadi Öziş'in birlikte tasarladığı sandalye ise,
teklif usulü ile satışa sunuldu. Sanatseverlerin
büyük ilgi gösterdiği eser, 45 bin TL'den alıcı
buldu.
Akşam, 20.12.2010
GÜMÜŞKENT YERALTI KENTİ TEMİZLENDİKÇE TARİH GÜN
YÜZÜNE ÇIKIYOR
Kapadokya bölgesinde
yumuşak tüf kayalara oyularak önceleri sığınma
amaçlı, daha sonra yaşam alanı olarak kullanılan
Gümüşkent yeraltı kentinin, bölgenin önemli şarap
üretim merkezlerinden biri olduğu öne sürüldü.
Gümüşkent Belediye Başkanı Mustafa Arıkan’ın verdiği
bilgiye göre, yeraltı kentinin hemen giriş
bölümündeki ekmek yapımında kullanılan ilkel fırın
da, yine bölgedeki yeraltı kentlerinin bilinmeyen
özelliğini ortaya çıkarıyor. Arıkan, bölgeyi
hakimiyeti altında bulunduran Bizanslılar tarafından
5’inci yüzyılda oyulmaya başlanılan ve 5 katlı
olduğu tahmin edilen Gümüşkent Yeraltı kentinin,
beldenin değişik alanlarına kadar uzandığını
belirtti. Gümüşkent beldesindeki yeraltı kentinin
diğer katlarının da temizlenmesi ve sonrasında da
ışıklandırılarak turizme kazandırılması için Kültür
ve Turizm Bakanlığı’ndan yardım isteğinde
bulunacaklarını söyledi.
Hürriyet Seyahat, Haber: Ahmet Korkmazer,
20.12.2010
İNAT DEĞİL, KENT KAZANDI
Ankara Hürriyet’in 2008 yılında belediyeye ait
bir depoda, çürümeye terk edilmiş halde bulduğu
Başkent’in simgesel eserlerinden Su Perileri heykeli
bürokratik işlemlerin tamamlanmasının ardından CernModern’de yeniden hayat buldu.
Heykeltıraş Metin Yurdanur’un dört ay süren
restorasyon çalışmalarının ardından 17 Aralık’ta
CernModern’e getirilen heykelin, çevre düzenlemesi
sürüyor. CerModern İcra Kurulu Üyesi Zihni Tümer,
çevre düzeninin tamamlanmasından sonra Ankaralıların
yeniden kent belleğini üzerinde yaşatan bu heykelin
etrafındaki yeşil alanda oturabileceği müjdesini
verdi.
Tümer, 1992’de Ankaray inşaatı nedeniyle Tandoğan
Meydanı’ndan kaldırılarak çürümeye terk edilmesiyle
başlayan ve 1924’ten bu yana
Ankara’da yaşayan heykelin, CerModern’e
getirilmesi sürecini şöyle anlattı:
“2001 yılında Cumhurbaşkanı başkanlığında toplanan
Milli Komite’nin heykelle ilgili olarak aldığı bir
karar var. Komite, heykelin Atatürk Kültür Merkezi (AKM)
alanına yerleştirilmesini oy birliğiyle karara
bağlamış. Fakat o dönem bu karara uyulmamış ve
heykel, bir depoya kaldırılmış.”
“Su Perileri’nin nerede tutulduğu ortaya çıktıktan
sonra CerModern işletmesi olarak Kültür ve Turizm
Bakanı
Ertuğrul Günay’a gittik. Kendisi, heykelle
ilgili Milli Komite kararı olduğunu ve heykelin
buraya alınması için gerekli yazışmalara
başlayabiliriz dedi. Bu süreçte önce Güzel Sanatlar
Genel Müdürlüğü heykelin restorasyonunu yapmak için
girişimde bulundu.”
“Restorasyon kararı çıktıktan sonra
Ankara Büyükşehir Belediyesi’ne başvurular
yapıldı. Belediye Çevre Koruma Daire Başkanlığı da
‘Madem restorasyon kararı çıkmış biz de heykeli size
verelim’ dedi. Heykelin bazı parçaları zarar
görmüştü. Heykeltıraş Metin Yurdanur, aslına uygun
bir biçimde gerekli onarımları yaptı. Yaklaşık dört
ay süren restorasyon çalışmaların ardından Tandoğan
Meydanı’ndaki şekliyle içindeki düzenlemeler tekrar
oluşturuldu. Son güzergahı olması amacıyla da buraya
yerleştirildi. Yerine yerleştirilirken içine gerekli
su otomasyonu kuruldu. Ardından led ışıklandırma
yapılarak daha modern bir hale getirilecek. Heykelin
etrafında çevre düzenlemesi de yapılacak.”
“Heykelin çevresi, Cumhurbaşkanlığı Senfoni
Orkestrası’nın (CSO) binası da tamamlandığında
bölgenin odak noktası haline gelecek. Proje
bittiğinde insanların etrafında oturabilecekleri bir
yeşil alan olacak. 140 dönüm arazi içerisinde
heykelin bir odak noktası olması, bir meydan
konseptiyle kent belleğini yeniden canlandıracak.
Ayrıca Ankaralının tekrar sanata çekilmesi için
Başkentliyi toparlayıcı bir unsur görevi de görecek.
Artık kent meydanlarında buluşmuyoruz Facebook gibi
sanal meydanlarda bir araya geliyoruz. Heykelsiz bir
kente bir meydan konseptini yeniden kazandırmak çok
önemli.”
Hürriyet Ankara, Haber: Fatih Aktimur, 20.12.2010
DÜNYANIN EN UZUN SU YOLU İSTANBUL'A KEŞFEDİLDİ
Eski İstanbul'a su sağlayan 1653 yıllık
dünyanın en uzun su ikmal sistemi uzay
teknolojileriyle ortaya çıkarıldı. Proje yürütücüsü
İTÜ'den Prof.Dr. Derya Maktav ve Edinburgh
Üniversitesi'nden Prof.Dr. James Crow'a göre bu,
üzerinde mühendislik harikası 40 kemer bulunan
dünyanın yeni harikasının keşfi. Istırancalar'dan
başlayarak İstanbul'a ulaşan 450 kilometrelik sistem
Antik çağda muazzam bir hidrolik mühendisliği temsil
ediyor ve dünya kültür mirası ilan edileceğine kuşku
yok
Projenin adı, Uzay Teknolojileri ve Yüzey
Arkeolojisi Yöntemleriyle Eski İstanbul'un (Bizans)
Su İkmal Sisteminin Araştırılması. Yürütücüleri NASA
araştırma projeleri hakimi ve İTÜ Geomatik
Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr. Derya
Maktav ile İskoçya Edinburgh Üniversitesi Arkeoloji
Bölüm Başkanı Prof.Dr. James Crow. 2007-2010
arasında uygulanan ve henüz tamamlanan projenin
amacı, dünyanın en uzun su ikmal sisteminin konumunu
ve hidrolik yapısını ortaya çıkarmak, uluslararası
öneme sahip bir kültür varlığını topluma
kazandırmak. Proje, arkeolojiyle uzay teknolojisinin
işbirliğiyle yürütüldü.
Prof. Maktav, “Elimizde artık böyle bir teknoloji
var. Uzaydan röntgenini çektik bölgenin. Crow ve
ekibini çok heyecanlandırdı bu; biz onlara destek
verince klasik yöntemlerle yapamadıkları şeyleri
uzay teknolojileriyle yaptık” diyor: “İlk defa size
açıklıyoruz. Yaptığımız bu çalışma, NASA'nın zaman
zaman yaptığı açıklamalar gibi özel olarak
açıklanması gereken bir keşif. Bir su ikmal
sistemini bir bütünlük içinde ortaya çıkardık. Artık
böyle bir tarihi eserimiz var diyoruz; Ayasofya
gibi, Efes harabeleri gibi!”
Antik su iklam sistemi Kırklareli'nin Vize İlçesi'nde Istranca dağlarından başlayıp İstanbul'a
ulaşıyor. Bu kadar uzak mesafeden su getirilmesinin
sebebi Konstantinopol'ün nüfusuna paralel olarak
hızla artan su ihtiyacı. Bölgede suyu kaliteli çok
sayıda pınar var. İstanbul su sistemi bugüne kadar
dünyanın en uzunu olduğu sanılan Köln ve Kartaca su
sistemlerinden iki buçuk kat daha uzun. 30 yılda
inşa edilen kanal, kolları hariç 150 kilometre.
Kollarlarıyla birlikte toplam uzunluk 450
kilometreye ulaşıyor. Pompalama sistemi olmadığı
için suyun bu kadar uzun mesafe boyunca yer
çekimiyle akması gerek, mükemmel bir mühendislik
harikası. Kanal yükseklikleri iki metreyi buluyor.
Yani içinde bir insan rahatlıkla yürüyebiliyor.
Kemerleri oluşturan taşların bazıları 150x60x50
santim boyutlarında.
Prof. Maktav, “Prof. Crow yıllardır bu projelerin
içinde çalışan, dünyanın en önemli arkeologlarından
biri. Bir sempozyum sırasında UNESCO ile temasımız
oldu. Projeyi görünce UNESCO'dan gelenlerin gözleri
açıldı, hayret ettiler. Sırada Anastasius Surları'yla
ilgili bir projemiz var. Avrupa'dan gelen akınlara
karşı Trakya'yı kuzeyden güneye kesen meşhur surlar.
Bu konuda da ön çalışmalarımızı tamamladık.”
NEDEN UZAY TEKNOLOJİSİ
* Bölgenin önemli bir kısmı ormanlarla kaplı. Yüksek
çözünürlüklü uydu verileriyle, sık orman nedeniyle
bir bütün gibi görünmeyen kalıntıların birbirine
bağlı olduğu ortaya çıktı. Uydudan belirlenen
kemerler ve galeriler haritalanabildi.
* Sistemin bir kısmı bugün yeraltında. Ancak
yeraltındaki anıtlar yüzeydeki bitki örtüsünün
yapısını etkiliyor. Mesela altta toprak varsa
çimler ve bitkiler daha koyu. Ama bir kanal
geçiyorsa bitkiler farklı. Bir çizgi halinde devam
eden bu farklılık uzaydan gözlenebiliyor.
Kazıldığında altından kanal çıkıyor.
* Uydu verileriyle bölgenin 3 boyutlu modelleri ve
animasyonları yapıldı. Topoğrafik yapı ortaya
çıkarılabildi.
* Uydu verileri sayesinde sistemin eski kaynaklarda
ifade edildiği gibi değil 450 kilometre civarında
olduğu tüm detaylarıyla ortaya çıkarıldı.
TÜBİTAK ve BRITISH ACADEMY TARAFINDAN
DESTEKLENEN ÇALIŞMADA KULLANILAN YÖNTEMLER
* Yüksek çözünürlüklü uydu verileri (IKONOS,
QUICKBIRD)
* Hava fotoğrafları
* Dijital görüntü işleme teknikleri
* Uzaktan algılama
* Coğrafi Bilgi Sistemleri
* GPS
* Yüzey arkeolojisi
Prof.Dr. JAMES CROW
Taş köprüler, orman içinde 100-150 metre
uzunluğunda, 40 metre yüksekliğinde su kemerleri...
Arkeolojik açıdan bu kadar büyük su kemerleri yok,
ilk defa açıklanmış olacak. Ortaya çıkan sistem
Ayasofya gibi önemli kültür varlıkları içinde.
UNESCO'nun bunu dünya mirası ilan etmesi şart, zaten
sahip çıkacaktır. Bugüne kadar dünyanın en uzun su
sistemi olarak Kartaca ve Köln su sistemleri
biliniyordu. Istranca'dan başlayan İstanbul sistemi
onların iki buçuk katı daha uzun.
ROMA SU YOLUNUN TARİHÇESİ
MS 330: Roma kenti Bizans, Kral Konstantin
tarafından ‘Konstantinopolis' olarak kuruldu.
MS 345: İmparator Valens Trakya sularını İstanbul'a
taşımaya başladı. Saraçhane'deki Valens Kemeri
(Bozdoğan Kemeri, 1 kilometre uzunluğunda) bu
sistemin küçük bir parçasıydı. Sonraki 100-150 yıl
sisteme eklemeler yapıldı.
MS 626: Avarlar akınları sisteme zarar verdi.
MS 767: V. Konstantin sistemi restore ediyor ama su
yolu MS 1200'deki depremlerde yine harap oluyor.
Prof. Maktav 3 yılda 14 kez gittikleri arazide
günlerce kaldıklarını belirterek karşılaştıkları
sorunları şöyle anlatıyor:
“En büyük sorun define avcıları. Bunlar, ellerindeki
uyduruk haritalarla etrafı kazıyor ve özellikle su
kemerlerine büyük zarar veriyorlar. Böyle bir ekiple
ormanda karşılaştık, “ne arıyorsunuz” diye sorduk,
“balığa gidiyoruz” dediler. Böyle durumları
jandarmaya bildiriyoruz. Çevre halkı arasında
imparatorun, “halkım darda kalırsa her taşın altına
bir altın koydum” dediği masalı ortalıkta dolaşıyor,
hazine avcılarını bu masallar tetikliyor.
Prof. Maktav, araştırmalar sırasında ormanda Vietnam
filmlerindeki gibi köylülerin yardımıyla baltalarla
sık bitki örtüsünü keserek ilerleyebildiklerini
anlatıyor: “Bir gün araziden eve döndüm, sırtımda
bir sivilce. Göremiyorum, eşime bakar mısın dedim. O
da sivilce sandı. Damadım doktor, telefon edip
gittim. Kene dedi. Bir haftadır kanımı emiyormuş.
Çapa'da uzman bir profesöre yönlendirdiler.
Türkiye'nin her tarafından keneler ona geliyor.
Kırım kongo değil dedi ama bir ay kontrol altında
tuttular.”
Hürriyet Pazar, Haber: Ali Dağlı, 19.12.2010
"BURHAN BEY, 300 RESİM YOLLA, TANESİ 5 BİNDEN"
Başlığı
Burhan Doğançay'ın kendisi verdi...
Yüksek ve lüks
binalar yapan işadamları iç dekorasyon için
Doğançay'ın eserlerini istiyormuş. Bunlardan
birinin teklifini ünlü
ressamın ağzından vereyim: "Hiç düşünmeden 700
bin dolar
bir Ferrari'ye veriyor. Ama benle pazarlığa giriyor.
Üç kuruş inmem. Arayıp, 300 resim yolla, tanesini 5
binden alayım' diyor..." Tabii
Doğançay
bu sanatsever! işadamının ismini sır olarak bana da
verdi... Türk resminin yaşayan en ünlü ve pahalı
ressamı geçen hafta yine manşetlerdeydi. Bir
tablosu ABD'de 3 bin
dolardansatışa çıkıp 76 katına yani
228 bin dolara satıldı. Çarşamba günü
Beyoğlu'ndaki müzesinde
konuşurken, "Tabloyu
kaça satmıştınız?" diye sorunca "Bin
dolara" cevabını aldım. 15 cent'lik
metroücretini
ödeyemediği için kilometrelerce
yürüdüğü New York yıllarında birçok eserini
500-1.000 dolara
sattığını söylüyor. Şimdi çoğunluğu Amerikalı,
bazıları ise Türklerin elinde olan o resimler iyi
para ediyor. Doğançay
tuval üzerinde olduğu kadar anlatımda da usta.
Bundan sonrasını kendi ağzından verelim:
"Multi milyoner zenginlerimiz beni arar,
'Şuraya bina yaptık,
resim alıyoruz. Sizden de alacağız ama çok pahalı'
diyor. Ben de 'Almayın' diyorum.
Haberlerde gördüm; Mercedes fabrikası sırf
Türkiye'den aldığı siparişleri yetiştirebilmek için
yılbaşında bile çalışacakmış. Bu
lüksotomobilleri tek celsede
alanlar, benden resim alırken pazarlık yapıyorlar.
İndirim istiyorlar. İnmem 3 kuruş inmem. En
zor zamanlarımda bile
indirim yapmadım."
Her sahada bir ölçü
var. Sporda en iyiyi saptamak çok basit. 100 metreyi
8 saniyede koşan dünyanın bir numarası oluyor. Ben
teniste Nadal'ı ya da Federel'i yendiğim an bir
numarayım demektir. Müzikte bile 'iyi' ölçüsü belli.
Chopin gibi, Mozart gibi çalıyorsan iyisin demektir.
Oysa yedi asırdır herkes 'Resim nasıl ölçülür?' diye
tartışıyor. Kumaşı bile fiyatlandırıyorsun. 'Bu ipek,
bu İngiliz kumaşı' diyorsun. 13. asırdan beri resmin
nasıl fiyatlandırılacağının
münakaşası yapıldı, durdu. Sonunda tek bir
fikirde
buluşuldu: En pahalı resim en iyidir. Ve en
pahalı resmi yapan da en iyi ressamdır."
"Beni arayıp, 'Mobilyalarım sarı, bana sarı
ağırlıklı resim yapar mısınız?' diyorlar. 'Ben
siparişle resim yapmıyorum' diyorum. Dünyada genelde
halkın yüzde 60'ı çağdaş sanattan anlamaz. Ama bizde
yüzde 90'ı anlamıyor. Bu kadar sanatla ilgisi
olmayan bir toplum görmedim. Pamuk tarlasındaki
köylüden bahsetmiyorum. Dışarıda okumuş,
entelektüel, mali bakımdan
iyi olan insanları
kastediyorum. Zenginlerimizin ilk düşündükleri şey
bir yat sonrasında lüks
otomobil. Hiç düşünmeden 700 bin
dolar bir Ferrari'ye veriyor. Ama benle
pazarlığa giriyor..."
"Time dergisi yıllar evvel 'Dünyada en iyi
yatırım, resme ve antikaya yapılandır' diye
ek verdi. Bunun örneğini iki yıl evvel Amerika'da
gördük. En büyük firmalar, General
Motors bile battı.
Zamanında benim resimlerimi çok
uygun
fiyata alabilecek kişiler almadı. Şimdi beni
arayıp pişmanlıklarını dile
getiriyorlar, 'Tren kaçtı' diyorum.
Eserlerimi elden çıkaranların bir kısmı danışıyor, 'Paraya
ihtiyacım var' diyor. 'Hemen çıkar' diyorum.
Bir de hiç paraya ihtiyacı
olmadığı halde satanlar var. Sözüm ona entelektüel
geçinen insanlar bunlar.
Onlar sadece parayı
düşünüyor. Tabloyu satıp,
arsa alıyor ya da borsa oynuyor."
"Çalışma hastasıyım.
Yazın herkes
tatil yaparken asistanlarla
birlikte sabah 10'dan
akşam 6'ya çalışırız. Senede en aşağı 15-20 tane
büyük tuval yapıyorum. Hiçbirini satmıyordum ama
şimdi ilk defa Doğançay
Müzesi'ni kurtarmak için satıyorum. Çerçeveli
Duvarlar serisini satıyorum. Contemporary
İstanbul'da birkaç
tanesi satıldı. Müzenin yaşaması için bir tür
yardımdı. Ufak
boydakiler 100 bin euro,
daha büyükleri 200 bin eurodan
gitti. Sanırım 10 tane satıldı. Yoksa müze iki aya
kapanacaktı. Altı senedir müzeyi kendi cebimden
götürüyorum. Satışlardan
3- 4 milyon euro
alırsak, oradan gelecek faizin
yüzde 50'sini müzeye aktaracağız. 2008-2010 yılları
arasında yaptığım her şey satılık. Bütün gaye bu
müzeyi yaşatmak.
"Eserlerin fiyatlarını
müzayede salonları
belirliyor. Spekülasyon da var ama az. Dünyada şu
andaki fiyatları biçen
iki müessese var: Sotheby's ve Christie's. Onların
da Londra ve New York'taki gece
müzayedeleri. Oraya girmek için
asgari
bir seviyeye gelmeniz lazım. Benim tek dileğim bir
gün bu müzayedelerde Türk ressamların eserlerini
görebilmek. Henüz kapısından almazlar bizi. Ama
umutluyum."
"İyi bir koleksiyoner resme bakmadan önce ressamın
geçmişine bakar. Ressam hakkında çıkmış kitapları
araştırır. Resimlere hangi galerilerde sergilenmiş,
kimlerin koleksiyonlarında yer almış, hangi müzelere
girmiş, bunlara bakar. Bir de resmi kimin aldığı çok
iyi bir referans. Benim resmim dünyadaki en iyi 200
koleksiyona girince fiyatım
daha da çok artar. Örneğin Fransa'da Pinault'nun
koleksiyonuna girebilmek çok önemlidir.
Türkiye'deki
genç
jenerasyon da bu işi artık kendine görev edindi.
Dünyayı geziyor, tüm bu saydıklarımı araştırıyor,
New Yok'ta galerileri geziyor. Yinede bizde hala
dünya çapında bir koleksiyoner yok. Oysa
Yunanistan'da beş tane var."
Sabah, Haber: Burcu Aldinç, 19.12.2010
'ÜÇ GÜZEL'İN PARASI TOPLANDI
Fransa'nın
başkenti Paris'teki Louvre Müzesi, “ulusal miras”
olarak tanımladığı ve müzeye kazandırmak için
kampanya başlattığı Alman ressam Lucas Cranach'ın
“Les Trois Graces/ Üç Güzel” adlı tablosunu müzeye
kazandırmayı başardı.
Müze, dört milyon euro değerindeki tablonun eksik
kalan 1 milyon eurosunu kampanya ile 1 ayda
toplamayı başardı. 24x37 santimetre boyutlarındaki
tablonun Louvre'a alınması için 50 bin sanatsever
bağışta bulundu. Dünyanın en çok ziyaret edilen
müzesi Louvre'un müdürü Henri Loyrette, “Üç
Güzel'in” müze koleksiyonuna katılmasının tarihi bir
olay olduğunu vurgulayarak “Eser tüm güzelliğiyle
mükemmel bir şekilde korunmuş. Dünyanın her yerinden
her yaştan ve meslek grubundan 5 bini aşkın kişi bu
eser için 50 Euro'dan 40 bin Euro'ya kadar bağışta
bulundu. Bu başarıdan çok büyük bir aşk hikayesi,
ortak bir sevgi birliği” dedi. Üç Güzel Louvre'da 2
Mart-3 Nisan arasında sergilenecek.
Hürriyet, Haber: Arzu Çakır, 19.12.2010
BİNLERCE YILLIK 'ÖLÜ GÖMME' TEKNİKLERİ
Çanakkale’nin Biga İlçesi'ne bağlı Kemer
Köyü'ndeki
antik Parion kenti, binlerce yıl önce yapılan ölü
gömme teknikleriyle dikkati çekiyor.
Yaklaşık 3 bin yıl önce kurulduğu tahmin edilen,
Troas bölgesinin, MÖ 4. yüzyılda en önemli ticaret
merkezleri arasında yer alan Parion’daki kazılarda
her yıl yeni bulgular ele geçiyor.
Parion Kazı Başkanı ve Atatürk Üniversitesi (AÜ)
Arkeoloji Bölümü öğretim üyesi Prof.Dr. Cevat
Başaran, AA muhabirine yaptığı açıklamada, antik
çağda Troas bölgesinde uygulanan 14-15 türde ölü
gömme geleneği bulunduğunu, Parion nekropolünün
(mezarlık) de kendilerine bu konuda bilgi verdiğini
söyledi.
Nekropoldeki mezarların, ölü gömme tekniklerinin
özelliklerini, insanların nasıl öldüklerini, ölen
kişilerin yaş gruplarını, sosyal statülerini, erkek,
kadın ve çocuk ayrımları ile zengin ve fakirlik
durumlarını ortaya çıkardığına işaret eden Başaran,
Parion’da çeşitli mezar tipleriyle karşılaştıklarını
bildirdi.
Başaran, bunlar arasında en sık rastlanılanın
‘kremasyon’ adı verilen yakarak gömme tekniği
olduğuna işaret ederek, şu bilgileri verdi:
‘Bu ölü gömme tekniği 3 farklı şekilde
uygulanmış. Bunlardan ilkinde ceset dışarıda
yakılıyor. Kömürleşen kemikler, topluca bir kaba
konuluyor ve toprağa bırakılıyor. Buna ‘urne’ mezar
diyoruz. İkinci tipte ceset yerde hazırlanmış
odunların üzerine bırakılıyor, orada yakılıyor, daha
sonra hediyeleri üzerine konuyor. Hediyeler tam
yanmadan, kömürleşme olmadan üzerleri kiremitle
kapatılıyor. Üçüncü türde ise, ceset dışarıda
yakılıyor. Külleri ve kemikleri toplanıyor. Küçük
sandıklar şeklinde mezara defnediliyor.’
Diğer ölü gömme tekniğinin ise ‘inhumasyon’
denilen ceset gömme şeklinde olduğunu anlatan
Başaran, ‘Ceset ya doğrudan toprağa bırakılıyor ya
da sandık şeklinde mezarlar hazırlanıyor. Ahşap
sandukalar toprağa bırakılıyor, etrafına da ölü
hediyeleri konuluyor’ dedi.
Başaran, Parion’daki nekropolün zengin
özelliklerinden birinin çocuk mezarları olduğunu
ifade ederek, ‘Mezarlarda çocuklarla birlikte
gömülen çok sayıda hediye ele geçiyor. Bunların
içinde Oyuncaklar, biberonlar, figürünler, tanrı ve
tanrıça idolleri önde geliyor’ diye konuştu.
Prof.Dr. Cevat Başaran, Parion’da değişik ölü
gömme tekniklerinin bulunmasının, bölgede çeşitli
inanışa sahip kişilerin yaşadığı anlamına geldiğini
belirtti.
Parion’un balıkçı kenti olduğuna işaret eden
Başaran, ‘Burada bir Mısır kültürünün olduğunu,
kazılarda çıkan yazıtlardan öğreniyoruz. Balıkçılık
ya da deniz ticareti yardımıyla Trakya’dan gelen
yabancılar var. Bunun dışında kentte güneyden ve
Mısır’dan gelen yabancılar bulunuyor. Konaklayanlar,
daha sonra Karadeniz’e ulaşıyor’ şeklinde konuştu.
Başaran, mezar tipleri arasında birliktelik
olmamasının, yörede çeşitli halk gruplarının
mezarlığa defnedildiğini gösterdiğini söyledi. ‘Aynı nekropol alanını farklı gruplar kullanmış’
diyen Başaran, şunları kaydetti:
‘Bir dönem geliyor, mezarlık yetmez olunca önceki
mezarlar toplanıyor, tahrip edilip, yeni mezarlar
için mekan hazırlanıyor. Şu ana kadar milattan sonra
2. yüzyıldaki mezarları ortaya çıkardık. Daha altta
ise erken Roma, Hellenistik ve Klasik dönemlere ait
mezarlar bulunuyor. 2 bin 500 yıl öncesine kadar
giden mezarları bulma hedefindeyiz.’
haberler.com, 19.12.2010
BİR GARİP HEYKEL HİKAYESİ
Malik Bulut çiçeği burnunda bir heykeltıraştır.
Şehir şehir gezer, sempozyumlara katılır. 2006
Haziran’ında Van’ın Erciş İlçesi’nde bir sempozyuma
davet edilir. Hikayenin bundan sonrasını Malik
Bulut’tan dinliyoruz: "Erciş heykelle tanışsın
istedik. Acilen traverten getirttik. Zaman kısa, taş
yontuya elverişsiz. ‘Anadolu Kadını’ heykeli bir
haftada çıktı ortaya."
Sempozyum bitti, heykeller belediyeye teslim
edildi. Biri hariç. Anadolu Kadını yok olmuştu. Van
Yüzüncü Yıl Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi
Heykel Bölüm Başkanı Yrd. Doç.Dr. Sezer Cihaner
Keskin, heykeli fotoğraflayıp Van Külliyatı kitabına
koymak istedi ama bir türlü bulamadı. Tam bu
sıralarda tarihi eser hırsızlığı ihbarı alan
jandarma 'Anadolu Kadını'nı Ünseli’de bir evde
buldu. Bilirkişi olarak olay yerine intikal eden
müze arkeologu Ümit Yarıcı heykelin "Erken Demir
Çağı’na ait, 3200 yıllık orijinal eser" olduğunu
saptayıp müze Müdürü Fütuhat Özkaynak da bunu
onaylayınca; dört yıllık heykel, Van Müzesi’nin
bahçesine kondu. Sonra bir gün Van Müzesi’ne heykel
fotoğrafı çekmeye giden Sezer Hoca heykeli gördü.
Gördüğünün gerçek olduğuna kanaat getirdikten sonra
da "Cehaletin rezaleti" diye bir yazı kaleme aldı.
Heykele 3200 yıllık damgası vuranlar, "Bu bir
hakarettir" diyerek Sezer Hoca’ya dava açtı.
Malik Bulut olayı ciddiyetle anlatmaya devam
ediyor: "Şehrin 30 km dışında bir köy evinin
bahçesindeymiş benim heykel. Çöpte bulunmuş. Beş
tonluk heykeli, kim kaldırıp çöpe atar, niye atar?
Hadi orası tamam, üzerinde 2000’li yıllarda
kullanılan spiral izleri var, nasıl tarihi eser
dersiniz?"
Tüm bunlar olurken heykel yine ortadan kayboldu.
Şaka yapmıyorum. Müzeye üç resmi yazı yazan Sezer
Hoca yine bulamadı heykeli. Sonrasını Malik Bulut
anlatsın:
"Erciş’te Van Gölü manzaralı bir parkta bulunmuş.
Zaten heykel Erciş Belediyesi’ne ait. Ama nasıl
gitti oraya bilinmiyor." Malik Bulut’un duygularını
merak ediyorum... "Heykeliniz müzeye kaldırıldı bu
konuda ne düşünüyorsunuz" diye soruyorum. "Çok
sevindim ilgi görmesine... Bundan 15 yıl önce bu
ülkede heykellere tükürülüyordu. Şimdi müzede, ne
kadar yol kat etmişiz". Çok trajikomik bir durum bu.
Peki olayda art niyet aramamış mı? "Sezer Hanım
‘Cehaletin rezaleti’ diye yazdı, dava açtılar. Demek
ki cahil değiller, başka bir amaçları var" diye
yanıtlıyor. Ben bir heykelin başına bunların gelmesi
iyi mi oldu kötü mü diye merak ederken, şöyle devam
ediyor; "Ben tanındım, heykel gündeme geldi. Bunlar
iyi... Ama Sezer Hoca mahkemelik oldu. Rezaleti
ortaya çıkaran cezalandırılıyor" diyerek heykel
hikayesinin özetini de çıkarıyor genç sanatçı...
Malik Bulut’u bulmuşken "İstanbul’un geçmişten gelen
ama çağdaş yapısına uygun nasıl bir heykel
tasarlardınız" diye soruyorum. Cevap jet hızıyla
geliyor: "Tasarladım zaten..." Bulut 2005’teki
Uluslararası Heykel Sempozyumu’na 'Boğaziçi'
heykeliyle katıldı. "Hem eskiyi hem de yeniyi temsil
eden mermeri kullandım. İki yakayı birleştiren
İstanbul için tasarladığım bu heykelde zincirler çok
kültürlülüğü yansıtıyordu. Bir süre sergilenip sonra
uygun noktaya yerleştirilecekti". Eyvah yoksa bir
heykel vakası daha mı diye geçiriyorum içimden.
Yanılmamışım... "İstanbul Büyükşehir Belediye
Başkanı Kadir Topbaş sergiden sonra istediğim yere
koyduracağını söyledi ama heykelin Tuzla’da belediye
otoparkına konulduğunu öğrendim. Beş yıldır depoda."
5 yıl önce ölen Pera Palas Oteli
Yönetim Kurulu Başkanı Hasan Süzer’in oğlu Kemal
Süzer, Atatürk’ün koruması Rıdvan Gür Arı tarafından
babasına hibe edilen Atatürk’e ait 31 adet eşyanın,
oteli 2007’de devralan İhsan ve Yavuz Kalkavan
tarafından kendilerine iade edilmediğini ileri
sürerek savcılığa suç duyurusunda bulundu.
Mustafa Kemal Atatürk’e hayranlığıyla bilinen ve 5
yıl önce hayatını kaybedenİstanbul
Pera Palas Oteli Yönetim Kurulu Başkanı işadamı
Hasan Süzer’e Atatürk’ün yanında çalışan Rıdvan Gür
Arı tarafından 1982 yılında devredilen Atatürk’ün
eşyaları davalık oldu.
Habertürk'ün haberine göre; Süzer Ailesi’nden 2007
yılında 20 milyon dolar karşılığında Pera Palas
Oteli’nin üst kullanım hakkını devralan İhsan ve
Yavuz Kalkavan’ın, babasına ait olan Atatürk
eşyalarını kendilerine iade etmediklerini öne süren
Kemal Süzer, avukatı Kadir Kartal aracılığıyla
Beyoğlu Cumhuriyet Savcılığı’na suç duyurusunda
bulundu.
Süzer, söz konusu eşyaların Ata Müzesi olarak anılan
yerde sergilendiğini ve otelin devri sırasında hasar
görmemesi amacıyla şüpheli İhsan Kalkavan, Yavuz
Kalkavan ve Kalkavanlar’ın şirketi
Beşiktaş Denizcilik
Grubu Yönetim Kurulu Üyesi Derya Sabaz’a geçici
olarak geri alınmak kaydıyla verildiğini dile
getirdi. Süzer, eşyaları geri istediklerinde ise
Kalkavanlar’ın Pera Palas’ın devri sözleşmesiyle bu
eşyaların da kendilerine devredildiğini ileri
sürdüklerini iddia etti. Şüphelilerin “emniyeti suiistimal suçu
işleyerek güveni kötüye kullanmaktan” 6 aydan 2 yıla
kadar hapisle cezalandırılmaları talep edildi.
Atatürk’ün 10 Ekim 1928’den 10 Kasım 1938’e kadar
özel koruma memuru ve fotoğrafçılığını yapan Rıdvan
Gür Arı, Atatürk’ün muhtelif tarihlerde kendisine
hediye ettiği 31 adet özel eşyasını, 1977’den öldüğü
2005’e kadar Pera Palas Oteli’nin Yönetim Kurulu
Başkanlığı’nı yapan Atatürk hayranı işadamı Hasan
Süzer’e 15 Ocak 1982’de hibe etti.
İŞTE O EŞYALAR
Kastamonu’da ilk giydiği Panama şapkası
Bir takım yünlü beyaz elbise
Bir adet kasket
İki adet kravat
Bir çift terlik
İki adet fincan
Denizde kullandığı keten şapka
Manevra gözlüğü
Yakın gözlüğü
Diş fırçası
Saç fırçası
Sedef işlemeli sigara tablası
Yarım kalmış blok not
3 adet kartvizit
İmzalı tren tarifesi
Hürriyet, 18.12.2010
HORTUMLA SULADILAR,
ÇİMENTOYLA SIVADILAR
Tuhaf ama gerçek, bin
500 yıllık Ayasofya'da 'sulu' rezalet. Tarihi
mekanın bol suyla yıkandığı, iyi kurutulmadığı için
bazı bölümlerin zarar gördüğü ortaya çıktı.
Dolgularda da çimento kullanılmış!
Ayasofya'ya ilişkin
uzman raporunda şoke edici detaylar ortaya
çıktı... Araştırdıkça yeni bir gizemi ortaya
çıkan Ayasofya Müzesi'nin tazyikli suyla
temizlendiği, biriken suların iyi
kurutulamadığı, rutubet nedeniyle bazı
bölümlerin zarar gördüğü tespit edildi.
İstanbul Rölöve Anıtlar Müdürlüğü, İstanbul
Büyükşehir Belediyesi Koruma Uygulama ve Denetim
Müdürlüğü'ne, müzenin batı cephesine ilişkin
'malzeme analiz raporu' için başvurdu. Uzmanlar,
Ayasofya'nın çeşitli bölümlerinden örnekler
aldı. Numuneler, Türkiye'de sadece İstanbul
Büyükşehir'in 'Koruma Uygulama ve Denetim
Müdürlüğü Konservasyon ve Restorasyon
Laboratuarında' bulunan cihazlarla incelendi.
Cephenin ne kadar kirli olup olmadığı, temizlik
gerektirip gerektirmediği, hangi malzemenin
kullanıldığı araştırıldı. Sonuçlar rapor haline
getirilip Rölöve Anıtlar Müdürlüğü'ne
gönderildi.
Raporda acı bir gerçeğe
dikkat çekildi. Tarihi yapının gerek dış duvarları,
gerekse iç mekanlarında bol suyla temizlik
yapıldığı, müzenin galeri katına çıkış rampasında
biriken suyun hasara yol açtığı, duvarlara zarar
verdiği belirtildi. Uzmanlar sulu temizlik yerine
başka yöntemlerin uygulanabileceğini belirtti.
Ayasofya Müze Başkanı
Haluk Dursun şunları söyledi: Temizlik için en
zararsızı su. Pislik suyla yumuşatılıyor, paspasla
kurutuluyor. Çünkü çamurlu ayaklar, kuş pislikleri
suyla temizlenebiliyor. Kimyasallar daha çok zarar
veriyor. Hasar kurşun örtülerin iyi olmamasından
olabilir. Ama şimdi örtüler değiştirildi. 1987'de
yapılan restorasyon çalışmalarında çimento derz
dolgular yapılmış. Çimento dolgular sökülüp yerine
horasan harcıyla dolgu yapılıyor.
Rapordaki bir diğer
tespit kullanılan malzemeye ilişkin. Yapımında
'Horasan harcı' gibi özel harçların kullanıldığı
Ayasofya Müzesi'nin bazı bölümlerinde derz dolgular
çimento ile yapılmış. Çimentonun da yapıya zarar
verdiği rapor edildi. Uzmanlar, zararlı dolguların
kaldırılıp kaldırılmamasına ilişkin kararın müzenin
bilim kuruluna ait olduğunu rapor etti.
Akşam, Haber: Ercan
Sarıkaya, 18.12.2010
İSTANBUL VEDAYA
HAZIRLANIYOR
İstanbul Avrupa
Kültür Başkenti unvanına
veda ederken
2010 Avrupa Kültür
Başkenti Ajansı Yürütme Kurulu Başkanı Şekib Avdagiç
bir yılı “Üç yılda
320 milyon TL
bütçemiz vardı. Bu İstanbul için, küçük değil
ama mütevazı bir bütçedir. Ancak naif bir kadın
İstanbul’u hoyrat kullandık” sözleriyle
değerlendirdi.
İstanbul, Kültür Başkenti olduğu 2010 yılına ve
kültür başkentliğine veda ederken, İstanbul 2010
Avrupa Kültür Başkenti Ajansı Yürütme Kurulu Başkanı
Şekib Avdagiç geçen bir yılı değerlendirdi:
2010 yılında 580 projeye imza atmış bir ajans var.
Bence bu, önemli bir başarı. Mutlaka daha iyisi
olabilirdi ama genel resme baktığımız zaman kabul
edilebilir bir başarıyla tamamladık.
Kentsel dönüşüm anlamında bir takım çalışmalar,
restorasyonlar yaptık. Topkapı’da 12, Ayasofya’da 6
sur içinde 40’ın üzerinde projemiz var. Restorasyon
anlamında. Sultanahmet Meydanı’nın düzenlemesinden,
Arap Camii, Kılıç Ali Paşa Camii gibi birçok yere,
Şişli’deki tarihi kaymakamlık binası dahil
restorasyon yaptık. Onun dışında Çatalca’da Mübadele
Müzesi açıldı, Adalarda Adalar Müzesi açıldı. TÜRVAK
ile beraber Sinema Müzesi’ni Beyoğlu’nda iyi bir
binaya taşıyoruz.
İnsanlar araştırmaya gerek görmeden ajans bütçesiyle
ilgili çok rahatlıkla gerekli bilgi sahibi olmadan
fikir beyan ettiler. Biz 2008-2009 ve 2010 Kasım
ayına kadar olmak üzere toplam 320 milyon lira bütçe
kullandık. Dolayısıyla böyle birtakım siyasi
partilerin temsilcileri de olmak üzere, birtakım
kişiler milyar liralardan bahsettiler. Halbuki
başladığından bu yana 320 milyon TL harcadık. Kasım
2010 itibarıyla rakamları size veriyorum. Bu rakam
aralık sonunda, son iki aydaki önümüzdeki altı ay
içindeki restorasyon çalışmalarının tamamlanmasıyla
tahminen 400 milyon civarında olacak.
Bizim kaynağımız tamamıyla kamudan geliyor. Diğer
başkentler Avrupa Birliği’nden önemli bir miktarda
katkı alıyorlar. Biz AB’nin dışında olduğumuz için
AB’den sembolik bir katkı var. Sadece kültür
başkenti unvanınız kesinleştiği zaman bütün kültür
başkentlerine verilen 1.5 milyon Euro’luk Mercury
Ödülü var. Bütün para budur bizim AB’den aldığımız.
İstanbul için kullandığımız küçük değil ama mütevazi
bir bütçe.
Biz bazı şeyleri abartmayı çok seviyoruz.
Haydarpaşa’nın çatısının 3’te 1’i yandı. Haydarpaşa
Garı yanmadı, bina yanmadı, çatının sadece ön tarafa
bakan cephesi yandı, yan tarafları duruyor. Neticede
dünyanın her tarafında yangınlar çıkabiliyor. Keşke
çıkmasaydı, çıkmaması için bütün önlemler alınsaydı.
Ama bu kadar abartacak bir şey yok.
Atatürk Kültür Merkezi’nin (AKM) kullanılamaması
sadece 2010 Kültür Başkentliği süreci için değil,
İstanbul için tümüyle bir kayıptır. İstanbul’a opera
için bale için sadece AKM’de yeterli değildir.
İstanbul gibi büyük bir şehrin büyük kültür
merkezlerine ihtiyacı var. AKM’nin yapılamaması
tabii ki başlı başına bir sorundur. Engel
çıkaranlar, bunun vebalini sonsuza kadar
taşıyacaklar.
Biz İstanbul’u naif bir kadın gibi görmeliyiz. Ne
yazık ki İstanbul’u çok hor kullandık, yıprattık.
İstanbul’a daha çok özen göstermemiz gerekiyor, onu
naif bir kadın gibi görerek.
Habertürk, Yazı: Pınar
Tarcan, 17.12.2010
ZİLE KALESİ'NDEKİ
RESTORASYON ÇALIŞMALARI
Zile Belediyesi’nden
yapılan yazılı açıklamaya göre, Kültür ve Turizm
Bakanlığı'nca gerçekleştirilen tarihi Zile
Kalesi'nde restorasyon çalışmaları kapsamında kale
içerisindeki tarihi saat kulesi de yenilendi.
Kulenin galvanizli
sacdan yapılmış olan bölümünün aslına uygun olarak
ahşabı ile değiştirildiği belirtildi. Zile Belediye
Başkanı Lütfi Vidinel de saat kulesi bölümünün
kestane ağacından yapıldığını, 9.5 metre
yüksekliğinde, üzerindeki kurşunlarıyla birlikte 4
ton ağırlığında olduğunu belirterek, kış mevsimi
olmasına rağmen kaledeki restorasyonun devam
ettiğini bildirdi.
Vidinel, ‘Yıllarca
kalemizin üzerinde sacdan yapılmış bir ucube vardı.
Saat kulesinin orijinal şekli ile yapım kararı
alınarak kalenin yüzyıllar öncesi ilk yapıldığında
üzerinde bulunan şeklin aynısı Kültür Bakanlığı
tarafından yaptırılarak üzerine monte edildi’
ifadesini kullandı. Vidinel, kulenin üzerindeki bu
görüntünün Türk milletinin yükselişinin,
Anadolu’daki varlığının ve Türk’ün Anadolu’daki
hakimiyetinin bir sembolü olduğunu belirtti.
haberler.com, 17.12.2010
DOĞU'NUN YENİ YÜZÜ
Doğu'nun yeni yüzü Mezopotamya'nın ‘Efes'i olarak anılan Dara antik kenti 2012'de turizme açılacak. Ancak kamulaştırma ve restorasyon için bütçe gerekiyor.
Mezopotamya'nın Efes'i olarak kabul edilen Dara antik kentinde yürütülen kazı çalışmalarında sezon kapandı. antik kentin, kamulaştırma işlemleri tamamlandıktan sonra turizme açılması hedefleniyor. Roma İmparatoru Anastasius tarafından 504 yılında inşasına başlanan Dara (Oğuz), Geç Roma, Erken Bizans, Selçuklu ve Osmanlı dönemine işaret eden kilise, köprü, su kanalları, sarnıçları, kaya mezarları ve sivil yerleşim binalarına ait kalıntılarıyla bir tarihi gözler önüne seriyor.
Dara'da geçtiğimiz yıllarda yapılan kazılarda antik çağa ait çok sayıda hayvan figürlerinden oluşan mozaikler ve su sarnıçları ortaya çıkarılırken, kalıntıların milattan sonra 200- 300 yıllarına ait olduğu tahmin ediliyor. Zeugma'dan sonra en büyük mozaik alanı olduğu belirtilen bölüm geçen yıl belirlenmiş, ayrıca Babil ve Pers Krallığı'na ait 2 bin kişilik toplu mezar bulunmuştu.
Antik kentte Prof.Dr. Metin Ahunbay'ın danışmanlığında 1986 yılından beri yürütülen çalışmalar, bu yıl Mardin Müze Müdürü Nihat Erdoğan'ın başkanlığında kentin nekropol alanında ve ikinci büyük sarnıç yapısında gerçekleştirildi.
Taraf, Haber: Sezayi Erken, 17.12.2010
KAYIP KENTİN BİN 500
YILLIK SIRRI KAZILARLA AÇIĞA ÇIKIYOR
Kahramanmaraş’ın
Dulkadiroğulları Mahallesi’nde 2007 yılında bir evin
altında bulunan mozaiklerle ortaya çıkan Geç Roma
Dönemi’ne ait kayıp kent Germenicia’yı gün yüzüne
çıkarmak için başlatılan kazı çalışmaları sürüyor.
Mozaiklerin, Zeugma ve Efes Yamaçevler’deki mozaiklerle eş zamanlı ve çok kaliteli olduğu belirlenirken, bin 500 yıl öncesi yaşama ait bir çok sırrın da açığa çıkması bekleniyor. Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından da kamulaştırılan alanda Kahramanmaraş Müze Müdürlüğü kontrolündeki çalışmaları sürüyor. Antik haritalarda Germenicia şehrinin Kahramanmaraş olarak gösterildiğini, ancak hiçbir mimari kalıntının günümüze kadar gelmemiş olması nedeniyle bugüne kadar bilim çevrelerince yerinin tespit edilemediğini söyleyen İl Kültür ve Turizm Müdürü Seydi Küçükdağlı, tesadüfen bulunan mozaiklerin toprağa gömülen 1500 yıllık antik kentin gün yüzüne çıkmasına vesile olduğunu ifade etti. Küçükdağlı, ”Kent antik Roma’da kendine ait para bastıracak kadar önemli ve ihtişamlı bir şehir olmasına rağmen uğradığı istilalar ve yangınlar sonucu yakılıp yıkılarak 1500 yıl toprağın derinliklerine gömülmüştür. Tam 1500 yıl sonra bulunan mozaikler antik kenti gün yüzüne çıkarmıştır.” dedi.
Kasım ayının sonunda
Kahramanmaraş Müze Müdürlüğü’nün koordinasyonunda
kazı çalışmalarına başladıklarını aktaran Küçükdağlı,
”İlk mozağin bulunmasının ardından bölgede geniş
çaplı araştırma yaptık. İlk bulgularda 19 parseli
tescil ettirdik. Şu anda belirlediğimiz parsellerden
5′inde kamulaştırma tamamlandı, 3′ünde ise devam
ediyor. Kazı çalışmalarına da 3 parselde başlandı.
Taban mozaiğinin bulunduğu evler yıkılarak üzerleri
kapandı.” şeklinde konuştu. Kazı çalışmalarının
devam edeceğini vurgulayan Küçükdağlı, ”Kazı
çalışmalarının tamamlandığı yerler açık hava müzesi
olacak. Böylece yerli ve yabancı turistlerin
gezebilecekleri bir alan olacak. Halen 7 arkeolog
kurtarma kazılarına katılıyor. Böylece şehrin
geleceğini değiştirecek olan mozaikler gün yüzüne
çıkmış olacak. Mozaikler MS 5-6′ıncı yüzyıl Geç Roma
Dönemi’ne ait 2 katlı ihtişamlı villaların zeminine
döşenmiş ve o günün sosyal yaşamını anlatıyor.
Zaman, 17.12.2010
EHL-İ VİCDAN OLAN
'VEFA'SIZ KALIR MI?
İstanbul'un ihmal edilen
nice muhitinden biri Vefa semti; ecdad yadigarı
eserleriyle, dar sokakları, küçük dükkanlarıyla her
adımında tarih koksa da sessiz sedasız. Oysa tüm
miras bir yana sadece Allah dostu Ebu'l Vefa
Hazretleri hatırına ziyareti hak ediyor. Öyleyse
gelin evvela onun eteğine gidelim, akabinde de
mekana 'vefa' gösterelim.
Süleymaniye'ye doğru yol alırken, sola kıvrılınca
karşınıza çıkar küçük bir meydan... Sağda bir cami
ve kurra, imam meşrutası, paralelinde medrese, onun
bahçesinde dallarını kah göğe kah yere uzatmış
ağaçlar... Hepsinin merkezinde ise bölgeye adını
veren Ebu'l Vefa Hazretleri... Arnavut kaldırımlı
dar sokakları, yer yer karşımıza çıkan ahşap
konaklarıyla tarihine ve adına yaraşır şekilde vefa
bekliyor bu küçük Osmanlı semti. Belki de küçüklüğü
sebebiyle gölgesinde kalıyor Sultanahmet'in,
Süleymaniye'nin.
Üç imparatorluk görmüş. Ama asıl rengini Osmanlı
kültüründen alır. Adını da, semtin ihyası ve imarı
için Fatih Sultan Mehmet'in ricasıyla Konya'dan
İstanbul'a gelen Allah dostu Ebu'l Vefa
Hazretleri'ne borçlu. Hazret'in bölgeye
yerleşmesiyle harabelikten kurtulur, ilim ve irfan
yuvası haline gelir semt. Fakat bugün sağlı sollu
dizilmiş derme çatma binalar ki son 50 yılda
yükselir Vefa üzerinde, tarihi eserin boynunu
büküyor. Semtin aslına erişmek için artık sadece
bakmak değil, aramak ve bulmak gerekiyor. İşte
sözümüz yola çıkmak isteyenlere, gelin hep beraber
Vefa seyahatine çıkalım.
Evvel Selam Verelim
Ebu'l Vefa Hazretleri'ne Vefa'ya vardınız; öncelikle Ebu'l Vefa
Hazretleri'nin türbesinin bulunduğu camiye uğramalı,
ruhuna bir Fatiha okumalı. Caminin avlusu, günün
erken saatlerinde semt esnaflarının ziyaretleriyle
şenleniyor. Mesela, caminin bitişiğindeki bakkal
dükkanının sahibi Yunus amca her sabah, bu mübarek
zatı ziyaret etmeden kepenkleri açmazmış. Caminin
sol ve sağ cephesinde servili, çiçekli bir mezarlık
var. II. Beyazıd döneminde ve sonrasında yaşamış
bazı alimler burada yatıyor. Fatih devrinde
yapılmış, zaman zaman yenilenmiş bu külliyeden
çıkınca, yolun sol kanadında Atıf Efendi Kütüphanesi
var. 1741 yılında Sultan I. Mahmut döneminde
defterdarlık yapmış Atıf Mustafa Efendi tarafından
kurulmuş. Şükür ki yapıldığı günden beri kuruluş
amacına hizmet etmiş ve hiç kapanmamış. Külliyeyi
andıran kütüphanenin kapısı, yapıyı görüp bilgi
almak isteyen herkese açık.
Vefa'nın en görünür eserlerinden biri de Ebu'l Vefa
Camii'nin bir üst sokağındaki Molla Gürani Camii...
Kiliseden bozma. 800 yıllık tarihi var. Bir rivayete
göre de, İstanbul'un en eski Ortodoks Kilisesi. Ne
yazık ki, kapıları kilitli, kaderine terk edilmiş.
Vefa Caddesi'nde, önünden yürürken denk geldiğimiz
mimar Mehmet Ağa Cami ise minik ama görülmeye değer.
Sultanahmet Camii'nin Mimarı Sedefkar Mehmet Ağa
tarafından yaptırılmış. Bizi kendine meftun eden bu
semti, tamamlayan başka yapılar da var civarda.
Küçük küçük sıralanmış bakkallar, iş hanları, meşhur
Vefa leblebicisi, restore edilmeyi bekleyen birkaç
ahşap konak... Fakat Vefa'nın güzelliği bunlardan
ibaret değil! Şimdi ara verip bir bardak boza
içmeli!
Ebu'l Vefa Camii'nin olduğu caddenin sonuna gelince,
sağ tarafta 1872'den beri bu semtte bulunan Tarihi
Vefa Bozacısı çıkıyor karşınıza. Bozacı, muhitin
sınırlarını epey aşan bir şöhrete sahip. Uzak
semtlerden boza içmek için buraya gelenler bile var.
Buradan çıkışta, Vefa'yı sağlı sollu ikiye bölen ana
meydana varıyorsunuz. Meydanın sol tarafında 1757
-1774 yıllarında inşa ettirilmiş, sessiz sedasız
bekleyen Recai Mehmet Efendi Sıbyan Mektebi'ni
göreceksiniz. Restorasyonu yeni tamamlanmış, bu
hafta da kütüphane olarak hizmete açılmış. Saat
14.00-20.00 arası açık olan kütüphanede çok eski
tarihlere ait 6 bin kitap mevcut. Kitap okuyup kafa
dinlemek için ideal bir yer.
Kimseciklerin haberdar olmadığı bu sıbyan mektebi
binasından yukarı doğru açılırsanız semtin
girişindeki yapılara denk geleceksiniz. Şu anda
restorasyonda olan, 1460'ta yapılmış Molla Hüsrev
Camii bunlarda biri. Diğeri ise Ekmekçizade Ahmet
Paşa Medresesi. Bu civarda bulunan sebil ve
kullanılmayan çeşmeleri ise hiç saymıyoruz. Vefa'da
girdiğimiz son sokakta ise Nevşehirli Damat İbrahim
Paşa Camii ilişiyor gözümüze. Bu caminin restoresine
başlandı ama "İlle de burada namaz kılmadan gitmem."
diyenler için küçük bir bölüm ayrılmış. Caminin tam
paralelinde ise meşhur Vefa Lisesi bulunuyor.
Vefa Lisesi
Vefa Lisesi'nin karşı sokağı
Recai Mehmet Efendi Sıbyan Mektebi şu anda kütüphane olarak hizmet veriyor.
Zaman, Haber: Sevim
Şentürk, 17.12.2010
PROF.DR. ŞAHİN KLAROS
ANTİK KENTİ KAZI ÇALIŞMALARINI ANLATTI
Klaros antik kenti Kazı
Başkanı ve Ege Üniversitesi (EÜ) Edebiyat Fakültesi
Klasik Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr. Nuran
Şahin, İzmir’in Menderes ilçesi yakınlarındaki
Klaros’ta 2001 yılından beri EÜ tarafından
üstlenilen kazı çalışmalarında önemli arkeolojik
buluntulara rastladıklarını bildirdi.
Prof.Dr. Şahin, EÜ 50.
Yıl Köşkü Sanat Galerisi’nde ‘Kazılarımızı
tanıyalım’ konferansında yaptığı açıklamada,
Milattan önceki dönemde bir sahil kasabası ve
‘tanrıya danışma yeri’ olarak ünlenen kehanet
merkezi Klaros’ta, sürdürülen kazı çalışmalarında,
insan ve hayvanların kurban edilme figürlerini
tespit ettiklerini belirtti.
Kazı alanındaki
sunaklarda tanrıya sunulan altın işlemeli cımbız,
altın rende ve altın uçlu oklara rastladıklarını
ifade eden Prof.Dr. Nuran Şahin, şunları kaydetti:
‘Bölgede ortaya
çıkardığımız kuş figürlü kâse kalıntıların hangi
atölyelere ait olduğunun araştırılması üzerine
çalışıyoruz. Klaros tapınağı 6. yüzyılda beyaz
mermerden yapılan ilk tapınak özelliğini taşıyor. Bu
yıl yapılan çalışmalarında ortaya çıkarılan 13
metrelik Temenos Duvarı’nın da 6. yüzyıl yapısı
olduğunu belirledik. Önümüzdeki kazı döneminde bu
duvarın yönlerini mimarlarla birlikte araştıracağız.
Böylesine uzun bir duvarın ikinci bir tapınak
olduğunu düşünmekteyiz.’
haberler.com, 17.12.2010
TARİHİ TRAŞ
Biz gazetecilerin en
sevdiği cümle: “Haberimiz ses getirdi.” Radikal’in,
Beyoğlu İstiklal Caddesi’nde inşaatı süren Demirören
Alışveriş Merkezi’nin, dikkat çekici yüksekliğini
belge ve fotoğraflarıyla gündeme taşıdığı haberleri
ses getirmekle kalmadı, sonuç da getirdi: Binanın,
projeye uygun olmadığı tespit edilen katları
traşlanacak.
Önce biraz hatırlatma yapalım: İstiklal Caddesi
kentsel sit alanıydı ve 2863 sayılı yasaya göre sit
alanında yapılacak bir bina, yanında ya da önündeki
1. derece kültür varlığı olarak tescillenmiş bir
yapının yüksekliğini geçemezdi. Anıtlar Kurulu’nun,
Demirören AVM inşaatına izin veren 2004 tarihli
kararında da aynı yasaya vurgu yapılıyordu. Oysa
Demirören AVM, yanındaki tescilli bina Serkil
Doryan’ın neredeyse iki katı yüksekliğe ulaşmıştı.
Radikal’in ısrarlı haberleri üzerine Beyoğlu
Belediye Başkanı Ahmet Misbah Demircan, “Biz kurul
kararlarını uyguladık. Ama mutsuzum, inceletiyorum”
açıklaması yapmış, Kültür Bakanı Ertuğrul Günay da
iki müfettiş görevlendirmişti. Demirören Grubu adına
Radikal’e bilgi veren Tayfun Demirören ise kanunlara
aykırı işlem yapmadıklarını söylemişti.
Radikal’in haberleri İstanbul 2. No’lu Yenileme
Kurulu’nu da harekete geçirdi. Kurul üyeleri
inşaatta incelemeler yaptı. Ve binanın dikkat çekici
bir yüksekliğe ulaşmasının önünü açan kararlarda
imzası bulunan Yenileme Kurulu, ‘Demirören AVM
inşaatının 2863 sayılı yasaya aykırı olarak
sürdüğünü, onaylanan projeye aykırı unsurlar tespit
edildiğini’ karara bağladı ve ‘gerekli önlemlerin
alınması için’ Kültür Bakanlığı, İstanbul Valiliği
ve Beyoğlu Belediyesi’ne gönderdi.
Kurulun 8 Kasım 2010 tarihli ve 1888 sayılı
kararında hayli ağır ifadeler yer alıyor: “346 pafta
13, 14, 15 parselde devam eden inşaatla ilgili
onaylı projeye aykırılıklar tespit edilmiştir.
...yapanlar hakkında savcılığa suç duyurusunda
bulunulmasına, ...faaliyetin durdurulmasına, yapının
kot kesimi ve kabaresinin projeye aykırı olduğu
tespit edildiğinden planların belediyeden
istenmesine, onaylı projeye aykırı kat ve cephe
kesimlerinin onaylı projeye uygun hale getirilmesine
karar verilmiştir.”
Beyoğlu Belediyesi yetkilileri, Radikal’e, kurul
raporunun ellerine ulaştığını doğrulayıp ekledi:
“Kurulun raporunu hemen işleme koyduk ve ilgili
kişilere ilettik. Projeye aykırı bulunan unsurların
yasal süreler içinde projeye uygun hale
getirilmesini bekliyoruz.”
Ulaşmaya çalıştığımız Kültür Bakanlığı’ndan ise
konuyla ilgili henüz ses çıkmadı.
İstanbul 2 No’lu Yenileme Kurulu’nun 8 Kasım 2010
tarihli raporundan... 346/14 parselde yer alan inşat ile ilgili
yapanlar hakkında 2863 sayılı yasanın 65. maddesine
göre savcılığa suç duyurusunda bulunulmasına, 346
pafta 13, 14, 15 parselde devam eden faaliyetin
durdurulmasına, yapının kot kesimi ve kabaresinin
onaylanan projeye aykırı olduğu tespit edildiğinden
planların ilgili belediyeden istenmesine, onaylı
projeye aykırı kat ve cephe kesimlerinin onaylı
projeye uygun hale getirilmesine karar verilmiştir.
Radikal, İstanbul Yenileme Kurulu’nun, Demirören
AVM’nin yükseltilmesi kararını verirken gerekçe
gösterdiği ‘Geçmişten Günümüze Beyoğlu’ kitabının II.
cildinde yayımlanmış (2004-1. baskı) eski
fotoğraflara ulaşmıştı. Eski fotoğraflarda,
Demirören AVM’nin yapıldığı yerdeki bina, Serkil
Doryan’dan sadece bir kat yüksek, yani beş katlı
görünüyor. Oysa Demirören AVM’nin şimdiki durumu çok
daha yüksek katlı.
Radikal, Haber: Erkan
Altuğ, 17.12.2010
******
KAT İŞTAHINA YIKIM
DİYETİ
Demirören AVM’nin
tıraşlanacak olma ihtimali, biraz olsun sonsuz
iştahları tıkar diye umalım. İstiklal Caddesi’ndeki
alışveriş merkezini, hem arzın merkezine hem gök
yüzüne doğru mümkün mertebe genişletmeyi kâr
saydıklarını, iki ay önce Erkan Aktuğ’un haberinden
öğrenmiştik. Dün de Yenileme Alanları Koruma
Kurulu’nun inşaatı inceleyip kurallara aykırı
bulduğunu ve fazla katların yıkılmasını istediğini
öğrendik. Meğer Demirören Grubu kitabına uydurup,
uymazsa gözden kaçırıp ille de biraz daha büyük
‘biraz daha yüksek’ biraz daha kârlı bir inşaat
yapmaya çalışıyormuş... Projeye onay verdi diye
kızdığımız Yenileme Alanları Koruma Kurulu’nun
aslında kandırılmış olduğunu, inşaatın bu halini
görünce fazla katların yıkılmasını istediğini de
dünkü haberden öğrendik…
Ama öğrenemediğimiz
şeyler de var. 2004 yılında 1 Numaralı, 2006’da 2
Numaralı Koruma kurullarına gidip bir türlü
onaylanmayan projenin neden 2008 yılında Yenileme
Kurulu tarafından onaylandığını hâlâ bilmiyoruz.
Ayrıca bu Yenileme Kurulu’nun nereden çıktığını,
bildik koruma kurullarına ilaveten neden bir de
böyle ‘özel’ bir kurul kurulduğunu anlamış değiliz.
Bir ihtimal var. Eski
koruma kurullarından jet kararlar çıkarmak pek zor
olduğu için, kentin çöküntü alanlarında yapılmak
istenen o pırıltılı projelere anlayış göstermekte
zorlandıkları için iktidar yeni kurullar kurmaya
karar vermiş olabilir. Çok pratik bir çözüm. Tıpkı
HES’lere bir türlü geçit vermeyen Tabiat
Varlıklarını Koruma Kurulları’nın yerine Orman
Bakanlığı’nda yeni kurullar kurmaya niyetlendikleri
gibi…
Bu Yenileme Kurulları
meselesi mimarlık çevrelerinde zaten yıllardır
tartışılan, şüpheyle karşılanan bir konu. Ama adları
bir kez mızmız ve müzmin muhalife çıktığından
kimsenin aldırdığı yoktu. Artık herkes Yenileme
Kurulları’ndan haberdar, onlar da bunu öğrenmiş
oldu. Yakında Tarlabaşı ve Süleymaniye’nin
‘yenilenmesi’ gündeme gelecek. Bakalım o zaman da
böyle ‘yıkım-yapım-yeniden yıkım’ tartışmaları
yaşanacak mı?
Radikal, Yazı: Cem
Erciyes, 18.12.2010
KARGO PAKETİNDEN TARİHİ ESER ÇIKTI
Diyarbakır İl Jandarma Komutanlığı'nca, Bismil ilçe merkezinde 15 Aralık 2010 tarihinde icra edilen faaliyet kapsamında, 126 adet tarihi eser ele geçirdi.
Diyarbakır İl Jandarma Komutanlığı'nca, İstanbul ilinden, Diyarbakır ili Bismil İlçesine ulaştırılmak üzere kargoya verilen paket içerisinde yapılan arama sonucunda, bilgisayar CD-ROM'unun içine gizlenmiş vaziyette Bizans ve Roma dönemine ait olduğu belirlenen çeşitli renk ve ebatlarda 111 adet sikke ve 15 adet tarihi obje olmak üzere toplam 126 adet tarihi eser ele geçirildi.
Tarihi eser niteliği taşıdığı değerlendirilen 126 adet eser Diyarbakır Müze Müdürlüğü'ne teslim edilirken olayla ilgili 1 kişi gözaltına alırken 1 kişinin de arandığı bildirildi.
Diyarbakır Kent Haber, 16.12.2010
25 BİN LİRAYA KAZILACAK
Konuralp Belediye
Başkanı Yusuf Ercan yaz döneminde 25 bin lira bütçe
ile amfitiyatroda restorasyon ve kazı çalışması
yapacaklarını söyledi.Ercan ayrıca, beldede bayanlar
ve gençlerin sosyal ihtiyaçlarına yönelik
projelerinin olacağını belirtti.
Amfitiyatroda farklı bir çalışma başlatmaya
hazırlandıklarının altını çizen Ercan, program
netleşir netleşmez tüm Düzce halkını konuyla ilgili
bilgilendireceklerini vurguladı.
Yusuf Ercan, Özel
İdare bütçesinden ayrılan 25 bin lira ödenek ile
amfitiyatronun restore edileceğini, aynı zamanda
alanda kazı çalışması yapılacağını kaydetti.
Ercan şöyle konuştu: “amfitiyatroda çok farklı
bir çalışma yapmayı planlıyoruz. Yaz aylarının
başında orada hem düzenleme hem de kazı
çalışması yapılacak. Ancak henüz program
netleşmiş değil. Özel İdare bütçesinden bu
çalışma için 25 bin lira ödenek ayrıldı.
Restorasyonun yanı sıra orada birde kazı
çalışması gerçekleştirilecek. Program
netleştiğinde tüm kamuoyunu konuyla ilgili
bilgilendireceğiz.”
Düzca Damla, 16.12.2010
TÜRK-RUM TUĞLALARINI TOPLADI, KOLEKSİYON YAPTI
Çanakkale'de yerel tarih araştırmacısı Ahmet Uslu, 25 yıllık çalışmanın ardından Çanakkale ve yöresinden topladığı Osmanlı dönemine ait çok sayıda Türk ve Rum tuğlasını galerisinde sergilemeye başladı.
İl merkezinde Çanakkale Savaşları Galerisi açan yerel tarih araştırmacısı Ahmet Uslu, savaş dönemine ait eserlerin yanı sıra Çanakkale ve yöresinden 25 yılda topladığı Osmanlı dönemine ait Türk ve Rum tuğlalarının bir kısmını da burada sergiliyor. Osmanlı döneminde en büyük tuğla üreticisinin Çanakkale'nin Eceabat İlçesi olarak bilindiğini söyleyen Uslu, "1900'lü yıllarda Çanakkale'de 100'e yakın tuğla fabrikası bulunuyordu. Ünlü Maydos tuğlaları da burada üretilip yurdun değişik bölgelerine gönderiliyordu. Ben de gelecek nesillere tarihten bir parça bırakabilmek için 25 yıllık çabalarım sonunda bu 100 farklı tuğla fabrikasının değişik tuğlalarından bulabildiklerimi koleksiyon haline getirmek istedim. Galerimde yer alan tuğlaların yüzde 30'u Türk, yüzde 70'i de Rumlara ait. Her fabrika zamanında bu tuğlaların üzerine kendine özgü marka atmış. Bu sebeple de günümüze kadar bu tuğlalar onların bu yazıları ile gelmiş durumda. Şu an koleksiyonumda 170'e yakın farklı tuğla var. Ancak yer olmadığı için maalesef bunların tamamını sergileyemiyorum" dedi.
Uslu, Türkiye'de tuğla koleksiyonu yapan kişilerin bulunduğunu, bunların da genelde tuğla fabrikası sahipleri olduğunu belirterek, "Çanakkale ve yöresinde üretimi yapılan tuğla sayısının fazla olması, o dönemde ilimize ismini veren çanak çömlek ve tuğlaların önemini bir kez daha gösteriyor. En büyük hedefim ise bunları sergileyecek bir tuğla ve seramik müzesi açmak. Bu konuda yetkililerden yardım bekliyorum" diye konuştu.
Bu arada, birbirinden ilginç tuğlaların üzerinde yer alan yazılar ve amblemler ise vatandaşların büyük ilgisini çekiyor.
Türkiye Gazetesi, Haber: Ayhan Öncü, 16.12.2010
İSTANBUL'UN NEDEN BİR KENT MÜZESİ YOK?
İstanbul’da
opera temsilleri geçici mekan
Süreyya
Operası’nda yapılıyor. Provalar başka
yerde, kostümler başka yerde… Sanatçılar perişan,
temsil öncesi ve sırasında bir yerden bir diğerine
taşınıyor. Mekan yetersiz kaldığı için görkemli
büyük yapıtlar sahnelenemiyor.
İstanbul
Devlet Senfoni Orkestrası sezon açılışını
opera binası yerine Aya İrini’de
yaptı (ya o da olmasaydı) AKM neredeyse çürümeye
terk edilmiş bir halde yazgısını bekliyor. Kentin
övünülecek bir opera binası yok. İstanbul Devlet
Senfoni Orkestrası bin yıllık tarihi geçmişi olan
övülesi bu kentin geçici sahnelerinde konserlerini
veriyor. Çünkü tek gururumuzdu AKM, hala yazgısını
bekliyor.
Devlet Tiyatrosu’nun adı var,
sahnesi yok. Özel tiyatrolara gelince; ayakta durma
savaşı verirlerken çoğu yapıtlarını kiralık
mekanlarda sahneliyor. İstanbul’un yüz akıydı AKM
şimdi yok.
Ve sergiler İstanbul’un bin yıllık tarih geçmişi
özel Sabancı Müzesi’nde,
İstanbul’un 100 yıllık mimari kültürü
Santral İstanbul’da sergileniyor. Güzel de,
ne zamana kadar? Biri bu tarihe, diğeri şu tarihe
kadar… Yani hepsi geçici. Kentin bin yılı aşkın
kültür, sanat, mimari geçmişini, sergiler açık
kaldığı sürece kim izlediyse şanslı. Geri kalan
yerli ve yabancı turist görmese de, bilmese de olur.
Çünkü üç imparatorluğu bağrında barındırmakla
gururlandığımız bu tarihi kentin bir “Kent
müzesi” yok...
Geçen eylül ayında Adalar Kent Müzesi’nin
açılışında konuşmalarını yapan yetkililer, müzenin
bundan sonra yapılacaklara öncülük etmesi dileğini
vurguladılar. Adalar Kent Müzesi bir bağlamda,
gelecekteki İstanbul kent müzesine bir örnek
olmalıydı. Elbette kutlanacak bir başarıydı bu.
Böyle bir müzenin türlü çabalarla, nice zorluklarla
gerçekleştirilmesi... Ancak isterdik ki, önce bir
İstanbul kent müzesi diğerlerine örnek olsun. Keşke
önce bir İstanbul kent müzemiz olsaydı da arkasından
başkaları gelseydi. Çanakkale’de var, Mardin’de
(Sabancı Holding’in girişimiyle) var, ama bunca
gururlandığımız dünya kenti İstanbul’da yok. Ve üç
imparatorluğa mekan olmuş bu kentin kültürü, tarihi
ne yazıktır ki sadece geçici sergilerle sınırlı
kalıyor.
Oysa bu şansı yakalamıştı İstanbul bir zamanlar…
Türkiye Ekonomik ve Toplumsal Tarih Vakfı’nın,
HABİTAT II Konferansı nedeniyle,
1996 yılında Darphane-i Amire
binasında açmış olduğu, “Dünya Kenti
İstanbul Sergisi”nde kalıcı bir kent
müzesinde var olması gereken, akla gelebilecek her
türlü tasarım, dokümanları, belgeleri, fotoğrafları,
gravürleri, haritaları, grafikleriyle, yazıları ve
görselliği ile en ince ayrıntısına kadar
sergilenmişti.
Kent, tarih öncesi İstanbul’dan Bizans’a, erken ve
geç Osmanlı döneminden, Mütareke ve Cumhuriyet
dönemi İstanbulu'na uzanan uzun soluklu tarihsel bir
zaman diliminde, coğrafyası, tarihi, müziği,
giysisi, mimarisi, resmi, minyatürü, özetle bütün
bir yaşam kültürüyle yer almıştı bu dev sergide.
Prof.Dr. Afife Batur’un genel
koordinatörlüğünde, her biri kendi dalında uzman
onca değerli bilim ve sanat insanımızın (burada
adlarını vermeye yazıya ayrılan yerin sınırlı olması
nedeniyle olanak yok) gönüllü çalışmalarıyla,
inanılmaz bir azimle gerçekleştirilen ve uzun süre
ziyaretçiye açık kalan bu serginin malzemeleri bugün
nerede diye sorulacak olursa: kimi maketler
Yıldız’daki Mimarlar Odası’nın kullandığı binanın
girişinde, büyük bir bölümüyse Tarih Vakfı’nın
binalarında korunmakta.
İstanbul bir ‘Dünya Kenti İstanbul Müzesi’ni çoktan
hak etmiştir... Böyle anlamlı bir proje için vakit
geçirmeden harekete geçilmelidir. Yetkililere,
ilgililere duyurulur…
Anadolu'daki
kapalı avlulu medreselerin en büyüğü olan
Erzurum'daki Yakutiye Medresesi'nin
çevresinde bulunan ağaçlar söküldü. Merkez Yakutiye
İlçe Belediye Başkanı
Ali Korkut,
AA muhabirine yaptığı açıklamada, İlhanlı hükümdarı
Sultan Olcayto döneminde,
Gazan Han ve Bolugan Han
tarafından 1310 yılında yaptırılan Yakutiye
Medresesi'nin, Anadolu'daki en önemli tarihi eserler
arasında yer aldığını söyledi. Anadolu'daki kapalı
avlulu medreselerin son örneklerinden olan Yakutiye
Medresesi'nin mimari güzelliğinin, etrafının
ağaçlarla çevrili olması nedeniyle yıllarca farkına
varılamadığını ifade eden Korkut, şunları kaydetti:
''Dört eyvanlı iç mekanda bulunan dikdörtgen avlunun
orta bölümü mukarnaslı bir kubbeyle, diğer kısımları
ise sivri kemerli beşik tonazlarla örtülü olan
medrese, Anadolu'daki kapalı avlulu medreselerin en
büyüğüdür. Medrese, plan düzeni, dengeli mimarisi ve
iri motifli süslemeleri ile Erzurum'un en gösterişli
yapıtlarından biridir. Böyle bir eser şimdiye kadar
ağaçların gölgesinde kalmıştı. Göreve gelir gelmez
medresenin tüm güzelliğini görünür kılmak için proje
hazırladık. Medresenin etrafındaki metrelerce
uzunluğa erişen ağaçları söküp başka bölgelere
diktik. Yıllarca yöre halkının bile ağaçların
arasında olduğu için farkına varamadığı Yakutiye
Medresesi'nin eşsiz mimari güzelliği, çevresindeki
ağaçların kaldırılmasıyla gün yüzüne çıktı.''
Tarihi eserin çevresinde yeniden düzenleme
yaptıklarını belirten Korkut, şöyle devam etti:
''Medresenin önü ve arkası sert görünüm, bazalt,
andezit, granit taşlarıyla çeşitli desenlerde
kapladık. Alanın kenarları da yeşil alan olarak
düzenlenecek. Yeşil alan görsellik dikkate alınarak
hazırlanacak. Kenar çalışmasında en az 150 adet, çok
fazla boylu olmayan, gövde çapları geniş olmayan
çiçekli tür ağaçlar kullanılacak. Böylece geçmişte
kökleriyle tarihi esere zarar veren, tarihi eserleri
görüntü olarak kapatan yapı olmayacak.''
Medresenin çevresinde geniş yürüyüş alanları, oturma
gruplarının da yer alacağını anlatan Korkut, gece
aydınlatmalarında da farklı tarzlar düşünüldüğünü
sözlerine ekledi.
Yapı, Fotoğraf: Kurbai Geyik/AA, 16.12.2010
4. HENRİ'NİN KESİK KAFASI TEŞHİS EDİLDİ
Bilim adamları, 9 ay süren testlerin ardından 1610’da 57 yaşında suikaste kurban giden Fransa Kralı 4. Henri’nin kafasını teşhis etmeyi başardı.
British Medical Journal’da yayınlanan araştırmada, “olağanüstü garip seyahatlerin” ardından 2008’de bir emeklinin evinde bulunan ve 4. Henri’ye ait olduğu kesinleşen kafanın, gayet iyi durumda korunduğu ve hala saç ile sakalından izlere sahip bulunduğu belirtildi. Garches adli tabibi Dr Philippe Charlier ve 19 bilim adamı tarafından yürütülen araştırmada elde edilen bulgular, yarın Paris’te düzenlenecek basın toplantısıyla kamuoyuna açıklanacak. 14 Mayıs 1610’da öldürülen 4. Henri, Paris yakınındaki Saint Denis Bazilikası’na gömülmüş, Fransız Devrimi sırasında kraliyet mezarlığı açılmış ve devrimciler tarafından kesilen kafa daha sonra ortadan kaybolmuştu.
Milliyet, 16.12.2010
Kafatasında bir suikast
girişiminin kemikte bıraktığı lezyon gibi izlere de
rastlandı.
TARİHİMİZ TALAN
EDİLİYOR, BİZ SEYREDİYORUZ
Üzerinde kurulduğu
toraklarda onlarca uygarlığa ev sahipliği yapan
ve bağrında milyonlarca tarihi eseri barındıran
Kütahya'da tarihi eser kaçakçıları cirit atıyor.
Paha biçilmez
eserlerle yakalansa da ifadesi alındıktan sonra
serbest bırakılan ve genelde hiçbir cezai
yaptırım uygulanmayan tarihi eser kaçakçılarının
icraatlarına Kütahya’da her zaman rastlamak
artık olağan hale geldi. Ya kendisine
kaçakçılığı iş edindiği için veyahut da zengin
olma hayaliyle topraklarımızdaki tarihi eserleri
çıkarıp el altından satan bu şahıslar, maalesef
tarihi değerlerimiz talan ediyorlar.
Televizyonlardan ve
çeşitli internet sitelerinden kolayca temin
edilebilen gelişmiş arama detektörleriyle
topraklarımızı köstebek yuvasına çeviren bu
şahısların sayısı her geçen gün artarken, tarihi
eser kaçakçılarına karşı radikal önlemlerin ne
zaman alınacağı merak ediliyor.
Kaçakçılığın önüne geçmek için hukuki yönden
caydırıcı cezaların verilmesi bu olumsuzluğun
önüne geçilmesi için olmazsa olmaz bir tedbir
olarak görülürken, talan edilen tarihimizi
sadece seyretmekle yetindiğimizin acı resmini
geride bıraktığımız hafta yaşanan birkaç örnekle
yetkililerimizin dikkatine sunuyoruz:
Olay 1;
Kütahya'da, tarihi eser kaçakçılığı yaptıkları
iddiasıyla yakalanan 2 kişinin bulunduğu
otomobilde, Roma dönemine ait 88 adet gümüş
sikke ele geçirildi. Alınan bilgiye göre, S.E.
ve M.E.'nin tarihi eserleri pazarlamaya
çalıştıkları bilgisine ulaşan jandarma ekipleri,
bu kişilerin içinde bulunduğu 50 AE 974 plakalı
otomobili, Kütahya-Afyonkarahisar karayolunun
40. kilometresindeki Altıntaş yol ayrımında
durdurdu.
S.E. ve M.E.'yi
gözaltına alan ekiplerce araçta yapılan aramada
ele geçirilen Roma döneminden kalma 88 adet
gümüş sikke, bilirkişi raporu hazırlanması
amacıyla Kütahya Müze Müdürlüğüne teslim edildi.
Adliyeye çıkarılan S.E. ve M.E, Cumhuriyet
Savcılığınca serbest bırakıldı.
Olay 2;
Simav İlçesi'nde, belediyeye ait iş makinesiyle
kaçak kazı yaparak Roma döneminden kalma mermer
sütunu çıkardıkları iddia edilen, aralarında
belediyede çalışan şoförün de bulunduğu 4 kişi
yakalandı. Jandarma ekipleri, Bahtıllı
beldesinde sit alanı içerisinde bulunan tarihi
Bahtıllı Kalesi çevresinde izinsiz kazı
yapıldığı ihbarını aldı.
İhbar üzerine
harekete geçen ekipler, belediyede şoför olarak
çalışan R.M. ile arkadaşları M.G., K.Y. ve A.Y.'nin,
belediyeye ait iş makinesini kullanarak
çıkardıkları Roma döneminden kalma 500 kilogram
ağırlığındaki mermer sütunu, traktöre yükleyerek
götürdüğünü belirledi.
Bunun üzerine
jandarma ekiplerince gözaltına alınan R.M., M.G.
K.Y. ve A.Y. işlemlerinin ardından adliyeye sevk
edildi. Zanlılar, savcılıktaki ifadelerinin
ardından serbest bırakıldı.
Olay 3;
Tavşanlı İlçesi'nde şarampole devrilen araçta
tarihi eser ele geçirildi. S.Ç.'nin kullandığı
otomobil, Tavşanlı-Kütahya karayolunun 18.
kilometresinde şarampole devrildi. Kazadan yara
almadan kurtulan S.Ç., aracını terk ederek olay
yerinden uzaklaştı.
Olay yerine gelen
jandarma ekiplerinin yaptığı incelemede, sağ ön
kapı cebinde bulunan çay paketine gizlenmiş 24
adet sikke, 23 adet metal obje ve metal zincir
ile yüzük ele geçirilerek, Kütahya Müze
Müdürlüğü'ne teslim edildi. Jandarma tarafından
yakalanan S.Ç., ifadesine başvurulmasının
ardından serbest bırakıldı.
Olay 4;
Kütahya'da, çeşitli dönemlere ait 245 adet
tarihi eser ele geçirildi, 2 kişi gözaltına
alındı. Jandarma ekipleri, içinde tarihi eser
bulunduğu bilgisine ulaştıkları Y.Ö.'nün
kullandığı otomobili, Kütahya-Gediz karayolunun
7. kilometresinde durdurmak istedi. Y.Ö.'nün
burada durmayarak kaçması üzerine takip edilen
otomobil, Aslanapa ilçe merkezinde durduruldu.
Ekiplerin, araçta
bulunan S.H.'nin otomobilden attığı çantada
yaptığı incelemede, Hellenistik, Roma ve Osmanlı
dönemlerinden kalma 206 adet bronz sikke, 30
adet gümüş sikke, 3 adet çanak obje, iki adet
bronz kolye, birer adet mermer ve bronz obje ile
bronzdan yapılma çan ve yüzük olmak üzere toplam
245 adet tarihi eser ele geçirildi.
Araç sürücüsü Y.Ö.
ile araçtaki S.H., gözaltına alındı (muhtemelen
yine ifadeleri alındıktan sonra serbest
bırakıldılar).
Tellal Haber, 15.12.2010
SEBASTAPOLİS'TE 2010 KAZI ÇALIŞMALARI TAMAMLANDI
Sulusaray İlçesi'nde bulunan
Sebastapolis antik kentinde 19 ağustos 2010
tarihinde başlayan kazı çalışmaları sona erdi.
Konuyla ilgili bir açıklama yapan Valimiz Sayın
Şerif Yılmaz; Sebastapolis antik kentinde kurtarma
kazılarının 19 Ağustos 2010 tarihinde 20 yıl aradan
sonra tekrar başladığını belirterek; çalışmaların
Tokat Müzesi başkanlığında Doç.Dr. Markus Kohl’ün bilimsel danışmanlığında
arkeologlar Mesude Matoğlu ve Ali Alkan’dan oluşan
20 kişilik ekip tarafından yürütüldüğünü ifade etti.
Temizlik ve sondaj çalışmalarının Tokat Müzesi
tarafından 1987-1990 yılları arasında yapılan
kurtarma kazıları sırasında açığa çıkarılan hamam ve
kilise kalıntılarının olduğu alanda yapıldığını
söyleyen Valimiz Sayın Şerif Yılmaz gerçekleştirilen
kazı çalışmalarının sonucu ile ilgili açıklamasına
şöyle devam etti: “Kilisenin batısındaki mekanda
beyaz ve mavi mermer plakaların yan yana dizilmesi
ile oluşturulmuş taban döşemesi açığa çıkarılmıştır.
1)Kilisenin zamanla dolmuş olan güney apsisi temizlenerek açığa çıkarılmıştır. Güneydeki küçük apsissin köşesinde bir sütun bulunmuştur. Altı sıra Yunanca yazıt bulunan sütunda Y ( Adı Sempronius olan bir adam oğluna şans olsun diye bunu adadı )şeklinde yazmaktadır. Yazıt Sulusaray taş eser deposuna taşınmıştır.
2)Kilise içinde duran gri mermerden yapılmış sütun Sulusaray’daki taş eser deposuna taşınmıştır. Sütunun bir yüzünde beş satır Yunanca yazıt bulunmaktadır. Sütunun üzerinde ”Başpiskopos Basileus bunu adadı (yaptı)” şeklinde yazmaktadır.
3) Kilisede yapılan temizlik kazısında değişik
dönemlere ait seramik parçaları, mermer plaka
parçaları, 123 kilogram kurşun cüruf, pişmiş toprak
çatı kiremidi ve tuğlalar,bir adet bronz aplike
parça ile bir adet bronz Geç Osmanlı sikkesi ele
geçmiştir.
Arkeologlar tarafından hamam ve kilise
kalıntısında yapılan temizlik çalışmasında otuz beş
kamyon hafriyat ve çöp atıldığı ifade eden Valimiz
Sayın Şerif Yılmaz; 2010 yılında ayrıca hamam ve
kilise kalıntısının olduğu alan 1,5 m tel örgü ve
üzeri 30 cm yükseklikte üç sıra dikenli tel ile
çevrilerek örenyerinde bir çevre düzenlemesi
yapıldığını Kilise ve hamamda dağınık durumda olan
mimari elemanlar sıralanarak görüntü kirliliğinin de
giderildiğini sözlerine ekledi.
haberler.com, 15.12.2010
FIRTINA 1700 YILLIK HEYKELİ ORTAYA ÇIKARDI
İsrail'de meydana gelen fırtına, Askhelon'da 1700
yıllık heykelin bulunmasını sağladı.
İsrailli
yetkililer, Romalılara ait mermer ve kafası olmayan
heykelin kuma gömülmüş halde bulunduğunu açıkladı.
Heykeli denizden çıkarma çalışmaları sırasında yine
Romalılara ait hamamın da bulunduğu bildirildi.
Ancak fırtınanın devam etmesi kurtarma
çalışmalarının yavaş yürütülmesine yol açıyor.
Arkeolog Yigal Israel, "Fırtına tarihi bir heykelin
bulunmasını sağladı. Ancak devam eden fırtına aynı
zamanda birçok tarihi eseri de denize sürükledi"
diye konuştu.
Türkiye Gazetesi, 15.12.2010
MAZI KÖYÜ TANITIM BEKLİYOR
Türkiye’nin en gözde kültür turizm merkezlerinden
biri olan Kapadokya bölgesinde, Romalıların en
önemli yerleşim merkezlerinden birinin Ürgüp
İlçesi'ne bağlı Mazı Köyü olduğu belirtildi.
Bölgede yapılan arkeolojik yüzey araştırmalarında
3 ayrı tepe noktalarında Romalılara ait olduğu
belirlenen 300 ü aşkın kaya mezarı saptandı.
Mazı Köyü muhtarı Naci Yılmaz yaptığı açıklamada,
3 ayrı tepe noktasının arasında kalan Mazı Köyü'nün
Antik çağda Matazo olarak isimlendirildiğini
belirterek, verimli arazilerinin de etkisi ile bu
günkü Mazı köy yerleşiminin Erken Roma döneminden
itibaren oldukça önemli bir merkez haline geldiğini
söyledi.
Değişik yerlerde farklı 4 girişi tespit
edilebilen Roma döneminden kalma yer altı kentinin
önemli bir mirası olarak günümüze kadar ulaştığını
kaydeden Yılmaz, yer altı kentindeki çok sayıdaki
ahır sayısının bölgenin geçmişte hayvancılığın da
yaygın olarak yapıldığını gösterdiğini belirtti.
Bölgede yapılan bilimsel araştırmalarda Kayabaşı ve
Davutlu Bucağı olarak da isimlendirilen iki ayrı
tepede oldukça geniş bir alana yayılan kaya
mezarlarının bulunduğunu ifade eden Yılmaz, bebek,
çocuk ve yetişkin mezarı olarak 300 civarında
belirlenen mezar alanlarının bile başlı başına bir
gezi alanı olarak düzenlenebileceğini kaydetti.
Romalıların geleceğe anıtsal bir miras olarak
bıraktıkları dik yamaçlara oyulmuş, estetik bir mimari
ile dizayn edilen ve bu bölgede yaşayan önemli
kişilerin gömülü bulunduğu 3 kaya mezarının da
bölgenin en önemli tarihsel ve kültürel değerleri
arasında yer aldığını kaydeden Mazı Köyü muhtarı
Naci Yılmaz, bu değerlerin etkin bir tanıtım
çalışması ile turizme kazandırılması gerektiğine
inandıklarını ancak köy muhtarlığının dar bütçesi
ile bunları yerine getirmenin mümkün olmadığını
ifade etti.
Yılmaz “Kapadokya turizminde önemli kültürel ve
tarihsel potansiyele sahip olmamıza karşın maddi
sorunların aşılmaması nedeniyle Mazı Köyü turizmden
hak ettiği şekilde yararlanamıyor. Roma döneminin
köklü değerlerine sahip Mazı Köyü'nün bölgede önemli
bir gezi merkezine dönüşmesini yetkililerden
bekliyoruz.”diye konuştu.
Nevşehir Kent Haber, 15.12.2010
METROPOLİS KAZILARI
İzmir'in
Torbalı İlçesi'ne bağlı
Yeniköy ve Özbey köyleri
arasındaki tepede bulunan
Metropolis antik
kentinde 2010 dönemi kazı programı
tamamlandı. Sabancı Vakfından yapılan
yazılı açıklamaya göre, Kültür ve Turizm Bakanlığı
ile Trakya Üniversitesi iş birliğinde, Sabancı
Vakfı, Metropolis Sevenler Derneği (MESEDER) ve
Torbalı Belediyesinin desteğiyle 20 yıldır
sürdürülen Metropolis antik kentindeki kazı
çalışmalarının bu yılki bölümünde, Roma Hamamı ve Palaestra (Güreş Alanı) önemli ölçüde gün ışığına
çıkarıldı.
Trakya Üniversitesi Arkeoloji Bölümü öğretim üyesi
Yrd. Doç.Dr. Serdar Aybek başkanlığında 35 işçi, 25
öğrenci ve arkeologdan oluşan kazı ekibi tarafından
yürütülen çalışmalarda, kentin geçmişteki parlak
sosyal yaşantısını aydınlatan önemli veriler elde
edildi.
Roma Hamamı ve Palaestra'da yapılan çalışmalarla
yapıların planı büyük oranda ortaya çıkarken,
geometrik bezemeli taban mozaikleri ve birçok metal,
pişmiş toprak, kemik ve camdan yapılan küçük eser
bulundu.
Açıklamada görüşlerine yer verilen Metropolis
Kazıları Başkanı Serdar Aybek, ortaya çıkarılan
yapıların ve geometrik bezemeli taban mozaiklerinin,
kentin sosyal yaşamının zenginliği konusunda önemli
ip uçları verdiğini belirterek, şöyle devam etti:
''Bu yılki kazılarla kentin önemli resmi
yapılarından biri daha büyük ölçüde ortaya çıkarıldı
ve kentin gerçek ölçeği konusunda da bizi
aydınlattı. Palaestra'daki kazılarda, 40x40 metre
boyutlarındaki avluyu çevreleyen 6 metre
genişliğinde geometrik bezemeli mozaikli galeriler
tespit ettik. İki bin yıllık eksiksiz ve bozulmamış
bu mozaikler, Batı Anadolu'da bulunan en geniş
mozaikli alanlar arasında yer almaktadır. Bölgeyi
gün yüzüne çıkardıktan sonra, bozulmamış durumdaki
bu mozaikler, Türkiye'de ve dünyada ses getirecek.
Batı Anadolu'nun küçük kentlerinden biri olarak
tanınan Metropolis'in gerçek ölçeği ve anıtsal
varlığı ortaya çıkacak''.
Metropolis
Metropolis antik kenti, Torbalı İlçesi'ne bağlı
Yeniköy ve Özbey köyleri arasındaki bir tepede
bulunuyor. Metropolis'in tarihi, Neolitik Çağ'daki
ilk yerleşim izlerinden Klasik Çağ'a, Hellenistik
Çağ'dan Roma ve Bizans dönemlerine, Beylikler ve
Osmanlı tarihine kadar uzanıyor.
Bugüne kadar yapılan kazılar sonunda antik tiyatro,
peristyl evler, stoa (sütunlu galeri), bouleuterion
(meclis binası), biri büyük diğeri küçük iki Roma
hamamı, gymnasium (spor salonu), devlet agorası,
dükkanlar, genel tuvalet, sokaklar gibi antik kent
dokusunu oluşturan yapılar ve mekanlar bulundu.
Ayrıca bu mekanların kazı çalışmaları sırasında
seramik, sikke, cam, mimari parçalar, figürler,
heykeller, kemik ve fildişi eserler, pithos
(depolama küpü) ve birçok Hellenistik dönem
seramikleri ile maden eserlerden oluşan 10 bine
yakın tarihi eser gün yüzüne çıkarıldı. Kazılarda
elde edilen eserler, İzmir Tarih ve Sanat, İzmir
Arkeoloji ve Selçuk Efes müzelerinde sergileniyor.
Yapı, 15.12.2010
"ULUS'TA YAŞANAN HUKUKSUZLUKLARA VE TAHRİBATA
YARGIDAN DURDURMA"
Ankara Büyükşehir Belediyesi tarafından
Ulus’ta, Ankara’nın tarihi kent
merkezinde, sürdürülen uygulamalara dayanak
oluşturan, Ankara Kültür ve Tabiat
Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’nun almış olduğu
‘Hacıbayram Veli Camii Restorasyonu ve Çevre
Düzenleme Projesi’nin uygun bulunmasına
ilişkin kararın yürütmesi,
TMMOB Şehir
Plancıları Odası tarafından açılan davalar sonucunda
durduruldu.
Daha önce, ODTÜ tarafından yapılmış olan Koruma
Amaçlı İmar Planı’nı iptal edilmiş, bunun üzerine
yeni bir Koruma Amaçlı İmar Planı hazırlanmıştı. Bu
plan ise TMMOB Şehir Plancıları Odası tarafından
açılan dava sonucunda 2008 yılında iptal edilmişti.
Koruma Amaçlı İmar Planı’nın iptalinden sonra,
Ankara Büyükşehir Belediyesi uygulamaları alınan
Koruma Bölge Kurulu kararlarıyla (760 sayılı İlke
Kararıyla) sürdürüldü.
760 sayılı İlke Kararı’nın ‘2863 sayılı Yasa’nın
17’nci maddesine açıkça aykırı olduğu’ ve ‘korunması
gereken kentsel sit alanlarında geri dönülmesi
olanaksız tahribatlara neden olabileceği’
gerekçeleriyle TMMOB Şehir Plancıları Odası
tarafından yargıya taşındı. Sonuçta Danıştay 6’ncı
dairesi tarafından alınan 26.10.2010 tarihli kararla
İlke Kararı’nın yürütmesi durduruldu.
Konu ile ilgili olarak TMMOB Şehir Plancıları Odası
Genel Başkanı Necati Uyar’ın yayınladığı basın
açıklaması şöyle;
“Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yüksek
Kurulu’nun 760 sayılı İlke Kararı’na karşı Danıştay
6’ncı Daire’de, Ankara Büyükşehir Belediyesi
uygulamalarına dayanak olan Ankara Koruma Bölge
Kurulu’nun kararına karşı Ankara 12’nci İdare
Mahkemesi’nde alınan kararlarla, Yargı;
"İ. Melih Gökçek, Ulus‘tan ve Hacıbayram
Veli Camii’nden elini çek" dedi…
Ankara Büyükşehir Belediyesi tarafından Ulus’ta,
Ankara’nın tarihi kent merkezinde sürdürülen
hukuksuz uygulamalara, yıkım ve tahribatlara dayanak
oluşturan, Ankara Kültür ve Tabiat Varlıklarını
Koruma Bölge Kurulu’nun almış olduğu ‘Hacıbayram
Veli Camii Restorasyonu ve Çevre Düzenleme
Projesi’nin uygun bulunmasına ilişkin kararın
yürütmesi Ankara 12. İdare Mahkemesi tarafından, söz
konusu karara ve benzer kararlara dayanak oluşturan
Koruma Yüksek Kurulu’nun 760 sayılı İlke Kararı’nın
yürütmesi ise Danıştay 6’ncı Dairesi tarafından,
TMMOB Şehir Plancıları Odası tarafından açılan
davalar sonucunda durduruldu.
Son yıllarda Ankara Büyükşehir Belediyesi
tarafından Ulus‘ta iktidar desteğiyle izlenen
hukuksuz süreç, başkan Sayın İ. Melih Gökçek‘in Ulus
konusunda oldukça ‘büyük’ (!) düşündüğünü
göstermektedir.
Ankara tarihi kent merkezine yönelik kafasında
geliştirdiği ‘büyük’ projeleri yaşama geçirmek
amacıyla, ODTÜ tarafından yapılmış olan Koruma
Amaçlı İmar Planı’nı iptal eden İ. Melih Gökçek’in
yaptırdığı, Ulus’un sahip olduğu değerleri yok
edebilecek yeni Koruma Amaçlı İmar Planı, Odamızın
açmış olduğu dava sonucunda 2008 yılında iptal
edilmiştir.
Koruma Amaçlı İmar Planı’nın yargıda iptali
sonrasında, 2863 sayılı Kültür ve Tabiat
Varlıklarını Koruma Kanunu uyarınca, yeni planlar
yapılarak onaylanıncaya kadar hiçbir uygulama
yapılmaması gereken Ulus’ta, Ankara Büyükşehir
Belediyesi uygulamaları alınan zorlama Koruma Bölge
Kurulu kararlarıyla sürdürülmüştür. Bizzat Kültür ve
Turizm Bakanı Ertuğrul Günay tarafından da yerinde
tespit edilen, talimatlara, kayıtlara, Koruma Bölge
Kurulu kararlarına yansıyan hukuksuzluklar, Bakanlık
ve Koruma Bölge Kurulu tarafından (her nedense)
durdurulamamış, Bakanlığın gücü Başkan Gökçek‘i
durdurmaya yetmemiştir.
Yeni Koruma Amaçlı İmar Planı hazırlanması sürecinin
uzaması gerekçe gösterilerek, 2863 sayılı Yasaya
açıkça aykırı biçimde alınan ve Ankara Büyükşehir
Belediyesi uygulamalarının önünü açmayı temel amaç
edinen 760 sayılı İlke Kararı, 29.01.2010 tarihinde
Resmi Gazete’de yayımlanmıştır. Alınan İlke Kararı
ile Ulus benzeri ‘koruma amaçlı imar planları
yargıda iptal edilen sit alanlarında, planlar
yeniden yapılıncaya kadar’ Koruma Bölge Kurulu
kararıyla uygulama yapılmasının önü açılmıştır.
Koruma Yüksek Kurulu tarafından alınan 760
sayılı İlke Kararı yasaya aykırıdır.
Ulus‘ta Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin hukuksuz
uygulamalarına yasal dayanak oluşturmak amacıyla
alınan 760 sayılı İlke Kararı; ‘2863 sayılı Yasa’nın
17’nci maddesine açıkça aykırı olduğu’ ve ‘korunması
gereken kentsel sit alanlarında geri dönülmesi
olanaksız tahribatlara neden olabileceği’
gerekçeleriyle Odamız tarafından yargıya taşınmış ve
Danıştay 6’ncı dairesi tarafından alınan 26.10.2010
tarihli kararla İlke Kararı’nın yürütmesi
durdurulmuştur.
760 sayılı İlke Kararı’nın yürütmesinin
durdurulması, Ulus‘ta yaşanan tahribatlara benzer
yeni tahribatların, Koruma Bölge Kurulları alet
edilerek gerçekleşmesinin engellenmesi açısından
büyük önem taşımaktadır.
Yasaya aykırılığı Yargı kararı ile de
belgelenen İlke Kararı’na dayanarak onaylanan proje
ile Ulus’ta ve Hacıbayram Veli Camii’nde ağır
tahribatlar gerçekleşmiştir.
Ne yazık ki, 2863 sayılı Yasaya açıkça aykırı olduğu
Yargı kararıyla belgelenen 760 sayılı İlke Kararı
dayanak yapılarak, Ankara Koruma Bölge Kurulu
tarafından uygun bulunan projeler ve alınan kararlar
doğrultusunda İ. Melih Gökçek patentli uygulamalar
sürdürülmüş, çok sayıda yapı yıkımı
gerçekleştirilirken, Ankara’nın en önemli kültürel
değerlerinden biri olan Hacıbayram Veli Camii ve
August Tapınağı da bu yıkım ve tahribattan payına
düşeni almıştır.
August Tapınağı ile Hacıbayram Veli Camii ve
çevresinde Ankara Büyükşehir Belediyesi tarafından
‘plansız’ ve ‘hukuksuz’ biçimde yürütülen
çalışmalar, tepkilerin önlenmesi ve yapılan
tahribatın gizlenmesi amacıyla, alanın çevresi
yüksek panolarla kapatılarak gizlilik içinde
sürdürülmüştür.
Yürütülen ‘hukuksuz’ çalışmalarda Caminin 1940
yılında yapılan bölümü ‘mevzuata açıkça aykırı’
biçimde yıkılmış, tümüyle korunması gerekli
arkeolojik nitelikteki alanda kazı yapılarak
tahribat büyütülmüş, tescilli Hacıbayram Veli Camii
betonarme ek yapılarak büyütme adı altında ‘tahrip’
edilmiştir.
Bakanlığın yapamadığını Ankara 12’nci İdare
Mahkemesi yapmış, İ. Melih Gökçek‘in hukuksuz
uygulamalarını durdurmuştur.
Ulus‘ta yapılan çalışmaları yerinde inceleyen Sayın
Kültür Bakanı Ertuğrul Günay tarafından da
gözlemlenen ve yazılı olarak durdurulması konusunda
talimat verilen, Bakan talimatına ve Koruma Bölge
Kurulu tarafından alınan kararlara rağmen sürdürülen
‘yasa dışı’ çalışmalarla Hacıbayram Veli Camii’nde
tahribat büyütülmüştür.
Hacıbayram Veli Camii’nde yapılan yasa dışı,
hukuksuz uygulamalara izin veren Ankara Koruma Bölge
Kurulu’nun 26.02.2010 tarih ve 4897 sayılı kararı,
neden olduğu tahribatlar nedeniyle Odamız tarafından
yargıya taşınmış, Ankara 12. İdare Mahkemesi’nin
almış olduğu 03.11.2010 tarihli kararla, Ankara
Büyükşehir Belediyesi’nin Hacıbayram Veli Camii’ni
tahrip eden, düzeltilmesi olanaksız tahribatlara
neden olan uygulamalarına dayanak olan Ankara Koruma
Bölge Kurulu kararının yürütmesini durdurmuştur.
Gerçekleşen tahribatlar açık olduğu ve
kararlara geçirildiği halde, sorumlular hakkında suç
duyurusu yapılmamış olması büyük bir eksikliktir.
Ankara Büyükşehir Belediyesi tarafından yapılan
uygulamaların salt ‘bilime’, ‘koruma ilkelerine’,
‘mevzuata’ ve ‘ilke kararlarına’ değil, Koruma Bölge
Kurulu tarafından uygun bulunan onaylı projesine
bile aykırı yapıldığı, Sayın Bakan Ertuğrul Günay’ın
tespitlerine, Koruma Bölge Kurulu kararlarına,
Bakanlık ve Kurul elemanlarının tespitlerine
yansıdığı halde, 2863 sayılı Yasa gereği yapılması
gereken ‘suç duyuruları’ yapılmamış, tahribata neden
olanlar hakkında soruşturma açılmamıştır.
Konuya büyük duyarlılık gösteren Kültür ve Turizm
Bakanı Sayın Ertuğrul Günay‘ın gösterdiği ilgiye,
verdiği kolaylaştırıcı talimatlara rağmen, gereğini
yapmayan, hukuksuzluk belgelendiği halde uygulamanın
durdurulması için yeterli çabayı göstermeyen, suçu
işleyenler hakkında suç duyurusunda bulunmayan
‘Ankara Yenileme Alanı Kültür ve Tabiat Varlıklarını
Koruma Kurulu’ ile yaşanan tahribata neden olan
projeleri ‘yetkisiz olduğu tarihte’ uygun bularak,
hukuksuz biçimde uygulamaya geçilmesinin önünü açan
projeleri uygun bulan ‘Ankara Kültür ve Tabiat
Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’ açısından da görev
suçudur.
Bu nedenle, daha fazla gecikmeden;
Yargı kararlarıyla belgelenen hukuksuzluk ve
tahribata neden olanlar hakkında derhal suç
duyurusunda bulunulmalı, hukuksuz biçimde kültür
varlığına zarar verenler ve yapılanları görmezden
gelenler hakkında yasal işlem başlatılmalı,
Hacıbayram Veli Camii ve August Tapınağı
gibi kültür varlıkları, bilimi ve tekniği reddeden,
aklına esen kararlarla Ankara’yı yönetmeye çalışan
İ. Melih Gökçek‘in oyuncağı olmaktan
kurtarılmalıdır.
Değerli basınımızın ve kamuoyunun bilgisine
saygılarımızla sunarız”.
Yapı, 15.12.2010
VAN GOGH'UN TABLOSUNUN RÖNTGEN FİLMİ ÇEKİLDİ
Hollandalı ressam Van Gogh'un bir tablosunun
merkezinde çıplak gözle görülmeyen kadın yüzünün
olduğunun fark edilmesi üzerine, ABD'deki "The Ox
Cart" adlı tablosunun röntgen filmi çekildi.
Uzmanlar, resmin içinde gizli bir resmin bulunup
bulunmadığını araştıracak.
Hollanda'nın Kroller-Muller Müzesi'ne ait "Patch of Grass" isimli Van Gogh tablosunun merkezinde çıplak gözle görülmesi imkansız bir kadın yüzünün yer aldığının belirlenmesi üzerine, ünlü ressamın ABD'deki "The Ox Cart" adlı tablosunun röntgen filmi çekildi. Portland Müze Müdürü Elizabeth Chambers ve müzedeki eserlerin bakımını yapan Matthew Juniper, 2007 yılında Oregon ailesi tarafından müzeye hediye edilen eseri hastaneye getirdi. Bir insan gibi x-ray cihazının içine yerleştirilen tablonun röntgen filmi çekildi. Çekilen 4 fotoğraf Rice ve Cornell üniversitelerine gönderilecek.
Türkiye Gazetesi, 15.12.2010
DEFİNE ARARKEN CANINDAN OLDU
Kırşehir'in Boztepe İlçesi'nde, define arayan iki kişinin açtığı 5 metrelik çukurda göçük meydana geldi. İzinsiz altın aradıkları öğrenilen Kemal İlbaş (39) toprak altında kalarak öldü, Hüseyin D. ise yaralandı.
Alınan bilgiye göre, olay dün saat 17.30 sıralarında Boztepe İlçesi Horoz Gediği mevkiinde bulunan bir höyükte meydana geldi. Aynı köyden oldukları öğrenilen Kemal İlbaş ve Hüseyin D., izinsiz altın gömüsü bulmak için höyüğü kazmaya başladı. İki arkadaş 5 metrelik çukurda daha fazla kazı yapmaları gerektiğini düşündü. Kazmayla çukuru kazan İlbaş’ın üzerine bir anda toprak ve taş yığınları kaydı. Hafif yaralanan Hüseyin D. hemen jandarmaya haber verdi. Olay yerine Jandarma, UMKE ve Sivil Savunma ekipleri sevk edildi. Ekipler yağmurun altında ve eksi 10 derece de çalışmalarını başlattı. Büyük uğraşların sonunda Kemal İlbaş’ın cesedine ancak 6 saat sonra ulaşılabildi. Ceset, Kırşehir Devlet Hastanesi'ne morguna kaldırıldı.
Jandarma, konuyla ilgili geniş çaplı soruşturma başlattı. Göçüğü hafif sıyrıklarla atlatan Hüseyin D. ise tedavi altına alındı.
Bugün, 15.12.2010
HARRAN'IN KÜMBET EVLERİ ONARILIYOR
Şanlıurfa'da
turizm için öneme sahip olan kümbet evler Karacadağ
Kalkınma Ajansı'nın sağladığı hibe ile onarılacak.
İklime uyumlu, yazın
serin kışın sıcak tutan kümbetlerden, ilk olarak 10
yıl önce Kültür ve Turizm Bakanlığı'nca
kamulaştırılan evler onarılacak. Evlerin onarımında
başarı sağlanması durumunda diğer evlerin de turizme
kazandırılması için çalışma yapılacak.
Kümbet evlerden ikisinin
Kültür ve Turizm Bakanlığı'nca 10 yıl önce
kamulaştırıldığını hatırlatan İl Kültür ve Turizm
Müdürü Selami Yıldız, bu evlerde ilk defa rölöve,
restitüsyon, restorasyon, statik sağlamlaştırma,
elektrik ve çevre düzenleme projelerini
hazırladıklarını söyledi.
Uygulama projesi hazır
olan kümbet evlerden birini Harran Kaymakamlığı'na
tahsis ettiklerini belirten Yıldız, kaymakamlığın
Karacadağ Kalkınma Ajansı'nın sağladığı yüzde 65
hibe desteği ile kümbet evin onarımı yaparak turizm
amaçlı kullanacağını ifade etti. Yıldız, Uygulamada
başarı sağlanması durumunda iki kümbet evin de aynı
proje ile onarılıp turizme kazandırılacağını
kaydetti.
Haber Ekspres, 15.12.2010
ASAR TEPE'DEKİ KAZILAR
Balıkesir'in Kepsut
İlçesi'ne
bağlı Kalburcu
Köyü Asar Tepe
mevkisideki kazılarda elde edilen
bulguların, bölgenin
MÖ 2 bin yılından Genç
Roma dönemine kadar büyük ve zengin bir
yerleşim yeri olduğunu kanıtladığı bildirildi.
Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü
öğretim üyesi ve Antandros antik kenti kazı başkanı
Doç.Dr. Gürcan Polat, Balıkesir Müze Müdürlüğünün
daveti üzerine, Asar Tepe'deki kazı alanında
incelemelerde bulundu.
Doç.Dr. Polat, kazı alanındaki incelemelerin
ardından yaptığı açıklamada, bölgenin büyük ve
önemli bir yerleşim birimi olduğunu belirtti.
Asar Tepe'nin ovaya hakim ve yerleşime uygun bir yer
olduğuna dikkati çeken Polat, şunları kaydetti:
''Kazıda elde edilen bulgular, bu tepe ve
etekleriyle doğusu ve güneyine doğru geniş bir
alanda yerleşim biriminin olduğunu gösteriyor.
İncelediğimiz seramik parçaları ve ortaya çıkarılan
mezarların, birden fazla döneme ait olduğunu gördük.
Yani MÖ 2 binli yıllardan Genç Roma Dönemi'ne
kadar kullanılan malzemeler var. Bizans dönemi de
olması gerekir, ancak bu döneme ait fazla bir
bulguya rastlanmamış. İlerde o döneme ait bulgulara
da rastlanacağını tahmin ediyorum''.
Polat, bölgenin değişik dönemlerde yerleşim yeri
olarak kullanıldığını, yerleşimin büyük ve zengin
olduğu kanaatine vardığını ifade ederek, şu
bilgileri verdi:
''Bölgede çıkan toprak kap ve diğer malzemeler, bize
bölgenin zengin bir yerleşime sahip olduğunu
gösteriyor. Ayrıca, MÖ 6. yüzyılda kullanılan ve 'Lydion'
dediğimiz 'Lidya'ya ait kap parçalarına da bolca
rastlanıyor. Bir de bölgede geniş bir alana yayılan
malzeme parçaları ile mezarlara rastlanması, bize bu
bölgede büyük bir yerleşim ve nüfus olduğunu
gösteriyor''.
Asar Tepe'deki kazılar, nisan-mayıs ve eylül-ekim
ayları olmak üzere iki dönem halinde yapılıyor.
Yapı, 15.12.2010
ORTAKÖY CAMİİ'NDE CAN KORKUSU
ABD’nin eski Başkanı George W.Bush’un da İstanbul’un sembolü olarak seçip önünde konuştuğu Ortaköy Camii’nin ciddi yıkılma tehlikesi geçirdiği ortaya çıktı. Camide yaklaşık 3 aydır tavan çökmeleri yaşandığı ve son olarak bir gece yarısı tavandan çok büyük bir parçanın caminin ortasına düştüğü öğrenildi. Boğaz kıyısında Sultan Abdülmecid tarafından ünlü mimar Nigogos Balyan’a 1853’te yaptırılan tarihi camiyi kurtarmak için devlet harekete geçti. Büyük Mecidiye Camii’nin imamı Mahmut Çolman, yaşananları Habertürk’e şöyle anlattı:
“Camimizin üst katlarında su akıntısı var. Alçıpanlar olduğu gibi düştü. Cami girişindeki sıvalar ikindi namazında cemaatin üzerine döküldü. Daha büyük parçalar ise Allah’a şükürler olsun ki gece düştü. Yaklaşık 3 aydır sıkıntı sürüyor. Ramazan ayında da tavanlarda çökme meydana geldi. Tavan altına branda gerdik. Diken üstündeyiz. Can tehlikesi var. Acil restorasyon gerekiyor. Bu konuda 3 kez dilekçe verdim.”
Habertürk’ün bilgisine başvurduğu Vakıflar Genel Müdürü Dr. Adnan Ertem, Ortaköy Camii’nin restorasyon programına alındığını söyledi. Genel Müdür Ertem, sponsor desteğiyle yapacakları restorasyonun 3-3.5 milyon TL arasında bir rakama gerçekleşeceğini bildirdi. Görüşmelerde son aşamaya gelindiğini ve restorasyonun hemen başlayacağı kaydedildi.
Habertürk, Haber: Sultan Uçar, 15.12.2010
"RESİM HEYKEL MÜZESİ'NE YENİ MEKAN TEKLİF ETTİM"
Kültür ve
Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, Resim Heykel
Müzesi'nin yeni bir
mekana kavuşması için
Mimar Sinan Üniversitesi'ne
proje teklif ettiğini söyledi. Günay,
gazetecilerin soruları üzerine,
Mimar Sinan Üniversitesi ile birlikte bir
Resim Heykel Müzesi'nin
hazırlıklarını sürdürdüklerini belirtti.
Günay, "Resim Heykel Müzesi'nin
yeni bir
mekana kavuşması için
projeyi teklif ettim,
projeyi bekliyorum. İstanbul'da
yeni, Ankara'da da
yenilenen Resim Heykel Müzesi ufukta
gözüküyor'' dedi.
Sabah, 15.12.2010
EL YAZMASI KUR'ANLARI ÇALIP, YERİNE YENİ BASIMLARINI
BIRAKTILAR
Erzurum’daki tarihi Cedit
Camisi’nden önceki gün biri 188 diğeri, 226 yıllık
elyazması 2 Kuran-ı Kerim çalındı.
Hırsız ya da hırsızlar, elyazması Kuran’ların yerine
yeni basım Kuran’lar bıraktılar. Durumu fark eden
caminin imamı, önce Yakutiye İlçe Müftülüğü’ne, daha
sonra polise bilgi verdi. Polis olayı soruşturuyor.
Hürriyet, Haber: Kerim Burucu, 15.12.2010
BİRGİ'DE 200 EVE BAKIM YAPILACAK
İzmir’in Ödemiş İlçesi'ne bağlı Birgi’nin 1000 yıllık tarihi dokusunun korunarak ayağa kaldırılmasında çalışmalarını sürdüren Birgi Belediye Başkanı Cumhur Şener, beldenin batısında kalan Kurtgazi Mahallesi’nde bulunan yaklaşık 200 evin yeniden restorasyonunu yapacaklarını söyledi.
Yapılan çalışmaların Birgi için önemli bir gelişme olacağını belirten Şener, Kurtgazi Mahallesi’nde yapılan çalışmaların bitmesi ile tarihi beldenin gözle görülür bir onarımdan geçmiş olacağını söyledi. “Emlak vergilerinden kültürel varlıkların restorasyonu için ayrılan payla yapılan restorasyon çalışmalarında, Valiliğin olumlu ve yapılabilir projeleri her zaman desteklediğini söyleyen Şener, “Beldemizin en büyük mahallesi olan Kurtgazi mahallemizde uzun süredir çalışma başlatmak istiyorduk. Bu mahalle ile ilgili hazırladığımız proje ile ödül de aldık. Gösterdiğimiz çabaların sonucu hazırladığımız iki ayrı proje ile restorasyon çalışmalarına başladık. 12 aylık çalışma sürecini 2011 yılı Aralık ayında tamamlamayı hedefledik. Buradaki projede 2,5 milyon TL kaynak kullanmayı hedefliyoruz. Bu mahallemizde 200 konuta müdahale edilecek.
Haber Ekspres, 15.12.2010
ASIRLIK YAPILAR AYAĞA KALKIYOR
Kentin asırlık köylerindeki tarihi yapılar, Vakıflar Bölge Müdürlüğü ve İl Özel İdaresi iş birliği ile restore ediliyor.
Emlak vergilerinden yapılan kesintilerle oluşturulan Bursa Valiliği İl Özel İdaresi Tarihi Eser Fonu'nda biriken paralar, il merkezinde olduğu kadar köylerdeki tarihi dokunun canlı tutulmasında da kullanılıyor.
Bursa Vakıflar Bölge Müdürlüğü tarafından ihale ve kontrol süreci takip edilen Kestel Aksu Köyündeki cami, hamam ve imam evinin restorasyonunun 3 ay içinde tamamlanması planlanıyor. Mülkiyeti Vakıflar'a ait Aksu Köyü'ndeki 1460 yılına ait Hacı Murat Camii, tarihi hamam ve imam evinin restorasyonu yaklaşık 500 bin liraya mal olacak. Halk tarafından beş asır önce yaptırılan soğukluk, ılıklık, sıcaklık, halvet, tıraşlık, su deposu, külhanı bulunan tarihi hamam da rekonstrüksiyon çalışmaları kapsamında orijinaline uygun olarak yeniden faaliyete geçiriliyor. Caminin güney tarafından bulunan eski imam evi de orijinaline uygun olarak yeniden inşa ediliyor.
Aksu muhtarı Nihat Koştur, Vali Şahabettin Harput'un özel ilgisi ile köydeki 5 asırlık tarihi mekanların yüzyıllarca hizmet edebilecek şekilde onarıldığını söyledi. Koştur, "Köyümüzdeki 3 tarihi eser yeniden ayaklandı. Camimiz ve hamamız ilk günkü gibi yeniden hizmet verecek. Vakıflar Bölge Müdürlüğü ekipleri de özel ilgi göstererek tamiratı yakından takip ediyor. Aksu Köyü eski Ankara yolu üzerinde 5 asırlık mazisi olan bir köydür" diye konuştu.
Çalışmalar zorlu kış şartları sebebiyle iç mekanlarda sürdürülürken, mart ayına kadar tarihi yapıların hizmete alınması hedefleniyor.
Bursa Olay, 14.12.2010
TARİHİ HAMAM HARABEYE DÖNDÜ
Çorum'un Sungurlu İlçesi'nde kaderine terk edilen 254 yıllık tarihi hamam, ilgisizlik nedeniyle harabeye döndü.
Sunguroğlu Mahallesi'nde 1756 yılında Mehmet Sungur Bey tarafından Ulu Cami ile birlikte yaptırılan tarihi hamam çürümeye yüz tuttu. Vatandaşlar, harabe haline gelen hamama tekrar eski hüviyetini kazandırmak istiyor.
İlçede birkaç tarihi yerden biri olan hamamın harabe görüntüsüne gönüllerinin razı olmadığını söyleyen vatandaşlar, "Eski hamamda anısı olmayan veya eski hamama gitmeyenimiz yoktur. Son dönemde Türkiye'nin her köşesinde tarihi eserlere sahip çıkılırken böyle bir eserin kaderine terk edilmesine gönlümüz razı değil. Yetkililerden gerekli ilgiyi göstermesini bekliyoruz" diye konuştu.
Çorum Kent Haber, 14.12.2010
TARİHİ ÇEŞMELERE RESTORE
Eskişehir'in turistik mekanı
Odunpazarı'nda bulunan
Osmanlı ve
Cumhuriyet dönemine ait tarihi çeşmeler,
Odunpazarı Belediyesi tarafından
restore edilerek, kullanıma sunuluyor.
Odunpazarı Evleri Yaşatma Projesi
kapsamında, tarihi Odunpazarı Evleri'nin ve
sokaklarının elden geçirildiğini vurgulayan
Odunpazarı Belediye Başkanı Burhan Sakallı, "2011
yılı içinde tarihi çeşmeler turizmimize de katkıda
bulunacak" dedi.
Belediye tarafından bölge içinde tespit edilen
yaklaşık 25 tarihi çeşmenin 10'unda bakım ve onarım
yapılmaya başlandı. Tespit edilen çeşmelerin
yapıldığı yıllardaki su kaynakları tespit edilerek,
çeşmeler o günkü koşullara göre restore ediliyor. En
son, 1800'lü yıllarda yapılan çeşmeler onarılarak,
kullanıma açıldı.
Başkan Sakallı'nın verdiği bilgiye göre proje
kapsamında onarımına başlanan çeşmelerden bazıları
şunlar:
Kaymakam Çeşmesi:
Yapım tarihi 1733
olan, ancak kim tarafından yapıldığı belli olmayan
çeşme, Kurşunlu Camii Sokak Kaymakam Konağı'nın
bahçe duvarına bitişik durumda. Taş ve mermerden
inşa edilmiş çeşmenin yanında iki adet mermer sütun
yer alıyor. Odunpazarı'nın Merkez mahallelerinden
olan Dede Mahallesinin suyu uzun yıllar bu çeşme de
sağlanmış.
Madam Çeşmesi:Madam isimli
varlıklı bir bayan tarafından Alan Önü Mahallesi
Çavuş Sokak'ta meydan çeşmesi olarak 1920'li
yıllarda yapılan çeşmenin 5 adet lülesi bulunuyor.
Çeşmenin ayrıca aynalık kısmının üzerinde su dalgası
süslemeleri yer alıyor. Yalağı dikdörtgen prizma
şeklinde mermerden olup iki yanında tekne seddi yer
alan çeşmenin üst bölümünde dikdörtgen kitabe
boşluğu yer alıyor. Çeşmenin orta kısmındaki lülenin
(ayna taşının üzerindeki su borusunun) üzerinde
maşrapalık da bulunuyor. Maşrapalığın kemer
kısmındaki mütif aynalık kısmının üzerindeki su
dalgası, motifiyle benzerlik göstermektedir.
Arkasında tonoz örtülü üzeri kırma çatılı kiremit
örtülü su deposu da yer alıyor.
Proje kapsamında ayrıca 1925 yılında Buyur Evet
Efendi adlı bir yaver tarafından taş ve tuğla
malzemeyle yapılan Hoca Müftü Çeşmesi,
Zeytinoğlu Caddesi üzerinde geniş bir alanda yer
alıyor. Yaklaşık 200 yıl önce Eskişehir'in zengin
bir ağası tarafından yaptırıldı. Aynalık kısmında
günümüz alfabesi ile 'Ağa suyu bizim için, Yarattı
bu suyu o Yüce Allah, İçelim de diyelim daima
elhamdulillah' yazıyor. Bu çeşme de restore edilip
kullanıma sunulacak.
Paşa Mahallesi Sivrioğlu Sokak ile Usta Ayaz
Sokak'ın kesiştiği yerde bulunan
Usta Ayaz
Çeşmesi ve 1801 tarihinde Alanönü Mahallesi
Çeşme Sokak'ta yapıldığı sanılan
Dere Cami
Çeşmesi de restore edilecek çeşmeler
arasında yer alıyor.
Habertürk, 14.12.2010
TARİHİ HAMAMLAR SANAT EVİ OLACAK
Han, hamam, cami ve medrese gibi 88 tarihi esere ev sahipliği yapan Erzurum’da, Vakıflar Bölge Müdürlüğü’nce restore edilen hamamların kiracı bulunamadığı için sanat evine dönüştürüleceği bildirildi.
Türkiye’nin tarihi eser bakımından en zengin illeri arasında yer alan Erzurum’da tarihi eserlerin yaşatılması için gerekli restorasyonların sürdürüldüğünü belirten yetkililer, 2010’da kent merkezinde 12’si cami, 5’i hamam, 2’si han ve biri türbe olmak üzere 20 tarihi yapının restore edildiğini kaydetti. 2011’de tarihi Çifte Minareli Medrese'nin yanı sıra 18 tarihi eserin restorasyonu için proje hazırlandığını ifade eden yetkililer, “Restore edilen hamamlar kiraya verildi ama kimse talipli olmadı. Bunun için hamamları birer sanat evi olarak değerlendireceğiz. Ayrıca çatlaklıklardaki hareketleri 6 ay süreyle izlenen Çifte Minareli Medrese’nin yıllardır yapılması planlanan ancak bir türlü gerçekleştirilemeyen restorasyonuna da 2011 Mayıs’ta başlanacak” diye konuştu.
Restorasyon konusunda para sıkıntısı olmadığını kaydeden yetkililer, yapılan her iş için ayrı ayrı hazırlanan projelerin Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu’nun onayından geçmesi gerektiğini, uzun süren işlemler nedeniyle restorasyonların biraz yavaş ilerlediğini kaydetti.
Erzurum Gazetesi, 14.12.2010
AZİZİYE, OSMANLI DEHASININ ESERİ
"Erzurum Doğu'nun Paris'i" sözünün Kurtuluş
Savaşı'nın önde gelen komutanlarından Kazım
Karabekir Paşa'ya ait olduğu ortaya çıktı. Eğitimci
yazar Muzaffer Taşyürek, Paris'i ve Erzurum'u
korumak için benzer savunma sistemi yapıldığını
belirterek, "Fransızlar'ın Paris'i Almanlardan
korumak için yaptırdıkları savunma hattı Erzurum'da
düşmana karşı inşa edilen tabyalara ve savunma
sistemlerine benzediği için Karabekir Paşa bu
ifadeyi kullanmıştır." dedi.
"Erzurum Doğu'nun Paris'i" sözünün rastgele
söylenmediği tarihsel bir yanının bulunduğu
bildirildi. Doğu'nun Paris'i sözünün ise görsel
benzerlik yerine her iki şehri korumak amacıyla
yaptırılan savunma sistemlerinin aynılığı nedeniyle
kullanıldığı belirtildi.
Eğitimci yazar Muzaffer Taşyürek, "Erzurum
Doğu'nun Paris'i" sözünü ilk olarak Kazım Karabekir
Paşa'nın İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra kullandığını
açıkladı.Söz konusu ifadenin yıllardır yanlış
nitelendiğini kaydeden Taşyürek, Erzurum'un Paris,
Londra, Çanakkale ve İstanbul kadar önemli bir şehir
olduğunu söyledi.
Erzurum'un tarihin her döneminde ele
geçirilmek için çaba sarfedilen stratejik konuma
sahip şehirlerden olduğunu anlatan Taşyürek, 2.
Abdülhamid Han'ın 93 Harbi'nde Gazi Ahmet Muhtar
Paşa'ya gönderdiği ve Erzurum'un önemini ifade eden
emir telgrafını aktardı: "2. Abdülhamid Han
telgrafında şöyle diyordu: 'Bugün bulunduğunuz yer
Asya'nın en önemli noktası ve düşmanın göz diktiği
yerdir. İşte bu yer büyük bir tehlikede bulunuyor.
Allah esirgesin, bir vakitten beri ordumuzda görülen
dağılma ve çöküntüler bu defa da vukua gelir ve
Erzurum'a da bir zarar olur ve Erzurum istilaya
uğrarsa, böyle elemli bir olayın devletin maddi ve
manevi varlığında açacağı yaraları size anlatmaya
lüzum yoktur. Şu halde asıl iş görecek ve devletin
üzerindeki nimet hakkını gözetip milletimizin sizden
beklediği şerefi ispat edecek gün, bugündür."
Osmanlı Devleti'nin Erzurum'u korumak için
şehrin çevresine savunma sistemleri yaptırdığını
ifade eden Taşyürek, Sultan Abdülaziz'in yaptırdığı
Aziziye Tabyası, Sultan Abdülmecid'in yaptırdığı
Mecidiye Tabyası ve Sultan Abdulhamid'in yaptırdığı
Hamidiye-Sütnişan Tabyaları'nı örnek gösterdi. Bu
tabyalarının Osmanlı-Rus savaşlarında Erzurum'u
koruduğunu belirten Taşyürek, tabyaların yapımında
ve planlanmasında Alman ve İngiliz strateji
uzmanlarının da görev aldığına dikkat çekti.
İkinci Dünya Savaşı'nda Türk-Rus ilişkilerinin
sarsıntıya uğradığını ve olası tehlikeye karşı
tabyalara ek olarak 100'ün üzerinde beton savunma
sistemi yapıldığını ifade eden Taşyürek, Kazım
Karabekir Paşa'nın Fransa'nın Paris şehrine yapılan
savunma hattı ile Erzurum'da Ruslara karşı yapılan
savunma sisteminin benzerliğinden ötürü 'Erzurum
Doğu'nun Paris'i' ifadesini kullandığını anlattı.
7 Haziran 1945 yılında dönemin dışişleri
bakanının SSCB Dışişleri Bakanı Molotof ile
görüştüğünü vurgulayan Taşyürek, "Bu konuşma 25
yıllık 'Türk-Sovyet Dostluk ve İşbirliği' geleneğini
sona erdirdi. SSCB bizden Kars ve Ardahan'ı
istemişti. Bu istekle 1921 yılında Rusların zayıf
olduğu sırada imzalanan Dostluk Antlaşması'da
işlevini yitirmişti. SSCB Kars'ı, Ardahan'ı
isteyince Türkiye yoğun bir şekilde aynen
Fransızların Paris'i Almanlara karşı korumak için
inşa etmiş olduğu Majino Savunma Hattı gibi
koruganlar, beton yuvalar inşa etmeye başladı. İşte
bu zor şartlar içerisinde yapılan tartışmalarda
Kazım Karabekir Erzurum'un çevresindeki tabya
sistemleriyle beraber stratejik önemini vurgulamak
için Erzurum Doğu'nun Paris'idir demiştir." diye
konuştu.
Taşyürek Fransa'daki Majino Hattı için ise
şunları söyledi: "Fransa'nın tüm kuzey ve doğu
sınırlarını kapsayan hattır. Birinci Dünya
Savaşı'nın ardından Fransa'nın tekrar işgalini
önlemek üzere bu savunma hattının inşasına
başlanmıştır. Asıl yapı kale adı verilen bizim tabya
sistemlerinde olduğu gibi dairesel ana yapılardan
oluşmaktaydı. Bu yapılar arasında özel tüneller ile
geçiş sağlanmaktaydı. Böylece savunma hattının tümü
doğrusal ve kesintisiz bir hat oluşturmaktaydı.
Ayrıca bu kalelerde Erzurum tabya sistemlerinde
olduğu gibi görevli askeri birliklerin konaklaması
amacı ile özel barınma yapıları da hazırlanmıştı.
Tüm silahlar için özel yeraltı cephaneliklerinin
yanı sıra, gerekli enerjiyi üretebilmek için özel
jeneratörlerde geliştirilmişti."
Erzurum Gazetesi, Haber: Selim Karahan,
14.12.2010
Selçuk
Belediyesi'nin, Ayasuluk Kalesi Rölöve, Restitüsyon,
Restorasyon, Çevre düzenleme ve Elektrik Aydınlatma
Projesi'nin çizimi için açtığı ihale tamamlandı.
Proje çizim ihalesini 457 bin 735 TL'lik bedelle
alan firma, hazırladığı projeyi 180 günde
tamamlayacak ve Koruma Kurulu onayını da aldıktan
sonra Belediye'ye teslim edecek. Projenin kabulünün
ardından İç Kale ve içindeki cami, komutan evi,
sarnıçlar ve yeni kazılan evler aslına uygun olarak
restore edilecek. İhale kapsamında St. Jean Kilisesi
çevresi ve dış kale alanlarına yönelik çevre
düzenlemesi, sulama sistemleri ve elektrik
aydınlatma projeleri de yapılacak.
Ayasuluk Tepesi ve St. Jean Kilisesi Kazı Başkanı
Yrd. Doç Dr. Mustafa Büyükkolancı, Kültür ve Turizm
Bakanlığı ile Pamukkale Üniversitesi adına
sürdürülen kazı ve onarımların 2007'den beri
sürdürüldüğünü belirterek, Selçuk Belediyesi'nin
yaptığı katkılarla çalışmaların daha da hızlandığını
ifade etti. Büyükkolancı, bu yıl 105 gün kazı
yapıldığını ve çalışmaların 15 Ekimde sona erdiğini
kaydetti. Selçuk Belediye Başkanı Vefa Ülgür de
kalenin turizme kazandırılması için yapılan
çalışmalara bu yıl işçi ve malzeme desteğini
sağladıklarını belirtti. İhaleyle onarım ve
kazıların yeni bir aşamaya geçtiğini ifade eden
Ülgür, ''Ayasuluk Kalesi'ni turizme kazandırma adına
tüm ilgili kurumlar elimizden gelen çabayı
gösteriyoruz. Bu projeye İzmir İl Özel İdaresi de
önemli destek sağlıyor. Proje tamamlandığında Selçuk
ve İzmir turizmi çok şey kazanacak. Belediyemizin
desteği bu önemli projeye gelecek yıllarda da devam
edecek'' diye konuştu.
Yeni Asır, 14.12.2010
DOĞANÇAY'IN TABLOSU 228 BİN DOLARA SATILDI
Ressam
Burhan Doğançay'ın, 'Break Through' serisinden 'Untitled
ABS' adlı eseri, Chicago'da düzenlenen açık
artırmada 228 bin dolara alıcı buldu.
Susanin's müzayede şirketinin düzenlediği açık
artırmada, Doğançay'ın 1973 yılında New York'ta
yaptığı 150'ye 150 santimetre ebatlarındaki eseri
büyük ilgi gördü. 3 bin dolar gibi çok düşük bir
fiyattan açık artırmaya sunulan tablo, 32 kez bayrak
görerek, alıcının ödeyeceği komisyonla 228 bin
dolara satıldı.
Zaman, 14.12.2010
AYASOFYA 2010 YILINA YENİ YÜZÜYLE GİRİYOR
Ayasofya Müzesi'ndeki restorasyon çalışmaları,
İstanbul'un 'Avrupa Kültür Başkenti' unvanına veda
etmesine sayılı günler kala büyük ölçüde tamamlandı.
2010 Ajansı'nın desteğiyle süren çalışmalarda, müze
içerisinde 17 yıldır duran iskeleler söküldü, ana
kubbedeki Nur Suresi'yle birlikte 'melek yüzü'
mozaiği açığa çıkarıldı, hat levhaları onarıldı ve
kandiller yenilendi.
Dünya Kültür Mirası'nın en önemli yapılarından
biri olan Ayasofya'da, 'İstanbul 2010 Avrupa Kültür
Başkenti Ajansı'nın desteğiyle başlayan
restorasyonlar büyük ölçüde tamamlandı. İstanbul'un,
'Avrupa Kültür Başkenti' unvanına veda etmesine
sayılı günler kala müzede bir basın toplantısı
düzenleyen 2010 Ajansı yetkilileri, en iddialı
projelerden biri olan Ayasofya restorasyonları
hakkında bilgi verdi. Ajans Genel Sekreteri Yılmaz
Kurt, Ayasofya gibi abidevi eserlerin her zaman
bakıma muhtaç olduğunu, dolayısıyla onarımın tamamen
bitmesinin hiçbir zaman mümkün olamayacağını
söyledi.
Toplantıya ev sahipliği yapan Müze Başkanı
Doç.Dr. Haluk Dursun, 2009-2010 yıllarının restorasyon
bakımından Ayasofya'nın en talihli yılları olduğunu
belirtti. Müze içerisinde 17 yıldır duran devasa
iskelenin kaldırılmasını ve ana kubbede 700 yaşında
olduğu tahmin edilen 'melek yüzü'nün açığa
çıkarılmasını bu dönemin çarpıcı gelişmeleri
arasında gören Dursun, ziyaretçilerin karşılaşacağı
sürprizler hakkında bilgi verdi. Varlığı bilinen;
ama şimdiye kadar hiç açılmayan 'vaftiz avlusu'
sürprizlerden sadece biri... Avluda MS 6. yüzyılda
Ayasofya'nın inşa edildiği Justinianus döneminde
yapılan vaftizhane ve havuz bulunuyor. Doğu Roma
coğrafyasının en büyük vaftiz havuzunun ve
zeytinyağı küplerinin sergilendiği vaftiz havuzu, bu
yıl sonunda ya da 2011 baharında ziyarete açılacak.
Ayasofya'nın İstanbul'un fethinden sonra camiye
çevrildiğini ve vaftiz havuzunun da kullanılmadığını
belirten Dursun, 500 yıldır gizli kalan vaftiz
havuzunun fetihten sonra ilk kez gün yüzüne
çıkarıldığını ifade etti.
Ayasofya'daki diğer sürprizler ise, üzerinde pek
durulmayan; ama en az mozaikler kadar önemli olan
Osmanlı hat levhalarının onarılması, ana kubbedeki
Nur Suresi'nin açılması, tarihi 'top kandilin'
yenilenmesi ve 70 adet yeni kandille Ayasofya'nın
daha aydınlık bir görünüme kavuşturulması...
2010 Ajansı'nın en maliyetli projesi olan
Ayasofya restorasyonuyla ilgili sayısal veriler
dikkat çekici:
Halen devam eden Ayasofya cepheleri acil onarımı
için 1 milyon 59 bin 726 lira harcandı.
Ayasofya kandillikleri ve hat levhaları
restorasyon ve konservasyon işine 1 milyon 136 bin
672 lira harcandı.
İşin başladığı tarihten bugüne kadar (yaklaşık 11
ay) restorasyon çalışmalarında her gün 70-80
personel çalıştı.
Ayasofya cephelerinin temizliği için yaklaşık 11
bin kilo kağıt hamuru kullanıldı.
Derzler ve cepheler için 80 ton Horasan harcı
kullanıldı.
Çatılara yaklaşık 50 ton kurşun döşendi.
Yerden 55 metre yükseklikteki ana kubbe için 27
kat iskele kuruldu. 520 metrekare genişliğinde ve
181 ton ağırlığındaki çelik iskele, restorasyon
çalışmalarından sonra söküldü. Bu iskelenin boruları
uç uca eklense, toplam uzunluğu yaklaşık 30
kilometreye ulaşıyor.
Zaman, Haber: Ülkü Özel Akagündüz, 14.12.2010
HAYDARPAŞA GARI'NDA KEŞİF
KorumaKurulu'ndan izinsiz 2006'da yapılan tadilat nedeniyle açılan davada, mahkeme heyetinin belirlediği bilirkişi heyeti, Haydarpaşa Garı'nda keşif yaptı. Mimarlar Odası, tarihi binadaki taş zeminlerin yanıcı özelliği bulunan vinileks ile kaplandığı, PVC kaplama yapıldığı, denize bakan dış cephede beyaz sıvanın eski halinin bozulduğu gerekçesiyle savcılığa suç duyurusunda bulunmuştu. Savcılık, TCDD 1. Bölge Müdürü Üzeyir Ülker, TCDD 1. Bölge Yol Müdürü Halil Köseoğlu, TCDD 1. Bölge Yol Müdür Yardımcısı Suavi Giray, müteahhit firmadan Haluk Şahin ve Bekir Okatan hakkında 5 yıla kadar hapis ve 100 bin liradan az olmamak kaydıyla para cezası istemiyle dava açmıştı. Dün tarihi binada yapılan keşifte bilirkişi heyeti, kapıları, tuvalet tamiratını ve koridor yenilenmesini inceledi. Geçtiğimiz günlerde yanan çatıyı da inceleyen heyet, yangını çıkartan çalışmanın da izinsiz yapıldığını belirledi. Öte yandan İstanbul Büyükşehir Belediyesi Başkanı Kadir Topbaş, "Haydarpaşa'daki yapının kendi özgün tarzına uygun, özgün malzeme ile yapılması mümkün ve bu işi bilen üstatlar tarafından takip edilmeli. Yerine konabilir, yapılır" diye konuştu.
Zeminin yumuşaklığı nedeniyle her 100 yılda güneye
doğru 7 santimetre eğilen İtalya’nın sembollerinden
Pisa Kulesi’nde yapılan restorasyon sayesinde artık
50 yıla kadar eğilmeyeceği bildirildi.
9.3 milyon dolarlık restorasyon harcamasıyla
temizlenen ve stabilizasyon işlemleri tamamlanan
kulenin yakında kapılarını turistlere açması
bekleniyor.
Milliyet, 14.12.2010
"KOLOMB İLE PİRİ REİS YAKIN ARKADAŞLARDI"
Kültür Bakanlığı adına 2008’de Piri Reis’in belgesel filmini yapan Çeliker, daha uzun metrajlı belgesele daha fazla materyal toplamak için dünyayı dolaşıyor.
İtalya’da Cenova, Venedik, Roma ve Vatikan arşivlerinde Piri Reis’in haritalarını bulan Çeliker, “Kristof Kolomb, Amerika kıtasının keşfi için destek bulmak için çabalıyor, bunu başardığında elinde bir harita var, üç seferin sonunda daha ciddi bir harita çizildiğini sanıyoruz. İşte bu harita, İspanyollarla 1501’de Valencia açıklarında bir deniz savaşında Piri Reis’in amcası Kemal Reis kumandasındaki Osmanlı donanması karşısında yenilen İspanyolların gemilerinden birinden çıkıyor. Piri Reis bu haritayı da kullanarak 1513 dünya haritasını yapıyor. Bu zamana kadar da Piri Reis ve Kolomb birbirlerini bilen ve saygı duyan iki denizci, barış zamanlarında dostlar ve bilgi alışverişinde bulunuyorlar” dedi.
Piri Reis’in, tüm dönemlerin en iyi denizcilik kitabı olarak nitelenen ‘Kitab-ı Bahriye’sini inceleyen pek çok araştırmacı olduğunu belirten Çeliker, “Bu zeki ve çalışkan korsan ve kaptanın heyecan dolu hayatı gözler önüne serilecek” diye konuştu.
Piri Reis’in indiği karalardan, pazarlardan haritaları araştırdığını anlatan Çeliker şöyle dedi: “Haritaları satın alıyor. Gemilerden aldığı bilgileri topluyor. Bunları bilim adamı titizliğinde bir araya getirerek tez, antitez, sentez oluşturuyor. 1513 haritasında, 20 farklı haritadan yararlanarak bu dünya haritasını vücuda getirdiğini kendisi ifade ediyor. Kolomb’un orijinal Amerika haritası da bunlardan biri.”
Milliyet, Haber: Önay Yılmaz, 14.12.2010
OSMANLI'NIN KADI SİCİLLERİNDEKİ TARİHİ
Osmanlı
İmparatorluğu ile ilgili olarak hayli hamasi veya
tam tersi laflar edilegelmiştir öteden beri. Bugün
de ediliyor elbette ama artık revaçta olan kavram ‘Neo-Osmanlı!’
İfade yerindeyse eğer, Cumhuriyet’in ilk yıllardaki
genel eğilimin aksine, Osmanlı’ya öcü gibi
bakmıyoruz artık. Hatta milliyetçiliğe en uzak
olanımız bile içten içe bir gurur duyuyor gibi.
Bu gurur yahut bilinç, Yahya Kemal’in ifadesiyle,
‘akıncı cetlerimizin ihtirası’nı duymaktan
kaynaklanmıyor elbette. Hatta tersine, akınlardan
ziyade, mimari, müzik, giyim-kuşam, yemek kültürü ve
bunların toplamı olan gündelik hayat ilgilendiriyor
artık insanları. Ahmet Hamdi Tanpınar’ın, Orhan
Pamuk’un romanları, tarihçilerin çalışmaları bu
konuda ufuk açıcı detaylar ihtiva ediyor. Yine de,
Osmanlı’da gündelik hayatı araştırmak başlı başına
güç bir iş. Çünkü, araya giren alfabe değişikliği
dolayısıyla kaynaklara ulaşmak son derece zahmetli
bir çaba gerektiriyor. Arap harfleriyle yazılan
Türkçeyi bilme mecburiyeti de pek çok kişinin elini
kolunu bağlıyor.
İşte Türkiye Diyanet Vakfı’na bağlı İslam
Araştırmaları Merkezi İSAM’ın
İstanbul 2010 Kültür Başkenti Ajansı’nın
desteğiyle başlattığı 40 ciltlik
İstanbul Kadı Sicilleri Projesi, bu açığı
giderecek en önemli kaynak. Proje yönetmenliği İSAM
Başkanı Prof. M. Akif Aydın tarafından yapılan kadı
sicilleri, Osmanlı döneminde görülen mahkemelerin
kayıtlarından ibaret. Osmanlı tarih ve gündelik
hayat araştırmalarında birinci el kaynaklardan olan
kadı sicillerinin yayımlanması, bu nedenle büyük
önem taşıyor.
Kadı sicillerinde Mihal b. Galata’nın Luka b.
Yani’nin elbezini çaldığını kabul etmesinden tutun
da, Mihal b. Galata’nın Luka b. Yani’yi -belki bu
nedenle- gemide dövdüğüne kadar inanılmaz detaylar
var mahkeme kayıtlarında. Kimi zaman sahipsiz bir
ata iki akçe nafaka tayin ediliyor, kimi zaman
İstanbul’da na-mahrem kişilerle dolaştığı ve
onlarla birlikte Üsküdar’a geldiği tespit edilen
Fatma hakkındaki şikayet ele alınıyor.
Hürriyet, Haber: Sefa Kaplan, 14.12.2010
BİR ANADOLU MASALI: MİSS MELLİNK'İN KÜLLERİ
Adı Prof. Machdelt Mellink. O 'arkeolojinin
büyükannesi' olarak adlandırılıyordu. 60 yılını
Anadolu arkeolojisine verdi. Ölümünden önce Türk
geleneklerine göre Elmalı'da gömülmeyi diledi. 2006
Şubat'ında 86 yaşındayken Amerika'da bir bakımevinde
öldü. Ölümü üç gün sonra öğrencileri tarafından
farkedildi. Ancak Mellink'in dileği gerçekleşemedi.
Anadolu'ya tutkuyla bağlı olan Mellink, ölümünden
yedi ay sonra, bu kez külleriyle buluştu
Anadolu'yla. Amerika'da yakılan Prof. Mellink'in
külleri, kavanozla yaptığı uçak yolculuğunun
ardından, 2006 Eylül'ünde çok sevdiği Antalya
Elmalı'daki Kızılbel tümülüsüne serpildi...
İşte tanıklarının anlatımıyla bu çarpıcı
Anadolu masalının ilk kez yayınlanan öyküsü...
Yaşamının 60 yılını Anadolu arkeolojisine adayan
Amerikalı arkeolog Prof. Machdelt Mellink, 2006'da
Amerika'da bir bakımevinde öldü. Türkiye'ye ilk kez
1947 yılında Tarsus Gözlükule kazıları için gelen
Prof. Mellink'in yaşamöyküsü, 'keşfedilmemiş son
kıta' olarak tanımlanan Anadolu'nun son 60 yılıyla
paralel ilerliyor.
NAZİ BASKISINDAN ABD'YE
GÖÇ ETTİ
Aslen Hollanda'da doğumlu olan Prof. Mellink,
1943 yılında Utrecht Üniversitesinde doktora
eğitimini tamamladı. Mellink'in savaş pilotu olan
biriyle evlilik yaptığı söylense de bu konuda fazla
bilgiye sahip değiliz. II. Dünya Savaşı koşullarında
Nazilerin baskısından ABD'ye göç eden Mellink için,
1949'da Amerikan Bryn Mawr College Üniversitesine
öğretim üyesi olarak göreve başlamasıyla birlikte
uzun ve zorlu bir mücadele de başlamış olur.
ANADOLU ARKEOLOJİSİNİN SÖZCÜSÜYDÜ
Gazeteci Özgen Acar, Prof. Mellink'in ölümünün
ardından yazdığı yazıda, onun Anadolu arkeolojisi
için önemini şöyle vurguluyordu: "Onbeş yıl süre ile
de Troia kazılarına bilimsel danışmanlık yaptı. Hiç
kuşkusuz Mellink’in bir başka önemli yanı, 1995-94
yıllarında AIA’nın (Amerikan Arkeoloji
Enstitüsü) yıllığına yazdığı Türkiye’deki tüm
arkeolojik kazı ve buluntuları bilimsel açıdan
değerlendiren yıllık raporlarıdır. Bu raporlarla
Mellink, Anadolu arkeolojisinin sözcülüğünü yaparak
dünyada saygın bir ün kazandı ve Anadolu
arkeolojisinin dünyadaki önemini öne çıkardı. 1980
yılında AIA Başkanlığına dört yıl seçildi. AIA,
Mellink’i 1991’de örgütün 'seçkin arkeoloji başarısı
altın madalyası' ile ödüllendirdi. Meslektaşları
Mellink için Anadolu arkeolojisine katkısının 50.
yıldönümünde İstanbul’da özel bir çalıştay
düzenlediler. Çalıştayda meslektaşları Mellink’in
çeşitli dönemlerini anlattılar. Öğrencilerinden
Prof.Dr. Mehmet Özdoğan AIA’ya ileti göndererek
'Anadolu arkeolojisinin anneannesini yitirmesinden
duyduğu üzüntüyü' bildirdi."
LİDYA VE ELMALI HAZİNELERİNİ GERİ GETİRMEK
İÇİN UĞRAŞTI
"Benim için Prof Mellink çok
önemlidir" diye yazan Özgen Acar, "Karun Hazinesi'nin Metropolitan Müzesi'nde olduğunu saptamakla kalmadı,
New York Federal Mahkemesinde 'bilirkişi' olarak
Türkiye adına lehte rapor verdi. 'Elmalı
Definesi'nin Bostonlu iş adamı William Koch’ta
olduğunu saptayıp ilk ipucunu bulmama önemli katkıda
bulundu. New York’ta Sothby’s müzayedesine çıkarılan
bir mermer erkek heykelinin Erdek’ açık hava
müzesinden çalındığını, onun AIA’ya 1970’lerde
yazdığı bir makaleden saptama olanağını verdi. Bütün
bu tarihsel mirasın Türkiye’ye kazandırılmasında
Anadolu arkeolojisini seven gerçek bir bilim insanı
gibi davrandı" sözleriyle yurtdışına kaçırılan
Anadolu kültür mirasının ait olduğu topraklara geri
dönmesinde Mellink'in önemli katkılarını anıyor.
(Özgen Acar, 25 Şubat 2006. Cumhuriyet)
Mellink kazı çalışmaları sırasında
MELLİNK'İN ELMALI GÜNLERİ
1947'den, 2000'li yılların başlarına kadar
Anadolu arkeolojisine hizmet eden Mellink, 1963
yılından itibaren başladığı ve yaklaşık kırk yıl
emek verdiği Elmalı bölgesindeki kazılar sırasında
bir çok önemli arkeolojik buluş gerçekleştirdi.
Mellink'in Semahöyük'te (Bozhöyük) yaptığı
kazılarda,ortaya çıkarılan ve erken bronz çağına
tarihlenen yerleşimde bulunan küp mezarlar ve diğer
eşyalar bugün Antalya Arkeoloji Müzesi'nde
sergileniyor.
Elmalı'da iki önemli mezar anıtını ortaya çıkaran
Prof. Mellink, Karaburun ve Kızılbel olarak bilinen
mezar anıtlarının bulunuşunun ardından bölgeyle
kurduğu bağı daha çok güçlendirdi. Bir çok
arkeolojik buluşta olduğu gibi ilk kez definecilerin
girdiği Kızılbel'deki mezar anıtında bulunan boyalı
duvar resimleri, 'ünik' olmalarının yanında bir
dönemin yaşayışını da canlandırıyor. Elmalı'nın
batısında, Yuva Köyü yolu üzerinde bulunan MÖ 5.yy
ortalarına tarihlenen Kızılbel mezar anıtı,
ilerleyen yıllarda Mellink'in kariyerine yaptığı
katkının yanında, onun yaşam yolculuğunun da son
durağı olacaktır.
'ELMALI, ONUN ÇOCUĞU GİBİYDİ'
Gerçek bir Anadolu bilgesi olan Elmalılı arkeolog
Ünsal Özçakır, İstanbul Üniversitesi'nde arkeoloji
eğitimi aldığı 1964 yılında Mellink'in Semahöyük'te
yaptığı kazılara misafir öğrenci olarak katılır.
Ünsal Özçakır'la birlikte 46 yıl sonra Mellink'in
izinden Semahöyük'ten Kızılbel'e uzanan bir yolculuk
yapıyoruz. "İki yıl kazılarına katıldım" diyor
Özçakır. "Ancak daha sonra uzun yıllar birlikte
olduk. Elmalı onun için bir tutku gibiydi, çocuğu
gibiydi" diye anlatıyor Mellink'i.
Mellink Gavurkalesi'nde
'TURİST TEPESİ...'
Elmalı-Korkuteli yolundan yaklaşık 10-15
kilometre ilerledikten sonra sağa sapıyoruz.
Semahöyük, bugün 'Bozhöyük' olarak adlandırılıyor.
"Uzun yıllar oldu gelmeyeli, höyüğün yerini tam
olarak bilemeyebilirim, köylülere soralım" diyor,
Ünsal Özçakır. Köyün girişinde tarlada çalışan
gençlere soruyoruz, "bilmiyoruz" diyorlar. Biraz
daha ilerledikten sonra bir kadına soruyoruz, ondan
da "bilmiyorum" yanıtını alıyoruz... Nihayet orta
yaşlı bir köylü "turist tepesi mi, şöyle doğru
gidin..." diye tarif ediyor höyüğün yerini...
TARİHE YUVA YAPAN KÖSTEBEKLER
İçinden tarihi değeri çok yüksek olan küp
mezarların çıktığı Semahöyük, bugün onlarca köstebek
ve tarla faresine ev sahipliği yapıyor. Höyükten
çıkarılan toprak yığını adeta termit karıncaların
yuvaları gibi köstebekler tarafından oyulmuş.
Tepemizde dolanan şahinler, tarlalardaki fareleri
avlama derdindeler.
'HER TOPRAĞIN TADI FARKLIDIR'
Bir yandan höyüğün içler acısı halini gezerken,
bir yandan da Mellink'i anlatıyor Özçakır: "Çok
şakacı bir yanı da vardı. Bir gün bana toprak
yedirdiğini anımsıyorum. 'toprak çok önemli' derdi.
Strografiyi toprak yiyerek de öğrenirsin, her
toprağın tadı farklıdır' derdi. Ben de saf saf
toprağı yedim, sonra gülüştük..."
ELMALI'NIN IŞIKLA SEVİŞEN ASMA BAHÇELERİ
Semahöyük'ten, 46 yıl öncesinin anıları eşliğinde
ayrılıp, güneşi batırmadan Kızılbel'e doğru yola
çıkıyoruz. Yol boyunca Elmalı'nın muhteşem asma
bahçelerinin ışıkla sevişmelerine tanıklık ediyoruz.
Yuva-Fethiye yolu üzerindeki Kızılbel'in
eteklerinde, sarıdan kızıla boyanan asma yaprakları
ve kızıla çalan toprak, bölgenin adını çağrıştırıyor
sanki. Anayoldan patikaya sapıp, yaklaşık 15-20
dakikalık bir yürüyüşten sonra tümülüsün bulunduğu
tepeye ulaşıyoruz. Dağların çevrelediği Elmalı
ovasına hakim bir yükseklikteki Kızılbel mezar anıtı
işte tam bu noktada. Önce çevreyi gezip ardından
muhteşem ışığın altında oturup teybimi Ünsal
Özçakır'a uzatıyorum.
ROMALI DEFİNECİLERİN SOYGUNU
Kızılbel kazılarında bulunan mezar anıtı
Özçakır, "Burayı ilk kez defineciler kazmış" diye
başlıyor anlatmaya: "ilk kez 1967'de doğu kenarını
kazmaya başlıyorlar bu anıtın. Tümülüsün kıyısında
küçük, insanın girebileceği kadar bir açıklık
buluyorlar. Sonra defineciler buradan mezar anıtının
içine giriyorlar ancak daha önce burası Romalılar
tarafından soyulduğu için işlerine yarayacak bir şey
bulamıyorlar. Bir kaç keramik kırığıyla, bir kaç
koku şişesi parçası bulmuşlar. Bir iki de mermer
parçası, o kadar."
HELVACI DÜKKANINDA HACİVATLA KARAGÖZ SOHBETİ
Daha önce değindiğimiz gibi o yıllarda genç bir
arkeoloji öğrencisi olan Özçakır, yaz tatilinde
memleketi Elmalı'ya gelir. Kızılbel'deki bu defineci
hikayesi, Elmalı'nın Helvacı dükkanlarından birinde
çoktan konuşulmaya başlanmıştır. Helvacı dükkanında
toplanan arasta esnafı, "Kızılbel'de bir mezar
bulunmuş, içindeki duvar resimleri Hacivat'la
Karagöz'e benziyor" sözleriyle Kızılbel'in keşfini
ilan ederler.
ÇIRALARI YAKIP MEZAR ODASINA GİRDİK...
Ünsal Özçakır'ın arkeoloji okuduğunu duyan esnaf,
" hadi gidip bir bakalım" diye merakla gelip
Özçakır'a söylenirler. "Bir el feneri bulalım
dediler, yok. Sonra çıra alıp Kızılbel'e geldik.
Çıraları yakıp içeri girdik, ilk dikkatimi çeken
duvar resimleri oldu. Truva savaşı ya da efsanelerle
ilgili resimleri andırıyordu. Resimlerde balıkçı
kadınlar vardı. Sonra İstanbul'daki Hocam rahmetli
Arif Müfit Mansel'e durumu anlattım. Çünkü benim
yapabileceğim hiç bir şey yoktu. Son sınıf
öğrencisiydim o yıllarda. Hocam Mansel, 'git burayı
mezuniyet tezi olarak çalış' dedi bana. Buranın
fotoğrafını çekecek imkanımız bile yok o dönem. 'Ben
yapamam Hocam' dedim. O yıllarda Perge kazılarında
çalışıyordu Arif Müfit Mansel. 'Siz gelip bir bakın,
misafirimiz olun' dedim, gelemedi. Sonra Mellink
Semahöyük kazılarını bitirdi ve Kızılbel'i kazmaya
başladı. Mellink'le ben de bir kaç kez geldim buraya
o yıllarda. MÖ 525'e tarihlenen ve sanat değeri çok
yüksek olan bu boyalı mezar anıtının başka bir
örneği yok."
Ünsal Özçakır'ın 'ünik', biricik olarak
tanımladığı Kızılbel Likya mezar anıtının bulunduğu
bölge gerçekten çok görkemli. Prof. Mellink bölgede
bir kaç alanda kazı yapmış olsa da yakınları onun
Kızılbel'e olan tutkusunun farklı olduğunu
belirtiyorlar.
Kızılbel
MELLİNK'İN PEŞİNDE ÜÇ YIL...
Kızılbel'deki gezimizi bitirip dönüyoruz.
Yaklaşık üç yıl önce duyduğum ve beni çok etkileyen
bir hikayenin peşinden defalarca geldiğim bu
toprakların her defasında insana huzur veren
ikliminden ayrılıp, duyduğum hikayenin, Mellink'in
hikayesinin ayrıntılarını birer birer tamamlamak
için yeniden çalışmaya koyuluyorum. Aslında
Likya'nın tavan arası diye adlandırdığım Elmalı
Bölgesi'ne uzun yıllardır gidip geliyorum ve her
gidişimde bir başka hikayenin peşine düşüyorum.
Bu kez peşine düştüğüm hikayenin, aslında masal
gibi bir gerçeğin, bir elin parmaklarını geçmeyen
tanıklarına birer birer ulaşmaya çalışıyor ve bu
naif öykünün ayrıntılarını öğrenmeye çalışıyordum.
Bu uzun süre içinde bu sırrı paylaşan son tanıkla da
konuştuktan sonra ayrıntılar birer birer netleşiyor.
'BENİ ELMALI'YA GÖMÜN'
Şimdi yeniden 2006 yılına, Amerika'ya dönüyoruz.
Anadolu arkeolojisine ömrünü adayan Prof. Mellink'in
öldüğü 23 Şubat gününe. Trajik biçimde bir
bakımevinde yaşamı son bulan Prof. Mellink'in ölümü,
kimilerine göre ölümünden ancak üç gün sonra
öğrencileri tarafından farkedilir.
Yaşamı boyunca
çok sevdiği ve tutkuyla bağlandığı Anadolu, onun
yaşamının son günlerini geçirmek istediği bir
coğrafyaydı.Yakınlarına, "beni Müslüman Türk
geleneklerine göre Elmalı'ya gömün" diye bir dilekte
bulunduğu söylenen Mellink'in bu dileği ne yazık ki
gerçekleşmez. Ünsal Özçakır, "bundan haberimiz
olsaydı, Ömer Paşa Camisinden 5 bin kişiyle
uğurlardık onu son yolculuğuna" diyor.
AMERİKAN UÇAĞINDAKİ KAVANOZ
Ölümünün ardından Amerika'da yaşanan ayrıntılar
konusunda fazla bilgiye sahip olmadığımız Prof.
Mellink'in Türk geleneklerine göre gömülme dileği
gerçekleşemese de, onu son kez Anadolu'ya taşıyan
uçak, ölümünden yaklaşık altı ay sonra İstanbul'a
doğru havalanır. Mellink'in bedeni ölümünün
ardından Amerika'da yakılarak külleri bir
kavanozlara doldurulur. Ardından o çok sevdiği
topraklara doğru yola çıkan Mellink'in külleri, önce
tanınmış bir kültür adamına teslim edilir. Ardından
da onun Türkiye'deki yakınlarına...
Mellink'in küllerinin döküldüğü an
MELLİNK'İN ELMALI'YA SON YOLCULUĞU
Tarih 16 Eylül 2006, Cumartesi. Güneşli bir
sonbahar günü. Mellink'in Türkiye'deki yakınlarından
oluşan 7-8 kişilik ekip, öğleden sonra saat beş
dolaylarında Kızılbel'deki tümülüsün bulunduğu
tepeye doğru tırmanır. İçlerinde Mellink'in
Elmalı'daki yakınlarının da olduğu ekip, yanlarında
getirdiği masayı Kızılbel mezar anıtının bulunduğu
tepeye kurarlar.
TÜRK ŞARABI, TULUM PEYNİRİ VE ELMALI EKMEĞİ
Bundan sonrasını orada bulunanlardan dinleyelim:
"Güzel bir Eylül günüydü. Miss Mellink'in çok
sevdiği Türk şarabı, fırından yeni çıkmış taze
Elmalı karafırın ekmegi, beyaz peynir, tulum ve
kaşar peyniri ve Elmalı üzümü. Ayrıca elma. Elmalı
elması. Yemeğimizin menüsü bunlardı..."
VE KAVANOZ AÇILIYOR...
Ardından özenle hazırlanan masada, Prof.
Mellink'in çok sevdiği yiyeceklerden ve Türk
şarabından oluşan sembolik yemek törenine geçilir.
Yemeğin ardından, Elmalılı dostlardan birine teslim
edilen kavanozun kapağı açılır ve 23 Şubat'tan beri
Anadolu'ya duyduğu özlemle yanarak kül olan
Mellink'in külleri, orada bulunan az sayıdaki
insanın iyi dilekleri arasında Kızılbel'deki
tümülüsün üzerine serpilir...
Mellink'in külleri bu tümülüsün üzerinde
MELLİNK ELMALI OVASINDA KAZILARI İZLİYOR
O anı yine orada bulunanlardan dinleyelim:
"Küllerin serpilmesiyle birlikte çıkan hortumsu bir
rüzgar külleri ovaya serpiştirdi. Bu Miss Mellink'in
bizimle son vedalaşmasıydı. Miss Mellink'in varlığının
ve gözlerinin ovada bir yerlerde, yapılan
arkeolojik araştırmaların üzerinde olduğundan hiç şüphemiz olmaksızın, güneşin batmasıyla birlikte
Kızılbel'den ayrıldık..."
Elmalı Kızılbel Likya mezar anıtı
KIZILBEL, LİKYA KÜLTÜRÜNÜ YANSITIYOR
Neden Kızılbel'in seçildiği yönündeki sorumuza, "Kızılbel
tümülüsü ve mezar odası Miss Mellik'in çok sevdiği
yerlerden biriydi. Karaburun mezar odası ile
karşılaştırıldığında, yerel özelliklerin bulunduğu
ve Likya kültürünün sergilendiği bir mezar anıtıydı.
Bu nedenle küllerin serpilmesi için en uygun yer
olarak Kızılbel düşünüldü" yanıtını veren yakınları,
bu naif öykünün yanlış anlaşılmalara meydan vermemek
için bugüne kadar az sayıda insanın bildiği bir sır
olarak kaldığını söylüyorlar.
MELLİNK'İN BIRAKTIĞI HAZİNE
Türk geleneklerine göre Elmalı'ya gömülme dileği
gerçekleşmese de, Miss Mellink'in külleri artık
Kızılbel'den Elmalı ovasına, oradan da bütün
Anadolu'ya yayılacaktı. Ölümüyle de bize bir çok
dersler veren Prof. Miss Mellink, Gordion'dan
Eflatunpınar'a, Nemrut'tan Patara'ya kadar
Anadolu'yu karış karış gezdiği 1947'den 2000'li
yılların başlarına kadar binlerce fotoğraftan oluşan
bir hazine de bıraktı.
KEŞFEDİLMEMİŞ SON KITADAN KARELER
Mellink'in tutkuyla bağlandığı Anadolu'dan
yansıyan karelerde, topraktan, taştan ve ahşaptan
kurulmuş bir masal ülkesiyle karşı karşıyayız.
Kapitalizm tarafından henüz yağmalanmamış olan içine
kapalı bir ülkenin, gerçekten 'keşfedilmemiş son
kıta' olan Anadolu'nun naif yüzünün yansıdığı bir
eski zaman masalı. O karelerden yansıyan insan
yüzleri ve ifadeleri, Hitit kabartmalarından
fırlayıp gelmiş figürler gibiler. Alanya'dan
Side'ye, Bergama'dan Eğirdir'e; Anadolu'nun
yitirdiği değerleri bugünle kıyaslama olanağı veren
Mellink'in bu çok değerli arşivi, Bryn Mawr College
Üniversitesi tarafından dijital kütüphaneye iki yıl
önce aktarıldı. Kültürel mirasın yanında, mimari ve
etnografik açıdan da bir çok değer barındıran bu
arşiv, genç araştırmacıların ilgisini bekliyor.
İşte Prof. Mellink'in tutkuyla bağlandığı
Anadolu'dan 60 yılda derlediği o kareler...
Adıyaman, Karakuş. 1988
Adıyaman-Cendere Irmağı, 1983
Alacahöyük, Çorum-1978
Alanya, 1961
Ankara- Nallıhan, 1956
Ankara, 1957
Antalya Konyaaltı Caddesi, 1954
Antalya, Kemer (Bugün Ayışığı Plajı olarak bilinen bölge-1954)
Antalya-Demre kıyıları, 1954
Antalya-Demre kıyıları, 1954-2
Antalya-Demre St. Nicolaus Kilisesi, 1954
Bergama, 1960
Çorum, Boğazkale. 1957
Çorum, Boğazkale. 1957-2
Çorum, Boğazkale, 1957
Efes, 1960
Eğirdir Gölü ve Davraz Dağı, 1957
Elmalı Karamık Köyü'nde Tahıl Ambarı, 1958
Fethiye 1954
Gordion1958-2
Gordion, 1954
Gordion, 1958
Harran1982
Kaş Liman 1962
Kekova-Kaleköy, 1954
Mellink, Gavurkalesi'nde, 1959
Niğde, 1958
Semahöyük 1964
Side, 1954
Toroslar'da bir kır kahvesi, 1955
Oda Tv, Haber: Yusuf Yavuz, 13.12.2010
2 BİN 400 YILLIK ÇORBA
China Business News gazetesinin haberinde, Çin'in eski başkentlerinden Shaanxi eyaletinin merkezi Xian şehrinde ortaya çıkarılan kazanın, Çin'de türünün ilk örneği olduğu kaydedildi.
Çorba kalıntısının, bir kuzu koyun yada tavuğun ayak kemiği, omur ve kaburgasını ihtiva ettiği belirtildi. İçinde yeşilimsi kalıntının bulunduğu ve 3 ayağı bulunan bronz kazanın Xian'daki bir mezarda yapılan kazılarda ortaya çıkarıldığı ifade edildi.
Haberde, bronz kazan ile birlikte başka bir bronz tabağın da ortaya çıkarıldığı ve bu tabağın alkol olduğu tahmin edilen mistik bir sıvı ihtiva ettiği bilgisi de yer aldı. Söz konusu sıvının bileşiminin analiz edileceği ifade edildi.
Bulunan iki kalıntının da MÖ 475-221 yılları arasındaki Savaşan Devletler dönemine ait olduğu ve o dönemde gelenek üzere bu tür kapların ölü ile birlikte gömüldüğü kaydedildi.
Sabah, 13.12.2010
DA VİNCİ'NİN ŞİFRELERİ GERÇEK OLDU
Mona Lisa'yı inceleyen sanat tarihçileri, ünlü
eserin gözlerinde harf ve rakamlar yer aldığını fark
ettiler.
Günümüzde kullanılan yüksek büyütme yöntemiyle tablo
incelenirken, Mona Lisa'nın göz bebeklerini kaplayan
koyu boyada minik harf ve rakamların gizlendiği
ortaya çıkarıldı.
Uzmanlar, zor seçilen bu harf ve rakamların gerçek
birer "Da
Vinci şifresi" olabileceğini söylüyor.
Yazar
Dan Brown'ın dünyada fırtınalar koparan kitabı
"Da Vinci Şifresi"nde de Mona Lisa'nın Kutsal
Kase'ye ait kimi sırları barındırdığı yazıyordu.
Bu gizemli harf ve rakamları keşfeden kişi olan
İtalyan Ulusal Kültürel Miras Komitesi'nin başkanı
Silvano Vincetti, "Çıplak gözle bakıldığında bu
sembolleri göremiyorsunuz, ancak eğer bir büyüteçle
kesinlikle görülür hale geliyorlar." açıklamasını
yaptı ve ekledi:
"Sağ gözde,
Leonardo da Vinci'nin ismini sembolize eden LV
harfleri yer alıyor. Sol gözde de kimi semboller var
ancak bunlar o kadar belirgin değil."
"Ne olduklarını çıkartabilmek pek kolay değil, CE
harfleri ya da B harfi olabilir."
"Arka plandaki köprünün kemerinde de 72 rakamı ya da
L harfi ve 2 rakamı seçilebiliyor."
"Tablonun neredeyse 500 yıllık olduğu göz önüne
alınırsa, bu sembollerin
ilk
çizildiği zamanki kadar keskin ve belirgin olmaması
anlaşılabilir bir durum."
"Yaptığımız ön incelemeler, bunların birer hata
olmadığını ve ressam tarafından tabloya
eklendiklerini gösteriyor."
Bir komite üyesinin
antika dükkanında bulduğu kitapta Mona Lisa'nın
gözlerinde yer alan sembollerden bahsedildiğini
görmesiyle başlatılan araştırma şimdilik sonuç
vermiş gibi görünüyor.
Vinceti, "Da Vinci'nin Mona Lisa'ya özel bir değer
verdiğini biliyoruz ve hatta son yıllarında tabloyu
gittiği her yere beraberinde götürdüğü de
biliniyor." diyor ve şöyle devam ediyor:
"Da Vinci'nin gizemli bir insan olduğu ve
çalışmalarında kullandığı sembollerle kimi mesajlar
ilettiği de bilinen bir gerçek. Bütün bu semboller
belki de, tablodaki gizemli kişiye bir aşk
mesajıydı."
Milliyet, 13.12.2010
TARİHİ MOZAİKLERE LEĞENLİ KORUMA
Amazon Kraliçelerinin mozaiğe resmedilmiş dünyadaki ilk örnekleri arasında gösterilen mozaikler, dün geceden beridir etkili olan sağanak yağmurdan nasibini aldı.Üstü brandayla kapatılan ancak kesin çözüm olmadığı için geceden beridir, devam eden sağanak yağışla birlikte kısmen sular altında kalan mozaikleri için plastik kova ve leğenlerle alternatif çözüm bulundu.
Şanlıurfa´da, Halepli Bahçe'de yapılan arkeolojik kazılarda ortaya çıkan savaşçı amazon kraliçelerin de bulunduğu ve dünyada en değerli tarihi eserler arasında gösterilen mozaikler yine yağan yağmurla birlikte sular altında kaldı. Üstü brandayla kapatılan ancak kesin çözüm olmadığı için geceden beridir, devam eden sağanak yağışla birlikte kısmen sular altında kalan mozaikleri için plastik kova ve leğenlerle alternatif çözüm bulundu.
Şanlıurfa'da Balıklıgöl yakınlarındaki Halepli Bahçe'de 'Temalı Park' dinler bahçesinin temel atma çalışması sırasında tesadüfen bulunan ve savaşçı Amazon Kraliçelerinin mozaiğe resmedilmiş dünyadaki ilk örnekleri arasında gösterilen mozaikler, dün geceden beridir etkili olan sağanak yağmurdan nasibini aldı. Kış mevsimi gelmeden önce Şanlıurfa İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü tarafından mozaiklerin korunması için üzerlerine çadır branda çekilerek koruma altına alınmıştı.
Dün akşam saatlerinde başlayan yağmurla birlikte çadır brandanın üstünde biriken yağmur suları damlayarak tarihi mozaiklerin üstüne akmaya başladı. Yağmur suları altında kalan mozaiklerin daha fazla zarar görmemesi için bu kez görevliler, dört Amazon Kraliçesi olan Hippolyte (Hipolite), Antiope, Melanippe (Melanipe) ve Pentehesileia (Pentesilya) savaşçı amazon kadınlarının daha fazla ıslanmaması için plastik leğen, kovaları yere koyarak alternatif çözüm ürettiler. Yağmur sularından Edessa Güzeli ve Amazon Kraliçelerinin ıslanmalarını engellemeye çalışan görevliler, kova ve leğenlerde biriken suları dışarıda döküp tekrar mozaiklerin bulunduğu yere bırakıyorlar. Geçtiğimiz kış mevsiminde aşırı yağışlar yüzünden mozaikler, yağmur ve kanalizasyon suları altında kalmış ve birçok yerinde tahribat olmuştu.
Milliyet, Haber: Ali Leylak, 13.12.2010
AYASOFYA'NIN SON HAZİNESİ
Ayasofya Müzesi'nde yürütülen restorasyon
çalışmaları sonucu ortaya çıkarılan dünyanın bilinen
en büyük boyutlu, Bizans döneminin 6. yüzyıl öncesi
erken Hıristiyanlık dönemine ait vaftiz havuzu, basın
mensuplarına gösterildi.
İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı
Genel Sekreteri Yılmaz Kurt, Ayasofya Müzesi'nde
yerli ve yabancı basın mensuplarının katılımıyla
düzenlenen basın toplantısında, “Google”da
“Ayasofya” ya da “Hagia Sophia” diye arama
yapıldığında çıkan belge sayısının 800 bin olduğunu,
ancak Ayasofya'ya yapılan atıf sayısının bir milyonu
aştığını belirtti.
İstanbul'un, hakkında bu kadar çok söz söylenen,
yazı yazılan, konuşulan bir dünya kültür mirasına ev
sahipliği yaptığını söyleyen Kurt, “İstanbul 2010
Avrupa Kültür Başkenti Ajansı olarak, bu dünya
kültür mirasının restorasyonuna önayak olmak,
finansman sağlamak ve dev bir yenileme projesini
başarıyla tamamlamak, bizim için de profesyonel
hayatımızda örneği zor bulunacak bir kıvanç kaynağı”
dedi.
Kurt, Ayasofya'nın tarihi süreçlerine ilişkin şu
bilgileri verdi:
“Ayasofya'nın yapımını Büyük Konstantin emretmişti.
Yapı bitirildi ve 15 Şubat 360 tarihinde törenle
takdis edildi. Bir yangında, tavanı ahşap olduğu
için 20 Haziran 404 tarihinde harap oldu.
Restorasyonu 10 yıl sürdü. 10 Ekim 415'de Ayasofya
ikinci kez açıldı. Bu ikinci bina 13 Ocak 532'de
yine yandı. Ayasofya'yı üçüncü kez taş ve tuğladan
yaptırmak, İmparator Jüstinyen'e nasip oldu. Dönemin
en önemli taş ustalarının önüne, imparatorluğun dört
bir yanından getirilen taşları yığdırdı. Yapımda,
Efes'teki Artemis Tapınağı'nın sütunları da
kullanıldı. Ayasofya, 26 Aralık 537'de üçüncü kez
açıldı. Ne var ki kubbe, depremlerde sürekli zarar
gördü. Kubbe, 7 Mayıs 558'de tamamen yıkıldı. 23
Aralık 562'de tam Noel arifesinde yeniden ve şimdi
gördüğünüz şekliyle açıldı.”
Ayasofya'nın 562'den 2010'a kadar çok restorasyon
gördüğünü, en kapsamlı restorasyonun 1847-1849
arasında Sultan Abdülmecit zamanında yapıldığını
anlatan Kurt, 24 Şubat 1934'te Ayasofya müzeye
çevrildikten sonra sadece restorasyon değil,
arkeolojik çalışmaların da yapıldığını anımsattı.
Çalışmalar sırasında Ayasofya'da yüzyıllarca
kullanılmış, büyük bir vaftiz havuzunu da ziyarete
açmak için gerekli restorasyonu yaptıklarını
belirten Kurt, “Vaftiz havuzu, Ayasofya'nın, halka
açık olmayan bir kısmında duruyordu. Yekpare bir
mermer bloktan oyularak yapılmıştır. Bizans dönemi
kültür ve mimari anlayışını yansıtan bu havuz, sanki
dün yapılmış kadar sağlam ve temiz. Ayasofya'nın
uzun tarihinde önemli bir yeri olan bu havuzu da
artık müzemizi ziyaret eden herkes görebilecek” diye
konuştu.
Ayasofya Müzesi Başkanı Haluk Dursun da 2009-2010
yıllarının Ayasofya'nın restorasyon bakımından en
talihli yılları olduğunu söyledi.
Bu restorasyonların çok çarpıcı iki flaş
gelişmesinin basını çok ilgilendirdiğini anlatan
Dursun, bunlardan birisinin kubbede 17 yıl duran
iskelenin kaldırılması, ikincisinin ise bir melek
yüzünün açılarak izleyicilerin beğenisine sunulması
olduğunu belirtti.
2010 yılında yeni bir sürpriz yaptıklarını ve
şimdiye kadar hiç açılmayan vaftizhane avlusundaki
vaftiz havuzunu ziyarete açtıklarını anlatan Dursun,
“Ziyaretçiler ilkbahar aylarından itibaren, bütün
Grek Ortodoks Roma coğrafyasında şu ana kadar
bulunan ve bilinen en büyük vaftiz havuzunu görme
imkanı bulacaklar” dedi.
Dursun, ayrıca Ayasofya'daki Osmanlı medeniyet
döneminden kalma hat sanatı levhaları ve
kandilliklerin restorasyonu hakkında da bilgi verdi.
Haluk Dursun, 2010 yılında yürütülen bu kapsamlı
restorasyon çalışmaları nedeniyle Ayasofya'nın
Avrupa'da yılın müzesi seçildiğini ve Rotondi
Ödülü'nü aldığını anlattı.
Basın toplantısının ardından Haluk Dursun, yerli ve
yabancı basın mensuplarına vaftiz havuzunu
göstererek, özellikleriyle ilgili bilgi verdi.
Dünyada ilk kez bir Bizans Grek Ortodoks
vaftizhanesinin, Osmanlı Padişah Türbesi'ne
çevrildiğini belirten Dursun, bu vaftizhane türbeye
çevrilirken içinde bulunan Bizans döneminin 6.
yüzyıl öncesi erken Hıristiyanlık dönemine ait vaftiz
teknesinin buradan çıkarılarak, vaftizhane avlusuna
yerleştirildiğini söyledi.
Türbeye çevrilen vaftizhaneye gömülen padişahların,
tahttan indirilen padişahlar olduklarını ifade eden
Dursun, “Vaftizhane, Sultan 1. Mustafa ve Sultan
İbrahim'in gömülmesiyle vaftizhane vasfını kaybetmiş
ve burası bir Osmanlı türbesi olmuş, içindeki vaftiz
teknesi hiç bir zarar verilmeden avluya konulmuş.
Türbeden çıkarılan topraklar, vaftizhanenin avlusuna
atılmış. Buraya taşınan vaftiz havuzu da bu toprağın
altında kalmış. Bu avlu, Bizans sanatının çok güzel
sanatıyla süslü olan bir bölümdür” dedi.
Bizans Ortodoks kültüründe vaftiz sırasında
zeytinyağı kullanıldığını anlatan Dursun, bu avluda
tarihi zeytinyağı küplerinin ve lahitlerin de yer
aldığını kaydetti.
Ayasofya müze olduktan sonra 1943 yılında ilk
kazılar başlayınca vaftizhane avlusunda da kazı
çalışmasının yapıldığını ifade eden Dursun, “Evliya
Çelebi havuzdan bahsediyor. Hazreti İsa'nın bu büyük
havuzda vaftiz edildiği iddia ediliyor, bir efsane
ve halk söylemi olarak ki doğru değil. Havuz
restorasyonlar sonucunda görülebiliyor artık” diye
konuştu.
Ayasofya'daki vaftizhanenin 1639 yılına Osmanlı
döneminde yağ deposu olarak kullanıldığını daha
sonra Sultan 1. Mustafa'nın ölümüyle türbeye
dönüştürüldüğünü anlatan Dursun, Evliya Çelebi'nin
bu türbede türbedarlık yaptığını, bu nedenle
Seyahatnamesi'nde bu vaftizhane ve vaftiz teknesi
hakkında bilgilerin bulunduğunu söyledi.
2010 yılında yürütülen restorasyon çalışmaları
kapsamında vaftizhane avlusunun elden geçirildiğini
ve dünyada örneği olmayan tasarım özelliği
bakımından vaftiz teknesinin ilk kez görücüye
çıktığını bildiren Dursun, “Bu havuz, ilk dönem
Hıristiyanlığında toplu vaftizlerde kullanılan,
insanların içine bir merdivenden girip diğer
merdivenden çıktığı bir vaftiz havuzudur. Başlarında
ikonaların konulduğu bölümleri vardır, ancak büyük
bir ihtimalle Latin istilası sırasında, Ayasofya'nın
birçok kıymetli objesi çıkarıldığı gibi onlar da
çıkarılmış. Herhalde bu vaftiz havuzunu,
İstanbul'un fethinden sonra ilk kez biz tekrar
görmüş oluyoruz. Çünkü Ayasofya cami olarak
kullanılmaya başlandıktan sonra vaftiz havuzu hiç
kullanılmadı” dedi.
Dursun, vaftiz havuzunun dıştan uzunluğunun 3,32
metre, dıştan genişliğinin 2,52 metre, içten
derinliğinin 1,16 metre olduğunu söyledi.
Haluk Dursun, dünyada bu tasarımda ve özellikte daha
büyük bir vaftiz havuzunun bulunmadığını ifade etti.
Vaftiz havuzunun ilkbahar aylarında ziyarete
açılmasıyla ilgiyi artıracağını dile getiren Dursun,
şunları kaydetti:
“Ayasofya'nın ziyaretçi sayısı 3 milyona doğru
yükseliyor. Bu kadar çok ilginin Ayasofya'ya
vereceği yoğunluktan dolayı da bir yönetici olarak
kaygı duruyorum. Çünkü Ayasofya'nın mekanı çok dar.
Müze olarak tasarlanan ve teşhire açık olan bir
bölüm değil. Bu tür eserlerin çok sayıda insan
tarafından gezilmesi, uzun vadede sorunlar
yaratıyor.”
Dursun, ayrıca Ayasofya'nın Kandilli Deprem
Araştırma Enstitüsü tarafından deprem izleme ve
erken önlem alma açısından teknolojik araçlarla
korunan bir müze olduğunu sözlerine ekledi.
Hürriyet, 13.12.2010
2010 KÜLTÜR BAŞKENTİ'NDEN UMDUKLARIM VE BULDUKLARIM
Soruşturmalardan bıktım. Birçok gazete, dergi
bana aynı soruyu yöneltiyorlardı: İstanbul 2010
Avrupa Kültür Başkenti sona yaklaşırken, yapılanlar
konusunda ne düşünüyorsunuz?
Benim gibi mükemmelin
peşinde, her zaman umutsuz bir yolculuğa çıkan
birinin yanıtı, olumlu ile olumsuzluk arasında her
zaman değişen bir tahterevalliyi anımsatır.
Hiçbir şey yapılmadı, demek haksızlık olur. Birtakım
şeyler yapıldı, konserler verildi, sergiler açıldı,
binalar onarıldı, bolca kitap yayımlandı.
İstanbul'un tanıtımı için projeler
gerçekleştirildi...
Yine de yeterli mi?
* * *
Yapılanlar İstanbul'u diyelim ki tanıttı, buraya
gelenler yapılan icraatla bu şehrin özelliklerini,
güzelliklerini öğrendi, geldiklerinden memnun
kaldılar, yabancılar bu kenti dostlarına tavsiye
ettiler, İstanbul'a gelmelerini sağladılar.
Ya sonra...
Türkiye'de, özellikle İstanbul'da yaşayanlar bu yıl
bittiğinde bir bilanço çıkardıklarında ne
düşünecekler?
Benim için önemli ve gerekli olan bir işi
başardılar: Dolmabahçe Sarayı'nda kalıcı bir Saat
Müzesi açtılar.
Kültür Başkenti yönetiminin talepler, istekler
karşısında şaşırdığı kanısındayım.
Çünkü ne görsem altında artık görüntüsünü
ezberlediğim, İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti
logosu var, demek ki ajans yönetimi, bunaldığından,
mecburen sponsorluk yapmış.
* * *
Ben neler bekliyordum?
İhtiyacı karşılayacak bir “Konser Salonu”. Hala
eksikliği giderilemeyen “Opera Binası”. Binlerce
yıllık geçmişi olan, klişe ifadelerle övdüğümüz
İstanbul'a ait “Kent Müzesi”. Derli toplu, hakkında
yayımlanmış yerli yabancı bütün yayınları bir araya
getiren bir “İstanbul Kitaplığı”. Gerek
kapasitesiyle, gerek faaliyetiyle, içeriğiyle
güncellenmiş büyük bir “Kütüphane”. Uzman veya
konuya ilgili insanların ihtiyacını giderecek,
zengin bir arşive de sahip “Müzik Müzesi”. Resim ve
Heykel Müzesi'nin onarılması, hatta ona yeni bir
bina yapılması.
“Müzik Müzesi”nin ilk sergisi “Neşriyat-ı Musiki”
adıyla Yıldız Sarayı'nda önümüzdeki perşembe günü
açılıyor.
Gönül Paçacı'nın hazırladığı “Osmanlı Müziğini
Okumak” kitabı da yayımlanmış olacak.
O gece verilecek konserde de, şimdiye kadar
seslendirilmeyen birçok besteler ilk kez icra
edilecek.
Yukarıda saydıklarımın yapılacağı konusunda, girişim
düzeyinde birtakım işler yapıldı ama tamamlanamadı.
Konuştuğum herkes vaatlerde bulundu, bu ayın sonunda
başkentlik bitiyor ama birçok iş hala yarım.
Başkent unvanını alan bir kentte, yukarıda adı geçen
müzelerin olmaması bağışlanır bir durum değil.
Resim ve Heykel Müzesi'ndeki eserleri toplu halde
göremiyoruz, her iktidar bu konuya eğiliyor, bir
daha da kalkamıyor.
Konser Salonu, Opera Binası olmayan bir kültür
başkenti var mı? Ben İstanbul'a bu unvan
verildiğinde sevinmiştim; bu binalar yapılır, kalıcı
eserler bitirilir diye. Boşunaymış!
Beklediklerim bir yana, ajansın bütün reklamlarında,
afişlerinde görünen ve başka yazılarımda da
söylediğim gibi, “kent müzesi”ne en yakışacak bina
olan Haydarpaşa Garı İstanbulluların gözleri önünde
yandı.
* * *
Kalıcı eserler açısından umduğumu bulamadığım bir
yıl oldu.
Hürriyet, Yazı: Doğan Hızlan, 13.12.2010
ÇÖPTEN ŞAPEL ÇIKTI
Hatay’ın Kırıkhan
İlçesi’ne bağlı Karamağara mevkiinde eskiden
çöplük olarak kullanılan alanda Kültür ve Turizm
Bakanlığı’nca 15 gündür sürdürülen kazıda, bir
şapel, etrafında da rahip ya da rahibelere ait
olduğu düşünülen 3 mezar bulundu. İl Kültür ve
Turizm Müdürü Aysun Çelenk, bölgede mozaik bulduğu
yönünde ihbar üzerine başlattıkları kazıda, Bizans
döneminde kullanılan şapeli gün ışığına
çıkardıklarını kaydetti.
Şapellerin kilisenin yanı sıra bir okula, vakfa ya
da nekropole (mezara) ait olabileceğinin altını
çizen Çelenk, yanında buldukları 3 mezarda da rahip
ya da rahibelere ait kemikler ortaya çıkardıklarını
belirtti.
Hürriyet, 12.12.2010
TARİHİ GAR BİNALARI 2. KEZ TERK EDİLDİ
1800’lü yılların sonlarında Almanlar tarafından yaptırılan, 1990’lı yılların sonlarında demiryolunun yeri değişince boşaltılan ve adeta terk edilen İzmit’in Tarihi Gar Binaları, Vali Erdal Ata döneminde İl Özel İdare bütçesinden yaklaşık 7 milyon TL harcanarak restore edilmiş, kente kazandırılmıştı. Ancak bu güzel tesis, aylardır yine boş ve adeta ikinci kez çürümeye terk edilmiş durumda.
Vali makam yapacaktı
Restore edilen tarihi Gar Binaları Özel İdare tarafından İstanbullu işletmeciyle kiralanmış, bir süre 10 Numara Restaurant olarak işletilmişti. Ancak daha sonra kira bedeli çok yüksek olduğu için işletmeci boşalttı. Valilik tarafından tesislerin yeniden ihaleye çıkartılması bekleniyordu. Bu arada Vali Ercan Topaca da, bu tesisi kendisi için çalışma ofisi yapmayı düşünüyordu.
İl Özel İdaresi, çok küçük bütçe nedeniyle sıkıntı çekiyor, bütçeye gelir getirmek için İstanbul Fındıkzade’deki KYÖD yurdunu bile satmaya kalkıyor. Ama Özel İdare, elinin altında çok önemli kira geliri getirebilecek Tarihi Gar Binaları bulunmasına rağmen, bunu değerlendiremiyor. Temel sıkıntının, bu tesislerin alkol ruhsatına sahip olması. Daha önce berduşlara, evsizlere terk edilen, büyük paralar harcanarak kente kazandırılan tesislerin bugün yeniden terk edilmiş olması da İzmitlilerin içini acıtıyor.
Özgür Kocaeli, 12.12.2010
ALLİANOİ SESSİZ SEDASIZ GÖMÜLDÜ
İzmir’in Bergama İlçesi’nde, Yortanlı Barajı’nın
suları altında kalacak olan Allianoi antik kentinde
kumla kapatma işlemi tamamlandı. İzmir 2 Numaralı
Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge
Kurulu’nun kararının ardından, yaklaşık 10 yıl süren
kazı çalışmalarında günışığına çıkartılan tüm
eserler, açılan davalara, yapılan eylemlere karşın
kumla örtüldü, mahkeme kararı beklenmeye başlandı.
antik kentin kumla kaplanarak baraj sularının
altında bırakılmasına karar veren İzmir 2 Numaralı
Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge
Kurulu’nun, geçen ağustos ayında aldığı kararın
iptali için açtıkları davanın sonuçlanmasının
beklendiğini belirten Avukat Arif Ali Cangı şunları
söyledi:
“Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’dan
davanın sonucunun beklenmesini istemiştik, ancak bu
olmadı. Şimdi İzmir 4'üncü İdare Mahkemesi’nde süren
davada bilirkişi oluşturulma safhasındayız. Mahkeme
bir hidrolog inşaat mühendisi, bir sanat tarihçisi,
bir arkeologdan heyet oluşturacak, keşif yapılacak.
Bunu bekliyoruz.”
İzmir 4'üncü İdare Mahkemesi’nde süren davanın,
korumanın şeklini tartışacağını dile getiren Cangı,
“Toprakla örtüp suyun altında bırakmanın
koruma olup olmadığı, ‘Biz kapatalım 50 yıl sonra
çocuklarımız, torunlarımız yeniden kazıp çıkartsın’
mantığının ne kadar doğru olduğu tartışılacak. Eğer
İzmir 4'üncü İdare Mahkemesi, kurul kararını iptal
ederse, yeniden açılmasını isteyeceğiz”
diye konuştu.
Allianoi Girişim Grubu Sözcüsü İffet Diler de, tüm
olumsuzluklara rağmen umutlarını yitirmediklerini
dile getirdi. Diler, “Allianoi orada sessizce
bekliyor olabilir, ancak biz beklemiyoruz,
çalışmalarımız eski hızıyla sürüyor. Hala umut var,
geriye dönebiliriz. Üstü ne kadar kapatılmış olsa
da, onlar ‘yok’ deseler de orada Allianoi var.
İstanbul’da yürüyüş yapıp konuyu yeniden gündeme
getireceğiz, Allianoi ile ilgili bir sergi açacağız.
Mücadelemize eskisi gibi devam ediyoruz edeceğiz”
dedi.
Baraj kapaklarının deneme amaçlı olarak
kapatılmasının bile Allianoi’ye zarar vereceğini
ifade eden Diler, yapılmak istenenin Allianoi
durumunda olan pek çok yer aleyhine açılmış davaları
etkilemek olduğunu öne sürerek, “Allianoi’yi toprak
su altına gömmeye çalışanların, yeni çıkarmaya
çalıştıkları Tabiatı Koruma Yasası da bu tür
hukuksuzluklara hizmet etmek için. Bir ülke eğer
özgür yaşamak istiyorsa hukuk temel ilkedir. Ancak
hukuk insanları geleceğe taşıyabilir, temellerinin
sarsılmaması gerekiyor” diye konuştu.
Radikal, 12.12.2010
******
YÜZLERCE KİŞİ
ALLİANOİ İÇİN YÜRÜDÜ
İstanbul’da Taksim Meydanı’nda bir araya gelen çok
sayıda yaşam savucusu, UNESCO Dünya Mirası listesine
alınması için çalışmalarının sürdüğü Allianoi antik
kentinin baraj suları altında bırakılmasına karşı,
Karaköy’e yürüdü.
Taksim Meydanı’nda bir araya gelen grup önce,
“Tabiatı bozuk yasaya izin vermeyeceğiz”, “Allianoi,
Çoruh, Hasankeyf, Senoz, Loç: İsyandayız” ve
“Amacunuz para pul yalandur gerisi, sonunda isyan
etti İzmir’in su perisi” yazılı pankartlar açtı.
Daha sonra İstiklal Caddesi boyunca yürüyüşe geçen
grup sık sık, “Çevre Bakanı, çevre düşmanı”,
“Santral yapma boşuna yıkacağız başına”, “Sermaye
elini doğamızdan çek” sloganları attı. Grup,
Galatasaray Meydanı’na ulaştığında bir basın
açıklaması yaptı. Grup adına açıklamayı Osman Öztürk
okudu.
İnsan, kültür ve doğa katliamının affı olmadığını
anlatan Öztürk, Türkiye’nin tarım ve kültür
politikası olmadığına dikkat çekti. Karadeniz’de,
Munzur’da, Hasankeyf’te ve Loç’da hukuk savaşı
sürerken, kepçelerle sondaj makineleriyle kuşatılan
yanan yakılan hiçbir yerde hidroelektrik santral
yapılmasına izin vermeyeceklerini söyleyen Öztürk,
“Tarihi yok etme bağnazlığına dur diyoruz. Suyumuzu
satamayacaksınız. Bugün suyumuzla, bereketli
topraklarımızla oyun oynamaya çalışanların kim
olduklarını biliyoruz. Munzur’da, Hasankeyf’te,
Allianoi’de suya bulaştıkça hüsrana uğrayacaksınız”
diye kaydetti. Daha sonra, Karaköy’de bulunan
Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi’ne kadar
sloganlar ve ıslıklar eşliğinde yürüyen grup, burada
Allianoi: Su Perisi isimli sergiyi gezdi. Sergi 12
Ocağa kadar açık kalacak.
Evrensel, 14.12.2010
******
GECE İLE GÜNDÜZ
ARASINDA ALLİANOİ
Allianoi antik kentinin kumlarla kaplanması
önlenemedi. Tarihi ortaya çıkaran
kazı
başkanı Ahmet Yaraş'a sorduk:
Umutlar tamamen tükendi mi?
Bergama’nın kuzeydoğusunda sağlık tanrısı
Asklepion’un yurdu olan Allianoi, 2000 yıllık
geçmişiyle dünyanın en eski ve en iyi korunmuş
sağlık merkezlerinden biri olarak hayatımıza girdi.
Ancak ne var ki, Kazı Başkanı Yrd. Doç.Dr. Ahmet Yaraş’ın 1998 yılında başlayıp 2006 yılına kadar
ancak yüzde 20’sini gün yüzüne çıkarabildiği
Allianoi’nin doğumu sancılı oldu. Geçmişten günümüze
taşıdıkları ve bize öğrettikleriyle ayaklarımızın bu
topraklara biraz daha sağlam basmasını sağlayan
Allianoi’nin üzerinde kara bulutlar hiç eksik
olmadı.
Bir yandan hukuki süreç devam ederken Allianoi’nin
üzeri kumla kaplandı. Şimdi bu eşsiz miras arafta
sessiz sedasız hukuki sürecin tamamlanmasını
bekliyor.
Allianoi’yi savunanların umutları ise henüz tükenmiş
değil. Kazı Başkanı Doç.Dr. Ahmet Yaraş ile
‘Çocuğum gibi’ diye tanımladığı Allianoi’yi
konuştuk.
Allianoi’nin üzeri tamamen kumla kaplandı.
Ne hissediyorsunuz?
Kızım Allianoi kazısı sırasında doğdu. İsmini İlya
koydum. İlya, Allianoi’nin ortasında akan çayın adı.
12 yılım geçti orada. Pek çok şey yaşadım.
Arkadaşlarımla birlikte her bir taşı ellerimizle
çıkararak bilim dünyasına sunduk. Geldiğimiz nokta
ise son derece üzücü. Ne diyebilirim ki? Kızım bana
Allianoi’yi kastederek “Baba ne zaman evimize
gideceğiz” diye soruyor. Burası sözün bittiği yer
artık. Oranın yok edileceğini düşünemiyorum bile.
Ancak henüz her şey bitmiş değil. Hukuki süreç devam
ediyor.
Yani Allianoi’nin kurtuluşu için hala umut
var?
Allianoi için hep umut var oldu. Bugün de bu devam
ediyor. Hukuki süreç henüz bitmiş değil. Ben halen
Allianoi’nin yok edilemeyeceğine, sağduyunun galip
geleceğine inanıyorum. Ancak davalar olumlu
sonuçlanır ve alınan kararla Allianoi’nin yok
olmasının önüne geçilirse ne yapılacak onu da çok
merak ediyorum. Şu anda Allianoi’nin üzeri kumla
kaplanmış durumda.
Peki davalar olumsuz sonuçlanırsa?
O zaman Allianoi bir daha geri dönüşü olmayacak
şekilde yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalacak.
Türkiye, uluslar arası arenada bunu nasıl
açıklayacak merak ediyorum. Bir yandan yurt dışına
kaçırılan tarihi eserleri geri getirmek için ciddi
paralar harcıyor, uğraşıyor, kampanyalar yapıyoruz
diğer yandan elimizdekileri yok ediyoruz. Türkiye,
Allianoi’yi yok ettikten sonra bu davaları nasıl
göğüsleyecek bilmiyorum. Demezler mi “Sen daha
elindekini koruyamıyorsun” diye.
Allianoi yetkililerin dediği gibi 'sadece
3-5 gavur taşı'ndan mı ibaret. Nedir Allianoi’nin
önemi? Yok olursa neyi kaybedeceğiz?
Allianoi dünyanın en büyük ve sağlam kalmış sağlık
merkezi. Dünyada başka bir örneği yok. Arkeoloji,
tıp, sanat tarihi disiplinlerinin bir arada
çalışabileceği dünyadaki en önemli merkez. Bir
anlamda bu disiplinler için tam bir laboratuar.
Aynı zamanda bulunan 400 kadar tıbbi araç ve
gereçlerden anlaşılıyor ki, burası Galenos’un
ameliyatlarını yaptığı, modern tıbbın temellerinin
atıldığı bir yer. Allianoi bir antik kent buluntusu
olmanın ötesinde Anadolu için bir gelecek meselesi.
Allianoi yok olursa kaybeden sadece Allianoi
olmayacak.
Allianoi’nin yok olması geleceği nasıl
etkiler, Allianoi ile birlikte neyi kaybediyoruz?
Allianoi buzdağının görünen yüzü. Örnek bir yer. Tüm
Anadolu’nun doğal ve kültürel varlıkları talan
ediliyor. Toplum henüz tam olarak bunun farkına
varabilmiş değil. Aslında gerçek anlamda
kaybettiğimiz kimliğimiz. Bin yıllara, 10 bin
yıllara dayanan bir geçmişimiz var Anadolu’da.
Anadolu bununla değerli. Geçmişiyle, insanıyla,
medeniyetiyle bütün olarak korunduğunda Anadolu
gerçekten Anadolu olur. Bu gidişle kültüründen,
benliğinden, kişiliğinden soyutlanmış bir Anadolu
olacak. Bu da bizim için karanlık bir gelecek demek.
Biz Amerika değiliz ki… Geçmişimiz var. Bu yokmuş
gibi yönetilemeyiz. O yüzden kaybeden Allianoi
değil, bu topraklar aslında. Bu topraklar binlerce
yıl köprü işevi görmüş. Belki biz bu köprüden geçen
son yolcularız. Bizim bu izleri acımasızca silmeye
hakkımız yok. Bu topraklar bunu hak etmiyor. Bu tam
anlamıyla bir katliam.
Peki ‘niçin’ sorusuna sizin yanıtınız nedir?
Bu ülkede 10 yıl önce felsefe ve mantık dersleri
kaldırıldı. Sanat tarihi yok denecek düzeyde. Sanat,
estetik toplumun özünden çıkarıldı. Her şey paraya
endekslendi. Bilim sanat hep ikici planda. “Nasıl
zengin olur gelir elde ederim” her şeyden çok daha
ön planda. Sorunuzun yanıtı ne yazık ki para. Evet
ne yazık ki para için.
Radikal, Haber:
Yücel Sönmez, 15.12.2010
******
ALLİANOİ
KADERİNİ BEKLİYOR
Allianoi antik kentinin üzerinin kumla
kapatılması üzerine çevreci gruplar ile tarım
sektörü temsilcileri arasındaki Yortanlı Barajı
tartışması alevlendi.
Allianoi Girişim Grubu Üyesi Arif Ali Cangı, yaptığı
açıklamada, kent üzerinin kumla kaplandığını ve
Koruma Bölge Kurulu'nun izin vermesinden sonra
Yortanlı Barajı'nda su tutma işlemine geçileceğini
belirtti.
Kültür ve Turizm Bakanlığı ile DSİ'nin, barajda
su tutulması işlemini oldu bittiye getirmek
istediğini savunan Cangı, antik kentin üstünün kumla
kapatılması ve barajda su tutulmasına ilişkin
işlemleri engellemek amacıyla açtıkları 3 ayrı
davanın devam ettiğini söyledi.
İzmir 4. İdare Mahkemesi'ndeki davayı esas
aldıklarını kaydeden Cangı, “antik kentin kumla
kaplanmasına ilişkin Koruma Bölge Kurulu kararının
iptali davası sürüyor. Mahkeme keşif yapılması
yönünde karar aldı. Alanında uzman bilirkişi heyeti
oluştuktan sonra keşif yapılacak. Bilirkişi kumla
kaplanıp su altında bırakılması tarihi varlıkların
korunması anlamına geliyor mu, gelmiyor mu, antik
kentin su altında kalması durumunda su sirkülasyonu
tarihi varlıkları etkileyecek mi, etkilemeyecek mi
onu değerlendirecek” dedi.
Trajikomik bir durumun oluştuğunu savunan Cangı,
dava devam etmesine karşın antik kentin kuma
gömüldüğünü, özellikle Kültür ve Turizm
Bakanlığı'nın konuyu aceleye, oldu bittiye getirmeye
çalıştığını savundu.
Kültür ve Turizm Bakanı
Ertuğrul Günay ile 3 ay önce toplantı
yaptıklarını söyleyen Cangı, şunları kaydetti:
"Bakanımıza öncelikli görevinin barajın değil,
kültür varlıklarının korunması olduğunu, Allianoi
ile ilgili hem tarihsel, hem de hukuksal sorumluluğu
olduğunu söyledim. 4. İdare Mahkemesi'nin öngördüğü
süre 6 aylık keşif süresi içinde kumla kaplama
işleminin durdurulmasını istedik. Çünkü kuma
gömüldükten sonra iptal kararının uygulama şansı
olmayacak. Bakan Günay ise 'Biz 5 yıldır bekliyoruz'
dedi. Kültür Bakanlığı görevini yapmamıştır. Amaç
bölgeyi kamuoyu denetiminden kaçırmaktı, yargı
kararlarının çıkmasını ve uygulanmasını
engellemekti. Şimdi amaçlarına ulaşmış gibi
görünüyorlar. 2001 yılından bu yana geçen sürede
yapılan işlemler suçtur. Dertleri baraj yapmak
değil, suçlarını örtbas etmektir. İnsanlık tarihi
kazanımlarıyla bunun hesabını soracaktır. Mahkemeden
iptal kararı aldığımız taktirde bu noktaya
getirenler hakkında her türlü hukuki başvuruyu
yapacağız. Nasıl örttülerse o kumdan çıkarmak için
elimizden geleni yapacağız. Biz bunun tarihsel bir
görev olduğunu düşünüyoruz."
Bergama Ziraat Odası Başkanı Nuri
Taşkıranoğulları ise zor bir süreç yaşadıklarını,
tamamlanmış bir barajın hizmete açılmadığını
söyledi.
Bergama'nın tarım kenti olduğunu, ilçede sanayi
olmadığını dile getiren Taşkıranoğulları, “Baraj
açıldığında 175 bin dekar alan suya kavuşmuş olacak.
6 bin 500 aile yeni gelir kazanacak, hiç sulanmamış
yerler suyla buluşacak” dedi.
Bölgede tarımla uğraşan bazı kişilerin 250 metre
derinlikten su çekmek zorunda kaldığını, bunun da
maliyetlerin yükselmesi anlamına geldiğini ifade
eden Taşkıranoğulları, 5 yıl önce baraj hizmete
açılmış olsa 30 milyon lira civarında maliyet düşüşü
yaşanacağını savundu.
Yortanlı Barajı'ndan sağlanan su sayesinde
ürünlerin yüzde 50 ucuza mal olacağını ifade eden
Taşkıranoğulları, “Çok fazla bir şey söylemek
istemiyorum ama su tutulduğu zaman Bakırçay
Ovası'nın bayramı olacak” diye konuştu.
ALLIANOI'NİN TARİHÇESİ
Bergama-İvrindi Karayolu'nun 18. kilometresindeki
Allianoi antik kenti adına kurulan internet
sitesinde, bölgedeki Çakmaktepe eteklerinde
prehistorik döneme ait eserler bulunduğu,
Hellenistik
dönemde bölgenin sıcak sudan dolayı küçük bir termal
merkezi olarak kullanıldığı belirtiliyor.
Roma İmparatorluğu döneminde bölgede büyük bir
bayındırlık faaliyeti yaşandığı ve Osmanlı dönemine
ait sikkelerin de bulunduğu, 20. yüzyılın başındaki
sel nedeniyle 1950'li yıllara kadar ılıcanın olduğu
kısmın atıl olduğu biliniyor.
Bölgenin günümüze ilişkin durumuna ilişkin olarak
da şu şekilde bilgi veriliyor:
“1992 yılında, Bölge Karayolları Müdürlüğü
tarafından mevcut ve hallen kullanılan Roma Köprüsü,
kurul kararı olmaksızın ihale ile kısmen deforme
edilerek yeni bir köprü inşa edilmiştir. Aynı yıl
Ilıcanın restorasyonu
İzmir Valisi tarafından İl Özel İdaresi
aracılığı ile ihaleye verilmiştir. Bir yıl süren
restorasyon işlemleri sırasında yine kurul kararı
olmaksızın ılıcanın içi deforme edilerek üzerine
modern bir bina yapılmıştır. Bu tarihten itibaren
işletmeye verilmiştir, Şubat 1998'de yaşanan ağır
bir sel taşkını ile tesis yeniden kullanılamaz
duruma getirmiştir. Çayın güneyinde ise özel
şahıslara ait olan arazide tarım yapılmıştır. Bu
onarımlarda ilave edilen modern binaların büyük bir
bölümü 2003 yılı çalışmaları sırasında kaldırılmış
ve antik ılıca mekanları ortaya çıkarılmaya
başlanmıştır.”
Hürriyet, 16.12.2010
HAYDARPAŞA IŞIL IŞIL
İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı Sahne ve
Gösteri Sanatları Yönetmenliği’nin “Haydarpaşa
Garı’nda İstanbul” projesi kapsamında, Haydarpaşa
Garı’nın dış cephesinde video mapping gösterisi
yapıldı.
Kadıköy’deki
Eminönü İskelesi’nin üstünde bulunan Şirket-i
Hayriye Sanat Galerisi’ndeki etkinlikte, Haydarpaşa
Garı’nın Kadıköy cephesine yansıtılan ve
İstanbul’un geçmişten bugüne hikayesini
büyüleyici bir dille anlatan “Yekpare” adlı ışık
gösterisi sunuldu.
Milliyet, 11.12.2010
'YÜZYILIN ARKEOLOJİK BULUNTUSU' SAKSI OLDU
Muğla'nın Milas İlçesi'nde jandarma ekipleri Hekatomnos Kral Mezarı civarındaki evlerde arama
yaptı.
Evlerde 46 adet Roma ve
Hellenistik döneme ait
eser parçaları bulununca 8 ev sahibine tutanak
hazırlandı. Tarihi eserlerin bazı evlerin
bahçelerinde 'saksı' ya da dekorasyon amacıyla
kullanılması yetkilileri şok etti.
Milas İlçe Jandarma Komutanlığı ekipleri 'yüzyılın
arkeolojik buluntusu' olarak nitelendirilen
Hekatomnos Kral Mezarındaki soygunun ardından yeni
tartışmalara yer vermemek için titiz çalışmasını
sürdürüyor. Bir ay önce mezar civarındaki evlerde
gerçekleştirilen operasyonlarda inanılmaz manzaralar
yaşanmıştı. Civardaki bazı ev sahipleri bahçe ya da
evlerin depo olarak kullanılan kısımlarından kazılar
yaparak oda mezarlara ulaşmaya çalıştığı tespit
edilince tutuklamalar yaşandı.
Jandarma ekiplerinin son yaptığı çalışmada yine kral
mezarı civarındaki evlerde bu kez tarihi eserlerin
kendisi arandı. Hisarbaşı Mahallesi sakinleri A.A.,
F.S., M.B., N.K., G.Ç, N.A., S.Ç. ve H.S'nin
evlerinde yapılan aramalarda Roma ve Hellenistik
döneme ait 46 adet Roma ve Hellenistik döneme ait
tarihi eser parçası bulundu.
Aramalarda F.S.'ye ait mermer bir minyatür havuz ise
herkesin dikkatini çekti. F.S. işlemesiyle göz
dolduran havuzun 50 yıllık olduğunu ifade ederken,
aramaya katılan jandarma ve arkeolog ekipleri,
havuzun bir işaret olabileceği şüphesiyle, altında
tünel bulunabileceği düşüncesinden hareket ederek
tutanak hazırladı.
12 ayrı ev ve bahçelerde saksı ve çeşitli diğer
farklı amaçlarla kullanılan eserler el arabalarıyla
Milas Müze Müdürlüğü bahçesinde korumaya alındı.
Haklarında işlem yapılan 8 ev sahibi, tutanakla
birlikte ifade verecek.
Haber Ekspres, 11.12.2010
SARNICA İYİ HABER
Başta rehberler
olmak üzere turizmcilerin tepkileri sonuç verdi. 1
Aralık 2010 tarihinde yayınlanan İBB UKOME kararı
ile Yerebatan Caddesi'nin trafiğe tamamen
kapatıldığı bildirildi. Tur otobüsleri için
gösterilen yeni güzergah Alemdar Caddesi ve
Alayköşkü Caddeleri. Böylelikle üzerinden geçen
yoğun trafik yüzünden çökme tehlikesi ile karşı
karşıya kalan Yerebatan Sarnıcı bu tehlikeden
kurtulmuş oldu.
İstanbul Büyükşehir
Belediyesi (İBB) Ulaşım Koordinasyon Müdürlüğü (UKOME),
Yerebatan Caddesi'ni de trafiğe kapatıyor. Yerebatan
Caddesi altındaki Sarnıcın trafik yüzünden zarar
gördüğünün Koruma Uygulama ve Denetim Müdürlüğü'nün
27 Ekim 2010 tarihli yazısıyla da belirlenmesi
üzerine, tur otobüslerinin de kullandığı eski
güzergahtan Yerebatan Caddesi çıkarılarak bunun
yerine Alemdar Caddesi ve Alayköşkü Caddelerinin
kullanılması öngörülüyor.
UKOME'nin 1 Aralık 2010
tarihli yayınladığı kararına göre tur otobüsleri
için yenilenen güzergah alanı şöyle:
Bab-ı Hümayun Caddesi -
Kabasakal Caddesi devamında mevcut İspark otopark
alanına giriş yapılacak, (buradaki tarihi alan
Topkapı Sarayı, Ayasofya ve civarı gezilip) ardından
Kabasakal Caddesi - Alemdar Caddesi - Alayköşkü
Caddesi - Prof.Dr. Kazım İsmail Gürkan Caddesi - Bab-ı
Ali Caddesi - Şeref Efendi Sokak - Vezirhan
Caddesi'ne gelerek Çemberlitaş İspark Otoparkı'na
giriş yapılacak (buradaki tarihi alan Kapalıçarşı,
Nuriosmaniye ve civarı gezilip) ardından Vezirhan
Caddesi - Peykhane Caddesi - Üçler Sokak - Nakişbent
Sokak - Şifa Hamamı Sokak - Küçükayasofya Caddesi
bitiminden Keneddy Caddesi üzerinde bulunan otobüs
park alanına dönüşünün ring olarak yapılacak.
Turizm sezonunun başında
Tarihi Yarımada’nın araç trafiğine kapatılmasının
ardından, turist otobüsleri için bazı indirme ve
bindirme noktaları belirlenmiş, bu noktalardan biri
de Yerebatan Sarnıcı’nın üzerindeki cadde olmuştu.
Tonlarca ağırlığıyla yüzlerce tur otobüsü sezon
boyunca Yerebatan Sarnıcı’nın üzerinden geçmiş ve
geçmekle kalmamış indirme noktası olarak
kullanmıştı. Bu ağır trafiğin tarihi yapıya her
geçen gün daha da çok zarar verdiğine dikkat çeken
turist rehberleri, bu konuda önlem alınması için
yetkilileri uyarmıştı. İstanbul Rehberler Odası (İRO)
konuyla ilgili "Yerebatan Sarnıcı Her An
Çökebilir!'başlığıyla bir basın açıklaması
yayınlayarak tepkisini dile getirmişti. Bu tepkiye
birçok gazetede haber olarak yer verilirken, bazı TV
kanalları da ana haber bültenlerinde yayınlamış,
kamuoyunda ses getirmişti.
Yerebatan Caddesi'nin
araç trafiğine tamamen kapatılması başta rehberler
olmak üzere turizmciler tarafından olumlu
karşılandı. Tepkilerinin ses getirmesine sevinen
rehberler, tarihi yapının üzerinden geçen trafiğin
engellenmesi ile önemli bir yanlıştan dönüldüğünü
savunuyor.
Turizm Habercisi,
10.12.2010
BATMAN'DA 1 YIL ÖNCE BULUNAN 6 TONLUK LAHİT
KAYBOLDU
Batman’ın Sason İlçesi Yuvalar Köyü Üçdirek
Mezrası’da 1 yıl önce yol yapım çalışmaları
sırasında ortaya çıkan ve daha sonra üzeri toprakla
kapatılarak gizlenen Roma dönemine ait 2 metre
yüksekliğinde, 3 metre uzunluğunda 6 ton
ağırlığındaki lahit kayboldu. Sason Kaymakamı Yusuf
İzzet Karaman, lahdin bulunmasında yardımcı
olacaklara ödül verileceğini söyledi.
Sason’a 40 kilometre uzaklıktaki Yuvalar Köyü Üçdirek Mezrası’nda, geçen yılın aralık ayında yol için kazı yapılırken, toprağa gömülü bir lahit bulundu. Bölgede çalışmalara ara verilip Sason Kaymakamlığı’na bilgi verildi. Kültür ve Turizm Müdürlüğü ile Batman ve Mardin Müze Müdürlüğü ekiplerinin yaptıkları incelemede 2 metre yükseklinde, 3 metre uzunluğunda ve 60 santimetre genişliğindeki üzerinde Latince kitabe bulanan lahdin, Roma dönemine ait olduğunu belirledi.
Kaymakamlığın mezarın bulunduğu alandan
çıkarılması için başvurması üzerine, Kültür ve
Turizm Müdürlüğü ile Müze Müdürlüğü bakanlığa
başvurarak ödenek talebinde bulundu. Ödeneğin
aylarca gelmemesi üzerine, lahit üzeri yeniden
toprakla kapatılıp gizlendi. Sason Kaymakamı Yusuf
İzzet Karaman, jandarma ve bölgede görevli geçici
köy korucularına talimat verip, lahdin bulunduğu
bölgede önlem almalarını istedi.
Bakanlıktan mezarın çıkarılması için istenen
ödenek ancak bu yılın yaz aylarında geldi. Batman ve
Mardin Müze Müdürlüğü bir kazı ekibi oluşturarak
geçen hafta lahdin çıkarılması için çalışmaya
başladı. Ancak toprak kazılınca, yaklaşık 6 ton
ağırlığındaki lahdin yerinde olmadığı görüldü.
Sason Kaymakamı Yusuf İzzet Karaman,
lahdin
kaybolduğunun, Kültür ve Turizm Müdürlüğü’ne bir
yazı ile bildirildiğini söyledi. Olayın savcılık
tarafından soruşturulduğunu, jandarmanın da
çalışmalarını sürdürdüğünü belirten Kaymakam
Karaman, bölgede hava şartlarının el vermemesi ve
ödeneğin geç gelmesi nedeniyle lahdin çıkarılma
çalışmalarının yapılamadığını, definecilerin zarar
vermemesi için de üzerinin toprakla kapatıldığını
söyledi.
Kaymakam Karaman, kaçırılan
lahdin bulunması
için yardımcı olacaklara ödül vereceklerini
kaydetti. Karaman, “Bölgenin en büyük lahdi
konumundaki mezarın fotoğrafları elimize ulaşır
ulaşmaz durumu savcılığa bildirmiştik. Bir yıl
süreyle toprak altında bırakıldı. Ancak geçen hafta
iki ilin Müze Müdürlüğü elemanlarının yaptığı kazıda
mezarın yerinde olmaması herkesi hayretler içinde
bıraktı.”
Hürriyet, 09.12.2010
TARİHİ KALE YENİDEN AÇILACAK
Nevşehir'in Ürgüp İlçesi'ne bağlı Ortahisar beldesinde, kaya çatlamaları sonrasında bazı bölümleri tehlike oluşturduğu gerekçesiyle 8 yıl önce turistlerin ziyaretine kapatılan tarihi Ortahisar Kalesi yeniden turizme açılacak. Rölöve çalışmaları tamamlanan kale, 2011 turizm sezonu ile birlikte yeniden turistlerin ziyaretine açılacak.
Tarihte hem stratejik hem de yerleşim amaçlı kullanılan 120 metre yükseklikteki Ortahisar Kalesi, 8 yıl önce bazı bölümleri yıkılma tehlikesi oluşturduğu için turistlerin ziyaretine kapatılmıştı. Kültür ve Turizm Bakanlığı'na ait olan tarihi kalenin yeniden turizme açılabilmesi için restorasyon çalışmaları başlatılıyor.
Ortahisar Belediye Başkanı Ali İhsan Özendi, Ortahisar Kalesi'nin hem Ortahisar beldesi hem de Kapadokya turizmi için büyük bir önem taşıdığını söyledi. Çevresinde bölgenin karakteristik sivil mimari örneklerinin bulunduğu kalenin, restorasyon çalışmaları için rölöve projesinin tamamlandığını ve projenin Kapadokya Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu tarafından onaylandığını ifade eden Özendi, önümüzdeki günlerde Ortadoğu Teknik Üniversitesi'nden bir heyetin kalede incelemelerde bulunacağını açıkladı. Çalışmalar için Nevşehir İl Özel İdaresi tarafından yaklaşık 150 bin TL'lik bir ödenek ayrıldığını da ifade eden Özendi, "Açık olduğu dönemlerde her yıl binlerce yerli ve yabancı turistin ziyaret ettiği Ortahisar Kalesi'nin maalesef 8 yıldır turizme kapalı. Buranın kapalı olması belde turizmini de olumsuz yönde etkiliyor. Bir an önce restorasyon çalışmalarının yapılması için girişimlerimiz nihayet sonuç verdi. Bakanlık kaleyi belediyemize tahsis etti ve bundan böyle buranın işletmesini belediyemiz yürütecek. Bunun yanı sıra bakım ve onarım çalışması içinde start verildi. Şu an uzmanlar kalede gerekli incelemelerini sürdürüyor ve önümüzdeki haftalarda çalışmalar başlayacak.Kaledeki çatlaklar özel bir sıvı ile doldurulacak ve sonrasında kaleyi turistlerin ziyaretine açacağız " dedi.
Nevşehir Kent Haber, 02.12.2010
Klazomenai (L.H. Jeffery arşivi)
...1949
5 - 11 Aralık 2010
TARİHİ CAMİ SULAR
ALTINDA
İstanbul'dadün etkili olan sağanak yağış
nedeniyle, Eminönü'nün Haliç kıyısında bulunan
tarihi Ahi Çelebi Camisi sular altında kaldı. Mimar
Sinan tarafından 1530'da yılında yapılan caminin
avlusu ve girişi, biriken yağmur suları nedeniyle
göle döndü. Halı ve kilimler kullanılamaz hale
gelirken, caminin içine dolan sular belediye
ekipleri ve vatandaşların çabalarıyla temizlendi. Su
basması nedeniyle cami ibadete kapatıldı. 1539 ve
1653'te iki kez yanan ve 1892 depreminde büyük hasar
gören Ahi Çelebi Camisi, rüyasında Hz. Muhammed'in
elini öpen Evliya Çelebi'nin "şefaat ya Resulullah"
yerine "seyahat ya Resulullah" dediği iddia edilen
yer olarak biliniyor
TAÇ Vakfı tarafından
düzenlenen "İstanbul'da Kültürel Miras"
Panelleri'nin 2.si olan "Four Seasons Ek Otel
İnşaatı, Arkeolojik Park ve Dünyadaki Örnekler"
konulu paneli yatırımcı firmadan Atilla Öztürk,
Mimar/Yazar Oktay Ekinci, Y. Mimar Sinan Genim,
Prof.Dr. Sümer Atasoy ve Avukat Sait Karabulut'un
katılımıyla 9 Aralık günü Pera Müzesi'nde
gerçekleşti.
Yılan hikayesine dönen
Sultanahmet Four Seasons Oteli inşaat projesi halen
daha askıda. Mahkeme kararı ile iptal edilen 1/5.000
imar planı ve inşaat ruhsatı nedeniyle otel inşaatı
ve arkeolojik kazı çalışmaları durmuş durumda. Bu
durumu masaya yatırmak üzere gerçekleştirilen
panelde projenin başından günümüze dek olan süreç
içerisindeki durumu eleştirel bir şekilde
tartışıldı.
Panelin moderatörlüğünü
yapan Sinan Genim ilk olarak eski dönem
fotoğraflarla günümüz fotoğraflarını karşılaştırarak
Sultanahmet Bölgesi'nin tarihi süreçteki fiziksel
değişimden bahsetti.
Prof.Dr. Sümer Atasoy da
kentsel arkeoloji kavramının ortaya çıkışından
günümüze dek olan süreçteki gelişiminden bahsederek,
Türkiye'deki bu kavramın yerini ifade etti.
Arkeolojinin kentsel planlama açısından öneminden
söz eden Atasoy, Avrupa'dan kentsel arkeolojiye
yönelik geliştirilen projelerden örnekler verdi. Bu
örnekler şu şekilde sıralanıyor: Atina Metro
İstasyonu, Yunanistan Ulusal Bankası Binası Girişi,
Selanik Roma Forumu, Paris Louvre Müzesi, Köln
Colombo Sanat Müzesi, Barselona Kent Tarihi Müzesi,
İstanbul Saraçhane başı, Yenikapı ve Üsküdar Meydanı
kazı çalışmaları.
Daha sonra söz bu
sürecin hukuki boyutunu anlatmak üzere Sait
Karabulut'a verildi. Karabulut, projenin hukuki
sürecini ele alarak, son olarak "planların koruma
hukukuna aykırı yapılması" nedeniyle planın iptal
edildiğini belirtti ve bunu eleştirel bir şekilde
kurulların "taktir hakkına müdahale etmemek lazım"
fikrini savundu. Mahkemelerin kurul gibi karar
almaması gerektiğini, yasadışı bir durum var ise
müdahale etmeleri gerektiğini söyledi. Bunun üzere
Sinan Genim de "Bilirkişi raporunu görmedim fakat
bugüne kadar bu projede emeği geçen değerli
arkeologlara yapılan bir saygısızlıktır" diyerek
yapılan bu tutumu eleştirdi.
Oktay Ekinci ise bu
konudaki görüşlerini şu şekilde ifade etti: "Normal
olarak koruma kurulu korumaya yönelik karar alması
gerektiği için itiraz zaten olmaması gerekir. Fakat
bazen onların önüne gelen projeler korumaya yönelik
değilse tabii iş değişebiliyor." Ekinci, bu süreci
tartışırken farklı bir yönden yaklaşarak asıl
sorunun en başında bu alanın turizm alanı olarak
kabul edilmesinde olduğunu söyledi. 1982'de
çıkarılan Turizm Teşvik Yasası'nın anayasaya uygun
olmadığından ve bu yasanın İstanbul'daki 5 önemli
yapılaşmanın önünü açmada en önemli etmen olduğundan
bahsetti. Bu 5 yapılaşmayı şu şekilde tanımladı:
Bu nedenle asıl sorunun
temelinde olduğunu ve bunu kimsenin sorgulamadığını
söyleyen Ekinci, Kültür ve Turizm Bakanlığı'na da
eleştirilerde bulundu. "Arkeolojik kazılar bitmeden,
neyin çıkıp çıkmayacağını bilmeden ek inşaat izni
nasıl verebilirler" diyerek yapılan projenin tarihi
açıdan önem arz eden bu alana yakışmayan ve uygun
olamayan bir proje olduğunu savundu. Bunun üzerine
Kültür ve Turizm Bakanlığı'ndan gelen yetkiler
tarafından itirazlar geldi ve yasal olmayan
hiçbirşeye izin vermediklerini, herhangi bir anlaşma
ile değil de bilimsel çalışmalar doğrultusunda ek
inşaat izni verdiklerini belirttiler.
Panelin son konuşmacısı
olan yatırımcı şirketten Atilla Öztürk ise projenin
sürecinden bahsetti. Projenin süreci şu şekilde
sıralanabilir: 1992 yılında başlayan 49 yıllığına
tahsis edilen 303 yataklı bir otel projesi. 1995
yılında Four Seasons ile işletme antlaşması
yapılıyor. 1996 yılında mevcut binalarda (ceza evi
kısmı) otel açılıyor. Daha sonra kalan yatak
sayısını tamamlamak üzere ek inşaat talep ediliyor
ve Kültür ve Turizm Bakanlığı da yanında arkeolojik
kazıları otel inşaatı ile aynı anda bitirmek ve
arkeolojik parkı açmaları şartı ile izin veriyor.
Mimari proje 2000 yılında onaylanıyor. Ruhsat 2006
yılında veriliyor, inşaat da 2007 yılında başlıyor.
Daha sonra ise açılan dava ile plan ve ruhsat iptal
ediliyor. Öztürk planın ve ruhsatın iptal
edilmesinin nedeni olan "şehircilik ve koruma
ilkelerine aykırı olması" kararını eleştirerek,
"süreç içinde bu kadar çalışan, görev alan mimarlar,
arkeologlar bunu anlamadılar da 3 bilirkişi mi
anladı?" diyerek yapılanları insafsızlık olarak
tanımladı. Son olarak da "yaptığınızı beğendiniz
mi?" sorusunu belirterek sözlerini bitirdi.
Mahkeme kararı sonucunda
koruma kazılarının yeniden yapılması zorunluluğu
getirilmiş. Ekinci "Bu durum yatırımcı ve alanın bir
an evvel hayata kazandırılması açısından çok zor bir
süreç. Fakat arkeolojik kazılar bitmeden ek inşaat
izni verme kararı da olumlu bir yaklaşım değil. İş
işten geçmiş gibi gözüküyor. Alan turizm alanı ve bu
fonksiyon alanı da otel yapılmasını uygun kılıyor.
Şu an tartışılacak tek şey kalıyor. O da binanın
mimari açıdan bu alanda nasıl olması gerektiği,"
diyerek eğer yapılacak da ek binalar Ayasofya ve
Sultanahmet Cami'nin etkisini yok etmeyecek, tül
gibi bir bina yapılması gerektiğini vurguladı.
Arkitera, Haber: Derya
Yazman, 10.12.2010
BİRECİK KALESİ'NİN
ONARIMINA 2011'DE BAŞLANACAK
İl Kültür ve Turizm
Müdürü Selami Yıldız, Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın
2011 yatırım programına alınan Birecik Kalesi'nin
2011 yılında onarılacağını bildirdi.
Sahil şeridine ve ilçeye
kuş bakışı bakan Birecik Kalesi'nin Birecik için
hayati öneme sahip olduğunu belirten İl Kültür ve
Turizm Müdürü Selami Yıldız, “Şanlıurfa'da İl Özel
İdaresi Genel Sekreterliği imkanlarıyla ilk defa
kalenin rölöve, restitüsyon, restorasyon, statik
sağlamlaştırma ve elektrik projelerini ihale ettik.
Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın 2011 yatırım
programına alınmasını sağladık. Gönderilecek
ödeneklerle 2011 yılında kale onarılacak" dedi.
Üzerinde inşa edildiği
beyaz kalker tepeden dolayı beyaz kale (Kal'et Ül
Beyza/Beyda) de denilen Birecik kalesi, Romalılar,
Franklar ve Memlükler dönemlerinde 3 üç defa onarım
gördü.
Dünya, 10.12.2010
ÇARMELİK KERVANSARAYI ONARILACAK
Şanlıurfa Müzesi Başkanlığı'nda, İl Özel İdaresi Genel Sekreterliği imkanlarıyla arkeolojik kazı çalışmalarını başlatıldı.
Şanlıurfa Kültür ve Turizm Müdürü Selami Yıldız yaptığı açıklamada "İl Özel İdaresi Genel Sekreterliği imkanlarıyla Bozova İlçesine bağlı Büyükhan Köyü'ndeki Selçuklu dönemine ait Çarmelik Kervansarayı'nda ilk defa Şanlıurfa Müzesi Başkanlığında arkeolojik kazı çalışmalarını başlattık. Bülent Üçdağ nezaretinde yapılan arkeolojik kazılarda yapının bölümleri ve temelleri ortaya çıktı. Çarmelik Kervansarayı'nın ilk defa rölöve, restitüsyon, restorasyon, statik sağlamlaştırma ve elektrik projelerini hazırladık. Kültür ve Turizm Bakanlığı 2011 yatırım programına alınmasını sağladık. Gönderilecek ödeneklerle 2011 yılında onarılacak" dedi.
Şanlıurfa Suruç İlçesi'ne bağlı Aligör (11 Nisan) Köyü'nün kuzeyinden geçen eski Bozova yolunun 10. kilometresinden batıya sapan yol 4 km sonra Çar Melik Kervansarayı'nın bulunduğu Büyük Han Köyü'ne ulaşır. Kesin inşa tarihi ve kim tarafından yapıldığı bilinmemekte olup, plan ve inşa tarzına bakılarak Osmanlı dönemine ait olduğu tahmin edilmektedir. Kareye yakın dikdörtgen planlı avlu, avlu ve güneydeki kapalı bölümden oluşan karma tipteki hanların anıtsal bir örneğidir. Evliya Çelebi Seyahatnamesinde, Suruç'tan kalkarak batıya doğru iki saatte Çar Melik Kalesi'ne ulaştığını, burasının dört hükümdar (Çar Melik) kardeş tarafından yapıldığı için bu ismi aldığını belirtir. Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nden daha çok Suriye geleneklerinden izler taşıyan özgün konumu ve yöredeki "Han" yapılarının en erken tarihlisi olması bakımından çok önemli bir eserdir. 63.40x65.20 metre boyutlu bir avluya sahip olan kervansaray, güney cephesi dışında büyük ölçüde tahrip olmuştur.
Şanlıurfa Kent Haber, 10.12.2010
AYASOFYA'DAKİ VAFTİZ HAVUZU ZİYARETE AÇILACAK
Ayasofya'daki restorasyon
çalışmaları sonucu ortaya çıkartılan Bizans Vaftiz
Havuzu, ziyarete açılacak
şekilde düzenlendi. İstanbul 2010 Avrupa Kültür
Başkenti Ajansı'nın bilim, sanat
ve kültür akademisyenlerinin katkısıyla
gerçekleştirdiği
restorasyonun büyük bölümü tamamlandı. Çalışmalar
sonucu ortaya çıkartılan Bizans Vaftiz
Havuzu'nun
ilk kez ziyarete
açılacak şekilde düzenlendiği kaydedildi. Yekpare
bir mermer bloktan yapılan
havuzun bilinen en
büyük boyutlu vaftiz
havuzu olduğu
bildirildi.
Sabah, 10.12.2010
KAÇAK KAZIYA SUÇÜSTÜ
Amasya'da kaçak kazı
yaptıkları tespit edilen 4 kişi jandarma tarafından
suçüstü yakalandı.
Edinilen bilgiye göre,
Amasya merkeze bağlı Aksalur Köyü yakınlarındaki
Şahin Kayası civarında kaçak kazı yaptıkları tespit
edilen Hacı Ömer U. (50), Ayhan D. (36), Abdulkadir
G. (66) ve Ayhan B. (39), İl Jandarma Komutanlığı
ekipleri tarafından kazıdan kullandıkları
malzemelerle birlikte yakandı. Gözaltına alınan
şahıslar, adli mercilere sevk edildi.
Amasya Kent Haber,
10.12.2010
TARİHİ MOZAİKLERİ
TARLALARDAN TOPLUYORLAR
Gaziantep Arkeoloji Müzesi
ekipleri, 2 aydan
bu yana yürütülen çalışmalarla toplam
575 metrekare
mozaiği bulundukları yerlerden kaldırarak
müzeye kazandırdı. Gaziantep Arkeoloji Müzesi Müdür
Vekili Ahmet Beyazlar AA muhabirine yaptığı
açıklamada, taşınmaz kültür varlıkları olan
mozaikleri kaçak kazı yapanların hedefi olmaktan
kurtarmak için 2 aydan bu yana Gaziantep ve Kilis'te
kurtarma kazıları yaptıklarını söyledi.
Gaziantep'te ilk kez bir bölümü Birecik Baraj Gölü
suları altında kalan Zeugma Mozaiklerinin
kurtarılması için geniş bir alanda ve yoğun kurtarma
kazı kazıları yapıldığını anımsatan Beyazlar, şöyle
konuştu:
''Zeugma Mozaik Müzesi'nin yapımıyla ilimizde ikinci
kez yoğun mozaik kurtarma çalışmaları yapıldığını
söyleyebiliriz. Biz bu mozaik kurtarma çalışmalarını
2 aydan bu yana yapıyoruz ve iklim koşulları izin
verdiği sürece de sürdürmeyi düşünüyoruz. İki aydan
bu yana Gaziantep ve Kilis'te gerçekleştirdiğimiz
çalışmalarla 575 metrekare dolayında mozaiği
bulundukları yerden kaldırdık ve müzemize taşıdık.
Kaçak kazı yapanların hedefi olmaktan kurtardığımız
mozaikleri, restorasyon çalışmasının ardından yeni
müzemizde sergileyeceğiz. Bu mozaikler günümüzden
1600-1700 yıl önce yapılmış mozaikler''.
Beyazlar, kendi imkanları ile yerel kurum ve
kuruluşlardan sağladıkları desteklerle
gerçekleştirdikleri çalışmalarla Kilis'teki 'Kurukastel',
'Kurtaran', 'Söğütlü' ve 'Çörten' mozaiklerini
araziden topladıklarını, bu mozaiklerin toplam 310
metrekare olduğunu ifade etti.
2 aydan bu yana davam eden çalışmaları kapsamında
Gaziantep'in İslahiye ve Nurdağı ilçelerindeki 3
mozaiği de kurtardıklarını belirten Beyazlar,
''Müzemize taşıdığımız bu mozaiklerden Cıncıklı
mozaiği 150, Çerçili mozaiği 60 ve İkizkuyu mozaiği
de 55 metrekare. Cıncıklı Mozaiği bir kilisenin
taban mozaiği ve 400 metrekare büyüklükte. Biz bu
mozaiğin 250 metrekaresini önceki yıllarda bulunduğu
yerden kaldırmış ve müzemizde koruma altına
almıştık'' dedi.
Ahmet Beyazlar, kurtarma kazılarıyla tarlalardan
kaldırdıkları mozaiklerin, Geç Roma ve Bizans dönemi
eserleri olduğunu vurguladı. Mozaiklerin genellikle
Hristiyanlık inancına geçiş sürecinde köylerde inşa
edilmiş olan ve Kilise mimarisinin ilk örnekleri
sayılabilecek kiliselerin tabanını süslediklerini
ifade eden Beyazlar, eserlerin aynı zamanda mozaik
sanatının Anadolu'da gelişimini gözler önüne seren
önemli örnekler olduğunu bildirdi.
Beyazlar, kaldırdıkları mozaikler sayesinde
Gaziantep'in, Zeugma Mozaikleri Koleksiyonu yanında
bir de 'Bizans Mozaikleri Koleksiyonu'na kavuştuğunu
söyledi.
Yapı, Fotoğraf: Sevil
Çelik, 10.12.2010
JAPONLAR KIRŞEHİR'DE HÖYÜK BULDU
Kırşehir’in Kaman İlçesi Kalehöyük’te arkeoloji kazılar yaparak müze açan Japonlar, bu sefer de Kırşehir-Ankara kara yolu bulunan Karahıdır Kasabası yakınlarındaki bir höyükte kazı çalışmalarına başladı.
İlk sondaj çalışmalarında Hitit dönemine ait saray bulan Japon arkeologların, kazı çalışmalarına 2011 yılı itibariyle başlayacağı öğrenildi.
Kırşehir’in yer altı eserlerinin önemli olduğu bölgelerden biri olan höyükte yapılan kazılar sonucu ortaya muhteşem eserlerin çıkması bekleniyor. Yetkililer, burada başlanacak kazı için Japon hükümeti tarafından büyük bir ödenek ayrıldığını, kazıların 2011 yılında başlayıp en az 50 yıl sürmesini beklediklerini söyledi.
Kaman İlçesi'ne bağlı Çağırkan Kasabası'nda ise Japonlar tarafından başlatılan kazılar aralıksız devam ediyor.
Kazılardan elde edilen eserler yine Çağırkan’da kurulu müzede sergileniyor.
Trt/Haber, 10.12.2010
245 TARİHİ ESER ELE GEÇİRİLDİ
Kütahya'da,
çeşitli dönemlere ait 245 adet tarihi eser ele
geçirildi, 2 kişi gözaltına alındı.
Alınan bilgiye göre, jandarma ekipleri, içinde
tarihi eser bulunduğu bilgisine ulaştıkları Y.Ö.'nün
kullandığı 35 SAM 95 plakalı otomobili,
Kütahya-Gediz karayolunun 7. kilometresinde
durdurmak istedi. Y.Ö.'nün burada durmayarak kaçması
üzerine takip edilen otomobil, Aslanapa ilçe
merkezinde durduruldu.
Ekiplerin, araçta bulunan S.H.'nin otomobilden
attığı çantada yaptığı incelemede, Hellenistik, Roma
ve Osmanlı dönemlerinden kalma 206 adet bronz sikke,
30 adet gümüş sikke, 3 adet çanak obje, iki adet
bronz kolye, birer adet mermer ve bronz obje ile
bronzdan yapılma çan ve yüzük olmak üzere toplam 245
adet tarihi eser ele geçirildi. Araç sürücüsü Y.Ö.
ile araçtaki S.H, gözaltına alındı.
Hürriyet, 10.12.2010
AYNALIKAVAK KASRI'NA 3.
SELİM DÜZENLEMESİ
Osmanlı Sultanlarından
3. Selim'in
önemli bestelerini yaptığı
Aynalıkavak Kasrı,
restorasyon çalışmaları kapsamında aslına uygun
tefriş edilen üst katı ve zemin katında oluşturulan
'Musiki Müzesi'
ile ziyaretçilere sultanın müzik dünyasına yolculuk
yapma imkanı sunuyor. TBMM Milli Saraylar Daire
Başkanı Yasin
Yıldız, AA muhabirine yaptığı açıklamada,
Aynalıkavak Kasrı'nın milli saraylar envanterinde
bulunan en eski tarihi bina olma özelliğine sahip
olduğunu söyledi. Yıldız, kasrın uzun yıllar kapalı
kaldığını aktararak, yaklaşık 5 yıl önce başlayan
restorasyon çalışmalarının bu yıl hızlandırıldığını
ve kasrın geçen ay ziyarete açıldığını belirtti.
Restorasyon çalışmaları öncesinde yapılan
incelemelerde ahşap taşıyıcı sistem elemanlarının
büyük bir kısmının taşıyıcı niteliğini yitirdiği ve
yapının bazı kısımlarında deformasyon oluştuğunun
belirlendiğini anlatan Yıldız, yapının taşıyıcı
sistemi dışındaki ahşap elemanları, doğramalar,
tavan ve duvar bezemeleri, revzenler ve stuk sıvalar
gibi birçok kısmında önemli koruma sorunlarının
tespit edildiğini kaydetti. Yıldız, çalışmalar
kapsamında taşıyıcı sistemin restorasyonu ve çevre
drenajı, ahşap çatı konstrüksiyonu restorasyonu ve
çatı kaplaması onarımı, stuk sıvaların, içlik ve
dışlık revzenlerin, iç ve dış ahşap kaplama
elamanlarının ve ahşap doğramaların restorasyonunun
yapıldığını ve eksik sıvaların özgüne uyumlu
sıvalarla tamamlandığını aktardı. Ahşap tavanlarla
oymalı ve bezemeli ahşap elemanların konservasyonu
ve restorasyonu, kalem işi ve alçı bezemelerin
restorasyonunun özgüne uygun tamamlanması, mermer
elemanların ve kaplamaların konservasyonu ve
restorasyonu, boya ve cila işlerinin de yapıldığını
dile getiren Yıldız, bahçenin tezyinatı ve
düzenlenmesinin yapıldığını söyledi.
Yıldız, restorasyon çalışmalarını ardından kasrın
fonksiyonunun ne olacağının gündeme geldiğini
belirterek, şunları kaydetti:
''Türk tarihinde buraya ilişkin belli tanıklıkları
belgeleriyle bulabiliyoruz. Örneğin şehzadelerin
sünnet düğünlerinin çeşitli gravürlerde yer aldığını
biliyoruz. Ancak en önemlisi bu kasrın 3. Selim ile
özdeşleşmiş olması. Onun burayı bir dinlenme mekanı
olarak kullandığını biliyoruz. Burası aynı zamanda
onun musiki çalışmalarını yaptığı bir mekan. 3.
Selim'in Türk musikisinde tuttuğu önemli yeri de
düşünerek buranın bir kasır-müze ve Musiki Müzesi
olarak hizmet vermesi uygun bulundu.''
Yıldız, restorasyon çalışmalarının tamamının Milli
Saraylar Daire Başkanlığı'nın öz kaynakları ve kendi
ekipleriyle yapıldığını dile getirerek, ''Burası
bundan sonra önemli etkinliklere de ev sahipliği
yapacak. Bizim saray konserlerimiz var. Elimizde bir
musiki müzesi varken bunu bu tarz etkinliklerde de
değerlendirmek istiyoruz. Zaman zaman da tarih
konferansları serimizin bazı oturumları burada
yapmayı planlıyoruz. Kapalı olduğu yıllar,
Aynalıkavak Kasrı'na çok fazla şey kaybettirmiş.
Artık Türkiye'de tüm kültür kurumları olarak şunu
görmemiz gerekiyor; kapatarak, kapılar arkasında
saklayarak müzecilik ve korumacılık olmuyor. Yaşayan
müzelerin her zaman daha fazla, daha iyi korunduğunu
görüyoruz. Bunları ancak toplumumuzla buluşturursak
yaşatmamız mümkün olur. Aynalıkavak Kasrı bu noktada
önemli bir mihenk taşı olacak'' şeklinde konuştu.
Yasin Yıldız, kasrın zemin katında oluşturulan
Musiki Müzesi'nin Türkiye'de bir ilk niteliği
taşıdığını belirterek, ''Biz bunu çok önemsiyoruz.
Bu yönde çeşitli gayretler ve çabaların olduğunu
biliyoruz. Ancak burası hem mekan, hem de objeler
olarak bir ilki teşkil ediyor. Tarihte padişahlara,
önemli devlet adamlarına, dini kanaat önderlerine
baktığımızda bu kişilerin musikiyle iç içe olduğunu
görüyoruz. Bu bakımdan siyasi tarihimizle musiki
tarihimizi ayırt etmemiz mümkün olmadığından bu
kasrın musiki müzesi olarak ziyaretçiler tarafından
görülmesi çok önemli'' dedi.
Müzede, sergilenen eserler arasında saz, tambur,
notalar ve taş plakların bulunduğunu ifade eden
Yıldız, ''Bunların önemli bir kısmı Sultan
Abdülaziz'in torunu Gevheri Osmanoğlu'nun milli
saraylara bıraktığı, bir kısmı da envanterimizde
bulunan eserlerden oluşuyor'' diye konuştu.
Yıldız, kasrın pazartesi ve perşembe günleri hariç
kış döneminde 2 TL karşılığında 09.00-16.30 saatleri
arasında gezilebildiğini aktararak, kasrı bir ay
içerisinde yaklaşık 1000 kişinin ziyaret ettiğini,
bu sayıyı yıllık 50 bine çıkarmayı hedeflediklerini
sözlerine ekledi.
Yapı, 09.12.2010
TARLASINI SÜREN ÇİFTÇİ SERVET BULDU
Aksaray'ın Ağaçören
İlçesi'nde tarlasını süren isminin açıklanmasını
istemeyen bir çiftçi, traktörün pulluğunun bir cisme
takıldığını fark ederek durdu.
Traktörden inerek cismin bulunduğu noktayı kazan
çiftçi, içi sikkelerle dolu bir küp buldu.
Çıkarırken bir kısmı yere dökülen tarihi paraları
toplayan çiftçi, daha sonra bunları Aksaray İl
Emniyet Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlarla
Mücadele Şubesine götürdü.
Buluntu küpteki çeşitli dönemlere ait toplam 450
sikkeyi polise teslim eden çiftçiye, polis, örnek
davranışından dolayı teşekkür etti.
Radikal, 09.12.2010
ERMENİ MİMARLAR İSTANBUL MODERN'DE
İstanbul 2010
Avrupa Kültür Başkenti etkinlikleri kapsamında, 19.
yüzyıl sonu ve 20. yüzyıl başında İstanbul'da
yaşayan 40 Ermeni mimar tarafından yapılan 100
tarihi binanın fotoğraflarının yer aldığı
Batılılaşan İstanbul'un Ermeni Mimarları adlı sergi,
İstanbul Modern Sanat Müzesi'nde açıldı.
Serginin açılışı dolayısıyla düzenlenen basın
toplantısına İstanbul Modern Şef Küratörü Levent
Çalıkoğlu, İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti
Ajansı Genel Sekreter Yardımcısı Mehmet Gürkan,
serginin küratörü mimar Hasan Kuruyazıcı ve
Uluslararası Hrant Dink Vakfı adına Sibel Asna
katıldı. Sergide, Kuleli Askeri Lisesi, Harbiye
Askeri Müzesi, Ortaköy Camii, Büyükada İskelesi,
Beyazıt Kulesi, Kadıköy Süreyya Tiyatrosu gibi pek
çok tarihi yapıda imzası bulunan mimarların
eserleri, fotoğrafları yer alıyor. Ermeni mimarların
İstanbul'daki eserleriyle ilgili yaklaşık 15 yıl
süren bir çalışma yaptığını anlatan Hasan Kuruyazıcı,
sergide adeta binaların kendilerini anlattıklarını
söyledi. Sergi, 2 Ocak 2011'e kadar gezilebilir.
Zaman, 09.12.2010
23.8 MİLYON DOLARLIK MERMER BÜST
ABD’nin New York kentinde yapılan bir açık
artırmada, MS 130-138 yılları arasında yapıldığı
tahmin edilen mermer bir büst, 23.8 milyon dolara
satıldı. Açık artırmayı gerçekleştiren Sotheby’s
Müzayede Evi yetkilileri, 'Marble Portrait Bust of
the Deified Antinous, Roman Imperial, Reign of
Hadrian' adı verilen büstün en fazla 5.7 milyon
dolardan satılacağını tahmin ettiklerini söyledi.
Büstü satın alan kişi hakkında, Avrupalı olduğu
dışında herhangi bir bilgi verilmedi. Müzayedede
satılan diğer tarihi eserlerle birlikte toplam 36.7
milyon dolar elde edildi.
Habertürk, 09.12.2010
SON SİSTEM DEFİNE AVI
Bursa'nın Mudanya İlçesi'ne bağlı Kumyaka Köyü'nde bir evin altından 20 metre uzunluğunda 2 metre genişliğinde ve 5 metre derinlikte tünel kazıp kiliseye kadar yeraltından ilerleyen define avcısı 6 kişi, jandarma operasyonuyla gözaltına alındı. Zanlılarla birlikte son teknoloji ürünü kazı aletleri ele geçirildi.
Bursa'nın Mudanya İlçesi'nde hemen hemen tamamı sit alanı olan Kumyaka Köyü'nde ihbar üzerine Doğan A. adlı kişiye ait eve baskın düzenleyen güvenlik güçleri, Panayiye adlı kiliseye ulaşmak isin kazılan 30 metrelik tünel buldu. Evin içinden 10 metre derine inen define avcılarının kiliseyi soymak uğruna 9 ay süren kazı yaptığı, 20 metreye ulaşan tünel kazıp, bunu da ağaçlarla destekledikleri, çıkan toprağı da geceleri attıkları anlaşıldı. Aylar süren kazı yapan definecilerin, kiliseye ulaşamadıkları bildirildi. Jandarma ekipleri, ev sahibi Doğan A.'nın oğlu Murat A. (44) ile Mehmet G. (53), Hüseyin K. (45), Uğur Ş. (38), Rahim Ç. (56) ve Adem S. (34) jandarma tarafından gözaltına alındı. Zanlılarla birlikte bir adet elektrik regülatörü, 2 adet hava kondüktör motoru, 1 adet vinç, 1 adet ekstra elektrikli vinç, 1 adet kesici, 1 adet matkap, 1 adet su motoru ele geçirildi. Zanlıların soruşturmalarının ardından adliyeye sevk edileceği öğrenildi.
Habertürk, Haber: Uğur Uslubaş, 09.12.2010
HERACLEİA HİERONU TAPINAĞI'NDA ÖN ÇALIŞMA
Denizli’nin Tavas İlçesi'ne bağlı Kızılcabölük
beldesindeki Heracleia Hieronu Tapınağı'nda etüt
çalışmasının tamamlandığı, tapınağın Roma
dönemindeki ihtişamlı halini almasının planlandığı
bildirildi.
İl Müze Müdürlüğü ile Kızılcabölük Belediyesi
arasında yapılan protokol kapsamında Tavas İlçesine
bağlı Kızılcabölük beldesinin 1 kilometre
kuzeydoğusunda bulunan Roma dönemine ait Heracleia
Hieronu Tapınağı'nı ayağa kaldırma çalışmaları devam
ediyor.
Kızılcabölük Belediye Başkanı Abdülkadir Uslu, AA
muhabirine yaptığı açıklamada, İtalyan Arkeolog Ord.
Prof.Dr. Francasco D’andria ve ekibi tarafından
tapınakta ön çalışma yapıldığını belirtti.
Tavas-Kızılcabölük beldesinin bir kilometre
kuzeydoğusunda yer alan tapınağın dikdörtgen prizma
seklinde olduğunu ifade eden Uslu, tapınağın dört
tarafını plakalardan oluşan kabartmaların
çevirdiğini, duvarlara kabartmalarla Artemis,
Apollon, Pan, Dionysos ve Herakles ile ilgili
mitolojik sahneler işlendiğini kaydetti.
Uslu, anıtsal yapının mitolojik ve mimari
bakımdan çok değerli olduğunu vurgulayarak,
‘Tapınakta Artemis, Heracles, Dionysos, Menad gibi
tanrı ve tanrıçaların kabartmaları bulunuyor. İtalya
Salento Üniversitesi Öğretim Üyesi Ord. Prof.Dr.
Francasco D’andria ve ekibi tarafından başlatılan
çalışma ile tapınağın Roma dönemindeki ihtişamlı
halini alacağına inanıyoruz’ dedi.
Denizli Müze Müdürlüğü ile yaptıkları protokolle
başladıkları bu çalışmayla koruma altında olan
bölgeyi turizme kazandırmayı planladıklarını
belirten Uslu, Laodikya, Hieropolis ile Afrodisias
antik kentleri ulaşım yolunda yer alan bu tapınağın
turizmde yerini alması durumunda Kızılcabölük’te
halen 600 yıllık geleneklerle üretilen el dokuma
ürünlerin tanıtımı ve pazarlanmasının da
kolaylaşacağını bildirdi.
haberler.com, 09.12.2010
MYRA ANTİK KENTİNDE YENİ ARAŞTIRMA
Kültür ve
Turizm Bakanlığı, Myra-Andirake Kazı Başkanlığı'nca
başlatılan ”Arkeojeoradar” çalışmasıyla Antalya’nın
Demre İlçesi'ndeki Myra antik kentinin toprak
altında kalan bölümleri araştırılıyor.
Anomoli adlı firma tarafından 175 bin lira ihale
bedeliyle yürütülen ve 2 ay sürmesi beklenen
çalışmalar, Prof.Dr. Nevzat Çevik başkanlığında,
Jeofizik Mühendisi Atakan Yüklü denetiminde, 4
jeofizik mühendisi ve 2 arkeolog tarafından
yürütülüyor.
Kazı başkanlığını yürüten Akdeniz Üniversitesi
Fen ve Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim
Üyesi Prof.Dr. Çevik, gazetecilere yaptığı
açıklamada, geçen yıl antik kentin bir kısmında bu
çalışmanın yapıldığını belirterek, yerin 10 metre
altındaki MS 11-12. yüzyıla ait bir Bizans
kilisesinin gün ışığına çıkarıldığını söyledi.
Bu yıl daha geniş bir alanda ”arkeojeoradar”
çalışması başlatıldığını ifade eden Çevik,
çalışmayla Myra antik kent merkezinin alüvyonlar
altında kalan yapılarını, yollarını ve antik kent
dokusunu anlamaya çalıştıklarını kaydetti.
Prof.Dr. Çevik, şunları söyledi:
”Myra antik kenti, Likya Uygarlığı’nın en büyük
kentlerinden biriydi. Bugün yeryüzünde görünen antik
tiyatro, kaya mezarları ve hamam gibi birkaç yapı
var. Geri kalan yapılar İtalya’daki Pompei antik
kenti gibi yerin en az 6 metre altında alüvyonda
saklı duruyor. Görünmeyen kenti arkeojeofizik
yöntemiyle görmeye çalışıyoruz. Ölçülebilen yerleri
ölçüyoruz. Ortaya çıkan sonuçları, kazılarda
kullanacağız. Burada bilimsel yöntemlerle antik
Demre’yi anlayıp, bugünün Demresi’nin gelişmesinin
hatlarını çizeceğiz. Yeni yapılacak imar ve koruma
amaçlı planların doğru olarak oluşturulmasına katkı
sağlayacak bilimsel veriler elde edilecek. Bu
veriler, planlamanın sağlıklı yapılmasına katkı
sağlayacak. En önemlisi yer altındaki yeni bir
Pompei, Demre’de ortaya çıkacak.”
Travel Turkey İzmir 2010 Turizm Fuarı ve
Konferansı'nın açılacağı bugün Ege, turizm açısından
tarihi bir gün yaşayacak. İzmir ve Egeli
turizmciler, sabahki açılışın ardından öğleden sonra
taleplerini iletmek için düzenledikleri zirvede
Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay'la buluşmaya
hazırlanırken, Efes antik kenti ile Meryem Ana Evi
arasına yaklaşık 5 kilometrelik bir teleferik
kurulması, ayrıca, Efes antik kentinin şu
andakinden daha iyi ışıklandırılarak gece
ziyaretlerine de açılması önerildi. Her iki projenin
hayata geçirilmesiyle Selçuk'a şu anda gelen yıllık
2.5 milyon turist sayısının katlanabileceği
kaydedildi.
Her iki projeyi yıllardır takip eden ve 1987 yılında
Efes'in ilk aydınlatmasını gerçekleştirerek çok
sayıda konser ve organizasyon yapılmasını sağlayan
işadamı Aykut Güsar, "Bu projeler, turizm patlaması
yaratır. Hıristiyan aleminin gözbebeği ve kutsal
mekanı Meryem Ana ile dünya tarihinin en büyük
tarihi liman kentlerinden birisi olan Efes'e sahip
olmamıza rağmen pazarlamayı beceremiyoruz. Yeter ki
teleferik yapılması ve aydınlatılması için karar
alınsın. Yapacak firma da, uluslararası fonlar
aracılığıyla mali kaynak da bulunur" dedi.
1990'lı yıllarda proje üzerinde çalıştığını, Vatikan
yetkilileri ve özel sektörle görüştüğünü belirten
Güsar, "Vatikan yetkilileri bu projeyi çok beğendi
ve destek verdi. Bu projeyi geçmiş dönemde hayata
geçirebilseydik Vatikan bugünün parasıyla 5 milyon
euroluk destek verecekti. Çünkü teleferik yapılırsa
en fazla 10 dakikada Meryem Ana Evi'ne ulaşılacak.
Ayrıca o tarihlerde özel sektör de buna büyük ilgi
göstermişti. Karar alınması durumunda yatırımı
yapacak şirketler vardı. Ancak yapişlet-devret
modeli ve yaklaşık 5-6 milyon dolarlık harcamayla
hayata geçebilecek projeyi gerçekleştiremedik. Şimdi
ise istenirse hem Vatikan hem de uluslararası
fonlardan destek alınarak bu proje yapılabilir" diye
konuştu. Güsar, Efes'in ilk ışıklandırma projesinin,
1987 yılında eski başbakanlardan Mesut Yılmaz'ın
Turizm Bakanlığı döneminde gerçekleştirdiklerini
söyledi.
Güsar, Efes'in ilk aydınlatma projesine malzeme,
işçilik ve işletme giderleri dahil olmak üzere
bugünün rakamlarıyla 2 milyon euro'luk harcama
yaptıklarını, Efes'teki aydınlatmanın işletmesini
1997 yılına kadar 10 yıl süreyle bedelsiz olarak
yaptığını söyledi. Ancak 1997'de Efes'in
aydınlatmasının genişletilerek gece ziyaretine
açılmasını önerdiğini belirten Güsar, bu isteğinin
yerine getirilmediğini ve bunun üzerine işletmeyi
bıraktığını söyledi. Efes'in aydınlatmasının gece ziyareti için yetersiz
olduğunu belirten İl Kültür ve Turizm Müdürü
Abdülaziz Ediz de, "Efes'in gece gezmeyi sağlayacak
aydınlatması, güvenliği ve personeli yok. Aydınlatma
var ama yetersiz. Şu anda geçmişte yapılmış ve
siluet şeklinde aydınlatma mevcut. Eserlerin gece de
incelenmesini sağlayacak bir proje yapılması
gerekiyor" diye konuştu. Efes Müzesi Yetkilileri ise
gece ziyaretlerinin ilgi görmediğini öne sürdüler.
Yeni Asır, Haber: İlker Çoban, 08.12.2010
HALEPLİBAHÇE'DE YAPTIRILACAK MÜZELER
Şanlıurfa'da 'Amazon kraliçelerinin
av ve savaş sahneleri'nin tasvir edildiği
mozaiklerin bulunduğu
Haleplibahçe'de yaptırılacak 'Arkeoloji
Müzesi-Arkeo Park ve Edessa Mozaik Müzesi' mimari ve
mühendislik projelerinin ihalesinin ertelendiği
bildirildi.
İl Kültür ve Turizm Müdürü Selami Yıldız, yaptığı
yazılı açıklamada, mozaiklerin yerinde sergilenmesi
ve oluşacak tahribatın ivedi şekilde önlenmesi için
Kültür ve Turizm Bakanlığının Haleplibahçe'de ''Urfa
Arkeoloji Müzesi-Arkeo Park ve Edessa Mozaik
Müzesi'' yapımına karar verdiğini belirtti.
Bu çerçevede dün 2 müzeyle arkeo parkın mimari ve
mühendislik projelerinin hizmet alımı ihalesinin
olduğunu hatırlatan Yıldız, ancak sadece 2 firma
katıldığı için ihalenin ertelendiğini ifade etti.
Tespit edilen taşınmaz kültür varlıkları
kapsamındaki eser sayısıyla Türkiye'nin başta gelen
şehirleri arasında gösterilen Şanlıurfa'nın, yapılan
35 arkeolojik kazıyla ''en çok arkeolojik kazı
yapılan il'' olma özelliğini taşıdığını belirten
Yıldız, açıklamasında şunları kaydetti:
''Bu bağlamda şehir merkeziyle 3 ilçe merkezi
kentsel sit alanı olarak ilan edilmiştir. Dünyanın
en eski eserlerine sahip Şanlıurfa Arkeoloji Müzesi
74 bin eser sayısıyla da Türkiye'nin 5. müzesidir.
Ancak gerek mevki itibarıyla gerekse binanın
yetersiz olması nedeniyle eserlerin yüzde 5'ni
sergileyebilmekteyiz.
Mimarlık
tarihinin, tarımın, ilk yerleşik hayatın, neolitik
döneme ait ilk tapınağın kısacası birçok ilkin
başlangıcı olan Şanlıurfa, mozaik tarihinin de
başlangıcıdır. MÖ 3700 yılına ait dünyadaki ilk
mozaikler, Siverek İlçesine bağlı Hasek Höyük'te
ortaya çıkmıştır ve Urfa Arkeoloji Müzesi'nde
sergilenmektedir. MÖ 132-MS 216 yılları arasında
347 yıl hüküm süren Edessa Krallığı, Urfa tarihi ve
mozaik tarihi açısından büyük önem taşımaktadır''.
Haleplibahçe mevkisinde sürdürülen kentsel tasarım
projesinin alt yapı çalışmalarının, taban
mozaiklerine rastlanılması sonucu durdurulduğunu
anlatan Yıldız, 2006?2009 yılları arasında Şanlıurfa
Müze Müdürlüğü başkanlığında yapılan arkeolojik
kazılar sonucunda Haleplibahçe'de ''Geç Roma-Erken
Bizans'' dönemine tarihlenen saray bölümü, villa
bölümü ve hamam bölümü kalıntılarının açığa
çıkarıldığını kaydetti. Yıldız, saray ve villa
bölümünde kazı ve restorasyon çalışmalarının
tamamlandığını ifade etti.
Yapı, Fotoğraflar: Şanlıurfa Valiliği, 08.12.2010
YETİMHANE TAPUSUNA YUNAN JESTİ
Yunanistan, Büyükada'daki Rum yetimhanesine ait tapunun Fener Rum Patrikhanesi'ne devredilmesini karşılıksız bırakmadı. Bizans ve Bizans Sonrası Eserleri Restorasyon Müdürlüğü, Batı Trakya'nın önde gelen Osmanlı eserlerinden Bayezid Camii'nin restorasyonu için karar aldı.
Yunanistan Bizans ve Bizans Sonrası Eserleri Restorasyon Müdürlüğü, Türkiye sınırına yakın Dimetoka bölgesinde bulunan tarihi Bayezid Camii'nin yıkılmaya yüz tutmuş çatısını restore etmek için harekete geçti. Yunanistan Arkeoloji Konseyi Merkezi de yaptığı toplantıda tarihi Bayezid Camii'nin restorasyon çalışmasını öne aldı.
Yunanistan Kültür Bakanlığı, Bayezid Camii'nde inceleme yaparak tarihi ibadethanede yoğun çatlaklar, küf ve boşluklar oluştuğunu tespit etti. Bakanlık hazırladığı raporda, Osmanlı'dan kalma camide oluşan hasarın bölgede yaşanan depremler ile yapımda kullanılan malzemenin eskimesinden kaynaklandığı görüşüne vardı.
Yunan Mimar Dionisos Poziopoulos, cami ile ilgili hazırladığı projede türü bakımından özgün bir örnek teşkil eden ibadethanenin tahta çatısının aslına uygun olarak yenilenmesini öngörüyor. Yunanistan Kültür Bakanlığı Genel Sekreteri Lina Mentoni de tarihi camiye yaptığı ziyaret sonrası yaptığı açıklamada tarihi caminin kurtarılacağına dair söz verdi.
Yeni Şafak, Haber: Oktay Mehmet, 08.12.2010
ARKEOLOG VE ARAŞTIRMACILARA MÜJDE
Yaşar Holding'in
eski Yönetim Kurulu Başkanı Feyhan Yaşar, Türkiye'de
arkeoloji eğitimini desteklemek ve bu konuda yapılan
çalışmaları genişletmek amacıyla Arkeoloji ve Tarih
Araştırmaları Vakfı'nı (ATAV) kuracaklarını söyledi.
Yaşar,yaptığı açıklamada, büyük arkeolojik
zenginliğe sahip Türkiye'de arkeoloji eğitiminin
desteklenmesi gereken alanlar arasında yer aldığını,
bu konuda çaba göstermek üzere bir dizi girişimde
bulunduğunu ifade etti.
Bir süredir üzerinde çalıştığı proje kapsamında,
arkeoloji ve tarih konusunda çalışma yapanların
bursla desteklenmesinin planlandığını dile getiren
Yaşar, şöyle konuştu: ''Arkeolojinin Türkiye'de daha
fazla tercih edilen bir bilim ve meslek dalı
olmasını hedefliyoruz. Arkeoloji mecburi değil,
gönüllü yapılan bir meslek dalı olsun istiyoruz.
Arkeoloji ve Tarih Araştırmaları Vakfı'nın ocak ya
da şubat ayında kurulmasını planlıyoruz. Vakıf,
eğitimin yanında kazı projelerinin desteklenmesi ve
daha uzun vadede müzelerin açılması gibi konularda
da faaliyet gösterecek. Türkiye'de çok az örneği
olan bir proje üzerinde çalışıyoruz. Vakfın kuruluşu
sonrası projeler hakkında daha ayrıntılı açıklama
yapabileceğiz'' dedi.
Yaşar, projelerin vakıf kaynaklarının yanında
yurtdışı fonlar tarafından da desteklenmesi için de
bir dizi çalışma yaptıklarını belirtti. Türkiye'de
şahıslar tarafından genelde eğitim ve sağlık gibi
genel konularda vakıfların kurulduğunu kaydeden
Yaşar, vakıf bünyesinde oluşturulacak bilim
kurulunun seçtiği konularda, tüm ülke çapındaki
projelerin destekleneceğini kaydetti. Bir süre önce
İzmir'in Seferihisar İlçesi'ndeki Teos antik kenti
arkeolojik kazılarına 3 yıllık sponsorluk anlaşması
imzaladıklarını hatırlatan Yaşar, ''Teos da bu
projenin bir parçasıydı. Verdiğimiz destekle
umuyorum ki Teos'da önemli mesafeler alınacak.
Teos'un daha fazla ziyaret edilen bir antik kent
olması için çalışma yapıyoruz. Ayrıca Teos için yeni
sponsorlarla da görüşüyoruz'' dedi.
Yeni Asır, 08.12.2010
SARAY'DAN BİLET KAÇIRMA
Topkapı Sarayı’na gelen
ziyaretçilerin biletlerini turnikeden geçişleri
sırasında okutmayarak biletleri tekrar satışa sunan
gişe görevlileri polisin teknik takibine takıldı. 20
Eylül 2010 günü bilet kontrol bölümünde çalışan
Murat Düz’ün barkot okuyucusuna okutulmayan ve
üzerinde iptal damgası da bulunan 25 bileti saray
girişinin gerisindeki bilet satış noktasındaki diğer
şüpheli Tuncay Özgenç’e teslim ettiğinin görülmesi
üzerine harekete geçen polis her ikisini de
gözaltına aldı. Düz ve Özgenç, sevk edildikleri
mahkeme tarafından serbest bırakıldı. İstanbul
Cumhuriyet Savcılığı’nca hazırlanan iddianamede,
biletlere el koyan polisin her ikisi çalışan
hakkında şahitler huzurunda tutanak tutarak
savcılığa teslim ettikleri belirtildi. Ayrıca
turnikeleri gören güvenlik kamerası görüntülerinin
bulunduğu CD de soruşturma dosyasına konuldu.
Şüpheliler savunmalarında haklarındaki suçlamaları
kabul etmediler. Ancak mevcut delil durumunu dikkate
alan savcılık, Murat Düz ve Tuncay Özgenç hakkında
“kamu kurum ve kuruluşlarının zararına
dolandırıcılığa teşebbüs” suçundan dava açtı. 3
yıldan 12 yıla kadar hapsi istenilen Murat Düz ve
Tuncay Özgenç’in yargılanmalarına önümüzdeki
günlerde İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi’nde
başlanacak.
Vatan, Haber: Elif Altın, 08.12.2010
KALE, CAZİBE ALANI OLACAK
Erzurum Kalesi’ni yerli ve yabancı turistlerin ilgi
odağı haline getirmek amacıyla kapsamlı bir proje
hazırlandı. Peyzaj düzenlemelerinden ağaçlandırmaya,
ziyaretçilerin dinlenebilecekleri mekanlardan,
sosyal ve kültürel etkinliklerin
gerçekleştirilebileceği kullanım alanlarına
varıncaya kadar Erzurum Kalesi’ni birçok yenilik
kazandıracak olan proje, önümüzdeki günlerde Anıtlar
Kurulu’na sunulacak.
Müze Müdürü Mustafa Erkmen, Erzurum Kalesi’ne
yepyeni bir vizyon kazandıracak olan cazibe
projesinin tamamlandığını bildirdi. Erkmen, Erzurum
Kalesi’nde uygulanması planlanan projenin, zengin
muhtevasıyla dikkat çekeceğini söyledi. Kale’nin,
Erzurum’a gelecek olan yerli ve yabancı turistlerin
ilgi odağı haline geleceğini vurgulayan Erkmen,
“Tarihi eserin dışında olduğu gibi, içinde de yeni
düzenlemeler yapılmasını öngören projemiz, Erzurum
Kalesi’nin hem koruma altına alınmış olmasını
sağlayacak, hem de, yerli ve yabancı misafirlerin
ilgisini çekecek.” diye konuştu.
Erzurum Kalesi’nde geçtiğimiz yıllarda yapılan
kazı çalışmalarını hatırlatan Erkmen, söz konusu
kazılarda ortaya çıkarılan kalıntıların kullanıma
sokulması ve işlev kazanması amacına da hizmet
edecek projenin, Anıtlar Kurulu’na sunulduktan sonra
uygulamaya sokulacağını söyledi.
Projeyle Erzurum Kalesi’nin çevresinde peyzaj
düzenlemelerinin yapılacağını, ağaçlandırma
yapılarak, tarihi eserin dıştan görünümüne bir
estetik kazandırılacağını kaydeden Müze Müdürü
Mustafa Erkmen, “Kale’de yerli ve yabancı
turistlerin ihtiyaçlarına yönelik olarak çeşitli
bölümler oluşturulacak. Kale’nin tamamen kendine
mahsus yapısına işlev kazandırmak suretiyle
oluşturulacak mekanlarda, ziyaretçiler oturup
dinlenebilecek. Ayrıca Erzurum Kalesi, ilimizde
gerçekleştirilecek her türlü sosyal ve kültürel
etkinliğe de ev sahipliği yapma olanağına
kavuşturulacak.” şeklinde konuştu. Kazı
programlarını da içine alan kapsamlı çalışmanın, bir
bütün olarak projelendirilmiş biçimde Anıtlar
Kurulu’nun onayına sunulacağını vurgulayan Erkmen,
“Proje tamamlandıktan sonra geçmişimizin izlerini
taşıyan en önemli tarihi eserlerimizden birisi olan
Erzurum Kalesi, bir turizm merkezi haline gelen
Erzurum’un yeni gözbebeği olacak. Kale’de yapılacak
çalışmalar, önümüzdeki yıllarda kış turizminin de
etkisiyle yerli ve yabancı insanların sıkça ziyaret
edeceği Erzurum’un turistik açıdan gülen yüzü
olacak.” dedi.
Erzurum Gazetesi, Haber: Samet Özünal,
08.12.2010
FRİDA VE DİEGO İLK KEZ İSTANBUL'DA
Eserleriyle olduğu kadar, sıra dışı ve tartışmalı yaşamlarıyla fırtınalı ilişkileriyle ilgi çekerek, sinema ve edebiyat dünyasına da ilham veren, Meksika kültürüne damga vuran eserleriyle 20. yüzyılın efsane çifti haline gelen Frida Kahlo ve Diego Rivera'nın eserleri, Türkiye'de ilk kez Suna ve İnan Kıraç Vakfı Pera Müzesi'nde sergilenecek.
Jacques ve Natasha Gelman'ın koleksiyonunda yer alan, Meksika'nın ulusal kültür varlıkları envanterine kayıtlı ve Meksika dışında çok az sayıda sergilenen çiftin en önemli eserlerinden oluşan 40 yapıt, 20 Mart 2011'e kadar ziyarete açık kalacak.
Sanatseverleri, duyulduğu ilk andan itibaren heyecanlandıran, Berlin ve Viyana'da düzenlenen ve 2010 yılına damgasını vuran Frida Kahlo Retrospektifi'nin en gözde Kahlo yapıtlarının yanı sıra Diego Rivera'nın eserlerinin de yer aldığı serginin küratörlüğünü ise Dr. Helga Prignitz-Poda üstlendi.
Radikal, 08.12.2010
ASKERİYE HAMAMI MÜZE OLDU
Erzurum'da 1800’lü yıllardan kalma olan, yaklaşık 500 bin lira harcanarak 12 yılda restore edildikten sonra kaderine terk edilen tarihi Askeri hamam, Edebiyat Müze Kütüphanesi olarak kullanılacak.
Birinci Dünya Savaşı döneminde Yoncalık Mahallesi'ndeki askeri kışla içerisinde yer alan askeri hamamı, 12 yıl süren restorasyonun ardından doğalgaz bağlanan, eksikleri giderilen tarihi binanın kapısına, Kültür ve Turizm Müdürlüğü'ne bağlı Resim, Heykel ve Sanat Galerisi olarak kullanılması kararlaştırılmış olmasına karşın kilit vuruldu. Yaklaşık 2 yıldır kaderine terk edilen bina, bundan sonra Edebiyat Müze Kütüphanesi olarak kullanılacak.
Erzurum'un 800 - 900 yıllık geçmişinde üretilen her türlü edebi eserin tıpkı basımlarıyla kütüphanede yer alacağını belirten yetkililer, "Güncel edebiyatta Erzurum’un yetiştirdiği yazarların, şairlerin bütün eserleri burada sergilenecek. Estetik bakımından da insanların zevkle gidip gelebilecekleri, randevulaştıkları bir yer olacak. İçerisinde şık bir kafeterya olacak. İnsanlar, edebiyat eserlerini karıştırabilecek, edebi söyleşiler yapabilecek. Şairler, yazarlar getirilebilecek” diye konuştular.
Erzurum Gazetesi, 08.12.2010
8500 YILLIK CİNAYETE OTOPSİ
Bursa’da 8 bin 500 yıllık tarihe sahip
olduğu belirtilen Akçalar mevkisindeki
Aktopraklık Höyüğü'nde yapılan kazılarda, çakmak
taşından yapılmış ok ucunun bel omuruna
saplanması sonucu öldürülmüş bir kişiye ait
iskelet bulundu.
Kazı ekibinden paleoantropolog Dr. Songül
Alpaslan Roodenberg, AA muhabirine yaptığı
açıklamada, yaklaşık 7 yıl önce Bursa Büyükşehir
Belediyesinin destekleriyle başlayan kazıda
önemli buluntulara ulaşıldığını belirterek,
bölgede 8 bin 500 yıllık bir tarihin yattığını
söyledi.
Günümüzden yaklaşık 8 bin 500 yıl öncesine
tarihlenen alanın Anadolu’nun ilk çiftçi
köylerinden biri olduğunu ifade eden Roodenberg,
kazılarda bin yıllık yerleşim sürecini yansıtan
kalıntıların yanı sıra 60’a yakın mezarın açığa
çıkarıldığını bildirdi.
Neolitik ve kalkolitik
dönemin farklı evrelerine ait bu mezarların
önemli bir bölümünün milattan önce 6. bin yılın
ortalarına tarihlenen alanda bulunduğunu
vurgulayan Roodenberg, şöyle devam etti:
"Kuzeybatı Anadolu’da kalkolitik çağa ait
bilinen bu tek
mezarlık aynı zamanda tarih öncesi insanın
ölü gömme adetlerindeki önemli bir değişikliği
ifade ediyor. Önceki dönemlerde ölüleri yerleşme
içine gömme alışkanlığı, yerini bir ’ölüler
kenti’ kavramına bırakmış oluyor. Ölü gömmede
uyulan kurallar bugün olduğu gibi tarih öncesi
insanın inanç sistemleri hakkında ipuçları
barındırır.
Mezar yapısı, ölünün yatırılma biçimi ya da
yanına bırakılan hediyeler gibi birçok ayrıntı
bu konuda bilgi verir. Arkeolojik gözlemlerin
yanı sıra başta antropoloji olmak üzere birçok
bilim dalının yardımıyla iskeletlerden elde
edilen veriler tarih öncesi doğal çevrenin
canlandırılmasından insanın anatomik,
genetik ve biyolojik özelliklerine kadar çok
sayıda bilgiye ulaşılabilir."
Aktopraklık’ta açığa çıkarılan bir mezardaki
gömünün, ölüm biçimiyle diğerlerinden
ayrıldığını dile getiren Roodenberg, şöyle
konuştu: "İlk kalkolitik dönem köyü
sakinlerinden 30-35 yaşlarında bir erkeğe ait bu
mezar, ilk bakışta olağandışı bir görüntü arz
etmiyordu. Dönemin ölü gömme adetlerine uygun
biçimde, bacakları karına çekili, büzülmüş
pozisyonda sağ tarafına dönük olarak gömülmüş ve
yanına kemikten yapılmış bir kaç buluntu
bırakılmıştı. İskeletin detaylı incelenmesi
sırasında omurganın alt bölgesine ait omurlardan
birinde (3. bel omuru) bir ok ucunun yol açtığı
derin bir
yaralanma saptandı. Ok ucu, bu orta yaşlı
Aktopraklık insanının ölüm sebebini de hemen
hemen kesin bir biçimde anlatırken, ölüme neden
olan aletin omura saplanmış bir şekilde günümüze
kadar gelebilmesiyse oldukça ender rastlanacak
bir durumdu."
Dr. Roodenberg, omurun yeri ve ok ucunun
pozisyonunun, bireyin karnının alt bölümünden,
nispeten sol taraftan yara aldığını gösterdiğini
belirterek, "Çakmak taşından yapılan, trapez
biçimli ok ucu kemiğe 12 milimetre derinlikte
saplanmıştı. Üstelik saplandığı yerden geçen
abdominal aorta zarar vermeden omura saplanma
ihtimalinin çok düşük olması, bu bireyin
yaralanmadan kısa bir süre sonra öldüğüne işaret
ediyor" dedi.
Burada büyük olasılıkla aşırı kanama sonucu ani
bir ölümün söz konusu olduğunu vurgulayan
Roodenberg, şunları kaydetti: "Öyle görünüyor
ki, köye çok uzak olmayan bir yerde yaralanmış
ve öldükten kısa bir süre sonra yerleşmeye
getirilebilmişti. Aksi takdirde ölü katılığı
başladıktan sonra yakınlarının ölüye geleneksel
büzülmüş pozisyonunu (hoker) vererek
gömebilmeleri imkansızdı. Bu ölümcül
yaralama olasılıkla yakın mesafeden ve yere
düştükten sonra gerçekleşmişti. Okun vücuda
saplanış biçimi ve yönü saplayanın daha yüksekte
bulunduğunu gösteriyor. Olasılıkla genç adamın
yaralanarak yere düşmesi oku saplayanın işini
kolaylaştırmıştı. Ölen kişinin savaşçı, avcı ya
da sadece bir köylü olduğunu söylemek imkansız
olsa da pek sık rastlanmayan bu buluntuların
yakın gelecekte dikkati çekeceği kesin."
Milliyet, 08.12.2010
ÇANAKKALE'DE YAPILMASI PLANLANAN PANORAMİK MÜZE
Tarihi Gelibolu Yarımadası Milli Parkı Müdürü
İsrafil Erdoğan, yarımadaya kurulması
planlanan 'Panorama 1915 Müzesinin' Ağdere
mevkiinde yapılmasının mümkün olmadığını
ileri sürdü.
Erdoğan AA muhabirine yaptığı açıklamada, bazı yerel
gazetelerde çıkan haberlerde müzenin özel sektör
tarafından Tarihi Yarımadadaki Ağdere mevkiine
yapılacağının belirtildiğini anımsattı.
Bölgenin 1. derece tarihi sit alanı olduğunu dile
getiren Erdoğan, şunları söyledi:
''Burası, Ağdere Cenup Gurubu Ağır Mecruhin
Hastanesi olarak ağır yaralıların tedavisinin
yapıldığı bir yer. Ayrıca, bu bölgedeki iskele
sayesinde hasta nakillerinin yapıldığı bir alan.
Burada, tedaviye cevap vermeyen ya da tedavi için
getirilirken yolda şehit olan Mehmetçiğin
defnedildiği bir şehitlik mevcut. Burası, Koruma
Kurulunun, müzenin ve Çanakkale Onsekiz Mart
Üniversitesi öğretim üyelerinin verdiği arkeolojik
ve tarihi raporlar doğrultusunda şehitlik alanı
olarak tescillendi''.
Bazı yerel gazetelerde müzenin buraya yapılacağının
duyurulduğunu dile getiren Erdoğan, ''Burası 1.
derece tarihi sit alanı. Çanakkale Savaşları
esnasında hastane yeri ve şehitlerin şehitlerin
defnedildiği kabristanlık bir alan. Uzun Devreli
Gelişme Planına (UDGP) göre bu alanda böyle bir yapı
yapılması mümkün değil. 1. derece tarihi sit
alanlarında anıt ve şehitlik dışında hiçbir yapı
yapılamaz. UDGP'de burada böyle bir yapının
yapılacağına dair hüküm yok. Böyle bir hüküm olmadan
da Milli Park olarak, Bakanlık olarak böyle bir
yapıyı biz dahi yapamayız. Başkasının yapmasına da
izin veremeyiz'' diye konuştu.
İsrafil Erdoğan, bölgenin durumuna ilişkin bilgi
notunu, Koruma Kurulu ve İl Kültür Turizm Müdürlüğü
ile müşterek olarak Kültür ve Turizm Bakanlığı'na
ilettiklerini dile getirdi.
Müzenin Milli Park alanında yapılması için UDGP'de
revizyona ihtiyaç olduğunu dile getiren Erdoğan,
revizyona gidilmeden yapılması istenirse de Milli
Park dışında çözümlenmesi gerektiğini sözlerine
ekledi.
Eceabat Belediye Kemal Dokuz ise, Başbakan Recep
Tayyip Erdoğan'ın 18 Mart törenleri sırasında,
projenin uygulanması gerektiğini belirttiğini
söyledi.
Projenin uygulanabileceği yer olarak Eceabat'ı
düşündüklerini dile getiren Dokuz, düşüncelerini
Başbakan Erdoğan'a aktardıklarını anımsattı.
Panoramik 1915 Müzesi'nin kesinlikle Eceabat
sınırları içerisinde olacağını vurgulayan Dokuz,
şunları kaydetti:
''Yer konusunda bir ihtilaf söz konusu. Eceabat
Kilitbahir arasında Ağdere bölgesine mi olacak,
yoksa Kilitbahir yolu güzergahında, mülkiyeti de
Eceabat Belediyesine ait Çamburnu'ndaki araziye mi
gerçekleşecek? Şu anda ihtilaf konusu olan durum bu.
Bunu da önümüzdeki zaman dilimi belirleyecek. Bizler
Eceabatlılar olarak bu projenin Ağdere mevkisine
uygulanmasına sıcak bakmıyoruz, çünkü bu bölgenin
Çanakkale Savaşları'nda hastane olarak
kullanıldığını ve toplu olarak şehitlerimizin
yattığını bilmekteyiz. Dolayısıyla Ağdere bölgesine
böyle bir eserin yapılması söz konusu olduğunda
buradaki eserlerinde tarumar olacağını düşünüyoruz.
Müzenin, Eceabat ile Kilitbahir arasında, Çamburnu
mevkiinde mülkiyeti belediyemize ait araziye
yapılmasını istiyoruz''.
Yapı, Fotoğraf: Bülent Ersöz, 08.12.2010
YETİM KALAN YETİMHANE
Büyükada Rum Yetimhanesi sessizliğe gömüldüğü
1964 yılına kadar bir çok ziyaretçiyi ağırladı 2010
yılının haziran ayında Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesi (AİHM)
, uzun süredir devam eden bir davayı
Türkiye aleyhine çıkan bir kararla
sonuçlandırmıştı. AİHM binanın
Fener-Rum Patrikhanesi'ne iadesi ve
Türkiye'nin
binanınonarımı
için 20 bin euro
ödemesine karar vermişti. Ve bu karar gereği
Türkiye
geçenlerde yetimhanenin tapusunu patrikhaneye verdi.
Büyük Ada'nın Hristos, İsa ya da Manastır tepesi
olarak bilinen en yüksek noktalarından birinde
yaklaşık 27 dönüm arazi üzerine
kurulmuş, 5 katlı ve 206 odadan oluşan bu
inanılmaz ahşap binaya
uzun süren yazışmalar ve
ikna çalışmaları sonucu SABAH girdi. Ana kapıdan
girdiğimizde de önce solda bulunan
oyuncak
odası, daha sonra Yetimhane müdürünün ofisi
dikkatimizi çekiyor. Zemin tamamen çökmüş, duvarlar
sararmış, ağır bir küf kokusu her yanı sarmış. Ürkek
adımlarla antreye ulaştık. Sola açılan büyük bir
kapı ve sağa doğru uzanan ucunu göremediğimiz bir
koridor karşılıyor bizi. Gıcırdayan ahşap
merdivenlerden bir kat aşağı iner inmez, hemen
sağımda kuyruklu bir piyano beni beynimden vurulmuşa
çeviriyor. Sanki yetimhanenin direnen son parçası
gibi yorgun ayakları üzerinde durmaya çalışıyor.
Yukarı katlara çıktıkça
rüzgarın uğultusu artmaya başlıyor,
binanın kim bilir neresinde
açılıp kapanan kapılar korku
filmlerine
nazire yapar gibi atmosferi tamamlıyor. Ayağım
yürürken dikkatle üzerinden geçtiğim tahtalardan
birine gömülüyor. Yetimhanenin yorgun bedenine bir
darbe de ben vurmuşum gibi hissediyorum ve
korkuyla karışık bir utanç duygusu yaşıyorum.
Dönemin ünlü mimarlarından
Alecandre Vallaury tarafından tasarlanan
binanın yapımına 1898'de, bir Fransız
şirketi
tarafından Prinkipo Palas adıyla işletilmesine ise
1902'de başlanır. Ancak II. Abdülhamid döneminde ada
halkının ahlaki yönden olumsuz etkileneceği
düşüncesiyle işletilmesine izin verilmez. 1902'de
Rum bir bankerin eşi olan Eleni Zarifi, 10 bin sarı
lira karşılığında binayı
satın alır. Sultan bunun üzerine ferman
çıkarır ve binanın
yetimhane olarak kullanılmasına izin verir.
Binanın uçsuz koridorlarında
koşturan, ilkokulunda okuma yazmayı söken,
bahçesinde top oynayıp,
müsamere salonunda ilahiler söyleyen,
soğukkış
gecelerinde buğulu pencerelerden uzaklardaki
belli belirsiz İstanbul'un ışıklarını
izleyen yetim çocuklar
bugün artık ondan çok uzakta. Çoğunluğu evleri
belledikleri İstanbul'u arkalarında bırakıp
Yunanistan'a göçmüş olsa da ruhlarından bir parça
onları hep burada bekliyor sanki.
Sabah, Haber: Tuncay Dersinlioğlu, 07.12.2010
'GEZGİN TAŞLAR: İSTANBUL ARKEOLOJİ MÜZELERİ'NDEKİ IASOS MERMERLERİ'
İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı Kültürel Miras ve Müzeler Direktörlüğü'nün desteğiyle gerçekleşen ‘Gezgin Taşlar: İstanbul Arkeoloji Müzelerindeki Iasos Mermerleri’ başlıklı sergi, İstanbul arkeoloji müzelerinde açıldı.
İstanbul Arkeoloji Müzeleri ve İtalyan Kazı Heyeti'nin işbirliğiyle konservasyonu tamamlanan eserlerden oluşan serginin açılışında konuşan Ajans Yürütme Kurulu Başkanı Şekib Avdagiç, uzun süredir koruma çalışmalarına ihtiyacı olan Iasos mermerleri eser grubunun konservasyon süreçlerinin tamamlamış bulunmasından duydukları mutluluğu dile getirdi.
Avdagiç, eserleri yeni bir sergileme düzeniyle İstanbul arkeoloji müzelerini ziyaretçileriyle buluşturmanın heyecanını yaşadıklarını belirterek, “Bu çalışmanın, bugün koleksiyonunda çeşitli kültürlere ait bir milyonu aşkın eser bulunan İstanbul arkeoloji müzelerinin fevkalade değerini teslim etmemize vesile olacağına inanıyorum” dedi.
İstanbul Arkeoloji Müzeleri Müdürü Zeynep Kızıltan'ın ev sahipliğinde gerçekleşen açılışa, İtalya'nın İstanbul Başkonsolosu Gianluca Alberini ve Iasos İtalyan Kazı Heyeti Başkanı Fede Berti'nin de aralarında bulunduğu çok sayıda davetli katıldı.
Yapı, Fotoğraf: Burak Akbulut, 07.12.2010
GÜVERCİNADA KALESİ'NİN RESTORASYONU
Kuşadası Güvercinada Kalesi'nde belediye
tarafından yapılan, ancak
tarihi dokuya
zarar verildiği iddiaları üzerine
durdurulan restorasyon çalışmaları, Aydın Müze Müze
Müdürlüğü kontrolünde yeniden başladı.
Güvercinada'daki sur duvarları ve iç kalenin onarım
çalışmaları başladı. Adanın açık hava müzesi,
arkeopark ve dinlenme amaçlı olarak hizmete
sunulması için Kuşadası Belediyesi tarafından rölöve
hazırlatıldı. Ancak, restitüsyon ve restorasyon
projesi doğrultusunda yapılan çalışmalar, 27
Kasım'da bazı sivil toplum örgütlerinin “tarihi
dokuya zarar verildiği” yönündeki iddiaları üzerine
durdurulmuştu.
Aydın Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu
uzmanlarının yaptığı incelemelerin ardından,
çalışmaların Aydın Müzesi kontrolünde yeniden
başlaması kararı alındı.
Aydın Kültür ve Tabiat Varlıkları Bölge Koruma
Kurulunun kararı doğrultusunda Güvercinada'da, Aydın
Müze Müdürlüğü tarafından görevlendirilen iki
uzmanın denetiminde devam eden çalışmalarda, kale
içerisinde daha önce yapılmış izinsiz beton
uygulamaların yıkımı ve hafriyat Kuşadası Belediyesi
ekiplerince yapılıyor.
Kuşadası Belediyesi Tarihi Çevre ve Kültür
Varlıklarını Koruma Birimi Sorumlusu Ümit Özkan,
yaptığı açıklamada, Aydın Müze Müdürlüğü'ne bağlı
iki uzmanın denetiminde yürütülen çalışmalarda,
Güvercinada'nın tarihi ve doğal dokusuna zarar
verecek hiçbir uygulama yapılmadığını belirtti.
Güvercinada ve kale içinde yapılan işlemin, sadece
söz konusu kaçak ve izinsiz uygulamaların
kaldırılması olduğunu kaydeden Özkan, şunları
kaydetti:
“Güvercinada'da Aydın Kültür ve Tabiat Varlıkları
Bölge Koruma Kurulu'nun onayladığı restitüsyon ve
restorasyon projeleri doğrultusunda çalışmalarımıza
başladık. Sur duvarları ve iç kalemiz restore
edilecek, ayrıca çevre düzenlemesi yapılacak.
Başlayan yıkım ve hafriyat çalışmaları yaklaşık bir
ay daha Aydın Müzesi uzmanları denetiminde devam
edecek. Yapacağımız açık hava müzesi ve arkeoparkın
Güvercinada'ya ve Kuşadası'na değer katacağına
inanıyoruz”.
Yapı, Fotoğraf: Kuşadası Belediyesi, 07.12.2010
ERZURUMLU ARKEOLOGLARIN GÖREV ÇİLESİ
Bingöl'ün Adaklı ile Kiğı ilçeleri arasında bulunan ve yapım tarihi bilinmeyen eski manastırı tescil etmek üzere görevlendirilen heyet, araçların çıkamadığı bölgeye at üzerinde ulaşarak çalışmalarını yaptı.
Adaklı İlçesi Yeldeğirmeni ile Kiğı İlçesi Eskikavak köyleri arasında kırsal alanda bulunan tarihi manastırın tescili için Bingöl İl Kültür ve Turizm Müdür Yardımcısı Fahrettin Önalan, Erzurum Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu Bölge Müdürlüğü ekiplerinden Arkeolog Ömer Kalın ve Sanat Tarihçi Gül Samancıoğlu'ndan oluşan heyet tescil için Adaklı İlçesi Yeldeğirmeni Köyü'ne gitti. Araçlarını köyde bırakan heyet köy muhtarı Nurullah Aylan tarafından temin edilen atlarla manastıra ulaşıpincelemelerini yaptı. İnceleme ve tescil çalışmalarını başlatan heyet daha sonra yine at sırtında Yeldeğirmeni Köyü'ne kadar gelip araçları ile Bingöl'e döndü.
Erzurum Gazetesi, 07.12.2010
SULTANAHMET'TE TARİHİ DOKUYA GRANİT ZEMİN
İstanbul Büyükşehir Belediyesi Ulaşım Koordinasyon Merkezi (UKOME) kararıyla yayalaştırılan Sultanahmet Meydanı'nın zemini özel kesim granit taşlarla yenileniyor. İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı tarafından bütçesi karşılanan çalışma, Ayasofya ile Sultanahmet Meydanı arasındaki bölge ile havuzun bulunduğu alanın yeniden yapılandırılması ve Sultanahmet Camisi'nin kıble tarafından Kabasakal Caddesi'nin sonuna kadar olan alanı kapsıyor. Arnavut kaldırımı zemine sahip meydanın tamamen sökülerek granitle yeniden döşeneceğini belirten Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir "Sultanahmet Meydanı'nda 50 metrekarelik bir alanda 8 farklı zamanda yapılmış 8 ayrı malzeme vardı. Bunların kendi aralarında uyumu da yoktu" dedi. Demir, üst Laleli'de İstanbul 2010 Kültür Başkenti Ajansı'nın desteğiyle yürüttükleri zemin çalışmasını Sultanahmet Meydanı'nda da yapmak için ajansa götürdükleri teklifin kabul edildiğini belirtti.
Demir, hazırladıkları projeyi hem Büyükşehir Belediyesine hem de Kültür ve Tabiat Varlıklarını KorumaKuruluna sunduklarını ve Kurul tarafından yapılan 6 revizenin ardından proje istenilen düzeye gelince ihalenin yapılarak uygulama çalışmasına başlandığını bildirdi. Meydanda doğal granit malzeme kullanıldığını belirten Demir, 7 milyon TL'ye malolan proje dışında kalan Mehmet Akif Parkı'ndaki havuz ve amfi tiyatronun bulunduğu alanla ilgili de ek çalışma yürütüleceğini, Örme Sütun'daki eksik kısımların düzeltilerek temizliğinin gerçekleştirileceğini söyledi.
Sabah, Haber: Zeynel Yaman, 07.12.2010
OBRUK GÖLÜ MANZARALI HAN TURİZME KAZANDIRILIYOR
İpek
yolu üzerinde yer alan
Selçuklu
eseri Obruk Hanı'nın restorasyonu devam ederken,
hanın Obruk Gölü manzarasıyla turistlerin uğrak yeri
olacağı bildirildi.
Konya Vakıflar Bölge Müdürü İbrahim Genç, AA
muhabirine yaptığı açıklamada, Çin'den Anadolu'ya
uzanan tarihi İpek Yolu'nun ülkemizde Erzurum,
Sivas, Kayseri, Nevşehir, Aksaray, Konya
güzergahından iki kola ayrılarak Antalya ve İzmir'e
ulaştığını söyledi.
İpek Yolu'nun Kapadokya'dan sonra Konya sınırlarına
girildiğinde ilk hanın Obruk Hanı olduğunu belirten
Genç, ''Obruk Hanı'nın devamında yol ikiye
ayrılarak, Akşehir yönüne uzanan birinci yolda
Zulmanda Han, Zıvarık Hanı, Kadınhanı, Ilgın'da Lala
Mustafa Paşa Kervansarayı bulunurken, Konya'ya doğru
uzanan ikinci yolda ise Zazadın Han, Horozlu Han,
Hocacihan Hanı, Altunapa Hanı, Kızılören Hanı, Kuru
Çeşme Hanı yer alıyor'' dedi.
Selçuklu dönemi eseri olan han ve kervansarayların
İpek yolu üzerinde çok amaçlı kullanıldığını
kaydeden Genç, ''Bir günlük yürüyüş yolu mesafesinde
ortalama 20 ile 30 kilometre aralıklarla inşa edilen
han ve kervansaraylar, konaklama başta olmak üzere,
kervanların çeşitli ihtiyaçlarını karşılarken,
ticaret yolu üzerindeki güvenliği de
sağlamışlardır'' dedi.
Han ve kervansarayların günümüzde de yaşatılması
için onarım ve restore çalışması yapıldığını
vurgulayan Genç, ''Konya Vakıflar Bölge Müdürlüğü
olarak sahamızda yer alan han ve kervansarayların
tamamıyla ilgileniyoruz. Bizim bölgemiz
Selçukluların en büyük hanlarının olduğu bir bölge.
Bu hanların onarım ve restorasyonunun bir kısmı
bitti, bir kısmı devam ediyor'' diye konuştu.
Tarihi İpek Yolu'nun önemli hanlarından olan Obruk
Hanı'nın restore çalışmasının devam ettiğini
belirten Genç, şunları ifade etti:
''Obruk Hanı restorasyonunun ardından turizme hizmet
verecek. Han Konya'ya 75 kilometre mesafede Kızören
beldesinde bulunuyor. 13. yüzyılda inşa edilen hanın
restorasyonu için rölöve, restitüsyon ve restorasyon
projesini çizdirerek, Konya Kültür ve Tabiat
Varlıkları Koruma Kurulu'ndan izinleri aldık.
Restore ile ilgili olarak 2007 yılında ihale yaptık.
Hanın restoresi devam ederken, ihaleyi alan
müteahhidin iş deneyim belgesinde sahtelik olduğunun
Kültür ve Turizm Bakanlığı'ndan bize bildirmesi
üzerine restorasyonun yüzde 40'lık bölümünü
tamamlanmışken, sözleşme iptal edildi''.
Hanın restorasyonun kalan yüzde 60'lık çalışması
için talep üzerine restorasyon şartlı kiralama
ihalesi yaptıklarını kaydeden Genç, şöyle devam
etti:
''2010 yılında restore et, işlet ve devret modeliyle
ihaleyi alan firma restorasyon çalışmasına devam
ediyor. 5 yıl içinde turizme kazandırılmış olacak.
Hanın restorasyonu sırasında kesme taş ve mermer
malzemenin yanında geçmiş dönemlerden kalan eski
yapılara ait devşirme ismini verdiğimiz taş ve
mermer malzemede kullanılıyor. Han Selçuklu
motifleriyle dikkat çekiyor''.
Yapı, Fotoğraf: Murat Öner Taş, 07.12.2010
DA VINCI'NİN UNUTULAN EL YAZISI
Fransa’nın batısındaki Nantes kentinin bir halk kütüphanesinin deposunda, yaklaşık bir buçuk asır boyunca unutulmuş Rönesans dehası İtalyan ressam, bilim adamı ve düşünür Leonardo da Vinci’ye ait bir el yazması metin bulundu.
Üzerinde, Da Vinci’nin belirgin özelliği olan sağdan sola doğru yazılmış, ayna yazısı olan metin, zengin koleksiyoncu Pierre-Antoine Labouchere’in 1872 yılında Nantes kentine bağışladığı (5 bin belge arasında), daha sonra çürümeye bırakılmış yerel arşivler içinde ortaya çıktı.
Yerel bir gazetecinin Da Vinci’nin bir biyografisinde, el yazısı belgenin izinin en son bulunduğu yere ilişkin bilgiye rastlaması üzerine metnin gün yüzüne çıkarılabildiği belirtiliyor.
Halk kütüphanesinin müdürü de metnin büyük olasılıkla 15’inci yüzyıl İtalyancası ya da aynı dönemin başka dilinde yazılmış olması nedeniyle önce dilinin çözülmesinin gerektiğine işaret etti.
Labouchere’in koleksiyonu arasında 2008 yılında da Wolfgang Amadeus Mozart’ın daha önce hiç görülmemiş nota defteri bulunmuştu.
Rönesansın büyük ressamlarından, heykeltraş, bilim adamı (matematikçi, anatomi uzmanı), müzisyen, mucit ve düşünür olan Leonardo da Vinci’nin (1452-1519), 1486 yılında prototipini çizdiği hareketli kanatlı uçan bir makinenin de günümüz helikopterlerinden farkı bulunmuyor.
Radikal, 07.12.2010
'İSTANBUL'UN KÜLTÜR MİRASI VE KÜLTÜR EKONOMİSİ
ENVANTERİ PROJESİ'
İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansından
yapılan açıklamaya göre, İstanbul İl Kültür
ve Turizm Müdürlüğü, Türkiye Bilimler Akademisi
ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi
işbirliğiyleFransız Anadolu
Araştırmaları Enstitüsünün desteğiyle 2
yıldan uzun bir süredir üzerinde çalışılan projede,
sona yaklaşıldı.
İstanbul'un tüm kültürel mirasına ilişkin detaylı bilgiler, raporlar, fotoğraflar ve tabloların internet sitesinde bir araya getirileceği proje, İstanbul ile ilgili bugüne kadar gerçekleşmiş en kapsamlı arşiv çalışması olacak.
Kentin kültür haritasının çıkarıldığı, proje
kapsamında derlenen kültür mirası envanteriyle
kentteki tarihi dokunun korunmasına yönelik alan
yönetimi, çevre düzenlemesi, restorasyon, koruma,
yeniden değerlendirme çalışmalarına altlık
olabilecek kapsamlı, güncellenebilir ve kolay
ulaşılabilir bir veri tabanı sistemi oluşturuldu.
Kültür ekonomisi envanteriyle de İstanbul'un kültür
ve sanat kapasitesi, aktörleri, üretimi, tüketimi,
iş gücü, yatırım ve ticaretinin profilinin ortaya
çıkartılarak, kültür ekonomisinin kent içindeki
yerinin ortaya konuldu.
Envanter verileri, hem İstanbul'u yaratıcı ve
buluşçu bir çevre haline getirecek hem de sektörel
destek, mekansal kümelenme ve İstanbulluların
kültüre daha geniş katılımının sağlanması konusunda
politika arayışlarına yardımcı olacak.
Proje kapsamında, İstanbul'un taşınır, taşınmaz,
somut olmayan kültür mirasına ilişkin detaylı bilgi,
afiş, harita, rapor, fotoğraf, film, tablo, belge ve
klasiklerin internet sitesi üzerinden erişilebilir
olacak.
Toplanan tüm veriler, gerek bu ay kamuoyunun
kullanımına açılacak internet portalıyla gerek
farklı yayınlar üzerinden paylaşılacak.
Yapı, 07.12.2010
"DOĞRU YAPMAMIŞIZ AMA BU SEFER OLUYOR"
Yıllardır kapalı kalan, 2006 yılında onarıma giren ve yaklaşık iki yıl önce Başbakan Tayyip Erdoğan tarafından büyük bir törenle açılan Resim Heykel Müzesi, bir kez daha tadilata girdi.
Yaklaşık bir ay önce başlanan tadilatla müzeye yeni teşhir salonları kazandırılması hedeflenirken, güvenlik açıklarına yönelik de çalışma başlatıldı.
Depoların açıldığı pencereler, çelik kafeslerle kapatılırken, ‘kör noktalar' da güvenlik kameralarının görüş açısına alınıyor. Öte yandan yüzlerce değerli eserin bulunduğu depolardaki tahta kapılar da sökülüp, yerlerine şifreli çelik kapılar takılıyor.
Bakan Günay'ın, geçtiğimiz günlerde katıldığı bir sergi açılışında müzenin tadilata girmesiyle ilgili olarak, “Bu müze bizim çalışmalarımızla açılmıştı. Sonra gördük ki doğru yapmamışız” demesi de gözleri bir kez daha bu müzeye çevirdi.
Çalışmalara ilişkin bilgi veren Resim Heykel Müzesi Müdürü Ömer Gündoğdu, Bakan Günay'ın çok ilgi gösterdiğini belirterek, “Hemen hemen her gün gelerek çalışmaları denetliyor. Bütün eksiklerimizi dinliyor ve tamamlanması için talimat veriyor. Atatürk'ten sonra bu müzeye en çok emek harcayan en çok değer veren devlet adamı sayın bakanımızdır. Bu müzenin Türk sanat dünyasına kazandırılması için elinden geleni yapıyor” dedi. Gündoğdu, tadilatın ardından depolarda duran eserlerin büyük bölümünün teşhir salonlarında sergilenebileceğini de söyledi.
Hürriyet Ankara, Haber: Eray Görgülü, 07.12.2010
'KÜLTÜREL MİRASI KATILIMCI KORUMA MODELİ PROJESİ'
Arkeologlar Derneği İstanbul Şubesi'nce
hazırlanan ‘Kültürel Mirası Katılımcı Koruma
Modeli Projesi’yle
Üsküdar'da
halkın ilçenin
kültür
mirasına ilişkin bilinçlendirilmesi
sağlanacak ve halkla birlikte koruma modeli
oluşturulacak.
Altunizade Kültür ve Sanat Merkezi'nde proje
hakkında tanıtım toplantısı düzenlendi. Toplantıda
konuşan Arkeoloji Derneği İstanbul Şubesi Başkanı
Necmi Karul, şubenin projeyi, Sivil Toplum Diyaloğu-İstanbul
2010 Avrupa Kültür Başkenti Hibe Programı kapsamında
yürüttüğünü ifade etti.
Karul, projeyle, Üsküdar'da yaşayan halkı kültür
mirasıyla ilgili bilgilendirme ve bilinçlendirme
faaliyetlerinin düzenlenmesi, bölgede bulunan kültür
varlıklarının gönüllüler yoluyla izlenmesi, bilgi ve
ihbarların ilgili mercilere iletilmesi yoluyla
katılımcı bir koruma modelinin oluşturulmasının
hedeflendiğini anlattı.
İstanbul'daki kültür varlıklarının korunması ve gelecek kuşaklara aktarılması bakımından örnek olan projeye gönüllü olmak isteyenlerin, derneğin internet sitesinden gönüllü formlarını doldurmalarının yeterli olduğunu da ifade eden Karul, projenin başarılı olmasında Üsküdarlıların önemli rolü bulunduğunu söyledi.
Sanat tarihçisi Hayri Fehmi Yılmaz da, Üsküdar'da
Marmaray kazıları sırasında 11. yüzyıla ait bir
kalıntının Üsküdar Meydanı'nda bulunduğunu ifade
etti. Üsküdar'ın tarihte bir liman kenti olduğunu da
dile getiren Yılmaz, Üsküdar'daki yerleşimlerin ise
İstanbul'un fethi ile başladığını belirtti.
Yılmaz, ilçedeki Osmanlı eserleri hakkında da bilgi
verdi.
Bu arada Mayıs ayından bu yana devam eden ve bir yıl
sürecek projede halen 34 gönüllü aktif rol alıyor.
Proje kapsamında ilçedeki bazı ilköğretim
okullarında öğrencilere yönelik kültürel miras
eğitimi de verilecek.
Yapı, 07.12.2010
"YIKMA HASTALIĞINDAN VAZGEÇİLMELİ"
Mimarlık
dünyasının duayen isimlerinden
Doğan Kuban,
Doğan Hasol ve
Doğan Tekeli,
gazetemize, mimarlık alanının gündeminden üç büyük
konuyu değerlendirdi. Haydarpaşa Garı çatısı
yangını; Selimiye, Süleymaniye kopyası camiler ve
Atatürk Kültür Merkezi (AKM) konularını ele alan
Doğan’lar, sanatta da, mimarlıklıkta da taklidi
kabul etmeyerek “her mimarlık yapıtı kendi çağını
yansıtmalı” yorumunu yaptılar.
Doğan Hasol, mimari varlıkları
korumadaki duyarsızlığımızı bir kez daha ortaya
koyan Haydarpaşa Garı’nın çatısının yanmasıyla
ilgili olarak “Kasten değilse, cahillikten, değer
bilmezlikten, ihmalden…” değerlendirmesini yaparken,
Doğan Tekeli’nin eğer AKM
yıkılacaksa yeni yapı için uluslararası bir
yarışmanın açılmasına yönelik bir öneri getirdi..
Doğan Kuban da mimarlıkta
kopyacılık konusunda “Kesinlikle bir şeye yaramaz,
insanı alay konusu yapar sadece” uyarısında bulundu.
Yapı-Endüstri Merkezi’ndeki
sohbetimiz sıcaklığını hala koruyan Haydarpaşa Garı
yangını ile başladı.
- Haydarpaşa Garı çatısı yangınının tabii
olmadığı hakkında birtakım çevrelerde kuşkular var.
Sizler nasıl yorumluyorsunuz yaşananları?
Tekeli: Haydarpaşa olayı, çatıdaki
onarımla ilgili olarak müteahhidin tecrübesiz oluşu,
birtakım yasal formalitelerin eksik oluşu gibi
sorunlar ortaya çıktığı için büyük bir mesele haline
geldi. Böyle önemli bir yapıda tecrübeli bir
müteahhit görev almalı. Bildiğiniz gibi garın otele
dönüştürülmesi projesi var. Bu projenin ön hazırlığı
olarak yakıldı dedikoduları kamuoyunu meşgul ediyor.
Beklentimiz idarenin en kısa zamanda söz verdiği
gibi eskisine uygun olarak restorasyonu yapmasıdır.
Hasol:Böylesine değerli bir
yapının onarımı böyle mi yapılmalıydı? Gerekli
izinler alınmamış, işe gereken ciddiyet ve özenle
yaklaşılmamış, uzmanlıktan uzak, denetimsiz ortamda
bina yakılmış. Kasten değilse, cahillikten, değer
bilmezlikten, ihmalden… Kuyumcu titizliği gerektiren
bir iştir bu. Ayrıca, yangın güvenliği ve
söndürmedeki zayıflığımız da bu olayda açığa çıktı.
Yüksek yapılarımızı Allah korusun. Aslında önemli
olan, söndürmek değil, yanmamasını sağlamaktır.
Kuban: Yangın önemli değil.
Türkiye’de bütün restorasyonlar zaten ehil olmayan
adamlara veriliyor. Sorun, Haydarpaşa’nın hangi
alanda kullanılacağı konusundaki belirsizliği.
Haydarpaşa için alınan kararlar nedir, gar ve
çevresi için bir proje var mı? Bu konuda gerçek bir
fikrimiz yok. Dolayısıyla ortaya birtakım laflar
atılıyor. Bunun üzerine herkes aklına ne gelirse
konuşuyor.
- Başbakan Erdoğan’ın talimatıyla
Ataşehir’de Edirne’deki Selimiye Camisi’nin
kopyasının yapılacak olması mimarlık dünyasında
yankı buldu. Bir de Süleymaniye Camisi’nin
kopyasının yapılması konusu var.
Hasol: Sanat eserinde de mimarlık
eserinde de taklit diye bir şey söz konusu
olmamalıdır. Kopyaya yönelmekle Mimar Sinan’a
haksızlık ettiğimizi düşünüyorum. Sinan’ın acaba
böyle bir şeye izni var mı, camiyi yaptıran II.
Selim’in böyle bir şeye izni var mı? Onların özgün
eseri o. Siz onu alıp başka yerde taklit
edeceksiniz... Hangi akılla yapıyorsunuz bunu? 440
yıl sonra, 21. yüzyılda Sinan’ın yaptığını taklit
ediyoruz. Bu, 440 yılda bir arpa boyu ilerleyemedik
anlamına mı geliyor? Biz bunca yıl sonra onların
yaptıklarını klonlamaya yelteniyoruz. Bu davranış ne
Türk mimarlarına yakışır ne de Türkiye’yi
yönetenlere.
Biz bir yandan Cumhuriyet döneminde yapılmış pek çok
yapıyı adeta yok sayarak, değersiz sayarak yıkma
yoluna gidiyoruz. Onları ortadan kaldırdığımız,
bugün de sadece geçmişi taklit ederek bir şeyler
üretmeye çalıştığımız zaman geleceğe ne bırakacağız?
Korkum şu: Gelecek kuşaklar Türkiye’nin bir dönemine
baktığında, o dönemde hiçbir şey yapılmamış
diyecekler. Sinan bugün hayatta olsaydı, Ataşehir’de
cami yapsaydı Selimiye’yi mi koyardı oraya?
Kuban:Her yapı kendi çağının ve
kültürünün ifadesi olmak zorunda. Kimse Notre Dame’ı
yeniden yapalım demiyor. Sinan’ın kendisi birbirine
benzeyen cami yapmış mı, peki ondan sonra gelen
Osmanlılar kopya çekmiş mi? Hayır. Eğer örnek
Sinan’sa, Sinan hayatında hiçbir şeyin tekrarını
yapmamıştır. 1950’den beri 100 bin cami yaptılar,
dünyanın en iğrenç camileri... 50 senede dünyada 100
bin kilise yapılmamıştır. Mimarlık tarihi bu şekilde
bire bir kopyaları kabul etmez. Mimari öğretime,
mimari teoriye, mimari geleneğe, mimari etiğe
aykırıdır bu. Kesinlikle hiçbir şeye yaramaz, insanı
alay konusu yapar sadece.
Tekeli:Böyle bir şey yapılamaz.
Biz ayrıca İstanbul’un siluetini dantel gibi işleyen
Sultanahmet Camisi’ni götürüp Ankara’da mahalle
arasına yaptık! Neresinden bakarsanız bakın yararsız
bir düşünce. Mimar Sinan, “Gelecek kuşaklar insaf
ile düşündüklerinde benim çabamın ciddiyetini
anlayacaklardır” demiş. Bugünkü Türk mimarlarının
ciddiyetini de bugünkü yapı yaptıranlarımız
ciddiyetle düşünürlerse anlayacaklardır. Herhangi
bir mimara al yap sen bunu deme hakkımız yok.
Yüzlerce mimarın fikirlerini bir araya getirecek
yarışmalar yapılmalı.
- Peki artık yılan hikayesine dönen AKM için
ne demeli?
Tekeli:Para var, yasal engel yok
ancak tamirata başlanamıyor. Bunun nedeni
Başbakan’ın orayı beğenmiyorum demesi. Beni İstanbul
2010 Ajansı birkaç toplantıya çağırdı, TAÇ Vakfı
toplantı yaptı, ne yapılabilir bu konuda diye. Bir
şey yapılamıyor, çünkü siyasi irade bunun arkasında
değil. Her şey hazır.. un, şeker ve yağ var ama
helva yapılamıyor.
O zaman önerim şu: Yeni binanın yarışmayla
yapılacağını söylüyorlar. Uluslararası bir
yarışmanın süresi ise en az bir yıl. Ondan sonra
yapının yapılma süresi belli değil. Biz bu 60 milyon
lirayı verip AKM’yi tamir edelim. İstanbul sahnesiz
kalmasın, sanatçıların kamuoyunun isteği yerine
gelsin. 3-4 yıl bu bina hizmete devam etsin. Bu
arada istedikleri gibi uluslararası bir yarışma
açsınlar, gereken hazırlıkları yapsınlar.
Böyle bir projenin hazırlığı dahi ortalama iki yıl.
Yeni yapı ortaya çıktığı zaman üzerinde bir
mutabakat sağlanır. Ben ayrıca diyorum ki bu
iktidarın İstanbul’a eski hükümdarlar gibi damgasını
vuracak anıtsal bir eser koyması hakkıdır. Her
padişah İstanbul’un başka bir köşesini süsledi,
zenginleştirdi. Bugünkü iktidarımıza İstanbul’da yer
mi yok süslenecek? Bir yere yapsınlar, kudretlerini
göstersinler ve İstanbul’a damgalarını vursunlar,
illa yıkmak şart değil.
Hasol:Aman hatırlatmayın böyle bir
şeyi! İstanbul’un yeterince simgesi var; yeni
simgelere ihtiyacı olduğunu hiç düşünmüyorum.
Tekeli:İstanbul’un topografik
bakımdan belki de en önemli yeri Ayasofya’dır...
Kuban: Onu da yıkarlarsa iyi
olur!..
Tekeli:Ha şimdi, padişahlar
Ayasofya’yı yıkıp da ben yerine Sultanahmet Camisi
yapayım dememiş. Bunu hatırlatmak istiyorum.
Hasol:Bu yıkma hastalığından
vazgeçmemiz lazım. AKM’nin korunması gerektiği
kanısındayım. Paris’te, mimarının adıyla anılan ünlü
Garnier Operası da bugün yetersiz, ancak onu yıkıp
yerine başka bir şey yapmak kimsenin aklına gelmedi.
Gidip Bastille Meydanı’nda ikinci bir opera binası
yaptılar, yarışmayla. İstanbul, 2010 yılında Avrupa
Kültür Başkenti, ama kültür merkezi kapalı bir
kültür başkenti.
Kuban:Fakir memleketler duvar bile
yıkmamalı. Bir duvar kaça mal oluyor biliyor
musunuz? Paris, Londra gibi pek çok şehirlerde
hababam yıkıp yerine yenilerini mi yapıyorlar? Bu
bir kültür sorunu. Yıkmak yanlış, başka yere yap.
Bugün İstanbul 350 bin hektar, git başka bir yere
yap, nereye istersen yap, ille bir şey mi yıkmak
lazım? Niye yıkarak bir şey yapmak istiyorlar. Bu da
ilkellikten kaynaklanıyor.
Cumhuriyet, Haber: Ceren Çıplak, 06.12.2010
YARIMBURGAZ MAĞARALARI TAHRİP EDİLİYOR
İstanbul’un 800 bin yıllık tarihinin başladığı
Yarımburgaz Mağaraları tahrip ediliyor. Halk
arasında Altınşehir Mağaraları adıyla bilinen
mağaralar, İstanbul’un en eski yerleşim yeri.
İstanbul Üniversitesi bölgede arkeolojik çalışma
yapmasına rağmen tarihi mekanda giriş-çıkışlar
kontrol edilmiyor. Aksine üniversitenin mağara
girişine yaptırdığı demir korumalıklar her seferinde
sökülüyor ve mağara duvarına sürekli yeni delikler
açılıyor. Yarımburgaz Mağaralan dev binaların, iş
merkezlerinin, yoğun trafiğin ve kalabalığın
kıyısında tahrip edilmiş olmasına ve tüm
doğallığıyla göze çarpıyor.
Birçok medeniyete beşiklik yapan İstanbul’da bu
Yarımburgaz Mağaraları’nı farklı kılan özellik bilim
adamlarına göre 800 bin yıl öncesinde insanlık
tarihinin burada başlamış olması.
Mağara ve çevresinin koruma altına alınması ve
arkeopark, jeopark kurulması için yıllardır mücadele
veren İstanbul Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof.Dr.
Mehmet Özdoğan bakımsızlığa terk edilen mağara için
“Kültürel Tahribat Müzesi olarak sergileniyor!”
diyor. Bilim insanların olarak mağaranın içler acısı
haline üzül¬düklerini belirten Özdoğan, İstanbul
Büyükşehir Belediyesi’nin buraya .el atması
gerektiğini söylüyor. Fakat İBB’nin burası hakkında
daha farklı projeler ürettiğini ve bunlar
uygulanırsa mağaranın tüm doğallığını kaybedeceğini
söylüyor. Özdoğan, “Büyükşehir, mağaraya yakın arıtma
tesisi kurmayı, mağara üstünden de yol yapmayı
planlıyor. Bu sebeple burası arkeopark olma
özelliğini yitiriyor.” diyor.
Mağaranın tavanlarındaki duman isleri, arkeolojik
kaynaklarda var olduğu resmedilen mağara adamlarının
çizdiği ‘gemi resimlerine’ siyah bir perde çekmiş.
Yürürken yerde görülen çukurlardan mağarada yakın
zamanlarda kazı çalışmaları yapıldığı anlaşılıyor.
Define avcılarının en sık çalıştığı yerler arasında
Yarımburgaz Mağaraları. Bunun yanında İstanbul
Üniversitesi de arkeolojik kazı çalışmaları yapmış.
Paleolitik tabakada gerçekleştirilen kazılarda
mağara adamlarının kullanmış oldukları çakmaktaşı
yonga, çekirdek, yumru gibi aletler ortaya
çıkarılmış. Bunların bazı örnekleri, İstanbul
Arkeoloji Müzeleri’nin “Çağlar Boyu İstanbul” bölümü
girişindeki vitrinlerde sergileniyor. Yarımburgaz’ın
üst mağarası, Bizans döneminde keşişler tarafından
kilise-manastır olarak kullanılmış. İstanbul’daki
ilk kilise olarak biliniyor. Yarımburgaz
Mağaraları’ndan başlayarak Yerebatan Sarnıcı’na
kadar ulaşan su şebekesi Osmanlı Sarayı’nın su
ihtiyacını karşılamış.
Yarımburgaz Mağaraları, yönetmenlerin de doğal
görünümünü keşfettiği yerlerden biri. Yapımcılar,
filmin konusuna göre duvarlara sıva ve boya yapmış,
hatta yapay su akıntıları için su pompalamış. Tüm
tahribata rağmen ayakta kalmaya çalışan mağara
duvarlarında yazılar, futbol takımlarının sembolleri
işaretlenmiş şekilde görülüyor. Tüm bu zararlara
rağmen Yarımburgaz Mağaralan, sahiplenilmeyi ve
ziyaretçilerini bekliyor.
Emlak Kulisi, 06.12.2010
ESKİ EVLER KIYMETE BİNDİ
Çok sayıda
tescilli ve eski yapının yer aldığı
Hatay'da,
son aylarda başlatılan eski binaları kullanıma
açarak gelecek kuşaklara aktarma çalışması
kapsamında, atıl durumdaki binalar değer kazanmaya
başladı. Çok sayıda kurum ve sivil toplum örgütünün
ev satın almak istemesi nedeniyle eski evlerin
metrekare fiyatı katlandı. Antakya Belediye Başkanı
Lütfü Savaş, kentin zengin tarihini
ortaya çıkartıp turizme katkı sağlamayı
amaçladıklarını söyledi.
Kültür ve Turizm Bakanlığı,
Hatay Valiliği ve
Antakya
Belediyesi işbirliğiyle tarihi dokunun
canlandırılması için kısa süre önce çalışma
başlatıldığını ifade eden Savaş, bu kapsamda kamu
kurumları ile bazı sivil toplum kuruluşlarının eski
ev satın aldığını kaydetti. Bu evlerin gelecek
kuşaklara aktarılması ve turizme kazandırılmasıyla
ilgili restorasyon çalışmalarının devam ettiğini
vurgulayan Savaş, şunları kaydetti:
“Tarihi ve doğal güzelliklere sahip Hatay'ın
turizmden hak ettiği payı daha çok almasını
istiyoruz. Bu kapsamda tarihi dokuyu ayağa kaldırmak
için kolları sıvadık. Atıl durumdaki, çürümeye terk
edilmiş çoğu tescilli eski Antakya evlerini eski
ihtişamlı günlerine kavuşturmayı amaçlıyoruz. Bu
kapsamda çoğu kurum ve sivil toplum örgütü ev
sahiplerine ulaşarak birer ev satın aldı. Çalışmanın
daha da genişletilmesi için kentteki her kurumun ev
almasını istiyoruz. Ancak, artık mülk sahipleri de
eskiden daha uygun fiyatlara elinden çıkarmaya
çalıştığı evi talebin artmasıyla yüksek fiyatlardan
satmaya başladı. Bu durum da ev satın almak
isteyenlere olumsuz yansıdı. Ancak, fiyatların
yükselmesi çok normal. Eski binalar hak ettiği
değeri bulmaya başladı.”
Belediyenin de eski bir Antakya evini satın aldığını
belirten Savaş, burayı restore ettirerek turizme
kazandıracaklarını söyledi.
Eski yapıların yoğun olarak bulunduğu
Çankaya ve Örnek
sokaklarda, binaların dış cephe ve çatısını restore
etme çalışmaları başlattıklarını ifade eden Savaş,
şu ana kadar 100'ün üzerinde binanın bu çalışmalar
kapsamında güzel görünüme kavuşturulduğunu kaydetti.
Çalışma kapsamında tarihi Uzun Çarşı'da
da restorasyon çalışması yaparak burayı kentin en
gözde yeri haline getirmeyi amaçladıklarını vurgulan
Savaş, tarihi yapıların restore edilip kullanılarak
yaşatılacağını ve şehrin otantik görünümünün
korunacağını belirtti.
Hatay Sanayici ve İş Adamları Derneği (HASİAD)
Başkanı Yahya Kemal Nalçabasmaz,
başlatılan çalışma kapsamında kendilerinin de
Kurtuluş Caddesi'nde bir ev satın aldıklarını ve
buranın restorasyonunun devam ettiğini söyledi.
Satın aldıkları evi hizmet binası olarak kullanmayı
düşündüklerini belirten Nalçabasmaz, “4 ev daha
satın almak istiyoruz. Ancak ev sahipleri evin
metrekare fiyatını 250 liradan, bin liranın üzerine
çıkardı. Bu yüksek rakamlar nedeniyle sıkıntı
yaşıyoruz” diye konuştu.
Hatay Esnaf ve Sanatkarlar Odaları Birliği (HESOB)
Başkanı Kadir Teksöz de aldıkları
bir evin restorasyonunun devam ettiğini, burayı
Avrupa Birliği (AB) projesi eğitimleri için
kullanacaklarını kaydetti. Talebin artması nedeniyle
ev fiyatlarının da giderek yükseldiğinin vurgulayan
Teksöz, uygun fiyata ev bulmakta sıkıntı
yaşadıklarını belirtti.
Hürriyet, 06.12.2010
254 TARİHİ SİKKE ELE GEÇİRİLDİ
Diyarbakır İl Jandarma Komutanlığı'nca gerçekleştirilen çalışmalarda 254 adet tarihi sikke ele geçirildi.
Diyarbakır Valiliği'nden yapılan açıklamaya göre, Kayapınar İlçesi Pirinçlik Köyü'nde İl Jandarma Komutanlığı'nca yürütülen çalışmalar kapsamında İstanbul'dan, Diyarbakır'a gelen bir yolcu otobüsünde arama yapıldı. Yapılan aramalarda Diyarbakır'a ulaştırılması için emanet verilen bir koli içerisinde yazıcının kartuş bölmesinin bulunduğu kısma, poşet içerisinde saklanmış vaziyette 254 adet çeşitli renk ve ebatlarda Bizans ve Roma dönemine ait olduğu belirlenen sikke ele geçirildi. Koli üzerinde alıcı olarak ismi geçen N.B. isimli şahıs yakalanarak gözaltına alınırken tarihi sikkeler Diyarbakır Müze Müdürlüğü'ne teslim edildi. Koliyi gönderen T.Ç. isimli şahsın ise arandığı kaydedildi.
Diyarbakır Kent Haber, 06.12.2010
TABLODAKİ ÇOBANA 880 BİN TL
Antik A.Ş'nin 264.
müzayedesinde, Nazmi Ziya'nın 1919 yılında yaptığı
eski Türkçe imzalı 'Kırmızı giysili çoban ve
koyunlar' tablosu 880 bin TL'den alıcı buldu.
Naci Kalmukoğlu'nun natürmort tablosu 400 bin TL, Türk
hat sanatının önemli isimlerinden Kazasker Mustafa
İzzet'in üzerinde nadir görülen Mekke ve Medine
resimleri olan Hilye-i Şerifesi 430 bin TL', Esseyid
İbrahim Namık'ın hazırladığı Kur'an-ı Kerim 85 bin
TL satıldı. Toplam 260 eserin satışa sunulduğu
müzayedede tedavüle çıktığı 1927 yılında bin tane
Cumhuriyet altınına karşılık gelen, en nadir ve
değerli Türk banknotu olma özelliğinin yıllar
geçmesine rağmen koruyan İngiltere basımı bin lira,
250 bin TL muhammen bedelle satışa sunuldu. Ancak
alıcı bulamadı.
Yeni Şafak, 06.12.2010
BİN YILLIK KİLİSE KÜTÜKLE HAYATA TUTUNUYOR
Erzurum'un Uzundere İlçesi'ne
bağlı Çamlıyamaç Köyü'nde bulunan bin yıllık Öşvank
Kilisesi, çalınan sütunun yerine konulan kütüğün
çürümesi nedeniyle çökme tehlikesiyle karşı karşıya
kaldı.
Tarihi kilise, Gürcü Kralı Kuropalat
Adarnese'nin oğulları Davit ve Prens Bagralt
tarafından 963- 973 yılları arasında
yaptırılmış. Yapının her an yıkılabileceğini
belirten Uzundere Belediye Başkanı Halis Özsoy,
yetkililerden ilgi beklediklerini söyledi.
Çamlıyamaç Köyü'nde bulunan Öşvank
Kilisesi'nin kabartma taşlarla süslü sütunu, iki
yıl önce çalındı. Hırsızlar 1.5 metre boyundaki
sütunun yanı sıra kilisedeki kabartma heykel ve
resimleri de yerlerinden sökerek götürdü.
Kilisenin bu bölümünün çökmemesi için çalınan
sütunun yerine ağaç kütük konuldu.
İki yıldan bu yana kiliseyi ayakta tutan kütük,
sonunda hava şartları ve taşıdığı ağıorlığa
dayanamayarak çürümeye başladı. Yılda yaklaşık
10 bin turistin ziyaret ettiği kilisenin,
kütüğün çürümeye başlamasıyla birlikte çökme
riskiyle karşı karşıya kaldığına dikkat çeken
Uzundere Belediye Başkanı Halis Özsoy, kilisenin
acil bir şekilde onarıma alınması gerektiğini
söyledi.
Tarihi kilisenin restorasyonunu yapma
sözü veren Gürcistan Hükümeti'nin aradan geçen
iki yılda hiçbir çalışma yapmadığına dikkat
çeken Belediye Başkanı Özsoy, kilisenin onarımı
için Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay'la
da durumu görüştüklerini söyledi. Özsoy,
kilisenin içinde bulunduğu vahim durumu
Gürcistan'ın Ankara Büyükelçisi'ne de
aktardıklarını vurguladı.
Bakan Günay'ın Gürcistan'a giderek tarihi
kilisenin onarımıyla ilgili protokol
imzalamasını beklediklerini söyleyen Özsoy,
'İnşallah bir facia yaşanmadan onarım
tamamlanır' diye konuştu.
Bölgenin piskoposluk merkezi Öşvank
Manastırı Çamlıyamaç Köyü'nde bulunan bölgedeki piskoposluk
merkezlerinden olan Öşvank Manastırı 11.
yüzyılda elyazmalarıyla ünlü önemli bir kültür
merkezi olarak tarihteki yerini alıyor.
Duvarlardaki yazıtlara göre yapı, Vaftizci
Yahya'ya adanmış. 1022'de bölgenin Bizans
denetimine geçmesinin ardından, kilisenin
yıkılan kubbesi onarılmış. Bu önemini 15.
yüzyıla kadar koruyan Manastır Kilisesi, 19.
yüzyılın sonundan 1980'e kadar cami olarak
kullanılmış. 1985'te ise Kültür Bakanlığı
tarafından tescil edilerek 'korunması gereken
taşınmaz kültür varlıkları' arasına alındı.
Akşam, Haber: Levent Akpınar, 06.12.2010
İNTERNETTEN 'TARİHİ' SATIŞ JANDARMAYA TAKILDI
Antalya’nın Kalkan İlçesi'nde, tarihi eseri internet üzerinden satmaya çalışan bir kişi gözaltına alındı. Kalkan Jandarma Komutanlığı ekipleri, Kalkan’a bağlı Akbel mevkiinde bir şahsın elinde bulunan tarihi eserleri internet üzerinden satmak için müşteri aradığını öğrendi. Bunun üzerine harekete geçen jandarma ekipleri, yapılan çalışmalar neticesinde S.K.’nın (42) tarihi eserleri sattığı internet sitelerini belirledi.
İnternet üzerinden S.K.’ya ulaşan jandarma ekipleri, şahısla pazarlık yapmaya başladı. Şahsın yerini belirleyen jandarma ekipleri düzenledikleri operasyonda yakaladıkları S.K.’nın evinde internet üzerinden satılmak istenen iki adet tarihi eseri ele geçirdi. S.K., sorgulanması ve tarihi eserlerin ekspertizi ile araştırılması için adli makamlara sevk edildi.
Türkiye Gazetesi, 06.12.2010
'HAVA NASIL' SORUSUNA BEYAZIT'TAN YANIT
İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nden yapılan
açıklamada, kentin onlarca simgesi arasında ayrı bir
yeri olan Beyazıt Kulesi’nin yıllarca tulumbacılar
ve itfaiyeciler tarafından gözlem yeri olarak
kullanıldığı anımsatıldı.
Açıklamada, kentin büyümesi ve teknolojinin
gelişmesiyle birlikte itfaiyecilerin bu kulede bir
süre daha görev yaptığı, kuleye renkli lambalar
takılarak hava durumunu bildirdiği ifade edildi.
Beyazıt Kulesi’nin ışıklarından mavinin havanın
ertesi gün açık, yeşilin yağmurlu, sarının sisli,
kırmızının ise havanın ertesi gün karlı olacağına
işaret ettiği belirtilen açıklamada, bu uygulamanın
1995 yılında tamamen sona erdiği hatırlatmasında
bulunuldu.
Açıklamada, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir
Aydınlatma ve Enerji Müdürlüğü önderliğinde, Siemens
A.Ş. ve Osram A.Ş. tarafından aydınlatılan Beyazıt
Kulesi’nin, İstanbullulara yıllar sonra bir
nostalji yaşatarak hava durumunu yeniden bildireceği
kaydedildi.
Aynı açıklamada, "Günümüzde yangınlar gözetlenmese
de İstanbul siluetinin bir parçası olan kulenin,
titizlikle çalışılan proje hazırlık aşamasının
ardından esere saygılı mimari aydınlatma uygulaması
sayesinde, hem geceleri kendini gösterebileceği hem
de gelenekselleşmiş hava durumunu ışık renkleriyle
gösterme nostaljisini yaşatacağı" vurgulandı.
Beyazıt Kulesi’ndeki aydınlatma işleminin bu
akşamdan itibaren başlayacağı belirtildi.
-BEYAZIT KULESİ- 1749 yılında, Küçükpazar’da çıkan büyük yangının
ardından, Ağakapısı Süleymaniye’de İstanbul
Müftülüğü ile İstanbul Üniversitesi’nin Botanik
Enstitüsü olarak kullanılan iç avlusu köşesine ilk
yangın kulesi yapıldı. Ancak kulenin ahşap olması
sebebiyle birçok kez yapılmasına rağmen kulenin
yanması önlenemedi.
Padişah 2. Mahmut, 1828 tarihinde Senekerim Balyan’a,
şu anki İstanbul Üniversitesi’nin Beyazıt semtinde
bulunan üniversite yerleşkesinin tarihi giriş kapısı
arkasındaki bahçenin içerisine, Beyazıt Kulesi’ni
kagir olarak yaptırttı.
1849 yılındaki zelzelede hasara uğrayan kulenin,
geniş saçaklı, ahşap örtülü külahı değiştirilerek,
sekizgen planlı, yuvarlak pencereli, yukarıya doğru
daralan üç kat şeklinde yeniden tasarlanarak inşa
edildi. 1889 yılında da ise kuleye bayrak direği
eklendi.
Yangın kulesine "yangın köşkü", gözcülerine de
"köşklü" denirdi. Beyazıt Yangın Kulesi’nde 20
köşklü bulunurdu. Kulelerdeki odalarda yatar
kalkarlardı. 1923’e kadar köşklüler kulelerdeki
görevlerine devam ettiler.
Radikal, 06.12.2010
ZEUGMA'YA FISTIK PARASI
Gaziantep'in Nizip İlçesi Belkıs Köyü yakınlarında bulunan ve 10 yıl önce Birecik Baraj gölü altında kalan Zeugma antik kentinde kurtarma kazıları sürerken, kazıların yapılacağı alanın genişlemesi nedeniyle Valilik, bu bölgede bulunan antepfıstığı ağaçlarını kamulaştırdı.
Valilik satın aldığı fıstık ağaçlarını işleterek veya kiraya vererek toplanan fıstıklardan elde edilen parayı her yıl Zeugma'da kazı çalışmalarına harcayacak. 2 bin fıstık ağacından yılda ortalama 130 bin lira gelir elde edilmesi hedefleniyor. Bunun kiraya verilmesi halinde yarısı gelir olarak alınacak.
Gaziantep Valiliği İl Özel İdaresi Genel Sekreteri Cafer Yılmaz, yüzlerce dönüm fıstık ağaçlarının bulunduğu alanda önemli tarihi kalıntıların olduğunun tahmin edildiğini, kazı ekibi başkanının talebi üzerine antepfıstığı ağaçlarının kamulaştırmasının yapıldığını söyledi.
Valilik tarafından kamulaştırılarak satın alınan 2 bin fıstık ağacının işletileceğini veya kaymakamlık aracılığıyla kiraya verilerek yıllık 20-25 ton gelir elde edileceğini, bunun da Zeugma kazıları için harcanacağını vurgulayan Yılmaz, şöyle konuştu:
“Fırat Nehri'nin kenarında normalde yerleşim yerleri ve fıstık ağaçlarının olduğu yerler. Tarihi kent, tarihi alanlar da bu alanlar da bu alan içerisinde. Dolayısıyla biz kamulaştırmak yoluna gittik. Yaklaşık 150 dönüm alanı kamulaştırdık. Bu alanda tabi yüzlerce binlerce fıstık ağacı da var, görülüyor. Şöyle bir pratik uygulama yaptık. Kamulaştırdığımız fıstık ağaçlarının gelirlerini de kaymakamlığa devrettik. Kaymakamlık da kazı ekibinin bazı ihtiyaçlarını bu yolla karşılıyor. Bu şekilde hem kamulaştırma sonunda ortaya çıkan bu şeyi atıl durumda kalmamış oldu, hem de kazı ekibi bu şekilde desteklenmiş oluyor. Böyle pratik bir uygulama gerçekleştirmiş olduk biz. Tahminen 2 bin ağaç vardır, 2 bin ağaç vardır. Yani tonlarca fıstık demek bu da olduğunda. Bunun gelirlerini kaymakamlık kiraya veriyor, kendisi karışmıyor aldığı kira gelirini, aldığı kira gelirini yine hem diğer ihtiyaçlarını hem özellikle Zeugma'daki kazı ekibinin ihtiyaçları ve buradaki diğer alanlar için kullanıyorlar.
Malum fıstık bir yıl olur bir yıl olmaz. Bu hesabı ürettiğimizde toplam 15-20 ton arası fıstık çıkar. Bu da buradaki kazı ekibi için oldukça güzel bir ekstra bir gelir kaynağı. Biz özel idare olarak burayla ilgili bir tasarrufta bulunmuyoruz. Yani kamulaştırdığımız alandaki gelirleri doğrudan kaymakamlığa ve oradan da yine kazı ekibine ve kazı çalışmalarına katkıda bulunmuş oluyoruz. Biz de fıstığın her yıl var olması için dua ediyoruz. Sonuçta buradaki gelir yine turizme katkı olarak geri dönmüş oluyor.”
Hürriyet, 06.12.2010
MERYEM ANA KİLİSESİ, BELEDİYEYE DEVREDİLDİ
Manisa’nın Kula İlçe Belediyesi, Meryem Ana
Kilisesi Projesi’ni Tarihi Kentler Birliği’ne sundu
ve “Tarihi ve kültürel mirası koruma ve uygulamaları
özendirme” yarışmasında ödül aldı.
Belediye bunun üzerine restorasyon projesinin
uygulanabilmesi için harekete geçti. Belediye ve
kaymakamlık,
Maliye Bakanlığı Milli Emlak Genel Müdürlüğü ile
Kültür ve Turizm Bakanlığı’na başvuruda bulundu. Bu
girişimler sonucunda Zaferiye Mahallesi’nde bulunan
Meryem Ana Kilisesi’nin mülkiyet hakkı Kula
Belediyesi’ne devredildi. Belediye Başkanı Selim
Aşkın, “Proje ihalesi tamamlandıktan sonra kilisenin
restorasyon çalışmalarına başlanacak” dedi.
Hürriyet Ege, Haber: Hikmet Sepet, 06.12.2010
TARİHİ ÇEŞMENİN ESTETİĞİ
BOZULDU
Bingöl'ün Adaklı
İlçesi'nde bulunan ve yapılış tarihi kesin olarak
bilinmeyen tarihi Bağlarpınarı Köyü Çeşmesi'nde
yapılan onarımın tarihi eserin estetiğini bozduğu
belirtildi.
Bağlarpınarı Köyü'ndeki
Temran Camii yanında bulunan çeşmenin inşa tarihine
dair herhangi bir bulgu olmadığı için ne zaman ve
kimler tarafından yapıldığı bilinmiyor. Kesin yapım
tarihi bilinmeyen çeşme 19. yüzyıl başında yapılan
cami ile tarihlendirilirken, kesme taştan ve iki
oluklu olarak inşa edilmişti. Tarihi çeşmede yapılan
incelemelerde, günümüzde üstüne beton tavla
döküldüğü ve kireç sürüldüğü için estetiğinin
bozulduğu tespit edildi. Çeşme ile caminin yanında
bulunan ve Sait Yazıcı tarafından ev olarak
kullanılan eski konağa ait bahçede taş işçiliğinin
birkaç örneğinin bulunduğu belirtildi. Yapılan
incelemelerde bu taşların eski banyo taşı, malak,
yalak benzeri taştan yapılmış eşyalar olduğu
belirlendi.
Bingöl Kent Haber,
06.12.2010
BİR TARİH YOK OLUYOR
Bitlis'in Ahlat
İlçesi'ndeki faaliyet gösteren 13 sivil toplum
örgütü (STK) temsilcisi ilçedeki kazı alanlarını
gezerek yapılan 43 yıllık kazıların yerinde tespit
edilmesi için Kültür Bakanlığı'nın ilçeye bir
denetim ekibini göndermesini istedi.
Tarihi yapıların kendi
kaderlerine terk edilmiş olmasının kendilerini
rahatsız ettiğini belirten STK temsilcileri adına,
Ahlat'ı Geliştirme Güzelleştirme ve Tanıtma Derneği
(AHGED) Başkanı İsmail Yurttaş bir açıklama yaptı.
Yurttaş "Burası bizim ecdadımızın mezarlığı,
Anadolu'yu bizlere yurt edindirmek için, yurt olarak
bırakabilmek için mücadele eden insanların bulunmuş
oldukları yer. Ve burayı gezip gördüğümüzde, doğrusu
bir yandan ecdadımıza bir kez daha Anadolu'yu
bizlere yurt olarak bıraktıkları için minnet
duyarken, onları rahmetle, şükranla yad ederken, bir
yandan onların aziz hatırasına karşı duyarsızlığı
görünce de içimizi hüzün kaplamaması mümkün değil"
dedi.
Dünyanın neresinde
olursa olsun böylesine ihtişamlı anıt mezarların
bulunmuş olduğu bir alanın, o ülkenin göz bebeği
olacağını vurgulayan Yurttaş, "Belki o ülkenin bütün
imkanlarını akıtarak, hem sahip çıkma anlamında hem
onları gelecek nesillere sağlam bırakabilme adına,
mutlaka o ülke elinden gelen her şeyi yapardı. Ama
biz baktığımızda o duyarlılığı görmüyoruz.
Arkeolojik kazılar yapılmış, kazı alanları Allah'a
ve Ahlat'lıya emanet edilmiş. Ne doğal şartlardan
korumaya dönük, ne hazine avcılarından korumaya
yönelik herhangi bir önlem alınmış. Ya bir kamera,
ya bekçi bırakma ya da restore ederek gelecek
kuşaklara aktarma adına hiçbir şeyin yapılmadığını
görüyoruz. Bu taşlar kendi başlarına sonsuza kadar
var olamaz. Mutlaka bir şeylerin yapılması ve
korunması lazım. Eğer Anadolu vatanımız diyorsak,
başlangıç noktasının Ahlat olduğunu kabul ediyorsak,
Ahlat'taki tarihi eserlerin korunmasında da hepimize
çok önemli görev düşüyor. Başta devletimizi
yönetenlere çok önemli görev düşüyor. Ancak hep
birlikte gezip gördük ki, o hassasiyeti burada
görmemiz mümkün değil. Doğrusu Kubbet-ül İslam
unvanıyla asırlarca İslam'ın ve Anadolu'yu yurt
edinen ecdadımızın en önemli şehri olmuş olan
Ahlat'a karşı bu duyarsızlığı anlamak da mümkün
değil. Ümit ediyorum ki en kısa süre içerisinde
Kültür ve Turizm Bakanlığı buraya bir denetim ekibi
yollayarak 43 yıllık kazılar esnasında neler
yapıldığını yerinde tespit eder, Ahlat'taki bu
tarihi eserlerimizi bizden sonraki kuşaklara da
sağlam bırakabilmek ve bizden sonraki kuşakların da
buradaki tarihi eserlerden feyz almalarını
sağlayabilmek adına önemli bir yol haritası çizer.
Özellikle Cumhurbaşkanının Ahlat'ı himayesine
almasının bu alanda önemli bir rol oynayacağını umut
ediyorum" diye konuştu.
Düzenlenen geziye ve
yapılan basın açıklamasına, Ahlat İlçesindeki sivil
toplum örgütlerinin temsilcilerinden, Ahlat Esnaf ve
Sanatkarlar Odası (AESO) Başkanı Nesim Şeker, Ahlat
Ziraat Odası (AHZO) Başkanı Necat Demirden, Ahlat
Sulama Birliği Başkanı Kerem Alkış, Ovakışla Sulama
Birliği Başkanı Abdulhalık İlkan, Ahlat Esnaf
Kefalet Kooperatifi Başkanı Ayvaz Şarkbülbülü,
Ahlat'ı Geliştirme Güzelleştirme ve Tanıtma Derneği
(AHGED) Başkanı İsmail Yurttaş, Ahlat İlçesi
Kültürel Değerlerini ve Tarihi Eserlerini Koruma
Derneği (AHTEK) Başkanı Muzaffer Pirhasanoğlu, Ahlat
Fotoğraf Sanatçıları Derneği (AFSAD) Başkanı Oktay
Bayar, Ahlat Folklor Turizm Eğitim Derneği (AFTED)
Başkanı Ömer Timuçin, Ahlat Fotoğrafçılık Kulübü
Başkanı Geylani Adıyman ile Tatvan Ticaret ve Sanayi
Odası (TATSO) Yönetim Kurulu Üyesi Muhsin
Hacıyusufoğlu, STK üyeleri ve ilçede görev yapan
gazeteciler katıldı.
Van Gölü kıyısında
bulunan Bitlis'in Ahlat İlçesinde, 1960'lı yılların
sonlarından itibaren yapılan kazı çalışmaları, Türk
ve dünya tarihi açısından büyük önem arz ediyor.
Ahlat, tarihte 'Kubbetül İslam' unvanının Berh ve
Buhara'dan sonra verildiği bir kent olarak
tanınıyor. İçerisinde barındırdığı tarihi
kümbetleriyle "Kümbetler diyarı Ahlat", Selçuklu
Mezarlığı ile de "Anadolu'nun Orhun Abideleri"
olarak da anılıyor. Selçuklu Mezarlığı'nda bulunan 8
bin 169 adet mezar taşının her biri ise abide
niteliği taşıyor. Ahlat'ta tarihi hamamlar,
Anadolu'nun ilk Budist mabedi, tarihi Ulu Cami gibi
birçok kazı alanları da bulunuyor. Orta Çağ'ın
mimarlar kenti olarak bilinen Ahlat'ın özellikle 13.
ve 14. yüzyılların çok büyük ilim kültür ve ticaret
merkezi olması açısından burada çıkarılan eserlerin
korunması, restore edilmesinin ilçe halkı ve Türkiye
için çok büyük önem arz ettiği ifade ediliyor.
BitlisKent Haber,
06.12.2010
PANAGIA MANASTIRI SİT ALANI OLUYOR
Gümüşhane'nin Torul İlçesi'ndeki Meryemana olarak
da bilinen Panaghia Manastırı'nın sit kapsamına
alınacağı bildirildi.
Çit Deresi üzerinde bulunan Halilli kemer
köprüsünden geçerek ormanlık alan içerisinde bulunan
Panaghia Manastırı’na yaklaşık bir saat yürüdükten
sonra ulaşan Gümüşhane Valisi Enver Salihoğlu,
’’Mevcut iki kemer köprümüzün restorasyonunun
ihalesi yapıldı. Köprülerimiz en kısa zamanda
restore edilerek, korunacak’’ dedi.
Meryemana olarak da bilinen Panaghia
Manastırı’nın tarih kayıtlarına göre 890-900 yılları
arasında üç keşiş tarafından kurulduğunu, tescilinin
yapıldığını belirten Salihoğlu, şöyle konuştu:
’’Bölgemizde eskiden Rum kökenli yurttaşlarımız
yaşadığı için ilimiz genelinde kendilerine ait çok
sayıda ibadethaneleri bulunuyor. Büyükçit köyümüzde
bulunan kilise de bir manastır şeklinde yapılmış.
Ama ne yazık ki birçok yerde olduğu gibi
koruyamamışız. Umarım, bu şekliyle de olsa koruruz.
Manastırın bilgilerini Trabzon Koruma Kuruluna
intikal ettireceğiz. Koruma kararı
çıkartabileceğiz.’’
Panaghia Manastırı’nın hem ulusal hem de dünya
mirası olduğunu ifade eden Salihoğlu, şunları
kaydetti:
’’Bunları korumak lazım. Bu eserler herkese aittir.
Maalesef define avcıları bu tür yerlere hücum
ediyor. Taşını kırıyorlar, temellerini oyuyorlar.
Böylece bu tarihi eserler zaman içerisinde çöküyor
ve ortadan kayboluyor. Onların bu kötü niyetleri, bu
tarihi eserleri geleceğe devretmemize engel oluyor.
Bu değerler, tarihten bize kalmıştır. Bütün dinlere
saygılıyız. Bunlar da onların ibadethaneleridir.
Panaghia Manastırı, hem ulusal hem de dünya
mirasıdır, korumak lazım.’’
Panaghia Manastırı (Meryemana) Nerededir ? Panaghia Manastırı, Büyükçit Köyü vadisinde Çit
Deresi’nin sol tarafındaki yamaç üzerindedir.
Manastıra ana yoldan ayrılan iki köprüden geçilerek
patika bir yolla ulaşılmaktadır. Manastır, yüksek
duvarlarla çevrili avlunun içindedir. Manastırı ilk
kez 890-900 tarihleri arasında üç keşişin kurduğu
belirtiliyor. Daha sonra Trabzon Komnenosları
döneminde ve 19. yüzyılda da onarılmıştır.
Trt/Haber, 05.12.2010
TARİHİ MEDRESEYE 2011 VİZYONU
Erzurum Büyükşehir Belediyesi, Dünya Üniversitelerarası Kış Oyunları madalya törenlerinin gerçekleştirileceği Çifte Minareli Medrese Parkı'nda peyzaj çalışması başlattı. Çalışmalar kapsamında parktaki bütün ağaçlar ve metal aksamlar söküldü.
Erzurum'da 27 Ocak- 6 Şubat tarihleri arasında düzenlenecek olan 25. Dünya Üniversitelerarası Kış Oyunları öncesinde Büyükşehir Belediyesi çalışmalarını bütün hızıyla sürdürüyor. Büyükşehir Belediyesi Çevre Koruma Daire Başkanlığı, Çifte Minareli Medrese'nin çevresindeki yeşil alanı söktü. Cuma günü başlatılan söküm çalışmaları cumartesi günü tamamlandı. Sökülen alanda Üniversitelerarası Kış Oyunları madalya törenlerinin gerçekleştirileceği ve bu nedenle daha modern görünüme ve yüksek kullanıma açık bir parkın oluşturulacağı belirtildi. Peyzaj çalışmalarının kar düşmeden en kısa süre içerisinde tamamlanacağı ve bu amaçla bütün ekiplerin gece gündüz demeden çalıştığı ifade edildi.
Diğer taraftan Erzurum Büyükşehir Belediyesi yıl içerisinde şehrin değişik noktalarına diktiği 26 bin bin gül fidanını soğuklara karşı korumaya aldı. Daha önceden şiddetli soğuğa bağlı dona karşı üzerlerine siyah poşet geçirilen gül fidanları, gül motifli beyaz poşetlerin içerisinde korumaya alındı. Büyükşehir Belediyesi Çevre Koruma Daire Başkanlığı ekipleri dün sorumluluk alanlarındaki bütün park, bahçe ve refüjlerdeki güllerin üzerindeki siyah poşetleri söküp, yerlerine beyazlarını taktı.
Erzurum Gazetesi, Haber: Orhan Yıldırım, 05.12.2010
GİZEMLİ YER İLGİ ÇEKİYOR
Güney Amerika'nın gizemli İnka uygarlığının
Peru'nun yüksek dağlarında kurulu kalıntıları, her
yıl 2,5 milyon ziyaretçi ağırlıyor.
Tarihte, bugünkü Şili, Bolivya, Peru, Kolombiya ve
Ekvador ülkelerini kapsayan bir imparatorluk olarak
bilinen İnkalar, bugüne bıraktıkları izleriyle Güney
Amerika'daki en önemli tarihi değerlerden biri olma
özelliğini taşıyor.
Keşfedildiği 1911 yılından beri, o bölgedeki gözde
turizm
merkezlerinden biri haline gelen İnka medeniyetinin
kalıntıları her geçen gün daha fazla ilgi görüyor.
Bölgedeki Machu Picchu antik kenti, 2007 yılında,
Ürdün'deki Petra antik kenti, Çin Seddi,
Brezilya'daki Kurtarıcı İsa Heykeli, Meksika'daki Chichen Itza Piramidi, İtalya'nın Roma kentindeki
Kolezyum ve Hindistan'daki Taç Mahal anıt mezar ile
birlikte dünyanın 7 harikasından biri seçilmişti.
Bölgeye gelenleri karşılayan yöre sakinleri de
geçmişin gizemli medeniyetinin izlerini taşıyor.
İlgi çekici giysileri ve canlı renkleriyle
turizmi de canlı
tutmaya çalışıyorlar. Yöresel kıyafetler ile
takılar, ilgililerine satılabiliyor. Rengarenk
giysiler içindeki yerli halktan biriyle resim
çektirmek istediğinizde belli bir ücreti de göze
alıyorsunuz.
Peru Meclisi Peru-Türk Dostluk Grubu Başkanı Anibal
Huerta Dias, AA muhabirine yaptığı açıklamada, İnka
medeniyeti kalıntılarının dünya harikalarından biri
olduğunu belirtti.
Latin Amerika için İnka'nın çok önemli bir uygarlık
olduğunu, bu uygarlığın merkezinin Cusco şehri
olduğunu kaydeden Dias, ''Şu an ki 5 ülke yani Şili,
Bolivya, Peru, Kolombiya ve Ekvador İnka
imparatorluğunun içindeydi. Bunlar Peru'yu her yıl
İnka medeniyetinin izlerini görmek isteyen yerli ve
yabancı 2,5 milyon turist ziyaret ediyor. Peru'yu
ziyaret edenler, İnka İmparatorluğu'nun kültürüyle
karşılaşacaklar. Böylelikle kültürümüzü
öğrenecekler. Bu yönden Cusco çok önemli bir şehir.
Cusco İnka İmparatorluğu'nun başkentiydi'' dedi.
Peru'ya gelenlerin değişik değişik iklimlerle
karşılaşacağını ifade eden Dias, ''Başkentimiz
Lima'dan 1,5 saat kuzeye gittiğiniz de, orada her
zaman yaz mevsiminin yaşandığını, kış mevsiminin
yaşanmadığına şahit olacaksınız. Dağlık alan
dediğimiz yerlerimizde ise her zaman kış mevsimi
yaşanıyor ve o bölgede her zaman karı
görebilirsiniz. Peru çok değişik iklimlerin
bulunduğu bir ülke. Özellikle Pasifik Okyanusu'na
kıyımız olması dolayısıyla balık unu üretiminde
dünyanın en önemli ülkelerinden biriyiz. Aynı
zamanda Peru mutfağı, Güney Amerika'da özellikle en
iyi mutfaklarından biri. Daha önce Avrupa'da
girdiğimiz bir yemek yarışmasında birinciliğimiz
var'' diye konuştu.
Habertürk, 05.12.2010
160 YILLIK YETİMHANE REZİDANSA DÖNÜŞECEK
Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün mülkü olan Bebek
sırtlarındaki eski Fransız Yetimhanesi aslına sadık
kalınarak özel bir gayrimenkul projesine
dönüştürülecek. 63 dönümlük arazide yer alan mülkü
49 yıllığına kiralayan Bebek Turizm AŞ’nin birkaç
yıl önce planladığı bu proje, şimdi sektörün bir
başka oyuncusunun da ortaklığıyla hayat bulacak.
Taner Demir’in yönetim kurulu başkanlığını yürüttüğü
Bebek Turizm’in çoğunluk hissesini alan Timur
Gayrimenkul, inşaatı yüzde 90 oranında tamamlanmış
16 tarihi binayı daha önce görülmemiş bir projeye
dönüştürmeyi amaçlıyor.
Timur Gayrimenkul Yönetim Kurulu Üyesi Erden Timur,
Bebeköy ismiyle anılan proje için, “49 yıllığına
burayı kiralayan şirketin çoğunluk hissesini aldık.
Burada gerçekleştirilecek proje yalnızca bir
rezidans ya da alışveriş merkezi olarak
değerlendirilemez. Cumhuriyet tarihinin en dikkat
çekici projelerinden olacak. Pek çok farklı
fonksiyon düşünüyoruz. Boğaz manzaralı çok özel bir
yer burası. Biz de o tarihi mimariye sadık
kalacağız” dedi.
Erden Timur, NEF markasıyla şehrin merkezi
lokasyonlarında yeni projeler üretmeye devam
edeceklerini de kaydederek, şu bilgileri verdi:
“Levent’te inşa ettiğimiz ve tamamı satılan NEF
Flats 163’ten sonra, NEF İki olarak
nitelendirdiğimiz konseptte, yani şehir merkezine,
toplu taşıma noktalarına ve E5, TEM Otoyolu gibi
bağlantı noktalarına yakın konumda yer alan bir
projeye daha başlıyoruz. NEF İki Haliç adıyla hayata
geçirdiğimiz bu projede 1+1 ve 2+1 daireler yer
alıyor. Bunlar dışında, NEF Offices Levent 05 adlı
bir de ofis projemiz var. Apa Ailesi’nin Levent’teki
arazisinde inşa edeceğimiz bu proje için dünyaca
ünlü mimarlık şirketinin katıldığı bir mimari
yarışma açtık. Bu şirketler; RMJM, FX Fowle, SOM,
Autoban, Mimark, Audrey Matlock.”
Projelerinde, Foldhome adlı patentli NEF konseptini
uyguladıklarını hatırlatan Erden Timur, “Bu sistemde
kullanmadığınız metrekareye para vermiyorsunuz. Daha
küçük daireler satılıyor ama binaların içinde ayrı
misafir odaları, karaoke ve parti odaları, spor
odaları gibi çözümler oluyor. Siz kullanacağınız
zaman sadece haber veriyorsunuz” dedi. 25 vespa
aldıklarını ve indirimli kiralama hizmeti bile
verdiklerini kaydeden Timur, “Haliç projesinde de
çocuklu veya yeni evli çiftleri, genç
profesyonelleri hedefliyoruz. Kişi başı 2 bin-3 bin
TL arası maaş alan, toplam hane geliri 5 bin-6 bin
TL olan bu insanlar bin 800-2 bin 400 TL arası kira
ödüyor. Biz aynı miktara ev sahibi olabilecekleri
sistemi öneriyoruz. Haliç projesinde fiyatlar 244
bin ile 449 bin TL arasında” diye konuştu.
Habertürk, Haber: Menekşe Ataselim, 05.11.2010
ODA BAŞKANI DA TARİHİ ESER KAÇAKÇISI
Mersin'de, tarihi eser
kaçakçılığı ve çete kurmak iddiasıyla düzenlenen
operasyonda gözaltına alınanlardan 5'i tutuklandı.
Mersin İl Jandarma Komutanlığı Kaçakçılık ve
Organize Suçlar Şube Müdürlüğü ile Silifke İlçe
Jandarma Komutanlığı ekipleri, Erdemli, Silifke, Mut
ve Tarsus ilçeleri ile İstanbul, Osmaniye ve
Gaziantep'te önceki gün eş zamanlı operasyon
düzenledi. Tarihi eser kaçakçılığı ve çete kurmak
suçlarından 10 kişi gözaltına alındı. Zanlılardan
Mut Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı Fevzi Ata,
Cengiz Tepe, Zafer Başbuğ, Mustafa Özçelik ve Mehmet
Deniz tutuklandı. Diğer zanlılar ise tutuksuz
yargılanmak üzere serbest bırakıldı. Zanlıların ev,
iş yeri ve araçlarında yapılan aramalarda 5
detektör, 3 ruhsatsız av tüfeği, çok sayıda tabanca
mermisi, 5 imitasyon heykel, çeşitli haritalar,
tarihi değeri bulunduğu belirtilen sikkeler, 12
yüzük, 10 gözyaşı şişesi ve 6 mühür ele geçirilmiş
ve tarihi eserler Silifke Müzesi yetkililerine
teslim edilmişti.
Yeni Şafak, 05.12.2010
'PADİŞAH BAŞI' SAHİBİNİ BEKLİYOR
Sultan II. Abdülhamid döneminin ünlü zanaatkarlarından Zareh Penyamin'in "Padişah Başı" motifli seccadesi, Sotheby's Müzayede Evi tarafından salı günü satışa sunulacak.
Osmanlı padişahı Sultan II. Abdülhamid'in özel olarak Hereke'den çağırttığı ve dokuduğu halılarla dönemin önde gelen zanaatkarları arasında kabul edilen Ermeni usta Zareh Penyamin'in en değerli iki ipek eseri açık artırmaya çıkıyor. ABD'nin New York kentinde Sotheby's Müzayede Evi tarafından salı günü satışa çıkarılacak eserler arasında yer alan seccade, 20'nci yüzyılın başlarında dokunmuş. 80 ile 120 bin dolar arasında değer biçilen seccadenin en önemli özelliği ise Ermeni ustanın seccadenin üzerine "Padişah Başı" adıyla bilinen özel bir motif işlemiş olması. Sotheby's halıyla ilgili hazırladığı metinde, "16'ncı yüzyıldaki Osmanlı tarzından etkilenerek yapılan seccade, 1903- 1906 arasında Kumkapı'daki atölyelerin başında bulunan ünlü halı ustası Penyamin'in imzasını taşıyor" denildi.
Penyamin'in açık artırmaya çıkacak diğer eseri olan ipek halının ise 25 farklı yerine adını işlediği belirtildi. Esere 40 ila 60 bin dolar arasında değer biçildiğini kaydeden Sotheby's yetkilisi Mary Jo Otsea, iki eserin de galerilerinde sergilendiğini söyledi. 1800'lü yılların sonunda yaşadığı öne sürülen Kayserili Zareh Penyamin, İstanbul'a geldikten sonra hat sanatı üzerine çalıştı. Penyamin'in Hereke'de dokuduğu halıların methini duyan Sultan II. Abdülhamid, kendisini İstanbul'a çağırdı. Kumkapı'ya yerleşen Ermeni halı ustası, hem burada hem de farklı semtlerde açtığı atölyelerinde hizmet vermeye başladı. Zerah Penyamin, 1949'da İstanbul'da yaşamını yitirdi.
Sabah, Haber: Bilge Eser, 05.12.2010
AMAZON KRALİÇELERİ KORUMA ÇALIŞMASI BİTMEK ÜZERE
Şanlıurfa Halepli Bahçe’de yapılan arkeolojik
kazılarda ortaya çıkan savaşçı amazon kadınları
mozaiği ve figürleri kış ayında sular altında
kalmaktan kurtarılacak.
Şanlıurfa Kültür ve Turizm Müdürü Selamı yıldız, Halepli Bahçe’de kış ayı gelmeden dünyanın en kıymetli mozaiklerin zarar görmemesi için üstünün örtündüğünü belirtti. Halepli Bahçe’de 2007 yılında yapılan kazılarda dünyanın en eski mozaikleri kazı çalışmalarında ortaya çıkarılmıştı. Kış mevsimindeki yağışlardan ve çevrede kanalizasyon sularının taşarak Halepli Bahçesi’ne akmasından dolayı mozaikler sular altında kalmıştı. Yaklaşan kış mevsimi ile birlikte mozaiklerin tekrar sular altında kalmaması için
Şanlıurfa Kültür ve Turizm Müdürlüğü tarafından
çalışma başlatıldı, Kültür ve Turizm Müdürü Selamı
Yıldız amazon kraliçelerinin resmedilmiş ilk
mozaiklerinin sular altında kalmasından korunması
için çalışma başlattıklarını söyledi.
Haber Kapısı, 05.12.2010
50 YIL DAHA BOYUN EĞMEZ
İtalya’nın simge
yapılarından Pisa Kulesi’nde iki yıldır devam eden
restorasyon işlemleri devam ediyor.
Gelecek yıl bitecek askılama sistemiyle Ortaçağ’dan
kalma 55.86 metre uzunluğundaki kulenin en az yarım
yüzyıl eğilmesi engellenecek. İlk askıya alınma
girişimi 1991’de başlamış, belirli sürelerle
askıların eskimiş çelik halatları değiştiriyorlar.
Birkaç ay sonra
yapının bazı bölümlerini çevreleyen iskelelerin
çözülmesiyle yapımı 12’nci yüzyılda başlayan
görkemli kule eski şaşaasına kavuşacak.
Hürriyet, Haber: Reha Erus, 05.12.2010
ÇAMBEL VE ÖZGÜÇ'E BÜYÜK ÖDÜL
Kültür ve Turizm Bakanlığı 2010 yılı Kültür-Sanat Büyük Ödülü’ne, Türkiye’nin ilk arkeologlarından Prof.Dr. Halet Çambel (94) ile Prof.Dr. Nimet Özgüç (94) layık görüldü.
Bakanlıktan yapılan yazılı açıklamada, “Bakanlık, ödül sahiplerini belirlerken; arkeoloji alanında önemli gelişme ve değişimlerin yaşandığı 20’nci yüzyıldan günümüze, özverili ve kararlı birer bilim insanı kimliği ile gerçekleştirdikleri araştırma, inceleme, kazı ve değerlendirmeleri sonucu eriştikleri birikimleri ile arkeoloji dünyasında saygın yerleri olan, akademik çalışmaları ve başarıları ile Anadolu kültür ve uygarlıklarının dünyaya tanıtılmasında ve yeni nesillere aktarılmasında önemli katkılar sağlayan ve arkeolojiye adanmış ömrün birer simgesi olarak araştırma ve incelemelere konu olan yaşamları göz önünde bulundurdu” denildi.
Hürriyet, 05.12.2010
EVDİRHAN'DA 3 LAHİT BULUNDU
Antalya’nın Döşemealtı İlçesi’ndeki tarihi Evdirhan yakınında, 3 lahit ortaya çıkartıldı.
Antalya Müze Müdürlüğü’nden 3 arkeoloğun yer aldığı ekibin yaklaşık 2 aylık çalışması sonucu, lahitler ortaya çıktı. Düzlerçamı Mahallesi’ndeki tümseğin altında bulunan mezarların, zarar görmediği açıklandı. SİT alanı içinde yer alan kazı çalışmasında mezarlara ulaşılması için yaklaşık 100 kamyon kum ve kaya parçası çıkartıldı.
Çalışmanın denetimini üstlenen Arkeolog Mustafa Samur, mezarlarda insan iskeletleri ve mezar hediyeleri ile karşılaşacaklarını umut ettiğini belirterek, “Bulunduğumuz bölgenin altında, tarihi bir kentin olduğu da biliniyor. Çalışmalarımız üç gün içerisinde sonuçlanacak” dedi.
Çalışmayı merakla inceleyen yöre gençleri, çocukluk dönemlerinde üzerindeki bir kum tepesi olan bu mezarlar üzerinde Oyun oynadıklarını söyledi. Çalışma sayesinde ortaya çıkan mezarları görünce çok heyecanlandıklarını belirten gençlerden Mustafa Kara, yörede birçok amfora ve testi parçalarına sıkça rastlandığını söyledi.
haberler.com, 04.12.2010
RESSAM GAUGUIN'İN 100 ESERİ LONDRA'DA
Fransız ressam Paul Gauguin'in 100'den fazla eseri İngiltere'nin başkenti Londra'da sergileniyor.
Sanatçının dünyanın dört bir yanındaki çeşitli koleksiyonlardan toplanan eserleriyle oluşturulan sergi, son 50 yıldır Londra'da açılan en büyük Gauguin sergisi olma özelliğini taşıyor. Tate Modern müzesindeki sergi, 16 Ocak 2011'e kadar gezilebilecek.
Fransa'dan Tahiti'ye uzanan sanat hayatında Gauguin'in imza attığı birçok eser, sanatseverlerle buluşuyor ve Gauguin'in sanat yaşamındaki değişimi gözler önüne seriyor. Paul Gauguin'in özellikle Tahitili kadınları canlı renklerle resmettiği eserleri sergide dikkat çekiyor. Sanatçının yağlı boya resimlerinin yanı sıra, baskı çalışmaları, heykelleri, mektupları ve kişisel eş yaları da sergileniyor.
1848 yılında Fransa'nın başkenti Paris'te doğan sanatçı, 1903'te hayatını kaybetti. Gaugin, Post-izlenimci dönemin ve "Sembolizm" akımının önemli sanatçılarından biri olarak kabul edildi. Resimlerinin yanı sıra tahta heykelleriyle de sanatçı, özellikle ölümünün ardından birçok koleksiyonerin dikkatini çekti.
Müze yetkilileri, Paul Gauguin'in Londra'daki sergisine yoğun ilgi nedeniyle serginin kapanış saatlerini uzattıklarını bildirdi.
Türkiye Gazetesi, 04.12.2010
BÜYÜK HEYKEL USTASININ ŞAMARI
Adaledeki
gerginlik, gerçeğin ta kendisi. Ya da gözlerdeki
inanç. Alındaki ter, eldeki nasır, bıyıktaki kıvrım,
saçlardaki dağınıklık, bakıştaki hırs.
İnsan, hangi tarihsel ve sosyal koşulda ise,
duygularıyla ve fiziği ile gerçekte neyi, nasıl
yaşıyorsa, heykellerde de öyle. Gerçekle hiç farkı
yok.
Dünya çapındaki heykel sanatçımız Tankut Öktem’in
eskizlerinden, resimlerinden ve asıl heykellerinden
oluşan sergisini geziyorum.
Öktem üç yaşında resim yapmaya başlıyor. Beş yaşında
petek balını emip, biriktirdiği balmumu
parçalarından heykeller yapıyor. Yedi yaşında harika
çocuk seçiliyor.
Balmumundan kaplanlar, atlar, hindiler, aslanlar ve
portreler birbirini izliyor.
İlk sergisi on bir yaşında. Eğitimi ile birlikte,
kendi sanat anlayışını da olgunlaştırmaya başlıyor.
Öktem Atatürk hayranı, Türk büyükleri hayranı. Ama,
Nazım Hikmet, ama Necip Fazıl, ama Tarık Buğra, ama
Yunus Emre, Hacı Bektaş, Piri Reis, Abidin Dino,
Namık Kemal, Adnan Saygun ve çok sayıda Türk aydını.
Hepsi Öktem’in büstlerinde, kendi düşüncelerini
yansıtan uygunluk içinde şekilleniyor.
İşçiyi ihmal etmiyor. Maden işçisinin çilesini
yansıtan heykel için, Zonguldak’a gidiyor, bir ay
işçilerle yaşıyor. Maden işçisi heykeline
baktığınızda, kendinizi o işçiyle yerin altında
maden çıkartıyor gibi, hissetmemeniz mümkün değil. O
kadar gerçek, o kadar içten. Sonra da, işçilere
mektup gönderiyor, “bir hatam olduysa, affola işçi
kardeşler” diye.
Ülkesinin tarihini, özellikle Kurtuluş Savaşı'nı
başının üstünde taşıyor. Bir heykel sanatçısı
başının üstünde taşıyorsa, bunun anlamı çok açık.
Türkiye’nin dört bir yanında, Uşak’tan Samsun’a,
Manisa’dan Antalya’ya, İstanbul, İzmir, Kastamonu,
İnegöl’den Nevşehir’e kadar Türkiye’yi bine yakın
Kuvayi Milliye ve her meslekten insan heykelleriyle
donatıyor. Söylemesi kolay, bine yakın heykel.
Yüzlerce figürlü rölyef, büst, resim. Heykeller
arasında, 750 insan figürü ile Kara Harp Okulu Anıtı
dünyanın en çok figürlü anıtı olarak sanat tarihine
geçiyor. 750 insan, hiç biri diğerine benzemiyor.
Heykelde ordu sanki akıyor.
Manisa’daki Şehitler Anıtı 63 metre yüksekliği ile
dünyanın en yüksek anıtları arasında yer alıyor.
1988 Seul Sanat Olimpiyatlarında Sevgi isimli
eseriyle dünya heykeltraşları arasında ilk ona
giriyor.
İstanbul’dan sonra Ankara ve İzmir’e gidecek olan
sergiyi dolaşırken, baştan sonra başarı, insan
sevgisi, kendi tarihine sahip çıkan bir sanatçıyla
yüz yüze geliyorsunuz. Gurur duyuyorsunuz.
O gururu ben de taşıyorum, buna rağmen bugün
üzgünüm. Bu, bir sergiyi dolaştım, onu yazıyorum,
yazısı değil.
Tankut Öktem 5 Aralık 2007’de, rezil bir trafik
kazası sonucu aramızdan ayrılıyor.
Aradan üç yıl geçiyor, kazaya neden olan kamyon
şoförü, sanki bir insanın, dev bir sanatçının
ölümüne yol açmamış gibi, dışarıda serbestçe
dolaşıyor. Mahkeme hala sürüyor.
Öktem yaşasaydı, yapacağı heykeliyle o kazayı ve
hala alınamayan yargı sonucunu yüzümüze şamar gibi
indirirdi.
Hürriyet, Yazı: Yalçın Doğan, 04.12.2010
KAMONDO'NUN ANIT MEZARINA RESTORASYON
İstanbul'un ünlü Kamondo Merdivenleri'ni yaptıran, Osmanlı Devletini Kırım Savaşı'nda finanse eden banker Abraham Solomon Kamondo'nun anıt mezarı restore edilecek. İstanbul 2010 ajansı tarafından aktarılan kaynakla yapılacak restorasyon bir ahde vefa niteliği taşıyor. 19'uncu yüzyılın ikinci yarısında İstanbul'a damgasını vuran Kamondo ailesi özellikle Beyoğlu'nda kentsel altyapının modernleşmesinde, şehircilik, mimarlık ve kültür yatırımlarında önemli rol oynadı. Aileye ait banka Kırım Savaşı'nda Osmanlı Devleti'ni finanse eden kurumlar arasındaydı. Ayrıca Kasımpaşa'daki Kuzey Deniz Saha Komutanlığı, Galata Residence, Karaköy'deki Saatçi, Latif, Lacivert, Yakut, Kuyumcular ve Lüleci hanlar bu aile tarafından inşa edildi. Ailenin en önemli fertlerinden olan Abraham Solomon Kamondo ise 1873'te Paris'te öldü. Ancak İstanbul aşığı olan Solomon Kamondo, ölümünden önce İstanbul Hasköy'de yaptırdığı anıt mezarına devlet töreni ile defnedildi. Tüm ailesi 2. Dünya Savaşı sırasında katledilen Solomon Kamondo'nun onyıllarca bakımsız kalan mezarı şimdi restore edilecek.
Sabah, Haber: Mesut Er, 03.12.2010
NEREDEN BAKSAN TUTARSIZLIK
Antik çağdaki adı ile Olimpos Lembos (Nif)
dağının eteklerinde bir köy. "Anıt ağaç" olarak
tescil edilen bin yıllık çınarları, hemen her
köşesinden kaynayan suları, doğal bitki örtüsü ve
sebzeleri ile İzmirlinin bir günlüğüne de olsa kaçıp
soluk alabildiği bir yer Kaynaklar. Bin yıllık
çınarların gölgesindeki çay bahçeleri dolup taşıyor.
Onların hemen yanı başındaki köy pazarında, köylü
kadınlar kendi ürettikleri meyve, sebze ve yiyecek
maddelerini, dağdan topladıkları mantarları,
çilekleri, kekikleri satıyorlar.
Köyün eski adı Tahtalı. İzmir'in içme suyu
ihtiyacının yüzde 50'ye yakın bölümünü karşılayan
Tahtalı Barajı adını bu köyden geçen dereden alıyor.
Köy baraj koruma havzası içinde kaldığı için çakılan
her çivi için izin almak gerekiyor. Baraj su toplama
havzasında, tarihi ve doğal SİT olarak tescil
edilmiş, bin yıllık anıt ağaçları bulunan, bir kısmı
orman alanı içerisinde görünen köydeki bu koruma
önlemleri normal değil mi? Biraz daha sabredip
haberin devamını okuyun o zaman..
Köy muhtarı Erhan Şen, (Son yasa değişikliklerinin
ardından Buca İlçesine bağlı bir mahalle statüsünü
almış) anıt çınar ağacının yanı başında kurulan köy
pazarından övgü ile söz ederken, bu pazarın köy
kadınlarının hem ekonomik hem de sosyal yönden
gelişmesine katkısı olduğunu söylüyor. Pazarda kendi
evinin bahçesinde yetiştirdiği meyve, sebzeleri,
kendi ürettiği reçel, zeytin ve kekik sularını satan
Melahat Gerçer, pazar kurulduktan bu yana evine
giremediğini söylüyor. "Dedeyle ben kaldık. Ev
daraltıyor bizi. Kendimi buraya atıyorum oğlum"
diyor. Muhtar Şen, son yıllarda İzmir'in çöp döküm
alanı olarak adı geçen Kaynakların en önemli
sorunlarını şu sıra ile sayıyor; "Çöp alanı sorunu,
taş ocakları ve altyapı olmaması". İzmir Büyükşehir
belediyesi tarihi, doğal SİT, orman arazisi
özelliklerine sahip Kaynaklar Köyü'ne 1 kilometre
uzaklıkta katı atık döküm ve bertaraf tesisleri
yapmak istiyor. Köylülerin yoğun tepkisi ve
eylemleri sonucu belediye bu isteğinden geri adım
atmış durumda. İzmir'in çöp döküm alanı olarak şu
aralar Torbalı'nın Taşkesik Köyü'nün adı geçiyor.
Buna rağmen Kaynaklar Köyü'ndeki tesisten de tam
olarak vazgeçilmiş değil. Katı atıkların yakılarak
bertaraf edildiği bir ünitenin hala burada kurulması
planlanıyor. Bu plan gerçekleşirse dünyanın belki de
ilk "Sit korumalı çöplüğü" burada olacak!...
Kaynaklar köylüleri geçtiğimiz Pazar günü EGEÇEP
yürütme kurulu üyeleri ve Hayat Televizyonu
Çepeçevre Yaşam ekibini konuk ettiler. EGEÇEP dernek
olarak geçtiğimiz Mayıs ayında Kaynaklar'a yapılmak
istenen çöp tesisleri ile ilgili yargı sürecini
başlatmıştı. Bölgenin tarihi, doğal yapısı, orman
alan vasıfları gibi özelliklerine dikkat çekilen
dava dilekçesinde, yürürlükteki birçok yasaya
aykırılıklar bulunduğu için projenin iptali
isteniyor. Köy muhtarı Şen'in üzerinde en çok
durduğu konulardan birisi ise Tahtalı Barajının su
toplama havzasındaki köyün kanalizasyonunu olmaması.
Bu durumun sadece kendi köylerini değil, İzmir'in
sağlığını tehdit ettiğini belirten muhtar, tüm
başvurularına rağmen ilgili kurumların köye hizmet
getirmemesinin nedenini ise kendisinin "ranta karşı
çıkması" nedeniyle olduğu görüşünde. Gerçektende
şehir merkezine yarım saat uzaklıktaki doğal
güzelliği ile ünlü köydeki tarlalar yüksek fiyatlı
arsalar halini almış. Aralarında eski
milletvekilleri, belediye başkanları gibi isimlerin
de geçtiği birçok kişi için Kaynaklar bugün önemli
bir rant paylaşım alanı haline gelmiş.
Muhtar Şen tarihi çınarın da tehlikede olduğunu, içi
boşalan çınarın yüksek dallarını taşıyamayacak
duruma geldiğini belirterek, hem anıt ağacın
korunması, hem de bir kazaya meydan verilmemesi için
acil olarak ağacın desteklendiği bir platformun
kurulması gerektiğini söylüyor. EGEÇEP'liler
Kaynaklar Köyü'nden ayrılmadan çöp tesisi yapılmak
istenen alanı da görmek istiyorlar. Alan, köyün yanı
başında, zeytinliklerle sınır komşusu olan çukurca
bir alanın hemen girişinde bir tabela ile
karşılaşılıyor; "Piknik yapmak, ormana girmek, çöp
ve moloz dökmek yasaktır"!... Arabaların birinden
sanki bu durumu anlatmak istercesine bir şarkı
yükseliyor; "Nerden baksan tutarsızlık, nerden
baksan ahmakça!..."
Tarihi Haydarpaşa Tren Garı'nın
çatısında meydana gelen yangın, çatı örtülerinde
tehlikenin hala devam ettiğini gösteriyor.
Çatılarda kullanılan malzemelerin incelendiği
taktirde büyük bir kısmının önemli miktarda yanıcı,
ya da kolay alev alabilen özelliğe sahip olduğunu
kaydeden Tuğla ve Kiremit Sanayicileri Derneği (TUKDER)
Yönetim Kurulu Üyesi Ali Osman Özaydemir,
"Haydarpaşa Tren Garı yangınında görüldüğü gibi,
kullanılan yanıcı malzemeler gözümüzün önünde
yapıların yok olmasına neden oluyor. Uyarılarımıza
rağmen çatılarda yangın tehlikesi devam ediyor" diye
konuştu.
Tarihi binalar başta olmak üzere hiçbir binanın yok
olmasını istemediklerini belirten Özaydemir, yetkili
kuruluşları göreve çağırarak bu konuda denetimlerin
hızlandırılmasını talep ettiklerini söyledi.
Özaydemir konuyla ilgili olarak şu bilgileri verdi:
"Yangın Yönetmeliği çatılarda yangın güvenliğini
sağlayan direktifleri gerektiği şekilde
içermektedir. Maalesef bu yönetmeliğe göre denetim
yapması gereken kamu kuruluşları yeterli özeni
göstermiyor ve çatılar hala çok büyük bir oranda
yangın tehlikesi altında. Denetimsizlik sonucunda,
çatılarda son derece yanıcı, petrol türevlerinden
üretilmiş bitümlü çatı malzemeleri, özellikle de
yine yanıcı olan ahşap çatı konstrüksiyonu ile
birlikte kullanılmaktadır. Bu durum yangın
yönetmeliğine aykırıdır. Yine yönetmeliklere göre,
üreticiler tarafından çatı malzemelerinin yanıcılık
sınıflarının müşterilerine beyan edilmeleri bir
zorunluluktur. Bu nedenle çatı konusunda inşaat
yapacak ilgili kimse veya kuruluşların malzemelerin
yanıcılık sınıflarına bakarak ve yönetmelik
direktiflerine uyarak çatı malzemelerini seçmeleri
gerekmektedir. Oysa bu önemli hususlar göz ardı
edilmekte ve gelecekte büyük yangın tehlikelerinin
oluşma riski artmaktadır. Zaten haberler takip
edilirse, her ay çatı yangın haberlerinin arttığı
görülmektedir. Yangın yönetmeliğinin bir an önce
yetkili makamlarca dikkate alınması, gerekli
denetimlerin yapılması durumunda, yangın riskinin en
aza indirilmesi mümkün olabilir."
Hürriyet Emlak, 03.12.2010
"ROMA HAMAMINI TURİSTLERE GEZDİREMİYORUZ"
Ankara Turist
Rehberleri Derneği Başkanı
Müeyyet Tiritoğlu,
yaşanan park sorunu nedeniyle kentin en önemli
tarihi eserlerinin bulunduğu
Roma Hamamı’nın
turistlere gezdirilemediğini belirtti. Tiritoğlu,
“Şu anda Ankara’da düzenlenen turların hiçbirine
Roma Hamamı alınmaz. Çünkü turistleri gezdiren
araçların park yeri yok. Bu tarihi eserleri park
sorunu nedeniyle tanıtamıyoruz” diye konuştu.
Başkentte günlük yaşamı olumsuz yönde etkileyen
trafik ve park sorunu turistik turları da olumsuz
etkiliyor. Kent merkezinde kalan tarihi
Roma
Hamamı ve Augustus Tapınağı’nın
park sorunu ve trafik sorunu nedeniyle Ankara’yı
gezen turist gruplarına gezdirilemediği öğrenildi.
Ankara Turist Rehberleri Derneği Başkanı Müeyyet
Tiritoğlu da Ulus Çankırı Caddesi
bölgesinde yaşanan trafik ve park sorunu nedeniyle
yaşanan Roma Hamamı’nın turistlere gezdirilemediğini
doğruladı. Roma Hamamı’nın önceleri ziyarete tamamen
kapalı olduğunu, son dönemde ziyarete açıldığını
anımsatan Tiritoğlu, “Fakat, bu sefer de turistleri
taşıyan araçların park edileceği bir yer yok. Ancak
ara sokaklara otobüsler park edebiliyor. Ama Anadolu
Medeniyetleri Müzesi’ne gelen yolucuları
otobüsleriyle biz oraya götürürsek tam bir kaos
yaşanır” dedi
Bölgede park yeri olarak düzenlenebilecek alan
olduğunu belirten Tiritoğlu, “Ankara şehir
turlarında olmazsa olmazlar belli. Anadolu
Medeniyetleri Müzesi, Anıtkabir ve Roma Hamamı.
Anadolu Medeniyetleri Müzesi ve Anıtkabir’e turist
götürebiliyoruz ancak Roma Hamamı ve Augustus
Tapınağı’nı gezdiremiyoruz. Bu da ciddi bir
eksiklik. Ankara’nın en önemli değerlerinden birini
yeterince tanıtamama gibi bir sonuç doğuruyor”
değerlendirmesini yaptı.
Benzer sorunların Ankara Kalesi’ne
çıkışlarda da yaşandığını belirten Tiritoğlu, kazı
çalışmaları süren Roma Tiyatrosu bölgesinden “Kale
yokuşuna” tur otobüsüyle çıkılamadığını, araçların
çift taraflı park etmeleri nedeniyle sorun
yaşandığını söyledi. Tiritoğlu, “Otobüsler hareket
edemiyor, mahçup oluyoruz yabancı ziyaretçilere. Bir
protokol götürüyoruz, polis indirip yürütmemizi
söylüyor. Önemli günlerde Anadolu Medeniyetleri
Müzesi’nde de ciddi park sorunu yaşanıyor” dedi.
Tiritoğlu, Cumhuriyet ve Kurtuluş Müzesi’nde ciddi
bir “tuvalet sorunu” yaşandığını söyledi. Tiritoğlu,
“Yeterli tuvalet yok, gerektiğinde rica minnet
personelinkini kullanıyoruz” şeklinde yakındı.
Ankara Valisi Alaaddin Yüksel’in bu anlamda kent
için “şans” olduğunu belirten Tiritoğlu, “Ben 25
senedir bu işin içindeyim. İlk defa bir vali bizim
fikrimizi sordu bu konuda. Hemen alınan önlemlerden
mutlu oluyoruz” diye konuştu.
Cumhuriyet Ankara, Haber: Sertaç Eş, 03.12.2010
TARİHİ HARRAN SURLARI ONARILACAK
Şanlıurfa'nın konik kubbelli evleri ve tarihteki ilk İslam üniversitesinin kalıntılarıyla bilinen Harran İlçesinin tarihi surlarının onarılacağı bildirildi. İl Kültür ve Turizm Müdürü Selami Yıldız, yaptığı yazılı açıklamada, Kültür ve Turizm Bakanlığının finansmanıyla 4 kilometrelik Harran şehir surlarının rölöve, restitüsyon ve restorasyon projelerinin hizmet alımını yaptıklarını belirtti. Yıldız, şu bilgiyi verdi:
''Projeler tamamlandı ve Şanlıurfa Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Bölge Kurulunda görüşülerek uygun görüldü. Harran Kalesi ile birlikte Harran surlarının onarım işi de Kültür ve Turizm Bakanlığımızın 2011 yatırım programına alındı. 2011 yılında Harran şehir surlarının restorasyon ve çevre düzenleme, uygulama işlerini ihale edeceğiz. Harran Şehir Surları ilk defa kapsamlı bir şekilde onarılacaktır.''
Elips şeklindeki Harran şehri, bazı kaynaklara göre 8, bazı kaynaklara göre ise 6 adet kapısı, 187 adet burcu olan, kesme taşlardan inşa edilmiş müstahkem bir sur ile çevrilmiştir. Surların dışında yer alan ve günümüzde toprakla dolmuş olan hendeğin eskiden su ile dolu olduğu bilinmektedir. Şehrin güneydoğu köşesinde kesintiye uğrayan surların yerini İçkale tamamlamaktadır. Harran surları günümüzde yer yer yıkılmış olmasına rağmen çepeçevre izlenebilmektedir. Kapılardan sadece Halep Kapısı ayaktadır.
Yapı, 02.12.2010
50 DOLARLIK ÇERÇEVE İLE ZENGİN OLDU
İngiltere’de ismi açıklanmayan bir adam, antikacıdan
50 dolara meşe ağacından yapılma bir çerçeve satın
aldı. Şanslı adam daha sonra çerçeve içindeki
suluboya resmin 1963 yılında hayatını kaybeden
Kanadalı ressam Walter Phillips’e ait olduğunu
öğrendi.
Resim Kanada’da gerçekleşen açık artırmada 75 bin
dolara satıldı. Açık artırmayı düzenleyen Bonhams
Müzayede Evi yetkilileri, resmin en fazla 15 bin
dolardan satılmasını tahmin ettiklerini açıkladı.
Habertürk, 03.12.2010
SİDE ANITSAL ÇEŞMEDE 8 SÜTUN AYAĞA KALDIRILDI
Antalya’nın Manavgat İlçesi Side antik kent, Anıtsal Çeşme’de (NYMPHAEUM) sonbahar dönemi restorasyon çalışmaları 31 Aralık’ta sona erecek. 2011 yılı bahar dönemi restorasyon çalışmalarına nisan ayında başlanılacağı belirtildi. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü tarafından ekim ayı ortalarında başlatılan restore çalışmalarına ilişkin bilgi veren Arkeolog Altan Algül, tarihi çeşmede alan yönetiminin Sayka inşaat Mimarlık Mühendislik Müşavirlik Limited Şirketi tarafından Tarih Günışığına Çıkıyor (Hıstory Comes Back To Life) projesiyle uygulandığını söyledi.
Arkeolog Algül, Anadolu topraklarından ayakta
kalan en görkemli tek Roma dönemi çeşmesinin Side
Anıtsal Çeşme olduğunu söyledi. Orijinaline uygun
hale getirmek için Anıtsal Çeşme’de kuyumcu
hassasiyetiyle çalışma yaptıklarını belirten Algül,
tarihi yapının tamamen ayağa kalkması çalışmasının
10 yıl sürebileceğini ifade etti. Algül, “Anıtsal
Çeşme’de yılda 2 defa çalışma yapıyoruz. Bunlar
bahar ve yaz dönemi. Side antik kentinde bulunan ve
MS 2. yüzyıl ortalarında yapılan Anıtsal Çeşme
Anadolu topraklarında bulunan ve ayakta kalan en
görkemli yapıtı. İtalya Roma’da bulunan Anıtsal
Çeşme’de MS 3. yüzyılda inşa edilmiş ve model
olarak Side örnek alınmıştır. NYMPHAEUM’da 1 yıl
içinde 8 tarihi sütunu ayağa kaldırdık. 2011 yılı
bahar dönemi çalışmalarında 5 sütunu daha ayağa
kaldıracağız. Taş döşeme çalışmalarına başladık.
Tarihi çeşmede tarih büyük oranda gün yüzüne çıktı.
Tarihi çeşme ayağa kalkınca dünyada ayakta kalan
Roma döneminin en büyük çeşmesi olacak. Anıtsal
Çeşme restorasyonu dünya kültür mirasını yeniden gün
yüzüne çıkarma adına çok önemli çalışma” diye
konuştu. Side antik kentinde ilk kazı çalışmasını
1947 yılında İstanbul Üniversitesi Arkeoloji Bölümü
Öğretim Üyesi Ordinaryüs Prof.Dr. Arif Müfid Mansel
başlattı. Ardından öğrencisi Prof.Dr. Haluk Abbasoğlu ve
Prof.Dr. Jale inan 1965 yılına kadar
sürdürdü.
Memleket Haber, 02.12.2010
UMURLU'DA TARİHİ ESER
KAÇAKÇILIĞI
Aydın’ın Umurlu
Beldesi’nde, jandarma ekiplerinin düzenlediği
operasyonda bir parkta satışa hazır halde çok sayıda
tarihi eser ele geçirildi.
Edinilen bilgiye göre;
Umurlu’daki Çarşı Mahallesi Parkı’nda satış
yapılacağı ihbarını alan jandarma ekipleri harekete
geçti. Parktaki hareketlerinden şüphelenilen M.H.’nin
elinde bulunan poşeti arayan jandarma ekipleri, 1
adet iki parça buhurdanlık, 1 adet bronz obje, 1
adet bronz sikke, 27 adet Osmanlı, Bizans ve Roma
dönemine ait sikke, 1 adet taş ağırsak,4 adet bronz
kemer tokası buldu. M.H. isimli şahıs mahkemeye
çıkarılmak üzere gözaltına alındı. Olayla ilgili
soruşturma sürüyor.
Aydın Kent Haber,
02.12.2010
"SENİ YAKACAĞIM EY KOCA İSTANBUL!"
HAYDARPAŞA YANGINI:
YANAN SADECE HAYDARPAŞA MI?
28 Kasım 2010 Pazar günü
Haydarpaşa Garı’nın
çatısında başlayan yangın 1.5 saat sürdü.
Yangının izolasyon
çalışması sırasında meydana gelen bir hata
nedeniyle başladığı iddiası üzerinde duruluyordu. 30
Kasım 2010 tarihli Hürriyet Gazetesi’nin haberine
göre ise bu ihtimale bir yenisi eklendi: Haydarpaşa
Garı’ndaki yangının nedeni çatıdaki izolasyon
çalışması değildi ve bu habere göre yangının başlama
nedeninin patlayan
su borusu olma ihtimali ağırlık kazandı. 01
Aralık 2010 Çarşamba günü NTV’de yayınlanan habere
göre, olayla ilgili iki ayrı soruşturma yürütülüyor.
Çatıdaki yangının
çıkış nedenini Kadıköy Cumhuriyet Savcılığı'nın yanı
sıra itfaiye ve TCDD bilirkişi heyeti ayrı ayrı
soruşturuyor.
Haydarpaşa Garı’nın yanması ile ilişkili olarak
ortaya çıkan tek belirsizlik yangının çıkış nedeni
de değil. Haydarpaşa Garı’nın çatı kısmında bir
süredir devam eden izolasyon çalışmasının kaçak
olduğunu belirten Kadıköy Belediye Başkanı Selami
Öztürk’e yanıt Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım’dan
geldi. Yıldırım, yapının birinci grup koruma altında
olduğunu, bu nedenle de iznin belediyeler tarafından
değil, Tarihi ve Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu
tarafından verildiğini belirtti.
Öte yandan, Haydarpaşa Garı’nın yanması ise Gar ve
çevresi için söz konusu olan dönüşüm projesini
yeniden akıllara getirdi. Ulaştırma Bakanı Binali
Yıldırım’ın, yapınan yanan kısımlarının orijinaline
uygun olarak en kısa zamanda yeniden yapılacağına
dair verdiği sözün ardından bir açıklama da Kültür
ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’dan geldi. Günay,
Haydarpaşa Garı'ndaki yangının, eski yapının yerine
yenisini yapmak için çıkarıldığı yönündeki
spekülasyonlara yönelik olarak, ''Bugünkü yasal
mevzuat karşısında çok şükür ki bu imkansız'' dedi.
Peki kamuoyunun bir kesimi ile bazı kurum ve
kuruluşlar neden Haydarpaşa Garı’nda çıkan yangının
kasıtlı olabileceğini düşünüyor? Cevap süphesiz,
daha önce de sıklıkla gündeme gelen ‘Haydarpaşa Garı
ve Liman Dönüşüm Projesi’ne işaret ediyor.
Yapı, 01.12.2010
******
YANGINDAN ÜÇ AY ÖNCE
Haydarpaşa Garı, bundan 102 yıl
önce bir ağustos gününde ilk kez kapılarını açmıştı.
Aradan geçen uzun senelerde onca olaya tanıklık
etti, milyonlarca yolcu taşıdı, sanatsal
etkinliklere, politik eylemlere sahne oldu. Geçen
hafta çatısı yanan ve tahrip olan Gar, şimdi bir
süreliğine sessizliğe büründü... 3 ay önce, özel
izinle Haydarpaşa Garı'nı çatı katından dehlizine
gezen ve fotoğraflayan Kadıköy Gazetesi ekibi,
izlenimlerini AKŞAM Cumartesi ile paylaştı.
Haydarpaşa Garı yandı... Elbette ki ve neyse ki
her yeri değil! Sadece çatısı... Ancak
Haydarpaşa kadar görkemli ve önemli bir yapı ise
söz konusu olan yüreklerin cız etmemesi mümkün
mü?
Size bu yazıda uzun uzun yangının nasıl ve
neden çıktığını, sonrasında neler yaşandığını ya
da bundan sonra ne olacağını anlatmayacağız.
Haydarpaşa'nın daha önce hiç görmediğiniz
fotoğraflarını göstermek, daha önce hiç
girmediğiniz bölümlerini anlatmak istiyoruz.
Bundan 3 ay önce, sıcak bir ağustos günü gar
binasını ziyaret etmiştik Gazete Kadıköy olarak.
Çünkü 19 Ağustos 1908 tarihi, Haydarpaşa'nın
hizmete girdiği gündü. Bu ziyaretten bir süre
sonra yanacağını bilmediğimiz yerleri gezmiş,
fotoğraflamıştık. Gezimizde bize Haydarpaşa Gar
Müdürü Orhan Tatar rehberlik etmişti. Şimdi sizi
o yazıyla baş başa bırakıyoruz...
Koskoca Haydarpaşa'yı nereden anlatmaya
başlamalı ki... En iyisi gar binasını da, bizim
Haydarpaşa'yı yeniden keşfedişimizi de en baştan
anlatalım. Ağustos ayı, 102 yıl önce sadece
İstanbul için değil tüm Türkiye için önemli bir
ana tanıklık etmişti. Zira İstanbul'un
Anadolu'ya ve Orta Doğu'ya açılan ilk kapısı
(garı) olan Haydarpaşa Garı, 19 Ağustos 1908
yılında hizmete açılmıştı. Gar binası inşaatına
devrin Osmanlı Padişahı II. Abdülhamit
(1842-1918) döneminde 30 Mayıs 1906 tarihinde
başlanmış ve 19 Ağustos 1908 tamamlanarak
hizmete girmiş. Binanın bulunduğu sahaya,
Selimiye Kışlası'nın yapımında büyük emeği geçen
padişah III. Selim'in paşalarından Haydar
Paşa'nın adı verilmiş ve bundan sonra bu yere
yapılan bina da bu adla anılagelmiş.
Binanın inşaatı Anadolu-Bağdat Şirketi adı
altındaki bir Alman şirketi tarafından
gerçekleştirilmiş. Ayrıca şirketin genel
müdürlüğünü yapmakta olan Hüknen ismindeki bir
Alman'ın teşebbüsüyle garın önüne bir mendirek
inşa edildiği gibi Anadolu'dan gelecek ve
Anadolu'ya gidecek vagonların ticari eşyasını
tahmil ve tahliye (yükleme-boşaltma) edebilecek
kudrette tesisler ve silolar da yapılmış.
Binanın mimari projesi safhasında çok çeşitli
etütler yapılmış ancak iki Alman mimarı olan
Otto Ritter ve Helmuth Conu tarafından
hazırlanan proje yürürlüğe girmiş. İnşaat
sırasında projede bazı değişiklik ve
sadeleştirmeler yapılarak bugünkü halini almış.
Binanın inşaatında Alman ustalar ile birlikte
İtalyan taş ustaları da çalışmış. Gar binası
başlangıçta 2 bin 525 metrekare alana kurulmuş
ve bugünkü kapalı kısımları ile birlikte 3 bin
836 metrekarelik bir alana yayılmış. Neo-Klasik
Alman Mimarisi stilinde yapılan bina, her biri
21 metre uzunluğunda 1100 adet suya karşı izole
edilmiş ahşap kazık üzerine inşa edilmiş. I.
Dünya Savaşı'nda Anadolu'ya sevk edilmek üzere
gar binasında depolanan cephaneler, 6 Eylül 1917
günü yapılan bir sabotaj sonucu infilak ederek
büyük bir yangın çıkarmış, garda harekete hazır
bekleyen ve gara girmekte olan cephane ve asker
dolu çok sayıda vagon da bu arada yok olmuş. Bu
sabotaj sonucu binanın çatısı imha olmuş ve
diğer bölümleri de hasara uğramış. Bu hasar
akabinde yapılan bazı onarım ve değişikliklerle
gar binası ve çatısı bugünkü görünümünü almış.
15 Kasım 1979 tarihinde, Haydarpaşa mendireğinin
biraz açığında akaryakıt yüklü 'Independenta'
adlı tankerin diğer bir gemi ile çarpışması
sonucu meydana gelen şiddetli patlama ve
hararetten binanın, Alman Linneman usta
tarafından yapılmış olan çok değerli kurşunlu
vitrayları hasara uğramış. Bu olaydan sonra
derhal aslına uygun olarak onarılmış.
Gar binası 1976 yılında geniş çapta onarıma
alınarak 1983 yılı sonunda dört dış cephe ile
iki kulenin restorasyonları tamamlanmış.
Haydarpaşa'nın bugününe dönecek
olursak, Haydarpaşa Gar Müdürü Orhan Tatar'ın
rehberlik ettiği gezimize, TCDD 1. Bölge
Müdürlüğü tabelası yazan, Haydarpaşa'nın
yolcuların giremediği idare yerinden başlıyoruz.
Hemen girişte bizi süslü bir detay karşılıyor.
Kırmızı halılarla kaplı mermer merdivenlerin
tırabzan başlarındaki heykelcikler. Aslana da
kuşa da benzeyen bu 2 minik eserin detayını tam
öğrenemesek de bizi heyecanlandırmaya yetiyor.
Ağır ağır basamakları çıkıyoruz. Bir yandan da
ilk kez girdiğimiz bu tarihi binayı iyice
gözlemlemeye çalışıyoruz. Ben hafızama
kaydediyorum, Sinem Tezer de fotoğraf
makinesine. Asma kat ve üstteki diğer 3 kat,
tamamen müdürlüklere ayrılmış durumda. 1. Bölge
Müdürü Hasan Gedikli, müdür yardımcıları ve
toplamda 26 olan diğer müdürlüklerin odalarını
görüyoruz. Kırmızı halı kaplı koridorlar çok
uzun ya da ilk kez buraya girdiğimizden bize
öyle görünüyor. Sağlı sollu sıralanmış onlarca
oda, bu odalarda çalışan yüzlerce görevli. 729'u
memur, 440'ı işçi olmak üzere toplam bin 169
personel hizmet veriyor. Duvarlar, genelde
buharlı tren resimleriyle kaplı, kat
aralarındaki pencerelerden görülen muhteşem
manzaraya kaçamak bakışlar atıp gezimizi
sürdürüyoruz. Katların birinde duvarda camekan
içinde bir gazete görüyoruz Cer Gazetesi...
Orhan Tatar bilgi veriyor; 'Bu, çok eskiden
yayınlanan bir gazeteymiş. Cer kelimesi
çeken-çekilen demek. Vagonların çekilmesi
anlamında. Zaten burada Cer Müdürlüğü diye bir
birim de var.'
Gar binasının ana damarlarından biri olan
Sinyalizasyon Kumanda Merkezi'nin kapısındayız
şimdi de. Görevli olmayan giremiyor buraya zira
bu odada yapılan işlemler trenlerin bir anlamda
kaderini belirliyor! Görevliler bize, buradan
Haydarpaşa-Arifiye (Sakarya) arasındaki 130
kilometrelik tren yolunun sinyalizasyonundan
sorumlu olduklarını söylüyorlar. Sürekli farklı
renklerdeki ışıkların yandığı büyük bir panel
önünde çalışan görevliler, günlük 180'e yakın
trene yol gösteriyor, sinyal veriyor, makasları
değiştiriyorlar. Bu bölüm çok ilgimizi çekse de
anlatılan teknik terimleri tam
kavrayamadığımızdan, biraz da görevlilerin
dikkatlerini dağıtmayalım diye odadan çıkıyoruz.
Binadaki son durağımız ise balkon. Hani
aşağıdan, o heybetli yapıya bakınca deniz
tarafında görülen o balkon. Kapıları kilitli
olan ve özel izinle girilebilen bu bölüme, Orhan
Bey ile 'Oval Ofis'ten geçerek giriyoruz. Bu
oda, devlet görevlilerinin ağırlandığı oda
olduğundan bu ad ile anılıyormuş. Ve işte
balkondayız. Metrelerce yükseklikteki bu
balkondan görülen manzaranın nefes kesiciliğini
ifade etmeye kelimeler yetmez. Zaten sizler de
sayfamızdaki fotoğraflardan anlayacaksınız.
Binadan çıkmadan önce bir de zemin kata göz
atalım istiyoruz. Sığınağa giden okların yer
aldığı bu kattaki duvarları, siyah-beyaz
Haydarpaşa resimleri süslüyor, bir de yıllardır
değiştirilmediği belli olan, her haliyle
nostalji kokan 'Vazifelilerden başkası giremez'
yazısı. Zaten binanın bu kısmında uyarı ve ikaz
levhaları nedendir bilinmez ama pek
değiştirilmemiş, Sivil Savunma ve Yeşilay
afişlerinde eski Türkçenin sözcüklerini ve
ifadelerini bulmak mümkün
Binanın katlarını gezdikten sonra
aşağıya iniyoruz bu kez de. Haydarpaşa sadece
yönetim yeri ve trenlerin hareket ettiği
platformlardan oluşmuyor elbet. Atatürk'ün 'ı
Demiryolları refah ve umran tevlid eder'ı
(Demiryolları bolluk, uygarlık, ilerleme meydana
getirir) yazılı büstünün bulunduğu geniş alanda,
platformların yanı sıra polis noktası, PTT,
bekleme salonları, büfe, berber ve elbette ki
ünlü Gar Lokantası bulunuyor. Başlı başına ayrı
bir yazı konusu olduğu için bu lokantayı
şimdilik adını anarak geçiyoruz. Nazım Hikmet'in
'Haydarpaşa Garı'nda 1941 baharında saat on beş.
Merdivenlerin üstünde güneş yorgunluk ve telaş'
dizelerine ilham veren o meşhur merdivenlerin
tepesinden bakıyoruz; ünlü mimar Vedat Tek'in
eseri olan Haydarpaşa Vapur İskelesi'ne,
1700'lerden kalma ilk buharlı lokomotife, trene
binen, trenden inen, tren bekleyen yolculara...
Haydarpaşa Gar Müdürü Orhan Tatar,
Haydarpaşa Garı'nda yıllarca çeşitli görevlerde
bulunmuş. 2 yıldır da Gar Müdürlüğü yapıyor.
Tatar'ın verdiği bilgilere göre Haydarpaşa
Garı'ndan günlük 4 Eskişehir, 4 Ankara, 1 Kars,
1 Konya, 1 Tatvan ve 1 Adana olmak üzere gidi
-dönüş toplam 24 anahat treni işliyor.
Haydarpaşa-Adapazarı-Haydarpaşa hattında12
gidiş, 12 dönüş, Haydarpaşa-Gebze-Haydarpaşa
arası 60 gidiş 60 geliş olmak üzere 120 banliyö
treni işliyor. Yani 168 adet yolcu treni hizmet
veriyor. Haydarpaşa-Adapazarı arasında bir günde
seyahat eden yolcu sayısı da 1100-1120 arasında.
Akşam, 04.12.2010
*******
HAYDARPAŞA'YA ZARAR
GÖRMEMESİ İÇİN HAVADAN MÜDAHALE EDİLMEDİ
Haydarpaşa Tren Garı yangını sonrası 'Neden havadan
uçaklar müdahale etmedi?' sorusuna uzmanlar, "Eğer
bina gözden çıkarılmışsa ve çevresi kurtarılmak
isteniyorsa havadan söndürme yapılabilir, onun
haricinde bir binaya uçakla su boşaltmak doğru
değil." açıklamasında bulunuyor.
O gün uçaklar hazır bekletilmesine karşın,
havadan basınç oluşturacak şekilde suyun
boşaltılmasının binaya büyük zarar verebileceği
söyleniyor.
Zaman, 05.12.2010
******
HAYDARPAŞA İÇİN SUÇ
DUYURUSU
Mimarlar Odası
İstanbul Büyükkent Şubesi, tarihi Haydarpaşa
Garı'nda meydana gelen yangınla ilgili suç
duyurusunda bulundu. Şube Yönetim Kurulu Sekreteri
Sami Yılmaztürk, Kadıköy Adliyesi'ne dilekçe
verdikten sonra gazetecilere şunları söyledi:
"Mimari ve inşai nitelikleri ile yaşayan dünya
endüstri mirasının nadide örneklerinden biri olan
Haydarpaşa Garı'nın çatısını tamamen tahrip eden
yangının saat 14.30'da çıktığı İstanbul halkının
tanıklığı ile tespit edilmiş iken, yangının başlama
saati neden 15.30 olarak açıklanmıştır? Bu açıklama
yangına yetersiz ve geç müdahalenin bir mazereti
olarak mı kullanılmaktadır. Garda bir ay önce de
yangın riski yaşanmışken önlem alınmamasındaki
ısrarın nedeni nedir? Yangından bir gün önce gece
01.30'a kadar binada kimler çalışmıştır? Niçin mesai
saatleri dışında yapılmıştır. Kimler talimat
vermiştir."
Öte yandan, TCDD Haydarpaşa Liman İşletme
Müdürlüğü, garın mevcut kamera güvenlik sistemine 12
adet kamera eklenmesi için 15 Aralık tarihinde
yapılmak
Sabah, Haber: Gülcan Demirci, 07.12.2010
******
HAYDARPAŞA KISA DEVRE YAPTI, İŞÇİNİN SUÇU YOK
Tarihi binadaki yangının raporuna AKŞAM ulaştı.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi'ne bağlı İtfaiye
Müdürlüğü'nün hazırladığı rapora göre yangının
kaynağı 'döşeme üstünde bulunan elektrik
kablolarının ek noktalarının zarar görmesi,
ıslanması nedeni ile meydana gelen kısa devreden
veya ark yani iki iletkenin tam temas etmemesi
nedeniyle birinden diğerine sürekli elektrik
sıçraması'. Raporda orta kısımda başlayan yangının
fark edilene kadar iki kule arasındaki boşluğa
tamamen yayıldığı, yangın esnasında çatıdaki
tesisatta elektriğin kesilmediği tespit ediliyor.
Raporun sonuç kısmında yangının çıktığı
nokta ile çıkış kapıları arasındaki uzaklığa dikkat
çekiliyor ve 'O bölgede herhangi bir işlemden dolayı
çıkacak yangının çalışanlar tarafından fark
edilmemesi mümkün görülmemektedir' deniyor.
İtfaiye mevcut durumu şöyle tespit ediyor:
Çatı zemini, volta döşeme üzerine bazı noktalarda
dört katı bulabilen yalıtım malzemesiyle kaplı.
Üçüncü katın elektrik tesisatı çatı zeminindeki
volta döşeme üzerinden yapılmış. Elektrik boruları
ve kablo ek kutuları beton ve yalıtım malzemesi ile
kaplı. Çatı arasında aydınlatma tesisatı yok. Bazı
elektrik cihazlarının besleme kabloları çatı
içerisinden çekilmiş. Çatı arasında birden fazla
klima dış ünitesi var. Çatı taşıyıcıları çelik ve
üstü ahşap kaplı. Çatı örtüsü olarak çoğunlukla
arduaz taşı, bakır ve kurşun levha kullanılmış.'
İTÜ Öğretim Üyesi ve Yangın Araştırma Merkezi Müdürü
Prof.Dr. Abdurrahman Kılıç, raporu AKŞAM'a
yorumladı: Rapor bize yangının, çatıdaki çalışma
sırasında, uygulanan izolasyon işinden
kaynaklanmadığı söylüyor. Elektrik kabloları
ıslanarak zarar gördüyse su orada ne arıyor? O gün
yağışlı değildi. Eğer ark ise gevşek bağlantı
vardır. Bu durumun açıkça ifade edilmesi gerekiyor.
Bu gibi çatı yangınlarında sonucu bir tek nedene
bağlamak ancak müneccimliktir. Çok iyi araştırma
yapılması gerek.
ALEVLİ RAKAMLAR Haydarpaşa'daki yangın saat 15:23'te başladı
İtfaiye 6 dakika sonra müdahale etti
Yangını söndürmek için bin 200 ton su harcandı
Yangına müdahele eden 3 itfaiye görevlisi yaralandı
HASARIN DÖKÜMÜ Bina çatısının 2 kule arasında kalan kısmı,
kuzeybatı kulesinin yaklaşık 20 metre doğrusuna
kadar olan çatı kısmı, güneybatı kulesinin doğu
istikametinde yaklaşık 18 metrelik kısmı tamamen
yandı. Çatının diğer kısımları hararetten ve
ıslanarak tahrip oldu. Kulelerin çatı seviyesinin
üstündeki kısmı kısmen deforme oldu. Bina içi,
avlusu ve peronlar da ıslanmanın etkisiyle zarar
gördü. Raporda tahmini zararın bilirkişi tarafından
tespit edilmesi gerektiğinin altı çiziliyor.
Akşam, Haber: Nebahat Koç, 09.12.2010
******
HAYDARPAŞA GARI'NDAKİ
YANGININ NEDENİ BELLİ OLDU
Haydarpaşa Garı`nda 28
Kasım 2010 tarihinde meydana gelen çatı yangını
konusunda, İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB)
İtfaiye Müdürlüğü tarafından hazırlanan raporda,
yangının elektrik tesisatında meydana gelen kısa
devreden kaynaklandığı belirtildi.
AA muhabirinin aldığı
bilgiye göre, konuya ilişkin İBB İtfaiye Müdürlüğü
raporunda, Haydarpaşa Garı`nın çatı yangınının
nedeninin elektrik tesisatında meydana gelen kısa
devre olduğu bildirildi.
Öte yandan TCDD Genel Müdürlüğü tarafından yangın
sonrasında başlanan enkaz kaldırma ve genel temizlik
çalışmaları tamamlanarak ve kış şartları göz önünde
bulundurularak binanın olası hava şartlarından zarar
görmemesi için geçici çatının yapımı 8 Aralık
2010`da ihale edildi. Çatının inşaa çalışmalarına 13
Aralık 2010 Pazartesi günü başlanacak ve onarım 20
gün içerisinde tamamlanacak. Geçici çatı için 5 Nolu
Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu`dan (KTVKK)
ve İBB Koruma Uygulama Denetim Başkanlığı`ndan (KUDEB)
izin alındı.
Diğer taraftan, yanan çatıda hasar görerek
kullanılamaz hale gelen malzemeler, tek tek
fotoğraflanarak İTÜ görevlilerince arşiv
oluşturulacak.
Haydarpaşa Gar binasının yeniden onarımı için başta
TCDD Genel Müdürlüğü olmak üzere KTVKK ile İTÜ
Mimarlık Fakültesi ile işbirliği çerçevesinde rölöve,
restitüsyon ve restorasyon proje raporları ile
binanın yapısal ve dış kabuk kapsamındaki raporlar
hazırlanacak.
Binanın giriş holü ve dış çevresine yönelik ``çekim
merkezi`` alternatif projeleri geliştirilecek,
uygulamalara yönelik proje ihale dosyaları ve idari
şartnameler hazırlanacak ve binanın dış cephe
aydınlatması yeniden yapılacak.
Zaman, 11.12.2010
******
GEÇİCİ ÇATIYLA GAR'A
KAR ÖNLEMİ
İstanbul'un giriş kapısı
Haydarpaşa Garı'nda 12 gün önce çıkan yangının
izlerini silmek için çalışmalar başlatıldı.
Elektrik
tesisatındaki kısa devreden kaynaklandığı tespit
edilen yangının enkaz kaldırma çalışmaları
tamamlandı. TCDD, binanın kar koşullarından
zarar görmemesi için geçici çatının yapımına 13
Aralık'ta başlayacak. Onarım 20 günde bitecek.
Hasar görerek kullanılamaz hale gelen
malzemeler, tek tek fotoğraflanarak İstanbul
Teknik Üniversitesi görevlilerince arşiv
oluşturulacak.
İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti’nin son tanıtım filmini gördünüz mü?
Film, küçük bir kız çocuğunun sabah yatağından kalkarak penceresinden sokağa bakmasıyla başlıyor...
Ve bir slogan: “İstanbul 2010 yılında her anlamda Avrupa’nın kültür başkenti oldu”.
İstanbul’da hummalı bir çalışma... Ellerine bayrak tutuşturulmuş çocuklar, tarihi binalara ve yüksek gökdelenlere bilgisayar animasyonu kullanılarak yansıtılan çeşitli sahne gösterileri...
Motorsikletli genç, bir taksi şöförü, otobüsteki balık istifi İstanbullular, şehir hatları vapurundaki vatandaşlar, hepsi ama hepsi, yüzlerinde hiçbir şey anlamadıkları belli olan bir ifadeyle modern dansçıları, semazenleri ve daha birçok gösteriyi sözde hayran hayran izliyor...
Oysa İstanbul’un 2010 kültür başkenti seçildiği 13 Kasım 2006 yılından bu yana köprüden çok sular aktı... Önce sadece bir sivil toplum girişimi olarak başladı sonra her şey baş döndürücü bir hızla akıp gitti...Hemen hazırlıklara başlandı... Kanun çıktı, hükümet parayı verdi, 2010 Kültür Başkenti ajansı kuruldu, hedef belirlendi, cepler şenlendi!
İstanbul'un adı, 2006 yılından itibaren tüm dünyada kültür ve sanatla anılacaktı. Kentsel dönüşüm, şehircilik, çevresel ve sosyal anlamda kalıcı kazanımlara kavuşacaktı. Kültür varlıklarımızın korunacağı ve sergileneceği yeni müzeler kurulacaktı, tarihi binalar yenilenecek ve yeni işlev kazandırılarak halka açılacaktı. Kültür sanat aktiviteleri en üst seviyeye çıkartılacak halkın katılımı için çeşitli önlemler alınacaktı... İstanbullular kentlerinin güzelliği ve sahip olduğu değerleri keşfederken böyle bir kentte yaşadıkları için gurur duyacaklardı. Bu çerçevedede İstanbul'un tanıtımına ve marka haline gelmesine olumlu katkı sağlanacaktı...
Ajansın faaliyet raporlarına göre başlangıcından bugüne kadar 320 milyon TL harcandı. Bu paranın 142 milyon TL’si projelere gitti (Bir tanesi aklınızda kaldı mı?). 61 milyon TL’si ise tanıdık ajanslara boca edilerek İstanbul’un tanıtımı yapıldı.
Bütün bu veriler ışığında İsterseniz şöyle bir sokağa çıkalım ve herhangi bir kültür başkentli vatandaşa soralım... Avrupa Kültür başkenti oldu olalı hangi İstanbullu geçmiş yıllarına oranla, özellikle bu yıl izlediği kültür sanat aktivitelerini ne kadar arttırdı?...
Tabii 16 Ocak 2010 günü yapılan ve binlerce İstanbullunun izlediği açılışı saymazsak... Görkemliydi görkemli olmasına da, ancak tarih boyunca üç imparatorluğa ev sahipliği yapmış bir şehrin büyük kutlaması: popüler şarkıcıların konserleri ve milyonlarca lira harcanarak gökyüzünü gece vakti gündüz gibi aydınlatan havai fişek gösterileriyle kalacak kadar sığ mı olmalıydı...
Her neyse filmde bir de turist olarak geldiği şehri fotoğraf arşivine eklemek için var gücüyle denklanşöre basan Koreliyi ve Avrupalı oldukları her halinden belli olarak şehirde dolaşan turistleri de görüyoruz...
Oysa bir başka istatistik bu görüntülerin de gerçek olmadığını ortaya koyuyor. Nasıl mı?: Resort Dergisi’nde yer alan rakamlara göre 2009 yılının ilk 10 ayında İstanbul, 6 milyon 370 bin yabancı turist ağırlamış; oysa 2010 yılında “Avrupa’nın Kültür Başkenti” İstanbul’a 5 milyon 940 bin yabancı turist geldi.
Üstelik 2010 yılında İstanbul’a gelen yabancı turist yapısı da değişmiş... Bu yıl Almanya’dan gelenlerde yüzde 19, İngiltere’den gelenlerde yüzde 15, Fransa’dan gelenlerde yüzde 12, İspanya’dan gelenlerde yüzde 10 azalma kaydedildi. Anlaşılan o ki, İstanbul’un 2010 yılı için “Avrupa’nın Kültür Başkenti” olarak tanımlanması bir şans idi. Bu şansı kaçırdığımız için Avrupa kültür başkentim, alış veriş merkezlerine dolan Ortadoğulu turistten başka bir şey görmedi...
Ve filmde kullanılan son görüntü onarım ruhsatı olmadan, AKP Kadıköy teşkilatı eski başkanı İhsan Kaboğlu’na ait İFORT Grup Dijital İnşaat ve Temizlik Hizmetleri Şirketi’nin beceriksizliği nedeniyle, 28 Kasım 2010 günü çatısı alev alev yanan Haydarpaşa Tren Garı’nın artık yalnızca arşivlerde kalan eski görüntüsü ve “İstanbul böylesine kültür ve sanat dolu bir yıl yaşamamıştı” cümlesiyle bitiyor. Umarız bir daha da yaşamaz!
Filmi hangi yapım şirketi hazırladı, hangi yöneticiler yayınlatmaya/yayınlamaya karar verdi(rildi) bilemiyoruz ama; film bir kez daha, kültür ve sanat alanında önemli isimlerin dayanamayıp ayrıldığı, defalarca yönetim kurulları ve başkanlarının değiştiği, Kültür Bakanlığı'nın bile bir aşamada tüydüğü Kültür Başkenti Ajansı’nın yönetimindeki uyumsuzluk, sığlık ve acemiliği gözler önüne seriyor...
Dileriz ki bu tanıtım filmi, tacını birkaç haftaya bir başka şehire devretmeye hazırlanan İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti’ne yaşatılan son deprem olsun...
Selma Demirkol, 11.12.10
RESTORAN SAHİBİNDE TARİHİ ESER
Bir restoran sahibinin evinde paha biçilemez değerde tarihi eserin olduğu bilgisi mali polisi harekete geçirdi.
K.P”nin Bağlarbaşı Mahallesi'ndeki evindeki aramada Roma dönemine ait mermerden yapılmış ”Adak Steli” ele geçirildi. 45×75 santim büyüklüğünde, üzerinde 2 erkek, 1 kadın ve 1 hizmetli ile masa kabartmaları olan paha biçilemez tarihi eserin Roma döneminde ölen bir imparator adına eşi tarafından yaptırıldığı öğrenildi. K.P, “2863 Sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanununa Muhalefet” suçundan sevk edildiği adliyeden serbest bırakıldı.